HAKLI SAVAŞ TEORİSİ VE SÖMÜRGECİLİK BAĞLAMINDA LİBYA MÜDAHALESİ Osman AKGÜL YÜKSEK LİSANS TEZİ ULUSLARARASI İLİŞKİLER ANABİLİM DALI GAZİ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ MAYIS-2014 iv HAKLI SAVAŞ TEORİSİ VE SÖMÜRGECİLİK BAĞLAMINDA LİBYA MÜDAHALESİ (Yüksek Lisans Tezi) Osman AKGÜL GAZİ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ Mayıs 2014 ÖZET Libya’ya gerçekleştirilen insani müdahalenin haklı savaş ve sömürgecilik kavramları ile birlikte değerlendirildiği çalışmanın birinci bölümünde sömürgeciliğin kavramsal analizi yapılarak (özellikle Afrika kıtasında) geçirdiği aşamalar incelenmiş, ikinci bölümünde haklı savaşın tarihsel gelişimi ile birlikte insani müdahale ve savaşın etik yönü tartışılmış, insani müdahalelerde meşruiyet aracı olarak kullanılan koruma sorumluluğu kavramı irdelenmiş, üçüncü bölümünde ise Libya’nın yakın tarihine klasik ve modern sömürgecilik kavramları ışığında değinilerek, Libya’ya gerçekleştirilen insani müdahalenin haklı savaş teorisine göre meşruiyet zeminine sahip olup olmadığı tartışılmıştır. Bilim Kodu : 1141 Anahtar Kelimeler : Libya, sömürgecilik, haklı savaş, koruma sorumluluğu, insani müdahale Sayfa Adedi : 67 Danışman : Prof. Dr. Türel YILMAZ ŞAHİN v LIBYA INTERVENTION WITH CONTEXT OF JUST WAR THEORY AND COLONIALISM (Master’s Thesis) Şafak OĞUZ GAZI UNIVERSITY INSTITUTE OF SOCIAL SCIENCES May 2014 ABSTRACT In the study we discuss Libya humanitarian intervention with just war and colonialism concepts. Firstly, analysed concept of colonialism on Africa’s colonial history. Secondly demonstrated historical background of just war theory, humanitarian intervention and ethics of war. Responsibilty to Protect concept is argued for legitimating humanitarian intervention. Finally in third chapter, Libya’s recent history is analysed with the framework of first and second chapters and Libya’s case is examined if it has legitimacy due to just war criterias. Science Code Key Words Sayfa Adedi Danışman : 1141 : Libya, colonialism, just war, RtP, humanitarian, intervention : 67 : Prof. Dr. Türel YILMAZ ŞAHİN vi TEŞEKKÜR Oldukça uzun sürmekle birlikte nihayet sonlandırabildiğim, türlü badireler atlatan tez çalışmamda emeği geçen; sonsuz hoşgörü sahibi tez danışmanım Prof. Dr. Türel Yılmaz Şahin’e, benim için bir hocadan öte rol model olan Dr. Melih Aktaş’a ve tezim ile yaşıt ilişkimizde benden hiçbir fedakarlığı esirgemeyen, yaşam pınarım Arş. Gör. Nazife Selcen Pınar Gülcan’a (19.04.2014 itibarı ile Akgül) teşekkürü borç bilirim. Osman AKGÜL Mayıs-2014 vii İÇİNDEKİLER Sayfa ÖZET ...................................................................................................................... iv ABSTRACT ............................................................................................................. v TEŞEKKÜR ............................................................................................................ vi İÇİNDEKİLER ........................................................................................................ vii ÇİZELGELERİN LİSTESİ ....................................................................................... ix SİMGELER VE KISALTMALAR .............................................................................. x GİRİŞ...................................................................................................................... 1 BİRİNCİ BÖLÜM SÖMÜRGECİLİK 1.1. Afrika’nın Keşfi ve Klasik Sömürgecilik Dönemi .............................................. 7 1.2. Sanayi Devrimi ve Modern Sömürgecilik Dönemi .......................................... 10 1.3. Afrika’da Bağımsızlık ve Yeni Sömürgecilik Dönemi ..................................... 14 İKİNCİ BÖLÜM HAKLI SAVAŞ (JUST WAR) TEORİSİ VE İNSANİ MÜDAHALE 2.1. Haklı Savaş Teorisinin Tarihsel Arkaplanı ..................................................... 24 2.1.1. Meşru sebep (Just Cause) ..................................................................... 29 2.1.2. Meşru otorite .......................................................................................... 30 2.2. Etik, Koruma Sorumluluğu ve İnsani Müdahale ............................................. 31 viii Sayfa ÜÇÜNCÜ BÖLÜM YENİ SÖMÜRGECİLİK VE İNSANİ MÜDAHALE BAĞLAMINDA LİBYA MÜDAHALESİ 3.1. Libya Tarihi ve Sömürgecilik .......................................................................... 43 3.2. Arap Baharı’nın Libya’ya Etkisi ...................................................................... 46 3.3. Libya Müdahalesi........................................................................................... 49 SONUÇ ................................................................................................................ 57 KAYNAKÇA .......................................................................................................... 59 ÖZGEÇMİŞ .......................................................................................................... 67 ix ÇİZELGELERİN LİSTESİ Çizelge Sayfa Çizelge 1.1. Haklı Savaş Kriterleri ........................................................................ 28 x SİMGELER VE KISALTMALAR Bu çalışmada kullanılmış bazı simgeler ve kısaltmalar, açıklamaları ile birlikte aşağıda sunulmuştur. Simgeler Açıklama - - Kısaltmalar Açıklamalar ABD Amerika Birleşik Devletleri A.g.y. Adı Geçen Yayın Bkz. Bakınız BM Birleşmiş Milletler ICISS Müdahale ve Devlet Egemenliği Uluslararası Komisyonu (International Commission on Intervention and State Sovereignty) Para. Paragraf Rtp Koruma Sorumluluğu (Responsibility to Protect) 1 GİRİŞ İnsani müdahale günümüzde uluslarası toplum nezdinde ve uluslararası hukukta en tartışmalı kavramlar arasında yer almaktadır. Her ne kadar ulusüstü yapılar ve uluslararası örgütler karşısında alan kaybetse de halen uluslararası ilişkilerin temel aktörü olarak kabul edilen ‘ulus devlet’in olmazsa olmaz unsurlarından egemenlik ve bağımsızlık ilkeleri ile çelişen insani müdahale kavramı, ulus devletlerin kendi iç dinamikleri ile çözemediği çatışmalar neticesinde gündeme gelmekte ve söz konusu çatışmaların çözümü adına uluslararası topluma görev yüklemektedir. Soğuk Savaşın başlangıcından bu yana Birleşmiş Milletler, güçlü devletler, medya organları, hükümet dışı kuruluşlar ve diğer uluslararası karar alıcılar/kanaat önderleri; savaş suçları, etnik temizlik ve soykırımların yaşandığı iç savaşlara tanıklık etmektedir. Uluslararası sistem söz konusu savaşlara müdahale ihtimalini kabul etmekle birlikte müdahalenin meşru zeminin oluşabilmesi için insani açıdan bir kriz ortamının gerekliliğini şart koşmaktadır. Bu bağlamda, insan hayatı ve/veya insan haklarına yönelik gerçekleştirilen sistematik kitlesel saldırılar, uluslararası barış ve güvenliğin tehdit edilmesi kapsamında ele alınabilmekte ve Birleşmiş Milletler Antlaşması’nın VII. Bölümü’nde öngörülen ekonomik ve askeri tedbirleri uygulamanın meşru gerekçesi olarak kabul edilmektedir.1 Pozitif uluslararası hukuk bu konuda, savaşın ahlaki/etik gerekçelerini düzenleyen Batı gelenekleri ve ‘haklı savaş (just war)’ anlayışının bir yansıması konumundadır. Günümüzde insani müdahaleleri legalize etmenin temel gerekçesi olarak haklı savaş kriterleri gösterilmektedir. Haklı savaş teorisinin St. Augustine’den (354-430) bu yana gelişimine baktığımızda, Avrupa devletleri tarafından Haçlı Seferleri dahil olmak üzere dünyanın geri kalanına gerçekleştirdiği akınlara meşruiyet kazandırmak üzere kullanıldığı görülmektedir. 1 Larry Minear, “The Morality of Sanctions”, Hard Choices: Moral Dilemmas in Humanitarian Intervention, ed. Jonathan Moore, Lanham, MD: Rowman & Littlefield, 1998, s. 231. 2 Nitekim haklı savaşın en önemli teorisyenlerinden biri olarak kabul edilen Francisco de Vitoria (1485-1546), “On the American Indians (Amerikan Yerlileri Üzerine)” isimli eserinde, İspanya’nın Amerika kıtasında gerçekleştirdiği işgalleri, kıtada yerleşik bulunan ‘barbarlar’a karşı ‘medeniyet’in gerçekleştirdiği bir savaş olması dolayısıyla meşrulaştırma yoluna gitmiş ve geri kalmış halklara medeniyet yayma görevinin bir haklı savaş gerekçesi olduğunu iddia etmiştir. Sömürge yönetimleri, sömürge altında tuttukları halkların; kendi kendilerini yönetemeyen geri halklar olduğunu, bu geriliğin devamlı olmayacağını, kendilerini yönetebilecek duruma gelene kadar bu işi bir dış otoritenin yapması gerektiğini ileri sürerek kendilerini meşrulaştırmaya çalışmışlardır. Dolayısıyla, sömürgeciliği meşrulaştırma aracı olarak kullanılan “medeniyet götürme işlevi (beyaz adamın yükü)”, geri kalmış halklara karşı yürütülen savaşta bir haklı savaş kriteri olarak savunulmuştur. Yakın tarihte gerçekleştirilen insani müdahalelere bakıldığında yaşanan insani krizlere müdahale etme konusunda Batılı devletlerin gösterdikleri seçici tavır ve söz konusu krizlere müdahale etme hızlarındaki değişiklik; yaşanan insani krizin boyutlarından çok müdahaleci devlet(ler)in ulusal çıkarları ile bağıntılı olduğuna işaret etmektedir. En yakın insani kriz örneği olarak, Nisan 2014 itibarı ile üç yıldır süregelen Suriye’deki iç savaşa yönelik insani müdahale yapılmazken; Libya’da 15 Şubat 2011 tarihinde başlayan gösterilerin ardından, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi tarafından 26 Şubat 2011’de barışçıl önlemleri konu edinen 1970 ve hemen ardından 17 Mart 2011’de ise askeri önlemlere başvurma yolunu açan 1973 sayılı kararlar ile Libya’daki iç savaşa, bir ay gibi şaşırtıcı bir süre içerisinde müdahale edilmiştir. İnsani müdahalelerde gözlemlenen söz konusu seçiciliğin yeni sömürgecilik olgusu ile bağlantılı olarak müdahaleci devletlerin ulusal çıkarları doğrultusunda gerçekleştirildiği düşünülmektedir. 3 Bu bağlamda, çalışmamızın; -Birinci bölümünde sömürgeciliğin kavramsal analizi yapılarak (özellikle Afrika kıtasında) geçirdiği aşamalar incelenecek, -İkinci bölümünde haklı savaşın tarihsel gelişimi ile birlikte insani müdahale ve savaşın etik yönü tartışılacak, insani müdahalelerde meşruiyet aracı olarak kullanılan koruma sorumluluğu kavramı irdelenecek, -Üçüncü bölümünde ise Libya’nın yakın tarihine klasik ve modern sömürgecilik kavramları ışığında değinilerek, Libya’ya gerçekleştirilen insani müdahalenin haklı savaş teorisine göre meşruiyet zeminine sahip olup olmadığı tartışılacaktır. 4 5 BİRİNCİ BÖLÜM SÖMÜRGECİLİK Sömürgecilik2; on beşinci yüzyılda coğrafi keşiflerle başlamış, on altı ve on sekizinci yüzyıllar arasında Sanayi Devrimi ile birlikte hız kazanmış, II. Dünya Savaşı’ndan sonra ise “yeni” bir çehre kazanarak günümüze kadar devam etmiş bir olgudur. Beş yüz yıllık tarihiyle sömürgecilik, sömüren ve sömürülen tarafların bugünkü ekonomik, siyasi ve sosyal kompozisyonlarının oluşumunda anahtar kavramdır. Bu bağlamda sömürgeciliğin geçirdiği aşamalar dünya siyasi tarihinin kırılma noktalarıyla birlikte düşünüldüğünde denilebilir ki sömürgecilik modern tarihin çarkları arasında en önemlilerindendir. Sömürgeciliğin miladı olarak kabul edilen coğrafi keşifler de dâhil olmak üzere Avrupa’nın bu konuda sarf ettiği tüm çaba ekonomik kaygılar üzerinden Avrupalılar tarafından şekillenmiş ancak sömürgecilik başlangıcından günümüze kadar farklı tarihi meşruiyet zeminlerine oturtulmaya çalışılmıştır. Avrupa merkezli tarih yazınında sömürgecilik konusu çoğu zaman, sömürgeciliğin ilk evreleri için bir çeşit “keşif ve macera tutkusu”, ilerleyen dönemleri içinse bir medeniyet götürme görevi (beyaz adamın yükü) ya da Afrikalılarla eşit şartlarda yapılan bir “değiş-tokuş” olarak yansıtılmıştır. Ancak ne var ki, “değiş-tokuş”tan karlı çıkan hep Avrupalılar olmakla birlikte, kendilerine görev addettikleri medeniyet götürme işlevini de bir türlü yerine getirememişlerdir. Sömürge yönetimleri, sömürge altında tuttukları halkların; kendi kendilerini yönetemeyen geri halklar olduğunu, bu geriliğin devamlı olmayacağını, kendilerini yönetebilecek duruma gelene kadar bu işi bir dış otoritenin yapması gerektiğini ileri sürerek kendilerini meşrulaştırmaya çalışmışlardır. Bu düşünce tarzı, pozitivist sosyal teori ve modernizmden mülhemdir. Auguste Comte, toplumların evrimini, 2 Türkçede “colonialism”in karşılığı olarak kullanılan “sömürgecilik”, Dil Devrimi sırasında halk dilinde “görgüsüzce ve gürültüyle yemek” anlamında kullanılan “sömürmek” fiilinden yazı diline uyarlanmıştır. Yeni anlamın Osmanlıca “semere/istismar” grubundan serbest çağrışım yoluyla türetildiği açıktır. Ayrıca Osmanlıca “edinilmiş mülk” anlamıyla “müstemleke” de “sömürge” kelimesi yerine kullanılmaktadır. ‘Sömürgecilik’teki, bir toplumun kaynaklarının yabancı bir kuvvet tarafından (kendi rızası dışında) kullanılması anlamı ‘colonialism’de karşılanmamaktadır. Latince ‘coloni’ kökünden gelen ‘colonialism’, zorunlu olarak bir ‘sömürü’ vurgusu içermez, daha çok bir ülkenin anavatanı dışındaki yerleşim birimini refere etmektedir. 6 pozitivist sosyal teorisini üstüne inşa ettiği, Üç Hal Yasası ile açıklamıştır3. Buna göre, bütün olayların nedenlerinin doğaüstü varlıklara dayandırılarak açıklandığı ilk dönem teolojik evre; olay ve ilişkilerin soyut kavramlara atfen açıklandığı ikinci dönem metafizik evre; maddi sebep-sonuç ilişkilerinin çözümlendiği üçüncü ve en gelişmiş dönem ise pozitif evredir. Böylece, Comte’a göre, insan düşüncesi dinsel düşünceden metafiziğe, oradan da pozitif düşünme biçimine geçerek, geri döndürülemez evrimsel bir seyir izlemektedir. Üç Hal Yasası ile Comte, Avrupalı toplumların aştığı süreçleri evrensel gelişmenin tek, vazgeçilemez olduğunu saymış ve böylece de modernizmin temellerini atmıştır. Modernizm; bütün toplumların kaçınılmaz olarak, doğrusal bir çizgi üzerinde benzer aşamalardan geçerek gelişeceklerinin öngörüsüdür. Söz konusu aşamalar, Batılı devletlerin tarihine göre belirlendiği için ‘modern eşittir Batılı’ denklemine ulaşılır ki, geriye kalan tüm toplumlara düşen görev de denklemin iki tarafından birine dâhil olabilme çabasıdır. Modernizm, sömürgeciliğin meşruiyet kaynağı olmuş; Batı, sömürgeleştirdiği ilkel insan topluluklarına doğal kaynaklar karşılığında moderniteyi sunmuştur. Avrupa’da ulus-devletlerin ortaya çıkmasından sonra Sanayi Devrimi’ne kadar giden sürece damgasını vuran merkantilist zihniyet4, sömürgelerden elde edilen değerli madenler sayesinde devasa bir sermaye birikimine yol açmış; söz konusu sermaye birikimi kapitalist sisteme geçişi tetiklemiştir. Sanayi Devrimi’nin sunduğu imkânlar ve kapitalizm; merkantilist döneme özgü hanedan emperyalizmini, 1870 ve 1914 yılları arasında Avrupa tarafından Afrika’nın çoğunun ve Uzak Doğu’nun bir kısmının boyun eğdirilmesine sahne olan ‘yeni’ emperyalizme taşımıştır 5. Avrupa’nın iktisadi dönüşümünü açıklayan bu bilgiler ışığında sömürgeciliği üç dönem olarak ele alabiliriz: i. Klasik sömürgecilik: coğrafi keşifler ve Sanayi Devrimi arasında gerçekleşen merkantilist dönem sömürgeciliği, ii. Modern sömürgecilik: Sanayi Devrimi’nden sonra başlayan ve II. Dünya Savaşı sonrasına kadar devam eden, Afrika kıtasının esas olarak sömürgeleştirildiği dönem, iii. Yeni 3 Auguste Comte ve pozitivizm hakkında detaylı bilgi için bkz. http://www.duke.edu/web/secmod/biographies/Comte.pdf (Erişim Tarihi: 07.09.2013) 4 Graham Evans ve Jeffrey Newnham, Uluslararası İlişkiler Sözlüğü, çev. H. Ahsen Utku, İstanbul, Gökkubbe, 2007, s. 405. 5 Graham Evans ve Jeffrey Newnham, a.g.y., s. 201. 7 sömürgecilik: 1957–1960 yılları arasında Afrika kıtası ülkelerinin tamamına yakınının “bağımsızlığa” kavuştuğu, aslında doğrudan (formel) sömürgeciliğin yerini dolaylı (yeni) sömürgeciliğe bıraktığı dönem6. 1.1. Afrika’nın Keşfi ve Klasik Sömürgecilik Dönemi Portekiz, Afrika’da sömürge edinen ilk devlet olmuştu. Çok kolay bir şekilde, Portekiz'in Doğu'ya direkt bir deniz yolunu ve batıya Atlantik boyunca ilk geçişi keşfetmesi önemsiz bir başlangıç olarak görülmektedir. Gerçekte, Prens ‘Denizci’ Henry7 tarafından, 1419 ile öldüğü yıl olan 1460 arasında finanse edilen bu seyahatlerin, Afrika kıyılarının araştırılması ve Afrika kaynaklarının kullanılması gibi amaçları vardı. Prens Henry’nin güneye seferler düzenlemekteki başlıca amaçlarından biri, Kuzey Afrika'nın Müslüman tüccarlarını devreden çıkarmak ve Büyük Sahra'nın ötesinde uzandığı bilinen altın üretim bölgesiyle doğrudan bağlantı kurmaktı. İlk yirmi yıl boyunca Henry'nin gemileri dönüşlerinde, çok seyrek nüfusu ve küçük bir ticaret potansiyeli bulunan çorak bir kıyıdan söz ediyorlardı. Ancak 1444-45’te bir sefer grubu Senegal Nehri’nin ağzına ulaştığında, Portekizliler daha verimli ve kalabalık bir bölgeye ve altının varlığına tanık oldular.8 Coğrafî ve teknik aksaklıklara rağmen Portekizliler yıllar içinde, eski Büyük Sahra altın ticaretini kısmen sahile çevirmeyi başardılar. Bu dönemde Afrika kıtasının keşfi oldukça sınırlı kalmış, Avrupalılar genellikle kıtanın kıyılarında dolaşarak buraları işgal etmiş, iç kısımlara girememişlerdir. Sahranın güneyi ve kıtanın iç bölgeleri en geç keşfolunan yerlerdi. Kıyılarının özellikle Kuzey Afrika’nın hep bilinmesine karşın, içi on dokuzuncu yüzyılın ortalarına kadar “Karanlık Kıta” olarak kabul edilmekteydi. Bu geç kalışın zamana göre değişen siyasal nedenleri olmuşsa da, keşfi güçleştiren bazı coğrafi öğeler de vardı. Az sayıda körfezleri ve onların içinde limanları bulunan Afrika kıyıları düzgündü; kıyıların yakınında sıçrama noktaları olabilecek birkaç ada da vardı. Ancak, öteden beri bilinen kuzey kıyılarının hemen altında Büyük Sahra başlıyor, 6 Fikret Başkaya, Sömürgecilik, Emperyalizm, Küreselleşme, Ankara, Özgür Üniversite, 2004, s. 34. Prens Henry ve keşifleri hakkında detaylı bilgi için bkz. J. P. Oliveira Martins, The Golden Age of Prince Henry the Navigator, Londra, Chapman and Hall, 1914, http://ia341027.us.archive.org/2/items/goldenageofprinc00martuoft/goldenageofprinc00martuoft.pdf (Erişim Tarihi: 11.09.2013) 8 David Arnold, Coğrafi Keşifler Tarihi, çev. Osman Bahadır, 1. Baskı, İstanbul, Alan, 1995, s. 18-19. 7 8 Akdeniz’den içe doğru kolay nüfuz edilmesini önlüyordu. Yer yer bataklıklar geçişi güçleştirdiği gibi, iklimin elverişli olmayışı, hastalık ve çeçe sineği bu toprakları yabancıların mezarı durumuna getiriyordu.9 15. yüzyılın sonları ve 16. yüzyılın başlarında Batı Afrika Portekizlilere yılda yaklaşık 400 kg. altın sağladı. Bu ticareti Afrikalı yöneticilerden başka Avrupalı rakiplerinden de korumak amacıyla Portekizliler kıyılara bir dizi kale yaptırdılar. 1445'te Arguin, daha sonra 1482'de El-mina (Akan ormanından gelen altın için başlıca çıkış kapısı) ve 1503'te de Axim inşa edildi. Bu güçlendirilmiş ticari merkezler, daha sonra Asya'da ve Amerika'da kurulan "Avrupalı pazarları"nın prototipi niteliğindeydi. Portekizliler başlangıçta, altından başka fildişi ve Batı Afrika biberi gibi öteki Afrika mamullerinin ticaretini de yaptılar. Fakat Indies10'e alışıp burasının çok daha zengin ve kazançlı bir ticaret alanı olduğunu gördüklerinde bu ürünlere olan ilgileri azaldı. Doğu Afrika, Portekizliler için Asya ticaretine altın sağlayan bir kaynak ve Hint Okyanusundaki egemenliklerinde batı kanadının koruyucusu olarak önemini korudu. Afrika'nın batısında Portekizlilerin ilgisinin devam ettiği diğer tek ticaret, köle ticaretiydi. Başlangıçta köleler sahil boyunca gerçekleştirilen saldırılar sonucunda elde ediliyordu. Fakat 1480'lerde köle ticareti artık Portekiz'in Afrikalı devletler ve tüccarlarla yaptığı ticaretinin bir bölümünü oluşturuyordu. 15. yüzyıl boyunca çok sayıda köle satılmak üzere Lizbon'a taşındı: 1450-1500 yılları arasında tahminen 150.000 köle Avrupa'ya getirildi. Amerika'nın açılması ve özellikle 16. yüzyılın sonlarında Portekiz Brezilyası'ndaki şeker plantasyonlarının kurulmaya başlamasıyla birlikte köle ticareti yön değiştirdi ve hacim olarak büyüdü.11 Portekiz’in Afrika ticareti tekeli uzun sürmedi. Gine altınının cazibesiyle birlikte köle ticaretinin kârlılığı, öteki Avrupalıları da Batı Afrika sahillerine çekti. İngiltere'nin Atlantik ötesi köle ticaretine karışması 1562'de başladı. Fakat Portekiz'in kıyılardaki pozisyonuna yönelik en ciddi tehdit 1590'lı yıllarda Hollanda'dan geldi. 1630’lu yıllarda Hollanda Batı Afrika kıyılarında yer alan birkaç Portekizli ticaret limanını ele geçirdi: Portekiz, Angola'nın köle ticareti limanları olan Luanda ve Benguela'yı tekrar ele geçirdiyse de, Gine Körfezi'ndeki 9 Türkkaya Ataöv, Afrika Ulusal Kurtuluş Mücadeleleri, Ankara, A.Ü. S.B.F. Yayınları, 1975, s. 9. Indies; coğrafî olarak Güney ve Güneydoğu Asya bölgelerini tanımlar. 11 David Arnold, a.g.y., s. 19. 10 9 Axim ve Elmina'yı ebediyen kaybetti. İsveçliler 1640, Danimarkalılar 1642, hatta Prusyalılar 1682’de görüldüler12. Temelde Avrupa'nın avantajları üç katlıydı. Genişleyen ekonomisi ve ticaretle bağlarının önemi, onun deniz aşırı maceralarına sürekli bir itici güç ve kararlılık sağladı. Avrupa içindeki politik rekabet ve savaş deneyiminin, kesintilerle devam eden İslam’la çatışmalarla birleşmesi, Avrupa'nın seyyah ve maceracılarına ek bir güven ve saldırganlık duygusu verdi. Avrupa dışında çok az sayıda devlet, ekonomik güdülenme ile dinsel - kültürel kendine güvenmenin böylesine güçlü bir bileşimine sahip olabildi. Genellikle olumsuz koşullara rağmen Avrupalıların başarma kararlılığını sağlayan bu bileşimdi.13 On beşinci yüzyılın başlarından, on dokuzuncu yüzyılın ortalarına kadarki bu keşifler ve ilk sömürge dönemi, bir yandan Avrupa kıtasında yaşanan iç gelişmeler, diğer yandan teknik yetersizlikler nedeniyle ağır aksak ilerlemiştir. Bu dönemdeki en önemli gelişme şüphesiz 1648 Westphalia Barışı ile Avrupa’da yeni bir sistem kurulmasıdır. Özünde egemenlik ilkesine dayalı, her birinin diğerine saygı duyacağı, ‘ulus-devlet’ler arası bir ilişki tarzı ihdas eden Westphalia Sistemi; esasen Hıristiyan ve Avrupalı bir sistemdir. Müdahale etmeme ile ilgili kuralların yasalaştırılması İslam dünyası ya da Batı dışı dünya söz konusu olduğunda uygulanmamıştır14. Westphalia Barışı’nın getirdiği ilkelerle kendi ulus-devletlerini inşa yoluna koyulan Avrupalılar, Afrika kıtasına ayak basmalarından itibaren kıtada var olan medeniyetleri istikrarsızlaştırmış ve daha sonra sistemli sömürgeciliğe geçmeleriyle birlikte etnik çatışmaları ve kabileler arası uyuşmazlıkları körükleyerek, kıtada ‘ulus’ların ve haliyle ‘ulus-devlet’lerin oluşumunu imkânsız kılmışlardır. Afrika’da sömürgeci yönetim ve ilerleyen dönemde Westphalia devlet modelinin dayatılması, Afrika’nın kendine özgü siyasi örgütlenme geliştirmesini engellemiştir. Sömürgecilik öncesinde Afrika’da monarşi, demokrasi, diktatörlük, teokrasi görece küçük bir coğrafyada ve aynı sosyo-ekonomik koşullar altında yaşamaktaydı ve bu 12 Türkkaya Ataöv, a.g.y., s. 14. David Arnold, a.g.y., s. 28. 14 Graham Evans ve Jeffrey Newnham, a.g.y., s. 667. 13 10 çeşitlilik sadece siyasi sistemlerde değil aynı zamanda milletlerde de söz konusuydu; homojen devletler mevcut değildi. Sömürgecilikle birlikte Afrika, büyük siyasi form çeşitliliğini yitirmiştir.15 Afrika devletleri, Afrikalılar tarafından geliştirilen uzun sosyal, ekonomik, politik, bilimsel ve dinsel gelişmeler sonucunda oluşmamış, Batı’nın sömürgeci amaçlarına hizmet etmek için yaratılmıştır. 16 Westphalia sistemi Avrupa’da ulus-devletlerin oluşumuna yol açarken, Afrika’da “ulussuz” devletler yaratmıştır. 1.2. Sanayi Devrimi ve Modern Sömürgecilik Dönemi Sömürgeci genişleme on dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısı ile yirminci yüzyılın başlarında başka bir nitelik kazanmış ve tekel öncesi sermaye düzeninin tekelci döneme dönüşmesi, sermayeci ülkeleri pazar rekabeti içine çok daha büyük bir şiddetle itmiştir17. Sermayecilik geliştikçe hammaddeye daha fazla ihtiyaç duyulmakta, hammadde kaynakları için rekabet artmakta, yeni sömürge ele geçirme yarışı daha amansızlaşmaktaydı. 1876’ya kadar Afrika’nın ancak %10’u Avrupalılarındı. Kıtanın içlerine henüz girilmemişti. Bu tarihten sonra büyük paylaşma başladı ve 1884–1900 yılları arasında İngiltere 57 milyon nüfuslu 3.7 milyon, Fransa 36.5 milyon nüfuslu 3.6 milyon, Almanya 14.7 milyon nüfuslu 1 milyon, Belçika 30 milyon nüfuslu 900.000, Portekiz 9 milyon nüfuslu 800.000 mil karelik toprakları ele geçirdi. On dokuzuncu yüzyılda sömürgeci genişleme daha çok Afrika’da oldu. Avrupa diplomasisinin ana konusu buydu. Afrika’nın iç kısımlarının haritasını çıkarmak bu kıtanın paylaşılmasının hazırlık aşamasıydı. Büyük nehirlerin kaynakları, göllerin yerleri ve dağların genel çizgileri ortaya çıktı. 1850’ye kadar yirmi civarında keşif yapılmıştı. 1851-1860’da yeni 27, 18611870’de 29, 1871-1880’de 47 ve 1881-1890’da yeni 84 keşif yapılarak dağ göl ve nehir sistemleri saptandı.18 15 Assis Malaquias, “Reformulating International Relations Theory: African Insights and Challenges”, Africa’s Challenge to International Relations Theory, ed. Kevin C. Dunn ve Timothy M. Shaw, New York, Palgrave Yay., 2001, s. 13. 16 Assis Malaquias, a.g.y., s. 14. 17 Sermayenin dönüşümü hakkında detaylı bilgi için bkz. V. İ. Lenin, Emperyalizm: Kapitalizmin En Yüksek Aşaması, çev. Cemal Süreyya, 7. Baskı, Eriş Yay., 2003, s. 19-33. 18 Türkkaya Ataöv, a.g.y., s. 16 11 On dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısından itibaren Avrupa’nın Afrika’ya ilgisini ve sömürüsünü arttıran sebep Sanayi Devrimi’ydi. 19. yüzyılın süper gücü Büyük Britanya İmparatorluğu idi. İngiltere bu konumunu dünyada Sanayi Devrimi’ni gerçekleştiren ilk ülke ve giderek sömürgecilikte en üstün güç olmasına borçluydu. Sömürgeciliği başlatan İspanya ve Portekiz 16. yüzyılda dünyayı aralarında bölüşmüştü. 17. yüzyıl Fransa ve Hollanda yüzyılıydı; 18. yüzyılda Fransa ve İngiltere dünya egemenleriydi. Sanayi Devrimi’nden sonra İngiltere bütün rakiplerini geride bırakarak, 19. yüzyıla egemen dünya gücü olarak tek başına damgasını vurdu.19 Kapitalist sistem, insanlığın tarihinde hep var olmuş bir toplumsal düzen değildi. İnsanın yeryüzünde var oluşu 2,5 milyon yıl, yerleşik tarım toplumları kurması ise 10.000 yıl önceydi. Kapitalizmin doğum sancıları 500 yıl önce Batı Avrupa’da küçük bir adada başladı. Kapitalist üretim ilişkilerinin gelişimi yaklaşık 200 yıl aldı ve sonunda 300 yıl önce Sanayi Devrimi adı konan bebek dünyaya geldi. Sanayi Devrimi neden ilk kez İngiltere de gerçekleşti? Avrupa’da genel olarak 10-16. yüzyıllar arasında feodal sistem egemendi; bu düzen Fransa’da 18. yüzyıla Almanya ve Rusya’da 19. yüzyıla kadar sürdü. İngiltere ise 14. yüzyıl gibi çok erken bir tarihte feodal sistemin ilk çözüldüğü ülke oldu.20 Sanayi Devrimi’ne geçiş sürecine üç önemli olay damgasını vurmuştur: Özel mülkiyetin yaygınlaşması, sömürgecilik ve siyasi iktidarda soylu toprak sahiplerinin mutlak egemenliğinin sona ermesi. İngiltere’de feodalizmin çok erken bir tarihte çözülmeye başlamasının ilk habercisi 12-14. yüzyıllar arasında tarım topraklarının özel mülk haline gelmesiydi. Kuzey Avrupa yünlü dokuma sanayisinin hammadde sıkıntısını fark eden İngiliz soylu toprak sahiplerinin bir bölümü geleneksel hukuka aykırı olarak serfleri topraklarından sürüp, onların işlediği topraklar ile köyün ortak malı meraların etrafını çitleyip, özel mülkiyetlerine geçirmeye ve buralarda koyun yetiştirmeye başladı (kapatma hareketi). İngiliz kırsalı adeta insanlardan arındırılarak ıssızlaştı ve Thomas More’un Utopia adlı eserinde dediği gibi sanki “koyunlar insanları hırsla yiyip yutuyordu”21. Serfler, feodal bağlarından ve tek geçim kaynağı topraklarından koparılıp, mülksüzleşerek özgürleşirken, kentlere 19 Oya Köymen, Sermaye Birikirken, 1. Baskı, İstanbul, Yordam, 2007, s. 153 Oya Köymen, a.g.y., s. 154. 21 Bkz. Thomas More, Ütopya, çev. İlhan Erşanlı, 1. Baskı, Ankara, Alter Yay., 2009, s. 24-27. 20 12 göç ediyor ve ucuz işgücü ordusunu oluşturuyordu. Büyük toprak sahipleri de kâr amaçlı pazar için üretim yapıyor ve yünlü dokuma sanayisine hammadde sağlıyordu. 14. yüzyıla gelindiğinde İngiltere’de serflik neredeyse yok olmuştu.22 Sanayi Devrimi’yle birlikte Avrupa’da vücut bulan sanayi toplumları (kimi zaman “modern” ya da “gelişmiş” toplumlar olarak da adlandırılırlar), daha önceki bütün toplumsal düzen türlerinden son derece faklıdırlar ve bunların ortaya çıkışları, köklerinin bulunduğu Avrupa’nın çok ötesine uzanan sonuçlar doğurmuştur. Sanayileşmeyle birlikte, taşımacılık ve iletişim çok daha hızlı hale geldiğinden, daha bütünleşmiş bir “ulusal” topluluk ortaya çıkmıştır. Sanayi toplumları, ulusdevletlerin ilk örnekleriydi. Sanayi teknolojisinin kullanımı, hiçbir biçimde barışçı ekonomik gelişme süreciyle sınırlı değildir. Sanayileşmenin ilk aşamalarından bu yana, modern üretim süreçleri askeri kullanıma uygulanmış, bu da silah yapımını ve askeri örgütlenme biçimlerini sanayileşmemiş kültürlerde olduğundan çok daha gelişmiş bir hale getirerek savaş biçimlerini kökten bir biçimde değiştirmiştir. Üstün ekonomik güç, siyasal birlik ve askeri üstünlük hep birlikte, geçmiş iki yüzyıl boyunca Batının yaşam biçiminin karşı konulamaz görünen yayılmasından sorumludur.23 Sermaye birikimi bakımından sömürgecilik kritik bir rol oynadı. Yenidünya’nın Avrupalılarca “keşfi” ve sömürgeleştirilmesi sırasında Afrika halkı köleleştirilerek Amerika’ya götürüldü ve Avrupa sanayisi için hammadde (pamuk, şeker, tütün, kereste, madenler) üretilmesinde çalıştırıldı.24 Köle ticaretinin kendisi de önemli bir sermaye biriktirme kaynağıydı. 400 yıllık köle ticareti (15-19. yüzyıllar) sonucunda Afrika 75-90 milyon yetişkin erkeğini kaybetti. Bunlardan ancak 15 milyonu Yenidünya’ya ulaşabildi. Aradaki fark, kölelerin bekleme depolarında ve yolculuk sırasındaki feci koşullara dayanamayarak ölümlerinden kaynaklanıyor. Sömürgeler bir yandan İngiliz sanayisine ucuz hammadde sağlarken, diğer yandan işlenmiş ürünler için büyük bir pazardı. İngiltere’de Sanayi Devrimi, ülke içinde ve sömürgelerindeki ucuz işgücü ile dünya pazarlarına sahip olması nedenleriyle gerçekleşti. Avrupa’da Rönesans ve 22 Oya Köymen, a.g.y., s. 157. Anthony Giddens, Sosyoloji, çev. Hüseyin Özel ve d., 1. Baskı, İstanbul, Kırmızı Yay., 2008, s. 73-75. 24 Oya Köymen, a.g.y., s. 158. 23 13 hümanizm akımları yükselirken sömürgeciliğe çeşitli kılıflar bulunuyordu. Papa’ya göre yalnızca Hıristiyanlar köleleştirilemezdi. Şimdi bile öne sürülen savlara göre, Yenidünya “işgal edilmemiş” sadece “keşfedilmiş”ti. Gayet eşit bir değiş-tokuş olmuştu: Avrupalılar onları atla tanıştırmış, şeker üretmeyi öğretmiş; onlardan da patates, mısır ve altın almıştı! Karşılaşma ve değiş-tokuş efsanesini yayanlara göre 500 yıllık sömürgeciliğin Afrika’nın ve Latin Amerika’nın geri kalmışlığında bir etkisi yoktu. Sömürgeciliği, Sanayi Devrimi’nin gerçekleşmesinde tek etken olarak görmek eksik ve hatalı bir analiz olacaktır. Sanayi Devrimi’ne giden süreç, (sömürgeciliğin de dâhil olduğu) birçok sosyal ve ekonomik unsurun etkileşimiyle gelişmiştir ve Avrupalı ülkelerin her birinin toplumsal yapıları açısından farklılık arz eder. Buradan hareketle, “sömürgeciliği ilk başlatan Portekiz ve İspanya olduğu halde neden bu ülkelerde sanayi devrimleri gerçekleşmedi?” sorusunun yanıtını şöyle verebiliriz. Bu ülkelerin sömürgecilikte öncü oldukları 16. yüzyılda, feodal toplumsal düzenleri sımsıkı yerinde duruyordu. Sömürgelerinden gelen altın ve gümüş ülkeye bir kapıdan giriyor, öbür kapıdan çıkıyordu. Soyluların talepleri doğrultusunda İngiltere’den lüks mallar ile savaş araçları isteniyordu. Kapitalist ilişkilerin zaten gelişmeye başladığı İngiltere ise bu altın ve gümüşü sanayi sermayesine dönüştürebiliyordu.25 19. yüzyıl içinde, eski köleci ve bezirgân sömürge sistemi yavaş yavaş ortadan kalktı ve yerini 19. yüzyılın son çeyreğinden 20. yüzyılın ortasına kadar hüküm süren “modern” sömürgeleştirmeye bıraktı. Bu modern sömürgeleştirmenin temel belirtisi “imparatorluk” çerçevesinde korumacılığa bir dönüştür: Her büyük devlet sömürgeleri ile nüfuz bölgelerinin pazarlarını tutar, bunlar artık bütün dünyaya kapalıdırlar.26 Modern sömürgecilik hamlesiyle birlikte İngiltere, Afrika kıtasında en stratejik ve geniş toprakları ele geçirdi. Buralarda pamuk gibi oldukça değerli hammaddelerden başka altın ve elmas gibi zengin madenler de bulunuyordu. Fransız sömürge İmparatorluğu da başlıca kahve, pirinç, kauçuk, fosfor, demir cevheri ve manganez çıkarıyordu. Almanya, Belçika ve Portekiz de hiç de 25 Oya Köymen, a.g.y., s. 159. Jean Suret-Canale, “Fransız Sömürgeleştirmesinde Kara Afrika”, Kapitalizmin Kara Kitabı, çev. Kerem Kutgözü, 1. Baskı, İstanbul, Evrensel Yay., 1999, s. 186. 26 14 küçümsenmeyecek topraklar ele geçirdiler. Fakat bu devletlerin hiçbiri kendine düşen payla tatmin olmuşa benzemiyordu. 1899–1902 Boer Savaşları27 kıtanın yeniden bölüşülmesinin ilk çatışmasıydı. Sömürge rekabeti ve etki alanları mücadelesi emperyalist devletleri daha büyük çatışmaların içine, Birinci Dünya Savaşı’na itti. Öte yandan yerliler tek tip üretime zorlanıyor, tek yönlü anlaşmalar ve hammadde ile mamul madde arasındaki fiyat farkı sömürgeleri yabancı sermayenin emrine veriyordu. Sömürgeci büyük karlar yaparken, bütçenin çoğu yabancıya yarayacak yol, liman ve köprü yapımı gibi konulara ayrılıyor, emperyalist devletler kıtanın yeniden bölüşümü ile sonuçlanacak olan Birinci Dünya Savaşı’nda Afrika’nın hammaddeleri, hatta insanını kullanacak kadar ileri gidiyorlardı.28 İçinde doğup, yetiştikleri çevreden koparılarak alınan bu insanların pek çoğununun savaş sonrasında memleketlerine, yeni inançları benimsemeye ve gerekirse şiddet de kullanarak toplumsal durumlarını değiştirmeye hazır bir ruh hali içinde dönmeleri şaşılacak bir şey değildi.29 1.3. Afrika’da Bağımsızlık ve Yeni Sömürgecilik Dönemi I. Dünya Savaşı sona erdiğinde, doğrudan sömürgeciliğin ne kazandırdığı, ne kaybettirdiği tartışılmaya, fayda-maliyet analizleri yapılmaya başlandı. Milletler Cemiyeti Misakı’nda sömürgeler ile ilgili yalnızca, Cemiyet üyeleri “idareleri altındaki yerli halka hakça muamele etmeyi” taahhüt ettiklerine dair bir ibare geçiyordu. Bu temel üzerine çok az şey çıkıldı. Milletler Cemiyeti’nin sömürgeler konusundaki faaliyetleri sadece kölelik ve zorla çalıştırma sorunuyla uğraşmak oldu. Wilson ve diğer müttefik devlet liderlerinin “ulusların kendi geleceklerini tayin etmeleri hakkı” konusunda kullandıkları parlak cümlelerin evrensel bir kapsamı var gibi görünüyordu, ama gerçekte gerek bu ilkeler, gerekse ona bağlı milli 27 Güney Afrika’ya ilk gelen Hollandalıların torunları olan Boerler ile İngilizler arasında gerçekleşmiş, İngilizlerin galibiyeti ile sonuçlanmıştır. 28 Türkkaya Ataöv, a.g.y., s 24-25. 29 Rupert Emerson, Sömürgelerin Uluslaşması, çev. Türkkaya Ataöv, Ankara, Türk Siyasi İlimler Derneği Yay., 1965, s. 24. 15 azınlıkların korunması ilkesinin sadece Avrupa’ya uygulanması düşünülüyordu. Dünyanın öbür bölgeleri hemen hiç kâle alınmıyordu.30 İkinci Dünya Savaşı’nın sonuna gelindiğinde ise emperyalist metropollere hâkim olan düşünce, doğrudan sömürgeciliğin bir yük, gelişmeyi frenleyen bir engel olduğu biçimindeydi. İkinci Dünya Savaşı sonrasında birçok doğrudan sömürgenin kolaylıkla “bağımsız” devletlere dönüşmesi bu nedenden ötürüdür.31 1955 yılında, mevcut Afrika devletlerinden; Liberya, Etiyopya ve Güney Afrika haricinde hiçbiri bağımsız değildi ancak 1975’e gelindiğinde bütün kıta –gerçek anlamda değilse de teorik olarak- bağımsızlığına kavuşmuş ve sömürgeci yönetimlerden arındırılmıştı. Aslında çoğu devlet 1960’larda bağımsız olmuştu. Bağımsızlığına 1975’te kavuşanlar Portekiz sömürgesi olan Angola, Mozambik ve Gine-Bissau idi.32 Kıtada sömürgeciliği ilk başlatan devlet olan Portekiz, en son bırakan devlet olma unvanını da kazanmıştır. Böylece, yirmi yıl içinde bütün kıta “bağımsız” olmuştur. Sömürgelerin böyle bir çırpıda bağımsız olmaların arkasında iki temel neden yatıyordu. Birincisi, yukarıda değinildiği üzere doğrudan sömürgeciliğin, sömürgeci devletler için artık bir “yük” haline gelmesidir. Bunda, iki dünya savaşının ve 1929 Büyük Ekonomik Bunalımı’nın Avrupa üzerinde yarattığı ekonomik yıkımın etkisi büyüktü. İkinci neden ise, Soğuk Savaş atmosferinin giderek sertleşmesi ve Sovyetler Birliği’nin (Rusya’nın sömürgeci bir geçmişi olmaması avantajından da faydalanarak) sömürge altındaki halkların hamisi rolünü üstlenmesidir. Doğu bloğuna karşı geliştirdiği ideolojik söylemle kendisini “hür dünya” olarak tanımlayan Batı bloğunun; şiddetli Sovyet propagandası ve eş zamanlı olarak kıtada filizlenen ‘ulusal’ kurtuluş hareketleri karşısında bütün bir kıtayı boyunduruk altında tutması hoş karşılanmazdı, “hür dünyanın hür sömürgeleri” olmalıydı. Bu endişe, 1961 yılında Lordlar Kamarası’nın ‘Britanya, Afrika’nın bağımsızlığını Afrikalılar komünist olmadan sağlamalıdır” önerisinde açıkça görülmektedir33. 30 Rupert Emerson, a.g.y., s.25. Fikret Başkaya, a.g.y., s. 35. 32 Graham Chapman ve Kathleen Baker, “Independence: Promise at the New Dawning”, The Changing Geography of Africa and the Middle East, ed. Graham P. Chapman ve Kathleen M. Baker, New York, Routledge, 1992, s. 1. 33 Graham Chapman ve Kathleen Baker, a.g.y., s. 3. 31 16 Afrika devletlerinin bağımsızlıklarını kazanmalarını yalnızca bu iki sebebe bağlamak, kurtuluş mücadelelerine bir haksızlık gibi görünebilir ve hatta sömürgeci devletlerin kıtada kalmak konusunda belirli bir seviyede direnç34 gösterdikleri aşikârdır. Ancak Avrupalı güçlerin, bahsi geçen nedenleri göz önünde bulundurarak, doğrudan sömürgeciliğin fayda-maliyet analizini yaptıkları ve uluslararası konjonktürün de zorlamasıyla bir taktik değişikliğine gittikleri açıktır. Böylece sömürgeci devletler, eski sömürgelerine bağımsızlıklarını ‘vermiş’; devamında da onların kalkınmaları için yardım etmiş olacaklar ve bu söylemin altında, doğrudan sömürgecilik döneminde elde ettikleri amaçlarını devam ettirebilmek için sayısız yöntem icat edeceklerdi. Tüm bu yeni girişimlerin yekûnu birden, bir yandan bağımsızlıktan bahsederken diğer yandan sömürgeciliği devam ettirmek anlamına geliyordu ki bu, “yeni sömürgecilik” olarak bilinen şeyin ta kendisidir.35 Yeni sömürgecilik klasik sömürü biçimlerinin yerini almak için ortaya çıkmıştır. Bağımsızlıklarını kazanmış olan devletlerin ekonomilerinin kilit noktalarından ayrılmamak ve “yardım” yaftası altında yeni mevziler ele geçirip söz konusu ülkeleri askeri bloklara sokma, topraklarında üsler edinme ve bütün bunları kolaylaştırmak için sivil ya da askeri diktatoryalar kurma anlamına gelir.36 Yeni sömürgecilik kavramı 1950’li yıllardan itibaren kullanılmaya başlandı ve Gana devlet başkanı Nkrumah gibi liderler tarafından sömürgecilikten daha tehlikeli bulunmaktaydı. Kwame Nkrumah bu konudaki fikirlerini Emperyalizmin Son Aşaması: Yeni Sömürgecilik adıyla kitaplaştırdı. Ona göre bu yeni sömürge düzeni, Afrika’daki geniş toprakların küçük devletler kurularak bölünüp parçalanması üzerine şekillenmişti. Böylece hiçbiri kendi halinde yaşamayacağı gibi, kendi başlarına herhangi bir kalkınma dahi sağlayamayacaklardı. Sonuçta mevcut yapılarını korumak ve iç güvenliklerini sağlamak için eski sömürgeci 34 Özellikle Portekiz ile sömürgeleri Angola ve Mozambik arasındaki uzun ve kanlı savaşta ve Cezayir’in Fransa’dan kurtuluş mücadelesinde gözlemlenebilir. Söz konusu ülkelerin kurtuluş mücadeleleri için sırasıyla bkz. Türkkaya Ataöv, a.g.y., s. 451-459; 151-159. 35 Kwame Nkrumah, Neo-Colonialism, the Last Stage of Imperialism, 1965, http://www.marxists.org/subject/africa/nkrumah/neo-colonialism/ch01.htm (Erişim Tarihi: 27.09.2013) 36 Türkkaya Ataöv, a.g.y, s. 663. 17 devlete mahkûm kalmak zorunda bırakıldılar. İktisadi yapıları da tamamen önceki yönetimin menfaatlerine bağlı olacak şekilde düzenlendi.37 Yeni sömürgeciliği eskisinden daha tehlikeli yapan bir diğer mesele de; sömürgecilik döneminde idareciler Avrupalı idi ve halk ile aralarında hiçbir iletişim yoktu ve birgün mutlaka çekip gideceklerdi ama onların yerini alanlar bizzat idare ettikleri ülkelerin evlatları olmalarına rağmen kendi halklarına karşı takındıkları tavırlarında sömürge askerlerini ve idarecilerini aratmadılar. Hatta içlerinde daha ileri gidenler oldu. Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nde Mobutu Sese Seko, Gine devlet başkanı Seku Ture, Orta Afrika Cumhurbaşkanı JeanBedel Bokasso gibi liderler sözde kendi halkları için mücadele ettiklerini iddia etseler de uygulamalarıyla kendi insanlarına çok acı sömürgecilik dediğimiz bağımsızlık sonrası bu dönemde çektirdiler. ülkelerin Yeni yeraltı kaynakları sadece devlet başkanlarının, etraflarında onları destekleyen idarelerin, darbe peşinde koşan askerlerin, sömürgecilik döneminden kalma çoğu kıta dışından gelen iktidarlarının yabancı uygulamaları asıllı tüccarların keselerini Avrupa sömürgeciliğini ulaşabiliyordu. Yeni sömürgecilik bir anlamda doldurdu. Tek aratacak sömürgecilik parti boyutlara döneminin daha planlı ama sinsi hareket eden devamından başka bir şey değildi. 38 Doğrudan sömürgecilik durumunda sömürgeci devletler, “uygarlık götürdüklerini” söylüyorlardı. Yeni-sömürge statüsündeki ülkelerdeyse, yerli yönetici sınıflar “ulusal bütünlük”, “birlik ve beraberlik”, “kalkınma” gibi gerekçelerle baskı uygulamışlar ve uyguladıkları baskı, sömürgecileri hiç de aratmamıştır.39 Doğrudan sömürgeciliğin geçerli olduğu sanayi devriminden İkinci Dünya Savaşı sonrasına kadarki dönemde belli başlı dört neden yeni-sömürgeciliğin yerleşmesini kolaylaştırdı: (i) Ekonomik yapı, emperyalist metropollerin çıkarları doğrultusunda biçimlendirildi. Azgelişmiş denen ekonomilerin yönü Batı’ya dönük hale geldi. Bu da; söz konusu ülkelerin sanayisizleşmeleri (geleneksel sanayilerinin tasfiyesi), beslenmeye yönelik değil ihracat amacıyla yapılan tarımın ön plana çıkması, açlığı 37 Ahmet Kavas, Osmanlı-Afrika İlişkileri, 1. Basım, İstanbul, TASAM Yay., 2006, s. 186’dan Kwame Nkrumah, Neo-Colonialism , the Last Stage of Imperialism, London, Thomas Nelson and Sons, 1965. 38 “Ahmet Kavas ile Röportaj: Afrika’yı ABD ve Avrupa Kaybediyor, Çin Kazanıyor”, Gündem Analiz, Yıl 2, Sayı 23 (12 Şubat 2008), s. 23. 39 Fikret Başkaya, a.g.y., s. 37. 18 davet eden bir uzmanlaşma ve işbölümünün oluşması, demografik bir enflasyonun ortaya çıkması, yaşam standartlarının düşmesi ve sömürgeci ülkelerle zenginlik farkının daha da açılması sonuçlarını doğurdu. (ii) Daha 1900’lü yılların başına gelindiğinde, sömürge ülkelerde milli burjuvazi işlevi görecek kesimin bütünüyle tasfiye edilmiş olması; bunun yerine (iii) emperyalist burjuvazi ile ortak çıkarlar sahip bir işbirlikçi sınıfın oluşması ve buna bağlı olarak da (iv) Batılılaşmış bir aydın grubunun ortaya çıkmasıdır. Bahse konu aydınların işlevi, “ilerleme”, “eşitlik”, “çağdaşlık” vb. terimlerin ardına saklanarak mevcut ilişkiler bütününü, statükoyu sürdürmektir.40 Doğrudan sömürgecilik durumunda sömürgeciler sömürüyü, egemenliklerini gizlemeyi, yok saymayı amaçlayan bir çabaya gerek duymazlardı. Bunu da ya “uygarlaştırma misyonu” ya da “güçlünün hakkı” gerekçesine dayandırırlardı. Doğrudan (formel) sömürgecilik veya aynı şey demek olan doğrudan egemenlik durumunda sömürülen halklar, sistemin işleyişine ve yeniden üretimi sağlayan kurumsal mekanizmalara katılmazlar. Açıkça dışlanmış durumdadırlar. Bir başka ayrım noktası, sistemin yeniden üretilmesinin açık baskı ve şiddete dayanmasıdır. Buna karşılık yeni sömürgecilik durumundaysa: Birinci ve en önemli özellik veya ayrım noktası, yeni sömürgecilik durumunda egemenler tarafından sömürüyü gizlemeye yönelik bir çaba, dolayısıyla bir söylem söz konusudur ve baskı açık değildir. Başka bir ifadeyle sömürü ve baskıyı gizleyen mekanizmalar, ideolojik çabalar devreye sokulmuş durumdadır. Yeni-sömürgeciliğin ikinci özelliği, sistemin işleyişini ve yeniden üretimini sağlayan kurumsal mekanizmalara katılımın söz konusu olmasıdır. Aslında buradaki ‘katılım’ bir biçim sorunudur. Kimi kurumlarda temsil edilme, seçim mistifikasyonu oluşturularak, her şeyin egemenler tarafından belirlenmediği yanılsaması yaratan bir ideolojik söylem ve kurumsal işleyiş söz konusudur. Üçüncü özellikle de sistemin yeniden üretilmesinde artık baskının birincil önemde olmamasıdır. Baskı ve şiddet elbette mevcuttur ancak “son kertede” belirleyicidir.41 Avrupalıların yukarıda değindiğimiz ekonomik ve siyasi sebeplerden dolayı sömürgelerini bir an evvel ellerinden çıkarmaya çalışmaları, sömürge ülkeleri için 40 41 Fikret Başkaya, a.g.y., s. 37-38. Fikret Başkaya, a.g.y., s. 35-36. 19 paradoksal bir sonuç yarattı. Bağımsızlık konusu bazı bölgelerde referanduma sunulduğunda, sömürge idaresinden kurtulmak isteyenler her ne kadar çok idiyse de, bazı ülkelerin bu idareden çıkmak istemediği görüldü. Çünkü kendi ülkeleri adına Paris, Londra, Lizbon, Madrid ve Amsterdam gibi başkentlere temsilci olarak giden yerliler, ülkelerine verilecek bağımsızlığın uzun vadede daha büyük sıkıntıları beraberinde getireceğine emindiler. Diğer taraftan da bağımsız olmalarını isteyen güçlerin kendilerini ekonomik, siyasi ve kültürel bakımdan aslında serbest bırakmayacağını fark etmişlerdi.42 İşte böylesine bir dönemde özellikle Afrika’daki sömürgelerin pek çoğu istemedikleri halde kendilerini başlarından atan eski sömürgeci devletlerden uzaklaşarak, o dönemin iki süper gücünden biri olan Sovyetler Birliği’ne yaklaşmaktan başka çare bulamadılar. Oysaki imdat istedikleri devlet, her ne kadar adına sömürge demese de o dönemde Orta Asya bölgesinde ve Baltık Denizi kıyısında pek çok bölgenin bütün imkânlarını Avrupalıları aratmayacak şekilde sömürmekteydi43. Afrika’nın yeniden sömürülmesi sadece eski sömürgelerin bir meşgalesi olarak kalmadı. Bağımsız Afrika devletleri; Amerika Birleşik Devletleri ve 1990’lı yıllardaki yıkılışına kadar Sovyetler Birliği tarafından iktisadi, siyasi, askeri ve kültürel bakımdan belirgin bir şekilde sömürülmekten kurtulamadılar.44 Yeni sömürgeciliğin en etkili ve en çok kullanılan araçlarından biri dış yardımlardır. İmtiyazlı olarak emperyal devletler tarafından sömürgelere “bağış yardımı” veya “bütçe yardımı” adı altında yapılan para transferi 19. yüzyılın sonlarında başlamış olsa da, “denizaşırı yardım” kavramı İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ün kazanmıştır. Çoğu kez bu para transferleri sömürgelerin yerli halktan gelen isyanları bastırmak üzere giderlerini karşılamak maksadıyla yapılmıştır. 45 İkinci Dünya Savaşı sonrası sömürgecilik ve emperyalizm muhaliflerinin arayışlarına cevap verecek olan, ABD’de ve Avrupa’da tekel şirketlerin ve hükümetlerin fonlarıyla daha bir sürü benzeri örgüt kurulacaktı ve ‘hayır’ kuruluşları 42 Ahmet Kavas, a.g.y., s. 187. SSCB’nin yayılmasını emperyalist ve sömürgeci çerçevede değerlendiren tezler için bkz. James D. Sidaway, “Postcolonial Geographies: Survey-Explore-Review”, Postcolonial Geographies, ed. Alison Blunt ve Cherly McEwan, 1. Baskı, New York, Continuum, 2002. 44 Ahmet Kavas, a.g.y., s. 187. 45 Chachage Seithy L. Chachage, “Dış Yardım ve Afrika’nın Kalkınması”, s. 3-4. http://www.tasamafrika.org/pdf/yayinlar/27-chachage.pdf (Erişim Tarihi: 06.12.2010) 43 20 olarak sömürgeciliğin yol açtığı yoksulluk ve hastalıklara karşı yardım ve rehabilitasyon faaliyetleri içerisinde yer alacaktı. Emperyalist devletler açısından bu vakıfların çalışmaları vazgeçilemezdi. Bu suretle, sömürge ülkelerde iki türlü gönüllülük hizmeti veren cemiyetler bulunmaktaydı; dini olanlar ve seküler olanlar. Geleneksel tarzları dikkate alındığında birbirlerinden ayırt edilmeleri son derece zordu, iki türde de devlete ya da bireyler, tekeller ve ortaklıklar gibi özel kaynaklara bağımlıydılar. Fonları sağlayan tarafların bu cemiyetlerin rollerini genişletmesi, emperyalizmin yeni yüzü olmaya başlayan ve yeni-sömürgeciliğin koşullarını oluşturan çokuluslu ve uluslarüstü sermayenin sömürge ülkelerde doğrudan dış yatırım yaptığı döneme rastlar. Aynı koşullar 1944 yılında Amerikan denetiminde Bretton Woods Anlaşmasıyla IMF Dünya Bankası gibi uluslarüstü finansal kurumların, kalkınma kurumlarının, ticari kurumların ve 1947 yılında Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel Anlaşması’nın (GATT) oluşmasını gerekli kılmıştır. Uluslararası siyasi güç çatışmaları (Soğuk Savaş dönemi dâhil) bağlamında bir süreç olan denizaşırı yardımlar üçüncü dünya ülkelerini İkinci Dünya Savaşı sonrası ideolojik taraflara çekmek açısından önemli bir iktisadi araç olmuştur. Bu yardımlar, destekçi ülkelerin iç siyasetinin genişlemesi sonucu olarak bir dış politika aracı haline gelmiştir.46 Dış yardımlar aslında Afrika’da ne işe yaramıştır? Graham Hancock’a göre, az gelişmiş ülkelere yapılan bütün yardımlar birer felaket olmuştur. Hancock, BM, Dünya Bankası ve diğer insani yardım kuruluşlarının sağladığı uluslararası yardımların suiistimallerine ve yetersizliklerine ilişkin çarpıcı örnekler sunmuştur. Hancock’a göre, “uluslararası kurumlar aracılığıyla sağlanan yardımların çoğu aslında ulaşması gereken yerlere ulaşmamıştır, bunun yerine belirli bürokratların servetlerini çoğaltmıştır. Çoğunlukla uluslararası yardımlar, kamu çıkarını fazla gözetmeyen hükümetlerin yerlerini sağlamlaştırmasına katkı sağlamıştır. Yoksulluk ve muhtaçlık adıyla meşruluğu sağlanan uluslararası yardımların geçtiğimiz yarım yüzyıldaki fonksiyonu zengin ve ayrıcalıklı insanlardan oluşan güçlü bir sınıf yaratması olmuştur. Aynı zamanda, karanlık çağlardan bu yana yaşanmış en büyük insan hakları ihlallerine göz yummak ve bazı durumlarda da yol açmak olmuştur.”47 46 Chachage Seithy L. Chachage, a.g.y., s. 5-6. Chachage Seithy L. Chachage, a.g.y., s. 19-20., Ayrıca bkz. Graham Hancock, The Lords of Poverty: The Power, Prestige, and Corruption of the International Aid Business, Atlantic Monthly Press, 1989. 47 21 İKİNCİ BÖLÜM HAKLI SAVAŞ (JUST WAR) TEORİSİ VE İNSANİ MÜDAHALE İnsani müdahale kavramı, on dokuzuncu yüzyıldan itibaren uluslararası hukuk literatüründe tartışılmaya başlanmıştır. Fransa, Avustralya ve Rusya’nın; Osmanlı İmparatorluğu’nun Ortadoğu, Balkanlar ve Kafkasya’daki topraklarına yönelik müdahalelerinde kullanılan insani müdahale gerekçesi açıkça emperyalizmin bir aracı olarak kullanılmıştır.48 I. Dünya Savaşı’nın başlangıcında ise insani müdahale normu idealist uluslararası ilişkiler teorisinin bir parçası haline gelmiştir.49 I. Dünya Savaşı sonrasında uluslararası alanda güce başvurmayı yasaklamaya yönelik çabalar ise sonuçsuz kalmıştır. İnsanî müdahale kavramı açısından baktığımızda bu dönemde 1931’de Mançurya’yı işgal eden Japonya, 1935’te Etiyopya’yı işgal eden İtalya ve 1939’da Çekoslovakya’yı işgal eden Almanya insanî amaçlarla hareket ettiklerini ve bu ülkelerin halklarını maruz kaldıkları baskılardan kurtarmayı amaçladıklarını iddia etmişlerdir.50 İnsani müdahale konusu, Soğuk Savaş’ın sona erişinden bu yana, özellikle de 1990’lardaki Somali, Bosna, Ruanda ve Kosova krizlerinden sonra; hem hukuki ve siyasi meşruiyet, hem de uluslararası sistemin işlerliğine etkisi bakımından çokça tartışılan konulardan biri haline gelmiştir.51 Müdahale, “Bir devletin/devletler topluluğun veya bir uluslararası kuruluşun, normal şartlar altında bir başka devlet veya devletler topluluğunun iç politika konusu olan vakalar üzerine güç tatbik etmesidir”. 48 52 Başka bir tanımıyla David J.B. Trim, “Humanitarian Intervention,” The Changing Character of War, ed. Hew Strachan and Sibylle Scheipers, Oxford University Press, Oxford, 2011, 158. 49 James Avery Joyce, The New Politics of Human Rights, St. Martin’s Press, New York, 1979, s. 23. 50 Sean D. Murphy, “Humanitarian Intervention”, Encyclopedia of Genocide and Crimes Against Humanity, ed. Dinah L. Shelton, Vol I, Thomson Gale, 2005, s. 45. 51 Çağla Lüleci, “İnsani Müdahale Kavramı ve Libya Operasyonu’nun Meşruiyeti Tartışması”, Akademik Perspektif,07.02.2014, http://akademikperspektif.com/2012/02/07/insani-mudahale-kavrami-ve-libyaoperasyonunun-mesruiyeti-tartismasi/ (Erişim Tarihi: 09.02.2014) 52 C.A.J. Coady, The Ethics of Armed Humanitarian Intervention, U.S. Institute of Peace, Washington DC, 2002, s. 10. 22 müdahale, “Bir devleti, normal şartlar altında yapmayacağı bir şeyi yapmaya ya da normal şartlar altında yapacağı bir şeyi yapmamaya zorlama taktiğidir.”53 Uluslararası politika alanında müdahale, uluslararası bir aktörün bir diğerini etkileme sürecinde, belirli bir süre için, mevcut alışılagelmiş biçimlerden belirgin bir şekilde ayrılan, farklı bir tutuma yönelmesi ve esas olarak hedefin siyasal otorite yapısını değiştirmeyi veya korumayı amaçlayan bir nitelik taşımaktadır. Müdahalelerin geleneksel olarak dört çeşidi bulunmaktadır; (i) İnsani müdahale, (ii) önleyici müdahale, (iii) reaktif veya güç kullanmaksızın müdahale (yumuşak güç kapsamında ekonomik, diplomatik veya psikolojik yöntemler), (iv) klasik askeri müdahale veya doğrudan müdahale (askeri güç kullanımı, yasak bölgeler oluşturma vb.). 54 ‘İnsani’ kavramına bakacak olursak günümüzde; yabancı ülke halkına, kendilerini korumakla yükümlü olan devlet otoritesi tarafından uygulanan veya uygulanmak üzere olan zarar verici eylemleri durdurmaya/önlemeye yönelik ya da devlet dışı bir oluşum tarafından uygulanan zarar verici eylemler karşısında söz konusu devletin önlemlerinin yetersiz kaldığı durumlarda gerçekleştirilen müdahaleler için kullanılmaktadır.55 Bu haliyle ‘insani müdahale’nin içerisindeki ‘insani’ kavramı oldukça geniş bir skalada yorumlanma potansiyelini haizdir. En geniş anlamı ile insani müdahale; gerek doğal afetler gerekse savaş, iç çatışma ve diktatörlük durumlarında olsun her türlü insan acısını dindirmeye yönelik yapılan müdahaleleri kapsamakta; dar yorumu ile siyasi/askeri boyutlarını dışarıda bırakmaktadır. 56 İnsani müdahale (humanitarian intervention) geniş anlamıyla, “Bir devletin kendi uyruğundaki insanlara karşı kötü muamelesini durdurmak amacıyla bir ya da birkaç ülke 53 tarafından o devlete yönelik operasyon düzenlenmesine izin veren Karin Von Hippel, The Non-Interventionionary Norm Prevails: An Analysis of the Western Sahara, The Journal of Modern Africa Studies,33 (1995), s. 67–81. Ayrıca bkz. Lawrence Emeka Modeme, “The Libya Humanitarian Intervention: Is it lawful in International Law,” http://mmu.academia.edu/LawrenceEmeka/Papers/577779/The_Libya_Humanitarian_Intervention_Is_it_La wful _in_International_Law (Erişim Tarihi: 08.05.2013) 54 Sait Yılmaz, “Uluslararası Müdahale ve Meşruiyet”, http://www.21yyte.org/tr/arastirma/politik-sosyalkulturel-arastirmalar-merkezi/2012/03/01/6512/uluslararasi-mudahale-ve-mesruiyet (Erişim Tarihi: 16.03.2013) 55 Coady, a.g.y., s. 12. 56 Pierre Hassner, “From War and Peace to Violence and Intervention: Permanent Moral Dilemmas under Changing Political and Technological Conditions,” Jonathan Moore, a.g.y., s. 16. 23 anlayış.”57, daha spesifik olarak ise “Herhangi bir devlet tarafından insan haklarının veya insancıl hukuk kurallarının ağır ve yaygın biçimde ihlal edilmesini veya devlet otoritesinin çökmesi sonucunda ortaya çıkan insani nitelikli krizleri önlemek veya engellemek amacıyla, ihlal veya krizden sorumlu devletin izni olmaksızın ona karşı, bir başka devlet / devletler topluluğu yahut uluslararası örgüt tarafından gerçekleştirilen askeri güç kullanımı”58 şeklinde tanımlanmaktadır. Kasım 1999’da gerçekleşen NATO seminerinde ise insani müdahalenin tanımı “Bir devlete yönelik, o devletin rızası dışında, ciddi sonuçlar doğurabilecek geniş çaplı insan hakları ihlallerinin sebep olduğu insani felaketleri önlemek üzere girişilen silahlı müdahale” şeklinde yapılmıştır.59 Öte yandan insani müdahale, uluslararası hukukun temel prensipleri olan “egemenliğe saygı” ve “devletlerin içişlerine karışmama” ilkelerine aykırılık arz etse de bu çelişki BM Güvenlik Konseyi’nin bu yönde bir karar almasıyla hukukîleştirilebilir. İnsani müdahale -hukukî dayanağa sahip olarak gerçekleştirildiği durumlarda bile- “kural” değil, olay bazında değerlendirilmesi gereken bir “istisna”dır. Hem müdahale edilen bölgedeki taraflar hem de müdahale eden güçler adına can kaybını da beraberinde getiren “hayatî” ve “ölümcül” bir mesele olması ise insanî müdahaleyi ahlakî/etik yönleriyle de ele alınması gereken bir konu haline getirir.60 Etik/ahlak kavramının taşıdığı ana unsurlar ise; (i) mutlaka dini bağlamda değerlendirilmesinin gerekmediği, (ii) insan yaşamının gerçeklerinden uzak olmadığı ve alınan herhangi bir karara kaçınılmaz olarak etki ettiği, (iii) kültürel, toplumsal kurallar tarafından şekillendirildiği ve gerçekten objektif-evrensel 57 Ahmet Emin Dağ, “Uluslararası İlişkiler ve Diplomasi Sözlüğü”, Anka Yayınları, İstanbul, Mayıs 2004, s. 237 58 Ceren Mutuş, “Libya Operasyonu ve Uluslararası Hukuk”, USAK Libya Derlemesi: Farklı Boyutlarıyla Libya Müdahalesi, Mart 2011, 59 “Humanitarian Intervention: Definitions and Criteria,” CSS Strategic Briefing Papers 3 (2000), http://www.victoria.ac.nz/css/docs/briefing_papers/Humani.html. (Erişim Tarihi: 23.11.2013) 60 Segah Tekin, “İnsani Müdahale Kavramı ve Libya’nın Geleceği”, SDE Analiz, Ankara, Nisan 2011, s. 9. 24 yargılara yol açamayacağı, (iv) sadece özel yaşamı ilgilendiren bir kavram olmadığı şeklinde sıralanabilir. 61 Etik düşünce, içerisinde bir çok tartışmayı barındırmaktadır. Zira pratikte var olması gereken etik şartların neler olduğu konusunda bir konsensusa varılamamıştır. Ancak etik/ahlaki anlayış, faydacı düşünceyi ve mümkün olan en iyi sonuca varma arzusunu da içerisinde barındırmaktadır.62 Bir devlet veya müttefik devletler tarafından tek taraflı olarak gerçekleştirilen insani müdahaleler, söz konusu devlet(ler)in kendi siyasi/ekonomik çıkarları doğrultusunda hareket etmeleri ihtimalinden dolayı kesin bir meşruiyete sahibi değildir. Dolayısıyla insan haklarını korumaya yönelik başka devletlerin iç meselelerine yapılan müdahaleler, Ortaçağ’dan bu yana gelişerek günümüze kadar gelen temayüller ile beslenen just war (haklı savaş) kriterleri ile sınırlandırılmaktadır. Haklı savaş kriterlerinin tam anlamıyla uygulanması devlet(ler)in insani müdahaleleri, ekonomik/stratejik çıkarları doğrultusunda bir dış politika aracı olarak kullanmalarının önüne geçebilecektir. 2.1. Haklı Savaş Teorisinin Tarihsel Arkaplanı İnsani müdahale kavramı her ne kadar yoğun bir şekilde son otuz yılda tartışılmaya başlansa da kavramın yakından ilintili olduğu haklı savaş ve savaşın etik/ahlaki geleneği Pelepones Savaşları’ndan bu yana gelişerek günümüze kadar gelmiştir. Haklı savaş geleneğinin tarihsel kökenlerini incelemeye başlamadan önce söz konusu doktrine yönelik realist ve pasifist yaklaşımları ele almak gerekmektedir. Haklı savaş teorisi adından da anlaşılacağı üzere savaşın meşruiyetini belirlenmenin, haklı ve haksız savaşlar arasında yapabilmenin şatlarını belirlemeyi amaçlamaktadır. Aynı zamanda bir etik düşüncesi de yaratan haklı savaş doktrini, askeri ve politik gücün kullanılmasını, etik/ahlaki geleneklere dayandığı takdirde meşru kabul etmektedir. Realist teori, hiçbir savaşın ‘haksız’ olmadığını ileri 61 Coady, a.g.y., s. 13. Fernando Teson, Humanitarian Intervention: An Injuiry into Law and Morality, Transnational Publisher, New York, 1998, s. 104. 62 25 sürerken, pasifist teori rüm savaşların ‘haksız’ olduğunu savunmaktadır.63 Haklı savaş teorisi ise bazı savaşların haklı, bazı savaşların haksız olduğunu iddia ederek realizm ve pasifizm arasında yer almaktadır.64 Askeri müdahalelerin en erken örneklerinde karar alıcılar eylemlerini etik normlara sığdırmak suretiyle meşru kılmanın yollarını keşfetmişlerdi. Örneğin Melian Diyaloğu’nda65 Pelepones Savaşları esnasında Atinalıların Melos’a karşı gerçekleştirdikleri atakları ‘ellerinde bulundurdukları gücü kullanmalarının, kendi halklarına karşı bir sorumlulukları olduğu’ gerekçesi ile meşrulaştırma yoluna gittikleri anlaşılmaktadır. Buna göre Atinalılar ‘güçlü’nün yapmak zorunda olduğu şeyi yaptıklarını ve yaptıklarının kendi iradelerinin değil halkın iradesinin bir sonucu olduğunu ifade ederek realist düşünce uygun bir meşruiyet iddiasında bulunmuşlardır. 66 Avrupa’nın erken modern dönemlerindeki müdahale uygulamaları, ortaçağ Hıristiyan dünyasında St. Augustine ve St. Thomas Aquinas tarafından çerçevesi belirlenen haklı savaş, hükümet/otorite ve tiranlık kavramlarından ilham almıştır. 67 Haklı savaş üzerine çalışan St. Augustine (354-430) bir savaşın meşru kabul edilebilmesi için; (i) meşru müdafaa, (ii) çalınmış/gasp edilmiş bir mülkiyetin geri alınması, (iii) maruz kalınan bir zararın tazmin edilmesi ve (iv) Tanrı tarafından verilmiş kutsal bir hakkı almak ve inanç sağlamlığını sürdürmek gerekçelerinden birini barındırması gerektiğini ileri sürmüştür. St. Augustine’nin düşüncesine göre savaşa başvurma ve güç kullanma tekeli devletlerin elinde olmalıydı. Zira devletler dönemin anlayışında tanrının kurallarının yeryüzündeki yegane uygulayıcılarıydı. Roma İmparatorluğu’nun çöküşünden sonra haklı savaş kavramı kilisenin istekleri ve çıkarları doğrultusunda şekillenmiştir. Savaşların Papa tarafından ilan edilmesi, geleneksel savaş anlayışının temellerini sarsmıştır. 68 St. Thomas Aquinas (122463 Steven P. Lee, Ethics and War: An Introduction, Cambridge University Press, Cambridge, 2012, s. 30. Anthony Joseph Coates, The Ethics of War, Manchester University Press, Manchester, 1997, s. 99. 65 Bkz. Atinalı komutanlar Cleomedes ve Tisias ile Melos’lu yargıçlar arasında geçen diyalog (Thukydides Tarihi) 66 Aidan Hehir, Humanitarian Intervention: An Introduction, Palgrave Macmillan, New York, 2010, s. 167. 67 Richard Thuck, The Rights of War and Peace: Political Thought and the International Order from Grotius to Kant, Oxford University Press, Oxford, 1999, s. 55-57. 68 Coates, a.g.y., s. 106. 64 26 1274) haklı savaş teorisini, Haçlı Seferleri’nin son yıllarında St. Augustine’nin fikirleri üzerine inşa etmiştir. St. Thomas Aquinas, Haçlı Seferleri’nin saldırgan doğasını benimsememiş, bunun yerine Hıristiyanlık aleminin savaşa başvurmasının ancak dışarıdan gelen bir saldırı karşısında meşru kabul edilebileceğini ileri sürmüştür.69 Summa Theologiae adlı eserinde Aquinas bir savaşın meşruiyet gereklilikleri olarak; (i) savaş yapma emri/kararının devlet otoritesi tarafından verilmesi, (ii) saldırıya geçenin hamlelerini haklı gösterebileceği geçerli bir sebebinin olması, (iii) muharip taraflardan birini iyi bir niyetle kötülüğe karşı savaşması unsurlarını sıralamıştır. On dört ve on beşinci yüzyıllarda, özellikle sivillerin ve güçsüzlerin savaş esnasında korunması (jus in bello) giderek önemli hale gelmeye başlamış, on altıncı yüzyılda bu alanda gündeme gelen yenilikler jus ad bellum kavramının gelişimine hayati bir katkı sağlamıştır.70 Söz konusu yenilikler, Hıristiyan teolojisinin savaş hukuku üzerindeki etkisini kırarak uluslar arasında ortak bir hukuk inşa etmeye yönelik kısmen seküler düşüncelerin ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır. Protestanlar ve Katolikler arasında yaşanan çatışmadan ziyade asıl ayrışma savaşın ancak din adına yapılabileceğini savunan düşünürler ile savaş hukukunu doğal hukuk üzerine inşa eden düşünürler arasında yaşanmıştır. 71 İspanyol teorisyen Francisco de Vitoria (1485-1546), “On the American Indians (Amerikan Yerlileri Üzerine)” isimli eserinde, İspanyol işgalini ilk kez haklı savaş düşüncesine dayandırmıştır.72 Francisco de Vitoria, bir savaşın haklı ya da haksız olduğunu bilmenin mümkün olmadığını, bunun ancak Tanrı tarafından bilinebileceğini iddia etmiştir. Bir devletin kendi vatandaşlarının bağımsızlığı adına savaşa başvurma hakkının saklı olduğunu kabul eden Vitoria, İspanya’nın Amerika kıtasında gerçekleştirdiği işgalleri, kıtada yerleşik bulunan ‘barbarlar’a karşı 69 Hehir, a.g.y., s. 28 Jus in bello/Jus ad bello kavramları için bkz: http://www.icrc.org/eng/war-and-law/ihl-other- legalregmies/jus-in-bello-jus-ad-bellum/overview-jus-ad-bellum-jus-in-bello.htm, (Erişim Tarihi: 16.04.2014) 71 Mona Fixdal ve Dan Smith, “Humanitarian Intervention and Just War,” Mershon International Studies Review 42 (1998), s. 286-287. 72 Francisco De Vitoria, “On the American Indians,” ed. Pagden and Lawrence Political Writings (Vitoria), s. 231-292 70 27 ‘medeniyet’in gerçekleştirdiği bir savaş olması dolayısıyla meşrulaştırma yoluna gitmiştir. Vitoria’dan sonra haklı savaş geleneğinin gelişimine önemli katkılar sağlayan bir diğer düşünür Hugo Grotius’tur (1583-1645). Otuz Yıl Savaşları’nı inceleyerek düşüncelerini şekillendiren Hugo Gurotius, ‘kutsal savaş’ anlayışını reddederek, dini gerekçelerin bir savaşı başlatmanın meşru sebebi olamayacağını ileri sürmüştür. Grotius’tan sonra; özellikle Samuel von Pufendorf, Immanual Kant ve Emmerich Vattel haklı savaş geleneğine önemli katkılar sağlamışlardır. Pufendorf (1632– 1694), siyasi etiği ve meşru otoriteyi desteklemiş ancak bağımsız devletlerin hükümetlerinin yüksek moral değerler ve normlar bakımından yetersiz kalabileceğini de vurgulamış, insanlığa karşı olan görevlerin en iyi şekilde ‘devletler sistemi’ tarafından yürütülebileceğini belirtmiştir.73 Buna ek olarak Immanual Kant doğal hukuk üzerine kurulu bir etik anlayışının bağımsız devletlerde diktatör hükümetlere yol açabileceğini savunmuştur. Emmerich Vattel ise yabancı ülke vatandaşlarının haklarını koruma amacının gösterilemeyeceğini, bunun müdahaleler için kötüye kullanılabilecek bir mazeret olacağını ileri sürmüştür.74 Realist akımın öncülerinden Thomas Hobbes’a karşı uluslararası hukukun babası olarak kabul edilen Hugo Grotius, haklı savaşın ateşli savunucuları arasında yer almıştır. Kendisinden önceki düşünürlerden uluslararası hukukun temelini dine değil, akla dayandırması ile ayrılan Grotius, insanlığın Tanrı‟nın kendisine bahşettiği özgür irade yardımıyla evrensel ilkeler oluşturabileceğini ve buna göre hareket edebileceğini iddia etmiştir. Kuvvet kullanımına, bir iktidarın adil olmayan davranışlarını cezalandırmak veya diğer halkların haklarını korumak amacıyla başvurulabileceğini kabul eden Grotius, ancak bu kuvvet kullanımının mutlaka sınırlı olarak ve halkına karşı suç işleyen iktidarın bunu düzeltmesine fırsat verecek şekilde gerçekleştirilmesi gerektiğini 73 Richard Devetak, “Between Kant and Pufendorf: Humanitarian Intervention, Statist Anti-cosmopolitanism and Critical International Theory,” Review of International Studies 33 (2007), s. 152. 74 Aidan Hehir, a.g.y., s. 31. 28 ifade etmiştir. Bu noktada günümüz insani müdahale anlayışından ayrılan Grotius, iktidar değişimi yerine barışın yeniden tesisi amacını öne çıkartarak ulusal egemenliğe özel bir önem atfetmiştir. 75 Savaşa başvurmanın meşru sebepleri her ne kadar güncel uluslararası hukuk sistemi içerisinde düzenlenmiş olsa da insani müdahaleler konusunda yapılan çalışmalar halen haklı savaş doktrinine atıfta bulunmaktadır. Haklı savaş kriterleri, jus ad bellum (savaş gerekçesi) ve jus in bello (savaşın içeriği) olmak üzere iki ana başlık altında incelenmektedir. Jus ad bellum kriteri; meşru sebep, meşru otorite, son çare, iyi niyet, haklı sonuç, galibiyet ihtimali ve ayrım gözetme unsurlarını içermektedir. Savaşa başvurmanın meşruiyet kıstaslarını bir Çizelge ile özetleyebiliriz:76 Çizelge 1.1. Haklı Savaş Kriterleri Haklı Savaş Kriteri Meşru Otorite Meşru Sebep Orantılılık Haklı Sonuç Son Çare Başarı İhtimali Göreceli Adalet Savaş İlanı Açıklama Sadece uluslararası hukukça tanınmış meşru kamu otoriteleri kuvvet kullanmayı yetkilendirebilir. Meşru otoritenin savaşa başvurma kararını destekleyen haklı bir sebebe sahip olması gerekmektedir. Bu sebep, affolunamaz bir haksızlığı düzeltecek veya önleyecek nesnel mahiyette olmalıdır. Meşru sebep olarak görülen haksızlığın verdiği tahribat, savaşın vereceği tahribattan daha büyükse savaş başlatılabilir.Savaşın sağlayacağı yarar, vereceği zarardan daha fazla olmalıdır. Savaşa başvurmaya karar verenler haklı bir sonuca ulaşmayı hedeflemelidirler. Haklı bir maksada ulaşbilmenin yolu olarak kuvvet kullanma, diğer şiddet içermeyen barışçıl yöntemler tüketildikten sonra son çare olarak kullanılmalıdır. Haklı maksadı elde edebilmek için askeri zafer ihtimali varsa savaşa başvurulmalıdır. Meşru otorite, mutlak adaletin tek sahibimiymiş gibi hareket etmemelidir. Savaşa başvurmadan önce bunun resmen ilan edilmesi gerekmektedir. Bahse konu kriterlerden en önemlileri olarak gördüğümüz Libya müdahalesinde de öne çıkan, meşru sebep ve meşru otorite kriterlerini ayrı başlıklar halinde inceleyeceğiz. 75 76 Ceren Mutuş, a.g.y., s.23. Aidan Hehir, a.g.y., s. 24 29 2.1.1. Meşru sebep (Just Cause) Aquinas’ın meşru bir savaşın başlatılabilmesi için ortaya koyduğu husus ‘saldırının ancak bir hata/zarar karşılığında yapılması gerekliliği’ idi. 77 Dolayısıyla meşru gerekçe, ‘zararların tazmin edilmesi’ bağlamında ortaya çıkmaktaydı. 78 Hem Aquinas hem de Augustine bir savaşın meşru olmasını, karşı devletin şiddete başvurmaya yol açacak ölçüde zararla sonuçlanan bir eylemde bulunmuş olması gerekliliğine bağlamaktadırlar. Ancak bu düşünürler ve onların takipçileri tarafından devletin kendi adına kullandığı meşru müdafaa hakkı ‘meşru sebep (just cause)’ olarak kabul edilmezken diğer bir ülkede gerçekleşen eylemler sonucu zarar gören insanları kurtarmak, bencillikten uzak bir fedakarlığın sonucu olduğu için ‘meşru sebep’ olarak görülmektedir. Böylece, diğer Hıristiyanların haklarını korumak bir görev olarak kabul edilmekte/meşrulaştırılmaktaydı. Vitoria’ya göreyse, bir ulusal savunma mekanizması olarak devletin kendini meşru müdafaa hakkı, meşru bir savaşın yegane gerekçesi olabilirdi.79 Meşru müdafaa hakkını, insani müdahale bağlamında değerlendirdiğimizde, müdahale edilen devlete de savaşa başvurmak adına ‘meşru sebep’ doğurduğu görülmektedir. Dolayısıyla, haksız yere şiddete başvuran taraf da müdafaa hakkını kullanmakta ve bu durumda savaşın her iki tarafı da meşru birer gerekçeye sahip olmaktadır. Mezkur görüş insani müdahalenin çelişkili yapısını ifade etmektedir. Günümüzde uluslararası toplum soykırım, katliam ve geniş çaplı insan hakkı ihlalleri ile karşılaşmakta ve söz konusu eylemler her devlete/bireye müdahale etme görevini yüklemektedir. Bu durumlarda, insani krizlere yönelik güç kullanmanın meşru olup olmadığı gündeme gelmektedir. Klasik anlayış diğer devletleri savunmanın meşru olduğunu, sadece bir hayırseverlik değil, bir zorunluluk olarak görülmesi gerektiğini kabul etmekte ve insanlığın vicdanını şok eden herhangi bir olayın müdahaleyi gerektirdiğini ileri 77 Thomas Aquinas, Summa Theologica, Steven P. Lee, a.g.y., s. 48. Lee, a.g.y., s. 48 79 James Turner Johnson, Ideology, Reason, and the Limitation of War: Religious and Secular Concepts Princeton University Press, Princeton, 1974, s. 154-56. 78 30 sürmektedir.80 Nicholas Wheeler meşru gerekçeyi, “insani bakımdan acil müdahale gerektiren olağanüstü bir durum” olarak tanımlamakta ve “müdahaleye başvurmanın ön şartı olarak ölen insanların ya da mültecilerin sayısının bir önem arz etmediğini, en sağlıklı kriterin kötü muameleye maruz kalan insanların tek kurtuluş yolunun dışarıdan gelecek bir müdahale olup olmadığının tespit edilmesinden geçtiğini” ifade etmektedir.81 2.1.2. Meşru otorite Müdahaleye karar verme hakkının/yetkisinin kimde olduğu sorusu, haklı savaşın bir diğer meşruiyet unsurudur. Aquinas, meşru otorite olarak adlandırdığı bu unsuru “bir savaşa başlamaya karar verecek insan ya da grubun meşruiyete sahip etik değerleri haiz bir yasal otoritenin temsilcisi olması” şartlarına dayandırmaktadır. Dolayısıyla haklı savaştan söz edebilmek için savaşa başvurma kararının meşru bir otorite tarafından verilmesi gerektiği gibi, söz konusu kararın aynı zamanda etik açıdan da desteklenmesi gerekmektedir. Erken dönemlerde Papa’nın tekelinde olan meşru otorite, daha sonra bağımsız devletlerin yöneticilerine geçmiş, günümüzde ise yaygın olarak Birleşmiş Milletler kullanılmaktadır.82 Günümüzün uluslararası sistemi kendi kararlarını alan bağımsız devletler, bölgesel yapılanmaların kullandığı kollektif otoriteler ve küresel örgütlerin birbirleri ile arasındaki ilişkilerden oluşmaktadır. Birleşmiş Milletler’in kurulması ile inşa edilen söz konusu sistemde Güvenlik Konseyi uluslararası barışın korunmasından sorumlu tutulmuş, güç kullanımına karar verecek yegane merci olarak öngörülmüştür. Genel Kurul ise insani müdahalelere meşruiyet kazandırmak için başvurulan bir yapı haline gelmiştir. Diğer yandan, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi daimi üyelerinin veto hakkının bulunması, söz konusu devletlerin kendi çıkarlarına ters düşen insani müdahale kararlarının alınmasını engellemesi anlamına gelmektedir ki bu durum, Güvenlik 80 J. L. Holzgrefe, “The Humanitarian Intervention Debate,” ed. J. L. Holzgrefe ve Robert Keohane, Humanitarian Intervention: Ethical, Legal and Political Dilemmas, Cambridge University Press, Cambridge, 2003, s. 33. 81 Nicholas J. Wheeler, Saving Strangers: Humanitarian Intervention in International Society, Oxford University Press, Oxford, 2000, s. 34. 82 Mona Fixdal ve Dan Smith, a.g.y., s. 291-292. 31 Konseyi’nin çoğu zaman hantal ve kullanışsız bir yapı olarak eleştirilmesine yol açmaktadır. Kofi Annan’ın da ifade ettiği gibi, söz konusu ikilem gündeme geldiğinde çözüme ulaşmanın bir yolu bulunmamaktadır ancak Birleşmiş Milletler’in buradaki esas rolü tek taraflı müdahalelerin Birleşmiş Milletler tarafından kabul edilmediğinde meşruiyet kazanamamasıdır.83 Dolayısıyla Birleşmiş Milletler mekanizması; herhangi bir devletin kendi çıkarları için girişmek isteyeceği bir müdahalenin engellenmesinde işe yararken, Güvenlik Konseyi üyesi devletlerden biri hariç diğerlerinin ortak kararı olan meşruiyet zeminine sahip bir müdahale için karar alınmasında işe yaramamaktadır. 2.2. Etik, Koruma Sorumluluğu ve İnsani Müdahale Önceki bölümlerde değindiğimiz, haklı savaş teorisinin ve sömürgecilik anlayışının hâkim olduğu dönemlerde çeşitli ülkelerde insanlık açısından ciddi sonuçlar doğuran iç savaşlar yaşanmıştır. Soğuk Savaş sonrası dönemde, İnsan haklarının genişleyen boyutları ve uluslararası düzenlemeler, bu hakların korunması gerekliliğini ön plana çıkarmıştır. İnsani müdahale kavramının pek çok tanımı bulunmaktadır. Bir devletin başka bir devlete karşı, buradaki geniş çaplı insan hakları ihlallerini önlemek için kuvvet kullanmasıdır.84 Bir başka tanıma göre insani müdahale; temel insan haklarının yabancı devletlerce veya kendi hükümetlerince, kitlesel ya da zalimane bir biçimde çiğnenmesini gidermek için yapılan müdahaledir.85 İnsani müdahale bir devlet ya da devletler topluluğunun, insan haklarına yönelik kabul edilmez şiddete son vermek için kuvvet kullanmasıdır.86 İnsani müdahale kavramında ortak bir kanaatin oluşmaması, uygulanabilirliği konusunda farklı değerlendirmelerin olması buna karşın uluslararası toplumun 83 Kofi Annan, “Secretary-General Presents His Annual Report to General Assembly.” http://www.un.org/News/Press/docs/1999/19990920.sgsm7136.html (Erişim Tarihi: 27.04.2013) 84 Funda Keskin, Uluslararası Hukukta Kuvvet Kullanma: Savaş, Karışma ve Birleşmiş Milletler, Mülkiyeliler Birliği Vakfı Yayınları, Ankara, 1998, s.125. 85 Kenneth R Himes, Himes, Kenneth R., “ The Morality of Humanitarian Intervention”, Theological Studies, Vol.55, March 1994, s.83. 86 Guenter Lewy, “ The Case for Humanitarian Intervention”, Orbis Vol.37, Fall , 1993, s.621. 32 barış ve güvenliği sürdürme niyeti görüş farklılıklarına sebep olmuştur. Kimi düşünürler BM Antlaşmasının devletlere ve BM’ye insani müdahalenin yapılmasında bir takım engeller getirdiğini ileri sürmektedirler.87 İnsani müdahale kararlarında vurgulanan ahlaki/etik sorumluluk da insani müdahale kavramının sınırlarını genişleten bir diğer unsurdur. Bu bağlamda etik kavramı ve bu kavramın dayanakların neler olduğuna bakmak gerekmektedir. Gelenek, Karakter, Huy anlamlarındaki Yunanca ve Latince kelimelerden gelen etik (ethics) ve ahlak (morality) kavramları aynı anlama gelmektedir.88 Felsefi olarak ikisinin arasında ayrıma gidilmesi yönünde çeşitli çalışmalar yapılmıştır fakat uluslararası ilişkiler ve insani müdahale tartışmalarında bu iki kavramı aynı anlamda kullanabiliriz. Uluslararası ilişkilerde Locke ve Hobbes ulusların birbirlerine karşı ahlaki sorumluluklarına karşı görüşlerini bildirmişlerdir. Hobbes’a göre doğa durumunda hiç kimse diğerlerinin ahlaki kurallara uyacağından emin olamayacağından kuralları birer yükümlülük haline dönüştürecek yönetici bir otoriteye ihtiyaç vardır. Böyle bir üstün otoritenin olmadığı durumlarda insanlar birbirlerine yardım etmek yerine başlarının çaresine bakmaya çalışmaları daha akıllıca olacaktır. 89 Locke ise insan doğasının bencilliği meselesi ve doğa hali meselesinde ahlaki prensiplerin olduğunu söylemektedir90 Locke’a göre devletler de tıpkı bireyler gibi özgür biçimde karar alabilirler yani egemendirler. Devlet zayıf durumda bulunma halinde ya da kendine yardım fikrinin cazibesine kapılarak, yanlış davranışlarda bulunabilirler. Bu durumda da uluslararası ahlaki düzen bozulur, savaşlar ve anlaşmazlıklar ortaya çıkar. Bu yüzden de tıpkı bireylerin doğa halinde yaptıkları gibi devletler de bir federasyon içinde bir araya gelerek her birinden daha güçlü olacak uluslar üstü bir güç oluşturmalıdırlar. Böylelikle dünya toplumunu oluşturan devletler de bireyler gibi, ahlaki ilkeler ve uluslararası düzen çerçevesinde hareket 87 Stephan John Steadman, “ The New Interventionist”, Foreign Affairs, Vol.72. 1992-1993,s.1-16., Michael Reisman, Humanitarian Intervention and The United Nations, Charlottesville, University Press of Virginia, 1973, s.179-183. 88 Nicholas Bunnin, Jiyuan Yu, “Ethics and Morality”, The Blackwell Dictionary of Western Philosophy, Blackwell, 2004, s. 228. 89 Charles R. Beitz, “Political Theory and International Relations”, Princeton University Press, 1979, s.29. 90 Martin Wight, “ An Anatomy of International Thought”, Gabriele Wight , Brian Porter (ed.) Four Seminal Thinkers in International Theory: Machiavelli, Grotius, Kant, and Mazzini, Oxford : Oxford University Press, 2005, s.144-145. 33 etmek zorunda kalacaklardır. Bunun dışında ise, kişisel haklar benzeri, devletlerin de belirli konularda hareket serbestîsi olacaktır.91 Realist teori ise bunun aksine ahlaki ilkelere dayalı bir uluslararası düzen fikrine karşı çıkmaktadır.92 Tıpkı Hobbes’ın tanımladığı gibi çatışma halinde olan uluslararası ilişkilerde doğru ya da yanlıştan ötede kendine yardım ilkesi önceliklidir. Kısaca Uluslararası sistemi ahlaki ilkelere dayanarak yönetmek mümkün değildir. Güç politikaları önceliklidir ve ahlaki olarak değerlendirilen eylemleri gerçekleştirip gerçekleştirmemek de ancak politik sonuçlar tahlil edilerek kararlaştırılmalıdır.93 Hobbescu bakış ahlaki kaygıların politik çıkarların önüne geçmesine karşı çıkmaktadır. Ahlaki ilkeler yalnızca herkes için yararlı olacaksa ve herkes için geçerli olacaksa kabul edilmelidir. Bu durumda ahlaki ilkelerin benimsenme nedenleri ahlakla ilgili değildir.94 İnsani müdahalede konusunda devletlerin kendi çıkarlarını öncelikli olarak gözetiyor oldukları yok sayılamaz. Bu durum göstermektedir ki insani müdahale olgusu ahlaki ilkeleri içinde barındırırken, devletlerin ulusal çıkar mücadeleleri içinde kullanılmaktadır. Ahlakla ilgili olmayan nedenler, ahlaki bir amaç için kullanılmaktadır. İnsani müdahale kavramına ahlaki bir açıdan bakıldığında, ilk olarak ele alınması gereken olgu devletin hükümranlık alanındaki meşruiyet kaynağı olan egemenliktir.95 Egemen olmanın kesin bir tanımı bulunmamaktadır. Egemenlik genelde “dış egemenlik” ve “iç egemenlik” olmak üzere iki değişik anlamda kullanılmaktadır. İç ya da dış egemenlik, Devletlerin üstünde, Devlete hâkim hiçbir kurumun bulunmadığını ifade eder; fakat Devletin her dilediğini yapabileceğini ifade etmez; 91 Gordon Graham, Ethics and International Relations, Blackwell, 1997, s. 18. Hans J. Morgenthau, Politics Among Nations; The Struggle for Power and Peace, Mc Graw-Hill, New York, 1993, s.13. 93 Hans J. Morgenthau, a.g.y.. s. 12. 94 Martin Hollis ve Steve Smith, Explaining and Understanding International Relations, Clarendon Press, 1991, s.27. 95 Daniel Philpott, “Ideas and the Evolution of Sovereignty,” ed. Sohail H. Hashmi, State Sovereignty: Change and Persistence in International Relations, Pennsylvania State University Press, University Park 1997, s.19. 92 34 egemen bir Devlet hareketlerinin yegâne hâkimidir; fakat yapılması mümkün bütün hareketleri yapmakta serbest değildir.96 1648 Westphalia Barışı’ndan97 itibaren uluslararası sistemin, kendi ülkelerinde müdahale edilmeden 98 varsayılmaktadır. hüküm süren egemen aktörlerden oluştuğu Bu anlaşma, egemen ve karışılmayan olmak olarak tanımlanan aktörlerin oluşturduğu uluslararası sistemi varsaymaktadır. BM Şartında egemenliğe yapılan vurgu bu düşünceden hareket etmektedir. Bununla beraber uluslararası toplumun ahlaki yükümlülüklerinin de söz konusu edilmesi, geleneksel egemenlik anlayışını tartışmalı bir hale sokmaktadır, mutlak bir haklılaştırma zeminine ihtiyaç duymaktadır. Öncelikle, uluslararası teşkilatlanma ile devletlerin BM organlarına tanıdıkları yetkiler ve taahhüt ettikleri yükümlülüklerle devletlerin egemenliklerinden ödün vermektedirler.99 BM şartı Md. 2/1 “Örgüt, tüm üyelerin egemen eşitlik ilkesine dayanmaktadır.” İlkesiyle Westphalia sisteminin belirttiği egemenlik anlayışının bir parçası olmuştur. Westphalia tarzı egemenlik anlayışının BM Şartında yer alan diğer bir ilkesi ise; devletlerin, egemenliklerinin sonucu olarak, sahip oldukları ulusal yetkilerini serbestçe kullanabilecekleri ulusal alana müdahale edilmemesidir. 96 Paul Fauchelle, Traite de Droit International Public, Tome I, Premiere Partie, Paix. Paris, 1922, aktaran Edip F. Çelik, Milletlerarası Hukuk, Fakülteler Matbaası, İstanbul, 1965, s. 260. 97 Westphalia barışı Avrupa’da yeni bir siyasi yapının yaratıldığı bir dönüm noktasıdır. Avrupa’da sağlanan bu barış Katolikler ve Protestanlar arasındaki 30 yıl süren harap edici din savaşlarını bitirmiş ve Protestanların bir güç olarak tanınmasına ve devletin kiliseden bağımsız olduğu gerçeğinin anlaşılmasına yol açmıştır. Peter Malanczuk, Akehurst’s Modern Introduction to International Law, Routledge, London and New York, 1997, s. 306. 98 Stephen D. Krasner, “Compromising Westphalia”, International Security, Vol. 20, No. 3, Winter, 19951996, s.115. 99 Egemen Devletler BM‟ye üye olmakla bazı yükümlülükler altına girmiş olmuşlardır. Buna örnek olarak kuvvet kullanma yasağı verilebilir. Ayrıca BM üyeleri BM şartı Md. 25 gereğince “Güvenlik Konseyinin kararlarını kabul etme ve uygulama konusunda görüş birliğine varmışlardır”. Bu konudaki bir diğer husus ise BM Genel kurulunda alınacak kararların, her ne kadar bağlayıcılığı olmasa da, oybirliği ile değil de oy çokluğu ile alınacak olmasıdır 35 Karışmazlık prensibi (non-intervention) ise ülke yönetiminin müsaadesi olmadan onun ülkesine askeri müdahalede bulunmamaktır.100 BM’nin kendini ve üçüncü tarafı sınırladığı bir ilke olarak Md. 2/7’de kendini şu şekilde yer bulmuştur: “İşbu Antlaşmanın hiçbir hükmü, Birleşmiş Milletlere herhangi bir devletin kendi iç yetki alanına giren konulara müdahale etme yetkisi vermediği gibi üyeleri de bu türden konuları işbu Antlaşma uyarınca bir çözüme bağlamaya zorlamaz; ancak bu ilke VII. Bölümde öngörülmüş olan zorlayıcı önlemlerin uygulanmasını hiçbir biçimde engellemez” Sömürgecilikten kurtularak, yeni egemenlik kazanan devletlerin egemenliklerini korumak ve rızaları olmaksızın yapılan her türlü müdahaleyi kınanmasına atıfta bulunan bu madde, zorlayıcı önlemler konusunda Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ne tanımış olduğu yetki höz önünde bulundurulduğunda amacından uzaklaşmaktadır. Westphalia ile başlayan BM öncülüğünde devam eden uluslararası sistem kavramı, devleti egemen yetkinin tek sahibi olarak görmekte ve uluslararası düzenin; devletlerin diğer devletlerin iç işlerine karışmama ilkesine bağlı kalarak kendi egemenliğini de koruyabileceği düşüncesine dayanır. İnsani müdahale ile devlet egemenliği arasında bulunan ikilemi ortadan kaldırabilmek adına kullanılan koruma sorumluluğu (RtP) kavramı, uluslararası toplumun benzer olaylar karşısında sergilemiş oldukları farklı tavırlardan ve tutarsızlıklardan kaynaklanmaktadır. Westphalia anlayışı ile çelişen yani uluslararası sistemin parçası ülkelerin egemenlik haklarına karşı bireylerin güvenliğini tartışan bu kavram aslında “evrensel insanlığın her türlü ahlak kuralını inciten… ağır ve sistematik insan hakları ihlallerine karşı tutum ne olmalıdır” 101 sorusuna cevap aramaktadır. “ Mutlak ve münhasır egemenlik” karşısına İnsan Güvenliği kavramı konulabilir mi? 100 Adam Roberts, “ The So-Called Right of Humanitarian Intervention”, Trinity Papers, No:13, Trinity College, The University of Melbourne, 2000, s.6. 101 Kofi Annan, “We The Peoples” The Role of United Nations in the 21st Century, UN Department of Public Information, New York, 2000, p. 48, http://www.un.org/millennium/sg/report/full.htm (Erişim Tarihi 10.12.2013). 36 Bosna, Somali, Kosova ve Ruanda’nın kötü ve sonuç ve tecrübeleri göstermektedir ki uluslararası ilişkiler mekanizması ve araçları yeniden kapsamlı bir şekilde değerlendirilmelidir. Bu ihtiyaca cevap vermek ve RtP kavramını incelemek maksadıyla Kanada hükümeti tarafından kurulan Müdahale ve Devlet Egemenliği Uluslararası Komisyonu (International Commission on Intervention and State Sovereignty - ICISS) 2001’de Koruma Sorumluluğu adlı bir rapor hazırlayarak, bu kavramı formüle etmiştir. “Halkı doğrudan doğruya etkilenmiş olan devlet varsayılan (default) koruma sorumluluğa sahipken, artakalan sorumluluk da geniş devletler topluğuna düşmektedir. Bu ikame sorumluluk, ilgili devlet açık bir şekilde koruma sorumluluğunu yerine getirmekte isteksizse ya da yerine getirmekten acizse veya kendisi işlenen suçların ya da zulümlerin gerçek failiyse; ya da ilgili devletin dışında yaşayan insanlar orada vuku bulan eylemler tarafından doğrudan doğruya tehdit edilmekte ise etkinleştirilebilecektir. Bu sorumluluk, bazı durumlarda tehlikede olan ya da ciddi bir tehdit altında bulunan toplumları desteklemek için de geniş devletler topluluğunun eylemde bulunmasını gerektirmektedir.” 102 Koruma sorumluluğu kavramının aynı zamanda egemenlik kavramına atıf yaparak, “sorumluluk olarak egemenlik” çerçevesinde egemenliğin devlete üç tür sorumluluk yüklediğini varsayılmıştır.103 “İçsel sorumluluk” devletin kendi vatandaşlarının haklarını koruması düşüncesine dayanır. “Dışsal sorumluluk” diğer devletlerin egemenlik haklarına BM sistemi çerçevesinde saygı gösterilmesidir. Sorumluluğun üçüncü boyutu ise, devlet içerisindeki karar alma mekanizmalarının ve uygulayıcılarının bu sorumluluklarını yerine getirmemeleri halinde “hesap verme”leridir.104 Devletlerin egemenliğinden kaynaklanan bu sorumluluklarını hangi durumlarda yerine getirmemiş sayılacakları ve koruma yükümlüğünün hangi durumlarda gerekli olacağı raporda şu şekilde yer almıştır - İlgili devletin eylemleri veya umursamazlığı veya harekete geçememesi veya başarısız devlet durumunda olması nedeniyle soykırım niyetiyle veya böyle bir 102 ICISS, The Responsibility to Protect, s.17, para 2.31. Edoardo Greppi, “The Responsibility to Protect: An Introduction”, ed. Gian Luca Beruto, International Humanitarian Law Human Rights And Peace Operations, Sanremo, 4-6 September 2008, International Institute Of Humanitarian Law, s. 201-202. 104 ICISS, a.g.e, s. 8-13. 103 37 niyet olmaksızın gerçekleşmekte olan veya gerçekleşmesinden endişe edilen büyük çapta can kaybı, - Öldürme, zorunlu göç, terör ve tecavüz eylemleri aracılığıyla gerçekleşmekte olan veya gerçekleşmesinden endişe edilen büyük çaplı etnik temizlik105 Koruma sorumluluğunun sürekliliğine vurgu yapan bu formül, eğer devlet belirtilen nedenlerden dolayı sorumluluğunu yerine getiremiyorsa, uluslararası toplumun devreye girerek devletin sorumluluğundaki boşluğu doldurması gerekmektedir.106 ICISS’in raporunda koruma sorumluluğun üçüncü boyutu şu şekilde incelenmektedir; “The Responsibility to Prevent (Önleme Sorumluluğu): Toplumları risk altında bırakan insan yapımı krizlerin ve iç savaşların hem kökeninde yatan nedenine hem de dolaysız nedenine hitap etmek, The Responsibility to React (Tepki Verme Sorumluluğu): Yaptırımlar ve uluslararası adli kovuşturma gibi cebri tedbirleri ve aşırı durumlarda askeri müdahaleyi de içeren uygun tedbirlerle, zorlayıcı beşeri musibetlere karşılık vermek, The Responsibility to rebuild (Yeniden İnşa Sorumluğu): Özellikle askeri müdahaleden sonra, müdahalenin durdurmayı veya engellemeyi tasarladığı felaketin nedenlerine hitap edecek şekilde iyileştirme, yeniden inşa ve uzlaştırma ile tam bir destek sağlamak” 107 ICISS, “önleme”nin koruma sorumluluğunun en önemli boyutu olduğunu belirtmektedir. Komisyon, etkin çatışma önlemenin (conflict prevention),“durumun kırılganlığı ve taşıdığı risklerle ilgili bilgi birikimi”, “bir fark yaratan mevcut politik tedbirlerin idraki” ve “bu tedbirlere başvurmaya gönüllü olmayı” gerektirdiğini 105 ICISS, a.g.e., s. 32. Carsten Stahn, “Responsibility to Protect: Political Rhetoric or Emerging Legal Norm?”, American Journal of International Law, 2007, Vol. 101, No. 1, s. 103. 107 ICISS, a.g.e., s. XI. 106 38 değerlendirmektedir. Daha kısa ve öz bir şekilde, ”erken uyarı (early warning)”, “önleyici araç (preventive toolbox)” ve “siyasi irade (politic will)” tedbirlerini önermektedir. Massingham’ın da dikkatimizi çektiği gibi rapor, önlemenin en önemli öncelik olduğunu vurgulamasına rağmen; bazılarının, bunu “mantıksız” ya da en azından doktrinin tartışmalı yönü olan tepki gösterme sorumluluğunu gölgelemek için olduğunu iddia etmeleri, muhtemelen hiç şaşırtıcı olmayacaktır.108 2005 yılında düzenlenen Birleşmiş Milletler Dünya zirvesi’nde uluslararası bir koruma yükümlülüğünün varlığı Zirve Sonuç belgesinin “Halkları soykırım, savaş suçları, etnik temizlik ve insanlığa karşı suçlardan koruma sorumluluğu” alt başlığının altındaki 138 ve 139. Maddelerinde şu şekilde yer bulmuştur. 138. Madde; Her devlet halklarını soykırım, savaş suçları, etnik temizlik ve insanlığa karşı suçlardan korumak sorumluluğuna sahiptir. Bu sorumluluk uygun ve gerekli vasıtalarla, bu suçların, onların teşviki de dahil olmak üzere, önlenmesini gerektirir. Bu sorumluluğu kabul ediyoruz ve buna göre hareket edeceğiz. Uluslararası toplum, uygun oldukça, bu sorumluluğu tatbik etmede devletleri cesaretlendirmeli ve yardım etmeli ve erken uyarı kabiliyeti tesis edebilmesi için BM’yi desteklemelidir.” 139. Madde; “BM aracılığıyla uluslararası toplum, BM Şartının VI ve VIII. Bölümleri ile uyumlu olarak, insanların korunması için uygun diplomatik, insani ve diğer barışçıl araçları kullanma sorumluluğuna sahiptir. Bu bağlamda biz eğer barışçıl yollar yetersiz kalır ve ulusal yetkililer insanları soykırım, savaş suçları, etnik temizlik ve insanlığa karşı işlenen suçlardan toplumları korumada apaçık başarısız olursa, Güvenlik Konseyi aracılığıyla VII. Bölüm de dahil olmak üzere, BM Şartı ile uyumlu olarak durum bazında ve ilgili bölgesel örgütlerle işbirliği içinde, zamanında ve kararlı bir şekilde, müşterek eylem üstlenmeye hazırız. Genel kurulun BM Şartının ilkelerini ve uluslararası hukuku göz önünde tutarak, halkları soykırım, savaş suçları, etnik temizlik ve insanlığa karşı suçlardan koruma sorumluluğunu ve onun olası sonuçlarını, değerlendirmeye devam etme gereksiniminin üzerinde duruyoruz. Ayrıca gerekli ve uygun oldukça diğer ülkelerin 108 Eve Massingham, “Military Intervention for Humanitarian Purposes: Does the Responsibility to Protect Doctrine Advance the Legality of the Use of Force for Humanitarian Ends?”, International Review of the Red Cross, 2009, Vol. 91, No. 876, s. 807. 39 halklarını soykırım, savaş suçları, etnik temizlik ve insanlığa karşı suçlardan koruyabilecek kapasitelerini geliştirmelerine yardım etmeyi ve kriz ve çatışmaların her an patlak vermesinin gerginliğini yaşayanlara yardım etmeyi taahhüt etmekteyiz.” 109 İfadesi BM üyeleri tarafından kabul edilmiştir. ICISS, Koruma Sorumluluğunun en tartışmalı kısmını oluşturan askeri müdahale konusuna ise altı ölçüt getirmiştir.110 Just Cause ( Haklı neden), dördü precautionary principles (ihtiyatlılık ilkeleri, right authority (meşru otorite prensibi)’den oluşan bu altı ölçüt, çalışmanın ilk bölümünde bahsi geçen ve kökeni Hıristiyan geleneğine dayanan haklı savaş kıstaslarıyla benzeşmektedir. Haklı neden olarak belirlenen “geniş ölçekli insan kaybı” ve “geniş ölçekli etnik temizlik” gibi “insanlara, ciddi ve telafisi mümkün olmayan zarar meydana gelmesi veya meydana gelme olasılığı çok yakın (soykırım, ağır savaş suçları, etnik temizlik ve insanlığa karşı suçlar) son çare olarak başvurulan müdahale111, ICISS’e göre aşağıdaki esaslar haklı sebep olarak değerlendirilecektir112: “ Right Intention” (doğru amaç) : İnsanların ıstıraplarının sona erdirilmesi ve onları bu ıstıraplardan korumak caiz müdahalelerin ana nedenini oluşturmaktadır. Bu meyanda başka amaçların takip edilmesinin bir zararı bulunmamaktadır. BM Genel Sekreterinin raporu genel olarak doğru amaçtan söz etmektedir.113Dünya zirvesinin nihai bildirgesi böyle bir sınırlamadan söz etmemektedir. Last Resort (Son Çare) : Tüm kaynaklar askeri müdahaleyi askeri nitelikli olmayan çarelerin ümitsiz gözükmesi durumunda istisnai olmak üzere son çare olarak nitelendirilmektedir.114 2005 tarihli dünya zirvesinde bu nokta BM Şartı’nın 42. Maddesi lafzına benze şekilde formüle edilmiştir. 109 2005 World Summit Outcome, Resolution Adopted by the United Nations General Assembly, http://unpanl.un.org /intradoc/groups/public/documents/UN/UNPAN021752.pdf (Erişim Tarihi: 22.04.2012) 110 ICISS, a.g.e., p. 31-37, para. 4.10-4.43. 111 Christian Schaller, “ Responsibility to Protect “, SWP-Aktuell 46, Berlin, s.12. 112 A. Füsun Arsava, “Egemenlik ve Koruma Sorumluluğu”, Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 2011, Cilt XV, Sayı 1, s. 106. 113 BM genel sekreteri 2005, s.126. 114 ICISS 2001, ss. 4.37- 4.38 40 Proportional Means (Orantılılık): Askeri müdahale kapsamı, yoğunluğu ve süresi bakımından amaçlara erişmek için gerekli olan asgari ölçüyü esas almalıdır. 115 Amaçlara erişmek için uygun olan en ılımlı aracın kullanılması dünya zirvesinin nihai raporunda yer almamıştır. Reasonable Prospect (Olumlu Gelişme Beklentisi): Müdahale insani durumun iyileşmesini sağlamalıdır. Müdahalenin getirdiği olumsuz sonuçların hareketsiz kalınması durumunda beklenilen olumsuzluklardan daha ileri gitmemelidir. Koruma Sorumluluğu kavramı klasik egemenlik anlayışına yeni bir bakış açısı kazandırmıştır. BM Genel Sekreteri tarafından hazırlanan ve zirve için “ en öncelikli gündem” teklifleri olarak sunulan “ A more Secure World ( Daha Güvenli Dünya) 116” raporu “koruma sorumluluğu” ilkesi üzerinde durmuştur. BM genel sekreteri Annan, kalkınma, güvenlik ve insan haklarında daha geniş özgürlük için yol gösterici ışığımızın, “ her taraftaki halkların ihtiyaçları ve umutları olma”sı gerektiğini vurgulamaktadır.117 Bunun uygulanmasındaki zorlukların aşılması için dünya zirvesini bir fırsat olarak görmekte ve “… eylem için, bütün devletlerin yükümlülük altına sokan ve bütün devletlerin yargılanabileceği bir pakt” üretilmesinin hayalini kurmaktadır.118 Annan Koruma Sorumluluğu’nu şu şekilde değerlendirmektedir119: “…Bu konu ile ilgili hassasiyetlerin tamamen farkında olsam da, kesinlikle bu yaklaşımı kabul ediyorum. İnanıyorum ki koruma sorumluluğunu kucaklamalıyız ve onu hayata geçirmeliyiz. Bu sorumluluk her şeyden önce, asli varoluş nedeni ve görevi halkını korumak olan, her bir devlete düşer. Ancak eğer ulusal yetkililer kendi vatandaşlarını koruyamazsa veya kendi vatandaşlarını korumada isteksizse, o vakit sorumluluk, insan haklarını ve sivil halkın refahını korumaya yardım etmek için diplomatik, insani ve diğer yöntemleri kullanmak için uluslararası topluma geçer. Bu yöntemler yetersiz görüldüğünde, eğer gerekiyorsa; zorlama eylemleri 115 ICISS 2001, ss. 4.39-4.40 UN High Level Panel on Threats, Challenges and Change, A more Secure World: Our Shared Responsibility, United Nations Department of Public Information, New York, 2004 https://www.un.org/en/peacebuilding/pdf/historical/hlp_more_secure_world.pdf (Erişim Tarihi 20.11.2013) 117 Kofi Annan, Documents of A more Secure World, BM, s.5 para. 12. 118 Kofi Annan, a.g.e., s.22 para. 72. 119 Kofi Annan, a.g.e., s.35, para.135. 116 41 de dahil olmak üzere, BM Şartına göre Güvenlik Konseyi mecburen harekete geçmeye karar verebilir.” Annan, egemenliği devlet sorumluluğunun bir parçası olarak değerlendirmiş ve gerektiği anda ulusal düzeyden uluslararası düzeye geçebilen sorumluluk anlayışına destek vermiştir. Klasik egemenlik anlayışının, gerekli şartlarda değiştirilmesi gerektiğine inanan Annan, kuvvet kullanımına gidebilmek için gerekli kıstaslar getirilmesini diğer raporlarla benzer şekilde desteklemektedir. Sonuç olarak, 1648 Westphalia barışından beri, uluslararası barışa ve güvenliğe tehdit olarak görülen durumlara karşı devletlerin egemenlikleri yok sayılarak iç işlerine karışılmıştır. Yirminci yüzyılda ise güvenlik merkezli tehdit algılanmalarının yerini, insanı korumaya yönelten müdahale anlayışı almaya başlamıştır. Uluslararası sistemin “ahlaki” kaygılarını öne çıkarmaya başladığı bu dönem, insanı merkeze yerleştirerek egemenliği yeniden karakterize etmektedir. Ahlaki kaygıları öne çıkarmaya çalışan yeni egemenlik anlayışı, müdahale ve kuvvet kullanımı ilkeleri ile kökeni haklı savaşa kadar uzanan ahlaki olmayan bir eylemi ahlaki sebepler için yerine getirme düşüncesini sorgulatmaktadır. 42 43 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM YENİ SÖMÜRGECİLİK VE İNSANİ MÜDAHALE BAĞLAMINDA LİBYA MÜDAHALESİ Bu bölümde, önceki iki bölümde incelemiş olduğumuz sömürgecilik ve insani müdahale kavramları Libya örneği üzerinden tartışılacak olup Libya tarihi ve Arap Baharı’nın Libya üzerindeki etkilerine değinildikten sonra 1973 sayılı BM Güvenlik Konseyi kararının haklı savaş teorisi açısından meşruiyet zeminine sahip olup olmadığı araştırılacaktır. 3.1. Libya Tarihi ve Sömürgecilik Osmanlı İmparatorluğu’nun Afrika’da kalan son toprağı olan Libya 15 Ağustos 1551 tarihinde Kanuni Sultan Süleyman tarafından Trablusgarp’ı İspanyollardan almak üzere görevlendirilen Kaptan-ı Derya Sinan Paşa tarafından alınmıştır. Başlangıçta Cezayir ve Tunus’la ele alınarak müşterek olarak yönetilen Libya daha sonra ayrı bir eyalet olarak yönetilmiştir. Bu eyaletlerin tamamına “Garp Ocakları” denmiştir. Libya Garp ocaklarından Osmanlı Devleti’ne en bağlı olanı olarak ortaya çıkmıştır.120 Emperyalist Batı Avrupa ülkelerinden en geç kalmış ve en güçsüzü olan İtalya, sömürgecilik yarışına girmeye karar verdiğinde, kendisine Kuzey Afrika’da ancak Libya’nın kaldığını görmüş ve bu bölgeyi kontrolü altına alabilmek için 29 Eylül 1911 tarihinden itibaren Libya’ya asker çıkarmıştır. 121 Trablusgarp vilayeti ve Bingazi müstakil sancağı 1912 yılında imzalanan Quchy (Uşi) anlaşmasıyla İtalya’nın hâkimiyetine geçmiştir ancak çatışmalar fiili olarak 1917 yılına kadar sürmüştür. Libyalılar bir İslam toprağının Hıristiyanlar tarafından işgal edildiğine inandıklarından 20 yıl boyunca direnişlerine devam etmişlerdir.122 İtalya’nın Libya üzerinde tam olarak egemen olabilmesi ancak 1932 yılında gerçekleşmiştir. 19231932 yılları arasında İtalyanlar için en önemli direniş eylemleri Ömer Muhtar’ın 120 H. Şıvgın, Trablusgarp Savaşı ve 1911-1912 Türk-İtalyan İlişkileri, Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara, 2006, s. 1. 121 C. Üçok, Siyasal Tarih 1789-1950, Ankara Hukuk, Ankara, 1967, s. 276-278 122 J. Wright, Libya: A Modern History, Croom Helm, London, 1981, s. 28 44 liderliğinde ortaya çıkmış, Ömer Muhtar’ın yakalanarak asılması sonrasında İtalya tamamen ülkeye hâkim olmuştur. 123 İtalya’nın baskı ile bölgeye hâkimiyeti İkinci Dünya Savaşı'nın sonuna kadar devam etmiştir. Savaş sonrasında İtalya ve Almanya kuvvetlerinin ülkeden çıkarılmasından sonra Libya’nın büyük kısmı İngiltere, küçük bir kısmı da Fransa’nın kontrolüne bırakılmıştır. Uzun süre İtalya’ya karşı mücadele eden ve Mısır’a sürgüne gönderilen Şeyh İdris, 1944 yılında sürgünde dönmüştür.124 Soğuk Savaşın başlangıcındaki güç mücadeleleri sonucunda Libya, 24 Aralık 1951 tarihinde Meşruti Krallık olarak bağımsızlığını kazanmış ve Birleşmiş Milletler aracılığıyla bağımsızlığa kavuşan ilk ülke olmuştur. Libya tarihindeki bir diğer önemli gelişme ise 1959 yılında keşfedilen zengin petrol rezervleri kavuşturmuştur.125 Petrol gelirleri mevcut hükümetin finansman kaynaklarını güçlendirirken, halk arasında ülkenin artan mali kaynaklarının Kral İdris’in ve çevresindeki seçkin kitlenin eline geçmesi hoşnutsuzluğa neden olmuştur. Kuzey Afrika ve Orta Doğu’da yürütülen Arap Milliyetçiliği propagandaları bu hoşnutsuzluğu daha da arttırmıştır.126 Mısır’da darbe ile iktidara gelen Cemal Abdülnasır’ın etkisinde kalan Libyalı Cumhuriyetçiler tarafından 01 Eylül 1969 tarihinde, Kral İdris el Senusi Türkiye’de kaplıca tedavisi gördüğü esnada darbe yapılmış ve yönetim ele geçirilmiştir. Kral bu haber üzerine Yunanistan’a geçerek, bu ülkeye iltica etmiştir. 1971 yılının Ekim ayından itibaren Kahire’ye geçen Kral, ömrünün sonuna kadar burada kalmıştır.127 Libya’da Kaddafi dönemi ile ilgili olarak ele alınması gereken en önemli hususlardan ilki, yeni rejimin ideolojisinin önemli bir işareti ve hareket noktası olan 123 D.J. Vanderwalle, A History of Modern Libya Cambridge University Press, Cambridge, 2006, s. 255. G.L. Simons, Libya and The West: From Indipendence to Lockerbie, Centre for Libyan Studies, Oxford, 2003, s. 15. 125 G.L. Simons, a.g.e., s.15. 126 J. Schiller, Internet View of the Arabic World, Booksurge Publishing, South Carolina, 2009, s. 161. 127 O. Öndeş, Kardeş Libya, İstanbul, Yağmur Yayınevi, New York, 2007, s.69-97. 124 45 Zawara Beyanı’dır. İkinci önemli husus ise Kaddafi’nin bu ideolojiyi netleştirdiği, adeta uygulama alanlarını ve esaslarını ortaya koyduğu Yeşil Kitap’tır. 128 Kaddafi, yönetimi ele geçirmesinden sonra Üçüncü Evrensel Teori adını verdiği ve kendi ifadesiyle İslamiyet ile Sosyalizmi sentezleyen bir ideolojiyi benimsemiştir. Ancak gerçekte bu ideolojinin temelinde Arap milliyetçiliği ve Cemal Abdülnasır hayranlığının bulunduğunu söylemek mümkündür. Kaddafi, 15 Nisan 1973 tarihinde “Zawara Beyanı” olarak bilinen açıklaması ile ideolojisini daha da netleştirmiş ve halk devrimi olarak nitelendirdiği dikta rejiminin önündeki yasal ve yönetsel engelleri ortadan kaldırmak maksadıyla ülke bürokrasisini, aydınları ve rejim aleyhtarlarını sindirme politikasını uygulamaya koymuştur.129 Bu kapsamda öncelikle mevcut hukuk sistemi askıya alınmış ve Şeriat hukuku uygulanmaya başlanmıştır.130 Ardından Arap milliyetçiliği ve sosyalizm karşıtı belediye başkanı, yönetici ve valiler tasfiye edilmiş yerlerine halk komiteleri kurulmuş ve başta petrol şirketleri olmak üzere kamulaştırma çalışmalarına başlanmıştır.131 Kaddafi, milli kimliğin önemini vurgulamış ve ülkesinin güçsüzlüğünün ana sebebi olarak milli kimlik bilincinin yeterince gelişmemiş olmasını göstermiştir. Bu doğrultuda uyguladığı politikalar ile ulusal bağlılık ve gelenekleri yüceltmeyi, yerel örf ve adetlerin terk edilmesini amaçlamıştır. 132 Kaddafi, ulusal kimlik inşası stratejisini, tarih kitaplarını yeniden yazarak, eleştirel görüşleri bastırarak ve hemen hemen tüm propaganda araçlarını kullanarak gerçekleştirmeye çalışmıştır.133 Ülkesinin petrol gelirlerinin halka ücretsiz ve sağlık hizmetleri olarak geri sunan Kaddafi “Herkesin bir ev ve arabası olmalı” gibi popülist uygulamalara da başvurmuştur. Kaddafi’nin kapitalizm ve komünizme karşı Üçüncü Dünya Ülkelerine bir alternatif yönetim biçimi olarak sunduğu Cemahiriye sistemi, sosyalizm, Arap milliyetçiliği ve 128 Gürkan Doğan ve Bülent Durgun, Arap Baharı Ve Libya: Tarihsel Süreç Ve Demokratikleşme Kavramı Çerçevesinde Bir Değerlendirme”, Süleyman Demirel Üniversitesi S.B.E. Dergisi Yıl: 2012/1, Sayı:15, s. 66. 129 D.J. Vanderwalle, a.g.e., s. 84. 130 R. Vogler, A World View Of Criminal Justice, Ashgate Publishing Limited, Aldershot Hampshire, 2005, s.121. 131 N. Hagger, The Libyan Revolution: It’s Origins and Legacy a Memoir and Assessment, O Books, Hampshire, 2009, s. 101. 132 Saskia Van Genugten, “Libya after Gaddafi,” Survival: Global Politics and Strategy 53 (2011), s. 64 133 Saskia Van Genugten, a.g.e., s. 64 46 özgün bir İslam yorumundan esinlenen öğeler taşımakta ve halkın siyasi partilere ihtiyaç duymaksızın kendisini doğrudan yönetme şekli olarak takdim edilmektedir. Kendinin telif ettiği iddia edilen Yeşil Kitap’ta Kaddafi, kabile geleneklerinden de esinlenen eşitlikçi ve hiyerarşi karşıtı bir yapı öngörmektedir.134 Cemahiriye, başlangıçta özellikle alt ve orta sınıf Libyalılardan büyük destek görmüştür. Zira sömürge sonrası dönemde ülkede meydana gelen ekonomik, sosyal ve siyasi değişim bu kesimler tarafından heyecanla karşılanmıştır. 135 Kaddafi döneminin problemlerinin çoğu finansal kaynaklardan çok, milli kimlik ve demokraside yaşanan olumsuzluklardan kaynaklanmıştır. Ekonomik problemlerin çoğu 2004 yılı itibarı ile büyük oranda çözülmüş ancak özgürlük kısıtlamaları 2011 yılına yaklaşırken devam etmektedir. 3.2. Arap Baharı’nın Libya’ya Etkisi Seyyar meyve sebze satıcısı Tunuslu Muhammed Bouazizi‟nin, polisin meyve sebze arabasına ve elektronik tartısına el koymasına karşılık, kendisini valilik önünde yakma protestosu136 adeta “barut fıçısına tutulmuş bir kibrit” etkisi yaratmış ve Kuzey Afrika ve Arap ülkelerindeki baskıcı rejimlere karşı başlatılan hareketin başlangıcı olmuştur.137 Arap Baharı’nın başlangıcı olarak kabul edilen söz konusu hadisede; bir seyyar satıcının tek geçim kaynağı olan tezgahının elinden alınması (ekonomi) ve bu eylemin devlet gücü tarafından yapılması (baskı), kısa sürede geniş bir coğrafyaya yayılan gösteri ve çatışmalarının özünü ifade etmektedir. Böylece Arap Baharı’nın yayıldığı tüm ülkelerde gözlemlenen iki öğe, ekonomik sorunlar ve baskıcı rejimlerin varlığıdır. Bu noktada Libya, kısmi de olsa bir istisna teşkil etmektedir. Libya, uzun yıllar boyunca maruz kaldığı ekonomik yaptırımlara rağmen Kaddafi’nin Libya’nın sahip 134 Selin M. Bölme vd., Batı ve Kaddafi Makasında Libya, SETA Rapor, No: 3 Mayıs 2011, s.9. Ali Abdullatif Ahmida, Forgetten Voices: Power and Agency in Postcolonial Libya, New York: Routledge, 2005, s. 72. 136 Witnesses Report Rioting in Tunisian Town, Reuters, 19 Aralık 2010, http://af.reuters.com /article/topNews/idAFJOE6BI06U20101219?sp=true 137 Alper Birdal ve Yiğit Günay, “Arap Baharı” Aldatmacası, Ortadoğuda Emperyalist Restorasyon, Yazılama, İstanbul, 2012, s. 11-17 135 47 olduğu muazzam petrol gelirlerini halka yansıtmasının etkisiyle halkın ekonomiye dair şikayetlerinin yoğunlaşmadığı bir ülkeydi. Bununla birlikte Kaddafi’nin yönetim şeklinin demokratik ve baskıdan uzak olduğunu iddia edemeyiz. Dolayısıyla Libya örneği, Arap Baharı’nın iki ana koşulundan sadece birini sağlamaktaydı. Libya coğrafyasının en önemli gerçeği, Libya’nın iki büyük şehre (Trablusgarp ve Bingazi) sahip olması ve bu iki şehrin de birbirinden 650 kilometrelik bir çöl ile ayrılmış olmasıdır. Söz konusu iki şehir; Yunanlılar, Kartacalılar ve Romalılardan bu yana süregelen birbirinden çok farklı ekonomik ve siyasi yapılara sahip olmuştur. Yine kökleri çok eski zamanlara dayanan Beni Salim Kabilesi Bingazi’de, Beni Hilal Kabilesi ise Trablusgarp’ta hüküm süregelmiştir. 138 Bahse konu kabileler Libya’da gerçekleşen ayaklanma ve gösterilerde de önemli bir rol oynamışlardır. Libya’da tarihsel olarak hem ordu içindeki hem de ülke genelindeki güç dengelerinde, kabile yapısı ve bağlılıkları rol oynamaktadır. Bu durumun farkında olan Kaddafi ülkede güç dengelerindeki kabile faktörünü gözetmiş ve maddi mükâfatlarla kendisine bağlı kabilelerle birlikte bir ittifak içerisine girmiştir. Çevresindeki ilk halkayı kendinin de mensup olduğu Kaddafi kabilesinden ve tercihen yakın kan bağı bulunanlar arasından seçen Kaddafi, özellikle kilit askeri ve istihbarî pozisyonları kendi kabilesinden olanlara vermiştir. Libya’nın en büyük kabilelerinden birisi olan Megariha kabilesi ve belirli oranda El-Avakir kabilesi de Kaddafi’nin güvenlik halkasında kendisine yer bulmuş ve bu doğrultuda bu kabileden Abdüsselam Calud ve Abdullah Es-Senûsi gibi figürler yönetimde önemli konumlarda bulunmuşlardır. 139 Kaddafi karşı kampta yer alan Ebu Leyl, Misurata ve Verfala gibi kabilelerin gösterilerdeki rolü de en az Kaddafi safında yer alanlar kadar önemlidir. Gösterilerin el-Beyda merkezli olarak başlamasında ve ardından Derne ve Tobruk’a yayılmasında da kabile bağlılıkları önemli rol oynamıştır. Burada Ebu Leyl kabilesi mensupları gösterilerde öncü konumda olmuştur. Ayrıca Senûsi 138 Saskia Van Genugten, a.g.e., s. 64. Libya tribes: Who’s who?”, http://www.csmonitor.com/World/Backchannels/2011/0224/Libya-tribesWho-s- who/(page)/2 (Erişim Tarihi: 18.04.2013) 139 48 tarikatının bu bölgede hala devam eden etkinliği de Kaddafi karşıtı gösterilerin organizasyonunda ve yayılmasında etkili olmuştur.140 Libya’da yaşanan çatışmalar, demokratik taleplerden ilham alan bir halk ayaklanmasından ötede kabileler arası bir savaş ya da siyasi güç merkezinin dışına itilen kabilelerin iktidar mücadelesini de içermektedir. Eski Sirenayka topraklarının merkezinde yer alan Kral İdris döneminde yönetim merkezi olan Bingazi’de 15 Şubat 2011’de avukat ve rejim karşıtı Fethi Terbil’in tutuklanması Libya iç savaşının kıvılcımını yakmıştır. Eylemler, Bingazi polis merkezi önünde başlayan gösterilere polisin sert müdahale etmesi üzerine genişlemiştir. Terbil’in serbest bırakılmasını isteyen gösterilere katılımın kısa sürede 600-700 kişiye ulaşması ve polisin aşırı güç kullanması Libya’nın doğusu başta olmak üzere ülkenin değişik bölgelerinde rejim karşıtı gösterilerin yaşanmasına yol açmıştır. Trablus’un güneybatısında bulunan Zintan başta olmak üzere değişik kabilelere bağlı yaklaşık 40 göstericinin olaylar sırasında yaralanması üzerine protesto eylemleri sıra sürede Bingazi, Al Bayda, Tobruk, Derne, Batı Libya’da bulunan Zawiya, Zwara, geneyde bulunan Gharyan ve Yafran’a kadar sıçramıştır. 16 Şubat 2011’de ise yoğun olarak Zavayya, Tibbu, Warfalla, Misurata, Msilata, Zintan ve Majabra aşiretlerinin yoğun yaşadığı Trablus bölgesi ile Misurate, Msilate, Derne, Kufra, Tabruk, Jalu gibi Doğu ve Güney Libya toprakları içinde yer alan yerleşim birimlerinde askeri çatışmaların yaşanmasına yol açmıştır. Barışçıl kitle gösterilerine karşı güvenlik güçlerinin sert müdahalelerde bulunması ve olaylar sırasında sivil kayıpların yaşanması krizin daha da tırmanmasına yol açarken bu gerginlik 17 Şubat 2011’de muhaliflerin çağrısıyla Öfke Günü gösterilerinin düzenlenmesiyle sonuçlanmıştır. Öfke gününde Kaddafi yönetiminin özel birlikler ve Afrika kökenli paralı askerleri kullanması ve sivil kayıpların yaşanması krizi kabileler arası bir çatışmaya dönüştürmüştür. Nitekim Kaddafi yönetimi de ordu içindeki aşiret bağlarının varlığını bildiğinden olaylar sırasında ordu yerine kendisine bağlı güvenilir birlikleri ve askerleri kullanma yoluna gitmiştir. Ancak Kaddafi’nin olaylara yaklaşımı yıllardır iktidardan dışlanan veya istediği ölçüde iktidarda yer alamayan kabilelerin 140 http://www.spiegel.de/international/world/0,1518,747234-2,00.html (Erişim Tarihi: 13.06.2013) 49 isyanını genişletmiş; gösterilerin hedefinde doğrudan Libya’da Qaddafi kabilesinin bir üyesi olan Albay Kaddafi iktidarını sonlandırmak yer almıştır.141 3.3. Libya Müdahalesi Kaddafi’ye bağlı güçlerin yoğun hava gücü desteğiyle sivillere yönelik giriştiği saldırılar kısa sürede sorunu uluslararası kamuoyunun gündemine taşımıştır. BM Güvenlik Konseyi 26 Şubat’ta aldığı 1970 sayılı karar doğrultusunda sorunun barışçıl yöntemlerle çözümlenmesi konusunda önemli bir adım atmıştır. Güvenlik Konseyi Libya’daki sivillere karşı geniş çaplı ve sistematik saldırıları tüm insanlığa karşı işlenmiş kabul etmektedir. Her ne kadar 1970 Sayılı karar ile Libya yönetimine iç savaşı durdurma ve sivil halka karşı güç kullanma politikasından vazgeçilmesi yönünde, diplomatik ve ekonomik önlemler ile önemli bir adım atılmışsa da Kaddafi rejimi muhaliflerin denetimindeki şehirlerde kontrolü ele geçirmek için saldırılarını yoğunlaştırmıştır.142 1970 sayılı karar, üye devletler tarafından Libya’ya uygulanacak her türlü savaş malzemesi, eğitim yardımı ya da diğer finansal yardımların tedarik ve taşınmasının durdurulması için gerekli önlemlerin alınmasını kapsayan bir ambargoyu işaret eder.143 Kararda Libya’daki olaylardan ciddi endişe duyulduğu belirtilerek, sivillere karşı şiddetin derhal sona ermesi ve nüfusun meşru taleplerinin yerine getirilmesi, Libya’dan ayrılmak isteyen yabancıların tahliyesinde tüm üyelerin işbirliğinde bulunması gereklilikleri vurgulanmıştır.144 Bunlara ek olarak, Libya’nın Birleşmiş Milletler Genel Kurulu üyeliğinin askıya alınması, tüm dünya devletlerinin Libya’da yaşanan iç savaşta sivil halktan yana 141 Veysel Ayhan ve Nebahat Tanrıverdi, Libya Savaşı, Uluslararası Müdahale Ve Türkiye, ORSAM Rapor No: 38, Mart 2011, s. 17. 142 Veysel Ayhan, “Libya Savaşı, Uluslararası Etkileri ve Türkiye’nin Konumu”, Ortadoğu Analiz Nisan 2011 - Cilt: 3 Sayı: 28, s.12. 143 http://www.guardian.co.uk/world/2011/mar/17/un-security-council-resolution (Erişim Tarihi: 12.04.2013) 144 http://www.icc-cpi.int/NR/rdonlyres/2B57BBA2-07D9-4C35-B45E-EED275080E87/0/N1124558.pdf (Erişim Tarihi: 12.04.2013) 50 olduğu ve Libya devletinin uygulamış olduğu insan hakları ihlallerinin bir an önce durdurulması gerektiğine yönelik güçlü bir irade beyanıydı. 145 Arap Birliği 12 Mart 2011’de Libya devletinin sivillere karşı ağır silahlar kullanmasını ve hava saldırısı gerçekleştirmesini gerekçe göstererek Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ne, uçuşa yasak bölge uygulaması ve Birleşmiş Milletler Antlaşması’nın Yedinci Bölümü kapsamında acil önlemler alınması için çağrıda bulunmuştur.146 Arap Birliği’nin söz konusu teklifinden sonra Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin Libya hakkında “Bingazi dahil Libya’da saldırı tehlikesi altında olan sivilleri korumak adına tüm gerekli önlemlerin alınmasını” öngören 1973 (2011) sayılı karar kabul edilmiştir.147 1973 Sayılı kararın giriş kısmında Libya hükümetinin sivillere karşı uyguladığı şiddet kınanmış ve derhal güç kullanma politikasında vazgeçilmesi istenmiştir. Kararda 8 Martta İslam Konferansı Örgütü, 10 Martta Afrika Birliği, 12 Martta Arap Birliği’nin aldığı uçuşa yasak bölge çağrısı, 16 Martta Genel Sekreterin derhal ateşkes çağrısına yer verilmiş ve böylelikle 1973 Sayılı karara uluslararası bir destek verildiğine dikkat çekilmiştir.148 Güvenlik Konseyi kararına, Kaddafi rejiminin göstericilere karşı daha geniş kapsamlı bir saldırı başlatmak üzere olduğunu gerekçe göstermiştir. 1973 sayılı karar doğrultusunda; ABD, İngiltere ve Fransa bir koalisyon oluşturmuştur. 19 Mart 2011 tarihinde bir Fransız uçağının Libya askeri aracını vurmasıyla başlayan “Şafak Yürüyüşü” operasyonunun ilk ayağına Fransa’nın yanı sıra, ABD, İngiltere, İtalya ve Kanada da destek vermiştir. Harekât, ABD’nin Afrika ülkeleri ile askeri ilişkilerini yönettiği Almanya’nın Stuttgart kentinde bulunan AFRICOM 145 Mark Tran and Haroon Siddique, “Libya and Middle East Unrest,” The Guardian, March 16, 2011, http://www.guardian.co.uk/world/blog/2011/mar/16/arab-and-middle-east-protests-libya 146 See Francis E. Ramoin, “Why Intervention in Libya was Justified,” e-International Relations, January 25, 2012, 3, www.e-ir.info/2012/01/25/why-intervention-in-Libya-was-justified/. 147 http://www.un.org/Docs/sc/unsc_resolutions11.htm (Erişim Tarihi: 23.03.2013) 148 Veysel Ayhan, a.g.e. s.13. 51 karargâhı tarafından komuta edilmiştir.149 Libya müdahalesi, Birleşmiş Milletler görev tanımına ters düşmekten kaçınmak için NATO komuta yapısı dışında yürütülmüş; koalisyon güçlerine ait, çoğunlukla gayrı resmi olarak faaliyet gösteren özel kuvvetler, isyancıları Trablusgarp’a saldırmak için bir ordu haline getirmiştir.150 Hava unsurlarının Libya güçlerini vurması için özel kuvvetler ülke içinde her yere dağılmış, bununla da kalmayıp muhalif güçleri örgütleyip ve eğitmiş, lojistik destek sağlamış, çatışmalarda muhalif güçlere liderlik etmiş, operasyonları planlamış ve iletişimi sağlamışlardır.151 Operasyonun hedefinde uçuşa yasak bölge uygulanmasının kurulması için Libya’nın hava savunma sistemlerinin yok edilmesi varken Fransız Savaş uçakları Bingazi’de Batı sınırlarında bulunan Kaddafi’ye bağlı askeri güçleri de hedef almıştır. Böylelikle ilk etapta Kaddafi’nin Bingazi’yi kontrol altına almasını engellenmiştir.152 20 Ağustos 2011’de Libya’daki isyancı güçler Trablusgarp’ı ele geçirmek için savaşmaya başladığında koalisyon güçlerine ait uçakların himayesinde hareket etmişler ve altı aylık savaşın en önemli safhasında başarılı olarak şehrin büyük bölümünü kontrol altına almışlardır.153 Aynı şekilde, Kaddafi yakalanmadan önce 75 araçlık silahlı bir konvoy ile Sirte’ye hareket halinde idi ve NATO uçakları saldırarak konvoyun dağılmasına ve birçoğunun imha olmasına neden oldular. NATO hava operasyonları ile Libya’nın 1000’den fazla tankı, aracı ve silahı ile Kaddafi’nin komuta-kontrol ağı imha etmiştir.154 1973 Sayılı Karar, başlangıçta iki etki yaratmıştır. Birincisi, devletler siviller üzerinde orantısız güç kullanımı konusunda caydırılmıştır. İkincisi, ülkesindeki rejimi değiştirmek üzere harekete geçen sivil halkın desteklenebileceği anlamını 149 İktisadi Kalkınma Vakfı E-Bülteni, 14-20 Mart 2011 Lolita C. Baldor ve Slobodan Lekic: NATO covert guidance steered Libyan rebel gains, The Associated Press, (23.08.2011) 151 George Friedman, Libya and Iraq: The Price of Success, STRAFOR, 25.10.2011. 152 Veysel Ayhan, a.g.e. s.14. 153 Sait Yılmaz, “Libya’da Neler Oldu?”, (22.12.2012) http://www.21yyte.org/tr/arastirma/libya/2011/12/22/6418/libyada-neler-oldu (Erişim Tarihi: 27.05.2013) 154 Slobodan Lekic: NATO didn’t know Gadhafi was in bombed convoy, The Associated Press, (21.10.2011). 150 52 doğurmuştur.155 Ancak bu noktada, rejim muhaliflerinin tüm halkı temsil edip etmediği konusunda bir meşruiyet problemi yaşanmaktadır. Zira Libya örneğine bakıldığında, rejimi destekleyen insanların ülke nüfusuna oranının yüzde altmışlarda olduğuna dair veriler bulunmaktadır. 156 Bu bağlamda müdahaleci devletlerin stratejik çıkarlarını gerçekleştirmek üzere insan hakları ve demokrasi gibi etik değerleri bir meşruiyet aracı olarak kullandıkları tezi öne çıkmaktadır. Koalisyon güçlerinin sivil halkın korunmasından ziyade mevcut rejimin devrilmesine yönelik hareket etmesi de operasyonun yetki çerçevesini aştığı yorumlarını beraberinde getirmiştir.157 1973 Sayılı Kararın bir diğer ayırt edici özelliği ise Koruma Sorumluluğunu (Responsibility to Protect – RtoP) Birleşmiş MilletlerAntlaşması’nın Yedinci Bölümü kapsamında kullanmasıdır. 158 Koruma sorumluluğu temelde, devletlerin kendi vatandaşlarını insani felaketlerden koruma yükümlülüğünü ifade etmekle birlikte, bu görevi yerine getir(e)meyen devletlere uluslararası yardım/müdahale yapılmasını da içermektedir.159 Kaddafi rejiminin kendi halkını koruma konusunda yetersiz kaldığı kabul edilebilir ancak ortada ‘soykırım, savaş suçları, etnik temizlik veya insanlığa karşı suçlar’ın varlığına dair kesin kanıtlar bulunmamaktadır. Ruanda ve Darfur örneklerinde, koruma sorumluluğunu gerektirecek (yukarıda saydığımız) unsurlardan hemen hepsi mevcut olduğu halde müdahale gerçekleştirilmezken, söz konusu unsurları barındırmayan Libya İç Savaşı’na koruma sorumluluğu gerekçesi ile müdahale edilmiştir.160 Diğer taraftan 1973 Sayılı Karar, sadece ‘sivillerin korunması’nı değil, aynı zamanda ‘Libya Arap Cumhuriyeti’nin saldırısı altında bulunan yerleşim yerlerinin korunması’nı da içermektedir. Bu doğrultuda ABD Başkanı Barack Obama 18 Mart 155 Jennifer Welsh, “Civilian Protection in Libya: Putting Coercion and Controversy Back into RtoP,” Ethics & International Affairs 25 (2011), s. 5. 156 Anne-Marie Slaughter, “Why Libya Sceptics Were Proved Badly Wrong,” Financial Times, 24.08.2011, http://www.ft.com/cms/s/0/18cb7f14-ce3c-11e0-99ec-00144feabdc0.html#axzz254y0PLya.. (Erişim Tarihi: 07.02.2014) 157 Muammer Demir, “Libya Askeri Müdahalesi Uluslararası Hukuk ve Meşruiyet”, http://www.hukukveinsan.com/301/ (Erişim Tarihi: 02.03.2014) 158 Marc Lynch, “Libya Inspires the Arabs,” Foreign Policy, 22.08.2011, http://www.foreignpolicy.con/posts/2011/08/22/libya_inspires_the_arabs (Erişim Tarihi: 18.11.2013) 159 Quentin Skinner, Vision of Politics, Vol. 1: Regarding Method, Cambridge: Cambridge University Press, 2002), s. 156. 160 Michael Walzer, “The Case against our Attack on Libya,” The New Republic, 20.03.2011, http://www.tnr.com/article/world/85509/the-case-against-our-attack-libya (Erişim Tarihi: 12.05.2013) 53 2011’de; rejim muhaliflerinin kontrolünde olan Ecdebiye ve Misrata’dan geri çekilmesi için Kaddafi’ye bir ultimatom vermiştir.161 Yukarıda değindiğimiz hususlar bağlamında Libya müdahalesinin, ‘devletlerin bağımsızlığı ve içişlerine karışmama’ prensiplerini ihlal ederek uluslararası hukuka aykırı olduğu ve müdahalenin maksadını aştığı, ‘askeri müdahaleye başvurmadan önce alınması gereken barışçıl önlemler’ tüketilmeden gerçekleştirildiği görülmektedir.162 1973 sayılı karar, müdahalenin uluslararası hukuk açısından meşruiyetini göstermektedir ancak sadece asgari bir meşruiyet sağlamakta ve müdahalenin sorgulanmasına engel olamamaktadır. Siyasi anlamda da meşruiyetin tam olarak sağlanabilmesi için uluslararası kamuoyu nezdinde kabul edilebilirliğinin artması gerekmektedir. Bu noktada Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy’nin operasyonda öne çıkma eğilimi, operasyonun hedefi ve meşruiyeti konusunda uluslararası kamuoyunu şüpheye düşürmüş, müdahalenin sadece Fransa’nın ya da beraberindeki birkaç ülkenin özel operasyonu olduğu algısını yaratmıştır.163 1973 Sayılı Kararın oylanmasında çekimser kalan Hindistan’ın Güvenlik Konseyi temsilcisi Manjeev Singh, “Kararda, önlemlerin hangi devlet/örgüt tarafından uygulanacağına açıklık getirilmediğini” ifade etmiştir. Almanya temsilcisi Peter Witting ise “askeri önlemlerin alınabilmesi için geniş çaplı ölümlerin yaşandığına ya da yaşanma ihtimaline yönelik kuvvetli emarelerin bulunmadığını” ileri sürmüştür.164 Güvenlik Konseyi kararı 15 üyenin 10 tanesinin olumlu oyuyla alınmıştır. 5 üye ise çekimser oy kullanmıştır. Çekimser kalan üye devletlerden ikisi Konseyin daimi üyesi olan Rusya ve Çin’dir. Diğer çekimserler Almanya, Hindistan ve Brezilya’dır. Çekimser kalan üyelerin tamamı Libya’da sivillerin korunması için acil tedbirler 161 BBC, “Libya: President Obama Gives Gaddafi Ultimatum,” BBC News Africa, 18.03.2011, http://www.bbc.co.uk/news/world-africa-12791910 (Erişim Tarihi: 17.03.2013) 162 Marjorie Cohn, “Stop Bombing Libya,” Huffington Post, 21.03.2011, http://www.huffingtonpost.com/marjorie-cohn/stop-bombing-libya_b_838827.html (Erişim Tarihi: 17.03.2013) 163 Osman Bahadır Dinçer“Sarkozy ve Kaddafi: Biri Medeni Biri Bedevi İki Mecnun”, USAK Libya Derlemesi, USAK, Mart 2011, s. 15. 164 Bkz. BM Güvenlik Konseyi’nin 1973 Sayılı Kararı. 54 alınması lüzumunu teslim ederken, askeri müdahaleye durumu daha da kötüleştireceği ve sonunun belirsiz olması gibi gerekçelerle karşı çıkmıştır. Konseydeki bu oy dağılımını kısaca şöyle okumak mümkündür: Rusya ve Çin’in askeri müdahaleye karşı olduklarını beyan etmelerine rağmen veto haklarını kullanmamaları ABD’nin başı çektiği ve İngiltere ile Fransa’nın içinde yer aldığı bloğun 1990’da başlayan uluslararası siyasetteki belirleyici üstünlüğünün halen devam ettiğini göstermektedir. Bununla birlikte, güç dengesindeki bu avantajlı konumlarına rağmen ABD liderliğindeki “uluslararası koalisyonun” Güvenlik Konseyini “kullanmak” zorunda olması 2003 Irak savaşından beri bazı değişikliklerin olduğuna da işaret etmektedir. Hatırlanacağı üzere, ABD Irak’a savaş açmadan önce dönemin başkanı Bush Güvenlik Konseyi kararı olsa da olmasa da savaşın başlatılacağını söylemişti ve söylediklerini de gerçekleştirmişti.165 Haklı savaş doktrini kapsamında bir insani müdahale; devlet tarafından gerçekleştirilmiş, gerçekleştirilmekte olan ya da gerçekleştirilmesi muhtemel geniş çaplı ölümler, etnik temizlik, terör/tecavüz hareketleri vb. eylemler veya söz konusu eylemlerin devlet dışı bir aktör tarafından yapılması karşısında devletin önlem al(a)ması durumlarında meşru sayılmaktadır. Bahse konu unsurları göz önünde bulundurduğumuzda Libya’daki durumun bir insani müdahale için gerekli şartları taşımadığı görülmektedir.166 Kaddafi rejiminin geniş çaplı kıyımları içeren bir saldırısı bulunmadığı gibi Libyalı göstericilerin/muhaliflerin de ağır silahlar ile donatılmış askeri bir yapı teşkil etmelerinden ötürü ‘sivil’ bir topluluk olarak adlandırılmaları doğru olmayacaktır.167 İsyancılar sivil olarak tanımlanmadığı takdirde, savaş suçları dayanak gösterilerek gerçekleştirilen bir insani müdahale de meşru gerekçeye (just cause) sahip 165 Mehmet Emin Çağıran, “Güvenlik Konseyinin Libya’ya Askeri Müdahale Kararı”, Ortadoğu Analiz, Nisan 2011 - Cilt: 3 Sayı: 28, s.48. 166 Alex J. Bellamy, “Libya and the Responsibility to Protect: The Exception and the Norm,” Ethics & International Affairs 25 (2011), .267. 167 Stuart Hughes, “Libya Conflict: Rebels Accused of Reneging on Mines Vow,” BBC News Africa, April 19, 2011, http://www.bbc.co.uk/news/world-africa-13138102 (Erişim Tarihi: 25.04.2011) 55 olmayacaktır.168 Diğer taraftan elinde silah olan her Kaddafi destekçisi sivil olmasına rağmen isyancı sivillere karşı tehdit kabul edilmiştir.169 Kısa süreli askeri müdahaleleri gerçekleştiren devletlerin, söz konusu müdahalenin meşruiyeti konusunda uluslararası kamuoyunu olduğu kadar kendi iç kamuoylarında ikna etmeleri gerekmektedir. ABD’nin Irak müdahalesinden edindiği tecrübenin de etkisiyle Obama yönetimi Libya’ya gerçekleştirilecek müdahalede; “Libya halkından gelen bir müdahale talebi olduğunu” ileri sürmüş ve müdahaleyi çok taraflı bir koalisyon aracılığı ile gerçekleştirerek maliyetleri ve müdahale sonrasında oluşacak muhtemel olumsuz sonuçların yükünü tek başına üstlenmekten kaçınmıştır.170 Fransa’nın Libya müdahalesinde oynadığı öncü rolün iç ve dış politika bağlamında ayrı ayrı gerekçeleri bulunmaktadır. İç politikada zor dönemler yaşamakta olan Sarkozy’nin 2012 seçimlerine giden yolda halk nezdinde saygınlığını giderek yitirmesi, onu büyük çaplı girişmlerde bulunmaya itmiştir. İç Politika ile ilgili bir diğer konu ise Kaddafi’nin oğlu Seyfülislam’ın seçim kampanyasında Sarkozy’ye yönelik yaptığını söylediği maddi seçim yardımın örtbas edilmek istemesi olabilir. Dış politikada ise Sarkozy, en büyük hedefi olan Akdeniz İçin Birlik (2008) projesinin Almanya tarafından engellenmesi sonucu oluşan başarısızlığını unutturmak Libya müdahalesini Kuzey Afrika’daki önemini ve gücünü ispat etmek için kullanmıştır. Sarkozy, Akdeniz İçin Birlik planı ile AB’yi bypass edememiş olsa bile Akdeniz’de vazgeçilmez bir aktör olma hedefinden vazgeçmiş değildir.171 Hukuki zeminin sağlanmış olması insani müdahalenin uluslararası toplum nezdinde meşru sayılıp sayılmayacağını kesin olarak belirlememektedir, çünkü insani müdahale özünde askeri güç kullanımıdır. Askeri güce başvurup başvurmamanın ya da bunu ne zaman ne kadar süreyle kime karşı 168 Jon Western ve Joshua S. Goldstein, “Humanitarian Intervention Comes of Age: Lessons from Somalia to Libya,” Foreign Affairs 90 (2011), 54, http://www.foreignaffairs.com/articles/136502/jon-western-andjoshua-s- goldstein/humanitarian-intervention-comes-of-age. (Erişim Tarihi: 18. 01.2012) 169 Steven Erlanger: What the War in Libya Tells Europe, Strategic Europe, (21.09.2011). 170 Barack Obama, “Obama’s Libya Speech: Full Text as Delivered,” 28 Mart 2011, http://www.politico.com/news/stories/0311/52093.html 171 Deniz Tören, “Libya Müdahalesi Üzerine Bir İnceleme”, (25 Mart 2011) http://www.tuicakademi.org/index.php/yazarlar1/102-deniz-toren-tum-yazilari/1131-libya-mudahalesiuzerine-bir-inceleme (Erişim Tarihi: 18.05.2013) 56 kullanılabileceğinin ise ahlaki açıdan herkesçe kabul görecek ideal bir formülü yoktur.172 172 Segah Tekin, a.g.y., s. 14. 57 SONUÇ Afrika kıtası, on beşinci yüzyıldan başlayarak günümüze kadar, Avrupa emperyalizminin ve sömürgeciliğinin kurbanı olmuştur. İki dünya savaşının Avrupa üzerinde yaptığı yıkımlar ve Avrupa’nın dünya siyasetinde eski ağırlığını görece kaybetmiş olması Afrika’yla olan sömürge bağlarını koparmamış fakat çeşitlendirmiştir. Üstelik İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ortaya çıkan yeni uluslararası düzen, Afrika’ya yeni ‘sömürgeci’ler kazandırmıştır. Soğuk Savaş’ın kuralları çerçevesinde ABD-SSCB çatışmasından nasibini alan Afrika kıtası, iki süper gücün bir nevi “go tahtası” haline gelerek, her bir taş yer değiştirdiğinde darbelere, soykırımlara, göçlere ve toplu ölümlere sahne olmuştur. Ayrıca, uluslararası örgütler bu dönemde, emperyalist devletlerin Afrika’yla kuracağı ‘yeni sömürgeci’ ilişkilerinde aracı rolü üstlenmiş; böylece kolektif mekanizmalar kullanılarak, tek tek devletlerin adı geçmeden sömürge ilişkisinin sürekliliği sağlanmıştır. Özellikle Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle Afrika kıtası adeta yeniden keşfedilmeye başlanmıştır. Afrika’daki eski “efendilerin” etkisi her geçen gün azalmaktadır. 173 Dünya ekonomisinin ve siyasetinin çok kutuplu bir yapıya doğru evrilmesiyle ortaya çıkan Rusya, Çin, Hindistan gibi güçler de Afrika’da alan kapma yarışına girmiştir. Söz konusu devletlerin kıtada sömürgeci geçmişlerinin olmayışı ve Afrikalı devletlere eşit ticari ortaklar gibi davranmaları, bu devletleri Afrikalılar için daha cazip kılmaktadır. Öyle görünüyor ki, Afrika’da yeni beliren devletler ile kıtanın kadim sömürgecileri arasında doğan rekabet, kıtanın daha fazla iç çatışmaya, daha fazla soykırıma, daha fazla yoksulluğa ve nihayet daha fazla sömürüye doğru yol alacağına işaret etmektedir. Bu bağlamda, Libya’ya gerçekleştirilen müdahalede Fransa’nın oldukça belirgin bir şekilde oynadığı öncü rol, eski sömürgeci güçlerin kıtadaki varlıklarını koruma ve yeniden canlandırma yönündeki bir irade beyanını ortaya koymaktadır. 173 İlyas Kamalov, “Rusya’nın Afrika Politikası”, Stratejik Analiz, Cilt 9, Sayı 99 (Temmuz 2008), s. 84. 58 Uluslarası hukukta tam olarak sınırları çizilmeyen ve geniş bir uygulama alanı olan insani müdahele ve koruma sorumluluğu mekanizmaları, dışarıdan müdahale olmaksızın çözülemeyecek iç çatışma, etnik temizlik, soykırım vb. insani krizlerin çözümü için büyük önem arz etmektedir. Ancak bir insani müdahalenin gerçekten insani gerekçelerle söyleyebilmemiz için; yapıldığı (i) ve insani sömürgecilik müdahalenin saikinden gerekli uzak meşruiyet olduğunu zeminini kazandıktan sonra gerçekleşmiş olması ve (ii) insani müdahaleden sonra, (haklı savaşın orantılılık koşulu doğrultusunda) müdahale edilen ülkenin insani kriz döneminden daha iyi bir seviyeye getirilmiş olması gerekmektedir. İnsani perspektiften bakıldığında Batılı güçlerin Libya’ya gerçekleştirdikleri müdahale için gösterdikleri kararlılık ve el çabukluğunu, Suriye’de üç yıldır süren iç savaşta göstermemeleri açık bir çelişkiye işaret etmektedir. Söz konusu çelişki, Batılı güçlerin insani müdahale adı altında yaptıkları Libya operasyonunun etik gerekçelerinin tutarsızlığını, müdahale kararı alınırken insani gerekçelerden ziyade özel çıkarların baskın geldiğini göstermektedir. İnsani müdahalelerde ‘seçiciliğin’ gündeme geldiği bu noktada, ortaya iki seçenek çıkmaktadır. Ya Batılı güçler kendi inisiyatiflerini kullanarak hiçbir müdahalede bulunmamalı ya da Birleşmiş Milletler tüm kriz durumlarına doğrudan müdahale etmelidir. Birinci seçenek, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin yapısı ile birlikte düşünüldüğünde mümkün görünmemekte, ikinci seçenek ise kıt kaynaklar göz önünde bulundurulduğunda gerçekçi görünmemektedir. Bu bağlamda insani krizler konusunda gerçekleştirilecek müdahaleleri birkaç devletin tekeline bırakmayacak şekilde Birleşmiş Milletler çatısı altında yeni bir örgütlenmeye gidilmesi, insani müdahale kararlarının alınmasında daha objektif bir mekanizma sağlayabilecektir. 59 KAYNAKÇA Kitaplar Ahmida, A.A. (2005). Forgetten Voices: Power and Agency in Postcolonial Libya (New York: Routledge). Annan, K. (2005). Documents of A more Secure World, Birleşmiş Milletler. Arnold, D. (1995). Coğrafi Keşifler Tarihi, çev. Osman Bahadır, 1. Baskı, İstanbul, Alan Yay.. Ataöv, T. (1975). Afrika Ulusal Kurtuluş Mücadeleleri, Ankara, A.Ü. S.B.F. Yay. Ayhan, V.l ve Tanrıverdi, N. (2011). Libya Savaşı, Uluslararası Türkiye, ORSAM Rapor No: 38. Müdahale Ve Başkaya, F. (2004). Sömürgecilik, Emperyalizm, Küreselleşme, Ankara, Özgür Üniversite Yay.. Beitz, C. R., (1979). “Political Theory and International Relations”, Princeton University Press. Birdal, A. ve Günay, Y. (2012). “Arap Baharı” Aldatmacası, Ortadoğuda Emperyalist Restorasyon, Yazılama, İstanbul,. Bölme, S. M. vd. (2011). Batı ve Kaddafi Makasında Libya, SETA Rapor, No: 3 Mayıs. Bunnin, N. ve Yu, J. ( 2004). “Ethics and Morality”, The Blackwell Dictionary of Western Philosophy, Blackwell, 228. Chapman G. P. ve Baker K. M. (1992). The Changing Geography of Africa and the Middle East, New York, Routledge. Coady, C.A.J., (2002). The Ethics of Armed Humanitarian Intervention, U.S. Institute of Peace, Washington DC. Coates, A. J. ( 1997). The Ethics of War, Manchester University Press, Manchester. Dağ, A. E. 2004. “Uluslararası İlişkiler ve Diplomasi Sözlüğü”, Anka Yayınları, İstanbul, Mayıs. Emerson, R. (1965). Sömürgelerin Uluslaşması, çev. Türkkaya Ataöv, Ankara, Türk Siyasi İlimler Derneği Yay. Evans, G.ve Newnham, J. (2007). Uluslararası İlişkiler Sözlüğü, çev. H. Ahsen Utku, İstanbul, Gökkubbe Yay. 60 Fauchelle, P. (1965). Traite de Droit International Public, Tome I, Premiere Partie, Paix. Paris, 1922, Edip F. Çelik, Milletlerarası Hukuk, Fakülteler Matbaası, İstanbul. Fixdal, M. ve Smith, D. (1998) “Humanitarian Intervention and Just War,” Mershon International Studies Review 42. Francisco V., “On the American Indians,” ed. Pagden and Lawrence, Political Writings (Vitoria). Genugten, S. V. (2011) “Libya after Gaddafi,” Survival: Global Politics and Strategy 53. Giddens, A. (2008). Sosyoloji, çev. Hüseyin Özel ve d., 1. Baskı, İstanbul, Kırmızı Yay.,. Graham, G. (1997). Ethics and International Relations, Blackwell. Hagger, N. (2009). The Libyan Revolution: It’s Origins and Legacy a Memoir and Assessment, O Books, Hampshire. Hassner, P. (1998). “From War and Peace to Violence and Intervention: Permanent Moral Dilemmas under Changing Political and Technological Conditions,” Hard Choices: Moral Dilemmas in Humanitarian Intervention, ed. Jonathan Moore, Lanham, MD: Rowman & Littlefield. Hehir, A. (2010). Humanitarian Intervention: An Introduction, Palgrave Macmillan, New York. Himes, K. R. (1994). “ The Morality of Humanitarian Intervention”, Theological Studies, 55, March. Hollis, M. and Steve S. (1991). Explaining and Understanding International Relations, Clarendon Press. Holzgrefe, J. L. (2003). “The Humanitarian Intervention Debate,” ed. J. L. Holzgrefe ve Robert Keohane, Humanitarian Intervention: Ethical, Legal and Political Dilemmas, Cambridge University Press, Cambridge. ICISS, The Responsibility to Protect, Johnson, J. T. (1974). Ideology, Reason, and the Limitation of War: Religious and Secular Concepts Princeton University Press, Princeton. Joyce, J. A. (1979). The New Politics of Human Rights, St. Martin’s Press, New York. Kavas, A. (2006). Osmanlı-Afrika İlişkileri, 1. Basım, İstanbul, TASAM Yay.. Keskin, F. (1998). Uluslararası Hukukta Kuvvet Kullanma: Savaş, Karışma ve Birleşmiş Milletler, Mülkiyeliler Birliği Vakfı Yayınları, Ankara. 61 Köymen, O. (2007). Sermaye Birikirken, 1. Baskı, İstanbul, Yordam Yay. Lee, S. P. (2012). Ethics and War: An Introduction, Cambridge University Press, Cambridge. Lenin, V. İ., Emperyalizm: Kapitalizmin En Yüksek Aşaması, çev. Cemal Süreyya, 7. Baskı, Eriş Yay., 2003. Lewy, G. (1993). “ The Case for Humanitarian Intervention”, Orbis 37. Malanczuk, P. (1997). Akehurst’s Modern Introduction to International Law, Routledge, London and New York. Malaquias, A. (2001). “Reformulating International Relations Theory: African Insights and Challenges”, Africa’s Challenge to International Relations Theory, ed. Kevin C. Dunn ve Timothy M. Shaw, New York, Palgrave Yay. Minear, L. (1998). “The Morality of Sanctions”, Hard Choices: Moral Dilemmas in Humanitarian Intervention, ed. Jonathan Moore, Lanham, MD: Rowman & Littlefield. More, T. (2009). Ütopya, çev. İlhan Erşanlı, 1. Baskı, Ankara, Alter Yay. Morgenthau, H. J. (1993). Politics Among Nations; The Struggle for Power and Peace, Mc Graw-Hill, New York. Murphy, Sean D., (2005). “Humanitarian Intervention”, Encyclopedia of Genocide and Crimes Against Humanity, ed. Dinah L. Shelton, Vol I, Thomson Gale. Nkrumah, K. (1965). Neo-Colonialism , the Last Stage of Imperialism, London, Thomas Nelson and Sons. Öndeş O. (2007). Kardeş Libya, İstanbul, Yağmur Yayınevi, New York. Philpott, D. (1997). “Ideas and the Evolution of Sovereignty,” ed. Sohail H. Hashmi, State Sovereignty: Change and Persistence in International Relations, Pennsylvania State University Press, University Park. Reismani, M. (1973). Humanitarian Intervention and The United Nations, Charlottesville, University Press of Virginia. Richard D. (2007). “Between Kant and Pufendorf: Humanitarian Intervention, Statist Anti-cosmopolitanism and Critical International Theory,” Review of International Studies 33. Schiller, J. (2009). Internet View of the Arabic World, Booksurge Publishing, South Carolina. Sidaway, D. (2002). “Postcolonial Geographies: Survey-Explore-Review”, Postcolonial Geographies, ed. Alison Blunt ve Cherly McEwan, 1. Baskı, New York, Continuum. 62 Simons, G.L. (2003). Libya and The West: Centre for Libyan Studies, Oxford. From Indipendence to Lockerbie, Steadman, S. J. (1992-1993). “ The New Interventionist”, Foreign Affairs, 72.. Suret-Canale, J. (1999). Kapitalizmin Kara Kitabı, çev. Kerem Kutgözü, 1. Baskı, İstanbul, Evrensel Yay. Şıvgın, H. (2006). Trablusgarp Savaşı ve 1911-1912 Türk-İtalyan İlişkileri, Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara. Teson, F. (1998). Humanitarian Intervention: An Injuiry into Law and Morality, Transnational Publisher, New York. Thuck, R. (1999). The Rights of War and Peace: Political Thought and the International Order from Grotius to Kant, Oxford University Press, Oxford,. Trim, D. J. B. (2011). “Humanitarian Intervention,” The Changing Character of War, ed. Hew Strachan and Sibylle Scheipers, Oxford University Press, Oxford. Üçok, C. (1967). Siyasal Tarih 1789-1950, Ankara Hukuk, Ankara. Vanderwalle, D.J. (2006). A History of Modern Libya, Cambridge University Press, Cambridge. Vogler, R. (2005). A World View Of Criminal Justice, Ashgate Publishing Limited, Aldershot Hampshire. Wheeler, N. J. (2000). Saving Strangers: Humanitarian Intervention in International Society, Oxford University Press, Oxford. Wight, M. (2005). “ An Anatomy of International Thought”, Gabriele Wight , Brian Porter (ed.) Four Seminal Thinkers in International Theory: Machiavelli, Grotius, Kant, and Mazzini, Oxford : Oxford University Press. Wright, J. (1981). Libya: A Modern History, Croom Helm, London. Makaleler Arsava, A. F. (2011). “Egemenlik ve Koruma Sorumluluğu”, Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, XV(1), 101-124. Ayhan, V. (2011). “Libya Savaşı, Uluslararası Etkileri ve Türkiye’nin Konumu”, Ortadoğu Analiz, Nisan 3 (28). Bellamy, A. J. (2011). “Libya and the Responsibility to Protect: The Exception and the Norm,” Ethics & International Affairs 25. Chachage, S. L. C. “Dış Yardım ve Afrika’nın http://www.tasamafrika.org/pdf/yayinlar/27-chachage.pdf tarihinde alınmıştır. Kalkınması”, 06.12.2010 63 Çağıran, M. E. (2011). “Güvenlik Konseyinin Libya’ya Askeri Müdahale Kararı”, Ortadoğu Analiz, Nisan 3(28). Demir, M. “Libya Askeri Müdahalesi http://www.hukukveinsan.com/301/ Uluslararası Hukuk ve Meşruiyet”, Dinçer, O. B. (2011). “Sarkozy ve Kaddafi: Biri Medeni Biri Bedevi İki Mecnun”, USAK Libya Derlemesi, USAK, 13-18. Doğan, G. ve Durgun, B. (2012). Arap Baharı Ve Libya: Tarihsel Süreç Ve Demokratikleşme Kavramı Çerçevesinde Bir Değerlendirme”, Süleyman Demirel Üniversitesi S.B.E. Dergisi 1(15). Greppi, E. (2008). “The Responsibility to Protect: An Introduction”, ed. Gian Luca Beruto, International Humanitarian Law Human Rights And Peace Operations, Sanremo, International Institute Of Humanitarian Law, 4-6 September. Gündem, A. (2008). “Ahmet Kavas ile Röportaj: Afrika’yı ABD ve Avrupa Kaybediyor, Çin Kazanıyor”, Gündem Anali, 23, 20-27. Hippel, K. V. (1995). The Non-Interventionionary Norm Prevails: An Analysis of the Western Sahara, The Journal of Modern Africa Studies, 33. Kamalov, İ. (2008). “Rusya’nın Afrika Politikası”, Stratejik Analiz, 9 (99). Krasner, S. D. (1995-1996). “Compromising Westphalia”, International Security, 20(3), Lüleci, Ç. “İnsani Müdahale Kavramı ve Libya Operasyonu’nun Meşruiyeti Tartışması”, Akademik Perspektif, , http://akademikperspektif.com/2012/02/07/insani-mudahale-kavrami-ve-libyaoperasyonunun-mesruiyeti-tartismasi/ tarihinde 07 Şubat 2014’de alınmıştır. Lynch, M. “Libya Inspires the Arabs,” Foreign Policy, http://www.foreignpolicy.con/posts/2011/08/22/libya_inspires_the_arabs tarihinde 22 Ağustos 2011’de alınmıştır. Martins, J. P. O. The Golden Age of Prince Henry the Navigator, Londra, Chapman and Hall, 1914, http://ia341027.us.archive.org/2/items/goldenageofprinc00martuoft/goldenag eofprinc00martuoft.pdf 11.09.2013 tarihinde alınmıştır. Massingham, E. (2009). “Military Intervention for Humanitarian Purposes: Does the Responsibility to Protect Doctrine Advance the Legality of the Use of Force for Humanitarian Ends?”, International Review of the Red Cross, 91(876), 803-831. Modeme, Lawrence Emeka, “The Libya Humanitarian Intervention: Is it lawful in International Law,” http://mmu.academia.edu/LawrenceEmeka/Papers/577779/The_Libya_Huma 64 nitarian_Intervention_Is_it_Lawful tarihinde alınmıştır. _in_International_Law 08.05.2013 Mutuş, C. (2011). “Libya Operasyonu ve Uluslararası Hukuk”, USAK Libya Derlemesi: Farklı Boyutlarıyla Libya Müdahalesi. Ramoin, See Francis E., “Why Intervention in Libya was Justified,” e-International Relations, January, www.e-ir.info/2012/01/25/why-intervention-in-Libya-wasjustified/. Tarihinde 25 Mart 2012 alınmıştır. Roberts, A. (2000). “ The So-Called Right of Humanitarian Intervention”, Trinity Papers, No:13, Trinity College, The University of Melbourne. Schaller, C. “ Responsibility to Protect “, SWP-Aktuell, 46, Berlin. Skinner, Q. (2002). Vision of Politics, 1: Regarding Method, Cambridge: Cambridge University Press. Slaughter, Anne-Marie, “Why Libya Sceptics Were Proved Badly Wrong,” Financial Times, August 24, 2011, http://www.ft.com/cms/s/0/18cb7f14-ce3c11e0-99ec-00144feabdc0.html#axzz254y0PLya. 07.02.2014 tarihinde alınmıştır. Stahn, C. (2007).“Responsibility to Protect: Political Rhetoric or Emerging Legal Norm?”, American Journal of International Law, 101(1), 99-120. Tekin, S. (2011). “İnsanî Müdahale Kavramı Ve Libya’nın Geleceği”, SDE Analiz. Tören, D., “Libya Müdahalesi Üzerine Bir İnceleme”, 25 Mart 2011, http://www.tuicakademi.org/index.php/yazarlar1/102-deniz-toren-tumyazilari/1131-libya-mudahalesi-uzerine-bir-inceleme tarihinde 25 Mart 2011’de alınmıştır. Tran, Mark and Siddique, Haroon, “Libya and Middle East Unrest,” The Guardian, http://www.guardian.co.uk/world/blog/2011/mar/16/arab-and-middle-eastprotests-libya tarihinde 16 Mart 2011’de alınmıştır. Walzer, M., “The Case against our Attack on Libya,” The New Republic, http://www.tnr.com/article/world/85509/the-case-against-our-attack-libya 20 Mart 2011, Welsh, J. (2011). “Civilian Protection in Libya: Putting Coercion and Controversy Back into RtoP,” Ethics & International Affairs 25. Western, Jon ve Goldstein, Joshua S., “Humanitarian Intervention Comes of Age: Lessons from Somalia to Libya,” Foreign Affairs 90 (2011) http://www.foreignaffairs.com/articles/136502/jon-western-and-joshua-sgoldstein/humanitarian-intervention-comes-of-age. 18. 01.2012 tarihinde alınmıştır. Yılmaz S., “Uluslararası Müdahale ve Meşruiyet”, http://www.21yyte.org/tr/arastirma/politik-sosyal-kulturel-arastirmalar- 65 merkezi/2012/03/01/6512/uluslararasi-mudahale-ve-mesruiyet tarihinde alınmıştır. 16.03.2013 Yılmaz, S. “Libya’da Neler Oldu?” http://www.21yyte.org/tr/arastirma/libya/2011/12/22/6418/libyada-neler-oldu. tarihinde 22 Aralık 2012’de alınmıştır. İnternet – Online Haberler Humanitarian Intervention: Definitions and Criteria, CSS Strategic Briefing Papers 3 (2000),, http://www.victoria.ac.nz/css/docs/briefing_papers/Humani.html. 23.11.2013 tarihinde alınmıştır. 2005 World Summit Outcome, Resolution Adopted by the United Nations General Assembly, http://unpanl.un.org /intradoc/groups/public/documents/UN/UNPAN021752.pdf 22.04.2012 tarihinde alınmıştır. Annan, K. “Secretary-General Presents His Annual Report to General Assembly.” http://www.un.org/News/Press/docs/1999/19990920.sgsm7136.html 27.04.2013 tarihinde alınmıştır. Annan, K. “We The Peoples” Th Role of United Nations in the 21st Century, UN Department of Public Information, New York, 2000, p. 48, http://www.un.org/millennium/sg/report/full.htm 10.12.2013 tarihinde alınmıştır. BBC, “Libya: President Obama Gives Gaddafi Ultimatum,” BBC News Africa, http://www.bbc.co.uk/news/world-africa-12791910 tarihinde 18 Mart 2011’de alınmıştır. Cohn, M. “Stop Bombing Libya,” Huffington http://www.huffingtonpost.com/marjorie-cohn/stop-bombinglibya_b_838827.html tarihinde 21 Mart 2011’de alınmıştır. http://www.duke.edu/web/secmod/biographies/Comte.pdf alınmıştır. 07.09.2013 Post, tarihinde http://www.guardian.co.uk/world/2011/mar/17/un-security-council-resolution 12.04.2013 tarihinde alınmıştır. http://www.icc-cpi.int/NR/rdonlyres/2B57BBA2-07D9-4C35-B45EEED275080E87/0/N1124558.pdf 12.04.2013 tarihinde alınmıştır. http://www.icrc.org/eng/war-and-law/ihl-otherlegal-regmies/jus-in-bello-jus-adbellum/overview-jus-ad-bellum-jus-in-bello.htm 16.04.2014 tarihinde alınmıştır. http://www.spiegel.de/international/world/0,1518,747234-2,00.html tarihinde alınmıştır. 13.06.2013 http://www.un.org/Docs/sc/unsc_resolutions11.htm 23.03.2013 tarihinde alınmıştır. 66 Hughes, S. “Libya Conflict: Rebels Accused of Reneging on Mines Vow,” BBC News Africa, April 19, 2011, http://www.bbc.co.uk/news/world-africa13138102 25.04.2011 tarihinde alınmıştır. Libya tribes: Who’s who?”, http://www.csmonitor.com/World/Backchannels/2011/0224/Libya-tribes-Whos- who/(page)/2 18.04.2013 tarihinde alınmıştır. Nkrumah, K. Neo-Colonialism, the Last Stage of Imperialism, 1965, http://www.marxists.org/subject/africa/nkrumah/neo-colonialism/ch01.htm 27.09.2013 tarihinde alınmıştır. Obama, B. “Obama’s Libya Speech: Full Text as Delivered,” , http://www.politico.com/news/stories/0311/52093.html tarihinde 28 Mart 2011’de alınmıştır. UN High Level Panel on Threats, Challenges and Change, A more Secure World: Our Shared Responsibility, United Nations Department of Public Information, New York, 2004 https://www.un.org/en/peacebuilding/pdf/historical/hlp_more_secure_world.p df 20.11.2013 tarihinde alınmıştır. Witnesses Report Rioting in Tunisian Town, Reuters, , http://af.reuters.com /article/topNews/idAFJOE6BI06U20101219?sp=true tarihinde 19 Aralık 2010’da alınmıştır. 67 ÖZGEÇMİŞ Kişisel Bilgiler Soyadı, adı : AKGÜL, Osman Uyruğu : Türkiye Cumhuriyeti Doğum tarihi ve yeri : 21.09.1988 - Mamak Medeni hali : Evli Telefon : 05065796868 Faks :- e-mail : osman-.-akgul@hotmail.com Eğitim Derecesi Okul/Program Mezuniyet yılı Lisans - Gazi Üniversitesi İ.İ.B.F. Uluslararası İlişkiler Bölümü - 2010 İş Deneyimi, Yıl Yabancı Dil Yayınlar Hobiler Fotoğrafçılık, Doğa yürüyüşü Çalıştığı Yer Görev GAZİ GELECEKTİR...