birinci bölüm - TC DİB. Trabzon Dini Yüksek İhtisas Merkezi

advertisement
T.C.
DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI
TRABZON-AKÇAABAT- DARICA
EĞİTİM MERKEZİ MÜDÜRLÜĞÜ
İSLAM HUKUKUNDA İCMA’
BİTİRME TEZİ
Muhammet KARAKIŞ
TRABZON–2006
III
İÇİNDEKİLER
İÇİNDEKİLER ______________________________________________________III
KISALTMALAR _____________________________________________________ VI
ÖNSÖZ ____________________________________________________________ VII
GİRİŞ _______________________________________________________________ 1
BİRİNCİ BÖLÜM _____________________________________________________ 3
I.İCMA’ IN LUGAT VE ISTILAH ANLAMININ __________________________ 3
A. İCMA’IN LUGAT MANASI ................................................................................. 3
B. İCMA’NIN ISTILAH ANLAMI ........................................................................... 4
II. İCMA’IN TARIHİ GELİŞİMİ ________________________________________ 8
A. HZ. PEYGAMBER DÖNEMİ VE İCMA’ ........................................................... 8
B. SAHABE DÖNEMİ VE İCMA’ ............................................................................ 8
C. TABİİN DÖNEMİN VE İCMA’ ......................................................................... 10
D. TEDVİN DÖNEMİ VE İCMA’ ........................................................................... 11
III. İCMA’IN İMKÂNI ________________________________________________ 12
A. İCMA’I MÜMKÜN GÖRMEYEN YAKLAŞIMIN GEREKÇELERİ ........... 13
B. İCMA’IN GERÇEKLEŞMESİ MÜMKÜNDÜR DİYENLERİN
GEREKÇELERİ ....................................................................................................... 14
C. İCMA’I SADECE SAHABE DÖNEMİ İÇİN MÜMKÜN GÖREN
YAKLAŞIM. ............................................................................................................. 15
D. İMAM ŞAFİİ’NİN İCMA’ HAKKINDAKİ GÖRÜŞÜ..................................... 16
E. AHMED BİN HANBEL'İN İCMA’ HAKINDAKİ GÖRÜŞÜ: ........................ 18
F. GÜNÜMÜZDE İCMA’IN GERÇEKLEŞME İMKÂNI ................................... 20
IV. İCMA’IN ŞARTLARI _____________________________________________ 23
V. İCMA’IN ÇEŞİTLERİ ______________________________________________ 24
A. SARIH İCMA’ ...................................................................................................... 25
B. SUKUT-İ İCMA: .................................................................................................. 26
VI. İCMA’IN SENEDİ ________________________________________________ 29
A.İCMA’ İÇİN BİR SENEDİN LUZUMU: ............................................................ 30
B. İCMA’IN SENEDİNİN TÜRÜ ............................................................................ 31
IV
İKİNCİ BÖLÜM _____________________________________________________ 34
I.İCMA’IN HÜKÜM ÇIKARMADA DELİL OLUŞU ______________________ 34
A. İCMA’IN HÜCCİYYETİ KONUSUNDA KİTAPTAN DELİLLER .............. 35
1. Cumhurun Kitaptan Delilleri: ......................................................................... 35
2. İcma’ın Hücciyyetini Kabul Etmeyenlerin Kur’andan Delilleri:................. 44
B.İCMA’IN SÜNNETTEN DELİLLERİ................................................................ 46
1. Cumhurun Sünnetten Delilleri: ....................................................................... 46
a. Ümmet-i Muhammed’in Dalalet Üzerine Birleşmeyeceğine Dair
Rivayetler ........................................................................................................... 46
b. Cemaate Sarılmayı ve Cemaatten Kopmamayı Emreden Hadisler ........ 47
c. Ümmet-i Muhammed’in İçinde Bir Grubun Kıyamete Kadar Hakka
Yardımcı Olmaya veya Hak Üzerine Bulunmaya Devam Edeceğine Dair
Rivayet. .............................................................................................................. 50
d. Sünnetin İcma’a Delil Gösteriliş Tarzı ....................................................... 50
C. İCMA’IN HÜCCİYYETİNE DAİR AKLİ DELİLLER ................................... 53
1. Cumhurun Akli Delilleri .................................................................................. 53
2.İcma’ı Hüccet Olarak Kabul Etmeyenlerin Akli Delilleri ............................. 54
II. İCMA’IN NAKLİ __________________________________________________ 55
A. TEVATÜREN NAKLEDİLEN İCMA’ .............................................................. 55
B. AHAD YOLLA NAKLEDİLEN İCMA’ ............................................................ 55
C. ŞÖHRET YOLUYLA NAKLEDİLEN İCMA’ ................................................. 56
III. İCMA’ VE ÇOĞUNLUĞUN GÖRÜŞÜ _______________________________ 56
A. ÇOĞUNLUĞUN GÖRÜŞÜNÜN İCMA’ OLMAZ DİYENLERİN
DELİLLERİ .............................................................................................................. 57
B. CUMHURUN GÖRÜŞÜNÜ İCMA’ KABUL EDENLERİN DELİLLERİ .... 58
IV. İCMA’IN İŞLEVİ VE ÇAĞDAŞ EĞİLİMLER ________________________ 59
A.ŞURA VE İCMA ................................................................................................... 61
B. İCTİHAD VE İCMA’ ........................................................................................... 62
C.ÖRF VE İCMA’..................................................................................................... 63
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM ___________________________________________________ 64
I. İCMA’IN FURU’ FIKHA YANSIMASI ________________________________ 64
A.MEZHEB İÇİ İCMA’A DAİR ÖRNEKLER ..................................................... 65
B.GENEL İCMA’A DAİR ÖRNEKLER ................................................................ 69
SONUÇ _____________________________________________________________ 73
KAYNAKÇA ________________________________________________________ 75
V
KISALTMALAR
Ank. Ü.
:
a.g.e.
:
Adı geçen eser
b.
:
İbn, bin (oğul)
c.
:
Cilt
h.
:
Hicrî
Hz.
:
Hazret-i
h. no
:
Hadis no:
r.a.
:
Radiyallâhu anh
r. anhüm
:
Radiyallâhu anhüm
s.
:
Sayfa
s.a.v.
:
Sallallâhu Aleyhi ve Sellem
tsiz
:
Tarihsiz
y.y.
:
Basım yeri yok
yay.
:
Yayınları
DİA.
Ankara Üniversitesi
Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi
:
VI
ÖNSÖZ
Övgü ve teşekkür, bizleri İslam nimetiyle şereflendiren Allah’u Teala’ya, salât
ve selam yaşantısı bize örnek olarak gösterilen Hz. Peygamber’in üzerine olsun.
Darıca eğitim merkezi kursunu bitirmek için hazırladığım bu mezuniyet tezi
İslam Hukuku’nun asli kaynaklarından biri olan icma’ hakkındadır.
Bu çalışma üç ana bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde İcma’ın lügavi,
istılahi tanımı, tarihçesi, imkânı, senedi, şartları anlatılmaktadır. İkinci bölümde ise
icma’ın Kuran ve sünnetten delilleri, nakli, İcma’ delilinin işlevi ve icma’ ile ilgili olan
çağdaş yorumlardan cumhurun görüşünün icma’ kabul dilip edilmeyeceği ilgili konular
anlatılmaktadır. Üçüncü bölümde ise İcma’ın furu’ fıkha yansımalarına dair örneklerden
bahsedilmiştir. Son olarak da konunun genel bir değerlendirmesini ve ortaya çıkan
neticeyi arz ettik. Mümkün olduğu kadar, İ.Şafiî’nin er-Risale’sinden itibaren
günümüze kadar yazılmış Usul-ü Fıkıh kitaplarını gözden geçirmeye gayret gösterdik.
Bu çalışmamız esnasında, bizlere her alanda mümkün olan imkânların en
iyisini sunan, başta Eğitim Merkezi Müdürümüz Sayın Zeki YAVUZYILMAZ’a,
tecrübe ve engin bilgilerini bizden esirgemeyip, bize rehberlik eden öncelikle danışman
hocam Sayın Temel KACIR ve diğer hocalarıma teşekkürü bir borç biliyorum.
Şunu da ifade etmeliyim ki, bir kul olmanın neticesinde, insanoğlunun yaptığı
hiçbir eserin hatadan uzak olmadığının bilinci içerisindeyiz.
Çalışma ve gayret bizden muvaffakiyetler Yüce Allah'tandır.
Muhammet Karakış
TRABZON–2006
VII
GİRİŞ
Bilindiği gibi İslam dini sadece bir inanç ve ahlak dini değildir. İslam dininin
aynı zamanda bir hukuk sistemi vardır. Peygamber efendimiz döneminden başlayarak
günümüze kadar insanların hukuki ihtiyaçlarını karşılamış olan bu hukuk sistemi, bir
takım nedenlerle resmi olarak Müslümanların hayat sisteminden kaldırılmasına rağmen
hala Müslümanların hayatında önemli bir yer tutmaktadır.
Bu büyük hukuk sisteminin Kur’an ve Sünnetten sonra üçüncü kaynağı olan
icma’ teorik olarak, Kur’an-Sünnet çizgisinden ve İslam’ın temel pirensiplerinden
sapmadan yeni meydana gelen olaylara çözüm üretmek için tasarlanmıştır. İcma ‘ İslam
Âlimlerinin büyük çoğunluğu tarafından statik olan bir delil olarak değil dinamik yani
işlevselliğini hala devam ettiren bir delil olarak görülmektedirler.
Fıkıh usulüne dair yazılmış olan kitaplar incelendiğinde icma’ konusu geniş bir
şekilde ele alındığı görülmektedir. Furuata dair yazılmış olan kitaplarda icma’ sık sık
hükümlerin kaynağı olarak gösterilmiştir. Bütün bunlar İslam Hukukunun kaynağı
olarak icma’ın nedenli önemli bir delil olduğunu ortaya koymaktadır.
İcma’ Sahabe döneminden sonra ulaşım ve haberleşmenin çok güç olması
nedeniyle ancak uzun yıllar boyunca tedrici olarak herhangi bir içtihadın üzerinde ittifak
oluşması şeklinde gerçekleşmiştir. Bu yüzden sahabe döneminden sonraki icmalar
üzerinde hep tartışma vardır. Fakat zamanımızda teknolojinin gelişmesi ile usulcülerin
öngördüğü manada bir icma’ın oluşması için gerekli zeminin sağlayabilecek
niteliktedir. İşte bu durum icma’ı tekrar kullanılabilir bir delil haline getirmekte ve
işlevi olmayan bir delil durumundan çıkarmaktadır.
Müslümanlar karşılarına çıkan yeni hadiselerin İslam’a göre hükümlerini
bilmek istemektedirler. Ferdi çabalar yeni hadiselerin hükmünde yetersiz kalmakta ve
Müslümanları da tatmin etmemektedir. İşte bu sebeple İslam Âlimlerin ortak çabasına
ihtiyaç vardır ki bu da icma’dır. Bundan dolayı icma’ incelenmeli ve araştırılması
gereken önemi bir delildir.
2
BİRİNCİ BÖLÜM
I. İCMA’ IN LUGAT VE ISTILAH ANLAMININ
A. İCMA’IN LUGAT MANASI
İcma’ kelimesi lügatte iki anlama gelmektedir. Bu anlamlar “azmetmek” ve
“ittifak etmek” anlamındadır.
1. Azmetmek: Kişi bir şeye azmettiği ve o işi yapmak için zihnini toparladığı
zaman “falan kimse şu işi yapmaya “azmetti” denir. Yani şuna azmetti ve karar verdi ya
da işi toparla, darma dağınık bırakma demektir.1 Kur’an-ı Kerim’de Yunus suresindeki
şu ayeti kerimede icma’ kelimesi azmetmek manasında kullanılmıştır: “işinize karar
verin”2.Rasülullah (s.a.v)’in “ Şafak sökmeden önce oruca karar vermeyenin orucu
sahih olmaz” buyurduğu hadisi şerifte bu manada kullanılmıştır.3
2. İttifak etmek: Arapçada “topluluk şu hususta icma’ etti “ denir. Yani
topluluk bir mesele üzerinde görüş birliğine vardı anlamında kullanılmaktadır.4Kuran-ı
Ebu’l-Fazl Cemalüddin Muhammed b. Mükerrem b. Manzur, Lisanü’l- Arab, Daru’l-Maarif, Kahire
1119 h. , c: I, s: 681
2
Yunus 10/71
3
Tirmizi, Ebu İsa Muahmmed b. İsa b. Sevra, Sünen-i Tirmizi, K itab-ı Savm, hadis no: 730
4
Ma’luf luis, el-Müncid fi’l-Luğa, Daru’l-Meşrik, Beyrut/ 1998, s: 101
1
3
Kerim de Yunus suresinde “ittifak etti” anlamında kullanılmıştır: “…Onu kuyunun
derinliklerine birlikte atmaya karar verdiklerinde…”5
Pratikte bu iki sözlük anlamı arasında şu fark ortaya çıkmaktadır. İcma’
kelimesi bir kişi için kullanılabilindiği halde, ikinci manada ise iki veya daha fazla
kimseler için kullanılabilmektedir.6 Buna göre bir şahıs kastedilerek falan şahıs şu işe
icma’ etti denilemez, fakat şu işe azmetti denilebilir. Burada kelimenin lügat
anlamlarından olan “bir şey üzerinde ittifak etmek” manası ıstılah anlamıyla daha yakın
görülmektedir.
B. İCMA’IN ISTILAH ANLAMI
Usulcüler icma’ın ıstılahı anlamını, icma’ kelimesinin sözlük anlamları içinden
“ittifak” anlamına dayandırmışlardır. Ancak bu ittifak “azim” anlamından tamamen
kopmuş olmamaktadır. Yani icma’ daki ittifak, azim ve kararlılık sonucu ortaya çıkan
bir ittifaktır. İşte bu anlam icma’ın ıstılahı tarifinin esasını teşkil etmektir. İcma’ için
yapılan ıstılahı tanımlar incelendiği zaman bir takım farklılıklar arz ettikleri
görülmektedir. Bu farklılığın sebebi de, icma’ın delil olabilmesi için gerekli olan
şartların yapılan tariflerde yer almasıdır. İcma’ için usul âlimlerimizin yapmış oldukları
tanımlardan bir kısmını burada zikredeceğiz.
1. Ahmed bin Said Hazm(ö:456.h): “İcma’, Ashab’ı Rasulün tamamının
kendilerine hiçbir muhalefet olmaksızın görüş birliğine varmalarıdır”7
2. Fahruddin Razi (ö:1149.h): “İcma’ Hz. Muhammed(s.a.v) ümmetinden olup
hal ve akd yetkisine sahip kimselerin, toplumun her hangi bir işi hakkında ittifakla karar
vermesinden ibaret bir teşri’ faaliyetidir.” 8
3. İmam Gazali (ö:505): “Ümmet-i Muhammed'in özellikle dini konuların
birisi üzerinde ittifak etmeleridir.”9
5
Yunus 12/10
Abdülaziz b. Ahmed b. Muhammed Buhari, Keşfü’l-Esrar ala Usul’i İmam-ı Pezdevi, Daru’l-Kitab,
Beyrut 1994, c: II, s: 424
7
Ebu Muhammed Ali b. Ahmed b. Said b. Hazm, el-Muhalla bi’l-Asar, Daru’l-Fikr, Beyrut 1997, c: I,
s:75
8
Fahrüddin Muhammed b. Ömer b. Hüseyin Razi, el-Mahsul fi İlmi’l-Usul, Müesssetü’r-Risale,
Beyrut/1997, c: IV, s: 20
6
4
4. Abdülaziz Buhari (ö:730): “ İcma’,Ümmet-i Muhammed’in dini konuların
birisi üzerinde ittifak etmeleridir.”10
5. Seyfüddin Amidi(ö.631): “İcma’ Ummet-i Muhammed’den ehl-i hal ve’lakd olan kimselerin tamamının herhangi bir asırda, meydana gelmiş herhangi bir olayın
hükmünde ittifak etmelerinden ibarettir.11
6. Abdülkerim Zeydan:”Rasulullah(s.a.v.) vefatından sonra herhangi bir asırda,
bir şer’i hüküm üzerinde İslam Milleti müçtehitlerinin ittifak etmeleridir.”12
7. Şakirü'l-Hanbelî : “Ümmet-i Muhammed’in müçtehitlerinin herhangi bir
asırda şer’i bir hüküm üzerinde ittifak etmeleridir13
Yapılan bu tarifler bir takım tenkitlere maruz kalmıştır fakat icma’ için yapılan
bu tarifler içersinde en az tenkide maruz kalan tanım şudur: “Ümmet-i Muhammed’den
olan müçtehitlerin Hz. Peygamberin (s.a.v) vefatından sonra herhangi bir zaman dilimi
içerisinde şer’i bir hüküm üzerinde ittifak etmeleridir.”14
Yukarıda verilmiş olan tanımlar incelendiği zaman usul âlimlerinin icma’
hakkında ki farklı görüşleri ortaya çıkmaktadır. Tariflerde icma’ı sadece sahabe dönemi
için olduğunu ortaya koyanlar olduğu gibi, icma’da bulunacak kimselere Ümmet-i
Muhammed’in tamamının ve üzerinde icma’ edilecek meseleyi hem dünyevi hem
uhrevi alana dâhil edildiği, icma’ın Hz. Peygamberin(s.a.v) döneminde de
gerçekleşeceği düşüncesini ortaya koyan, bir takım ifadeler yer almaktadır. Fakat icma’
sadece sahabe dönemi için olduğunu düşünürsek, bu önemli delilin sahabe döneminden
sonra hiçbir aktüel değeri olmadığı fikri ortaya çıkmış olur ki bu durum icma’
hakkındaki genel kanaate terstir. Eğer biz icma’a ehlinin tamamına ümmetin hepsini
dâhil edersek icma’ın gerçekleşmeyeceği kanaatini ortaya koyar. İcma’ın gerçekleşeceği
Ebu Hamid Muhammed b. Muhammed Gazali, el-Mustasfa min İlmi’l-Usul, Müessetü’r-Risale,
Beyrut/1997 c:I, s: 325
10
Abdülaziz Buhari, a.g.e, c: III, s:424
11
Seyfüddin Ebi’l Hasan Ali b. Ali b. Muhammed Amidi, el-İhkam fi Usuli’l Ahkâm, Kahire /1967, c: I,
s:179
12
Abdülkerim Zeydan, el-Veciz fi Usuli’i Fıkh, Müessesetü’r-Risale, Beyrut/2000, s:179
13
Şakir Hanbelî, Usul-u fıkhı’l- İslami, Mektebet-ü Mekkiyye, Mekke /2002, s: 286
14
Zeydan, a.g.e, s: 179, Muhammed Hudari, Usulu’l-fıkh, , Daru’l-Hadis, Kahire/2003 s:267,
Abdülvehhab Hallaf. Usulü’l-Fıkh, Daru’l-Fikr, Kahire/1995, s:45
9
5
zamana asr-ı saadet dönemini katarsak icma’ın bu dönemde de olduğu görüşüne bizi
götürür ki bu düşüncede cumhurun genel kanaatine aykırı olmaktadır. Çünkü icma’ın
gerçekleşeceği dönem Hz. Peygamberden sonraki dönemlerdir. Yapılan tanımları
incelediğimiz zaman tanımlarda bulunan ortak unsurları şöyle sıralayabiliriz.
—Müçtehitlerin ittifakı
—İcma’da bulunacakların Ümmet-i Muhammed'den olmaları
—İcma’nın Rasulullah(s.a.v) vefatından sonra olması
—İcma’ın herhangi bir asırda gerçekleşmesi
—Üzerinde ittifak edilecek konunun şer’i bir konu olması.
Bu saymış olduğumuz unsurları ayrı ayrı incelememiz faydalı olacaktır.
1. Müçtehitlerin ittifakı: İcma’ın oluşması için müçtehitlerin bir mesele
üzerinde ittifakı gereklidir. Müçtehit tafsili delillerden şer’i hükümler çıkarma
melekesine sahip olan kimsedir. Fakat avam veya müçtehit olmayan âlimler şer’i
hükümleri çıkarmaya kadir olmadıklarından bunların icma’ın gerçekleşmesinde bir
rolleri olmaz.15Âlimlerin çoğunluğuna göre icma’ın gerçekleşmesi için bütün
müçtehitlerin ittifakı şarttır. Bir kişi dahi muhalif olsa icma’ burada gerçekleşmez.16
Ancak Taberi ve Cassasa göre bir müçtehidin muhalefetine rağmen icma’ın meydana
geleceğini ifade etmişlerdir.17
2. İcma’da Bulunacakların Ümmet-i Muhammed'den Olmaları: Bu maddeyle
geçmiş şeriatların müçtehitlerinin ittifakı geçersiz sayılmaktadır.18Bu ümmetlerin bir
mesele üzerindeki ittifakı Müslümanlar için bir delil sayılmamaktadır.
15
Zeydan, a.g.e, s: 180
Zeydan, a.g.e. s: 180
17
Amidi, a.g.e, c: I, s: 213, Ali bin Muhammed Şevkani, İrşadü’l-Fuhul, Daru’s-Selam, Kahire/1998, c:1,
s:259–265
18
Abdülaziz Buhari, a.g.e, c:III, s: 424, Ahmed b. Ebi Sehl Serahsi, el-Usul, Daru’l –Ma’rife,
Beyrut/1973 c:I, s: 295
16
6
3.İcma’ın Rasululah (s.a.v.) Sonraki Dönemde Olması: Buna göre Hz.
Peygamberin(s.a.v.) yaşadığı devir hakkında icma’ın varlığı ve geçerliliğinden
bahsedilemez. Zira Hz. Peygamber(s.a.v) şayet sahabeye onların oy birliğiyle kabul
ettikleri hükümde muvafakat etmiş ise bu artık icma’ ile değil, sünnet ile sabit olmuş bir
hüküm olurdu. Sahabenin fikir birliği ettikleri hususta aykırı bir görüş beyan etmişse bu
takdirde zaten icma’dan söz edilemez ve o hüküm şer’ bir hüküm olarak
nitelendirilemez.19 Bu konuda Yunus Vehbi Yavuz şöyle demektedir: “Biz biliyoruz ki
vahiy inmeyen istişari konularda Hz. Peygamber(s.a.v.) döneminde de icma’ olayı
gerçekleşmiştir. Çünkü siyer kitaplarından okuduğumuza göre, Hz. Peygamber(s.a.v)
evinin işlerine varıncaya kadar her işte özellikle devlet işlerinde arkadaşlarına danışır,
onların görüşlerine değer verir kararları bu görüşlere göre alır ve uygulardı. Onun
arkadaşlarının görüşleri bu konular hakkında ya birleşiyor yahut ayrılıyordu. İstişare
sonucunda sahabenin görüşlerinin birleşmesi icma’ değil de ya nedir.20 Ne kadarda Hz.
Peygamber(s.a.v) döneminde yukarıda anlatılanlara göre bir icma’da söz edemesek bile
dönem incelendiği zaman bir nüve olarak o dönemde icma’ın varlığından söz
edilebileceği ortaya konmaktadır. Bu görüş genel kanaate aykırı görülse de göz ardı
edilmemesi gereken bir görüştür.
4. İcma’ın Herhangi Bir Asırda Olması: İcma’ın belli bir dönemin
müçtehitlerinin ittifakıyla oluşacağı ifade edilmektedir. Böylece icma’ın oluşması için
bütün asırların müçtehitlerinin katılımı gerekeceği görüşü dışlanmış olmaktadır.21
5. İcma’ Şer’i Bir Hüküm Üzerinde Olmalı: Müçtehitlerin ittifakı vucub, nedb
gibi şer’i hüküm hakkında olması gerekir. Tıp ilmine, lügat ilmine yahut spora ait şer’i
olmayan bir meseleye dair icma’ların hiçbirisi, kastedilen şer’i icma değildir.22
Zekiyyuddin Şaban, Usulu’l-Fıkh, Trc: İbrahim Kâfi Dönmez, İslam Hukuk İlminin Esasları.
T.D.V.Ankara/1996, s:106
20
Yunus Vehbi Yavuz, İcma’ , İslam Hukuk Araştırmaları Dergisi, 2004, c:3, s: 89
21
Amidi, a.g.e, c:I,s.180, Abdülaziz Buhari, a.g.e, c: III, s: 424, Şevkani, a.g.e, c:I,s:234
22
Amidi, a.g.e, c:I,s:180, Hudari, a.g.e, s:267–268, Hanbelî, a.g.e, s:287.
19
7
II. İCMA’IN TARIHİ GELİŞİMİ
A. HZ. PEYGAMBER DÖNEMİ VE İCMA’
Hz.Peygamber (s.a.v.) dönemi icma’ açısından son derece önemlidir. Çünkü
icma’ kavramının alt yapısı bu dönemde oluşturularak müminlerin düşüncelerini icma’
fikri kuvvetli bir şekilde yerleştirilmiştir. Bu dönemde hüküm koyma yetkisi tamamen
Hz.Peygambere aittir. Her hangi bir mesele ile karşı karşıya gelindiği zaman, mesele
Hz.Peygamber’e arz edilip, gelen vahi yoluyla veya Hz.Peygamber’in içtihadıyla
meseleyi çözüyordu.23
Hz.Peygamber
(s.a.v.)’in
hayatında
sahabeden
içtihatta
bulunanlar
olmuştur.24Hz.Peygamberin kadı olarak görevlendirdiği sahabilerin yapmış oldukları
içtihatlar daha çok Hz. Peygamber’e ulaşma imkânının olmadığı durumlarda
gerçekleşmiştir.25
Netice itibariyle, bu dönemde teşri’in kaynağı tamamen ilahi vahye
dayanıyordu; yani kitap ve sünnetti. Durum böyle olunca Hz.Peygamber devrinde
icma’ın söz konusu olamayacağı açıktır. Çünkü teşri’in asli kaynağı olan vahi devam
etmektedir bu durunda yapılacak tek şey Rasulullah (s.a.v) getirdiği hükümleri kabul
edip uygulamaktan ibarettir.
Bu dönemde icma’ her ne kadar Rasulüllah’ın yegâne otorite olması sebebiyle
ortaya çıkmamışsa da Kur’an ve sünnette icma’ fikrine esas teşkil eden şura, istişare ve
İslam cemaatinden kopmama prensipleri müminlerin zihinlerine yerleştirilerek icma’ın
alt yapısı oluşturulmuştur.26
B. SAHABE DÖNEMİ VE İCMA’
Sahabe döneminin ilk yılları icma’ın bir delil olarak ortaya çıktığı ve pratik
olarak uygulandığı yıllardır. Rasülüllah (s.a.v) vefat edince arkasında her yönüyle
Abdülvehhab Hallaf, Hulasatü Tarihi’t-Teşri’il-İslami, Mısır ty. s:11
Hayrettin Karaman, İslam Hukukunda İctihad, DİB, Ankara/1975, s: 43–48
25
Hallaf, a.g.e, s: 13
26
Hallaf, a.g.e, s: 13
23
24
8
tedvin edilmiş bir İslam hukuku bırakmamıştır. Ancak Rasülüllah (s.a.v) arkasında her
haline şahid olmuş ashabını, Kur’an ve Sünneti bırakmıştır. Bu sebepten dolayı Sahabe
Müslümanların ihtiyaçlarını gidermek için teşrii görevini üstlenmiş bulunmaktaydı.27
Hz.Ebubekir, Hz.Ömer ve Hz.Osman (r.anhüm)’ün hilafet dönemlerinde bir
mesele ile karşılaşıldığı zaman, kitap, sünnet ve daha önce verilmiş olan hükümlere
bakıyorlardı, bir hüküm bulamadıkları zaman Müslümanların ileri gelenlerini çağırıp
meseleyi çözmeye çalışıyorlardı. Bir hüküm üzerinde görüş birliğine vardıkları zaman
onunla hükmederlerdi28. Bu şekilde bir araya gelmeleri sebebiyle nadir olarak görüş
ayrılıkları olmaktaydı. Çünkü toplantıya katılan fetva verebilecek nitelikteki bu
sahabelerden her biri diğerlerine bakış açısını, dayandığı delilleri açıklıyordu. İşte
hakkında “sahabe üzerinde icma’ etmiştir” denilen hükümlerin çoğu bu dönemde ortaya
konmuştur.
Sahabe döneminde şuraya ve istişareye büyük bir önem veriliyordu. Sahabenin
istişareye bu şekilde değer vermeleri, Kur’an’ı Kerimde şuranın emredilmiş olmasından
ve Hz.Peygamberin onlara şurayı hayatlarında uygulayacakları bir sünnet olarak
öğretmiş olmasından kaynaklanmaktadır. Bundan dolayı sahabe döneminde yeni bir
mesele ile karşılaşıldığı zaman Halife, hemen fakih olan sahabileri toplar, onlarla yeni
mesele hakkında istişare ederdi. Şayet bir hüküm üzerinde ittifak sağlanırsa, Halife bu
hükmü uygulamaya sokardı, şayet ihtilaf edilirse mesele üzerinde münazaralar devam
eder ve herkesin üzerinde ittifak ettiği bir sonuca ulaşılmaya çalışırdı. Bu nedenle
sahabenin üzerinde icma’ ettiği meseleler bir hayli fazladır.29
Hz.Peygamber(s.a.v)’in vefetından sonra icma’ın ilk uygulama örneği, Beni
Said Sakifesi olayıdır. Bu toplantıda Hz.Ömer’in, Hz.Ebu Bekir’i halifeliğe seçilmesi
ile ilgili şahsi görüşü, orada Müslümanlar tarafından kabul edilmiş ve daha sonra ümmet
tarafından benimsenmiştir.30
27
Hallaf, a.g.e, s: 31
Hallaf, a.g.e, s: 41
29
Vehbe Zuhayli, Usulu’l-fıkhı’l-İslami, Daru’l-Fikr, Dımeşk/1986 c: I, s: 487
30
Ahmed Hassan, the Early Development of İslamıc Jurisprudence, İslamabad/1988, Terceme: Ali Hakan
Çavuşoğlu, Hüseyin Esen, İslam hukukunun Doğuşu ve Gelişimi, İz yayıncılık, İstandul/1999 s: 179
28
9
Sahabe’nin bir konuyla ilgi hüküm konusunda ittifak etmeleri, bütün
sahabelerin aynı görüşü paylaştığını göstermektedir. İslamı bizzat Hz. Peygamberden
almış olan bu birinci kuşağın, her hangi bir konuda görüş birliğine varmış olması, o
meselenin hükmünün İslam’a göre o şekilde olduğunu gösterir. Bunun içindir ki harici
ve Şiilerden başka bütün mezhebler sahebenin icma’ını hüccet kabul etmişlerdir.31
C. TABİİN DÖNEMİN VE İCMA’
Dört Halife döneminde fakihlerin aşağı yukarı hapsinin görüşleri alınarak ve
istişareye dayalı olarak hükümler verilirken tabiin döneminde aynı usul takip
edilememiştir. Siyasiler tarafından şura sistemine önem verilmeyince âlimlerin şahsi
gayretleri ile icma’ın meydana gelmesi mümküm olamıyordu. Ancak Raşit Halifeler
döneminde üzerinde icma’ edilen konular olduğu gibi kabul ediliyor ve asla bunların
dışına çıkılmıyordu.32
Bu dönemde Ömer b. Abdülaziz dışındaki siyasiler, icma’ın oluşumuna imkân
verecek şura ve istişareye önem vermedikleri gibi, ilim adamlarını bir arya getirecek
organizatörlük görevini de yerine getirmemişlerdir.33 Bu itibarla icma’ açısından Tabiin
ve daha sonraki dönemleriyle sahabe dönemini ayıran en önemli fark; Tabiin
döneminden sonra ileri gelen fakihlerin artık sahabe dönemindeki gibi bir arada
bulunmaması ve değişik yerlere dağılmış olmasıdır.
Tabiin döneminin icma’ı ümmet açısından diğer bir önemli yanıda, bu
dönemde Irak ve Hicaz ekollerinin oluşması ve ilim adamlarının ehlü’r-rey ve ehlü’l-esr
şeklinde iki ekole ayrılmış olmalarıdır. Ayet ve hadislerle veya sahabe’nin icma’ıyla net
bir şekilde ortaya konmuş meselelerin dışında topyekûn ümmetin icma’ını beklemek
pek mümkün görülmemektedir.34
İcma’ı ümmet açısından Tabiin döneminin fonksiyonlarından en önemlileri
şunlardır:
Muhammed Ebu Zehra, İslamda Fıkhı Mezhebler Tarihi, Ayyıldız Matbaası, İstanbul/1978, s: 43
Ekrem Keleş, İslam Hukukunun Kaynağı Olarak İcma’ ,Doktora Tezi, Ankara Ünv/1994, s:32
33
Ekrem Keleş, a.g.e, s: 32
34
Hayrettin Karaman, İslam Hukuk Tarihi, İrfan Matbaası, İstanbul /1979, s:101–125
31
32
10
1. Sahabenin üzerinde icma’ ettiği meselelerin daha sonraki kuşaklara
aktarılması
2.Sahabenin üzerinde icma’ ettiği herhangi bir meselenin değiştirilemeyeceği
ve buna muhalif bir görüş ortaya konamayacağı fikrinin iyice yerleştirilmesi
3. Yaygın bir şekilde bölgesel icma’ların oluşması ve fakihlerin kendi
bölgelerinin icma’larının dışına çıkmamayı iltizam etmesi35
D. TEDVİN DÖNEMİ VE İCMA’
Bu dönem, İslam Hukukunun altın çağıdır. İslam hukukunda pek çok büyük
âlimin yetiştiği, hukukun gelişip meyvesini verdiği, onca genişliğine ve farklı unsurları
altına almasına rağmen ümmetin bütün hukuki ihtiyaçlarını gideren bir hukuk
zenginliğinin oluştuğu dönemdir. İşte bu dönemde icma’ delilinin İslam hukukunun bir
kaynağı olarak algılandığını görmekteyiz.36
İcma ‘ açısından bu dönemin özel bir yeri vardır. İcma’ açısından bu dönemin
en önemli yanı, icma’ ile ilgili kurallar ve prensiplerin bu dönemde tespit edilmiş
olmasıdır. Bu dönemde tespit edilen kurallar, bilahare daha da detaylandırılarak icma’
ile ilgili pek çoğu varsayıma dayalı itirazlara cevaplar bile üretilmiştir.37
Bu dönemde doktrin kurucuları olan müçtehit imamların tefekkürlerinde, bütün
âlimlerin üzerinde birleştiği kesinlikle bilinen bir çözümün dışına çıkmama bir prensip
olarak mevcuttu. Ancak onların takip ettiği metotların teorisini ortaya koymaya
yönelmemiş olmaları ve bunun yanı sıra pratikte sözü edilen anlama yakın bir fikir
birliğine sahabe devrinden sonra rastlayamamaları sebebiyle, sonraki usulcüler
tarafından icma’ konusunda yapılan hararetli savunmalar müçtehit imamlar döneminde
görülmez.38
35
Ekrem Keleş, a.g.e. s: 33
Hallaf, a.g.e, s: 57, 58
37
Ekrem Keleş, a.g.e, s:35
38
İbrahim Kâfi Dönmez, “İcma’ md. , DİA, c: 21, s: 418
36
11
Muammed Ma’ruf ed-Devalibi, mezheb imamlarının icma’ kunusundaki
bakışını farklı kavramsal çerçeveler içinde şu şekilde tasvir etmektedir: Malik b. Enes
kavli ve ameli, nakli veya içtihadi farkı gözetmeksizin icma’ı ‘vakıi’ anlamıyla, yani
Medine’nin hemen tek ilim merkezi olduğu dönemde bilginlerin ileri gelen ve
çoğunluğunu teşkil eden tabaka arasında gerçekleşen fikir birliği anlamıyla kaynak
olarak alıyor. Şafii ise icma’ı “zati” anlamıyla, yani bütün beldelerdeki bütün âlimlerin
katıldığı fikir birliği manasında kabul ediyor, fakat bu anlamda icma’ın sadece kavli
olanını muteber sayıyor. Ahmed b. Hanbel’in de bu konuda üstadı Şafii’yi takip ettiği
anlaşılmaktadır. Ebu Hanife’nin konuyla ilgili anlayışı tam olarak aksettiren açıklamalar
bulunmamakla birlikte Hanefi usulcüleri doktirine hâkim olan görüşü icma’ın “zati”
anlamıyla alınması, fakat Şafii’den farklı olarak kavli olma şartının aranmaması
şeklinde intikal ettirmektedir.39
III. İCMA’IN İMKÂNI
Dinden olduğu kesin olarak bilinen, kişinin inanmadığı takdirde Müslüman
sayılmadığı zarurat-i diniyye dediğimiz namaz, oruç ve zekâtın farziyyeti gibi kat’i
delillere dayanan dinin temel meseleleri üzerinde top yekûn İslam âlimleri icma
etmişlerdir. Bu tür meseleler Müslümanların kabul edip benimsediği hususlardır. Kat’i
nasslarla sabit olan bu tür meselelerin üzerinde icma’ da edildiği te’kid edici nitelikte
üçüncü bir delil olarak ifade edilmiştir. Bununla beraber usulcülerin Hz. Peygamber'in
(s.a.v) sonra şer’i bir meselenin hükmü üzerinde Müslüman âlimlerin görüş birliğine
varmaları şeklinde tanımladıkları icma’ın gerçekleşmesinin ve İslam hukukun bir
kaynağı olarak fonksiyon icra etmesinin mümkün olup olmadığı İslam âlimleri arasında
tartışmalıdır.
İcma’ın mümkün olmadığı yolundaki görüşler usul kitaplarında genellikle
Nazzama ve bazı Şii ve Rafızîlere nisbet edilmekte ve bunların icma’ gerçekleştikten
sonra ortaya çıkmış sözleri nazara itibara alınmayacak bir grup oldukları ifade
39
Dönmez, a.g.e, c: 21, s: 418
12
edilmektedir.40İcma’ı
mümkün
görmeyen
bu
âlimlerin
gerekçelerini
şöyle
sıralayabiliriz.
A. İCMA’I MÜMKÜN GÖRMEYEN YAKLAŞIMIN GEREKÇELERİ
1.
Usulcülerin
yapmış
olduğu
tarifler
incelendiği
zaman
icma’nın
gerçekleşmesinin mümkün olmadığı görülmektedir. Çünkü müçtehitleri tam anlamıyla
tespit etmek mümkün değildir. Hatta bir şahıs memleketinde müçtehit sayılsa başka bir
belde de o şahsa itibar edilmeye bilir. Ayrıca bu âlimlerin ilim seviyeleri, ilmi kimden
aldıkları, üzerinde icma’ olduğu söylenilen bilginin kendisine ulaşıp ulaşmadığının
bilinmesinin zorluğundan dolayı icma’ın gerçekleşmesi mümkün görülmemektedir.41
Bunun yanında müçtehit olanlar tespit edilse bile bu araştırma çok uzun bir
zaman dilimi gerektirmektedir ve bu bölgelerde yeni müçtehitler yetişebilir. Müçtehitler
kararlarını ortaya koymadan önce görüşünden vazgeçebilir, verdiği kararın belki de
baskı altında vermiş olabilir.42Bu sayılan sebeplerin her biri icma’ın gerçekleşmesine
imkân sağlamamaktadır.
2. İcma’ın gerçekleşmesi mümkün olsa bile gerçekleştiğini bile bilmek veya
buna muttali olmak ya da bu meseleye dair hükmü ortaya koyarken özgür bir anlayışla
fikir açıklayıp açıklamadıklarının tam olarak bilinememesi icma’ın gerçekleşmesinin
mümkün olmadığını gösterir43
3. İcma’ın bir senedinin bulunması gerekir. Eğer icma’ın senedi kati ise
genellikle onu Müslümanlar bilmektedir, eğer icma’ın senedi zanni ise onun üzerinde
ittifak imkânsızdır. Çünkü düşünceleri, anlayışları, mezhepleri farklı insanların zanni bir
delile dayanarak ittifak etmeleri imkânsızdır.44
4. İcma’ın gerçekleşmesini mümkün görsek bile nakli mümkün değildir. Çünkü
icma’ edenlerin icma’ını delil olarak kullanacak olanlara nakli ya tevatür ya da ahad
yolla olacaktır. Tevatüren nakli imkânsızdır, zira tevatür adedindeki insanın dünyanın
Abdülaziz Buhari, a.g.e, c: III, s: 424–425, Şevkani, a.g.e. c:I,s: 234, Gazali, a.g.e. c: I,s: 235.
Abdülaziz Buhari, a.g.e. III, s: 424–425, Amidi, a.g.e, c:I, s:182
42
Şevkani, a.g.e, c:I, s:234, Abdülaziz Buhari, a.g.e, c: III, s: 425–426
43
Razi, a.g.e, c: IV, s:23–24, Şevkani, a.g.e, c: I, s:234, Amidi, a.g.e, c: I, s:183
44
Abdülaziz Buhari, a.g.e, c:III, s: 424–425, Şevkani, a.g.e, c:I, s:234–235, Amidi, a.g.e, c:I,s:183
40
41
13
dört bir tarafındaki müçtehitlerle görüşüp fetvalarını dinleyip yine kendileri gibi tevatür
adedini bulan topluluklarla aktarmaları mümkün değildir. Ahad yolla nakli ise icma’ın
gerçekleştiği hususunda kesin bir bilgi ortaya koyamaz45.
İcma’ı mümkün görmeyen âlimler sayılan bu sebeplerden dolayı icma’ın fiilen
gerçekleşmediği ve gerçekleşmeyeceği kanaatindedirler.
B.
İCMA’IN
GERÇEKLEŞMESİ
MÜMKÜNDÜR
DİYENLERİN
GEREKÇELERİ
İcma’ın mümkün olmadığını ileri sürenlerin yanında onun mümkün olduğunu
cumhur ifade etmektedir. Cumhura göre icma’ın her dönemde gerçekleşmesi ve tesbit
edilmesi ve nakli mümkündür. Cumhurun delilleri şunlardır.
1. İcma’ın meydana gelmesini imkansız görenlerin ileri sürdükleri gerekçeler,
sadece meydana gelmesi mümkün olan bir şey hakkında şüphe uyandırmaktan başka bir
şey değildir.46
2. İlim adamlarının farklı memleketlere dağılmaları icma’ın oluşmasına engel
bir durum değildir. Farklı bölgelerde olmalarına rağmen aynı görüş üzerinde ittifak
etmişlerdir.47
3. İcma’ın gerçekleşmesinin en büyük delili icma’ın Müslümanların hayatında
meydana gelmiş olmasıdır. Sahabe zamanında icma’ gerçekleşmiş ve bu konuda birçok
rivayette bulunulmuştur. Ümmet-i Muhammed'in başta beş vakit namaz, ramazan orucu,
ninenin mirasta 1/6 hisse alacağında, Müslüman kadının Müslüman olmayan erkekle
evlenmesinin batıl oluşunda, mehir tayin edilmemiş olsa bile nikâh akdinin sahih
olduğu hususunda, fethedilen toprakların gazilere dağıtılacağında, miras konusunda
ana-baba bir erkek ve kız kardeşlerin bulunmayışı halinde baba bir erkek ve kız
kardeşlerin onların yerini almalarında, oğlunun(mirasta) oğlun oğlunu hacbettiğinde, bir
kadının üzerine, kadının halası ve teyzesinin nikâhlanamayacağında ve daha birçok
Muhammed b. İdris Şafii, el-Ümm, Matbaatü’l- Kübra, Mısır/1325.h. c: VII, s:256
Hanbelî, a.g.e, s:288, Zekiyyuddiin Şaban, a.g.e, s:11
47
Şevkani, a.g.e. c:I, s:234, Razi, a.g.e, c:IV, s:24.23.24
45
46
14
hususta icma’ın meydana gelmesi, icma’ın gerçekleşmesinin mümkün olduğuna kat’ı
bir delildir.48
C. İCMA’I SADECE SAHABE DÖNEMİ İÇİN MÜMKÜN GÖREN
YAKLAŞIM.
İcma’ın tariflerinde değindiğimiz gibi icma’ sadece sahabe icma’ı olarak gören
ve icma’ın sadece sahabe döneminde mümkün olduğunu ve dikkate alınacak icma’ında
sahabe icma’sı olduğu âlimler tarafından söylenmiştir. Bu görüşün önderliğini zahiri
âlimleri yapmaktadır49 Bu âlimlerim gerekçeleri şunlardır:
Sahabenin sayısı sınırlıydı, bundan dolayı kendilerinden sadır olacak olan
görüşlerin tespiti mümkündü. Sahabe dini Rasulüllah (s.a.v) almış ve bizzat vahyin
indirilmesine şahit olmuş olan topluluktur. İcma’ında nassa dayanması gerekir. Nassa
dayanmadan icma’ gerçekleşmez. Ayrıca sahabe kendi dönemlerinde müminlerin
tamamı idiler, onlardan başka mümin yoktu. İşte bu durunda olan bir cemaatin icma’ı
mümkündür.50
Bu öne sürülen gerekçeler incelendiği zaman sahabe icma’ında kastedilen
sahabenin farklı bölgelere dağılmadan önceki dönem sürecinden icma’ları kastedildiği
ortaya konmaktadır. Sahabenin farklı bölgelere dağıldıktan sonraki durumu ise burada
ayrı bir konuma sokulmaktadır. Hatta Abdülvehhab Hallaf, usulcülerin tanımını
yaptıkları manada bir icma’ın fiilen sahabe döneminde bile oluşmadığını ileri
sürmektedir. Ona göre sahabe döneminde gerçekleşen icma’lar ortaya çıkan meselenin
hükmü üzerinde Medine de o anda mevcut sahabenin ittifakıdır. Çünkü ileri gelen
sahabelerden bazıları Mekke, Şam, Yemen gibi yerlerde ve cihad meydanlarındaydı.
Cemaatin görüşü hakka ferdin görüşünden daha yakın olduğu için mevcut olanların
ittifakıyla hüküm veriyordu. İşte âlimlerin icma’ dedikleri bunlardır51
Gazali, a.g.e, c:I s:326,Abdülaziz Buhari, a.g.e. c:III, s:425, Zeydan, a.g.e, s:188, Zekiyyüddin Şaban,
a.g.e, s:117, Hallaf, a.g.e, s:54
49
Hudari, a.g.e, s:284, Ahmed bin Said bin Hazm ez-Zahiri, el-İhkam, Dar-u Kutüb-i ilmiye, Beyrut ty
c:2,s:538
50
İbn hazm, a.g.e, c:II, s:538,Ebi Muhammed Abdullahbin Ahmed bin Kudame el-Makdisi, Ravzatu enNazır, c:I,s:332–335
51
Hallaf, a.g.e. s:54
48
15
Muhammed Ebu Zehra da icma’ın sahabe döneminde gerçekleştiği kanaatinde
olan ilim adamlarındandır. Ebu Zehra bu görüşünü şöyle ifade etmektedir: “Bana göre
delil olabilecek icma’ sahabe dönemindeki icma’dır. Onlar diğer memleketlere
tamamen dağılmamışlardı ve o devirde icma’ mümkündü. Tabiiler devrinde icma ‘
mümkün ise de vakı’ olmamıştır. Çünkü tabiiler memleketin her tarafına dağılmışlardı,
bu yüzdendir ki fakihler hemen hemen hemen sahabilerden sonra hakkında icma’
yapıldığı ilerileri sürülen her mesele üzerinde ihtilafa düşmüşlerdir. Bu itibarla “
sahabilerden başkalarının icma’ını bilmiyoruz” diyenlerin sözünde gerçek payı vardır.
Ahmed bin Hanbel üzerinde icma’ olduğu iddia edilen mesele hakkında “ bu konudaki
ihtilafı bilmiyoruz” demekle yetinirdi.52
Buraya kadar İcma’ın imkânı hakkında olan genel görüşleri vermeye çalıştık.
İlk iki anlayış icma’ın imkânı hakkında uç noktaları temsil ederken üçüncü anlayış
icma’ hakkında imkânı kabul etse bile zamansal olarak bir sınırlandırmaya gitmektedir.
Şimdi de icma’ın imkânı hakkında İmam Şafii’nin ve Ahmed bin Hanbel'in
görüşlerini vermek istiyoruz.
D. İMAM ŞAFİİ’NİN İCMA’ HAKKINDAKİ GÖRÜŞÜ
İmam Şafii bu konuyu hem fıkıh usulü hakkında ilk eser olan Risalesinde hem
de el-Üm adlı eserinde incelemiştir. İmam Şafii’nin bu görüşleri incelendiği zaman
Şafii’nin icma’ı reddettiği zannı doğmaktadır. Fakat Şafii bu konudaki titizliğinden
dolayı bu mesele üzerinde biraz kısıtlayıcı olarak davranmış olduğu görülmektedir.
Şafii’in icma’ı bir delil olarak kabul ettiğini Risale adlı eserindeki icma’ alakalı
görüşlerini incelediğimizde anlıyoruz. Şafii’ye Risale adlı eserinde, muhatabı kendisine,
hakkında nass bulunmayan meseleler, hakkında âlimlerin icma’ı hakkında düşüncesi
sorduğu zaman Şafii’de şöyle cevap vermiştir. “Biz onların icma’alarını, onlara ittiba
ederek benimsiyoruz. Biliyoruz ki Hz. Peygamberin(s.a.v.) sünnetleri bu âlimler
tarafından biliniyordu, onlara meçhul değildir, belki bazıları sünnetleri tam olarak
bilemezler, yine biliyoruz ki cemaat Hz. Peygamberin(s.a.v) sünnetine aykırı bir şey
üzerinde birleşmez, inşallah hata üzerinde de birleşmez.” Yine muhatabının kendisine
Muhammed Ebu Zehra, Usul-u Fıkh, terc. Abdülkadir Şener, İslam hukuk Metedolojisi, , Fecr yayınları,
Ankara/1997, s:177
52
16
“Hz. Peygamberin Müslümanlara cemaatlerinden ayrılmamaları konusundaki emrin
anlamı nedir” diye sorunca şöyle cevap vermiştir:
“Ben de bunun ancak bir anlamı vardır” Muhatabı, bu nasıl bir anlama gelir?
Diye sorunca şöyle cevap vermiştir. “Müslümanlar ülkelere dağılmış bir durumdadır.
Hiç kimse bu topluluğun bedensel anlamda birbirlerine bağlı kalabileceğini söyleyemez.
Müslümanlardan, kâfirlerden, facirlerden, oluşmuş bir topluluk olabilir bundan dolayı
bedensel olarak bir arada olmalarının bir anlamı yoktur. Hem de bedeni olarak bir araya
gelmek bir şey sağlamaz, neticede ise cemaatten ayrılmanın bir anlamı olmaz. Ancak
Müslümanlara düşen helal ve haram kılma bakımından ve bunlara uyma konusunda
birleşmeleridir. Müslümanların cemaatinin benimsediği görüşe katılan kimse onların
cemaatinden ayrılmamış olur. Müslümanların cemaatinin benimsemediği görüşe karşı
çıkan kimse ise, ayrılmamakla emrolunduğu Müslümanların cemaatinden ayrılmış
olur53
Bu ifadelerden anlaşılan; Şafii’nin icma’ı kabul ettiğini görmekteyiz. Fakat
Şafii’nin Cima’ul-ilm adlı eserinde icma’ hakkındaki görüşleri incelendiği zaman icma’
konusundaki titizliği ortaya çıkmaktadır. Bu eserinde muhatapları ile yaptığı
tartışmalarında onların icma’ iddialarını kendi görüşlerini ileri sürerek meselenin daha
fazla incelenmesi gerektiğini ve her icma’ iddiasına hemen sarılmaması gerektiğinin
ifade etmektedir. İmam Şafii bu eserinde şöyle demektedir: “İmam Şafii muhatabına
icma’ları delil kabul edilecek ilim sahipleri kimlerdir diye sorunca, muhatabı şöyle
cevap vermiştir: onlar bir memlekette halkının fakih olarak tanıdığı hüküm ve
görüşlerini kabul ettiği kimselerdir diye cevap verince; Şafii şöyle cevap vermiştir:
Hiçbir memleket yoktur ki oradaki bu özelliklere sahip bu âlimler kendileri gibi olan
diğer kimseleri fıkıh bilmemekle itham etmesin ve onun cahil olduğunu söylemesin
veya onun fetva verme yetkisi olmadığını ve onun görüşüne hiç kimsenin uymaması
gerektiğini ileri sürmüş olmasın. Her bölge kendi aralarında ihtilafa düştüğünü
biliyorsun diyerek muhatabının cevabını reddetmiştir.54
53
54
Muhammed bin İdris Şafii, er- Risale, Daru’n-Nefais, Beyrut/1999, s: 240
Şafii, a.g.e, c: VII, s: 471
17
Şafii’nin kullandığı bu ifadeler sonucunda, icma’ı kabul etmediği ifade
edilmiştir. Ahmed Hassan bu ifadelerden yola çıkarak Şafii’nin icma’ı kabul etmediği
görüşüne varmaktadır. Fakat İmam Şafii’nin diğer eserlerinde icma’ı kabul eden
fikirleri ile icma’ı kabul etmediği görüşünü ortaya koyan fikirlerini şu şekilde
açıklamaktadır: “Şafii’nin, âlimlerin icma’ı düşüncesi ilim serüvenindeki bir gelişmeyi
temsil etmektedir.55
İmam Şafii icma’ın gerçekleşmesine şu dört noktada itiraz etmektedir.
1.Memleketlerin ayrı oluşu ve fakihlerin birbirleri ile buluşamaması
2.İslam şehirlerindeki fakihler arasında ihtilaf bulunması
3.İcma’ yapacak kimselerin tayin edilemeyişi
4.Fakih ve görüş sahibi olan bilginlerin vasıfları üzerinde ittifak edilememiş
olması,
56
gibi nedenler dolayı Şafii İcma’ın gerçekleşmemesi kastetmemekte, biraz
öncede ifade ettiğimiz gibi icma’ konusundaki titizliğini ifade etmektedir.
Şafii’nin Cimau’l ilim adlı eserinde muhatabıyla yaptığı munazarada icma’ın
gerçekleştiğini şöyle ifade etmektedir: “Allah’a hamdolsun herkesin dildiği farzlarda
icma’a çoktur. Bunlar üzerinde icma’a etmişlerdir dersen etrafında sana muhalefet eden
hiç kimse bulamazsın. İşte icma’ın mevcudiyetini iddia edenler bu noktada haklıdır.57
Bu anlatılan bilgiler incelendiği zaman şu sonuçlar ortaya çıkar. İmam Şafii
farzlardaki icma’ı kabul ederken furu’attaki icma’ iddialarına temkinli yaklaşmakta ve
genel olarak icma’ın imkânını kabul etmektedir.
E. AHMED BİN HANBEL'İN İCMA’ HAKINDAKİ GÖRÜŞÜ:
Ahmed bin Hanbel’in hocası Şafii’nin görüşlerini ortaya koyduktan sonra
talebesi olan Ahmed bin Hanbel'in görüşlerini aktarmaya çalışacağız. Ahmed bin
Şafii, a.g.e. c:VII, s:256, Ahmed Hassan, a.g.e, s: 233,
Ebu Zehra, a.g.e, s: 176
57
Şafii, a.g.e, c:VII, s: 471.
55
56
18
Hanbel'in icma’nın imkânı hususunda söylediklerini İbn Kayyım el-Cevziyye şöyle
nakletmektedir:
“Ahmed bin Hanbel icma’ın varlığını iddia edenleri yalanlar. İcma’ın sabit
olan bir hadis üzerine takdim edilmesine cevaz vermez.58
İbn Kayyım Ahmed bin Hanbel'in oğlu Abdullah’tan da şöyle rivayet etmiştir:
“Babamın şöyle dediğini işittim: Bir konuda icma olduğunu iddia eden kimse
yalancıdır, belki insanlar bir şey üzerinde ihtilafa düşmüşler fakat o şey üzerinde iddia
eden kimse buna vakıf olamamıştır. Dolayısıyla bu durumda olan kimse, bu konuda
icma’ olup olmadığını bilmiyorum desin.59
Ahmed bin Hanbel’den yapılan bu nakil incelendiği zaman reddedilen hususun
ne olduğu konusunda bir kapalılık söz konusudur. Ahmed bin Hanbel’in reddettiği
icma’ mı yoksa icma’a muttali olmak mı, ya da icma’ın imkânı mı? Olup olmadığı
yapılan rivayetlerde net olarak belli değildir.
Zekiyyuddin Şa’ban fıkıh usulüne dair yazdığı eserinde bu konuda âlimlerin
ihtilaflarını ve değerlendirmelerini şöyle anlatmaktadır.
“İslam âlimleri Ahmed bin Hanbel’in bu sözüyle neyi kastettiği hususunda
ihtilafa düşmüşlerdir. Bunları şu şekilde sıralayabiliriz.
1.Ahmed bin Hanbel bu sözüyle icma’ın kaynak olduğunu reddetmektedir.
İcma’ı şer’i hükümler için bir delil olarak kabullenmediğini anlatmak istiyor.
2.Ahmed bin Hanbel bu görüşü ile sahabenin icma’ını kabul etmekte,
sahabenin icma’ından başka icma’ı reddetmektedir.
3.Ahmed bin Hanbel bu görüşü ile mesnedi olmayan icma’ı reddettiği ifade
edilmektedir.
Muhammed bin Ebi Bekr ibn Kayyım el-Cevzi, İ’lamu’l-Muvakkıin an Rabbi’l-Âlemin, Daru’lKütübi’l-İlmiyye, Beyrut/1993, c: I, s: 24
59
İbn Kayyım, a.g.e, c: I, s: 24
58
19
4.Ahmed bin Hanbel hakkında ihtilaf bilinmeyen her hüküm için icma’ adının
kullanılmasına karşı çıkmıştır.
Zekkiyyuddin Şaban bu konuda öyle değerlendirme yapmaktadır: “Ahmed bin
Hanbel’in bu görüşü, hakkında ihtilaf bilinmeyen her hüküm için icma’ adının
kullanılmaması içindir. Ahmed bin Hanbel’in bu sözünü icma’ı kabul etmediğine dair
yorumlamak isabetsiz bir yorumdur. Ahmed bin Hanbel birçok meselenin hükmünde
icma’a dayandığı ve icma’ı delil olarak kullandığı bilinmektedir. Mesela “Kuran
okunduğu zaman onu dinleyin ve susun ki size rahmet edilsin.60”ayetinin her âlim, bu
ayetin namaz hakkında olduğunda icma’ etmiştir; Bu da demek oluyor ki Ahmed bin
Hanbel de buna görüşe katılmış ve bu icma’ üzerine amel etmektedir.61
Buraya kadar icma’ ile ilgili görüşleri üzerinde en fazla durulan iki büyük
İslam âlimlerinin görüşlerini ve bu görüşler üzerindeki değerlendirmeleri vermeye
çalıştık. Burada ortaya koyulan görüşler İslam âlimlerinin bir meselenin üzerinde
hüküm verileceği zaman, o hüküm üzerinde titizlikle durulması gerektiği ve en ince
ayrıntısına kadar incelendikten sonra bir meselenin hükme bağlanması gerektiği
hususunu bize hatırlamaktadır. Yoksa salt bu görüşlere sarılıp bu konuda bu
âlimlerimizin görüşleri incelemeden icma’ hakkında menfi bir görüş ortaya koymak
haksızlık olmaktadır.
F. GÜNÜMÜZDE İCMA’IN GERÇEKLEŞME İMKÂNI
Âlimlerin birçoğuna göre icma’ın gerçekleşmesinin mümkün olduğunu ifade
etmiştik. Nazzam ve Rafızîlerden bir gurup bunu imkânsız görmektedir. Fakat günümüz
ilim adamlarının görüşlerini incelediğimizde icma’ın gerçekleşmesini mümkün görseler
de bunun bir takım şartlarla gerçekleşebileceğini ifade etmektedirler. Bu konuda bazı
İslam Hukukçularının görüşleri şöyledir.
1. ABDULVEHHAB HALLAF : “İslam ümmetinin fertlerine bakıldığı zaman
açıkladığımız tarifi ve rükünleri ile icma’ın gerçekleşmesi mümkün değildir. Farklı
ülkelerde de olsa İslam devletleri sahip çıkarsa icma’ın gerçekleşmesi ancak o zaman
60
61
Araf 7/204
Zekiyuudin Şaban, a.g.e, s: 118
20
mümkün olabilir. Her devlet erkânı müçtehit olarak yetişecek kimselerde olması
gereken şartları tayin etmeli, bu şartları taşıyan kimseye içtıhad yetkisini vermesi
gerekir. İşte bu şekilde müçtehitlerin tanıma ve herhangi bir olay hakkında, bu âlimlerin
sahip oldukları görüşlerini tespit etme imkânını elde eder. Böylece bir devlet olay
hakkında âlimlerin görüşlerini bilir, bu görüşler bir noktada birleşirse burada icma’
gerçekleşmiş olur ve bu icma’da ümmetin tamamı için o hüküm hakkında bağlayıcı
olur.62
2. VEHBE ZUHAYLİ : “Her İslam ülkesinde isim yapmış ictihad ehliyetine
sahip olan kişilerin şer’i esaslara uygun olarak titizlikle seçilmiş olması şartıyla, İslam
hükümetlerinin veya kurumlarının düzenlediği kongreler ve konferanslar yoluyla
icma'ın oluşması mümkündür. 63
3. ABDÜLKERİM ZEYDAN : “İslam hukukunun mühim kaynaklarından biri
olan icma’ hüküm delillerinden sahih ve mu’teber bir delildir. Zamanımızda pek çok
olan yeni hadiselerin şer’i hükümlerini anlamak hususunda kendisinden istifade etmek
mümkündür. Ancak fakihler topluluğunun bilinmesi, meselelerin kendilerine arz
edilmesi, meseleler hakkındaki görüşlerinin öğrenilmesi temin edilmeden bu delilden
istifade mümkün değildir. Bizce bunun faydalı bir şekil de gerçekleşmesi sadece İslam
âlemindeki bütün fakihleri bir araya getiren bir fıkıh müessesi kurmak, müessesenin
muayyen bir yerinin olması, çalışması için lazım gelen para, kitap, kâtipler vb. gibi
bütün her şeyin temin edilmesi, muayyen bir yönetmeliğe göre muhtelif devreler
halinde bulunarak yeni husule gelen meseleler ve hadiseler kendisine arz edilerek
bunları tetkik edip şer’i nasslar, kaideler ve umumi esaslar ışığında hükümlerini verip
sonra bu hükümler zaman zaman bülten yahut hususi kitaplar şeklinde neşredilip ilim
sahibi Müslümanların hükümler hakkındaki görüşlerini açıklamaları için bilgilerine
takdim edilmekle olur.64
4. ÖMER NASUHİ BİLMEN :“Vakıa bugün İslam memleketleri çoğalmış,
birbirinden ayrı yaşamaktadır. Fakat yine güzel bir teşkilat sayesinde İslam yüksek
62
Hallaf, a.g.e, s: 48
Vehbe Zuhayli, el-Veciz fi Usulu’l-Fıkh, (terc.Ahmed Efe, Fıkıh Usulu), Risale , İstanbul/1996, s:43
64
Zeydan, a.g.e, s: 196
63
21
âlimlerinin birbirinin içtihadından haberdar olmaları güç değildir. Belki bu cihet pek
ziyade kolaylık kesp etmiştir.
Fil hakikat bugünkü gündeki muhtelif muhabere vasıtalarının mükellefiyeti bu
ciheti pek mükemmel bir hale getirmiştir. Telgraflardan, radyolardan, ilmi dergilerden,
ne kadar istifade olunabilir. Elverir ki Müslümanlar arasında hakikati araştıran bir ilim
heyeti mevcut bulunsun.
Şunu da ilave edelim ki bugün icma’ı ümmet artık vücuda gelmeyebilir.
Vaktiyle müçtehidini izam, mütehaddis ve melhuz yüz binlerce meseleyi dermeyan
ederek, hükümlerini beyan etmiş, hangi meselelerde ittifakta ve hangi meselelerde
ihtilafta bulunmuş oldukları kitaplarımızda kayıt ve tespit edilmiş olduğundan, artık
bunların hakkında yeniden içtihada lüzum kalmamıştır. Son asırlarda, ictihad kuvvetine,
şeraitine haiz âlimlerin yetişmez olması da ictihad vukuunu sekteye uğratmıştır. Bazı
müçtehitler bulunsa bile bunların reylerine ümmet-i merhumenin bugün ıttıla’ı İslam
âleminde matlub teşkilat vücuda getirilmediğinden ve laubalikten dolayı kabil
görülmeyebilir”65
Sonuç olarak günümüzde de icma’ın gerçekleşmesinin mümkün olduğu
görülmektedir. Fakat yukarıda aktardığımız âlimlerin görüşleri incelendiğinde
günümüzde icma’ın gerçekleşmesi için bazı şartların gerçekleştirilmesi gerektiği
görülmektedir. Bu şarları şu şekilde sıralaya biliriz:
1.İslam âlemindeki müçtehitlerin belirlenmesi ve içtihat üzerindeki ihtilafların
giderilmesi.
2.İslam âlimlerinin bir otorite tarafından bir çatı altında toplanması.
3.Müçtehitlerin ilmi çalışmalarda bulunabilmesi için her türlü imkânın
hazırlanması.
4.Varılan hükmi sonuçlar diğer âlimlere ulaştırılması.
Ömer Nasuhi Bilmen, Hukuk-i İslamiyye ve İstilahat-ı Fıkhıyye Kamusu, Bilmen basın ve yayınevi,
İstanbul, ty, c:I, s: 169–170
65
22
Bu veya buna benzer şartlar hazırlandığı zaman icma’a gerçekleşebilir ve icma’
sonucunda elde edilen hüküm bütün Müslümanlar için bağlayıcı olur. Bugün İslam
âleminin parçalanmış halini dikkate alırsak günümüzde icma’nın gerçekleşmesi için şu
fikir de gündeme getirilebilir. İlk dönem icma’ faaliyetleri incelendiğinde icma’ın bütün
İslam ümmetini kapsamadığı ama bölgesel bir çerçeve içinde icma’ faaliyetinin
geliştiğini görüyoruz66. Hatta Abdulvahhab Hallaf’ın usulcülerin tanımını yaptıkları
manada bir icma’ın fiilen sahabe döneminde bile oluşmadığını ileri sürmektedir.67Bu
noktalardan yola çıkarak bölgesel icma’lar gündeme getirilebilir ve bu önemli delil
tekrar işlevselliğine döndürülebilir.
IV. İCMA’IN ŞARTLARI
İcma’ın gerçekleşmesi için bir takım şarların bulunması âlimlerimizce usul
kitaplarında zikredilmiştir. Biz bu bölümde Cumhurun icma’ için ortaya koyduğu
şartlara değinecek ve bunları izah etmeye çalışacağız.
1. Müçtehitleri İttifakı: Âlimlerin: çoğunluğuna göre icma’ bütün müçtehitlerin
ittifakıyla gerçekleşir.68 Bu müçtehitlerden biri dahi yapılan icma’a muhalif davransa
icma’ gerçekleşmez, Bununla beraber bu şartın ortaya konulmasıyla bölgesel dediğimiz
Ehl-i Beytin, Şeyhaynın, Ehl-i Medine'nin icma’ı reddedilmektedir.69
2. Müçtehitlerin Adeleti: İcma’ın gerçekleşmesi için müçtehitlerin adaleti şart
olduğu ifade edilmiştir. Adaletten maksad; Müçtehidin fısk ve bidatlerden uzak
olmasıdır. Bununla beraber Gazali ve Amidi müçtehidin adaletini şart koşmamaktadır70
3. Asrın İnkirazı: Bir meselenin icma’ olarak değerlendirilmesi için ittifakta yer
âlimlerin tamamının vefat etmiş olması gerekir. Bu görüş genel olarak Şafii âlimlere
atfedilmektedir. Fakat Hanefi usulcülerine ve Şafii âlimlerin çoğunluğuna göre asrın
66
Ahmed Hassan, a.g.e, s:193
Hallaf, a.g.e, s:54
68
Hallaf, a.g.e, s:54, Zeydan, a.g.e, s:190, Vehbe Zuhayli, a.g.e, c: I, s:492
69
Zuhayli, a.g.e, c: I,s: 492,Gazali, a.g.e, c: I,s: 348, Serahsi, a.g.e, c:I,s:316, Hallaf, a.g.e, s:45
70
Gazali, a.g.e, c: 1, s: 343, Amidi, a.g.e, c:I, s: 207, Hanbelî, a.g.e, s: 294, Zuhayli, a.g.e, c:I, s: 503–504
67
23
inkirazı geçerli değildir. İttifakın tamamlanması ile icma’ gerçekleşmiş olur. Ahmed bin
Hanbel ve Ebubekr ibn Furek asrın inkirazını şart koşan âlimlerdendir.71
4. İcma’ Edenlerin Tevatür Sayısına Ulaşmaları: İcma’ın hucciyyetini aklen
ispat etmeye çalışanlara göre icma’ın bilgi ortaya koyabilmesi için icma’ı oluşturacak
üyelerin sayısı tevatür sayısına ulaşması gerekmektedir. Çünkü aklen ve adeten tevatür
adedinden daha az sayıda olan kimselerin hata üzerinde birleşmeleri mümkündür.
Âlimlerin çoğunluğuna göre ise icma’ oluşturacak müçtehitlerin sayısının tevatür
adedinden az da olsa icma’ın gerçekleşeceği kanaatindedir72
5. İcma’ın Oluşması İçin önceden İhtilafın olmaması: İçlerinde Seyrafi'nin
bulunduğu Şafii âlimlerden bir kısmına göre icma’ın oluşması için o konuda önceden
ihtilaf bulunmamalıdır. Hanefi Âlimlerinden birçoğuna göre böyle bir şart yoktur.73
Buraya kadar saydığımız şartlar incelendiği zaman icma’a için gerekli görülen
ilk iki şartın icma’ın tarifine uygun olduğunu görmekteyiz. Bu iki şartın dışındaki ileri
sürülen şartlar ise ne icma’ın hüccet olduğunu belirten naslara, ne de icma’ın
oluşmasında gerekli olan unsurlara dayanmamaktadır. İlk iki şart icma’ın oluşması için
olmazsa olmaz şartlarındandır, fakat son üç şart icma’ın imkânını kısıtlayan hatta icma’ı
imkânsız hale getiren şarlardandır.
V. İCMA’IN ÇEŞİTLERİ
Usul-u Fıkıh kaynaklarımızı genel olarak incelediğimizde icma’ı iki kısma
ayırdıklarını görmekteyiz. Bu ikisi: Sarih icma’ ve Sükuti icmadır. Bazı usul
kitaplarında sarih icma’a azimet icma’ ifadesi kullanılmaktadır. Sukut-i icma’ için
ruhsat yoluyla elde edilen icma ifadesi kullanılır. Sukut-ı icma’ için bu ifadenin
kullanılmasının
sebebi,
sükuti
icma’ın
sarih
icma’ın
şartlarını
kendisinde
bulundurmamasından kaynaklanmaktadır.74
Amidi, a.g.e, c:I, s:231, Şevkani, a.g.e, c:I, s:264, Gazali, a.g.e, c:I, s:360, Serahsi, a.g.e, c: I,s: 315
Şevkani, a.g.e, c:I,s:238, Amidi, a.g.e, c:I, s:226, Zuhayli, a.g.e, c:I, s:523
73
Hudari, a.g.e, s:308, Hanbelî a.g.e, s:294 Zuhayli, a.g.e, c:I, s:5
74
Abdülaziz Buhari, a.g.e, c:III, s:425, Serahsi, a.g.e, c:I, s:303, Gazali, a.g.e, c:I, s:358, Hanbelî, a.g.e,
s:292
71
72
24
A. SARIH İCMA’
Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, bu tür icma’a kavli, azimet yollu icma’da
denmektedir. Gerçek icma’ın oluşumunda ideal manada katılım şekli, dönemin tüm
müçtehitlerinin bir araya gelerek olan meseleyi tartışmaları, hepsinin görüşünün aynı
noktada birleşmesi halinde toplantıda sözlü olarak muvafakatlarını açıklamalarıdır. Bu
şekilde gerçekleşen bir ittifakla icma’ın oluşacağı konusunda ilim adamları arsında
75
ihtilaf yoktur.
Şafii sarih icma’ı şöyle tarif etmektedir: “Ben ve ilim ehlinden bir kimse şunun
üzerinde icma’a vardır demişsek, mutlaka karşılaşacağınız her âlim onu söylemiştir.”76
Şafii bu yapmış olduğu tanımda sarih icma’ın ümmetim âlimlerinin üzerinde açıklama
yapıp, görüş birliğine vardığı hüküm üzerinde yapılan icma’a olarak ifade etmektedir.
Serahsi sarih icma’ı şöyle tarif etmektedir: “Müçtehitlerin tamamının
kendilerinden işitilen sözle veya bizzat kendi amelleri ile Şer’i bir mesele üzerinde
görüş birliğine varmalarıdır.77 Serahsi bu tarifiyle âlimlerin sözlerinin yanında
amellerini zikrederek sarih icma’ın amel birliği ile gerçekleşeceğini ifade etmiştir.
Asrımız âlimlerinden Abdülkerim Zeydan sarih icma’ konusunda en geniş
tanımı yapmaktadır: “Bir konuda müçtehitlerin açıkça görüşlerini söylemeleri ve sonra
bir görüş üzerinde söz birliğine varmalarıdır. Mesela; Bir yerde toplu olarak
müçtehitlere bir mesele sorulup ve her birinin görüşünü açıklamasından sonra bir görüş
üzerinde birleşmeleridir. Yahut ayrı yerlerde olan müçtehitlere ayrı ayrı meseler sorulur,
hepside mesele hakkında aynı görüşü beyan ettiklerinde, bu şekilde oluşacak olan icma’
sarih icmadır. Bu şekilde oluşan icma'ın hucciyyeti konusunda âlimler arasında ihtilaf
yoktur ve hükmü bağlayıcıdır.78
75
Abdülaziz Buhari, a.g.e. c:III, s:425, Serahsi, a.g.e. c:I, s:303, Gazali, a.g.e, c:I,s:358, Hanbelî, a.g.e,
s:292, Zuhayli, c:I, s: 552,
76
Şafii, a.g.e, s:268
77
Serahsi, a.g.e, c: I, s:303
78
Zeydan, a.g.e, s: 183
25
B. SUKUT-İ İCMA:
Bu tür icma’a, sukut-i, ruhsat icma’a denilmektedir. Serahsi sukut-i icma’ı
şöyle tarif etmektedir: “Bir asırdaki müçtehitlerden bir kısmının bir görüş ileri
sürdükten sonra, bu görüş yayılır, diğer âlimlere ortaya konulan görüş malum olduktan
sonra, ileri sürülen görüşü inkâr etmeksizin susmalarıdır”.79
Abdülaziz Buhari ise şöyle tarif etmektedir: “Ehl-i hal ve’l-akd’den biri,
herhangi bir asırda, bir görüş üzerinde karar kılınmazdan önce, bir konunun hükmüne
dair bir görüşü benimser, bu benimsenen görüş diyer ehl-i hal ve’l-akd arasında yayılır,
o konuda düşünme süresi geçtikten sonra hiçbiri o görüşe karşı hiçbir muhalif çıkmazsa
veya icma’ ehlinden bir kimse, bir fiil işler, onun zamanındaki icma ehl-i onu bilir,
düşünme süresi geçmesine rağmen, hiçbiri o görüşü veya o fiili inkâr etmezlerse bu
fiilin mubah olduğuna dair icma’ oluşur, bu tür icma’a sukut-i icma’ olarak
isimlendirilir.”80 Abdülaziz
Buhari bu tanımda âlimlerin yapmış olduğu bir takım
fiillere karşı sukut-i icma’ içinde öne sürülen gerekli şartlar gerçekleşti ise bunu amel-i
sukut-i icma’ olarak isimlendirmiştir. Haliyle sukut-i icma’ın alanını genişletmiştir. Bu
konuda Abdulkerim Zeydan kapsamlı bir tarif yapmaktadır:
“Bu icma’ müctehitin bir mesele hakkındaki görüşünü açıklaması bu görüşün
duyulup, öğrenilip, şöhret bularak diğer müçtehitlere ulaşması ve mesele hakkında
tetkikte bulunmak için yeterli sürenin geçtiği az sonrada açıklayacağımız gibi
birbirinden korkması yahut birbirine saygı duyması gibi müctehiti sukuta sevkeden
görüşünü açıklamasına engel olan bir mâniin bulunmamasına rağmen müctehitlerin
susmaları, bu görüşü sarahaten reddetmedikleri gibi sarahaten bu görüşe muvafakatta
etmemeleridir.81
79
Serahsi, a.g.e, c: I, s:303
Abdülaziz Buhari, a.g.e, c: III, s: 426
81
Zeydan, a.g.e, s:184
80
26
İslam âlimleri sukut-i icma’ın tam bir icma’ olup olmadığı hususunda ihtilafa
düşmüşlerdir. Şevkani sukut-i icma hakkında oniki farklı görüş saymaktadır.82Biz bu
görüşlerden usul kitaplarında üzerinde en fazla söz söylenenler üzerinde duracağız.
1. Sukut-u icma’ icma’ değildir ve hüccet olarak kullanılamaz. Bu görüşü Şafii
mezhebi, Maliki mezhebi, Bakillani ve İsa bin Eban savunmuşlardır. 83 Bu görüşün
dayandığı deliller şunlardır:
Sukut edene söz izafe olunamaz. Zira söylemediği bir şey söyledi diye kabul
olunamaz. Ayrıca sukutun kat’i olarak muvafakat ile izah edilmesine de imkân yoktur.
Çünkü sukutun sebebi şunlar olabilir:
a. Meselenin diğer müçtehitlere ulaşamaması
b. Diğer müçtehitlerin mesele hakkında içtihatta bulunamamaları
c. Mesele hakkında görüşün zihinde teşekkül etmesi için, yeterli sürenin
geçmemiş oluşu.
d. Başkasının bulunacağı reddin kâfi geleceği inancıyla müçtehidin sukut
etmesi ve kendi görüşünü açıklamanın lüzumsuz olduğunu zannetmesi
e. Hakkın Allah (c.c) katında olduğu, müçtehidin red ve inkârın
lüzumsuzluğuna inanışı
f. Zalim bir idareciden çekinmesi
g. Başka bir müçtehide duyduğu hürmetten dolayı, kendi görüşünü
açıklamaktan utanması.
Bu ve diğer ihtimaller varken sukutun mutlaka, hükmün onayı manasına
geleceğini söylemek mümkün değildir. Muvafakat hakkında delilin bulunmadığı yerde
Şevkani, a.g.e, c: I, s: 264
Razi, a.g.e. c: IV, s: 153, Abdulaziz Buharı, a.g.e, c: III, s: 427, Şevkani, a.g.e, c: I, s: 264,
82
83
27
ittifak ve icma’da olmayacaktır. İcma’ın bulunmadığı yerde de icma’ bir delil olarak
kullanılamaz.84
2. Sukut-i İcma’ kat’i bir delildir. Bu tür icma’ya muhalefet olunmaz. Bu
görüşü Hanefi âlimlerin çoğunluğu ve Hanbelîler savunmaktadır. Bunların gerekçeleri
sukut-i icma’ sarih icma’dan kuvvet bakımından daha az ise de sarih icma’ gibidir. Ne
zaman sukutun muvafakat olduğuna dair karine bulunur ve sukutun muvafakat
olduğuna dair bir işaret sayılmasına mani’ olan engeller bulunmaz ise sukut muvafakat
olarak izah olunur. Bu icma’ın oluşması için şu şartlar gereklidir,
a.Müçtehidin bir mesele üzerindeki görüşülüp diğer müçtehitlere ulaşması
b.Mesele hakkında düşünme ve inceleme için yeterli sürenin geçmesi
c.Şu mani’lerin olmaması:
c1. Başka bir müçtehidin kendisine ulaşan bu görüşü reddettiği
c2. Müçtehidin görüşü reddetmeye lüzum olmadığını zannetmesi
c3.Yahut salahiyet sahibinden gelecek zarardan çekinmesi veya müçtehide
ulaşan hakkında kendi görüşünü tasrih etmesine engel olan manilerin ve bunlara benzer
diğer sebeplerin bulunmaması halinde
d.Müçtehidin düşünme süresi geçmesine rağmen görüşünü açıklamaması
fısktır, Haksızlık izhar edildiği halde susması dilsiz şeytanlık olacağından haramdır.85
3. Sukut-i İcma’,icma’ değildir. Fakat zanni bir huccettir. Hanefilerden Kerhi,
Şafii’lerden Amidi, Sayrefi, Malikilerden İbn Hacib bü görüştedir.86 Bü görüş sahibi
olanlar görüşlerini şöyle ifade etmektedirler.
84
Gazali, a.g.e. c: I,s: 259, Hudari, a.g.e, s: 270, Razi, a.g.e. c: IV, s: 153–154–155, Zuhayli, a.g.e, c: I,
s:552
85
Hudari, a.g.e, s: 269, Abdülaziz Buhari, a.g.e, c: III, s: 427, Zeydan, a.g.e, s: 184, 185, Hanbelî, a.g.e,
s:292
86
Şevkani, a.g.e, c: I, s: 265, Amidi, a.g.e, c: I, s: 228–230
28
a. İcma’ın aslı ve hakikati bu tün müçtehitlerin bir mesele üzerinde hakikaten
ittifak etmeleridir. Bu özellik ise sukut-i icma’da yoktur. Çünkü sukut her ne kadar
muvafakata delalet etmektedir denmiş olsa bile, hiçbir zaman tasrihin muvafakata
delaleti gibi olmaz. İşte bundan dolayı icma’ sayılmaz. Ancak tasrihte bulunmaya engel
olan mani’lerin ortadan kalkması ile sukutun muvafakata delaleti ağırlık kazandığından
zanni bir hüccet olarak kabul edilebilir.
b. Her âlim kendi görüşünü açıklamadığı için buna icma’ denmez. Ancak
sukutun
muvafakat
manasına
oluşu
muhalefet
manasına
oluşundan
üstün
bulunduğundan, o bir hüccet teşkil eder. Bu hüccet ifadesi de zanni olur.87
Abdülkerim Zeydan bu görüşleri şöyle değerlendirmektedir: “Esasen icma’ın
tahakkuk etmesi için matlup olan bütün müçtehitlerin görüş hakkında muvafakatlarının
hâsıl olmasıdır. Muvafakat sarih bir tarzda hâsıl olduğu gibi delalet tarzıyla da hâsıl
olur. Muvafakatın sadece tasrih gerçekleştiği görüşünde değiliz. Çünkü ikinci görüş
sahiplerinin de dediği gibi engeller ortadan kalktığında ve karine mevcut olduğunda
sukut, muvafakata delalet eden bir vesile olabilir. Çünkü bu durumda sukut bir açıklama
olur. Zira açıklamaya ihtiyaç olduğu bir durumda sukut edilmiştir. Eğer görüş batıl ise
müctehitin sukutu haramdır. Hususen müctehitler hakkında hâkim olan fikir, baskı ve
sıkıntılara maruz kalsalar da, hakkı olanı açıklama hususunda kendi görüşlerini beyan
etmekten çekinmedikleridir. Müçtehitler hakkında ki bu fikir ve kanaat onların
sukutlarının muhalefet ve inkârla değil, muvafakat ve rızayla izah edilmesi tarzındaki
kanaatimizi kuvvetlendirmektedir. Fakat tamamıyla sukutun rızaya delalet ettiğini ve
tasrihe mani’ olan engellerin ortadan kalkmış olduğunu bilemez isek, bu durumda hâsıl
olan sukutun icmadan kastedilen manada bir icma’ olmadığı, sadece zanni bir hüccet
sayılması gerektiği ortadadır.”88
VI. İCMA’IN SENEDİ
İslam’a göre delilsiz olarak hüküm vermek hatadır. Bu kurala göre İslam
Hukukun da hükümler belli kurallara göre delillerden elde edilir. Delil doğruya ve
87
88
Zeydan, a.g.e, s: 185, Ebu Zehra, a.g.e, s: 180
Zeydan, a.g.e, .s: 186
29
hakka ulaştıran bir vasıtadır. İslam hukukunun bir delili olan icma’ında delilsiz olarak
gerçekleşmesi düşünülemez. Meydana gelen bir icma’ın mutlaka bir delili vardır.
İcma'ın senedi deyince icma’ın dayandığı bir delil kastedilir. İcma’ın senedine, icma’’ın
müstenedi, icma’’ın sebebi de denmektedir. İcma’ın senedi nass olabileceği gibi,
âlimlerin çoğunluğuna göre nassın dışındaki istinbat türleri de delil olmaktadır.
A.İCMA’ İÇİN BİR SENEDİN LUZUMU:
İcma’ için bir senedin bulunup bulunmaması konusunda âlimler ihtilaf
etmişlerdi. Cumhura göre: İcma’ için bir dayanağın bulunması gerekir. Çünkü icma
ehlinin bir hükmü isbat için bağımsız hareket etmeleri mümkün değildir. Bu sebepten
dolayı bir senedin bulunması gerekir. Çünkü senedsiz icma’ Allah(c.c) dininde Şahsi
görüşe göre hükmetmeye ve Hz. Peygamber (s.a.v.)’den sonra yeni bir din ihdas etmeye
götürür ki bu durum kabul edilemez.89
İcma’ın mutlaka bir senede dayanması gerektiği savunan cumhurun bu
konudaki en güçlü delili, Sahabenin icma ettikleri bütün meselelerde bir delile dayanmış
olmalarıdır.90
Bir grup âlimlere göre icma’ın bir senede dayanmaksızın gerçekleşe bileceğini
ileri sürmüşlerdir. Amidi’nin şaz bir grup olarak nitelendirdiği, Şevkani'nin de zayıf
gördüğü bu düşünce sahiplerine göre Allah (c.c), müçtehitleri doğruyu bulmaya
muvaffak kılar ve içlerinde bu konuda bir zorunlu ilim yaratarak doğruyu ilham eder.91
İcma’ için bir senedin gerekli olmadığını savunanların delilleri şunlardır.
1. İcma’ İslam hukukun kaynaklarından biridir ve hüccettir. Şayet icma’ın
hüccet olması için bir delile ihtiyaç olmuş olsa o zaman üzerinde icma’ edilen hükmün
ispatında bu delil hüccet olur ve icma’ın delil olmasının bir anlamı kalmaz.
Abdülaziz Buhari, a.g.e, c: III, s: 482, Zuhayli, a.g.e, c: I, s: 558, Şevkani, a.g.e, c: I, s: 251-253
Ekrem Keleş, a.g.e, s: 252
91
Şevkani, a.g.e, c: I, s: 251, Amidi, a.g.e, c: I, s: 236, Zuhayli, a.g.e, c: I, s: 559
89
90
30
2. Allah (c.c)’ın icma’ ehlini, doğruyu seçmede muvaffak kılmasından dolayı
ayrıca icma için bir senedin bulunması gerekmez.92
İcma’ın delil olabilmesi için senet teşkil edecek bir delile ihtiyaç yoktur diyen
âlimlere şu şekilde cevap verilmiştir.
Bir senede dayanmakla icma’ faydasız denemez. Çünkü bir senede dayanarak
icma gerçekleştikten sonra artık hüccet o icma’ olur ve sened olan delili ve hükme
delalet şeklini araştırmaya ihtiyaç kalmaz. Ayrıca ittifaktan önce sened teşkil eden delile
muhalefet caiz iken ittifaktan sonra muhalefet haram olur. Ayrıca ileri sürdükleri bu
delile göre hareket edilecek olursa o takdirde icma’ın bir delile dayalı olarak
gerçekleşmemesi lazım gelir. Hâlbuki icma’ için bir senedi gerekli görmeyenler icma’ın
delile dayalı olarak gerçekleşeceğini kabul etmektedirler.93
İslam huhukçuları icma’ için bir senedin lüzumu konusundaki görüşleri ortaya
koyduktan sonra icma’ için bir senedin gerekliliği ortaya çıkmış bulunmaktadır.
B. İCMA’IN SENEDİNİN TÜRÜ
İslam âlimlerin çoğunluğuna göre, icma’ için bir senedin gerekli olduğunu
ifade ettik. Bu senedin kat’i bir delil (ayet veya mutevatir sünnet) olması şart mı? Zanni
deliller icma’da sened olabilirler mi? Zanni delilin icma’ sened olmasının kabul
edilmesi halinde bu delilin mutlaka nas olması şart mıdır? Yoksa nasların dışındaki
kıyas ve diğer ictihad türleri icma’a sened olabilir mi?
1. İcma’ın Sendinin Kat’i Delil Olmasi: Cumhura göre kat’i delilin icma’a
müsned olması konusunda her hangi bir ihtilaf söz konusu değildir. Bazı âlimler icma’
deyince müçtehitlerin bu kat’i deliller üzerindeki görüş birliğini anlamakta ve onun
ötesinde bir icma’ ihtimal vermemektedirler. Bu ilim adamlarına göre icma’ın senedinin
kat’i bir delil olması şarttır. Mesela Taberani'nin şöyle dediği nakledilmektedir: “Kesin
bir bilgi ortaya koyacak icma’ haberi vahiden de kıyastan da sadır olmaz. Çünkü haber-i
vahid ve kıyas kesin bilgi ortaya koyamayacağına göre bunlardan kaynaklanan icma’
92
93
Amidi, a.g.e, c: I, s: 236, Zuhayli, a.g.e, c: I, s: 60
Abdulaziz Buhari, a.g.e, c: III, s:484
31
nasıl kesin bir bilgi ortaya koyabilir? Diğer taraftan insanlar kıyasın hüccet olup
olmadığında ihtilaf etmişlerdir. Bizzat bu ihtilaf ortadayken kıyas nasıl icma’a sened
olabilir?”94
İcma’ın senedinin kat’i bir delil olmasını şart koşanlara göre insanların
görüşlerinin, düşüncelerinin, gayelerinin ve hedeflerinin farklılığını hatırlatarak zanni
bir delilin tüm ilim adamlarını birleştirici olamayacağını ileri sürmektedirler. Yine bu
yaklaşıma göre icma’ın başlı başına kaynaklığı söz konusu değildir. İcma’ yalnızca
kitabın nassı ve mütevatir sünnet tarafından ortaya konmuş bulunan hükümleri te’kid
edicidir. İşte bu yaklaşım bir mesele üzerinde yeni bir icma’ düşüncesini ortadan
kaldırmaktadır. Bu görüşü paylaşan âlimlere göre icma’ın aktüel bir değeri yoktur.95
Serahsi bu yaklaşımı apaçık bir hata olarak nitelendirmekte ve şöyle tenkid
etmektedir: “Bu ümmetin icma’ın senedi sebebiyle değil, bizzat kendisi şer’i bir delildir.
Kim icma’ ancak kesin bilgi ortaya koyan bir delilden oluşabilir derse, icma’ı fuzuli
görmüş olur. Bu takdirde kesin bilgi ancak delile sabit olur. Böylesi biriyle icma’ı
kökten reddeden arasında bir fark yoktur. Haber-i vahid her ne kadar kendileri kesin
bilgi ortaya koyamıyorlarsa da icma’ ile pekiştirildikleri zaman tıpkı Allah(c.c) ‘ın
kitabından bir ayetle veya Rasulullah (s.a.v) arz edilip onunda onaylamasıyla destek
kazanmış gibi olur. İşte icma’ bu sebeple kat’i bir şekilde kesin bilgi ortaya koyar.”96
2. Zanni Delilin İcma’a Sened Olması: Zanni delil deyince; subut-u kat’i olup
kitap ve mütevatir sünnetin zanni delaletiyle, haber-i vahid kıyas ve diğer ictihad türleri
kastedilmektedir.
İcma’nın hücciyyetini kabul eden ilim adamlarının büyük çoğunluğu zanni
delilin icma’a sened olabileceği görüşündedirler. Ancak Taberi ve Zahiri âlimleri kıyas
ve diğer içtihad türlerinin icma için sened olamayacağı görüşündedirler.97 Bu
düşüncenin en ateşli savunucusu İbn Hazm’dır.
Serahsi, a.g.e, c: I, s: 302,Abdulaziz Buhari, a.g.e, c: II, s: 485, Şevkani, a.g.e, c: I, s: 252
Ekrem Keleş, a.g.e, s:254, 255
96
Serahsi, a.g.e, c: I, s: 302
97
Serahsi, a.g,e, c: I, s: 302, Amidi, a.g.e, c: I, s: 237
94
95
32
İbn Hazm’a göre İcma’ sahebenin bir nas üzerinde görüş birliğine varmasından
başka bir şey değildir. Herkesin yakinen bildiği, sahabenin yaymaya ve duyurmaya
çalıştığı bu ittifaka sahabenin bazıları karşı çıkarsa bu durumda icma’ oluşmaz. İbn
Hazm böylece içtihad-i icma’ı saf dışı bıraktığı gibi herhangi bir dönemde ilim
adamlarının varabilecekleri bir icma’ı da dışlamış olmaktadır.98
İcma’ın hücciyyetini kabul eden ilim adamlarının büyük çoğunluğunun
tercihine göre, icma’ın senedinin içtihadi olması yani kıyas, maslahat vb. olması caizdir
ve içtihat sened olmak üzere icma’lar gerçekleşmiş olur. İçtihada dayalı olarak oluşan
bir icma’da hüccettir ve böyle bir icma’ya muhalefet haramdır.99
İcma’ kıyasın ve içtihad türlerinin müsned olmasına yapılan itirazlar daha
ziyade bunların zan ifade etmesinden kaynaklanmaktadır. İçtihatlar zan ifade ettiği için
onlara muhalefet edilmesi caizdir. Şayet bunlara itiraz caiz ise icma’a sened oluncada
icma’a itiraz caiz olur sonucunu doğurur fakat içtihata muhalefet o içtihad üzerinde
icma’ edilmediği takdirdedir. Eğer bu ictihad üzerinde icma’ gerçekleşince artık
muhalefet olmaz.
98
99
İbn Hazm, a.g.e, c: I, s: 326
Amidi, a.g.e, c: I, s: 237, Gazali, a.g.e, c: I s: 364
33
İKİNCİ BÖLÜM
I.İCMA’IN HÜKÜM ÇIKARMADA DELİL OLUŞU
İcma’nın delil olma meselesi, icma’ ile ilgili konuların en önemlisidir. Çünkü
icma’ ile ilgili olarak ele alınan diğer bütün meseleler, icma’nın hüccet olarak kabul
edilmesi durumunda bir kıymet ifade eder.
İcma’ın hücciyyeti denince onun İslam hukukunun kaynaklarından biri olup
olmadığı yani şer’i bir delil olup olmadığı anlaşılır. Amidi icma’ı her müslümanın
gereğiyle amel etmesi vacip olan şer’i bir delil olduğu konusunda Âlimlerin ittifakı
olduğunu ifade etmektedir.100
İman esasları, beş vakit namaz, ramazan orucu, haccın ve zekât. gibi farziyyeti
konusunda icma’nın da Kitap ve Sünneti te’kid edici nitelikte kesin bir hüccet olduğu
Amidi, a.g.e. c:I, s: 183, Ebu-Bekir Ahmed b Ali Razi el-Cassas, Usulu’ı-Fıkh, Mektebet-ü İrşad,
Kuveyt/1994, c: I, s: 255, Ebu İshak İbrahim Şirazi, el-Luma’ fi Usuli’l-Fıkh, Daru’l-Garbil-İslami,
Beyrut/1998 c: II, s: 665, Şemsüddin Muhammed bin Muflih Makdisi, Usulu’l Fıkh, Mektebet-ü
Ubeykan, Riyad/1999, c:II, s: 371
100
34
konusunda İslam Âlimleri’nin arsında her hangi bir ihtilaf yoktur. İcma’nın delil oluşu
konusunda üç görüşten bahsedebiliriz.
—Cumhura göre İcma’ kesin bir delildir.
—İbrahim en-Nazzam-Kasani gibi bazı âlimlerle Haricilerin ve Rafızîlerin
çoğunluğu icma’ı delil olarak kabul etmemektedirler.
—Şia’nın en büyük grubu olan İmamiyyede icma’ı bizzat icma’ olarak değil,
masum imamında icma ehline dâhil olması sebebiyle veya icma’ masum imamın
görüşünü ortaya çıkardığı için hüccet olarak kabul edilmektedir.101
İmamiyye’ye göre icma’:Kitap ve Sünnetin yanında müstakil bir delil değildir.
İcma’ ancak sünneti yani masum imamın sözünü ortaya çıkarıcı bir delildir. Bu itibarla
asıl delil gerçekte masum imamın sözüdür, icma’ ise bu sözü ortaya çıkarır.102
Genel olarak İslam âlimlerinin icma’ın hüccet olması konusunda görüşleri bu
üç noktada toplanmaktadır. Şimdi icma’ı delil olarak kabul eden ve kabul etmeyen
İslam âlimlerinin görüşlerinin aktarmak istiyoruz.
A. İCMA’IN HÜCCİYYETİ KONUSUNDA KİTAPTAN DELİLLER
İcma’nın şer’i bir hüccet olduğunu kabul eden cumhur bu hususta kitap, sünnet
ve akli delilleri kullanarak bu görüşlerini ispat etmeye çalışmışlardır.
1. Cumhurun Kitaptan Delilleri:
Abdülaziz Buhari, a.g.e, c:III, s: 464, Şevkani, a.g.e, c:I, s:238, Şirazi, a.g.e, c:II, s:668, Razi, a.g.e,
c:IV, s:101.
102
Mustafa Rıza Muzaffer, Usul-u Fıkh, Merkezi İnşiratı DefteriTebliğatı İslami, kum/h.1398 c:II s:187
(Ekrem Keleş’den naklen a.g.e. s:152)
101
35
a. “Kendisine doğru yol apaçık belli olduktan sonra kim peygambere karşı
çıkar ve müminlerin yolundan başka bir yolu tutarsa, o kimseyi gittiği yolda bırakırız ve
kendisini cehenneme atarız. O (cehennem) ne kötü bir yerdir.”103
İcma’ın hücciyyetine delil getirilen ayeti kerimelerden en güçlü olan bu ayeti
kerime olduğu usul kitaplarında zikredilmektedir. Şafii’nin icma’ın Kur’andan delili
kendisine sorulunca uzun süre düşündükten sonra icma’ın hücciyyetine Kur’an’dan bu
ayeti kerimeyi delil getirdiği usul kitaplarında zikredilmektedir.104 İslam âlimlerinin
ayet-i kerimeyi delil gösterilişini şu şekilde ifade etmektedirler:
Yüce Allah (c.c) bu ayet-i kerimede müminlerin yolunun dışında bir yola tabii
olmayı, cehennemi hak etme açısından, Allah Resulüne karşı gelmekle aynı kefeye
koymuştur. Çünkü Rasülullah (s.a.v.)’e karşı gelmekle müminlerin yolunun dışında yol
tutmak, şart cümlesinin şartı içinde yer almış, cevabı ise birlikte verilerek şiddetli bir
tehdit ortaya koymuştur. Bu da Rasülullah (s.a.v.)’e yardım ve dostluk gibi müminler
yoluna tabii olmanın da vacip olduğunu, Kitap ve Sünnete muhalefet etmenin yasak
olduğu gibi müminlerin yoluna da muhalefet etmenin yasak olduğunu gösterir.
Rasulullah (s.a.v.) muhalefet, tek başına tehdidi gerektirdiği kesin bir husustur. Eğer
mü’minlerin yolunun dışında bir yola tabi olmak haram olmasaydı bunu Rasulüllah
(s.a.v.) muhalefetle aynı kefeye koymanın bir anlamı olmazdı. Hâlbuki Allah (c.c)
kitabında asla böyle anlamsız ifadeler yer alması diye bir şey olmaz.105
Ayet-i kerimede geçen “sebil” kelimesi yol demektir. “Sebilü’l-Müminin”
ifadesi ise itikad ve amelde müminlerin yoluna tabi olmadır. Ayet-i kerimede de
belirttiğimiz gibi müminlerin yolunun dışında bir yol tutmanın haram olduğunu
göstermektedir. Müminlerin yolunun dışında bir yol tutmak müminlerin fetvalarının ve
sözlerinin dışındaki görüşlere tabii olmaktan ibarettir, bu durumda müminlerin
103
Nisa 4/115
Gazali, a.g.e, c: I, s: 328, Şirazi, a.g.e, c: II, s: 668,
105
Ebi’l Hüseyin Muhammed bin Ali bin Tayyib, el-Mu’temed,fiUsulu’l-Fıkh,c:II,s:7,Daru’l Kütib-i
İlmiye, Beyrut/2005, Şirazi,a.g.e,c:II, s: 669, Amidi,a.g.e,c:I,s:183, Abdülaziz Buhari, a.g.e, c: III, s: 465,
Şevkani, a.g.e, c: I, s: 239
104
36
yolundan gidilmesi vaciptir.106 Müminlerin yoluna gitmenin vacip olması O yolun hak
olduğunu gösterir. İcma’da müminlerin yoludur.
İslam âlimlerinin birçoğu ayet-i kerimeyi yukarıda ifade ettiğimiz şekilde
yorumlayarak icma’ için en kuvvetli delil olarak ele almışlardır. Fakat Cüveyni bu
ayetin icma’ için hüccet gösterilmesine karşı çıkmıştır. Cüveyn’i bu itirazını şöyle ifade
etmektedir: “Bu ayetin icma’ için bir delil oluşuna, delil gösterilmesini düşürecek bir
soru yöneltiyorum ve şöyle diyorum: Allah teala bu ayette küfürle, Hz.Peygamberi
yalanlamayı ve doğru yoldan sapmayı arzulayanları kastetmektedir. Ayetin anlamı,
“Kim Resule muhalefet eder ve ona uyan müminlerin yolunun dışında bir yola tabi
olursa onu gittiği yol üzerine bırakırız” şeklindedir. Şayet bu apaçık izahımız kabul
edilirse problem yok, eğer kabul edilmezse bizim bu ayeti yorumlamamızdır ve böyle
bir yoruma gitmekte mümkündür. Öyleyse icma’ın hücciyyetine bu ayeti delil
gösterenlerde ancak yoruma açık zan seviyesinde bir yorum yapabilirler. Kat’iyyet
gerektiren
yerlerde
ise
çeşitli
anlamlara
gelebilecek
ihtimalli
lafızlar
delil
gösterilemez”.107
Cüveyni bu ayet-i kerimenin icma’ için bir delil olduğunu kabul etmemektedir.
Ona göre bu ayetteki zemm sadece Rasulullah (s.a.v.)’e muhalefet ve müminler yolunun
dışına gitme eylemlerinden her ikisini birden yapanlara veya mümin olmalarını
sağlayan yolda müminler yolunun dışında bir yol tutanlara yöneliktir.
Bu ayetin icma’a hüccet olmasına karşı olarak öne sürülen itirazlardan biride
şudur: Ayet-i Kerimenin müminlerin yoluna uymayı ifade ettiğini kabul etsek bile, ayet
icma’a tabi olmanın vucubiyeti konusunda kat’i değil zanni bir delil olmaktadır. Çünkü
ayet-i kerime bu konuda zahirdir.
Ayetin “müminler yolunun dışında bir yol tutma” kısmıyla kastedilen, icma’
ettikleri konuda değil de Rasulullah (s.a.v.) tabi olma veya ona inanma veya ona iman
hususunda müminler yolunun dışında bir yol tutma olması ihtimali vardır. Böyle
ihtimaller bulununca da kat’iyyet sabit olmaz. Hâlbuki icma’ kat’i bir delildir. Bunun
Şevkani, a.g.e, c: I,s: 239, Şirazi, a.g.e, c: II, s: 669,
İmamu’l Harameyn Ebu’l-Meali Abdülmelik b. Abdullah b. Yusuf b. Muhammed Cüveyni, el-Burhan
fi Usuli’l-Fıkh, Daru’l- Vefa, Şam/1999, c: I, s: 435
106
107
37
ötesinde icma’ın hücciyyeti dinde fer’i meselelerde değil asli meselelerdedir. Böyle asli
ve kati bir konuda delillendirme zanni bir delille yapılamaz. Dolayısıyla bu ayeti
kerime, ancak icma’ı zanni bir delil görenler için bir delil teşkil eder. İcma’yı kati bir
delil görenler için bu ayete delil olarak sarılmak bir yarar sağlamaz.108
Bu itiraza cumhur şöyle cevap vermiştir: Zahir ve amm lafızlar, Irak
âlimlerinin çoğunluğuyla birlikte Kadı Ebu Zeyd ve müteahhirin âlimlerin çoğunluğuna
göre kati delillerdendir. Öyle her ihtimalde delilin kat’i olmasını zedelemez. Her
ihtimale itibar edilecek olsa ortada kati delil diye bir şey kalmaz. Bu itibarla bir delilden
kaynaklanmayan ihtimallere itibar edilmez.109
Buraya kadar icma’ın hücciyyetine delil gösterilen en kuvvetli ayet hakkında
İslam âlimlerinin görüşleri vermeye çalıştık. Ekrem Keleş bu konuda şöyle bir
değerlendirme yapmaktadır.
“Ayet-i Kerime sırf icma’ın hücciyyetini bildirmek üzere nazil olmadığı için
birçok usul-u fıkıh âlimlerinin ifade ettiği gibi icma’ın hücciyyetinin nas seviyesinde
değil zahir seviyesinde göstermektedir. Ancak zahir lafızlarla zahir olarak algılanan
şekliyle amel etmenin vucubu konusunda ihtilaf yoktur. İhtilaf zahir bir nassın kesin
ilim ortaya koyup koymayacağı hususundadır. Hatta zahir bazen katiyyet ifade edebilir.
Durum böyle olunca bu ayet-i kerimenin icma’ın hücciyyeti konusunda çok güçlü bir
destek sağladığı kanaatindeyiz. Çünkü ayette “sebilü’l-müminin” lafzı geçmekte bu
yola muhalefet Rasulullah (s.a.v.)’a muhalefete denk tutulmaktadır. İcma’ın müminler
yolu olduğu konusunda ise hiç şüphe yoktur. İcma’ ile ortaya konan hükümler müminler
yolu olmazsa hangi yol müminlerin yolu olabilir.
“İcma’ kat’i bir delildir, bu ayet-i kerimenin icma’ın hücciyyetini göstermesi
zannidir, öyleyse icma delil olmaz” düşüncesine katılmıyoruz. Çünkü böyle bir itiraz bu
ayetin icma’a hüccet gösterilmesi konusunda değil icma’ın hücciyyetini inkâr edenin
dinden çıkıp çıkmayacağı konusunda delil olarak kendini gösterir. Bu itibarla ayet-i
kerimenin icma’ın hücciyyetini gösteren Kur’an-i delillerden biri olduğunu söylemekten
tereddüt etmiyoruz. Ayet-i Kerimede geçen “sebilü-l müminin” ifadesinin müminlerin
108
109
Şevkani, a.g.e, c: I,s: 239–243, Abdülaziz Buhari, a.g.e, c: III, s: 468, Makdisi, a.g.e, c: II s: 373.
Abdülaziz Buhari, a.g.e, c: III, s: 468,
38
iman konusundaki yolları veya Rasulullaha (s.a.v.)’e yardım konusundaki yolları
şeklinde sınırlandırılmasını da doğru bulmuyoruz. Çünkü ayet-i kerime de müminlerin
yolu böyle bir sınırlandırmaya gidilmeksizin zikredilmiştir. Zaten icma’ ile ortaya
konan hususlarının dinin iki ana kaynağı Kitap ve sünnete ters olması mümkün
olmayacağına göre, icma’ ile açığa çıkan hükümlerle belirlenecek yolu Müslümanların
mümin olmalarını sağlayan yoldan kopuk olarak düşünmekte asla doğru olmaz. Öyleyse
icma’ kesin bir hüccettir, bu ayeti kerime icma’ın hücciyyetini gösteren nasslardan
biridir.”110
b. İcma’ın hücciyyetine delil gösterilen ayet-i kerimelerden biride şudur:
“Böylece sizi orta bir ümmet yaptık ki insanlara karşı şahitler olasınız, Peygamberde
sizin hakkınızda şahitlik etsin” 111
Usul-u Fıkıh âlimleri bu ayet-i kerimeyi icma’a delil oluşunu şu şekilde
açıklamaktadırlar:
Allahu taela bu ayet-i kerimede ümmet-i Muhammedi, ümmet-i vasat diye
nitelemektedir. Vasat; kendisinden hoşnut olunan, seçkin, adil kimse demektir. Nitekim
Kur’an-ı Kerim de aynı kökten türeyen “evsat” kelimesi en adaletli, sözüne en çok rıza
gösterilen, en hayırlı anlamında kullanılmıştır.112
Ümmet-i Vasat adaletli ümmet demektir. Yüce Allah(c.c)’ın ümmet-i
Muhammedi adaletli olarak nitelemesi, Ümmetin bir bütün halde adalet sahibi olmasını
gerektirmektedir. Zira teker teker her birinin adil kabul edilmesi mümkün değildir.
Çünkü vakı’a buna ters düşmektedir. Öyleyse ümmet, üzerinde icma’ ettikleri
noktalarda adil olarak nitelenebilir ve böylece ayet-i kerime üzerinde icma’ ettikleri
hususların hak ve delil olduğunu açıkça göstermiş olur.113
Bu ayet-i kerime de, Allah’u teala Ümmet-i Muhammed’i insanlar üzerine
şahit kıldığını da ifade etmektedir. Ümmet-i Muhammed’in insanlar üzerine şahitler
Ekrem Keleş, a.g.e, s:168
El-Bakara 2/143
112
Kalem.68/28, Cassas, a.g.e, c:III, s:257, Amidi, a.g.e, c: I, s: 192, Şirazi, a.g.e, c: II, s: 677
113
Cassas, a.g.e. c:III, s: 258, Abdülaziz Buhari, a.g.e, c: III, s: 471, Serahsi, a.g.e, c:I, s:297
110
111
39
kılındığı sadece bu ayette ifade edilmemiş birçok ayet-i kerimelerde de ifade edilmiştir
Bunlardan biride şu ayet-i kerimedir:
“Allah uğrunda gerektiği gibi cihad edin! Sizi O (Allah) seçti. Üzerinize dinde
hiçbir zorlukta yüklemedi. Haydi, babanız İbrahim’in milletine! Bundan önce ve bunda
(Kur’an da) size Müslüman adını O (Allah) verdi ki Rasül size şahid olsun, siz de bütün
insanlara şahid olasınız. Şu halde namaz kılın. Zekâtı verin ve Allah’a sıkı tutunun ki
sahibiniz o’dur. Artık O (Allah) ne güzel bir sahip ne güze bir yardımcıdır.”
Şahid: Gerçekte doğru olarak haber veren kimse demektir ve söylediği sözü
delil olur. Yalancı ise gerçekte şahit olarak isimlendirilemez. Allah (c.c) ümmet-i
Muhammedi şahitler olarak nitelendirdiğine göre bu, bir araya geldiklerinde haber
verdikleri konuda doğru olduklarını ve icma’ ile bir söz söylediklerinde sözlerinin
hüccet olduğunu gösterir. Çünkü Yüce Allah(c.c) Hâkimdir. Böyle Hâkim olan Allah
(c.c) haktan ayrılacak, yalana başvuracak bir topluluğu şahitler yapmaz. Allah (c.c)
şahitler yapması onların ittifakla hareket ettikleri hususlarda ancak hak üzerinde
olmalarının ve varacakları icma’ın insanlara hüccet olmasını kesin bir şekilde ortaya
koyar.
Ümmet-i Muhammed bu şekilde bir bütün olarak şahitler olunca, şahitlik
ettikleri şeyin kabulü vacip olur. Çünkü hem Allah tealanın onları insanlar üzerine şahit
kılması hem de sözlerinin hüccet olmaması mümkün değildir. Tıpkı hâkimin sözlerine
dayanarak hüküm verdiği şahitler gibi hâkimin onların adil ve güvenilir olup
olamadıklarını araştırdıktan sonra mahkemede tanıklık yaptıklarında sözlerini kabul
ederek ona göre hüküm vermesi vacip olur ve sözleri kendisiyle hüküm verilen bir
hüccet olur. İşte icma’da da aynı durum mevcuttur.114
İslam âlimlerinin büyük çoğunluğu bu ayet-i kerimeyi ifade etmeye
çalıştığımız şekilde değerlendirerek icma’ın hücciyetine delil olarak getirmişlerdir.
İslam Âlimleri’nin bir kısmıda bu ayetin icma’a delil olamayacağını belirterek
bir takım itirazlarda bulunmuşlardır. Bunların en önemlisi şudur:
114
Şirazi, a.g.e, c: II, s: 677.
40
Bu ayet-i kerimede kastedilen şahitlik, ahiret günü ümmet-i Muhammed’in
peygamberlerin risaleti tebliğ ettiğine dair diğer ümmetlere karşı yapılacak şahitliktir.
Öyleyse bu ayet-i kerime, ümmet-i Muhammed’in icma’ ettikleri konuda değil
ahiretteki şahitliklerinde adil ve sadık olacakları anlatılmış olur. Çünkü şahitlerin adaleti
tahammül halinde değil eda durumunda geçerlidir.115
İkinci bir itirazda şu şekildedir: Adaletli olmak, mutlak manada hatasız
olunacağı anlamına gelmez. Diğer bir ifadeyle hata etmek, her zaman kişinin adalet
sıfatını engellemez. Adalete ters düşen ve adalet sıfatını zedeleyen hata, ma’siyet olan
hatadır. Ma’siyet olmayan hatalar ise, adalet sıfatını zedelemez. Elden gelen çabayı
gösterdikten sonra ictihada yapılacak hata, hata değildir. Bu itibarla ümmet-i
Muhammed’in ümmet-i vasat kılınması, ictihatta hata etmeyecekleri anlamına gelmez.
İctihatlarında hata etme ihtimali bulununca da ictihatla üzerinde icma’ ettikleri hususa
uymak vacip olamaz.116 Yöneltilen bu itirazlara karşı şu şekilde cevap verilmiştir:
Ayet-i Kerimede dünyadaki ve ahiretteki şahitlik şeklinde bir ayrım
yapılmamıştır. Bu itibarla ayet-i kerime dünya ve ahiret şahitliğinin her ikisini de
kapsar. Şayet bu ayet-i kerimede sadece ahretteki şahitlik kastedilmiş olsaydı Allah (c.c)
“sizi ümmet-i vasat kıldık” diye buyurmazdı, “ümmet-i vasat kılacağız” diye buyururdu.
Ayrıca ahirtteki şahittlik kastedilmiş olsaydı ümmet-i Muhammed’in, ümmet-i vasat
kılınmasının bir üstünlüğü kalmazdı.
Ümmet-i Muhammed’in dünyada üzerinde icma’ ederek verdikleri hükümde
onların şahitlikleri cümlesindendir. Çünkü bu, Allah (c.c)’ın hükümlerinden biriyle
insanlara karşı yapılan bir şahitliktir. Böyle bir şahitlik onların adil olmalarını ve
verdikleri hükmün doğru olmasını gerektirir.
Bu ayet-i kerimede Allah (c.c) ümmet-i Muhammedi adaletle vasıflandırmıştır.
Allah-u teala gizli ve açık her şeyi bilir. Birisinin adaletine ve şahitliğinin sıhhatine
hükmettiği zaman, bu onun gerçekten öyle olduğunu gösterir. Çünkü Hâkim olan Allah
(c.c) her yönüyle adil olmayan birisini adaletle tavsif etmez. Ümmet-i Muhammed’i
adaletle nitelendirdiğine göre bu ümmet, adalet sıfatını taşımaktadır. Ancak ümmet-i
115
116
Abdülaziz Buhari, a.g.e, c:III, s: 471, Amidi, a.g.e, c: I, s: 192, Cassas, a.g.e. c: III, s: 260.
Şirazi, a.g.e, c: II, s: 677, Amidi, a.g.e, c: I, s:193, 194, Abdülaziz Buhari, a.g.e, c: III, s. 470, 471.
41
Muhammed’in fertlerinin her birinin teker teker adil olamadıkları da bir gerçektir.
Öyleyse bu adalet sıfatı ümmet-i Muhammed’de bir bütün olarak gerçekleşmektedir. Bu
da bir bütün olarak her hangi bir konuda icma’ ile hükmettikleri zaman verdikleri
hükmün, hak olduğunu ve hatadan masum bulunduğunu ifade eder. Bu itibarla ümmet-i
Muhammed’i icma’ı kabul ederek buna uyması vacip olur.117
c. “Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir ümmet oldunuz. İyiliği emredip
kötülükten sakındırırsınız.”118
Bu ayet-i kerimenin icma’ın hücciyyetine delil gösteriliş tarzı şöyledir:
Allah’u teala iyiliği emreder, kötülükten nehyeder olması sebebiyle ümmet-i
Muhammed’in en hayırlı ümmet olduğunu haber vermiştir. Ayet-i Kerimede geçen “elma’ruf ve el-münker” kelimeleri cins isimdir ve başlarındaki lam-ı tarif istiğrak ifade
eder yani cinsin bütün fertlerini kapsar. Bu da ümmet-i Muhammed’in, bir bütün olarak
her iyiliği emr ve her kötülükten nehyettiğini gösterir. Bu durum doğru ve hak olanın
ümmetin bütünün dışında kalmamasını gerektirir. Allah(c.c)’in haberinin doğruluğu,
onlar bir şeyden sakındırdıklarında onun münker olmasını, bir şey emrettiklerinde de
onun ma’ruf olması icapeder. Şu halde ümmet-i Muhammed’in bir bütün olarak emirleri
de, nehiyleri de tabi olunması vacip bir hüccet olur. Öyleyse bir mesele üzerinde icma’
ettikleri zaman gerçeğe isabet etmiş olurlar ki bu hak, ihtilaf ettiklerinde de onların
dışında kalmaz. Çünkü en hayırlı olma özelliği icma’ ettikleri hususlarda hakka isabeti
gerektirir.119
Bu ayet-i kerimenin icma’ için delil olarak gösterilmesini karşılık olarak şu
şekilde itiraz edilmiştir: “Ayet-i Kerimeden, ümmet-i Muhammed’in her iyiliği emr ve
her kötülüğü nehyedeceği anlamının çıkarılması uygun değildir. Çünkü bir defada olsa
iyiliği emr kötülüğü nehyettilermi böyle vasıflandırılabilirler. Yani cins ismin başına
Şirazi, a.g.e, c: II, s:677.Amidi, a.g.e. c:I,s.193–194, Abdülaziz Buhari, a.g.e. c:III, s: 470–471.
Al-i İmran 3/110.
119
Abdülaziz Buhari, a.g.e, c: III, s: 469–470, Şirazi, a.g.e, c:II, s: 676
117
118
42
gelen lam-ı tarifin istiğrak ifade edeceği diğer bir ifadeyle bütün fertlerini kapsamına
alacağı görüşü her yönden geçerli değildir.120 İkinci bir itirazda şöyledir:
Ayet-i Kerimenin zahiri ümmet-i Muhammed den her ferdin iyiliği emr ve
kötülüğü nehy ile vasıflanmasını gerektirmektedir. Hâlbuki vaki’a bunun tersinedir.
Ayet-i kerimenin zahirini almak mümkün olmayınca bu ayetle icma’ın hücciyyeti için
yapılan iddia geçersiz olur.121 Cumhur bu itirazlara şu şekilde cevap vermiştir:
Nahivcilere göre cins ismin başına gelen lam-ı tarifle belirli bir şey
kastedilmemişse umum ifade eder. Ayette geçen “el-maruf, el-münker” ifadesinde
bulunan lam-ı tarifler belli bir şeyi kastetmemektedir. Bu da fert fert değil de
Müslümanların tamamının içinde her iyiliği emretmeyi ve her kötülüğü nehyetmeyi
gerektirir. Ayet’te bazı iyilikleri emr, bazı kötülüklerden nehyin anlatıldığını ileri
sürmek, ümmet-i Muhammedi diğer ümmetlerden farklı olarak emr-i bi’l ma’ruf ve
nehyi ani’l münker görevini yerine getirme özelliğine ters düşer. Çünkü bu özelliğin bir
kısmı diğer ümmetlerde de vardır. Bu ayetle muhatap ümmetin fertlerinden her biri
değildir. Çünkü böyle bir telakki Müslümanlardan her bir ferdin en hayırlı ümmet
olarak nitelemeyi gerektirir. Hâlbuki tek bir şahıs bununla nitelendirilemez, öyleyse
ayetle muhatap ümmetin bütünüdür.122
Şevkani bu ayetin icma’ın hücciyyetine delalet etmediğini söylemektedir.
Çünkü bu ayette icma’ların başlı başına delil olduğu konusunda ayette bir işaret
olmadığını, ayette ki ümmet kavramını belli bir dönem ehli değil, top yekûn ümmet
olduğunu ifade etmektedir.123
İcma’ın hücciyyetine delil gösterilen ayetler bunlardan ibaret değildir. Daha
başka ayet-i kerimleri de cumhur delil olarak usul kitaplarında zikretmektedir.
Bunlardan icma’a delil gösterilenleri açıklamalarına girmeden sıralayarak sunmak
istiyoruz.
120
Amidi, a.g.e, c: I, s:195, Serahsi, a.g.e, c: I, s: 296.
Abdulaziz Buhari, a.g.e, c: III, s: 469, Serahsi, a.g.e, c: I, s: 96, Şevkani, a.g.e, c: , s: 247.
122
Abdulzaiz Buhari, a.g.e, c: III, s: 469–470, Amidi, a.g.e, c: II, s: 185.
123
Şevkani, a.g.e, c: I, s: 247
121
43
d.“Ey inananlar! Allah’a itaat edin, Resul’e ve sizden olan yöneticilere itaat
edin. Eğer bir şey hakkında çekişmeye girerseniz, onu Allah ve Resulüne götürün.”124
e.“Hem kendilerine güven ve korku ile ilgili bir haber geldi mi onu yayı
veriyorlar; Halbuki onu Resule ve içlerinden yetkili olanlara arz etseler, elbette bunların
görüş sunabilme yeteneğine sahip olanları onu anlar, bilirlerdi.”125
f.“Allahın ipine sımsıkı sarılın sakın dağılmayın…”126
2. İcma’ın Hücciyyetini Kabul Etmeyenlerin Kur’andan Delilleri:
İcma’ı hüccet olarak kabul etmeyen âlimler daha önceden de belirttiğimiz gibi
mu’tezileden İbrahim En-Nazzam, Rafiziler ve Haricilerdir. Bu âlimler icma’ın bir
hüccet olmadığına dair şu ayetleri delil olarak getirmişlerdir.
a. “Ey inananlar! Allah ve Resulüne itaat edin. Ülü’l-emre itaat edin. İhtilafa
düştüğünüz konuları Allah ve Resulüne götürerek çözüme kavuşturun.”127
Bu ayette Allah’u teala ihtilaf durumunda, ihtilafın çözüme kavuşturulması
için, Allah ve Resulüne götürülmesini emretmiş olup bu ihtilafların halli için ümmetin
görüşlerine götürülmesini emretmemiştir. Bu durum ümmetin sözünün ihtilaflarda
mu’teber olmadığını ve icma’ya ihtiyaç bulunmadığını göstermektedir128 Delil olarak
ileri sürülen ayet-i kerime ayni şekilde icma’ içinde hüccet olarak gösterilmiştir. Bu
delil gösterme tarzına şu şekilde cevap verilmiştir:
Ayet-i kerime sizin görüşünüz lehinde değil aleyhinde bir delil teşkil ediyor.
Çünkü ayet ihtilaf edilen meselede Allah’ın kitabına ve peygamberin sünnetine
başvurulmasını gerekli kılmaktadır. İcma’ın kaynak sayılıp sayılmayacağında sizinle
bizim aramızda ihtilaf olduğuna göre bu konuda Allah’ü teala’nın kitabına ve
Rasulünün Sünnetine başvurmak ve onların gösterdiği biçimde davranmak gerekir.
Sünnete başvurduğumuzda ise icma’ın kaynak olduğunu gösteren deliller buluyoruz.
124
Nisa 4/59.
Nisa 4/83
126
Al-i İmran 3/103
127
Nisa 4/59
128
Vehbe Zuhayli, a.g.e, c: I, s: 546, Zekiyyudin Şaban, a.g.e, s: 111, Amidi, a.g.e, c: I, s: 198.
125
44
Böylece biz icma’ın kaynak olduğunu söylemekle ayetin gereğini yapmış oluyoruz.
Ama siz aksini söylemekle gereğini yerine getirmemiş olursunuz. Kitap ve Sünnete
başvurmak için ihtilafın bulunması gerekiyor. Bu demektir ki ihtilaf olmadığında icma’
hüccettir, meselenin çözümü için icma’a başvurmakta, icma’ın hüciyyetine delalet eden
kitap ve sünnete başvurmak demektir.129
b.”Sana bu kitabı her şeyi açıklamak için indirdik.”130
Bu ayet-i kerimden meselelerin hükmünün açıklığa kavuşturulması için ancak
Allah’ın kitabına müracaat edilmesi gerektiği anlaşılmaktadır. Öyleyse icma’ hüccet
değildir. Bu delillendirmeye karşı şöyle cevap verilmektedir:
İcma’ın hücciyyetide Kur’an-ı Kerimin beyan ettiği hususlardandır. Sonra
Kura’n-ı Kerimin her şeyi açıklamak için indirilmiş olması icma’ın hücciyyetine bir
temel olarak delalet etmektedir. İcma’ fikri Kur’an-ı Kerimin açıklaması içinde bir
temel olarak yer aldıktan sonra bu ayette icma’ ile meselenin hükmünün belirlenmesine
bir engel yoktur.131 Bu ayet-i kerimelerin dışında şu ayetleri delil olarak
zikretmektedirler.
c.“Şeytanın adımlarını izlemeyin. Çünkü o size apaçık bir düşmandır. O size
ancak kötülüğü, çirkin işleri ve Allah hakkında bilmeden konuşmanızı emreder.”132
d.“Karşılıklı rızalaşma dışında mallarınızı aranızda batıl yollarla yemeyin.”133
Burada zikredilen ayet-i kerimeler icma’ın bir delil olmadığına delalet etmesi
bakımından net değildir.
Oysa icma’ın delil olmadığını ispat için getirilen ayetlerin açık ve net olması
gerekir. İcma’ın delil olduğunu savunanların getirmiş olduğu deliller ne kadarda bazıları
tarafından açık görülmese de icma’yı kabul etmeyenlerin delillerinden daha kuvvetli ve
daha açıktır. Şimdi de icma’ı delil kabul edenlerin sünnetten delillerine değineceğiz.
Zekiyyüddin Şaban, a.g.e, s:111, Vehbe Zuhayli, a.g.e, c: I, s: 546, Amidi, ag.e, c: I, s: 198, 199
Nahl 16/89
131
Şevkani, a.g.e, c: I, s: 250,
132
Bakara 2/169
133
Bakara 2/118
129
130
45
B.İCMA’IN SÜNNETTEN DELİLLERİ
1. Cumhurun Sünnetten Delilleri:
İcma’ın şer’i bir hüccet olduğunu kabul eden âlimler bu konuda birçok hadisi
şerifi delil olarak zikretmektedirler. Bu hadisi şeriflerin delil oluşları yukarıda zikredilen
ayetlerden daha kuvvetlidir. Bu hadisler incelendiği zaman hadisler üç başlık altında
toplanablilr.
—Ümmet-i Muhammed’in bir dalalet üzerinde birleşemeyeceğine dair
rivayetler.
—Cemaatle beraber olmayı ve cemaatten ayrılmamayı tavsiye eden rivayetler.
—Ümmet-i Muhammed’in içinde bir grubun kıyamete kadar hakka yardımcı
olmaya veya hak üzere bulunmaya devam edeceğine dair rivayetler.134
a. Ümmet-i Muhammed’in Dalalet Üzerine Birleşmeyeceğine Dair
Rivayetler
İcma’ın hücciyyetini Kura’n-ı Kerimden delil olarak getirilen ayet-i
kerimelerden daha açık bir şekilde gösteren bu rivayetleri ileri gelen birçok usul âlimi
manen mütevatir olarak değerlendirmektedir. Bu ilim adamlarına göre, konuyla ilgili
rivayetlerin ibareleri muhteliftir.
Bu nedenle lâfzî olarak her biri haber-i vahidir. Ancak birbirini destekleyen bu
rivayetlerin hepside ortak bir anlam üzerinde birleşmektedir. O da ümmet-i
Muhammed’in tamamıyla hata üzerine birleşemeyeceğidir. İşte bundan dolayı bu
rivayetler manen mütevatir sayılır.135
El-İbtihac bi Tahrici Ehadisi’l-Minhac adlı eserinde bu rivayetleri toplu olarak
veren değerli hadis âlimi Abdullah bin Muhammed bin es-Sadık el-Gameri bu
Ekrem Keleş, a.g.e, s: 189–190
Cassas, a.g.e, c: III, s: 264-265, Şirazi, a.g.e, c: II, s: 679, Serahsi,a.g.e, c: I, s: 299, Gazali, a.g.e, c: I,
s:329, Abdülaziz Buhari, a.g.e, c: III, s: 482
134
135
46
hadislerin manevi mütevatir olduğunu söyleyen âlimlerin görüşlerini isabetli
bulmaktadır.136
a1.İbn Ömer(r.a) Rasulullah (s.a.v)’in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
“Şüphesiz ki Allah ümmetimi yahut ümmeti Muhammed’i dalalet üzere birleştirmez.
Allah’ın eli cemaatle birliktedir. Kim cemaatten ayrılırsa ateşe ayrılmış demektir.”137
a2.Enes bin Malik(r.a) Rasulüllah (s.a.v.) şöyle derken işittiğini ifade etmiştir:
“Şüphesiz ki ümmetim dalalet üzerinde birleşmez. Ümmetim arasında bir ihtilaf
gördüğünüzde en büyük Müslüman topluluğuna sarılınız.”138
a3.Ebu Malik el-Eş’ari şöyle demiştir: Rasulüllah(s.a.v.) şöyle buyurdu:
“Şüphesiz ki Allah sizi üç durumdan esirgemiştir. Nebinizin aleyhinize dua edip de
neticede topyekûn helak olmanız, Batıl ehlinin hak ehline galip gelmesi ve bir dalalet
üzerinde birleşmeniz.” 139
b. Cemaate Sarılmayı ve Cemaatten Kopmamayı Emreden Hadisler
b1.İbn Ömer (r.a.) dedi ki: Ömer (r.a) Cabiye’de bize şöyle hitabetti: “Ey
insanlar! Bir defasında Raslullah (s.a.v.) şimdi benim sizin aranızdaki durduğum gibi
bizim aramızda ayakta durarak şöyle buyurdu:
Size öncelikle Ashabımın(yoluna uymanızı) tavsiye ederim. Sonra onlardan
sonra gelenleri daha sonrada onlardan sonra gelenleri (yolunu tavsiye erdim.).(Bu üç
nesilden) sonra yalan yaygınlaşacak. Öyle ki kişi yemin etmesi istenmediği halde yemin
edecek. Şahitlik yapması istenmediği halde şahitlik yapmaya kalkışacaktır. Dikkat edin!
Bir erkek bir kadınla yalnız kalınca üçüncüleri mutlaka şeytan olur.
Ekrem Keleş, a.g.e, s: 191
Tirmizi, Kitabu’l fiten, hadis no 2167
138
Hafız Ebi Abdillah Muhammed b. Zeyd,(ibn mace), Sünen-i İbn Mace, Kitabu’l Fiten, hadis no:3950
c:II, s:133
139
Ebu Davud Süleyman b.Eşas, Sünen-i Ebi davud, Kitabu’l-Fiten, hadis No:4253
136
137
47
Cemaate sarılın ve ayrılıktan sakının. Çünkü şeytan ayrı kalmış kimseyle
birliktedir ve o iki kişiden daha uzaktır. Kim Cennetin ortasını isterse cemaate devam
etsin. Kimi iyiliği sevindirir kötülüğü üzerse o kimse mümindir.140
b2.Abdullah bin Mes’ud (r.a) Rasülullah(s.a.v.) şöyle dediğini rivayet etti:
“Sözümü işitip ezberleyip, anlayarak ulaştıran kimsenin, Allah yüzünü ak etsin. Çünkü
nice fıkıh taşıyıcısı vardır ki fakih değildir ve nice kendinden daha fakih olana fıkıh
götüren vardır. Üç şey vardır ki, bunları taşıyan müminin kalbi haktan sapmaz: Sırf
Allah
için
çalışmak,
Müslümanlara
nasihatte
bulunmak
ve
Müslümanların
cemaatlerinden ayrılmamak. Çünkü onların duaları kendilerini dalaletten muhafaza
eder.141
b3.İbn Abbas (R.A) Rasulüllah (s.a.v.)’in şöyle buyurduğunu
söylemiştir. “Allah’ın eli cemaatle beraberdir. 142
Zikredilen hadisler incelendiği zaman, bütün bu hadislerde Müslüman
topluluktan kopmama ve Müslüman cemaate sarılma hususu güçlü bir şekilde
vurgulanmaktadır. Şevkani bu hadisler hakkında “bu hadislerde ancak cemaatten kopma
yasaklanmaktadır. İcma’ hakkında bu hadislerin hüccet kabul edilmesi hususunda ne
ilgisi var” diyerek itiraz etmektedir.143 Fakat bu hadisi şerifler İmam Şafi’nin er-Risale
adlı eserinde delil gösteriş tarzıyla etkili bir delil ola özelliği kazanmıştır. Bu hadislerin
delil olmasını İmam Şafii şöyle ifade etmektedir.
“Hakkında Allah’ın bir hükmü bulunmayan ve Hz. Peygamberden de bir şey
nakledilmeyen konularda insanların icma’ına uymamızla ilgili delilin nedir? Senin
dışında bazı kimselerin, onların icma’ı, nakletmeseler bile mutlaka sabit bir sünnete
dayanmaktadır, sözlerini nasıl buluyorsun?
Ben de o’na şöyle dedim: Üzerinde icma’ edip sonrada Rasullullah’tan
nakletmiş oldukları şey, umarım ki söyledikleri gibidir. Hz. Peygamberden
nakletmedikleri şeyin ise Rasulullah’tan nakledilmemiş olması muhtemeldir. Onu Hz.
Tirmizi, Kitabu’l- Fiten, hadis no:2165.
İbn Mace, Mukaddime(sünen-i ibn Mace), hadis no:230, Ebu Davud, Kitabu’l-İlm, hadis no:3660.
142
Tirmzi,Kitabu’l-Fiten, hadis no:2166.
143
Şevkani, a.g.e, c:I, s: 248–249.
140
141
48
Peygamber’den nakledilmiş sayamayız. Çünkü bir kimsenin ancak işittiği şeyi
nakletmesi muhtemeldir. Onun, zanna dayanarak söylediğinden ayrı olma ihtimali
bulunan bir şeyi rivayet etmesi caiz değildir.
Biz onların icma’larını onlara ittiba ederek benimsiyoruz. Biliyoruz ki Hz.
Peygamberin sünnetleri, onların hepsi için meçhul değildir. Belki bazıları sünnetleri tam
olarak bilemezler. Yine biliyoruz ki cemaat, Hz. Peygamber’in sünnetine aykırı bir şey
üzerinde birleşmez. İnşaallah hata üzerinde de birleşmezler.
Birisi, bunu gösteren ve sence destekleyen bir şey var mıdır? Derse; şöyle
cevap verilebilir: Sufyan bin Uyeyne Abdülmelik bin Umeyr’den, o da Abdurrahman
bin Abdillah bin Mes’uddan, o da babasından bize Hz. Peygamber’in “Allah o kulunu
nurlandırsın hadisini rivayet etmiştir.
Yine Süfyan bin Uyeyne bize Abdullah bin Ebi Lebibten, o da ibn Süleyman
bin Dinar’dan o da babasından şöyle rivayet etmiştir. “Ömer, Cabiyede halka hitab etti
ve dedi ki, Peygamber(s.a.v.) benim size yaptığım gibi ayağa kalktı ve şöyle buyurdu:
Sahabelere, sonra onların ardında gelenlere sonra onların ardından gelenlere saygı
gösterin. Daha sonra yalan ortaya çıkar, hatta kişi teklif edilmediği halde yemin eder,
istenmediği halde şahitlik yapar, kimi cennetin ortası sevindiriyorsa o, cemaatten
ayrılmasın, Çünkü şeytan tek kalan kimseyle beraber olup iki kişiden uzaktır. Bir erkek
bir kadınla tenhada kalmasın; zira onların üçüncüsü şeytan olur. Bir kimseyi iyiliği
sevindiriyor, kötülüğü de üzüyorsa, işte o mümindir.
Muhatabım Hz. Peygamber’in Müslümanlara cemaatlerinden ayrılmamaları
konusundaki emrinin anlamı nedir? Dedi. Ben de bunun ancak bir anlamı vardır dedim.
Bu, nasıl bir anlam gelir dedi? Ben de şu cevabı verdim:
Müslümanların cemaati ülkelere dağılmış durumdadır. Hiç kimsenin böyle
dağılmış bir kavmin bedenlerinin oluşturduğu cemaate bağlı kalmaya gücü yetmez.
Müslümanlardan, kâfirlerden, muttaki ve facirlerden bedence oluşmuş bir topluluk
buluna bilir. Dolayısıyla bedeni olarak cemaatten ayrılmalarının bir anlamı yoktur.
Çünkü bu hem mümkün değildir hem de bedeni olarak bir araya gelmek bir şey
49
sağlamaz. Netice de ise cemaatten ayrılmanın bir anlamı olmaz. Ancak Müslümanlara
düşen helal ve haram kılma bakımından ve bunlara uyma konusunda birleşmeleridir.
Müslümanların cemaatinin benimsediği görüşe katılan kimse onların
cemaatinden ayrılmamış olur. Müslümanların cemaatinin benimsediği görüşe karşı
çıkan kimse ise ayrılmamakla emrolunduğu Müslümanların cemaatlerine muhalefet
etmiş olur. Gaflet de ayrılıktan kaynaklanır. Cemaatin ise toptan kitap, sünnet ve kıyasın
manasında gaflete düşmesi mümkün değildir” diyerek bu hadislerin icma’ için kuvvetli
bir delil olduğunu ortaya koymuştur.144
b4.Abdullah bin Mes’ud (r.a) şöyle dedi: “Rasululah (s.a.v.) şöyle
buyurmuştur: Müslümanların güzel gördüğü şey, Allah(c.c) katın da güzeldir.
Müslümanların kötü gördüğü şey, Allah(c.c) katında çirindir.”145
Bu hadisi şerif usul kitaplarında icma’ın hücciyyeti için gösterilen ve adeta
icma’ın fikri temeli ifade eden en önemli delillerden biridir.146 Ancak zikredilen bu
hadisi şerif merfu değil mevkuf bir hadistir.147
c. Ümmet-i Muhammed’in İçinde Bir Grubun Kıyamete Kadar Hakka
Yardımcı Olmaya veya Hak Üzerine Bulunmaya Devam Edeceğine Dair Rivayet.
Sevban (r.a.) Rasulullah (s.a.v.) şöyle dediğini rivayet etmiştir. “Ümmetimden
bir grup hakka yardımcı olmakta devam edecektir. Onlara muhalefette bulunanlar zarar
veremeyecek. Nihayet Allah’ın emri onlar bu haldeyken gelecektir.”148
d. Sünnetin İcma’a Delil Gösteriliş Tarzı
Usul âlimleri burada zikrettiğimiz hadisleri icma’ın sıhhatine delil olarak
getirmişlerdir. İslam âlimlerinin birçoğu, bu hadisler ahad olsa da birçok rivayetle
birbirlerini desteklediğinden dolayı yukarıda da zikrettiğimiz gibi manevi mütevatir
olarak kabul etmektedirler.
Şafii, a.g.e, s: 241,242.
Ahmed bin Hanbel, c: I, s: 379
146
Serahsi, a.g.e. c: I,s: 299, Amidi, a.g.e. c: I,s:199.
147
Ahmed bin Hanbel, c: I, s: 379
148
Tirmizi, Kitabü’l-Fiten, Hadis no: 2192.
144
145
50
İlim adamlarına göre ümmet-i Muhammed’in icma’ın kesin bir hüccet
olacağını, diğer bir deyişle ümmetin bir hata üzere birleşemeyeceğini anlatan rivayetler,
manaları bir olmakla birlikte çeşitli lafızlarla sahabe ve tabiinden itibaren tanınmış ve
meşhur olmuş, usulcülerin ifadelerine göre “ümmetin selefi ve halefi, muvafıkı ve
muhalifi, nakil ehlinden hiçbir kimse reddetmeden ümmet bu rivayetleri dinin temel ve
fer’i meselelerinde delil olarak kullana geliştir.”
Bura da zikredilen hadisleri duyan herkes, her ne kadar teker teker tevatür
derecesini bulmasalar da bu haberlerin toplamıyla Rasulullah(s.a.v.)’in ümmetinin
üstünlüğü ve hatadan korunmuşluğunu haber verdiğini kesin olarak anlar.
Sahabe, tabiin ve daha sonraki dönemlerde icma’ın hücciyyetini ispat
konusunda hep bu haberlerle delil getirilmiştir. Zamanın değişmesi, görüş, anlayış ve
mezhep farlılıklarına rağmen bunca ilim adamları şeriatın asıllarından birinin ispat
konusunda asılsız bir şeyin delil getirilmesi hususunda ittifak etmeleri, adet muhal
görmektedir.149
Fahruddin Razi bu haberlerin manevi mütevatir olduğu iddiasını tenkid
etmektedir. Eğer bu haberler mütevatir olsaydı, bu haberler üzerinde her hangi bir ihtilaf
olmaması gerekirdi. Bedir ve Uhud savaşı kadar net olarak bilinirdi. Hadislerin manası
ümmetin hataya düşmeyeceğini ortaya koyduğunu âlimler iddia etmektedir. Bu husus
ise batıldır.150
Burada zikredilen hadislerin, delil olarak kullanılması noktasında şöyle bir
tenkid yapılmaktadır: Ortaya delil olarak konulan hadislerin hepside haberi vahid
olduğu böyle haberi vahid olan hadislerle dinin asıllarından biri olan icma gibi kati bir
temel kaynak için hüccet olarak kullanılması doğru değildir.151 Daha önce bu tenkidin
cevabını geçen bölümlerde verdik. Diğer bir itirazda şudur:
Ümmetin hata üzerinde birleşemeyeceğini ifade eden bu rivayetler, ümmetin
hata işleyebileceğini gösteren rivayetlerle anlam olarak çatışma durumundadır. Çünkü
149
Serahsi,a.g.e, c: I, s: 299, Abdülaziz Buhari, c: III, s: 472-474, Gazali, a.g.e, c: I, s: 330-331,
Amidi,a.g.e, c: I, s: 199-201
150
Razi, a.g.e. c: IV, s: 101–135.
151
Amidi, a.g.e, c: I, s: 199
51
Hz. Peygamber(s.a.v.)’in kıyametin ancak şerli kimseler üzerine kopacağını, Allah
teala’nın, toplumdan ilmi, ilim adamlarının ruhunu alarak kaldıracağını, nihayet âlim
kalmayacağını, insanlarında bir takım cahil kimseleri başkan edineceğini, bu cahil
kimselerin bilgisizce fetvalar vereceğini ve böylece hem kendileri dalalete düşüp hem
de insanları dalalete düşüreceğini sahih hadislerde ifade etmiştir. Ayrıca ümmetin hata
işleyebileceğini gösteren daha pek çok hadis ve ayetler vardır. Demek ki ümmetin hata
üzerine birleşemeyeceği ve hatadan korunmuşluğu gibi bir tez doğru değildir. 152Bu
itiraza şu şekilde cevap verilmiştir:
Zikredilen hadislerle, sünnetten icma’ için delil gösterilen hadisler arasında bir
çatışma yoktur. Kıyametin şerliler üzerine kopacağı rivayeti, içlerinde Salihler olsa bile
o zaman çoğunluğun şerli olacağını ifade eder. Bu tür rivayetler isyanın ve günahın çok
olacağını gösterir. İçlerinde hakka sarılanların bulunacağını ortadan kaldırmış olmaz.
Ümmeti hata işleyebileceğini gösteren ve bu sebeple bir takım olumsuz şeylerin
işlenmesini yasaklayan ayetler ve hadisler ise ümmetin bütün olarak bu yasakları
işleyeceği anlamına gelmez. Bu ayet ve hadislerde ümmetin fertleri bu yasakları
işlememeleri konusunda uyarılmaktadır. Ayrıca bir şeyin yasaklanması, yasakların
işlenmiş olmasını gerektirmez.153
Bu hadisler üzerinde ne kadarda tartışmalar yapılmış olsa bile icma’ın
hücciyyeti için delil gösterilme şekilleri kuvvetli ve ikna edicidir. Bu hadislerle icma’ın
hücciyyeti sünnet üzerine bina edilmiştir.
İcma’ı kabul etmeyenlerin sünnetten delili meşhur Muaz bin Cebel (r.a.)
hadisidir. Bu hadisi şerifte icma’dan bahsedilmediğinden dolayı icma’ hüccet olarak
kullanılmaz.
Bu
zikredilmemesinin
delile
şu
sebebi,
şekilde
Hz.
cevap
verilmiştir.
Peygamber
Bu
zamanında
hadiste
icma’ın
icma’ın
hüccet
olmayışındandır.154 Bu hadisi şeriften başka icma’ için sünnetten delil olarak yöneltilen
itirazlar ve bu konuda kullanılan hadisler icma’ı hüccet olarak kabul etmeyen âlimlerin
delilleridir.
152
Cassas, a.g.e, c: III, s: 266–677, Gazali, a.g.e, c: I, s: 236.
Cassas, a.g.e, c: III, s: 266–677, Gazali, a.g.e, c: I, s: 236, Amidi, a.g.e, c: I, s: 199.
154
Şevkani, a.g.e, c: I, s: 243.
153
52
C. İCMA’IN HÜCCİYYETİNE DAİR AKLİ DELİLLER
1. Cumhurun Akli Delilleri
İcma’ için akli bir delille ispata gidilip gidilmeyeceği konusunda usul âlimleri
arsında ihtilaf mevcuttur. Bir kısım usul âlimine göre icma’ için akli bir istidlalde
bulunmak doğru değildir. Çünkü aklen, ümmet-i Muhammed’in hata üzerinde
birleşeceği mümkün görülmektedir. Bu durumda Hıristiyanlar ve Yahudileri
Müslümanlarla denk duruma getirmektedir. Fakat sem’i deliller bu durumun tersini
ortaya koymaktadır. Bu itibarla icma’ın hücciyyeti akli delilerle ispat edilemez.155Fakat
bazı usul âlimleri de bu konuda akli delilleri ortaya koymuşlardır. Bu görüşü şöyle
sıralayabiliriz.
a. Hz. Muhammet (s.a.v.) son peygamber olduğu, şeriatının da kıyamete kadar
devam edeceğini kesin delillerle sabittir. Şayet bir takım olaylar ortaya çıkar, bu konuda
kitap ve sünnetten kati bir nas bulunamaz, ümmet-i Muhammed’in bu olaylarla ilgili
icma’ı da kesin bilgi ortaya koymaz, gerçek onların söylediğinin dışında kalır ve onlar
bu konularda hataya düşmüş olurlarsa yahut bu olayların hükmünde ihtilaf ederler ve
hak onların ortaya koydukları görüşlerin dışında kalırsa, bu takdirde şeriat-i islamiyye
bazı konularda son bulmuş olur. Bu ise İslam şeriatının kıyamete denk süreceğini haber
veren naslarla ters düşer. Böyle bir durum ise muhaldir. İşte bu durum icma’ın kesin
hüccet olduğunu gösterir.156
b.Serahsi bu konuda şöyle bir akli delillendirme yapmaktadır: “Allah’ü teala,
Hz.Muhammed’i (s.a.v.)son peygamber yaparak şeriatının kıyamete kadar devam
edeceğine hükmetmiştir. Buna göre şeriatının kıyamete kadar insanlar arsında kesin bir
şekilde devamı gerekir. Hâlbuki vahiy kesilmiştir. Öyleyse şeraitinin devamının yolu,
Allah’ü teala’nın ümmet-i Muhammed’in icma’ını masum kılmasıdır. Çünkü dalalet
üzere icma’ etmeleri demek şeriatın ortadan kalkması demektir. Bu durum ise Allah’ü
tealanın şeriatı kıyamete kadar süreceği vaadine ters düşmektedir. Ümmetin dalalet
üzere birleşmekten korunmuş olması sabit olunca üzerinde icma’ ettikleri husus
Rasululluh’tan işitileni andırır. Rasulullah’tan işitilen nasıl kesin bilgi ortaya koyarsa
155
156
Cassas, a.g.e, c: III, s: 267, Şirazi, a.g.e, c: II, s: 682.
Serahsi, a.g.e, c: I, s: 300, Abdülaziz Buhari, a.g.e, c: III, s: 477
53
bunun gib i icma’da ilim ifade eder. Böylece icma’ meselelerin hükmünü belirlemede
hata ihtimali olmayan bir hüccet olur.”157
2.İcma’ı Hüccet Olarak Kabul Etmeyenlerin Akli Delilleri
İcma’ın hüccet olamayacağını savunanların akli delilleri şunlardır:
a. İslam ümmetinin her bir ferdinin hata yapması caizdir. Bir kişinin hata
yapması caiz olursa ümmetin tamamının da hata yapması caiz olur. Nitekim mantıktaki
kıyasta bunu gerektirir. Fert hata yaparsa toplulukta da hata yapar.
b. İcma’ a delalet yoluyla yahut işaret yoluyla yahut ne delalet ne de işaret
olmaksızın gerçekleşir. Eğer delalet yolu ile gerçekleşmiş ise, âlimlerin üzerinde görüş
birliğine vardıkları olayın önemli, büyük bir olay olması gerekir. Bu durumda zaten
icma’a gerek kalmaz. Eğer icma’ bir işarete dayalı olarak gerçekleşmişse, bu durumda
imkânsızdır. İşaretlerde insanların durumları değişik olur. Dolayısıyla halkın bunların
üzerinde ittifak etmiş olurlarsa, batıl üzerinde ittifak etmiş olurlar. Bu durumda icma’a
zarar verir.
c. İcma’ın gerçekleşmesi imkânsızdır. Çünkü icma’ eğer kesin bir delile dayalı
ise adette bunun nakledilmemesi mümkün değildir. Zira bu teşri’ usulü ile ilgili
bulunduğu için bize nakledilmesi için birçok sebep bulunur. Büyük bir topluluğunda
böyle bir olayı gizlemeleri imkânsızdır. Böyle bir topluluk tarafından icma’ın bize nakl
edilmemesi onun var olmadığını bize gösterir. Eğer icma’ zanni bir delile dayalı ise
İslam ümmetinin sayılarının çokluğu, zihinleri, meyilleri, arzuları, dillerinin farklı
olması sebebiyle böyle bir olay hakkında ittifak etmek imkânsız olur. Bu durum bütün
Müslüman toplumun aynı günde tekbir çeşit yemeyi yemekte ittifak etmelerinin
imkânsız oluşuna benzer.
d.İcma’ın mümkün olduğunu kabul etsek bile bunu bilmek mümkün olmaz.
Çünkü müctehit âlimler çeşitli kıtalara dağılmış olarak yaşamaktadırlar158
157
158
Serahsi, a.g.e, c: I, s: 300.
Serahsi, a.g.e, c: I, s:300, Cassas, a.g.e, c:III, s:266, Zuhayli, a.g.e. s:548-.54,.558-559
54
II. İCMA’IN NAKLİ
İcma’
gerçekleştikten
sonra
nakledilmek
durumundadır.
Zira
icma’
gerçekleştiği asırdan sonrakiler için geçerliliği olan nakli bir delildir. Bir dönemdeki bir
mesele üzerindeki görüşler incelenir, bu görüşler arasında ittifak var ise, hem ittifak
edenleri hem de diğer fertleri bağlayıcı bir delil hüviyetini kazanır. Bir meselede icma’
gerçekleştikten sonra bu icma’ın naklinin keyfiyetçe de önemli bir husustur.
Fıkıh usulüne dair yazılmış olan eserler incelendiği zaman, usul âlimlerinin
genelde iki nakil sınıfından bahsettikleri görülmektedir. Bunlar tevatüren nakil ve ahad
yolla naklidir. Fakat Serahsi bu tasnife şöhret yolla gerçekleşen naklide ilave
etmektedir.
A. TEVATÜREN NAKLEDİLEN İCMA’
Bir mesele üzerinde icma’ olduğuna kanaat getiren müçtehitlerden daha
sonraki nesile kesintisiz olarak tevatür yoluyla nakledilen icma’dır.159 Tevatüren
nakledilmiş bir icma’ kesin ilim ve kendisiyle amel etmeyi gerektirir. Tevatüren
nakledilen icma’ın kesin bir hüccet olduğu konusunda âlimler arasında bir ihtilaf
yoktur. Genel olarak bu şekildeki icma’ın sahabe döneminde gerçekleşen icma’ olduğu
âlimlerimiz tarafından zikredilmektedir.160
B. AHAD YOLLA NAKLEDİLEN İCMA’
İcma’ı gerçekleştirenlerden itibaren daha sonraki kuşaklara tevatüren değil de
ahad yolla nakledilen icma’dır. Bu tür bir yolla nakledilen icma’ her ne kadarda yakin
bilgi ifade etmese de âlimler tarafından meşru’ görülmüştür.161
Gazali ahad yolla nakledilen icma’ın bir hüccet değeri olamayacağını ifade
etmektedir. Gazali bu konuda şöyle demektedir: “Bir kısım fakihlerin aksine haber-i
vahidle nakledilen icma’ sabit olmaz. Bu şundan kaynaklanmaktadır: İcma’ kati bir
delildir. Kitap ve mütevatir sünnetle hükmedildiği gibi icma’ ile de hükmedilmektedir.
Serahsi, a.g.e, c:I, s:302, Şevkani, a.g.e, c:I, s:238, Zuhayli, a.g.e, c:I, s:576
Ebu Zehra, a.g.e. s:185
161
Amidi, a.g.e, c:I, s:254, Serahsi, a.g.e, c:I, s:302, Abdülaziz Buhari, a.g.e, c:III, s:485
159
160
55
Haber-i vahid ise kesin bir bilgi ortaya koymaz. Aksine zanni bir bilgi ortaya koyar.
Zann ifade eden bir şeyle katiyet ifade eden icma’ nasıl sabit olabilir.162
Gazalinin yöneltmiş olduğu bu itiraza şu şekilde cevap verilmiştir: Haber-i
vahitle kesin bir bilgi ortaya koyan icma’ın ortaya koyduğu bilginin durumu hakkında
bir şey iddia edilmiyor, iddia edilen husus haberi vahidle, ameli gerektiren zanni bir
icma’ın sabit olup olamayacağıdır. Böyle zanni bir icma’ın haber-i vahdle sabit olması
muhal bir şey husus değildir.163Serahsi de ahad yolla nakledilen icma’ın sabit olacağını,
böylece hüccet sayılmayacağını söyleyenlere icma’ında sünnette olduğu gibi, mütevatir,
meşhur, ahad yolla nakledilebileceğini ifade etmektedir.164 Amidi de ahad yolla
nakledilen icma’ı, Hz. Peygamberden (s.a.v) ahad yolla nakledilen hadise kıyas ederek,
ahad yolla nakledilen icma’ın hüccet olacağını ispat etmeye çalışmıştır165
Cumhur ahad yolla nakledilen icma’ın geçerli olacağını ve amel edilmesi
gerektiği konusunda ittifak etmiştir.
C. ŞÖHRET YOLUYLA NAKLEDİLEN İCMA’
Şöhret yoluyla icma’,icma’ın nakli tevatür derecesini bulmamakla birlikte
şöhret bulmuşsa bu şekilde nakledilen icma’lardır. Bu tür icma’ naklini da ha çok
Hanefi usul kitaplarında görmekteyiz166
III. İCMA’ VE ÇOĞUNLUĞUN GÖRÜŞÜ
İcma’ın tanımı incelendiği zaman, icma’ın bir dönem de yaşayan müçtehidlerin
tamamının ittifakıyla gerçekleşir. Acaba çoğunluğun bir mesele üzerinde ittifak etmesi
veya birkaç kişinin muhalefet etmesiyle icma’ oluşa bilir mi, oluşamaz mı? Bu konuda
âlimler arasında ihtilaf mevcuttur. Kimileri çoğunluğun görüşünü icma’ olarak kabul
ederken kimileride icma’ olarak kabul etmemektedirler. Bu konudaki görüşleri şu
şekilde sıralaya biliriz:
162
Gazali, a.g.e, c: I, s: 375
Abdülaziz Buhari, a.g.e, c: III, s: 485–486
164
Serahsi, a.g.e, c:I, s:302
165
Amidi, a.g.e, c: I, s: 254
166
Serahsi, a.g.e, c: I, s: 302
163
56
—Cumhura göre, çoğunluğun bir mesele üzerinde ittifak etmeleri icma’
olmaz.167
—Taberi, Ebu’l Hüseyin el-Hayyat ve diğer bir kısım âlimlere göre, icma’ın
oluşması için müçtehidlerin tamamının ittifakı şart değil, çoğunluğun görüş birliğine
varması icma’ için yeterlidir.168
—Cumhura muhalefet eden âlimlerin sayısı tevatür derecesine ulaşmamışsa o
zaman icma’ oluşmaz. Ancak tevatür sayısına ulaşmamışsa o zaman icma’
gerçekleşir.169
—Çoğunlun görüşü hüccet olur fakat icma’ sayılmaz.170
—Her ne kadarda muhalefet caiz ise de çoğunluğun görüşüne uymak
evladır.171
Bu konudaki görüşleri ortaya koyduktan sonra cumhurun görüşünü icma’
olarak kabul eden ve etmeyenlerin delillerini sıralayacağız.
A. ÇOĞUNLUĞUN GÖRÜŞÜNÜN İCMA’ OLMAZ DİYENLERİN
DELİLLERİ
1. İcma’ bir takım ayeti kerimeler ve hadisi şeriflerle yani naslarla hüccet
olarak bilinmiştir. Yani hücciyyeti akli değil sem’i delillerle sabit olmuştur. Bu naslarda
geçen ümmet ve mümin lafızları, ehli icma’ dediğimiz icma’ın oluşumuna katılacak
olan müctehitlerin tamamını kapsar. Bunlardan bir tanesi bile muhalif olarak kaldığı
sürece icma’ oluşmaz.
İcma’ın hücciyyeti akli olarak değil ümmeti Muhammed’e bir lütuf olarak sabit
olduğundan, İslam’ın kaynağı oluşunun illeti akılla anlaşılabilecek nitelikte değildir.172
Şirazi, a.g.e, c: II, s:705.
Gazali, a.g.e, c:I, s: 374, Amidi, a.g.e, c:I, s:213
169
Gazali, a.g.e, c:I, s:348, Amidi, a.g.e, c: I, s: 213
170
Gazali, a.g.e, c: I, s: 348, Amidi, a.g.e, c: I, s: 213
171
Amidi, a.g.e, c: I, s: 213
172
Amidi, a.g.e, c: I, s: 214, Abdülaziz Buhari, a.g.e, c: III, s: 454
167
168
57
2. Ashabı kiram bazı hükümlerde ihtilaf etmişler, bazen bir kişi bazen birkaç
kişi içtihada bulunarak cumhura muhalefette bulunmuş, çoğunluğun görüşüne muhalif
olmasına rağmen Sahabe, böyle münferit kalanların içtihatlarını caiz görmüş, hiç birisi
çıkıp da yalnız kalanların muhalefetine karşı çıkmamıştır. Şayet çoğunluğun görüşü
icma’ olsaydı hakkı ortaya koyma konusunda hiç kimseden çekinmeyen Sahabe
topluluğunun sessiz kalması düşünülemezdi.173
3.Azınlığın muhalefetine rağmen çoğunluğun görüş birliğine varmasıyla icma’
oluşmuş olsa, bu icma’ muhalife karşı hüccet teşkil edecek ve muhalif müctehidin,
delile dayalı olarak bildiğini bırakıp diğerlerini taklid etmesi gerekecek. Çünkü icma’a
muhalefet caiz değildir. Hâlbuki müctehit hakkında böyle bir şey olamaz. Görüldüğü
gibi muhalif müctehite karşı icma’ in’ikad etmiyor. Öyleyse çoğunluğun görüşüyle
varılacak bir icma’ kesin bir hüccet değildir. Şayet kesin hüccet olsaydı içtihada
bulunarak buna karşı çıkılmazdı.174
B.
CUMHURUN
GÖRÜŞÜNÜ
İCMA’
KABUL
EDENLERİN
DELİLLERİ
1. Arapça’da bazen ekseriyet için umum ifadeler kullanılabilmektedir. Bu
itibarla birkaç kişi dâhil olmasa da icma’ın hücciyyetini gösteren deliller alan ümmet ve
müminler lafızlarıyla ekseriyet için kullanılabilir.175
2. Ekseriyetin görüşüyle icma’ın oluşacağı görüşünde olanların tutundukları bir
delilde, Hz. Ebubekir’in hilafeti konusunda ki icma’dır. Hâlbuki sahabeden bu duruma
itiraz edenler bulunmaktaydı. Şayet bir grubun muhalefetine rağmen icma’ oluşuyor
olmasaydı Hz. Ebubekr’in hilafeti konusunda icma’a dayanılmazdı.176
173
Amidi, a.g.e, c: I, s: 214, Abdülaziz Buhari, a.g.e, c: III, s: 454
Amidi, a.g.e, c: I, s: 214
175
Amidi, a.g.e, c: I, s: 214
176
Amidi, a.g.e, c: I, s: 214
174
58
3. Cemaatin haberi tevatür ulaşınca ilim ifade eder ve haberi vahide takdim
olunur. Hâlbuki bir iki kişinin haberi böyle değildir. Bu kural içtihada da
uygulanabilir.177
Her iki görüş sahiplerinin delilleri incelendiği zaman, müçtehitlerden muhalif
kaldığı müddetçe icma’ oluşmaz. Ancak çoğunluğun görüşü de güçlü bir delildir.
Bundan dolayı fıkıh kitaplarında cumhurun görüşüne büyük önem verilmiş ona
muhalefet etmemeye özen gösterilmiştir.
IV. İCMA’IN İŞLEVİ VE ÇAĞDAŞ EĞİLİMLER
On dokuzuncu ve yirminci yüzyıllarda İslam dünyasında birçok alanda yaşanan
köklü değişim, dini alanda da yenileşmeci akımların seslerini yükseltmesine imkân
hazırladı; İslam’ın ana kaynak ve hükümlerinin yorumlanması, kaynaklardan hüküm
çıkarma metotlarına işlerlik kazandırılması yönünde ki tartışmaları canlandırdı. Şah
Veliyullah, Muhammed Abduh, Muhammed İkbal, Ziya Gökalp gibi birçok düşünürün
ve günümüz araştırmacıların klasik doktrindeki icma’ teorisine yeni bir bakış açısıyla
tarihi tecrübedekinden farklı bir işlev yükleme çabalarıda bu sürecin bir parçasını teşkil
eder.
Bu alandaki araştırmaları ile bilinen Ahmed Hasan’a göre Müslüman
toplumların tarihinde icma’, dini tecrübenin ve kültür mirasının korunmasında dikkate
değer bir rol oynamış, hukuk, akide ve ibadet sisteminin bütününde birlik ve insicamı
temin etmiş, toplumda diğer dinlerdeki paralel kurumlar gibi birleştirici bir güç olarak
hizmet vermiş, İslam tarihinde ümmetin çoğunluğunun görüşünün tedricen oluşması
suretiyle meseleleri çözmenin tabii bir süreci olmuş, fakat başlangıç merhalelerinde
ileriye dönük ve tekâmül olduğu halde geriye dönük bir şekil içinde teoriye
dökülmüştür. Yine ona göre, halk kesiminin dini olsun politik veya sosyal olsun toplum
işlerindeki bilinçliliği modern çağlarda hızla geliştiğinden âlimlerin toplumsal iradenin
temsilcisi olarak görülmesi ve klasik icma’ tanımı modern aklı tatmin etmemiş, Orta
çağlar’ın temel karakteristiği olarak tek kişiye bağlılık terine kamusal iradeye bağlılığa
bırakmıştır. Modernistlerin icma’ı bir reform aracı olarak kullanmak istemeleri veya
177
Amidi, a.g.e, c: I, s: 214
59
evrensel demokratik eğilimlerden etkilenerek kamuoyu, kamusal irade, toplumun
entelektüel seçkinlerinin görüşü ve Müslüman ülkelerin temsili meclislerinin yasama
faaliyeti gibi oluşumları icma-ı ümmetle açıklamaya çalışmaları da bundan kaynaklanır.
İcma’ sadece birleştirici ve koruyucu bir otorite olarak görüldüğünde böyle bir reformu
gerçekleştirmeye elverişli olmaktan çıkar. Ayrıca uzmanların ittifakı toplumsal irade
tarafından onaylanmadığı sürece geçici olma özelliğini korur178.
Çağımızda icma’a aktüel bir görev yüklemek isteyen yazarların büyük
çoğunluğu içtihat kapısının kapanmış sayılmasından, aslında ileriye dönük ve tekamüle
müsait bir karaktere sahip olan icma’ın geriye dönük ve katı şartlar taşıyan bir teori
içine hapsedilmesinden ve İslam tarihinde yönetimlere genellikle saltanat ve istibdat
anlayışının hâkim olmasından duyduğu rahatsızlığı dile getirip çağdaş demokrasi
örneklerinin İslami telakkiye olan yakınlığını göstermeye çalışmakta, sonuç olarak şura
ve icma’ kavramlarını özdeşleştirerek İslami şuranın canlandırılmasına ve ilk anlamıyla
icma’ın gerçekleştirilmesi için uygun metotların bulunmasına çağrı yapmaktadır179.
Muhammed Abduh ve onu takiben Reşid Rıza, birçok ilim adamı gibi icma’ın
“müçtehidlerin ittifakı” şeklinde tanımlanıp müçtehidlere tahsisini yanlış bulur. Ve
onun verimliliği için ülü’l-emr kavramına ağırlık verir. Ona göre icma’da asıl olan
ümmetin icma’ıdır; ümmetin bütün fertlerinin toplanması mümkün olmadığından onları
temsil edenlerin bir araya gelmesi ile maksat hâsıl olur. Ülü’l-emr, toplumsal alanın
çeşitli alt dallarında bilgi ve söz sahibi kimseler olup itaatin vacip olması usulde
belirtildiği üzere ismet sebebiyle değil maslahat sebebiyledir; maslahat ise zamana ve
şartlara göre değişir. Şartlar ve durumlar değiştiğinde geçmişteki icma’ ilga edilebilir.180
Günümüzde icma’a yeni bir bakış açısıyla misyon yüklemeye yönelik çaba ve
tartışmalar dikkatle izlendiğinde, icma’a has bir kurumsal işlerlik kazandırma
yönündeki tezler bir tarafa, büyük çoğunluğun bu kavramla yine İslam kültürünün
ürünü olan şura, içtihad ve örf kavramları arsında yakın paralellik kurduğu ve böyle bir
Ahmed Hassan, a.g.e, s: 156, İbrahim Kafi Dönmez, “İcma’ md. , Diyavet Vakfı İslam Ansıklopedisi,
c: 21, s: 427
179
İbrahim Kâfi Dönmez, a.g.e, c: 21, s: 427, Muhammed İkbal, İslamda Dini Düşüncenin Yeniden
Doğuşu, İstanbul/ 1984, s: 194–195–196
180
İbrahim Kâfi Dönmez, a.g.e, c: 21, s: 428
178
60
yaklaşımla çözüm üretmeye çalıştığı görülür. Bu sebeple işlevsellik ve mukayesesi
açısından bu üç kavramın ayrı ayrı ele alınmasına ihtiyaç vardır.
A.ŞURA VE İCMA
İcma’ı bir tür şura olarak görenlerin haklı kılabilecek hususlardan biri amaç
açısından ikisi arasındaki ortak kesittir. Zira her ikisi de toplumda birlik ve istikrarı
sağlama amacında kesişmektedir. Öte yandan sahabe dönemindeki birçok uygulamanın
izahında icma’ ve şura kavramlarının iç içeliği ve bunların daha çok icma’ olarak anılır
olması icma’ı şura ile açıklama eğilimini destekler görünmektedir. Ancak gerek ahlaki
ve beşeri bir davranış gerekse bir siyaset ilkesi olarak düşünülsün şura, ele alınan
meselenin etraflıca müzakere edilip farklı görüşlerin ortaya konmasına ve kamuoyu
oluşumuna imkân sağlayan usulün adı olup icma’da ki gibi bütün görüş sahiplerinin
aynı noktada birleşmesini sağlama hedefini taşımaz. Şura sonunda ortaya çıkan hâkim
kanaatin şurayı toplayan mercii bağlayıp bağlamayacağı hususunda farklı görüşler
bulunması bir yana bağlayıcı olduğunu savunanlara göre dahi şuranın sonuçlanması için
bütün katılımcıların aynı noktada birleşmiş olması şart olmadığı gibi yapılan tercihten
sonra da diğer görüş sahiplerinin görüşleri saygınlığını korumaya devam eder. Onlar
bakımından hâkim kanaatin bağlayıcılığı kendilerinin ikna edilmiş olmasından değil
yetkili merciin tercihte bulunmasından dolayısıyla kamu otoritesini itaatin temelindeki
düşünceden kaynaklanır.
İcma’ı asli hüviyeti dışına çıkaran çoğunluk görüşünü icma’ olarak niteleme
yaklaşımı bile bu iki kavram arasındaki temel farklılığı ortadan kaldırmaya yeterli
değildir. Kaldi ki icma’ı bağlayıcı kılan asıl özellik bütün görüş sahiplerinin bir noktada
birleşmiş olmasıdır. Konusu ve görüş belirtmeye yetkili katılımcıları açısından da icma’
ile şura arsında önemli farklılıklar vardır. İki kavram arsındaki öze ilişkin farklılık
ortadan kaldırılamayacağından konu ve katılımcılar hususunda icma’ teorisinin şura
anlayışına göre düzenlenmesinin bir anlamının olmayacağı açıktır.181
181
İbrahim Kâfi Dönmez, a.g.e, c: 21, s: 428
61
B. İCTİHAD VE İCMA’
İcma’ın oluşmuş sayılması için fıkıh usulü eserlerinde ağır şartlar ileri
sürülmesini eleştirenler başta olmak üzere birçok yazar, bu eserlerde icma’ın teorik
plandaki tasvirine ağırlık veren anlatımdan etkilenerek icma’ı toplu içtihad olarak
nitelendirmektedir. Bu yaklaşımı benimseyen birçok araştırmacı, icma’ı zamanımızda
zihinleri kurcalayan dini meseleler için bir çözüm üretme müessesesi, hatta parçalanmış
İslam dünyasını birleştirecek bir kurtarıcı gibi görmekte, iletişim, ulaşım ve
koordinasyon imkânlarının arttığı günümüzde bu kurumun işler hale getirilmesinin
kolaylaştığı savunulmaktadır.
İcma’, mahiyeti ve pratik sonucu itibariyle bir içtihad türü değil içtihadın
sağlıklı biçimde işlemesine yardımcı bir ilke olarak görülmelidir. Zira ictihad ya
karşılaşılan fıkhi meseleyi doğrudan düzenleyen, fakat farklı biçimde anlaşılmaya
elverişli olan bir nassın bulunması veya bu meseleyi doğrudan düzenleyen nassın
bulunmaması halinde söz konusu olan ve işlev üstlenen bir faaliyettir. Her iki durumda
da ortaya konacak ictihadi görüşlerin aynı noktada buluşması muhtemel değildir.
Geriye, nassın farklı anlaşılmaya elverişli olup olmadığı ve nassın meseleyi doğrudan
düzenleyip düzenlemediğini belirlemek kalır ki bunuda içtihadın üstlenmesi beklenirse
kısır döngü içine girilmesi veya kesinlik taşıyan hiçbir dini hükmün bulunmadığının
kabulü kaçınılmaz hale gelir. İşte icma’ bu noktada devreye girmekte, Hz. Peygamberin
vefatından itibaren hiçbir din bilgininin farklı kanaat belirtmediği hususlar artık içtihadı
faaliyete ihtiyaç hissettirmeyen alanı oluşturmaktadır.
İcma’ı toplu ictihad olarak nitelemek, ancak bir dönemin müctehidlerinin bir
ictihadi görüşte kendiliklerinden birleşmesi şeklinde teorik planda mümkün olsa bile
onunda senedi re’y, maslahat vb. olacağından bağlayısı nakli icma’a nisbetle daha alt
seviyede kalacak ve pratik bir sonuca sahip bulunmayacaktır. İcma’ın şartları
incelenirken ortaya konan birçok görüş, icma’ı dayatma yoluyla sağlanan fikir birliği
olması endişesine bertaraf etmeyi hedeflerken bir taraftandan icma’ın kendiliğinden bir
fikir birliği olmasını zorunlu kılmaktadır.182
182
İbrahim Kâfi Dönmez, a.g.e, c: 21, s: 428
62
C.ÖRF VE İCMA’
Örfün tanımı ve teorisi göz önünde bulundurulduğunda icma’ ile örf arasında
bazı benzerliklerin tesbit edildiği gibi aralarında önemli farklar bulunduğu da görülür.
İcma’, bir makamın yazılı şekilde açıklanmış iradesine dayanmaması ve kesin bir
“olması gerekeni” göstermesi bakımından örf ve adet hukuk kurallarına benzerlik
gösterse de kesin olmayan bir olması gerekeni gösteren diğer örf normlarından ayrılır.
Öte yandan spontene bir biçimde oluşmaları açısından örf kuralları ile icma’ arasında
benzerlik kurulabilirse de icma’ bağlayıcılığını hatasızlık inancından alan bir fikir
birliğidir; örf ise sosyal hayatın kolaylıştırılması, toplunum düzeninin korunmasını
hedefleyen, toplumun geniş kesiminde kabul gören ve uyulması yönünde genel bir
inanç bulunan sosyal davranış kurallarıdır. Bütün bunların yanında icma’da temel unsur
icma’a katılanların aynı noktada birleşmiş olmaları iken örfte genel bir kabulun olması
yeterli olmaktadır.
Hanefi âlimlerinin eserlerinde genel örfle sukuti icma’ı iç içelik taşır bir
şekilde kullandıkları görülmektedir. Muhtemelen bu durum etkisiyle bazı düşünürler,
icma’ ile örf ve maşeri vicdan kavramlarını birleştirmeye çalışmışlardır. Hâlbuki örfte
söz konusu olan genel kabul ve inancın oluşmasının geniş zamana muhtaç olduğu
açıktır. Hanefilerin bu kullanım şekilleri incelendiği zaman bunlarda Hz. Peygamberin
zamanından beri hiçbir itirazla karşılaşmamış olma kaydından güç aldığı görülür.183
183
İbrahim Kâfi Dönmez, a.g.e, c: 21, s: 428
63
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
I. İCMA’IN FURU’ FIKHA YANSIMASI
İslam hukukunun kitap ve sünnetten sonra üçüncü delilin icma’ olduğunu
nazari bölümde görmüştük. Kitap ve sünnet’ten delil bulunmayan konularda icma’a
üçüncü derecede yer verilmektedir. Fakat furu’ fıkha dair yazılmış olan esreler
incelendiği zaman icma’ delilinin iki kısma ayrıldığı görülmektedir. İcma’ ile hükmü
verilmiş olan bir takım meseleler bütün mezheblerde aynı şekilde kabul görmüşken bir
takım meselelerde ise sadece mezheb içi bir icma’ olarak karşımıza çıkmaktadır. Yani
icma’ın furu fıkha yansıması bir yönden genel diğer bir yönden de özel olmuştur. Biz
burada vereceğimiz örneklerde bu iki durumu gözetmeye çalışacağız.
Üzerinde İcma’ meydana gelmiş hükümleri bir araya getirme çalışmalarının
günümüze ulaşan örneklerinden ilki İbnü’l-Münzir en-Nisaburi’ye aittir. İbnü’l-Münzir
bu eserinde bir veya iki fakihin farklı görüşte olduğu durumlarıda icma’ kapsamı
64
içerisinde zikretmiştir.184 Fakat bu eser incelendiği zaman İbnü’l- Münzir bu eserinde
icma’ muhalif olarak hüküm veren âlimlerin isimlerini zikretmektedir. Bu uslubu onun
mezheb içi icma’a bir örnek teşkil etmektedir. İbnü’l-Münzir bu eserinde 765 meseleye
dair icma’ ile verilmiş olan hükümleri zikretmektedir.185
İcma’ları derleyen diğer bir eserde, İbn Hazm’a ait olup ibadetler ve
muamelatın yanı sıra akaidle ilgili icma’ edilmiş meseleleri de içermektedir. İbn Hazm
Meratibü’l-icma’ adlı bu eserinde sadece “el-icma’u’t-tam” diye nitelendirdiği ve
hakkında hiçbir ihtilaf bulunmayan meselelerin hükümlerine yer vermiştir; fakat İbn
Teymiyye Nakdü Meratibi’l-icma adını taşıyan risalesinde bu iddianın gerçeği
yansıtmadığını, hakkında farklı görüş bulunan durumların da icma’ olarak takdim
edildiğini ifade eder.186
İcma’ dair yazılmış olan eserler incelendiği zaman bu eserlerdeki icma’
sayısındaki farklılıklar, eser sahibi olan âlimlerimizin icma’ telakkilerinin farklı olması
vb. durumlardan dolayı icma’ iddialarının ihtıyatla karşılanması gerektiği sonucu ortaya
çıkmaktadır.
A.MEZHEB İÇİ İCMA’A DAİR ÖRNEKLER
1. Ebu Hanife’fe göre; sefihin harcamaları kısıtlanamaz. Böyle bir kısıtlamaya
gidilmesi batıldır. Çünkü hacr; lügatte engellemek demektir. Bu da iki türlü olur. Biri
israfa dalan kimsenin harcamalarının hacr altına alınması, diğeri borçlu kimsenin
malının, borcunun ödenmesi sebebi ile hacr altına alınmasıdır.
Sefihlik ise, nefsanî arzulara uyarak Şeriatın gereklerine aykırı davranmak,
aklın gösterdiği yolu terk etmektir. Esasen kişinin iyilik yapma, hayır yapma gibi
tasarruflarına müsamaha gösterilmesi bu işlerin mendup olması sebebiyledir. Ancak, bu
harcamaların sefihlik ve israf yolu ile yapılması şer’an ve örfen kötülenmiştir. Bu
sebeple sefihlikten dolayı harcama ehliyeti yok olmaz ve sefihlik aynı zamanda şer’i
İbrahim Kâfi Dönmez, a.g.e, c: 21, s: 430
İbrahim Kâfi Dönmez, a.g.e, c: 21, s: 430
186
İbrahim Kâfi Dönmez, a.g.e, c: 21, s: 430
184
185
65
işlerle ilgili hitapları düşürmesi yahut ikrar ettiği suçu gerektiren ifadenin geçerli kabul
edilmemesi bakımından özür sayılmaz. Fakat namaz ile oruca ve içkiye kıyas edilirse bu
düşünce gücünü kaybeder. Dolayısıyla Ebu Hanife’ye göre sefih bir kişi
tasarruflarından dolayı hacr altına alınamaz. Bu mesele kendisine sorulunca zıhar, katil
ve oruç kefaretleri ile ilgili ayetlerin umumi mana taşımalarını delil getirmiştir. Ona
göre bu, ayetlerde sefihler istisna edilmiyor.
Fakat İmam Ebu Yusuf ile İmam Muhammed’e göre; kendisini himaye etmek
ve gözetmek için sefih kimsenin harcamaları kısıtlanabilir. Bunların dayandıkları delil
sahabenin bu konudaki icma’ıdır. İmam Şafii’ye göre de sefih kişinin harcamalarını
kontrol etme k için hacr altına alınabilir187.
2. İddet içerisinde bir kimsenin baldızı ile evlenmesi haramdır. Boşanmış
kadının iddet müddeti bitmeden onun kız kardeşi ile evlenmenin haram olduğu
hususunda icma’ vaki’ olmuştur. Emevi hükümdarı Mervan konu ile ilgili olarak sahabe
ile müşaverede bulunmuş ve hepsi de böyle bir durumda iken evlenme vuku’ bulmuşsa,
evlilerin ayrılmaları gerektiğinde ittifak etmişlerdir. Ubeyde es-Selmani diyor ki;
“boşadığı hanımın iddet müddeti bitmeden bir kimsenin baldızı ile evlenmenin haram
olması ile öğleden önce kılınan dört rekât sünnete devam etmek hususunda ittifak
ettikleri gibi, Ashab için hiçbir meselede ittifak etmemiştir. Hanefi mezhebinde de bu
icma’ göre hüküm verilmiştir.188
3.Hanefi Mezhebine göre; namaz kılan kişi ayakta yahut ruku’da, yahut
secdede iken uyursa abdesti bozulmaz.
İmam Şafii aşağıda zikredilen Safvan b. Assal el-Muradi hadisine dayanarak
bu şekilde uyuyan kimsenin abdestinin bozulacağına hükmediyor. Şafii hadiste geçen
“uyku” ibaresinin delaletine dayanarak namazda uyku uyumanın abdesti bozacağına
hükmetmiştir.
187
188
Ahmed bin ebi Sehl Serahsi, el-Mebsut, Daru’l-Ma’rife, Mısır/ 1324 h. c: XXIV, s: 158.
Serahsi, a.g.e. c:IV, s: 202.
66
Fakat Hanefi mezhebi bu konuda icma’ dayanarak hükme varmıştır; hadisin
umumi hükmünden ancak oturarak uyku uyumayı istisna etmektedir, geride kalanları ise
kıyasın esası üzerinde bırakıyor.189
4. Hac veya umrede Safa ile Merve arsında sa’y etmek Hanefilerce vacip
olduğu için bu sa’yı terk etmek kurban kesmeyi gerektirir. Şafii’ye göre Safa ile Merve
arsında sa’y etmek rükün olduğu için terk edildiği takdirde hac geçerli olmaz. Hanefi
mezhebinin bu konuda dayandığı delil: “Kim Beytullah’ı hac eder yahut umre yaparsa
Safa ile Merve arasında tavaf etmesinde bir sakınca yoktur.190Bu ayeti kerime’de ki
‫ الجثاح‬sözünün zahirdeki manası bu işin vacip olmasını değil, mübah olmasını
gerektiriyor. Ancak, Hanefi mezhebi bu meselede icma’a dayanarak kelimenin zahiri
manası olan ibahayı terk edip vucup manasını almışlardır. Ayetin gerisi ise zahiri
manası üzerinde kalmıştır.191
5. Bir kimse başka birini, karısını boşamak üzere vekil edip “eğer dilersen,
istersen yahut murad edersen karımı boşa” tarzında eşanlamlı lafızlar söylese ve adam
da bu kimsenin karısını aynı mecliste boşamayıp kalksa ve orada ayrılsa vekâleti batıl
olur. Çünkü bu muamele, vekilin istemesine bırakılmıştır. Bu bırakılma işi ise o meclise
mahsustur. Bu mesele alış-verişte isteğe bağlı temlik gibidir. Alış-verişteki temlik
meclisten ayrıldıktan sonra geçerli olmadığı gibi bu mecliste de geçerli değildir. Burada
vekil muhayyer manasındadır. Ashab ise talakta muhayyer bırakılsa kadının o mecliste
bulunduğu müddet muhayyerlik hakkına sahip olduğu hususunda ittifak etmişlerdir.192
6. Hanefi mezhebine göre; namazda kıraat ilk iki rek’ata mahsustur. İlk iki
rekâtta Fatiha ve sure okunur, son iki rekâtta ise sadece Fatih okunur. Son iki rek’atta
Fatiha okunmayıp beklense yine namaz caizdir.
Hanefi mezhebinin bu meselede dayandığı esas Sahabenin icma’ıdır. Çünkü
Hz.Ebu Bekir, Hz.Peygamber (s.a.v.)’in sağlığında son iki rek’âtta hamd ve sena yolu
ile Bakara süresinin son iki ayetini okuduğunu, Hz. Ömer’in de akşamın bir rek’atında
189
Serahsi, a.g.e, c: I, s: 78
Bakara 2/158
191
Serahsi, a.g.e. c: IV, s: 50.
192
Serahsi, a.g.e. c: XIX, s: 128
190
67
sehven kıraati terk ederek üçüncü rek’atta bunu cehri olarak kaza ettiği; Hz. Osman’ın,
yatsı namazının ilk iki rek’âtında kıraati terk edip son iki rekâtında aşikâre olarak bu
kıratı kaza ettiği; Hz.Ali ile İbn-i Mes’udun da bu namazlarda son iki rek’atta kıraat
yerine tesbih getirdikleri rivayet edilmiştir. Bir kimse Hz. Aişe’ye, farzların son iki
rek’atında Fatiha okumaktan sorunca: “Sena ciheti ile oku” cevabını vermiştir. İşte bu
şekilde dört halife ve Ashab’ın bu meselede icma’a varması Hanefi mezhebince yeterli
delil olrak kabul edilmiştir.193
7.İmam Malik, meyve ve sebzelerde zekât olmadığı görüşündedir. Buna,
Medinelilerin tatbikatını delil olarak gösterir ve Muvatta’da şöyle der: “Bize göre
kendisinde ihtilaf olmayan sünnet ve ilim ehlinden duyduğum; hiçbir meyvede zekât
olmamasıdır. Nar, şeftali, erik, incir, vb. meyvelerle bunlara benzemeyen diğer
meyvelerde zekât yoktur. Yonca ve sebzelerin hiçbirisinde zekât yoktur. Satıldığı
günden ve sahibi semenini teslim alındığından itibaren, üzerinde bir sene geçmedikçe
semen üzerinde de zekât yoktur.
İmam Şafii, İmam Ahmed, İmam Ebu Yusuf ve Muhammed bu görüştedir. Ebu
Hanife ise toprak mahsülü olan her türlü ürünün zekâta tabii olduğu görüşündedir.194
8. İmam Malik’e göre seferden namazı kazaya kalan kişi sefer bittikten sonra
onu üzerinde farz olduğu şekliyle kaza eder. Bu görüşe İmam Malik Medine ehlinin
icma’ı ile ulaştığını ifade etmektedir. Bu görüşe Hanefi alimleri de katılmışlardır. Fakat
Şafii ve Hanbelîlere göre ise seferde kazaya kalan namazın kazası hazarda kılındığı
şekliyle kılınır görüşündedirler.195
9. İmam Malike göre Hamile kadın kan gördüğü zaman namazını terk eder.
Çünkü hamile kadın da hayız görür. Bu konudaki delili Medine ehlinin icma’ıdır.
Hanefi ve Hanbelîlere göre hamile kadın hayız görmez. Hamilelik esnasında gördüğü
kan istihaze kanıdır. Bundan dolayı o namazı terk etmez.196
193
Serahsi, a.g.e, c: I, s: 18
Mustafa Said el-Hinn, Eseru’l İhtilafi fi’l Kavaidi’l Usuliyyetif fi İhtilafi’l Fukahai, Terc. Halil Ünal,
Rey yayıncılık, Kayseri 1993, s: 330.
195
Hinn, a.g.e, s: 331.
196
Hinn, a.g.e, s: 331.
194
68
10.İmam Malik’e göre imama uyan kimse, imamın arkasında cehri olmayan
namazlarda kendiside sessiz okur. Cehri namazlarda ise okumaz. O bu görüşüne
Medinelilerin icma’ını delil getirir. Şafii’ye göre ise, kıratı sesli olsun sessiz olsun her
namazda Fatihayı okumak imama uyan kimse üzerinde farzdır. Ebu Hanife’ye göre ise
imama uyan kimse hiçbir namazda kıraat yapmaz.197
11.İmam Malik Medine ehlinin icma’ına dayanarak kamet sözlerinin tek
olduğu görüşündedir. Şafii ve Hanbelîlerin tamamı da bu görüştedir. Hanefi âlimlerine
göre kamet sözleri çifttir.198
12. İmam Malike göre bekâr kızın babası, kızın iznini almaksızın
evlendirebilir. Onun bu konudaki delili Medine’deki uygulamadır. İmam Şafii ve
Ahmed de bu görüştedir. Ebu Hanife’ye göre, kızının onayını alması babaya vacipdir ve
nikâhın sahih olmasının şartıdır.199
13. İmam Malik hurma ve üzüm zekâtında tahmini caiz görmüştür. Tahmin,
hurma ağacında bulunan taze hurmadan ne kadar kuru hurma çıkacağını, üzüm
asmasındaki taze üzümden de ne kadar kuru üzüm çıkacağını takriben tespit etmekdir ki
sahibi yiyebilsin ve satabilsin. İmam Malikin bu konudaki delili de Medine ehlinin
İcmaıdır. İmam Malikin bu görüşüne İmam Şafii ve Ahmed b. Hanbel de katılmıştır.200
B.GENEL İCMA’A DAİR ÖRNEKLER
Bu bölümde İslam âlimlerinin tamamının üzerinde ittifak etmiş oldukları
meselelere dair örneklere yer vereceğiz.
1. Abdest ve gusül için su kullanmak kendisine zara veren bir kimsenin, abdest
ve gusül yerine teyemmüm etmesi konusunda İslam âlimleri ittifak etmişlerdir.201
197
Hinn, a.g.e, s: 335.
Hinn, a.g.e, s: 331.
199
Hinn, a.g.e, s: 334.
200
Hinn, a.g.e, s: 330.
201
Ahmed b. Said b. Hazm, Meratibü’l-İcma’, Daru’l Kütüb-ü İlmiye, Beyrut, s: 18
198
69
2. Bir kimse abdestin farzlarını veya teyemmümün farzlarını ister unutarak,
ister bilerek terk ederek namaz kılsa bu kimsenin kılmış olduğu namazın batıl olduğu
üzerinde İslam âlimleri ittifak etmişlerdir.202
3. İslam âlimleri taş ve yemek, deri, kemik cinsi olmayan her türlü temizleyici
malzeme ile temizliğin caiz olduğu konusunda ittifak etmişlerdir.203
4. İslam Âlimleri İçersinde ipek, ipek karışımı bulunmayan, ğasb yoluyla elde
edilmemiş olan her türlü elbise ile namaz kılına bileceği konusunda ittifak
etmişlerdir.204
5. Bir kimse imam rükûdan kalmış ve cemaate kalmış olduğu bir halde cemaate
uysa bu kişinin o rekâtı kaza etmesi gerektiği hususunda İslam âlimleri görüş birliği
içindedir.205
6. Bayram namazları, kusuf namazları, gece namazı ve teravih namazlarının
Müslümanlar için sünnet olduğu konusunda İslam âlimleri ittifak etmişlerdir.206
7. İslam toplumunda zimmî hüviyetinde yaşayan kimseye zekât malından
verilmeyeceği konusunda âlimler ittifak etmişlerdir.207
8. Mükateb olan bir kölenin malından, hür oluncaya kadar zekât alınmayacağı
konusunda İslam âlimleri ittifak etmişlerdir. 208
9. Ticaret için insanların tasarrufunda bulunan mallar zekâta tabii olduğu
konusunda İslam âlimleri ittifak etmişlerdir.209
10. Hasta olan bir kimsenin Ramazan ayında oruç tutmaya güc yetirebiliyorsa
bu kimsenin oruç tutabileceği ve güç yetiremiyorsa iftar edebileceği konusunda İslam
âlimleri ittifak etmişlerdir.210
İbn Hazm, a.g.e, s: 20
İbn Hazm, a.g.e, s: 20
204
İbn Hazm, a.g.e, s: 29
205
İbn Hazm, a.g.e, s: 25
206
İbn Hazm, a.g.e, s: 32
207
Muhammed b. İbrahim b.el-Münzir en-Neysaburi, İcma’, Daru’l-Davet, İskenderiye 1406 h. s: 46
208
Neysaburi, a.g.e, s: 44.
209
Neysaburi, a.g.e, s: 45
202
203
70
11. Bir kimse namazın kasr edebilecek bir mesafede yolculuğa çıksa ve bu
yolculuk esnasında ramazan ayı girse bu kimsenin ramazan orucu için olan sefer
ruhsatından yararlanabileceği konusunda İslam âlimleri ittifak etmişlerdir.211
12. İtikâfta olan bir kimse, itikâfa girdiği yerden kendisine çıkmayı mubah
kılacak herhangi bir durum olmaksızın terk ederse bu kimsenin itikâfının batıl olacağı
konusunda İslam âlimleri ittifak etmişlerdir.212
13. İhramlı olan bir kimsenin, ihram süresi içinde kara hayvanlarını
avlayamayacağı konusunda İslam âlimleri ittifak etmişlerdir.213
14. Akıllı, ergenlik çağına gelmiş, hür, dininde adil olan ve malı en güzel bir
şekilde değerlendiren kimsenin hacir altına alınamayacağı konusunda İslam âlimleri
ittifak etmişlerdir.214
15. Bir kimse dinini terk için ikrah edilse, fakat bu kimsenin kalbi ikrah
sırasında iman üzerine olsa, bu kimsenin söylediği kelime-i küfürden dolayı sorumlu
olmayacağı konusunda İslam âlimleri ittifak etmişlerdir.215
16. Babanın dul olan kızının rızasını almaksızın, kızını evlendirmesinin caiz
olmadığı konusunda İslam âlimleri ittifak etmişlerdir. Bir kadın mehrini aldıktan sonra
evlenmiş olduğu eşini, kendisiyle cinsel ilişkiye girmekten menedemeyeceği konusunda
İslam âlimleri ittifak etmişlerdir216
17. Bir erkeğin denklik bakımından bir kadınla evlenebileceği konusunda İslam
âlimleri ittifak etmişlerdir.217
İbn Hazm, a.g.e, s: 40
İbn Hazm, a.g.e, s: 41
212
İbn Hazm, a.g.e, s: 41
213
İbn Hazm, a.g.e, s: 44
214
İbn Hazm, a.g.e, s: 59
215
İbn Hazm, a.g.e, s: 61
216
Neysaburi, a.g.e, s: 74
217
İbn Hazm, a.g.e, s: 64
210
211
71
18. Bir kadın farklı iki nikâh akdiyle, farklı kişilerle evlense ve bu kadınla
evlendiği kişilerden herhangi biri cinsel ilişkide bulunmadıysa, bu kadın ilk kiminle
evlendiyse o erkeğin eşi olacağı konusunda İslam âlimleri ittifak etmişlerdir.218
19. Bir suçlu zina, içki, kazf ve adam öldürme suçlarından dolayı, bu kişinin
katli konusunda İslam âlimleri ittifak etmişlerdir.219
20. Bir kimse karısını ric’i’ talakla boşasa, bu kadın için nafaka ve sükna
hakkının olduğu konusunda İslam âlimleri ittifak etmişlerdir.220
İbn Hazm, a.g.e, s: 61, 62
İbn Hazm, a.g.e, s: 129
220
İbn Hazm, a.g.e, s: 86
218
219
72
SONUÇ
Sözlük anlamı itibariyle azmetmek ve ittifak etmek anlamına gelen icma’
kelimesi, İslam Hukukunun bir terimi olarak, en çok kabul gören tarife göre “Hz.
Peygamberin vefatından sonra Müslüman müçtehitlerin, har hangi bir asırda şer’i bir
meselenin hükmü üzerinde ittifak etmeleridir.”
Hz. Peygamberin döneminde icma’ Rasulüllah (s.a.v.)’in yegâne teşri otoritesi
olması sebebiyle delil olarak kullanılmamış, ancak Müslümanların zihnine, icma’ fikri
iyice yerleştirilmiş, bunu sağlamak üzerede Müslümanlara iyi bir şura anlayışı ve
istişare ruhu kazandırılmıştır. Bu ruhla hareket eden sahabeler, icma’ı pratik olarak
uygulamış ve yeni meydana gelen meselelerin çözümünde icma’ müessesesini,
kendisinden beklenen işlevi göstermiştir. Sahabeden sonra ise icma’, sahabenin farklı
bölgelere dağılması, İslam coğrafyasının genişlemesi vb. gibi etkenlerden dolayı aynı
işlevi yürütememiş, yeni meydana gelen olaylara çözüm üretme müessesi sıfatıyla
bölgesel olarak gerçekleşmiştir.
İslam hukuk âlimlerinin çoğunluğuna göre icma’ın oluşması mümkündür.
Oluştuğu zaman da Müslümanların bağlayıcı kat’i bir delil olur. İlim adamları, İcma’ın
İslam Hukukunun kaynağı olduğunu ispat etmek üzere Kur’an’ı Kerim’den ve
Sünnetten birçok deliler göstermişlerdir. Bu deliller daha çok ümmet-i Muhammedin
birlik ve beraberliğe, ümmetin bir hata üzerinde birleşmeyeceğine işaret eden
delillerden oluşmaktadır.
İcma’ın mutlaka nastan veya içtihat türlerinden bir delile dayanması gerekir.
Buna icma’ın senedi veya müstenedi denir. Bu sened ayet ve hadislerden olabileceği
gibi, içtihat türlerinden biri de olabilir. Ancak senedi sadece ayet ve hadisler olarak
alırsak icma’ın fonksiyonu bu ayet ve hadislerdeki hükümlerin pekiştirilmesi olup
aktüel bir yönü olmamakta, sened içtihat türlerinden bir olursa icma’ın aktüel işlevi
gerçekleşmekte ve inşai bir delil olmaktadır.
Çağımızın haberleşme ve ulaşım imkânları, geçmişte icma’ın oluşabilmesi için
gösterilen engelleri büyük ölçüde problem olmaktan çıkarmıştır. Bu imkanlardan
yararlanarak gereken organize sağlanabildiği takdirde zamanımızda icma’ oluşabilir.
73
Ancak zamanımızda da icma’ın oluşabilmesinin önündeki en önemli engellerden biri
içtihat seviyesine ulaşmış yeterli ilim adamı yetiştirilememesidir. Bu problemin de
içtihat için zorunlu olan çeşitli ilim dallarında uzmanlaşmış ehil elemanlardan oluşacak
kurullarla aşılabilmesi mümkündür.
İslamın çok önem verdiği şura prensibinin hukuk sahasında işletilmesinin
pratik sonuçlarından biri olan icma’ delilinin, İslam hukukunun aktüel bir kaynağı
olarak fonksiyon icra edebilmesi için gerçekleşmesini imkânsız kılacak şartlardan
arındırılarak yeniden işlevsel hale getirilmelidir. Bu yolda yapılacak çalışmalar çoğu
zaman ideal hedef demek olan icma’ ile sonuçlanmasa bile Müslümanların
karşılaştıkları cevap bekleyen meseleleri çözebilecek ve belkide parçalanmış bir İslam
Dünyasını birleştirici unsurlardan olacaktır.
74
KAYNAKÇA
AMİDİ, Seyfüddin Ebi’l Hasan Ali b. Ali b. Muhammed, el-İhkam fi Usuli’l
Ahkâm Kahire, 1967, Daru’k-İttihadi’l-Arabî
BUHARİ, Abdülaziz b. Ahmed b. Muhammed, Keşfü’l-Esrar ala Usul’i
İmam-ı Pezdevi, Beyrut, 1994, Daru’l-Kitab
BİLMEN, Ömer Nasuhi, Hukuk-i İslamiyye ve İstilahat-ı Fıkhıyye Kamusu,
İstanbul, ty, Bilmen basım ve yayınevi,
CASSAS, Ebu-Bekir Ahmed b Ali Razi, Usulu’ı-Fıkh, Kuveyt,1994,
Mektebet-ü İrşad
CÜVEYNİ, Ebu’l-Meali Abdülmelik b. Abdullah b. Yusuf b. Muhammed, elBurhan fi Usuli’l-Fıkh, Şam,1999, Daru’l- Vefa, ,
DÖNMEZ, İbrahim Kâfi, , DİA, İstanbul,
EBU ZEHRA, Muhammed, İslamda Fıkhı Mezhebler Tarihi, trc: Abdülkadir
Şener İstanbul,1978, Ayyıldız Matbaası,
--------------İslam
hukuk
Metedolojisi,
terc.,
Abdülkadir
Şener,
Ankara,1997,Fecr yayınları
EBU DAVUD, Süleyman b. Eşas, Sünen-i Ebi Davud, İstanbul, 1992, Çağrı
Yayınları
GAZALİ, Ebu Hamid Muhammed b.Muhammed, el-Mustasfa min İlmi’l-Usul,
, Beyrut, 1997, Müessetü’r-Risale
HİNN, Mustafa Said, Eseru’l İhtilafi fi’l Kavaidi’l Usuliyyetif fi İhtilafi’l
Fukahai, Rey yayıncılık, Kayseri 1993,
HANBELÎ, Şakir, Usul-u fıkhı’l- İslami, Mekke, 2002, Mektebet-ü Mekkiyye
HUDARİ, Muhammed, Usulu’l-fıkh, , Kahire, 2003, Daru’l-Hadis
75
HALLAF, Abdülvehhab, Usulü’l-Fıkh, Kahire,1995, Daru’l-Fikr
--------------Hulasatü Tarihi’t-Teşri’il-İslami, Mısır, ty.
HASAN, Ahmed, İslam hukukunun Doğuşu ve Gelişimi, Terceme: Ali Hakan
Çavuşoğlu, Hüseyin Esen, İstandul,1999, İz yayıncılık
İBN HAZM, Ebu Muhammed Ali b. Ahmed b. Said b. Hazm, el-Muhalla bi’lAsar, Beyrut, 1997, Daru’l-Fikr,
-----------el-İhkam, , Beyrut ty, Daru’l- Kutüb-i ilmiye
-------------Meratibü’l-İcma’, , Beyrut, s: 18, Daru’l Kütüb-ü İlmiye
İBN MANZUR, Ebu’l-Fazl Cemalüddin Muhammed b. Mükerrem, Lisanü’lArab, Birinci Baskı, Kahire, 1119 h, Daru’l-Maarif
İBNU’L KAYYIM Muhammed bin Ebi Bekr el-Cevzi, İ’lamu’l-Muvakkıin an
Rabbi’l-Âlemin, Beyrut/1993, Daru’l-Kütübi’l-İlmiyye
İBN MACE, Ebi Abdillah Muhammed b. Zeyd, Sünen-i İbn Mace, İstanbul,
1992, Çağrı Yayınları
İBN TAYYİB, Ebi’l Hüseyin Muhammed bin Ali, el-Mu’temed fi Usulu’lFıkh, Beyrut, 2005, Daru’l- Kütibi- İlmiye,
İKBAL Muhammed, İslam’da Dini TefekkürünYeniden teşekkülü, trc. Sofi
Huri İstanbul,1999,Kırkambar Yayınları
İBN MÜNZİR, Muhammed b. İbrahim en-Neysaburi, İcma’, İskenderiye 1406
h., Daru’l-Davet
KARAMAN, Hayreddin, İslam Hukuk Tarihi, İrfan Matbaası, İstanbul /1979
------------------İslam Hukukunda İctihad, Ankara,1975, DİB
KELEŞ, Ekrem, İslam Hukukunun Kaynağı Olarak İcma’, Ankara Ünv,1994,
76
LUİS, Ma’luf, el-Müncid fi’l-Luğa, Beyrut, 1998, Daru’l-Meşrik
MAKDİSİ, Muhammed bin Muflih, Usulu’l Fıkh, Riyad/1999, Mektebet-ü
Ubeykan
RAZİ, Fahrüddin Muhammed b. Ömer b. Hüseyin, el-Mahsul fi İlmi’lUsulBeyrut,1997, Müesssetü’r-Risale
RIZA, Reşid ,Tefsirü’l-Menar, Kahire 1353,
SERAHSİ, Ahmed b. Ebi Sehl, el-Usul, Beyrut, 1973, Daru’l –Ma’rife,
-el-Mebsut, Mısır,1324 h, Daru’l-Ma’rife
ŞABAN, Zekiyyuddin, İslam Hukuk İlminin Esasları.tec. İbrahim Kafi
Dönmez Ankara,1990, T.D.V
ŞEVKANİ, Ebu Bekr MuhammedAli bin Muhammed, İrşadü’l-Fuhul, Kahire,
1998, Daru’s-Selam,
ŞİRAZİ Ebu İshak İbrahim, el-Luma’ fi Usuli’l-Fıkh, Beyrut,1998, Daru’lGarbi’l-İslami
ŞAFİİ, Muhammed bin İdris, el-Ümm, Mısır,1325.h. , Matbaatü’l- Kübra,
--------—er- Risale, Beyrut,1999, Daru’n-Nefais
TİRMİZİ, Ebu İsa Muahmmed b. İsa b. Sevra, Sünenü’t-Tirmizi, Birinci
Baskı, İstanbul,1992, Çağrı Yayınları
YAVUZ, Yunus Vehbi, İcma’ , İslam Hukuk Araştırmaları Dergisi, 2004,
ZEYDAN, Abdülkerim, el-Veciz fi Usuli’i Fıkh, Beyrut, 2000, Müessesetü’rRisale
----------İslam hukuk Metedolojisi, terc., Abdülkadir Şener, Ankara,1997,Fecr
yayınları
77
ZUHAYLİ, Vehbe, Usulu’l-fıkhı’l-İslami, Dımeşk,1986, Daru’l-Fikr
--------------Usulu’l-Fıkh, terc.Ahmed Efe ,Fıkıh Usul, İstanbul,1996 Risale
78
Download