TALCOTT PARSONS Parsons (1902-1979) 1940 ila 1960’lar arasında karmaşık olduğu kadar da büyük öneme sahip teorik sentez çalışmalarında bulunmuştur. Çalışmaları Merton (1949), Wrong (1961) ve en çok da çatışmacılardan Rex ve Dahrendorf tarafından eleştirilmiş olup, sosyal teorisyenler arasında en çok dikkat çekenler arasındadır. Kuramları ancak 1960’lardan sonra daha radikal teorisyenler tarafından aşılabilmiştir. Kariyerine Harvard Üniversitesi’nde başlayıp, 1920’lerde London School of Economics’deki bitirme tezi çalışmalarında ilk kez sosyal bilimlerle karşılaşmıştır. Ekonomi ve ekonomik hayatın sosyolojisi ile ilgilenen Parsons, doktora tezini Alman sosyal teorisinde “kapitalizm” kavramının incelenmesi üzerine yapmıştır. Ekonomik süreçlerin daha büyük sosyal yapıların ögeleri olduğu sonucuna varan Parsons, çalışmalarını Alfred Marshall, Vilfredo Pareto, Max Weber gibi yazarların çalışmalarını inceleyerek sürdürmüş, son olarak Durkheim’ın teorisinden etkilenmiştir. Durkheim’ın Parsons’ın çalışmalarındaki özel yeri, onun kültürel ve sembolik süreçler ve bu doğrultudaki değerler, semboller ve fikirler üzerindeki vurgusunun; Parsons’ın ekonomik süreçlerin sosyal bağlam ile iç içe geçişini ortaya koymasındaki etkisi sebebiyledir. Parsons Durkheim’ın Toplumsal İşbölümü (1893) adlı eserini ekonomik ve sosyal teori bağlamında bir anahtar metin olarak tanımlarken, Durkheim’ın eserinin Weber’in Protestan Etiği ve Kapitalizmin Ruhu (1904-5) eseri ile yakın bağlantılar içerisinde olduğunu fark etmiştir. Durkheim’ın eserindeki; dini ve kültürel değerlerin ekonomik ilişkilerle bağlantılı olduğu tezine karşılık, Weber’in eserinde, dinsel inançların ekonomik faaliyetler açısından etkileri ortaya konmaktadır. Parsons’ın Sosyal Eylemin Yapısı (1937) eserinin ana tezi Marshall, Pareto, Weber ve Durkheim’ın, birbirlerinden bağımsız olarak sosyal hayata benzer bir teorik yaklaşım geliştirmeleridir. Hobbes’un “düzen sorunu”-(the problem of order) nda olduğu gibi, doğa durumunda iken (natural state) bireylerin rasyonel yollarla gidermeye çalıştığı çıkar ve isteklerinin rekabet ve çatışmaya sebep olduğu, bu sebeple de iş birliği için sağlam bir zeminin oluşmadığı tezi, tüm bu yazarlar için söz konusudur. Hobbes’a göre böyle bir durumda, kendi çıkarlarına ters düştüğü takdirde bireyler işbirliğine gidecektir; ancak bunun için tüm bireylerin, diğerlerinin de aynısını yapacağından emin olması gerekmektedir. Hobbes, bireylerin bu tür bir güvenin oluşması için rasyonel temellere sahip olmadıklarını, diğerlerinin de bu sebeple kendi kısa dönemdeki menfaatlerinden vazgeçeceklerine inanmadıklarını belirtir. Parsons, Hobbes’un bu sebeplerle devleti bireylerin kişisel eylemlerini sınırlandıran ve sağlam bir sosyal düzen oluşturan bir dış güç olarak aldığını belirtir. Bu doğrultuda, baskının yahut baskı tehdidinin neticesinde, bireylerin rasyonel hesapları değişmektedir. Sosyal hayat veya sivil toplumun ekonomik alanında istikrarı siyasi bir gerçek olarak ele alan Hobbes’un bu açıklaması, Parsons’a göre düzen sorununun çözümü açısından, sosyal hayatın normatif özelliğini göz ardı etmesi sebebiyle, yetersizdir. Normlar, alturizm, zorunluluklar ve ödevler, toplumu yalnız siyasi ve ekonomik bir güç ilişkisi bağlamında değerlendiren Hobbes tarafından yok sayılmıştır.1 Parsons’ın akademik hayatını 3 döneme ayırmak gerekir; ilki daha çok Weber’den, özellikle de “toplumsal eylem” kavramından etkilendiği, bu doğrultuda Toplumsal Eylemin Yapısı adlı çalışmasını ortaya koyduğu; ikincisi daha çok Pareto’dan, özellikle de “toplumsal sistem” kavramından etkilendiği işlevselci kuramın oluşturulmasında katkısı olan toplumsal sistem çalışmasını ortaya koyduğu; sonuncusu tüm bu çalışmalarını birleştirdiği genel bir sistem ortaya koyduğu dönemler. Bu üç dönemin ilk ikisi daha çok iktisatçı Alfred Marshall, sosyolog-iktisatçı Max Weber, sosyolog-mühendis Wifredo Pareto ve sosyolog Durkheim’ın teorilerini sentezlemek üzerine kuruluyken, son dönem önceki çalışmalarının bütünleştirilmesi ya da sentezi olarak ifade edilebilir. Parsons’ın akademik yönteminin sentez üzerine kurulu olduğunu, Department of Social Relations adı altında sosyoloji, psikoloji, kültürel antropoloji bölümlerini dört işlev modeli kuramı doğrultusunda birleştirilmesi gerektiği iddiası ile ortaya koymamız yanlış olmaz. Dört toplum bilimcinin yazılarını eleştirel olarak çözümleyerek tek bir genel kuram oluşturmak amacındaki Parsons, amacını uygun bir genel teori oluşturmak olarak belirlemiştir. Genel teori bir grand teori olup analitik, sistematik, tam ve düzenlidir. Parsons’ın kitapları şunlardır; The Structure of Social Action (1937) 1 Sociological Theory, Scott,J., s.29-31 The social system (1951) Structure and process in modern society ( 1960) Sociological theory and modern society ( 1968) Polities and social structure ( 1969) GENEL KURAM Parsons farklı disiplinlerden hareket ederek bir sentez yaratmış, bu sentezi “yaşayan sistemler” olarak tanımlamıştır, bu yaşayan sistemlere özgü dört işlevsel zorunluluk olduğunu ifade etmiştir. Herhangi bir canlı sistemin yaşayabilmesi için içsel-dışsal eksen ve araçsalikmal ekseni doğrultusunda ifade ettiği işlevsel zorunluluklar vardır. Buna bağlı olarak, dört işlevsel zorunluluktan bahseder, AGIL şeması olarak ifade ettiğimiz, gizil kalıp koruması (latent pattern-maintenance), bütünleşme (integration), amaca ulaşma (goal-attainment) ve uyum (adaptation). Bu şemanın tüm yaşayan sistemler için geçerli olduğunu iddia etmiştir. Parsons’ın genel kuramında yaşayan sistemler birinci düzey sistemler, eylem sistemi ise anlamlı tüm insan davranışlarını açıklayan, yaşayan sistemlerin bir alt sistemidir. Parsons bununla birlikte dört alt sistemden bahseder, kültürel, toplumsal, kişilik, davranışsal organizma. Bunlar, bütünleşme kaynağı olan toplumsal sistem, amaca ulaşma gerekliliğini sağlayan kişilik sistemi, sistemin modelini devam ettiren kültürel sistem, uyumsal ihtiyacı gideren davranış sistemi. Parsons’a göre sosyolojik teori, dış dünyayı yeterince anlatan sınırlı sayıda önemli kavramı kullanmalıdır. Bu kavramlar somut fenomenleri değil, fenomenlerin içinden analitik olarak birbirinden ayrılabilen ögeleri karşılamaktadır. Bu nedenle teorinin içeriği, çeşitlilik ve karmaşıklıklarla dolu ampirik gerçeklikten soyutlanabilir kavramların gelişimidir. Bu kavramlar genel olarak kullanılabilir analitik ögelerdir. Bu nedenle kavramlar, fenomeni sosyal gerçekliği oluşturan karmaşık ilişkilerden soyutlar. Parsons’ın bu analitik realizmi, soyut kavramları sosyolojik analizde kullanma odaklıdır. Parsons bu kavramların doğrudan doğruya teorik ifadeler olarak değil; bir “genelleştirilmiş kavramlar sistemi” oluşturmak amacıyla kullanılmasını savunmuştur. “Gerçek dünya”nın önemli özelliklerini açıklamak amacıyla, kavramlar düzenlenerek bir bütün haline getirilmelidir. Dış dünyanın belirgin ve sistemsel özellikleri, ampirik detaylardan bağımsız birer kavram olarak düzenlenerek, analitik sistemlere dönüştürülmelidir. Parsons’ın, Max Weber’in “ideal tipleştirme” stratejisinden uyarladığı bu kategoriler sistemi, sosyal olayların önemli özelliklerinin ayrıntılı bir şekilde sınıflandırılması ve kategorizasyonunu yansıtır. Bu strateji Parsons’ın “eylemin istenççi kuramı”nda belirgin olarak ele alınmıştır. “Eylemin istenççi kuramı” faydacılık, pozitivizm ve idealizmin varsayımları ve kavramlarından oluşan bir sentezi simgeler. Klasik ekonomistlerin çalışmalarını inceleyen Parsons, faydacılığın aşırılığına işaret eder. Serbest ve rekabetçi piyasadaki kontrolsüz aktörler, başkalarıyla etkileşimlerinde rasyonel olarak faydalarını azami seviyeye çıkarma çabası içindedir. Parsons böyle bir formülizasyonun; kişilerin her daim rasyonel davranıp davranmadıkları, hepsinin gerçekten özgür ve kontrol edilmez halde olup olmadıkları gibi bazı önemli sorulara yol açtığını belirtir. Böyle kuralsız bir yapıda düzenin nasıl sağlanacağı sorusunun cevabını arar. Bu sorular, aktörler ve amaçları, aktörlerin alternatifler arasından seçim yapma kapasiteleri gibi konuları da beraberinde getirir. Bu mikro modelden hareketle, faydacı yaklaşımın sosyal teoriyi şekillendirebileceği sonucuna varır. Bununla birlikte, radikal pozitivistlerin iddia ettiği gibi sosyal dünyanın yalnız fiziksel olaylar arasındaki bir nedensonuç ilişkisi bağlamında ele alınabileceğine karşı çıkar. Böyle bir teori, insan aklının karmaşık sembolik fonksiyonlarını göz ardı etmektedir. Gözlenebilir neden-sonuç ilişkilerine yapılan bu aşırı vurgu; grupların, grup üyelerinin nedensel ilişkilerine, bireylerin kendi fizyolojik süreçlerinin neden-sonuç ilişkilerine, tüm bu olguların fizikokimyasal ilişkilere indirgenmesiyle sonuçlanabilecek sınırsız bir indirgemeciliğe de sebep olabilir. Bu aşırı görüşlerine karşılık, radikal pozitivizm sosyal hayatın fiziksel değişkenlerine ve bu değişkenlerin sosyal organizasyonlar üzerindeki belirleyici etkisine de dikkat çekmektedir. Sonuç olarak, idealizmi değerlendiren Parsons, fikirlerin, süregelen sosyal hayattan alınmış olarak görülseler de hem bireysel hem de sosyal süreçleri belirlediğini görür. Bu birbirinden ilişkisiz görünen teorilerden yararlanan Parsons, tüm bu geleneklerden seçtiği kavramları birbirine bağlayarak istenççi eylem kuramını oluşturur. Başlangıçta işlevselci sosyal örgüt kuramını oluşturur ve voluntarizmi bireylerin subjektif bir karar alma süreci olarak değerlendirir. Bu voluntaristik eylemin başlıca ögeleri; 1) aktörler özgün bireylerdir. 2) aktörler kendi amaçlarının peşindedir. Goal seeking 3) Aktörler bu amaçlarına ulaşabilmek için alternatif araçlara sahiptir. 4) aktörler, amaç ve araçların seçimini etkileyebilen farklı şartlarla karşı karşıyadır (kendi biyolojik yahut kalıtımsal özelliklerinin yanı sıra, dış çevre ile ilgili olanlar gibi) 5) Aktörler aynı zamanda değerler ve normlarca da yönetilir. Bu değer ve normlar, bireylerin amaç ve araçlarını da belirler. 6) Eylem, araç ve amaçlarına dair öznel kararlar alan, her biri fikirler ve farklı koşullarla sınırlanmış aktörleri kapsar. Parsons’ın bir diğer önemli kavramı olan “unit act-birim eylem”; istenççi eylemin ögeleri olan aktörler, değerler, normlar, fikirler, dışsal faktörler ve amaçlar ile sosyal eylem sürecinde kullanılan araçlar arasındaki bu ilişkiyi ifade eder. Sosyolojik teorinin gelişiminde de ilk olarak, karmaşık süreçler ve yapıları meydana getiren birim yapının sistematik özelliklerinin açıklanması gerektiğini belirtir. Parsons birim eylemlerin birbirlerine nasıl bağlandığı ve bu bağın kavramsal olarak nasıl temsil edilebileceğini ise, diğer önemli eseri Sosyal Sistem’de açıklar. 2 DÖRT İŞLEV MODELİ Parsons Sosyal Sistem’den sonra Robert Bales ve Edward Shils ile beraber yayımladığı Working Papers in the Theory of Action’da, genel eylem teorisine hükmeden işlevsel zorunlulukları ortaya koyar. Parsons ve Neil Smelser’ın 1956’da yayımladığı Ekonomi ve Toplum’da ise, sistemin gerekliliklerini karşılayan yapıların işlevleri, eylem teorisinde kurumsallaştırılmıştır. Bu dönem boyunca eylem sistemleri dört önemli sorun ve ihtiyaçla karşı karşıyadır; uyum (A), amaca ulaşma (G), bütünleşme (I) ve gizil kalıp koruması (L), Uyum sağlama, gerekli kaynakları çevreden alma ve sisteme bunları paylaştırmadır. Amaca ulaşma, sistemdeki amaçlardan öncelikli olanları oluşturarak sistemdeki kaynakları bunlara ulaşabilmek amacıyla işletmektir. Bütünleşme, sistemdeki ögeler arasında sürdürülebilir karşılıklı ilişkiler sağlamaktır. Gizil kalıp koruması, iki ilgili problemi kapsar; örüntü sağlama ve kriz yönetimi. Örüntü sağlama, sosyal sistemdeki aktörlere uygun niteliklerin (güdüler, ihtiyaçlar, rol oynama, vs.) nasıl edindirileceğini konu alır. Kriz yönetimi ise aktörlerin içsel gerginliklerine yöneliktir. 2 The Structure of Sociological Theory, Turner,H.J.,S.39-41 Parsons’ın sistemi, varolan veya varolabilecek bir toplumun analizinin temel bileşenlerini sağlamayı amaçladığı için son derece soyuttur. Mevcut bir kurumu işlevlerine göre sınıflayabilmek ya da oluşacak kurumlar hakkında öngörüde bulunabilmek amacıyla, bir sosyal sistemde hangi temel işlevlerin gerçekleşmesi gerektiği sorusuna yönelmiş ve bu soruları şekildeki AGIL şeması ile cevaplandırmıştır. A G L I Araçsal Dışsal İçsel Amaçsal Şema oldukça soyut bir şekilde, iki dikotomik boyuttan (İçsel/Dışsal) ve (Araçsal/Amaçsal) oluşmaktadır. Sistemdeki her şey hem içsel veya dışsal, hem de araçsal veya amaçsal olarak işleyebilir. Bu iki boyutu çaprazlayarak Parsons’ın AGIL olarak adlandırdığı dört adet kutucuk elde ederiz. AGIL şeması sosyolojinin işlevsel alt sistemlerine uygulanarak daha iyi anlaşılabilir; Dışsal A Siyasa Ekonomi G Araçsal Amaçsal L Aile Din Eğitim Topluluk Yasa Normlar I İçsel L kutucuğunda kültürel örüntüleri üreten kurumlar ve bu kurumların bireylere eklemlenmesi (bu nedenle çocukları sosyalleştirme için aileyi de içeren) görülmektedir. I kutucuğunda sosyal bütünleşmeyi sağlayan kurumları, mevcut topluluk -herkesin birbiri ile olan kişisel bağlantıları- ve her üyenin uyması gereken kuralları oluşturan kanun ve normlar bulunmaktadır. Bu iki kutucuk da toplumdaki yalnız içsel ilişkileri konu aldığından, sistemin iç yapısını oluşturur. Bu kısımda, L (araçsal) kutucuğunda, temel kültürel örüntüler yer alırken, asıl bütünleşme I (amaçsal) kutusunda yer almaktadır. Dışsal alanda ise, ekonomi (A) araçsal olarak yer alır; sistem dış dünyadaki maddesel girdileri alarak ekonomi vasıtasıyla sistemin fiziksel ihtiyaçlarının hizmetine sunar. Son olarak, sistemin dışsal amaçları, fiziksel dünya ve diğer sistemlerle ilişki içindedir ve G (amaca ulaşma) olarak yer alır. Parsons bu şemaya “Genel Eylem Teorisi” adını verir; Harvard Üniversitesi’ndeki psikoloji, antropoloji ve sosyoloji bölümlerini tek bir Sosyal İlişkiler Bölümü altında bütünleştirme isteğine sahiptir. Bunun nedeni “eylem”in, bireyi (psikoloji); herhangi bir topluluğu (örneğin bir organizasyonu) veya tüm toplumu (sosyoloji) da içeren herhangi bir sistemde yer aldığını düşünmesidir. Parsons’ın dört işlev şeması soyutlamalar içeren analitik bir uygulamadır, deneysel bir çerçevede sınırlandırılmış değildir. Bu nedenle sosyal sistemin her bir kutucuğu da, kendi içerisinde alt şemalara bölünebilir. Örneğin ekonomi, kendi AGIL işlevlerine sahiptir; Dışsal A Araçsal L Yatırım Üretim ve Pazarlama Aile Din Eğitim Topluluk Yasa Normlar G Amaçsal I İçsel Prensipte kutular kendi içinde sonsuz alt sisteme bölünebilir. Parsons tüm bu dört işlevin gereğini; ideal bir sosyal hareketin ekonomik kaynaklarını ihmal ederse asla devamlı olamayacağı, ya da bir işyerinin çalışanları arasındaki sosyal bütünlüğü sağlayamadan ekonomik gelişimini devam ettiremeyeceğini belirterek açıklar. Bu nedenle herhangi bir sosyal organizasyon bu dört işlevi dikkate almak durumundadır.3 Tüm bu ihtiyaçlar Sosyal Sistem’de genel bütünleşme sorunları başlığı altında kapalı olarak ele alınmıştır. Parsons, sistemlerdeki ve sistemler arasındaki bütünleşmeden bahsederken, emniyet olanakları (uyum), paylaştırma ve amaç edinme (amaca ulaşma) ve sosyalizasyon ve sosyal kontrol (gizil kalıp koruması) sorunları belirgin haldedir. Bu nedenle “A-G-I-L” olarak kısaltılan dört işlevsel gereklilik açısından, Sosyal Sistem’de kapalı halde değinilen kavramlardan radikal bir ayrım söz konusu değildir. 3 Theoretical Sociology, Colins,R., s.57-60 A-G-I-L şemasında yapıların analizinden işlevlerin analizine ince bir değişim vardır. Yapılar bu dört gerekliliği karşılamak amacıyla işlevsel sonuçları bakımından değerlendirilmiştir. Özel yapılar arasındaki karşılıklı ilişki, bu kez her biri karşılanmak durumundaki bu dört gerekliliği nasıl etkiledikleri ekseninde incelenmiştir. Parsons’ın kavramsal şeması işleve yöneldikçe, sosyal sistemler bölümlere ayrılarak, her biri bir işlevsel gerekliliğe karşılık gelir. Bu doğrultuda, her alt sistem de kendi altında bu dört işlevsel bölüme ayrılabilir. Bu süreç “İşlevsel bölünme ( functional sectorization)” olarak tanımlanabilir. Şemanın kritik noktalarından biri de sistemler ve alt sistemler arasındaki karşılıklı değişimlerdir. A-G-I-L bölümleri arasındaki aktarımlar, bu aktarımların bileşenleri olan alt sistemler ve çevrelerindeki diğer sistemlerce de etkilenmektedir. Aslında belirli bir alt sistemin nasıl işlediğini anlamak, A-G-I-L gereklilikleri ve A-G-I-L in diğer sistemler ve alt sistemler ile ilişkilerinin ve aktarımlarının bilinmesini gerektirir. 1950’lerin sonuna doğru Parsons dört ayrı eylem sistemi olan kültür, sosyal kültür, kişilik ve davranışsal organizma arasındaki ilişkilere odaklanmıştır. Her bir sistemi kendi içinde bir bütün olan ayrı bir eylem sistemi halinde ele alarak, her birini dört işlevsel sorunu (A-G-I-L) çözmek amacıyla belirlemiştir. Bu kez inceleme odağı, bu dört eylem sistemi arasındaki girdi/çıktı bağlantısıdır. Davranışsal organizma uyum sorunlarının çözülmesi açısından en faal alt sistem olarak görülür; çünkü çevresel kaynaklar diğer eylem sistemlerine buradan sağlanır. Kişilik sistemi amaç belirleme ve karar alma süreçlerine dair sorunların çözümü açısından en önemlisidir, çünkü karar alma süreçlerine dair sorunların çözüm merkezidir. Kültürel sistemi oluşturan statü ve normlar ile kişilik sistemlerinin ihtiyaçlarının organize bir ağı olan sosyal sistem ise, genel eylem sisteminin başlıca bütünleyici alt sistemidir. Etkileşimin sembolik içeriğinin bir kaynağı olarak kültürel sistemler, aktörler arasındaki gerilimlerin çözümü ve sembolik kaynakların kurumsal örüntüleri (L) düzenli bir şekilde sağlayabilmesi için temeldirler. Parsons bu dört alt sistem arasında bilginin hiyerarşik kontrolüne değinir. Kültür sosyal sistemi bilgi yönünden sınırlarken, sosyal yapı kişilik sistemini bilgi yönünden yönetmekte, kişilik de organizma sistemini yönlendirmektedir. Örneğin kültürel değer yönelimleri, sosyal sistemdeki normların çeşitliliğini sınırlandırırken; bu normlar de kişilerin güdüleri ve karar alma süreçlerinde etkili olarak, kişilik sistemlerindeki süreçleri sınırlandırmakta ve kişilik sistemlerindeki bu nitelikler de organizmadaki biyokimyasal süreçleri sınırlandırmaktadır. Üst İşlev Sistem düzeyi Sistem düzeyleri arasındaki ilişkiler Gizil Kalıp Korunması Kültürel Sistem Bilginin kontrolü Bütünleşme Sosyal Sistem Amaca Ulaşma Kişilik Sistemi Uyum Organizma Sistemi Enerjik koşullar Diğer taraftan, bu hiyerarşideki her sistem de eylem için gerekli olan “enerjik şartları” kendisinden bir üstteki sistem için sağlamaktadır. Sonuç olarak da, eylem sistemleri arasındaki girdi/çıktı ilişkileri; sistemlerin birbirleri arasında bilgi ve enerji paylaşımı ile karşılıklı olarak sağlanır. 4 SOSYAL SİSTEM Parsons’a göre sistem, toplumdur. Toplum her zaman için düzene ve dengeye yönelir. Dönem dönem anomik durumlar meydana gelse de, sistem tekrar stabilize olacaktır. Sistem: • Parsons’a göre sistem aynı tip aksiyon içinde birleşmiş karşılıklı ilişki birimlerinin kümesidir. • Sistem, kendisini diğer sistemlerden ve çevresinden ayıran belli sınırlar yoluyla tanımlanabilir. • Sistem, öğeleri ve dış çevreden istenen görevleri yapmak ve karşılaştığı gerilimlerle uğraşmak için işlemler kümesine ve iç yapıya sahiptir. 4 The Structure of Sociological Theory, Turner, J.H., s.47-48 Parsons’a göre; fonksiyonalist yaklaşım açısından çok önemli olan sistemin özellikleri şunlardır: Sistemlerde bir çok alt sistemler vardır ve bu alt sistemin kendi aralarında ve sistemin bütünüyle ilişkileri mevcuttur. Sistemlerde parçaların karşılıklı iç bağımlılığı (interdependence) ve düzenliliği önemlidir. Sistemler kendi düzenliliğini devam ettirme (self-maintaining order) ve dengelerini koruma eğilimindedirler. Bütünleşme (integration) bir sistemin denge durumu için gerekli temel bir süreçtir. Sistemler kendi çevrelerinin sınırlarını korurlar. Sistemler statik olabilir. (Kızılçelik, 1994:138-139) Weber’in yaklaşımından hareketle Parsons, aktörlerin güdüler (ihtiyaçlar ve eyleme geçmek için hazır olma durumu) ile değerler (neyin uygun olduğu konusundaki yargılar) doğrultusunda yönlendirildiğini belirtir. Güdüler üç türdedir; 1) bilişsel (bilgi ihtiyacı) 2) cathetic (duygusal bağlılık ihtiyacı) 3) değerlendirme ihtiyacı. Aynı şekilde bunları karşılayan üç değer belirler; 1) bilişsel (objektif standartlara göre değerlendirme) 2) takdir (estetik standartlara göre değerlendirme 3) manevi (mutlak doğruluk ve yanlışlık ölçeğinde değerlendirme) Parsons bunları “modes of orientation” olarak tanımlar. Bir aktör için, güdüler ve değerler eylem türlerinin bileşimini ortaya çıkarır; 1) araçsal (açık amaçlara yönelik eylem) 2) ifadesel (duygusal tatmine yönelik eylem) 3) manevi (yanlış ve doğru standartlarına yönelik eylem). Aktörler hangi güdü veya değer orientationı daha ağır basıyorsa o doğrultuda hareket edecektir. Örneğin bilişsel güdüler yoğun olmakla beraber bilişsel değerler daha dikkat çekici ise, eylem belirli bir ifadesel/manevi içeriğe sahip olmakla beraber, öncelikli olarak araçsal olacaktır. Modes of orientationın güdüler ve değerlerden oluşan çeşitli kombinasyonları ve permütasyonları da, eylemin bu yönlerden birine kaymasıyla sonuçlanır. Sosyal Eylemin Yapısında anlatıldığı üzere, bu değer ve güdüler doğrultusunda çeşitli şekillerde yönlendirilmiş aktörler etkileşime girdiğinde, çeşitli etkileşim ve anlaşma kalıpları oluşturarak, bu modelleri “kurumsallaştırırlar”. Bu kurumsallaşmış kalıplar, Parsons’a göre “sosyal sistem” olarak kavramsallaştırılabilir. Statüler ve rollerin normatif organizasyonu, bu kavramsallaştırma açısından önemlidir; sosyolojinin esas konusu da statü, rol ve normların organizasyonudur. Statüler ve rollere sahip aktörlerin güdü ve değerleri bakımından yönlendirilmiş olmaları ve birbirleriyle etkileşimleri sebebiyle, eylemlerinin bu boyutunun sistematik terimlerle ifade edilmesi gerekir. Bu amaçla kültürel, sosyal ve kişilik sistemi olarak ifade ettiği üç adet “iç içe geçik eylem sistemi” tanımlar. Böylece eylem teorisinin amacı, kurumsallaşmış etkileşim tarzlarının (sosyal sistem) bir değerler, inançlar, normlar ve diğer düşünceler (kültürel sistem) ve güdülerin role playing yetileri ile (kişilik sistemi) sınırlandırılmasıdır. Daha sonrasında Parsons bunlara “davranışsal organizma”yı da eklemiştir. Sosyal sistemin analizi bu şekilde ilk olarak, toplumun sistemik niteliklerini her farklı boyutuyla kapsamak; ikinci olarak da kişilik, sosyal ve kültürel sistemler arasındaki eklemlenmeye dikkat çekmektir. Parsons kişilik sistemleri, kültürel değerler ve normatif gerekliliklerin kategorizasyonunu sağlayan pattern variables terimini ortaya koyar. İncelenen sisteme bağlı olarak kutupsal bölünmeler olarak adlandırdığı değişkenler; aktörlerin tercihleri, kültürel değerler ve statü rollerinin normatif gereklilikleri gibi sert kategorilendirmeler oluştururlar; 1) Duygusallık/Duygusal nötrlük (Affectivity vs affective neutrality): Etkileşim sürecindeki duygusal ifadenin derecesini ilgilendirir. 2) Bireysel yönelim/Kolektif yönelim(Self orientation vs collective orientation): Etkileşim halindeki yükümlülüklerin kapsamını belirtir. Yükümlülüklerin kısıtlı ve özel mi, yoksa geniş ve dağınık mı olduğu. 3) Evrensellik/Özgüllük (Universalism vs particularism): Etkileşimde bulunulanların değerlendirilmesi tüm aktörlere uygulanabilir mi ya da tüm aktörler aynı standartlara göre değerlendirilebilir mi? 4) Nitelik/Performans (Quality vs performance): Bir aktörün nasıl değerlendirileceği ile ilgilenir; performansla mı yoksa cinsiyet, yaş, ırk, ailevi durum gibi doğuştan gelen özelliklerle mi. Bir aktör diğerlerine, başarılar, yakıştırmalar gibi performansla ilgili olmayan özellikler dolayısıyla belli bir şekilde davranmalı mıdır. 5) Belirlilik (Sınırlılık)/Yaygınlık (Specifity vs diffuseness): Eylemin kişisel çıkar ya da bireysel amaçlarla mı belirlendiği, yoksa grup çıkarları ya da amaçları doğrultusunda mı gerçekleştirildiği. Örneğin bir müşteri-satıcı ilişkisi alım-satıma bağlı bir durum olarak çok sınırlıyken, sınırlı bir statüde bulunmayan aile ilişkileri yaygın bir ilişki örneğidir. Bununla birlikte Parsons, Sosyal Sistem’de bu kategoriler hakkında, sosyal sistemler ve kişilik sistemlerinin değerlerce sınırlandırıldığına eğilmiştir. Bu nedenle sosyal sistem ve kişilik sistemleri, kültürdeki değerlerin baskın özelliklerini yansıtırlar. Kültürel özelliklerin diğer eylem sistemleri üzerindeki etkileri hakkındaki bu kapalı duruşu, Parsons’ın daha sonraki çalışmalarında çok daha açık hale gelmiştir. 1951 yılında Parsons bu karmaşık kavramsal sistemi ve analitik yapıyı ortaya attığında, Sosyal Eylemin Yapısı’ndaki sorusuna geri dönerek, sosyal sistemlerin nasıl devam ettiğine, daha açıkça, kurumsallaşmış etkileşim örüntülerinin neden sürdüğüne değindi. Bu sorular da sistem gereklilikleri ve zorunlulukları konusunu ortaya çıkarır. Kişilik sistemleri ve kültürün sosyal sisteme nasıl eklemlendiği ve normatif bir tutarlılıkla en alt düzeyde bir bağlılığın, aktörlerce normlara uymak ve rollerini oynamak anlamında nasıl sağlandığı gibi ek kavramların detaylandırılmasıyla, bu konulara açıklık getirilmiştir. Kültürel Sistem Değerlerin sosyalizasyonla içselleştirilmesi a) Bir kaynak olarak fikirler b) Bir baskı aracı olarak fikirler Sosyal Sistem Kişilik Sistemi a) Sosyalizasyon Mekanizmaları b) Sosyal Kontrol Mekanizmaları Parsons, kişiliği sosyal sisteme eklemleyen iki mekanizma tanımlar; 1) sosyalizasyon mekanizmaları 2) sosyal kontrol mekanizmaları 1) Sosyalizasyon Mekanizmaları: Kültürel örüntülerin (değerler, inançlar, dil ve diğer sembollerin) kişilik sistemine eklemlenmesini sağlayan araçlardır. Bu süreçte aktörler güdülerini rollerinde biriktirmeye (böylelikle normlara uymaya) istekli hale getirilir ve bu amaçla rollerini oynayabilmeleri için gereken kişilerarası ve diğer nitelikleri edinirler. Sosyalizasyon mekanizmalarının başka bir işlevi de, kurallara uydurulma sürecine bağlı gerginlik ve çatışmayı dizginlemek amacıyla sabit ve güvenilir kişilerarası bağlar sağlamaktır. 2) Sosyal Kontrol Mekanizmaları: Gerilim ve sapkınlığı azaltabilmek için toplumdaki statü rollerinin düzenlenmesini içerir. Çok sayıda özel kontrol mekanizması vardır; a) Kurumsallaştırma: Rollerden beklentileri zaman ve mekana göre değişen beklentiler doğrultusunda, açık ve kesin hale getirir. b) Kişilerarası yaptırım ve jestler: Aktörlerin karşılıklı yaptırımlarına uymalarını nezaket çerçevesinde sağlar. c) Ritüeller: Aktörlerin, baskın kültürel örüntüleri desteklerken, karışıklığa sebebiyet verdiği kanıtlanan sembolik gerginlik kaynaklarını yansıttığı aktivitelerdir. d) Emniyet Subabı: Yaygın sapkın eğilimlerin zamana ve yere göre normal kurumsal örüntülerden ayrıştırılmaları amacıyla yapılanırlar. e) Bütünleştirme yapıları: Özellikle sapkın eğilimleri istenen hale getirmekle yükümlüdür. f) Sistemin bazı kesimlerine yönelik güç ve baskı kullanım kapasitesinin kurumsallaştırılması Bu iki mekanizma sosyal sistemlerin karşı karşıya olduğu en sürekli entegrasyon sorunlarını da ortaya koyar. Sosyal sistemlerin karşılaştığı bir diğer önemli sorun ise kültürel örüntülerin sosyal düzen ve dengeye nasıl katkıda bulunacağıdır. Parsons bunun iki şekilde sağlanacağını öngörür; 1) Kültürün, dil gibi bazı bileşenleri etkileşimin oluşabilmesi için temel kaynaklardır. Bu nedenle tüm aktörler için bu anlamda ortak kaynaklar sağlanarak, karşılıklı etkileşim kültür sayesinde mümkün hale getirilir. 2) Kültürün etkileşim üzerinde bir başka etkisi de kültürel örüntülerde yer alan fikirlerce (değerler, inançlar, ideoloji, vb.) uygulanır. Bu fikirler aktörler için ortak bakış açıları, kişisel ontolojiler veya W.I.Thomas’dan alıntıyla “durumun tanımlanması”nı sağlar. Bu ortak anlamlar etkileşimin sorunsuz ve minimum aksama ile sürdürülmesini sağlar. Parsons sosyalizasyon mekanizmalarının ve sosyal kontrolün her zaman başarılı olmadığını, dolayısıyla sapma ve sosyal değişime ihmal verdiğinin farkındadır. Ancak Sosyal Sistem’de geliştirilen kavramlar, ağırlıklı olarak uyumu sağlayan süreçler ve sosyal sistemler dengesini incelemektedir. 5 Parsons’ın, düzen ve denetim sorunları bağlamındaki ahlaki eylem ile araçsal eylemin yarattığı çelişkilere sahip olmasının sebebi, Avrupa’nın tüm sosyolojik geleneği ve kuramsal boyutundan yararlanmasına karşılık, esasında bir Amerikan sosyologu oluşudur. Düzen ve denetim sorunlarının toplumsal, siyasi, ahlaki ve dolayısıyla sosyolojik açıdan en temel olduğu bir toplumsal bağlamda ortaya çıkmış Amerikan sosyolojisi; iktisadi sömürü, şehircilik ve şirketçiliğin büyümesi, 19. yüzyılın sonu ve 20. yüzyılın başında makine siyasetinin ortaya çıkmasına ve getirdikleri denetim sorunlarıyla karşı karşıyaydı. Tüm bu sorunlarla çevrili bir yapı içerisinde çalışmalarını sürdüren Parsons’ın düzen ve denetim sorunlarıyla ilgilenmesi kaçınılmaz bir sonuçtur.6 5 6 The Structure of Sociological Theory, Turner, J.H., s.41-45 Sosyolojik Çözümlemenin Tarihi, Bottomore,T.&Nisbet,R., s.583 KAYNAKÇA Bottomore,T.&Nisbet,R.(2006), Sosyolojik Çözümlemenin Tarihi, Kırmızı Yayınları, İstanbul. Colins,R. (1988), Theoretical Sociology, Harcourt Brace Jovanovich, San Diego. Poloma,M.M.(2007), Çağdaş Sosyoloji Kuramları, EOS Yayınevi, Ankara. Scott,J.(1995), Sociological Theory, Edward Edgar Publishing Ltd. Turner, J.H.( 2003), The Structure of Sociological Theory, Thomson Wadsworth Learning, Belmont, CA.