ermeni tehciri ve eskişehir ermenileri

advertisement
ERMENİ TEHCİRİ VE ESKİŞEHİR ERMENİLERİ
Ahmet Suat ALKAYA
Osmangazi Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü
Tarih Anabilim Dalı
Yakınçağ Tarihi Bilim Dalı
YÜKSEK LİSANS TEZİ
Eskişehir
Mayıs 2006
i
Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğüne;
Bu çalışma, jürimiz tarafından Tarih anabilim dalında YÜKSEK LİSANS
TEZİ olarak kabul edilmiştir.
Başkan
:-------------------------------------------Yrd. Doç.Dr. Mehmet KAYIRAN
Üye
:----------------------------------------------Yrd.Doç.Dr. Mesut ERŞAN
(Danışman)
Üye
:---------------------------------------------Yrd.Doç.Dr. Muharrem DAYANÇ
Tarih:..../..../........
Prof. Dr. F. Münevver YILANCI
Enstitü Müdürü
ii
ÖZET
ERMENİ TEHCİRİ VE ESKİŞEHİR ERMENİLERİ
ALKAYA, Ahmet Suat
Yüksek Lisans-2006
Tarih/Yakınçağ Tarihi
Osmangazi Sosyal Bilimler Enstitüsü
Danışman: Yrd. Doç. Dr. Mesut ERŞAN
Ermeni Tehciri yaklaşık olarak son 85 yıldır ülkemizde ve dünyada bir
problem haline gelmiş veya getirilmiştir. Bu problemin sebepleri ve sonuçları yıllardır
tartışılmaktadır.
Bizim bu çalışmadaki amacımız probleme bir çözüm getirmek değil sadece bu
probleme tarihi çerçeve içerisinde yorumlar getirerek gerçekleşen olayları ortaya
koymaktır.
Öncelikle Ermenilerin tarihi, kimlikleri, dinleri, yaşayışları, kökenleri
hakkında kısa bir inceleme yapılmıştır. Daha sonra yaşadıkları bölgeler ve bu
bölgelerdeki egemen unsurlar incelenmiştir. Daha sonra Ermenilerin Osmanlı devleti
içerisinde yapmış oldukları ayrılık hareketleri ve bunları neticesi olarak meydana
gelen isyanlar ve bunlara karşılık olarak 1. Dünya savaşı esnasında Osmanlı
Devleti’nin gerçekleştirmiş olduğu tehcir hareketi incelenmiştir. Son olarak ise
Eskişehir ve civarında yaşayan Ermeniler arşiv kaynakları da taranarak incelenmiştir.
Bu incelemeler sonucunda ortaya konulan bulgu şudur ki; Tüm bu
değişimlerin sorumlusu Avrupalı devletler olmuşlardır. Öncelikle azınlıkları
desteklemişler sonrasında da Osmanlı Devletine azınlıkların haklarını vermesi için
yüklenmişlerdir. Bunun neticesinde de Ermeni Sorunu ortaya çıkmıştır.
Ortaya çıkan bu sorunun çözümü ise ancak ve ancak dirayetli, güçlü bir devlet
olmakla mümkündür.
iii
ABSTRACT
ARMENIAN RELOCATION AND ESKİŞEHİR ARMENIANS
ALKAYA, Ahmet Suat
Master Thesis-2006
History/Modern History
Osmangazi Social Sciences Institute
Advisor: Asst. Prof. Dr. Mesut ERŞAN
Armenian relocation has become a problem or is made a problem for the last
85 years. The causes and consequences of this problem are being discussed for years.
Our aim in this study is not to come up with a solution to this problem; rather
it is to reveal the realized events by commenting the problem in a historical
perspective.
Firstly, a brief research is done about the Armenians’ history, identity,
religion, manner of living and origin. Then, the regions they lived and dominant
elements in these regions are studied.
Latterly, the discrepancy movements of
Armenians in the Ottoman Empire, the rebellions that took place resulting from these
movements, and as against to those rebellions the relocation that Ottoman Empire
carried out during the First World War has been examined. Lastly, the Armenians
that lived in and around Eskişehir are examined by researching also the archives.
The finding we reached as a consequence of this study is that European states
are the ones who are responsible from these alterations. They firstly supported the
minorities and then depressed the Ottoman Empire to give the rights of these
minorities. As a result of this, the Armenian problem emerged.
The solution to this problem is only and only by having a strong and talented
government.
iv
İÇİNDEKİLER
Değerlendirme Kurulu ve Enstitü Onayı................................................................... i
Özet............................................................................................................................ ii
Abstract...................................................................................................................... iii
İçindekiler…………………………………………………………….………….... iv
Ekler Listesi............................................................................................................... vii
Önsöz......................................................................................................................... viii
1. BÖLÜM: GİRİŞ………………………………………………………………..
1.1. ERMENİ KİMLİĞİ...........................................................................
1.1.1. Ermeni Dili ve Edebiyatı...................................................................
1.1.2. Ermenilerin Dini İnanışları................................................................
1.1.3. Ermeni Yurdu....................................................................................
1.1.4. Ermenilerin Tarih Boyunca Yaşadıkları Coğrafi Bölgeler................
1.2.
GENEL ERMENİ TARİHİ............................................................
1.2.1. Partlar Devri......................................................................................
1.2.2. İran İdaresi Devri...............................................................................
1.2.3. Selçuklular Döneminde Ermeniler…………....................................
1.2.4. Osmanlı Devletinde Ermeniler………..............................................
1.2.4.1. Azınlıkların İçinde Ermenilerin Durumu......................
1.2.4.2. Ermenilere verilen İmtiyazlar ve Haklar .....................
1.2.5. Ermenilerin Sosyal, İktisadi Ve Siyasi Hayattaki Yeri…………….
1.2.6. Osmanlı Devleti’ndeki Ermeni Nüfusu.............................................
1.2.6.1. Osmanlı Nüfusu ve Kaynakları………………………
2.BÖLÜM: ERMENİ OLAYLARI.........................................................................
2.1. BATI’NIN OSMANLI ERMENİLERİNE MÜDAHALESİ............
2.2. ISLAHAT ÇALIŞMALARI VE ERMENİ FAALİYETİ.................
2.3. TEŞKİLATLANMA, İSYANLAR VE İHANETLER.....................
2.3.1. Kiliselerin Rolü..................................................................................
2.3.1.1. Patrik Mıgırdıç Hrimyan’ın Faaliyetleri......................
2.3.1.2. Patrik Narses Varjebatyan’ın Faaliyetleri....................
2.3.1.3. Kudüs Ermeni Patriği’nin Tavrı..................................
2.3.1.4. Kiliselerin İhanetleri....................................................
2.3.2.Okullar, Hayır Müesseleri, Cemiyetler, Komiteler...........................
2.3.2.1. Okullar.........................................................................
2.3.2.2. Hayır Müesseleri , Cemiyetler.....................................
2.3.2.3. Komiteler.....................................................................
2.3.3.İsyanlar...............................................................................................
2.3.3.1. Erzurum İsyanı............................................................
2.3.3.2. Kumkapı Gösterisi.......................................................
2.3.3.3. Müteferrik Olaylar.......................................................
2.3.3.4. 1.Sasun İsyanı Ve Sonuçları.........................................
2.3.3.5. Babıali Gösterisi..........................................................
2.3.3.6. Zeytun İsyanı...............................................................
2.3.3.7. Van İsyanı....................................................................
1
2
2
6
10
13
15
17
20
21
23
23
25
29
32
32
40
40
43
47
48
50
50
51
51
52
53
56
57
60
60
61
61
62
64
65
66
v
2.3.3.8. Osmanlı Bankası Baskını.............................................
2.3.3.9. II.Sasun İsyanı.............................................................
2.3.3.10. Yıldız Suikastı...........................................................
2.3.3.11. Adana İsyanı:.............................................................
2.4. İSYANLARIN DIŞARIDA TANITILIŞ ŞEKLİ................................
2.5. 1. DÜNYA SAVAŞI ÖNCESİ ERMENİ NÜFUSU...........................
3.BÖLÜM: 1. DÜNYA SAVAŞI DÖNEMİ...........................................................
3.1. 1.DÜNYA SAVAŞI’NDA ERMENİLER............................................
3.2. ERMENİ GÖNÜLLÜLERİNİN FAALİYETLERİ………………….
3.3. BATI’NIN MÜDAHALESİ.................................................................
3.4. SAVAŞ’TA ERMENİ İSYANLARI, VE MEZALİMİ……………..
3.4.1.Zeytun Olayları...................................................................................
3.4.2.Kayseri Olayları..................................................................................
3.4.3.Bitlis Olayları......................................................................................
3.4.4.Van Olayları........................................................................................
3.4.5.Muş Olayları.......................................................................................
3.4.6.Diyarbakır Olayları............................................................................
3.4.7.Ma’muratü’l Aziz (Elazığ) Olayları...................................................
3.4.8.Erzurum Olayları................................................................................
3.4.9.Sivas Olayları......................................................................................
3.4.10. Trabzon Olayları..............................................................................
3.4.11. Adana Olayları.................................................................................
3.4.12. Urfa Olayları....................................................................................
3.4.13. Diğer Ermeni Olayları......................................................................
4.BÖLÜM: TEHCİR...............................................................................................
4.1. I.DÜNYA SAVAŞI VE TEHCİR......................................................
4.2. TEHCİR OLAYI VE SEVKLER.......................................................
4.2.1.Tehcir Terimi....................................................................
4.3. OSMANLI DEVLETİ’NİN TEHCİR ÖNCESİ ALDIĞI
TEDBİRLER………………………………………………………..
4.4. TEHCİR KANUNU VE UYGULANIŞI............................................
4.5. TEHCİR KANUNU, TALİMATNAMELER
VE KARARNAMELER…………………………………………….
4.6. ERMENİLERİN SEVK EDİLDİKLERİ BÖLGELER......................
4.7. ERMENİ KATLİAMLARI KONUSUNDAKİ
KARŞIT FİKİRLER………………………………………………..
4.8. TEHCİR SONRASINDA ERMENİLER…………………………...
4.8.1.Geri Dönenlerin Anadolu’da İşgal
Kuvvetleriyle İşbirliği Yapmaları……………………….
4.9. SEVRES ANLAŞMASI.....................................................................
4.10. MİLLİ MÜCADELE..........................................................................
4.11. LOZAN VE SONRASI......................................... …………………
5. BÖLÜM: ESKİŞEHİR VE ESKİŞEHİR ERMENİLERİ...................................
5.1. ESKİŞEHİR TARİHİ.........................................................................
5.1.1. Dorylaion...........................................................................................
5.1.2. Bizans Selçuklu Çağında Eskişehir...................................................
5.1.3. Bizans Çağında Eskişehir..................................................................
5.1.3.1. Bizans Çağında Eskişehir’den Geçen Yollar…………
68
69
69
71
75
77
79
79
79
80
82
83
84
85
86
89
89
90
91
92
93
94
94
95
96
97
101
102
102
106
108
118
121
123
125
126
128
132
136
136
136
139
140
140
vi
5.1.4. Selçuklu Egemenliğinde Eskişehir.................................................... 141
5.1.5. Sivrihisar............................................................................................ 141
5.1.6. Seyitgazi............................................................................................ 142
5.1.6.1. Seyitbattalgazi Külliyesi............................................... 142
5.1.7. Osmanlı Çağında Eskişehir................................................................ 143
5.1.7.1. XV Ve XVI. Yüzyıllar.................................................... 144
5.1.7.2. XIX Yüzyıl Sonu Osmanlı Kaynakları.......................... 144
5.1.8. XX.Yüzyıl Başında Eskişehir............................................................. 145
5.1.9. Kurtuluş Savaşı Öncesi...................................................................... 146
5.1.9.1. Eskişehir’de İngiliz Kuvvetleri..................................... 146
5.1.10. Kurtuluş Savaşında Eskişehir.......................................................... 148
5.1.10.1. Sakarya Meydan Muharebesi..................................... 150
5.1.11. Mustafa Kemal Atatürk’ün Eskişehir’e Gelişi................................. 150
5.1.12. Cumhuriyetin İlk Yıllarında Eskişehir’in Durumu……………….. 150
5.2.ESKİŞEHİR ERMENİLERİ................................................................. 151
5.3. ARŞİV VESİKALARINDA ESKİŞEHİR ERMENİLERİ.................. 153
5.3.1. Eskişehir’de Tehcir............................................................................. 158
SONUÇ................................................................................................................... 168
KAYNAKÇA.......................................................................................................... 170
EKLER.................................................................................................................... 174
vii
EKLER LİSTESİ
1. EK 1:Verçinlor gazetesinin Ermeni tehciri ile ilgili iddiaları
2. EK 2: Eskişehir’den sevk edilen Ermeniler
3. EK 3:Eskişehir’den Sevk edilen Ermeniler
4. EK 4: Geri dönen Rum ve Ermenilerin mallarının iadesi
5. EK 5: Sevkiyata tabi olan Ermenilere verilecek hacırah
6. EK 6: Beyan edilen Ermenilerin gitmesine müsaade edilmesi
7. EK 7: Ermeni mebus ve ailelerinin ihrac olunmaması
8. EK 8: Nakledilen Ermenilerin mallarının korunması
9. EK 9: Ermenilerle beraber Rumlarında sevk edildiğinin kontrolü
10. EK 10: Sivrihisar Ermeni Komandit Şirketi isim listesi
11. EK 11: Eskişehir’de ikamet eden Agopyan’ın evinin darulmuallimin yapılması
12. EK 12: Mihaliççık kazasında yaptırılan Ermeni kilise ve mektep için istenilen
izin
13. EK 13: Eskişehir tüccarından Zara Agopyan’ın mağazasından parası
ödenmeden alınan mallar.
viii
ÖNSÖZ
Türkler ve Ermeniler bilindiği üzere Anadolu ve Kafkaslar’da yaklaşık 900 yıl
bir arada yaşamış ve kader birliği yapmış iki toplumdur.
Bilinen tarih boyunca, yaşadıkları coğrafyada başta İran ve Bizans olmak
üzere komşularının ağır baskılarına maruz kalan Ermeni toplumu denilebilir ki,
tarihinin en mutlu dönemini, Türkler’in yönetimi altında ve Türk toplumu ile samimi
bir beraberlik içerisinde geçirdiği yüzyıllarda yaşamıştır.
Ancak bu mutlu tablo, maalesef son iki yüzyıla yaklaşan dönemde, özellikle
Rusya’nın ve başta İngiltere olmak üzere bazı batılı ülkelerin emperyalist amaçlı
tahrik, teşvik ve destekleriyle bozulmuştur.
Bu olumsuz etkiler sonucu, bundan çok değil takriben iki asır öncesi, Osmanlı
Devleti içerisindeki bütün etnik unsurlara örnek teşkil eden vasıfları nedeniyle “Sadık
Tebaa” sıfatıyla anılan Ermeni toplumunun devlete isyan ederek, Anadolu ve
Kafkaslar’da birlikte yaşadığı Türk ahaliye karşı giriştiği tecavüz ve katliamlar, iki
toplum arasındaki ananevi yakınlığa ağır darbeler indirmiştir.
Bu konuda bir müracaat kaynağı hizmeti yapmak anlayışıyla hazırlanan bu
tezde, bir zamanların dostluk ortamından bugünlere gelişin kilometre taşlarını
belirleyen olaylara, kronolojik bir sırayla yer verilmiş ve Türk-Ermeni ilişkilerinde
önemli yer tutan bütün konulara temas edilmeye çalışılmıştır.
Hazırlamış olduğumuz bu çalışmada benden yardımlarını esirgemeyen Hocam
Yrd. Doç Dr. Mesut ERŞAN Bey’e teşekkür etmeyi bir borç bilirim.
1
1. BÖLÜM: GİRİŞ
Kafkaslar çeşitli milletlerin ve etnik toplumların kaynaştığı ve birbirinden çok
farklı politik emellerin mücadelesine sahne olan bir arena gibidir. Etnik açıdan
böylesine kozmopolit bir coğrafya üzerinde yer alan ülkelerin birbirleri ile
münasebetlerinde karşılıklı güven duygusunun ne derece önemli olacağı kolayca
anlaşılabilir.
Oysa bu son derece hassas ve kaygan zemine sahip coğrafyada yer alan ülkeler
ve toplumlar arasındaki ilişkilere tarihi perspektiften bakıldığında belirgin şekilde
hissedilen şey, işte bu karşılıklı güven duygusunun ancak minimum düzeyde
varolabildiğidir.
Ülkeler arasındaki ilişkileri tarihin süzgecinden geçirdiğimizde bazı motiflerin
öne çıktığını görüyoruz. Karşılıklı güvensizlik duygusunun yanı sıra, uzun yılların
nefret ve kin tortusunda filizlenmiş öç alma duyguları gibi.
Türk-Ermeni ilişkilerini incelerken her adımda karşımıza çıkan bu duyguları
anlayabilmek ve en azından doğruya en yakın sonuçlara ulaşabilmek için oldukça
gerilere uzanmak gerekir.
Bu çalışma hazırlanırken buradan yola çıkılarak, önce Ermeni kimliğinin
ortaya
konulması
gerekmektedir.
Daha
sonra
ilişkilerimizin
tarihin
hangi
dönemeçlerinde ve ne gibi ortamlar içerisinde geliştiğinin gözden geçirilmesinin
faydalı olacağı düşünülerek özellikle Osmanlı Devletinin son döneminde ki Osmanlı –
Ermeni ilişkileri derinlemesine incelenmiştir.
Ayrıca Eskişehir Ermenileri bölümü ile de tehcir sırasında bölgesel anlamda
tehcire tabi tutulan Ermenilerin tehcir öncesi ve sonrası hakkında bilgi verilerek
Osmanlı Devletinin konu ile ilgili olarak her vilayetle ne kadar yakından ilgilendiği
ifade edilmeye çalışıldı.
Türk-Ermeni ilişkileri ne zaman söz konusu olsa, karşımıza çıkan veya
çıkarılan “Kadim Ermeni yurdu”, “Tehcir olayı” ve “Ermeni katliamı” gibi,
aramızdaki ilişkilere yıllarca damgasını vurmuş ve hiç şüphe edilmesin ki bundan
sonra da vuracak iddialar özetlenerek ortaya konulmaya çalışılmıştır.
2
1.1. ERMENİ KİMLİĞİ
Çalışmamızda; Türk-Ermeni ilişkileri ne zaman söz konusu olsa, karşımıza
çıkan veya çıkarılan “kadim Ermeni yurdu”, “Tehcir olayı” ve “Ermeni katliamı” gibi,
aramızdaki ilişkilere yıllarca damgasını vurmuş ve hiç şüphe edilmesin ki bundan
sonra da vuracak iddialar çok özetle de olsa ortaya konulmaya çalışılmıştır.
1.1.1. Ermeni Dili ve Edebiyatı
Bir kısım tarihçiler Ermenileri, Frigyalıların bir kolu olarak gösterir. Bundan
da Kimmerlerle akraba olan Frigler dolayısıyla Ermenilerin Türklerle de akrabalığı
iddia edilir. Nitekim; günümüzde de gazeteci ve yazar Levon Panos Dabağyan ve
Fahrettin Kırzıoğlu gibi, Ermenilerin “Türk” olduklarını iddia edenlere de
rastlanılmaktadır.1
Burada lengüistik bakımından Ermenice’nin; Sanskritçe ve Çingenece ile aynı
dil grubunda bulunduğunu söylemekte fayda görüyoruz.
Ermeniler, hala Nuh’un dilini kullandıklarını iddia ederler.
Aslında Ermenice, zamanla Asurilerin, İranlıların, Partların ve Yunanlıların
tesirinde kalmış, Ermeniler zaman zaman Farsça, Rumca ve Türkçe kelimeler
kullanmışlardır.
De Morgan’a göre; “Ermenice’nin içinde Asuri, İbrani, Med, Gürcü, Mingrel,
Lar, Urailu, Nairi, İskit, Grek, Arap, Türk, Moğol, Latin ve Rus dillerinden gelen
kelimeler vardır. Ermenilerin Hıristiyanlık’tan evvel yazıları olmadığından asıl
dillerini gösteren hiçbir eser yoktur.”2
Le Normand’a göre de; “Ermenice, İran grubunun bir lehçesi ile, Zend ve
Farsça’dan meydana gelmiştir. Bize eski şeklini gösterecek bir esere tesadüf etmek
mümkün değildir.” 3
1
Cemal ANADOL, Tarihin Işığında Ermeni Dosyası, IQ Kültür Sanat Yayıncılık, 2.Baskı, İstanbul,
2001, s. 49.
2
Sadi KOÇAŞ, Tarih Boyunca Ermeniler ve Türk-Ermeni İlişkileri, Altınok Matb., Ankara, 1967, s.
46.
3
Sadi KOÇAŞ, a.g.e., s. 46.
3
Ermenice’nin bir yazı ve edebiyat dili olarak ortaya çıkışı İncil’in
tercümesinden sonradır.
38 harfli Ermeni alfabesi, M.S. V. yüzyılda bir din adamı olan Mesrop
tarafından ihdas edilmiş olup, Yenisey ve Göktürk oyma yazısına, 11 harfi de Göktürk
alfabesine benzetilmektedir.
Hubschman’a göre, Ermenice Hind-Avrupa menşelidir.
Ermenistan denilen mıntıkanın asıl eski sahiplerinin kullandıkları dil ile
sonradan o havaliye Balkanlardan gelen ve yerli halk ile birleşen insanların
getirdikleri dilin karışmasından Ermenice ortaya çıkmıştır.4
Ermenice’deki Hind-Avrupa asıllı kelime sayısı dört yüze bile ulaşamamıştır.5
Beşinci yüzyıl sonrası, Ermenice edebi bir dil olmaya başladı. Ermeniler için
bu yükseliş ve gelişme devri 30-40 yıl kadar sürdü. Bu süre içinde yetişenler birer ilim
merkezi olan Yunanistan’a ve İskenderiye’ye gönderildiler. İlk çeviriciler olarak
adlandırılan bu şahısların bir kısmı Sahat ve Mesrop’un arkadaşları, diğer kısmı da
öğrencileri olup, 6-7 yıl dışarıya gönderilerek, döndüklerinde onların eserlerini
tamamlayanlar olarak gruplandırıldılar.
Kitab-ı Mukaddes, Asurice’nin Pecito denilen halk dilinden Ermenice’ye
çevrilişi bu şekilde olmuş, sonra Yunanca üzerinden düzeltilmiştir. Yunanca ve
Asurice’nin Ermenice’ye tesirinin sebebi budur.
Kilise ilahileri, dini tören ve ayinler dışında; tarih, felsefe ve başka ilimlerin
Yunanca’dan alınması, Ermeni kültürünün temelini teşkil etti.
Ermeni edebiyatında halk şarkıları ve destanlar önemli bir yer tutarlar.
Hıristiyanlıktan önce de Kusan denilen destancılar kasaba kasaba dolaşırlar; hikaye,
masal, manzum destanlar ve atasözleri söylerlerdi.
Delaurler;
“Kosten
destanlarının
Medyalılara
ait
olduğunu,
Ermeni
6
destancıların bunları naklettiklerini” söyler.
Horenli Movses, halk şairlerinin düdük ve sazlarla masal naklettiklerini ve
oyun havaları çaldıklarını yazar. Movses’in bu bölümde sözünü ettiği; Ara-Şamram,
4
Esat URAS, Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi, Belge Yay., 2. Baskı, İstanbul , 1987, s.110.
Cemal ANADOL, a.g.e., s. 50.
6
Cemal ANADOL, a.g.e., s. 51.
5
4
Dikran-Astiyag, Ardaşes-Satenig, Ardaşes-Ardavaz batıl inançlarının Hint, İran, Asur
ve Yunan mitolojilerinden alındıkları anlaşılmaktadır.
Ermeni edebiyatı üç döneme ayrılır:
Birinci dönem; dördüncü yüzyıldan başlar ve ilk Haçlı Seferi’ne kadar
devam eder -ki en uzun dönemdir-. Yabancı eserlerin, klasiklerin çevrilişi bu
döneme rastlar.
İkinci dönem on iki-on sekizinci yüzyıllar arasındadır.
Üçüncü dönem, on sekizinci yüzyılda başlar, dil düzeltmeleri, Avrupa
klasiklerinin çevirileri, filoloji, tarih ve teoloji çalışmaları bu döneme aittir.
Roma, Arap, Bizans istilalarının tesirine giren dilde, bu dönemde lehçeler
ortaya çıkar. Rumca ve Latince, Ermenice üzerinde kuvvetli bir hakimiyet
kurarlar.
1860-80 lirik edebiyat ve dramlar dönemidir. 1880-90 arası romantik felsefe
hakim olur.7
Azeri Türklerinde bayatı, mahnı, Kerkük Türklerinde horyat ve hoyrat adıyla
bilinen mani çeşitleri Ermeni edebiyatında da mevcuttur. Tanınmış Ermeni yazar ve
folklorcularının yazı ve şiirlerinde Türkçe bayatılar ve kafiye düzenlerine tesadüf
ediyoruz.
Ermeni masallarında da Türkçe isim ve tekerlemelere çok sayıda yer
verilmiştir. Keza Ermeni edebiyatında “Nasreddin Hoca” fıkralarının da özel bir yeri
vardır.
Ermeni halk hikayelerinde de Türk tesiri açıkça görülmektedir. Bunlar şekil ve
muhteva bakımından ya olduğu gibi, dili ve mevzuu ile ya da adapte edilmek suretiyle
anlaşılmışlardır. Ermenilerin meşhur hikayesi “Sasonlu Davit Destanı’nın “Köroğlu
Hikayeleri”ne benzemesi gibi.
Ermeni aşuğları bunları bazen Türkçe, bazen de Ermenice anlatmışlardır.
Bu hikayeler; konu, yapı ve gelenekleri itibariyle meydana getirilen yeni
Ermeni halk hikayelerine örnek teşkil etmişlerdir.
Ermeni harfleriyle yazılmış yüzlerce cönk, Ermeni aşuğlarının Ermenice’nin
yanı sıra, Türkçe de söylediklerini göstermektedir.
7
Cemal ANADOL, a.g.e., s. 55
5
Bunlara önceleri Türkçe’deki “ozan” kelimesi gibi “Gusan” denilmekte idi.
Ermeni aşuğların Türkçe’ye olan meyillerini meydana getirdikleri şu ekollerde
görmek mümkündür. G.Levonyan, bunları şu üç ana ekole bağlar:
İran-Ermeni Ekolü: Kul Egaz ile Mıgırdıç tarafından kurulmuş olup, 17. ve 18.
yüzyılları içine alır. Bu ekole bağlı olanlar; Farsça, Türkçe ve Ermenice yazıp
söylemişlerdir. Belli başlıları; Kul Sergiz, Emir Oğlu, Kul Arzu, Sefer Oğlu, Abidin
Oğlu ve Kul Artun’dur.
Türk-Ermeni Ekolü: Aşuğ Artin ve Rumani tarafından İstanbul’da
kurulmuştur. 18. ve 19. yüzyılları içine alan dönemde aşuğlar şiirlerinin
tamamını Türkçe söylemişlerdir.
Gürcü-Ermeni Ekolü: Ünlü temsilcisi Sayad Nova olup, aşuğlar
şiirlerini Gürcüce, Türkçe ve Ermenice söylemişlerdir. Bu ekol, 18. yüzyıl
ortasından 19. yüzyıl sonuna kadar devam etmiştir.
Ermeni aşuğları, Türk halk şiirinin şekil ve nevilerini kullanarak eserler
vermişlerdir. Ayrıca; Erzurum’da Aşuğ Nidai, Kars’ta Aşuğ Tüccar, Erivan’da Aşuğ
Şirin, Gence’de Aşuğ Miskin Burcu, Şamahı da Aşuğ Zerger ve Aşuğ Turunç ekolleri
teşekkül etmiştir.
Din değiştirmeden önce; kul ve miskin gibi mahlaslar alan; koşma, semai ve
mani söyleyen Ermeni aşuğlardan 400 kadarı da Türkçe isimler kullanmışlardır.
Esasen Ermeniler, 18. asır ortalarına kadar Türkçe’den başka bir dil
konuşmazlardı. İncillerini de, her kilisede “Türkçe” okur; Çiçek, Gonca, Tepe gibi
“Türkçe” isimler alırlardı.
Ermeni papazları, dışarıdan aldıkları paralar ve vaatlerle onlara –Ermeni
halkına- önce Ermeni dili ve alfabesini öğrettiler, sonra da fakir gençlerden çeteler
meydana getirerek, hem kendilerinin hem de Türk milletinin facialarına sebep
oldular.8
8
Cemal ANADOL, a.g.e., s. 54.
6
1.1.2. Ermenilerin Dini İnanışları
Hıristiyanlık’tan evvelki Ermeniler, İranlılar gibi güneşe, aya, ateşe, suya,
toprağa, rüzgara, tepelere, daima karlı -Ağrı (Ararat-Masis), Nemrut, Süphan gibidağlara, yıldızlara, burçlara, büyük sulara, köpeklere, -güvercin, kartal, şahin gibikuşlara, ağaçlara, kayalara, muhayyel mabutlara taparlardı.
Mabetleri yoktu. Açıkta ibadet ederlerdi.
İlk zamanların bu alışkanlıklarını Hıristiyanlığın örf ve adetleri içinde bile
muhafaza etmişlerdir.
Kiliselerinin hala doğuya dönük olması, ayinlerde doğuya dönerek dua
etmeleri, güneşe ait ilahiler okumaları, güneşe Allah’ın gözü denilmesi; Ermenilere
İranlılardan intikal eden ve Hıristiyanlık’tan evvel ağustos ayında kutlanan gül
bayramını, Ermenilerin daha sonraları Tecelli-i İsa Yortusu olarak devam ettirmeleri,
bu eski mitolojik devir inançlarının devamıdır.
Ermeni mitolojisi ile Roma, Yunan ve İran mitolojisinin büyük ölçüde
benzerliği vardır.
İranlılar gerek Hıristiyanlık’tan evvel, gerek daha sonraları Ermenileri kendi
dinlerini kabule zorlamışlardır. Bugün bile Zerdüştlük, Putperestlik devrinin bazı
tesirlerinin göze çarpmasının sebebi budur.
Daha kesin bilgilere göre Hıristiyanlık, devamlı olarak IV. yüzyılın ilk yılında
Ermenistan’a
girmiş,
esas
yerleşmesi
Krikor
Lusavoriç’in
gayretleriyle
gerçekleşmiştir.9 Giriş şekli ise Aşağı Ermenistan Kralı Kara Apkar (Ukama)’ın
cüzzam derdine şifa dilemek için İsa’ya yazdığı mektubu ve Havariyun Tatyos ile
Partogomyos’un İncil’i getirmeleri şeklinde olmuştur.10
Krikor Lusavoriç, tahminen M.S. 300 yıllarında Anazarbuslu Leontius
tarafından ruhani rütbe tevcih edilmiş ve takdis edilmiş ilk ruhani reistir.
Bu devirde evvela Kral Dertand ile karısı Asken, kız kardeşi ve daha sonraları
bölge halkının büyük kısmı Hıristiyanlığı kabul etmişlerdir.
Bu yüzden Ermeniler, devlet dini olarak Hıristiyanlığı kabul eden ilk millet
olduklarını iddia etmektedirler. Ancak bu konuda, tarihteki ilk Hıristiyan devletin
9
Sadi KOÇAŞ, a.g.e., s. 50.
Cemal ANADOL, a.g.e., s. 61.
10
7
Urfa dolaylarında Kral Abgar yönetimindeki bölgesel hükümdarlık olduğu ve bu kral
zamanında Hıristiyanlığın devlet dini olarak kabul edildiğine ilişkin görüşler de
vardır.11
Krikor Lusavoriç eski mabetleri yıktırmış, bir çok eski eseri tahrip ettirmiştir.
Muş’taki Ardaşat ilk dini merkezleri idi.
Bu ruhani makam 1,5 asır (439 yılına kadar) Krikor ve oğullarına verilmiş
olup, bu sülalenin son lideri Sahak’ın çocuğu olmadığından ondan sonra dini liderler
rahipler arasından seçimle tayin edilmişlerdir.
Krikor’un oğlu ve halefi Aristak, İmparator Büyük Konstantin’in emri ile, 325
yılında İznik’te toplanan ilk Konsil’de Arsaklılar’ın temsilcisi olarak yer almıştır.
Bunlar kendilerine Katogikos (milletin mümessili) unvanını vermişlerdir. Dini
liderler olmakla beraber siyasi işlerde de büyük rolleri olmuştur. Sonraları
merkezlerini Muş’tan Eçmiyazin’e naklettiler. Daha sonra bu merkez Tovin’e
nakledilmişse de, VII. yüzyıldan sonra Allah’ın yegane mevludunun indiği yer
manasına gelen “Eçmiyazin” yine önem kazanmıştır. Bugün de, Ermenilerin
çoğunluğunun tabi olduğu, Ermeni Ortodoks Kilisesi’nin en yüksek makamı
Eçmiyazin’dedir.
Ermeni Kilisesi’nin esaslarını kuran bu zata atfen, Ermenilerin büyük kısmının
mensup olduğu mezhebe Krikoriye (Gregoryen) denilmiştir. Ermeni Gregoryen
kilisesi Ortodoks alemi içerisinde yer almaktadır. Bu nedenle bir çok eserde Ermeni
Gregoryen kilisesinin adı, Ermeni Ortodoks Kilisesi adıyla da anılmaktadır. Ermeni
Ortodoks tabirinden Ermeni Gregoryen anlaşılmalıdır.
Hıristiyanlık’taki ihtilafları halletmek için IV. yüzyıldan başlayarak asırlar
boyunca İznik, Ayaslug (Efes) ve İstanbul’da ve son olarak Roma’da toplanan
şuraların aldıkları kararlara rağmen ihtilaflar tamamen halledilememiştir.
İlk üç meclisin kararlarına uyan Ermeni Kilisesi o sıralarda İranlılarla devamlı
mücadelede
olduklarından
451’de
toplanan
Chalcedoine
şurasına
iştirak
edememişlerdi. Bu yüzden ve daha çok siyasi durum dolayısıyla V. Yüzyılda Bizans
11
Avrasya Dosyası, Özel Ermenistan Sayısı, C.2, S. 4, Ankara, 1995, s. 147.
8
ve Roma kiliselerinden tamamen ayrılmışlar ve Monofizmi (yani Hazreti İsa’da yalnız
lahuti tabiat bulunduğunu) kabul etmişlerdir.12
Ondan sonra Ermeni Kilisesi aynı maksatla Latin Kilisesi ile mücadele
etmiştir. Asırlar boyunca yapılan mücadelelerde Ermeniler, Latin Kilisesi ile de
birleşmemekte ısrar ettiler. Bir ara siyasi tesirler dolayısıyla Kilikya’nın Latin
dostluğu üzerine, Doğu Ermenileri Sis Katogikosluğu’na da itimat etmediler. Bu
nedenle daha sonraları Kilikyalılar da Ani Ermeni Kilisesi’ne iltihak etmişlerdir.
Ancak bir kısım Ermeniler Papa tarafından I. Pier Abraham unvanı ile Sis
Patrikliği’ne getirilen Abraham Ardvzian’ı takiben Katolik olmuş ve Katolik
kalmışlardır.
Daha sonraki yıllarda Osmanlı İmparatorluğu’nun verdiği din ve mezhep
hürriyetinden faydalanarak bir kısım Protestan misyonerlerle Katolik din adamları,
zaman zaman Türkiye Ermenileri’ni kendi mezheplerine çevirmeye çalışmışlardır.
Gregoriyen Ermenileri’n büyük kısmı, evvelce olduğu gibi, Osmanlılar devrinde de bu
mücadeleye rağmen mezheplerini değiştirmemişlerdir. Osmanlılar devrinde bu
mücadele açık olarak bilhassa 1641’de Patrikhane’nin Samatya’dan Kumkapı’ya nakli
sırasında başlamış, burada muvaffak olamayan Katolik papazlar bilahare doğu
vilayetlerine giderek oradaki Ermeniler arasında propaganda yapmışlardır.
Bütün bu mücadelelerin neticesi olarak 1701-1702 yıllarında bir kısım
Gregoriyenler Papa’ya temayül ederek Katolikliği kabul etmişlerdir. 1810’da Katolik
Ermeniler’in yeni bir birleşme teklifi Gregoriyenler tarafından kabul edilmemiştir.
Ermeni Katoliklerinin Osmanlı Ülkesi’nde ayrı bir cemaat halinde, resmen ayrı
bir Patrik’e sahip olmaları ise ilk defa 1830’da verilen müsaade ile mümkün
olabilmiştir.
Protestanlık ise 1828’den sonra Amerikalı misyonerlerin, daha sonra da
İngilizlerin gayretiyle Ermeniler arasına girmeye başlamıştır. Bunların da müstakil bir
Patrik’e sahip olmaları 1850’de mümkün olmuştur.
Şunu bilhassa belirtmek gerekir ki, Osmanlı İmparatorluğu içindeki
Ermenilerin din ve mezhep mücadelesi devletin hakim unsuru olan Müslümanlarla
değil, başka başka mezhebe mensup Ermenilerin birbirleri arasında cereyan etmiştir.
12
Sadi KOÇAŞ, a.g.e., s. 52
9
Bir Ermeni yazar bu hususta, “Türkiye’de Ermeniler bir taraftan en yüksek mevkilere
yükselirken diğer taraftan kan icabı imiş gibi birbirlerine girerek cemaat kavgalarına
fasıla ile devam ediyorlardı” demektedir.
Ermenilerin en refahlı dönemlerini Osmanlı İmparatorluğu zamanında
yaşadıkları söylenebilir. Fatih’in İstanbul’u fethi sırasında biri Kudüs, diğeri
Eçmiyazin’de iki Gregoryen Ermeni Patrikhanesi, bir de Sis’te Katolik Ermeni
Patrikhanesi olmak üzere üç Ermeni Patrikhanesi vardı. Ermeniler, Anadolu’nun
çeşitli yerlerine oransız bir şekilde gelişigüzel dağılmışlardı. Özellikle dini yönetim
bakımından sıkıntı içinde idiler. 13
Fatih 1461 yılında İstanbul’da bir Ermeni Patrikhanesi kurdurulmasını
sağlamıştır. Hovakim’in “Türkiye Ermenileri’nin Patriği” ilan edilmesinden sonra,
İstanbul’a gelen: Erzurum, Erzincan, Bayburt, Divriği, Sivas ve Diyarbakırlı
Ermeniler; İstanbul’da Kumkapı, Yenikapı, Samatya, Narlıkapı, Edirnekapı,
Balatkapısı, Karagümrük, Malta Çarşamba, Ayakapı, Tekke, Kömürcü ve Ahırkapı
odalarına yerleştirilmişlerdir.14 Böylece Osmanlı tebaası olan Ermeniler tam bir rahat
ve huzura kavuştular. Bu olay İslam Tarihi’nde ender görülen olaylardan biridir.
Çünkü, İslam Hukuku’nun kesin hükümlerine göre bir gayrimüslim ibadethanesinin
onarımı bile çok sıkı kayıt ve şartlara bağlanmışken daha önce olmayan bir patrikhane
kurdurulmuştur. Oysa Hıristiyan Bizans İmparatorluğu döneminde bile İstanbul’da bir
Ermeni Patrikhanesi kurulmasına izin verilmemiş, şehirde sadece bir Ermeni Kilisesi
varlığını sürdürebilmişti. Fatih, Rum Patriği’ne verdiği dini hak ve imtiyazları ihtiva
eden bir fermanın aynısını yeni Ermeni Patriği’ne de vermiştir. Böylece Ermeni
Patrikleri sadece Ermenilerin değil artık Süryani, Kıpti ve Habeşlerin de dini başkanı
sayılmıştır.15
Osmanlı İmparatorluğu döneminde Ermenilerle ilgili bir önemli durum da
Yavuz Sultan Selim zamanında yaşanmıştır. Yavuz 1516 yılında Mısır Seferi’ne
çıkmış ve bu sefer sonucunda Suriye ve Filistin ile birlikte Kudüs de Osmanlı
yönetimine girmiştir. Yavuz, Kudüs’ü bizzat ziyaret etmiş, kendisini şehrin dışında
Ermeni Patriği III. Serkis, diğer bütün rahipler ve halk karşılamıştır. Sertliğiyle
13
Tarih Boyunca Türklerin Ermeni Toplumu ile İlişkileri Sempozyumu, Atatürk Üniversitesi Yayını,
Erzurum, 1984, s. 210.
14
Y.G. ÇARK, Türk Devleti Hizmetinde Ermeniler, Yeni Matb., İstanbul, 1953, s. 8.
15
Sadi KOÇAŞ, a.g.e., s. 54
10
tanınan Osmanlı Padişahı 9 Kasım 1517’de Ermeni Patriği’ne, Ermenilere tanıdığı hak
ve imtiyazları belirten bir ferman vermiştir.
Bu tarihi gerçekler çok önemli bir noktayı gözlerimizin önüne sermektedir.
Ermeniler nerede, hangi devletle münasebette bulunmuşlarsa, bunların hepsi
Ermenileri kendi din ve mezheplerine çevirmeye çalışmış; bazen dostça, bazen savaş
yoluyla bu isteklerini tahakkuk ettirmeye uğraşmışlardır. İranlıların, Bizanslıların
hatta Gürcülerin asırlar boyu devam eden faaliyetleri ve Papanın uzun süre devam
eden baskısı, bu düşüncenin inkar kabul etmez delilleridir.
Ermeniler tarihleri boyunca komşu veya tabi olarak bulundukları milletler
arasında sadece Türklerden böyle bir baskıya maruz kalmamışlardır. Bunun başlıca
sebeplerinden biri, Türklerin milli örf ve adetleri kadar, İslamiyet’in başka dine
mensup azınlıklar hakkındaki hükümleri olsa gerektir.
1.1.3. Ermeni Yurdu
Ermenilere göre Ermenistan, büyük ve küçük diye ikiye ayrılır. Büyük
Ermenistan; kuzeyden Karadeniz ve Gürcistan, batıdan Kızılırmak, doğuda İran ve
Hazar denizi, güneyde İran ve Irak ile çevrili yerlerdir. Küçük Ermenistan ise, Fırat’ın
batısında kalan yerlerdir. Ayrıca; Ermeniler, Adana, Çukurova, Tarsus ve Toros
dağlarının güneyinde ve Akdeniz’in kuzeyinde kalan “Kilikya” dedikleri yerleri de
anavatanları sayarlar.
Bu yerlerden Fırat, Dicle, Aras, Kur, Kars Çayı, Seyhan, Ceyhan, Kızılırmak,
Yeşilırmak ve Çoruh nehirleri akar. Van, Urmiye ve Çıldır gölleri de bu bölgededir.
Bölgenin en önemli dağları Ağrı, Erburuz, Bingöl, Süphan, Munzur, Sason ve Köse
dağlarıdır. Buraları, denizden oldukça yüksek ve iklimi serttir.
Ermeniler, Büyük Ermenistan’ı kendilerine göre, on beş vilayetten ibaret
sayarlar.
M.Ö 188 tarihinde kurulan, Artaksias krallığı zamanında, Aramice
“Yüksek/Yukarı Ülke” demek olan “Ermenia” adı, Muş ve Ahlat bölgeleri için
kullanılan coğrafi bir terimdi.16
16
Cemal ANADOL, a.g.e., s. 44.
11
Batı Anadolu’dan yetişen İyonyalılardan, Miletli Hekataeus (549-486) ve
Herodot (484-425), Persler’den öğrendikleri bu sami coğrafya adını, “Armenya” ve
ahalasini de, “Armenioi” diye andıklarından, sonraki Yunan ve Latin kaynaklarına da,
bu biçimde geçtiğini görüyoruz. 17
Kendilerine “Haik” diyen ve “Hayk” isimli bir atadan türedikleri efsanesini
yaşatan ve Türklerle bütün yabancıların “Ermeni” dedikleri kavimle Armenia ülkesi
adının bir ilgisi yoktur. Ermeniler, ne Armenia coğrafya adını, ne de yabancıların
kendilerine verdiği Armen/Ermeni ismini hiçbir zaman benimseyip kullanmamışlar ve
memleketlerine “Hayastan” adını vermişlerdir.
Tarih boyunca Ermenilerin yaşadıkları yerler, istila ordularının geçidi, uğrağı
ve büyük göçlerin yolu üzerinde olduğundan, çeşitli milletler gelerek buralara
yerleşmişlerdir
Hıristiyanlıktan önce, ateşe tapma, İran ile Ermeniler arasında ortak bir dindi.
Ermenileri İranlılarla birleştiren en önemli sebep; bu şekildeki din, dil ve kültür birliği
olmuştur.
Hıristiyanlığın Ermeniler arasına girmesi onları Bizans’a yaklaştırmıştır. Daha
sonra, Sasani hükümdarları ise, Ermenileri ateşe tapmaktan vazgeçirmeye
çalışmışlardır. Ardaşir ve Hüsrev binlerce Ermeni’yi İran’ın içlerine sürmüş, II. Şapur
birçok şehri yakarak 70 bin Ermeni’yi Parthia’ya göndermiştir.
İran ile Ermenistan arasında V. yüzyılda din savaşları başlamış, çarpışmalar
sırasında yapılan katliamlardan kurtulanlar esir olarak; Parthia, Bacteria, Hyrianla,
Mazendara, Horasan, Nişabur ve Hozistan’a gönderilmişlerdir. Arzruni, İran’a;
Van’dan Ardaşad’dan gönderilen Ermeni esir sayısının 500.000 civarında olduğunu
yazar.18
Binlerce Ermeni’yi İran içlerine süren hükümdarların başında II. Yezdicerd
gelir. Arapların Sasani İmparatorluğu’nu yenmeleri ile din savaşları sona ermiş, yine
Arapların Ermenistan’ı almaları sırasında da binlerce Ermeni; Nahçıvan, Muş ve
Tevin’den Arabistan ve Suriye’ye gönderilmiştir. Geyont, yalnız Tevin’den
gönderilen Ermeni sayısını 35 bin olarak yazar.
17
18
Azmi SÜSLÜ, Türk Tarihinde Ermeniler, Kafkas Üniversitesi Rektörlüğü, Kars, 1995, s.11
Cemal ANADOL, a.g.e., s. 47.
12
Bizanslılar ise mezhep düşmanlığı ve uğradıkları ihanetler yüzünden
Ermenileri, bulundukları yerlerden sürmek hususunda daha sert davranmışlardır.
Böylece, Ermenilerin din hürriyetleri ile milliyet ve dinlerine sahip olmaları,
ancak; kendilerine karşı son derece hoşgörülü davranan Selçuklular zamanından
itibaren mümkün olabilmiştir.
Ermenilerin Rumlar vasıtasıyla temsil ettirilmeye başlanması ise, Ermenistan
denilen bölgenin, Doğu Roma İmparatorluğu ile İran arasında bölünüşünden yani
dördüncü yüzyıldan başlar. Böylece, ana dil yasak edilmiş, ruhani reislerin millet
üzerindeki hakları kaldırılmıştır. Bunu gerçekleştirmek için de Bizanslılar, Ermenileri
daima bulundukları bölgenin dışına çıkarmışlardır.
İmparator II. Justinyanus, Ermenileri Malatya bölgesinden zorla çıkararak,
İstanbul’a ve Trakya’ya göndermiştir.
Keza, 582’de İmparator Morik, birçok Ermeni’yi Trakya’ya göndermiş,
bunlardan taburlar meydana getirerek Avarlar’a karşı kullanmıştır.
Ermeniler’in Anadolu’nun çeşitli yerlerine dağılmalarının bir başka sebebi de
Büyük Selçuklu istilasıdır
Haçlılardan sonra, 30.000 kadar Ermeni, Kıbrıs’a, Girit’e ve İtalya’ya gitmiş,
Moğol İstilası sırasında da Moğollar, birçok Ermeni’yi Kazan ve Astrahan taraflarına
götürmüşlerdir.
Daha önce İran’da kalan, ya da oraya götürülmüş bulunanlar için Türkmen
Çayı Anlaşması yapıldığında, herkese istediği yere göç etme hakkı verilince,
Ermenilerin tekrar Rus arazisine göç ettiklerini görüyoruz. Abbas Mirza, Ermenilere,
Ruslar tarafından askere alınacaklarını, köle olacaklarını söyleyip, Rusya’ya göçleri
önlemeye çalıştığında Ermeniler; “Bir Hıristiyan ülkesinde ot yemeyi, İran’da ekmek
yemeye tercih ederiz.” diyerek, Ruslar’ın ayırdığı Nahçıvan, Erivan ve Karabağ’a
yerleştiler. Yalnız Erzurum, Kars ve Doğu Beyazıt’tan Rusya’ya geçen Ermeni sayısı
70.000 kadardı. Bunlar, 20 yıl için vergilerden muaf tutuldular.
1778’de Kırım’daki bütün Ermeni ve Rum aileleri Ruslar tarafından, Rusya’ya
sürülmüşler, bunların en büyük kısmı adı o sırada Azop olan Ekaterinslaf
gönderilmişlerdir. Henry H. Howort, daha sonra da bu 75.000 kişinin eski toprakları
13
ile evlerini bırakarak, Nogaylar tarafından boşaltılmış olan steplere gönderildiklerini
ve soğuktan mahvolduklarını yazmaktadır.
1828 Osmanlı-Rus savaşı sırasında da Ermeniler, Ruslar’a büyük yardımlarda
bulunmuşlar, intikamdan korkan Erzurum Marhasası Episkopos Karabet; Erzurum,
Kars ve Beyazıt’tan 90.000 Ermeni ile Rusya’ya kaçmıştır. Bu grup da Gümrü ve
Gürcistan’a yerleşmişti. 19
1.1.4. Ermenilerin Tarih Boyunca Yaşadığı Bölgeler
Ermenilerin tarihine girmeden evvel Ermenilerin yaşadığı coğrafi bölgeleri
tanımakta fayda vardır.
Ermeniler, tarihleri boyunca, çoğunlukla bu günkü Ermenistan Cumhuriyeti,
Gürcistan ve Azerbaycan gibi Güney Kafkasya Cumhuriyetleri, Doğu Türkiye, Batı
ve Kuzeybatı İran, Kuzey Irak, kısmen Kuzey Suriye ile Kilikya denilen bölgelerde
dağınık vaziyette yaşamışlardır. Tabii Ermeniler, o zamanlarda bile bu bölgelerde
yaşayan insanların değil tamamını hatta ekseriyetini bile teşkil etmiyorlardı.
Başlangıçta daha ziyade Erivan-Gökçegül bölgesinde görülmüşlerse de daha
sonraları tedricen batıya doğru yayılmış, kısmen Fırat batısındaki “Küçük
Ermenistan” denilen yerlerde, çoğunlukla da Kilikya denilen Toroslar ve Antakya
bölgelerinde yeni bir kesafet peyda etmişlerdir.
Asırlar boyu, müteaddit Ermeni krallıkları ve beyliklerinin kısmen bağımsız,
fakat çoğunlukla civardaki büyük devletlere tabi veya yarı tabi devletler halinde
yaşadıkları bu bölgelere, zaman zaman çeşitli isimler verilmiştir. Asıl Ermenistan
denilen bölgeler, Büyük Ermenistan ve Küçük Ermenistan diye ikiye bölünmüştür.
Büyük Ermenistan 15, Küçük Ermenistan 3 vilayet halinde ayrılmıştır. Kilikya ise
Sahil Kilikyası ve Dağlık Kilikya olmak üzere iki kısımdı.
Yaşadıkları coğrafi bölgelerin hudutları kesin olarak bilinmeyen Ermenilerin
hiçbir zaman hakim unsur, hatta çoğunluk olmadıkları bu bölgeye her dilde çeşitli
isimler verilmiştir. “Yüksek memleket” manasına gelmek üzere Asurice “Urartu”,
19
Esat URAS, a.g.e., s. 628.
14
İbranice “Ararat”, Aramice “Harminyap-Harmeni” kelimeleri kullanılmış ve Armeni
(yukarı memleket) tabirine ilk defa M.Ö.521’de Daryüs kitabesinde rastlanmıştır. 20
Dede Korkut Oğuznamelerinde, bölge halkı ve tarihi ile ilgili geniş bilgi
verildiği halde Ermeni kelimesi hiç geçmemektedir. Bununla beraber batı dillerinde
bölgeye genelde “Armenia” adı verilmiş olup, bizde de Meşrutiyet’ten sonra
Fransızca’dan tercüme edilerek, ilk defa Ahmet Cevdet Paşa tarafından bu ismin
kullanıldığı görülmektedir.
Ermeniler kendileri için “Hayasdan-Hay” ismini kullanmaktadırlar. Ermeni
tarihçilerinden Rahip Alişan bu konuda şu görüşü ileri sürmektedir: “ ‘Hayk’,
Ermenice ‘Hay’ adının küçültülmüşüdür. ‘Hay’ da ulusumuzun adıdır. Ermeniler
kesinlikle yabancıların adlandırdıkları gibi Armen değildir.” Diğer bazı Ermeni
tarihçileri ise Hay adını Nuh Peygamber’e dayandırmaktadır. Buna göre Nuh
Peygamber’in oğlu Yafes’in Hay adlı bir oğlu olmuştur. 400 yıl yaşayan bu kişi
Ermeni ulusunun atasıdır. Bu nedenle Ermenilere onun adından dolayı Hay denir. Bu
iki görüşte olduğu gibi diğer görüşlerde de yapılan açıklamalar ya hiçbir tarihi belge
ve esasa dayanmayan hikayelerden kaynaklanmakta veya kelime benzerliklerinden
yapılan yakıştırmalardan öteye gitmemektedir.21
Bir etnik grup olarak Ermeniler’in kökeni de henüz kesin olarak tespit
edilememiştir. Konuştukları dil Hint-Avrupa dil grubuna girmektedir. Fakat ne
Hintlilerle ne de eski İran topluluklarıyla akraba değildirler. Ermeniler’in Frigler’le
akraba olduklarını savunan tarihçilerin görüşleri de yine destansı hikayelere
dayanmaktadır. Bugün Ermeni tarihçilerinin bile kullanmaya utandıkları, Khorenli
Moiz gibi eski Ermeni tarihçilerinin anlattıkları hikayelere göre, Doğu Anadolu’da
M.Ö. 7. ve 9. yüzyıllarda bir devlet kurmuş ve ileri bir uygarlık yaratmış bulunan
Urartular, Ermeniler’in atalarıdır. Bugün gerek Türk, gerekse yabancı bilim adamları
tarafından yapılan kazılar sonucu Urartu tarihi büyük ölçüde aydınlatılmış, Urartu
yazısı ve dili de çözülmüştür. Özellikle son yıllarda yapılan çalışmalar sonunda elde
edilen kesin sonuç şudur: Urartu dili ne Hint-Avrupa, ne de Semitik dillerden değildir.
Dolayısıyla Urartular’ın ne dil bakımından ne de etnik payı olarak Ermeniler’le hiçbir
20
Sadi KOÇAŞ, a.g.e., s. 16.
Tarih Boyunca Türklerin Ermeni Toplumu İle İlişkileri Sempozyumu, Atatürk Üniversitesi Yayını,
Erzurum, 1983, s. 208.
21
15
yakınlığı yoktur. Ermeniler’in bölgedeki varlıklarını gösteren en eski kayıtlar ancak
Büyük İskender dönemine kadar gidebilmektedir.
Ermenilerin güneyden gelerek Urartu bölgesine yerleşen Haylar’la, batıdan
Tuna nehri ve Boğazları geçerek Anadolu’ya gelen Armenler’in karışmasından ortaya
çıkmış bir Hayk-Armen topluluğu olduğunu savunanlar da vardır.22
V. Mihorsky, 1938’deki Şarkiyatçılar Konferansı’nda: Doğu Türkistan’dan
gelen Saka (İskit) Türklerinin M.Ö. 7. yüzyılda batıya geldiklerinde Azak bölgesinde
Kimmerler’le, Kafkas dağları güneyine geçip kendilerine yurt ararken Urartular’ı
yendiklerini ve Aras, Kura nehirleri bölgesine yerleştiklerini ifade etmiştir.23
Jeolojik incelemeler bu alanın, Kafkas ve İran gibi dördüncü zamanda
buzullarla örtülü olduğu ve bu nedenle de bölge halkının yerli olmadığı, ilk medeniyet
ve devlet kuranların doğudan, Orta Asya’dan geldiklerini göstermektedir. Yapılan
kazılara göre bölgenin bilinen en eski halkı Asur yazıtlarında adı geçen Nairiler ve
sonradan Urartular’dır. Bu nedenle Ermeniler’i bölgedeki aşiret ve kavimlerden
ayırma imkanı bulunmamaktadır. Hepsiyle az veya çok karıştıkları kesindir.
Sonuç olarak, Ermeniler’in adı, etnik durumları ve ne zaman bölgeye
geldikleri tam olarak aydınlatılmış değildir. Şimdilik bilinen, bölgenin otokton halkı
olmayıp dışarıdan geldikleridir.
1.2. GENEL ERMENİ TARİHİ
Muhtelif tarihçilere göre, Ermeni tarihi hakkında başlıca şu fikirler ileri
sürülmektedir.
Nuh’un gemisi Ağrı (Ararat-Masis) Dağı’nda durduktan ve tufan kesildikten
sonra Nuh’un oğulları civara yayılmışlar, bir kısmı da Nuh’un oğlu Yafes ile beraber
Mezopotamya taraflarına gitmişlerdir. 24
Babil Kulesi inşaatında bile çalıştıkları söylenen bu kavim Yafes’in oğlu
Gomer’in torunu 130 yaşındaki Hayk ve 300 kadar çocuğu ve torunu ile beraber
bugünkü Ağrı (Ararat-Masis) Dağı bölgesine gelmişlerdir. Orada Nuh’un gemisinden
22
Azmi SÜSLÜ, Türk Tarihinde Ermeniler, s.11
Sadi KOÇAŞ, a.g.e., s.15
24
Sadi KOÇAŞ, a.g.e., s. 16.
23
16
çıktıkları zaman o civarda yerleşenlerle de birleşmiş ve onları da idareleri altına
almışlardır.
400 yaşında ölen Hayk’tan sonra oğullarının devam ettirdiği bu Ermeni
Devleti, Büyük İskender’in Şark Seferi’nde Dara ordularını mağlup ederek İran’ın
Kiyanıyan Sülalesi hakimiyetine son verdiği zamana kadar devam eder.
Rivayete göre, Dara emrinde Büyük İskender’e karşı dövüşen Haykyan
Sülalesi’nin son kralı Vahe, bu savaşta öldükten sonra bölge İskender’in eline
geçmiştir.
Bu suretle M.Ö. 2200’de başlayan Hayk Sülalesi M.Ö. 350’de son bulmuştur.
Diğer bir teze göre Ermeniler, bulundukları bölgeye M.Ö.VII. yüzyılda gelip
yerleşmiş olan Frigyalıların bir koludur.25
Ermeni tarihinin ilk devirleri, mesela bir Mısır, bir Yunan, bir İran, bir Roma,
bir Hitit veya bir Göktürk devlet ve medeniyetlerinde olduğu gibi, arkeolojik kazılarla
meydana çıkarılmış eserlere ve kitabelere istinat etmemektedir.
Musul çevresinde yaşayan Asurlular M.Ö. IX-VII. yüzyıllarda bol miktarda taş
anıtlar, Van bölgesinde yaşayan Urartular da keza bir takım eserler bırakmışlardır.
Halbuki bu asırda aynı bölgede yaşadığı iddia edilen Ermenilere ait hiçbir anıt ve eser
bugüne kadar bulunamamıştır.
Keza 1909’dan beri “Ermeni Vakıfları” paralarıyla bastırılagelen Avrupa
dillerindeki “Armenya Tarihleri”nde iddia edildiği gibi bir kavim veya devletten
bahsedilmiyor. Burada, I. Dareyoş çağındaki “Armina” ülkesi deyimi, eski Uraratu
anlamında kullanılmış olup, bunun sonradan buralara, 190 yıl önce Kimmerler’in
yıktığı Frigya Devleti ahalisinden sızarak göçmen geldiği iddia edilen “Hayk” adlı
Aryani kavimle ilgisi yoktur.26
Büyük İskender’den sonra bölge, İskender’in kumandanlarından Selefkus’un
idaresine geçmiştir.
Orontes (veya Hrant) ve Artanaz, Selefkuslar adına bölgeyi bir süre idare
ettiler. Selefkuslar hakimiyeti altında Ermeniler’in muhtar bir idaresi olduğu
sanılmaktadır. Sonraki yıllarda Antiochus tarafından tayin edilen Artaxias ismindeki
25
26
Sadi KOÇAŞ, a.g.e., s. 19.
Azmi SÜSLÜ, Türk Tarihinde Ermeniler, s.36
17
general, Antiochus’un Romalılar tarafından Magnesia (Manisa) Meydan Savaşı’nda
mağlup edilmesi üzerine istiklalini ilan etmiştir.
Bu suretle, Artaxias (Ardaşes) daha sonra Büyük Ermenistan denilen bölgede,
Zadriades (Zareh) ise Sophene bölgesinde birer devlet tesis ettiler. Bu iki şahıs, Tarihi
Ermenistan’ın kurucularından sayılırlar. Fakat bölge halkı bu zamanda da bir ırk
birliğine sahip değildir.27
Artaxias’ın yerine geçen oğlu, Partlar tarafından mağlup edilmişti. Partlar
İskender’in ölümünden sonra zuhur eden küçük devletlerin en kuvvetlisi idi.
Selefkuslar bir taraftan Partlar, diğer taraftan kuzeyde yeni teşekkül eden küçük
devletler tarafından devamlı tehdit altında, kudretsiz bir şekilde bir buçuk asır kadar
süren hakimiyetlerini, Partlar kesin olarak başa geçinceye kadar devam ettirdi.
1.2.1. Partlar Devri
İskender’in ölümünden 60 sene sonra Arsas (Arşak) Partlar’ın idaresini eline
almıştı. Makedonyalılara karşı Romalılarla anlaşarak hakimiyetini devam ettirdi.
21 sene hükümdarlıktan sonra vefatında yerine oğlu Büyük Arsas geçti. Bu zat,
Suriye bölgesi ile Kafkas ve Hazar krallıklarını da hakimiyeti altına alarak daha sonra
Büyük Ermenistan Krallığı denilen devleti kurmuştur.
Uzun süre bu devleti idare eden Arsaklı Sülalesi M.Ö. 150 senesinde bu suretle
teessüs etmiştir. Bu sülale tarihte Küçük Arsaklılar diye anılmaktadır. Hazar Denizi ve
Fırat Nehri arasına hükmetmişlerdir. Büyük Arsaklılar ise, Horasan-İran-Irak
bölgesinde (M.Ö. 255 - M.S. 226) yaşamışlardır. Dede Korkut Oğuz namesi her iki
sülalenin Orta Asyalı olduğunu yazar.28
Bu devlete her ne kadar Ermeni Krallığı denmişse de, halkının çok karışık, kral
ailesinin de Asyalı oldukları anlaşılmaktadır. Bu devlete Ermeni Krallığı, halkına da
Ermeni denmesinin sebebi, bölgeye verilen Armeni (yukarı memleket) adından olsa
gerektir.
Başlangıçta Partlar’a tabi olan devlet, M.Ö.115’te Birinci Ardüşes zamanında
Part Kralı Arşagan’a baş kaldırıp Part hakimiyetinden kurtulmuştu. Bu zat, Pontuslar
27
28
Sadi KOÇAŞ, a.g.e., s. 21.
Sadi KOÇAŞ, a.g.e., s. 26.
18
ile anlaşıp Trakya’ya kadar gitmiştir. Bazı tarihçiler Kral Krezüs’ü esir ettiğini,
Yunanistan’dan birçok heykellerin getirildiğini yazarlar.
Bundan sonra yerine, oğlu İkinci Dikran (Büyük Dikran) (M.Ö. 95-55), o
zamana kadar Sophene ve Zadriades Sülaleleri ile ikiye ayrılmış bulunan bölgeyi
birleştirdi.
Büyük Ermenistan’ın hududu dışında bulunan Küçük Ermenistan, Pontus Kralı
Mithridat tarafından işgal ve ilhak edilmişti. M.Ö. 71 yılında Mithridat, Romalı
General Lucius Lucullus tarafından mağlup edilince Ermenistan’a kaçtı. Dikran,
kayınpederi ve müttefiki olan Mithridatı Romalılara teslim etmedi.
Ermeni tarihçisi Horenli Movses, “Ermeni Tarihi” isimli eserinde aslen Part
olduğunu söylediği büyük Arşak’ın Asur devleti üzerinde hakimiyet kurup, Nineva
kralı oluşu ve bütün dünyayı hakimiyetine alışından sonra, Ermenistan tahtına kardeşi
Vagarşak’ı geçirmesini uzun uzun anlatır..29
Başlangıçta birçok ülkeler fetheden ve Hazar Denizi’nden Kura nehrine,
Akdeniz’e, Mısır hududuna, Kilikya ve Kapadokya’ya kadar olan bölgeyi işgal eden
Dikran, M.Ö. 69 yılında Romalılara mağlup olmuşsa da; onlara tabi olmak, vergi
vermek ve Kapadokya, Kilikya ve Suriye’yi terk etmek şartı ile Roma’ya tabi ve sadık
bir kral olarak hükümranlığını devam ettirmişti.
Bu yıllarda Makedonya, Roma, Bizans, İran, Part, Gürcistan, Pontus ve
bölgedeki diğer devletlerle devam eden mücadelelerde devamlı ve bağımsız bir devlet
olarak yaşama imkanı bulamamış, daima daha kuvvetli bir devlete tabi olarak, daha
küçüklerle mücadele halinde varlığını devam ettirmiştir.
Bundan sonra Ermenistan’ın; bir taraftan Partlar ve İberyalılar (Gürcüler) ile
diğer taraftan müteaddit derebeylerinin kendi aralarında uzun süren bir mücadele
sahası olduğu görülmektedir.
İran Hükümdarı Ardaş’ın emriyle Ermeni beyleri toplanarak Arşam’ı
kendilerine kral seçtiler. Bu zat bilahare Part Kralı’nın yardımıyla Aşağı
Ermenistan’da Partlar’a tabi bir devlet kurmuş ve merkezini Mezpin’e (Nusaybin)
naklederek orada hükümran olmuştur. Bu bölge halkı da, karışık ve yukarı bölge halkı
29
Cemal ANADOL, a.g.e., s. 54
19
ile ırk birliği olmayan kavimlerden müteşekkildir. Bu sıralarda Yukarı Ermenistan ise
Partlar’a tabi kalmıştır.30
Arşam Romalılar’la anlaşıp onlara vergi vermeyi kabul etmiştir. Ölümünde
yerine Apkar (Avak-Ayr=Büyük adam, alim insan) geçti. Bu sırada Hıristiyanlık
yayılmaya başlamıştır. Bundan sonra bölge halkından Hıristiyan olanlara Ermeni
denilmeye devam edilmiş, diğer dinlere mensup olanlara Ermeni denilmemiştir.
Bu çevredeki Ermenilik, adını bölgenin coğrafi isminden alan, ırk birliği
olmayan, din birliğine dayanan bir topluluk olarak, bugünkü Ermeni milletinin
temelini oluşturmuştur.
Geçen zaman içinde Hıristiyanlık Ermeniler arasında yer yer yayılmış
bulunuyordu. Bir taraftan Bizans onları Ortodoks yapmak için uğraşırken, diğer
taraftan bölgeye siyasi bakımdan hakim olan İranlılar da Ateşperest yapmak ve
Hıristiyanlığın yayılmasına mani olmak için çalışıyorlardı.
Fakat M.S. 433 yılında Kral Ardaşes zamanında, başlarındaki Ermeni
krallarından kurtulup, bir İranlı vali tarafından idare edilmek arzusu bizzat bölge halkı
tarafından İran Hükümdarı II.Vram (Behram)’dan rica ve kabul edilmişti.
Bu suretle bölge, M.Ö. 150 senesinden, M.S. 433 senesine kadar geçen 583
sene boyunca, bazı kısa fasılalar dışında, Arsaklı sülalesi tarafından, bazen müstakil
ve çoğu zaman Roma, Part, İran ve Bizanslılara tabi ve onların himayesinde bir devlet
olarak idare edilmiştir.
Fakat bu sülaleyi bütün bölgeye hakim ve bağımsız hükümdarlar olarak kabul
etmemek lazımdır. Bunlar hüküm sürerken, bir kısım bölge halkı da (yine tabi ve yarı
tabi olarak) başka krallar ve devletler tarafından idare ediliyorlardı. Asırlarca devam
eden bu devletler, çok kere bölgeye hakim ve daha kuvvetli olan diğer devletlere tabi
küçük krallıklar olarak varlıklarını muhafaza etmeye çalışmışlardır.
Bu tarihten sonra ise tamamen istiklalini kaybetmiş ve İranlıların tayin ettikleri
Marzbanlar (Hudut valileri) tarafından idare edilmişlerdir. Bunlar umumiyetle
Ermeniler dışından seçilen kişilerdi. İçlerinde İran’a sadık Ermeniler de bulunuyordu.
30
Sadi KOÇAŞ, a.g.e., s. 55
20
1.2.2. İran İdaresi Devri
M.S. 440’ta İran tahtına geçen ve Hıristiyanlığın en büyük düşmanlarından biri
olan II.Yezdcerd, Ermenileri İran’a kayıtsız-şartsız bağlamak, Bizans’la ilgilerini
kesmek, Ermenistan’da Hıristiyanlığa mani olmak ve onları Mazdeizm’i kabule
zorlamak maksadıyla, evvela Bizanslılarla mücadele etmiş ve onları mağlup etmiştir.
Bunu sağladıktan sonra da Ermeni liderlerini tazyike başlamıştır. Bir kısım Ermeniler
bu teklifi kabul etmişler fakat bir kısmı da bunu reddederek Bizans’tan yardım
istemişlerdir.
Bu yardımın gelmeyişi Ermenistan’daki Bizans düşmanlığının başlangıcı ve
sebebi olmuştur.
Yukarı – Eller / Armenya’ya, Ermeniyye diyen Araplar; 638’de ilerleyip Amid
(Diyerbekir) başta olmak üzere, Yukarı-Dicle Boylarını, ertesi yıl da Bitlis ve Ahlat
kesimini fethedince, halkını cizye ve haraca bağlayıp, dinlerinde ve işlerinde hür
bırakmakla, Bizans’ın baskısına son verdi.31
Yezdcerd’den sonra zaman zaman İran tahtını işgal eden hükümdarlar
Ermeniler’e karşı bazen sert, bazen yumuşak bir idare tarzı gütmüş, fakat Ermeniler’in
dinini değiştirmeye muvaffak olamamışlardır.
Müslümanların peygamberi Hazret-i Muhammed’in ölümünden sonra,
halifeleri Bizans ve İran ülkelerine kadar ilerlemiş, 641’de İran’ı istila etmiş ve
İranlılar’a Müslümanlığı kabul ettirmişlerdi. Araplar 652’de Ermenistan’ı da istila
edip hakimiyetleri altına almışlarsa da, Ermeniler genellikle dinlerini muhafaza
etmişlerdir.
Muaviye’nin Şam valiliği zamanında 653’te Ermeni Kralı II. Konstantin kendi arzusu
ile Araplara bağlı muhtar bir idareyi kabul etmiştir.
Müslüman Araplar bölgede hakimiyetlerini geliştirdikçe Ermenileri vergiye
bağlamak ve kendilerine tabi küçük krallıklar ve beylikler halinde idare etmek yolunu
tercih etmişlerdir.
Bu yıllarda Arkanaz sülalesi Büyük Ermenistan’a hükmederken, Van’da
Vaspuragen Krallığı da 1022 yılına kadar devam etmiştir.
31
Azmi SÜSLÜ, Türk Tarihinde Ermeniler, s.63
21
Bu her iki krallığın hakimiyetlerine Bizanslılar son vermişlerdir.
Ermenilerden bir kısmı bu hakimiyet ve din mücadelesine, bu bölgede devam
ederlerken, bir kısmı ise bu baskıya dayanamamış ve parça parça Küçük Ermenistan
denilen Fırat batısına ve Kilikya’ya göç etmişlerdir. Bu hal, Selçuklular’ın İran ve
Kafkasya üzerinden Doğu Anadolu bölgesine gelmelerine kadar uzun yıllar devam
etmiştir. Selçuklu akınları sırasında Ermeniler Bizans’a tabi olarak bölgede küçük
gruplar halinde oturmaktaydılar. Bizans İmparatoru 2. Basil, X. asırdan itibaren doğu
sınırlarını emniyet altına almak amacıyla buralardaki Gürcü ve Ermeni yönetimlerini
doğrudan doğruya Bizans’a bağlamıştı.32
Bazı Ermeni tarihçilerin ters yöndeki iddialarının aksine Selçuklu Türkleri,
Doğu Anadolu’yu Ermenilerden değil Bizanslılardan fethetmişlerdir. Çünkü o
dönemde ne Araplar, ne de Ermeniler değil, bölgeye Bizans hakimdi.
Daha 1064 yılında Ermeni Kars Kralı Gagik-Abbas, krallığını Bizans
İmparatoru’na devretmiş ve karşılığında Kapadokya bölgesinde Zamantı şehrini
almıştır. Vaspurakan (Van) Kralı’na ilaveten Ani Kralı Gagik-Haçik de 1045 yılında
topraklarını Bizans İmparatoru’na hediye etmişti.33
12. yüzyılda yaşamış ve en büyük Ermeni tarihçisi sayılan Urfalı Mateos, eserinde,
Ermenistan’ın Bizans’a devredilmesinden şöyle yakınıyor:
“İşte, Ermeni milleti bu suretle esaret altına alındı. Memleket tamamen kanla
kaplandı. Ermeni milletinin Grek milleti yüzünden çektiği ızdırapları kim tasvir
edebilecektir?”
1.2.3. Selçuklular Döneminde Ermeniler
Selçuklu fethinden önce Anadolu’nun doğusunda Bizans’a tabi iki Ermeni
prensliği bulunuyordu. Bunlardan birisi, Bağrat hanedanının elindeki Anı, diğeri de
Ardzuruni ailesinin başında bulunduğu Van gölünün doğusundaki Vaspuragan
32
Kafkasya ve Azerbaycan’ın Dünü-Bugünü Yarını, Harp Akademileri Komutanlığı Yayını, İstanbul,
1995, s. 5.
33
Halil Kemal TÜRKÖZÜ, Osmanlı ve Sovyet Belgeleriyle Ermeni Mezalimi, Ankara Türk Kültürünü
Araştırma Enstitüsü, Ayyıldız Matb., Ankara, 1983, s. 8-9.
22
prensliği idi. Her iki prenslik de daha önce Abbasilere tabi iken X. Yüzyıl sonlarında
bölgeye hakim olan Bizans hakimiyetine girdiler.34
Türklerin yerleşmek üzere Anadolu’ya gelişleri, Selçuklular’la, 1045 yılı
civarında başlar. O tarihlerde Ermenistan diye adlandırılan yerler Bizans’ın hudutları
dahilinde ve muhtariyeti bile olmayan bir bölge idi.
Söz konusu tarihlerde, merkezi Van olmak üzere kuzey ve kuzey doğuda Ani,
Kars ve Tiflis’e ve batıda da Erzurum yakınlarına uzanan bu bölgede Ermenilerin
toplu bir halde yaşadıklarını biliyoruz. Ancak nüfusları hakkında tarih sayfalarına
geçmiş bir bilgi mevcut olmadığı gibi, kapladıkları saha hakkında da sarih bir
malumat bulunmuyor. Güneyde Müslüman toplulukların, kuzeyde Gürcülerin ve
Karadeniz kıyılarında da Rumların yaşadıkları sabit olduğuna göre, bu arazinin çok
geniş olmayacağı da istidlal ediliyor.
O tarihlerde Ermeni topluluğunun ciddi bir ağırlığı olmadığı ve buraların
korunması için Bizans’ın başka bölgelerden getirdiği paralı askerler kullandığını da
anlıyoruz. Kaldı ki Justinyen’den itibaren, Constantinople’deki saray hayatının
cazibesini kullanarak, mahalli hanedanların, asil ailelerin, askeri aristokrasinin ve
nihayet Ermenistan’ın bütün politik kadrosunun bölgeden uzaklaştırılması
başarılmıştı. Türkler geldikleri zaman; müdafilerinden mahrum bir ülke, istikametini
şaşırmış bir cemiyet, asker sınıfını ve tabii liderlerini kaybetmiş, terkedilmiş bir
memleket bulmuşlardı. Onları hicrete zorlayarak Bizans, Ermenistan’ı Türk
hakimiyetine girmeye ve aynı zamanda kendi kendisini de aynı sonuca mahkum
ediyordu. Ermenistan, onun ileri müstahkem mevzii, kalesi idi. Ermenilere duyduğu
kin yüzünden Ermenistan’ı parçalamakla, kendisini de teslim etmekteydi.
Bizans’ın Ermeniler üzerindeki sindirme ve yok etme politikası en güzel
şekilde Ermeni mehazlarında yer alır. Bilhassa son devirlerin, Urfalı Mathieu’nun
kroniğinde geniş şekilde anlatıldığı anlaşılmaktadır.
Alparslan’ın Malazgirt’te Bizans İmparatoru Romain Diogene’i mağlup
etmesinden sonraki durumu da Süryani tarihçisi Mihael’in şu şekilde anlattığını
anlıyoruz:
34
Azmi SÜSLÜ, Türk Tarihinde Ermeniler, s.79
23
“Türklere yenilen Rumlar bir daha onlara karşı duramadılar. İmparatoru korku
aldı,
korkak ve kadınlaşmış müşavirlerinin sözlerine bakarak sarayından ayrılıp
Türkler’in karşısına çıkamadı. Hıristiyanlara acıyıp adamlar gönderdi ve Pont’da
kalmış halkın bakiyelerini, eşyalarını atlara ve arabalara yükletip denizin ötesine
nakletti. Böylece ahalisiz kalan bu yerlerde Türkler’in yerleşmesine yardım etti ve bu
sebeble de herkesin tenkidine uğradı.”35
Binaenaleyh Türkler Anadolu’ya geldikleri zaman, eğer evvelce mevcut idiyse
bile, Ermenistan Devleti çoktan tarihe mal olmuş ve bu devletin yaşadığı yerlerdeki
Ermeni nüfusunun büyük kısmı hicrete zorlanmış; bunlar Sivas’a, güneye Kilikya’ya
veya batıya İstanbul’a ve civarına göç etmişlerdi.
1.2.4. Osmanlı Devletinde Ermeniler
İlk Türk-Ermeni münasebetleri, Osmanlılar’dan önce savaşmak, geçmek veya
göçmek maksadıyla Anadolu’ya gelen diğer Türk kavimleriyle başlamıştır. Her ne
kadar merhum Osman Turan, Ermeni yazarı Urfalı Matieu (Mateos)’dan naklen
verdiği bilgide 1018 yılında Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey’in kardeşi Çağrı Bey’in
Doğu Anadolu’daki seferinde Vaspuragan Ermeni Prensliği’ni işgal ettiğini ve; “O
güne kadar asla bir Türk süvarisi görmeyen Ermeniler’in şaşırarak uzun saç örgüleri
ve ok ve yaydan ibaret silahları olan bu Türk süvarilerini hayretle seyrettiklerini”36
belirtmişse de, 1018’den önce Türkler’le Ermeniler’in Kafkaslar’da ve Anadolu’da
karşı karşıya geldikleri bilinmektedir.37
1.2.4.1. Azınlıklar İçinde Ermenilerin Durumları
Osmanlı devleti içerisinde Müslim veya gayr-ı Müslim, herkes şer’i veya örfi
hudutlara bağlı bir şekilde devletin şekillendirmiş olduğu sistem dahilinde hak ve
vazifelere sahipti. Doğrudan hükümranlıkla ilgili görevler Müslümanlarca ifa
edilirken, düşmanlıkları görülmeyen zımniler bazı devlet hizmetlerinde çalıştırılmışlar
35
Osman TURAN, Selçuklular Tarihi ve Türk-İslam Medeniyeti, Boğaziçi Yay., 1993, İstanbul, s.
196.
36
Osman TURAN, Selçuklular Zamanında Türkiye Tarihi, 2. Baskı, İstanbul, 1984, s. 14.
37
Esat URAS, a.g.e., s. 618, 624.
24
ve son zamanlarda özellikle de Ermeniler olmak üzere önemli görevlere
getirilmişlerdir. Ayrıca, gayr-ı Müslimlerin inanç, ibadet, muhakeme ve eğitimöğretim hürriyetleriyle, can ve mal güvenliği de teminat altına alınmıştır. Bu hukuk
sistemi, Tanzimat’la birlikte Avrupa hukukuyla da mezcedilerek yazılı ve
milletlerarası bir mahiyet almıştır. Hatta öyle ki Tanzimat’la birlikte gayr-ı Müslimler
Müslimlerden daha rahat bir yaşantıya sahip olmuşlardır. Böylece yaklaşık beş yüz yıl
Müslüman otoriteye tabi, fakat tamamen iç işlerinde serbest olan gayr-ı Müslim unsur,
1839’dan itibaren, hak ve vecibelerde Müslümanlarla eşit hale gelmeye başlamıştır.
Fatih Sultan Mehmed’in daha İstanbul’u fethetmeden önce Bursa’daki Ermeni
cemaati ve ruhani temsilcileriyle temasa geçtiği bilinmektedir.38 Bunun siyasi, askeri,
sosyal, iktisadi ve dini birçok sebebi vardır. Bir taraftan Bizans’ın dînî, mezhebî
baskıları, Ermeniler’i bir bölgeden diğerine sürmeleri, onları üçüncü sınıf bir vatandaş
gibi kullanan, tahkir eden uygulamaları, Ermenileri Türklerin adil ve koruyucu
sistemine iterken, diğer taraftan da Bizans’a karşı mücadelelerinde Osmanlılar, zaman
zaman Ermeniler’den askeri destek görmüşler ve fethedilen yerlerin iskanında, sulh ve
sükunun temininde ve iktisadi kalkınmasında Ermeniler’den faydalanma yoluna
gitmişlerdir. Ayrıca Rus Ortodoks Kilisesi’ne karşı yeni bir güç oluşturmak adına
yararlı bir hareket olmuştur.
Orhan Gazi Bursa’yı fethettikten sonra Ermeniler’in ruhani liderlerini
Bursa’ya yerleştirmiştir. Fatih Sultan Mehmet ise bu Ermeniler’i daha yakından
tanımak istemiş ve 1451 tarihinde Hovakim Yepiskopos’u ziyaret etmiş ve İstanbul’u
fethettiğinde kendisine, cemaatiyle birlikte İstanbul’a nakledip patrik yapacağı sözünü
vermiştir.
İstanbul’un fethinden önce ve sonra gayr-ı Müslim cemaatlerine ciddi bir alaka
gösteren Fatih Sultan Mehmet, Rumlar’ın nasıl bir millet olduğunu sanki o günlerde
fark etmiş gibi Rumlar’dan ziyade Anadolu’nun çeşitli bölgelerindeki Türkler’i ve
güvenilir bulduğu Ermeni ailelerini İstanbul’a getirerek yerleştirmiştir. Aynı zamanda
Hovakim Epistoposu’na vermiş olduğu sözü tutarak
yılında
Samatya’da
sulu
Manastır
denilen
Fatih Sultan Mehmet 1461
mevkie
Ermeni
Patrikhanesi’ni
kurdurtmuştur. Hovakim’i de patrik olarak ilan etmiştir. Böylelikle Ermeni Ekümenik
38
Azmi SÜSLÜ, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Rektörlüğü, Ankara, 1990,
s. 7.
25
Patrikliği’ne, Rum Ortodoksları dışında, bütün monofizit ve gayr-ı monofizitlerin
lideri olma hakkını ve salahiyetini vermiştir. Daha sonrasında da Ermenileri din,
eğitim-öğretim ve ailevi işlerini örf ve adetlerine göre düzenleme hürriyetine
kavuşturmuştur.
Fatih döneminde olduğu kadar daha sonraki dönemlerde de İstanbul’a Ermeni
nakli devam etmiştir. 1475 yılında fethedilen Kefe’den ve 1479’larda da Anadolu’nun
çeşitli yerlerinden Ermeniler İstanbul’a getirilerek yerleştirilmiştir. Öyle ki, XIX.
yüzyılın başlarına gelindiğinde İstanbul’daki Ermeni nüfusu 150.000’e ulaşmış ve o
devirde dünyada en kalabalık Ermeni nüfusu olan şehir İstanbul olmuştur.39
Fatih’in İstanbul’da kurdurmuş olduğu Ermeni Patrikliği önceleri Sis ve
Eçmiyazin kiliselerinin etkisi veya üstünlüğü altında kalmıştı. Ancak Osmanlı
Devleti’nin zaman zaman vermiş olduğu imtiyazlar sayesinde İstanbul Ermeni
Patrikliği’nin bütün Ermeniler üzerindeki siyasi ve kültürel alandaki üstünlükleri
artarak son zamanlara kadar gelmiştir. Ancak 1774 Küçük Kaynarca Antlaşması’yla
Ruslar’a Osmanlı Devleti sınırları içinde kilise kurma ve Hıristiyanların hamiliğiyle
ilgili bazı kolaylıklar getirilince ve özellikle 1829 Edirne Antlaşması’yla Eçmiyazin
Katolikosluğu Rus sınırları içinde bırakılınca, Rusya’nın dini ve yavaş yavaş siyasi
baskıları Osmanlı Devleti içindeki ve dışındaki Ermeniler üzerinde hissedilmeye
başlanmıştır.
1.2.4.2. Ermenilere Verilen İmtiyazlar ve Haklar
XX.yüzyılın ilk çeyreğinden, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna kadar
geçerli olan hukuk sistemini 1839 öncesi fermanlarla verilen imtiyazlar ve sonrasında
verilen haklar şeklinde iki ana başlık altında incelemek mümkündür.
İmtiyazlar;
Ermeni cemaati dini ve dünyevi işlerini yürütmek üzere bir reis (patrik)
seçme hakkına sahiptir.
Kilise, hastahane, yetimhane, mezarlık ve buna benzer dini ve hayri
kurumların inşa, bakım ve idaresi cemaate aittir.
39
Azmi SÜSLÜ, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı., s. 8.
26
Dini ve dünyevi işleri yürütmek üzere patrik, meclisler teşkil eder ve icrai
kararlar alabilir.
Ermeni cemaati okullar açmak ve Ermenice olarak eğitim-öğretim yapmak
hakkına sahiptir.
Suç işleyen din adamlarının yeminli ifadeleri mahkemece makbul olup
tevkif edildiklerinde ayrı bir yere kapatılırlar.
Suç işlemesi halinde, bir papazın muhakemesi, dini ise, dini meclisçe,
dünyevi ise karma meclisçe yapılır.
Evlenme, boşanma, cehiz, nafaka ve mirasla ilgili işlemler patrikhane
tarafından ifa edilir.
Ölen bir din adamının mirası, birincisi cemaat hayır kurumlarına, ikincisi
patrikhanenin masraflarını karşılayacak binaların inşasına, üçüncüsü ise
mirasçılara bırakılmak üzere üçlü özel bir statüye bağlanmıştır.
İhtida durumunda ise, İslamiyet’i benimseyen kişi için papazın,
ebeveyninin veya velisinin nasihatleri alınır, ısrar edecek olursa, bu konudaki
İslami formalite yerine getirilir.40
Gayr-ı Müslimlere ve Ermenilere verilen hakları da, 1839 ve 1856 fermanlarıyla
1876 Anayasası ve 1908 Anayasası’yla verilenler olmak üzere iki kısımda incelenmek
mümkündür.
1839 ve 1856 Fermanı ve 1876 Anayasas’ına Göre Haklar;
Osmanlı Devleti, gayri-müslim teb’aya her bakımdan güven veriyordu.
Çünkü, Osmanlı toplum yapısı içinde devlet; haklının, zayıfın ve mazlumun
koruyucusu; zalimin, vurguncunun ve talancının can korkusu idi. Bu düzende, bir
sınıfın veya kavimin menfaatleri değil, bütün halk kitlelerinin hak ve menfaatleri
söz konusu idi. Sosyal hayatın koruyucusu ve düzenleyicisi devletti.41
Önceleri kilise ve manastırları Bizans tarafından yağma edilmiş olan
Ermenileri’in Türk devletine “Sadakat” ile sarılmış olmaları bu yüzdendir.
Osmanlı hudutlarında yaşayan herkesin, ırk ve din ayrımı yapılmaksızın,
can, mal ve ırz güvenliği devletin teminatı altındadır.
40
41
Azmi SÜSLÜ, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı., s. 9.
Cemal ANADOL, a.g.e., s. 77
27
Bütün Osmanlılar kanun önünde eşittir. Hangi din ve mezhebe ait olurlarsa
olsunlar, herkes Osmanlı tebaası sayılacaktır.
Din, dil, ırk itibariyle bir cemaati diğerinden aşağı tutan bütün tabir ve
sözler yazışmalarda yer almayacaktır.
Hiç kimse din değiştirmeye mecbur edilemeyeceği gibi, herkes ibadetini
serbestçe eda edebilecektir.
Milliyet ayırımı yapılmaksızın bütün Osmanlı tebaası, maharetlerine ve
liyakatlerine göre devlet memurluklarına girebilecektir.
Kanunlarda öngörülenlerin dışında hiçbir bedeni ceza verilemeyecek ve
hiç kimseye işkence yapılmayacaktır. Kanun hükümleri dışındaki herhangi bir
sebeple hiç kimse tevkif edilemeyecektir. Herkesin mesken masuniyeti
mahfuzdur.
Vilayet ve sancak meclislerindeki Müslim ve gayr-i Müslim azaların
hakkaniyetle seçilmesi ve oya fesat karıştırılmaması için nizamnameler tertip
edilecektir.
Her kazada her cemaatin vakıf işlerini idare etmek üzere bir meclis
kurulacaktır.
Hiçbir sınıf ve mezhep gözetilmeksizin bütün Osmanlılar kazançlarına
göre vergilendirileceklerdir. Kanunun öngördüğü dışında herhangi bir kimse
tarafından veya adla vergi tarh edilemeyecektir.
Müslim, gayr-i Müslim bütün Osmanlılar hukuk ve vazifelerinde eşit
olacaklar, askerlik hizmetiyle mükellef bulunacaklar ve bunu fiilen yapabilecekleri
gibi bedel vermek suretiyle de ifa edebileceklerdir.
Cemaatlere ait mektep, hastahane, mezarlık vesaire gibi umumi yerlerin
hey’et-i asliyeleri üzere tamirlerine mümanaat edilmeyecek, ancak müceddeden
inşası hükümetin müsaadesine tabi olacaktır.
Mahkemeler herkese açık olup gayr-ı Müslimlerin şahadeti Müslimlerinki
gibi kabul edilecek ve herkes haklarını korumak için mahkeme önünde gerekli
gördüğü her vasıtayı kullanabilecektir.
Her cemaat genel ve profesyonel amaçlı okullar açmak ve kendi dilinde
eğitim vermekte serbest olup bu okullar devletin kontrolü altındadır.
28
Basın hür olup denetime tabi değildir.
Osmanlı tebaası, kanun ve yönetmelikler çerçevesinde dernekler, şirketler
kurmakta ve toplantılar yapmakta serbesttir.
Vilayetlerin idaresi adem-i merkeziyetçilik, kuvvetlerin ayrılığı prensibine
göre düzenlenecektir.
İltizam usulünün ilgasıyla vergilerin doğrudan doğruya devlet tarafından
tahsili esas olacaktır.
Her cemaatin ruhani reisi ve devletçe bir yıllığına tayin edilecek birer
memuru bütün tebaaya şamil meselelerde Meclis-i Valay-ı Ahkam-ı Adliye
müzakerelerine iştirak edebilecek ve serbestçe konuşabilecektir.42
1908 Anayasasına Göre Haklar;
Osmanlı idarelerinin gayr-ı Müslimlere ve dolayısıyla Ermenilere verdiği
imtiyazlar ve haklar, 1908 yılında, samimi bir hürriyet inanışı içinde, Müslim olsun,
gayr-ı Müslim olsun, bütün Osmanlıların eşitliğini ilan eden İttihat ve Terakki
Fırkası’nın kabul ettiği yeni anayasayla, 1924 Anayasası’na kadar, aşağıdaki şekilde
teyit ve tevsi edilmiş ve uygulanmıştır.
Madde 8- Dini ne olursa olsun devletin bütün tebaası “Osmanlı” olarak
isimlendirilmiştir. Osmanlılık vasfı, kanunla belirtilen hususlar çerçevesinde kazanılır
veya kaybedilir.
Madde 10- Hiç kimse hangi sebeple olursa olsun şer’i ve sivil kanunlarla
belirtilen hükümler dışında ne tevkif edilebilir ve ne de cezalandırılabilir.
Madde 11- İslamiyet, devletin resmi dinidir. Bu hüküm göz önünde
bulundurulmak suretiyle, devlet hudutları içinde bilinen bütün dinlerin serbestçe
uygulanmasını ve amme hukukuna ve geleneklere aykırı olmamak kaydıyla bütün
cemaatlere tanınmış olan dini imtiyazların muhafazasını taahhüt etmektedir.
Madde 12- Kanunla belirlenmiş çizgiler dahilinde basın hürdür. Hiçbir
sansüre tabi tutulamaz.
Madde 15- Eğitim-öğretim serbesttir. Her Osmanlı, kanuni çerçevede genel
ve özel dersler verebilir.
42
Azmi SÜSLÜ, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı., s. 10-11.
29
Madde 16- Bütün okullar devletin denetimine tabidir. Devlet, vatandaşlarına
vereceği eğitimi düzenleyebilecek, kontrol edebilecek, ancak cemaatlerin dini eğitimöğretimine karışmayacaktır.
Madde 17- Kanun karşısında bütün Osmanlılar eşittir. Dini ayrıcalıklar
dışında memleketi için herkes aynı hak ve vecibelere sahiptir.
Madde 18- Vilayetlerin idaresi, gayr-ı merkeziyetçi bir prensip dahilinde ve
kanunda gösterilen esaslara göre düzenlenecektir.
Madde 111- Her kazada her cemaat için vakıf, miras ve hayır işlerini
görecek, belirli prensipler çerçevesinde her cemaat tarafından seçilecek ve mahalli
idarelerle, umumi vilayet meclislerine bağlı olacak cemaat meclisleri ihdas edilecektir.
Madde 120- İlgili kanun hükümlerine göre her Osmanlı toplantı yapma
hakkına sahiptir.
Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğüne, anayasası ve hükümet şeklini
değiştirmeye, Osmanlı unsurlarını siyasi açıdan bölmeye gelenek ve ahlaka aykırı ve
gizli olan her türlü cemiyet kurmak yasaktır.43
1.2.5. Ermenilerin Sosyal, Siyasi ve İktisadi Hayattaki Yeri
Ermeni cemaati Türkiye’de günlük hayatın esasını teşkil etmiştir. Zira uzun
süredir hizmetten ziyade idare etmeğe alışmış olan Türkler, sanayinin bütün dallarını
onlara bırakmışlardı. Bu sebeple Türkiye’deki bankerler, tüccarlar, makinacılar hep
Ermeni idi.
Bu hususu daha iyi anlatabilmek için son Osmanlı Vakanüvisi Abdurrahman
Şeref Bey’den şu cümleleri sadeleştirerek aktarmayı uygun bulduk: “.... Ermeniler
ehl-i silah ve kavgacı olmadıkları için kendi işleriyle, sanatla, ticaretle uğraşmışlardır.
Vergilerini zamanında vererek devlete karşı vazifelerini tamamıyla ifa ettiklerinden
hükümete hiçbir güçlük çıkarmamışlardır. Ermeni taifesi ticaret ve geçim için dağlık
bölgeleri terk ederek Anadolu’nun her tarafına ve Rumeli’nin birkaç yerine göç edip
yerleşmiştir. Memleketlerinde kalanlar dahi para kazanmak için İstanbul’a veya başka
şehirlere gitmişlerdir. Mülayim tabiatları ve hayat tarzları hasebiyle Türk’ün asıl
43
Azmi SÜSLÜ, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı., s. 11-12.
30
mayasına ve karakterine intibak ettiler. Türkler’le et-kemik misali hem-halk, hemmenfaat, hem-nasip oldular. Bu itibarla devlet Ermenilere güveniyor ve inanıyordu.
Bu güven duygusuyla devlet en mühim ve mutena hizmet olan Barutçubaşılık görevini
Ermenilere verdiği gibi devletin maliyesini, sarraflık işlerini, darphaneyi de onlara
emanet etmiştir. Yine gümrük memurları, çarşı bekçileri ve konuk hizmetkarları
Ermenilerden seçilirdi...”44 Diğer taraftan onlarla Müslümanlar arasında his benzerliği
ve menfaat birliği vardı. Aynı menşeden olmaları itibariyle huyları ve adetleri
birbirine benzerdi. Bu bakımdan Ermeniler Türkler’e rahatça uymuş ve emniyetlerini
kazanarak en nüfuzlu reaya olmuşlardır.45
1835-1839 yıllarında Türkiye’de bulunan Helmuth Von Moltke ise,
İstanbul’da Serasker’in Ermeni olan tercümanı ve ailesinden söz ederken Ermenileri
şöyle tavsif etmiştir:
“Bu Ermenilere hakikatte Hıristiyan Türkler denilebilir. Rumların kendi
benliklerini
korumalarına
rağmen
Ermeniler,
Türk
adetlerini
hatta
dilini
benimsemişlerdir. Dinleri onların Hıristiyan olarak tek kadınla evlenmelerine izin
verir, fakat onlar Türk kadınlarından fark edilmez, ayrılmaz. Bir Ermeni kadını
sokakta sadece gözlerini ve burnunun üst kısmını gösterir, diğer taraflarını kapatır.”46
Sayılarını binlere çıkarabileceğimiz bu belgelerde belirtilen hususların hiçbiri,
Ermeniler için çıkarılan fermanlar ve kanunlarda ihmal edilmediği gibi, çoğu kere fiili
durum hukuki durumdan çok daha geniş ve daha cömert olmuştur. İçeride ve dışarıda
emniyetleri Türkler tarafından sağlanan ve 624 yıl Osmanlı hakimiyetinde yaşayan
Ermeniler’in kan bedelini hep Türkler ödemiş, ilk günlerden itibaren askerlikten muaf
tutulmuşlardır. Sonradan düşürülmesine rağmen, 10-12 yıla kadar süren askerliği hep
Türkler yapmışlardır. 1839’dan sonra hak ve vecibelerde eşitlik prensibi getirilmiş ve
gayr-ı Müslimlerin de askere alınması kararlaştırılmışsa da, fiilen I. Dünya savaşı
arifelerine, 1908’e kadar askerlik yapmamışlar ve Osmanlı üniforması giyip Osmanlı
silahı kuşanır kuşanmaz da, İtilaf Devletleri’yle bir olup Osmanlılara silah
çekmişlerdir.47
44
Bayram KODAMAN, Üç Ermeni Şarkısı ve Ermenilerin Türklere Bakışı, Tatav Yayınları, Ermeni
Meselesi Üzerine Çalışmalar, Yayına Hazırlayan Erhan AFYONCU, İstanbul, 2001, s. 91-92.
45
Azmi SÜSLÜ, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı., s. 12.
46
Nejat GÖYÜNÇ, Osmanlı İdaresinde Ermeniler, Bogos Matb. İstanbul, 1983, s. 50.
47
Azmi SÜSLÜ, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı., s. 15.
31
Batılıların destek ve himayesinde Osmanlı Devleti’nde çıkarılan 1827 Rum
isyanları ve müteakiben Yunanistan’a bağımsızlık verilmesi üzerine, daha önce
Rumlara verilmiş olan birçok memuriyet ve görevlere ve Tanzimat ve Islahat
fermanlarıyla, Ermeni Milleti Nizamnamesi’nin getirdiği yeni düzenlemelerden sonra
da, yüksek devlet memurluklarına, elçiliklere, mebusluklara hatta nazırlıklara
Ermeniler getirilmeye başlanmıştır. Böylece Ermeniler, donanma tercümanlıklarına,
hariciye, maarif, nafıa, dahiliye, adalet nezaretlerine, mutasarrıflıklara, PTT
hizmetlerine, hazine-i hassaya tayin edilerek; nazır, müsteşar, sefir, sefaret katibi,
mutasarrıf muavini, mebus, saray doktoru-kuyumcusu, vali muavini, baruthane
memuru, hakim, müderris, muallim, avukat olmuşlardır.
Bunlar içinde bazılarının Osmanlı Parlamentosu’na milletvekili ve bakan
olarak girmelerine, bazı önemli mevkilere gelmelerine, Osmanlı siyaseti üzerinde
kitap neşretmelerine rağmen, Birinci Dünya Savaşı’nda Ermeni komiteleri ve İtilaf
Devletleri’yle birleşerek ihanet ettikleri ve Osmanlılara karşı silah çektikleri
görülmüştür. Listesi hayli kabarık olan bu Ermenilerden bazılarını gözden geçirelim.
Karakin Pastırmaciyan, Erzurum’da doğmuş ve II. Osmanlı Meclisi’nde 19081912 yılları arasında Erzurum Milletvekili olarak görev yapmıştır. 1912’de “Anadoluyı Şarki Simendifer Meselesi” adıyla yazdığı Osmanlıca kitapta; “Osmanlı
aleyhindeki takibatın Rus diplomasisi tarafından nasihat ve teşci edildiğine artık sır
kalmamıştır.” derken, Doğu Anadolu’yu işgal eden Rus ordularına katılarak Armen
Garo adıyla Osmanlılara yapılan katliamların tertipçileri ve liderleri arasında yer almış
ve meşhur cellat Antranik’le birlikte birçok mezalim yapmıştır.
Bütün bu ilişkiler dahilinde Osmanlı siyasi, iktisadi ve kültürel hayatında bu
kadar ileri düzeylere gelmelerine rağmen neden veya niçin Ermeniler bir anda
Türklerin karşısına geçerek onları arkadan vurmaya başlamışlardır? Bu gerçekten
cevap verilmesi zor bir sorudur.
32
1.2.6. Osmanlı Devleti’ndeki Ermeni Nüfusu
İncelediğimiz dönemler içerisinde bütün dünyadaki Ermeni nüfusu 3 milyonu
ancak buluyordu. Böylelikle bu nüfusun Osmanlı İmparatorluğu’na düşen kısmının
daha az olduğu kolaylıkla anlaşılmaktadır.
Yapılması gereken, Ermenilerin 1914 nüfusu ile savaştan sonraki nüfuslarının,
elde edilecek sağlam veriler ışığında karşılaştırılmasıdır. Özellikle Osmanlı ülkesinde
yaşayan Ermenilerle, o yıllarda ülke dışına göç eden başka ülkelere yerleşen ve
bulaşıcı hastalıklardan ölen Ermenilerin sayılarının da ortaya konması, iddiaların
ötesinde, tarihi gerçeğin ortaya çıkarılması açısından büyük önem taşımaktadır. 48
Nüfus tartışmalarının alevlenmesinde, 1878 Berlin Antlaşması’nın 61.
Maddesinde yer alan Ermenilerin çoğunluk olarak yaşadıklarını iddia ettikleri yerlerde
reform yapılmasına dair madde etkili olmuştur.49
1.2.6.1. Osmanlı Nüfusu ve Kaynakları
Osmanlı Devleti’nde modern anlamda ilk nüfus sayımı, Dahiilye Nezareti
bünyesinde faaliyet gösteren Ceride-i Nüfus idaresi tarafından 1831’de yapılmıştır.
1858 yılında Maliye Nezareti’ne bağlı olarak Tahrir-i Emlak İdaresi kurulmuştur.
Nüfus işleriyle doğrudan görevli ilk birim ise, 1884 yılında oluşturulmuş, 1889’da
adına “Sicil-i Nüfus Ahali-i İdare-i umumiyesi” denilmiştir. 1918’de nüfusla ilgili
işlemler için “İstatistik Müdüriyet-i Umumiyesi” adı altında oluşturulan birim, bir yıl
sonra “Merkezi İstatistik Encümeni” olarak yeniden teşkil edilmiştir. 50
Özellikle 1829 Edirne Muahedesi’nden itibaren, Ermeni kaynaklarının ileri
sürdüğü şekilde, doğu bölgesinden Rusya’ya yüzbinlerce Ermeni göç etmiş ise,
Osmanlı İmparatorluğu’ndaki nüfus şüphesiz daha da düşük rakamlar gösterecektir.51
Ermeni meselesinin ortaya çıkışını izleyen dönemde Osmanlı Devleti
genelinde ilki 1881/82-1983 ve ikincisi 1910/11 olmak üzere iki nüfus sayımı
48
Yusuf HALAÇOĞLU, Ermeniler; Sürgün ve Göç, TTK Basımevi, Ankara, 2004, s. 6
Yusuf HALAÇOĞLU, Ermeniler; Sürgün ve Göç, s. 6
50
İnan GÜRİZ, Türkiye’de Nüfus Politikası ve Hukuk Düzeni, Türkiye Kalkınma Vakfı Yayınları,
Ankara, 1975, s.19-20
51
Kamuran GÜRÜN, Ermeni Dosyası,TTK Basımevi, Ankara, 1983, s. 85.
49
33
yapılmıştır. Ancak 1909 yılında da özellikle gayri Müslimlere askerlik yükümlülüğü
getirilmesi sebebiyle bir nüfus çalışmasına başlanılmıştır.52
Osmanlı nüfus sayımlarının asıl yapılma amaçları askere alınacak potansiyel
nüfusu ve vergi mükelleflerini tespit olduğundan, 1909 öncesi Osmanlı nüfus
sayımları mülüman erkek nüfusun tespiti ile yetinmiştir. Osmanlı gayrimüslimleri
cizye vergisi mükellefi olduklarından, titizlikle nüfuslarının yazılması gerekmektedir.
Ne var ki verginin 15-75 yaş arasındaki nüfustan toplanması ve iyen çok sayıda
vergiden muaf tutulan kimse bulunması, Osmanlı nüfus bilgilerinin eksiksiz olarak
kabul edilmesini güçleştirmektedir. Bu nedenle 1909 sonrası yayınlanan nüfus
istatistikleri daha güvenilir olarak kabul edilmektedir. Yöntem olarak eldeki verilere
birkaç puan ilave edilmesi bu istatistiklerde sıklıkla benimsenmiştir.
Osmanlı nüfus sayımları, yukarıdaki açıklamalar çerçevesinde ele alındığında,
en güvenilir verilere sahip nüfussayımları olarak değerlendirilmektedir. Bu bakımdan,
Osmanlı Devleti’nin Ermeni nüfusu da, diğer kaynaklara göre daha güvenli bir şekilde
tespit edilebilmektedir. Çeşitli araştırmalarda detaylı bir analize tabitutulan sayım
sonuçlarına göre 1895 yılında Osmanlı Ermenilerinin İstanbul ve çevresi dahil nüfusu
1.001.465’dir. 1894 yılında Sadaret için hazırlanan ve 1893 sayımını esas alan bir
nüfus özeti tablosunda Ermeniler, toplam 998.128 olarak verilmektedir. 1895 tarihli
bir başka belgede ise Ermeni nüfus 1.031.824 olarak verilmiş, fakat Protestan ve
Katolik Ermeniler hakkında bir açıklama yapılmamıştır. Yine 1897 yılında hazırlanan
bir cetvelde 1.042.374 Ermeni kaydedilmektedir. Aynı şekilde Katolik ve Protestan
Ermeniler hakkında da bir açıklamada bulunulmamıştır. Diğer taraftan 1893 ile 1914
Osmanlı nüfus
istatistikleri karşılaştırıldığında dikkati çeken önemli bir husus,
Ermeni nüfusun yüksek oranda artmış olmasıdır.53
Osmanlı nüfusunun tespitinde başvurulan önemli bir kaynak grubu da vilayet
salnameleridir. Justin McCarthy, Aydın ili gibi bazı yerlerin salnamelerini güvenilirlik
açısından başka nüfus verirliyle karşılaştırmış ve salnamelerin verdiği nüfus
verilerinin sayım olmayan yıllar için çok önemli kaynaklar olduğunu belirtmiştir.54
52
53
Yusuf HALAÇOĞLU, Ermeniler; Sürgün ve Göç, s. 8
Yusuf HALAÇOĞLU, Ermeniler; Sürgün ve Göç, s. 11
McCarthy, Muslims and Minorities, The Population of Ottoman Anatolia and the End of the Empire,
Nex York University Press, 1983, s.166-197
54
34
Osmanlı nüfusu araştırmaları için üçüncü önemli kaynak Osmanlı-Türk
arşivlerinin en kıymetli hazinesi olarak kabul edilen istatistik defterleridir. Bu tür
sayımlardan derlenmiş Osmanlı Ermenilerinin vilayetlere göre dağılımı şöyledir.
Vilayet Adı
1893
1910/11
1914
Adana-Mersin
44,799
47,047
50,139
İçel
-
-
341
Aydın
14,140
18,287
19,395
Menteşe
-
-
12
Ankara
67,490
89,780
44,507
Kayseri
-
-
48,659
Biga
1,741
2,336
-
Bursa
57,918
77,865
58,921
Afyon Karahisar
-
-
7,437
İzmit
37,220
51,265
55,403
Kastamonu
2,777
9,809
8,959
Bolu
-
-
2,961
Konya
9,813
15,537
12,971
Niğde
-
-
4,890
Antalya
-
-
630
Sivas
116,545
144,056
143,406
Erzurum
101,138
109,310
125,657
Van
60,448
59,382
67,792
Bitlis
101,358
90,219
114,704
Harput
73,178
67,512
76,070
Diyarbakır
46,823
43,610
55,890
Selanik
201
637
-
İstanbul şehri ve
150,529
59,963
72,962
Kudüs
939
706
1,310
Manastır
29
8
-
Metropol Alanlar
35
İşkodra
-
6
-
Trablusgarb
-
60
-
İstanbulKazaları
148,590
1736
-
Katolik Ermeniler
-
89,040
67,838
TOPLAM
1,001,465
1,120,748
1,229,007
Birinci dünya savaşı sürerken, 1917 ilkbaharında Osmanlı topraklarının
paylaşımı amacıyla İngilizlerce, vilayet ve sancakları esas alan bir nüfus çalışması
yaptırılmıştır. İki yıl süren bu çalışmada İngilizler, Osmanlı Devleti’ndeki bütün
vilayet ve sancakların etnik esasa göre ayrıntılı nüfus tablolarını yapmışlardır. İngiliz
uzmanlarca 1919 yılında Asya Türkiyesi için hazırlanan aşağıdaki tablo, yine İngiliz
belgelerinde yer alan 1914 Osmanlı nüfus istatistiklerine, Yunan ve Ermeni kilise
verilerinin de eklenmesiyle elde edilmiştir. 1918 sonrasında halen yaşayan Ermenileri
göstermesi bakımından önem taşıyan bu istatistik, birbuçuk milyon Ermeninin
katledildiği iddialarını da çürütmektedir.
Ermeni Nüfusun vilayetlere Göre Dağılımı (1919)
Vilayet/Sancak Adı
Osmanlı 1914
İngiliz 1919
Adana
57,686
75,000
Ankara
53,957
60,000
Antalya
630
1,000
Aydın
20,766
27,000
Beyrut
5,288
4,000
Bitlis
119,132
185,000
Bolu
2,972
1,000
Bursa
61,191
75,000
Canik
28,576
21,000
Çatalca
842
-
Diyarbakır
73,226
82,000
Edirne
19,888
-
Erzurum
136,618
205,000
Eskişehir
8,807
10,000
Halep
49,846
65,000
36
İçel
541
500
İstanbul
84,093
-
İzmit
57,789
57,000
Kale-i Sultaniye
2,541
-
Karahisar-ı Sahip
7,448
6,000
Karasi
2,704
15,000
Kastamonu
8,959
11,000
Kayseri
52,192
45,000
Konya
13,225
17,000
Kudüs
3,045
-
Kütahya
4,548
8,000
Ma’muretül-aziz
87,864
130,000
Maraş
38,433
55,000
Menteşe
12
5000
Niğde
5,705
2,000
Suriye
2,533
-
Trabzon
40,237
33,000
Urfa
18,370
21,000
Van
67,792
190,000
Zor
283
-
TOPLAM
1,294,851
1,652,000
Ne var ki, İngiliz yetkililer de, kendi uzmanları tarafından hazırlanan bu nüfus
istatistiklerini inandırıcı bulmamış olmalılar ki, Osmanlı toprakları için Paris’te
gerçekleştirilen paylaşım görüşmelerinde, ABD delegasyonunda yer lan David
Magic’nin hazırladığı
ABD
istatistiklerini tam manasıyla güvenilir olarak
nitelemişlerdir. 55
Osmanlı Devleti’nin fethettiği yerlerde asayişi sağladıktan sonra yaptığı işlerin
başında nüfus sayımının ve arazi yazımının yapılması gelmektedir. Diğer yerlerde de
aynı şekilde ve belirli periyotlarla bu işlemler yapılmıştır. Bu sayımlar, yazımlar,
başta Tapu-Tahrir Defterleri ve kısmen de diğer kayıtlarda olmak üzere bugün
55
Yusuf HALAÇOĞLU, Ermeniler; Sürgün ve Göç, s. 29
37
Başbakanlık Arşivi’yle, Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü’nde muhafaza edilmekte ve
araştırmacıların hizmetine sunulmaktadır.
Başbakanlık Arşivi’nde tarih verilemeyen ancak 1896-1897 yıllarına ait
olduğu tahmin edilen altı belgede Anadolu ve Rumeli’deki Ermeni nüfuslarıyla ilgili
olarak tutulmuş kayıtlar vardır. Bunlardan “Dersaadet ve Bilad-ı Selase ile Vilayat-ı
Şahane’de Tadih Tahrir Olan Ermeni Cemaatinin Miktarını Natık Pusula”da 530.132
erkek ve 450.404 kadın nüfusu olmak üzere toplam 970.536 Ermeni nüfusu
verilmekle birlikte, birkaç vilayet için “henüz tahriri ikmal edilmemiştir” kaydı
düşürülmüştür. Buna göre verilen nüfusun bir miktar daha artacağı tabiidir. Zaten
zikrettiğimiz arşiv belgeleriyle diğer belgeler bunu teyit etmektedir.
Vital Cuinet’in aynı tarihlerde verdiği rakamlar da bunlara çok yakındır. Buna
göre Müslüman ve Ermeni nüfus dağılımı şöyledir:56
Müslümanlar
Ermeniler
Toplam
Nüfus
Ermenilerin
3.635.086
810.285
4.445.371
ve
4.426.525
283.064
4.709.589
Suriye, Filistin
4.068.646
59.018
4.127.664
12.130.257
1.152.367
13.262.624
Yoğun Bulunduğu Vil.
İstanbul
Diğer Vilayetlerde
ve Adalarda
Toplam
Osmanlı kaynaklarına göre ermeni nüfusu;1881-1893 nüfus sayımında
Osmanlıda Ermeni Nüfus toplamı;997,595 1905-1906 nüfus sayımında Osmanlı
Ermeni Nüfus Toplamı;1,032,708, 1914 Memalik-i Osmaniyye’nin 1330 Senesi
Nüfus istatistiği’ne göre Osmanlı Ermeni Nüfus toplamı;1,161,16957
Yine Fransız Sarı Kitabı 1897’de genel nüfusu 14.856.118, Ermeni nüfusunu
ise 1.475.011 olarak biraz mübalağalı şekilde vermiştir.
56
57
Azmi SÜSLÜ, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı., s.19
Hüseyin ÇAKILLIKOYAK, Diospora’da Ermeni Kimliği, Yeditepe Yayınevi, İstanbul, 2005, s.79
38
Hem Osmanlı, hem de batılı kaynaklarla konuya yaklaşan Stanford J. Shaw
ise, 1890 yılında Osmanlı Devleti’nde 12.585.950 Müslüman’a karşılık 1.139.053
Ermeni; 1897’de 14.111.945 Müslüman’a karşılık 1.162.853 Ermeni; 1906’da
15.518.478 Müslüman’a karşılık 1.140.563 Ermeni ve 1914 yılında da 15.044.846
Müslüman’a karşılık 1.229.007 Ermeni nüfusu olduğunu belirtmektedir.
Burada şunu da belirtmek gerekir ki, 1827-1828 ve 1877-1878 Osmanlı-Rus
savaşları sırasında Rus birliklerine ve I. Dünya savaşında da yine başta Rusya olmak
üzere Fransız ve İngiliz birliklerine katılıp ihanet eden Ermeniler’in nüfusunda zaman
zaman tabii ve önemli azalmalar olmuştur. Bu husus hem Ermeni hem de batılı
tarihçiler tarafından da teyit edilmiş ve 1829’da Rus ordusu Erzurum’dan çekilirken
40.000 civarındaki Ermeni’nin onlarla birlikte Güney Kafkasya’ya, 120.000
civarındaki Ermeni’nin de 1878-1890 arasında aynı şekilde Rusya’ya göç ettikleri
belirtilmiştir. Yine mezhep değiştirme ve özellikle yabancı tüccara yerli tüccardan çok
imtiyazlar tanıyan 1838 ticaret antlaşmasıyla birçok Ermeni’nin Rus, İngiliz ve
Fransız vatandaşlığına geçtiği ve bir çoğunun da bu ülkelere yerleşmek maksadıyla
Osmanlı Devleti’ni terk ettikleri bir vakıadır. Halbuki bütün bu nüfus azalmaları yine
bazı Ermeni yazarları tarafından birer “katliam” olayıymış gibi kolay yoldan
açıklanmaya çalışılmaktadır.
Bu devir Osmanlı nüfusu hakkında en sahih bilgileri, Dahiliye Nezareti’ne
bağlı Sicill-i Nüfus İdare-i Umumiyyesi Müdüriyeti tarafından 1318 ve 1320 tarihli
Nüfus Nizamnamesi gereği her vilayet, kaza ve köyde, gayr-ı Müslimlerin de yer
aldığı komisyonlar marifetiyle yapılmış ve 1905’lerde başlayıp 1914’de tamamlanmış
olan Nüfus İstatistiği vermektedir.58
Ayrıca burada şuna da değinmeden geçemeyeceğim; bu dönemde Osmanlı
İmparatorluğu’nda
modern
anlamda
hiçbir
zaman
sayım yapılmadığı
ileri
sürülmektedir. Halbuki durumun hiç de öyle olmadığı aşikardır. Bunu şöyle izah
edebiliriz. Padişah II. Abdülhamid yeni Amerikan Sefiri’ni 1886 yılında kabul ettiği
zaman, Sefir kendisine Amerika’da yapılan nüfus sayımları ve bunların yararlarından
bahsetmiştir. Bu konuyla ilgilenen Padişah bu maksatla Türkiye’de bir teşkilat
kurulmasına yardımcı olup olmayacağını sormuş ve sefirin kabulü üzerine derhal
58
Azmi SÜSLÜ, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı., s. 21.
39
hazırlıklara başlanmıştır. Ayrıca burada şunu da belirtmekte fayda vardır; sayım
sonuçlarını neşreden ve 1892 yılında kurulan İstatistik Umum Müdürlüğü’nün ilk
başkanının Fethi Franko isimli bir Musevi, sonra onun yerine geçenin ise Mıgırdıç
Şinabyan isimli bir Ermeni olduğudur. Mıgırdıç Şinabyan 1897-1903 arasında bu
görevde kaldıktan sonra yerini Rober isimli bir Amerikalıya bırakmış, o da 1908’e
kadar bu görevi ifa etmiştir.59
İtilaf Devletleri’nin saflarında yer almaları, savaş sırasında ölmeleri, komşu
ülkelere, Avrupa ve Amerika’ya göç etmeleri, salgın hastalıklar ve benzer sebeplerle
savaş sonrasında Ermeni nüfusunun yaklaşık olarak onda bir nispetinde azalmasını
ise, bundan sonraki bölümlerde detaylı olarak inceleyeceğiz.
Bütün bu değerlendirmelerin ışığında, 20. yüzyılın başında ve son çeyreğinde
yeniden hız kazanan Osmanlı nüfusu araştırmalarında, eldeki en güvenilir rakamların,
yine Osmanlılar tarafından yapılan sayımlardan elde edilenler olduğu ortaya
çıkmaktadır. 2004 yılında yapılmış bir çalışmada ise, Osmanlı Devleti’nin 1905, 1906,
1911/1912 nüfus verileri esas alınarak hazırlanan söz konusu istatistiklerde bütün
Osmanlı coğrafyasında oturan Ermenilerin nüfusu, (fakat bu rakamın içinde bütün
Protestanlar toplam olarak bulunmaktadır) 1,600,000 olarak hesaplanmıştır.
59
Kamuran GÜRÜN, a.g.e., s. 93.
40
2. BÖLÜM; ERMENİ OLAYLARI
2.1. BATI’NIN OSMANLI ERMENİLERİ’NE MÜDAHALESİ
Yukarıdaki örneklerde de görüldüğü üzere 600 yıl Osmanlı hakimiyetinde
kalan Ermeniler, diğer gayr-ı Müslimlere nazaran Türkler’e en çabuk adapte olup
kaynaşan, anlaşan ve bu sebeple de devletinin itimadını kazanıp Rumlar’dan çok
onun nimetlerinden faydalanan cemaat olmuştur. Aile içinde, sokakta Türkçe konuşan
hatta ayinlerini bile Türkçe yapanlar ve bugün bile Sovyet Ermenistan’ın dışında
Avrupa, Amerika ve Asya ülkelerinde genç nesle, bulunulan ülkenin dili ve
Ermenice’yle birlikte Türkçe öğretenler hep Ermeniler olmuştur. Seyahate
gittiklerinde mal ve mülklerini Ermeniler, bir arada yaşadıkları Türkler’e bırakırken,
hacca giden Müslümanlar da, sadece mal ve mülklerini değil, işlerinin idaresini ve
ailesinden kalanların bakımını da Ermeniler’e emanet edecek şekilde itimat
etmişlerdir.
Bunun tarihi, siyasi bazı sebepleri vardır. Olayların 1890’larda başlayıp
alevlendiğini iddia etmek ise, tamamen olmasa da, kısmen hatalıdır. Aynı şekilde
Ermeni isyanlarını 1789 Büyük Fransız İhtilali’ne bağlamak da doğru bir teşhis
değildir. İsyan, ihtilal, inkılap gibi sosyal olayların tarihi bir seyri, fikri bir hazırlık
safhası, bir aksiyon veya patlama safhası ve nihayet bir durulma, bir sükun safhası
vardır.
Rusya, Doğu Anadolu üzerinden sıcak denizlere ulaşma yolunu denedi. Bu iş
için kulanılabilecek en uygun toplum Ermenilerdi. Doğudaki Rus ilerlemesi sırasında
Ermenilerin desteği sağlanırsa kolayca Akdeniz’e inilebilirdi. Ermeniler de Rusya’nın
desteğini sağlamak için böyle bir işbirliğine hazırdı. Bu işbirliği Ayastefanos ve
Berlin antlaşmalarında resmen ortaya çıkmıştı. 1
Olaylar, müsebbipleri açısından değerlendirilirken de, birçok tarafgir,
propagandaya yönelik veya hissi neşriyat yapan Ermeniler’in ve bazı batılı yazarların
yaptıkları gibi Türkler’i, Türkçe’yi, Türkiye’yi tanımadan, Türkler ve Türk tarihi
1
Yavuz ERCAN, Osmanlı İmparatorluğunda Bazı Sorunlar ve Günümüze Yansımaları, MEB
Yayınları, Ankara 2002, s. 60
41
hakkında hiçbir bilgi sahibi olmadan onlar hakkında hüküm vermek, Türk halkını ve
idarecilerini suçlu göstermek ve yine derinlemesine olayları incelemeden veya
hisleriyle hareket eden bazı yerli ve yabancı yazarların yaptıkları gibi suçu tamamen
Ermeni cemaatine yüklemek de doğru olmasa gerekir.
Vaktiyle bir Türk gölü olan Karadeniz’in bir Rus gölü haline getirilmesi ve
Boğazlar ve İstanbul’la birlikte Doğu Anadolu’nun Rus hakimiyetine girmesi için
hem Ruslar, hem de onlarla birlikte batılı bazı devletler tarafından birçok plan
yapılmış, bu emellerden bazıları da XVIII. yüzyıl başlarından itibaren uygulamaya
konulmuştur. Büyük Petro’ya atfedilen Doğu Anadolu’nun fethi projesiyle Ruslar,
Kafkasya’daki ve Anadolu’daki Ermeniler’le ilgilenmeye başlamışlardır. Bu ilgi
Türk-Rus Savaşı sonunda yapılan Küçük Kaynarca Antlaşması’nda Ruslar’ın
Türkiye’deki Hıristiyanların hamiliği üzerinde söz sahibi olmasının kabul edilmesiyle
hızlanmıştır. Ermeni ruhani lideri Katogikos Hovsep Argutian, Osmanlı Devleti ve
İran arasında bir duvar oluşturmak ve Rusya’nın emellerini gerçekleştirmek üzere
“Ararat Krallığı” adıyla bir proje hazırlamıştır. 1799 yılında Katagikos Argutian ve
Hovanes Lazaryan’la, Prens Potemkin adına General Savarov arasında yapılan
projeden 2000 adet bastırılmış ve uygulamaya konulması hususunda fikir birliğine
varmışsa da, II. Katerina’nın ölümü üzerine suya düşmüştür.2 Hemen her Ermeni
eserinde, ayininde zikredilen ve adına Amerika Birleşik Devletleri’nde bir anıt dikilen
“Ararat Krallığı” özlemi günümüzde de hala devam etmektedir.
1829 Edirne Antlaşması’yla Kafkasya Ruslar’ın eline geçince Rusya, teyit
edilen Hıristiyanların hamiliği imtiyazıyla, Osmanlı Ermenileri’yle hem dini, hem de
siyasi ve askeri münasebetlere başlamıştır. Bazı Osmanlı arazisiyle, Ermeniler’in Rus
hakimiyetinde olması da bu münasebetleri daha da hızlandırmıştır.
1877-1878 harbi sırasında, Rus orduları, Doğu Anadolu vilayetlerinden
bazılarını işgal edince, buralarda yaşayan Ermeni halkı ile temasa geçtiler. Rus
ordusunda görev yapan Ermeni asıllı general, subay, astsubay ve erler mevcuttu.
Rusya, hedef olarak kabul ettiği Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerini ele
geçirmek maksadıyla, bu bölgelerde yaşayan Ermeniler’i de amaçları doğrultusunda
kullanmayı planladı. Nitekim, Rus ordusundaki Ermeniler, bu maksadın tahakkuku
2
Esat URAS, a.g.e., s. 742-755.
42
için Osmanlı Ermenileri’ni devlet aleyhine kışkırtmakta kusur görmediler. Ermeni
Patriği Nerses’i Ayastefanos’ta Grandük Nikola’nın karargahına göndertip Bab-ı
Ali’ye kabul ettirilecek antlaşma metnine Ermeniler lehinde bir hüküm koydurması
için teşebbüste bulunmasını sağladılar. Bu sırada Rus general ve subaylarından
bazıları da zaten Ayastefanos’ta, Ermeni evlerinde misafir edilmekte idi. Bunlar da
İstanbul Ermenileri’ni tahrik ettiler.3
Neticede Rusya, kendi düşüncelerini Ermeni istekleri görüntüsü altında
Ayastefanos Antlaşma metnine dahil etti ve Ermeni sorununun ilk defa bir antlaşma
metninde yer almasını ve bunun Bab-ı Ali tarafından kabul edilmesini sağladı.
Ayastefanos Antlaşması’nın Ermeniler’le ilgili 16. maddesine göre: “Osmanlı
Devleti,
Ermeniler’in
yerleşmiş
oldukları
eyaletlerde
bölge
menfaatlerinin
gerektirdiği ıslahat ve tensikatı vakit kaybetmeksizin icra edeceğini ve Ermeniler’in
Kürtler’e ve Çerkezler’e karşı emniyetlerini sağlayacağını taahhüt eder.”4
Bu madde ile Ruslar, Ermeni konusuna tarihte ilk defa hukukiyet ve resmiyet
kazandırmış oldular. Amaçları ise; tarihi emellerini gerçekleştirmek için batıda
Balkanlı ulusları, doğuda Ermeniler’i kullanarak Osmanlı Devleti’ni iki cepheden
tehdit altına almaktır. Diğer bir ifade ile “Şark Meselesini” Rusya açısından kısa
sürede sonuçlandırmaktır.
Ermeniler’le birlikte hareket edip savaş öncesi ve sırasında bir numaralı
Ermeni hakları savunucusu olan Rusya, Berlin Kongresi’nden sonra birinci sırayı
İngiltere’ye bırakmıştır. Genellikle bazı topraklar ve imtiyazlar kopardığı ve
Ermeniler’le ilgili “Anadolu Islahatı” sözleşmeye konulduğu için Birinci Dünya
Savaşı’na kadar büyük devletler, Ermeniler’i dini, diplomatik ve maddi açılardan
desteklemeye ve içerde ve dışardaki Ermeni teşkilatlarının kurulmasına, isyanlar
çıkarıp katliamlar yapmalarına imkan sağlamışlardır.
Birinci Dünya Savaşı arifesinde bütün bu misyoner faaliyetleri, Rusya’nın
Bitlis Konsolosu’nun raporunda da ifade ettiği gibi, meyvelerini vermeye başlamıştır:
“Batılı diplomatlar, kendi bakış açılarına göre, milliyet kavgasından pek
gaddarane bir surette istifadeye kalkışmışlar, Ermeniler’in milli duygularını tahrik
ederek hiç sıkılmadan Türkiye’de bir Ermeni meselesi icad etmişlerdir. Halbuki
3
4
Enver Ziya KARAL, Osmanlı Tarihi, C. VIII, TTK Basımevi, Ankara, 1983, s. 129.
Nihat ERİM, Devletlerarası Hukuk ve Siyasi Tarih Metinleri, TTK Basımevi, Ankara, 1953, s. 395.
43
bunların hepsi Türkiye’nin göz kamaştıran mirasından hissedar görünmek amacına
matuftur. Hıristiyanları himaye etmek, insanlık ve kanunu müdafaa etmek, bunların
hepsi sıkılmamak için birer maskedir. Ermeniler’in gerçekten fakr u zarurete
düşmeleri Avrupa’nın umurunda bile değlidir.”5
2.2. ISLAHAT ÇALIŞMALARI VE ERMENİ FAALİYETİ
Ermeni hareketinin başlangıç tarihi olarak 1856 tarihli Islahat Fermanı’nı
gösterebileceğiz. Islahat Fermanı ile, Türkiye’de bulunan ve Müslüman olmayan
toplumlara evvelce verilmiş bütün imtiyazlar ve ruhani muafiyetler kaldırılıyor ve
gerekli ıslahatın, patrikhanelerde kurulacak meclisler tarafından hazırlanıp Babıali’ye
takdim etmeleri sağlanıyordu. Osmanlı Hükümeti 29 Mart 1862 günü bunu uygun
görerek meriyete koydu. Bu nizamnamenin metni Esat Uras’ın, Tarihte Ermeniler ve
Ermeni Meselesi isimli kitabının 165-171. sayfalarında bulunabilir.
Bu tarihlerde Osmanlı İmparatorluğu’nda henüz bir Ermeni meselesi mevcut
değildir. Bu nizamname ile, Ermeni toplumunun işlerini görüşmek üzere 140 üyelik
bir Umumi Meclis kuruluyordu. Meclisin 20 üyesi İstanbul Kilisesi mensuplarından,
40 üyesi taşradan gelecek milletvekillerinden, 80 üyesi de İstanbul Kilise
cemaatlerinden seçilecekti.
1869 yılında İstanbul Patrikliği’ne Mıgırdıç Hırımyan seçildi. Hırımyan
1820’de Van’da doğmuş, öğretmen olmuş, Kuzey İran, Kafkasya, Eçmiyazin
taraflarında dolaştıktan sonra İstanbul’a gelmiş, 1854’de Ahtamam Manastırı’na
Vartaket olmuş, ihtilalci ruha sahip bir kişiydi. Daha sonraları, 1893’te Eçmiyazin
Katogikosu (Ermeni Kilisesi’nin en yüksek mevkii) olmuştur.
Hırımyan İstanbul Patriği olunca ihtilalci havayı meclise getirmeye çalıştı.
Meclis onun davranışlarına karşı çıkınca 1873’te istifa etti, ama faaliyetini sürdürdü.
1876’da Bulgar meselesi için toplanan İstanbul Konferansı’na, Ermenilere baskı
yapıldığı yolunda bir rapor yolladı. Ancak konferansın konusu Ermeni sorunu
olmadığı için bu teşebbüsten sonuç alınamadı.6
5
Azmi SÜSLÜ, Ruslara Göre Ermenilerin Türklere Yaptıkları Mezalim, Yüzüncü Yıl Üniversitesi
Rektörlüğü, Ankara, 1987, s. 20-21.
6
Esat URAS, a.g.e., s. 177-181.
44
1877 Rus Harbi böyle bir havada başladı. Bu savaş sona ererken İstanbul
Patriği’nin, Eçmiyazin Katogikosluğu aracılığı ile Rus Çarı’ndan, Fırat’a kadar olan
bölgenin Türkler’e geri verilmemesi yolunda bir talepte bulunduğu bilinmektedir.
Savaş sona erince bu defa patrik, Rus karargahına giderek barış anlaşmasına
Ermeniler lehine bir madde konması talebinde bulundu. Ayastefanos Muahedesi’ne
giren 16. madde bu talebin sonucu olup, Ermeniler’in yaşadığı vilayetlerde gerekli
ıslahatın yapılması ve Ermenilerin Kürt ve Çerkezler’e karşı emniyetlerinin
sağlanması hükmünü ihtiva eder.
Ayastefanos
Anlaşması’nın
genel
bir
itirazla
karşılandığı,
Osmanlı
Hükümeti’nin İstanbul’da İngilizlerle 4.6.1978 tarihinde Kıbrıs’ı İngiltere’ye bırakıp
onun yardımını sağlayan bir anlaşma imzaladığı ve bunda Osmanlı Asyası’ndaki
Hristiyanların iyi idare edilmesi ve korunması için İngiltere ile bi’l-istişare ıslahat
yapılmasının da kabul edildiği malumdur.
Bundan sonra Berlin Konferansı toplanarak Ayastefanos Muahedesi tadil
edildi ve bunun 61. maddesi ile Doğu Anadolu vilayetlerinde ıslahat yapılması da
hükme bağlandı.
Berlin Kongresi’nden sonra Ermeni komitelerinin kurulmaya başladığını ve
bunların, Rusya’nın maddi ve manevi desteği ile çeşitli isyan hareketlerine
başladıklarını görüyoruz. Bu arada da İmparatorluk ıslahat projesi için Rusya ve
İngiltere ile görüşme halindedir. Keza Berlin Kongresi’nden sonra Ruslar’ın artık
Balkanlar’da yapılabilecek bir iş kalmadığından Osmanlı İmparatorluğu’nun doğu
vilayetleri ile çok yakından ilgilendiğini ve Ermeniler’i bu maksatla kullanmaya
başladığını görüyoruz.
Olayların planlanması ve idaresi cemiyetler ve komitelerce yürütüldüğünden,
bunların hangileri olduğunu kısaca hatırlamakta fayda vardır.
İlk kurulan cemiyet, amacı Kilikya’yı yükseltmek olan “Hayırseverler
Cemiyeti”dir. 1860’ta kuruldu. 1876’da “Ermenistan Doğu Cemiyeti” Muş’ta
faaliyete başladı. 1880’de “Ermenilerin Birleşik Cemiyeti” kuruldu. Bu Cemiyet
Türkiye ve Rusya Ermeniler’i arasında milli amaçlarda bir birlik kurmayı hedef
edinmişti. Bu kuruluş bilhassa Rus konsolosluklarından büyük yardımlar temin
ediyordu. 1881’de Erzurum’da “Yüksek Kurul Cemiyeti” kuruldu. Bütün
45
Ermenistan’da yapılacak her türlü hareket bu Cemiyet tarafından yürütülecekti.
1882’de Van’da “Kara Haç Cemiyeti” kuruldu.
1887 yılında Kafkasyalı Ermeniler’den Avedis Nazarkes, Kafkasyalı Ermeni
öğrencilerden oluşan “Hınçak (Çan, Çıngırak) Komitesi”ni kurdu. Gayesi Türkiye
Ermenistanı’nı kurtarmak, Rus ve İran Ermenistanı ile birleştirerek hür ve bağımsız
bir devlet yaratmaktı. Programı Marksist ve merkeziyetçiydi. Komitenin İstanbul
merkezi, Rus tabiiyetindeki Ermeniler tarafından 1890 yılında faaliyete geçirildi.
1890 yılında Kafkasya’da “Ermeni İhtilal Cemiyetleri Birliği” (Taşnaksutyun
Komitesi) kuruldu. Gayesi isyan vasıtasıyla Türkiye Ermenistanı için siyasi ve
iktisadi hürriyet elde etmekti.
Bu kuruluşlarla birlikte çeşitli vilayetlerde isyanlar başlamıştır.
İsyanlara geçmeden iki müşahedeyi nakletmekte fayda vardır. Esat Uras, New
York Herald muhabiri Sydney Whitman’ın “Türkish Memories” isimli kitabının 7593. sayfalarından aşağıdaki pasajı nakletmektedir:
“Erzurum İngiliz Konsolosu A. Graves’e sordum:
-Eğer bu memlekete hiçbir Ermeni komitecisi gelmemiş olsaydı ve
Ermeniler’i isyana kışkırtmasaydılar, bu çarpışmalar olur muydu?
-Tabii hayır, sanmam ki bir tek Ermeni öldürülmüş olsun, dedi.” 7
Bundan daha enteresan bir müşahede General Mayewski’ye aittir:
“1895 ve 96 yıllarında, Ermeni komiteleri, Ermeniler’le Kürtler arasında
öylesine bir kuşku yaydılar ki, bu bölgelerde herhangi bir reformun yürütülmesi
imkansız hale gelmişti.
Ermeni din adamlarının, dini eğitim gayretleri hemen hemen yoktu. Buna
karşılık, Ermeni papazları, milliyetçilik fikirlerini yaymak için çok çalıştılar. Yüzlerce
seneden beri bu neviden düşünceler esrarengiz manastırların duvarları içinde gelişti
ve dini görevlerin yerini, Hıristiyanların Müslümanlara olan düşmanlığı aldı.
1895 ve 96 yıllarında Asya Türkiyesi’nin pek çok vilayetinde ortaya çıkan
ayaklanmaların sebebi, ne Ermeni köylülerin büyük sefaleti, ne de maruz
bulundukları baskı idi. Zira bu köylüler komşularından çok daha zengin ve müreffeh
idiler.
7
Esat URAS, a.g.e., s. 426.
46
Ermeni ayaklanması müteakip üç sebepten neşet ediyordu;
● Bunların siyasi konulardaki bilinen tekamülleri.
● Ermeni halk efkarında, milliyetçilik, kurtuluş ve bağımsızlık fikirlerinin
gelişmesi,
● Bu fikirlerin Batı hükümetlerince desteklenmesi ve Ermeni papazlarının
telkin ve çabaları ile yayılması.”8
Tarafsız veya daha doğrusu Ermeni taraflısı müşahitlerin bu açık
ifadelerinden de anlaşılacağı nedenle Ermeni ayaklanmalarının sebebi, ne sefalet, ne
de tabi tutuldukları baskı olmayıp, sadece kilisenin gizli karargahını teşkil ettiği ve
Batı devletleri ile Rusya’nın desteklediği Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanmasını
temine matuf nihai hedef çerçevesinde bir Ermeni bağımsızlığı cereyanının ortaya
çıkarılmasıdır. Bu konuda Batı devletleri ile Rusya’nın niyetleri arasında aslında hiç
de yakınlık olmadığını daha sonraki yılların olaylarına bakarken göreceğiz.
Kurulmuş Ermeni cemiyet ve komitelerini bu şekilde hatırlattıktan sonra
hadiseleri tarihi kronoloji içinde gözden geçirmeye devam edelim. Osmanlı Hükümeti
ıslahat konusunu incelemek için doğu vilayetlerine 1879 yılında geniş yetkili
müfettişler yollayarak çalışmaya başladı. Ermeniler, Erzurum’a gelen müfettişlere bir
ıslahat projesi verdiler. Tiflis’te 1915 yılında Ermenice basılan Leo’nun “Ermeni
Sorununun Belgeleri” isimli kitabının 135. ve müteakip sayfalarında yer almış bu
projenin bazı mühim kısımları aşağıda özetlenmiştir;
İl valisinin tayin ve değiştirilmesinden önce Ermeni Patriği’nin görüşü
alınmalıdır.
Mutasarrıfların tayin ve değişmesi de valiler gibi olmalıdır.
Ermeni nüfusu daha kalabalık ilçe kaymakamları Ermeni olmalıdır.
İl İdare Meclisi yarısı Türk-İslam, yarısı da Ermeni olmak üzere 6 kişiden
oluşmalıdır.
Bir jandarma örgütü kurulmalı, yarısı Türk-İslam, yarısı Ermeni olmalıdır.
Albaydan binbaşıya kadar subaylar Avrupalı, daha küçük rütbeliler yarı yarıya Türk ve
Ermeni olmalıdır.
8
Ergünöz AKÇORA, Van ve Çevresinde Ermeni İsyanları, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı, İstanbul,
1994, s. 99.
47
Kürt aşiretleri dağıtılmalı, her biri tek tek uygun yerlere yerleştirilmelidir.
Kars ve Çıldır sancaklarından bu tarafa göç eden Çerkez, Türkmen ve Türk göçmenleri,
Ermeni bulunmayan uzak bölgelere aktarılmalıdır.
Bu Ermeni projesinde iki noktaya bilhassa dikkat edilmelidir. Ermeni
nüfusunun daha kalabalık olduğu kazalarda kaymakamların Ermeni olması
istenmektedir. Mutasarrıflar ve valiler için böyle bir talep yoktur. Yani Ermeni
dokümanı, sadece bazı kazalarda Ermeni nüfusunun daha fazla olduğunu,
mutasarrıflık ve vilayet itibariyle böyle bir durumun bulunmadığını bu şekilde itiraf
etmektedir. Yıllar sonra doğu vilayetlerinde bir Ermeni ekseriyetinden bahsedilmeye
başlandığında bu husus unutulmuş olmalıdır. Nüfus konusuna ileride ayrıca
geleceğiz. İkinci nokta ise, Ermeniler’in, Rus işgalinden kaçıp gelmiş Türkler’in
başka bölgelere naklini, yani tehcirini istemesidir. Tehciri vahşet olarak tanıtmaya
çalışan bir toplum için bu şüphesiz ki enteresan bir davranıştır.
13 Haziran 1880’de İstanbul’daki elçiler doğu vilayetlerindeki ıslahat
konusunda Babıali’ye bir müşterek nota verdiler. Babıali, yapılmakta olan işler
hakkında 5 Temmuz 1880’de bu notayı cevaplandırdı. Elçiler 7 Eylül 1880’de yeni
bir nota ile bazı hususlarda munzam bilgiler talep ettiler. Bu nota teatileri işin
prensibine taallük ediyordu.
Babıali 3 Ekim 1880’de elçilere, Ermenileri’n bulundukları vilayetlerde
yapılacak ıslahatla ilgili olarak müteakip açıklamaları yaptı;
Van, Bitlis, Diyarbakır vilayetleri mahkemeleri daha iyi bir biçimde teşkil ve ıslah
olunacaktır.
Polis ve jandarma, bu illerde yeniden düzenlenecektir. Jandarma albayları
Harbiye Nezareti’nden tayin edilecek, diğer subayların tayinleri valinin teklifi üzerine
Harbiye Nezareti’nce yapılacaktır.
Bu şekilde ıslahat çalışmalarına başlandı.
2.3. TEŞKİLATLANMA, İSYANLAR VE İHANETLER
Hepsinin amacı Ermenistan bağımsızlığı olmak üzere ilkin Türkiye’de, daha
sonra ise yurt dışında çeşitli cemiyetler kurulmaya başladı. Önceleri esas niyetlerini
48
kendilerine saklayarak hayır dernekleri görünümü veren bu cemiyetler içinde
konumuz açısından en önemlileri Hınçak ve Ermeni İhtilal Cemiyetleri Birliği’dir. 9
Daha önceki bölümde de belirttiğimiz gibi, sosyal olaylar, tarihi hadiseler
durup dururken, birdenbire patlak verip ortaya çıkmazlar. Bunları hazırlayan birçok,
bazen de basit gibi görünen ancak karmaşık sebepleri vardır. İlk bakışta Ermeni
olaylarının bir “mesele” olarak ortaya çıkışını, ne doğrudan doğruya yaklaşık yüzyıl
önceki Büyük Fransız İhtilali’yle, ne 1878 Berlin Kongresi’yle, ne Batılı devletlerin
tahrik, teşvik ve finanse etmesiyle, ne patrikhane ve kiliselerin ruhani görevlerinin
yanısıra dünyevi-siyasi işlere el atmasıyla, ne Osmanlı Devleti’nden Avrupa ve
Amerika’ya gönderilip veya mahallinde yetiştirilip ihtilalci fikirlerle geri dönen
Ermeni gençleriyle ve ne de sadece 1818, 1878, 1912 ve 1914 savaşları öncesi, sırası
ve sonrasındaki olaylar, şuurlanma, propaganda veya göç hareketleriyle, okullar hayır
cemiyetleri, komiteler, çetelerle, misyoner faaliyetleriyle veya Yunanistan, BosnaHersek, Bulgaristan olaylarıyla açıklamak ve bunlardan sadece biri veya diğerini esas
alarak konuya bakmak doğru olmasa gerektir. Bunların hepsi de “Ermeni
Meselesi”nin ortaya çıkmasını hazırlayan sebepler zinciridir. Bunlara bağlı olarak
gelişen ve bu bölümde açıklamaya çalışacağımız başka tali sebepler de vardır.
Bunlara verilecek öncelik ise, kronolojik olmalıdır. Yine olayları bugünkü verilerle
veya peşin hükümlerle değil, zamanın şartları içinde ve o günün belgeleriyle ve bakış
açılarıyla değerlendirmeye çalışmakla gerçeklere daha çok yaklaşılabilir. Burada
uygulamaya çalışacağımız bir diğer metod ise, sentez metodu olacaktır.
Ermeni milliyetçiliğinin teşekkülünde hareket noktası ise, dün olduğu
gibi bugün de, patrikhane, kiliseler, okullardan başlamakta ve cemiyetler, komiter
terör gruplarıyla devam etmektedir.
2.3.1. Kiliselerin Rolü
Ermeni Kilisesi’nin rolü, esasen bütün Ermeni tarihçileri tarafından kabul
edilen bir husustur.
9
Mim Kemal ÖKE, Ermeni Sorunu 1914-1923, TTK Basımevi, Ankara, 1991, s. 75
49
Pastırmacıyan, Kilise için; “Ermeni Kilisesi, Ermeni milletinin kilise
tarafından can verilen ruhunun yeniden dünyaya gelmek için, yaşadığı vücuttur”
diyor. Nalbantyan’ın görüşü de şöyle: “Bu nasyonalist çabada en büyük rol, bazı
müstesna liderleri ve belli başlı manastırları vasıtasıyla, hem dini, hem entelektüel bir
kuvvet olarak çalışan Ermeni Kilisesi tarafından oynanmıştır.
Siyasi bağımsızlığın yokluğunda, Katolikos, milletinin emellerini temsil etmiş
ve Diasporadakilerle anavatandaki Ermeniler arasında bir bağ haline gelmiştir.”10
Rusya’nın mezhep vasıtasıyla Osmanlı Ermenileri’ne müdahalesi üzerine
1830’da Ermeni Katolikleri ayrı bir cemaat şekline dönüştürülmüş ve 1831’de de
Hogopos Çukuryan’ın patrikliğiyle Ermeni Katolik Patrikliği’nin kuruluşu II.
Mahmut tarafından tanınmıştır. Yine 1828’lerden itibaren bazı Amerikan
misyonerleri İngilizler’in de gayretleriyle Ermeniler arasında Protestan Mezhebi’ni
yaymaya çalışmışlar ve dershaneler, parasız okullar kurup Ermenice İnciller dağıtarak
1846’da bir “Protestan Cemaati İdare Heyeti” teşekkül ettirmişlerdir. 1850’de bir
fermanla bunlara bir “Protestan milleti mebusu seçme hakkı” verilmiş ve 1859’da da
ayrı bir cemaat olarak tanınmışlardır.
İşte batılıların hem Müslümanları çökertmek, hem de kendi mezheplerini
empoze ederek Ermenileri Osmanlılar aleyhinde kışkırtmak suretiyle tezgahladıkları
bu ikili oyunlar ve Tanzimat ve Islahat fermanları ve Ermeni Milleti
Nizamnamesi’yle tanınan yeni haklar ve imtiyazlar, 1461’den 1861’lere kadar devam
eden dörtyüz yıllık “sadık tebaa” imajını kiliselerin önderliğinde Ermeniler’den
silmeye başlamış ve bu 1859’dan itibaren de fiili durumlar, isyanlar ortaya çıkmıştır.
Bundan böyle Patrikhane önderliğinde devletin içinde ve dışında bütün Ermeni
kiliselerince desteklenen “Türk düşmanlığı” ve “Ermeni milliyetçiliği” fikirleri
filizlenmeye başlamıştır. Müslüman-Osmanlı halkı ve idarecileri ise, her zaman bir
dost olarak gördüğü Ermenileri, 1828 ve 1878 yıllarındaki bu tecrübeleriyle artık
“zararlı” hatta I. Dünya Savaşı sırasında “düşman” bir cemaat olarak telakki etmeye
başlamışlardır. Bu düşmanlığın ortaya çıkışını Müslüman veya Ermeni Osmanlı halkı
değil, onlar adına Avrupalılar, kiliseler ve komiteler sağlamışlardır. Bundan sonra her
10
Kamuran GÜRÜN, a.g.e., s. 31.
50
isyan hareketinde Batı’nın yanısıra patriklerin, papazların da parmağını görmek
değişmez bir kaide haline gelecektir. Bunlardan bazılarını gözden geçirelim.11
2.3.1.1. Patrik Mıgırdıç Hrımyan’ın Faaliyetleri
Van’da bir manastırda matbaa kuran Hrımyan, Ermeni bağımsızlığını güden
“Van Kartalı”, “Muş Kartalı” isimli gazeteleri 1857’den itibaren çıkarmaya ve
Ermeni çetelerinin yaptıklarını örtbas etmek üzere vilayetlerde sözde Ermeniler’e
yapılan zulüm ve baskılardan dem vuran raporlar yayınlamaya başlamıştır. Diğer
taraftan etrafına topladığı ateşli Ermeni papazları ve gençlerine Ermeni kültürüyle
ilgili dersler verdirmiştir.
1869’da Ermeni patrikliğine seçilince, dini görevlerini bir tarafa bırakarak
siyasi işlerle uğraşmaya başlamıştır. Faaliyetlerini çok ileri götürünce, patriklikten
istifa ettirilmişse de, Türk-Rus savaşı sona erince, Yeşilköy önlerine gelen Grand Duc
Nicola’yı ziyarete giden patrikhane heyetinin içinde yer almıştır. 1885 yılında da
Eçmiyazin Katagikosu olmuştur. Patrikliği sırasında Ermeni Milleti Nizamnamesi’nin
hükümlerini genişletip Doğu Anadolu’daki Ermeniler lehinde yeni imtiyazlar
koparmak üzere 1872 başlarında hazırlattığı bir muhtırayı Osmanlı Hükümeti’ne
vermiş bu görevden ayrılınca da yerine seçilen Patrik Narses Varjabetyan’ı
etkilemekten geri durmamıştır.12
2.3.1.2. Patrik Narses Varjabatyan’ın Faaliyetleri
Varjebatyan bir taraftan eski Patrik Hrimyan, diğer taraftan da daha sonra
patrik seçilecek olan İzmirliyan’ın ve Patrikhane Meclisi’ndeki üyelerin tazyikleriyle
İstanbul’daki yabancı sefirleri dolaşarak onların ilgilerini çekmeye çalışmış ve bu
arada İngiliz Büyükelçisi Henry Elliot’la 1876 yılında görüşmüştür.
Ancak Patrik Varjebetyan işin burada bitmediğini, ıslahat işinin bir basamak
olduğunu ve esas gayelerinin milli istiklal olduğunu “Ermenistan’ın Ermeniler
11
12
Azmi SÜSLÜ, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı, s. 35.
Mehmet Ali BİRANT, Ermeni Terörü, İstanbul, 1982, s. 12-14.
51
tarafından idaresi” formülüyle ifade etmiş ve bu fikirlerini Londra’da eski Patrik
Hrimyan,
Petersburg’da
Horen
Episkopos
vasıtasıyla
Avrupa’da
yaymaya
13
çalışmıştır.
2.3.1.3.
Kudüs Ermeni Patriğinin Tavrı
Orta Doğu’ya yaptığı bir gezi sırasında İngiltere’nin İstanbul Büyükelçisi
Layard, 1879 Eylülü’nde Kudüs’teki Ermeni Patriği ile görüşmüştür. Patrikten aldığı
cevaplar, İstanbul Patriği’ninkinden hiç de farklı olmamıştır. Patrik, tekrar eski
günlerine dönmenin heyecanı içinde olduklarını ve Ermeniler arasında milliyetçilik
duygularının had safhada olduğunu ifade etmiştir. Artık Rusya’nın yardımını
istemediklerini, bunun Rusya’nın nüfuzu altına girmek olup milli-müstakil bir devlet
kurma şanslarını tehlikeye sokacağını, Osmanlı Devleti’nin himayesi altında yaşamak
istemediklerini, Osmanlı topraklarında muhtar bir “Ermeni Devleti” kurulmasının
lüzumunu ve bunun için de İngiltere’nin yardımının gerekli olduğunu ilave etmiştir.
Layard ise, şimdilik acele etmemelerini ve yapılacak reformların neticelerini
beklemelerini söylemişse de, Patrik’in kararlı tutumu ve yakında fiili olarak harekete
geçeceklerini anlaması üzerine, muhtariyet teşebbüsüne geçtikleri takdirde bölgede
çoğunlukta olan Müslümanların şiddetli tepkileriyle karşılaşacaklarını ifade etmiş ve
bilahare Osmanlı otoritelerini de durumdan haberdar etmiştir.14
2.3.1.4. Kiliselerin İhanetleri
Altı yüzyıl boyunca dünyanın hiçbir devletince tanınmayan din ve vicdan
hürriyetinden çoğu kere Müslümanlardan çok faydalanan Ermeni din adamları ve
kiliselerin, XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren başlayan isyan ve ihtilal
hareketlerine karıştıkları hatta onları çoğu defa yönettikleri tarihi bir vakıadır.
20 Haziran 1890 tarihinde Erzurum’da bulunan Saint Asalyan Kilisesi ihbar
üzerine aranmıştır. Buraya gelen Osmanlı askerlerine ateş açılmış ve iki subayla bir
13
Azmi SÜSLÜ, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı, s. 36-37.
Cevdet KÜÇÜK, Osmanlı Diplomasisinde Ermeni Meselesinin Ortaya Çıkışı, İ.Ü. Edebiyat
Fakültesi, İstanbul, 1984, s. 47-48.
14
52
jandarma eri şehit edilmiştir. Yapılan aramada ise, Rusya’dan getirilip gizlenen silah,
cephane ve bombalar bulunmuştur.15
Bitlis doğumlu ve Amerika’da tahsil yapıp tekrar memleketine dönen Jorcnab,
Ermeni Kilisesi papaz vekili ve oradaki Amerikan Misyoner Okulu idarecileri,
Ermenileri silahlandırmışlar ve Cuma namazına giden Müslümanlara 25 Ekim
1895’te bir suikast hazırlamışlardı. Çalınan üç çan işareti ve Ermeniler’in
durumundan kuşkulanan Müslümanlar camiden hemen çıkmışlarsa da, kapıdaki
silahlı Ermeniler’le karşılaşmışlardır. Çıkan müsaderede 200’e yakın Müslüman ve
Ermeni ölmüş ve bir o kadar da kişi yaralanmıştır. Müteakiben çevrede çıkarılan
olaylarda ise yine birçok kişi hayatını kaybetmiştir.16
2.3.2. Okullar, Hayır Müesseseleri, Cemiyetler, Komiteler
1461 yılında Patrikhane’ye tanınan din ve vicdan hürriyetinin yanısıra Ermeni
cemaatine kendi dillerinde eğitim-öğretim yapmaları, okullar, müesseler, cemiyetler
kurmaları ve iktisadi-ticari gelişmelerini sağlamaları yolunda birçok imkanlar
verilmiştir. Bunlar her padişah zamanında hem yazılı hukukta, hem de fiili olarak
gelişmiştir. Kapitülasyonlar ve XVIII. ve özellikle XIX. yüzyılda Osmanlı
Devleti’nin her tarafında görülen misyoner faaliyetleriyle bu gelişmeye Batılılar da
destek vermeye ve müdahale etmeye başlamışlardır. 1839 ve 1856 fermanlarıyla bu
müdahaleler hem resmi bir hüviyet kazanmış, hem de müesseseleşme faaliyetleri
hızlanmıştır. 1860’tan itibaren Ermeni Milleti Nizamnamesi, 1876 ve 1908
anayasaları ve özellikle 93 Harbi’ni müteakiben “Ermenilerin meskun bulundukları
vilayetlerde ıslahat yapılması” formülüyle sayıları Müslümanlarınkine ve başka
ülkelerdeki Ermeniler’inkine nazaran son derece çoğalmıştır. Maarifle, dinle, hayırla,
ticaretle uğraşmak gayesiyle kurulmuş olmalarına rağmen, bunlar daha ziyade
siyasetle ve nimetlerinden faydalandıkları devlete zararlı olacak çalışmalarla
uğraşmaya başlamışlardır. Böylece başta İstanbul olmak üzere Anadolu ve
Rumeli’nin her tarafında kiliseler, manastırlar, dini ve ladini okullar, kolejler, ilm-i
ilahi müesseseleri, darü’l-eytamlar, darü’l-acezeler, darü’ş-şifalar, hastahaneler,
15
16
Genelkurmay Başkanlığı, Türk İstiklal Harbi, Doğu Cephesi, 1918-1921, Ankara, 3.cilt, s. 4.
İhsan SAKARYA, Belgelerle Ermeni Sorunu, Gnkur Basımevi, Ankara, 1984, s. 115-117.
53
Cemiyet-i Hayriyeler, komiteler kurulmuştur. Okullardan başlamak üzere bunların
1915-1916’lardaki
durumlarını
gözden
geçirdiğimizde
şu
tablolar
ortaya
17
çıkmaktadır.
2.3.2.1. Okullar
1860’ta çalışmaları başlatılıp 1863 Mart’ında bir fermanla kabul edilen
Nizamname-i Millet-i Ermeniyan’ın üçüncü bendinde; “Milletin vazife ve hakları
arasında evvela milletin kültürel ve maddi ihtiyaçlarının karşılanmasına gayret sarf
etmek, ikinci olarak Ermeni kiliselerinin iman ve efsanelerine leke ve zarar
getirmemek, üçüncü olarak temin etmek ve dördüncü olarak kilise, hastahane, okul ve
benzeri müesseseleri ve ianeleri mamur halde tutmak prensipleri” getirilmiştir. Altıncı
bendin onuncu maddesinde ise; “Ruhban ve mektep hocaları ile kilise, manastır,
mektep ve hastahane memurlarının murakabe ve tecziyesi patrike ve ona bağlı olarak
görev yapan meclis ve komisyonlara bırakılmıştır.”
Referans vermeden “1901-1902 yıllarında İstanbul Ermeni Patrikhanesi’nin
Resmi İstatistiği” adıyla Osmanlı Devleti’ndeki Ermeni okul, talebe ve öğretmen
sayısını Dr. Kevork K. Baghdjian şu şekilde vermiştir:18
YER
Siirt
Amasya-Merzifon
Şebinkarahisar
Erzurum
Kığı
Bayburt
Diyarbakır
Harput
Eğin
17
18
ERMENİ
OKULU
3
9
27
27
27
9
4
27
4
ERKEK
ÖĞRENCİ
163
1524
2040
1956
1336
645
690
2058
541
Azmi SÜSLÜ, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı, s. 46.
Azmi SÜSLÜ, Ermeniler ve 1915 Tehcir olayı, s. 47.
KIZ
ÖĞRENCİ
84
814
105
1178
367
199
324
496
215
ÖĞRETMEN
11
54
42
85
43
32
27
58
22
54
Çemişkezek
Arapkir
Çrşsancak
Arapkir
Etesia
Görün
Darende
Divriği
Sivas
Bitlis
Erzincan
Kemah
Bayezid
Muş
Van
Gediz
Ahdamar
Tercan
Kiskim
Pasin Hınıs
Divranaguerd
Palu
Malatya
Çukurova(Kilik)
Antep
Hatay
Halep
Haçin
Süleymanlı
Sis ve Çevresi
Adana
Maraş
TOPLAM
12
18
12
18
8
12
2
10
46
12
22
13
6
23
21
3
32
12
3
7
8
2
8
9
9
10
2
4
10
7
25
23
528
556
713
617
713
1091
736
260
757
4072
571
1389
646
338
1034
1323
203
1106
485
80
315
352
180
505
872
898
440
438
508
605
476
1947
1361
35727
272
123
189
123
571
78
70
100
549
63
475
28
54
284
554
56
132
10
15
15
50
230
708
47
249
69
85
165
808
378
10294
15
25
18
25
26
20
5
20
73
20
63
16
13
35
59
6
36
12
3
7
12
15
19
58
10
18
12
15
19
69
44
114
55
İmparatorluğun Diğer yerleri
YER
Edirne
ERMENİ
OKULU
6
ERKEK
ÖĞRENCİ
314
KIZ
ÖĞRENCİ
251
ÖĞRETMEN
22
Rodos
9
1.017
856
48
İzmit
38
540
43.103
212
Bilecik
10
1.120
143
21
Kütahya
5
825
349
23
İzmir
27
1.640
1.295
109
Ankara
7
895
395
29
Kayseri
42
3.795
1.140
125
Samsun
27
1.361
344
59
Trabzon
47
2.184
718
85
Bağdad
2
68
46
11
Yozgad
12
1.197
557
43
Bursa
16
1.345
733
54
Balıkesir-Bandırma
8
700
634
35
Tokat
11
1.408
558
50
Kastamonu
3
110
50
2
Konya
3
213
137
12
Armacah
2
190
110
6
TOPLAM
275
23.786
11.419
946
GENEL TOPLAM
803
59.513
21.713
2.088
Verilen bilgiler ışığında görüldüğü üzere bu dönem Osmanlı İmparatorluğu
toprakları üzerinde toplam 803 Ermeni okulu bulunmaktadır. Buna karşın aynı
dönemde Rusya ve Kafkasya’da 600 Ermeni okulu kapatılmış ve yine “yeni nesli
Ermeni papazlarının zararlı tesirlerinden kurtarmak amacıyla” 320 Ermeni ilkokulu
kapatılmıştır.19
19
Azmi SÜSLÜ, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı, s. 49-50.
56
2.3.2.2. Hayır Müesseseleri, Cemiyetler
Bu amaca hizmet etmek amacıyla XIX. yüzyıl sonları ve XX yüzyıl başlarında
Ermeni cemiyetleri, okulları ve kiliseleri, kanuni ve dini bazı dokunulmazlıklardan da
yararlanmak suretiyle, isyan, ihtilal hazırlıklarının yapıldığı birer “siyasi büro” ve
silah ve mühimmat deposu veya imalathanesi haline gelmişlerdir.
Bunlardan “Hayırseverler Cemiyeti” 1860’ta Çukurova’yı kalkındırmak
amacıyla kurulmuş, bunu “Fedakar Cemiyeti” takip etmiştir. Birincisinin üyeleri
arasında faaliyetleriyle tanınan Ermeniler bulunmakta ve bunlardan Hasip
Şişmanyan’la
Mıgırdıç
Beşiktaşyan’ın
1862
Zeytun
isyanlarında
isimleri
geçmektedir.20
1870’ten 1880’e kadar geçen süre içinde Van’da “Ararat”, Muş’ta
“Mektebsevenler”,
“Şarklı”
ve
“Ermenistan’a
Doğru”,
Adana’da
“Kilikya”
cemiyetleri kurulmuş ve bunlar 1880’de birleşerek “Birleşik Ermeni Cemiyeti”ni
meydana getirmiştir.
Ayrıca, 1872’de Van’da Rusya’nın desteğinde “İttihad ve Halas” ve 1878’de
de “Kara Haç” cemiyetleri kurulmuştur. “Kara Haç” adı, üyelerinin arasında sır
verenlerle, cemiyet prensiplerine uymayanların listedeki isimleri üzerine kara haç
çekilip idama mahkum edilmelerinden kaynaklanmaktadır.
1881’de Erzurum’da “Şura-ı Ali” adıyla kurulan cemiyet, daha sonra “Müdafi
Vatandaşlar” olarak adını değiştirmiştir. Yine aynı vilayette 1882’de “Anavatan
Müdafileri”, “Silahlılar” ve “Milliyetperver Kadınlar” cemiyetleri kurulmuştur.
Bunlardan “Anavatan Müdafileri” cemiyeti, Ermeniler’i saldırılardan korumak
maksadıyla kurulmuş ve faaliyetlerinin farkına varılıp üyeleri yakalanınca, 1882’de
kapatılmıştır.
1890 yılında İstanbul’da da “Yıldırım” ve “Kurban” isimli cemiyetler
kurulmuştur. Bu sonuncu cemiyetin kurucusu, Kafkas Ermenileri’nden Dr. Pakrat
Navasartyan idi ve cemiyet çalışmaları birçok cemiyetteki gibi Tiflis’ten idare
edilmekteydi.21
20
Azmi SÜSLÜ, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı, s. 51.
Osman KARABIYIK, Türk-Ermeni Münasebetlerinin Dünü Bugünü, İhlas Matb., İstanbul, 1984,
s. 58-59.
21
57
Bütün bu cemiyetler, sadece fikri mücadele vermekle kalmamış, yerine göre
hem Türkler’e hem de fikirlerini benimsemeyen, kendilerine yardım etmeyen veya
“devlete bağlılıklarıyla kendilerine ihanet eden” Ermeniler’i de öldürmekten ve
Anadolu’nun çeşitli yerlerindeki isyan ve katliamlara iştirak etmekten kendilerini
alamamışlardır.
2.3.2.3. Komiteler
Armenekan Komitesi;
Komitelerden ilki, 1885 yılında Portakalyan’ın yetiştirdiği dokuz kişi
tarafından Van’da kurulmuştur. İstanbul’da doğup öğretmenlik yapan Portakalyan,
Van’da kendi açtığı okulunda birçok militan Ermeni talebe yetiştirmiş ve olaylara
karıştığı hükümetçe tesbit edilince Van’dan uzaklaştırılmıştır. Fransa’ya giden
Portakalyan, orada “Armenia” gazetesini çıkarmış ve “kan dökmeden hürriyetin elde
edilemeyeceği” propagandasını yaymaya başlamıştır. Gazetenin 1885’te Osmanlı
Devleti’ne,
1886’da
Rusya’ya
girişleri
yasaklanmışsa
da,
gizlice
buralara
gönderilmiştir.
Armenakan’ın kurucuları, Mgırdıç Terlemezyan, Grigor Terlemezyan, Ruben
Şatavaryan, Grigor Adian, Grigor Acemyan, M. Bartutciyan, Gevord Hancıyan,
Grigor Beozikyan ve Garegin Manukyan olup Portakalyan’la irtibatı sağlayan
Avetisyan tarafından idare edilmiştir.
Partinin bilinen faaliyetleri, Kürt kılığına giren Havannes Agripasyan, Vardan
Goloşan ve Karabet Kulaksızyan isimli komitecilerin Türk zaptiyelerine saldırmaları,
çeşitli cinayetler, aşiretlere saldırılar, 1892 Ekim’inde Van’da polis memuru Nuri
Efendi’nin katli,22 1896 Haziran’ında Hınçak Komitesi mensuplarıyla birlikte her iki
taraftan birçok kişinin ölümüne sebep olan Van İsyanı’na katılmaları, Avatisyan’ın
liderliğinde 200 kişilik bir çete kurmaları ve Taşnaksagan ve Vartan çeteleriyle
birlikte
Karahisar
dağları
yakınında
girişmeleridir.
22
Kamuran GÜRÜN, a.g.e., s. 129, 130.
aşiretlerle
ve
Asuriler’le
çarpışmaya
58
Taşnaksagan ve Armenakan çetelerinin hemen hemen tamamının telef olduğu
ve bu çatışmadan bir süre sonra Armenakan partisinin üyelerinin Taşnak ve Hınçak
Partisi’ne geçtikleri veya Ramgavar Partisi’ne dönüştükleri ifade edilmiştir.23
Hınçak Komitesi;
Hınçak, çan sesi, çan, çıngırak manasında olup Portakalyan ve gazetesi
Armenia desteğinde 1897 yılında İsviçre’de ateşli Armenia yazarlarından Avedis
Nazarbekian, eşi Maro, Haraciyan ve Kafkasyalı bir grup öğrenci tarafından
kurulmuştur. Kurucularından hiçbirinin Osmanlı Devleti’ne ayak basmadıkları bu
komite, Karl Marx’ın prensipleri doğrultusunda faaliyet göstermiş ve idarecileriyle
üyelerinin büyük bir kısmını Rusyalı Ermeniler teşkil etmiştir. 24
Hınçak’ın İstanbul merkezini kurmak için Cenevre’den Tiflisli Şimavon,
İran’dan S. Dantelyan, Trabzon’dan Rus uyruklu Rupen Hanazad gelmiş ve bu
komiteye İstanbul’da kurulmuş olan diğer ihtilal komitelerinden de katılanlar
olmuştur. Bilahare Merzifon, Amasya, Tokat, Yozgat, Arapkir ve Trabzon’da
teşkilatlanma yoluna gitmiştir.
Hınçak komitesi, Kumkapı gösterisinde, Sasun isyanında, Babıali gösterisinde
ve Zeytun İsyanı’nda yer almış ve birçok cinayete iştirak etmiştir.
Komite Marksist eğilimlerinden dolayı Ermeni halkı arasında pek rağbet
bulmamıştır. Mensupları arasında 1902’de çıkan anlaşmazlıklar üzerine birçok
komiteci İngiltere, Rusya, Mısır, Bulgaristan, Kafkasya ve İran’da sokak ortasında
öldürülmüştür.
İttihad ve Terakki Hükümeti zamanında, 1909’da cemiyet olarak tüzüğünü
İstanbul Valiliği’ne veren komitenin ele geçen25 1910, 1911, 1912, 1913 yıllarına ait
karar defterlerinde şu kararların bulunduğu görülmüştür: Silah, cephane ve patlayıcı
madde sağlanması, Marufyan, Yavruyan ve Candan tarafından silah talimi yapılması,
propagandalara hız verilmesi, Taşnak Komitesi ve İttihad ve Terakkicilerle
münasebetin tesisi, Van’da Orsfan, Cang, Goçnak, Juracak, Pençak, Badami,
Tejehenk, Maro ve Paros isimli çetelerin tesisi ve idare edilmesi.
23
Esat URAS, a.g.e., s. 499-502.
Azmi SÜSLÜ, Türk Tarihinde Ermeniler, s. 146
25
Azmi SÜSLÜ, Türk Tarihinde Ermeniler, s. 146
24
59
1908 Temmuz’unda İkinci Meşrutiyet’in ilanından sonra Hınçak Komitesi
reislerinden Sabahgülyan, Beyoğlu Ermeni Kilisesi’nde verdiği vaazda; “Osmanlı
Meşrutiyeti ilan edilmiş olduğundan biz Hınçaklar, temayüllerimizi, ihtilal
fikirlerimizi bırakıyor ve faaliyetlerimizi memleketin ilerlemesine adıyoruz.” demişse
de, yukarıdaki müteakip yıllara ait karar defterinde bunun aksi müşahede edilmiş ve
1913’te Köstence’de toplanan Yedinci Hınçak Kongresi’nde açıktan açığa Türkiye’ye
karşı düşmanlığın devam ettirilmesi kararlaştırılmıştır. Böylece Taşnaksutyun’la
birlikte Hınçak komitecileri, silah ve mühimmat depolarıyla İtilaf Devletleri safında I.
Dünya Savaşı’na iştirak etmişlerdir.26
Daşnak Komitesi;
Daşnaksutyun veya “Ermeni İhtilal Cemiyetleri Federasyonu” 1890’da
Tiflis’te kurulmuştur. Amacı, Tiflis’teki “Genç Ermenistan”, Van’daki “Armenakan”
ve “Hınçak” Ermeni komitelerini birleştirmek, Osmanlı Devleti’ne çeteler sokmak,
buradaki Ermeniler’i silahlandırmak, köylülere silah kullanmasını öğretmek, çeteler
kurmak, çete başları yetiştirmek, savunma teşkilatı kurmak, taraftar toplayarak isyan,
ihtilal çıkarmak ve Ermenistan’ın bağımsızlığını sağlamaktır. Komitenin sloganı ise,
“Türk’ü, Kürd’ü, nerede ve hangi şartlarda görürsen öldür. Gericileri, sözünden
dönenleri, Ermeni hafiyelerini, hainleri öldür, intikam al.” şeklinde idi. Karl Marx’ın;
“Bir düzine silah nakledecek çete, bir düzine programdan daha tesirlidir.”
prensibinden hareket eden komite, üç yıl boyunca bir program ortaya koymamıştır. 27
Yayın organı Truşak olan komite, Osmanlı Bankası baskınına, 1904 Sasun
isyanına, Yıldız suikastına katılmış ve birçok cinayette rol almıştır.
2.3.3. İsyanlar
1882 yılında Erzurum’da Ermeniler’in büyük bir silah deposu ortaya çıkarıldı.
Hükümet tahkikatı genişletti, suçlular tevkif edildi, ancak İstanbul Patrikliği’nin
şefaati ile bunlar affedildi.
26
27
Azmi SÜSLÜ, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı, s. 54.
Esat URAS, a.g.e., s. 442-445.
60
1888 yılında İstanbul Patrikliği’ne Aşıkyan geldi. Ermeni isyanları bu patrik
zamanında başlamıştır.
2.3.3.1. Erzurum İsyanı
İlk isyan 20 Haziran 1890’da Erzurum’da patlak verdi. Vilayet, Ermeniler’in
Rusya’dan silah ve cephane getirerek bunları kilise ve okulda sakladıkları haberini
almıştı. Buraların aranmak istenmesi sırasında Hınçaklar aramayı ihtilale güzel bir
vesile telakki ettiler ve başta Kerekciyan olduğu halde nümayişe başladılar.28
Erzurum Olayı’nın yıldönümü münasebetiyle Amerika’da Ermenice çıkan
Hayretnik Gazetesi’nde müteakip hususlar da yer almıştı ki cidden dikkate değer:
“Ermeniler’in dağılmaları için çalışan Ermeni ileri gelenlerine dayak atıldı.
Hükümetin herkesin işi gücüyle meşgul olması hakkındaki emri dinlenmedi. Komite
mensupları yer yer dolaşarak halka cesaret veriyorlardı. Bu sırada Gergeryan’ın
kardeşi ateş ederek iki eri öldürdü. İki taraf arasında iki saatlik bir çarpışma oldu.
Ertesi günü konsoloslar şehri gezdiler. İki taraftan 100’den fazla ölü, 200-300 kadar
da yaralı vardı.
Bu olaylar içinde bir yabancı rüzgarı, kuzeyin soğuk yelleri esiyordu.
Ermeniler’in gösterileri dolayısıyla Rus konsolosu Tevet valiyi ziyaret ederek, böyle
asi bir halkı, Rusya’da olsa mutlaka kırarlar diyor ve aynı zamanda Ermeni
marhasasına da, Türkiye gibi vahşi bir hükümetin idaresi altında yaşamak değmez
diyordu.”29
2.3.3.2. Kumkapı Gösterisi
1890 Temmuz’unda Hınçaklar İstanbul’da bir gösteri tertiplediler. Kumkapı
Gösterisi diye isimlendirilmiş olan bu nümayişin programına göre evvela
Patrikhane’de bir bildiri okunacak sonra patrikle birlikte bir heyet saraya giderek
bildiriyi padişaha takdim edeceklerdi.
28
Mehmet KANAR, Ermeni Komitelerinin Emelleri ve İhtilal Hareketleri, Der Yayınları, İstanbul,
2001, s. 35.
29
Esat URAS, a.g.e., s. 459.
61
Bildiri Patrikhane’de okundu. Ancak patrik saraya gitmek istemediğinden
komiteciler Patrikhane’yi basarak zorla bir arabaya sokulup hareket edildi. Gene
hareketin muhalif Ermeniler tarafından haber verilmesi üzerine arabayı yolda çeviren
askerlerin üzerine ateş açıldı. Ermeniler’in kendi nakillerine göre 6-7 asker ağır, 10
kadarı da hafif yaralandı. İki Ermeni komiteci de öldü.
2.3.3.3. Müteferrik Olaylar
1892-1893 yıllarında Ermeniler Kayseri, Yozgat ve Çorum bölgelerinde
olaylar çıkardılar. Merzifon’da isyan çıkarmaya teşebbüs etiler. Suçlular Ankara’da
muhakeme edildiler, elebaşları idama mahkum oldular. Ancak hareketlerin asıl
beynini teşkil eden ikisi, Merzifon Amerikan Koleji öğretmeni Karabet Tomayan ile
aynı okul öğretmeni Ohannes Kayayan İngiltere’nin tavassutu ile affedildiler.
Hınçak Komitesi Kumkapı Gösterisi’nden netice alamayıp, büyük devletleri
harekete geçirtemeyince, 1894 yılı içinde, İstanbul’da Ermeni ileri gelenlerine karşı
suikastler tertiplemeye başladı, bu suikast serisi Patrik Aşıkyan’a kadar uzadı. 25 Mart
1894’te patrike tabanca ile saldırıldı. Tabanca ateş almayınca saldırgan Ermeni
tutuklandı. Saldırganın sorgulama sırasında Aşıkyan’ın Ermeni düşmanı olduğunu, sık
sık hükümete ihbarlar yaptığını, Ermeniler’in de milleti bu adamdan kurtarmak için
and içtiklerini söylediği, Fransız Sefiri Cambon’un bakanlığına yolladığı ve
Fransızlar’ın “Sarı Kitabı”nda yer alan telgrafında okunmaktadır.
Hınçak Komitesi’nin İstanbul şubesinin reisi ve bütün bu olayları organize
eden kişi Murat komiteci takma adını taşıyan, 1908 Meşrutiyeti’nden sonra
Kozan’dan milletvekili seçilen Hamparsın Boyacıyan’dır.
Bu suikastten sonra Patrik Aşıkyan istifa etti, yerine İzmirliyan geçti.
2.3.3.4. I. Sasun İsyanı ve Sonuçları
Sason bugün Batman’a bağlı bir ilçemizdir. O günkü sivil teşkilata göre, idari
ve adli işleri dolayısıyla Siirt’e bağlı, Muş’a 14 saat uzaklıkta, Mutki ve Gazrazn’a
komşu bir ilçeydi. Nüfus sayımı yapılmamış bulunmakla beraber, ilçe halkının beşte
62
birini Ermeniler, geri kalan kısmını Müslümanlar teşkil ediyordu. Muş, Sason, Genç
ve Kulp kasabaları arasında da 80 kilometre uzunluğunda Taluri Vadisi uzanmaktadır.
Bu vadinin büyük bir kısmı Silvan’ın Berkanlı aşiretinin yazlık yaylası idi. 30
İhtilal komitelerinin hepsi birlik halinde Sason olaylarını takdir ve burada
çarpışanları takdis ederler. Aynı zamanda bu olaylara ithafen birçok eserler
yayınlanmıştır ki bunların tümü pek yüksekten uçan ve abartı dolu eserlerdir. Bu
eserlerin tetkik ve tahlilinden Ermeni komitelerinin her zaman İtilaf Devletleri’nin
siyasi entrikalarına alet oldukları ve olayların çıkış sebepleri tahkik edilirse bunun da
sırf memlekete ecnebi müdahalesinin celp ve davet olduğu bir kere daha ortaya
çıkar.31
29 Ağustos 1894 günü I. Sasun İsyanı patlak verdi. Bu isyanı organize edenin,
bilahare kurulan ve içinde üç devletin (Fransa, İngiltere, Rusya) konsoloslarının da
bulunduğu tahkikat komisyonu raporunda tespit edildiği üzere Hamparsun Boyacıyan
olduğu görülmektedir.
Bu isyanla ilgili olarak iki yabancı yazardan nakil yapmakta fayda vardır.
Önce Ermeni yazarı Varantiyan’ın “Taşnaksutyun Tarihi”nin 146. sayfasına bakalım:
“Hınçakların teşkilatı zayıftı. Bir şey yapmış olmak, gürültü çıkarmak için
acele etmişlerdi.
Sasonlular ise ilkel silahları ile bile Kürtler’e karşı kahramanca savaşmışlar,
ancak düzenli asker karşısında başarılı olamamışlardır. Çok başarılı çarpışmalardan
sonra Ermeniler Kürtler’i yok ederek onların koyun sürülerini yağma etmişler ki
birdenbire her yandan askerler tarafından sarıldılar. Ölen Ermeniler’in sayısını bugüne
kadar yaklaşık olarak kimse bilmez. Bazıları 6-7 bin diyorlar, bazıları da bine yakın
olduğunu söylüyorlar, şüphesiz bu sonuncu tahmin daha yakındır.”32
İsyana katılanlar 3.000-4.000 civarında gösterildiğine göre ölenlerin sayısının
herhalde bini geçmemiş olduğu doğrudur.
İkinci olarak da Coursons’un 1895’te Paris’te basılan La Rebellion
Armenienn, Son Origine, Son But adlı kitabının 71-78. sayfalarını açalım. Müellif,
30
Cemal ANADOL, a.g.e.,s. 225
Mehmet KANAR, a.g.e., s. 36.
32
Esat URAS, a.g.e., s. 472-473.
31
63
Sasun İsyanı’nı New York Herald Gazetesi’nde neşredildiği şekilde sayfalarına
geçirmiştir:
“Avrupa incelemesi, Ermeniler’in, yabancı ülkelerden gelen tahrikçilerle
birlikte isyan etmiş olduklarını göstermiştir.
Asiler İngiltere’den gelmiş modern silahlarla her şeyi yapmışlar yangın, adam
öldürme, yağmadan sonra, düzenli askere de karşı durmuşlar, dağlara çekilmişlerdir.
Soruşturma heyeti Osmanlı Hükümeti’nin asilere karşı asker göndermekle en kanuni
hakkını kullandığını saptamıştır.
Türkler tarafından kadınlara, çocuklara, ihtiyarlara, sakatlara İslam ve insani
hükümlere uygun davranışta bulunulmuştur. Ölen asiler, teslim olmayı kabul etmeyen
ve ülkenin kanuni hakimiyetine karşı savaşmayı tercih edenlerdi.”33
Bu isyan üzerine, yukarıda da temas edildiği üzere, üç devletin konsoloslarının
da iştirakiyle kurulan tahkikat komisyonu çalışmaya başladı. Ancak Hınçaklar
Avrupa’da, Türkleri’n günahsız Ermeniler’i doğradığı propagandasını şiddetle
yaymağa başladılar. Avrupa merkezlerinde Ermeniler lehine mitingler yapıldı.
Olaylardan sonra Van Konsolosu Holward, inceleme yapmak üzere Sason’a
gitmek istemiş, hükümet bu adamı olayların tahrikçisi olarak kabul ettiğinden,
gitmesine izin vermemiştir.
Daha sonra, İngiltere’nin Van Viskonsolos vekili, Ermeniler’e zulüm ve
işkence yapıldığını iddia ederek tahkikat için Taluri’ye gitmek istemiştir. İlgililer
kendisine istediği bilgiyi vermedikleri gibi, Kolera hastalığı sebebiyle yolların kapalı
olduğunu, Taluriye gitmesinin mümkün olmadığını söylemişlerdir.34
Rus Ermenileri, o tarihte Eçmiyazin Katogikosu bulunan Hırımyan’a müracaat
ederek Türkiye Ermenileri için müdahalesini istediler. Hırımyan da Petersburg’a gidip
Çar’a, Ermeniler’in tek koruyucusunun Rus İmparatoru olduğunu, Ermeniler’in
kendisinden yardım ve himaye beklediklerini arzetti.
Bunun neticesi İngiltere, Fransa ve Rusya ıslahat konusunda yeni bir proje
hazırlayarak bunu 11 Mayıs 1895’te Babıali’ye verdiler. “Mayıs Projesi” diye anılan
bu vesikanın esasları şunlardır:
33
34
Esat URAS, a.g.e., s. 475-477.
Cemal ANADOL, a.g.e., s. 226
64
Erzurum, Bitlis, Van, Elazığ, Diyarbakır ve Sivas illerinin valileri
özel bir itina ile seçileceklerdir ve 5 yıl görevde kalacaklardır.
Valinin bir muavini olacak, vali Müslümansa muavin Hıristiyan
olacaktır.
Sancaklara tayin olunacak mutasarrıflar hükümetçe tayin edilecek,
bir kısmı Hıristiyan olacak ve valiler gibi muavinleri olacaktır.
Hıristiyan olan mutasarrıf ve kaymakamların adedi o ildeki toplam
mutasarrıf ve kaymakamların üçte birinden aşağı olmayacaktır.
Her kaymakamlıkta nahiyer olacak, bunların halktan seçilmiş 4-8
üyelik meclisleri bulunacak ve meclis kendi müdürünü seçecektir.
Özel jandarma teşkilatı kurulacaktır. Jandarmanın üçte biri
nahiyelerin polisinden, yarısı İslam, yarısı Hıristiyan olmak üzere alınacaktır.
Islahat projesinde ayrıca, polis, hapishaneler, Kürt aşiretlerinin denetlenmesi,
Hamidiye süvari alayları, adliye konularında da çeşitli hükümler vardı.
Babıali bu projeye 3 Haziran 1895 tarihinde bir notayla karşılık verdi. Cevapta
projedeki bazı hususların tatbikinin mümkün olmadığı, mümkün olanların tatbikine
geçileceğini bildirdi. Mümkün görülmeyen hükümler vilayet, sancak, kaza genel
meclislerine taalluk ediyordu.
11 Mayıs 1895 projesi Ermeniler tarafından bağımsızlığın ilk adımı olarak
kabul olundu. Ancak Babıali ile sefaretler arasında bu konuda yazışmalar ve
görüşmeler başlayınca, ıslahatın çabuklaştırılmasını temin maksadıyla Ermeni
tahrikleri de artmaya başladı
23 Temmuz 1895’te siyasi sebeplerden dolayı mahkum Ermeniler hakkında
genel af ilan edildi.
2.3.3.5. Babıali Gösterisi
Bu genel af müspet değil menfi bir etki yaptı ve 18 Eylül 1895 günü Hınçak
Komitesi İstanbul’da yeni bir gösteri düzenledi. Babıali Gösterisi olarak bilinen bu
nümayişe 5000’e yakın Ermeni’nin katıldığı, polis ve jandarmaya ateş açıldığı, fakat
Babıali önünde durduruldukları, askerin işe karışmasına gerek olmadan Ermeniler’in
65
dağıtıldığı bilinmektedir. İsyanın elebaşıları durumunda olup da kiliselere sığınan
komiteciler de yabancı devletler elçilerinin müracaatı üzerine affedilmişlerdir.35
Babıali Gösterisi’ni 45 gün devam eden Zeytun İsyanı takip etti.
2.3.3.6. Zeytun İsyanı
Zeytun isyanları miladi 1545 tarihinden meşrutiyetin ilanına, yani 1908
senesine kadar takriben dört yüzyıl devam etmiştir. Aslında dağlık olan bu kaza halkı
mevkiinin sarplığından istifade ederek feodal bir idare altında toplanmışlar, İşehanPrens adını verdikleri liderleri marifetiyle idare olunmuşlardır. İşehanlar dört
mahalleden ibaret olan Zeytun’un birer mahallesini idare eden dört şahıs olup her biri
kendi mahallesine hakimdi. Türk köyleri bunlara vergi verir ve vergiler işehanların
tayin ettiği kişiler tarafından toplanırdı.
Bu idare tarzı 1895 senesine kadar devam etti. Nihayet yine bu tarihte Osmanlı
Hükümeti İşehan adı verilen bu şahısların hem nüfuzuna, hem de idare tarzına son
verdi.
İşehanların gerek Osmanlı Hükümeti’ne ve gerek Türk ahaliye karşı almış
oldukları vaziyet ilk olayları doğurdu.36
Maraş’ın bir kasabası olan Zeytun’da isyan kararının 16 Eylül 1895 günü
alındığı kaydedilmektedir. İsyan başlayınca telgraf telleri kesilip bütün kasaba, 2000’i
silahsız, 4000’i silahlı olmak üzere kışla ve hükümet konağını sararak kaymakamı, 50
subay ve 600 erden ibaret birliği esir ediyorlar, bu esirler Zeytunlu Ermeni kadınlar
tarafından öldürülüyorlar. İmdada gelen nizamiye kuvvetleri Zeytun’u kuşatıyor.
Kasabaya girilmek üzere iken İstanbul’daki elçiler müdahale ederek, arabuluculuk
teklif ediyorlar, Elçilerin müdahalesi ile ilgili yazışmaları Fransızlar’ın 1893-1897
yıllarına ait “Sarı Kitabı”ndan takip etmek mümkündür.
Neticede devletlerin aracılığı ile; savaştıkları silahların teslimi, yabancı
ülkelerden gelmiş 5 ihtilal komitecisinin Osmanlı İmparatorluğu’ndan serbestçe
çıkması, genel af ilan edilmesi, müterakim vergilerin affedilmesi, arazi vergisinin
hafifletilmesi ve genel kanunlar dairesinde ıslahat yapılması şeklinde bir formül ile,
35
36
Cemal ANADOL, a.g.e., s. 238
Mehmet KANAR, a.g.e., s. 23.
66
yani Osmanlı Hükümeti için çok onur kırıcı bir şekilde, isyancıların hiçbir ceza
görmeden bu işten sıyrılmaları ve hadisenin kapatılması temin olunmuştur. Bu
uzlaşmanın meriyete girdiği tarih 28 Ocak 1896’dır.37
Zeytun İsyanı devam ederken Babıali 6 vilayette yapılacak ıslahat konusunda
kendi hazırladığı bir projeyi, 20 Ekim 1895 tarihinde Fransa, Rusya ve İngiltere
sefaretlerine sunuyordu.
Bu tasarıda Müslüman olan valilere Hıristiyan bir muavin tayin edileceği,
Hıristiyan halkın nüfus oranının yüksek olduğu sancak ve kazalarda, Müslüman
mutasarrıf ve kaymakamların yanına birer Hıristiyan muavin verileceği, il
memuriyetlerinin halkın nüfusu oranında Müslüman ve Hıristiyanlara verileceği,
jandarmada subay, astsubay ve erlerin, halkın nüfus oranı ölçüsünde Müslüman ve
Hıristiyanlardan alınacağı gibi mühim hükümlerin yanında adliye, hapishaneler,
vergiler ve Kürt aşiretlerinin denetimine müteallik hükümler de yer alıyordu.
3 elçi 24 Ekim 1895 tarihli müşterek notaları ile bu ıslahatı tatminkar
bulduklarını bildirdiler.
Islahat Projesi’nin bu şekle dönerek Mayıs Projesi’nden uzaklaşması üzerine
Ermeni komitecilerinin faaliyeti büsbütün arttı, Zeytun İsyanı zaten devam ediyordu.
Diyarbakır’da da isyan hareketi başladı, Trabzon, Erzurum, Sivas’ta olaylar çıktı.
Bunlar genişlemeden bastırıldı, ancak Anadolu’da yer yer isyanların zuhuru
üzerine devletler 12 Kasım 1895’te Babıali’ye müracaat ederek tebaalarının emniyeti
için İstanbul’a birer harp gemisi getireceklerini bildirdiler. Babıali bu talebe karşı
koyamadı ve izin verdi.
2.3.3.7. Van İsyanı
Bu bölgedeki Ermeni isyan hareketlerinin diğer bölgelere nazaran daha
kuvvetli olduğu görülür. Ermeniler, Van ve Bitlis’i Müslüman halka göre, çoğunlukta
bulundukları yerler olarak gösterirler. Halbuki Müslümanlar buralarda o tarihlerde her
zaman nüfusun en az
37
% 80’ini teşkil etmişlerdi. Bir mebus seçimi dolayısıyla,
Cemal ANADOL, a.g.e., s. 260
67
vilayetin “derhal bir nüfus sayısı” yapmak istemesine komiteciler tarafından karşı
çıkıması da bunu göstermektedir.38
Aslında Batılı devletlerin; Kafkasya veya Doğu Anadolu’da bağımsız bir
Ermeni Devleti kurulsun veya kurulmasın Ermeniler’e hangi yolla olursa olsun,
muhtariyet tanınsın veya tanınmasın, asıl amaçları tek noktada toplanıyordu. O da
Osmanlı Devleti’ni parçalamaktı. Bu maksatla 1890’lı yıllarda çeşitli yerlerde isyanlar
çıkarıldı. Ancak Van’da ise 1895 Ekim’inde başlayıp 1896’da şiddetlenen bu olaylara
karşı Osmanlı Devleti gerekli önlemleri alınca, Ermeni yanlısı devletler feryat etmeye,
bir çok menfaatleri gider korkusuyla karşı çıkmaya başladı.39
İsyan için bir yıldır hazırlık yapılmakta, Ermeni halktan toplanan silah vergisi
ile Hınçak komitelerince silah ve cephane depolanmakta idi. İsyanı yönetecek olanlar
da İran ve Rusya yoluyla Van’a gelmişlerdi.
İsyan olayını gene yabancı bir mehazdan, Van’daki İngiliz Konsolosu
Williams’ın bakanlığına gönderdiği ve İngilizler’in 1896 yılına ait “Mavi Kitabı”nda
yer alan rapordan okuyalım:
“2-3 Haziran gecesi Van sokaklarından birinde vazife gören bir askeri devriye,
gece yarısı saldırıya uğradı. Subay ve bir asker ağır şekilde yaralandılar.
Gazetelerde yayınlanan Ermeni sorunu konusundaki yazılar doğru değildir.
Bunlara ait yazıların hepsi yalandır.
6 Haziran’da, Amerikan Misyoneri Doktor Begnanet ile asilerin savunduğu iki
yeri gördüm. Koruma usülleri beni şaşırttı. Kendileri İran’dan yardım kuvvetleri
gelinceye kadar 10 gün dayanacaklarını söylediler. Bunlar arasında Amerika, Rus,
Bulgar tabiiyetinde olanları da var. Yabancı ülkelerden gelenler 12-15 arasındadır.
Asilerin toplamı da 600’e çıkar.
Ermeniler Rus tüfekleriyle silahlanmışlardır.
Türkler, Anadolu’daki halkların, yalnız İslamların değil, öteki ırkların da en
iyisidir. Rus ve Avrupa gazetelerinin yaptıkları suçlamalara asla layık değildirler.”
Van İsyanı da, Zeytun İsyanı gibi, yabancı devletlerin müdahalesi ve asilerin
affedilmesi ile sona erdi.
38
39
Cemal ANADOL, a.g.e., s. 271
Ergünöz AKÇORA, a.g.e., s. 99.
68
Van İsyanı’ndan sonra Hınçak Komitesi’nin Türkiye’deki faaliyeti, komite
içindeki bölünme sonucu fiilen sona erdi ve meydan Taşnaksutyun’a kaldı.
2.3.3.8. Osmanlı Bankası Baskını
Komiteciler yabancı devletlerin müdahalesini daha esaslı olarak sağlamak için
Osmanlı Bankası’nı basmaya ve burayı havaya uçuracaklarını öne sürerek
maksatlarına nail olmaya karar vermişlerdi.40
14 Ağustos 1896 günü İstanbul’da Osmanlı Bankası’na yapılan saldırı
Taşnaksutyun’un eseridir.
Komitacılar bankayı, sabah saatinde müşteri gibi girerek, işgal ettiler, içerideki
personel ve müşterileri esir alarak, bankayı kuşatan güvenlik kuvvetlerine silah ve
bomba ile saldırdılar. Banka Genel Müdürü Sir Edgar Vincent, Rus Sefareti
Tercümanı Maximoff ile Abdülhamid’in huzuruna çıkıp tavassut istediler. Padişah bir
felakete sebebiyet verilmemesi için işin çözümlenmesini Maximoff’a bıraktı. O da
komitacılarla görüşerek onları bankadan çıkmaya razı etti. Bunlar Messagerie
Maritimime’in Gironde isimli gemisine bindirilerek Türkiye’den ayrıldılar.
Avrupa basını bu olayı da Ermeniler’in katli şeklinde aksettirmekte kusur
etmedi.
Bu olay üzerine Ermeni Patrigi İzmirliyan istifa mecburiyetinde kalmıştır.
Yerine Bursa Efiskoposu Partigimos Patrik Kaymakam oldu.
11 Kasım 1896 günü Babıali 6 il için hazırlanmış ıslahat kararnamesini
yayınladı. Bunda Hıristiyanlara il memurluklarının verilişi, Hamidiye alayları ve
Kürtlerle ilgili hususlar yer almamış bulunuyordu.
1896 Aralığı’nda, siyasi sebeplerle mahkum bulunan Ermeniler hakkında yeni
bir genel af çıkarıldı ve ilan edilen ıslahatın tatbikine başlandı.
Osmanlı-Yunan Savaşı çıkınca, büyük devletler ıslahat konusu ile ilgilerini
kaybettiler. Girit İsyanı’ndan sonra zaten büyük devletler Osmanlı İmparatorluğu’nun
taksimi düşüncelerine yönelmişler ve dolayısı ile Ermeni sorunu ikinci plana itilmişti.
İkinci Meşrutiyet’e kadar da ıslahat konusunda yeni bir teşebbüs yapılmadı.
40
Mehmet KANAR, a.g.e., s. 21.
69
Yalnız ne var ki, F.A.Barker’in bu olayla ilgili olarak İngiltere elçisine verdiği
26 Ağustos 1896 tarihli raporda kullanmış olduğu şu ifade, dün de bugün de yapılan
alçaklıkları yansıtmaktadır:
“Öldürdükleri Türk yığınlarının görünüşü de gerçekten korkunç ve vahşice
idi.”41
Ancak isyanlar durmuş değildi. Bilhassa Sasun Bölgesi 1901 yılından itibaren
büyük karışıklıklara sahne olmaya başladı. Meşhum Antranik çetesi devamlı baskınlar
yapıyordu.
2.3.3.9. II. Sasun İsyanı
Sasun’daki ikinci isyan 1903 yılı sonlarına doğru başladı ve kısa zamanda
bölgeye yayıldı. Nasihatle asiler yola getirilemeyince 13 Nisan 1904’te bölgeye asker
sevk edildi. Çeteciler ağustosa kadar mücadeleye devam ettiler, sonunda Antranik
Kafkasya’ya kaçmayı başardı.
Küdülyan isimli bir Ermeni, Beyrut’ta 1929 yılında, “Antranik Savaşları”
isimli bir kitap neşretmiştir. Bu kitapta isyan sırasında yapılan çatışmalar ve zayiat
nakledilir. Bunları kaydetmekte fayda vardır;
13 Nisan’da başlayan vuruşmalarda 800-1000 Türk öldürüldü,
Ermeniler’den 11 kişi yaralandı.
Kon mevkiindeki savaşta Türkler’den 17 kişi öldürüldü, 14 kişi yaralandı,
Ermeniler’den 4 kişi öldü.
Gurava çarpışmasında 70 Türk, 2 Ermeni öldü.42
Bu rakamlarla, Türkler’in Ermeniler’i katlettikleri yolundaki propaganda
rakamlarını karşılaştırmak enteresandır.
2.3.3.10. Yıldız Suikastı
Taşnakların son teşebbüsleri Abdülhamid’e yapılan suikast oldu. Papazian,
“Sultan Abdülhamid’in hayatına yöneltilen saldırı, Taşnakların Türkiye Ermenileri
41
42
Cemal ANADOL, a.g.e., s. 254
Esat URAS, a.g.e., s. 523-524.
70
hesabına yaptıkları ihtilal denemelerinin son perdesi oldu. Bu da Taşnaksutyun’un
görkemli, fakat faydasız teşebbüslerinden biriydi. Başarısı Ermeni davasına bir fayda
getirmezdi, başarısızlığı her halde halkımızı büyük bir felaketten kurtarmıştır.” der.
Olay 21 Temmuz 1905 günü cereyan etti. Abdülhamit camiden çıkarken
Şeyhülislam ile bir konu üzerinde görüşmeye başlamış olması sayesinde suikastten
kurtuldu, ama tabiatıyla pek çok ölen ve yaralanan oldu. Suikastçilerden yakalananlar
mahkemeye sevk edildiler, aralarından sadece birisi idama mahkum oldu, onun
cezasını da padişah affetti.
Bu isyanlar serisinde, tamamen yabancı ve çok kere Ermeni kaynaklarından
naklen yukarıda kaydedilen hususlar bazı hakikatleri ortaya koymaktadır.
Türkiye’de Ermeniler’e karşı bir katliam politikası, Avrupa basınındaki
iddiaların aksine, hiçbir zaman mevcut olmamıştır.
Ermeniler büyük ölçüde Avrupa devletlerinin ilgisini çekmek için
devamlı olaylar çıkarmak siyasetini takip etmişlerdir.
Bu siyasetin yapıcıları, çoğu yabancı ülkelerden gelen komiteciler ile
Ermeni kiliseleridir.
İsyanlar sonucunda Türkler’in zayiatı hemen daima Ermeniler’den
fazla olmuş ve bunlar Avrupa devletlerinin müdahalesi sonucu suçlular dahi
cezalandırılmadan sona ermiştir.
Bütün bu olaylarda Rusya ve İngiltere’nin belirli bir rol oynadıkları
sabit olmuştur.
Türkiye’de 24 Temmuz 1908’de II. Meşrutiyet ilan edildi. Türkiye’deki
istibdat idaresi altında azınlıkların devamlı şekilde ezildiklerini bir propaganda
vasıtası olarak kullanan büyük devletlerin ve keza Ermeniler’in bu olayı
memnuniyetle karşılaması beklenirdi. Ancak hakikat pek bu istikamette değildir.
Meşrutiyet’in ilanından 8 gün sonra 21.07.1908’de İngiliz Hariciye Vekilinin
İstanbul’daki büyükelçisine gönderdiği ve “British Documents of the Origins of the
War 1908-1914” isimli kitapta yer alan talimatında şu satırları okuyoruz:
“Türkiye gerçekten Meşrutiyet idaresini kurar ve bunu yaşatıp kuvvetlenirse
bu halin sonuçları şimdiden hiçbirimizin göremeyeceği derecede daha ileriye varır.
Musul’da etkileri müthiş olur, ta Hindistan’da kendisini hissettirir. Şimdiye kadar her
71
nerede Müslüman tebaamız varsa onlara diyebildik ki, dinlerinin başkanı tarafından
idare edilen ülkelerde merhametsiz bir istibdat vardır. Halbuki bizim istibdadımız
şefkatlidir.
Fakat Türkiye’de şimdi bir parlamento hayatı başlarsa ve işler de düzelirse
Mısır’da meşrutiyet isteği çok kuvvetlenecek, bizim karşı koymak gücümüz çok
azalacaktır.” 43
Ermeniler’in tutumu hakkında ise birinci ağızdan Cemal Paşa’yı dinleyebiliriz;
“1908 senesi Ağustos ayı içinde Ermeni komiteleri ile müzakereye girdik.
Malumyan Efendi Taşnaksutyun Komitesi namına şu teklifte bulundu:
İttihat
ve
Terakki
Cemiyeti’yle
Taşnaksutyun
Cemiyeti
Osmanlı
İmparatorluğu’nda Meşrutiyet idaresinin tehlikeye düçar olması nokta-i nazarından
mesailerini birleştirirler ve fakat esas programlarının tatbikinde her ikisi kendi
mesaisinde serbest bulunurlar. Yani Taşnaksutyun Cemiyeti kendi ihtilal teşkilatını
memlekette devam ettirir. Şu kadar ki şimdiye kadar gizli olan bu teşkilat bundan
sonra açık bir cemiyet halini alır ve azası açıkça vazifelerini yaparlar.”44
Görüldüğü üzere Meşrutiyet ilanı, İngilizler’in genel politikalarına aykırı
düşerken, Ermeni komitaları için de faaliyetlerini daha serbestçe yürütecekleri bir
zemin olarak kabul ediliyordu.
İngiliz Hariciye Nazırı’nın düşüncelerinde, sarih bir şekilde uzağı görüş
bulunduğunu itiraf etmek gerekir.
2.3.3.11. Adana İsyanı
Ermeniler için hayali Rupinyan Krallığının hüküm sürdüğünü iddia ettikleri
Kilikya’yı diriltmek, Ermeniler’in bir kısmını burada toplamak kutsal bir gaye idi.
Kilikya için yazılmış pek çok şiir bu özlemi ifade eder. Ruslar’ın kışkırtmalarıyla bir
süre; Maraş, Haçin ve Sis gibi yerlerde Ermeni nüfusunu yoğunlaştırmaya çalışma
gayretleri bu yüzdendi. 45
43
Celal BAYAR, Ben de Yazdım, Baha Matb., Cilt 3, İstanbul, 1965, s. 904.
Cemal Paşa, Hatıralar, Çağdaş Yayınları, İstanbul, 1977, s. 345-346.
45
Cemal ANADOL, a.g.e., s. 309
44
72
Meşrutiyetin ilanı yurt içinde de kolay hazmedilemedi, 13 Nisan 1909 günü
tarihte 31 Mart Vakası diye tanımladığımız hareket vukua geldi. Adana Vakası diye
meşhur olan isyanla aynı tarihte başlar.
Cemal Paşa, hatıratında; “1909 senesi Ağustos ortalarında Adana Valiliği’ne
tayin olunduğu için bu olayın psikolojik sebeplerini benim kadar tetkik etmiş kimse
yoktur iddiasındayım.” der. Bu sebeple Adana olayını onun naklettiği şekilde
özetleyerek kaydediyoruz:
“Adana vilayeti ahalisinin ekseriyetini Türkler teşkil eder. Bunlardan sonra
Ermeniler, daha sonra da Araplar ve nihayet Rumlar gelir. Vilayetin umumi nüfusu
550.000’i aşar. Bunun takriben 60.000 kadarı Ermeni, 25.000’i Arap, 10-15.000’i
Rum’dur. Geri kalan kamilen Türk’tür.
Hemen hepsi çiftçilikle uğraşan ahali arasında, asırlardan beri gayet büyük bir
anlaşma vardır.
Adana vilayetinde yaşayan Ermeniler’den bir çokları servet kazanmak
emeliyle 19. asırda Diyarbakır, Sivas, Elaziz taraflarından göç etmiş adamlardır.
Asıl yerli Adanalı Ermeniler vilayetin son şimal hududuna rastlayan Hacin
kasabasiyle Kozan sancağının merkezi olan Sis kasabasının birkaç köyünde ve
İskenderun Körfezi sahilinde bulunan Dörtyol köyü ile ona civar birkaç köyde oturan
Ermeniler’dir.
Meşrutiyetin
ilanından
sonra
Adana’da
teşekkül
eden
Türk
siyasi
cemiyetlerine karşılık Ermeniler de “Taşnaksutyun”, “Hınçakist” ve “Reforma
Hınçakist” şubelerini meydana getirdiler.
O zaman Adana Ermeni Delegeliği’nde bulunan Muşeg Efendi isminde genç
ve son derece şöhret hırsı olan bir papaz, ayın zamanda Hınçakist reislerinden
bulunuyordu.
Monsenyör Muşeg, kendi adamlarını silahlandırmak için Avrupa’dan tüfek ve
revolver getirtmeğe başlamıştı. Monsenyör Muşeg; (artık Ermeniler’in silahlı
olduğundan, bir daha 1894 katliamları gibi hadiselerden korkmayacaklarından, bir
Ermeni’nin kılına hata gelirse, buna karşılık on Türk mahvedileceğinden) ulu orta
bahsediyordu.
73
İşte burada o zamanki Adana Hükümeti’nin en büyük mesuliyeti başlar.
Muşeg cenaplarını da, onun yardakçılarını da yakalatıp hapsetmek ve haklarında
kanuni takibata girişmek, hatta icab ederse vilayette örfi idare ilan eylemek en
kestirme yoldu.
Maatteessüf Türkiye’de 1909 başlarında böyle bir hükümet yoktu.
O sırada Adana vilayetinde vali Cevat Bey bulunuyordu. İyi ahlak için bir
nümune göstermek gerekirse Cevat Bey gösterilebilir. Fakat idareden aciz olması da
ahlakının güzelliği ile mütenasip olan bu zat o sırada Adana Valiliği’ni yapabilecek
durumda değildi.
Fırka kumandanlığında ise Ferik Mustafa Remzi Paşa isminde ihtiyar bir asker
bulunuyordu.
Cebelibereket Sancağında ise Asaf Bey isminde bir mutasarrıf bulunuyordu ki,
gölgesinden korkacak derecede yüreksiz olan bu zatın nasıl mutasarrıf olduğunu
anlayamam.
1909 Adana olayları, Ermeni ıslahatı konusunu tekrar gündeme getirdi.
İttihatçıların devamlı anlaşmak istemelerine rağmen Ermeniler, Balkan harbi sırasında
devletin en sıkışık durumundan da yararlanarak yabancı devletleri işin içine soktular.
Bunun üzerine Babıali, 24 Nisan 1913’te İngiltere’ye başvurarak Doğu Anadolu’da
birtakım düzenlemeler yapacağını bildirerek, Doğu Anadolu’da görevlendirilmek
üzere, kendilerinden subay ve müfettişler istedi. İngiltere bu isteğe cevap vermeden
önce Rusya ile görüşmelerde bulundu. Rusya, bu ıslahat projesinden yana olduğunu
bildirdiği gibi, şayet Doğu Anadolu’da istediği şekil verilmezse
karışıklıklar
çıkarmak suretiyle bölgeyi işgal edeceğini açıkladı.46
1909 senesi başlarında Adana’da herkesin ağzında dolaşan şayialar, yakında
Ermeniler’in ayaklanarak Türkler’i mahvedeceklerine ve bu vesile ile vilayetin
Avrupa donanması tarafından işgaline ve sonra da Ermenistan’ın kurulmasını temin
edeceklerine dairdi.
Türkler bu şayialara o kadar inanmışlardı ki, hatta eşraftan bazılarının
ailelerini emin bir yerlere göndermeye kalktıkları bile olmuştu.
46
Yusuf HALAÇOĞLU, Ermeni Tehciri, Babıali Kültür Yayıncılığı, İstanbul, 2005, s. 40
74
1909 senesi Nisan ayında tarafların münasebetleri o kadar gerginleşmişti ki,
akşama-sabaha, halkın birbiri üzerine saldıracaklarına artık kimsenin şüphesi
kalmamıştı.
Nihayet Nisan’ın 14. günü Monsenyör Muşeg’in emriyle en evvel Ermeniler
tarafından başlayan tecavüzlerle Adana Vakası ortaya çıktı.
Adana, Tarsus’ta, Hamidiye’de, Misis’te, Erzin’de, Dörtyol’da Azizli’de,
hülasa Ermeniler’in çokluk olduğu her yerde öyle müthiş katliamlar başlamıştı ki,
bunların tafsilatını okumak insanı cidden nefretlere düçar eder.
Vilayet merkezinde pek aciz olan hükümet, mülhakatta İslam’ın tecavüze
uğramaması için umumi ayaklanma usulüne müracaat olunmasını emredecek kadar
beyinsizlik göstermiş, Dörtyol Ermenileri’nin silahlı bir kafileyle Cebelibereket
Sancağı merkezi olan Erzin kasabasına doğru ilerlediğini haber alan mutasarrıf Asaf
Bey, odasından bile çıkmayarak bütün mülhakatına ve civar bulunan Kozan sancağına
(burada Müslümanlar katliam tehlikesine maruz olduğundan vatanını, milletini seven
her Türk silahını kaparak Cebelibereket Sancağı’nın imdadına koşması lazım
geleceğine dair telgraflar) yağdırmış.
İşte ilk Adana Vakası’nın sebep ve amilleri bunlardır. İkinci Adana Vakası
denilen ve birinciden 11 gün sonra meydana gelerek yalnız Adana şehrine inhisar
eden vaka ise, gece vakti bazı Ermeni gençleri tarafından askerin ordugahına ateş
edilmesi üzerine başlamış ve Adana şehri katliamının daha fena bir şekil almasını
intaç etmiştir.
Kanaatimce Adana katliamının mesulü tek başına Les Vepres Cicillennes’in
meşhur yazarı Monsenyör Muşeg’dir. Bu şahsın yapabileceği fenalıkları vaktiyle
takdir ederek buna mani olacak tedbirleri almayan o zamanki Adana Hükümeti de
kezalik bence mesuldür.”47
Cemal Paşa Adana Vakası esnasında 17.000 Ermeni ile 1650 Müslümanın
öldüğünü kaydediyor ve Adana’da Ermeniler adet itibariyle Türkler’den üstün
olsalardı
bu iş aksi olur, Ermeniler Türkler’i katliam etmiş olurlardı, katliam
esnasında tarafların gösterdiği temayüller yekdiğerinden farklı değil diyor.
47
Cemal Paşa, a.g.e., s. 348-353.
75
Cemal Paşa devamla; “Mandelstamm kitabının 205. sayfasında Adana
katliamından mesul olan Müslümanların en ehemmiyetsizlerinden sadece 9 kişinin
idam olduğunu, Türkler hakkındaki garazkar neşriyatı ile meşhur olan
Adosidis
ismindeki bir Rum’un eserine atfen iddia ediyorsa da, gerek Adosidis, gerek
Mandelstamm yalan söylüyorlar. Adana’ya gelişimden 4 ay sonra yalnız Adana
şehrinde Örfi Harp Divanı mahkumlarından 30 Müslümanı idam ettirdiğim gibi,
ondan iki ay sonra da Erzin kasabasında 17 Müslümanı idam ettirdim. Bunlarla
beraber yalnız bir Ermeni idam olunmuş. İdam olunan Müslümanlar arasında
Adana’nın en eski ve en zengin ailelerine mensup gençler bulunduğu gibi Bahçe
Kazası Müftüsü de vardı. Bu müftünün o havali Türkleri üzerinde pek büyük bir
nüfuzu vardı. Çok teessüf ederim ki, Adana Vakası’nın ikinci günü bir ecnebi vapuru
ile İskenderiye’ye kaçan Monsenyör Muşeg o zaman elime geçmedi, yine haklı olarak
Harp Divanı tarafından gıyaben idama mahkum edilmiş olan bu zat elime geçseydi,
onu da Bahçe Müftüsü’nün karşısına astırırdım.” diye yazmaktadır.
Adana Vakası da budur. Vakadan hemen sonra Adana’ya vali olan ve vaka
mesullerini Örfi İdare Divan-ı Harbi’ne sevk eden Cemal Paşa’nın yazdıklarının
objektivitesinden şüphe etmek için sebep olmayacağı, katliamda ölen Ermeniler’in
miktarı
olarak
verdiği 17.000 rakamı
ile belli
olmaktadır.
Zira
Ermeni
Patrikhanesi’nin teşkil ettiği soruşturma heyetinin tesbit ettiği ve mübalağalı olması
normal ölü sayısı da 23.330’dur.48
2.4. İSYANLARIN DIŞARIDA TANITILIŞ ŞEKLİ
Adana Vakası Türkler’le Ermeniler’in kütle halinde yekdiğerine saldırdıkları
belki tek olaydır denebilir. Filvaki bundan evvelki, vakalarda da Türkler’in müdafaayı nefs sebebiyle Ermeni saldırılarına karşı koydukları olmamış değildir, ancak bunlar
hiçbir zaman Adana Vakası cesametine erişmemiş ve büyük devletlerin araya
girmeleri sonucu suçluların cezalandırılmaları bile çok defa mümkün olamamıştır.
Sasun İsyanı’nı ve büyük devletler konsoloslarının da katıldıkları tahkikat
komisyonu raporunu yukarıda anlatmıştık. Sasun İsyanı ile ilgili olarak Stanford
48
Esat URAS, a.g.e., s. 558.
76
Shaw’un yazdığı şudur: “Mahalli hükümet müterakim vergileri toplamaya gelince,
Hınçakların kışkırttığı Ermeni köylüler, mültezimleri tüfek ve kılıçla karşıladılar.
Nizamı iade etmek için askerler sevk edilince, asiler ceremeyi geride kalan Ermeni
köylülerin çekeceğini bilmelerine rağmen bölgedeki Müslüman köyleri yok ederek
dağlara kaçtı. Böyle de oldu, civar Müslüman köylerdeki bütün halkın yok edilmiş
olduğunu gören nizami kuvvetler ve Hamidiye kıtaları Sasun’u yakıp yıktılar.
Osmanlı İmparatorluğu bölgedeki 25 köyü yıkmak ve 20.000 Ermeni’yi katletmekle
itham edildi. Osmanlı ve yabancılardan oluşan muhtelif komisyonun ayrıntılı tahkikatı
iddiaların mübalağasını ortaya çıkardı, ancak Avrupa efkarı ve politikacılar,
Müslümanlar aleyhindeki en kötü iddialara inanmaya hazırdı.”
Osmanlı Bankası baskını sırasında Ermeniler ayrıca çeşitli yerlerde saldırılara
geçmişler, Türkler bunlara bıçak ve sopalarla karşı koymuşlardı. Bu münasebetle
İstanbul’daki Fransız Maslahatgüzarı, Bakanlığı’na gönderdiği ve “1893-1896 Fransız
Sarı Kitabı”nda yer alan raporunda; “Bugün saat birde Ermeni ihtilalciler Osmanlı
Bankası’nı soymuşlar ve muhafızlarını öldürerek bankaya hakim olmuşlardır.
Ermeniler’le polis ve askerler arasında silahlı çatışma olmuştur. Türk halkı sopa, bıçak
ile Galata ve Beyoğlu’ndaki Ermeniler’i öldürmeye başlamışlardır.” diye yazıyordu.49
Aynı olayla ilgili olarak, hadiseleri pek iyi bilen, eski Teşkilat-ı Mahsusa
mensubu Albay Hüsamettin Ertürk’ün hatıratında ise şöyle bir kayıt vardır:
“Hadiseden birkaç gün sonra Sultan Abdülhamid’i sarayında ziyaret eden
büyük devletlerin sefirleri, Padişah’ı yemekten kaldırmışlar, kendileriyle görüşmeye
mecbur etmişlerdi. Abdülhamid soğukkanlılıkla sefirleri bir salona götürmüş, burada
duran ve yığınlar teşkil eden Ermeniler’den alınan silah ve tabancaları göstererek
tercümanlara:
Bu efendilere şunu söyleyiniz ki Rusya tebaası Ermeniler, tebaa-yı şahanem
olan Müslümanlara bu silahlarla tecavüz etmişlerdir. Bunların fabrikası memalik-i
şahanemizde yoktur.
Sonra misafirlerini ikinci bir odaya götüren Padişah, bu odada istif edilmiş bir
yığın sopa göstererek:
49
Esat URAS, a.g.e., s. 515.
77
- Kendilerine şunu da anlatınız ki, tebaam da bu sopalarla müdafaa-i nefste
bulunmuştur. Bu değnekler bizim ormanlardan tedarik edilmiştir.”
2.5. I.DÜNYA SAVAŞI ÖNCESİ ERMENİ NÜFUSU
Adana Vakası’ndan sonra, Ermeni tehcirine müncer olan olaylar dizisini
gözden geçireceğiz. Ancak bundan sonra bahsedeceğimiz olaylar münasebetiyle çok
defa Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Ermeni nüfusu da söz konusu olacağından
evvelemirde bu konu üzerinde durmak gerekmektedir.
İmparatorluk’taki
Ermeni
nüfusunu
çeşitli
kaynaklar
kaydetmiştir.
Kaydettikleri rakamları nasıl hesapladıkları hakkında bu kaynaklarda bir kayıt yoktur.
Bununla beraber biz bildiğimiz bütün kaynaklardaki bilgileri buraya aktaracağız.
Ancak hemen kaydedelim ki bir nüfus sayımına dayanan yegane kaynak İmparatorluk
rakamlarıdır. Bunlar 1905 yılında yapılan sayıma dayanır. Belirttiğimiz kaynaklardaki
verileri bir liste haline getirirsek:
Basmacıyan
2.380.000
Kontenson
1.400.000
Lynch
1.345.000
Kevork Arslan
1.800.000
M. Leard
2.560.000
İngiliz Salnamesi
1.056.000
Britannica
1.500.000
Revue de Paris
1.300.000
Sarı Kitap
1.555.000
Osmanlı İstatistiği
1.295.000
Ermeni kaynaklı ve mübalağalı olduğu aşikar rakamları bir tarafa bırakırsak,
Batı kaynaklı rakamların 1.056.000 ile 1.555.000 arasında değiştiğini ve bu durumda
yuvarlak rakam 1.300.000 olan ve netice itibariyle nüfus sayımına dayanan Osmanlı
istatistiklerini en sıhhatli rakam olarak alabileceğimizi görürüz. Bununla beraber kati
TOPLAM
Gregoryan Ermeni
Nisbeti
Erzurum
645.702
134.967
% 20,90
Bitlis
398.625
131.390
% 32,96
Van
430.000
80.798
% 18,79
Elaziz
578.814
69.718
% 12,04
Diyarbekir
471.462
79.129
% 16,78
Sivas
1.086.015
170.433
% 15,68
Adana
403.539
97.450
% 24,14
Trabzon
1.047.700
47.200
% 4,50
Halep
995.758
37.999
% 3,81
78
bir rakam vermek istemezsek rahatlıkla Türkiye’deki bütün Ermeni nüfusunun
1.300.000 olduğunu söyleyebiliriz.
Ermeniler’le meskun oldukları için ıslahat yapılması öngörülen 6 vilayetin
Erzurum, Bitlis, Van, Elazığ, Diyarbakır, Sivas olduklarını görmüştük. Bunlara
bundan sonraki olaylarda isimleri geçecek Halep, Adana ve Trabzon vilayetlerini de
ilave edelim ve en yüksek Ermeni nüfusu gösteren Fransız “Sarı Kitabı”nı esas alarak
bu vilayetlerin nüfusunu kaydedelim:
Bilhassa Ermeni tehciri konusuna geldiğimizde bu istatistiklere atıfta
bulunacağız.
79
3. BÖLÜM: I. DÜNYA SAVAŞI DÖNEMİ
3.1. 1. DÜNYA SAVAŞI’NDA ERMENİLER
I. Dünya Savaşı sırasında ise, Osmanlı askeri olarak düşmana karşı savaşan
veya geri hizmetlerde çalışan Ermeniler de bulunmasına rağmen, bunların büyük bir
kısmı cephede düşmanla birlikte Türkler’e karşı savaşmış, cephe gerisinde de kadın,
çocuk, yaşlı ayrımı yapmaksızın katliama girişmişler, yüzbinlerce Müslüman’ın
hayatına kastederek Anadolu’yu bir harabe haline çevirmişlerdir.
Devletin bunları yatıştırmak ve durdurmak için aldığı tedbirler istismar edilmiş
ve İtilaf Devletleri’nin de tahrik ve vaatleriyle Ermeniler, bin yıl refah içinde
yaşadıkları ülkeyi parçalamaya başlamışlardır.1
3.2. ERMENİ GÖNÜLLÜLERİNİN FAALİYETLERİ
Savaşın başlamasıyla birlikte Osmanlı Devleti açısından üç güruh ortaya
çıkmış ve bunlar kendi adlarına savaştan karlı çıkmaya çalışmışlardır. Bunlardan
birincisi Ermeniler’dir. Ermeniler Türk, Rus ve İran hakimiyetinden kurtularak
bağımsız yeni bir devlet kurma çabası içerisine girmişlerdir. İtilaf Devletleri ise hem
içeriden hem de dışarıdan Ermeniler’i silahlandırıp onlara bağımsızlık vaatleri vererek
Osmanlı Devletin’i parçalama adına kışkırtmaya çalışmışlardır. Osmanlı Devleti ise
bu döneme kadar uygulamaya çalıştığı ıslahat çalışmalarından vazgeçerek
Ermeniler’in başlatmış olduğu terör hareketlerinden halkı koruma ve Ermeniler’e
yönelik nakil faaliyetlerine girişmiştir.
Yukarıda da temas ettiğimiz üzere, bir taraftan komiteler, diğer taraftan da
içerideki ve dışarıdaki kiliseler, bağımsız bir Ermenistan’ın kurulması için bundan
daha iyi bir bahane bulunamayacağı kanaatine varmışlardır.2 Bu amaçla daha 1914
Haziran’ında Erzurum’da yapılan kongresinde Taşnaksutyun; İttihad ve Terakki
Hükümeti’nin Hıristiyan unsurlara ve özellikle Ermeniler’e karşı eskiden beri takip
1
2
Hüsamettin YILDIRIM, Ermeni İddiaları ve Gerçekler, Sistem Ofset Yayınları, Ankara, 2000, s. 7.
Azmi SÜSLÜ, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı, s. 64.
80
ettiği iktisadi, sosyal ve idari politika ve ıslahatı uygulama konusundaki tavrını bahane
ederek İttihad ve Terakki’ye karşı muhalefet etmeye, onun siyasi programını tenkit
etmeye, kendisine ve teşkilatına karşı şiddetle mücadele etmeye karar vermiştir.3
Bu karar, savaşın ilk günlerinden itibaren sadece Taşnaksutyun tarafından
değil, Hınçak, Reforme Hınçak, Ramgavar komiteleri, Ermeni gönüllüleri, çeteleri
tarafından da uygulamaya konulmuştur. Böylece Osmanlı Devleti’nin siyasi ve askeri
durumu hakkında casusluk yapmışlar ve Erzurum, Trabzon, Van, Bitlis gibi savaş
sahası olması muhtemel vilayetlerde bulunan Ermeniler’in büyük bir kısmı kendi
silahlarıyla, silah altına alınanlar ise, firar ederek Ruslar’a katılmışlardır. Sınır
boylarında Ermeni çeteleri saldırıya geçmişler, Erzincan ve civarındaki Ermeniler’in
dörtte üçü doğrudan doğruya veya İran üzerinden Rusya’ya geçmişlerdir. Osmanlı
Ordusu’nda silah altına alınanlar ise, firar edip yollarda rastladıklarına ve çevreye
saldırmışlardır. Sadece Türkiye’deki ve Rusya’daki Ermeniler değil, aynı zamanda
İran, Romanya, İtalya, İngiltere ve Amerika’daki Ermeniler de gönüllü alayları
kurmuşlar ve Kafkas cephesine katılmışlardır.
Bu arada Ermeni komiteleri Osmanlı topraklarındaki şubelerine şu talimatı
vermişlerdir:
“Rus Ordusu hududdan ilerler ve Osmanlı askerleri çekilirse, her tarafta birden
eldeki vesait ile kıyam olunacak. Osmanlı Ordusu iki ateş arasında bırakılacak,
mebani ve müessesatı-ı emiriyye bombalarla berheva edilecek, yakılacak, hükümetin
kuvveti dahilde işgal olunacak, levazım kafileleri örülecek. Bilakis Osmanlı Ordusu
ilerlerse, Ermeni askerleri silahlarıyla Ruslar’a iltica edecek ve kıtalarından firarla
çeteler teşkil edeceklerdir.4
3.3. BATI’NIN MÜDAHALESİ
Eçmiyazin Katogikosu, Rus Çarı II. Nicolas’yı “Ermeniler’in hamisi” olarak
ilan ederken, resmi yayın organı Ararat’ın Ağustos 1916 nüshasında Katogikosluk,
“Bütün Ermeniler’in malen, bedenen Rus ordularına yardım etmeleri gerektiğini”
yayınlamıştır.
3
4
Esat URAS, a.g.e. s. 579.
Mehmet Ali BİRANT, a.g.e., s. 96-97.
81
Rus Çarı ise, Ermeniler’e hitaben yayınladığı beyannamede şöyle bir ifade
kullanmıştır:
“Ermeniler! Doğudan batıya kadar büyük Rusya’nın bütün ahalisi davetimizi
büyük bir saygıyla kabul etti. Ermeniler, bir çoğunuzun altında ezildiği ve ezilmeye
devam ettiği beş asırlık istibdattan sonra hürriyete sahip olacağımız saat geldi. Ruslar,
Ermeni evladını büyük bir iftiharla hatırlıyor. Lazaroflar, Melikoflar ve benzer
Ermeniler Slav kardeşlerinin yanında vatanın gelişmesi için savaşmışlardı. Asırlardan
beri devam eden sadakatiniz benim için bu büyük günde de bütün vazifelerinizi
sarsılmaz bir iman ve kanaatle ifa edeceğinize ve gerçek davamızın ve silahlarımızın
kesin zafere ulaşması için çalışacağınıza bir delildir.5
Çar’ın bu beyanı üzerine, Ermeniler’in bir kısmı Türkler’e karşı savaşan Rus
ordularına katılırken, birçokları da mallarını, mülklerini satarak gönüllü alaylarına
iştirak etmişlerdir. Bu sonuncular bölgeyi iyi tanıdıkları için hem Ruslar’a rehberlik
etmiş, hem de sabotajlar yapmışlardır.6
Ermeni gönüllülerinin, çetelerin cephede ve cephe gerisinde yaptıkları
faaliyetlerle ilgili Dahiliye Nezareti’yle Üçüncü Ordu Komutanlığı ve Başkomutanlık
arasındaki yüzlerce yazışma Genelkurmay Başkanlığı ATASE Arşivi’nde bulunmakta
ve yukarıdaki Ermeni faaliyetlerini teyit etmektedir. Bunlardan birkaç tanesini gözden
geçirelim;
14 Ekim 1914 tarihinde Üçüncü Ordu Kumandanlığı’nın Başkumandanlık’a
gönderdiği mesaj şöyledir:
“Ruslar’ın
Kafkasya’da
Rus
ve
Osmanlı
Ermenileri’yle,
Rumlar’ı
silahlandırarak çeteler kurdukları ve bunları bizim tarafa göndererek memleketimizde
de çete teşkilatını tevsi edecekleri tespit edilmiştir. Bu haberler her an teyit ve
tahakkuk ediyor, kıtalarımızdaki Ermeni firarileri de artıyor. Firar ve ihanet edenler
hakkında kati tedbirler almak ve suçluları cevaplandırmak gerekiyor. Bunun temini ve
meselenin oluruna bırakılmamasını arz ederim.”
Rusya’nın gizlice veya zaman zaman açıkça Ermeni komitelerini ve çetelerini
desteklediğine ve onlardan alaylar kurdurtup cephede ve cephe gerisinde saldırttığına
dair birçok belge vardır.
5
6
Mehmet Ali BİRANT, a.g.e., s. 36.
Azmi SÜSLÜ, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı, s. 66.
82
Her ne kadar Berlin Kongresi’nden beri Rusya, İngiltere ve Fransa tarafından
Ermeniler lehinde bir “ıslahat” ısrarla müdafaa edilmiş ve çeşitli vesilelerle bağımsız
Ermenistan için vaatlerde bulunulmuşsa da savaş başlar başlamaz yapılan gizli
antlaşmalarda, özellikle 26 Nisan 1916’da yapılan Sykes-Picot Antlaşması’nda
Ermeniler’e vaat edilen bölgeler de bu üç devlet arasında paylaşılmıştır. Buna göre
Karadeniz kıyılarıyla Trabzon’un batısından itibaren geçen hat, Erzurum, Van, Bitlis,
Muş ve Siirt yöreleri Rusya’ya; Çukurova, Harput ve Sivas yöreleri de Fransa’ya
bırakılmıştır. Halbuki bu tarihlerde eski Osmanlı Hariciye Nazırı Noradungiyan
Gabriel Efendi ve Bogos Nubar, Avrupa başkentlerinde bağımsız Ermenistan hayalini
gerçekleştirmek için temaslarda bulunuyorlardı.7
Yine 1916 yılı başlarında Rus ordusu Erzurum’u işgal ettiği zaman Rus
Başkomutanlık Emri’nde şu ifadeler yer almıştır:
“Ermeniler, Erzurum’da yerleşme hakkına sahip değildirler.”8
Batılıların Ermeniler adına, fakat sadece emperyalist menfaatleri için
uyguladıkları bu iki yüzlü politikalarını İngilizler’in ve Fransızlar’ın Güney ve
Güneydoğu Anadolu’daki savaşlarda ve Ermeniler’e çıkarttıkları isyanlarda açık
şekilde görmek mümkündür. Şimdi ana hatlarıyla bunları gözden geçirelim.
3.4. SAVAŞ’TA ERMENİ İSYANLARI, VE MEZALİMİ
Osmanlı Devleti genel savaşa girmeden önce, Ermeni komiteleri başta
patrikhane olmak üzere, Osmanlı Hükümeti’nin Rusya’ya karşı savaşa girmesi halinde
alacakları durumu tespit için toplantılar yapıyorlardı. İstanbul Galata’daki Ermeni
Büyük Merkez Okulu’nda 1914 yılı Mayıs ayında, Patrikhane’den görevlendirilen
rahip Gabriel Cevahirciyan’ın başkanlığında Taşnaksutyun, Veragazmiyal Hınçak,
Ramgavar temsilcilerinden oluşan Birleşik Milli Ermeni Kongresi, “Ermeniler’in
Osmanlı Hükümeti’ne sadık kalmaları” şeklinde bir karara vardı. Taşnaksutyun
reisleri de bu şekilde propagandalar yaparak bu suretle Osmanlı Hükümeti’ne güven
7
8
Azmi SÜSLÜ, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı, s. 68.
Azmi SÜSLÜ, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı, s. 68.
83
vermek istediler. Bir taraftan da durumun alacağı şekli bekleyerek bütün kuvvetleriyle
hazırlanmakta kusur etmediler.9
Savaş öncesinde Rusya’nın ve Ermeni komiteleriyle, kilise okulları ve
çetelerin yürüttükleri propaganda, teşkilatlanma ve silahlanma faaliyetleri, savaş
başlar başlamaz hemen uygulamaya konulmuştur. Bu amaçla Rusya’da Kafkaslarda
toplanan “gönüllü subayları”na, siyasi sebeplerle Rus Hükümeti tarafından Sibirya’ya
sürülmüş 180 Ermeni’yle, Osmanlı Devleti’nden birçok kişi katılmıştır. Bunların en
faal reisleri ise, savaş başlarında Rusya’ya kaçan ve Armen “aro” takma adını
kullanan Osmanlı Erzurum Mebusu Karakin Pastırmacıyan, Antranik, Zangezorlu
Şabaş Orbelyan, Yüzbaşı Melik, Karabağlı Avan Han, Tarahanof Kardeşler,
Atabekof, Monuşak Kadın, Arkepiskopos Manuçaryan, Doktor Paşayan, Sarkis
Minasyan, Sarkis Parsehyan, Şahrikyan, Hajuk, Hraç, Zohrap, Murad, Osmanlı Van
Meb’usu ve Taşnaksutyun yetkililerinden V. Papazyan idi.10
Bu amaçlarla teşkilatlanmaları sağlanan Ermeniler, seferberlik ilan edilir
edilmez hem Osmanlı toprakları içinde, hem de dışında hemen harekete geçmişler;
gönüllüler, çeteler halinde Kafkaslarda ve Anadolu’nun birçok yerinde yüzbinlerce
Müslümanı, yaşlıları, çocukları, kadınları, kızları, cepheden dönen yaralıları, sakatları
sistemli olarak katletmişler; köyleri, kasabaları yakmışlar, yıkmışlar; orduyu arkadan
vurmaktan, ikmal yollarını kesmekten, önlerine gelen herşeyi tahrip etmekten
kendilerini alamamışlardır. Faaliyetlerine katılmayan Ermeniler’i ve Türk olmayan
diğer unsurları da öldürmekten çekinmemişlerdir. Böylece Zeytun’da, Kayseri’de,
Bitlis’te, Sivas’ta, Trabzon’da, Ankara’da, Adana’da, Urla’da, İzmit-Adapazarı’nda,
Hüdavendigar’da, Musa Dağı’nda insan akıl ve mantığının kabul edemeyeceği
vahşetler sergilenmiştir.
3.4.1. Zeytun Olayları
Zeytun’daki Hınçak Komitesi liderlerinden Çakıroğlu Panos’un evinde yapılan
toplantıda; “İngilizler’in İskenderun’a çıkacakları için Adana, Maraş, işgal oluncaya
9
Hasan BABACAN, I. Dünya Savaşı Sırasında Ermeni Sorunu Tehcir Meselesi ve Talat Bey, Yayına
Hazırlayan: Erhan AFYONCU, Tatav Yayınları, İstanbul, 2001, s. 141.
10
Esat URAS, a.g.e., s. 591, 593, 595.
84
kadar isyanlarla seferberliğe mani olunması, İngilizler’in harekatının desteklenmesi,
jandarmaların silah ve cephanelerinin ele geçirilmesi, kaymakam ve diğer hükümet
memurlarının ve ailelerinin öldürülmesi, telgraf tellerinin kesilmesi” tavsiye
edilmiştir. Şubat ayı içerisinde harekete geçen 800 civarındaki çete, Maraş’ın telgraf
bağlantısını kesmişler, askeri kışlaya ve Hükümet Konağı’na saldırmışlar ve Tekke
Manastırı’na sığınmışlardır. Yapılan müsademede jandarma komutanı Binbaşı
Süleyman Bey ve 25 jandarma şehit olmuş 34’ü de yaralanmıştır. Ayrıca Maraş’ın
çeşitli yerlerinde birçok Müslüman, Ermeni çetelerince öldürülmüştür. Olaylar
sırasında Hükümet kuvvetlerinin karşı faaliyetleriyle 713 tüfek, 12 çifte, 12 mavzer
tabanca, çeşitli bombalar, 70 nakil hayvanı ve Ermeni papazıyla birlikte, 61 eşkiya ve
komiteye ait birçok doküman ve mühür ele geçirilmiştir.11
3.4.2. Kayseri Olayları
Kayseri, güherçile ocaklarına ve ulaşım yollarına sahip olması itibariyle
öteden beri Osmanlı Devleti’nin önemli ikmal ve ticaret merkezlerinden biri olmuştur.
Bu tarihlerdeki İngiliz Büyükelçisi Sir Clare Ford, Sir A. Nicolson’dan aldığı
ve İngiltere Hariciye Nazırlığı’na gönderdiği muhtırada; Kayseri, Tokat, Yozgat ve
Merzifon’da Ermeniler’i bazı Rus ajanlarının kışkırttıklarından bahsetmektedir.12
Bu bağlamda harekete geçen Hınçak Komitesi, teşkilatlanmayı köylere kadar
yaymak üzere meşhur David Sultanyan’la eski sabıkalı Sarkis Torosyan’ı, Vanlı dişçi,
isyancı Melkon’u görevlendirmiştir. Bunlara Kayseri içinden yardımcı olan kuyumcu
Hacı Ohannes, bakırcı Karabet ve kardeşi Leon’un çalışmalarıyla bol miktarda bomba
imal edilmiştir. Ayrıca Amerika’da bulunan Kayserililerin maddi yardımları ve ticari
eşyanın içinde parça parça gönderilen silah ve mühimmatla halkın silahlanması
sağlanmıştır.13
Taşnaklar, Everek şubesini 1908’de genel aftan istifade eden Serpuhi
Kelleciyan isimli bir kadın tarafından yeniden canlandırmış, Karabet Takuşyan isimli
bir çilingire, birbirlerine bağlı iki yarım küre şeklinde bomba kutuları yaptırmışlardır.
11
Gültekin URAL, Ermeni Dosyası, Kamer Yay., İstanbul, 1988, s. 257-259.
Mehmet HOCAOĞLU, Arşiv Vesikalarıyla Tarihte Ermeniler ve Ermeni Mezalimi, Er-Tu Matb.,
İstanbul, 1976, s. 198-200.
13
Azmi SÜSLÜ, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı, s. 72.
12
85
Yirmiden fazlası ele geçirilen bu bombaların Hacı Minasyan, Asodor, Serpuhi
Kelleciyan ve Serkiz Asdik tarafından tecrübe edildikleri; İybeli Bakırcı Karnik
Şemsiyan, Dikran Palaoğlu ve çırakları Hacı Dönekoğlu’nun bakırdan daha sağlam
bombalar yaptıkları tespit edilmiştir.14
İlk olarak Everek’in çeşitli yerlerine gizlice yerleştirilen tellere elektrik
verilmek suretiyle Müslüman halk ve askerler öldürülmeye çalışılmış15 ve
Amerika’dan gelerek bomba imalathaneleri kurup faaliyete geçiren bombacı
Kevork’un evinde kazaen bombaların patlamasıyla bu imalathanelerle birlikte evlerin
döşeme, dolap ve duvarlarına saklanan silah ve mühimmat Hükümet tarafından ele
geçirilmiştir. 1914 Ocak’ındaki bu olaylar, Hınçak Taşnak reisleri, Patrikhane ve
özellikle Patrikhane’nin en seçkin komitecisi ve Rusya’daki Eçmiyazin Kilisesi’yle
casusluk yapan ve Anadolu’daki isyanının planlayıcılarından olan Kayseri Ermeni
Murahhası Hasraf Efendi tarafından gizlenmeye çalışılmışsa da, muvaffak olunamayıp
vaktinden önce faaliyetlerin Hükümet tarafından öğrenilmesi üzerine, 1915
başlarından itibaren Kayseri’nin birçok yerinde isyan, tecavüz, gasp ve katl olayları
başlamıştır. Yeniden tahkikata geçen Hükümet; Ermeni evlerinde, mezarlıklarında,
cemiyetlerinde, kiliselerinde, okullarında birçok silah, cephane, bomba, dinamit,
talimat, beyanname ele geçirmiş ve birçok Ermeni’yi suçüstü yakalatmıştır.16
3.4.3. Bitlis Olayları
Bitlis ve Muş çevresi, komitecilerin Van’dan sonra en çok önem verdikleri
bölge idi. Buranın Van-Diyarbekir-Halep ve İskenderun yolu üzerinde bulunması ve
senenin her mevsiminde hareketli bulunması önemini daha da arttırıyordu. Ayrıca, bu
bölgenin öteden beri Muş ve Talori gibi Ermeni isyanları bakımından tanınmış olduğu
da
söylenebilir. Komiteciler bu bölgeye en gözde adamlarını gönderdikleri gibi,
Ermeni Patrikhanesi de en güzide papazları ile ruhani reislerini gönderiyordu.17
Seferberlik ilan edilince Taşnaksutyun Komitesi’nin talimatıyla Van ve Bitlis
havalisi iki bölgeye ayrılmış ve Muş-Bitlis havalisi isyanlar çıkartmak üzere Van
14
Gültekin URAL, a.g.e., s. 213.
Mehmet Ali BİRANT, a.g.e., s. 12-14.
16
Azmi SÜSLÜ, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı, s. 73.
17
Gültekin URAL, a.g.e., s. 289-290.
15
86
Mebusu Papazyan’ın, Van havalisi de yine bir Osmanlı Ermeni Mebusu olan
Vramyan ve Rus Generali Loris Melikof’un oğlunun idaresine verilmiştir.18
3.4.4. Van Olayları
Ermeniler’in ve onları destekleyen Batılıların en çok üzerinde durdukları,
propaganda ve teşkilatlanmalarını yoğunlaştırdıkları yer yine burası olmuştur. Komite
reislerinin, Osmanlı Ermeni mebuslarının ve Batılı konsolosların en çok ziyaret ettiği
ve Ermeni çeteleriyle bilahare gelecek olan gönüllü alaylarının faaliyetlerini ve
sayılarını giderek arttırdıkları bölge de burası olmuştur. Bütün bu faaliyetlerle,
özellikle Avrupa kamuoyunda bölgede Ermeniler’in ellerinden işlerinin alındığı,
kendilerine zulmedildiği, katledildiği, hürriyetlerine kastedildiği imajı verilmeye
çalışılmış ve bilhassa Ermeni nüfusunun Müslümanlarınkinden fazla olduğu iddia
edilmiştir.19
Hem yerli, hem de yabancı belgelere göre Van ve çevresinin nüfusu da, iddia
edildiği gibi Ermeniler lehinde değil, Müslümanlar lehindedir.
Daha önce zikrettiğimiz 1914 tarihli Dahiliye Nezareti’nin yaptırdığı
Memalik-i Osmaniyye’nin 1330 senesi istatistiğine göre Van vilayetindeki ve
kazalarındaki nüfus oranı şöyledir.20
VİLAYET-KAZALAR
18
Türk Nüfusu Ermeni Nüfusu Toplam
Van vilayeti Merkez kazası
45.119
33.789
79.736
Ercis kazası
27.323
8.083
35.436
Şitak Kazası
8.132
4.292
12.717
Adilcevaz kazası
10.820
4.849
15.669
Gevaş Kazası
18.123
10.520
28.643
Esat URAS, a.g.e., s. 74.
Gültekin URAL, a.g.e., s. 262-263.
20
Azmi SÜSLÜ, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı, s. 75.
19
87
Hakkari Sancağı
21.848
3.461
27.680
Çölemerik Kazası
7.450
297
9.004
Mahmudi Kazası
10.230
528
12.959
Şemdinan Kazası
9.873
-
11.740
Hoşap Kazası
7.691
1.015
8.706
Vilayet Toplamı
166.609
66.834
242.260
Yine nüfus meselesinde olduğu gibi, bölgede eşkiyalık, katl ve zulüm yapanlar
Ermeniler olmasına rağmen, bunların faturası hep Türkler’e çıkarılmaya çalışılmıştır.
Bu amaçla Berlin Kongresi’nin 61. maddesi hem Batılılar, bilhassa Rusya ve İngiltere
tarafından, hem de bunlardan cesaret alan Ermeni komiteleri tarafından istismar
edilmeye çalışılmıştır. Ermeni komiteleri bölgedeki konsoloslukları, okulları, kiliseleri
ve dernekleri kullanmak suretiyle süratle teşkilatlanmışlar ve kısa sürede eşkiyalığa
başlamışlardır. Bölge Taşnaksutyun Komitesi elebaşıları arasına, Kafkasya’da ve
Karabağ’da Rus Hükümeti’nce işledikleri suçlardan dolayı idama mahkum edilen
İşhan ve Aram da katılmış ve ilk iş olarak Van’ın Akdamar adasındaki Ruhban
Mektebi’ni teşkilatın harekat merkezi haline getirmişlerdir. Buradan sağladıkları
paralar ve yetiştirdikleri militanlarla faaliyetlerini köylere kadar yaymışlardır. Ruhban
Mektebi’ne ise rahiplikle hiç alakası olmayan bir komiteciyi, Yeznik’i, Katogigok
Vekili tayin etmişler ve yardımcı olarak da İstanbul ve çeşitli vilayetlerde komite
faaliyetlerinden aranıp Van’a kaçmış ve Türk kanı akıtmayı kendisine görev saymış
olan Daniel isimli bir komiteciyi atamışlardır. İran’da Ermeni Mektepleri Müfettişliği
ve komitecilik yapan Rafael, Serkis, Karçekanlı Vartan, Dsep, Osmanlı Ermeni
Mebusu Vramyan ve Papazyan’ın da katılmalarıyla Akdamar Ruhban Mektebi bir
ihtilal merkezi haleni gelmiş ve bölgedeki bütün kanlı olaylar buradan sevk ve idare
edilmiştir.21
1915 Şubat ayı içerisinde birçok olay meydana gelmiştir. Van’ın Tımar
nahiyesinde koyun sayımları sırasında Ermeniler memurlara silahla saldırmışlar ve
olay üzerine binden fazla eşkiya toplanmıştır. İsyan bilahare Gevaş Şıtak kazalarına
sirayet etmiş, asiler telgraf tellerini kesmekle kalmamış Gevaş Kadısı İsmail Hakkı
21
Mehmet Ali BİRANT, a.g.e., s. 198-199.
88
Efendi’yi ve Tımar’ın Barat köyünde pusu kurarak Jandarma Kumandanı Süleyman
Bey’le maiyetindeki erleri şehit etmişlerdir. Olaylarla ilgili tahkikata başlanması ve
bazı Ermeni casusların yakalanması üzerine eşkiya grupları çevredeki bütün
Müslüman köylerine saldırıya geçmişler ve katliama başlamışlardır.
Daha sonra Çevrede toplanan 5.000 civarındaki eşkıyanın yarısı Van
merkezine saldırıya geçmiş, Nisan başlarında Banka-i Osmanî, Duyûn-ı Umûmiyye,
Reji, Posta-Telgraf İdaresi, hükümet daireleri ve birçok evi havaya uçurmuşlar ve
İslam mahallelerini ateşe vermişlerdir.22 7 Nisan1915’ten itibaren de şehri kuşatan
Ermeniler’e karşı savunmak amacıyla halk ve askerler iç kaleye sığınmışlardır.
Çevreden yardım gelmesini önlemeyen Ermeniler etrafı siperlerle donatmış, lağımlar
kazmışlar ve genellikle Trabzon’dan saman balyaları içerisinde gizlice getirdikleri son
model Rus silah ve bombalarıyla kaleyi tazyik etmeye başlamışlardır. 15 Nisan’dan
itibaren çevredeki Ermeni çeteleri de bölgeye gelerek şehri tamamen kuşatmışlar ve
sayıları 10.000’leri aşmıştır.
Birçok sıkıntıya katlanan halk ve az sayıdaki asker Van kalesinde ancak Mayıs
sonuna kadar tutunabilmiş ve şehir düşmüştür. Gerek muhasara sırasında ve gerekse
sonunda şehir ve çevre halkından yüzlerce kişi şehid edilmiş ve her yer tahrip
edilmiştir. Şehri ele geçiren Ermeniler hemen bir “muvakkat hükümet” kurmuş ve
Türkler’e hayat hakkı tanımamışlardır.
Takviye kuvvetlerle Ermeniler’in yeniden saldırıya geçmeleri üzerine Vali
Cevdet Bey, kaleye sığınmış olan şehir halkını göç ettirmiş ve bilahare Ermeniler,
sonra da Ruslar şehri işgal etmişlerdir.
Van’ın işgalinden sonra Ruslar’ın da tahrikiyle Ermeni isyanları çevreye
yayılmış; Ermeni çeteleri birçok yerde katliamlara girişmiş ve bazı köyleri kamilen
yok etmişlerdir. Son zamanlarda yapılan araştırmalar sonunda bunlardan bir kısmına
ait toplu mezarlar tespit edilmiştir ki, bunlar Van Selimbey mahallesi, Erciş, Zeve
köyü Çatbayır köyü, Çaldıran’daki mevki ve Alaköy’dür.
22
Azmi SÜSLÜ, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı, s. 77.
89
3.4.5. Muş Olayları
Seferberlikle birlikte Doğu Anadolu’nun birçok yerinde başlayan Ermeni
hareketleri, Muş ve çevresinde de Van’ın düşüşünden sonra yoğunlaşmış ve eşkiya
grupları her tarafta birçok katliam yapmıştır.
Rus Ordusu’nun bölgeye gelmesiyle bir taraftan Taşnaksagan çeteleri, diğer
taraftan da Hınçak grupları “Ruslar’a bağlılıklarını ve kahramanlıklarını” göstermek
için savaşta olan Türk askerlerinin köy ve kasabalardaki kadın, çocuk ve yaşlılarına
akla hayale gelmedik işkence ve katliamlar yapmışlardır. Bunlar, Rusya’dan gelen
Ermeni “gönüllü alayları”nın da iştirakiyle 30.000’e ulaşmış ve meşhur Rupen,
işgalden sonra Van Valisi ilan edilen Aram Manukyan ve 30 civarındaki elebaşılar
tarafından yönlendirilmiş ve faaliyetleri bazı Ermeni kaynaklarınca da birer “isyan”
olarak tavsif edilmiştir.
Müslüman halka karşı girişilen bu katliam, Taşnaksutyun liderlerinden Van
Mebusu M. V. Papazyan’ın Ermeni Dergisi “Van”da “La Guerre Generale de la
Region de Muş, 1914-1915” adıyla çıkan bir makalesinde de Türk-Rus savaşı
öncesinde Ermeniler’in nasıl silaha sarıldıklarını tevsik etmektedir.23
3.4.6. Diyarbakır Olayları
Bu bölgede Ermeniler çok küçük bir azınlıkta olmalarına rağmen, komiteler
teşkilat ve isyan çalışmaları bakımından burasını ihmal etmemişler; seferberlik
üzerine Rus işgalini kolaylaştırmak ve Türk Ordusu’nun hareketini zorlaştırmak için
ellerinden geleni yapmışlardır.24
Daha savaş başlar başlamaz komitelerin kurduğu çeteler ve ordudan kaçan
veya kaçırılan Ermeniler, şehirde Müslümanları tahkir edecek hareketlere ve jandarma
ve polisin işine engel olmaya başlamışlar ve damdan dama geçmek suretiyle
kurdukları “dam taburu”yla hem Müslüman, hem de kendilerine para ve iaşe
23
24
Azmi SÜSLÜ, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı, s. 81.
Gültekin URAL, a.g.e., s. 287.
90
vermeyen Ermeniler’i de taciz etmeye, silah, cephane ve bomba tedarik etmeye
başlamışlardır.
Durumdan şüphelenen ve ihbarları değerlendiren yetkililerin yaptığı aramada
“dam taburu”nu teşkil eden 500 Ermeni silahlarıyla birlikte ele geçirilmiş ve birkaç
gün sonra da Taşnaksutyun Ermeni Mektebi’nde asılı duran harita arkasına gizlenmiş
bir geçitte saklanan dört fedai yakalanmıştır. Bunlar Ermeni Kilisesi’yle komite ileri
gelenleri tarafından “ihtilal öncüleri” olarak buraya saklanmış ve iaşeleri sağlanmıştır.
Yapılan istihbarat değerlendirilerek 12-14 Nisan 1915 tarihinde vilayet merkezinde
60’ın üzerinde bomba, kutular içerisinde birçok dinamit kapsülü, kangal kangal
dinamit fitili, dinamit barutu, yüzlerce mavzer, manliher, şinayder, ele geçirilmiştir.
Yine evlerin çeşitli yerlerine saklanmış 1000’den fazla asker kaçağı yakalanmış ve
yapılan soruşturma ve ele geçirilen belgelerden Rus ordusu bölgeye yaklaşacak olursa,
aynen Van’da olduğu gibi, Ermeniler’in isyana kalkıp Müslümanları katledecekleri,
şehri yakıp Ruslar’ın işgalini kolaylaştıracakları tespit edilmiştir.
3.4.7. Ma’muratü’l-Aziz (Elazığ) Olayları
Diğer vilayetlerde olduğu gibi Ma’muratü’l-Aziz vilayetindeki Ermeniler de,
bir taraftan komitelerin, konsoloslukların, diğer taraftan da kiliselerin, hayır
cemiyetlerinin hatta Ermeni okullarının tahrikleriyle seferberlikten çok önceleri
faaliyete başlamışlar ve savaşın ilk aylarından itibaren yoğunlaştırmışlardır. Bölgede
teşekkül ettirilen çeteler ve bilahare Kafkasya’dan gelen “gönüllüler”le vilayette ve
çevresinde sabotajlar yapılmış, bölge halkından ve cepheden yaralı olarak dönen
askerlerden, emniyeti sağlamakla görevli jandarma ve zaptiyelerden birçok kimse
katledilmiş, birçok yer bombalanmış, yakılmış ve Ruslar, İngilizler ve Fransızlar
hesabına casusluklar yapılmıştır.
Olaylar üzerine mahalli yetkililer teyakkuz durumuna geçince, Elazığ’da başta
papazlar olmak üzere birçok Ermeni ileri gelenleri Hükümet yetkililerine
“Ermeniler’in üzerinde ve evlerinde hiçbir silah bulundurmadıklarına” dair kesin
teminat vermişlerse de, yapılan aramalarda vilayet merkezinde 5.000’den fazla silah,
300 civarında bomba, 40 kg. bomba fitili, 200 paket dinamit ve 5.000 adet dinamit
91
misketi bulunmuştur. Bu silah ve patlayıcılar bütün şehri havaya uçurmaya yetecek
miktardadır.25
Yine Arapkir Ermeni Kilisesi’nin çatısına gizlenmiş silah ve bombaların
yanısıra Osmanlı derviş elbiseleri ve bazı kıyafetler ele geçirilmiştir.
Ruslar sınırı geçip ilerlemeye başlayınca da Elazığ Ermenileri hem vilayet ve
köylerde, hem de çevre vilayetlerde birçok Müslümanı katletmişler ve bunlardan bir
kısmı da mahalli idarelerce yakalanmışlardır.
3.4.8. Erzurum Olayları
Daha savaş başlamadan Ermeniler’in Kafkasya’da ve Doğu Anadolu’da
sürdürdükleri Türkler’e yönelik faaliyetler, Erzurum’da da yapılmış ve Taşnaksutyun
Erzurum’da genel kurulunu yaparken bile çeteler ve gönüllü alayları kurulmuştur. Bu
durum, daha sonra Rusya’da kurulacak olan Ermeni Cumhuriyeti Başbakanı
Katchaznouni tarafından 1923 yılında yapılacak diğer Taşnak Kongresi’nde de açıkça
ifade edilmiştir. Bunu teyit eden daha birçok belge mevcuttur. Ermeniler’in
Erzurum’da yaptıklarının mahiyet ve derecesi Tahribat ve Mezalim Hakkında
Tahkikat Yapmaya Memur Edilen Komisyon raporunda bütün çıplaklığı ile
görülmektedir.26
Başkumandanlığa gönderilen 28 Temmuz 1914 tarihli bir diğer belgede de,
Ruslar’ın Kafkasya dahilinde Rus ve Osmanlı Ermenileri’yle Rumlar’ı silahlandırarak
çeteler teşkil ettikleri, bunları Anadolu’ya sokarak burada da çeteler kurdurttukları ve
Osmanlı Ordusu’ndaki Ermeni firarilerinin son zamanda çok arttığı belirtilmiştir.
Seferberlik ilan edilir edilmez bütün Müslümanlar askerlik şubelerine koşup
askere yazılırken Ermeniler evlerine çekilerek kendilerini yurtdışında göstermeye
kalkışmışlar ve Patrikhane’nin talimatıyla harekete geçen Ermeni kiliseleri, bedel-i
nakdi adıyla askerlik yapmak istemeyenlerden alınan 43 Osmanlı Lirası’nın yarısını
kendileri tahsil etmek suretiyle Ermenileri, kiliselerin veya kilise diye tavsif ettikleri
yıkık-dökük yerlerin rahip ve müstahdemi olarak göstermiş ve onların askere
alınmasına mani olmuşlardır. Zaten Erzurum’da ve çevre illerde din adamı olarak
25
26
Mehmet Ali BİRANT, a.g.e., s. 180-181.
Zeki BAŞAR, Ermenilerden Gördüklerimiz, Ankara Üniv. Yay., Ankara, 1974, s. 29.
92
gösterdikleri birçok Ermeni bu şekilde askerden kaçarken veya alınmış olanlar da firar
ederken, birçokları da yine kendilerini kilise mensubu olarak göstermek veya yabancı
konsolosluklardan ikinci bir tabiiyet almak suretiyle kısmen veya tamamen vergiden
muaf olmuşlardır. Patrikhane’nin verdiği Ermeni nüfusunun bazen çok az, bazen de
fevkalade yüksek gösterilmesinin sebeplerinden biri de buradan kaynaklanmıştır.
Ermeniler aynı tür hilelere nakil vasıtaları ve tekalif-i harbiye konusunda da
başvurmuşlardır. 1914 sonlarında başlayan hazırlıklarla Ermeniler, 1915’te harekete
geçmiş ve özellikle 1916 Temmuz’undan itibaren Erzincan’ın Ruslar’ın eline
geçmesiyle katliamları yoğunlaştırmışlardır. Rusya’da Bolşevik İhtilali’nin çıkması
ve Rusya’nın kendi meseleleriyle uğraşmaya başlamasıyla 18 Aralık 1917’de BretsLitovsk Antlaşması sayesinde barışın geleceği zannedilirken, aynı tarihlerde kurulan
Güney Kafkas Federasyonu bir Ermeni Kolordusu kurmuştur. Kurulan bu kolordu ve
bölgedeki çeteler, Erzurum merkezinde, Erzincan’da, Bayburt’ta ve Gümüşhane’de
Türkler’i imha faaliyetine yeniden girişmişler ve yaptıkları mezalim ve katliamlarla
başlangıçta kendilerini teşvik eden Rus subaylarını ve yazarlarını bile hayretler içinde
bırakmışlardır. 1917-918 yıllarında yapılanlar konumuzun sınırlarını geçtiği için
bunlara burada temas etmeyeceğiz. Ancak şunu da ifade edelim ki, konuyla ilgili
birçok arşiv belgesi ve Rus konsolosları ve subaylarından General Prjevalski, General
Mayewski, Yarbay Twerdokhlebof, Dr. Horeşenko’nun raporları, hatıratları, telgraf ve
mektupları Ermeniler’in bölgede yaptıkları katliamları kesin bir şekilde tevsik
etmişlerdir.27
3.4.9. Sivas Olayları
1913 Ekim ayında Suşehri’ne bağlı Ezdebir nahiyesi Ermeni Manastırı Papazı
Karih, Hükümet’e karşı açıktan cephe almış ve bir hırsızlık olayı ihbarı
değerlendirilerek evi arandığında çalınan eşyayla birlikte evinde birçok silah ve
cephane bulunmuştur. Mahkeme kendisini “hırsız” ve silah bulundurmaktan suçlu
bulunca, affedilmesi için Karahisar Murahhaslığı ve İstanbul Ermeni Patrikhanesi
27
Azmi SÜSLÜ, Ruslara Göre Ermenilerin Türklere Yaptıkları Mezalim, s. 31-89.
93
olmadık çareye başvurmuşlarsa da, olayların murahhasslığın da talimatları
doğrultusunda gerçekleştiği anlaşılınca adı geçen papaz tutuklanmıştır.28
Yapılan tahkikatlarda; Ermeni komitecilerinin Sivas’ı üç bölgeye ayırdıkları,
birinci bölgeye Sivaslı Murat’ı olmak üzere diğer bölgelere iki eşkiya kumandan tayin
edilmek suretiyle, Osmanlı Ordusu’nu arkadan vurmak niyetinde oldukları anlaşılmış
ve hükümetin zamanında aldığı tedbirler sayesinde önüne geçilmiştir.29
Yine çevreden toplanan 500-800 civarındaki Ermeni, 1915 Nisan başlarında
Karahisar kalesine kapanarak Hükümet kuvvetlerine ve halka ateş etmeye başlamışlar,
Jandarma Kumandanı’yla, bir polis ve bir tahsildarı yaralayarak, Müslümanlardan on
kişiyi de katletmişlerse de, daha sonra kalenin çevreyle irtibatının kesilmesi ve takviye
birliklerinin gelmesiyle tesirsiz hale getirilmişlerdir.
3.4.10. Trabzon Olayları
Ermeni komiteleri; Sivas, Erzurum, Şebinkarahisar, Van ve Elazığ bölgelerine
silah sevkiyatını Karadeniz’in Samsun ve Trabzon limanları vasıtasıyla yapmışlardı.
Bunun için de bu yoldan ticaret eşyası sevk eden büyük tüccarlardan istifade
edilmiştir.
Komite şubeleri, İtilaf Devletleri’nin buradaki konsolosları aracılığı ile Rusya
ve diğer yabancı ülkelerle haberleşebiliyorlardı.30
Buradaki Ermeniler seferberlik davetine uymadıkları gibi Müslümanların
askere katılmalarına da engel olmaya çalışmışlar ve Giresun, Ruslar tarafından
bombalanmaya başlayınca, galeyana gelerek çevreye saldırmışlardır.
Rusların ihtilali müteakip Trabzon ve çevresini tahliyeleri sırası ve sonrasında
Trabzon’dan Erzincan’a kadar bütün köyler Ermeni çeteleri tarafından tahrip edilmiş,
camiler pisliklere boğulmuş, meyve ağaçları kesilmiş, kuyular, katledilen Müslüman
cesetleriyle kapatılmış, viran evler ve bahçeler kesilmiş eller, ayaklar ve parçalanmış
vücutlarla dolmuştur.31
28
Azmi SÜSLÜ, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı, s. 87.
Gültekin URAL, a.g.e., s. 116.
30
Gültekin URAL, a.g.e., s. 311.
31
Azmi SÜSLÜ, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı, s. 89.
29
94
3.4.11. Adana Olayları
Ermeniler için hayali Rupinyan Krallığı’nın hüküm sürdüğünü iddia ettikleri
Kilikya’yı diriltmek, Ermenilerin bir kısmını burada toplamak kutsal bir gaye idi.
Kilikya için yazılmış pek çok şiir bu özlemi ifade eder. Rusların kışkırtmalarıyla bir
süre; Maraş, Haçin ve Sis gibi yerlerde Ermeni nüfusunu yoğunlaştırmaya çalışma
gayretleri bu yüzdendi.
Berlin Kongresi sırasında; Loris Melikof, Episkopos Horen Narbey’e yazdığı
mektubunda;
“Kafkasya için size bir şey yoktur. Siz aşağısı için çalışınız.” diyordu. 32
24 Şubat 1915 tarihinde Köşker Torosoğlu ve Muallim Agop ismindeki kişiler,
düşman tarafından Kıbrıs’tan getirilerek İskenderun’a çıkarılmışlarsa da, filo
komutanının verdiği talimatlarla birlikte yakalanmış ve divan-ı harbe verilmişlerdir.
Aynı tarihte topladığı belgelerle birlikte düşman gemisine sığınmaya çalışan
Dağlıoğlu Artin’de yakalanmıştır.
Bunların yanı sıra Saimbeyli, Dörtyol, Kozan ile diğer kazalarda ve
Hasanbeyli nahiyesinde yüzlerce silah, bomba, dinamit, harita ve bayrak bulunmuş ve
Saimbeyli’nin sarp kayalıklarına kilise papazları ve komiteciler tarafından saklanmış
gazyağları ve 150 kg. barut bulunmuştur.33
3.4.12. Urfa Olayları
Eylül ayı sonlarında bölgedeki isyanların artması üzerine Urfa Mutasarrıfı
Dördüncü Ordu’dan yardım istemiştir. Bölgedeki jandarmalar ve takviye kuvvetleri;
silahlanıp binalara sığınan ve Urfa’daki Amerikan misyonerliğinin yetimhanesini
karargah haline getiren Ermeniler ve onlarla birlikte hareket eden iki İngiliz, iki
Fransız ve Yetimhane Müdürü, misyoner Lesli ve bazı yabancılara teslim olmalarını
teklif etmişler, barış heyetlerini göndermişler hatta Amerikan Sefiri’ni bile haberdar
etmişlerse de, içeriden silahla cevap verilmesi üzerine, binayı silah zoruyla ele
geçirmişler ve Urfa içindeki diğer isyancıları tesirsiz hale getirmişlerdir. Ancak
32
33
Esat URAS, a.g.e., s. 551.
Azmi SÜSLÜ, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı, s. 90.
95
Müslüman halktan 20 şehid ve 10 yaralıyla, jandarma birliklerinden 2 şehid ve 8
yaralı verilmiştir.34
3.4.13. Diğer Ermeni Olayları
Zikrettiğimiz yerlerin dışında İzmir, Adapazarı, Bursa, İstanbul, Maraş, Antep,
Halep ve daha birçok yerde Batılılar, komiteler ve kilise mensuplarının teşvik, tahrik
ve silahlandırmalarıyla dokuz yüz yıldır beraber yaşadıkları Müslümanlara karşı
Ermeniler tarafından insanlık dışı cinayetler işlenmiştir. Kendilerine vaat edilen
şeylerin hayallerine kapılan Ermeniler, sadece Türklere zarar vermekle kalmamış,
aynı zamanda savaş sonrasında kendilerini destekleyen Batılılar tarafından
kaderleriyle baş başa bırakılmış, terkedilmişlerdir.
34
Azmi SÜSLÜ, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı, s. 91.
96
4. BÖLÜM; TEHCİR
Osmanlı Devleti’nin yenilgisiyle sonuçlanan 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı’nın
sonunda imzalanan Berlin Antlaşması ile Ermeni meselesi uluslararası bir mahiyet
kazandı Antlaşmanın 61. maddesi Osmanlı hükümetinin Doğu Anadolu’da
Ermenilerin yaşadığı bölgelerde ıslahatlar yapması ve söz konusu ıslahatların
antlaşmayı imzalayan devletler tarafından denetlenmesi hükmünü getiriyordu. 1
Büyük devletleri temsilen Rusya’nın İstanbul büyükelçiliği ile Osmanlı
hükümeti arasında 1913 Eylülünden 1914 Şubatına kadar devam eden temaslar
sonucunda 8 Şubat 1914 tarihinde Doğu Anadolu vilayetlerinde yapılacak ıslahatlarla
ilgili olarak bir antlaşma imzalandı. Sadrazam Said Halim Paşa ile Rusya’nın İstanbul
Büyükelçisi Gulkeviç’in imzaladıkları ve Yeniköy Antlaşması olarak da bilinen bu
antlaşmaya göre, Erzurum, Trabzon, Sivas ve Van, Bitlis, Harput ve Diyarbakır olmak
üzere Doğu Anadolu iki bölgeye ayrılıyor, bu bölgelerin her birinin başına bir yabancı
genel müfettiş atanıyordu. Genel müfettişler kendi bölgelerindeki idaresini, adliye ve
jandarmasını denetleyecekler, emniyet kuvvetlerinin yetmediği yerlerde askeri
kuvvetlerde genel müfettişlerin emrine tahsis edileceklerdi. Genel müfettişler
gerektiğinde valiler ve memurlar hakkında takibat yapabilecekler, toprak meselelerini
bir çözüme kavuşturacaklardı. Kanun, nizamname ve resmi bildiriler bölgelerde
mahalli dillerde de yayınlanacak, mahkemelerde ve devlet dairelerinde herkes kendi
dilini kullanabilecek, herkes askerlik hizmetini kendi müfettişlik sınırları içerisinde
yapacak, Hamidiye alayları yedek süvari birliklerine dönüştürülecekti. Vilayet
meclislerine yapılacak seçimlerde azınlıklar da temsil edilecekler ve genel
müfettişlerin uygun görüp görmemelerine bağlı olarak zabıta ve jandarmaya eleman
almada Müslümanlarla gayrimüslimler arasında eşitlik ilkesi uygulanacaktı. Ancak
Birinci Dünya Savaşı sebebiyle bir ıslahat hareketine girişemeden vazifelerini
bırakmak zorunda kaldılar.2
1
2
Yusuf HALAÇOĞLU, Ermeniler; Sürgün ve Göç, s. 54
Yusuf HALAÇOĞLU, Ermeniler; Sürgün ve Göç, s. 56
97
İmzalanan antlaşma sayesinde, Anadolu’da bir Ermeni devletinin kurulması
yolunda önemli bir mesafe kaydedilmiştir. Bununla beraber bağımsız bir
Ermenistan’ın
kurulmasının
arzu
edildiği
“Vilayet-i
Sitte”de
Müslümanlar
çoğunluktur. Ermenilerin en yoğun olarak bulundukları Bitlis Vilayeti’nde bile
Ermeni nüfusunun Müslüman nüfusa oranı % 31,3 idi. Bu şartlarda, nüfusa dayanarak
bir Ermenistan kurmanın imkansız olduğunu düşünen Ermeni terör örgütleri, yeni
stratejiler geliştirdiler. Faaliyetlerini Ermeni toplumunu topyekün bir isyana
kışkırtmak ve Osmanlılara karşı ittifaka sokmak üzere yoğunlaştırdılar.3
4.1. I. DÜNYA SAVAŞI VE TEHCİR
Osmanlı
İmparatorluğu
Birinci
Dünya
Harbi’ne
fiilen
Odesa’nın
bombardımanı ile 30 Ekim, resmen ise İngiliz ve Fransız büyükelçilerinin
İstanbul’dan ayrıldıkları 1 Kasım günü dahil oldu.
Savaşta açılan cepheler ve harekat konumuz dışındadır. Ancak savaşla birlikte
başlayan Ermeni isyanının manasını ve gelişmesini anlamak için kısaca Doğu
Cephesi’ne göz atmakta fayda görüyoruz.
1 Kasım 1914’de Ruslar cephede saldırıya geçtiler. III. Ordu Erzurum’a doğru
geri çekildi. Beyazıt dahil bazı kasaba ve köyler Rusların eline geçti. Rus saldırısı 4
Kasım’da durakladı. Osmanlı Ordusu 7 Kasım’da karşı saldırıya geçti, 17 Kasım’a
kadar çarpışmalar devam etti. Ruslar’dan bazı yerler geri alındı. Bu tarihten sonra
cephede bir durgunluk başladı.
Bu durgunluk 18 Aralık’ta Sarıkamış harekatı ile sona erdi. Bu harekat hiçbir
sonuç vermeden 1915’in ilk günlerinde son buldu.
Sarıkamış seferinin son bilançosu 100.000 kişilik üç kolordunun iki hafta
zarfında takriben 15.000 kişiye düşmesi, toplarıyla silahlarının ve nakil vasıtalarının
yarısından fazlasının kaybolması, bütün gidip-gelme yolları boyunda kanlı veya
donmuş on binlerce mezarsız şehit bırakılması, ordunun gerek maddi ve gerek manevi
kuvvetlerinden birçok şeylerin kaybolmasıyla hülasa olunabilir.
3
Yusuf HALAÇOĞLU, Ermeniler; Sürgün ve Göç, s. 57
98
Birinci Dünya Savaşı patlak verince Ermeni komiteleri ve Patrikhane
Osmanlı’nın taraf olduğu takdirde ona karşı ileryecekleri politikayı tesbit etmek üzere
bir araya geldiler. İstanbul Galata’daki Ermeni Büyük Merkez Okulu’nda patrikhane
memurlarının
başkanlığında
Taşnaksütyun,
Hınçak
ve
diğer
komitelerin
temsilcilerinden oluşan Birleşik Milli Ermeni Kongresi, “Ermenilerin Osmanlı
Hükümeti’ne
sadık
kalmaları,
askeri
görevlerini
yapmaları,
dış
tesirlere
kapılmamalarını telkin etti. 4
Ruslar cephedeki harekatı Mart ayında, bilhassa Van istikametinde yeniden
başlattılar. Bu sırada Ermeni ayaklanması da başlamıştı. Van harekatına da kısaca
değindikten sonra, Ermeni isyanına geçip, olayların seyrini takip edeceğiz. Ali İhsan
Sabis Paşa, Van harekatını, “Harp Hatıralarım” isimli eserinin II. cildinde 215 ila 220.
sayfalarında anlatır. Bazı mühim pasajları pek kısa bir şekilde aşağıya alıyoruz:
Azerbaycan’da bulunan Rus kuvvetleri, Ermeniler’le beraber Van’ın şark
tarafındaki hudutlarımızı üç istikamette geçerek Mart başında Van’a doğru ilerlemeye
çalışıyorlardı. Daha harbin ilk aylarında Van istikametindeki taarruz ve tazyikleriyle
Ermeni komitecilerin teşebbüs ve hazırlıkları arasında münasebet bulunduğu
anlaşılmış idi.
Van Valisi Cevdet Bey daha 1915 Mart başında Van İhtilali’nin başlamak
üzere olduğunu Birinci Kuvvet Seferiye Kumandanı’yla Başkumandanlık’a ihbar
eylemiş ve nihayet 17 Nisan 1915’te isyan büyük bir şekilde vilayetin her tarafında
patlamıştı.
Şimalden gelen Rus kuvvetleri karşısında Van Valisi Cevdet Bey Van’daki
kuvvetlerle 16-17 Mayıs gecesi Van şehrini terk ederek Aşkale üzerinden çekilmiş.
Van şehri Ruslar’a terk olunmuştur.
Türk Ordusu 22 Temmuz’da karşı saldırı ile Van’ı geri alacak, ancak
Ağustos’ta Ruslar yeniden Van’a gireceklerdir.
Osmanlı İmparatorluğu’nun daha harbe girmesinden önce Ermeniler çeşitli
hazırlıklara başlamışlardı. 17 Ağustos 1914’te seferberliğin ilanı üzerine Zeytun’daki
Ermeniler ayrı bir Ermeni alayı kurmak istediler. Bu talep kabul edilmeyince
silahlarıyla dağa çıktılar. Maraş kışlasına getirilen Ermeni askerler de silahlarıyla
4
Mim Kemal ÖKE, a.g.e., s.101
99
kaçarak çeteler kurdular, özellikle askere ve jandarmaya hücumlara başladılar.
Maraş’la telgraf bağlantılarını kestiler, Maraş Jandarma Kumandanı ile 25 askerini
öldürdüler. Kayseri’de Hınçaklar’ın gizli bir bomba imalat atölyesi meydana çıkarıldı,
Erzurum ve Beyazit’de daha seferberliğin ilk günü, silah altına alınan Ermeniler silah
ve cephaneleriyle Rusya’ya kaçarak gönüllü alaylarına katıldılar. Aynı durum Van ve
Bitlis’te de görüldü.
Rus taarruzu yaklaşırken bu hareketler büsbütün belirgin hale geldi ve nihayet
yukarıda belirttiğimiz gibi 11 Nisan’da Van’da isyan tam manasıyla başladı.
Osmanlı Ordusu’nun Van’dan çekilmesinden sonra, orada toplanan Ermeni
asker kaçaklarının 10.000 kadar olduğu hesaplanmıştı. Van İsyanı derhal Bitlis’e
sirayet etti. Orada da asiler asker ve jandarma üzerine saldırmaya başladılar.
Ruslar Van’a girince Sivas’ta da ayaklanma oldu. Ancak Rus ordusunun
yaklaşması beklenmeden başlatılan bu ayaklanma çabuk önlendi.
Birinci Dünya Savaşı’nda dört yıl boyunca, dokuz Osmanlı ordusunda
hastalıktan ve yaralanma nedeniyle meydana gelen ölümler karşılaştırıldığında,
hastalıktan ölümler, yaralanma nedeniyle ölümlerden yaklaşık 7 kat fazladır. Bu
rakamlar, Osmanlı ordusunun savaşa katıldığı bölgelerde salgın hastalıkların çok etkili
olduğunu göstermektedir.
Bu durumda Ermeni nüfusun yaşadığı Osmanlı ve Kafkasya coğrafyasına
yayılan savaş bölgelerinde ve bunlara yakın yerleşim birimlerinde de (İran, Mısır, ve
öteki Akdeniz ülkeleri), salgın hastalık ölümlerinin yüksek oranlara uluşmaması için
bir neden bulunmamaktadır.5
Esat Uras, Deutsche Allgemeine Zeitun’un 24 Temmuz 1921 tarihli
nüshasında çıkmış Türkiye’de Başkumandanlık Kurmay Başkanlığı yapmış General
Bronsart’ın bir makalesini kitabına almıştır. Bu makalede şu cümlelere rastlıyoruz:
“Ermeniler’in bulundukları her yerde ele geçen sayısız basılı bildirilerin, tahrik
edici broşürlerin, silah-cephane, patlayıcı maddeler ve diğerlerinin ispat ettiği gibi
isyan, uzun zamandan beri hazırlanmış, Rusya tarafından kurulmuş, kuvvetlendirilmiş
ve finanse olmuştu. Yüksek devlet memurlarına ve subaylarına tavsiye edilmiş olan
bir Ermeni suikastı İstanbul’da, zamanında haber alınmıştı.
5
Yusuf HALAÇOĞLU, Ermeniler; Sürgün ve Göç, s. 101
100
Eli silah tutan Müslümanların hepsi, Türk Ordusu’nda bulunduğu için
Ermeniler tarafından savunmasız kalan halk arasında korkunç bir katliam yapmak
kolaydı. Çünkü Ermeniler cephede Ruslar tarafından bağlanmış olan Doğu
Ordusu’nun yanlarına ve gerilerine sarkmakla yetinmeyerek, bu bölgedeki Müslüman
halkı silip süpürüyordu. Tanık olduğum Ermeniler’in zulümleri, Türkler’in yaptığı
iddia edilen zulümlerden çok daha kötü idi.”6
“La Guerre Turque Dans la Guerre Mondiale” adlı kitap yazarı Binbaşı
Larcher’in de şu hususları kaleme almış olduğunu görüyoruz:
“Hareket bölgesindeki Ermeniler açıktan açığa Ruslar’la işbirliği yapıyorlardı.
Erzurum ilindeki Hıristiyanların bir kısmı daha Aralık 1914’te Kafkas ötesine
göçmüştü. Ruslarca kurulmuş olan Ermeni taburlarına girmek için gönüllüler Türk
hatlarını aşıyorlardı. Ermeni gönüllüleri sık sık Türk geri kollarına ve yalnız başına
gidenlere saldırıyorlardı. Askerlik hizmeti ile tekalif-i harbiyeye karşı koyma yönü,
bazen de silahla genel bir olaydı.”
Bir de, tamamen Türkler aleyhinde olan bir eserden bir iki cümle nakledelim.
Hassan Arfa, “The Kurds” isimli kitabında şunları yazar:
“1914 Sarıkamış bozgununda Rus orduları Türkiye’yi işgal edince, Kafkas ve
Türk Ermenileri’nden oluşan Ermeni gönüllü taburları önden geldiler. Bunlardan
birisi, kana susamış Andranik namında biri tarafından kumanda ediliyordu. Bu
Ermeniler,
Kürtler
tarafından
öldürülmüş
hemşehrilerinin
intikamını
almak
maksadiyle, her türlü şenaati yaptılar, 1915-1918 arasında Türkiye’nin doğu
vilayetlerinde 600.000’den fazla Kürd'ü ketlettiler.”
Birinci Dünya Savaşı’nı fırsat bilen Ermeniler, Osmanlı Devleti’ne karşı daha
etkin bir mücadele başlattılar. Osmanlı Devleti’nin karşısında yer alan başta Rusya
olmak üzere, İngiltere ve Fransa gibi ülkeler de Ermenilere uzun süredir verdikleri
desteğe uygun olarak, bağımsız bir Ermenistan vaadiyle Ermenilerle işbirliği
yapmakta tereddüt etmediler. Ermenilerden gönüllü birlikler oluşturmak süretiyle
Osmanlı Devleti’ni cephe gerisinde bozmayı hedeflediler.
Bununla beraber, itilaf güçlerinin, Kafkas cephesinden Osmanlı topraklarına
girmeyi planlayan Rusya’ya destek olmak ve İstanbul ve Boğazları ele geçirmek için
6
Esat URAS, a.g.e., s. 621.
101
Çanakkale’ye saldırmaları, Ermenilere önemli bir fırsat sundu. Doğuda Rus ordularına
yardım eden Anadolu Ermeni örgütleri, Çanakkale’yi abluka altına alan itilaf
güçlerine destek ve bu harekattan faydalanmak düşüncesiyle Onado’da yer yer
isyanlar başlatarak Osmanlı Devleti’ni zor duruma düşürdüler.7
4.2. TEHCİR OLAYI VE SEVKLER
1878’den itibaren hem Batılı devletlerin, hem de içeride ve dışarıdaki
Ermeniler’in yoğun faaliyetleriyle ortaya atılan “Islahat Meselesi”, 1915 Mayıs’ından
itibaren günümüze kadar yerini yeni bir formüle bırakmıştır; “Ermeni Katliamı”,
birincisiyle “hakları ellerinden alınan, zulmedilen, hor görülen, öldürülen Ermeni”
imajı Ermeni ve Batı literatürüne mal edilmek istenirken, ikincisiyle de “sürülen, toplu
olarak katledilen Ermeni” tablosu özellikle Batı kamuoyuna benimsetilmeye
çalışılmaktadır.
Belgeler, bulgular ve neşredilenlere tarafsız olarak göz gezdirildiğinde hemen
şu gerçek ortaya çıkıyor ki, maktuller, mazlumlar, hemen her defasında Türkler
olmuştur. Eskiden yeniye doğru gelen Ermeni neşriyatına bakmak bile Ermeni
propagandasının mesnetsizliğini, mübalağasını ispatlamaya kafidir. Savaş sırasında
öldürüldüğü klasik Ermeni kaynaklarında 300.000 olarak ifade edilen Ermeni sayısı,
bazı yeni kaynaklarda 5’le hatta son zamanlarda 10’la çarpılmak suretiyle 1.500.000
veya 3.000.000 olarak gösterilmeye çalışılmıştır. Bunlardan sadece birkaçını gözden
geçirelim;
Ermeniler’in, Patrikhane’nin veya konsolosluklardaki Ermeni tercümanların
haberleriyle beslenen 5 Eylül 1915 tarihli New York Times’ta 1.500.000 Ermeni’nin
açlıktan helak olduğu, yine aynı gazetenin 24 Eylül 1915 tarihli nüshasında da
800.000 Ermeni’nin imha edildiği ifade edilmiştir.
Ermeni yazar Dr. Sarkissian ise, 1970 yılında “Türkiye’de Soykırım” adıyla
yayınladığı makalesinde 1915 yılında 500.000 Ermeni’nin katledildiğini, geri
kalanların da sistemli bir şekilde çöllere sürülerek açlığa ve ölüme terk edildiklerini ve
böylece 2.000.000 civarındaki Ermeni’nin yok edildiğini öne sürmüştür.
7
Yusuf HALAÇOĞLU, Ermeniler; Sürgün ve Göç, s. 60
102
Bu propaganda kervanına o sıralarda genç bir tarihçi olan Arnold Toynbee de
katılmıştır. Hazırladığı propaganda kitapçıklarında Osmanlı ülkesinde bulunduğu
iddia edilen 1,800,000 Ermeni’den bir buçuk milyona yakınının katledildiği tezini ilk
olarak o ortaya atmıştır. 8
Nüfus meselesi konunun en önemli unsuru olduğu için bu durumu bildiren
örnekler verdik. Osmanlı Devleti’ndeki Ermeni nüfusu üzerinde olduğu kadar, göç
ettirilenler veya katledildiği iddia edilenler üzerinde verilen Ermeni kaynaklarındaki
veya onları politika icabı destekleyen veya destekler görünenlerin kaynaklarında
verilen sayılardaki bu tutarsızlık, hadiselerin cereyanında da görülmektedir. Bugün
tarafsız olarak olayları inceleyen kaynaklarda zikredilen ve yüzbinlercesi hala
kullanılmamış olan arşiv belgelerinin yanısıra başka müşahhas deliller, arkeolojik
bulgular da vardır. Bugün, Erzurum, Kars, Van, Bitlis, Muş’tan; Adıyaman’a, Sivas’a,
Kayseri’ye, Ankara’ya kadar uzanan bölgelerde Ermeniler tarafından katledilmiş
Türkler’e ait 100’e yakın toplu mezar mevcuttur. Bunlardan açılan ilk beşinde
binlerce ceset ve bulgu çıkmıştır.
4.2.1. Tehcir Terimi
Arapça asıllı olan kelime “hecera” fiilinden türeyen rubai bir mastardır. Bir
yerden başka bir yere göç ettirmek, hicret ettirmek manasını taşır. Fiilde bir sürgün bir
“deportation” manası yoktur. Zira bu mana, Arapça’da “nefy, ib’ad, itikal, i’sikar”
gibi mastarlarla ifade edilmiştir.9
4.3. OSMANLI DEVLETİ’NİN TEHCİR ÖNCESİ ALDIĞI TEDBİRLER
Osmanlı Hükümeti’nin birçok cephede Avrupa’nın en güçlü devletleriyle
savaş halinde bulunması, isyanların tamamen bir ihanete dönüşmesi ve hem cephenin,
hem de cephe gerisinin emniyete alınarak yüzbinlerce Müslümanın göz göre göre
ölüme itilmesinin önlenmesinin kaçınılmaz bir zaruret halini alması üzerine, kesin
tedbirler alınmıştır. Bu amaçla ilgili olarak bir çok çalışma yapılmıştır. Bu konuyla
8
9
Yusuf HALAÇOĞLU, Ermeniler; Sürgün ve Göç, s. 69
Azmi SÜSLÜ, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı, Ankara, s. 99.
103
ilgili bir çok sözü edilmeyen belge de yeni yeni ortaya çıkmaktadır. Bunlardan birinde
araştırmacı Salahi Sonyel İngiliz Arşivi’nde kayıtlı Talat Paşa’nın aşağıdaki emrini
ortaya çıkarmıştır:
“... Komitelerin kapatılması esnasında, Ermeni ve Türk elemanları arasında
katliama dönüşebilecek herhangi bir çatışmadan kat’iyetle kaçınılacaktır....”10
Şimdi de Osmanlı Devleti’nin çıkarmış olduğu, arşivlerimizde mevcut olan
emirnameleri inceleyelim;
Bunlardan ilki, 24 Nisan 1915 tarihinde İçişleri Bakanlığı tarafından iflah
olmaz menfi faaliyetleri sıralanan Ermeni komite merkezlerinin kapatılmasını,
evrakına el konulmasını ve elebaşlarının tutuklanmasını öngören ve 14 valilikle 10
mutasarrıflığa gönderilmiş olan aşağıdaki emirnamenin gönderilmesi olmuştur.11
Hemen her yerde göç için 14 günlük bir süre tanınmıştır. Tehcir edilenlere
eşyalarını yanlarına alma veya satma, bazı tüccar ve Ermenilere malları ve değerli
eşyalarını emniyete almak için Osmanlı Bankası’na teslim etme izni verilmiştir.
Ayrıca hükümet, nakil aracı olmayan bir çok aileye kağnılar temin etmiş, koruması
olmayan bir çok Ermeni ailenin de erkeklerini işçi taburundan terhis ederek, ailelerine
eşlik etme imkanı sağlanmıştır. Bu durumu Amerika’nın Trabzon konsolosu Oscar S.
Heizer de doğrulamaktadır. Heizer, 25 Eylül 1915 tarihinde yazdığı raporunda,
Erzurum’a yaptığı gezi ve Vali Tahsin Bey ile görüşmesinin detaylarını
nakletmektedir. Burada Heizer, Erzurum Ermenileri ile ilgili bir katliam duyumundan
söz etmediği gibi, Ermenilerin sürgün için verilen 15 günlük sürede değerli mal ve
mücevherlerini Amerikan misyoneri Rahip Stapleton ve Dr. Case’in evine götürüp
emanete bıraktıklarını yazmaktadır.12
Müsta’cel, mahrem, bizzat halli.
Ermeni komitelerinin Memalik-i Osmaniye’deki teşkilat-ı ihtilaliye ve
siyasetleriyle öteden beri kendilerine muhtariyet-i idare te’minine ma’tuf olan
teşebbüsleri ve ilan-ı harbi müteakip Taşnak komitesinin Rusya’da bulunan
Ermeniler’in derhal aleyhimize hareketine ve Memalik-i Osmaniye’deki Ermeniler’in
10
S. Kemal ERMETİN Ermeni Sorununun Ermeniler Tarafından Dikkatle Saklanan Yüzü: Ermeni
Soykırımı, Töre Yayınları, İstanbul, 2001, s. 111.
11
Azmi SÜSLÜ, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı, s. 107-108.
12
Yusuf HALAÇOĞLU, Ermeniler; Sürgün ve Göç, s. 82
104
dahi ordunun duçar-ı za’af olmasına intizar ederek o zaman bütün kuvvetleriyle ihtilal
hareketlerine dair ittihaz ettikleri mukarreratları ve her fırsattan istifade etmek
suretiyle memleketin hayat ve istikbaline te’sir edecek harekat-ı hainaneye cür’etleri
bi’l-hassa devletin hal-i harbde bulunulduğu şu sırada Zeytun ile Bitlis, Sivas ve
Van’da vuku bulan hadisat-ı ahire-i isyaniye ile bir kerre daha te’eyyüd etmiş ve
esasen merkezleri memalik-i ecnebiyede bulunan ve el-yevm unvanlarında bile
ihtilalcilik sıfatını muhafaza eden bütün bu komiteler mesaisinin Hükümet aleyhine
olarak her türlü esbab ve vesaite müracaat suretiyle nuhbe-i amalleri olan muhtariyeti
istihsal maksadı etrafında toplandığı ve Kayseri ve Sivas ile mahall-i sairede meydana
çıkarılan bombalarla ve Rus Ordusu’ndan gönüllü alayları teşkil ederek Ruslar’la
birlikte memlekete saldıran ve ani’l-asl Osmanlı memleketi ahalisinden olan Ermeni
komite ruesasının harekatı ve Ordu-yı Osmani’yi arkadan tehdit etmek suretiyle ve
pek büyük mikyasda alınan tertibat ve neşriyatları ile tahakkuk eylemiştir. Bi’t-tabii
Hükümet kendisi için bir mesele-i hayatiye teşkil eden bu kabil tertibat ve
teşebbüsatın ve menba-ı mefsedet olan komitelerin hala mevcudiyetini meşru telakki
edemeyeceği cihetle bi’l-umum teşkilat-ı siyasiyenin ifasına lüzüm-ı acil hissetmiştir.
Binaenaleyh Hınçak, Taşnak ve emsali komitelerin vilayet dahilindeki şu’ubatının
derhal sedleri ile şu’be merkezlerinde bulunacak evrak ve vesaikin kat’iyyen ziyan ve
imhasına imkan bırakılmayarak müsaderesi ve komiteler ruesa ve erkanından
müteşebbis eşhas ile Hükümetçe tanınan mühim ve muzırr Ermeniler’in hemen tevkifi
ve bulundukları mahallerde devam-ı ikametlerinde mahzur görülenlerin vilayet,
sancak dahilinde münasib görülecek mevakide toplattırılarak firarlarına imkan
bırakılmaması ve icab eden mahallerde silah taharrisene başlanılarak her türlü hal, her
ihtimale karşı kumandanlarla bi’l-muhabere kuvvetli bulunulması ve icraatın hüsn-ı
tatbiki esbabının te’min ve istikmaliyle zuhur edecek evrak ve vesaikin tedkiki
neticesinde tevkif olunan eşhasın divan-ı harblere tevdi’i Ordu-yı Hümayun
Başkumandanlığı istikmalinin derhal tatbiki ve tevkif olunan eşhas adediyle icraattan
peyder-pey ma’lumat i’tası kemal-i ehemmiyetle tavsiye olunur.
Fi 11 Nisan 1331
Nazır
105
Aynı gün Bakan Talat imzasıyla Dördüncü Ordu Kumandanı’na Zeytun ve
Maraş civarındaki faaliyetlerinden dolayı bazı Ermeniler’in güneye sevk edilmelerini
ve Ayaş’a gönderilecek Ermeni tutukluları için de askeri deponun hazırlanmasını
ihtiva eden aşağıdaki iki emirname gönderilmiştir:13
Hususi : 14
Şifre
Dördüncü Ordu-yı Hümayun Kumandanı Cemal Paşa Hazretleri’ne,
Zeytun, Maraş ve civarından ihrac edilen Ermeniler’in tamamen Konya’ya
sevkleri bilahare kendilerinin o muhitde de toplu bir halde bulunmalarını ve bir
müddet sonra yine o civardaki Ermeniler’le tevhid-i faaliyet etmelerini intac
edeceğinden şimdiye kadar gönderilenlerden başka artık o mıntıkaya Ermeni
gönderilmemesi ve İskenderun, Dörtyol, Adana, Haçin, Zeytun, Sis gibi mevaki’den
tard u ihracına lüzum görüleceklerin Başkumandan Vekili Paşa’nın da fikri veçhile
Haleb’in cenub-ı şarkisi ile Zor ve Urfa havalisine sevklerinin icab edenlere emr ü
tebliğ buyurulması,
Fi 11 Nisan sene 1331
Nazır Talat
Bizzat hallonucaktır
Ankara Vilayetine,
Ayaş’a sevk olunacak Ermeni mevkufları içün askeri deponun serian ihzarı ile
eş’arı cihet-i askeriyyeye tebligatı i’fa olunmuşdur.
Fi 11 Nisan sene 331
13
Azmi SÜSLÜ, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı, s. 108-109.
106
Nazır
Dahiliye Nezareti’nin adı geçen talimatları üzerine İstanbul’da 2345 komiteci
tutuklanmıştır. Ermeniler’in Avrupa ve ABD parlamentolarında “Soykırımı Anma
Günü” olarak çıkarmaya çalıştıkları karar tasarıları ve “Soykırım Yılı” olarak her yıl
kutladıkları anma günü bu tutuklamalara matuf olup “tehcir”le alakalı değildir.
Komitelerin kapatılması, elebaşılarının ve bazı teröristlerin tutuklanması,
olayları yatıştıracak yerde daha da şiddetlendirmiştir. Teşkilatlanma ve silahlanmalar
şehirlerden en küçük yerleşim yerlerine kadar götürüldüğü ve Ermeniler birçok dış
vaadlerle kandırıldığı için kanlı faaliyetler daha da artmıştır. Bir taraftan Osmanlı
Ordusu’nu, diğer taraftan da sivil halkı emniyet altına almak maksadıyla Osmanlı
Hükümeti nihayet son insanî çare olarak savaş bölgelerindeki halkın “sevk ve
iskanı”na karar vermek zorunda kalacaktır.
4.4. TEHCİR KANUNU VE UYGULANIŞI
Devletin bekası ve emniyetin sağlanması amacıyla Başkumandan Vekili Enver
Paşa, Dahiliye Nazırı Talat Paşa’ya Ruslar’ın Kafkaslar’da Müslümanlara 1915
Nisan’ından beri uyguladıkları ve Osmanlı Devleti’nde de uygulamaktan başka çare
kalmayan tehcirin ilk işaretini şu şekilde vermiştir:
Dahiliye Nezaret-i Celilesine-Tahrirat
Gayet Mahremdir.
Van Gölü etrafında ve Van Vilayetince bilhassa ma’lum olacak mevaki-i
muayyenedeki Ermeniler isyan ve ihtilal için bir ocak halindedirler. Bu halkın oradan
kaldırılarak isyan yuvasının dağıtılması fikrindeyiz.
Üçüncü Ordu’nun verdiği ma’lumata nazaran Ruslar 7 Nisan’da hudutları
dahilindeki Müslüman ahaliyi çıplak bir halde hududumuz dahiline sürdüler. Hem
buna bir mukabele-i bi’l-misl olmak ve aynı zamanda yukarıda söylediğim maksadı
hasıl etmek üzere:
Ya merkum Ermeniler’i ve ailelerini Rusya hududu dahiline sürmek yahut
merkum Ermeniler’i ve ailelerini Anadolu dahiline muhtelif yerlere dağıtmak
107
zalımdır. Bu iki şıktan münasibinin intihabı ile icrasını rica ederim. Bir mahzur yoksa
usat ailelerini, isyan merkezlerini hudud haricine sürmeyi ve onların yerine hudud
haricinden gelen İslam halkı yerleştirmeyi tercih ederim. Olbabda.
İsmet14
Yukarıda Enver Paşa’nın, Talat Paşa’ya yolladığı 2 Mayıs 1915 tarihli yazıda,
Ermeniler’in isyanları sürdürme için daima toplu halde olduklarına değinilerek, ya
bunları, Ruslar’ın Müslümanlar için yaptığı şekilde, Rus topraklarına sürmek, yahut
Anadolu içine dağıtmak lüzumunu ileri sürdüğü görülmüştür. Bu yazıdan da açıkça
anlaşılacağı üzere Enver Paşa’nın istediği, Ermeniler’in isyan çıkaramaz hale
getirilmeleri idi. Eğer bunlar hep bir arada olacak yerde, ufak üniteler halinde ve
birbirlerinden uzak yerlerde yerleştirilecek olurlarsa isyan edebilme şansları
kalmayacaktı.
Gene o yazıdan anlaşılan ikinci husus da bu tatbikatın isyan ve şekavet
mihrakları için düşünüldüğüdür.
Nitekim tatbikat böyle olmuştur.15
Ermeni faaliyetlerinin tahammül edilmez bir hal alması üzerine yine
Başkumandanlık’tan 26 Mayıs 1915 tarihinde Dahiliye Nezareti’ne Ermeniler’in
Rusya’ya değil, Osmanlı sınırları içinde göç ettirilmesiyle ilgili görüşleri ihtiva eden
şu yazı gönderilmiştir:
“Ermeniler’in Doğu Anadolu vilayetlerinden, Zeytun’dan ve buna benzer
yoğun bulundukları yerlerdeki Diyarbakır Vilayeti güneyine, Fırat nehri vadisine,
Urfa, Süleymaniye yakınlarına gönderilmeleri şifahen kararlaştırılmıştı. Yeniden fesat
yuvaları meydana getirmemek için Ermenile’rin göç ettirilmesinde şu düşünceler esas
alınmalıdır:
1. Ermeni nüfusu, gönderildiği yerlerdeki aşiret ve İslam sayısının %10
nispetini geçmemelidir.
2. Göç ettirilecek Ermeniler’in kuracakları köylerin her biri elli evden çok
olmamalıdır.
3. Ermeni göçmen aileleri seyahat ve nakil suretiyle de olsa, yakın yerlere ev
değiştirmemeli. Gereğinin yapılmasını ve sonucunun bildirilmesini.”
14
15
Genelkurmay ATASE Arşivi, nu.1/1, kls.44, dos.207, fih.2.
Kamuran GÜRÜN, a.g.e., s. 211.
108
Birinci Dünya Savaşı yıllarında, bilhassa Karadeniz ve Doğu Anadolu
bölgesinde yaşayan Ermeniler, düşmanla işbirliği yapmaları sebebiyle veya tehcirden
kurtulmak için Osmanlı topraklarının dışına, Rusya’nın hakimiyetindeki Kafkasya’ya
ve İran’a gitmişlerdir.16
Nitekim Paris görüşmeleri sırasıda 26 Şubat 1919 günü konuşan Ermenistan
Cumhuriyeti temsilcisi Aharonian, 1919 Şubatı itibariyle Kafkasya’da Türkiye’den
mülteci olarak bulunan 400,000 veya 500,000 Ermeni oluğu şeklinde beyanatta
bulunmuştur. Farklı kaynakların değişik tarihlerde sundukları bu bilgilere göre,
Birinci Dünya Svaşı yıllarında Kafkasya’ya göç eden Osmanlı Ermenilerinin sayısı
350-500,000 arasındadır.17
4.5. TEHCİR KANUNU, TALİMATNAMELER VE KARARNAMELER
Osmanlı Hükümeti en son çare olarak “Tehcir Kanunu” adıyla meşhur olan
sevk ve iskan kanununu çıkarmıştır. 14 Mayıs 1331 tarihli bu geçici kanun, “Vakt-i
Seferde İcraat-ı Hükümete Karşı Gelenler İçin Cihet-i Askeriyece İttihaz Olunacak
Tedabir Hakkında Kanun-ı Muvakkat” adını taşımakta ve burada Osmanlı Devleti’ne
karşı casusluk ve hıyanetleri görülenlerin ayrı ayrı veya birlikte savaş alanlarından
uzak yerlere gönderilmesi istenmektedir. Aşağıdaki tam metinde de görüleceği üzere
burada Ermeniler’den bile söz edilmemiştir:18
Vakt-i Seferde İcraat-ı Hükümete Karşı Gelenler İçün Cihet-i Askeriyece
İttihaz Olunacak Tedabir Hakkında Kanun-ı Muvakkat
Madde 1- Vakt-i seferde ordu ve kolordu ve fırka kumandanları ve bunların
vekilleri ve müstakil mevki kumandanları ahali tarafından herhangi bir suretle evamiri hükümete ve müdafaa-i memlekete ve muhafaza-i asayişe müteallik icraat ve
tertibata karşı muhalefet ve silahla tecavüz ve mukavemet görürlerse derakab kuva-i
askeriye ile en şiddetli surette te’dibat yapmaya ve tecavüz ve mukavemeti esasından
imha etmeye me’zun ve mecburdurlar.
16
Yusuf HALAÇOĞLU, Ermeniler; Sürgün ve Göç, s. 89
Yusuf HALAÇOĞLU, Ermeniler; Sürgün ve Göç, s. 95
18
Azmi SÜSLÜ, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı, s. 111.
17
109
Madde 2- Ordu ve müstakil kolordu ve fırka kumandanları icabat-ı askeriyeye
mebni veya casusluk ve hıyanetlerini hissettikleri kura ve kasabat ahalisini
münferiden veya müctemi’an diğer mahallere sevk ve iskan ettirebilirler.
Madde 3- İşbu kanun tarih-i neşrinden mu’teberdir.
Madde 4- İşbu kanunun mer’iyyet-i ahkamına Başkumandanlık Vekili ve
Harbiye Nazırı me’murdur.
Meclis-i Umumi’nin ictima’ında kanuniyeti teklif olunmak üzere işbu laiha-i
kanuniyenin muvakkaten mevki’-i mer’iyyete vaz’ını ve kavanin-i devlete ilavesini
irade.
13 Receb 1333-14 Mayıs 1331
Mehmed Reşad
Başkumandanlık Vekili ve
Harbiye Nazırı
Sadrazam
Mehmet Said19
Yukarıdaki kanunun kabul edildiği günlerde, 26 Mayıs 1915’te, Dahiliye
Nezareti’nce verilmiş olan bir tezkire de 30 Mayıs 1915’te Meclis-i Vükela’da
müzakere edilmiş ve kabul edilmiştir. Buna göre savaş bölgelerinde bulunan
Ermeniler’den bir kısmının düşman saflarına katılmaları, Osmanlı askerini arkadan
vurmaları ve casuslukta bulunmaları sebebiyle cephe gerilerine sevk edilmeye
başlanıldığı, kolaylıklar sağlanarak usule ve devletin menfaatlerine uygun olarak
devam ettirilmesi istenmiş ve göç ettirilen Ermeniler’in muhacirlere ayrılan tahsisattan
iaşe ve ibateleşeninin sağlanması, mali ve iktisadi meselelerinin halledilmesi, bunlara
ait gayr-i menkullerin ve meselelerinin tesbit edildikten sonra muhafaza veya tazmin
edilmesi, gittikleri yerlerde arazi, emlak ve iş sağlanması ve ilgili bakanlıkça tanzim
19
Azmi SÜSLÜ, Türk Tarihinde Ermeniler, s. 204
110
edilen talimatname çerçevesinde Dahiliye ve Maliye bakanlıklarından teşekkül
edilecek komisyonların ilgili mahallerde görev yapmaları aşağıdaki metinde ifade
edilmiştir:20
“Menatık-ı harbiyeye civar mahallerde sakin Ermeniler’den bir kısmının
hudud-ı Osmaniye’yi a’day-ı devlete karşı muhafaza ile meşgul olan Ordu-yı
Hümayu’nun harekatını ta’sib ve erzak ve mühimmat-ı askeriye nakliyatını işgal ve
düşman ile tevhid-i amal ü ef’al ve bilhassa sufuf-ı a’daya iltihak ve memleket
dahilinde kuva-i askeriyeye ve ahali-i ma’sumeye müsellahan taarruz ve şühür ve
kasabat-ı Osmaniye’ye tasallut ile katl ve nehb ü garete ve düşman kuva-i bahriyesine
erzak tedarikiyle mevaki-i müstahkemeyi iraeye cür’etleri bu gibi anasır-ı ihtilaliyenin
saha-i harekattan uzaklaştırılmasını ve usata üssü’l-harekat ve melce olan köylerin
tahliyesini icab ederek bu babda bazı güna icraata başlanıldığı ve mine’l-cümle Van,
Bitlis, Erzurum vilayetiyle nefs-i Adana, nefs-i Sis ve nefs-i Mersin müstesna olmak
üzere Adana, Mersin, Kozan, Cebel-i Bereket livaları ve nefs-i Maraş müstesna olmak
üzere Maraş sancağı ve Haleb Vilayeti’nin merkez kazaları müstesna olmak üzere
İskenderun, Beylan, Cisr-i Şugur ve Antakya kazaları kura ve kasabatında sakin
Ermeniler’in vilayat-ı cenubiyeye sevkine bi’l-ibtidar Van Vilayeti’yle hem-hudud
olan kısm-ı şimalisi müstesna olmak üzere Musul Vilayeti’ne ve Zor sancağına ve
nefs-i Urfa müstesna olmak üzere Urfa sancağının kısm-ı cenubisine ve Haleb
Vilayeti’nin şark ve şark-ı cenubi kısmına ve Suriye Vilayeti’nin kısm-ı şarkisinde
ta’yin ve tahsis edilen mahallere nakl ü iskanına mübaşeret ve devam edilmekte
bulunulduğu beyanıyla menfaat-ı esasiye-i devlete muvafık telakki edilen bu
cereyanın bir usul ve kaide-i muttarideye rabt luzümuna ve bu babda bazı ifadata dair
Dahiliye Nezareti’nin 13 Mayıs sene 1331 tarihli ve 270 numaralı tezkiresi okundu.
Karar:
Fil-hakika Devlet’in muhafaza-i mevudiyet ve emniyeti uğrunda tevali eden
icraat ve ıslahat-ı fedakarisi üzerinde icra-ı su-i te’sire sebep olan bu kabil harekat-ı
muzırranın icraat-ı müessire ile imha ve izalesi kat’iyyen müktezi ve nezaret-i
20
Başbakanlık Arşivi, Meclis-i Vükela Müzakeratına Mahsus Zabıtname, nu,163, 15Receb 333 ve 17
Mayıs 331 (30 Mayıs 1915)
111
müşaru’n-ileyhaca bu emirde ibtidar olunan icraatdaki isabet bedihi olduğundan
tezkire-i mezkurede dermeyan kılındığı üzere muharrerü’l-esami kura ve kasabatda
sakin Ermeniler’den nakli icab edenlerin mahall-i mürettebe-i iskaniyelerine
müreffehen sevk ve isalleriyle güzergahlarından keyfiyet-i ivalarıyla suret-i kat’iyede
iskanlarına kadar muhacirin tahsisatından iaşeleri ve ahval-i sabıka-i maliye ve
iktisadiyeleri nispetinde kendilerine emlak ve arazi tevzii ve içlerinden muhtaç
olanlara taraf-ı Hükümet’ten mesakin inşası ve zurra ve muhtacin-i erbab-ı san’ata
tohumluk ve alat u edevat tevzii ve terk ettikleri memlekette kalan emval u eşyalarının
veyahut kıymetlerinin kendilerine suver-i münasibe ile iadesi ve tahliye edilen köylere
muhacir ve aşair iskaniyle emlak ve arazinin kıymeti takdir edilerek kendilerine tevzii
ve tahliye edilen şühür ve kasabatta kain olup nakledilen ahaliye aid emval-i gayr-ı
menkülenin tahrir ve tesbit-i cins ve kıymet ve miktarından sonra muhacirine tevzii ve
muhacirinin ihtisas ve iştigalleri haricinde kalacak zeytunluk, dutluk, bağ ve
portakallıklarla dükkan, han fabrika ve depo gibi akaratın bi’l-müzayede bey’ veyahud
icarı ile bedelat-ı baliğasının kendilerine i’ta edilmek üzere ashabı mesrüdenin i’fası
zımmında vuku’ bulacak sarfiyatın muhacirin tahsisatından tesviyesi zımnında
Nezaret-i müşaru’n-ileyhaca tanzim edilmiş olan Talimatname’nin bi-tamamıha
tatbik-i ahkamiyle emval-i metrukenin te’min-i muhafaza ve idaresi ve mauamelat-ı
umumiye-i iskaniyenin tesri ve tanzimi ve tedkik ve teftişi ve bu hususda
Talimatname ahkamı ve Nezaret-i müşaru’n-ileyhadan ahz ve telakki edilecek evamir
dairesinde mukarrerat ittihaz ve tatbiki ve tali komisyonlar teşkili ile maaşlı memur
istihdamı vazife ve salahiyetlerini haiz olmak ve doğrudan doğruya Dahiliye’den ve
diğeri memuriyet-i Maliye’den intihab ve ta’yin edilecek iki a’zadan terekküp etmek
üzere komisyonlar teşkil ederek mahallerine i’zamı ve komisyon gönderilmeyen
mahallerde mezkur Talimatname’nin valiler tarafından icra-i ahkamı tensib edilmiş
olduğunun cevaben Nezaret-i müşaru’n-ileyhaya tebliği ve devair-i müteallıkaya
ma’lumat i’tası tezekkür kılındı.”
Yukarıda sözü edilen Talimatname, 30 Mayıs 1915 tarihinde Dahiliye Nezareti
İskan-ı Aşair ve Muhacirin Müdüriyeti tarafından savaş şartları ve olağanüstü siyasi
zaruretler dolayısıyla nakilleri yapılan aşiretler ve Ermeniler’in iskan, iaşe ve diğer
hususlarını düzenlemek amacıyla çıkarılmıştır.
112
Başka bölgelere nakilleri devam eden Ermeniler’e ait mal, mülk ve arazi
haklarının ve kültür varlıklarının korunmasını ihtiva eden ikinci bir Talimatname de
28 Mayıs 1331 tarihinde yürürlüğe girmiştir;
Ahval-i Harbiye ve Zaruret-i Fevkalade-i Siyasiye Dolayısıyla Mahall-i
Ahara Nakilleri İcra Edilen Ermeniler’e Aid Emval ve Emlak ve Arazinin
Keyfiyet-i İdaresi Hakkında Talimatnamedir
Madde 1- Ahar mahalle nakli icra edilen Ermeniler’e aid emlak ve arazi-i
metruke ile hususat-ı sairenin işbu Talimatname ahkamı dairesinde idare ve teşiti
daire-i memuriyet ve derece-i salahiyetleri mevadd-ı atiyede muharrer olan ve suret-i
mahsus ada teşkil edilen komisyonlara aiddir.
Madde 2- Bir karye veya kasabanın akeb-i tahliyesinde naklolunan ahaliye aid
ve derununda eşya bulunan bi’l-cümle mebani, idare komisyonu tarafından tensib
edilecek memur veyahut hey’et-i mahsusa tarafından derhal mühürlenerek taht-ı
muhafazaya alınacaktır.
Madde 3- Taht-ı muhafazaya alınan eşyanın cins, miktar, kıymet-i
mukaddereleri, mikdarları ve esami-i eshabı ile tafsilen tesbiti defter edildikten sonra
kilise, mekteb, han gibi depo ittihazına elverişli mahallere naklettirilip eshabı tefrik
edilebilecek surette ayrı ayrı konularak muhafazasına i’tina edilebilecek ve eşyanın
keyfiyet ve kemiyeti ile eshabını ve mahall-i ahz ve mahall-i muhafazasına mübeyyin
ve zabıt varakası tanzim edilerek aslı hükümet-i mahalliyeye ve suret-i musaddakası
Emval-i Metruke Komisyonu’na tevdi olunacaktır.
Madde 4- Eshabı malum olmayan emval-i menkule, eşyanın bulunduğu köy
namına kaydedilerek muhafaza olunacaktır.
Madde 5- Mevcud emval-i menkule arasında durmakla bozulması muhtemel
olan eşya ile hayvanat, Komisyon’un tensib edeceği bir hey’et tarafından bi’lmüzayede alenen satılarak bedeli eshabı ma’lum olduğu takdirde eshabı namına
değilse eşyanın bulunduğu köy veyahut kasaba namına emaneten mal sandıklarına
teslim edilecektir. Satılan eşyanın cinsi, mikdarı, kıymeti ve cihet-i aidiyesi ve
113
müşterisi ve bedeli mufassaları defter-i mahsusa kaydedilerek zir-i Müzayede Hey’eti
tarafından tasdik edilecek ve vech-i maşruh bir zabıt varakası tanzim edilerek aslı
hükümet-i mahalliyeye ve suret-i musaddakası Emval-i Metruke İdare Komisyonu’na
tevdi olunacaktır.
Madde 6- Kilisede mevcud eşya ve tesavir ve kütüb-i mukaddese tesbit-i defter
edilerek zabıt varakasına bi’r-rabt mahallerinde muhafazalarına i’tina olunacak ve
bilahare kilisenin kain olduğu köy ahalisinin iskan edildiği mahall-i hükümet
ma’rifetiyle irsal olunacaktır.
Madde 7- Nakledilen ahaliden her birine aid emlak ve arazi-i metrukenin cins,
nev’, mikdar ve kıymetleri de ale’l-esami tesbit-i defter edilecek ve her köy ve
kasabaya aid emlak ve arazi-i metruke cedvelleri tanzim edilerek İdare Komisyonu’na
tevdi olunacaktır.
Madde 8- Emlak ve arazi-i metrukede idrak edilecek mahsulat ve zer’iyyat
bulunduğu takdirde Komisyon tarafından tensib edilecek zevattan mürekkeb bir hey’et
tarafından bi’l-müzayede satılarak bedelatı eshabı namına emaneten mal sandığına
teslim edilecek ve bir zabıt varakası tanzim olunarak aslı hükümet-i mahalliyeye ve
suret-i musaddakası İdare Komisyonu’na i’ta olunacaktır.
Madde 9- Zer’iyyat ve mahsulat-ı mevcudiye müşteri bulunamadığı takdirde
kefalet tahtında mukavele münasafa tarikiyle taliblerine i’tası caiz olup bu surette vaki
olan icar ve bayi’ye mütehassıl mebalig dahi eshab-ı namına mal sandıklarına teslim
edilecektir.
Madde 10- Nakledilen ahaliye aid emval-i gayr-i menkulenin tasarrufuna aid
eshabı tarafından ba’del’l-hicre tanzim edilen vekaletnameler üzerine hiçbir muamele
yapılmayacaktır.
Madde 11- Tahliyesi icra edilen köylere muhacir yerleştirilecek ve mevcud
mesakin ve arazi her ailenin ihtiyac ve kabiliyet-i ziraiyesi nazar-ı itibara alınarak
muvakkat ilmühaberlerle muhacirine tevzi edilecektir.
Madde 12-Yerleştirilen muhacirinin sicil-i nüfusa esas olabilecek bir suret-i
muntazama ve mufassalada ve hane itibariyle esami, mahall-i vürudu, tarih-i iskanı,
mahall-i iskanı, tesbit-i defter edilecek ve kendilerine tevdi edilen mesakin ve arazinin
cinsi, nev’i, mikdar ve kıymeti ve mevkii ayrıca tesbit-i defter edilerek suret-i
114
iskanlarıyla kendilerine verilen emlak ve arazi mikdarını mübeyyin yedlerine birer
ilmühaber verilecektir.
Madde 13- Köylerde mevcud mebani ve eşcar-ı mağrusenin hüsn-i
muhafazasından o köye yerleştirilen muhacirin müteselsilen mes’ul oldukları cihetle
tahribat vukuunda kimin tarafından yapıldığına bakılmayarak bedeli, köylünün hey’eti umumiyesine tazmin ettirilip failleri derhal köyden ihrac ve hukuk-ı muhaceretten
iskat olunur.
Madde 14- Muhacir iskanından mütebaki kalan köylere civarda mevcud aşair-i
seyyare iskan edilecek ve haklarında ayniyle muhacir muamelesi yapılacaktır.
Madde 15- Şehir ve kasabatta tahliye edilen hanelere tercihen şehirli ve
kasabalı muhacirin yerleştirilerek ahval-i sabıka-i iktisadiye ve maliyeleri ile
kabiliyet-i imariyeleri nazar-ı itibare alınmak şartıyla kendilerine mikdar-ı kafi arazi
verilecektir.
Madde 16- Dükkan, han, fabrika, hamam, depo gibi akaratle muhacirin
iskanına elverişli bulunmayan mebaninin ve muhacirine tevzi’den mütebaki kalan
veyahut on sekizinci maddede gösterildiği vechile muhacirinin iştigalat ve ihtisasatı
haricinde kalan emlak ve arazinin idare komisyonları veya onların taht-ı nezaretinde
olarak mahallerin rüesa-ı me’murin mülkiye ve maliyesinden mürekkeben teşekkül
ederek hey’etler marifetiyle bi’l-müzayede caizdir.
Madde 17- Şehir ve kasabata yerleştirilen muhacirinin sicil-i nüfusa esas
olabilecek bir suret-i muntazamada defter esamisiyle kendilerine verilen arazinin nev’i
ve mikdarı ve kıymetini mübeyyin bir defteri tutulacaktır.
Madde 18- Şehir ve kasabat ile civarında mevcud bağ, bahçe, portakallık ve
zeytinlikler ve buna mümasil emlak dahi i’mar ve muhafazalarına iktidar ve ihtisas
bulunduğu isbat ve bu babda sened i’ta ve kefalet irae etmek şartıyla ihtiyac ve
kabiliyet-i i’maliyeri nisbetinde muhacirin ve tevzi’ olunabilecek ve kimlere ne
mikdar emlak ve arazi verildiği defter-i mahsusuna kaydedildikten sonra keyfiyet-i
i’taya mübeyyin yedlerine birer ilmühaber verilecektir. Bunlardan muhacirine tevzi’
ve i’ta edilmeyenler on altıncı madde mucibince bi’l-müzayede satılacaktır.
Madde 19- Dahil-i vilayette mevcud olup hükümet-i mahalliyenin me’zuniyet
ve muvaffakatı ile veyahut Dahiliye Nezareti’nin emri üzerine vilayat-ı saireden
115
tahrirat-ı mahsusa ile gönderilen muhacirin müstesna olmak üzere tahliye edilen köy
ve kasabalara muhacirin sıfatı ile yerleştirilecek olan veyahut yerleştirilmesini istid’a
eden kesanın sıfat-ı muhacereti haiz olduklarını ve başka tarafa sevk ve iskan
edilmediklerini veyahut muhacirinden olup oralarda iskanları icra edilmek üzere sureti mahsusada gönderildiklerini mübeyyin vesaik-i resmiye ibraz etmeleri şarttır.
Madde 20- İştira’iye talib bulunmayan emlak ve arazinin imar ve muhafazasını
vaz’ ve taksirlerinden dolayı vuku’ bulacak tahribat ve ika’ edilen zararların tazmini
taahhüt etmek ve bu babda kefalet-i kaviyye irae etmek şartıyla ve iki seneyi tecavüz
etmemek üzere taliblerine i’car caizdir.
Madde 21- Gerek satılan ve gerek i’car ve münasafa suretiyle verilen emlak ve
arazinin nev’i ve mikdar, mahal, bedel-i bey’ ve icarı ve müstecim ve müşteresini
mübeyyin ale’l-müfredat cedveller tanzim edilecektir.
Madde 22- Bedel-i bey’ ve i’cardan mütehassıl meblağ eshabı namına
emaneten mal sandıklarına tevdi edilerek bilahere vuku’ bulacak tebligat dairesinde
ashabına tevdi’ olunacaktır.
Madde 23- Tahliye edilen kura ve kasabatta mevcud bi’l-cümle emlak-ı
metrukenin işbu Talimatname ahkamı dairesinde idare ve temeşşidi doğrudan doğruya
Emval-i Metruke İdare komisyonlarına aiddir.
Madde 24- İdare komisyonları emval-i metrukenin idaresi hususunda
doğrudan doğruya Dahiliye Nezareti’ne merbud ve ancak oradan ahz babında ittihaz
ve tatbik edecekleri mükerrerat ve icraattan hükümet-i mahalliyeye dahi ihbar-ı
keyfiyet edeceklerdir.
Madde 25- Talimatname’nin tatbik-i ahkamı ile emval-i metrukenin te’min-i
muhafaza ve idaresi zımnında i’cab eden komisyon ve hey’etin teşkili Dahiliye
Nezareti’nden me’zuniyet istihsali şartıyla maaşlı me’murin istihdamı ve Dahiliye
Nezareti’nden ahz-ı telakki edecekleri evamir ile işbu Talimatname ahkamı dairesinde
ta’limat ve izahnameler tanzimi Emval-i Metruke İdare komisyonlarıına aiddir.
Tanzim edilen ta’limat ve izahnamelerin birer sureti makam-ı vilayete tevdi
edilecektir.
Madde 26- Tahliye edilen mahallere bera-ı iskan muhacir sevki ile muamelat-ı
müteferri’asının icrası Muhacir Komisyonu ve me’murlarına aid ise de, bu gibi
116
muharrere vaki’ olacak muamelat-ı iskaniyenin te’min-i tesrii’ ve tanzimi ve
muamelat-ı umumiye-i iskaniyenin tedkik ve teftişi ve bu babda hükümet-i mahalliye
ile bi’l-istişare mukarrerat ittihaz ve tadbiki Emval-i Metruke İdare komisyonlarıının
cümle-i vezaif ve selahiyatındadır.
Madde 27- Komisyon netice-i müşahedat ve tedkikatıyla mukarrerat-ı
müttehize ve hulasa-i icraatını la-akal onbeş günde bir makam-ı nezaret ve vilayata
iş’arla mükelleftir.
Madde 28- Emval-i metruke idare komisyonlarının idare-i emval hususunda ve
işbu Talimatname ahkamı dairesinde vuku’ bulacak tebligat ve iş’arat-ı tahririyeleri
me’murin-i mahalliye tarafından mecburiyü’l-i’fadır.
Madde 29- Emval-i Metruke İdare komisyonları a’zaları ta’yin edildikleri
mıntıkalarda mevcud emval ve emlak ve arazi-i metrukenin idare ve muhafazası ile
umur-ı hesabiyesinden müştereken mes’uldür.
Madde 30- Emval-i Metruke İdare komisyonları suret-i mahsusada ta’yin
edilen bir reis ile biri me’murin-i idareden ve diğeri me’murin-i maliyeden olmak
üzere iki a’zadan mürekkeptir.
Madde 31- Muhaberat, reis tarafından veyahut reisin tevkil edeceği a’za
canibinden reis namına icra edilir.
Madde 32- Emval-i Metruke Komisyonu Reisi, münasib gördüğü a’zayı işbu
Talimatname’de münderic bir hususun tedkik ve teftişi veyahut icrasına me’mur
edebilir.
Madde 33- Emval-i Metruke komisyonları rüesasına muhacirin tahsisatından
verilmek üzere yevmiye birer buçuk ve a’zasına da birer lira tahsis olunduğu gibi
bera-ı vazife dairey-i me’muriyetlerini geşt ü güzarlarında tertib-i mahsustan ayrıca
harc-ı rah dahi alırlar.
Madde 34- Komisyon ta’yin ve iz’am edilmeyen vilayatta işbu Talimatname
ahkamının tatbiki mahall-i hükümat-ı merkeziyesine aiddir.21
Burada, yukarıda orijinal metinlerini verdiğimiz genel tedbirlerin sonuncusu
niteliğinde olan ve tehcirin bir muhasebesini yapan bir başka arşiv belgesinin
21
Azmi SÜSLÜ, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı, s. 121.
117
orijinalini vereceğiz. Bazı tabirlerin anlaşılamayacağını gözönünde bulundurarak
özetleyecek olursak bu belgede şu hususların yer aldığını müşahede ederiz;
Savaş sebebiyle doğudaki cepheden ve çevreden ülkenin içerilerine cephe
gerilerine 1916 Ekim sonlarına kadar sevk edilip yerleştirilen ve iaşeleri ve
emniyetleri temin edilen nüfusun tamamının 702.900 olduğu ve kendiliklerinden
ayrılanların bu sayıya dahil olmadığı belirtilmiştir. Burada dikkat edilecek husus şudur
ki, verilen sayıda Ermeniler’den hiç söz edilmemiştir. Zira bu sevk ve iskan
hadisesine sadece Ermeniler değil, Rumlar, diğer azınlıklar ve Müslümanlar da tabi
tutulmuştur. Bu sebeple yukarıda tam metnini sunduğumuz 27 Mayıs 1915 tarihli
sevk ve iskan kanununda olduğu gibi burada da Ermeniler’den bahsedilmemektedir.
Birçok Ermeni ve Batılı yazar hatta bazı yerli araştırmacılar tarafından öne sürüldüğü
üzere tehcir kanunu sadece Ermeniler için çıkarılmamıştır. Halbuki, bu araştırmamız
sırasında da sık sık karşılaştığımız gibi, Ermeniler dışındaki azınlıklar ve özellikle
Müslümanların tehcirini de incelemek, olayı bütünüyle görmeyi sağlayacağı gibi,
araştırıcıları ve kamuoyunu ilgi çekici sonuçlara götürebilecektir. Tehcirle ilgili bazı
belgelerde Ermeniler’den söz edilmesinin sebebi ise, isyanları, hıyanetleri sebebiyle
onların daha çok sevk edilmesi, onların bu sevk işlemlerine silahları veya pasif
direnişle karşı koymaları ve özellikle de onlarla ilgili olarak alınan insani tedbirleri
zikretmek ve Ermeniler’le Batı kamuoyunun gerçek dışı propagandalarına cevap
vermek olmalıdır.22
Ahalisi mecburen göç ettirilen yerler, yol, iskan, iklim, iaşe ve ırki şartlara
göre dört bölgeye ayrılmıştır: Erzurum’un doğusu ve Trabzon sahillerinden göç
edenler deniz ve karadan Ordu-Kastamonu civarına; Erzurum’un batısı, güneyiyle
Trabzon’un güneyinden gelenler, Sivas-Tokat veya Sivas-Kayseri yollarıyla AnkaraNiğde civarına; Erzurum’un güney ve güneydoğusundan gelenler, Kemah yoluyla
Ma’muratü’l-aziz, Malatya-Maraş civarına ve nihayet Van ve Bitlis’ten gelenlerse,
Diyarbakır yoluyla Diyarbakır-Urfa-Ayıntab-Adana’ya gönderilmişlerdir.
Deniz yoluyla göç edenlerin o civarda salgın halinde bulunan sıtmadan
etkilenmemeleri için tedbirler almış ve kendilerine kinin dağıtılmıştır.
22
Azmi SÜSLÜ, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı, s. 122
118
Hasta göçmenlerin tedavisinde sivil hastahanelerden yararlanıldığı gibi savaş
dolayısıyla çok sıkışık durumda olan askeri hastahanelerden bile faydalanılmıştır.
Göçmenlerden ailelerini yitirmiş olan kimsesiz çocuklar yetimhanelere veya
göç edilen mahallerdeki ailelere yerleştirilmiş ve bunların iaşeleri sağlanarak meslek
sahibi olmaları için gerekli tertibat alınmıştır.
Ülke içinden göç ettirilenlerle yabancı ülkelerden göç ettirilen Müslümanların
iskan, iaşe ve diğer meselelerini halletmek üzere kurulmuş olan Muhacirin Müdüriyeti Umumiye’si memurları, taşrada onlara yardımcı olmak üzere düşman tarafından
işgal edilmiş olan vilayetlerdeki memurlara da ücret ödenerek takviye edilmiştir.
Göçmenler İdaresi’nce erzak temini ve iaşelerine yetişilemeyen yerlerde
göçmenlere ordu anbarlarından yani savaşan askerlerin erzakından da dağıtılmıştır.
Yaklaşık 800.000 civarındaki göçmenlerin, sevk, iskan, iaşe ve ibatelerinin
temini,
hayat ve sıhhatlerinin “yedi düvelle” savaşıldığı bir sırada sağlanması
Osmanlı Devleti’ne içeride ve dışarıda birçok maddi ve manevi külfet getirmiştir.
1915 yılında bu işler için 25 milyon, 1916 Ekim sonunda 80 milyon ve yıl sonuna
kadar ise yalnız iaşe ihtiyacı için 150 milyon kuruş harcanacağı ifade edilmiştir.
4.6. ERMENİLERİN SEVK EDİLDİKLERİ BÖLGELER
Aslında Ermeniler’in mecburi yer değiştirimine Mayıs ortalarında başlandığı,
Kanun-ı Muvakkat’in daha sonra çıktığı anlaşılmaktadır. Bidayette Van, Bitlis,
Erzurum ile Adana, Sis ve Mersin’in merkezleri hariç olmak üzere Adana, Mersin,
Hizan, Cebelibereket civarları, Maraş’ın içi hariç Maraş sancağı, Halep vilayetinin
merkez kazaları hariç İskenderun, Beylan ve Antakya kazaları kararın şumulüne dahil
edilmişti. Bu bölgelerdeki Ermeniler Musul, Zor sancaklarına, Urfa’nın güneyine,
Haleb’in güney ve güney doğusuna, Suriye Vilayeti’nin doğusuna nakledileceklerdi.
Ancak Ermeniler’in ayaklanmaları sadece cephe yakınlarında olmakla
kalmayıp içerilere de yayılmaya başladığından, bilhassa Şarki Karahisar’da 15
Haziran’da başlayan ayaklanma, ancak 3 Temmuz’da durdurulabildikten sonra,
kanunun tatbikatı Anadolu’nun içine de teşmil edildi.
119
İstanbul bu tedbirin dışında kaldı. İstanbul’da alenen devlet aleyhine
çalıştıkları sabit 235 kişi 24 Nisan günü tevkif edilmişlerdi. Başka bir tedbir alınmadı.
Ermeniler’in her yıl katliam tarihi diye hatırladıkları 24 Nisan, bu 235 kişinin tevkifi
tarihidir.
Hükümet 26 Eylül 1915 tarihli bir muvakkat kanun ile de, yerleri değiştirilmiş
kişilerin bütün mal ve mülklerinin tasfiye edilip, karşılıklarının sahipleri namına
emaneten mal sandıklarına tevdi edilmesini kararlaştırdı.
Ermenilerin iskan edilecekleri bölge genişletilerek, Kerkük sancağının İran
hududuna seksen kilometre mesafede bulunan köy ve kasabaları da dahil olmak üzere,
Musul vilayetinin güney ve batı kısımlarına ve Haleb vilayeti’nin doğu ve batı
kısmına ve Suriye’nin Havran ve Kerek sancaklarındaki köy ve kasabalara Müslüman
ahalinin nüfusunun % 10’u nisbetinde dağıtılmaları kararlaştırılmıştı.23
Bir savaş halinde, düşman ile işbirliği yaptığı sabit olmuş ve üstelik bu
işbirliğini bir öğünme sebebi olarak gören toplulukların, muzır faaliyetlerinin
önlenmesi bakımından belirli bölgelerde mecburi ikamete tabi tutulmaları itiraz
edilecek bir husus değildir. Bu tatbikat İkinci Cihan Harbi’nde de bütün devletlerce
uygulanmıştır.
Bu bakımdan Ermeni tehciri kararının kendisi değil, tatbiki Ermeni katliamı
olarak gösterilmek istenir. Bu yapılırken de 2 ayrı iddia ortaya atılır. Birincisi
Babıali’nin ve bilhassa Talat Paşa’nın, bu tehcir kararını, Ermeniler’i toptan yok
etmek için art düşünceyle aldığı, bu maksatla gizli tamimler yaptığıdır. İkinci iddia ise
tehcir sırasında, seneler geçtikçe adedi de gittikçe artan sayıda Ermeni’nin Hükümet
kuvvetleri tarafından katledildiğidir.
Birinci iddiayı Talat Paşa’nın Berlin’de katledilmesinden sonra, katil
Teilirian’ın mahkemeye ibraz ettiği 5 telgraf ile İttihad ve Terakki ricalinin
mütarekeden sonra muhakemelerinde okunan iddianameye dayandırırlar.
Talat Paşa’nın yazdığı ifade olunan 5 telgraf, iddiaya göre, tehcir idaresi
sekreteri Naim Bey’e, Halep’e, gönderilmiş şifre telgraflardan olup bu sonuncu
tarafından imha edilmemiş ve Aram Andonian isimli bir Ermeni yazar tarafından,
fotokopi edilip sonra tercüme edilerek 1920’de Paris’te neşredilmiş, Andonian bunları
23
Recep KARACAKAYA, Ermeni Meselesi, Gökkubbe Yayınları, İstanbul, 2005, s. 47
120
mahkemeye göndermiş, Eksperier de 5 tanesini hakiki olarak kabul etmiş. Bu iddia ne
dereceye kadar ciddiye alınır, bunlar otantik idiyse neden diğer devletler tarafından
milletlerarası
forumlarda
Türkiye
aleyhine
kullandıkları
malzemeye
ithal
edilmemişler, neden bunlardan sadece 5 tanesi otantik sayılmış da mesela, gene Talat
Paşa’ya atfedilen 18 Şubat 1915 tarihli ve Ermeniler’in tenkil planını ihtiva ettiği
söylenen ve Andonian’ın kitabında yer alan başka bir telgraf otantik sayılmamıştır.
Akla gelen bu sorular, bütün bu belgelerin uydurma olduğu hissini uyandırmaktadır.
Kaldı ki aynı davada şahadette bulunan Liman von Sanders “Benim bildiğim
kadar, Ermeni tehcirini öngören esas talimat 20 Mayıs 1915 tarihli olandır.” demiştir.
Keza, Ermeni tehcirinden büyük mesuliyet taşıdığı iddia edilen ve bir Ermeni
kurşunu
ile
hayatını
kaybeden
Cemal
Paşa,
kendi
hakkındaki
ithamları
cevaplandırmak üzere şöyle yazar:
“Doğu Anadolu vilayetlerinde ne gibi haller geçtiği, devletin neden dolayı
Ermeniler’in umumi olarak tehcirine karar verdiğini bilemiyorum. O sırada
İstanbul’da cereyan eden müzakerelere katiyen katılmadığım gibi, bu hususta
mütalaamı da sormadılar. Yalnız günün birinde Dahiliye Nezareti’nden vilayetlere
tebliğ olunan bir muvakkat kanun gereğince Ermeniler’in Mezopotamya’ya
nakledilerek harbin nihayetine kadar orada oturacaklarını öğrendim. Başkumandanlık
Vekaleti’nde de, mülki memurlar vasıtasiyle idare edilecek tehcir sırasında ordu
mıntıkasından geçecek Ermeniler’e bir tecavüz yapılmasına meydan verilmemesi
tebliğ olunuyordu. Şu kadar var ki bütün Ermeni muhacirlerinin Mezopotamya’ya
gönderilmesi orada sefalete duçar olacaklarına emin olduğum için bunlardan
birçoklarının Suriye ve Beyrut vilayetleri içinde yerleştirilmelerini münasip gördüm.
İşte bu sayede bu vilayetlerde hemen yüz elli bin kadar Ermeni’yi yerleştirmeye
muvaffak oldum.”24
Eğer iddia edildiği şekilde Talat Paşa tarafından yapılmış tamimler olsaydı
bunları Cemal Paşa’nın bilmemesi ve kendini müdafaa sadedinde zikretmemesi zor
olurdu.
Sonra asıl şu nokta gözden kaçmamalı. Eğer hükümet Ermeniler’in kökünü
kazımak düşünce ve niyetinde olsaydı, bunu aylarca süren bir tehcir yoluyla ve bütün
24
Cemal Paşa, a.g.e., s. 360-362.
121
devletlerin dikkatlerini üstüne çekerek değil, Ermeniler’in bulundukları bölgelerde ve
bilhassa cephelere yakın olan yerlerde çok kolay bir şekilde yapabilirdi.
Nihayet, İngiliz arşivlerinde suretinin bulunduğu anlaşılan ve tehcir sırasında
gözetilecek hususlara müteallik gizli talimatı muhtevi 28 Ağustos 1915 tarihli bir
telgrafın 21 ve 22. maddeleri muvacehesinde böyle bir iddiayı ileri sürmenin mümkün
olamayacağı aşikardır. Söz konusu maddeler aynen şöyledir.
Madde 21- Mültecilerin, gerek kamplarda, gerek yolculuk esnasında bir
saldırıya uğramaları halinde saldırganlar derhal tevkif edilerek Divan-ı Harb’e sevk
edilecektir.
Madde 22- Mültecilerden rüşvet veya hediye alanlar veya vaad yahut tehdit ile
kadınları iğfal edenler yahut onlarla gayrı meşru münasebet kuranlar, derhal görevden
alınıp Divan-ı Harb’e sevk edilecek ağır şekilde cezalandırılacaklardır.
Yukarıdaki iddialarla bu talimatı telif imkanı olmadığı aşikardır.
Mütareke sırasındaki ittihadcıların muhakemesine gelince, buna ileride ayrıca
geleceğiz, ancak iddianemenin, Türkiye dışında ve Türkiye aleyhinde yayınlanmış
hususlara istinad ettiğini hemen belirtmekte fayda vardır.
İkinci iddia, pek büyük sayılara varan bir kütlenin tehcir sırasında öldürülmüş
oldukları hususudur.
4.7. ERMENİ KATLİAMLARI KONUSUNDAKİ KARŞIT FİKİRLER
Daha öncede belirttiğimiz gibi Sarıkamış’ta kendi askerlerinin bile yok
oluşuna karşı elinden hiçbir şey gelmeyen Osmanlı Devleti muhakkak ki sevk ve
iskan sırasında belli sayıda insanların öldüğünü kabullenmektedir. Ancak bunlar
Ermeniler’in iddia ettiği gibi bir katliam maksadıyla yapılmamış, yapılan sevk ve
iskan sırasında devletin elinde olmayan imkanlar nedeniyle insanların yayan olarak
yaptıkları göç sırasında meydana gelmiştir.
Bu bölümde bu olayları katliam olarak nitelendiren yazarların yazdıklarına da
yer vermeyi uygun gördük.
Öncelikle Taner Akçam’ın kitabından bir alıntı yapalım:
122
“Genelde katliamın başlangıç tarihi olarak 24_25 Nisan 1915 tarihi verilir
fakat bu tarih daha çok sembolik bir karakterdedir. Sürgün ve öldürme olayları bu
tarihten daha önce başlamıştır. Ayrıca belirtmek gerekir ki, elde, Ermeniler’in imha
edilmelerine ilişkin kararı ve emri ihtiva eden bir belge yoktur. Var olan belgeler
sürgün başladıktan sonra yayımlanmışlardır ve bu metinlerde sadece “diğer mahallere
sevk ve iskan” veya “tayin ve tahsis edilen mahallere nakil ve iskan” gibi ibarelere yer
verilmiştir. Gerçi Ermeni
kırımının örgütlenmesinden sorumlu olduğu bilinen,
Teşkilat- Mahsusa siyasi sorumlusu Bahattin Şakir’in, “Nef’i ve tagrip olunduğunu
bildirdiğiniz eşhası müzirre imha ediliyor mu? Yoksa yalnızca i’zam ve sevk mi
olunuyor vazihan bildiriniz kardeşim.” yollu telgrafları vardı. Bunun gibi çeşitli
telgraflardan imhanın planlı bir eylem olduğu anlaşılsa bile, bu belgeler arasında
resmi bir hükümet kararı yoktur. Olayların gelişimi ile yayımlanan belgeler arasında
doğrudan bir ilişki kurmanın zorluğu, gelişmeleri, resmi belgeler üzerinden anlatmayı
olanaksız
kılmaktadır.
Gerçekte
yaşananlarla,
konuya
ilişkin
yayımlanan
talimatnameler iki ayrı olgu olarak ele alınmalıdır.”25
Evet anlatılandan da görüldüğü üzere yayımlanan talimatnamelerden ziyade
gerçekte yaşananlar adı altında görgü tanıklarının ifadelerinden bahsedilmekte.
Fransız yazar Yues Ternon ise kitabında katliam olarak şunları ifade
etmektedir:
“Tasarlanmış olsun olmasın, her kişisel ya da toplu cinayet onu işleyen kişi
veya kişilerin duymuş olduğu gereksinimin bir sonucudur. Bu gereksinimin kendini
dayattığı ve cinayet kararının alındığı andan itibaren, infazın koşulları caninin
niteliklerine göre değişim gösterir. İttihad’ın Merkez Komitesi, bu konuda
yapacağının işaretlerini önceden veren bir görünüm arz etmektedir. Geçmişte her
tarafta gerçekleştirilmiş anarşik katliamların yerine, operasyonların tüm gelişim süreci
boyunca özel denetimi elinde tutan planlı bir bürokratik merkezileşmeyi geçirmiştir.
“Bu meseleden nasıl kurtulmalı?” sorusuna Merkez Komitesi’nin yanıtı: “Kökünden,
iz bırakmadan, gizlice, en az risk ve en az masrafla.” biçiminde olmuştur. İnfaz
tarihine gelince, bu genel imha planının gerektirdiği kurumların işlerlik kazanma
25
Taner AKÇAM, Türk Ulusal Kimliği ve Ermeni Sorunu, İletişim Yayınları, İstanbul, 1995, s. 105.
123
süresine ve anında fırsat olarak kullanılabilecek olayların meydana gelmesine göre
belirlenecekti.”26
Yazılanlardan anlaşılacağı üzere yazar işi tamamiyle cinayet manasında
kabullenmiştir. Hatta sonraki bölümlerde bu cinayetlerin 6 yolundan bahsetmiştir.
Son olarak vereceğimiz örnek ise Vahakn N. Dadrian’ın kitabından;
“Osmanlı Harbiye Nazırlığı’nın İstihbarat Şubesi’nden, daha sonra İstanbul
Üniversitesi’nde tarih profesörü ve verimli bir yazar olan bir yüzbaşı, katliamlar
hakkında şöyle yazdı;
‘Hapishanelerden salıverilen cani çeteleri, Harbiye Nazırlığı’nın bir haftalık
arazi eğitiminden geçtikten sonra, Ermeniler’e karşı en kötü cinayetleri hazırlamak
üzere, İttihat Terakki’nin çeteleri olarak Kafkas cephesine gönderildiler. İttihatçılar
Ermeniler’i yok etmek ve böylece “Doğu Vilayetleri Sorunu”nu halletmek niyetinde
idiler.’”27
4.8. TEHCİR SONRASINDA ERMENİLER
Birinci Dünya Savaşı sırasında sürgün ve göç ile karşı karşıya kalan ve itilaf
devletleri saflarında savaşmalarına rağmen bağımsız Ermenistan kurulması konusunda
bir ilerleme kaydedemeyen Ermeniler için, 1917 Ekim ayı bir dönüm noktasıdır. Bu
tarihte gerçekleşen Bolşevik İhtilali üzerine Ermeniler Rusya’nın desteğini kaybettiler.
Türk ordusunun Kafkas harekatı ve Bakü’ye girişi Ermenileri buralardan
çıkmaya ve Erivan’a göçe zorladı. Bununla birlikte ilginç iki önemli gelişme oldu.
Osmanlı ordusu Bakü’yü Azerbaycan Cumhuriyei’nin başkenti yaptı ve Ermenistan
Cumhuriyeti’ni de tanıdı.
Ermenilere göre, kuzeydeki Ermeni Cumhuriyeti’nin yaşaması, altı vilayetin
katılımıyla mümkündü. Bazı Ermeni gruplar Kilikya’nın da Ermenistan topraklarına
katılmasının şart oluğunu savunmaktaydı. Osmanlılar yenilgiyi kabul ettiğine göre bu
düşüncenin hayata geçirilmesine de bir engel yoktu.
26
Yves TERNON, Ermeni Tabusu, Çev. Emirhan OĞUZ, Belge Yayınları, İstanbul, 1993, s. 251.
Vahakn DADRİAN, Ulusal ve Uluslararası Hukuk Sorunu Olarak Jenosid, Çev.Yavuz ALOGAN,
Belge Yay., İstanbul, 1995, s. 56.
27
124
Ancak Fransa ve İngiltere bu planı uygulanabilir görmediklerinden gönülsüz
davranmaktaydılar. Halbuki tam da bu sıralarda, 31 Aralık 1918 tarihinde Osmanlı
hükümeti bir geri dönüş kararnamesi yayınlamış ve Ermenileri sürgün öncesi yerlerine
dönmeye davet etmişti. Kuşkusuz bu Ermenilerin işini kolaylaştıracak mahiyette bir
gelişmeydi. Ermeniler de bu durumu lehlerinde kullanmak ve Paris görüşmelerinde
daha kuvvetli bir pozisyonda olmak için geri dönüşü organize ettiler.
Birinci Dünya Savaşı’nın sona ermesinden sonra Osmanlı Hükümeti, tehcire
tabi tutulan Ermenilerden isteyenlerin tekrar eski yerlerine dönmeleri için bir
kararname çıkardı. 22 Kanun-ı evvel 1334 (4 Ocak 1919(‘de Dahiliye Nazırı Mustafa
Paşa’nın Sadarete gönderdiği yazıda, Ermenilerden dönmek isteyenlerin eski yerlerine
nakledilmeleri konusunda ilgili yerlere talimat verildiği ve gereken tedbirlerin alındığı
belirtilmektedir.28 Hükümetin hazırladığı 18 Kanun- evvel 1334 (31 Aralık 1918)
tarihli dönüş kararnamesine göre:
1. Sadece geri dönmek arzusunda bulunanlar sevk edilecek, bunun haricinde
kimseye dokunulmayacak.
2. Yerlerine iade edileceklerin, yollarda perişan olmamaları ve dönüş mahallerinde
mesken ve iaşe sıkıntısı çekmelerinin önlenmesi için gerekli tedbirler alınacak;
gidecekleri bölgelerin idarecileriyle irtibat sağlanıp bu konudaki tedbirler sağlandıktan
sonra sevkiyat ve geri dönüş işlemlerine başlanacaktır.
3. Bu şartlar dahilinde dönecek olanlara ev ve arazileri teslim edilecektir.
4. yerlerine daha önce muhacir yerleştirilmiş olanların evleri tahliye edilecek.
5. kimsenin açıkta kalmaması için geçici olarak birkaç aile bir arada
yerleştirilebilcek
6. kilise ve mektep gibi binalarla bunlara gelir getiren yerler, ait oluğu cemaate
geri verilecek.
7. yetim çocuklar, istenildiği takdirde hüviyetleri dikkatlice tespit edilerek
velilerine veya cemaatlerine iade olunacak.
8. ihtida etmiş olanlar arzu ederlerse eski dinlerine dönebilecekler.
9. Mühtedi Ermeni kadınlardan, bir Müslüman ile evli bulunanlar, eski dinlerine
dönme konusunda serbest bırakılacaklar. Eski dinlerine döndükleri takdirde kocasıyla
28
Yusuf HALAÇOĞLU, Ermeniler; Sürgün ve Göç, s. 114
125
aralarndaki nikah bağı kendiliğinden bozulmuş olacaktır. Eski dinine dönmek
istemeyen ve kocasından ayrılmaya razı olmayanlara ait meseleler ise mahkemelerce
halledilecektir.
10. Ermeni mallarından, hehüz kimsenin tasarrufunda bulunmayanlar, kendilerine
teslim edilecek; hazineye intikal edenlerin iadesi de, mal memurlarının muvafakıti ile
karara bağlanacak, bu konuda ayrıca açıklayıcı zabitnameler hazırlanacak.
11. muhacirlere satılan mülklerin sahipleri döndükçe, peyderpey bunlara teslim
edilecek. Bu konuda 4. madde aynen tatbik edilecek.
12. Muhacirler, ellerinde bulunan ve eski sahiplerine iade edilecek olan ev ve
dükkünlarda tamirat ve ilaveler yapmışlarsa ve arazi ve zeytinliklerde ekim
yapmışlarsa, her iki tarafın da hukuku gözetilecek.
13. Ermenilerden muhtaç olanların dönüşlerinde sevk ve iaşe masraflrı, Harbiye
tahsisatından karşılanacak.
14. Şimdiye kadar ne miktar sevkiyat yapıldığınının ve bundan sonra her ayın on
beşinci ve son günlerinde nerelere, ne kadar sevkiyat olduğu bildirilecek.
15. Osmanlı sınırları dışına çıkıp da geri dönmek isteyen Ermeniler, yeni bir emre
kadar kabul edilmeyecek.29
Yukarıda zikredilenbu kararnamedeki hükümler, Ermenilerden başka, yerlerini
terk etmek durumunda kalan Rum muhacirlere de teşmil edilmiştir.
4.8.1. Geri Dönenlerin Anadolu’da İşgal Kuvvetleriyle İşbirliği Yapmaları
Ermeniler 1919 ve sonrasında gerek İngiliz, gerekse Fransızlarla Türkiye’ye
karşı he türlü tertibin içerisinde olmuşlar ve devletlerini kurmak için Batıl güçlerden
destek almaya çalışmışlardır. Özellikle Klikya’da ve Güney cephesinde ErmeniFransız ortaklığı taraflarca iftiharla anlatılmıştır. Gerçekten de Germania gazetesi
yaptığı bir haberde, Emenistan için sorumlu İngiliz komisyonunun, Ermeni halkının
özellikle Kilikyalıların silahlandırılması ve korunmaları için diğer devletlerden asker
göndermelerini rica ettiğini bildirmektedir. Ayrıca Milletler Cemiyeti gözetiminde,
29
Yusuf HALAÇOĞLU, Ermeniler; Sürgün ve Göç, s. 116
126
Kilikya’da Türkiye’nin müdahil olmayacağı bir Ermeni devletinin kurulması talep
edilmektedir.
Ayrıca Türk İstiklal Mücadelesi sırasında özellikle Fransızlar tarafından
Antep, Maraş ve Adana’ya önemli miktarda Ermeni’nin iskan edildiği, Mısır’a gitmiş
bulunan Musa Dağı Ermenileri’nden toplanan gençerin, Kıbrıs Monarga Ermeni
Lejyonu kampında eğitilerek Fransız üniformasıyla Anadolu’ya sevk edildiği
bilinmektedir.30
Nitekim Adana, Antep ve Maraş’ta bulunan 6 tabur Fransız
askerinden 3’ü Ermenilerden teşekkül etmiştir31. Boghos Nubar Paşa 1918 tarihinden
itibaren Fransa saflarında 40 bin kayıp verdiklerinedn söz etmektedir. Birinci Dünya
Savaşı’nda bu şekilde Fransız ordusun da savaşan ve ölen Ermenilere ait “Fransa için
ölen Ermeniler” adıyla listeler hazırlanmıştır. Bu listelerde Ermenilerin doğum yerleri
de verilmektedir ki, hemen hepsi Osmanlı Ermenileridir.
4.9. SEVRES ANLAŞMASI
Sevres Anlaşması, birlikte oturulup müzakere edilmiş bir belge olmadığından,
gerek hazırlanışı, gerek sonuçlandırışı konusunda pek az ve pek dağınık bilgi vardır.
Bulabildiklerimizi aşağıda özetliyoruz.
İsminden yukarıda bahsettiğimiz Bogos Nubar Paşa 30 Kasım 1918 tarihinde,
İtilaf Devletleri dışişleri bakanlarına birer mektup yollayarak Ermenistan’a tam
bağımsızlık verilmesini talep etmişti. Mektupta özetle şu hususlar belirtiliyordu:
“Ermeniler,
savaşın
başından
beri,
tarafınızdan
da
bilindiği
üzere
savaşmışlardır.
Fransa’da ilk günlerden itibaren Legion Etranger’e girmiş olan gönüllüleri ile
Fransız bayrağı altında zaferler kazanmışlardır. Tiflis ve Suriye’de, hatta Fransız
Cumhuriyet Hükümeti’nin isteğiyle “Milli Temsilciler Heyeti” tarafından kaydedilmiş
olan Ermeni gönüllüleri, Fransız kuvvetinin yarısını teşkil etmişlerdir.
Kafkasya’da Rus İmparatorluğu ordusunda bulunan 150.000 Ermeni hariç
olmak üzere, 40.000 gönüllü, Antranik ve Nazarkegof kumandasında olarak Ermeni
30
31
Halil AYTEKİN, Kıbrıs’ta Monarga Ermeni Lejyoner Kampı, Ankara 2000, s. 32
Kemal ÇELİK, Milli Mücadelede Adana ve Havalisi (1918-1922), Ankara, 1999, s. 48-66
127
illerinin kurtarılmasına katılmışlar ve Bolşevikliğin ilanından sonra barışın imzasına
kadar Türk Ordusu’na savunmada bulunmuşlardır.”32
Barış Konferansı 1919 Ocak ayından itibaren Paris’te çalışmaya başlayınca,
Şubat ayında bir heyet teşkil olundu ve bu heyet adına Bogos Nubar ile A. Aharonyan
tarafından 12 Şubat tarihinde Barış Konferansı’na bir muhtıra takdim edildi. Bu
muhtırada Kafkas Ermeni Cumhuriyeti arazisi ile beraber Kilikya ve 7 ilden kurulmuş
bir bağımsız Ermenistan kurulması, bunun devletlerden birisinin mandasına verilmesi
isteniyor ve ayrıca katliamlara katılmış, halka saldırmış, yağmacılık yapmış olanların
cezalandırılmaları ve sürülmeleri talep ediliyordu.
Bu muhtırada Ermeniler’in harbin ilk gününden mütarekeye kadar savaşa
iştirak etmiş olduklarına dair itiraf muvacehesinde, gönüllülerin Türk tabiiyetinde
oldukları da hatırlanırsa, tehcir kanununun ne derece haklı olduğu kendiliğinden
ortaya çıkmaktadır. Bu muhtırayı bütün Ermeni yazarlının akıl almaz derecede
mübalağalı buldukları, Taşnaksutyun Komitesi’nin ise bunu Ermeni menfaatleri
aleyhine gördüğü, Esat Uras’ın kitabının 675 ila 680. sayfalarında mehaz gösterilerek
kaydedilmektedir.
Aynı tarihlerde Tevfik Paşa Hükümeti de İtilaf Devletleri’ne bir muhtıra
sunmaktaydı. Bu muhtırada Ermeni konusuyla ilgili olarak şu hususların da yer almış
olduğunu görüyoruz:
“Babıali bu muhtırası ile ne söz konusu illerde meydana gelen üzücü olayların
ayrıntılarına girmeyi, ne de cinayet işleyen bazı Müslümanların suçunu hafifletmeyi
düşünmektedir.
Ancak,
İspanya,
İsviçre,
Danimarka,
Felemenk
ve
İsveç
hükümetlerine müracaat ederek bu feci olaylarda gerek Müslümanlara ve gerekse
Ermeni komitelerine yüklenen sorumlulukları tayin etmek üzere kurulması uygun ve
Türk-Ermeni üyelerin de yardım edecekleri karma ve milletlerarası bir komisyona
temsilciler tayin etmelerini rica etmiş olduğunu büyük devletlere haber verir. Bununla
beraber, halen yetkili mahkemelere verilmiş bulunan Müslüman sanıkların suçları ne
olursa olsun Hükümet, zaten tarafsız tanıklarla, Rus kumandanlarının da raporlarının
ispat ettiği gerçeklere dayanarak temin eder ki, henüz Ermeni göçlerine sebebiyet
verilmeden ve Çar orduları doğu illerini aldıktan sonra Ermeni çeteleri bir milyonu
32
Esat URAS, a.g.e., s. 662-663.
128
aşkın Müslüman öldürmüşlerdir. Bazı Ermenilerce ileri sürülen ve Kafkasya’dan
Kilikya’ya kadar uzanacak olan büyük bir Ermenistan’ın kurulmasını hedef alan
çözüm şekli şüphesiz göz önüne alınamaz. Çünkü bu suretle meydana gelen bir
Ermenistan, M. Vilson’un kuralları ile tam bir çelişki yaratır. Beş milyonu geçen
İslam nüfusunun bir kaç yüzbin Ermeni’nin idaresine verilmesine yer verildikten
başka, bu çözüm şekli kaçınılmaz olarak devamlı karışıklıklara sebebiyet verir.”33
Tevfik Paşa Hükümeti, mütareke bahsinde gördüğümüz gibi, tehcir sırasında
suç işlemiş olanların mahkemeye sevk edildiğini bu muhtırada belirtmekle beraber,
doğu illerini kurtarmaya çalışıyordu.
Halbuki Vahdettin ve Damat Ferit taraftarları, Ermeni meselesinde İngilizler’e
yaranma gayreti içindeydiler. Dahiliye Nazırı Cemal Bey’in İttihat Terakki Partisi’nin
800.000 Ermeni’yi öldürttüğüne dair gazetelerde beyanat verdiğini daha önce
kaydetmiştik. Vahdettin’in kendisi de Ermeni Senatör Azaryan Efendi’ye Ermeniler’e
karşı irtikap edilen zulümlerden dolayı teessüflerini ifade ediyordu. Onların düşüncesi
zaten elden çıkmış zannettikleri illeri muhafaza için elimizde kalması mümkün gerçek
mülkümüzden fedakarlık yapmaktı.
Paris Barış Konferansı Damat Ferid başkanlığındaki Osmanlı Heyeti’ni ilk
defa 17 Haziran 1919 günü kabul etti.
4.10. MİLLİ MÜCADELE
İtilaf Devletleri’nin Mondros Ateşkes Antlaşması’nın 7. maddesine dayanarak
ateşkes çizgisini aşmaları ve güney bölgelerini işgale girişmeleri bu bölgede yer yer
direniş hareketlerine yol açtı.34
İngilizler, Mondros Mütarekesi’nin 7. maddesine dayanarak 6 Aralık 1918
tarihinde Kilis’i işgal etti. Kilis’teki Ermeniler, onları büyük bir gösteri ve törenle
karşıladılar. İngiliz birliklerinde bulunan Hintli askerlerin Müslüman halka iyi
muamele etmesi Ermenileri tedirgin etmişti. İngilizler bir taraftan Müslüman Halktan
silahlarını topluyor, diğer taraftan Ermenileri silahlandırıyorlardı.35
33
Esat URAS, a.g.e., s. 673-674.
K Recep KARAKAYA, a.g.e., s. 71
35
Selahattin TANSEL, Mondro’tan Mudanya’ya kadar, c.I. s. 50
34
129
Mütareke yapıldıktan sonra, İtilaf Devletleri bunun ahkamına riayet lüzumunu
hissetmeden çeşitli yerleri işgal etmişlerdi. Adana Vilayeti’ni Fransızlar; Urfa, Maraş
ve Antep’i İngilizler işgal etmişler; Antalya ve Konya’da İtalyan askerleri; Merzifon
ve Samsun’da İngiliz askerleri bulunuyordu. 15 Mayıs 1919’da da Yunanlılar İzmir’e
çıkmışlardı.
O sırada silah altında kalmış askerin durumunu ise Atatürk şöyle tasvir eder:
“Anadolu’da başlıca iki ordu müfettişliği tesis olunmuştu. Mütarekeye dahil olur
olmaz kıtaatin muharip efradı terhis olunmuş, silah ve cephanesi elinden alınmış,
kıymet-i harbiyeden mahrum bir takım kadrolar haline getirilmişti. Merkezi Konya’da
bulunan 2. Ordu Müfettişliği’ne mensup kıtaatın vaziyeti şöyle idi:
Bir fırkası olan 4. fırka Konya’da ve bir diğer bir fırkası olan 23. fırka Afyon
Karahisarı’nda bulunan 12. Kolordu, karargahıyla Konya’da bulunuyordu. İzmir’de
esir olan 17. Kolordu’nun Denizli’de bulunan 57. fırkası da bu kolorduya ilhak
edilmiştir.
Bir fırkası (24. fırka) Ankara’da ve bir fırkası (11. fırka) Niğde’de bulunan 20.
Kolordu; karargah ile Ankara’da, İzmit’te bulunan 1. fırka, İstanbul’daki 25.
Kolordu’ya raptedilmiştir.
İstanbul’da 10. Kafkas fırkası vardı.
Balıkesir ve Bursa havalisinde bulunan 61. ve 53. fırkalar, karargahı
Bandırma’da bulunan İstanbul’da mezbut 14. Kolordu’yu teşkil ediyorlardı.
3. Ordu Müfettişliği ki müfettişi ben idim, karargahımla Samsun’a çıkmış
bulunuyordum. Doğrudan doğruya tahtı emrimde iki
Kolordu bulunacaktı. Biri
merkezi Sivas’ta bulunan 3. Kolordu. Bu Kolordu’ya mensup bir fırkanın merkezi
Amasya’da, diğer fırkasının merkezi Samsun’da idi. Diğeri merkezi Erzurum’da
bulunan 15. Kolordu idi. Fırkalarından, birinin merkezi Erzurum’da, diğerinin
merkezi Trabzon’da idi. Kolordunun diğer iki fırkasından 12. fırka Hasankale sırtında
hudutta, 11. fırka Beyazıt’ta bulunuyordu.
Diyarbekir havalisinde bulunan iki fırkalı 14. Kolordu müstakil idi. İstanbul’a
tabi bulunuyordu. Bir fırkası Siirt’te, diğer fırkası Mardin’de idi.”
130
Kazım Karabekir Paşa da, kendi kolordusunun kuvvetinin 17.860 olduğunu
kaydeder.36
Görüleceği üzere Kilikya’da herhangi bir askeri birlik yoktur. Türkiye, Milli
Mücadele Doğu Cephesi’ni bu 17.860 kişilik 15. Kolordu ile, Fransızlar’a karşı
Güney Cephesi’ni de nizami kuvvet olmaksızın, mahalli ve gönüllü topluluklarla
yürütecektir.
Bu olmayan kuvvetlerle, Fransızlar Maraş’ı tahliyeye mecbur edildikleri
zaman, Londra’da toplantı halinde bulunan Barış Konferansı’na gelen haberler
Türkler’in 30.000 kişilik nizami kuvvetle taarruza geçtiği şeklinde idi.
Bu sıfırdan 30.000 icad eden mübalağa, Ermeniler hakkında verilen rakamları
kıymetlendirirken de hatırlanabilir. Ermeniler Temmuz ayından itibaren Doğu
Cephesi’ndeki İslam köylerini basmaya ve katliama başlamışlardı. Karabekir Paşa’nın
kitabında bu münasebetle İngiliz müfettişine yazdığı mektupların suretleri
bulunmaktadır.
Güneyde ise, Fransızlar; Maraş, Urfa ve Antep’i İngilizlerden aldıktan sonra,
Fransız üniforması giydirilerek kuvvetlerine kattıkları Ermeniler, mahalli Ermeni
halkla da birleşerek Türkler’e karşı bir katliam politikasına girişmişlerdi. Bu politika
sebebiyle ki, nizami kıta bulunmayan güneyde, mahalli Müslüman halk müdafaa-i
nefs için kendi arasında örgütlenmek zaruretini duymuştu. Bu durumu Atatürk’ün
ağzından dinlemekte fayda vardır:
“Müsaade buyurursanız biraz da Kilikya Cephesi’nden bahsedeyim. Her yerde
olduğu gibi, buraya da mütareke ahkamı hilafına İtilaf Kuvvetleri girdiler. Bilahare
İngilizler çekildi. Kilikya’yı ve Antep, Maraş, Urfa’yı bütün Suriye ile beraber
Fransızlar’a bıraktı. Fransızlar burayı haksız olarak işgal ettikten sonra çok mütecasir
davrandılar ve ahali-i İslamiye’ye karşı çok fena hareketlerde bulundular ve bu
hareketleri Fransız üniforması altında Ermeniler’e tevdi ettiler. Oralarda bulunan
zavallı kardaşlarımız pek acı muamelelere maruz kalmışlardır. Her türlü mukaddesatı
muhafaza için hariçten bütün milletten istimdad ediyorlar. Maa’t-teessüf Hükümet-i
Merkezi’ye hiçbir muavenet yapmamıştır. İşte böyle artık her taraftan ümidini kesen
ve idama mahkum olduklarına şüphesi kalmayan Kilikya ve sair mevkiler ahalisi,
36
Azmi SÜSLÜ, Türk Tarihinde Ermeniler (Temel Kitap), k. 195
131
bizatihi muhafaza-i mevcudiyet için ortaya atılmak mecburiyetinde kaldılar. Mücadele
devam etmektedir. İlk müsademe Maraş’ta oldu ve netice haklının lehine
mütemayiidir.”37
Şüphesiz İstiklal mücadelesinin kronolojisini yazmaya gerek yoktur. Her iki
cepheyi şöylece özetleyebiliriz:
Güney Cephesi’ndeki şehir mücadelesi 20 Ocak 1920’de Maraş’ta başlamış,
1921 Mart’ı ortalarına kadar sürmüştür. Fransızlar(la 20 Ekim 1021’de Ankara
İtilafnamesi imzalanmış ve bunun 8. maddesi ile, Hatay hariç olmak üzere bugünkü
Suriye hududu tesbit edilmiş, harp haline son verilmiş ve Fransızlar çekilirken, işgal
sırasında yaptıkları gaddarlık dolayısıyla başlarına birşey gelebileceğini düşünen
Ermeni komitacıları da Fransızlar’la beraber gitmişler, yerlerinde kalmak isteyen
Ermeni halkı da adeta zorla beraber sürüklemişler ve bu cephe tasfiye edilmiştir.
Doğu Cephesi’nde ise Ermeniler’in devam eden saldırıları, gerek İngilizler’e
gerek Erivan Hükümeti’ne yazılan yazılara rağmen durmayınca 28 Eylül 1920 günü
Karabekir Paşa harekata başlamış, 30 Ekim’de Kars da dahil Ermeniler’in elindeki
bütün Türk toprakları istirdad edilmiştir. 7 Kasım’da Gümrü’ye girildi ve Ermeniler
mütareke istediler. Ermeniler mütareke şartlarını ağır bularak 10 Kasım’da
reddedince, harekat yeniden başladı, Ermeniler 17 Kasım’da yeniden barış istediler, 3
Aralık’ta Gümrü Anlaşması imzalandı. Bu anlaşmanın 10. maddesi ile Ermenistan,
Sevres Anlaşması’nın batıl olduğunu kabul ve İtilaf Devletleri hükümetlerinin siyasi
merkezlerinin bir tahrik vasıtası yaptığı heyetlerini Avrupa ve Amerika’dan geri
çağırmayı kabul ediyordu. 6. madde ile de, dünya savaşı sırasında düşman ordularına
katılan veya kendi hükümetlerine karşı savaşan veya katliamlara katılanlar hariç bütün
mültecilerin vatanlarına dönmeleri kararlaştırılmaktaydı. Hudut bugünkü huduttan
daha fazla Türkiye lehine idi. Ermenistan ile Gürcistan arasında savaş başlayınca, bu
defa Gürcüler’in işgalinde olan Ardahan 23 Şubat 1921’de, Batum da Mart’ta ele
geçirildi.
16 Mart’ta Rusya ile Moskova Andlaşması imzalandı. Bu anlaşma ile,
Türkler’in eline geçmiş olan Batum Gürcüler’e, Nahcivan bölgesi de Azerbaycan’a
bırakıldı ve bugünkü hudut tesbit edildi. Bu anlaşmayı tamamlar mahiyette olmak
37
Recep KARAKAYA, a.g.e., s. 72
132
üzere 13 Ekim 1921 tarihinde Ermenistan, Azerbaycan ve Gürcistan hükümetleriyle
Kars Muahedesi imza edildi. Her iki anlaşmada da Sevres’in tanınmadığına dair bir
hüküm de yer alıyordu. Madde aynen şöyledir: “(Moskova Muahedesi Madde 1)
Hükümetleri Türkiye’ye müteallik olup da elyevm B.M.M.’nce temsil edilmekte
bulunan Türkiye Milli Hükümeti’nin tanımadığı hiç bir beyne’l-minel senedi
tanımamayı kabul ederler.”
Bu şekilde Doğu Cephesi de tasfiye ediliyordu.
İstiklal Mücadelesi süresince İtilaf Devletleri’nin de iki kere barış teklifi
olmuştur. Her iki teklifte de Ermeniler’le ilgili bir kayıt yer almamıştır. Birinci teklif
İnönü Zaferi’nden sonra gelmiş ve 21 Şubat’ta Londra’da bir toplantı yapılmıştır.
Buna hem
Babıali, hem de Ankara temsilci yollamıştır. Bu toplantıda Sevres
Anlaşması şartlarının bir ölçüde iyileştirilmesi teklif edilirken Ermeniler’le ilgili
olarak da Türkiye’nin, Anadolu’nun doğu sınırlarında Ermeniler için bir yurt kurma
hakkını ve bu yurdun hudutlarını Cemiyet-i Akvamca seçilecek bir
komisyon
tarafından tesbit olunmasını kabul etmesi isteniyordu.38
İkinci teklif 1922 Mart’ında yazılı olarak geldi. Sevres şartları biraz daha
iyileştiriliyor, doğuda gene bir Ermeni yurdu kurulması ve bu işe Cemiyeti Akvam’ın
iştirak ettirilmesi isteniyordu. Bu teklif de neticesiz kaldı.
Milli mücadele 11 Ekim 1922 Mudanya Mütarekesi ile sona erdi.
Mütarekename’de Ermeni konusuna temas edilmemekte idi.
4.11. LOZAN VE SONRASI
Türkiye ile bir barış anlaşması akdedilmek üzere Lozan’da konferans
toplanacağı belli olunca, Ermeni davasının yürütücüleri bu konferansa kabul edilmek
veya görüşlerini duyurmak üzere büyük bir kampanyaya girişmişlerdir. Bu
yürütücülerin başında görülenler Aharonyan, Hadisyan, Noradunkyan, Leon Palıyan
gibi kişilerdi.
Hadisyan’ın, Fransa, İtalya ve İngiltere hükümetlerine 18 Ağustos 1922’de
birer mektup yollayarak, doğu meselelerini düzenleycek ön komisyona katılmayı talep
38
Mim Kemal ÖKE, a.g.e., s. 165
133
ettiğini, ancak kendisine 21 Ağustos’ta verilen bir cevapla bu talebinin kabul
edilmediğini biliyoruz.
Hadisyan 18 Kasım 1922’de bu ülkelere yeni bir mektup daha yollamış ve
aynı talebi yenilemiştir. Bütün bu gayretler sonucu, ismi geçen bu 4 kişinin Lozan
Azınlıklar Alt Komitesi’nde dinlenmelerine imkan sağlanmışsa da, müzakerelere
katılmaları sözkonusu olmamıştır.
12 Aralık (1922) günü başkanı bulunduğu “Ülke ve Askeri Sorunlar
Komisyonu’na azınlıklar Meselesini getirdiğinde Curzon, Müttefiklerin Savaş’a
Ortadoğu’daki azınlıkların korunması ve kurtarılması için gördiklerini iddia ederek
Milletler Cemiyeti himayesinde etkili bir sözleşme ile bu taahütlerin yerine getirilme
zamanının geldiğini belirtecektir.39
Ermeniler, Lozan Konferansı toplanınca (20 Kasım 1922) Konferansa da bir
muhtıra sunmuşlardır. Sözkonusu muhtırada ileri sürülen iddia ve taleplerin bazıları
aşağıdadır:
“Bu savaş, Ermeniler’den, ölçülmeyecek kadar çok sayıda kurbanlar almıştır.
Türkiye Ermenistan’ının 2.250.000 Ermeni’sinin 1.250.000’i yok edilmiştir.
700.000’i
Kafkasya’ya,
İran’a,
Suriye’ye,
Yunanistan’a
Balkan
devletleri
memleketlerine ve diğer yerlere göç etmişlerdir. Halen Türkiye Ermenistanı’nda
köylerde ancak 130.000, İstanbul’da 150.000 Ermeni vardır. Bunlar da daima göç
etmeye hazırlıklıdırlar.40
Milli ocağın kurulması için üç şekilde karar vardır:
1- Saygıdeğer ABD Cumhurbaşkanı’nın hakemlik ederek verdiği karar yani
Ermenilik için bir arazi parçası ayrılması.
2- Erivan Cumhuriyeti hududunun, doğu illerinin bazı kesimlerinin ve denizde
de çıkış limanı verilmesi suretiyle genişletilmesi
3- Bu ocağa Sevres Anlaşması’na uyularak, Suriye’ye verilmiş ve daha sonraki
Ankara Andlaşması’yla da Türkiye’ye terkedilen Kilikya’nın bir kısmının da
katılması.”
ABD, Lozan Konferansı’na müşahit olarak katıldı. ABD ile Türkiye arasında
harp hali bulunmadığından barış yapılması da tabiatiyle sözkonusu değildi.
39
40
Mim Kemal ÖKE, a.g.e., s. 200
Yusuf HALAÇOĞLU, Ermeniler: Sürgün ve Göç, s. 142
134
Konferansa gelen ABD heyetinin yazılı talimatında Ermeniler’le ilgili olarak yer alan
husus şuydu:
“Ermeni yurdu konusu ortaya atılabilir. Rusya’da daha düzenli şartların ortaya
çıkmış olması sonucu, Türkiye’deki Ermeniler için, Rusya Kafkasyası’nın en iyi
melceyi teşkil etmesi mümkündür.”
Lozan Konferansı Birinci Komisyonu’nun azınlıklar konusundaki 12 Aralık
1922 tarihli genel oturumunda, Başkan Lord Curzon Ermeni sorununu da ortaya
getirmiş ve şunları söylemiştir:
“Bunların gelecekleri bakımından kendilerine özel olarak verilmiş sözler
yüzünden de özellikle gözönünde tutulmaları gerekmektedir. Şimdi bir Sovyet
Cumhuriyeti olan eski Rus Vilayeti Erivan’da bana söylediklerine göre, aşağı yukarı
1.250.000 nüfuslu fakat her yerden gelmiş göçmenlerle dolmuş taşmış ve daha
kalabalık bir nüfus kabul edemeyecek durumda bulunan, bir sözde Ermeni Devleti
vardır.
Öte yandan, Kars, Ardahan, Van, Bitlis ve Erzurum’un Ermeni nüfusu
neredeyse yok olmuştur. Fransızlar Kilikya’yı boşalttıkları zaman, bu vilayetin paniğe
kapılan Ermeni nüfusu onların ardından gitmiştir, şimdi de İskenderun, Halep, Beyrut
şehirlerinde ve Suriye sınırı boylarında dağınık bir durumdadırlar. Sanırım ki,
Türkiye’nin asyadaki ülkesinde bir zamanlar 3 milyona varan Ermeni nüfusundan
şimdi ancak 130.000 kişi kalmıştır. Yüzbinlercesi Kafkasya’ya, Rusya’ya, İran’a ve
komşu bölgelere sığınmak üzere dağılmışlardır.
İşte böylece, sık sık öne sürülmüş olduğu gibi, Türkiye asyadaki ülkesinin bir
yerinde ister kuzey doğu vilayetlerinde ister Kilikya’nın güney doğusu ile Suriye
sınırlarında Ermeniler için bunların diledikleri bir toplanma merkezi bulmalıdır.”41
Aynı toplantıda, Türkiye’deki azınlıklar hakkında genel bir konuşma yapan
İsmet Paşa, Ermeni konusunu da ele almıştır. Bu meselenin kısa bir tarihçesini
yaptıktan sonra, konuşmasını günün sorununa getirmiş ve bu arada; “Yalnız Türk
vilayetlerinden kurulu bir duruma sokulmuş Osmanlı İmparatorluğu’nun içinde, artık
bağımsız bir devlet kurabilecek herhangi bir azınlığın bulunmadığını belirtmek
41
Temuçin ERTAN,., Ayastefanos’tan Lozan’a Siyasal Antlaşmalarda Ermeni Sorunu, Yeni Türkiye,
Ermeni Özel Sayısı, Ankara, 2001, sayı;37
135
yerinde olur. Milliyetler prensibi her yerde eşitlikle uygulanıncaya kadar, Osmanlı
İmparatorluğu’nun önemli sayıda Türk olmayan unsurlar kapsayan parçalarını
bağımsızlığa kavuşturma akımı, günden güne ayrılma akımlarının varolması, bir
ölçüde haklı gösterilebilirdi. Durum bugün bambaşkadır. Marsilya’da yerleşmiş
Rumlar’ın orada bağımsız bir Rum Devleti kurmaları, ya da burasını ana yurtlarına
katmaları mantık yönünden nasıl düşünülemezse, Türkiye Rumları’nın, ya da
Ermenileri’nin de buna benzer istekler öne sürmeye hakları olmaz.
Gerçekten Ermeniler bakımından Türkiye ile Ermenistan arasında yapılmış
andlaşmalarla desteklenmiş dostluk ve iyi komşuluk ilişkileri, Ermeni Devleti’nin
herhangi bir kışkırtmaya girişme olanağını ortadan kaldırmaktadır. Öte yandan,
Ermeniler arasında Türkiye’de kalmaya karar verenlerin iyi birer yurtdaş olarak
yaşamak kesin zorunluluğunu şimdiye kadar anlamış olmaları gerekir.”
İsmet Paşa’dan sonra M. Venizeles söz almış ve Rum azınlığından
bahsederken kısaca Ermeniler’e de değinmiş daha sonra ABD temsilcisi Mr. Chıld söz
alarak, Ermeni yurdu konusuna dolaylı olarak temas etmiştir.
Toplantıda son sözü gene İsmet Paşa alarak, Lord Curzon’a cevap hakkını
mahfuz tuttuğunu dile getirerek, M. Venizelos’a cevap vermiş ve bu arada şunları
belirtmiştir:
“M. Venizelos Küçük Asya’nın Yunanlılarca işgal edilişinin Ermeniler için
yeni acılar, yeni talihsizlikler kaynağı olduğunu şüphesiz görmezlikten gelmektedir.
Bu zavallı halk zorla silah altına alınmış ve Yunan ordusu saflarına katılmıştır.
Ermeniler cepheye gönderilmiş ve Türkler’e ateş etmeye zorlanmışlardır. Bozgundan
sonra çok büyük yakıp yıkmalara girişilmiştir. Üstelik Yunan makamları işlenmiş
bütün bu suçları Ermeniler’in üzerine atmak için kasıtlı propagandalar yapmaya
koyulmuşlardır. Daha sonra, Yunanlılar Asya’dan çekip gittikleri zaman Ermeniler’i
de birlikte sürüklemişlerdir. Dünyada Ermeniler’in başına gelenlere herkesin önünde
acımağa cesaret edebilecek hükümetlerden en sonuncusunun, Ermeniler’in başına
gelen talihsizliklerin doğrudan doğruya yaratıcısı durumundaki Yunan Hükümeti’nin
olacağını kabul etmek zorunludur.”
136
5.BÖLÜM: ESKİŞEHİR VE ESKİŞEHİR ERMENİLERİ
5.1. ESKİŞEHİR TARİHİ
Anadolu tarih öncesi ve sonraki dönemlerde devamlı bir köprü görevi
görmüştür. Eskişehir de Anadolu’da bir yerleşim bölgesi olması nedeniyle devamlı
olarak değişik devletlerin etkisi altında kalmıştır. Arkeolojik araştırmalarda ilk
yerleşmenin M.Ö. 3500 yıllarında ve bugünkü Şarhöyük’te olduğu anlaşılmıştır.
Kalkolitik ve takiben Bakır çağlarında (M.Ö. 3500-2000) Eskişehir çevresi ve
özellikle Porsuk, Seydisu, Sarısu gibi çayların kenarlarında sık yerleşmelerin olduğu
tesbit edilmiştir. Demircihöyük’teki buluntulara göre Eskişehir çevresinde tarih öncesi
yerleşmenin ve kültürünün erken kalkolitik dönemine (M.Ö. 3500) kadar gitmekte
olduğunu öğrenmiş bulunmaktayız İkinci kazı Midas şehrinde (Yazılıkaya)
yapılmıştır. İl hudutları dahilinde yapılan araştırmalarda yüzlerce yeni höyük tesbit
edilerek bölgenin ilkçağlarda yaygın bir kültüre sahip olduğu anlaşılmıştır. M.Ö. 2000
yıllarında doğudan inen Hititler Eskişehir ve çevresini de Hitit topraklarına dahil
etmişlerdir. Yazılıkaya’da Hititler’e ait eserler bulunmuştur. M.Ö. 1200 yıllarında
Hitit egemenliğine son vererek geniş bir alana yayılan Frigler, Eskişehir ovasına
yerleşerek bir krallık kurmuşlardır. Bu bölümde Eskişehir’in tarih öncesi
devirlerinden başlayarak kısaca tarihini inceleyeceğiz.
5.1.1. Dorylaion
Bugünkü Eskişehir’in eski bir Frig yerleşme yeri olduğuna daha önce
değinmiştik
Bugünkü Eskişehir’de yüzeysel bir gözlem, olabilecek üç ayrı konumun
varlığını ortaya koyar.
Karacaşehir ya da Karacahisar, Eskişehir’in 8 km. güney-batısında, Porsuk’un
sağ kıyısında kurulmuştur. 110 metre yükseklikleti dik bir tepenin üstünde ortaçağdan
137
kalma bir kale kalıntısı vardır. Bu kale kalıntısının bulunduğu düzlüğün doğu
tarafında çok eski çağlara ait olduğu düşünülen duvar kalıntıları vardır.1
Şarhöyük, Eskişehir’in kuzeyinde, Bozdağ’ın önündedir. Adından anlaşıldığı
gibi ovadan 12 metre kadar yükseklikte bir höyüktür. “Şar” sözcüğü ise “şehir”
anlamındadır. 1893 yılında burada kazı yapmış olan Radet, o tarihte tepesinde 8
kulenin ve bu kuleleri birbirine bağlayan kale duvarlarının izlerine rastladığını söyler.
Radet’den önce, 1886’da Eskişehir’e gelmiş olan Von Diest, Eskişehir ile Şarhöyük
arasında yeraltında bir yol olduğunu farzetmiş fakat bunu doğrulayacak izlere
rastlamamıştır. G. Radet, Şarhöyük’ün üstünün kuzey-batı köşesinin bir akropol
görünümünde olduğunu ve bunun yan tarafında bir açık hava tiyatrosu alanının
bulunduğunu söyler. Doğuda ise bir Grek tapınağı olabilecek yapı kalıntısı,
kuzeydoğuda ev kalıntıları olduğunu gözlemlerine ekler.
Eskişehir’in kenarında boz renkli koskoca bir höyüğün yükseldiğini görmek
için, bir akşam güneş batarken Bademlik Parkı’ndan kuzeye doğru bakmak yeterlidir.
Üçüncü konum, çağımızın Eskişehir’i, büyük bir endüstri merkezi olmadan
önce çıplak Eskişehir dağının eteğinde ve Porsuk suyunun iki kıyısına kurulmuştur.
Tepeden Porsuk’un kıyısına doğru şehir hafif bir meyille iner. Yine XIX. yüzyıl
arkeologlarına göre bu durumda, şehrin üstünde bir akropol oluşturacak yer yoktur ve
hiçbir kale kalıntısına rastlanmamaktadır.2
Ramsay, Von Diest, Preger, Körte Şarhöyük’ün, altı yolun geçtiği büyük
Eskişehir ovasının ortasında, ticari önemi büyük bir Hellenistik çağ şehri, daha sonra
da bir Roma şehri olduğu hakkında hiç kuşkuya düşmemektedirler. Radet, daha önce,
Grek uygarlığının Arkaik çağında kentlerin gerek Anadolu’da, gerek Yunanistan’da
sarp kayalıklarda kurulduğunu ileri sürerek “Karacaşehir”in o çağa ait yerleşme yeri
olduğunu söyler. Bu savını doğrulayacak kanıt da kendisinin ve H. Ouvre’nin orada
bulduğu, eski İyon çağı sanatı özellikleri gösteren “Pers Artemisi” kabartmasıdır.3
Bütün bu yazıtlar ve diğer Şarhöyük mermerleri Roma devrinde Roma cumhuriyet
döneminin sonundan Suriyeli imparatorların tahta geçmesine kadar, Dorylaeum’da
1
Suzan ALBEK, , Dorylaion’dan Eskişehir’e, T.C. Anadolu Üniversitesi Yayınları, Eskişehir, 1984,
s. 54
2
Suzan ALBEK, a.g.e., s. 56
3
Suzan ALBEK, a.g.e. s. 66-67.
138
parlak bir şehir hayatının yandığını ve yönetim bölgesi olarak önemli emirlerin
buradan geçtiğini göstermektedir. Roma devrinde Doryleaum arazisinin site ve
demeslere ayrıldığını da kaynaklarda buluyoruz.
XIX. yüzyıl sonunda Eskişehir’e demiryolunun gelişi elbetteki kentin
gelişmesini sağlayan büyük bir olaydır. Fakat bu aynı zamanda, civardaki pek çok
antik eserin toplanıp başka yörelere taşınmasına neden olmuştur. Örneğin
Mihalıççık’ın güney-batısındaki Kayı köyünden çıkarılan yazılı steller, Haydarpaşa
Garı’nın bahçesine taşınmış, buradan bir bölümü Almanya’aki özel koleksiyonlara
götürülmüş, bazıları ise İstanbul müzesine alınabilmiş bir kaçı ise köyün mezarlığında
kalmıştır.
Yukarıdakine benzer diğer bir olay Kurtuluş Savaşı’nda olmuştur. O günlerde
Yunanlılar bu bölgeden pek çok antik mermer eser toplamışlar, bunların bir bölümünü
Bandırma demiryolu başlangıcına, bir bölümünü ise İzmir’de Alsancak istasyonunda
bir depoya doldurmuşlardır. Yunanlılar büyük yenilgiden sonra bunları taşımaya fırsat
bulamadıklarından Alsancak deposundakiler ele geçirilerek İzmir Müzesi’ne
konulmuştur. Ancak öyle sanılıyor ki daha önce pek çoğu kaçırılmıştır ve bunların
arasında Dorylaeium yazıtları da vardır.
Şeyh Edebali’nin köyü Uludere (eski adıyla İtburnu)’de buranın antik bir
yerleşme yeri olduğunu belirten kalıntılar ve bunların arasında, o tarihlerde beş tane
yazıt bulunmuştur. Yine Eskişehir’in kuzeyinde Keskin, Yukarı ve Aşağı Sögütönü,
Zincirlikuyu, Alınca köylerinde Roma ve Bizans çağlarına ait pek çok kalıntı ve
keramik parçaları vardır.
Eskişehir’in güneyinde Avdan, Kuyucak, Süpüören, Karamustafa, Çiftlik,
Ayvacık da da yazıtlar araştırıcıların dikkatini çekmiştir. Eskişehir çevresinde bulunan
bütün bu yazıtlar, bu bölgede antik çağda pek çok pagan tapınım yerlerinin
bulunduğunu kanıtlamaktadır. Okunabilen yazıtlara göre, “Zeus Bronton”, “Apollon”,
“Helios”, “Men”, “Uranios”, “Herakles”, “Dionysos” en çok adı geçen tanrılardır.
139
5.1.2. Bizans-Selçuklu Çağında Eskişehir
Batı Roma İmparatorluğu yıkıldıktan sonra, “Doğu Roma İmparatorluğu”
Akdeniz çevresinde bütün Roma eyaletlerinin ve bu arada Anadolu’nun egemen
gücüdür. Fakat Constantinopolis başkent olmasına rağmen henüz “Bizans
İmparatorluğu” adı geçmemektedir. Anadolu’da bulunmuş olan pek çok yazıtın
kanıtladığı gibi resmi dili Latince’dir. Bu çağ Anadolu’da mezhep kavgalarının,
doğuda ticari üstünlüğü koruyan Persler’in ülkeye akınlar yaptığı çağdır. Bu
kargaşalık içinde Bizans İmparatorluğu yavaş yavaş örgütlenir, güçlenir. XIII.
yüzyılın başından itibaren resmi dili Grekçe olan ortodoks bir doğu imparatorluğunu
oluşturur.
Bizanslılar kendilerine yapılan akınlara karşı koymak için imparatorluğu
“thema” adı verilen askeri yönetim bölgelerine bölmüşlerdir. Anadoluda Phrygia ve
Bythnia’da Opsikion ve Bucellarion themaları bulunuyordu. Dorylaion, Opsikion
theması nüfuzu içindeydi. Dorylaion Bizans askeri yolu üzerinde bulunmakta idi. Ve
Bizans imparatorları savaşa giderlerken ordunun toplandığı belirli merkezlerden
biriydi. Thema güçlerinin toplandığı bu merkezlere “Applekton” adı verilmekteydi.
Bizans kuvvetlerinin toplandığı Applektonlardan birincisi Dorylaion’un kuzeyinde
Melangeia (Karacaşehir), ikinci Applekton ise Dorylaion idi. Opsikian ve Thrakesian
themaları burada toplanırlardı. Üçüncü Applekton ise daha güneydeki “Caborkion”
(bugünkü Çifteler) idi. Dorylaion da ayrıca “Domesticum Scholarum” adı verilen
hassa alayı kumandanı bulunmaktaydı.
X. yüzyılda Küçük Asya’ya Arap akınları son bulmuştur. Bizans Avrupa’da
Yunanistan’dan başka toprağı kalmamış olmasına rağmen, Hıristiyan Avrupa ve yakın
doğunun en güçlü imparatorluğudur. Fakat XI. yüzyılın başından itibaren doğuda
büyük bir güç belirmiştir. Orta Asya’dan gelip, İran üstünden Anadolu’ya akan
Türkmenler.
Daha Abbasiler zamanında Anadolu’ya sızmaya başlayan Türkmen grupları,
1015-1021 yılları arasında Çağrı Bey kumandasında doğu anadoluya akınlar yaparlar.
1068’de Emir Afşin orta anadoluya kadar ilerler ve Amoriya’yu zapteder.
140
Eskişehir bir süre için Germiyan nüfuz bölgesi altında olduğundan burada
Germiyanlılar’dan söz etmek yerinde olur.
XIII. yüzyılın son yıllarında Kütahya ile Ankara arasındaki topraklar, bu arada
Eskişehir, Germiyan beyliğine tabidir ve burada Selçuklu Sultanlığı’nın nüfuzu
zayıftır. Yine aynı yıllarda Osmanlı İmparatorluğu’nun temellerinin bu topraklar
üzerinde atıldığını biliyoruz.4
5.1.3. Bizans Çağında Eskişehir
Roma çağının ünlü şehri Dorylaion, Bizans çağında da bayındır bir şehirdir.
Bizans yazarı Kinnamos bu konuda şöyle der: “Eskiden Dorylaion Asya’nın sözü
edilmeğe değer en büyük şehirlerinden biriydi. Buranın serin bir havası vardır. Şehir
gözalabildiğine uzanan bol otlu, ürünü bereketli ovalarla çevrilidir. Bölgeyi hem suyu
lezzetle içilen, hem görünüşü güzel olan bir ırmak sular. Bu suda o kadar çok balık
yüzer ki ne kadar avlasanız bitmez. Şehirde bir yanda Bizans imparatoruna vaktiyle
karşı gelmiş olan Melissenes’ler görkemli saraylar yaptırmışlardır. Öte yanda
kalabalik mahalleler, doğal sıcak su kaynakları, çeşmeler, kemerler bulunuyordu.
Sözün kısası insanların hoşuna gidecek ne varsa hepsi bu yerde bol bol bulunuyordu.”
Bu tasvir 1074’de Bizans İmparatoru’nun bir anlaşmayla Söğüt ve Eskişehir
çevresini Türkler’e terketmesi dönemine denk düşmektedir. Bu tarihten sonra artık
Dorylaion ve civarı göçebe Türkmenler’in gelip geçtiği bir sınır bölgesidir.
5.1.3.1. Bizans Çağında Eskişehir’den Geçen Yollar
Dorylaion’un tarih öncesi çağlardan beri önemli bir yol şebekesi üstünde
bulunduğundan daha önce söylemiştik. Constantinopolis şehrinin kurulmasıyla bu
önemin daha da arttığını ve Bizans başkentini Doğu Anadolu’ya ve Batı Anadolu-Ege
kıyılarına bağlıyan yolların Dorylaion’dan geçtiğini biliyoruz. Bizans askeri yolu
yüzyıllar boyunca, doğu seferlerine çıkılırken şu yönü izlemiştir: İznik, Eskişehir ve
buradan
4
Sakarya
nehri
Zampas
Suzan ALBEK, a.g.e., s. 101-102.
köprüsüyle
aşılarak
Kızılırmak’a
varılır.
141
Kızılırmak’tan sonra yol ikiye ayrılır, bir kol kuzeye Sivas’a, diğer bir kol güneye
Kayseri’ye gider.
Bizans İmparatorluğu’nun son çağlarına doğru kullanılan diğer bir Malagina
Eskişehir-Akşehir-Konya’ya gider. Oradan Toros geçitlerine çıkılır. Conrad’ın
kumandasındaki Haçlı orduları bu yoldan yürümüşlerdir.5
5.1.4. Selçuklu Egemenliğinde Eskişehir
XII. yüzyıldan itibaren Eskişehir bölgesi Sultan Öyüği adıyla anılmıştır.
Tarihçi Osman Turan bu höyügün I. Kılıç Arslan’ın Haçlılar’la savaşı sırasında
otağını kurmuş olduğu tepe olabileceğini ve bu nedenle Sultan Öyüği adını almış
olabileceğini yazmaktadır.
XII. yüzyılın sonlarına doğru Anadolu’ya gelen Müslüman gezgini Al Haravi
buradan; “İslam ülkelerinin bir köşesinde, küffar sınırında bir acayip şehir.” diye söz
eder ve Sultan Öyüği’nin “Av-Germ” (ılıca) adını aldığı, sıcak sularının başka yerde
misli bulunmadığını ve hastaların tedavi için oraya geldiklerini anlatır.6
Ayrıca XIII. yüzyılda Anadolu’da güçlü bir “Ahilik” örgütü vardır. Ve daha
sonra sözünü edeceğimiz Şeyh Edebali, ahidir ve Eskişehir’in İtburnu köyünde
oturmuştur.
İbni Batuta, Sultan Öyüği’nden çıkmış alimlerden, İznik’te ziyaret ettiği
Alaeddin ve Kastamonu’da görüştüğü Tacettin isminde “iki büyük fakih ve
müderris”den söz etmiştir. Bu kayıt, Eskişehir’in o çağlardaki kültür seviyesini
göstermesi bakımından çok önemlidir.7
5.1.5. Sivrihisar
Antik çağın ünlü Pessinus kentinin kuzey-batısında bulunan Sivrihisar kalesi
İmparator Justinianus tarafından yeniden tahkim edilmeden önce, Spalia ya da Spania
adında bir kaledir. İmparatorluğu sırasında önemli yollar üzerindeki kaleleri tamir
5
Suzan ALBEK, a.g.e., s. 103.
Osman TURAN, a.g.e. s. 206.
7
Suzan ALBEK, a.g.e., s. 107-109.
6
142
ettirmesiyle tanınan Justinianus’un bir çok yolun düğüm noktası olan bu kaleyi tamir
ettirmiş olması doğaldır. Bu tarihten sonra Justinianapolis adını almıştır.
Sivrihisar’da bulunan Selçuklu eserleri, o çağda Sivrihisar’ın önemli bir şehir
olduğunu göstermektedir. Moğol istilası sırasında 1261 tarihinde Sultan İzzettin’in
kumandanı Yav-taş’ın Sivrihisar’da Moğollar’a karşı asker toplamış olduğunu fakat
yenilgiye uğradığını da kaynaklarda buluyoruz. 1285 tarihinde ise, Moğol Hanı
Argun, Sivrihisar’ı, Keyhüsrev’in annesi “Valide Sultan”a vermiştir. Çeşitli
kaynaklar, XIII. yüzyıl sonunda Moğol yönetimi sırasında, Sivrihisar’da eşkiyaların
pek çok soygun yaptığını ve kaleye sığınmış olan bir topluluğun iki yıl kadar şehri
yağma ettiğini kaydederler. Bu asiler daha sonra Mücirittin Emir Şah’a ve Moğol
kumandanı Sutay’a at sürüleri verip kurtulmak isterlerse de onlar bu teklife
aldanmayarak bu “asi yaği”leri atıp kaleyi yıkarlar
Selçuklu döneminden Sivrihisar’da; Sivrihisar Ulu Camii, Alemşah Medresesi,
Alemşah Kümbeti, Hoşkadem Camii ve Soğa Bey Medresesi kalmıştır.8
5.1.6. Seyitgazi
Seyitgazi, antik çağda “Nakoleia” adı altında çok önemli bir kent
durumundadır. Ancak Hristiyanlık çağında, kent eski gücünü yitirir ve Synnada
metropollüğüne bağlanır. 786’da ise tekrar metropollüğe yükselir. IX. yüzyıldan sonra
artık Nakoleia adına rastlanmaz.
5.1.6.1. Seyyit Battal Gazi Külliyesi
Seyitgazi ilçesinin Selçuklu çağında bayındır bir yer olduğu ünlü destan
kahramanı Seyyid Battal Gazi ile ilgili, bugün de yaşayan söylenceler ve bu
dönemden kalmış olan eserlerden anlaşılmaktadır. İlçenin Üçler Tepesi’nin doğu
yamaçları üzerinde kurulmuş olan külliyenin camii ve Battal Gazi’nin türbesinin
Selçuklu Sultanı Alaeddin’in annesi Muhan Hatun tarafından XIII. yüzyıl başında
Sultan Gıyasettin Keyhüsrev zamanında yaptırıldığı tarih kaynaklarında geçmektedir.
8
Suzan ALBEK, a.g.e., s. 112.
143
Kümbet Tekkesi’nin XIII. yüzyılın sonunda yapıldığı sanılmaktadır. Kümbet
köyü kayasının kuzey bölümünde, karşıdan hemen göze çarpan tek bir binadır.
Etrafında bir Müslüman mezarlığı vardır.9
5.1.7. Osmanlı Çağında Eskişehir
Eskişehir yöresi Osmanlı İmparatorluğu’nun beşiğidir. Ertuğrul’un oğlu
Osman Gazi tarih sahnesine çıktığında, Sultan Öyüği’nin güney doğusunda Karaman
Beyliği, kuzeyde Kastamonu yöresinde Emir Çoban, Kütahya’da Germiyanoğulları
çok güçlüdürler. Ertuğrul’un Söğüt’te kurmuş olduğu beylik, bu beyliklere göre henüz
çok küçüktür. Fakat o çağdaki politik ortam içinde önemli bir rol oynamağa adaydır.
Osman Gazi’nin Karacahisar fethinden sonra ilk çıktığı sefer Göynük’edir.
Osman, Köse Mihal ile birlikte Tarakcı Yenicesi’ne gitmek üzere yola çıkar.
Ertuğrul’un silah arkadaşlarından olan Samsa Çavuş’a rastlamak üzere Sorkun
üzerinden ve Sarukaya’dan Biştaş zaviyesine gider. Samsa Çavuş onları Sakarya’dan
geçirdikten sonra Tarakcı, Göynük ve Mudurnu’ya götürür.
XIV. yüzyılda, Orhan Bey döneminin sonlarına doğru Sultanönü’nün
Karamanoğulları’nın eline geçtiğini görüyoruz. Orhan Bey’in oğlu I. Murad
döneminde de burası iki güç arasında sorun oluşturmaktadır. I. Murad tahta çıktığı
zaman Rumeli’ye sefere çıkmağa karar verir. Bunu fırsat bilen Karamanoğulları;
Varsaklar, Turgutlar ve Türkmen beyleri ve Sivas Bey’i, I. Murad’a karşı birleşirler.
Bunu duyan Sultan hemen Anadolu’ya döner. Bu güçleri yenerek Ankara’yı zapteder.
Bu seferden dönerken de Sultanönü’nü Karamanoğulları’nın elinden alır. Tarih
1363’tür. Ankara ve Sultanönü fetihleriyle Osmanlı sınırları Karamanoğulları
topraklarına, güneyde, Hamidoğulları Beyliği’nin kuzeyine dayanmıştır. 1381’de
Germiyan Beyi’nin kızı Devlet Hatun’un Şehzade Beyazıt Bey’le evlenmesiyle
Germiyan Beyliği topraklarının kuzeybatısı Osmanlılar’a geçmiştir.10
9
Suzan ALBEK, a.g.e., s. 115.
Suzan ALBEK, a.g.e., s. 123.
10
144
5.1.7.1. XV. ve XVI. Yüzyıllar
XVI. yüzyıla, Kanuni dönemine geldiğimizde, Eskişehir’in o çağın yol ağı
üzerinde bulunması ve Şehzade Bayezit’in Kütahya’da oturması nedeniyle önem
kazandığını görüyoruz. Nitekim Kurşunlu Camii de bu dönemde yapılmıştır.
XVI. yüzyılın ikinci yarısı, Anadolu’da iç isyanların, soygunculuğun yayıldığı
dönem olarak anılır. XVI. yüzyıl sonu Celali Fetreti diye anılan yıllardır. 1601 yılında
Celali başbuğu Karayazıcı’nın kardeşi Deli Hasan Eskişehir’i zaptetmiştir.
Osmanlı belgelerine göre, 1568 sıralarında Eskişehir-Afyon yöresi eşkiya
kaynamaktadır. Ayrıca, her yerde suhte adı verilen işsiz kalmış medrese öğrencilerinin
çıkardıkları karışıklıklar vardır. Bunlardan Sivrihisar ve Mihalıccık medrese
öğrencilerinin düzenlediği hareketten kaynaklar söz etmektedir. Bu yıllarda suhte
isyanları Eskişehir, Sivrihisar yöresinde sürüp gitmiş ve çoğu kez hükümet güçleri
bunlarla baş edemez olmuştur.
Bu karışık dönemde ekonomik durumun sarsılması ve kıtlık olması kaçınılmaz
olmuştur. Aşağıda verdiğimiz kitapta Ankara ve Eskişehir kadılarının, Bursa
zahirecilerinin hububat almalarına izin vermedikleri, hatta Eskişehir ve İnönü
taraflarında sarayın ihtiyacı için satın alınmak istenen buğdayı yerli halkın vermediği
kaydedilmektedir.11
5.1.7.2. XIX. Yüzyıl Sonu Osmanlı Kaynakları
Şemsettin Sami’nin Kamusu-l’A”lam adlı eserinde Eskişehir hakkında şu
bilgiyi buluyoruz:
“Hüdavendigar Vilayeti’nin Kütahya sancağında kaza merkezi bir kasabadır.
Kasaba güzel bir mevkide olup, 11 camii şerifi, 6 medresesi, 1 rüştiye mektebi,
3 tekyesi, birkaç havlu, bez, şayak ve kilim tezgahı vardır. Civarında birkaç ılıca
bulunuyorsa da pek mamur değildir. Kasabının başlıca memba-ı serveti civarında
kesretle çıkan lületaşıdır.”12
11
12
Suzan ALBEK, a.g.e., s. 132.
Suzan ALBEK, a.g.e., s. 151
145
Şemsettin Sami, o tarihte Ankara Vilayeti’nin Merkez sancağına bağlı bir kaza
olan Sivrihisar’dan aynı zamanda Seferihisar adıyla, canlı bir ticaret merkezi olarak
sözetmektedir. Kazada tüm nüfus 4.000’i Ermeni olmak üzere 34.902, kasabanın
nüfusu 11.211’dir. Burada 1500 ciltlik bir kütüphaneden sözedilmesi dikkat çekicidir.
Zenaatları seccade, kilim, tiftik dokumacılığı, tel altından bilezik, bakırdan çeşitli
eşyalardır.13
5.1.8. XX. Yüzyıl Başında Eskişehir
Bu tarihte genel durum şöyledir. Eskişehir, demiryolunun ekonomide yarattığı
canlılığı yaşamaktadır. İstanbul’la olan ilişkiler artmış, tarım ürünleri ve diğer ham
maddeleri kolaylıkla taşıma olanağı doğmuştur. Bir örnek olarak, Eskişehir’in önemli
ihraç maddesi lületaşının daha önce katır sırtında, Bursa üzerinden Karamürsel’e
taşındığını, oradan İzmit üzerinden İstanbul’a vardığını hatırlarsak, “Marşandiz” adı
verilen yük vagonlarıyla yapılan demiryolu taşımacılığının kent için ne denli önemli
olduğunu kavrayabiliriz. Bunun yanında demiryolu yapımı ile başlayan endüstri
etkinliği burada yeni iş alanları yaratmıştır.
Öte yandan, ardı arkası kesilmeyen göçmen yerleşmeleri ile kent nüfusu
XX.yüzyıl başında 20.000’in üstüne çıkmış, kentin görünümü ve toplumsal yapısı
değişikliğe uğramıştır.
Günlük yaşamında kenti etkileyen bir olay 1905 yılında, aşağı mahallede çıkan
büyük yangındır. Bu yangında çarşının büyük bir bölümü civarındaki evler ve eski
ahşap kapalı çarşı kül olmuştur.
Birinci Dünya Savaşı sırasında Eskişehir bağımsız mutasarrıflık olmuştur. Bu
yıllarda Eskişehir’i özellikle ilgilendiren bir kayda rastlamıyoruz. Kara tren Eskişehir
istasyonundan gelir, geçer İstanbul’dan Suriye, Kafkas cephelerine asker taşır, döner,
vagonlar dolusu yaralı getirir.
XX. yüzyıl başında Eskişehir’de ilk gazetenin çıkması, kültür alanında önemli
bir adımdır.
13
Suzan ALBEK, a.g.e., s. 156.
146
Eskişehir’in ilk süreli yayını 22 Mart 1908 tarihinde ilk sayısı çıkan “Nimet
Gazetesi”dir. Haftada 3 kez yayınlanır. Sahibi Mehmet Burhanettin, Sorumlu Müdürü
Hafız M. Nazif’tir.
1 Haziran 1910 tarihinde ilk sayısı yayınlanan Eskişehir Gazetesi’nin sahibi
Takiyüddin, Sorumlu Müdür İsmail Hakkı’dır.
Daha sonra, 3 Mart 1912’de yayınlanan
“Metanet”, 9 Haziran 1915’te
“Kurultay”, yine 1915 yılında çıkan haftalık “Karacahisar”, 1916 yılında “Azim ve
Emel”, 1917 yılında “Nevzad” gazetelerini görüyoruz.14
5.1.9. Kurtuluş Savaşı Öncesi
Sivas Kongresi’nde sadece 15 vilayet ve mutasarrıflığın temsil edilmiş olduğu
gözönüne alınırsa Eskişehir’in bu kongreye katılışı ilginç bir durumdur. Bunlardan
Hüsrev Sami Bey sonraki günlerde seçilen ve vatanın heyet-i umumiyesini temsil
edecek olan Heyet-i Temsiliye’ye katılmıştır.
5.1.9.1. Eskişehir’de İngiliz Kuvvetleri
Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Osmanlı İmparatorluğu’nun bir çok
vilayetleri elinden çıkmış yalnız Anadolu ve Trakya kalmıştır. Anadolu 13 vilayet ve
15 müstakil mutasarrıflığa ayrılmıştı. Eskişehir de bu müstakil mutusarrıflıklardan
biriydi.
Mondros mütarekesi sonunda Anadolu’nun İngiliz, Fransız, İtalyan ve Yunan
kuvvetleri tarafından işgali sırasında Eskişehir’in sözü edilmemektedir. Fakat pek çok
belgelerde ve Atatürk’ün Nutk’unda görüleceği gibi 1919 yılında Eskişehir’e 520
mevcutlu bir İngiliz taburuyla 100 kişilik bir başka müfreze gönderilmiştir. Bu
kuvvetler Eskişehir’de istasyon civarına yerleşmişlerdir. Sivas Kongresi sırasında Ali
Fuat Paşa’nın “Garbi Anadolu Kuva-yi Milliye Kumandanı” tayin edilerek bölgeye
gelişi ve sözü geçen İngiliz birliğiyle arada geçen olayları Atatürk’ün Nutk’undan
veriyoruz:
14
Suzan ALBEK, a.g.e., s. 171-172.
147
“Sırası gelince bildirmiştim ki Yirminci Kolordu Kumandanı Ali Fuat Paşa
Kongre adına bazı kararlar ve tedbirler almıştı. Ali Fuat Paşa’ya kongrece “Garbi
Anadolu Kuva-yi Milliye Kumandanı” ünvanı verildi. Paşa, Eskişehir ve dolaylarını
ulusal bir bölge sayıp komutanlığına Süvari Kaymakamı Atfı Bey’i, Afyonkarahisar
dolaylarını da ulusal bir bölge sayıp komutanlığına Yirmi Altıncı Fırka Kumandanı
Ömer Lütfi Bey’i tayin etmişti. Bu fırka ile, Anadolu’ya geldiğimizin daha ilk
günlerinde ilgilenildiğini daha o günlerle ilgili konuşmalarım sırasında söylemiştim.
İstanbul Hükümeti, Fuat Paşa’nın yerine Hamdi Paşa’yı tayin etmiş ve göndermişti.
Hamdi Paşa Eskişehir’e kadar geldi. Orada kendisine 16 Eylül’de İstanbul’a dönmesi
gerektiği bildirildi.
İngilizler Eskişehir bölgesi Kuva-yi Milliye Kumandanı olan Atıf Bey’i
tutuklayıp İstanbul’a gönderdiler. Kuva-yi Milliye Kumandanı olan bir kişinin kendini
kolaylıkla düşman eline düşürmeyecek tedbirleri almış olması gerekirdi. Bu konudaki
dikkatsizlik ve tedbirsizlik, kendisini kurtarmak için uzun süre üst üste girişimlerde
bulunmamızı gerektirdi. Bilirsiniz, o sırada Eskişehir’de İngiliz birlikleri vardı. Fuat
Paşa toplayabildiği milli kuvvetlerle birlikte Eskişehir’e yakın Cemşit denilen yere
gitmişti. Eskişehir’i uzaktan sardı. Eskişehir’de bulunan İtilaf Kuvvetleri Kumandına
General Sally Clade’in Fuat Paşa’ya gönderdiği bir mektupta kullanılan deyimler ve
milli kuvvetlerimizi niteleyişi; Milli kumandanlarımızın ve Kuva-yi Milliyemizin
yüksek şeref ve onurlarına karşı bir saldırı sayıldığından ve adı geçen General’in hak
ve yetkisi dışında görüldüğünden, bu konu üzerine İstanbul’da bulunan İtilaf
Devletleri siyasal temsilcilerinin bir muhtıra ile dikkatleri çekilmişti. 25 Eylül 1919
günü General Sally Clade’nin Fuat Paşa’nın yanına gönderdiği bir kurul İngilizler’in
milli içişlerimize ve milli ayaklanmamıza hiç karışmayacaklarına söz verdi. Bu
sıralarda İngilizler Merzifon’da bulunan kuvvetlerinin geriye alınmasına memnun
olup olmayacağımızı sormuşlardı. Elbette pek memnun olacağımızı bildirmiştik.
Gerçekten oradaki kuvvetlerini bütün ağırlıkları ile birlikte önce Samsun’a çektiler.
Sonra oradan da İstanbul’a götürdüler. Eskişehir’de üstünlük sağladıktan sonra Fuat
Paşa’yı Bilecik ve Bursa dolaylarına göndermeyi düşünüyorduk.”15
15
Suzan ALBEK, a.g.e., s. 177.
148
5.1.10. Kurtuluş Savaşında Eskişehir
İnönü zaferinden sonra batı ordusu yeniden örgütlenmişti Refet Paşa
kumandasındaki Güney Cephesi kaldırılmış, Yunan cephesindeki bütün kuvvetler
İsmet Paşa emrine verilmişti. İsmet Paşa Yunanlılar’ın gelecek saldırısına kadar
ordunun çok iyi yetiştirilmesini istiyordu. Fakat buna vakit kalmadı, yaklaşan
saldırıya karşı Türk birlikleri kuzeyde İnönü mevzilerinden başlayıp güneye doğru
uzanan ve Afyon’un kuzeyinde kıvrılan bir yarım daire üstüne yerleştirilmişlerdi.
Kütahya ve Eskişehir bu yarım dairenin içinde kalıyordu.
Yunan saldırısı Bursa ve Uşak bölgesinden 10 Temmuz 1921’de başladı
Yunanlılar 13 Temmuz günü her yandan Türk mevzilerinin önüne geldiler. 14, 15, 16,
Temmuz
günleri
yapılan
muharebelerin
sonuçlarını
İsmet
Paşa
Ankara
Genelkurmayı’na verdiği raporda şöyle anlatmaktadır;
“Bu defaki açılmasında, geri hizmetleri koruma kaygusundan sıyrılmış olarak
hareket eden düşmanın, Anadolu’daki bütün kuvvetlerini muharebeye soktuğu
anlaşılıyor.
Düşman alanı, hazırlanmış mevzilerimize çarpmaktan çekinerek, bütün
orduyu, Seyitgazi yönünde sol kanadımızı çevirip kesin şekilde yenmektir. Düşman
Seyitgazi yoluna hakim olup, karşısında bulunan XII. gruba karşı iki tümen kuvvetiyle
elverişli bir durumda bulunmaktadır. Düşmanın hesabı, XII. grubu çekilmek zorunda
bırakarak, bütün geri ikmal hatlarımızın toplandığı Eskişehir’e ordumuzun büyük
kısmından önce ulaşmaktır.”
Bu rapordan anlaşıldığı gibi 16 Temmuz’da Kütahya-Altıntaş hattında bütün
güçleriyle Türk cephesine saldırmış olan Yunan orduları, önce Türkler’in kesin
direnciyle karşılaşmışsa da daha sonra, sol kanatta Türk savunması kırılmıştı. O gün
öğlene doğru İsmet Paşa ilk geri çekilme emrini vermişti.
İsmet Paşa’nın Genelkurmay’a göndermiş olduğu raporlar üzerine Mustafa
Kemal Paşa hemen cepheye hareket ederek 17 Temmuz’da garp cephesinin
Karacahisar’daki karargahına gelmişti. Bu sırada düşman dört koldan ve demiryolu
yönünden Eskişehir üzerine yürüyordu. 20 Temmuz’da Türk Ordusu Eskişehir doğusu
Seyitgazi hattını tutarak savunmaya geçti. Böylece Eskişehir düşman kuvvetlerine
149
terkedilmiş oldu. 21 Temmuz’da düşmana, karşı taarruza geçildiyse de Türk
kuvvetleri Eskişehir’i tekrar geri almayı başaramadılar. Artık Türk Ordusu’nun geri
çekilmesi zorunluluğu iyice kendini belirtmişti. Mustafa Kemal Paşa, Genelkurmay
Başkan Vekili Fevzi Paşa düşmanla arada mesafe bırakarak Sakarya’nın doğusuna
kadar geri çekilme kararını İsmet Paşa’ya bildirmişlerdi. İsmet Paşa 25 Temmuz
akşamına kadar kuvvetlerini Sakarya gerisine çekti. Cephe karargahı Polatlı’ya
nakledildi.
Böylece 10 Temmuz’dan 25 Temmuz’a kadar aralıksız onbeş gün süren ve
savaş tarihinde “Kütahya-Eskişehir Muharebesi” adını alan çarpışmalar sona erdi.
Eskişehir-Kütahya savaşı sonucunda bölgeye yerleşen Yunan kuvvetleri şöyle
dağılmıştır.
1. Kolordu ve süvari livası Eskişehir’dedir. II. Kolordu Seyitgazi
bölgesindedir. Ve Prens Andrea kumandasındadır. III. Kolordu Alpıköy bölgesinde
bulunmaktadır. Ordu karargahının Eskişehir’de bulunması buraya Yunanlılar’dan pek
çok önemli kumandanların hatta daha sonra değineceğimiz gibi, Kral Konstantin’in ve
Venizelos’un gelmesine neden olmuştur. Londra Konferansı’nda Yunan taarruzunu
planlayan Albay Sariyanis, General Kondilis, Prens Andrea burada uzun süre kalırlar
ve Eskişehir düşman çizmesi altında 21 Temmuz 1921’den 2 Eylül 1922’ye kadar çok
acı günler yaşar.
Eskişehir halkı Yunan Ordusu’nun kente girişini şöyle anlatır:
“Türk Ordusu, Eskişehir’i boşalttıktan sonra, Yunan elini kolunu sallayarak
girdi buraya. Aylardan temmuz, Eskişehir’de zerdali vaktiydi. Yunan ordusu dağınık,
perişandı. İlk günler aşağı mahalledeki çarşının dükkanlarını yağmaladılar. Kurşunlu
Camii’nin menzilhanesini erzak deposu, Aşhane’yi mutfak yaptılar. Semahane Yunan
askeriyle doldu. Kumandanlar Fransız mektebine, Doğaloğlu hanı ve diğer büyük
binalara yerleştiler. Odunpazarı’ndaki Turan Nümune Mektebi hastane oldu. İşgalden
iki gün önce Ankara yönüne göçmüş olan zenginlerin evlerine yerleştiler. Bütün
evlere beyaz bayrak asın dediler, astık. Gece dokuzdan sonra sokağa çıkmayın dediler,
çıkmadık. Bahçe duvarlarına delik açtık, sokağa çıkmadan birbirimize gidip geldik.”16
5.1.10.1. Sakarya Meydan Muharebesi
16
Suzan ALBEK, a.g.e., s. 183.
150
Eskişehir-Kütahya savaşları sonunda Türk Ordusu Sakarya’nın doğusuna
çekilmiştir. Yunan Ordusu yeniden saldırıya geçmek için hazırlıklar yapmaktadır. 23
Ağustos 1921’de düşman saldırısı başlar. Her iki ordu ağır kayıplar vermektedir. 31
Ağustos günü Yunan Ordusu en büyük kaybını verir.
Yunanlılar’ın Ankara’yı alma düşü çoktan yok olmuştur. Büyük Türk
Taarruzu sonucunda 13 Eylül 1921 günü Sakarya’nın doğusunda bir tek Yunan eri
kalmamıştır. Yunan Ordusu karmakarışık bir halde çekilmektedir.
22 gün 22 gece süren Sakarya Meydan Muharebesi böylece sona erdi. Fakat
Eskişehir yöresi daha bir yıl süreyle düşman çizmesi altında kalacaktır.
5.1.11. Mustafa Kemal Atatürk’ün Eskişehir’e Gelişi
Cumhuriyet döneminden önce, Lozan Konferansı müzakerelerinin ilk
bölümünün kesilmesinden sonra, Türkiye’ye dönmüş olan İsmet Paşa ve
beraberindeki heyetin, 18 Şubat 1923 tarihinde, İzmir’deki İktisat Kongresi’nin
açılışından dönen Mustafa Kemal Paşa ile Eskişehir’de buluşmuş olduğu kaynaklarda
vardır.
5.1.12. Cumhuriyetin İlk Yıllarında Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Durum
1914 yılından beri bağımsız mutasarrıflık olarak yönetilen Eskişehir 1925
yılında il olmuştur. Nüfus tarımsal ve endüstriyel gelişime paralel olarak artar.
1927’de 32.341, 1935’te 27.045, 1940’ta 60.742, 1945’te 80.096 olur. Bu tarihte
Eskişehir Türkiye’nin altıncı büyük ilidir. Artan nüfusla birlikte, konut artışı ve yeni
mahallelerin kuruluşu kaçınılmazdır. Kent merkezi sürekli olarak kuzeye doğru
genişler, doğuda Şeker mahallesi, Yeni mahalle bu dönemde kurulur. Öte yandan,
artık bir merkez olma durumundan çıkmış olan Odunpazarı ve Yukarı mahallenin üst
gelir gruplarından olanlar, Aşağı mahallede, Hamam caddesinin iki yanında, Porsuk
boyunca uzanan kavak ve sögüt ağaçlarının arkasında ikişer, üçer katlı, bahçeli kargir
evler yaptırırlar. Aynı şekilde Yediler dolar, lise binası ile Aşağı mahalle arasında
151
kalan eski mezarlıklar ve sebze bahçeleri kaldırılır. Aynı dönemde Köprübaşı’ndan
itibaren İstasyon caddesi seçkin bir yer olmuş, yine Porsuk’un kenarına ve karşı tarafa
bitişik fakat bağımsız evler kurulmuştur. Burada doktor ve dişçi muayenehaneleri
açılır. Kentin eğlence ve gezinti yerleri Yalamanın Ada ve Suboyudur. Porsuk’ta
kayıklarla gezilir. Çay bahçelerine yazlık sinemalara gidilir. 1936 yılında eskişehir bir
Venedik’tir.17
5.2. ESKİŞEHİR ERMENİLERİ
Eskişehir’de yaşayan Ermeniler’den bahseden ilk yazar daha önceki
bölümlerde de değindiğimiz üzere Paul Lucas’dır. Fransa Kralı’nın emriyle yapmış
olduğu seyahati esnasında 1705 yılında Eskişehir’e uğrayan Paul Lucas Eskişehir’den
2 kilometre uzaklıkta bir köye gittiğini belirtir ve burada bir tepenin eteğinde
Ermeniler’in oturduğunu anlatır.
Eskişehir’e XIX. yüzyılda gelen seyyah J. Macdonald Kinneir ise Şu anda
Eskişehir’in bir ilçesi konumunda olan Sivrihisar’da o dönemde 400’ü Hıristiyan
olmak üzere toplam 1500 insanın yaşadığını belirtmektedir.
Eskişehir ve civarına XIX. yüzyılın ikinci yarısında gelen G. Perrot ise
Sivrihisar’da yaşamakta olan Ermeniler’in varlığından bahsetmektedir. G. Perrot
Sivrihisar’da yaşayan Ermeni kadınların da Müslüman örtünme adetine uyduklarını,
hatta Ermeni kilisesinde kadın ve erkekler için, ortasından kafesle ayrılmış iki bölüm
olduğunu hayretle söyler. Evet bir Hıristiyan gezginin dahi hayretle karşıladığı bu
durum o dönemde Ermeniler’in ne kadar Türkler’le iç içe yaşadıklarını gözler önüne
sermektedir. Ayrıca bunu bir Hıristiyan gezginin belirtmesi Ermeni olaylarının ne
denli kışkırtmalarla ortaya çıktığını belli etmektedir.
Ayrıca G. Perrot Sivrihisar’da bir de Ermeni okulu bulunduğunu
söylemektedir. Bu da şunu göstermektedir. Ermeniler nüfusu 1500 olan bir yerde
sadece kendi milletlerine ait bir okul açabilmişlerdir ki böyle bir durum günümüz
demokratik Türkiye’sinde dahi bu denli kolay olamamaktadır.
17
Suzan ALBEK, a.g.e., s. 195, 198.
152
1882 yılında Eskişehir ve civarına gelen diğer gezginler Humann ve Puchstein,
ise ilk olarak gittikleri Eskişehir’in nüfusunu bir kısmı Ermeni olmak kaydıyla 10.000
olarak verir
Humann ve Puchstein Sivrihisar’a geldiklerinde ise buranın nüfusunu hane
olarak verirler ve 2.000 Türk evi ve Sivrihisar’ın kuzeybatısında ise 800 hanelik bir
Ermeni mahallesi olduğunu belirtler. Bu rakamlardan da anlaşıldığı üzere
Sivrihisar’da yaşayan Ermeniler XIX yüzyılın ikinci yarısına gelindiğinde sayıları
iyice artmış ve artık bir Ermeni mahallesi haline gelmişlerdir.
Eskişehir’de yaşayan Ermeniler’le ilgili ilk net bilgileri ise Düyun-ı
Umumiye’nin Vital Cuinet’e Osmanlı İmparatorluğu’nun gelir kaynaklarını öğrenmek
için hazırlattığı “La Turquie d’Asie” adlı kitapta rastlamaktayız.
Bu kitapta Vital Cuinet Eskişehir’in Hüdavendigar Vilayeti’nin Kütahya
sancağına bağlı bir kaza olup Seyitgazi tek nahiyesidir. Ve toplam 152 köyü vardır.
Kitapta kazanın nüfus dağılımı ise şu şekilde verilmiştir.
Müslümanlar
48.200
Ortodoks Rumlar
12.700
Gregoryen Ermeniler
6.074
Yahüdiler
100
Toplam
67074
Şehir merkezindeki nüfus dağılımı ise şu şekildedir.
Müslümanlar
17.131
Ortodoks Rumlar
1.147
Gregoryen Ermeniler
583
Katolik Ermeniler
132
Latinler
30
Toplam
19.023
Bu verilerden de anlaşıldığı üzere XX yüzyıl başlarına gelindiğinde bu net
nüfus bilgilerine göre Eskişehir ve köylerindeki Ermeni nüfusu toplam nüfusun %
153
10’una tekabül etmektedir. Ayrıca bu tarihte Vital Cuinet Eskişehir’de bir de Ermeni
Kilisesi’nin varlığından bahsetmektedir ki bu zaten Eskişehir’de Ermeni nüfusunun ne
denli bulunduğunu göstermektedir. 18
Şemsettin Sami ise Kamusu’l-A’lam adlı eserinde ise Eskişehir’in toplam
nüfusunu XIX yüzyıl sonunda 27.242 olarak verir ki bunun 600’ünün Hıristiyan
olduğunu belirtir. Ancak Hıristiyanları Ermeni olarak ayırmaz.
Şemsettin Sami yine aynı eserinde Sivrihisar’ın nüfusunun da 4.000’i Ermeni
olmak üzere toplam 34.902 olduğunu yazar.
Tüm bu veriler de gösteriyor ki Eskişehir ilinde XX. yüzyıl başlarına
gelindiğinde tren yolunun da yapılmasıyla nüfus iyice artmış ve buna paralel olarak da
Ermeni nüfusu da artmıştır.
5.3. ARŞİV VESİKALARINDA ESKİŞEHİR ERMENİLERİ
İlk vesikamız Sivrihisar’da bulunan Ermeniler’e ait kurulmuş olan şirketlerin
yöneticilerinin isimlerini verir listedir.
Sivrihisar Komandit Şirketi Hazine-i İktisadiyesinin Hey’eti İdaresini
Teşkil Eden Azanın Esamisi
Sivrihisar’ın Kethüda Mahallesinden Bekirbeyzade İbrahim Bey
Sivrihisar’ın Kıllıç Mahallesinden
Evliyazade Salim Efendi
Sivrihisar’ın Kıllıç Mahallesinden
Kasap Hacı İbrahim oğlu Mıstık
Ağa
Sivrihisar’ın Timurci Mahallesinden Hacı Bekir Efendi Mehmet Efendi
18
Sivrihisar’ın Iraklı Mahallesinden
Babüllü Süleyman Efendi
Sivrihisar’ın Hacı Ashap Mahallesinden
Gazi Hacı Ali Ağa
Sivrihisar’ın Şeyh Mahallesinden
Cafer Beşezade Efendi
Sivrihisar’ın Hacı Eskici Mahallesinden
Kozatoğlu H. Mustafa Ağa
Suzan ALBEK, a.g.e., s.201
154
Sivrihisar’ın Karabaşlı Mahallesinden
Abdullah Beşeoğlu Hasan Efendi.
Sivrihisar Osmanlı Ermeni Komandit Şirket-i İktisadiyesinin Hey’eti
İdaresinin Teşkil Eden Azanın Esamisi
Sivrihisar Beyli Mahallesinden
Mardir Rusyan Sübbuh Efendi
Sirihisar Akdoğan Mahallesinden
Helvaciyan Karabit Efendi
Sivrihisar Akdoğan Mahallesinden
Tosunyan Kakmış Efendi
Sivrihisar Ay Mahalesinden
Dava
Vekili
Kirkor
Efendi
Gedikyan
Sivrihisar Yeni Mahallesinden
Rakiban Servi Efendi.
Sivrihisar Müstakil Ermeni Şirketinin Hey’et-i İdaresini
Teşkil Eden Azanın Esamisi
Sivrihisar Yeni Mahallesinden
Karabit Efendi Cendirciyan
Sivrihisar Yeni Mahallesinden
Kirkor Poşeciyan
Sivrihisar Beyli Mahallesinden
Mardirus Birakiyan
Sivrihisar Beyli Mahallesinden
Hacı Kağmış Selsalyan
Sivrihisar Beyli Mahallesinden
Mesrup Gizeryan
Sivrihisar Orta Mahallesinden
Endon Endonyan
Sivrihisar Orta Mahallesinden
Şirin Buranyan
Sivrihisar Ermeni Emniyet Şirketinin Umum Şürekasının Esamisi
Sivrihisar Tahtalı Mahallesinden
Hacı Ohanis Madanyan
Sivrihisar Tahtalı Mahallesinden
Agop Madanyan
Sivrihisar Yeni Mahallesinden
Kirkor Cenderciyan
Sivrihisar Yeni Mahallesinden
Süruyi Cenderciyan
Sivrihisar Orta Mahallesinden
Şirin Buranyan
Sivrihisar Akdoğan Mahallesinden
Hacik Buduryan
155
İşbu şirketlerin hey’et-i idarelerini teşkil eden azaların merkez-i ictimaileri
şimdilik şirketlerin çarşu derununda bulunmakta olan ticarethaneleri olduğu tahşiye
kılınır.
27 Şubat 329 R.19
1329 yılına ait olan bu vesika Sivrihisar’da bulunan Ermeniler’in ticaret
alanında ne kadar ilerlediklerini ortaya koyar. Zaten daha önceki verilerde de
verdiğimiz gibi Sivrihisar’da Ermeni nüfusu Eskişehir’den fazla durumdadır.
Dolayısısyla burada bu tür Ermeni ticari faaliyetlerini olması doğal olmalıdır.
Diğer bir belge ise o zamanlar Ankara iline bağlı olan Mihalıççık kazası
merkezi olan Kuyucak kasabasına aittir. Belge Mihalıççık kazasının merkezi olan
Kuyucak kasabasında Kalaycı Yorgi namında birinden alınan arsa üzerine kurulan
kilise ve mektebe ruhsat alınmasına dairdir.
Belge Dahiliye Nezareti ile Eskişehir Mutasarrıflığı arasında 8 parçadan
ibarettir biz burada sadece ruhsat izni için yazılan belge ile verilen irade-i seniyyeyi
gözden geçireceğiz.
ANKARA VİLAYETİ
MEKTUBİ KALEMİ
Aded-i Umumi
: 9728
Aded-i Hususi : 1096
Dahiliye Nezareti Celilesine
Hulasa:
Mihalıççık’da kain Ermeni
Mektep ve Kilisesi Hk.
Tekiden
Devletlü Efendim Hazretleri,
19
BOA. DH. EUM. MTK nr. 75/21.
156
29. Kanun-i Evvel sene 328 tarih ve 8860/1008 numrulu tahriratla te’kiden
arzolunduğu üzere Mihalıççık kazası merkezinde mukim Ermeni ahaliye mahsus
mektep ve kilisenin ruhsat-i resmiyeye rabtı hakkındaki 9. Kanun-i Evvel sene 328
tarih ve 4994/598 numrulu arize muktezasının teşriine müsaade buyurulması müracaat
üzerine arz olunmak ol babda emir ve ferman hazret-i menlehü’l-emrindir.
28. Safer sene 1331 H. 24. Kanun-i Sani sene
328 R.
Ankara Valisi
Zati Mühür ve imza
BAB-I ALİ DAİRE-İ SADARET
Tahrirat Kalemi
İRADE-İ SENİYYE SURETİDİR
ANKARA Vilayeti dahilinde Mihalıççık Kazası Merkezi olan Kuyucak
sasabasında
Kalaycı Yorgi namında birinden iştira edilen 400 zira vüs’atinda mülk biri arsa
üzerine Ermeni cemaatine mahsus olmak üzere evvelce inşa edilmiş olan yirmi dört
zira tulünde ve onbir zira arzında ve sükfi dahil olmayarak yedi zira irtifaında bir
kilisenin ve Maarif-i Umumiye Nizamnamesi’nin 129. Maddesi ahkamına riayet
edilmek üzere kezalik evvelce cemaat-i mezküre etfaline mahsus yapılan 10 zira
tulünde ve altı zira arzında ve sükfi hariç olarak dokuz zira irtifaindeki mektebin
tastik-i mevcudiyetleri, Şuray-ı Devlet karariyle tensip edilmiştir.
İşbu irade-i seniyenin icrasına Dahiliye ve Adliye ve Mezahip ve Maliye ve
Maarif nezaretleri me’murdur.
157
29. Rabiülahir 331. H. 25 Mart 329
Mehmet Reşat
Maarif Nazırı
Maliye Nazırı
Adliye ve Mezahip Nazırı
Ahmet Şükrü
Rıfat
İbrahim
Dahiliye Nazırı
Sadrazam
Adil
Mahmut Şevket
Aslına Mutabıktır.
Adliye Tahrirat Dairesi Müdüriyeti
Resmi mühür ve İmza20
Ankara vilayetine bağlı olan Mihalıççık kazasının merkez Kuyucak
kasabasında Kalaycı Yorgi’den alınan arsa üzerine inşa edilen Kilise ve mektep
gösteriyor ki burada kilise ve mektep yapımına ihtiyaç duyulacak kadar insan
varlığına delalet etmektedir.
Diğer bir önemli nokta da daha önce değindiğimiz gibi bir kasabada dahi
mekteb kurulabilmesidir.
Başka bir belge ise Eskişehir’de Agopyan Efendi’nin evinin Daru’l-Muallimin
olması hususunda Maarif Nezareti’nden gelen tezkirenin Maliye Nezareti’ne
gönderildiğine dairdir.
DAHİLİYE NEZARETİ
Umur-ı Mahalliye-i Vilayat Müdiriyeti
Evrak Numrusu
: 133
Kalem Numrusu
: 35
Tesvid Tarihi : 19.10.331
20
BOA.DH.İD. nr. 162-1/53.
158
Eskişehir’de Agopyan Efendi’nin mutasarrıf olduğu hanenin Darü’l-Muallimin
ittihaz olunmak üzere İdare-i Hususiye namına muamele-i ferağiyesinin icrası
hakkında Eskişehir mutasarrıflığından alınan tahrirat mazrufen Nezaret-i Celilelerine
tisyar kılınmıştı.
Muamele-i mezkürenin tesri-i ifası lüzumuna dair Maarif Nezaret-i
Celilesinden varit olan tezkire dahi leffen savb-i devletlerine irsal kılınmış olmağla
iktizasının sürat-i ifası mütevakkıf himem-i aliyye-i nezaretpenahileridir.
Bu babda...21
Bu belgede ise Agopyan Efendi’ye ait olan evin öğretmen evi yapılmak üzere
Hususi İdare’ye feragatı belirtilmektedir. İlginç olan ise evin bir Ermeni’ye ait
olmasına rağmen öğretmen evi yapılmasında kullanılmasına müsaade edilmesidir.
5.3.1. Eskişehir’de Tehcir
Konuyla ilgili ilk belge Ermeniler’le birlikte Rumlar’ın da sevk edildiğine dair
haberin tahkik ve durumun bildirilmesi yolunda Dahiliye Nezareti’nden Eskişehir
mutasarrıflığına şifre telgrafdır.
Dahiliye Nezareti
Emniyet-i Umumiyye Müdüriyyeti
Kalem-i Hususi
Şifre
Eskişehir Mutasarrıflığına
İhrac olunan Ermeniler meyanında Rumların da sevkedildiği ve Ermeni
ailelerinden istasyonda toplattırılarak sefil bir halde sevk olundukları istihbar edildi.
Keyfiyyetin tahkik ve işarı.
Fi 27 Temmuz sene 1331
Nazır22
21
22
BOA. DH.UMVM. nr 111/24.
BOA.DH.ŞFR.nr.54-A/328.
159
İşbu belgede beyan edildiği üzere Ermeniler’le birlikte başka milletlerin de
tehcir edildiğine dair daha öncede değindiğimiz üzere bazı şaibeler vardır. Ancak bu
belge şunu belirtmektedir ki Osmanlı Devleti bu tür olaylara meydan vermemekte
sadece suçu görülen Ermeniler tehcir edilmektedir.
Ayrıca şu noktada önemlidir. Osmanlı Devleti bu belge ile sevk sırasında
Ermeni halkının sefil duruma düşürülmemesine dikkat ettiğini ve bunu tüm
vilayetlerden istediğini göstermektedir.
Vereceğimiz bu ikinci belge gerçekten dikkate şayandır. Bu belgede yerleri
değiştirilen Ermeniler’in menkul mallarının ucuz fiyatla satılmış olduğu iddia
olunduğundan, bu malların satışına dair anlaşmaların feshedildiğine dair Dahiliye
Nezareti’ndan çeşitli vilayet ve mutasarrıflıklara şifre telgrafdır.
Bab-ı Ali
Dahiliye Nezareti
İskan-ı Aşayir ve Muhacirin Müdüriyyeti
Umum 452
Şifre
Erzurum, Adana, Ankara, Aydın, Bitlis, Haleb, Hüdavendigar, Diyarbekir,
Suriye, Sivas, Trabzon, Mamuratü’l-Aziz, Musul vilayetleriyle, Urfa, İzmit, Canik,
Zor, Karesi, Kayseri, Karahisar-ı Sahi, Mar’aş, Eskişehir, Niğde mutasarrıflıklarına,
Adana, Haleb, Maraş, Diyarbekir, Sivas, Trabzon, Mamuratü’l-Aziz, Erzurum ve
İzmit emval-i metruke komisyonu riyasetlerine
Nakledilen Ermeniler’in emval-i menkulelerinin pek ucuz elden çıkarıldığı ve
şuradan buradan toplanan erbab-ı ihtikarın seyyi’e-i inhisarı olarak, yok behasına
satılarak ashabının külliyen mütezarrır olduğu istihbar olunuyor.
Tahliye edilecek menatıka yabancı şübheli ve mahiyeti mechul hiçbir kimsenin
duhul ve seyrine müsaade edilmemesi, gelmişler varsa derhal ihracı.
Bunlardan ucuz mal almışlar varsa fesh-i bey’ gibi tedabirlere müracaatla
kıymet-i asliyelerine ircaına gayret olunarak suret-i katiyyede menafii gayr-i
meşru’aya meydan verilmemesi.
Bunların istedikleri eşyayı götürebilmelerine müsaade edilmesi.
160
Götürmeyecekleri eşyadan durmakla bozulan eşya ile hava’yic-i zaruriyyeden
olanların bi’l-müzayede bey’i.
Nakledilmemiş olan eşyadan durmakla bozulmayacakların ashabı namına
muhafazası.
Emvali gayr-i menkule icar ve rehin vefaen ferağ ve haciz gibi sahibi aslisinin
alaki mülkiyet ve tasarrufunu izale etmeyecek ukudatın meni ve bidayeti hicretden
şimdiye kadar icra edilen ukudatın mefsuh addi.
Mukavelat ve ukudat-ı muvazaa karineye meydan verilmemesi.
Bey ve ferağ gibi muamelat-ı beyiyye-i kat’iyyeye masaade edilmesi ve
ahbabının arazi ve emlak iştirasının men’i iktiza eder.
Fi 29 Temmuz sene 1331
Nazır
Talat23
Yukarıda da değindiğim üzere bu belge Osmanlı Devleti’nin Ermeniler’i sevk
etse dahi onların haklarını nasıl koruduğunu gerçekten güzel bir şekilde ortaya
koymaktadır.
Şimdiki vereceğimiz belge ise Ermeni mebus ve ailelerinin ihraç
edilmemelerine dair Dahiliye Nezareti’nden çeşitli vilayet ve mutasarrıflıklara şifre
telgrafdır
Bab- Ali
Dahiliye Nezareti
Emniyyet-i Umumiyye Müdüriyyeti
Hususi : 5029
Şifre
Erzurum, Adana, Ankara, Bitlis, Haleb, Hüdavendigar, Diyarbekir, Sivas,
Trabzon, Konya, Mamuretu’l-Aziz, Van vilayetleriyle, Urfa, İzmit, Canik, Karesi,
Karahisar-ı Sahib, Kayseri, Maraş, Niğde, Eskişehir mutasarrıflıklarına
Ermeni Mebus ve ailelerinin ihrac edilmemeleri.
23
BOA.DH.ŞFR. nr. 54/381.
161
Fi 2 Ağustos 1331
Nazır24
İş bu belgede gösteriyor ki Osmanlı Devleti Ermeni halkın saygın kişilerine
değer vermekte ve onları sevkden korumakta idi.
Şimdi vereceğimiz bu belge ise Tehcir Kanunu’nun çıkmasıyla Eskişehir
civarında bulunan Ermeniler’in sevk edildiğine dair Eskişehir Mutasarrıflığı’ndan
Dahiliye Nezareti’ne şifre telgrafdır.
Bab-ı Ali
Dahiliye Nezareti
Şifre Kalemi
Mahrece
Eskişehir
Civarda bulunan Ermeniler kamilen sevk olunduğu maruzdur.
Fi 4 Eylül sene 331
Mutasarrıf
Refet25
Evet daha önceki bölümlerde de değindiğimiz üzere tüm yurtta yapılan tehcir
faaliyetleri Eskişehir’de de gerçekleştirilmiş ve Ermeniler’in naklinden sonra
Dersaadet’e sevk işleminin tamamlandığı bildirilmiştir.
Bundan bir gün sonra yollanan diğer bir belge ise hem 9 Ağustos tarihinde
yollanan belgeye cevap niteliğinde hem de bir önceki şifreyi teyit mahiyetindedir.
Bab-ı Ali
Dahiliye Nezareti
Şifre kalemi
Mahreci
Eskişehir
C. 3 Eylül sene 331. İstasyon civarındaki Ermeniler kamilen sevk olunmuştur.
Yollarda Ermeni yokdur. Liva dahilindeki Ermeniler’den ihracı icab edenler yedi bin
raddesinde olup kaffesinin sevk edilmiş olduğu arz olunur.
24
25
BOA.DH.ŞFR. nr.55/19.
BOA.DH.EUM. nr 68/15.
162
Fi 5 Eylül sene 331
Eskişehir Mutasarrıfı
Refet26
Daha önce vermiş olduğumuz belgede sorulan istasyon civarındaki
Ermeniler’in durumu bu belge ile cevaplandırılmıştır.
Diğer bir belge ise Ermeniler’in gitmelerine müsaade olunması, gidenlerin
isimleriyle kimler nezdine ve nereye gittiklerinin bildirilmesi ve bir defter tanzim
olunarak gönderilmesi hakkında Dahiliye Nezareti’nden Eskişehir mutasarrıflığına
şifre telgrafdır.
Babı-ı Ali
Dahiliye Nezareti
Emniyyet-i Umumiyye Müdüriyyeti
Umumi
: 54388
Hususi : 50
Şube
:2
Şifre
Eskişehir Mutasarrıflığı’na
C.17 Teşrin-i Evvel sene 332. Beyan olunan Ermeniler’in gidecekleri mahaller
hatt güzergahı olmamak şartıyla azimetlerine müsaade olunması ve gidenlerin
esamisiyle kimler nezdine ve nereye azimet etdiklerinin işar ve bir defter tanzim
olunarak irsali muktezidir.
Nazır Vekili
Halil27
Bu belge ise sevk olunan Ermeniler’in ne kadar düzenli bir şekilde ve hepsinin
kaydının tutulduğunu göstermektedir.
26
27
BOA.DH.EUM. nr. 68/72.
BOA.DH.ŞFR. nr. 69/196.
163
Vereceğimiz bu belge ise sevkiyata tabi Ermeniler’den yardıma muhtaç
olanlara kendi memleketlerine kadar yol masrafı verileceğine dair Dahiliye
Nezareti’nden Konya Vilayeti’yle Eskişehir ve İzmit mutasarrıflıklarına şifre
telgraftır.
Bab-ı Ali
Dahiliye Nezareti
Aşayir ve Muhacirin Müdüriyyet-i Umumiyyesi
Muhasebe Şubesi
Hususi : 34411
Şifre
Konya Vilayeti’yle Eskişehir, İzmit Mutasarrıflıklarına
Sevkiyata tabi tutulmuş olan Ermeniler’den muhtac-ı muavenet bulunanlarına
kendi memleketlerine kadar yol masrafı ve mesarif-i zaruriyye verildikden sonra
memleketlerinden gayri bir yere azimetde serbestdirler. Şu halde memleketinden gayri
mahalle gitmek arzusunda bulunanlara gidecekleri mahalle göre değil ancak kendi
memleketlerine azimetleri nazar-ı dikkate alınarak harc-ı rah ve mesarif-i zaruriyye
verilebilir.
Fi 16 Kanun-ı Sani sene 335
Dahiliye Nazır Vekili
Ahmet İzzet28
Burada şunu belirtmek gerekir ki devlet, sevkiyata tabi tuttuğu insanları maddi
açıdan sersefil bir vaziyette bırakmamıştır. Onların gidecekleri memleketlerine kadar
masraflarını nakit olarak kabullenmiştir. Onların geri dönüşlerini dahi tam olarak
yerine getirmiştir.
Bu belge ise sevkiyata tabi tutulan Ermeniler’in geri dönüşlerinde onlara ait
olan malların sahiplerine iadesinin geciktirilmemesine dair Dahiliye Nezareti’nden
Eskişehir mutasarrıflığına şifre telgraftır.
Bab-ı Ali
Dahiliye Nezareti
28
BOADH.ŞFR. nr. 95/137.
164
Aşayir ve Muhacirin Müdüriyyet-i Umumiyyesi
İskan Şubesi
Hususi : 34627
Şifre
Eskişehir Mutasarrıflığı’na
Avdet eden Ermeni ve Rum ahaliye aid emvalin iadesinde teahhurat vukua
getirilerek ahali-i merkumenin tevali-i sefaletlerine meydan bırakıldığı ve bu
cümleden olmak üzere Bey, Virancık ve Alanca karyeleri Ermeni ahalisi Eskişehir’e
geldikleri halde henüz köylerine sevk ve iskanları icra kılınmadığı ve muhacirinden
kısmen tahliye olunabilen hanelerde gayr-ı kabil-i tamir tahribat vücuda getirilmekte
olduğu ve Artaki çiftliğindeki Ermeniler’in de henüz mallarına sahib olmayarak
içündeki muhacir tarafından serd edilen itirazat-ı vahiyyeye ibtina-i muamele ile bu
suretle bunların da henüz açıkda ve hal-i intizarda kalmalarına sebebiyet verildiği ve
misafirhanede bulundurulan Ermeni muhacirlerinin ekmeklerini tahsis ve ahzda
birçok müşkilata maruz kaldıkları istihbar olunuyor. Eşhas-ı menkuleye aid emvalin
derhal iadesi tebligat-ı mükerrere iktizasından olmağla bu babda vukua getirilecek
teahhuratın müsebbiblerince mucib-i mes’uliyyet olacağı ve mübadele, Yunanistan’a
firar eden eşhasın emvaliyle kabil-i icra olduğundan Artaki çiftliğine fuzuli iddiada
bulunan muhacirin iddiası mesmu olamayıp her halde burasının da avdet eden
çiftçilere iadesi lazım geldiği ve ekmeklerinin ayrı ayrı tahakkuk ve ita etdirilmekten
ise muhacirin idarelerince her gün içün lüzumu olan ekmeğin bedeli mukabilinde
alınarak misafirhanedeki ahaliye tevzii selamet-i muamele itibariyle daha muvafık
olacağı beyan olunur.
Fi 25 Kanun-ı Sani sene 335
Nazır Vekili
Ahmed İzzet29
Diğer bir belge ise Eskişehir’de tüccarlık yapan Zara Agopyan’ın
mağazasından ittihatçılar tarafından alınan ve parası ödenmeyen malların iadesine
dairdir. Her ne kadar bu belge tehcir ile doğrudan alakalı olmasa da tehcir sonrasında
Ermeniler’in başlarına gelen bazı hadiselerden birer örnek teşkil edebilir.
29
BOA. DH.ŞFR. nr. 95/226.
165
Eskişehir Tüccarından Zara Agobyan Efendi’nin mağazasında bulunan iki
yüzü mütecaviz sandık lületaşı, bin lira mukabilinde İttihat Terakki Cemiyeti İdare
Azasından İşçibaşızade Hacı Hakkı Efendi’ye verilmiş ve para mal sandığında
emaneten duruyor. Malı aynen iade etsün, parasını sandıktan alsun.
Yüzyirmi parça halı, isimleri malum muhtelif zevata gayet ehven fiatla
verilmiş el-yevm mezkur halılar, alanlar nezdinde mevcuttur. Para maliyede duruyor,
malımızı versünler, paralarını verdükleri yerden alsunlar.
Porselen kristal takımları, ittihat azasından Dava Vekili Takiyyüddin Efendi
bila bedel almış, mal nezdindedir. İade ettirilmesi.
Salon yatak takımları ve yirmibir sandık aile eşyası İttihat Murahhası mes’uli
Trabzon çetecilerinden Firari Naili Bey bila bedel almış ve bir kısmını İttihat azalarına
hediye etmiş ve bir kısmı kendi nezdinde kalmış kendisi firarda ve gıyaben
mahkumdur.
Dahiliye Nezareti Kalem-i Mahsus Müdiriyeti
Eskişehir Mutasarrıflığına
Tahrirat
Eskişehir Tüccarından Zara Agopyan Efendi’nin mağazasından ikiyüz sandığı
mütecaviz lületaşının bin lira mukabilinde İttihatçılardan Aşçıbaşızade Hacı Hakkı
Efendi’ye ve yüz yirmi parça halının ehven fiatla muhtelif zevata verilerek
bedellerinin emaneten mal sandığında bulunduğu ve İttihatçılardan Dava Vekili
Takiyyüddin Efendi’nin bilabedel aldığı porselen kristal takımların elyevm mumaileyhin nezdinde bulunduğu ve firari Nail Bey de yirmi bir sandık aile eşyasiyle salon
ve yatak takımlarını alarak bir kısmını İttihatçılara ihda ve bir kısmını da nezdinde
ibka ettiği haber verilmiş ve emval ve eşyanın iadesiyle verdikleri parayı istihsal
etmeleri talep edilmiş, serian tahkikat ifasıyla emval-i mezkurenin bulunarak
sahiplerine itası ve Nail Bey’in aldığı şeyleri kimlere verdiğinin ve nezdinde
kalanlarının meydana çıkarılması ve netice-i tahkikattan malumat verilmesi tavsiye
olunur.
166
Tebziyen 30
Olbabda...
Diğer bir belge ise Dersaadet’te 23-24 Mart 1920 yılında Verçin Lor
Gazetesi’nde yayınlanan Eskişehir Hıristiyanlarının tehcir edildiğine dair yazısı
üzerine Eskişehir mutasarrıflığınca tahkikat yapılarak durumun bildirilmesi talebidir.
Bab-ı Ali
Dahiliye Nezareti
Emniyet-i Umumiye Müdüriyeti
Şube
: Asayiş
Umum
: 90
Eskişehir Mutasarrıflığı’na
Verçin Lor Gazetesi’nin neşriyatı hakkında tahkikat icrasına dair.
Saadetlü Efendim Hazretleri,
Dersaadet’te münteşir Ermenice “Vercin Lor Gazetesi”nin 23-24 Mart 336
tarihli nüshalarında münderiç “Eskişehir Hıristiyanları Tehcir Ediliyor” serlevhalı
fıkraların suret-i tercemeleri leffen irsal kılınmış olmağla calib-i dikkat olan
münderecatına nazaran tahkikat-i lazime icra ve hakikat halin muvazzahan ibnası
babında irade Efendim hazretlerinindir.
6. Recep 338 H. 28 Mart 336
Bab-ı Ali
Dahiliye Nezareti Emniyet-i Umumiye Müdüriyeti
Verçin Lor Gazetesi’nin 23 Mart 1920 tarihli nüshasından; “Eskişehir
Hıristiyanları Tehcir Ediliyorlar”
Dün patrikhaneye vürut eden haberlere nazaran:
Eskişehir Ermeni ve Rum sekenesi, ikametgahlarından kaldırılarak semt-i
meçhule sevk ve tehcir edilmektedir. Ve santa muhaberenin adem-i kifayesine mebni
bu hususta mufassal malumata düsturi olarak demiryolu üzerindeki mühim mevakide
30
BOA.DH.KMS.nr49-2/24.
167
bulunan hamisiz ahaliyi muhtelif makasıd-ı mahsusaya binaen bu suretle tebid etmek
eski projenin tatbiki demektir.
Patrikhane Kapı Kethüdası dahi Ermeni Patrikhanesi’ne gelerek Kapı
Kethüdası Hamamcıyan ile müzakerette bulunmuşlardır.
Aynı gazetenin 24 Mart 1920 tarihli nüshasından;
Dün patrikhaneye vürut eden yanlış bir haberi neşretmiştik. Fi’l-hakika bu
haberin teeyyüd etmediği memnuniyetle kaydediyor isek de o havalideki Ermeniler’in
vaziyeti pek de ümit bahş değildir. Katl-i am ve gasb-i garat vükuundan düçar havf
olan Ermeniler ikametgahlarından dışarı çıkamıyorlar.
Bir haftadan beri, dükkanlar mesduttur. Zira çetelerle köylüler, şehir etrafında
keşt etmişlerdir. Dün sabah son trenle şehrimize gelen yolcuların beyanına nazaran
şehir, mülteciler tarafından zabtedilmezden evvel tren çeyrek saatte bir hareket ile
Hıristiyanları nakletmiştir. Bu suretle şehr-i mezkurden elli Ermeni ailesi müfareket
etmiştir.
El-yevm şehirde 350 haneden ibaret bulunan Ermeni sekenesi de tamamiyle
haline terk olunmuştur. Son asker treninin hareketinden sonra Eskişehir İstasyon
Memurları dahi hareket ve dün sabah İstanbul’a muvasalat etmişlerdir. O zamandan
beri Eskişehir vaziyeti hakkında hiçbir malumat alınamamıştır.
Aslına Mutabıktır
İmza31
Evet bu talep gösteriyor ki Devlet-i Ali tehcir meselesinden doğabilecek
herhangi bir kötü malumat hakkında çekinmekte ve hemen olayın üzerine gitmektedir.
Aslında burada dikkat edilmesi gereken husus şudur ki Osmanlı Devleti Ermeniler’i
sevk ederken hiçbir zaman onları zararına bir iş yapmamaya ve hatta her hususa
dikkat ederek doğabilecek hataları hemen telafi etmeye çalışmaktadır.
31
BOA. DH.EUM.AYŞ. nr. 36/28.
168
SONUÇ
Bu çalışmanın amacı sadece, Ermeni sorununun bugünkü görünüşü ile
manasını ve arkasındaki kuvvetleri araştırma değil, sorunun tarihi seyrini, pekiyi
bilinmeyen taraflarını objektif bir şekilde tespit etmektir. Bu sebeple çeşitli ancak
elimizin altında bulunan kaynaklara müracaat suretiyle yaptığımız araştırma burada
bitmektedir..
Bu çalışmayı Ermeni sorunun tarihi seyrini takip ederken ortaya çıkan ve
hissiyata yer vermeksizin doğru olduğunu zannettğimiz bazı müşahadelerle
tamamlayacağız.
19. asrın siyasi tarihine göz atarsak, Avrupa devletlerinin hiçbirinin tarafsız bir
politika takip etmediğini bilakis her hareketlerini kendi ülkelerini genişletmek ve
güçlendirmek amacıyla yaptıkları ortadadır.
Bunu yapmanın tek yolu da diğer
devletler aleyhine hareket etmekle mümkündür. .
Avrupa’da belirli bir muvazene teessüs etmiş olduğundan bu ana politikanın
özellikle Asya ve Afrika’da yürütüldüğü de keza görülüyor.
Fransa İhtilali’nden itibaren Osmanlı İmparatorluğu zirveden aşağıya inmeğe
başlar. Buna karşılık Rusya ve Almanya aynı hızla tepeye doğru tırmanmaktadır. Bu
ikisi karşısında İngiltere ve Fransa muvazeneyi oluşturmağa çalışmaktadır. Avrupa’da
söz hakkını kaybeden ve toprakları içinde çeşitli milletleri toplamış olup da bunların
muhafazası gittikçe zorlaşan Osmanlı İmparatorluğu, Avrupa’daki muvazenenin
bozulmaması için Avrupa devletlerinin dikkatini üzerinde toplamıştır.
Avrupa devletleri evvela kendi hesaplarına alabildiklerini kopardıktan sonra
geri kalan kısımları herhangi birisinin ilhakına diğerlerinin müsaade etmeyeceği
anlaşılınca, bu defa Osmanlı topraklarında himaye altında veya kendilerine minnettar
kalacak bağımsız devletler kurmak ve bu istikamette milliyet ceryanlarını körüklemek
yoluna girmişlerdir.
Balkan devletlerinin ortaya çıkış hikayesi aslında budur.
169
Avrupa devletlerinin kendi bünyeleri içindeki ayrı milletleri bağımsızlığa
kavuşturmak gibi bir düşünceyi hiç de akıldan geçirmeyişleri, bu politikanın bariz bir
misalidir. Bir Polonya’nın, bir Çekoslovakya’nın, ortaya çıkabilmesi için bu büyük
devletlerin mağlup olmaları gerekecektir.
Sonuç itibariyle araştırmamız Avrupa devletlerinin milliyetçilik politikasıyla
bağımsız devletler kurmaya çalıştığı bu dönemde Ermeni halkının ihanetlerini ve
özellikle de tehcir öncesi ve sonrası nüfus verilerini ihtiva etmektedir. Nitekim bu
araştırmada, 1914 öncesi var olanlar ile Birinci Dünya Savaşı sonrasında mevcut
Ermenilerin sayılarının karşılaştırılması sonocunda, bir buçuk milyon Ermeni’nin
öldürüldüğü iddialarının tutarsızlığı ortaya çıkmıştır.
Şurası unutulmamalıdır ki 1915’te Osmanlı Devleti, bilhassa Doğu ve İç
Anadolu’da yaşayan Ermenileri, bazı istisnalar hariç, yine kendi topraklarından olan
Suriye ve Kuzey Irak bölgesine sürmüştür. Bu sürgünde hastalıktan ve göçün
elverişsiz şartlarından bir miktar Ermeni kaybı olmuştur. Ancak bu kayıp, hiçbir
zaman bir buçuk milyon Ermeni’nin ölümüyle neticelenmediği gibi yüzbinlere de
varmamıştır. Zira Anadolu’nun tümünde ancak bu kadar Ermeni yaşamaktadır.
Sürgün edilenlerin sayısı ise yaklaşık beşyüzbindir. Ayrıca bu sürgün edilenlerin
büyük çoğunlğu 1918’den itibaren eski yerlerine geri dönmüştür.
Araştırmamımızın Eskişehir Ermenileri bölümünde vermiş olduğumuz arşiv
vesikalarından da anlaşılacağı üzere iç içe ve kardeşçe yaşamakta iken 15 – 20 yıl
içerisinde böyle bir ihanet içerisine giren Ermenilere uygulanan tehcir kararı kendi
halinde yaşayan bir millete yapılmış bir uygulama olarak ele alınmamalıdır. Ayrıca
araştırmamızdaki vesikalarda ortaya koymuştur ki Osmanlı Devleti tehcir uyguluması
esnasında her türlü detayı göz önünde bulundurarak önlemleri almıştır. Ancak bütün
bunlara rağmen yiyecek yetersizliği ve bulaşıcı hastalıklar nedeni ile bazı
olumsuzlukların yaşanması kaçınılmaz olmuştur.
Osmanlı İmparatorluğu’nun hakimiyeti altındaki ülkelere insan dışı muamele
yaptığı iddiası da her türlü samimiyetten uzaktır. Eski misallere gitmeden, Balkan
Harbi’nden, İstiklal Harbi’nden sonra, milletlerarası komisyon veya teşekküllerin
yaptıkları ve neşrettikleri tahkikat raporları, asıl gaddarlığın, dünyaya kendini masum
tanıtan topluluklar tarafından ifa edildiğini ortaya koymuştur.
170
Bu durumu Avrupa hükümetleri de şüphesiz biliyordur. Ancak politikaları
bunu bilmezlikten gelmelerini gerektirmektedir.
Ermeni sorunu da işte tamamen böyle bir politika neticesi çıkarılmış ve
yürütülmüş bir davadır.
171
KAYNAKÇA
Akçam, T. (1995); Türk Ulusal Kimliği ve Ermeni Sorunu. İstanbul:
İletişim Yayınları
Akçora, E. (1994); Van ve Çevresinde Ermeni İsyanları, İstanbul:Türk
Dünyası Araştırma Vakfı
Anadol, C. (2001);
Tarihin Işığında Ermeni Dosyası. İstanbul: IQ
Kültür Sanat Yayıncılık
Atatürk Üniversitesi. (1984) Tarih Boyunca Türkler’in Ermeni
Toplumu ile İlişkileri Sempozyumu. Erzurum: Atatürk Üniversitesi Yayını
Avrasya Dosyası, (1995); Özel Ermenistan Sayısı, C.2, Sayı 4, Ankara.
Aytekin, H. (2000); Kıbrıs’ta Monarga Ermeni Lejyoner Kampı,
Ankara
Babacan, H. (2001); “I. Dünya Savaşı Sırasında Ermeni Sorunu Tehcir
Meselesi ve Talat Bey”, Yayına Hazırlayan: Erhan AFYONCU, İstanbul: Tatav
Yayınları
Başar, Z. (1974); Ermenilerden Gördüklerimiz. Ankara: Ankara
Üniversitesi Yayınları
Bayar, C. (1965); Ben de Yazdım. İstanbul Baha Matbaası, Cilt 3,
Birant, M. A. (1982); Ermeni Terörü, İstanbul.
BOA. DH. EUM. nr 68/15
BOA. DH. EUM. nr. 68/72
BOA. DH. EUM. AYŞ. nr. 36/28
BOA. DH. EUM. MTK nr. 75/21
BOA. DH. İD. nr. 162-1/53
BOA. DH. ŞFR.nr.54-A/328
BOA. DH. ŞFR. nr. 54/381
BOA. DH. ŞFR. nr. 69/196
BOA DH. ŞFR. nr. 95/137
BOA. DH. ŞFR. nr. 95/226
172
BOA. DH. UMVM. nr 111/24
Paşa, C. (1977); Hatıralar. İstanbul: Çağdaş Yayınları
Çakıllıkoyak, H. (2005): Diospora’da Ermeni Kimliği. İstanbul:
Yeditepe Yayınevi
Çark, Y.G. Türk Devleti Hizmetinde Ermeniler. İstanbul Yeni Matbaa
Çelik, K. (1999); Milli Mücadelede Adana ve Havalisi (1918-1922).
Ankara:
Dadrian, V. N. (1995); Ulusal ve Uluslararası Hukuk Sorunu Olarak
Jenosid, Çeviren: Yavuz ALOGAN. İstanbul: Belge Yayınları
Ercan, Y. (2002): Osmanlı İmparatorluğunda Bazı Sorunlar ve
Günümüze Yansımaları. Ankara: MEB Yayınları
Erim, N. (1953);
Devletlerarası Hukuk ve Siyasi Tarih Metinleri.
Ankara: TTK Basımevi
Ermetin, S. K. (2001); Ermeni Sorununun Ermeniler Tarafından
Dikkatle Saklanan Yüzü: Ermeni Soykırımı. İstanbul: Töre Yayınları
Ertan, T. F. (2001): Ayastefanos’tan Lozan’a Siyasal Antlaşmalarda
Ermeni Sorunu. Ankara: Yeni Türkiye, Ermeni Özel Sayısı
Genelkurmay Başkanlığı, Türk İstiklal Harbi, Doğu Cephesi, 19181921, 3. Cilt, Ankara
Göyünç, N. (1983); Osmanlı İdaresinde Ermeniler. İstanbul: Bogos
Matbaası
Güriz, İ. (1975): Türkiye’de Nüfus Politikası ve Hukuk Düzeni.
AnkaraL Türkiye Kalkınma Vakfı Yayınları
Gürün, K. (1983); Ermeni Dosyası. Ankara: TTK Basımevi
Halaçoğlu, Y. (2005) Ermeni Tehciri, İstanbul; Babıali Kültür
Yayıncılığı
Halaçoğlu, Y. (2004): Ermeniler; Sürgün ve Göç. Ankara: TTK
Basımevi
Harp
Akademileri
Komutanlığı
Azerbaycan’ın Dünü-Bugünü Yarını. İstanbul.
Yayını.
(1995)
Kafkasya
ve
173
Hocaoğlu, M. (1976):Arşiv Vesikalarıyla Tarihte Ermeniler ve Ermeni
Mezalimi. İstanbul: Er-Tu Matb.
Kanar, M
(2001); Ermeni Komitelerinin Emelleri ve İhtilal
Hareketleri. İstanbul: Der Yayınları
Karabıyık, O. (1984); Türk-Ermeni Münasebetlerinin Dünü Bugünü.
İstanbul: İhlas Matbaası
Karacakaya, R. (2005): Ermeni Meselesi. İstanbul: Gökkubbe
Yayınları,
Karal, E. Z. (1976): Osmanlı Tarihi C. VIII. Ankara: TTK Basımevi
Koçaş, S. (1967); Tarih Boyunca Ermeniler ve Türk-Ermeni İlişkileri.
Ankara: Altınok Matbaası
Kodaman, B. (2001); “Üç Ermeni Şarkısı ve Ermenilerin Türklere
Bakışı”.
Ermeni Meselesi Üzerine Çalışmalar, Yayına Hazırlayan: Erhan
AFYONCU, Tatav Yayınları,
Küçük, C. (1984); Osmanlı Diplomasisinde Ermeni Meselesinin Ortaya
Çıkışı, İstanbul: İ.Ü. Edebiyat Fakültesi Yayınları
Öke, M. K. (1991): Ermeni Sorunu 1914-1923. Ankara: TTK Basımevi
Sakarya, İ. (1984); Belgelerle Ermeni Sorunu, Ankara, Gnkur
Basımevi,
Süslü, A. (1987):Ruslara Göre Ermenilerin Türklere Yaptıkları
Mezalim. Ankara: Yüzüncü Yıl Üniversitesi Rektörlüğü
Süslü, A. (1990); Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı. Ankara: Yüzüncü
Yıl Üniversitesi Rektörlüğü
Süslü, A. (1995): Türk Tarihinde Ermeniler. Kars: Kafkas Üniversitesi
Rektörlüğü
Atatürk Üniversitesi. (1984):Tarih Boyunca Türklerin Ermeni Toplumu
ile İlişkileri Sempozyumu. Erzurum: Atatürk Üniversitesi Yayını
Ternon, Y. (1993) Ermeni Tabusu. Çeviren: Emirhan OĞUZ. İstanbul:
Belge Yayınları
Turan, O. (1984); Selçuklular Zamanında Türkiye Tarihi, İstanbul:
Boğaziçi Yayınları
174
Turan, O. (1993); Selçuklular Tarihi ve Türk-İslam Medeniyeti.
İstanbul: Boğaziçi Yayınları
Türközü, H. K. (1983); Osmanlı ve Sovyet Belgeleriyle Ermeni
Mezalimi, Ankara Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü. Ankara: Ayyıldız Matbaası
Uras, E. (1987); Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi, 2. Baskı,
İstanbul,
Ural, G. (1988); Ermeni Dosyası. İstanbul: Kamer Yayınları
Yıldırım. H. (2000); Ermeni İddiaları ve Gerçekler. Ankara: Sistem
Ofset Yayınları
175
EK 1:Verçinlor gazetesinin Ermeni tehciri ile ilgili iddiaları
BOA.DH.EUM.AYŞ.nr.36/28
176
EK 2: Eskişehir’den sevk edilen Ermeniler
BOA.DH.EUM. nr.68/72
177
EK 3:Eskişehir’den Sevk edilen Ermeniler
BOA.DH.EUM. nr.68/15
178
EK 4: Geri dönen Rum ve Ermenilerin mallarının iadesi
BOA.DH.ŞFR.nr.95/226
179
EK 5: Sevkiyata tabi olan Ermenilere verilecek hacırah
BOA DH.ŞFR. nr.95/137
180
EK 6: Beyan edilen Ermenilerin gitmesine müsaade edilmesi
BOA.DH.ŞFR. nr.69/196
181
EK 7: Ermeni mebus ve ailelerinin ihrac olunmaması
BOA.DH.ŞFR. nr.55/19
182
EK 8: Nakledilen Ermenilerin mallarının korunması
BOA.DH.ŞFR. nr.54/381
183
EK 9: Ermenilerle beraber Rumlarında sevk edildiğinin kontrolü
BOA.DH.ŞFR. nr.54-A/328
184
EK 10: Sivrihisar Ermeni Komandit Şirketi isim listesi
BOA.EUM.MTK.nr.75/21
185
EK 11: Eskişehir’de ikamet eden Agopyan’ın evinin darulmuallimin yapılması
BOA.DH.UMVM. nr.111/24
186
EK 12: Mihaliççık kazasında yaptırılan Ermeni kilise ve mektep için istenilen izin
BOA.DH.İD. nr.162-1/53
187
EK 12 DEVAMI: İstenilen izne verilen irade-i seniyye
BOA.DH.İD. nr. 162-1/53
188
EK 13: Eskişehir tüccarından Zara Agopyan’ın mağazasından parası ödenmeden alınan
mallar.
BOA.DH.KMS. nr. 49-2/24
189
EK 13 DEVAMI: Mağazadan alınan malların iadesi
BOA.DH.KMS. nr. 49-2/4
Download