i T.C. MARMARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

advertisement
T.C.
MARMARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
İLKÖĞRETİM DİN KÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ ÖĞRETMENLİĞİ
ANABİLİM DALI
DİN EĞİTİMİ AÇISINDAN HİKMET KAVRAMI
Yüksek Lisans Tezi
ELİF BATMAN
İstanbul, 2016
i
T.C.
MARMARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
İLKÖĞRETİM DİN KÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ ÖĞRETMENLİĞİ
ANABİLİM DALI
DİN EĞİTİMİ AÇISINDAN HİKMET KAVRAMI
Yüksek Lisans Tezi
ELİF BATMAN
Danışman: PROF. DR. YURDAGÜL MEHMEDOĞLU
İstanbul, 2016
ii
i
GENEL BİLGİLER
İsim ve Soyadı
: Elif Batman
Anabilim Dalı
: İlköğretim Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Öğretmenliği
Tez Danışmanı
: Prof. Dr. Yurdagül Mehmedoğlu
Tez Türü ve Tarihi : Yüksek Lisans – Ocak 2016
Anahtar Kelimeler : Din Eğitimi, Hikmet, Ahmed Yesevî, Divan-ı Hikmet.
ÖZET
DİN EĞİTİMİ AÇISINDAN HİKMET KAVRAMI
Hikmet kavramı, İslam düşüncesinde en geniş anlamda yer tutan kavramlardan
biridir. Bu geniş alan içinde hikmetin farklı anlaşılma biçimlerini görmek mümkündür.
Ancak bütün hikmet anlayışları, eşyanın hakikatini bilmek ve bu bilmenin gereğine
uygun şekilde davranmak temeline dayanmaktadır. Böylesi bir bilme-eyleme birlikteliği
insanı kötülükten alıkoyup iyi olana yönelteceği için de, İslam düşüncesinde insanı
kötülükten alıkoyup iyi olana yönlendiren her şey, hikmetin geniş kapsamı içinde
düşünülmüştür.
Din eğitiminin felsefî arka planına bir katkı sağlamayı umduğumuz bu
çalışmada, hikmet kavramının din eğitimi açısından anlamı sorgulanmaktadır. Bu
sorgulamayı yapabilmek için İslam düşüncesinin hikmete dair mülahazalarından yola
çıkılmış ve Ahmed Yesevî’nin Divan-ı Hikmet adlı eseri, hikmeti okuyabileceğimiz bir
örnek olarak seçilmiştir. Bütün bu verilerden hareketle din eğitimi açısından hikmetin,
insanın kendisini ve hayatı sözle, ahlakla, düşünceyle ve hal ile anlaması olarak
yorumlanabileceği düşünülmektedir.
i
GENERAL KNOWLEDGE
Name and Surname
: Elif Batman
Field
:İlköğretim Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Öğretmenliği
Supervisor
: Prof. Dr. Yurdagül Mehmedoğlu
Degree Awarded and Date: Master – January 2016
Key Words
: Religious Education, Wisdom, Hikmah, Ahmed
Yassawî, Diwani Hikmet
ABSTRACT
THE CONCEPT OF WISDOM IN TERMS OF RELIGIOUS
EDUCATION
The concept of wisdom (hikmah) is one of the well-known issues in Islamic
philosophical thought. For this reason, it is possible to see different interpretations of
hikmah. Yet, all these interpretations depend on the law of the instrument and behave
according to this rule. Since this kind of attitude prevent people from misbehaving and
lead them to the good one, the thing which prevent people from misbehaving and lead
them to the good one in Islamic philosophy is thought according to the concept of
hikmah.
This study aims to contribute philosophical background of the religious
education, within this context the meaning of concept of hikmah in terms of religious
education is being inquired. In order to make this happen, the understanding of hikmah
in Islamic thought has been regarded as the starting point and Ahmed Yesevi’s
influential study ‘Diwanı Hikmet’ chosen as an example that we can deduce the
meaning of hikmah. Depending on all these data, in this study, the concept of hikmah is
thought as the human’s comprehension of himself and life through the word, moral
principles, thought and manner in terms of religious education.
ii
ÖNSÖZ
Bu çalışma, Din Eğitimi disiplinin felsefi bir arka plana ihtiyacı olduğu
düşüncesinden hareketle, hikmet kavramının bu arka planda nasıl bir yer edinebileceği
problemini ele almaktadır.
Bu çalışma, okumalarım kadar hayat tecrübelerimin de katkısıyla şekillendi.
Ve hikmet benim için tam olarak böyle bir bileşimdi; bilgi ve tecrübe. Okumalarımdan
ve yaşadıklarımdan çeşitli anlamalara ulaşmam, tek başıma yaşadığım bir serüven
değildi. Bu sebeple, alana bakışımı değiştirerek ufkumu genişleten, çalışmamın
başından sonuna kadar desteğini esirgemeyen kıymetli hocam Prof. Dr. Yurdagül
Mehmedoğlu Hanımefendi’ye teşekkür etmek istiyorum. Ayrıca, birçok konuda
fikirleriyle yolumu açan, desteklerini ve bana olan güvenlerini her zaman hissettiğim
hocalarım Prof. Dr. Halis Ayhan, Prof. Dr. Ahmet Koç, Prof. Dr. Mehmet Zeki Aydın
ve Prof. Dr. Mehmet Faruk Bayraktar Beyefendilere teşekkür etmeyi bir borç biliyorum.
Yine, sunduğu çalışma ortamı ve zengin kaynakları ile çalışmamda önemli bir yeri olan
İslam Araştırmaları Merkezi’ne teşekkürlerimi sunuyorum.
Her şeyin ötesinde, hayatımın her döneminde bana sonsuz bir güven hissi
verdikleri ve en büyük destekçim oldukları için aileme en içten teşekkürlerimi
sunuyorum. Ve başta Emine Yiğit Aras ve Fatma Karaismail olmak üzere, bütün
dostlarıma bu süreçteki maddi ve manevi destekleri için teşekkür ediyorum.
Elif Batman
İstanbul, 2016
iii
İÇİNDEKİLER
Sayfa No.
ÖZET ................................................................................................................................. i
ABSTRACT ..................................................................................................................... ii
ÖNSÖZ ............................................................................................................................ iii
KISALTMALAR ............................................................................................................. vi
GİRİŞ ................................................................................................................................ 1
BİRİNCİ BÖLÜM:
KAVRAMSAL VE KURAMSAL ÇERÇEVE
1.KAVRAMSAL VE KURAMSAL ÇERÇEVE ............................................................. 5
1.1. Din............................................................................................................ 5
1.2. Eğitim ..................................................................................................... 12
2.3. Din Eğitimi............................................................................................. 19
2.4. Hikmet.................................................................................................... 21
2.4.1. Etimolojisi ....................................................................................... 21
2.4.2. Tanımları ......................................................................................... 25
2.4.3. Hikmetle İlgili Kavramlar ............................................................... 32
2.4.3.1. Hak ve Hakikat .......................................................................... 32
2.4.3.2. Marifet ....................................................................................... 33
2.4.3.3. Adalet ve İtidal .......................................................................... 34
2.4.3.4.Hayır ........................................................................................... 36
2.4.4. İslam Düşüncesinde Hikmet Tasavvurları ...................................... 37
2.4.4.1. Klasik İlimler Tasnifinin Üst Kavramı Olarak Hikmet ............. 37
2.4.4.2. Ezeli hikmet............................................................................... 39
2.4.4.3. İşraki hikmet .............................................................................. 43
İKİNCİ BÖLÜM:
AHMET YESEVİ’NİN DİVÂN-I HİKMET’İNDE HİKMET KAVRAMI
2. AHMET YESEVİ’NİN DİVÂN-I HİKMET’İNDE HİKMET KAVRAMI .............. 48
iv
2.1. Ahmet Yesevî ve Divân-ı Hikmet.......................................................... 48
2.2. Divân-ı Hikmet’te Hikmet Kavramına Genel Bakış .............................. 52
2.3. Söz Olarak Hikmet ................................................................................. 55
2.4. Hâl ve Tutum Olarak Hikmet ................................................................ 58
2.5. Ahlakî Erdem Eylemleri Olarak Hikmet ............................................... 67
2.5.1. Talip Olmak: Hikmet’e Yöneliş ...................................................... 69
2.5.2. Hür Olmak: Bağlanarak ‘Ben’i Aşma Çabası ................................. 70
2.5.3. Mütevazı Olmak .............................................................................. 71
2.5.4. Adil Olmak ...................................................................................... 72
2.5.5 Sadık Olmak ..................................................................................... 73
2.6. Düşünce Olarak Hikmet ......................................................................... 75
2.6.1. Peygamber Düşüncesi ..................................................................... 75
2.6.2. Ölüm Düşüncesi .............................................................................. 78
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM:
DİN EĞİTİMİ VE HİKMET İLİŞKİSİ
3. DİN EĞİTİMİ VE HİKMET İLİŞKİSİ ...................................................................... 84
3.1 Din Eğitimi Açısından Hikmet Kavrayışı ............................................... 84
3.2 Divanı Hikmet’teki Hikmet Kavrayışının Din Eğitimine Yansımaları .. 92
SONUÇ ........................................................................................................................... 97
EKLER ......................................................................................................................... 100
EK 1: Dîvân-ı Hikmet, Cihangir Aşurov Kolleksiyonundan Örnek Nüsha 1 ........... 101
EK 2: Dîvân-ı Hikmet, Cihangir Aşurov Kolleksiyonundan Örnek Nüsha 2 ........... 102
KAYNAKÇA ............................................................................................................... 103
v
KISALTMALAR
A.Ü.İ.F.: Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
akt.: Aktaran
bkz.: Bakınız
C. : Cilt
Ç.Ü.İ.F.: Çukurova Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
çev.: Çeviren
D.E.Ü.: Dokuz Eylül Üniversitesi
DİA: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi
DİB: Diyanet İşleri Başkanlığı
ed.: Editör
hzl.: Hazırlayan
İFAV: Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları
nşr.: Neşreden
s.: Sayfa
TDV: Türkiye Diyanet Vakfı
thk.: Tahkik
tsh.: Tashih
TÜBA: Türkiye Bilimler Akademisi
y.y.: Yayın yılı yok
vi
GİRİŞ
Düşünce
tarihinde
eğitim,
nasıl
bir
insan
tasavvur
ediliyorsa
onu
gerçekleştirmenin aracı olarak görülmüştür. İlkçağlardan itibaren filozofların felsefî
düşüncelerine paralel olarak bir eğitim felsefesi ortaya koymaları, bu durumu
göstermektedir. Dolayısıyla eğitim, her zaman felsefî bir zemine dayanan bir kavram
olagelmiştir.
Eğitimin tarihi, insanın varlık sahnesine çıkışıyla başlatılabilecek kadar eskiye
dayanmakla birlikte, bir disiplin olarak teşekkül etmesi sosyal bilimlerin gün yüzüne
çıktığı 19. yüzyıla dayanmaktadır. Eğitimin ve ilahiyatın bir alt disiplini olan ve
dolayısıyla her ikisi ile de ilişki içinde bulunan din eğitimi ise, çok daha genç bir
disiplindir. Bu sebeple din eğitiminin kendi perspektifi, bu perspektife dayanarak ele
alınmış ve disipline mâl edilmiş kavramları, yani felsefî arka planı henüz tam olarak
teşekkül etmemiştir, denilebilr.
Din eğitimi disiplininin perspektifini belirleyen en önemli kavramlardan biri,
din kavramıdır. Bu nedenle din eğitimi açısından dinin nasıl tanımlanacağı konusu,
disiplinin öncelikli konularından biridir. Din eğitimi açısından dine dair şu açıklamalara
yer verilmiştir; “Din, insan-Allah ilişkisidir. Başka bir ifade ile insanın kayıtsız şartsız
var olan Mutlak Varlık’a yönelişi ve onun tarafından kuşatılışıdır. Dolayısıyla inanan
için din, hayatın kendisidir.”1
Din eğitimi disiplini için dini bu şekilde açıklamanın bir sonucu olarak; din
eğitimi hayatın bütünü ile ilgilenen çok boyutlu bir problem alanıdır. Din eğitimi, temel
konusu olan insanı, hayatın bütünlüğü içindeki yeri ile ele alır. Dolayısıyla, insanın
dünyasallığının getirdiği bütün kavrayışlar, din eğitiminin düşünsel zemininde konu
edilebilir. Bu kavrayışlardan insan-Allah ilişkisini okuma ve anlamlandırma imkanı
verenler, din eğitimi açısından öncelenmesi gereken kavrayışlardır.
Din eğitiminin düşünsel zemininin oluşturulması için bir kavramın ele alınıp
çalışılabilmesi, o kavrama disiplinin sorusunu sormakla mümkün olabilecektir. Din
1
Beyza Bilgin, Eğitim Bilimi ve Din Eğitimi, Ankara: Gün Yayıncılık, 2007, s.16.
eğitimi açısından bir kavram ele alındığında, kavrama hangi sorunun veya soruların
yöneltileceği hususu, perspektifin belirleyeceği bir husustur. Ve bu perspektif
zihinlerimizde yeterince netlik kazanmış değildir. Bir kavramı din eğitimi açısından ele
almayı hedefleyen bu çalışma, perspektifin netleşmesine de katkı sağlamayı
ummaktadır. Her ne kadar netleşmemiş bir perspektifle böyle bir çalışma yapmak güç
olsa da, bir disiplin açısından bir kavramı çalışmak, bu soruları ortaya çıkarmayı da
dayatmaktadır.
Bu
nedenle
kavram
çalışmalarının,
disiplinin
perspektifini
belirginleştirmeye katkı sağlaması umulmaktadır.
Din eğitimi, hayatın manasını aramaya çağıran ve bu arayışı canlı tutmayı
sağlayan bir disiplin olarak açıklanmaktadır. Din eğitiminin, insanın anlam arayışı ile
ilişkilendirilmiş olması, sözü edilen perspektifin belirleyicilerinden biri olarak
düşünülebilir. Zira insanın anlamlı bir hayat sürmesi, din eğitiminin gayesi olarak kabul
edildiğinde, hakkında gayret edilecek kavrama “insan için anlamı nedir?” sorusu
sorulabilir. İnsan-Allah ilişkisi bağlamında ele alınan bir kavramın insan için anlamını
sorgulayarak konu edilmesi ile, din eğitiminin düşünsel arka planına bir katkı sağlaması
mümkün olabilecektir.
Bütün bunlardan hareketle din eğitiminin perspektifi hakkında şunlar
söylenebilir: Din eğitimi, fıtratı gereği bir anlam arayışı içinde olan ve Mutlak Varlık’a
yönelerek hayatı ve kendini anlamlandıran insanı, insan-Allah ilişkisi bağlamında konu
edinmektedir. Dolayısıyla din eğitimi bu ilişkide meselelere insan açısından bakmakta
ve insana anlamlandırma imkanı sunan kavrayışları öncelemektedir.
Bu çalışmada konu edindiğimiz hikmet kavrayışı, sözü edilen perspektifte ele
alınmaya çalışılmış ve yine bu perspektifin belirginleştirilmesine de katkı sağlamayı
amaçlamıştır. Bu bağlamda, her bireyin kendine özgü bir tarzda yorumlayabileceği
hikmet kavrayışının insan için anlamı sorusunun izi sürülmeye çalışılmıştır. İnsanın
Allah ile ilişkisine dayanan ve günlük hayatındaki tecrübelerini bu ilişki üzerinden
anlamlandırma imkanı sunabilen bir kavrayış olması sebebiyle, din eğitiminin felsefî
arka planı bağlamında öncelikli konulardan biri olarak çalışılabileceği düşüncesiyle ele
alınmıştır.
2
İslam düşünce geleneğinde üzerinde çokça düşünülmüş, yazılmış, farklı
dönemlerde veya farklı disiplinlerce yeni anlam boyutları kazanmış olan hikmet
kavramını bir kez daha göz aydınlığımıza taşıma isteğiyle başlanan bu çalışma, şimdiye
kadar söylenmiş olanı bir kez daha tekrar etmenin ötesinde, din eğitimi disiplininin
bakış ufkunda, hikmet kavramının bugün bizim için nasıl bir anlama imkanı
sunabileceğini araştırma çabasıdır. Hakikat, adalet, ilim, hayır gibi kavramlarla sıkı bir
ilişki içinde olan hikmet kavramı, insanı hakikate taşıyan bir süreç olması ve bir anlama
biçimi, bir idrak tarzı olması açısından ele alınacaktır.
Çalışmada din, eğitim, din eğitimi kavramları, kavramsal çerçeveyi belirleyen
unsurlar olarak ele alınacaktır. İslam düşüncesinde oldukça geniş bir yer tutan hikmet
kavramı ise, bu çalışmada Ahmet Yesevî’nin Divân-ı Hikmet adlı eseri ile
sınırlandırılarak ele alınacaktır. Bu nedenle ilk bölümde İslam düşüncesinde hikmet
kavramına yer verilirken, detaylı bir sunuştan ziyade ana hatları ile bir anlatım yapmak
tercih edilecektir.
İkinci bölümde ise Ahmet Yesevî’nin Divân-ı Hikmet’inde hikmetin anlaşılma
biçimleri belli bir tasnife göre incelenecektir. Bu tasnife göre hikmet, söz, hâl, ahlak ve
düşünce başlıkları altında ele alınacaktır.
Üçüncü bölüme gelindiğinde, birinci ve ikinci bölümlerde elde edilen
verilerden hareketle din eğitiminin hikmet kavramı ile ilişkisi konu edilecek ve bütün bu
verilerin din eğitimi açısından nasıl yorumlanabileceği sorusunun cevabı aranacaktır.
3
BİRİNCİ BÖLÜM:
KAVRAMSAL VE KURAMSAL ÇERÇEVE
4
1.KAVRAMSAL VE KURAMSAL ÇERÇEVE
1.1. Din
İnsanın varlık sahnesine çıkışından itibaren din, insanın en temel
meselelerinden biri olarak kabul edilegelmiştir. Ve bugüne kadar dine dair yorumlar ve
onun kazandığı anlamlar oldukça çeşitlenmiştir. Bu anlam zenginliği içinde, din eğitimi
için, dinin hangi anlamlarının öncelenebileceği ve dolayısıyla da bu çalışmada dinin
hangi bağlamda ele alınacağı belirtilmeden önce, onun İslam düşüncesinde ve Batı
kültür çevrelerinde nasıl anlaşıldığından kısaca bahsetmek yerinde olacaktır.
Din kelimesinin lügatlerdeki karşılığına baktığımızda, Cevherî’de dinin yol,
âdet; ceza, mükafat ve itaat anlamlarını2, İsfehani’de ise yalnızca itaat ve ceza (karşılık)
anlamlarının3 kaydedildiği görülmektedir. Kelimenin kökeninin ise; Farsça, Yunanca,
İbranice, Sanskritçe gibi dillere dayandığı şeklinde farklı fikirler olmakla birlikte
Müslüman müellifler onun Arapça deyn kökünden isim ya da masdar olduğu
görüşündedir.4
Din kelimesi ilk defa Kur’an’da geçmemekte, çeşitli anlamlarda İslam öncesi
Arap toplumunda da kullanılmaktadır.5 Dolayısıyla Zebidî, Arap şiirinden örneklere
dayanarak dinin yirmiden fazla anlamını sıralamış, Mütercim Asım Efendi ise otuzu
aşkın anlamından söz etmiştir.6 Buna göre din kelimesi “ceza ve karşılık, İslam, örf ve
adet, daimi yağan yağmur, taat, zül ve inkıyâd, hastalık, kahr, galebe, istila, hesap,
hâkimiyet ve galibiyet, saltanat ve mülkiyet, hüküm ve ferman, makbul ibadet, millet,
şeriat, tevhid, vera ve takva, ikrah, hal, hizmet, ihsan, aziz olma, zelil olma, itaat ve
isyan, râm eylemek, zelil kılmak, ahlak, adet”7 gibi pek çok farklı anlama gelmektedir.
2
Ebû Nasr İsmail b. Hammad Cevheri, thk. Ahmed Abdülgafur Attar, es-Sıhah tacü’l-luga ve sıhahi’lArabiyye, Kahire: Matabiu Dârü’l-Kitabi’l-Arabi, 1377, c. 5, s. 2118.
3
Ebü’l-Kâsım Hüseyin b. Muhammed b. Mufaddal Ragıb el-İsfahani, Müfredat: Kur’an Kavramları
Sözlüğü, Yusuf Türker(çev.), İstanbul: Pınar Yayınları, 2007, s.565.
4
Günay Tümer, “Din”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), c. 9, Ankara: Türkiye
Diyanet Vakfı, 1994, s. 312.
5
Ömer Faruk Harman, “Kur’an-ı Kerim’de Din Kavramı”, Kuran ve Tefsir Araştırmaları I, İstanbul:
Ensar Neşriyat, 2000, s.73.
6
Tümer, 312.
7
Mütercim Asım Efendi, El-Okyanusu’l-Basit fi Tercemeti’l-Kamusi’l-Muhit: Kâmüsu’l-Muhit
Tercümesi, İstanbul: Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı Yayınları, 2014, c.6, s.5359.
5
Kur’an-ı Kerim ve hadis külliyatına dayanılarak İslami kaynaklarda, bir diğer
tasnifle din kavramının dört anlamda kullanıldığı ifade edilmektedir. Bu dört anlam
şöyle izah edilmektedir: Fatiha suresinde8 ve Nûr suresinde9 geçen din kelimesi “ceza
(karşılık), mükâfat, hüküm, hesap” anlamlarına gelmektedir.
Nahl sûresinin 52.
âyetinde geçen “ve lehü’d-dînü vâsıben” (din de daima O’nundur) ifadesinde ise din
“üstün gelme, hâkimiyet, zelil kılma, zorlama” anlamında kullanılmıştır. Bakara sûresi
132. ayette yer alan, “Allah sizin için din seçti” meâlindeki âyette geçen din ise “İtaat,
teslimiyet, hizmet, ibadet” anlamına örnek gösterilmektedir. Din kelimesinin Kur’an’da
kullanıldığı bir diğer anlam ise “âdet, yol, kanun, şeriat, millet, mezhep” anlamıdır. “Mâ
zâle zâlike dinî ve deydenî”(Benim mezhep ve meşrebim budur) ifadesinde geçen din
kelimesi bu gruba örnek olarak verilebilir. “Resûlullah kavminin dini üzerinde idi”
ifadesindeki din kelimesi ise âdet anlamında kullanılmıştır ki bu husus onun Hz.
İbrâhim’den kalma bazı âdetlere uyduğunu gösterir.10
Kur’an-ı Kerim’de din kelimesinin anlam alanına giren ve semantik alanını
tamamlayan birçok kelime vardır. Bunlardan bazıları millet, şeriat, ümmet, fıtrat gibi
somut ifadelerdir. Bu kelimeler birebir dinin karşılığı kabul edilmese de onun anlam
alanının bir kısmını dile getirmektedir. Millet, Arap dilinde gidilen yol anlamına
gelmektedir.11 Bu temel anlamdan hareketle insanın “yaşamında tuttuğu yol” anlamını
kazanmıştır. Burada millet ile kastedilen mutlak din değil, insanın dini benimseyip
yaşam haline getirmesidir. Şeriat kelimesi de millet gibi yol olarak açıklanmaktadır.
Şeriat, ilahi dinin kaynağını ve insanı o kaynağa bağlayan yolu ifade etmektedir ve
millet kavramından farklı olarak insan vurgusundan çok dinin kaynağının Allah olduğu
vurgusu vardır. Kısaca, şeriat Allah’ın insana yol göstermesi, millet ise insanın o yolu
benimsemesidir.12
Bir dinin etrafında toplanan insanlar anlamındaki ümmet, dinin toplumsal
boyutunu ifade etmektedir. Fıtrat ise ilk yaratılış anlamındadır ve insanın dış tesirlerden
etkilenmemiş tabiatı ile potansiyelini ifade eder. Bu nedenle insan için fıtrat, onun saf
8
Kur’an, Fatiha Suresi, Ayet 4.
Kur’an, Nur Suresi, Ayet 2.
10
Tümer, 314.
11
Ebü’l-Kâsım Cârullah Mahmûd b. Ömer b. Muhammed ez-Zemahşerî, Esasü’l-Belaga, Kahire: elHey'etü'l-Mısriyyetü'l-Âmme li’l-Kitâb, 1985, s.401.
12
İsmail Çalışkan, Kur’an’da Din Kavramı, 1.Basım, Ankara: Ankara Okulu Yayınları, 2002, s.85-103.
9
6
dini kabule yatkın olması imkanını taşımaktadır. Din ve fıtrat ilişkisi, fıtratın insan
varlığının özünü, dinin ise insanın varoluşunu anlattığı şeklinde yorumlanmaktadır.13
Kur’an-ı Kerim’de din olarak açıklanan bazı mecaz ifadeler de vardır. Bu
ifadeler ufkumuza zenginlik katmakta ve dini algılayışımızı etkilemektedir. “Allah’ın
insanlara uzattığı bir ip (hablullah)”14, dini tasvir etmekte ve insan-Allah arasındaki
bağın önemini vurgulamaktadır. O halde din, belli emir-yasaklara riayet ederek
yaşamanın yanı sıra, insanın Allah ile içsel bir bağ kurmasını da içinde barındırır.
Kavrayışımıza derinlik katan bir diğer Kurânî ifade ise “sıbğatullah” 15 (Allah’ın
boyası)dır ve Allah’ın dini olarak tefsir edilmiştir. “Allah’ın boyası” ile boyanmak,
Razi’nin yorumlaması ile “boyada olma hali”ni ifade eder ki bu yorum da anlam
dünyamızda dinin “hâl” olduğunu katması bakımından önemlidir.16
Bütün bu açıklamalardan sonra, İslam bilginlerinin din tanımlarını ele almak,
İslam düşünce geleneğinde dinin nasıl anlaşıldığını göstermesi bakımından gereklidir.
Kur’an-ı Kerim’de İslam dışındaki inanç sistemleri ifade edilirken de din kelimesi
kullanılmıştır. Ancak İslam bilginlerinin yaptığı din tariflerinin çoğunda “İslam dini”nin
kastedildiği görülmektedir. Dolayısıyla onlar kapsamlı din tanımları yerine hak din olan
İslam’ı tarif etmeye çalışmışlardır. Seyyid Şerif el-Cürcanî (ö.816/1413) dini şöyle tarif
etmektedir; “Din, akıl sahiplerini peygamberin bildirdiği gerçekleri benimsemeye
çağıran ilahi bir kanundur.” 17 Klasik kaynaklarda 18 bu minval üzere tarifler yer
almaktadır. M.Hamdi Yazır daha önce yapılan tarifleri de dikkate alarak şöyle bir tarif
yapar; “din, zevi’l-ukûlü hüsn-i ihtiyarıyla bizzat hayırlara sevk eden bir vaz-ı
ilahidir.”19 Yine Akseki de dini, Allah tarafından vaz’olunmuş bir kanun olarak açıklar.
“Din, insanlara saadet yollarını gösterir, onların saadete erişmelerine delalet eder,
13
Çalışkan, s.114-125.
Kur’an, Al-i İmran Suresi, Ayet 103.
15
Kur’an, Bakara Suresi, Ayet 138.
16
Fahruddin er-Razi, Tefsir-i Kebîr: Mefâtîhu’l-Gayb, Ahmet Hikmet Ünalmış(ed.), Suat Yıldırım ve
öte. (çev.), Ankara: Akçağ Yayınları, 1988, c.3, s.511.
17
Ebü’l-Hasan Seyyid Şerif Ali b. Muhammed b. Ali Cürcani, et-Ta’rifat, Beyrut: Dârü’l-Kütübi’lİlmiyye, 1983, s. 105.
18
Muhammed b. A’la b. Ali el-Faruki el-Hanefi Tehanevi, Keşşafu Istılahati’l-Fünun, Beyrut: Dâru
Sadır, c.2, s. 503.
19
Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, Zehraveyn Yayıncılık, t.y., c.1, s.92.
14
7
yaratılışlarındaki gaye ve hedefi, Allah’a ne suretle ibadet edileceğini bildirir. İnsanları
(kendi arzularıyla dini kabul eden akıl sahiplerini) hayrolan işlere sevkeder.”20
Öte yandan daha kapsamlı din tarifleri es-Sicistanî (ö.255/869), Cevzî
(ö.597/1201) ve Askerî’de (ö.400/1009’dan sonra) görülmektedir. Sicistanî dini,
“insanın İslam veya onun dışındakileri kendine din olarak benimsemesi” 21 olarak
açıklamaktadır. Askerî ise dini “müşriklerin dininde olduğu gibi şeriatı olmasa da
insanın gittiği ve kendisini Allah’a yaklaştırdığına inandığı yol”
22
şeklinde
tanımlamıştır. Cevzî’ye göre de din, “kalp ile bağlanılan şey”23, “insanın kendisi için
gerekli gördüğü ve bağlandığı (iltizam) şeydir.”24 Bu tariflerin hepsinde de din insanAllah münasebeti olarak görülmektedir.
Din kelimesi, hem uluhiyet hem de ubudiyet anlamlarını içermektedir. Bu
konuda Draz’ın açıklamaları dikkate değerdir. O, Arap dilinde din kelimesine verilen bu
anlamları, iki taraf arasında, bir tarafın emir ve hakimiyetine, diğer tarafın itaat ve
bağlılığına dayalı karşılıklı bir ilişki olarak açıklamaktadır. Ona göre din, iki taraftan
birisi için kullanıldığında bağlılık ve inkiyad, diğer taraf için emir ve hakimiyet
manasına gelmektedir. İki taraf arasındaki ortak ilişkiler için kullanıldığında ise, bu
ilişkileri düzenleyen prensip ve düstur anlamına gelir. Buradan din kelimesinin
“bağlılık” teması etrafında dönüp dolaştığı sonucuna varır. Bu çerçevede din, birinci
şekilde kullanılınca “bağlılığı zorlamak”, ikinci şekilde ise “bağlanmak”, üçüncü
şekilde ise “bağlanılan prensip” manalarını ifade etmektedir. 25
Din eğitimi disiplininin bakış açısında ise bir dine bağlanmanın ‘boyun eğiş’
anlamının tek anlam olmadığı, buna eklenen yaşantılama sürecinin de en az bu
bağlanma kadar önemli olduğunu vurgulamak gerekmektedir. Mehmedoğlu, bu konuyu
şöyle açıklar;
20
Ahmet Hamdi Akseki, İslam Dini: İtikat, İbadet ve Ahlak, 9.Baskı, Ankara: Diyanet İşleri
Başkanlığı(DİB) Yayınları, 1958, s.9.
21
Ebû Muhammed b. Uzeyz Sicistani, Garibü’l-Kur’ân, Muhammed Edib Abdülvahi Cemran, Dâru
Kuteybe(thk.), 1995, s.226.
22
Ebû Hilâl el-Askerî, Arab Dili’nde ve Kur’an’da Farklar Sözlüğü, 1.Baskı, İstanbul: İşaret
Yayınları, 2009, s.322
23
İbnu’l-Cevzî, Zâdu’l-Mesîr fî İlmi’t-Tefsîr, I, 267. Aktaran: Çalışkan s.37.
24
İbnu’l-Cevzî, Nuzhetu’l-E’yunu’Nevazir fî İlmi’l-Vucub ve’n-Nezair, M. Abdu’l-Kazım er-Radi
(thk.),Beyrut 1987, s.295. Aktaran: Çalışkan s.37.
25
M.Abdullah Draz, Din ve Allah İnancı, Bekir Karlığa (çev.), 1.Baskı, İstanbul: yayın yılı yok (y.y),
s.37.
8
“Verili bir varlık olan insan elbette bir yerlere, bir şeylere ve bir yaratıcıya
bağlanır. Ama bağlanma belki de bu noktadan sonra gerçekleşmek için bekleyen bir
başka boyuta da ihtiyaç duyar; bağlı olduğumuz her ne ise onun ilkelerini araştırma ve
anlama eylemi. Bu açıdan bakıldığında bağlanma tek taraflı bir itaat olarak
algılanmamalıdır. Çünkü bir dine sadece bağlanma, kayıtsız şartsız itaat olmaktan
ziyade, bizim benliğimizi bilen aşkın bir benlik ile ilişkiye girme, bir tasarruf ve oluş
sürecidir. Bu anlamıyla olup biten bir şey değildir.”26
Dine bu perspektiften baktığımızda, bu anlam zenginliği içinde onun ‘yol’
anlamı ve ‘hâl’ anlamının din eğitimi için öncelenebileceği görülmektedir. Zira din
eğitimi, insanın din ile kendini anlamlandırması, bir dönüşüm yaşamasını ifade
etmektedir. Anlamlandırma veya dönüşüm tecrübeleri ise bir sürece işaret etmektedir.
Bu bağlamda, insanın Yaratıcı ile ilişkisi çerçevesinde yolda olması ve bu yolculukta
halden hale geçmesini kendisine konu edinen din eğitimi ‘din’i bir kavram olarak ele
alırken, onun yol anlamını ve hâl anlamını bir ilişki içerisinde ima etmektedir.
Öte yandan din eğitimi açısından dini ele alabilmek için, Batı kültür
çevrelerindeki din tanımlarına da değinmek gerekmektedir. Din kelimesinin İngilizce
karşılığı olan “religion”, Latince “religio”dan türemiştir. Religio’ya etimolojik açıdan
bakıldığında çift anlam taşıdığı görülür; kişinin borçlu olduğu dış bir gücün varlığı ve
kişinin kendini o güce adama hissi anlamlarını barındırmaktadır. 27 Dinin bütün
tanımları, bahsedilen kök anlamı ile bir şekilde ilişkili olmakla birlikte, oldukça
farklılaşmış ve kategorize edilerek incelenmiştir. Batılı din bilimcileri dini özsel ve
işlevsel olmak üzere iki kategoride incelemek eğilimdedirler. Ancak bu tanımlar
teolojik, ahlaki, felsefi, psikolojik ve sosyolojik olarak da kategorize edilebilir.28 Bu
kategorizasyon, din tanımlarını inceleyebilmek ve üzerinde uzlaşılabilecek bir din
tanımına ulaşmanın imkanını tartışmak için yapılmıştır. Fakat birçok çalışmanın vardığı
sonuç, herkes tarafından kabul edilebilir bir din tanımına ulaşmanın mümkün olmadığı
26
Yurdagül Mehmedoğlu, Erişkin Bireyin Kendilik Bilinci, 1.Baskı, İstanbul: Rağbet Yayınları, 2001.
s.90.
27
Pars Tuğlacı, Okyanus: 20.yüzyıl Ansiklopedik Türkçe Sözlük, İstanbul: Pars Yayınları, 1971, c.1,
s.585.
28
James L. Cox, Kutsalı İfade Etmek, 1.Baskı, İstanbul: İz Yayıncılık, 2004, s.18.
9
yönündedir.
29
Çalışmamız açısından böylesi bir kategorize etme, batı kültür
çevrelerinde dinin algılanış biçimlerini göstermesi bakımından yararlı olabileceği
düşünülmektedir.
Dinin teolojik tanımlarında, insanın Tanrı ya da bir kısım tabiatüstü manevi
güçlerle ilişkisi vurgulanır. Dinin Tanrı’yla uygun bir ilişkiye işaret ettiğini söyleyen
Thomas Aqinas’ın din algısı bu bağlamda düşünülebilir. Yine 19. yüzyıl antropologu
E.B. Taylor’ın “din manevi varlıklara inançtır” tanımı ve 19. yüzyıl teologu W.Newton
Clark’ın “din Tanrı’nın insan ruhunda yaşamasıdır” tanımı, teolojik tanımları
örneklemektedir. Aynı kategoride düşünülebilecek olan Rudolf Otto’ya göre, “din hem
korkutucu hem cezbedici olan bir gizemdir.” Otto’nun bahsettiği korku, saygıyla karışık
bir korkudur ve o, bu düşüncesini şöyle açıklar; “Hakiki dinin farik alameti, şahsi bir
Tanrı mefhumu değil, insanın mehabetinden korkup aynı zamanda güzelliğine hayran
kaldığı mukaddes, akıl ile idrak edilemeyen, hepsinden farklı olan bir varlığın
mahiyetini duymasıdır.”30 O halde, teolojik tanımlarda dinin temel ölçütü, tabiatüstü
manevi bir güce olan inançtır.31
Ahlaki tanımlar; dini, inananların nasıl yaşamaları gerektiğini anlatması
yönüyle ele alır. Buna göre dindar olmak, ahlaklı olmayı gerektirir. İngiliz yazar
Matthew Arnold “din duyguyla karışık ahlaktır” derken beşerî duyguların inanılan dinin
ahlak anlayışına eşlik etmesinin gerekliliğini vurgulamaktadır. Hepimizin itaat etmesi
gereken ahlaki bir yasa olduğunu ileri süren Kant’a göre ise bu ahlakî yasanın Tanrı’dan
bir emir olarak algılanması, dinin kendisidir.32 Dolayısıyla Kant’a göre “din, bütün
görevlerimizi ilahi emirler olarak algılamamızdır.”33
Felsefi tanımlarda dinin, kozmik düzen ya da beşeri varoluşla ilişkili olarak
yorumlanan bir kavrama göre tasvir edildiği görülür. Örneğin, Alfred North Whitehead
için bu kavram, yalnızlıktır. Bir kimse hiç yalnız kalmamışsa, Whitehead’e göre o
kimse asla dindar olmamıştır. Bireyin kendi özünü ortaya çıkarma süreci olarak görülen
29
Cox, s.25.
Annemarie Schimmel, Dinler Tarihine Giriş, Ankara: Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
(A.Ü.İ.F.)Yayınları, 1955, s.9.
31
Cox, s.18-19.
32
Cox, s.20.
33
Immanuel Kant, Religion Within The Limits Of Reason Alone, (translated by.: Theodore M.Greene,
Hoyt H. Hudson), New York, 1960, s.142.
30
10
yalnızlık, asosyal
bir yaşam biçimine değil, bireyin kendi dinsel öz yapısını
sorgulamasına işaret eder. 34 Dolayısıyla “din, bireyin kendi ile başbaşa kaldığında
yaptığı şeydir.”35 Dini, “az veya çok karmaşık bir inançlar sistemine bağlanma”36 diye
tanımlayan Tillich’e göre ise, insanın dini boyutu bilincin asli bir özelliği, bilincin
yapısının vazgeçilmez bir unsurudur. İnsan, “nihai olarak ilgili” olması bakımından dini
varlıktır ve onun dini yönüne, Tillich “derinlik boyutu” (dimension of depth) der.
Derinlik boyutu ile kastedilen, insanın tinsel yaşamındaki nihaî, sonsuz ve şartsız bir
şeye işaret eden dini görünüştür.37
Dini obje karşısında insanın duygularını, hislerini ve psikolojik durumlarını
dinin ölçütü haline getiren tanımlamalar ise psikolojik tanımlardır. 38 Russell ve
Freud’un görüşleri, bu bağlamda ele alınabilir. “Dinin temeli korkudur, bilinmeyenin,
yenilmenin ve ölümün korkusu.”39 diyen Russell dini, bu korku halindeki insan için
sığınılacak bir yer olarak belirtir. Bununla birlikte o, dindar insanların korkak olduğunu
düşünür ve fakat korkaklığın hiçbir çeşidini saygıdeğer bulmadığını ifade eder.40 Dine
karşı olumsuz bir bakışa sahip olması noktasında Russell ile yakın görünen Freud’a
göre de din, “insanlığın evrensel saplantılı nevrozu”41 olacaktır. Dolayısıyla insanlığın
bu psikolojik rahatsızlığın üstesinden gelmeden sağlığına kavuşması mümkün
görünmemektedir. Freud’dan bir adım daha ileri gitmiş olan Jung ise ortak bilinçdışına
inerek dini anlamaya çalışmıştır.42 İnsandaki din duygusunun keşfi için bilinçaltına
inmek gerektiğini ve bunun da ancak rüyalarla mümkün olduğunu ileri süren Jung’a
göre din, olumlu ya da olumsuz, en yüksek ve en güçlü değerle kurulan bir ilişkidir.43
Sosyolojik tanımlar ise dini, kültürel normları şekillendiren bir grup bilinci ya
da genel olarak toplumun üretimi olarak ele alır. Marx din halkın afyonudur der çünkü
ona göre din, gücü elinde bulunduran kimseler için, bastırılan kalabalıklar kaderlerinden
34
Alfred N. Whitehead, Dinin Oluşumu, Mevlüt Albayrak (çev.), İstanbul: Alfa Yayınları, 2001, s.20.
Cox, s.21.
36
Paul Tillich, Din Felsefesi, Zeki Özcan (çev.), İstanbul: Alfa Yayınları, 2000, s.11.
37
Aliye Çınar, Varoluşçu Teoloji Paul Tillich’te Din ve Sembol, İstanbul: İz Yayıncılık, 2007, s.46.
38
Cox, s.22.
39
Bertrand Russell, Why I am not a Christian, Routedge Classics, London, 2005, s.18.
40
Fikri Gül, Bertrand Russell’da Bilim, Felsefe ve Din, Birinci Baskı, Ankara: Kültür Bakanlığı
Yayınları, 2002, s.140.
41
Sigmund Freud, Uygarlık Din ve Toplum, Ankara: Öteki Yayınevi, 1995, s.223.
42
Çalışkan, s.31.
43
Carl Gustav Jung, Din ve Psikoloji, (çev.: Cengiz Şişman), İstanbul 1993 s.119.
35
11
razı olsun diye kullanılan bir araçtır. 44 Dine karşı pragmatist bir tutum sergileyen
Durkheim ise dinin toplumsal değerlerin belirleyicisi olma ve onları muhafaza etme
işlevine dikkat çeker. Ona göre “din, kutsal şeylerle ilgili inançlar ve pratiklerden
oluşan tutarlı bir sistemdir. Bu inanç ve pratikler, onları kabul eden kimseleri kilise
denen manevi bir topluluk halinde bir araya getirir. Dolayısıyla din fikri, kilise fikrinden
ayrılamaz.”45
Yukarıda zikredilen sosyolojik ve psikolojik tanımlamalar, indirgemeci bir
yaklaşım sergilemeleri yönüyle eleştirilmiştir. Bütün dinleri kuşatıcı olması açısından
ele alındığında ise bahsi geçen tanımların hepsi eksik kalacaktır. Din eğitimi açısından
dinin nasıl tanımlanacağı problemine bilimsellik kaygısı ile yaklaşıldığında da yine,
herhangi bir dine işaret etmeyip din kavramına kapsamlı bir açıklama getiren
tanımlamalara ihtiyaç hissedilebilir.46 Fakat din eğitiminin bir imkanı olarak hikmeti
konu edinen bu çalışmada bilimsel bilginin sınırları içinde hareket etmek, tutarlı bir
tavır olarak kabul edilemez. Bu nedenle genel-geçer bir din tanımına ulaşma
kaygısından ziyade, eğitimin o olmaksızın düşünülemeyeceği “anlama”ya kapı açan din
tanımlarını öncelemek, bu çalışmanın problemleri ve istikameti ile daha uygun bir
görünüm arz edebilir. Dolayısıyla teolojik, ahlaki ve felsefi tanımlamalar, din
eğitiminde anlamı öne çıkaran bir bakış ufkuna katkı sağlayabilir.
1.2. Eğitim
Eğitim, insanın manevi, entelektüel, ahlaki, sosyal ve politik boyutlarıyla, bir
bütün olarak var oluşunu gerçekleştirme sürecidir. İnsanın yaşadığı bütün etkileşimler,
bu oluşun bir parçası olması sebebiyle eğitim olarak açıklanır. Dolayısıyla bütün bir
hayat, insan için bir eğitim sürecidir.
Eğitimin böylesi geniş bir kapsamı olmakla beraber, eğitim tanımlarında onun
üç temel işlevinden söz edilir. Buna göre eğitim, bireyin gelişim imkanı olmasının
yanında bir sosyalleşme aracıdır. Ayrıca kültürün nesilden nesile aktarılması da yine
44
Cox, s.24.
Emile Durkheim, The Elementary Forms of Religious Life, (translated by Karen E. Fields), The Free
Press, New York, 1995, s.44.
46
Bu konudaki tartışmanın detayları için bkz. Cemal Tosun, Din Eğitimi Bilimine Giriş, 2.Baskı,
Ankara: PegemA Yayıncılık, 2002, s.7-12.
45
12
eğitim yoluyla gerçekleşmektedir.47 Günlük dilde eğitimle kastedilen ise daha çok onun
eğitim kurumlarında gerçekleşen boyutudur. Bu çerçevede artık bireyden değil çocuk
veya gençten söz edilir ve eğitim; onların toplum yaşayışında yerlerini almak için
hazırlanırken, gerekli bilgi, beceri ve tutumlar elde etmelerine, kişiliklerini
geliştirmelerine yardım etme, geçmişin bilgi ve deneyimlerini düzenli bir biçimde
aktarma ya da kazandırma etkinliği olarak tanımlanır.48 Esasen ‘aktarma’, ‘kazandırma’
gibi işlevler öğretime aittir. Eğitimden söz edebilmek içinse, insanın kazandığı bu bilgi
donanımı ile bir dönüşüm gerçekleştirmesi gerekmektedir.
Eğitim ve öğretim, birbirini tamamlayan, ancak aynı anlama da gelmeyen
kelimelerdir. Öğretim, nazari erdemleri, eğitim ise ahlaki erdemleri ve sanatları
oluşturma yöntemidir. Öğretim konuşmakla, eğitim, kişilerde bu işleri yapma istek ve
iradesini hayata geçirmek, bunları alışkanlığa dönüştürmekle başlar.49 O halde, öğretim
kazandırılabilir, aktarılabilir ancak eğitim, kişinin kendi hayat serüveni içinde
gerçekleşebilir.
Eğitimin açıklanmasında sözlük anlamlarının yanı sıra, onun tarihsel süreçte
nasıl anlaşıldığı da önem arz etmektedir. Eğitim, düşüncenin tarihi seyri içerisinde;
düşünceyle birlikte şekillenen ve “düşüncenin yaşama aktarılmasının yolu”50 olarak
görülen bir kavram olagelmiştir. Düşünce ile bu yakın ilişkisinin bir sonucu olarak da
eğitim, tarih boyunca farklı şekillerde anlaşılmıştır. Dolayısıyla “eğitim nedir?” diye
sorduğumuzda alacağımız cevaplar oldukça çeşitlidir. Günümüzde, felsefi düşüncelerle
beslenmemiş, onlardan kaynaklanmamış eğitimi boş ve aldatmacalarla dolu bir faaliyet
olarak sayan görüşlerden, onu ideolojik vasıta olarak gören anlayışlara kadar, oldukça
farklı düşünce şekilleri bulunmaktadır. 51 Yine de bütün eğitim anlayışlarının ortak
paydası değişim ve dönüşüm hedefli olmalarıdır. Farklılıklar ise; bu dönüşümün hangi
boyutta ve hangi yolla gerçekleşeceği açısındandır ve bu noktada dayandığı düşünce
ayırt edici olmaktadır.
47
Ruşen Alaylıoğlu, Ferhan Oğuzkan, Ansiklopedik Eğitim Sözlüğü, İstanbul: Oğuzkan Arif Bolat
Kitabevi, 1968; Ahmet Cevizci, Eğitim Sözlüğü, 1. Baskı, İstanbul: Say Yayınları, 2010, s 46.
48
Türkiye Bilimler Akademisi (TÜBA), Türkçe Bilim Terimleri Sözlüğü Sosyal Bilimler, Birinci
Basım, Ankara: Türkiye Bilimler Akademisi, Kasım 2011, s. 390.
49
Bilgin, s.31.
50
Gülnihal Küken, Ortaçağda Eğitim Felsefesi, İstanbul: Alfa Yayınları, 2001, s.XV .
51
Necmettin Tozlu, Eğitim Felsefesi, İstanbul: Milli Eğitim Basımevi Yayınları, 1997, s.38
13
İlkçağlardan günümüze gelindikçe eğitime bakışın soyut ve felsefi biçim ve
içerikten daha somut siyasal/ideolojik bir çerçeveye kaydığı görülür. Eğitime ilk
sistematik yaklaşım, antikçağ filozofları ile başlamıştır. Antikçağ filozofları eğitimi,
daha çok bilinç, yeti, haz, zihin ve disiplin gibi kavramlar çerçevesinde ve köle
olmayanlar için ele almışlardır. Örneğin Platon’a göre eğitim, insanda gizli olarak
bulunan hakikatlerin bilince çıkarılması sürecidir. Eğitimin nihai amacı insanlara bilgi
aktarmaktan ziyade onların arzularını eğitmek veya gereği gibi sosyalleştirmektir.
Dolayısıyla Platon’da eğitim zihinsel ve ahlakî bir mesele olarak ele alınır.52
Aristoteles’in sisteminde eğitim sanatı siyaset biliminin bir parçasıdır ve bu
yüzden teorik değil, pratik bir bilimdir. Onun düalist varlık tasavvuru eğitim anlayışına
da yansımıştır.
İnsan ruhu iki katlı veya çift yönlü bir doğaya sahip olduğundan
eğitimin de çift yönlü bir amacı olacaktır. Öncelikle eğitim devletin refah ve
mutluluğunu yükseltme ihtimali olan işleri gerçekleştirecek bir kişiliği yoğurmayı
hedefler; ikinci olarak ruhu, pratik ihtiyaçlar giderildiğinde mümkün hale gelecek olan
serbest zamanı, doğru bir şekilde değerlendirmeye hazırlamayı hedefler. 53 Eğitimin
amacı, insanı insan yapan şeyi yani aklı alabildiğince geliştirmektir.54
Rousseau eğitimle insanın gerçek doğasına, hakiki özüne uygun bir gelişmeyi
amaçlayan bir süreci anlar. Ve onun insan tasarımı salt bir akıl varlığı da değildir. İnsan,
duyguları, yüreği ve aklıyla her bir parçası birbirinden etkilenen bütünsel bir organizma
olarak ele alınmalıdır. Dolayısıyla insanın özüne uygun bir gelişim, salt zihinsel bir
gelişim değildir. Gerçek bir eğitim, insanın yüreğini ve iradesini hayata geçirmesiyle
ahlaki sorumluluğu üstlenmesinden geçer. İnsan ancak böylesi bir eğitimle kendini
geçekleştirme yoluna girebilir.55
Rousseau
kendini
gerçekleştirme
ile
insanın,
doğasının
asli
potansiyellerine uygun olarak yaşamasını anlar ve eğitimi de bu amaca uygun bir
şekilde insanın kendi doğal gelişimini temin etmesi olarak yorumlar. Eğitim, insana
52
Fikret Başkaya (ed.), Özgür Üniversite Kavram Sözlüğü, 1. Baskı, Ankara: Maki Basın Yayın, Aralık
2005, s. 151.
53
John Burnet, Aristoteles Eğitim Üzerine, Ahmet Aydoğan (çev.), 1.Baskı, İstanbul: Say Yayınları,
2008, s.7.
54
Ahmet Cevizci, Eğitim Felsefesi, 2.Baskı, İstanbul: Say Yayınları, 2012, s.48.
55
Cevizci, Eğitim Felsefesi, s.95.
14
doğadan, insanlardan ya da nesnelerden gelir. İnsanın yeteneklerinin ve organlarının
gelişmesi doğanın eğitimidir, bu gelişmeden yararlanmanın öğretilmesi, insanların
eğitimidir. İnsanın kendisini etkileyen konular üstünde kendi deneyimlerinden gelen
kazanımları ise nesnelerden gelen eğitimdir. Ancak esas eğitim yani ahlakî eğitim,
insanın başkalarıyla olan ilişkilerinin farkına varmasıyla başlar. Beşeri ilişkilerle ilgili
sağlam bir kavrayışa erişten insan, ruhunun tutkularına bu ilişkilere göre bir düzen verir
ve bunun sonucunda bağımsız bir birey olabilir.56
Dewey’in eğitim düşüncesi deneyim kavramı çerçevesinde şekillenmiştir. Ona
göre eğitim deneyimin sürekli bir yeniden inşasıdır. O, hayata hazırlık olmaktan ziyade
hayatın kendisi olmak durumundadır. Dewey, dışarıdan ya da deneyimden bağımsız
olarak oluşturulup dikte edilecek bir ahlakı da kabul etmez. Eğitimin amacı, dünyanın
büyük bir hızla dönüşen yapısına, kültürün değişen koşullarına başarıyla uyum
sağlamaktır.57
Geleneksel eğitim kadar modern eğitim felsefelerinin de açmazları olduğunu
ileri süren Buber‘e göre gerçek eğitimin kaynağında öğretmenin öğrencisine hükmettiği
ben-o ilişkisi değil, insanlıkları bakımından eşit olan iki varlık arasındaki ben-sen
ilişkisi bulunur.58 Eğitimin amacı, çocuğun doğal yeteneklerinin, ilgi ve ihtiyaçlarının
keşfi ve geliştirilmesi değildir. Karşılıklı ilişki ve iştirakten doğan bir güçle çocuğun
kendine özgü varoluşunu gerçekleştirmesi, iç ve dış dünyasıyla birlik oluşturabilmesi,
kısaca çocuğun bir kişi olabilmesi, eğitimin asıl amacıdır. Bilginin kazanılması, yaratıcı
içgüdünün açığa çıkarılması, entelektüel yetinin geliştirilmesi, varoluşla ilişkilenmediği
sürece anlamsızdır. Dolayısıyla Buber, eğitimin salt entelektüel bir etkinlik veya doğal
güçlerin geliştirilmesi olarak görülmesine karşı çıkar.59
Eğitimi tamamen politik bir amaç olarak gören Freire ise, onun mevcut sosyal
ve politik düzeni koruyup yeniden üretmeye ya da dönüştürmeye yönelik olduğunu
savunur.60 Ona göre eğitim, hiçbir şekilde değerden bağımsız olamaz ve her eğitim
56
Cevizci, Eğitim Felsefesi, s.96, 103.
Cevizci, Eğitim Felsefesi, s.130
58
Cevizci, Eğitim Felsefesi, s.165.
59
Abdullatif Tüzer, “M. Buber’in Diyalog Felsefesi ve Eğitim Açısından Uzanımları”, Felsefe ve Sosyal
Bilimler Dergisi, Sayı.8, 2009 Güz, s.24.
60
Paulo Freire, Ezilenlerin Pedagojisi, 3. Basım, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 1998, s.28.
57
15
sisteminin, eğitimden geçen insanları belli şekillerde dönüştürme gibi bir etkisi vardır.
O halde eğitim, insanlara pratik hayatta işe yarayacak, yani kendilerini ve sosyal güçleri
tanımalarına imkan sağlayacak bilgiler vermek suretiyle sadece bireysel hayatı değil
sosyal hayatı da değiştirip dönüştürmek durumundadır.61
Bakışımızı İslam düşüncesinin eğitim anlayışına çevirdiğimizde ise onun talim,
terbiye, te’dip gibi kelimelerle ifade edilmiş olduğunu görürüz. Talim, bir şeyi gerçek
yönüyle kavramak, bir nesnenin şekli zihinde oluşmak anlamındaki ‘ilm’ kökünden
gelir ve bilgiyi öğretim, alıştırma vs. yoluyla aktarma ve alma sürecini tanımlar. 62 İyi
tutum, incelik, kibarlık anlamındaki edep kelimesinden türeyen te’dip ise “kişinin
eğilim ve davranışlarının bizzat kendi iradesiyle veya dış bir otoritenin etkisiyle kontrol
edilip yönlendirilmesi” olarak açıklanır.63 Bu bağlamda talim eğitimin bilgiyle ilgili,
te’dip ise davranışla ilgili anlamına vurgu yapar. Terbiye ise korumak, ıslah etmek
anlamındaki ‘rabv’ kökünden gelir ve bir şeyi derece derece geliştirerek kemaline
ulaştırmak olarak açıklanır.64 Terbiye, bireysel potansiyelin gelişip gerçekleşmesi ve
bireye bir bütünlük, tamlık ya da olgunluk haline varıncaya kadar rehberlik edilmesi
süreci olarak da tanımlanır.65
İslam eğitimi, ferde kendini tanıma yolunu göstermeyi gaye edinmiştir. Eğitim,
insanın kendi yeteneklerini tanımasına yardım etmiyorsa gereksizdir. Bununla birlikte,
fıtratı korumak, ferdin gizli kabiliyetlerini açığa çıkarıp bu kabiliyetlere yön vermek ve
insanı doğru istikamette tutmak, yine İslam eğitiminin gayelerindendir.66 Bu bağlamda
Zernûcî, eğitimin gayesini şu şekilde belirtmektedir; “Allah rızasına ulaşmak, ebedî
hayatı elde etmek, nefisten cehaleti gidermek, dünya ve ahiret hayatını ihya etmektir.”67
İslam eğitiminin üç temel kaynağı; Kur’an, sünnet ve geleneği devam ettiren
alimlerin düşünceleridir. Kur’an, düşünmeyi teşvik eden, bilenlerin Allah katında farklı
bir konumda olduğunu belirten ayetleriyle İslam eğitiminin en önemli hareket
61
Cevizci, Eğitim Felsefesi, 221.
İsfahani, s.1037-1038.
63
Cevheri, s.86.
64
İsfahani, s.587.
65
Cevizci, Eğitim Sözlüğü, s.284.
66
M.Faruk Bayraktar, İslam Eğitiminde Öğretmen Öğrenci Münasebetleri, 8.Baskı, İstanbul:
Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları(İFAV), 2010, s.20-21.
67
Burhanuddîn Zernûcî, Ta’limü’l-Müteallim, İstanbul, 1323, s.6.’dan aktaran: Bayraktar, s.20.
62
16
noktasıdır. Peygamber’in aynı bağlamdaki uygulamaları ve sözleri, bu hareketin veya
düşüncenin yönünü belirlemede önemli bir etkiye sahiptir. Gazali, Razi, Nasîrüddin
Tûsî, İbn Haldun ve İbn Miskeveyh gibi düşünürlerin de İslam eğitim düşüncesi ve
pratiğinin oluşmasında rolü büyüktür.68
Gazali’ye göre insanın eğitim imkanı iki türlüdür; insanî öğrenim ve Rabbanî
öğrenim. İnsanî öğrenimi de taallüm ve tefekkür kavramlarıyla açıklar. İnsanın dış
dünya ile kurduğu ilişki sonucu öğrenmelerini taallüm ile açıklarken, tefekkürü iç
dünyaya ait bir durum olarak ‘nefsin külli nefsten istifadesi’ şeklinde tanımlar. Ona göre
insan, daha önce öğrenmiş olduğu bir şeyden tefekkürle başka bir şey çıkarma imkanına
sahiptir ve eğitim de ancak, taallüm ve tefekkürün birlikteliğinde gerçekleşir. Rabbanî
öğrenim ise vahiy ve ilham ile gerçekleşir. Vahiy yoluyla elde edilen ilimde, küllî akıl
muallim, kudsî nefs öğrenci konumundadır ve öğrenme ya da tefekküre ihtiyaç olmadan
bütün suretler bu nefse nakşolunur. Böyle bir bilme, yalnız nebilere ve rasullere
mahsustur. İlham ise insan nefsinin yeterliliği ve istidadı nispetinde küllî nefs tarafından
uyarılmasıdır.69
Razi’ye göre eğitim, bir şeyi en mükemmel bir duruma getirip bırakmak
demektir. Kur’an’ın ve peygamberlerin gönderilmesinin amacı, eğitim yoluyla
insanlarda ahlaki davranışların meydana gelmesini sağlamaktır. Razi, bu amaçla insanın
öncelikle beden ve kalp eğitiminin tamamlanması gerektiğine işaret etmiştir. Bu eğitim
tamamlandığında, ahlakî kurallar bireyin benliğine kendiliğinden yerleşecektir ve
toplum içerisinde hoş görülen olumlu davranışları kendi içinden gelerek yapacaktır.
Razi’ye göre ahlak, bireyin iyi davranışlara kendi isteğiyle yönelmesi ve bunları
alışkanlık hâline getirmesidir. Razi, bireyin kendi kendine veya bir rehber aracılığıyla
gerçekleştireceği bu eğitim işinin olumlu sonuçlanmasıyla toplumun ahlakî açıdan
sağlam bir zemine oturacağını savunmuştur.70
Tûsî, İslam düşüncesinde aşina olduğumuz üzere, insanı bir bütün olarak ele
alır ve eğitimi ‘insanî nefsin olgunluğu” olarak ifade eder. İnsanî nefste teorik ve pratik
68
Cevizci, Eğitim Sözlüğü, s. 284.
İmam Gazali, Yol, Bilgi ve Varlık, (çev.) A.Cüneyd Köksal, 4.Baskı, İstanbul: Sufi Kitap, 2010, s.5662.
70
Aybala Hatun Makas, Fahreddin Razi’nin Tefsir-i Kebir İsimli Eserindeki Eğitim İle İlgili Görüşleri,
(Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Cumhuriyet Üniversitesi, SBE, 2008), s.20, 125, 126.
69
17
olmak üzere iki yeti olduğundan bahseden Tûsî, insanın olgunluğunu da iki açıdan ele
alır. Ona göre, teorik olgunluk insanı, bilgi sahibi olmaya yöneltir. Bu yönelim ile
varlıkların derecelerini ve hakikatlerin mahiyetlerini bilmek mümkün olur. Ancak insan
için asıl maksat mutlak hakikati idrak etmektir. İnsan düşünerek, araştırarak elde ettiği
bilgiyle bu idrak seviyesine ulaşmayı umar. Tûsi, pratik açıdan konuyu ele aldığında,
insanın kendi imkan ve faaliyetine nizam vermesinden bahseder. Ona göre teorik ve
pratik açıdan ahenkli olmadıkça, hayata geçirilmedikçe olgunluktan söz edilemez.71
İbn Haldun, eğitimi insan için psikolojik, sosyolojik ve ontolojik açıdan
zorunlu bir ihtiyaç olarak görür. Sosyal hayatın devamı, geçim temini ve kültürün
aktarılması için eğitim zorunlu bir olgudur. İnsanın düşünen bir varlık olması, onda
öğrenme ve anlamlandırma arzusunu canlı tutar ve insanı ilme yönlendirir. Vücudun
yiyecek ve gıdalar ile gelişmesi gibi, eğitim yoluyla da insan ruhu ve aklı gelişip
olgunlaşır. Eğitim, aklı daha keskin, düşünceyi daha parlak hale getirir ve insanın idrak
yeteneğini geliştirir. Aynı zamanda insan ruhu ilimler ve sanatlarda güzel melekeler
kazanarak olgunlaşır. İnsanın bilgi ve tecrübesinin artmasıyla ufku da genişler. Bireyin
yaşamında sürecin ve yaşantıların eğitici değerini vurgulayan İbn Haldun’a göre zaman,
bireyin gelişiminde rol oynayan bir öğretmendir.72
Fikri, dini ve pratik temellerini Kur’an, sünnet ve Müslüman alimlerin
düşüncelerinden alan İslam eğitiminin bireysel, toplumsal ve kültürel amaçları
birbirleriyle iç içedir ve birbiriyle tamamen örtüşür. Bunun nedeni, İslam eğitim
anlayışının diğer eğitim anlayışlarından farklı olarak, temelinde yer alan dindir. İslam,
hayatın her yönünü kuşatıyorsa, buna bağlı olarak eğitim düşüncesi de hayatın bütününü
ele almak durumundadır. Dolayısıyla eğitimle bireysel gelişmeyi temin etme veya
destekleme yanında, topluma ve toplumun yapısına, sosyal ve ahlaki kurallarına dair
kavrayışı geliştirme ve bilgiyi ve kültürel mirası koruyup aktarma amaçlanır. Burada
bireysel gelişme ile kastedilen bireyin manevi ve ahlaki boyutları da dahil olmak üzere,
bütün yönlerinin, hayatın hemen tüm alanlarında daha yüksek bir dini kavrayışa
götürecek şekilde dengeli gelişimidir. Bununla birlikte eğitim, salt bireysel bir mesele
71
Nasıreddin Tusi, Ahlak-ı Nasırı, A. Vahap Taştan- Habil Nazlıgül (Türkiye Türkçesi’ne Aktaranlar)
1. Baskı, Ankara: Fecr Yayınları, Aralık 2005, s.91.
72
Hacer Ev, İbn Haldun’un Eğitim Görüşü, (Yayınlanmamış Doktora Tezi, Dokuz Eylül Üniversitesi
SBE, 2007), s.23, 30.
18
olarak görülmez, onun sosyal boyutu en az bireysel gelişime katkıda bulunma amacı
kadar önemlidir. Çünkü bireysel gelişme ancak sosyal bir çevre içinde gerçekleşebilir.
Öte yandan eğitim, çok sayıda bireye hizmet vermek suretiyle toplumu belirleyen veya
onu her ne ise o yapan en önemli araçtır. Dolayısıyla İslami açıdan eğitim, bir toplumun
kültürel mirasıyla geleneksel değerlerini korumanın, aktarmanın ve yaymanın olduğu
kadar, değişme ve gelişmenin de en önemli aracı olmak durumundadır.73
Bütün bu açıklamalardan anlaşıldığı üzere; insan kendisini kuşatan hayatın
içinde ve bu hayatın imkanları dahilinde sürekli bir ‘bilme’ halindedir. Bilme, idrakin
yoruma dayalı süreçlerini ifade eder ve insan bu süreçte hâlden hâle geçerek bir
dönüşüm yaşamaktadır. Bu çalışmada da eğitim, hem bu sürecin hem de bu süreçte
yaşanan dönüşümün adı olarak düşünülmektedir.
2.3. Din Eğitimi
Din eğitimi; din ve eğitim kavramlarının anlam alanlarının bir buluşmasını
ifade eder. Ancak bahsedilen kavramlara dair farklı anlayışların olmasının bir sonucu
olarak, bu buluşmanın yorumları da farklılaşmaktadır. Öte yandan din ve eğitimin
anlamı üzerinde uzlaşılsa dahi, din eğitimini açıklarken bu iki kavramdan hangisinin
merkeze alınacağı da bir ayrışma noktasıdır. Bu noktada din eğitiminin ilahiyatın bir alt
disiplini mi yoksa eğitimin bir alt disiplini mi olduğu sorusu gündeme gelir.74 Bilgin,
“Din eğitimi teoride ilahiyatın bir yan disiplini olarak düşünülebileceği gibi, eğitimin
bir yan disiplini olarak da düşünülebilir. Ayrıca o, hayatın bütünü ile ilgilenen çok
boyutlu bir problem alanı olarak da düşünülebilir.” 75 diyerek bu konuda interdisipliner
bir yaklaşımı önermektedir.
Din eğitiminin bir disiplin olarak kendine özgü konusu, alanı, amacı, metotları
vardır ve bunların ortaya konması gerekmektedir.76 Bu bağlamda din eğitiminin başlıca
görevi kendi neliğini ortaya koyarak bir disiplin olarak varlığını ispat etmektir.
Dolayısıyla din eğitimi öncelikle, din eğitimi nedir, niçin vardır, ve nasıl vardır
73
Cevizci, Eğitim Sözlüğü, s.286.
Din eğitiminin disiplinler arasındaki yeri konusunda bkz. Cemal Tosun, Din Eğitimi Bilimine Giriş,
2.Baskı, Ankara: Pegem A Yayıncılık, 2002, s.41-57.
75
Bilgin, s.41.
76
Kerim Yavuz, Günümüzde Din Eğitimi, 1.Baskı, Adana: Çukurova Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
(Ç.Ü.İ.F.) Yayınları, 1998, s.51.
74
19
sorularını araştırma konusu yapmalıdır ve bu sorular da normatif olarak değil, olgusal
olarak araştırılmalıdır.77
Din eğitimi insan varlığının bütünü ile ilgilenir. O, insanı ele alırken kendi
perspektifinden hareket ederek insanı, hayatın bütünlüğü içindeki yeri ile ele alır, yani
insanla insan olarak ilgilenir. 78 Din eğitiminin alanı, insanı ve hayatı olduğu kadar dinin
hayat ile ilişkilerini ve onlarla ilişkili soruları ve meseleleri de kapsamaktadır. 79
Dolayısıyla inanan insanın din ile hayatını nasıl anlamlandıracağı sorusu din eğitiminin
temel sorusudur.
Hayatın manasını aramaya çağıran bir disiplin olarak din eğitiminin amacı,
psikoloji, sosyoloji, teoloji ve antropoloji gibi farklı disiplinlerin araştırmalarında da
faydalanarak, arayışta olan varlığı, insanı araştırmak ve temel din eğitiminin teorisini
geliştirmektir. 80 Din eğitimi bilimi, sözü edilen disiplinlerin verilerini kullanarak,
“insanların Allah’ın iradesine uygun kişiler olarak yetişmelerine katkıda bulunacak
çalışmalar yapar. Onların hayatları boyunca karşılaşabilecekleri dini anlayış ve
yaşayışla ilgili teorik ve pratik problemlerini araştırır, inceler, çözümler üretmeye ve
geleceğe yönelik teoriler geliştirmeye çalışır. Kısaca din eğitimi biliminin amacı;
insanların hayatın bütünlüğü içinde ilahî iradeye uygun davranışlar geliştirmelerine
yardımcı olmaktır.”81
Pratiği ve düşüncesi ile bir bütün olarak düşünülmesi gereken din eğitimi, hem
manevi bilimlerin temel metodu olan ‘anlama’ ve ‘açıklama’yı, hem de anket, mülakat,
istatistik gibi deneysel verileri kullanır. Öte yandan bir dine dayanması ve o dinin
normlarını esas alması bakımından normatif yöntemden de bağımsız değildir. Zira “din
eğitimi ancak inanılan dinin eğitimi olarak mümkündür. Çünkü din eğitimi ancak dini
77
Erich Hehberger, Grundlegungsprobleme der Religionspaedegojik, Herold Verlag Vien-München,
1985, s.52.53’ten aktaran: Cemal Tosun, Din Eğitimi Bilimine Giriş, 2.Baskı, Ankara: Pegem A
Yayıncılık, 2002, s.62.
78
Bilgin, s.39.
79
Karl E. Nipkow, Grundfragen der Religionspadagogik III, s.41; Brezinka Wolfgang, Von der
Pedagogik, zur Erzieherischen Wirkung, s.164’den aktaran; Kerim Yavuz, Günümüzde Din Eğitimi,
1.Baskı, Adana: Çukurova Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları, 1998, s.50.
80
Cemal Tosun, Din Eğitimi Bilimine Giriş, 2.Baskı, Ankara: Pegem A Yayıncılık, 2002, s.66.
81
Suat Cebeci, Din Eğitimi Bilimi ve Türkiye’de Din Eğitimi, 2.Baskı, Ankara: Akçağ Yayınları, 2005,
s.30.
20
yorumlayarak verilebilir ve yorum doğruluğuna inanılan dinin Allah anlayışına dayalı
olacaktır.”82 O halde din eğitimi bu üç yöntemi de kullanarak veri elde edebilir.
Din eğitiminin pratiğinden ziyade düşüncesine odaklanılan bu çalışmada;
eğitimin, insanı mutluluğa götüren hayat tarzının bilinmesi olduğu düşüncesi, hareket
noktalarından birisi olarak kabul edilebilir. Bu düşünceye göre eğitimin gayesi, insanın
mutedil olmasıdır. Hayatın üzüntülü ve sevinçli anları ile yüz yüze kaldığında hissi
anlamda bir istikrar içinde kalabilmek ve ilaveten diğer olup bitenler karşısında gerekli
tepkiyi göstermek dışında, rahatsız edici bir konuma düşmeksizin davranış
sergileyebilmektir. İslam düşüncesinde bilginin yaşantıya dönüşmesinin ifadesi olan bu
düşünce “te’dip” olarak ifade edilmektedir. O halde “edeb”, yaşanan bir beşeri hikmet
olarak düşünülebilir.83
2.4. Hikmet
Klasik sözlüklerde ilim, ilimle beraber amel, ahlakî muhtevalı söz gibi çeşitli
şekillerde tanımlanan hikmet kavramı; itidal, adalet ve tecrübe ile ilişkilendirilmiş, aynı
kökten gelen hüküm, muhkem, istihkâm, muhakkem ve hakîm gibi kelimeler hikmetin
anlam boyutlarını oluşturmuştur. Hikmetin anlamını bütün bu boyutları ile açıklamak ve
din eğitimi için hangi anlam ufkunda konumlanabileceğini tartışabilmek amacıyla,
öncelikle kelimenin köken bilgisine, daha sonra tanımlarına ve nihayet ilişkili olduğu
kavramlara değinilecektir.
2.4.1. Etimolojisi
Hikmet kelimesi “h-k-m” fiilinden türeyen bir mastardır. Ve bu kelime,
“hüküm, hâkimiyet, hükümet, ihkâm, hakem” gibi kelimelerle aynı kökten gelir. Dil
alimlerine göre “h-k-m” kökünün temel anlamı “engellemek, alıkoymak”tır. Bu
anlamda hayvanın gemine de, sağa sola sapmaktan engellediği için “hakeme”
denilmiştir. Bu ifade h-k-m kökünün en eski kullanımıdır ve hikmetin adalet, ilim,
hoşgörü gibi anlamlar kazanması bu somut anlama dayandırılmaktadır. Zira adalet
82
Bilgin, s.42.
Franz Rosenthal, Bilginin Zaferi: İslam Düşüncesinde Bilgi Kavramı, 1.Baskı, İstanbul: Ufuk
Yayınları, 2004, s.310.
83
21
insanı zulümden, ilim cahillikten, hoşgörü ise ahmaklıktan alıkoymaktadır. 84 Aynı
kökten gelen ‘hâkim’, kötülüğe engel olan, hüküm sahibi, hükmünü yürüten, hükmü
verip uygulayan manasına gelir. “Hakeme” kelimesi ayrıca yüzün ön kısmı anlamına
gelir ancak burada kastedilen mecazi bir anlamdır. “Muhakkak ki kul alçak gönüllülük
gösterdiği zaman, Allah onun hakemesini yüceltir.”85 hadisinde geçen hakeme kelimesi
ile kastedilen sosyal ve ahlaki statüdür. Dolayısıyla insanın hakemesi şan, seref, itibar
anlamında kullanılmıştır.86 Bir başka hadiste ise “hakeme” kelimesinin sözlük anlamı
ile kullanıldığı görülmektedir: “Her insanın başında hakemesi vardır; kötü bir şey
yapmaya niyetlendiği zaman eğer Allah onu dizginlemek isterse, dizginler.”87 Burada
insan varlığı üzerindeki ilahi bir kontrolden bahsedildiği görülmektedir.88
Yaman, h-k-m kökünün temel anlamının “engellemek, alıkoymak” olmasına
ilişkin açıklamaları şu şekilde yorumlamaktadır; Arap filologları oldukça kapsamlı bir
tanım sunmaktadır ve lafzi engellemenin veya alıkoymanın ötesinde, onlar iyi olmayan
hali geliştirme yönünde olumlu bir tavra işaret ederler. Bilgi, adalet, hoşgörü ve itibar
gibi bu olumlu, yapıcı vasıflar, bu bağlamda hikmetli davranma biçimine götüren bir
kanal olarak değerlendirilmektedir. Dolayısıyla men etmek anlamı, h-k-m kökünün
hikmet ile ilişkili olma ihtimalini kapsamaktadır.89
H-k-m kökünün bir diğer anlamı ise işi sağlam yapmak, sağlamlaştırmak, kesin
ve apaçık olmaktır.90 “Tecrübeler adamı yargılama konusunda kesin ve dosdoğru yaptı”
ifadesinde bu anlam görülmektedir.91 H-k-m kökünün bu anlamları ayet ve hadiste de
görülmektedir. “Allah şeytanın attığını yok eder, sonra ayetlerini sağlamlaştırır.”92 “Bir
kitaptır ki, hikmet sahibi, her şeyden haberdar olan, tarafından ayetleri sağlamlaştırılmış
84
Ebû Abdurrahman Halil b. Ahmed b.Amr Ferahidi Halil b. Ahmed, Tertibu Kitâbi'l-Ayn., Mehdi
Mahzumi, İbrâhim Samerrai(thk), Esad Tayyib(tsh.), Kum : İntişarat-ı Usve, 1993. c.1, s.411.
85
Ebü's-Saadat Mecdüddin Mübarek b. Muhammed İbnü'l-Esir, en-Nihaye fî Garibi'l-Hadis ve'l-Eser,
Tahir Ahmed Zavi, Mahmûd Muhammed Tanahi.(thk.), Kahire: Dâru İhyai'l-Kütübi'l-Arabiyye, 1963,
c.1, s.420
86
İbn Manzur, s.273.
87
İbnü’l-Esîr, s.420.; İbn Manzur, s.272.
88
Hikmet Yaman, Prophetic Niche in the Virtuous City: The Concept of Hikmah in Early İslamic
Thought, Boston: Brill, 2011, s.14.
89
Yaman, s.15.
90
İbn Manzur, s.270.
91
Halil b. Ahmed, c.1, s.411; Zemahşeri, Esasü’l-Belağa, c.1, s.191.
92
Kur’an, Hac Suresi, Ayet 52.
22
ve güzelce açıklanmıştır.”93 Zikredilen ayetlerde geçen “ayetlerin sağlamlaştırılması”
ifadesi, şeytanın ve taraftarlarının şerrinden korunması; emir ve yasakların, helal ve
haramların, müjde ve tehditlerin açıklanması ve ayetlerin apaçık, net ve tastamam
olması şeklinde açıklanmıştır.94 “O hikmetli zikirdir.” hadis-i şerifi de yine bu bağlamda
ele alınmaktadır.95 Burada Kur’an’ın lehte ve aleyhte hüküm veren, içinde hiçbir çelişki
ve tutarsızlığın olmadığı faydalı hükümleri içermesi kastedilmektedir.96
Hüküm kelimesi de h-k-m kökünün anlamları arasında yer almaktadır.
Lügatlerde hüküm; yargılama, adaletle yargılama şeklinde açıklanmaktadır. Nitekim
Allah (cc)’a “hakim” denilmesi öncelikle hükmün O’na ait oluşundandır.97 Hüküm
kelimesi ayrıca bilmek ve anlamak (ilim ve fıkıh) manasına da gelir. “O’na –Yahya’yaçocuk iken hüküm verdik”98 ayetinde ve “Halifelik Kureyş’e, hüküm Ensar’a aittir.”
hadisinde hüküm, bilme ve anlama (kabiliyeti) anlamındadır. 99 “Susmak hükümdür
ancak bunu yapan azdır”100 hadisindeki hüküm kelimesi de aynı şekilde ilim ve fıkıha
delalet eder.101 Ayrıca “Bazı şiirler vardır ki hükmün/hikmetin ifadesidir”102 mealindeki
hadisin farklı iki rivayetinin bulunması da, bu iki kelimenin birbirinin yerine
kullanıldığını göstermektedir. Bununla birlikte hüküm ile hikmet arasında şöyle bir
farklılık bulunmaktadır; hüküm hikmetten daha geniş bir anlama sahip olup, her hikmet
bir hükümdür, ancak her hüküm bir hikmet değildir. 103 Çünkü hikmette fesadı
engelleyen bir hüküm olmakla birlikte, hükümde her zaman fesadı engelleme durumu
söz konusu olmayabilir.104
Hikmet kavramının boyutlarının daha iyi anlaşılması için h-k-m kökünün diğer
türevlerinin de ele alınması gerekmektedir. Bu bağlamda ‘hâkim’, kötülüğe engel olan,
hüküm sahibi, hükmünü yürüten, hükmü verip uygulayan manasına gelir. “Hakem”,
93
Kur’an, Hud Suresi, Ayet 1.
İbn Manzur, s.270.
95
İbnü’l Esir, s. 419.
96
İsfahani, s.424.
97
Ebü’l-Feyz Murtaza Muhammed b. Muhammed b. Muhammed Zebidi, Tacü’l-Arûs min Cevâhiri’lKâmus, Kahire: Matbaatü’l Hayriyye tıpkıbasım, c.8, s.202.
98
Kur’an, Meryem Suresi, Ayet 12.
99
İbnü’l-Esîr, 419., İbn Manzur, s.270
100
İbnü’l-Esir s.419.
101
İsfahânî, s.424.
102
İbnü’l-Esir, s.419.
103
İsfahânî, s.424.; Bilal Tan, Kur’an’da Hikmet Kavramı, 1.Basım, İstanbul: Pınar Yayınları, 2000,
s.35.
104
Tan, s. 36.
94
23
sözlük anlamı olarak, taraf tutma arzusunu bir tarafa atan; kavram olarak, hükmü elinde
tutan, hükmünü yürüten, ya da hüküm verme makamında olan demektir. “Hakîm”
sözlükte, bilgin, hikmet sahibi, işlerini en güzel bir biçimde ve sağlam yapan demektir.
Aynı kökten, “hükkâm, muhkem, tahkim, ihkâm, mahkeme, hâkimiyet,
hükümet, istihkam” gibi kavramlar da türemiştir.105 Hepsi farklı anlamlara gelse bile,
hepsinde de işi sağlam yapma, zarara engel olma, hikmetle, faydaya ve maksada uygun
şekilde yapma, tutarlı olma, yerinde iş yapma, yetki altına alma, hükmünü yürütme
anlamları ortaktır.106
Özetle, hikmet kelimesinin kendisinden türediği “h-k-m” maddesinin; insanı
kötülükten, çirkin olandan, zulümden, cahillikten, insanın onur ve şerefine layık
olmayan her türlü his, duygu, düşünce ve eylemden uzaklaştıran bir ahlâk felsefesi
olduğu gibi, kamu alanında sosyal ve siyasi- hukukî çerçevede kalarak- normlar
belirleyip, adalet ölçülerine uygun kurallar koyan; bireysel ve toplumsal çürüme ve
çözülmenin önlemini alan bir kapsamı söz konusudur.107
Hikmet, Türkçe’de bilgelik kelimesiyle karşılanmaktadır. Bununla birlikte
yüksek bilgi, gizli sebep, ahlakî söz anlamları da Türkçe sözlüklerde karşımıza
çıkmaktadır.108 Batı dillerinde ise hikmetin karşılığı olarak logos, sophos, sophia ve
wisdom kelimeleri görülmektedir. Antik Yunan düşüncesinde, söz, konuşma, düşünce,
akıl, açıklama anlamlarına gelen logos109, Yunan dininde, bir Tanrı ya da Tanrıların,
insanlara tinsel esin, bilgelik ve yol göstericilik sağlayan sözlerini ifade eder.110 Sophos,
bilge haline gelmek veya bilge olmak, sophia ise, hikmet, sanatkarlık, basiret şeklinde
açıklanmıştır. 111Wisdom ise en geniş ve yaygın anlamı ile, hayatın işleyişine dair açık
ve doğru bir yargı şeklinde açıklanmaktadır. Hayata dair bu hüküm, geniş bir bilgi
yelpazesiyle, entelektüel zeka ile ve düşünsel derinlikle açıklanabilir. Ancak bunların
hiç biri bilgeliği tam olarak tanımlamaz. Çünkü bilgelik, onların yokluğunda da ortaya
105
Ali Galip Gezgin, Tefsirde Semantik Metod, İstanbul: Ötüken Yayınları, 2002, s.132.
İsfahânî, s.421-425.
107
Tan, s.22.
108
Mehmet Doğan, Doğan Büyük Türkçe Sözlük, “Hikmet”, Ankara: Yazar Yayınları, 2013, s.756.;
İlhan Ayverdi, Misalli Büyük Türkçe Sözlük, “Hikmet”, İstanbul: Kubbealtı Neşriyatı, c.2, s.1270.
109
F.E. Peters, Greek Philosophical Terms, New York: New York University Press, 1967, s.110.
110
Ahmet Cevizci, Felsefe Sözlüğü, 4.Basım, İstanbul: Paradigma Yayınları, 2000, s.604.
111
Francis E. Peters, Antik Yunan Felsefesi Terimleri Sözlüğü, Hakkı Hünler (çev.), 1.Baskı, İstanbul:
Paradigma Yayınları, 2004, s.289, 342.
106
24
çıkabilen pratik hayatın sonuçları ve anlamları ile ilgilidir.112Yine wisdom, sistematik
ve mantıkî bir dünya görüşünden ayrılarak, şeylerin amacı ve anlamı hakkında bir sezgi
olarak tanımlanmaktadır. Bu sezgi, dikkatli ve uyanık zihinlere, onların kendi hayat
tecrübelerinden gelir. Bu bağlamda felsefe, elit bir zümreye hitap ederken,
wisdom(hikmet) hayatla ilgili olan ve hakikat değeri taşıyan sözlerin kıymetine dair bir
kavrayışa sahip olan herkese hitap etmektedir. Bu ayrıma rağmen felsefe ve hikmet
arasında yakın bir ilişkiden de söz edilmektedir; hikmet tarafından sezgiyle elde edilen
hayata dair bilgiler, felsefî düşüncenin hammaddesidir.113
Hikmeti, bilgi ile ilişkisi bağlamında ele alan Rosenthal, Yunancada sophiaepisteme ve Latincede sapienta-scienta kelimelerinin hikmet-ilim karşılığında
kullanıldığını
belirtmektedir.
Rosenthal,
söz
edilen
kelimelerin
dilbilimsel
konumlarından da yola çıkarak Hıristiyan ilahiyatının hikmete bilgi karşısında daha
yüksek bir paye verdiğinden bahsetmektedir. Bu bağlamda Cicero’nun “beşeri ve ilahi
şeylerin (ve onların nedenlerinin) bilgisi” şeklindeki hikmet tanımını alan Augustine,
“ilahi olan şeylerin bilgisine hikmet; beşeri olan şeylerin bilgisine bilgi denilmesinin
daha münasip olacağı” tezini ileri sürmektedir. 114 Dolayısıyla, etimolojisiyle ilişki
içinde olduğu görülen hikmet tanımları bu kısımda kapsamlı bir şekilde ele alınacaktır.
2.4.2. Tanımları
Hikmet, her şeyi kendisine yakışan bir şekilde yerine koymaktır. Bu da işte
isabetlilik ve uygunluğu gerektirir. Dolayısıyla hikmet makul, isabetli ve doğru görüşe
sahip olup adaleti gerçekleştirmektir. 115 Hikmete dair açıklamaları incelediğimizde,
ilim, amel, anlama kuvveti, Allah korkusu gibi çeşitli vurgularla karşılaşmaktayız. Daha
genel bir şemsiyeden bahsedecek olursak, hikmete dair açıklamaların bir kısmında
ilmin, bir kısmında amelin, bir kısmında ise her ikisinin birlikteliğinin öne çıktığını
söyleyebiliriz.
112
Brand Blanshard, “Wisdom”, The Encyclopedia of Philosophy, Vol 7 and 8, New York: Macmillian
Publishing, 1972, s.322.
113
A.R.Gordon, “Wisdom”, Encyclopedia of Religion and Ethics, Vol. XII, Edinburgh: T&T Clark,
1934, s.742.
114
Rosenthal, s.53-54.
115
Tan, s.22.
25
İslami ilimlere ait terimler üzerine odaklanan sözlüklerde hikmetin nasıl ele
alındığına bakacak olursak; Mukatil b. Süleyman’a göre hikmet kelimesi Kur’an’da beş
anlamdadır. Buna göre hikmet ile Kur’an’daki emir ve yasaklardan oluşan nasihatler
kastedilmektedir.116 Bu hikmetin Bakara Suresi 231. ayetteki anlamıdır; “Allah’ın size
indirdiği Kitab’ı ve hikmeti hatırlayın.” Mukatil kitap kelimesini Kuran olarak ve
hikmet kelimesini de Kuran’daki emir, nehiy, helal ve haram hakkındaki nasihatler
olarak açıklamaktadır. Yine hikmet kelimesinin nasihat anlamında kullanıldığı diğer
ayetlerden örnekler vermektedir; “(Ey Muhammed)Allah sana kitabı ve hikmeti
indirmiştir”117, “Allah ona(İsa’ya) kitabı ve hikmeti öğretecek.”118
Mukatil, “Biz (Allah) ona(Yahya) henüz küçük bir çocukken hüküm
119
verdik.”
ayetindeki hüküm kelimesini anlayış/kavrayış ve ilim olarak açıklamasına
rağmen bu ayeti de ilk kategoride zikreder. Aslında bu açıklama; Mukatil’in hem
hikmeti hem hükmü ilim ve fehm(anlayış) olarak açıkladığı ikinci kategori ile daha
uygun şekilde örtüşmektedir. Bu ikinci kategoride Mukatil hikmetin ve hükmün, fehm
ve ilim anlamına geldiğini belirtmiştir.120 Bunun örnekleri ise şu ayetlerde yer alır;
“Aslında, Biz Lokman’a hikmeti verdik” 121 , “Biz onların her birine (Davud ve
Süleyman) hüküm ve ilim verdik” 122 ve “İşte onlar, kendilerine kitap ve hüküm
verdiğimiz kimselerdir.”123
Mukatil, hikmet kelimesinin nübüvvet anlamına da geldiğini belirtmektedir ve
bunun örnekleri şu ayetlerde yer alır; “Biz Âl-i İbrahim’e Kitap ve hikmet verdik”124,
“Biz ona (Davud) hikmet ve faslı hitab (hak ile bâtılı ayırıp adaletle hükmetme, hitap
etme yeteneği) verdik.” 125 ve “Allah ona (Davud) hükümranlık(mülk) ve hikmet
verdi.”126 Bakara 269’da hikmet kelimesi tefsir anlamına gelmektedir; “Kime hikmet
116
Mukatil b. Süleyman, Kur’an Terimleri Sözlüğü, 1.Baskı, İstanbul: İşaret Yayınları, 2004, s.138.
Kur’an, Nisa Suresi, Ayet 113.
118
Kur’an, Ali İmran Suresi, Ayet 48.
119
Kur’an, Meryem Suresi, Ayet 12.
120
Mukatil, s.139.
121
Kur’an, Lokman Suresi, Ayet 12.
122
Kur’an, Enbiya Suresi, Ayet 79.
123
Kur’an, En’am Suresi, Ayet 89.
124
Kur’an, Nisa Suresi, Ayet 54.
125
Kur’an, Sâd Suresi, Ayet 20.
126
Kur’an, Bakara Suresi, Ayet 251.
117
26
verilmişsse muhakkak ona çok hayır verilmiştir.” “Rabbinin yoluna hikmetle çağır”127
ayetinde ise hikmet Kur’an anlamına gelmektedir.128
İbn Sallam (ö.200 /815) da hikmet kelimesi için beş anlam zikretmektedir ve
onun tasnifi de Mukatil b. Süleyman’ın tasnifine benzemektedir. Ancak ilk kategoride
Mukatil’den farklı olarak hikmeti, Kur’an’da bulunan emirler, yasaklar, helal ve haram
ile ilgili sünnet olarak açıklamaktadır. İbn Sallam burada Mukatil’in aksine, sünnet
kelimesini kullanmıştır. İbn Sallam, Mukatil ile aynı ayetleri alıntılamış ve bütün bu
ayetlerde hikmet kelimesi sünnet anlamında kullanılmaktadır.129
Tirmizi’ye göre ise hikmet kelimesi için dört anlamdadır; fıkıh(kavrayış), ilim,
nübüvvet ve insanlar arasında hüküm verme. Hikmeti, bilginin batınî boyutu olarak
açıklayan Tirmizi’de tasavvufi bir ton hissedilmektedir.130 Muhammed b. Uzeyz esSicistani hikmeti açıklarken lügat anlamına dayanmakta ve alıkoymak, sakındırmak
anlamından söz etmektedir. Sicistanî’ye göre Nahl Suresi 125. ayette geçen hikmet
kelimesi akıl anlamındadır. Akıl ona sahip olanı cahillikten koruması bağlamında
hikmet olarak adlandırılır.131
Ragıb el-Isfahâni’ye göre hikmet, ilim ve akılla hakka isabet etmektir. Ancak
kelimenin anlamı, Allah için veya insan için kullanılmasına göre farklılık
göstermektedir. Allah açısından hikmet, eşyayı bilmesi ve onları gayet sağlam bir
şekilde yaratmasıdır. İnsanın hikmeti ise, varlıkları tanımak ve hayırlı işleri yapmaktır.
İşte “Muhakkak Biz Lokman’a hikmeti verdik”132 ayetinde Hz. Lokman’ın kendisi ile
nitelendiği vasıf da budur. 133
Cürcanî, hikmeti çeşitli İslami disiplinlerin bir terimi olarak ele almış ve ona
göre açıklamıştır. Hikmeti felsefi ve ahlaki bir terim olarak açıkladığı tanım şöyledir;
“hikmet bir ilimdir ki onda eşyanın hakikatleri varlıkta bulundukları durumda, beşeri
güç ölçüsünde araştırılır. Bu yüzden o ilahi olmayan nazari bir ilimdir. Yine hikmet,
127
Kur’an, Nahl Suresi, Ayet 125.
Mukatil, s.140.
129
Yaman, s.27-29.
130
Tirmizî, Tahsil Nazair el-Kur’an, Husnî Nasr Zaydan(ed.), Cairo, 1969, s.107-108’den aktaran:
Yaman, s.30.
131
Sicistani, Garibü’l-Kur’an, s.202.
132
Kur’an, Lokman Suresi, Ayet 12.
133
İsfahani, s.423.
128
27
ilmi ve akli kuvvetin heyeti olup, bu kuvvetin ifratı olan kurnazlık ile, onun tefriti olan
ahmaklık arasında orta yerdedir.”134
Cürcani’nin Tarifat’ındaki bir sonraki hikmet tanımında ise sözlük anlamları,
tefsir ve felsefe terimi olarak kazandığı anlamlar sıralanmıştır; “Hikmetin üç anlamı
vardır: Birincisi icad, ikincisi ilim, üçüncüsü de müselles fiillerdir. Güneş, ay ve bu
ikisinden başkasının hareketleri gibi. İbn Abbas: Kuran’da geçen hikmet kelimesini
helal ve haramı öğrenmek diye tefsir etmiştir. Yine denildi ki hikmet, lügatte amel ile
beraber ilimdir. Yine denildi ki hikmet; insanın gücüne göre, kendisinden aslında hak
olanın elde edildiği şeydir.” 135 Bu tanımla, hakikatin ne olduğuna karar vermek için,
insanın kapasitesi nispetinde hikmetten fayda sağladığı kastedilmektedir. Cürcanî,
hikmeti söz olarak da açıklamaktadır. Buna göre gerçeğe uygun, faydasız ve gereksiz
fazla laftan korunmuş ma’kul söz, hikmettir.136 Hikmetin söz olarak açıklanmasında ise,
onun insanı kötülükten alıkoyma ve iyiliğe yöneltme anlamı ile ilişkili olduğu
görülmektedir.
Cürcanî zikredilen tanımların dışında, kelimenin bazı tamlamalar içinde
kazandığı anlamlara da yer vermiştir. Buna göre “hikmet-i ilahiyye bir ilimdir ki onda,
bizim kudretimiz ve dilememiz ile olmayan, maddeden soyutlanmış harici varlıkların
durumları incelenir. O, eşyanın gerçeklerini, oldukları gibi bilmek ve gereğini
yapmaktır. Bunun içindir ki o, ilmiyye ve ameliye kısımlarına ayrılmıştır.” Ayrıca
hikmetin daha özel kullanımlarını da zikretmektedir. Bu bağlamda “hikmet-i mantuk
biha” şeriat ve tarikat ilimleri olarak açıklanmıştır. Sadece bazı seçkinlere has olan
“hikmet-i meskut anha” ise manevî bir hikmettir. “Bunlar öyle hakikat sırlarıdır ki,
rüsûm alimleri ve avam bunlara gereği gibi muttali olamazlar da bu onlara zarar verir
veya onları helak eder. Nitekim rivayet edilmiştir ki, Rasulullah(sav) bir gün,
Medine’nin sokaklarından birinde ashabıyla beraber evine geçip giderken, bir kadın, ille
de evine girmeleri için ona yemin edince, eve girdiler, yanıp tutuşan bir ateş gördüler.
Kadının çocukları ateşin çevresinde oynuyorlardı. Kadın dedi ki;
134
Cürcani, s.91.
Cürcani, s.91.
136
Cürcanî, s.91.
135
28
-
Ey Allah’ın Peygamberi, Allah mı kullarına daha merhametlidir yoksa
ben mi çocuklarıma daha merhametliyim? Rasulullah (sav) buyurdu ki;
-
Elbette Allah daha merhametlidir. Çünkü O merhametlilerin en
merhametlisidir. Kadın dedi ki;
-
Ey Allah’ın Rasulu, benim çocuğumu ateşe atmamı sevdiğimi görüyor
musun? Rasulullah (sav): hayır, dedi. Kadın;
-
Öyleyse Allah kullarına daha merhametli olduğu halde onları ateşe nasıl
atıyor ki, dedi.
Ravi der ki, Rasulullah (sav) bunun üzerine ağlayıp: “Bana böylece
vahyolundu” buyurdu.137
Bu örnekten hareketle sessiz kalmanın hikmetin bir boyutu olduğu söylenebilir.
“Sessizlik hükümdür, ancak onu yapan çok azdır” hadisinde geçen hüküm kelimesi de
hikmet olarak açıklanmaktadır.
Hikmeti aklî gücün itidali olarak açıklayan Tehanevi tasavvufi terminolojide
hikmetin “nefsin ve şeytanın afetlerini ve bunlardan koruyucu manevî riyazet yollarını
bilmek” olduğunu söylemektedir. 138
Bütün bu sözlük çalışmalarından sonra hikmet kavramının yorumu konusunda
müfessirlerin görüşlerini de incelemek gerekmektedir. İbn Cerir et-Taberî “Onlara kitap
ve hikmeti öğretir”139 ayetiyle “Hikmeti dilediğine verir; kime hikmet verilmişse ona
çok hayır verilmiş demektir; ancak akıl sahipleri düşünürler” 140 mealindeki ayeti
yorumlarken hikmeti söz ve amelde isabetli olmak şeklinde açıklamaktadır. Taberi,
te'vil ehlinin ikinci ayetteki hikmeti Kur'an ve onun anlaşılması, sünnet, dini bilmek, din
hakkında derin anlayışa sahip olmak, dine uymak, Allah’tan korkmak gibi çeşitli
şekillerde açıkladıklarını ancak hikmetten asıl maksadın isabetli olmak olduğunu
kaydeder. Taberi’ye göre “isabetli olan bilinmesi gerekeni bilir, Allah’tan haşyet eder,
137
Cürcani, s.91-92.
Tehanevi, s.370.
139
Kur’an, Bakara Suresi, Ayet 129.
140
Kur’an, Bakara Suresi, Ayet 269.
138
29
dinde anlayışlıdır, âlimdir, peygamberler de bu vasıfları taşıyanlardır. Dolayısıyla
hikmeti isabetli olmak şeklinde açıklamak bu manaların hepsini ihtiva etmektedir.”141
Allah’ın büyük bir hayır olarak verdiği hikmeti,142 ilim ve amel uygunluğu
şeklinde yorumlayan Zemahşeri143, “Rabbinin yoluna hikmet ve güzel öğütle davet
et”144 mealindeki ayette geçen hikmeti ise , gerçeği açıklayan, şüpheyi gideren delil,
sahih ve muhkem söz olarak açıklamaktadır. Dolayısıyla bu ayette hikmetle kastedilen
şey doğrudan doğruya Kur'an olabilir.145
Fahreddin Râzî, hikmeti açıklarken ilim ve amel bütünlüğüne vurgu
yapmaktadır. Hz. İbrahim’in “Rabbim bana hikmet ver beni iyiler arasına kat 146 ”
duasını da bu bağlamda açıklamaktadır. Hz. İbrahim’in dilediği hikmeti nazari hikmet,
iyiler arasında olmayı ise ameli hikmet olarak yorumlamaktadır. 147 Razi, hikmeti
eşyanın hakikatini bilme, güzel ve isabetli işler yapma olarak tanımlarken nübüvveti
hikmetin zirvesi olarak göstermektedir. Bununla birlikte hikmetin peygamberliğe
hasredilemeyeceğini de vurgulamaktadır. 148 İbn Kesîr de hikmetin peygamberliğe
hasredilemeyeceği konusunda Razî ile aynı görüştedir. Hikmetin en yücesinin
peygamberliktir, ancak peygamberlere tabi olanların da hayırda nasibi vardır.149
Reşid Rıza ve hocası Muhammed Abduh, hikmeti açıklarken ilim-amel
bütünlüğüne vurgu yapmışlardır. Onlara göre amelî sonucu olmayan, salt zihinde
depolanan bilgi, hikmet değil malumattır.150
Muhammed Hamdi Yazır, hikmete geniş yer ayırdığı Hak Dini Kur’an Dili
isimli tefsirinde, Allah’ın hikmeti dilediğine vermesi hususunu açıklarken, insanın
141
Ebû Cafer İbn Cerir Muhammed b. Cerir b. Yezid Taberi, Tefsirü’t-Taberi, thk. Mahmûd
Muhammed Şakir, Ahmed Muhammed Şakir, 2. Baskı, Kahire: Dârü’l-Maârif, 1969, c.5, s.576-579.
142
Kur’an, Bakara Suresi, Ayet 269.
143
Ebü’l-Kasım Carullah Mahmûd b. Ömer b. Muhammed Zemahşeri, el-Keşşaf an Hakaikı
Gavamizi’t-Tenzil ve Uyuni’l-Ekavil fi Vücuhi’t-Tevil, Adil Ahmed Abdülmevcud, Ali Muhammed
Muavviz, Fethi Abdurrahman Ahmed Hicazi (thk.), Riyad: Mektebetü’l-Ubeykan, 1998, c.1, s.500.
144
Kur’an, Nahl Suresi, Ayet 125.
145
Zemahşeri, Keşşaf, c.3, s.485.
146
Kur’an, Şuara Suresi, Ayet 83.
147
Razi, c.17, s.345-346.
148
Razi, c.5, s.516-520.
149
Ebü’l-Fida İmadüddin İsmail b. Ömer İbn Kesir, Tefsirü’l-Kur’ani’l-Azim, thk. Mustafa es-Seyyid
Muhammed, Kahire: Müessesetu Kurtuba; Mektebetü’l-Evladi’ş-Şeyh li’t-Türas, 2000, c.2, s.471-472.
150
Muhammed Reşid Rıza, Muhammed Abduh, Menar Tefsiri: Tefsiru’l-Kur’ani’l-Hakim Tefsiru’lMenar, (çev. Harun Ünal, Mehmet Erdoğan, Niyazi Türkmen), İstanbul: Ekin Yayınları, 2011, c.3, s.132.
30
hikmetin alıcısı olabilmesi için bazı şartlar sıralamaktadır. Buna göre veren Allah,
keremi geniş olduğundan, herhangi bir şarta da bağlı ve muhtaç değildir, ama alacak
olan kul şarta bağlıdır. Hikmete ermenin başlangıcı düşünmedir. Bu da temiz akıl ve
temiz kalp ile olur. Büyük bir ilâhî lütuf olan hikmet, ancak temiz yürekli, temiz
düşünceli gerçek akıl sahiplerine nasip olabilir. Bundan dolayı akıl ve iyi seçim
hikmetin şartı, düşünce de başlangıcıdır.151
Yazır, hikmette esas olanın ilim-amel bütünlüğü olduğunu vurgulamaktadır.
Hikmetin, sözde ve fiilde isabet olması hususunu şöyle açıklamaktadır; “Sözde isabet
etmek, o konu hakkında gerçek ve doğru olan hükmü vermek demektir; o hükmün
gerçekten o olayın hakikatine uygun düşmesi, yani gerçek bilgiye dayanması, içinde
bilgisizlik, hata ve yalan olmamasıdır. Harekette isabet de, o işin hem özüne uygun
olması, hem de gerçekte kendisinden beklenen sonucun gereği gibi ortaya çıkması; yani
kötülüğü gidermek, iyiliği elde edebilmek şeklinde sonuçlanmasıdır.” Yazır’a göre
sözde isabet hakka, fiilde isabet hayra yöneliktir. O halde hikmet, Yazır’a göre tecrübe
ile desteklenmiş ilimdir. Bununla birlikte hikmetin kötülükten alıkoyma anlamından
hareketle fayda ile ilişkisi olduğunu belirtmiş ve onu en genel ifadesiyle “doğru bilgi ve
faydalı iş” olarak tanımlamıştır. Yazır, kendisinden önceki müelliflerin hikmet
hakkındaki yorumlarını sıralamış ve en sonunda “hikmet bunların hepsidir” diyerek
kuşatıcı bir yorum getirmiştir.152
Seyyid Kutub ise insanı aşırılıklardan uzak tutup isabetli ve doğru kararlar
vermesini sağlaması yönüyle hikmeti itidal olarak kabul etmiştir.153
Bütün bu açıklamalardan hareketle hikmetin temelde insanı kötülükten
alıkoyan ve iyiliğe yönelten her şeyi kapsadığı ve ilim-amel bütünlüğü ile ancak
kendisinden söz edilebileceği söylenebilir. Hikmet, eşyanın hakikatini bilmek ve
gereğini yapmak demek olduğuna göre, insanı hakikate taşıyan her şeyi hikmet
alanından bilmek mümkündür. Hikmetin Kur’an, Kur’an’ın tefsiri, nübüvvet, anlayış,
kavrayış olarak açıklanması, bütün bu zikredilenlerin insanın hakikate ulaşmasının
151
Yazır, c.2, s.204.
Yazır, c.2, s.204-215.
153
Seyyid b. Kutub b. İbrahim Seyyid Kutub, Fî zılali'l-Kur'ân: Kur’an’ın gölgesinde, M. Emin Saraç,
İ. Hakkı Şengüler, Bekir Karlığa. (çev.), İstanbul : Beyan Yayınları, 1966, c.2, s.94.
152
31
imkanları olması ile açıklanabilir. Aynı şekilde hikmetin hem söz hem sükût olarak
açıklanması da hakikate uygun düşmesi açısından ele alınabilir. Hikmeti bir düşünme
biçimi veya anlamlandırma biçimi olarak, din eğitimi açısından ele aldığımızda ise, yine
hakikat ile ilişkisi bakış açımızı belirginleştirmemizi sağlamaktadır. Hikmet, her ne
kadar “bilmek” olarak tanımlansa da, bilmekten, anlamaktan aciz kaldığımız durumları
da hikmet olarak yorumlamaktayız. Bu durumda ise hikmet, anlamaktan aciz kaldığımız
hadiselerin de hakikatte “hayr” olduğunu bilmektir. Vâki olanda hayır vardır anlayışı ile
hadiseleri yorumlamak, insanın hakikati bilme sürecindeki tavrını ifade eder ve insanın
Yaratıcısı ile ilişkisinde güven, teslimiyet ve acziyetini kabul etmek şeklinde
sonuçlanarak bu ilişkiye derinlik kazandırabilir. O halde hikmetin ilişkili olduğu hayr,
itidal, adalet, tecrübe gibi kavramları ele almak, onun din eğitimi açısından nasıl bir
anlama imkanı sunduğunu inceyebilmemiz için önem arz etmektedir.
2.4.3. Hikmetle İlgili Kavramlar
İslam düşüncesinde hikmet kavramı, bazı kavramlar ile birlikte ele alınmış ve
dolayısıyla ilişkili olduğu kavramlarla anlam boyutları oluşturulmuştur. Hakîm
Tirmizî’de geçen şu ifadeler, bu durumun örneklerinden yalnızca bir tanesidir; “Allah
en başta bilgiyi (ilm) hasıl etti. Bilgiden hikmeti (hikme) hasıl etti. Hikmetten adaleti
(adl) ve hakikati (hakk) vs. hasıl etti.”154 Hikmetin ilişkili olduğu kavramlar, onun
anlam boyutlarını göstermesi bakımından kısaca ele alınacaktır.
2.4.3.1. Hak ve Hakikat
İslam düşüncesinde hak kavramı, genellikle dış dünyada gerçekten mevcut
olan, mevcudiyeti sabit ve devamlı olan varlık, gerçeğe uygun bilgi, hüküm, söz
anlamlarında kullanılır. Hak kavramında iki manaya işaret etmektedir; var oluş ve
gerçeğe uygunluk.155 Hakikat ise bir şeyin kendine özgü varlığıdır. Bir şeyin hakikati, o
şeyi kendisi yapandır.156 Hakikat, hakk kökünden türemiştir, bu nedenle de her iki
kelimenin anlam içerikleri oldukça yakındır. Bununla birlikte Askerî, hak ve hakikat
arasındaki farka işaret eder; “Hakikat, güzel olsun, çirkin olsun bir şeyin dildeki kökeni
154
İsmail Saib Yazma nüshası I, nr. 1571, vr.181a, Ankara.’dan aktaran: Rosenthal, s.55.
Mustafa Çağrıcı, “Hak”, DİA, c.15, Ankara: TDV Yayınları, 1997, s.138.
156
Mustafa Çağrıcı, “Hakikat”, DİA, c.15, Ankara: TDV Yayınları, 1997, s.177.
155
32
itibariyle konulmuş bir söz anlamına gelir. Oysa hak, bir şeye hikmetin gereği konulmuş
sözdür ve ancak güzel olabilir.157
İsfahani hak kelimesinin ayetlerden örneklerle başlıca dört anlama geldiğini
belirtmektedir. Buna göre hak, bir şeyi hikmetine uygun olarak icad edendir. Hakk’ın,
Allah’ın bir ismi veya sıfatı sayılması, bu sebepledir. Hikmetin gereğine uygun olarak
yapılan iş, haktır. Dolayısıyla Allah’ın bütün fiilleri haktır. İnsanî boyutta ise hak, bir
şeye aslına uygun ve doğru olarak inanma, bu şekilde kazanılmış inanç ve bilgidir. Aynı
zamanda gerektiği şekilde, gerektiği ölçüde ve gereken zamanda meydana gelen iş,
haktır.158 Tıpkı hikmette olduğu gibi, hakta da ilim-amel birlikteliği ve uyumu söz
konusudur. Hak, hakikat ve hikmetin tanımlarına baktığımızda, onların birbirleri ile
açıklandığını görmekteyiz. Eşyanın hakikatini bilmek ve ona uygun davranmak, hikmet;
hikmete uygun söz ve iş ise hak olarak açıklanmaktadır. O halde, karşılıklı olarak
birbirlerine işaret eden bu kavramlar anlam bakımından iç içedir, denilebilir. Bu
anlamların açığa çıkması ise, bilme ile mümkün görünmektedir. Bu nedenle de marifet,
hikmetin anlaşılması için ele alınması gereken bir diğer kavramdır.
2.4.3.2. Marifet
Sözlükte a-r-f’nin masdarı olarak “bilmek, tanımak, ikrar etmek”, isim olarak
“bilgi” anlamına gelen ma‘rifet (irfân) kelimesi ilimle eş anlamlı gibi kullanılmakla
birlikte aralarında bazı farklar vardır. Marifet, ilim kelimesine göre daha hususîdir.
Çünkü marifet, bir şeyin diğerlerinden ayrıldığı özünü bilmektir.159 İlim tümel ve genel
nitelikteki bilgileri, mârifet tikel, özel ve ayrıntılı bilgileri ifade eder. Bu sebeple ilim
kelimesi her zaman mârifetin yerini tutamaz.160
Marifet, bir şeyi olduğu gibi idrak etmektir.161 Yine ilme nisbeti hususunda,
ilim ateşi görmekse, marifet ona dokunmaktır, denilmiştir. Bu nedenle de marifet,
hakikati daha net, daha keskin olarak tanıtan bilgi olarak yorumlanmıştır.162 Nakib el157
Askerî, s.21.
İsfahani, s.417-420
159
Askerî, s.96.
160
Süleyman Uludağ, “Marifet”, DİA, c.28, Ankara: TDV Yayınları, 2003, s.54.
161
Cürcani, s.221.
162
Necip Taylan, Gazali’nin Düşünce Sisteminin Temelleri: Bilgi-Mantık-İman, İstanbul: İFAV,
1989, s.96-98.
158
33
Attas ise marifeti, ilim ve hâl olarak açıklamaktadır. Ona göre ilim ile ulaşılan
makamlar, hal ilminin kapısını açması gerekir. İşte marifet, ruhun bir makamdan o
makamın
gerektirdiği
hale
geçişini
düzenler.
163
Allah’ı
tanıma
anlamında
kullanıldığında ise marifet, bizzat Allah’ı bilmek değil, O’nun var olduğunu
eserlerinden hareketle bilmektir.164
Marifetin
Kur’an-ı
Kerim’deki
anlamları
şu
şekilde
sıralanmaktadır;
Alametlerinden, izlerinden hareketle bir bilme şekli,165 akıl ve hisle idrak etme şeklinde
bir bilme,166 birisine bilgi aktarma,167 itiraf etme,168 tanışıklık,169 ard arda takip etme,170
güzel olan, şeriatça güzel görünen manasında, 171 güzellikte, marufta tabi olma 172
manalarında kullanılmıştır. Sonuç olarak bütün bu bilgilerden hareketle hikmetin,
eşyanın görünen eserlerinden hareketle özünü kavramayı, Allah’ı yarattıkları vasıtası ile
bilmeyi veya eşyayı olduğu gibi idrak etmeyi ifade etmesi noktasında, özel bir bilme ve
tanıma şekli olan marifet ile aynı anlam alanında buluştuğunu göstermektedir.
2.4.3.3. Adalet ve İtidal
Hikmetin İslam düşüncesinde nasıl anlaşıldığının izini sürerken karşılaştığımız
kavramlardan diğer ikisi, adalet ve itidal kavramları olmuştur. Hikmetin insana nispet
edilmesi halinde; “dengeli olma, orta yol üzerinde bulunma, adalet niteliği taşıma”173
şeklinde açıklanması hikmetin adalet ve itidal ile ilişkisini örnekleyen açıklamalardan
biridir. Anlam bakımından birbirlerine olan yakınlıkları sebebiyle adalet ve itidalin
birlikte ele alınması uygun görülmüştür. Çalışmanın bu noktasında hikmetle ilişkisi
bağlamında adalet ve itidal kavramları açıklanmaya çalışılacaktır.
Adalet ve adl kelimeleri sözlükte “doğru olmak, doğru davranmak, adaletle
hükmetmek anlamlarına gelen a-d-l fiilinden türemiş masdar-isimlerdir.
163
Adalet,
Nakib el-Attas, İslam ve Laisizm, Selahattin Ayaz(çev.), 1.Basım, İstanbul: Pınar Yayınları,1994,
s.97.
164
Hanifi Özcan, Maturidi’de Dini Çoğulculuk, İstanbul: İFAV Yayınları, 1995, s.37.
165
Kur’an, Muhammed Suresi, Ayet 30.
166
Kur’an, Bakara Suresi, Ayet 79; Maide Suresi, Ayet 83.
167
Kur’an, Tahrim Suresi, Ayet 3.
168
Kur’an, Mü’min Suresi, Ayet 11, Mülk Suresi, Ayet 11, Tevbe Suresi, Ayet 102.
169
Kur’an, Fetih Suresi, Ayet 13.
170
Kur’an, Mürselat Suresi, Ayet 1.
171
Kur’an, Araf Suresi, Ayet 199; Bakara Suresi, Ayet 229, 231, 240.
172
Kur’an, Bakara Suresi, Ayet 128,178,180,235.
173
İbn Manzur c.3, s.271.
34
“davranış ve hükümde doğru olmak, hakka göre hüküm vermek, eşit olmak, eşit kılmak,
(Yüce Allah hakkında kullanıldığında) şirk koşmamak”174 gibi anlamlara gelir. Adl
kelimesi ise, düzeltmek, tashih etmek; eğri bir yoldan doğru bir yola geçmek; eşit,
muadil olmak; dengede tutmak, doğru olmak, doğru davranmak anlamlarına
gelmektedir.175 Adalet, dinî açıdan yasak olan şeylerden sakınmak suretiyle hak yolda
istikamet üzere olmaktır. Adl ise ifratla tefrit arasında orta yolu ifade etmektedir.176
Duygu, düşünce, ahlak ve davranışlardaki denge anlamındaki itidal kelimesi de
a-d-l kökünden masdardır. İki aşırı tutum ve davranış arasındaki orta hal, itidal; bu orta
halin zamanla olgunlaşıp karakter haline gelmesi ise fazilet olarak adlandırılmıştır.177
İslam düşüncesindeki temel faziletler olarak zikredilen hikmet, şecaat ve iffet ancak
itidal ile ortaya çıkmaktadır. Zira hikmet aklî gücün, şecaat öfke ve yiğitlik gücünün,
iffet ise şehvet gücünün itidali olarak açıklanmaktadır. İnsanda itidalin meleke halini
almasıyla da onda dördüncü bir fazilet ortaya çıkar ki bu adalettir.178 Dolayısıyla adalet
ile itidalin iç içe oldukları ve anlam bakımından birbirlerini tamamladıkları
görülmektedir.
Kur’an-ı Kerim’de insanın fizyolojik yapısındaki uyum, ahenk ve estetik
görünüm, adalet kavramıyla ifade edilmiştir. 179 İnsanın ruhi ve manevi yapısında
bulunan denge ve ahenk ise adalet kelimesinin kapsamına giren ashen-i takvim180 ve
tevsiye181 tabirleriyle dile getirilmiştir. İslam toplumunun bir vasfı olarak Kur’an’da
geçen vasat ümmet 182 tabirindeki vasat kelimesi de müfessirlerce adalet olarak
açıklanmıştır. Buna göre İslam ahlakı toplumsal anlamda da aşırılıklardan uzak ve
dengeli bir hayat tarzını ön görmektedir.183
Hikmetin eşyanın hakikatini bilmek ve ona uygun davranmak olduğunu da
hatırlayarak adil ve mutedil olmanın hem hikmetin gereği hem de kişiyi hikmete
174
İsfahani, s.981-982.
İbn Manzur, c.9, s.83.
176
Cürcânî, s.147.
177
Mustafa Çağrıcı, “İtidal”, DİA, c.23, Ankara: TDV Yayınları, 1999, s.456.
178
İbn Miskeveyh, Ahlakı Olgunlaştırma, çevirenler: Abdulkadir Şener, İsmet Kayaoğlu, Cihad Tunç,
1.Baskı, Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, 1983, s.23-24.
179
Kur’an, İnfitâr Suresi, Ayet 7.
180
Kur’an, Tin Suresi, Ayet 4.
181
Kur’an, Şems Suresi, Ayet 7.
182
Kur’an, Bakara Suresi, Ayet 143.
183
Mustafa Çağrıcı, “Adalet”, DİA, c.1, Ankara: TDV Yayınları, 1988, s.341.
175
35
taşıyacak haller olduğu söylenebilir. Elmalılı hikmet ve adalet ilişkisini şöyle
açıklamaktadır; “Hikmet, varlık düzeninde herşeyi yerli yerince koymak demektir. Bu
tarif, yaratılmış varlık düzeni içinde kulların ne gibi düzenlemeler yapabileceği
açısından daha ziyade adaletin tarifi olmak üzere meşhur olmuştur. Şu halde pratik
açıdan hikmet adalet demektir. Amelî hikmet denilen ahlâk ilmi, ahlâkı, ifrat ile tefrit
arasında adalet temeline dayandıran bu mânâyı almıştır.” Bu bağlamda, adaletin her şeyi
yerli yerine koyma anlamında hikmetle eş anlamlı olduğu görülmektedir. Aynı zamanda
adalet zulmü engellemesi sebebiyle de hikmetle aynı anlam alanında buluşmaktadır.
2.4.3.4.Hayır
Sözlükte iyi olmak, iyilik etmek, üstün olmak, üstün kılmak gibi anlamlara
gelen hayr kökünden masdar-isim olan hayır, iyi, iyilik anlamlarında kullanılır. 184
Isfahâni hayrı “akıl, adalet, fazilet ve faydalı nesne gibi herkesin arzuladığı şey” olarak
tanımlamıştır.185
Hayır
kelimesinin
Kur’an-ı
Kerim’deki
kullanımlarını
göz
önünde
bulundurarak iki farklı anlam grubundan söz edilebilir. Bunlardan birinde hayır ile
insanın ahirette kendisi için faydalı olacak her türlü iyiliği kastedilmektedir. Bu
bağlamda salih amel ile aynı anlamda olan hayır, “Allah’ın razı olduğu amel”186 diye
açıklanmıştır. Diğer grupta ise hayır kavramı maddi 187 ve manevi 188 nimetler için
kullanılmıştır.
Hikmet,
manevî
bir
nimet
olarak
Kur’an’da
hayır
olarak
nitelendirilmektedir. “Allah hikmeti dilediğine verir. Kime hikmet verilmişse ona çokça
hayır verilmiş demektir. Bunu ancak akıl sahipleri anlar.”189 ayetinde Allah’ın hikmeti
dilediğine vermesi ve bunun da hayır olarak nitelendirilmesi, Müslümanların dini bir
kaygıya kapılmaksızın her türlü ilmî ve fikrî gelişmeye açılmalarında ve farklı
kültürlerden faydalanmalarında olumlu bir rol oynamıştır. 190
184
İbn Manzur, c.4, s.257.
İsfahani, s.519.
186
Taberi, c.2, s.505.
187
Kur’an, Adiyat Suresi, Ayet 8; Sâd 32; Bakara 180,262,274; Nisa 34; En’âm 17; Yûnus 107; Enbiyâ
35; Meâric 21.
188
Kur’an, Bakara 105; Nahl 30; Bakara 269.
189
Kur’an, Bakara 2/269
190
Mustafa Çağrıcı, “Hayır”, DİA, c.17, Ankara: TDV Yayınları, 1998, s.43.
185
36
Elmalılı (ö.1352 / 1942) zikredilen ayetin tefsirinde şöyle demiştir: “Allah
kime hikmet verirse o muhakkak ki, birçok hayra erdirilmiş olur. Çünkü hikmetsiz
binde bir hayra erilirse, bir hikmet ile binlerce hayra erilir. Hikmet dünya ve ahiretin
hayrını içine alır. Hikmetsiz hayır ise bir vardır, bir yoktur. Ve fakat aklı temiz, özü
sağlam olanlardan başkası bunu düşünemez.” Ayrıca Elmalılı hikmetin “sözde ve fiilde
isabet” olarak açıklandığı da naklederken sözde isabetin hakka fiilde isabetin ise hayra
yönelik olduğunu vurgulamaktadır. 191 Dolayısıyla hayır, hikmetin ameli sonucudur,
denilebilir.
İslam düşünürlerinin Allah’ın hiçbir şeyi hikmetsiz yaratmadığı ve evrende
hayır düzeninin hâkim olduğu şeklindeki temel düşünceleri de hikmet ile hayır
arasındaki ilişkiyi açıklamaktadır. Allah her şeyi hikmetle yaratan olduğuna göre,
yaratılanda bu hikmet gereği bir hayır vardır.
2.4.4. İslam Düşüncesinde Hikmet Tasavvurları
2.4.4.1. Klasik İlimler Tasnifinin Üst Kavramı Olarak Hikmet
Aristoteles, Farabi, İbn Sina ve Tusi gibi filozofların tasvirinde hikmet felsefe
kavramına karşılık gelecek şekilde teorik ve pratik bilimlerin üst kavramı olarak
kullanılmaktadır. Bu çizgideki yerleşik ve kabul görmüş tasnife göre hikmet (felsefe)
öncelikle teorik (nazari) ve pratik (ameli) olmak üzere ikiye ayrılır. Her iki kısmın da
önce temel dalları sonrasında ise alt şubeleri bulunmaktadır. Buna göre nazari hikmetin
(teorik felsefe) temel dallarını fizik, matematik ve metafizik teşkil etmektedir. Ameli
hikmetin
(pratik
192
oluşturmaktadır.
felsefe)
temel
dallarını
ise
ahlak,
ekonomi
ve
siyaset
Bu genel tasnifin neticesinde meşşai çizgide hikmetin anlamı bilmek
ve yapmak olarak gözükmekte, hikmet, hem bilmenin (idrak, bilgi, teori) hem de
yapmanın (hareket, eylem, pratik) bütününün adı olmaktadır. Hakim (filozof) ise zaten
191
Yazır, c.2, s.204.
Farabi, Kitabu Arai Ehli Medineti’l-Fazıla, thk. Albert Nasri Nader, Beyrut, 1985, s. 112-113;
Farabi, Fusul müntezea, thk. Fevzi M. Neccar, Beyrut, 1986, s. 29, 106; İbn Sina, Risale fi-aksami’lulumi’l-akliyye, Tisu Resail fi’l-Hikme ve’t-Tabiiyye, Kahire, s. 104-108; Nasîruddin Tusi, Ahlak-ı
Nasıri, trc. Anar Gafarov-Zaur Şükürov, İstanbul, 2007, s. 14-18.
192
37
bu iki alana dair bilginin her ikisini de yani bilgi ve eylemi elde eden kimse olarak
görülmektedir193
Kindî, sanatların değer ve mertebe yönüyle en üstünü olduğunu söylediği
hikmeti şöyle açıklar; “Hikmet, insanın gücü ölçüsünde varlığın hakikatini bilmesidir.”
Kindî, bu tanımıyla hikmetin bir hakikat arayışı olduğunu belirtmektedir. Yine hikmet,
insanın kendisini tanıması ve gücü yettiğince
Allah’ın fiillerine benzemeye
çalışmasıdır.194
Farabi hikmeti, en üstün ilimle en yüce şeyleri akletmek şeklinde
tanımlamaktadır. Farabi'ye göre hikmet bilgisi insana gerçek mutluluğun ne olduğunu,
amelî hikmet de bu mutluluğu elde etmenin yollarını bildirir. Nitekim ruhun var oluş
amacı kendisini nihai nihai mutluluğa ulaştıracak olan hikmet ve fazilettir.195
Kendisinden önce yapılan hikmet tanımlarını dikkate alarak, hikmetin ancak
metafizik olabileceğini ifade eden İbn Sina ise, şu tanıma ulaşmıştır; “Beşeri gücün
elverdiği nispette insanı nefsin kavramları tasavvur etmek, nazarî ve amelî doğruları
tasdik etmek suretiyle kemale ermesidir.” Bu tanımın şerhinde Fahreddin er-Razi,
insanın ulaşabileceği kemalin nefsani, bedeni ve ruhi olmak üzere üç türlü olduğunu ve
hikmetin nefsani kemalle ilgili olduğunu belirtmektedir. Buna göre insani nefsin bilen
ve yapan olarak iki temel gücü vardır. İlkinin görevi doğruyu bilmek, ikincisinin ise
bedeni doğru davranışlar istikametinde yönlendirmektir.196 Dolayısıyla, İbn Sina’da da
hikmetin, ilim-amel bütünlüğü olarak ele alındığı görülmektedir.
Tusi hikmetin, varlık alanına yönelik her şeyin bilgisinin meydana gelmesi
anlamına geldiğini, var olanların da ya ilahi ya da insani olmasından dolayı hikmetin de
birincisi bilgisel, ikincisi eylemsel yani teorik ve pratik olmak üzere iki türünün
bulunduğunu söylemektedir.197
Tusi’nin sürekli olarak zihninde olan ikili ayrım açısından işaret ettiği önemli
bir nokta da fikir ve eylem ilişkisi bağlamındadır. Tusi, Aristoteles’ten aktardığı bir
193
Tusi, Ahlak-ı Nasıri, s. 14.
Mahmut Kaya, Kindî Felsefi Risaleler, 1.Basım, İstanbul: Klasik Yayınları, 2002, s.27-28.
195
İlhan Kutluer, “Hikmet”, DİA, c.17, Ankara: TDV Yayınları, 1998, s.506-507.
196
Kutluer, “Hikmet”, s.507.
197
Tusi, Ahlak-ı Nasıri, s. 92.
194
38
söze göre “fikrin başlangıcının eylemin sonu, fikrin sonunun ise eylemin başlangıcı”
olduğunu ifade etmektedir. İyilik ve mutluluk tasavvur edilmedikçe, yetkinliğin elde
edilme düşüncesi akıllı insanın zihninde yer almaz.198
Tusi’ye göre nefsin biri zatla idrak etme, diğeri aletlerle harekete geçirmek gibi
iki kuvvesi bulunmaktadır. Bunların her biri de ikiye ayrılır. Yani hem zatla idrak etme
gücünün hem de aletlerle hareket ettirme gücünün iki türü bulunmaktadır. Zatla idrak
etme gücünün iki kısmı teorik ve pratiktir. Aletlerle hareket ettirme kuvvesinin iki kısmı
ise öfke (gazap) ve arzudur (şehvet). Netice itibariyle dört tür güç olmaktadır. Teorik
gücün neticesinde ortaya çıkan erdem, hikmet; pratik gücün neticesinde ortaya çıkan
erdem, adalet; öfke gücünün neticesinde ortaya çıkan erdem, şecaat; arzu gücünün
terbiyesi neticesinde ortaya çıkan erdem ise iffettir.199
İslam düşüncesinde hikmetin doğuya özgü bir felsefe olarak kullanılmasının
yanı sıra daha özel anlamlarda da kullanıldığı görüşmektedir. Halidî hikmet ve İşraki
hikmet, bu kullanımların iki örneği olarak gösterilebilir.
2.4.4.2. Ezeli hikmet
Ezelî hikmet, tüm geleneklerin kalbinde yer alan ezeli ve ebedi bir hakikati
ifade eder. Batıda “philospohia perennis”, Hinduizm’de “sanâtana dharma”, Farsça’da
“Câvidân-hirad”, İslam’da
“el-hikmetü’l-halide” olarak adlandırılmış 200 olan ezeli
hikmet kavramı son yüzyılda özellikle René Guénon’un önderliğinde ekolleşmiş bir
düşünceyi anlatmaktadır. Bir ekol haline gelmesi her ne kadar yakın tarihe tekabül etse
de, Ezeli hikmet düşüncesinin kökleri çok daha eski bir tarihe dayanmaktadır. Aldous
Huxley, bu terimin ilk kez Leibnitz tarafından ortaya çıkarıldığını ancak içeriğinin
zamanı bilinemeyecek kadar eski ve evrensel olduğunu ileri sürmektedir. Huxley’e göre
dünyanın her bölgesindeki ilkel insanların geleneksel ilimlerinde Ezelî hikmetin ilimleri
bulunabilir. Ayrıca gelişmiş dinlerin her birinde de tam olarak gelişmiş biçimleri
mevcuttur. 201
198
Tusi, Ahlak-ı Nasıri, s. 60.
Tusi, Ahlak-ı Nasıri, s. 90-91.
200
Seyyid Hüseyin Nasr, Bir Kutsal Bilim İhtiyacı, 2.Baskı, İstanbul: İnsan Yayınları, 1995, s.94.
201
Aldous Huxley, Kalıcı Felsefe, 1.Baskı, İstanbul: İnsan Yayınları, 1996, s.7.
199
39
Tradisyonalist akımın en önemli temsilcilerinden Seyyid Hüseyin Nasr ise
ezeli hikmet teriminin ilk kullananı konusunda Huxley’in yanıldığını düşünmektedir.
Nasr’a göre terim, muhtemelen ilk olarak Rönesans dönemi düşünür ve din bilimcisi ve
bir Augustineyen olan Agostino Steuco (1497-1548) tarafından kullanılmıştır. 202
Bununla birlikte Nasr,’in ezeli hikmet düşüncesine çok alaka göstermiş olan
Leibnitz’den onyedinci yüzyılın en önemli filozoflarından biri olarak bahsetmektedir.
Onun bu alakasını da İslâm ve Çin düşünceleri gibi Batılı olmayan felsefelere duyduğu
ilgi ile açıklamaktadır. Leibnitz, geleneksel felsefenin bütün ifadelerinin ardında
değişmez evrensel ve ezelî bir takım hakikatlerin olduğunu görmüştür.203
Ezeli hikmet düşüncesinde ana fikir şudur; “Kutsal bilgi olarak hikmetin
menşei ilahidir. Bu anlamda ilk bilge Hz. Adem'dir. Zaman içinde unutulmaya yüz tutsa
da kutsal-kadîm teoloji veya felsefe sayesinde varlığını sürdüren bu bilgiye, çeşitli
geleneklerdeki hikemi ifadelerle yahut aklî hads ve felsefi tefekkürle ulaşılabilir.”204
Burada hikmetin nebeviliği, evrenselliği ve sürekliliği vurgulanmaktadır. Nasr’ın
tanımını da bu bağlamda zikretmek mümkündür. Ona göre ezelî hikmet, “her zaman
varolmuş ve varolacaktır; o hem farklı iklim ve çağlarda yaşayan insanlar arasında
varolması hem de evrensel ilkeleri irdelemesi anlamında, evrensel bir nitelik taşıyan bir
bilgidir.” Nasr, bu bilginin tüm dinlerin ve geleneklerin kalbinde yer aldığını ve akılla
ulaşılabileceğini ifade etmektedir. Bununla birlikte bu bilgiyi edinmenin esas kuralı
onun geleneğin çerçevesinde elde edilmesidir.205
Nasr’ın gelenek vurgusu, ezelî hikmetin ilahi bir kaynağa dayanadığı fikrinin
bir diğer ifade ediliş biçimidir. Zira gelenek, kökleri ilahî tabiattaki vahiyde bulunan,
dalları ve gövdesi asırlar boyunca gelişmiş bir ağaç gibidir. Gelenek; kutsal, ezelî ve
ebedî hakikati, tükenmez hikmeti ve hakikatin değişmez prensiplerinin farklı zaman ve
mekân şartlarında sürekli uygulanmasını ifade eder.206 Öte yandan hikmetin ‘ezelî’
vasfıyla vasıflandırılması, onun insana beşer-üstü bir kaynaktan verilmiş olmasını
202
Seyyid Hüseyin Nasr, Bilgi ve Kutsal, 1.Basım, İstanbul: İz Yayıncılık, 1999, s.81.
Seyyid Hüseyin Nasr, Genç Müslümana Modern Dünya Rehberi, 4.Baskı, İstanbul: İz Yayıncılık,
2009, s.194
204
İlhan Kutluer, İslam’ın Klasik Çağında Felsefe Tasavvuru, 3.Baskı, İstanbul: İz Yayıncılık, 2013,
s.30.
205
Seyyid Hüseyin Nasr, Bir Kutsal Bilim İhtiyacı, s.77.
206
Seyyid Hüseyin Nasr, Modern Dünyada Geleneksel İslâm, Sara Büyükduru (çev), Üçüncü Baskı,
İstanbul: İnsan Yayınları, 2001, s. 13.
203
40
gerektirmektedir. Zira ezelden, yani başlangıçtan beri mevcut olan bir hikmetten
bahsediyorsak, bu bilgiyi salt beşeri birikime bağlamak çelişkili olacaktır.207
Hikmetin, bahsedilen süreklilik, evrensellik ve nebevilik boyutlarını İslam
düşünce geleneği açısından tahkik etmek istediğimizde, tabakât literatürü ve hikemiyat
literatürü bize önemli veriler ve örnekler sunmaktadır. Tabakât kitapları bilim, felsefe
ve kültür tarihi üzerine yazılmış eserlerdir. Bu eserlerde Müslüman müellifler kadim
dönemlerden başlayarak İslâmî döneme kadar olan insanlığın kültürel mirasına ait
mevcut bilgileri kayda geçirmişler ve İslam kültürünü de bu birikime eklemlemişlerdir.
İbnü’n-Nedîm’in el-Fihrist’i, Kadı Sâid el-Endelûsî’nin Tabakâtü’l-Ümem’i, İbnü’lKıftî’nin İhbâru’l-ulemâ’sı tabakât literatürünün önemli örnekleridir. Tabakât kitapları
bize, İslamın klasik çağında müslüman entelektüel muhitin yabancı birikimleri tevarüs
edip bunları kavramak hususunda gayret gösterdiğini ve bir süre sonra bu birikimi
yeniden üretip özgün eserler verdiklerini göstermektedir. Başka devirlere, uluslara, din
ve kültürlere mensup insanların birikiminde tevarüs etmeye değer unsurlar bulmuş
olmalarını, süreklilik ve evrensellik fikirleriyle açıklamak mümkündür. Yine tabakât
kitaplarında felsefi ilimleri tedvîn eden ünlü isimlerin nebevî bir menşe ile
irtibatlandırıldığı görülmektedir. Empedokles’in hikmeti Şam’da Davud (a.s)’tan
öğrenip Yunan beldesinde talim etmesi, Pisagor’un hikmeti Mısır’da Davud (a.s)’un
ashabından edinmesi ve bu ilmin Mişkâtü’n-nübüvve’den kaynaklandığını ileri sürmesi,
hikmetin nebevi bir kaynağa dayandırılmasının örnekleri olarak zikredilebilir. 208
Hikmetin sürekliliği, nebeviliği ve evrenselliği fikrine tabakât kitaplarının yanı
sıra hikemiyat literatüründe de rastlanmaktadır. İbn Miskeveyh(ö.421/1030) elHikmetü'l-halide adlı eserinde ezeli bir akıldan, hikmetten söz etmektedir. Buna göre
ezeli hikmet, “devirden devire, ulustan ulusa değişmeyen, tarih ötesi bir hakikat, kendini
çağlar boyu çeşitli kültür havzalarında daima tezahür ettiren bir halidi hikmettir.”209 Bu
bağlamda bir diğer örnek olarak İbn Fatîk'in (ö.500/1106?) Muhtâru’l-hikem ve
mehâsinü'l-kelim adlı eseri zikredilebilir. Hikmetli sözlerden derlenmiş bir ontoloji olan
eserde, sözleri iktibas edilen filozofların tevhid ehli olmalarına dikkat edilmiş olmakla
207
Kutluer, s.31.
Kutluer, s.32-35.
209
İbn Miskeveyh, el-Hikmetü’l-hâlide(Câvidân Hırâd), Abdurrahmân Bedevî(nşr), 3.Baskı,Beyrut,
1983, s.375-376. Aktaran: Kutluer, s.38.
208
41
beraber onların yöntem ve dönem farklılıkları göz ardı edilmiştir. Zira müslüman
hikmeti yitiği olarak bilir ve nerede bulursa, hangi kaynaktan çıktığına bakmaksızın
alması gerekmektedir. Eserde ayrıca hikmetin nebeviliği vurgusu da görülmektedir;
“hikmet geleneğinin ünlü isimleri Şît, İdrîs, Asklepios, Lokman gibi nebi olan/olduğu
düşünülen şahsiyetlerle irtibatlandırılmaktadır.”210
Son olarak, farklı ulusların ve kültürlerin hikmetin farklı yansımaları olduğunu
vurgulayan müelliflerden örnek vermek istiyoruz. Farklı ulusların aynı gövdenin farklı
organları gibi fonksiyon icra ettiklerini söyleyen es-Sicistanî (ö.380?/990?) “hikmetin
Greklerin başlarına, Arapların diline, Farisîlerin kalplerine ve Çinlilerin ellerine
indiğini”211 söylemektedir. Yine bu bağlamda İbnü’l-Mukaffa’, Câhız, Rağıb el-İsfehânî
gibi yazarlar şu görüşü vurgulamışlardır: Bazı ulusların bazı konularda uzmanlaşmış
olmaları bir üstünlük anlamına gelmemektedir. Uluslar ve kültürleri arasında üstünlük
yoktur. Hepsinin ortak amacı, hikmetin
yeryüzündeki tecellisine kendi güçleri
nispetinde katkıda bulunmaktır. Bu görüşlerden hareketle ulusların farklılıklarını
“te’ârüf” telakkisiyle kıymetlendiren bir anlayışın doğduğu söylenebilir.212
Ezelî hikmet düşüncesi, bütün dinlerin ve geleneklerin kalbinde yatan tek bir
hakikat olduğu fikrine dayanmaktadır. Buna göre hikmetin kaynağı ilahîdir; hikmet
evrenseldir ve sürekliliği söz konusudur. Bugün bir ekol haline gelmiş olan ezelî hikmet
düşüncesi birçok yeni çalışmaya ilham kaynağı olabilir, ancak bizim bu çalışmada
hikmet ile kastettiğimiz bu özel anlam değildir. Bu çalışmada hikmet en genel
anlamıyla; insanı kötülükten alıkoyan ve iyiliğe yönlendiren her şeyi ifade etmekte ve
din eğitimi açısından bir anlamlandırma imkanı olması yönüyle ele alınmaktadır.
Bununla birlikte “ezelî hikmet” düşüncesinin, İslam düşüncesindeki yeri dikkate
alındığında, hikmetin konu edildiği bu çalışmada yer almamasının bir eksiklik olacağı
açıktır.
210
Mübeşşir b. Fâtik, Muhtâru’l-hikem ve mehâsinü’l-kelim, Abdurrahmân Bedevî(nşr.), 2.Baskı,
Beyrut, 1980, s.2-4,7,8,11,28,44,126,160,288. Aktaran: Kutluer, s.39.
211
Tevhidî, el-Mukâbesât, Ali Şalk(nşr.), Beyrut, 1986, s. 167. Aktaran: Kutluer. s.40.
212
Kutluer, s.42.
42
2.4.4.3. İşraki hikmet
İşraki hikmet veya diğer bir ifadeyle hikmetü’l-işrak; İslam düşünce tarihinde
Şihabüddin es-Sühreverdi’nin ortaya koyduğu hikmet geleneğini ifade etmektedir.
Sühreverdi, hikmetü’l-İşrak adlı eserinde kurucusu olduğu bu ekolün öğretilerini
ayrıntılı bir şekilde ele almaktadır. Buna göre insan nefsinin elde edebileceği en büyük
mutluluk ve en yüksek mertebe, yetkin sıfatları ve noksandan münezzeh oluşuyla
birlikte Yaratıcı’nın bilinmesidir. Bu bilginin ise iki yolu vardır; birincisi nazar ve
istidlale dayanan bahs, ikincisi riyazet ve mücahedeye dayanan teellüh yoludur.213
Sühreverdi, ilk yolu tercih edenlerin Meşşailer olduğunu ve fakat Meşşai kalınarak
gerçek bir metafizik ortaya konamayacağını ileri sürmektedir. O, Meşşai düşünceyi,
yöntemlerini yadsımaz ancak onun derece itibariyle aşılması gerektiğini söyler. Zira
hakikate ancak zikredilen iki yolun birleştirilmesi ile ulaşılabilir.214
Sühreverdi, kendisini İslam dünyasında işraki geleneğin gerçek temsilcisi
olduğunu iddia etmekle birlikte, köklerini eski Mısır ve İran bilgelerine kadar
dayandırmaktadır. Ayrıca Aristo’ya kadarki Grek felsefesinin belirli simalarını ve belli
İslam sufilerini de bu kadim hikmet geleneğine dahil etmektedir.215 Bilginin iki yolu
olarak açıkladığı bahs ve teellüh yolunu da iki büyük filozofa atfetmektedir. Buna göre
Aristo bahsin, Eflatun teellühün önderidir.216 Sühreverdî, “Hikmetin İmamı ve Reisi”
dediği Eflatun’u, “Filozofların Babası” Hermes’i ve “Hikmetin Sütunları” olan
Empedokles ve Pisagor gibi büyük filozofların da aynı geleneğe bağlı olduğunu ileri
sürmektedir.217
Sühreverdi, ideal bilge tipini anlatırken, tuttukları yol ve yönteme göre bilgeleri
derecelere ayırmıştır. Ona göre bilgeler teellüh veya bahsteki durumlarına göre sekiz
gruptur. Teellüh ve bahsin birbirini tamamlayan iki yöntem olduğunu düşünmekle
beraber teellühe daha öncelikli bir konum atfeden Sühreverdî’nin derecelendirmesi de
bu düşüncesi ile paralellik arz etmektedir. Buna göre teellüh ve bahste derinleşmiş ilahi
213
A.Kamil Cihan, “Sühreverdî ve İşrakîlik”, M. Cüneyt Kaya (Ed.), İslam Felsefesi: Tarih ve
Problemler içinde (397-424), 1.Basım, İstanbul: İSAM Yayınları, 2013, s.397.
214
Kutluer, s.95-100.
215
Kutluer, s.95.
216
Mahmut Kaya, “İşrâkiyye”, DİA, c.23, Ankara: TDV Yayınları, 2013, s.435.
217
Kutluer, s. 97.
43
bilge en üst derecede yer alır. Onun ardından teellühte derin, bahste orta veya zayıf olan
bilge gelir. Onu, teellühte derin fakat bahste nasibi olmayan bilge izler. Bunu bahste
derin teellühte orta veya zayıf olan bilge takip etmektedir. Bilgeleri sırasıyla teellüh ve
bahs öğrencisi, sadece teellüh öğrencisi, son basamakta da bahs öğrencisi izlemektedir.
Fakat dünyada mutlaka teellüh konusunda derin bir bilge bulunur ve Sühreverdi bunun
kutup diye adlandırılan kişi olduğunu kaydeder.218 Sühreverdi’ye göre siyasi iktidar da
kutbun hakkıdır ve bu hakkı elinde bulundurursa o zaman bu devir aydınlık devir
demektir. Bu düşüncenin, Farabîden beri siyasi yönetimin aydınlanmış elitlerin elinde
olması gerektiği şeklindeki Eflatuncu fikirlerin tasavvufi söylem kazanmış hali olduğu
ileri sürülebilir.219
Sühreverdî, mistik tecrübe ve müşahedelere dayanan, kendine has konusu, ilke
ve kavramları olan nurlar ilmini (ilmü’l-envar) ortaya koymuştur. Bu ilimde nur;
varlığın, bilginin ve değerin kısaca herşeyin odağında yer almaktadır. Apaçık, zahir olan
bir şeyin tarife ihtiyaç duymaması gibi, kendisinden daha apaçık bir şey bulunmayan
nurun da tarifi olmaz. 220 İşrakilik’te varlığın ontolojik yorumu, nurların tecellisi
sonucunda varlığın zuhur edip gerçeklik kazanması şeklindedir. Burada nur kavramının
merkeze alınması kaydıyla, Farabi ve İbn Sina’nın sudûr teorisine başvurulmuştur.
Dolayısıyla sudûrdaki akılların yerini burada nurlar almakta ve nurlar hiyerarşisinin
zirvesinde, bütün aşağı nurlar zincirinin kaynağı olan Nurlar Nuru Allah bulunmaktadır.
Mutlak anlamda bir olan Nurlar Nuru’ndan bir tek şey çıkar ki o da ilk nurdur.
Meleklerin reisi olan ve Behmen diye adlandırılan bu ilk nur, kaynağından sadece
kemalinin derecesi bakımından ayrılmaktadır. İlk nur, nurlar nuruna en yakın nur
olduğu için zengin ve yetkin, fakat özü itibariyle de fakir ve eksik sayılır. İlk nur
kaynağını idrak etmekle ondan ikinci nur, fakirliğini idrak etmekle de en yüksek berzah
denilen ilk gölge meydana gelir. Gerçekte bütün varlık nurlar nurunun gölgesi (eseri)
sayılır. Böylece her nur bir nuru ve bir berzahı yani feleği meydana getirmek üzere işrak
218
Cihan, s.405.
Kutluer, s.99.
220
Cihan, s.407-408.
219
44
devam eder. Meşşailer'de sudûr onuncu akıl (faal akıl) ve dokuzuncu felekte son
bulduğu halde İşrakilik'te nurların sonsuza kadar devam ettiği düşünülür.221
İslam düşüncesinde hikmet tasavvurlarını ele aldığımızda, hikmet ile
kastedilenin doğu toplumlarına özgü felsefî bir düşünce olduğunu görmekteyiz.
Bununla birlikte hikmeti, hayat tecrübelerinin günlük yaşamın pratik uygulamaları ile
birleştirilmesi ve gözlem yapabilmek suretiyle varlıkların anlam ve amaçlarına
doğrudan, pratik ve derin bir bakışa sahip olmak şeklinde açıklayan Ahmed Emin,
hikmet ve felsefe arasındaki farklılıkları şu şekilde sıralamaktadır:
“Felsefe meselelerini mantıkî temeller üzerine oturtan ve her bir meselesini
öncekiyle bağlantılı bir şekilde inceleyen sistematik bir düşünme biçimi iken, hikmet
hayatın içinde şuradan veya buradan ansızın yakalanan parlak bakışlardır. Felsefe,
doğası itibarıyla analitiktir. Bir düşünceyi alıp analiz eder ve sonuçlarını ortaya koyar.
Hikmet ise tecrübelerin hepsi üzerinde odaklanan ve bütün ayrıntıların özünü bir
kapsülde toplayan bütüncül bir yapıya sahiptir. Adeta gökyüzünü kaplamış̧ olan
bulutları sıkarak yağmur damlalarına dönüştürür. Felsefe, incelemeye, akli düşünceye
ve mantık kanunlarına dayanır. Hikmet ise yüzeysel olaylardan derin anlamlar
çıkarabilmek ve kum tepelerinden altın kırıntıları ve sedef kümelerinden değerli bir inci
bulabilmek için, hazır bir şekilde alınan kültür mirasına ek olarak, kişisel yeteneğe ve
ilhama dayanır. Felsefenin kendisine has bir yöntemi ve aklî değerlendirmesi
olduğundan, kapalı ve üslubunun kompleks olması gayet doğaldır. Hikmet ise, ister
seçkin ister avam olsun, herkesin aklî kapasitesi ölçüsünde kavradığı ve dili
döndüğünce açıkladığı folklorik bir kültürdür. Bunun içindir ki, felsefe ağır ve kompleks
bir yapıya bürünmüş; buna karşın hikmet, basit ve albenili bir biçim kazanmıştır.”222
Sonuç olarak hikmetin, din eğitimi açısından dikkate değer bulunan yönleri
olarak şunlar söylenebilir. Hikmet, zihinsel çabanın ötesinde özel bir bilme türüne işaret
etmekte ve insana farklı bilme imkanları sunmaktadır. Bir kavrayış olarak hikmet,
seçkin bir zümreye ait olmayıp, her insanın kendi kişisel tecrübesiyle tanış olduğu bir
221
Kaya, s.435-437.
Ahmed Emin, “Arap Edebiyatında Hikmet”, Zeynep Arkan (çev.), Sakarya Üniversitesi İlahiyat
Fakültesi Dergisi, c.14, Sayı 26, 2012, s.213-214.
222
45
durumun adıdır. Bilme ve tecrübe vurgularının da işaret ettiği üzere hikmet, bilme ve
eylemenin birlikteliğine dayanmaktadır.
İslam düşüncesinin hikmet tasavvurlarını ele aldığımız bu bölümden sonra,
çalışmanın bu noktasından itibaren Ahmet Yesevî’nin hikmeti konu edinen eseri Divânı Hikmet’te hikmetin anlaşılma biçimleri üzerine odaklanılacak ve bu anlamların din
eğitime yansımaları ele alınacaktır.
46
İKİNCİ BÖLÜM:
AHMET YESEVİ’NİN DİVÂN-I HİKMET’İNDE
HİKMET KAVRAMI
47
2.
AHMET
YESEVİ’NİN
DİVÂN-I
HİKMET’İNDE
HİKMET
KAVRAMI
2.1. Ahmet Yesevî ve Divân-ı Hikmet
Çalışmamıza konu edindiğimiz Ahmet Yesevî’nin Divân-ı Hikmet adlı
eserinde hikmetin anlaşılma biçimlerini ele almadan önce, eserin anlaşılmasına katkı
sağlaması açısından yazarın hayatı ve bir edebiyat metni olarak Divân-ı Hikmet’in
önemine kısaca değinmek gerektiğini düşünmekteyiz.
Ahmed Yesevî’nin hayatına dair yapılan ilk çalışma olarak Fuad Köprülü’nün
Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar adlı eseri ile karşılaşılır. Bu eserde, Ahmed
Yesevî’nin hayatı; menkabevi ve ilmi ayrımı yapılarak ele alınmıştır. Sonraki
çalışmaların çoğunluğunda ise bu ayrımın ortadan kalktığı ve iki bilginin iç içe verildiği
görülür. Bu iki tür bilginin de değeri göz önüne alınarak bu çalışma için şu bilgiler
derlenmiştir.
Ahmed Yesevî,
Kazakistan Cumhuriyeti’nin güneyindeki Çimkent şehri
yakınlarında bulunan Sayram kasabasında dünyaya gelmiştir. Doğum tarihi ve buna
bağlı olarak da kaç yıl yaşadığı tam olarak bilinmemektedir223. Fakat şeyhi Yusuf
Hemedani’nin 1140’taki vefatı göz önüne alınarak XI.
Yüzyılın ikinci yarısında
dünyaya gelmiş olabileceği üzerinde durulmuştur224.
Babası, Sayram’ın ünlü şeyhlerinden Şeyh İbrahim Ata ve onun halifelerinden
Musa Kazım’ın kızı Aişe Hatun ise annesidir225. Ahmed Yesevî’nin baba tarafından
ataları Hz. Ali’nin oğlu Muhammed Hanefi’ye dayandırılmıştır226. İçine doğduğu aile
223
Fuad Köprülü, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, 1. Baskı, Ankara: DİB Yayınları, 1984, s.21,
49.; Kemal Eraslan, “Ahmed Yesevî” DİA, c.2, Ankara: TDV Yayınları, 1989, s. 159. ; Hayati Bice
(hzl), Hoca Ahmed Yesevî Divân-ı Hikmet, Ankara: TDV Yayınları, 2015, s.9.
224
Eraslan, “Ahmed Yesevî”, DİA, s. 160.
225
Köprülü, s. 50.; Kemal Eraslan (hzl), Ahmed-i Yesevî Divân-ı Hikmet Seçmeler, 1. Baskı, Ankara:
Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, 1983, s. 15.; Necdet Tosun, “Yesevîyye”, DİA. c.43, Ankara:
TDV Yayınları, 2013, s.487.’de Ahmed Yesevî’nin babası İbrahim Ata’nın halifesi Musa Hoca’nın Aişe
Hoştac adlı kızını Ahmed Yesevî ile evlendirdiğinin rivayet edildiği bilgisine yer verilmiştir.
226
Eraslan, s. 15.; Bice, s. 10.
48
ve İslami kültürün aktif bir gelişme gösterdiği bu toplum, Yesevî’nin etkilendiği
şartların bir kısmını gösterebilir227.
Annesinin ardından 7 yaşında babasını kaybettiği ve ablası (Gevher Şehnaz) ile
birlikte Yesi’ye (Türkistan) geldikleri bilinmektedir228. Eğitim veya manevi feyz aldığı
kaynaklar arasında babasından sonra Yesi’de tanıştığı Arslan Bab/Baba’dan
bahsedilmektedir229. Son dönemlerde yapılan bir araştırmada Arslan Bab/Baba adının
geçtiği eserler tespit edilmiş ve onun bu eserlerde dönemin ünlü sufilerinden olarak
tanıtıldığına dikkat çekilmiştir230. Yesevî, Arslan Bab/Baba’nın vefatından ( doğum ve
ölüm tarihi bilinmemektedir.) sonraki bir dönemde onun işaretine dayandırılan bir
kararla Buhara’ya gelmiştir. Bu dönemde Karahanlılar’ın hakimiyeti altında bulunan
Buhara, İslami ilimlerin en ileri düzeyde tahsil edildiği merkezlerden biri olarak
kaydedilmiştir 231 . Burada Yusuf Hemedani 232 ’ye (ö.1140) intisap etmiş ve onun
terbiyesine girmiştir233. Bir diğer kaynak olarak Hazret-i Hızır ile olan sohbetlerinin ise
hayatı boyunca devam ettiği belirtilmiştir234.
Yusuf Hemedani’ nin vefatından sonra onun seçimiyle üçüncü halife olarak
irşad postuna oturmuştur. Sınırları kesin olmayan bir zamandan sonra yerini dördüncü
halifeye bırakarak Yesi’ye dönmüştür235. Yesi’ye dönüş ile birlikte etrafına toplanan
müridlerin çokluğu meselesi onun şöhretinin göstergesi olarak kabul edilmiştir. Yesevî
227
Arif Ersoy, “Hoca Ahmed Yesevî’nin Sosyal Yapılanmaya Yönelik Yaklaşımları”, Mehmet Şeker,
Necdet Yılmaz (hzl), Ahmed-i Yesevî Hayatı Eserleri Tesirleri içinde. İstanbul: Seha Neşriyet, 1996,
s. 85-106.
228
Köprülü, s.51.; Muhammetrahim Carmuhammetoğlu, Hoca Ahmet Yesevî ve Türkistan, Ali Abbas
Çınar, İsmail Kallimci (akt.) 1. Basım, Ankara: Yeni Avrasya Yayınları, Ekim 2001, s. 24’te ise Ahmed
Yesevî’nin yirmili veya ona yakın yaşlarında babasının hayatta olduğu bilgisi verilmiştir.
229
Bice, s. 11.; Köprülü, s. 51’de Arslan Baba’nın vefatının Ahmed Yesevî’nin çocukluğuna denk geldiği
dolayısıyla onun şahsiyetinde kuvvetli bir etkisi olmadığından söz edilmiştir.
230
Hasan Nadirhan, “Arslan Baba ve Ahmed Yesevî”, Tasavvuf İlmi ve Akademik Araştırma Dergisi,
2009/2, s. 1-10.
231
Hayati Bice, Pir-i Türkistan Hoca Ahmed Yesevî, Birinci Baskı, İstanbul: İnsan yayınları, 2011, s.
80.
232
440 veya 441 (1048 veya 1049) yılında Hemedan’ın Bûzenecird köyünde doğdu. On sekiz yaşında
ilim tahsili için Bağdat’a gitti ve Nizamiye Medresesi’nde ders halkalarına katıldı. Daha sonra Isfahan’da
hadis ilmini tahsil etti. Ancak daha sonra fıkıh ve kelam tartışmalarından sıkılıp tasavvufa yöneldi. Bu
yönelişte Nizamiye Medresesi’nde kendisinden ders aldığı sufimeşrep Ebu İshak eş-Şirazî’nin etkisi
olmuştur. Dinî emirlere son derece bağlı olan Hemedânî, sahv ve temkini esas alan bir tasavvuf anlayışına
sahipti. Keramete ve keramet göstermeye iltifat etmez, sekr ve vecdin tesiriyle zuhur eden ölçüsüz söz ve
davranışları doğru bulmazdı. En meşhur halifelerinden biri olan Ahmed Yesevî’nin de hikmetlerinde
görülen şeriat vurgusunu, Hemedanî etkisi olarak değerlendirmek mümkündür. (Necdet Tosun, “Yusuf elHemedanî”, DİA, c.44, s.12-13.)
233
Köprülü, s. 52.; Eraslan, s.19.; Bice (hzl), s. 14
234
Bice, s. 11.
235
Köprülü, s. 58. ; Eraslan, s.20.
49
araştırmacıları Ahmed Yesevî’nin Arapça ve Farsça hakimiyeti konusunda görüş birliği
içindedirler.236. Bunun yanında hikmetlerini halkın alışageldiği nazım üzere ve Türk dili
ile söylemesi, üzerinde görüş birliği edilen hususlardan bir diğeridir. Yesevî’nin
bununla Türklere anlaşılmayı kolaylaştırmayı amaçladığı belirtilmiştir237. Müridlerinin
sayı bakımından çokluğu başka bazı sebeplerde de aranmıştır. Bu sebeplerden, şeri
ilimlerdeki bilgisi, şeriat ahkamına, sünnete ve Hanefi mezhebine olan bağlılığı
üzerinde durulmuştur. Hikmetlerinde de görülen bu durum, ondaki Yusuf Hemedani
etkileri olarak yorumlanmıştır238. Şeyhi Yusuf Hemedani’nin bir mutasavvıf olduğu
kadar hadis alimi olduğuna dikkat çekilmiştir239.
Ahmed Yesevî’nin yaşadığı dönem Orta Asya’da geçim kaynaklarının tarım ve
ticaret olduğu240 kendisinin ise geçimini tahtadan yontuğu kaşık ve kepçe satarak temin
ettiği kaydedilmiştir.241.
Ahmed Yesevî 63 yaşına geldiğinde tekkede, yer altında bir insanın
sığabileceği kadar olan bir hücre hazırlattığı ve ömrünün sonuna kadar burada ibadet ve
riyazet ile meşgul olduğu anlatılır. Sünnete bağlılığı ile ilişkilendirilen bu çilehane
dönemine girişi, sebepleri Divân-ı Hikmette söz konusu edilmiştir.242
Vefat tarihi olarak araştırmacıların çoğunluğunun 1166-67 de hemfikir
oldukları görülür. Ancak bir araştırmacı tarafından bu tarihin; vefat yılı değil, yer altına
çekildiği yıl olduğu görüşü belirtilmiştir. Bunu, Yusuf Hemedani’nin vefat tarihi ile
gerekçelendiren araştırmacının eserinde vefat tarihi, 1228 olarak verilmiştir 243 .
Vefatından iki asır sonra, rakiplerini yenen emir Timur tarafından hamd nişanesi olarak
236
İsmail Yakıt, “Hoca Ahmed-i Yesevî ve Türk Düşünce Tarihindeki Yeri”, Mehmet Şeker ve Necdet
Yılmaz (hzl), Ahmed-i Yesevî Hayatı Eserleri Tesirleri içinde. İstanbul: Seha Neşriyet, 1996, s 61-84.;
Carmuhammetoğlu, s.28.
237
Köprülü, s. 61; Eraslan, s. 38. ; Bice, s. 27.
238
Eraslan, s.38.
239
İlhan Genç, “Ahmed-i Yesevî Üzerine Bir Değerlendirme” Dokuz Eylül Üniversitesi, Eğitim
Bilimleri Dergisi, Yıl. 2, Sayı. 3, İzmir , 1993, s.35-48.
240
Arif Ersoy, “Hoca Ahmed Yesevî’nin Sosyal Yapılanmaya Yönelik Yaklaşımları”, Mehmet Şeker,
Necdet Yılmaz (hzl), Ahmed-i Yesevî Hayatı Eserleri Tesirleri içinde. İstanbul: Seha Neşriyet, 1996,
s. 85-106.
241
Bice, s. 12.
242
Köprülü, s. 30, 61. Eraslan, s. 21.
243
Carmuhammetoğlu, s. 26.
50
eski Ahmed Yesevî Külliyesi yıktırılarak yeniden inşa ettirilmiştir244. Kendisi daha
hayattayken vefat eden bir oğlundan ve iki kızından söz edilmektedir. Sonraki
dönemlerde kendilerini Ahmed Yesevî torunlarından sayan kimseler Semerkantlı Şeyh
Zekeriyya, Üsküplü Şair Ata, Evliya Çelebi, Hafız Ahmed Yesevî-i Nakşibendi gibi
isimler kendilerini soy bakımından kızlarından Gevher Şehnaz’a nispet etmişlerdir.245
Ahmed Yesevî’nin ardından onun tasavvuf yolu ve düşüncelerinin müridleri
yoluyla yayılması ve bu yolun takipçilerinin mensup olduğu tarikate “Yesevîyye”
denilmiştir.246 Ahmed Yesevînin esaslarını belirlediği Yesevîyye tarikati daha sonra
Türkistan ve Anadolu da gelişecek olan bazı tasavvuf ekollerini de derinden
etkilemiştir.247
Hayatından geriye kalan en büyük miras olan Divân-ı Hikmet, Ahmed
Yesevî’nin tasavvufî manzumelerini içine alan meşhur eserin adıdır. Zira o
manzumelerin her biri ayrı ayrı hikmettir. Köprülü, Anadolu Türklerinde “ilahi” adı
verilen bu tarz manzumelere Miladi X. asırdan beri Doğu Türklerinde “hikmet”
denildiğini ileri sürmektedir. 248
Divân-ı Hikmet’in yazma ve basma nüshalarında bulunan hikmetlerin büyük
çoğunluğu Ahmed Yesevî’ye ait hikmetlerden oluşmaktadır. Bununla birlikte bazı
hikmetlerde Nesimî gibi, Yesevî’den bir kaç asır sonra yaşamış şahısların zikredilmesi,
başka şahıslara ait hikmetlerin de Divân-ı Hikmet’te bulunduğunu göstermektedir.249
Her ne kadar Yesevî’ye ait olmayan hikmetler Divân-ı Hikmet’te yer alsa da, bahsedilen
hikmetlerin hepsi mana bakımından Yesevî düşüncesinin ifadesi olması sebebiyle yine
Yesevî’ye aittir.
İslamî Türk edebiyatının Kutadgubilig’den sonraki en eski örneği olan Divân-ı
Hikmet, Türk tasavvuf edebiyatının da ilk örneği olarak kabul edilmektedir. 250
244
Köprülü, s. 64-65.; Bice, s.16.; Emel Esin, “Ahmed Yesevî Külliyesi”, DİA, c.2, Ankara: TDV, 1989,
s.162.
245
Yakıt, s.63.
246
Tosun, s. 487.
247
Bice, s. 17.
248
Köprülü, s.101.
249
Eraslan, s. 41-42.
250
Köprülü, s. 101-102.
51
Hikmetlerin muhtevası, şekil ve dil yapısı, Yesevî’nin yetiştiği çevre, hayatı, şahsiyeti,
gayesi ve hitap ettiği kitlenin sosyo-kültürel yapısı ile ilgilidir.251
Hikmetlerin büyük bir kısmı 5-25 arasında değişen dörtlüklerden oluşmaktadır.
Kafiye düzeni koşmaya benzer. Bunun yanı sıra gazel tarzında hikmetler de
bulunmaktadır. Münâcat’ta ise mesnevi tarzının kullanıldığı görülmektedir. Divân-ı
Hikmet’in eldeki yazma nüshalarının en eskisi Miladi XVI. veya XVII. yüzyıla aittir.
Bu durum mevcut yazma eserlerin güvenilir olmadığını göstermektedir. Divân-ı Hikmet
adını taşıyan yazmalarda ve basma eserlerde Yesevî’nin hikmetlerinin yanı sıra
dervişlerinin hikmetleri de yer almaktadır.252 Köprülü, yazma nüshalara ulaşmasının
mümkün olmadığını, bununla birlikte altı basma nüshadan söz etmektedir. Buna göre
eser, bir defa İstanbul’da, dört defa Kazan’da, bir defa da taş basması olarak Taşkend’te
tab edilmiştir.253
Bu çalışma için Divân-ı Hikmet’in günümüz Türkçesine çevrilmiş bir kaç
baskısı incelenmiştir. Bunlar, Kemal Eraslan’ın hazırladığı Divân-ı Hikmet’ten
Seçmeler,254 Ahmet Eğilmez Rıdvanoğlu’nun hazırladığı Açıklamalı Divân-ı Hikmet,255
Necdet Tosun’un editörlüğünü yaptığı Ahmed Yesevî256 ve Hayati Bice’nin hazırladığı
Divân-ı Hikmet257 adlı eserlerdir. Eraslan’ın tercümesini edebi zevk bakımından daha
doyurucu bulmakla birlikte, en güncel çalışma olması ve yeni bulunan hikmetleri de
içermesi sebebiyle Hayati Bice’nin çalışması esas alınmıştır.
2.2. Divân-ı Hikmet’te Hikmet Kavramına Genel Bakış
Türk tasavvuf edebiyatının en eski örneği olduğu düşünülen Divân-ı Hikmet
incelendiğinde içerikte duygusal yönün öne çıktığı
ve Ahmet Yesevî’nin manevî
tecrübelerinin önemli bir yer kapladığı görülmektedir. Dolayısıyla metinde coşku dolu
ifadelerle sıklıkla karşılaşılmakta ve bu ifadeler okuyucuda duygusal bir etki
251
Eraslan, s. 43-44.
Eraslan, s. 47.
253
Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz. Köprülü, s.101-107.
254
Kemal Eraslan (hzl), Ahmed-i Yesevî Divân-ı Hikmet Seçmeler, 1. Baskı, Ankara: Kültür ve Turizm
Bakanlığı Yayınları, 1983.
255
Ahmet Eğilmez Rıdvanoğlu (hzl.), Ahmet Yesevî Açıklamalı Divân-ı Hikmet, İstanbul: Gayem
Yayıncılık, y.y.
256
Necdet Tosun(ed.), Ahmet Yesevi, Ankara: Hoca Ahmet Yesevi Uluslararası Türk-Kazak
Üniversitesi, 2015.
257
Hayati Bice (hzl), Hoca Ahmed Yesevî Divân-ı Hikmet, Ankara: TDV Yayınları, 2015.
252
52
oluşturmaktadır. Metinde hikmet kelimesi, “hikmet okumak”, “hikmet söylemek”,
“hikmet işitmek” şeklinde kullanılmıştır. Okunan, söylenen, işitilen hikmetin ne olduğu
ise şiirlerin bütününde açıklanmaktadır.
Genel olarak Divân-ı Hikmet’ten bahsetmek gerekirse; Yesevî düşüncesinde
hikmet, sözde, işte, halde, hayatta ve tüm diğer varlıklarda mevcut olan manadır. Mana
bir hakikattir ancak bu hakikate erişmek için dünyanın geçiciliğinin bilincinde olup
onun perdesinde oyalanmadan, içine ve özüne nüfuz etmek şarttır. İnsanın hakikate
ulaşması için Yesevî’nin deyimiyle; “Dünya ukbuna yüz bin talak etmek” 258
gerekmektedir. Zira, Yesevî düşüncesinde hakikat perde arkasındaki manada
bulunmaktadır. Perde arkası ile kastedilen, mananın genel geçer veya aşikar olmayıp
insanın kendi gayreti ile ve kendi donanımına göre kazanacağı bir şey olmasıdır. İnsan,
hayatı ve onun gerçekliğinin anlamını çözebilmek için ilk önce, kendi varlığının
manasını kavramak durumundadır. Yesevî’ye göre kendi varlığından bilincinden
yoksun veya kendini bilmeyen, nefsindeki cevheri, manayı tanımayan insan, insan
değildir. Divân-ı Hikmet’te “hakikati bilmeyen insan değildir”259 diyerek bunu daha net
bir şekilde ortaya koymaktadır. Bu düşünce sisteminde hikmetin, yani hakikati bilmenin
yolları veya aşamaları da belirtilmiştir. İnsanın hakikati bilmesi için ilk önce fıtratındaki
ilahi cevherin manasını kavraması gerekmektedir. İnsanın kendindeki manayı
kavraması, gerçeği bilmenin şartı ve başlangıcıdır. İnsan, o zaman olgunluğa ve
hakikate giden yolu bulmuş, hikmeti kendi anlam dünyasında bir alan olarak açmış
demektir.260
Yesevî’ye göre, insanın iç alemi başlı başına bir hikmettir. İnsan, en büyük
hikmet kaynağı olan Kur’an ile iç alemini gıdalandırdığı takdirde olgunluğa
erişebilecektir. 261 Yesevî, insanda hikmetin potansiyel olarak bulunduğunu, ancak
ortaya çıkması için Kur’an’ın ve sünnetin işaret ettiği üzere salih bir kul olmaya gayret
etmek gerektiğini vurgulamaktadır. Bu sebeple hikmetlerinde Kur’an’ı anlamak,
ibadetleri samimiyetle yerine getirmek, Hz. Peygamber’i tanımak ve sünnetlerine
258
Bice, s.90.
Bice, s.129.
260
Dosay Kentejay, Hoca Ahmet Yesevî’nin Düşünce Sistemi, 1.Basım, Ankara: Hoca Ahmet Yesevî
Ocağı Yayınları, 2003, s.134.
261
Kentejay, s.183.
259
53
uymak, güzel ahlak sahibi olmak gibi konular üzerinde ısrarla durmaktadır. Eserde
Kur’an ve Hz. Peygamber hikmetin kaynağı olarak gösterilmektedir.
Hikmetin eskimez ve tükenmez olduğundan bahseden Yesevî’ye göre, insan,
bu alemde olduğu sürece hikmete ihtiyaç duyacaktır. O, bu sebeple hikmeti “rızık”
olarak nitelemekte, onun aleme dolduğunu ve hiç kimsenin hikmetten nasibini almadan
ölmek istemeyeceğini belirtmektedir. 262 O halde insan için hikmet, bu alemin
kavrayışıdır, insana bu alemde anlam katmaktadır.
Yesevî hikmeti “hal ilmi” veya “defter-i sani” (aşk defteri) olarak açıklamakta
ve onun yalnız talep edenlere özgü olduğunu vurgulamaktadır. Hâl ilmine vakıf olmak,
ahlaki faziletlerle ilişkilendirilmektedir. “Kötü iş, kötü söz ve kötü ahlak insanın hal
ilmini öğrenmesi ve aşka ulaşmasında engel olduğu gibi, iyi söz, gerçek ilim ve yüksek
ahlak insanı esas gayesine götürecektir.” Ahlakî faziletlere sahip olup hal ilmine vakıf
olabilmek için ise, öncelikle kâl ilmi okunmalıdır. “Kulluk odur Kur’an okuyup amel
kılsa; Sözü okuyup hâli özge bağlı kılsa”263 diyen Yesevî, sözü okumak ile temel dini
bilgileri edinmeyi kastetmektedir. Hikmetin “aşk defteri” şeklinde ifade edilmesi ise
onun insanın hakikatini tanıtmaya yönelik bir ilim olduğuna işaret etmektedir. Yesevî,
“Diri oldukça aşk defteri tamam olmaz”264 diyerek insan için mutlak bir olgunluğa
ulaşmanın mümkün olmadığını, olgunlaşmanın devam edegelen bir süreç olduğunu
ifade etmektedir. Aşk defteri diye takdim edilen hikmete, riyazet ve zorluklara
sabretmek gibi halleri yaşamakla ulaşılabilir.265
Yesevî, hikmeti hakikate giden yolda yürümek olarak ifade etmektedir. Bu
yolun adı, Yesevî’de aşk yoludur. Aşk yolunda yürümek, Allah’ı anmakla, hatırlamakla
ve Allah ile hakiki bir bağ kurmakla mümkün olacaktır. Yesevî bu durumu ihlas, zikir
gibi kavramlarla ifade etmektedir. Yesevî’nin üzerinde durduğu bir diğer kavram ise
cemâl’dir. Güzel görmek, Güzel’i görmek olarak açıkladığı cemâl; insanın yaratılan her
şeyi Allah’ın eseri olarak görmesi ve dolayısıyla her şeyde Allah’ı görmesidir. Bu bakış,
insanı yaratılan her şeyi sevmeye götürmektedir. Her şeye sevgi ile bakabilmek, insanda
262
Bice, s.427.
Bice, s.348.
264
Bice, s.101.
265
Kentejay, s.186-190, 208.
263
54
ahlaki olgunluğu da beraberinde getirmektedir. Hikmeti aşk olarak anlatıp onun bir hâl
olarak anlaşılabileceğini gösteren Yesevî’ye göre ahlak da hikmetin bir diğer ifadesidir.
Divân-ı Hikmet’te ahlak üzerinde ısrarla durulmaktadır. Aşk, hikmetin insan için
yaşanan boyutu ise, ahlak onun toplumda veya insanın ilişkilerinde gün yüzüne çıkan
boyutu olarak düşünülebilir. Yesevî’de bu boyutlar iç içedir, bir bütündür.
Öte yandan Yesevî hikmeti ölüm fikri ile ilişkilendirmektedir. O, ölümü hem
duygusal hem düşünsel boyutuyla ele almaktadır. Duygusal anlamda ölüm, Allah
korkusu, hesap verme, bu dünyada yaptıklarının karşılığını olumlu veya olumsuz
manada alacağını bilme gibi durumlar üzerinden işlenmektedir. Aynı zamanda bir
düşünce olarak ölüm, yaşamın nasıl anlamlandırılacağını da göstermesi bakımından
hikmettir. Yesevî, yaşamı, dünya hayatını ölüm üzerinden anlamayı tercih etmektedir.
Ölüm, insana bu dünyadaki imkanlarını ve sınırlarını göstermektedir.
Bu çalışmada tarihi etkisi bilinen eserin içeriği, Ahmet Yesevî’nin hikmet
anlayışını görebilmek maksadıyla incelenmiştir. Tasavvufî bir metin olan Divân-ı
Hikmet’te aşk, ölüm, peygamber temaları hikmetin ifadesi olarak öne çıkan temalardır.
Bununla birlikte sıklıkla ahlaki nasihatlere yer verilmiş, bu temalar ahlaki nasihatlere
dayanak teşkil etmiştir. Üslup bakımından ise eserde işlenen bu temalar, muhatabına
neyi yapıp neyi yapmaması gerektiğini söyleyen bir anlatımdan ziyade Yesevî’nin kendi
tecrübeleri üzerinden anlatılmaktadır. Biz ise konunun din eğitimine katkısını açığa
çıkarması bakımından Yesevî’nin hikmet anlayışını; söz, hâl, ahlak ve düşünce
başlıkları altında ele almanın uygun olacağı kanaatindeyiz.
2.3. Söz Olarak Hikmet
Bugün elimize manzum eser olarak ulaşmış olsa dahi, Divân-ı Hikmet’te yer
alan hikmetlerin Ahmet Yesevî’nin sözleri olduğu ve daha sonra Yesevî dervişleri
tarafından sözlü ve yazılı olarak aktarılması ile günümüze kadar ulaştığı
bilinmektedir.266 Dolayısıyla Ahmet Yesevî’de hikmet her şeyden önce “söz” olarak
açıklanabilir. Yesevî, inci ve cevher gibi kıymetli olduğunu söylediği hikmeti, Allah
adına ve Allah’ın izni ile söylenen söz olarak belirterek hikmet söylemenin kendisine
266
Bice, s. 27.
55
verilen bir vazife olduğunu ifade etmiştir. İnsanı kötülükten uzaklaştıran ve iyiliğe
yönelten her şey hikmettir ve Yesevî, hikmet olan bu şeyleri sözlü bir gelenekle
yaşatmaya çalışmıştır. Sözün hikmet olarak anlam kazanması, hakikate uygunluğu ve
insanlar üzerindeki olumlu etkisi ile açıklanabilir.
Söz, Yesevî’de eğitimin temelidir. Mürşid ile mürid arasındaki sohbet ve
mürşidin müridine eğitim maksadıyla söylediği kıymetli sözler, eğitimin temelini teşkil
etmektedir. Bundan dolayı, Hakk’ı söyleyen ve anlatan sözlere paha biçilemez. Bu
sözler, müridi yanlışa düşmekten korur ve doğru yola yöneltir. Dolayısıyla gerek kendi
mürşidinin gerekse erenlerin sohbetin dinlemek, mürid için hayati önem taşır.267 Burada
sohbet, sözlü kültürün, eğitimin söz temelinde gerçekleştirilmesinin ifadesidir.
Hikmetin söz olarak açıklanması konusunda Yesevî, sözü söyleyene vurgu
yapmaktadır. Bu bağlamda ayet ve hadislerin hikmet olduğunu ifade etmekte ve eserde
sıklıkla ayet ve hadislere atıfta bulunmaktadır. Divân-ı Hikmet’te vahye dayanan bu
hikmet anlayışı; ayetlere telmihte bulunularak veya ayetlerden kısa alıntılar yapılarak
ele alınmıştır ve şu dizelerle dile getirilmiştir;
“Benim hikmetlerim hadis hazinesidir
Kişi pay götürmese, bil habistir.
Benim hikmetlerim Sübhan’ın fermanı
Okuyup bilsen hepsi Kur’an’ın anlamı.”268
Hikmeti işitip, erenleri dinleyerek, Kur’an ve sünneti anlamak yani doğru sözü
işitip doğru işi yapmak eserde mü’mine yakışan davranışlardır. 269 Böyle kulların
müjdelendiğinden bahseden Yesevî, şu ayete atıfta bulunmaktadır; “Dinleyip de sözün
en güzeline uyan kullarımı müjdele, işte Allah’ın hidayet edip, doğru yola ilettiği
kimseler onlardır. İşte onlar akıl sahipleridir.”270
267
Necmettin Çetinkaya, Hoca Ahmet Yesevî ve Uyanışının 1000. Yılı, 1.Baskı, Kocaeli: Anadolu
Belgesel Yayıncılık, 2004, s.222-223.
268
Bice, s. 427.
269
Kentejay, Hoca Ahmet Yesevî’nin Ahlak Felsefesi, 1.Basım, Ankara: Hoca Ahmet Yesevî Ocağı
Yayınları, 2003, s.102.
270
Kur’an, Zümer Suresi, Ayet 18.
56
Divân-ı Hikmet’te ayetlerde olduğu gibi hadisler için de daha çok telmihte
bulunulmuştur. Bununla birlikte Hz. Peygamber’e atfedilen orijinal hadis metinleri ve
yine Hz. Peygamber’in ağzından nakledilen hadis meallerine de yer verilmektedir.
Eserden, Yesevî’nin Hz. Peygamber’in sünnetine mutlak bir şekilde bağlı olduğu
anlaşılmaktadır. O’na göre Allah’ın hoşnutluğunu kazanmak ve cemale mazhar olmak
için Hz. Peygamber’in sünnetine sıkı sıkıya bağlı olmak gerekmektedir. Yesevî’nin
hikmet ile kastettiği, insanı olgunlaştırarak Allah’ın hoşnutluğunu kazanmaya vesile
olan şey olması sebebiyle, Hz. Peygamber’in hadisleri hikmetin en güzel
ifadelerindendir. Hz. Peygamber’in sözleri, insanı dünya ve ahirette mutluluğa
götürecek prensiplerdir. Dolayısıyla Hz. Peygamber’in hadislerini iyi öğrenmek ve
ümmet olmanın gereklerini yerine getirmek insanı hikmete ulaştıracaktır.271
Bununla birlikte Yesevî’nin “hikmet söylemek” şeklinde ifade ettiği bir vazife
vardır. Divân-ı Hikmet’te, “Otuz dörtte âlim olup bilge oldum, ‘Hikmet söyle!’ dedi
Rabbim, söyler oldum” 272 ifadeleriyle belirtildiği üzere hikmet söylemek Yesevî’ye
Allah tarafından verilmiş bir vazifedir. Bu vazifenin yerine getirilmesi, dolayısıyla da
sözün hikmet olabilmesi için, Yesevî sözü söyleyen kişinin bazı vasıflara sahip olması
gerektiğinden bahsetmektedir. Söylenen söz, hakikati ifade etse dahi söyleyen kişi
samimi değilse, kendisi o hakikate uygun şekilde davranmıyorsa yani en başta kendisi
için hayat haline gelmemişse, sözün söyleyenden ötürü insanlar üzerinde olumlu bir etki
bırakamayacak ve dolayısıyla da hikmet olamayacaktır. “Benim hikmetlerim fiili ve
kavlî” 273 diyen Yesevî, hikmetin ilim amel birlikteliği olduğunu ifade etmektedir.
Dolayısıyla yalnızca ilim sahibi olmak yetmez, kişinin ilmiyle amel etmesi
gerekmektedir. Yesevî, söz ve hâlin ancak bir arada olması ile insanın yol alabileceğini
şu dizelerde vurgulamaktadır;
“Aşıkları kal’i okuyup hale girse,
Hal denizine batsa, suya batık olur, dostlar.
Söz ile hal bir gemidir, bunu bilse,
271
Nevzat Aşık, “Yesevî Hikmetlerine Kaynaklık Eden Hadislerin Değerlendirilmesi ve Sünnet
Kültürünün Hikmetlere Tesiri”, D.E.Ü. İlahiyat Fakültesi Dergisi, Sayı IX., 1995, s.7-11.
272
Bice, s.74.
273
Bice, s.429.
57
Sözsüz, halsiz o deryadan geçmez, dostlar.”274
Yesevî, “Kul Hoca Ahmed, öğüt verici olsan, kendine ol”275 diyerek, hikmet
söyleyen kişinin bunu öncelikle kendisine söylemesi gerektiğini ifade etmektedir.
Divân-ı Hikmet’te bunun örneklerine de rastlamak mümkündür, zira Yesevî özellikle
kaçınılması gereken davranışlardan söz ederken, çoğunlukla bir muhataba söyler gibi
değil, kendisi bu hataya düşüp de pişman olmuş gibi anlatmaktadır. Bu yönüyle de
hikmetin tecrübe boyutuna dikkat çektiği söylenebilir. Bununla birlikte sözün hikmet
olabilmesi için bir şart daha bulunduğunu ifade etmektedir. Sözü söyleyen kişi, hem
ilim sahibi hem ilmiyle amel eden hem de onu bir anlamaya dönüştürmüş ise o söz,
hikmet olabilir.276 “Bilgin kandil, halin fitil, yağı göz yaşı”277 diyen Yesevî, duygusal
bir boyutu da ekleyerek ilim, hâl ve anlamlandırmanın bir arada olması ile hikmetten
söz edilebileceğini ifade etmektedir.
2.4. Hâl ve Tutum Olarak Hikmet
Yesevî, hâlin hikmet olmasını belirli kavramlar üzerinden açıklamaktadır. Bu
kavramlar, insanın Allah’a karşı güçlü bir sevgi bağı ile bağlanmasını ifade eden “aşk”;
dünyanın, insanın öz yurdu olmayışını ima eden “gariplik” ve insanın kendini
tanımasını, acziyetini hissetmesini sembolize eden “toprak” gibi kavramlardır.
Dolayısıyla, aşık olmak, garip olmak ve toprak olmak, Yesevî’de hikmet olarak
zikredilen hâllerden bazılarıdır.
Allah ile kul arasındaki sevgiyi anlatmak üzere kullanılan aşk, Yesevî’de
Allah’ın kullarına bir lütfu olarak görülmektedir. Aşk kelimesinin yanı sıra muhabbet ve
sevda kelimeleri de eserde bu sevgiyi ifade etmek için kullanılmaktadır. Yesevî’ye göre
aşk, varlığın sebebi ve manasıdır. Allah’ı, insanı, tüm yaratılmış varlıkları yalnız Allah
için sevmektir. Yaratılan her şey, Allah’ın işi, sanatı ve kudretinin eseri olması
274
Bice, s.348.
Bice, s.93.
276
Bice, s.429.
277
Bice, s.193.
275
58
sebebiyle sevilmeye layıktır. Böyle bir aşk anlayışı, insanı insan yapan, onu diğer
varlıklardan ayırt eden bir özelliktir.278
Öte yandan bu ilahi sevgiye erişerek Allah’ın lütfuna mazhar olabilmek, ahlakî
özelliklere sahip olmakla ilişkilendirilmektedir. Yesevî’nin anlatımında gördüğümüz
aşık tasviri,
İslam düşüncesinin hakîm tasviri ile örtüşür görünmektedir. Buradan
hareketle aşk ifadesi ile anlatılanın hikmetin kendisi olduğu, veya hikmetin varoluşsal
olduğu düşünülebilir.
Yesevî’de hikmet kavramı Hakikate aşkla koşmak, Allah’a karşı şükredici
olmak, Allah’ı anmak (zikir), Hak Cemalini arzulamak, aşkın derdiyle dertlenmek,
takva sahibi olmak, cömertlik, sabır, kanaat, tevazu, alçakgönüllülük, iyiliğe çağırmak,
kötülükten alıkoymak, ihlas gibi faziletlerin tümünü içerir. Ancak bütün bu faziletler
aşkla ilişkilendirilmekte ve aşıkların vasıfları olarak zikredilmektedir. Aşkın, Allah’ın
lütfu olması ve aşıkların hâlleri şu dizelerde ifade edilmektedir:
“Allah Teala aşıklara verdi aşkını
Şükreden olup tutuşup yandım ben işte
İki alem gözlerime haşhaş tanesi
Görünmedi yalnız Hakk'ı sevdim ben işte.”279
“Aşkın bağını gezmeden aşık olunmaz
Hakirlik, ağlamaklık çekmedikçe nefsin ölmez
Bir damlaya razı olmadan o inci olmaz
Razı olup has cevherinden aldım ben işte.”280
Yesevî’nin “gerçek aşık” diye tanıttığı insanlar bilge ve akıllı insanlardır.
Onların içi ve dışı inci ve cevher gibi kıymetlidir. Dışını değil içini düzeltmeye çalışan
gerçek aşıklar toprak misali, dertli ve garip insanlardır. Nerede bir dertli, garip, gönlü
kırık varsa onların yardımına koşarlar. Dolayısıyla gerçek aşıklar toplumdan
soyutlanmış kimseler değildirler. Aksine aşk, kendisini toplumda, insan ilişkilerinde
açığa çıkaran bir hâlin adıdır. Bu sebeple Yesevî, “Kul Hoca Ahmed zahid olma aşık ol,
278
Bice, s.157,163,201.
Bice, s.90.
280
Bice, s.91.
279
59
Bu yollarda yalnız yürüme sadık ol”281 diyerek, toplumdan uzak kendi başına yaşamayı
esas alan zühd hayatını değil, ancak bir ilişki içerisinde aşikar olan aşkı tavsiye
etmektedir. Zira insanın olgunluğu ile ahlak ve fazilet sahibi olması, Yesevî’nin
ifadesiyle aşık olması, insanlar arasındaki ilişkilerde kendini göstermektedir. Bu
yönüyle toplum insan ruhunun aynasıdır. İnsan olgunluğunun anlamı ancak toplumda
gerçekleşir. Allah da insanı bu aleme olgun insan olması ve yaratılış amacını bulması
için göndermiştir. 282
Yesevî iyilerle birlikte olmayı, erenlerin, uluların yoluna uymayı tavsiye edip
bu hâli hikmet olarak zikrederken, bu düşüncesini Kur’an-ı Kerim’e dayandırmaktadır.
Buna göre Yesevî’nin; “Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve sadıklarla beraber
olun.”283, “Her şeyi ile tamamen bana yönelenlere uy.”284, “Onlar Allah’ın hidayet
ettiği kimselerdir, sen de onların yoluna uy.”285 gibi ayetlerde bildirilen hakikate işaret
ettiği görülmektedir.
Yine Kur’an’da bildirilen peygamberlerin kıssalarından hareketle, onların
tecrübelerinin de hikmet olduğu ifade edilmiştir. Eserde kendisini balığın yuttuğu Hz.
Yûnus,286 kardeşleri tarafından kuyuya atılan Hz. Yûsuf287 ve evlat acısından gözleri
görmez olan Hz. Ya’kûb 288 zikredilmiştir. 289
Yesevî, peygamberlerin başlarına
gelenleri hatırlatıp ilgili ayetlere işaret ettikten sonra, zikredilen peygamberlerin
hâllerinin ve zorluklara sabretmenin hikmet olduğunu bir kez daha vurgulamaktadır.
Yesevî’nin hikmetlerinde akıl ile aşk ilişkisine de değinilmiştir. Buna göre
“akıl insanın hür iradesiyle kendini aşk yoluna adamasına sebep olan güçtür. Buradan
da aklın aşka zıt bir şey olmadığı, bilakis, aşkın destekleyici olduğunu görmek
mümkündür. İnsan davranışlarında akıl ve aşk birbirlerini muhasebe ederler. Aşksız
akıl, insanı nefsanî işlere götürecektir. Aklı böyle işlerden alıkoyabilecek ve
kurtarabilecek tek güç de aşktır. Tıpkı bunun gibi, akılsız aşk da insanı doğru yolundan
281
Bice, s.263.
Kenjetay, s.167-168.
283
Kur’an, Tevbe Suresi, Ayet 119.
284
Kur’an, Lokman Suresi, Ayet 15.
285
Kur’an, En’am Suresi, Ayet 90.
286
Kur’an, Saffat Suresi, Ayet 142.
287
Kur’an, Yûsuf Suresi, Ayet 10.
288
Kur’an, Yûsuf Suresi, Ayet 84.
289
Bice, s.160.
282
60
şaşırtır ve batıl inançlara sürükleyebilir. Dolayısıyla aşk ile aklın arasında uyum olması
gerekmektedir.” Akıl ile uyum içerisinde olan aşk, insanı iyi ve güzel olana
yönlendiren, ruhunu arıtan ve eğiten bir güçtür. Bu yönüyle de insanın manevi
olgunlaşmasında ve toplumun gelişmesinde çok önemli bir değerdir. Yesevî’de aşk,
insanın ilahi varlığını muhafaza eden, onu gafletten alıkoyan bir hâl olarak
vurgulanmaktadır.290
Eserde aşk kelimesi bazı sembolik ifadelerde kullanılmıştır. Aşk kapısı291, aşk
dükkanı292, aşk cevheri/mücevheri293, aşk sırrı294, aşk yolu295, aşk hançeri296, aşk ışığı297
bunlardan bazılarıdır. Bu sembollerin her biri bize Yesevî’nin aşk anlayışını göstermesi
bakımından oldukça kıymetlidir. Aşk kapısı, eserde Allah’ın insana açtığı bir kapıdır.
Dolayısıyla aşk kapısı ifadesi ile aşkın kul için bir merci olduğu düşünülebilir. Aşk
dükkanı ise dergah anlamında kullanılmakta ve aşka ulaşmak için öncelikle onu talep
etmek gerektiğini düşündürmektedir. Aşk cevheri veya mücevheri ise aşkın kıymetini
ifade etmek için kullanılan bir mecazdır. Benzer şekilde eserde, hikmet de “inci ve
cevher” şeklinde nitelendirilmektedir. Aşk sırrı, bu kıymeti yalnızca aşıkların
bilebileceğini ifade eder. Ayrıca aşıkların yaşadıkları bazı manevi tecrübeleri içlerinde
tutmaları ve dışarıya aksettirmemeleri de eserde sıklıkla vurgulanmaktadır. Kanlar
yutmak, sırrı cahillere vermemek gibi ifadelerle açıklanan bu durumda, aşığın sükûtu
hikmettir. Aşağıdaki dizeler bu durumun örneklerinden biridir;
“İnna fetehna’yı okuyup anlam sordum;
Işık saldı, kendimden geçip cemal gördüm;
Hocam vurup ‘sus’ dedi, bakıp durdum;
Yaşımı saçıp, çaresiz olup durdum ben işte.”298
Yesevî’de hikmetin hem söz söylemek hem de sükût olarak karşımıza
çıkmasını şöyle yorumlamak mümkündür; Hikmet, birden çok durumun adı olabilir.
290
Kenjetay, s.203.
Bice, s.64, 96, 108, 231.
292
Bice, s.70, 75.
293
Bice, s.207, 262, 293, 405.
294
Bice, s.176, 200, 207, 288, 366.
295
Bice, 73, 87, 90, 96, 120, 126, 153, 189, 198, 223, 241, 263, 264, 281, 288, 294, 378, 408, 423.
296
Bice, s.75, 322.
297
Bice, s.163.
298
Bice, s.67
291
61
Belirli bir şekli veya formu yoktur. Hikmetin bir boyutu, eşyayı yerli yerine koymak
olduğuna göre sözü söylemenin uygun ve gerekli olduğu yerde söz, sükûtu gerektiren
yerde ise sükût hikmettir.
Eserde aşk, en çok yol kelimesi ile birlikte kullanılmaktadır. Yolun zihindeki
çağrışımları ise arayış ve bulma yahut varma çabasıdır. Dolayısıyla aşk yolu, aşkın
insan için hakikati arama yollarından biri olduğunu düşündürmektedir. Aşk hançeri, bu
yolun zorluklarını, aşk ışığı ise aşığın basiretini işaret etmektedir.
Hoca Ahmet Yesevî, hal veya mana öğretisiyle İslam’ın Kur’an’da çizilmiş
manası ve olgun insan anlayışını Divân-ı Hikmet’te yeterli derecede ortaya koymuş ve
işlemiştir. Kendini tanımak, mana bulmak veya mana olmak; Divân-ı Hikmet’te
hikmetin diğer ifadeleri olarak kullanılmakta ve ancak aşk ile mümkün olacağı
belirtilmektedir. Zira mana; kalp, gönül olarak bilinen ilahi cevherde başlayıp ve onda
son bulmaktadır. Eğer insan içine mana dolsun der ise ilm-i hali kavraması
gerekmektedir;
“Gönül içre girib cevlan kıldık ise,
Aşk adlı sultanını gördük ise.
Sani’ kudret ilahıma baktuk ise,
O şu yerde hal ilmini görün, dostlar.” 299
Yesevî, hakikati sözde veya teoride incelemekten ziyade, O’nu kendi ruhunda
bulmayı gerçek ilim olarak açıklamaktadır. Yesevî Kur’anî bir temsile 300 atıfta
bulunarak kâl alimlerini; manasını bilmeden kâl ilmini okuyan, kırk merkebin yükünü
taşıyan nadanlar301 olarak tanıtmaktadır. Yesevî’ye göre ilim kitap satırlarında veya
zihinde değil, insanın sadrında olmalıdır. İnsanın sadrına inmeyen, hayatını
anlamlandırmayan ilim, malumattan öte bir şey değildir. Kuran, kendilerine hikmet
öğretilmişse de iyilikleri için kullanamayanların halini, sırtlarına kitap yükleyen
merkebe benzeterek temsili, alegorik bir üslupla bu hakikati açıklamaktadır. Yesevî
burada Kur’an’ın taşımak için değil, insanın hayatını anlamlandıran ilahi nur olarak
299
Bice, s.346.
Kur’an, Cuma Suresi, Ayet 5.
301
Bice, s.181.
300
62
gönderildiğini vurgulamak istemiştir. Zira, Allah insana hayatını anlamlı bir şekilde
sürdürme yolunu Kur’an aracılığıyla bildirmiştir. Yesevî’de manalı hayat, muhteva ve
özü hikmet ile doldurulan ve ihya olunan, muradı ve amacı aydınlık olan hayat tarzıdır.
Yesevî, bu hayat tarzını aşk yolunda yürümek olarak ifade etmektedir. Bu yüzden
Yesevî “Ey İlahım, nasip etse mana al, mana sorup mana alan gerçek kul olur.” diyerek
insanları kendindeki cevheri bulup Kuran manasıyla bütünleştirmeye, dolayısıyla da aşk
yolunda yürümeye davet etmektedir.302
Yesevî, aşka ulaşmanın yollarını da açıklamaktadır. Aşk bağını dolaşmayan
aşık olmaz diyerek ilm-i hâli vakfetmenin ilk şart olduğunu söylemektedir. İkinci
olarak, “Zahid olma abid olma aşık ol; Mihnet çekip aşk yolunda sadık ol”303 diyerek,
cefa
çekmenin
ve
sıkıntılara
katlanmanın
insanı
olgunlaştıracağı
ve
aşka
ulaştıracağından bahsetmektedir. Aşığın gözünde ne dünya ne de ahiretin haşhaş tanesi
kadar kıymeti yoktur, o yalnız Hakk’ı sevmektedir.304 Aşka ulaşan insan için önemli
olan dünya ve ahiretteki nimetler ve mükafatlar değil, Allah’ın hoşnutluğunu
kazanmaktır. Bu düşünce de, insanın bireysel ve toplumsal hayatını dönüştürmekte, onu
Allah’ı anan, her dem hatırlayan, şükreden ve gönül incitmemeye çalışan bir insan
olmaya yöneltmektedir. Aşk insanı doğru olana yönelten, kötülükten alıkoyan ve onu
eğiten bir güçtür. İnsanın varlığındaki ilahî yönü muhafaza eden de aşktır. Bu sebeple
de insanın manevi olgunlaşması ve toplumun gelişmesinde çok önemli bir değerdir.
Sonuç olarak Yesevî düşüncesinde aşk, hayatın gerçek anlamı ve insanın potansiyelini
gerçekleştirmesinin de imkanıdır.305
“Gerçek âşıklar daima diri, ölmüş değil”306 diyen Yesevî, aşk ile ölüm ve
ölümsüzlük fikirlerini ilişkilendirmektedir.307 İnsanın ebedîliğe kavuşması demek olan
ölüm bu dünyada, insanın kendindeki kötü duyguları ve eğilimleri öldürmesi ile
gerçekleşebilir.
Böylesi
bir
ölüme
iradi
ölüm
denmiş
ve
ancak
aşk
ile
gerçekleştirilebileceği ifade edilmiştir. Yesevî’ye aşkın olduğu her yerde her zaman
ölümsüzlük ve ebedilik mevcuttur. Aşk ile “ölmeden önce ölmek” anlayışı, insanın en
302
Kentejay, s.134-138.
Bice, s.294.
304
Bice, s.90.
305
Kentejay, s.203-205.
306
Bice, s.234.
307
Bice, s.285.
303
63
yüksek fazilet ve olgunluk düzeyini gösterecek ölçüdür. İlahi aşk ile gıdalanan ve
feyizlenen insan, iradi ölümün anlamına erişen insandır.308
Aşk ile ölümü ilişkilendiren Yesevî, bu ilişkiyi “toprak olmak” ile ifade
etmektedir. Ölüm vurgusu ile ifade edilen toprak olmak deyimi ile Yesevî, dünyanın
geçiciliğinin bilincinde olmayı kastetmektedir. Nicelerinin şimdi toprak altında
olduğunu söyleyerek, ölmeden önce ölmeyi tavsiye etmekte ve bunu da yine toprak
olmakla ifade etmektedir; 309
“Ey talip ölmeden önce öledur
İyilerin ayağının tozu oladur
Toprak olup feyz-fetih aladur.”310
Divân-ı Hikmet’te toprak olmak, ölüm anlamının yanı sıra insanlara faydalı
olma anlamına da gelmektedir. Yesevî, bunu “yol üstünde toprak olmak” ile ifade
etmektedir. 311 “Aşk yolunda toprak olmak” 312 ise aşıkların bu yolda canlarını feda
edebilecek durumda olduklarını göstermesinin yanı sıra, aşk yolundakiler için toprak
olmak anlamında da kullanılmaktadır. Yol metaforu bağlamında toprak, üzerine basılıp
geçilen zemindir. Yesevî, aşk yolunda yürümek isteyenler için toprak gibi zemin
olmayı, vesile olmayı istemektedir.
Toprak olmak, Divân-ı Hikmet’te en çok vurgulanan ve tavsiye edilen sıkıntıya
ve zorluklara katlanmak ile de ilişkilendirilmektedir. Toprağın iyi-kötü her şeyi
bünyesinde bütünleştirip nihayetinde verimli hale gelmesi gibi, insan da toprak misali
diğer insanlardan gelen kötülüklere sabrederek daha olgun ve verimli hale
gelebilmektedir. 313
Divân-ı Hikmet’te hâllerden bir diğeri olan gariplik ise, yurdundan ayrılıp yad
ellere düşmüş olanlar veya kimsesiz olanların durumunu ifade etmek için
308
Kentejay, s.141.
Bice, s. 227,243.
310
Bice, s.273.
311
Bice, s. 92, 101.
312
Bice, s.73
313
Mehmed Şeker, “Divân-ı Hikmet’e Göre İnsan ve Sosyal Hayat”, Mehmed Şeker ve Necdet Yılmaz
(Hzl.), Ahmed-i Yesevî: Hayatı, Eserleri, Tesirleri içinde (107-140), İstanbul: Seha Neşriyat, 1996,
s.110.
309
64
kullanılmaktadır. Gariplik de, aşk ve toprak olma hâlleri gibi, çoğunlukla insan ilişkileri
üzerinden ele alınmakta ve insanın toplumsallığı bağlamında işlenmektedir. Eserde
çoğunlukla garip, yetim ve fakir kelimeleri yan yana zikredilmekte ve aynı anlamda
kullanılmaktadır. 314 Hz. Peygamber’in Yesevî’nin diliyle konuştuğu dizelerde bu
durumun örneği görülmektedir;
“Rasul dedi ona: Ben de yetimim;
Yetimlikte, gariplikte yetişmişim.”315
Bu dizelerin alıntılandığı hikmette Yesevî, Hz. Peygamber’in yetim ve
gariplere olan şefkatinin anlatmakta ve garip ve yetimleri kollayıp gönüllerini hoş
tutmanın Hz. Peygamber’in sünneti olduğunu ifade etmektedir. Eserde Hz. Peygamber,
“garip ile yetime sehavetli Muhammed” şeklinde tavsif edilmekte ve yine Hz.
Peygamber’in dilinden yetimlerin has ümmet oldukları belirtilmektedir;
“Muhammed dediler: Her kim yetimdir;
Biliniz, o benim has ümmetimdir.”316
Yesevî, gariplerin ve yetimlerin bu dünyada karşılaştıkları zorluklara
dayanmak yoluyla olgunlaştıklarını, Allah’a yakın olduklarını
317
ve kimsesiz
olmalarından ötürü Allah’ın rahmetini hak ettiklerini318 söylemektedir. “Gurbet değse
pişkin eyler çok hamları; Bilge eyler hem seçkin eyler çok sıradanları” 319 diyerek
garipliğin insanı olgunlaştırdığını vurgulamaktadır. Bununla birlikte o garipliği mecazi
anlamda da kullanmış ve onu bir makam olarak belirtmiştir. Buna göre kendini bu
dünyada garip olarak hisseden, devamlı asıl vatanı olan “hakikat alemine” kavuşmayı
arzulayan ve özleyen, düşünce ve manevi halinden kimsenin bir şey anlamadığı,
toplumda yalnızlık derdine yakalanan insan, garip insan demektir.320 Ona göre, gariplik
hali ise tecelli makamıdır. Yesevî, kendisinin de garip olduğunu söylerken hem
314
Şeker, s.113.
Bice, s. 131.
316
Bice, s.131.
317
Bice, s. 63.
318
Bice, s.131.
319
Bice, s.98.
320
Kentejay, s.170.
315
65
zikredilen mecazî anlamı hem de bir dönem yurdundan ayrılmış olmasını
kastetmektedir.321
Gariplik aslında bir yönüyle de tamamen bireyseldir. O, insanın kendi
kendisiyle mücadele etmesini, zihnini kurcalayan sorunlara çözüm bulmada sadece
kendi ruhuyla dertleşmesini, sadece kendi dünyasından zevk almasını gösteren bir
haldir. Yesevî’ye göre garipler toplumda peygamberin varisi gibidirler. Bu nedenle
nerede bir garip görülse, ona merhem olmayı tavsiye etmektedir.322 Diğer taraftan da
“ümmet olsan gariplere tabi ol sen”323 diyerek garipliğin insanlar için bir kurtuluş yolu
olduğu ifade edilmek istenmektedir. Yesevî’nin tasvir ettiği garip insan, makbul
insandır, ulaşılması istenen olgunluğu bulmuş insandır.324
Yesevî’de hikmetin tezahür ettiği hallerden bir diğeri de, otantik bir ben’e
ulaşma çabası olarak okuyabileceğimiz “samimi olmak”tır. Yesevî’nin samimi olmak
ile kastettiği özellikle Allah’a karşı samimi olmak, yapıp etmelerini yalnız Allah’ın
hoşnutluğunu kazanmak niyetiyle yapmaktır. Buna göre kişinin Müslümanlığı riyasız,
gösterişsiz, maddi menfaat gözetmeyen bir Müslümanlık olmalıdır. Gündelik siyasetten,
ticaretten maddi manevi kişisel çıkarlardan azade bu içtenlikli Müslümanlık eserde,
Kur’anî bir ifade olan ihlas ile açıklanmaktadır.325 Yesevî’ye göre davranışların böyle
bir motivasyona dayanması bireysel ve toplumsal huzur ile sonuçlanacaktır. Bu sebeple
Divân-ı Hikmet’te toplum ve ahlak ilişkisi açısından gösterişsiz, makbul ibadetin önemi
vurgulanmaktadır. Yesevî, insana ve topluma yapılan hizmetin de ibadet olduğunu
hatırlatarak, samimi kulluğun insanı kötülükten alıkoyacağı ve güzel ahlakı
doğuracağını ifade etmektedir.326
Gerçek ibadet ve kulluk insanı kendi kendisini muhasebe etmeye, suçu
başkasında değil de kendinde aramaya sevk edecektir. Yesevî ibadetlerinde
samimiyetten yoksun olup yalnızca bedenin hareketleriyle ibadet eden gafilleri; gösteriş
321
Bice, s.98.
Bice, s. 63.
323
Bice, s.63.
324
Şeker, s. 116.
325
Hamdi Mert, Bilimi Öne Çıkaran Din Anlayışının Temsilcisi Hoca Ahmet Yesevî: Hayatı
Fikirleri Hizmeti, 2. Baskı, Ankara: Ahmet Yesevî Üniversitesine Yardım Vakfı bilig Yayınları, y.y.,
s.24.
326
Kentejay, s.162.
322
66
ve riyadan ibaret ibadetlerini bencillik örtüsüyle örtenleri; kendilerini topluma dinin
bekçileri ve cennetin dellâlları olarak göstermeye çalışanları eleştirmekte ve
“Görünüşün sufi evliyasın, ama hiç bir zaman Müslüman olmadın”327, diyerek onları
uyarmaktadır. Onların dindarlığı sadece kural ve kaideleri yerine getirmekten ibarettir.
Onların Allah’a yaptığı ibadetleri ise ticarete dayanmaktadır. 328
Yesevî’de zikredilen hâllerin her biri ile ahlak arasında sıkı bir ilişki
bulunduğu, eserde dikkat çekilen hususlardan biridir. Ahlaki özelliklere sahip olmak
suretiyle hâl olan hikmete ulaşmaya çalışılmaktadır. Sabır, şükür, tevazu, merhamet,
takva gibi faziletlerin hepsi hikmet sahibi kimselerin vasıfları olarak zikredilmektedir.
Dolayısıyla Yesevî’de ahlak, hikmetin bir açılımıdır.
2.5. Ahlakî Erdem Eylemleri Olarak Hikmet
Yesevî düşüncesinde hikmetin bir diğer ifadesi olan ahlak, insanın hakiki bir
hayat ve iyi bir ömür yaşamasının imkanıdır. İnsanın bu dünyada anlamlı bir hayat
sürmesinin pratikteki karşılığı fazilet ve ahlak olmalıdır.329 Ahlakî değerler, Yesevî
düşüncesinin insanî ilkeleri ve hikmet ilmi temelinde oluşan manevî değerlerin
toplamıdır. Ahlak, insanın insaniliğini öne çıkaran yönüyle onu can huzuruna yani
saadetine kavuşturmaktadır. İnsani saadete götüren bu değerler, kendini bilmek ve
Allah’a karşı sorumluluklarını ve görevlerini bilmekle kazanılabilmektedir. Bireysel
olarak bu kazanımı elde eden insan, topluma da bir değer katacaktır. 330
Divân-ı Hikmet’te ahlakın olgunluğu iman ile ilişkili olarak açıklanmaktadır.
Yesevî’ye göre ahlakın temeli iman nurudur. İman ve inanç sahibi olmak ise insanın
Allah ile ilişkisine işaret eden durumlar olmaları sebebiyle bireysel tecrübeler olup,
kalbin derinliklerinde yaşanan bir hal olarak tarif edilmektedir.331 İman nuru eserde
Allah’ın kullarına nimeti, ihsanı olarak açıklanmakta 332 ve iman nuru kendisine
lütfedilen insanın iç gözünün yani basiretinin açılacağı ifade edilmektedir. 333 Öte
327
Bice, s.257.
Kentejay, s.162.
329
Kentejay, s.132.
330
Kentejay, s.157.
331
Kentejay, s.158-159.
332
Bice, s.75.
333
Bice, s.209.
328
67
yandan Divân-ı Hikmet’te ahlakın özü olarak kabul edilen edep, iman ile
ilişkilendirilmekte ve iman sahibi insanların bir vasfı olduğu Hz. Peygamber’e
dayandırılarak açıklanmaktadır.334
Toplum hayatı söz konusu olduğunda iman, ahlak ile sonuçlanarak toplumda
barış ve huzuru doğurmaktadır. Bu sebeple Yesevî, imanın toplumu ayakta tutan bir
sütun olduğunu düşünmektedir. Kendi devrindeki toplumsal problemleri imansızlıkla
açıklayan Yesevî, Divân-ı Hikmet’te imansız insanları tasvir etmektedir. Buna göre,
Hak’tan korkmayanın imanı olmadığını söylemekte ve yalan söylemenin, insanı
imansızlığa götürebilecek bir tehlike olduğunu vurgulamaktadır.
335
İmansızlar
amelsizdirler. Onlar hakikatten habersiz olduklarından vurdum duymaz bir tavır
içerisindedirler. Genç ve yaşlılardan, kadın ve erkeklerden edepten yoksun olanlar, yine
imansız olanlardır.336 Yesevî’nin iman anlayışından hareketle insanın iman nuru ile
ahlaki değerlerin hakim olduğu, düzenli ve güçlü bir toplumsal düzen kurabileceğini
söylemek mümkündür. O, bu konuda Hz. Peygamber’in iman ile toplumu
dönüştürmesini örnek olarak sunmaktadır. Bununla birlikte eserde Hz. Peygamber’in
yetim, garip ve fakirlerin destekçisi olduğu vurgulanarak O’nun şahsında toplumda
düzeni ve selameti sağlayacak faziletlere vurgu yapılmaktadır. 337
Divân-ı Hikmet’te iman ile temellendirilen bu ahlak anlayışında insanın bazı
vasıfları öne çıkmaktadır. Yesevî, insanın potansiyeli, fıtratını göz önünde bulundurarak
onun olumlu vasıflarını zikrettiği gibi olumsuz vasıflarını da sıralamakta ve ahlak
anlayışını bir bütün olarak sunmaktadır. O, olumsuzlukları insanın içine düşebileceği
hatalar olarak göstererek, bunlardan sakınmaya çalışmak gerektiğini ifade etmektedir.
Önemli olan hatadan pişman olup tevbe etmektir. Kendisini de hata yapan bir kul olarak
Divân-ı Hikmet’in birçok yerinde eleştirmektedir. Olumlu vasıflara sahip insanlar
eserde, aşıklar, dervişler, ulular, alimler ve bilgelerdir. Zikredilen kimseler, hikmet
sahibidirler. Dolayısıyla Yesevî, hikmeti ahlak olarak anlatırken bu kimselerin vasıfları
üzerinden anlatmaktadır. Olumsuz ve sakınılması gereken halleri ise, yine bahsedilen
kimselere atıfla açıklamaktadır. İlmiyle amel etmeyeni sahte alim, menfaati için yola
334
Bice, s.212.
Bice, s.199.
336
Bice, s.212.
337
Kentejay, s. 161.
335
68
giren
ve
samimiyetten
yoksun
olup
gösteriş
yapanları
sahte
aşık
olarak
nitelendirmektedir. Yesevî’nin Divân-ı Hikmet’te tanıtmaya ve anlatmaya çalıştığı
olgun insan tipi ile Kur’an’ın istediği insan tipi arasında hiç bir farklılık yoktur. Yesevî,
Kur’an vahyinin en önemli meselesi olan insan ve onun iç alemi ve zihniyetini
kavramayı amaç edinmiştir. Bu bakımdan Yesevî, Kur’an’ın istediği insan kişiliğini
kendi öğretisi ve yorumlarıyla ortaya koymuştur.338 Çalışmanın bu kısmında Yesevî’nin
ortaya koyduğu insanın ahlakî vasıfları hikmet ile ilişkisi açısından ele alınacaktır.
2.5.1. Talip Olmak: Hikmet’e Yöneliş
Divân-ı Hikmet’in ilk dizelerinden itibaren Yesevî, inci ve cevher gibi kıymetli
olan hikmetin talep edenler için olduğunu vurgulamaktadır.
“Bismillah deyip beyan ederek hikmet söyleyip
Talep edenlere inci, cevher saçtım ben işte.”339
Hikmet, Allah’a yönelen insan için pir-i kamil hükmündedir. 340 “Benim
hikmetlerimi aşığa söyleyin, gönlü ayna gibi sâdıka söyleyin” 341 derken Yesevî,
hikmetin insan için bir anlamı, bir karşılığı olabilmesi için insanın onu talep etmesi
gerektiğini ifade etmektedir. Burada yönelimde olma hali ve aşık olma hali, talip olmayı
ifade etmektedir. Yesevî kendisinin istekli olup aşk yoluna girdiğini ve dergahı ifade
eden aşk dükkanını da istekliler için kurduğunu söylemektedir. Dolayısıyla “talip”,
eserde çoğunlukla aşıklar için kullanılmaktadır. Onların arzuladıkları şeyler, ilim,
hikmet ve cemaldir. Dert ve sıkıntılara sabretmekle arzuladıklarına ulaşacaklarını
düşündüklerinden, derde ve sıkıntıya da talip olmuşlardır.
Talip, tümüyle Allah’a
yönelmiş kişidir. Onun nazarında iki cihanın da kıymeti yoktur.
İnsanın Allah ile arasındaki yakınlığın bir ifadesi olan “cemâl”, eserde sıklıkla
ulaşılmak istenen bir hâl olarak zikredilmektedir. Cemâl, Allah’ın her şeyde zuhurunu
ifade etmektedir. Cemâle talip olan kişiye ise, insan ilişkilerine dair tavsiyelerde
bulunulmaktadır. Buna göre cemale talip olan kişi, canı cana bağlamalı, garip, yetim ve
338
Kentejay, s.183.
Bice, s.63.
340
Bice, s.429.
341
Bice, s.428.
339
69
fakirlerin gönlünü hoş tutmalı, onlara merhem olmaya çalışmalıdır. 342 Dolayısıyla
Divân-ı Hikmet’te gördüğümüz “talip”, talep ettiği şeylerle ahlakî olgunluğa
ulaşmaktadır.
2.5.2. Hür Olmak: Bağlanarak ‘Ben’i Aşma Çabası
İnsan davranışlarının ahlakiliğinden söz edebilmek için insanın hür olması
gerektiği aşikardır. Bu nedenle hürriyet, Yesevî’nin ahlak anlayışında önemli bir yer
tutmaktadır. Bununla birlikte insan için mutlak bir hürriyetten söz etmek mümkün
değildir. Hürriyet, ancak Yaratıcı’nın koyduğu sınırlar içerisinde mümkündür.
Dolayısıyla da insan, kendisine ve başkalarına zararı olmayan ve Allah’ın emir ve
yasaklarına aykırı bulunmayan şeyleri yapmakta özgürdür.343
Yesevî
düşüncesinde
gerçek
hürriyet,
ancak
Allah’a
kulluk
ile
gerçekleşebilecektir. Zira insanın gerçek kişiliği, Allah ile içten bir bağ kurması ile
oluşmakta ve insanın kendi kendisine yabancılaşması da bu bağın zayıflamasından
kaynaklanmaktadır. İnsan, Allah’a yaklaştıkça kendi fıtratına, insanî mahiyetine
kavuşacaktır. İnsanın kendisini kuşatan ve sınırlandıran dünyevî vasıflardan arınması,
hakiki bir özgürlükten söz edebilmek için gerekli olandır. Yesevî, hürriyeti insanın iç
dünyasıyla ilgili bir durum olarak anlamaktadır. Ahlakî anlamda hürriyet, insanın aşk ile
kendi kişiliğini Allah ile uzlaştırmaya çalışmasıyla mümkündür. Bunun için de talip
olmak ve ilim, hikmet ve cemali talep etmek gerekmektedir.344
İnsanın irade sahibi olmasının aynı zamanda onu sorumlu kılması sebebiyle
Yesevî, bu durumda gerçek bir hürriyetten söz edilemeyeceğini ifade etmektedir. İnsan
taşıdığı sorumluluğu ölçüsünde Allah’ın merhametini veya azabını hak edecektir.
Dolayısıyla burada gerçek manada bir hürriyet yoktur. Yesevî hürriyeti, insanın iç
alemini uzlaştırmaya yönelik kesintisiz bir süreç olarak gördüğü için, sorumluluk ile
kuşatılmayan bir hürriyeti dile getirmektedir. Zira Yesevî’ye göre hürriyet ne Allah’ın
azabında ne de bağışındadır, hürriyet Allah aşkındaki nihai gayedir. Allah’tan başka her
şeyden uzaklaşıp aşk ile kulluk yapan insan, hürdür. Burada uzaklaşmak ile toplumdan
342
Bice, s.63.
Kentejay, Hoca Ahmet Yesevî’nin Ahlak Felsefesi, s.140.
344
Kentejay, Hoca Ahmet Yesevî’nin Düşünce Sistemi, s.211.
343
70
ayrı bir uzlet hayatı değil, gelip geçici şeylerin esiri olmaktan kurtulmak
kastedilmektedir. Hür insan için maddi değeri olan şeylerin varlığı ile yokluğu birdir,
şan ve şöhretin gelip gitmesi birdir, insanların övgüsü ile yermesi birdir. 345 Yesevî,
hürriyetin insanı kuşatan arzulardan sıyrılmakla gerçek anlamını bulacağını ve bunun da
ancak kulluk ile mümkün olacağını şu şekilde ifade etmektedir:
“İlahi herkesi kulluğa has eyle;
Beni benden alıp bir kez özgür eyle.”346
2.5.3. Mütevazı Olmak
Divân-ı Hikmet’te tevazuun, çoğunlukla toprak metaforu ile ifade edildiği
görülmektedir;
“Kibirlenmeyi ayak altında basıp aldım;
On dördümde toprak gibi oldum ben işte.”347
Yine, “Aslım toprak, neslim toprak, her şeyden aciz” 348 diyen Yesevî,
yaratılışa vurgu yaparak insanın acziyetini hatırlatmakta ve kibirlenmemesi gerektiğini
öğütlemektedir. Bu bağlamda toprak olmak Yesevî’ye göre kendini bilmek demektir.
Yine “Aslını bilsen su ve toprak, yine toprağa gider ya”349 dizesiyle insanın bu dünyada
kalıcı olmadığı ve aslına döneceği ifade edilmektedir.
“Toprak gibi hor görülmek”350, eserde insanı olgunlaştıran ve tevazu sahibi
olmasına vesile olan bir durum olarak değerlendirilmektedir. Yine “bilge toprak,
cahillerin göğsü yüksek” diyen Yesevî, tevazuu bilgelere, kibri ise cahillere ait bir
özellik olarak zikretmektedir.
Yesevî, kanaatkar olmayı da yine bu bağlamda ele almaktadır. Ona göre dünya
malına tamah etmemek, Allah’ın kendisine rızık olarak verdiğine razı olmak
345
Kentejay, s. 212-213.
Bice, s.124.
347
Bice, s.70
348
Bice, s.86.
349
Bice, s.301.
350
Bice, s.153.
346
71
gerekmektedir. Zira bilge insanlar hak ve hukuka riayet ederler ve helal yoldan elde
ettikleri mallarla ihtiyaçlarını karşılarlar.351
Divân-ı Hikmet’te kibir, benlik gibi kaçınılması istenen duygular, dünyaya
karşı duyulan istek, dünya malına düşkünlük ve gelip geçici heveslere bağlanmak ile
ilişkilendirilmektedir:
“Dünya malını görüp, ona mağrur olan.
Kibir ve heves, ben ve benlik dava kılan,
Karun benzeri dünya malını gören var mı?”352
Dolayısıyla tevazu sahibi olabilmek için dünyanın geçiciliğinin bilincinde
olmak ve bütün nimetlerin birer emanet ve şükür vesilesi olduğunun farkına varmak
gerekmektedir. Yine “ben yüceyim deyip yürüyenlerin yeri tamu”
353
diyerek
büyüklenmenin şeytana özgü bir hal olduğunu ve insanı kötü bir sona götüreceğini ifade
etmektedir.
2.5.4. Adil Olmak
Adalet ve emaneti ehline verme, toplumsal düzeni sağlayan en önemli
unsurlardandır. Hüküm verme görevinin ehil olmayan insanların elinde olması, hem o
kişiyi hem de toplumu felakete götürecektir.354 Yesevî, bu konuya Divân-ı Hikmet’te
yer vermekte ve adaletle hükmetmenin önemini şu dizelerde anlatmaktadır;
“Hoş devlettir velilikte önder olsa
Adil olup bir mümini kadı eylese
O kadı bütün halkı razı eylese
Razılıktan cennet evini alır olmalı”355
Bunun yanı sıra kendi devrindeki toplumun adaletten yoksun halini de
anlatmaktadır. Adaletle yönetilmeyen bir toplumda bela ve sıkıntıların bitmeyeceği ve
351
Ersoy, s.104.
Bice, s. 408.
353
Bice, s. 308.
354
Bice, s.156.
355
Bice, s.238.
352
72
huzur içinde yaşamanın mümkün olmadığını vurgulamaktadır.356 Adaletle hükmeden
yönetici ise kendi hükmüne emanet edilmiş olan toplumsal düzeni ve huzuru muhafaza
edebilmiş olması sebebiyle, eserde sadık olarak anılmaktadır.357
2.5.5 Sadık Olmak
Yesevî sadakati, diğer ahlakî değerlerde olduğu gibi insan ile Allah arasında
olması yönüyle ele almaktadır. Buna göre sadakat; insanın, Allah’ın koyduğu sınırlara
ve hükümlere saygılı olması, Allah’ın bağışladığı cana hürmet etmesi ve emanete yani
insan olmanın gereğine uygun davranmasıdır.358
Divân-ı Hikmet’te sadık olmak, aşk yolundaki zorluklardan yılmayıp sebat
etmek ve sıkıntılara katlanmak anlamında kullanılmaktadır.359 Sadıkların gönüllerinin
ayna gibi olduğu ve sıdk ile hikmet sahibi olmanın mümkün olduğu ifade edilmektedir;
“Benim hikmetlerimi aşığa söyleyin
Gönlü ayna gibi sadıka söyleyin.”360
Sonuç olarak Yesevî’nin ahlak anlayışı ile ilgili şunları söyleyebiliriz:
Yesevî’nin ahlak anlayışı imana ve dolayısıyla da insanın Allah ile ilişkisine dayalı
olması sebebiyle, o bütün ahlakî değerleri bu çerçevede açıklamaktadır. Yesevî’de aşık,
alim, bilge, garip, talip gibi farklı isimlendirmelerle anlatılan insan, özde aynı özelliğe
sahiptir; hepsi Allah’a yönelmiş, Allah ile hakiki bir bağ kurmuşlardır. Bu nedenle de
zikredilen vasıfların yanı sıra onlar, yaratılmışlara merhamet eder, Yaratıcı’nın
merhametini umarlar. Sabırla salih bir kul olmaya gayret etmektedirler. Gönül
incitmekten sakınan, kalpleri yumuşak, tevazu sahibi insanlardır. Yesevî, “gözü yaşlı,
halkın başçısı, bedeni hilal”361 diyerek onları tasvir etmektedir. Yesevî’nin açıkladığı
bu insanî vasıfların her biri, hikmetin görünümleridir. Cehalet ve zulüm ise Yesevî’de
hikmetin zıddıdır.
356
Bice, s. 212.
Bice, s. 428.
358
Kentejay, Hoca Ahmet Yesevî’nin Ahlak Felsefesi, s.132.
359
Bice, s.73.
360
Bice, s. 428.
361
Bice, s. 66.
357
73
Yesevî düşüncesinde cehalet, ömrü boşa geçirmek, ibadetlerin kıymetini
bilemeyip onları yerine getirmek konusunda titiz davranmamak, iyileri bırakıp kötülere
uymaktır. Hatalardan pişman olup tevbe etmemek, ayıbını görmemek ve eleştirildiğinde
öfkeye kapılmak da yine cehalettendir. Ayrıca cehalet kavramı rüşvet, ihtiras,
münafıklık, böbürlenmek, yalan, korkaklık, aç gözlülük, kanaatsizlik, kıskançlık,
asabiyet, asilik, riya gibi rezaletleri de içermektedir. 362
Cahiller, Kur’an’ı, hikmeti, genel olarak sözü kavrayacak donanımdan yoksun
insanlardır. 363 Bu nedenle hikmeti cahillere söylememek gerekmektedir. Yesevî,
cahillerin hikmetin kıymetini bilemeyecek olmaları sebebiyle, hikmeti onlara
söylemeyi, inci ve mücevheri değersiz pula satmaya benzetmektedir.364 Yesevî’ye göre
cahiller dünyada maddi kazanç elde etmenin uğraşı içindedirler. Maksadı dünyevî
kazanç elde etmek olanlar ise daima huzursuz olacaktır, çünkü bu arzunun bir sonu
yoktur.
Yesevî, cahilleri şöyle tasvir etmektedir; “kadir kıymet bilmez, yolda kalsan
yola salmaz, boyun büküp yalvarsan elini tutmaz.”365 Yine cahillerin kibirli olduklarını,
hakikate gözlerini kapattıklarını ve kendisinin de onların bu halinden ötürü göğsünün
dert ile dolduğunu ifade etmektedir. Cahillerle yakın olmanın insana zarar verdiğini
söyleyen Yesevî, “cahiller içinde yaprak gibi soldum ben işte”366 sözü ile yaşadığı
zorluğu ifade etmektedir. Cahillerden yüz bin cefa gördüğünü, bu yüzden de bilge
bulamadığı yer yüzünden yer altına kaçtığını söylemektedir.367 Yesevî, cahillerden uzak
olup, iyilerle birlikte olmayı salık vermektedir. O, ahir zaman şeyhlerinden de bu
bağlamda bahsetmektedir. Onlar “ilim öğrenmez, amel eylemez, ma’na anlamaz”368,
dünyevî menfaat elde etmenin kaygısı içindedirler. Yesevî, ahir zaman şeyhlerini en çok
da samimiyetten yoksun olmaları sebebiyle eleştirmektedir. Onların yaptıkları
gösterişten ibarettir. Onlar, hatalarını fark edip pişman olmadıkları gibi, kendilerine
362
Kentejay, Hoca Ahmet Yesevî’nin Düşünce Sistemi, s.167.
Kentejay, s. 167.
364
Bice, s.105, 272.
365
Bice, s.95.
366
Bice, s.94.
367
Bice, s.94-95.
368
Bice, s.308.
363
74
hataları söylendiğinde de öfkelenirler. 369 Yesevî, tasvir ettiği ahir zaman şeyhlerinin
cahil ve zalim olduklarını söylemektedir.
Yine alim olma iddiasında olmasına rağmen hal ilmine vakıf olamayan sahte
alimleri de cahillikle nitelemektedir. Yesevî’ye göre gerçek alim Kur’an’ın özünü
kavrayan, anlamına eren, gece gündüz ibadetle meşgul olan, muhabbetin deryasından
inci ve cevher, yani hikmet alandır. “İlim iki inci, beden ve cana rehberdir”370 diyen
Yesevî, yalnızca bedene hizmet eden insanın gönlüne hitap etmeyen ilmin insanda
yalnızca kibre dönüşeceğini söylemektedir. Dolayısıyla böylesi bir ilim gerçek ilim
değildir, ona sahip olansa alim değil zalimdir.371
Yesevî’nin ahlak anlayışına bir bütün olarak bakıldığında onun, insanın Allah’a
yönelmesi ve Allah ile hakiki bir bağ kurmasının vesilesi olabilecek halleri hikmet
olarak takdim ettiği görülmektedir. İnsanı bu yönelimden alıkoyacak bütün engelleri ise
cehalet ve zulüm olarak nitelemekte ve hikmetin karşıtı olarak göstermektedir.
2.6. Düşünce Olarak Hikmet
Düşüncenin hikmet olarak tanımlanması, geleneğin bize sunduğu anlamlardan
biridir. Aynı şekilde Yesevî’de de, düşüncenin hikmet olarak takdim edildiği
görülmektedir. Divân-ı Hikmet’te önemli bir yer tutan ölüm ve Hz. Peygamber
temalarının bu bağlamda ele alınması mümkündür.
2.6.1. Peygamber Düşüncesi
Hikmetin kaynağının Kur’an ve sünnet olduğunu belirten Yesevî, ölüm, aşk,
ahlak gibi hikmetin zikredilen bütün anlamlarını ve boyutlarını Hz. Peygamber ile
ilişkilendirmektedir. Divân-ı Hikmet’te Hz. Peygamber’in hayatı, mucizeleri, ümmetine
olan şefkati ve düşkünlüğü, garip ve yetimleri gözetmesi, gönül incitmemesi, Allah’a
samimiyetle bağlanmış bir kul olması gibi konular anlatılmakta ve bütün bunlar hikmet
olarak zikredilmektedir.
369
Bice, s.309.
Bice, s.203.
371
Kentejay, s.187.
370
75
Hz. Peygamber düşüncesi, Yesevî düşüncesinin her noktasında en belirgin ve
en etkili unsur olarak görünmektedir. Hayatın tümünü kuşatan bir düşünce sistemi ile
karşılaştığımız Yesevî’de, Hz. Peygamber her konuda hareket noktası olmuştur. O, Hz.
Peygamber’i sevmeyi ve onun sünnetini yaşamında rehber edinmeyi, aşkın bir gereği
olarak görmektedir. Dolayısıyla Allah’a samimiyetle bağlanmanın ifadesi olan aşk, Hz.
Peygamber’i sevmeyi içermektedir. “Başıma düşüp nara-ı sevda-ı Muhammed; Ben
onun için yolunda şeyda-ı Muhammed”372 diyerek peygamber sevgisinin, kendi aşk
anlayışının ayrılmaz bir parçası olduğunu ifade eden Yesevî, bu sevginin sünnete ittiba
etmekle görünür hale geleceğini söylemektedir. Kur’an’da Allah’ı sevmenin ve Allah’ın
sevgisine nail olmanın Hz. Peygamber’e uymakla ilişkili olduğu belirtilmiştir. 373
Yesevî, aşktan bahsederken zikredilen ayeti işaret ederek, Hâlık’ın sevgilisi olan Hz.
Peygamber’in
sünnetine
uymanın,
aşıkların
vasıflarından
biri
olduğunu
söylemektedir.374
Hz. Peygamber’in yüceliğini ve değerini bilmeden yaşamanın anlamsızlığına
dikkat çeken Yesevî, peygamber sevgisinden yoksun olanların diğer insanlara da
sevgiyle yaklaşamayacaklarını ifade etmektedir.375 Dolayısıyla Yesevî’de peygamber
sevgisi, toplumsal huzuru temin etmede en önemli etkenlerden biridir. Hz.
Peygamber’in toplumu dönüştürmesine işaret eden Yesevî, ahlak anlayışını bütünüyle
Hz. Peygamber’in sünnetine dayandırmak suretiyle toplumdaki yozlaşmışlıkların
faziletlere dönüştürülmesini hedeflemektedir.
Yesevî’nin Divân-ı Hikmet’te hadis olarak takdim ettiği sözler “Her gün son
bulacaktır”, “Ölmeden önce ölünüz” ve “yalancı ümmetimden değildir” sözleridir. Bu
sözlerin hadis açısından sıhhati konusuna burada ayrıntılı olarak yer verilmeyecektir.
Zira mevzu hadis olsa dahi, mana bakımından dinin özüne aykırılık söz konusu değildir.
Dünyanın bir sonu olduğu, geçici olduğu fikri, ölmeden önce insanın kendisindeki kötü
eğilimleri öldürerek özgürleşmesi ve olgunlaşması fikri ve yalan söylemenin
Rasulullah’ın sünnetine aykırı bir durum olduğu fikri, bahsedilen hadislere
372
Bice, s.137.
Kur’an. Al-i İmran Suresi, Ayet 31.
374
Bice, s.134.
375
M. Askeri Küçükkaya, “Hoca Ahmet Yesevî’de Peygamber Sevgisi”, Hz. Peygamber ve İnsan
Sevgisi, I. Kutlu Doğum Sempozyumu Bildirileri, Şanlıurfa, 21-22 Nisan 2007, s.302.
373
76
dayandırılarak eserde hikmet olarak zikredilmiştir. Bunun yanı sıra, Yesevî’nin garip ve
yetimleri kollayıp gönüllerini hoş tutmayı ve kişinin kendini hesaba çekmesini tavsiye
etmesi; hikmetlerine Besmele ile başlaması, yapılan her işte samimiyete vurgu yapması,
bu bağlamda da gece ibadetini tavsiye etmesi, Hz. Peygamber’e referansla yaptığı
tavsiyelerdir. Bütün bu tavsiyeler Yesevî’nin şahsi fikirlerinden öte Hz. Peygamber’in
sünnetidir ve ümmet olmak bu tavsiyelere uymayı gerektirmektedir. 376
Yesevî, kendisine hikmet söyleme vazifesinin verilmiş olmasını da Hz.
Peygamber ile ilişkilendirmektedir. Divân-ı Hikmet’te Yesevî’nin üstadı olarak tanıtılan
Arslan Baba’ya, Hz. Peygamber’in hurma emanet ettiğinden ve bu emaneti Ahmet
Yesevî’ye ulaştırmasını istediğinden bahsedilmektedir.377 Burada hurma ile sembolize
edilen emanetin, hikmet söyleme vazifesi olduğu düşünülmektedir. Öte yandan Divân-ı
Hikmet’te Hz. Peygamber ile ilgili anlatım ve tasvirler oldukça içten, saygı ve sevgi
doludur. Hz. Peygamber’in Yesevî’ye “oğul”, “evladım”378 gibi hitaplarda bulunması
bunu örneklemektedir.379 Yine eserde Hz. Peygamber, garip olarak nitelenmekte380 ve
gariplikte çektiği sıkıntılardan bahsedilmektedir. Eserde “Yetim, fakir, garibe sehavetli
Muhammed” diye tanıtılan Hz. Peygamber’in gariplere ve yetimlere karşı hassasiyeti ve
merhameti şu dizelerde de görülmektedir;
“Rasul önüne bir yetim gelmiştir;
Garip ve müptelâyım deyip söylemiştir.
Rahim eyledi Rasul onun haline;
Dileğini onun verdi eline.”381
Ümmetine karşı sevgi ve şefkatle dolu olan ve müminler için bir saadet vesilesi
olan Hz. Peygamber’in ümmetine düşkünlüğünü Yesevî “Hak Rasulû dünya için
kaygılanmadı; Ümmet dileyip başkaca sözden bahsetmedi”
382
dizeleriyle ifade
etmektedir. Eserde, O’nun ümmeti için çektiği sıkıntılar anlatılmakta ve O’na karşı
376
Aşık, s.13-20.
Bice, s.65, 104, 197.
378
Bice, s.66, 81.
379
Ahmet Yıldırım, Hoca Ahmed Yesevî’nin Hadis Kültürü, TDV Yayınları, 1.Baskı, Ankara, 2012,
s.133.
380
Bice, s.63.
381
Bice, s.130-131.
382
Bice, s.117.
377
77
vefalı olmak tavsiye edilmektedir. “Tanrı Teala sözünü, Rasulullah sünnetini;
İnanmayan ümmetini ümmet demez Muhammed” dizeleriyle Yesevî, sünnete uygun bir
hayat yaşamanın ümmet olmanın gereği olduğunu bir kez daha vurgulamaktadır.
Yesevî’ye göre, hikmetin kaynağı olan Hz. Peygamber’i tanımak, O’nun
hayatını bilmek ve kendi yaşantımıza rehber edinmek gerekmektedir. İnsanı hikmete
götüren en salim yol, budur. Bu sebeple Yesevî, siyer niteliği taşıyan hikmetler
söyleyerek,
Hz.
Peygamber’in
hayatını
anlatmaktadır.
Bu
hikmetlerde
Hz.
Peygamber’in ataları, çocukluğu, yetim kalması gibi konuların anlatılmasının yanı sıra,
sahabenin Hz. Peygamber ile ilişkileri de anlatılmaktadır. Bu ilişkiler, bir toplumu ihya
etmiş olan İslam ahlakının tezahürleridir. Özellikle Hz. Peygamber’in dostları olarak
tanıtılan dört halife; sıdk, adalet, haya ve şecaat
vasıflarının sembolü olarak öne
çıkarılmaktadır.383 Dolayısıyla Yesevî, ahlaktan söz ederken, hareket noktasının Hz.
Peygamber olduğu açıkça anlaşılmaktadır. O, peygamber ahlakının bütün vecibelerini
yerine getirmeye çalışmaktadır. Bu bağlamda tasarruf ve kanaat sahibi olmaya özen
gösterir. İsrafa kaçmaktan sakınırken, fakirliğinden dolayı da üzüntü duymayan bir
kişiliğe sahiptir. Ahlakını örnek aldığı Hz. Peygamber’in bu yönünü “Çıplaklık ve
açlığa kanaatli Muhammed”384 dizesiyle dile getirmektedir.
Bütün
bunlardan
hareketle
denilebilir
ki;
Yesevî
düşüncesi,
Hz.
Peygamber’den bağımsız olarak düşünülemez. O, anlamlı bir hayat yaşamanın, Allah’ın
hoşnutluğunu kazanmaya çalışmakla mümkün olabileceğini belirtmektedir. Bunun yolu
ise, insanın Hz. Peygamber’i hayatına her yönüyle rehber edinmesidir. Yesevî, hikmet
olarak zikrettiği aşk, gariplik gibi hâlleri; sözleri ve ahlakı bütünüyle Hz. Peygamber’e
bağlamış ve hikmet anlayışını O’nunla örgülemiştir.
2.6.2. Ölüm Düşüncesi
Divân-ı Hikmet’te Hz. Peygamber ve Kur’an-ı Kerim’den hareketle öne
çıkarılan bir diğer düşünce ise ölüm düşüncesidir. Eserde Hz. Peygamber’in “ölmeden
önce ölünüz” hadisinin yanı sıra birkaç ayete daha telmihte bulunulmakta ve her
383
384
Bice, s.139-143.
Bice, s.136.
78
canlının ölümü tadacağı, tekrar Allah’a dönüleceği 385 , insanın toprak ve sudan
yaratıldığı386, ölüm meleğinin herkesin canını alacağı ve Rablerine döndürüleceği387
konularına temas edilmektedir:388
“Olmuştur herkese ferman ölümün şerbetini içmek;
Kaçıp ondan kurtulmazsın, ne kadar ondan çekinsen389”
“Kul Hoca Ahmed ibadet eyle, ömrün bilmem kaç yıl,
Aslını bilsen su ve toprak, yine toprağa gider ha.390”
İnsanın topraktan yaratılmış olması ve ölüm ile başka bir aleme göç edecek
olması, insanın mahiyetini bildirmekte; bu sayede insana kendini ve içinde yaşadığı
dünyayı tanıma imkanı vermektedir. İlgili ayetlere dayanarak Yesevî “toprak olmayı”
ve ölümü hatırda tutmayı hikmet olarak eserinde vurgulamaktadır.
Ölüm düşüncesi Yesevî’ye göre, insanı bu dünyada sahip olduğu her şeyden,
bütün bağlarından koparıp onu farklı bir aleme ulaştıracaktır. İnsanın ölümü ürkütücü
bulması, hem bu dünyada bağlandıklarından ve sevdiklerinden ayrılma düşüncesi, hem
de gideceği alem hakkında yeterli bilgiye sahip olmaması sebebiyledir. Bununla birlikte
ölüm ile bu dünyada yapıp ettiklerinden hesaba çekilecek olması da, insanın ölümden
korkmasının sebebidir. Divân-ı Hikmet’te ölüm ânı, insanın sevdiklerinin arkasından
feryat figan etmesi, ardından kabirde yalnız kalması ve nihayet hesap verme etkili bir
dille anlatılmakta ve ölümün kaçınılmazlığı ifade edilmektedir. 391 “Götürüp kabre
koysalar, arkaya bakmadan dönseler; Soru-sualim sorsalar, bilmem halim ne olur”392
diyerek ölüm ile insanın karşılaşacağı durumu anlatan Yesevî’ye göre, insanın ölüm
385
Kur’an, Ankebut Suresi, Ayet 57.
Kur’an, Mü’min Suresi, Ayet 67; Enbiya Suresi, Ayet 30.
387
Kur’an, Secde Suresi, Ayet 117.
388
H.İbrahim Şener, “Yesevî Hikmetlerinin Kaynağı Olarak Ayetler Üzerine Bir Değerlendirme”,
Mehmed Şeker ve Necdet Yılmaz (Hzl.), Ahmed-i Yesevî: Hayatı, Eserleri, Tesirleri içinde (353-374),
İstanbul: Seha Neşriyat, 1996, s.370.
389
Bice, s.240.
390
Bice, s.301.
391
Bice, s.182, 239.
392
Bice, s.182.
386
79
tehdidinden kurtulmak için bu dünyada, doğal ölümden önce onu tanıması ve tatması,
yani, ölmeden önce ölmesi gerekmektedir.393
Yesevî, ölmeden önce ölmeyi tavsiye ederek394, insanın her şeyden önce sahip
olduğunu zannettiği şeylerin onunla sonsuza kadar var olmayacağını anlayıp iradi
olarak bu bağlardan kurtulmasını istemektedir. 395 Burada bağlardan kurtulmak,
toplumdan uzaklaşıp yalnız bir hayat yaşayıp orada yalnızca Allah’ı düşünmek demek
değildir. İnsanın sahip olduğu şeylerin aslında kendisi için birer emanet olduğunun
bilincine varması istenmektedir. İnsanın ailesi, dostları, makamı, malı, mülkü aslında
onun değil, ona emanet edilmiştir. 396 Bütün bunlar, insanın bu dünyadaki hayatına
refakat etmesi için Allah’ın verdiği nimetlerdir. İnsan, bu nimetler vesilesiyle hayatını
anlamlandırabilir; kendini ve Rabbini bilebilir. Dolayısıyla Allah bu nimetleri insana bir
bilme ve anlamlandırma imkanı olarak vermiştir.
Yesevî’ye göre insan her gün, her dem, her sözde, her halde ve işte ölümle
yüzleşmektedir.397 İnsan ölümle yüzleştiğinde, bütün bu nimetlerin emanet olduğunu
anlamakta ancak zaman içerisinde tekrar unutmaktadır. “İnsanın ölümle yüzleşmesi”
ifadesi ile, yalnızca kendi ölümü değil, bir başkasının, hususen sevdiklerinin ölümü
kastedilmektedir. Yesevî, ölmeden önce ölmek düşüncesiyle bu yüzleşmenin bilinçte
yarattığı etkiyi canlı tutmayı hedeflemektedir. 398 Yine, ölüm düşüncesini bilinç
düzeyine getirmiş olan insan, gönül kırmaz, yalan söylemez, günaha düşmekten
kendisini alıkoyabilir. Bütün bunlardan hareketle Yesevî, ölüm düşüncesinin hikmet
olduğunu anlatmakta ve Divân-ı Hikmet’te yoğun bir şekilde bu konuyu işlemektedir.
Yesevî, ölüm hakikatini Kur’an’a dayandırarak açıklamaktadır. “Külli men
aleyha fan ayetinde, Bir Allah’tan başka mahluk ölür imiş” dizeleriyle başladığı şiirinde
ölümün kaçınılmaz olduğunu ve insanın bu dünyadaki bütün yapıp etmelerinden hesaba
çekileceğini anlatmaktadır. 399 Yesevî, ölümü ve hesap gününü sık sık hatırlatarak,
393
Kentejay, s.139.
Bice, s.243, 273, 294.
395
Bice, s.64, 108.
396
Bice, s.314.
397
Kentejay, s.143.
398
Bice, s.381
399
Bice, s.248.
394
80
insanın dünyaya gönderiliş sebebini unutmamasını, ömrünü boşa geçirmemesini ve
Allah’ın koyduğu ölçülere uygun şekilde yaşamasını tavsiye etmektedir.
Yesevî ölüm hakikatinin anlatmadan önce, ölüm hakkında düşünmeyi
sağlayacak ve ölümü hatırlatacak yöntemleri kullanmaktadır. İnsanın bu dünyaya
gönderilişindeki ve yaratılışındaki sebebi ile gerçeğinin ölüm olgusuyla açıklanacağını
ve hayattaki her bir aşamanın aslında, insanı ölüme bir adıma daha yaklaştıran
mesafeler olduğunu hatırlatmaktadır. İnsanın bu dünyaya geliş amacı, burada ebedi
olarak kalmak değildir. Ömür denen hazineden payını alarak, ebedi yolculuğuna devam
etmektir. Yesevî’nin bu bağlamda yapmak istediği şey, insana ölüm hakikatini
hatırlatmak ve ölümden ibret almasını sağlamaktır. İnsan, ölümün tezahürleri olan
mezara veya cenazeye bakarak düşünür; kendinin ne kadar aciz ve zayıf bir varlık
olduğunu hisseder. Bu yüzden ölüm, insanın kendini tanımasının bir vesilesidir. Dünya
ve ahiret hayatını bir bütün olarak gören Yesevî, ölümü ebedi ömre atılan ilk adım
olarak anlatmaktadır. Bu nedenle de Yesevî “Allah için canını veren boşa vermez; İki
cihan ona bostan asla ölmez” 400 diyerek ebedilik, ölüm ve ölümsüzlük kavramları
arasında fark bulunmadığını ifade etmektedir.401
Öte yandan Yesevî’de ölüm, insanın Allah ile arasındaki perdelerin kalkması
ve insanın Rabbine kavuşması anlamına gelmektedir.402 Bu nedenle de ölüm, aşıklar
için kaçınılacak bir şey değil, arzulanan bir şeydir.403 İnsanın henüz bu dünyada iken
Rabbine kavuşması, O’nunla birlikte olması ise “ölmeden önce ölmek” ile formüle
edilmektedir. Yesevî’ye göre ölmeden önce ölmek, insanın bu dünyadaki ömründen
aradığını bulması ve inancı vasıtasıyla anlamlı bir hayat yaşaması demektir. 404
Yesevî’nin “Aşıklar ölmeden önce ölür imiş, Ölmeden önce varlığını eyle fani” 405
diyerek tavsiye ettiği bu iradi ölümü gerçekleştirebilmek, ahlakî olgunluğa ulaşmakla ve
aşkla mümkündür.
400
Bice, s. 232.
Kentejay, s.141.
402
Kentejay, s.131.
403
Bice, s. 164.
404
Kentejay, s.142.
405
Bice, s. 285.
401
81
Divân-ı Hikmet’te Yesevî, ölüm anlayışı ile bağlantılı olarak ölüler ve diriler
olarak iki grup insandan söz etmektedir. Burada ölü veya diri olmak insanın iç alemi ile
ilgilidir. Ölü insan, manevî dünyasında bir canlılık emaresi bulunmayan, hayatını
yalnızca maddi emellere ve arzulara bağlı olarak yaşayan, Allah ile bağ kuramamış
insandır. Yesevî’nin gafil olarak da tanımladığı bu kimseler, diri görünseler bile birer
ölüdürler. Diri olmak ise, insanın süflî arzularını ve kötülüğe meyilli yönlerini
öldürmesinin ifadesi olmuştur. Dolayısıyla diri olmak, insanın kendisini kuşatan
olumsuzlukları aşarak özgür olmak anlamında kullanılmaktadır.406 Sonuç olarak Yesevî
düşüncesinde ölüler; ölüm düşüncesinin hikmet olduğunun farkında olmayıp ondan
nasibini alamamış olanlar, diriler ise ölümün hikmet olduğunu kavrayabilmiş olanlardır.
Çalışmanın bundan sonraki kısmında Yesevî’de gördüğümüz hikmet
anlayışlarının, din eğitiminde bize nasıl bir anlam ufku sunabileceği üzerine
odaklanılacaktır.
406
Kentejay, s.144.
82
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM:
DİN EĞİTİMİ VE HİKMET İLİŞKİSİ
83
3. DİN EĞİTİMİ VE HİKMET İLİŞKİSİ
3.1 Din Eğitimi Açısından Hikmet Kavrayışı
Eğitim, düşüncenin tarihi seyri içerisinde düşünceyle birlikte şekillenen ve
düşüncenin yaşama aktarılmasının yolu 407 olarak görülen bir kavram olagelmiştir.
Düşünce ile bu yakın ilişkisinin bir sonucu olarak eğitim, farklı felsefî zeminlerde,
farklı şekillerde anlaşılmıştır.
Eğitim, din eğitiminin anlam alanını oluşturan kavramlardan biridir. Bu
sebeple eğitim kavramına yüklenilen anlam, din eğitimi alanının kapsamını da doğrudan
belirlemektedir. Bu çalışmada eğitim ile insanın maddî, manevî, entelektüel, ahlakî ve
sosyal boyutlarıyla bir bütün olarak var oluşunu gerçekleştirme süreci kastedilmektedir.
İnsanın yaşadığı bütün etkileşimler bu var oluşun bir parçası olması sebebiyle eğitim
kapsamına girer. Dolayısıyla bütün bir hayatın insan için bir eğitim süreci olduğu
söylenebilir. Din eğitimi ise, hayatın manasını aramaya çağıran ve bu arayışı canlı
tutmayı sağlayan bir disiplin olarak açıklanmaktadır.408 Din eğitimi, insanı ve hayatı
olduğu kadar dinin hayat ile ilişkilerini ve onlarla ilişkili soruları ve meseleleri
kucaklayan bir bilimdir. Çünkü hayat bunlarla örülmüş olduğundan ötürü onları, dinî
hayattan kopuk düşünmek mümkün değildir.409
Din eğitimi, temel konusu olan arayıştaki ve yolculuktaki insanı hayatın
bütünlüğü içindeki yeriyle ele alır. Dolayısıyla, insanın dünyasallığının getirdiği bütün
kavrayışlar, din eğitiminin düşünsel zemininde konu edilebilir. Bu kavrayışlardan insanAllah ilişkisini okuma ve anlamlandırma imkanı verenler, din eğitimi açısından
öncelenmesi gereken kavrayışlardır.
Bir anlama çabası olarak kabul edilebilecek din eğitiminin amacı; “her bireyin
yegâneliğinde Mutlak Hakikat’e bağlanarak kendini anlamlandırmasına imkân alanı
sunmak olmalıdır. Bir başka ifadeyle din eğitimi bireye, yaşanan hayatı bütünüyle
kucaklayan, insanın anlam oluşturmasında doğrudan tecrübeler sağlayan, vahiyle
407
Gülnihal Küken, Ortaçağda Eğitim Felsefesi, İstanbul: Alfa Yayınları, 2001, s.XV .
Bilgin, s.41.
409
Nipkow, Grundfragen III, s.41; Brezinka, Von der Pedagogik, s.164’den aktaran; Yavuz, s.50.
408
84
belirlenmiş doğrulara oturan, içselleştirilmiş bir inanç bağı kazandırmalıdır. Elbette bu
bağın kişinin hayatında yansımaları olacaktır. Zira anlama, uygulamadan bağımsız bir
şey değildir. Bir anlama türü olarak din eğitimi, aşkın ilkelere dayalı pratik yansımalar
ile kişiyi iyiye ve güzele yönlendiren bir süreç olacaktır.”410
Din eğitiminin bir anlama çabası olmasının sonucu olarak, farklı bilgi/bilme
türleri din eğitiminde konu edilebilir. Din eğitimi açısından bilgiyi söz konusu
ettiğimizde, malumattan ibaret olan “information” anlamındaki bilgiden ziyade,
içselleştirilmiş bilgi olan “knowledge” kastedilmektedir. Bu bağlamda bilgi; deneyim,
toplumsal değerler, çevre, din, kalıtım ve cinsiyet gibi kişinin hayata bakış açısını
etkileyen bağlamlardan ayrı düşünülmemekte; “information” anlamındaki bilginin bu
bağlamlar ve yorumlarla zenginleştirilmiş halinin “knowledge” anlamındaki bilgiyi
oluşturduğu belirtilmektedir.411
Din eğitimi; bilginin zihinsel bir kavram ve ürün olduğunu, bireyden bağımsız
düşünülemeyeceğini, toplumsal olgulardan etkilenebileceğini ve bakılan pencereye göre
farklı açılardan görülebileceğini göz önünde bulundurarak, farklı bilgi türlerini
kapsamına almaktadır. Bilgi türlerine dair farklı tasnifler bulunmakla birlikte
Mengüşoğlu’nun tasnifini din eğitimi açısından değerli bulduğumuz için burada yer
vermeyi uygun görmekteyiz. Mengüşoğlu beş tür bilgiden söz etmektedir; Bunların ilki,
“Naiv hayat bilgisi”dir. İnsan hayatının bir ürünü olan bu bilgi, yaşam boyunca edinilen
tecrübeler, diğer insanlarla ve çevreyle etkileşim sonucunda edinilen bilgidir. Belirli bir
yönteme dayanmamakla birlikte bu bilginin, diğer bilgi türlerinin kaynağı olduğu ifade
edilmektedir. İkincisi, belli yöntemlere ve araştırmalara dayanarak üretilen ve sistematik
olarak ilerleyen bilimsel bilgidir. Bilimsel bilgi çeşitli alanlara ayırarak var olanı
incelerken, felsefî bilgi var olanı bir “varlık-bütünü” içinde araştırır. Var olan alanlar ve
onların birbiriyle olan ilişkilerini araştıran felsefî bilgi, her şeyin anlamını ve kaynağını
sorgulamaktadır. Bilimsel ve felsefi bilgiden ayrılan bir diğer bilgi türü ise sanatın
sağladığı bilgidir. Bu bilgi türü; süjenin gerçekleştirdiği, belli bir yönteme dayanarak
değil, yaratıcı aktlar aracılığıyla elde edilen bilgidir. Dinin bilgisi ise inanma esasına
dayanmaktadır. Bu bilgi türü; dinin sunduğu verilerle insan, hayat, yaratılış ve dünya
410
411
Arslanoğlu, s.3.
Nazan Özen Uçak, “Bilgi: Çok Yüzlü Bir Kavram”, Türk Kütüphaneciliği 24, 4 (2010), s.712.
85
hakkındaki tüm sorulara yanıt vermeye çalışmaktadır.412 Din eğitimi, zikredilen bilgi
türlerinin tamamını birer bilme biçimi olarak addeder ve bunları ele alır.
Problemleri, amacı ve konularına işaret etmeye çalıştığımız din eğitimi
disiplininin mahiyeti hakkında konuşabilmek için din eğitimine İslam düşünce
geleneğinden hareketle felsefî bir arka plan oluşturulması gerekir. Zira, din eğitimi ile
kastedilen İslam dininin eğitimidir ve onun düşünsel zemini de ancak, İslam
düşüncesinin zengin anlam dünyasından istifade edilerek oluşturulabilir. Dolayısıyla bu
çalışma, İslam düşüncesinin mevcut imkanları ile, Din Eğitimi disiplininin bazı
boyutlarına ilişkin bir bakış ufkunu belirginleştirmeyi hedeflemektedir.
İslam düşüncesinden hareketle Din eğitimi disiplini için bir felsefî zemin
oluşturma fikri, bir yeniden keşfetme sürecini ima etmektedir. Yeniden keşfin mantığı,
geleneğe sadece geçmiş ve işi bitmiş bir yekûn olarak bakmamak, onun günümüz ve
gelecek bakımından taşıdığı imkan ve ilhamlara düşüncemizin pencerelerini açık tutmak
demektir. “Yeniden keşif” ibaresindeki yeniden kelimesi, yineleme ve yenilemenin
müşterek bir şuur kalıbı içinde kazandığı anlamı ifade etmektedir. Zira yalnızca
yineleme bizi manasız ve verimsiz skolastik bir muhafazakarlığa, yalnızca yenileme ise
sil baştan bir teşekkül sürecine işaret ederek bizi, geleneği görmezden gelen köksüz bir
modernist tavra sürükleyecektir.413 O halde her iki yanılgıya düşmeden yeniden keşif
gayreti içinde bulunmak, geleneğin şimdisini kurmak414 anlamına gelmektedir.
İslam düşünce geleneği, kendisi üzerinden bugünü okuduğumuz ve ileriye
yönelik nazar atfedebileceğimiz bütünlüklü bir ufuk olarak, din eğitimi disiplini için bir
zemin olacaktır. Bu zemini oluşturmak, bir anlamda bildiklerimizden yola çıkarak
yapılacak bir keşfin hazırlığı ve kendi geleneksel bakış açımızdan ilhamla, bir açık alan
oluşturma çabasıdır. Din eğitimini anlamlı kılan, düşünceye dayalı bir arka planın temin
edilmesi çabası, İslam düşünce telakkilerinin bugün de yorumlanabilirliğini ve
412
Uçak, s.715-716.
İlhan Kutluer, Yitirilmiş Hikmeti Ararken, 2.Baskı, İstanbul: İz Yayıncılık, 2012, s.17-18.
414
Geleneğin şimdisini kurmak ifadesi ile, geleneği bugün için yeniden anlama gayreti içinde bulunmak
kastedilmektedir.
413
86
sürdürülebilirliğini ima etmektedir. Zira, gelenekle irtibatlandırılarak günümüz için
denenen her anlamlandırma gayreti geleneğin şimdisini kurar.415
Din eğitiminin kendisinde tahakkuk ettiği varlık olarak insanın, mensubu
bulunduğu dinin teolojisi, kavramları, o dinin metafiziği ve insan kavrayışları, düşünsel
açıdan bu disiplinin ilgi alanına girer.416 Dolayısıyla din eğitiminin düşünsel arka planı
bütün bu verilerin din eğitimi açısından ele alınması ile teşekkül edebilecektir. Bu
bağlamda
din
eğitimi
çalışmalarında
öncelikle
din
kavramının
tanımlandığı
görülmektedir.
Din eğitimi disiplininin ‘din’den ne anladığı hususunda, inanılan dinin mi yoksa
genel bir din anlayışının mı kastedildiği sorusu ile karşı karşıya kalınmaktadır. Bu
çalışmada, insanın fıtrî olarak arayışta olması sebebiyle din ile ilişki içerisinde olduğu
vurgulanarak dinin genel boyutu göz önünde bulundurulmaktadır. Bununla birlikte, din
eğitiminden söz edebilmenin, ancak bir dinin inanırı olmakla mümkün olabileceği
düşünülmektedir.
Din eğitimi açısından dinin nasıl ele alınacağı problemine bilimsellik kaygısı ile
yaklaşıldığında, herhangi bir dine işaret etmeyip din kavramına kapsamlı bir açıklama
getiren tanımlamalara ihtiyaç hissedilebilir. 417 Ancak, genel-geçer bir din tanımına
ulaşmanın zorluklarının yanı sıra, böyle bir tanımlamanın din eğitiminin düşünsel
zeminine sağlayacağı katkıdan, disipline bir bakış ufku sağlama imkanından söz etmek
oldukça güçtür. Dolayısıyla din eğitiminin, İslam düşünce geleneğinden devşirebileceği
bir anlama imkanı olarak hikmeti konu edinen bu çalışmada bilimsel bilginin sınırları
içinde hareket etmek, tutarlı bir tavır olarak kabul edilemez. Bu nedenle genel-geçer bir
din tanımına ulaşma kaygısından ziyade, eğitimin o olmaksızın düşünülemeyeceği
“anlama”ya kapı açan din tanımlarını öncelemek, bu çalışmanın problemleri ve
istikameti ile daha uygun bir görünüm arz edebilir.
415
Yurdagül Mehmedoğlu, “İslam Düşünce Geleneğinden Günümüzde Bir Din Eğitimi Felsefesi
Oluşturmak”, Yayınlanmamış Makale, s.1-2.
416
Mehmedoğlu, s.4.
417
Bu konudaki tartışmanın detayları için bkz. Cemal Tosun, Din Eğitimi Bilimine Giriş, 2.Baskı,
Ankara: PegemA Yayıncılık, 2002, s.7-12.
87
O halde, din eğitimi açısından din, en kısa ve en kapsamlı ifadesi ile “insanAllah ilişkisi” olarak tanımlanabilir. Bir başka ifadeyle din, insanın kayıtsız şartsız var
olan Mutlak Varlık’a yönelişi ve onun tarafından kuşatılışıdır. Bu yöneliş ve kuşatılış,
arayışta olan insanın, hayatın manasını sorgulamasının neticesidir. Bu sebeple de inanan
için din, hayatın kendisidir.418
Dinin, din eğitimi açısından anlam çerçevesini belirlemeye çalışan bir diğer
tanımlaması ise şu şekildedir; “Din, insanlara bir hayat tarzı sunan, onları belli bir
dünya görüşü içinde toplayan kurumdur, bir değer biçme ve yaşama tarzıdır; Yaratıcı’ya
isteyerek bağlanma, birtakım şeyleri hissetme, onlara inanma ve onlara uygun iradî
faaliyette bulunma olgusudur; üstün varlıkla ona inanan insan arasındaki ilişkiden
doğan deneyimin inanan kişinin hayatındaki etkileridir.”419
Dinin bir ilişki olmasını Draz, iki taraf arasında, bir tarafın emir ve
hakimiyetine, diğer tarafın itaat ve bağlılığına dayalı olarak açıklamaktadır. Ona göre
din, iki taraftan birisi için kullanıldığında bağlılık ve inkiyad, diğer taraf için emir ve
hakimiyet manasına gelmektedir. İki taraf arasındaki ortak ilişkiler için kullanıldığında
ise, bu ilişkileri düzenleyen prensip ve düstur anlamına gelir. O halde din, “bağlılık”
teması etrafında dönüp dolaşmaktadır. Bu çerçevede din, birinci şekilde kullanılınca
“bağlılığı zorlamak”, ikinci şekilde ise “bağlanmak”, üçüncü şekilde ise “bağlanılan
prensip” manalarını ifade etmektedir. 420
Din eğitimi açısından bakıldığında, bahsedilen bağlanma tek taraflı bir itaat
olmaktan ziyade, bizim benliğimizi bilen aşkın bir benlik ile ilişkiye girme, bir tasarruf
ve oluş sürecini ifade etmektedir.421 Dolayısıyla din eğitimi bağlanmayı, insanın anlam
arayışı ile ilişkilendirmektedir. Bu arayışta bağlanma, “kişi sevdiği ile beraberdir”422
hadisinin işaret ettiği üzere sevginin bir tezahürüdür. Yine saygı, itaat, teslimiyet gibi
kavramlar da bağlanmanın farklı boyutları olarak düşünülebilir. Buna göre “Din eğitimi,
insanın fıtratı gereği sahip olduğu Tanrı ile içsel bir bağ kurma potansiyelini
418
Bilgin s. 16.
Nurullah Altaş, İsmail Arıcı, “Din Eğitiminin Bilimselleşme Süreci”, Mustafa Köylü, Nurullah Altaş
(ed.) Din Eğitimi içinde(48-80), 5.Baskı, İstanbul: Ensar Neşriyat, 2015, s.62
420
Draz, s.37.
421
Mehmedoğlu, Erişkin Bireyin Kendilik Bilinci, s.90.
422
Buhari, Edeb, 96.
419
88
gerçekleştirmesine imkân sunan ve “birlikte var olma” kavrayışının tecrübesiyle
varlığın
bütünü
ile
anlamlı
ilişkisini
mümkün
kılan
bir
disiplin
olarak
düşünülmelidir.”423
Dinin anlamı konusunda Kur’an-ı Kerim’in bakış ufkumuza kattığı zenginlikler,
din eğitimi açısından oldukça dikkate değerdir. Kur’an-ı Kerim’de din ile aynı anlam
alanında buluşan ve din yerine kullanılan kelimeler, bize dini nasıl anlayabileceğimiz
konusunda yol göstermektedir. İnsanın yaşamda tuttuğu yol anlamındaki millet
kelimesi, Kur’anî bir terim haline geldiğinde, insanın dini benimseyip onu yaşam haline
getirmesine işaret etmektedir. 424 Dolayısıyla bize, dinin yol olarak anlaşılabileceği
fikrini verir. Yine Kur’an’da yer alan mecazî ifadeler de dini anlayışımıza katkı
sağlamaktadır. Bu bağlamda, “sıbğatullah”(Allah’ın boyası) ifadesinin, tefsirlerde
boyada olma hali olarak açıklanması 425 , bize dinin hâl olarak anlaşılabileceğini
göstermektedir.
Sonuç olarak bu anlam zenginliği içinde dinin ‘yol’ anlamı ve ‘hâl’ anlamının
din eğitimi için öncelenebileceği ve bağlanmanın insanın yolculuğunun imkanı olduğu
görülmektedir. Zira din eğitimi, insanın din ile kendini anlamlandırması, bir dönüşüm
yaşamasını ifade etmektedir. Anlamlandırma veya dönüşüm tecrübeleri ise bir sürece
işaret etmektedir. Bu bağlamda, insanın Yaratıcı’sına bağlanarak yolda olması ve bu
yolculukta halden hale geçmesini kendisine konu edinen din eğitimi ‘din’i bir kavram
olarak ele alırken, onun yol anlamını ve hâl anlamını bir ilişki içerisinde ima etmektedir.
Din eğitimi, yolda olan insanı konu edinirken, sadece bilimsel
bilgi
kaynaklarını ve bilgi türlerini ele almamakta, bunlarla birlikte bilimsel bilginin
sınırlarını aşan bir düşünme ve konuşma tarzını da benimsemektedir. Bilimsel bilginin
sınırlarını aşan bir kavram olarak hikmet bu çalışmada bir bilme biçimi, bir
anlamlandırma modu olarak ele alınmaktadır. Hikmet, bu bağlamda din eğitiminin bir
kavramı olarak ele alınır. Özellikle “naiv hayat bilgisi” ve “din bilgisi” hikmet alanına
işaret etmesi bakımından, çalışmamız açısından ayrı bir önemi haizdir.
423
Esin Arslanoğlu, Din Eğitimi Açısından ‘Bağlanma’ Kavrayışı, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans
Tezi, Marmara Üniversitesi SBE, 2013), s.3.
424
Çalışkan, 85-89.
425
Razi, c.3, s.511.
89
Hikmetin hayata dair edinilen bilgiler ve dinden edinilen bilgiler ile
ilişkilendirilmesi, insanın hikmetle hayat tecrübelerini anlamlandırırken ilahi bir
kaynağa dayanması sebebiyledir. Hikmet, insana günlük hayat tecrübelerini vahyin
koyduğu ölçülerle yorumlama imkanı veren bir bakış açısı sunmaktadır. Kur’an’da
“Kitap ve Hikmet”in yan yana zikredilmesini bu bağlamda açıklayan yorumlar
bulunmaktadır. Buna göre hikmet, vahyin anlaşılması ve hayat haline getirilmesidir. Bu
nedenledir ki hikmet, Kur’an’ın tefsiri olarak ve sünnet olarak açıklanmıştır.426
İslam düşüncesinde hikmet, insanı kötülükten alıkoyan ve iyi olana yönlendiren
her şeyi içine alan oldukça geniş bir kapsama sahiptir. Hikmetin, Kur’an’ın tefsiri
olarak, fıkıh olarak, sünnet olarak açıklanması427 bu bağlamda da düşünülebilir. Zira,
tefsir, fıkıh ve sünnetin her biri, insanı kötülükten alıkoyup iyiliğe yöneltme imkanını
taşımaktadır. İlim ve akla hikmet denmesi de yine bu bağlamda düşünülmelidir.
Öte yandan tercüme faaliyetlerinin başlaması ve İslam filozoflarının Yunan
felsefî mirasını tevarüs etmeleri ile birlikte, felsefe de yine yukarıda zikredilen
çerçevede hikmetin kapsamına girmiştir. Yunanda insanları hakikate ve dolayısıyla da
saadete ulaştırma çabası olan felsefe, Doğuda aynı amacı taşımakla birlikte, hakikat
anlayışındaki kendine özgülüğü sebebiyle hikmet, felsefenin doğuya özgü bir üslupla
yeniden teşekkülünün adı olmuştur. İslam düşüncesinin hakikat tasavvuru dinden
bağımsız düşünülemeyeceği için de hikmet, felsefe gibi salt zihinsel bir faaliyet
olmamıştır. Bununla birlikte söz konusu zihinsel faaliyet, Kitab’ı anlamak ve hayata
geçirmek hususunda sağlayabileceği katkı açısından ele alınmıştır. Dolayısıyla İslam
felsefesi birikimini üretenlerin büyük çoğunluğu faaliyetlerinin hem dini hem ilmi
veçhelere sahip olduğunun bilincinde olmuşlardır. İlk İslam filozofu Kindî’nin, bir
yandan felsefenin ilmi karakteri ve yöntemini vurgularken öte yandan felsefî birikimin
Kur’an’ı anlama çabasına bulunabileceği katkıları örneklerle ortaya koymak istemesi,
bu bilinci örneklemektedir. Dolayısıyla felsefe, İslam bilgeliğinin yani hikmetin imkan
ve ilhamlarından biri olarak değerlendirilmektedir.428
426
Mukatil,138-140.
Kutluer, İlim ve Hikmetin Aydınlığında, İstanbul: İz Yayıncılık, 2001, s.146.
428
Kutluer, Yitirilmiş Hikmeti Ararken, s. 32.
427
90
İslam düşüncesinde doğuya özgü bir felsefe olarak kullanılan hikmetin özgün
yorumlarını, Halidî hikmet ve İşrakî hikmet tasavvurlarında görmek mümkündür.
Hikmetin ilahi bir kaynağa dayalı olması, evrensel ve sürekli olması halidî hikmet
düşüncesinin temel dayanaklarıdır. Din eğitiminin bir kavramı olarak düşünüldüğünde
hikmetin zikredilen temel dayanaklarla tümüyle aynı zeminde buluştuğu söylenemez.
Zira din eğitimi, hikmetin ilahî bir kaynağa dayalı olmasını benimsemekle birlikte, onun
evrenselliğinden ziyade her bireyin kendisi için bir kez daha anlamlı kılacağı bir tecrübe
olmasını vurgulamaktadır. Öte yandan hikmeti yalnızca zihinsel faaliyete dayalı olarak
görmenin ötesinde, sezgi ve ilhamı öne çıkaran bir bakış açısına sahip olması sebebiyle
İşrakî hikmet; din eğitiminin, bilginin rasyonel olan ile sınırlı olmayışını vurgulayan
bakış açısı ile yakın bir anlam alanına işaret etmektedir.
İslam düşüncesinde hikmetin, en çok karşılaşılan tanımlarından biri; “eşyanın
hakikatini bilmek ve gereğini yapmak” şeklindeki tanımdır. O halde, insanı hakikate
taşıyan her şeyi hikmet alanından bilmek mümkündür. Hikmetin Kur’an, Kur’an’ın
tefsiri, nübüvvet, anlayış, kavrayış, akıl, ilim, düşünce gibi farklı şekillerde
açıklanması, bütün bu zikredilenlerin insanın hakikate ulaşmasının imkanları olması ile
açıklanabilir. Öte yandan hikmet hem söz hem sükût olarak açıklanmaktadır ve bu
durum da yine sözün yahut sükûtun hakikate uygun düşmesi açısından ele alınabilir.
Hikmeti bir düşünme biçimi veya anlamlandırma biçimi olarak, din eğitimi
açısından ele aldığımızda ise, yine hakikat ile ilişkisi bakış açımızı belirginleştirmemizi
sağlamaktadır. Zira “İslam düşüncesinde hikmet tasavvurunun, hakikatin en belirleyici
boyutu ve gerçeği olarak ondan ayrılmaz bir kavrayış olduğu görülmektedir. Bu anlayış
içerisinde, inanca dair kavrayışlar, hakikatin varlığı ve sübutu açısından Zat-ı İlahiye’ye
atfedilecek yaratılan ve yaratan arasındaki bir mutabakat anlamına geldiği gibi, hakikati
arayan, ona inanan, zaman ve mekân içerisinde, fiil halinde onu yaşantılayan insan
açısından da oluşan / oluşturulan karşılıklı bir oluştur.”429 Dolayısıyla hikmet, insanın
oluş macerasında ve hakikat arayışında Allah ile ilişkisinin hem düşünceye hem de hale
yansıyan boyutunu ifade etmektedir.
429
Yurdagül Mehmedoğlu, Ali Ulvi Mehmedoğlu, “Hakikat Arar Olarak Mü’min:
Olarak İnanan”, Yayınlanmamış Makale, s.4.
91
Hakikatin Öznesi
Hikmet, her ne kadar “bilmek” olarak tanımlansa da, bilmekten ve anlamaktan
aciz kaldığımız durumları da hikmet olarak yorumlamaktayız. Bu durumda ise hikmet,
anlamaktan aciz kaldığımız hadiselerin de hakikatte “hayr” olduğuna dair bir anlayışa
ve inanca sahip olmaktır. Vâki olanda hayır vardır anlayışı ile hadiseleri yorumlamak,
insanın hakikati bilme sürecindeki tavrını ifade eder ve insanın Yaratıcısı ile ilişkisinde
güven, teslimiyet ve acziyetini kabul etmek şeklinde sonuçlanarak bu ilişkiye derinlik
kazandırabilir. Dolayısıyla, insanın Yaratıcı’sına yönelerek ve bu yönelim halinde
Yaratıcı ile bir bağ kurarak hayatını anlamlandırmasını konu edinen din eğitimi
açısından hikmet kavrayışının, insan için anlamlandırma imkanı olduğu görülmektedir.
Bu çalışmada din eğitiminin hikmet ile ilişkisi incelenirken, bu kavrayışı
hayatın içinden, tarihin ve coğrafyanın içinden, bizdeki anlam dünyasıyla aktarma
imkanını bize sunan bir örnek üzerinden ele almak istenmiştir. Bu sebeple Ahmed
Yesevî’nin Divan-ı Hikmet adlı eserindeki hikmet kavrayışı, din eğitimi açısından
incelenmiştir.
3.2 Divanı Hikmet’teki Hikmet Kavrayışının Din Eğitimine Yansımaları
İnsanı hayatın bütünlüğü içinde, ve onu hem insanlarla hem de Mutlak Varlık
ile ilişkisi bağlamında konu edinen din eğitimi açısından Divan-ı Hikmet’te
gördüğümüz hikmet anlayışı oldukça kıymetlidir. Zira Divân-ı Hikmet’te ortaya konan
hikmet anlayışı, hayatın her noktasına dokunmaktadır. Bununla birlikte Yesevî’nin
hikmet anlayışı, temelde insanın Allah ile arasındaki içsel bağa dayanmaktadır. İnsanı
Allah’a yakınlaştıran, söz edilen bağı derinleştiren her türlü söz, hâl, duygu ve düşünce
hikmettir. Dolayısıyla Yesevî, hikmeti hem insanın Allah ile ilişkisinde hem de
toplumsal ilişkilerinde tecrübe edebileceği bir kavrayış olarak açıklamaktadır.
Yesevî’ye göre insanın toplumsal yönü ve içsel-manevî yönü birbirinden ayrı
düşünülemez. Bu sebeple de hikmet, insan için hayatın bütününü kuşatan bir bakış açısı
sunmakta ve insan için bir anlam kaynağı olmaktadır.
Divan-ı Hikmet’te insanın vahyin muhatabı olmasına vurgu yapılarak hikmet,
her insana açık bir kavrayış olarak düşünülmektedir. Yesevî, hikmeti belirli bir kesime
özgü kılarak, bir sınırlandırmaya gitmez. Aksine her insanın vahyi kendisi için
92
anlamlandırarak hikmetten nasibini alması gerektiğini söyler. Bununla birlikte
hikmetten nasibini alabilmesi, insanın donanımı nispetindedir. İnsan, ahlakî faziletlerle
donanıp olgunlaştıkça hikmeti bir anlam olarak yaşamına katması mümkün
olabilecektir. Yesevî’nin ahlakî faziletlerin kaynağı olarak vahyi ve Hz. Peygamber’i
göstermiş ve tavsiye ettiği şeylerin aslında ümmet olmanın gerekliliği olduğunu ifade
etmiştir.
Yesevî’nin ahlakî faziletleri ele alış tarzına baktığımızda ise onun, insanın
Allah’a yönelmesi ve Allah ile hakiki bir bağ kurmasının vesilesi olabilecek halleri
hikmet olarak takdim ettiği görülmektedir. İnsanı bu yönelimden alıkoyacak bütün
engelleri ise cehalet ve zulüm olarak nitelemekte ve hikmetin karşıtı olarak
göstermektedir.
Yesevî’de hikmet, öncelikle söz ve hâl olarak karşımıza çıkmaktadır. Zira
anlamlandırma, bilme ve tecrübe etmeyle yakından ilgilidir. Yesevî, sözün hikmet
olmasını, insanı kötülükten alıkoyup iyiliğe yöneltmesi ile açıklamaktadır. İnsan için
anlam kaynağı olabilecek bu sözler; Kur’an ayetleri, hadisler ve bu iki kaynaktan
beslenen bilgelerin sözleridir. Ancak bu sözlerin bizatihi hikmet olmaları, insan için tek
başına bir anlam ifade etmeyebilir. İnsan, bu sözleri hâle taşıdığında hikmeti tecrübe
etmiş ve kendisi için anlamlı kılmış olacaktır. Öte yandan Yesevî’nin söz vurgusu,
sohbet geleneğimizi bir eğitim imkanı olarak bize hatırlatırken, hikmetin sohbette
mündemiç olduğunu da söylemektedir.
Yesevî, bizatihi kendisi hikmet olan sözün, insandan bağımsız ayrı bir yerde
konumlanmasından bahsetmemekte, insanın onu tecrübe etmesine vurgu yapmaktadır.
Zira hayat haline getirilmedikçe, zikredilen sözler insan için hikmetin tecrübesi
olamayacaktır. Yesevî, başlangıçta söz olarak takdim ettiği hikmetin hâle dönüşmesiyle
ancak insan için bir anlam taşıyacağını belirtmiştir. Hikmetin, Yesevî’de de
gördüğümüz üzere ilim-amel bütünlüğünü şeklinde anlaşılması, din eğitiminin bakış
açısını yansıtmaktadır. Zira yaşantıya dönüşmeyen bilgi, insan için bir anlam ifade
etmeyeceğinden, din eğitimine de bir katkısı olmayacaktır. İnanan insanın anlamlı bir
hayat sürmesini kendisine konu edinmiş olan din eğitimi, anlamın insana hadiselerden
akması sebebiyle bilginin yaşantıya dönüşmesini gerekli görmektedir.
93
Divân-ı Hikmet’te hikmetin tezahür ettiği hallere; aşık olmak, garip olmak ve
toprak olmak örnek gösterilmiştir. Bu haller üzere olanlar, hikmeti özel bir tarzda
tecrübe etmektedirler. Yesevî, hikmeti her insanın kendine özgü bir tarzda tecrübe
edebileceğini bu örnekler üzerinden anlatmaktadır. Allah’a giden yolların sayısız
olması, herkesin kendine has tecrübesini mümkün ve kıymetli kılmaktadır. Bununla
birlikte her hal ve tarzda hikmet, ahlakî vasıflarla donanmış olmakla açıklanmaktadır.
Dolayısıyla hangi kalıba bürünürse bürünsün, hikmetin hayat haline getirilmesi ahlakî
vasıflarla mümkün olabilmektedir.
Ahlakın temeline imanı, dolayısıyla da Allah sevgisini koyan Yesevî; talip
olmak, hür olmak, sadık olmak, mütevazı olmak gibi vasıfları öne çıkaran bir olma
ahlakından söz etmektedir.
Talip olmak, hikmete yönelişi ifade etmekte ve din eğitimi açısından
yönelimde olan insana işaret etmektedir. Bu bağlamda yönelimde olma, varlık alanında
bulunan insanın, kendisi ile birlikte olduğu birçok şeyin yanında, dinî inanca
bağlanışının mahiyetini ifade etmektedir. İnsanın dinî düşünce tarafından kendini
dönüştüren olması, düşüncenin insanda kendine yol bulabilmesi ile karşılıklı bir ilişkiyi
gerektirir. İnsanın, diğer düşünceler gibi dinî olan düşünceyle bu anlamda irtibat
kurabilmesinin ön şartı, ona yönelmesidir. Dolayısıyla insan, varlığını idame ettiği
serüvende, birlikte olduğu her şeye müstakil anlamlarla bağlandığı gibi, ‘dinî ve manevî
yönelimleri’ ile kurduğu bağlar ile birlikte var olmaktadır.430 Yesevî’nin talip olmak ile
işaret ettiği hâl, din eğitiminin yönelim vurgusuna karşılık gelmekte ve hikmetin ancak
yönelimde olanın ilişki kurabileceği bir kavrayış olduğunu göstermektedir.
Öte yandan hür olmak, Yesevî’de insanın kendisini kuşatan ve sınırlandıran
arzulardan sıyrılması anlamında kullanılmakta ve insanın Allah ile içten bir bağ
kurmasıyla mümkün olacağı ifade edilmektedir. Dolayısıyla hürriyet, insanın iç alemini
uzlaştırmaya yönelik bir süreç olması itibariyle din eğitiminde bireyi otantikliğine geri
döndürmeyi hedefleyen bir olma biçimidir.
430
Yurdagül Mehmedoğlu, “Yönelimde/Teveccühte Olma: İnsanın (Mutlak) Hakikate Yönelerek Kendini
Kavrama Çabası”, Yayınlanmamış Makale, s.3.
94
Yesevî, zikredilen bütün olma biçimlerini, görüldüğü gibi insanın Allah ile
ilişkisi bağlamında ele almış ve bu ilişkideki derinliğin sonuçları olarak göstermiştir.
Din eğitiminin öncelikli konularından biri olan ahlakı hikmetin görünür yüzü olarak
sunan Yesevî’nin bu mülahazaları, din eğitimine yeni anlamalar sağlayabilir. Buna göre
hikmet, din eğitiminde ahlakı da kuşatan bir üst kavram olarak düşünülebilir.
Yesevî, hikmetin açılımları olarak söze, hâle, ahlaka ve düşünceye vurgu
yaparken din eğitimi açısından oldukça kıymetli bir üslup kullanmaktadır. “Öğüt verici
olsan kendine ol” 431 prensibine uygun olarak, hikmet olarak ele alınan konular,
muhatabına neyi yapıp neyi yapmaması gerektiğini söyleyen bir anlatımdan ziyade
Yesevî’nin kendi tecrübeleri üzerinden anlatılmaktadır. Dolayısıyla Yesevî’nin,
hikmetleri en başta kendisi için söylemesini, hikmetin her insanın kendisi için tecrübe
edebileceği bir kavrayış olduğuna işaret ettiği düşünülebilir.
Divân-ı Hikmet’te ortaya konulan hikmet anlayışı; hikmetin, insanı hakikate
taşıyan bir süreç olması, bir anlamlandırma biçimi olması ve bir idrak tarzı olması
şeklindeki temel tezlerimizle örtüşür görünmektedir. Yesevî’de söz, hâl, ahlak ve
düşünce olarak karşımıza çıkan hikmet kavramı, bu yorumu ile din eğitimine oldukça
zengin bir veri sunmaktadır. Zira hikmetin, beşerin hadiseler arasında anlamlar
bulabileceği bütün durumların ifadesi olabileceği düşünülen bu çalışmada, zikredilen
başlıkların her birini din eğitimi için birer anlamlandırma biçimi olarak değerlendirmek
mümkündür.
Sonuç olarak din düşüncesinin insanı her durumda bir yolda ve bulundukça
yitirilecek, yitirildikçe yeniden aranacak bir arama bulma macerasında anlamasından
yola çıkarak, din eğitimi ve hikmet ilişkini şöyle açıklayabiliriz:
Yolda olan insanın büründüğü halleri konu edinen din eğitimi açısından
hikmet; tıpkı hakikat ve hayır gibi anlayışlarda olduğu gibi, insanın arama-bulma
serencamında onu kendisine çeken bir anlama ufku olarak değerlendirilebilir. Bu
bağlamda hikmet, yönelimde olan insanın kendisini ve hayatı sözle, ahlakla, düşünceyle
ve hal ile anlamasına imkan veren bir kavrayıştır. İslam düşünce geleneğinde çok
431
Bice, (hzl.), Hoca Ahmed Yesevî Divân-ı Hikmet, s.93.
95
anlamlı bir kavrayış olarak gördüğümüz hikmet, bu yönüyle insanın yüzleşmelerinin
çok boyutluluğuna karşılık gelmektedir. Bu durum da insanı çok boyutlu olarak Her
insanın kendine özel bir tarzda tecrübe edip yine kendine has bir üslupla yorumladığı
hikmet kavrayışı, bir sezgi alanına işaret etmektedir. Bununla birlikte hikmeti bir
hatırlama-bilme-aşina oluş süreci olarak da düşünmek mümkündür ve bu yönüyle o, bir
hafıza meselesidir. Ayrıca bilgiyi tamamlaması ve daima bilinemeyenler içinde
aranması gerektiğinden dolayı, hikmetin; insanın bütün bilmelerini ve bilememelerini
kuşatan bir anlama ufku olduğu düşünülmektedir.
96
SONUÇ
Bu çalışmada dinin insan ile Allah arasındaki ilişki olduğu, din eğitiminin ise
bu ilişkide var oluşunu gerçekleştiren ve Allah’a yönelen insanın anlam arayışını konu
edindiği tezlerinden hareket edilmiştir. Bu bağlamda, bu ilişkide hikmet kavramının
“insan için anlamı nedir?” sorusu sorularak din eğitimi açısından nasıl anlama ve ilişki
imkanları sunabileceği araştırılmıştır.
İnsanın bilmelerinin çok çeşitli olduğuna, bilimsel bilginin yanında dinin,
sanatın, yaşantıların insana farklı bilmeler ve dolayısıyla da anlamlar sunduğuna dikkat
çeken tezimizde din eğitiminin, zikredilen bilmelerin her birini kıymetli bulduğu ifade
edilmiştir. Bu sebeple çalışmada hikmet, insan için bir “bilme” ve “anlamlandırma”
imkanı olarak ele alınmıştır.
Hikmet kavramının, eşyanın hakikatini bilme ve ona uygun şekilde hareket
etme prensibine dayanmasını, hikmetin hakikatle ilişkisine işaret ettiği şeklinde
yorumlamak mümkündür. Bu düşünceden hareketle hakikati arayan insan için hikmet
kavrayışının, bir yol sunabileceği ve ona bir bakış açısı sağlayabileceği hususuna da bir
çok açıdan değinilmeye çalışılmıştır.
Hikmetin ilişkili olduğu “hayır, adalet, itidal” gibi kavramlar ile onun anlam
katmanları da ‘bilme’nin çeşitli biçimlerini ima ettiği için ele alınmıştır. Buna göre her
şeyin yerli yerine konması anlamı ile hikmet adalet ile aynı anlam zemininde
buluşmaktadır. Adalet ile iç içe geçmiş bir diğer kavram olan itidal ise hikmeti tasvir
ederken kullanılmış ve hikmet aklî gücün itidali olarak ifade edilmiştir. Hikmet, eşyanın
hakikatini bilmek ve ona uygun davranmak olduğuna göre, her insan hakikati kendi
donanımı nispetinde bilecektir. Ancak hikmetin insana sunduğu bakış açısı hakikati
bilmekten öte bir bilinçtir. Buna göre insan kendi donanımı ile hadiseleri
anlamlandıramadığı durumlarda, acziyetinin farkında olarak o an için bilemese ve
anlayamasa dahi hadiselerin bir başka hakikati olduğuna dair derin, çoklu bir inanca ve
güven duygusuna açılabilir. İnsanın içinde bulunduğu bu hal de yine onun bilme ve
anlama imkanlarını çoğaltan bir durum olarak yorumlanabilir.
97
Varoluşun ve hayatın anlamları ile bu kadar yakın bir ilişki içinde olan hikmet
kavrayışı, zikredilen bağlamlarının yanı sıra, hikmetin köken bilgisine dayalı olarak
açıklanmaktadır. Buna göre hikmetin kötülükten alıkoyma anlamının öne çıktığı da
görülmüştür. Bu durum da insanı kötülükten alıkoyup iyiliğe yönelten her şeyin,
hikmetin geniş çerçevesi içine girmesini sağlamıştır.
Bütün bunlardan yola çıkarak hikmeti klasik bir eser üzerinde okumak
amacıyla Yesevî’nin Divan-ı Hikmet adlı eseri çalışmaya konu edilmiştir. Hikmetin
anlamının bu şekilde genişlemesi duruma örneklik teşkil edecek şekilde, oldukça geniş
bir çerçevede ele alan Yesevî, zikredilen eserinde bize kıymetli veriler sunmaktadır.
O’na göre hikmeti; söz, hâl, düşünce ve ahlak ile ilişkilendirilerek açıklamak
mümkündür. Sözün hikmet olması, hakikate uygunluğu ve insanlar üzerindeki olumlu
etkisi ile açıklanmaktadır. Yesevî’nin hâle vurgu yapması ise, hikmetin her bireyin
kendine özgü bir tarzda onu tecrübe edip anlamlandırmasına işaret etmektedir. O halde
Yesevî’de hikmetin, içselleştirilmiş ve hayat haline getirilmiş bir bilgi türüne işaret
ettiği söylenebilir.
Yesevî; sözde, işte, halde, hayatta ve tüm diğer varlıklarda mevcut olan anlamı,
hikmet olarak açıklamıştır. Hayatın bütününde olan bu anlam ile insanın kendi yaşamını
anlamlandırabilmesi yani hikmete ulaşabilmesi; ahlakî vasıflarla donanmak suretiyle
mümkün olabilecektir. Ancak bu şekilde, insanda potansiyel olarak bulunan hikmetin
açığa çıkabileceği ifade edilmektedir.
Yesevî’ye göre hikmet, eskimez ve tükenmezdir. İnsan, bu alemde olduğu
sürece hikmete ihtiyaç duyacaktır. O halde insan için hikmet, bu alemin sürekli
kavranışıdır. Hikmeti, insanın olgunlaşması olarak da değerlendiren Yesevî, bu
olgunlaşmanın sürüp gideceğini, bir noktada son bulmayacağını ifade etmektedir.
Yesevî’nin olgunlaşma vurgusu, İslam düşüncesindeki “kemal” fikrinin süreklilik içeren
bir yorumu olarak da değerlendirilebilir.
Yesevî düşüncesinde hikmet, anlamlı bir hayat yaşamanın imkanıdır. Ve
böylesi bir hayatın yolu, Allah ile kurulacak bir muhabbet ilişkisi ile anlamlıdır.
98
Hikmetin Divân-ı Hikmet’te bütün yorumlanış biçimleri, Hz. Peygamber ile
ilişkilendirilmiş ve O’nun hikmetin kaynağı olduğu belirtilmiştir.
Din eğitimi açısından ele alındığında hikmet kavramının, zihinsel çabanın
ötesinde özel bir bilme türüne işaret ettiği ve insana farklı bilme imkanları sunduğu
düşünülmektedir. Bir kavrayış olarak hikmet, seçkin bir zümreye ait olmayıp, her
insanın kendi kişisel tecrübesiyle, tanış olduğu bir durumun adıdır. Bilme ve tecrübe
vurgularının da işaret ettiği üzere hikmet, bilme ve eylemenin birlikteliğine
dayanmaktadır. Öz olarak hikmetin, inanan insan için varoluşsal bir anlamlandırma
imkanı sunabilmesi, düşünceyi farklı bir alana açması ve bir bilme tarzı olması, bu
çalışmada vardığımız sonuçlar olmuştur.
99
EKLER
100
EK 1: Dîvân-ı Hikmet, Cihangir Aşurov Kolleksiyonundan Örnek Nüsha 1432
432
Dîvân-ı Hikmet, Cihangir Aşurov Kolleksiyonundan örnek olarak sunulan bu nüshalar editörlüğünü Necdet
Tosun’un yaptığı Ahmed Yesevi adlı eserden alınmıştır: Necdet Tosun(ed.), Ahmed Yesevi, Ankara: Hoca Ahmet
Yesevi Uluslararası Türk-Kazak Üniversitesi, 2015.
101
EK 2: Dîvân-ı Hikmet, Cihangir Aşurov Kolleksiyonundan Örnek Nüsha 2
102
KAYNAKÇA
Abduh, Muhammed. Reşid Rıza, Muhammed. Menar Tefsiri: Tefsiru’l-Kur’ani’l-Hakim
Tefsiru’l-Menar. Harun Ünal, Mehmet Erdoğan, Niyazi Türkmen(çev.). İstanbul: Ekin
Yayınları, 2011.
Ahmed Emîn b. İbrâhîm et-Tabbâh. , “Arap Edebiyatında Hikmet”, Zeynep Arkan (çev.),
Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, c.14, s.26, 2012, ss. 213-217.
Akseki, Ahmet Hamdi. İslam Dini: İtikat, İbadet ve Ahlak. 9.Baskı. Ankara: Diyanet İşleri
Başkanlığı(DİB) Yayınları, 1958.
Alaylıoğlu, Ruşen. Oğuzkan, Ferhan. Ansiklopedik Eğitim Sözlüğü. İstanbul: Oğuzkan Arif
Bolat Kitabevi, 1968.
Arslanoğlu, Esin. “Din Eğitimi Açısından ‘Bağlanma’ Kavrayışı”, Yayınlanmamış Yüksek
Lisans Tezi. Marmara Üniversitesi SBE, 2013.
Aşık, Nevzat “Yesevî Hikmetlerine Kaynaklık Eden Hadislerin Değerlendirilmesi ve Sünnet
Kültürünün Hikmetlere Tesiri”, D.E.Ü. İlahiyat Fakültesi Dergisi. Sayı IX., 1995,
ss.7-22.
Ayverdi, İlhan. Misalli Büyük Türkçe Sözlük. İstanbul: Kubbealtı Neşriyatı.
Başkaya, Fikret (ed.). Özgür Üniversite Kavram Sözlüğü. 1. Baskı, Ankara: Maki Basın
Yayın, 2005.
Bayraktar, M. Faruk. İslam Eğitiminde Öğretmen Öğrenci Münasebetleri. 8.Baskı, İstanbul:
Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı (İFAV)Yayınları, 2010.
Bice, Hayati (hzl). Hoca Ahmed Yesevî Divân-ı Hikmet, Ankara: TDV Yayınları, 2015.
Bice, Hayati. Pir-i Türkistan Hoca Ahmed Yesevî. Birinci Baskı, İstanbul: İnsan yayınları,
2011.
Bilgin, Beyza. Eğitim Bilimi ve Din Eğitimi, 1.Baskı, Ankara: Gün Yayınları, 2007.
Burnet, John. Aristoteles Eğitim Üzerine. Ahmet Aydoğan (çev.). 1.Baskı. İstanbul: Say
Yayınları, 2008.
Carmuhammetoğlu, Muhammetrahim. Hoca Ahmet Yesevî ve Türkistan, Ali Abbas Çınar,
İsmail Kallimci (akt.) 1. Basım. Ankara: Yeni Avrasya Yayınları, 2001.
Cebeci, Suat. Din Eğitimi Bilimi ve Türkiye’de Din Eğitimi. 2.Baskı. Ankara: Akçağ
Yayınları, 2005.
Cevheri, Ebû Nasr İsmail b. Hammad thk. Ahmed Abdülgafur Attar, es-Sıhah tacü’l-luga ve
sıhahi’l-Arabiyye. Kahire: Matabiu Dârü’l-Kitabi’l-Arabi, 1377.
103
Cevizci, Ahmet Eğitim Sözlüğü. 1. Baskı. İstanbul: Say Yayınları, 2010.
Cevizci, Ahmet. Eğitim Felsefesi. 2.Baskı. İstanbul: Say Yayınları, 2012.
Cevizci, Ahmet. Felsefe Sözlüğü. 4.Basım. İstanbul: Paradigma Yayınları, 2000.
Cihan, A.Kamil. “Sühreverdî ve İşrakîlik”, M. Cüneyt Kaya (Ed.). İslam Felsefesi: Tarih ve
Problemler içinde. 1.Basım, İstanbul: İSAM Yayınları, 2013, ss.397-424.
Cox, James L. Kutsalı İfade Etmek. 1.Baskı. İstanbul: İz Yayıncılık, 2004.
Cürcani, Ebü’l-Hasan Seyyid Şerif Ali b. Muhammed b. Ali. et-Ta’rifat. Beyrut: Dârü’lKütübi’l-İlmiyye, 1983.
Çağrıcı, Mustafa .“İtidal”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA). Ankara: TDV
Yayınları, 1999.
Çağrıcı, Mustafa. “Adalet”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA). Ankara: TDV
Yayınları, 1988.
Çağrıcı, Mustafa. “Hak”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA). Ankara: TDV
Yayınları, 1997.
Çağrıcı, Mustafa. “Hakikat”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA). Ankara: TDV
Yayınları, 1997.
Çağrıcı, Mustafa. “Hayır”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA). Ankara: TDV
Yayınları, 1998.
Çalışkan, İsmail. Kur’an’da Din Kavramı. 1.Basım, Ankara: Ankara Okulu Yayınları, 2002.
Çetinkaya, Necmettin. Hoca Ahmet Yesevî ve Uyanışının 1000. Yılı. 1.Baskı. Kocaeli:
Anadolu Belgesel Yayıncılık, 2004.
Çınar, Aliye. Varoluşçu Teoloji Paul Tillich’te Din ve Sembol. İstanbul: İz Yayıncılık, 2007.
Doğan, Mehmet. Doğan Büyük Türkçe Sözlük. Ankara: Yazar Yayınları, 2013.
Draz, M.Abdullah. Din ve Allah İnancı. Bekir Karlığa (çev.). 1.Baskı. İstanbul: yayın yılı yok
(y.y).
Durkheim, Emile. The Elementary Forms of Religious Life. (translated by Karen E. Fields),
The Free Press, New York, 1995.
Eğilmez Rıdvanoğlu, Ahmet (hzl.). Ahmet Yesevî Açıklamalı Divân-ı Hikmet. İstanbul:
Gayem Yayıncılık, y.y.
el-Askerî, Ebû Hilâl. Arab Dili’nde ve Kur’an’da Farklar Sözlüğü. 1.Baskı, İstanbul: İşaret
Yayınları, 2009.
104
el-Attas, Nakib. İslam ve Laisizm. Selahattin Ayaz(çev.). 1.Basım. İstanbul: Pınar Yayınları,
1994.
el-Gazzâlî, Ebû Hâmid Muhammed b. Muhammed b. Muhammed b. Ahmed. Yol, Bilgi ve
Varlık. A.Cüneyd Köksal (çev.). 4.Baskı. İstanbul: Sufi Kitap, 2010.
el-İsfahani, Ebü’l-Kâsım Hüseyin b. Muhammed b. Mufaddal Ragıb. Müfredat: Kur’an
Kavramları Sözlüğü. Yusuf Türker(çev.), İstanbul: Pınar Yayınları, 2007.
er-Razi, Ebu Abdillâh (Ebü'l-Fazl) Fahrüddîn Muhammed b. Ömer b. Hüseyn. Tefsir-i Kebîr:
Mefâtîhu’l-Gayb, Ahmet Hikmet Ünalmış(ed.). Suat Yıldırım ve öte. (çev.). Ankara:
Akçağ Yayınları, 1988.
Eraslan, Kemal (hzl). Ahmed-i Yesevî Divân-ı Hikmet Seçmeler. 1. Baskı. Ankara: Kültür ve
Turizm Bakanlığı Yayınları, 1983.
Eraslan, Kemal. “Ahmed Yesevî” Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA). c.2,
Ankara: TDV Yayınları, 1989.
Ersoy, Arif “Hoca Ahmed Yesevî’nin Sosyal Yapılanmaya Yönelik Yaklaşımları”, Mehmet
Şeker, Necdet Yılmaz (hzl), Ahmed-i Yesevî Hayatı Eserleri Tesirleri içinde.
İstanbul: Seha Neşriyat, 1996, ss. 85-106.
Esin, Emel. “Ahmed Yesevî Külliyesi”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA).
Ankara: TDV, 1989.
et-Tûsî, Ebû Ca‘fer Nasîrüddîn Muhammed b. Muhammed b. el-Hasen. Ahlak-ı Nasırı. A.
Vahap Taştan- Habil Nazlıgül (Türkiye Türkçesi’ne Aktaranlar) 1. Baskı. Ankara: Fecr
Yayınları, 2005.
Ev, Hacer. “İbn Haldun’un Eğitim Görüşü”, Yayınlanmamış Doktora Tezi. Dokuz Eylül
Üniversitesi SBE, 2007.
ez-Zemahşerî, Ebü’l-Kâsım Cârullah Mahmûd b. Ömer b. Muhammed. Esasü’l-Belaga. Kahire:
el-Hey'etü'l-Mısriyyetü'l-Âmme li’l-Kitâb, 1985.
Freire, Paulo. Ezilenlerin Pedagojisi. 3. Basım. İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 1998.
Freud, Sigmund. Uygarlık Din ve Toplum, Ankara: Öteki Yayınevi, 1995.
Genç, İlhan. “Ahmed-i Yesevî Üzerine Bir Değerlendirme.” Dokuz Eylül Üniversitesi, Eğitim
Bilimleri Dergisi. Yıl. 2, Sayı. 3, İzmir , 1993. ss.35-48.
Gezgin, Ali Galip. Tefsirde Semantik Metod. İstanbul: Ötüken Yayınları, 2002.
Gül, Fikri. Bertrand Russell’da Bilim, Felsefe ve Din. Birinci Baskı, Ankara: Kültür Bakanlığı
Yayınları, 2002.
105
Halil b. Ahmed, Ebû Abdurrahman Halil b. Ahmed b.Amr Ferahidi. Tertibu Kitâbi'l-Ayn.
Mehdi Mahzumi, İbrâhim Samerrai(thk). Esad Tayyib(tsh.). Kum: İntişarat-ı Usve,
1993.
Harman, Ömer Faruk. “Kur’an-ı Kerim’de Din Kavramı.” Kuran ve Tefsir Araştırmaları I.
İstanbul: Ensar Neşriyat, 2000. ss.71-87.
Huxley, Aldous. Kalıcı Felsefe. 1.Baskı. İstanbul: İnsan Yayınları, 1996.
İbn Kesir, Ebü’l-Fida İmadüddin İsmail b. Ömer. Tefsirü’l-Kur’ani’l-Azim. Mustafa es-Seyyid
Muhammed (thk.). Kahire: Müessesetu Kurtuba; Mektebetü’l-Evladi’ş-Şeyh li’t-Türas,
2000.
İbn Manzur, Ebu’l- Fazl Muhammed b. Mükerrem b. Ali. El-Ensari. Lîsanü’l-Arab. Beyrut:
Daru Sadır, 1311.
İbn Miskeveyh, Ebu Ali Ahmed b. Muhammed b. Yakub İbn Miskeveyh. Ahlakı
Olgunlaştırma. Abdulkadir Şener, İsmet Kayaoğlu, Cihad Tunç (çev.). 1.Baskı.
Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, 1983.
İbnü'l-Esir, Ebü's-Saadat Mecdüddin Mübarek b. Muhammed. en-Nihaye fî Garibi'l-Hadis ve'lEser. Tahir Ahmed Zavi, Mahmûd Muhammed Tanahi.(thk.), Kahire: Dâru İhyai'lKütübi'l-Arabiyye, 1963.
Jung, Carl Gustav. Din ve Psikoloji. Cengiz Şişman (çev.). İstanbul 1993.
Kant, Immanuel. Religion Within The Limits Of Reason Alone. (translated by.: Theodore
M.Greene, Hoyt H. Hudson). New York, 1960.
Kaya, Mahmut. “İşrâkiyye”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA). Ankara: TDV
Yayınları, 2013.
Kaya, Mahmut. Kindî Felsefi Risaleler, 1.Basım, İstanbul: Klasik Yayınları, 2002.
Kentejay, Dosay. Hoca Ahmet Yesevî’nin Ahlak Felsefesi. 1.Basım. Ankara: Hoca Ahmet
Yesevî Ocağı Yayınları, 2003.
Kentejay, Dosay. Hoca Ahmet Yesevî’nin Düşünce Sistemi. 1.Basım, Ankara: Hoca Ahmet
Yesevî Ocağı Yayınları, 2003.
Köprülü, Fuad. Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar. 1. Baskı. Ankara: DİB Yayınları, 1984.
Köylü, Mustafa. Altaş, Nurullah. (ed.) Din Eğitimi, 5.Baskı. İstanbul: Ensar Neşriyat, 2015.
Kutluer, İlhan. “Hikmet”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA). Ankara: TDV
Yayınları, 1998.
Kutluer, İlhan. İlim ve Hikmetin Aydınlığında, İstanbul: İz Yayıncılık, 2001.
106
Kutluer, İlhan. İslam’ın Klasik Çağında Felsefe Tasavvuru. 3.Baskı, İstanbul: İz Yayıncılık,
2013.
Kutluer, İlhan. Yitirilmiş Hikmeti Ararken, 2.Baskı, İstanbul: İz Yayıncılık, 2012.
Kutub, Seyyid b. Kutub b. İbrahim Seyyid. Fî zılali'l-Kur'ân: Kur’an’ın gölgesinde. M. Emin
Saraç, İ. Hakkı Şengüler, Bekir Karlığa. (çev.). İstanbul : Beyan Yayınları, 1966.
Küçükkaya, M. Askeri. “Hoca Ahmet Yesevî’de Peygamber Sevgisi”, Hz. Peygamber ve İnsan
Sevgisi, I. Kutlu Doğum Sempozyumu Bildirileri, Şanlıurfa, 21-22 Nisan 2007, ss.
299-316.
Küken, Gülnihal. Ortaçağda Eğitim Felsefesi. İstanbul: Alfa Yayınları, 2001.
Makas, Aybala Hatun. “Fahreddin Razi’nin Tefsir-İ Kebir İsimli Eserindeki Eğitim İle İlgili
Görüşleri,” (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Cumhuriyet Üniversitesi, SBE,
2008.
Mehmedoğlu, Yurdagül. Erişkin Bireyin Kendilik Bilinci. 1.Baskı. İstanbul: Rağbet Yayınları,
2001.
Mehmedoğlu, Yurdagül. “İslam Düşünce Geleneğinden Günümüzde Bir Din Eğitimi Felsefesi
Oluşturmak”, Yayınlanmamış Makale.
Mehmedoğlu, Yurdagül. Mehmedoğlu,Ali Ulvi. “Hakikat Arar Olarak Mü’min: Hakikatin
Öznesi Olarak İnanan”, Yayınlanmamış Makale.
Mehmedoğlu, Yurdagül. “Yönelimde/Teveccühte Olma: İnsanın (Mutlak) Hakikate Yönelerek
Kendini Kavrama Çabası”, Yayınlanmamış Makale.
Mert, Hamdi. Bilimi Öne Çıkaran Din Anlayışının Temsilcisi Hoca Ahmet Yesevî: Hayatı
Fikirleri Hizmeti, 2. Baskı, Ankara: Ahmet Yesevî Üniversitesine Yardım Vakfı bilig
Yayınları, y.y.
Mütercim Asım Efendi. El-Okyanusu’l-Basit fi Tercemeti’l-Kamusi’l-Muhit: Kâmüsu’lMuhit Tercümesi. İstanbul: Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı Yayınları,
2014.
Nadirhan, Hasan. “Arslan Baba ve Ahmed Yesevî”, Tasavvuf İlmi ve Akademik Araştırma
Dergisi, 2009/2. ss.1-10.
Nasr, Seyyid Hüseyin Modern Dünyada Geleneksel İslâm, Sara Büyükduru (çev), Üçüncü
Baskı. İstanbul: İnsan Yayınları, 2001.
Nasr, Seyyid Hüseyin. Bilgi ve Kutsal. 1.Basım. İstanbul: İz Yayıncılık, 1999.
Nasr, Seyyid Hüseyin. Bir Kutsal Bilim İhtiyacı. 2.Baskı. İstanbul: İnsan Yayınları, 1995.
107
Nasr, Seyyid Hüseyin. Genç Müslümana Modern Dünya Rehberi. 4.Baskı. İstanbul: İz
Yayıncılık, 2009.
Özcan, Hanifi. Maturidi’de Dini Çoğulculuk. İstanbul: İFAV Yayınları, 1995.
Peters, F.E. Greek Philosophical Terms. New York: New York University Press, 1967.
Peters, Francis E. Antik Yunan Felsefesi Terimleri Sözlüğü. Hakkı Hünler (çev.). 1.Baskı.
İstanbul: Paradigma Yayınları, 2004.
Rosenthal, Franz. Bilginin Zaferi: İslam Düşüncesinde Bilgi Kavramı, 1.Baskı, İstanbul: Ufuk
Yayınları, 2004.
Russell, Bertrand. Why I am not a Christian. Routedge Classics, London, 2005.
Schimmel, Annemarie. Dinler Tarihine Giriş. Ankara: Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
(A.Ü.İ.F.)Yayınları, 1955.
Sicistani, Ebû Muhammed b. Uzeyz. Garibü’l-Kur’ân. Muhammed Edib Abdülvahi Cemran,
Dâru Kuteybe(thk.). 1995.
Süleymân, Ebü’l-Hasen Mukātil. Kur’an Terimleri Sözlüğü, 1.Baskı, İstanbul: İşaret Yayınları,
2004.
Şener, H.İbrahim. “Yesevî Hikmetlerinin Kaynağı Olarak Ayetler Üzerine Bir Değerlendirme”,
Mehmed Şeker ve Necdet Yılmaz (hzl.). Ahmed-i Yesevî: Hayatı, Eserleri, Tesirleri
içinde. İstanbul: Seha Neşriyat, 1996, ss. 353-374.
Taberi, Ebû Cafer İbn Cerir Muhammed b. Cerir b. Yezid. Tefsirü’t-Taberi, thk. Mahmûd
Muhammed Şakir, Ahmed Muhammed Şakir, 2. Baskı. Kahire: Dârü’l-Maârif, 1969.
Tan, Bilal. Kur’an’da Hikmet Kavramı. 1.Basım. İstanbul: Pınar Yayınları, 2000.
Tehanevi, Muhammed b. A’la b. Ali el-Faruki el-Hanefi. Keşşafu Istılahati’l-Fünun. Beyrut:
Dâru Sadır.
Tillich, Paul. Din Felsefesi. Zeki Özcan (çev.). İstanbul: Alfa Yayınları, 2000.
Tosun, Cemal. Din Eğitimi Bilimine Giriş. 2.Baskı, Ankara: PegemA Yayıncılık, 2002.
Tosun, Necdet (ed.). Ahmed Yesevi. Ankara: Hoca Ahmet Yesevi Uluslararası Türk-Kazak
Üniversitesi, 2015.
Tosun, Necdet. “Yesevîyye”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA). Ankara:
TDV Yayınları, 2013.
Tosun, Necdet. “Yusuf el-Hemedanî”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA).
Ankara: TDV Yayınları, 2013.
Tozlu, Necmettin. Eğitim Felsefesi. İstanbul: Milli Eğitim Basımevi Yayınları, 1997.
108
Tuğlacı, Pars. Okyanus: 20.yüzyıl Ansiklopedik Türkçe Sözlük. İstanbul: Pars Yayınları,
1971.
Tümer, Günay. “Din”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA). c.9, Ankara:
Türkiye Diyanet Vakfı, 1994.
Türkiye Bilimler Akademisi (TÜBA), Türkçe Bilim Terimleri Sözlüğü Sosyal Bilimler.
Birinci Basım, Ankara: Türkiye Bilimler Akademisi, 2011.
Tüzer, Abdullatif. “M. Buber’in Diyalog Felsefesi ve Eğitim Açısından Uzanımları”, Felsefe ve
Sosyal Bilimler Dergisi, Sayı.8, 2009 Güz, ss.17-39.
Uçak, Nazan Özen. “Bilgi: Çok Yüzlü Bir Kavram”, Türk Kütüphaneciliği 24, 4 (2010), s.705722.
Whitehead, Alfred N. Dinin Oluşumu. Mevlüt Albayrak (çev.). İstanbul: Alfa Yayınları, 2001.
Yakıt, İsmail. “Hoca Ahmed-i Yesevî ve Türk Düşünce Tarihindeki Yeri”, Mehmet Şeker ve
Necdet Yılmaz (hzl). Ahmed-i Yesevî Hayatı Eserleri Tesirleri içinde. İstanbul: Seha
Neşriyat, 1996, ss. 61-84.
Yaman, Hikmet. Prophetic Niche in the Virtuous City: The Concept of Hikmah in Early
İslamic Thought. Boston: Brill, 2011.
Yavuz, Kerim. Günümüzde Din Eğitimi. 1.Baskı. Adana: Çukurova Üniversitesi İlahiyat
Fakültesi Yayınları, 1998.
Yazır, Elmalılı M. Hamdi Hak Dini Kur’an Dili, İstanbul: Zehraveyn Yayıncılık.
Yıldırım, Ahmet. Hoca Ahmed Yesevî’nin Hadis Kültürü. TDV Yayınları, 1.Baskı, Ankara,
2012.
Zebidi, Ebü’l-Feyz Murtaza Muhammed b. Muhammed b. Muhammed. Tacü’l-Arûs min
Cevâhiri’l-Kâmus. Kahire: Matbaatü’l Hayriyye.
Zemahşeri, Ebü’l-Kasım Carullah Mahmûd b. Ömer b. Muhammed. el-Keşşaf an Hakaikı
Gavamizi’t-Tenzil ve Uyuni’l-Ekavil fi Vücuhi’t-Tevil. Adil Ahmed Abdülmevcud,
Ali Muhammed Muavviz, Fethi Abdurrahman Ahmed Hicazi (thk.), Riyad:
Mektebetü’l-Ubeykan, 1998.
109
Download