MAJÖR DEPRESYON VE PANĠK BOZUKLUĞU OLAN

advertisement
T.C Sağlık Bakanlığı
HaydarpaĢa Numune Eğitim ve AraĢtırma Hastanesi
Psikiyatri Kliniği
Klinik ġefi: Uz. Dr. Mecit ÇalıĢkan
MAJÖR DEPRESYON VE PANĠK BOZUKLUĞU OLAN
HASTALARIN ERKEN DĠSFONKSĠYONEL ġEMA
AKTĠVASYONLARININ KARġILAġTIRILMASI
( Uzmanlık Tezi )
Dr. SEDAT BAĞDAÇĠÇEK
Tez DanıĢmanı
Uz. Dr. Figen Atalay
Ġstanbul 2009
TEŞEKKÜR
Uzmanlık eğitimim boyunca bilgi ve deneyimlerinden yararlandığım ve asistanı olmaktan
onur ve mutluluk duyduğum klinik şefim Uzm. Dr. Mecit ÇALIŞKAN’a ,
Kliniklerinde rotasyon yaptığım ve eğitimime katkısı olan Doç. Dr. Hülya TİRELİ’ye, Prof.
Dr. Meral BERKEM’e
Eğitimimde ve tezimin oluşturulmasında bana bilgi ve deneyimlerini aktaran, şükran
duyduğum tez danışmanım Uzm. Dr. Figen ATALAY’a ,
Tezimin hazırlanmasında katkılarından dolayı Yard. Doç. Dr. Hakan ATALAY’a,
Eğitimime katkılarından dolayı şef yardımcısı Uzm. Dr. Mehmet ÜÇIŞIK’a, Doç. Dr. Mustafa
BİLİCİ’ye, Uzm. Dr. Cem CERİT’e, Uzm. Dr. Gonca Kartal ERKIRAN’a, Uzm. Dr. Melek
Zeynep SONER SAYGIN’a
Birlikte çalışmaktan mutluluk duyduğum tüm asistan, psikolog, hemşire ve personel
arkadaşlarıma,
Beni her zaman destekleyip yanımda olan, sevgili eşim Gamze’ye ve kızım İlke’ye
TEŞEKKÜR EDİYORUM
İÇİNDEKİLER
TEŞEKKÜR.………………………………………………………………i
İÇİNDEKİLER…………………………………………………………...ii
TABLOLAR VE GRAFİKLER..………………………………………..iii
KISALTMALAR
……………………………………………………...Ⅴ
GİRİŞ VE AMAÇ…………………...……………………………………1
GENEL BİLGİLER…………………...………………………………….2
Majör Depresif Bozukluk…………………………………………………………2
Panik Bozukluk …………………………………………………………………14
ġema Nedir?......................................................................................................29
ġema Kökenleri.................................................................................................31
YÖNTEM ve METODLAR.…………………………………………….38
ARAŞTIRMADA KULLANILAN GEREÇLER.……………………..40
BULGULAR.…………………………………………………………….43
TARTIŞMA.……………………………………………………………..63
SONUÇ ve ÖNERİLER.………………………………………………..69
ÖZET.……………………………………………………………………70
KAYNAKLAR.………………………………………………………….71
EKLER.………………………………………………………………….80
TABLO VE GRAFİK LİSTESİ
Tablo No Tablonun Adı
Sayfa No
Tablo 1
Her üç grubun yaĢ ve cinsiyet dağılımı
43
Tablo 2
Her üç grubun eğitim düzeyi, meslek, aylık gelir ve medeni durum verileri
44
Tablo 3
Her üç grubun diğer sosyo-demografik verileri
46
Tablo 4
Her üç grubun tedavi öncesi YġÖ puanları ve aralarındaki farklılıklar
49
Tablo 5 Tedavi öncesi grupların Ģema aktivasyonlarının Tukey Çoklu KarĢılaĢtırma
50
Testine göre değerlendirilmesi
Tablo 6
Her üç grubun tedavi sonrası YġÖ puanları ve aralarındaki farklılıklar
53
Tablo 7 Tedavi sonrası grupların Ģema aktivasyonlarının Tukey Çoklu KarĢılaĢtırma
54
Testine göre değerlendirilmesi
Tablo 8
MD grubunun tedavi öncesi ve sonrası YġÖ puanları ve aralarındaki
55
farklılıklar
Tablo 9
PB grubunun tedavi öncesi ve sonrası YġÖ puanları ve aralarındaki
57
farklılıklar
Grafik No Grafiğin Adı
Sayfa No
Grafik 1
Her üç grubun tedavi öncesi BDÖ ve BAÖ ortalama puanları
48
Grafik 2
Her üç grubun tedavi sonrası BDÖ ve BAÖ ortalama puanları
51
Grafik 3
Tedavi Öncesi Güvenli Bağlanma / Ayrılma-DıĢlanma ile Ġlgili ġemalar
58
Grafik 4
Tedavi Sonrası Güvenli Bağlanma / Ayrılma-DıĢlanma ile Ġlgili ġemalar
58
Grafik 5
Tedavi Öncesi Duyguları Ġfade Özgürlüğü-BaĢkaları Yönelimlilik Ġle Ġlgili
59
ġemalar
Grafik 6
Tedavi Sonrası Duyguları Ġfade Özgürlüğü-BaĢkaları Yönelimlilik
59
Ġle Ġlgili ġemalar
Grafik 7 Tedavi Öncesi Performans / ZedelenmiĢ Hareket Özgürlüğü Ġle Ġlgili
60
ġemalar
Grafik 8 Tedavi Sonrası Performans / ZedelenmiĢ Hareket Özgürlüğü Ġle Ġlgili
60
ġemalar
Grafik 9
Tedavi Öncesi Gerçekçi Limitler / ZedelenmiĢ Sınırlar ile Ġlgili ġemalar
61
Grafik 10 Tedavi sonrası Gerçekçi Limitler / ZedelenmiĢ Sınırlar ile Ġlgili ġemalar
61
Grafik 11 Tedavi Öncesi Ġçtenlik ve Oyun / AĢırı Hassasiyet ile Ġlgili ġemalar
62
Grafik 12 Tedavi Sonrası Ġçtenlik ve Oyun / AĢırı Hassasiyet ile Ġlgili ġemalar
62
KISALTMALAR
ACTH
: Adrenokortikotrop Hormon
BAÖ
: Beck Anksiyete Ölçeği
BDÖ
: Beck Depresyon Ölçeği
BOS
: Beyin Omurilik Sıvısı
CAMP
: Siklik Adenozin Monofosfat
CRH
: Kortikotropin Salgılatıcı Hormon
GABA
: Gamma Amino Bütirik Asit
MDB
: Majör Depresif Bozukluk
NMDA
: N-metil-D-aspartik asid
PB
: Panik Bozukluk
REM
: Rapid Eye Movement
TRH
: Tirotropin Salgılatıcı Hormon
TSH
:Tiroid Stimüle Edici Hormon
YŞÖ-KF3
: Young ġema Ölçeği-Kısa Form-3
GİRİŞ VE AMAÇ
BiliĢsel değerlendirme süreçlerinde,”benlik”, “kiĢiler arası iliĢkiler” ve “insanın
içinde yaĢadığı bağlam” gibi temel Ģemalarla ilgili merkezi biliĢsel özelliklerin ölçülmesinin
göz ardı edilmesine yapılan vurguların, alanda Ģema odaklı değerlendirme ve değiĢim
modellerine ivme kazandırdığı gözlenmektedir (Hammen 1992, Safran 1990; Young ve ark,
1992).
Aralarında terminolojik farklar bulunmakla birlikte, Ģema kavramsallaĢtırmasının,
Bowlby‟nin bağlanma kuramına dayandığı ve Ģemaların bağlanma figürleri ile olan
etkileĢimlerin temsilleri olarak tanımlandığı izlenmektedir ( Safran ve ark, 1990; Young ve
ark, 1992).
BiliĢsel terapi yaklaĢımına göre kiĢinin duygulanımı ve davranıĢları onun daha önceki
deneyimlerine bağlı olarak geliĢtirdiği ve dünyayı algılamasına yön veren biliĢsel Ģemalar
tarafından belirlenir. ġemalar, biliĢsel psikolojinin anahtar kavramıdır (Beck ve Emergy,
1985).
Jeffry Young‟a (1990,2003) göre, erken dönem uyumsuz Ģemalar, anıları, duyguları,
biliĢleri ve beden duyumlarını içeren, kiĢinin kendine ve iliĢkilerine yönelik yaĢam boyu
geçerli, yaygın, kapsamlı biliĢsel özellikler olarak tanımlanmaktadır. ġemalar, genellikle
çocukluk ve ergenlik dönemleri boyunca geliĢmektedirler ve çocuğun içinde yaĢadığı aile
ortamına/yakın çevresine uyumunu sağlamaları açısından iĢlevseldirler.
Öte yandan, tüm bireylerde bulunan bu Ģemalar katı ve değiĢime dirençli olmaları
nedeniyle yaĢamın ilerleyen dönemlerinde uyum bozucu hale gelebilmekte, çeĢitli Eksen-I ve
Eksen-II bozuklukların temelinde yer alabilmektedirler (Soygüt, 2009).
Literatürde majör depresif bozukluk (MDB) ve panik bozukluğu (PB) olan eriĢkin
hastalarda bazı erken dönem uyum bozucu Ģemaların, sağlıklı kiĢilerden daha kuvvetli bir
Ģekilde aktif olduğu gösterilmiĢtir (McGinn ve ark, 2005; Delattre ve ark, 2004).
Yeni geliĢmeler, hastaların değerlendirilme ve tedavilerinde Ģemaların önemini ortaya
çıkarmıĢtır. Bu çalıĢmadaki amacımız, Eksen-I bozukluklardan majör depresif bozukluk ve
panik bozukluk tanısı alan hastaların tedavi öncesi ve sonrası erken dönem uyum bozucu
Ģema aktivasyonlarını karĢılaĢtırmaktır.
GENEL BİLGİLER
MAJÖR DEPRESİF BOZUKLUK
Depresyon yaygınlığı, kiĢisel ve toplumsal maliyetleri göz önünde bulundurulduğunda
en önemli psikiyatrik bozukluklardan birisi olmanın ötesinde ciddi bir halk sağlığı sorunudur.
Depresyon içinde olan kiĢiler yoğun psikolojik rahatsızlık çekmelerinden dolayı hayatlarını
yeterince yaĢayamazlar, aile birliklerini sürdürmede genellikle problemleri olur, çocuklarıyla
yeterince ilgilenemezler, iĢlerindeki üretkenlikleri azalır ve depresyonun Ģiddetine bağlı
olarak giderek kaybolabilir. Depresyon belirtilerinden kaynaklanan sosyal iliĢki sorunları,
kiĢilerin zaman içinde toplumdan uzak ve yalnız yaĢamak durumunda kalmalarına neden
olabilir (Kırlı, 2008).
Epidemiyoloji
Depresyon psikiyatrik hastalıklar arasında en sık görülenlerden biridir. Weismann ve
ark‟nın (991) yaptığı ECA (Epidemiologic Catchment Area ) çalıĢmasında majör depresif
bozukluğun yaĢam boyu ve yıllık yaygınlığı sırasıyla %4.9 ve %2.7 olduğunu bildirmiĢtir.
Kessler‟in (1994) NCS (National Comorbidity Survey) çalıĢmasında ise yaĢam boyu ve yıllık
yaygınlık oranları daha yüksekti (%17.1, %10.3). Kessler ve arkadaĢlarının (2003) yaptıkları
NCS-R çalıĢmasında ise yaĢam boyu ve yıllık yaygınlık oranları sırasıyla %16.2 ve %6.6 „dır.
Doğan ve ark.‟nın (1995) çalıĢmasında; ülkemizdeki depresyon yaygınlığı (%8- 20) diğer
ülkelerdeki oranlara benzer bulunmuĢtur.
Sosyodemografik İlişkiler:
Yaş
ÇalıĢmalar tutarlı bir Ģekilde depresyonun ilk ortaya çıkıĢı için erken eriĢkinlikte
ortalama bir yaĢ göstermiĢtir (20‟li yaĢların sonu). Psikiyatrik Epidemiyoloji ÇalıĢmaları
Uluslararası konsorsiyumunda (The International Consortium of Psychiatric Epidemiology
Surveys) tüm ülkelerde majör depresyon baĢlangıcında ortalama yaĢ 30‟lu yaĢların baĢı ve
ortaları arasındaydı (Andrade ve ark, 2003) . De Graaf ve ark. (2003) Hollanda Ruh Sağlığı
AraĢtırması ve Ġnsidans ÇalıĢmasında (NEMESIS) kadınların erkeklerle kıyaslandığında daha
genç baĢlama yaĢına sahip olduğunu ve majör depresyon için baĢlangıçtaki ortalama yaĢı 29.9
olarak buldular.
Cinsiyet
Majör depresyon kadınlarda erkeklere göre iki kat daha fazla görülmektedir. Bu
farklılık erken eriĢkinlik döneminde baĢlar, 30-45 yaĢları arasında en belirgindir ve yaĢlılıkta
devam eder (Sadock JB, Sadock VA., 2003). Biyolojik ve hormonal farklılıkların yanı sıra
kadınların strese karĢı artmıĢ duyarlılıkları; sıklıkla iĢlevsel olmayan baĢa çıkma yöntemleri
geliĢtirmeleri, birden fazla sosyal rol yüklenmeleri ve erkeklerde sık görülen madde kullanım
bozukluklarının depresif semptomları baskılayabilmesi majör depresyonun yaygınlığındaki
cinsiyet farklılığını açıklayabileceği ileri sürülmüĢtür (Rıhmer ve Angst, 2000).
Irk ve etnik gruplar
Toplumdaki eriĢkinler arasında ırk/etnik köken ve depresyon arasındaki iliĢki
bulguları karıĢıktır. Kessler ve ark‟nın (1997) çalıĢmasında azınlık durumundaki ırklarda
depresyon oranında anlamlı olmayacak bir yükseklik buldu. Dunlop ve ark‟nın (2003)
çalıĢmasında majör depresyon siyah eriĢkinlerde daha düĢük oran gösterirken, Hispanik ve
beyaz eriĢkinler benzer oranlara sahipti.
Medeni durum
Genel sonuçta epidemiyolojik çalıĢmalar halen evli olanlarla karĢılaĢtırıldığında hiç
evlenmemiĢ ya da daha önce evlenmiĢ olanlarda depresyon oranlarını daha yüksek olduğunu
bulmuĢlardır. Weisman ve ark.nın (1996) çalıĢmasında boĢanma oranlarının en düĢük olduğu
iki ülkede en düĢük depresyon oranı olduğunu (Kore ve Tayvan) ve ayrılma/boĢanma ve
depresyon arasındaki iliĢkinin erkeklerde kadınlarda olduğundan daha güçlü olduğunu
buldular. Kessler ve ark.nın (2003) Ulusal Ek Tanı AraĢtırması tekrarlama çalıĢmasında hiç
evlenmemiĢ olmak geçen yılki depresyon için bir risk faktörü, önceki evlilik ise yaĢam boyu
depresyon için bir risk faktörü idi.
Sosyoekonomik durum
Epidemiyolojik çalıĢmalar artmıĢ depresyon oranlarıyla düĢük sosyoekonomik düzey
arasındaki iliĢkiyi göstermede göreceli olarak tutarlıdır (Kessler, 1997; Weissman ve Myers,
1978). Weissman ve ark.nın (1991) ECA çalıĢmasında ise daha yüksek sosyoekonomik
grupları arasında depresyon oranını daha yüksek bulunmuĢtur. Daha yakın zamanlardaki
çalıĢmalar çocukluk çağı sırasındaki düĢük sosyoekonomik düzeyin bile eriĢkinlik sırasındaki
artmıĢ depresyon riskiyle iliĢkili olduğunu göstermektedir (Gilman ve ark, 2003).
Şehirde veya kırsal bölgede yaşamak
Çoğu çalıĢmada majör depresyonun kırsal bölgede Ģehirli ortamlarda olandan daha az
yaygın olduğu ileri sürülmüĢtür. Bu farkın nedeni olarak suç, yasa dıĢı maddelere ulaĢım
kolaylığı, iĢsizlik ve stresli yaĢam olaylarının katkısının olabileceği ileri sürülmüĢtür (Patten
ve ark, 2003).
Aile öyküsü ve genetik özellikler
Aile çalıĢmaları majör depresyon aile hikayesinin majör depresyon riskinde belirgin
artıĢla iliĢkili olduğunu göstermiĢtir (Klein ve ark, 2001; Liebet ve ark, 2002). Anne babadaki
depresyonun çocuklardaki depresyonun daha erken baĢlamasıyla ve daha Ģiddetli olmasıyla
iliĢkilidir (Liebet, 2002). Ayrıca Kendler ve ark.ı (1998) depresyon aile hikayesi olanlarda
stres yaratan yaĢam olaylarının depresyon riskiyle iliĢkili olduğu gösterilmiĢtir.
Erken olumsuz yaşam olayları
Erken çocukluk travmaları ve olumsuz yaĢam olayları toplumdaki yetiĢkinler arasında
depresyonun baĢlamasında ve Ģiddetinde risk artıĢıyla iliĢkilidir. ÇeĢitli çalıĢmalarda fiziksel
ve cinsel kötüye kullanım, ihmal ile eriĢkinlikteki depresyon arasında bir iliĢki olduğunu
göstermiĢtir (Kessler ve ark, 1997; MacMillan ve ark., 2001). Özellikle ayrılma ve ölümle
olan ebeveyn kaybı gibi kayıp olayları eriĢkinlikte artmıĢ depresyon riski arasında tutarlı
bağlantılar vardır.
Olumsuz yaşam olayları
KiĢiler arası iliĢkilerde, ailede, sağlıkta, iĢ ve ekonomik durumdaki olumsuz yaĢam
olayları depresyon baĢlangıcıyla iliĢkilendirilmiĢtir (Kessler, 1997). Bu iliĢki kadınlarda ve
erkeklerde tüm yaĢ grupları boyunca ortaya çıkar. Sıkıntı verici yaĢam olayları ve depresyona
genetik/ailesel
yatkınlık, baĢa çıkma tarzları (Mazure ve Maciejevski, 2003) ve kiĢilik
özellikleri (Maier ve ark, 1995) arasında depresyon riski düzeyinde karĢılıklı bir etkileĢim
vardır.
Hastalık öncesi kişilik özellikleri
Depresyonun kapsamlı anlaĢılabilmesi için, kiĢinin depresyon epizodu öncesindeki
“premorbid” kiĢilik yapısı incelenmelidir. Obsesif, histrionik, pasif ve bağımlı ve sınır kiĢilik
yapısı özelliklerine sahip olanlarda depresyon daha çok izlenirken, antisosyal ve paranoid
kiĢilik yapısına sahip bireylerde daha az izlenmekte olduğu yönünde görüĢler vardır (IĢık,
2003).
Diğer psikiyatrik durumlarla birliktelik
1) Kupfer 2001‟ de depresyonun tekrarlayabilen ve kronikleĢen bir hastalık olduğunu,
birinci epizoddan sonra ortalama % 75- 80 civarında nüks oranı olduğunu ifade etmiĢtir.
2) Anksiyete bozukluklarının varlığı, depresyon olasılığını arttırmaktadır.
3)Nörolojik hastalıklar; örneğin Parkinson hastalığı, Alzheimer hastalığı, inme gibi
hastalıklarda depresyon yüksek orandadır.
4) Birincil uyku bozukluklarının varlığı depresyon sıklığını arttırmaktadır.
5) Alkol ve madde kötüye kullanımıyla depresyon arasında daha yüksek oranda
birliktelik izlenir (IĢık, 2003).
TANI
MAJÖR DEPRESĠF EPĠZOD ĠÇĠN DSM-IV TANI ÖLÇÜTLERĠ
A. Ġki haftalık bir dönem sırasında, daha önceki iĢlevsellik düzeyinde bir değiĢiklik
olması ile birlikte aĢağıdaki semptomlardan beĢinin (ya da daha fazlasının) bulunmuĢ olması;
semptomlardan en az birinin ya (1) depresif duygudurum ya da (2) ilgi kaybı ya da artık zevk
alamama olması gerekir.
Not: Açıkça genel tıbbi bir duruma bağlı olan ya da duyguduruma uygun olmayan
hezeyan ya da halüsünasyon semptomlarını katmayınız.
(1) ya hastanın kendisinin bildirmesi (örneğin, kendisini üzgün ya da boĢlukta
hisseder) ya da baĢkalarının gözlemesi (örneğin, ağlamaklı bir görünümü vardır) ile belirli,
hemen her gün yaklaĢık gün boyu süren depresif duygudurum. Not: Çocuklarda ve ergenlerde
irritabl duygudurum bulunabilir.
(2) hemen her gün, yaklaĢık gün boyu süren, tüm etkinliklere karĢı ilgide belirgin
azalma ya da artık bunlardan eskisi gibi zevk alamıyor olma (ya hastanın kendisinin
bildirmesi ya da baĢkalarınca gözleniyor olması ile belirlendiği üzere).
(3) perhizde değilken önemli derecede kilo kaybı ya da kilo alımının olması (örneğin,
ayda, vücut kilosunun % 5‟ inden fazlası olmak üzere ya da hemen her gün iĢtahın azalmıĢ ya
da artmıĢ olması. Not: Çocuklarda, beklenen kilo alımının olmaması.
(4) hemen her gün, insomnia (uykusuzluk) ya da hipersomnia (aĢırı uyku) olması.
(5) hemen her gün, psikomotor ajitasyon ya da retardasyonun olması (sadece
huzursuzluk ya da ağırlaĢtığı duygularının olduğunun bildirilmesi yeterli değildir, bunların
baĢkalarınca da gözleniyor olması gerekir).
(6) hemen her gün, yorgunluk-bitkinlik ya da enerji kaybının olması.
(7)hemen her gün, değersizlik, aĢırı ya da uygun olmayan suçluluk duygularının
(hezeyan düzeyinde olabilir) olması (sadece hasta olmaktan ötürü kendini kınama ya da
suçluluk duyma olarak değil)
(8) hemen her gün, düĢünme ya da düĢüncelerini belirli bir konu üzerinde
yoğunlaĢtırma yetisinde azalma ya da kararsızlık (ya hastanın kendisi söyler ya da baĢkaları
bunu gözlemiĢtir).
(9) yineleyen ölüm düĢünceleri (sadece ölmekten korkma olarak değil), özgül bir tasarı
kurmaksızın yineleyen intihar etme düĢünceleri, intihar giriĢimi ya da intihar etmek üzere
özgül bir tasarının olması.
B. Bu semptomlar bir Mikst Epizodun tanı ölçütlerini karĢılamamaktadır.
C. Bu semptomlar klinik açıdan belirgin bir sıkıntıya ya da toplumsal, mesleki
alanlarda ya da önemli diğer iĢlevsellik alanlarında bozulmaya neden olur.
D. Bu semptomlar bir madde kullanımının (örneğin, kötüye kullanılabilen bir ilaç) ya
da genel tıbbi bir durumun (örneğin, hipotiroidizm) doğrudan fizyolojik etkilerine bağlı
değildir.
E. Bu semptomlar Yas‟la daha iyi açıklanamaz, yani sevilen birinin yitirilmesinden
sonra bu semptomlar 2 aydan daha uzun sürer ya da bu semptomlar, belirgin bir iĢlevsel
bozulma, değersizlik düĢünceleriyle hastalık düzeyinde uğraĢıp durma, intihar düĢünceleri,
psikotik semptomlar ya da psikomotor retardasyonla belirlidir.
ETYOLOJİ
Psikolojik görüşler:
Psikoanalitik ve psikodinamik etmenler
Depresyonu anlama giriĢimlerinde, Sigmund Freud nesne kaybı ve melankoli arasında
bir iliĢki olduğunu, depresyondaki hastanın öfkesinin kayıp nesne ile özdeĢim nedeniyle içe
yöneldiğini öne sürmüĢtür. Freud bir objeyi terk etmek için egonun tek yolunun içe alma
(introjeksiyon) olduğuna inanmaktaydı. Depresif hastanın suçluluk ve kendi kendini kınama
ile birlikte derin bir değersizlik duygusu hissetmesi ama yas tutanda bu duyguların olmaması
depresyonu yastan ayırt ettirmekteydi.
K.Horney, J.Bowlby, H.Kohut, M.Klein: Depresyonun ortaya çıkmasında anne ve
çocuk iliĢkisinin niteliğinin ve anne-çocuk ayrılığının önemini vurgular.
Jakobson: Depresyonda temel sorunun benlik saygısındaki düĢme olduğunu öne
sürmüĢtür.
E. Bring : Benlik psikolojisinin görüĢlerini yansıtır. Bireyin benliğin narsisistik emel
ve beklentilerinin gerçekleĢmediği durumlarda çaresizlik ve benlik saygısında düĢmeyle karĢı
karĢıya kaldığını ve benliğin sanki felç olarak iĢlevlerini yerine getiremediğini öne sürer
(Balcıoğlu, 1999).
Öğrenilmiş çaresizlik
Erken yaĢlardan itibaren olumsuz hayat olayları ile karĢılaĢan, sürekli engellenen ve
bu durumlarla baĢ edemeyen kiĢiler depresyona girebilir. ÖğrenilmiĢ çaresizlik görüĢü
özellikle reaktif depresyonların açıklanmasında önemlidir (Balcıoğlu, 1999).
Bilişsel kuram
BiliĢsel kurama göre biliĢ, duygu ve davranıĢın birincil belirleyicisidir. BiliĢ depresif
psikopatolojiyle, iĢlevsel olmayan tutumlar ve kendilik, dünya ve geleceğe yönelik olumsuz
otomatik düĢüncelerin yanı sıra, bilgiyi iĢlemede yapılan alıĢkanlık haline gelmiĢ hatalar
açısından bağlantılıdır (Beck, 1976). Çocukluk çağındaki yaĢantılar öğrenme yolu ile Ģema
denilen bazı temel düĢünce, değer yargıları ortaya çıkarır. Bu Ģemalar katı, değiĢmeye dirençli
ise, birey yeterli iĢlev düzeyine eriĢemez. Depresyonda görülen Ģemalar yetersizlik,
değersizlik, baĢarısızlık ve sevilmemedir.
Herhangi bir hayat döneminde yaĢanan bu Ģemalarla uyumlu bir olay Ģemaları etkin
duruma getirip algılamada ve anlamlandırmada bozukluklar ortaya çıkar, bilgiler yanlıĢ
iĢlenir. Bunların sonucu da otomatik düĢünceler ortaya çıkar. Sonuçta depresyon geliĢir
(Balcıoğlu, 1999).
Biyolojik görüşler:
Depresyonun etyolojisinde çeĢitli nörobiyolojik mekanizmaların varlığı ileri
sürülmektedir. Bunlar arasında noradrenerjik sistem, serotonerjik sistem, nöropeptidler,
genetik geçiĢ modeli, glutamaterjik sistem, nöroendokrinolojik faktörler, nöroplastisite ve
nörotrofik faktörler, hücre içi bağlantılar ve nöroanatomik bağlantılar örnek olarak verilebilir.
Biyolojik aminler
Monoamin hipotezi üç biyojenik aminden (serotonin, norepinefrin, dopamin) birisinin
ya da diğerinin eksikliğinin ve dolayısıyla fonksiyonlarında ortaya çıkan azalmanın veya bu
reseptörlerdeki sayı ve duyarlılıkta artıĢın depresyonun altında yatan biyolojik düzenek
olduğunu ileri sürmektedir.
Noradrenerjik sistem
Klinik antidepresan yanıtla, β-adrenerjik reseptörlerin down regülasyonu arasındaki
korelasyon, depresyonda noradrenerjik sistemin rolüne en güçlü veridir. Ayrıca depresyonda
presinaptik β2-reseptörlerin aktivasyonlarının, norepinefrin salınım miktarında azalmaya yol
açtığı düĢünülmektedir. Presinaptik β2- adrenerjik reseptörler serotonejik reseptörlerde de
yerleĢmiĢlerdir ve serotonin salınım miktarını düzenlerler (Sadock JB, Sadock VA., 2003).
Depresyonda noradrenalin yetersizliğinin dikkat azalması, konsantrasyon sorunları,
iĢlem belleğinde yetersizlikler, bilgi iĢleme süreçlerinin yavaĢlaması, deprese duygudurum,
psikomotor yavaĢlama ve yorgunluk gibi semptomlara neden olduğu düĢünülmektedir (Stahl,
2000).
Serotonerjik sistem
Seçici serotonin geri alım inhibitörlerinin depresyon tedavisinde gerçekleĢtirdikleri
etki ile serotonin, biyolojik aminler içinde depresyona en çok eĢlik eden nörotransmitter
olmuĢtur. Serotonin azalması depresyonu tetikleyebilir ve özkıyıma iliĢkin impulsları olan
hastalar düĢük beyin omirilik sıvısı (BOS) serotonin metabolitleri ve düĢük trombosit
serotonin geri alım bölgeleri konsantrasyonuna sahiptir (Sadock JB, Sadock VA., 2003).
Serotoninin deprese duygudurum, uyku–iĢtah-cinsel fonksiyon bozuklukları, anksiyete
ve obsesyon gibi semptomlardan sorumlu olduğu düĢünülmektedir (Stahl, 2000).
Dopaminerjik sistem
Dopamin konsantrasyonunu azaltan ilaçlara (reserpin) ve hastalıklara (Parkinson
hastalığı gibi) depresif belirtilerin eĢlik etmesi ve dopamin konsantrasyonunu artıran ilaçların
(bupropion)
depresif
belirtileri
azaltması
depresyonda
dopaminin
olası
rolünü
düĢündürmektedir. Dopamin ve depresyon hakkında iki yeni kuram depresyonda mesolimbik
dopamin yolağının disfonksiyonel olabileceği ve dopamin D1 reseptörünün depresyonda
hipoaktif olabileceğidir (Sadock JB, Sadock VA., 2003).
Depresyon etyolojisinde genetik kanıtlar
Depresyonun etyolojisinde genetik çalıĢmalar çeĢitli baĢlıklar altında toplanmıĢtır.
Serotonin, adrenalin, dopamin, anjiotensin dönüĢtürücü enzim, monoamin oksidaz, GABA
(gaba amino bütürik asit), gen polimorfizmi gibi. Depresyonun genetik yönü oldukça
karmaĢıktır, genetik heterojenite ve multi faktöryel kalıtım göstermektedir. Genetik
yaklaĢımlara ek olarak, psikiyatrik araĢtırmalar duygulanım bozukluklarının ortaya çıkıĢında
psikososyal faktörlerin etkisi üzerinde yoğunlaĢmakta ve gen-çevre etkileĢimli modeller
üzerinde de durmaktadır (Herken, 2002).
Depresyon etyolojisinde nöropeptidler
Nörotransmiterlerin içinde önemli yer tutan peptidler, yapılarında yüzden az aminoasit
bulunduran kısa zincirli proteinlerdir. Nöropeptidler büyük ölçüde nöromodülatör ve
nörohormon olarak görev yapar. Bu iĢlevleri yanında lokal olarak nörotransmitter iĢlevleri de
vardır (Yüksel, 1998). ġimdiye kadar tespit edilebilen nöroaktif peptidlerin sayısı yüzden
fazladır. AraĢtırmacılar merkezi sinir sisteminde belki de üç yüzden fazla peptid olabileceğini
varsaymaktadır. Beynin tümünde yer almakla birlikte en fazla limbik sistemde yer
almaktadırlar.
Somatostatin
Somatostatin insan beyninde hipotalamus, amigdala ve nükleus akkumbensde önemli
konsantrasyonlarda bulunur. YavaĢ dalga uykusu ve REM (rapid eye movement) uykusu ile
gıda alımı, lokomotor aktivite, analjezi ve öğrenmenin düzenlenmesinde rol oynar. Depresif
hastalarda BOS somatostatin düzeyleri düĢük bulunmuĢtur (Goodwin ve Jakobi, 2007).
Gonadal düzenleyici steroidler (GnRH)
Primer olarak hipotalamusta bulunur. Primer etkisi seksüel davranıĢ üzerinedir ancak
santral sinir sisteminin geliĢimine katkıda bulunduğu gibi uyarılabilirlik ve anksiyetenin genel
kontrolüne de katkıda bulunduğu düĢünülmektedir. Hipotalamik-pitiuter-gonadal akstaki
düzensizliklerin peri ve post menapozdaki kadınların endojen depresyonu ve post-partum
depresyon üzerinde etkili olduğu düĢünülmektedir. Bunu destekler Ģekilde bazı kadınlarda
östrojenin antidepresan etkisi olduğu gözlenmiĢtir.
Depresyon etyolojisinde ayrıca triptofan uygulanmasına azalmıĢ prolaktin salınımı,
folüküler luteinizan hormon, luteinizan hormon ve erkeklerde testosteron düzeylerinde azalma
bildirilmiĢtir (Akdemir, 2002).
Vazopressin-Oksitosin
Vazopressinin nörepinefrinin etkilerinin ayarlanmasında rolü olması nedeniyle
duygulanım bozukluklarının patofizyolojisinde rolü olabilecek bir hormondur. Vazopressinin
dikkatte, bellekte ve öğrenmede rol oynadığı düĢünülmektedir. Salınımı stresle, ağrıyla,
egzersiz, morfin ve nikotin kullanımı ile ve barbitüratlarla artmakta; alkol alımı ile
düĢmektedir. Uygunsuz vazopressin salınımının açık olmayan nedenlerle psikiyatrik bazı
hastalıklarda da spontan olarak ortaya çıkabildiği, santral vazopressin düzeyindeki
yükselmelerin insanlarda agresif davranıĢ öyküsü ile iliĢkili olduğu ileri sürülmektedir
(Akdemir, 2002).
P maddesi
Asetilkolin ve serotonin ile birlikte bulunmaktadır. Hem ağrı iletiminde hem de
hareket bozukluklarında sorumluluğu olabilecek bir peptid olarak görülmektedir. P maddesi
ve üzerine etki ettiği nörokinin-1 reseptörlerinin (NK1) ağrının algılanmasında etkili olduğu
ve NK1 reseptör antagonistlerinin potansiyel analjezik olduğu bilinmektedir. Kramer ve
arkadaĢlarının
(1998)
yaptıkları
bir
havyan
modeli
çalıĢmasında
NK1
reseptör
antagonistlerinin antidepresan ve anksiyolitik etkisi olabileceği ileri sürülmüĢtür (Akdemir,
2002).
Endojen opioidler
Nöropeptidler içinde en kapsamlı incelenmiĢ olanı opioidlerdir. Endojen opioidler
peptid nörotransmitterlerin en büyük gruplarından biridir. Enkefalin ve endorfinlerden oluĢur.
Endorfinler strese yanıt olarak salınmaktadır. Depresif hastalarda β endorfin düzeylerinin
yüksek bulunduğu ve bunun depresyona özgü olabileceği gibi, depresyonla iliĢkisiz bir
Ģekilde stres düzeylerinin yüksek olmasına da bağlı olabileceği söylenmektedir (Akdemir,
2002).
Kolesistokinin
Kolesistokinin GABA ve dopaminle birlikte bulunabilir. ġizofrenide yeme ve hareket
bozukluklarının, depresyonda ise iĢtah bozukluğunun patofizyolojisinde rolü olabileceği
düĢünülmektedir. Dopamin ile birlikte bulunması dopaminin sorumlu olduğu bazı psikiyatrik
hastalıkların etyolojisinde yer alabileceğini düĢündürmüĢtür (Akdemir, 2002).
Melatonin
Sirkadyen ritm ve uyku davranıĢları üzerinde güçlü etkileri olan bir hormondur.
Melanosit stimüle edici hormonun bellek ve öğrenme üzerinde rolü olabileceği ve
antidepresan etkilerine dair çalıĢmalar vardır. Depresyonda melatoninin rolü ve salgılanma
düzeyleriyle ilgili yapılan çalıĢmalarda melatonin düzeyinin düĢüklüğü saptanabilmektedir
(Akdemir, 2002).
Glutamerjik sistem, N-metil-D-aspartik asit reseptörleri ve depresyon
Plazmada glutamat ve eksitatör amino asit düzeyleri ile ilgili çalıĢmaların sonuçlarının
çeliĢkili olduğu açıklanmıĢtır. Duygudurum bozukluklarının patofizyolojisinde, antidepresan
ve mizaç düzenleyici ilaçların etki düzeneklerinde ana nörotransmitter sistemi olan
glutamaterjik sistemin ve N-Metil-D-Aspartik Asit (NMDA) reseptörlerinin yeri olduğuna
dair bilgiler giderek artmaktadır. Ancak henüz güvenilir ve etkisini doğrudan glutamaterjik
sistem veya NMDA antagonizması ile gösteren bir antidepresan ilaç bulunmamaktadır
(Monaghan ve ark, 1989).
Depresyondaki nöroendokrinolojik faktörler:
Hipotalamik-pitüiter-adrenal aksı
Bu alandaki çalıĢmalar kortikotropin salgılatıcı hormona (CRH) adrenokortikotrofik
hormon (ACTH) cevabının azaldığını, CRH‟nin fazla salgılandığını ve sonuç olarak kortizol
düzeyinin
arttığını
göstermektedir.
CRH,
norepinefrin,
serotonin
ve
asetilkolin
denetimindedir. Depresyonlu hastaların bir kısmında
deksametazon supresyon testinde
kortizol supresyonuna direnç ortaya çıkmaktadır (Balcıoğlu,1999).
Hipotalamik-pitüiter-tiroid aksı
Bu alandaki çalıĢmalar tirotropin salıverici hormona (TRH), tiroid stimülan hormon
(TSH) cevabını azaldığını göstermiĢtir. Özellikle kronik depresyonda düĢük gradeli
hipotiroidizm ihtimali yüksektir (EĢel, 2002).
Depresyon, nöroplastisite, nörogenesis ve nörotrofik faktörler
Depresyon hastalarında yapılan postmortem çalıĢmalarda en sık olarak orbitofrontal
kortekste nöronların hacminde küçülme, orbito ve prefrontal kortekste glial hücrelerin
sayısında azalma bildirilmiĢtir. Nöronun yaĢaması için uyaran alması ve iĢlev görmesi Ģarttır.
Bu iĢlevlerini yerine getirirken kendisinin salgıladığı bir nörotrofik faktör olan beyin kaynaklı
sinir büyüme faktörü (BDNF) bir yandan hücrenin uyarana uyumunu sağlayan yapısal
sinaptik değiĢikliklere yol açarken, diğer taraftan programlı hücre ölümü olan apopitoza engel
olmaktadır. Bugünkü bilgilerimiz depresyonda bozulan nöronal morfolojinin düzelmesi ve
iĢlevin yeniden kazanılması için BDNF ekspresyonu Ģart olduğu fikrini vermektedir. Bu fikrin
en önemli doğrulayıcısı etkili olan tüm antidepresanların BDNF ekspresyonunu artırmasıdır
(EĢel, 2002).
Depresyonda hücre içi bozukluklar
Hücre içi sinyal iletimindeki iĢlevsel bozukluklar baĢta depresyon olmak üzere
duygudurum bozukluklarının etyolojisinde önemli bir rol oynarlar. Klinik öncesi ve klinik
çalıĢmalar depresif hastalarda strese yanıt olarak moleküler ve yapısal düzeylerde
değiĢiklikler olduğunu göstermiĢtir (Duman, 2000). Stres, BDNF düzeylerini azaltarak strese
yatkın hipokampal nöronların atrofisine ve fonksiyonlarının azalmasına sebep olur.
Antidepresan tedavi ise bunu tersine çevirir. Siklik adenozin monofosfat (cAMP) ve BDNF
sistemleri antidepresanların etki mekanizması ve yeni terapötik ajanların geliĢmesi için bir
model oluĢturabilir (Duman, 1998).
Depresyonda nöroanatomik bağlantılar
Bilgisayarlı tomografi ile yapılan çalıĢmalarda depresyonlularda ventrikül geniĢlemesi
ve buna bağlı olarak ventrikül/beyin oranında artma bulunsa da bu bulgu depresyona özgül
değildir. Manyetik rezönans görüntülemede özellikle yaĢlı depresiflerde depresyona özgül
olmayan subkortikal beyaz cevherde fokal hiperdansite bulunmuĢ. PET ile yapılan
çalıĢmalarda serebral glukoz metabolizmasında azalma, SPECT incelemelerinde frontal
hipoperfüzyon bulunmuĢ, bunlar tedavi sonrasında normale dönmüĢtür.
Nöroanotomik çalıĢmalar sonucunda, amigdala, prefrontal korteks, hipokampus, bazal
ganglia, talamus, korteksteki konuĢma alanı, hipotalamus ve beyin sapı depresyonla ilgili
olduğu düĢünülen beyin alanlarıdır (Balcıoğlu, 1999).
PANİK BOZUKLUK
Panik bozukluğu antik dönemlerden bu yana bilinen bir hastalık olmasına rağmen
ancak 1980 yılında ayrı bir ruhsal bozukluk olarak tanımlanmıĢtır. Panik bozukluğunun
yarattığı sosyal ve sağlıksal sorunlar kiĢilerde, ailelerde, toplum ve sağlık sistemi üzerinde
ciddi sonuçlar doğurmaktadır (Alkın, 2000). Agorafobili ve ya agorafobisiz panik bozukluğu
nefes almada güçlük, çarpıntı, baĢ dönmesi, titreme, çıldırma-ölüm korkuları gibi çeĢitli
bedensel ve biliĢsel belirtilerin ön planda olduğu, yineleyici ve beklenmedik panik ataklarıyla
belirlenen yaygın bir bozukluktur ( Fyer ve ark., 1995). Panik atakları panik bozukluğuna
özgül değildir. Hemen her anksiyete bozukluğunda ve baĢka ruhsal bozuklukların seyri
esnasında panik atağı görülebilir. Panik bozukluğundaki panik ataklarının ayırt edici niteliği
“kendiliğinden ve beklenmedik” olmalarıdır (APA, 1994). Panik atakları kiĢiyi “beklenti
anksiyetesi” olarak kavramlaĢtırılan ve bir dahaki panik atağının ne zaman olacağı konusunda
yoğun bir endiĢeli beklenti içine sokmaktır. Ayrıca, panik ataklara ikincil geliĢen ve bu
bozukluktaki yeti yitiminin temel nedeni olan agorafobik kaçınma davranıĢları da bozukluğun
önemli özellikleri arasındadır (Onur, 2006).
Epidemiyoloji
Panik bozukluk, genel popülasyonda sık görülen bir psikiyatrik bozukluktur (Ceylan
ve Yazan, 2000). Önceleri panik-anksiyete bozuklukları yelpazesinde yaygın anksiyete
bozukluğunun kronik bir anksiyete bozukluğu olduğu, panik bozukluğun ise bunun bir alt tipi
olduğu düĢünülüyordu.
Daha sonraları sodyum laktat infüzyonuyla panik ataklarının ortaya çıkartılabilmesi,
panik bozukluğu olan hastalarda ailesel bir yatkınlığın görülmesi, yine bu hastalarda
agorafobinin geliĢebiliyor olması, trisiklik antidepresanlarla tedaviye yanıt alınabiliyor olması
gibi bulgular, panik bozukluğunun baĢlı baĢına ayrı bir hastalık olduğunu düĢündürmüĢtür
(KocabaĢoğlu, 2002).
Panik bozukluğu kapsamının agorafobiyi de içine alacak Ģekilde geniĢletilmesi ve
önceden fobik bir bozukluk olarak değerlendirilen birçok durumun yeni ölçütlere göre panik
bozukluğu tanısı alması epidemiyolojik çalıĢmaların sonuçlarını da etkilemiĢtir (Tükel, 1997).
Panik bozukluğunun (agorafobi ile birlikte veya agorafobi olmaksızın) yaĢam boyu
prevalansı %1,5-3,5 arasında, bir yıllık prevalans hızı %1-2 arasındadır. Panik ataklarının
yaĢam boyu prevalansı ise % 4 civarındadır (KocabaĢoğlu, 2002).
8000 kiĢinin alındığı ve DSM-III-R tanı ölçütlerinin göz önüne alındığı National
Comorbidity Survey çalıĢmasında yaĢam boyu panik bozukluk prevalansı %3,5 olarak
bildirilmiĢtir (Kessler ve ark, 1994). Panik bozukluğu için DSM-III tanı ölçütlerinin göz
önüne alındığı ve 40000 kiĢinin dahil edildiği bir çalıĢmada yaĢam boyu panik bozukluk
prevalansı %0,4-2,9 olarak belirlenmiĢtir (Weismann ve ark, 1997). Panik bozukluğu
ölçütlerini karĢılamayan panik atakları, sınırlı belirtileri olan panik atakları ve panik atağı
öyküsü olmaksızın agorafobi de ele alındığında ise bu oranlar daha yükselmekte ve yaĢam
boyu prevalans yaklaĢık %3-5 olmaktadır. Genel toplumda yaĢayanların %10‟u yaĢamlarında
en az bir panik atağı deneyimlemektedir (Tükel, 2000).
Panik bozukluğu birinci basamak sağlık hizmetlerinin verildiği kurumlara baĢvuran
hastalar arasında da sık görülmektedir. Dünya Sağlık Örgütü tarafından yapılan ve ICD 10‟a
göre tanı konulan uluslararası bir çalıĢmada, panik bozukluğunun birinci basamak sağlık
kurumlarında görülen hastalar arasındaki yaĢam boyu prevalansı %3,4 bulunmuĢtur (Üstün ve
Sartorius, 1995). Panik bozukluğu hastaları, diğer uzmanlık alanlarına ait kliniklere de sıkça
baĢvurabilmektedir. Vestibuler bozukluk nedeniyle baĢvuran hastaların %15‟inin, kardiyoloji
polikliniğine baĢvuran hastaların %16‟sının, hiperventilasyon belirtileri nedeniyle hastaneye
baĢvuranların %35‟inin panik bozukluğu hastası olduğu bildirilmiĢtir (Tükel, 2002).
Bozukluk genellikle ergenlik ile 30 yaĢ arasında baĢlamaktadır. Ortalama baĢlangıç
yaĢı 25‟tir ve tedavi için baĢvuranların çoğu 25-45 yaĢlarındadır. YaĢlandıkça panik
bozukluğu sıklığı azalmakta ve 65 yaĢ üzerinde ise nadiren görülmektedir. BaĢlangıç yaĢının,
özellikle kadınlarda, erken baĢlangıçlı (15-34 yaĢ) ve geç baĢlangıçlı (45-54 yaĢ) olarak
bimodal yaĢ dağılımı gösterdiği saptanmıĢtır (Tükel, 2000).
Agorafobinin eĢlik edip etmemesine göre de panik bozukluğunun baĢlangıç yaĢının
değiĢiklik gösterdiği; agorafobi ile birlikte panik bozukluğunun daha sık olarak yirmili
yaĢların baĢında, agorafobisiz panik bozukluğunun ise daha fazla sıklıkla yirmili yaĢların
sonlarında baĢladığı bildirilmiĢtir (Faravelli ve Paionni, 1999).
Panik atakları, agorafobi ve panik bozukluğu kadınlarda, erkeklere oranla 2-3 kat daha
fazla görülmektedir (Baykız ve ark, 2005). Özellikle agorafobisi olan panik bozukluğu
hastalarında, kadın erkek oranı kadınların lehine artmaktadır. Evli olmayanlarda (dul, bekar,
ayrı yaĢayanlar) panik bozukluğu riski evlilere göre iki kat artmaktadır. Panik bozukluğu
Ģehirde yaĢayanlarda, kırsal kesimde yaĢayanlara göre 1,5-2 kat daha fazla görülmektedir
(Tükel, 2002).
Etyoloji:
Biyolojik etkenler
Anksiyete durumları nörofizyolojik ve biyokimyasal çalıĢmaların giderek odak noktası
haline gelmektedir. Anksiyetenin varolan biyolojik sistemlerin aĢırı uyarılmasından mı, yoksa
baĢlı baĢına patolojik mekanizmalar ile mi olduğu bilinmemektedir (Turan ve EĢel, 2002).
Genetik
Aile çalıĢmaları panik bozukluğun belli ailelerde yoğunlaĢtığını göstermekte, bu da
genetik etyolojiyi düĢündürmektedir (Arısoy, 2004). Aile ve ikiz çalıĢmalarından, panik
nöbetleriyle giden Ģiddetli anksiyete bozukluklarında, hafif olanlara göre daha büyük bir
oranda bir genetik yüklenme olduğu yönünde bulgular elde edilmiĢtir (Tükel, 1997). Panik
bozukluğunun birinci derece akrabalar arasında, normal popülasyona göre 4-7 kat daha fazla
görüldüğü bildirilmiĢtir (Tükel, 1997). Monozigot ikizlerde konkordans oranı %31 olup,
dizigot ikizlerde konkordans saptanamamıĢtır. AraĢtırmalar, panik bozukluğunda genetik
sorumluluğun %30 olduğunu, geri kalan riskten de spesifik çevresel faktörlerin sorumlu
olduğunu göstermiĢtir (Arısoy, 2004).
Genetik linkage çalıĢmalarında da özellikle kromozom 16‟nın panik bozukluk
geninden sorumlu olduğu ifade edilmiĢtir (Ceylan ve Yazan, 2000). Panik bozukluğu için
biyolojik bir marker olarak kabul edilen karbondioksit aĢırı duyarlılığının, panik hastalarının
birinci derece yakınlarında, sağlıklı kontrollerden daha yüksek oranda saptanması, bu
duyarlılığın da kalıtılabilir nitelikte olduğunu göstermektedir (Tükel, 2000).
Panik ortaya çıkaran maddeler
Panik ortaya çıkaran maddeler panik bozukluğu olan hastaların büyük kısmında ve
panik bozukluğu olmayan ya da panik atak öyküsü bulunmayan kiĢilerin küçük kısmında
panik atak oluĢturan maddelerdir.
Respiratuar panik oluĢturucu maddeler: Bu maddeler karbodioksit (%5 „ten %35‟e
karıĢımlar), sodyum laktat ve bikarbonatı kapsar.
Özgün nörotransmitter sistemlerden panik oluĢturan nörokimyasal maddeler: Bu
maddeler yohimbin, fenfluramin, M-florofenil piperazin, β-karbolin ilaçlar, flumazenil,
kolesistokinin, kafein ve isoproterenoldür (Sadock JB, Sadock VA., 2003).
Merkezi noradrenerjik sistem
AraĢtırmalar, noradrenerjik nöronların köken aldığı beyin sapındaki locus ceruleus‟un
korku ve alarm tepkilerinden sorumlu olduğunu göstermektedir. Bu konudaki çalıĢmalar,
panik nöbetleriyle locus ceruleus‟daki noradrenelin içeren nöronların aĢırı uyarılması ya da
inhibitör mekanizmaların yetersiz olması arasındaki iliĢkinin araĢtırılması üzerinde
odaklanmıĢtır.
Önde
gelen
inhibitör
mekanizmalardan
olan
presinaptik
alfa-2
otoreseptörlerinin panik nöbetleri olan hastalarda yetersiz iĢlev gördüğü ileri sürülmektedir
(Tükel, 1997). Alfa-2 adrenerjik otoreseptörlerin antagonisti olan yohimbin noradrenerjik
sistem üzerinden etki eden bir provokasyon ajanıdır. Lokus ceruleus‟un ateĢlenmesini ve
santral noradrenerjik iĢlevi artırır (Topçuoğlu ve ark, 2005). Yohimbinin panik bozukluğu
hastalarında kontrol deneklerine göre daha fazla panik atağı oluĢmasına neden olduğu
bildirilmiĢtir (Charney ve ark, 1992). Yohimbin ile panik atağı geçirenlerde kontrollere göre
noradrenalinin
ana
metaboliti
3-metoksi-4-hidroksi
fenilglikol‟ün
(MHPG)
plazma
düzeylerinin daha fazla arttığı saptanmıĢtır. Yohimbinle oluĢan panik ataklarının sayısı ile
plazma MHPG düzeyleri pozitif iliĢki gösterir. Bu bulgular panik bozukluğu olan hastaların
en azından bir kısmında merkezi sinir sisteminde noradrenalinin devrinde artıĢ olduğuna iĢaret
etmektedir (Topçuoğlu ve ark, 2005).
Alfa-2 adrenerjik otoreseptörleri uyaran klonidin panik bozukluk hastalarında
anksiyeteyi, MHPG düzeyini ve noradrenalinin devrini azaltır. Klonidin plazma MHPG
düzeylerini panik bozukluğu hastalarında kontrollere göre daha fazla düĢürür. Bu bulgular
panik bozukluğunda presinaptik alfa-2 reseptörlerinin duyarlılık artıĢı olduğu sonucuna
götürmüĢtür (Kent ve ark, 2000).
Merkezi serotonerjik sistem
Korku ve savunma yanıtlarının düzenleniĢinde serotoninin rolü olduğu bilinmektedir.
Panik nöbetlerinin tedavisinde, serotonerjik geri alım inhibisyonu yapan antidepresan ilaçların
etkili bulunması, merkezi serotonerjik sistemin iĢlevindeki bozukluğun, nöbetlerin ortaya
çıkıĢıyla iliĢkili olabileceğini gündeme getirmiĢtir (Tükel, 1997).
5HT-1 ve 5HT-2 reseptörlerinde agonist etkili olan m-klorofenilpiperazin (m-CPP) ve
5-HT salınımını artıran fenfluramin, panik bozukluğu hastalarında anksiyete artıĢı ve panik
atakları ortaya çıkarırlar (Topçuoğlu ve ark, 2005). Bu konu üzerine olan araĢtırmalarda,
serotonin sentezindeki bozukluk nedeniyle sinaptik aralıktaki serotonin miktarında azalma ve
buna bağlı olarak da postsinaptik reseptör duyarlılığında artıĢ olduğu ileri sürülmüĢtür.
AraĢtırmacılar, panik bozukluğunun psikopatolojisinde, aĢırı duyarlı serotonin reseptörlerinin
muhtemel rolüne dikkati çekmektedir (Tükel, 1997).
GABA’erjik sistem
Hastaların yaĢadığı beklenti anksiyetesinden limbik sistemin özellikle cingulat ve
parahipokampal korteksin sorumlu olduğuna dair kanıtlar vardır. Bu beyin bölgesi kökenli
beklenti anksiyetesinin oluĢumunda GABA-benzodiazepin reseptör kompleksinin de rolü
olabileceği öne sürülmektedir.
Benzodiazepinler, GABA‟erjik iĢlevi artırmak suretiyle anksiyeteyi azaltırlar. GABA
agonistlerinin sistemik uygulaması sonucu muhtemelen raphe nucleuslarındaki nöronların
aktivitelerinin inhibe olması ile serotonin sentezi ve serotonerjik iĢlev azalır. Sonuç olarak,
benzodiazepinler merkezi sinir sisteminde serotonerjik iĢlevi dolaylı olarak azaltmak suretiyle
anksiyolitik etkilerini göstermektedir (Güleç ve Köroğlu, 1997).
Psikolojik Etkenler:
Psikanalitik görüş
Panik bozukluğunun psikodinamik modeli, bu hastalarda alıĢkın olunmayan durumlar
karĢısında “aĢırı koruyucu ve kontrol edici ebeveyn davranıĢlarıyla beslenen” ve “çözülmemiĢ
bağımlılık-bağımsızlık çatıĢmalarına” yol açan, doğuĢtan gelen bir korku yanıtının gözlendiği
varsayımına dayanmaktadır (Tükel, 2000).
Psikanalitik kuramlar panik nöbetlerin anksiyete uyarıcı dürtülere karĢı baĢarısız bir
savunmadan kaynaklandığını ileri sürer. Agorafobi açıklanmasında çocuklukta ebeveyn kaybı
ve ayrılma anksiyetesi öyküsü önemli bulunmaktadır. Toplum içinde yalnız kalmak terk
edilme ile ilgili çocukluk anksiyetesini tekrar canlandırır. Kullanılan savunma düzenekleri
bastırma, yer değiĢtirme, kaçınma ve sembolizasyondur. Çocukluk çağında yaĢanan örseleyici
bir ayrılma çocuğun geliĢmekte olan sinir sistemini etkileyebilir ve eriĢkinlikte anksiyeteye
eğilimli hale getirebilir. Belirli çevresel stresörlerle hazırlayıcı nörofizyolojik zeminin
etkileĢimi sonucunda panik nöbet oluĢabilir (Sadock JB, Sadock VA., 2003).
Paniğin baĢlangıcı sıklıkla çevresel ve psikolojik etkenlerle bağlantılıdır. Retrospektif
çalıĢmalarda, panik bozukluğu olan hastaların %80‟inde tanıdan önceki bir yıl içinde yaĢam
stresörleri rapor edilmiĢtir ve hastaların büyük kısmı bu olayların panik bozukluğun baĢlaması
ile iliĢkili olduğuna inanmaktadır (Simon ve Fischmann, 2005).
Sağlıklı kontrollere göre, panik bozukluğu geliĢtiren hastalarda Ģiddetli yaĢam olayları
daha sıktır. Faravelli (1999), panik baĢlangıcından önceki iki aylık bir süreçte hastaların
büyük bir oranında ölüm, ciddi bir hastalık gibi major bir yaĢam olayı bulmuĢtur. Ayrıca,
semptom Ģiddeti; interpersonel çatıĢmalar, sağlıkla iliĢkili problemler ya da iĢyerinde sorunlar
gibi negatif yaĢam olayları ile koreledir. Kronik stresörlerin varlığı da panik bozukluğu
kötüleĢtirir, yakın zamanda gerçekleĢen bir kayıp ya da ayrılık da panik bozuklukta depresyon
komorbiditesi oluĢması riskini artırır (Simon ve Fischmann, 2005).
Bilişsel-davranışçı yaklaşım
BiliĢsel kurama göre panik bozukluğu fiziksel ya da mental kökenli içsel duyumların
yanlıĢ olarak, katastrofik biçimde yorumlanmasına bağlıdır. Katastrofik yanlıĢ yorumlama,
çarpıntıları olması muhtemel bir kalp krizinin, soluk alma güçlüğünü soluksuz kalıp ölmenin
bir habercisi olarak görmek gibi, bedensel duyumların gerçekte olduğundan daha tehlikeli
olarak algılanması Ģeklinde ifade edilmektedir.
Bir panik atağı yaĢayan kiĢi atak sırasında oluĢan belirtileri bedensel ya da ruhsal
açıdan tehlikeli, zararlı ve hatta ölümcül olabileceği inancına kapılır. Hastalar anksiyete
belirtilerinden korkmaya baĢlarlar. Bir anlamda panik hastaları “korkudan korkmakta” ve
dikkatlerini bu belirtilere yoğunlaĢtırmaktadır. Sürekli olarak bedenlerinde olası bir panik
atağını düĢündürecek belirtiler ararlar. Bu katastrofik inançlar yeniden anksiyeteye ve
dolayısıyla daha fazla bedensel belirti ve duyuma neden olurlar. Bu durum bir kısır döngüye
dönüĢür. Sonuçta, koĢullanmıĢ uyaranlara (örn. palpitasyon), koĢullanmıĢ yanıtlar (panik
atağı) ortaya çıkar (Tükel, 2000).
Klinik özellikler
Panik bozukluğu, tıbbi ortamlarda en sık karĢılaĢılan anksiyete bozukluğudur. Bu
bozukluğun en temel özelliği tekrarlayan, ne zaman baĢlayacağı önceden kestirilemeyen panik
nöbetlerinin görülmesidir. Panik nöbetleri tipik olarak, yoğun bir korku, endiĢe ve kötü bir
Ģeyler olacağı beklentisi ile ani olarak baĢlar ve kısa sürede en yüksek düzeyine ulaĢır. Panik
nöbeti sırasında soluk alma güçlüğü, boğulma hissi, baĢ dönmesi, baygınlık hissi, çarpıntı,
titreme, bulantı, karında rahatsızlık hissi, uyuĢma-karıncalanma hissi, sıcak basması, ürperme,
göğüs ağrısı gibi bedensel belirtiler ortaya çıkar. Bedensel belirtilerin yanı sıra tabloya sıklıkla
ölüm korkusu, delirme ya da kontrolü kaybetme korkusu gibi biliĢsel belirtiler eklenir. Ayrıca,
çarpıntı, göğüs ağrısı gibi yakınmaları nedeniyle hastalar sıklıkla kalp krizi geçirdiklerini,
ölebileceklerini düĢünürler (Tükel, 1997). Panik atakları çok çeĢitli psikiyatrik bozukluklarda
(özgül fobi, travma sonrası stres bozukluğu, sosyal fobi, depresyon) ve tıbbi durumlarda
(madde entoksikasyonu) ortaya çıkabilir. Bu yüzden, panik ataklarının görülmesi panik
bozukluk tanısı koymaya yetmez (KocabaĢoğlu, 2002). Panik nöbetleri genellikle on-onbeĢ
dakika içinde yatıĢmakla birlikte, birkaç saate kadar da uzayabilmektedir. Panik nöbetinin
yatıĢmasının ardından, sıklıkla yeni bir nöbet geçirme korkusu (beklenti anksiyetesi)
geliĢmektedir (Tükel, 1997).
Panik atakları olan hastalar çoğu zaman iç hastalıkları kliniklerine baĢ vurduklarından
panik bozukluğunun semptomlarına ya oldukça ciddi bir tıbbi durumun ön tanısı konulur ya
da bunlar "histerik bir semptom" olarak görülür (KocabaĢoğlu, 2002).
Son yıllarda yapılan çalıĢmalarda bozukluğun çeĢitlilik gösteren bir klinik görünümü
olduğu vurgulanmakta, hastalığın klinik görünümünde baĢlangıç yaĢı, cinsiyetler arası
belirtileri, gidiĢi ve Ģiddeti gibi değiĢkenlerde farklılıklar olduğu bildirilmektedir.
Bozukluğun en temel öğesi olan panik ataklarının tanımlanmasında bile çeĢitlilik
vardır. DSM-IV‟te panik bozukluğu tanısı için beklenmeyen bir panik atağının olması koĢulu
gereklidir. Panik atağı tipleri “beklenmeyen, durumsal ve durumsal yatkınlık gösteren panik
atağı” olarak tanımlanmıĢtır. Hastalığın kronikleĢmesiyle birlikte beklenmedik panik
ataklarının yerini durumsal panik atakları alabilmektedir.
DSM-IV‟te tanımlananın yanı sıra klinik olmayan panik (non-clinical panic), korkusuz
panik (non-fearful panic), uykuda görülen panik atağı gibi tanımlamalar da mevcuttur.
Uykuda görülen panik atakları ile korkusuz panik ataklarının panik bozukluğunun değiĢik bir
türü olup olmadığı tartıĢılmaktadır. Klinik düzeyde olmayan panik ataklarının prevalansının
da oldukça yüksek olduğu bildirilmiĢtir (Onur ve ark, 2004).
BaĢlangıç yaĢına göre panik hastalarında farklı gidiĢ Ģekli ve klinik belirtiler
saptanabilmektedir. Bozukluğun baĢlangıç yaĢının 15-25 ve 45-54 yaĢları arasında iki kez
tepe yapma eğilimi gösterdiği, ancak ergenlik ve çocukluk döneminde de olabileceği
bildirilmiĢtir (Onur ve ark, 2004). BaĢlangıç yaĢı erken olan panik bozukluğu olguları, geç
baĢlangıçlı olanlara göre panik atağı sırasında daha fazla oranda depersonalizasyon belirtisi
göstermektedir. Yine fobik bozukluklar ve madde kullanım bozuklukları erken baĢlangıçlı
olgularda daha sık görülmektedir (Segui ve ark, 1999). BaĢlangıç yaĢı ileri olan olgularda ise
hastalığın Ģiddeti ve aile yüklülüğü daha düĢük olup, baĢta distimik bozukluk olmak üzere
duygudurum bozuklukları daha fazla görülme eğilimindedir (Segui ve ark, 2000).
Panik bozukluğu belirtileri cinsiyetler arasında da farklılık sergileyebilmektedir. Bir
çalıĢmada kadınlarda solunum sistemine ait belirtilerin daha çok saptandığı bildirilmiĢtir.
Bozukluğun cinsiyete özgü yeti yitimleri yarattığı, özellikle kadınlarda evliliğin daha fazla
etkilendiği belirtilmiĢtir (Onur ve ark, 2004).
Hastalığın klinik görünümünü değerlendiren bazı çalıĢmalarda panik bozukluğu
ölçütlerinin henüz tam karĢılanmadığı, ama bazı belirtilerin bulunduğu bir öncü dönemden
söz edilmektedir. Bu dönemde “değiĢik fobiler, depersonalizasyon, uyku bozuklukları,
hipokondriyazis” gibi ruhsal belirtilerin yanı sıra, “nefes alma sorunları, atipik göğüs ağrıları,
migren, görme bulanıklığı” gibi bazı bedensel belirtiler de görülebilmektedir. Panik
bozukluğu olgularının yarısından çoğunda yaygın anksiyete tablosunun önde gelen belirti
olarak, tanı öncesinde 8-10 yıldır mevcut olduğu, buna karĢılık sporadik panik ataklarının iki
yıl gibi görece kısa bir süredir bulunduğu bildirilmiĢtir. Agorafobili panik bozukluğu
hastalarında panik atağı öncesinde öncü olarak nitelendirilebilecek belirtilerin görülme oranı
% 28 olarak bildirilmiĢtir (Onur ve ark, 2004).
DSM-IV Panik atağı için tanı ölçütleri:
AĢağıdaki semptomlardan dördünün ya da daha fazlasının birden baĢladığı ve 10
dakika içinde en yüksek düzeyine ulaĢtığı, ayrı bir yoğun korku ya da rahatsızlık duyma
döneminin olması:
1 ) çarpıntı, kalp atımlarını duyumsama ya da kalp hızında artma olması
2 ) terleme
3 ) titreme ya da sarsılma
4 ) nefes darlığı ya da boğuluyor gibi olma duyumları
5 ) soluğun kesilmesi
6 ) göğüs ağrısı ya da göğüste sıkıntı hissi
7 ) bulantı ya da karın ağrısı
8 ) baĢ dönmesi, sersemlik hissi, düĢecekmiĢ ya da bayılacakmıĢ gibi olma
9) derealizasyon (gerçek dıĢılık duyguları) ya da depersonalizasyon (benliğinden
ayrılmıĢ olma)
10 ) kontrolünü kaybedeceği ya da çıldıracağı korkusu
11 ) ölüm korkusu
12 ) paresteziler (uyuĢma ya da karıncalanma duyumları)
13 ) üĢüme, ürperme ya da ateĢ basmaları
Bütün diğer tanı ölçütlerini karĢılayan ancak somatik ya da kognitif 4 semptomdan
daha azı bulunan ataklar semptomları sınırlı olan ataklar olarak adlandırılır. (Mental
Bozuklukların Tanısal ve Sayımsal El Kitabı, Dördüncü Baskı)
Atağın baĢlangıcı ve tetikleyen etkenlerin varlığı ya da yokluğuna dayanarak 3 farklı
panik atağından söz edilebilir:
1) Beklenmedik panik ataklar: Panik atağının baĢlangıcına durumsal bir tetikleyici
eĢlik etmez (birden, kendiliğinden ortaya çıkar),
2) Duruma bağlı panik ataklar: Panik atağı hemen her zaman duruma bağlı bir
tetikleyici ile karĢılaĢır karĢılaĢmaz ya da böyle bir tetikleyici beklentisiyle ortaya çıkar
(örneğin bir yılan veya köpek görme gibi).
3) Durumsal yatkınlık gösterilen panik atakları: Daha çok durumsal tetikleyiciyle
karĢılaĢma sonucu ortaya çıkarsa da her zaman duruma bağlı tetikleyici buna eĢlik etmez ve
panik ataklarının karĢılaĢmadan hemen sonra ortaya çıkması gerekmez (örneğin, ataklar daha
çok araba sürerken ortaya çıkmaktadır ancak kiĢinin araba sürdüğü ve bir panik atağının
olmadığı zamanlar da vardır, panik atağının yarım saat araba kullandıktan sonra ortaya çıktığı
zamanlar da vardır).
Beklenmedik panik atakları için tedavi arayıĢında olan kiĢiler genellikle korkularını
çok yoğun olarak tanımlayacaklardır; öleceklermiĢ gibi, kontrollerini kaybetmiĢ gibi, kalp
krizi ya da inme geçiriyorlarmıĢ gibi ya da çıldırıyorlarmıĢ gibi olduklarını düĢündüklerini
söyleyeceklerdir. Bu kiĢiler genellikle, atak her nerede ortaya çıkıyorsa oradan kaçıp
kurtulmak için büyük bir istek duyduklarını söylerler.
Panik bozukluğu (agorafobi ile birlikte ya da agorafobi olmadan) tanısı konabilmesi
için beklenmedik panik ataklarının ortaya çıkması gerekir. Duruma bağlı panik atakları
çoğunlukla sosyal ve özgül fobilere özgüdür. Durumsal yatkınlık gösterilen panik atakları
özellikle panik bozukluğunda sık görülür ancak bazen özgül fobi ya da sosyal fobide de
ortaya çıkar. Panik bozukluğu, tanım olarak, en azından bazı panik ataklarının beklenmedik
olmasını gerektiriyorsa da panik bozukluğu olan bazı kiĢiler sıklıkla, özellikle bu bozukluğun
gidiĢi sırasında daha sonraları, duruma bağlı ataklarının olduğunu bildirirler (Mental
Bozuklukların Tanısal ve Sayımsal El Kitabı, Dördüncü Baskı).
DSM-IV Panik bozukluğu için tanı ölçütleri:
A. AĢağıdakilerden hem (1), hem de (2) vardır :
1) Yineleyen beklenmedik panik atakları
2) Ataklardan en az birini, 1 ay süreyle (ya da daha uzun bir süre) aĢağıdakilerden biri
(ya da daha fazlası) izler;
a) BaĢka atakların da olacağına iliĢkin sürekli bir kaygı
b) Atağın yol açabilecekleri ya da sonuçlarıyla (örn. Kontrolünü kaybetme, kalp krizi
geçirme, “çıldırma”) ile ilgili olarak üzüntü duyma
c) ataklarla iliĢkili olarak belirgin bir davranıĢ değiĢikliği gösterme
B. Agorafobinin olması ya da olmaması
C. Panik atakları bir maddenin (örn. Kötüye kullanılabilen bir ilaç, tedavi için
kullanılan bir ilaç) ya da genel tıbbi bir durumun (örn. Hipertiroidizm) doğrudan fizyolojik
etkilerine bağlı değildir.
D. Panik atakları Sosyal Fobi (örn. Korkulan toplumsal durumlarla karĢılaĢma üzerine
ortaya çıkan), Özgül Fobi (örn. Özgül bir fobik durumla karĢılaĢma) Obsesif Kompulsif
Bozukluk (örn. BulaĢma üzerine obsesyonu olan birinin kir ve pislikle karĢılaĢması),
Posttravmatik Stres Bozukluğu (örn. ağır bir stres etkenine eĢlik eden uyaranlara tepki olarak)
ya da Ayrılma Anksiyetesi Bozukluğu (örn. evden ya da yakın akrabalardan uzak kalmaya
tepki olarak) gibi baĢka bir mental bozuklukla daha iyi açıklanamaz.
NOT: Tanı agorafobi yoksa “agorafobisiz panik bozukluğu”, varsa “agorafobili panik
bozukluğu” adını alacaktır (Mental Bozuklukların Tanısal ve Sayımsal El Kitabı, Dördüncü
Baskı).
Hastaların bir kısmı, panik nöbeti geçirmesi halinde kaçmasının ya da yardım
almasının zor olabileceği durumlardan uzak durmaya baĢlar. KiĢinin, yeni bir nöbet geçirme
korkusuyla, tek baĢına ev dıĢında olmaktan, kalabalıkta bulunmaktan, otobüsle, trenle,
arabayla yolculuk etmekten kaçındığı bu durum “agorafobi” olarak adlandırılır (Tükel, 1997).
Agorafobi için tanı ölçütleri:
A. Beklenmedik bir biçimde ortaya çıkabilecek ya da durumsal olarak yatkınlık
gösterilen bir panik atağının ya da panik benzeri semptomların çıkması durumunda yardım
sağlanamayabileceği ya da kaçmanın zor olabileceği (ya da sıkıntı doğurabileceği) yerlerde ya
da durumlarda bulunmaktan anksiyete duyma.
Agorafobik korkular arasında özel birtakım belirli durumlar vardır ki bunlar arasında
tek baĢına evin dıĢında olma, kalabalık bir ortamda bulunma ya da sırada bekleme, köprü
üzerinde olma ve otobüs, tren ya da otomobille geziye çıkma sayılabilir.
Not: Kaçınma, bir ya da sadece birkaç özgül durumla sınırlı ise özgül fobi tanısını,
toplumsal durumlarla sınırlı ise sosyal fobi tanısını düĢününüz.
B. Bu durumlardan kaçınılır (örn. geziler kısıtlanır) ya da panik atağı ya da panik
benzeri semptomlar olacak anksiyetesiyle ya da yoğun bir sıkıntıyla bu durumlara katlanılır
ya da eĢlik eden birinin varlığına gereksinilir.
C. Bu anksiyete ya da fobik kaçınma, sosyal fobi (utanacak olma korkusuyla giden
toplumsal durumlarla sınırlı kaçınma), özgül fobi (asansör gibi tek bir durumla sınırlı
kaçınma), Obsesif Kompulsif bozukluk (bulaĢma ile ilgili obsesyonu olan birinin kir ve
pislikten kaçınması), Posttravmatik stres bozukluğu (ağır bir stres etkenine eĢlik eden
uyaranlardan kaçınma) ya da ayrılma anksiyetesi bozukluğu (evden ya da akrabalardan
ayrılmaktan kaçınma) gibi baĢka bir mental bozuklukla daha iyi açıklanamaz.
NOT: Agorafobi kodlanabilir bir bozukluk değildir (Mental Bozuklukların Tanısal ve
Sayımsal El Kitabı, Dördüncü Baskı).
Komorbidite:
Agorafobi ve panik bozukluğu
Panik bozukluğu ve agorafobinin DSM-III‟te bir araya getirilmesi tartıĢmalara yol
açmıĢtır. Bu tablolar hastaların çoğunda birlikte bulunmaktadır. Amerikan bakıĢ açısına göre
agorafobi, tekrarlayan, beklenmedik panik ataklara sekonderdir. Tek ayrı bir bozukluk
değildir, ama panik bozukluğunun daha ciddi bir varyantıdır. Avrupalı bakıĢ açısına göre
panik atakları birçok hastalığın değiĢken bir özelliğidir, agorafobinin gerekli bir özelliği
değildir. Agorafobi birçok korkulardan oluĢan bir sendromdur, panik atakları ve ondan
korkuyu kapsaması gerekmez (KocabaĢoğlu, 2002).
Agorafobi en fazla hastalığın ilk yılı içerisinde geliĢmektedir. Panik bozukluğunda
agorafobi prevalansı, ECA (Epidemiological Catchment Area) çalıĢmasında %33,3, NSC
(National Comorbidity Survey) çalıĢmasında %38 (Kessler, 1994) olarak bildirilmiĢtir. Panik
olmadan saf agorafobi oldukça nadir olarak görülmektedir. Bir aile çalıĢmasında agorafobik
hastaların birinci dereceden yakın akrabalarında hem panik bozukluk hem de agorafobi için
risk artıĢı saptanırken, panik bozukluların birinci derece yakınlarında sadece panik bozukluk
için risk artıĢı saptanmıĢtır (KocabaĢoğlu, 2002).
Panik bozuklukta remisyon olasılığı daha yüksektir. Panik atakları tıbbi uygulamaya
agorafobiden daha çabuk cevap verirler ve panik atakları agorafobiden daha düĢük doz ilaç
tedavisine cevap verirler (Mavissakalian ve Perel, 1995; Keller ve ark, 1994).
Duygudurum bozuklukları
Depresyonla birlikteliği
Panik bozukluğu, depresyonla oldukça sık birlikte olan bir anksiyete bozukluğudur.
ÇeĢitli araĢtırmalarda panik bozukluğu olgularında major depresyon görülme oranının %3253 arasında olduğu bildirilmiĢtir. Panik bozukluğunun aynı zamanda veya birbirini takiben
olmak üzere distimi ve tekrarlayan kısa süreli depresyonla birlikte bulunduğu da bildirilmiĢtir
(KocabaĢoğlu, 2002).
Komorbid depresyon oranı ECA çalıĢmasında agorafobili panik bozukluğunda %32,8,
agorafobisiz panik bozukluğunda %4,7; NSC çalıĢmasında ise, agorafobili panik
bozukluğunda %54,5, agorafobisiz panik bozukluğunda %16‟dır (Weismann, 1997).
Panik bozukluğu –depresyon birlikteliğinde var olan ruhsal belirtilerin Ģiddeti daha
fazla olmakta, belirtiler daha uzun sürmekte, rol iĢlevleri daha fazla bozulmakta, hastaların
yardım arama davranıĢı artmakta, bu durumların tedavisi güçleĢmekte ve belki de en önemlisi
intihar oranları yükselmektedir (Regier ve ark, 2000; Apfeldorf ve ark, 2000).
İki uçlu duygudurum bozukluğu
Epidemiyolojik Ulusal EĢ Tanı ÇalıĢması Replikasyonun‟da panik ataklarında %7.1,
agorafobide %15.5, agorafobisiz panik bozukluğunda %14.4, agorafobili panik bozukluğunda
ise %33.0 oranında iki uçlu bozukluk I ve II eĢ tanısı saptanmıĢtır (Kessler ve ark, 2006). Ġki
uçlu duygudurum bozukluğu hasta grubunda panik bozukluğu sıklığı %20-33‟dür (Pini ve
ark, 2003). Aile çalıĢmaları, ailesel özellik gösteren iki uçlu bozukluğun panik bozukluğu için
bir risk faktörü olduğunu ve eĢ tanı varlığının her iki hastalık riskini artırdığını göstermiĢtir
(MacKinnon ve ark, 2002).
Diğer anksiyete bozuklukları ile birliktelik
Panik atakları tüm anksiyete bozukluklarında görülebilir ve ayırıcı tanı sorunu
yaratabilir. Panik bozukluğuna her türden bir ya da bir kaç anksiyete bozukluğu eklenmesi
klinikte sık karĢılaĢılan durumdur. Klinik örneklemlerde panik bozukluğu hastalarında diğer
anksiyete bozukluklarına ait eĢ tanı oranları; yaygın anksiyete bozukluğunda %23-35, özgül
fobide %16-33, sosyal anksiyete bozukluğunda %10-40, obsesif kompulsif bozuklukta %828, baĢka türlü adlandırılamayan anksiyete bozukluğunda ise %7 olarak bildirilmiĢtir (Hoffart
ve ark, 1994; Vasile ve ark, 1997; Apfeldorf ve ark, 2000).
Kişilik bozuklukları
Genelde panik bozukluğunda gözlenen kiĢilik bozuklukları çekingen, bağımlı, obsesif
kompulsif kiĢilik bozukluklarıdır. Ayrıca borderline ve paranoid kiĢilik bozuklukları da
gözlenebilir. Panik bozukluğu ile komorbid kiĢilik bozukluğu varsa, tedaviden sonra tekrar
tekrar kötüleĢmeler görülebilir (KocabaĢoğlu, 2002).
Panik bozukluğu ve medikal komorbidite
Panik bozukluğu hastalarında mitral valv prolapsusu, hipertansiyon, idiopatik
kardiomyopati, koroner arter hastalığı, mikrovaskuler angina gibi kardiak hastalıklar, astım ve
kronik obstriktif akciğer hastalığı gibi solunum hastalıklarının yanı sıra irritabl barsak
sendromu, migren ile gerilim baĢ ağrıları, interstisyel sistit, kadın hastalarda premenstrüel
sendrom ve premenstrüel disforik bozukluk, alerjik hastalıklar ve eklem hipermobilitesi
sendromu gibi eĢ tanılar görülmektedir (Onur ve ark, 2006).
Panik bozukluğu ve alkol bağımlılığı
Alkol bağımlılığı olan hastalarda panik bozukluğunun sıklığı artmıĢtır. Panik
bozukluğu olan hastalarda ve birinci dereceden akrabalarında alkol bağımlılığı oranı
yüksektir. Örneğin, panik bozukluklu hastalarda alkol kötüye kullanımı %14-16, alkol
bağımlılarında panik bozukluk oranı %2-17 olarak saptanmıĢtır. Agorafobili panik bozuklukta
ise alkol bağımlılığı oranı %1-21‟dir (KocabaĢoğlu, 2002).
Diğer ruhsal bozukluklar
Panik bozukluğu hastalarında hipokondriasiz (%25), dikkat eksikliği ve hiperaktivite
bozukluğu (%9.4) görece sıktır (Fonnes ve ark, 2000). ġizofreni hasta gruplarında panik
atakları %45, panik bozukluğu %33 oranında, daha çok paranoid Ģizofreni alt tipinde
görülmektedir (Labate ve ark, 1999).
ŞEMA NEDİR?
ġema terimi, Yunan felsefesine kadar uzanmaktadır. Özellikle Chrysippus (MÖ279206) Stoa mantıkçılarıyla beraber mantık prensiplerini Ģematik çıkarsama tarzında
açıklamıĢtır. Kant‟a göre ise Ģema bir sınıfın üyelerince ortak olarak algılanan kavramlardır
(Young, Klosko and Weishaar, 2003). ġema terimi matematikten edebiyat teorilerine kadar
pek çok alanda değiĢik kavramların çatısını belirtmek için kullanılmıĢtır.
Psikoloji alanında ise ilk kez Piaget çocukluk biliĢsel geliĢiminin farklı aĢamalarının
kavramsallaĢtırılmasında kullanmıĢtır. Bununla birlikte bir Ġngiliz psikolojisti olan Frederic
Bartlett Ģema yapısının kognitif bilim alanında yaygın kullanılmasına neden olmuĢtur. Bu
Ġngiliz psikolog, 1932‟de yayınlanan Remembering (Hatırlama) adlı deneysel araĢtırma
monografisinde, algılama ve hatırlamada organizasyonun rolünü ön plana çıkartmıĢtır. ġema,
geçmiĢ deneyimlerin topluca Ģimdiyi etkilemesidir (Young, Klosko and Weishaar, 2003).
Aralarında terminolojik farklar bulunmakla birlikte, Ģema kavramsallaĢtırmasının,
Bowlby‟nin bağlanma kuramına dayandığı ve Ģemaların bağlanma figürleri ile olan
etkileĢimlerin temsilleri olarak tanımlandığı izlenmektedir ( Safran ve ark. 1990; Young ve
ark, 1992).
Beck‟in yaklaĢımına göre kiĢinin duygulanımı ve davranıĢları onun daha
önceki
deneyimlerine bağlı olarak geliĢtirdiği ve dünyayı algılamasına yön veren biliĢsel Ģemalar
tarafından belirlenir (Shaw ve ark, 1988; Beck, 1997).
Son yıllarda Young ve arkadaĢları tarafından geliĢtirilen teoriye göre ise Ģemalar ,
bireyin kiĢisel ve çevresel bilgiyi düzenlemesine temel oluĢturan, dünya ve kendisiyle ilgili
temel inançlarını içeren, geçmiĢ yaĢantılarla kurulan kognitif yapılardır. Çevreden edinilen
bilgiyi kognisyonlara dönüĢtüren temel inançlardır.
YaĢamın erken dönemindeki kiĢisel deneyimler ve çevredeki önemli insanlarla yapılan
özdeĢimlerle oluĢan Ģemalar, sonraki yaĢamdaki benzer deneyimler ve öğrenmelerle pekiĢir.
Ġnançların en temel düzeyini oluĢturur. Kalıcı kognitif yapılar olan Ģemalar bazen baĢ etme
mekanizması olarak olumlu olabilecekleri gibi iĢlevsiz ve olumsuz da olabilirler (Young ve
ark, 1992). Olumsuz ve iĢlevsiz olanlar için erken disfonksiyonel Ģema terimi kullanılır.
Sağlıklı durumdayken genelde latent olan olumsuz Ģemalar, yaĢam olayları ve
psikopatolojilerle etkin hale geçerler. Buna göre her psikopatoloji tipik Ģemaların aktivasyonu
ile kendini göstermektedir. Bir kez etkin hale geçtikten sonra seçici dikkat yolu ile yeni
yaĢantıların iĢlemlendirilmesini; seçici hatırlama yoluyla da geçmiĢ anıların yeniden
yapılandırılmasını etkilerler (Young., 1990, 1994).
ġemalar birbirleriyle iliĢkili 2 faktörün etkisi altındır. Kalıtım ve yaĢanan çevre.
KiĢiliğin oluĢmasına öncülük eder ve insanın bütün hayatı boyunca sürerler, uyum sağlamayı
kolaylaĢtırır. Çocuğun geliĢmesi sırasında onun ihtiyaçlarından yola çıkarak yapılanırlar.
Çocukluğun temel ihtiyaçları sevgi, Ģefkat , ilgi , takdir , kabul görme, düĢünce ve arzularını
ifade edebilme özerkliği, duygu ve ihtiyaçların giderilmesi, kendine güven duygusuna
ulaĢmasıdır. Eğer bu ihtiyaçlar karĢılanamazsa Ģemalar olumsuz ve uyum bozucu özellik
kazanır, aktive olarak anksiyete bozuklukları gibi bir çok psikopatolojilere neden olurlar
(Stein ve ark, 1993; Delattre ve ark, 2004).
Erken dönem uyum bozucu Ģemalar, doğuĢtan itibaren geliĢen ve yaĢam boyu
tekrarlanarak pekiĢen, kiĢilik geliĢimini olumsuz etkileyen biliĢsel ve duygusal yapılardır.
Young‟a göre bireyin davranıĢları Ģemaların bir parçası değildir. Ona göre uyum bozucu
davranıĢlar Ģemalara cevap olarak geliĢirler. Bu davranıĢlar Ģemaların sürdürücüleridir fakat
bir parçası değildir.
Erken disfonksiyonel Ģemalar yaĢamın erken dönemlerinde geliĢtikleri için değiĢmeye
belirgin direnç gösterirler, kendini sürdürücü özellik gösterirler. ġemanın tam tersi olaylarla
karĢılaĢılırsa bile kiĢiler ısrarlı bir Ģekilde geçerliliğini korumak için gelen bilgileri çarpıtırlar.
Belirgin olarak iĢlevselliği bozucudurlar.
KiĢinin çevresi ile olumlu iliĢkiler içinde olma, özerklik, keyif alma ve kendisini ifade
gibi temel ihtiyaçlarını karĢılamasını ve diğerleri ile iliĢkide sınırları fark edebilme
becerilerini engellerler.
ŞEMA KÖKENLERİ
ġema teorisine göre Ģemalar kökenlerini genetik (mizaç), çocukluk çağı temel
ihtiyaçlarının karĢılanmadığı yada aĢırı karĢılanmasıyla belirli olumsuz çocukluk-ergenlik
yaĢantıları ve kültürel etkilerden alır.
1) Çocukluğun Temel Duygusal Gereksinimleri: ġemalar, çocukluktaki temel
karĢılanmamıĢ duygusal gereksinimler sonucu geliĢirler. Ġnsanın geliĢiminde beĢ temel
duygusal gereksinim vardır.
a- Diğerlerine güvenli bağlanma
b- Hareket özgürlüğü, yeterlilik ve kimlik algısı
c- Gereksinim ve duyguların ifade özgürlüğü
d- Kendiliğindenlik ve oyun
e- Gerçekçi limitler ve özdenetim
2) Erken Dönem YaĢam Deneyimleri: Erken dönem uyum bozucu Ģemaların birincil
kökenlerinden biri de olumsuz çocukluk yaĢantılarıdır. ġemaların oluĢumunda dört tip erken
dönem olumsuz yaĢam olayları vardır:
a- Gereksinimlerin zedeleyici seviyede engellenmesi: Çocukluk döneminde iyi
Ģeylerin yeterince karĢılanamaması sonucu duygusal yoksunluk ve terk edilme Ģemaları
oluĢur.
b- Ġkinci tip erken yaĢam deneyimi darbelenme, kurbanlaĢtırılma ve kötü
davranımdır. Çocuklukta kötü muameleye maruz kalmıĢ kiĢilerde kuĢkuculuk, kusurluluk ve
dayanıksızlık Ģemaları geliĢir.
c- Ġyi Ģeylerin aĢırı verilmesi: Bağımlılık ya da haklılık Ģemaları kötü muameleye
maruz kalmaktan ziyade aĢırı hoĢ görülü yetiĢtirilme ile ilgilidirler. Çocukluğun temel
duygusal gereksinimlerinden özerklik ve gerçekçi limitler yeterince karĢılanamamıĢtır. Aileler
çocuğun yaĢamında aĢırı etkin rol oynamıĢtır. Aileler çocuğu ya aĢırı korumuĢlardır ya da
aĢırı derecede özgürlük ve özerklik tanımıĢlardır.
d- Seçici içselleĢtirme ve özdeĢleĢme: ġema oluĢumunda önemli kaynaklardan biride
çocuğun hayatındaki önemli kiĢilerin düĢünce, duygu, deneyim ve davranıĢlarını
içselleĢtirmesi ve özdeĢleĢtirmesidir.
3) Mizaç-huy: ġema oluĢumunda erken çocukluk ortamı kadar majör rol oynayan bir
diğer etkende çocuğun doğuĢtan gelen duygusal mizacıdır.
Buna gereksinimlere göre Ģema alanları belirlenmiĢ ve
ilgili olan 18 adet Ģema
bulunmuĢtur (McGinn ve ark, 1996; Young ve ark, 2003).
*Güvenli Bağlanma – Ayrılma / Dışlanma
Çocuk, kendisi ile ilgilenen kiĢilere bağlanabildiği güvenli bir yuvaya ihtiyaç duyar.
Bu yuvada bakım veren kiĢilerin sürekliliği ve tutarlı davranıĢlar göstermesi gereklidir
(Bowlby J, 1969,1973). Huzurlu ve güvenli ortamda büyüyen çocuk, öncelikle bakım veren
kiĢiler olmak üzere, insanlara güven duygusuyla bağlanabilir ve büyüdüğünde baĢkalarına
bağlanırken huzursuzluk duymaz. Ayrılma, dıĢlanma, reddedilme durumlarında yoğun sıkıntı
duymaz. Bu gereksinimlerin karĢılanamadığı uzak, soğuk, dıĢlayıcı, esirgeyici, yalnız, ani
patlayıcı tepkilerin olduğu, huzursuz ve taciz edici aile ortamlarındaki erken yaĢantıların
sonucu “ayrılma ve reddedilme alanı” altındaki Ģemalar geliĢir ( Young ve ark,
1990,1994,1998).
Bu alandaki şemalar:
1. Duygusal yoksunluk: Duygusal ihtiyaçlarının diğerleri tarafından yeterli olarak
karĢılanamayacağına inanır. Örneğin: ilgi, duygusallık, sıcaklık, arkadaĢlık, anlaĢılmak,
dinlenmek, kendini ifade etmek gibi.
2. Terk edilme: Yakınlarının ve bağlanacakları kiĢilerin kendilerini bir baĢkası için
bırakıp gideceğine derin bir inanç duyarlar. Kurulan bağ ve duygusal destek gibi iliĢkideki
olumlu durumların devam etmeyeceklerine iliĢkin düĢünceleri mevcuttur.
3. Şüphecilik: BaĢkaları tarafından kötüye kullanılacağı, küçük düĢürüleceği,
aldatılacağı ve istismar edileceği beklentisidir. Zararın bilerek yapıldığı ya da haksızlık ve
aĢırı ihmal sonucu olduğunun algılanmasını içerir.
4. Kusurluluk: Kusurlu, kötü, istenmeyen, yetersiz olduğu veya önemli kiĢiler için
sevilmez olacağı hissidir. EleĢtirilmeye, kabul edilmemeye, suçlanmaya aĢırı duyarlıdır.
BaĢkaları yanında aĢırı utangaçlık ve güvensizlik hissedilir. Farklı kusurlarından dolayı utanç
hissedebilir. KiĢinin kendinde olduğuna inandığı bu kusurlar gizli (bencilim, kıskancım, cinsel
eğilimlerim var gibi..) yada açık (çirkinim, burnum büyük, giriĢken değilim gibi…) olabilir.
5. Sosyal izolasyon: Tüm dünyadan ayrı, diğer insanlardan farklı, herhangi bir grubun
veya topluluğun parçası olamama hissidir. Kendisinde nedenini açıklayamadığı bir farklılık
hisseder. Diğer insanların kendisini dıĢladığına ya da dıĢlayacağına inanır
*Hareket Özgürlüğü / Yeterlililik ve Kimlik Algısı- Zedelenmiş Hareket Özgürlüğü
Çocukluk çağının bir diğer ihtiyacı, hareket özgürlüğünün kazanılmasıdır. Anne-baba
veya bakım veren kiĢilerin yardımı ile çocuk kendi becerileri ve yeterliliğini fark eder. Çocuk
yeni beceriler geliĢtirdikçe ve bunları artırdıkça kendine güveni artar. Anne-baba, zamanı
geldiğinde, çocuğun kendi becerilerini sınayabileceği durumlar yaratarak veya bu durumlara
engel olmayarak, onun gerçek hayatta kendi hareket serbestliğini, becerilerinin yeterliliğini
hissetmesine yardımcı olurlar. Ayrıca dereceli ayrılmayı destekleyerek çocuğun kendilik
algısı geliĢtirmesini sağlarlar.
Çocuğun aĢırı korunduğu, baĢına gelebilecek kazalardan ve kötülüklerden korumak
için iĢlerin onun adına yapıldığı ailelerde, çocuk kendi kapasitesinin farkına varamayacak ve
hayata karĢı kendisini ve becerilerini eksik hissedecektir. Tam tersi her sorunu ile aĢırı
ilgilenen aile varlığında da kiĢi kimliğinin farkında olmayarak, ilk önce ailesiyle, daha sonra
eĢi ve baĢka insanlarla iç içe geçerek kendisinin farkında olmayarak bir yaĢam sürecektir
(Young ve ark, 1996,1997, 2003; Stein ve ark, 1993).
Bu alandaki şemalar:
1. Bağımlılık: Karar alma, doğru ile yanlıĢı birbirinden ayırma becerisine güvensizlik
vardır. Dolayısıyla kiĢi yalnız baĢına problemlerle baĢ edemeyeceğine inanır ve sürekli
çevresinde kendisine destek verecek, iĢleri onun adına yapacak birine ihtiyaç duyar.
2. Dayanıksızlık: Önlenemeyecek, beklenmedik bir felaketin herhangi bir zamanda
ortaya çıkabilme ihtimalinden aĢırı korkudur. Korku, tıbbi olaylar (kalp krizi, kanser vs),
duygusal yaĢantılar (çıldırma, bayılma) veya doğal afetler –travmalar ( deprem, sel, terör,vs)
ile ilgilidir.
3. Başarısızlık: BaĢarısız olduğuna, kesin olarak baĢarısız olacağına veya baĢarı
kazanılacak alanda diğerlerine göre yetersiz olacağına güçlü bir inanç vardır.
4. Yapışıklık: Bir ya da daha fazla önemli kiĢiye (genellikle ebeveynler) aĢırı
duygusal bağlılık ve yakınlık vardır. Sıklıkla yapıĢık bireylerden en az birinin, diğerinin
sürekli desteği olmazsa yaĢamayacağı veya mutlu olamayacağına iliĢkin inancı içerir, bireysel
yaĢam veya sosyalleĢmeden vazgeçilir
*Gerçekçi Limitler – Zedelenmiş Sınırlar
Bu alandaki Ģemalar iç sınırlarda, diğer kiĢilere sorumluluklarda, uzun süreli amaç
yönelimlerinde yetersizlikle ilgilidir. Bu Ģemalar diğerlerinin hakkına saygıda, eĢ güdümlü
çalıĢmada, sözleĢmeler yapmada, gerçekçi kiĢisel amaçlar oluĢturmaya ulaĢmada zorluklara
neden olur. Anne ve baba, çocukta herhangi bir yoksunluk yaratmadan kendi sınırlarını
anlamasında ve engellenmeye karĢı tolerans geliĢtirmesine yardımcı olur. Çocuk kendisine
sınırların gösterilmesine ihtiyaç duyar. Fakat bu Ģemaları olan kiĢilerin aileleri disiplin ve
limitler yerine üstünlük hissinin verildiği, aĢırı hoĢgörülü, aĢırı düĢkün, yönlendirmenin çok
az olduğu, iĢbirliği gösterme ve amaç saptama ile ilgili olarak uygun terbiyenin verilmediği
ailelerdir (Young ve ark, 1990,1994,1996,1997,2003).
Bu alandaki şemalar:
1. Haklılık: KiĢi diğer insanlara göre daha üstün olduğuna inanır. Özel haklara ve
ayrıcalıklara hakkı vardır. Normal toplumsal yaĢamı yönlendiren kurallar ile sınırlı değildir.
BaĢkalarının ihtiyaçlarına aldırmadan, kendi fikrini savunarak, ihtiyaçları doğrultusunda
baĢka insanların davranıĢlarını yönlendirerek baĢkaları ile aĢırı rekabet ve baskı yapar.
2. Yetersiz özdenetimi : KiĢisel amaçlara eriĢebilmek için yeterli öz-denetim ve
engellemeye tolerans göstermekte veya kiĢinin aĢırı duygu ve dürtülerini dizginlemekte
belirgin zorluk yaĢar. Sorumluluktan ve aĢırı çaba etmekten kaçınma gösterir.
* İçtenlik ve Oyun- Aşırı Hassasiyet
Çocuk, hata yapmaktan korkmadan içinden geldiği gibi davranması konusunda iyi
yönlendirildiğinde, hayatın sadece baĢarıya ulaĢmak olmadığını anlar, iĢ ve eğlence arasındaki
dengelenmeyi zorlanmadan yapar, hatalara karĢı katı bir tutum takınmaz. Duygularını
baĢkalarına rahatça açabilir ve hayata iyimser bir bakıĢı olur. Bu ortamın sağlanamadığı,
kendilerinden ve çocuktan beklentileri yüksek olan ailelerde eleĢtiriden kaçınmak için kiĢinin
davranıĢa ve performansa iliĢkin çok yüksek seviyelere ulaĢması gerektiğine dair bir inanç
vardır ve bu çocuğa da geçer.
GeliĢen Ģemalar ile kiĢinin kendisine ve diğerlerine aĢırı eleĢtirel yaklaĢım, haz
almada, gevĢemede, sağlık, kendine güven, baĢarı hissinde veya tatminkâr iliĢki kurmada
belirgin bozulmalar olur (Young ve ark, 1997; 1998, Stein ve ark, 1993; Dozier ve ark, 1995).
Bu alandaki şemalar:
1. Cezalandırıcılık: Yaptıkları yanlıĢlar için insanların cezalandırılması gerekliliğine
inanırlar. Öfkelenme, acımasızlık, standartlara uymayan kiĢilere (kendisi de dahil)
katlanamama eğilimleri vardır. Kendisini ve diğerlerinin hatalarını affetmekte güçlük
çekerler.
2. Yüksek standartlar: EleĢtiriden kaçınmak için davranıĢlar ve iĢ becerisinde çok
yüksek seviyelere ulaĢılmasına gerektiğine inanç vardır. Bu aĢırı seviyelere ve standartlara
bugünden baĢlayarak yaĢam boyu hiç durmadan çalıĢıldığında ancak eriĢilebileceğini
düĢünürler. Kendisine ve diğerlerine aĢırı eleĢtirel yaklaĢımları vardır.
3. Duyguları bastırma: Olumsuz durumlardan kaçınmak için, doğal duyguların ve
davranıĢların aĢırı baskı altında tutulmasıdır. KiĢi genellikle öfke, neĢe, cinsel uyarılma,
içtenlik, incinme gibi durumları bastırır. Buradaki amaç yanlıĢ yapmaktan kaçınmak veya katı
kurallara, beklentilere uymaktır.
4. Karamsarlık: Hayatın olumlu ve iyimser yanlarını göz ardı ederek, olumsuz
yanları üzerinde ısrarlı ve yaĢam boyu süren bir odaklanma vardır. Kendi sorumluluk sınırları
içindeki her hangi bir durumun ciddi bir Ģekilde kötüye gideceğine dair güçlü bir beklenti
mevcuttur.
*Gereksinim ve Duyguların İfade Özgürlüğü- Başkaları Yönelimlilik
Bu alandaki Ģemalar, çocuğa duygu ve ihtiyaçlarını ifade etmesinin doğal hakkı
olduğunun öğretilmesi ile ilgilidir. Çocuk, her insan gibi, evrensel gereksinimlerinin ne
olduğunu öğrenir. Bunları ister ve edinirken herhangi bir bencillik hissi ile utanç duymaz.
Kendini ifade ettiğinde karĢı taraftan bir misilleme veya olumsuz bir karĢılık beklemez.
Bu temel gereksinimin karĢılanamadığı durumlarda, kendi ihtiyaçlarına rağmen sevgi
ve onaylama almak, iliĢkinin sürmesi, karĢı tepkiden kaçınmak veya baĢkalarının acısını
hafifletmek için, baĢkalarının istekleri, duyguları ve tepkileri üzerinde aĢırı bir odaklanma
vardır. Kendi doğal isteklerinin farkında olmazlar ve bunları bastırırlar. Aile tipleri çocuğun
sevgi, onay ve ilgi kazanmak için kendi ile ilgili önemli durumları bastırmak zorunda olduğu
koĢullu kabul üzerine dayanır. Bu ailelerin çoğunda ebeveynlerin duygusal ihtiyaçları ve
istekleri, sosyal kabulleri, çocuğun özgün ihtiyaçları ve duygularından daha önemlidir
(McGinn ve ark,1996; Young ve ark, 1997, 2003).
Bu alandaki şemalar:
1. Onay arayıcılık: Diğer insanlardan onay, kabul veya ilgi kazanmaya, ortama uyum
sağlamaya karĢı aĢırı hassasiyet mevcuttur. KiĢinin kendinden emin olabilmesi için
baĢkalarının onayı gerekmektedir.
2. Fedakârlık: BaĢka insanların ihtiyaçlarını karĢılamak için aĢırı çaba gösterilir. Bu
çaba genellikle tatminsizliğe neden olur. BaĢkalarının acılarına güçlü bir duyarlılık nedeniyle
ortaya çıkar. Kendi ihtiyaçlarının karĢılanamadığı hissine ve fedakârlık yapılan kimselere öfke
duymaya neden olur.
3. Boyun eğicilik: KiĢinin isteklerinin, düĢüncelerinin ve hislerinin baĢkaları için
geçerli veya önemli olmadığının algılanmasını içerir. Kendisini zorunda hissederek, tepki
almaktan kaçınmak için kontrolü baĢkalarına bırakır. Bu durum genellikle uyumsuz
durumlarda ortaya çıkan öfkenin olumuna neden olur
YÖNTEM VE METODLAR
Bu çalıĢmaya HaydarpaĢa Numune Eğitim ve AraĢtırma Hastanesi psikiyatri
bölümüne 01.06.07-31.12.07 tarihleri arasında, poliklinikten baĢvuran hastalardan DSM-IV
tanı ölçütlerine göre majör depresif bozukluk ve panik bozukluk tanısı almıĢ olan ve rastgele
seçilen kadın ve erkek; toplam 80 hasta alındı. Hastalarla, tedavi öncesi ve ilaç tedavisi
baĢlandıktan iki ay sonra olmak üzere iki kez görüĢüldü.
ÇalıĢmaya alınma kriterleri aĢağıdaki belirtilmiĢtir;
• 18-65 yaĢ arasında olup, DSM-IV majör depresif bozukluk ve panik bozukluk tanısı alanlar
• Uygulanacak ölçekleri yapabilmesi için okuma-yazma bilenler
• ÇalıĢmaya katılmayı kabul edenler.
ÇalıĢmaya alınmama kriterleri de aĢağıda belirtilmiĢtir:
• Majör depresyon ve panik bozukluk dıĢında herhangi bir Eksen-I psikiyatrik bozukluk tanısı
alanlar
• Mental retardasyon ya da kiĢilik bozukluğu tanısı alanlar,
• Alkol yada psikoaktif madde kötüye kullanımı olanlar,
• Ciddi nörolojik ya da genel tıbbi durumu ilgilendiren hastalığı olanlar
Kontrol grubu olarak da 18-65 yaĢ arası, HaydarpaĢa Numune Eğitim ve AraĢtırma
Hastanesi‟nin çeĢitli polikliniklerine baĢvuran sağlıklı ve çalıĢmaya katılmayı kabul eden,
kadın ve erkek toplam 40 kiĢi alındı. ÇalıĢmaya alınan hastalar ve sağlıklı gruptaki kiĢiler,
çalıĢmanın amacı ve yöntemi hakkında aydınlatıldı ve kendilerinden onam alındı. Hastalar ve
sağlıklıların tümüyle yüz yüze görüĢülmüĢ , çalıĢmada kullanılan soru formu ve ölçekler de
yüz yüze görüĢme yoluyla değerlendirilmiĢtir. Eksen-I ve Eksen-II psikiyatrik bozuklukların
tanıları için DSM-IV‟e göre yapılandırılmıĢ klinik görüĢme formları SCID-I ve SCID-II
kullanılarak tespit edilmiĢ ya da dıĢlanmıĢtır. Bütün gruplara, kiĢilere ait bilgi ve demografik
özelliklerin belirlenmesi için hazırlanmıĢ ve ekte sunulmuĢ olan Sosyodemografik Veri
Formu, erken dönem uyumsuz Ģema aktivasyonlarını belirlemek için Young ġema Ölçeği-
Kısa Form-3 (YġÖ-KF3), psikopatoloji Ģiddetini belirlemek amacıyla Beck Depresyon
Envanteri (BDE) ve Beck Anksiyete Envanteri (BAE) verilmiĢtir.
ARAŞTIRMADA KULLANILAN GEREÇLER
Sosyodemografik veri formu
Tarafımızdan geliĢtirilen bu form deneklerin yaĢ, cinsiyet, medeni durum, meslek,
eğitim durumu, alkol-madde ve sigara kullanımını sorgulayan sorulardan oluĢmaktadır.
SCID I (Klinik Versiyon)
Amerikan Psikiyatri Birliği tarafından, 1994 yılında DSM-IV Eksen-I bozuklukları
için yapılandırılmıĢ bir klinik görüĢme ve major DSM-IV Eksen-I tanılarının konması için
geliĢtirilmiĢ, yarı yapılandırılmıĢ klinik görüĢme ölçeğidir. Hem psikiyatri hem de genel tıp
hastalarına uygulanabilir. Dil ve tanı kapsamı ile çoğunlukla eriĢkinler için kullanımı
uygundur. Altı modülden oluĢmaktadır. Türkiye için uyarlama ve güvenilirlik çalıĢmaları; Dr.
Aytül Özkürkçügil, Dr. Ömer Aydemir, Dr. Mustafa Yıldız ve Dr. Ertuğrul Köroğlu
tarafından yapılmıĢtır (Özkürkçügil ve ark, 1999).
SCID II (DSM-IV kişilik bozuklukları için yapılandırılmış klinik görüşme formu)
DSM-IV sınıflandırılmasına göre II. Eksende kiĢilik bozukluğu tanılarını koymak
amacıyla Spitzer ve ark. (1989) tarafından geliĢtirilen, bireysel olarak uygulanan bir klinik
görüĢme yöntemidir. Bireyleri 12 kiĢilik bozukluğu açısından değerlendirir. Türkiye için
uyarlama ve güvenirlik çalıĢması yapılmıĢtır (Sorias ve ark. 1990).
Beck Depresyon Envanteri
Denekte depresyon yönünden riski belirlemek ve depresif belirtilerin düzeyini ve
Ģiddet değiĢimini ölçmek için uygulanan bir kendini değerlendirme ölçeğidir. Toplam 21
kendini değerlendirme cümlesi içermektedir. Dörtlü Likert tipi ölçüm sağlamaktadır. Beck
tarafından geliĢtirilen ölçeğin Türkçe formunun geçerlik ve güvenilirliği Nesrin Hisli
tarafından yapılmıĢtır. Ölçeğin Türkçe için geçerlik ve güvenirlik makalesinde kesme
puanının 17 olarak kabul edildiği belirtilmiĢtir (Hisli N, 1989).
Beck Anksiyete Envanteri
Beck tarafından 1988 yılında, bireylerin yaĢadığı anksiyete belirtilerinin Ģiddetinin
belirlenmesi için geliĢtirilmiĢ bir ölçektir. Öznel anksiyete ve bedensel belirtiler olmak üzere,
iki faktörden oluĢan bir kendi bildirim değerlendirme ölçeğidir. Grup olarak, ergen ve
yetiĢkinlere uygulanabilir. Zaman sınırlaması yoktur. 21 maddeden oluĢan, 0-3 arası
puanlanan likert tipi bir ölçektir. Puan aralığı 0-63‟tür. Ölçekten alınan toplam puanların
yüksekliği bireyin yaĢadığı anksiyetenin Ģiddetini gösterir. Türkiye uyarlama ve geçerlilikgüvenilirlik çalıĢmaları Dr. Mustafa Ulusoy, Prof. Dr. Nesrin ġahin, ve Doç Dr. Hüsnü
Erkmen tarafından yapılmıĢtır (Ulusoy, 1998).
Young Şema Ölçeği-Kısa Form-3 (YŞÖ-KF3)
J. Young ve arkadaĢları tarafından Ģemaların ölçümü için geliĢtirilen, kiĢinin kendini
değerlendirdiği, özbildirim ölçeğidir (Young ark, 1992). Bu ölçek Young „ın 16 temel
Ģemanın var olduğu hipotezinden yola çıkılarak hazırlanmıĢtır. Uzun formunda 205 adet item
mevcut olup bunlar; klinik deneyim, inanıĢlar, kiĢinin emosyonel ve temel ihtiyaçları göz
önüne alınarak hazırlanmıĢ sorulardan oluĢmaktadır. Likert tipi bir ölçektir ve her item 1 „den
6‟ya olan puan üstünden değerlendirilmektedir ve en doğru yanıta yaklaĢtıkça not yükselir.
1995‟te geniĢ klinik örneklem grubu kullanılarak ilk defa psikometrik özellikleri
incelenmiĢ ve geçerliliği yayınlanmıĢtır (Schmidt ve ark, 1995). Fakat YġÖ‟ nun kabul
edilebilir psikometrik özellikleri ve klinik yararlılığı gösterilmesine rağmen uzunluğu
dolayısıyla pratikte kullanım güçlüğü olmuĢtur. 1998 „te 75 itemlik ve 2001‟de 90 itemlik
kısa formu yayınlanmıĢtır. Kısa formda, uzun formun itemlerindeki faktör dağılımları
hesaplanarak tespit edilen Ģema sayısı da 18‟e çıkarılmıĢtır. Kısa formun da psikometrik
özellikleri ve geçerliliği 2001 yılında yayınlanmıĢtır ( Waller ve ark., 2001).
Türkiye‟de ise YġÖ‟nin uyarlama ve geçerlilik-güvenirliliği Soygüt ve ark. (2009)
tarafından yapılmıĢtır.
İstatistiksel değerlendirme:
Bu çalıĢmada istatistiksel analizler NCSS 2007 paket programı ile yapılmıĢtır.
Verilerin değerlendirilmesinde tanımlayıcı istatistiksel metotların (ortalama, standart sapma)
yanı
sıra
gruplar
karĢılaĢtırmalarında
arası
karĢılaĢtırmalarda
tek
yönlü
varyans
analizi
alt
grup
Tukey çoklu karĢılaĢtırma testi, grupların tedavi öncesi ve sonrası
karĢılaĢtırmasında eĢlendirilmiĢ t testi, nitel verilerin
karĢılaĢtırmalarında
kullanılmıĢtır. Sonuçlar, anlamlılık p<0,05 düzeyinde değerlendirilmiĢtir.
ki-kare testi
BULGULAR
Bu çalıĢmaya HaydarpaĢa Numune Eğitim ve AraĢtırma Hastanesi psikiyatri
bölümüne 01.06.07-31.12.07 tarihleri arasında, poliklinikten baĢvuran hastalardan DSM-IV
tanı ölçütlerine göre majör depresif bozukluk ve panik bozukluk tanısı almıĢ olan ve rastgele
seçilen kadın ve erkek; toplam 80 hasta alındı. Kontrol grubu olarak da HaydarpaĢa Numune
EA Hastanesi‟nin çeĢitli polikliniklerine baĢvuran, sağlıklı ve çalıĢmaya katılmayı kabul eden,
rastgele seçilen, kadın ve erkek toplam 40 kiĢi alındı.
ÇalıĢmaya katılan MDB hastalarının yaĢ ortalaması 32,23±9,35, PB hastalarının yaĢ
ortalaması 32,7±11,27 ve kontrol grubunun yaĢ ortalaması ise 32,13±7,33 bulunmuĢtur.
Major depresyon, panik bozukluk ve kontrol gruplarının yaĢ ortalamaları arasında
istatistiksel farklılık gözlenmemiĢtir (p=0,959).
Major depresyon, panik bozukluk ve kontrol gruplarının cinsiyet dağılımları arasında
istatistiksel farklılık gözlenmemiĢtir (p=0,084).
YaĢ ve cinsiyet dağılımları Tablo 1 de gösterilmiĢtir.
Tablo 1 Her üç grubun yaĢ ve cinsiyet dağılımı
Depresyon
Panik
Kontrol
32,23±9,35
32,7±11,27
32,13±7,33
Kadın
30 (%75)
21 (%52,5)
28 (%70)
Erkek
10 (%25)
19 (%47,5)
12 (%30)
Yaş
Cinsiyet
p
F :0,04
0,959
χ²:4,96
0,084
Major depresyon, panik bozukluk ve kontrol gruplarının eğitim, meslek, aylık gelir
dağılımları arasında istatistiksel farklılık gözlenmemiĢtir (p=0,144, p=0,144, p=0,176).
Panik bozukluk grubunda evli hasta oranı, major depresyon grubunda boĢanmıĢ hasta
oranı istatistiksel olarak anlamlı derecede yüksek bulunmuĢtur (p=0,011).
Her üç grubun eğitim düzeyi, meslek, aylık gelir ve medeni durum verileri Tablo 2‟de
gösterilmiĢtir.
Tablo 2 Her üç grubun eğitim düzeyi, meslek, aylık gelir ve medeni durum verileri
Eğitim Düzeyi
Meslek
Aylık Gelir
Medeni Durum
Depresyon
Panik
Kontrol
<5 Yıl
13
32,5%
9
22,5%
6
15,0%
5-8 Yıl
6
15,0%
6
15,0%
1
2,5%
8-11yıl
10
25,0%
13 32,5%
18 45,0%
χ²:9,56
>11yıl
11
27,5%
12 30,0%
15 37,5%
p=0,144
Çalışmıyor
5
12,5%
3
7,5%
2
Memur
3
7,5%
2
5,0%
12 30,00%
İşçi
1
2,5%
1
2,5%
3
7,50%
Serbest
4
10,0%
7
17,5%
5
12,50%
Öğrenci
4
10,0%
5
12,5%
4
10,00%
Ev Hanımı
16
40,0%
10 25,0%
9
22,50%
Emekli
1
2,5%
2
1
2,50%
χ²:20,4
Diğer
6
15,0%
10 25,0%
4
10,00%
p=0,115
Yok
1
5,9%
0
0,0%
0
0,0%
<500 YTL
3
17,6%
2
9,5%
5
12,5%
500-1000 YTL
9
52,9%
9
42,9%
17 42,5%
1000-1500 YTL
1
5,9%
5
23,8%
14 35,0%
1500-2000 YTL
1
5,9%
3
14,3%
0
0,0%
χ²:13,9
>2000 YTL
2
11,8%
2
9,5%
4
10,0%
p=0,176
Evli
19
47,5%
27 67,5%
18 45,0%
Bekar
14
35,0%
12 30,0%
21 52,5%
χ²:13,1
Boşanmış
7
17,5%
1
1
p=0,011
5,0%
2,5%
5,00%
2,5%
Kontrol grubunda daha önce geçirdiği psikiyatrik hastalık varlığı, major depresyon ve
panik bozukluk gruplarından istatistiksel olarak anlamlı derecede düĢük bulunmuĢtur
(p=0,0001).
Major depresyon grubunda daha önce geçirilen major depresyon varlığı, panik
bozukluk grubunda ise anksiyete bozukluğu varlığı kontrol grubundan istatistiksel olarak
anlamlı derecede yüksek bulunmuĢtur (p=0,0001).
Kontrol grubunda psikiyatrik hastalık tedavisi varlığı major depresyon ve panik
bozukluk gruplarından istatistiksel olarak anlamlı derecede düĢük bulunmuĢtur (p=0,0001).
Kontrol grubunda suisid giriĢimi varlığı (hiç gözlenmemiĢ) major depresyon ve panik
bozukluk gruplarından istatistiksel olarak anlamlı derecede düĢük bulunmuĢtur (p=0,002).
Major depresyon ve panik bozukluk gruplarının hastanede yatıĢ sayısı dağılımları
arasında istatistiksel farklılık gözlenmemiĢtir (p=0,365).
Major depresyon, panik bozukluk ve kontrol gruplarının alkol-madde kullanımı
dağılımları arasında istatistiksel farklılık gözlenmemiĢtir (p=0,708).
Major depresyon, panik bozukluk ve kontrol gruplarının sigara kullanımı dağılımları
arasında istatistiksel farklılık gözlenmemiĢtir (p=0,528).
Major depresyon, panik bozukluk ve kontrol gruplarının ailede suisid giriĢim öyküsü
varlığı dağılımları arasında istatistiksel farklılık gözlenmemiĢtir (p=0,359).
Major depresyon grubunda hastalık öncesi psikososyal stress faktörü varlığı, panik
bozukluk ve kontrol gruplarından istatistiksel olarak anlamlı derecede yüksek bulunmuĢtur
(p=0,013).
Her üç grubun diğer sosyodemografik verileri Tablo 3‟te gösterilmiĢtir.
Tablo 3 Her üç grubun diğer sosyodemografik verileri
Depresyon
Panik
Kontrol
Daha Önce Geçirdiği
Yok
19 47,5%
20 50,0%
36 90,0%
χ²:19,4
Psikiyatrik Hastalık
Var
21 52,5%
20 50,0%
4
10,0%
p=0,0001
Depresyon
20 95,2%
3
15,0%
4
100,0%
Anksiyet Boz.
1
4,8%
16 80,0%
0
0,0%
χ²:30,4
Diğer
0
0,0%
1
0
0,0%
p=0,0001
Yok
23 57,5%
22 55,0%
37 92,5%
χ²:16,2
Var
17 42,5%
18 45,0%
3
p=0,0001
Yok
30 75,0%
38 95,0%
40 100,0%
Bir kez
5
12,5%
2
5,0%
0
0,0%
χ²:16,9
Birden fazla
5
12,5%
0
0,0%
0
0,0%
p=0,002
Yok
39 97,5%
40 100,0%
40 100,0%
χ²:2,01
Bir kez
1
0
0
p=0,365
Yok
35 87,5%
35 87,5%
37 92,5%
χ²:0,69
Var
5
5
3
p=0,708
Yok
19 47,5%
24 60,0%
22 55,0%
χ²:1,27
Var
21 52,5%
16 40,0%
18 45,0%
p=0,528
Ailede Psikiyatrik Hastalık
Yok
27 67,5%
30 75,0%
37 92,5%
χ²:7,75
Öyküsü
Var
13 32,5%
10 25,0%
3
p=0,021
Ailedeki Suisid Girişim
Yok
38 95,0%
40 100,0%
39 97,5%
χ²:2,05
Öyküsü
Var
2
0
1
p=0,359
Hastalık Öncesi Psikososyal
Yok
30 75,0%
38 95,0%
37 92,5%
χ²:8,68
Stress Faktörü
Var
10 25,0%
2
3
p=0,013
Geçirilen Psikiyatrik Hastalık
Tanısı
Psikiyatrik Hastalık Tedavi
Suisid Girişim Sayısı
Hastanede Yatış Sayısı
Alkol Madde Kullanımı
Sigara Kullanımı
2,5%
12,5%
5,0%
5,0%
0,0%
12,5%
0,0%
5,0%
7,5%
0,0%
7,5%
7,5%
2,5%
7,5%
Bu çalıĢmanın birinci adımında, bütün grupların tedavi öncesi Ģema aktivasyonlarını
karĢılaĢtırdık.
Her üç gruba hastalık Ģiddetini belirlemek amacıyla Beck Depresyon Envanteri, Beck
Anksiyete Envanteri uygulanmıĢtır.
ÇalıĢmaya katılan MDB, PB ve kontrol gruplarının BDE puan ortalamaları sırasıyla
29,7±7,84, 16±10,4, 10,03±7,62 olarak bulundu.
ÇalıĢmaya katılan MDB, PB ve kontrol gruplarının BAE puan ortalamaları sırasıyla
24,75±14,45, 28,4±12,68 , 11,18±10,6 olarak bulundu.
Tedavi öncesi major depresyon, panik bozukluk ve kontrol gruplarının BDE
ortalamaları arasında istatistiksel farklılık gözlenmiĢtir (p=0,0001). Kontrol grubunun BDE
ortalama puanı major depresyon ve panik bozukluk gruplarından istatistiksel olarak anlamlı
derecede düĢük (p=0,001, p=0,008), panik bozukluk grubunun BDE ortalama puanı major
depresyon grubundan istatistiksel olarak anlamlı derecede düĢük (p=0,001) bulunmuĢtur.
Tedavi öncesi major depresyon, panik bozukluk ve kontrol gruplarının BAE
ortalamaları arasında istatistiksel farklılık gözlenmiĢtir (p=0,0001). Kontrol grubunun BAE
ortalama puanı major depresyon ve panik bozukluk gruplarından istatistiksel olarak anlamlı
derecede düĢük (p=0,001), panik bozukluk ve major depresyon gruplarının BAE ortalama
puanları arasında istatistiksel olarak anlamlı fark gözlenmemiĢtir (p=0,405).
Her üç grubun tedavi öncesi BDE, BAE puan ortalamaları Grafik 1‟de gösterilmiĢtir.
Major depresyon
Tedavi Öncesi
Panik Bozukluk
Kontrol
30
25
20
15
10
5
0
BDÖ
BAÖ
Grafik 1 Her üç grubun tedavi öncesi BDE ve BAE ortalama puanları
ÇalıĢmaya alınan MDB, PB ve kontrol gruplarının erken dönem uyumsuz Ģema
aktivasyonlarının belirlenmesi için Young ġema Ölçeği- Kısa Form-3 uygulanmıĢtır.
Tedavi öncesi MDB grubunun kontrol grubuna göre terk edilme﹡, kuĢkuculuk﹡,
duygusal yoksunluk﹡, kusurluluk, sosyal izolasyon﹡, bağımlılık, dayanıksızlık﹡,
baĢarısızlık﹡, onay arayıcılık, boyun eğicilik﹡, fedakarlık, yetersiz özdenetim, yüksek
standartlar, karamsarlık, duygusal bastırma Ģema ölçek puan ortalamaları istatiksel olarak
anlamlı derecede yüksek bulunmuĢtur. (p<0.05,p﹡<0.001)
Tedavi öncesi major depresyon ve kontrol gruplarının yapıĢıklık, haklılık ve
cezalandırıcılık Ģema ölçek puan ortalamaları arasında istatistiksel olarak anlamlı fark
gözlenmemiĢtir (p>0.05).
Tedavi öncesi MDB grubunun PB grubuna göre terk edilme, kuĢkuculuk, duygusal
yoksunluk﹡, kusurluluk, sosyal izolasyon﹡, baĢarısızlık, boyun eğicilik﹡, yüksek
standartlar, duygusal bastırma﹡ Ģema ölçek puan ortalamaları istatiksel olarak anlamlı
derecede yüksek bulunmuĢtur (p<0.05,p﹡<0.001).
Tedavi öncesi MDB ve PB gruplarının bağımlılık, dayanıksızlık, yapıĢıklık, onay
arayıcılık, fedakarlık, haklılık, yetersiz özdenetim, karamsarlık ve cezalandırıcılık Ģema ölçek
puan ortalamaları arasında istatistiksel olarak anlamlı fark gözlenmemiĢtir. (p>0.05)
Tedavi öncesi PB grubunun sadece dayanıksızlık Ģema ölçek ortalama puanı kontrol
grubundan istatiksel olarak anlamlı derecede yüksek bulunurken (p<0.001), diğer Ģema ölçek
puan ortalamaları arasında istatiksel olarak anlamlı derecede bir fark gözlenmemiĢtir
(p>0,05).
Her üç grubun tedavi öncesi Ģema puan ortalamaları ve aralarındaki farklılıklar
Tablo4‟de gösterilmiĢtir.
Tablo 4 Her üç grubun tedavi öncesi YġÖ puanları ve aralarındaki farklılıklar
TEDAVİ ÖNCESİ
Depresyon
Panik
Kontrol
F
P
BDE
29,7±7,84
16±10,4
10,03±7,62
53,62
0,0001
BAE
24,75±14,45
28,4±12,68
11,18±10,6
20,51
0,0001
Terk edilme
16,18±6,09
13,45±4,87
11,3±4,26
9,07
0,0001
Kuşkuculuk
16,88±6,33
13,35±5,95
12±4,48
7,96
0,001
Duygusal yoksunluk
17,05±7,33
9,03±5,11
9,2±4,63
24,87
0,0001
Kusurluluk
11,3±5,56
8,55±3,95
8,95±3,72
4,39
0,015
Sosyal izolasyon
16,1±6,18
10,53±5,03
11,18±4,66
13,1
0,0001
Bağımlılık
12,38±6,01
10,53±4,28
9,08±4,75
4,27
0,016
Dayanıksızlık
14,98±5,58
15,9±5,09
10,65±4,57
12,1
0,0001
Yapışıklık
14,53±6,05
13,18±4,25
12,58±4,26
1,64
0,198
Başarısızlık
14,7±6,94
11±5,28
8,68±3,17
12,86
0,0001
Onay arayıcılık
17,98±4,89
17,38±6,03
15,05±5,03
3,35
0,039
Boyun eğicilik
15,68±6,13
10,78±4,45
9,73±4,36
15,85
0,0001
Fedakarlık
20,25±5,96
17,95±5,59
16,08±4,96
5,75
0,004
Haklılık
17,05±4,07
16,1±5,07
14,65±4,92
2,64
0,076
Yetersiz özdenetim
16,75±4,76
16,25±4,99
14,3±3,97
3,18
0,045
Yüksek standartlar
18,05±5,33
14,78±4,35
15,65±4,52
5,09
0,008
Karamsarlık
17,8±5,42
15,85±5,66
14,18±5,19
4,47
0,013
Duygusal bastırma
14,13±5,89
9,98±4,72
11,5±4,89
6,54
0,002
Cezalandırıcılık
15,58±4,54
14,08±4,08
15±4,1
1,27
0,284
Tablo 5 Tedavi öncesi grupların Ģema aktivasyonlarının Tukey Çoklu KarĢılaĢtırma Testine
göre değerlendirilmesi
Tukey Çoklu
Terk
Duygusal
Karşılaştırma Testi
BDÖ
BAÖ
Edilme
Kuşkuculuk
Yoksunluk
Depresyon / Panik
0,001
0,405
0,05
0,017
0,001
Depresyon / Kontrol
0,001
0,001
0,001
0,001
0,001
Panik / Kontrol
0,008
0,001
0,151
0,535
0,990
Tukey Çoklu
Karşılaştırma
Testi
Sosyal
Onay
Kusurluluk İzolasyon Bağımlılık Dayanıksızlık Başarısızlık Arayıcılık
Depresyon /
0,019
0,001
0,236
0,696
0,007
0,87
/Kontrol
0,014
0,001
0,012
0,001
0,001
0,042
Panik / Kontrol
0,916
0,849
0,409
0,001
0,132
0,13
Panik
Depresyon
Tukey Çoklu
Boyun
Yetersiz
Yüksek
Karşılaştırma Testi
Eğicilik
Fedakarlık
Özdenetim
Standartlar
Karamsarlık
Bastırma
Depresyon / Panik
0,001
0,154
0,878
0,007
0,247
0,001
Depresyon / Kontrol
0,001
0,003
0,049
0,046
0,01
0,045
Panik / Kontrol
0,622
0,285
0,144
0,689
0,354
0,390
Duygusal
Bu çalıĢmanın ikinci adımında ilaçla tedavi sonrası bütün grupların Ģema
aktivasyonlarını karĢılaĢtırdık.
Tedavi sonrası major depresyon, panik bozukluk ve kontrol gruplarının BDE
ortalamaları arasında istatistiksel farklılık gözlenmiĢtir (p=0,008). Major depresyon grubunun
BDE ortalama puanı panik bozukluk grubundan istatistiksel olarak anlamlı derecede yüksek
(p=0,006), diğer gruplar arasında istatistiksel farklılık gözlenmemiĢtir (p>0,05).
Tedavi sonrası major depresyon, panik bozukluk ve kontrol gruplarının BAÖ
ortalamaları arasında istatistiksel farklılık gözlenmemiĢtir (p=0,091).
Her üç grubun tedavi sonrası BDE ve BAE ortalama puanları Grafik 2‟de
gösterilmiĢtir.
Major depresyon
Tedavi Sonrası
Panik Bozukluk
Kontrol
16
14
12
10
8
6
4
2
0
BDÖ
BAÖ
Grafik 2 Her üç grubun tedavi sonrası BDÖ ve BAÖ ortalama puanları
Tedavi sonrası MDB grubunun kontrol grubuna göre; terk edilme, kuĢkuculuk﹡,
duygusal yoksunluk﹡, dayanıksızlık, baĢarısızlık ve boyun eğicilik Ģema ölçek ortalama
puanları istatiksel olarak anlamlı derecede yüksek bulunmuĢtur (p<0.05,p﹡<0.001).
Tedavi sonrası MDB ve kontrol gruplarının kusurluluk, sosyal izolasyon, bağımlılık,
yapıĢıklık, onay arayıcılık, fedakarlık, haklılık, yetersiz özdenetim, yüksek standartlar,
karamsarlık, duygusal bastırma ve cezalandırıcılık Ģema ölçek puan ortalamaları arasında
istatiksel olarak anlamlı farklılık gözlenmemiĢtir (p>0,05).
Tedavi sonrası MDB grubunun PB grubuna göre; terk edilme﹡, kuĢkuculuk﹡,
duygusal yoksunluk﹡, sosyal izolasyon﹡, baĢarısızlık ve boyun eğicilik Ģema puan
ortalamaları istatiksel olarak anlamlı derecede yüksek bulunmuĢtur (p<0.05,p﹡<0.001).
Tedavi sonrası MDB ve PB grupların kusurluluk, bağımlılık, dayanıksızlık, yapıĢıklık,
onay arayıcılık, fedakarlık, haklılık, yetersiz özdenetim, yüksek standartlar, karamsarlık,
duygusal bastırma ve cezalandırıcılık Ģema ölçek puan ortalamaları arasında istatiksel
anlamlılık gözlenmemiĢtir (p>0,05).
Tedavi sonrası PB ve kontrol grubu arasında bütün Ģema puan ortalamaları arasında
istatiksel olarak anlamlılık gözlenmemiĢtir (p>0,05).
Her üç grubun tedavi sonrası Ģema ortalama puanları ve aralarındaki farklılıklar Tablo
6‟da gösterilmiĢtir.
Tablo 6 Her üç grubun tedavi sonrası YġÖ puanları ve aralarındaki farklılıklar
TEDAVİ SONRASI
Depresyon
Panik
Kontrol
F
P
BDE
13,92±8,29
8±8,3
10,03±7,62
5,11
0,008
BAE
15,78±13,2
10,75±8,21
11,18±10,6
2,45
0,091
Terk edilme
15,3±6,46
10,86±3,89
11,3±4,26
8,91
0,0001
Kuşkuculuk
16,65±7,25
11,17±4,83
12±4,48
10,18
0,0001
Duygusal yoksunluk
15,89±7,64
8,22±4,34
9,2±4,63
19,76
0,0001
Kusurluluk
10±4,86
8,11±2,88
8,95±3,72
2,14
0,122
Sosyal izolasyon
12,73±5,17
8,69±3,68
11,18±4,66
7,27
0,001
Bağımlılık
10,57±5,46
8,44±4,07
9,08±4,75
1,9
0,155
Dayanıksızlık
14,43±5,56
12,64±5,42
10,65±4,57
5,13
0,007
Yapışıklık
14,05±5,49
11,03±3,91
12,58±4,26
1,85
0,122
Başarısızlık
12,03±6,28
9,14±4,38
8,68±3,17
5,5
0,005
Onay arayıcılık
16,51±5,61
15,44±5,77
15,05±5,03
0,73
0,485
Boyun eğicilik
13,65±6,56
9,97±4,5
9,73±4,36
6,64
0,002
Fedakarlık
18,03±5,81
15,31±5,65
16,08±4,96
2,42
0,094
Haklılık
16,22±4,09
13,67±3,79
14,65±4,92
2,25
0,063
Yetersiz özdenetim
16±4,73
13,94±4,71
14,3±3,97
2,24
0,112
Yüksek standartlar
16,27±5,89
13,64±4,69
15,65±4,52
2,7
0,072
Karamsarlık
15,81±5,84
13,81±5,28
14,18±5,19
1,42
0,246
Duygusal bastırma
12,68±4,99
10,25±4,15
11,5±4,89
2,43
0,093
Cezalandırıcılık
15,16±4,8
13,25±4,49
15±4,1
2,07
0,131
Tablo 7 Tedavi sonrası grupların Ģema aktivasyonlarının Tukey Çoklu KarĢılaĢtırma Testine
göre değerlendirilmesi
Tukey Çoklu
Terk
Duygusal
Sosyal
Karşılaştırma Testi
BDE
edilme
Kuşkuculuk yoksunluk izolasyon
Depresyon / Panik
0,006
0,001
0,001
0,001
0,001
Depresyon / Kontrol
0,091
0,002
0,001
0,001
0,297
Panik / Kontrol
0,52
0,922
0,796
0,738
0,051
Tukey Çoklu
Boyun
Karşılaştırma Testi
Dayanıksızlık
Başarısızlık
Eğicilik
Depresyon / Panik
0,306
0,029
0,009
Depresyon / Kontrol
0,005
0,007
0,004
Panik / Kontrol
0,221
0,905
0,977
Bu çalıĢmanın üçüncü adımında MDB ve PB gruplarının kendi içlerinde tedavi öncesi
ve tedavi sonrası Ģema aktivasyonlarını araĢtırdık.
Major depresyon grubunun tedavi sonrası BDE puanları tedavi öncesinden istatistiksel
olarak anlamlı derecede düĢük bulunmuĢtur (p=0,0001).
Major depresyon grubunun tedavi sonrası BAE puanları tedavi öncesinden istatistiksel
olarak anlamlı derecede düĢük bulunmuĢtur (p=0,0001).
Major depresyon grubunun tedavi sonrası sosyal izolasyon﹡, bağımlılık, baĢarısızlık,
boyun eğicilik, fedakarlık, yüksek standartlar, karamsarlık Ģema ölçek puan ortalamaları
tedavi öncesinden istatiksel olarak anlamlı derecede düĢük bulunmuĢtur (p<0.05,p﹡<0.0001).
Major depresyon grubunun tedavi öncesi ve sonrası terk edilme, kuĢkuculuk, duygusal
yoksunluk, kusurluluk, dayanıksızlık, yapıĢıklık, onay arayıcılık, haklılık, yetersiz özdenetim,
duygusal bastırma, cezalandırıcılık Ģema ölçek puan ortalamaları arasında istatiksel olarak
anlamlı değiĢiklik gözlenmemiĢtir (p>0,05).
MD grubunun tedavi öncesi ve sonrası Ģema aktivasyonlarındaki farklılıklar Tablo
8‟da gösterilmiĢtir.
Tablo 8 MD grubunun tedavi öncesi ve sonrası YġÖ puanları ve aralarındaki farklılıklar
MAJÖR
Tedavi
Tedavi
DEPRESYON
Öncesi
Sonrası
t
p
BDE
29,7±7,84
13,92±8,29 9,82
0,0001
BAE
24,75±14,45 15,78±13,2 3,94
0,0001
Terk edilme
16,18±6,09
15,3±6,46
1,22
0,230
Kuşkuculuk
16,88±6,33
16,65±7,25 0,24
0,813
Duygusal yoksunluk
17,05±7,33
15,89±7,64 1,61
0,117
Kusurluluk
11,3±5,56
10±4,86
0,113
Sosyal izolasyon
16,1±6,18
12,73±5,17 3,86
0,0001
Bağımlılık
12,38±6,01
10,57±5,46 2,13
0,04
Dayanıksızlık
14,98±5,58
14,43±5,56 1,03
0,309
Yapışıklık
14,53±6,05
14,05±5,49 1,14
0,262
Başarısızlık
14,7±6,94
12,03±6,28 3,07
0,004
Onay arayıcılık
17,98±4,89
16,51±5,61 1,99
0,054
Boyun eğicilik
15,68±6,13
13,65±6,56 2,61
0,013
Fedakarlık
20,25±5,96
18,03±5,81 3,76
0,001
Haklılık
17,05±4,07
16,22±4,09 1,95
0,059
Yetersiz özdenetim
16,75±4,76
16±4,73
0,45
0,657
Yüksek standartlar
18,05±5,33
16,27±5,89 2,16
0,037
Karamsarlık
17,8±5,42
15,81±5,84 3,05
0,004
Duygusal bastırma
14,13±5,89
12,68±4,99 1,56
0,128
Cezalandırıcılık
15,58±4,54
15,16±4,8
0,535
1,63
0,63
Panik bozukluk grubunun tedavi sonrası BDE puanları tedavi öncesinden istatistiksel
olarak anlamlı derecede düĢük bulunmuĢtur (p=0,0001).
Panik bozukluk grubunun tedavi sonrası BAE puanları tedavi öncesinden istatistiksel
olarak anlamlı derecede düĢük bulunmuĢtur (p=0,0001).
Panik bozukluk grubunun tedavi sonrası terk edilme, kuĢkuculuk, , bağımlılık,
dayanıksızlık, yapıĢıklık, baĢarısızlık, onay arayıcılık, fedakarlık﹡, haklılık, yetersiz
özdenetim, yüksek standartlar, karamsarlık Ģema ölçek puan ortalamaları tedavi öncesinden
istatiksel olarak anlamlı derecede düĢük bulunmuĢtur (p<0.05, p﹡<0.0001).
Panik bozukluk grubunun tedavi öncesi ve tedavi sonrası duygusal yoksunluk,
kusurluluk, sosyal izolasyon, boyun eğicilik, duygusal bastırma, cezalandırıcılık Ģema ölçek
puan ortalamaları arasında istatiksel olarak anlamlı değiĢiklik gözlenmemiĢtir (p>0,05).
PB grubunun tedavi öncesi ve sonrası Ģema aktivasyonlarındaki farklılıklar Tablo
9‟da gösterilmiĢtir.
Tablo 9 PB grubunun tedavi öncesi ve sonrası YġÖ puanları ve aralarındaki farklılıklar
PANİK BOZUKLUK
Tedavi
Tedavi
Öncesi
Sonrası
8±8,3
t
p
BDE
16±10,4
4,52
0,0001
BAE
28,4±12,68 10,75±8,21 7,91
0,0001
Terk edilme
13,45±4,87 10,86±3,89 3,73
0,001
Kuşkuculuk
13,35±5,95 11,17±4,83 2,82
0,008
Duygusal yoksunluk
9,03±5,11
8,22±4,34
0,90
0,375
Kusurluluk
8,55±3,95
8,11±2,88
0,85
0,404
Sosyal izolasyon
10,53±5,03 8,69±3,68
1,89
0,068
Bağımlılık
10,53±4,28 8,44±4,07
3,53
0,001
Dayanıksızlık
15,9±5,09
12,64±5,42 3,76
0,001
Yapışıklık
13,18±4,25 11,03±3,91 3,73
0,001
Başarısızlık
11±5,28
2,55
0,015
Onay arayıcılık
17,38±6,03 15,44±5,77 2,83
0,008
Boyun eğicilik
10,78±4,45 9,97±4,5
0,393
Fedakarlık
17,95±5,59 15,31±5,65 4,35
0,0001
Haklılık
16,1±5,07
13,67±3,79 3,29
0,002
Yetersiz özdenetim
16,25±4,99 13,94±4,71 2,91
0,006
Yüksek standartlar
14,78±4,35 13,64±4,69 2,39
0,022
Karamsarlık
15,85±5,66 13,81±5,28 3,09
0,004
Duygusal bastırma
9,98±4,72
0,446
Cezalandırıcılık
14,08±4,08 13,25±4,49 1,75
9,14±4,38
0,87
10,25±4,15 -0,77
0,089
Bu çalıĢmada bulunan YġÖ puanlarının majör depresif bozukluk, panik bozukluk ve
kontrol grupları arasındaki tedavi öncesi ve sonrası dağılımı ve Ģema alanlarına göre
sınıflandırılması aĢağıdaki grafiklerde sunulmuĢtur.
YŞÖ (Tedavi Öncesi)
Major depresyon
Panik Bozukluk
Kontrol
18
16
14
12
10
8
6
4
2
0
Duygusal
Yoksunluk
Terk edilme
Kusurluluk
Kuşkuculuk
Sosyal Izolasyon
Grafik 3 : Tedavi Öncesi Güvenli Bağlanma / Ayrılma-DıĢlanma ile Ġlgili ġemalar
YŞÖ (Tedavi Sonrası)
Major depresyon
Panik Bozukluk
Kontrol
18
16
14
12
10
8
6
4
2
0
Duygusal
Yoksunluk
Terk edilme
Kusurluluk
Kuşkuculuk
Sosyal Izolasyon
Grafik 4: Tedavi Sonrası Güvenli Bağlanma / Ayrılma-DıĢlanma ile Ġlgili ġemalar
Major depresyon
YŞÖ (Tedavi Öncesi)
Panik Bozukluk
Kontrol
25
20
15
10
5
0
Onay Arayıcılık
Fedakarlık
Boyun Eğicilik
Grafik
5: Tedavi Öncesi Duyguları Ġfade Özgürlüğü-BaĢkaları Yönelimlilik Ġle Ġlgili ġemalar
Major depresyon
YŞÖ (Tedavi Sonrası)
Panik Bozukluk
Kontrol
18
16
14
12
10
8
6
4
2
0
Onay Arayıcılık
Fedakarlık
Boyun Eğicilik
Grafik 6: Tedavi Sonrası Duyguları Ġfade Özgürlüğü-BaĢkaları Yönelimlilik Ġle Ġlgili
ġemalar
YŞÖ (Tedavi Öncesi)
Major depresyon
Panik Bozukluk
Kontrol
16
14
12
10
8
6
4
2
0
Başarısızlık
Yapışıklık
Dayanıksızlık
Bağımlılık
Grafik
7: Tedavi Öncesi Performans / ZedelenmiĢ Hareket Özgürlüğü Ġle Ġlgili ġemalar
YŞÖ (Tedavi Sonrası)
Major depresyon
Panik Bozukluk
Kontrol
16
14
12
10
8
6
4
2
0
Başarısızlık
Yapışıklık
Dayanıksızlık
Bağımlılık
Grafik 8: Tedavi Sonrası Performans / ZedelenmiĢ Hareket Özgürlüğü Ġle Ġlgili ġemalar
YŞÖ (Tedavi Öncesi)
Major depresyon
Panik Bozukluk
Kontrol
17
16,5
16
15,5
15
14,5
14
13,5
13
12,5
Haklılık
Yetersiz Özdenetim
Grafik
9: Tedavi Öncesi Gerçekçi Limitler / ZedelenmiĢ Sınırlar ile Ġlgili ġemalar
YŞÖ (Tedavi Sonrası)
Major depresyon
Panik Bozukluk
Kontrol
16,5
16
15,5
15
14,5
14
13,5
13
12,5
12
Haklılık
Yetersiz Özdenetim
Grafik 10: Tedavi sonrası Gerçekçi Limitler / ZedelenmiĢ Sınırlar ile Ġlgili ġemalar
Major depresyon
YŞÖ (Tedavi Öncesi)
Panik Bozukluk
Kontrol
18
16
14
12
10
8
6
4
2
0
Karamsarlık
Cezalandırıcılık
Duygusal Bastırma
Yüksek Standartlar
Grafik 11: Tedavi Öncesi Ġçtenlik ve Oyun / AĢırı Hassasiyet ile Ġlgili ġemalar
YŞÖ (Tedavi Sonrası)
Major depresyon
Panik Bozukluk
Kontrol
18
16
14
12
10
8
6
4
2
0
Karamsarlık
Cezalandırıcılık
Duygusal
Bastırma
Yüksek
Standartlar
Grafik 12: Tedavi Sonrası Ġçtenlik ve Oyun / AĢırı Hassasiyet ile Ġlgili ġemalar
TARTIŞMA
Literatürde erken disfonksiyonel Ģemalarla ilgili az sayıda çalıĢma olmasına rağmen
son yıllarda bu konudaki çalıĢmaların arttığı görülmektedir. Literatürdeki çalıĢmalar en çok
kiĢilik bozukluğu olan hasta gruplarında yapılmıĢtır (Jovev ve ark, 2004; Arntz ve ark, 2005;
Lobbestael ve ark, 2005; Young ve ark, 1998). Son yıllarda, obsesif kompulsif bozukluk,
sosyal fobi, panik bozukluk , yeme bozukluğu , majör depresif bozukluk, post travmatik stres
bozukluğu gibi birinci eksen hastalıklar (Atalay ve ark, 2008; Hinrichsen ve ark, 2004;
Hedley ve ark., 2001; Luck ve ark, 2005; McGinn ve ark, 2005; Price, 2007) ve klinik ilgi
odağı olabilecek durumlardan self mutilasyon, mesleki tükenmiĢlik, agresiflik, mizah, cinsel
kötüye kullanım ile ilgili çalıĢmalar bulunmaktadır (Castille, 2007; Bamber, 2008; Tremblay,
2009; Dozois, 2008; Richardson, 2005).
Literatürde tedavilerin Ģema aktivasyonlarına etkilerini araĢtıran çok az sayıda çalıĢma
bulunmaktadır (Nordahl, 2005; Hedley, 2001).
Young‟ın hipotezine göre her bir psikopatolojiye altta yatan erken dönem uyum
bozucu Ģemalar neden olmaktadır (Young ve ark, 1990, 1994, 2003). Sonuç olarak,
çocukluktan itibaren gelen Ģemaların güçlü Ģekilde aktive edilmesi ile psikiyatrik
bozukluklara zemin hazırladığı görüĢü ileri sürülmüĢtür.
Öte yandan, tüm bireylerde bulunan bu Ģemalar katı ve değiĢime dirençli olmaları
nedeniyle yaĢamın ilerleyen dönemlerinde uyum bozucu hale gelebilmekte, çeĢitli Eksen-I ve
Eksen –II bozuklukların temelinde yer alabilmektedirler (Soygüt, 2009).
Bizim bu çalıĢmadaki amacımız, bir yandan majör depresif bozukluk ve panik
bozuklukta erken dönem uyum bozucu Ģemaların olası rollerini araĢtırmak öte yandan
tedavilerin Ģemalar üzerine etkilerini tespit ederek, Ģemaların katı ve değiĢime dirençli biliĢsel
yapılar olup olmadıklarını sınamaktır.
1) bu amaçla ilk adımda birinci eksen bozukluklardan majör depresif bozukluk ve
panik bozuklukta tedavi öncesi Ģema aktivasyonlarını karĢılaĢtırdık.
MDB grubunda kontrol grubuna göre terk edilme, kuĢkuculuk, duygusal yoksunluk,
kusurluluk, sosyal izolasyon, bağımlılık, dayanıksızlık, baĢarısızlık, onay arayıcılık, boyun
eğicilik, fedakarlık, yetersiz özdenetim, yüksek standartlar, karamsarlık, duygusal bastırma
Ģemaları anlamlı olarak daha aktif bulduk.
Bu çalıĢmada MD grubu ile kontrol grubu arasında haklılık, yapıĢıklık ve
cezalandırıcılık Ģema puan ortalamaları arasında fark gözlenmemiĢtir.
Panik bozukluk grubunda ise sadece dayanıksızlık Ģeması kontrol grubuna göre
anlamlı olarak aktif bulunmuĢtur. Majör depresyon ve panik grupları arasında bu Ģema
farklılık göstermemiĢtir.
ÇalıĢmamızda fedakarlık Ģeması depresyonda daha belirgin olmak üzere bütün
gruplarda belirgin aktif bulunmuĢtur. Bu bulgu,
Atalay ve ark.nın (2008) çalıĢmasıyla
uyumludur. Bu durum fedakarlık Ģemasının genel popülasyona ve kültüre özgü olabileceğini
düĢündürmektedir.
Literatürü incelediğimizde bu çalıĢmanın bulguları daha önce yapılan çalıĢmalarla
uyumlu bulunmuĢtur.
McGinn ve ark.nın (2005) ayaktan takip edilen unipolar depresyon ve anksiyete
bozukluğu olan 55 hastada yaptıkları çalıĢmada unipolar depresyon grubunda bütün Ģema
alanları yüksek bulunurken, anksiyete bozukluğu grubunda içtenlik ve oyun / aĢırı hassasiyet
Ģema alanı daha aktifti. Özellikle depresyon grubunda ebeveyn kötüye kullanımı ve ihmali
arasında iliĢki saptamıĢlar. Çocukluk travmasının bütün Ģema alanlarıyla iliĢkili olduğu
gösterilmiĢtir.
Halvorsen ve ark.nın (2009) 140 klinik depresyonda olan, daha önce depresyon
geçirmiĢ fakat halen depresyonda olmayan ve hiç depresyon geçirmemiĢ kiĢilerde yaptığı
çalıĢmada güvenli bağlanma-ayrılma/dıĢlanma, zedelenmiĢ otonomi, gereksinim ve
duyguların ifade özgürlüğü-diğeri yönelimlilik ve zedelenmiĢ sınırlar Ģema alanlarının
depresyonun Ģiddetini öngördüğü bulunmuĢtur.
Welburn ve arkadaĢlarının (2002) çeĢitli sebeplerle grup psikoterapisine yönlendirilen
203 hastada, Kısa Semptom Envanteri (Brief Symptom Inventory-BSI) kullanarak yaptıkları
çalıĢmada dayanıksızlık, terk edilme, baĢarısızlık, fedakarlık ve duygusal bastırma Ģemaları
anksiyete bozuklukları ile, terk edilme ve yetersiz öz kontrol Ģemaları ise depresyonla iliĢkili
bulunmuĢtur.
Schmidt ve arkadaĢlarının (1995) klinik olmayan bir grupta yaptıkları çalıĢmada
dayanıksızlık Ģeması anksiyete ile iliĢkili bulunmuĢtur. Aynı çalıĢmada bağımlılık ve
kusurluluk Ģemaları ise depresyonla iliĢkili bulunmuĢtur.
Stopa ve ark. (2005) yaptığı çalıĢmada duygudurum değiĢikliklerinin erken
disfonksiyonel Ģemalara olan etkisi incelenmiĢtir. Duygudurum değiĢikliklerinden etkilenen
Ģemalar; duygusal yoksunluk , kusurluluk ve haklılık olarak bulunmuĢtur. Depresif
duygudurumla aktive olanlar duygusal yoksunluk ve kusurluluk, neĢeli duygudurumla aktive
olan ise haklılık Ģemalarıdır. Bizim çalıĢmamızda da haklılık Ģemasında gruplar arasında fark
gözlenmemiĢtir.
Delattre ve ark. (2004) yaptığı çalıĢmada anksiyete bozukluğu olan (21 sosyal fobik,
11 yaygın anksiyete boz., 18 panik boz.) toplam 50 hasta ve sağlıklı 50 kiĢi karĢılaĢtırılmıĢtır.
Anksiyete grubuna özgü herhangi belirgin bir Ģema saptanmamakla beraber, kontrol
grubundan farklı olarak bütün Ģemalarda anlamlı bir aktivasyon bulunmuĢtur.
Hedley ve arkadaĢlarının (2001) anksiyete terapi programına alınan tedaviye direnç
nedeniyle yatarak tedavi gören 40 ve ayaktan tedavi gören 19 agorafobili panik bozukluk
tanısı alan hastalarda yaptığı altı aylık takip çalıĢmasında dayanıksızlık
ve bağımlılık
Ģemalarının kognitif süreçlerle iliĢkisini araĢtırmıĢlar. Dayanıksızlık Ģemasının kontrol kaybı,
beden duyumlarından korkma ve kaçınma gibi biliĢsel süreçler arasında istatistiksel anlamlı
iliĢki bulunmuĢtur.
Dutra ve ark. (2008) 137 post travmatik stres bozukluğu olan hastalarda yaptığı
çalıĢmada suisid düĢüncesi olanlarda sosyal izolasyon, kusurluluk, baĢarısızlık ve bağımlılık
Ģemaları, suisid teĢebbüsü olanlarda ise kusurluluk ve baĢarısızlık Ģemaları arasında iliĢki
saptanmıĢtır.
Hinrichsen ve ark (2004) agorafobi ve sosyal anksiyete bozukluğu komorbiditesi olan
yeme bozukluğu hastalarında yaptığı çalıĢmada agorafobi grubunda dayanıksızlık Ģeması daha
yüksek bulurken, sosyal anksiyete bozukluğu grubunda ise terk edilme ve duygusal yoksunluk
Ģemaları ile iliĢkili bulunmuĢtur.
Bu alanda çok daha fazla çalıĢmaya ihtiyaç olmakla birlikte, psikoterapötik
yaklaĢımda Ģemalar önem kazanabilir. Literatürde erken disfonksiyonel Ģemalar ile ilgili
çalıĢmalar öncelikle kiĢilik bozukluklarının etyolojisini aydınlatmak ve tedavisinde
yararlanılmak üzere yapılmıĢtır. Young, özellikle borderline ve narsisistik kiĢilik
bozukluklarında çalıĢmalar yapmıĢtır (Young ve ark. 1992, 1996, 1998, 2003). Jovev ve ark.
(2005) yaptığı bir çalıĢmada, kiĢilik bozukluğu olan toplam 48 hastanın (13 borderline k.b ,13
obsesif-kompulsif k.b, 22 çekingen k.b) erken disfonksiyonel Ģemalarına bakılmıĢtır.
Borderline hastalarda; terk edilme, kusurluluk, yetersizlik, obsesif grupta yüksek standartlar,
çekingen grupta ise duyguları bastırma Ģemalarının daha aktif olduğu bulunmuĢtur.
2) ÇalıĢmanın ikinci adımında saptanan Ģema aktivasyonlarının o sıradaki duygu
durumuyla iliĢkili olup olmadığını anlamak amacıyla ilaçla tedavi sonrasında da gruplar arası
Ģema aktivasyonlarını inceledik. Depresyon grubunda bazı Ģema aktivasyonları tedavi
sonrasında da kontrol grubuna göre devamlılığını sürdürüyordu. Panik grubunda ise varolan
dayanıksızlık Ģema alanındaki anlamlılık, tedavi sonrasında anlamlılığını yitiriyordu.
Tedavi sonrasında depresyon grubunda, terk edilme, kuĢkuculuk, duygusal yoksunluk,
dayanıksızlık, baĢarısızlık, boyun eğicilik Ģemaları kontrol grubuna göre anlamlı olarak
yüksek bulunmuĢtur.
Tedavi sonrası panik bozukluk ile kontrol gruplarının Ģema aktivasyonları arasında
anlamlı farklılık gözlenmemiĢtir.
Riso ve arkadaĢları (2006) ayaktan takip edilen 55 depresyon tanısı alan hastaları
tedavinin baĢında ve 2.5-5 yıl sonra tekrar değerlendirmiĢler. Bu çalıĢmada, tedavi sonunda
depresyonun Ģiddetinde anlamlı bir
azalma olmasına rağmen kuĢkuculuk, baĢarısızlık,
bağımlılık ve fedakarlık Ģemaları haricinde diğer Ģemaların aktivasyonları devam ediyordu.
Nordahl ve arkadaĢlarının (2005), Ģema terapi programına alınan, 82 kiĢilik bozukluğu
tanısı konmuĢ hastada yaptıkları çalıĢmada Ģema aktivasyonları tedavi sonunda semptom
azalmasıyla iliĢkili bulunmuĢtur.
Hedley ve arkadaĢlarının (2001) anksiyete tedavi programına alınan 59 agorafobili
panik bozukluğu hastalarında yaptığı çalıĢmada tedavi sonrasında Ģema aktivasyonlarında
belirgin değiĢiklik gözlenmemiĢtir.
Erken disfonksiyonel Ģemalar yaĢamın erken dönemlerinde geliĢtikleri için değiĢime
belirgin direnç gösterirler, kendini sürdürücü özellik gösterirler. Bizim çalıĢmamızda da
tedavi sonrasında depresif ve anksiyöz belirtilerde anlamlı olarak düzelme saptanmasına
rağmen özellikle depresyon grubunda bazı Ģema aktivasyonları devam ediyordu.
3) ÇalıĢmanın üçüncü adımında depresyon ve panik gruplarının kendi içlerinde tedavi
öncesi ve sonrası tüm Ģema boyutlarının aktivasyonlarını inceledik.
Depresyon grubunda tedavi sonrası sosyal izolasyon, bağımlılık, baĢarısızlık, boyun
eğicilik, fedakarlık, yüksek standartlar ve karamsarlık Ģema boyutlarının aktivasyonlarında
anlamlı olarak düĢme gözlemlenmiĢtir. Özellikle sosyal izolasyon Ģema boyutu ortalama
puanlarında ileri düzeyde düĢme gözlendi.
Depresyon grubunda tedavi sonrası terk edilme, kuĢkuculuk, duygusal yoksunluk,
kusurluluk, dayanıksızlık, yapıĢıklık, onay arayıcılık, haklılık, yetersiz özdenetim, duygusal
bastırma,
cezalandırıcılık
Ģemalarında
istatistiksel
olarak
anlamlı
bir
değiĢiklik
gözlenmemiĢtir.
Panik grubunda terk edilme, kuĢkuculuk bağımlılık, dayanıksızlık, yapıĢıklık,
baĢarısızlık, onay arayıcılık, fedakarlık,haklılık, yetersiz özdenetim, yüksek standartlar,
karamsarlık Ģema aktivasyonlarında istatistiksel olarak anlamlı azalma gözlendi. Özellikle
fedakarlık Ģema boyutunda azalma daha belirgindi.
Panik bozukluk grubunda duygusal yoksunluk, kusurluluk, sosyal izolasyon, boyun
eğicilik, duygusal bastırma, cezalandırıcılık Ģema alanlarında tedavi sonrası istatistiksel olarak
anlamlı değiĢiklik gözlenmemiĢtir.
Bu durum özellikle depresyonun psikopatolojisinde uyumsuz Ģemaların daha fazla
etkin olduğunu ve değiĢime daha dirençli yapılar olduğunu düĢündürmektedir.
Bu bulgular majör depresyonda terk edilme, kuĢkuculuk, duygusal yoksunluk
Ģemalarının, panik bozuklukta ise dayanıksızlık Ģemasının belirgin aktivasyonlarını
düĢündürmektedir.
Young, Ģemaları bebeklikten itibaren geliĢen ve kiĢinin çevresiyle olan iliĢkinin
niteliği ile pekiĢen
yapılar olarak tariflemiĢtir. ġemaların kökeni olarak temel duygusal
ihtiyaçlar (güvenli bağlanma, özerklik, duyguların ve gereksinimlerin ifade özgürlüğü,
gerçekçi sınırlar ve öz kontrol vb.), erken dönem yaĢam deneyimleri (ihtiyaçların
engellenmesi) ve duygusal mizacın önemini vurgulamıĢtır. Literatürü incelediğimizde
özellikle depresyonda ebeveyn tutumlarını ve erken dönem yaĢam deneyimlerini inceleyen
çalıĢmalar bulunmaktadır. Her ne kadar bizim çalıĢmamızda bu faktörler araĢtırılmamıĢ olsa
da Ģemaları değerlendirirken olumsuz çocukluk yaĢantılarını göz önünde bulundurmak
gerekmektedir.
Shah ve ark.‟nın (2000) 60 depresyonlu hastada yaptığı çalıĢmada kötü ebeveynlik
(yetersiz bakım ve aĢırı ebeveyn kontrolü)
ve depresif semptomatoloji ile bağımlılık,
duygusal bastırma, baĢarısızlık, yüksek standartlar ve dayanıksızlık Ģemaları arasında anlamlı
iliĢki bulunmuĢtur (genelde bütün Ģemalarla). Kontrol grubuna göre depresyon grubunda
kusurluluk, fedakarlık ve yetersiz öz kontrol Ģemaları yüksekti.
Harris ve ark.‟nın (2002) 194 kolej öğrencisinde yaptığı çalıĢmada kusurluluk, yetersiz
öz kontrol, dayanıksızlık ve yetersizlik Ģemaları ile depresif semptomatoloji ve ebeveynlik
algısı arasında iliĢki bulunmuĢtur.
Lumley ve ark.‟nın (2007) depresif ergenlerde semptom profilleri (anhedonik ve
anksiyöz belirtiler), olumsuz çocukluk yaĢantıları ve Ģema aktivasyonlarını karĢılaĢtırdıkları
çalıĢmada fiziksel kötüye kullanılma ile baĢarısızlık, duygusal yoksunluk ve dayanıksızlık
Ģemaları ile iliĢkili bulunurken, duygusal yoksunluk, baĢarısızlık ve dayanıksızlık Ģemaları
anhedonik depresif belirtiler, baĢarısızlık ve dayanıksızlık Ģemalarıyla anksiyete belirtileri
arasında pozitif iliĢki saptanmıĢtır. Duygusal kötüye kullanım olanlarda duygusal yoksunluk,
bağımlılık, sosyal izolasyon, baĢarısızlık, dayanıksızlık, boyun eğicilik ve fedakarlık Ģemaları
arasında iliĢki bulunmuĢtur. Bu yedi Ģemanın hepsi depresif belirtilerle, duygusal yoksunluk
hariç diğer altı Ģema anksiyöz belirtilerle iliĢkili bulunmuĢtur. Cinsel kötüye kullanım
grubunda depresif ve anksiyöz belirtiler arasında farklılık saptanamazken, bağımlılık,
baĢarısızlık, ve dayanıksızlık Ģemaları arasında pozitif iliĢki bulunmuĢtur.
Muris ve ark.‟nın (2006) 173 non klinik adölesanlarda yetiĢtirilme tarzı, kiĢilik tipleri
ve psikopatolojik semptomlarla Ģema aktivasyonlarını araĢtırdıkları çalıĢmada uyumsuz
Ģemalar ebeveyn yetiĢtirme tarzıyla iliĢkili bulunmuĢtur (yüksek
reddedici, kontrolcü,
anksiyöz ve düĢük duygusal sıcaklık). Depresif semptomları olanlarda sosyal dıĢlanmıĢlık,
kuĢkuculuk, yüksek standartlar ve baĢarısızlık arasında, anksiyete semptomlarıyla duygusal
bastırma, terk edilme, sosyal izolasyon arasında iliĢki saptanılmıĢ. Ayrıca nörotisizm kiĢilik
yapısı olanlarda bütün Ģemalar aktif bulunmuĢtur.
Bu çalıĢmanın bazı sınırlılıkları vardır. Ġlk sınırlılık çalıĢmaya alınan örneklemin
sayısının yetersiz olmasıdır. Bulguların genellenebilir olabilmesi için daha büyük bir
örnekleme ihtiyaç vardır. Ġkinci sınırlılık ise tedavi süresinin kısalığıdır. ġemaların tedaviye
dirençli ve stabil yapılar olduğunu sınayabilmek için daha uzun süreli tedaviye ihtiyaç vardır.
Psikopatolojilere zemin hazırlayan spesifik Ģemaların bulunabilmesi için daha geniĢ
örneklemde ve farklı tanısal gruplarda, daha uzun süreli; ayrıca ebeveyn tutumları, olumsuz
çocukluk yaĢantıları, bağlanma biçimleri, mizaç ve kiĢilik özelliklerini de göz önünde
bulunduran daha fazla sayıda çalıĢmaya ihtiyaç vardır.
SONUÇ VE ÖNERİLER
Jeffry Young‟a (1990,2003) göre, erken dönem uyumsuz Ģemalar, anıları, duyguları,
biliĢleri ve beden duyumlarını içeren, kiĢinin kendine ve iliĢkilerine yönelik yaĢam boyu
geçerli, yaygın, kapsamlı biliĢsel özellikler olarak tanımlanmaktadır. ġemalar, genellikle
çocukluk ve ergenlik dönemleri boyunca geliĢmektedirler ve çocuğun içinde yaĢadığı aile
ortamına/yakın çevresine uyumunu sağlamaları açısından iĢlevseldirler.
Öte yandan, tüm bireylerde bulunan bu Ģemalar katı ve değiĢime dirençli olmaları
nedeniyle yaĢamın ilerleyen dönemlerinde uyum bozucu hale gelebilmekte, çeĢitli Eksen I ve
Eksen II bozuklukların temelinde yer alabilmektedirler (Soygüt G, 2009).
Biz bu çalıĢmada majör depresyon ve panik bozuklukta Ģema aktivasyonlarını
araĢtırdık. Özellikle depresyon grubunda kontrol grubuna göre tedavi öncesi Ģemaların
çoğunluğu aktifken, panik grubunda sadece dayanıksızlık Ģeması aktifti. Tedavi sonrası
depresif gruptaki Ģemaların çoğu (özellikle terk edilme, kuĢkuculuk, duygusal yoksunluk)
aktivasyonlarını devam ettirirken, panik bozukluk grubundaki dayanıksızlık Ģema aktivasyonu
tedavi öncesine göre anlamlı olarak azalıyordu.
Majör depresyon ve panik bozuklukta tedaviye cevap oranları yüksek olmasına
rağmen klinikte sık nüks ve tekrarlamalar ve tedavi sonrası kalıntı belirtilere rastlanmaktadır.
ġema odaklı terapi, öncelikle kiĢilik bozuklukları ve kronik depresif hastalarda çalıĢılmıĢ olsa
da günümüzde çoğu birinci eksen psikopatolojilerde de çalıĢılmaya baĢlanmıĢtır. Özellikle
majör depresyon ve anksiyete bozukluklarında Ģemaların rollerini araĢtıran çalıĢmalar
bulunmaktadır.
Bizim
çalıĢmamız
ve
literatürdeki
diğer
çalıĢmalar
hastaların
değerlendirilmesinde ve tedavisinde en derindeki biliĢsel yapı olan Ģemaların önemini
göstermiĢtir.
,
ÖZET
ġemalar, genellikle çocukluk ve ergenlik dönemleri boyunca geliĢen kiĢinin kendine
ve iliĢkilerine yönelik yaĢam boyu geçerli, yaygın, kapsamlı biliĢsel özellikler olarak
tanımlanmaktadır. Sağlıklı durumdayken genelde latent olan olumsuz Ģemalar, yaĢam olayları
ve psikopatolojilerle etkin hale geçerler. Buna göre her psikopatoloji tipik Ģemaların
aktivasyonu ile kendini göstermektedir.
Bizim bu çalıĢmadaki amacımız, bir yandan majör depresif bozukluk ve panik
bozuklukta erken dönem uyum bozucu Ģemaların olası rollerini araĢtırmak öte yandan
tedavilerin Ģemalar üzerine etkilerini tespit ederek, Ģemaların katı ve değiĢime dirençli biliĢsel
yapılar olup olmadıklarını sınamaktır.
Bu çalıĢmaya HaydarpaĢa Numune Eğitim ve AraĢtırma Hastanesi psikiyatri
bölümüne 01.06.07-31.12.07 tarihleri arasında, poliklinikten baĢvuran hastalardan DSM-IV
tanı ölçütlerine göre majör depresif bozukluk ve panik bozukluk tanısı almıĢ olan ve rastgele
seçilen kadın ve erkek; toplam 80 hasta alındı. Hastalarla, tedavi öncesi ve ilaç tedavisi
baĢlandıktan iki ay sonra olmak üzere iki kez görüĢüldü. Kontrol grubu olarak da HaydarpaĢa
Numune EA Hastanesi‟nin çeĢitli polikliniklerine baĢvuran, sağlıklı ve çalıĢmaya katılmayı
kabul eden, rastgele seçilen , kadın ve erkek toplam 40 kiĢi alındı.
MDB grubunda kontrol grubuna göre terk edilme, kuĢkuculuk, duygusal yoksunluk,
kusurluluk, sosyal izolasyon, bağımlılık, dayanıksızlık, baĢarısızlık, onay arayıcılık, boyun
eğicilik, fedakarlık, yetersiz özdenetim, yüksek standartlar, karamsarlık, duygusal bastırma
Ģemaları anlamlı olarak daha aktif bulduk. Bu çalıĢmada MD grubu ile kontrol grubu arasında
haklılık, yapıĢıklık ve cezalandırıcılık Ģema puan ortalamaları arasında fark gözlenmemiĢtir.
Panik bozukluk grubunda ise sadece dayanıksızlık Ģeması kontrol grubuna göre anlamlı olarak
aktif bulunmuĢtur. Tedavi sonrasında depresif ve anksiyöz belirtilerde anlamlı olarak düzelme
saptanmasına
rağmen özellikle depresyon grubunda bazı Ģema aktivasyonları devam
ediyordu.
Bu çalıĢma özellikle depresyonda Ģemaların çoğunluğunun aktif ve değiĢime dirençli
yapılar olduğunu ve hastaların değerlendirilme ve tedavilerinde Ģemaların önemini ortaya
çıkarmıĢtır.
KAYNAKLAR
Arntz A., Klokman J., Sieswerda S. (2005). An experimental test of the schema mode
model of borderline personality disorder. J Behav Ther Exp Psychiatry. 36(3):226-39
Alkın T. (2000). Panik bozukluğu ve agorafobi. Tükel R. (Ed). Anksiyete Bozuklukları.
Ankara; Çizgi Tıp Yayınevi, s.5-37
Akdemir A., Örsel S., Karaoğlan A. (2002). Depreyon etyolojisinde nöropeptitler. Klinik
Psikiyatri. Ek 4:24-29
Amerikan Psikiyatri Birliği: Mental Bozuklukların Tanısal ve Sayımsal Elkitabı,
Dördüncü baskı DSM-IV, Amerikan Psikiyatri Birliği, Washington DC, 1994’ten çeviren
Köroğlu E, Hekimler Yayın Birliği, 1995, Ankara
Andreada L., Caraveo-Anduaga JJ., Berlund P., ve ark. (2003). The epidemiology of
majör depressive epizodes: results from the The International Consortium of Psychiatric
Epidemiology (ICPE) Surveys. Int. Methods Psychiatr Res. 12:3-21
Apfeldorf WJ., Speilman LA. ve ark. (2000). Morbidity of comorbid psychiatric
diagnoses in the clinical presentation of panic disorder. Depress Anxiety. 12:78-84.
Arısoy Ö. (2004). Psikiyatrik Genetik. Düşünen Adam: Psikiyatri ve Nörolojik Bilimler
Dergisi; 17(2): 109-125
Atalay H., Atalay F., Karahan D., ÇalıĢkan M. (2008). Early maladaptive schemas
activated in patient with obsessive compulsive disorder: A cross-sectional study.
International Journal of Psychiatry in Clinical Practice.12,4:268-279
Balcıoğlu Ġ. (1999). Depresyonun etyopatogenezi. Depresyon, somatizasyon ve psikiyatrik
aciller sempozyumu. Sempozyum Dizisi. 17:19-28
Bamber M., McMahon M. (2008). Danger-Early maladaptive schemas at work: The role
of early maladaptive schemas in career choice and the development of occupational stres
in health workers. Clinical Psychology and Psychotherapy, 15, 96-112
Baykız AF., Doğan İ., Çınar C., Gülsün M. (2005). Organik Etyolojiye Bağlı Panik
Bozukluğu : Olgu Sunumu, Düşünen Adam: Psikiyatri ve Nörolojik Bilimler Dergisi ;
18(3) : 157-163
Beck, AT. (1976). Cognitive theory and the emotional disorders. New York: International
Universities Pres.
Beck AT., Emery G. (1985). Anxiety disorders and phobias: A cognitive perspective.
Newyork: Basic Boks/ Harper Collins Publishers
Beck AT. (1997). Cognitive Therapy of Depression, Guilford Pres;
Bowlby J. (1969). Attachment. London, Penguin Books,
Bowlby J. (1973). Attachment and loss : Vol I. Attachment, Australia: Pimlico
Castille K., Prout M. (2007). The early maladaptive schemas of self-mutilators:
Implications for therapy. Journal of Cognitive Psychotherapy: An International Quarterly.
Vol.21, Number.1
Ceylan ME., Yazan B. (2000). Araştırma ve Klinik Uygulamada Biyolojik Psikiyatri
Anksiyete Bozuklukları, Birinci Baskı, 3. cilt, 77-112
Charney DS., Woods SW., Krystal JH. (1992). Noradrenergic neuronal dysregulation in
panic disorder: the effects of intravenous yohimbine and clonidine in panic disorder. Acta
Psychiatrica Scan; 86:273-282
De Graff R., Bijl RV., Beekman AT. ve ark. (2003). Temporal sequencing of lifetime
mood disorder in relation to comorbid anxiety and substance use disorder: finding from
the Netherlands Mental Health Survey and Incidance Study. Soc Psychiatry Psychiatr
Epidemiol 38:1-11
Delattre V., Servant D. ve ark. (2004). Les Schemas Precoces dysfonctionnels etude chez
des patients adultes souffrant d‟un trouble anxieux, L‟encephale; XXX :255-8
Doğan O., Gülmez H., Ketenoğlu C. ve ark. (1995). Ruhsal Bozuklukların
Epidemiyolojisi. Dilek Matbaası, Sivas.
Dozois DJA., Martin RA., Bieling PJ. (2008). Early maladaptive schemas and
adaptive/maladaptive styles of humor. Cognitive Therapy and Research.
Dozier M., Stevenson A. (1995) . Attachment organisation and famialial overinvolvement for adults with serious psychopatological disorders. Development and
Psychopatology, 3; 475-479
Duman RS., Malberg J., Nakagawa S. (2000). Neoronal plasticity and survival in mood
disorders. Biol Psychiatry, 48:732-739
Duman RS. (1998). Novel therapeutic approaches beyond the serotonin receptor. Biol
Psychiatry, 44:324-335
Dunlop DD., Song J., Lyons JS., ve ark. (2003). Racial/ethnic differences in rates of
depression among preretirement adults. Am J Public Health, 93:1945-1952
Dutra L., Callahan K., ve ark. (2008). Core schemas and suicidality in a chronically
traumatized population. J Nerv Ment Dis;196: 71–74
Eşel E. (2002). Depresyondaki nöroendokrinolojik değişiklikler. Klinik Psikiyatri Dergisi,
5 (Ek4):35-50
Faravelli C., Paionni A. (1999). Panic disorder: Clinical course, etiology and prognosis.
Panic Disorder : Clinical Diagnosis, Management and Mechanisms, DJ Nett, JC
Ballenger, JP Lepine (Ed), London, Martin Dunitz
Fones CS., Pollack MH. ve ark. (2000). History of childhood attention deficit
hyperactivity disorder (ADHD) features among adults with panic disorder. J Affect
Disord. 58:99-106
Fyer AJ., Mannuza S., Coplan CD. (1995). Anxiety Disorders. Kaplan HI., Sadock
BJ.(ed). Comprehensive Textbook of Psychiatry , Six Edition. Baltimore; Williams &
Wilkins, s. 1191-1203
Gilman SE., Kawachi I., Fitzmaurice GM., ve ark. (2003). Socio-economik status, family
disruption and residential stability in chilhood: relation on onset, recurrence and remission
of majör depression. Psychol Med 33:1341-1355
Goodwin RD, Jacobi F, Bittner A ve ark. (2007). Duygudurum bozukluklarının
epidemiyolojisi. Duygudurum Bozuklukları Temel Kitabı. Eds: DJ Stein, DJ Kupfer, AF
Schatzberg, Çeviri Editörü T Oral, Ġstanbul, (The American Psychiatric Publishing) Sigma
Publishing, s.33-54.
Güleç C., Köroğlu E. (1997). Temel Psikiyatri Kitabı, 1.Cilt, Ankara
Halvorsen M, Wang CE. ve ark. (2009). Early maladaptive schemas, temperament and
character traits in clinically depressed and previously depressed subjects. Clin Psychol
Psychother.
Hammen C. (1992). BiliĢ ve Psikodinamik: Ilımlı bir öneri (Çev.ġ Tümer, E. Düzen).
Türk Psikoloji Dergisi. 27:27-32
Harris AE., Curtin L. (2002). Parental perceptions, early maladaptive schemas, and
depressive symptoms in young adults. Cognitive Therapy and Research. 26(3);405-416
Hedley L., Hoffart A., Sexton H. (2001). Early maladaptive schemas in patients with
panic disorder with agoraphobia. Journal of Cognitive Psychotherapy: An International
Quarterly,15(2),131-142
Herken H. (2002). Depresyonun Etiyolojisinde Genetik Kanıtlar. Klinik Psikiyatri Dergisi.
5 (Ek sayı 4):5-10
Hinrichsen H., Waller G. ve ark. (2004). Social anxiety and agoraphobia in the eating
disorder: Associations with core beliefs. The Journal of Nervous and Mental Disease .
192(11),784-787
Hisli Nġ. (1989). Beck Depresyon Envanterinin üniversite öğrencileri için geçerliği,
güvenirliği. Psikoloji Dergisi, 7(23):3-13
Hoffart A., Thornes K., ve ark. (1994). DSM-III-R axis I and II disorders in
agoraphofobic patients with or without panic disorder. Acta Psychiatrica Scand. 89:18691
Işık E. (2003). Depresyon ve Bipolar Bozukluklar, Ankara: Görsel Sanatlar Matbaacılık.
s: 20-32
Jovev M., Jackson HJ., (2004). Early maladaptive schemas in personality disordered
individuals. J Pers Disord. 18(5):467-78.
Karaosmanoğlu A., Soygüt G., Tuncer E. ve ark. (2005). The Dance of Schemas Relations
between parenting, schema, overcompensation and avoidance, ġema Terapi Sempozyumu
, Selanik, Yunanistan,
Keller MB., Yonkers KA., Warshaw MG., Pratt LA., ve ark. (1994). Remissions and
relapse in subjects with panic disorder and panic with agoraphobia : a prospective shortterm naturalistic follow-up, J Nerv Ment Dis; 182: 290-296
Kendler KS., Karkowski L., Prescott CA. (1998). Stressful life events and majör
depression: risk period, long term contextual threat and diagnostic specificity. J Nerv
Ment Dis 186:661-669
Kent JM., Sullivan GM., Rauch S.L. (2000). The neurobiology of fear: relevance to panic
disorder and posttraumatic stress disorder. Psychiatr Ann; 30: 733-742
Kessler RC., McGonable KA., Zhao S., ve ark. (1994). Lifetime and 12 month prevalance
of DSM-III-R psychiatric disorders in the United States: results from the National
Comorbidity Survey, Arch Gen Psychiatry ; 51 : 8-19
Kessler RC. (1997). The effects of stressful life events on depression. Annu Rev Psychol
48:191 214,
Kessler RC., Berglund P., Demler O., ve ark (2003). The epidemiology of majör
depresyon depressive disorder: results from the National Comorbidity Survey Replication
(NCS-R). JAMA 289:3095-3105.
Kessler, RC., Coccaro, EF., Fava, M., Jaeger, S., Walters, EE. (2006). The prevalence and
correlates of DSM-IV intermittent explosive disorder in the National Comorbidity Survey
Replication. Archives of General Psychiatry, 63(6), 669-678.
Kırlı S. (2008). Güncel Klinik Psikiyatri. (Ed. Işık E., Taner E., Işık U.). Ankara. s:131155
Klein DN., Lewinsohn PM., Seeley JR., ve ark (2001). Family study of majör depressive
disorder in a commonity sample of adolescent. Arch Gen Psychiatry 58:13-20
Kocabaşoğlu N. (2002). Panik Bozukluğu, Agorafobi ve Diğer Komorbid Durumlar ;
Yeni Symposium, 40 (2): 68-75
Labbate LA., PC., Arana WG. (1999). Panic disorder in schizophrenia. Can J Psychiatry.
44:488-90
Liebet R., Isensee B., Hofler M. (2002). Parental majör depression and the risk of
depression and other mental disorder in offspring: a prospective-longitudinal community
study. Arch Gen Psychiatry 59:365-374
Lobbestael J., Arntz A., Sieswerda S (2005). Schema modes and childhood abuse in
borderline and antisocial personality disorders. J Behav Ther Exp Psychiatry.
Sep:36(3):240-53
Luck A., Waller G., Meyer C. ve ark. (2005). The role of schema processes in the eating
disorder. Cognitive Therapy and Research, Vol. 29,No.6,pp.717-732
Lumley MN., Harkness KL. (2007). Specificity in the relations among childhood
adversity, early maladaptive schemas and symptom profiles in adolescent depression.
Cognitive Therapy and Research, 31:639-657
MacKinnon DF., Zandi PP. ve ark. (2002). Comormid bipolar disorder and panic disorder
in families with a high prevalence of bipolar disorder. Am J Psychiatry, 159:30-5
MacMillan HL., Fleming JE. (2001). Childhood abuse and lifetime psychopathology in a
community sample. Am J Psychiatry 158:1878-1883
Maier W., Minges J. (1995). Personality patterns in subjects at risk for affective disorder.
Psychopathology 28 (supl 1):59-72
Mavissakalian MR., Perel JM. (1995). Imipramine treatment of panic disorder with
agoraphobia : dose ranging and plasma level-response relationships, Am J Psychiatry ;
152: 673-682
Mazure CM., Maciejewski PK. (2003). A model risk of majör depression: effects of life
stres and cognitive style vary by age. Depress Anxiety. 17:26-33
McGinn LK., Young J., Salkovskis PM. (1996). Schema Focused Therapy Frontiers of
cognitive therapy , NY, Guılford Pres,
McGinn LK., Cukor D, Sanderson C. (2005). The relationship between parenting style,
cognitive style, and anxiety and depression: Does increased early adversity influence
symptom severity through the mediating role of cognitive style? Cognitive Therapy and
Research, 29; 219-242
Monaghan DT, Bridges RJ, Cotman CW. (1989). The excitatory amino acid receptors:
Their classes, pharmacology, and distinct properties in the function of the central nervous
system. Annu Rev Pharmacol Toxicol 29:365-402
Muris P. (2006). Maladaptive schemas in non-clinical adolescents: Relations to perceived
parental rearing behaviours, big five personality factors and psychopathological
symptoms. Clinical Psychology and Psychotherapy. 13,405-413.
Nordahl H., Holthe H., Haugum JA. (2005). Early maladaptive schemas in patients with
or without personality disorders: Does schema modification predict symptomatic relief?
Clinical Psychology and Psychotherapy.12;142-149.
Onur E., Alkın T., Monkul S., Fidaner H. (2004). Panik-Agorafobi Spektrumu Kavramı,
Türk Psikiyatri Dergisi; 15(3). 215-223
Onur E., Monkul S., Aklın T. (2006). Panik bozukluğun fenomenolojisi. Anksiyete
Bozuklukları. Türk Psikiyatri Derneği Yayınları. Pozitif Matbaa. Ankara. S:41-67
Özkürkçügil A., Aydemir Ö., Yıldız M. ve ark. (1999). DSM-IV Eksen I bozuklukları için
yapılandırılmıĢ klinik görüĢmenin Türkçe‟ye uyarlanması ve güvenirlirlik çalıĢması. Ġlaç
ve Tedavi Dergisi. 12; 233-236
Patten SB., Stuart HL., Russel L. (2003). Epidemiology of majör depression in a
predominantly rural health region. Soc Psychiatry Psychiar Epidemiol. 38:360-365
Pini S., Dell‟Osso L., ve ark. (2003). Awareness of ilness in patients with bipolar-I
disorder with or without comormid anxiety disorder. Aunst N Z J Psychiatry, 37:355-61
Price JP. (2007). Cognitive schemas, defence mechanizm and post-travmatic stress
symptomatology. Psychology and psychotherapy. Theory, Research and Practica. 80;343353
Regier DA., Rae DS. ve ark. (2000). Prevalence of anxiety disorders and their
comorbidity with mood and addictive disorders. Br J Psychiatry, 173(suppl.34):24-8
Rıhmer Z., Angst J., (2000). Duygudurum bozuklukları: Epidemiyoloji.
Kaplan&Sadock‟s. Comprehensive textbook of Psychiatry. (Ed: Sadock JB., Sadock
VA.). Eight Edition. Türkçe Baskı (2007). Öncü Matbaa, Ankara.1575-82
Richardson G. (2005). Early maladaptive schemas in a sample of British adolescent sexual
abusers: Implications for therapy. Journal of Sexual Aggression. 11;259-276
Riso LP., Froman SE. (2006). The long term stability of early maladaptive schemas.
Cognitive Therapy and Research. 30;4,515-529
Sadock JB, Sadock VA. (2003). Duygudurum bozuklukları. Klinik Psikiyatri. Synopsis of
Psychiatry, Ninth Edition. Lippincott Williams & Wilkins. (Çev.Ed. Aydın, H; Bozkurt,
A.). Güneş Kitabevi, Ankara. İkinci Baskı. 2005. s:174-179
Safran J. (1990). Towards a refinement of cognitive therapy in light of interpersonal
theory. Clin Psychol Rev, 10:87-105
Schimdt NB., Joiner TE., Young J. ve ark. (1995). The schema questionnaire:
Investigation of psychometric properties and the hierarchical structure of measure of
maladaptive schemas . Cognitive Therapy and Research 19(3), 295-321
Segui J., Marquez M., Canot J., ve ark. (1999). Differential clinical features of early-onset
panic disorder, J Affect Disord; 54: 109-117
Segui J, Marquez M, Canet J., ve ark. (2000). Differential clinical features of late-onset
panic disorder, J Affect Disord; 57: 115-119
Shah R., Waller G. (2000). Parental style and vulnerability to depression . J Nervous and
Mental Disease. 188:19-25.
Shaw BF., Segal ZV. ve ark. (1988). Introduction to cognitive therapy. Review of
psychiatry. Vol 7. Frances AJ (Eds) Washington DC: Am. Psych. Pres, 538-553
Simon NM, Fischmann D. (2005). The Implications of Medical and Psychiatric
Comorbidity with Panic Disorder, J Clin Psychiatry; 66 (Suppl 4)
Sorias S., Saygılı R., Elbi H., Vahip S. ve ark. (1990). DSM-III-R KiĢilik Bozuklukları
için YapılandırılmıĢ Klinik GörüĢme Formu (SCID-II), Ege Üniversitesi Basımevi
Soygüt G., Karaosmanoğlu A., Çakır Z. (2009). Erken dönem uyumsuz Ģemaların
değerlendirilmesi: Young ġema Ölçeği Kısa Form-3‟ün psikometrik özelliklerine iliĢkin
bir inceleme. Türk Psikiyatri Dergisi. 2009; 20(1):75-84
Spitzer RL., Williams JBW., Gibbon M. (1989). Structured Clinical Interview for DSMIII-R Personality Disorders (SCID-II). New York State Psychiatric Institute, Biometrics
Research Department, New York
Stahl SM. (2000). Temel Psikofarmakoloji: nörobilimsel temeli ve pratik uygulamaları.
Essential Psychopharmacology. Second Edition. (Çeviri ED: Taneli B, Taneli Y, 2003).
s:157-179.
Stein D.J. (1993). Cognitive science and clinical disorders. San Diego. Academic Pres,.
117.
Stopa L., Waters A. (2005). The effect of mood on responses to the Young Schema
Questionnaire: Short form. Psycology and Psychotherapy: Theory, Research and Practica.
78,45-57
Topçuoğlu V., Karabekiroğlu A., Yazgan Ç. (2005). Panik bozukluğu provokasyon
çalışmaları ve provokasyon ajanlarının farklılıkları, Anadolu Psikiyatri Dergisi; 6: 197205
Tremblay PF., Dozois DJA. (2009). Another perspective on trait aggressiveness: Overlap
with early maladaptive schemas. Personality and Individual Difference. 46;569-574
Turan MT., Eşel E. (2002). Panik bozukluğun elektrofizyolojisi. Klinik Psikofarmakoloji
Bülteni; 12: 106-108
Tükel R. (1997). Panik Bozukluğu ; Psikiyatri Dünyası ; 1: 12-17
Tükel R. (2000). Anksiyete Bozuklukları, Çizgi Tıp Yayınevi, Ankara
Tükel R. (2002). Panik Bozukluğu, Klinik Psikiyatri Dergisi; Ek 3: 5-13
Ulusoy M., Şahin NH., Erkmen H. (1998). Turkish version of the Beck Anxiety
Inventory: Psychometric properties, J Cognitive Psychother; 12: 163-172
Üstün TB., Sartorius N. (1995). Mental Illness in General Health Care: An International
Study. Chichester, Wiley.
Vasile RG. Goldenberg I. ve ark. (1997). Panic disorder versus panic disorder with majör
depression: defining and understanding differences in psychiatric morbidity. Depress
Anxiety, 5:12-20
Waller G., Meyer C., Ohanian V. ve ark (2001). Psychiatry properties of the long and
short version of the Young schema questionnaire: Core beliefs among bulimic and
comparison women. Cognit Ther Res, 25:137-147
Weismann MM., Myers JK. (1978). Affective disorders in a US urban community. Arch
Gen Psychiatry, 35:1304-1311
Weissman MM, Bruce LM, Leaf PJ. (1991). Affective disorders, in Psychiatric Disorders
in America: The Epidemiologic Catchment Area Study. Edited by Robins LN, Regier DA.
New York, Free Press, , pp 53–80
Weismann MM., Bland RC., Canino G. (1996). Crosss-national epidemiology of majör
depression and bipolar disorder. JAMA 276:293-299
Weismann MM., Bland RC., Canino GJ., Faravelli C., ve ark ( 1997) . The cross-national
epidemiology of panic disorder, Arch Gen Psychiatry ; 54:305
Welburn K., Coristine M., Dagg P. (2002). The schema questionnaire –short form: Factor
analysis and relationship between schemas and syptoms. Cognitive Therapy and Research.
26.(4),519-530
Young JE. (1990,1994). Cognitive therapy for personality disorders : a schema –focused
approch. Sarasota: Professional resource exchange)
Young JE., Lindemann MD. (1992). An integrative shema focus model for personality
disorders. J Cognitive Psychotherapy, 6;11-24
Young JE., Stein DJ. (1993). Cognitive science and clinical disorders , San Diego
Academic Press,
Young, JE.. Gluhoski VL. (1996). Schema focused diagnosis for, personality disorders ,
Kaslow FW. (Ed) ,Handbook of Relational Diagnosis and Dysfunctional Family Patterns,
(pp 300-321) NY, Guilford Pres
Young JE., Gluhoski VL. (1997). Schema focused perspective on satisfaction in close
ralationships, Steinberg RJ (Ed) , NY , Guilford Press,; 356-381
Young JE., Flanagan C. (1998). Schema –focused therapy for narcissistic patients .
Ronningstam E (Ed), Disorders of narcissism : Diagnostic, clinical , and emprical
implications (pp 239-268), Washington DC; American Psych. Pres
Young JE., Klasko J. (2003). Schema therapy for practitioner‟s guide , Guilford Press 515
Yüksel N. (1998). Beyin Biyokimyası ve Davranış, Psikofarmakoloji, Ankara: Bilimsel
Tıp Yayınevi, s:55-56,
EKLER
Değerlendirme Tarihi.
Hasta Kart No:
Tel No:
SOSYODEMOGRAFĠK VERĠ FORMU
Adı-Soyadı:
Cinsiyeti: 1) Kadın
2)Erkek
YaĢı:
Doğum Yeri:
Eğitim Durumu:
1) 5yıl 2) 5-8 yıl 3) 8-11 yıl 4) 11 yıl ve üstü 5) yok
Mesleği: 1) Memur 2) ĠĢçi 3) Serbest 4) Öğrenci 5) Ev Hanımı 6) Emekli 7)Diğer
Aylık geliri: 1) 500YTL‟den az 2) 500-1000 YTL 3) 1000-1500 4) 1500-2000YTL 5)
2000YTL‟den fazla
4) BoĢanmıĢ
Medeni Durum: 1)Evli
2)Bekar
Çocuk Sayısı:
2) 1-2 çocuk 3) 3-4 çocuk 5) 4‟ten fazla
1)Yok
3) Dul
5) Diğer
Birlikte yaĢadığı kiĢiler: 1) Yalnız 2) Anne ve/veya baba 3) EĢ ve çocukları ile
aile 5) Diğer
4) GeniĢ
Geçirdiği/geçirmekte olduğu fiziksel hastalık: 1) Yok
2) Var: Tanısı………………
Daha önce tanı konulan psikiyatrik hastalık:
1) Yok
2) Var: Tanısı………………
Daha önce psikiyatrik tedavi gördü mü:
1) Yok
2) Var: Tanısı………………
Ġntihar GiriĢimi: 1) yok 2) 1 kez 3) 1‟den fazla
Hastanede yatıĢ: 1) yok 2) 1 kez 3) 1‟den fazla
GeçmiĢte alkol-psikoaktif madde kullanım: 1) Yok 2) Var: (belirtiniz……………)
Sigara kullanımı: 1) Yok
2) Var: (belirtiniz……………………..)
Ailede psikiyatrik hastalık öyküsü: 1) Yok 2) Var: (belirtiniz……………………..)
Ailede intihar giriĢimi öyküsü:
1) Yok 2) Var: (belirtiniz……………………..)
Son üç ay içinde psiko sosyal strsör: : 1) Yok 2) Var (a.Ölüm b.Ayrılık c. Hastalık d. Maddi
e. Diğer (belirtiniz……………………………)
BECK DEPRESYON ENVANTERİ
YÖNERGE: AĢağıda, kiĢilerin ruh durumlarını ifade ederken kullandıkları bazı cümleler
verilmiĢtir. Her madde, bir çeĢit ruh durumunu anlatmaktadır. Her maddede o durumun
derecesini belirleyen 4 seçenek vardır. Lütfen bu seçenekleri dikkatle okuyun. Son bir hafta
içindeki (Ģu an dahil) kendi ruh durumunuzu göz önünde bulundurarak, size en uygun olan
ifadeyi iĢaretleyiniz.
1. a) Kendimi üzgün hissetmiyorum.
b) Kendimi üzgün hissediyorum.
c) Her zaman için üzgünüm ve kendimi bu duygudan kurtaramıyorum.
d) Öylesine üzgün ve mutsuzum ki dayanamıyorum.
2. a) Gelecekten umutsuz değilim.
b) Gelecek konusunda umutsuzum.
c) Gelecekten beklediğim hiçbir Ģey yok.
d) Benim için gelecek olmadığı gibi bu durum düzelmeyecek.
3. a) Kendimi baĢarısız görmüyorum.
b) Herkesten daha fazla baĢarısızlıklarım oldu sayılır.
c) Geriye dönüp baktığımda, pek çok baĢarısızlıklarım olduğunu görüyorum.
d) Kendimi bir insan olarak tümüyle baĢarısız görüyorum.
4. a) Her Ģeyden eskisi gibi zevk alabiliyorum.
b) Her Ģeyden eskisi kadar zevk alamıyorum.
c) Artık hiçbir Ģeyden gerçek bir zevk almıyorum.
d) Beni doyuran hiçbir Ģey yok. Her Ģey çok can sıkıcı.
5. a) Kendimi suçlu hissetmiyorum.
b) Arada bir kendimi suçlu hissettiğim oluyor.
c) Kendimi çoğunlukla suçlu hissediyorum.
d) Kendimi her an için suçlu hissediyorum.
6. a) CezalandırılıyormuĢum gibi duygular içinde değilim.
b) Sanki, bazı Ģeyler için cezalandırılabilirmiĢim gibi duygular içindeyim.
c) CezalandırılacakmıĢım gibi duygular yaĢıyorum.
d) Bazı Ģeyler için cezalandırılıyorum.
7. a) Kendimi hayal kırıklığına uğratmadım.
b) Kendimi hayal kırıklığına uğrattım.
c) Kendimden hiç hoĢlanmıyorum.
d) Kendimden nefret ediyorum.
8. a) Kendimi diğer insanlardan daha kötü durumda görmüyorum.
b) Kendimi zayıflıklarım ve hatalarım için eleĢtiriyorum.
c) Kendimi hatalarım için her zaman suçluyorum.
d) Her kötü olayda kendimi suçluyorum.
9. a) Kendimi öldürmek gibi düĢüncelerim yok.
b) Bazen, kendimi öldürmeyi düĢünüyorum ama böyle bir Ģeyi yapamam.
c) Kendimi öldürebilmeyi çok isterdim.
d) Eğer fırsatını bulursam kendimi öldürürüm.
10. a) Herkesten daha fazla ağladığı sanmıyorum.
b) Eskisine göre Ģimdilerde daha çok ağlıyorum.
c) ġimdilerde her an ağlıyorum.
d) Eskide ağlayabilirdim. ġimdi istesem de ağlayamıyorum.
11. a) eskisine göre daha sinirli ve tedirgin sayılmam.
b) Her zamankinden biraz daha fazla tedirginim.
c) Çoğu zaman sinirli ve tedirginim.
d) ġimdilerde her an için sinirli ve tedirginim.
12. a) Diğer insanlara karĢı ilgimi kaybetmedim.
b) Eskisine göre insanlarla daha az ilgiliyim.
c) Diğer insanlara karĢı ilgimin çoğunu kaybettim.
d) Diğer insanlara karĢı hiç ilgim kalmadı.
13) a) Eskisi gibi rahat ve kolay kararlar verebiliyorum.
b) Eskisine kıyasla, Ģimdilerde karar vermeyi daha çok erteliyorum.
c) Eskisine göre, karar vermekte oldukça güçlük çekiyorum.
d) Artık hiç karar veremiyorum.
14. a) Eskisinden daha kötü bir dıĢ görünüĢüm olduğunu sanmıyorum.
b) Sanki yaĢlanmıĢ ve çekiciliğimi kaybetmiĢim gibi düĢünüyor ve
üzülüyorum.
c) DıĢ görünüĢümde artık değiĢtirilmesi mümkün olmayan ve beni çirkinleĢtiren
değiĢiklikler olduğunu hissediyorum.
d) Çok çirkin olduğumu düĢünüyorum.
15. a) Eskisi kadar iyi çalıĢabiliyorum.
b) Bir iĢe baĢlayabilmek için eskisine göre daha fazla çaba harcıyorum.
c) Ne iĢ olursa olsun, yapabilmek için kendimi çok zorluyorum.
d) Hiç çalıĢamıyorum.
16. a) Eskisi kadar rahat ve kolay uyuyabiliyorum.
b) ġimdilerde eskisi kadar kolay ve rahat uyuyamıyorum.
c) Eskisine göre 1 veya 2 saat erken uyanıyor ve tekrar uyumakta güçlük çekiyorum
d) Eskisine göre çok erken uyanıyor ve tekrar uyuyamıyorum.
17. a) Eskisine göre daha çabuk yorulduğumu sanmıyorum.
b) Eskisinden daha çabuk ve kolay yoruluyorum.
c) ġimdilerde neredeyse her Ģeyden kolay ve çabuk yoruluyorum.
d) Artık hiçbir Ģey yapamayacak kadar yoruluyorum.
18.
a) ĠĢtahım eskisinden pek farklı değil.
b) ĠĢtahım eskisi kadar iyi değil.
c) ġimdilerde iĢtahım epey kötü.
d) Artık hiç iĢtahım yok.
19. a) Son zamanlarda pek kilo kaybettiğimi zannetmiyorum.
b) Son zamanlarda istemediğim halde iki buçuk kilodan fazla kaybettim
c) Son zamanlarda beĢ kilodan fazla kaybettim.
d) Son zamanlarda yedi buçuk kilodan fazla kaybettim.
20. a) Sağlığım beni pek ilgilendirmiyor.
b) Son zamanlarda ağrı, sızı, mide bozukluğu, kabızlık gibi sıkıntılarım var.
c) Ağrı, sızı gibi bu sıkıntılarım beni epey endiĢelendirdiği için baĢka Ģeyleri
düĢünmek bana zor geliyor.
d) Bu tür sıkıntılar beni öylesine endiĢelendiriyor ki, artık baĢka Ģeyleri
düĢünemiyorum.
21. a) Son zamanlarda cinsel yaĢantımda dikkatimi çeken bir Ģey yok.
b) Eskisine göre cinsel konularla daha az ilgileniyorum.
c) ġimdilerde cinsellikle pek ilgili değilim.
d) Artık, cinsellikle hiçbir ilgim kalmadı.
YOUNG ŞEMA ÖLÇEĞİ
Yönerge: AĢağıda, kiĢilerin kendilerini tanımlarken kullandıkları ifadeler sıralanmıĢtır.
Lütfen her bir ifadeyi okuyun ve sizi ne kadar iyi tanımladığına karar verin. Emin
olamadığınız sorularda neyin doğru olabileceğinden çok, sizin duygusal olarak ne
hissettiğinize dayanarak cevap verin. Bir kaç soru, anne babanızla iliĢkiniz hakkındadır. Eğer
biri veya her ikisi Ģu anda yaĢamıyorlarsa, bu soruları o veya onlar hayatta iken iliĢkinizi göz
önüne alarak cevaplandırın. 1 den 6‟ya kadar olan seçeneklerden sizi tanımlayan en yüksek
Ģıkkı seçerek her sorudan önce yer alan boĢluğa yazın.
Derecelendirme:
1- Benim için tamamıyla yanlıĢ
2- Benim için büyük ölçüde yanlıĢ
3- Bana uyan tarafı uymayan tarafından biraz fazla
4- Benim için orta derecede doğru
5- Benim için çoğunlukla doğru
6- Beni mükemmel Ģekilde tanımlıyor
1. _____ Bana bakan, benimle zaman geçiren, baĢıma gelen olaylarla gerçekten ilgilenen
kimsem olmadı.
2. _____ Beni terkedeceklerinden korktuğum için yakın olduğum insanların peĢini
bırakmam.
3. _____ Ġnsanların beni kullandıklarını hissediyorum
4. _____ Uyumsuzum.
5. _____ Beğendiğim hiçbir erkek/kadın, kusurlarımı görürse beni sevmez.
6. _____ ĠĢ (veya okul) hayatımda neredeyse hiçbir Ģeyi diğer insanlar kadar iyi
yapamıyorum
7. _____ Günlük yaĢamımı tek baĢıma idare edebilme becerisine sahip olduğumu
hissetmiyorum.
8. _____ Kötü bir Ģey olacağı duygusundan kurtulamıyorum.
9. _____ Anne babamdan ayrılmayı, bağımsız hareket edebilmeyi, yaĢıtlarım kadar,
baĢaramadım.
10. _____ Eğer istediğimi yaparsam, baĢımı derde sokarım diye düĢünürüm.
11. _____ Genellikle yakınlarıma ilgi gösteren ve bakan ben olurum.
12. _____Olumlu duygularımı diğerlerine göstermekten utanırım (sevdiğimi, önemsediğimi
göstermek gibi).
13. _____ Yaptığım çoğu Ģeyde en iyi olmalıyım; ikinci olmayı kabullenemem.
14. _____ Diğer insanlardan bir Ģeyler istediğimde bana “hayır” denilmesini çok zor
kabullenirim.
15. _____ Kendimi sıradan ve sıkıcı iĢleri yapmaya zorlayamam.
16. _____ Paramın olması ve önemli insanlar tanıyor olmak beni değerli yapar.
17. _____ Her Ģey yolunda gidiyor görünse bile, bunun bozulacağını hissederim.
18. _____ Eğer bir yanlıĢ yaparsam, cezalandırılmayı hakkederim.
19. _____ Çevremde bana sıcaklık, koruma ve duygusal yakınlık gösteren kimsem yok.
20. _____Diğer insanlara o kadar muhtacım ki onları kaybedeceğim diye çok
endiĢeleniyorum.
21. _____ Ġnsanlara karĢı tedbiri elden bırakamam yoksa bana kasıtlı olarak zarar
vereceklerini hissederim.
22. _____ Temel olarak diğer insanlardan farklıyım.
23. _____ Gerçek beni tanırlarsa beğendiğim hiç kimse bana yakın olmak istemez.
24. _____ ĠĢleri halletmede son derece yetersizim.
25. _____ Gündelik iĢlerde kendimi baĢkalarına bağımlı biri olarak görüyorum.
26. _____ Her an bir felaket (doğal, adli, mali veya tıbbi) olabilir diye hissediyorum.
27. _____ Annem, babam ve ben birbirimizin hayatı ve sorunlarıyla aĢırı ilgili olmaya
eğilimliyiz.
28. _____Diğer insanların isteklerine uymaktan baĢka yolum yokmuĢ gibi hissediyorum; eğer
böyle yapmazsam bir Ģekilde beni reddederler veya intikam alırlar.
29. _____ BaĢkalarını kendimden daha fazla düĢündüğüm için ben iyi bir insanım.
30. _____ Duygularımı diğerlerine açmayı utanç verici bulurum.
31. _____ En iyisini yapmalıyım, “yeterince iyi” ile yetinemem.
32. _____ Ben özel biriyim ve diğer insanlar için konulmuĢ olan kısıtlamaları veya sınırları
kabul etmek zorunda değilim.
33. _____ Eğer hedefime ulaĢamazsam kolaylıkla yılgınlığa düĢer ve vazgeçerim.
34. _____ BaĢkalarının da farkında olduğu baĢarılar benim için en değerlisidir.
35. _____ Ġyi bir Ģey olursa, bunu kötü bir Ģeyin izleyeceğinden endiĢe ederim.
36. _____ Eğer yanlıĢ yaparsam, bunun özürü yoktur.
37. _____ Birisi için özel olduğumu hiç hissetmedim.
38. _____ Yakınlarımın beni terk edeceği ya da ayrılacağından endiĢe duyarım
39. _____ Herhangi bir anda birileri beni aldatmaya kalkıĢabilir.
40. _____ Bir yere ait değilim, yalnızım.
41. _____ BaĢkalarının sevgisine, ilgisine ve saygısına değer bir insan değilim.
42. _____ ĠĢ ve baĢarı alanlarında birçok insan benden daha yeterli.
43. _____ Doğru ile yanlıĢı birbirinden ayırmakta zorlanırım.
44. _____ Fiziksel bir saldırıya uğramaktan endiĢe duyarım.
45. _____ Annem, babam ve ben özel hayatımız birbirimizden saklarsak, birbirimizi aldatmıĢ
hisseder veya suçluluk duyarız
46. _____ ĠliĢkilerimde, diğer kiĢinin yönlendirici olmasına izin veririm.
47. _____ Yakınlarımla o kadar meĢgulüm ki kendime çok az zaman kalıyor.
48. _____ Ġnsanlarla beraberken içten ve cana yakın olmak benim için zordur.
49. _____ Tüm sorumluluklarımı yerine getirmek zorundayım.
50. _____ Ġstediğimi yapmaktan alıkonulmaktan veya kısıtlanmaktan nefret ederim.
51. _____ Uzun vadeli amaçlara ulaĢabilmek için Ģu andaki zevklerimden fedakarlık etmekte
zorlanırım
52. _____ BaĢkalarından yoğun bir ilgi görmezsem kendimi daha az önemli hissederim.
53. _____ Yeterince dikkatli olmazsanız, neredeyse her zaman bir Ģeyler ters gider.
54. _____ Eğer iĢimi doğru yapmazsam sonuçlara katlanmam gerekir.
55. _____ Beni gerçekten dinleyen, anlayan veya benim gerçek ihtiyaçlarım ve duygularımı
önemseyen kimsem olmadı.
56. _____ Önem verdiğim birisinin benden uzaklaĢtığını sezersem çok kötü hissederim.
57. _____ Diğer insanların niyetleriyle ilgili oldukça Ģüpheciyimdir.
58. _____ Kendimi diğer insanlara uzak veya kopmuĢ hissediyorum.
59. _____ Kendimi sevilebilecek biri gibi hissetmiyorum.
60. _____ ĠĢ (okul) hayatımda diğer insanlar kadar yetenekli değilim.
61. _____ Gündelik iĢler için benim kararlarıma güvenilemez.
62. _____ Tüm paramı kaybedip çok fakir veya zavallı duruma düĢmekten endiĢe duyarım.
63. _____ Çoğunlukla annem ve babamın benimle iç içe yaĢadığını hissediyorum-Benim
kendime ait bir hayatım yok.
64. _____ Kendim için ne istediğimi bilmediğim için daima benim adıma diğer insanların
karar vermesine izin veririm.
65. _____ Ben hep baĢkalarının sorunlarını dinleyen kiĢi oldum.
66. _____ Kendimi o kadar kontrol ederim ki insanlar beni duygusuz veya hissiz bulurlar.
67. _____ BaĢarmak ve bir Ģeyler yapmak için sürekli bir baskı altındayım.
68. _____ Diğer insanların uyduğu kurallara ve geleneklere uymak zorunda olmadığımı
hissediyorum.
69. _____ Benim yararıma olduğunu bilsem bile hoĢuma gitmeyen Ģeyleri yapmaya kendimi
zorlayamam.
70. _____ Bir toplantıda fikrimi söylediğimde veya bir topluluğa tanıtıldığımda
onaylanılmayı ve takdir görmeyi isterim.
71. _____ Ne kadar çok çalıĢırsam çalıĢayım, maddi olarak iflas edeceğimden ve neredeyse
her Ģeyimi kaybedeceğimden endiĢe ederim.
72. _____ Neden yanlıĢ yaptığımın önemi yoktur; eğer hata yaptıysam sonucuna da
katlanmam gerekir.
73. _____ Hayatımda ne yapacağımı bilmediğim zamanlarda uygun bir öneride bulunacak
veya beni yönlendirecek kimsem olmadı.
74. _____ Ġnsanların beni terk edeceği endiĢesiyle bazen onları kendimden uzaklaĢtırırım.
75. _____ Genellikle insanların asıl veya art niyetlerini araĢtırırım.
76. _____ Kendimi hep grupların dıĢında hissederim.
77. _____ Kabul edilemeyecek pek çok özelliğim yüzünden insanlara kendimi açamıyorum
veya beni tam olarak tanımalarına izin vermiyorum.
78. _____ ĠĢ (okul) hayatımda diğer insanlar kadar zeki değilim.
79. _____ Günlük yaĢamımı tek baĢıma idare edebilme becerisine sahip olduğumu
hissetmiyorum.
80. _____ Bir doktor tarafından herhangi bir ciddi hastalık bulunmamasına rağmen bende
ciddi bir hastalığın geliĢmekte olduğu endiĢesine kapılıyorum.
81. _____ Sık sık annemden babamdan ya da eĢimden ayrı bir kimliğimin olmadığını
hissediyorum.
82. _____ Haklarıma saygı duyulmasını ve duygularımın hesaba katılmasını istemekte çok
zorlanıyorum.
83. _____ BaĢkaları beni, diğerleri için çok, kendim için az Ģey yapan biri olarak görüyorlar.
84. _____ Diğerleri beni duygusal olarak soğuk bulurlar.
85. _____ Kendimi sorumluluktan kolayca sıyıramıyorum veya hatalarım için gerekçe
bulamıyorum.
86. _____ Benim yaptıklarımın, diğer insanların katkılarından daha önemli olduğunu
hissediyorum.
87. _____ Kararlarıma nadiren sadık kalabilirim.
88. _____ Bir dolu övgüler ve iltifat almam kendimi değerli birisi olarak hissetmemi sağlar.
89. _____ YanlıĢ bir kararın bir felakete yol açabileceğinden endiĢe ederim.
90. _____ Ben cezalandırılmayı hakeden kötü bir insanım.
Download