GÜNÜMÜZ TÜRKİYE-ALMANYA EKONOMİK VE TİCARİ İLİŞKİLERİNİN ANALİZİ ve GELECEĞE DAİR DEĞERLENDİRME Giriş I – Tarihsel değerlendirme II – İkili Ekonomik ve Ticari İlişkilerinin Bugünü a. Doğrudan Yatırımlar aa. Türkiye’nin Almanya’daki Yatırımları ab. Almanya’nın Türkiye’deki Yatırımları b. Dış Ticaret ba. Türkiye’nin Almanya’ya İhracatı bb. Almanya’nın Türkiye’ye İhracatı III – Ekonomik ve Ticari İlişkilerin SWOT Formatında Analizi IV – Öneriler Giriş Türkiye-Almanya ilişkileri, tarih boyunca iki ülke hükümetleri ve vatandaşları açısından, her yönüyle yüksek değere sahip olmuştur. Bu gerçek, siyasi ve askeri ilişkilerde olduğu gibi, ekonomik ve ticari ilişkilerde de yadsınamaz bir olgudur. İlgi düzeyleri ne olursa olsun, Türklerin zihninde bir “Almanya ve Alman”; Almanların zihninde de bir “Türkiye ve Türk” imajı, düşüncesi veya portresi muhakkak vardır. Yaşımız itibariyle çok gerilere gidememekle beraber, şahsımızdaki Almanya resmi, Freiburg’a Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi profesörlerinden olan rahmetli babamın 1954 yılında görevli olarak gitmesiyle olgunlaşmaya başlamıştır. Hoş, o yıllardaki anımız ve deneyimlerimiz Dreisam’da boğulma tehlikesi geçirmenin ötesinde değildir! Daha sonraları, 1975 yılında Heidelberg’te lisan öğrencisi olarak, 1980’li yıllarda da görevli olarak dört sene Hamburg’taki ikametimiz, Almanya’yı ülkeyi yakından tanımamıza imkan vermiş ve özellikle “çalışkanlık”, “zamanın kıymeti” ve “disiplin ve düzen” konularında şahsi plan ve programlarımıza, tüm yaşamımızı yönlendirecek katkılarda bulunmuştur. İşte şahsımızda oluşan ve olgunlaşan “çalışkanlık-zamanın kıymeti-disiplin ve düzen” eksenindeki bu Almanya resmi, Türk insanının çoğunda yer etmiş bir resimdir. 1 Almanlarda da, olumlu yönleri ağır basan bir “Türkiye ve Türk resmi” olduğuna şüphem olmamakla beraber, bu bağlamdaki değerlendirmeleri Alman dostlarımızın yapması çok daha doğru olacaktır. Konumuzun Türkiye-Almanya ticari ilişkileri olduğunu unutmadan, biraz da duygusallık içeren bu giriş cümlelerimizi burada sona erdirmekte yarar görmekteyiz. I - Tarihsel Değerlendirme Dünyada, sınırdaş ülke olmayıp da, çok güçlü ekonomik ve ticari bağlara sahip ender ortaklıklarından biri de Türkiye-Almanya Ortaklığı’dır. Konumuz “günümüzün analizi” olmakla beraber, her iki ülkenin ekonomik ve ticari geçmişine kısa bir bakış, günümüze ilişkin değerlendirmelerin daha sağlıklı algılanmasını mümkün kılacaktır. Çok köklü bir ticaret tarihine ve ticaret kültürüne sahip olan Almanya, Çin’in hızla yükselen performansına rağmen bugün dünyanın en önemli “Dışticaret Ülkesi”dir. Almanya’nın bugünkü dünya liderliğinin temellerinin 1300’lü yıllarda Lübeck kentinde “Hansa Birliği” (Türkçe’de daha ziyade “Hansa” olarak anılan kelimenin Almanca aslı “Hanse”dir.) adıyla atıldığını hatırlamak lazımdır. Lübeck’te kurulan ve zaman içinde, kıyı şeridinde, kuzeydoğuda Reval (bugünkü Tallinn) ve Riga’dan, batıda Gröningen ve Deventer’e uzanan; güneyde ise Köln-Breslav-Krakov ekseninde sınırlayabileceğimiz Hansa Birliği, zaman içinde 200’ü aşkın şehir devletini kapsayan bir yapıya ulaşmıştır. Hatta bu ticari birlik, Londra’dan Novograd’a uzanan bir yelpazede birçok kentte “Kontor” adıyla anılan şubeleşme sistemiyle de farklı bir boyut kazanmıştır. Dünya ticaretine bir tarafta İpek Yolu vasıtasıyla Çin’in, deniz ticareti yoluyla Venedik ve Cenova şehir devletlerinin hükmettiği dönemlerle eş zamanlı olarak, Hansa Birliği de bir diğer hakim aktör olarak sahnede rol almıştır. Ekonomi tarihçisi olmamakla beraber biz şahsen, Almanya’nın dünya ekonomik ve ticari yaşamındaki lider konumunun miladını Hansa Birliği’nin kuruluşu olarak kabul etmenin doğru bir yaklaşım olacağını düşünüyoruz. Bu bakımdan, 2. Dünya Savaşı ertesinde, Almanya’nın Avrupa Birliği’nin kuruluşuna da öncülük eden ülkelerden biri olmasını, tarihin tekerrürü bağlamında yadırgamamak gerekmektedir. Kısaca ifade etmek gerekirse, Almanya yaklaşık 700 yıldır dünya ticaretinin merkezindedir, hatta, daha doğru bir söylemle, dünya ticaretinin merkezidir. Türkiye’ye gelince: Kuzey Avrupa’nın Lübeck kentinde Hansa Birliği’nin kurulduğu yıllarda, Anadolu’nun Söğüt’ünde de, 624 yıl dünya siyasetinin baş aktörlerinden biri olacak Osmanlı İmparatorluğu’nun temelleri atılmıştır. Osmanlılar, dünya sahnesinde askeri ve siyasi alanda, özellikle 15.,16. ve 17.yüzyıllarda “büyük güç” olarak yer almış; Avrupa, Asya ve Afrika haritasını değiştiren bir işlevi olmuştur. Buna karşın uluslararası ticaret alanında, diğer bazı ülkelerle karşılaştırıldığında önemli bir ağırlıktan söz etmek mümkün değildir. Ancak, hemen belirtmek gerekir ki, Osmanlı dönemindeki en önemli yapılanmalardan “Ahilik” müthiş bir 2 esnaf ve sanatkar örgütlenmesi örneği oluşturmuştur. Selçuklular zamanında kurulan ve Osmanlılar döneminde büyük gelişme gösteren Ahilik kurumu, her şeyin üzerinde “ticarette etik” veya “ticaret etiği” kavramının belki de dünyadaki ilk örneklerinden birini teşkil etmiştir. Ahilik Teşkilatı, Selçuklular döneminde ekonomik ve ticari faaliyetlerinin yanı sıra, askeri ve siyasi faaliyetlerde de bulunmuş, Osmanlı Beyliği'nin kuruluşunda ve güçlenmesinde etkin rol oynamıştır. Aşıkpaşazade, Osmanlı'nın kurulmasında etkin olan 4 unsur arasında Ahiliği de belirtmiştir. İlk Osmanlı padişahlarının ve vezirlerinin çoğu Ahi Teşkilatı'na mensup şeyhler olduğu da, tarihçiler tarafından belirtilmektedir. Ahilik yapısı içindeki işletmeleri bugünün KOBİ’leri olarak gördüğümüzde, onların da aynen KOBİ’ler gibi “dışa açılma sorunları” olmuş; lüle taşı pipo gibi bazı otantik ürünler dışında tüm yaşam alanları iç ticarete münhasır kalmıştır. Cumhuriyetin kurulmasıyla, İzmir İktisat Kongresi ve ilk yıllarda karma ekonomik düzene yöneliş, takiben, 1929 Büyük Buhranı’ndan sonra kamu ağırlıklı ekonomik yapı hakim olmuştur. 1980’e kadar aşırı korumacı, rekabete kapalı “ithal ikamesi sistemi” uygulanmış ve nihayet 24 Ocak 1980 kararlarıyla liberal ekonomik dönem başlamıştır. Aralık 1983’te iktidara gelen hükümet “ihracata dayalı kalkınma modeli”ni benimsemiş ve Türkiye artık gerçek anlamda ihracat odaklı bir süreç içine girmiştir. Bugün gelinen noktada Türkiye, dünya ticaretinde ilk yirmibeş ülke arasında yer almaktadır. Bunun, kısa sürede sağlanan bir başarı olduğunu kabul etmek gerekmektedir. Yukarıda, Almanya ile ilgili bölümün sonundakine benzer bir ifadeyle, Türkiye için de şöyle söyleyebiliriz: Türkiye yaklaşık 30 yıldır uluslararası ticaretin gerçek anlamda içindedir. Evet, Türkiye-Almanya ortaklığı 700 yıllık bir deneyimle, 30 yıllık genç bir dış ticaret ülkesinin ortaklığıdır. Bu pencereden bakıldığında iki ülke arasındaki yoğun ekonomik ilişkiler ve bunun yanında 30 milyar dolarlık ticaret hacmi, alınan mesafenin büyüklüğünün ve ortaklığın kıymetinin somut bir göstergesi olarak karşımıza çıkmaktadır. II – İkili Ekonomik ve Ticari İlişkilerinin Bugünü “İkili Ekonomik İlişki” denildiğinde, üstelik söz konusu da Türkiye-Almanya ilişkileri olduğunda, doğal olarak onlarca başlık akla gelmektedir. Ancak, makro bir değerlendirme yapabilmek açısından iki ana başlığı esas almayı yeğledik: - Doğrudan yatırımlar ve - Dış ticaret. a. Doğrudan Yatırımlar “Doğrudan Yatırım” aslında iki ülke arasındaki ekonomik ve ticari ilişkilerin temelinin ne kadar sağlam olduğunun göstergesidir. Zira, doğrudan yatırımda, muhatap ülkenin bugününe ve geleceğine güven unsuru ön plandadır. Yatırım, uzun vadeli bir düşüncenin unsurudur. Bir sonraki konuda işleyeceğimiz “ticari ilişkiler” kavramı, aynı şekilde yorumlanmayabilir. Örneğin, bir ülkede yatırım yapıyorsanız, milyonlarca, hatta bazen milyarlarca euro veya dolarlık bir fedakarlıkta bulunmak; yüzlerce kişiye istihdam yaratmak 3 ve ekmek kapısı açmak; her ülkede kutsal sayılan vergi mükellefi olmak gibi çok önemli değerlere hizmet ediyorsunuz demektir. Ticaretin de kutsal değerleri olmakla beraber, bugün sattığınız ürünü yarın da satacaksınız diye bir garanti bulunmamaktadır. Başka bir değişle ticaret yaşamı dalgalanmayı peşinen kabul eder. Bu bakımdan, iki ülke ilişkisinin, ticari boyutu muhakkak ki çok önemlidir, ama yatırım boyutu, ticari ilişkileri de destekleyecek ve tetikleyecek kalıcı bir boyut olma özelliği ile ön planda değerlendirilmelidir. Bu şahsi görüşümüzü ifade ettikten sonra, doğrudan yatırımlar konusundaki saptama ve değerlendirmelerimize geçebiliriz. aa. Türkiye’nin Almanya’daki Doğrudan Yatırımları Türkiye, ekonomik konumu ve geçmiş yıllardaki genel sermaye yapısı itibariyle, yurt dışına yatırım yapmaktan ziyade, ülke içine yatırım çekmeyi ön planda tutan bir pozisyon almıştır. Bu bağlamda UNCTAD verileriyle, 2009 yılında 1,6 milyar dolarlık bir doğrudan yatırım çıkışı bulunmaktadır. Bu paralelde Türkiye’nin Almanya’daki doğrudan yatırımları da sınırlı olmuş ve Deutsche Bundesbank verilerine göre 2006, 2007, 2008 ve 2009’da Türkiye Almanya’da sırasıyla 13, 40, 54 ve 32 milyon Euro seviyesinde doğrudan yatırım yapmıştır. 2008 senesindeki nisbi artışın da tek işlemden (BEKO’nun Grundig hisselerinin tamamını 2007 sonlarında satın alması) kaynaklandığını düşünmek yanlış olmayacaktır. Konuya, teknik açıdan, bir ülkenin başka bir ülkede yaptığı “doğrudan yatırımlar” olarak baktığımızda, yukarıdaki istatistikten de görüleceği üzere, Türk firmalarının Almanya’daki doğrudan yatırımları 2009 yılında 32 milyon Euro seviyesinde gerçekleşmiştir. Bu rakam Almanya’ya aynı yıl giren 25,6 milyar Euro düzeyindeki toplam doğrudan yatırımlar içinde yüzde hesabına bile girememekte, oransal payın, binde birin biraz üzerinde olduğu görülmektedir. Denilebilir ki, Türkiye’nin Almanya’daki yatırımları, neredeyse “yok” seviyesindedir! Acaba böyle bir yorum, gerçekten yapılabilir mi? Bu noktada hikaye ve ortaya çıkan resim oldukça farklıdır. Öykü, döner büfeleri ve Münih-İstanbul otobüs bileti satış bürolarından, büyük üretim tesislerine ve yukarıda da belirttiğimiz gibi Grundig’in satın alınmasına kadar uzanan bir seyir takip etmektedir. Burada, bu öyküyü uzun uzadıya anlatacak değiliz. Zira konumuz, münhasıran bu değil. Ancak, Türkiye’nin Almanya’daki doğrudan yatırımlarını anlatırken, konunun bu tarihsel yelpazede algılanması ve değerlendirilmesi gerektiği düşüncesinde olduğumuzu ifade etmek durumundayız. İşte “hikayenin farklı yönü” de tam bu noktada ortaya çıkmaktadır. 4 Almanya’ya yatırımlar konusunda Türkiye ve Türk varlığının Almanya penceresinden farklı bir yaklaşımla değerlendirilmesinde, sağlıklı sonuçlar ve yorumlar yapabilmek bakımından, deyim yerindeyse, zorunluluk vardır. Zira, Türk veya Türk kökenli Alman vatandaşları tarafından kurulan Almanya’da yerleşik firmaların sayıları Türk Alman Eğitim ve Bilimsel Araştırmalar Vakfı (TAVAK) tarafından yapılan bir araştırmaya göre 2008 yılında 72.00 işletme olarak saptanmıştır. Bu işletmelerin yıllık ciroları 33 milyar Euro olarak hesaplanmaktadır. Bu araştırmada konumuzu ilgilendiren “yatırımlar” başlığı altında şu çarpıcı saptama da yer almaktadır: 2008 yılı itibariyle kümülatif “Almanya’da yerleşik Türklerin bu ülkede yaptığı yatırım” rakamı 7,9 milyar Euro seviyesindedir. Bir sonraki bölümde Almanya’nın Türkiye’deki yatırımları açısından gösterge olabilecek bazı gazete haberlerine değineceğiz. Burada da Türkiye’nin Almanya’daki doğrudan yatırımları konusunda da bir haber aktaralım (Mart 2011): - Türkiye’nin önemli otomotiv yan sanayi firmalarından Bayraktar Holding, Alman Odelo (kuruluş tarihi 1935) firmasını satın almıştır. Bu haber, Türkiye’nin ve Türk firmalarının Almanya açısından pozisyonlarını göstermek açısından önemli olmakla beraber; doğrudan yatırımlar açısından Türkiye’nin Almanya piyasasında alacağı çok yol olduğunu belirtmek ve itiraf etmekte yarar bulunmaktadır. ab. Almanya’nın Türkiye’deki Doğrudan Yatırımları Dünyada doğrudan yabancı yatırımlar 2007 yılında tarihi bir rekora ulaşmış ve toplam yatırım tutarı 2,1 trilyon dolar olmuştur. Bu rakam, 2008’in Eylül ayının ortasında Lehman Brothers’ın iflasıyla patlak veren global krizin etkisiyle 2008 yılında 1,8 ve 2009 yılında 1,1 trilyon dolara inmiştir. Doğrudan yatırımlarla ilgili dünya istatistiklerinde sermaye girişi veya sermaye çeken ülkeler itibariyle Türkiye, 2007, 2008 ve 2009 yıllarında sırasıyla 22,0; 18,1 ve 7,6 milyar dolarla yer alırken; Almanya 118,7; 91,9 ve 45,3 milyar dolarla, önlerde bulunmaktadır. 2009 yılında 45,3 milyar dolar yatırım çeken Almanya’nın, aynı yıl 25,6 milyar dolarla ülke dışında yatırım yaptığını da burada vurgulamak gerekmektedir. Deutsche Bundesbank verilerine göre bu rakamın 514 milyon Euro’luk (yaklaşık 700 milyon dolar) bölümü Türkiye’deki yatırımlar için çıkışlardır. Almanya’nın Türkiye’de “greenfield” yatırımlar konusunda öncü rol oynadığını belirtmekte fayda görmekteyiz. Aşağıda örneklerini vereceğimiz ve 1960 yıllarda başlayan Alman yatırımları, Türkiye’deki çeşitli içsel ve dışsal siyasi ve ekonomik çalkantılara rağmen düzenli ve istikrarlı bir çizgi izlemiştir. Bu hususu burada açıklıkla ve samimiyetle kaydetmek gerekmektedir. Almanya’nın Türkiye’deki yatırımlarda “hacim” bakımından ilk sırada olması yanında, “öncü” konumda olduğunu da burada tekrar belirtmek gerekmektedir. “Türkiye’nin önemli bir üretim ve ihracat üssü olacağını ‘futurist’ bir ticari yaklaşımla Almanya görebilmiştir” yorumunu yapmak hiç de yanlış olmayacaktır. Zira Almanya’nın en büyük 5 firmaları 1960’larda, ithal ikameci politikaların en yoğun şekliyle uygulandığı Türkiye’de doğrudan yabancı sermaye yatırımlarına girişmişlerdir. Hafızamızı tazelemek bakımından bir göz atalım: Yıl 1958: 1847’de kurulan Siemens A.G. 1800’lerin ikinci yarısında Türkiye’de ilk projesini gerçekleştirir ve İstanbul Telgraf Merkezi’ni kurar. 1958 yılında Koç ortaklığı ile Simko A.Ş. kurulur. 1961'de Simko'nun ilk fabrikası üretimine başlar. Gerçek anlamda ilk yatırım 1964 yılında kurulan kablo fabrikasıdır. İlerleyen yıllarda yatırım, üretim ve ihracat sürekli olarak büyür. Yıl 1966: 1758 yılında Almanya’nın Oberhausen kentinde kurulan M.A.N., 1912 yılında inşa ettiği “Galata Köprüsü”nü bir tarafa bırakırsak Türkiye’ye yatırıma 1966 yılında gelir. Otobüs ve kamyon üretim ve ihracatıyla Türk ekonomisine büyük katkılarda bulunur. Yıl 1967: İlk otomobili 1900 yılında üreten Daimler-Benz A.G.’nin % 36 hisselik ortaklığıyla Otomarsan kurulur. 1968 yılında efsanevi 0 302 otobüsler üretilmeye başlanır. 1970’de, bu defa ihracat başlar. 1986’da Aksaray’daki kamyon fabrikası kurulur. Şirketin ticari unvanı 1990’da Mercedes-Benz Türk A.Ş.olur. Takip eden yıllarda Türkiye’deki Alman yatırımları devam eder ve Alman sermayeli firmalar, Türkiye’de 1983 yılında başlayan ihracata dayalı kalkınma modeli içinde de yerlerini alırlar. İhracata vurgu yaptığımız bu noktada, 1992 yılında Bosch-Siemens ortak kuruluşu olan BSH Ev Aletleri Ticaret A.Ş.’nin de kurulmasına da değinmek gerekmektedir. Bu firmayla birlikte, 2000’li yıllardaki Türkiye ihracatındaki önemli Alman sermayeli aktörler de ortaya çıkmış olmaktadır. Türkiye’de “Dış Ticaret Sermaye Şirketleri” (DTSŞ) statüsüne sahip, sayıları yıldan yıla değişiklik göstermekle beraber, yaklaşık elli firma, ülke ihracatının % 40 seviyesindeki bir bölümünü gerçekleştirmektedir. Bu firmalar arasında Bosch Sanayi ve Ticaret A.Ş.; BSH A.Ş.; M.A.N. Türkiye A.Ş.; Mercedes-Benz Türk A.Ş. gibi Alman yatırımlarının da bulunması, Türk dış ticareti açısından önemle değerlendirlmelidir. Yatırım konusunda, Almanya’nın Ankara Büyükelçiliği’nin internet sitesinde de yer alan, Adana/Yumurtalık'ta, STEAG firmasının 1,5 milyar Euro yatırımla, Türkiye'nin 2004 yılı itibariyle en büyük termik santralinin açılışına da değinmek gerekmektedir. Almanya’nın Türkiye’deki yatırımlar açısından pozisyonunu, sadece, bu yazıyı kaleme aldığımız Şubat 2011’de Türk medyasında yer alan haberlerden anlamak mümkündür: - BSH Grubu Global CEO Kurt-Ludwig Gutberlet “Türkiye bizim için çok önemli bir ülke ve güzel bir geleceği olduğuna inanıyoruz. Türkiye’de 300 milyon Euro’luk daha yatırım yapacağız” demiş ve Çerkezköy’de 2011’de 8 milyon Euroluk Ar-Ge Merkezi kurulacağını duyurmuştur. - Alman Ekonomi Bakanlığı Türkiye Temsilcisi Sayın Markus Knupp, Bakanlık olarak Alman yatırımcılarını Anadolu kentlerine yönlendireceklerini beyan etmiştir. 6 Bunun dışında Bild am Sonntag’ın “Saklı Türkiye” ekinde, diğer tanıtım başlıkları arasında “Grundig de onların” ifadesinin yeralması, Türkiye algısı açısından olumlu anlamda dikkat çekicidir. Bu firmaların “Türkiye’de yatırım bilincini” vurgulayan en önemli söylem belki de Siemens Ticaret ve Sanayi A.Ş.’nin web sitesindeki tümcedir: “Türkiye'nin geleceğine yatırım yapmaya devam ediyoruz...” Burada, tarihsel gelişimi içinde, kronolojik sıraya da sadık kalarak, öncülerle ilgili kısa bir sunum yapmaya çalıştık. Adını anamadığımız yüzlerce firmanın hoşgörüsüne sığınıyoruz. b. Dış Ticaret Ülkeler arasındaki ikili ekonomik ilişkilerin bir diğer önemli göstergesi, birbirlerine ne kadar mal sattıklarıdır. Ülkelerin bu bağlamda ön planda tuttukları husus da dış ticarette fazlaya sahip olmalarıdır. Başka bir değişle ülkelerin ikili ilişkilerdeki gayreti dış ticaret fazlası verme, yani ithalattan çok ihracat yapma yönündedir. En kötü ihtimalle, ihracat ve ithalatı dengede tutmak genel prensiptir. Türkiye-Almanya dış ticaretinde, tarihsel süreç, dengenin devamlı olarak Türkiye aleyhine ve Almanya lehine bir tablo sergilemektedir. Dış ticaret jargonuyla söylemek gerekirse, ikili ticarette Türkiye “net ithalatçı”, Almanya ise “net ihracatçı” konumundadır. Türkiye’nin ve Almanya’nın genel ürün ve üretim kompozisyonu ve buna bağlı olarak dış ticaret yapılarına bakıldığında bu durumun normal ve kabul edilebilir karşılanması gerekmektedir. Türkiye’nin, son yıllarda ihracatta yakaladığı istikrarlı büyüme süreci, ithalata dayalı olsa bile, ihracattaki bu gelişme trendi Türkiye-Almanya dış ticaretinde, ihracat-ithalat terazisini dengeye getirecektir diye ümit etmemiz mümkün görülmelidir. Almanya ve Türkiye’nin dünya sıralamasındaki durumuna da bir göz atmakta, değerlendirme ve yorumlarımız açısından katkısı olacaktır. Dünya Ticaret Örgütü (World Trade Organisation – WTO) verilerine göre 2009 yılı sıralaması şöyledir (Bu yazıyı tamamladığımız, Eylül 2011 itibariyle WTO 2010 verilerini açıklamamıştır): Dünya ihracatı Toplam 12,5 trilyon $ 1. Çin 1,2 trilyon $ 2. Almanya 1,1 trilyon $ 3. ABD 1,1 trilyon $ 33. Türkiye 0,1 trilyon $* (* Sırasıyla 102 milyar $ ve 141 milyar $) Toplam 1. ABD 2. Çin 3. Almanya 23. Türkiye Dünya ithalatı 12,7 trilyon $ 1,6 trilyon $ 1,0 trilyon $ 0,9 trilyon $ 0,1 trilyon $* Bu genel bilgilerden sonra, okuyucuyu rakamlarla daha fazla sıkmadan, karşılıklı ticarete, farklı bir boyutta göz atıyoruz. ba. Türkiye’nin Almanya’ya İhracatı 7 Türkiye-Almanya arasındaki ticarete gelince, söylenecek ilk şey, herkesin bildiği bir olgu, yani Almanya’nın Türkiye’nin en önemli ticaret ortağı olduğudur. Burada altını çizmek istediğimiz husus, bu ortaklığın ideal dengelerde olmasa bile, “uyumlu” ölçülerde bir ortaklık olduğudur. Biraz daha açalım: Örneğin, Türkiye-Rusya Federasyonu arasındaki ticaret hacmi 2010 yılında 26 milyar dolar olmuş; ancak bunun 21,5 milyar doları Türkiye’nin ithalatı, sadece 4,5 milyar doları da Türkiye’nin ihracatı şeklinde gerçekleşmiştir. Durum büyük ölçüde Türkiye aleyhinedir. Bunun üstüne bir de Rusya’nın Türkiye’ye yaptığı ihracatın büyük bölümünün “enerji” olduğu düşünüldüğünde, biraz önce ifade ettiğimiz “uyumlu” sıfatı Türkiye-Rusya ticareti için söylenememektedir. 2010 rakamlarıyla, Türkiye’nin 2,3 milyar dolar ihracat, 17,2 milyar dolar ithalat yaptığı Türkiye-Çin ticareti için de aşağı yukarı aynı türden yorumlar yapılabilir. Türkiye-Almanya ticaretindeki durum ise, kuşbakışı şu şekildedir: Almanya yıllardır Türkiye’nin en büyük alıcısı ve tedarikçisidir. İki ülke arasında gerçek anlamda bir mal ticareti yapılmaktadır. Tek bir ürün grubuna bağlılık (veya bağımlılık) bulunmamaktadır. Karşılıklı olarak binlerce çeşit malın alınması ve satılması söz konusudur. Denge, geleneksel olarak Almanya lehine ise de, yukarıdaki örneklerde olduğu gibi bir “uçurumdan” bahsetmek mümkün değildir. Türkiye Almanya’ya 2010 yılında 11,5 milyar dolarlık mal satmış, 17,5 milyar dolarlık mal almıştır. Türkiye’nin Almanya’ya ihraç ettiği ürünler listesine bakıldığında, eskiden olduğu gibi iki sektöre (tekstil-konfeksiyon ve tarım ürünleri) bağımlı olunmadığı, otomotiv, kimyevi maddeler, elektrik-elektronik, makine ve hatta demir-çelik sektörlerinin de dikkate değer rakamlara ulaştığı görülmektedir. Burada son olarak şunu söyleyelim: Türkiye’de gelecek gören Alman firmaları, Türkiye’nin, 24 Ocak 1980’den itibaren başlayan ve 1983’ten itibaren güçlenen “ihracata dayalı kalkınma modeli” stratejisinde de önlerde yer almışlardır. Daha önce de değindiğimiz gibi bu firmalar Dış Ticaret Sermaye Şirketleri statüsü içinde Türk ihracatının birinci liginin oyuncuları olmuşlar ve ihracatın “enleri” listelerinde ilk sıralarda yer almışlardır. bb. Almanya’nın Türkiye’ye İhracatı Almanya Türkiye için birincil önemi haiz bir partner ise de, Almanya penceresinden ve salt istatistikler açısından baktığımızda, bunun aynısını Almanya açısından söylemek, yani Türkiye’nin Almanya için birincil pazarlardan biri olduğunu ifade edebilmek güçtür. Türkiye’nin Almanya’nın ihracat yaptığı ülkeler listesindeki yeri, 2010 verileriyle 15.’lik; ithalat listelerindeki yeri ise 21.’liktir. Eğilim yukarıya, yani ön sıralara doğrudur. Dünya genelinde 200’ü aşkın ülkeyle ticaret yapan bir önemli dış ticaret gücünün ticaret yaptığı ülkeler listesinin bu sıralarında yer almak önemlidir, öncelikle bunu vurgulayalım. Ancak, Türkiye gibi son on yılda dış ticarette büyük gelişme gösteren bir ülkenin yerinin, özellikle ithalat listesinde 4-5 basamak daha yüksek olması gerekmektedir. 8 Almanya’nın Türkiye’ye ihracatı, Almanya istatistiklerine göre, 2010 yılında 13,1 milyar dolar olmuştur. Buna mukabil Almanya’nın Türkiye’ye ithalatı 21,4 milyar dolar olarak kayıtlara geçmiştir. Aşağıdaki tablonun, dikkatli okuyucuların gözünden kaçmadığını düşünüyoruz: Türkiye istatistiklerine göre (TÜİK) Almanya istatistiklerine göre (DESTATIS) Türkiye’nin ihracatı Türkiye’nin ithalatı 11,5 milyar $ 17,5 milyar $ 13,1 milyar $ 21,4 milyar $ Bu tür karşılıklı dış ticaret istatistikleri değerlendirilirken, ihracat istatistiklerinin, birkaç ülke dışında dünya genelinde FOB değerler, ithalat istatistiklerinin de CIF değerler üzerinden tutulması, ilk olarak dikkate alınan husustur. Konuya bu noktadan baktığımızda Türkiye’nin ihracatının TÜİK’e göre 11,5 milyar dolar iken, Almanya’nın Türkiye’den ithalatının DESTATIS’e göre 13,1 milyar dolar olması normal karşılanmalıdır. Aradaki 1,6 milyar dolar, çok yüksek olmakla ve farkın tamamını tek başına açıklayamamakla beraber “sigorta ve navlun” olarak izah edilebilir. Ancak ithalattaki istatistikleri bu teknik açıklamayla izah etmek mümkün görülmemektedir. Zira, DESTATIS’e göre 21,4 milyar dolar olan Türkiye’ye FOB değerli ihracatın, TÜİK verilerine göre 17,5 milyar dolar tutarında Türkiye’nin CIF değerli ithalata uyum göstermediği görülmektedir. Bu çalışmamızı hiç ilgilendirmeyen bu teknik ayrıntıya girmemizin sebebi, dış ticaretle ilgilenen, öğrenciler de dahil her kesimin, biraz fikir jimnastiği yapmalarını sağlamaktır. Bu durum, “Aralık ihracat ve ithalatının Ocak ayı kayıtlarına kayması”; “3. ülkelerden gelen malların, menşe ülkeye göre kayda alınması” gibi argümanlarla izah edilebilirse de, özellikle resmi merciler tarafından açıklanmaya ihtiyacı olan verilerdir. III – Ekonomik ve Ticari İlişkilerin SWOT Formatında Analizi Bu analizin, bundan yaklaşık altı yıl önce yaptığımız Türkiye-Avusturya ekonomik ve ticari ilişkilerinin analizini içeren çalışmayla örtüşen noktaları olacaktır. Bu durumun yadırganmaması gerekmektedir. Zira, Almanya’nın ve Avusturya’nın Türkiye ile olan ekonomik ve ticari ilişkilerinde benzerlikler ve örtüşmeler bulunmaktadır. Ayrıca, bu ülkelerdeki Türk iş adamları varlığı analizimizi benzer yapan bir başka husustur. Analizimize geçmeden önce altını çizmek istediğimiz şey, bu çalışmanın ülkelerin kuvvet analizi değil, iki ülkenin ekonomik ve ticari ilişkilerinin bir analizi olduğudur. Teorisyenler “ilişkilerin kuvvet analizi yapılamaz” diye bir itirazları olursa, bu durumda, bu çalışmayı, bir kuvvet analizi olarak değil de, salt bir analiz, ilişkilerin bir fotoğrafı olarak algılamak da mümkündür diye düşündüğümüzü ifade edelim. Analizimizde yöntem şudur: Önce kuvvetli yönler, zayıf yönler, fırsatlar ve tehditler saptanacak ve son bölümde de, bu analizden bir sonuç ve strateji üretilecektir. Önemli not: Bu çalışma şahsi saptamalarımıza dayanan, dolayısıyla da şahsi değerlendirmeleri içeren bir niteliktedir. İki önemli ortağın bu tür analizlerinin yapılması ve stratejilerin üretilmesi, şahsıların değil, kurumların üstlenmesi gereken bir görev olmalıdır. Bu takdirde yapılacak saptmalar çok daha kapsamlı olacak, yapılacak öneri ve üretilecek 9 stratejilerin yaşama geçirilme şansı da o denli güçlü olacaktır. Böyle baktığımızda da Türkiye’deki Ekonomi Bakanlığı (eski Dış Ticaret Müsteşarlığı), Hazine Müsteşarlığı, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği, TOBB’a bağlı olarak Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu; Türkiye İhracatçılar Meclisi gibi kurum ve kuruluşların Almanya’daki eşdeğer kurumlarla birlikte çalışmalar yapması ve stratejiler üretmesi, kaçınılmaz bir yaklaşım olarak ortaya çıkmaktadır. Kuvvetli Yönler - Kurumsal Düzenlemeler - Bankacılık ve Sermaye Yapısı - Oturmuş İhracat Kredisi ve İhracat Sigortası Sistemi - İkili Anlaşmalar - İnşaat Sektöründeki Güçlü Firmalar - Meslek Kuruluşları - Modern Fuarcılık - Dış Ticaret Teknikleri - Ticaret Heyetleri Zayıf Yönler - Firmalar Arasında Kalıcı Ticari Ilişkiler Kurulamaması - Bazı Anlaşma Hükümlerinin "Temenni" Olarak Kalması - Medyasının İlgi Düzeyi - Firmaların "Temsilcilik Verme" Yöntemine Mesafeli Durmaları - İthalat ve Ihracat Ilişkilerinde "Konvansiyonel" Yöntemler Dışına Çıkılmaması - Ortak Proje Azlığı Fırsatlar - Doğrudan Yatırım Ortamı - Almanya’daki Türk Firmaları ve İş Adamları - Etnik Ticaret - Türkiye’deki Alman Firmaları ve Yatırımları - Deneyim ve Bilgi Birikimi - Coğrafi Yakınlık - Coğrafi Konum - Türkiye’ye Gelen Alman Turistler - Almanya’daki Türk Nüfus - Türkiye’nin AB Tam Üyelik Süreci - KOBİ’ler - Ticaret Müşavirlikleri - Eğitim Kurumları Tehditler - Ekonomik krizler (İçsel ve Dışsal / Bölgesel ve Global) - Türk Firmalarının Almanya’daki Yatırım Güçlükleri - Vize Sorunu - Karayolu Taşımacılığı - AB’ye Tam Üyelik Sürecinde Almanya’nın Pozisyonu Kuvvetli Yönler 10 Kurumsal düzenlemeler Burada karşımıza, oldukça hareketli ve renkli bir tablo çıkmaktadır. Alman-Türk Ticaret ve Sanayi Odası: Alman Sanayi ve Ticaret Odası (DIHK), ilk olarak 1984 yılında İstanbul’da, “Türkiye’de Alman Ticaretinin Resmi Delegasyon Ofisi” adıyla örgütlenmiştir. İlişkilerin ciddi boyutlara çıkmasıyla, 1994 yılında, bu yapı, Alman-Türk Sanayi ve Ticaret Odası’na dönüştürülmüştür. Bunu takiben, 2003 yılında Köln’de, Türk-Alman Sanayi ve Ticaret Odası (Almanca kısaltılmışı “TD-IHK”, Türkçe kısaltılmışı “TATSO”) kurularak faaliyete geçmiştir. Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB): TOBB, 360 civarındaki Ticaret ve Sanayi Odasıyla Ticaret Borsaların çatı kuruluşu olarak Türkiye içinde, ekonomik ve ticari yaşamın en önemli meslek örgütü konumundadır. Almanya’daki TATSO’nun kuruluşunda ve yönetiminde yer almak ve ayrıca yönetimi altındaki Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu (DEİK) bünyesinde Türk-Alman İş Konseyi oluşturmak ve İş Konseyi toplantıları düzenlemek suretiyle önemli bir işlev üstlenmiştir. Türkiye İhracatçılar Meclisi / İhracatçı Birlikleri: Dünyada tek uygulaması Türkiye’de olan ve 1930’lu yılların başında Büyük Atatürk’ün imzasıyla kurulan “İhracatçı Birlikleri” ve bunların çatı örgütü Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM), Türkiye-Almanya ekonomik ve ticari ilişkilerine pozitif katkı getirecek kuruluşlardandır. Deutsche Gesellschaft für Technische Zusammenarbeit (GTZ): Bu güçlü örgüt, Türkiye ile olan işbirliğini desteklemek amacıyla 1996’da Ankara’da büro açmıştır. 1 Ocak 2011 tarihinden itibaren de „Deutsche Gesellschaft für Internationale Zusammenarbeit“ (GIZ) adını almıştır. Kreditanstalt für Wiederaufbau (KfW): Gelişen ülkelerde ekonomik ve sosyal kalkınma için finans desteği sağlayan Almanya’nın bu önemli ve etkin kurumu, 1998’den itibaren Ankara’da, GTZ/GIZ ile aynı ofiste temsil edilmektedir. KfW IPEX-Bank GmbH: Almanya’nın resmi ihracat kredi kurumudur. Yaklaşık 60 yıldır dünya genelinde faaliyet göstermektedir. İstanbul’da temsilciliği bulunmaktadır. Euler Hermes Kredit Versicherung AG: Allianz Grubu içinde yer alan bu şirket, ihracat kredi sigortası kurumu olarak işlev görmektedir. 100 yıla yakın bir deneyim ve uluslararası yelpazede yıllık yaklaşık 1,5 trilyon dolar (2009 dünya ticaret hacmi 12,5 trilyon dolar) civarındaki ticari alacağı sigortalayan bir kurum olması itibariyle, dünyanın bu alandaki en önemli kuruluşlarındandır. İstanbul’da da, Euler Hermes Risk Yönetimi ve Danışmanlık Hizmetleri Limited Şirketi adıyla temsil edilmektedir. Türkiye Küçük ve Orta ölçekli işletmeler, Serbest Meslek Mensupları ve Yöneticiler Vakfı (TOSYÖV): 11 Merkezi Almanya’da olan Konrad Adenauer Vakfı, “Türkiye’deki KOBİ’lerin Desteklenmesi Projesi” başlığı altında TOSYÖV’e yaklaşık 20 yıldır destek olmaktadır. Almanya’daki Türk İşadamları Dernekleri: Burada İngilizce bir tümce gerekmektedir: “Last but not least!”. Kurumsal tabloyu verirken, Almanya’daki Türk İşadamları Derneklerine en son değinmemizin yadırganmaması ve eleştirilmemesi için bu tümceyi uygun gördük. Gerçekten de “Dernekler”, daha önce bahsettiğimiz kurumlardan daha önemsiz değildir. Çünkü, bunların arkasında tarihe not düşülecek önemli hikayeler bulunmaktadır. Almanya’daki Türk işadamlarının 80’li yılları takiben artık “organize olmaları” ihtiyacı ortaya çıkmış ve daha önceleri münferit, küçük ve lokal dernek şeklindeki örgütlenme modeli rağbetteyken, 1990’ların başından itibaren daha kapsamlı ve güçlü yapılanmalar başlamıştır. Almanya’daki “Türk işadamları dernekleşmesi” bir dönem abartılmış ve adeta bir “dernek enflasyonu” görüntüsü vermişse de, güçlü yapılar ön plana çıkmış ve önemli işler başarmışlar ve başarmaya devam etmektedirler. Bankacılık ve Sermaye Yapısı Frankfurt merkezli Alman bankacılığının ve sermayesinin gücü bilinmektedir. Dünya sermaye tarihine baktığımızda, Frankfurt, Rothschild Ailesi nedeniyle tarihsel süreçte de önemli bir merkezdir. Alman bankacılığının güçlü yapısı, Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinde inşa edilen Bağdat Demiryolu’nun ve buna bağlı Anadolu demiryollarının finansmanı odaklı olarak başta Deutsche Bank olmak üzere, Deutsche-Orient Bank’ın ve Deutsche-Palestina Bank’ın Türkiye’de örgütlendiklerini burada zikretmek gerekmektedir. Türkiye’nin de Almanya’daki banka örgütlenmesi, başta “Türklerin tasarruflarının ana vatana aktarıldığı “Temsilciliklerden”, yanılmıyorsak 1980’lerin sonunda (muhtemelen 1988 yılında) Hamburg’ta yerleşik Bank Kreiss AG’nin Türk sermayesi tarafından satın alınmasıyla başlamış olup; bugün itibariyle, Alman Ticaret Kanunu’na göre kurulmuş ve tüm bankacılık işlemlerini yapan, Almanya’da şubeleşmeyle büyüyen Ziraat Bank International AG; Isbank GmbH, Akbank AG gibi büyük kurumsallaşmalara uzanmıştır. Bu güçlü yapı, bir önceki başlık altında isimlerini verdiğimiz kurumlarla birlikte, finans alanında önemli bir “kuvvet” unsuru oluşturmakta ve ayrıca, dikkate değer bir “fırsat” tablosu ortaya koymaktadır. Oturmuş İhracat Kredisi ve İhracat Sigortası Sistemi Günümüz uluslararası ticaret ortamında “riskin minimize edilmesi”, tüm gelişmiş ülkelerde ihracat kredi sigortası uygulamalarıyla sağlanmaya çalışılmaktadır. Bunu Türkiye’de Türk Eximbank; Almanya’da da, 90 yılı aşkın bir süredir kısaca “Hermes” olarak anılan ve Allianz Grubu içinde yer alan Euler Hermes Kredit Versicherung AG gerçekleştirmektedir. Türk Eximbank kredi sigorta kurumu olarak çalışması yanında, diğer bankalarla birlikte, resmi organ olarak ihracat kredisi de vermektedir. Almanya’da da bu işi KfW IPEX-Bank GmbH yapmaktadır. Gerek Hermes’in gerekse KfW IPEX-Bank’ın Türkiye’de temsilcilikleri bulunmaktadır. 12 Türk Eximbank’ın, en önemli ve geleneksel partnerimiz olan Almanya’da, benzer bir yaklaşımla temsilcilik açması, bu ülkedeki Türk işadamlarını da düşündüğümüzde rasyonel bir yaklaşım olacaktır. İkili anlaşmalar Ticaret tarihinin ilk dönemlerinden beri firmalar arası ilişkilerde olduğu gibi ülkelerarası ilişkilerde de, anlaşmalar, ticari yakınlaşma açısından en önemli unsur olmuşlardır. Anlaşmalar vasıtasıyla bir yandan sözleşmeye dayanan sağlam altyapılar oluşturulmakta, diğer yandan taraflar, kendilerini, mukavelevi ilişkilerin temelini oluşturan “ahde vefa" (pacta sunt servanda) kuramı doğrultusunda, anlaşmaların icrası yönünde bir yaklaşım içinde olmaya mecbur hissetmektedirler. Türkiye ile Almanya arasında çağdaş ekonomik ve ticari ilişkilerin “hemen hemen” tüm gereklerini karşılayacak bir “ikili anlaşma" düzeni bulunmaktadır. Anlaşma Adı İmza Tarihi İmza Yeri Ticaret ve Ödeme Anlaşmaları Yatırımların Karşılıklı Teşviki ve Korunması Anlaşması Teknik İşbirliği Anlaşması Çifte Vergilendirmenin Önlenmesi Anlaşması İşbirliği Konseyi 11. Dönem Protokolu 16.2.1952 20.6.1962 16.6.1970 16.4.1985 11.3.2005 Ankara Ankara Ankara Bonn Berlin Bizce bu tablodaki en önemli eksiklik “Mahkeme Kararlarının Karşılıklı Olarak Tanınması ve Tenfizi Anlaşması”dır. Türkiye ile Almanya arasındaki ilişkilerde, Türkiye’deki Alman ve Almanya’daki Türk vatandaşlarının varlığı nedeniyle, başta medeni hukuk alanında olmak üzere, diğer bir çok alanda, mahkeme kararlarının tenfizi, yani karşılıklı olarak “uygulanabilir”, “icra edilebilir”, “icraya konulabilir” olması önemlidir. Bu, dış ticaret ilişkileri açısından da ,önemli bir konudur. 30 milyar dolarlık bir dış ticaret hacmi içinde, küçük-büyük montanlı onbinlerce ilişki ve sözleşme olduğu muhakkaktır. Böyle bir ortamda ticari uyuşmazlık ve anlaşmazlık çıkması da son derece normaldir. Hal böyle olunca mahkeme kararlarının karşılıklı olarak icraya konulabilmesinin kolaylaştırılması ve bunun için de bir anlaşma yapılması gerekmektedir. Yakın zamanda böyle bir gelişme gerçekleştiği takdirde, bu, iki ülke arasındaki ilişkilerdeki en önemli adımlardan birini oluşturacaktır. Şunu da kaydedelim: Türkiye, bu yönde içtihadi açıdan kolaylaştırıcı bir yaklaşım içindedir. Son olarak Almanya’da, Wuppertal Asliye Hukuk Mahkemesi tarafından verilen ve kesinleşen bir mahkeme kararının Türkiye’de tenfizi bağlamında Türk Yargıtayı’nın (11. Hukuk Dairesi) yerel mahkemeleri bağlayıcı bir kararı bulunmaktadır. İki ülke arasında, çok çeşitli alanlarda mevcut ilişkilerin yoğunluğu dikkate alınarak, geç kalındığı düşünülen bu konuda iki ülkenin yetkili makamlarının gereğini yapması, ilişkilerde çok önemli bir kurumsal düzenleme anlamına gelecektir. Mahkeme karalarına değinmişken, tahkim kurumuna da değinmekte yarar bulunmaktadır. 13 Tahkim konusunda Türkiye’nin geç kaldığı bilinen bir vakıadır. Milletlerarası Tahkim yasası’nın 2001’de yürürlüğe girmesini takiben Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği ile İstanbul Ticaret Odası nezdinde tahkim mercileri oluşturulmuş ve uluslararası ticaret açısından Türkiye, deyim yerindeyse tahkim sistemine entegre olmuştur. Türkiye-Almanya ticari ilişkilerinde bu durumun dikkate alınması suretiyle, özellikle Türk menşeli mallar için, “Türk hakem mahkemelerinin yetkili kılınması” şeklinde gelenek yaratılması, önümüzdeki dönemde, orta vadede hayata geçirilmesi önem arz eden konuların başında geldiği yönündeki şahsi düşüncemizi de burada vurgulamakta yarar görmekteyiz. Örneğin, dünya üretim ve ihracatının önemli bir bölümü Türkiye’nin elinde olan fındığın, onlarca yıldır “Hamburg Waren-Verein şartlarıyla satılması” ve bunun bir sonucu olarak uyuşmazlıkların da Waren-Verein tahkimine bağlanması, üzerinde durulması gereken bir konudur. Eğer, borçlar hukuku, ticaret hukuku ve usul hukukunun genel prensipleri çerçevesinde “ihtilaf halinde yetkili mahkeme, satıcının mukim olduğu yerin mahkemesidir” şeklindeki bir kuralın geçerli olduğunu kabul ediyor isek, tahkimde de buna paralel bir tutum içinde olunması gerekmektedir. İnşaat Sektöründeki Güçlü Firmalar Müteahhitlik firmaları, özellikle ülke dışındaki tecrübeleriyle her iki ülkenin de kuvvetli yönlerinin başında gelmektedir. Bu firmaların faaliyetleri bir bütünlük içinde değerlendirildiğinde, iki ülkenin müteahhitlik firmalarının dünyanın büyük bir bölümünde faal oldukları görülmektedir. Bu sektördeki firmaların deneyimlerinin birleştirilmesi suretiyle, dünya ölçeğinde yaygınlaştırılacak bir “sinerji" yaratılması, önemli imkanları da beraberinde getirecektir. 2011 yılının ilk aylarında başlayan ve yıl ortasında önemli değişim işaretleri de veren “Arap Baharı” bu sektördeki firmaların kısa-orta ve uzun vadede ortak çalışmalar ve projeler üstlenmeleri için büyük imkanlar sunacak niteliktedir. Meslek Kuruluşları Yukarıda, “Kurumsal Düzenlemeler” başlığı altında, iki ülkedeki en büyük mesleki örgütler konumunda bulunan Odalar Birliklerine, “kuvvetli yön” bağlamında vurgu yapmıştık. Sivil toplum örgütleri, dünya ticaret tarihi süreci içindeki etkin konumlarını giderek güçlendirmişlerdir. Bugün gelinen noktada, iç ve dış ticaret politikalarının belirlenmesinde, özellikle Ticaret ve Sanayi Odaları ve bunların üst kuruluşları, hemen hemen tüm ülkelerde belirleyici ve aktif bir unsur konumundadırlar. Konumuz Türkiye ve Almanya olduğunda ise, bu iki ülkenin Odalar Birliklerinin son derece özel bir öneme sahip oldukları görülecektir. Her iki Birliğin gerek mevzuat alt yapıları, gerekse uygulamadaki ağırlıkları incelendiğinde, ekonomi içindeki etkin yapıları derhal göze çarpmaktadır. Bu oluşum yanında, Türkiye’deki ve Almanya’daki “sektör dernekleri” de, temsil ettikleri sektörleri yönlendiren etkin konumdadırlar. Örneğin; demir-çelik, otomotiv, beyaz eşya gibi sektörlerde faaliyet gösteren dernekler, ülkelerinin üretim, ihracat ve ithalat politikalarında söz sahibi önemli kuruluşlardır. 14 Modern Fuarcılık Sergi, panayır ve benzeri süreçlerden sonra, özellikle II. Dünya Savaşı’nı izleyen yıllarda "Fuarcılık", ticaretin en önemli unsurlarından biri olmuştur. Bazı kentler, o kentte yapılan fuarlarla özdeşleşmiş, adları fuarlarla anılır hale gelmiştir. Bu bağlamda Almanya’nın dünyadaki lider ülkelerin başında geldiği tartışılmaz bir gerçektir. Frankfurt, Köln, Düsseldorf, Hannover, Münih, Berlin, Leipzig gibi geleneksel fuar kentleri, dünya ticaretini yönlendiren işlev üstlenmektedirler. 1980’lere kadar zayıf bir seyir izleyen Türkiye’nin fuarcılık anlayışı, özellikle son yirmi yılda çok gelişmiş ve gerek yurt içinde yapılan sektörel uluslararası fuarlar, gerekse Türk firmalarının yurt dışındaki fuarlara katılımı modern ticaret yaşamının gereklerine paralel bir şekilde yürütülmeye başlanmıştır. Fuar organizasyonları ve yurt dışı fuarlara katılım, devlet tarafından da “Devlet Yardımları” kapsamında, 1995 yılından bu yana önemli finans desteği almaktadır. Türkiye, elektronik ve bilişim sanayinin de içinde yer aldığı Hannover Sanayi Fuarı’na 1985 yılında “Partner Ülke” statüsünde katılmış, bu katılım daha sonra, aynı statüyle 2007’de tekrarlanmıştır. Türkiye, 2011’de ise, bu defa CeBIT’e Partner Ülke olarak katılmıştır. Bütün bunların, iki ülke arasındaki ekonomik ve ticari ilişkiler açısında çok önemli fırsatlar olarak değerlendirilmesi ve bu alandaki işbirliklerinin geliştirilerek sürdürülmesi gerekmektedir. Dış Ticaret Teknikleri 24 Ocak 1980 liberal ekonomiye geçiş sürecini takip yıllarda Türkiye, modern ve çağdaş dış ticaret teniklerine uyum sağlamış, 90’ların ilk yıllarında performansa dayalı ihracatı teşvik sistemi sona erdirilerek “devlet yardımları” sistemi devreye sokulmuş, 1 Ocak 1996 tarihindeki Gümrük Birliği ile (AB 1/95 sayılı karar) tam rekabete açılmış, standart uygulamalarında ve tüm bunların sonucunda, deyim yerindeyse “oyunu kurallarına göre oynayan” ve genel kabul gören kurallarla “dış ticaret yapılabilen” bir aktör haline gelmiştir. Nostalji olsun diye bir anekdot anlatalım. 1980 öncesi reeksport ancak malın “ayniyetinin korunmuş olması” şartıyla mümkün olabiliyordu. İthal edilip de yurt içinde kullanılan ve bir müddet sonra yurt dışına reeksport için alıcı bulunan malların ihracatına (reeksportuna) “ayniyeti kalmamış” denilerek izin verilmiyordu. Zira yurt içinde birkaç ay kullanılmış bir malın ayniyetinin devamı doğal olarak mümkün değildi. Çünkü bu mal, adı üzerinde “kullanılmış mal” idi. Bu şekilde A.B.D. ye, Ankara ve İstanbul’da dolmuş olarak kullanılan Amerikan otomobillerinin ihracına izin verilmediği, o yıllar Türk dış ticaretini bilenlerin hatırlayacağı, çarpıcı bir örnektir. Türk Parası Kıymetini Koruma mevzuatında son olarak 2008 yılının Şubat ayında yapılan radikal bir değişiklikle “ihracat bedeli dövizlerin Türkiye’ye getirilmesi zorunluluğu” kaldırılmış ve Türk dış ticaret sisteminde çok önemli bir hareket serbestisi de sağlanmıştır. Tüm bu hususların “kuvvetli yön” veya “fırsat” olarak görülmesi gerekmektedir. Ticaret Heyetleri Dış ticarette gelişmiş ülkelerin uyguladığı ihracat stratejileri kapsamında “Ticaret Heyeti Programları”nın özel bir yeri ve önemi bulunmaktadır. Bu tür faaliyetler için Ekonomi 15 Bakanlığı tarafından finansman desteği sağlanmakta, ayrıca İhracatçı Birlikleri organizasyonlarda aktif rol alarak, Ticaret heyeti Programlarının profesyonelce yapılmasını mümkün kılmaktadırlar. Türkiye, bu alanda son 15 yıllık deneyimiyle önemli bir mesafe kaydetmiştir. Türkiye, bir yandan Ticaret Heyeti programlarını yeni hedef pazarlar odaklı yaparken; öte yandan önemli ve geleneksel pazarlar ihmal edilmemelidir. Zayıf Yönler Firmalar Arasında Kalıcı Ticari İlişkilerin Kurulamaması Türkiye ile Almanya arasındaki ticari ilişkilerde, bazı firmaların uzun yıllara dayanan gelenekselleşmiş beraberlikleri mevcut olmakla beraber, ilişkilerin tahminen yarıdan fazlasında ise, konjönktürel gelişmelerin getirdiği belli bir dönemi kapsayan ve hatta bazen tek bir partiye inhisar eden ticari ilişki türü yaygındır. Bu kısa soluklu ticari beraberliklerin sürekli olabilmesini temin edecek projelerin geliştirilmesi, ticaret hacmindeki gelişmeye ek bir ivme kazandıracaktır. Bazı Anlaşma Hükümlerinin "Temenni" Olarak Kalması “Kuvvetli Yönler" başlığı altında da ifade edildiği üzere, iki ülkenin ticari ilişkilerinde en sağlam altyapı unsurlarından biri de ikili anlaşmalardır. Geriye doğru bakıldığında, bu anlaşmaların bazı hükümlerinin sadece bir “temenni" olarak kaldığı görülmektedir. “Ahde vefa" (pacta sunt servanda) kuralı paralelinde, sözleşme hükümlerinin takibi ve hayata geçirilmesi, anlaşma hukuku açısından tarafların üzerinde durması gereken önemli noktalardan biridir. Medyanın İlgi Düzeyi Medyanın, kamu oyunun bilgilendirilmesinde ve genel anlamda motivasyon yaratmakta en etkili araç konumunda bulunduğu bir gerçektir. Türkiye-Almanya ekonomik ve ticari ilişkilerine iki ülke medyasının gösterdiği ilgi açısından bir değerlendirme yapıldığında Türk medyasının ilgi düzeyinin oldukça yüksek seviyede bulunduğu görülmektedir. Ancak, Alman medyası için aynı şeyi söylemek mümkün değildir. Alman medyası, çok öne çıkmış isimler ve olaylar dışında iki ülke ilişkilerine sınırlı ilgi göstermektedir. Medyanın, iki ülke ilişkilerine göstereceği alakanın arttırılması, ilgili kamu ve özel sektör kuruluşları açısından ek bir teşvik unsuru niteliği taşıyacak, bu suretle ayrıca, kamu oyuna da önemli bilgi desteği sağlanmış olacaktır. Üst düzey ziyaretlerde politik söylemler medyanın ilgisini de bu yöne kaydırmakta, önemli ticari gelişmeler atlanabilmektedir. Firmaların "Temsilcilik Verme" Yöntemine Mesafeli Durmaları İki ülke arasındaki ticaret ilişkileri sağlam bir alt yapıyla geliştirecek yaklaşımlardan biri de "ticari temsilcilik" yöntemidir. Dünya ticaretinin kayda değer bir bölümü bu şekilde gerçekleştirilmektedir. Buradaki temel unsur, hiç şüphesiz ki "karşılıklı güven"dir. Her iki ülkenin firmalarının, artık bu yöntemi de yoğun bir şekilde gündemlerine almaları, ticari ilişkilerin akılcı bir bazda, artarak ve südürülebilir bir boyutta devam etmesinde önemli bir gelişme ve yenilik olacaktır. Bu gelişmeye Almanya’daki Türk Ticaret Müşavirlikleri ve Türkiye’deki Alman Ticaret Müşavirlikleri ile, başta her iki ülkenin Odalar Birlikleri olmak üzere tüm meslek kuruluşları, 16 her iki ülkenin işadamlarını yönlendireerk "temsilcilik esaslı eşleşmelere" büyük katkılar yapacaklarına da şahsen inanmaktayım. İthalat ve İhracat Ilişkilerinde "Konvansiyonel" Yöntemler Dışına Çıkılmaması Türkiye ile Almanya arasında uzun yıllardır artarak süren ithalat ve ihracat ilişkisi, büyük ölçüde alışılagelmiş yöntemlerle yapılan ticarete dayanmaktadır. Başka bir değişle, akreditifli, vesaik mukabili, az da olsa mal mukabili, yaş meyve ve sebzede konsinyasyon gibi yöntemler iki ülke firmalarının hemen hemen % 95 oranında uyguladıkları yöntemdir. Ancak, bu dairenin dışına çıkılıp, özellikle, genel adı "karşılıklı ticaret" (counter trade) olan ve bünyesinde takastan off-set’e kadar birçok muamele tarzını barındıran yönteme de ilgi gösterilmesi; hatta, transit ticarete ilgi gösterilmesi, ilişkilerin oldukça canlı bir ortama kavuşmasını sağlayacaktır. Buna ulaşmak için, gerek Türk gerekse Alman işadamlarının, karşılıklı ilişkilerde bu bakış açısını da dikkate almalarında fayda olduğunu düşünmekteyiz. Ortak Proje Azlığı İki ülkenin gerek Türkiye ve Almanya’daki, gerekse üçüncü ülkelerdeki ortak projelerinin fazla olmaması “zayıf yön” başlığı altında ve fakat önemli bir boşluk, hatta “bakir alan” olarak değerlendirilmelidir. Türkiye, bugün ulaştığı genel ekonomik düzey ve “çağdaş ekonomik faaliyet anlayışı” yanında, güçlü, girişim heyecanı ve yatırım iştahı yüksek özel sektörüyle, büyük ölçekliler de dahil, dünyanın her yerinde ve her sektörde, kol kola, yan yana, omuz omuza, projelere girilecek olgunluktadır. Bu “bakir alanın” doldurulmasında, özellikle Türkiye’dekikamu kurumları ile özel sektör kuruluşlarına büyük sorumluluklar düşmektedir. Fırsatlar Doğrudan Yatırım Ortamı Türkiye, 2001 yılında yaşadığı büyük ekonomik krizden sonra alınan önlemlerle kriz ortamından çıkma gayreti içinde olmuş, bunda da önemli başarılar kazanılmıştır. Bu çerçevede, doğrudan yabancı sermaye yatırımları konusunda bir dizi reform yapılmış, neticede "Yatırım Ortamının İyileştirilmesi Programı" uygulanmaya başlanmış, yaşanan süreç içinde "doğrudan yabancı sermaye yatırımları" Hükümetin en önemli gündem maddesi haline gelmiştir. 2006 Temmuz ayında yürürlüğe giren 5523 sayılı "Türkiye Yatırım Destek ve Tanıtım Ajansı Kurulması Hakkında Kanun" ile ülkenin ekonomik kalkınmasında gereksinim duyulan yatırımların attırılmasını özendirmeye yönelik destek ve tanıtım stratejilerinin belirlenmesi ve uygulanması yönünde yeni bir kurumsal düzenleme yapılmış, geleceğe doğru bir adım daha atılmıştır. Türkiye’den beklenen, doğrudan yatırımları özendirmek bağlamında yasal ve bürokratik alt yapının çağdaş normlara getirilme yönündeki çabaların, reel sektöre dünya piyasalarında rekabet gücü kazandıracak maliyet yapısının (elektrik ve hammadde maliyetleri gibi) sağlanması suretiyle desteklenmesidir. Kanaatimiz odur ki, artık gelinen aşamada Türkiye’nin öncelikleri 17 arasında "üretim maliyetlerinin dünya piyasalarında rekabete imkan verecek düzeyde olması" hususu ilk sırada yer almalıdır. Dolayısıyla, Türkiye’deki yatırım ortamının giderek “ideal” şekline doğru ilerlediği söylenebilir. Dünyanın en çok doğrudan yabancı sermaye çeken ülkelerinden biri olarak Almanya açısından da farklı bir yorum yapmak söz konusu olmamakla beraber, vize sıkıntısının, önemli bir “caydırıcı unsur” olduğunu burada da vurgulamak durumundayız. Türkiye’de 2011 yılı Haziran ayında yapılan kamu reformuyla, yurt içi ve yurt dışı yatırımlarla ilgili yetkilerin, yeni kurulan Ekonomi Bakanlığı’na verilmesi, yeni bir heyecan yaratmıştır. Bu yeni idari düzenlemenin iç ve dış yatırımlara yeni bir ivme getirmesi 2011 ve takip eden birkaç yıl açısından yeni bir fırsat olarak görülmelidir. Almanya’daki Türk Firmaları ve İş Adamları Bu başlık altında anlatılacaklar, kuşkusuz yüzlerce sayfayı bulabilir. Almanya’da, önce perakende ticaretle iş hayatına başlayan Türk girişimciler, özellikle 80’li yılların sonuna doğru ithalatçı, toptancı, üretici olarak "Türk İşadamları" kompozisyonunu genişletmişlerdir. Bugün gelinen noktada, Türk işadamlarının Almanya’nın iç ticaretinde olduğu gibi, Almanya’nın başta Türkiye ile olmak üzere, çeşitli ülkelerle olan dış ticaretinde önemli konumlara geldikleri görülmektedir. Yaptığımız şahsi saptamalara göre, Türkiye’nin Almanya’ya yönelik ihracatının yaklaşık % 6-7 seviyesindeki bölümü Almanya’da faaliyet gösteren Türk iş adamları vasıtasıyla olmaktadır. İki ülke arasında sağlam bir "köprü" oluşturan Almanya’daki Türk işadamları topluluğunun daha aktif, daha örgütlü ve iki ülke ticaret konseptine daha katılımcı olması yeni açılımlar ve kazanımlar getirecektir. Türkiye’de, 1990’lı yılların ortalarında yaşama geçirilen ve temel amacı “KOBİ’leri ihracata yönlendirmek” olan Sektörel Dış Ticaret Şirketleri modeline farklı bir boyut getirilerek, Almanya’daki Türk iş adamlarının da bu model içinde yer almaları yönünde projeler geliştirilmesi, faydasız olmayacaktır. Etnik Ticaret Ticaret terminolojisinde “etnik ticaret” olarak anılan tarzın, Türkiye-Almanya hattında geliştirilmesi, iki ülke arasındaki ticarete önemli bir ivme ve çeşitlilik getirecektir. Türkiye-Almanya ekonomik ve ticari ilişkilerinin “etnik ticaret” boyutunda değerlendirildiğinde, hem Türkiye için hem de Almanya için bir fırsat unsuru ile karşı karşıya olduğumuzda bir şüphe bulunmamaktadır. Yaptığımız şahsi araştırmalardan, Türkiye’den Almanya’ya yönelik ihracatın % 6-7’lik bir bölümü, Almanya’daki Türklerin kurduğu firmalar üzerinden olduğu sonucuna varmaktayız. Dünya uygulaması açısından İtalyanların, Çinlilerin ve Musevi cemaatinin yüzlerce yıldır yaptığı etnik ticareti, dünyanın dört bir yanında perakende ticaretten üretime kadar geniş bir yelpazede yatırımları ve girişimleri bulunan Türklerin, giderek artan oranlarda yapmaması için hiç bir neden bulunmamaktadır. Zira, Türk girişimciler artık dünyanın her yerinde ve hemen hemen tüm sektörlerde, üretimde, ithalatta, ihracatta, toptan ve perakende ticarette, hizmet sektöründe, velhasıl her boyutta varlardır. 18 Böyle bir potansiyelin “etnik ticaret” boyutunda değerlendirilememesi önemli bir “eksi” durumdur. Bu potansiyelin aktive edilmesi temel amacıyla Türk Dışticaret Vakfı ve Dünya Türk İşadamları Vakfı tarafından ilki 1996 yılında yapılan ve iki senede bir aksatılmadan 2006 yılına kadar altı defa organize edilen “Dünya Türk işadamları Kurultayları” bu yönde atılmış çok sağlam bir temeldir. Bu temelin sağlamlığının ayırdında olmak ve sürdürmek, iki ülke arasındaki ilişkilerin daha da güçlenmesine vesile olacaktır. “Etnik ticaret” açısından yaptığımız bu değerlendirmeye eklenecek şey şudur: Almanya’daki Türk girişimciler Türk dış ticaret, gümrük, yatırım ve benzeri konulardaki mevzuat ve uygulama hakkında bilgilendirilmeli ve ciddi anlamda eğitilmelidirler. Türkiye’deki Alman Firmaları ve Yatırımları Almanya ekonomik alanda, Türkiye’de “yatırım-üretim” ve “ihracat-ithalat” eksenlerinde çok güçlü bir şekilde temsil edilmektedir. Bu vakıa, iki ülke arasındaki ekonomik ve ticari faaliyetler açısından çok önemli bir fırsat unsurudur. İşte bu noktada, “zayıf yönler” başlığı altında vurguladığımız “ortak projeler” konusunun, bir fırsat unsuru olan Türkiye’deki Alman firmaları varlığı üzerinden hareketlendirilmesi, uygulama kaabiliyeti hiç de zor olmayan farklı ve yeni bir açılım niteliği taşıyacaktır. Deneyim ve Bilgi Birikimi Türkiye, rekabetsiz ekonomik ortamdan, tam rekabete doğru olan yoculuğuna 1980 yılında çıkmışsa da, aradan geçen 30 yılda “dış ticaret, müteahhitlik, yurt içi ve dışı yatırımlar, turizm” gibi konular başta olmak üzere uluslararası alanda çok önemli deneyimler kazanmış, büyük bilgi birikimleri oluşmuştur. Bunlara, a-tipik ticaret tarzları olsa dahi, bavul ticaretini, sınır ve kıyı ticaretini, siyasi iç krizler yaşayan ülkelerle olan ticareti ve benzerlerini eklediğimizde, Türkiye’nin, “deneyim ve bilgi birikimi” bağlamında önemli bir noktada olduğunu söyleyebiliriz. Bu açıdan baktığımızda, Almanya için fazla birşey söylemeye gerek bulunmamaktadır. Alman dostlarımıza şirin gözükmek için değil, ama bir gerçeği ifade etmek için kısaca özetleyelim: Dünyaya modern ticareti Almanya öğretmiştir. Bu bakımdan Almanya’nın deneyim ve bilgi birikiminden burada söz etmek, deyim yerindeyse abesle iştigal olacaktır. İki ülkenin özel birikimleri, sağlam ortak projeler geliştirmeleri açısından yeterli olgunluğa ve düzeye sahiptir. İşte bu noktada, “zayıf yönler” başlığı altında ifade ettiğimiz “ortak proje azlığı” konusunun kolaylıkla aşılması gerekmektedir. Önemli olan, kamu kuruluşları ve meslek örgütlerinin, ortak proje geliştirilmesi konusunda heyecan göstermeleri ve cesur davranmalarıdır. Coğrafi Yakınlık 19 "Ülkelerin coğrafi yakınlığı", ticaretin arttırılması bağlamında önemli bir unsur, hatta bir "ön şart" mahiyetindedir. Dünya ticaretine bakıldığında, "komşu ülkelerle ticaretin" ülke istatistiklerinde en büyük paya sahip olan kalem niteliğinde bulunduğu görülecektir. Türkiye ile Almanya sınırdaş olmamakla beraber, "mesafenin" sorun yaratmadığı bir coğrafi yakınlık içindedir. Münih’teki bir iş adamı bürosundan çıktıktan yaklaşık 5 saat sonra İstanbul’daki partnerinin bürosunda "iş konuşuyor" olabilmektedir. Her iki ülke işadamlarının "günübirlik" iş seyahatleri dahi yapabilmelerinin mümkün olması, önemli bir fırsat olarak değerlendirilmelidir. İleride “Tehditler” başlığı altında değineceğimiz “vize sorunu” ortadan kalktığında aynı kolaylık Türk iş adamları için de söz konusu olacak ve coğrafi yakınlık, Türk tarafı için de bir fırsat unsuru oluşturacaktır. Coğrafi Konum Ülkelerin dış ticaret ilişkilerinde genişleme ve gelişmelerinin en önemli unsurlarından biri de komşu ve bulunulan bölge ülkeleriyle yaptıkları ticaretin yoğunluğudur. Bu bağlamda Türkiye’nin, dış ticaret stratejisi olarak, on yılı aşkın bir süredir “Komşu ve Çevre Ülkeler Stratejisi” uygulamaktadır. Bu stratejinin somut sonuçları da alınmakta olup, Türkiye’nin bahis konusu ülkelerle ticareti genel artış oranının üzerinde olmaktadır. Buna Orta Asya Türk Cumhuriyetleri de eklendiğinde, Türkiye’nin klasik gelişmiş pazarlar dışındaki ticari hinterlandının geniş olduğu görülecektir. Bu coğrafi konumun Almanya tarafından değerlendirilmesi ve adeta ikinci bir “Bağdat Demiryolu” açılımı olacak şekilde, Almanya’nın, kurulacak Türk-Alman ortaklıklarıyla bu ülkelerde boyut kazanması projelendirilmelidir. Türkiye’ye Gelen Alman Turistler İnsanların ülkeleri tanıması, şüphesiz ki ticaretin gelişmesine olumlu katkısı olan unsurlardan birisidir. Almanya’dan her yıl Türkiye’ye turist olarak gelen ortalama 4,5 milyon kişi (2010 yılında toplam turist sayısı 29 milyon, Almanya’dan gelen turist sayısı 4,4 milyon) Türkiye’yi doğal güzellikleriyle tanıdığı gibi, ülkenin genel ekonomik yapısını, sanayisinin görünümünü, ürün yelpazesini vb. yakından görme ve gözlemleme imkanı bulmaktadır. Bazıları her sene geliyor diye hesaplasak bile, düz bir mantıkla, 10 sene içinde 25 milyon Alman vatandaşı bu gözlem ve buna dayanan değerlendirmeleri yapacak ve deyim yerindeyse Türk ürünlerine yakınlaşabilecektir. Bu durum, ticari ilişkiler ve özellikle Türkiye’nin tanıtımı açısından kayda değer bir fırsattır. Bu paralelde Türk makamlarının, sadece Avusturya’dan gelen turistler için değil, tüm yabancı ziyaretçiler için "ürün tanıtım programları" yapmaları ve bunu projelendirmeleri, ticari ilişkilere farklı bir boyut olarak yansıyabilecektir. Almanya’daki Türk Nüfus Türkiye’den Almanya’ya işgücü göçü, son elli yıldaki Türk-Alman ilişkilerinin en önemli ve hassa konusunu oluşturmaktadır. 1960’lı yılların başında Almanya’ya çalışmaya gelen 20 Türkler, 1970’lerden itibaren girişimci ve hatta işveren statüsü kazanmaya başlamışlar; 1980’ler ve takip eden dönemde ise “sanayici” de olarak, Almanya’nın üretim olgusuna doğrudan katkı vermeye başlamışlardır. Türkler, bugün Almanya’da, 700.000 civarındaki bir bölümü Alman vatandaşı olan 3 milyona yakın bir topluluk oluşturmuşlardır. Almanya’daki Türk toplumu iki ülke arasındaki ticarete normal tüketici olarak, dolaylı bir biçimde katkıda bulunmaktadırlar. Türk toplumunu oluşturan fertlerin, zaman içinde eğitim altyapısı kuvvetlendirilmiş profesyoneller olarak da iki ülke ticari ve ekonomik ilişkilerine katkıda bulundukları, bu yönelimlerinin gittikçe arrtığı görülmektedir. Alman firmalarının da “Türkiye ile yapılan işe Türk kökenli istihdam” gibi, spontane bir personel politikası geliştirdikleri görülmektedir. Almanya’ya yarım asır önce yerleşmeye başlayan ve gerçek anlamda öncüler olan 1. nesli, şimdi 2. ve 3. nesiller takip etmekte ve aralarından, gerek her iki lisana hakimiyetleri, gerekse sağlam eğitimsel alt yapılarıyla çok sayıda Türk genci Almanya’daki iş dünyası için önemli bir "insan kaynağı" havuzu oluşturmaktadır. Türkiye’nin AB Tam Üyelik Süreci 17 Aralık 2004 tarihinde başlayan süreç ile Türkiye AB’ye tam üyelik yoluna çıkmış bulunmaktadır. Bu süreçle eşzamanlı olarak ülkede sağlanan istikrar, hemen yabancı sermaye hareketlerine yansımış ve ileriye yönelik iyimser tablo, bir yandan doğrudan yabancı sermaye yatırımlarına, diğer yandan özelleştirmeye olan yabancı ilgisine yansımıştır. Kısaca ifade etmek gerekirse, sadece Almanya değil, tüm AB üyesi ülkeler, Türkiye’nin üyeliğini bir "fırsat" olarak değerlendirmelidirler. Türkiye’nin bugün ulaştığı sanayi üretim yelpazesi, üretimde yakaladığı kalite, ihracatının ve ithalatının ülke ve ürün olarak kompozisyonu, turizm yatırımlarında ve hizmetlerinde ulaştığı seviye, finans sektörünün giderek sağlam bir zemine oturması, işgücü teminindeki nitelik ve nicelik yapısı, yasal düzenlemelerde alınan son derece önemli mesafe ve benzeri daha birçok unsur birlikte değerlendirildiğinde Türkiye’nin AB’ye uygunluk ve uyum açısından hızla "olgunlaştığı" hususunu görmezden gelmemek lazımdır. Bu, bizim açımızdan son derece net bir biçimde görülebilen durum, belki de en önemli "fırsat unsuru" olarak değerlendirilmelidir. Küçük ve Orta Ölçekli İşletmeler (KOBİ’ler) Küçük ve Orta Ölçekli İşletmeler, gelişmiş ekonomiler de dahil, ülkelerinin ekonomilerinde sayısal büyüklük olarak yaklaşık % 95, ciro büyüklüğü olarak da ortalama % 75’lik pay sahibidirler. Türkiye’de, başta Sanayi ve Ticaret Bakanlığı KOSGEB İdaresi Başkanlığı, Dışticaret Müsteşarlığı ve Hazine Müsteşarlığı olmak üzere, TOBB ve çeşitli kurumlar yatırım ve ihracat teşvikleri yanında diğer teşvik mekanizmalarıyla KOBİ’leri iç ve dış piyasalarda tutundurma, bu şirketlere kurumsal kimlik verme gayreti içindedirler. KOBİ’lerin ihracata yönlenmeleri konusunda, 1990’ların ortalarında hayata geçirilen Sektörel Dış Ticaret Şirketleri (SDŞ’ler) modeli -devlet yardımlarının bu firmalara öncelikli ve ayrıcalıklı bir şekilde kullandırılmasına rağmen- kendinden beklenen faydayı tam olarak sağlayamamıştır. SDŞ’lerin Türkiye’nin ihracatı içindeki payları % 1’ler civarındadır. 21 Almanya’daki, kamu kurumlarının, meslek örgütlerinin ve finans kuruluşlarının KOBİ’ler (KMU) konusundaki bilinen yapıcı, yönlendirici, destekleyici ve girişimci yaklaşımlarından Türkiye’nin bir know-how olarak faydalanması, Türk KOBİ’leri için önemlidir. Bu bağlamda TOSYÖV’ün toplantı ve konferanslar yanında, inisiyatif alacak aktif girişimleri önem arz edecektir. Her iki ülkenin, Odalar Birlikleri öncülüğünde KOBİ’lerin akılcı düzenlemelerle "eşleştirilmesi" yönünde proje geliştirerek, yeni bir ekonomik potansiyelin ortaya çıkmasını, daha doğru bir deyişle, KOBİ potansiyelinin aktive edilmesini sağlamaları yeni bir açılım niteliği taşıyacaktır. Ticaret Müşavirlikleri “Ticaret Müşavirliği” konsepti, hemen hemen tüm ülkelerin Büyükelçilikleri nezdinde örgütledikleri yapılanmalardır. Bazı ülkeler, ekonomi ve ticaret müşavirliklerini “bir kişilik birimler” olarak oluştururlar. Buna karşın bazı ülkeler, bu birimleri geniş ve yetkin kadrolarla donatırlar. Bir ülkenin, ikili ticari ilişkiler bağlamında muhatap ülkelerinde Ticaret Müşaviri pozisyonunda eleman bulundurması, karşılıklı ekonomik ve ticari ilişkiler açısından olması gereken ve fırsat olarak görülmesi icap eden bir durumdur. Ancak, Ticaret Müşavirliği Bürolarının, eleman açısından donatılış biçimi bu "fırsatın" ne ölçüde etkin kullanıldığının da bir göstergesi olmaktadır. Türkiye son yıllarda bu gerçeğin farkına güçlü bir şekilde varmıştır. Dış Ticaret Müsteşarlığı’nın Ekonomi Bakanlığı’na dönüşmesinin hemen arifesinde, 2010 ve 2011 yıllarında, dünya genelinde yurt dışı birim ve kadro sayısı önemli ölçülerde arttırılmıştır. Bir dönem 10’u geçmeyen Almanya’daki toplam kadro, mahalli elemanlar da dahil 20’yi geçmiş ve örgütlenme Berlin, Hamburg ve Münih gibi konvansiyonel merkezler yanında, Düsseldorf, Hannover ve Stuttgart’ın da eklenmesiyle altıya çıkarılmıştır. Almanya’nın da, Türkiye’de, Ticaret Müşavirlikleri bağlamında, güçlü bir biçimde temsil edildiği bilinmektedir. Bu, iki taraflı, güçlü yapılanmalar ekonomik ve ticari ilişkilerin geleceğine yönelik önemli unsurlardır ve faaliyetlerinde yapıcı ve yönlendirici olmalarının, ilişkilerin rasyonelliği ve sağlığı açısından önemi büyüktür. Eğitim Kurumları Burada 1868 yılında İstanbul’da kurulan Alman Lisesi’nden özellikle bahsetmek gerekmektedir. Ülkemizin önemli eğitim kurumlarından olan bu okulu bitirenlerden, yüksek eğitimini yaptıktan sonra Almanya’ya gidip yerleşenler veya liseden sonra yüksek eğitimini Almanya’da yapıp, yaşamını bu ülkede sürdürenlerin sayısı oldukça fazladır. Almanya’daki ve Türkiye’deki “Alman Liselilerin” ekonomik ve ticari faaliyetlerde de iki ülke arasında önemli bir köprü unsuru olmaları gerekmektedir. Her iki ülkenin firmalarında çalışan Liseliler bunu muhakkak, münferiden yapıyarlarsa da, bu grubun daha etkin ve 22 yönlendirici bir şekilde çeşitli inisiyatifler alması, ikili ekonomik yaşama ayrı bir hareketlilik getirecektir. Başka bir değişle, analizimizde bir "fırsat unsuru" olarak değerlendirdiğimiz Alman Liselilerin, gerçek anlamda bir "fırsat unsuru" olabilmeleri için, bugünkünden daha aktif, örgütlü ve "projeci" yaklaşımlarla, Avrupa Birliği’ne uzanan yolda Türkiye’ye önemli bir katkı oluşturacakları şüphesizdir. „Almanya’da Türk okulu“ konusu da zaman zaman gündeme gelmekle beraber, henüz somut bir gelişme bulunmamaktadır. Ekonomik ve ticari ilişkilerin, bir kademe daha büyümesi ve güçlenmesiyle bu proje de muhtemelen gerçekleşecek ve eğitim kurumları, iki ülkenin sadece siyasal yaşamlarında değil, aynı zamanda ve belki de daha fazla bir biçimde, ekonomik ve ticari yaşamlarında birincil derecede rol oynayacaklardır. Tehditler Ekonomik krizler (İçsel ve dışsal / bölgesel ve global) Ekonomik krizlerin, dünyanın en güçlü ülkeleri için dahi bir kabus olduğu muhakkaktır. Bunun en yakın örneği „Lehman Brothers“ın patlattığı 2008-2009 global krizdir. Dünya genelinde veya bölgesel bazda yaşanan ekonomik krizler ülkelerin ikili ekonomik ve ticari ilişkilerine de doğrudan yansımakta, bu ilişkilerde durgunluk ve hatta gerileme meydana gelebilmektedir. Bunun gibi “içsel“ krizler de aynı sonucu doğurmaktadır. Türkiye’nin yaşadığı 2001 krizi de bunun en taze örneğidir. İkili ilişkiler açısından çok önemli bir tehdit unsuru olan ekonomik krizlerden ve özellikle son global krizden en az zararla çıkan ülkelerden ikisinin Türkiye ve Almanya olması, dikkatle değerlendirilmesi gereken bir şanstır. 2008 krizinin „artçısı“ olarak değerlendirebilecek 2011 sarsıntısı ve buna bağlı olarak dillendirilen „durgunluk“ değerlendirmeleri, 2012 için, ülkelerin büyüme hızlarında olumsuz sinyaller vermektedir. Burada sorulması gereken, iki ülkenin, güçlü ekonomik yapıları ve krizi ucuz atlatan bünyeleriyle, tehdit unsurunu ne ölçüde fırsata çevirdikleridir. Bu sorunun cevabı uzun bir çalışmanın konusu ise de, kısaca, „iki ülke ilişkilerindeki yatırımlara ve karşılıklı ticaretin seyrine baktığımızda tehditin fırsata dönüştürüldüğü durumlara şahit olduğumuzu“ söyleyebiliriz. Arzu edilmemekle beraber, gelecekteki muhtemel „krizli“ yıllar ve dönemler için de, her iki ülkenin deneyimleri, teditleri fırsata çevirecek düzeydedir. Türk Firmalarının Almanya’daki Yatırım Güçlükleri Karşılıklı yatırım rakamlarına baktığımızda Türkiye’den sermaye transferiyle Almanya’da yapılan yatırımların oldukça cılız bir düzeyde olduğu görülmektedir. Bunun da „greenfield“ yatırımdan ziyade, firma eviliği veya firma satın almalardan kaynaklandığı anlaşılmaktadır. 23 Bu noktada, üzerinde düşünülmesi gereken en önemli sorunun, vize konusundaki sıkıntıların yarattığı caydırıcılık olduğu kabul edilmelidir. Hükümetler düzeyindeki tüm temaslarda gündemin neredeyse hep birinci gündem maddesini oluşturan bu sorunun çözümü, Türkiye’nin Almanya’daki yatırımlarındaki durağan tablo da dahil, birçok ekonomik ve ticari konuda canlılık getirecek; Almanya çok hareketli, girişimci, yenilikçi ve vizyon sahibi gerçek bir partner kazanacaktır. Vize Sorunu Bu soruna, bir önceki başlık altında değindik. Burada da özel bir “Vize Sorunu” başlığı altında yineliyelim: Uluslararası ticarette iş adamlarının "hareket kabiliyeti" son derece önemlidir. Bazen öyle gelişmeler olmaktadır ki, tarafların bir telefon görüşmesini takiben ya da faksla veya e-posta ile karşılıklı iletişim kurmalarının hemen akabinde, belki de ertesi günü, bir araya gelerek yüzyüze görüşebilme imkanına sahip olabilmeleri, somut iş bağlantılarının kurulabilmesinde yaşamsal öneme sahiptir. Şahsi gözlemlerimiz, Türk işadamlarının "vize almak" konusunda sıkıntılarının olduğu ve bu durumun da, başta "caydırıcılık" olmak üzere birçok olumsuzluklar yarattığı yönündedir. Bundan, işadamlarımızın Almanya’daki partnerleri de şikayetçidirler ve şikayetçi olmalıdırlar. Zira, ortada bir “ticari olumsuzluk” varsa, bu, ticaretin iki tarafını oluşturan unsur için de eş değerde sıkıntıdır. Karayolu Taşımacılığı "Taşımacılık" mal ticaretinin en önemli unsurlarından biri, hatta olmazsa olmazıdır. Türkiye, ihracatının yaklaşık % 40’ını, ithalatının da % 25’ini karayolundan yapmaktadır. Bu paralelde de güçlü bir filoya sahiptir. Özellikle 1980’lerin başından itibaren bu sektörde Avrupa’nın en büyük ve modern filolarından birini kurma yönünde önemli aşamalar kaydetmiştir. Bugün gelinen noktada karayolu taşımacılığında yüzlerce firma, Avrupa’nın en geniş filosu ve yaklaşık 1,5 milyon seferle Türkiye’nin bu sektördeki önemi çok nettir. Ayrıca Türkiye, karayolu taşımacılığını ro-ro ve tren ile de kombine ederek, bu sektöre ayrı bir boyut kazandırmıştır. Orta Doğu ile Yakın ve Orta Asya ülkelerine Alman mallarının "dönüş yükü" olarak Türk araçlarıyla taşınması Türkiye-Almanya ticari ilişkilerine derinlik ve hacim kazandıracaktır. İlgi duyacaklar açısında, burada bir kaç istatistik vermekte fayda görmekteyiz. 2010 yılı Ocak-Kasım rakamları itibariyle Türkiye’den 1.141.253 ihracat taşıması yapılmıştır. Bu miktarın 964.972 adedi Türk, 3.749 adedi Alman “taşıt bayrağı” ile yapılmıştır. Toplam ithalat seferi de 385.397’dir. Bunun 262.872 adedi Türk, 5.109 adedi de Alman “taşıt bayrağı” ile gerçekleştirilmiştir. Avrupadan Orta Doğu ve BDT ülkelerine Türkiye üzerinden transit geçişte ise toplam rakam 42.266 (21.577 Türk, 1.535 Alman taşıt bayrağı) seviyesindedir. Buradaki tehdit unsuru, Türkiye ile Almanya arasındaki, Bulgaristan, Avusturya gibi ülkelerin, geçişlerde zaman zaman sıkıntı yaratmalarıdır. Türkiye tarafı bu sıkıntıları, son 20 yıl içinde “yeşil kamyon”, “tren geçişleri”, “Trieste’ye ro-ro uygulaması” gibi, takdire şayan önemli düzenlemelerle aşıyor ise de, bu konu, bir potansiyel tehdit olarak daima kendisini hissettirecektir. 24 AB’ye Tam Üyelik Sürecinde Almanya’nın Pozisyonu Bu başlık altında fazla söz söylemeye gerek bulunmamaktadır. Ancak kısa ve öz olarak ifade etmek gerekmektedir ki; iki ülkenin geleceğe yönelik ilişkilerinde, Türkiye’nin üzerine düşenleri zamanında ve eksiksiz olarak yapması ve Almanya’nın da bu önemli partnerinin geldiği düzeyi görerek "imtiyazsız" ve “gerçek” bir ortaklık için yanında durması, arzu edilen yaklaşım tarzıdır. 4. Sonuç ve Önerier Analiz tablosunda yer alan “kuvvetli yönler” ile “fırsatlar” sütunlarındaki başlıklar, “zayıf yönler” ve “tehditler” sütunlarındaki başlıkların neredeyse iki misli olduğuna göre, düz bir mantıkla “durumun iyi” olduğu, çalışmamızın özet sonucu olarak takdim edilebilir. İki önemli ve geleneksel partner için sonucun bu şekilde çıkması da doğaldır. Önemli olan, ilişkilerin daha ileri noktalara taşınabilmesi ve ilişkilere çeşitlilik getirebilmek, renk katabilmektir. Bu amaçla kısıtlı da olsa bazı öneriler geliştirmeye gayret ettik. Burada dile getirmeye gayret ettiğimiz önerilerin herhangi bir öncelik sırası bulunmamaktadır. Ancak okuyucunun, bir öncelik sırası oluşturma, önerilerin bazısını veya tümünü çıkarma, öneri ekleme, yeni öneri listesi oluşturma gibi konularda serbest olduğunu, açık yüreklilikle belirtmek istiyoruz. Yapmaya çalıştığımız analizde yer alan saptamalardan yola çıkarak, yukarıda da vurguladığımız üzere, daha birçok öneri getirebilme imkanı muhakkak mevcuttur. Bunları, esasen analizimizin alt başlıkları içinde, kısmen ve çeşitli şekillerde, doğrudan veya dolaylı biçimlerde ifade ettik. Daha ilginç önerileri de analizin genelinden çıkarımlar yapacak okuyucuya bırakıyoruz. Düşünemediğimiz, dikkatimizden kaçan konularda da, ilgili tüm tarafların katkılarıyla bu çalışmanın farklı boyutlarda ve ayrıntılarda daha da geliştirilebileceğini, tekraren ifade etmek isteriz. Bu kısa açıklamadan sonra, önerilerimizi sıralamaya başlayalım: Ekonomi Bakanlığı’nın Almanya Özelinde Projeler Geliştirmesi Türkiye ve Almanya’nın ekonomik ve ticari alanlarda uzun yıllar süren ve giderek güçlenen beraberlikleri, iki ülke arasındaki ticaret hacmini -2010 yılı rakamlarıyla- yaklaşık 30 milyar dolarlık bir büyüklüğe taşımıştır. Almanya Türkiye’nin, teknik anlamda en büyük ticaret partneri, Türkiye ise Almanya’nın 20. sıralarında yer alan bir ticaret ortağıdır. Her iki ülkenin mevcut potansiyelinin ikili ekonomik ve ticari ilişkiler bağlamında boyut kazanması yönündeki en önemli şans, hiç şüphesiz ki, ekonomik ve ticari ilişkilerin sağlam bir temele sahip olmasıdır. Bu sağlam altyapı, ticari ilişkilerde ön şart olan "deneme ve güven kazanma" gibi sıfatlarla nitelendirilebilecek ilk aşamanın geride bırakıldığının açık bir göstergesidir. Önümüzdeki dönem önemli ve büyük projeler dönemi olmalıdır. 25 Bu çerçevede, Türkiye Cumhuriyeti Ekonomi Bakanlığı’nın “Almanya” özelinde çalışmalar yaparak ilgili Alman kurum ve kuruluşlarıyla birlikte, örneğin, beşer yıllık ekonomi ve ticari ilişkiler stratejik planı hazırlanmasının, ilişkilerin sağlamlaştırılmasının da ötesinde bir anlamı olacaktır. Almanya’daki Türk İş Adamlarının Sektörel Dış Ticaret Şirketleri’ne Kombine Edilmesinin Sağlanması Bu konu, daha önce, bu satırların sahibi tarafından 2003 yılında, o zamanki adıyla Dış Ticaret Müsteşarlığı’na, Viyana Ticaret başmüşaviri sıfatıyla bir öneri olarak sunulmuştur. Sistemin basit bir kurgusu vardır ve yurt dışında yerleşik Türk İş Adamlarının, Türkiye’deki dış ticaret sistemine entegrasyonunu sağlayacaktır. O tarihlerde Avusturya özelinde yapılan çalışmanın, bu defa Almanya özelinde bir pilot proje olarak denenmesi, önemli bir potansiyelin aktive edilmesi ve Türkiye-Almanya ekonomik ve ticari ilişkilerine yeni bir boyut getirebileceği yönündeki şahsi görüşümüzü belirtelim. Teknik ayrıntıya girmeden, bu konudaki projenin, Ekonomi Bakanlığı İhracat Genel Müdürlüğü arşivinde bulunması gerektiğini ifadeyle yetinelim. İhtisas Ticaret Heyetleri Senede bir defa, dönüşümlü olarak, sektörel bazda "ihtisas ticaret heyeti" ziyaretleri düzenlenmelidir. Zira, ticaret heyeti ziyaretleri, genel ticaret heyetleri yerine, belli ihtisas alanlarına özel olarak düzenlendiğinde daha etkili ve verimli olmakta, genel ticaret heyetleri düzenlemelerinde ise ilgi dağılabilmektedir. Bu kapsamda düzenlenecek organizasyonların "yatırım" odaklı olmasına özen gösterilmelidir. Hatta, yeni bir açılımla "Yatırım Heyeti" organizasyonları yapılmalıdır. Türk Girişimciler İçin Kolaylıklar Türk girişimciler artık yurt dışına açılmada, “girişimcilik” boyutunda, daha açık bir ifadeyle girişim heyecanı, iştahı ve becerisi bağlamında her hangi bir sıkıntı içinde değildirler. Dünyanın hemen hemen her ülkesinde Türk girişimcilerinin başarılı yatırımlarına ve faaliyetlerine raslanmaktadır. Sorun “dolaşım” ve “o ülkenin iç mevzuatı” sorunudur. Bu noktada, analizimizde de değindiğimiz “Vize” ve “Yatırım Güçlükleri” açısından Almanya tarafı rasyonel yaklaşımlarla yeni açılımlar getirmelidir. Bu takdirde, görülecektir ki, Türkiye-Almanya ekonomik ve ticari ilişkilerinde son derece hareketli, canlı, renkli, verimli, uzun vadeli ve her iki ülkenin menfaatine gelişmeler yaşanacaktır. Ticarette Yeni Yöntemler Firmalar, geleneksel dış ticaret yöntemleri dışındaki uygulamalar (özellikle karşılıklı ticaret uygulamaları) konusunda bilinçlendirilmeli ve ilgili kurumlar tarafından bu konuda eğitimler verilmeli, bu suretle ticaret hacminin geliştirilmesi sağlanmalıdır. İş Konseyleri İş Konseyinin Türkiye ve Almanya’daki üye sayılarının arttırılması ve üye kompozisyonunun genişletilmesine gayret edilmeli, bu bağlamda bilhassa Türkiye’deki Alman firmaları ve Almanya’daki Türk firmaları üyeliğe özendirilmelidir. 26 İş Konseyi’nin Türkiye ve Almanya tarafı yapacakları etkin ortak basın toplantılarıyla, iki ülke arasındaki ilişkilere kamu oyunun dikkatini çekmeli ve konunun önemi hakkında ortak bir bilinç yaratmalıdırlar. Türkiye’ye Gelen Turistler İçin Özel Proje Türkiye’ye gelen turistler için, Kültür ve Turizm Bakanlığı’yla birlikte hazırlanacak genel bir program çerçevesinde Türk ekonomisini ve yatırım olanaklarını tanıtıcı faaliyetler yapılmalıdır. Türkiye’ye gelen Alman turistlerin bir kısmının aynı zamanda, yatırım, ithalat ve ihracat ile iştigal eden işadamları olduğu dikkate alındığında bu tür programlar daha da anlamlı olacaktır. KOBİ’ler Türkiye’deki KOBİ’lerin de, Türkiye-Almanya ticaretinde aktif rol alabilmesini teminen Ticaret ve Sanayi Odaları, İhracatçı Birlikleri, Sektörel Dernekler gibi meslek kuruluşlarının, DEİK Türkiye-Almanya İş Konseyi’nin ve bunlardan da önemlisi KOSGEB’in özellikle Alman sanayinde önem arz eden sektörler dikkate alınarak, Alman heyetlerine yönelik olarak yaptıkları faaliyetleri İstanbul dışında, Türkiye’nin hızla gelişen çeşitli merkezlerinde gerçekleştirmeleri yönünde çalışmalar yapmalarında fayda bulunmaktadır. Orta Asya Cumhuriyetleri Türkiye’nin Orta Asya Cumhuriyetlerindeki etkinliği dikkate alınarak, Türk ve Alman işadamlarından oluşacak heyetlerin bu bölgeye yönelik ortak ziyaretler gerçekleştirmeleri önemli faydalar sağlayacak, yeni projelerin geliştirilmesi mümkün olabilecektir. Son olarak şunu belirtmek istediğimiz husus şudur: Bu tür çalışmalar ancak tartışılmaları ve uygulamaya geçirilmeleriyle hayatiyet kazanırlar. Aksi takdirde bunlar, kağıt üzerinde kalmış bir fikir jimnastiğinden öteye geçemeyecektir. Bu nedenle, önerilerin bir kısmının uygulamaya intikal ettiğini görmek, ayrı bir mutluluk kaynağı olacaktır. 27