Ekonomik Büyüme Neden Önemlidir? IMF Başkanı ChristineLagarde geçen seneden beri 2016 yılında büyümeye karşı risklere dikkat çekiyor. En son Alman gazetesi Handelsblatt’ta kaleme aldığı yazısında da aynı geçtiğimiz senenin sonunda belirttiği gibi global ekonomik büyümenin bu sene hayal kırıklığı yaratacağını söyledi. Büyümede ortavadeli görünümünbile bozulmaya uğradığına dikkat çekti. Bu düşüncesine sebep olarak ABD’deki faiz artırım patikasını, Çin’de görülen ekonomik yavaşlamayı öne sürüyor. IMF, 2016 yılı için küresel büyüme tahminini geçenlerde yüzde 3.6’dan yüzde 3.4’e çekti. Lagarde, tüm bunlara ek olarak dünya ticaretinde yavaşlayan seyir, hammadde (petrol vs.) fiyatlarında düşüşlerin gelişmekte olan ülkelerde finansal risk yarattığına değindi. Bu yazıda Lagarde’ın bu sözlerinin neden bu kadar önemli olduğunave finansal riske değineceğim. Büyüme rakamı neden bu kadar önemli? Lagarde yazısında ABD’de para politikasının normalleşmeye geçmesinin ve Çin’in iç tüketime bağlı büyüme modeline geçmesinin gerekli ve sağlıklı adımlar olduğunu belirtti. Ancak bunlar çok efektif bir şekilde ele alınmalı, gelişmekte olan ülkeler buralardan gelecek herhangi bir şoku kaldıramayabilir. Gelişmekte olan ülkelerde Fed faiz artırmaya devam ettikçe dolarla borçlanan şirketlerin borcu katlanırken, kendi ülkelerinin parasıyla elde ettikleri gelirler eriyecek.Lagarde’a göre bu risklerden korunmanın yolu iç tüketimi desteklemek, finansal istikrarı korumak ve reformları yapmak. Bunu Türkiye açısından ele alalım. Burada The Economist dergisi’nde bu hafta yayımlanan bir makaleye ( http://www.economist.com/news/special-report/21689871-under-recep-tayip-erdoganand-his-ak-party-turkey-has-become-richer-and-more-confident ) kulak vermek gerek. Makale çok önemli bir konuya değiniyor. Türkiye’de son yönetim altında Türkiye’nin zengin olduğu ve fakat üretimden yoksun hatta Lagarde’ınuyarısıyla paralel, kendine zarar verici, olduğuna değiniliyor. 2007’ye kadar görülen ekonomik büyümenin artık gerçekleşmediği, kişi başına düşen milli gelirin dört yıl önce vaat edildiği gibi yılda 25,000 dolar değil 10,000 dolarda takılı kaldığı gerçeğine değiniliyor. Enerji fiyatlarındaki düşüş sayesinde azalan bir cari açık ve fakat hala yabancı sermayeye bağımlı bir ekonomi son yıllarda yabancı sermayeyi çekmekte de zorlanacak. Keza makalede son yıllarda hükümetin gerekli reformları yapamadığına, katı istihdam ve vergi kurallarının ülke ekonomisinde büyük bir yük olduğuna değiniliyor. Yani Lagarde’ın bahsettiği risklere çok maruz bir ekonomi söz konusu olduğu belirtiliyor. Lagarde’a göre son konjonktürde hammadde ihraç eden ülkeler dışındakiler bütçelerini büyüme odaklı ayarlamalı, yani vergi ve enerji reformları yapılmalı ve harcama önceliklerini gözden geçirmeli. The Economist’te bu hafta yayımlanan bu makale Türkiye’nin bu görünümden çok uzakta olduğunu gözler önüne seriyor. Acaba Türkiye kendi kendine zarar verecek mi? The Economist’e göre hemen hemen herkes TCMB’ye yapılanlardan dolayı güven kaybına uğramış durumda ve tüm muhalif işletme sahiplerini zarara uğratan bir yönetim kendi kendine zarar verecek. Türkiye’nin en önemli ticaret partneri Avrupa ile güven sorunu çok büyüdü, Avrupa, Türkiye hükümetinin AB normlarına uymaktan çok Avrupa’dan mülteciler sayesinde koparabileceği imtiyazlara odaklandığını düşünüyor. Hâlbuki hatırlarsanız 2002 yılında AKP hükümeti başa geldiğinde AB normları o dönem hükümet için çok büyük önem taşıyordu. The Economist, Türkiye için ihracat tarafında bir darbenin de Rusya olduğuna değiniyor. Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası’na göre diplomatik kriz yüzünden ticaret tarafında Rusya’nın Türkiye’ye yaptırımları Türkiye’nin büyüme oranında yüzde 0.7 oranında düşüşe sebep olacak. Burada bu büyüme oranında yaşanabilecek düşüşlerin zarar verici etkisini finansal risk üzerinden anlatacağım. Büyümeyle borsa performansı arasında ciddi bir korelasyon vardır. Yatırımcıların gelişmekte olan ülkelerde büyüme oranını izlemesinin sebeplerinden biri de o bölgenin hisse senedi performansının bu büyüme oranını er ya da geç etkileyeceğini bilmelerinden kaynaklanır. Bunun arkasında arz talepli faktör olarak şöyle düşünebilirsiniz: ülkedeki büyüme oranı tek tek o ülkedeki şirketlerin kazançlarının da artmasına sebep olur, şirketin kazançları hisse senedi sahibi başına düşen kazancı artırır bu da hisse senedi fiyatında yükselişe sebep olur. Bazı akademik çalışmalar ise borsa performansıyla büyüme arasındaki ilişkinin negatif olduğunu söylüyor (Dimson (2002), Ritter (2005)). Yine bazı araştırma raporlarında 1958-2008 arasında sekiz gelişmekte olan ülke arasında yapılan çalışmada borsa performansıyla büyüme arasındaki ilişki negatif olarak tespit edilmiş. Yani vardıkları sonuca göre büyüme oranının artması borsa performansına ters etkide bulundu. Ancak bu sonuç dönemden döneme değişiyor, örneğin dönem olarak 1958-2007 dönemi ele alındığında bir anda hisse senedi performansıyla büyüme arasında pozitif bir korelasyon oluştuğunu görüyoruz. Aşağıdaki grafik Türkiye’nin çeyrekler itibariyle büyüme oranı ve aylık Borsa İstanbul endeks seviyelerinden oluşturuldu. Büyüme oranı 1999-2009 döneminde borsa performansını 6 ay – 1 yıl gecikmeli olarak pozitif yönde etkilerken, 2009 yılında büyüme oranında görülen düşüş (o yıllarda büyüme eksi rakam vermişti, 2009’da büyüme oranı yüzde 4.8 düştü) borsa endeksini sert bir şekilde anında düşürmüştü. Akabinde paralel ilerleyen borsa ve büyüme oranı (burada “paralel”den kastım gecikmesiz-arada dönem farkı olmadan)2013 yılı itibariyle ters korelasyon göstermeye başladı. Bu ters performans 2015 yılına kadar devam etti, 2015 yılından sonra ters korelasyon azalmaya başladıysa da hala devam ediyor. Grafik 1: Türkiye borsa 100 şirket endeksi ve büyüme oranı (1999-2015) 100000 90000 80000 15 % 10 70000 5 60000 0 50000 40000 -5 Borsa 30000 -10 Büyüme oranı 20000 10000 0 -15 -20 Riskler açısından incelediğimizde normal şartlar altında büyüme oranı borsa endeksini etkiliyor. Buna en büyük örneği 2009 yılından almalısınız. Bu açıdan Lagarde’ın söyledikleri önemli, büyümede yaşanabilecek sert şoklar anında finansal piyasalara yansır ve eğer sizin finansal piyasalarınız dışa bağımlı kırılgan bir durumdaysa ekonomik çöküş kaçınılmaz olur. Hükümetin orta vadeli programda bu sene için belirlediği yüzde 4.5 büyüme oranı beklentisi bizim için bu manada önemli. Orta vadeli program mali bütçe, merkezi yönetim bütçesi için hazırlanıyor. Burada öngörülen yüzde 4.5oranına göre harcamalar planlanıyor. Hâlbuki büyüme oranı Türkiye’de 2016 yılında bu kadar yüksek gelmeyebilir. ABD’de resesyon tartışmalarının olduğu, Çin büyümesinde yavaşlama emarelerinin görüldüğü, en önemli ticaret partnerimiz Avrupa Birliği’nde büyüme oranlarının iki yıldır sadece yüzde 0.4 oranında arttığı, Rusya ile uluslararası bazda yaşadığımız sorunun Rusya ile ticaretimizi etkilediği bir dönemde Türkiye için 2016 yılında yüzde 4.5 büyüme tahmini imkansız görünüyor. Bir kenara yazmakta yarar var.