ERMENİ TEHCİRİ VE ESKİŞEHİR ERMENİLERİ Ahmet Suat ALKAYA Osmangazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Anabilim Dalı Yakınçağ Tarihi Bilim Dalı YÜKSEK LİSANS TEZİ Eskişehir Mayıs 2006 i Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğüne; Bu çalışma, jürimiz tarafından Tarih anabilim dalında YÜKSEK LİSANS TEZİ olarak kabul edilmiştir. Başkan :-------------------------------------------Yrd. Doç.Dr. Mehmet KAYIRAN Üye :----------------------------------------------Yrd.Doç.Dr. Mesut ERŞAN (Danışman) Üye :---------------------------------------------Yrd.Doç.Dr. Muharrem DAYANÇ Tarih:..../..../........ Prof. Dr. F. Münevver YILANCI Enstitü Müdürü ii ÖZET ERMENİ TEHCİRİ VE ESKİŞEHİR ERMENİLERİ ALKAYA, Ahmet Suat Yüksek Lisans-2006 Tarih/Yakınçağ Tarihi Osmangazi Sosyal Bilimler Enstitüsü Danışman: Yrd. Doç. Dr. Mesut ERŞAN Ermeni Tehciri yaklaşık olarak son 85 yıldır ülkemizde ve dünyada bir problem haline gelmiş veya getirilmiştir. Bu problemin sebepleri ve sonuçları yıllardır tartışılmaktadır. Bizim bu çalışmadaki amacımız probleme bir çözüm getirmek değil sadece bu probleme tarihi çerçeve içerisinde yorumlar getirerek gerçekleşen olayları ortaya koymaktır. Öncelikle Ermenilerin tarihi, kimlikleri, dinleri, yaşayışları, kökenleri hakkında kısa bir inceleme yapılmıştır. Daha sonra yaşadıkları bölgeler ve bu bölgelerdeki egemen unsurlar incelenmiştir. Daha sonra Ermenilerin Osmanlı devleti içerisinde yapmış oldukları ayrılık hareketleri ve bunları neticesi olarak meydana gelen isyanlar ve bunlara karşılık olarak 1. Dünya savaşı esnasında Osmanlı Devleti’nin gerçekleştirmiş olduğu tehcir hareketi incelenmiştir. Son olarak ise Eskişehir ve civarında yaşayan Ermeniler arşiv kaynakları da taranarak incelenmiştir. Bu incelemeler sonucunda ortaya konulan bulgu şudur ki; Tüm bu değişimlerin sorumlusu Avrupalı devletler olmuşlardır. Öncelikle azınlıkları desteklemişler sonrasında da Osmanlı Devletine azınlıkların haklarını vermesi için yüklenmişlerdir. Bunun neticesinde de Ermeni Sorunu ortaya çıkmıştır. Ortaya çıkan bu sorunun çözümü ise ancak ve ancak dirayetli, güçlü bir devlet olmakla mümkündür. iii ABSTRACT ARMENIAN RELOCATION AND ESKİŞEHİR ARMENIANS ALKAYA, Ahmet Suat Master Thesis-2006 History/Modern History Osmangazi Social Sciences Institute Advisor: Asst. Prof. Dr. Mesut ERŞAN Armenian relocation has become a problem or is made a problem for the last 85 years. The causes and consequences of this problem are being discussed for years. Our aim in this study is not to come up with a solution to this problem; rather it is to reveal the realized events by commenting the problem in a historical perspective. Firstly, a brief research is done about the Armenians’ history, identity, religion, manner of living and origin. Then, the regions they lived and dominant elements in these regions are studied. Latterly, the discrepancy movements of Armenians in the Ottoman Empire, the rebellions that took place resulting from these movements, and as against to those rebellions the relocation that Ottoman Empire carried out during the First World War has been examined. Lastly, the Armenians that lived in and around Eskişehir are examined by researching also the archives. The finding we reached as a consequence of this study is that European states are the ones who are responsible from these alterations. They firstly supported the minorities and then depressed the Ottoman Empire to give the rights of these minorities. As a result of this, the Armenian problem emerged. The solution to this problem is only and only by having a strong and talented government. iv İÇİNDEKİLER Değerlendirme Kurulu ve Enstitü Onayı................................................................... i Özet............................................................................................................................ ii Abstract...................................................................................................................... iii İçindekiler…………………………………………………………….………….... iv Ekler Listesi............................................................................................................... vii Önsöz......................................................................................................................... viii 1. BÖLÜM: GİRİŞ……………………………………………………………….. 1.1. ERMENİ KİMLİĞİ........................................................................... 1.1.1. Ermeni Dili ve Edebiyatı................................................................... 1.1.2. Ermenilerin Dini İnanışları................................................................ 1.1.3. Ermeni Yurdu.................................................................................... 1.1.4. Ermenilerin Tarih Boyunca Yaşadıkları Coğrafi Bölgeler................ 1.2. GENEL ERMENİ TARİHİ............................................................ 1.2.1. Partlar Devri...................................................................................... 1.2.2. İran İdaresi Devri............................................................................... 1.2.3. Selçuklular Döneminde Ermeniler………….................................... 1.2.4. Osmanlı Devletinde Ermeniler……….............................................. 1.2.4.1. Azınlıkların İçinde Ermenilerin Durumu...................... 1.2.4.2. Ermenilere verilen İmtiyazlar ve Haklar ..................... 1.2.5. Ermenilerin Sosyal, İktisadi Ve Siyasi Hayattaki Yeri……………. 1.2.6. Osmanlı Devleti’ndeki Ermeni Nüfusu............................................. 1.2.6.1. Osmanlı Nüfusu ve Kaynakları……………………… 2.BÖLÜM: ERMENİ OLAYLARI......................................................................... 2.1. BATI’NIN OSMANLI ERMENİLERİNE MÜDAHALESİ............ 2.2. ISLAHAT ÇALIŞMALARI VE ERMENİ FAALİYETİ................. 2.3. TEŞKİLATLANMA, İSYANLAR VE İHANETLER..................... 2.3.1. Kiliselerin Rolü.................................................................................. 2.3.1.1. Patrik Mıgırdıç Hrimyan’ın Faaliyetleri...................... 2.3.1.2. Patrik Narses Varjebatyan’ın Faaliyetleri.................... 2.3.1.3. Kudüs Ermeni Patriği’nin Tavrı.................................. 2.3.1.4. Kiliselerin İhanetleri.................................................... 2.3.2.Okullar, Hayır Müesseleri, Cemiyetler, Komiteler........................... 2.3.2.1. Okullar......................................................................... 2.3.2.2. Hayır Müesseleri , Cemiyetler..................................... 2.3.2.3. Komiteler..................................................................... 2.3.3.İsyanlar............................................................................................... 2.3.3.1. Erzurum İsyanı............................................................ 2.3.3.2. Kumkapı Gösterisi....................................................... 2.3.3.3. Müteferrik Olaylar....................................................... 2.3.3.4. 1.Sasun İsyanı Ve Sonuçları......................................... 2.3.3.5. Babıali Gösterisi.......................................................... 2.3.3.6. Zeytun İsyanı............................................................... 2.3.3.7. Van İsyanı.................................................................... 1 2 2 6 10 13 15 17 20 21 23 23 25 29 32 32 40 40 43 47 48 50 50 51 51 52 53 56 57 60 60 61 61 62 64 65 66 v 2.3.3.8. Osmanlı Bankası Baskını............................................. 2.3.3.9. II.Sasun İsyanı............................................................. 2.3.3.10. Yıldız Suikastı........................................................... 2.3.3.11. Adana İsyanı:............................................................. 2.4. İSYANLARIN DIŞARIDA TANITILIŞ ŞEKLİ................................ 2.5. 1. DÜNYA SAVAŞI ÖNCESİ ERMENİ NÜFUSU........................... 3.BÖLÜM: 1. DÜNYA SAVAŞI DÖNEMİ........................................................... 3.1. 1.DÜNYA SAVAŞI’NDA ERMENİLER............................................ 3.2. ERMENİ GÖNÜLLÜLERİNİN FAALİYETLERİ…………………. 3.3. BATI’NIN MÜDAHALESİ................................................................. 3.4. SAVAŞ’TA ERMENİ İSYANLARI, VE MEZALİMİ…………….. 3.4.1.Zeytun Olayları................................................................................... 3.4.2.Kayseri Olayları.................................................................................. 3.4.3.Bitlis Olayları...................................................................................... 3.4.4.Van Olayları........................................................................................ 3.4.5.Muş Olayları....................................................................................... 3.4.6.Diyarbakır Olayları............................................................................ 3.4.7.Ma’muratü’l Aziz (Elazığ) Olayları................................................... 3.4.8.Erzurum Olayları................................................................................ 3.4.9.Sivas Olayları...................................................................................... 3.4.10. Trabzon Olayları.............................................................................. 3.4.11. Adana Olayları................................................................................. 3.4.12. Urfa Olayları.................................................................................... 3.4.13. Diğer Ermeni Olayları...................................................................... 4.BÖLÜM: TEHCİR............................................................................................... 4.1. I.DÜNYA SAVAŞI VE TEHCİR...................................................... 4.2. TEHCİR OLAYI VE SEVKLER....................................................... 4.2.1.Tehcir Terimi.................................................................... 4.3. OSMANLI DEVLETİ’NİN TEHCİR ÖNCESİ ALDIĞI TEDBİRLER……………………………………………………….. 4.4. TEHCİR KANUNU VE UYGULANIŞI............................................ 4.5. TEHCİR KANUNU, TALİMATNAMELER VE KARARNAMELER……………………………………………. 4.6. ERMENİLERİN SEVK EDİLDİKLERİ BÖLGELER...................... 4.7. ERMENİ KATLİAMLARI KONUSUNDAKİ KARŞIT FİKİRLER……………………………………………….. 4.8. TEHCİR SONRASINDA ERMENİLER…………………………... 4.8.1.Geri Dönenlerin Anadolu’da İşgal Kuvvetleriyle İşbirliği Yapmaları………………………. 4.9. SEVRES ANLAŞMASI..................................................................... 4.10. MİLLİ MÜCADELE.......................................................................... 4.11. LOZAN VE SONRASI......................................... ………………… 5. BÖLÜM: ESKİŞEHİR VE ESKİŞEHİR ERMENİLERİ................................... 5.1. ESKİŞEHİR TARİHİ......................................................................... 5.1.1. Dorylaion........................................................................................... 5.1.2. Bizans Selçuklu Çağında Eskişehir................................................... 5.1.3. Bizans Çağında Eskişehir.................................................................. 5.1.3.1. Bizans Çağında Eskişehir’den Geçen Yollar………… 68 69 69 71 75 77 79 79 79 80 82 83 84 85 86 89 89 90 91 92 93 94 94 95 96 97 101 102 102 106 108 118 121 123 125 126 128 132 136 136 136 139 140 140 vi 5.1.4. Selçuklu Egemenliğinde Eskişehir.................................................... 141 5.1.5. Sivrihisar............................................................................................ 141 5.1.6. Seyitgazi............................................................................................ 142 5.1.6.1. Seyitbattalgazi Külliyesi............................................... 142 5.1.7. Osmanlı Çağında Eskişehir................................................................ 143 5.1.7.1. XV Ve XVI. Yüzyıllar.................................................... 144 5.1.7.2. XIX Yüzyıl Sonu Osmanlı Kaynakları.......................... 144 5.1.8. XX.Yüzyıl Başında Eskişehir............................................................. 145 5.1.9. Kurtuluş Savaşı Öncesi...................................................................... 146 5.1.9.1. Eskişehir’de İngiliz Kuvvetleri..................................... 146 5.1.10. Kurtuluş Savaşında Eskişehir.......................................................... 148 5.1.10.1. Sakarya Meydan Muharebesi..................................... 150 5.1.11. Mustafa Kemal Atatürk’ün Eskişehir’e Gelişi................................. 150 5.1.12. Cumhuriyetin İlk Yıllarında Eskişehir’in Durumu……………….. 150 5.2.ESKİŞEHİR ERMENİLERİ................................................................. 151 5.3. ARŞİV VESİKALARINDA ESKİŞEHİR ERMENİLERİ.................. 153 5.3.1. Eskişehir’de Tehcir............................................................................. 158 SONUÇ................................................................................................................... 168 KAYNAKÇA.......................................................................................................... 170 EKLER.................................................................................................................... 174 vii EKLER LİSTESİ 1. EK 1:Verçinlor gazetesinin Ermeni tehciri ile ilgili iddiaları 2. EK 2: Eskişehir’den sevk edilen Ermeniler 3. EK 3:Eskişehir’den Sevk edilen Ermeniler 4. EK 4: Geri dönen Rum ve Ermenilerin mallarının iadesi 5. EK 5: Sevkiyata tabi olan Ermenilere verilecek hacırah 6. EK 6: Beyan edilen Ermenilerin gitmesine müsaade edilmesi 7. EK 7: Ermeni mebus ve ailelerinin ihrac olunmaması 8. EK 8: Nakledilen Ermenilerin mallarının korunması 9. EK 9: Ermenilerle beraber Rumlarında sevk edildiğinin kontrolü 10. EK 10: Sivrihisar Ermeni Komandit Şirketi isim listesi 11. EK 11: Eskişehir’de ikamet eden Agopyan’ın evinin darulmuallimin yapılması 12. EK 12: Mihaliççık kazasında yaptırılan Ermeni kilise ve mektep için istenilen izin 13. EK 13: Eskişehir tüccarından Zara Agopyan’ın mağazasından parası ödenmeden alınan mallar. viii ÖNSÖZ Türkler ve Ermeniler bilindiği üzere Anadolu ve Kafkaslar’da yaklaşık 900 yıl bir arada yaşamış ve kader birliği yapmış iki toplumdur. Bilinen tarih boyunca, yaşadıkları coğrafyada başta İran ve Bizans olmak üzere komşularının ağır baskılarına maruz kalan Ermeni toplumu denilebilir ki, tarihinin en mutlu dönemini, Türkler’in yönetimi altında ve Türk toplumu ile samimi bir beraberlik içerisinde geçirdiği yüzyıllarda yaşamıştır. Ancak bu mutlu tablo, maalesef son iki yüzyıla yaklaşan dönemde, özellikle Rusya’nın ve başta İngiltere olmak üzere bazı batılı ülkelerin emperyalist amaçlı tahrik, teşvik ve destekleriyle bozulmuştur. Bu olumsuz etkiler sonucu, bundan çok değil takriben iki asır öncesi, Osmanlı Devleti içerisindeki bütün etnik unsurlara örnek teşkil eden vasıfları nedeniyle “Sadık Tebaa” sıfatıyla anılan Ermeni toplumunun devlete isyan ederek, Anadolu ve Kafkaslar’da birlikte yaşadığı Türk ahaliye karşı giriştiği tecavüz ve katliamlar, iki toplum arasındaki ananevi yakınlığa ağır darbeler indirmiştir. Bu konuda bir müracaat kaynağı hizmeti yapmak anlayışıyla hazırlanan bu tezde, bir zamanların dostluk ortamından bugünlere gelişin kilometre taşlarını belirleyen olaylara, kronolojik bir sırayla yer verilmiş ve Türk-Ermeni ilişkilerinde önemli yer tutan bütün konulara temas edilmeye çalışılmıştır. Hazırlamış olduğumuz bu çalışmada benden yardımlarını esirgemeyen Hocam Yrd. Doç Dr. Mesut ERŞAN Bey’e teşekkür etmeyi bir borç bilirim. 1 1. BÖLÜM: GİRİŞ Kafkaslar çeşitli milletlerin ve etnik toplumların kaynaştığı ve birbirinden çok farklı politik emellerin mücadelesine sahne olan bir arena gibidir. Etnik açıdan böylesine kozmopolit bir coğrafya üzerinde yer alan ülkelerin birbirleri ile münasebetlerinde karşılıklı güven duygusunun ne derece önemli olacağı kolayca anlaşılabilir. Oysa bu son derece hassas ve kaygan zemine sahip coğrafyada yer alan ülkeler ve toplumlar arasındaki ilişkilere tarihi perspektiften bakıldığında belirgin şekilde hissedilen şey, işte bu karşılıklı güven duygusunun ancak minimum düzeyde varolabildiğidir. Ülkeler arasındaki ilişkileri tarihin süzgecinden geçirdiğimizde bazı motiflerin öne çıktığını görüyoruz. Karşılıklı güvensizlik duygusunun yanı sıra, uzun yılların nefret ve kin tortusunda filizlenmiş öç alma duyguları gibi. Türk-Ermeni ilişkilerini incelerken her adımda karşımıza çıkan bu duyguları anlayabilmek ve en azından doğruya en yakın sonuçlara ulaşabilmek için oldukça gerilere uzanmak gerekir. Bu çalışma hazırlanırken buradan yola çıkılarak, önce Ermeni kimliğinin ortaya konulması gerekmektedir. Daha sonra ilişkilerimizin tarihin hangi dönemeçlerinde ve ne gibi ortamlar içerisinde geliştiğinin gözden geçirilmesinin faydalı olacağı düşünülerek özellikle Osmanlı Devletinin son döneminde ki Osmanlı – Ermeni ilişkileri derinlemesine incelenmiştir. Ayrıca Eskişehir Ermenileri bölümü ile de tehcir sırasında bölgesel anlamda tehcire tabi tutulan Ermenilerin tehcir öncesi ve sonrası hakkında bilgi verilerek Osmanlı Devletinin konu ile ilgili olarak her vilayetle ne kadar yakından ilgilendiği ifade edilmeye çalışıldı. Türk-Ermeni ilişkileri ne zaman söz konusu olsa, karşımıza çıkan veya çıkarılan “Kadim Ermeni yurdu”, “Tehcir olayı” ve “Ermeni katliamı” gibi, aramızdaki ilişkilere yıllarca damgasını vurmuş ve hiç şüphe edilmesin ki bundan sonra da vuracak iddialar özetlenerek ortaya konulmaya çalışılmıştır. 2 1.1. ERMENİ KİMLİĞİ Çalışmamızda; Türk-Ermeni ilişkileri ne zaman söz konusu olsa, karşımıza çıkan veya çıkarılan “kadim Ermeni yurdu”, “Tehcir olayı” ve “Ermeni katliamı” gibi, aramızdaki ilişkilere yıllarca damgasını vurmuş ve hiç şüphe edilmesin ki bundan sonra da vuracak iddialar çok özetle de olsa ortaya konulmaya çalışılmıştır. 1.1.1. Ermeni Dili ve Edebiyatı Bir kısım tarihçiler Ermenileri, Frigyalıların bir kolu olarak gösterir. Bundan da Kimmerlerle akraba olan Frigler dolayısıyla Ermenilerin Türklerle de akrabalığı iddia edilir. Nitekim; günümüzde de gazeteci ve yazar Levon Panos Dabağyan ve Fahrettin Kırzıoğlu gibi, Ermenilerin “Türk” olduklarını iddia edenlere de rastlanılmaktadır.1 Burada lengüistik bakımından Ermenice’nin; Sanskritçe ve Çingenece ile aynı dil grubunda bulunduğunu söylemekte fayda görüyoruz. Ermeniler, hala Nuh’un dilini kullandıklarını iddia ederler. Aslında Ermenice, zamanla Asurilerin, İranlıların, Partların ve Yunanlıların tesirinde kalmış, Ermeniler zaman zaman Farsça, Rumca ve Türkçe kelimeler kullanmışlardır. De Morgan’a göre; “Ermenice’nin içinde Asuri, İbrani, Med, Gürcü, Mingrel, Lar, Urailu, Nairi, İskit, Grek, Arap, Türk, Moğol, Latin ve Rus dillerinden gelen kelimeler vardır. Ermenilerin Hıristiyanlık’tan evvel yazıları olmadığından asıl dillerini gösteren hiçbir eser yoktur.”2 Le Normand’a göre de; “Ermenice, İran grubunun bir lehçesi ile, Zend ve Farsça’dan meydana gelmiştir. Bize eski şeklini gösterecek bir esere tesadüf etmek mümkün değildir.” 3 1 Cemal ANADOL, Tarihin Işığında Ermeni Dosyası, IQ Kültür Sanat Yayıncılık, 2.Baskı, İstanbul, 2001, s. 49. 2 Sadi KOÇAŞ, Tarih Boyunca Ermeniler ve Türk-Ermeni İlişkileri, Altınok Matb., Ankara, 1967, s. 46. 3 Sadi KOÇAŞ, a.g.e., s. 46. 3 Ermenice’nin bir yazı ve edebiyat dili olarak ortaya çıkışı İncil’in tercümesinden sonradır. 38 harfli Ermeni alfabesi, M.S. V. yüzyılda bir din adamı olan Mesrop tarafından ihdas edilmiş olup, Yenisey ve Göktürk oyma yazısına, 11 harfi de Göktürk alfabesine benzetilmektedir. Hubschman’a göre, Ermenice Hind-Avrupa menşelidir. Ermenistan denilen mıntıkanın asıl eski sahiplerinin kullandıkları dil ile sonradan o havaliye Balkanlardan gelen ve yerli halk ile birleşen insanların getirdikleri dilin karışmasından Ermenice ortaya çıkmıştır.4 Ermenice’deki Hind-Avrupa asıllı kelime sayısı dört yüze bile ulaşamamıştır.5 Beşinci yüzyıl sonrası, Ermenice edebi bir dil olmaya başladı. Ermeniler için bu yükseliş ve gelişme devri 30-40 yıl kadar sürdü. Bu süre içinde yetişenler birer ilim merkezi olan Yunanistan’a ve İskenderiye’ye gönderildiler. İlk çeviriciler olarak adlandırılan bu şahısların bir kısmı Sahat ve Mesrop’un arkadaşları, diğer kısmı da öğrencileri olup, 6-7 yıl dışarıya gönderilerek, döndüklerinde onların eserlerini tamamlayanlar olarak gruplandırıldılar. Kitab-ı Mukaddes, Asurice’nin Pecito denilen halk dilinden Ermenice’ye çevrilişi bu şekilde olmuş, sonra Yunanca üzerinden düzeltilmiştir. Yunanca ve Asurice’nin Ermenice’ye tesirinin sebebi budur. Kilise ilahileri, dini tören ve ayinler dışında; tarih, felsefe ve başka ilimlerin Yunanca’dan alınması, Ermeni kültürünün temelini teşkil etti. Ermeni edebiyatında halk şarkıları ve destanlar önemli bir yer tutarlar. Hıristiyanlıktan önce de Kusan denilen destancılar kasaba kasaba dolaşırlar; hikaye, masal, manzum destanlar ve atasözleri söylerlerdi. Delaurler; “Kosten destanlarının Medyalılara ait olduğunu, Ermeni 6 destancıların bunları naklettiklerini” söyler. Horenli Movses, halk şairlerinin düdük ve sazlarla masal naklettiklerini ve oyun havaları çaldıklarını yazar. Movses’in bu bölümde sözünü ettiği; Ara-Şamram, 4 Esat URAS, Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi, Belge Yay., 2. Baskı, İstanbul , 1987, s.110. Cemal ANADOL, a.g.e., s. 50. 6 Cemal ANADOL, a.g.e., s. 51. 5 4 Dikran-Astiyag, Ardaşes-Satenig, Ardaşes-Ardavaz batıl inançlarının Hint, İran, Asur ve Yunan mitolojilerinden alındıkları anlaşılmaktadır. Ermeni edebiyatı üç döneme ayrılır: Birinci dönem; dördüncü yüzyıldan başlar ve ilk Haçlı Seferi’ne kadar devam eder -ki en uzun dönemdir-. Yabancı eserlerin, klasiklerin çevrilişi bu döneme rastlar. İkinci dönem on iki-on sekizinci yüzyıllar arasındadır. Üçüncü dönem, on sekizinci yüzyılda başlar, dil düzeltmeleri, Avrupa klasiklerinin çevirileri, filoloji, tarih ve teoloji çalışmaları bu döneme aittir. Roma, Arap, Bizans istilalarının tesirine giren dilde, bu dönemde lehçeler ortaya çıkar. Rumca ve Latince, Ermenice üzerinde kuvvetli bir hakimiyet kurarlar. 1860-80 lirik edebiyat ve dramlar dönemidir. 1880-90 arası romantik felsefe hakim olur.7 Azeri Türklerinde bayatı, mahnı, Kerkük Türklerinde horyat ve hoyrat adıyla bilinen mani çeşitleri Ermeni edebiyatında da mevcuttur. Tanınmış Ermeni yazar ve folklorcularının yazı ve şiirlerinde Türkçe bayatılar ve kafiye düzenlerine tesadüf ediyoruz. Ermeni masallarında da Türkçe isim ve tekerlemelere çok sayıda yer verilmiştir. Keza Ermeni edebiyatında “Nasreddin Hoca” fıkralarının da özel bir yeri vardır. Ermeni halk hikayelerinde de Türk tesiri açıkça görülmektedir. Bunlar şekil ve muhteva bakımından ya olduğu gibi, dili ve mevzuu ile ya da adapte edilmek suretiyle anlaşılmışlardır. Ermenilerin meşhur hikayesi “Sasonlu Davit Destanı’nın “Köroğlu Hikayeleri”ne benzemesi gibi. Ermeni aşuğları bunları bazen Türkçe, bazen de Ermenice anlatmışlardır. Bu hikayeler; konu, yapı ve gelenekleri itibariyle meydana getirilen yeni Ermeni halk hikayelerine örnek teşkil etmişlerdir. Ermeni harfleriyle yazılmış yüzlerce cönk, Ermeni aşuğlarının Ermenice’nin yanı sıra, Türkçe de söylediklerini göstermektedir. 7 Cemal ANADOL, a.g.e., s. 55 5 Bunlara önceleri Türkçe’deki “ozan” kelimesi gibi “Gusan” denilmekte idi. Ermeni aşuğların Türkçe’ye olan meyillerini meydana getirdikleri şu ekollerde görmek mümkündür. G.Levonyan, bunları şu üç ana ekole bağlar: İran-Ermeni Ekolü: Kul Egaz ile Mıgırdıç tarafından kurulmuş olup, 17. ve 18. yüzyılları içine alır. Bu ekole bağlı olanlar; Farsça, Türkçe ve Ermenice yazıp söylemişlerdir. Belli başlıları; Kul Sergiz, Emir Oğlu, Kul Arzu, Sefer Oğlu, Abidin Oğlu ve Kul Artun’dur. Türk-Ermeni Ekolü: Aşuğ Artin ve Rumani tarafından İstanbul’da kurulmuştur. 18. ve 19. yüzyılları içine alan dönemde aşuğlar şiirlerinin tamamını Türkçe söylemişlerdir. Gürcü-Ermeni Ekolü: Ünlü temsilcisi Sayad Nova olup, aşuğlar şiirlerini Gürcüce, Türkçe ve Ermenice söylemişlerdir. Bu ekol, 18. yüzyıl ortasından 19. yüzyıl sonuna kadar devam etmiştir. Ermeni aşuğları, Türk halk şiirinin şekil ve nevilerini kullanarak eserler vermişlerdir. Ayrıca; Erzurum’da Aşuğ Nidai, Kars’ta Aşuğ Tüccar, Erivan’da Aşuğ Şirin, Gence’de Aşuğ Miskin Burcu, Şamahı da Aşuğ Zerger ve Aşuğ Turunç ekolleri teşekkül etmiştir. Din değiştirmeden önce; kul ve miskin gibi mahlaslar alan; koşma, semai ve mani söyleyen Ermeni aşuğlardan 400 kadarı da Türkçe isimler kullanmışlardır. Esasen Ermeniler, 18. asır ortalarına kadar Türkçe’den başka bir dil konuşmazlardı. İncillerini de, her kilisede “Türkçe” okur; Çiçek, Gonca, Tepe gibi “Türkçe” isimler alırlardı. Ermeni papazları, dışarıdan aldıkları paralar ve vaatlerle onlara –Ermeni halkına- önce Ermeni dili ve alfabesini öğrettiler, sonra da fakir gençlerden çeteler meydana getirerek, hem kendilerinin hem de Türk milletinin facialarına sebep oldular.8 8 Cemal ANADOL, a.g.e., s. 54. 6 1.1.2. Ermenilerin Dini İnanışları Hıristiyanlık’tan evvelki Ermeniler, İranlılar gibi güneşe, aya, ateşe, suya, toprağa, rüzgara, tepelere, daima karlı -Ağrı (Ararat-Masis), Nemrut, Süphan gibidağlara, yıldızlara, burçlara, büyük sulara, köpeklere, -güvercin, kartal, şahin gibikuşlara, ağaçlara, kayalara, muhayyel mabutlara taparlardı. Mabetleri yoktu. Açıkta ibadet ederlerdi. İlk zamanların bu alışkanlıklarını Hıristiyanlığın örf ve adetleri içinde bile muhafaza etmişlerdir. Kiliselerinin hala doğuya dönük olması, ayinlerde doğuya dönerek dua etmeleri, güneşe ait ilahiler okumaları, güneşe Allah’ın gözü denilmesi; Ermenilere İranlılardan intikal eden ve Hıristiyanlık’tan evvel ağustos ayında kutlanan gül bayramını, Ermenilerin daha sonraları Tecelli-i İsa Yortusu olarak devam ettirmeleri, bu eski mitolojik devir inançlarının devamıdır. Ermeni mitolojisi ile Roma, Yunan ve İran mitolojisinin büyük ölçüde benzerliği vardır. İranlılar gerek Hıristiyanlık’tan evvel, gerek daha sonraları Ermenileri kendi dinlerini kabule zorlamışlardır. Bugün bile Zerdüştlük, Putperestlik devrinin bazı tesirlerinin göze çarpmasının sebebi budur. Daha kesin bilgilere göre Hıristiyanlık, devamlı olarak IV. yüzyılın ilk yılında Ermenistan’a girmiş, esas yerleşmesi Krikor Lusavoriç’in gayretleriyle gerçekleşmiştir.9 Giriş şekli ise Aşağı Ermenistan Kralı Kara Apkar (Ukama)’ın cüzzam derdine şifa dilemek için İsa’ya yazdığı mektubu ve Havariyun Tatyos ile Partogomyos’un İncil’i getirmeleri şeklinde olmuştur.10 Krikor Lusavoriç, tahminen M.S. 300 yıllarında Anazarbuslu Leontius tarafından ruhani rütbe tevcih edilmiş ve takdis edilmiş ilk ruhani reistir. Bu devirde evvela Kral Dertand ile karısı Asken, kız kardeşi ve daha sonraları bölge halkının büyük kısmı Hıristiyanlığı kabul etmişlerdir. Bu yüzden Ermeniler, devlet dini olarak Hıristiyanlığı kabul eden ilk millet olduklarını iddia etmektedirler. Ancak bu konuda, tarihteki ilk Hıristiyan devletin 9 Sadi KOÇAŞ, a.g.e., s. 50. Cemal ANADOL, a.g.e., s. 61. 10 7 Urfa dolaylarında Kral Abgar yönetimindeki bölgesel hükümdarlık olduğu ve bu kral zamanında Hıristiyanlığın devlet dini olarak kabul edildiğine ilişkin görüşler de vardır.11 Krikor Lusavoriç eski mabetleri yıktırmış, bir çok eski eseri tahrip ettirmiştir. Muş’taki Ardaşat ilk dini merkezleri idi. Bu ruhani makam 1,5 asır (439 yılına kadar) Krikor ve oğullarına verilmiş olup, bu sülalenin son lideri Sahak’ın çocuğu olmadığından ondan sonra dini liderler rahipler arasından seçimle tayin edilmişlerdir. Krikor’un oğlu ve halefi Aristak, İmparator Büyük Konstantin’in emri ile, 325 yılında İznik’te toplanan ilk Konsil’de Arsaklılar’ın temsilcisi olarak yer almıştır. Bunlar kendilerine Katogikos (milletin mümessili) unvanını vermişlerdir. Dini liderler olmakla beraber siyasi işlerde de büyük rolleri olmuştur. Sonraları merkezlerini Muş’tan Eçmiyazin’e naklettiler. Daha sonra bu merkez Tovin’e nakledilmişse de, VII. yüzyıldan sonra Allah’ın yegane mevludunun indiği yer manasına gelen “Eçmiyazin” yine önem kazanmıştır. Bugün de, Ermenilerin çoğunluğunun tabi olduğu, Ermeni Ortodoks Kilisesi’nin en yüksek makamı Eçmiyazin’dedir. Ermeni Kilisesi’nin esaslarını kuran bu zata atfen, Ermenilerin büyük kısmının mensup olduğu mezhebe Krikoriye (Gregoryen) denilmiştir. Ermeni Gregoryen kilisesi Ortodoks alemi içerisinde yer almaktadır. Bu nedenle bir çok eserde Ermeni Gregoryen kilisesinin adı, Ermeni Ortodoks Kilisesi adıyla da anılmaktadır. Ermeni Ortodoks tabirinden Ermeni Gregoryen anlaşılmalıdır. Hıristiyanlık’taki ihtilafları halletmek için IV. yüzyıldan başlayarak asırlar boyunca İznik, Ayaslug (Efes) ve İstanbul’da ve son olarak Roma’da toplanan şuraların aldıkları kararlara rağmen ihtilaflar tamamen halledilememiştir. İlk üç meclisin kararlarına uyan Ermeni Kilisesi o sıralarda İranlılarla devamlı mücadelede olduklarından 451’de toplanan Chalcedoine şurasına iştirak edememişlerdi. Bu yüzden ve daha çok siyasi durum dolayısıyla V. Yüzyılda Bizans 11 Avrasya Dosyası, Özel Ermenistan Sayısı, C.2, S. 4, Ankara, 1995, s. 147. 8 ve Roma kiliselerinden tamamen ayrılmışlar ve Monofizmi (yani Hazreti İsa’da yalnız lahuti tabiat bulunduğunu) kabul etmişlerdir.12 Ondan sonra Ermeni Kilisesi aynı maksatla Latin Kilisesi ile mücadele etmiştir. Asırlar boyunca yapılan mücadelelerde Ermeniler, Latin Kilisesi ile de birleşmemekte ısrar ettiler. Bir ara siyasi tesirler dolayısıyla Kilikya’nın Latin dostluğu üzerine, Doğu Ermenileri Sis Katogikosluğu’na da itimat etmediler. Bu nedenle daha sonraları Kilikyalılar da Ani Ermeni Kilisesi’ne iltihak etmişlerdir. Ancak bir kısım Ermeniler Papa tarafından I. Pier Abraham unvanı ile Sis Patrikliği’ne getirilen Abraham Ardvzian’ı takiben Katolik olmuş ve Katolik kalmışlardır. Daha sonraki yıllarda Osmanlı İmparatorluğu’nun verdiği din ve mezhep hürriyetinden faydalanarak bir kısım Protestan misyonerlerle Katolik din adamları, zaman zaman Türkiye Ermenileri’ni kendi mezheplerine çevirmeye çalışmışlardır. Gregoriyen Ermenileri’n büyük kısmı, evvelce olduğu gibi, Osmanlılar devrinde de bu mücadeleye rağmen mezheplerini değiştirmemişlerdir. Osmanlılar devrinde bu mücadele açık olarak bilhassa 1641’de Patrikhane’nin Samatya’dan Kumkapı’ya nakli sırasında başlamış, burada muvaffak olamayan Katolik papazlar bilahare doğu vilayetlerine giderek oradaki Ermeniler arasında propaganda yapmışlardır. Bütün bu mücadelelerin neticesi olarak 1701-1702 yıllarında bir kısım Gregoriyenler Papa’ya temayül ederek Katolikliği kabul etmişlerdir. 1810’da Katolik Ermeniler’in yeni bir birleşme teklifi Gregoriyenler tarafından kabul edilmemiştir. Ermeni Katoliklerinin Osmanlı Ülkesi’nde ayrı bir cemaat halinde, resmen ayrı bir Patrik’e sahip olmaları ise ilk defa 1830’da verilen müsaade ile mümkün olabilmiştir. Protestanlık ise 1828’den sonra Amerikalı misyonerlerin, daha sonra da İngilizlerin gayretiyle Ermeniler arasına girmeye başlamıştır. Bunların da müstakil bir Patrik’e sahip olmaları 1850’de mümkün olmuştur. Şunu bilhassa belirtmek gerekir ki, Osmanlı İmparatorluğu içindeki Ermenilerin din ve mezhep mücadelesi devletin hakim unsuru olan Müslümanlarla değil, başka başka mezhebe mensup Ermenilerin birbirleri arasında cereyan etmiştir. 12 Sadi KOÇAŞ, a.g.e., s. 52 9 Bir Ermeni yazar bu hususta, “Türkiye’de Ermeniler bir taraftan en yüksek mevkilere yükselirken diğer taraftan kan icabı imiş gibi birbirlerine girerek cemaat kavgalarına fasıla ile devam ediyorlardı” demektedir. Ermenilerin en refahlı dönemlerini Osmanlı İmparatorluğu zamanında yaşadıkları söylenebilir. Fatih’in İstanbul’u fethi sırasında biri Kudüs, diğeri Eçmiyazin’de iki Gregoryen Ermeni Patrikhanesi, bir de Sis’te Katolik Ermeni Patrikhanesi olmak üzere üç Ermeni Patrikhanesi vardı. Ermeniler, Anadolu’nun çeşitli yerlerine oransız bir şekilde gelişigüzel dağılmışlardı. Özellikle dini yönetim bakımından sıkıntı içinde idiler. 13 Fatih 1461 yılında İstanbul’da bir Ermeni Patrikhanesi kurdurulmasını sağlamıştır. Hovakim’in “Türkiye Ermenileri’nin Patriği” ilan edilmesinden sonra, İstanbul’a gelen: Erzurum, Erzincan, Bayburt, Divriği, Sivas ve Diyarbakırlı Ermeniler; İstanbul’da Kumkapı, Yenikapı, Samatya, Narlıkapı, Edirnekapı, Balatkapısı, Karagümrük, Malta Çarşamba, Ayakapı, Tekke, Kömürcü ve Ahırkapı odalarına yerleştirilmişlerdir.14 Böylece Osmanlı tebaası olan Ermeniler tam bir rahat ve huzura kavuştular. Bu olay İslam Tarihi’nde ender görülen olaylardan biridir. Çünkü, İslam Hukuku’nun kesin hükümlerine göre bir gayrimüslim ibadethanesinin onarımı bile çok sıkı kayıt ve şartlara bağlanmışken daha önce olmayan bir patrikhane kurdurulmuştur. Oysa Hıristiyan Bizans İmparatorluğu döneminde bile İstanbul’da bir Ermeni Patrikhanesi kurulmasına izin verilmemiş, şehirde sadece bir Ermeni Kilisesi varlığını sürdürebilmişti. Fatih, Rum Patriği’ne verdiği dini hak ve imtiyazları ihtiva eden bir fermanın aynısını yeni Ermeni Patriği’ne de vermiştir. Böylece Ermeni Patrikleri sadece Ermenilerin değil artık Süryani, Kıpti ve Habeşlerin de dini başkanı sayılmıştır.15 Osmanlı İmparatorluğu döneminde Ermenilerle ilgili bir önemli durum da Yavuz Sultan Selim zamanında yaşanmıştır. Yavuz 1516 yılında Mısır Seferi’ne çıkmış ve bu sefer sonucunda Suriye ve Filistin ile birlikte Kudüs de Osmanlı yönetimine girmiştir. Yavuz, Kudüs’ü bizzat ziyaret etmiş, kendisini şehrin dışında Ermeni Patriği III. Serkis, diğer bütün rahipler ve halk karşılamıştır. Sertliğiyle 13 Tarih Boyunca Türklerin Ermeni Toplumu ile İlişkileri Sempozyumu, Atatürk Üniversitesi Yayını, Erzurum, 1984, s. 210. 14 Y.G. ÇARK, Türk Devleti Hizmetinde Ermeniler, Yeni Matb., İstanbul, 1953, s. 8. 15 Sadi KOÇAŞ, a.g.e., s. 54 10 tanınan Osmanlı Padişahı 9 Kasım 1517’de Ermeni Patriği’ne, Ermenilere tanıdığı hak ve imtiyazları belirten bir ferman vermiştir. Bu tarihi gerçekler çok önemli bir noktayı gözlerimizin önüne sermektedir. Ermeniler nerede, hangi devletle münasebette bulunmuşlarsa, bunların hepsi Ermenileri kendi din ve mezheplerine çevirmeye çalışmış; bazen dostça, bazen savaş yoluyla bu isteklerini tahakkuk ettirmeye uğraşmışlardır. İranlıların, Bizanslıların hatta Gürcülerin asırlar boyu devam eden faaliyetleri ve Papanın uzun süre devam eden baskısı, bu düşüncenin inkar kabul etmez delilleridir. Ermeniler tarihleri boyunca komşu veya tabi olarak bulundukları milletler arasında sadece Türklerden böyle bir baskıya maruz kalmamışlardır. Bunun başlıca sebeplerinden biri, Türklerin milli örf ve adetleri kadar, İslamiyet’in başka dine mensup azınlıklar hakkındaki hükümleri olsa gerektir. 1.1.3. Ermeni Yurdu Ermenilere göre Ermenistan, büyük ve küçük diye ikiye ayrılır. Büyük Ermenistan; kuzeyden Karadeniz ve Gürcistan, batıdan Kızılırmak, doğuda İran ve Hazar denizi, güneyde İran ve Irak ile çevrili yerlerdir. Küçük Ermenistan ise, Fırat’ın batısında kalan yerlerdir. Ayrıca; Ermeniler, Adana, Çukurova, Tarsus ve Toros dağlarının güneyinde ve Akdeniz’in kuzeyinde kalan “Kilikya” dedikleri yerleri de anavatanları sayarlar. Bu yerlerden Fırat, Dicle, Aras, Kur, Kars Çayı, Seyhan, Ceyhan, Kızılırmak, Yeşilırmak ve Çoruh nehirleri akar. Van, Urmiye ve Çıldır gölleri de bu bölgededir. Bölgenin en önemli dağları Ağrı, Erburuz, Bingöl, Süphan, Munzur, Sason ve Köse dağlarıdır. Buraları, denizden oldukça yüksek ve iklimi serttir. Ermeniler, Büyük Ermenistan’ı kendilerine göre, on beş vilayetten ibaret sayarlar. M.Ö 188 tarihinde kurulan, Artaksias krallığı zamanında, Aramice “Yüksek/Yukarı Ülke” demek olan “Ermenia” adı, Muş ve Ahlat bölgeleri için kullanılan coğrafi bir terimdi.16 16 Cemal ANADOL, a.g.e., s. 44. 11 Batı Anadolu’dan yetişen İyonyalılardan, Miletli Hekataeus (549-486) ve Herodot (484-425), Persler’den öğrendikleri bu sami coğrafya adını, “Armenya” ve ahalasini de, “Armenioi” diye andıklarından, sonraki Yunan ve Latin kaynaklarına da, bu biçimde geçtiğini görüyoruz. 17 Kendilerine “Haik” diyen ve “Hayk” isimli bir atadan türedikleri efsanesini yaşatan ve Türklerle bütün yabancıların “Ermeni” dedikleri kavimle Armenia ülkesi adının bir ilgisi yoktur. Ermeniler, ne Armenia coğrafya adını, ne de yabancıların kendilerine verdiği Armen/Ermeni ismini hiçbir zaman benimseyip kullanmamışlar ve memleketlerine “Hayastan” adını vermişlerdir. Tarih boyunca Ermenilerin yaşadıkları yerler, istila ordularının geçidi, uğrağı ve büyük göçlerin yolu üzerinde olduğundan, çeşitli milletler gelerek buralara yerleşmişlerdir Hıristiyanlıktan önce, ateşe tapma, İran ile Ermeniler arasında ortak bir dindi. Ermenileri İranlılarla birleştiren en önemli sebep; bu şekildeki din, dil ve kültür birliği olmuştur. Hıristiyanlığın Ermeniler arasına girmesi onları Bizans’a yaklaştırmıştır. Daha sonra, Sasani hükümdarları ise, Ermenileri ateşe tapmaktan vazgeçirmeye çalışmışlardır. Ardaşir ve Hüsrev binlerce Ermeni’yi İran’ın içlerine sürmüş, II. Şapur birçok şehri yakarak 70 bin Ermeni’yi Parthia’ya göndermiştir. İran ile Ermenistan arasında V. yüzyılda din savaşları başlamış, çarpışmalar sırasında yapılan katliamlardan kurtulanlar esir olarak; Parthia, Bacteria, Hyrianla, Mazendara, Horasan, Nişabur ve Hozistan’a gönderilmişlerdir. Arzruni, İran’a; Van’dan Ardaşad’dan gönderilen Ermeni esir sayısının 500.000 civarında olduğunu yazar.18 Binlerce Ermeni’yi İran içlerine süren hükümdarların başında II. Yezdicerd gelir. Arapların Sasani İmparatorluğu’nu yenmeleri ile din savaşları sona ermiş, yine Arapların Ermenistan’ı almaları sırasında da binlerce Ermeni; Nahçıvan, Muş ve Tevin’den Arabistan ve Suriye’ye gönderilmiştir. Geyont, yalnız Tevin’den gönderilen Ermeni sayısını 35 bin olarak yazar. 17 18 Azmi SÜSLÜ, Türk Tarihinde Ermeniler, Kafkas Üniversitesi Rektörlüğü, Kars, 1995, s.11 Cemal ANADOL, a.g.e., s. 47. 12 Bizanslılar ise mezhep düşmanlığı ve uğradıkları ihanetler yüzünden Ermenileri, bulundukları yerlerden sürmek hususunda daha sert davranmışlardır. Böylece, Ermenilerin din hürriyetleri ile milliyet ve dinlerine sahip olmaları, ancak; kendilerine karşı son derece hoşgörülü davranan Selçuklular zamanından itibaren mümkün olabilmiştir. Ermenilerin Rumlar vasıtasıyla temsil ettirilmeye başlanması ise, Ermenistan denilen bölgenin, Doğu Roma İmparatorluğu ile İran arasında bölünüşünden yani dördüncü yüzyıldan başlar. Böylece, ana dil yasak edilmiş, ruhani reislerin millet üzerindeki hakları kaldırılmıştır. Bunu gerçekleştirmek için de Bizanslılar, Ermenileri daima bulundukları bölgenin dışına çıkarmışlardır. İmparator II. Justinyanus, Ermenileri Malatya bölgesinden zorla çıkararak, İstanbul’a ve Trakya’ya göndermiştir. Keza, 582’de İmparator Morik, birçok Ermeni’yi Trakya’ya göndermiş, bunlardan taburlar meydana getirerek Avarlar’a karşı kullanmıştır. Ermeniler’in Anadolu’nun çeşitli yerlerine dağılmalarının bir başka sebebi de Büyük Selçuklu istilasıdır Haçlılardan sonra, 30.000 kadar Ermeni, Kıbrıs’a, Girit’e ve İtalya’ya gitmiş, Moğol İstilası sırasında da Moğollar, birçok Ermeni’yi Kazan ve Astrahan taraflarına götürmüşlerdir. Daha önce İran’da kalan, ya da oraya götürülmüş bulunanlar için Türkmen Çayı Anlaşması yapıldığında, herkese istediği yere göç etme hakkı verilince, Ermenilerin tekrar Rus arazisine göç ettiklerini görüyoruz. Abbas Mirza, Ermenilere, Ruslar tarafından askere alınacaklarını, köle olacaklarını söyleyip, Rusya’ya göçleri önlemeye çalıştığında Ermeniler; “Bir Hıristiyan ülkesinde ot yemeyi, İran’da ekmek yemeye tercih ederiz.” diyerek, Ruslar’ın ayırdığı Nahçıvan, Erivan ve Karabağ’a yerleştiler. Yalnız Erzurum, Kars ve Doğu Beyazıt’tan Rusya’ya geçen Ermeni sayısı 70.000 kadardı. Bunlar, 20 yıl için vergilerden muaf tutuldular. 1778’de Kırım’daki bütün Ermeni ve Rum aileleri Ruslar tarafından, Rusya’ya sürülmüşler, bunların en büyük kısmı adı o sırada Azop olan Ekaterinslaf gönderilmişlerdir. Henry H. Howort, daha sonra da bu 75.000 kişinin eski toprakları 13 ile evlerini bırakarak, Nogaylar tarafından boşaltılmış olan steplere gönderildiklerini ve soğuktan mahvolduklarını yazmaktadır. 1828 Osmanlı-Rus savaşı sırasında da Ermeniler, Ruslar’a büyük yardımlarda bulunmuşlar, intikamdan korkan Erzurum Marhasası Episkopos Karabet; Erzurum, Kars ve Beyazıt’tan 90.000 Ermeni ile Rusya’ya kaçmıştır. Bu grup da Gümrü ve Gürcistan’a yerleşmişti. 19 1.1.4. Ermenilerin Tarih Boyunca Yaşadığı Bölgeler Ermenilerin tarihine girmeden evvel Ermenilerin yaşadığı coğrafi bölgeleri tanımakta fayda vardır. Ermeniler, tarihleri boyunca, çoğunlukla bu günkü Ermenistan Cumhuriyeti, Gürcistan ve Azerbaycan gibi Güney Kafkasya Cumhuriyetleri, Doğu Türkiye, Batı ve Kuzeybatı İran, Kuzey Irak, kısmen Kuzey Suriye ile Kilikya denilen bölgelerde dağınık vaziyette yaşamışlardır. Tabii Ermeniler, o zamanlarda bile bu bölgelerde yaşayan insanların değil tamamını hatta ekseriyetini bile teşkil etmiyorlardı. Başlangıçta daha ziyade Erivan-Gökçegül bölgesinde görülmüşlerse de daha sonraları tedricen batıya doğru yayılmış, kısmen Fırat batısındaki “Küçük Ermenistan” denilen yerlerde, çoğunlukla da Kilikya denilen Toroslar ve Antakya bölgelerinde yeni bir kesafet peyda etmişlerdir. Asırlar boyu, müteaddit Ermeni krallıkları ve beyliklerinin kısmen bağımsız, fakat çoğunlukla civardaki büyük devletlere tabi veya yarı tabi devletler halinde yaşadıkları bu bölgelere, zaman zaman çeşitli isimler verilmiştir. Asıl Ermenistan denilen bölgeler, Büyük Ermenistan ve Küçük Ermenistan diye ikiye bölünmüştür. Büyük Ermenistan 15, Küçük Ermenistan 3 vilayet halinde ayrılmıştır. Kilikya ise Sahil Kilikyası ve Dağlık Kilikya olmak üzere iki kısımdı. Yaşadıkları coğrafi bölgelerin hudutları kesin olarak bilinmeyen Ermenilerin hiçbir zaman hakim unsur, hatta çoğunluk olmadıkları bu bölgeye her dilde çeşitli isimler verilmiştir. “Yüksek memleket” manasına gelmek üzere Asurice “Urartu”, 19 Esat URAS, a.g.e., s. 628. 14 İbranice “Ararat”, Aramice “Harminyap-Harmeni” kelimeleri kullanılmış ve Armeni (yukarı memleket) tabirine ilk defa M.Ö.521’de Daryüs kitabesinde rastlanmıştır. 20 Dede Korkut Oğuznamelerinde, bölge halkı ve tarihi ile ilgili geniş bilgi verildiği halde Ermeni kelimesi hiç geçmemektedir. Bununla beraber batı dillerinde bölgeye genelde “Armenia” adı verilmiş olup, bizde de Meşrutiyet’ten sonra Fransızca’dan tercüme edilerek, ilk defa Ahmet Cevdet Paşa tarafından bu ismin kullanıldığı görülmektedir. Ermeniler kendileri için “Hayasdan-Hay” ismini kullanmaktadırlar. Ermeni tarihçilerinden Rahip Alişan bu konuda şu görüşü ileri sürmektedir: “ ‘Hayk’, Ermenice ‘Hay’ adının küçültülmüşüdür. ‘Hay’ da ulusumuzun adıdır. Ermeniler kesinlikle yabancıların adlandırdıkları gibi Armen değildir.” Diğer bazı Ermeni tarihçileri ise Hay adını Nuh Peygamber’e dayandırmaktadır. Buna göre Nuh Peygamber’in oğlu Yafes’in Hay adlı bir oğlu olmuştur. 400 yıl yaşayan bu kişi Ermeni ulusunun atasıdır. Bu nedenle Ermenilere onun adından dolayı Hay denir. Bu iki görüşte olduğu gibi diğer görüşlerde de yapılan açıklamalar ya hiçbir tarihi belge ve esasa dayanmayan hikayelerden kaynaklanmakta veya kelime benzerliklerinden yapılan yakıştırmalardan öteye gitmemektedir.21 Bir etnik grup olarak Ermeniler’in kökeni de henüz kesin olarak tespit edilememiştir. Konuştukları dil Hint-Avrupa dil grubuna girmektedir. Fakat ne Hintlilerle ne de eski İran topluluklarıyla akraba değildirler. Ermeniler’in Frigler’le akraba olduklarını savunan tarihçilerin görüşleri de yine destansı hikayelere dayanmaktadır. Bugün Ermeni tarihçilerinin bile kullanmaya utandıkları, Khorenli Moiz gibi eski Ermeni tarihçilerinin anlattıkları hikayelere göre, Doğu Anadolu’da M.Ö. 7. ve 9. yüzyıllarda bir devlet kurmuş ve ileri bir uygarlık yaratmış bulunan Urartular, Ermeniler’in atalarıdır. Bugün gerek Türk, gerekse yabancı bilim adamları tarafından yapılan kazılar sonucu Urartu tarihi büyük ölçüde aydınlatılmış, Urartu yazısı ve dili de çözülmüştür. Özellikle son yıllarda yapılan çalışmalar sonunda elde edilen kesin sonuç şudur: Urartu dili ne Hint-Avrupa, ne de Semitik dillerden değildir. Dolayısıyla Urartular’ın ne dil bakımından ne de etnik payı olarak Ermeniler’le hiçbir 20 Sadi KOÇAŞ, a.g.e., s. 16. Tarih Boyunca Türklerin Ermeni Toplumu İle İlişkileri Sempozyumu, Atatürk Üniversitesi Yayını, Erzurum, 1983, s. 208. 21 15 yakınlığı yoktur. Ermeniler’in bölgedeki varlıklarını gösteren en eski kayıtlar ancak Büyük İskender dönemine kadar gidebilmektedir. Ermenilerin güneyden gelerek Urartu bölgesine yerleşen Haylar’la, batıdan Tuna nehri ve Boğazları geçerek Anadolu’ya gelen Armenler’in karışmasından ortaya çıkmış bir Hayk-Armen topluluğu olduğunu savunanlar da vardır.22 V. Mihorsky, 1938’deki Şarkiyatçılar Konferansı’nda: Doğu Türkistan’dan gelen Saka (İskit) Türklerinin M.Ö. 7. yüzyılda batıya geldiklerinde Azak bölgesinde Kimmerler’le, Kafkas dağları güneyine geçip kendilerine yurt ararken Urartular’ı yendiklerini ve Aras, Kura nehirleri bölgesine yerleştiklerini ifade etmiştir.23 Jeolojik incelemeler bu alanın, Kafkas ve İran gibi dördüncü zamanda buzullarla örtülü olduğu ve bu nedenle de bölge halkının yerli olmadığı, ilk medeniyet ve devlet kuranların doğudan, Orta Asya’dan geldiklerini göstermektedir. Yapılan kazılara göre bölgenin bilinen en eski halkı Asur yazıtlarında adı geçen Nairiler ve sonradan Urartular’dır. Bu nedenle Ermeniler’i bölgedeki aşiret ve kavimlerden ayırma imkanı bulunmamaktadır. Hepsiyle az veya çok karıştıkları kesindir. Sonuç olarak, Ermeniler’in adı, etnik durumları ve ne zaman bölgeye geldikleri tam olarak aydınlatılmış değildir. Şimdilik bilinen, bölgenin otokton halkı olmayıp dışarıdan geldikleridir. 1.2. GENEL ERMENİ TARİHİ Muhtelif tarihçilere göre, Ermeni tarihi hakkında başlıca şu fikirler ileri sürülmektedir. Nuh’un gemisi Ağrı (Ararat-Masis) Dağı’nda durduktan ve tufan kesildikten sonra Nuh’un oğulları civara yayılmışlar, bir kısmı da Nuh’un oğlu Yafes ile beraber Mezopotamya taraflarına gitmişlerdir. 24 Babil Kulesi inşaatında bile çalıştıkları söylenen bu kavim Yafes’in oğlu Gomer’in torunu 130 yaşındaki Hayk ve 300 kadar çocuğu ve torunu ile beraber bugünkü Ağrı (Ararat-Masis) Dağı bölgesine gelmişlerdir. Orada Nuh’un gemisinden 22 Azmi SÜSLÜ, Türk Tarihinde Ermeniler, s.11 Sadi KOÇAŞ, a.g.e., s.15 24 Sadi KOÇAŞ, a.g.e., s. 16. 23 16 çıktıkları zaman o civarda yerleşenlerle de birleşmiş ve onları da idareleri altına almışlardır. 400 yaşında ölen Hayk’tan sonra oğullarının devam ettirdiği bu Ermeni Devleti, Büyük İskender’in Şark Seferi’nde Dara ordularını mağlup ederek İran’ın Kiyanıyan Sülalesi hakimiyetine son verdiği zamana kadar devam eder. Rivayete göre, Dara emrinde Büyük İskender’e karşı dövüşen Haykyan Sülalesi’nin son kralı Vahe, bu savaşta öldükten sonra bölge İskender’in eline geçmiştir. Bu suretle M.Ö. 2200’de başlayan Hayk Sülalesi M.Ö. 350’de son bulmuştur. Diğer bir teze göre Ermeniler, bulundukları bölgeye M.Ö.VII. yüzyılda gelip yerleşmiş olan Frigyalıların bir koludur.25 Ermeni tarihinin ilk devirleri, mesela bir Mısır, bir Yunan, bir İran, bir Roma, bir Hitit veya bir Göktürk devlet ve medeniyetlerinde olduğu gibi, arkeolojik kazılarla meydana çıkarılmış eserlere ve kitabelere istinat etmemektedir. Musul çevresinde yaşayan Asurlular M.Ö. IX-VII. yüzyıllarda bol miktarda taş anıtlar, Van bölgesinde yaşayan Urartular da keza bir takım eserler bırakmışlardır. Halbuki bu asırda aynı bölgede yaşadığı iddia edilen Ermenilere ait hiçbir anıt ve eser bugüne kadar bulunamamıştır. Keza 1909’dan beri “Ermeni Vakıfları” paralarıyla bastırılagelen Avrupa dillerindeki “Armenya Tarihleri”nde iddia edildiği gibi bir kavim veya devletten bahsedilmiyor. Burada, I. Dareyoş çağındaki “Armina” ülkesi deyimi, eski Uraratu anlamında kullanılmış olup, bunun sonradan buralara, 190 yıl önce Kimmerler’in yıktığı Frigya Devleti ahalisinden sızarak göçmen geldiği iddia edilen “Hayk” adlı Aryani kavimle ilgisi yoktur.26 Büyük İskender’den sonra bölge, İskender’in kumandanlarından Selefkus’un idaresine geçmiştir. Orontes (veya Hrant) ve Artanaz, Selefkuslar adına bölgeyi bir süre idare ettiler. Selefkuslar hakimiyeti altında Ermeniler’in muhtar bir idaresi olduğu sanılmaktadır. Sonraki yıllarda Antiochus tarafından tayin edilen Artaxias ismindeki 25 26 Sadi KOÇAŞ, a.g.e., s. 19. Azmi SÜSLÜ, Türk Tarihinde Ermeniler, s.36 17 general, Antiochus’un Romalılar tarafından Magnesia (Manisa) Meydan Savaşı’nda mağlup edilmesi üzerine istiklalini ilan etmiştir. Bu suretle, Artaxias (Ardaşes) daha sonra Büyük Ermenistan denilen bölgede, Zadriades (Zareh) ise Sophene bölgesinde birer devlet tesis ettiler. Bu iki şahıs, Tarihi Ermenistan’ın kurucularından sayılırlar. Fakat bölge halkı bu zamanda da bir ırk birliğine sahip değildir.27 Artaxias’ın yerine geçen oğlu, Partlar tarafından mağlup edilmişti. Partlar İskender’in ölümünden sonra zuhur eden küçük devletlerin en kuvvetlisi idi. Selefkuslar bir taraftan Partlar, diğer taraftan kuzeyde yeni teşekkül eden küçük devletler tarafından devamlı tehdit altında, kudretsiz bir şekilde bir buçuk asır kadar süren hakimiyetlerini, Partlar kesin olarak başa geçinceye kadar devam ettirdi. 1.2.1. Partlar Devri İskender’in ölümünden 60 sene sonra Arsas (Arşak) Partlar’ın idaresini eline almıştı. Makedonyalılara karşı Romalılarla anlaşarak hakimiyetini devam ettirdi. 21 sene hükümdarlıktan sonra vefatında yerine oğlu Büyük Arsas geçti. Bu zat, Suriye bölgesi ile Kafkas ve Hazar krallıklarını da hakimiyeti altına alarak daha sonra Büyük Ermenistan Krallığı denilen devleti kurmuştur. Uzun süre bu devleti idare eden Arsaklı Sülalesi M.Ö. 150 senesinde bu suretle teessüs etmiştir. Bu sülale tarihte Küçük Arsaklılar diye anılmaktadır. Hazar Denizi ve Fırat Nehri arasına hükmetmişlerdir. Büyük Arsaklılar ise, Horasan-İran-Irak bölgesinde (M.Ö. 255 - M.S. 226) yaşamışlardır. Dede Korkut Oğuz namesi her iki sülalenin Orta Asyalı olduğunu yazar.28 Bu devlete her ne kadar Ermeni Krallığı denmişse de, halkının çok karışık, kral ailesinin de Asyalı oldukları anlaşılmaktadır. Bu devlete Ermeni Krallığı, halkına da Ermeni denmesinin sebebi, bölgeye verilen Armeni (yukarı memleket) adından olsa gerektir. Başlangıçta Partlar’a tabi olan devlet, M.Ö.115’te Birinci Ardüşes zamanında Part Kralı Arşagan’a baş kaldırıp Part hakimiyetinden kurtulmuştu. Bu zat, Pontuslar 27 28 Sadi KOÇAŞ, a.g.e., s. 21. Sadi KOÇAŞ, a.g.e., s. 26. 18 ile anlaşıp Trakya’ya kadar gitmiştir. Bazı tarihçiler Kral Krezüs’ü esir ettiğini, Yunanistan’dan birçok heykellerin getirildiğini yazarlar. Bundan sonra yerine, oğlu İkinci Dikran (Büyük Dikran) (M.Ö. 95-55), o zamana kadar Sophene ve Zadriades Sülaleleri ile ikiye ayrılmış bulunan bölgeyi birleştirdi. Büyük Ermenistan’ın hududu dışında bulunan Küçük Ermenistan, Pontus Kralı Mithridat tarafından işgal ve ilhak edilmişti. M.Ö. 71 yılında Mithridat, Romalı General Lucius Lucullus tarafından mağlup edilince Ermenistan’a kaçtı. Dikran, kayınpederi ve müttefiki olan Mithridatı Romalılara teslim etmedi. Ermeni tarihçisi Horenli Movses, “Ermeni Tarihi” isimli eserinde aslen Part olduğunu söylediği büyük Arşak’ın Asur devleti üzerinde hakimiyet kurup, Nineva kralı oluşu ve bütün dünyayı hakimiyetine alışından sonra, Ermenistan tahtına kardeşi Vagarşak’ı geçirmesini uzun uzun anlatır..29 Başlangıçta birçok ülkeler fetheden ve Hazar Denizi’nden Kura nehrine, Akdeniz’e, Mısır hududuna, Kilikya ve Kapadokya’ya kadar olan bölgeyi işgal eden Dikran, M.Ö. 69 yılında Romalılara mağlup olmuşsa da; onlara tabi olmak, vergi vermek ve Kapadokya, Kilikya ve Suriye’yi terk etmek şartı ile Roma’ya tabi ve sadık bir kral olarak hükümranlığını devam ettirmişti. Bu yıllarda Makedonya, Roma, Bizans, İran, Part, Gürcistan, Pontus ve bölgedeki diğer devletlerle devam eden mücadelelerde devamlı ve bağımsız bir devlet olarak yaşama imkanı bulamamış, daima daha kuvvetli bir devlete tabi olarak, daha küçüklerle mücadele halinde varlığını devam ettirmiştir. Bundan sonra Ermenistan’ın; bir taraftan Partlar ve İberyalılar (Gürcüler) ile diğer taraftan müteaddit derebeylerinin kendi aralarında uzun süren bir mücadele sahası olduğu görülmektedir. İran Hükümdarı Ardaş’ın emriyle Ermeni beyleri toplanarak Arşam’ı kendilerine kral seçtiler. Bu zat bilahare Part Kralı’nın yardımıyla Aşağı Ermenistan’da Partlar’a tabi bir devlet kurmuş ve merkezini Mezpin’e (Nusaybin) naklederek orada hükümran olmuştur. Bu bölge halkı da, karışık ve yukarı bölge halkı 29 Cemal ANADOL, a.g.e., s. 54 19 ile ırk birliği olmayan kavimlerden müteşekkildir. Bu sıralarda Yukarı Ermenistan ise Partlar’a tabi kalmıştır.30 Arşam Romalılar’la anlaşıp onlara vergi vermeyi kabul etmiştir. Ölümünde yerine Apkar (Avak-Ayr=Büyük adam, alim insan) geçti. Bu sırada Hıristiyanlık yayılmaya başlamıştır. Bundan sonra bölge halkından Hıristiyan olanlara Ermeni denilmeye devam edilmiş, diğer dinlere mensup olanlara Ermeni denilmemiştir. Bu çevredeki Ermenilik, adını bölgenin coğrafi isminden alan, ırk birliği olmayan, din birliğine dayanan bir topluluk olarak, bugünkü Ermeni milletinin temelini oluşturmuştur. Geçen zaman içinde Hıristiyanlık Ermeniler arasında yer yer yayılmış bulunuyordu. Bir taraftan Bizans onları Ortodoks yapmak için uğraşırken, diğer taraftan bölgeye siyasi bakımdan hakim olan İranlılar da Ateşperest yapmak ve Hıristiyanlığın yayılmasına mani olmak için çalışıyorlardı. Fakat M.S. 433 yılında Kral Ardaşes zamanında, başlarındaki Ermeni krallarından kurtulup, bir İranlı vali tarafından idare edilmek arzusu bizzat bölge halkı tarafından İran Hükümdarı II.Vram (Behram)’dan rica ve kabul edilmişti. Bu suretle bölge, M.Ö. 150 senesinden, M.S. 433 senesine kadar geçen 583 sene boyunca, bazı kısa fasılalar dışında, Arsaklı sülalesi tarafından, bazen müstakil ve çoğu zaman Roma, Part, İran ve Bizanslılara tabi ve onların himayesinde bir devlet olarak idare edilmiştir. Fakat bu sülaleyi bütün bölgeye hakim ve bağımsız hükümdarlar olarak kabul etmemek lazımdır. Bunlar hüküm sürerken, bir kısım bölge halkı da (yine tabi ve yarı tabi olarak) başka krallar ve devletler tarafından idare ediliyorlardı. Asırlarca devam eden bu devletler, çok kere bölgeye hakim ve daha kuvvetli olan diğer devletlere tabi küçük krallıklar olarak varlıklarını muhafaza etmeye çalışmışlardır. Bu tarihten sonra ise tamamen istiklalini kaybetmiş ve İranlıların tayin ettikleri Marzbanlar (Hudut valileri) tarafından idare edilmişlerdir. Bunlar umumiyetle Ermeniler dışından seçilen kişilerdi. İçlerinde İran’a sadık Ermeniler de bulunuyordu. 30 Sadi KOÇAŞ, a.g.e., s. 55 20 1.2.2. İran İdaresi Devri M.S. 440’ta İran tahtına geçen ve Hıristiyanlığın en büyük düşmanlarından biri olan II.Yezdcerd, Ermenileri İran’a kayıtsız-şartsız bağlamak, Bizans’la ilgilerini kesmek, Ermenistan’da Hıristiyanlığa mani olmak ve onları Mazdeizm’i kabule zorlamak maksadıyla, evvela Bizanslılarla mücadele etmiş ve onları mağlup etmiştir. Bunu sağladıktan sonra da Ermeni liderlerini tazyike başlamıştır. Bir kısım Ermeniler bu teklifi kabul etmişler fakat bir kısmı da bunu reddederek Bizans’tan yardım istemişlerdir. Bu yardımın gelmeyişi Ermenistan’daki Bizans düşmanlığının başlangıcı ve sebebi olmuştur. Yukarı – Eller / Armenya’ya, Ermeniyye diyen Araplar; 638’de ilerleyip Amid (Diyerbekir) başta olmak üzere, Yukarı-Dicle Boylarını, ertesi yıl da Bitlis ve Ahlat kesimini fethedince, halkını cizye ve haraca bağlayıp, dinlerinde ve işlerinde hür bırakmakla, Bizans’ın baskısına son verdi.31 Yezdcerd’den sonra zaman zaman İran tahtını işgal eden hükümdarlar Ermeniler’e karşı bazen sert, bazen yumuşak bir idare tarzı gütmüş, fakat Ermeniler’in dinini değiştirmeye muvaffak olamamışlardır. Müslümanların peygamberi Hazret-i Muhammed’in ölümünden sonra, halifeleri Bizans ve İran ülkelerine kadar ilerlemiş, 641’de İran’ı istila etmiş ve İranlılar’a Müslümanlığı kabul ettirmişlerdi. Araplar 652’de Ermenistan’ı da istila edip hakimiyetleri altına almışlarsa da, Ermeniler genellikle dinlerini muhafaza etmişlerdir. Muaviye’nin Şam valiliği zamanında 653’te Ermeni Kralı II. Konstantin kendi arzusu ile Araplara bağlı muhtar bir idareyi kabul etmiştir. Müslüman Araplar bölgede hakimiyetlerini geliştirdikçe Ermenileri vergiye bağlamak ve kendilerine tabi küçük krallıklar ve beylikler halinde idare etmek yolunu tercih etmişlerdir. Bu yıllarda Arkanaz sülalesi Büyük Ermenistan’a hükmederken, Van’da Vaspuragen Krallığı da 1022 yılına kadar devam etmiştir. 31 Azmi SÜSLÜ, Türk Tarihinde Ermeniler, s.63 21 Bu her iki krallığın hakimiyetlerine Bizanslılar son vermişlerdir. Ermenilerden bir kısmı bu hakimiyet ve din mücadelesine, bu bölgede devam ederlerken, bir kısmı ise bu baskıya dayanamamış ve parça parça Küçük Ermenistan denilen Fırat batısına ve Kilikya’ya göç etmişlerdir. Bu hal, Selçuklular’ın İran ve Kafkasya üzerinden Doğu Anadolu bölgesine gelmelerine kadar uzun yıllar devam etmiştir. Selçuklu akınları sırasında Ermeniler Bizans’a tabi olarak bölgede küçük gruplar halinde oturmaktaydılar. Bizans İmparatoru 2. Basil, X. asırdan itibaren doğu sınırlarını emniyet altına almak amacıyla buralardaki Gürcü ve Ermeni yönetimlerini doğrudan doğruya Bizans’a bağlamıştı.32 Bazı Ermeni tarihçilerin ters yöndeki iddialarının aksine Selçuklu Türkleri, Doğu Anadolu’yu Ermenilerden değil Bizanslılardan fethetmişlerdir. Çünkü o dönemde ne Araplar, ne de Ermeniler değil, bölgeye Bizans hakimdi. Daha 1064 yılında Ermeni Kars Kralı Gagik-Abbas, krallığını Bizans İmparatoru’na devretmiş ve karşılığında Kapadokya bölgesinde Zamantı şehrini almıştır. Vaspurakan (Van) Kralı’na ilaveten Ani Kralı Gagik-Haçik de 1045 yılında topraklarını Bizans İmparatoru’na hediye etmişti.33 12. yüzyılda yaşamış ve en büyük Ermeni tarihçisi sayılan Urfalı Mateos, eserinde, Ermenistan’ın Bizans’a devredilmesinden şöyle yakınıyor: “İşte, Ermeni milleti bu suretle esaret altına alındı. Memleket tamamen kanla kaplandı. Ermeni milletinin Grek milleti yüzünden çektiği ızdırapları kim tasvir edebilecektir?” 1.2.3. Selçuklular Döneminde Ermeniler Selçuklu fethinden önce Anadolu’nun doğusunda Bizans’a tabi iki Ermeni prensliği bulunuyordu. Bunlardan birisi, Bağrat hanedanının elindeki Anı, diğeri de Ardzuruni ailesinin başında bulunduğu Van gölünün doğusundaki Vaspuragan 32 Kafkasya ve Azerbaycan’ın Dünü-Bugünü Yarını, Harp Akademileri Komutanlığı Yayını, İstanbul, 1995, s. 5. 33 Halil Kemal TÜRKÖZÜ, Osmanlı ve Sovyet Belgeleriyle Ermeni Mezalimi, Ankara Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü, Ayyıldız Matb., Ankara, 1983, s. 8-9. 22 prensliği idi. Her iki prenslik de daha önce Abbasilere tabi iken X. Yüzyıl sonlarında bölgeye hakim olan Bizans hakimiyetine girdiler.34 Türklerin yerleşmek üzere Anadolu’ya gelişleri, Selçuklular’la, 1045 yılı civarında başlar. O tarihlerde Ermenistan diye adlandırılan yerler Bizans’ın hudutları dahilinde ve muhtariyeti bile olmayan bir bölge idi. Söz konusu tarihlerde, merkezi Van olmak üzere kuzey ve kuzey doğuda Ani, Kars ve Tiflis’e ve batıda da Erzurum yakınlarına uzanan bu bölgede Ermenilerin toplu bir halde yaşadıklarını biliyoruz. Ancak nüfusları hakkında tarih sayfalarına geçmiş bir bilgi mevcut olmadığı gibi, kapladıkları saha hakkında da sarih bir malumat bulunmuyor. Güneyde Müslüman toplulukların, kuzeyde Gürcülerin ve Karadeniz kıyılarında da Rumların yaşadıkları sabit olduğuna göre, bu arazinin çok geniş olmayacağı da istidlal ediliyor. O tarihlerde Ermeni topluluğunun ciddi bir ağırlığı olmadığı ve buraların korunması için Bizans’ın başka bölgelerden getirdiği paralı askerler kullandığını da anlıyoruz. Kaldı ki Justinyen’den itibaren, Constantinople’deki saray hayatının cazibesini kullanarak, mahalli hanedanların, asil ailelerin, askeri aristokrasinin ve nihayet Ermenistan’ın bütün politik kadrosunun bölgeden uzaklaştırılması başarılmıştı. Türkler geldikleri zaman; müdafilerinden mahrum bir ülke, istikametini şaşırmış bir cemiyet, asker sınıfını ve tabii liderlerini kaybetmiş, terkedilmiş bir memleket bulmuşlardı. Onları hicrete zorlayarak Bizans, Ermenistan’ı Türk hakimiyetine girmeye ve aynı zamanda kendi kendisini de aynı sonuca mahkum ediyordu. Ermenistan, onun ileri müstahkem mevzii, kalesi idi. Ermenilere duyduğu kin yüzünden Ermenistan’ı parçalamakla, kendisini de teslim etmekteydi. Bizans’ın Ermeniler üzerindeki sindirme ve yok etme politikası en güzel şekilde Ermeni mehazlarında yer alır. Bilhassa son devirlerin, Urfalı Mathieu’nun kroniğinde geniş şekilde anlatıldığı anlaşılmaktadır. Alparslan’ın Malazgirt’te Bizans İmparatoru Romain Diogene’i mağlup etmesinden sonraki durumu da Süryani tarihçisi Mihael’in şu şekilde anlattığını anlıyoruz: 34 Azmi SÜSLÜ, Türk Tarihinde Ermeniler, s.79 23 “Türklere yenilen Rumlar bir daha onlara karşı duramadılar. İmparatoru korku aldı, korkak ve kadınlaşmış müşavirlerinin sözlerine bakarak sarayından ayrılıp Türkler’in karşısına çıkamadı. Hıristiyanlara acıyıp adamlar gönderdi ve Pont’da kalmış halkın bakiyelerini, eşyalarını atlara ve arabalara yükletip denizin ötesine nakletti. Böylece ahalisiz kalan bu yerlerde Türkler’in yerleşmesine yardım etti ve bu sebeble de herkesin tenkidine uğradı.”35 Binaenaleyh Türkler Anadolu’ya geldikleri zaman, eğer evvelce mevcut idiyse bile, Ermenistan Devleti çoktan tarihe mal olmuş ve bu devletin yaşadığı yerlerdeki Ermeni nüfusunun büyük kısmı hicrete zorlanmış; bunlar Sivas’a, güneye Kilikya’ya veya batıya İstanbul’a ve civarına göç etmişlerdi. 1.2.4. Osmanlı Devletinde Ermeniler İlk Türk-Ermeni münasebetleri, Osmanlılar’dan önce savaşmak, geçmek veya göçmek maksadıyla Anadolu’ya gelen diğer Türk kavimleriyle başlamıştır. Her ne kadar merhum Osman Turan, Ermeni yazarı Urfalı Matieu (Mateos)’dan naklen verdiği bilgide 1018 yılında Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey’in kardeşi Çağrı Bey’in Doğu Anadolu’daki seferinde Vaspuragan Ermeni Prensliği’ni işgal ettiğini ve; “O güne kadar asla bir Türk süvarisi görmeyen Ermeniler’in şaşırarak uzun saç örgüleri ve ok ve yaydan ibaret silahları olan bu Türk süvarilerini hayretle seyrettiklerini”36 belirtmişse de, 1018’den önce Türkler’le Ermeniler’in Kafkaslar’da ve Anadolu’da karşı karşıya geldikleri bilinmektedir.37 1.2.4.1. Azınlıklar İçinde Ermenilerin Durumları Osmanlı devleti içerisinde Müslim veya gayr-ı Müslim, herkes şer’i veya örfi hudutlara bağlı bir şekilde devletin şekillendirmiş olduğu sistem dahilinde hak ve vazifelere sahipti. Doğrudan hükümranlıkla ilgili görevler Müslümanlarca ifa edilirken, düşmanlıkları görülmeyen zımniler bazı devlet hizmetlerinde çalıştırılmışlar 35 Osman TURAN, Selçuklular Tarihi ve Türk-İslam Medeniyeti, Boğaziçi Yay., 1993, İstanbul, s. 196. 36 Osman TURAN, Selçuklular Zamanında Türkiye Tarihi, 2. Baskı, İstanbul, 1984, s. 14. 37 Esat URAS, a.g.e., s. 618, 624. 24 ve son zamanlarda özellikle de Ermeniler olmak üzere önemli görevlere getirilmişlerdir. Ayrıca, gayr-ı Müslimlerin inanç, ibadet, muhakeme ve eğitimöğretim hürriyetleriyle, can ve mal güvenliği de teminat altına alınmıştır. Bu hukuk sistemi, Tanzimat’la birlikte Avrupa hukukuyla da mezcedilerek yazılı ve milletlerarası bir mahiyet almıştır. Hatta öyle ki Tanzimat’la birlikte gayr-ı Müslimler Müslimlerden daha rahat bir yaşantıya sahip olmuşlardır. Böylece yaklaşık beş yüz yıl Müslüman otoriteye tabi, fakat tamamen iç işlerinde serbest olan gayr-ı Müslim unsur, 1839’dan itibaren, hak ve vecibelerde Müslümanlarla eşit hale gelmeye başlamıştır. Fatih Sultan Mehmed’in daha İstanbul’u fethetmeden önce Bursa’daki Ermeni cemaati ve ruhani temsilcileriyle temasa geçtiği bilinmektedir.38 Bunun siyasi, askeri, sosyal, iktisadi ve dini birçok sebebi vardır. Bir taraftan Bizans’ın dînî, mezhebî baskıları, Ermeniler’i bir bölgeden diğerine sürmeleri, onları üçüncü sınıf bir vatandaş gibi kullanan, tahkir eden uygulamaları, Ermenileri Türklerin adil ve koruyucu sistemine iterken, diğer taraftan da Bizans’a karşı mücadelelerinde Osmanlılar, zaman zaman Ermeniler’den askeri destek görmüşler ve fethedilen yerlerin iskanında, sulh ve sükunun temininde ve iktisadi kalkınmasında Ermeniler’den faydalanma yoluna gitmişlerdir. Ayrıca Rus Ortodoks Kilisesi’ne karşı yeni bir güç oluşturmak adına yararlı bir hareket olmuştur. Orhan Gazi Bursa’yı fethettikten sonra Ermeniler’in ruhani liderlerini Bursa’ya yerleştirmiştir. Fatih Sultan Mehmet ise bu Ermeniler’i daha yakından tanımak istemiş ve 1451 tarihinde Hovakim Yepiskopos’u ziyaret etmiş ve İstanbul’u fethettiğinde kendisine, cemaatiyle birlikte İstanbul’a nakledip patrik yapacağı sözünü vermiştir. İstanbul’un fethinden önce ve sonra gayr-ı Müslim cemaatlerine ciddi bir alaka gösteren Fatih Sultan Mehmet, Rumlar’ın nasıl bir millet olduğunu sanki o günlerde fark etmiş gibi Rumlar’dan ziyade Anadolu’nun çeşitli bölgelerindeki Türkler’i ve güvenilir bulduğu Ermeni ailelerini İstanbul’a getirerek yerleştirmiştir. Aynı zamanda Hovakim Epistoposu’na vermiş olduğu sözü tutarak yılında Samatya’da sulu Manastır denilen Fatih Sultan Mehmet 1461 mevkie Ermeni Patrikhanesi’ni kurdurtmuştur. Hovakim’i de patrik olarak ilan etmiştir. Böylelikle Ermeni Ekümenik 38 Azmi SÜSLÜ, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Rektörlüğü, Ankara, 1990, s. 7. 25 Patrikliği’ne, Rum Ortodoksları dışında, bütün monofizit ve gayr-ı monofizitlerin lideri olma hakkını ve salahiyetini vermiştir. Daha sonrasında da Ermenileri din, eğitim-öğretim ve ailevi işlerini örf ve adetlerine göre düzenleme hürriyetine kavuşturmuştur. Fatih döneminde olduğu kadar daha sonraki dönemlerde de İstanbul’a Ermeni nakli devam etmiştir. 1475 yılında fethedilen Kefe’den ve 1479’larda da Anadolu’nun çeşitli yerlerinden Ermeniler İstanbul’a getirilerek yerleştirilmiştir. Öyle ki, XIX. yüzyılın başlarına gelindiğinde İstanbul’daki Ermeni nüfusu 150.000’e ulaşmış ve o devirde dünyada en kalabalık Ermeni nüfusu olan şehir İstanbul olmuştur.39 Fatih’in İstanbul’da kurdurmuş olduğu Ermeni Patrikliği önceleri Sis ve Eçmiyazin kiliselerinin etkisi veya üstünlüğü altında kalmıştı. Ancak Osmanlı Devleti’nin zaman zaman vermiş olduğu imtiyazlar sayesinde İstanbul Ermeni Patrikliği’nin bütün Ermeniler üzerindeki siyasi ve kültürel alandaki üstünlükleri artarak son zamanlara kadar gelmiştir. Ancak 1774 Küçük Kaynarca Antlaşması’yla Ruslar’a Osmanlı Devleti sınırları içinde kilise kurma ve Hıristiyanların hamiliğiyle ilgili bazı kolaylıklar getirilince ve özellikle 1829 Edirne Antlaşması’yla Eçmiyazin Katolikosluğu Rus sınırları içinde bırakılınca, Rusya’nın dini ve yavaş yavaş siyasi baskıları Osmanlı Devleti içindeki ve dışındaki Ermeniler üzerinde hissedilmeye başlanmıştır. 1.2.4.2. Ermenilere Verilen İmtiyazlar ve Haklar XX.yüzyılın ilk çeyreğinden, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna kadar geçerli olan hukuk sistemini 1839 öncesi fermanlarla verilen imtiyazlar ve sonrasında verilen haklar şeklinde iki ana başlık altında incelemek mümkündür. İmtiyazlar; Ermeni cemaati dini ve dünyevi işlerini yürütmek üzere bir reis (patrik) seçme hakkına sahiptir. Kilise, hastahane, yetimhane, mezarlık ve buna benzer dini ve hayri kurumların inşa, bakım ve idaresi cemaate aittir. 39 Azmi SÜSLÜ, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı., s. 8. 26 Dini ve dünyevi işleri yürütmek üzere patrik, meclisler teşkil eder ve icrai kararlar alabilir. Ermeni cemaati okullar açmak ve Ermenice olarak eğitim-öğretim yapmak hakkına sahiptir. Suç işleyen din adamlarının yeminli ifadeleri mahkemece makbul olup tevkif edildiklerinde ayrı bir yere kapatılırlar. Suç işlemesi halinde, bir papazın muhakemesi, dini ise, dini meclisçe, dünyevi ise karma meclisçe yapılır. Evlenme, boşanma, cehiz, nafaka ve mirasla ilgili işlemler patrikhane tarafından ifa edilir. Ölen bir din adamının mirası, birincisi cemaat hayır kurumlarına, ikincisi patrikhanenin masraflarını karşılayacak binaların inşasına, üçüncüsü ise mirasçılara bırakılmak üzere üçlü özel bir statüye bağlanmıştır. İhtida durumunda ise, İslamiyet’i benimseyen kişi için papazın, ebeveyninin veya velisinin nasihatleri alınır, ısrar edecek olursa, bu konudaki İslami formalite yerine getirilir.40 Gayr-ı Müslimlere ve Ermenilere verilen hakları da, 1839 ve 1856 fermanlarıyla 1876 Anayasası ve 1908 Anayasası’yla verilenler olmak üzere iki kısımda incelenmek mümkündür. 1839 ve 1856 Fermanı ve 1876 Anayasas’ına Göre Haklar; Osmanlı Devleti, gayri-müslim teb’aya her bakımdan güven veriyordu. Çünkü, Osmanlı toplum yapısı içinde devlet; haklının, zayıfın ve mazlumun koruyucusu; zalimin, vurguncunun ve talancının can korkusu idi. Bu düzende, bir sınıfın veya kavimin menfaatleri değil, bütün halk kitlelerinin hak ve menfaatleri söz konusu idi. Sosyal hayatın koruyucusu ve düzenleyicisi devletti.41 Önceleri kilise ve manastırları Bizans tarafından yağma edilmiş olan Ermenileri’in Türk devletine “Sadakat” ile sarılmış olmaları bu yüzdendir. Osmanlı hudutlarında yaşayan herkesin, ırk ve din ayrımı yapılmaksızın, can, mal ve ırz güvenliği devletin teminatı altındadır. 40 41 Azmi SÜSLÜ, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı., s. 9. Cemal ANADOL, a.g.e., s. 77 27 Bütün Osmanlılar kanun önünde eşittir. Hangi din ve mezhebe ait olurlarsa olsunlar, herkes Osmanlı tebaası sayılacaktır. Din, dil, ırk itibariyle bir cemaati diğerinden aşağı tutan bütün tabir ve sözler yazışmalarda yer almayacaktır. Hiç kimse din değiştirmeye mecbur edilemeyeceği gibi, herkes ibadetini serbestçe eda edebilecektir. Milliyet ayırımı yapılmaksızın bütün Osmanlı tebaası, maharetlerine ve liyakatlerine göre devlet memurluklarına girebilecektir. Kanunlarda öngörülenlerin dışında hiçbir bedeni ceza verilemeyecek ve hiç kimseye işkence yapılmayacaktır. Kanun hükümleri dışındaki herhangi bir sebeple hiç kimse tevkif edilemeyecektir. Herkesin mesken masuniyeti mahfuzdur. Vilayet ve sancak meclislerindeki Müslim ve gayr-i Müslim azaların hakkaniyetle seçilmesi ve oya fesat karıştırılmaması için nizamnameler tertip edilecektir. Her kazada her cemaatin vakıf işlerini idare etmek üzere bir meclis kurulacaktır. Hiçbir sınıf ve mezhep gözetilmeksizin bütün Osmanlılar kazançlarına göre vergilendirileceklerdir. Kanunun öngördüğü dışında herhangi bir kimse tarafından veya adla vergi tarh edilemeyecektir. Müslim, gayr-i Müslim bütün Osmanlılar hukuk ve vazifelerinde eşit olacaklar, askerlik hizmetiyle mükellef bulunacaklar ve bunu fiilen yapabilecekleri gibi bedel vermek suretiyle de ifa edebileceklerdir. Cemaatlere ait mektep, hastahane, mezarlık vesaire gibi umumi yerlerin hey’et-i asliyeleri üzere tamirlerine mümanaat edilmeyecek, ancak müceddeden inşası hükümetin müsaadesine tabi olacaktır. Mahkemeler herkese açık olup gayr-ı Müslimlerin şahadeti Müslimlerinki gibi kabul edilecek ve herkes haklarını korumak için mahkeme önünde gerekli gördüğü her vasıtayı kullanabilecektir. Her cemaat genel ve profesyonel amaçlı okullar açmak ve kendi dilinde eğitim vermekte serbest olup bu okullar devletin kontrolü altındadır. 28 Basın hür olup denetime tabi değildir. Osmanlı tebaası, kanun ve yönetmelikler çerçevesinde dernekler, şirketler kurmakta ve toplantılar yapmakta serbesttir. Vilayetlerin idaresi adem-i merkeziyetçilik, kuvvetlerin ayrılığı prensibine göre düzenlenecektir. İltizam usulünün ilgasıyla vergilerin doğrudan doğruya devlet tarafından tahsili esas olacaktır. Her cemaatin ruhani reisi ve devletçe bir yıllığına tayin edilecek birer memuru bütün tebaaya şamil meselelerde Meclis-i Valay-ı Ahkam-ı Adliye müzakerelerine iştirak edebilecek ve serbestçe konuşabilecektir.42 1908 Anayasasına Göre Haklar; Osmanlı idarelerinin gayr-ı Müslimlere ve dolayısıyla Ermenilere verdiği imtiyazlar ve haklar, 1908 yılında, samimi bir hürriyet inanışı içinde, Müslim olsun, gayr-ı Müslim olsun, bütün Osmanlıların eşitliğini ilan eden İttihat ve Terakki Fırkası’nın kabul ettiği yeni anayasayla, 1924 Anayasası’na kadar, aşağıdaki şekilde teyit ve tevsi edilmiş ve uygulanmıştır. Madde 8- Dini ne olursa olsun devletin bütün tebaası “Osmanlı” olarak isimlendirilmiştir. Osmanlılık vasfı, kanunla belirtilen hususlar çerçevesinde kazanılır veya kaybedilir. Madde 10- Hiç kimse hangi sebeple olursa olsun şer’i ve sivil kanunlarla belirtilen hükümler dışında ne tevkif edilebilir ve ne de cezalandırılabilir. Madde 11- İslamiyet, devletin resmi dinidir. Bu hüküm göz önünde bulundurulmak suretiyle, devlet hudutları içinde bilinen bütün dinlerin serbestçe uygulanmasını ve amme hukukuna ve geleneklere aykırı olmamak kaydıyla bütün cemaatlere tanınmış olan dini imtiyazların muhafazasını taahhüt etmektedir. Madde 12- Kanunla belirlenmiş çizgiler dahilinde basın hürdür. Hiçbir sansüre tabi tutulamaz. Madde 15- Eğitim-öğretim serbesttir. Her Osmanlı, kanuni çerçevede genel ve özel dersler verebilir. 42 Azmi SÜSLÜ, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı., s. 10-11. 29 Madde 16- Bütün okullar devletin denetimine tabidir. Devlet, vatandaşlarına vereceği eğitimi düzenleyebilecek, kontrol edebilecek, ancak cemaatlerin dini eğitimöğretimine karışmayacaktır. Madde 17- Kanun karşısında bütün Osmanlılar eşittir. Dini ayrıcalıklar dışında memleketi için herkes aynı hak ve vecibelere sahiptir. Madde 18- Vilayetlerin idaresi, gayr-ı merkeziyetçi bir prensip dahilinde ve kanunda gösterilen esaslara göre düzenlenecektir. Madde 111- Her kazada her cemaat için vakıf, miras ve hayır işlerini görecek, belirli prensipler çerçevesinde her cemaat tarafından seçilecek ve mahalli idarelerle, umumi vilayet meclislerine bağlı olacak cemaat meclisleri ihdas edilecektir. Madde 120- İlgili kanun hükümlerine göre her Osmanlı toplantı yapma hakkına sahiptir. Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğüne, anayasası ve hükümet şeklini değiştirmeye, Osmanlı unsurlarını siyasi açıdan bölmeye gelenek ve ahlaka aykırı ve gizli olan her türlü cemiyet kurmak yasaktır.43 1.2.5. Ermenilerin Sosyal, Siyasi ve İktisadi Hayattaki Yeri Ermeni cemaati Türkiye’de günlük hayatın esasını teşkil etmiştir. Zira uzun süredir hizmetten ziyade idare etmeğe alışmış olan Türkler, sanayinin bütün dallarını onlara bırakmışlardı. Bu sebeple Türkiye’deki bankerler, tüccarlar, makinacılar hep Ermeni idi. Bu hususu daha iyi anlatabilmek için son Osmanlı Vakanüvisi Abdurrahman Şeref Bey’den şu cümleleri sadeleştirerek aktarmayı uygun bulduk: “.... Ermeniler ehl-i silah ve kavgacı olmadıkları için kendi işleriyle, sanatla, ticaretle uğraşmışlardır. Vergilerini zamanında vererek devlete karşı vazifelerini tamamıyla ifa ettiklerinden hükümete hiçbir güçlük çıkarmamışlardır. Ermeni taifesi ticaret ve geçim için dağlık bölgeleri terk ederek Anadolu’nun her tarafına ve Rumeli’nin birkaç yerine göç edip yerleşmiştir. Memleketlerinde kalanlar dahi para kazanmak için İstanbul’a veya başka şehirlere gitmişlerdir. Mülayim tabiatları ve hayat tarzları hasebiyle Türk’ün asıl 43 Azmi SÜSLÜ, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı., s. 11-12. 30 mayasına ve karakterine intibak ettiler. Türkler’le et-kemik misali hem-halk, hemmenfaat, hem-nasip oldular. Bu itibarla devlet Ermenilere güveniyor ve inanıyordu. Bu güven duygusuyla devlet en mühim ve mutena hizmet olan Barutçubaşılık görevini Ermenilere verdiği gibi devletin maliyesini, sarraflık işlerini, darphaneyi de onlara emanet etmiştir. Yine gümrük memurları, çarşı bekçileri ve konuk hizmetkarları Ermenilerden seçilirdi...”44 Diğer taraftan onlarla Müslümanlar arasında his benzerliği ve menfaat birliği vardı. Aynı menşeden olmaları itibariyle huyları ve adetleri birbirine benzerdi. Bu bakımdan Ermeniler Türkler’e rahatça uymuş ve emniyetlerini kazanarak en nüfuzlu reaya olmuşlardır.45 1835-1839 yıllarında Türkiye’de bulunan Helmuth Von Moltke ise, İstanbul’da Serasker’in Ermeni olan tercümanı ve ailesinden söz ederken Ermenileri şöyle tavsif etmiştir: “Bu Ermenilere hakikatte Hıristiyan Türkler denilebilir. Rumların kendi benliklerini korumalarına rağmen Ermeniler, Türk adetlerini hatta dilini benimsemişlerdir. Dinleri onların Hıristiyan olarak tek kadınla evlenmelerine izin verir, fakat onlar Türk kadınlarından fark edilmez, ayrılmaz. Bir Ermeni kadını sokakta sadece gözlerini ve burnunun üst kısmını gösterir, diğer taraflarını kapatır.”46 Sayılarını binlere çıkarabileceğimiz bu belgelerde belirtilen hususların hiçbiri, Ermeniler için çıkarılan fermanlar ve kanunlarda ihmal edilmediği gibi, çoğu kere fiili durum hukuki durumdan çok daha geniş ve daha cömert olmuştur. İçeride ve dışarıda emniyetleri Türkler tarafından sağlanan ve 624 yıl Osmanlı hakimiyetinde yaşayan Ermeniler’in kan bedelini hep Türkler ödemiş, ilk günlerden itibaren askerlikten muaf tutulmuşlardır. Sonradan düşürülmesine rağmen, 10-12 yıla kadar süren askerliği hep Türkler yapmışlardır. 1839’dan sonra hak ve vecibelerde eşitlik prensibi getirilmiş ve gayr-ı Müslimlerin de askere alınması kararlaştırılmışsa da, fiilen I. Dünya savaşı arifelerine, 1908’e kadar askerlik yapmamışlar ve Osmanlı üniforması giyip Osmanlı silahı kuşanır kuşanmaz da, İtilaf Devletleri’yle bir olup Osmanlılara silah çekmişlerdir.47 44 Bayram KODAMAN, Üç Ermeni Şarkısı ve Ermenilerin Türklere Bakışı, Tatav Yayınları, Ermeni Meselesi Üzerine Çalışmalar, Yayına Hazırlayan Erhan AFYONCU, İstanbul, 2001, s. 91-92. 45 Azmi SÜSLÜ, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı., s. 12. 46 Nejat GÖYÜNÇ, Osmanlı İdaresinde Ermeniler, Bogos Matb. İstanbul, 1983, s. 50. 47 Azmi SÜSLÜ, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı., s. 15. 31 Batılıların destek ve himayesinde Osmanlı Devleti’nde çıkarılan 1827 Rum isyanları ve müteakiben Yunanistan’a bağımsızlık verilmesi üzerine, daha önce Rumlara verilmiş olan birçok memuriyet ve görevlere ve Tanzimat ve Islahat fermanlarıyla, Ermeni Milleti Nizamnamesi’nin getirdiği yeni düzenlemelerden sonra da, yüksek devlet memurluklarına, elçiliklere, mebusluklara hatta nazırlıklara Ermeniler getirilmeye başlanmıştır. Böylece Ermeniler, donanma tercümanlıklarına, hariciye, maarif, nafıa, dahiliye, adalet nezaretlerine, mutasarrıflıklara, PTT hizmetlerine, hazine-i hassaya tayin edilerek; nazır, müsteşar, sefir, sefaret katibi, mutasarrıf muavini, mebus, saray doktoru-kuyumcusu, vali muavini, baruthane memuru, hakim, müderris, muallim, avukat olmuşlardır. Bunlar içinde bazılarının Osmanlı Parlamentosu’na milletvekili ve bakan olarak girmelerine, bazı önemli mevkilere gelmelerine, Osmanlı siyaseti üzerinde kitap neşretmelerine rağmen, Birinci Dünya Savaşı’nda Ermeni komiteleri ve İtilaf Devletleri’yle birleşerek ihanet ettikleri ve Osmanlılara karşı silah çektikleri görülmüştür. Listesi hayli kabarık olan bu Ermenilerden bazılarını gözden geçirelim. Karakin Pastırmaciyan, Erzurum’da doğmuş ve II. Osmanlı Meclisi’nde 19081912 yılları arasında Erzurum Milletvekili olarak görev yapmıştır. 1912’de “Anadoluyı Şarki Simendifer Meselesi” adıyla yazdığı Osmanlıca kitapta; “Osmanlı aleyhindeki takibatın Rus diplomasisi tarafından nasihat ve teşci edildiğine artık sır kalmamıştır.” derken, Doğu Anadolu’yu işgal eden Rus ordularına katılarak Armen Garo adıyla Osmanlılara yapılan katliamların tertipçileri ve liderleri arasında yer almış ve meşhur cellat Antranik’le birlikte birçok mezalim yapmıştır. Bütün bu ilişkiler dahilinde Osmanlı siyasi, iktisadi ve kültürel hayatında bu kadar ileri düzeylere gelmelerine rağmen neden veya niçin Ermeniler bir anda Türklerin karşısına geçerek onları arkadan vurmaya başlamışlardır? Bu gerçekten cevap verilmesi zor bir sorudur. 32 1.2.6. Osmanlı Devleti’ndeki Ermeni Nüfusu İncelediğimiz dönemler içerisinde bütün dünyadaki Ermeni nüfusu 3 milyonu ancak buluyordu. Böylelikle bu nüfusun Osmanlı İmparatorluğu’na düşen kısmının daha az olduğu kolaylıkla anlaşılmaktadır. Yapılması gereken, Ermenilerin 1914 nüfusu ile savaştan sonraki nüfuslarının, elde edilecek sağlam veriler ışığında karşılaştırılmasıdır. Özellikle Osmanlı ülkesinde yaşayan Ermenilerle, o yıllarda ülke dışına göç eden başka ülkelere yerleşen ve bulaşıcı hastalıklardan ölen Ermenilerin sayılarının da ortaya konması, iddiaların ötesinde, tarihi gerçeğin ortaya çıkarılması açısından büyük önem taşımaktadır. 48 Nüfus tartışmalarının alevlenmesinde, 1878 Berlin Antlaşması’nın 61. Maddesinde yer alan Ermenilerin çoğunluk olarak yaşadıklarını iddia ettikleri yerlerde reform yapılmasına dair madde etkili olmuştur.49 1.2.6.1. Osmanlı Nüfusu ve Kaynakları Osmanlı Devleti’nde modern anlamda ilk nüfus sayımı, Dahiilye Nezareti bünyesinde faaliyet gösteren Ceride-i Nüfus idaresi tarafından 1831’de yapılmıştır. 1858 yılında Maliye Nezareti’ne bağlı olarak Tahrir-i Emlak İdaresi kurulmuştur. Nüfus işleriyle doğrudan görevli ilk birim ise, 1884 yılında oluşturulmuş, 1889’da adına “Sicil-i Nüfus Ahali-i İdare-i umumiyesi” denilmiştir. 1918’de nüfusla ilgili işlemler için “İstatistik Müdüriyet-i Umumiyesi” adı altında oluşturulan birim, bir yıl sonra “Merkezi İstatistik Encümeni” olarak yeniden teşkil edilmiştir. 50 Özellikle 1829 Edirne Muahedesi’nden itibaren, Ermeni kaynaklarının ileri sürdüğü şekilde, doğu bölgesinden Rusya’ya yüzbinlerce Ermeni göç etmiş ise, Osmanlı İmparatorluğu’ndaki nüfus şüphesiz daha da düşük rakamlar gösterecektir.51 Ermeni meselesinin ortaya çıkışını izleyen dönemde Osmanlı Devleti genelinde ilki 1881/82-1983 ve ikincisi 1910/11 olmak üzere iki nüfus sayımı 48 Yusuf HALAÇOĞLU, Ermeniler; Sürgün ve Göç, TTK Basımevi, Ankara, 2004, s. 6 Yusuf HALAÇOĞLU, Ermeniler; Sürgün ve Göç, s. 6 50 İnan GÜRİZ, Türkiye’de Nüfus Politikası ve Hukuk Düzeni, Türkiye Kalkınma Vakfı Yayınları, Ankara, 1975, s.19-20 51 Kamuran GÜRÜN, Ermeni Dosyası,TTK Basımevi, Ankara, 1983, s. 85. 49 33 yapılmıştır. Ancak 1909 yılında da özellikle gayri Müslimlere askerlik yükümlülüğü getirilmesi sebebiyle bir nüfus çalışmasına başlanılmıştır.52 Osmanlı nüfus sayımlarının asıl yapılma amaçları askere alınacak potansiyel nüfusu ve vergi mükelleflerini tespit olduğundan, 1909 öncesi Osmanlı nüfus sayımları mülüman erkek nüfusun tespiti ile yetinmiştir. Osmanlı gayrimüslimleri cizye vergisi mükellefi olduklarından, titizlikle nüfuslarının yazılması gerekmektedir. Ne var ki verginin 15-75 yaş arasındaki nüfustan toplanması ve iyen çok sayıda vergiden muaf tutulan kimse bulunması, Osmanlı nüfus bilgilerinin eksiksiz olarak kabul edilmesini güçleştirmektedir. Bu nedenle 1909 sonrası yayınlanan nüfus istatistikleri daha güvenilir olarak kabul edilmektedir. Yöntem olarak eldeki verilere birkaç puan ilave edilmesi bu istatistiklerde sıklıkla benimsenmiştir. Osmanlı nüfus sayımları, yukarıdaki açıklamalar çerçevesinde ele alındığında, en güvenilir verilere sahip nüfussayımları olarak değerlendirilmektedir. Bu bakımdan, Osmanlı Devleti’nin Ermeni nüfusu da, diğer kaynaklara göre daha güvenli bir şekilde tespit edilebilmektedir. Çeşitli araştırmalarda detaylı bir analize tabitutulan sayım sonuçlarına göre 1895 yılında Osmanlı Ermenilerinin İstanbul ve çevresi dahil nüfusu 1.001.465’dir. 1894 yılında Sadaret için hazırlanan ve 1893 sayımını esas alan bir nüfus özeti tablosunda Ermeniler, toplam 998.128 olarak verilmektedir. 1895 tarihli bir başka belgede ise Ermeni nüfus 1.031.824 olarak verilmiş, fakat Protestan ve Katolik Ermeniler hakkında bir açıklama yapılmamıştır. Yine 1897 yılında hazırlanan bir cetvelde 1.042.374 Ermeni kaydedilmektedir. Aynı şekilde Katolik ve Protestan Ermeniler hakkında da bir açıklamada bulunulmamıştır. Diğer taraftan 1893 ile 1914 Osmanlı nüfus istatistikleri karşılaştırıldığında dikkati çeken önemli bir husus, Ermeni nüfusun yüksek oranda artmış olmasıdır.53 Osmanlı nüfusunun tespitinde başvurulan önemli bir kaynak grubu da vilayet salnameleridir. Justin McCarthy, Aydın ili gibi bazı yerlerin salnamelerini güvenilirlik açısından başka nüfus verirliyle karşılaştırmış ve salnamelerin verdiği nüfus verilerinin sayım olmayan yıllar için çok önemli kaynaklar olduğunu belirtmiştir.54 52 53 Yusuf HALAÇOĞLU, Ermeniler; Sürgün ve Göç, s. 8 Yusuf HALAÇOĞLU, Ermeniler; Sürgün ve Göç, s. 11 McCarthy, Muslims and Minorities, The Population of Ottoman Anatolia and the End of the Empire, Nex York University Press, 1983, s.166-197 54 34 Osmanlı nüfusu araştırmaları için üçüncü önemli kaynak Osmanlı-Türk arşivlerinin en kıymetli hazinesi olarak kabul edilen istatistik defterleridir. Bu tür sayımlardan derlenmiş Osmanlı Ermenilerinin vilayetlere göre dağılımı şöyledir. Vilayet Adı 1893 1910/11 1914 Adana-Mersin 44,799 47,047 50,139 İçel - - 341 Aydın 14,140 18,287 19,395 Menteşe - - 12 Ankara 67,490 89,780 44,507 Kayseri - - 48,659 Biga 1,741 2,336 - Bursa 57,918 77,865 58,921 Afyon Karahisar - - 7,437 İzmit 37,220 51,265 55,403 Kastamonu 2,777 9,809 8,959 Bolu - - 2,961 Konya 9,813 15,537 12,971 Niğde - - 4,890 Antalya - - 630 Sivas 116,545 144,056 143,406 Erzurum 101,138 109,310 125,657 Van 60,448 59,382 67,792 Bitlis 101,358 90,219 114,704 Harput 73,178 67,512 76,070 Diyarbakır 46,823 43,610 55,890 Selanik 201 637 - İstanbul şehri ve 150,529 59,963 72,962 Kudüs 939 706 1,310 Manastır 29 8 - Metropol Alanlar 35 İşkodra - 6 - Trablusgarb - 60 - İstanbulKazaları 148,590 1736 - Katolik Ermeniler - 89,040 67,838 TOPLAM 1,001,465 1,120,748 1,229,007 Birinci dünya savaşı sürerken, 1917 ilkbaharında Osmanlı topraklarının paylaşımı amacıyla İngilizlerce, vilayet ve sancakları esas alan bir nüfus çalışması yaptırılmıştır. İki yıl süren bu çalışmada İngilizler, Osmanlı Devleti’ndeki bütün vilayet ve sancakların etnik esasa göre ayrıntılı nüfus tablolarını yapmışlardır. İngiliz uzmanlarca 1919 yılında Asya Türkiyesi için hazırlanan aşağıdaki tablo, yine İngiliz belgelerinde yer alan 1914 Osmanlı nüfus istatistiklerine, Yunan ve Ermeni kilise verilerinin de eklenmesiyle elde edilmiştir. 1918 sonrasında halen yaşayan Ermenileri göstermesi bakımından önem taşıyan bu istatistik, birbuçuk milyon Ermeninin katledildiği iddialarını da çürütmektedir. Ermeni Nüfusun vilayetlere Göre Dağılımı (1919) Vilayet/Sancak Adı Osmanlı 1914 İngiliz 1919 Adana 57,686 75,000 Ankara 53,957 60,000 Antalya 630 1,000 Aydın 20,766 27,000 Beyrut 5,288 4,000 Bitlis 119,132 185,000 Bolu 2,972 1,000 Bursa 61,191 75,000 Canik 28,576 21,000 Çatalca 842 - Diyarbakır 73,226 82,000 Edirne 19,888 - Erzurum 136,618 205,000 Eskişehir 8,807 10,000 Halep 49,846 65,000 36 İçel 541 500 İstanbul 84,093 - İzmit 57,789 57,000 Kale-i Sultaniye 2,541 - Karahisar-ı Sahip 7,448 6,000 Karasi 2,704 15,000 Kastamonu 8,959 11,000 Kayseri 52,192 45,000 Konya 13,225 17,000 Kudüs 3,045 - Kütahya 4,548 8,000 Ma’muretül-aziz 87,864 130,000 Maraş 38,433 55,000 Menteşe 12 5000 Niğde 5,705 2,000 Suriye 2,533 - Trabzon 40,237 33,000 Urfa 18,370 21,000 Van 67,792 190,000 Zor 283 - TOPLAM 1,294,851 1,652,000 Ne var ki, İngiliz yetkililer de, kendi uzmanları tarafından hazırlanan bu nüfus istatistiklerini inandırıcı bulmamış olmalılar ki, Osmanlı toprakları için Paris’te gerçekleştirilen paylaşım görüşmelerinde, ABD delegasyonunda yer lan David Magic’nin hazırladığı ABD istatistiklerini tam manasıyla güvenilir olarak nitelemişlerdir. 55 Osmanlı Devleti’nin fethettiği yerlerde asayişi sağladıktan sonra yaptığı işlerin başında nüfus sayımının ve arazi yazımının yapılması gelmektedir. Diğer yerlerde de aynı şekilde ve belirli periyotlarla bu işlemler yapılmıştır. Bu sayımlar, yazımlar, başta Tapu-Tahrir Defterleri ve kısmen de diğer kayıtlarda olmak üzere bugün 55 Yusuf HALAÇOĞLU, Ermeniler; Sürgün ve Göç, s. 29 37 Başbakanlık Arşivi’yle, Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü’nde muhafaza edilmekte ve araştırmacıların hizmetine sunulmaktadır. Başbakanlık Arşivi’nde tarih verilemeyen ancak 1896-1897 yıllarına ait olduğu tahmin edilen altı belgede Anadolu ve Rumeli’deki Ermeni nüfuslarıyla ilgili olarak tutulmuş kayıtlar vardır. Bunlardan “Dersaadet ve Bilad-ı Selase ile Vilayat-ı Şahane’de Tadih Tahrir Olan Ermeni Cemaatinin Miktarını Natık Pusula”da 530.132 erkek ve 450.404 kadın nüfusu olmak üzere toplam 970.536 Ermeni nüfusu verilmekle birlikte, birkaç vilayet için “henüz tahriri ikmal edilmemiştir” kaydı düşürülmüştür. Buna göre verilen nüfusun bir miktar daha artacağı tabiidir. Zaten zikrettiğimiz arşiv belgeleriyle diğer belgeler bunu teyit etmektedir. Vital Cuinet’in aynı tarihlerde verdiği rakamlar da bunlara çok yakındır. Buna göre Müslüman ve Ermeni nüfus dağılımı şöyledir:56 Müslümanlar Ermeniler Toplam Nüfus Ermenilerin 3.635.086 810.285 4.445.371 ve 4.426.525 283.064 4.709.589 Suriye, Filistin 4.068.646 59.018 4.127.664 12.130.257 1.152.367 13.262.624 Yoğun Bulunduğu Vil. İstanbul Diğer Vilayetlerde ve Adalarda Toplam Osmanlı kaynaklarına göre ermeni nüfusu;1881-1893 nüfus sayımında Osmanlıda Ermeni Nüfus toplamı;997,595 1905-1906 nüfus sayımında Osmanlı Ermeni Nüfus Toplamı;1,032,708, 1914 Memalik-i Osmaniyye’nin 1330 Senesi Nüfus istatistiği’ne göre Osmanlı Ermeni Nüfus toplamı;1,161,16957 Yine Fransız Sarı Kitabı 1897’de genel nüfusu 14.856.118, Ermeni nüfusunu ise 1.475.011 olarak biraz mübalağalı şekilde vermiştir. 56 57 Azmi SÜSLÜ, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı., s.19 Hüseyin ÇAKILLIKOYAK, Diospora’da Ermeni Kimliği, Yeditepe Yayınevi, İstanbul, 2005, s.79 38 Hem Osmanlı, hem de batılı kaynaklarla konuya yaklaşan Stanford J. Shaw ise, 1890 yılında Osmanlı Devleti’nde 12.585.950 Müslüman’a karşılık 1.139.053 Ermeni; 1897’de 14.111.945 Müslüman’a karşılık 1.162.853 Ermeni; 1906’da 15.518.478 Müslüman’a karşılık 1.140.563 Ermeni ve 1914 yılında da 15.044.846 Müslüman’a karşılık 1.229.007 Ermeni nüfusu olduğunu belirtmektedir. Burada şunu da belirtmek gerekir ki, 1827-1828 ve 1877-1878 Osmanlı-Rus savaşları sırasında Rus birliklerine ve I. Dünya savaşında da yine başta Rusya olmak üzere Fransız ve İngiliz birliklerine katılıp ihanet eden Ermeniler’in nüfusunda zaman zaman tabii ve önemli azalmalar olmuştur. Bu husus hem Ermeni hem de batılı tarihçiler tarafından da teyit edilmiş ve 1829’da Rus ordusu Erzurum’dan çekilirken 40.000 civarındaki Ermeni’nin onlarla birlikte Güney Kafkasya’ya, 120.000 civarındaki Ermeni’nin de 1878-1890 arasında aynı şekilde Rusya’ya göç ettikleri belirtilmiştir. Yine mezhep değiştirme ve özellikle yabancı tüccara yerli tüccardan çok imtiyazlar tanıyan 1838 ticaret antlaşmasıyla birçok Ermeni’nin Rus, İngiliz ve Fransız vatandaşlığına geçtiği ve bir çoğunun da bu ülkelere yerleşmek maksadıyla Osmanlı Devleti’ni terk ettikleri bir vakıadır. Halbuki bütün bu nüfus azalmaları yine bazı Ermeni yazarları tarafından birer “katliam” olayıymış gibi kolay yoldan açıklanmaya çalışılmaktadır. Bu devir Osmanlı nüfusu hakkında en sahih bilgileri, Dahiliye Nezareti’ne bağlı Sicill-i Nüfus İdare-i Umumiyyesi Müdüriyeti tarafından 1318 ve 1320 tarihli Nüfus Nizamnamesi gereği her vilayet, kaza ve köyde, gayr-ı Müslimlerin de yer aldığı komisyonlar marifetiyle yapılmış ve 1905’lerde başlayıp 1914’de tamamlanmış olan Nüfus İstatistiği vermektedir.58 Ayrıca burada şuna da değinmeden geçemeyeceğim; bu dönemde Osmanlı İmparatorluğu’nda modern anlamda hiçbir zaman sayım yapılmadığı ileri sürülmektedir. Halbuki durumun hiç de öyle olmadığı aşikardır. Bunu şöyle izah edebiliriz. Padişah II. Abdülhamid yeni Amerikan Sefiri’ni 1886 yılında kabul ettiği zaman, Sefir kendisine Amerika’da yapılan nüfus sayımları ve bunların yararlarından bahsetmiştir. Bu konuyla ilgilenen Padişah bu maksatla Türkiye’de bir teşkilat kurulmasına yardımcı olup olmayacağını sormuş ve sefirin kabulü üzerine derhal 58 Azmi SÜSLÜ, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı., s. 21. 39 hazırlıklara başlanmıştır. Ayrıca burada şunu da belirtmekte fayda vardır; sayım sonuçlarını neşreden ve 1892 yılında kurulan İstatistik Umum Müdürlüğü’nün ilk başkanının Fethi Franko isimli bir Musevi, sonra onun yerine geçenin ise Mıgırdıç Şinabyan isimli bir Ermeni olduğudur. Mıgırdıç Şinabyan 1897-1903 arasında bu görevde kaldıktan sonra yerini Rober isimli bir Amerikalıya bırakmış, o da 1908’e kadar bu görevi ifa etmiştir.59 İtilaf Devletleri’nin saflarında yer almaları, savaş sırasında ölmeleri, komşu ülkelere, Avrupa ve Amerika’ya göç etmeleri, salgın hastalıklar ve benzer sebeplerle savaş sonrasında Ermeni nüfusunun yaklaşık olarak onda bir nispetinde azalmasını ise, bundan sonraki bölümlerde detaylı olarak inceleyeceğiz. Bütün bu değerlendirmelerin ışığında, 20. yüzyılın başında ve son çeyreğinde yeniden hız kazanan Osmanlı nüfusu araştırmalarında, eldeki en güvenilir rakamların, yine Osmanlılar tarafından yapılan sayımlardan elde edilenler olduğu ortaya çıkmaktadır. 2004 yılında yapılmış bir çalışmada ise, Osmanlı Devleti’nin 1905, 1906, 1911/1912 nüfus verileri esas alınarak hazırlanan söz konusu istatistiklerde bütün Osmanlı coğrafyasında oturan Ermenilerin nüfusu, (fakat bu rakamın içinde bütün Protestanlar toplam olarak bulunmaktadır) 1,600,000 olarak hesaplanmıştır. 59 Kamuran GÜRÜN, a.g.e., s. 93. 40 2. BÖLÜM; ERMENİ OLAYLARI 2.1. BATI’NIN OSMANLI ERMENİLERİ’NE MÜDAHALESİ Yukarıdaki örneklerde de görüldüğü üzere 600 yıl Osmanlı hakimiyetinde kalan Ermeniler, diğer gayr-ı Müslimlere nazaran Türkler’e en çabuk adapte olup kaynaşan, anlaşan ve bu sebeple de devletinin itimadını kazanıp Rumlar’dan çok onun nimetlerinden faydalanan cemaat olmuştur. Aile içinde, sokakta Türkçe konuşan hatta ayinlerini bile Türkçe yapanlar ve bugün bile Sovyet Ermenistan’ın dışında Avrupa, Amerika ve Asya ülkelerinde genç nesle, bulunulan ülkenin dili ve Ermenice’yle birlikte Türkçe öğretenler hep Ermeniler olmuştur. Seyahate gittiklerinde mal ve mülklerini Ermeniler, bir arada yaşadıkları Türkler’e bırakırken, hacca giden Müslümanlar da, sadece mal ve mülklerini değil, işlerinin idaresini ve ailesinden kalanların bakımını da Ermeniler’e emanet edecek şekilde itimat etmişlerdir. Bunun tarihi, siyasi bazı sebepleri vardır. Olayların 1890’larda başlayıp alevlendiğini iddia etmek ise, tamamen olmasa da, kısmen hatalıdır. Aynı şekilde Ermeni isyanlarını 1789 Büyük Fransız İhtilali’ne bağlamak da doğru bir teşhis değildir. İsyan, ihtilal, inkılap gibi sosyal olayların tarihi bir seyri, fikri bir hazırlık safhası, bir aksiyon veya patlama safhası ve nihayet bir durulma, bir sükun safhası vardır. Rusya, Doğu Anadolu üzerinden sıcak denizlere ulaşma yolunu denedi. Bu iş için kulanılabilecek en uygun toplum Ermenilerdi. Doğudaki Rus ilerlemesi sırasında Ermenilerin desteği sağlanırsa kolayca Akdeniz’e inilebilirdi. Ermeniler de Rusya’nın desteğini sağlamak için böyle bir işbirliğine hazırdı. Bu işbirliği Ayastefanos ve Berlin antlaşmalarında resmen ortaya çıkmıştı. 1 Olaylar, müsebbipleri açısından değerlendirilirken de, birçok tarafgir, propagandaya yönelik veya hissi neşriyat yapan Ermeniler’in ve bazı batılı yazarların yaptıkları gibi Türkler’i, Türkçe’yi, Türkiye’yi tanımadan, Türkler ve Türk tarihi 1 Yavuz ERCAN, Osmanlı İmparatorluğunda Bazı Sorunlar ve Günümüze Yansımaları, MEB Yayınları, Ankara 2002, s. 60 41 hakkında hiçbir bilgi sahibi olmadan onlar hakkında hüküm vermek, Türk halkını ve idarecilerini suçlu göstermek ve yine derinlemesine olayları incelemeden veya hisleriyle hareket eden bazı yerli ve yabancı yazarların yaptıkları gibi suçu tamamen Ermeni cemaatine yüklemek de doğru olmasa gerekir. Vaktiyle bir Türk gölü olan Karadeniz’in bir Rus gölü haline getirilmesi ve Boğazlar ve İstanbul’la birlikte Doğu Anadolu’nun Rus hakimiyetine girmesi için hem Ruslar, hem de onlarla birlikte batılı bazı devletler tarafından birçok plan yapılmış, bu emellerden bazıları da XVIII. yüzyıl başlarından itibaren uygulamaya konulmuştur. Büyük Petro’ya atfedilen Doğu Anadolu’nun fethi projesiyle Ruslar, Kafkasya’daki ve Anadolu’daki Ermeniler’le ilgilenmeye başlamışlardır. Bu ilgi Türk-Rus Savaşı sonunda yapılan Küçük Kaynarca Antlaşması’nda Ruslar’ın Türkiye’deki Hıristiyanların hamiliği üzerinde söz sahibi olmasının kabul edilmesiyle hızlanmıştır. Ermeni ruhani lideri Katogikos Hovsep Argutian, Osmanlı Devleti ve İran arasında bir duvar oluşturmak ve Rusya’nın emellerini gerçekleştirmek üzere “Ararat Krallığı” adıyla bir proje hazırlamıştır. 1799 yılında Katagikos Argutian ve Hovanes Lazaryan’la, Prens Potemkin adına General Savarov arasında yapılan projeden 2000 adet bastırılmış ve uygulamaya konulması hususunda fikir birliğine varmışsa da, II. Katerina’nın ölümü üzerine suya düşmüştür.2 Hemen her Ermeni eserinde, ayininde zikredilen ve adına Amerika Birleşik Devletleri’nde bir anıt dikilen “Ararat Krallığı” özlemi günümüzde de hala devam etmektedir. 1829 Edirne Antlaşması’yla Kafkasya Ruslar’ın eline geçince Rusya, teyit edilen Hıristiyanların hamiliği imtiyazıyla, Osmanlı Ermenileri’yle hem dini, hem de siyasi ve askeri münasebetlere başlamıştır. Bazı Osmanlı arazisiyle, Ermeniler’in Rus hakimiyetinde olması da bu münasebetleri daha da hızlandırmıştır. 1877-1878 harbi sırasında, Rus orduları, Doğu Anadolu vilayetlerinden bazılarını işgal edince, buralarda yaşayan Ermeni halkı ile temasa geçtiler. Rus ordusunda görev yapan Ermeni asıllı general, subay, astsubay ve erler mevcuttu. Rusya, hedef olarak kabul ettiği Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerini ele geçirmek maksadıyla, bu bölgelerde yaşayan Ermeniler’i de amaçları doğrultusunda kullanmayı planladı. Nitekim, Rus ordusundaki Ermeniler, bu maksadın tahakkuku 2 Esat URAS, a.g.e., s. 742-755. 42 için Osmanlı Ermenileri’ni devlet aleyhine kışkırtmakta kusur görmediler. Ermeni Patriği Nerses’i Ayastefanos’ta Grandük Nikola’nın karargahına göndertip Bab-ı Ali’ye kabul ettirilecek antlaşma metnine Ermeniler lehinde bir hüküm koydurması için teşebbüste bulunmasını sağladılar. Bu sırada Rus general ve subaylarından bazıları da zaten Ayastefanos’ta, Ermeni evlerinde misafir edilmekte idi. Bunlar da İstanbul Ermenileri’ni tahrik ettiler.3 Neticede Rusya, kendi düşüncelerini Ermeni istekleri görüntüsü altında Ayastefanos Antlaşma metnine dahil etti ve Ermeni sorununun ilk defa bir antlaşma metninde yer almasını ve bunun Bab-ı Ali tarafından kabul edilmesini sağladı. Ayastefanos Antlaşması’nın Ermeniler’le ilgili 16. maddesine göre: “Osmanlı Devleti, Ermeniler’in yerleşmiş oldukları eyaletlerde bölge menfaatlerinin gerektirdiği ıslahat ve tensikatı vakit kaybetmeksizin icra edeceğini ve Ermeniler’in Kürtler’e ve Çerkezler’e karşı emniyetlerini sağlayacağını taahhüt eder.”4 Bu madde ile Ruslar, Ermeni konusuna tarihte ilk defa hukukiyet ve resmiyet kazandırmış oldular. Amaçları ise; tarihi emellerini gerçekleştirmek için batıda Balkanlı ulusları, doğuda Ermeniler’i kullanarak Osmanlı Devleti’ni iki cepheden tehdit altına almaktır. Diğer bir ifade ile “Şark Meselesini” Rusya açısından kısa sürede sonuçlandırmaktır. Ermeniler’le birlikte hareket edip savaş öncesi ve sırasında bir numaralı Ermeni hakları savunucusu olan Rusya, Berlin Kongresi’nden sonra birinci sırayı İngiltere’ye bırakmıştır. Genellikle bazı topraklar ve imtiyazlar kopardığı ve Ermeniler’le ilgili “Anadolu Islahatı” sözleşmeye konulduğu için Birinci Dünya Savaşı’na kadar büyük devletler, Ermeniler’i dini, diplomatik ve maddi açılardan desteklemeye ve içerde ve dışardaki Ermeni teşkilatlarının kurulmasına, isyanlar çıkarıp katliamlar yapmalarına imkan sağlamışlardır. Birinci Dünya Savaşı arifesinde bütün bu misyoner faaliyetleri, Rusya’nın Bitlis Konsolosu’nun raporunda da ifade ettiği gibi, meyvelerini vermeye başlamıştır: “Batılı diplomatlar, kendi bakış açılarına göre, milliyet kavgasından pek gaddarane bir surette istifadeye kalkışmışlar, Ermeniler’in milli duygularını tahrik ederek hiç sıkılmadan Türkiye’de bir Ermeni meselesi icad etmişlerdir. Halbuki 3 4 Enver Ziya KARAL, Osmanlı Tarihi, C. VIII, TTK Basımevi, Ankara, 1983, s. 129. Nihat ERİM, Devletlerarası Hukuk ve Siyasi Tarih Metinleri, TTK Basımevi, Ankara, 1953, s. 395. 43 bunların hepsi Türkiye’nin göz kamaştıran mirasından hissedar görünmek amacına matuftur. Hıristiyanları himaye etmek, insanlık ve kanunu müdafaa etmek, bunların hepsi sıkılmamak için birer maskedir. Ermeniler’in gerçekten fakr u zarurete düşmeleri Avrupa’nın umurunda bile değlidir.”5 2.2. ISLAHAT ÇALIŞMALARI VE ERMENİ FAALİYETİ Ermeni hareketinin başlangıç tarihi olarak 1856 tarihli Islahat Fermanı’nı gösterebileceğiz. Islahat Fermanı ile, Türkiye’de bulunan ve Müslüman olmayan toplumlara evvelce verilmiş bütün imtiyazlar ve ruhani muafiyetler kaldırılıyor ve gerekli ıslahatın, patrikhanelerde kurulacak meclisler tarafından hazırlanıp Babıali’ye takdim etmeleri sağlanıyordu. Osmanlı Hükümeti 29 Mart 1862 günü bunu uygun görerek meriyete koydu. Bu nizamnamenin metni Esat Uras’ın, Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi isimli kitabının 165-171. sayfalarında bulunabilir. Bu tarihlerde Osmanlı İmparatorluğu’nda henüz bir Ermeni meselesi mevcut değildir. Bu nizamname ile, Ermeni toplumunun işlerini görüşmek üzere 140 üyelik bir Umumi Meclis kuruluyordu. Meclisin 20 üyesi İstanbul Kilisesi mensuplarından, 40 üyesi taşradan gelecek milletvekillerinden, 80 üyesi de İstanbul Kilise cemaatlerinden seçilecekti. 1869 yılında İstanbul Patrikliği’ne Mıgırdıç Hırımyan seçildi. Hırımyan 1820’de Van’da doğmuş, öğretmen olmuş, Kuzey İran, Kafkasya, Eçmiyazin taraflarında dolaştıktan sonra İstanbul’a gelmiş, 1854’de Ahtamam Manastırı’na Vartaket olmuş, ihtilalci ruha sahip bir kişiydi. Daha sonraları, 1893’te Eçmiyazin Katogikosu (Ermeni Kilisesi’nin en yüksek mevkii) olmuştur. Hırımyan İstanbul Patriği olunca ihtilalci havayı meclise getirmeye çalıştı. Meclis onun davranışlarına karşı çıkınca 1873’te istifa etti, ama faaliyetini sürdürdü. 1876’da Bulgar meselesi için toplanan İstanbul Konferansı’na, Ermenilere baskı yapıldığı yolunda bir rapor yolladı. Ancak konferansın konusu Ermeni sorunu olmadığı için bu teşebbüsten sonuç alınamadı.6 5 Azmi SÜSLÜ, Ruslara Göre Ermenilerin Türklere Yaptıkları Mezalim, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Rektörlüğü, Ankara, 1987, s. 20-21. 6 Esat URAS, a.g.e., s. 177-181. 44 1877 Rus Harbi böyle bir havada başladı. Bu savaş sona ererken İstanbul Patriği’nin, Eçmiyazin Katogikosluğu aracılığı ile Rus Çarı’ndan, Fırat’a kadar olan bölgenin Türkler’e geri verilmemesi yolunda bir talepte bulunduğu bilinmektedir. Savaş sona erince bu defa patrik, Rus karargahına giderek barış anlaşmasına Ermeniler lehine bir madde konması talebinde bulundu. Ayastefanos Muahedesi’ne giren 16. madde bu talebin sonucu olup, Ermeniler’in yaşadığı vilayetlerde gerekli ıslahatın yapılması ve Ermenilerin Kürt ve Çerkezler’e karşı emniyetlerinin sağlanması hükmünü ihtiva eder. Ayastefanos Anlaşması’nın genel bir itirazla karşılandığı, Osmanlı Hükümeti’nin İstanbul’da İngilizlerle 4.6.1978 tarihinde Kıbrıs’ı İngiltere’ye bırakıp onun yardımını sağlayan bir anlaşma imzaladığı ve bunda Osmanlı Asyası’ndaki Hristiyanların iyi idare edilmesi ve korunması için İngiltere ile bi’l-istişare ıslahat yapılmasının da kabul edildiği malumdur. Bundan sonra Berlin Konferansı toplanarak Ayastefanos Muahedesi tadil edildi ve bunun 61. maddesi ile Doğu Anadolu vilayetlerinde ıslahat yapılması da hükme bağlandı. Berlin Kongresi’nden sonra Ermeni komitelerinin kurulmaya başladığını ve bunların, Rusya’nın maddi ve manevi desteği ile çeşitli isyan hareketlerine başladıklarını görüyoruz. Bu arada da İmparatorluk ıslahat projesi için Rusya ve İngiltere ile görüşme halindedir. Keza Berlin Kongresi’nden sonra Ruslar’ın artık Balkanlar’da yapılabilecek bir iş kalmadığından Osmanlı İmparatorluğu’nun doğu vilayetleri ile çok yakından ilgilendiğini ve Ermeniler’i bu maksatla kullanmaya başladığını görüyoruz. Olayların planlanması ve idaresi cemiyetler ve komitelerce yürütüldüğünden, bunların hangileri olduğunu kısaca hatırlamakta fayda vardır. İlk kurulan cemiyet, amacı Kilikya’yı yükseltmek olan “Hayırseverler Cemiyeti”dir. 1860’ta kuruldu. 1876’da “Ermenistan Doğu Cemiyeti” Muş’ta faaliyete başladı. 1880’de “Ermenilerin Birleşik Cemiyeti” kuruldu. Bu Cemiyet Türkiye ve Rusya Ermeniler’i arasında milli amaçlarda bir birlik kurmayı hedef edinmişti. Bu kuruluş bilhassa Rus konsolosluklarından büyük yardımlar temin ediyordu. 1881’de Erzurum’da “Yüksek Kurul Cemiyeti” kuruldu. Bütün 45 Ermenistan’da yapılacak her türlü hareket bu Cemiyet tarafından yürütülecekti. 1882’de Van’da “Kara Haç Cemiyeti” kuruldu. 1887 yılında Kafkasyalı Ermeniler’den Avedis Nazarkes, Kafkasyalı Ermeni öğrencilerden oluşan “Hınçak (Çan, Çıngırak) Komitesi”ni kurdu. Gayesi Türkiye Ermenistanı’nı kurtarmak, Rus ve İran Ermenistanı ile birleştirerek hür ve bağımsız bir devlet yaratmaktı. Programı Marksist ve merkeziyetçiydi. Komitenin İstanbul merkezi, Rus tabiiyetindeki Ermeniler tarafından 1890 yılında faaliyete geçirildi. 1890 yılında Kafkasya’da “Ermeni İhtilal Cemiyetleri Birliği” (Taşnaksutyun Komitesi) kuruldu. Gayesi isyan vasıtasıyla Türkiye Ermenistanı için siyasi ve iktisadi hürriyet elde etmekti. Bu kuruluşlarla birlikte çeşitli vilayetlerde isyanlar başlamıştır. İsyanlara geçmeden iki müşahedeyi nakletmekte fayda vardır. Esat Uras, New York Herald muhabiri Sydney Whitman’ın “Türkish Memories” isimli kitabının 7593. sayfalarından aşağıdaki pasajı nakletmektedir: “Erzurum İngiliz Konsolosu A. Graves’e sordum: -Eğer bu memlekete hiçbir Ermeni komitecisi gelmemiş olsaydı ve Ermeniler’i isyana kışkırtmasaydılar, bu çarpışmalar olur muydu? -Tabii hayır, sanmam ki bir tek Ermeni öldürülmüş olsun, dedi.” 7 Bundan daha enteresan bir müşahede General Mayewski’ye aittir: “1895 ve 96 yıllarında, Ermeni komiteleri, Ermeniler’le Kürtler arasında öylesine bir kuşku yaydılar ki, bu bölgelerde herhangi bir reformun yürütülmesi imkansız hale gelmişti. Ermeni din adamlarının, dini eğitim gayretleri hemen hemen yoktu. Buna karşılık, Ermeni papazları, milliyetçilik fikirlerini yaymak için çok çalıştılar. Yüzlerce seneden beri bu neviden düşünceler esrarengiz manastırların duvarları içinde gelişti ve dini görevlerin yerini, Hıristiyanların Müslümanlara olan düşmanlığı aldı. 1895 ve 96 yıllarında Asya Türkiyesi’nin pek çok vilayetinde ortaya çıkan ayaklanmaların sebebi, ne Ermeni köylülerin büyük sefaleti, ne de maruz bulundukları baskı idi. Zira bu köylüler komşularından çok daha zengin ve müreffeh idiler. 7 Esat URAS, a.g.e., s. 426. 46 Ermeni ayaklanması müteakip üç sebepten neşet ediyordu; ● Bunların siyasi konulardaki bilinen tekamülleri. ● Ermeni halk efkarında, milliyetçilik, kurtuluş ve bağımsızlık fikirlerinin gelişmesi, ● Bu fikirlerin Batı hükümetlerince desteklenmesi ve Ermeni papazlarının telkin ve çabaları ile yayılması.”8 Tarafsız veya daha doğrusu Ermeni taraflısı müşahitlerin bu açık ifadelerinden de anlaşılacağı nedenle Ermeni ayaklanmalarının sebebi, ne sefalet, ne de tabi tutuldukları baskı olmayıp, sadece kilisenin gizli karargahını teşkil ettiği ve Batı devletleri ile Rusya’nın desteklediği Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanmasını temine matuf nihai hedef çerçevesinde bir Ermeni bağımsızlığı cereyanının ortaya çıkarılmasıdır. Bu konuda Batı devletleri ile Rusya’nın niyetleri arasında aslında hiç de yakınlık olmadığını daha sonraki yılların olaylarına bakarken göreceğiz. Kurulmuş Ermeni cemiyet ve komitelerini bu şekilde hatırlattıktan sonra hadiseleri tarihi kronoloji içinde gözden geçirmeye devam edelim. Osmanlı Hükümeti ıslahat konusunu incelemek için doğu vilayetlerine 1879 yılında geniş yetkili müfettişler yollayarak çalışmaya başladı. Ermeniler, Erzurum’a gelen müfettişlere bir ıslahat projesi verdiler. Tiflis’te 1915 yılında Ermenice basılan Leo’nun “Ermeni Sorununun Belgeleri” isimli kitabının 135. ve müteakip sayfalarında yer almış bu projenin bazı mühim kısımları aşağıda özetlenmiştir; İl valisinin tayin ve değiştirilmesinden önce Ermeni Patriği’nin görüşü alınmalıdır. Mutasarrıfların tayin ve değişmesi de valiler gibi olmalıdır. Ermeni nüfusu daha kalabalık ilçe kaymakamları Ermeni olmalıdır. İl İdare Meclisi yarısı Türk-İslam, yarısı da Ermeni olmak üzere 6 kişiden oluşmalıdır. Bir jandarma örgütü kurulmalı, yarısı Türk-İslam, yarısı Ermeni olmalıdır. Albaydan binbaşıya kadar subaylar Avrupalı, daha küçük rütbeliler yarı yarıya Türk ve Ermeni olmalıdır. 8 Ergünöz AKÇORA, Van ve Çevresinde Ermeni İsyanları, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı, İstanbul, 1994, s. 99. 47 Kürt aşiretleri dağıtılmalı, her biri tek tek uygun yerlere yerleştirilmelidir. Kars ve Çıldır sancaklarından bu tarafa göç eden Çerkez, Türkmen ve Türk göçmenleri, Ermeni bulunmayan uzak bölgelere aktarılmalıdır. Bu Ermeni projesinde iki noktaya bilhassa dikkat edilmelidir. Ermeni nüfusunun daha kalabalık olduğu kazalarda kaymakamların Ermeni olması istenmektedir. Mutasarrıflar ve valiler için böyle bir talep yoktur. Yani Ermeni dokümanı, sadece bazı kazalarda Ermeni nüfusunun daha fazla olduğunu, mutasarrıflık ve vilayet itibariyle böyle bir durumun bulunmadığını bu şekilde itiraf etmektedir. Yıllar sonra doğu vilayetlerinde bir Ermeni ekseriyetinden bahsedilmeye başlandığında bu husus unutulmuş olmalıdır. Nüfus konusuna ileride ayrıca geleceğiz. İkinci nokta ise, Ermeniler’in, Rus işgalinden kaçıp gelmiş Türkler’in başka bölgelere naklini, yani tehcirini istemesidir. Tehciri vahşet olarak tanıtmaya çalışan bir toplum için bu şüphesiz ki enteresan bir davranıştır. 13 Haziran 1880’de İstanbul’daki elçiler doğu vilayetlerindeki ıslahat konusunda Babıali’ye bir müşterek nota verdiler. Babıali, yapılmakta olan işler hakkında 5 Temmuz 1880’de bu notayı cevaplandırdı. Elçiler 7 Eylül 1880’de yeni bir nota ile bazı hususlarda munzam bilgiler talep ettiler. Bu nota teatileri işin prensibine taallük ediyordu. Babıali 3 Ekim 1880’de elçilere, Ermenileri’n bulundukları vilayetlerde yapılacak ıslahatla ilgili olarak müteakip açıklamaları yaptı; Van, Bitlis, Diyarbakır vilayetleri mahkemeleri daha iyi bir biçimde teşkil ve ıslah olunacaktır. Polis ve jandarma, bu illerde yeniden düzenlenecektir. Jandarma albayları Harbiye Nezareti’nden tayin edilecek, diğer subayların tayinleri valinin teklifi üzerine Harbiye Nezareti’nce yapılacaktır. Bu şekilde ıslahat çalışmalarına başlandı. 2.3. TEŞKİLATLANMA, İSYANLAR VE İHANETLER Hepsinin amacı Ermenistan bağımsızlığı olmak üzere ilkin Türkiye’de, daha sonra ise yurt dışında çeşitli cemiyetler kurulmaya başladı. Önceleri esas niyetlerini 48 kendilerine saklayarak hayır dernekleri görünümü veren bu cemiyetler içinde konumuz açısından en önemlileri Hınçak ve Ermeni İhtilal Cemiyetleri Birliği’dir. 9 Daha önceki bölümde de belirttiğimiz gibi, sosyal olaylar, tarihi hadiseler durup dururken, birdenbire patlak verip ortaya çıkmazlar. Bunları hazırlayan birçok, bazen de basit gibi görünen ancak karmaşık sebepleri vardır. İlk bakışta Ermeni olaylarının bir “mesele” olarak ortaya çıkışını, ne doğrudan doğruya yaklaşık yüzyıl önceki Büyük Fransız İhtilali’yle, ne 1878 Berlin Kongresi’yle, ne Batılı devletlerin tahrik, teşvik ve finanse etmesiyle, ne patrikhane ve kiliselerin ruhani görevlerinin yanısıra dünyevi-siyasi işlere el atmasıyla, ne Osmanlı Devleti’nden Avrupa ve Amerika’ya gönderilip veya mahallinde yetiştirilip ihtilalci fikirlerle geri dönen Ermeni gençleriyle ve ne de sadece 1818, 1878, 1912 ve 1914 savaşları öncesi, sırası ve sonrasındaki olaylar, şuurlanma, propaganda veya göç hareketleriyle, okullar hayır cemiyetleri, komiteler, çetelerle, misyoner faaliyetleriyle veya Yunanistan, BosnaHersek, Bulgaristan olaylarıyla açıklamak ve bunlardan sadece biri veya diğerini esas alarak konuya bakmak doğru olmasa gerektir. Bunların hepsi de “Ermeni Meselesi”nin ortaya çıkmasını hazırlayan sebepler zinciridir. Bunlara bağlı olarak gelişen ve bu bölümde açıklamaya çalışacağımız başka tali sebepler de vardır. Bunlara verilecek öncelik ise, kronolojik olmalıdır. Yine olayları bugünkü verilerle veya peşin hükümlerle değil, zamanın şartları içinde ve o günün belgeleriyle ve bakış açılarıyla değerlendirmeye çalışmakla gerçeklere daha çok yaklaşılabilir. Burada uygulamaya çalışacağımız bir diğer metod ise, sentez metodu olacaktır. Ermeni milliyetçiliğinin teşekkülünde hareket noktası ise, dün olduğu gibi bugün de, patrikhane, kiliseler, okullardan başlamakta ve cemiyetler, komiter terör gruplarıyla devam etmektedir. 2.3.1. Kiliselerin Rolü Ermeni Kilisesi’nin rolü, esasen bütün Ermeni tarihçileri tarafından kabul edilen bir husustur. 9 Mim Kemal ÖKE, Ermeni Sorunu 1914-1923, TTK Basımevi, Ankara, 1991, s. 75 49 Pastırmacıyan, Kilise için; “Ermeni Kilisesi, Ermeni milletinin kilise tarafından can verilen ruhunun yeniden dünyaya gelmek için, yaşadığı vücuttur” diyor. Nalbantyan’ın görüşü de şöyle: “Bu nasyonalist çabada en büyük rol, bazı müstesna liderleri ve belli başlı manastırları vasıtasıyla, hem dini, hem entelektüel bir kuvvet olarak çalışan Ermeni Kilisesi tarafından oynanmıştır. Siyasi bağımsızlığın yokluğunda, Katolikos, milletinin emellerini temsil etmiş ve Diasporadakilerle anavatandaki Ermeniler arasında bir bağ haline gelmiştir.”10 Rusya’nın mezhep vasıtasıyla Osmanlı Ermenileri’ne müdahalesi üzerine 1830’da Ermeni Katolikleri ayrı bir cemaat şekline dönüştürülmüş ve 1831’de de Hogopos Çukuryan’ın patrikliğiyle Ermeni Katolik Patrikliği’nin kuruluşu II. Mahmut tarafından tanınmıştır. Yine 1828’lerden itibaren bazı Amerikan misyonerleri İngilizler’in de gayretleriyle Ermeniler arasında Protestan Mezhebi’ni yaymaya çalışmışlar ve dershaneler, parasız okullar kurup Ermenice İnciller dağıtarak 1846’da bir “Protestan Cemaati İdare Heyeti” teşekkül ettirmişlerdir. 1850’de bir fermanla bunlara bir “Protestan milleti mebusu seçme hakkı” verilmiş ve 1859’da da ayrı bir cemaat olarak tanınmışlardır. İşte batılıların hem Müslümanları çökertmek, hem de kendi mezheplerini empoze ederek Ermenileri Osmanlılar aleyhinde kışkırtmak suretiyle tezgahladıkları bu ikili oyunlar ve Tanzimat ve Islahat fermanları ve Ermeni Milleti Nizamnamesi’yle tanınan yeni haklar ve imtiyazlar, 1461’den 1861’lere kadar devam eden dörtyüz yıllık “sadık tebaa” imajını kiliselerin önderliğinde Ermeniler’den silmeye başlamış ve bu 1859’dan itibaren de fiili durumlar, isyanlar ortaya çıkmıştır. Bundan böyle Patrikhane önderliğinde devletin içinde ve dışında bütün Ermeni kiliselerince desteklenen “Türk düşmanlığı” ve “Ermeni milliyetçiliği” fikirleri filizlenmeye başlamıştır. Müslüman-Osmanlı halkı ve idarecileri ise, her zaman bir dost olarak gördüğü Ermenileri, 1828 ve 1878 yıllarındaki bu tecrübeleriyle artık “zararlı” hatta I. Dünya Savaşı sırasında “düşman” bir cemaat olarak telakki etmeye başlamışlardır. Bu düşmanlığın ortaya çıkışını Müslüman veya Ermeni Osmanlı halkı değil, onlar adına Avrupalılar, kiliseler ve komiteler sağlamışlardır. Bundan sonra her 10 Kamuran GÜRÜN, a.g.e., s. 31. 50 isyan hareketinde Batı’nın yanısıra patriklerin, papazların da parmağını görmek değişmez bir kaide haline gelecektir. Bunlardan bazılarını gözden geçirelim.11 2.3.1.1. Patrik Mıgırdıç Hrımyan’ın Faaliyetleri Van’da bir manastırda matbaa kuran Hrımyan, Ermeni bağımsızlığını güden “Van Kartalı”, “Muş Kartalı” isimli gazeteleri 1857’den itibaren çıkarmaya ve Ermeni çetelerinin yaptıklarını örtbas etmek üzere vilayetlerde sözde Ermeniler’e yapılan zulüm ve baskılardan dem vuran raporlar yayınlamaya başlamıştır. Diğer taraftan etrafına topladığı ateşli Ermeni papazları ve gençlerine Ermeni kültürüyle ilgili dersler verdirmiştir. 1869’da Ermeni patrikliğine seçilince, dini görevlerini bir tarafa bırakarak siyasi işlerle uğraşmaya başlamıştır. Faaliyetlerini çok ileri götürünce, patriklikten istifa ettirilmişse de, Türk-Rus savaşı sona erince, Yeşilköy önlerine gelen Grand Duc Nicola’yı ziyarete giden patrikhane heyetinin içinde yer almıştır. 1885 yılında da Eçmiyazin Katagikosu olmuştur. Patrikliği sırasında Ermeni Milleti Nizamnamesi’nin hükümlerini genişletip Doğu Anadolu’daki Ermeniler lehinde yeni imtiyazlar koparmak üzere 1872 başlarında hazırlattığı bir muhtırayı Osmanlı Hükümeti’ne vermiş bu görevden ayrılınca da yerine seçilen Patrik Narses Varjabetyan’ı etkilemekten geri durmamıştır.12 2.3.1.2. Patrik Narses Varjabatyan’ın Faaliyetleri Varjebatyan bir taraftan eski Patrik Hrimyan, diğer taraftan da daha sonra patrik seçilecek olan İzmirliyan’ın ve Patrikhane Meclisi’ndeki üyelerin tazyikleriyle İstanbul’daki yabancı sefirleri dolaşarak onların ilgilerini çekmeye çalışmış ve bu arada İngiliz Büyükelçisi Henry Elliot’la 1876 yılında görüşmüştür. Ancak Patrik Varjebetyan işin burada bitmediğini, ıslahat işinin bir basamak olduğunu ve esas gayelerinin milli istiklal olduğunu “Ermenistan’ın Ermeniler 11 12 Azmi SÜSLÜ, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı, s. 35. Mehmet Ali BİRANT, Ermeni Terörü, İstanbul, 1982, s. 12-14. 51 tarafından idaresi” formülüyle ifade etmiş ve bu fikirlerini Londra’da eski Patrik Hrimyan, Petersburg’da Horen Episkopos vasıtasıyla Avrupa’da yaymaya 13 çalışmıştır. 2.3.1.3. Kudüs Ermeni Patriğinin Tavrı Orta Doğu’ya yaptığı bir gezi sırasında İngiltere’nin İstanbul Büyükelçisi Layard, 1879 Eylülü’nde Kudüs’teki Ermeni Patriği ile görüşmüştür. Patrikten aldığı cevaplar, İstanbul Patriği’ninkinden hiç de farklı olmamıştır. Patrik, tekrar eski günlerine dönmenin heyecanı içinde olduklarını ve Ermeniler arasında milliyetçilik duygularının had safhada olduğunu ifade etmiştir. Artık Rusya’nın yardımını istemediklerini, bunun Rusya’nın nüfuzu altına girmek olup milli-müstakil bir devlet kurma şanslarını tehlikeye sokacağını, Osmanlı Devleti’nin himayesi altında yaşamak istemediklerini, Osmanlı topraklarında muhtar bir “Ermeni Devleti” kurulmasının lüzumunu ve bunun için de İngiltere’nin yardımının gerekli olduğunu ilave etmiştir. Layard ise, şimdilik acele etmemelerini ve yapılacak reformların neticelerini beklemelerini söylemişse de, Patrik’in kararlı tutumu ve yakında fiili olarak harekete geçeceklerini anlaması üzerine, muhtariyet teşebbüsüne geçtikleri takdirde bölgede çoğunlukta olan Müslümanların şiddetli tepkileriyle karşılaşacaklarını ifade etmiş ve bilahare Osmanlı otoritelerini de durumdan haberdar etmiştir.14 2.3.1.4. Kiliselerin İhanetleri Altı yüzyıl boyunca dünyanın hiçbir devletince tanınmayan din ve vicdan hürriyetinden çoğu kere Müslümanlardan çok faydalanan Ermeni din adamları ve kiliselerin, XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren başlayan isyan ve ihtilal hareketlerine karıştıkları hatta onları çoğu defa yönettikleri tarihi bir vakıadır. 20 Haziran 1890 tarihinde Erzurum’da bulunan Saint Asalyan Kilisesi ihbar üzerine aranmıştır. Buraya gelen Osmanlı askerlerine ateş açılmış ve iki subayla bir 13 Azmi SÜSLÜ, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı, s. 36-37. Cevdet KÜÇÜK, Osmanlı Diplomasisinde Ermeni Meselesinin Ortaya Çıkışı, İ.Ü. Edebiyat Fakültesi, İstanbul, 1984, s. 47-48. 14 52 jandarma eri şehit edilmiştir. Yapılan aramada ise, Rusya’dan getirilip gizlenen silah, cephane ve bombalar bulunmuştur.15 Bitlis doğumlu ve Amerika’da tahsil yapıp tekrar memleketine dönen Jorcnab, Ermeni Kilisesi papaz vekili ve oradaki Amerikan Misyoner Okulu idarecileri, Ermenileri silahlandırmışlar ve Cuma namazına giden Müslümanlara 25 Ekim 1895’te bir suikast hazırlamışlardı. Çalınan üç çan işareti ve Ermeniler’in durumundan kuşkulanan Müslümanlar camiden hemen çıkmışlarsa da, kapıdaki silahlı Ermeniler’le karşılaşmışlardır. Çıkan müsaderede 200’e yakın Müslüman ve Ermeni ölmüş ve bir o kadar da kişi yaralanmıştır. Müteakiben çevrede çıkarılan olaylarda ise yine birçok kişi hayatını kaybetmiştir.16 2.3.2. Okullar, Hayır Müesseseleri, Cemiyetler, Komiteler 1461 yılında Patrikhane’ye tanınan din ve vicdan hürriyetinin yanısıra Ermeni cemaatine kendi dillerinde eğitim-öğretim yapmaları, okullar, müesseler, cemiyetler kurmaları ve iktisadi-ticari gelişmelerini sağlamaları yolunda birçok imkanlar verilmiştir. Bunlar her padişah zamanında hem yazılı hukukta, hem de fiili olarak gelişmiştir. Kapitülasyonlar ve XVIII. ve özellikle XIX. yüzyılda Osmanlı Devleti’nin her tarafında görülen misyoner faaliyetleriyle bu gelişmeye Batılılar da destek vermeye ve müdahale etmeye başlamışlardır. 1839 ve 1856 fermanlarıyla bu müdahaleler hem resmi bir hüviyet kazanmış, hem de müesseseleşme faaliyetleri hızlanmıştır. 1860’tan itibaren Ermeni Milleti Nizamnamesi, 1876 ve 1908 anayasaları ve özellikle 93 Harbi’ni müteakiben “Ermenilerin meskun bulundukları vilayetlerde ıslahat yapılması” formülüyle sayıları Müslümanlarınkine ve başka ülkelerdeki Ermeniler’inkine nazaran son derece çoğalmıştır. Maarifle, dinle, hayırla, ticaretle uğraşmak gayesiyle kurulmuş olmalarına rağmen, bunlar daha ziyade siyasetle ve nimetlerinden faydalandıkları devlete zararlı olacak çalışmalarla uğraşmaya başlamışlardır. Böylece başta İstanbul olmak üzere Anadolu ve Rumeli’nin her tarafında kiliseler, manastırlar, dini ve ladini okullar, kolejler, ilm-i ilahi müesseseleri, darü’l-eytamlar, darü’l-acezeler, darü’ş-şifalar, hastahaneler, 15 16 Genelkurmay Başkanlığı, Türk İstiklal Harbi, Doğu Cephesi, 1918-1921, Ankara, 3.cilt, s. 4. İhsan SAKARYA, Belgelerle Ermeni Sorunu, Gnkur Basımevi, Ankara, 1984, s. 115-117. 53 Cemiyet-i Hayriyeler, komiteler kurulmuştur. Okullardan başlamak üzere bunların 1915-1916’lardaki durumlarını gözden geçirdiğimizde şu tablolar ortaya 17 çıkmaktadır. 2.3.2.1. Okullar 1860’ta çalışmaları başlatılıp 1863 Mart’ında bir fermanla kabul edilen Nizamname-i Millet-i Ermeniyan’ın üçüncü bendinde; “Milletin vazife ve hakları arasında evvela milletin kültürel ve maddi ihtiyaçlarının karşılanmasına gayret sarf etmek, ikinci olarak Ermeni kiliselerinin iman ve efsanelerine leke ve zarar getirmemek, üçüncü olarak temin etmek ve dördüncü olarak kilise, hastahane, okul ve benzeri müesseseleri ve ianeleri mamur halde tutmak prensipleri” getirilmiştir. Altıncı bendin onuncu maddesinde ise; “Ruhban ve mektep hocaları ile kilise, manastır, mektep ve hastahane memurlarının murakabe ve tecziyesi patrike ve ona bağlı olarak görev yapan meclis ve komisyonlara bırakılmıştır.” Referans vermeden “1901-1902 yıllarında İstanbul Ermeni Patrikhanesi’nin Resmi İstatistiği” adıyla Osmanlı Devleti’ndeki Ermeni okul, talebe ve öğretmen sayısını Dr. Kevork K. Baghdjian şu şekilde vermiştir:18 YER Siirt Amasya-Merzifon Şebinkarahisar Erzurum Kığı Bayburt Diyarbakır Harput Eğin 17 18 ERMENİ OKULU 3 9 27 27 27 9 4 27 4 ERKEK ÖĞRENCİ 163 1524 2040 1956 1336 645 690 2058 541 Azmi SÜSLÜ, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı, s. 46. Azmi SÜSLÜ, Ermeniler ve 1915 Tehcir olayı, s. 47. KIZ ÖĞRENCİ 84 814 105 1178 367 199 324 496 215 ÖĞRETMEN 11 54 42 85 43 32 27 58 22 54 Çemişkezek Arapkir Çrşsancak Arapkir Etesia Görün Darende Divriği Sivas Bitlis Erzincan Kemah Bayezid Muş Van Gediz Ahdamar Tercan Kiskim Pasin Hınıs Divranaguerd Palu Malatya Çukurova(Kilik) Antep Hatay Halep Haçin Süleymanlı Sis ve Çevresi Adana Maraş TOPLAM 12 18 12 18 8 12 2 10 46 12 22 13 6 23 21 3 32 12 3 7 8 2 8 9 9 10 2 4 10 7 25 23 528 556 713 617 713 1091 736 260 757 4072 571 1389 646 338 1034 1323 203 1106 485 80 315 352 180 505 872 898 440 438 508 605 476 1947 1361 35727 272 123 189 123 571 78 70 100 549 63 475 28 54 284 554 56 132 10 15 15 50 230 708 47 249 69 85 165 808 378 10294 15 25 18 25 26 20 5 20 73 20 63 16 13 35 59 6 36 12 3 7 12 15 19 58 10 18 12 15 19 69 44 114 55 İmparatorluğun Diğer yerleri YER Edirne ERMENİ OKULU 6 ERKEK ÖĞRENCİ 314 KIZ ÖĞRENCİ 251 ÖĞRETMEN 22 Rodos 9 1.017 856 48 İzmit 38 540 43.103 212 Bilecik 10 1.120 143 21 Kütahya 5 825 349 23 İzmir 27 1.640 1.295 109 Ankara 7 895 395 29 Kayseri 42 3.795 1.140 125 Samsun 27 1.361 344 59 Trabzon 47 2.184 718 85 Bağdad 2 68 46 11 Yozgad 12 1.197 557 43 Bursa 16 1.345 733 54 Balıkesir-Bandırma 8 700 634 35 Tokat 11 1.408 558 50 Kastamonu 3 110 50 2 Konya 3 213 137 12 Armacah 2 190 110 6 TOPLAM 275 23.786 11.419 946 GENEL TOPLAM 803 59.513 21.713 2.088 Verilen bilgiler ışığında görüldüğü üzere bu dönem Osmanlı İmparatorluğu toprakları üzerinde toplam 803 Ermeni okulu bulunmaktadır. Buna karşın aynı dönemde Rusya ve Kafkasya’da 600 Ermeni okulu kapatılmış ve yine “yeni nesli Ermeni papazlarının zararlı tesirlerinden kurtarmak amacıyla” 320 Ermeni ilkokulu kapatılmıştır.19 19 Azmi SÜSLÜ, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı, s. 49-50. 56 2.3.2.2. Hayır Müesseseleri, Cemiyetler Bu amaca hizmet etmek amacıyla XIX. yüzyıl sonları ve XX yüzyıl başlarında Ermeni cemiyetleri, okulları ve kiliseleri, kanuni ve dini bazı dokunulmazlıklardan da yararlanmak suretiyle, isyan, ihtilal hazırlıklarının yapıldığı birer “siyasi büro” ve silah ve mühimmat deposu veya imalathanesi haline gelmişlerdir. Bunlardan “Hayırseverler Cemiyeti” 1860’ta Çukurova’yı kalkındırmak amacıyla kurulmuş, bunu “Fedakar Cemiyeti” takip etmiştir. Birincisinin üyeleri arasında faaliyetleriyle tanınan Ermeniler bulunmakta ve bunlardan Hasip Şişmanyan’la Mıgırdıç Beşiktaşyan’ın 1862 Zeytun isyanlarında isimleri geçmektedir.20 1870’ten 1880’e kadar geçen süre içinde Van’da “Ararat”, Muş’ta “Mektebsevenler”, “Şarklı” ve “Ermenistan’a Doğru”, Adana’da “Kilikya” cemiyetleri kurulmuş ve bunlar 1880’de birleşerek “Birleşik Ermeni Cemiyeti”ni meydana getirmiştir. Ayrıca, 1872’de Van’da Rusya’nın desteğinde “İttihad ve Halas” ve 1878’de de “Kara Haç” cemiyetleri kurulmuştur. “Kara Haç” adı, üyelerinin arasında sır verenlerle, cemiyet prensiplerine uymayanların listedeki isimleri üzerine kara haç çekilip idama mahkum edilmelerinden kaynaklanmaktadır. 1881’de Erzurum’da “Şura-ı Ali” adıyla kurulan cemiyet, daha sonra “Müdafi Vatandaşlar” olarak adını değiştirmiştir. Yine aynı vilayette 1882’de “Anavatan Müdafileri”, “Silahlılar” ve “Milliyetperver Kadınlar” cemiyetleri kurulmuştur. Bunlardan “Anavatan Müdafileri” cemiyeti, Ermeniler’i saldırılardan korumak maksadıyla kurulmuş ve faaliyetlerinin farkına varılıp üyeleri yakalanınca, 1882’de kapatılmıştır. 1890 yılında İstanbul’da da “Yıldırım” ve “Kurban” isimli cemiyetler kurulmuştur. Bu sonuncu cemiyetin kurucusu, Kafkas Ermenileri’nden Dr. Pakrat Navasartyan idi ve cemiyet çalışmaları birçok cemiyetteki gibi Tiflis’ten idare edilmekteydi.21 20 Azmi SÜSLÜ, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı, s. 51. Osman KARABIYIK, Türk-Ermeni Münasebetlerinin Dünü Bugünü, İhlas Matb., İstanbul, 1984, s. 58-59. 21 57 Bütün bu cemiyetler, sadece fikri mücadele vermekle kalmamış, yerine göre hem Türkler’e hem de fikirlerini benimsemeyen, kendilerine yardım etmeyen veya “devlete bağlılıklarıyla kendilerine ihanet eden” Ermeniler’i de öldürmekten ve Anadolu’nun çeşitli yerlerindeki isyan ve katliamlara iştirak etmekten kendilerini alamamışlardır. 2.3.2.3. Komiteler Armenekan Komitesi; Komitelerden ilki, 1885 yılında Portakalyan’ın yetiştirdiği dokuz kişi tarafından Van’da kurulmuştur. İstanbul’da doğup öğretmenlik yapan Portakalyan, Van’da kendi açtığı okulunda birçok militan Ermeni talebe yetiştirmiş ve olaylara karıştığı hükümetçe tesbit edilince Van’dan uzaklaştırılmıştır. Fransa’ya giden Portakalyan, orada “Armenia” gazetesini çıkarmış ve “kan dökmeden hürriyetin elde edilemeyeceği” propagandasını yaymaya başlamıştır. Gazetenin 1885’te Osmanlı Devleti’ne, 1886’da Rusya’ya girişleri yasaklanmışsa da, gizlice buralara gönderilmiştir. Armenakan’ın kurucuları, Mgırdıç Terlemezyan, Grigor Terlemezyan, Ruben Şatavaryan, Grigor Adian, Grigor Acemyan, M. Bartutciyan, Gevord Hancıyan, Grigor Beozikyan ve Garegin Manukyan olup Portakalyan’la irtibatı sağlayan Avetisyan tarafından idare edilmiştir. Partinin bilinen faaliyetleri, Kürt kılığına giren Havannes Agripasyan, Vardan Goloşan ve Karabet Kulaksızyan isimli komitecilerin Türk zaptiyelerine saldırmaları, çeşitli cinayetler, aşiretlere saldırılar, 1892 Ekim’inde Van’da polis memuru Nuri Efendi’nin katli,22 1896 Haziran’ında Hınçak Komitesi mensuplarıyla birlikte her iki taraftan birçok kişinin ölümüne sebep olan Van İsyanı’na katılmaları, Avatisyan’ın liderliğinde 200 kişilik bir çete kurmaları ve Taşnaksagan ve Vartan çeteleriyle birlikte Karahisar dağları yakınında girişmeleridir. 22 Kamuran GÜRÜN, a.g.e., s. 129, 130. aşiretlerle ve Asuriler’le çarpışmaya 58 Taşnaksagan ve Armenakan çetelerinin hemen hemen tamamının telef olduğu ve bu çatışmadan bir süre sonra Armenakan partisinin üyelerinin Taşnak ve Hınçak Partisi’ne geçtikleri veya Ramgavar Partisi’ne dönüştükleri ifade edilmiştir.23 Hınçak Komitesi; Hınçak, çan sesi, çan, çıngırak manasında olup Portakalyan ve gazetesi Armenia desteğinde 1897 yılında İsviçre’de ateşli Armenia yazarlarından Avedis Nazarbekian, eşi Maro, Haraciyan ve Kafkasyalı bir grup öğrenci tarafından kurulmuştur. Kurucularından hiçbirinin Osmanlı Devleti’ne ayak basmadıkları bu komite, Karl Marx’ın prensipleri doğrultusunda faaliyet göstermiş ve idarecileriyle üyelerinin büyük bir kısmını Rusyalı Ermeniler teşkil etmiştir. 24 Hınçak’ın İstanbul merkezini kurmak için Cenevre’den Tiflisli Şimavon, İran’dan S. Dantelyan, Trabzon’dan Rus uyruklu Rupen Hanazad gelmiş ve bu komiteye İstanbul’da kurulmuş olan diğer ihtilal komitelerinden de katılanlar olmuştur. Bilahare Merzifon, Amasya, Tokat, Yozgat, Arapkir ve Trabzon’da teşkilatlanma yoluna gitmiştir. Hınçak komitesi, Kumkapı gösterisinde, Sasun isyanında, Babıali gösterisinde ve Zeytun İsyanı’nda yer almış ve birçok cinayete iştirak etmiştir. Komite Marksist eğilimlerinden dolayı Ermeni halkı arasında pek rağbet bulmamıştır. Mensupları arasında 1902’de çıkan anlaşmazlıklar üzerine birçok komiteci İngiltere, Rusya, Mısır, Bulgaristan, Kafkasya ve İran’da sokak ortasında öldürülmüştür. İttihad ve Terakki Hükümeti zamanında, 1909’da cemiyet olarak tüzüğünü İstanbul Valiliği’ne veren komitenin ele geçen25 1910, 1911, 1912, 1913 yıllarına ait karar defterlerinde şu kararların bulunduğu görülmüştür: Silah, cephane ve patlayıcı madde sağlanması, Marufyan, Yavruyan ve Candan tarafından silah talimi yapılması, propagandalara hız verilmesi, Taşnak Komitesi ve İttihad ve Terakkicilerle münasebetin tesisi, Van’da Orsfan, Cang, Goçnak, Juracak, Pençak, Badami, Tejehenk, Maro ve Paros isimli çetelerin tesisi ve idare edilmesi. 23 Esat URAS, a.g.e., s. 499-502. Azmi SÜSLÜ, Türk Tarihinde Ermeniler, s. 146 25 Azmi SÜSLÜ, Türk Tarihinde Ermeniler, s. 146 24 59 1908 Temmuz’unda İkinci Meşrutiyet’in ilanından sonra Hınçak Komitesi reislerinden Sabahgülyan, Beyoğlu Ermeni Kilisesi’nde verdiği vaazda; “Osmanlı Meşrutiyeti ilan edilmiş olduğundan biz Hınçaklar, temayüllerimizi, ihtilal fikirlerimizi bırakıyor ve faaliyetlerimizi memleketin ilerlemesine adıyoruz.” demişse de, yukarıdaki müteakip yıllara ait karar defterinde bunun aksi müşahede edilmiş ve 1913’te Köstence’de toplanan Yedinci Hınçak Kongresi’nde açıktan açığa Türkiye’ye karşı düşmanlığın devam ettirilmesi kararlaştırılmıştır. Böylece Taşnaksutyun’la birlikte Hınçak komitecileri, silah ve mühimmat depolarıyla İtilaf Devletleri safında I. Dünya Savaşı’na iştirak etmişlerdir.26 Daşnak Komitesi; Daşnaksutyun veya “Ermeni İhtilal Cemiyetleri Federasyonu” 1890’da Tiflis’te kurulmuştur. Amacı, Tiflis’teki “Genç Ermenistan”, Van’daki “Armenakan” ve “Hınçak” Ermeni komitelerini birleştirmek, Osmanlı Devleti’ne çeteler sokmak, buradaki Ermeniler’i silahlandırmak, köylülere silah kullanmasını öğretmek, çeteler kurmak, çete başları yetiştirmek, savunma teşkilatı kurmak, taraftar toplayarak isyan, ihtilal çıkarmak ve Ermenistan’ın bağımsızlığını sağlamaktır. Komitenin sloganı ise, “Türk’ü, Kürd’ü, nerede ve hangi şartlarda görürsen öldür. Gericileri, sözünden dönenleri, Ermeni hafiyelerini, hainleri öldür, intikam al.” şeklinde idi. Karl Marx’ın; “Bir düzine silah nakledecek çete, bir düzine programdan daha tesirlidir.” prensibinden hareket eden komite, üç yıl boyunca bir program ortaya koymamıştır. 27 Yayın organı Truşak olan komite, Osmanlı Bankası baskınına, 1904 Sasun isyanına, Yıldız suikastına katılmış ve birçok cinayette rol almıştır. 2.3.3. İsyanlar 1882 yılında Erzurum’da Ermeniler’in büyük bir silah deposu ortaya çıkarıldı. Hükümet tahkikatı genişletti, suçlular tevkif edildi, ancak İstanbul Patrikliği’nin şefaati ile bunlar affedildi. 26 27 Azmi SÜSLÜ, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı, s. 54. Esat URAS, a.g.e., s. 442-445. 60 1888 yılında İstanbul Patrikliği’ne Aşıkyan geldi. Ermeni isyanları bu patrik zamanında başlamıştır. 2.3.3.1. Erzurum İsyanı İlk isyan 20 Haziran 1890’da Erzurum’da patlak verdi. Vilayet, Ermeniler’in Rusya’dan silah ve cephane getirerek bunları kilise ve okulda sakladıkları haberini almıştı. Buraların aranmak istenmesi sırasında Hınçaklar aramayı ihtilale güzel bir vesile telakki ettiler ve başta Kerekciyan olduğu halde nümayişe başladılar.28 Erzurum Olayı’nın yıldönümü münasebetiyle Amerika’da Ermenice çıkan Hayretnik Gazetesi’nde müteakip hususlar da yer almıştı ki cidden dikkate değer: “Ermeniler’in dağılmaları için çalışan Ermeni ileri gelenlerine dayak atıldı. Hükümetin herkesin işi gücüyle meşgul olması hakkındaki emri dinlenmedi. Komite mensupları yer yer dolaşarak halka cesaret veriyorlardı. Bu sırada Gergeryan’ın kardeşi ateş ederek iki eri öldürdü. İki taraf arasında iki saatlik bir çarpışma oldu. Ertesi günü konsoloslar şehri gezdiler. İki taraftan 100’den fazla ölü, 200-300 kadar da yaralı vardı. Bu olaylar içinde bir yabancı rüzgarı, kuzeyin soğuk yelleri esiyordu. Ermeniler’in gösterileri dolayısıyla Rus konsolosu Tevet valiyi ziyaret ederek, böyle asi bir halkı, Rusya’da olsa mutlaka kırarlar diyor ve aynı zamanda Ermeni marhasasına da, Türkiye gibi vahşi bir hükümetin idaresi altında yaşamak değmez diyordu.”29 2.3.3.2. Kumkapı Gösterisi 1890 Temmuz’unda Hınçaklar İstanbul’da bir gösteri tertiplediler. Kumkapı Gösterisi diye isimlendirilmiş olan bu nümayişin programına göre evvela Patrikhane’de bir bildiri okunacak sonra patrikle birlikte bir heyet saraya giderek bildiriyi padişaha takdim edeceklerdi. 28 Mehmet KANAR, Ermeni Komitelerinin Emelleri ve İhtilal Hareketleri, Der Yayınları, İstanbul, 2001, s. 35. 29 Esat URAS, a.g.e., s. 459. 61 Bildiri Patrikhane’de okundu. Ancak patrik saraya gitmek istemediğinden komiteciler Patrikhane’yi basarak zorla bir arabaya sokulup hareket edildi. Gene hareketin muhalif Ermeniler tarafından haber verilmesi üzerine arabayı yolda çeviren askerlerin üzerine ateş açıldı. Ermeniler’in kendi nakillerine göre 6-7 asker ağır, 10 kadarı da hafif yaralandı. İki Ermeni komiteci de öldü. 2.3.3.3. Müteferrik Olaylar 1892-1893 yıllarında Ermeniler Kayseri, Yozgat ve Çorum bölgelerinde olaylar çıkardılar. Merzifon’da isyan çıkarmaya teşebbüs etiler. Suçlular Ankara’da muhakeme edildiler, elebaşları idama mahkum oldular. Ancak hareketlerin asıl beynini teşkil eden ikisi, Merzifon Amerikan Koleji öğretmeni Karabet Tomayan ile aynı okul öğretmeni Ohannes Kayayan İngiltere’nin tavassutu ile affedildiler. Hınçak Komitesi Kumkapı Gösterisi’nden netice alamayıp, büyük devletleri harekete geçirtemeyince, 1894 yılı içinde, İstanbul’da Ermeni ileri gelenlerine karşı suikastler tertiplemeye başladı, bu suikast serisi Patrik Aşıkyan’a kadar uzadı. 25 Mart 1894’te patrike tabanca ile saldırıldı. Tabanca ateş almayınca saldırgan Ermeni tutuklandı. Saldırganın sorgulama sırasında Aşıkyan’ın Ermeni düşmanı olduğunu, sık sık hükümete ihbarlar yaptığını, Ermeniler’in de milleti bu adamdan kurtarmak için and içtiklerini söylediği, Fransız Sefiri Cambon’un bakanlığına yolladığı ve Fransızlar’ın “Sarı Kitabı”nda yer alan telgrafında okunmaktadır. Hınçak Komitesi’nin İstanbul şubesinin reisi ve bütün bu olayları organize eden kişi Murat komiteci takma adını taşıyan, 1908 Meşrutiyeti’nden sonra Kozan’dan milletvekili seçilen Hamparsın Boyacıyan’dır. Bu suikastten sonra Patrik Aşıkyan istifa etti, yerine İzmirliyan geçti. 2.3.3.4. I. Sasun İsyanı ve Sonuçları Sason bugün Batman’a bağlı bir ilçemizdir. O günkü sivil teşkilata göre, idari ve adli işleri dolayısıyla Siirt’e bağlı, Muş’a 14 saat uzaklıkta, Mutki ve Gazrazn’a komşu bir ilçeydi. Nüfus sayımı yapılmamış bulunmakla beraber, ilçe halkının beşte 62 birini Ermeniler, geri kalan kısmını Müslümanlar teşkil ediyordu. Muş, Sason, Genç ve Kulp kasabaları arasında da 80 kilometre uzunluğunda Taluri Vadisi uzanmaktadır. Bu vadinin büyük bir kısmı Silvan’ın Berkanlı aşiretinin yazlık yaylası idi. 30 İhtilal komitelerinin hepsi birlik halinde Sason olaylarını takdir ve burada çarpışanları takdis ederler. Aynı zamanda bu olaylara ithafen birçok eserler yayınlanmıştır ki bunların tümü pek yüksekten uçan ve abartı dolu eserlerdir. Bu eserlerin tetkik ve tahlilinden Ermeni komitelerinin her zaman İtilaf Devletleri’nin siyasi entrikalarına alet oldukları ve olayların çıkış sebepleri tahkik edilirse bunun da sırf memlekete ecnebi müdahalesinin celp ve davet olduğu bir kere daha ortaya çıkar.31 29 Ağustos 1894 günü I. Sasun İsyanı patlak verdi. Bu isyanı organize edenin, bilahare kurulan ve içinde üç devletin (Fransa, İngiltere, Rusya) konsoloslarının da bulunduğu tahkikat komisyonu raporunda tespit edildiği üzere Hamparsun Boyacıyan olduğu görülmektedir. Bu isyanla ilgili olarak iki yabancı yazardan nakil yapmakta fayda vardır. Önce Ermeni yazarı Varantiyan’ın “Taşnaksutyun Tarihi”nin 146. sayfasına bakalım: “Hınçakların teşkilatı zayıftı. Bir şey yapmış olmak, gürültü çıkarmak için acele etmişlerdi. Sasonlular ise ilkel silahları ile bile Kürtler’e karşı kahramanca savaşmışlar, ancak düzenli asker karşısında başarılı olamamışlardır. Çok başarılı çarpışmalardan sonra Ermeniler Kürtler’i yok ederek onların koyun sürülerini yağma etmişler ki birdenbire her yandan askerler tarafından sarıldılar. Ölen Ermeniler’in sayısını bugüne kadar yaklaşık olarak kimse bilmez. Bazıları 6-7 bin diyorlar, bazıları da bine yakın olduğunu söylüyorlar, şüphesiz bu sonuncu tahmin daha yakındır.”32 İsyana katılanlar 3.000-4.000 civarında gösterildiğine göre ölenlerin sayısının herhalde bini geçmemiş olduğu doğrudur. İkinci olarak da Coursons’un 1895’te Paris’te basılan La Rebellion Armenienn, Son Origine, Son But adlı kitabının 71-78. sayfalarını açalım. Müellif, 30 Cemal ANADOL, a.g.e.,s. 225 Mehmet KANAR, a.g.e., s. 36. 32 Esat URAS, a.g.e., s. 472-473. 31 63 Sasun İsyanı’nı New York Herald Gazetesi’nde neşredildiği şekilde sayfalarına geçirmiştir: “Avrupa incelemesi, Ermeniler’in, yabancı ülkelerden gelen tahrikçilerle birlikte isyan etmiş olduklarını göstermiştir. Asiler İngiltere’den gelmiş modern silahlarla her şeyi yapmışlar yangın, adam öldürme, yağmadan sonra, düzenli askere de karşı durmuşlar, dağlara çekilmişlerdir. Soruşturma heyeti Osmanlı Hükümeti’nin asilere karşı asker göndermekle en kanuni hakkını kullandığını saptamıştır. Türkler tarafından kadınlara, çocuklara, ihtiyarlara, sakatlara İslam ve insani hükümlere uygun davranışta bulunulmuştur. Ölen asiler, teslim olmayı kabul etmeyen ve ülkenin kanuni hakimiyetine karşı savaşmayı tercih edenlerdi.”33 Bu isyan üzerine, yukarıda da temas edildiği üzere, üç devletin konsoloslarının da iştirakiyle kurulan tahkikat komisyonu çalışmaya başladı. Ancak Hınçaklar Avrupa’da, Türkleri’n günahsız Ermeniler’i doğradığı propagandasını şiddetle yaymağa başladılar. Avrupa merkezlerinde Ermeniler lehine mitingler yapıldı. Olaylardan sonra Van Konsolosu Holward, inceleme yapmak üzere Sason’a gitmek istemiş, hükümet bu adamı olayların tahrikçisi olarak kabul ettiğinden, gitmesine izin vermemiştir. Daha sonra, İngiltere’nin Van Viskonsolos vekili, Ermeniler’e zulüm ve işkence yapıldığını iddia ederek tahkikat için Taluri’ye gitmek istemiştir. İlgililer kendisine istediği bilgiyi vermedikleri gibi, Kolera hastalığı sebebiyle yolların kapalı olduğunu, Taluriye gitmesinin mümkün olmadığını söylemişlerdir.34 Rus Ermenileri, o tarihte Eçmiyazin Katogikosu bulunan Hırımyan’a müracaat ederek Türkiye Ermenileri için müdahalesini istediler. Hırımyan da Petersburg’a gidip Çar’a, Ermeniler’in tek koruyucusunun Rus İmparatoru olduğunu, Ermeniler’in kendisinden yardım ve himaye beklediklerini arzetti. Bunun neticesi İngiltere, Fransa ve Rusya ıslahat konusunda yeni bir proje hazırlayarak bunu 11 Mayıs 1895’te Babıali’ye verdiler. “Mayıs Projesi” diye anılan bu vesikanın esasları şunlardır: 33 34 Esat URAS, a.g.e., s. 475-477. Cemal ANADOL, a.g.e., s. 226 64 Erzurum, Bitlis, Van, Elazığ, Diyarbakır ve Sivas illerinin valileri özel bir itina ile seçileceklerdir ve 5 yıl görevde kalacaklardır. Valinin bir muavini olacak, vali Müslümansa muavin Hıristiyan olacaktır. Sancaklara tayin olunacak mutasarrıflar hükümetçe tayin edilecek, bir kısmı Hıristiyan olacak ve valiler gibi muavinleri olacaktır. Hıristiyan olan mutasarrıf ve kaymakamların adedi o ildeki toplam mutasarrıf ve kaymakamların üçte birinden aşağı olmayacaktır. Her kaymakamlıkta nahiyer olacak, bunların halktan seçilmiş 4-8 üyelik meclisleri bulunacak ve meclis kendi müdürünü seçecektir. Özel jandarma teşkilatı kurulacaktır. Jandarmanın üçte biri nahiyelerin polisinden, yarısı İslam, yarısı Hıristiyan olmak üzere alınacaktır. Islahat projesinde ayrıca, polis, hapishaneler, Kürt aşiretlerinin denetlenmesi, Hamidiye süvari alayları, adliye konularında da çeşitli hükümler vardı. Babıali bu projeye 3 Haziran 1895 tarihinde bir notayla karşılık verdi. Cevapta projedeki bazı hususların tatbikinin mümkün olmadığı, mümkün olanların tatbikine geçileceğini bildirdi. Mümkün görülmeyen hükümler vilayet, sancak, kaza genel meclislerine taalluk ediyordu. 11 Mayıs 1895 projesi Ermeniler tarafından bağımsızlığın ilk adımı olarak kabul olundu. Ancak Babıali ile sefaretler arasında bu konuda yazışmalar ve görüşmeler başlayınca, ıslahatın çabuklaştırılmasını temin maksadıyla Ermeni tahrikleri de artmaya başladı 23 Temmuz 1895’te siyasi sebeplerden dolayı mahkum Ermeniler hakkında genel af ilan edildi. 2.3.3.5. Babıali Gösterisi Bu genel af müspet değil menfi bir etki yaptı ve 18 Eylül 1895 günü Hınçak Komitesi İstanbul’da yeni bir gösteri düzenledi. Babıali Gösterisi olarak bilinen bu nümayişe 5000’e yakın Ermeni’nin katıldığı, polis ve jandarmaya ateş açıldığı, fakat Babıali önünde durduruldukları, askerin işe karışmasına gerek olmadan Ermeniler’in 65 dağıtıldığı bilinmektedir. İsyanın elebaşıları durumunda olup da kiliselere sığınan komiteciler de yabancı devletler elçilerinin müracaatı üzerine affedilmişlerdir.35 Babıali Gösterisi’ni 45 gün devam eden Zeytun İsyanı takip etti. 2.3.3.6. Zeytun İsyanı Zeytun isyanları miladi 1545 tarihinden meşrutiyetin ilanına, yani 1908 senesine kadar takriben dört yüzyıl devam etmiştir. Aslında dağlık olan bu kaza halkı mevkiinin sarplığından istifade ederek feodal bir idare altında toplanmışlar, İşehanPrens adını verdikleri liderleri marifetiyle idare olunmuşlardır. İşehanlar dört mahalleden ibaret olan Zeytun’un birer mahallesini idare eden dört şahıs olup her biri kendi mahallesine hakimdi. Türk köyleri bunlara vergi verir ve vergiler işehanların tayin ettiği kişiler tarafından toplanırdı. Bu idare tarzı 1895 senesine kadar devam etti. Nihayet yine bu tarihte Osmanlı Hükümeti İşehan adı verilen bu şahısların hem nüfuzuna, hem de idare tarzına son verdi. İşehanların gerek Osmanlı Hükümeti’ne ve gerek Türk ahaliye karşı almış oldukları vaziyet ilk olayları doğurdu.36 Maraş’ın bir kasabası olan Zeytun’da isyan kararının 16 Eylül 1895 günü alındığı kaydedilmektedir. İsyan başlayınca telgraf telleri kesilip bütün kasaba, 2000’i silahsız, 4000’i silahlı olmak üzere kışla ve hükümet konağını sararak kaymakamı, 50 subay ve 600 erden ibaret birliği esir ediyorlar, bu esirler Zeytunlu Ermeni kadınlar tarafından öldürülüyorlar. İmdada gelen nizamiye kuvvetleri Zeytun’u kuşatıyor. Kasabaya girilmek üzere iken İstanbul’daki elçiler müdahale ederek, arabuluculuk teklif ediyorlar, Elçilerin müdahalesi ile ilgili yazışmaları Fransızlar’ın 1893-1897 yıllarına ait “Sarı Kitabı”ndan takip etmek mümkündür. Neticede devletlerin aracılığı ile; savaştıkları silahların teslimi, yabancı ülkelerden gelmiş 5 ihtilal komitecisinin Osmanlı İmparatorluğu’ndan serbestçe çıkması, genel af ilan edilmesi, müterakim vergilerin affedilmesi, arazi vergisinin hafifletilmesi ve genel kanunlar dairesinde ıslahat yapılması şeklinde bir formül ile, 35 36 Cemal ANADOL, a.g.e., s. 238 Mehmet KANAR, a.g.e., s. 23. 66 yani Osmanlı Hükümeti için çok onur kırıcı bir şekilde, isyancıların hiçbir ceza görmeden bu işten sıyrılmaları ve hadisenin kapatılması temin olunmuştur. Bu uzlaşmanın meriyete girdiği tarih 28 Ocak 1896’dır.37 Zeytun İsyanı devam ederken Babıali 6 vilayette yapılacak ıslahat konusunda kendi hazırladığı bir projeyi, 20 Ekim 1895 tarihinde Fransa, Rusya ve İngiltere sefaretlerine sunuyordu. Bu tasarıda Müslüman olan valilere Hıristiyan bir muavin tayin edileceği, Hıristiyan halkın nüfus oranının yüksek olduğu sancak ve kazalarda, Müslüman mutasarrıf ve kaymakamların yanına birer Hıristiyan muavin verileceği, il memuriyetlerinin halkın nüfusu oranında Müslüman ve Hıristiyanlara verileceği, jandarmada subay, astsubay ve erlerin, halkın nüfus oranı ölçüsünde Müslüman ve Hıristiyanlardan alınacağı gibi mühim hükümlerin yanında adliye, hapishaneler, vergiler ve Kürt aşiretlerinin denetimine müteallik hükümler de yer alıyordu. 3 elçi 24 Ekim 1895 tarihli müşterek notaları ile bu ıslahatı tatminkar bulduklarını bildirdiler. Islahat Projesi’nin bu şekle dönerek Mayıs Projesi’nden uzaklaşması üzerine Ermeni komitecilerinin faaliyeti büsbütün arttı, Zeytun İsyanı zaten devam ediyordu. Diyarbakır’da da isyan hareketi başladı, Trabzon, Erzurum, Sivas’ta olaylar çıktı. Bunlar genişlemeden bastırıldı, ancak Anadolu’da yer yer isyanların zuhuru üzerine devletler 12 Kasım 1895’te Babıali’ye müracaat ederek tebaalarının emniyeti için İstanbul’a birer harp gemisi getireceklerini bildirdiler. Babıali bu talebe karşı koyamadı ve izin verdi. 2.3.3.7. Van İsyanı Bu bölgedeki Ermeni isyan hareketlerinin diğer bölgelere nazaran daha kuvvetli olduğu görülür. Ermeniler, Van ve Bitlis’i Müslüman halka göre, çoğunlukta bulundukları yerler olarak gösterirler. Halbuki Müslümanlar buralarda o tarihlerde her zaman nüfusun en az 37 % 80’ini teşkil etmişlerdi. Bir mebus seçimi dolayısıyla, Cemal ANADOL, a.g.e., s. 260 67 vilayetin “derhal bir nüfus sayısı” yapmak istemesine komiteciler tarafından karşı çıkıması da bunu göstermektedir.38 Aslında Batılı devletlerin; Kafkasya veya Doğu Anadolu’da bağımsız bir Ermeni Devleti kurulsun veya kurulmasın Ermeniler’e hangi yolla olursa olsun, muhtariyet tanınsın veya tanınmasın, asıl amaçları tek noktada toplanıyordu. O da Osmanlı Devleti’ni parçalamaktı. Bu maksatla 1890’lı yıllarda çeşitli yerlerde isyanlar çıkarıldı. Ancak Van’da ise 1895 Ekim’inde başlayıp 1896’da şiddetlenen bu olaylara karşı Osmanlı Devleti gerekli önlemleri alınca, Ermeni yanlısı devletler feryat etmeye, bir çok menfaatleri gider korkusuyla karşı çıkmaya başladı.39 İsyan için bir yıldır hazırlık yapılmakta, Ermeni halktan toplanan silah vergisi ile Hınçak komitelerince silah ve cephane depolanmakta idi. İsyanı yönetecek olanlar da İran ve Rusya yoluyla Van’a gelmişlerdi. İsyan olayını gene yabancı bir mehazdan, Van’daki İngiliz Konsolosu Williams’ın bakanlığına gönderdiği ve İngilizler’in 1896 yılına ait “Mavi Kitabı”nda yer alan rapordan okuyalım: “2-3 Haziran gecesi Van sokaklarından birinde vazife gören bir askeri devriye, gece yarısı saldırıya uğradı. Subay ve bir asker ağır şekilde yaralandılar. Gazetelerde yayınlanan Ermeni sorunu konusundaki yazılar doğru değildir. Bunlara ait yazıların hepsi yalandır. 6 Haziran’da, Amerikan Misyoneri Doktor Begnanet ile asilerin savunduğu iki yeri gördüm. Koruma usülleri beni şaşırttı. Kendileri İran’dan yardım kuvvetleri gelinceye kadar 10 gün dayanacaklarını söylediler. Bunlar arasında Amerika, Rus, Bulgar tabiiyetinde olanları da var. Yabancı ülkelerden gelenler 12-15 arasındadır. Asilerin toplamı da 600’e çıkar. Ermeniler Rus tüfekleriyle silahlanmışlardır. Türkler, Anadolu’daki halkların, yalnız İslamların değil, öteki ırkların da en iyisidir. Rus ve Avrupa gazetelerinin yaptıkları suçlamalara asla layık değildirler.” Van İsyanı da, Zeytun İsyanı gibi, yabancı devletlerin müdahalesi ve asilerin affedilmesi ile sona erdi. 38 39 Cemal ANADOL, a.g.e., s. 271 Ergünöz AKÇORA, a.g.e., s. 99. 68 Van İsyanı’ndan sonra Hınçak Komitesi’nin Türkiye’deki faaliyeti, komite içindeki bölünme sonucu fiilen sona erdi ve meydan Taşnaksutyun’a kaldı. 2.3.3.8. Osmanlı Bankası Baskını Komiteciler yabancı devletlerin müdahalesini daha esaslı olarak sağlamak için Osmanlı Bankası’nı basmaya ve burayı havaya uçuracaklarını öne sürerek maksatlarına nail olmaya karar vermişlerdi.40 14 Ağustos 1896 günü İstanbul’da Osmanlı Bankası’na yapılan saldırı Taşnaksutyun’un eseridir. Komitacılar bankayı, sabah saatinde müşteri gibi girerek, işgal ettiler, içerideki personel ve müşterileri esir alarak, bankayı kuşatan güvenlik kuvvetlerine silah ve bomba ile saldırdılar. Banka Genel Müdürü Sir Edgar Vincent, Rus Sefareti Tercümanı Maximoff ile Abdülhamid’in huzuruna çıkıp tavassut istediler. Padişah bir felakete sebebiyet verilmemesi için işin çözümlenmesini Maximoff’a bıraktı. O da komitacılarla görüşerek onları bankadan çıkmaya razı etti. Bunlar Messagerie Maritimime’in Gironde isimli gemisine bindirilerek Türkiye’den ayrıldılar. Avrupa basını bu olayı da Ermeniler’in katli şeklinde aksettirmekte kusur etmedi. Bu olay üzerine Ermeni Patrigi İzmirliyan istifa mecburiyetinde kalmıştır. Yerine Bursa Efiskoposu Partigimos Patrik Kaymakam oldu. 11 Kasım 1896 günü Babıali 6 il için hazırlanmış ıslahat kararnamesini yayınladı. Bunda Hıristiyanlara il memurluklarının verilişi, Hamidiye alayları ve Kürtlerle ilgili hususlar yer almamış bulunuyordu. 1896 Aralığı’nda, siyasi sebeplerle mahkum bulunan Ermeniler hakkında yeni bir genel af çıkarıldı ve ilan edilen ıslahatın tatbikine başlandı. Osmanlı-Yunan Savaşı çıkınca, büyük devletler ıslahat konusu ile ilgilerini kaybettiler. Girit İsyanı’ndan sonra zaten büyük devletler Osmanlı İmparatorluğu’nun taksimi düşüncelerine yönelmişler ve dolayısı ile Ermeni sorunu ikinci plana itilmişti. İkinci Meşrutiyet’e kadar da ıslahat konusunda yeni bir teşebbüs yapılmadı. 40 Mehmet KANAR, a.g.e., s. 21. 69 Yalnız ne var ki, F.A.Barker’in bu olayla ilgili olarak İngiltere elçisine verdiği 26 Ağustos 1896 tarihli raporda kullanmış olduğu şu ifade, dün de bugün de yapılan alçaklıkları yansıtmaktadır: “Öldürdükleri Türk yığınlarının görünüşü de gerçekten korkunç ve vahşice idi.”41 Ancak isyanlar durmuş değildi. Bilhassa Sasun Bölgesi 1901 yılından itibaren büyük karışıklıklara sahne olmaya başladı. Meşhum Antranik çetesi devamlı baskınlar yapıyordu. 2.3.3.9. II. Sasun İsyanı Sasun’daki ikinci isyan 1903 yılı sonlarına doğru başladı ve kısa zamanda bölgeye yayıldı. Nasihatle asiler yola getirilemeyince 13 Nisan 1904’te bölgeye asker sevk edildi. Çeteciler ağustosa kadar mücadeleye devam ettiler, sonunda Antranik Kafkasya’ya kaçmayı başardı. Küdülyan isimli bir Ermeni, Beyrut’ta 1929 yılında, “Antranik Savaşları” isimli bir kitap neşretmiştir. Bu kitapta isyan sırasında yapılan çatışmalar ve zayiat nakledilir. Bunları kaydetmekte fayda vardır; 13 Nisan’da başlayan vuruşmalarda 800-1000 Türk öldürüldü, Ermeniler’den 11 kişi yaralandı. Kon mevkiindeki savaşta Türkler’den 17 kişi öldürüldü, 14 kişi yaralandı, Ermeniler’den 4 kişi öldü. Gurava çarpışmasında 70 Türk, 2 Ermeni öldü.42 Bu rakamlarla, Türkler’in Ermeniler’i katlettikleri yolundaki propaganda rakamlarını karşılaştırmak enteresandır. 2.3.3.10. Yıldız Suikastı Taşnakların son teşebbüsleri Abdülhamid’e yapılan suikast oldu. Papazian, “Sultan Abdülhamid’in hayatına yöneltilen saldırı, Taşnakların Türkiye Ermenileri 41 42 Cemal ANADOL, a.g.e., s. 254 Esat URAS, a.g.e., s. 523-524. 70 hesabına yaptıkları ihtilal denemelerinin son perdesi oldu. Bu da Taşnaksutyun’un görkemli, fakat faydasız teşebbüslerinden biriydi. Başarısı Ermeni davasına bir fayda getirmezdi, başarısızlığı her halde halkımızı büyük bir felaketten kurtarmıştır.” der. Olay 21 Temmuz 1905 günü cereyan etti. Abdülhamit camiden çıkarken Şeyhülislam ile bir konu üzerinde görüşmeye başlamış olması sayesinde suikastten kurtuldu, ama tabiatıyla pek çok ölen ve yaralanan oldu. Suikastçilerden yakalananlar mahkemeye sevk edildiler, aralarından sadece birisi idama mahkum oldu, onun cezasını da padişah affetti. Bu isyanlar serisinde, tamamen yabancı ve çok kere Ermeni kaynaklarından naklen yukarıda kaydedilen hususlar bazı hakikatleri ortaya koymaktadır. Türkiye’de Ermeniler’e karşı bir katliam politikası, Avrupa basınındaki iddiaların aksine, hiçbir zaman mevcut olmamıştır. Ermeniler büyük ölçüde Avrupa devletlerinin ilgisini çekmek için devamlı olaylar çıkarmak siyasetini takip etmişlerdir. Bu siyasetin yapıcıları, çoğu yabancı ülkelerden gelen komiteciler ile Ermeni kiliseleridir. İsyanlar sonucunda Türkler’in zayiatı hemen daima Ermeniler’den fazla olmuş ve bunlar Avrupa devletlerinin müdahalesi sonucu suçlular dahi cezalandırılmadan sona ermiştir. Bütün bu olaylarda Rusya ve İngiltere’nin belirli bir rol oynadıkları sabit olmuştur. Türkiye’de 24 Temmuz 1908’de II. Meşrutiyet ilan edildi. Türkiye’deki istibdat idaresi altında azınlıkların devamlı şekilde ezildiklerini bir propaganda vasıtası olarak kullanan büyük devletlerin ve keza Ermeniler’in bu olayı memnuniyetle karşılaması beklenirdi. Ancak hakikat pek bu istikamette değildir. Meşrutiyet’in ilanından 8 gün sonra 21.07.1908’de İngiliz Hariciye Vekilinin İstanbul’daki büyükelçisine gönderdiği ve “British Documents of the Origins of the War 1908-1914” isimli kitapta yer alan talimatında şu satırları okuyoruz: “Türkiye gerçekten Meşrutiyet idaresini kurar ve bunu yaşatıp kuvvetlenirse bu halin sonuçları şimdiden hiçbirimizin göremeyeceği derecede daha ileriye varır. Musul’da etkileri müthiş olur, ta Hindistan’da kendisini hissettirir. Şimdiye kadar her 71 nerede Müslüman tebaamız varsa onlara diyebildik ki, dinlerinin başkanı tarafından idare edilen ülkelerde merhametsiz bir istibdat vardır. Halbuki bizim istibdadımız şefkatlidir. Fakat Türkiye’de şimdi bir parlamento hayatı başlarsa ve işler de düzelirse Mısır’da meşrutiyet isteği çok kuvvetlenecek, bizim karşı koymak gücümüz çok azalacaktır.” 43 Ermeniler’in tutumu hakkında ise birinci ağızdan Cemal Paşa’yı dinleyebiliriz; “1908 senesi Ağustos ayı içinde Ermeni komiteleri ile müzakereye girdik. Malumyan Efendi Taşnaksutyun Komitesi namına şu teklifte bulundu: İttihat ve Terakki Cemiyeti’yle Taşnaksutyun Cemiyeti Osmanlı İmparatorluğu’nda Meşrutiyet idaresinin tehlikeye düçar olması nokta-i nazarından mesailerini birleştirirler ve fakat esas programlarının tatbikinde her ikisi kendi mesaisinde serbest bulunurlar. Yani Taşnaksutyun Cemiyeti kendi ihtilal teşkilatını memlekette devam ettirir. Şu kadar ki şimdiye kadar gizli olan bu teşkilat bundan sonra açık bir cemiyet halini alır ve azası açıkça vazifelerini yaparlar.”44 Görüldüğü üzere Meşrutiyet ilanı, İngilizler’in genel politikalarına aykırı düşerken, Ermeni komitaları için de faaliyetlerini daha serbestçe yürütecekleri bir zemin olarak kabul ediliyordu. İngiliz Hariciye Nazırı’nın düşüncelerinde, sarih bir şekilde uzağı görüş bulunduğunu itiraf etmek gerekir. 2.3.3.11. Adana İsyanı Ermeniler için hayali Rupinyan Krallığının hüküm sürdüğünü iddia ettikleri Kilikya’yı diriltmek, Ermeniler’in bir kısmını burada toplamak kutsal bir gaye idi. Kilikya için yazılmış pek çok şiir bu özlemi ifade eder. Ruslar’ın kışkırtmalarıyla bir süre; Maraş, Haçin ve Sis gibi yerlerde Ermeni nüfusunu yoğunlaştırmaya çalışma gayretleri bu yüzdendi. 45 43 Celal BAYAR, Ben de Yazdım, Baha Matb., Cilt 3, İstanbul, 1965, s. 904. Cemal Paşa, Hatıralar, Çağdaş Yayınları, İstanbul, 1977, s. 345-346. 45 Cemal ANADOL, a.g.e., s. 309 44 72 Meşrutiyetin ilanı yurt içinde de kolay hazmedilemedi, 13 Nisan 1909 günü tarihte 31 Mart Vakası diye tanımladığımız hareket vukua geldi. Adana Vakası diye meşhur olan isyanla aynı tarihte başlar. Cemal Paşa, hatıratında; “1909 senesi Ağustos ortalarında Adana Valiliği’ne tayin olunduğu için bu olayın psikolojik sebeplerini benim kadar tetkik etmiş kimse yoktur iddiasındayım.” der. Bu sebeple Adana olayını onun naklettiği şekilde özetleyerek kaydediyoruz: “Adana vilayeti ahalisinin ekseriyetini Türkler teşkil eder. Bunlardan sonra Ermeniler, daha sonra da Araplar ve nihayet Rumlar gelir. Vilayetin umumi nüfusu 550.000’i aşar. Bunun takriben 60.000 kadarı Ermeni, 25.000’i Arap, 10-15.000’i Rum’dur. Geri kalan kamilen Türk’tür. Hemen hepsi çiftçilikle uğraşan ahali arasında, asırlardan beri gayet büyük bir anlaşma vardır. Adana vilayetinde yaşayan Ermeniler’den bir çokları servet kazanmak emeliyle 19. asırda Diyarbakır, Sivas, Elaziz taraflarından göç etmiş adamlardır. Asıl yerli Adanalı Ermeniler vilayetin son şimal hududuna rastlayan Hacin kasabasiyle Kozan sancağının merkezi olan Sis kasabasının birkaç köyünde ve İskenderun Körfezi sahilinde bulunan Dörtyol köyü ile ona civar birkaç köyde oturan Ermeniler’dir. Meşrutiyetin ilanından sonra Adana’da teşekkül eden Türk siyasi cemiyetlerine karşılık Ermeniler de “Taşnaksutyun”, “Hınçakist” ve “Reforma Hınçakist” şubelerini meydana getirdiler. O zaman Adana Ermeni Delegeliği’nde bulunan Muşeg Efendi isminde genç ve son derece şöhret hırsı olan bir papaz, ayın zamanda Hınçakist reislerinden bulunuyordu. Monsenyör Muşeg, kendi adamlarını silahlandırmak için Avrupa’dan tüfek ve revolver getirtmeğe başlamıştı. Monsenyör Muşeg; (artık Ermeniler’in silahlı olduğundan, bir daha 1894 katliamları gibi hadiselerden korkmayacaklarından, bir Ermeni’nin kılına hata gelirse, buna karşılık on Türk mahvedileceğinden) ulu orta bahsediyordu. 73 İşte burada o zamanki Adana Hükümeti’nin en büyük mesuliyeti başlar. Muşeg cenaplarını da, onun yardakçılarını da yakalatıp hapsetmek ve haklarında kanuni takibata girişmek, hatta icab ederse vilayette örfi idare ilan eylemek en kestirme yoldu. Maatteessüf Türkiye’de 1909 başlarında böyle bir hükümet yoktu. O sırada Adana vilayetinde vali Cevat Bey bulunuyordu. İyi ahlak için bir nümune göstermek gerekirse Cevat Bey gösterilebilir. Fakat idareden aciz olması da ahlakının güzelliği ile mütenasip olan bu zat o sırada Adana Valiliği’ni yapabilecek durumda değildi. Fırka kumandanlığında ise Ferik Mustafa Remzi Paşa isminde ihtiyar bir asker bulunuyordu. Cebelibereket Sancağında ise Asaf Bey isminde bir mutasarrıf bulunuyordu ki, gölgesinden korkacak derecede yüreksiz olan bu zatın nasıl mutasarrıf olduğunu anlayamam. 1909 Adana olayları, Ermeni ıslahatı konusunu tekrar gündeme getirdi. İttihatçıların devamlı anlaşmak istemelerine rağmen Ermeniler, Balkan harbi sırasında devletin en sıkışık durumundan da yararlanarak yabancı devletleri işin içine soktular. Bunun üzerine Babıali, 24 Nisan 1913’te İngiltere’ye başvurarak Doğu Anadolu’da birtakım düzenlemeler yapacağını bildirerek, Doğu Anadolu’da görevlendirilmek üzere, kendilerinden subay ve müfettişler istedi. İngiltere bu isteğe cevap vermeden önce Rusya ile görüşmelerde bulundu. Rusya, bu ıslahat projesinden yana olduğunu bildirdiği gibi, şayet Doğu Anadolu’da istediği şekil verilmezse karışıklıklar çıkarmak suretiyle bölgeyi işgal edeceğini açıkladı.46 1909 senesi başlarında Adana’da herkesin ağzında dolaşan şayialar, yakında Ermeniler’in ayaklanarak Türkler’i mahvedeceklerine ve bu vesile ile vilayetin Avrupa donanması tarafından işgaline ve sonra da Ermenistan’ın kurulmasını temin edeceklerine dairdi. Türkler bu şayialara o kadar inanmışlardı ki, hatta eşraftan bazılarının ailelerini emin bir yerlere göndermeye kalktıkları bile olmuştu. 46 Yusuf HALAÇOĞLU, Ermeni Tehciri, Babıali Kültür Yayıncılığı, İstanbul, 2005, s. 40 74 1909 senesi Nisan ayında tarafların münasebetleri o kadar gerginleşmişti ki, akşama-sabaha, halkın birbiri üzerine saldıracaklarına artık kimsenin şüphesi kalmamıştı. Nihayet Nisan’ın 14. günü Monsenyör Muşeg’in emriyle en evvel Ermeniler tarafından başlayan tecavüzlerle Adana Vakası ortaya çıktı. Adana, Tarsus’ta, Hamidiye’de, Misis’te, Erzin’de, Dörtyol’da Azizli’de, hülasa Ermeniler’in çokluk olduğu her yerde öyle müthiş katliamlar başlamıştı ki, bunların tafsilatını okumak insanı cidden nefretlere düçar eder. Vilayet merkezinde pek aciz olan hükümet, mülhakatta İslam’ın tecavüze uğramaması için umumi ayaklanma usulüne müracaat olunmasını emredecek kadar beyinsizlik göstermiş, Dörtyol Ermenileri’nin silahlı bir kafileyle Cebelibereket Sancağı merkezi olan Erzin kasabasına doğru ilerlediğini haber alan mutasarrıf Asaf Bey, odasından bile çıkmayarak bütün mülhakatına ve civar bulunan Kozan sancağına (burada Müslümanlar katliam tehlikesine maruz olduğundan vatanını, milletini seven her Türk silahını kaparak Cebelibereket Sancağı’nın imdadına koşması lazım geleceğine dair telgraflar) yağdırmış. İşte ilk Adana Vakası’nın sebep ve amilleri bunlardır. İkinci Adana Vakası denilen ve birinciden 11 gün sonra meydana gelerek yalnız Adana şehrine inhisar eden vaka ise, gece vakti bazı Ermeni gençleri tarafından askerin ordugahına ateş edilmesi üzerine başlamış ve Adana şehri katliamının daha fena bir şekil almasını intaç etmiştir. Kanaatimce Adana katliamının mesulü tek başına Les Vepres Cicillennes’in meşhur yazarı Monsenyör Muşeg’dir. Bu şahsın yapabileceği fenalıkları vaktiyle takdir ederek buna mani olacak tedbirleri almayan o zamanki Adana Hükümeti de kezalik bence mesuldür.”47 Cemal Paşa Adana Vakası esnasında 17.000 Ermeni ile 1650 Müslümanın öldüğünü kaydediyor ve Adana’da Ermeniler adet itibariyle Türkler’den üstün olsalardı bu iş aksi olur, Ermeniler Türkler’i katliam etmiş olurlardı, katliam esnasında tarafların gösterdiği temayüller yekdiğerinden farklı değil diyor. 47 Cemal Paşa, a.g.e., s. 348-353. 75 Cemal Paşa devamla; “Mandelstamm kitabının 205. sayfasında Adana katliamından mesul olan Müslümanların en ehemmiyetsizlerinden sadece 9 kişinin idam olduğunu, Türkler hakkındaki garazkar neşriyatı ile meşhur olan Adosidis ismindeki bir Rum’un eserine atfen iddia ediyorsa da, gerek Adosidis, gerek Mandelstamm yalan söylüyorlar. Adana’ya gelişimden 4 ay sonra yalnız Adana şehrinde Örfi Harp Divanı mahkumlarından 30 Müslümanı idam ettirdiğim gibi, ondan iki ay sonra da Erzin kasabasında 17 Müslümanı idam ettirdim. Bunlarla beraber yalnız bir Ermeni idam olunmuş. İdam olunan Müslümanlar arasında Adana’nın en eski ve en zengin ailelerine mensup gençler bulunduğu gibi Bahçe Kazası Müftüsü de vardı. Bu müftünün o havali Türkleri üzerinde pek büyük bir nüfuzu vardı. Çok teessüf ederim ki, Adana Vakası’nın ikinci günü bir ecnebi vapuru ile İskenderiye’ye kaçan Monsenyör Muşeg o zaman elime geçmedi, yine haklı olarak Harp Divanı tarafından gıyaben idama mahkum edilmiş olan bu zat elime geçseydi, onu da Bahçe Müftüsü’nün karşısına astırırdım.” diye yazmaktadır. Adana Vakası da budur. Vakadan hemen sonra Adana’ya vali olan ve vaka mesullerini Örfi İdare Divan-ı Harbi’ne sevk eden Cemal Paşa’nın yazdıklarının objektivitesinden şüphe etmek için sebep olmayacağı, katliamda ölen Ermeniler’in miktarı olarak verdiği 17.000 rakamı ile belli olmaktadır. Zira Ermeni Patrikhanesi’nin teşkil ettiği soruşturma heyetinin tesbit ettiği ve mübalağalı olması normal ölü sayısı da 23.330’dur.48 2.4. İSYANLARIN DIŞARIDA TANITILIŞ ŞEKLİ Adana Vakası Türkler’le Ermeniler’in kütle halinde yekdiğerine saldırdıkları belki tek olaydır denebilir. Filvaki bundan evvelki, vakalarda da Türkler’in müdafaayı nefs sebebiyle Ermeni saldırılarına karşı koydukları olmamış değildir, ancak bunlar hiçbir zaman Adana Vakası cesametine erişmemiş ve büyük devletlerin araya girmeleri sonucu suçluların cezalandırılmaları bile çok defa mümkün olamamıştır. Sasun İsyanı’nı ve büyük devletler konsoloslarının da katıldıkları tahkikat komisyonu raporunu yukarıda anlatmıştık. Sasun İsyanı ile ilgili olarak Stanford 48 Esat URAS, a.g.e., s. 558. 76 Shaw’un yazdığı şudur: “Mahalli hükümet müterakim vergileri toplamaya gelince, Hınçakların kışkırttığı Ermeni köylüler, mültezimleri tüfek ve kılıçla karşıladılar. Nizamı iade etmek için askerler sevk edilince, asiler ceremeyi geride kalan Ermeni köylülerin çekeceğini bilmelerine rağmen bölgedeki Müslüman köyleri yok ederek dağlara kaçtı. Böyle de oldu, civar Müslüman köylerdeki bütün halkın yok edilmiş olduğunu gören nizami kuvvetler ve Hamidiye kıtaları Sasun’u yakıp yıktılar. Osmanlı İmparatorluğu bölgedeki 25 köyü yıkmak ve 20.000 Ermeni’yi katletmekle itham edildi. Osmanlı ve yabancılardan oluşan muhtelif komisyonun ayrıntılı tahkikatı iddiaların mübalağasını ortaya çıkardı, ancak Avrupa efkarı ve politikacılar, Müslümanlar aleyhindeki en kötü iddialara inanmaya hazırdı.” Osmanlı Bankası baskını sırasında Ermeniler ayrıca çeşitli yerlerde saldırılara geçmişler, Türkler bunlara bıçak ve sopalarla karşı koymuşlardı. Bu münasebetle İstanbul’daki Fransız Maslahatgüzarı, Bakanlığı’na gönderdiği ve “1893-1896 Fransız Sarı Kitabı”nda yer alan raporunda; “Bugün saat birde Ermeni ihtilalciler Osmanlı Bankası’nı soymuşlar ve muhafızlarını öldürerek bankaya hakim olmuşlardır. Ermeniler’le polis ve askerler arasında silahlı çatışma olmuştur. Türk halkı sopa, bıçak ile Galata ve Beyoğlu’ndaki Ermeniler’i öldürmeye başlamışlardır.” diye yazıyordu.49 Aynı olayla ilgili olarak, hadiseleri pek iyi bilen, eski Teşkilat-ı Mahsusa mensubu Albay Hüsamettin Ertürk’ün hatıratında ise şöyle bir kayıt vardır: “Hadiseden birkaç gün sonra Sultan Abdülhamid’i sarayında ziyaret eden büyük devletlerin sefirleri, Padişah’ı yemekten kaldırmışlar, kendileriyle görüşmeye mecbur etmişlerdi. Abdülhamid soğukkanlılıkla sefirleri bir salona götürmüş, burada duran ve yığınlar teşkil eden Ermeniler’den alınan silah ve tabancaları göstererek tercümanlara: Bu efendilere şunu söyleyiniz ki Rusya tebaası Ermeniler, tebaa-yı şahanem olan Müslümanlara bu silahlarla tecavüz etmişlerdir. Bunların fabrikası memalik-i şahanemizde yoktur. Sonra misafirlerini ikinci bir odaya götüren Padişah, bu odada istif edilmiş bir yığın sopa göstererek: 49 Esat URAS, a.g.e., s. 515. 77 - Kendilerine şunu da anlatınız ki, tebaam da bu sopalarla müdafaa-i nefste bulunmuştur. Bu değnekler bizim ormanlardan tedarik edilmiştir.” 2.5. I.DÜNYA SAVAŞI ÖNCESİ ERMENİ NÜFUSU Adana Vakası’ndan sonra, Ermeni tehcirine müncer olan olaylar dizisini gözden geçireceğiz. Ancak bundan sonra bahsedeceğimiz olaylar münasebetiyle çok defa Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Ermeni nüfusu da söz konusu olacağından evvelemirde bu konu üzerinde durmak gerekmektedir. İmparatorluk’taki Ermeni nüfusunu çeşitli kaynaklar kaydetmiştir. Kaydettikleri rakamları nasıl hesapladıkları hakkında bu kaynaklarda bir kayıt yoktur. Bununla beraber biz bildiğimiz bütün kaynaklardaki bilgileri buraya aktaracağız. Ancak hemen kaydedelim ki bir nüfus sayımına dayanan yegane kaynak İmparatorluk rakamlarıdır. Bunlar 1905 yılında yapılan sayıma dayanır. Belirttiğimiz kaynaklardaki verileri bir liste haline getirirsek: Basmacıyan 2.380.000 Kontenson 1.400.000 Lynch 1.345.000 Kevork Arslan 1.800.000 M. Leard 2.560.000 İngiliz Salnamesi 1.056.000 Britannica 1.500.000 Revue de Paris 1.300.000 Sarı Kitap 1.555.000 Osmanlı İstatistiği 1.295.000 Ermeni kaynaklı ve mübalağalı olduğu aşikar rakamları bir tarafa bırakırsak, Batı kaynaklı rakamların 1.056.000 ile 1.555.000 arasında değiştiğini ve bu durumda yuvarlak rakam 1.300.000 olan ve netice itibariyle nüfus sayımına dayanan Osmanlı istatistiklerini en sıhhatli rakam olarak alabileceğimizi görürüz. Bununla beraber kati TOPLAM Gregoryan Ermeni Nisbeti Erzurum 645.702 134.967 % 20,90 Bitlis 398.625 131.390 % 32,96 Van 430.000 80.798 % 18,79 Elaziz 578.814 69.718 % 12,04 Diyarbekir 471.462 79.129 % 16,78 Sivas 1.086.015 170.433 % 15,68 Adana 403.539 97.450 % 24,14 Trabzon 1.047.700 47.200 % 4,50 Halep 995.758 37.999 % 3,81 78 bir rakam vermek istemezsek rahatlıkla Türkiye’deki bütün Ermeni nüfusunun 1.300.000 olduğunu söyleyebiliriz. Ermeniler’le meskun oldukları için ıslahat yapılması öngörülen 6 vilayetin Erzurum, Bitlis, Van, Elazığ, Diyarbakır, Sivas olduklarını görmüştük. Bunlara bundan sonraki olaylarda isimleri geçecek Halep, Adana ve Trabzon vilayetlerini de ilave edelim ve en yüksek Ermeni nüfusu gösteren Fransız “Sarı Kitabı”nı esas alarak bu vilayetlerin nüfusunu kaydedelim: Bilhassa Ermeni tehciri konusuna geldiğimizde bu istatistiklere atıfta bulunacağız. 79 3. BÖLÜM: I. DÜNYA SAVAŞI DÖNEMİ 3.1. 1. DÜNYA SAVAŞI’NDA ERMENİLER I. Dünya Savaşı sırasında ise, Osmanlı askeri olarak düşmana karşı savaşan veya geri hizmetlerde çalışan Ermeniler de bulunmasına rağmen, bunların büyük bir kısmı cephede düşmanla birlikte Türkler’e karşı savaşmış, cephe gerisinde de kadın, çocuk, yaşlı ayrımı yapmaksızın katliama girişmişler, yüzbinlerce Müslüman’ın hayatına kastederek Anadolu’yu bir harabe haline çevirmişlerdir. Devletin bunları yatıştırmak ve durdurmak için aldığı tedbirler istismar edilmiş ve İtilaf Devletleri’nin de tahrik ve vaatleriyle Ermeniler, bin yıl refah içinde yaşadıkları ülkeyi parçalamaya başlamışlardır.1 3.2. ERMENİ GÖNÜLLÜLERİNİN FAALİYETLERİ Savaşın başlamasıyla birlikte Osmanlı Devleti açısından üç güruh ortaya çıkmış ve bunlar kendi adlarına savaştan karlı çıkmaya çalışmışlardır. Bunlardan birincisi Ermeniler’dir. Ermeniler Türk, Rus ve İran hakimiyetinden kurtularak bağımsız yeni bir devlet kurma çabası içerisine girmişlerdir. İtilaf Devletleri ise hem içeriden hem de dışarıdan Ermeniler’i silahlandırıp onlara bağımsızlık vaatleri vererek Osmanlı Devletin’i parçalama adına kışkırtmaya çalışmışlardır. Osmanlı Devleti ise bu döneme kadar uygulamaya çalıştığı ıslahat çalışmalarından vazgeçerek Ermeniler’in başlatmış olduğu terör hareketlerinden halkı koruma ve Ermeniler’e yönelik nakil faaliyetlerine girişmiştir. Yukarıda da temas ettiğimiz üzere, bir taraftan komiteler, diğer taraftan da içerideki ve dışarıdaki kiliseler, bağımsız bir Ermenistan’ın kurulması için bundan daha iyi bir bahane bulunamayacağı kanaatine varmışlardır.2 Bu amaçla daha 1914 Haziran’ında Erzurum’da yapılan kongresinde Taşnaksutyun; İttihad ve Terakki Hükümeti’nin Hıristiyan unsurlara ve özellikle Ermeniler’e karşı eskiden beri takip 1 2 Hüsamettin YILDIRIM, Ermeni İddiaları ve Gerçekler, Sistem Ofset Yayınları, Ankara, 2000, s. 7. Azmi SÜSLÜ, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı, s. 64. 80 ettiği iktisadi, sosyal ve idari politika ve ıslahatı uygulama konusundaki tavrını bahane ederek İttihad ve Terakki’ye karşı muhalefet etmeye, onun siyasi programını tenkit etmeye, kendisine ve teşkilatına karşı şiddetle mücadele etmeye karar vermiştir.3 Bu karar, savaşın ilk günlerinden itibaren sadece Taşnaksutyun tarafından değil, Hınçak, Reforme Hınçak, Ramgavar komiteleri, Ermeni gönüllüleri, çeteleri tarafından da uygulamaya konulmuştur. Böylece Osmanlı Devleti’nin siyasi ve askeri durumu hakkında casusluk yapmışlar ve Erzurum, Trabzon, Van, Bitlis gibi savaş sahası olması muhtemel vilayetlerde bulunan Ermeniler’in büyük bir kısmı kendi silahlarıyla, silah altına alınanlar ise, firar ederek Ruslar’a katılmışlardır. Sınır boylarında Ermeni çeteleri saldırıya geçmişler, Erzincan ve civarındaki Ermeniler’in dörtte üçü doğrudan doğruya veya İran üzerinden Rusya’ya geçmişlerdir. Osmanlı Ordusu’nda silah altına alınanlar ise, firar edip yollarda rastladıklarına ve çevreye saldırmışlardır. Sadece Türkiye’deki ve Rusya’daki Ermeniler değil, aynı zamanda İran, Romanya, İtalya, İngiltere ve Amerika’daki Ermeniler de gönüllü alayları kurmuşlar ve Kafkas cephesine katılmışlardır. Bu arada Ermeni komiteleri Osmanlı topraklarındaki şubelerine şu talimatı vermişlerdir: “Rus Ordusu hududdan ilerler ve Osmanlı askerleri çekilirse, her tarafta birden eldeki vesait ile kıyam olunacak. Osmanlı Ordusu iki ateş arasında bırakılacak, mebani ve müessesatı-ı emiriyye bombalarla berheva edilecek, yakılacak, hükümetin kuvveti dahilde işgal olunacak, levazım kafileleri örülecek. Bilakis Osmanlı Ordusu ilerlerse, Ermeni askerleri silahlarıyla Ruslar’a iltica edecek ve kıtalarından firarla çeteler teşkil edeceklerdir.4 3.3. BATI’NIN MÜDAHALESİ Eçmiyazin Katogikosu, Rus Çarı II. Nicolas’yı “Ermeniler’in hamisi” olarak ilan ederken, resmi yayın organı Ararat’ın Ağustos 1916 nüshasında Katogikosluk, “Bütün Ermeniler’in malen, bedenen Rus ordularına yardım etmeleri gerektiğini” yayınlamıştır. 3 4 Esat URAS, a.g.e. s. 579. Mehmet Ali BİRANT, a.g.e., s. 96-97. 81 Rus Çarı ise, Ermeniler’e hitaben yayınladığı beyannamede şöyle bir ifade kullanmıştır: “Ermeniler! Doğudan batıya kadar büyük Rusya’nın bütün ahalisi davetimizi büyük bir saygıyla kabul etti. Ermeniler, bir çoğunuzun altında ezildiği ve ezilmeye devam ettiği beş asırlık istibdattan sonra hürriyete sahip olacağımız saat geldi. Ruslar, Ermeni evladını büyük bir iftiharla hatırlıyor. Lazaroflar, Melikoflar ve benzer Ermeniler Slav kardeşlerinin yanında vatanın gelişmesi için savaşmışlardı. Asırlardan beri devam eden sadakatiniz benim için bu büyük günde de bütün vazifelerinizi sarsılmaz bir iman ve kanaatle ifa edeceğinize ve gerçek davamızın ve silahlarımızın kesin zafere ulaşması için çalışacağınıza bir delildir.5 Çar’ın bu beyanı üzerine, Ermeniler’in bir kısmı Türkler’e karşı savaşan Rus ordularına katılırken, birçokları da mallarını, mülklerini satarak gönüllü alaylarına iştirak etmişlerdir. Bu sonuncular bölgeyi iyi tanıdıkları için hem Ruslar’a rehberlik etmiş, hem de sabotajlar yapmışlardır.6 Ermeni gönüllülerinin, çetelerin cephede ve cephe gerisinde yaptıkları faaliyetlerle ilgili Dahiliye Nezareti’yle Üçüncü Ordu Komutanlığı ve Başkomutanlık arasındaki yüzlerce yazışma Genelkurmay Başkanlığı ATASE Arşivi’nde bulunmakta ve yukarıdaki Ermeni faaliyetlerini teyit etmektedir. Bunlardan birkaç tanesini gözden geçirelim; 14 Ekim 1914 tarihinde Üçüncü Ordu Kumandanlığı’nın Başkumandanlık’a gönderdiği mesaj şöyledir: “Ruslar’ın Kafkasya’da Rus ve Osmanlı Ermenileri’yle, Rumlar’ı silahlandırarak çeteler kurdukları ve bunları bizim tarafa göndererek memleketimizde de çete teşkilatını tevsi edecekleri tespit edilmiştir. Bu haberler her an teyit ve tahakkuk ediyor, kıtalarımızdaki Ermeni firarileri de artıyor. Firar ve ihanet edenler hakkında kati tedbirler almak ve suçluları cevaplandırmak gerekiyor. Bunun temini ve meselenin oluruna bırakılmamasını arz ederim.” Rusya’nın gizlice veya zaman zaman açıkça Ermeni komitelerini ve çetelerini desteklediğine ve onlardan alaylar kurdurtup cephede ve cephe gerisinde saldırttığına dair birçok belge vardır. 5 6 Mehmet Ali BİRANT, a.g.e., s. 36. Azmi SÜSLÜ, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı, s. 66. 82 Her ne kadar Berlin Kongresi’nden beri Rusya, İngiltere ve Fransa tarafından Ermeniler lehinde bir “ıslahat” ısrarla müdafaa edilmiş ve çeşitli vesilelerle bağımsız Ermenistan için vaatlerde bulunulmuşsa da savaş başlar başlamaz yapılan gizli antlaşmalarda, özellikle 26 Nisan 1916’da yapılan Sykes-Picot Antlaşması’nda Ermeniler’e vaat edilen bölgeler de bu üç devlet arasında paylaşılmıştır. Buna göre Karadeniz kıyılarıyla Trabzon’un batısından itibaren geçen hat, Erzurum, Van, Bitlis, Muş ve Siirt yöreleri Rusya’ya; Çukurova, Harput ve Sivas yöreleri de Fransa’ya bırakılmıştır. Halbuki bu tarihlerde eski Osmanlı Hariciye Nazırı Noradungiyan Gabriel Efendi ve Bogos Nubar, Avrupa başkentlerinde bağımsız Ermenistan hayalini gerçekleştirmek için temaslarda bulunuyorlardı.7 Yine 1916 yılı başlarında Rus ordusu Erzurum’u işgal ettiği zaman Rus Başkomutanlık Emri’nde şu ifadeler yer almıştır: “Ermeniler, Erzurum’da yerleşme hakkına sahip değildirler.”8 Batılıların Ermeniler adına, fakat sadece emperyalist menfaatleri için uyguladıkları bu iki yüzlü politikalarını İngilizler’in ve Fransızlar’ın Güney ve Güneydoğu Anadolu’daki savaşlarda ve Ermeniler’e çıkarttıkları isyanlarda açık şekilde görmek mümkündür. Şimdi ana hatlarıyla bunları gözden geçirelim. 3.4. SAVAŞ’TA ERMENİ İSYANLARI, VE MEZALİMİ Osmanlı Devleti genel savaşa girmeden önce, Ermeni komiteleri başta patrikhane olmak üzere, Osmanlı Hükümeti’nin Rusya’ya karşı savaşa girmesi halinde alacakları durumu tespit için toplantılar yapıyorlardı. İstanbul Galata’daki Ermeni Büyük Merkez Okulu’nda 1914 yılı Mayıs ayında, Patrikhane’den görevlendirilen rahip Gabriel Cevahirciyan’ın başkanlığında Taşnaksutyun, Veragazmiyal Hınçak, Ramgavar temsilcilerinden oluşan Birleşik Milli Ermeni Kongresi, “Ermeniler’in Osmanlı Hükümeti’ne sadık kalmaları” şeklinde bir karara vardı. Taşnaksutyun reisleri de bu şekilde propagandalar yaparak bu suretle Osmanlı Hükümeti’ne güven 7 8 Azmi SÜSLÜ, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı, s. 68. Azmi SÜSLÜ, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı, s. 68. 83 vermek istediler. Bir taraftan da durumun alacağı şekli bekleyerek bütün kuvvetleriyle hazırlanmakta kusur etmediler.9 Savaş öncesinde Rusya’nın ve Ermeni komiteleriyle, kilise okulları ve çetelerin yürüttükleri propaganda, teşkilatlanma ve silahlanma faaliyetleri, savaş başlar başlamaz hemen uygulamaya konulmuştur. Bu amaçla Rusya’da Kafkaslarda toplanan “gönüllü subayları”na, siyasi sebeplerle Rus Hükümeti tarafından Sibirya’ya sürülmüş 180 Ermeni’yle, Osmanlı Devleti’nden birçok kişi katılmıştır. Bunların en faal reisleri ise, savaş başlarında Rusya’ya kaçan ve Armen “aro” takma adını kullanan Osmanlı Erzurum Mebusu Karakin Pastırmacıyan, Antranik, Zangezorlu Şabaş Orbelyan, Yüzbaşı Melik, Karabağlı Avan Han, Tarahanof Kardeşler, Atabekof, Monuşak Kadın, Arkepiskopos Manuçaryan, Doktor Paşayan, Sarkis Minasyan, Sarkis Parsehyan, Şahrikyan, Hajuk, Hraç, Zohrap, Murad, Osmanlı Van Meb’usu ve Taşnaksutyun yetkililerinden V. Papazyan idi.10 Bu amaçlarla teşkilatlanmaları sağlanan Ermeniler, seferberlik ilan edilir edilmez hem Osmanlı toprakları içinde, hem de dışında hemen harekete geçmişler; gönüllüler, çeteler halinde Kafkaslarda ve Anadolu’nun birçok yerinde yüzbinlerce Müslümanı, yaşlıları, çocukları, kadınları, kızları, cepheden dönen yaralıları, sakatları sistemli olarak katletmişler; köyleri, kasabaları yakmışlar, yıkmışlar; orduyu arkadan vurmaktan, ikmal yollarını kesmekten, önlerine gelen herşeyi tahrip etmekten kendilerini alamamışlardır. Faaliyetlerine katılmayan Ermeniler’i ve Türk olmayan diğer unsurları da öldürmekten çekinmemişlerdir. Böylece Zeytun’da, Kayseri’de, Bitlis’te, Sivas’ta, Trabzon’da, Ankara’da, Adana’da, Urla’da, İzmit-Adapazarı’nda, Hüdavendigar’da, Musa Dağı’nda insan akıl ve mantığının kabul edemeyeceği vahşetler sergilenmiştir. 3.4.1. Zeytun Olayları Zeytun’daki Hınçak Komitesi liderlerinden Çakıroğlu Panos’un evinde yapılan toplantıda; “İngilizler’in İskenderun’a çıkacakları için Adana, Maraş, işgal oluncaya 9 Hasan BABACAN, I. Dünya Savaşı Sırasında Ermeni Sorunu Tehcir Meselesi ve Talat Bey, Yayına Hazırlayan: Erhan AFYONCU, Tatav Yayınları, İstanbul, 2001, s. 141. 10 Esat URAS, a.g.e., s. 591, 593, 595. 84 kadar isyanlarla seferberliğe mani olunması, İngilizler’in harekatının desteklenmesi, jandarmaların silah ve cephanelerinin ele geçirilmesi, kaymakam ve diğer hükümet memurlarının ve ailelerinin öldürülmesi, telgraf tellerinin kesilmesi” tavsiye edilmiştir. Şubat ayı içerisinde harekete geçen 800 civarındaki çete, Maraş’ın telgraf bağlantısını kesmişler, askeri kışlaya ve Hükümet Konağı’na saldırmışlar ve Tekke Manastırı’na sığınmışlardır. Yapılan müsademede jandarma komutanı Binbaşı Süleyman Bey ve 25 jandarma şehit olmuş 34’ü de yaralanmıştır. Ayrıca Maraş’ın çeşitli yerlerinde birçok Müslüman, Ermeni çetelerince öldürülmüştür. Olaylar sırasında Hükümet kuvvetlerinin karşı faaliyetleriyle 713 tüfek, 12 çifte, 12 mavzer tabanca, çeşitli bombalar, 70 nakil hayvanı ve Ermeni papazıyla birlikte, 61 eşkiya ve komiteye ait birçok doküman ve mühür ele geçirilmiştir.11 3.4.2. Kayseri Olayları Kayseri, güherçile ocaklarına ve ulaşım yollarına sahip olması itibariyle öteden beri Osmanlı Devleti’nin önemli ikmal ve ticaret merkezlerinden biri olmuştur. Bu tarihlerdeki İngiliz Büyükelçisi Sir Clare Ford, Sir A. Nicolson’dan aldığı ve İngiltere Hariciye Nazırlığı’na gönderdiği muhtırada; Kayseri, Tokat, Yozgat ve Merzifon’da Ermeniler’i bazı Rus ajanlarının kışkırttıklarından bahsetmektedir.12 Bu bağlamda harekete geçen Hınçak Komitesi, teşkilatlanmayı köylere kadar yaymak üzere meşhur David Sultanyan’la eski sabıkalı Sarkis Torosyan’ı, Vanlı dişçi, isyancı Melkon’u görevlendirmiştir. Bunlara Kayseri içinden yardımcı olan kuyumcu Hacı Ohannes, bakırcı Karabet ve kardeşi Leon’un çalışmalarıyla bol miktarda bomba imal edilmiştir. Ayrıca Amerika’da bulunan Kayserililerin maddi yardımları ve ticari eşyanın içinde parça parça gönderilen silah ve mühimmatla halkın silahlanması sağlanmıştır.13 Taşnaklar, Everek şubesini 1908’de genel aftan istifade eden Serpuhi Kelleciyan isimli bir kadın tarafından yeniden canlandırmış, Karabet Takuşyan isimli bir çilingire, birbirlerine bağlı iki yarım küre şeklinde bomba kutuları yaptırmışlardır. 11 Gültekin URAL, Ermeni Dosyası, Kamer Yay., İstanbul, 1988, s. 257-259. Mehmet HOCAOĞLU, Arşiv Vesikalarıyla Tarihte Ermeniler ve Ermeni Mezalimi, Er-Tu Matb., İstanbul, 1976, s. 198-200. 13 Azmi SÜSLÜ, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı, s. 72. 12 85 Yirmiden fazlası ele geçirilen bu bombaların Hacı Minasyan, Asodor, Serpuhi Kelleciyan ve Serkiz Asdik tarafından tecrübe edildikleri; İybeli Bakırcı Karnik Şemsiyan, Dikran Palaoğlu ve çırakları Hacı Dönekoğlu’nun bakırdan daha sağlam bombalar yaptıkları tespit edilmiştir.14 İlk olarak Everek’in çeşitli yerlerine gizlice yerleştirilen tellere elektrik verilmek suretiyle Müslüman halk ve askerler öldürülmeye çalışılmış15 ve Amerika’dan gelerek bomba imalathaneleri kurup faaliyete geçiren bombacı Kevork’un evinde kazaen bombaların patlamasıyla bu imalathanelerle birlikte evlerin döşeme, dolap ve duvarlarına saklanan silah ve mühimmat Hükümet tarafından ele geçirilmiştir. 1914 Ocak’ındaki bu olaylar, Hınçak Taşnak reisleri, Patrikhane ve özellikle Patrikhane’nin en seçkin komitecisi ve Rusya’daki Eçmiyazin Kilisesi’yle casusluk yapan ve Anadolu’daki isyanının planlayıcılarından olan Kayseri Ermeni Murahhası Hasraf Efendi tarafından gizlenmeye çalışılmışsa da, muvaffak olunamayıp vaktinden önce faaliyetlerin Hükümet tarafından öğrenilmesi üzerine, 1915 başlarından itibaren Kayseri’nin birçok yerinde isyan, tecavüz, gasp ve katl olayları başlamıştır. Yeniden tahkikata geçen Hükümet; Ermeni evlerinde, mezarlıklarında, cemiyetlerinde, kiliselerinde, okullarında birçok silah, cephane, bomba, dinamit, talimat, beyanname ele geçirmiş ve birçok Ermeni’yi suçüstü yakalatmıştır.16 3.4.3. Bitlis Olayları Bitlis ve Muş çevresi, komitecilerin Van’dan sonra en çok önem verdikleri bölge idi. Buranın Van-Diyarbekir-Halep ve İskenderun yolu üzerinde bulunması ve senenin her mevsiminde hareketli bulunması önemini daha da arttırıyordu. Ayrıca, bu bölgenin öteden beri Muş ve Talori gibi Ermeni isyanları bakımından tanınmış olduğu da söylenebilir. Komiteciler bu bölgeye en gözde adamlarını gönderdikleri gibi, Ermeni Patrikhanesi de en güzide papazları ile ruhani reislerini gönderiyordu.17 Seferberlik ilan edilince Taşnaksutyun Komitesi’nin talimatıyla Van ve Bitlis havalisi iki bölgeye ayrılmış ve Muş-Bitlis havalisi isyanlar çıkartmak üzere Van 14 Gültekin URAL, a.g.e., s. 213. Mehmet Ali BİRANT, a.g.e., s. 12-14. 16 Azmi SÜSLÜ, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı, s. 73. 17 Gültekin URAL, a.g.e., s. 289-290. 15 86 Mebusu Papazyan’ın, Van havalisi de yine bir Osmanlı Ermeni Mebusu olan Vramyan ve Rus Generali Loris Melikof’un oğlunun idaresine verilmiştir.18 3.4.4. Van Olayları Ermeniler’in ve onları destekleyen Batılıların en çok üzerinde durdukları, propaganda ve teşkilatlanmalarını yoğunlaştırdıkları yer yine burası olmuştur. Komite reislerinin, Osmanlı Ermeni mebuslarının ve Batılı konsolosların en çok ziyaret ettiği ve Ermeni çeteleriyle bilahare gelecek olan gönüllü alaylarının faaliyetlerini ve sayılarını giderek arttırdıkları bölge de burası olmuştur. Bütün bu faaliyetlerle, özellikle Avrupa kamuoyunda bölgede Ermeniler’in ellerinden işlerinin alındığı, kendilerine zulmedildiği, katledildiği, hürriyetlerine kastedildiği imajı verilmeye çalışılmış ve bilhassa Ermeni nüfusunun Müslümanlarınkinden fazla olduğu iddia edilmiştir.19 Hem yerli, hem de yabancı belgelere göre Van ve çevresinin nüfusu da, iddia edildiği gibi Ermeniler lehinde değil, Müslümanlar lehindedir. Daha önce zikrettiğimiz 1914 tarihli Dahiliye Nezareti’nin yaptırdığı Memalik-i Osmaniyye’nin 1330 senesi istatistiğine göre Van vilayetindeki ve kazalarındaki nüfus oranı şöyledir.20 VİLAYET-KAZALAR 18 Türk Nüfusu Ermeni Nüfusu Toplam Van vilayeti Merkez kazası 45.119 33.789 79.736 Ercis kazası 27.323 8.083 35.436 Şitak Kazası 8.132 4.292 12.717 Adilcevaz kazası 10.820 4.849 15.669 Gevaş Kazası 18.123 10.520 28.643 Esat URAS, a.g.e., s. 74. Gültekin URAL, a.g.e., s. 262-263. 20 Azmi SÜSLÜ, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı, s. 75. 19 87 Hakkari Sancağı 21.848 3.461 27.680 Çölemerik Kazası 7.450 297 9.004 Mahmudi Kazası 10.230 528 12.959 Şemdinan Kazası 9.873 - 11.740 Hoşap Kazası 7.691 1.015 8.706 Vilayet Toplamı 166.609 66.834 242.260 Yine nüfus meselesinde olduğu gibi, bölgede eşkiyalık, katl ve zulüm yapanlar Ermeniler olmasına rağmen, bunların faturası hep Türkler’e çıkarılmaya çalışılmıştır. Bu amaçla Berlin Kongresi’nin 61. maddesi hem Batılılar, bilhassa Rusya ve İngiltere tarafından, hem de bunlardan cesaret alan Ermeni komiteleri tarafından istismar edilmeye çalışılmıştır. Ermeni komiteleri bölgedeki konsoloslukları, okulları, kiliseleri ve dernekleri kullanmak suretiyle süratle teşkilatlanmışlar ve kısa sürede eşkiyalığa başlamışlardır. Bölge Taşnaksutyun Komitesi elebaşıları arasına, Kafkasya’da ve Karabağ’da Rus Hükümeti’nce işledikleri suçlardan dolayı idama mahkum edilen İşhan ve Aram da katılmış ve ilk iş olarak Van’ın Akdamar adasındaki Ruhban Mektebi’ni teşkilatın harekat merkezi haline getirmişlerdir. Buradan sağladıkları paralar ve yetiştirdikleri militanlarla faaliyetlerini köylere kadar yaymışlardır. Ruhban Mektebi’ne ise rahiplikle hiç alakası olmayan bir komiteciyi, Yeznik’i, Katogigok Vekili tayin etmişler ve yardımcı olarak da İstanbul ve çeşitli vilayetlerde komite faaliyetlerinden aranıp Van’a kaçmış ve Türk kanı akıtmayı kendisine görev saymış olan Daniel isimli bir komiteciyi atamışlardır. İran’da Ermeni Mektepleri Müfettişliği ve komitecilik yapan Rafael, Serkis, Karçekanlı Vartan, Dsep, Osmanlı Ermeni Mebusu Vramyan ve Papazyan’ın da katılmalarıyla Akdamar Ruhban Mektebi bir ihtilal merkezi haleni gelmiş ve bölgedeki bütün kanlı olaylar buradan sevk ve idare edilmiştir.21 1915 Şubat ayı içerisinde birçok olay meydana gelmiştir. Van’ın Tımar nahiyesinde koyun sayımları sırasında Ermeniler memurlara silahla saldırmışlar ve olay üzerine binden fazla eşkiya toplanmıştır. İsyan bilahare Gevaş Şıtak kazalarına sirayet etmiş, asiler telgraf tellerini kesmekle kalmamış Gevaş Kadısı İsmail Hakkı 21 Mehmet Ali BİRANT, a.g.e., s. 198-199. 88 Efendi’yi ve Tımar’ın Barat köyünde pusu kurarak Jandarma Kumandanı Süleyman Bey’le maiyetindeki erleri şehit etmişlerdir. Olaylarla ilgili tahkikata başlanması ve bazı Ermeni casusların yakalanması üzerine eşkiya grupları çevredeki bütün Müslüman köylerine saldırıya geçmişler ve katliama başlamışlardır. Daha sonra Çevrede toplanan 5.000 civarındaki eşkıyanın yarısı Van merkezine saldırıya geçmiş, Nisan başlarında Banka-i Osmanî, Duyûn-ı Umûmiyye, Reji, Posta-Telgraf İdaresi, hükümet daireleri ve birçok evi havaya uçurmuşlar ve İslam mahallelerini ateşe vermişlerdir.22 7 Nisan1915’ten itibaren de şehri kuşatan Ermeniler’e karşı savunmak amacıyla halk ve askerler iç kaleye sığınmışlardır. Çevreden yardım gelmesini önlemeyen Ermeniler etrafı siperlerle donatmış, lağımlar kazmışlar ve genellikle Trabzon’dan saman balyaları içerisinde gizlice getirdikleri son model Rus silah ve bombalarıyla kaleyi tazyik etmeye başlamışlardır. 15 Nisan’dan itibaren çevredeki Ermeni çeteleri de bölgeye gelerek şehri tamamen kuşatmışlar ve sayıları 10.000’leri aşmıştır. Birçok sıkıntıya katlanan halk ve az sayıdaki asker Van kalesinde ancak Mayıs sonuna kadar tutunabilmiş ve şehir düşmüştür. Gerek muhasara sırasında ve gerekse sonunda şehir ve çevre halkından yüzlerce kişi şehid edilmiş ve her yer tahrip edilmiştir. Şehri ele geçiren Ermeniler hemen bir “muvakkat hükümet” kurmuş ve Türkler’e hayat hakkı tanımamışlardır. Takviye kuvvetlerle Ermeniler’in yeniden saldırıya geçmeleri üzerine Vali Cevdet Bey, kaleye sığınmış olan şehir halkını göç ettirmiş ve bilahare Ermeniler, sonra da Ruslar şehri işgal etmişlerdir. Van’ın işgalinden sonra Ruslar’ın da tahrikiyle Ermeni isyanları çevreye yayılmış; Ermeni çeteleri birçok yerde katliamlara girişmiş ve bazı köyleri kamilen yok etmişlerdir. Son zamanlarda yapılan araştırmalar sonunda bunlardan bir kısmına ait toplu mezarlar tespit edilmiştir ki, bunlar Van Selimbey mahallesi, Erciş, Zeve köyü Çatbayır köyü, Çaldıran’daki mevki ve Alaköy’dür. 22 Azmi SÜSLÜ, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı, s. 77. 89 3.4.5. Muş Olayları Seferberlikle birlikte Doğu Anadolu’nun birçok yerinde başlayan Ermeni hareketleri, Muş ve çevresinde de Van’ın düşüşünden sonra yoğunlaşmış ve eşkiya grupları her tarafta birçok katliam yapmıştır. Rus Ordusu’nun bölgeye gelmesiyle bir taraftan Taşnaksagan çeteleri, diğer taraftan da Hınçak grupları “Ruslar’a bağlılıklarını ve kahramanlıklarını” göstermek için savaşta olan Türk askerlerinin köy ve kasabalardaki kadın, çocuk ve yaşlılarına akla hayale gelmedik işkence ve katliamlar yapmışlardır. Bunlar, Rusya’dan gelen Ermeni “gönüllü alayları”nın da iştirakiyle 30.000’e ulaşmış ve meşhur Rupen, işgalden sonra Van Valisi ilan edilen Aram Manukyan ve 30 civarındaki elebaşılar tarafından yönlendirilmiş ve faaliyetleri bazı Ermeni kaynaklarınca da birer “isyan” olarak tavsif edilmiştir. Müslüman halka karşı girişilen bu katliam, Taşnaksutyun liderlerinden Van Mebusu M. V. Papazyan’ın Ermeni Dergisi “Van”da “La Guerre Generale de la Region de Muş, 1914-1915” adıyla çıkan bir makalesinde de Türk-Rus savaşı öncesinde Ermeniler’in nasıl silaha sarıldıklarını tevsik etmektedir.23 3.4.6. Diyarbakır Olayları Bu bölgede Ermeniler çok küçük bir azınlıkta olmalarına rağmen, komiteler teşkilat ve isyan çalışmaları bakımından burasını ihmal etmemişler; seferberlik üzerine Rus işgalini kolaylaştırmak ve Türk Ordusu’nun hareketini zorlaştırmak için ellerinden geleni yapmışlardır.24 Daha savaş başlar başlamaz komitelerin kurduğu çeteler ve ordudan kaçan veya kaçırılan Ermeniler, şehirde Müslümanları tahkir edecek hareketlere ve jandarma ve polisin işine engel olmaya başlamışlar ve damdan dama geçmek suretiyle kurdukları “dam taburu”yla hem Müslüman, hem de kendilerine para ve iaşe 23 24 Azmi SÜSLÜ, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı, s. 81. Gültekin URAL, a.g.e., s. 287. 90 vermeyen Ermeniler’i de taciz etmeye, silah, cephane ve bomba tedarik etmeye başlamışlardır. Durumdan şüphelenen ve ihbarları değerlendiren yetkililerin yaptığı aramada “dam taburu”nu teşkil eden 500 Ermeni silahlarıyla birlikte ele geçirilmiş ve birkaç gün sonra da Taşnaksutyun Ermeni Mektebi’nde asılı duran harita arkasına gizlenmiş bir geçitte saklanan dört fedai yakalanmıştır. Bunlar Ermeni Kilisesi’yle komite ileri gelenleri tarafından “ihtilal öncüleri” olarak buraya saklanmış ve iaşeleri sağlanmıştır. Yapılan istihbarat değerlendirilerek 12-14 Nisan 1915 tarihinde vilayet merkezinde 60’ın üzerinde bomba, kutular içerisinde birçok dinamit kapsülü, kangal kangal dinamit fitili, dinamit barutu, yüzlerce mavzer, manliher, şinayder, ele geçirilmiştir. Yine evlerin çeşitli yerlerine saklanmış 1000’den fazla asker kaçağı yakalanmış ve yapılan soruşturma ve ele geçirilen belgelerden Rus ordusu bölgeye yaklaşacak olursa, aynen Van’da olduğu gibi, Ermeniler’in isyana kalkıp Müslümanları katledecekleri, şehri yakıp Ruslar’ın işgalini kolaylaştıracakları tespit edilmiştir. 3.4.7. Ma’muratü’l-Aziz (Elazığ) Olayları Diğer vilayetlerde olduğu gibi Ma’muratü’l-Aziz vilayetindeki Ermeniler de, bir taraftan komitelerin, konsoloslukların, diğer taraftan da kiliselerin, hayır cemiyetlerinin hatta Ermeni okullarının tahrikleriyle seferberlikten çok önceleri faaliyete başlamışlar ve savaşın ilk aylarından itibaren yoğunlaştırmışlardır. Bölgede teşekkül ettirilen çeteler ve bilahare Kafkasya’dan gelen “gönüllüler”le vilayette ve çevresinde sabotajlar yapılmış, bölge halkından ve cepheden yaralı olarak dönen askerlerden, emniyeti sağlamakla görevli jandarma ve zaptiyelerden birçok kimse katledilmiş, birçok yer bombalanmış, yakılmış ve Ruslar, İngilizler ve Fransızlar hesabına casusluklar yapılmıştır. Olaylar üzerine mahalli yetkililer teyakkuz durumuna geçince, Elazığ’da başta papazlar olmak üzere birçok Ermeni ileri gelenleri Hükümet yetkililerine “Ermeniler’in üzerinde ve evlerinde hiçbir silah bulundurmadıklarına” dair kesin teminat vermişlerse de, yapılan aramalarda vilayet merkezinde 5.000’den fazla silah, 300 civarında bomba, 40 kg. bomba fitili, 200 paket dinamit ve 5.000 adet dinamit 91 misketi bulunmuştur. Bu silah ve patlayıcılar bütün şehri havaya uçurmaya yetecek miktardadır.25 Yine Arapkir Ermeni Kilisesi’nin çatısına gizlenmiş silah ve bombaların yanısıra Osmanlı derviş elbiseleri ve bazı kıyafetler ele geçirilmiştir. Ruslar sınırı geçip ilerlemeye başlayınca da Elazığ Ermenileri hem vilayet ve köylerde, hem de çevre vilayetlerde birçok Müslümanı katletmişler ve bunlardan bir kısmı da mahalli idarelerce yakalanmışlardır. 3.4.8. Erzurum Olayları Daha savaş başlamadan Ermeniler’in Kafkasya’da ve Doğu Anadolu’da sürdürdükleri Türkler’e yönelik faaliyetler, Erzurum’da da yapılmış ve Taşnaksutyun Erzurum’da genel kurulunu yaparken bile çeteler ve gönüllü alayları kurulmuştur. Bu durum, daha sonra Rusya’da kurulacak olan Ermeni Cumhuriyeti Başbakanı Katchaznouni tarafından 1923 yılında yapılacak diğer Taşnak Kongresi’nde de açıkça ifade edilmiştir. Bunu teyit eden daha birçok belge mevcuttur. Ermeniler’in Erzurum’da yaptıklarının mahiyet ve derecesi Tahribat ve Mezalim Hakkında Tahkikat Yapmaya Memur Edilen Komisyon raporunda bütün çıplaklığı ile görülmektedir.26 Başkumandanlığa gönderilen 28 Temmuz 1914 tarihli bir diğer belgede de, Ruslar’ın Kafkasya dahilinde Rus ve Osmanlı Ermenileri’yle Rumlar’ı silahlandırarak çeteler teşkil ettikleri, bunları Anadolu’ya sokarak burada da çeteler kurdurttukları ve Osmanlı Ordusu’ndaki Ermeni firarilerinin son zamanda çok arttığı belirtilmiştir. Seferberlik ilan edilir edilmez bütün Müslümanlar askerlik şubelerine koşup askere yazılırken Ermeniler evlerine çekilerek kendilerini yurtdışında göstermeye kalkışmışlar ve Patrikhane’nin talimatıyla harekete geçen Ermeni kiliseleri, bedel-i nakdi adıyla askerlik yapmak istemeyenlerden alınan 43 Osmanlı Lirası’nın yarısını kendileri tahsil etmek suretiyle Ermenileri, kiliselerin veya kilise diye tavsif ettikleri yıkık-dökük yerlerin rahip ve müstahdemi olarak göstermiş ve onların askere alınmasına mani olmuşlardır. Zaten Erzurum’da ve çevre illerde din adamı olarak 25 26 Mehmet Ali BİRANT, a.g.e., s. 180-181. Zeki BAŞAR, Ermenilerden Gördüklerimiz, Ankara Üniv. Yay., Ankara, 1974, s. 29. 92 gösterdikleri birçok Ermeni bu şekilde askerden kaçarken veya alınmış olanlar da firar ederken, birçokları da yine kendilerini kilise mensubu olarak göstermek veya yabancı konsolosluklardan ikinci bir tabiiyet almak suretiyle kısmen veya tamamen vergiden muaf olmuşlardır. Patrikhane’nin verdiği Ermeni nüfusunun bazen çok az, bazen de fevkalade yüksek gösterilmesinin sebeplerinden biri de buradan kaynaklanmıştır. Ermeniler aynı tür hilelere nakil vasıtaları ve tekalif-i harbiye konusunda da başvurmuşlardır. 1914 sonlarında başlayan hazırlıklarla Ermeniler, 1915’te harekete geçmiş ve özellikle 1916 Temmuz’undan itibaren Erzincan’ın Ruslar’ın eline geçmesiyle katliamları yoğunlaştırmışlardır. Rusya’da Bolşevik İhtilali’nin çıkması ve Rusya’nın kendi meseleleriyle uğraşmaya başlamasıyla 18 Aralık 1917’de BretsLitovsk Antlaşması sayesinde barışın geleceği zannedilirken, aynı tarihlerde kurulan Güney Kafkas Federasyonu bir Ermeni Kolordusu kurmuştur. Kurulan bu kolordu ve bölgedeki çeteler, Erzurum merkezinde, Erzincan’da, Bayburt’ta ve Gümüşhane’de Türkler’i imha faaliyetine yeniden girişmişler ve yaptıkları mezalim ve katliamlarla başlangıçta kendilerini teşvik eden Rus subaylarını ve yazarlarını bile hayretler içinde bırakmışlardır. 1917-918 yıllarında yapılanlar konumuzun sınırlarını geçtiği için bunlara burada temas etmeyeceğiz. Ancak şunu da ifade edelim ki, konuyla ilgili birçok arşiv belgesi ve Rus konsolosları ve subaylarından General Prjevalski, General Mayewski, Yarbay Twerdokhlebof, Dr. Horeşenko’nun raporları, hatıratları, telgraf ve mektupları Ermeniler’in bölgede yaptıkları katliamları kesin bir şekilde tevsik etmişlerdir.27 3.4.9. Sivas Olayları 1913 Ekim ayında Suşehri’ne bağlı Ezdebir nahiyesi Ermeni Manastırı Papazı Karih, Hükümet’e karşı açıktan cephe almış ve bir hırsızlık olayı ihbarı değerlendirilerek evi arandığında çalınan eşyayla birlikte evinde birçok silah ve cephane bulunmuştur. Mahkeme kendisini “hırsız” ve silah bulundurmaktan suçlu bulunca, affedilmesi için Karahisar Murahhaslığı ve İstanbul Ermeni Patrikhanesi 27 Azmi SÜSLÜ, Ruslara Göre Ermenilerin Türklere Yaptıkları Mezalim, s. 31-89. 93 olmadık çareye başvurmuşlarsa da, olayların murahhasslığın da talimatları doğrultusunda gerçekleştiği anlaşılınca adı geçen papaz tutuklanmıştır.28 Yapılan tahkikatlarda; Ermeni komitecilerinin Sivas’ı üç bölgeye ayırdıkları, birinci bölgeye Sivaslı Murat’ı olmak üzere diğer bölgelere iki eşkiya kumandan tayin edilmek suretiyle, Osmanlı Ordusu’nu arkadan vurmak niyetinde oldukları anlaşılmış ve hükümetin zamanında aldığı tedbirler sayesinde önüne geçilmiştir.29 Yine çevreden toplanan 500-800 civarındaki Ermeni, 1915 Nisan başlarında Karahisar kalesine kapanarak Hükümet kuvvetlerine ve halka ateş etmeye başlamışlar, Jandarma Kumandanı’yla, bir polis ve bir tahsildarı yaralayarak, Müslümanlardan on kişiyi de katletmişlerse de, daha sonra kalenin çevreyle irtibatının kesilmesi ve takviye birliklerinin gelmesiyle tesirsiz hale getirilmişlerdir. 3.4.10. Trabzon Olayları Ermeni komiteleri; Sivas, Erzurum, Şebinkarahisar, Van ve Elazığ bölgelerine silah sevkiyatını Karadeniz’in Samsun ve Trabzon limanları vasıtasıyla yapmışlardı. Bunun için de bu yoldan ticaret eşyası sevk eden büyük tüccarlardan istifade edilmiştir. Komite şubeleri, İtilaf Devletleri’nin buradaki konsolosları aracılığı ile Rusya ve diğer yabancı ülkelerle haberleşebiliyorlardı.30 Buradaki Ermeniler seferberlik davetine uymadıkları gibi Müslümanların askere katılmalarına da engel olmaya çalışmışlar ve Giresun, Ruslar tarafından bombalanmaya başlayınca, galeyana gelerek çevreye saldırmışlardır. Rusların ihtilali müteakip Trabzon ve çevresini tahliyeleri sırası ve sonrasında Trabzon’dan Erzincan’a kadar bütün köyler Ermeni çeteleri tarafından tahrip edilmiş, camiler pisliklere boğulmuş, meyve ağaçları kesilmiş, kuyular, katledilen Müslüman cesetleriyle kapatılmış, viran evler ve bahçeler kesilmiş eller, ayaklar ve parçalanmış vücutlarla dolmuştur.31 28 Azmi SÜSLÜ, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı, s. 87. Gültekin URAL, a.g.e., s. 116. 30 Gültekin URAL, a.g.e., s. 311. 31 Azmi SÜSLÜ, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı, s. 89. 29 94 3.4.11. Adana Olayları Ermeniler için hayali Rupinyan Krallığı’nın hüküm sürdüğünü iddia ettikleri Kilikya’yı diriltmek, Ermenilerin bir kısmını burada toplamak kutsal bir gaye idi. Kilikya için yazılmış pek çok şiir bu özlemi ifade eder. Rusların kışkırtmalarıyla bir süre; Maraş, Haçin ve Sis gibi yerlerde Ermeni nüfusunu yoğunlaştırmaya çalışma gayretleri bu yüzdendi. Berlin Kongresi sırasında; Loris Melikof, Episkopos Horen Narbey’e yazdığı mektubunda; “Kafkasya için size bir şey yoktur. Siz aşağısı için çalışınız.” diyordu. 32 24 Şubat 1915 tarihinde Köşker Torosoğlu ve Muallim Agop ismindeki kişiler, düşman tarafından Kıbrıs’tan getirilerek İskenderun’a çıkarılmışlarsa da, filo komutanının verdiği talimatlarla birlikte yakalanmış ve divan-ı harbe verilmişlerdir. Aynı tarihte topladığı belgelerle birlikte düşman gemisine sığınmaya çalışan Dağlıoğlu Artin’de yakalanmıştır. Bunların yanı sıra Saimbeyli, Dörtyol, Kozan ile diğer kazalarda ve Hasanbeyli nahiyesinde yüzlerce silah, bomba, dinamit, harita ve bayrak bulunmuş ve Saimbeyli’nin sarp kayalıklarına kilise papazları ve komiteciler tarafından saklanmış gazyağları ve 150 kg. barut bulunmuştur.33 3.4.12. Urfa Olayları Eylül ayı sonlarında bölgedeki isyanların artması üzerine Urfa Mutasarrıfı Dördüncü Ordu’dan yardım istemiştir. Bölgedeki jandarmalar ve takviye kuvvetleri; silahlanıp binalara sığınan ve Urfa’daki Amerikan misyonerliğinin yetimhanesini karargah haline getiren Ermeniler ve onlarla birlikte hareket eden iki İngiliz, iki Fransız ve Yetimhane Müdürü, misyoner Lesli ve bazı yabancılara teslim olmalarını teklif etmişler, barış heyetlerini göndermişler hatta Amerikan Sefiri’ni bile haberdar etmişlerse de, içeriden silahla cevap verilmesi üzerine, binayı silah zoruyla ele geçirmişler ve Urfa içindeki diğer isyancıları tesirsiz hale getirmişlerdir. Ancak 32 33 Esat URAS, a.g.e., s. 551. Azmi SÜSLÜ, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı, s. 90. 95 Müslüman halktan 20 şehid ve 10 yaralıyla, jandarma birliklerinden 2 şehid ve 8 yaralı verilmiştir.34 3.4.13. Diğer Ermeni Olayları Zikrettiğimiz yerlerin dışında İzmir, Adapazarı, Bursa, İstanbul, Maraş, Antep, Halep ve daha birçok yerde Batılılar, komiteler ve kilise mensuplarının teşvik, tahrik ve silahlandırmalarıyla dokuz yüz yıldır beraber yaşadıkları Müslümanlara karşı Ermeniler tarafından insanlık dışı cinayetler işlenmiştir. Kendilerine vaat edilen şeylerin hayallerine kapılan Ermeniler, sadece Türklere zarar vermekle kalmamış, aynı zamanda savaş sonrasında kendilerini destekleyen Batılılar tarafından kaderleriyle baş başa bırakılmış, terkedilmişlerdir. 34 Azmi SÜSLÜ, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı, s. 91. 96 4. BÖLÜM; TEHCİR Osmanlı Devleti’nin yenilgisiyle sonuçlanan 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı’nın sonunda imzalanan Berlin Antlaşması ile Ermeni meselesi uluslararası bir mahiyet kazandı Antlaşmanın 61. maddesi Osmanlı hükümetinin Doğu Anadolu’da Ermenilerin yaşadığı bölgelerde ıslahatlar yapması ve söz konusu ıslahatların antlaşmayı imzalayan devletler tarafından denetlenmesi hükmünü getiriyordu. 1 Büyük devletleri temsilen Rusya’nın İstanbul büyükelçiliği ile Osmanlı hükümeti arasında 1913 Eylülünden 1914 Şubatına kadar devam eden temaslar sonucunda 8 Şubat 1914 tarihinde Doğu Anadolu vilayetlerinde yapılacak ıslahatlarla ilgili olarak bir antlaşma imzalandı. Sadrazam Said Halim Paşa ile Rusya’nın İstanbul Büyükelçisi Gulkeviç’in imzaladıkları ve Yeniköy Antlaşması olarak da bilinen bu antlaşmaya göre, Erzurum, Trabzon, Sivas ve Van, Bitlis, Harput ve Diyarbakır olmak üzere Doğu Anadolu iki bölgeye ayrılıyor, bu bölgelerin her birinin başına bir yabancı genel müfettiş atanıyordu. Genel müfettişler kendi bölgelerindeki idaresini, adliye ve jandarmasını denetleyecekler, emniyet kuvvetlerinin yetmediği yerlerde askeri kuvvetlerde genel müfettişlerin emrine tahsis edileceklerdi. Genel müfettişler gerektiğinde valiler ve memurlar hakkında takibat yapabilecekler, toprak meselelerini bir çözüme kavuşturacaklardı. Kanun, nizamname ve resmi bildiriler bölgelerde mahalli dillerde de yayınlanacak, mahkemelerde ve devlet dairelerinde herkes kendi dilini kullanabilecek, herkes askerlik hizmetini kendi müfettişlik sınırları içerisinde yapacak, Hamidiye alayları yedek süvari birliklerine dönüştürülecekti. Vilayet meclislerine yapılacak seçimlerde azınlıklar da temsil edilecekler ve genel müfettişlerin uygun görüp görmemelerine bağlı olarak zabıta ve jandarmaya eleman almada Müslümanlarla gayrimüslimler arasında eşitlik ilkesi uygulanacaktı. Ancak Birinci Dünya Savaşı sebebiyle bir ıslahat hareketine girişemeden vazifelerini bırakmak zorunda kaldılar.2 1 2 Yusuf HALAÇOĞLU, Ermeniler; Sürgün ve Göç, s. 54 Yusuf HALAÇOĞLU, Ermeniler; Sürgün ve Göç, s. 56 97 İmzalanan antlaşma sayesinde, Anadolu’da bir Ermeni devletinin kurulması yolunda önemli bir mesafe kaydedilmiştir. Bununla beraber bağımsız bir Ermenistan’ın kurulmasının arzu edildiği “Vilayet-i Sitte”de Müslümanlar çoğunluktur. Ermenilerin en yoğun olarak bulundukları Bitlis Vilayeti’nde bile Ermeni nüfusunun Müslüman nüfusa oranı % 31,3 idi. Bu şartlarda, nüfusa dayanarak bir Ermenistan kurmanın imkansız olduğunu düşünen Ermeni terör örgütleri, yeni stratejiler geliştirdiler. Faaliyetlerini Ermeni toplumunu topyekün bir isyana kışkırtmak ve Osmanlılara karşı ittifaka sokmak üzere yoğunlaştırdılar.3 4.1. I. DÜNYA SAVAŞI VE TEHCİR Osmanlı İmparatorluğu Birinci Dünya Harbi’ne fiilen Odesa’nın bombardımanı ile 30 Ekim, resmen ise İngiliz ve Fransız büyükelçilerinin İstanbul’dan ayrıldıkları 1 Kasım günü dahil oldu. Savaşta açılan cepheler ve harekat konumuz dışındadır. Ancak savaşla birlikte başlayan Ermeni isyanının manasını ve gelişmesini anlamak için kısaca Doğu Cephesi’ne göz atmakta fayda görüyoruz. 1 Kasım 1914’de Ruslar cephede saldırıya geçtiler. III. Ordu Erzurum’a doğru geri çekildi. Beyazıt dahil bazı kasaba ve köyler Rusların eline geçti. Rus saldırısı 4 Kasım’da durakladı. Osmanlı Ordusu 7 Kasım’da karşı saldırıya geçti, 17 Kasım’a kadar çarpışmalar devam etti. Ruslar’dan bazı yerler geri alındı. Bu tarihten sonra cephede bir durgunluk başladı. Bu durgunluk 18 Aralık’ta Sarıkamış harekatı ile sona erdi. Bu harekat hiçbir sonuç vermeden 1915’in ilk günlerinde son buldu. Sarıkamış seferinin son bilançosu 100.000 kişilik üç kolordunun iki hafta zarfında takriben 15.000 kişiye düşmesi, toplarıyla silahlarının ve nakil vasıtalarının yarısından fazlasının kaybolması, bütün gidip-gelme yolları boyunda kanlı veya donmuş on binlerce mezarsız şehit bırakılması, ordunun gerek maddi ve gerek manevi kuvvetlerinden birçok şeylerin kaybolmasıyla hülasa olunabilir. 3 Yusuf HALAÇOĞLU, Ermeniler; Sürgün ve Göç, s. 57 98 Birinci Dünya Savaşı patlak verince Ermeni komiteleri ve Patrikhane Osmanlı’nın taraf olduğu takdirde ona karşı ileryecekleri politikayı tesbit etmek üzere bir araya geldiler. İstanbul Galata’daki Ermeni Büyük Merkez Okulu’nda patrikhane memurlarının başkanlığında Taşnaksütyun, Hınçak ve diğer komitelerin temsilcilerinden oluşan Birleşik Milli Ermeni Kongresi, “Ermenilerin Osmanlı Hükümeti’ne sadık kalmaları, askeri görevlerini yapmaları, dış tesirlere kapılmamalarını telkin etti. 4 Ruslar cephedeki harekatı Mart ayında, bilhassa Van istikametinde yeniden başlattılar. Bu sırada Ermeni ayaklanması da başlamıştı. Van harekatına da kısaca değindikten sonra, Ermeni isyanına geçip, olayların seyrini takip edeceğiz. Ali İhsan Sabis Paşa, Van harekatını, “Harp Hatıralarım” isimli eserinin II. cildinde 215 ila 220. sayfalarında anlatır. Bazı mühim pasajları pek kısa bir şekilde aşağıya alıyoruz: Azerbaycan’da bulunan Rus kuvvetleri, Ermeniler’le beraber Van’ın şark tarafındaki hudutlarımızı üç istikamette geçerek Mart başında Van’a doğru ilerlemeye çalışıyorlardı. Daha harbin ilk aylarında Van istikametindeki taarruz ve tazyikleriyle Ermeni komitecilerin teşebbüs ve hazırlıkları arasında münasebet bulunduğu anlaşılmış idi. Van Valisi Cevdet Bey daha 1915 Mart başında Van İhtilali’nin başlamak üzere olduğunu Birinci Kuvvet Seferiye Kumandanı’yla Başkumandanlık’a ihbar eylemiş ve nihayet 17 Nisan 1915’te isyan büyük bir şekilde vilayetin her tarafında patlamıştı. Şimalden gelen Rus kuvvetleri karşısında Van Valisi Cevdet Bey Van’daki kuvvetlerle 16-17 Mayıs gecesi Van şehrini terk ederek Aşkale üzerinden çekilmiş. Van şehri Ruslar’a terk olunmuştur. Türk Ordusu 22 Temmuz’da karşı saldırı ile Van’ı geri alacak, ancak Ağustos’ta Ruslar yeniden Van’a gireceklerdir. Osmanlı İmparatorluğu’nun daha harbe girmesinden önce Ermeniler çeşitli hazırlıklara başlamışlardı. 17 Ağustos 1914’te seferberliğin ilanı üzerine Zeytun’daki Ermeniler ayrı bir Ermeni alayı kurmak istediler. Bu talep kabul edilmeyince silahlarıyla dağa çıktılar. Maraş kışlasına getirilen Ermeni askerler de silahlarıyla 4 Mim Kemal ÖKE, a.g.e., s.101 99 kaçarak çeteler kurdular, özellikle askere ve jandarmaya hücumlara başladılar. Maraş’la telgraf bağlantılarını kestiler, Maraş Jandarma Kumandanı ile 25 askerini öldürdüler. Kayseri’de Hınçaklar’ın gizli bir bomba imalat atölyesi meydana çıkarıldı, Erzurum ve Beyazit’de daha seferberliğin ilk günü, silah altına alınan Ermeniler silah ve cephaneleriyle Rusya’ya kaçarak gönüllü alaylarına katıldılar. Aynı durum Van ve Bitlis’te de görüldü. Rus taarruzu yaklaşırken bu hareketler büsbütün belirgin hale geldi ve nihayet yukarıda belirttiğimiz gibi 11 Nisan’da Van’da isyan tam manasıyla başladı. Osmanlı Ordusu’nun Van’dan çekilmesinden sonra, orada toplanan Ermeni asker kaçaklarının 10.000 kadar olduğu hesaplanmıştı. Van İsyanı derhal Bitlis’e sirayet etti. Orada da asiler asker ve jandarma üzerine saldırmaya başladılar. Ruslar Van’a girince Sivas’ta da ayaklanma oldu. Ancak Rus ordusunun yaklaşması beklenmeden başlatılan bu ayaklanma çabuk önlendi. Birinci Dünya Savaşı’nda dört yıl boyunca, dokuz Osmanlı ordusunda hastalıktan ve yaralanma nedeniyle meydana gelen ölümler karşılaştırıldığında, hastalıktan ölümler, yaralanma nedeniyle ölümlerden yaklaşık 7 kat fazladır. Bu rakamlar, Osmanlı ordusunun savaşa katıldığı bölgelerde salgın hastalıkların çok etkili olduğunu göstermektedir. Bu durumda Ermeni nüfusun yaşadığı Osmanlı ve Kafkasya coğrafyasına yayılan savaş bölgelerinde ve bunlara yakın yerleşim birimlerinde de (İran, Mısır, ve öteki Akdeniz ülkeleri), salgın hastalık ölümlerinin yüksek oranlara uluşmaması için bir neden bulunmamaktadır.5 Esat Uras, Deutsche Allgemeine Zeitun’un 24 Temmuz 1921 tarihli nüshasında çıkmış Türkiye’de Başkumandanlık Kurmay Başkanlığı yapmış General Bronsart’ın bir makalesini kitabına almıştır. Bu makalede şu cümlelere rastlıyoruz: “Ermeniler’in bulundukları her yerde ele geçen sayısız basılı bildirilerin, tahrik edici broşürlerin, silah-cephane, patlayıcı maddeler ve diğerlerinin ispat ettiği gibi isyan, uzun zamandan beri hazırlanmış, Rusya tarafından kurulmuş, kuvvetlendirilmiş ve finanse olmuştu. Yüksek devlet memurlarına ve subaylarına tavsiye edilmiş olan bir Ermeni suikastı İstanbul’da, zamanında haber alınmıştı. 5 Yusuf HALAÇOĞLU, Ermeniler; Sürgün ve Göç, s. 101 100 Eli silah tutan Müslümanların hepsi, Türk Ordusu’nda bulunduğu için Ermeniler tarafından savunmasız kalan halk arasında korkunç bir katliam yapmak kolaydı. Çünkü Ermeniler cephede Ruslar tarafından bağlanmış olan Doğu Ordusu’nun yanlarına ve gerilerine sarkmakla yetinmeyerek, bu bölgedeki Müslüman halkı silip süpürüyordu. Tanık olduğum Ermeniler’in zulümleri, Türkler’in yaptığı iddia edilen zulümlerden çok daha kötü idi.”6 “La Guerre Turque Dans la Guerre Mondiale” adlı kitap yazarı Binbaşı Larcher’in de şu hususları kaleme almış olduğunu görüyoruz: “Hareket bölgesindeki Ermeniler açıktan açığa Ruslar’la işbirliği yapıyorlardı. Erzurum ilindeki Hıristiyanların bir kısmı daha Aralık 1914’te Kafkas ötesine göçmüştü. Ruslarca kurulmuş olan Ermeni taburlarına girmek için gönüllüler Türk hatlarını aşıyorlardı. Ermeni gönüllüleri sık sık Türk geri kollarına ve yalnız başına gidenlere saldırıyorlardı. Askerlik hizmeti ile tekalif-i harbiyeye karşı koyma yönü, bazen de silahla genel bir olaydı.” Bir de, tamamen Türkler aleyhinde olan bir eserden bir iki cümle nakledelim. Hassan Arfa, “The Kurds” isimli kitabında şunları yazar: “1914 Sarıkamış bozgununda Rus orduları Türkiye’yi işgal edince, Kafkas ve Türk Ermenileri’nden oluşan Ermeni gönüllü taburları önden geldiler. Bunlardan birisi, kana susamış Andranik namında biri tarafından kumanda ediliyordu. Bu Ermeniler, Kürtler tarafından öldürülmüş hemşehrilerinin intikamını almak maksadiyle, her türlü şenaati yaptılar, 1915-1918 arasında Türkiye’nin doğu vilayetlerinde 600.000’den fazla Kürd'ü ketlettiler.” Birinci Dünya Savaşı’nı fırsat bilen Ermeniler, Osmanlı Devleti’ne karşı daha etkin bir mücadele başlattılar. Osmanlı Devleti’nin karşısında yer alan başta Rusya olmak üzere, İngiltere ve Fransa gibi ülkeler de Ermenilere uzun süredir verdikleri desteğe uygun olarak, bağımsız bir Ermenistan vaadiyle Ermenilerle işbirliği yapmakta tereddüt etmediler. Ermenilerden gönüllü birlikler oluşturmak süretiyle Osmanlı Devleti’ni cephe gerisinde bozmayı hedeflediler. Bununla beraber, itilaf güçlerinin, Kafkas cephesinden Osmanlı topraklarına girmeyi planlayan Rusya’ya destek olmak ve İstanbul ve Boğazları ele geçirmek için 6 Esat URAS, a.g.e., s. 621. 101 Çanakkale’ye saldırmaları, Ermenilere önemli bir fırsat sundu. Doğuda Rus ordularına yardım eden Anadolu Ermeni örgütleri, Çanakkale’yi abluka altına alan itilaf güçlerine destek ve bu harekattan faydalanmak düşüncesiyle Onado’da yer yer isyanlar başlatarak Osmanlı Devleti’ni zor duruma düşürdüler.7 4.2. TEHCİR OLAYI VE SEVKLER 1878’den itibaren hem Batılı devletlerin, hem de içeride ve dışarıdaki Ermeniler’in yoğun faaliyetleriyle ortaya atılan “Islahat Meselesi”, 1915 Mayıs’ından itibaren günümüze kadar yerini yeni bir formüle bırakmıştır; “Ermeni Katliamı”, birincisiyle “hakları ellerinden alınan, zulmedilen, hor görülen, öldürülen Ermeni” imajı Ermeni ve Batı literatürüne mal edilmek istenirken, ikincisiyle de “sürülen, toplu olarak katledilen Ermeni” tablosu özellikle Batı kamuoyuna benimsetilmeye çalışılmaktadır. Belgeler, bulgular ve neşredilenlere tarafsız olarak göz gezdirildiğinde hemen şu gerçek ortaya çıkıyor ki, maktuller, mazlumlar, hemen her defasında Türkler olmuştur. Eskiden yeniye doğru gelen Ermeni neşriyatına bakmak bile Ermeni propagandasının mesnetsizliğini, mübalağasını ispatlamaya kafidir. Savaş sırasında öldürüldüğü klasik Ermeni kaynaklarında 300.000 olarak ifade edilen Ermeni sayısı, bazı yeni kaynaklarda 5’le hatta son zamanlarda 10’la çarpılmak suretiyle 1.500.000 veya 3.000.000 olarak gösterilmeye çalışılmıştır. Bunlardan sadece birkaçını gözden geçirelim; Ermeniler’in, Patrikhane’nin veya konsolosluklardaki Ermeni tercümanların haberleriyle beslenen 5 Eylül 1915 tarihli New York Times’ta 1.500.000 Ermeni’nin açlıktan helak olduğu, yine aynı gazetenin 24 Eylül 1915 tarihli nüshasında da 800.000 Ermeni’nin imha edildiği ifade edilmiştir. Ermeni yazar Dr. Sarkissian ise, 1970 yılında “Türkiye’de Soykırım” adıyla yayınladığı makalesinde 1915 yılında 500.000 Ermeni’nin katledildiğini, geri kalanların da sistemli bir şekilde çöllere sürülerek açlığa ve ölüme terk edildiklerini ve böylece 2.000.000 civarındaki Ermeni’nin yok edildiğini öne sürmüştür. 7 Yusuf HALAÇOĞLU, Ermeniler; Sürgün ve Göç, s. 60 102 Bu propaganda kervanına o sıralarda genç bir tarihçi olan Arnold Toynbee de katılmıştır. Hazırladığı propaganda kitapçıklarında Osmanlı ülkesinde bulunduğu iddia edilen 1,800,000 Ermeni’den bir buçuk milyona yakınının katledildiği tezini ilk olarak o ortaya atmıştır. 8 Nüfus meselesi konunun en önemli unsuru olduğu için bu durumu bildiren örnekler verdik. Osmanlı Devleti’ndeki Ermeni nüfusu üzerinde olduğu kadar, göç ettirilenler veya katledildiği iddia edilenler üzerinde verilen Ermeni kaynaklarındaki veya onları politika icabı destekleyen veya destekler görünenlerin kaynaklarında verilen sayılardaki bu tutarsızlık, hadiselerin cereyanında da görülmektedir. Bugün tarafsız olarak olayları inceleyen kaynaklarda zikredilen ve yüzbinlercesi hala kullanılmamış olan arşiv belgelerinin yanısıra başka müşahhas deliller, arkeolojik bulgular da vardır. Bugün, Erzurum, Kars, Van, Bitlis, Muş’tan; Adıyaman’a, Sivas’a, Kayseri’ye, Ankara’ya kadar uzanan bölgelerde Ermeniler tarafından katledilmiş Türkler’e ait 100’e yakın toplu mezar mevcuttur. Bunlardan açılan ilk beşinde binlerce ceset ve bulgu çıkmıştır. 4.2.1. Tehcir Terimi Arapça asıllı olan kelime “hecera” fiilinden türeyen rubai bir mastardır. Bir yerden başka bir yere göç ettirmek, hicret ettirmek manasını taşır. Fiilde bir sürgün bir “deportation” manası yoktur. Zira bu mana, Arapça’da “nefy, ib’ad, itikal, i’sikar” gibi mastarlarla ifade edilmiştir.9 4.3. OSMANLI DEVLETİ’NİN TEHCİR ÖNCESİ ALDIĞI TEDBİRLER Osmanlı Hükümeti’nin birçok cephede Avrupa’nın en güçlü devletleriyle savaş halinde bulunması, isyanların tamamen bir ihanete dönüşmesi ve hem cephenin, hem de cephe gerisinin emniyete alınarak yüzbinlerce Müslümanın göz göre göre ölüme itilmesinin önlenmesinin kaçınılmaz bir zaruret halini alması üzerine, kesin tedbirler alınmıştır. Bu amaçla ilgili olarak bir çok çalışma yapılmıştır. Bu konuyla 8 9 Yusuf HALAÇOĞLU, Ermeniler; Sürgün ve Göç, s. 69 Azmi SÜSLÜ, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı, Ankara, s. 99. 103 ilgili bir çok sözü edilmeyen belge de yeni yeni ortaya çıkmaktadır. Bunlardan birinde araştırmacı Salahi Sonyel İngiliz Arşivi’nde kayıtlı Talat Paşa’nın aşağıdaki emrini ortaya çıkarmıştır: “... Komitelerin kapatılması esnasında, Ermeni ve Türk elemanları arasında katliama dönüşebilecek herhangi bir çatışmadan kat’iyetle kaçınılacaktır....”10 Şimdi de Osmanlı Devleti’nin çıkarmış olduğu, arşivlerimizde mevcut olan emirnameleri inceleyelim; Bunlardan ilki, 24 Nisan 1915 tarihinde İçişleri Bakanlığı tarafından iflah olmaz menfi faaliyetleri sıralanan Ermeni komite merkezlerinin kapatılmasını, evrakına el konulmasını ve elebaşlarının tutuklanmasını öngören ve 14 valilikle 10 mutasarrıflığa gönderilmiş olan aşağıdaki emirnamenin gönderilmesi olmuştur.11 Hemen her yerde göç için 14 günlük bir süre tanınmıştır. Tehcir edilenlere eşyalarını yanlarına alma veya satma, bazı tüccar ve Ermenilere malları ve değerli eşyalarını emniyete almak için Osmanlı Bankası’na teslim etme izni verilmiştir. Ayrıca hükümet, nakil aracı olmayan bir çok aileye kağnılar temin etmiş, koruması olmayan bir çok Ermeni ailenin de erkeklerini işçi taburundan terhis ederek, ailelerine eşlik etme imkanı sağlanmıştır. Bu durumu Amerika’nın Trabzon konsolosu Oscar S. Heizer de doğrulamaktadır. Heizer, 25 Eylül 1915 tarihinde yazdığı raporunda, Erzurum’a yaptığı gezi ve Vali Tahsin Bey ile görüşmesinin detaylarını nakletmektedir. Burada Heizer, Erzurum Ermenileri ile ilgili bir katliam duyumundan söz etmediği gibi, Ermenilerin sürgün için verilen 15 günlük sürede değerli mal ve mücevherlerini Amerikan misyoneri Rahip Stapleton ve Dr. Case’in evine götürüp emanete bıraktıklarını yazmaktadır.12 Müsta’cel, mahrem, bizzat halli. Ermeni komitelerinin Memalik-i Osmaniye’deki teşkilat-ı ihtilaliye ve siyasetleriyle öteden beri kendilerine muhtariyet-i idare te’minine ma’tuf olan teşebbüsleri ve ilan-ı harbi müteakip Taşnak komitesinin Rusya’da bulunan Ermeniler’in derhal aleyhimize hareketine ve Memalik-i Osmaniye’deki Ermeniler’in 10 S. Kemal ERMETİN Ermeni Sorununun Ermeniler Tarafından Dikkatle Saklanan Yüzü: Ermeni Soykırımı, Töre Yayınları, İstanbul, 2001, s. 111. 11 Azmi SÜSLÜ, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı, s. 107-108. 12 Yusuf HALAÇOĞLU, Ermeniler; Sürgün ve Göç, s. 82 104 dahi ordunun duçar-ı za’af olmasına intizar ederek o zaman bütün kuvvetleriyle ihtilal hareketlerine dair ittihaz ettikleri mukarreratları ve her fırsattan istifade etmek suretiyle memleketin hayat ve istikbaline te’sir edecek harekat-ı hainaneye cür’etleri bi’l-hassa devletin hal-i harbde bulunulduğu şu sırada Zeytun ile Bitlis, Sivas ve Van’da vuku bulan hadisat-ı ahire-i isyaniye ile bir kerre daha te’eyyüd etmiş ve esasen merkezleri memalik-i ecnebiyede bulunan ve el-yevm unvanlarında bile ihtilalcilik sıfatını muhafaza eden bütün bu komiteler mesaisinin Hükümet aleyhine olarak her türlü esbab ve vesaite müracaat suretiyle nuhbe-i amalleri olan muhtariyeti istihsal maksadı etrafında toplandığı ve Kayseri ve Sivas ile mahall-i sairede meydana çıkarılan bombalarla ve Rus Ordusu’ndan gönüllü alayları teşkil ederek Ruslar’la birlikte memlekete saldıran ve ani’l-asl Osmanlı memleketi ahalisinden olan Ermeni komite ruesasının harekatı ve Ordu-yı Osmani’yi arkadan tehdit etmek suretiyle ve pek büyük mikyasda alınan tertibat ve neşriyatları ile tahakkuk eylemiştir. Bi’t-tabii Hükümet kendisi için bir mesele-i hayatiye teşkil eden bu kabil tertibat ve teşebbüsatın ve menba-ı mefsedet olan komitelerin hala mevcudiyetini meşru telakki edemeyeceği cihetle bi’l-umum teşkilat-ı siyasiyenin ifasına lüzüm-ı acil hissetmiştir. Binaenaleyh Hınçak, Taşnak ve emsali komitelerin vilayet dahilindeki şu’ubatının derhal sedleri ile şu’be merkezlerinde bulunacak evrak ve vesaikin kat’iyyen ziyan ve imhasına imkan bırakılmayarak müsaderesi ve komiteler ruesa ve erkanından müteşebbis eşhas ile Hükümetçe tanınan mühim ve muzırr Ermeniler’in hemen tevkifi ve bulundukları mahallerde devam-ı ikametlerinde mahzur görülenlerin vilayet, sancak dahilinde münasib görülecek mevakide toplattırılarak firarlarına imkan bırakılmaması ve icab eden mahallerde silah taharrisene başlanılarak her türlü hal, her ihtimale karşı kumandanlarla bi’l-muhabere kuvvetli bulunulması ve icraatın hüsn-ı tatbiki esbabının te’min ve istikmaliyle zuhur edecek evrak ve vesaikin tedkiki neticesinde tevkif olunan eşhasın divan-ı harblere tevdi’i Ordu-yı Hümayun Başkumandanlığı istikmalinin derhal tatbiki ve tevkif olunan eşhas adediyle icraattan peyder-pey ma’lumat i’tası kemal-i ehemmiyetle tavsiye olunur. Fi 11 Nisan 1331 Nazır 105 Aynı gün Bakan Talat imzasıyla Dördüncü Ordu Kumandanı’na Zeytun ve Maraş civarındaki faaliyetlerinden dolayı bazı Ermeniler’in güneye sevk edilmelerini ve Ayaş’a gönderilecek Ermeni tutukluları için de askeri deponun hazırlanmasını ihtiva eden aşağıdaki iki emirname gönderilmiştir:13 Hususi : 14 Şifre Dördüncü Ordu-yı Hümayun Kumandanı Cemal Paşa Hazretleri’ne, Zeytun, Maraş ve civarından ihrac edilen Ermeniler’in tamamen Konya’ya sevkleri bilahare kendilerinin o muhitde de toplu bir halde bulunmalarını ve bir müddet sonra yine o civardaki Ermeniler’le tevhid-i faaliyet etmelerini intac edeceğinden şimdiye kadar gönderilenlerden başka artık o mıntıkaya Ermeni gönderilmemesi ve İskenderun, Dörtyol, Adana, Haçin, Zeytun, Sis gibi mevaki’den tard u ihracına lüzum görüleceklerin Başkumandan Vekili Paşa’nın da fikri veçhile Haleb’in cenub-ı şarkisi ile Zor ve Urfa havalisine sevklerinin icab edenlere emr ü tebliğ buyurulması, Fi 11 Nisan sene 1331 Nazır Talat Bizzat hallonucaktır Ankara Vilayetine, Ayaş’a sevk olunacak Ermeni mevkufları içün askeri deponun serian ihzarı ile eş’arı cihet-i askeriyyeye tebligatı i’fa olunmuşdur. Fi 11 Nisan sene 331 13 Azmi SÜSLÜ, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı, s. 108-109. 106 Nazır Dahiliye Nezareti’nin adı geçen talimatları üzerine İstanbul’da 2345 komiteci tutuklanmıştır. Ermeniler’in Avrupa ve ABD parlamentolarında “Soykırımı Anma Günü” olarak çıkarmaya çalıştıkları karar tasarıları ve “Soykırım Yılı” olarak her yıl kutladıkları anma günü bu tutuklamalara matuf olup “tehcir”le alakalı değildir. Komitelerin kapatılması, elebaşılarının ve bazı teröristlerin tutuklanması, olayları yatıştıracak yerde daha da şiddetlendirmiştir. Teşkilatlanma ve silahlanmalar şehirlerden en küçük yerleşim yerlerine kadar götürüldüğü ve Ermeniler birçok dış vaadlerle kandırıldığı için kanlı faaliyetler daha da artmıştır. Bir taraftan Osmanlı Ordusu’nu, diğer taraftan da sivil halkı emniyet altına almak maksadıyla Osmanlı Hükümeti nihayet son insanî çare olarak savaş bölgelerindeki halkın “sevk ve iskanı”na karar vermek zorunda kalacaktır. 4.4. TEHCİR KANUNU VE UYGULANIŞI Devletin bekası ve emniyetin sağlanması amacıyla Başkumandan Vekili Enver Paşa, Dahiliye Nazırı Talat Paşa’ya Ruslar’ın Kafkaslar’da Müslümanlara 1915 Nisan’ından beri uyguladıkları ve Osmanlı Devleti’nde de uygulamaktan başka çare kalmayan tehcirin ilk işaretini şu şekilde vermiştir: Dahiliye Nezaret-i Celilesine-Tahrirat Gayet Mahremdir. Van Gölü etrafında ve Van Vilayetince bilhassa ma’lum olacak mevaki-i muayyenedeki Ermeniler isyan ve ihtilal için bir ocak halindedirler. Bu halkın oradan kaldırılarak isyan yuvasının dağıtılması fikrindeyiz. Üçüncü Ordu’nun verdiği ma’lumata nazaran Ruslar 7 Nisan’da hudutları dahilindeki Müslüman ahaliyi çıplak bir halde hududumuz dahiline sürdüler. Hem buna bir mukabele-i bi’l-misl olmak ve aynı zamanda yukarıda söylediğim maksadı hasıl etmek üzere: Ya merkum Ermeniler’i ve ailelerini Rusya hududu dahiline sürmek yahut merkum Ermeniler’i ve ailelerini Anadolu dahiline muhtelif yerlere dağıtmak 107 zalımdır. Bu iki şıktan münasibinin intihabı ile icrasını rica ederim. Bir mahzur yoksa usat ailelerini, isyan merkezlerini hudud haricine sürmeyi ve onların yerine hudud haricinden gelen İslam halkı yerleştirmeyi tercih ederim. Olbabda. İsmet14 Yukarıda Enver Paşa’nın, Talat Paşa’ya yolladığı 2 Mayıs 1915 tarihli yazıda, Ermeniler’in isyanları sürdürme için daima toplu halde olduklarına değinilerek, ya bunları, Ruslar’ın Müslümanlar için yaptığı şekilde, Rus topraklarına sürmek, yahut Anadolu içine dağıtmak lüzumunu ileri sürdüğü görülmüştür. Bu yazıdan da açıkça anlaşılacağı üzere Enver Paşa’nın istediği, Ermeniler’in isyan çıkaramaz hale getirilmeleri idi. Eğer bunlar hep bir arada olacak yerde, ufak üniteler halinde ve birbirlerinden uzak yerlerde yerleştirilecek olurlarsa isyan edebilme şansları kalmayacaktı. Gene o yazıdan anlaşılan ikinci husus da bu tatbikatın isyan ve şekavet mihrakları için düşünüldüğüdür. Nitekim tatbikat böyle olmuştur.15 Ermeni faaliyetlerinin tahammül edilmez bir hal alması üzerine yine Başkumandanlık’tan 26 Mayıs 1915 tarihinde Dahiliye Nezareti’ne Ermeniler’in Rusya’ya değil, Osmanlı sınırları içinde göç ettirilmesiyle ilgili görüşleri ihtiva eden şu yazı gönderilmiştir: “Ermeniler’in Doğu Anadolu vilayetlerinden, Zeytun’dan ve buna benzer yoğun bulundukları yerlerdeki Diyarbakır Vilayeti güneyine, Fırat nehri vadisine, Urfa, Süleymaniye yakınlarına gönderilmeleri şifahen kararlaştırılmıştı. Yeniden fesat yuvaları meydana getirmemek için Ermenile’rin göç ettirilmesinde şu düşünceler esas alınmalıdır: 1. Ermeni nüfusu, gönderildiği yerlerdeki aşiret ve İslam sayısının %10 nispetini geçmemelidir. 2. Göç ettirilecek Ermeniler’in kuracakları köylerin her biri elli evden çok olmamalıdır. 3. Ermeni göçmen aileleri seyahat ve nakil suretiyle de olsa, yakın yerlere ev değiştirmemeli. Gereğinin yapılmasını ve sonucunun bildirilmesini.” 14 15 Genelkurmay ATASE Arşivi, nu.1/1, kls.44, dos.207, fih.2. Kamuran GÜRÜN, a.g.e., s. 211. 108 Birinci Dünya Savaşı yıllarında, bilhassa Karadeniz ve Doğu Anadolu bölgesinde yaşayan Ermeniler, düşmanla işbirliği yapmaları sebebiyle veya tehcirden kurtulmak için Osmanlı topraklarının dışına, Rusya’nın hakimiyetindeki Kafkasya’ya ve İran’a gitmişlerdir.16 Nitekim Paris görüşmeleri sırasıda 26 Şubat 1919 günü konuşan Ermenistan Cumhuriyeti temsilcisi Aharonian, 1919 Şubatı itibariyle Kafkasya’da Türkiye’den mülteci olarak bulunan 400,000 veya 500,000 Ermeni oluğu şeklinde beyanatta bulunmuştur. Farklı kaynakların değişik tarihlerde sundukları bu bilgilere göre, Birinci Dünya Svaşı yıllarında Kafkasya’ya göç eden Osmanlı Ermenilerinin sayısı 350-500,000 arasındadır.17 4.5. TEHCİR KANUNU, TALİMATNAMELER VE KARARNAMELER Osmanlı Hükümeti en son çare olarak “Tehcir Kanunu” adıyla meşhur olan sevk ve iskan kanununu çıkarmıştır. 14 Mayıs 1331 tarihli bu geçici kanun, “Vakt-i Seferde İcraat-ı Hükümete Karşı Gelenler İçin Cihet-i Askeriyece İttihaz Olunacak Tedabir Hakkında Kanun-ı Muvakkat” adını taşımakta ve burada Osmanlı Devleti’ne karşı casusluk ve hıyanetleri görülenlerin ayrı ayrı veya birlikte savaş alanlarından uzak yerlere gönderilmesi istenmektedir. Aşağıdaki tam metinde de görüleceği üzere burada Ermeniler’den bile söz edilmemiştir:18 Vakt-i Seferde İcraat-ı Hükümete Karşı Gelenler İçün Cihet-i Askeriyece İttihaz Olunacak Tedabir Hakkında Kanun-ı Muvakkat Madde 1- Vakt-i seferde ordu ve kolordu ve fırka kumandanları ve bunların vekilleri ve müstakil mevki kumandanları ahali tarafından herhangi bir suretle evamiri hükümete ve müdafaa-i memlekete ve muhafaza-i asayişe müteallik icraat ve tertibata karşı muhalefet ve silahla tecavüz ve mukavemet görürlerse derakab kuva-i askeriye ile en şiddetli surette te’dibat yapmaya ve tecavüz ve mukavemeti esasından imha etmeye me’zun ve mecburdurlar. 16 Yusuf HALAÇOĞLU, Ermeniler; Sürgün ve Göç, s. 89 Yusuf HALAÇOĞLU, Ermeniler; Sürgün ve Göç, s. 95 18 Azmi SÜSLÜ, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı, s. 111. 17 109 Madde 2- Ordu ve müstakil kolordu ve fırka kumandanları icabat-ı askeriyeye mebni veya casusluk ve hıyanetlerini hissettikleri kura ve kasabat ahalisini münferiden veya müctemi’an diğer mahallere sevk ve iskan ettirebilirler. Madde 3- İşbu kanun tarih-i neşrinden mu’teberdir. Madde 4- İşbu kanunun mer’iyyet-i ahkamına Başkumandanlık Vekili ve Harbiye Nazırı me’murdur. Meclis-i Umumi’nin ictima’ında kanuniyeti teklif olunmak üzere işbu laiha-i kanuniyenin muvakkaten mevki’-i mer’iyyete vaz’ını ve kavanin-i devlete ilavesini irade. 13 Receb 1333-14 Mayıs 1331 Mehmed Reşad Başkumandanlık Vekili ve Harbiye Nazırı Sadrazam Mehmet Said19 Yukarıdaki kanunun kabul edildiği günlerde, 26 Mayıs 1915’te, Dahiliye Nezareti’nce verilmiş olan bir tezkire de 30 Mayıs 1915’te Meclis-i Vükela’da müzakere edilmiş ve kabul edilmiştir. Buna göre savaş bölgelerinde bulunan Ermeniler’den bir kısmının düşman saflarına katılmaları, Osmanlı askerini arkadan vurmaları ve casuslukta bulunmaları sebebiyle cephe gerilerine sevk edilmeye başlanıldığı, kolaylıklar sağlanarak usule ve devletin menfaatlerine uygun olarak devam ettirilmesi istenmiş ve göç ettirilen Ermeniler’in muhacirlere ayrılan tahsisattan iaşe ve ibateleşeninin sağlanması, mali ve iktisadi meselelerinin halledilmesi, bunlara ait gayr-i menkullerin ve meselelerinin tesbit edildikten sonra muhafaza veya tazmin edilmesi, gittikleri yerlerde arazi, emlak ve iş sağlanması ve ilgili bakanlıkça tanzim 19 Azmi SÜSLÜ, Türk Tarihinde Ermeniler, s. 204 110 edilen talimatname çerçevesinde Dahiliye ve Maliye bakanlıklarından teşekkül edilecek komisyonların ilgili mahallerde görev yapmaları aşağıdaki metinde ifade edilmiştir:20 “Menatık-ı harbiyeye civar mahallerde sakin Ermeniler’den bir kısmının hudud-ı Osmaniye’yi a’day-ı devlete karşı muhafaza ile meşgul olan Ordu-yı Hümayu’nun harekatını ta’sib ve erzak ve mühimmat-ı askeriye nakliyatını işgal ve düşman ile tevhid-i amal ü ef’al ve bilhassa sufuf-ı a’daya iltihak ve memleket dahilinde kuva-i askeriyeye ve ahali-i ma’sumeye müsellahan taarruz ve şühür ve kasabat-ı Osmaniye’ye tasallut ile katl ve nehb ü garete ve düşman kuva-i bahriyesine erzak tedarikiyle mevaki-i müstahkemeyi iraeye cür’etleri bu gibi anasır-ı ihtilaliyenin saha-i harekattan uzaklaştırılmasını ve usata üssü’l-harekat ve melce olan köylerin tahliyesini icab ederek bu babda bazı güna icraata başlanıldığı ve mine’l-cümle Van, Bitlis, Erzurum vilayetiyle nefs-i Adana, nefs-i Sis ve nefs-i Mersin müstesna olmak üzere Adana, Mersin, Kozan, Cebel-i Bereket livaları ve nefs-i Maraş müstesna olmak üzere Maraş sancağı ve Haleb Vilayeti’nin merkez kazaları müstesna olmak üzere İskenderun, Beylan, Cisr-i Şugur ve Antakya kazaları kura ve kasabatında sakin Ermeniler’in vilayat-ı cenubiyeye sevkine bi’l-ibtidar Van Vilayeti’yle hem-hudud olan kısm-ı şimalisi müstesna olmak üzere Musul Vilayeti’ne ve Zor sancağına ve nefs-i Urfa müstesna olmak üzere Urfa sancağının kısm-ı cenubisine ve Haleb Vilayeti’nin şark ve şark-ı cenubi kısmına ve Suriye Vilayeti’nin kısm-ı şarkisinde ta’yin ve tahsis edilen mahallere nakl ü iskanına mübaşeret ve devam edilmekte bulunulduğu beyanıyla menfaat-ı esasiye-i devlete muvafık telakki edilen bu cereyanın bir usul ve kaide-i muttarideye rabt luzümuna ve bu babda bazı ifadata dair Dahiliye Nezareti’nin 13 Mayıs sene 1331 tarihli ve 270 numaralı tezkiresi okundu. Karar: Fil-hakika Devlet’in muhafaza-i mevudiyet ve emniyeti uğrunda tevali eden icraat ve ıslahat-ı fedakarisi üzerinde icra-ı su-i te’sire sebep olan bu kabil harekat-ı muzırranın icraat-ı müessire ile imha ve izalesi kat’iyyen müktezi ve nezaret-i 20 Başbakanlık Arşivi, Meclis-i Vükela Müzakeratına Mahsus Zabıtname, nu,163, 15Receb 333 ve 17 Mayıs 331 (30 Mayıs 1915) 111 müşaru’n-ileyhaca bu emirde ibtidar olunan icraatdaki isabet bedihi olduğundan tezkire-i mezkurede dermeyan kılındığı üzere muharrerü’l-esami kura ve kasabatda sakin Ermeniler’den nakli icab edenlerin mahall-i mürettebe-i iskaniyelerine müreffehen sevk ve isalleriyle güzergahlarından keyfiyet-i ivalarıyla suret-i kat’iyede iskanlarına kadar muhacirin tahsisatından iaşeleri ve ahval-i sabıka-i maliye ve iktisadiyeleri nispetinde kendilerine emlak ve arazi tevzii ve içlerinden muhtaç olanlara taraf-ı Hükümet’ten mesakin inşası ve zurra ve muhtacin-i erbab-ı san’ata tohumluk ve alat u edevat tevzii ve terk ettikleri memlekette kalan emval u eşyalarının veyahut kıymetlerinin kendilerine suver-i münasibe ile iadesi ve tahliye edilen köylere muhacir ve aşair iskaniyle emlak ve arazinin kıymeti takdir edilerek kendilerine tevzii ve tahliye edilen şühür ve kasabatta kain olup nakledilen ahaliye aid emval-i gayr-ı menkülenin tahrir ve tesbit-i cins ve kıymet ve miktarından sonra muhacirine tevzii ve muhacirinin ihtisas ve iştigalleri haricinde kalacak zeytunluk, dutluk, bağ ve portakallıklarla dükkan, han fabrika ve depo gibi akaratın bi’l-müzayede bey’ veyahud icarı ile bedelat-ı baliğasının kendilerine i’ta edilmek üzere ashabı mesrüdenin i’fası zımmında vuku’ bulacak sarfiyatın muhacirin tahsisatından tesviyesi zımnında Nezaret-i müşaru’n-ileyhaca tanzim edilmiş olan Talimatname’nin bi-tamamıha tatbik-i ahkamiyle emval-i metrukenin te’min-i muhafaza ve idaresi ve mauamelat-ı umumiye-i iskaniyenin tesri ve tanzimi ve tedkik ve teftişi ve bu hususda Talimatname ahkamı ve Nezaret-i müşaru’n-ileyhadan ahz ve telakki edilecek evamir dairesinde mukarrerat ittihaz ve tatbiki ve tali komisyonlar teşkili ile maaşlı memur istihdamı vazife ve salahiyetlerini haiz olmak ve doğrudan doğruya Dahiliye’den ve diğeri memuriyet-i Maliye’den intihab ve ta’yin edilecek iki a’zadan terekküp etmek üzere komisyonlar teşkil ederek mahallerine i’zamı ve komisyon gönderilmeyen mahallerde mezkur Talimatname’nin valiler tarafından icra-i ahkamı tensib edilmiş olduğunun cevaben Nezaret-i müşaru’n-ileyhaya tebliği ve devair-i müteallıkaya ma’lumat i’tası tezekkür kılındı.” Yukarıda sözü edilen Talimatname, 30 Mayıs 1915 tarihinde Dahiliye Nezareti İskan-ı Aşair ve Muhacirin Müdüriyeti tarafından savaş şartları ve olağanüstü siyasi zaruretler dolayısıyla nakilleri yapılan aşiretler ve Ermeniler’in iskan, iaşe ve diğer hususlarını düzenlemek amacıyla çıkarılmıştır. 112 Başka bölgelere nakilleri devam eden Ermeniler’e ait mal, mülk ve arazi haklarının ve kültür varlıklarının korunmasını ihtiva eden ikinci bir Talimatname de 28 Mayıs 1331 tarihinde yürürlüğe girmiştir; Ahval-i Harbiye ve Zaruret-i Fevkalade-i Siyasiye Dolayısıyla Mahall-i Ahara Nakilleri İcra Edilen Ermeniler’e Aid Emval ve Emlak ve Arazinin Keyfiyet-i İdaresi Hakkında Talimatnamedir Madde 1- Ahar mahalle nakli icra edilen Ermeniler’e aid emlak ve arazi-i metruke ile hususat-ı sairenin işbu Talimatname ahkamı dairesinde idare ve teşiti daire-i memuriyet ve derece-i salahiyetleri mevadd-ı atiyede muharrer olan ve suret-i mahsus ada teşkil edilen komisyonlara aiddir. Madde 2- Bir karye veya kasabanın akeb-i tahliyesinde naklolunan ahaliye aid ve derununda eşya bulunan bi’l-cümle mebani, idare komisyonu tarafından tensib edilecek memur veyahut hey’et-i mahsusa tarafından derhal mühürlenerek taht-ı muhafazaya alınacaktır. Madde 3- Taht-ı muhafazaya alınan eşyanın cins, miktar, kıymet-i mukaddereleri, mikdarları ve esami-i eshabı ile tafsilen tesbiti defter edildikten sonra kilise, mekteb, han gibi depo ittihazına elverişli mahallere naklettirilip eshabı tefrik edilebilecek surette ayrı ayrı konularak muhafazasına i’tina edilebilecek ve eşyanın keyfiyet ve kemiyeti ile eshabını ve mahall-i ahz ve mahall-i muhafazasına mübeyyin ve zabıt varakası tanzim edilerek aslı hükümet-i mahalliyeye ve suret-i musaddakası Emval-i Metruke Komisyonu’na tevdi olunacaktır. Madde 4- Eshabı malum olmayan emval-i menkule, eşyanın bulunduğu köy namına kaydedilerek muhafaza olunacaktır. Madde 5- Mevcud emval-i menkule arasında durmakla bozulması muhtemel olan eşya ile hayvanat, Komisyon’un tensib edeceği bir hey’et tarafından bi’lmüzayede alenen satılarak bedeli eshabı ma’lum olduğu takdirde eshabı namına değilse eşyanın bulunduğu köy veyahut kasaba namına emaneten mal sandıklarına teslim edilecektir. Satılan eşyanın cinsi, mikdarı, kıymeti ve cihet-i aidiyesi ve 113 müşterisi ve bedeli mufassaları defter-i mahsusa kaydedilerek zir-i Müzayede Hey’eti tarafından tasdik edilecek ve vech-i maşruh bir zabıt varakası tanzim edilerek aslı hükümet-i mahalliyeye ve suret-i musaddakası Emval-i Metruke İdare Komisyonu’na tevdi olunacaktır. Madde 6- Kilisede mevcud eşya ve tesavir ve kütüb-i mukaddese tesbit-i defter edilerek zabıt varakasına bi’r-rabt mahallerinde muhafazalarına i’tina olunacak ve bilahare kilisenin kain olduğu köy ahalisinin iskan edildiği mahall-i hükümet ma’rifetiyle irsal olunacaktır. Madde 7- Nakledilen ahaliden her birine aid emlak ve arazi-i metrukenin cins, nev’, mikdar ve kıymetleri de ale’l-esami tesbit-i defter edilecek ve her köy ve kasabaya aid emlak ve arazi-i metruke cedvelleri tanzim edilerek İdare Komisyonu’na tevdi olunacaktır. Madde 8- Emlak ve arazi-i metrukede idrak edilecek mahsulat ve zer’iyyat bulunduğu takdirde Komisyon tarafından tensib edilecek zevattan mürekkeb bir hey’et tarafından bi’l-müzayede satılarak bedelatı eshabı namına emaneten mal sandığına teslim edilecek ve bir zabıt varakası tanzim olunarak aslı hükümet-i mahalliyeye ve suret-i musaddakası İdare Komisyonu’na i’ta olunacaktır. Madde 9- Zer’iyyat ve mahsulat-ı mevcudiye müşteri bulunamadığı takdirde kefalet tahtında mukavele münasafa tarikiyle taliblerine i’tası caiz olup bu surette vaki olan icar ve bayi’ye mütehassıl mebalig dahi eshab-ı namına mal sandıklarına teslim edilecektir. Madde 10- Nakledilen ahaliye aid emval-i gayr-i menkulenin tasarrufuna aid eshabı tarafından ba’del’l-hicre tanzim edilen vekaletnameler üzerine hiçbir muamele yapılmayacaktır. Madde 11- Tahliyesi icra edilen köylere muhacir yerleştirilecek ve mevcud mesakin ve arazi her ailenin ihtiyac ve kabiliyet-i ziraiyesi nazar-ı itibara alınarak muvakkat ilmühaberlerle muhacirine tevzi edilecektir. Madde 12-Yerleştirilen muhacirinin sicil-i nüfusa esas olabilecek bir suret-i muntazama ve mufassalada ve hane itibariyle esami, mahall-i vürudu, tarih-i iskanı, mahall-i iskanı, tesbit-i defter edilecek ve kendilerine tevdi edilen mesakin ve arazinin cinsi, nev’i, mikdar ve kıymeti ve mevkii ayrıca tesbit-i defter edilerek suret-i 114 iskanlarıyla kendilerine verilen emlak ve arazi mikdarını mübeyyin yedlerine birer ilmühaber verilecektir. Madde 13- Köylerde mevcud mebani ve eşcar-ı mağrusenin hüsn-i muhafazasından o köye yerleştirilen muhacirin müteselsilen mes’ul oldukları cihetle tahribat vukuunda kimin tarafından yapıldığına bakılmayarak bedeli, köylünün hey’eti umumiyesine tazmin ettirilip failleri derhal köyden ihrac ve hukuk-ı muhaceretten iskat olunur. Madde 14- Muhacir iskanından mütebaki kalan köylere civarda mevcud aşair-i seyyare iskan edilecek ve haklarında ayniyle muhacir muamelesi yapılacaktır. Madde 15- Şehir ve kasabatta tahliye edilen hanelere tercihen şehirli ve kasabalı muhacirin yerleştirilerek ahval-i sabıka-i iktisadiye ve maliyeleri ile kabiliyet-i imariyeleri nazar-ı itibare alınmak şartıyla kendilerine mikdar-ı kafi arazi verilecektir. Madde 16- Dükkan, han, fabrika, hamam, depo gibi akaratle muhacirin iskanına elverişli bulunmayan mebaninin ve muhacirine tevzi’den mütebaki kalan veyahut on sekizinci maddede gösterildiği vechile muhacirinin iştigalat ve ihtisasatı haricinde kalan emlak ve arazinin idare komisyonları veya onların taht-ı nezaretinde olarak mahallerin rüesa-ı me’murin mülkiye ve maliyesinden mürekkeben teşekkül ederek hey’etler marifetiyle bi’l-müzayede caizdir. Madde 17- Şehir ve kasabata yerleştirilen muhacirinin sicil-i nüfusa esas olabilecek bir suret-i muntazamada defter esamisiyle kendilerine verilen arazinin nev’i ve mikdarı ve kıymetini mübeyyin bir defteri tutulacaktır. Madde 18- Şehir ve kasabat ile civarında mevcud bağ, bahçe, portakallık ve zeytinlikler ve buna mümasil emlak dahi i’mar ve muhafazalarına iktidar ve ihtisas bulunduğu isbat ve bu babda sened i’ta ve kefalet irae etmek şartıyla ihtiyac ve kabiliyet-i i’maliyeri nisbetinde muhacirin ve tevzi’ olunabilecek ve kimlere ne mikdar emlak ve arazi verildiği defter-i mahsusuna kaydedildikten sonra keyfiyet-i i’taya mübeyyin yedlerine birer ilmühaber verilecektir. Bunlardan muhacirine tevzi’ ve i’ta edilmeyenler on altıncı madde mucibince bi’l-müzayede satılacaktır. Madde 19- Dahil-i vilayette mevcud olup hükümet-i mahalliyenin me’zuniyet ve muvaffakatı ile veyahut Dahiliye Nezareti’nin emri üzerine vilayat-ı saireden 115 tahrirat-ı mahsusa ile gönderilen muhacirin müstesna olmak üzere tahliye edilen köy ve kasabalara muhacirin sıfatı ile yerleştirilecek olan veyahut yerleştirilmesini istid’a eden kesanın sıfat-ı muhacereti haiz olduklarını ve başka tarafa sevk ve iskan edilmediklerini veyahut muhacirinden olup oralarda iskanları icra edilmek üzere sureti mahsusada gönderildiklerini mübeyyin vesaik-i resmiye ibraz etmeleri şarttır. Madde 20- İştira’iye talib bulunmayan emlak ve arazinin imar ve muhafazasını vaz’ ve taksirlerinden dolayı vuku’ bulacak tahribat ve ika’ edilen zararların tazmini taahhüt etmek ve bu babda kefalet-i kaviyye irae etmek şartıyla ve iki seneyi tecavüz etmemek üzere taliblerine i’car caizdir. Madde 21- Gerek satılan ve gerek i’car ve münasafa suretiyle verilen emlak ve arazinin nev’i ve mikdar, mahal, bedel-i bey’ ve icarı ve müstecim ve müşteresini mübeyyin ale’l-müfredat cedveller tanzim edilecektir. Madde 22- Bedel-i bey’ ve i’cardan mütehassıl meblağ eshabı namına emaneten mal sandıklarına tevdi edilerek bilahere vuku’ bulacak tebligat dairesinde ashabına tevdi’ olunacaktır. Madde 23- Tahliye edilen kura ve kasabatta mevcud bi’l-cümle emlak-ı metrukenin işbu Talimatname ahkamı dairesinde idare ve temeşşidi doğrudan doğruya Emval-i Metruke İdare komisyonlarına aiddir. Madde 24- İdare komisyonları emval-i metrukenin idaresi hususunda doğrudan doğruya Dahiliye Nezareti’ne merbud ve ancak oradan ahz babında ittihaz ve tatbik edecekleri mükerrerat ve icraattan hükümet-i mahalliyeye dahi ihbar-ı keyfiyet edeceklerdir. Madde 25- Talimatname’nin tatbik-i ahkamı ile emval-i metrukenin te’min-i muhafaza ve idaresi zımnında i’cab eden komisyon ve hey’etin teşkili Dahiliye Nezareti’nden me’zuniyet istihsali şartıyla maaşlı me’murin istihdamı ve Dahiliye Nezareti’nden ahz-ı telakki edecekleri evamir ile işbu Talimatname ahkamı dairesinde ta’limat ve izahnameler tanzimi Emval-i Metruke İdare komisyonlarıına aiddir. Tanzim edilen ta’limat ve izahnamelerin birer sureti makam-ı vilayete tevdi edilecektir. Madde 26- Tahliye edilen mahallere bera-ı iskan muhacir sevki ile muamelat-ı müteferri’asının icrası Muhacir Komisyonu ve me’murlarına aid ise de, bu gibi 116 muharrere vaki’ olacak muamelat-ı iskaniyenin te’min-i tesrii’ ve tanzimi ve muamelat-ı umumiye-i iskaniyenin tedkik ve teftişi ve bu babda hükümet-i mahalliye ile bi’l-istişare mukarrerat ittihaz ve tadbiki Emval-i Metruke İdare komisyonlarıının cümle-i vezaif ve selahiyatındadır. Madde 27- Komisyon netice-i müşahedat ve tedkikatıyla mukarrerat-ı müttehize ve hulasa-i icraatını la-akal onbeş günde bir makam-ı nezaret ve vilayata iş’arla mükelleftir. Madde 28- Emval-i metruke idare komisyonlarının idare-i emval hususunda ve işbu Talimatname ahkamı dairesinde vuku’ bulacak tebligat ve iş’arat-ı tahririyeleri me’murin-i mahalliye tarafından mecburiyü’l-i’fadır. Madde 29- Emval-i Metruke İdare komisyonları a’zaları ta’yin edildikleri mıntıkalarda mevcud emval ve emlak ve arazi-i metrukenin idare ve muhafazası ile umur-ı hesabiyesinden müştereken mes’uldür. Madde 30- Emval-i Metruke İdare komisyonları suret-i mahsusada ta’yin edilen bir reis ile biri me’murin-i idareden ve diğeri me’murin-i maliyeden olmak üzere iki a’zadan mürekkeptir. Madde 31- Muhaberat, reis tarafından veyahut reisin tevkil edeceği a’za canibinden reis namına icra edilir. Madde 32- Emval-i Metruke Komisyonu Reisi, münasib gördüğü a’zayı işbu Talimatname’de münderic bir hususun tedkik ve teftişi veyahut icrasına me’mur edebilir. Madde 33- Emval-i Metruke komisyonları rüesasına muhacirin tahsisatından verilmek üzere yevmiye birer buçuk ve a’zasına da birer lira tahsis olunduğu gibi bera-ı vazife dairey-i me’muriyetlerini geşt ü güzarlarında tertib-i mahsustan ayrıca harc-ı rah dahi alırlar. Madde 34- Komisyon ta’yin ve iz’am edilmeyen vilayatta işbu Talimatname ahkamının tatbiki mahall-i hükümat-ı merkeziyesine aiddir.21 Burada, yukarıda orijinal metinlerini verdiğimiz genel tedbirlerin sonuncusu niteliğinde olan ve tehcirin bir muhasebesini yapan bir başka arşiv belgesinin 21 Azmi SÜSLÜ, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı, s. 121. 117 orijinalini vereceğiz. Bazı tabirlerin anlaşılamayacağını gözönünde bulundurarak özetleyecek olursak bu belgede şu hususların yer aldığını müşahede ederiz; Savaş sebebiyle doğudaki cepheden ve çevreden ülkenin içerilerine cephe gerilerine 1916 Ekim sonlarına kadar sevk edilip yerleştirilen ve iaşeleri ve emniyetleri temin edilen nüfusun tamamının 702.900 olduğu ve kendiliklerinden ayrılanların bu sayıya dahil olmadığı belirtilmiştir. Burada dikkat edilecek husus şudur ki, verilen sayıda Ermeniler’den hiç söz edilmemiştir. Zira bu sevk ve iskan hadisesine sadece Ermeniler değil, Rumlar, diğer azınlıklar ve Müslümanlar da tabi tutulmuştur. Bu sebeple yukarıda tam metnini sunduğumuz 27 Mayıs 1915 tarihli sevk ve iskan kanununda olduğu gibi burada da Ermeniler’den bahsedilmemektedir. Birçok Ermeni ve Batılı yazar hatta bazı yerli araştırmacılar tarafından öne sürüldüğü üzere tehcir kanunu sadece Ermeniler için çıkarılmamıştır. Halbuki, bu araştırmamız sırasında da sık sık karşılaştığımız gibi, Ermeniler dışındaki azınlıklar ve özellikle Müslümanların tehcirini de incelemek, olayı bütünüyle görmeyi sağlayacağı gibi, araştırıcıları ve kamuoyunu ilgi çekici sonuçlara götürebilecektir. Tehcirle ilgili bazı belgelerde Ermeniler’den söz edilmesinin sebebi ise, isyanları, hıyanetleri sebebiyle onların daha çok sevk edilmesi, onların bu sevk işlemlerine silahları veya pasif direnişle karşı koymaları ve özellikle de onlarla ilgili olarak alınan insani tedbirleri zikretmek ve Ermeniler’le Batı kamuoyunun gerçek dışı propagandalarına cevap vermek olmalıdır.22 Ahalisi mecburen göç ettirilen yerler, yol, iskan, iklim, iaşe ve ırki şartlara göre dört bölgeye ayrılmıştır: Erzurum’un doğusu ve Trabzon sahillerinden göç edenler deniz ve karadan Ordu-Kastamonu civarına; Erzurum’un batısı, güneyiyle Trabzon’un güneyinden gelenler, Sivas-Tokat veya Sivas-Kayseri yollarıyla AnkaraNiğde civarına; Erzurum’un güney ve güneydoğusundan gelenler, Kemah yoluyla Ma’muratü’l-aziz, Malatya-Maraş civarına ve nihayet Van ve Bitlis’ten gelenlerse, Diyarbakır yoluyla Diyarbakır-Urfa-Ayıntab-Adana’ya gönderilmişlerdir. Deniz yoluyla göç edenlerin o civarda salgın halinde bulunan sıtmadan etkilenmemeleri için tedbirler almış ve kendilerine kinin dağıtılmıştır. 22 Azmi SÜSLÜ, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı, s. 122 118 Hasta göçmenlerin tedavisinde sivil hastahanelerden yararlanıldığı gibi savaş dolayısıyla çok sıkışık durumda olan askeri hastahanelerden bile faydalanılmıştır. Göçmenlerden ailelerini yitirmiş olan kimsesiz çocuklar yetimhanelere veya göç edilen mahallerdeki ailelere yerleştirilmiş ve bunların iaşeleri sağlanarak meslek sahibi olmaları için gerekli tertibat alınmıştır. Ülke içinden göç ettirilenlerle yabancı ülkelerden göç ettirilen Müslümanların iskan, iaşe ve diğer meselelerini halletmek üzere kurulmuş olan Muhacirin Müdüriyeti Umumiye’si memurları, taşrada onlara yardımcı olmak üzere düşman tarafından işgal edilmiş olan vilayetlerdeki memurlara da ücret ödenerek takviye edilmiştir. Göçmenler İdaresi’nce erzak temini ve iaşelerine yetişilemeyen yerlerde göçmenlere ordu anbarlarından yani savaşan askerlerin erzakından da dağıtılmıştır. Yaklaşık 800.000 civarındaki göçmenlerin, sevk, iskan, iaşe ve ibatelerinin temini, hayat ve sıhhatlerinin “yedi düvelle” savaşıldığı bir sırada sağlanması Osmanlı Devleti’ne içeride ve dışarıda birçok maddi ve manevi külfet getirmiştir. 1915 yılında bu işler için 25 milyon, 1916 Ekim sonunda 80 milyon ve yıl sonuna kadar ise yalnız iaşe ihtiyacı için 150 milyon kuruş harcanacağı ifade edilmiştir. 4.6. ERMENİLERİN SEVK EDİLDİKLERİ BÖLGELER Aslında Ermeniler’in mecburi yer değiştirimine Mayıs ortalarında başlandığı, Kanun-ı Muvakkat’in daha sonra çıktığı anlaşılmaktadır. Bidayette Van, Bitlis, Erzurum ile Adana, Sis ve Mersin’in merkezleri hariç olmak üzere Adana, Mersin, Hizan, Cebelibereket civarları, Maraş’ın içi hariç Maraş sancağı, Halep vilayetinin merkez kazaları hariç İskenderun, Beylan ve Antakya kazaları kararın şumulüne dahil edilmişti. Bu bölgelerdeki Ermeniler Musul, Zor sancaklarına, Urfa’nın güneyine, Haleb’in güney ve güney doğusuna, Suriye Vilayeti’nin doğusuna nakledileceklerdi. Ancak Ermeniler’in ayaklanmaları sadece cephe yakınlarında olmakla kalmayıp içerilere de yayılmaya başladığından, bilhassa Şarki Karahisar’da 15 Haziran’da başlayan ayaklanma, ancak 3 Temmuz’da durdurulabildikten sonra, kanunun tatbikatı Anadolu’nun içine de teşmil edildi. 119 İstanbul bu tedbirin dışında kaldı. İstanbul’da alenen devlet aleyhine çalıştıkları sabit 235 kişi 24 Nisan günü tevkif edilmişlerdi. Başka bir tedbir alınmadı. Ermeniler’in her yıl katliam tarihi diye hatırladıkları 24 Nisan, bu 235 kişinin tevkifi tarihidir. Hükümet 26 Eylül 1915 tarihli bir muvakkat kanun ile de, yerleri değiştirilmiş kişilerin bütün mal ve mülklerinin tasfiye edilip, karşılıklarının sahipleri namına emaneten mal sandıklarına tevdi edilmesini kararlaştırdı. Ermenilerin iskan edilecekleri bölge genişletilerek, Kerkük sancağının İran hududuna seksen kilometre mesafede bulunan köy ve kasabaları da dahil olmak üzere, Musul vilayetinin güney ve batı kısımlarına ve Haleb vilayeti’nin doğu ve batı kısmına ve Suriye’nin Havran ve Kerek sancaklarındaki köy ve kasabalara Müslüman ahalinin nüfusunun % 10’u nisbetinde dağıtılmaları kararlaştırılmıştı.23 Bir savaş halinde, düşman ile işbirliği yaptığı sabit olmuş ve üstelik bu işbirliğini bir öğünme sebebi olarak gören toplulukların, muzır faaliyetlerinin önlenmesi bakımından belirli bölgelerde mecburi ikamete tabi tutulmaları itiraz edilecek bir husus değildir. Bu tatbikat İkinci Cihan Harbi’nde de bütün devletlerce uygulanmıştır. Bu bakımdan Ermeni tehciri kararının kendisi değil, tatbiki Ermeni katliamı olarak gösterilmek istenir. Bu yapılırken de 2 ayrı iddia ortaya atılır. Birincisi Babıali’nin ve bilhassa Talat Paşa’nın, bu tehcir kararını, Ermeniler’i toptan yok etmek için art düşünceyle aldığı, bu maksatla gizli tamimler yaptığıdır. İkinci iddia ise tehcir sırasında, seneler geçtikçe adedi de gittikçe artan sayıda Ermeni’nin Hükümet kuvvetleri tarafından katledildiğidir. Birinci iddiayı Talat Paşa’nın Berlin’de katledilmesinden sonra, katil Teilirian’ın mahkemeye ibraz ettiği 5 telgraf ile İttihad ve Terakki ricalinin mütarekeden sonra muhakemelerinde okunan iddianameye dayandırırlar. Talat Paşa’nın yazdığı ifade olunan 5 telgraf, iddiaya göre, tehcir idaresi sekreteri Naim Bey’e, Halep’e, gönderilmiş şifre telgraflardan olup bu sonuncu tarafından imha edilmemiş ve Aram Andonian isimli bir Ermeni yazar tarafından, fotokopi edilip sonra tercüme edilerek 1920’de Paris’te neşredilmiş, Andonian bunları 23 Recep KARACAKAYA, Ermeni Meselesi, Gökkubbe Yayınları, İstanbul, 2005, s. 47 120 mahkemeye göndermiş, Eksperier de 5 tanesini hakiki olarak kabul etmiş. Bu iddia ne dereceye kadar ciddiye alınır, bunlar otantik idiyse neden diğer devletler tarafından milletlerarası forumlarda Türkiye aleyhine kullandıkları malzemeye ithal edilmemişler, neden bunlardan sadece 5 tanesi otantik sayılmış da mesela, gene Talat Paşa’ya atfedilen 18 Şubat 1915 tarihli ve Ermeniler’in tenkil planını ihtiva ettiği söylenen ve Andonian’ın kitabında yer alan başka bir telgraf otantik sayılmamıştır. Akla gelen bu sorular, bütün bu belgelerin uydurma olduğu hissini uyandırmaktadır. Kaldı ki aynı davada şahadette bulunan Liman von Sanders “Benim bildiğim kadar, Ermeni tehcirini öngören esas talimat 20 Mayıs 1915 tarihli olandır.” demiştir. Keza, Ermeni tehcirinden büyük mesuliyet taşıdığı iddia edilen ve bir Ermeni kurşunu ile hayatını kaybeden Cemal Paşa, kendi hakkındaki ithamları cevaplandırmak üzere şöyle yazar: “Doğu Anadolu vilayetlerinde ne gibi haller geçtiği, devletin neden dolayı Ermeniler’in umumi olarak tehcirine karar verdiğini bilemiyorum. O sırada İstanbul’da cereyan eden müzakerelere katiyen katılmadığım gibi, bu hususta mütalaamı da sormadılar. Yalnız günün birinde Dahiliye Nezareti’nden vilayetlere tebliğ olunan bir muvakkat kanun gereğince Ermeniler’in Mezopotamya’ya nakledilerek harbin nihayetine kadar orada oturacaklarını öğrendim. Başkumandanlık Vekaleti’nde de, mülki memurlar vasıtasiyle idare edilecek tehcir sırasında ordu mıntıkasından geçecek Ermeniler’e bir tecavüz yapılmasına meydan verilmemesi tebliğ olunuyordu. Şu kadar var ki bütün Ermeni muhacirlerinin Mezopotamya’ya gönderilmesi orada sefalete duçar olacaklarına emin olduğum için bunlardan birçoklarının Suriye ve Beyrut vilayetleri içinde yerleştirilmelerini münasip gördüm. İşte bu sayede bu vilayetlerde hemen yüz elli bin kadar Ermeni’yi yerleştirmeye muvaffak oldum.”24 Eğer iddia edildiği şekilde Talat Paşa tarafından yapılmış tamimler olsaydı bunları Cemal Paşa’nın bilmemesi ve kendini müdafaa sadedinde zikretmemesi zor olurdu. Sonra asıl şu nokta gözden kaçmamalı. Eğer hükümet Ermeniler’in kökünü kazımak düşünce ve niyetinde olsaydı, bunu aylarca süren bir tehcir yoluyla ve bütün 24 Cemal Paşa, a.g.e., s. 360-362. 121 devletlerin dikkatlerini üstüne çekerek değil, Ermeniler’in bulundukları bölgelerde ve bilhassa cephelere yakın olan yerlerde çok kolay bir şekilde yapabilirdi. Nihayet, İngiliz arşivlerinde suretinin bulunduğu anlaşılan ve tehcir sırasında gözetilecek hususlara müteallik gizli talimatı muhtevi 28 Ağustos 1915 tarihli bir telgrafın 21 ve 22. maddeleri muvacehesinde böyle bir iddiayı ileri sürmenin mümkün olamayacağı aşikardır. Söz konusu maddeler aynen şöyledir. Madde 21- Mültecilerin, gerek kamplarda, gerek yolculuk esnasında bir saldırıya uğramaları halinde saldırganlar derhal tevkif edilerek Divan-ı Harb’e sevk edilecektir. Madde 22- Mültecilerden rüşvet veya hediye alanlar veya vaad yahut tehdit ile kadınları iğfal edenler yahut onlarla gayrı meşru münasebet kuranlar, derhal görevden alınıp Divan-ı Harb’e sevk edilecek ağır şekilde cezalandırılacaklardır. Yukarıdaki iddialarla bu talimatı telif imkanı olmadığı aşikardır. Mütareke sırasındaki ittihadcıların muhakemesine gelince, buna ileride ayrıca geleceğiz, ancak iddianemenin, Türkiye dışında ve Türkiye aleyhinde yayınlanmış hususlara istinad ettiğini hemen belirtmekte fayda vardır. İkinci iddia, pek büyük sayılara varan bir kütlenin tehcir sırasında öldürülmüş oldukları hususudur. 4.7. ERMENİ KATLİAMLARI KONUSUNDAKİ KARŞIT FİKİRLER Daha öncede belirttiğimiz gibi Sarıkamış’ta kendi askerlerinin bile yok oluşuna karşı elinden hiçbir şey gelmeyen Osmanlı Devleti muhakkak ki sevk ve iskan sırasında belli sayıda insanların öldüğünü kabullenmektedir. Ancak bunlar Ermeniler’in iddia ettiği gibi bir katliam maksadıyla yapılmamış, yapılan sevk ve iskan sırasında devletin elinde olmayan imkanlar nedeniyle insanların yayan olarak yaptıkları göç sırasında meydana gelmiştir. Bu bölümde bu olayları katliam olarak nitelendiren yazarların yazdıklarına da yer vermeyi uygun gördük. Öncelikle Taner Akçam’ın kitabından bir alıntı yapalım: 122 “Genelde katliamın başlangıç tarihi olarak 24_25 Nisan 1915 tarihi verilir fakat bu tarih daha çok sembolik bir karakterdedir. Sürgün ve öldürme olayları bu tarihten daha önce başlamıştır. Ayrıca belirtmek gerekir ki, elde, Ermeniler’in imha edilmelerine ilişkin kararı ve emri ihtiva eden bir belge yoktur. Var olan belgeler sürgün başladıktan sonra yayımlanmışlardır ve bu metinlerde sadece “diğer mahallere sevk ve iskan” veya “tayin ve tahsis edilen mahallere nakil ve iskan” gibi ibarelere yer verilmiştir. Gerçi Ermeni kırımının örgütlenmesinden sorumlu olduğu bilinen, Teşkilat- Mahsusa siyasi sorumlusu Bahattin Şakir’in, “Nef’i ve tagrip olunduğunu bildirdiğiniz eşhası müzirre imha ediliyor mu? Yoksa yalnızca i’zam ve sevk mi olunuyor vazihan bildiriniz kardeşim.” yollu telgrafları vardı. Bunun gibi çeşitli telgraflardan imhanın planlı bir eylem olduğu anlaşılsa bile, bu belgeler arasında resmi bir hükümet kararı yoktur. Olayların gelişimi ile yayımlanan belgeler arasında doğrudan bir ilişki kurmanın zorluğu, gelişmeleri, resmi belgeler üzerinden anlatmayı olanaksız kılmaktadır. Gerçekte yaşananlarla, konuya ilişkin yayımlanan talimatnameler iki ayrı olgu olarak ele alınmalıdır.”25 Evet anlatılandan da görüldüğü üzere yayımlanan talimatnamelerden ziyade gerçekte yaşananlar adı altında görgü tanıklarının ifadelerinden bahsedilmekte. Fransız yazar Yues Ternon ise kitabında katliam olarak şunları ifade etmektedir: “Tasarlanmış olsun olmasın, her kişisel ya da toplu cinayet onu işleyen kişi veya kişilerin duymuş olduğu gereksinimin bir sonucudur. Bu gereksinimin kendini dayattığı ve cinayet kararının alındığı andan itibaren, infazın koşulları caninin niteliklerine göre değişim gösterir. İttihad’ın Merkez Komitesi, bu konuda yapacağının işaretlerini önceden veren bir görünüm arz etmektedir. Geçmişte her tarafta gerçekleştirilmiş anarşik katliamların yerine, operasyonların tüm gelişim süreci boyunca özel denetimi elinde tutan planlı bir bürokratik merkezileşmeyi geçirmiştir. “Bu meseleden nasıl kurtulmalı?” sorusuna Merkez Komitesi’nin yanıtı: “Kökünden, iz bırakmadan, gizlice, en az risk ve en az masrafla.” biçiminde olmuştur. İnfaz tarihine gelince, bu genel imha planının gerektirdiği kurumların işlerlik kazanma 25 Taner AKÇAM, Türk Ulusal Kimliği ve Ermeni Sorunu, İletişim Yayınları, İstanbul, 1995, s. 105. 123 süresine ve anında fırsat olarak kullanılabilecek olayların meydana gelmesine göre belirlenecekti.”26 Yazılanlardan anlaşılacağı üzere yazar işi tamamiyle cinayet manasında kabullenmiştir. Hatta sonraki bölümlerde bu cinayetlerin 6 yolundan bahsetmiştir. Son olarak vereceğimiz örnek ise Vahakn N. Dadrian’ın kitabından; “Osmanlı Harbiye Nazırlığı’nın İstihbarat Şubesi’nden, daha sonra İstanbul Üniversitesi’nde tarih profesörü ve verimli bir yazar olan bir yüzbaşı, katliamlar hakkında şöyle yazdı; ‘Hapishanelerden salıverilen cani çeteleri, Harbiye Nazırlığı’nın bir haftalık arazi eğitiminden geçtikten sonra, Ermeniler’e karşı en kötü cinayetleri hazırlamak üzere, İttihat Terakki’nin çeteleri olarak Kafkas cephesine gönderildiler. İttihatçılar Ermeniler’i yok etmek ve böylece “Doğu Vilayetleri Sorunu”nu halletmek niyetinde idiler.’”27 4.8. TEHCİR SONRASINDA ERMENİLER Birinci Dünya Savaşı sırasında sürgün ve göç ile karşı karşıya kalan ve itilaf devletleri saflarında savaşmalarına rağmen bağımsız Ermenistan kurulması konusunda bir ilerleme kaydedemeyen Ermeniler için, 1917 Ekim ayı bir dönüm noktasıdır. Bu tarihte gerçekleşen Bolşevik İhtilali üzerine Ermeniler Rusya’nın desteğini kaybettiler. Türk ordusunun Kafkas harekatı ve Bakü’ye girişi Ermenileri buralardan çıkmaya ve Erivan’a göçe zorladı. Bununla birlikte ilginç iki önemli gelişme oldu. Osmanlı ordusu Bakü’yü Azerbaycan Cumhuriyei’nin başkenti yaptı ve Ermenistan Cumhuriyeti’ni de tanıdı. Ermenilere göre, kuzeydeki Ermeni Cumhuriyeti’nin yaşaması, altı vilayetin katılımıyla mümkündü. Bazı Ermeni gruplar Kilikya’nın da Ermenistan topraklarına katılmasının şart oluğunu savunmaktaydı. Osmanlılar yenilgiyi kabul ettiğine göre bu düşüncenin hayata geçirilmesine de bir engel yoktu. 26 Yves TERNON, Ermeni Tabusu, Çev. Emirhan OĞUZ, Belge Yayınları, İstanbul, 1993, s. 251. Vahakn DADRİAN, Ulusal ve Uluslararası Hukuk Sorunu Olarak Jenosid, Çev.Yavuz ALOGAN, Belge Yay., İstanbul, 1995, s. 56. 27 124 Ancak Fransa ve İngiltere bu planı uygulanabilir görmediklerinden gönülsüz davranmaktaydılar. Halbuki tam da bu sıralarda, 31 Aralık 1918 tarihinde Osmanlı hükümeti bir geri dönüş kararnamesi yayınlamış ve Ermenileri sürgün öncesi yerlerine dönmeye davet etmişti. Kuşkusuz bu Ermenilerin işini kolaylaştıracak mahiyette bir gelişmeydi. Ermeniler de bu durumu lehlerinde kullanmak ve Paris görüşmelerinde daha kuvvetli bir pozisyonda olmak için geri dönüşü organize ettiler. Birinci Dünya Savaşı’nın sona ermesinden sonra Osmanlı Hükümeti, tehcire tabi tutulan Ermenilerden isteyenlerin tekrar eski yerlerine dönmeleri için bir kararname çıkardı. 22 Kanun-ı evvel 1334 (4 Ocak 1919(‘de Dahiliye Nazırı Mustafa Paşa’nın Sadarete gönderdiği yazıda, Ermenilerden dönmek isteyenlerin eski yerlerine nakledilmeleri konusunda ilgili yerlere talimat verildiği ve gereken tedbirlerin alındığı belirtilmektedir.28 Hükümetin hazırladığı 18 Kanun- evvel 1334 (31 Aralık 1918) tarihli dönüş kararnamesine göre: 1. Sadece geri dönmek arzusunda bulunanlar sevk edilecek, bunun haricinde kimseye dokunulmayacak. 2. Yerlerine iade edileceklerin, yollarda perişan olmamaları ve dönüş mahallerinde mesken ve iaşe sıkıntısı çekmelerinin önlenmesi için gerekli tedbirler alınacak; gidecekleri bölgelerin idarecileriyle irtibat sağlanıp bu konudaki tedbirler sağlandıktan sonra sevkiyat ve geri dönüş işlemlerine başlanacaktır. 3. Bu şartlar dahilinde dönecek olanlara ev ve arazileri teslim edilecektir. 4. yerlerine daha önce muhacir yerleştirilmiş olanların evleri tahliye edilecek. 5. kimsenin açıkta kalmaması için geçici olarak birkaç aile bir arada yerleştirilebilcek 6. kilise ve mektep gibi binalarla bunlara gelir getiren yerler, ait oluğu cemaate geri verilecek. 7. yetim çocuklar, istenildiği takdirde hüviyetleri dikkatlice tespit edilerek velilerine veya cemaatlerine iade olunacak. 8. ihtida etmiş olanlar arzu ederlerse eski dinlerine dönebilecekler. 9. Mühtedi Ermeni kadınlardan, bir Müslüman ile evli bulunanlar, eski dinlerine dönme konusunda serbest bırakılacaklar. Eski dinlerine döndükleri takdirde kocasıyla 28 Yusuf HALAÇOĞLU, Ermeniler; Sürgün ve Göç, s. 114 125 aralarndaki nikah bağı kendiliğinden bozulmuş olacaktır. Eski dinine dönmek istemeyen ve kocasından ayrılmaya razı olmayanlara ait meseleler ise mahkemelerce halledilecektir. 10. Ermeni mallarından, hehüz kimsenin tasarrufunda bulunmayanlar, kendilerine teslim edilecek; hazineye intikal edenlerin iadesi de, mal memurlarının muvafakıti ile karara bağlanacak, bu konuda ayrıca açıklayıcı zabitnameler hazırlanacak. 11. muhacirlere satılan mülklerin sahipleri döndükçe, peyderpey bunlara teslim edilecek. Bu konuda 4. madde aynen tatbik edilecek. 12. Muhacirler, ellerinde bulunan ve eski sahiplerine iade edilecek olan ev ve dükkünlarda tamirat ve ilaveler yapmışlarsa ve arazi ve zeytinliklerde ekim yapmışlarsa, her iki tarafın da hukuku gözetilecek. 13. Ermenilerden muhtaç olanların dönüşlerinde sevk ve iaşe masraflrı, Harbiye tahsisatından karşılanacak. 14. Şimdiye kadar ne miktar sevkiyat yapıldığınının ve bundan sonra her ayın on beşinci ve son günlerinde nerelere, ne kadar sevkiyat olduğu bildirilecek. 15. Osmanlı sınırları dışına çıkıp da geri dönmek isteyen Ermeniler, yeni bir emre kadar kabul edilmeyecek.29 Yukarıda zikredilenbu kararnamedeki hükümler, Ermenilerden başka, yerlerini terk etmek durumunda kalan Rum muhacirlere de teşmil edilmiştir. 4.8.1. Geri Dönenlerin Anadolu’da İşgal Kuvvetleriyle İşbirliği Yapmaları Ermeniler 1919 ve sonrasında gerek İngiliz, gerekse Fransızlarla Türkiye’ye karşı he türlü tertibin içerisinde olmuşlar ve devletlerini kurmak için Batıl güçlerden destek almaya çalışmışlardır. Özellikle Klikya’da ve Güney cephesinde ErmeniFransız ortaklığı taraflarca iftiharla anlatılmıştır. Gerçekten de Germania gazetesi yaptığı bir haberde, Emenistan için sorumlu İngiliz komisyonunun, Ermeni halkının özellikle Kilikyalıların silahlandırılması ve korunmaları için diğer devletlerden asker göndermelerini rica ettiğini bildirmektedir. Ayrıca Milletler Cemiyeti gözetiminde, 29 Yusuf HALAÇOĞLU, Ermeniler; Sürgün ve Göç, s. 116 126 Kilikya’da Türkiye’nin müdahil olmayacağı bir Ermeni devletinin kurulması talep edilmektedir. Ayrıca Türk İstiklal Mücadelesi sırasında özellikle Fransızlar tarafından Antep, Maraş ve Adana’ya önemli miktarda Ermeni’nin iskan edildiği, Mısır’a gitmiş bulunan Musa Dağı Ermenileri’nden toplanan gençerin, Kıbrıs Monarga Ermeni Lejyonu kampında eğitilerek Fransız üniformasıyla Anadolu’ya sevk edildiği bilinmektedir.30 Nitekim Adana, Antep ve Maraş’ta bulunan 6 tabur Fransız askerinden 3’ü Ermenilerden teşekkül etmiştir31. Boghos Nubar Paşa 1918 tarihinden itibaren Fransa saflarında 40 bin kayıp verdiklerinedn söz etmektedir. Birinci Dünya Savaşı’nda bu şekilde Fransız ordusun da savaşan ve ölen Ermenilere ait “Fransa için ölen Ermeniler” adıyla listeler hazırlanmıştır. Bu listelerde Ermenilerin doğum yerleri de verilmektedir ki, hemen hepsi Osmanlı Ermenileridir. 4.9. SEVRES ANLAŞMASI Sevres Anlaşması, birlikte oturulup müzakere edilmiş bir belge olmadığından, gerek hazırlanışı, gerek sonuçlandırışı konusunda pek az ve pek dağınık bilgi vardır. Bulabildiklerimizi aşağıda özetliyoruz. İsminden yukarıda bahsettiğimiz Bogos Nubar Paşa 30 Kasım 1918 tarihinde, İtilaf Devletleri dışişleri bakanlarına birer mektup yollayarak Ermenistan’a tam bağımsızlık verilmesini talep etmişti. Mektupta özetle şu hususlar belirtiliyordu: “Ermeniler, savaşın başından beri, tarafınızdan da bilindiği üzere savaşmışlardır. Fransa’da ilk günlerden itibaren Legion Etranger’e girmiş olan gönüllüleri ile Fransız bayrağı altında zaferler kazanmışlardır. Tiflis ve Suriye’de, hatta Fransız Cumhuriyet Hükümeti’nin isteğiyle “Milli Temsilciler Heyeti” tarafından kaydedilmiş olan Ermeni gönüllüleri, Fransız kuvvetinin yarısını teşkil etmişlerdir. Kafkasya’da Rus İmparatorluğu ordusunda bulunan 150.000 Ermeni hariç olmak üzere, 40.000 gönüllü, Antranik ve Nazarkegof kumandasında olarak Ermeni 30 31 Halil AYTEKİN, Kıbrıs’ta Monarga Ermeni Lejyoner Kampı, Ankara 2000, s. 32 Kemal ÇELİK, Milli Mücadelede Adana ve Havalisi (1918-1922), Ankara, 1999, s. 48-66 127 illerinin kurtarılmasına katılmışlar ve Bolşevikliğin ilanından sonra barışın imzasına kadar Türk Ordusu’na savunmada bulunmuşlardır.”32 Barış Konferansı 1919 Ocak ayından itibaren Paris’te çalışmaya başlayınca, Şubat ayında bir heyet teşkil olundu ve bu heyet adına Bogos Nubar ile A. Aharonyan tarafından 12 Şubat tarihinde Barış Konferansı’na bir muhtıra takdim edildi. Bu muhtırada Kafkas Ermeni Cumhuriyeti arazisi ile beraber Kilikya ve 7 ilden kurulmuş bir bağımsız Ermenistan kurulması, bunun devletlerden birisinin mandasına verilmesi isteniyor ve ayrıca katliamlara katılmış, halka saldırmış, yağmacılık yapmış olanların cezalandırılmaları ve sürülmeleri talep ediliyordu. Bu muhtırada Ermeniler’in harbin ilk gününden mütarekeye kadar savaşa iştirak etmiş olduklarına dair itiraf muvacehesinde, gönüllülerin Türk tabiiyetinde oldukları da hatırlanırsa, tehcir kanununun ne derece haklı olduğu kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Bu muhtırayı bütün Ermeni yazarlının akıl almaz derecede mübalağalı buldukları, Taşnaksutyun Komitesi’nin ise bunu Ermeni menfaatleri aleyhine gördüğü, Esat Uras’ın kitabının 675 ila 680. sayfalarında mehaz gösterilerek kaydedilmektedir. Aynı tarihlerde Tevfik Paşa Hükümeti de İtilaf Devletleri’ne bir muhtıra sunmaktaydı. Bu muhtırada Ermeni konusuyla ilgili olarak şu hususların da yer almış olduğunu görüyoruz: “Babıali bu muhtırası ile ne söz konusu illerde meydana gelen üzücü olayların ayrıntılarına girmeyi, ne de cinayet işleyen bazı Müslümanların suçunu hafifletmeyi düşünmektedir. Ancak, İspanya, İsviçre, Danimarka, Felemenk ve İsveç hükümetlerine müracaat ederek bu feci olaylarda gerek Müslümanlara ve gerekse Ermeni komitelerine yüklenen sorumlulukları tayin etmek üzere kurulması uygun ve Türk-Ermeni üyelerin de yardım edecekleri karma ve milletlerarası bir komisyona temsilciler tayin etmelerini rica etmiş olduğunu büyük devletlere haber verir. Bununla beraber, halen yetkili mahkemelere verilmiş bulunan Müslüman sanıkların suçları ne olursa olsun Hükümet, zaten tarafsız tanıklarla, Rus kumandanlarının da raporlarının ispat ettiği gerçeklere dayanarak temin eder ki, henüz Ermeni göçlerine sebebiyet verilmeden ve Çar orduları doğu illerini aldıktan sonra Ermeni çeteleri bir milyonu 32 Esat URAS, a.g.e., s. 662-663. 128 aşkın Müslüman öldürmüşlerdir. Bazı Ermenilerce ileri sürülen ve Kafkasya’dan Kilikya’ya kadar uzanacak olan büyük bir Ermenistan’ın kurulmasını hedef alan çözüm şekli şüphesiz göz önüne alınamaz. Çünkü bu suretle meydana gelen bir Ermenistan, M. Vilson’un kuralları ile tam bir çelişki yaratır. Beş milyonu geçen İslam nüfusunun bir kaç yüzbin Ermeni’nin idaresine verilmesine yer verildikten başka, bu çözüm şekli kaçınılmaz olarak devamlı karışıklıklara sebebiyet verir.”33 Tevfik Paşa Hükümeti, mütareke bahsinde gördüğümüz gibi, tehcir sırasında suç işlemiş olanların mahkemeye sevk edildiğini bu muhtırada belirtmekle beraber, doğu illerini kurtarmaya çalışıyordu. Halbuki Vahdettin ve Damat Ferit taraftarları, Ermeni meselesinde İngilizler’e yaranma gayreti içindeydiler. Dahiliye Nazırı Cemal Bey’in İttihat Terakki Partisi’nin 800.000 Ermeni’yi öldürttüğüne dair gazetelerde beyanat verdiğini daha önce kaydetmiştik. Vahdettin’in kendisi de Ermeni Senatör Azaryan Efendi’ye Ermeniler’e karşı irtikap edilen zulümlerden dolayı teessüflerini ifade ediyordu. Onların düşüncesi zaten elden çıkmış zannettikleri illeri muhafaza için elimizde kalması mümkün gerçek mülkümüzden fedakarlık yapmaktı. Paris Barış Konferansı Damat Ferid başkanlığındaki Osmanlı Heyeti’ni ilk defa 17 Haziran 1919 günü kabul etti. 4.10. MİLLİ MÜCADELE İtilaf Devletleri’nin Mondros Ateşkes Antlaşması’nın 7. maddesine dayanarak ateşkes çizgisini aşmaları ve güney bölgelerini işgale girişmeleri bu bölgede yer yer direniş hareketlerine yol açtı.34 İngilizler, Mondros Mütarekesi’nin 7. maddesine dayanarak 6 Aralık 1918 tarihinde Kilis’i işgal etti. Kilis’teki Ermeniler, onları büyük bir gösteri ve törenle karşıladılar. İngiliz birliklerinde bulunan Hintli askerlerin Müslüman halka iyi muamele etmesi Ermenileri tedirgin etmişti. İngilizler bir taraftan Müslüman Halktan silahlarını topluyor, diğer taraftan Ermenileri silahlandırıyorlardı.35 33 Esat URAS, a.g.e., s. 673-674. K Recep KARAKAYA, a.g.e., s. 71 35 Selahattin TANSEL, Mondro’tan Mudanya’ya kadar, c.I. s. 50 34 129 Mütareke yapıldıktan sonra, İtilaf Devletleri bunun ahkamına riayet lüzumunu hissetmeden çeşitli yerleri işgal etmişlerdi. Adana Vilayeti’ni Fransızlar; Urfa, Maraş ve Antep’i İngilizler işgal etmişler; Antalya ve Konya’da İtalyan askerleri; Merzifon ve Samsun’da İngiliz askerleri bulunuyordu. 15 Mayıs 1919’da da Yunanlılar İzmir’e çıkmışlardı. O sırada silah altında kalmış askerin durumunu ise Atatürk şöyle tasvir eder: “Anadolu’da başlıca iki ordu müfettişliği tesis olunmuştu. Mütarekeye dahil olur olmaz kıtaatin muharip efradı terhis olunmuş, silah ve cephanesi elinden alınmış, kıymet-i harbiyeden mahrum bir takım kadrolar haline getirilmişti. Merkezi Konya’da bulunan 2. Ordu Müfettişliği’ne mensup kıtaatın vaziyeti şöyle idi: Bir fırkası olan 4. fırka Konya’da ve bir diğer bir fırkası olan 23. fırka Afyon Karahisarı’nda bulunan 12. Kolordu, karargahıyla Konya’da bulunuyordu. İzmir’de esir olan 17. Kolordu’nun Denizli’de bulunan 57. fırkası da bu kolorduya ilhak edilmiştir. Bir fırkası (24. fırka) Ankara’da ve bir fırkası (11. fırka) Niğde’de bulunan 20. Kolordu; karargah ile Ankara’da, İzmit’te bulunan 1. fırka, İstanbul’daki 25. Kolordu’ya raptedilmiştir. İstanbul’da 10. Kafkas fırkası vardı. Balıkesir ve Bursa havalisinde bulunan 61. ve 53. fırkalar, karargahı Bandırma’da bulunan İstanbul’da mezbut 14. Kolordu’yu teşkil ediyorlardı. 3. Ordu Müfettişliği ki müfettişi ben idim, karargahımla Samsun’a çıkmış bulunuyordum. Doğrudan doğruya tahtı emrimde iki Kolordu bulunacaktı. Biri merkezi Sivas’ta bulunan 3. Kolordu. Bu Kolordu’ya mensup bir fırkanın merkezi Amasya’da, diğer fırkasının merkezi Samsun’da idi. Diğeri merkezi Erzurum’da bulunan 15. Kolordu idi. Fırkalarından, birinin merkezi Erzurum’da, diğerinin merkezi Trabzon’da idi. Kolordunun diğer iki fırkasından 12. fırka Hasankale sırtında hudutta, 11. fırka Beyazıt’ta bulunuyordu. Diyarbekir havalisinde bulunan iki fırkalı 14. Kolordu müstakil idi. İstanbul’a tabi bulunuyordu. Bir fırkası Siirt’te, diğer fırkası Mardin’de idi.” 130 Kazım Karabekir Paşa da, kendi kolordusunun kuvvetinin 17.860 olduğunu kaydeder.36 Görüleceği üzere Kilikya’da herhangi bir askeri birlik yoktur. Türkiye, Milli Mücadele Doğu Cephesi’ni bu 17.860 kişilik 15. Kolordu ile, Fransızlar’a karşı Güney Cephesi’ni de nizami kuvvet olmaksızın, mahalli ve gönüllü topluluklarla yürütecektir. Bu olmayan kuvvetlerle, Fransızlar Maraş’ı tahliyeye mecbur edildikleri zaman, Londra’da toplantı halinde bulunan Barış Konferansı’na gelen haberler Türkler’in 30.000 kişilik nizami kuvvetle taarruza geçtiği şeklinde idi. Bu sıfırdan 30.000 icad eden mübalağa, Ermeniler hakkında verilen rakamları kıymetlendirirken de hatırlanabilir. Ermeniler Temmuz ayından itibaren Doğu Cephesi’ndeki İslam köylerini basmaya ve katliama başlamışlardı. Karabekir Paşa’nın kitabında bu münasebetle İngiliz müfettişine yazdığı mektupların suretleri bulunmaktadır. Güneyde ise, Fransızlar; Maraş, Urfa ve Antep’i İngilizlerden aldıktan sonra, Fransız üniforması giydirilerek kuvvetlerine kattıkları Ermeniler, mahalli Ermeni halkla da birleşerek Türkler’e karşı bir katliam politikasına girişmişlerdi. Bu politika sebebiyle ki, nizami kıta bulunmayan güneyde, mahalli Müslüman halk müdafaa-i nefs için kendi arasında örgütlenmek zaruretini duymuştu. Bu durumu Atatürk’ün ağzından dinlemekte fayda vardır: “Müsaade buyurursanız biraz da Kilikya Cephesi’nden bahsedeyim. Her yerde olduğu gibi, buraya da mütareke ahkamı hilafına İtilaf Kuvvetleri girdiler. Bilahare İngilizler çekildi. Kilikya’yı ve Antep, Maraş, Urfa’yı bütün Suriye ile beraber Fransızlar’a bıraktı. Fransızlar burayı haksız olarak işgal ettikten sonra çok mütecasir davrandılar ve ahali-i İslamiye’ye karşı çok fena hareketlerde bulundular ve bu hareketleri Fransız üniforması altında Ermeniler’e tevdi ettiler. Oralarda bulunan zavallı kardaşlarımız pek acı muamelelere maruz kalmışlardır. Her türlü mukaddesatı muhafaza için hariçten bütün milletten istimdad ediyorlar. Maa’t-teessüf Hükümet-i Merkezi’ye hiçbir muavenet yapmamıştır. İşte böyle artık her taraftan ümidini kesen ve idama mahkum olduklarına şüphesi kalmayan Kilikya ve sair mevkiler ahalisi, 36 Azmi SÜSLÜ, Türk Tarihinde Ermeniler (Temel Kitap), k. 195 131 bizatihi muhafaza-i mevcudiyet için ortaya atılmak mecburiyetinde kaldılar. Mücadele devam etmektedir. İlk müsademe Maraş’ta oldu ve netice haklının lehine mütemayiidir.”37 Şüphesiz İstiklal mücadelesinin kronolojisini yazmaya gerek yoktur. Her iki cepheyi şöylece özetleyebiliriz: Güney Cephesi’ndeki şehir mücadelesi 20 Ocak 1920’de Maraş’ta başlamış, 1921 Mart’ı ortalarına kadar sürmüştür. Fransızlar(la 20 Ekim 1021’de Ankara İtilafnamesi imzalanmış ve bunun 8. maddesi ile, Hatay hariç olmak üzere bugünkü Suriye hududu tesbit edilmiş, harp haline son verilmiş ve Fransızlar çekilirken, işgal sırasında yaptıkları gaddarlık dolayısıyla başlarına birşey gelebileceğini düşünen Ermeni komitacıları da Fransızlar’la beraber gitmişler, yerlerinde kalmak isteyen Ermeni halkı da adeta zorla beraber sürüklemişler ve bu cephe tasfiye edilmiştir. Doğu Cephesi’nde ise Ermeniler’in devam eden saldırıları, gerek İngilizler’e gerek Erivan Hükümeti’ne yazılan yazılara rağmen durmayınca 28 Eylül 1920 günü Karabekir Paşa harekata başlamış, 30 Ekim’de Kars da dahil Ermeniler’in elindeki bütün Türk toprakları istirdad edilmiştir. 7 Kasım’da Gümrü’ye girildi ve Ermeniler mütareke istediler. Ermeniler mütareke şartlarını ağır bularak 10 Kasım’da reddedince, harekat yeniden başladı, Ermeniler 17 Kasım’da yeniden barış istediler, 3 Aralık’ta Gümrü Anlaşması imzalandı. Bu anlaşmanın 10. maddesi ile Ermenistan, Sevres Anlaşması’nın batıl olduğunu kabul ve İtilaf Devletleri hükümetlerinin siyasi merkezlerinin bir tahrik vasıtası yaptığı heyetlerini Avrupa ve Amerika’dan geri çağırmayı kabul ediyordu. 6. madde ile de, dünya savaşı sırasında düşman ordularına katılan veya kendi hükümetlerine karşı savaşan veya katliamlara katılanlar hariç bütün mültecilerin vatanlarına dönmeleri kararlaştırılmaktaydı. Hudut bugünkü huduttan daha fazla Türkiye lehine idi. Ermenistan ile Gürcistan arasında savaş başlayınca, bu defa Gürcüler’in işgalinde olan Ardahan 23 Şubat 1921’de, Batum da Mart’ta ele geçirildi. 16 Mart’ta Rusya ile Moskova Andlaşması imzalandı. Bu anlaşma ile, Türkler’in eline geçmiş olan Batum Gürcüler’e, Nahcivan bölgesi de Azerbaycan’a bırakıldı ve bugünkü hudut tesbit edildi. Bu anlaşmayı tamamlar mahiyette olmak 37 Recep KARAKAYA, a.g.e., s. 72 132 üzere 13 Ekim 1921 tarihinde Ermenistan, Azerbaycan ve Gürcistan hükümetleriyle Kars Muahedesi imza edildi. Her iki anlaşmada da Sevres’in tanınmadığına dair bir hüküm de yer alıyordu. Madde aynen şöyledir: “(Moskova Muahedesi Madde 1) Hükümetleri Türkiye’ye müteallik olup da elyevm B.M.M.’nce temsil edilmekte bulunan Türkiye Milli Hükümeti’nin tanımadığı hiç bir beyne’l-minel senedi tanımamayı kabul ederler.” Bu şekilde Doğu Cephesi de tasfiye ediliyordu. İstiklal Mücadelesi süresince İtilaf Devletleri’nin de iki kere barış teklifi olmuştur. Her iki teklifte de Ermeniler’le ilgili bir kayıt yer almamıştır. Birinci teklif İnönü Zaferi’nden sonra gelmiş ve 21 Şubat’ta Londra’da bir toplantı yapılmıştır. Buna hem Babıali, hem de Ankara temsilci yollamıştır. Bu toplantıda Sevres Anlaşması şartlarının bir ölçüde iyileştirilmesi teklif edilirken Ermeniler’le ilgili olarak da Türkiye’nin, Anadolu’nun doğu sınırlarında Ermeniler için bir yurt kurma hakkını ve bu yurdun hudutlarını Cemiyet-i Akvamca seçilecek bir komisyon tarafından tesbit olunmasını kabul etmesi isteniyordu.38 İkinci teklif 1922 Mart’ında yazılı olarak geldi. Sevres şartları biraz daha iyileştiriliyor, doğuda gene bir Ermeni yurdu kurulması ve bu işe Cemiyeti Akvam’ın iştirak ettirilmesi isteniyordu. Bu teklif de neticesiz kaldı. Milli mücadele 11 Ekim 1922 Mudanya Mütarekesi ile sona erdi. Mütarekename’de Ermeni konusuna temas edilmemekte idi. 4.11. LOZAN VE SONRASI Türkiye ile bir barış anlaşması akdedilmek üzere Lozan’da konferans toplanacağı belli olunca, Ermeni davasının yürütücüleri bu konferansa kabul edilmek veya görüşlerini duyurmak üzere büyük bir kampanyaya girişmişlerdir. Bu yürütücülerin başında görülenler Aharonyan, Hadisyan, Noradunkyan, Leon Palıyan gibi kişilerdi. Hadisyan’ın, Fransa, İtalya ve İngiltere hükümetlerine 18 Ağustos 1922’de birer mektup yollayarak, doğu meselelerini düzenleycek ön komisyona katılmayı talep 38 Mim Kemal ÖKE, a.g.e., s. 165 133 ettiğini, ancak kendisine 21 Ağustos’ta verilen bir cevapla bu talebinin kabul edilmediğini biliyoruz. Hadisyan 18 Kasım 1922’de bu ülkelere yeni bir mektup daha yollamış ve aynı talebi yenilemiştir. Bütün bu gayretler sonucu, ismi geçen bu 4 kişinin Lozan Azınlıklar Alt Komitesi’nde dinlenmelerine imkan sağlanmışsa da, müzakerelere katılmaları sözkonusu olmamıştır. 12 Aralık (1922) günü başkanı bulunduğu “Ülke ve Askeri Sorunlar Komisyonu’na azınlıklar Meselesini getirdiğinde Curzon, Müttefiklerin Savaş’a Ortadoğu’daki azınlıkların korunması ve kurtarılması için gördiklerini iddia ederek Milletler Cemiyeti himayesinde etkili bir sözleşme ile bu taahütlerin yerine getirilme zamanının geldiğini belirtecektir.39 Ermeniler, Lozan Konferansı toplanınca (20 Kasım 1922) Konferansa da bir muhtıra sunmuşlardır. Sözkonusu muhtırada ileri sürülen iddia ve taleplerin bazıları aşağıdadır: “Bu savaş, Ermeniler’den, ölçülmeyecek kadar çok sayıda kurbanlar almıştır. Türkiye Ermenistan’ının 2.250.000 Ermeni’sinin 1.250.000’i yok edilmiştir. 700.000’i Kafkasya’ya, İran’a, Suriye’ye, Yunanistan’a Balkan devletleri memleketlerine ve diğer yerlere göç etmişlerdir. Halen Türkiye Ermenistanı’nda köylerde ancak 130.000, İstanbul’da 150.000 Ermeni vardır. Bunlar da daima göç etmeye hazırlıklıdırlar.40 Milli ocağın kurulması için üç şekilde karar vardır: 1- Saygıdeğer ABD Cumhurbaşkanı’nın hakemlik ederek verdiği karar yani Ermenilik için bir arazi parçası ayrılması. 2- Erivan Cumhuriyeti hududunun, doğu illerinin bazı kesimlerinin ve denizde de çıkış limanı verilmesi suretiyle genişletilmesi 3- Bu ocağa Sevres Anlaşması’na uyularak, Suriye’ye verilmiş ve daha sonraki Ankara Andlaşması’yla da Türkiye’ye terkedilen Kilikya’nın bir kısmının da katılması.” ABD, Lozan Konferansı’na müşahit olarak katıldı. ABD ile Türkiye arasında harp hali bulunmadığından barış yapılması da tabiatiyle sözkonusu değildi. 39 40 Mim Kemal ÖKE, a.g.e., s. 200 Yusuf HALAÇOĞLU, Ermeniler: Sürgün ve Göç, s. 142 134 Konferansa gelen ABD heyetinin yazılı talimatında Ermeniler’le ilgili olarak yer alan husus şuydu: “Ermeni yurdu konusu ortaya atılabilir. Rusya’da daha düzenli şartların ortaya çıkmış olması sonucu, Türkiye’deki Ermeniler için, Rusya Kafkasyası’nın en iyi melceyi teşkil etmesi mümkündür.” Lozan Konferansı Birinci Komisyonu’nun azınlıklar konusundaki 12 Aralık 1922 tarihli genel oturumunda, Başkan Lord Curzon Ermeni sorununu da ortaya getirmiş ve şunları söylemiştir: “Bunların gelecekleri bakımından kendilerine özel olarak verilmiş sözler yüzünden de özellikle gözönünde tutulmaları gerekmektedir. Şimdi bir Sovyet Cumhuriyeti olan eski Rus Vilayeti Erivan’da bana söylediklerine göre, aşağı yukarı 1.250.000 nüfuslu fakat her yerden gelmiş göçmenlerle dolmuş taşmış ve daha kalabalık bir nüfus kabul edemeyecek durumda bulunan, bir sözde Ermeni Devleti vardır. Öte yandan, Kars, Ardahan, Van, Bitlis ve Erzurum’un Ermeni nüfusu neredeyse yok olmuştur. Fransızlar Kilikya’yı boşalttıkları zaman, bu vilayetin paniğe kapılan Ermeni nüfusu onların ardından gitmiştir, şimdi de İskenderun, Halep, Beyrut şehirlerinde ve Suriye sınırı boylarında dağınık bir durumdadırlar. Sanırım ki, Türkiye’nin asyadaki ülkesinde bir zamanlar 3 milyona varan Ermeni nüfusundan şimdi ancak 130.000 kişi kalmıştır. Yüzbinlercesi Kafkasya’ya, Rusya’ya, İran’a ve komşu bölgelere sığınmak üzere dağılmışlardır. İşte böylece, sık sık öne sürülmüş olduğu gibi, Türkiye asyadaki ülkesinin bir yerinde ister kuzey doğu vilayetlerinde ister Kilikya’nın güney doğusu ile Suriye sınırlarında Ermeniler için bunların diledikleri bir toplanma merkezi bulmalıdır.”41 Aynı toplantıda, Türkiye’deki azınlıklar hakkında genel bir konuşma yapan İsmet Paşa, Ermeni konusunu da ele almıştır. Bu meselenin kısa bir tarihçesini yaptıktan sonra, konuşmasını günün sorununa getirmiş ve bu arada; “Yalnız Türk vilayetlerinden kurulu bir duruma sokulmuş Osmanlı İmparatorluğu’nun içinde, artık bağımsız bir devlet kurabilecek herhangi bir azınlığın bulunmadığını belirtmek 41 Temuçin ERTAN,., Ayastefanos’tan Lozan’a Siyasal Antlaşmalarda Ermeni Sorunu, Yeni Türkiye, Ermeni Özel Sayısı, Ankara, 2001, sayı;37 135 yerinde olur. Milliyetler prensibi her yerde eşitlikle uygulanıncaya kadar, Osmanlı İmparatorluğu’nun önemli sayıda Türk olmayan unsurlar kapsayan parçalarını bağımsızlığa kavuşturma akımı, günden güne ayrılma akımlarının varolması, bir ölçüde haklı gösterilebilirdi. Durum bugün bambaşkadır. Marsilya’da yerleşmiş Rumlar’ın orada bağımsız bir Rum Devleti kurmaları, ya da burasını ana yurtlarına katmaları mantık yönünden nasıl düşünülemezse, Türkiye Rumları’nın, ya da Ermenileri’nin de buna benzer istekler öne sürmeye hakları olmaz. Gerçekten Ermeniler bakımından Türkiye ile Ermenistan arasında yapılmış andlaşmalarla desteklenmiş dostluk ve iyi komşuluk ilişkileri, Ermeni Devleti’nin herhangi bir kışkırtmaya girişme olanağını ortadan kaldırmaktadır. Öte yandan, Ermeniler arasında Türkiye’de kalmaya karar verenlerin iyi birer yurtdaş olarak yaşamak kesin zorunluluğunu şimdiye kadar anlamış olmaları gerekir.” İsmet Paşa’dan sonra M. Venizeles söz almış ve Rum azınlığından bahsederken kısaca Ermeniler’e de değinmiş daha sonra ABD temsilcisi Mr. Chıld söz alarak, Ermeni yurdu konusuna dolaylı olarak temas etmiştir. Toplantıda son sözü gene İsmet Paşa alarak, Lord Curzon’a cevap hakkını mahfuz tuttuğunu dile getirerek, M. Venizelos’a cevap vermiş ve bu arada şunları belirtmiştir: “M. Venizelos Küçük Asya’nın Yunanlılarca işgal edilişinin Ermeniler için yeni acılar, yeni talihsizlikler kaynağı olduğunu şüphesiz görmezlikten gelmektedir. Bu zavallı halk zorla silah altına alınmış ve Yunan ordusu saflarına katılmıştır. Ermeniler cepheye gönderilmiş ve Türkler’e ateş etmeye zorlanmışlardır. Bozgundan sonra çok büyük yakıp yıkmalara girişilmiştir. Üstelik Yunan makamları işlenmiş bütün bu suçları Ermeniler’in üzerine atmak için kasıtlı propagandalar yapmaya koyulmuşlardır. Daha sonra, Yunanlılar Asya’dan çekip gittikleri zaman Ermeniler’i de birlikte sürüklemişlerdir. Dünyada Ermeniler’in başına gelenlere herkesin önünde acımağa cesaret edebilecek hükümetlerden en sonuncusunun, Ermeniler’in başına gelen talihsizliklerin doğrudan doğruya yaratıcısı durumundaki Yunan Hükümeti’nin olacağını kabul etmek zorunludur.” 136 5.BÖLÜM: ESKİŞEHİR VE ESKİŞEHİR ERMENİLERİ 5.1. ESKİŞEHİR TARİHİ Anadolu tarih öncesi ve sonraki dönemlerde devamlı bir köprü görevi görmüştür. Eskişehir de Anadolu’da bir yerleşim bölgesi olması nedeniyle devamlı olarak değişik devletlerin etkisi altında kalmıştır. Arkeolojik araştırmalarda ilk yerleşmenin M.Ö. 3500 yıllarında ve bugünkü Şarhöyük’te olduğu anlaşılmıştır. Kalkolitik ve takiben Bakır çağlarında (M.Ö. 3500-2000) Eskişehir çevresi ve özellikle Porsuk, Seydisu, Sarısu gibi çayların kenarlarında sık yerleşmelerin olduğu tesbit edilmiştir. Demircihöyük’teki buluntulara göre Eskişehir çevresinde tarih öncesi yerleşmenin ve kültürünün erken kalkolitik dönemine (M.Ö. 3500) kadar gitmekte olduğunu öğrenmiş bulunmaktayız İkinci kazı Midas şehrinde (Yazılıkaya) yapılmıştır. İl hudutları dahilinde yapılan araştırmalarda yüzlerce yeni höyük tesbit edilerek bölgenin ilkçağlarda yaygın bir kültüre sahip olduğu anlaşılmıştır. M.Ö. 2000 yıllarında doğudan inen Hititler Eskişehir ve çevresini de Hitit topraklarına dahil etmişlerdir. Yazılıkaya’da Hititler’e ait eserler bulunmuştur. M.Ö. 1200 yıllarında Hitit egemenliğine son vererek geniş bir alana yayılan Frigler, Eskişehir ovasına yerleşerek bir krallık kurmuşlardır. Bu bölümde Eskişehir’in tarih öncesi devirlerinden başlayarak kısaca tarihini inceleyeceğiz. 5.1.1. Dorylaion Bugünkü Eskişehir’in eski bir Frig yerleşme yeri olduğuna daha önce değinmiştik Bugünkü Eskişehir’de yüzeysel bir gözlem, olabilecek üç ayrı konumun varlığını ortaya koyar. Karacaşehir ya da Karacahisar, Eskişehir’in 8 km. güney-batısında, Porsuk’un sağ kıyısında kurulmuştur. 110 metre yükseklikleti dik bir tepenin üstünde ortaçağdan 137 kalma bir kale kalıntısı vardır. Bu kale kalıntısının bulunduğu düzlüğün doğu tarafında çok eski çağlara ait olduğu düşünülen duvar kalıntıları vardır.1 Şarhöyük, Eskişehir’in kuzeyinde, Bozdağ’ın önündedir. Adından anlaşıldığı gibi ovadan 12 metre kadar yükseklikte bir höyüktür. “Şar” sözcüğü ise “şehir” anlamındadır. 1893 yılında burada kazı yapmış olan Radet, o tarihte tepesinde 8 kulenin ve bu kuleleri birbirine bağlayan kale duvarlarının izlerine rastladığını söyler. Radet’den önce, 1886’da Eskişehir’e gelmiş olan Von Diest, Eskişehir ile Şarhöyük arasında yeraltında bir yol olduğunu farzetmiş fakat bunu doğrulayacak izlere rastlamamıştır. G. Radet, Şarhöyük’ün üstünün kuzey-batı köşesinin bir akropol görünümünde olduğunu ve bunun yan tarafında bir açık hava tiyatrosu alanının bulunduğunu söyler. Doğuda ise bir Grek tapınağı olabilecek yapı kalıntısı, kuzeydoğuda ev kalıntıları olduğunu gözlemlerine ekler. Eskişehir’in kenarında boz renkli koskoca bir höyüğün yükseldiğini görmek için, bir akşam güneş batarken Bademlik Parkı’ndan kuzeye doğru bakmak yeterlidir. Üçüncü konum, çağımızın Eskişehir’i, büyük bir endüstri merkezi olmadan önce çıplak Eskişehir dağının eteğinde ve Porsuk suyunun iki kıyısına kurulmuştur. Tepeden Porsuk’un kıyısına doğru şehir hafif bir meyille iner. Yine XIX. yüzyıl arkeologlarına göre bu durumda, şehrin üstünde bir akropol oluşturacak yer yoktur ve hiçbir kale kalıntısına rastlanmamaktadır.2 Ramsay, Von Diest, Preger, Körte Şarhöyük’ün, altı yolun geçtiği büyük Eskişehir ovasının ortasında, ticari önemi büyük bir Hellenistik çağ şehri, daha sonra da bir Roma şehri olduğu hakkında hiç kuşkuya düşmemektedirler. Radet, daha önce, Grek uygarlığının Arkaik çağında kentlerin gerek Anadolu’da, gerek Yunanistan’da sarp kayalıklarda kurulduğunu ileri sürerek “Karacaşehir”in o çağa ait yerleşme yeri olduğunu söyler. Bu savını doğrulayacak kanıt da kendisinin ve H. Ouvre’nin orada bulduğu, eski İyon çağı sanatı özellikleri gösteren “Pers Artemisi” kabartmasıdır.3 Bütün bu yazıtlar ve diğer Şarhöyük mermerleri Roma devrinde Roma cumhuriyet döneminin sonundan Suriyeli imparatorların tahta geçmesine kadar, Dorylaeum’da 1 Suzan ALBEK, , Dorylaion’dan Eskişehir’e, T.C. Anadolu Üniversitesi Yayınları, Eskişehir, 1984, s. 54 2 Suzan ALBEK, a.g.e., s. 56 3 Suzan ALBEK, a.g.e. s. 66-67. 138 parlak bir şehir hayatının yandığını ve yönetim bölgesi olarak önemli emirlerin buradan geçtiğini göstermektedir. Roma devrinde Doryleaum arazisinin site ve demeslere ayrıldığını da kaynaklarda buluyoruz. XIX. yüzyıl sonunda Eskişehir’e demiryolunun gelişi elbetteki kentin gelişmesini sağlayan büyük bir olaydır. Fakat bu aynı zamanda, civardaki pek çok antik eserin toplanıp başka yörelere taşınmasına neden olmuştur. Örneğin Mihalıççık’ın güney-batısındaki Kayı köyünden çıkarılan yazılı steller, Haydarpaşa Garı’nın bahçesine taşınmış, buradan bir bölümü Almanya’aki özel koleksiyonlara götürülmüş, bazıları ise İstanbul müzesine alınabilmiş bir kaçı ise köyün mezarlığında kalmıştır. Yukarıdakine benzer diğer bir olay Kurtuluş Savaşı’nda olmuştur. O günlerde Yunanlılar bu bölgeden pek çok antik mermer eser toplamışlar, bunların bir bölümünü Bandırma demiryolu başlangıcına, bir bölümünü ise İzmir’de Alsancak istasyonunda bir depoya doldurmuşlardır. Yunanlılar büyük yenilgiden sonra bunları taşımaya fırsat bulamadıklarından Alsancak deposundakiler ele geçirilerek İzmir Müzesi’ne konulmuştur. Ancak öyle sanılıyor ki daha önce pek çoğu kaçırılmıştır ve bunların arasında Dorylaeium yazıtları da vardır. Şeyh Edebali’nin köyü Uludere (eski adıyla İtburnu)’de buranın antik bir yerleşme yeri olduğunu belirten kalıntılar ve bunların arasında, o tarihlerde beş tane yazıt bulunmuştur. Yine Eskişehir’in kuzeyinde Keskin, Yukarı ve Aşağı Sögütönü, Zincirlikuyu, Alınca köylerinde Roma ve Bizans çağlarına ait pek çok kalıntı ve keramik parçaları vardır. Eskişehir’in güneyinde Avdan, Kuyucak, Süpüören, Karamustafa, Çiftlik, Ayvacık da da yazıtlar araştırıcıların dikkatini çekmiştir. Eskişehir çevresinde bulunan bütün bu yazıtlar, bu bölgede antik çağda pek çok pagan tapınım yerlerinin bulunduğunu kanıtlamaktadır. Okunabilen yazıtlara göre, “Zeus Bronton”, “Apollon”, “Helios”, “Men”, “Uranios”, “Herakles”, “Dionysos” en çok adı geçen tanrılardır. 139 5.1.2. Bizans-Selçuklu Çağında Eskişehir Batı Roma İmparatorluğu yıkıldıktan sonra, “Doğu Roma İmparatorluğu” Akdeniz çevresinde bütün Roma eyaletlerinin ve bu arada Anadolu’nun egemen gücüdür. Fakat Constantinopolis başkent olmasına rağmen henüz “Bizans İmparatorluğu” adı geçmemektedir. Anadolu’da bulunmuş olan pek çok yazıtın kanıtladığı gibi resmi dili Latince’dir. Bu çağ Anadolu’da mezhep kavgalarının, doğuda ticari üstünlüğü koruyan Persler’in ülkeye akınlar yaptığı çağdır. Bu kargaşalık içinde Bizans İmparatorluğu yavaş yavaş örgütlenir, güçlenir. XIII. yüzyılın başından itibaren resmi dili Grekçe olan ortodoks bir doğu imparatorluğunu oluşturur. Bizanslılar kendilerine yapılan akınlara karşı koymak için imparatorluğu “thema” adı verilen askeri yönetim bölgelerine bölmüşlerdir. Anadoluda Phrygia ve Bythnia’da Opsikion ve Bucellarion themaları bulunuyordu. Dorylaion, Opsikion theması nüfuzu içindeydi. Dorylaion Bizans askeri yolu üzerinde bulunmakta idi. Ve Bizans imparatorları savaşa giderlerken ordunun toplandığı belirli merkezlerden biriydi. Thema güçlerinin toplandığı bu merkezlere “Applekton” adı verilmekteydi. Bizans kuvvetlerinin toplandığı Applektonlardan birincisi Dorylaion’un kuzeyinde Melangeia (Karacaşehir), ikinci Applekton ise Dorylaion idi. Opsikian ve Thrakesian themaları burada toplanırlardı. Üçüncü Applekton ise daha güneydeki “Caborkion” (bugünkü Çifteler) idi. Dorylaion da ayrıca “Domesticum Scholarum” adı verilen hassa alayı kumandanı bulunmaktaydı. X. yüzyılda Küçük Asya’ya Arap akınları son bulmuştur. Bizans Avrupa’da Yunanistan’dan başka toprağı kalmamış olmasına rağmen, Hıristiyan Avrupa ve yakın doğunun en güçlü imparatorluğudur. Fakat XI. yüzyılın başından itibaren doğuda büyük bir güç belirmiştir. Orta Asya’dan gelip, İran üstünden Anadolu’ya akan Türkmenler. Daha Abbasiler zamanında Anadolu’ya sızmaya başlayan Türkmen grupları, 1015-1021 yılları arasında Çağrı Bey kumandasında doğu anadoluya akınlar yaparlar. 1068’de Emir Afşin orta anadoluya kadar ilerler ve Amoriya’yu zapteder. 140 Eskişehir bir süre için Germiyan nüfuz bölgesi altında olduğundan burada Germiyanlılar’dan söz etmek yerinde olur. XIII. yüzyılın son yıllarında Kütahya ile Ankara arasındaki topraklar, bu arada Eskişehir, Germiyan beyliğine tabidir ve burada Selçuklu Sultanlığı’nın nüfuzu zayıftır. Yine aynı yıllarda Osmanlı İmparatorluğu’nun temellerinin bu topraklar üzerinde atıldığını biliyoruz.4 5.1.3. Bizans Çağında Eskişehir Roma çağının ünlü şehri Dorylaion, Bizans çağında da bayındır bir şehirdir. Bizans yazarı Kinnamos bu konuda şöyle der: “Eskiden Dorylaion Asya’nın sözü edilmeğe değer en büyük şehirlerinden biriydi. Buranın serin bir havası vardır. Şehir gözalabildiğine uzanan bol otlu, ürünü bereketli ovalarla çevrilidir. Bölgeyi hem suyu lezzetle içilen, hem görünüşü güzel olan bir ırmak sular. Bu suda o kadar çok balık yüzer ki ne kadar avlasanız bitmez. Şehirde bir yanda Bizans imparatoruna vaktiyle karşı gelmiş olan Melissenes’ler görkemli saraylar yaptırmışlardır. Öte yanda kalabalik mahalleler, doğal sıcak su kaynakları, çeşmeler, kemerler bulunuyordu. Sözün kısası insanların hoşuna gidecek ne varsa hepsi bu yerde bol bol bulunuyordu.” Bu tasvir 1074’de Bizans İmparatoru’nun bir anlaşmayla Söğüt ve Eskişehir çevresini Türkler’e terketmesi dönemine denk düşmektedir. Bu tarihten sonra artık Dorylaion ve civarı göçebe Türkmenler’in gelip geçtiği bir sınır bölgesidir. 5.1.3.1. Bizans Çağında Eskişehir’den Geçen Yollar Dorylaion’un tarih öncesi çağlardan beri önemli bir yol şebekesi üstünde bulunduğundan daha önce söylemiştik. Constantinopolis şehrinin kurulmasıyla bu önemin daha da arttığını ve Bizans başkentini Doğu Anadolu’ya ve Batı Anadolu-Ege kıyılarına bağlıyan yolların Dorylaion’dan geçtiğini biliyoruz. Bizans askeri yolu yüzyıllar boyunca, doğu seferlerine çıkılırken şu yönü izlemiştir: İznik, Eskişehir ve buradan 4 Sakarya nehri Zampas Suzan ALBEK, a.g.e., s. 101-102. köprüsüyle aşılarak Kızılırmak’a varılır. 141 Kızılırmak’tan sonra yol ikiye ayrılır, bir kol kuzeye Sivas’a, diğer bir kol güneye Kayseri’ye gider. Bizans İmparatorluğu’nun son çağlarına doğru kullanılan diğer bir Malagina Eskişehir-Akşehir-Konya’ya gider. Oradan Toros geçitlerine çıkılır. Conrad’ın kumandasındaki Haçlı orduları bu yoldan yürümüşlerdir.5 5.1.4. Selçuklu Egemenliğinde Eskişehir XII. yüzyıldan itibaren Eskişehir bölgesi Sultan Öyüği adıyla anılmıştır. Tarihçi Osman Turan bu höyügün I. Kılıç Arslan’ın Haçlılar’la savaşı sırasında otağını kurmuş olduğu tepe olabileceğini ve bu nedenle Sultan Öyüği adını almış olabileceğini yazmaktadır. XII. yüzyılın sonlarına doğru Anadolu’ya gelen Müslüman gezgini Al Haravi buradan; “İslam ülkelerinin bir köşesinde, küffar sınırında bir acayip şehir.” diye söz eder ve Sultan Öyüği’nin “Av-Germ” (ılıca) adını aldığı, sıcak sularının başka yerde misli bulunmadığını ve hastaların tedavi için oraya geldiklerini anlatır.6 Ayrıca XIII. yüzyılda Anadolu’da güçlü bir “Ahilik” örgütü vardır. Ve daha sonra sözünü edeceğimiz Şeyh Edebali, ahidir ve Eskişehir’in İtburnu köyünde oturmuştur. İbni Batuta, Sultan Öyüği’nden çıkmış alimlerden, İznik’te ziyaret ettiği Alaeddin ve Kastamonu’da görüştüğü Tacettin isminde “iki büyük fakih ve müderris”den söz etmiştir. Bu kayıt, Eskişehir’in o çağlardaki kültür seviyesini göstermesi bakımından çok önemlidir.7 5.1.5. Sivrihisar Antik çağın ünlü Pessinus kentinin kuzey-batısında bulunan Sivrihisar kalesi İmparator Justinianus tarafından yeniden tahkim edilmeden önce, Spalia ya da Spania adında bir kaledir. İmparatorluğu sırasında önemli yollar üzerindeki kaleleri tamir 5 Suzan ALBEK, a.g.e., s. 103. Osman TURAN, a.g.e. s. 206. 7 Suzan ALBEK, a.g.e., s. 107-109. 6 142 ettirmesiyle tanınan Justinianus’un bir çok yolun düğüm noktası olan bu kaleyi tamir ettirmiş olması doğaldır. Bu tarihten sonra Justinianapolis adını almıştır. Sivrihisar’da bulunan Selçuklu eserleri, o çağda Sivrihisar’ın önemli bir şehir olduğunu göstermektedir. Moğol istilası sırasında 1261 tarihinde Sultan İzzettin’in kumandanı Yav-taş’ın Sivrihisar’da Moğollar’a karşı asker toplamış olduğunu fakat yenilgiye uğradığını da kaynaklarda buluyoruz. 1285 tarihinde ise, Moğol Hanı Argun, Sivrihisar’ı, Keyhüsrev’in annesi “Valide Sultan”a vermiştir. Çeşitli kaynaklar, XIII. yüzyıl sonunda Moğol yönetimi sırasında, Sivrihisar’da eşkiyaların pek çok soygun yaptığını ve kaleye sığınmış olan bir topluluğun iki yıl kadar şehri yağma ettiğini kaydederler. Bu asiler daha sonra Mücirittin Emir Şah’a ve Moğol kumandanı Sutay’a at sürüleri verip kurtulmak isterlerse de onlar bu teklife aldanmayarak bu “asi yaği”leri atıp kaleyi yıkarlar Selçuklu döneminden Sivrihisar’da; Sivrihisar Ulu Camii, Alemşah Medresesi, Alemşah Kümbeti, Hoşkadem Camii ve Soğa Bey Medresesi kalmıştır.8 5.1.6. Seyitgazi Seyitgazi, antik çağda “Nakoleia” adı altında çok önemli bir kent durumundadır. Ancak Hristiyanlık çağında, kent eski gücünü yitirir ve Synnada metropollüğüne bağlanır. 786’da ise tekrar metropollüğe yükselir. IX. yüzyıldan sonra artık Nakoleia adına rastlanmaz. 5.1.6.1. Seyyit Battal Gazi Külliyesi Seyitgazi ilçesinin Selçuklu çağında bayındır bir yer olduğu ünlü destan kahramanı Seyyid Battal Gazi ile ilgili, bugün de yaşayan söylenceler ve bu dönemden kalmış olan eserlerden anlaşılmaktadır. İlçenin Üçler Tepesi’nin doğu yamaçları üzerinde kurulmuş olan külliyenin camii ve Battal Gazi’nin türbesinin Selçuklu Sultanı Alaeddin’in annesi Muhan Hatun tarafından XIII. yüzyıl başında Sultan Gıyasettin Keyhüsrev zamanında yaptırıldığı tarih kaynaklarında geçmektedir. 8 Suzan ALBEK, a.g.e., s. 112. 143 Kümbet Tekkesi’nin XIII. yüzyılın sonunda yapıldığı sanılmaktadır. Kümbet köyü kayasının kuzey bölümünde, karşıdan hemen göze çarpan tek bir binadır. Etrafında bir Müslüman mezarlığı vardır.9 5.1.7. Osmanlı Çağında Eskişehir Eskişehir yöresi Osmanlı İmparatorluğu’nun beşiğidir. Ertuğrul’un oğlu Osman Gazi tarih sahnesine çıktığında, Sultan Öyüği’nin güney doğusunda Karaman Beyliği, kuzeyde Kastamonu yöresinde Emir Çoban, Kütahya’da Germiyanoğulları çok güçlüdürler. Ertuğrul’un Söğüt’te kurmuş olduğu beylik, bu beyliklere göre henüz çok küçüktür. Fakat o çağdaki politik ortam içinde önemli bir rol oynamağa adaydır. Osman Gazi’nin Karacahisar fethinden sonra ilk çıktığı sefer Göynük’edir. Osman, Köse Mihal ile birlikte Tarakcı Yenicesi’ne gitmek üzere yola çıkar. Ertuğrul’un silah arkadaşlarından olan Samsa Çavuş’a rastlamak üzere Sorkun üzerinden ve Sarukaya’dan Biştaş zaviyesine gider. Samsa Çavuş onları Sakarya’dan geçirdikten sonra Tarakcı, Göynük ve Mudurnu’ya götürür. XIV. yüzyılda, Orhan Bey döneminin sonlarına doğru Sultanönü’nün Karamanoğulları’nın eline geçtiğini görüyoruz. Orhan Bey’in oğlu I. Murad döneminde de burası iki güç arasında sorun oluşturmaktadır. I. Murad tahta çıktığı zaman Rumeli’ye sefere çıkmağa karar verir. Bunu fırsat bilen Karamanoğulları; Varsaklar, Turgutlar ve Türkmen beyleri ve Sivas Bey’i, I. Murad’a karşı birleşirler. Bunu duyan Sultan hemen Anadolu’ya döner. Bu güçleri yenerek Ankara’yı zapteder. Bu seferden dönerken de Sultanönü’nü Karamanoğulları’nın elinden alır. Tarih 1363’tür. Ankara ve Sultanönü fetihleriyle Osmanlı sınırları Karamanoğulları topraklarına, güneyde, Hamidoğulları Beyliği’nin kuzeyine dayanmıştır. 1381’de Germiyan Beyi’nin kızı Devlet Hatun’un Şehzade Beyazıt Bey’le evlenmesiyle Germiyan Beyliği topraklarının kuzeybatısı Osmanlılar’a geçmiştir.10 9 Suzan ALBEK, a.g.e., s. 115. Suzan ALBEK, a.g.e., s. 123. 10 144 5.1.7.1. XV. ve XVI. Yüzyıllar XVI. yüzyıla, Kanuni dönemine geldiğimizde, Eskişehir’in o çağın yol ağı üzerinde bulunması ve Şehzade Bayezit’in Kütahya’da oturması nedeniyle önem kazandığını görüyoruz. Nitekim Kurşunlu Camii de bu dönemde yapılmıştır. XVI. yüzyılın ikinci yarısı, Anadolu’da iç isyanların, soygunculuğun yayıldığı dönem olarak anılır. XVI. yüzyıl sonu Celali Fetreti diye anılan yıllardır. 1601 yılında Celali başbuğu Karayazıcı’nın kardeşi Deli Hasan Eskişehir’i zaptetmiştir. Osmanlı belgelerine göre, 1568 sıralarında Eskişehir-Afyon yöresi eşkiya kaynamaktadır. Ayrıca, her yerde suhte adı verilen işsiz kalmış medrese öğrencilerinin çıkardıkları karışıklıklar vardır. Bunlardan Sivrihisar ve Mihalıccık medrese öğrencilerinin düzenlediği hareketten kaynaklar söz etmektedir. Bu yıllarda suhte isyanları Eskişehir, Sivrihisar yöresinde sürüp gitmiş ve çoğu kez hükümet güçleri bunlarla baş edemez olmuştur. Bu karışık dönemde ekonomik durumun sarsılması ve kıtlık olması kaçınılmaz olmuştur. Aşağıda verdiğimiz kitapta Ankara ve Eskişehir kadılarının, Bursa zahirecilerinin hububat almalarına izin vermedikleri, hatta Eskişehir ve İnönü taraflarında sarayın ihtiyacı için satın alınmak istenen buğdayı yerli halkın vermediği kaydedilmektedir.11 5.1.7.2. XIX. Yüzyıl Sonu Osmanlı Kaynakları Şemsettin Sami’nin Kamusu-l’A”lam adlı eserinde Eskişehir hakkında şu bilgiyi buluyoruz: “Hüdavendigar Vilayeti’nin Kütahya sancağında kaza merkezi bir kasabadır. Kasaba güzel bir mevkide olup, 11 camii şerifi, 6 medresesi, 1 rüştiye mektebi, 3 tekyesi, birkaç havlu, bez, şayak ve kilim tezgahı vardır. Civarında birkaç ılıca bulunuyorsa da pek mamur değildir. Kasabının başlıca memba-ı serveti civarında kesretle çıkan lületaşıdır.”12 11 12 Suzan ALBEK, a.g.e., s. 132. Suzan ALBEK, a.g.e., s. 151 145 Şemsettin Sami, o tarihte Ankara Vilayeti’nin Merkez sancağına bağlı bir kaza olan Sivrihisar’dan aynı zamanda Seferihisar adıyla, canlı bir ticaret merkezi olarak sözetmektedir. Kazada tüm nüfus 4.000’i Ermeni olmak üzere 34.902, kasabanın nüfusu 11.211’dir. Burada 1500 ciltlik bir kütüphaneden sözedilmesi dikkat çekicidir. Zenaatları seccade, kilim, tiftik dokumacılığı, tel altından bilezik, bakırdan çeşitli eşyalardır.13 5.1.8. XX. Yüzyıl Başında Eskişehir Bu tarihte genel durum şöyledir. Eskişehir, demiryolunun ekonomide yarattığı canlılığı yaşamaktadır. İstanbul’la olan ilişkiler artmış, tarım ürünleri ve diğer ham maddeleri kolaylıkla taşıma olanağı doğmuştur. Bir örnek olarak, Eskişehir’in önemli ihraç maddesi lületaşının daha önce katır sırtında, Bursa üzerinden Karamürsel’e taşındığını, oradan İzmit üzerinden İstanbul’a vardığını hatırlarsak, “Marşandiz” adı verilen yük vagonlarıyla yapılan demiryolu taşımacılığının kent için ne denli önemli olduğunu kavrayabiliriz. Bunun yanında demiryolu yapımı ile başlayan endüstri etkinliği burada yeni iş alanları yaratmıştır. Öte yandan, ardı arkası kesilmeyen göçmen yerleşmeleri ile kent nüfusu XX.yüzyıl başında 20.000’in üstüne çıkmış, kentin görünümü ve toplumsal yapısı değişikliğe uğramıştır. Günlük yaşamında kenti etkileyen bir olay 1905 yılında, aşağı mahallede çıkan büyük yangındır. Bu yangında çarşının büyük bir bölümü civarındaki evler ve eski ahşap kapalı çarşı kül olmuştur. Birinci Dünya Savaşı sırasında Eskişehir bağımsız mutasarrıflık olmuştur. Bu yıllarda Eskişehir’i özellikle ilgilendiren bir kayda rastlamıyoruz. Kara tren Eskişehir istasyonundan gelir, geçer İstanbul’dan Suriye, Kafkas cephelerine asker taşır, döner, vagonlar dolusu yaralı getirir. XX. yüzyıl başında Eskişehir’de ilk gazetenin çıkması, kültür alanında önemli bir adımdır. 13 Suzan ALBEK, a.g.e., s. 156. 146 Eskişehir’in ilk süreli yayını 22 Mart 1908 tarihinde ilk sayısı çıkan “Nimet Gazetesi”dir. Haftada 3 kez yayınlanır. Sahibi Mehmet Burhanettin, Sorumlu Müdürü Hafız M. Nazif’tir. 1 Haziran 1910 tarihinde ilk sayısı yayınlanan Eskişehir Gazetesi’nin sahibi Takiyüddin, Sorumlu Müdür İsmail Hakkı’dır. Daha sonra, 3 Mart 1912’de yayınlanan “Metanet”, 9 Haziran 1915’te “Kurultay”, yine 1915 yılında çıkan haftalık “Karacahisar”, 1916 yılında “Azim ve Emel”, 1917 yılında “Nevzad” gazetelerini görüyoruz.14 5.1.9. Kurtuluş Savaşı Öncesi Sivas Kongresi’nde sadece 15 vilayet ve mutasarrıflığın temsil edilmiş olduğu gözönüne alınırsa Eskişehir’in bu kongreye katılışı ilginç bir durumdur. Bunlardan Hüsrev Sami Bey sonraki günlerde seçilen ve vatanın heyet-i umumiyesini temsil edecek olan Heyet-i Temsiliye’ye katılmıştır. 5.1.9.1. Eskişehir’de İngiliz Kuvvetleri Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Osmanlı İmparatorluğu’nun bir çok vilayetleri elinden çıkmış yalnız Anadolu ve Trakya kalmıştır. Anadolu 13 vilayet ve 15 müstakil mutasarrıflığa ayrılmıştı. Eskişehir de bu müstakil mutusarrıflıklardan biriydi. Mondros mütarekesi sonunda Anadolu’nun İngiliz, Fransız, İtalyan ve Yunan kuvvetleri tarafından işgali sırasında Eskişehir’in sözü edilmemektedir. Fakat pek çok belgelerde ve Atatürk’ün Nutk’unda görüleceği gibi 1919 yılında Eskişehir’e 520 mevcutlu bir İngiliz taburuyla 100 kişilik bir başka müfreze gönderilmiştir. Bu kuvvetler Eskişehir’de istasyon civarına yerleşmişlerdir. Sivas Kongresi sırasında Ali Fuat Paşa’nın “Garbi Anadolu Kuva-yi Milliye Kumandanı” tayin edilerek bölgeye gelişi ve sözü geçen İngiliz birliğiyle arada geçen olayları Atatürk’ün Nutk’undan veriyoruz: 14 Suzan ALBEK, a.g.e., s. 171-172. 147 “Sırası gelince bildirmiştim ki Yirminci Kolordu Kumandanı Ali Fuat Paşa Kongre adına bazı kararlar ve tedbirler almıştı. Ali Fuat Paşa’ya kongrece “Garbi Anadolu Kuva-yi Milliye Kumandanı” ünvanı verildi. Paşa, Eskişehir ve dolaylarını ulusal bir bölge sayıp komutanlığına Süvari Kaymakamı Atfı Bey’i, Afyonkarahisar dolaylarını da ulusal bir bölge sayıp komutanlığına Yirmi Altıncı Fırka Kumandanı Ömer Lütfi Bey’i tayin etmişti. Bu fırka ile, Anadolu’ya geldiğimizin daha ilk günlerinde ilgilenildiğini daha o günlerle ilgili konuşmalarım sırasında söylemiştim. İstanbul Hükümeti, Fuat Paşa’nın yerine Hamdi Paşa’yı tayin etmiş ve göndermişti. Hamdi Paşa Eskişehir’e kadar geldi. Orada kendisine 16 Eylül’de İstanbul’a dönmesi gerektiği bildirildi. İngilizler Eskişehir bölgesi Kuva-yi Milliye Kumandanı olan Atıf Bey’i tutuklayıp İstanbul’a gönderdiler. Kuva-yi Milliye Kumandanı olan bir kişinin kendini kolaylıkla düşman eline düşürmeyecek tedbirleri almış olması gerekirdi. Bu konudaki dikkatsizlik ve tedbirsizlik, kendisini kurtarmak için uzun süre üst üste girişimlerde bulunmamızı gerektirdi. Bilirsiniz, o sırada Eskişehir’de İngiliz birlikleri vardı. Fuat Paşa toplayabildiği milli kuvvetlerle birlikte Eskişehir’e yakın Cemşit denilen yere gitmişti. Eskişehir’i uzaktan sardı. Eskişehir’de bulunan İtilaf Kuvvetleri Kumandına General Sally Clade’in Fuat Paşa’ya gönderdiği bir mektupta kullanılan deyimler ve milli kuvvetlerimizi niteleyişi; Milli kumandanlarımızın ve Kuva-yi Milliyemizin yüksek şeref ve onurlarına karşı bir saldırı sayıldığından ve adı geçen General’in hak ve yetkisi dışında görüldüğünden, bu konu üzerine İstanbul’da bulunan İtilaf Devletleri siyasal temsilcilerinin bir muhtıra ile dikkatleri çekilmişti. 25 Eylül 1919 günü General Sally Clade’nin Fuat Paşa’nın yanına gönderdiği bir kurul İngilizler’in milli içişlerimize ve milli ayaklanmamıza hiç karışmayacaklarına söz verdi. Bu sıralarda İngilizler Merzifon’da bulunan kuvvetlerinin geriye alınmasına memnun olup olmayacağımızı sormuşlardı. Elbette pek memnun olacağımızı bildirmiştik. Gerçekten oradaki kuvvetlerini bütün ağırlıkları ile birlikte önce Samsun’a çektiler. Sonra oradan da İstanbul’a götürdüler. Eskişehir’de üstünlük sağladıktan sonra Fuat Paşa’yı Bilecik ve Bursa dolaylarına göndermeyi düşünüyorduk.”15 15 Suzan ALBEK, a.g.e., s. 177. 148 5.1.10. Kurtuluş Savaşında Eskişehir İnönü zaferinden sonra batı ordusu yeniden örgütlenmişti Refet Paşa kumandasındaki Güney Cephesi kaldırılmış, Yunan cephesindeki bütün kuvvetler İsmet Paşa emrine verilmişti. İsmet Paşa Yunanlılar’ın gelecek saldırısına kadar ordunun çok iyi yetiştirilmesini istiyordu. Fakat buna vakit kalmadı, yaklaşan saldırıya karşı Türk birlikleri kuzeyde İnönü mevzilerinden başlayıp güneye doğru uzanan ve Afyon’un kuzeyinde kıvrılan bir yarım daire üstüne yerleştirilmişlerdi. Kütahya ve Eskişehir bu yarım dairenin içinde kalıyordu. Yunan saldırısı Bursa ve Uşak bölgesinden 10 Temmuz 1921’de başladı Yunanlılar 13 Temmuz günü her yandan Türk mevzilerinin önüne geldiler. 14, 15, 16, Temmuz günleri yapılan muharebelerin sonuçlarını İsmet Paşa Ankara Genelkurmayı’na verdiği raporda şöyle anlatmaktadır; “Bu defaki açılmasında, geri hizmetleri koruma kaygusundan sıyrılmış olarak hareket eden düşmanın, Anadolu’daki bütün kuvvetlerini muharebeye soktuğu anlaşılıyor. Düşman alanı, hazırlanmış mevzilerimize çarpmaktan çekinerek, bütün orduyu, Seyitgazi yönünde sol kanadımızı çevirip kesin şekilde yenmektir. Düşman Seyitgazi yoluna hakim olup, karşısında bulunan XII. gruba karşı iki tümen kuvvetiyle elverişli bir durumda bulunmaktadır. Düşmanın hesabı, XII. grubu çekilmek zorunda bırakarak, bütün geri ikmal hatlarımızın toplandığı Eskişehir’e ordumuzun büyük kısmından önce ulaşmaktır.” Bu rapordan anlaşıldığı gibi 16 Temmuz’da Kütahya-Altıntaş hattında bütün güçleriyle Türk cephesine saldırmış olan Yunan orduları, önce Türkler’in kesin direnciyle karşılaşmışsa da daha sonra, sol kanatta Türk savunması kırılmıştı. O gün öğlene doğru İsmet Paşa ilk geri çekilme emrini vermişti. İsmet Paşa’nın Genelkurmay’a göndermiş olduğu raporlar üzerine Mustafa Kemal Paşa hemen cepheye hareket ederek 17 Temmuz’da garp cephesinin Karacahisar’daki karargahına gelmişti. Bu sırada düşman dört koldan ve demiryolu yönünden Eskişehir üzerine yürüyordu. 20 Temmuz’da Türk Ordusu Eskişehir doğusu Seyitgazi hattını tutarak savunmaya geçti. Böylece Eskişehir düşman kuvvetlerine 149 terkedilmiş oldu. 21 Temmuz’da düşmana, karşı taarruza geçildiyse de Türk kuvvetleri Eskişehir’i tekrar geri almayı başaramadılar. Artık Türk Ordusu’nun geri çekilmesi zorunluluğu iyice kendini belirtmişti. Mustafa Kemal Paşa, Genelkurmay Başkan Vekili Fevzi Paşa düşmanla arada mesafe bırakarak Sakarya’nın doğusuna kadar geri çekilme kararını İsmet Paşa’ya bildirmişlerdi. İsmet Paşa 25 Temmuz akşamına kadar kuvvetlerini Sakarya gerisine çekti. Cephe karargahı Polatlı’ya nakledildi. Böylece 10 Temmuz’dan 25 Temmuz’a kadar aralıksız onbeş gün süren ve savaş tarihinde “Kütahya-Eskişehir Muharebesi” adını alan çarpışmalar sona erdi. Eskişehir-Kütahya savaşı sonucunda bölgeye yerleşen Yunan kuvvetleri şöyle dağılmıştır. 1. Kolordu ve süvari livası Eskişehir’dedir. II. Kolordu Seyitgazi bölgesindedir. Ve Prens Andrea kumandasındadır. III. Kolordu Alpıköy bölgesinde bulunmaktadır. Ordu karargahının Eskişehir’de bulunması buraya Yunanlılar’dan pek çok önemli kumandanların hatta daha sonra değineceğimiz gibi, Kral Konstantin’in ve Venizelos’un gelmesine neden olmuştur. Londra Konferansı’nda Yunan taarruzunu planlayan Albay Sariyanis, General Kondilis, Prens Andrea burada uzun süre kalırlar ve Eskişehir düşman çizmesi altında 21 Temmuz 1921’den 2 Eylül 1922’ye kadar çok acı günler yaşar. Eskişehir halkı Yunan Ordusu’nun kente girişini şöyle anlatır: “Türk Ordusu, Eskişehir’i boşalttıktan sonra, Yunan elini kolunu sallayarak girdi buraya. Aylardan temmuz, Eskişehir’de zerdali vaktiydi. Yunan ordusu dağınık, perişandı. İlk günler aşağı mahalledeki çarşının dükkanlarını yağmaladılar. Kurşunlu Camii’nin menzilhanesini erzak deposu, Aşhane’yi mutfak yaptılar. Semahane Yunan askeriyle doldu. Kumandanlar Fransız mektebine, Doğaloğlu hanı ve diğer büyük binalara yerleştiler. Odunpazarı’ndaki Turan Nümune Mektebi hastane oldu. İşgalden iki gün önce Ankara yönüne göçmüş olan zenginlerin evlerine yerleştiler. Bütün evlere beyaz bayrak asın dediler, astık. Gece dokuzdan sonra sokağa çıkmayın dediler, çıkmadık. Bahçe duvarlarına delik açtık, sokağa çıkmadan birbirimize gidip geldik.”16 5.1.10.1. Sakarya Meydan Muharebesi 16 Suzan ALBEK, a.g.e., s. 183. 150 Eskişehir-Kütahya savaşları sonunda Türk Ordusu Sakarya’nın doğusuna çekilmiştir. Yunan Ordusu yeniden saldırıya geçmek için hazırlıklar yapmaktadır. 23 Ağustos 1921’de düşman saldırısı başlar. Her iki ordu ağır kayıplar vermektedir. 31 Ağustos günü Yunan Ordusu en büyük kaybını verir. Yunanlılar’ın Ankara’yı alma düşü çoktan yok olmuştur. Büyük Türk Taarruzu sonucunda 13 Eylül 1921 günü Sakarya’nın doğusunda bir tek Yunan eri kalmamıştır. Yunan Ordusu karmakarışık bir halde çekilmektedir. 22 gün 22 gece süren Sakarya Meydan Muharebesi böylece sona erdi. Fakat Eskişehir yöresi daha bir yıl süreyle düşman çizmesi altında kalacaktır. 5.1.11. Mustafa Kemal Atatürk’ün Eskişehir’e Gelişi Cumhuriyet döneminden önce, Lozan Konferansı müzakerelerinin ilk bölümünün kesilmesinden sonra, Türkiye’ye dönmüş olan İsmet Paşa ve beraberindeki heyetin, 18 Şubat 1923 tarihinde, İzmir’deki İktisat Kongresi’nin açılışından dönen Mustafa Kemal Paşa ile Eskişehir’de buluşmuş olduğu kaynaklarda vardır. 5.1.12. Cumhuriyetin İlk Yıllarında Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Durum 1914 yılından beri bağımsız mutasarrıflık olarak yönetilen Eskişehir 1925 yılında il olmuştur. Nüfus tarımsal ve endüstriyel gelişime paralel olarak artar. 1927’de 32.341, 1935’te 27.045, 1940’ta 60.742, 1945’te 80.096 olur. Bu tarihte Eskişehir Türkiye’nin altıncı büyük ilidir. Artan nüfusla birlikte, konut artışı ve yeni mahallelerin kuruluşu kaçınılmazdır. Kent merkezi sürekli olarak kuzeye doğru genişler, doğuda Şeker mahallesi, Yeni mahalle bu dönemde kurulur. Öte yandan, artık bir merkez olma durumundan çıkmış olan Odunpazarı ve Yukarı mahallenin üst gelir gruplarından olanlar, Aşağı mahallede, Hamam caddesinin iki yanında, Porsuk boyunca uzanan kavak ve sögüt ağaçlarının arkasında ikişer, üçer katlı, bahçeli kargir evler yaptırırlar. Aynı şekilde Yediler dolar, lise binası ile Aşağı mahalle arasında 151 kalan eski mezarlıklar ve sebze bahçeleri kaldırılır. Aynı dönemde Köprübaşı’ndan itibaren İstasyon caddesi seçkin bir yer olmuş, yine Porsuk’un kenarına ve karşı tarafa bitişik fakat bağımsız evler kurulmuştur. Burada doktor ve dişçi muayenehaneleri açılır. Kentin eğlence ve gezinti yerleri Yalamanın Ada ve Suboyudur. Porsuk’ta kayıklarla gezilir. Çay bahçelerine yazlık sinemalara gidilir. 1936 yılında eskişehir bir Venedik’tir.17 5.2. ESKİŞEHİR ERMENİLERİ Eskişehir’de yaşayan Ermeniler’den bahseden ilk yazar daha önceki bölümlerde de değindiğimiz üzere Paul Lucas’dır. Fransa Kralı’nın emriyle yapmış olduğu seyahati esnasında 1705 yılında Eskişehir’e uğrayan Paul Lucas Eskişehir’den 2 kilometre uzaklıkta bir köye gittiğini belirtir ve burada bir tepenin eteğinde Ermeniler’in oturduğunu anlatır. Eskişehir’e XIX. yüzyılda gelen seyyah J. Macdonald Kinneir ise Şu anda Eskişehir’in bir ilçesi konumunda olan Sivrihisar’da o dönemde 400’ü Hıristiyan olmak üzere toplam 1500 insanın yaşadığını belirtmektedir. Eskişehir ve civarına XIX. yüzyılın ikinci yarısında gelen G. Perrot ise Sivrihisar’da yaşamakta olan Ermeniler’in varlığından bahsetmektedir. G. Perrot Sivrihisar’da yaşayan Ermeni kadınların da Müslüman örtünme adetine uyduklarını, hatta Ermeni kilisesinde kadın ve erkekler için, ortasından kafesle ayrılmış iki bölüm olduğunu hayretle söyler. Evet bir Hıristiyan gezginin dahi hayretle karşıladığı bu durum o dönemde Ermeniler’in ne kadar Türkler’le iç içe yaşadıklarını gözler önüne sermektedir. Ayrıca bunu bir Hıristiyan gezginin belirtmesi Ermeni olaylarının ne denli kışkırtmalarla ortaya çıktığını belli etmektedir. Ayrıca G. Perrot Sivrihisar’da bir de Ermeni okulu bulunduğunu söylemektedir. Bu da şunu göstermektedir. Ermeniler nüfusu 1500 olan bir yerde sadece kendi milletlerine ait bir okul açabilmişlerdir ki böyle bir durum günümüz demokratik Türkiye’sinde dahi bu denli kolay olamamaktadır. 17 Suzan ALBEK, a.g.e., s. 195, 198. 152 1882 yılında Eskişehir ve civarına gelen diğer gezginler Humann ve Puchstein, ise ilk olarak gittikleri Eskişehir’in nüfusunu bir kısmı Ermeni olmak kaydıyla 10.000 olarak verir Humann ve Puchstein Sivrihisar’a geldiklerinde ise buranın nüfusunu hane olarak verirler ve 2.000 Türk evi ve Sivrihisar’ın kuzeybatısında ise 800 hanelik bir Ermeni mahallesi olduğunu belirtler. Bu rakamlardan da anlaşıldığı üzere Sivrihisar’da yaşayan Ermeniler XIX yüzyılın ikinci yarısına gelindiğinde sayıları iyice artmış ve artık bir Ermeni mahallesi haline gelmişlerdir. Eskişehir’de yaşayan Ermeniler’le ilgili ilk net bilgileri ise Düyun-ı Umumiye’nin Vital Cuinet’e Osmanlı İmparatorluğu’nun gelir kaynaklarını öğrenmek için hazırlattığı “La Turquie d’Asie” adlı kitapta rastlamaktayız. Bu kitapta Vital Cuinet Eskişehir’in Hüdavendigar Vilayeti’nin Kütahya sancağına bağlı bir kaza olup Seyitgazi tek nahiyesidir. Ve toplam 152 köyü vardır. Kitapta kazanın nüfus dağılımı ise şu şekilde verilmiştir. Müslümanlar 48.200 Ortodoks Rumlar 12.700 Gregoryen Ermeniler 6.074 Yahüdiler 100 Toplam 67074 Şehir merkezindeki nüfus dağılımı ise şu şekildedir. Müslümanlar 17.131 Ortodoks Rumlar 1.147 Gregoryen Ermeniler 583 Katolik Ermeniler 132 Latinler 30 Toplam 19.023 Bu verilerden de anlaşıldığı üzere XX yüzyıl başlarına gelindiğinde bu net nüfus bilgilerine göre Eskişehir ve köylerindeki Ermeni nüfusu toplam nüfusun % 153 10’una tekabül etmektedir. Ayrıca bu tarihte Vital Cuinet Eskişehir’de bir de Ermeni Kilisesi’nin varlığından bahsetmektedir ki bu zaten Eskişehir’de Ermeni nüfusunun ne denli bulunduğunu göstermektedir. 18 Şemsettin Sami ise Kamusu’l-A’lam adlı eserinde ise Eskişehir’in toplam nüfusunu XIX yüzyıl sonunda 27.242 olarak verir ki bunun 600’ünün Hıristiyan olduğunu belirtir. Ancak Hıristiyanları Ermeni olarak ayırmaz. Şemsettin Sami yine aynı eserinde Sivrihisar’ın nüfusunun da 4.000’i Ermeni olmak üzere toplam 34.902 olduğunu yazar. Tüm bu veriler de gösteriyor ki Eskişehir ilinde XX. yüzyıl başlarına gelindiğinde tren yolunun da yapılmasıyla nüfus iyice artmış ve buna paralel olarak da Ermeni nüfusu da artmıştır. 5.3. ARŞİV VESİKALARINDA ESKİŞEHİR ERMENİLERİ İlk vesikamız Sivrihisar’da bulunan Ermeniler’e ait kurulmuş olan şirketlerin yöneticilerinin isimlerini verir listedir. Sivrihisar Komandit Şirketi Hazine-i İktisadiyesinin Hey’eti İdaresini Teşkil Eden Azanın Esamisi Sivrihisar’ın Kethüda Mahallesinden Bekirbeyzade İbrahim Bey Sivrihisar’ın Kıllıç Mahallesinden Evliyazade Salim Efendi Sivrihisar’ın Kıllıç Mahallesinden Kasap Hacı İbrahim oğlu Mıstık Ağa Sivrihisar’ın Timurci Mahallesinden Hacı Bekir Efendi Mehmet Efendi 18 Sivrihisar’ın Iraklı Mahallesinden Babüllü Süleyman Efendi Sivrihisar’ın Hacı Ashap Mahallesinden Gazi Hacı Ali Ağa Sivrihisar’ın Şeyh Mahallesinden Cafer Beşezade Efendi Sivrihisar’ın Hacı Eskici Mahallesinden Kozatoğlu H. Mustafa Ağa Suzan ALBEK, a.g.e., s.201 154 Sivrihisar’ın Karabaşlı Mahallesinden Abdullah Beşeoğlu Hasan Efendi. Sivrihisar Osmanlı Ermeni Komandit Şirket-i İktisadiyesinin Hey’eti İdaresinin Teşkil Eden Azanın Esamisi Sivrihisar Beyli Mahallesinden Mardir Rusyan Sübbuh Efendi Sirihisar Akdoğan Mahallesinden Helvaciyan Karabit Efendi Sivrihisar Akdoğan Mahallesinden Tosunyan Kakmış Efendi Sivrihisar Ay Mahalesinden Dava Vekili Kirkor Efendi Gedikyan Sivrihisar Yeni Mahallesinden Rakiban Servi Efendi. Sivrihisar Müstakil Ermeni Şirketinin Hey’et-i İdaresini Teşkil Eden Azanın Esamisi Sivrihisar Yeni Mahallesinden Karabit Efendi Cendirciyan Sivrihisar Yeni Mahallesinden Kirkor Poşeciyan Sivrihisar Beyli Mahallesinden Mardirus Birakiyan Sivrihisar Beyli Mahallesinden Hacı Kağmış Selsalyan Sivrihisar Beyli Mahallesinden Mesrup Gizeryan Sivrihisar Orta Mahallesinden Endon Endonyan Sivrihisar Orta Mahallesinden Şirin Buranyan Sivrihisar Ermeni Emniyet Şirketinin Umum Şürekasının Esamisi Sivrihisar Tahtalı Mahallesinden Hacı Ohanis Madanyan Sivrihisar Tahtalı Mahallesinden Agop Madanyan Sivrihisar Yeni Mahallesinden Kirkor Cenderciyan Sivrihisar Yeni Mahallesinden Süruyi Cenderciyan Sivrihisar Orta Mahallesinden Şirin Buranyan Sivrihisar Akdoğan Mahallesinden Hacik Buduryan 155 İşbu şirketlerin hey’et-i idarelerini teşkil eden azaların merkez-i ictimaileri şimdilik şirketlerin çarşu derununda bulunmakta olan ticarethaneleri olduğu tahşiye kılınır. 27 Şubat 329 R.19 1329 yılına ait olan bu vesika Sivrihisar’da bulunan Ermeniler’in ticaret alanında ne kadar ilerlediklerini ortaya koyar. Zaten daha önceki verilerde de verdiğimiz gibi Sivrihisar’da Ermeni nüfusu Eskişehir’den fazla durumdadır. Dolayısısyla burada bu tür Ermeni ticari faaliyetlerini olması doğal olmalıdır. Diğer bir belge ise o zamanlar Ankara iline bağlı olan Mihalıççık kazası merkezi olan Kuyucak kasabasına aittir. Belge Mihalıççık kazasının merkezi olan Kuyucak kasabasında Kalaycı Yorgi namında birinden alınan arsa üzerine kurulan kilise ve mektebe ruhsat alınmasına dairdir. Belge Dahiliye Nezareti ile Eskişehir Mutasarrıflığı arasında 8 parçadan ibarettir biz burada sadece ruhsat izni için yazılan belge ile verilen irade-i seniyyeyi gözden geçireceğiz. ANKARA VİLAYETİ MEKTUBİ KALEMİ Aded-i Umumi : 9728 Aded-i Hususi : 1096 Dahiliye Nezareti Celilesine Hulasa: Mihalıççık’da kain Ermeni Mektep ve Kilisesi Hk. Tekiden Devletlü Efendim Hazretleri, 19 BOA. DH. EUM. MTK nr. 75/21. 156 29. Kanun-i Evvel sene 328 tarih ve 8860/1008 numrulu tahriratla te’kiden arzolunduğu üzere Mihalıççık kazası merkezinde mukim Ermeni ahaliye mahsus mektep ve kilisenin ruhsat-i resmiyeye rabtı hakkındaki 9. Kanun-i Evvel sene 328 tarih ve 4994/598 numrulu arize muktezasının teşriine müsaade buyurulması müracaat üzerine arz olunmak ol babda emir ve ferman hazret-i menlehü’l-emrindir. 28. Safer sene 1331 H. 24. Kanun-i Sani sene 328 R. Ankara Valisi Zati Mühür ve imza BAB-I ALİ DAİRE-İ SADARET Tahrirat Kalemi İRADE-İ SENİYYE SURETİDİR ANKARA Vilayeti dahilinde Mihalıççık Kazası Merkezi olan Kuyucak sasabasında Kalaycı Yorgi namında birinden iştira edilen 400 zira vüs’atinda mülk biri arsa üzerine Ermeni cemaatine mahsus olmak üzere evvelce inşa edilmiş olan yirmi dört zira tulünde ve onbir zira arzında ve sükfi dahil olmayarak yedi zira irtifaında bir kilisenin ve Maarif-i Umumiye Nizamnamesi’nin 129. Maddesi ahkamına riayet edilmek üzere kezalik evvelce cemaat-i mezküre etfaline mahsus yapılan 10 zira tulünde ve altı zira arzında ve sükfi hariç olarak dokuz zira irtifaindeki mektebin tastik-i mevcudiyetleri, Şuray-ı Devlet karariyle tensip edilmiştir. İşbu irade-i seniyenin icrasına Dahiliye ve Adliye ve Mezahip ve Maliye ve Maarif nezaretleri me’murdur. 157 29. Rabiülahir 331. H. 25 Mart 329 Mehmet Reşat Maarif Nazırı Maliye Nazırı Adliye ve Mezahip Nazırı Ahmet Şükrü Rıfat İbrahim Dahiliye Nazırı Sadrazam Adil Mahmut Şevket Aslına Mutabıktır. Adliye Tahrirat Dairesi Müdüriyeti Resmi mühür ve İmza20 Ankara vilayetine bağlı olan Mihalıççık kazasının merkez Kuyucak kasabasında Kalaycı Yorgi’den alınan arsa üzerine inşa edilen Kilise ve mektep gösteriyor ki burada kilise ve mektep yapımına ihtiyaç duyulacak kadar insan varlığına delalet etmektedir. Diğer bir önemli nokta da daha önce değindiğimiz gibi bir kasabada dahi mekteb kurulabilmesidir. Başka bir belge ise Eskişehir’de Agopyan Efendi’nin evinin Daru’l-Muallimin olması hususunda Maarif Nezareti’nden gelen tezkirenin Maliye Nezareti’ne gönderildiğine dairdir. DAHİLİYE NEZARETİ Umur-ı Mahalliye-i Vilayat Müdiriyeti Evrak Numrusu : 133 Kalem Numrusu : 35 Tesvid Tarihi : 19.10.331 20 BOA.DH.İD. nr. 162-1/53. 158 Eskişehir’de Agopyan Efendi’nin mutasarrıf olduğu hanenin Darü’l-Muallimin ittihaz olunmak üzere İdare-i Hususiye namına muamele-i ferağiyesinin icrası hakkında Eskişehir mutasarrıflığından alınan tahrirat mazrufen Nezaret-i Celilelerine tisyar kılınmıştı. Muamele-i mezkürenin tesri-i ifası lüzumuna dair Maarif Nezaret-i Celilesinden varit olan tezkire dahi leffen savb-i devletlerine irsal kılınmış olmağla iktizasının sürat-i ifası mütevakkıf himem-i aliyye-i nezaretpenahileridir. Bu babda...21 Bu belgede ise Agopyan Efendi’ye ait olan evin öğretmen evi yapılmak üzere Hususi İdare’ye feragatı belirtilmektedir. İlginç olan ise evin bir Ermeni’ye ait olmasına rağmen öğretmen evi yapılmasında kullanılmasına müsaade edilmesidir. 5.3.1. Eskişehir’de Tehcir Konuyla ilgili ilk belge Ermeniler’le birlikte Rumlar’ın da sevk edildiğine dair haberin tahkik ve durumun bildirilmesi yolunda Dahiliye Nezareti’nden Eskişehir mutasarrıflığına şifre telgrafdır. Dahiliye Nezareti Emniyet-i Umumiyye Müdüriyyeti Kalem-i Hususi Şifre Eskişehir Mutasarrıflığına İhrac olunan Ermeniler meyanında Rumların da sevkedildiği ve Ermeni ailelerinden istasyonda toplattırılarak sefil bir halde sevk olundukları istihbar edildi. Keyfiyyetin tahkik ve işarı. Fi 27 Temmuz sene 1331 Nazır22 21 22 BOA. DH.UMVM. nr 111/24. BOA.DH.ŞFR.nr.54-A/328. 159 İşbu belgede beyan edildiği üzere Ermeniler’le birlikte başka milletlerin de tehcir edildiğine dair daha öncede değindiğimiz üzere bazı şaibeler vardır. Ancak bu belge şunu belirtmektedir ki Osmanlı Devleti bu tür olaylara meydan vermemekte sadece suçu görülen Ermeniler tehcir edilmektedir. Ayrıca şu noktada önemlidir. Osmanlı Devleti bu belge ile sevk sırasında Ermeni halkının sefil duruma düşürülmemesine dikkat ettiğini ve bunu tüm vilayetlerden istediğini göstermektedir. Vereceğimiz bu ikinci belge gerçekten dikkate şayandır. Bu belgede yerleri değiştirilen Ermeniler’in menkul mallarının ucuz fiyatla satılmış olduğu iddia olunduğundan, bu malların satışına dair anlaşmaların feshedildiğine dair Dahiliye Nezareti’ndan çeşitli vilayet ve mutasarrıflıklara şifre telgrafdır. Bab-ı Ali Dahiliye Nezareti İskan-ı Aşayir ve Muhacirin Müdüriyyeti Umum 452 Şifre Erzurum, Adana, Ankara, Aydın, Bitlis, Haleb, Hüdavendigar, Diyarbekir, Suriye, Sivas, Trabzon, Mamuratü’l-Aziz, Musul vilayetleriyle, Urfa, İzmit, Canik, Zor, Karesi, Kayseri, Karahisar-ı Sahi, Mar’aş, Eskişehir, Niğde mutasarrıflıklarına, Adana, Haleb, Maraş, Diyarbekir, Sivas, Trabzon, Mamuratü’l-Aziz, Erzurum ve İzmit emval-i metruke komisyonu riyasetlerine Nakledilen Ermeniler’in emval-i menkulelerinin pek ucuz elden çıkarıldığı ve şuradan buradan toplanan erbab-ı ihtikarın seyyi’e-i inhisarı olarak, yok behasına satılarak ashabının külliyen mütezarrır olduğu istihbar olunuyor. Tahliye edilecek menatıka yabancı şübheli ve mahiyeti mechul hiçbir kimsenin duhul ve seyrine müsaade edilmemesi, gelmişler varsa derhal ihracı. Bunlardan ucuz mal almışlar varsa fesh-i bey’ gibi tedabirlere müracaatla kıymet-i asliyelerine ircaına gayret olunarak suret-i katiyyede menafii gayr-i meşru’aya meydan verilmemesi. Bunların istedikleri eşyayı götürebilmelerine müsaade edilmesi. 160 Götürmeyecekleri eşyadan durmakla bozulan eşya ile hava’yic-i zaruriyyeden olanların bi’l-müzayede bey’i. Nakledilmemiş olan eşyadan durmakla bozulmayacakların ashabı namına muhafazası. Emvali gayr-i menkule icar ve rehin vefaen ferağ ve haciz gibi sahibi aslisinin alaki mülkiyet ve tasarrufunu izale etmeyecek ukudatın meni ve bidayeti hicretden şimdiye kadar icra edilen ukudatın mefsuh addi. Mukavelat ve ukudat-ı muvazaa karineye meydan verilmemesi. Bey ve ferağ gibi muamelat-ı beyiyye-i kat’iyyeye masaade edilmesi ve ahbabının arazi ve emlak iştirasının men’i iktiza eder. Fi 29 Temmuz sene 1331 Nazır Talat23 Yukarıda da değindiğim üzere bu belge Osmanlı Devleti’nin Ermeniler’i sevk etse dahi onların haklarını nasıl koruduğunu gerçekten güzel bir şekilde ortaya koymaktadır. Şimdiki vereceğimiz belge ise Ermeni mebus ve ailelerinin ihraç edilmemelerine dair Dahiliye Nezareti’nden çeşitli vilayet ve mutasarrıflıklara şifre telgrafdır Bab- Ali Dahiliye Nezareti Emniyyet-i Umumiyye Müdüriyyeti Hususi : 5029 Şifre Erzurum, Adana, Ankara, Bitlis, Haleb, Hüdavendigar, Diyarbekir, Sivas, Trabzon, Konya, Mamuretu’l-Aziz, Van vilayetleriyle, Urfa, İzmit, Canik, Karesi, Karahisar-ı Sahib, Kayseri, Maraş, Niğde, Eskişehir mutasarrıflıklarına Ermeni Mebus ve ailelerinin ihrac edilmemeleri. 23 BOA.DH.ŞFR. nr. 54/381. 161 Fi 2 Ağustos 1331 Nazır24 İş bu belgede gösteriyor ki Osmanlı Devleti Ermeni halkın saygın kişilerine değer vermekte ve onları sevkden korumakta idi. Şimdi vereceğimiz bu belge ise Tehcir Kanunu’nun çıkmasıyla Eskişehir civarında bulunan Ermeniler’in sevk edildiğine dair Eskişehir Mutasarrıflığı’ndan Dahiliye Nezareti’ne şifre telgrafdır. Bab-ı Ali Dahiliye Nezareti Şifre Kalemi Mahrece Eskişehir Civarda bulunan Ermeniler kamilen sevk olunduğu maruzdur. Fi 4 Eylül sene 331 Mutasarrıf Refet25 Evet daha önceki bölümlerde de değindiğimiz üzere tüm yurtta yapılan tehcir faaliyetleri Eskişehir’de de gerçekleştirilmiş ve Ermeniler’in naklinden sonra Dersaadet’e sevk işleminin tamamlandığı bildirilmiştir. Bundan bir gün sonra yollanan diğer bir belge ise hem 9 Ağustos tarihinde yollanan belgeye cevap niteliğinde hem de bir önceki şifreyi teyit mahiyetindedir. Bab-ı Ali Dahiliye Nezareti Şifre kalemi Mahreci Eskişehir C. 3 Eylül sene 331. İstasyon civarındaki Ermeniler kamilen sevk olunmuştur. Yollarda Ermeni yokdur. Liva dahilindeki Ermeniler’den ihracı icab edenler yedi bin raddesinde olup kaffesinin sevk edilmiş olduğu arz olunur. 24 25 BOA.DH.ŞFR. nr.55/19. BOA.DH.EUM. nr 68/15. 162 Fi 5 Eylül sene 331 Eskişehir Mutasarrıfı Refet26 Daha önce vermiş olduğumuz belgede sorulan istasyon civarındaki Ermeniler’in durumu bu belge ile cevaplandırılmıştır. Diğer bir belge ise Ermeniler’in gitmelerine müsaade olunması, gidenlerin isimleriyle kimler nezdine ve nereye gittiklerinin bildirilmesi ve bir defter tanzim olunarak gönderilmesi hakkında Dahiliye Nezareti’nden Eskişehir mutasarrıflığına şifre telgrafdır. Babı-ı Ali Dahiliye Nezareti Emniyyet-i Umumiyye Müdüriyyeti Umumi : 54388 Hususi : 50 Şube :2 Şifre Eskişehir Mutasarrıflığı’na C.17 Teşrin-i Evvel sene 332. Beyan olunan Ermeniler’in gidecekleri mahaller hatt güzergahı olmamak şartıyla azimetlerine müsaade olunması ve gidenlerin esamisiyle kimler nezdine ve nereye azimet etdiklerinin işar ve bir defter tanzim olunarak irsali muktezidir. Nazır Vekili Halil27 Bu belge ise sevk olunan Ermeniler’in ne kadar düzenli bir şekilde ve hepsinin kaydının tutulduğunu göstermektedir. 26 27 BOA.DH.EUM. nr. 68/72. BOA.DH.ŞFR. nr. 69/196. 163 Vereceğimiz bu belge ise sevkiyata tabi Ermeniler’den yardıma muhtaç olanlara kendi memleketlerine kadar yol masrafı verileceğine dair Dahiliye Nezareti’nden Konya Vilayeti’yle Eskişehir ve İzmit mutasarrıflıklarına şifre telgraftır. Bab-ı Ali Dahiliye Nezareti Aşayir ve Muhacirin Müdüriyyet-i Umumiyyesi Muhasebe Şubesi Hususi : 34411 Şifre Konya Vilayeti’yle Eskişehir, İzmit Mutasarrıflıklarına Sevkiyata tabi tutulmuş olan Ermeniler’den muhtac-ı muavenet bulunanlarına kendi memleketlerine kadar yol masrafı ve mesarif-i zaruriyye verildikden sonra memleketlerinden gayri bir yere azimetde serbestdirler. Şu halde memleketinden gayri mahalle gitmek arzusunda bulunanlara gidecekleri mahalle göre değil ancak kendi memleketlerine azimetleri nazar-ı dikkate alınarak harc-ı rah ve mesarif-i zaruriyye verilebilir. Fi 16 Kanun-ı Sani sene 335 Dahiliye Nazır Vekili Ahmet İzzet28 Burada şunu belirtmek gerekir ki devlet, sevkiyata tabi tuttuğu insanları maddi açıdan sersefil bir vaziyette bırakmamıştır. Onların gidecekleri memleketlerine kadar masraflarını nakit olarak kabullenmiştir. Onların geri dönüşlerini dahi tam olarak yerine getirmiştir. Bu belge ise sevkiyata tabi tutulan Ermeniler’in geri dönüşlerinde onlara ait olan malların sahiplerine iadesinin geciktirilmemesine dair Dahiliye Nezareti’nden Eskişehir mutasarrıflığına şifre telgraftır. Bab-ı Ali Dahiliye Nezareti 28 BOADH.ŞFR. nr. 95/137. 164 Aşayir ve Muhacirin Müdüriyyet-i Umumiyyesi İskan Şubesi Hususi : 34627 Şifre Eskişehir Mutasarrıflığı’na Avdet eden Ermeni ve Rum ahaliye aid emvalin iadesinde teahhurat vukua getirilerek ahali-i merkumenin tevali-i sefaletlerine meydan bırakıldığı ve bu cümleden olmak üzere Bey, Virancık ve Alanca karyeleri Ermeni ahalisi Eskişehir’e geldikleri halde henüz köylerine sevk ve iskanları icra kılınmadığı ve muhacirinden kısmen tahliye olunabilen hanelerde gayr-ı kabil-i tamir tahribat vücuda getirilmekte olduğu ve Artaki çiftliğindeki Ermeniler’in de henüz mallarına sahib olmayarak içündeki muhacir tarafından serd edilen itirazat-ı vahiyyeye ibtina-i muamele ile bu suretle bunların da henüz açıkda ve hal-i intizarda kalmalarına sebebiyet verildiği ve misafirhanede bulundurulan Ermeni muhacirlerinin ekmeklerini tahsis ve ahzda birçok müşkilata maruz kaldıkları istihbar olunuyor. Eşhas-ı menkuleye aid emvalin derhal iadesi tebligat-ı mükerrere iktizasından olmağla bu babda vukua getirilecek teahhuratın müsebbiblerince mucib-i mes’uliyyet olacağı ve mübadele, Yunanistan’a firar eden eşhasın emvaliyle kabil-i icra olduğundan Artaki çiftliğine fuzuli iddiada bulunan muhacirin iddiası mesmu olamayıp her halde burasının da avdet eden çiftçilere iadesi lazım geldiği ve ekmeklerinin ayrı ayrı tahakkuk ve ita etdirilmekten ise muhacirin idarelerince her gün içün lüzumu olan ekmeğin bedeli mukabilinde alınarak misafirhanedeki ahaliye tevzii selamet-i muamele itibariyle daha muvafık olacağı beyan olunur. Fi 25 Kanun-ı Sani sene 335 Nazır Vekili Ahmed İzzet29 Diğer bir belge ise Eskişehir’de tüccarlık yapan Zara Agopyan’ın mağazasından ittihatçılar tarafından alınan ve parası ödenmeyen malların iadesine dairdir. Her ne kadar bu belge tehcir ile doğrudan alakalı olmasa da tehcir sonrasında Ermeniler’in başlarına gelen bazı hadiselerden birer örnek teşkil edebilir. 29 BOA. DH.ŞFR. nr. 95/226. 165 Eskişehir Tüccarından Zara Agobyan Efendi’nin mağazasında bulunan iki yüzü mütecaviz sandık lületaşı, bin lira mukabilinde İttihat Terakki Cemiyeti İdare Azasından İşçibaşızade Hacı Hakkı Efendi’ye verilmiş ve para mal sandığında emaneten duruyor. Malı aynen iade etsün, parasını sandıktan alsun. Yüzyirmi parça halı, isimleri malum muhtelif zevata gayet ehven fiatla verilmiş el-yevm mezkur halılar, alanlar nezdinde mevcuttur. Para maliyede duruyor, malımızı versünler, paralarını verdükleri yerden alsunlar. Porselen kristal takımları, ittihat azasından Dava Vekili Takiyyüddin Efendi bila bedel almış, mal nezdindedir. İade ettirilmesi. Salon yatak takımları ve yirmibir sandık aile eşyası İttihat Murahhası mes’uli Trabzon çetecilerinden Firari Naili Bey bila bedel almış ve bir kısmını İttihat azalarına hediye etmiş ve bir kısmı kendi nezdinde kalmış kendisi firarda ve gıyaben mahkumdur. Dahiliye Nezareti Kalem-i Mahsus Müdiriyeti Eskişehir Mutasarrıflığına Tahrirat Eskişehir Tüccarından Zara Agopyan Efendi’nin mağazasından ikiyüz sandığı mütecaviz lületaşının bin lira mukabilinde İttihatçılardan Aşçıbaşızade Hacı Hakkı Efendi’ye ve yüz yirmi parça halının ehven fiatla muhtelif zevata verilerek bedellerinin emaneten mal sandığında bulunduğu ve İttihatçılardan Dava Vekili Takiyyüddin Efendi’nin bilabedel aldığı porselen kristal takımların elyevm mumaileyhin nezdinde bulunduğu ve firari Nail Bey de yirmi bir sandık aile eşyasiyle salon ve yatak takımlarını alarak bir kısmını İttihatçılara ihda ve bir kısmını da nezdinde ibka ettiği haber verilmiş ve emval ve eşyanın iadesiyle verdikleri parayı istihsal etmeleri talep edilmiş, serian tahkikat ifasıyla emval-i mezkurenin bulunarak sahiplerine itası ve Nail Bey’in aldığı şeyleri kimlere verdiğinin ve nezdinde kalanlarının meydana çıkarılması ve netice-i tahkikattan malumat verilmesi tavsiye olunur. 166 Tebziyen 30 Olbabda... Diğer bir belge ise Dersaadet’te 23-24 Mart 1920 yılında Verçin Lor Gazetesi’nde yayınlanan Eskişehir Hıristiyanlarının tehcir edildiğine dair yazısı üzerine Eskişehir mutasarrıflığınca tahkikat yapılarak durumun bildirilmesi talebidir. Bab-ı Ali Dahiliye Nezareti Emniyet-i Umumiye Müdüriyeti Şube : Asayiş Umum : 90 Eskişehir Mutasarrıflığı’na Verçin Lor Gazetesi’nin neşriyatı hakkında tahkikat icrasına dair. Saadetlü Efendim Hazretleri, Dersaadet’te münteşir Ermenice “Vercin Lor Gazetesi”nin 23-24 Mart 336 tarihli nüshalarında münderiç “Eskişehir Hıristiyanları Tehcir Ediliyor” serlevhalı fıkraların suret-i tercemeleri leffen irsal kılınmış olmağla calib-i dikkat olan münderecatına nazaran tahkikat-i lazime icra ve hakikat halin muvazzahan ibnası babında irade Efendim hazretlerinindir. 6. Recep 338 H. 28 Mart 336 Bab-ı Ali Dahiliye Nezareti Emniyet-i Umumiye Müdüriyeti Verçin Lor Gazetesi’nin 23 Mart 1920 tarihli nüshasından; “Eskişehir Hıristiyanları Tehcir Ediliyorlar” Dün patrikhaneye vürut eden haberlere nazaran: Eskişehir Ermeni ve Rum sekenesi, ikametgahlarından kaldırılarak semt-i meçhule sevk ve tehcir edilmektedir. Ve santa muhaberenin adem-i kifayesine mebni bu hususta mufassal malumata düsturi olarak demiryolu üzerindeki mühim mevakide 30 BOA.DH.KMS.nr49-2/24. 167 bulunan hamisiz ahaliyi muhtelif makasıd-ı mahsusaya binaen bu suretle tebid etmek eski projenin tatbiki demektir. Patrikhane Kapı Kethüdası dahi Ermeni Patrikhanesi’ne gelerek Kapı Kethüdası Hamamcıyan ile müzakerette bulunmuşlardır. Aynı gazetenin 24 Mart 1920 tarihli nüshasından; Dün patrikhaneye vürut eden yanlış bir haberi neşretmiştik. Fi’l-hakika bu haberin teeyyüd etmediği memnuniyetle kaydediyor isek de o havalideki Ermeniler’in vaziyeti pek de ümit bahş değildir. Katl-i am ve gasb-i garat vükuundan düçar havf olan Ermeniler ikametgahlarından dışarı çıkamıyorlar. Bir haftadan beri, dükkanlar mesduttur. Zira çetelerle köylüler, şehir etrafında keşt etmişlerdir. Dün sabah son trenle şehrimize gelen yolcuların beyanına nazaran şehir, mülteciler tarafından zabtedilmezden evvel tren çeyrek saatte bir hareket ile Hıristiyanları nakletmiştir. Bu suretle şehr-i mezkurden elli Ermeni ailesi müfareket etmiştir. El-yevm şehirde 350 haneden ibaret bulunan Ermeni sekenesi de tamamiyle haline terk olunmuştur. Son asker treninin hareketinden sonra Eskişehir İstasyon Memurları dahi hareket ve dün sabah İstanbul’a muvasalat etmişlerdir. O zamandan beri Eskişehir vaziyeti hakkında hiçbir malumat alınamamıştır. Aslına Mutabıktır İmza31 Evet bu talep gösteriyor ki Devlet-i Ali tehcir meselesinden doğabilecek herhangi bir kötü malumat hakkında çekinmekte ve hemen olayın üzerine gitmektedir. Aslında burada dikkat edilmesi gereken husus şudur ki Osmanlı Devleti Ermeniler’i sevk ederken hiçbir zaman onları zararına bir iş yapmamaya ve hatta her hususa dikkat ederek doğabilecek hataları hemen telafi etmeye çalışmaktadır. 31 BOA. DH.EUM.AYŞ. nr. 36/28. 168 SONUÇ Bu çalışmanın amacı sadece, Ermeni sorununun bugünkü görünüşü ile manasını ve arkasındaki kuvvetleri araştırma değil, sorunun tarihi seyrini, pekiyi bilinmeyen taraflarını objektif bir şekilde tespit etmektir. Bu sebeple çeşitli ancak elimizin altında bulunan kaynaklara müracaat suretiyle yaptığımız araştırma burada bitmektedir.. Bu çalışmayı Ermeni sorunun tarihi seyrini takip ederken ortaya çıkan ve hissiyata yer vermeksizin doğru olduğunu zannettğimiz bazı müşahadelerle tamamlayacağız. 19. asrın siyasi tarihine göz atarsak, Avrupa devletlerinin hiçbirinin tarafsız bir politika takip etmediğini bilakis her hareketlerini kendi ülkelerini genişletmek ve güçlendirmek amacıyla yaptıkları ortadadır. Bunu yapmanın tek yolu da diğer devletler aleyhine hareket etmekle mümkündür. . Avrupa’da belirli bir muvazene teessüs etmiş olduğundan bu ana politikanın özellikle Asya ve Afrika’da yürütüldüğü de keza görülüyor. Fransa İhtilali’nden itibaren Osmanlı İmparatorluğu zirveden aşağıya inmeğe başlar. Buna karşılık Rusya ve Almanya aynı hızla tepeye doğru tırmanmaktadır. Bu ikisi karşısında İngiltere ve Fransa muvazeneyi oluşturmağa çalışmaktadır. Avrupa’da söz hakkını kaybeden ve toprakları içinde çeşitli milletleri toplamış olup da bunların muhafazası gittikçe zorlaşan Osmanlı İmparatorluğu, Avrupa’daki muvazenenin bozulmaması için Avrupa devletlerinin dikkatini üzerinde toplamıştır. Avrupa devletleri evvela kendi hesaplarına alabildiklerini kopardıktan sonra geri kalan kısımları herhangi birisinin ilhakına diğerlerinin müsaade etmeyeceği anlaşılınca, bu defa Osmanlı topraklarında himaye altında veya kendilerine minnettar kalacak bağımsız devletler kurmak ve bu istikamette milliyet ceryanlarını körüklemek yoluna girmişlerdir. Balkan devletlerinin ortaya çıkış hikayesi aslında budur. 169 Avrupa devletlerinin kendi bünyeleri içindeki ayrı milletleri bağımsızlığa kavuşturmak gibi bir düşünceyi hiç de akıldan geçirmeyişleri, bu politikanın bariz bir misalidir. Bir Polonya’nın, bir Çekoslovakya’nın, ortaya çıkabilmesi için bu büyük devletlerin mağlup olmaları gerekecektir. Sonuç itibariyle araştırmamız Avrupa devletlerinin milliyetçilik politikasıyla bağımsız devletler kurmaya çalıştığı bu dönemde Ermeni halkının ihanetlerini ve özellikle de tehcir öncesi ve sonrası nüfus verilerini ihtiva etmektedir. Nitekim bu araştırmada, 1914 öncesi var olanlar ile Birinci Dünya Savaşı sonrasında mevcut Ermenilerin sayılarının karşılaştırılması sonocunda, bir buçuk milyon Ermeni’nin öldürüldüğü iddialarının tutarsızlığı ortaya çıkmıştır. Şurası unutulmamalıdır ki 1915’te Osmanlı Devleti, bilhassa Doğu ve İç Anadolu’da yaşayan Ermenileri, bazı istisnalar hariç, yine kendi topraklarından olan Suriye ve Kuzey Irak bölgesine sürmüştür. Bu sürgünde hastalıktan ve göçün elverişsiz şartlarından bir miktar Ermeni kaybı olmuştur. Ancak bu kayıp, hiçbir zaman bir buçuk milyon Ermeni’nin ölümüyle neticelenmediği gibi yüzbinlere de varmamıştır. Zira Anadolu’nun tümünde ancak bu kadar Ermeni yaşamaktadır. Sürgün edilenlerin sayısı ise yaklaşık beşyüzbindir. Ayrıca bu sürgün edilenlerin büyük çoğunlğu 1918’den itibaren eski yerlerine geri dönmüştür. Araştırmamımızın Eskişehir Ermenileri bölümünde vermiş olduğumuz arşiv vesikalarından da anlaşılacağı üzere iç içe ve kardeşçe yaşamakta iken 15 – 20 yıl içerisinde böyle bir ihanet içerisine giren Ermenilere uygulanan tehcir kararı kendi halinde yaşayan bir millete yapılmış bir uygulama olarak ele alınmamalıdır. Ayrıca araştırmamızdaki vesikalarda ortaya koymuştur ki Osmanlı Devleti tehcir uyguluması esnasında her türlü detayı göz önünde bulundurarak önlemleri almıştır. Ancak bütün bunlara rağmen yiyecek yetersizliği ve bulaşıcı hastalıklar nedeni ile bazı olumsuzlukların yaşanması kaçınılmaz olmuştur. Osmanlı İmparatorluğu’nun hakimiyeti altındaki ülkelere insan dışı muamele yaptığı iddiası da her türlü samimiyetten uzaktır. Eski misallere gitmeden, Balkan Harbi’nden, İstiklal Harbi’nden sonra, milletlerarası komisyon veya teşekküllerin yaptıkları ve neşrettikleri tahkikat raporları, asıl gaddarlığın, dünyaya kendini masum tanıtan topluluklar tarafından ifa edildiğini ortaya koymuştur. 170 Bu durumu Avrupa hükümetleri de şüphesiz biliyordur. Ancak politikaları bunu bilmezlikten gelmelerini gerektirmektedir. Ermeni sorunu da işte tamamen böyle bir politika neticesi çıkarılmış ve yürütülmüş bir davadır. 171 KAYNAKÇA Akçam, T. (1995); Türk Ulusal Kimliği ve Ermeni Sorunu. İstanbul: İletişim Yayınları Akçora, E. (1994); Van ve Çevresinde Ermeni İsyanları, İstanbul:Türk Dünyası Araştırma Vakfı Anadol, C. (2001); Tarihin Işığında Ermeni Dosyası. İstanbul: IQ Kültür Sanat Yayıncılık Atatürk Üniversitesi. (1984) Tarih Boyunca Türkler’in Ermeni Toplumu ile İlişkileri Sempozyumu. Erzurum: Atatürk Üniversitesi Yayını Avrasya Dosyası, (1995); Özel Ermenistan Sayısı, C.2, Sayı 4, Ankara. Aytekin, H. (2000); Kıbrıs’ta Monarga Ermeni Lejyoner Kampı, Ankara Babacan, H. (2001); “I. Dünya Savaşı Sırasında Ermeni Sorunu Tehcir Meselesi ve Talat Bey”, Yayına Hazırlayan: Erhan AFYONCU, İstanbul: Tatav Yayınları Başar, Z. (1974); Ermenilerden Gördüklerimiz. Ankara: Ankara Üniversitesi Yayınları Bayar, C. (1965); Ben de Yazdım. İstanbul Baha Matbaası, Cilt 3, Birant, M. A. (1982); Ermeni Terörü, İstanbul. BOA. DH. EUM. nr 68/15 BOA. DH. EUM. nr. 68/72 BOA. DH. EUM. AYŞ. nr. 36/28 BOA. DH. EUM. MTK nr. 75/21 BOA. DH. İD. nr. 162-1/53 BOA. DH. ŞFR.nr.54-A/328 BOA. DH. ŞFR. nr. 54/381 BOA. DH. ŞFR. nr. 69/196 BOA DH. ŞFR. nr. 95/137 BOA. DH. ŞFR. nr. 95/226 172 BOA. DH. UMVM. nr 111/24 Paşa, C. (1977); Hatıralar. İstanbul: Çağdaş Yayınları Çakıllıkoyak, H. (2005): Diospora’da Ermeni Kimliği. İstanbul: Yeditepe Yayınevi Çark, Y.G. Türk Devleti Hizmetinde Ermeniler. İstanbul Yeni Matbaa Çelik, K. (1999); Milli Mücadelede Adana ve Havalisi (1918-1922). Ankara: Dadrian, V. N. (1995); Ulusal ve Uluslararası Hukuk Sorunu Olarak Jenosid, Çeviren: Yavuz ALOGAN. İstanbul: Belge Yayınları Ercan, Y. (2002): Osmanlı İmparatorluğunda Bazı Sorunlar ve Günümüze Yansımaları. Ankara: MEB Yayınları Erim, N. (1953); Devletlerarası Hukuk ve Siyasi Tarih Metinleri. Ankara: TTK Basımevi Ermetin, S. K. (2001); Ermeni Sorununun Ermeniler Tarafından Dikkatle Saklanan Yüzü: Ermeni Soykırımı. İstanbul: Töre Yayınları Ertan, T. F. (2001): Ayastefanos’tan Lozan’a Siyasal Antlaşmalarda Ermeni Sorunu. Ankara: Yeni Türkiye, Ermeni Özel Sayısı Genelkurmay Başkanlığı, Türk İstiklal Harbi, Doğu Cephesi, 19181921, 3. Cilt, Ankara Göyünç, N. (1983); Osmanlı İdaresinde Ermeniler. İstanbul: Bogos Matbaası Güriz, İ. (1975): Türkiye’de Nüfus Politikası ve Hukuk Düzeni. AnkaraL Türkiye Kalkınma Vakfı Yayınları Gürün, K. (1983); Ermeni Dosyası. Ankara: TTK Basımevi Halaçoğlu, Y. (2005) Ermeni Tehciri, İstanbul; Babıali Kültür Yayıncılığı Halaçoğlu, Y. (2004): Ermeniler; Sürgün ve Göç. Ankara: TTK Basımevi Harp Akademileri Komutanlığı Azerbaycan’ın Dünü-Bugünü Yarını. İstanbul. Yayını. (1995) Kafkasya ve 173 Hocaoğlu, M. (1976):Arşiv Vesikalarıyla Tarihte Ermeniler ve Ermeni Mezalimi. İstanbul: Er-Tu Matb. Kanar, M (2001); Ermeni Komitelerinin Emelleri ve İhtilal Hareketleri. İstanbul: Der Yayınları Karabıyık, O. (1984); Türk-Ermeni Münasebetlerinin Dünü Bugünü. İstanbul: İhlas Matbaası Karacakaya, R. (2005): Ermeni Meselesi. İstanbul: Gökkubbe Yayınları, Karal, E. Z. (1976): Osmanlı Tarihi C. VIII. Ankara: TTK Basımevi Koçaş, S. (1967); Tarih Boyunca Ermeniler ve Türk-Ermeni İlişkileri. Ankara: Altınok Matbaası Kodaman, B. (2001); “Üç Ermeni Şarkısı ve Ermenilerin Türklere Bakışı”. Ermeni Meselesi Üzerine Çalışmalar, Yayına Hazırlayan: Erhan AFYONCU, Tatav Yayınları, Küçük, C. (1984); Osmanlı Diplomasisinde Ermeni Meselesinin Ortaya Çıkışı, İstanbul: İ.Ü. Edebiyat Fakültesi Yayınları Öke, M. K. (1991): Ermeni Sorunu 1914-1923. Ankara: TTK Basımevi Sakarya, İ. (1984); Belgelerle Ermeni Sorunu, Ankara, Gnkur Basımevi, Süslü, A. (1987):Ruslara Göre Ermenilerin Türklere Yaptıkları Mezalim. Ankara: Yüzüncü Yıl Üniversitesi Rektörlüğü Süslü, A. (1990); Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı. Ankara: Yüzüncü Yıl Üniversitesi Rektörlüğü Süslü, A. (1995): Türk Tarihinde Ermeniler. Kars: Kafkas Üniversitesi Rektörlüğü Atatürk Üniversitesi. (1984):Tarih Boyunca Türklerin Ermeni Toplumu ile İlişkileri Sempozyumu. Erzurum: Atatürk Üniversitesi Yayını Ternon, Y. (1993) Ermeni Tabusu. Çeviren: Emirhan OĞUZ. İstanbul: Belge Yayınları Turan, O. (1984); Selçuklular Zamanında Türkiye Tarihi, İstanbul: Boğaziçi Yayınları 174 Turan, O. (1993); Selçuklular Tarihi ve Türk-İslam Medeniyeti. İstanbul: Boğaziçi Yayınları Türközü, H. K. (1983); Osmanlı ve Sovyet Belgeleriyle Ermeni Mezalimi, Ankara Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü. Ankara: Ayyıldız Matbaası Uras, E. (1987); Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi, 2. Baskı, İstanbul, Ural, G. (1988); Ermeni Dosyası. İstanbul: Kamer Yayınları Yıldırım. H. (2000); Ermeni İddiaları ve Gerçekler. Ankara: Sistem Ofset Yayınları 175 EK 1:Verçinlor gazetesinin Ermeni tehciri ile ilgili iddiaları BOA.DH.EUM.AYŞ.nr.36/28 176 EK 2: Eskişehir’den sevk edilen Ermeniler BOA.DH.EUM. nr.68/72 177 EK 3:Eskişehir’den Sevk edilen Ermeniler BOA.DH.EUM. nr.68/15 178 EK 4: Geri dönen Rum ve Ermenilerin mallarının iadesi BOA.DH.ŞFR.nr.95/226 179 EK 5: Sevkiyata tabi olan Ermenilere verilecek hacırah BOA DH.ŞFR. nr.95/137 180 EK 6: Beyan edilen Ermenilerin gitmesine müsaade edilmesi BOA.DH.ŞFR. nr.69/196 181 EK 7: Ermeni mebus ve ailelerinin ihrac olunmaması BOA.DH.ŞFR. nr.55/19 182 EK 8: Nakledilen Ermenilerin mallarının korunması BOA.DH.ŞFR. nr.54/381 183 EK 9: Ermenilerle beraber Rumlarında sevk edildiğinin kontrolü BOA.DH.ŞFR. nr.54-A/328 184 EK 10: Sivrihisar Ermeni Komandit Şirketi isim listesi BOA.EUM.MTK.nr.75/21 185 EK 11: Eskişehir’de ikamet eden Agopyan’ın evinin darulmuallimin yapılması BOA.DH.UMVM. nr.111/24 186 EK 12: Mihaliççık kazasında yaptırılan Ermeni kilise ve mektep için istenilen izin BOA.DH.İD. nr.162-1/53 187 EK 12 DEVAMI: İstenilen izne verilen irade-i seniyye BOA.DH.İD. nr. 162-1/53 188 EK 13: Eskişehir tüccarından Zara Agopyan’ın mağazasından parası ödenmeden alınan mallar. BOA.DH.KMS. nr. 49-2/24 189 EK 13 DEVAMI: Mağazadan alınan malların iadesi BOA.DH.KMS. nr. 49-2/4