Untitled - Gazi Üniversitesi Açık Arşiv

advertisement
HAKLI SAVAŞ TEORİSİ VE SÖMÜRGECİLİK BAĞLAMINDA
LİBYA MÜDAHALESİ
Osman AKGÜL
YÜKSEK LİSANS TEZİ
ULUSLARARASI İLİŞKİLER ANABİLİM DALI
GAZİ ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
MAYIS-2014
iv
HAKLI SAVAŞ TEORİSİ VE SÖMÜRGECİLİK BAĞLAMINDA LİBYA
MÜDAHALESİ
(Yüksek Lisans Tezi)
Osman AKGÜL
GAZİ ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
Mayıs 2014
ÖZET
Libya’ya gerçekleştirilen insani müdahalenin haklı savaş ve sömürgecilik
kavramları ile birlikte değerlendirildiği çalışmanın birinci bölümünde sömürgeciliğin
kavramsal analizi yapılarak (özellikle Afrika kıtasında) geçirdiği aşamalar
incelenmiş, ikinci bölümünde haklı savaşın tarihsel gelişimi ile birlikte insani
müdahale ve savaşın etik yönü tartışılmış, insani müdahalelerde meşruiyet aracı
olarak kullanılan koruma sorumluluğu kavramı irdelenmiş, üçüncü bölümünde ise
Libya’nın yakın tarihine klasik ve modern sömürgecilik kavramları ışığında
değinilerek, Libya’ya gerçekleştirilen insani müdahalenin haklı savaş teorisine göre
meşruiyet zeminine sahip olup olmadığı tartışılmıştır.
Bilim Kodu
: 1141
Anahtar Kelimeler : Libya, sömürgecilik, haklı savaş, koruma sorumluluğu, insani
müdahale
Sayfa Adedi
: 67
Danışman
: Prof. Dr. Türel YILMAZ ŞAHİN
v
LIBYA INTERVENTION WITH CONTEXT OF JUST WAR THEORY AND
COLONIALISM
(Master’s Thesis)
Şafak OĞUZ
GAZI UNIVERSITY
INSTITUTE OF SOCIAL SCIENCES
May 2014
ABSTRACT
In the study we discuss Libya humanitarian intervention with just war and
colonialism concepts. Firstly, analysed concept of colonialism on Africa’s colonial
history. Secondly demonstrated historical background of just war theory,
humanitarian intervention and ethics of war. Responsibilty to Protect concept is
argued for legitimating humanitarian intervention. Finally in third chapter, Libya’s
recent history is analysed with the framework of first and second chapters and
Libya’s case is examined if it has legitimacy due to just war criterias.
Science Code
Key Words
Sayfa Adedi
Danışman
: 1141
: Libya, colonialism, just war, RtP, humanitarian, intervention
: 67
: Prof. Dr. Türel YILMAZ ŞAHİN
vi
TEŞEKKÜR
Oldukça uzun sürmekle birlikte nihayet sonlandırabildiğim, türlü badireler atlatan
tez çalışmamda emeği geçen; sonsuz hoşgörü sahibi tez danışmanım Prof. Dr.
Türel Yılmaz Şahin’e, benim için bir hocadan öte rol model olan Dr. Melih Aktaş’a
ve tezim ile yaşıt ilişkimizde benden hiçbir fedakarlığı esirgemeyen, yaşam
pınarım Arş. Gör. Nazife Selcen Pınar Gülcan’a (19.04.2014 itibarı ile Akgül)
teşekkürü borç bilirim.
Osman AKGÜL
Mayıs-2014
vii
İÇİNDEKİLER
Sayfa
ÖZET ...................................................................................................................... iv
ABSTRACT ............................................................................................................. v
TEŞEKKÜR ............................................................................................................ vi
İÇİNDEKİLER ........................................................................................................ vii
ÇİZELGELERİN LİSTESİ ....................................................................................... ix
SİMGELER VE KISALTMALAR .............................................................................. x
GİRİŞ...................................................................................................................... 1
BİRİNCİ BÖLÜM
SÖMÜRGECİLİK
1.1. Afrika’nın Keşfi ve Klasik Sömürgecilik Dönemi .............................................. 7
1.2. Sanayi Devrimi ve Modern Sömürgecilik Dönemi .......................................... 10
1.3. Afrika’da Bağımsızlık ve Yeni Sömürgecilik Dönemi ..................................... 14
İKİNCİ BÖLÜM
HAKLI SAVAŞ (JUST WAR) TEORİSİ VE İNSANİ MÜDAHALE
2.1. Haklı Savaş Teorisinin Tarihsel Arkaplanı ..................................................... 24
2.1.1. Meşru sebep (Just Cause) ..................................................................... 29
2.1.2. Meşru otorite .......................................................................................... 30
2.2. Etik, Koruma Sorumluluğu ve İnsani Müdahale ............................................. 31
viii
Sayfa
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
YENİ SÖMÜRGECİLİK VE İNSANİ MÜDAHALE BAĞLAMINDA LİBYA
MÜDAHALESİ
3.1. Libya Tarihi ve Sömürgecilik .......................................................................... 43
3.2. Arap Baharı’nın Libya’ya Etkisi ...................................................................... 46
3.3. Libya Müdahalesi........................................................................................... 49
SONUÇ ................................................................................................................ 57
KAYNAKÇA .......................................................................................................... 59
ÖZGEÇMİŞ .......................................................................................................... 67
ix
ÇİZELGELERİN LİSTESİ
Çizelge
Sayfa
Çizelge 1.1. Haklı Savaş Kriterleri ........................................................................ 28
x
SİMGELER VE KISALTMALAR
Bu çalışmada kullanılmış bazı simgeler ve kısaltmalar, açıklamaları ile birlikte
aşağıda sunulmuştur.
Simgeler
Açıklama
-
-
Kısaltmalar
Açıklamalar
ABD
Amerika Birleşik Devletleri
A.g.y.
Adı Geçen Yayın
Bkz.
Bakınız
BM
Birleşmiş Milletler
ICISS
Müdahale ve Devlet Egemenliği Uluslararası Komisyonu
(International Commission on Intervention and State
Sovereignty)
Para.
Paragraf
Rtp
Koruma Sorumluluğu (Responsibility to Protect)
1
GİRİŞ
İnsani müdahale günümüzde uluslarası toplum nezdinde ve uluslararası hukukta
en tartışmalı kavramlar arasında yer almaktadır. Her ne kadar ulusüstü yapılar ve
uluslararası örgütler karşısında alan kaybetse de halen uluslararası ilişkilerin temel
aktörü olarak kabul edilen ‘ulus devlet’in olmazsa olmaz unsurlarından egemenlik
ve bağımsızlık ilkeleri ile çelişen insani müdahale kavramı, ulus devletlerin kendi iç
dinamikleri ile çözemediği çatışmalar neticesinde gündeme gelmekte ve söz
konusu çatışmaların çözümü adına uluslararası topluma görev yüklemektedir.
Soğuk Savaşın başlangıcından bu yana Birleşmiş Milletler, güçlü devletler, medya
organları, hükümet dışı kuruluşlar ve diğer uluslararası karar alıcılar/kanaat
önderleri; savaş suçları, etnik temizlik ve soykırımların yaşandığı iç savaşlara
tanıklık etmektedir. Uluslararası sistem söz konusu savaşlara müdahale ihtimalini
kabul etmekle birlikte müdahalenin meşru zeminin oluşabilmesi için insani açıdan
bir kriz ortamının gerekliliğini şart koşmaktadır. Bu bağlamda, insan hayatı ve/veya
insan haklarına yönelik gerçekleştirilen sistematik kitlesel saldırılar, uluslararası
barış ve güvenliğin tehdit edilmesi kapsamında ele alınabilmekte ve Birleşmiş
Milletler Antlaşması’nın VII. Bölümü’nde öngörülen ekonomik ve askeri tedbirleri
uygulamanın meşru gerekçesi olarak kabul edilmektedir.1
Pozitif uluslararası hukuk bu konuda, savaşın ahlaki/etik gerekçelerini düzenleyen
Batı
gelenekleri
ve
‘haklı
savaş
(just
war)’
anlayışının
bir
yansıması
konumundadır. Günümüzde insani müdahaleleri legalize etmenin temel gerekçesi
olarak haklı savaş kriterleri gösterilmektedir.
Haklı
savaş
teorisinin
St.
Augustine’den
(354-430)
bu
yana
gelişimine
baktığımızda, Avrupa devletleri tarafından Haçlı Seferleri dahil olmak üzere
dünyanın geri kalanına gerçekleştirdiği akınlara meşruiyet kazandırmak üzere
kullanıldığı görülmektedir.
1
Larry Minear, “The Morality of Sanctions”, Hard Choices: Moral Dilemmas in Humanitarian
Intervention, ed. Jonathan Moore, Lanham, MD: Rowman & Littlefield, 1998, s. 231.
2
Nitekim haklı savaşın en önemli teorisyenlerinden biri olarak kabul edilen
Francisco de Vitoria (1485-1546), “On the American Indians (Amerikan Yerlileri
Üzerine)” isimli eserinde, İspanya’nın Amerika kıtasında gerçekleştirdiği işgalleri,
kıtada yerleşik bulunan ‘barbarlar’a karşı ‘medeniyet’in gerçekleştirdiği bir savaş
olması dolayısıyla meşrulaştırma yoluna gitmiş ve geri kalmış halklara medeniyet
yayma görevinin bir haklı savaş gerekçesi olduğunu iddia etmiştir.
Sömürge yönetimleri, sömürge altında tuttukları halkların; kendi kendilerini
yönetemeyen geri halklar olduğunu, bu geriliğin devamlı olmayacağını, kendilerini
yönetebilecek duruma gelene kadar bu işi bir dış otoritenin yapması gerektiğini ileri
sürerek kendilerini meşrulaştırmaya çalışmışlardır.
Dolayısıyla, sömürgeciliği meşrulaştırma aracı olarak kullanılan “medeniyet
götürme işlevi (beyaz adamın yükü)”, geri kalmış halklara karşı yürütülen savaşta
bir haklı savaş kriteri olarak savunulmuştur.
Yakın tarihte gerçekleştirilen insani müdahalelere bakıldığında yaşanan insani
krizlere müdahale etme konusunda Batılı devletlerin gösterdikleri seçici tavır ve
söz konusu krizlere müdahale etme hızlarındaki değişiklik; yaşanan insani krizin
boyutlarından çok müdahaleci devlet(ler)in ulusal çıkarları ile bağıntılı olduğuna
işaret etmektedir.
En yakın insani kriz örneği olarak, Nisan 2014 itibarı ile üç yıldır süregelen
Suriye’deki iç savaşa yönelik insani müdahale yapılmazken; Libya’da 15 Şubat
2011 tarihinde başlayan gösterilerin ardından, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi
tarafından 26 Şubat 2011’de barışçıl önlemleri konu edinen 1970 ve hemen
ardından 17 Mart 2011’de ise askeri önlemlere başvurma yolunu açan 1973 sayılı
kararlar ile Libya’daki iç savaşa, bir ay gibi şaşırtıcı bir süre içerisinde müdahale
edilmiştir.
İnsani müdahalelerde gözlemlenen söz konusu seçiciliğin yeni sömürgecilik olgusu
ile bağlantılı olarak müdahaleci devletlerin ulusal çıkarları doğrultusunda
gerçekleştirildiği düşünülmektedir.
3
Bu bağlamda, çalışmamızın;
-Birinci bölümünde sömürgeciliğin kavramsal analizi yapılarak (özellikle Afrika
kıtasında) geçirdiği aşamalar incelenecek,
-İkinci bölümünde haklı savaşın tarihsel gelişimi ile birlikte insani müdahale ve
savaşın etik yönü tartışılacak, insani müdahalelerde meşruiyet aracı olarak
kullanılan koruma sorumluluğu kavramı irdelenecek,
-Üçüncü bölümünde ise Libya’nın yakın tarihine klasik ve modern sömürgecilik
kavramları ışığında değinilerek, Libya’ya gerçekleştirilen insani müdahalenin haklı
savaş teorisine göre meşruiyet zeminine sahip olup olmadığı tartışılacaktır.
4
5
BİRİNCİ BÖLÜM
SÖMÜRGECİLİK
Sömürgecilik2; on beşinci yüzyılda coğrafi keşiflerle başlamış, on altı ve on
sekizinci yüzyıllar arasında Sanayi Devrimi ile birlikte hız kazanmış, II. Dünya
Savaşı’ndan sonra ise “yeni” bir çehre kazanarak günümüze kadar devam etmiş
bir olgudur. Beş yüz yıllık tarihiyle sömürgecilik, sömüren ve sömürülen tarafların
bugünkü ekonomik, siyasi ve sosyal kompozisyonlarının oluşumunda anahtar
kavramdır. Bu bağlamda sömürgeciliğin geçirdiği aşamalar dünya siyasi tarihinin
kırılma noktalarıyla birlikte düşünüldüğünde denilebilir ki sömürgecilik modern
tarihin çarkları arasında en önemlilerindendir. Sömürgeciliğin miladı olarak kabul
edilen coğrafi keşifler de dâhil olmak üzere Avrupa’nın bu konuda sarf ettiği tüm
çaba ekonomik kaygılar üzerinden
Avrupalılar
tarafından
şekillenmiş ancak sömürgecilik
başlangıcından
günümüze
kadar
farklı
tarihi
meşruiyet
zeminlerine oturtulmaya çalışılmıştır. Avrupa merkezli tarih yazınında sömürgecilik
konusu çoğu zaman, sömürgeciliğin ilk evreleri için bir çeşit “keşif ve macera
tutkusu”, ilerleyen dönemleri içinse bir medeniyet götürme görevi (beyaz adamın
yükü) ya da Afrikalılarla eşit şartlarda yapılan bir “değiş-tokuş” olarak yansıtılmıştır.
Ancak ne var ki, “değiş-tokuş”tan karlı çıkan hep Avrupalılar olmakla birlikte,
kendilerine görev addettikleri medeniyet götürme işlevini de bir türlü yerine
getirememişlerdir.
Sömürge yönetimleri, sömürge altında tuttukları halkların; kendi kendilerini
yönetemeyen geri halklar olduğunu, bu geriliğin devamlı olmayacağını, kendilerini
yönetebilecek duruma gelene kadar bu işi bir dış otoritenin yapması gerektiğini ileri
sürerek kendilerini meşrulaştırmaya çalışmışlardır. Bu düşünce tarzı, pozitivist
sosyal teori ve modernizmden mülhemdir. Auguste Comte, toplumların evrimini,
2
Türkçede “colonialism”in karşılığı olarak kullanılan “sömürgecilik”, Dil Devrimi sırasında halk dilinde
“görgüsüzce ve gürültüyle yemek” anlamında kullanılan “sömürmek” fiilinden yazı diline uyarlanmıştır.
Yeni anlamın Osmanlıca “semere/istismar” grubundan serbest çağrışım yoluyla türetildiği açıktır. Ayrıca
Osmanlıca “edinilmiş mülk” anlamıyla “müstemleke” de “sömürge” kelimesi yerine kullanılmaktadır.
‘Sömürgecilik’teki, bir toplumun kaynaklarının yabancı bir kuvvet tarafından (kendi rızası dışında)
kullanılması anlamı ‘colonialism’de karşılanmamaktadır. Latince ‘coloni’ kökünden gelen ‘colonialism’,
zorunlu olarak bir ‘sömürü’ vurgusu içermez, daha çok bir ülkenin anavatanı dışındaki yerleşim birimini
refere etmektedir.
6
pozitivist sosyal teorisini üstüne inşa ettiği, Üç Hal Yasası ile açıklamıştır3. Buna
göre, bütün olayların nedenlerinin doğaüstü varlıklara dayandırılarak açıklandığı ilk
dönem teolojik evre; olay ve ilişkilerin soyut kavramlara atfen açıklandığı ikinci
dönem metafizik evre; maddi sebep-sonuç ilişkilerinin çözümlendiği üçüncü ve en
gelişmiş dönem ise pozitif evredir. Böylece, Comte’a göre, insan düşüncesi dinsel
düşünceden metafiziğe, oradan da pozitif düşünme biçimine geçerek, geri
döndürülemez evrimsel bir seyir izlemektedir.
Üç Hal Yasası ile Comte, Avrupalı toplumların aştığı süreçleri evrensel gelişmenin
tek, vazgeçilemez olduğunu saymış ve böylece de modernizmin temellerini
atmıştır. Modernizm; bütün toplumların kaçınılmaz olarak, doğrusal bir çizgi
üzerinde benzer aşamalardan geçerek gelişeceklerinin öngörüsüdür. Söz konusu
aşamalar, Batılı devletlerin tarihine göre belirlendiği için ‘modern eşittir Batılı’
denklemine ulaşılır ki, geriye kalan tüm toplumlara düşen görev de denklemin iki
tarafından birine dâhil olabilme çabasıdır. Modernizm, sömürgeciliğin meşruiyet
kaynağı olmuş; Batı, sömürgeleştirdiği ilkel insan topluluklarına doğal kaynaklar
karşılığında
moderniteyi
sunmuştur.
Avrupa’da
ulus-devletlerin
ortaya
çıkmasından sonra Sanayi Devrimi’ne kadar giden sürece damgasını vuran
merkantilist zihniyet4, sömürgelerden elde edilen değerli madenler sayesinde
devasa bir sermaye birikimine yol açmış; söz konusu sermaye birikimi kapitalist
sisteme geçişi tetiklemiştir. Sanayi Devrimi’nin sunduğu imkânlar ve kapitalizm;
merkantilist döneme özgü hanedan emperyalizmini, 1870 ve 1914 yılları arasında
Avrupa tarafından Afrika’nın çoğunun ve Uzak Doğu’nun bir kısmının boyun
eğdirilmesine sahne olan ‘yeni’ emperyalizme taşımıştır 5.
Avrupa’nın iktisadi dönüşümünü açıklayan bu bilgiler ışığında sömürgeciliği üç
dönem olarak ele alabiliriz: i. Klasik sömürgecilik: coğrafi keşifler ve Sanayi
Devrimi arasında gerçekleşen merkantilist dönem sömürgeciliği, ii. Modern
sömürgecilik: Sanayi Devrimi’nden sonra başlayan ve II. Dünya Savaşı sonrasına
kadar devam eden, Afrika kıtasının esas olarak sömürgeleştirildiği dönem, iii. Yeni
3
Auguste Comte ve pozitivizm hakkında detaylı bilgi için bkz.
http://www.duke.edu/web/secmod/biographies/Comte.pdf (Erişim Tarihi: 07.09.2013)
4
Graham Evans ve Jeffrey Newnham, Uluslararası İlişkiler Sözlüğü, çev. H. Ahsen Utku, İstanbul,
Gökkubbe, 2007, s. 405.
5
Graham Evans ve Jeffrey Newnham, a.g.y., s. 201.
7
sömürgecilik: 1957–1960 yılları arasında Afrika kıtası ülkelerinin tamamına
yakınının “bağımsızlığa” kavuştuğu, aslında doğrudan (formel) sömürgeciliğin
yerini dolaylı (yeni) sömürgeciliğe bıraktığı dönem6.
1.1. Afrika’nın Keşfi ve Klasik Sömürgecilik Dönemi
Portekiz, Afrika’da sömürge edinen ilk devlet olmuştu. Çok kolay bir şekilde,
Portekiz'in Doğu'ya direkt bir deniz yolunu ve batıya Atlantik boyunca ilk geçişi
keşfetmesi önemsiz bir başlangıç olarak görülmektedir. Gerçekte, Prens ‘Denizci’
Henry7 tarafından,
1419 ile öldüğü yıl olan 1460 arasında finanse edilen bu
seyahatlerin, Afrika kıyılarının araştırılması ve Afrika kaynaklarının kullanılması
gibi amaçları vardı. Prens Henry’nin güneye seferler düzenlemekteki başlıca
amaçlarından biri, Kuzey Afrika'nın Müslüman tüccarlarını devreden çıkarmak ve
Büyük Sahra'nın ötesinde uzandığı bilinen altın üretim bölgesiyle doğrudan
bağlantı kurmaktı. İlk yirmi yıl boyunca Henry'nin gemileri dönüşlerinde, çok seyrek
nüfusu ve küçük bir ticaret potansiyeli bulunan çorak bir kıyıdan söz ediyorlardı.
Ancak 1444-45’te bir sefer grubu Senegal Nehri’nin ağzına ulaştığında,
Portekizliler daha verimli ve kalabalık bir bölgeye ve altının varlığına tanık oldular.8
Coğrafî ve teknik aksaklıklara rağmen Portekizliler yıllar içinde, eski Büyük Sahra
altın ticaretini kısmen sahile çevirmeyi başardılar.
Bu dönemde Afrika kıtasının keşfi oldukça sınırlı kalmış, Avrupalılar genellikle
kıtanın kıyılarında dolaşarak buraları işgal etmiş, iç kısımlara girememişlerdir.
Sahranın güneyi ve kıtanın iç bölgeleri en geç keşfolunan yerlerdi. Kıyılarının
özellikle Kuzey Afrika’nın hep bilinmesine karşın, içi on dokuzuncu yüzyılın
ortalarına kadar “Karanlık Kıta” olarak kabul edilmekteydi. Bu geç kalışın zamana
göre değişen siyasal nedenleri olmuşsa da, keşfi güçleştiren bazı coğrafi öğeler de
vardı. Az sayıda körfezleri ve onların içinde limanları bulunan Afrika kıyıları
düzgündü; kıyıların yakınında sıçrama noktaları olabilecek birkaç ada da vardı.
Ancak, öteden beri bilinen kuzey kıyılarının hemen altında Büyük Sahra başlıyor,
6
Fikret Başkaya, Sömürgecilik, Emperyalizm, Küreselleşme, Ankara, Özgür Üniversite, 2004, s. 34.
Prens Henry ve keşifleri hakkında detaylı bilgi için bkz. J. P. Oliveira Martins, The Golden Age of Prince
Henry the Navigator, Londra, Chapman and Hall, 1914,
http://ia341027.us.archive.org/2/items/goldenageofprinc00martuoft/goldenageofprinc00martuoft.pdf (Erişim
Tarihi: 11.09.2013)
8
David Arnold, Coğrafi Keşifler Tarihi, çev. Osman Bahadır, 1. Baskı, İstanbul, Alan, 1995, s. 18-19.
7
8
Akdeniz’den içe doğru kolay nüfuz edilmesini önlüyordu. Yer yer bataklıklar geçişi
güçleştirdiği gibi, iklimin elverişli olmayışı, hastalık ve çeçe sineği bu toprakları
yabancıların mezarı durumuna getiriyordu.9
15. yüzyılın sonları ve 16. yüzyılın başlarında Batı Afrika Portekizlilere yılda
yaklaşık 400 kg. altın sağladı. Bu ticareti Afrikalı yöneticilerden başka Avrupalı
rakiplerinden de korumak amacıyla Portekizliler kıyılara bir dizi kale yaptırdılar.
1445'te Arguin, daha sonra 1482'de El-mina (Akan ormanından gelen altın için
başlıca çıkış kapısı) ve 1503'te de Axim inşa edildi. Bu güçlendirilmiş ticari
merkezler, daha sonra Asya'da ve Amerika'da kurulan "Avrupalı pazarları"nın
prototipi niteliğindeydi. Portekizliler başlangıçta, altından başka fildişi ve Batı
Afrika
biberi
gibi
öteki
Afrika mamullerinin
ticaretini
de
yaptılar.
Fakat
Indies10'e alışıp burasının çok daha zengin ve kazançlı bir ticaret alanı
olduğunu
gördüklerinde
bu
ürünlere
olan
ilgileri
azaldı.
Doğu Afrika,
Portekizliler için Asya ticaretine altın sağlayan bir kaynak ve Hint Okyanusundaki
egemenliklerinde batı kanadının koruyucusu olarak önemini korudu. Afrika'nın
batısında Portekizlilerin ilgisinin devam ettiği diğer tek ticaret, köle ticaretiydi.
Başlangıçta köleler sahil boyunca gerçekleştirilen saldırılar sonucunda elde
ediliyordu. Fakat 1480'lerde köle ticareti artık Portekiz'in Afrikalı devletler ve
tüccarlarla yaptığı ticaretinin bir bölümünü oluşturuyordu. 15. yüzyıl boyunca
çok sayıda köle satılmak üzere Lizbon'a taşındı: 1450-1500 yılları arasında
tahminen 150.000 köle Avrupa'ya getirildi. Amerika'nın açılması ve özellikle 16.
yüzyılın sonlarında Portekiz Brezilyası'ndaki şeker plantasyonlarının kurulmaya
başlamasıyla birlikte köle ticareti yön değiştirdi ve hacim olarak büyüdü.11
Portekiz’in Afrika ticareti tekeli uzun sürmedi. Gine altınının cazibesiyle birlikte
köle
ticaretinin
kârlılığı,
öteki
Avrupalıları
da Batı Afrika sahillerine çekti.
İngiltere'nin Atlantik ötesi köle ticaretine karışması 1562'de başladı. Fakat
Portekiz'in kıyılardaki pozisyonuna yönelik en ciddi tehdit 1590'lı yıllarda
Hollanda'dan geldi. 1630’lu yıllarda Hollanda Batı Afrika kıyılarında yer alan
birkaç Portekizli ticaret limanını ele geçirdi: Portekiz, Angola'nın köle ticareti
limanları olan Luanda ve Benguela'yı tekrar ele geçirdiyse de, Gine Körfezi'ndeki
9
Türkkaya Ataöv, Afrika Ulusal Kurtuluş Mücadeleleri, Ankara, A.Ü. S.B.F. Yayınları, 1975, s. 9.
Indies; coğrafî olarak Güney ve Güneydoğu Asya bölgelerini tanımlar.
11
David Arnold, a.g.y., s. 19.
10
9
Axim ve Elmina'yı ebediyen kaybetti. İsveçliler 1640, Danimarkalılar 1642, hatta
Prusyalılar 1682’de görüldüler12.
Temelde Avrupa'nın avantajları üç katlıydı. Genişleyen ekonomisi ve ticaretle
bağlarının önemi, onun deniz aşırı maceralarına sürekli bir itici güç ve
kararlılık
sağladı.
Avrupa içindeki politik rekabet ve savaş deneyiminin,
kesintilerle devam eden İslam’la çatışmalarla birleşmesi, Avrupa'nın seyyah ve
maceracılarına ek bir güven ve saldırganlık duygusu verdi. Avrupa dışında
çok az sayıda devlet, ekonomik güdülenme ile dinsel - kültürel kendine
güvenmenin böylesine güçlü bir bileşimine sahip olabildi. Genellikle olumsuz
koşullara rağmen Avrupalıların başarma kararlılığını sağlayan bu bileşimdi.13
On beşinci yüzyılın başlarından, on dokuzuncu yüzyılın ortalarına kadarki bu
keşifler ve ilk sömürge dönemi, bir yandan Avrupa kıtasında yaşanan iç
gelişmeler, diğer yandan teknik yetersizlikler nedeniyle ağır aksak ilerlemiştir. Bu
dönemdeki en önemli gelişme şüphesiz 1648 Westphalia Barışı ile Avrupa’da yeni
bir sistem kurulmasıdır. Özünde egemenlik ilkesine dayalı, her birinin diğerine
saygı duyacağı, ‘ulus-devlet’ler arası bir ilişki tarzı ihdas eden Westphalia Sistemi;
esasen Hıristiyan ve Avrupalı bir sistemdir. Müdahale etmeme ile ilgili kuralların
yasalaştırılması İslam dünyası ya da Batı dışı dünya söz konusu olduğunda
uygulanmamıştır14. Westphalia Barışı’nın getirdiği ilkelerle kendi ulus-devletlerini
inşa yoluna koyulan Avrupalılar, Afrika kıtasına ayak basmalarından itibaren kıtada
var olan medeniyetleri istikrarsızlaştırmış ve daha sonra sistemli sömürgeciliğe
geçmeleriyle
birlikte
etnik
çatışmaları
ve
kabileler
arası
uyuşmazlıkları
körükleyerek, kıtada ‘ulus’ların ve haliyle ‘ulus-devlet’lerin oluşumunu imkânsız
kılmışlardır. Afrika’da sömürgeci yönetim ve ilerleyen dönemde Westphalia devlet
modelinin dayatılması, Afrika’nın kendine özgü siyasi örgütlenme geliştirmesini
engellemiştir.
Sömürgecilik öncesinde Afrika’da monarşi, demokrasi, diktatörlük, teokrasi görece
küçük bir coğrafyada ve aynı sosyo-ekonomik koşullar altında yaşamaktaydı ve bu
12
Türkkaya Ataöv, a.g.y., s. 14.
David Arnold, a.g.y., s. 28.
14
Graham Evans ve Jeffrey Newnham, a.g.y., s. 667.
13
10
çeşitlilik sadece siyasi sistemlerde değil aynı zamanda milletlerde de söz
konusuydu; homojen devletler mevcut değildi. Sömürgecilikle birlikte Afrika, büyük
siyasi form çeşitliliğini yitirmiştir.15 Afrika devletleri, Afrikalılar tarafından geliştirilen
uzun sosyal, ekonomik, politik, bilimsel ve dinsel gelişmeler sonucunda
oluşmamış, Batı’nın sömürgeci amaçlarına hizmet etmek için yaratılmıştır. 16
Westphalia sistemi Avrupa’da ulus-devletlerin oluşumuna yol açarken, Afrika’da
“ulussuz” devletler yaratmıştır.
1.2. Sanayi Devrimi ve Modern Sömürgecilik Dönemi
Sömürgeci genişleme on dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısı ile yirminci yüzyılın
başlarında başka bir nitelik kazanmış ve tekel öncesi sermaye düzeninin tekelci
döneme dönüşmesi, sermayeci ülkeleri pazar rekabeti içine çok daha büyük bir
şiddetle itmiştir17. Sermayecilik geliştikçe hammaddeye daha fazla ihtiyaç
duyulmakta, hammadde kaynakları için rekabet artmakta, yeni sömürge ele
geçirme yarışı daha amansızlaşmaktaydı. 1876’ya kadar Afrika’nın ancak %10’u
Avrupalılarındı. Kıtanın içlerine henüz girilmemişti. Bu tarihten sonra büyük
paylaşma başladı ve 1884–1900 yılları arasında İngiltere 57 milyon nüfuslu 3.7
milyon, Fransa 36.5 milyon nüfuslu 3.6 milyon, Almanya 14.7 milyon nüfuslu 1
milyon, Belçika 30 milyon nüfuslu 900.000, Portekiz 9 milyon nüfuslu 800.000 mil
karelik toprakları ele geçirdi. On dokuzuncu yüzyılda sömürgeci genişleme daha
çok Afrika’da oldu. Avrupa diplomasisinin ana konusu buydu. Afrika’nın iç
kısımlarının haritasını çıkarmak bu kıtanın paylaşılmasının hazırlık aşamasıydı.
Büyük nehirlerin kaynakları, göllerin yerleri ve dağların genel çizgileri ortaya çıktı.
1850’ye kadar yirmi civarında keşif yapılmıştı. 1851-1860’da yeni 27, 18611870’de 29, 1871-1880’de 47 ve 1881-1890’da yeni 84 keşif yapılarak dağ göl ve
nehir sistemleri saptandı.18
15
Assis Malaquias, “Reformulating International Relations Theory: African Insights and Challenges”,
Africa’s Challenge to International Relations Theory, ed. Kevin C. Dunn ve Timothy M. Shaw, New
York, Palgrave Yay., 2001, s. 13.
16
Assis Malaquias, a.g.y., s. 14.
17
Sermayenin dönüşümü hakkında detaylı bilgi için bkz. V. İ. Lenin, Emperyalizm: Kapitalizmin En
Yüksek Aşaması, çev. Cemal Süreyya, 7. Baskı, Eriş Yay., 2003, s. 19-33.
18
Türkkaya Ataöv, a.g.y., s. 16
11
On dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısından itibaren Avrupa’nın Afrika’ya ilgisini ve
sömürüsünü arttıran sebep Sanayi Devrimi’ydi. 19. yüzyılın süper gücü Büyük
Britanya İmparatorluğu idi. İngiltere bu konumunu dünyada Sanayi Devrimi’ni
gerçekleştiren ilk ülke ve giderek sömürgecilikte en üstün güç olmasına borçluydu.
Sömürgeciliği başlatan İspanya ve Portekiz 16. yüzyılda dünyayı aralarında
bölüşmüştü. 17. yüzyıl Fransa ve Hollanda yüzyılıydı; 18. yüzyılda Fransa ve
İngiltere dünya egemenleriydi. Sanayi Devrimi’nden sonra İngiltere bütün
rakiplerini geride bırakarak, 19. yüzyıla egemen dünya gücü olarak tek başına
damgasını vurdu.19 Kapitalist sistem, insanlığın tarihinde hep var olmuş bir
toplumsal düzen değildi. İnsanın yeryüzünde var oluşu 2,5 milyon yıl, yerleşik
tarım toplumları kurması ise 10.000 yıl önceydi. Kapitalizmin doğum sancıları 500
yıl önce Batı Avrupa’da küçük bir adada başladı. Kapitalist üretim ilişkilerinin
gelişimi yaklaşık 200 yıl aldı ve sonunda 300 yıl önce Sanayi Devrimi adı konan
bebek dünyaya geldi. Sanayi Devrimi neden ilk kez İngiltere de gerçekleşti?
Avrupa’da genel olarak 10-16. yüzyıllar arasında feodal sistem egemendi; bu
düzen Fransa’da 18. yüzyıla Almanya ve Rusya’da 19. yüzyıla kadar sürdü.
İngiltere ise 14. yüzyıl gibi çok erken bir tarihte feodal sistemin ilk çözüldüğü ülke
oldu.20
Sanayi Devrimi’ne geçiş sürecine üç önemli olay damgasını vurmuştur: Özel
mülkiyetin yaygınlaşması, sömürgecilik ve siyasi iktidarda soylu toprak sahiplerinin
mutlak egemenliğinin sona ermesi. İngiltere’de feodalizmin çok erken bir tarihte
çözülmeye başlamasının ilk habercisi 12-14. yüzyıllar arasında tarım topraklarının
özel mülk haline gelmesiydi. Kuzey Avrupa yünlü dokuma sanayisinin hammadde
sıkıntısını fark eden İngiliz soylu toprak sahiplerinin bir bölümü geleneksel hukuka
aykırı olarak serfleri topraklarından sürüp, onların işlediği topraklar ile köyün ortak
malı meraların etrafını çitleyip, özel mülkiyetlerine geçirmeye ve buralarda koyun
yetiştirmeye başladı (kapatma hareketi). İngiliz kırsalı adeta insanlardan
arındırılarak ıssızlaştı ve Thomas More’un Utopia adlı eserinde dediği gibi sanki
“koyunlar insanları hırsla yiyip yutuyordu”21. Serfler, feodal bağlarından ve tek
geçim kaynağı topraklarından koparılıp, mülksüzleşerek özgürleşirken, kentlere
19
Oya Köymen, Sermaye Birikirken, 1. Baskı, İstanbul, Yordam, 2007, s. 153
Oya Köymen, a.g.y., s. 154.
21
Bkz. Thomas More, Ütopya, çev. İlhan Erşanlı, 1. Baskı, Ankara, Alter Yay., 2009, s. 24-27.
20
12
göç ediyor ve ucuz işgücü ordusunu oluşturuyordu. Büyük toprak sahipleri de kâr
amaçlı pazar için üretim yapıyor ve yünlü dokuma sanayisine hammadde
sağlıyordu. 14. yüzyıla gelindiğinde İngiltere’de serflik neredeyse yok olmuştu.22
Sanayi Devrimi’yle birlikte Avrupa’da vücut bulan sanayi toplumları (kimi zaman
“modern” ya da “gelişmiş” toplumlar olarak da adlandırılırlar), daha önceki bütün
toplumsal düzen türlerinden son derece faklıdırlar ve bunların ortaya çıkışları,
köklerinin bulunduğu Avrupa’nın çok ötesine uzanan sonuçlar doğurmuştur.
Sanayileşmeyle birlikte, taşımacılık ve iletişim çok daha hızlı hale geldiğinden,
daha bütünleşmiş bir “ulusal” topluluk ortaya çıkmıştır. Sanayi toplumları, ulusdevletlerin ilk örnekleriydi. Sanayi teknolojisinin kullanımı, hiçbir biçimde barışçı
ekonomik gelişme süreciyle sınırlı değildir. Sanayileşmenin ilk aşamalarından bu
yana, modern üretim süreçleri askeri kullanıma uygulanmış, bu da silah yapımını
ve askeri örgütlenme biçimlerini sanayileşmemiş kültürlerde olduğundan çok daha
gelişmiş bir hale getirerek savaş biçimlerini kökten bir biçimde değiştirmiştir. Üstün
ekonomik güç, siyasal birlik ve askeri üstünlük hep birlikte, geçmiş iki yüzyıl
boyunca Batının yaşam biçiminin karşı konulamaz görünen yayılmasından
sorumludur.23
Sermaye birikimi bakımından sömürgecilik kritik bir rol oynadı. Yenidünya’nın
Avrupalılarca “keşfi” ve sömürgeleştirilmesi sırasında Afrika halkı köleleştirilerek
Amerika’ya götürüldü ve Avrupa sanayisi için hammadde (pamuk, şeker, tütün,
kereste, madenler) üretilmesinde çalıştırıldı.24 Köle ticaretinin kendisi de önemli bir
sermaye biriktirme kaynağıydı. 400 yıllık köle ticareti (15-19. yüzyıllar) sonucunda
Afrika 75-90 milyon yetişkin erkeğini kaybetti. Bunlardan ancak 15 milyonu
Yenidünya’ya ulaşabildi. Aradaki fark, kölelerin bekleme depolarında ve yolculuk
sırasındaki feci koşullara dayanamayarak ölümlerinden kaynaklanıyor. Sömürgeler
bir yandan İngiliz sanayisine ucuz hammadde sağlarken, diğer yandan işlenmiş
ürünler için büyük bir pazardı.
İngiltere’de Sanayi Devrimi, ülke içinde ve sömürgelerindeki ucuz işgücü ile dünya
pazarlarına sahip olması nedenleriyle gerçekleşti. Avrupa’da Rönesans ve
22
Oya Köymen, a.g.y., s. 157.
Anthony Giddens, Sosyoloji, çev. Hüseyin Özel ve d., 1. Baskı, İstanbul, Kırmızı Yay., 2008, s. 73-75.
24
Oya Köymen, a.g.y., s. 158.
23
13
hümanizm akımları yükselirken sömürgeciliğe çeşitli kılıflar bulunuyordu. Papa’ya
göre yalnızca Hıristiyanlar köleleştirilemezdi. Şimdi bile öne sürülen savlara göre,
Yenidünya “işgal edilmemiş” sadece “keşfedilmiş”ti. Gayet eşit bir değiş-tokuş
olmuştu: Avrupalılar onları atla tanıştırmış, şeker üretmeyi öğretmiş; onlardan da
patates, mısır ve altın almıştı! Karşılaşma ve değiş-tokuş efsanesini yayanlara
göre 500 yıllık sömürgeciliğin Afrika’nın ve Latin Amerika’nın geri kalmışlığında bir
etkisi yoktu.
Sömürgeciliği, Sanayi Devrimi’nin gerçekleşmesinde tek etken olarak görmek
eksik ve hatalı bir analiz olacaktır. Sanayi Devrimi’ne giden süreç, (sömürgeciliğin
de dâhil olduğu) birçok sosyal ve ekonomik unsurun etkileşimiyle gelişmiştir ve
Avrupalı ülkelerin her birinin toplumsal yapıları açısından farklılık arz eder.
Buradan hareketle, “sömürgeciliği ilk başlatan Portekiz ve İspanya olduğu halde
neden bu ülkelerde sanayi devrimleri gerçekleşmedi?” sorusunun yanıtını şöyle
verebiliriz. Bu ülkelerin sömürgecilikte öncü oldukları 16. yüzyılda, feodal
toplumsal düzenleri sımsıkı yerinde duruyordu. Sömürgelerinden gelen altın ve
gümüş ülkeye bir kapıdan giriyor, öbür kapıdan çıkıyordu. Soyluların talepleri
doğrultusunda İngiltere’den lüks mallar ile savaş araçları isteniyordu. Kapitalist
ilişkilerin zaten gelişmeye başladığı İngiltere ise bu altın ve gümüşü sanayi
sermayesine dönüştürebiliyordu.25
19. yüzyıl içinde, eski köleci ve bezirgân sömürge sistemi yavaş yavaş ortadan
kalktı ve yerini 19. yüzyılın son çeyreğinden 20. yüzyılın ortasına kadar hüküm
süren “modern” sömürgeleştirmeye bıraktı. Bu modern sömürgeleştirmenin temel
belirtisi “imparatorluk” çerçevesinde korumacılığa bir dönüştür: Her büyük devlet
sömürgeleri ile nüfuz bölgelerinin pazarlarını tutar, bunlar artık bütün dünyaya
kapalıdırlar.26 Modern sömürgecilik hamlesiyle birlikte İngiltere, Afrika kıtasında en
stratejik ve geniş toprakları ele geçirdi. Buralarda pamuk gibi oldukça değerli
hammaddelerden başka altın ve elmas gibi zengin madenler de bulunuyordu.
Fransız sömürge İmparatorluğu da başlıca kahve, pirinç, kauçuk, fosfor, demir
cevheri ve manganez çıkarıyordu. Almanya, Belçika ve Portekiz de hiç de
25
Oya Köymen, a.g.y., s. 159.
Jean Suret-Canale, “Fransız Sömürgeleştirmesinde Kara Afrika”, Kapitalizmin Kara Kitabı, çev. Kerem
Kutgözü, 1. Baskı, İstanbul, Evrensel Yay., 1999, s. 186.
26
14
küçümsenmeyecek topraklar ele geçirdiler. Fakat bu devletlerin hiçbiri kendine
düşen payla tatmin olmuşa benzemiyordu.
1899–1902 Boer Savaşları27 kıtanın yeniden bölüşülmesinin ilk çatışmasıydı.
Sömürge rekabeti ve etki alanları mücadelesi emperyalist devletleri daha büyük
çatışmaların içine, Birinci Dünya Savaşı’na itti. Öte yandan yerliler tek tip üretime
zorlanıyor, tek yönlü anlaşmalar ve hammadde ile mamul madde arasındaki fiyat
farkı sömürgeleri yabancı sermayenin emrine veriyordu. Sömürgeci büyük karlar
yaparken, bütçenin çoğu yabancıya yarayacak yol, liman ve köprü yapımı gibi
konulara
ayrılıyor,
emperyalist
devletler
kıtanın
yeniden
bölüşümü
ile
sonuçlanacak olan Birinci Dünya Savaşı’nda Afrika’nın hammaddeleri, hatta
insanını kullanacak kadar ileri gidiyorlardı.28 İçinde doğup, yetiştikleri çevreden
koparılarak alınan bu insanların pek çoğununun savaş sonrasında memleketlerine,
yeni inançları benimsemeye ve gerekirse şiddet de kullanarak toplumsal
durumlarını değiştirmeye hazır bir ruh hali içinde dönmeleri şaşılacak bir şey
değildi.29
1.3. Afrika’da Bağımsızlık ve Yeni Sömürgecilik Dönemi
I. Dünya Savaşı sona erdiğinde, doğrudan sömürgeciliğin ne kazandırdığı, ne
kaybettirdiği tartışılmaya, fayda-maliyet analizleri yapılmaya başlandı. Milletler
Cemiyeti Misakı’nda sömürgeler ile ilgili yalnızca, Cemiyet üyeleri “idareleri
altındaki yerli halka hakça muamele etmeyi” taahhüt ettiklerine dair bir ibare
geçiyordu. Bu temel üzerine çok az şey çıkıldı. Milletler Cemiyeti’nin sömürgeler
konusundaki faaliyetleri sadece kölelik ve zorla çalıştırma sorunuyla uğraşmak
oldu. Wilson ve diğer müttefik devlet liderlerinin “ulusların kendi geleceklerini tayin
etmeleri hakkı” konusunda kullandıkları parlak cümlelerin evrensel bir kapsamı var
gibi görünüyordu, ama gerçekte gerek bu ilkeler, gerekse ona bağlı milli
27
Güney Afrika’ya ilk gelen Hollandalıların torunları olan Boerler ile İngilizler arasında gerçekleşmiş,
İngilizlerin galibiyeti ile sonuçlanmıştır.
28
Türkkaya Ataöv, a.g.y., s 24-25.
29
Rupert Emerson, Sömürgelerin Uluslaşması, çev. Türkkaya Ataöv, Ankara, Türk Siyasi İlimler Derneği
Yay., 1965, s. 24.
15
azınlıkların korunması ilkesinin sadece Avrupa’ya uygulanması düşünülüyordu.
Dünyanın öbür bölgeleri hemen hiç kâle alınmıyordu.30
İkinci Dünya Savaşı’nın sonuna gelindiğinde ise emperyalist metropollere hâkim
olan düşünce, doğrudan sömürgeciliğin bir yük, gelişmeyi frenleyen bir engel
olduğu biçimindeydi. İkinci Dünya Savaşı sonrasında birçok doğrudan sömürgenin
kolaylıkla “bağımsız” devletlere dönüşmesi bu nedenden ötürüdür.31 1955 yılında,
mevcut Afrika devletlerinden; Liberya, Etiyopya ve Güney Afrika haricinde hiçbiri
bağımsız değildi ancak 1975’e gelindiğinde bütün kıta –gerçek anlamda değilse de
teorik olarak- bağımsızlığına kavuşmuş ve sömürgeci yönetimlerden arındırılmıştı.
Aslında çoğu devlet 1960’larda bağımsız olmuştu. Bağımsızlığına 1975’te
kavuşanlar Portekiz sömürgesi olan Angola, Mozambik ve Gine-Bissau idi.32
Kıtada sömürgeciliği ilk başlatan devlet olan Portekiz, en son bırakan devlet olma
unvanını da kazanmıştır. Böylece, yirmi yıl içinde bütün kıta “bağımsız” olmuştur.
Sömürgelerin böyle bir çırpıda bağımsız olmaların arkasında iki temel neden
yatıyordu. Birincisi, yukarıda değinildiği üzere doğrudan sömürgeciliğin, sömürgeci
devletler için artık bir “yük” haline gelmesidir. Bunda, iki dünya savaşının ve 1929
Büyük Ekonomik Bunalımı’nın Avrupa üzerinde yarattığı ekonomik yıkımın etkisi
büyüktü. İkinci neden ise, Soğuk Savaş atmosferinin giderek sertleşmesi ve
Sovyetler Birliği’nin (Rusya’nın sömürgeci bir geçmişi olmaması avantajından da
faydalanarak) sömürge altındaki halkların hamisi rolünü üstlenmesidir. Doğu
bloğuna karşı geliştirdiği ideolojik söylemle kendisini “hür dünya” olarak tanımlayan
Batı bloğunun; şiddetli Sovyet propagandası ve eş zamanlı olarak kıtada filizlenen
‘ulusal’ kurtuluş hareketleri karşısında bütün bir kıtayı boyunduruk altında tutması
hoş karşılanmazdı, “hür dünyanın hür sömürgeleri” olmalıydı. Bu endişe, 1961
yılında Lordlar Kamarası’nın ‘Britanya, Afrika’nın bağımsızlığını Afrikalılar
komünist olmadan sağlamalıdır” önerisinde açıkça görülmektedir33.
30
Rupert Emerson, a.g.y., s.25.
Fikret Başkaya, a.g.y., s. 35.
32
Graham Chapman ve Kathleen Baker, “Independence: Promise at the New Dawning”, The Changing
Geography of Africa and the Middle East, ed. Graham P. Chapman ve Kathleen M. Baker, New York,
Routledge, 1992, s. 1.
33
Graham Chapman ve Kathleen Baker, a.g.y., s. 3.
31
16
Afrika devletlerinin bağımsızlıklarını kazanmalarını yalnızca bu iki sebebe
bağlamak, kurtuluş mücadelelerine bir haksızlık gibi görünebilir ve hatta sömürgeci
devletlerin kıtada kalmak konusunda belirli bir seviyede direnç34 gösterdikleri
aşikârdır.
Ancak
Avrupalı güçlerin,
bahsi
geçen
nedenleri
göz
önünde
bulundurarak, doğrudan sömürgeciliğin fayda-maliyet analizini yaptıkları ve
uluslararası konjonktürün de zorlamasıyla bir taktik değişikliğine gittikleri açıktır.
Böylece sömürgeci devletler, eski sömürgelerine bağımsızlıklarını ‘vermiş’;
devamında da onların kalkınmaları için yardım etmiş olacaklar ve bu söylemin
altında, doğrudan sömürgecilik döneminde elde ettikleri amaçlarını devam
ettirebilmek için sayısız yöntem icat edeceklerdi. Tüm bu yeni girişimlerin yekûnu
birden, bir yandan bağımsızlıktan bahsederken diğer yandan sömürgeciliği devam
ettirmek anlamına geliyordu ki bu, “yeni sömürgecilik” olarak bilinen şeyin ta
kendisidir.35 Yeni sömürgecilik klasik sömürü biçimlerinin yerini almak için ortaya
çıkmıştır.
Bağımsızlıklarını
kazanmış
olan
devletlerin
ekonomilerinin
kilit
noktalarından ayrılmamak ve “yardım” yaftası altında yeni mevziler ele geçirip söz
konusu ülkeleri askeri bloklara sokma, topraklarında üsler edinme ve bütün bunları
kolaylaştırmak için sivil ya da askeri diktatoryalar kurma anlamına gelir.36
Yeni sömürgecilik kavramı 1950’li yıllardan itibaren kullanılmaya başlandı ve Gana
devlet başkanı Nkrumah gibi liderler tarafından sömürgecilikten daha
tehlikeli
bulunmaktaydı. Kwame Nkrumah bu konudaki fikirlerini Emperyalizmin Son
Aşaması: Yeni Sömürgecilik adıyla kitaplaştırdı. Ona göre bu yeni sömürge
düzeni,
Afrika’daki
geniş
toprakların
küçük
devletler
kurularak
bölünüp
parçalanması üzerine şekillenmişti. Böylece hiçbiri kendi halinde yaşamayacağı
gibi, kendi başlarına herhangi bir kalkınma dahi sağlayamayacaklardı. Sonuçta
mevcut yapılarını korumak ve iç güvenliklerini sağlamak için eski sömürgeci
34
Özellikle Portekiz ile sömürgeleri Angola ve Mozambik arasındaki uzun ve kanlı savaşta ve Cezayir’in
Fransa’dan kurtuluş mücadelesinde gözlemlenebilir. Söz konusu ülkelerin kurtuluş mücadeleleri için sırasıyla
bkz. Türkkaya Ataöv, a.g.y., s. 451-459; 151-159.
35
Kwame
Nkrumah,
Neo-Colonialism,
the
Last
Stage
of
Imperialism,
1965,
http://www.marxists.org/subject/africa/nkrumah/neo-colonialism/ch01.htm (Erişim Tarihi: 27.09.2013)
36
Türkkaya Ataöv, a.g.y, s. 663.
17
devlete mahkûm kalmak zorunda bırakıldılar. İktisadi yapıları da tamamen önceki
yönetimin menfaatlerine bağlı olacak şekilde düzenlendi.37
Yeni sömürgeciliği eskisinden daha tehlikeli yapan bir diğer mesele de;
sömürgecilik döneminde idareciler Avrupalı idi ve halk ile aralarında hiçbir iletişim
yoktu ve birgün mutlaka çekip gideceklerdi ama onların yerini alanlar bizzat
idare
ettikleri ülkelerin evlatları olmalarına rağmen kendi halklarına karşı
takındıkları tavırlarında sömürge askerlerini ve idarecilerini aratmadılar. Hatta
içlerinde daha ileri gidenler oldu. Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nde Mobutu
Sese Seko, Gine devlet başkanı Seku Ture, Orta Afrika Cumhurbaşkanı JeanBedel Bokasso gibi liderler sözde kendi halkları için mücadele ettiklerini iddia
etseler
de
uygulamalarıyla kendi
insanlarına
çok
acı
sömürgecilik dediğimiz bağımsızlık sonrası bu dönemde
çektirdiler.
ülkelerin
Yeni
yeraltı
kaynakları sadece devlet başkanlarının, etraflarında onları destekleyen idarelerin,
darbe peşinde koşan askerlerin, sömürgecilik döneminden kalma çoğu kıta
dışından
gelen
iktidarlarının
yabancı
uygulamaları
asıllı
tüccarların keselerini
Avrupa
sömürgeciliğini
ulaşabiliyordu. Yeni sömürgecilik bir anlamda
doldurdu.
Tek
aratacak
sömürgecilik
parti
boyutlara
döneminin
daha
planlı ama sinsi hareket eden devamından başka bir şey değildi. 38 Doğrudan
sömürgecilik
durumunda
sömürgeci
devletler,
“uygarlık
götürdüklerini”
söylüyorlardı. Yeni-sömürge statüsündeki ülkelerdeyse, yerli yönetici sınıflar
“ulusal bütünlük”, “birlik ve beraberlik”, “kalkınma” gibi gerekçelerle baskı
uygulamışlar ve uyguladıkları baskı, sömürgecileri hiç de aratmamıştır.39
Doğrudan sömürgeciliğin geçerli olduğu sanayi devriminden İkinci Dünya Savaşı
sonrasına kadarki dönemde belli başlı dört neden yeni-sömürgeciliğin yerleşmesini
kolaylaştırdı: (i) Ekonomik yapı, emperyalist metropollerin çıkarları doğrultusunda
biçimlendirildi. Azgelişmiş denen ekonomilerin yönü Batı’ya dönük hale geldi. Bu
da; söz konusu ülkelerin sanayisizleşmeleri (geleneksel sanayilerinin tasfiyesi),
beslenmeye yönelik değil ihracat amacıyla yapılan tarımın ön plana çıkması, açlığı
37
Ahmet Kavas, Osmanlı-Afrika İlişkileri, 1. Basım, İstanbul, TASAM Yay., 2006, s. 186’dan Kwame
Nkrumah, Neo-Colonialism , the Last Stage of Imperialism, London, Thomas Nelson and Sons, 1965.
38
“Ahmet Kavas ile Röportaj: Afrika’yı ABD ve Avrupa Kaybediyor, Çin Kazanıyor”, Gündem Analiz, Yıl
2, Sayı 23 (12 Şubat 2008), s. 23.
39
Fikret Başkaya, a.g.y., s. 37.
18
davet eden bir uzmanlaşma ve işbölümünün oluşması, demografik bir enflasyonun
ortaya çıkması, yaşam standartlarının düşmesi ve sömürgeci ülkelerle zenginlik
farkının daha da açılması sonuçlarını doğurdu. (ii) Daha 1900’lü yılların başına
gelindiğinde, sömürge ülkelerde milli burjuvazi işlevi görecek kesimin bütünüyle
tasfiye edilmiş olması; bunun yerine (iii) emperyalist burjuvazi ile ortak çıkarlar
sahip bir işbirlikçi sınıfın oluşması ve buna bağlı olarak da (iv) Batılılaşmış bir
aydın grubunun ortaya çıkmasıdır. Bahse konu aydınların işlevi, “ilerleme”,
“eşitlik”, “çağdaşlık” vb. terimlerin ardına saklanarak mevcut ilişkiler bütününü,
statükoyu sürdürmektir.40
Doğrudan sömürgecilik durumunda sömürgeciler sömürüyü, egemenliklerini
gizlemeyi, yok saymayı amaçlayan bir çabaya gerek duymazlardı. Bunu da ya
“uygarlaştırma misyonu” ya da “güçlünün hakkı” gerekçesine dayandırırlardı.
Doğrudan (formel) sömürgecilik veya aynı şey demek olan doğrudan egemenlik
durumunda sömürülen halklar, sistemin işleyişine ve yeniden üretimi sağlayan
kurumsal mekanizmalara katılmazlar. Açıkça dışlanmış durumdadırlar. Bir başka
ayrım noktası, sistemin yeniden üretilmesinin açık baskı ve şiddete dayanmasıdır.
Buna karşılık yeni sömürgecilik durumundaysa: Birinci ve en önemli özellik veya
ayrım noktası, yeni sömürgecilik durumunda egemenler tarafından sömürüyü
gizlemeye yönelik bir çaba, dolayısıyla bir söylem söz konusudur ve baskı açık
değildir. Başka bir ifadeyle sömürü ve baskıyı gizleyen mekanizmalar, ideolojik
çabalar devreye sokulmuş durumdadır. Yeni-sömürgeciliğin ikinci özelliği, sistemin
işleyişini ve yeniden üretimini sağlayan kurumsal mekanizmalara katılımın söz
konusu olmasıdır. Aslında buradaki ‘katılım’ bir biçim sorunudur. Kimi kurumlarda
temsil edilme, seçim mistifikasyonu oluşturularak, her şeyin egemenler tarafından
belirlenmediği yanılsaması yaratan bir ideolojik söylem ve kurumsal işleyiş söz
konusudur. Üçüncü özellikle de sistemin yeniden üretilmesinde artık baskının
birincil önemde olmamasıdır. Baskı ve şiddet elbette mevcuttur ancak “son
kertede” belirleyicidir.41
Avrupalıların yukarıda değindiğimiz ekonomik ve siyasi sebeplerden dolayı
sömürgelerini bir an evvel ellerinden çıkarmaya çalışmaları, sömürge ülkeleri için
40
41
Fikret Başkaya, a.g.y., s. 37-38.
Fikret Başkaya, a.g.y., s. 35-36.
19
paradoksal bir sonuç yarattı. Bağımsızlık konusu bazı bölgelerde referanduma
sunulduğunda, sömürge idaresinden kurtulmak isteyenler her ne kadar çok idiyse
de, bazı ülkelerin bu idareden çıkmak istemediği görüldü. Çünkü kendi ülkeleri
adına Paris, Londra, Lizbon, Madrid ve Amsterdam gibi başkentlere temsilci olarak
giden yerliler, ülkelerine verilecek bağımsızlığın uzun vadede daha büyük
sıkıntıları beraberinde getireceğine emindiler. Diğer taraftan da bağımsız
olmalarını isteyen güçlerin kendilerini ekonomik, siyasi ve kültürel bakımdan
aslında serbest bırakmayacağını fark etmişlerdi.42
İşte böylesine bir dönemde özellikle Afrika’daki sömürgelerin pek çoğu
istemedikleri halde kendilerini başlarından atan eski sömürgeci devletlerden
uzaklaşarak, o dönemin iki süper gücünden biri olan Sovyetler Birliği’ne
yaklaşmaktan başka çare bulamadılar. Oysaki imdat istedikleri devlet, her ne
kadar adına sömürge demese de o dönemde Orta Asya bölgesinde ve Baltık
Denizi kıyısında pek çok bölgenin bütün imkânlarını Avrupalıları aratmayacak
şekilde
sömürmekteydi43.
Afrika’nın
yeniden
sömürülmesi
sadece
eski
sömürgelerin bir meşgalesi olarak kalmadı. Bağımsız Afrika devletleri; Amerika
Birleşik Devletleri ve 1990’lı yıllardaki yıkılışına kadar Sovyetler Birliği tarafından
iktisadi, siyasi, askeri ve kültürel bakımdan belirgin bir şekilde sömürülmekten
kurtulamadılar.44
Yeni sömürgeciliğin en etkili ve en çok kullanılan araçlarından biri dış yardımlardır.
İmtiyazlı olarak emperyal devletler tarafından sömürgelere “bağış yardımı” veya
“bütçe yardımı” adı altında yapılan para transferi 19. yüzyılın sonlarında başlamış
olsa da, “denizaşırı yardım” kavramı İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ün
kazanmıştır. Çoğu kez bu para transferleri sömürgelerin yerli halktan gelen
isyanları bastırmak üzere giderlerini karşılamak maksadıyla yapılmıştır. 45
İkinci Dünya Savaşı sonrası sömürgecilik ve emperyalizm muhaliflerinin
arayışlarına cevap verecek olan, ABD’de ve Avrupa’da tekel şirketlerin ve
hükümetlerin fonlarıyla daha bir sürü benzeri örgüt kurulacaktı ve ‘hayır’ kuruluşları
42
Ahmet Kavas, a.g.y., s. 187.
SSCB’nin yayılmasını emperyalist ve sömürgeci çerçevede değerlendiren tezler için bkz. James D.
Sidaway, “Postcolonial Geographies: Survey-Explore-Review”, Postcolonial Geographies, ed. Alison
Blunt ve Cherly McEwan, 1. Baskı, New York, Continuum, 2002.
44
Ahmet Kavas, a.g.y., s. 187.
45
Chachage Seithy L. Chachage, “Dış Yardım ve Afrika’nın Kalkınması”,
s. 3-4.
http://www.tasamafrika.org/pdf/yayinlar/27-chachage.pdf (Erişim Tarihi: 06.12.2010)
43
20
olarak sömürgeciliğin yol açtığı yoksulluk ve hastalıklara karşı yardım ve
rehabilitasyon faaliyetleri içerisinde yer alacaktı. Emperyalist devletler açısından
bu vakıfların çalışmaları vazgeçilemezdi. Bu suretle, sömürge ülkelerde iki türlü
gönüllülük hizmeti veren cemiyetler bulunmaktaydı; dini olanlar ve seküler olanlar.
Geleneksel tarzları dikkate alındığında birbirlerinden ayırt edilmeleri son derece
zordu, iki türde de devlete ya da bireyler, tekeller ve ortaklıklar gibi özel kaynaklara
bağımlıydılar. Fonları sağlayan tarafların bu cemiyetlerin rollerini genişletmesi,
emperyalizmin yeni yüzü olmaya başlayan ve yeni-sömürgeciliğin koşullarını
oluşturan çokuluslu ve uluslarüstü sermayenin sömürge ülkelerde doğrudan dış
yatırım yaptığı döneme rastlar. Aynı koşullar 1944 yılında Amerikan denetiminde
Bretton Woods Anlaşmasıyla IMF Dünya Bankası gibi uluslarüstü finansal
kurumların, kalkınma kurumlarının, ticari kurumların ve 1947 yılında Gümrük
Tarifeleri ve Ticaret Genel Anlaşması’nın (GATT) oluşmasını gerekli kılmıştır.
Uluslararası siyasi güç çatışmaları (Soğuk Savaş dönemi dâhil) bağlamında bir
süreç olan denizaşırı yardımlar üçüncü dünya ülkelerini İkinci Dünya Savaşı
sonrası ideolojik taraflara çekmek açısından önemli bir iktisadi araç olmuştur. Bu
yardımlar, destekçi ülkelerin iç siyasetinin genişlemesi sonucu olarak bir dış
politika aracı haline gelmiştir.46
Dış yardımlar aslında Afrika’da ne işe yaramıştır? Graham Hancock’a göre, az
gelişmiş ülkelere yapılan bütün yardımlar birer felaket olmuştur. Hancock, BM,
Dünya Bankası ve diğer insani yardım kuruluşlarının sağladığı uluslararası
yardımların suiistimallerine ve yetersizliklerine ilişkin çarpıcı örnekler sunmuştur.
Hancock’a göre, “uluslararası kurumlar aracılığıyla sağlanan yardımların çoğu
aslında ulaşması gereken yerlere ulaşmamıştır, bunun yerine belirli bürokratların
servetlerini çoğaltmıştır. Çoğunlukla uluslararası yardımlar, kamu çıkarını fazla
gözetmeyen hükümetlerin yerlerini sağlamlaştırmasına katkı sağlamıştır. Yoksulluk
ve muhtaçlık adıyla meşruluğu sağlanan uluslararası yardımların geçtiğimiz yarım
yüzyıldaki fonksiyonu zengin ve ayrıcalıklı insanlardan oluşan güçlü bir sınıf
yaratması olmuştur. Aynı zamanda, karanlık çağlardan bu yana yaşanmış en
büyük insan hakları ihlallerine göz yummak ve bazı durumlarda da yol açmak
olmuştur.”47
46
Chachage Seithy L. Chachage, a.g.y., s. 5-6.
Chachage Seithy L. Chachage, a.g.y., s. 19-20.,
Ayrıca bkz. Graham Hancock, The Lords of Poverty: The Power, Prestige, and Corruption of the
International Aid Business, Atlantic Monthly Press, 1989.
47
21
İKİNCİ BÖLÜM
HAKLI SAVAŞ (JUST WAR) TEORİSİ VE İNSANİ MÜDAHALE
İnsani müdahale kavramı, on dokuzuncu yüzyıldan itibaren uluslararası hukuk
literatüründe tartışılmaya başlanmıştır. Fransa, Avustralya ve Rusya’nın; Osmanlı
İmparatorluğu’nun Ortadoğu, Balkanlar ve Kafkasya’daki topraklarına yönelik
müdahalelerinde kullanılan insani müdahale gerekçesi açıkça emperyalizmin bir
aracı olarak kullanılmıştır.48 I. Dünya Savaşı’nın başlangıcında ise insani
müdahale normu idealist uluslararası ilişkiler teorisinin bir parçası haline
gelmiştir.49
I. Dünya Savaşı sonrasında uluslararası alanda güce başvurmayı yasaklamaya
yönelik çabalar ise sonuçsuz kalmıştır. İnsanî müdahale kavramı açısından
baktığımızda bu dönemde 1931’de Mançurya’yı işgal eden Japonya, 1935’te
Etiyopya’yı işgal eden İtalya ve 1939’da Çekoslovakya’yı işgal eden Almanya
insanî amaçlarla hareket ettiklerini ve bu ülkelerin halklarını maruz kaldıkları
baskılardan kurtarmayı amaçladıklarını iddia etmişlerdir.50
İnsani müdahale konusu, Soğuk Savaş’ın sona erişinden bu yana, özellikle de
1990’lardaki Somali, Bosna, Ruanda ve Kosova krizlerinden sonra; hem hukuki ve
siyasi meşruiyet, hem de uluslararası sistemin işlerliğine etkisi bakımından çokça
tartışılan konulardan biri haline gelmiştir.51
Müdahale, “Bir devletin/devletler topluluğun veya bir uluslararası kuruluşun,
normal şartlar altında bir başka devlet veya devletler topluluğunun iç politika
konusu olan vakalar üzerine güç tatbik etmesidir”.
48
52
Başka bir tanımıyla
David J.B. Trim, “Humanitarian Intervention,” The Changing Character of War, ed. Hew Strachan and
Sibylle Scheipers, Oxford University Press, Oxford, 2011, 158.
49
James Avery Joyce, The New Politics of Human Rights, St. Martin’s Press, New York, 1979, s. 23.
50
Sean D. Murphy, “Humanitarian Intervention”, Encyclopedia of Genocide and Crimes Against
Humanity, ed. Dinah L. Shelton, Vol I, Thomson Gale, 2005, s. 45.
51
Çağla Lüleci, “İnsani Müdahale Kavramı ve Libya Operasyonu’nun Meşruiyeti Tartışması”, Akademik
Perspektif,07.02.2014,
http://akademikperspektif.com/2012/02/07/insani-mudahale-kavrami-ve-libyaoperasyonunun-mesruiyeti-tartismasi/ (Erişim Tarihi: 09.02.2014)
52
C.A.J. Coady, The Ethics of Armed Humanitarian Intervention, U.S. Institute of Peace, Washington
DC, 2002, s. 10.
22
müdahale, “Bir devleti, normal şartlar altında yapmayacağı bir şeyi yapmaya ya da
normal şartlar altında yapacağı bir şeyi yapmamaya zorlama taktiğidir.”53
Uluslararası politika alanında müdahale, uluslararası bir aktörün bir diğerini
etkileme sürecinde, belirli bir süre için, mevcut alışılagelmiş biçimlerden belirgin bir
şekilde ayrılan, farklı bir tutuma yönelmesi ve esas olarak hedefin siyasal otorite
yapısını
değiştirmeyi
veya
korumayı
amaçlayan
bir
nitelik
taşımaktadır.
Müdahalelerin geleneksel olarak dört çeşidi bulunmaktadır; (i) İnsani müdahale, (ii)
önleyici müdahale, (iii) reaktif veya güç kullanmaksızın müdahale (yumuşak güç
kapsamında ekonomik, diplomatik veya psikolojik yöntemler), (iv) klasik askeri
müdahale veya doğrudan müdahale (askeri güç kullanımı, yasak bölgeler
oluşturma vb.). 54
‘İnsani’ kavramına bakacak olursak günümüzde; yabancı ülke halkına, kendilerini
korumakla yükümlü olan devlet otoritesi tarafından uygulanan veya uygulanmak
üzere olan zarar verici eylemleri durdurmaya/önlemeye yönelik ya da devlet dışı
bir oluşum tarafından uygulanan zarar verici eylemler karşısında söz konusu
devletin önlemlerinin yetersiz kaldığı durumlarda gerçekleştirilen müdahaleler için
kullanılmaktadır.55 Bu haliyle ‘insani müdahale’nin içerisindeki ‘insani’ kavramı
oldukça geniş bir skalada yorumlanma potansiyelini haizdir. En geniş anlamı ile
insani müdahale; gerek doğal afetler gerekse savaş, iç çatışma ve diktatörlük
durumlarında olsun her türlü insan acısını dindirmeye yönelik yapılan müdahaleleri
kapsamakta; dar yorumu ile siyasi/askeri boyutlarını dışarıda bırakmaktadır. 56
İnsani müdahale (humanitarian intervention) geniş anlamıyla, “Bir devletin kendi
uyruğundaki insanlara karşı kötü muamelesini durdurmak amacıyla bir ya da
birkaç ülke
53
tarafından o devlete yönelik operasyon düzenlenmesine izin veren
Karin Von Hippel, The Non-Interventionionary Norm Prevails: An Analysis of the Western Sahara, The
Journal of Modern Africa Studies,33 (1995), s. 67–81. Ayrıca bkz. Lawrence Emeka Modeme, “The Libya
Humanitarian Intervention: Is it lawful in International Law,”
http://mmu.academia.edu/LawrenceEmeka/Papers/577779/The_Libya_Humanitarian_Intervention_Is_it_La
wful _in_International_Law (Erişim Tarihi: 08.05.2013)
54
Sait Yılmaz, “Uluslararası Müdahale ve Meşruiyet”, http://www.21yyte.org/tr/arastirma/politik-sosyalkulturel-arastirmalar-merkezi/2012/03/01/6512/uluslararasi-mudahale-ve-mesruiyet
(Erişim
Tarihi:
16.03.2013)
55
Coady, a.g.y., s. 12.
56
Pierre Hassner, “From War and Peace to Violence and Intervention: Permanent Moral Dilemmas under
Changing Political and Technological Conditions,” Jonathan Moore, a.g.y., s. 16.
23
anlayış.”57, daha spesifik olarak ise “Herhangi bir devlet tarafından insan haklarının
veya insancıl hukuk kurallarının ağır ve yaygın biçimde ihlal edilmesini veya devlet
otoritesinin çökmesi sonucunda ortaya çıkan insani nitelikli krizleri önlemek veya
engellemek amacıyla, ihlal veya krizden sorumlu devletin izni olmaksızın ona
karşı, bir başka devlet / devletler topluluğu yahut uluslararası örgüt tarafından
gerçekleştirilen askeri güç kullanımı”58 şeklinde tanımlanmaktadır.
Kasım 1999’da gerçekleşen NATO seminerinde ise insani müdahalenin tanımı “Bir
devlete yönelik, o devletin rızası dışında, ciddi sonuçlar doğurabilecek geniş çaplı
insan hakları ihlallerinin sebep olduğu insani felaketleri önlemek üzere girişilen
silahlı müdahale” şeklinde yapılmıştır.59
Öte yandan insani müdahale, uluslararası hukukun temel prensipleri olan
“egemenliğe saygı” ve “devletlerin içişlerine karışmama” ilkelerine aykırılık arz etse
de bu çelişki BM Güvenlik Konseyi’nin bu yönde bir karar almasıyla
hukukîleştirilebilir.
İnsani
müdahale
-hukukî
dayanağa
sahip
olarak
gerçekleştirildiği durumlarda bile- “kural” değil, olay bazında değerlendirilmesi
gereken bir “istisna”dır. Hem müdahale edilen bölgedeki taraflar hem de müdahale
eden güçler adına can kaybını da beraberinde getiren “hayatî” ve “ölümcül” bir
mesele olması ise insanî müdahaleyi ahlakî/etik yönleriyle de ele alınması gereken
bir konu haline getirir.60
Etik/ahlak kavramının taşıdığı ana unsurlar ise; (i) mutlaka dini bağlamda
değerlendirilmesinin gerekmediği, (ii) insan yaşamının gerçeklerinden uzak
olmadığı ve alınan herhangi bir karara kaçınılmaz olarak etki ettiği, (iii) kültürel,
toplumsal kurallar tarafından şekillendirildiği ve gerçekten objektif-evrensel
57
Ahmet Emin Dağ, “Uluslararası İlişkiler ve Diplomasi Sözlüğü”, Anka Yayınları, İstanbul, Mayıs 2004,
s. 237
58
Ceren Mutuş, “Libya Operasyonu ve Uluslararası Hukuk”, USAK Libya Derlemesi: Farklı Boyutlarıyla
Libya Müdahalesi, Mart 2011,
59
“Humanitarian Intervention: Definitions and Criteria,” CSS Strategic Briefing Papers 3 (2000),
http://www.victoria.ac.nz/css/docs/briefing_papers/Humani.html. (Erişim Tarihi: 23.11.2013)
60
Segah Tekin, “İnsani Müdahale Kavramı ve Libya’nın Geleceği”, SDE Analiz, Ankara, Nisan 2011, s. 9.
24
yargılara yol açamayacağı, (iv) sadece özel yaşamı ilgilendiren bir kavram
olmadığı şeklinde sıralanabilir. 61
Etik düşünce, içerisinde bir çok tartışmayı barındırmaktadır. Zira pratikte var
olması
gereken
etik
şartların
neler
olduğu
konusunda
bir
konsensusa
varılamamıştır. Ancak etik/ahlaki anlayış, faydacı düşünceyi ve mümkün olan en
iyi sonuca varma arzusunu da içerisinde barındırmaktadır.62
Bir devlet veya müttefik devletler tarafından tek taraflı olarak gerçekleştirilen insani
müdahaleler,
söz
konusu
devlet(ler)in
kendi
siyasi/ekonomik
çıkarları
doğrultusunda hareket etmeleri ihtimalinden dolayı kesin bir meşruiyete sahibi
değildir. Dolayısıyla insan haklarını korumaya yönelik başka devletlerin iç
meselelerine yapılan müdahaleler, Ortaçağ’dan bu yana gelişerek günümüze
kadar gelen temayüller ile beslenen just war (haklı savaş) kriterleri ile
sınırlandırılmaktadır.
Haklı
savaş
kriterlerinin
tam
anlamıyla
uygulanması
devlet(ler)in insani müdahaleleri, ekonomik/stratejik çıkarları doğrultusunda bir dış
politika aracı olarak kullanmalarının önüne geçebilecektir.
2.1. Haklı Savaş Teorisinin Tarihsel Arkaplanı
İnsani müdahale kavramı her ne kadar yoğun bir şekilde son otuz yılda
tartışılmaya başlansa da kavramın yakından ilintili olduğu haklı savaş ve savaşın
etik/ahlaki geleneği Pelepones Savaşları’ndan bu yana gelişerek günümüze kadar
gelmiştir.
Haklı savaş geleneğinin tarihsel kökenlerini incelemeye başlamadan önce söz
konusu doktrine yönelik realist ve pasifist yaklaşımları ele almak gerekmektedir.
Haklı savaş teorisi adından da anlaşılacağı üzere savaşın meşruiyetini
belirlenmenin, haklı ve haksız savaşlar arasında yapabilmenin şatlarını belirlemeyi
amaçlamaktadır. Aynı zamanda bir etik düşüncesi de yaratan haklı savaş doktrini,
askeri ve politik gücün kullanılmasını, etik/ahlaki geleneklere dayandığı takdirde
meşru kabul etmektedir. Realist teori, hiçbir savaşın ‘haksız’ olmadığını ileri
61
Coady, a.g.y., s. 13.
Fernando Teson, Humanitarian Intervention: An Injuiry into Law and Morality, Transnational
Publisher, New York, 1998, s. 104.
62
25
sürerken, pasifist teori rüm savaşların ‘haksız’ olduğunu savunmaktadır.63 Haklı
savaş teorisi ise bazı savaşların haklı, bazı savaşların haksız olduğunu iddia
ederek realizm ve pasifizm arasında yer almaktadır.64
Askeri müdahalelerin en erken örneklerinde karar alıcılar eylemlerini etik normlara
sığdırmak suretiyle meşru kılmanın yollarını keşfetmişlerdi. Örneğin Melian
Diyaloğu’nda65
Pelepones
Savaşları
esnasında
Atinalıların
Melos’a
karşı
gerçekleştirdikleri atakları ‘ellerinde bulundurdukları gücü kullanmalarının, kendi
halklarına karşı bir sorumlulukları olduğu’ gerekçesi ile meşrulaştırma yoluna
gittikleri anlaşılmaktadır. Buna göre Atinalılar ‘güçlü’nün yapmak zorunda olduğu
şeyi yaptıklarını ve yaptıklarının kendi iradelerinin değil halkın iradesinin bir
sonucu olduğunu ifade ederek realist düşünce uygun bir meşruiyet iddiasında
bulunmuşlardır. 66
Avrupa’nın erken modern dönemlerindeki müdahale uygulamaları, ortaçağ
Hıristiyan dünyasında St. Augustine ve St. Thomas Aquinas tarafından çerçevesi
belirlenen haklı savaş, hükümet/otorite ve tiranlık kavramlarından ilham almıştır.
67
Haklı savaş üzerine çalışan St. Augustine (354-430) bir savaşın meşru kabul
edilebilmesi için; (i) meşru müdafaa, (ii) çalınmış/gasp edilmiş bir mülkiyetin geri
alınması, (iii) maruz kalınan bir zararın tazmin edilmesi ve (iv) Tanrı tarafından
verilmiş kutsal bir hakkı almak ve inanç sağlamlığını sürdürmek gerekçelerinden
birini barındırması gerektiğini ileri sürmüştür. St. Augustine’nin düşüncesine göre
savaşa başvurma ve güç kullanma tekeli devletlerin elinde olmalıydı. Zira devletler
dönemin anlayışında tanrının kurallarının yeryüzündeki yegane uygulayıcılarıydı.
Roma İmparatorluğu’nun çöküşünden sonra haklı savaş kavramı kilisenin istekleri
ve çıkarları doğrultusunda şekillenmiştir. Savaşların Papa tarafından ilan edilmesi,
geleneksel savaş anlayışının temellerini sarsmıştır. 68 St. Thomas Aquinas (122463
Steven P. Lee, Ethics and War: An Introduction, Cambridge University Press, Cambridge, 2012, s. 30.
Anthony Joseph Coates, The Ethics of War, Manchester University Press, Manchester, 1997, s. 99.
65
Bkz. Atinalı komutanlar Cleomedes ve Tisias ile Melos’lu yargıçlar arasında geçen diyalog (Thukydides
Tarihi)
66
Aidan Hehir, Humanitarian Intervention: An Introduction, Palgrave Macmillan, New York, 2010, s.
167.
67
Richard Thuck, The Rights of War and Peace: Political Thought and the International Order from
Grotius to Kant, Oxford University Press, Oxford, 1999, s. 55-57.
68
Coates, a.g.y., s. 106.
64
26
1274) haklı savaş teorisini, Haçlı Seferleri’nin son yıllarında St. Augustine’nin
fikirleri üzerine inşa etmiştir. St. Thomas Aquinas, Haçlı Seferleri’nin saldırgan
doğasını
benimsememiş,
bunun
yerine
Hıristiyanlık
aleminin
savaşa
başvurmasının ancak dışarıdan gelen bir saldırı karşısında meşru kabul
edilebileceğini ileri sürmüştür.69 Summa Theologiae adlı eserinde Aquinas bir
savaşın meşruiyet gereklilikleri olarak; (i) savaş yapma emri/kararının devlet
otoritesi tarafından verilmesi, (ii) saldırıya geçenin hamlelerini haklı gösterebileceği
geçerli bir sebebinin olması, (iii) muharip taraflardan birini iyi bir niyetle kötülüğe
karşı savaşması unsurlarını sıralamıştır.
On dört ve on beşinci yüzyıllarda, özellikle sivillerin ve güçsüzlerin savaş
esnasında korunması (jus in bello) giderek önemli hale gelmeye başlamış, on
altıncı yüzyılda bu alanda gündeme gelen yenilikler jus ad bellum kavramının
gelişimine hayati bir katkı sağlamıştır.70 Söz konusu yenilikler, Hıristiyan
teolojisinin savaş hukuku üzerindeki etkisini kırarak uluslar arasında ortak bir
hukuk inşa etmeye yönelik kısmen seküler düşüncelerin ortaya çıkmasına zemin
hazırlamıştır.
Protestanlar ve Katolikler arasında yaşanan çatışmadan ziyade asıl ayrışma
savaşın ancak din adına yapılabileceğini savunan düşünürler ile savaş hukukunu
doğal hukuk üzerine inşa eden düşünürler arasında yaşanmıştır. 71
İspanyol teorisyen Francisco de Vitoria (1485-1546), “On the American Indians
(Amerikan Yerlileri Üzerine)” isimli eserinde, İspanyol işgalini ilk kez haklı savaş
düşüncesine dayandırmıştır.72 Francisco de Vitoria, bir savaşın haklı ya da haksız
olduğunu
bilmenin
mümkün
olmadığını,
bunun
ancak
Tanrı
tarafından
bilinebileceğini iddia etmiştir. Bir devletin kendi vatandaşlarının bağımsızlığı adına
savaşa başvurma hakkının saklı olduğunu kabul eden Vitoria, İspanya’nın Amerika
kıtasında gerçekleştirdiği işgalleri, kıtada yerleşik bulunan ‘barbarlar’a karşı
69
Hehir, a.g.y., s. 28
Jus in bello/Jus ad bello kavramları için bkz: http://www.icrc.org/eng/war-and-law/ihl-other- legalregmies/jus-in-bello-jus-ad-bellum/overview-jus-ad-bellum-jus-in-bello.htm, (Erişim Tarihi: 16.04.2014)
71
Mona Fixdal ve Dan Smith, “Humanitarian Intervention and Just War,” Mershon International Studies
Review 42 (1998), s. 286-287.
72
Francisco De Vitoria, “On the American Indians,” ed. Pagden and Lawrence Political Writings (Vitoria),
s. 231-292
70
27
‘medeniyet’in gerçekleştirdiği bir savaş olması dolayısıyla meşrulaştırma yoluna
gitmiştir.
Vitoria’dan sonra haklı savaş geleneğinin gelişimine önemli katkılar sağlayan bir
diğer düşünür Hugo Grotius’tur (1583-1645). Otuz Yıl Savaşları’nı inceleyerek
düşüncelerini şekillendiren Hugo Gurotius, ‘kutsal savaş’ anlayışını reddederek,
dini gerekçelerin bir savaşı başlatmanın meşru sebebi olamayacağını ileri
sürmüştür.
Grotius’tan sonra; özellikle Samuel von Pufendorf, Immanual Kant ve Emmerich
Vattel haklı savaş geleneğine önemli katkılar sağlamışlardır. Pufendorf (1632–
1694), siyasi etiği ve meşru otoriteyi desteklemiş ancak bağımsız devletlerin
hükümetlerinin
yüksek
moral
değerler
ve
normlar
bakımından
yetersiz
kalabileceğini de vurgulamış, insanlığa karşı olan görevlerin en iyi şekilde
‘devletler sistemi’ tarafından yürütülebileceğini belirtmiştir.73 Buna ek olarak
Immanual Kant doğal hukuk üzerine kurulu bir etik anlayışının bağımsız
devletlerde diktatör hükümetlere yol açabileceğini savunmuştur. Emmerich Vattel
ise yabancı ülke vatandaşlarının haklarını koruma amacının gösterilemeyeceğini,
bunun müdahaleler için kötüye kullanılabilecek bir mazeret olacağını ileri
sürmüştür.74
Realist akımın öncülerinden Thomas Hobbes’a karşı uluslararası hukukun babası
olarak kabul edilen Hugo Grotius, haklı savaşın ateşli savunucuları arasında yer
almıştır. Kendisinden önceki düşünürlerden uluslararası hukukun temelini dine
değil, akla dayandırması ile ayrılan Grotius, insanlığın Tanrı‟nın kendisine
bahşettiği özgür irade yardımıyla evrensel ilkeler oluşturabileceğini ve buna göre
hareket edebileceğini iddia etmiştir.
Kuvvet kullanımına, bir iktidarın adil olmayan davranışlarını cezalandırmak veya
diğer halkların haklarını korumak amacıyla başvurulabileceğini kabul eden Grotius,
ancak bu kuvvet kullanımının mutlaka sınırlı olarak ve halkına karşı suç işleyen
iktidarın bunu düzeltmesine fırsat verecek şekilde gerçekleştirilmesi gerektiğini
73
Richard Devetak, “Between Kant and Pufendorf: Humanitarian Intervention, Statist Anti-cosmopolitanism
and Critical International Theory,” Review of International Studies 33 (2007), s. 152.
74
Aidan Hehir, a.g.y., s. 31.
28
ifade etmiştir. Bu noktada günümüz insani müdahale anlayışından ayrılan Grotius,
iktidar değişimi yerine barışın yeniden tesisi amacını öne çıkartarak ulusal
egemenliğe özel bir önem atfetmiştir.
75
Savaşa başvurmanın meşru sebepleri her ne kadar güncel uluslararası hukuk
sistemi içerisinde düzenlenmiş olsa da insani müdahaleler konusunda yapılan
çalışmalar halen haklı savaş doktrinine atıfta bulunmaktadır.
Haklı savaş kriterleri, jus ad bellum (savaş gerekçesi) ve jus in bello (savaşın
içeriği) olmak üzere iki ana başlık altında incelenmektedir. Jus ad bellum kriteri;
meşru sebep, meşru otorite, son çare, iyi niyet, haklı sonuç, galibiyet ihtimali ve
ayrım
gözetme
unsurlarını
içermektedir.
Savaşa
başvurmanın
meşruiyet
kıstaslarını bir Çizelge ile özetleyebiliriz:76
Çizelge 1.1. Haklı Savaş Kriterleri
Haklı Savaş Kriteri
Meşru Otorite
Meşru Sebep
Orantılılık
Haklı Sonuç
Son Çare
Başarı İhtimali
Göreceli Adalet
Savaş İlanı
Açıklama
Sadece uluslararası hukukça tanınmış meşru kamu otoriteleri kuvvet
kullanmayı yetkilendirebilir.
Meşru otoritenin savaşa başvurma kararını destekleyen haklı bir
sebebe sahip olması gerekmektedir. Bu sebep, affolunamaz bir
haksızlığı düzeltecek veya önleyecek nesnel mahiyette olmalıdır.
Meşru sebep olarak görülen haksızlığın verdiği tahribat, savaşın
vereceği tahribattan daha büyükse savaş başlatılabilir.Savaşın
sağlayacağı yarar, vereceği zarardan daha fazla olmalıdır.
Savaşa başvurmaya karar verenler haklı bir sonuca ulaşmayı
hedeflemelidirler.
Haklı bir maksada ulaşbilmenin yolu olarak kuvvet kullanma, diğer
şiddet içermeyen barışçıl yöntemler tüketildikten sonra son çare olarak
kullanılmalıdır.
Haklı maksadı elde edebilmek için askeri zafer ihtimali varsa savaşa
başvurulmalıdır.
Meşru otorite, mutlak adaletin tek sahibimiymiş gibi hareket
etmemelidir.
Savaşa başvurmadan önce bunun resmen ilan edilmesi
gerekmektedir.
Bahse konu kriterlerden en önemlileri olarak gördüğümüz Libya müdahalesinde de
öne çıkan, meşru sebep ve meşru otorite kriterlerini ayrı başlıklar halinde
inceleyeceğiz.
75
76
Ceren Mutuş, a.g.y., s.23.
Aidan Hehir, a.g.y., s. 24
29
2.1.1. Meşru sebep (Just Cause)
Aquinas’ın meşru bir savaşın başlatılabilmesi için ortaya koyduğu husus ‘saldırının
ancak bir hata/zarar karşılığında yapılması gerekliliği’ idi.
77
Dolayısıyla meşru
gerekçe, ‘zararların tazmin edilmesi’ bağlamında ortaya çıkmaktaydı. 78 Hem
Aquinas hem de Augustine bir savaşın meşru olmasını, karşı devletin şiddete
başvurmaya yol açacak ölçüde zararla sonuçlanan bir eylemde bulunmuş olması
gerekliliğine bağlamaktadırlar. Ancak bu düşünürler ve onların takipçileri
tarafından devletin kendi adına kullandığı meşru müdafaa hakkı ‘meşru sebep (just
cause)’ olarak kabul edilmezken diğer bir ülkede gerçekleşen eylemler sonucu
zarar gören insanları kurtarmak, bencillikten uzak bir fedakarlığın sonucu olduğu
için ‘meşru sebep’ olarak görülmektedir. Böylece, diğer Hıristiyanların haklarını
korumak bir görev olarak kabul edilmekte/meşrulaştırılmaktaydı.
Vitoria’ya göreyse, bir ulusal savunma mekanizması olarak devletin kendini meşru
müdafaa hakkı, meşru bir savaşın yegane gerekçesi olabilirdi.79 Meşru müdafaa
hakkını, insani müdahale bağlamında değerlendirdiğimizde, müdahale edilen
devlete de savaşa başvurmak adına ‘meşru sebep’ doğurduğu görülmektedir.
Dolayısıyla, haksız yere şiddete başvuran taraf da müdafaa hakkını kullanmakta
ve bu durumda savaşın her iki tarafı da meşru birer gerekçeye sahip olmaktadır.
Mezkur görüş insani müdahalenin çelişkili yapısını ifade etmektedir. Günümüzde
uluslararası toplum soykırım, katliam ve geniş çaplı insan hakkı ihlalleri ile
karşılaşmakta ve söz konusu eylemler her devlete/bireye müdahale etme görevini
yüklemektedir. Bu durumlarda, insani krizlere yönelik güç kullanmanın meşru olup
olmadığı gündeme gelmektedir.
Klasik anlayış diğer devletleri savunmanın meşru olduğunu, sadece bir
hayırseverlik değil, bir zorunluluk olarak görülmesi gerektiğini kabul etmekte ve
insanlığın vicdanını şok eden herhangi bir olayın müdahaleyi gerektirdiğini ileri
77
Thomas Aquinas, Summa Theologica, Steven P. Lee, a.g.y., s. 48.
Lee, a.g.y., s. 48
79
James Turner Johnson, Ideology, Reason, and the Limitation of War: Religious and Secular Concepts
Princeton University Press, Princeton, 1974, s. 154-56.
78
30
sürmektedir.80 Nicholas Wheeler meşru gerekçeyi, “insani bakımdan acil müdahale
gerektiren
olağanüstü
bir
durum”
olarak
tanımlamakta
ve
“müdahaleye
başvurmanın ön şartı olarak ölen insanların ya da mültecilerin sayısının bir önem
arz etmediğini, en sağlıklı kriterin kötü muameleye maruz kalan insanların tek
kurtuluş yolunun dışarıdan gelecek bir müdahale olup olmadığının tespit
edilmesinden geçtiğini” ifade etmektedir.81
2.1.2. Meşru otorite
Müdahaleye karar verme hakkının/yetkisinin kimde olduğu sorusu, haklı savaşın
bir diğer meşruiyet unsurudur. Aquinas, meşru otorite olarak adlandırdığı bu
unsuru “bir savaşa başlamaya karar verecek insan ya da grubun meşruiyete sahip
etik
değerleri
haiz
bir
yasal
otoritenin
temsilcisi
olması”
şartlarına
dayandırmaktadır. Dolayısıyla haklı savaştan söz edebilmek için savaşa başvurma
kararının meşru bir otorite tarafından verilmesi gerektiği gibi, söz konusu kararın
aynı zamanda etik açıdan da desteklenmesi gerekmektedir.
Erken dönemlerde Papa’nın tekelinde olan meşru otorite, daha sonra bağımsız
devletlerin yöneticilerine geçmiş, günümüzde ise yaygın olarak Birleşmiş Milletler
kullanılmaktadır.82 Günümüzün uluslararası sistemi kendi kararlarını alan bağımsız
devletler, bölgesel yapılanmaların kullandığı kollektif otoriteler ve küresel örgütlerin
birbirleri ile arasındaki ilişkilerden oluşmaktadır. Birleşmiş Milletler’in kurulması ile
inşa edilen söz konusu sistemde Güvenlik Konseyi uluslararası barışın
korunmasından sorumlu tutulmuş, güç kullanımına karar verecek yegane merci
olarak
öngörülmüştür.
Genel
Kurul
ise
insani
müdahalelere
meşruiyet
kazandırmak için başvurulan bir yapı haline gelmiştir.
Diğer yandan, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi daimi üyelerinin veto hakkının
bulunması, söz konusu devletlerin kendi çıkarlarına ters düşen insani müdahale
kararlarının alınmasını engellemesi anlamına gelmektedir ki bu durum, Güvenlik
80
J. L. Holzgrefe, “The Humanitarian Intervention Debate,” ed. J. L. Holzgrefe ve Robert Keohane,
Humanitarian Intervention: Ethical, Legal and Political Dilemmas, Cambridge University Press,
Cambridge, 2003, s. 33.
81
Nicholas J. Wheeler, Saving Strangers: Humanitarian Intervention in International Society, Oxford
University Press, Oxford, 2000, s. 34.
82
Mona Fixdal ve Dan Smith, a.g.y., s. 291-292.
31
Konseyi’nin çoğu zaman hantal ve kullanışsız bir yapı olarak eleştirilmesine yol
açmaktadır. Kofi Annan’ın da ifade ettiği gibi, söz konusu ikilem gündeme
geldiğinde çözüme ulaşmanın bir yolu bulunmamaktadır ancak Birleşmiş
Milletler’in buradaki esas rolü tek taraflı müdahalelerin Birleşmiş Milletler
tarafından kabul edilmediğinde meşruiyet kazanamamasıdır.83
Dolayısıyla Birleşmiş Milletler mekanizması; herhangi bir devletin kendi çıkarları
için girişmek isteyeceği bir müdahalenin engellenmesinde işe yararken, Güvenlik
Konseyi üyesi devletlerden biri hariç diğerlerinin ortak kararı olan meşruiyet
zeminine sahip bir müdahale için karar alınmasında işe yaramamaktadır.
2.2. Etik, Koruma Sorumluluğu ve İnsani Müdahale
Önceki bölümlerde değindiğimiz, haklı savaş teorisinin ve sömürgecilik anlayışının
hâkim olduğu dönemlerde çeşitli ülkelerde insanlık açısından ciddi sonuçlar
doğuran iç savaşlar yaşanmıştır. Soğuk Savaş sonrası dönemde, İnsan haklarının
genişleyen boyutları ve uluslararası düzenlemeler, bu hakların korunması
gerekliliğini ön plana çıkarmıştır.
İnsani müdahale kavramının pek çok tanımı bulunmaktadır. Bir devletin başka bir
devlete karşı, buradaki geniş çaplı insan hakları ihlallerini önlemek için kuvvet
kullanmasıdır.84 Bir başka tanıma göre insani müdahale; temel insan haklarının
yabancı devletlerce veya kendi hükümetlerince, kitlesel ya da zalimane bir biçimde
çiğnenmesini gidermek için yapılan müdahaledir.85 İnsani müdahale bir devlet ya
da devletler topluluğunun, insan haklarına yönelik kabul edilmez şiddete son
vermek için kuvvet kullanmasıdır.86
İnsani müdahale kavramında ortak bir kanaatin oluşmaması, uygulanabilirliği
konusunda farklı değerlendirmelerin olması buna karşın uluslararası toplumun
83
Kofi Annan, “Secretary-General Presents His Annual Report to General Assembly.”
http://www.un.org/News/Press/docs/1999/19990920.sgsm7136.html (Erişim Tarihi: 27.04.2013)
84
Funda Keskin, Uluslararası Hukukta Kuvvet Kullanma: Savaş, Karışma ve Birleşmiş Milletler,
Mülkiyeliler Birliği Vakfı Yayınları, Ankara, 1998, s.125.
85
Kenneth R Himes, Himes, Kenneth R., “ The Morality of Humanitarian Intervention”, Theological
Studies, Vol.55, March 1994, s.83.
86
Guenter Lewy, “ The Case for Humanitarian Intervention”, Orbis Vol.37, Fall , 1993, s.621.
32
barış ve güvenliği sürdürme niyeti görüş farklılıklarına sebep olmuştur. Kimi
düşünürler
BM
Antlaşmasının
devletlere
ve
BM’ye
insani
müdahalenin
yapılmasında bir takım engeller getirdiğini ileri sürmektedirler.87
İnsani müdahale kararlarında vurgulanan ahlaki/etik sorumluluk da insani
müdahale kavramının sınırlarını genişleten bir diğer unsurdur. Bu bağlamda etik
kavramı ve bu kavramın dayanakların neler olduğuna bakmak gerekmektedir.
Gelenek, Karakter, Huy anlamlarındaki Yunanca ve Latince kelimelerden gelen
etik (ethics) ve ahlak (morality) kavramları aynı anlama gelmektedir.88 Felsefi
olarak ikisinin arasında ayrıma gidilmesi yönünde çeşitli çalışmalar yapılmıştır
fakat uluslararası ilişkiler ve insani müdahale tartışmalarında bu iki kavramı aynı
anlamda kullanabiliriz.
Uluslararası ilişkilerde Locke ve Hobbes ulusların birbirlerine karşı ahlaki
sorumluluklarına karşı görüşlerini bildirmişlerdir. Hobbes’a göre doğa durumunda
hiç kimse diğerlerinin ahlaki kurallara uyacağından emin olamayacağından
kuralları birer yükümlülük haline dönüştürecek yönetici bir otoriteye ihtiyaç vardır.
Böyle bir üstün otoritenin olmadığı durumlarda insanlar birbirlerine yardım etmek
yerine başlarının çaresine bakmaya çalışmaları daha akıllıca olacaktır. 89 Locke ise
insan doğasının bencilliği meselesi ve doğa hali meselesinde ahlaki prensiplerin
olduğunu söylemektedir90 Locke’a göre devletler de tıpkı bireyler gibi özgür
biçimde karar alabilirler yani egemendirler. Devlet zayıf durumda bulunma halinde
ya da kendine yardım fikrinin cazibesine kapılarak, yanlış davranışlarda
bulunabilirler. Bu durumda da uluslararası ahlaki düzen bozulur, savaşlar ve
anlaşmazlıklar ortaya çıkar. Bu yüzden de tıpkı bireylerin doğa halinde yaptıkları
gibi devletler de bir federasyon içinde bir araya gelerek her birinden daha güçlü
olacak uluslar üstü bir güç oluşturmalıdırlar. Böylelikle dünya toplumunu oluşturan
devletler de bireyler gibi, ahlaki ilkeler ve uluslararası düzen çerçevesinde hareket
87
Stephan John Steadman, “ The New Interventionist”, Foreign Affairs, Vol.72. 1992-1993,s.1-16., Michael
Reisman, Humanitarian Intervention and The United Nations, Charlottesville, University Press of
Virginia, 1973, s.179-183.
88
Nicholas Bunnin, Jiyuan Yu, “Ethics and Morality”, The Blackwell Dictionary of Western Philosophy,
Blackwell, 2004, s. 228.
89
Charles R. Beitz, “Political Theory and International Relations”, Princeton University Press, 1979, s.29.
90
Martin Wight, “ An Anatomy of International Thought”, Gabriele Wight , Brian Porter (ed.) Four Seminal
Thinkers in International Theory: Machiavelli, Grotius, Kant, and Mazzini, Oxford : Oxford University
Press, 2005, s.144-145.
33
etmek zorunda kalacaklardır. Bunun dışında ise, kişisel haklar benzeri, devletlerin
de belirli konularda hareket serbestîsi olacaktır.91
Realist teori ise bunun aksine ahlaki ilkelere dayalı bir uluslararası düzen fikrine
karşı çıkmaktadır.92 Tıpkı Hobbes’ın tanımladığı gibi çatışma halinde olan
uluslararası ilişkilerde doğru ya da yanlıştan ötede kendine yardım ilkesi
önceliklidir. Kısaca Uluslararası sistemi ahlaki ilkelere dayanarak yönetmek
mümkün değildir.
Güç politikaları önceliklidir ve ahlaki olarak değerlendirilen
eylemleri gerçekleştirip gerçekleştirmemek de ancak politik sonuçlar tahlil edilerek
kararlaştırılmalıdır.93 Hobbescu bakış ahlaki kaygıların politik çıkarların önüne
geçmesine karşı çıkmaktadır. Ahlaki ilkeler yalnızca herkes için yararlı olacaksa ve
herkes için geçerli olacaksa kabul edilmelidir. Bu durumda ahlaki ilkelerin
benimsenme nedenleri ahlakla ilgili değildir.94
İnsani müdahalede konusunda devletlerin kendi çıkarlarını öncelikli olarak
gözetiyor oldukları yok sayılamaz. Bu durum göstermektedir ki insani müdahale
olgusu ahlaki ilkeleri içinde barındırırken, devletlerin ulusal çıkar mücadeleleri
içinde kullanılmaktadır. Ahlakla ilgili olmayan nedenler, ahlaki bir amaç için
kullanılmaktadır.
İnsani müdahale kavramına ahlaki bir açıdan bakıldığında, ilk olarak ele alınması
gereken
olgu
devletin
hükümranlık
alanındaki
meşruiyet
kaynağı
olan
egemenliktir.95
Egemen olmanın kesin bir tanımı bulunmamaktadır.
Egemenlik genelde “dış
egemenlik” ve “iç egemenlik” olmak üzere iki değişik anlamda kullanılmaktadır. İç
ya da dış egemenlik, Devletlerin üstünde, Devlete hâkim hiçbir kurumun
bulunmadığını ifade eder; fakat Devletin her dilediğini yapabileceğini ifade etmez;
91
Gordon Graham, Ethics and International Relations, Blackwell, 1997, s. 18.
Hans J. Morgenthau, Politics Among Nations; The Struggle for Power and Peace, Mc Graw-Hill, New
York, 1993, s.13.
93
Hans J. Morgenthau, a.g.y.. s. 12.
94
Martin Hollis ve Steve Smith, Explaining and Understanding International Relations, Clarendon
Press, 1991, s.27.
95
Daniel Philpott, “Ideas and the Evolution of Sovereignty,” ed. Sohail H. Hashmi, State Sovereignty:
Change and Persistence in International Relations, Pennsylvania State University Press, University Park
1997, s.19.
92
34
egemen bir Devlet hareketlerinin yegâne hâkimidir; fakat yapılması mümkün bütün
hareketleri yapmakta serbest değildir.96
1648 Westphalia Barışı’ndan97 itibaren uluslararası sistemin, kendi ülkelerinde
müdahale
edilmeden
98
varsayılmaktadır.
hüküm
süren
egemen
aktörlerden
oluştuğu
Bu anlaşma, egemen ve karışılmayan olmak olarak tanımlanan
aktörlerin oluşturduğu uluslararası sistemi varsaymaktadır.
BM Şartında egemenliğe yapılan vurgu bu düşünceden hareket etmektedir.
Bununla beraber uluslararası toplumun ahlaki yükümlülüklerinin de söz konusu
edilmesi, geleneksel egemenlik anlayışını tartışmalı bir hale sokmaktadır, mutlak
bir haklılaştırma zeminine ihtiyaç duymaktadır.
Öncelikle, uluslararası teşkilatlanma ile devletlerin BM organlarına tanıdıkları
yetkiler ve taahhüt ettikleri yükümlülüklerle devletlerin egemenliklerinden ödün
vermektedirler.99 BM şartı Md. 2/1 “Örgüt, tüm üyelerin egemen eşitlik ilkesine
dayanmaktadır.” İlkesiyle Westphalia sisteminin belirttiği egemenlik anlayışının bir
parçası olmuştur. Westphalia tarzı egemenlik anlayışının BM Şartında yer alan
diğer bir ilkesi ise; devletlerin, egemenliklerinin sonucu olarak, sahip oldukları
ulusal yetkilerini serbestçe kullanabilecekleri ulusal alana müdahale edilmemesidir.
96
Paul Fauchelle, Traite de Droit International Public, Tome I, Premiere Partie, Paix. Paris, 1922, aktaran
Edip F. Çelik, Milletlerarası Hukuk, Fakülteler Matbaası, İstanbul, 1965, s. 260.
97
Westphalia barışı Avrupa’da yeni bir siyasi yapının yaratıldığı bir dönüm noktasıdır. Avrupa’da sağlanan
bu barış Katolikler ve Protestanlar arasındaki 30 yıl süren harap edici din savaşlarını bitirmiş ve
Protestanların bir güç olarak tanınmasına ve devletin kiliseden bağımsız olduğu gerçeğinin anlaşılmasına yol
açmıştır. Peter Malanczuk, Akehurst’s Modern Introduction to International Law, Routledge, London
and New York, 1997, s. 306.
98
Stephen D. Krasner, “Compromising Westphalia”, International Security, Vol. 20, No. 3, Winter, 19951996, s.115.
99
Egemen Devletler BM‟ye üye olmakla bazı yükümlülükler altına girmiş olmuşlardır. Buna örnek olarak
kuvvet kullanma yasağı verilebilir. Ayrıca BM üyeleri BM şartı Md. 25 gereğince “Güvenlik Konseyinin
kararlarını kabul etme ve uygulama konusunda görüş birliğine varmışlardır”. Bu konudaki bir diğer husus ise
BM Genel kurulunda alınacak kararların, her ne kadar bağlayıcılığı olmasa da, oybirliği ile değil de oy
çokluğu ile alınacak olmasıdır
35
Karışmazlık prensibi (non-intervention) ise ülke yönetiminin müsaadesi olmadan
onun ülkesine askeri müdahalede bulunmamaktır.100 BM’nin kendini ve üçüncü
tarafı sınırladığı bir ilke olarak Md. 2/7’de kendini şu şekilde yer bulmuştur:
“İşbu Antlaşmanın hiçbir hükmü, Birleşmiş Milletlere herhangi bir devletin kendi iç
yetki alanına giren konulara müdahale etme yetkisi vermediği gibi üyeleri de bu
türden konuları işbu Antlaşma uyarınca bir çözüme bağlamaya zorlamaz; ancak
bu ilke VII. Bölümde öngörülmüş olan zorlayıcı önlemlerin uygulanmasını hiçbir
biçimde engellemez”
Sömürgecilikten kurtularak, yeni egemenlik kazanan devletlerin egemenliklerini
korumak ve rızaları olmaksızın yapılan her türlü müdahaleyi kınanmasına atıfta
bulunan bu madde, zorlayıcı önlemler konusunda Birleşmiş Milletler Güvenlik
Konseyi’ne tanımış olduğu yetki höz önünde bulundurulduğunda amacından
uzaklaşmaktadır. Westphalia ile başlayan BM öncülüğünde devam eden
uluslararası sistem kavramı, devleti egemen yetkinin tek sahibi olarak görmekte ve
uluslararası düzenin; devletlerin diğer devletlerin iç işlerine karışmama ilkesine
bağlı kalarak kendi egemenliğini de koruyabileceği düşüncesine dayanır.
İnsani müdahale ile devlet egemenliği arasında bulunan ikilemi ortadan
kaldırabilmek adına kullanılan koruma sorumluluğu (RtP) kavramı, uluslararası
toplumun benzer olaylar karşısında sergilemiş oldukları farklı tavırlardan ve
tutarsızlıklardan
kaynaklanmaktadır.
Westphalia
anlayışı
ile
çelişen
yani
uluslararası sistemin parçası ülkelerin egemenlik haklarına karşı bireylerin
güvenliğini tartışan bu kavram aslında “evrensel insanlığın her türlü ahlak kuralını
inciten… ağır ve sistematik insan hakları ihlallerine karşı tutum ne olmalıdır” 101
sorusuna cevap aramaktadır. “ Mutlak ve münhasır egemenlik” karşısına İnsan
Güvenliği kavramı konulabilir mi?
100
Adam Roberts, “ The So-Called Right of Humanitarian Intervention”, Trinity Papers, No:13, Trinity
College, The University of Melbourne, 2000, s.6.
101
Kofi Annan, “We The Peoples” The Role of United Nations in the 21st Century, UN Department of
Public Information, New York, 2000, p. 48, http://www.un.org/millennium/sg/report/full.htm (Erişim Tarihi
10.12.2013).
36
Bosna,
Somali,
Kosova
ve
Ruanda’nın
kötü
ve
sonuç
ve
tecrübeleri
göstermektedir ki uluslararası ilişkiler mekanizması ve araçları yeniden kapsamlı
bir şekilde değerlendirilmelidir. Bu ihtiyaca cevap vermek
ve RtP kavramını
incelemek maksadıyla Kanada hükümeti tarafından kurulan Müdahale ve Devlet
Egemenliği Uluslararası Komisyonu (International Commission on Intervention and
State Sovereignty - ICISS)
2001’de Koruma Sorumluluğu adlı bir rapor
hazırlayarak, bu kavramı formüle etmiştir.
“Halkı doğrudan doğruya etkilenmiş olan devlet varsayılan (default) koruma
sorumluluğa sahipken, artakalan sorumluluk da geniş devletler topluğuna
düşmektedir. Bu ikame sorumluluk, ilgili devlet açık bir şekilde koruma
sorumluluğunu yerine getirmekte isteksizse ya da yerine getirmekten acizse veya
kendisi işlenen suçların ya da zulümlerin gerçek failiyse; ya da ilgili devletin
dışında yaşayan insanlar orada vuku bulan eylemler tarafından doğrudan doğruya
tehdit edilmekte ise etkinleştirilebilecektir. Bu sorumluluk, bazı durumlarda
tehlikede olan ya da ciddi bir tehdit altında bulunan toplumları desteklemek için de
geniş devletler topluluğunun eylemde bulunmasını gerektirmektedir.” 102
Koruma sorumluluğu kavramının aynı zamanda egemenlik kavramına atıf yaparak,
“sorumluluk olarak egemenlik” çerçevesinde egemenliğin devlete üç tür sorumluluk
yüklediğini varsayılmıştır.103 “İçsel sorumluluk” devletin kendi vatandaşlarının
haklarını koruması düşüncesine dayanır. “Dışsal sorumluluk” diğer devletlerin
egemenlik haklarına BM sistemi çerçevesinde saygı gösterilmesidir. Sorumluluğun
üçüncü boyutu ise, devlet içerisindeki karar alma mekanizmalarının ve
uygulayıcılarının
bu
sorumluluklarını
yerine
getirmemeleri
halinde
“hesap
verme”leridir.104 Devletlerin egemenliğinden kaynaklanan bu sorumluluklarını
hangi durumlarda yerine getirmemiş sayılacakları ve koruma yükümlüğünün hangi
durumlarda gerekli olacağı raporda şu şekilde yer almıştır
-
İlgili devletin eylemleri veya umursamazlığı veya harekete geçememesi veya
başarısız devlet durumunda olması nedeniyle soykırım niyetiyle veya böyle bir
102
ICISS, The Responsibility to Protect, s.17, para 2.31.
Edoardo Greppi, “The Responsibility to Protect: An Introduction”, ed. Gian Luca Beruto, International
Humanitarian Law Human Rights And Peace Operations, Sanremo, 4-6 September 2008, International
Institute Of Humanitarian Law, s. 201-202.
104
ICISS, a.g.e, s. 8-13.
103
37
niyet olmaksızın gerçekleşmekte olan veya gerçekleşmesinden endişe edilen
büyük çapta can kaybı,
-
Öldürme, zorunlu göç, terör ve tecavüz eylemleri aracılığıyla gerçekleşmekte
olan veya gerçekleşmesinden endişe edilen büyük çaplı etnik temizlik105
Koruma sorumluluğunun sürekliliğine vurgu yapan bu formül, eğer devlet belirtilen
nedenlerden dolayı sorumluluğunu yerine getiremiyorsa, uluslararası toplumun
devreye girerek devletin sorumluluğundaki boşluğu doldurması gerekmektedir.106
ICISS’in
raporunda
koruma
sorumluluğun
üçüncü
boyutu
şu
şekilde
incelenmektedir;
“The Responsibility to Prevent (Önleme Sorumluluğu): Toplumları risk altında
bırakan insan yapımı krizlerin ve iç savaşların hem kökeninde yatan nedenine hem
de dolaysız nedenine hitap etmek,
The Responsibility to React (Tepki Verme Sorumluluğu): Yaptırımlar ve
uluslararası adli kovuşturma gibi cebri tedbirleri ve aşırı durumlarda askeri
müdahaleyi de içeren uygun tedbirlerle, zorlayıcı beşeri musibetlere karşılık
vermek,
The Responsibility to rebuild (Yeniden İnşa Sorumluğu): Özellikle askeri
müdahaleden sonra, müdahalenin durdurmayı veya engellemeyi tasarladığı
felaketin nedenlerine hitap edecek şekilde iyileştirme, yeniden inşa ve uzlaştırma
ile tam bir destek sağlamak” 107
ICISS, “önleme”nin koruma sorumluluğunun en önemli boyutu olduğunu
belirtmektedir. Komisyon, etkin çatışma önlemenin (conflict prevention),“durumun
kırılganlığı ve taşıdığı risklerle ilgili bilgi birikimi”, “bir fark yaratan mevcut politik
tedbirlerin idraki” ve “bu tedbirlere başvurmaya gönüllü olmayı” gerektirdiğini
105
ICISS, a.g.e., s. 32.
Carsten Stahn, “Responsibility to Protect: Political Rhetoric or Emerging Legal Norm?”, American
Journal of International Law, 2007, Vol. 101, No. 1, s. 103.
107
ICISS, a.g.e., s. XI.
106
38
değerlendirmektedir. Daha kısa ve öz bir şekilde, ”erken uyarı (early warning)”,
“önleyici araç (preventive toolbox)” ve “siyasi irade (politic will)” tedbirlerini
önermektedir. Massingham’ın da dikkatimizi çektiği gibi rapor, önlemenin en
önemli öncelik olduğunu vurgulamasına rağmen; bazılarının, bunu “mantıksız” ya
da en azından doktrinin tartışmalı yönü olan tepki gösterme sorumluluğunu
gölgelemek için olduğunu iddia etmeleri, muhtemelen hiç şaşırtıcı olmayacaktır.108
2005 yılında düzenlenen Birleşmiş Milletler Dünya zirvesi’nde uluslararası bir
koruma yükümlülüğünün varlığı Zirve Sonuç belgesinin “Halkları soykırım, savaş
suçları, etnik temizlik ve insanlığa karşı suçlardan koruma sorumluluğu” alt
başlığının altındaki 138 ve 139. Maddelerinde şu şekilde yer bulmuştur.
138. Madde; Her devlet halklarını soykırım, savaş suçları, etnik temizlik ve
insanlığa karşı suçlardan korumak sorumluluğuna sahiptir. Bu sorumluluk uygun
ve gerekli vasıtalarla, bu suçların, onların teşviki de dahil olmak üzere,
önlenmesini gerektirir. Bu sorumluluğu kabul ediyoruz ve buna göre hareket
edeceğiz. Uluslararası toplum, uygun oldukça, bu sorumluluğu tatbik etmede
devletleri cesaretlendirmeli ve yardım etmeli ve erken uyarı kabiliyeti tesis
edebilmesi için BM’yi desteklemelidir.”
139. Madde; “BM aracılığıyla uluslararası toplum, BM Şartının VI ve VIII.
Bölümleri ile uyumlu olarak, insanların korunması için uygun diplomatik, insani ve
diğer barışçıl araçları kullanma sorumluluğuna sahiptir. Bu bağlamda biz eğer
barışçıl yollar yetersiz kalır ve ulusal yetkililer insanları soykırım, savaş suçları,
etnik temizlik ve insanlığa karşı işlenen suçlardan toplumları korumada apaçık
başarısız olursa, Güvenlik Konseyi aracılığıyla VII. Bölüm de dahil olmak üzere,
BM Şartı ile uyumlu olarak durum bazında ve ilgili bölgesel örgütlerle işbirliği
içinde, zamanında ve kararlı bir şekilde, müşterek eylem üstlenmeye hazırız.
Genel kurulun BM Şartının ilkelerini ve uluslararası hukuku göz önünde tutarak,
halkları soykırım, savaş suçları, etnik temizlik ve insanlığa karşı suçlardan koruma
sorumluluğunu ve onun olası sonuçlarını, değerlendirmeye devam etme
gereksiniminin üzerinde duruyoruz. Ayrıca gerekli ve uygun oldukça diğer ülkelerin
108
Eve Massingham, “Military Intervention for Humanitarian Purposes: Does the Responsibility to Protect
Doctrine Advance the Legality of the Use of Force for Humanitarian Ends?”, International Review of the
Red Cross, 2009, Vol. 91, No. 876, s. 807.
39
halklarını soykırım, savaş suçları, etnik temizlik ve insanlığa karşı suçlardan
koruyabilecek kapasitelerini geliştirmelerine yardım etmeyi ve kriz ve çatışmaların
her an patlak vermesinin gerginliğini yaşayanlara yardım etmeyi taahhüt
etmekteyiz.” 109 İfadesi BM üyeleri tarafından kabul edilmiştir.
ICISS, Koruma Sorumluluğunun en tartışmalı kısmını oluşturan askeri müdahale
konusuna ise altı ölçüt getirmiştir.110 Just Cause ( Haklı neden), dördü
precautionary
principles
(ihtiyatlılık
ilkeleri,
right
authority
(meşru
otorite
prensibi)’den oluşan bu altı ölçüt, çalışmanın ilk bölümünde bahsi geçen ve kökeni
Hıristiyan geleneğine dayanan haklı savaş kıstaslarıyla benzeşmektedir.
Haklı neden olarak belirlenen “geniş ölçekli insan kaybı” ve “geniş ölçekli etnik
temizlik” gibi “insanlara, ciddi ve telafisi mümkün olmayan zarar meydana gelmesi
veya meydana gelme olasılığı çok yakın (soykırım, ağır savaş suçları, etnik
temizlik ve insanlığa karşı suçlar) son çare olarak başvurulan müdahale111,
ICISS’e göre aşağıdaki esaslar haklı sebep olarak değerlendirilecektir112:
“ Right Intention” (doğru amaç) : İnsanların ıstıraplarının sona erdirilmesi ve onları
bu ıstıraplardan korumak caiz müdahalelerin ana nedenini oluşturmaktadır. Bu
meyanda başka amaçların takip edilmesinin bir zararı bulunmamaktadır. BM
Genel Sekreterinin raporu genel olarak doğru amaçtan söz etmektedir.113Dünya
zirvesinin nihai bildirgesi böyle bir sınırlamadan söz etmemektedir.
Last Resort (Son Çare) : Tüm kaynaklar askeri müdahaleyi askeri nitelikli olmayan
çarelerin ümitsiz gözükmesi durumunda istisnai olmak üzere son çare olarak
nitelendirilmektedir.114 2005 tarihli dünya zirvesinde bu nokta BM Şartı’nın 42.
Maddesi lafzına benze şekilde formüle edilmiştir.
109
2005 World Summit Outcome, Resolution Adopted by the United Nations General Assembly,
http://unpanl.un.org /intradoc/groups/public/documents/UN/UNPAN021752.pdf (Erişim Tarihi: 22.04.2012)
110
ICISS, a.g.e., p. 31-37, para. 4.10-4.43.
111
Christian Schaller, “ Responsibility to Protect “, SWP-Aktuell 46, Berlin, s.12.
112
A. Füsun Arsava, “Egemenlik ve Koruma Sorumluluğu”, Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi,
2011, Cilt XV, Sayı 1, s. 106.
113
BM genel sekreteri 2005, s.126.
114
ICISS 2001, ss. 4.37- 4.38
40
Proportional Means (Orantılılık): Askeri müdahale kapsamı, yoğunluğu ve süresi
bakımından amaçlara erişmek için gerekli olan asgari ölçüyü esas almalıdır. 115
Amaçlara erişmek için uygun olan en ılımlı aracın kullanılması dünya zirvesinin
nihai raporunda yer almamıştır.
Reasonable Prospect (Olumlu Gelişme Beklentisi): Müdahale insani durumun
iyileşmesini sağlamalıdır. Müdahalenin getirdiği olumsuz sonuçların hareketsiz
kalınması durumunda beklenilen olumsuzluklardan daha ileri gitmemelidir.
Koruma Sorumluluğu kavramı klasik egemenlik anlayışına yeni bir bakış açısı
kazandırmıştır. BM Genel Sekreteri tarafından hazırlanan ve zirve için “ en
öncelikli gündem” teklifleri olarak sunulan “ A more Secure World ( Daha Güvenli
Dünya) 116” raporu “koruma sorumluluğu” ilkesi üzerinde durmuştur.
BM genel sekreteri Annan, kalkınma, güvenlik ve insan haklarında daha geniş
özgürlük için yol gösterici ışığımızın, “ her taraftaki halkların ihtiyaçları ve umutları
olma”sı gerektiğini vurgulamaktadır.117 Bunun uygulanmasındaki zorlukların
aşılması için dünya zirvesini bir fırsat olarak görmekte ve “… eylem için, bütün
devletlerin yükümlülük altına sokan ve bütün devletlerin yargılanabileceği bir pakt”
üretilmesinin hayalini kurmaktadır.118 Annan Koruma Sorumluluğu’nu şu şekilde
değerlendirmektedir119:
“…Bu konu ile ilgili hassasiyetlerin tamamen farkında olsam da, kesinlikle bu
yaklaşımı kabul ediyorum. İnanıyorum ki koruma sorumluluğunu kucaklamalıyız ve
onu hayata geçirmeliyiz. Bu sorumluluk her şeyden önce, asli varoluş nedeni ve
görevi halkını korumak olan, her bir devlete düşer. Ancak eğer ulusal yetkililer
kendi vatandaşlarını koruyamazsa veya kendi vatandaşlarını korumada isteksizse,
o vakit sorumluluk, insan haklarını ve sivil halkın refahını korumaya yardım etmek
için diplomatik, insani ve diğer yöntemleri kullanmak için uluslararası topluma
geçer. Bu yöntemler yetersiz görüldüğünde, eğer gerekiyorsa; zorlama eylemleri
115
ICISS 2001, ss. 4.39-4.40
UN High Level Panel on Threats, Challenges and Change, A more Secure World: Our Shared
Responsibility, United Nations Department of Public Information, New York, 2004
https://www.un.org/en/peacebuilding/pdf/historical/hlp_more_secure_world.pdf (Erişim Tarihi 20.11.2013)
117
Kofi Annan, Documents of A more Secure World, BM, s.5 para. 12.
118
Kofi Annan, a.g.e., s.22 para. 72.
119
Kofi Annan, a.g.e., s.35, para.135.
116
41
de dahil olmak üzere, BM Şartına göre Güvenlik Konseyi mecburen harekete
geçmeye karar verebilir.”
Annan, egemenliği devlet sorumluluğunun bir parçası olarak değerlendirmiş ve
gerektiği anda ulusal düzeyden uluslararası düzeye geçebilen sorumluluk
anlayışına destek vermiştir. Klasik egemenlik anlayışının, gerekli şartlarda
değiştirilmesi gerektiğine inanan Annan, kuvvet kullanımına gidebilmek için gerekli
kıstaslar getirilmesini diğer raporlarla benzer şekilde desteklemektedir.
Sonuç olarak, 1648 Westphalia barışından beri, uluslararası barışa ve güvenliğe
tehdit olarak görülen durumlara karşı devletlerin egemenlikleri yok sayılarak iç
işlerine karışılmıştır. Yirminci yüzyılda ise güvenlik merkezli tehdit algılanmalarının
yerini, insanı korumaya yönelten müdahale anlayışı almaya başlamıştır.
Uluslararası sistemin “ahlaki” kaygılarını öne çıkarmaya başladığı bu dönem,
insanı merkeze yerleştirerek egemenliği yeniden karakterize etmektedir. Ahlaki
kaygıları öne çıkarmaya çalışan yeni egemenlik anlayışı, müdahale ve kuvvet
kullanımı ilkeleri ile kökeni haklı savaşa kadar uzanan ahlaki olmayan bir eylemi
ahlaki sebepler için yerine getirme düşüncesini sorgulatmaktadır.
42
43
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
YENİ SÖMÜRGECİLİK VE İNSANİ MÜDAHALE BAĞLAMINDA
LİBYA MÜDAHALESİ
Bu bölümde, önceki iki bölümde incelemiş olduğumuz sömürgecilik ve insani
müdahale kavramları Libya örneği üzerinden tartışılacak olup Libya tarihi ve Arap
Baharı’nın Libya üzerindeki etkilerine değinildikten sonra 1973 sayılı BM Güvenlik
Konseyi kararının haklı savaş teorisi açısından meşruiyet zeminine sahip olup
olmadığı araştırılacaktır.
3.1. Libya Tarihi ve Sömürgecilik
Osmanlı İmparatorluğu’nun Afrika’da kalan son toprağı olan Libya 15 Ağustos
1551 tarihinde Kanuni Sultan Süleyman tarafından Trablusgarp’ı İspanyollardan
almak üzere görevlendirilen Kaptan-ı Derya Sinan Paşa tarafından alınmıştır.
Başlangıçta Cezayir ve Tunus’la ele alınarak müşterek olarak yönetilen Libya daha
sonra ayrı bir eyalet olarak yönetilmiştir. Bu eyaletlerin tamamına “Garp Ocakları”
denmiştir. Libya Garp ocaklarından Osmanlı Devleti’ne en bağlı olanı olarak ortaya
çıkmıştır.120
Emperyalist Batı Avrupa ülkelerinden en geç kalmış ve en güçsüzü olan İtalya,
sömürgecilik yarışına girmeye karar verdiğinde, kendisine Kuzey Afrika’da ancak
Libya’nın kaldığını görmüş ve bu bölgeyi kontrolü altına alabilmek için 29 Eylül
1911 tarihinden itibaren Libya’ya asker çıkarmıştır. 121 Trablusgarp vilayeti ve
Bingazi müstakil sancağı 1912 yılında imzalanan Quchy (Uşi) anlaşmasıyla
İtalya’nın hâkimiyetine geçmiştir ancak çatışmalar fiili olarak 1917 yılına kadar
sürmüştür. Libyalılar bir İslam toprağının Hıristiyanlar tarafından işgal edildiğine
inandıklarından 20 yıl boyunca direnişlerine devam etmişlerdir.122 İtalya’nın Libya
üzerinde tam olarak egemen olabilmesi ancak 1932 yılında gerçekleşmiştir. 19231932 yılları arasında İtalyanlar için en önemli direniş eylemleri Ömer Muhtar’ın
120
H. Şıvgın, Trablusgarp Savaşı ve 1911-1912 Türk-İtalyan İlişkileri, Atatürk Araştırma Merkezi
Yayınları, Ankara, 2006, s. 1.
121
C. Üçok, Siyasal Tarih 1789-1950, Ankara Hukuk, Ankara, 1967, s. 276-278
122
J. Wright, Libya: A Modern History, Croom Helm, London, 1981, s. 28
44
liderliğinde ortaya çıkmış, Ömer Muhtar’ın yakalanarak asılması sonrasında İtalya
tamamen ülkeye hâkim olmuştur. 123
İtalya’nın baskı ile bölgeye hâkimiyeti İkinci Dünya Savaşı'nın sonuna kadar
devam etmiştir. Savaş sonrasında İtalya ve Almanya kuvvetlerinin ülkeden
çıkarılmasından sonra Libya’nın büyük kısmı İngiltere, küçük bir kısmı da
Fransa’nın kontrolüne bırakılmıştır. Uzun süre İtalya’ya karşı mücadele eden ve
Mısır’a sürgüne gönderilen Şeyh İdris, 1944 yılında sürgünde dönmüştür.124
Soğuk Savaşın başlangıcındaki güç mücadeleleri sonucunda Libya, 24 Aralık
1951 tarihinde Meşruti Krallık olarak bağımsızlığını kazanmış ve Birleşmiş Milletler
aracılığıyla bağımsızlığa kavuşan ilk ülke olmuştur. Libya tarihindeki bir diğer
önemli
gelişme
ise
1959
yılında
keşfedilen
zengin
petrol
rezervleri
kavuşturmuştur.125 Petrol gelirleri mevcut hükümetin finansman kaynaklarını
güçlendirirken, halk arasında ülkenin artan mali kaynaklarının Kral İdris’in ve
çevresindeki seçkin kitlenin eline geçmesi hoşnutsuzluğa neden olmuştur. Kuzey
Afrika
ve
Orta
Doğu’da
yürütülen
Arap
Milliyetçiliği
propagandaları
bu
hoşnutsuzluğu daha da arttırmıştır.126
Mısır’da darbe ile iktidara gelen Cemal Abdülnasır’ın etkisinde kalan Libyalı
Cumhuriyetçiler tarafından 01 Eylül 1969 tarihinde, Kral İdris el Senusi Türkiye’de
kaplıca tedavisi gördüğü esnada darbe yapılmış ve yönetim ele geçirilmiştir. Kral
bu haber üzerine Yunanistan’a geçerek, bu ülkeye iltica etmiştir. 1971 yılının Ekim
ayından itibaren Kahire’ye geçen Kral, ömrünün sonuna kadar burada kalmıştır.127
Libya’da Kaddafi dönemi ile ilgili olarak ele alınması gereken en önemli
hususlardan ilki, yeni rejimin ideolojisinin önemli bir işareti ve hareket noktası olan
123
D.J. Vanderwalle, A History of Modern Libya Cambridge University Press, Cambridge, 2006, s. 255.
G.L. Simons, Libya and The West: From Indipendence to Lockerbie, Centre for Libyan Studies,
Oxford, 2003, s. 15.
125
G.L. Simons, a.g.e., s.15.
126
J. Schiller, Internet View of the Arabic World, Booksurge Publishing, South Carolina, 2009, s. 161.
127
O. Öndeş, Kardeş Libya, İstanbul, Yağmur Yayınevi, New York, 2007, s.69-97.
124
45
Zawara Beyanı’dır. İkinci önemli husus ise Kaddafi’nin bu ideolojiyi netleştirdiği,
adeta uygulama alanlarını ve esaslarını ortaya koyduğu Yeşil Kitap’tır. 128
Kaddafi, yönetimi ele geçirmesinden sonra Üçüncü Evrensel Teori adını verdiği ve
kendi ifadesiyle İslamiyet ile Sosyalizmi sentezleyen bir ideolojiyi benimsemiştir.
Ancak gerçekte bu ideolojinin temelinde Arap milliyetçiliği ve Cemal Abdülnasır
hayranlığının bulunduğunu söylemek mümkündür. Kaddafi, 15 Nisan 1973
tarihinde “Zawara Beyanı” olarak bilinen açıklaması ile ideolojisini daha da
netleştirmiş ve halk devrimi olarak nitelendirdiği dikta rejiminin önündeki yasal ve
yönetsel engelleri ortadan kaldırmak maksadıyla ülke bürokrasisini, aydınları ve
rejim aleyhtarlarını sindirme politikasını uygulamaya koymuştur.129 Bu kapsamda
öncelikle mevcut hukuk sistemi askıya alınmış ve Şeriat hukuku uygulanmaya
başlanmıştır.130 Ardından Arap milliyetçiliği ve sosyalizm karşıtı belediye başkanı,
yönetici ve valiler tasfiye edilmiş yerlerine halk komiteleri kurulmuş ve başta petrol
şirketleri olmak üzere kamulaştırma çalışmalarına başlanmıştır.131
Kaddafi, milli kimliğin önemini vurgulamış ve ülkesinin güçsüzlüğünün ana sebebi
olarak milli kimlik bilincinin yeterince gelişmemiş olmasını göstermiştir. Bu
doğrultuda uyguladığı politikalar ile ulusal bağlılık ve gelenekleri yüceltmeyi, yerel
örf ve adetlerin terk edilmesini amaçlamıştır. 132 Kaddafi, ulusal kimlik inşası
stratejisini, tarih kitaplarını yeniden yazarak, eleştirel görüşleri bastırarak ve
hemen
hemen
tüm
propaganda
araçlarını
kullanarak
gerçekleştirmeye
çalışmıştır.133 Ülkesinin petrol gelirlerinin halka ücretsiz ve sağlık hizmetleri olarak
geri sunan Kaddafi “Herkesin bir ev ve arabası olmalı” gibi popülist uygulamalara
da başvurmuştur.
Kaddafi’nin kapitalizm ve komünizme karşı Üçüncü Dünya Ülkelerine bir alternatif
yönetim biçimi olarak sunduğu Cemahiriye sistemi, sosyalizm, Arap milliyetçiliği ve
128
Gürkan Doğan ve Bülent Durgun, Arap Baharı Ve Libya: Tarihsel Süreç Ve Demokratikleşme Kavramı
Çerçevesinde Bir Değerlendirme”, Süleyman Demirel Üniversitesi S.B.E. Dergisi Yıl: 2012/1, Sayı:15, s.
66.
129
D.J. Vanderwalle, a.g.e., s. 84.
130
R. Vogler, A World View Of Criminal Justice, Ashgate Publishing Limited, Aldershot Hampshire,
2005, s.121.
131
N. Hagger, The Libyan Revolution: It’s Origins and Legacy a Memoir and Assessment, O Books,
Hampshire, 2009, s. 101.
132
Saskia Van Genugten, “Libya after Gaddafi,” Survival: Global Politics and Strategy 53 (2011), s. 64
133
Saskia Van Genugten, a.g.e., s. 64
46
özgün bir İslam yorumundan esinlenen öğeler taşımakta ve halkın siyasi partilere
ihtiyaç duymaksızın kendisini doğrudan yönetme şekli olarak takdim edilmektedir.
Kendinin telif ettiği iddia edilen Yeşil Kitap’ta Kaddafi, kabile geleneklerinden de
esinlenen eşitlikçi ve hiyerarşi karşıtı bir yapı öngörmektedir.134 Cemahiriye,
başlangıçta özellikle alt ve orta sınıf Libyalılardan büyük destek görmüştür. Zira
sömürge sonrası dönemde ülkede meydana gelen ekonomik, sosyal ve siyasi
değişim bu kesimler tarafından heyecanla karşılanmıştır. 135
Kaddafi döneminin problemlerinin çoğu finansal kaynaklardan çok, milli kimlik ve
demokraside yaşanan olumsuzluklardan kaynaklanmıştır. Ekonomik problemlerin
çoğu 2004 yılı itibarı ile büyük oranda çözülmüş ancak özgürlük kısıtlamaları 2011
yılına yaklaşırken devam etmektedir.
3.2. Arap Baharı’nın Libya’ya Etkisi
Seyyar meyve sebze satıcısı Tunuslu Muhammed Bouazizi‟nin, polisin meyve
sebze arabasına ve elektronik tartısına el koymasına karşılık, kendisini valilik
önünde yakma protestosu136 adeta “barut fıçısına tutulmuş bir kibrit” etkisi
yaratmış ve Kuzey Afrika ve Arap ülkelerindeki baskıcı rejimlere karşı başlatılan
hareketin başlangıcı olmuştur.137
Arap Baharı’nın başlangıcı olarak kabul edilen söz konusu hadisede; bir seyyar
satıcının tek geçim kaynağı olan tezgahının elinden alınması (ekonomi) ve bu
eylemin devlet gücü tarafından yapılması (baskı), kısa sürede geniş bir coğrafyaya
yayılan gösteri ve çatışmalarının özünü ifade etmektedir. Böylece Arap Baharı’nın
yayıldığı tüm ülkelerde gözlemlenen iki öğe, ekonomik sorunlar ve baskıcı
rejimlerin varlığıdır.
Bu noktada Libya, kısmi de olsa bir istisna teşkil etmektedir. Libya, uzun yıllar
boyunca maruz kaldığı ekonomik yaptırımlara rağmen Kaddafi’nin Libya’nın sahip
134
Selin M. Bölme vd., Batı ve Kaddafi Makasında Libya, SETA Rapor, No: 3 Mayıs 2011, s.9.
Ali Abdullatif Ahmida, Forgetten Voices: Power and Agency in Postcolonial Libya, New York:
Routledge, 2005, s. 72.
136
Witnesses Report Rioting in Tunisian Town, Reuters, 19 Aralık 2010, http://af.reuters.com
/article/topNews/idAFJOE6BI06U20101219?sp=true
137
Alper Birdal ve Yiğit Günay, “Arap Baharı” Aldatmacası, Ortadoğuda Emperyalist Restorasyon,
Yazılama, İstanbul, 2012, s. 11-17
135
47
olduğu muazzam petrol gelirlerini halka yansıtmasının etkisiyle halkın ekonomiye
dair şikayetlerinin yoğunlaşmadığı bir ülkeydi. Bununla birlikte Kaddafi’nin yönetim
şeklinin demokratik ve baskıdan uzak olduğunu iddia edemeyiz. Dolayısıyla Libya
örneği, Arap Baharı’nın iki ana koşulundan sadece birini sağlamaktaydı.
Libya coğrafyasının en önemli gerçeği, Libya’nın iki büyük şehre (Trablusgarp ve
Bingazi) sahip olması ve bu iki şehrin de birbirinden 650 kilometrelik bir çöl ile
ayrılmış olmasıdır. Söz konusu iki şehir; Yunanlılar, Kartacalılar ve Romalılardan
bu yana süregelen birbirinden çok farklı ekonomik ve siyasi yapılara sahip
olmuştur. Yine kökleri çok eski zamanlara dayanan Beni Salim Kabilesi Bingazi’de,
Beni Hilal Kabilesi ise Trablusgarp’ta hüküm süregelmiştir. 138 Bahse konu kabileler
Libya’da gerçekleşen ayaklanma ve gösterilerde de önemli bir rol oynamışlardır.
Libya’da tarihsel olarak hem ordu içindeki hem de ülke genelindeki güç
dengelerinde, kabile yapısı ve bağlılıkları rol oynamaktadır. Bu durumun farkında
olan Kaddafi ülkede güç dengelerindeki kabile faktörünü gözetmiş ve maddi
mükâfatlarla kendisine bağlı kabilelerle birlikte bir ittifak içerisine girmiştir.
Çevresindeki ilk halkayı kendinin de mensup olduğu Kaddafi kabilesinden ve
tercihen yakın kan bağı bulunanlar arasından seçen Kaddafi, özellikle kilit askeri
ve istihbarî pozisyonları kendi kabilesinden olanlara vermiştir. Libya’nın en büyük
kabilelerinden birisi olan Megariha kabilesi ve belirli oranda El-Avakir kabilesi de
Kaddafi’nin güvenlik halkasında kendisine yer bulmuş ve bu doğrultuda bu
kabileden Abdüsselam Calud ve Abdullah Es-Senûsi gibi figürler yönetimde önemli
konumlarda bulunmuşlardır. 139
Kaddafi karşı kampta yer alan Ebu Leyl, Misurata ve Verfala gibi kabilelerin
gösterilerdeki rolü de en az Kaddafi safında yer alanlar kadar önemlidir.
Gösterilerin el-Beyda merkezli olarak başlamasında ve ardından Derne ve
Tobruk’a yayılmasında da kabile bağlılıkları önemli rol oynamıştır. Burada Ebu
Leyl kabilesi mensupları gösterilerde öncü konumda olmuştur. Ayrıca Senûsi
138
Saskia Van Genugten, a.g.e., s. 64.
Libya tribes: Who’s who?”, http://www.csmonitor.com/World/Backchannels/2011/0224/Libya-tribesWho-s- who/(page)/2 (Erişim Tarihi: 18.04.2013)
139
48
tarikatının bu bölgede hala devam eden etkinliği de Kaddafi karşıtı gösterilerin
organizasyonunda ve yayılmasında etkili olmuştur.140
Libya’da yaşanan çatışmalar, demokratik taleplerden ilham alan bir halk
ayaklanmasından ötede kabileler arası bir savaş ya da siyasi güç merkezinin
dışına itilen kabilelerin iktidar mücadelesini de içermektedir.
Eski Sirenayka topraklarının merkezinde yer alan Kral İdris döneminde yönetim
merkezi olan Bingazi’de 15 Şubat 2011’de avukat ve rejim karşıtı Fethi Terbil’in
tutuklanması Libya iç savaşının kıvılcımını yakmıştır. Eylemler, Bingazi polis
merkezi önünde başlayan gösterilere polisin sert müdahale etmesi üzerine
genişlemiştir. Terbil’in serbest bırakılmasını isteyen gösterilere katılımın kısa
sürede 600-700 kişiye ulaşması ve polisin aşırı güç kullanması Libya’nın doğusu
başta olmak üzere ülkenin değişik bölgelerinde rejim karşıtı gösterilerin
yaşanmasına yol açmıştır. Trablus’un güneybatısında bulunan Zintan başta olmak
üzere değişik kabilelere bağlı yaklaşık 40 göstericinin olaylar sırasında
yaralanması üzerine protesto eylemleri sıra sürede Bingazi, Al Bayda, Tobruk,
Derne, Batı Libya’da bulunan Zawiya, Zwara, geneyde bulunan Gharyan ve
Yafran’a kadar sıçramıştır. 16 Şubat 2011’de ise yoğun olarak Zavayya, Tibbu,
Warfalla, Misurata, Msilata, Zintan ve Majabra aşiretlerinin yoğun yaşadığı Trablus
bölgesi ile Misurate, Msilate, Derne, Kufra, Tabruk, Jalu gibi Doğu ve Güney Libya
toprakları içinde yer alan yerleşim birimlerinde askeri çatışmaların yaşanmasına
yol açmıştır. Barışçıl kitle gösterilerine karşı güvenlik güçlerinin sert müdahalelerde
bulunması ve olaylar sırasında sivil kayıpların yaşanması krizin daha da
tırmanmasına yol açarken bu gerginlik 17 Şubat 2011’de muhaliflerin çağrısıyla
Öfke Günü gösterilerinin düzenlenmesiyle sonuçlanmıştır.
Öfke gününde Kaddafi yönetiminin özel birlikler ve Afrika kökenli paralı askerleri
kullanması ve sivil kayıpların yaşanması krizi kabileler arası bir çatışmaya
dönüştürmüştür. Nitekim Kaddafi yönetimi de ordu içindeki aşiret bağlarının
varlığını bildiğinden olaylar sırasında ordu yerine kendisine bağlı güvenilir birlikleri
ve askerleri kullanma yoluna gitmiştir. Ancak Kaddafi’nin olaylara yaklaşımı
yıllardır iktidardan dışlanan veya istediği ölçüde iktidarda yer alamayan kabilelerin
140
http://www.spiegel.de/international/world/0,1518,747234-2,00.html (Erişim Tarihi: 13.06.2013)
49
isyanını genişletmiş; gösterilerin hedefinde doğrudan Libya’da Qaddafi kabilesinin
bir üyesi olan Albay Kaddafi iktidarını sonlandırmak yer almıştır.141
3.3. Libya Müdahalesi
Kaddafi’ye bağlı güçlerin yoğun hava gücü desteğiyle sivillere yönelik giriştiği
saldırılar kısa sürede sorunu uluslararası kamuoyunun gündemine taşımıştır. BM
Güvenlik Konseyi 26 Şubat’ta aldığı 1970 sayılı karar doğrultusunda sorunun
barışçıl yöntemlerle çözümlenmesi konusunda önemli bir adım atmıştır. Güvenlik
Konseyi Libya’daki sivillere karşı geniş çaplı ve sistematik saldırıları tüm insanlığa
karşı işlenmiş kabul etmektedir. Her ne kadar 1970 Sayılı karar ile Libya
yönetimine iç savaşı durdurma ve sivil halka karşı güç kullanma politikasından
vazgeçilmesi yönünde, diplomatik ve ekonomik önlemler ile önemli bir adım
atılmışsa da Kaddafi rejimi muhaliflerin denetimindeki şehirlerde kontrolü ele
geçirmek için saldırılarını yoğunlaştırmıştır.142
1970 sayılı karar, üye devletler tarafından Libya’ya uygulanacak her türlü savaş
malzemesi, eğitim yardımı ya da diğer finansal yardımların tedarik ve taşınmasının
durdurulması için gerekli önlemlerin alınmasını kapsayan bir ambargoyu işaret
eder.143 Kararda Libya’daki olaylardan ciddi endişe duyulduğu belirtilerek, sivillere
karşı şiddetin derhal sona ermesi ve nüfusun meşru taleplerinin yerine getirilmesi,
Libya’dan ayrılmak isteyen yabancıların tahliyesinde tüm üyelerin işbirliğinde
bulunması gereklilikleri vurgulanmıştır.144
Bunlara ek olarak, Libya’nın Birleşmiş Milletler Genel Kurulu üyeliğinin askıya
alınması, tüm dünya devletlerinin Libya’da yaşanan iç savaşta sivil halktan yana
141
Veysel Ayhan ve Nebahat Tanrıverdi, Libya Savaşı, Uluslararası Müdahale Ve Türkiye, ORSAM
Rapor No: 38, Mart 2011, s. 17.
142
Veysel Ayhan, “Libya Savaşı, Uluslararası Etkileri ve Türkiye’nin Konumu”, Ortadoğu Analiz Nisan
2011 - Cilt: 3 Sayı: 28, s.12.
143
http://www.guardian.co.uk/world/2011/mar/17/un-security-council-resolution (Erişim Tarihi: 12.04.2013)
144
http://www.icc-cpi.int/NR/rdonlyres/2B57BBA2-07D9-4C35-B45E-EED275080E87/0/N1124558.pdf
(Erişim Tarihi: 12.04.2013)
50
olduğu ve Libya devletinin uygulamış olduğu insan hakları ihlallerinin bir an önce
durdurulması gerektiğine yönelik güçlü bir irade beyanıydı.
145
Arap Birliği 12 Mart 2011’de Libya devletinin sivillere karşı ağır silahlar
kullanmasını ve hava saldırısı gerçekleştirmesini gerekçe göstererek Birleşmiş
Milletler Güvenlik Konseyi’ne, uçuşa yasak bölge uygulaması ve Birleşmiş Milletler
Antlaşması’nın Yedinci Bölümü kapsamında acil önlemler alınması için çağrıda
bulunmuştur.146
Arap Birliği’nin söz konusu teklifinden sonra Birleşmiş Milletler Güvenlik
Konseyi’nin Libya hakkında “Bingazi dahil Libya’da saldırı tehlikesi altında olan
sivilleri korumak adına tüm gerekli önlemlerin alınmasını” öngören 1973 (2011)
sayılı karar kabul edilmiştir.147
1973 Sayılı kararın giriş kısmında Libya hükümetinin sivillere karşı uyguladığı
şiddet kınanmış ve derhal güç kullanma politikasında vazgeçilmesi istenmiştir.
Kararda 8 Martta İslam Konferansı Örgütü, 10 Martta Afrika Birliği, 12 Martta Arap
Birliği’nin aldığı uçuşa yasak bölge çağrısı, 16 Martta Genel Sekreterin derhal
ateşkes çağrısına yer verilmiş ve böylelikle 1973 Sayılı karara uluslararası bir
destek verildiğine dikkat çekilmiştir.148
Güvenlik Konseyi kararına, Kaddafi rejiminin göstericilere karşı daha geniş
kapsamlı bir saldırı başlatmak üzere olduğunu gerekçe göstermiştir. 1973 sayılı
karar doğrultusunda; ABD, İngiltere ve Fransa bir koalisyon oluşturmuştur.
19 Mart 2011 tarihinde bir Fransız uçağının Libya askeri aracını vurmasıyla
başlayan “Şafak Yürüyüşü” operasyonunun ilk ayağına Fransa’nın yanı sıra, ABD,
İngiltere, İtalya ve Kanada da destek vermiştir. Harekât, ABD’nin Afrika ülkeleri ile
askeri ilişkilerini yönettiği Almanya’nın Stuttgart kentinde bulunan AFRICOM
145
Mark Tran and Haroon Siddique, “Libya and Middle East Unrest,” The Guardian, March 16, 2011,
http://www.guardian.co.uk/world/blog/2011/mar/16/arab-and-middle-east-protests-libya
146
See Francis E. Ramoin, “Why Intervention in Libya was Justified,” e-International Relations, January
25, 2012, 3, www.e-ir.info/2012/01/25/why-intervention-in-Libya-was-justified/.
147
http://www.un.org/Docs/sc/unsc_resolutions11.htm (Erişim Tarihi: 23.03.2013)
148
Veysel Ayhan, a.g.e. s.13.
51
karargâhı tarafından komuta edilmiştir.149 Libya müdahalesi, Birleşmiş Milletler
görev tanımına ters düşmekten kaçınmak için NATO komuta yapısı dışında
yürütülmüş; koalisyon güçlerine ait, çoğunlukla gayrı resmi olarak faaliyet gösteren
özel kuvvetler, isyancıları Trablusgarp’a saldırmak için bir ordu haline getirmiştir.150
Hava unsurlarının Libya güçlerini vurması için özel kuvvetler ülke içinde her yere
dağılmış, bununla da kalmayıp muhalif güçleri örgütleyip ve eğitmiş, lojistik destek
sağlamış, çatışmalarda muhalif güçlere liderlik etmiş, operasyonları planlamış ve
iletişimi sağlamışlardır.151
Operasyonun hedefinde uçuşa yasak bölge uygulanmasının kurulması için
Libya’nın hava savunma sistemlerinin yok edilmesi varken Fransız Savaş uçakları
Bingazi’de Batı sınırlarında bulunan Kaddafi’ye bağlı askeri güçleri de hedef
almıştır. Böylelikle ilk etapta Kaddafi’nin Bingazi’yi kontrol altına almasını
engellenmiştir.152
20 Ağustos 2011’de Libya’daki isyancı güçler Trablusgarp’ı ele geçirmek için
savaşmaya başladığında koalisyon güçlerine ait uçakların himayesinde hareket
etmişler ve altı aylık savaşın en önemli safhasında başarılı olarak şehrin büyük
bölümünü kontrol altına almışlardır.153 Aynı şekilde, Kaddafi yakalanmadan önce
75 araçlık silahlı bir konvoy ile Sirte’ye hareket halinde idi ve NATO uçakları
saldırarak konvoyun dağılmasına ve birçoğunun imha olmasına neden oldular.
NATO hava operasyonları ile Libya’nın 1000’den fazla tankı, aracı ve silahı ile
Kaddafi’nin komuta-kontrol ağı imha etmiştir.154
1973 Sayılı Karar, başlangıçta iki etki yaratmıştır. Birincisi, devletler siviller
üzerinde orantısız güç kullanımı konusunda caydırılmıştır. İkincisi, ülkesindeki
rejimi değiştirmek üzere harekete geçen sivil halkın desteklenebileceği anlamını
149
İktisadi Kalkınma Vakfı E-Bülteni, 14-20 Mart 2011
Lolita C. Baldor ve Slobodan Lekic: NATO covert guidance steered Libyan rebel gains, The Associated
Press, (23.08.2011)
151
George Friedman, Libya and Iraq: The Price of Success, STRAFOR, 25.10.2011.
152
Veysel Ayhan, a.g.e. s.14.
153
Sait Yılmaz, “Libya’da Neler Oldu?”, (22.12.2012)
http://www.21yyte.org/tr/arastirma/libya/2011/12/22/6418/libyada-neler-oldu (Erişim Tarihi: 27.05.2013)
154
Slobodan Lekic: NATO didn’t know Gadhafi was in bombed convoy, The Associated Press,
(21.10.2011).
150
52
doğurmuştur.155 Ancak bu noktada, rejim muhaliflerinin tüm halkı temsil edip
etmediği konusunda bir meşruiyet problemi yaşanmaktadır. Zira Libya örneğine
bakıldığında, rejimi destekleyen insanların ülke nüfusuna oranının yüzde
altmışlarda olduğuna dair veriler bulunmaktadır.
156
Bu bağlamda müdahaleci
devletlerin stratejik çıkarlarını gerçekleştirmek üzere insan hakları ve demokrasi
gibi etik değerleri bir meşruiyet aracı olarak kullandıkları tezi öne çıkmaktadır.
Koalisyon
güçlerinin
sivil
halkın
korunmasından
ziyade
mevcut
rejimin
devrilmesine yönelik hareket etmesi de operasyonun yetki çerçevesini aştığı
yorumlarını beraberinde getirmiştir.157
1973 Sayılı Kararın bir diğer ayırt edici özelliği ise Koruma Sorumluluğunu
(Responsibility to Protect – RtoP) Birleşmiş MilletlerAntlaşması’nın Yedinci Bölümü
kapsamında kullanmasıdır.
158
Koruma sorumluluğu temelde, devletlerin kendi
vatandaşlarını insani felaketlerden koruma yükümlülüğünü ifade etmekle birlikte,
bu
görevi
yerine
getir(e)meyen
devletlere
uluslararası
yardım/müdahale
yapılmasını da içermektedir.159 Kaddafi rejiminin kendi halkını koruma konusunda
yetersiz kaldığı kabul edilebilir ancak ortada ‘soykırım, savaş suçları, etnik temizlik
veya insanlığa karşı suçlar’ın varlığına dair kesin kanıtlar bulunmamaktadır.
Ruanda ve Darfur örneklerinde, koruma sorumluluğunu gerektirecek (yukarıda
saydığımız)
unsurlardan
hemen
hepsi
mevcut
olduğu
halde
müdahale
gerçekleştirilmezken, söz konusu unsurları barındırmayan Libya İç Savaşı’na
koruma sorumluluğu gerekçesi ile müdahale edilmiştir.160
Diğer taraftan 1973 Sayılı Karar, sadece ‘sivillerin korunması’nı değil, aynı
zamanda ‘Libya Arap Cumhuriyeti’nin saldırısı altında bulunan yerleşim yerlerinin
korunması’nı da içermektedir. Bu doğrultuda ABD Başkanı Barack Obama 18 Mart
155
Jennifer Welsh, “Civilian Protection in Libya: Putting Coercion and Controversy Back into RtoP,” Ethics
& International Affairs 25 (2011), s. 5.
156
Anne-Marie Slaughter, “Why Libya Sceptics Were Proved Badly Wrong,” Financial Times, 24.08.2011,
http://www.ft.com/cms/s/0/18cb7f14-ce3c-11e0-99ec-00144feabdc0.html#axzz254y0PLya.. (Erişim Tarihi:
07.02.2014)
157
Muammer Demir, “Libya Askeri Müdahalesi
Uluslararası Hukuk ve Meşruiyet”,
http://www.hukukveinsan.com/301/ (Erişim Tarihi: 02.03.2014)
158
Marc
Lynch,
“Libya
Inspires
the
Arabs,”
Foreign
Policy,
22.08.2011,
http://www.foreignpolicy.con/posts/2011/08/22/libya_inspires_the_arabs (Erişim Tarihi: 18.11.2013)
159
Quentin Skinner, Vision of Politics, Vol. 1: Regarding Method, Cambridge: Cambridge University
Press, 2002), s. 156.
160
Michael Walzer, “The Case against our Attack on Libya,” The New Republic, 20.03.2011,
http://www.tnr.com/article/world/85509/the-case-against-our-attack-libya (Erişim Tarihi: 12.05.2013)
53
2011’de; rejim muhaliflerinin kontrolünde olan Ecdebiye ve Misrata’dan geri
çekilmesi için Kaddafi’ye bir ultimatom vermiştir.161
Yukarıda değindiğimiz hususlar bağlamında Libya müdahalesinin, ‘devletlerin
bağımsızlığı ve içişlerine karışmama’ prensiplerini ihlal ederek uluslararası hukuka
aykırı olduğu ve müdahalenin maksadını aştığı, ‘askeri müdahaleye başvurmadan
önce
alınması
gereken
barışçıl
önlemler’
tüketilmeden
gerçekleştirildiği
görülmektedir.162
1973 sayılı karar, müdahalenin uluslararası hukuk açısından meşruiyetini
göstermektedir ancak sadece asgari bir meşruiyet sağlamakta ve müdahalenin
sorgulanmasına engel olamamaktadır. Siyasi anlamda da meşruiyetin tam olarak
sağlanabilmesi için uluslararası kamuoyu nezdinde kabul edilebilirliğinin artması
gerekmektedir. Bu noktada Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy’nin operasyonda öne
çıkma eğilimi, operasyonun hedefi ve meşruiyeti konusunda uluslararası
kamuoyunu şüpheye düşürmüş, müdahalenin
sadece Fransa’nın ya da
beraberindeki birkaç ülkenin özel operasyonu olduğu algısını yaratmıştır.163
1973 Sayılı Kararın oylanmasında çekimser kalan Hindistan’ın Güvenlik Konseyi
temsilcisi Manjeev Singh, “Kararda, önlemlerin hangi devlet/örgüt tarafından
uygulanacağına açıklık getirilmediğini” ifade etmiştir. Almanya temsilcisi Peter
Witting ise “askeri önlemlerin alınabilmesi için geniş çaplı ölümlerin yaşandığına ya
da
yaşanma
ihtimaline
yönelik
kuvvetli
emarelerin
bulunmadığını”
ileri
sürmüştür.164
Güvenlik Konseyi kararı 15 üyenin 10 tanesinin olumlu oyuyla alınmıştır. 5 üye ise
çekimser oy kullanmıştır. Çekimser kalan üye devletlerden ikisi Konseyin daimi
üyesi olan Rusya ve Çin’dir. Diğer çekimserler Almanya, Hindistan ve Brezilya’dır.
Çekimser kalan üyelerin tamamı Libya’da sivillerin korunması için acil tedbirler
161
BBC, “Libya: President Obama Gives Gaddafi Ultimatum,” BBC News Africa, 18.03.2011,
http://www.bbc.co.uk/news/world-africa-12791910 (Erişim Tarihi: 17.03.2013)
162
Marjorie
Cohn,
“Stop
Bombing
Libya,”
Huffington
Post,
21.03.2011,
http://www.huffingtonpost.com/marjorie-cohn/stop-bombing-libya_b_838827.html
(Erişim
Tarihi:
17.03.2013)
163
Osman Bahadır Dinçer“Sarkozy ve Kaddafi: Biri Medeni Biri Bedevi İki Mecnun”, USAK Libya
Derlemesi, USAK, Mart 2011, s. 15.
164
Bkz. BM Güvenlik Konseyi’nin 1973 Sayılı Kararı.
54
alınması lüzumunu teslim ederken, askeri müdahaleye durumu daha da
kötüleştireceği ve sonunun belirsiz olması gibi gerekçelerle karşı çıkmıştır.
Konseydeki bu oy dağılımını kısaca şöyle okumak mümkündür: Rusya ve Çin’in
askeri müdahaleye karşı olduklarını beyan etmelerine rağmen veto haklarını
kullanmamaları ABD’nin başı çektiği ve İngiltere ile Fransa’nın içinde yer aldığı
bloğun 1990’da başlayan uluslararası siyasetteki belirleyici üstünlüğünün halen
devam ettiğini göstermektedir. Bununla birlikte, güç dengesindeki bu avantajlı
konumlarına rağmen ABD liderliğindeki “uluslararası koalisyonun” Güvenlik
Konseyini “kullanmak” zorunda
olması 2003
Irak
savaşından
beri bazı
değişikliklerin olduğuna da işaret etmektedir. Hatırlanacağı üzere, ABD Irak’a
savaş açmadan önce dönemin başkanı Bush Güvenlik Konseyi kararı olsa da
olmasa
da
savaşın
başlatılacağını
söylemişti
ve
söylediklerini
de
gerçekleştirmişti.165
Haklı savaş doktrini kapsamında bir insani müdahale; devlet tarafından
gerçekleştirilmiş, gerçekleştirilmekte olan ya da gerçekleştirilmesi muhtemel geniş
çaplı ölümler, etnik temizlik, terör/tecavüz hareketleri vb. eylemler veya söz
konusu eylemlerin devlet dışı bir aktör tarafından yapılması karşısında devletin
önlem al(a)ması durumlarında meşru sayılmaktadır.
Bahse konu unsurları göz önünde bulundurduğumuzda Libya’daki durumun bir
insani müdahale için gerekli şartları taşımadığı görülmektedir.166 Kaddafi rejiminin
geniş
çaplı
kıyımları
içeren
bir
saldırısı
bulunmadığı
gibi
Libyalı
göstericilerin/muhaliflerin de ağır silahlar ile donatılmış askeri bir yapı teşkil
etmelerinden ötürü ‘sivil’ bir topluluk olarak adlandırılmaları doğru olmayacaktır.167
İsyancılar sivil olarak tanımlanmadığı takdirde, savaş suçları dayanak gösterilerek
gerçekleştirilen bir insani müdahale de meşru gerekçeye (just cause) sahip
165
Mehmet Emin Çağıran, “Güvenlik Konseyinin Libya’ya Askeri Müdahale Kararı”, Ortadoğu Analiz,
Nisan 2011 - Cilt: 3 Sayı: 28, s.48.
166
Alex J. Bellamy, “Libya and the Responsibility to Protect: The Exception and the Norm,” Ethics &
International Affairs 25 (2011), .267.
167
Stuart Hughes, “Libya Conflict: Rebels Accused of Reneging on Mines Vow,” BBC News Africa, April
19, 2011, http://www.bbc.co.uk/news/world-africa-13138102 (Erişim Tarihi: 25.04.2011)
55
olmayacaktır.168 Diğer taraftan
elinde silah olan her Kaddafi destekçisi sivil
olmasına rağmen isyancı sivillere karşı tehdit kabul edilmiştir.169
Kısa süreli askeri müdahaleleri gerçekleştiren devletlerin, söz konusu müdahalenin
meşruiyeti
konusunda
uluslararası
kamuoyunu
olduğu
kadar
kendi
iç
kamuoylarında ikna etmeleri gerekmektedir. ABD’nin Irak müdahalesinden edindiği
tecrübenin de etkisiyle Obama yönetimi Libya’ya gerçekleştirilecek müdahalede;
“Libya halkından gelen bir müdahale talebi olduğunu” ileri sürmüş ve müdahaleyi
çok taraflı bir koalisyon aracılığı ile gerçekleştirerek maliyetleri ve müdahale
sonrasında
oluşacak
muhtemel
olumsuz
sonuçların
yükünü
tek
başına
üstlenmekten kaçınmıştır.170
Fransa’nın Libya müdahalesinde oynadığı öncü rolün iç ve dış politika bağlamında
ayrı ayrı gerekçeleri bulunmaktadır. İç politikada zor dönemler yaşamakta olan
Sarkozy’nin 2012 seçimlerine giden yolda halk nezdinde saygınlığını giderek
yitirmesi, onu büyük çaplı girişmlerde bulunmaya itmiştir. İç Politika ile ilgili bir
diğer konu ise Kaddafi’nin oğlu Seyfülislam’ın seçim kampanyasında Sarkozy’ye
yönelik yaptığını söylediği maddi seçim yardımın örtbas edilmek istemesi olabilir.
Dış politikada ise Sarkozy, en büyük hedefi olan Akdeniz İçin Birlik (2008)
projesinin Almanya tarafından engellenmesi sonucu oluşan başarısızlığını
unutturmak Libya müdahalesini Kuzey Afrika’daki önemini ve gücünü ispat etmek
için kullanmıştır. Sarkozy, Akdeniz İçin Birlik planı ile AB’yi bypass edememiş olsa
bile Akdeniz’de vazgeçilmez bir aktör olma hedefinden vazgeçmiş değildir.171
Hukuki zeminin sağlanmış olması insani müdahalenin uluslararası toplum
nezdinde meşru sayılıp sayılmayacağını kesin olarak belirlememektedir, çünkü
insani müdahale özünde askeri güç kullanımıdır. Askeri güce başvurup
başvurmamanın ya da bunu ne zaman ne kadar süreyle kime karşı
168
Jon Western ve Joshua S. Goldstein, “Humanitarian Intervention Comes of Age: Lessons from Somalia to
Libya,” Foreign Affairs 90 (2011), 54, http://www.foreignaffairs.com/articles/136502/jon-western-andjoshua-s- goldstein/humanitarian-intervention-comes-of-age. (Erişim Tarihi: 18. 01.2012)
169
Steven Erlanger: What the War in Libya Tells Europe, Strategic Europe, (21.09.2011).
170
Barack Obama, “Obama’s Libya Speech: Full Text as Delivered,”
28 Mart 2011,
http://www.politico.com/news/stories/0311/52093.html
171
Deniz
Tören,
“Libya
Müdahalesi
Üzerine
Bir
İnceleme”,
(25
Mart
2011)
http://www.tuicakademi.org/index.php/yazarlar1/102-deniz-toren-tum-yazilari/1131-libya-mudahalesiuzerine-bir-inceleme (Erişim Tarihi: 18.05.2013)
56
kullanılabileceğinin ise ahlaki açıdan herkesçe kabul görecek ideal bir formülü
yoktur.172
172
Segah Tekin, a.g.y., s. 14.
57
SONUÇ
Afrika kıtası, on beşinci yüzyıldan başlayarak günümüze kadar, Avrupa
emperyalizminin ve sömürgeciliğinin kurbanı olmuştur. İki dünya savaşının Avrupa
üzerinde yaptığı yıkımlar ve Avrupa’nın dünya siyasetinde eski ağırlığını görece
kaybetmiş
olması
Afrika’yla
olan
sömürge
bağlarını
koparmamış
fakat
çeşitlendirmiştir. Üstelik İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ortaya çıkan yeni
uluslararası düzen, Afrika’ya yeni ‘sömürgeci’ler kazandırmıştır. Soğuk Savaş’ın
kuralları çerçevesinde ABD-SSCB çatışmasından nasibini alan Afrika kıtası, iki
süper gücün bir nevi “go tahtası” haline gelerek, her bir taş yer değiştirdiğinde
darbelere, soykırımlara, göçlere ve toplu ölümlere sahne olmuştur. Ayrıca,
uluslararası örgütler bu dönemde, emperyalist devletlerin Afrika’yla kuracağı ‘yeni
sömürgeci’ ilişkilerinde aracı rolü üstlenmiş; böylece kolektif mekanizmalar
kullanılarak, tek tek devletlerin adı geçmeden sömürge ilişkisinin sürekliliği
sağlanmıştır.
Özellikle Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle Afrika kıtası adeta yeniden keşfedilmeye
başlanmıştır. Afrika’daki eski “efendilerin” etkisi her geçen gün azalmaktadır. 173
Dünya ekonomisinin ve siyasetinin çok kutuplu bir yapıya doğru evrilmesiyle
ortaya çıkan Rusya, Çin, Hindistan gibi güçler de Afrika’da alan kapma yarışına
girmiştir. Söz konusu devletlerin kıtada sömürgeci geçmişlerinin olmayışı ve
Afrikalı devletlere eşit ticari ortaklar gibi davranmaları, bu devletleri Afrikalılar için
daha cazip kılmaktadır. Öyle görünüyor ki, Afrika’da yeni beliren devletler ile
kıtanın kadim sömürgecileri arasında doğan rekabet, kıtanın daha fazla iç
çatışmaya, daha fazla soykırıma, daha fazla yoksulluğa ve nihayet daha fazla
sömürüye doğru yol alacağına işaret etmektedir.
Bu bağlamda, Libya’ya gerçekleştirilen müdahalede Fransa’nın oldukça belirgin bir
şekilde oynadığı öncü rol, eski sömürgeci güçlerin kıtadaki varlıklarını koruma ve
yeniden canlandırma yönündeki bir irade beyanını ortaya koymaktadır.
173
İlyas Kamalov, “Rusya’nın Afrika Politikası”, Stratejik Analiz, Cilt 9, Sayı 99 (Temmuz 2008), s. 84.
58
Uluslarası hukukta tam olarak sınırları çizilmeyen ve geniş bir uygulama alanı olan
insani müdahele ve koruma sorumluluğu mekanizmaları, dışarıdan müdahale
olmaksızın çözülemeyecek iç çatışma, etnik temizlik, soykırım vb. insani krizlerin
çözümü için büyük önem arz etmektedir. Ancak bir insani müdahalenin gerçekten
insani
gerekçelerle
söyleyebilmemiz
için;
yapıldığı
(i)
ve
insani
sömürgecilik
müdahalenin
saikinden
gerekli
uzak
meşruiyet
olduğunu
zeminini
kazandıktan sonra gerçekleşmiş olması ve (ii) insani müdahaleden sonra, (haklı
savaşın orantılılık koşulu doğrultusunda) müdahale edilen ülkenin insani kriz
döneminden daha iyi bir seviyeye getirilmiş olması gerekmektedir.
İnsani perspektiften bakıldığında Batılı güçlerin Libya’ya gerçekleştirdikleri
müdahale için gösterdikleri kararlılık ve el çabukluğunu, Suriye’de üç yıldır süren iç
savaşta göstermemeleri açık bir çelişkiye işaret etmektedir. Söz konusu çelişki,
Batılı güçlerin insani müdahale adı altında yaptıkları Libya operasyonunun etik
gerekçelerinin tutarsızlığını, müdahale kararı alınırken insani gerekçelerden ziyade
özel çıkarların baskın geldiğini göstermektedir.
İnsani müdahalelerde ‘seçiciliğin’ gündeme geldiği bu noktada, ortaya iki seçenek
çıkmaktadır. Ya Batılı güçler kendi inisiyatiflerini kullanarak hiçbir müdahalede
bulunmamalı ya da Birleşmiş Milletler tüm kriz durumlarına doğrudan müdahale
etmelidir. Birinci seçenek, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin yapısı ile birlikte
düşünüldüğünde mümkün görünmemekte, ikinci seçenek ise kıt kaynaklar göz
önünde bulundurulduğunda gerçekçi görünmemektedir. Bu bağlamda insani krizler
konusunda gerçekleştirilecek müdahaleleri birkaç devletin tekeline bırakmayacak
şekilde Birleşmiş Milletler çatısı altında yeni bir örgütlenmeye gidilmesi, insani
müdahale kararlarının alınmasında daha objektif bir mekanizma sağlayabilecektir.
59
KAYNAKÇA
Kitaplar
Ahmida, A.A. (2005). Forgetten Voices: Power and Agency in Postcolonial Libya
(New York: Routledge).
Annan, K. (2005). Documents of A more Secure World, Birleşmiş Milletler.
Arnold, D. (1995). Coğrafi Keşifler Tarihi, çev. Osman Bahadır, 1. Baskı, İstanbul,
Alan Yay..
Ataöv, T. (1975). Afrika Ulusal Kurtuluş Mücadeleleri, Ankara, A.Ü. S.B.F. Yay.
Ayhan, V.l ve Tanrıverdi, N. (2011). Libya Savaşı, Uluslararası
Türkiye, ORSAM Rapor No: 38.
Müdahale Ve
Başkaya, F. (2004). Sömürgecilik, Emperyalizm, Küreselleşme, Ankara, Özgür
Üniversite Yay..
Beitz, C. R., (1979). “Political Theory and International Relations”, Princeton
University Press.
Birdal, A. ve Günay, Y. (2012). “Arap Baharı” Aldatmacası, Ortadoğuda
Emperyalist Restorasyon, Yazılama, İstanbul,.
Bölme, S. M. vd. (2011). Batı ve Kaddafi Makasında Libya, SETA Rapor, No: 3
Mayıs.
Bunnin, N. ve Yu, J. ( 2004). “Ethics and Morality”, The Blackwell Dictionary of
Western Philosophy, Blackwell, 228.
Chapman G. P. ve Baker K. M. (1992). The Changing Geography of Africa and the
Middle East, New York, Routledge.
Coady, C.A.J., (2002). The Ethics of Armed Humanitarian Intervention, U.S.
Institute of Peace, Washington DC.
Coates, A. J. ( 1997). The Ethics of War, Manchester University Press,
Manchester.
Dağ, A. E. 2004. “Uluslararası İlişkiler ve Diplomasi Sözlüğü”, Anka Yayınları,
İstanbul, Mayıs.
Emerson, R. (1965). Sömürgelerin Uluslaşması, çev. Türkkaya Ataöv, Ankara,
Türk Siyasi İlimler Derneği Yay.
Evans, G.ve Newnham, J. (2007). Uluslararası İlişkiler Sözlüğü, çev. H. Ahsen
Utku, İstanbul, Gökkubbe Yay.
60
Fauchelle, P. (1965). Traite de Droit International Public, Tome I, Premiere Partie,
Paix. Paris, 1922, Edip F. Çelik, Milletlerarası Hukuk, Fakülteler Matbaası,
İstanbul.
Fixdal, M. ve Smith, D. (1998) “Humanitarian Intervention and Just War,” Mershon
International Studies Review 42.
Francisco V., “On the American Indians,” ed. Pagden and Lawrence, Political
Writings (Vitoria).
Genugten, S. V. (2011) “Libya after Gaddafi,” Survival: Global Politics and
Strategy 53.
Giddens, A. (2008). Sosyoloji, çev. Hüseyin Özel ve d., 1. Baskı, İstanbul, Kırmızı
Yay.,.
Graham, G. (1997). Ethics and International Relations, Blackwell.
Hagger, N. (2009). The Libyan Revolution: It’s Origins and Legacy a Memoir and
Assessment, O Books, Hampshire.
Hassner, P. (1998). “From War and Peace to Violence and Intervention:
Permanent Moral Dilemmas under Changing Political and Technological
Conditions,” Hard Choices: Moral Dilemmas in Humanitarian Intervention, ed.
Jonathan Moore, Lanham, MD: Rowman & Littlefield.
Hehir, A. (2010). Humanitarian Intervention: An Introduction, Palgrave Macmillan,
New York.
Himes, K. R. (1994). “ The Morality of Humanitarian Intervention”, Theological
Studies, 55, March.
Hollis, M. and Steve S. (1991). Explaining and Understanding International
Relations, Clarendon Press.
Holzgrefe, J. L. (2003). “The Humanitarian Intervention Debate,” ed. J. L.
Holzgrefe ve Robert Keohane, Humanitarian Intervention: Ethical, Legal and
Political Dilemmas, Cambridge University Press, Cambridge.
ICISS, The Responsibility to Protect,
Johnson, J. T. (1974). Ideology, Reason, and the Limitation of War: Religious and
Secular Concepts Princeton University Press, Princeton.
Joyce, J. A. (1979). The New Politics of Human Rights, St. Martin’s Press, New
York.
Kavas, A. (2006). Osmanlı-Afrika İlişkileri, 1. Basım, İstanbul, TASAM Yay..
Keskin, F. (1998). Uluslararası Hukukta Kuvvet Kullanma: Savaş, Karışma ve
Birleşmiş Milletler, Mülkiyeliler Birliği Vakfı Yayınları, Ankara.
61
Köymen, O. (2007). Sermaye Birikirken, 1. Baskı, İstanbul, Yordam Yay.
Lee, S. P. (2012). Ethics and War: An Introduction, Cambridge University Press,
Cambridge.
Lenin, V. İ., Emperyalizm: Kapitalizmin En Yüksek Aşaması, çev. Cemal Süreyya,
7. Baskı, Eriş Yay., 2003.
Lewy, G. (1993). “ The Case for Humanitarian Intervention”, Orbis 37.
Malanczuk, P. (1997). Akehurst’s Modern Introduction to International Law,
Routledge, London and New York.
Malaquias, A. (2001). “Reformulating International Relations Theory: African
Insights and Challenges”, Africa’s Challenge to International Relations
Theory, ed. Kevin C. Dunn ve Timothy M. Shaw, New York, Palgrave Yay.
Minear, L. (1998). “The Morality of Sanctions”, Hard Choices: Moral Dilemmas in
Humanitarian Intervention, ed. Jonathan Moore, Lanham, MD: Rowman &
Littlefield.
More, T. (2009). Ütopya, çev. İlhan Erşanlı, 1. Baskı, Ankara, Alter Yay.
Morgenthau, H. J. (1993). Politics Among Nations; The Struggle for Power and
Peace, Mc Graw-Hill, New York.
Murphy, Sean D., (2005). “Humanitarian Intervention”, Encyclopedia of Genocide
and Crimes Against Humanity, ed. Dinah L. Shelton, Vol I, Thomson Gale.
Nkrumah, K. (1965). Neo-Colonialism , the Last Stage of Imperialism, London,
Thomas Nelson and Sons.
Öndeş O. (2007). Kardeş Libya, İstanbul, Yağmur Yayınevi, New York.
Philpott, D. (1997). “Ideas and the Evolution of Sovereignty,” ed. Sohail H.
Hashmi,
State Sovereignty: Change and Persistence in International
Relations, Pennsylvania State University Press, University Park.
Reismani, M. (1973). Humanitarian Intervention and The United Nations,
Charlottesville, University Press of Virginia.
Richard D. (2007). “Between Kant and Pufendorf: Humanitarian Intervention,
Statist Anti-cosmopolitanism and Critical International Theory,” Review of
International Studies 33.
Schiller, J. (2009). Internet View of the Arabic World, Booksurge Publishing, South
Carolina.
Sidaway, D. (2002). “Postcolonial Geographies: Survey-Explore-Review”,
Postcolonial Geographies, ed. Alison Blunt ve Cherly McEwan, 1. Baskı,
New York, Continuum.
62
Simons, G.L. (2003). Libya and The West:
Centre for Libyan Studies, Oxford.
From Indipendence to Lockerbie,
Steadman, S. J. (1992-1993). “ The New Interventionist”, Foreign Affairs, 72..
Suret-Canale, J. (1999). Kapitalizmin Kara Kitabı, çev. Kerem Kutgözü, 1. Baskı,
İstanbul, Evrensel Yay.
Şıvgın, H. (2006). Trablusgarp Savaşı ve 1911-1912 Türk-İtalyan İlişkileri, Atatürk
Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara.
Teson, F. (1998). Humanitarian Intervention: An Injuiry into Law and Morality,
Transnational Publisher, New York.
Thuck, R. (1999). The Rights of War and Peace: Political Thought and the
International Order from Grotius to Kant, Oxford University Press, Oxford,.
Trim, D. J. B. (2011). “Humanitarian Intervention,” The Changing Character of
War, ed. Hew Strachan and Sibylle Scheipers, Oxford University Press,
Oxford.
Üçok, C. (1967). Siyasal Tarih 1789-1950, Ankara Hukuk, Ankara.
Vanderwalle, D.J. (2006). A History of Modern Libya, Cambridge University Press,
Cambridge.
Vogler, R. (2005). A World View Of Criminal Justice, Ashgate Publishing Limited,
Aldershot Hampshire.
Wheeler, N. J. (2000). Saving Strangers: Humanitarian Intervention in International
Society, Oxford University Press, Oxford.
Wight, M. (2005). “ An Anatomy of International Thought”, Gabriele Wight , Brian
Porter (ed.) Four Seminal Thinkers in International Theory: Machiavelli,
Grotius, Kant, and Mazzini, Oxford : Oxford University Press.
Wright, J. (1981). Libya: A Modern History, Croom Helm, London.
Makaleler
Arsava, A. F. (2011). “Egemenlik ve Koruma Sorumluluğu”, Gazi Üniversitesi
Hukuk Fakültesi Dergisi, XV(1), 101-124.
Ayhan, V. (2011). “Libya Savaşı, Uluslararası Etkileri ve Türkiye’nin Konumu”,
Ortadoğu Analiz, Nisan 3 (28).
Bellamy, A. J. (2011). “Libya and the Responsibility to Protect: The Exception and
the Norm,” Ethics & International Affairs 25.
Chachage,
S.
L.
C.
“Dış
Yardım
ve
Afrika’nın
http://www.tasamafrika.org/pdf/yayinlar/27-chachage.pdf
tarihinde alınmıştır.
Kalkınması”,
06.12.2010
63
Çağıran, M. E. (2011). “Güvenlik Konseyinin Libya’ya Askeri Müdahale Kararı”,
Ortadoğu Analiz, Nisan 3(28).
Demir, M. “Libya Askeri Müdahalesi
http://www.hukukveinsan.com/301/
Uluslararası Hukuk ve Meşruiyet”,
Dinçer, O. B. (2011). “Sarkozy ve Kaddafi: Biri Medeni Biri Bedevi İki Mecnun”,
USAK Libya Derlemesi, USAK, 13-18.
Doğan, G. ve Durgun, B. (2012). Arap Baharı Ve Libya: Tarihsel Süreç Ve
Demokratikleşme Kavramı Çerçevesinde Bir Değerlendirme”, Süleyman
Demirel Üniversitesi S.B.E. Dergisi 1(15).
Greppi, E. (2008). “The Responsibility to Protect: An Introduction”, ed. Gian Luca
Beruto, International Humanitarian Law Human Rights And Peace
Operations, Sanremo, International Institute Of Humanitarian Law, 4-6
September.
Gündem, A. (2008). “Ahmet Kavas ile Röportaj: Afrika’yı ABD ve Avrupa
Kaybediyor, Çin Kazanıyor”, Gündem Anali, 23, 20-27.
Hippel, K. V. (1995). The Non-Interventionionary Norm Prevails: An Analysis of the
Western Sahara, The Journal of Modern Africa Studies, 33.
Kamalov, İ. (2008). “Rusya’nın Afrika Politikası”, Stratejik Analiz, 9 (99).
Krasner, S. D. (1995-1996). “Compromising Westphalia”, International Security,
20(3),
Lüleci, Ç. “İnsani Müdahale Kavramı ve Libya Operasyonu’nun Meşruiyeti
Tartışması”,
Akademik
Perspektif,
,
http://akademikperspektif.com/2012/02/07/insani-mudahale-kavrami-ve-libyaoperasyonunun-mesruiyeti-tartismasi/ tarihinde 07 Şubat 2014’de alınmıştır.
Lynch,
M.
“Libya
Inspires
the
Arabs,”
Foreign
Policy,
http://www.foreignpolicy.con/posts/2011/08/22/libya_inspires_the_arabs
tarihinde 22 Ağustos 2011’de alınmıştır.
Martins, J. P. O. The Golden Age of Prince Henry the Navigator, Londra,
Chapman
and
Hall,
1914,
http://ia341027.us.archive.org/2/items/goldenageofprinc00martuoft/goldenag
eofprinc00martuoft.pdf 11.09.2013 tarihinde alınmıştır.
Massingham, E. (2009). “Military Intervention for Humanitarian Purposes: Does
the Responsibility to Protect Doctrine Advance the Legality of the Use of
Force for Humanitarian Ends?”, International Review of the Red Cross,
91(876), 803-831.
Modeme, Lawrence Emeka, “The Libya Humanitarian Intervention: Is it lawful in
International
Law,”
http://mmu.academia.edu/LawrenceEmeka/Papers/577779/The_Libya_Huma
64
nitarian_Intervention_Is_it_Lawful
tarihinde alınmıştır.
_in_International_Law
08.05.2013
Mutuş, C. (2011). “Libya Operasyonu ve Uluslararası Hukuk”, USAK Libya
Derlemesi: Farklı Boyutlarıyla Libya Müdahalesi.
Ramoin, See Francis E., “Why Intervention in Libya was Justified,” e-International
Relations, January, www.e-ir.info/2012/01/25/why-intervention-in-Libya-wasjustified/. Tarihinde 25 Mart 2012 alınmıştır.
Roberts, A. (2000). “ The So-Called Right of Humanitarian Intervention”, Trinity
Papers, No:13, Trinity College, The University of Melbourne.
Schaller, C. “ Responsibility to Protect “, SWP-Aktuell, 46, Berlin.
Skinner, Q. (2002). Vision of Politics, 1: Regarding Method, Cambridge:
Cambridge University Press.
Slaughter, Anne-Marie, “Why Libya Sceptics Were Proved Badly Wrong,”
Financial Times, August 24, 2011, http://www.ft.com/cms/s/0/18cb7f14-ce3c11e0-99ec-00144feabdc0.html#axzz254y0PLya. 07.02.2014
tarihinde
alınmıştır.
Stahn, C. (2007).“Responsibility to Protect: Political Rhetoric or Emerging Legal
Norm?”, American Journal of International Law, 101(1), 99-120.
Tekin, S. (2011). “İnsanî Müdahale Kavramı Ve Libya’nın Geleceği”, SDE Analiz.
Tören, D., “Libya Müdahalesi Üzerine Bir İnceleme”, 25 Mart 2011,
http://www.tuicakademi.org/index.php/yazarlar1/102-deniz-toren-tumyazilari/1131-libya-mudahalesi-uzerine-bir-inceleme tarihinde 25 Mart
2011’de alınmıştır.
Tran, Mark and Siddique, Haroon, “Libya and Middle East Unrest,” The Guardian,
http://www.guardian.co.uk/world/blog/2011/mar/16/arab-and-middle-eastprotests-libya tarihinde 16 Mart 2011’de alınmıştır.
Walzer, M., “The Case against our Attack on Libya,” The New Republic,
http://www.tnr.com/article/world/85509/the-case-against-our-attack-libya 20
Mart 2011,
Welsh, J. (2011). “Civilian Protection in Libya: Putting Coercion and Controversy
Back into RtoP,” Ethics & International Affairs 25.
Western, Jon ve Goldstein, Joshua S., “Humanitarian Intervention Comes of Age:
Lessons from Somalia to Libya,” Foreign Affairs 90 (2011)
http://www.foreignaffairs.com/articles/136502/jon-western-and-joshua-sgoldstein/humanitarian-intervention-comes-of-age. 18. 01.2012 tarihinde
alınmıştır.
Yılmaz
S.,
“Uluslararası
Müdahale
ve
Meşruiyet”,
http://www.21yyte.org/tr/arastirma/politik-sosyal-kulturel-arastirmalar-
65
merkezi/2012/03/01/6512/uluslararasi-mudahale-ve-mesruiyet
tarihinde alınmıştır.
16.03.2013
Yılmaz,
S.
“Libya’da
Neler
Oldu?”
http://www.21yyte.org/tr/arastirma/libya/2011/12/22/6418/libyada-neler-oldu.
tarihinde 22 Aralık 2012’de alınmıştır.
İnternet – Online Haberler
Humanitarian Intervention: Definitions and Criteria, CSS Strategic Briefing Papers
3 (2000),, http://www.victoria.ac.nz/css/docs/briefing_papers/Humani.html.
23.11.2013 tarihinde alınmıştır.
2005 World Summit Outcome, Resolution Adopted by the United Nations General
Assembly,
http://unpanl.un.org
/intradoc/groups/public/documents/UN/UNPAN021752.pdf
22.04.2012
tarihinde alınmıştır.
Annan, K. “Secretary-General Presents His Annual Report to General Assembly.”
http://www.un.org/News/Press/docs/1999/19990920.sgsm7136.html
27.04.2013 tarihinde alınmıştır.
Annan, K. “We The Peoples” Th Role of United Nations in the 21st Century, UN
Department of Public Information, New York, 2000, p. 48,
http://www.un.org/millennium/sg/report/full.htm
10.12.2013
tarihinde
alınmıştır.
BBC, “Libya: President Obama Gives Gaddafi Ultimatum,” BBC News Africa,
http://www.bbc.co.uk/news/world-africa-12791910 tarihinde 18 Mart 2011’de
alınmıştır.
Cohn,
M.
“Stop
Bombing
Libya,”
Huffington
http://www.huffingtonpost.com/marjorie-cohn/stop-bombinglibya_b_838827.html tarihinde 21 Mart 2011’de alınmıştır.
http://www.duke.edu/web/secmod/biographies/Comte.pdf
alınmıştır.
07.09.2013
Post,
tarihinde
http://www.guardian.co.uk/world/2011/mar/17/un-security-council-resolution
12.04.2013 tarihinde alınmıştır.
http://www.icc-cpi.int/NR/rdonlyres/2B57BBA2-07D9-4C35-B45EEED275080E87/0/N1124558.pdf 12.04.2013 tarihinde alınmıştır.
http://www.icrc.org/eng/war-and-law/ihl-otherlegal-regmies/jus-in-bello-jus-adbellum/overview-jus-ad-bellum-jus-in-bello.htm
16.04.2014
tarihinde
alınmıştır.
http://www.spiegel.de/international/world/0,1518,747234-2,00.html
tarihinde alınmıştır.
13.06.2013
http://www.un.org/Docs/sc/unsc_resolutions11.htm 23.03.2013 tarihinde alınmıştır.
66
Hughes, S. “Libya Conflict: Rebels Accused of Reneging on Mines Vow,” BBC
News Africa, April 19, 2011, http://www.bbc.co.uk/news/world-africa13138102 25.04.2011 tarihinde alınmıştır.
Libya
tribes:
Who’s
who?”,
http://www.csmonitor.com/World/Backchannels/2011/0224/Libya-tribes-Whos- who/(page)/2 18.04.2013 tarihinde alınmıştır.
Nkrumah, K. Neo-Colonialism, the Last Stage of Imperialism, 1965,
http://www.marxists.org/subject/africa/nkrumah/neo-colonialism/ch01.htm
27.09.2013 tarihinde alınmıştır.
Obama, B. “Obama’s Libya Speech: Full Text as Delivered,”
,
http://www.politico.com/news/stories/0311/52093.html tarihinde 28 Mart
2011’de alınmıştır.
UN High Level Panel on Threats, Challenges and Change, A more Secure World:
Our Shared Responsibility, United Nations Department of Public Information,
New
York,
2004
https://www.un.org/en/peacebuilding/pdf/historical/hlp_more_secure_world.p
df 20.11.2013 tarihinde alınmıştır.
Witnesses Report Rioting in Tunisian Town, Reuters, , http://af.reuters.com
/article/topNews/idAFJOE6BI06U20101219?sp=true tarihinde 19 Aralık
2010’da alınmıştır.
67
ÖZGEÇMİŞ
Kişisel Bilgiler
Soyadı, adı
: AKGÜL, Osman
Uyruğu
: Türkiye Cumhuriyeti
Doğum tarihi ve yeri : 21.09.1988 - Mamak
Medeni hali
: Evli
Telefon
: 05065796868
Faks
:-
e-mail
: osman-.-akgul@hotmail.com
Eğitim Derecesi
Okul/Program
Mezuniyet yılı
Lisans - Gazi Üniversitesi İ.İ.B.F. Uluslararası İlişkiler Bölümü - 2010
İş Deneyimi, Yıl
Yabancı Dil
Yayınlar
Hobiler
Fotoğrafçılık, Doğa yürüyüşü
Çalıştığı Yer
Görev
GAZİ GELECEKTİR...
Download