Emre Albayrak Ağaç Dostu Giriş Tarihi: 28-11-2007 Şehir: istanbul Mesajlar: 534 Fotoğraf: 4 Bitki Koruma (ansiklopedik bilgiler) MANTAR Paraziter etmenlerden funguslar çoğunlukla yuvarlak, bakteriler sulu ve yağlı leke tipinde yuvarlak ve köşeli, virüsler ise mozaik şeklinde ve halkalı lekeler oluştururlar. Bitkinin toprak üstü kısımlarında oluşan lekeler üzerinde patojenin kendisi ya da vegetatif ve generatif organları bulunur. Bu organların mikroskopik incelenmesiyle tanıya varılabilir. Bazı meyve hastalıklarında, meyveler çürürken hızla su kaybederek büzüşür ve kururlar, buna mumyalaşma denir. Olumsuz çevre koşullarının neden olduğu fizyolojik bozukluklarda ise şekerli maddeler içeren bir akıntı görülür. Nemli koşullarda bu akıntı üzerinde saprofit fungusların çoğalmasıyla ortaya çıkan siyahlaşmaya fumajin denir. 1. Klimatik Faktörler Kuraklık Su, bitkiler için hem gerekli bir madde, hem de besinlerin içerisinde çözündüğü bir solvent olarak bitki büyümesinin temel taşıdır. Topraktaki ve bazen de havadaki azlığı oldukça büyük zararlar oluşturur. Su kıtlığı hasara daha açık olan büyük ve etli yaprakların ölümüne neden olur. Doğada bitkiler için asıl zararlı olan toprak neminin az veya çok fazla olmasıdır. Nispi nem eksikliği bitkilerde nadiren zararlı olur. Kaloriferli evlerdeki saksı bitkilerinde nispi nemin %15’e düşmesi sonucu solgunluk, alt yapraklarında yanıklık, yaprak dökümü, çiçeklerde solma ve dökülme görülür. Topraktaki su açığı; yetersiz yağış veya su drenajının iyi olmamasından kaynaklanmaktadır. Su açığının miktarını rüzgar, yüksek sıcaklık ve düşük hava nemi gibi faktörler etkilemektedir. Bitki yaprakları ile kaybettiği suyu kökleri ile topraktan alamadığı zaman kuruma görülmektedir. Fizyolojik kuraklık ise kurutucu rüzgarların estiği veya toprağın donduğu durumlarda toprakta su bulunsa dahi bitki suyu hayati organlarına yeterince hızlı taşıyamadığı durumlarda ve zamanlarda görülmektedir. Düşük sıcaklıklarda bitkilerin,özellikle göknar fidanlarının topraktan su alması güçleşir ve don kuraklık zararları meydana gelir. Yaprakların canlı renginin kaybetmesini takip eden solgunluk, toprak kuruluğunun en belirgin semptomudur. Bu sararma geniş yaprakların kenarlarından,iğne yaprakların ucundan başlar. Su kıtlığının devam etmesi yaprak ve köklerin sertleşmesine ve tedricen kahverengi bir renk almasına neden olur. Bu durumdan hemen sonra bitki tohum vermeye çalışır ve ölür. Kuru hava semptomları aynı toprak kuruluğu gibidir. Fakat yapraklardaki sertleşme ve kahverengileşme çok yaygın olarak görülür. Yaprak ve sürgünlerdeki dökülmeler ve meyvelerdeki küçülmeler sık görülen kuru hava semptomlarıdır. Yeterli, ancak fazla olmayan sulama uygulanmalıdır. Özellikle çiçeklenme mevsiminde gerekli özen gösterilmelidir. Oldukça iyi drenajlı hafif topraklarda malçlama çok iyi sonuçlar vermektedir. Açık alanlarda kuru havanın etkisinden kaçınmak mümkün değildir. Fakat seralarda çiçeklenme zamanında pollinasyona yardım etmek için sabahları veya akşamları bitkilerin üzerine su püskürtülerek kuru havanın zararlı etkileri önlenebilir. Yüksek nispi nem bitkilerde doğrudan ve dolaylı zararlara neden olmaktadır. Nispi nemle birlikte toprak neminin fazla olması sonucu parankima hücreleri uzayarak yaprakların alt yüzeyinde, dallarda, nadiren de çiçek ve meyve saplarında entümesans denilen çıkıntılar meydana gelir. Yüksek nispi nemin dolaylı etkisi de fungusların enfeksiyonu için uygun ortam oluşturmasıdır. Örneğin, mildiyö hastalığı etmenleri, ancak çok yüksek nispi nem koşullarında, yapraklar üzerinde su damlası olduğunda enfeksiyon yapabilirler. Don Suyun donduğu nokta, yani 0 ºC’nin altındaki sıcaklıklara don denir. Donlar zaman bakımından sonbahar, kış ve ilkbahar donlarına ayrılırlar. Sonbahar donlarına erken, ilkbahar donlarına geç donlar da denir. En tehlikeli donlar ilkbaharın geç donlarıdır. İlkbahar donlarının tehlikeli oluşu, bitkilerin uyandığı ve en duyarlı oldukları döneme rastlamalarıdır. Donlar bitkilerde don ölümü, çatlatan don ve çıplak don olmak üzere üç şekilde zarar yapar. Don ölümüne karşı en tehlikeli dönem gençlik ve özellikle çimlenme dönemidir. Don etkisiyle otsu bitkilerin toprak üstü kısımları solarak buruşur, yaprak ve sürgünleri aşağı sarkar. Renkleri başlangıçta kırmızımsı kahverengi ise de sonraları siyahlaşır. Bu belirtiler özellikle ilkbahar donlarında belirgindir. Sonbaharın başında görülen erken donlar taze sürgünlerin ölümüne neden olurlar. Yaprak uçları ve çiçekler kavruk bir hal alır, fakat genellikle dökülmezler. Erken donlarda bitkilerin yaprakları çoğu kez meyveden önce donar. Bazı ağaçlar üzerinde sıkça tekrarlanan don zararı bu ağaçların bodurlaşmasına neden olmaktadır. Soğuk, az karlı kışlarda, özellikle kıştan ilkbahara geçişte, iğne yapraklı ağaçların genç sürgünlerindeki iğne yapraklar don kurutması nedeniyle yitirilebilir. Yani iğne yapraklar dondan birkaç gün veya birkaç hafta sonra ve özellikle dondan sonraki nemli, sıcak havalarda kızarır ve ilkbahar mevsiminde dökülür. Tomurcukların sadece zayıf olanları ölür. Böylece sürgünde dondan zarar gören kısım sonradan iğne yaprakların azlığı ve yokluğu nedeniyle ilgiyi çeker. Özellikle ladinlerde rastlana bu olaya don kurutması denir. Yapraklı ağaçlar genellikle iğne yapraklılara oranla don zararlarına karşı daha duyarlıdırlar. Kamelya, göknar, ladin, kestane, kayın, ökaliptus, manolya, Scimnia, kartopu, dişbudak, çınar, akasya, meşe gibi bitkiler ilkbahar donlarına karşı oldukça duyarlıdırlar. Yerli ağaç türlerinin tomurcuk ve odunlaşmış sürgünleri ancak ekstrem alçak kış soğuklarında donarak ölürler. Fakat yaz sürgünleriyle egzotik ağaçların olgunlaşmamış ilkbahar sürgünleri, sonbahar ve kış donlarından etkilenirler. İlkbahar donları, göknarlarda genellikle sadece yan sürgünleri dondurarak kurutur. Sıcak yetişme yörelerinden daha serin bir iklime getirilmiş olan bitki türleri, sonbahar ve kış donlarından fazla zarar görmezler. Oysa kuzey ülkelerinden veya yüksek dağlardan daha sıcak yahut alçak yerlere getirilen bitkiler, yeni yerlerinde çok erken faaliyete geçeceklerinden ilkbahar donlarından zarar görürler. Don çatlağı genellikle öz ışınları kuvvetli gelişmiş olan sert yapraklı ağaçlarda çok, iğne yapraklılarda ise ender olarak görülür. Bu tip don zararında kuvvetli kış donlarının etkisiyle su bakımından zengin topraklarda ve su içeriği fazla olan ağaç gövdelerinde kabuktan başlayarak öze doğru ilerleyen, az yahut çok miktarda derine giden uzunlamasına çatlaklar oluşur. Ağaçlar çatlarken çoğu kez kısa, tabanca patlamasına benzer bir ses çıkarırlar. Don çatlakları, mantar ve böceklerin oduna girerek zarar vermesine neden olurlar. Kış sonu ve ilkbaharda, özellikle Şubat ve Mart aylarında, geceleri kuvvetli donlar oluşarak gündüzleri çözülürse, kökleri toprağın üst tabakasında bulunan 1-2 yaşındaki genç fidanlar don etkisiyle yavaş yavaş topraktan çıkarak oldukları yerde yükselirler. Eğer kökler fazla açığa çıkarsa, o zaman fidanlar devrilerek ölürler. Çıplak dondan en fazla ladin gibi yayvan köklü ağaç türleri zarar görür. Kökleri erkenden derine giden meşe, kestane, ceviz ve çam fidanları ise çıplak dondan zarar görmezler. Çimlerin don tehlikesini arttırmasına karşın çalı gibi bitkilerden oluşmuş yüksekçe bir toprak örtüsü, buharlaşmayı azaltmak suretiyle genel olarak dona karşı yararlı etkilerde bulunur. Donların zararları yanında bazı faydaları da vardır. Örneğin, gelişmeyi durdurarak bitkileri istirahat haline geçirir, toprağın gevşeme ve ayrışmasını sağlar, zararlı ve hastalıkların gelişmesini sınırlar. Yüksek sıcaklık Her bitkinin normal gelişim gösterebildiği sıcaklık sınırları vardır. Bitkilerin büyük bir çoğunluğu 15-30 ºC’ler arasında sağlıklı gelişimlerini sürdürebilirler. Yüksek sıcaklık bitkilerin taze ve sulu kısımlarında yakma yapar. Örneğin, yol kenarındaki ağaçların taze yaprak ve sürgünlerinde yanıklıklar, ağaçlarda kabuk kurumaları ve çatlamalar görülür. Bitkiler gibi patojen mikroorganizmalar da sıcaklığın etkisi altındadır. Patojenler optimum sıcaklık derecelerinde en iyi gelişir, sporulasyon verir, infeksiyon şansına sahip olurlar. Birçok bitki üzerinde bir dizi olumsuz etki yapan yüksek sıcaklığın bitkilere en çok zarar veren hali güneş yakmasıdır. Özellikle yazın öğle saatlerinde kızgın güneş, akçaağaç, kayın, kiraz, kavak gibi ince kabuklu ağaçların güney ve güneybatı yönlerindeki kabuklarında zarar oluşturmaktadır. Keza elma, asma, armut gibi bitkilerin meyveleri de zarar görmektedir. Meyveler üzerindeki koyu veya bazen sarı renkli alanlar güneş ışınlarının zararlı etkileri sonucunda oluşmaktadır. Yüksek sıcaklığın ikinci tip zararı bitkilerin toprağa yakın olan gövdelerinde sıcak toprak tarafından oluşturulan yaralardır. Odunsu bitkilerde görülen bu yaralar genellikle kendiliğinden iyileşirler. Ayrıca yüksek sıcaklığın yarattığı su kaybı nedeniyle ortaya çıkan su dengesi bozukluğu, bitkileri hastalıklara daha duyarlı hale getirir. Yüksek sıcaklığa karşı havalandırma veya zararlı ışınlara dayanıklı türlerin kullanılması her zaman olumlu sonuçlar vermektedir. Işık Işık, enerjinin kaynağını oluşturur, bu nedenle yaşam için kaçınılmaz bir faktördür. Işık, bitkilerin fotosentez, terleme, çimlenme ve çiçeklenmeleri üzerinde çok geniş bir etkiye sahiptir. Bitkiler ışığa olan gereksinimlerine göre yaşamları için şiddetli ışığa gereksinim duyanlar (Fotofil formlar) ve doğrudan ışığa gereksinim duymayan ve genellikle gölgeli yerlerde yaşamlarını sürdürenler (Siafil formlar) olmak üzere iki gruba ayrılırlar. Işık eksikliği çok sık görülen bir durumdur. Yeterli miktarda klorofil oluşmadığı için bitkilerin doğal yeşil rengi kaybolur; açık yeşil, sarı yapraklar oluşur. Bitki gelişimi geriler, boğum araları uzar, gövde incelir. Bazen yaprak ve çiçek dökümü olur. Işık azlığı nedeniyle ortaya çıkan bu duruma etiolasyon denir. Az ışıklandırılan ve ekilen fideliklerde bu olaya sık rastlanır. Etiole olmuş bitkiler zayıf geliştikleri için hastalıklara ve zararlılara karşı dirençleri çok azalmıştır. Ayrıca süs bitkilerinde sevimsiz ve düzensiz renklenmeye neden olur. Bitkilerde ışık azlığı alt ve iç dalların ölümü, sararma veya azman oluşumuna da neden olmaktadır. Hassas bitkilerde su damlacıkları yüksek ışık enstansitesi altında bir mercek gibi davranarak yapraklarda halka şeklinde yanıklar oluştururlar. Bu nedenle böyle bitkilerde sulama yer seviyesinden yapılmalıdır. Işık azlığı ayrıca kambiyum açlığını yaratır, bu da odunun olgunlaşmasını geciktirir. Bu durum bitkiyi don zararlarına karşı daha duyarlı bir hale getirir. Yağış Yağış şekillerinden yağmur,dolu ve kar bitkiler üzerinde önemli etkiye sahiptir. Yağmur. Düzensiz, ani ve aşırı yağmurlar, bitkilerin yatmasına ve yaprakların yırtılmasına, ayrıca sellerin oluşumuna neden olurlar. Toprağın dış yüzünün aşınması ve sürüklenmesi bahçenin biyolojik bütünlüğüne zarar verir. Yağmur her ne kadar geçici zararlar yaratırsa da asıl önemi hastalık etmenlerinin sporlarının yayılmasını sağlamasıdır. Kırağı ise bitkinin tüm yüzeyinin buz tabakası ile kaplanmasına neden olduğundan dikkat edilmesi gereken bir faktördür. Dolu. Dolu bitki dokularında yaralar açar; yaprak, çiçek ve meyveleri tahrip eder. Açılan yaralar ayrıca patojenler için giriş kapısı olarak iş görür. Yumuşak dokulu bitkiler zarara duyarlıdırlar. Doludan en fazla iğne yapraklı türler ve özellikle karaçam zarar görür.Sedir ise en az zarara uğrar. Ladin ve göknar, iğne yaprakların sık olması, huş ise sürgünlerinin esnek ve kabuklarının deri gibi olması nedeniyle dolu zararlarına oldukça dayanıklıdır. Soğan, lale gibi bitkilerde dolu etkisiyle kalıcı hasarlar meydana gelirken meyve ve genç sürgünlerde ise yaralanmalar görülür. Dolu zararının diğer nedenlerle oluşan zararlardan farkı sürgün veya diğer bitki kısımlarının tek yüzünün zarar görmüş olmasıdır. Kar Hava kitlelerinin soğuması sırasında içindeki su buharının yoğunlaşması donma derecesinin altında olursa kar meydana gelir. Kar, genç bitkileri donarak ölmekten ve dondan koruduğu gibi yavaş yavaş erimesiyle oluşan su, altta bulunan ve genellikle donmamış bir durumda olan toprağa geçmek için yeterli zamanı bulur. Fakat fazla yağdığında kar basıncı,kar kırması ve kar itmeleri gibi çeşitli zararlara neden olur. Kar basıncı genç bitkilerin toprağa yatmasına, dalların aşağıya sarkmasına, gövdeye bitişmiş yerlerden kopmasına neden olur. Bitkilerin gövde ve dalları, üzerlerinde toplanan karın ağırlığı nedeniyle herhangi bir yerlerinden kırılacak olursa kar kırılması meydana gelir. Kar basıncının özel bir durumu olan kar itmeleri, karın bahçe kenarlarında eğimli çatı şeklinde toplanmasıyla oluşur. Buralarda yığılmış olan kar kitlesi yavaş yavaş kayarak itmek suretiyle ağaçların dikey durumdan ayrılmasına neden olur. Herdem yeşil iğne yapraklı ağaçlar, kışın yapraklarını döken türlere oranla kardan daha fazla zarar görürler. İğne yapraklı türlerden Sahil çamı ve Fıstık çamı diğer çam türlerine oranla kardan daha fazla etkilenirler. Kızılağaç, ıhlamur ağaçlarının odunları fazla gevrek olduklarından bazen kardan fazlaca zarar görebilirler. Dişbudak, meşe ve akçaağaç genel olarak dayanıklılık bakımından kara karşı daha iyi durumdadırlar. Kar zararlarına karşı bitkiler üzerinde toplanan karları silkmek, eğrilen fidanları doğrultmak, bunlara destek koymak gibi mekaniksel önlemler alınabilir. Rüzgar Saniyedeki hızı 15 m’ye kadar olan hava akımlarına rüzgar, 15-28 m arasında olanlara fırtına denir. Rüzgar, sürekli olarak aynı yönden estiği ve hızı da fazla olduğu zaman zararını hissettirir. Rüzgar hastalık etmenlerinin sporlarını ve yabancıot tohumlarını uzak mesafelere taşıyarak zararlı olur. Fakat rüzgar diğer iklim etkenleri gibi bitkilerin yetişmesinde önemli yararlar da sağlar. Sığ topraklarda yetiştirilen büyük tepe tacına sahip boylu bitkiler veya şiddetli rüzgara açık alanlarda yetiştirilen saçak kök sistemine sahip bitkiler rüzgar devirmesi zararına maruz kalabilirler. Toprak yaş ise veya rüzgar sürekli ve kuvvetli yağmurdan sonra meydana gelirse, yine fazla devirme zararı görülür. Rüzgar devrilmeleri genellikle, köklerin dayanma kuvveti gövdelerinden az olduğunda meydana gelir. İzole türler, gruplar halinde yetişenlere göre daha çok duyarlıdırlar. Rüzgar bitkiler üzerine olan mekaniksel etkilerle direkt olarak zarara yol açtığı gibi kirleticilerin taşınması, sıcaklık ve nem üzerine olan olumsuz etkileri gibi dolaylı yollarla da zararlı olmaktadır. Özellikle yüksek rakımlarda yetişen boylu bitkilerde zarar oldukça belirgindir. Hakim rüzgarların estiği yön ağacın enine kesitindeki yıllık odun halkalarına bakmak suretiyle tespit edilebilir. Rüzgarın geldiği yön yapraklı ağaçların yıllık odun halkalarında geniş, iğne yapraklılarda ise dardır. Rüzgar bitkiler üzerinde devirme, kırma, bükme ve kurutma şeklinde zarar oluşturur. Rüzgar sırasında köklerin dayanıklılığı gövdeninkinden fazla olursa kırma meydana gelir. Kuvvetli rüzgarlar ağaçların gövde, dal ve sürgünlerini kırarak zarar yaparlar. Islak kar kırılmanın şiddetini arttırır. Kırılan yerlerin yüzeyleri patojenlere karşı derhal fungisitlerle ilaçlanmalı veya macunla kapatılmalıdır. Kurutucu rüzgarlar bitkilerin tomurcuk ve sürgünlerinde terlemeyi arttırarak zarar yapar. Deniz kenarlarında ise rüzgarın taşıdığı tuz buradaki bitkiler için büyük bir problem oluşturur. Böyle alanlarda tuz zararına karşı dayanıklı olan Cupressus macrocarpa, Escallonia, Hydrangea, Olearia, Pinus nigra, P.radiata, Quercus ilex, Tamarix, Veronica türleri kullanılabilir. 2. Toprak Ortam sıcaklığına bağlı olarak toprak sıcaklığı da değişiklik gösterir. Toprak sıcaklığının fazla olması yumrulu bitkilerde nekrozlara neden olur. Soğuk ya da donlu toprakta genç çim çok zarar görür ve çıkış öncesi fide enfeksiyonlarını gerçekleştiren toprak patojenlerinin hedefi olur. Çünkü bu koşullarda genç çim gereğinden daha uzun bir zamanda toprak yüzeyine çıkabilecek ve duyarlı olduğu dönemi toprak altında uzun bir sürede aşabilecektir. Toprağın donup çözülmesi genç bitkilerin kılcal köklerinin özellikle ağır topraklarda mekaniksel olarak zarar görerek kopmasına neden olur. Bu şekilde yaralanmış köklerden, kök çürüklüğünü oluşturan sekonder patojenlerin girişi kolaylaşır.Ayrıca toprak sıcaklığı topraktaki bitki patojeni mikroorganizmaların gelişmesini de etkiler. Bazı bitkiler aside, bazı bitkiler ise alkaliye duyarlıdır. Genellikle pH=4-8 aralığında bitkiler iyi gelişirler. Asit topraklarda bazı bitkilerde gelişme yavaşlar. Bu topraklarda toksisitesi görülen elementler bor, bakır, mangan, alüminyum ve demirdir. Bakır ve mangan toksisitesi aynı zamanda demirin bitki tarafından alımını önleyerek demir noksanlığına neden olur. Sodyum tuzlarının (klorür, sülfat, karbonat) toprakta fazla miktarda bulunması ise toprak pH’sını yükselterek alkali zararına neden olur. Alkali zararı duyarlı bitkilerde kloroz, cüceleşme, yaprak yanıklığı, solgunluk ve fide ölümleri şeklinde görülür. Toprağın asit ya da alkali karakterde oluşu toprakta bulunan patojenler açısından da önem taşır. Örneğin, bakteriler aside oldukça dayanıksızdır, bu nedenle nötr veya hafif alkali toprakları tercih ederler. Bitkilerin gelişebilmesi için toprakta yeterli miktarda su ve havanın olması gerekir. Bu dengenin bozulması, yani toprağın susuz kalması ya da çok fazla miktarda su bulunması nedeniyle hava kapasitesinin düşmesi bitkilerde hastalığa neden olur. Toprakların su tutma durumu toprak yapısı ile de ilgilidir. Örneğin, ağır-killi topraklar fazla su tuttuğu için kökler yeterince hava alamaz, bitkiler zayıf gelişir ve kök çürüklüğüne neden olan patojenlerin saldırısına karşı koyamaz. Fazla sulanan saksı bitkilerinde de toprak nemi fazlalığı sonucu zarar ortaya çıkabilir. En tipik belirti alt yapraklardan başlayan ani yaprak dökümüdür. Ayrıca yapraklarda sararma olur. Bazı bitkilerde şişkinlikler, gövdede ve yapraklarda kahverengi veya siyah renkli sulu lekeler meydana gelir. Köklerde ise siyahlaşma ve ölüm görülebilir. Killi toprakların aksine kumlu topraklar su tutmazlar, hava kapasiteleri yüksektir. Böyle topraklarda toprak neminin azlığı nedeniyle yapraklarda açık yeşil-sarı renk oluşumu, cüceleşme, yapraklarda küçülme ve azalma, çiçek ve meyve dökümü görülebilir. Uzun süren kuraklıkların olduğu bölgelerdeki kumlu topraklarda susuzluğa dayanıklı bitkiler yetiştirilmeli, çiftlik gübresi ve yeşil gübre ile toprağın fiziksel yapısı düzeltilmelidir. Hafif kumlu topraklar nem içeriği açısından çok dengesizdirler. Toprakta suyun bir az bir fazla olması, sulamanın dengesiz yapılması bitkilerde çeşitli hastalıklara neden olur. Fidanların derin dikilmesi, özellikle ağır topraklarda çok sakıncalıdır. Derin dikilen fidanların kökleri çürür. Fidan kök boğazına yakın kısmında tali kökler oluşturursa da bu kökler ağacın su ve besin maddesi gereksinimini uzun yıllar karşılayamaz ve ağaç yavaş yavaş ölüme gider. Böyle ağaçlar genç ve durumları ümitsiz ise sökülmeli, yaşlı iseler ağacın kök boğazı çevresi açılıp havalandırılmalı ve kök boğazına doğrudan suyun gelmemesine özen gösterilmelidir. 3. Besin maddesi eksikliği veya fazlalığı Sağlıklı bir bitki gerek biyolojik çevresi ile ve gerekse fiziki bileşenleri ile uyum içerisindedir. Bu uyum bazı zamanlarda bozulup bitkinin ölümüyle sonuçlanabildiği gibi, çoğu zaman da belirgin ve teşhis edilebilir semptomlar halinde kendini göstermektedir. Bir zararlı ve patojen etkisiyle görülmeyen bu bozukluklar büyüme bozuklukları olarak adlandırılır. Bu bozukluklar besine bağlı olabildiği gibi gıda dışı olarak da oluşmaktadır. Bilindiği üzere tüm bitkiler kimyasal besinlere ihtiyaç duyarlar. Bu maddeler gerek kompost gibi organik ve gerekse amonyum sülfat gibi yapay nitelikte olabilirler. Bitkilerin topraktan aldığı kimyasal elementler Azot, Fosfor ve Potasyum (büyük miktarlarda gerekli), Kalsiyum, Magnezyum ve Kükürt (daha az miktarlarda)’dür. Bu altı element ana element olarak düşünülmelidir. Demir, Manganez, Bor, Molibden, Bakır, Çinko ve Klor ise daha az hayati seviyedeki elementlerdir. Bu elementlere bağlı eksiklikler de bitkide bozukluğa neden olurlar. Ancak etkileri diğerlerine göre daha az hayatidir. Azot, Fosfor ve Potasyuma bağlı kusurlar kendisinin zayıf büyüme olarak gösterir ve uzmanlarca kolay teşhis edilir. Fakat geriye kalan büyük bir kısmı; semptom açısından birbirine benzediğinden daha zor teşhis edilebilir ve daha ayrıntılı bilgi gerektirir. Bu bilgiler arasında semptomların açığa çıktığı en genç ve en yaşlı yaprakları not olarak da bulunmaktadır. Topraktaki elementler arasında kimyasal bir bağ bulunmaktadır. Bu elementlerden birinin azlığı veya çokluğu diğer elementleri de tetikler ve yeterli miktarlarda olsalar dahi bitki bunları alamayabilir. “Molibden” dışında hiçbir element alkalin topraklardan, hatta pH=7 seviyesinde bile alınamazlar. Bu nedenle bahçedeki toprak alkalinitesi büyük bir sorundur. Ana Elementler (Azot, Fosfor, Potasyum, Kalsiyum, Magnezyum ve Kükürt ) Azot (Nitrojen). Topraktaki azot çapalama ve tarlanın ıslah edilmesiyle birlikte arttırılabilir. Gübrelerin az yapıldığı alanlarda ve fasulye, bezelye, lahana gibi sebzelerin sürekli yetiştirildiği alanlarda azot açığı kendisini gösterir. Yeterli organik maddeye sahip olmayan, dolayısıyla çürümenin az olduğu alanlarda azot açığı her zaman görülür.Azot hareketli olduğu için bitki içinde istenen yere taşınabilir. Fizyoloji: Azot bitkinin birçok özelliği için gereklidir. Protoplazma ve protein için önemli bir bileşendir. Legüminoz köklerinde bulunan bazı bakterilerin açığı gidermek amacıyla havadaki serbest azotu da bağladığı bilinen bir gerçektir. Semptomlar: Azot eksikliği gösteren bitkiler küçük ve cılız kalırlar.Yapraklar küçülür, renkleri solar. Belirtiler ilk olarak yaşlı yapraklarda görülür, daha sonra yukarıya doğru genç yapraklara sirayet eder. Sarı renk aynı tonda tüm yaprak yüzeyine yayılmıştır. İğne yapraklar sarımsı yeşil olmasına karşın geniş yapraklılarda yaprak yüzeyinde ve sapında kırmızımsı renklenmeler görülür. Çiçeklenme ve meyve verimi gecikir veya azalır. Normalin üzerinde azot beslenmesi olan bitkiler süngerimsi ve yumuşak görünümdedir. Tedavi: Azot içeren gübreler (amonyum sülfat) bitkilendirme yapılmadan önce toprağa uygun miktarlarda atılmalıdır. NPK (Nitrojen-Fosfor-Potasyum) dengesini sağlamak üzere toprağa fosfor ve potasyum takviyesi de yapılabilir. Fosfor. Fosfor genellikle asit topraklarda yetersiz oranlarda bulunur. Benzeri bir şekilde yüksek yağış alan topraklarda yıkanıp gittiği için yine bir eksiklik görülmektedir. Killi ve kireçli topraklarda açık fazladır. Fizyoloji: Yaprağın yapısı, protein ve karbonhidrat sentezi gibi birçok olayda fosfor önemli görevler yapmaktadır. Meyvelerin oluşumu ve tohumların çimlenmesinde hayati görevi vardır. Semptomlar: Azot eksikliği gibi büyümede duraklama görülür, çiçeklenme ve meyve verimi gecikir. Yapraklarda küçülme,azalma ve en yaşlıdan itibaren dökülmeler görülür.Yaprak sapı incelir. İğne yaprakların uç kısmı grimsi yeşil veya kahverengimsi yeşil renge dönüşür.Geniş yapraklılarda ise kirli yeşil,kahverengi lekeler meydana gelir. Azot semptomlarından en bariz farkı, yapraklar üzerinde sarımsı kırmızı renk yerine koyu mavimsi yeşil renklenmenin oluşmasıdır. Tedavi: Fosfor tek başına süper-fosfat adı altında piyasada bulunabileceği gibi, eksikliği NPK (Azot-Fosfor-Potasyum) içeren gübreler ile de giderilebilir. Potasyum. Potasyum genellikle hafif ve kumlu topraklar ile gözenekli topraklarda az bulunur. Bu topraklar üzerinde yetiştirilecek patates, domates, fasulye ve fazla yaprak içeren diğer sebzeler üzerinde eksiklik görülebilir. Fizyoloji: Potasyum bitki dokularında yüksek hareketlilik gösterir, özellikle genç yapraklarda büyüme için depolanır. Semptomlar: Semptomlar değişken olmakla beraber en göze batanı terlemenin çok fazla olduğu yaprak kenarları ve uçlarındaki kararmalardır. Bu kısımda kahverengi bir renk alırlar. Yaprakların alt yüzeylerinde ise yine kahverengi lekeler oluşur. Bu belirtiler ilk önce eski yapraklarda oluşur ve yaprak kenarları sonuç olarak kavruk bir renk alır. Aynı görünümü magnezyum eksikliği de verir.Fakat potasyum noksanlığında yapraklar küçük kaldığı halde magnezyum eksikliğinden yaprak gelişimi çok az etkilenir ve belirtiler genellikle yaprağın ortasında damarlar arasında lokalize olmuşlardır. Potasyum eksikliğinde ayrıca yapraklar kısmen büzülür ve dal üzerinde dökülmeden kalırlar. Kuraklık, kurutucu rüzgarlar, kirleticilik veya tuz zararı da benzer semptomlar göstermektedir. Eğer alanda bunlardan hiçbiri yoksa, o zaman direkt olarak potasyum eksikliğinden kuşkulanmak gerekir. Mavi-yeşil renklenme, damarlarda sararma veya lekelenme, cücelik ve sürgünlerdeki kuruma daha ileriki semptomlarıdır. Tedavi: Eksiklik bulunduğu zaman sülfat ve potas ilavesi yapılabilir. Kalsiyum. Kalsiyum eksikliği daha çok asit topraklarda veya düşük kalsiyum minerallerine sahip kayaç topraklarda görülür. Birçok granit tipleri ve silika taşlı topraklarda da bu durum görülebilir. Semptomlar daha çok meyve, kök ve yapraklarda gözlenir. Elma, Brüksel lahanası, karnabahar, havuç, kereviz, biber, patates ve domateslerde semptomlar tipik ve belirgindir. Fizyoloji: Bitki hücre duvarlarının yapılanmasında hayati bir öneme sahiptir. Kök ve genel büyümede oldukça işlevseldir. Semptomlar: Kalsiyum toprakta çok fazla bulunursa bitkilerde birçok metabolizma aksaklıkları başlar ve “kireç klorozu” denen olay meydana gelir. Eksikliğinde kök gelişimi yavaşlar,yapraklar kahverengileşir. İğne yapraklar sürgün ucundan yani en genç iğne yapraklardan itibaren sararmaya başlar.Yaşlı iğne yapraklar koyu yeşil rengini korur.Geniş yapraklılarda ise damarlar arasında kırmızımsı kahverenkli lekeler meydana gelir.Genç yapraklarda ve sürgün uçlarında geriye doğru kurumalar görülür. Elma: Meyve üzerinde kahverengi lekeler oluşur. Brüksel lahanası: İç kısımlarında kahverengi lekeler oluşur. Havuç: Köklerinde yassılaşmış lekeler meydana gelir. Kereviz: Uçlarında yanma meydana gelir. Domates: Yuvarlak, koyu kahverengi lekeler oluşur. Tedavi: Asit topraklarda pH derecesini 6,5’a kadar yükseltmek için kireç atılır. 6,5 pH seviyesi birçok sebze için yeterli bir seviyedir. Sebzelerdeki kalsiyum eksikliğine bağlı kusurları önlemek için litrede 2 gram kadar kalsiyum nitrat veya kalsiyum klorid solüsyonu uygulanabilir. Magnezyum. Kalsiyum eksikliğinin görüldüğü hafif asidik ve kumlu topraklarda görülür. Çok yağışlı geçen sezonlarda magnezyum kolayca yıkanıp topraktan uzaklaşır. Benzer şekilde potasyum gübrelerinin fazla atıldığı alanlarda da magnezyum açığı meydana gelir. Birçok sebze ve meyvede semptomlar belirgindir; ancak elma, domates, bazı lahana türleri, yıllık otsu bitkiler ve patateste semptomlar oldukça belirgindir. Fizyoloji: Magnezyum klorofil oluşumunda ve bitkinin diğer metabolik fonksiyonlarında önemli bir görevi vardır. Bitki hücrelerinde hareketlidir, dolayısıyla eski yapraklardan genç yapraklara doğru hareket eder. Semptomlar: Bitki türlerine göre değişmekle birlikte, semptomlar genellikle sezon sonuna doğru görülür. En tipik semptom, yaprak damarları arasındaki sararmadır. Yaprağın geriye kalan kısmı yeşil rengini korur. Kırmızı yapraklı bitkilerde yaprak damarları arası sarı değil, mor renklerde görülür. İleri aşamalarda yalnız yaprak damarlarının etrafında ince şeritler halinde kalır.Çamlarda tipik sarı uçlu iğne yapraklar oluşur. Magnezyum eksikliğinin diğer bir belirtisi de fazla güneş altında kalıp pörsüyen yaprakları andırmasıdır. Tedavi: Magnezyum ürün veriminde çok önemli bir göreve sahip değildir. Dolayısıyla tedavi sadece ürünün görüntüsünü düzeltme bazında önem kazanır. Kükürt. Humuslu topraklarda kükürt miktarı fazladır.Bu nedenle nehir kenarları ve alçak turbalıklardaki bitkilerde genellikle kükürt eksikliğinden söz edilemez.Nemli iklim şartları altındaki podsol ve geçirgen kahverengi topraklar kükürt bakımından fakirdirler. Fizyoloji: Kükürt protein sentezi için önemli bir elementtir. Semptomlar: Bitkilerde kükürt eksikliği, azot eksikliğinin meydana getirdiği belirtilere benzer. Azot noksanlığından farklı olarak belirtiler önce yaşlı yapraklarda değil, en genç yapraklardan başlar. Eksikliğinde yapraklar önceleri açık yeşil renk alır, sonra sararır. Daha sonra kısmen kırmızımtrak renk tonları sahip belirir. Bitkiler çoğu kez kolay kırılabilir. Tedavi: Eksikliğinde toprağa sülfat içeren gübreler(amonyum sülfat,potasyum sülfat) verilebilir. pH derecesinin çok düşük olduğu yerlerde ise süperfosfat gübresi verilir. Tali Elementler (Demir, Manganez, Bor, Molibden, Bakır) Demir. Topraktaki demir bileşiklerinin varlığı toprağın renginin kızıl-kahverengi bir hal almasıyla kolayca anlaşılır. Alkalin menşeli kireç ve kireç taşlı topraklarda demir eksikliği yaygındır. Örneğin; Asma, Orman gülü, kamelya, gül, böğürtlen ve çilek gibi bitkilerde semptomlar belirgindir. Fizyoloji: Demir klorofil oluşumunun ana öğelerinden birisidir. Dolayısıyla olmaması halinde yapraklarda soluk bir durum gözlenir. Henüz çözülmemiş bir durum olarak, topraktaki kalsiyum ve fosfor konsantrasyonu, demir eksikliğine yol açabilmektedir. Semptomlar: Semptomlar daha çok genç yapraklarda beyazlaşma veya sararma şeklinde görülür, damarlarda etkin değildir. Bitkinin genel görünüşü cansız ve cılızdır. Tedavi: İnorganik formda demir ilave etmek, topraktan demir emilimini sağlamaz. Bu nedenle en tatmin edici tedavi, demirin bitkilerin alabilecekleri formlarda toprağa katılmasıdır. Manganez. Drenajın iyi olmadığı kumullarda, yüksek organik seviyeli topraklarda, bataklık ve düşük asiditeli subasar alanlarda bu elementin eksikliği fark edilir. Lahanalar, bezelye, fasulye, patates, ıspanak ve bazı çalılar bu elementin eksikliğinden etkilenirler. Fizyoloji: Klorofil oluşumunda yapı taşlarıdır. Semptomlar: Değişken olmakla beraber, daha çok yaşlı, eski yapraklarda damar içi sararmalara görülür. Sararmış kısımlarda, ölü dokular meydana gelir ve patates gibi bitkilerde yaprakların ucu kıvrılır. Tedavi: Her 2 m²’ye 1,5 gr/lt oranında manganez sülfat solüsyonu etkilenen bitki üzerine püskürtülür. Bor. Bor granit gibi düşük bor seviyesine sahip kayaçlardan oluşan topraklarda az bulunur. Daha yaygın olarak “Formalin (Turmalin)” halinde bulunmaktadır, fakat bu mineral bitkiler tarafından alınamaz. Bunun açığı, daha çok kurak geçen yazların ardından nemli kış mevsiminde görülür. Elma, pancar, karnabahar, kereviz ve Tatlı mısır bor eksikliğini semptomik olarak gösterir. Fizyolojisi: Bitkide suyun alımı ve polen oluşumunda görev yapar. Semptomlar: Kararma ve genç büyüme organlarının ölümü şeklinde ortaya çıkar. Kalsiyum kusurlarını andırmaktadır. Kök büyümesi yoğun bir şekilde geriler. Elma ve Armut: Baharda bazı sürgünler ölür, yapraklar ise incelerek daralır. Pancar ve Şalgam: Kahverengi lekelerle beraber yapraklarda cüceleşme görülür. Kereviz: Yapraklarda sararma, kahverengi lekeler ve çürüme görülür. Tedavi: Her m²’ye 3 gr boraks uygulanır. Molibden. Asidik alanlarda kısmen rastlanmaktadır. Element eksikliği Brokoli ve karnabahar üzerinde görülmüştür. Fizyoloji: Nitratın amonyağa redüksiyonu için ihtiyaç duyulmaktadır. Ayrıca azot tutulması için de kökler tarafından kullanılır. Semptomlar: Sarı lekelerle beraber yaprak kınında ölümler görülmektedir. Tedavi: Asidik topraklarda pH seviyesi kireç katmak suretiyle arttırılmaktadır. Amonyum ve sodyum molybdate solüsyonu m²’ye 5 gr/lt dozunda kullanılır. Bakır. Organik topraklarda bakır eksikliği tespit edilebilir. Mineral topraklarda bu kusur oldukça ender olarak görülmektedir. Soğan, bezelye, fasulye, domates ve bazı meyveler semptomlar gösterirler. Önceleri mavi-yeşil olan yapraklarda, sararma ve solma görülür. Bakır eksikliği her 10 m²’ye 5 lt’lik %0,05’lik bakır oksiklorid çözeltisi ile kısmen giderilmektedir B.**** Canlı hastalık etmenleri * Funguslar, bakteriler ve viruslar bitkilerde hastalık meydana getiren canlı etmenlerdir. Bunlar bitkiler ve hayvanlardan farklı olarak Protista adı altında ayrı bir alem olarak ele alınmışlardır. Bakteriler prokaryotlar arasında, funguslar (Mycetae) ökaryotlar arasında yer alırlar. Viruslar ise bu iki gruba da dahil edilemeyen farklı yapıda canlılardır, hücresel yapıları yoktur ve çoğalmaları için canlı bir hücreye gerek duyarlar. Parazit bitkiler ve yabancı otlar da bitkilerin gelişimini olumsuz yönde etkiledikleri için paraziter hastalık etmenleri içinde ele alınırlar. 1. Viruslar * Viruslar, Protista üstalemi içinde Vira aleminde yer alan, ışık mikroskobu ile görülemeyecek kadar küçük (boyları en fazla 2000nm) ve konukçu organizmayı daha fazla virus sentezlemeye teşvik eden bir dizi genetik koddan ibaret zorunlu parazitler olarak tanımlanmaktadır. Hücresel yapıları yoktur. Virusların her bir bireyine partikül ya da virion denir. Tek veya çift sarmal DNA veya RNA ile bunları saran koruyucu protein kılıftan oluşmuşlardır. RNA ve DNA’dan sadece birini içerirler. Protein kılıfı olmayan, sadece nükleik asitten ibaret olan hastalık etmenleri viroidler olarak tanımlanır. Bitkilerde 500’den fazla virüs hastalığı saptanmıştır. Bitki patojeni virusların büyük bir çoğunluğunda nükleik asit RNA’dır. Viruslar konukçu bitki dokularına sadece yaralardan girebilirler. Virus bitki içine girdikten sonra hücreden hücreye geçerek hızlı bir şekilde çoğalır. Bazı viruslar ise doğrudan iletim demetlerine geçerek buradan bitkinin uç meristem gibi büyüme noktalarına veya yumru, rizom gibi diğer kısımlarına ulaşırlar ve böylece sistemik enfeksiyonu gerçekleştirirler Viruslar hastalık oluşturdukları bitki dokularından dışarı çıkmazlar. Bu nedenle bitkiden bitkiye taşınmalarında rüzgar veya su rol oynamaz. Virusların taşınmasında böcekler, akarlar, nematodlar gibi zararlılar ile funguslar etkili olmaktadır. Virusları konukçudan konukçuya taşıyan bu canlılara vektör denir. Bunlardan başka parazit bir bitki olan küsküt de virusları bitkiden bitkiye bulaştırabilmektedir. Hastalıklı bitkilerden elde edilen tohum, yumru, rizom, soğan, aşı kalemi gibi üretim materyalleri virusların taşınmasında önemli rol oynamaktadır. Ayrıca tütün mozaik virusu (TMV) gibi bazı viruslar bulaşık bitki öz suyu ile mekanik olarak, yani hastalıklı bitki dokularının sağlıklı bitkiye teması ile de taşınabilmektedir. Mekanik taşınma virusların teşhisinde kullanılan indikatör bitkilere virusların bulaştırılmasında da önem taşımaktadır. Virusların konukçularında meydana getirdiği en yaygın ve bazen de tek belirti bitki gelişimindeki azalma ve buna bağlı olarak bazı bitki organlarında, özellikle yapraklarda ya da bitkinin tümünde görülen cüceleşmedir. Virusların bitki içindeki dağılışına bağlı olarak lokal ve sistemik olmak üzere genellikle iki tip belirti görülmektedir. Lokal enfeksiyonlarda virus sadece bitki dokusuna girdiği noktada küçük nekrotik lekeler oluşturur. Viral enfeksiyonların çoğunluğunu oluşturan sistemik enfeksiyonlarda ise virus bitkinin tamamında etkili olarak mozaik ve halkalı leke gibi sistemik belirtilerin ortaya çıkmasına neden olur Yaprak, çiçek ve meyvelerde sağlıklı doku rengi yanında açık yeşil, sarı ve beyazın değişik tonlarında alacalı bir görünümün ortaya çıkması mozaik belirtisi olarak anılır. Beneklenme, çizgi oluşumu ve damarlarda rengin açılması gibi belirtiler mozaik simptomun değişik tipleridir. Halkalı leke ise bitki dokularında virus enfeksiyonu sonucu oluşan halka şeklinde klorotik veya nekrotik alanlara denir. Bunlardan başka virus simptomları arasında yaprak damarlarında çekilme, yapraklarda şekil bozukluğu, çalılaşma, gövde nekrozu, gal oluşumu, odun dokusunda diken benzeri çıkıntılar, meyvelerde çatlama, sertleşme ve tohum oluşmaması gibi belirtiler de bulunur. Bazen bir bitkide virus enfeksiyonu olduğu halde belirtiler ortaya çıkmayabilir. Bu şekilde konukçusunda enfeksiyon yaptığı halde belirti oluşturmayan viruslara “latent virüsler” denir. Bazen de virus latent olmadığı halde çevre koşulları uygun olmadığından simptomlar maskelenebilmektedir. Savaşı * Virus hastalıklarının savaşı zordur. Antibiyotiklere duyarlı olmayan organizmalardır. Mücadelede amaç virusun bulaşmasını ve yayılmasını önlemektir. Bu bakımdan bulaşık olmayan üretim materyalinin kullanılması, vektörlerin ve yabancı otların ortadan kaldırılması gibi kültürel önlemler viruslarla savaşta en çok başvurulan yöntemlerdir. Bazı bitkiler virus enfeksiyonlarına karşı genetik olarak dayanıklıdır. Bazı bitkilerde ise virusların hafif enfeksiyon oluşturan ırkları aşılanmak suretiyle şiddetli enfeksiyonlara neden olan ırklara karşı bağışıklık oluşabilmektedir. Viruslara karşı fiziksel savaş yöntemi olarak sıcaklık uygulaması iyi sonuç vermektedir. Pratikte kimyasal savaşta kullanılabilecek etkili bir preparat bulunmamaktadır. Sınıflandırma * Virusların sınıflandırma ve isimlendirilmeleriyle ilgili olarak tam olarak yerleşmiş bir sistem yoktur. Bu nedenle hala konukçuları ve bunlar üzerinde meydana getirdikleri belirtiler dikkate alınarak isimlendirilmektedirler. Örneğin, tütünlerde mozaik hastalığına neden olan virus “Tütün mozaik virusu” olarak adlandırılmıştır. Bu şekilde verilen isimler birkaç kelimeden oluştuğu için kolaylık sağlaması amacıyla virusların İngilizce isimlerindeki kelimelerin ilk harfleri alınarak ortaya çıkarılan kısaltma yaygın olarak kullanılmaktadır. Buna göre; tütün mozaik virusu TMV, Karanfil halkalı leke virusu CRSV olarak isimlendirilmektedir. Bu kısaltmalara akronim adı verilmektedir. 2. Bakteriler *Procaryotae aleminin bir bölümünü (Bacteria) oluşturan bakteriler insanların yaşamı için çok önemli bir hücreli mikroskobik organizmalardır. Toprağın verimliliğini arttırır, havadan azot filtre eder, gıdaların ve bazı artıkların parçalanmasını sağlarlar. Fakat savaşlarda ölen insan sayısından çok daha fazla insanın ölümünden de sorumludurlar. Bugün bilinen yaklaşık 1800 bakteri türünden 300 kadarının bitkilerde hastalıklara neden olduğu saptanmıştır. Bunlardan bazılarının patovarı, yani değişik konukçularda hastalık oluşturan çok sayıda ırkları vardır. * Bakterilerin bitki içine girişleri yaralardan, kitinleşmemiş bitki kısımlarından (kılcal kökler, stigma) ve doğal açıklıklardan (stoma, hidatod,lentisel) olabilmektedir. Bakteriler doku içine girdikten sonra bitki özsuyu ile ya da hücreler arasındaki su içinde yüzerek konukçunun değişik kısımlarına taşınabilirler. Hücreler canlı oldukları sürece bunlara giremezler Bakterilerin bitkiden bitkiye taşınmalarında değişik etkenlerin rolü vardır. Fakat funguslardaki gibi uzak mesafelere uçabilen sporlar rol oynamaz. Toprakla, tohum ve bitkisel üretim materyali ile taşınabildikleri gibi böcekler tarafından da kolayca taşınabilmektedir. Toprakta serbest halde, saprofit olarak yaşamlarını sürdürmek suretiyle uzun süre canlılıklarını koruyabilirler. Bakterilerin taşınması genellikle yağmur veya sulama suyu ile olur. Hastalıklı bitki dokularından exudat adı verilen yoğun bakterili salgılar çıkartılır. Buraya damlayan yağmur suyunun sıçraması ile bakteriler değişik bitki organlarına ya da yakınındaki bitkilere taşınırlar. Bakteriyel akıntı kuru havalarda bitki dokusu üzerinde kuruyarak sert bir yapı kazanır. Çok sayıda bakteri hücresi içeren bu yapı rüzgarla taşınarak diğer bitkilere ulaşabilir. Bu yapı nemli koşullarda yumuşar ve bakteri hücreleri aktif hale gelir. Bitki patojeni bakteriler bitkilerde çok değişik belirtiler oluşturabilirler. Tek bir bakteri türü değişik konukçularda farklı belirtilere neden olabilir. İletim demetlerinde çoğalan bakteriler solgunluk, genel sararma, gelişme geriliği ve cücelik gibi belirtiler meydana getirirler. Bakterilerden pektin eritici enzime sahip olanlar bitkilerin çeşitli organlarında yumuşak çürüklük yaparlar. Bazı bakteriler ise gelişmeleri sırasında sentezledikleri hormon etkili kimyasallarla bitki hücrelerini aşırı bölünmeye teşvik ederek, değişik bitki kısımlarında ur oluşumuna neden olurlar. Birçok bakteri ise bitki hücrelerinin ölümüne neden olan leke, yanıklık, kanser yarası gibi nekrotik belirtiler oluştururlar Üremeleri * Bakteriler ikiye bölünmek suretiyle eşeysiz olarak çok hızlı bir şekilde ürerler. Bazı bakteriler her 20 –30 dakikada bir bölünürler. Üreme hızı bakterilerin bulunduğu ortamın besin içeriğine, sıcaklık ve pH gibi çevre koşullarına bağlıdır. Koşulların uygun olması durumunda bakterilerin geometrik bir artış göstermesi düşünülürse de, ortamın durumu bu kadar üremeye izin vermez. Bunun başlıca nedenleri arasında ortamdaki besin maddelerinin bitmesi, toksik madde birikmesi, uygun olmayan iyon dengesinin ortaya çıkması ve optimal çevre faktörlerinde değişiklikler meydana gelmesi bulunmaktadır. Savaşı * Bakteriyel hastalıkların savaşı oldukça zordur. Öncelikle koruyucu önlemlere yer verilmelidir. Bunun için toprağın ve bitkisel üretim materyalinin bakteri ile bulaşık olmamasına dikkat etmek gerekir. Tohumlar bakteriyel hastalıkların görülmediği alanlardan temin edilmelidir. Hastalıklı bitki artıklarının ortamdan uzaklaştırılıp imha edilmesi gerekir. Sulama, gübreleme gibi tarımsal uygulamalarda aşırıya kaçılmamalıdır. Konukçu sayısı sınırlı olan bakteriler için rotasyon, uygun bir savaş yöntemidir. Ayrıca dayanıklı bitki çeşitleri tercih edilmelidir. * Bakteriyel hastalık etmenlerine karşı bakırlı ilaçlar etkili olmaktadır. Bordo bulamacı ve bunun yerine kullanılan hazır bakırlı preparatlar bakterilere karşı kimyasal savaşta kullanılabilmektedir. Bakterilere karşı bakırlı fungusitler dışında özel bakterisit etkili tek kimyasal grup antibiyotiklerdir. Antibiyotikler, herhangi bir mikroorganizma tarafından üretilen ve diğer bazı mikroorganizmalara karşı toksik etki gösteren maddelerdir. Günümüzde bilinen antibiyotiklerin çoğu bazı funguslar ve Actinomycet’ler tarafından üretilmektedir. Bunlar esasen bakterilere etkili olmakla birlikte bir kısmı fungusların gelişimini engelleyebilmektedir. Bitki korumada yaygın olarak kullanılan antibiyotikler Streptomycin, Tetracyclin ve Cycloheximide’dir. Fakat bunlar oldukça pahalı olduklarından pratikte yaygın olarak kullanılmazlar. Sınıflandırma * Bakteriler şekil, boyut ve renklerine göre ayırt edilemeyecek derecede küçük oldukları için kimyasal yapıları, enzimatik aktiviteleri, serolojik özellikleri, bitkilerde hastalık oluşturabilme yetenekleri, antibiyotiklere ve bakteriyofaj denilen viruslara hassasiyetlerine göre teşhis edilir ve sınıflandırılırlar. Bakteriler gelişme koşullarına ve temas ettikleri maddelere göre karakter değişikliği gösterirler. Bu nedenle teşhiste yararlanılan özelliklerden biri de bakterilerin kültür ortamında oluşturdukları koloni denilen gözle görülebilir kitlelerin renk ve şekilleridir. Bazı Önemli Bakteri Hastalık Etmenleri * Erwina amylovora (Burril) Winslow et al.,( Enterobacteriales, Enterobacteriaceae) * Bitkilerde tespit edilen ilk bakteri hastalığıdır. Yumuşak çekirdeklilerde Ateş yanıklığı hastalığına neden olur. Etmen çubuk şeklinde, gram negatif, peritrik kamçılı bir bakteridir. Yağmur suları, rüzgar, kuş ve böceklerle taşınır. %96 nispi nemin altında enfeksiyon gerçekleşmez. Nektar bakteri için çok uygun bir gelişme ortamıdır. Elma ve armutlarda, ayrıca Amelanchier, Cotaneaster, Crataegus, Pyracanta, Sorbus gibi süs bitkilerinde önemli zararlar yapmaktadır. Çiçekler ve yapraklar önce suda ıslanmış gibi görünür, sonra hızla solarak önce kahverengiye, sonra siyaha dönüşür. Kabukta çatlaklar oluşur, siyah ve sert bir yapı kazanır. Sürgünler, dallar ve bazen tüm ağaç bir yıl içinde ölebilir. Nemli koşullarda hastalıklı bitkilerin üzerinde sütümsü, yapışkan sıvı damlacıkları görülür. Bu bakteriyel akıntı kurudukça sertleşir ve kahverengileşir. Bakteri kuru koşullarda bir dallar üzerinde 1 ay, zamk akıntısı içinde ise 15-20 ay canlı kalabilir. Savaşı: Hastalığın yoğun olduğu yerlerde hastalığa duyarlı bitkiler yetiştirmekten kaçınmalıdır. Belirti görülen dal ve sürgünler hastalıklı kısmın 25 cm altından kesilip imha edilmelidir. Ayrıca budama yaraları ve aletler dezenfekte edilmeli, hastalıklı üretim materyali kullanılmamalıdır. Tek yanlı azotlu gübreler hastalığı arttırır. Çiçeklenmeden önce %5’lik Bordo bulamacı tavsiye edilir. Çiçek döneminde 60-100 ppm dozda Streptomisin uygulaması çiçek enfeksiyonlarını önlemek için tavsiye edilmektedir. Bu uygulama çiçek dönemi boyunca 5 gün aralıklarla tekrarlanmalıdır. Dal ve sürgün enfeksiyonlarına karşı ise çiçekten sonra 50 ppm dozda Streptomisin uygulanır. Hasattan 50 gün öncesine kadar ilaçlama sürdürülebilir. Antibiyotik yerine uygun dozda bakırlı ilaçlar yada Fostyl-Al etkili maddeli sistemik ilaç da kullanılabilir Pseudomonas syringae von Hall., Turunçgil dal hastalığı (Psedomonadales, Pseudomonadaceae) * Etmen gram negatif, bir ya da birkaç polar kamçılı ve çubuk şeklindedir. P. syringae’nin değişik bitki türlerinde farklı belirtilere neden olan 40 kadar patovarı vardır. Polifag bir zararlıdır. Çan çiçeği, gül, söğüt, dişbudak, zakkum ve meşede zarar yapar. Ayrıca çeşitli meyve ağaçları ve sebzelerde de zararlı olur. İlk enfeksiyonlar stoma, lentisel gibi doğal açıklıklardan ve yaralardan başlar. Hastalık 28-30 ºC’de optimum gelişmesini sağlar. Yağışlı sezonlar hastalığın zararını arttırır. Kurak periyotta pasif duruma geçer, fakat canlılığını bitkinin paranşim dokularında sürdürür. Kışı bu şekilde geçirir. Yağmur, rüzgar ve böceklerle yayılır. Hastalık taze sürgün ve yaprakların yanıklığı şeklinde kendini gösterir. Hastalık önce yaprak sapında başlar, sonra yaprağa ve sürgüne geçer. Sürgünler önce sulu, cam parlaklığında bir görünüm alırlar, daha sonra esmerleşir, aşağı doğru sarkar ve üzerinde kahverenkli çizgiler oluşur. Nemli havalarda uzun süre dalda kalan hastalıklı yapraklar dökülür, fakat yaprak sapları dalda kalır. Savaş: Hastalıklı dallar budanır ve yakılır. Bu hastalığa karşı %1-1.5’lik Bordo bulamacı iyi sonuç vermektedir. İlaç uygun bir yayıcı, yapıştırıcı (Agrol) ilavesiyle ince zerreler halinde tüm dal ve yaprakları kaplayacak şekilde püskürtülmelidir. İlaçlama hasattan sonra başlayıp birer ay ara ile uygulanır ve çiçeklenmeden önce bitirilir. Agrobacterium tumefaciens (Smith & Towsend) Conn., Kök uru (Pseudomonadales, Rhizobiaceae) * Hastalığa neden olan bakteri, Gram (-) , çubuk şeklinde, 2-4 polar kamçılı bir toprak patojenidir. Bazı topraklarda yıllarca saprofit olarak yaşamını sürdürebilir. Patojen polifag olup ışığa, kuraklığa ve asit ortamlara karşı duyarlıdır. En iyi hafif alkali ortamlarda gelişir. Optimal gelişme sıcaklığı 25-30 ºC’dir. Bitkilere yaralardan girer ve hücreler arasında çoğalır. Bakteri, bitki hücreleriyle teması sırasında plasmid denilen kısa bir DNA parçasını bitki hücresinin protoplazmasına aktarır. Plasmid, bitki hücrelerini aşırı büyümeye teşvik ederek gal oluşumuna neden olmaktadır. * Elma, gül gibi değişik birçok odunsu bitkide, toprağa yakın gövde veya kök kısmında ur yada gal oluşumu hastalığın en tipik belirtisidir. Galler başlangıçta küçük ve yumuşaktır. Zamanla gal büyür, rengi kahverengi veya siyaha döner. Aynı kök veya gövde üzerinde çok sayıda gal bulunabilir. Genelde hastalıklı bitkiler kısa boylu, yaprakları küçük ve klorotik, olumsuz koşullara daha duyarlıdır. Savaş: Temiz üretim materyalinin kullanılması, ağaçlarda toprak yüzeyine yakın kısımda yara açılmaması, bulaşık ağaçların imha edilmesi gibi uygulamalar tavsiye edilir. Ayrıca bitkilerin bakterisit etkili bir preparatla ilaçlanması mücadelede etkili olabilmektedir. 3. Funguslar * Funguslar klorofil içermeyen ve genellikle sporlarıyla çoğalan mikroorganizmalardır. Yaklaşık 100 000 fungus türü tanımlanmıştır. Bunlardan sadece 8000 fungus türü bitkilerde hastalık meydana getirir. Fungusların bir çoğu insanlar için yararlıdır. Besin olarak tüketildiği gibi gıda ve ilaç endüstrisinde de kullanılır. Ayrıca funguslar bakterilerle birlikte çürüme olayının başlıca etkenleri olarak, organik maddenin parçalanması yoluyla bitkilerin beslenmesinde önemli rol oynarlar. Çürümekte olan organik madde üzerinde yaşayabilen funguslar saprofit olarak isimlendirilirler. Bazı funguslar bitki kökleriyle mikoriza denilen simbiyotik bir birlik oluştururlar. Bazı mikoriza fungusları, zararlı patojenik fungusların bitki köklerini enfekte etmesine karşı bitkiyi koruyabilir. Bitki paraziti bazı funguslar tarafından gıdalar üzerinde üretilen ve mikotoksin denilen aflatoksin gibi bazı maddeler insan ve hayvanlara zararlıdır. Bazı funguslar sadece canlı bir konukçu üzerinde çoğalıp yaşayabilir; bunlara obligat (mecburi) parazitler denir. Fakültatif parazitler ise ölü organik madde ile beslenerek de yaşamlarını sürdürebilirler. Funguslar klorofilsiz olduklarından besinlerini kendileri hazırlayamazlar; ya organik materyalden, ya da canlı hücrelerdeki hazırlanmış besinlerden yararlanmak zorundadırlar. Buna göre birinciler heterotrof saprofit, ikinciler ise parazittir. Bulundukları beslenme ortamından hazır organik maddeleri absorpsiyon yoluyla bünyelerine alırlar. Biraz organik madde, biraz da nem bulmaları onların gelişmeleri için yeterlidir. Fungusların bitkiden bitkiye taşınmaları aktif ya da pasif taşınma şeklinde olur. Aktif taşınma, hareketli fungus sporlarının toprak suyunda yüzerek bitki köklerine ulaşmasıdır. Pasif taşınmada ise rüzgar, yağmur ve sulama suları, böcekler ve diğer hayvanlar ile insanlar rol oynar. Aktif taşınma sadece hareketli zoosporları olan Myxomycetes, Chytridiomycetes ve Oomycetes sınıflarındaki funguslarda görülür. Bunların dışında kalan tüm fungus gruplarında ise pasif taşınma söz konusudur. Funguslar bitkilerde çok değişik tipte belirtiler meydana getirirler. Bitki hücrelerini yada dokularını öldürerek neden oldukları nekrotik simptomlar; yaprak lekeleri,yanıklıklar,gövde ve dal kanserleri, geriye doğru ölüm, kök çürüklüğü, çökerten, gövde ve sap çürüklükleri, etli dokularda kuru veya yumuşak çürüklükler, antraknoz ve uyuz belirtileridir. Ayrıca lobut köklülük, gal ve siğil oluşumu, yaprak kıvırcıklığı gibi hiperplastik ve cücelik gibi hipoplastik belirtiler de oluştururlar. * * Morfolojik özellikleri * Fungusların vücudunu oluşturan, diğer bütün organların da kaynağı olan temel yapıya Thallus denir. Genellikle thalliyi meydana getiren organlar hif adı verilen dallanmış ipliksi yapılardır. Hifler bir araya gelerek misel’i meydana getirirler. Gelişmiş funguslarda hifler, septum denilen yarı geçirgen sitoplazmik zarla çevrili, bir veya daha fazla çekirdek içeren hücrelere bölünmüştür. Bölmeli hiflerde hücreler arasında protoplazmik ilişkiyi sağlayan ve por adı verilen delikler bulunur. İlkel fungusların hifleri bölmesiz olup uzun tüpler şeklindedir. Mikroskop altında protoplazmanın hif içinde ileri geri akışı gözlenebilir Bir hif genellikle bir sporun çimlenmesi ile oluşur. En basit sporlar, bir çekirdek ve sitoplazma içeren mikroskopik tek hücreli yapılardır. İlkel fungusların sporları kamçıları ile yüzerek hareket edebilirler. Bir spor hücre duvarındaki ince bir yerden tüp ya da iplik şeklinde bir çim borusu çıkararak çimlenir. Çim borusu gelişerek bir hife dönüşür ve hif de dallanarak miseli oluşturur. Miselyum çoğu kez fungusun geliştiği ortam içinde gizlidir (Şekil 2.5). * Gelişme genellikle hiflerin ucunda olur. Gelişmekte olan hif uçları, en sert odun dokusu da dahil olmak üzere bitki dokusunun hücre duvarından doğrudan bitki hücrelerinin içerisine girebilme yeteneğindedir. Bu giriş, gelişmeleri sırasında çıkardıkları enzimlerle sağlanır. Enzimler hücre duvarlarını ve diğer hücre kısımlarını oluşturan yapıları çözerek parçalar. Fungusların konukçu dokuları içine girişi mekanik basınç yoluyla da olabilir. Bu amaçla hiflerin oluşturduğu ucu çivi şeklinde olan sivrilmiş yapılara apressoryum denir. Apressoryum konukçu bitki üzerinde oluşturduğu basınçla epidermisi delerek doku içine girer. Fungus hiflerinin oluşturduğu özel yapılardan biri de haustoryum’dur. Tüp veya parmak şeklinde olan bu yapı, fungusun konukçu hücreleri içinden besin maddelerini alabilmesini sağlar. Bitki içine giren fungus hifleri hücreler arasında, hücreler içinde ya da iletim dokularında yayılarak bitkiyi istila ederler. Fungus miselleri yoğun bir şekilde gelişerek fungal dokuları (plektenkima) meydana getirirler. Misellerin düzensiz ve sıkı bir şekilde bir araya gelerek oluşturdukarı fungal dokulara psödoparankima denir. Bu tip dokulara örnek olarak, bazı funguslarla oluşturulan ve sklerot adı verilen yapılar verilebilir. Bunların boyutları birkaç hücreden (mikrosklerotlar) 4 kg ağırlığa kadar değişebilir. Funguslar soğuk, kurak, sıcak veya konukçu yokluğu gibi olumsuz çıkmasıyla sklerot konukçuyu infekte edecek olan hifi oluşturur, yeni bir miselyum meydana getirir ya da başka bir üretken yapıya dönüşür. Armillaria mellea’da olduğu gibi fungus misellerinin birbirine paralel olarak sıkı bir şekilde bir araya gelerek oluşturdukları ip ya da halat şeklindeki yapılara rizomorf denir. Rizomorf, fungusun hem uygun olmayan koşulları geçirmesini, hem de bir konukçudan diğerine ulaşmasını sağlar. Misellerin düzenli ve gevşek bir şekilde bir araya gelerek oluşturdukları fungal dokulara ise prosenkima denir. İçinde değişik çoğalma yapılarının oluştuğu stroma, bu tip fungal dokulardandır. Stroma, üzerinde veya içinde fungusun sporlanma organlarının oluştuğu sıkı bir yapıdır Üremeleri * Funguslarda üreme, eşeyli ve eşeysiz olmak üzere iki tipte gerçekleşir. Eşeysiz üreme değişik fungus gruplarında vegatatif üreme (fragmentasyon), spor vererek, bölünme ve tomurcuklanma ile üreme olmak üzere dört farklı şekilde olabilmekte ve bunun sonucunda değişik tipte sporlar oluşmaktadır. * Fragmentasyonda, hiflerin uç ve orta kısımlarındaki hücreler hiften kopup ayrılmakta ve yeni bireyler oluşmaktadır. Hiflerin uç ve orta kısımlarındaki hücrelerin çeperleri kalınlaşıp yuvarlaklaşarak hiften ayrılmasıyla oluşan sporlara klamidospor adı verilir (Şekil 2.7). Bunlar genellikle fungusların olumsuz koşulları geçirmek için oluşturdukları sporlardır. Belirli bir olgunluğa ulaşan hiflerin uç kısımlarındaki hücrelerin tespih tanesi gibi koparak hiften ayrılmasıyla oluşan sporlara ise arthrospor denir. Bu iki spor tipi hif hücrelerinden, yani thalllusdan oluştukları için bunlara thallospor da denilmektedir. * Somatik yapısı tek hücreden oluşan funguslar, hücrelerin uzayarak ortadan bölünmesiyle ürerler. Bazı funguslarda, protoplazma ve çekirdeğin hücrenin uç kısmında oluşan tomurcuk içine geçerek, tomurcuğun ana hücreden koparak ayrılmasıyla oluşan üreme şekli görülmektedir. Bu tip eşeysiz üremeye tomurcuklanma denir. Bazı funguslar ise doğrudan doğruya farklılaşmış miseller üzerinde ya da misellerin oluşturduğu özel çoğalma yapıları üzerinde veya içinde spor oluşturmak suretiyle çoğalırlar. * Funguslarda eşeysiz dönemde iki tip spor oluşumu görülmektedir. Dallanmış hiflerin ucunda bulunan ve içinde çok sayıda spor taşıyan kese şeklindeki çoğalma organlarına sporangium, spor keseleri içinde oluşan sporlara ise sporangiospor denir. Nemli koşullarda yaşayıp gelişen funguslar bir veya birkaç kamçıya sahip hareketli sporlar üretirler, bunlara zoospor denir (Şekil 2.8). Bununla birlikte fungusların çoğu rüzgar, yağmur suları yada toprakla taşınan hareketsiz sporlar üretirler. Sporangium içinde oluşan hareketsiz sporlara aplanospor denir. Savaşı * Funguslarla savaşta sağlıklı üretim materyalinin kullanılması, hastalıklı bitki artıklarının yok edilmesi, ara konukçu ve vektörlerinin ortadan kaldırılması, rotasyon ve dayanıklı bitki çeşitlerinin yetiştirilmesi gibi kültürel tedbirler önem taşır. Bazı fungal hastalıklarla savaşta kimyasal ilaçların kullanılması gerekebilir. Toprak kökenli etmenler için toprak fumigasyonu, tohumla taşınan etmenler için sistemik fungisitlerle ilaçlama, bitkinin toprak üstü kısımlarındaki zararlı etmenler için de yeşil aksam ilaçlamaları önerilir. Bitki patojenlerine karşı kimyasal savaşta hijyen (sağlıklı bitkilerin patojenlerden korunması), kemoterapi (hasta bitkilerin tedavi edilmesi), ve dezenfeksiyon (konukçu bitkilerin çevresinde veya üzerinde bulunan patojenlerin imha edilmesi) olmak üzere üç genel yöntem kullanılır. Funguslara karşı kullanılan fungisitler iki grupta ele alınmaktadır. Bunlar sadece koruyucu etkiye sahip koruyucu fungusitler ile tedavi edici etkiye sahip olan sistemik fungisitlerdir. Koruyucu fungisitler bitki kutikulasından geçme yeteneğinde olmadıklarından bitki bünyesinde hareket edemezler, sadece uygulandıkları noktada etkili olabilirler. Bu nedenle de bitki patojenle bulaşmadan önce kullanılmaları gerekir. Sistemik fungisitler ise bitki bünyesine alınarak taşınırlar, translaminar etkiye sahiptirler, yani yaprağın bir yüzüne uygulandıklarında diğer yüzde etkili olurlar. Koruyucu Fungisitler. Bakırlı fungisitler en çok kullanılan koruyucu fungisit gruplarından birini oluşturmaktadır. Bakırhidroksit, Bakırkarbonat, Bakıroksiklorür gibi hazır preparatlar halinde bulunmakla birlikte, Bakırsülfat kullanımdan hemen önce hazırlanmaktadır. Etkisi güçlü ve uzun süreli bir ilaç olan Bakırsülfat günümüzde yaygın olarak kullanılan bir ilaçtır. Yakıcılığını önlemek için belirli oranda kireç ile karışım halinde hazırlanmakta ve bu karışıma “Bordo bulamacı” adı verilmektedir. Genellikle bitki gelişiminin erken dönemlerinde yeşil aksam ilaçlaması şeklinde %1 ( 100 litre suya 1 kg CuSO4 + 1 kg sönmüş veya 0,5 kg sönmemiş kireç) veya %2’lik dozları yaprak lekesi ve mildiyö hastalıklarına karşı uygulanmaktadır. Fakat pratikte nemli ve serin havalarda birçok bitkide fitotoksik etki meydana getirmesinden dolayı, toksik etkisi daha az olan hazır bakır preparatlar tercih edilmektedir. * Çeşitli hastalıklara karşı etkili fungisitlerden olan kükürtlü bileşikler inorganik ve organik kükürt bileşikleri (Dithiocarbamatlar) olmak üzere iki grupta incelenir. İkinci grupta bulunan fungusitler Zinep, Ferbam, Maneb, Mancozeb, Propineb’dir. Kalaylı bileşikler birçok fungusa karşı etkili olmalarına rağmen süs ve sera bitkilerinde fitotoksik olduğu için yaygın olarak kullanılmamaktadır. * Aromatik bileşikler grubunda PCNB, Chlorothalonil ve Dinocap bulunmaktadır. Heterosiklik bileşiklerden kimyasal yapı bakımından birbirine yakın olan Captan, Captafol, Folpet, Iprodione ve Vinclozolin süs bitkilerinde birçok hastalığa karşı başarıyla kullanılmaktadır. Kimyasal yapıları değişik diğer gruplar içinde Bronopol, Dodine, Dithianon, Dichlofluanid ve Anilazine sayılabilir. Bazı Önemli Fungus Hastalıkları * Pythium ultimum Trown, Kök Çürüklüğü (Peronosporales, Pythiaceae) Lalelerde, ayrıca sebzelerde ve çilek gibi meyvelerde zarar yapar. Enfekte olmuş lale soğanları dikimden kısa bir süre sonra yumuşar ve çürür. Soğanlar üzerinde etmenin beyazımsı sarı renkli misel tabakası oluşur. * Hastalık enfekte olmuş soğanlarla taşınabilir. Yayılma ve zararın artması, yüksek toprak nemi ile 18 ºC’nin üstündeki toprak sıcaklığına bağlıdır. Bundan dolayı bulaşık topraklar dezenfekte edilmeli ve nemi düşük tutulmalıdır. Ayrıca lale soğanları ekimden önce 15-20 dakika % 0.2’lik Benomyl + % 0.3’lük Previcur çözeltisine daldırılmalıdır. Ek olarak % 0.3’lük Benomy çözeltisinden m2’ye 15 ml gelecek şekilde toprağa karıştırılmalıdır Penicillium gladioli McCull. & Thom, Kahverengi çürüklük (Eurotiales, Trichocomaceae) * Bu fungus gladiyol soğanlarını etkiler. Enfekteli soğanlarda iri, yuvarlak ve içeriye doğru çökmüş kırmızı-kahverengi lekeler; bu lekelerin ortasında ise grup halinde mavi-yeşil yada yağlı-sarı renkte sporlar oluşur. * Tam olgunlaşmadan hasat edilen soğanlar bu hastalıktan büyük zarar görebilirler. Bundan dolayı tam olgunlaşan sağlıklı soğanlar hasat edilmelidir. Soğanlar depoya konmadan önce bulaşık olanlar ayıklanmalı ve geriye kalanları iyice kurutulmalıdır. Depo sıcaklığı 3-8 ºC olmalıdır. Dikimden önce gladiyöl soğanlarının dış kabukları soyulmalı, % 0.15’lik potasyum permanganat eriyiği ile 2-6 saat dezenfekte edilmelidir. Diplocarpon rosae Wolf., Karaleke (Helotiales, Dermateaceae) * Güllerin yaygın ve tanınmış hastalığıdır. Kışı misel, konidi ve kışa dayanıklı seksüel organları olan apotesium formunda geçiren bu fungus yaprakların genellikle alt ve üst kısmında görülür. Hastalık nedeniyle bitki zayıflar, sap kısalır ve goncanın iriliği azalır. Oluşan lekelerin en belirgin özelliği koyu renkli ve kenarlarının girintili-çıkıntılı bir biçimde çevriliş olmasıdır. * Dayanıklı türler kullanılmalı, sık dikimden kaçınılmalı, seralar iyi havalandırılmalıdır. Eğer gübreleme yapılacaksa azotlu gübre yerine fosforlu gübreler kullanılmalıdır. Budamadan hemen sonra toprak ve bitkiler bakır sülfat ile (25 gr/4.5 lt su) ilaçlanmalıdır. Hastalığın salgın olduğu durumlarda Benlare, Orthocide, Captan, Zineb gibi fungisitlerle 10-14 günde bir periyodik ilaçlama yapılabilir. Phragmidium mucronatum (Pers.) Schlecht., Gül pası (Uredinales, Pucciniaceae) * Güllerde zarar yapar. Önceleri yaprak, dal ve tomurcuk saplarında sarımtırak lekeler halinde görülür. Daha sonra bu lekeler turuncuya dönüşür. Hafifçe kabarık noktacıklar halindedir. Ara konukçusu yoktur. Etmeni kışı yere düşen yapraklar ve geniş dallar üzerinde geçirir. Genç dallarda üç yıl canlılığını koruyabilir. İlkbaharda ilk enfeksiyonlar, genç gül sürgünlerinin bulaşması ile olur. * Dayanıklı gül çeşitleri tercih edilmelidir. İlkbaharda hastalıklı dallar budanmalı, sürgünleri kesmeden önce alkol, karbolineum gibi maddeler sürülmeli ve kesildikten sonra bunlar yakılmalıdır. Yere düşmüş yapraklar toplanarak imha edilmelidir. Sulamalar öğleden sonra yapılmalı ve bitkilerde aşırı nem oluşumundan kaçınılmalıdır. Birinci ilaçlama çiçek tomurcukları kırmızı uç göstermeden 20-25 gün önce, ikincisi tomurcukların oluştuğu fakat kırmızı uç göstermeden önce (birinciden 10-15 gün sonra), üçüncü ise hasat biter bitmez yapılmalıdır. Bu amaçla Bordo bulamacı, Propineb, Zinep kullanılabilir. Uromyces dianthi (Persoon) Niessl., Karanfil pası (Uredinales, Pucciniaceae) Karanfillerin sap, dal, yaprak ve çanak yapraklarında başlangıçta sarımtırak lekeler ve bu kısımlarda gümüşi gri çıkıntılar şeklinde görülür. Hastalığın ilerlemiş evrelerinde sporlar kahverengi toz görünümü alır. Halk dilinde Kahve hastalığı adı verilir. Sap kırılması başta olmak üzere gelişme geriler. En ağır bulaşmalar genellikle çiçeklenmeden hemen önce meydana gelir. Serin ve nemli ortamda zarar oranı yüksektir. Ara konukçusu Euphorbia bitkisidir. Bu hastalığa en hassas karanfil çeşidi “Sim”dir. * Üstten sulamadan kesinlikle kaçınılmalı, su köklerine verilmelidir. Sağlam anaçlardan çelik alınmalı, seradaki bitkiler sık sık ilaçlamaya başlanmalıdır. 10’ar gün ara ile yapıştırıcı ve yayıcı kullanarak ilaçlanmalıdır. Bu amaçla Captan, Maneb, Metiram, Propineb, Zineb kullanılabilir. * * Sphaerotheca pannosa var. rosae Woron, Gül küllemesi (Erysiphales, Erysiphaceae) * Sera ve tarla koşullarında güllerin yaprak, sürgün ve tomurcuklarında zarar yapar. Hastalıklı yapraklar kıvrılır ve sertleşir, hafifçe kızarır ve beyaz bir küf örtüsüyle kaplanır. Goncaların açılmasını engeller veya açılanların sayısı ve kalitesi az olur. Etmeni kışı dal, bitki artıkları ve tomurcuklarda geçirebilir. İlk bulaşmalar buradan olur be yaz boyunca yayılır. Hastalık etmeni sıcak, nemli ve kapalı havaları tercih eder. Öncelikle dayanıklı gül çeşitleri tercih edilmelidir. Fazla sulamadan, özellikle sisleme şeklinde sulamadan kaçınılmalı, hastalığın görüldüğü goncalar ve bir yanındaki sürgünler kesilip yok edilmelidir. İyi gelişme temin edilecek şekilde gübreleme, toprak işleme ve sulama yapılmalıdır. Yaprak ve tomurcuklar oluştuğu zaman ilk ilaçlamaya başlamalıdır. Bu amaçla Benomyl, Dinocap, Quinomethionate, Buprimate ve Kükürt kullanılabilir. Phytophthora cactorum (Leb. and Cohn) Schröter, Meyve ve rizom çürüklüğü (Peronosporales, Peronosporaceae) * Etkeni polifag karakterde olup yapraklı ve iğne yapraklı birçok bitkide, ayrıca lale ve açelyalarda zarar yapmaktadır. Hastalık kendisini henüz kitinleşmemiş yaprak, kotiledon ve gövde kısımlarında önce koyu yeşil, sonra kırmızı-esmer lekeler halinde gösterir. Bu hastalık simptomları ilk bakışta kuraklık ve yüksek sıcaklık zararları ile karıştırılabilir. Kuraklık sonucu kotiledonlar kurur ve kıvrılır, çoğu kez de uç tomurcuk ölür. Fakat bu hastalıkta ise kotiledonlar kurur, fakat kıvrılmaz. Ayrıca uç tomurcuğu da canlılığını korur. Bu hastalığa karşı sadece koruyucu önlemler alınabilir. Duyarlı bitkiler yerine daha dayanıklı bitkiler kullanılmalıdır. Bitkiler güvenilir fidanlıklardan satın alınmalıdır. Duyarlı bitkileri aşırı sulamadan kaçınmalıdır. Nectria cinnabarina (Tode) Fries, Kırmızı kabarcık hastalığı (Hypocreales, Hypocreaceae) * Saprofik olarak çeşitli yapraklı ağaçların kabuklarında yaşar. Don zararına uğramış veya başka nedenlerle zayıf düşmüş meyve ağaçları ile kayın, ıhlamur, meşe, atkestanesi, dişbudak, karaağaç, akçaağaç, ve cevizlerde olur. Dıştan, özellikle nemli kış aylarında et kırmızısı renginde belirgin olarak görülen konidi formunun spor yatakları kendini gösterir. Hastalık enfeksiyonları, etmen saprofit bir parazit olduğundan dolayı yaralardan olmaktadır. 18-24 ºC sıcaklıklar hastalık etmenin gelişimi için optimal koşuldur. Hastalık topraklarda, özellikle suya doymuş, asit karakterli, azotça zengin, fakat diğer besinlerce fakir topraklarda daha çok görülmektedir. Herhangi bir kimyasal savaş önerilmemektedir. Fakat koruyucu olarak ilkbahar ve sonbaharda, özellikle budamadan sonra Bordo bulamacı uygulanabilir. Hastalıklı dallar sağlam oduna kadar kesilerek yakılır. Bitkilerin sağlıklı yetişmesi için gerekli önlemler alınmalıdır.