bir ilçede 15 yaş ve üzeri kişilerde depresyon ve anksiyete belirtileri

advertisement
T.C.
GAZİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ
HALK SAĞLIĞI ANABİLİM DALI
BİR İLÇEDE 15 YAŞ VE ÜZERİ KİŞİLERDE
DEPRESYON VE ANKSİYETE BELİRTİLERİ SIKLIĞI
İLE İLİŞKİLİ RİSK ETMENLERİ
UZMANLIK TEZİ
DR. İREM MEDENİ
ANKARA 2016
T.C.
GAZİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ
HALK SAĞLIĞI ANABİLİM DALI
BİR İLÇEDE 15 YAŞ VE ÜZERİ KİŞİLERDE
DEPRESYON VE ANKSİYETE BELİRTİLERİ SIKLIĞI
İLE İLİŞKİLİ RİSK ETMENLERİ
UZMANLIK TEZİ
DR. İREM MEDENİ
ANKARA 2016
T.C.
GAZİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ
HALK SAĞLIĞI ANABİLİM DALI
BİR İLÇEDE 15 YAŞ VE ÜZERİ KİŞİLERDE
DEPRESYON VE ANKSİYETE BELİRTİLERİ SIKLIĞI
İLE İLİŞKİLİ RİSK ETMENLERİ
UZMANLIK TEZİ
DR. İREM MEDENİ
TEZ DANIŞMANI
PROF. DR. MUSTAFA NECMİ İLHAN
ANKARA 2016
TEŞEKKÜR
Uzmanlık eğitimim boyunca ve tez hazırlama sürecimde gösterdiği
yardımları için tez danışmanım Prof. Dr. Mustafa Necmi İlhan’a,
Araştırmanın yürütülmesindeki katkılarından dolayı arkadaşım
Uzm. Dr. Asiye Sezer’e,
Bugünlere gelmemde büyük emekleri olan, hayatımın her
aşamasında beni destekleyen ve hiçbir fedakârlığı esirgemeyen
canım annem, babam ve kardeşime,
Sevgisini hep hissettiğim, hayatıma değer katan sevgili eşime
teşekkür ederim.
İÇİNDEKİLER
Sayfa
İÇİNDEKİLER
i
TABLO DİZİNİ
vi
KISALTMALAR
vii
1.GİRİŞ VE AMAÇ
1
2.GENEL BİLGİLER
4
2.1.Depresyon
4
2.1.1.Depresyonun Tanımı
4
2.1.2.Depresyonun Tarihçesi
5
2.1.3.Depresyonun Epidemiyolojisi
7
2.1.4.Depresyonun Güncel Sınıflaması
9
2.1.4.1.Majör Depresif Bozukluk
9
2.1.4.2.Distimik Bozukluk
10
2.1.4.3.Yıkıcı Duygudurumu Düzenleyememe Bozukluğu
10
2.1.4.4.Premenstruel Disforik Bozukluk
10
2.1.4.5.Madde / İlaç Kaynaklı Depresif Bozukluk
11
2.1.4.6.Tıbbi Durumlar
11
2.1.4.7.İlaçlara Bağlı Depresyon
11
2.1.5.Depresyonun Etiyolojisi
11
2.1.5.1.Biyolojik Etkenler
11
2.1.5.2.Nöroendokrin Değişiklikler
12
2.1.5.3.Uyku Bozukluklar
12
2.1.5.4.Genetik Yatkınlık
13
2.1.5.5.Biyolojik Beden Saati
13
i
2.1.5.6.Psikolojik Etkenler
13
2.1.6.Depresyon Risk Faktörleri
14
2.1.6.1.Cinsiyet
14
2.1.6.2.Yaş
14
2.1.6.3.Medeni Durum
15
2.1.6.4.Aile Öyküsü ve Genetik Özellikler
15
2.1.6.5.Sosyo-Ekonomik Düzey
16
2.1.6.6.Puerperal Etkenler
16
2.1.6.7.Diğer Risk Etmenleri
17
2.1.7.Depresyonun Kliniği
17
2.1.7.1.Duygulanım Bozukluğu
17
2.1.7.2.Bilişsel Bozukluklar
17
2.1.7.3.Davranış Bozukluğu
18
2.1.7.4.Bedensel Belirtiler
18
2.1.8.Depresyonun Ekonomik Maliyeti
19
2.1.8.1.Doğrudan Maliyetler
20
2.1.8.2.Dolaylı Maliyetler
20
2.1.9.Depresyonda Tanı
21
2.1.10.Depresyonun Ölçümü
21
2.1.10.1.Beck Depresyon Ölçeği
22
2.1.10.2.Zung Depresyon Ölçeği
22
2.1.10.3.Geriatrik Depresyon Ölçeği
23
2.1.10.4.Edinburgh Doğum Sonrası Depresyon Ölçeği
23
2.1.10.5.Çocuklar İçin Depresyon Ölçeği
24
ii
2.1.10.6.Hamilton Depresyon Derecelendirme Ölçeği
24
2.1.10.7.Montgomery-Asberg Depresyon Derecelendirme Ölçeği
24
2.1.11.Depresyon Tedavisi
24
2.1.11.1.Farmakolojik Tedavi
25
2.1.11.2.Bilişsel Davranışçı Tedavi
26
2.1.11.3.Yeni Tedavi Yaklaşımları
27
2.2.Anksiyete Bozuklukları
28
2.2.1.Anksiyetenin Tanımı
28
2.2.2.Anksiyete Bozukluklarının Tarihçesi
29
2.2.3.Anksiyete Bozukluklarının Epidemiyolojisi
30
2.2.4.Anksiyete Bozukluklarının Güncel Sınıflandırması
32
2.2.4.1.DSM-V Tanı Sınıflamasında Anksiyete Bozuklukları
33
2.2.5.Anksiyete Bozukluklarının Etiyolojisi
33
2.2.5.1.Psikolojik Teoriler
33
2.2.5.2.Biyolojik Teoriler
34
2.2.5.3.Genetik
34
2.2.5.4.Nörotransmitterler
35
2.2.6.Anksiyete Bozukluklarının Risk Etmenleri
35
2.2.7.Anksiyete Bozukluklarının Klinik Özellikleri
37
2.2.7.1.Panik Bozukluğu
38
2.2.7.2.Agorafobi
39
2.2.7.3.Yaygın Anksiyete Bozukluğu
40
2.2.7.4.Sosyal Anksiyete Bozukluğu
42
2.2.7.5.Özgül Fobi
43
iii
2.2.7.6.Elektif Mutizm
43
2.2.7.7.Ayrılma Anksiyetesi
44
2.2.8.Anksiyete Bozukluklarının Tanısı
44
2.2.8.1.DSM V’e Göre Anksiyete Bozukluklarının Tanı Ölçütleri
45
2.2.9.Anksiyetenin Ölçümü
49
2.2.9.1.Beck Anksiyete Ölçeği
49
2.2.9.2.Hamilton Anksiyete Ölçeği
49
2.2.9.3.Yaygın Anksiyete Bozukluğu Ölçeği
49
2.2.9.4.Durumluk-Sürekli Kaygı Envanteri
50
2.2.10.Anksiyete Bozukluklarının Tedavisi
50
3.GEREÇ VE YÖNTEM
52
3.1.Araştırma Bölgesinin Tanıtılması
52
3.2.Araştırmanın Tipi
52
3.3.Araştırmanın Evreni
52
3.4.Araştırmanın Örneklemi
52
3.5.Araştırmanın Değişkenleri
54
3.5.1.Bağımlı Değişkenler
54
3.5.2.Bağımsız Değişkenler
54
3.6.Araştırmada Kullanılan Araç- Gereç
55
3.7.Araştırmanın Uygulanması
56
3.8.Araştırma Takvimi
57
3.9.Araştırmanın Verilerinin Düzenlenmesi ve Analizi
57
3.10.Araştırmanın Kısıtlılıkları
58
4.BULGULAR
59
iv
5.TARTIŞMA
80
5.1.Tanımlayıcı Bulguların Tartışılması
80
5.2.Depresyonla İlgili Bulguların Tartışılması
82
5.3.Anksiyete İle İlgili Bulguların Tartışılması
84
6.SONUÇ VE ÖNERİLER
86
7.KAYNAKLAR
88
8.ÖZET
95
9.İNGİLİZCE ÖZET
97
10.EKLER
99
EK 1.
99
EK 2.
104
11.ÖZGEÇMİŞ
108
v
TABLO DİZİNİ
Sayfa
Tablo 1. Katılımcıların Yaş ve Cinsiyet Gruplarına Göre Tabakalandırılması
53
Tablo 2. Araştırma Takvimi
57
Tablo 3. Araştırmaya Katılan Bireylerin Bazı Tanımlayıcı Özelliklerinin Dağılımı
59
Tablo 4. Araştırmaya Katılan Bireylerin Bazı Tanımlayıcı Özelliklerinin Dağılımı
61
Tablo 5. Araştırmaya Katılan Bireylerin Bazı Tanımlayıcı Özelliklerinin Dağılımı
62
Tablo 6. Araştırmaya Katılan Bireylerin Depresyon ve Anksiyete Durumlarının Dağılımı
63
Tablo 7. Katılımcıların Bazı Tanımlayıcı Özelliklerine Göre Depresyon Olma Durumu
64
Tablo 8. Katılımcıların Bazı Tanımlayıcı Özelliklerine Göre Anksiyete Olma Durumu
66
Tablo 9. Katılımcıların Bazı Tanımlayıcı Özelliklerine Göre Depresyon Olma Durumu
68
Tablo 10. Katılımcıların Bazı Tanımlayıcı Özelliklerine Göre Anksiyete Olma Durumu
69
Tablo 11. Katılımcıların Bazı Tanımlayıcı Özelliklerine Göre Depresyon Olma Durumu
71
Tablo 12. Katılımcıların Bazı Tanımlayıcı Özelliklerine Göre Anksiyete Olma Durumu
72
Tablo 13. Katılımcıların Bazı Tanımlayıcı Özelliklerine Göre Depresyon Olma Durumu
74
Tablo 14. Katılımcıların Bazı Tanımlayıcı Özelliklerine Göre Anksiyete Olma Durumu
76
Tablo 15. Katılımcıların Depresyon Olma Durumlarına Göre Anksiyete Olma Durumu
78
Tablo 16. Depresyon Olma Durumlarını Etkileyen Etmenlerin Tahmini Rölatif Riskleri
78
Tablo 17. Anksiyete Olma Durumlarını Etkileyen Etmenlerin Tahmini Rölatif Riskleri
79
vi
KISALTMALAR
ACTH: Adrenokortikotropik Hormon
BAÖ: Beck Anksiyete Ölçeği
BDÖ: Beck Depresyon Ölçeği
DALY: Yeti Yitimine Ayarlanmış Yaşam Yılı
DSM: Ruhsal Bozuklukların Tanısal ve İstatistiksel El Kitabı’
SAB: Sosyal Anksiyete Bozukluğu
SSGİ: Seçici Serotonin Gerialım İnhibitörleri
TRH: Tirotropin Salgılatıcı Hormon
TSA: Trisiklik Antidepresanlar
TSH: Tiroid Uyarıcı Hormon
TÜİK: Türkiye İstatistik Kurumu
YAB: Yaygın Anksiyete Bozukluğu
vii
1.GİRİŞ VE AMAÇ
Bütün dünyada yaşanan sosyal, kültürel, teknolojik ve demografik değişikliklerle sağlık
olgusu yeni bir anlam ve görünüm kazanmıştır. Dünya Sağlık Örgütü sağlığı, “sadece hastalık
ve sakatlığın olmayışı değil; fiziksel, sosyal ve ruhsal yönden tam bir iyilik halidir” biçiminde
tanımlamaktadır. Bu tanım, çağdaş sağlık anlayışının ruh sağlığına verdiği önemi gösterir. 1
Günümüzde ruhsal ve fiziksel hastalıkların çoğunun biyolojik, psikolojik ve sosyal faktörlerin
birlikteliği olduğu bilinmektedir. Ruhsal sorun ve davranış bozuklukları, tüm ülkelerde tüm
yaş gruplarını etkileyen ve kişilerin olduğu gibi ailelerin ve toplumların da acı çekmesine
neden olan hastalıklardır.
2
Tüm dünyada yaklaşık 450 milyon kişi ruhsal ve davranışsal
bozukluklarla karşı karşıyadır.
3
Her dört kişiden biri hayatı boyunca bu tür hastalıklardan
birisine yakalanmaktadır. 4
Ruhsal bozukluklar toplumda yaygın olarak görülmeleri, kronikleşme eğilimi göstermeleri, en
az diyabet, hipertansiyon ve artrit gibi bedensel hastalıklar kadar yeti kaybı ile
sonuçlanabilmeleri ve iş gücü-iş günü kayıplarına neden olmaları nedeniyle öncelikle ele
alınması zorunlu hastalıklardandır.
5
Bu hastalıklar içinde, depresyonun toplumda en yaygın
görülen ruh sağlığı sorunu olması nedeniyle önemli bir yeri vardır.
Depresyona karşı, etkin önleme ve tedavi biçimleri olmasına rağmen, yalnızca ülkemizde
değil bütün dünyada, önleme ve tedavi olanaklarının olmadığı şeklinde genel bir kanı vardır.
Bu sebeple birçok insan hayatını mutsuz duygu, düşünce ve deneyimlerle doldurmaktadır. Bu
durum kişinin yaşamı algılamasında, sahip olduğu duygular, değerler ve çevreye bakış
açısında değişikliklere neden olmaktadır. 6
Depresif bozukluklar; kişinin fizyolojisi, biyokimyası, duygu durumu, düşünceleri ve
davranışları dahil olmak üzere vücudun bütün olarak etkilendiği bozukluklardır. Depresyonda
çökkün duygulanım, enerji azlığı ve ilginin ya da alınan zevkin kaybı çekirdek özelliklerdir.
1
Konsantrasyon azlığı, özgüven azalması, suçluluk duyguları, karamsarlık, kendine zarar
verme ya da özkıyım düşünceleri, uyku düzeninde bozulma, iştah değişiklikleri ve libido
azalması diğer sık görülen belirtilerdir. 7
Günümüzde depresyon dünya genelinde 350 milyon insanı etkilemektedir. Depresif
bozukluklar genellikle genç yaşlarda başlamakta ve insanların fonksiyonlarını azaltıp
tekrarlamaktadırlar. Depresyon %4,3’lük DALY ile dünya çapındaki üçüncü sıradaki yeti
yitimi sebebidir 8.
Depresyon aynı zamanda intihar ile sonuçlanabilmektedir. Yurtdışında yapılan bir çalışmada
herhangi bir psikiyatrik rahatsızlığı olmayan populasyonda intihar sıklığı 100.000’de 8,3 iken,
depresif bozukluklarda 100.000’de 83 olarak saptanmıştır.9 Depresyon hem erkek hem de
kadınlar için önemli bir sağlık sorunu olmakla birlikte kadınlarda erkeklere göre yaklaşık iki
kat daha sık görülmektedir. 10
Yapılan çalışmalar, depresyonda en sık görülen belirtilerden birisinin anksiyete olduğunu
göstermektedir. 11 Ömür boyu bir majör depresif bozukluk öyküsü olan yetişkinlerin yaklaşık
%50-60’ında aynı zamanda bir ya da daha fazla anksiyete bozukluğu öyküsü de
bulunmaktadır. Majör depresif bozukluğu olanların en az %65’inde orta şiddette ve %2025’inde şiddetli anksiyete belirtileri görülmektedir. Majör depresif bozuklukta anksiyetenin
varlığının duygudurumda hızlı ve ani değişimlere, özkıyım oranlarında artışa, sağaltımda ve
gidişte kötü sonuçlara neden olduğu bildirilmiştir. 12
Anksiyete, açıkça ayırt edilebilir bir uyaranla ilişkili ya da ilişkisiz olabilen, korku ve endişe
ile belirli bir duygusal durumdur. Hemen her psikiyatrik bozukluğa eşlik edebilen ve birçok
organik bozuklukta da görülebilen bir belirtidir. Çarpıntı, nefes almada zorluk, hızlı hızlı nefes
alma, boğuluyormuş gibi hissetme, kalp hızının artması, ellerde ve ayaklarda titreme, aşırı
2
terleme gibi fizyolojik belirtileri yanında sıkıntı, heyecan, aniden çok kötü bir şey olacakmış
hissi ve korkusu gibi psikolojik belirtileri vardır. 13
Yurtdışında yapılan bir çalışmada tüm anksiyete bozuklukları için bir yıllık sıklık %10,1 iken
yaşam boyu sıklık %14,6’dır. 14 Türkiye’de yapılan bir çalışmaya göre toplumun %5-10’unda
herhangi bir türde anksiyete bozukluğu vardır. 15 Amerikan Ulusal Eştanı Çalışması verilerine
göre yaşam boyu sıklık kadınlarda %30,5 iken erkeklerde %19,2’dir. 16
Türkiye’de ruhsal sorun ve bozuklukların yaygınlığı ve bu yaygınlığı belirleyen etkenlere
ilişkin bilgiler oldukça kısıtlıdır. Türkiye nüfusunu temsil eden bir örneklemle yapılmış bir
çalışma olan “Türkiye Ruh Sağlığı Profili” çalışması 1995–1996’ da yapılmıştır. Bunun
yanında gençler, kadınlar, gebeler, yaşlılar, üniversite öğrencileri, sağlık çalışanları gibi farklı
gruplarda ruh sağlığı çalışmaları yapılmış olmakla birlikte; toplumun tüm sosyodemografik
özelliklerini içeren çalışma bulunmamaktadır. 15 17 18 19 20
Oysaki toplumda ruhsal bozuklukların yaygınlığı, dağılımı, nedenleri, risk gruplarının
saptanması gibi konular ülkenin ruh sağlığı politikasının belirlenmesi için gereklidir. Bunları
sağlayacak en iyi çalışmalar saha çalışmalarıdır.
Bu doğrultuda yapmış olduğumuz çalışmada Aksaray ilinin Ağaçören ilçesinde 15 yaş ve
üzeri kişilerde depresyon ve anksiyete belirtileri sıklığı ile ilişkili risk etmenlerinin
belirlenmesi amaçlanmıştır.
3
2.GENEL BİLGİLER
2.1.Depresyon
2.1.1.Depresyonun Tanımı
Latince kökü “depressus” olan depresyon kelimesi aşağı doğru bastırmak, bitkin, gamlı,
donuklaştırmak, durgunlaştırmak anlamına gelmektedir. Depresyonun Türkçe karşılığı ruhsal
çöküntü veya çökkünlüktür. 21
Depresyon bir duygudurum bozukluğudur. Duygudurum içsel olarak yaşantılanan, kişinin
davranışları ve dünyayı algılamasını değiştiren hâkim ve sürekli duygu tonudur. Duygulanım
ise duygudurumunun dışa ifade edilmesidir. Duygudurum normal, yükselmiş ya da çökkün
olabilir. Depresyonda duygudurumunun çökkün hali görülür. 7
İnsanın yaşama istek ve zevkinin kaybolduğu, kişinin kendisini derin bir keder içerisinde
hissettiği, geleceğe ilişkin kötümser, karamsar düşünceler, geçmişe ilişkin yoğun pişmanlık,
suçluluk duygu ve düşüncelerinin taşındığı, bazen ölüm düşüncesi, bazen intihar girişimi ve
sonuçta ölümün olabildiği, uyku, iştah, cinsel istek ile ilgili fizyolojik bozuklukların olduğu
bir hastalıktır. Ayrıca depresyonda dünyaya karşı ilginin azalması veya tam kaybı, diğer
insanlara yatırım yapma veya bağlanma kapasitesinin kaybolması; kendini ayıplama, kınama,
kendine serzenişte bulunma, sitem etme ve kendini aşağılama, hor görme gibi duygularla bir
arada olan ciddi benlik saygısı ve kendilik değeri düşmesi saptanır. 22
Depresyon, ortaya çıkış nedenleri, gidişi ve tedavisi bakımından oldukça karmaşık bir ruhsal
bozukluktur. Depresyon sadece ruhsal bir çöküntü durumu değildir, depresyon olarak
tanımlanan belirtiler ve bulgular kümesinin bütünüdür. Genel olarak depresyon; üzüntülü
duygudurum halinde düşüncede, konuşmada ve harekette yavaşlama, durgunluk, değersizlik,
4
yorgunluk, dikkat eksikliği, isteksizlik, zevk alamama, karamsarlık duygusu ile fizyolojik
işlevlerde yavaşlama gibi belirtileri içeren bir hastalık tablosudur. 23 24
2.1.2.Depresyonun Tarihçesi
Depresyon bilinen psikiyatrik bozuklukların en eskilerinden biridir. Eski Ahit’te ve klasik
Hindu tıbbi metinlerinde izine rastlamak mümkündür. Bazı mitolojilerde, eski ve yeni
dinlerde Tanrı'ya başkaldıran, insana bütün kötülükleri yaptıran varlık şeytan olarak kabul
edilmektedir.
M.Ö.1400-1500 yıllarında Hindistan'da şeytan, depresyonların ortaya
çıkmasında rol oynayan tek etken olarak görülmüştür. İlk çağda Platon ruhsal hastalıkların
doğa ve doğaüstü güçlerden kaynaklandığını ileri sürmüştür. Melankolinin nedeni olarak
tanrıları ve doğaüstü güçleri göstermiştir. 25
Tanımlanan ilk ruhsal rahatsızlıklardan biri olan depresyonu tıp literatüründe ilk tanımlayan
Hipokrat olmuştur. Hipokrat bu durumu kara safra olarak belirtmiş ve melankoli olarak
adlandırmıştır. Hipokrat "kara safra" anlamına gelen melankoli terimiyle, karaciğer ve safra
yollarındaki bozukluklardan kaynaklanan durgunluk, isteksizlik, ilgisizlik, uykusuzluk, kaygı
ve intihar düşünceleriyle ortaya çıkan melankoli olarak adlandırdığı bir hastalık tablosunu
tanımlamıştır. 26
Depresyona yatkınlığın fizyolojik bir bozukluğa bağlı olduğu eski Grek literatüründe geniş
kabul görmüş, Aristo’nun “Problemata” kitabında ve Galen’in yazılarında tanımlanmıştır.
Eski çağlarda uygulanan pek çok değişik tedavi türü, göz önüne alındığında, “nepenthes” adlı
morfin türevinin antidepresif amaçlı kullanımı dikkat çekicidir. 27
Orta çağda, ruhsal bozuklukların ve hastalıkların tanımlanmasında ve sınıflandırılmasında
İslam dünyası ağırlık kazanmıştır. Razi; insanın yaşantısını bitkisel, hayvansal ve mantıksal
adını alan üç ayrı ruh durumunun oluşturduğunu ileri sürmüştür. Bu üç ruh durumlarının
5
eksikliğinin veya fazlalığının ruhsal bozukluğa yol açacağını belirtmiştir. Yeniçağda ruhsal
bozukluk ve hastalıkların sınıflandırılmasında eski İslam, Roma ve Yunan hekimlerinin
düşünceleri ön plana çıkmıştır. Fransa'da Fernel ruhsal bozuklukları ve hastalıkları beynin
zarlarını, yapısını ve karıncıklarını bozan nedenlere bağlı olarak üç gruba ayırmıştır. Birinci
grupta baş ağrılarına, ikinci grupta ateşli akıl hastalıkları ve maniye, üçüncü grup ise baş
dönmesi, epilepsi, karabasan, kasılma ve titremeye yer vermiştir. İngiltere'de Timothy Bright,
"Melankoli" adlı kitabında melankoliyi doğal ve doğal olmayan şeklinde iki gruba ayırmıştır.
Doğal melankoliye kara safranın yol açtığını savunmuştur. İngiltere'de Thomas Willis, beyin
ve ruh sağlığı hastalıklarının ortak nedenlerden kaynaklandığını düşünmüştür. 1621’de Burton
“Melankolinin Anatomisi” adlı kitabında melankolinin değişik tiplerini tanımlamış, bunlara
ilişkin belirtileri, bulguları ve ayrıcı tanıları belirlemiş ve beyin yapısıyla ilgili açıklamalar
getirmiştir. 28
Yakınçağda ruh hastalıklarının tanımlanmasında ve sınıflandırılmasında Pinel önemli görüşler
öne sürülmüştür. Nitekim kendinden önce var olan tüm isimlendirme ve sınıflandırmaları
inceleyerek ruh hastalıklarını mani, melankoli, bunama ve zekâ geriliği olarak dörde ayırmış
ve bu hastalıkların yapısal bozukluklar sonucu ortaya çıktığını savunmuştur. Duygulanımla
ilgili hastalıkların kapsamlı tanımlaması ve sınıflandırılmasını önce Kahlbaum, sonra
Kraepelin tarafından gerçekleştirilmiştir. Kahlbaum Almanya'da "distimi", "siklotimi"
terimlerini tanımlamış ve bu terimlerin kapsamı içine giren duygulanım bozukluklarını
sınıflamıştır. Kraepelin'le başlayan, akıl hastalıklarını nedenlerine göre tanımlayıp
sınıflandırma görüşü, duygu durum bozukluklarını sınıflandırmalarda daha sonra da etkisini
sürdürmüştür. Özellikle 1968 yılında yayınlanan DSM-II'de Kraepelin'in yaklaşımı etkili
olmuş, psikanalizin de etkisiyle depresyon etiyolojik olarak sınıflandırılmaya devam etmiştir.
1980 yılında yayınlanan DSM-III ve 1987'de yayınlanan DSM-III-R’de bu yaklaşım
6
değişikliğe uğramış, depresyonun klinik görüntüsünün endojenliği hakkında fikir vermeyeceği
kabul edilerek depresyon bir durum olarak tanımlanmaya başlamıştır. 29
Günümüzde, ülkemizde de yaygın biçimde kullanılan "DSM-IV Tanı Ölçütleri" ve "ICD-10
Ruhsal ve Davranışsal Bozukluklar Sınıflandırması" "Duygudurum Bozuklukları" başlığı
altında farklı depresyon ve mani tiplerine yer vermiş, bunların tanı ölçütlerini sıralamıştır.
2013 yılının Mayıs ayında, Amerikan Psikiyatri Birliği tarafından oluşturulan DSM’nin son
sürümü olan DSM V kullanıma girmiştir.
2.1.3.Depresyonun Epidemiyolojisi
Depresyon toplumda en yaygın görülen hastalıklardan birisidir. Son on yıl içinde Avrupa
ülkelerinde ve Amerika’da yapılan büyük ölçekli çalışmalarda depresyon sıklığı %6,7 ile %87
arasında bulunmuştur. 30
Amerika
Birleşik
Devletleri’nde
yapılan
iki
epidemiyolojik
çalışma,
1991’deki
Epidemiyolojik Alan Çalışması (ECA) ve Ulusal Eş Tanı Çalışması (NCS)’dır.
ECA
çalışması, majör depresif bozukluğun yaşam boyu ve yıllık yaygınlığını sırasıyla %4,9 ve
%2,7 olarak bildirmiştir. NCS’de ise yaşam boyu ve yıllık yaygınlıkları sırasıyla % 6,2 ve
%6,6’dır.16 31 32
Mathers ve Loncar’ın, 2006’da Dünya Sağlık Örgütü’ne bağlı olarak, mortalite ve hastalık
yükü tahminleri ile ilgili yapmış oldukları çalışmaya göre, 2030’da hastalıklı geçen yıl sayısı
açısından üç hastalık için karamsar bir tablo olduğu bildirilmiştir: Bunlar; HIV/AIDS,
unipolar depresif bozukluk ve iskemik kalp hastalığıdır. 33
Altı Avrupa ülkesinde yaşayan 21425 kişi üzerinde yapılmış bir araştırmada ise yaşam boyu
herhangi bir duygudurum bozukluğunun yaygınlığı %14 bulunmuş, en sık görülen ruhsal
bozukluğun majör depresyon olduğu bildirilmiştir. Çalışmada depresyonun yaygınlığı %3,67
8,5 arasında değişmekte olup, kadınlarda erkeklerden iki kat fazla olduğu belirtilmiştir.
34
Japonya’da yapılan bir çalışmada majör depresyonun yaşam boyu yaygınlığı %2,9
bulunmuştur. 35
Majör depresyonun başlama yaşı tüm insanların %50’sinde 20 ve 50 yaşları arasında olmak
üzere, başlama yaşının ortalaması 40’tır. Ancak yakın zaman epidemiyolojik verileri 20
yaşından genç insanlar arasında majör depresif bozukluk sıklığının artmakta olabileceğini
düşündürmektedir. 36
Türkiye’de ruhsal hastalıkların yaygınlığı belirlemek için ülke genelini temsil eden en önemli
çalışmalardan biri Dünya Sağlık Örgütü’nün projesi kapsamında 1995-1996 yılları asında
yapılan Türkiye Ruh Sağlığı Profili araştırmasıdır. 18 yaş ve üstü 7479 kişi ile yapılan
görüşmeler sonucunda, son 12 aydaki tanılar göz önüne alındığında görüşülen kişilerin
%17,2’sinde en az bir ruhsal hastalık tanısı, %7,2’sinde depresif bozukluk tanısı konmuştur. 37
Ülkemizde değişik toplum kesimlerinde standart tanı ölçek ve ölçütleri kullanılarak yapılan
kesitsel alan araştırmalarında elde edilen sonuçların değerlendirildiği bir çalışmada, toplum
içinde genel olarak, depresif belirtilerin %20, sağaltımı gerektirir klinik düzeyde depresyonun
ise %10 dolayında prevalansları olduğu bildirmektedir. Ayrıca oranlarda depresyonu olanların
yaklaşık üçte birinde bu bozukluğun kronikleştiği de görülmektedir. 38
Türkiye Kronik Hastalıklar ve Risk Faktörleri Sıklığı Çalışması’na göre, toplumda depresif
bozukluk (majör+minör) sıklığı %9,3 olarak bulunmuştur. 39
Depresif bozukluklardan en ciddi seyredeni majör depresyon olup aynı zamanda en sık
görülen duygudurum bozukluğudur. Tek bir nöbet ya da yineleyici nöbetler şeklinde
görülebilir. Majör depresif bozukluk her yaşta görülebilir, ancak orta yaşlarda ve özellikle de
40-50 yaşları arasında daha sık izlenir. Kadınlarda erkeklere göre 2 kat daha sık görülür.
8
Yaklaşık her 4 kadından birisi ya da her 8-10 erkekten birisi yaşamları boyunca bir majör
depresif bozukluk dönemi geçirmektedir. 40
2.1.4.Depresyonun Güncel Sınıflandırması
DSM-V’in DSM-IV’ten farklı birkaç noktası bulunmaktadır. Buna göre DSM-V’e “Yıkıcı
Duygudurumu Düzenleyememe Bozukluğu ve “Premenstrüel disforik bozukluk isimli iki
depresif bozukluk daha eklenmiştir ve “Distimik Bozukluk” şeklindeki isim “Süregen
Depresif Bozukluk” olarak değiştirilmiştir.
DSM-V’ e göre depresif bozukluk alt grupları şu şekildedir:
•
Majör depresif bozukluk
•
Distimik bozukluk
•
Yıkıcı duygudurumu düzenleyememe bozukluğu
•
Premenstrüel disforik bozukluk
•
Madde / İlaç kaynaklı depresif bozukluk
•
Başka medikal duruma bağımlı depresif bozukluk
•
Diğer belirtilen depresif bozukluk
•
Tanımlanmamış depresif bozukluk
2.1.4.1.Majör Depresif Bozukluk
Ardışık iki hafta boyunca neredeyse her gün günün büyük kısmında ortaya çıkan aşağıdaki
semptomlardan en az beş tanesinin bulunması gerekir.
•
Depresif ruh hali- üzüntü, çökkünlük, boşluk, çaresizlik hissi
•
İlgi ve zevk kaybı
•
Uykusuzluk veya aşırı uyuma
9
•
İştah kaybı ya da kilo değişikliği
•
Psikomotor retardasyon veya ajitasyon
•
Düşük enerji
•
Kötü konsantrasyon
•
Değersizlik veya suçluluk düşünceleri
•
Tekrarlayan ölüm veya intihar düşünceleri
Bu belirtiler önemli sıkıntıya yol açabilir veya psikososyal fonksiyonlarda bozukluğa sebep
olabilir. Ayrıca bu belirtiler madde kullanımının veya genel tıbbi bir durumun fizyolojik
etkilerine bağlı değildir. Semptomlardan biri depresif ruh hali veya ilgi kaybı olmalıdır. 41
2.1.4.2.Distimik Bozukluk
En az 2 yıl boyunca kronik olarak günün önemli bir kısmında çökkün duygudurum varlığı
olarak tanımlanabilir. Kişiler duygudurumlarını üzgün veya dibe vurmuş olarak tanımlarlar.
Çökkün duygudurum dönemleri, iştahsızlık veya aşırı iştah, uykusuzluk veya aşırı uyuma,
yorgunluk, özgüven eksikliği, konsantre olamama veya karar vermede zorluk çekme
çaresizlik durumlarından en az ikisini içerir. 41
2.1.4.3.Yıkıcı Duygudurumu Düzenleyememe Bozukluğu
En az bir yıldır devam etmek üzere, 10 yaşından önce başlayan bir bozukluktur. İrritabl ve
sinirli duygudurum söz konusudur. Haftada en az üç kez yineleyen öfke nöbetleri vardır. 41
2.1.4.4.Premenstruel Disforik Bozukluk
Semptomları belirgin çökkün duygudurum, anksiyete, emosyonel labilite, ilgi kaybı
şeklindedir. Düzenli olarak luteal fazın son haftasında başlar, menstruasyondan birkaç gün
sonra sona erer. 41
10
2.1.4.5.Madde / İlaç Kaynaklı Depresif Bozukluk
Madde kötüye kullanımı, ilaç veya toksinlerin doğrudan fizyolojik etkileriyle ilişkili belirgin
ve inatçı çökkün duygudurumdur. 41
2.1.4.6.Tıbbi Durumlar
Vasküler hastalıklar, demans ve depresyon, diyabet, koroner arter hastalıkları, kanser tanısı,
kronik yorgunluk sendromu, fibromiyalji, hipotiroiti gibi tıbbi durumlara bağlı depresyon
açığa çıkabilir. 41
2.1.4.7.İlaçlara Bağlı Depresyon
Rezerpin, beta blokerler, kalsiyum kanal blokerleri, ACE inhibitörleri, antikolesterol ilaçlar,
antiaritmik ilaçlar, kortikosteroidler, oral kontraseptifler, antiepileptikler, antineoplastik
ilaçlar, antihistaminikler, antibiyotikler, antipsikotikler, sedatif ve hipnotikler, antidepresan
ilaçların kesilmesi ilaçlara bağlı depresyon nedenleri arasındadır. 41
2.1.5.Depresyonun Etiyolojisi
2.1.5.1.Biyolojik Etkenler
Günümüzde depresyon oluşumunda özellikle serotonerjik ve noradrenerjik sistemler olmak
üzere beyindeki nörotransmitterlerle ilgili işlevsel bozuklukların önemli rol oynadığı
düşünülmektedir. Depresyonda izlenen bu işlevsel bozukluklar ya beyin işlevlerinde ortaya
çıkan değişikliklerden etkilenerek oluşmakta ya da depresyonun bizzat kendisi bu
değişimlerin oluşumunda rol oynamaktadır. Genel yaklaşım ilk olarak nörotransmitter
sistemleri arası dengenin bozulduğu şeklindedir. Yani nörotransmitter işlev patolojileri ilk
basamağı oluşturmakta ve bu değişiklikler hücresel düzeydeki patolojileri etkileyerek
depresyon oluşumuna yol açabilmektedir. Serotonin sistemi beyindeki en büyük
11
nörotransmitter sistemi topluluğudur ve serotonin nöronları beynin tüm bölgelerini inerve
eder. Hipokampus, amigdala ve temporal loblar gibi limbik beyin bölgeleri ve duyusal iletide
rol oynayan talamus en yoğun inerve edilen alanlardandır. Depresyonda en fazla sözü geçen
nörotransmitter seratonindir. Depresyonun nörobiyolojik açıklamasına yönelik birçok
çalışmada “serotonin hipofonksiyonu”ndan söz edilir. Bunun dışında noradrenalin,
nöropeptitler ve nörotrofinler de depresyon etiyolojisinde rol almaktadır. 42
2.1.5.2.Nöroendokrin Değişiklikler
Mizaç bozukluklarında endokrin sistemle ilgili çeşitli düzensizlikler saptanmıştır.
Nöroendokrin eksenlerin düzenli çalışmasındaki temel yapı olan hipotalamus, biyojenik
aminleri kullanan çok sayıda nöronla bağlantılıdır. Bu yüzden endokrin düzensizlikler genelde
birincil bir bozukluktan çok, altta yatan beyinle ilgili bir işlev bozukluğunun yansıması olarak
düşünülmektedir. Mizaç bozukluklarında en çok saptanan düzensizlik adrenal, tiroit ve
büyüme hormonu eksenlerindedir. Depresif hastalarda serum kortizol düzeyi yüksekliği
biyolojik psikiyatride en eski bulgulardan biridir. Genel olarak kortizol geribildirim
düzeneğinde bozulma olduğu görüşü hâkimdir. Yapılan araştırmalarda depresyonda
kortikotropin salgılatıcı hormon (CRH)'un fazla salgılandığı, CRH'ye ACTH yanıtın azaldığı
ayrıca kortizolün günlük salınma ritminin bozulduğu bildirilmiştir. Tiroit hastalıklarında
duygu durumu ile ilişkili belirtiler sık görülür. Ayrıca çok sayıda araştırmada mizaç
bozukluğu olanların tiroit ekseninde düzensizlikler saptanmıştır. Bu yüzden bu hastalarda
tiroit fonksiyon testlerinin rutin olarak yapılması önerilmektedir. Majör depresyonu olan
hastaların yaklaşık 1/3'ünde TRH'ye TSH yanıtının azaldığı saptanmıştır. 43
2.1.5.3.Uyku Bozuklukları
Depresyonda uykunun sirkadyen ritmi sıklıkla bozulur. Uykuya dalmada güçlük, erken
uyanma, sık sık uyanma ve hipersomni sık görülür ve önemli depresyon belirtilerindendir.
12
Uyku elektroensefalografisinde uykuya dalmanın geciktiği, hızlı göz hareketleri (REM)
uykusunun latensi kısaldığı, ilk REM periyodunun uzadığı ve anormal delta uykusu ortaya
çıktığı gösterilmiştir. 44
2.1.5.4.Genetik Yatkınlık
Psikiyatrik hastaların etiyopatogenezinde genetik geçişin de rol oynadığı bilinmektedir.
Özellikle monozigot ikizlerde bu psikiyatrik tabloya daha sık rastlanması; aile prevalansının,
popülasyon prevalansından daha yüksek değerler göstermesi bu düşünceyi desteklemektedir.
Affektif bozukluklarda genetik monozigot ikizlerde %50-100 arasında değişmekte iken,
dizigot ikizlerde %25 oranlarında görülmektedir. Genetik belirleyiciler olarak; ABO kan
grubu, HLA antijeni, Xg, trombosit MAO aktivitesi, G-G-PDH, membran transport özelli¤i
ve renk körlüğü çalışılmıştır. Sonuçlara dayanarak depresyonda ailesel bir gidiş olduğu kabul
edilmektedir. Depresyonda genetik etkenlerin önemli olduğu kabul edilirken, geçişin nasıl
olduğu tam olarak bilinmemektedir. Genel olarak kabul edilen görüş, depresyonda genetik
geçişin tam olmayan bir penetrasyonla poligenetik ve heterojen olduğudur. 45
2.1.5.5.Biyolojik Beden Saati
Biyolojik beden saati aynı zamanda sirkadyen ritm adını da alır. Sirkadyen ritimde meydana
gelen ilerleme, gecikme veya bozulmaların psikiyatrik hastalıklarla ve özellikle de bipolar
depresyon, major depresyon ve mevsimsel affektif bozukluklar gibi duygudurum bozuklukları
ile güçlü bir bağlantısı vardır. Bazı duygudurum düzenleyicileri ile uyku yoksunluğu ve ışık
tedavisi gibi uygulamalar etkilerini sirkadyen sistemde değişiklik yaparak gösterir. 46
2.1.5.6.Psikolojik Etkenler
Depresyonu sadece biyolojik nedenlerle açıklamak olanaksızdır. Sadece biyolojik nedenlere
bağlı olarak ortaya çıkan depresyonlar olmasına karşın birçok nedenle oluşan depresyonlar da
13
olabilmektedir. Çeşitli yaşam olayları, yakın bir kişinin ölümü, ekonomik durumun
kötüleşmesi, kişinin sosyal statüsünün etkileyen olaylar depresyona neden olabilmektedir. 47
2.1.6.Depresyon Risk Faktörleri
2.1.6.1.Cinsiyet
Tek uçlu majör depresyon vakaları kadınlarda yaklaşık iki kat fazla görülür. Bu farklılık erken
erişkinlik döneminde başlar ve 30-45 yaşlar arasında belirginleşir. Hayat boyu da aynı oranda
devam eder. Burada kadınların hayat boyu karşılaştıkları hormonal değişikliklerin daha fazla
oluşu ve ani oluşları (menstrüel sikluslar, gebelik dönemlerindeki değişimler, post partum
dönemlerdeki ani değişiklikler ile menopoz dönemleri) etkili görülmektedir. Aynı zamanda
kadınların stres olaylarına karşı artmış duyarlılık hallerinin mevcudiyeti, daha çok uyumsuz
başa çıkma yöntemlerini kullanmaları, buna karşılık erkeklerin madde ve alkol kullanımına
başvurmak suretiyle daha çok depresif belirtilerini baskıladıkları gerçeği yatar. 48
Dünya Sağlık Örgütü’nün 2009’da cinsiyet ve mental bozukluklarla ilgili yapmış olduğu
çalışmasının sonuçlarına göre, araştırmanın yapıldığı tüm ülkelerde tutarlı bir şekilde majör
depresif bozukluk ve distimik bozukluk açısından kadınların yaşam boyu riski anlamlı
derecede yüksektir, kadın/erkek risk oranları ülkelere göre 1,3-2,6 arasında değişkenlik
göstermektedir. 49
2.1.6.2.Yaş
Depresyon erken çocukluk yıllarından ileri yaşlara dek her yaşta görülebilen bir bozukluktur.
Son yıllardaki çalışma sonuçları ve görüşler, depresyonun sıklığının ve yaygınlığının gençler
arasında giderek arttığı yönündedir. Bunun nedeni daha çok alkol ve diğer maddelerin
kullanılmasındaki artışa bağlanmaktadır. 50 51
14
İlerleyen yaşın depresyon için bir risk etkeni olduğu bilinmektedir. Birçok araştırmada yaş ile
depresif belirtiler arasında pozitif ve doğrusal bir ilişki tanımlanmıştır Yaşlılığın tek başına
depresyon riskini artırmadığı; yaşlı nüfusta görülen depresyonlarda çok sayıda etkenin rolü
olabileceği düşünülmektedir. İlerleyen yaşla birlikte ortaya çıkabilen fiziksel yeteneklerde
azalma, bilişsel işlevlerde ve gündelik aktivitelerde gerileme, sosyal ilişkilerde zayıflama,
ekonomik durumda kötüleşme, kişinin yalnız yaşaması, sosyal destek sistemlerinin zayıf
olması gibi etkenlerin depresyon görülme sıklığını artırdığını gösteren çalışmalar vardır. 52
2.1.6.3.Medeni Durum
Çalışma sonuçları depresyonun medeni duruma göre dağılımında farklılıklar göstermektedir.
Birçok çalışmada depresyonun ayrılmış, boşanmış ya da dullarda daha yüksek oranda olduğu
bulunmuştur. Depresyonun bekârlarda daha yüksek, evlilerde düşük görüldüğü de ileri
sürülmektedir. Evlilik ilişkilerinin kötü olması depresyon riskini arttırmaktadır. Depresyon
riski, medeni durum açısından en fazla ayrılmak isteyen veya boşanmış kadınlar grubunda
bulunmuştur. Bazı araştırmalarda ise, yalnız erkeklerle evli kadınlar grubunun, daha fazla risk
taşıdıkları ifade edilmiştir Yalnız yaşayanlarda, evli olanlara göre, depresyon gelişme riski iki
kat daha fazladır. Brown ve Moran’ın 1997 yılında yaptığı çalışmalarında eş kaybının
depresyonun ilk epizoduyla ilişkili önemli bir çevresel stres etkeni olduğu görülmüştür. 53 54 55
2.1.6.4.Aile Öyküsü ve Genetik Özellikler
Kendler, 1999 yılında yaptığı çalışmada kişinin birinci dereceden biyolojik akrabalarında
majör depresyon öyküsü varsa, kendisinde de depresyon görülme olasılığının arttığını ifade
etmiştir. Biyolojik akrabasında majör depresyon olanlarda, hastalanma oranı erkeklerde %11,
kadınlarda %18 düzeyindedir. Leonhard, bipolar grupta unipolara göre daha fazla genetik
yüklülük olduğuna değinmiş ve çeşitli 22 çalışmalarda bipolar gruptaki hastaların ailelerinde
15
hipomani, unipolar hastaların ailelerinde ise depresyon eğiliminin daha fazla olduğu
belirtilmiştir. 56
2.1.6.5.Sosyo-Ekonomik Düzey
Kesin bir bulgu olmamakla birlikte düşük sosyoekonomik durum ile depresyon arasında bir
bağlantı kurulmuştur. Özellikle düşük sosyoekonomik sınıftan çalışılan kadınlardaki
depresyon oranı, daha yüksek sosyoekonomik sınıfta olan hemcinslerine göre daha yüksek
bulunmuştur. Kırsal kesimde şehirlere göre depresyonun daha fazla görüldüğü öne
sürülmüştür. Bu konuda ülkemizdeki araştırmalar kesin bir sonuç vermemekle birlikte,
ampirik gözlemler bu görüşü desteklemektedir. 57
2.1.6.6.Puerperal Etkenler
Doğum sonrası dönemde annede, geçici ve kendini sınırlayıcı ruhsal durum değişiklikleri
olabilmektedir. Bu durum doğum sonrası hüzün şeklinde de adlandırılmaktadır. Postpartum
depresyon, genellikle doğum sonrası 3. ya da 4. günde ortaya çıkar; semptomlar geçici olup,
bir kaç haftaya kadar sürebilir. Semptomlar yeni annelerin çoğu tarafından yaşanmaktadır. 58
2.1.6.7.Diğer Risk Etmenleri
Çeşitli çalışmalar birçok bedensel hastalığın depresyon için risk oluşturduğunu ortaya
koymuştur. Bunlar arasında virütik hastalıklar (influenza, AIDS), endokrin hastalıklar
(diyabet, guatr), nörolojik hastalıklar (epilepsi, migren, inme, parkinsonizm, Alzheimer),
ameliyatlar (histerektomi, transplantasyon, sterilizasyon), romatoid artrit, kanser, alkol ve
madde bağımlılıkları sayılabilir. 59 60
Diyabet, myokard enfarktüsü, kanser, inme gibi kronik hastalıkları olan kişilerin %25’inde
depresyon gelişmektir. Hipotiroidili hastaların % 50’sinde depresyon mevcuttur. Hipertroidi
16
tanısı alan hastalarda prodromal dönemde %14’ünde depresif semptomataloji, hipertroidi
seyir sırasında %23 sıklığında majör depresyon bildirilmektedir. 61
Bu risk faktörleri dışında son yıllarda dikkat çeken göç olayları da risk faktörleri arasında
sayılmaktadır. Özellikle göçmen kadınlarda risk yüksektir.
62
Yapılan bir çalışmaya göre
evsizlerde depresyon riski daha yüksektir.63
2.1.7.Depresyonun Kliniği
2.1.7.1.Duygulanım Bozukluğu
Depresif duygudurum depresyonun temel özelliğidir. Hemen her hastada izlenir ve olmaması
durumunda depresyon tanısından uzaklaşılır. Çökkün duygudurum; yaşamdan zevk alamama,
karamsarlık, kendini kederli ve elemli hissetme, moral bozukluğu, umutsuzluk, mutsuzluk,
hüzün ve kendini boşlukta hissetme duygusu, kötümser düşüncelerle karakterizedir ve
devamlılık gösterir. Hastaların büyük bir kısmı kendilerini sabahları daha kötü hissederler.
İlgi azlığı ve anhedoni; hasta daha önce işine ve çevresine gösterdiği ilgiyi gösteremez. Daha
önce yapmaktan zevk aldığı etkinliklerden zevk alamaz hale gelir 64
2.1.7.2.Bilişsel Bozukluklar
Depresyona bağlı bilişsel bozukluk genellikle hasta tarafından bir yakınma olarak getirilir.
Psikiyatrik görüşme sırasında, yanıt bulmada güçlük bilişsel kayba bağlıdır. Bu durum
genellikle depresyondaki kişilerde, fark edilir sıkıntı ve anksiyeteye neden olmaz. Sıklıkla
"Bilmiyorum" yanıtı alınır. Tekrarlanan klinik görüşmelerde depresyonda genellikle farklı
düzeylerde bilişsel kayıp saptanır. Bilişsel işlevin özellikle sabahları daha bozuk olması
depresyon lehine bir bulgudur. Depresif hastalardaki bellek kusuru daha çok dikkatin
yoğunlaştırılması ve sürdürülmesindeki bozuklukla ortaya çıkar. İleri derecede psikomotor
retardasyon söz konusu değilse, hastanın zorlamayla dikkatini toplayabildiği ve bilişsel
17
kayıpta bir miktar düzelme olduğu saptanır. Depresyondaki bilişsel gerileme genellikle
hızlıdır, belirgin affektif semptomların eşlik ettiği görülür. Depresyonda günlük yaşam
aktivitelerindeki kayıp, genellikle bilişsel bozuklukla uyum göstermez. Beklenenden çok daha
iyi performansa sahip oldukları saptanır. 65
2.1.7.3.Davranış Bozukluğu
Hastanın her halinde genel bir çöküntü vardır. Konuşma yavaşlamış, enerjisi tükenmiş gibidir.
‘Psikomotor Retardasyon’ adı verilen bir tablo hâkimdir. Melankoliklerde hiç konuşma
olmayabilir. Bazen stupor halindedir, bir kısmı anksiyetelidirler. Ellerini ovuştururlar,
yerlerinde duramazlar, sürekli gezinirler, inlerler, şikayetçidirler, kötümserdirler ve her şeye
itiraz ederler. Motor huzursuzluk içindedirler. Bu durum daha çok yaşlılarda görülür. Genç
hastalar ve 50 yaşlara kadar olan erişkinlerde tablo daha ziyade retarde görünümündedir.
Çocuklar irritabl olabilir. 66
2.1.7.4.Bedensel Belirtiler
Majör depresyonun duygudurum bozukluğu belirtileri yerine somatik yakınmalarla ortaya
çıkması sık rastlanan bir durumdur. Bedensel yakınmalar bazen depresyonun en önde gelen
belirtileri olabilir. Vücutta ağrılar ve sızılar, barsak düzensizlikleri ve sindirim sorunları sık
görülür. Birinci basamak sağlık hizmetlerine başvuran depresif hastalar, hüzün ve çökkünlük
yerine sıklıkla baş ağrısı, epigastrik ağrı, göğüste baskı hissi gibi bedensel yakınmalarından
bahsederler. Depresyonda en sık görülen somatik belirtilerin ağrı, halsizlik, yorgunluk,
sersemlik hissi, nefes darlığı, çarpıntı, gastrointestinal yakınmalar, vücudun çeşitli yerlerinde
karıncalanma ve cinsel işlev bozukluğu olduğu ileri sürülmüşse de, bunların sadece
depresyona veya herhangi bir psikiyatrik bozukluğa özgü somatik bir belirti olmadığı
unutulmamalıdır. Bununla birlikte “ağrı” ile depresyon ilişkisi, üzerinde çalışılmayı hak eden
bir konudur. Depresif hastaların ortalama %54’ünde baş ağrısı tespit edilmiştir. Kronik
18
idiopatik ağrıda depresyon prevalansı, farklı araştırmalara göre %10 ile %100 arasında
bildirilmiş, ancak son çalışmalarda %30 ile %60 arası prevalansın daha doğru olduğu
belirtilmiştir. 67
2.1.8.Depresyonun Ekonomik Maliyeti
Depresyon kronik, tekrarlayıcı ve toplumda oldukça sık görülen bir ruhsal bozukluktur.
Tedavi edilmeyen ağır depresyon özkıyım için en önemli risk faktörlerinden biridir.
Depresyonda özkıyım riskinin genel popülasyondan 20-30 kat fazla olduğu ve hastaların
%15’i özkıyım sonucu öldüğü bildirilmektedir. 68
Depresyonun 2004 yılında Avrupa Birliğine maliyeti 118 milyar Euro’dur. Amerika Birleşik
Devletleri’nde yapılan bir çalışmada depresyonun ekonomik yükü 52,9 milyar Dolar olarak
hesaplanmıştır. Toplam ekonomik yükü 1990 yılında 77,3 milyar dolar iken 2000 yılında bu
miktar %7,4 artışla 83,08 milyar Dolara yükselmiştir. 69
Depresyonun ekonomik yükü hesaplanırken çeşitli değişkenler kullanılır. Bu değişkenlerden
bazıları depresyonun o toplumdaki yaygınlığı, tedavi yüzdesi, ne düzeyde tedavi edildiği ve
ne kadar yeti yıkımına yol açtığıdır. Bu faktörlerin her hangi birindeki değişme hesaplanacak
yükü, hastalık yükünü veya maliyet analizini etkileyecektir. Depresyonun birçok hastada okul,
ev, iş yaşamındaki günlük aktivitelerini ciddi anlamda etkilediği, sosyal yaşamda geri
dönüşümsüz problemlere yol açtığı, eğitim hayatını bozduğu, evlilik sorunlarına yol açtığı
görülebilir. 70
Maliyet analizlerine yönelik yapılan çalışmalarda depresyonun doğrudan veya dolaylı
maliyetleri hesaplanarak toplam ekonomik yükü belirlenmiştir. Toplam depresyon maliyetinin
ortalama %90’ının dolaylı sebeplerden kaynaklandığı ve özellikle azalmış üretimin en önemli
belirleyici olduğu saptanmıştır. Ancak birçok ülkede sadece sağlık sisteminde yapılan
19
doğrudan harcamalar hesaba katılmaktadır. Bu yaklaşım depresyonun maliyetinin birçok
bölgede doğru hesaplanmamasına yani mevcut ekonomik yükün yanlış ele alınmasına neden
olmaktadır. 71
2.1.8.1.Doğrudan Maliyetler
Doğrudan maliyetleri etkileyen birinci faktör yatan hastaların tedavi ücretleridir. Bu da iki
temel bileşenden oluşur. Birincisi hastanın bir yıl içerisinde tekrarlayan yatış sayısı ve
bunların her bir yatıştaki maliyeti, diğeri ayaktan başvuruların maliyet hesaplamalarıdır. Bu
konuda yapılan çalışmaların büyük bir kısmı Avrupa ve Kuzey Amerika ülkelerinde
yapılmıştır. 72
2008 yılında Japonya’da yapılan bir çalışmada depresyonun Japonya’ya yıllık toplam maliyeti
11 milyar Dolar olarak hesaplanmıştır. Bu, her bir depresif hastaya ortalama 4836 Dolar
harcandığı anlamına gelir. Bu çalışma toplam maliyetin %14,2’sinin doğrudan maliyetlere
bağlı olduğunu ortaya koymuştur. 73
2.1.8.2.Dolaylı Maliyetler
Dolaylı maliyetler genel olarak iki başlık altında ele alınmaktadır. Bunlar depresyona bağlı
özkıyım maliyeti ve işyeri maliyetidir. Güney Kore’deki bir çalışmada özkıyım ve erken
ölüme bağlı maliyetler dolaylı maliyetlerin %22,8’ine karşılık gelirken işyeri maliyet kaybı
%73,1’e karşılık gelmektedir. Depresyon erişkin çağdaki insanlar için önde gelen bir tıbbi
yetiyitimi
nedenidir.
Yapılan
çalışmalarda
depresif
bireylerin
%80’inin
günlük
işlevselliklerinde sorunlar yaşadığı ve bu kişilerin haftada çalışma zamanlarından en az 5,6
saatlik bir iş gücü kaybı olduğu saptanmıştır. Öte yandan, depresif belirtileri olan kişilerin
diğer arkadaşlarına oranla 2,1 kat daha fazla hastalık izni aldıkları ve çalışsalar bile
20
konsantrasyon güçlüğü, yeterince etkin olamamaları, düzeni sağlayamama gibi nedenlerden
dolayı işyerinde üretkenliklerinin düşük olduğu bildirilmiştir. 74
2.1.9.Depresyonda Tanı
Tanı konulması için depresif duygudurumu ya da ilgi azlığı ve alışagelmiş etkinliklerden zevk
alamama (anhedoni) belirtilerinden birinin bulunması zorunludur. Bunlara ek olarak
umutsuzluk, kötümser düşünceler, değersizlik duyguları, kendine güvende azalma, suçluluk
düşünceleri, yineleyici ölüm düşünceleri, konsantrasyon güçlüğü ve karar verme zorluğu,
uykusuzluk veya aşırı uyuma, iştahsızlık ve kilo kaybı ya da aşırı iştah ve kilo alımı
belirtilerinden bir kısmının varlığı gerekmektedir.
DSM-V majör depresif bozukluk ölçütleri şunlardan oluşmaktadır:
1. Hemen her gün, gün boyu süren depresif duygudurum,
2. Etkinliklere karşı ilgide azalma ve zevk alamama,
3. Önemli derecede kilo kaybı veya kilo alma,
4. Uykusuzluk veya aşırı uyku durumu,
5. Psikomotor ajitasyon ya da retardasyonun olması,
6. Yorgunluk ve bitkinlik ya da enerji kaybının olması,
7. Kendini değersiz hissetme ve suçluluk duyma,
8. Düşüncelerde yoğunlaşamama ve karar vermede zorluk,
9. İntihar düşüncesi, planı ve teşebbüsü. 41 75
2.1.10.Depresyonun Ölçümü
Depresyon değerlendirme ölçekleri depresyonun, şiddetinin belirlenebilmesi açısından
oldukça önemlidir, ancak tanı için mutlaka klinik gözlemin de göz önünde bulundurulması
21
gerekmektedir. Bütün depresyon değerlendirme ölçeklerinin güçlü ve zayıf yönleri olmakla
birlikte, bu ölçeklerin bazıları diğerlerine göre depresyonla ilgili yapılan araştırmalar için
yüksek standartlı olmaları açısından daha değerli görünmektedir. 76
2.1.10.1.Beck Depresyon Ölçeği
Beck depresyon ölçeği (BDÖ), Beck ve arkadaşları tarafından adölesan ve erişkinlerde
depresyonun davranışsal bulgularını ölçmek amacıyla 1961 yılında geliştirilmiştir.
Depresyonun şiddetini ölçmek, tedavi ile olan değişimleri izleyebilmek ve hastalığı
tanımlayabilmek amacıyla tasarlanmıştır. BDÖ'deki maddeler asıl olarak depresyonlu
hastaların psikoanalitik tedavileri sonucunda yapılan gözlemlere dayanmaktadır. Depresyona
özgü davranışlar ve semptomlar bir dizi cümle ile tanımlanmıştır ve her bir cümleye sayı
olarak 0-3 arasında numara verilmiştir. Yirmi bir maddeden oluşmaktadır ve maddeler hafif
formdan şiddetli forma göre sıralanmıştır. Kişilerden şimdiki durumlarını en iyi tanımlayan
ifadeyi işaretlemeleri istenmekte ve sonuç maddelerin toplamı ile elde edilmektedir. Şiddet
olarak;
0-9=
Minimal,
10-16=
Hafif,
17-29=
Orta,
30-63=
Şiddetli,
şeklinde
yorumlanmaktadır. Ölçek Türkçe'ye Beck depresyon envanteri ve Beck depresyon ölçeği
adıyla iki ayrı form olarak çevrilmiş, geçerlik ve güvenirlik çalışması yapılmıştır. BDÖ ile
diğer depresyon ölçekleri arasındaki korelasyon oldukça yüksektir. 77 78
2.1.10.2.Zung Depresyon Ölçeği
Zung depresyon ölçeği (ZDÖ), 1965 yılında Zung tarafından, depresyonun şiddetini ölçmek
amacıyla geliştirilmiştir. Maddeler depresyonun duygulanım, bilişsel, davranışsal ve
fizyolojik boyutlarını içermektedir. DSM-IV semptom kriterlerini kapsamasına karşın,
psikomotor retardasyon ve atipik depresyonda daha sık görülen iştah ve uyku artışı, kilo alımı
gibi maddeleri içermemektedir. ZDÖ 20 madde içermektedir, 10 madde olumsuz, 10 madde
ise olumlu olarak kurgulanmıştır. Her madde için denekler; hiçbir zaman veya çok ender
22
olarak= 1, bazen= 2, sık sık= 3, çoğunlukla veya her zaman= 4'ü işaretlemektedir. Kesme
noktalarına bakıldığında, ZDÖ skoru 50’den küçükse ise normal, 50-59 arası en hafif-hafif
düzeyde depresyon, 60-69 arası orta-belirgin düzeyde depresyon, 70 ve daha fazla ise şiddetli
depresyon olarak tanımlanmaktadır. Ölçeğin birçok dile çevirisi mevcut olup, transkültürel
çalışmalarda geçerlik ve güvenirliği kanıtlanmıştır. 79
2.1.10.3.Geriatrik Depresyon Ölçeği
Geriatrik depresyon ölçeği (GDÖ), Yesavage ve ark, tarafından 1983 yılında geriatrik
popülasyondaki
depresyon
hastalarında
depresyon
varlığını
araştırmak
amacıyla
geliştirilmiştir. GDÖ, yaşlı hastalar için geçerli bir tarama testi olması, skorlaması ve
uygulanmasının kolay olması amacıyla tasarlanmıştır. Maddeler; azalmış duygulanım, benlik
algısında zayıflama, motivasyon zayıflığı, gelecek yerine geçmişe yönelim, bilişsel sorunlar,
obsesif nitelikler ve ajitasyonu içermektedir. GDÖ 30 maddeden oluşmaktadır. Her maddeyi
hasta "Evet" ve "Hayır" şeklinde işaretlemektedir. Otuz maddenin 10'u olumsuz, 20'si ise
olumlu olarak kurgulanmıştır. 80
2.1.10.4.Edinburgh Doğum Sonrası Depresyon Ölçeği
Edinburgh doğum sonrası depresyon ölçeği, Cox ve ark tarafından 1987 yılında
geliştirilmiştir. On maddeden oluşan bir ölçektir. Her madde 0-3 arasında değişen puanlarla
ölçülmektedir. Bazı maddelerde en şiddetli yanıtlar başa, bazılarında ise sona konmuştur.
Skor 0-30 arasında değişmektedir. Kesme noktası olarak 12 ve üzerindeki skorlar olası majör
ve minör depresyona işaret etmektedir. Ölçek 1996 yılında, Türkçe'ye Engindeniz ve ark
tarafından uyarlanmış, geçerlik ve güvenirliği aynı ekip tarafından yapılmıştır. 81
23
2.1.10.5.Çocuklar İçin Depresyon Ölçeği
Çocuklar için depresyon ölçeği, Kovacs tarafından 1992 yılında, çocuklar ve gençlerde
depresyonun şiddetinin belirlenebilmesi amacıyla geliştirilmiştir. 6-17 yaş aralığında
uygulanmak üzere hazırlanmıştır. Toplam 27 maddeden oluşmakta; her madde çocuğun son
iki haftasını değerlendirerek, aralarında seçim yapabileceği üç cümle seti bulundurmaktadır.
Yanıtlara 0-2 arasında değişen puanlar verilir. Yüksek puan depresyon düzeyini gösterir,
kesme noktası 19'dur. 82
2.1.10.6.Hamilton Depresyon Derecelendirme Ölçeği
Hamilton depresyon derecelendirme ölçeği (HAM-D), 1960 yılında Hamilton tarafından
geliştirilmiş ve depresyonun şiddetini ölçmek amacıyla tasarlanmıştır. Depresif semptomları
ölçmek amacıyla klinisyen tarafından uygulanan ölçekler arasında en sık kullanılanıdır.
Orijinal ölçek 21 madde içermesine karşın, Hamilton ilk 17 maddenin kullanılmasını
önermiştir. HAM-D ölçeğinde maddeler 0-4 ve 0-2 arasında işaretlenmektedir. Ölçülebilir
şiddette olanlar 0-4 arasında derecelendirilir ve 4 puan, o semptomun şiddetli olduğunu
gösterir. Hamilton bazı semptomları ölçmenin ise oldukça zor olduğunu düşünüp 0-2 arasında
derecelendirmiştir. En yüksek 53 puan alınır. HAM-D psikiyatrik hastalıklar konusunda
deneyimi olan hekim, psikolog, sosyal çalışmacılar tarafından kolaylıkla uygulanabilir.
Türkçe geçerlik ve güvenirlik çalışması 1996 yılında HAM-D adıyla Akdemir ve ark,
tarafından yapılmıştır. 83
2.1.10.7.Montgomery-Asberg Depresyon Derecelendirme Ölçeği
Montgomery-Asberg depresyon derecelendirme ölçeği, 1979 yılında depresif semptomların
şiddetini ölçmek amacıyla majör depresif bozukluğu olan hastalarda kullanılmak üzere
geliştirilmiştir. Ölçek; toplam 10 maddeden oluşmakta ve 0-6 arasında derecelenmektedir.
24
Ölçek kolaylıkla uygulanabilmekte ve özel bir eğitim gerektirmemektedir. Ölçeğin Türkçe
geçerlik ve güvenirlik çalışması 2002 yılında Torun ve ark, tarafından yapılmıştır. 84
2.1.11.Depresyon Tedavisi
2.1.11.1.Farmakolojik Tedavi
Depresyon belirtilerinin sağaltımında kullanılan ilaçlar aşağıda sıralanmıştır.
a.Trisiklik Antidepresanlar: Sedatif etkileri olan trisiklik antidepresanlar (TSA), histaminerjik
reseptörler üzerindeki etkileri nedeniyle, uyku ve anksiyete belirtilerinde özellikle sağaltımın
ilk haftalarında olumlu düzelmeler sağlarlar. TSA’ların sağaltımın ilk haftalarındaki üstünlük
gibi görülen bu sedatif etkileri, psikomotor etkinliği kısıtladığı için kişinin sosyal
işlevselliğini de bozabilir. Depresyona anksiyete belirtilerinin eşlik ettiği olgularda yüksek
özkıyım riski nedeniyle, yüksek dozda güvenli değildirler. 85
b.Seçici Serotonin Gerialım İnhibitörleri: Seçici Serotonin Gerialım İnhibitörleri (SSGİ),
TSA’lara göre yan etkilerinin az olması nedeniyle daha güvenli ve ilaca uyum sorununun
daha az yaşandığı ilaçlardır. SSGİ’nin sağaltımın ilk günlerinde huzursuzluk, anksiyete ve
ajitasyonu geçici olarak arttırmaları, depresyonun ağırlaştığı duygusunu yaratabilir. Bu
nedenle, anksiyeteli ya da ajite depresyonu olanlarda SSGİ ile sağaltım sırasında yakından
izleme, ilgi, bilgilendirilme ve gereğinde sağaltım seçeneklerinin gözden geçirilmesi, özkıyım
olasılığının engellenebilmesi açısından önem taşır. 86
c.Serotonin ve Noradrenalin Gerialım İnhibitörleri: Venlafaksin, başka antidepressanlardan
kimyasal olarak farklı olan feniletilamin türevi bir antidepressan ilaçtır. Venlafaksin,
serotonin ve norepinefrin gerialımının potent bir inhibitörü ve dopamin gerialımının ise zayıf
bir inhibitörüdür. Muskarinik, nikotinik, histaminerjik, opioid veya adrenerjik reseptörlerde
aktiviteye sahip değildir. Mevcut antidepressanlardan daha hızlı bir antidepressan etki
25
başlangıcına sahip olduğu ileri sürülmüştür. Milnasipran depresyon tedavisi için Avrupa’da
mevcut olan bir serotonin ve noradrenalin gerialım inhibitörüdür. Dünyanın birkaç ülkesinde
antidepressan olarak pazarlanmıştır. Venlafaksin ve duloksetin ile benzer etki mekanizmasını
paylaşmaktadır. 87
2.1.11.2.Bilişsel Davranışçı Tedavi
Beck tarafından formüle edilen bilişsel terapi; depresyon, anksiyete, fobiler ve ağrı sorunları
gibi çeşitli ruhsal bozuklukları tedavi etmekte kullanılan etkin, yönlendirici, süresi sınırlı,
yapılandırılmış bir yaklaşımdır. Dayandığı kuramsal gerçek; bireyin duygulanım ve
davranışının o kişinin dünyayı nasıl, ne yollarla yapılandırdığı ile belirlendiğidir. Bilişsel
tedavide birçok bilişsel ve davranışsal stratejiden yararlanılmaktadır. Bilişsel yöntemler
hastanın özgül hatalı kavramlaştırmalarını ve uyuma yönelik olmayan varsayımlarını
tanımlayarak göstermeyi ve test etmeyi amaçlar. Bu yaklaşım hastayı eğitmek için
tasarlanmış, oldukça özgül öğrenme deneyimlerinden oluşmaktadır. 88
Bilişsel davranışçı tedavi depresyon tedavisinde etkili olduğu kanıta dayalı olarak gösterilmiş
bir tedavi seçeneğidir. Bu tedavi ilaç tedavisiyle beraber veya tek başına uygulandığında akut
tedavide ilaç tedavisine benzer sonuçlar alınmaktadır. Bilişsel davranışçı psikoterapiyle
depresyonları düzelen hastalarda daha sonra yineleme olma olasılığı ilaç tedavisiyle iyileşip
tedavisi kesilen hastalardan düşüktür. Bilişsel davranışçı tedavi, depresyonu akut tedavisinin
yanı sıra ilaç tedavisine dirençli hastalarda da uygulanabilecek bir tedavi seçeneğidir.
Kontrollü çalışmalarda bilişsel davranışçı sistem analizi psikoterapisi, standart bilişsel
davranışçı terapi kronik hastalarda tek başına veya ilaç tedavisine ek olarak etkili
bulunmuştur. Şema terapi ve farkındalık temelli bilişsel davranışçı terapilerde bu alanda umut
veren diğer tedavi seçenekleridir. 89
26
2.1.11.3.Yeni Tedavi Yaklaşımları
Günümüzde en önemli sağlık sorunlarından biri olan depresyonun tedavisinde kaydedilen
gelişmelere rağmen tedaviye direnç ve kronikleşme büyük bir sorundur. Majör depresif
bozukluk hastalarının üçte biri yeterli doz ve süre kullanıma rağmen standart
farmakoterapötiklere yeterli cevap vermemektedir. Tedaviye dirençli tek uçlu depresyon
tedavisinde aynı gruptan başka bir ilaca geçme, farklı gruptan bir ilaç seçme, mevcut ilaca
başka bir ilaç ekleme, elektrokonvulzif tedavi gibi bilinen yöntemlerin yanında son
zamanlarda tekrarlayan transmanyetik uyarımı, derin beyin uyarımı, vagal sinir uyarımı gibi
farmakolojik olmayan tedaviler giderek kabul görmeye ve kullanımı yaygınlaşmaya
başlamıştır. Depresyonun etyolojisi ve tedavisinde yeni araştırmalar ve yeni tedaviler genetik
ya da çevre rollerinden genetik-çevre etkileşimine, kimyasal dengesizlikten inflamatuvar
süreçlere, nörotransmitterlerden nöroplastisite ve nörotrofik faktörlere, serotonin, norepinefrin
ve dopaminden glutamata, haplardan intravenöz infüzyonlara, monoterapiden güçlendirme
stratejilerine, farmakoterapiden nöromodülasyona yönelmiştir. 90
En iyi çalışıldığı klinik durum depresyon olmakla beraber beyin üzerinde etkili bir yöntem
olarak transkraniyal manyetik stimulasyonun psikiyatrinin diğer alanlarında uğraşan grupların
da ilgisini çekmiştir. Bu yöntemle beynin belli bölgelerindeki aktiviteyi artırarak veya
azaltarak çeşitli ruhsal belirtileri etkilemenin mümkün olup olmadığı araştırmalara konu
olmuştur. Transkraniyal manyetik stimulasyon; depresyon yanında aynı ölçüde olmasa bile
şizofreni, obsesif kompülsif bozukluk, posttravmatik stres bozukluğu, mani gibi psikiyatrik
hastalıklarda da çalışılmıştır. Yapılan birçok kontrollü ve kontrolsüz çalışmanın sonucu
transkraniyal manyetik stimulasyonun antidepresan etkisi olduğu yönündedir. Özellikle
dirençli depresyon olgularında etkili olabilmesi umut vericidir. Bununla beraber bu yararlı
etkiler genellikle kısa sürelidir, çoğu zaman iki haftadan daha uzun sürmemektedir. 91
27
2.2.ANKSİYETE BOZUKLUKLARI
2.2.1.Anksiyetenin Tanımı
Anksiyete; nedeni bilinmeyen, içten gelen, belirsiz, korku, kaygı, sıkıntı, kötü bir şey
olacakmış endişesi ile yaşanan bir bunaltı duygusudur. Yaşamı tehdit eden ya da tehdit
şeklinde algılanan bir çeşit alarm duygusudur. İçten ya da dıştan gelen tehlikeler ya da tehlike
beklentilerine karşı yaşanan bir tepkidir. Çok hafif gerginlik ve tedirginlikten panik
derecesine varan değişik yoğunluklarda olabilir. 92
Anksiyete, korku ve endişenin egemen olduğu, birçok psikopatolojiyle ortaya çıkabilen ve
birçoğunun da temelini oluşturan bir duygu durumudur. Anksiyete hoş olmayan özellikleri ile
diğer duygulanım şekillerinden ayrılan bir duygulanım şeklidir. Kaygı veya bunaltı olarak da
adlandırılır. 93
Anksiyete; somatik belirtilerin eşlik ettiği, normal dışı, nedensiz bir tedirginlik ve korku hali
olarak tanımlanabilir. Bu bakış açısıyla anksiyete, gelecekte gerçekleşebilecek olumsuz
olaylara karşı hazırlıklı olunması düşüncesi üzerine gelişen bir duygudurum halidir. 94
Anksiyete, hemen hemen bütün insanlar tarafından yaygın olarak tecrübe edilmiş bir
duygudur. Bu his, endişenin belirsiz hissi, hoşnutsuzluk yaygınlık hisleri ile karakterizedir.
Anksiyete, haber verici bir sinyaldir. Açıkça ayırt edilebilir bir uyaranla ilişkili ya da ilişkisiz
olabilen, korku ve endişe ile belirli bir duygusal durumdur. Bireyi, çevresinde olan
değişikliklere hazırlayan veya yanıt vermesini sağlayan bir duygudur. Hemen her psikiyatrik
bozukluğa eşlik edebilen ve birçok organik bozuklukta da görülebilen bir semptomdur. 95
Normal anksiyete, organizmanın biyolojik bir korunma sistemi olup organizmayı tehdit eden
bir olayın varlığında kaçma veya olay ile savaşmayı sağlamak üzere ortaya çıkar. Kişinin zor
durumlarla başa çıkabilmesine yardımcı olur. Anksiyetenin patolojik olduğuna karar
28
verebilmek için, uyaranın şiddeti ile ortaya çıkan anksiyetenin orantılı olmaması, zamanla
azalmak yerine değişmemesi ya da şiddetlenmesi, klinik tabloya ağırlıklı olarak anksiyetenin
fiziksel belirtilerinin hâkim olması, anksiyeteye katlanılamaması ve işlevselliğin bozulması
gerekir. Bu durumda anksiyete kişinin mesleki ve ailevi yaşantısını etkilemeye başlar,
kişilerarası ilişkilerinde bozulmalara neden olur, gün içinde sık sık ortaya çıkar ve günün
büyük bir kısmını kaplar. Kişi bu durumu kontrol edemez ve başa çıkamaz. 96
2.2.2.Anksiyete Bozukluklarının Tarihçesi
Tıbbi anlamını 19.yüzyılın sonunda kazanmış olan anksiyete sözcüğü Hint-Germen kökenli
‘angh’ sözcüğünden türemiştir. Anksiyeteye ilişkin en eski yazılı kanıt M.Ö.3000’lerde
yazılan Gılgamış Destanı’dır. 97 98
1800’lü yılların ilk yarılarına dek anksiyetenin fiziksel belirtilerinin her biri kalp, kulak,
gastrointestinal ya da merkezi sinir sistemi gibi organ ya da sistemlerin ayrı ayrı hastalıkları
olarak düşünülürdü. Örneğin Westphal, günümüzde agorafobi olarak bilinen tek başına açık
alanlara çıkamama durumunu iç kulak patolojisinden kaynaklanan anormal bir denge
duyusuna bağlı olduğunu savunmuştur. 99
19.yüzyılda Kretshner, Kraepelin ve Bleuler nevrozları psikozların minör hali olarak
görmüşlerdir. Pinel bu bozuklukları moral bozuklukları olarak anlamıştır. Descartes ve
Mettrie‘nin çalışmalarıyla birlikte anksiyete, artık psikolojik bir sorun olarak ele alınmaya
başlanmıştır. 100
Genel olarak nevrozlar üzerinde çalışan Freud‘la birlikte ruhsal bozukluklar çok daha iyi
anlaşılmıştır. Sigmund Freud “Anksiyete Nörozu” terimini türetmiş ve anksiyetenin iki tipini
tanımlamıştı. Anksiyetenin bir tipi kontrol altına alınamamış libidodan kaynaklanır.
Anksiyetenin diğer formu, baskılanmış düşünce ve arzuların orijinal yapılarının sıkıntısının ve
29
endişesinin yoğun olarak hissedilmesi olarak, en güzel bir şekilde karakterize edilebilir.
“Inhibitions, Symptoms and Anxiety” isimli 1926’da yayınlanan kitabında Freud, anksiyete
ile ilgili yeni bir teori oluşturdu. Bu teoride, reel dış kaynaklı anksiyete ve nörotik iç kaynaklı
anksiyetenin her ikisini de tehlikeli durumlara bir cevap olarak oluştuğuna inanıyordu. 101
Anksiyete kapsamına giren çeşitli klinik durumların birbirlerinden ayrılarak farklı birer
hastalık olarak sınıflandırılmalarda yer alması ancak 1960’lardan sonra elde edilen veriler
sonrası 1980’de DSM-III ile gerçekleşebilmiştir. 100
2.2.3.Anksiyete Bozukluklarının Epidemiyolojisi
Sık görülen ruhsal bozukluklardan olan anksiyete bozukluklarına ilgi son 20 yılda artmıştır.
Geniş epidemiyolojik araştırmalar anksiyete bozuklukları hakkında daha fazla bilgi
edinilmesini sağlamıştır. Epidemiyolojik Saha Çalışması (ECA), ABD’deki Ulusal Eştanı
Araştırması (NCS) ve Avrupa’daki Münih İzlem Çalışması bu alandaki önemli
araştırmalardandır. Anksiyete bozuklukları %25’lik sıklıkla en yaygın görülen psikiyatrik
bozukluklardandır, depresyon ise ikinci sırada yer alır (%17). NCS verilerine göre; yaşam
boyu sıklık oranları kadınlarda %30,5 iken erkeklerde %19,2’dir. ECA verilerine göre tüm
anksiyete bozuklukları için bir yıllık sıklık %12,6 iken yaşam boyu sıklık %14,6’dır.
Epidemiyolojik çalışmalar açısından bir diğer önemli konu da eştanıdır. Yaşam boyu eştanı
sıklığı %30 ile %60 arasında değişmektedir. 94
Avustralya’da yapılan bir çalışmada anksiyete bozukluklarının toplumda bir yıllık görülme
sıklığı %14,4 olarak bulunmuştur. Bu çalışmada belirtilen önemli noktalardan biri de
anksiyete bozukluğu olan bireyler
%39’u aynı zamanda depresyon kriterlerini
karşılamaktadır.102
30
Türkiye’de toplumun %5-10’unda herhangi bir türde anksiyete bozukluğu vardır ve genellikle
20–30 yaşlarında başlar. Tüm yaşamı boyunca bir kadında anksiyete bozukluğu görülme
sıklığı %30’dur. Türkiye’de her beş kadından birinde herhangi bir ruhsal hastalık
bulunmaktadır ve kadınlarda anksiyete görülme sıklığı %15,7’dir. 103
Çeşitli ülkelerde yapılan epidemiyolojik çalışmaların sonuçları, panik bozukluğunun yaşam
boyu yaygınlığının %1,5-2,5 olduğunu ortaya koymuştur. Kadınlarda ve genç erişkinlerde
daha sık görülür, genellikle kroniktir. Panik bozukluğu, en sık olarak geç ergenlik ile otuzlu
yaşlar arasındaki dönemde başlamaktadır. 7
Yaygın Anksiyete Bozukluğu’nun (YAB) yaşam boyu yaygınlığı genel popülasyonda
yaklaşık olarak %5-6’dır. Epidemiyolojik araştırmalarda, erkek/kadın oranı yaklaşık 2/3
olarak bildirilmiştir YAB, diğer anksiyete bozukluklarına göre daha ileri yaşta başlar. Çoğu
olguda 35-45 yaş arasında ortaya çıktığı bildirilmiştir. YAB’nin diğer psikiyatrik
hastalıklardan ayırıcı tanısını yapmanın her zaman kolay olmaması, bu hastalığın sıklık ve
yaygınlığının saptanmasını da güçleştirebilmektedir. Hastaların yaklaşık %25’inde kadarında
panik bozukluk, %50-80’sinde majör depresif bozukluk da görülür. Depresyon birlikteliği
intihar riskini artırır. Yaşam boyu devam edebilir. 36
Sosyal fobi yaygın olarak ergenlik döneminde başlamasına rağmen, çocuk ve ergenlerde çok
az çalışma yapılmıştır. Elli yaşın üzerindeki bireylerin alındığı çalışmalarda daha düşük
sıklıklarda saptanması, hastalığın yaşla beraber düzelme gösterdiğini düşündürmektedir.
Yaşam boyu yaygınlığı kullanılan tanı ölçeklerine göre değişiklik göstermekle birlikte genel
olarak %3-13 arasındadır. 104 105
Özgül fobiler ise daha çok kadınlarda görülmektedir. Herhangi bir yaşta başlayabilir ve tedavi
edilmezlerse yıllarca devam edebilirler. Bu grup içinde en sık rastlanan hayvan fobileri ise
genellikle erken çocukluk döneminde başlamaktadır.106
31
2.2.4.Anksiyete Bozukluklarının Güncel Sınıflandırması
DSM-IV-TR ile DSM-V arasında anksiyete bozukluklarının sınıflandırması açısından önemli
farklılıklar bulunmaktadır.Bu farklılıklardan en önemlileri şunlardır;
•
DSM-V’te “Panik Bozukluk”la “Agorafobi” birbirlerinden tamamen ayrılmıştır.
DSM-IV-TR’de “Agorafobi”, “Panik Bozukluğu-Agorafobi Olan” ve “Panik
Bozukluğu-Agorafobi Olmayan” biçiminde üç farklı bozukluk tanımlanmıştı. Bu üç
bozukluk DSM-V’te “Agorafobi” ve “Panik Bozukluğu” olmak üzere ikiye
indirilmiştir. Böylece ikisinin bir arada görüldüğü durum, DSM-V’te artık komorbid
iki ayrı bozukluk biçiminde teşhis edilmektedir.
•
DSM-V’te “Agorafobi” tanı ölçütleri daha açık bir biçimde düzenlenmiştir ve tanı
ölçütlerine en az iki agorafobik durumun olması gerektiği şartı eklenmiştir.
•
DSM-V’te “Ayrılma Kaygısı Bozukluğu”, “Genellikle İlk Kez Bebeklik, Çocukluk ya
da Ergenlik Döneminde Tanısı Konan Bozukluklar” bölümünden çıkartılıp “Kaygı
Bozuklukları” bölümüne kaydırılmıştır ve tanı ölçütlerinde küçük değişiklikler
yapılmıştır.
•
DSM-V’te "Seçici Konuşmazlık", “Genellikle İlk Kez Bebeklik, Çocukluk ya da
Ergenlik Döneminde Tanısı Konan Bozukluklar” bölümünden çıkartılıp “Kaygı
Bozuklukları” bölümüne kaydırılmıştır.
•
“Obsesif
Kompülsif
Bozukluk”
DSM-IV-TR’deki
“Anksiyete
Bozuklukları”
bölümünden çıkarılarak, DSM-V’te “Obsesif Kompülsif ve İlişkili Bozukluklar”
isminde yeni bir bölüm oluşturulmuş ve “Obsesif Kompülsif Bozukluk” ile buna
benzeyen bozukluklar bu bölüme kaydırılmıştır. 107
2.2.4.1.DSM-V Tanı Sınıflamasında Anksiyete Bozuklukları
32
•
Ayrılma kaygısı bozukluğu
•
Seçici konuşmazlık
•
Özgül fobi
•
Toplumsal kaygı bozukluğu
•
Panik bozukluğu
•
Agorafobi
•
Yaygın kaygı bozukluğu
•
Maddenin ilacın yol açtığı kaygı bozukluğu
•
Başka bir sağlık durumuna bağlı kaygı bozukluğu
•
Tanımlanmış diğer bir kaygı bozukluğu
•
Tanımlanmamış kaygı bozukluğu 41
2.2.5.Anksiyete Bozukluklarının Etiyolojisi
2.2.5.1.Psikolojik Teoriler
Psikoanalitik kurama göre anksiyetenin, altbenlikteki doyum bekleyen dürtülerin benliğe
yaptığı uyarı sonucu ortaya çıktığına inanılmaktadır. Altbenlikte bulunduğu düşünülen
cinsellik ya da saldırganlık dürtüleri, zaman zaman şiddetlenerek doyum için benliğe baskı
oluştururlar. Bazen dürtüler çok şiddetlidir ya da kabul edilemez nitelikler taşır, bazen de
dürtüler olağan şiddette olmasına karşın benlik çok güçsüzdür ve hiçbir şekilde doyum
sağlayabilecek kapasitede değildir. Her iki durumda da altbenlik ile benlik arasında bir
uyumsuzluk meydana gelir ve bu uyumsuzluk kendisini anksiyete olarak gösterir. Ortaya
çıkan anksiyete benliğin savunma mekanizmaları ile yok edilmeye çalışılır. Her zaman ilk
olarak bastırma savunma mekanizması devreye girer ve yeterli olduğunda sorun yok
33
demektir. Ancak bastırma savunma mekanizmasının yetmediği durumlarda, benliğin
bütünlüğünü korumak için yer değiştirme, yalıtma, yapıp bozma gibi diğer savunma
mekanizmaları da devreye girer ve kullanılan savunma mekanizmalarının tipine göre çeşitli
anksiyete bozuklukları ortaya çıkar. Örneğin, bastırma mekanizmasının üstesinden gelemediği
ve benliğin kabul edemeyeceği bir iç çatışmanın oluşturduğu anksiyete, yer değiştirme
mekanizması ile hayvan korkusu şeklini alabilir ve klinikte özgül fobi dediğimiz bir hastalık
tablosu olarak kendini gösterir. 108
2.2.5.2.Biyolojik Teoriler
Anksiyete bozukluklarında otonom sinir sisteminde sempatik etkinliğin arttığı, buna bağlı
olarak fizyolojik belirtilerin ortaya çıktığı düşünülmektedir. Biyokimyasal olarak yapılan
çalışmalarda nörotransmiterler üzerinde durulmakta, noradrenalin ve serotonin düzeylerinin
arttığı düşünülmektedir. Ayrıca sodyum laktat gibi bazı nörokimyasal maddelerin
verilmesiyle yapay olarak panik nöbetleri ortaya çıkarılabilmektedir. Bunların dışında
kalıtımsal bir yatkınlığın olduğundan da söz edilmektedir. 109
2.2.5.3.Genetik
Anksiyetenin etyolojisinde genetik belirteçlerin önemli rol oynadığına dair birçok kanıt
vardır. Özellikle panik bozukluk ve daha geniş bir tanımlamayla nörotizm ve zarardan
kaçınma gibi anksiyete özelliklerine duyarlılığa neden olan genler araştırılmaktadır. Alkolizm,
otizm ve yeme bozukluklarında olduğu gibi anksiyete bozukluklarında da çevresel faktörlerle
bağlantılı genetik yatkınlık olduğu düşünülmektedir. 110
34
2.2.5.4.Nörotransmitterler
Nörotransmitterlerin anksiyete oluşumundaki rolü üzerine yapılan hayvan deneylerinde,
norepinefrin, seratonin ve γ-aminobutyric asit (GABA) anksiyetenin fizyopatolojisinde
üzerinde en çok durulan nörotransmitterler olarak dikkat çekmektedirler. Noradrenerjik
sistemin ana hücreleri ponstaki locus ceruleus bölgesinde bulunmaktadır. Hayvan
deneylerinde bu bölgenin uyarılması ile korku semptomlarının oluşması, bu bölgenin
çıkarıldığı hayvanlarda ise korku tepkisinin ortadan kalkması, panik bozukluğu hastalarında
noradrenalin düzeyini artıran ilaçların panik atakları ortaya çıkarması, anksiyete bozukluğu
olan hastaların serebrospinal dolaşımında idrarlarında noradrenalin metabolit düzeyinin
yüksek bulunması, noradrenalinin anksiyete bozukluklarında önemli rol oynadığını
düşündüren veriler olarak dikkat çekmektedir. Buspiron ve birtakım antidepresanlar gibi
serotonin üzerinden etki gösteren ilaçların anksiyete bozukluklarının tedavisinde faydalı
olması, anksiyete bozukluklarında seratoninin de rol oynadığını düşündürmektedir.
Benzodiazepinlerin anksiyete giderici etkinliği tartışmasız kabul edilen bir gerçektir.
Benzodiazepinlerin özellikle GABA-A reseptörleri ile etkileşime girerek etkinliğini ortaya
çıkarması, anksiyete bozukluklarında GABA’nın da önemli bir rol oynadığını ortaya
koymaktadır. 111
2.2.6.Anksiyete Bozukluklarının Risk Etmenleri
Genel olarak anksiyete bozuklukları için risk faktörleri, stresli yaşam olayları, ayrılığa aşırı
duyarlılık, sorunlu bağlanma tarzları, dağılma anksiyetesine yatkınlık, çocukluk çağında
fiziksel ve cinsel istismar, nesne sürekliliği eksikliği, öfke ifadesi, bağımlılık ve ayrılığa
ilişkin çatışmalar olarak sıralanabilir. 108
Anksiyetenin ortaya çıkışı, iç psikolojik dengenin bozulmuş olduğunun bir işareti olarak
kabul edilebilir. Psikanalitik açıdan anksiyete, kabul edilemeyen bir dürtü bilinç düzeyinde
35
temsil edilme ve boşalım yolu bulabilmek için bastırdığında, söz konusu durumu karşılama
veya ondan kaçınmak üzere, benliğin emrindeki güçleri harekete geçirmesine hizmet eden bir
sinyaldir. Bu sinyalle birlikte benlik, içerden gelen baskıya karşı savunma önlemlerine
başvurur. Savunmaların başarılı olması durumunda, anksiyetenin savuşturulması ya da
güvenli bir şekilde denetim altına alınmasıyla psikolojik denge yeniden kurulur. Kullanılan
savunmaların doğasına bağlı olarak da kişi, çeşitli psikonevrotik semptomlar geliştirebilir.
Anksiyetenin diğer nevrotik semptomlarla sık olarak birlikte bulunmasından da anlaşılacağı
üzere, yardımcı savunmaların tümüyle etkili olmaları söz konusu değildir. Bastırma işlevini
yeteri kadar göremez ve diğer savunmalar da devreye giremez ise, anksiyete tek semptom
olarak var olacak ve bir nedenle sinyal olarak işlev gördüğü düşük düzeyin üstüne çıktığında
ise yaygın anksiyete ya da panik nöbetine dönüşebilecektir. 112
Panik bozukluğunun birinci derece akrabalar arasında, normal popülasyona göre 4-7 kat daha
fazla görüldüğü bildirilmiştir. İkiz çalışmaları da panik bozukluğunun gelişiminde genetik
etkenlerin katkısını desteklemektedir. Olgu sayısının az olması, bu konuda kesin bir sonuca
varılmasını engellemektedir. Aile ve ikiz çalışmalarından, panik ataklarıyla giden şiddetli
anksiyete bozukluklarında, hafif olanlara göre daha büyük bir oranda genetik yüklülük olduğu
yönünde bulgular elde edilmiştir.113
Sosyal fobili hastaların yarısından fazlasında fobinin travmatik bir yaşantının sonrasında
ortaya çıktığı bildirilmiştir. Sosyal ortamlarda anksiyeteli olan diğer insanları gözleme de,
travmatik etki yaparak gözleyen kişide korkuya neden olabilmektedir. Ayrıca, bu kişilerin bir
kısmında model alma fobi gelişimini hazırlayıcı etkenler arasında gösterilmiştir. Ebeveynlerin
ve çocuklarının fobileri arasındaki benzerlik bu açıdan anlamlı bulunmuştur. Sosyal fobinin
erken başlangıcı, psikolojik gelişim, ilişkilerin oluşturulması ve yaşam amaçlarının
belirlenmesini olumsuz bir yönde etkilemektedir. Aynı zamanda da, diğer ciddi psikiyatrik
bozuklukların ve komplikasyonların gelişimine zemin oluşturmaktadır. 114
36
Genellikle sinsi bir başlangıç, süreğen, ancak dalgalanan bir seyir gösteren YAB’de, stresli
durumlar yakınmaların başlatıcısı olabilir. Tedavi için başvuran birçok kişinin kendisini bildi
bileli anksiyeteli ve sinirli olarak tarif etmesi, hastalığın hazırlayıcısı olan etkenlerin
belirlenmesini güçleştirmektedir. Ayrıca, birçok hasta, yakınmalarının başlamasından, ailevi
sorunlar, kişiler arası ilişkilerde yaşanılan güçlükler, mesleki zorlanmalar gibi yaşam
olaylarını sorumlu tutsalar da, söz konusu yaşam olaylarının anksiyetenin nedeninden çok,
anksiyeteli olmanın bir sonucu olabileceği unutulmamalıdır. YAB’nin panik bozukluğu ve
majör depresyon başta olmak üzere diğer psikiyatrik bozukluklarla sıklıkla birlikte görülmesi,
hastalığın gidişini önemli ölçüde etkilemektedir. 108
2.2.7.Anksiyete Bozukluklarının Klinik Özellikleri
Psikolojik olarak yaşanan travmanın en yaygın olarak hissedilen duygusal karşılığı şiddetli bir
korku veya kontrol kaybı hissidir. Travma sonrası yaşanan yüksek seviyede anksiyete yüksek
seviyede dissosiyasyona yol açmaktadır. Dissosiyasyon aynı zamanda bir kaçınma tepkisidir.
Ölüm korkusu, kontrol kaybı gibi temel korkularla karakterize travmatik deneyimlere bir
yanıt niteliğindedir. Tıpkı her anksiyete bozukluğunda panik atak yaşanabileceği gibi, pek çok
anksiyete bozukluğu hastası da “gerçek dışı olma” hissini yaşamaktadırlar. Yapılan
araştırmalarda, anksiyete bozukluğu olan hastaların, bu tanıyı almayanlara göre, daha fazla
seviyede dissosiyasyon yaşadıkları görülmektedir. Geçici depersonalizasyon ve derealizasyon
belirtileri pek çok anksiyete bozukluğu için tipik belirtilerdendir. Bunun yanı sıra
depersonalizasyon ve derealizasyon panik ataklar esnasında da meydana gelen yaygın
belirtilerdendir. Fobilerde ise bu durum sadece korkulan nesne ile yüzleşme esnasında
meydana gelebilir Hafif bir sıkıntı hissinden, şiddetli bir kontrolünü kaybetme, çıldırma ya da
ölüm korkusuna kadar uzanan geniş bir yelpazede yer alan duygusal belirtilerdir. 115 116
37
Anksiyete bozukluklarının fiziksel belirtileri birçok sistemde kendini göstermektedir.
Kardiovaskuler sistemde taşikardi, çarpıntı hissi, göğüs ağrısı, baygınlık hissi; kas-iskelet
sisteminde ağrı, sızı, seğirme, sertlik, ürperme, yorgunluk, baş dönmesi, uyuşukluk, görme
bulanıklığı, titreme, güçsüzlük; gastrointestinal sistemde yutma güçlüğü, karın ağrısı, bulantı,
intestinal huzursuzluk, diyare; genitoüriner sistemde sık idrar, sıkışma hissi, cinsel bozukluk,
menstruasyon sorunları; otonom sinir sisteminde ağız kuruması, terleme, baş ağrısı, ateş
basması, ellerde ayaklarda üşüme hissi, solunum sisteminde göğüste basınç hissi, nefes
kesilmesi, iç çekme, nefes darlığı, hiperventilasyon görülür. 109
2.2.7.1.Panik Bozukluğu
Bu bozukluğun en temel özelliği tekrarlayan, beklenmedik, ne zaman başlayacağı önceden
kestirilemeyen panik ataklarının görülmesidir. Panik atakları tipik olarak, yoğun bir korku,
endişe ve kötü bir şeyler olacağı beklentisi ile ani olarak başlar ve kısa sürede en yüksek
düzeyine ulaşır. Panik atağı sırasında soluk alma güçlüğü, boğulma hissi, baş dönmesi,
baygınlık hissi, çarpıntı, kalp atım sayısında artma, titreme, bulantı, karında rahatsızlık hissi,
uyuşma, karıncalanma hissi, sıcak basması, ürperme, göğüs ağrısı gibi bedensel belirtiler
ortaya çıkar. Bedensel belirtilerin yanı sıra tabloya sıklıkla ölüm korkusu, delirme ya da
kontrolü kaybetme korkusu gibi bilişsel belirtiler eklenir. Ayrıca, anksiyetenin yoğunluğuna
bağlı olarak kişi, kendini ya da çevresini değişmiş ve gerçek dışı olarak algılayabilir. Panik
atağı geçiren kişiler, bir felaket ile karşı karşıya olduğu duygusu içindedirler.
Kalp atım sayısında artma, çarpıntı, göğüs ağrısı gibi yakınmaları nedeniyle sıklıkla kalp krizi
geçirdiklerini, ölebileceklerini düşünürler.
Panik atağı genellikle on-on beş dakika içinde yatışmakla birlikte, birkaç saate kadar da
uzayabilmektedir. Panik atağının yatışmasının ardından, sıklıkla yeni bir atak geçirme
korkusu şeklindeki beklenti anksiyetesi gelişmektedir. Önemli sayıdaki panik bozukluğu
38
hastası, gündüz ortaya çıkan panik ataklarının yanında, ara sıra gece gelen panik atakları
yaşamaktadır. Gece gelen panik atakları, belirgin bir tetikleyici etken olmadan uykudan ani
olarak panik hissiyle uyanma şeklinde ortaya çıkar. Gece gelen panik atakları non-REM
uykuda, daha çok 2.evreden 3.evreye geçerken görülür. 117
2.2.7.2.Agorafobi
Etkilenen kişilerin en azından dörtte üçünün aynı zamanda panik bozukluğa sahip olduğunun
bildirilmesine rağmen, agorafobi çalışmaları, hastaların yaklaşık yarısının panik bozukluksuz
agorafobiye sahip olduklarını bulmuştur. Bu hastalar işlek caddelerde, kalabalık mağazalarda,
tüneller, asansörler gibi kapalı alanlarda bir arkadaşı ya da bir aile üyesi ile birlikte olmayı
tercih ederler. Hastalar, eşlik eden bu kişiler olmadan evden ayrılamazlar. Ciddi durumlarda
artık evden ayrılmaz hale gelirler. Çoğu vakada agorafobinin başlangıcı travmatik bir olayı
izler. 118
Hastaların bir kısmı, panik atağı geçirmesi halinde kaçmasının ya da yardım almasının zor
olabileceği durumlardan uzak durmaya başlar. Kişinin, yeni bir atak geçirme korkusuyla, tek
başına ev dışında, kalabalıkta, köprü üzerinde olmaktan, otobüsle, trenle, arabayla yolculuk
etmekten kaçındığı bu durum ‘agorafobi’ olarak adlandırılır. Agorafobi, toplu bulunulan
yerlerde olmaktan, kalabalıklara girmekten ve psikolojik güvenlik sağlayan çevre ve
insanlardan uzakta olmaktan korkuyu kapsamaktadır. Agorafobiklerin kolayca ev veya alışık
olunan çevre gibi ‘güvenlikli bölgelere’ çekilmelerinin mümkün olamadığı durumlardan
korkma eğilimleri dikkat çekicidir. Birçoğu, yalnız olduklarında daha çok korku yaşamakta,
özellikle de kendilerini güven içinde hissettikleri bölgelerin dışına çıktıklarında, sıklıkla
yanlarında birisinin varlığına gereksinim duymaktadırlar. Agorafobik durumların birçoğunun
ortak özelliği, ani bir sıkıntı olduğunda bir çıkış olanağının bulunamayacağı durumlar
olmasıdır. Agorafobiklerin korku duydukları durumlar şu şekilde sıralanabilir:
39
•
Büyük bir mağaza ya da alışveriş yerinde olma, otobüs, tren, vapur, uçak gibi toplu
taşıma araçlarıyla yolculuk etme,
•
Toplu olarak bulunulan ortamlarda, kalabalık içinde, işlek caddelerde olma,
•
Özellikle trafiğin sıkışık olduğu yerlerde arabayla yolculuk etme,
•
Köprüden geçme,
•
Kuyrukta bekleme.
Agorafobiklerin bu tür ortamlardan kaçınmaları temel özellikleridir. Yaşanılan korkunun
şiddeti kaçınmalarının derecesini de belirler. Hastalığın hafif seyrettiği bir durumda,
gerektiğinde bu tür ortamlarda bulunmaya sıkıntı çekerek de olsa katlanabilir ve görece
olağan bir yaşam biçimini sürdürebilirler. Korkunun şiddeti arttıkça kaçınma davranışı
belirginleşir ve kısıtlı bir yaşam biçimi ortaya çıkar. Hastalığın en ağır durumunda ise, kişi
eve kapanır ve eşlik eden bir kimse olmadıkça evden dışarı çıkamaz. Korkunun şiddeti ve
kaçınma davranışının derecesi değişebilmekle birlikte, agorafobi günlük işlevleri önemli
ölçüde aksatır. 113
2.2.7.3.Yaygın Anksiyete Bozukluğu
Yaygın anksiyete belirtileri çok sayıda ve çeşitlidir. Devam eden kaygı ile karakterizedir.
Korkularını kontrol etmekte zorlanırlar. Huzursuzluk, halsizlik, kas gerginliği ve insomnia
gibi belirtiler bulunur. Çarpıntı ya da kalp hızında artma, terleme, titreme ya da seğirmeler,
ağız kuruluğu, nefes almada güçlük, boğulma hissi, göğüs ağrısı ya da rahatsızlık, bulantı ya
da epigastrik rahatsızlık gibi otonomik uyarılma belirtiler bulunabilir. Ruhsal belirtiler olarak,
başta sersemlik hissi, bayılacakmış gibi hissetme, nesneleri gerçek dışı gibi hissetme
(derealizasyon) veya kendini uzakta ya da orada değilmiş gibi (depersonalizasyon) hissetme,
kontrolü yitirme korkusu ve ölüm korkusu bulunabilir, Hastalar, sıcak ya da soğuk basması,
hissizlik veya karıncalanma duyumları, motor gerginlik ya da kas ağrıları, huzursuzluk,
40
yerinde duramama, gevşeyememe, endişe, kötü bir şey olacakmış gibi hissettiklerinden
şikâyet ederler. Boğazda yumruk takılma hissi ya da yutma güçlüğü, küçük ani uyaranlara
aşırı tepki verme ya da irkilme, aşırı endişe nedeniyle yoğunlaşma güçlüğü, sürekli
huzursuzluk, endişe nedeniyle uykuya dalmada güçlük gibi genel belirtiler de bulunabilir.
Huzursuzluk, aşırı heyecan duyma ya da endişe, kolay yorulma, düşünceleri yoğunlaştırmada
zorluk çekme ya da zihnin durmuş gibi olması, irritabilite, kas gerginliği, uyku bozukluğu
(uykuya dalmakta ya da sürdürmekte güçlük çekme veya huzursuz ve dinlendirmeyen uyku)
YAB hastaları tarafından en çok bildirilen somatik deneyimler olarak bulunmuştur. 119
Hastalar huzursuz ve gergin bir görünüme sahiptir. Sık olarak sinirlilik, tedirginlik içinde
olma, yerinde duramama halinden yakınırlar. Belirli bir neden yokken, olabilecek şeyler
hakkında endişe ve üzüntü duyarlar. Kas gerginliğinden kaynaklanan titremeler, seğirmeler,
kas ağrıları görülebilir. Kas gerginliği, özellikle baş, boyun ve sırtta ağrılara yol açar. Sıkışma
ve baskı tarzındaki baş ağrıları tipiktir. El becerilerini bozacak bir düzeye varabilen el
titremeleri görülebilmektedir. Güçsüzlük, kolay yorulma kas gerginliğinin diğer belirtileri
olarak mevcut olabilir. YAB olgularının çoğu bedensel belirtilerden yakınmaktadır. Özellikle
avuç içlerinde belirgin olan terleme, ateş basması, ağız kuruluğu ya da tükürük salgısında
artma, yutma güçlüğü, boğazda düğümlenme hissi görülebilir. Soluk alma güçlüğü, boğulma
hissi, çarpıntı, kalp atım sayısında artma, bulantı, diyare, çeşitli abdominal rahatsızlıklar, sık
idrara çıkma yaygın olarak görülen diğer belirtilerdir. Ayrıca, kulak çınlaması, görmede
bulanıklık,
baş
dönmesi,
uyuşmalar
ortaya
çıkabilmektedir.
Sindirim,
solunum,
kardiyovasküler, genitoüriner ve merkezi sinir sistemlerine ilişkin birçok belirtinin, yaygın
anksiyetenin bedensel belirtileri olarak ortaya çıkabilmesi, fiziksel hastalıklarla ayırıcı tanı
açısından önem taşır. 113
41
2.2.7.4.Sosyal Anksiyete Bozukluğu
Sosyal anksiyete bozukluğu (SAB) kişinin tanımadığı insanlarla karşılaştığı, başkalarının
gözünün üzerinde olabileceği bir ya da birden fazla toplumsal durumdan belirgin ve sürekli
bir korku duyması, küçük duruma düşeceği ya da utanç duyacağı bir biçimde
davranacağından korkması ve anksiyete belirtileri göstermesidir. Korkulan toplumsal
durumlardan kaçınılması ya da yoğun anksiyete ile buna katlanılması söz konusudur. 120
SAB; kişinin, dikkatlerin üzerinde toplanabileceği ve kendisini zor durumda bırakacak şekilde
davranacağı gibi gerekçelerle belli sosyal ortamlarda bulunmaktan korkması durumudur.
SAB’li kişi, bakışları üzerinde hissettiği ve eleştirilebileceğini düşündüğü bu tür ortamlarda
aşırı bir anksiyete yaşamakta, bir yandan da anksiyete belirtilerinin başkaları tarafından fark
edilmesinden ve bunun sonucunda rezil olmak ya da gülünç duruma düşmekten korkmaktadır.
Titreme, kızarma, terleme gibi bedensel belirtilere bu gibi durumlarda sık rastlanır. Sosyal
fobik durumlardan kaçınma hastalığın belirgin bir özelliğidir. Ancak, hastalar tüm kaçınma
çabalarına karşın, bu tür ortamlara girmek durumunda kalabilirler. Böyle bir olasılık kişide
beklenti anksiyetesine neden olur. Ayrıca, belli sosyal ortamlarda kızarma, terleme, titreme
gibi istenmeyen bir belirtinin ortaya çıkması, kişinin o tür ortamlardaki performansını
bozabilmekte, bir anlamda korkulanın başa gelmesiyle kısır bir döngüye girilebilmektedir.
SAB’li hastaların korktukları durumların başında, topluluk içinde yemek yemek ya da bir
şeyler içmek gelir. Bu kişiler, ellerinin titremesi sonucu yediklerini ya da içtiklerini üzerlerine
dökecekleri, lokmanın boğazlarına takılacağı korkusuyla restorana, kafeteryaya gitmekten,
yemekli toplantılara katılmaktan kaçınabilirler. Başkalarının önünde konuşamama, sorulan
soruları yanıtlayamama korkusu, topluluk içine girmekten kaçınmalarına neden olabilir.
Yabancı bir kişiyle tanışmak ya da yakınlaşmak konusunda ciddi güçlükleri vardır.
Başkalarının gözü önünde yazı yazarken, imza atarken ellerinin titreyeceği korkusunu
yaşayabilirler. Terlemekten, yüzlerinin kızarmasından korktukları için topluluk içinde
42
oturmaktan, konuşurken göz teması kurmaktan kaçınabilirler. Alışveriş sırasında satıcının
kendilerine yönelik ilgisinden rahatsız olur, ısrarlı bir satıcıya karşı koymakta, satın aldıkları
bir malı mağazaya geri götürmekte zorlanabilirler. Pekiyi tanımadıkları birisine aynı fikirde
olmadıklarını ya da onu onaylamadıklarını söylemekte, otorite konumundaki kişilerle
konuşmakta güçlük yaşarlar. İlgi odağı olabilecekleri, bakışları üzerinde hissedecekleri
durumlardan uzak dururlar. Örneğin, bir odaya herkes oturup yerini aldıktan sonra girmek
istemezler. 113
2.2.7.5.Özgül Fobi
Bu tür fobiler özgül nesne ya da durumlarla sınırlı fobilerdir. Basit fobiler olarak da
adlandırılırlar. Hayvan korkuları, yükseklik, karanlık, şimşek, asansör, kapalı yer, dişçi, kan,
hastalık, enjeksiyon, genel tuvaletlerde idrar ve defekasyon yapma korkuları bu grup içinde
yer alır. Sözü edilen özgül durum veya nesnelerle karşılaşma agorafobi ve sosyal fobi
durumlarında olduğu gibi panik ataklarının ortaya çıkmasına neden olabilir. Bu nedenle diğer
fobikler gibi fobik uyaranlardan kaçınma eğilimi belirgindir. 106
Fobik bozuklukların hepsinde ortak olan özellik belirli durum ve nesnelerle karşılaşınca
anksiyete
belirtilerinin
görülmesidir.
Anksiyete
belirtilerinin
bedensel/otonomik,
bilişsel/duygusal ve davranışsal boyutları vardır. Kişiden kişiye değişiklikler olmakla birlikte,
fobik nesne veya durumla karşılaşan kişide gerçek korkularda ortaya çıkan belirtilerin benzeri
olan durumlar ortaya çıkar. Fobik uyaranla karşılaşıldığında çarpıntı, terleme, ateş basması,
bayılacak veya çıldıracak gibi olma duyguları sık getirilen yakınmalardır. 121
2.2.7.6.Elektif Mutizm
Elektif mutizm yani seçici konuşmama; kişinin tanıdığı ev gibi ortamlarda akıcı ve normal
konuşmasına rağmen, konuşmasının beklendiği, sosyal ortamlarda konuşmama durumudur.
43
Suskunluğun şiddeti, yabancılarla konuşmamaktan, toplum içinde hemen her yerde sessiz
kalmaya kadar değişebilir. Bu kişilerin çoğu yabancı ortamlarda sessiz ve sakindirler, ancak
bazıları fısıldar veya tek heceli kelimeler kullanabilir. Bazı ortamlarda konuşmanın yokluğuna
rağmen, kişiler ev ve alışık olduğu ortamlarda akıcı konuşurlar. Eşlik eden diğer belirtiler aşırı
utangaçlık ve içe çekilme olabilir. Kişinin konuşmayı anlama, anlamlandırma sorunu varsa bu
tanı düşünülmemelidir. Ayrıca bu durum kekeleme gibi bir iletişim bozukluğu ya da uygun dil
becerileri bilgisinde eksiklik ile daha iyi açıklanıyorsa da seçici konuşmazlık düşünülmez.
Erişkinlerde mutizm depresyondaki ağır psikomotor yavaşlamanın bir parçası olabilir. Pek
çok konuşmayan hastanın yanıt vermek için savaşım verdiği açıkça gözlenir, ancak yorulur ve
çabalamaktan vazgeçerler. 122
2.2.7.7.Ayrılma Anksiyetesi
Ayrılma anksiyetesi bozukluğunun temel özelliği; kişinin evden ya da evde bağlandığı kişiden
ayrılmaya bağlı olarak gerilim düzeyine göre beklenenden fazla, aşırı anksiyete duymasıdır.
Ayrılma anksiyetesi, kişinin, anne ya da bağlanma figüründen ayrılma durumunda veya
ayrılma beklentisinde anksiyete yaşaması halidir. 123
2.2.8.Anksiyete Bozukluklarının Tanısı
Anksiyete
bozukluklarının
tanısında
birtakım
zorluklarla
karşılaşılmaktadır.
Bunun
sebeplerinden birisi depresif bozukluklar ile sık görülmesi, tanı düzeyindeki belirti
örtüşmeleri bulunmasıdır.
Anksiyete bozukluklarının kendi içerisinde sınıflandırılmasında yaşanan sorunlardan ötürü
DSM V’te yeniden sınıflandırma yapılmış ve bazı bozukluklarda tanı ölçütlerinde değişikliğe
gidilmiştir.
44
2.2.8.1.DSM V’e Göre Anksiyete Bozukluklarının Tanı Ölçütleri
a.Ayrılma Kaygı Bozukluğu
Kişinin bağlandığı insanlardan ayrılmasıyla ilgili, gelişimsel olarak uygun olmayan ve aşırı
düzeyde bir kaygı ya da korku duymasıdır. 41
b.Seçici Konuşmazlık
Başka durumlarda konuşuyor olmasına karşın, konuşmasının beklendiği özgül toplumsal
durumlarda, sürekli bir biçimde konuşamıyor olma söz konusudur. Eğitimle ya da işle ilgili
başarıyı engeller ya da toplumsal iletişimi bozar. Süresi en az bir aydır. Bu bozukluk iletişim
bozukluğu ile daha iyi açıklanamaz ve yalnızca otizm açılımı kapsamında bozukluğun,
şizofreninin ya da psikozla giden başka bir bozukluğun gidişi sırasında ortaya çıkmamıştır. 41
c.Özgül Fobi
Özgül bir nesne ya da durumla ilgili olarak belirgin bir korku ya da kaygı duyma söz
konusudur. Fobi kaynağı nesne ya da durum, neredeyse her zaman, doğrudan korku ya da
kaygı doğurur. Fobi kaynağı nesne ya da durumdan etkin bir biçimde kaçınılır ya da yoğun bir
korku ya da kaygı ile buna katlanılır. Duyulan korku ya da kaygı, özgül nesne ya da durumun
yarattığı gerçek tehlikeye göre ve toplumsal-kültürel bağlamda orantısızdır. Korku, kaygı ya
da kaçınma sürekli bir durumdur. Korku, kaygı ya da kaçınma, klinik açıdan belirgin bir
sıkıntıya ya da toplumsal, işle ilgili alanlarda ya da önemli diğer işlevsellik alanlarında
işlevsellikte düşmeye neden olur. 41
ç.Toplumsal Kaygı Bozukluğu
Kişinin, karşılıklı konuşma, tanımadık insanlarla karşılaşma, yemek yerken gözlenme,
herkesin önünde bir konuşma yapma gibi başkalarınca değerlendirilebilecek olduğu bir ya da
45
birden çok toplumsal durumda belirgin bir korku ya da kaygı duyması söz konusudur. Kişi,
olumsuz olarak değerlendirilecek bir biçimde davranmaktan ya da kaygı duyduğuna ilişkin
belirti göstermekten korkar. Bahsedilen toplumsal durumlar, neredeyse her zaman, korku ya
da kaygı doğurur. Toplumsal durumdan kaçınılır ya da yoğun bir korku ya da kaygı ile buna
katlanılır. Duyulan korku ya da kaygı, söz konusu toplumsal ortamda çekinilecek duruma
göre ve toplumsal-kültürel bağlamda orantısızdır. Korku, kaygı ya da kaçınma sürekli bir
durumdur, altı ay ya da daha uzun sürer. Korku, kaygı ya da kaçınma, klinik açıdan belirgin
sıkıntıya ya da toplumsal, işle ilgili alanlarda ya da önemli diğer işlevsellik alanlarında
işlevsellikte düşmeye neden olur. Korku, kaygı ya da kaçınma madde etkisine, panik
bozukluğa, beden algısı bozukluğuna ya otizm açılımında bir bozukluğa ya organik bir
hastalığa, örneğin parkinsonizm veya yanık gibi bir nedenden kaynaklanan biçimsel
bozukluğa, bağlanamaz. 41
d.Panik bozukluğu
Yineleyen beklenmedik panik ataklarıdır. Bir panik atağı dakikalar içinde doruğa ulaşan ve o
sırada aşağıdaki belirtilerden dördünün ya da daha çoğunun ortaya çıktığı, birden yoğun bir
korku ya da yoğun bir içsel sıkıntının bastırdığı durumdur:
•
Çarpıntı, kalp hızının atması
•
Terleme
•
Titreme ya da sarsılma
•
Soluğun daraldığı ya da boğuluyor gibi olma duyumu
•
Soluğun tıkandığı duyumu
•
Göğüs ağrısı ya da göğüste sıkışma
•
Bulantı ya da karın ağrısı
•
Baş dönmesi, ayakta duramama, sersemlik ya da bayılacak gibi olma duyumu
•
Titreme, üşüme, ürperme ya da ateş basması duyumu
•
Uyuşmalar
•
Gerçek dışılık
46
•
Denetimini yitirme ya da çıldırma korkusu
•
Ölüm korkusu
Ataklardan en az birinden sonra, aşağıdakilerden biri ya da her ikisi bir ay veya daha uzun
sürer:
•
Başka panik ataklarının olacağı ya da bunların olası sonuçlarıyla ilgili olarak bir kaygı
duyma ya da tasalanma
•
Ataklarla ilgili olarak, uyum bozukluğuyla giden davranış değişiklikleri gösterme
(örneğin spor yapmaktan kaçınma) 41
e.Agarofobi
Aşağıdaki beş durumdan ikisi ya da daha çoğu ile ilgili olarak belirgin korku ya da kaygı
duyma söz konusudur:
•
Toplu taşıma araçlarını kullanma (örn otomobiller, otobüsler, trenler vb.)
•
Açık yerlerde bulunma (örn otoparklar, alışveriş merkezleri vb.)
•
Kapalı yerlerde bulunma (örn mağazalar, tiyatrolar, sinemalar vb.)
•
Sırada bekleme ya da kalabalık bir yerde bulunma
•
Tek başına evin dışında olma
Kişi, kaçmanın güç olabileceğini ya da panik benzeri ya da yetersizleştiren ya da utanç veren
diğer belirtilerin olması durumunda yardım alamayabileceğini düşündüğü için bu tür
durumlardan kaçınır.
Agorafobi kaynağı durumlar, neredeyse her zaman korku ya da kaygı doğurur. Agorafobi
kaynağı durumlardan etkin bir biçimde kaçınılır, bir eşlikçiye gereksinim duyulur ya da yoğun
bir korku ya kaygı ile buna katlanılır.
Duyulan korku ya da kaygı agorafobi kaynağı durumların yarattığı gerçek tehlikeye göre
toplumsal-kültürel bağlamda orantısızdır. Korku, kaygı ya da kaçınma sürekli bir durumdur,
47
altı ay ya da daha uzun sürer. Korku, kaygı ya da kaçınma klinik açıdan belirgin bir sıkıntıya
ya da toplumsal işle ilgili alanlarda ya da önemli diğer işlevsellik alanlarda işlevsellikte
düşmeye neden olur.
Sağlığı ilgilendiren başka bir durum varsa korku kaygı ya da kaçınma açıkça aşırı bir
düzeydedir. Bu durum başka bir ruhsal bozukluğun belirtileriyle açıklanamaz. 41
f.Yaygın Anksiyete Bozukluğu
En az altı aylık bir sürenin çoğu gününde, işte ya da okulda başarı gösterebilme gibi birtakım
olaylar ya da etkinliklerle ilgili olarak, aşırı bir kaygı ve kuruntu vardır. Kişi kuruntularını
denetim altına almakta güçlük çeker.
Bu kaygı ve kuruntuya, aşağıdaki altı belirtiden üçü ya da daha çoğu eşlik eder:
•
Dinginleşememe (huzursuzluk) ya da gergin ya da sürekli diken üzerinde olma
•
Kolay yorulma
•
Odaklanmakta güçlük çekme ya da zihnin boşalmaması
•
Kolay kızma
•
Kas gerginliği
•
Uykuya dalmakta ya da uykuyu sürdürmekte güçlük çekme veya dinlendirmeyen,
doyurucu olmayan bir uyku uyuma
Kaygı, kuruntu ya da bedensel belirtiler, klinik açıdan belirgin bir sıkıntıya ya da toplumsal
işle ilgili alanlarda ya da önemli işlevsellik alanlarında işlevsellikte düşmeye neden olur. Bu
bozukluk, bir maddenin kötüye kullanımı ya da başka bir sağlık durumunun fizyolojiyle ilgili
etkilerini bağlamaz. 41
2.2.9.Anksiyetenin Ölçümü
48
2.2.9.1.Beck Anksiyete Ölçeği
Beck anksiyete ölçeği (BAÖ) bireyin yaşadığı anksiyete belirtilerinin sıklığını değerlendirir.
Yirmi bir maddeden oluşan, 0-3 arası puanlanan bir kendini değerlendirme ölçeğidir. Hastaya
sorulan sorularla sıkıntı duygusunun onu son bir haftadır ne kadar rahatsız ettiği sorgulanır.
BAÖ’nün geçerlilik ve güvenilirlik çalışması Ulusoy ve ark, tarafından yapılmıştır. BAÖ’den
alınan puanlara göre hastaların anksiyete düzeyleri düşük (0-17 puan), orta (18-24 puan),
yüksek (25 puan ve üstü ) şeklinde sınıflandırılmıştır. 124
2.2.9.2.Hamilton Anksiyete Ölçeği
Hamilton tarafından 1959 yılında, anksiyete nevrozlarının şiddetinin tayin edilmesi amacıyla
geliştirilmiş bir ölçektir. Bugün daha çok, yaygın anksiyete bozukluğu tanısı alan hastalarda
anksiyetenin şiddetini, ilaçların anksiyete belirtileri üzerindeki etkilerini tayin etmekte
kullanılmaktadır. Anksiyetenin bedensel ve psişik belirtilerinin değerlendirildiği 14 madde
bulunmaktadır. Değerlendirme belirti şiddetine göre 0-4 puan arasında yapılmaktadır. Türkçe
güvenilirlik ve geçerlilik çalışmasını Yazıcı ve arkadaşları yapmıştır. 125
2.2.9.3.Yaygın Anksiyete Bozukluğu Ölçeği
Argyropoulos ve arkadaşları, yaygın anksiyete bozukluğunun değerlendirilmesinde kullanılan
psikometrik testlerin, bu bozuklukla ilgili güncel kavramlarla uyuşmadığını ve sınırlılıkları
olduğunu düşünmüşlerdir. Buradan yola çıkarak yaygın anksiyete bozukluğunda semptom
profilini ve hastalık şiddetini ölçmek amacıyla yeni bir soru formu geliştirip, geçerliliğini
araştırmışlardır. Ölçek bilişsel, somatik ve uykuyla ilişkili olmak üzere üç faktörü içerir.
Ölçek, hasta olmayan grupla yaygın anksiyete bozukluğu olanları güvenilir bir biçimde
ayırabilmiştir. 126
2.2.9.4.Durumluk-Sürekli Kaygı Envanteri
49
Spielberger tarafından geliştirilmiş olup Türkçe geçerlilik ve güvenlik çalışmaları Öner
tarafından yapılmıştır. Her biri Likert tipi, 1-4 arasında puanlanan 20 maddelik durumluk
kaygı ölçeği ve 20 maddelik sürekli kaygı ölçeği olmak üzere iki ölçekten oluşur. Durumluk
kaygı envanteri bireyin belirli bir anda belirli koşullarda kendini nasıl hissettiğini belirler.
Sürekli kaygı envanteri ise bireyin içinde bulunduğu durum ve koşullardan bağımsız olarak
kendini nasıl hissettiğini belirler. Puanlama her bir ölçek için 20 ile 80 arasında değişir ve
puan yükseldikçe kaygı düzeylerinin yükseldiğini ifade eder. 127
2.2.10.Anksiyete Bozukluklarının Tedavisi
Anksiyete bozukluklarının ciddi düzeyde olanlarında bilişsel davranışçı terapi ve
antidepresanlar birlikte kullanılırken, daha hafif olanlarda sadece bilişsel davranışçı terapiye
başvurulmasının prognozu daha iyi ve uzun sürelidir. Tedavinin başarısı için en önemli kural
doğru tanıyı koymaktır. Anksiyete bozukluklarının örneğin fiziksel hastalıklardan ayırıcı
tanısı yapılmalıdır. İkinci önemli nokta, hastanın ilaç kullanımına olan tavrıdır. Bir ilaç
başladıktan sonra hastaların %50’si ilk üç ay içinde ilaç kullanmayı bırakır, az sayıda hasta ise
yazılan reçeteyi hiçbir zaman almaz. Tedaviye uyum esastır ve hastanın bu konudaki
tereddütleri açıkça konuşulmalıdır. Öte yandan uygun tedavi yapılmazsa anksiyete bozukluğu
olan hastalar sık sık hekime başvururlar. Özellikle panik bozukluğu olan hastalar aile
hekimleri, kardiyoloji ve acil servise sık sık başvururlar. Bu aynı zamanda ekonomik olarak
da zarara neden olur. Bu nedenle başta ilk basamak hekimliği ve acil servislerde panik
bozukluk olmak üzere, tıbbi hizmetlerin her basamağında anksiyete bozuklukları iyi tanınmalı
ve tedavi edilmelidir. 128
YAB'nin tedavisinde ilaç tedavisi, davranışçı ve bilişsel psikoterapiler, relaksasyon eğitimi
gibi tedavi yöntemlerinin yararlı olduğu kabul edilmektedir. Tedavide hem farmakolojik hem
de psikolojik uygulamaların kullanıldığı birleşik modelin kullanılması önerilmektedir.
50
YAB’nin tedavisi için gereken ilaçların seçimi ve tedavinin yöntemi önemlidir. Tıbbi
durumlardan veya yasa dışı madde kullanımından kaynaklanan anksiyetenin özellikle ayırt
edilmesi başlangıç tedavisi için önem teşkil etmektedir. Anksiyeteyi artırabilecek ürünlerden
uzak durulması öğütlenmelidir. Mümkünse kafein içeren gıdalar ve çikolata diyetten
kaldırılmalıdır. Teofilin, stimülanlar, dekonjestanlar, kokain, esrar ve alkol kullanımı
durdurulmalıdır. Günümüzde YAB için Amerika Birleşik Devletleri’nde Food and Drug
Administration tarafından onaylanmış her biri farklı yan etki profili ve etki mekanizmasına
sahip üç ilaç bulunmaktadır. Bunlar, benzodiazepinler, buspiron ,venlafaksindir. Son yıllarda
anksiyetenin tedavisinde ß-adrenerjik antagonistler, hidroksizin ve ondansetron gibi bazı
ilaçlarda kullanılmaktadır. 129
Sosyal anksiyete semptomlarını azaltmak, korku ile ilgili abartılı düşünce ve duyguların
kontrolü, korkulan durumlardan fobik kaçınmayı azaltmak, anksiyetenin oluşturduğu
fizyolojik ve otonomik belirtileri azaltmak, yaşam kalitesini iyileştirmek ve komorbid
durumları tedavi etmek esastır. Spesifik tipte performans kaygısı için, 30 dakika önce
propranolol 10-40 mg kullanılabilir. 130
Birçok panik bozukluğu hastası için, seçici serotonin gerialım inhibitörleri ya da serotonin
noradrenalin gerialım inhibitörleri en iyi farmakoterapi tercihleri olsa da, en fazla kanıtın elde
edildiği ve daha sıklıkla ilk seçenek olarak kabul edilen ilaç grubu serotonin geri alım
inhibitörleridir. Panik bozukluğunun bilişsel-davranışçı tedavisinin ilk aşamasını, fizyolojik
uyarılma belirtilerinin ortadan kaldırılmasının hedeflendiği solunum egzersizleri ve aşamalı
kas gevşetme tekniklerini içeren gevşeme eğitimi oluşturur. Hastalara hiperventilasyonun
fizyolojik temeli açıklandıktan sonra, oturum sırasında hızlı soluk alıp vermenin etkilerinin
gösterildiği bir çalışma yaptırılır. Ardından da dakikada 8-10 kez kontrollü olarak soluk alıp
verme öğretilir ve hastalardan stres verici durumlarda bu tekniği uygulamaları istenir. 131
51
3.GEREÇ VE YÖNTEM
3.1.Araştırma Bölgesinin Tanıtılması
Araştırma Aksaray İli Ağaçören İlçesine yapılmıştır. İlçe, İç Anadolu Bölgesinin Orta
Kızılırmak Bölümünün güneyinde yer almaktadır. Kuzeyi Sarıyahşi İlçesi, doğusu Ortaköy
İlçesi, güneyi Aksaray Merkez İlçesi ve batısı ise Şereflikoçhisar İlçesi sınırları ile çevrilidir.
İlçenin toplam yüzölçümü 385.000 hektar olup, rakımı ortalama 1100 m’dir. TÜİK 2015
verilerine göre ilçenin toplam nüfusu 8467’dir.
3.2.Araştırmanın Tipi
Araştırma kesitsel tipte bir araştırmadır.
3.3.Araştırmanın Evreni
Araştırmanın evrenini Aksaray Ağaçören İlçesi’nde bulunan 15 yaş ve üzeri 6892 kişi
oluşturmaktadır.
3.4.Araştırmanın Örneklemi
Sağlık Bakanlığınca 2013 yılında yapılan, Türkiye Kronik Hastalıklar ve Risk Faktörleri
Sıklığı Çalışması’nda bildirilen depresyon sıklığı %9,3’tür. Türkiye prevalansı göz önünde
bulundurularak çalışma için örneklem büyüklüğü; %99 güvenilirlik ve %5 hata ile 217 olarak
tespit edilmiştir. Ağaçören ilçesinde yaşayan 15 yaş ve üzeri kişilerde evrenden seçilecek
örnek büyüklüğü aşağıdaki şekilde hesaplanmıştır.
Evrendeki kişi sayısı bilindiğinden
N (Evrendeki kişi sayısı) = 6892
n = Nt²pq / d² (N-1) + t² pq
52
= 6892 x (2,59)² x 0,093 x 0,907 / 0,05² x (6892-1) + (2,59)² x 0,093 x 0,907
= 217 kişi
t (%99 güven düzeyinde t tablosunda en büyük serbestlik derecesi için bulunan değer) = 2,59
p (Depresyon prevelansı) = 0,093
q (incelenen olayın meydana gelmeme olasılığı) (1-p) = 0,907
d (hata) = 0,05
Temsiliyetin artması yönünden araştırmanın, belirlenen örneklem büyüklüğünün iki katı
büyüklükte bir toplumda, 434 kişi üzerinde yürütülmesi planlanmıştır. Yedekten daha fazla
örneklem seçilmesi nedeniyle yedekleme yapılmamıştır. 434 kişi, yaş ve cinsiyet gruplarına
göre tabakalandırılıp her grupta kaç kişiye ulaşılması gerektiği belirlenmiştir.
Evreni oluşturan 15 yaş ve üzerindeki 6892 kişi listesi İlçe Nüfus Müdürlüğü’nden alınmıştır.
Listede yer alan kişiler doğum tarihlerine göre sıralanmıştır. 6892 / 434 = 15,88 işlemi göz
önünde bulundurularak her 15. kişinin çalışmaya dâhil edilmesi planlanmıştır. Rastgele
sayılar tablosundan 1 ile 15 arasından tesadüfî olarak 5 rakamı seçildikten sonra, oluşturulan
listede 5, 20, 35, …… , 6890 numaralı kişilere anket formunun uygulanması planlanmıştır
Tablo 1. Katılımcıların Yaş ve Cinsiyet Gruplarına Göre Tabakalandırılması, Ağaçören,
2016.
Kadınlar
Sayı
Yüzde Erkekler
Sayı
Yüzde
15-24
34
15,2
15-24
38
18,0
25-34
27
12,3
25-34
32
14,9
35-44
32
14,3
35-44
35
16,2
45-54
34
15,2
45-54
31
14,7
55-64
44
20,1
55-64
36
17,1
65 ve üzeri
50
22,9
65 ve üzeri
41
19,1
53
3.5.Araştırmanın Değişkenleri
3.5.1.Bağımlı Değişkenler
•
Depresyon olma durumu
•
Anksiyete olma durumu
3.5.2.Bağımsız Değişkenler
•
Yaş
•
Cinsiyet
•
Medeni durum
•
Öğrenim durumu
•
Çalışma durumu
•
Aile tipi
•
Hanedeki toplam kişi sayısı
•
Aylık toplam gelir
•
Yaşanılan yer
•
Sigara içme durumu
•
Alkol alma durumu
•
Hekim tarafından tanısı konmuş kronik hastalık olma durumu
•
Düzenli kullanılan ilaç var olma durumu
•
Hanede kronik hastalığı olan birey durumu
•
Ailede ruh sağlığı bozukluğu durumu
•
Daha önce depresyon tanısı alma durumu
•
Daha önce depresyon tedavisi alma durumu
•
Halen depresyon tedavisi alma durumu
•
Daha önce anksiyete/kaygı bozukluğu tanısı alma durumu
•
Daha önce anksiyete/kaygı bozukluğu tedavisi alma durumu
•
Halen anksiyete/kaygı bozukluğu tedavisi alma durumu
•
Daha önce başka bir ruh sağlığı bozukluğu tanısı alma durumu
•
Daha önce başka bir ruh sağlığı bozukluğu tedavisi alma durumu
54
•
Halen başka bir ruh sağlığı bozukluğu tedavisi alma durumu
3.6.Araştırmada Kullanılan Araç- Gereç
Araştırmada veri kaynağı olarak araştırıcı tarafından geliştirilen “Aksaray İli Ağaçören
İlçesinde 15 Yaş ve Üzeri Kişilerde Depresyon ve Anksiyete Sıklığı ile Risk Etmenleri” anket
formu kullanılmıştır. Anket 3 bölüm 66 sorudan oluşmaktadır.
Birinci bölüm 24 sorudan oluşup; kişinin yaşı, cinsiyeti, medeni durumu, öğrenim durumu,
çalışma durumu, aile tipi, hanesinde yaşayan toplam kişi sayısı, aylık toplam geliri, yaşadığı
yer, sigara ve alkol içme durumu, kendisinin ve birlikte yaşadığı kişilerin kronik hastalık
varlığı, düzenli ilaç kullanımı, ailesinde ruh sağlığı bozukluğu varlığı sorgulanmıştır. Birinci
bölümde ayrıca kişinin depresyon, anksiyete veya başka bir ruh sağlığı bozukluğu tanısı alma
ve bu tanıyla tedavi görme durumları da araştırılmıştır.
İkinci bölüm 21 sorudan oluşan Beck Depresyon Ölçeği’nden meydana gelmiştir. Beck ve
arkadaşları tarafından 1978 yılında geliştirilmiş olan, depresyon belirtilerinin derecesinin
belirlenmesini amaçlayan, yaklaşık 10-15 dakikada yanıtlanabilen bir değerlendirme
ölçeğidir. Önemli bir özelliği ise depresyon ile diğer psikopatolojik durumları ayırt
edebilmesidir. BDÖ, psikoterapi sırasında klinik gözlemler doğrultusunda belirlenen 21
depresif belirti kategorisini kapsamaktadır. Bunlar; duygudurum, kötümserlik, başarısızlık
duygusu, hayattan zevk alamama, suçluluk duygusu, cezalandırma duygusu, kendinden nefret
etme, kendini suçlama, kendini cezalandırma arzusu, ağlama nöbetleri, sinirlilik, sosyal geri
çekilme, kararsızlık, bedensel imgenin çarpıtılması, çalışabilirliğin azalması, uyku
bozuklukları, yorgunluk-bitkinlik, iştahın azalması, kilo kaybı, somatik yakınmalar, cinsel
dürtü kaybıdır.
55
BDÖ’de her madde 0 ile 3 puan arasında yer alır. Bu puanların toplanmasıyla depresyon
puanı elde edilir. Alınabilecek en yüksek puan 63’tür. Toplam puanın yüksek oluşu,
depresyon düzeyinin ya da şiddetinin yüksek olduğunu gösterir. Hisli’nin yapmış olduğu
geçerlilik güvenilirlik çalışmasında kesme noktasını 17 olarak belirlemiş, 17 ve üstündeki
BDÖ puanlarının sağaltım gerektirecek şiddetteki depresyonu %90 doğrulukla ayırt
edebileceğini bildirmiştir.
Puanların Derecelendirmesi; 0 - 9 puan: Minimal Düzeyde Depresif Belirti
10 - 16 puan: Hafif Düzeyde Depresif Belirti
17 - 29 puan: Orta Düzeyde Depresif Belirti
30 - 63 puan: Şiddetli Düzeyde Depresif Belirti
Üçüncü bölüm 21 maddeden oluşan Beck Ansiyete Ölçeği’nden meydana gelmiştir. Beck
Anksiyete Ölçeği (BAÖ) bireyin yaşadığı anksiyete belirtilerinin sıklığını değerlendirir.
Kişiye sorulan sorularla sıkıntı duygusunun onu son bir haftadır ne kadar rahatsız ettiği
sorgulanır. BAÖ’nin geçerlilik ve güvenilirlik çalışması Ulusoy ve ark tarafından yapılmıştır.
Puanların Derecelendirmesi; 0-17 puan: Düşük Düzeyde Anksiyete Belirtileri
18-24 puan: Orta Düzeyde Anksiyete Belirtileri
25 puan ve üzeri: Yüksek Düzeyde Anksiyete Belirtileri
şeklinde sınıflandırılmıştır.
Bu çalışmanın bulguları sunulurken, Beck Depresyon Ölçeğine göre 17 puan ve üzeri
“Depresyon Var”, Beck Ankisyete Ölçeğine göre 18 puan ve üzeri “Anksiyete Var” olarak
değerlendirilmiştir.
3.7.Araştırmanın Uygulanması
56
Araştırmanın Etik Kurul İzni alınmış olup EK-2’de sunulmuştur.
Araştırmada kullanılan anket formu Mart 2016’te oluşturulduktan sonra Gazi Üniversitesi Tıp
Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı’nda araştırma görevlisi olan araştırmacı tarafından
Nisan 2016’da araştırma bölgesinde 20 kişiye ön uygulama yapılmış, aksayan yönler dikkate
alınarak anket formu yeniden gözden geçirilmiş, son düzenlemeler yapılmıştır. Anket formu
02– 27 Mayıs 2016 tarihleri arasında Ağaçören İlçesinde yaşayan 15 yaş ve üzeri kişilere
uygulanmıştır.
Anket
formu,
araştırmacı
tarafından
kişilerin
evleri
ziyaret
edilerek
yüz
yüze
gerçekleştirilmiştir. Evine iki kez gidilmesine rağmen ulaşılamayan kişiler çalışma dışı
bırakılmıştır. Bir anketin uygulama süresi 15–20 dakika arasında değişmektedir.
Anketin uygulanması neticesinde 404 kişiye ulaşılmıştır. Ulaşım yüzdesi % 93’tür.
3.8.Araştırma Takvimi
Tablo 2. Araştırma Takvimi
Tarih
Aşama
Eylül-Aralık 2015
Literatür taraması
Ocak-Şubat 2016
Araştırmanın planlanması
Mart 2016
Veri toplama formunun oluşturulması
Nisan 2016
Etik kurula başvurulması
Nisan 2016
Ön uygulama
Mayıs 2016
Uygulama
Haziran 2016
Verilerin bilgisayara aktarılması
Temmuz 2016
Verilerin analizi
Ağustos 2016
Rapor yazımının tamamlanması
3.9.Araştırmanın Verilerinin Düzenlenmesi ve Analizi
57
Araştırma verisi, Temmuz 2016’da SPSS (Statistical Package for the Social Sciences)
istatistik paket programına araştırmacı tarafından girilmiş, veri girişi tamamlandıktan sonra
veri kontrolü yapılmıştır. İstatistiksel analiz olarak, tanımlayıcı bulgular kısmında kategorik
değişkenler sayı, yüzde ve sürekli değişkenler ise ortalama ± standart sapma ve ortanca (en
küçük, en büyük değer) ile sunulmuştur. Kategorik değişkenlerin karşılaştırılmasında Pearson
ki-kare testi ve Fisher’in kesin ki-kare testi kullanılmıştır. Depresyon ve anksiyete bozukluğu
varlığını etkileyebilecek etmenlerin tahmini rölatif riskleri hesaplanmıştır.
3.10.Araştırmanın Kısıtlılıkları
Özellikle yaşlı nüfusun ikamet bilgisi olan yerde olmayıp birçoğunun çocuklarının yanına
gitmiş olmaları ulaşım açısından araştırmanın önemli kısıtlılıklarından birini oluşturmuştur.
Bu sorun birkaç kez evlere gitme ile büyük sıklıkla çözülmüştür. İlçenin demografik ve
sosyokültürel yapısı nedeniyle özellikle alkol kullanma ve cinsel hayatları ile ilgili sorularda
alınan cevaplarda kısıtlılık olduğu düşünülmüştür.
58
4.BULGULAR
Araştırmada Aksaray Ağaçören’de yaşayan 404 kişi incelenmiştir. İncelenenlerin yaş
ortalaması 44,01±17,79, ortancası 43 (min:15, max:82)’tür. Katılımcıların Beck Depresyon
Ölçeği puan ortalaması 9,85±8,88, ortancası 7 (min:0, max:50)’dir. Katılımcıların Beck
Anksiyete Ölçeği puan ortalaması 8,61± 8,617,ortancası 6 (min:0, max:42)’dır.
Tablo 3. Araştırmaya Katılan Bireylerin Bazı Tanımlayıcı Özelliklerinin Dağılımı,
Ağaçören, 2016.
Yaş Grupları (n=404)
15-24 Yaş
25-34 Yaş
35-44 Yaş
45-54 Yaş
55-64 Yaş
65 Yaş Ve Üstü
Cinsiyet (n=404)
Erkek
Kadın
Medeni Durum (n=404)
Evli
Bekâr
Eşi Ölmüş
Boşanmış
Öğrenim Durumu (n=404)
Okuryazar Değil
Sadece Okuryazar
İlkokul Mezunu
Ortaokul Mezunu
Lise Mezunu
Yüksekokul-Üniversite Mezunu
Yüksek Lisans/Doktora Mezunu
Çalışma Durumu (n=404)
Çalışan
Ev Hanımı
Emekli
Öğrenci
İşsiz
Sayı
(%)*
73
70
65
64
70
62
18,1
17,3
16,1
15,9
17,3
15,3
210
194
52,0
48,0
293
83
23
5
72,5
20,5
5,7
1,3
47
29
132
56
69
66
5
11,6
7,2
32,7
13,9
17,1
16,3
1,2
175
124
49
33
23
43,3
30,7
12,1
8,2
5,7
59
Aile Tipi (n=404)
Çekirdek Aile
Geniş Aile
Eşi ile
Yalnız
Diğer
Hane Halkı Durumu (n=404)
1
2-3
4-5
6 ve üzeri
Hane Aylık Gelir Durumu (n=404)
1250 TL’den daha az
1251-2500 TL
2501-3750 TL
3751-5000 TL
5001 TL ve üzeri
Yaşanılan Yer Durumu(n=404)
İlçe Merkezi
Köy
192
90
91
20
11
47,5
22,3
22,5
5,0
2,7
120
198
123
63
5,0
49,0
30,4
15,6
162
132
44
30
36
40,1
32,7
10,9
7,4
8,9
270
134
66,8
33,2
*Sütun Yüzdesi
*Diğer: Anne ile, çocuk ile, çocuk ve torunlar ile
Tablo 3’te araştırmaya katılan bireylerin bazı tanımlayıcı özelliklerinin dağılımı sunulmuştur.
Araştırmaya katılanların yaş gruplarına göre; %18,1‘i 15-24 yaşları arası, %17,3’ü 25-34
yaşları arası, %16,1’i 35-44 yaşları arası, %15,9’u 45-54 yaşları arası, %17,3’ü 55-64 yaşları
arası, %15,3’ü 65 yaş ve üstüdür. Cinsiyete göre %52,0‘ı erkek, %48,0’ı kadındır. Medeni
duruma göre; %72,5’i evli, %20,5’i bekâr, %5,7’si eşi ölmüş, %1,3’ü ise boşanmıştır.
Öğrenim durumuna göre; %11,6’sı okuryazar değil, %7,2’si sadece okuryazar, %32,7’si
ilkokul
mezunu,
%13,9’u
yüksekokul/üniversite
mezunu,
ortaokul
%1,2’si
mezunu,
yüksek
%17,1’i
lise
lisans/doktora
mezunu,
%16,3’ü
mezunudur.
Çalışma
durumlarına göre; %8,2’si öğrenci, %30,7’si ev hanımı, %12,1’i emekli, % 5,7’si işsiz,
%39,1’i çalışandır. Aile tipi durumu; %47,5’i çekirdek aile, %22,3’ü geniş aile, %22,5’i eşi
ile yaşayan, % 5,0’ı yalnız yaşayan, % 2,7’si diğer olarak belirlenmiştir.
60
Hane halkı kişi sayısı durumuna göre; %5,0’ı 1 kişi, %49,0’ı 2-3 kişi, %30,4’ü 4-5 kişi,
%15,6’sı 6 kişi ve üzeridir. Hane aylık gelir durumuna göre; %40,1’i 1250 TL’den az,
%32,7’si 1251-2500 TL, %10,9’u 2501-3750 TL, %7,4’ü 3751-5000 TL, %8,9’u 5000 TL ve
üzeridir. Yaşanılan yer durumuna göre; % 33,2 si köyde, %66,8’i ilçededir.
Tablo 4. Araştırmaya Katılan Bireylerin Bazı Tanımlayıcı Özelliklerinin Dağılımı,
Ağaçören, 2016.
Sigara İçme Durumu (n=404)
Hiç Sigara İçmemiş
Geçmişte İçmiş ama Şimdi İçmiyor
Halen Ara Sıra İçiyor
Halen Her Gün İçiyor
Alkol Alma Durumu (n=404)
Hiç Alkol Almamış
Geçmişte Almış ama Şimdi Almıyor
Halen Ara Sıra Alıyor
Halen Her Gün Alıyor
Kronik Hastalık Durumu (n=404)
Yok
Var
Düzenli İlaç Kullanma Durumu (n=404)
Yok
Var
Hanede Kronik Hastalık Durumu (n=404)
Yok
Var
Sayı
(%)*
213
82
28
81
52,7
20,3
6,9
20,1
296
73
32
3
73,3
18,1
7,9
0,7
232
172
57,4
42,6
265
169
65,6
34,4
244
160
60,4
39,6
*Sütun Yüzdesi
Tablo 4’te araştırmaya katılan bireylerin bazı tanımlayıcı özelliklerinin dağılımı sunulmuştur.
Araştırmaya katılanların sigara içme durumlarına göre; %52,7 ‘si hiç sigara içmemiş, %20,3’ü
geçmişte içmiş ama şimdi içmemekte, %6,9’u halen ara sıra içmekte, %20,1’i halen her gün
içmektedir. Alkol alma durumlarına göre; katılımcıların %73,3’ü hiç alkol almamış, %18,1’i
geçmişte almış ama şimdi almamakta, %7,9’u halen ara sıra almakta, %0,7’si halen her gün
almaktadır.
61
Kronik hastalık olma durumuna göre; katılımcıların %57,4’ünde kronik hastalık yoktur,
%42,6’sında vardır. Düzenli ilaç kullanma durumlarına göre; katılımcıların %65,6’sı
kullanmamakta, %34,4’ü kullanmaktadır. Hanede kronik hastalık olma durumuna göre;
katılımcıların
%60,4’ünde
hanede
kronik
hastalık
bulunmamakta,
%39,6’sında
bulunmaktadır.
Tablo 5. Araştırmaya Katılan Bireylerin Bazı Tanımlayıcı Özelliklerinin Dağılımı,
Ağaçören, 2016.
Ailede Ruh Sağlığı Bozukluğu Durumu (n=404)
Yok
Var
Daha Önce Depresyon Tanısı Alma Durumu (n=404)
Yok
Var
Daha Önce Depresyon Tedavisi Alma Durumu (n=404)
Yok
Var
Halen Depresyon Tedavisi Alma Durumu (n=404)
Yok
Var
Daha Önce Anksiyete Tanısı Alma Durumu (n=404)
Yok
Var
Daha Önce Anksiyete Tedavisi Alma Durumu (n=404)
Yok
Var
Halen Anksiyete Tedavisi Alma Durumu(n=404)
Yok
Var
Başka Ruh Sağlığı Bozukluğu Tanısı Alma Durumu(n=404)
Yok
Var
Başka Ruh Sağlığı Bozukluğu Tedavisi Alma Durumu(n=404)
Yok
Var
Halen Başka Ruh Sağlığı Bozukluğu Tedavisi Alma Durumu (n=404)
Yok
Var
Sayı
(%)*
367
37
90,8
9,2
366
38
90,6
9,4
379
25
93,8
6,2
398
6
98,5
1,5
385
19
95,3
4,7
394
10
97,5
2,5
399
5
98,8
1,2
400
4
99,0
1,0
401
3
99,3
0,7
402
2
99,5
0,5
*Sütun Yüzdesi
Tablo 5’te araştırmaya katılan bireylerin bazı tanımlayıcı özelliklerinin dağılımı sunulmuştur.
62
Araştırmaya katılanların ailelerinde ruh sağlığı bozukluğu olma durumuna göre; % 90,8’inin
ailelerinde ruh sağlığı bozukluğu bulunmamakta, %9,2’sinde ise bulunmaktadır. Daha önce
depresyon tanısı alma durumlarına göre; katılımcıların %90,6’sı depresyon tanısı almamış,
%9,4’ü ise almıştır. Daha önce depresyon tedavisi alma durumlarına göre; katılımcıların
%93,8’i tedavi almamış, %6,2’si tedavi almıştır. Halen depresyon tedavisi alma durumlarına
göre; katılımcıların %98,5’i tedavi almamakta, %1,5’i tedavi almaktadır.
Daha önce anksiyete tanısı alma durumlarına göre; katılımcıların %95,3’ü anksiyete tanısı
almamış, %4,7’si anksiyete tanısı almıştır. Daha önce anksiyete tedavisi alma durumlarına
göre; katılımcıların %97,5’i tedavi almamış, %2,5’i tedavi almıştır. Halen anksiyete tedavisi
alma durumlarına göre; katılımcıların %98,8’i tedavi almamakta,% 1,2’si tedavi almaktadır.
Başka ruh sağlığı bozukluğu tanısı alma durumlarına göre; katılımcıların %99,0’ı tanı
almamış, %1,0’ı tanı almıştır. Başka ruh sağlığı bozukluğu tedavisi alma durumlarına göre;
katılımcıların %99,3’ü tedavi almamış, %0,7’si tedavi almıştır. Halen başka ruh sağlığı
bozukluğu tedavisi alma durumlarına göre; katılımcıların %99,5’i tedavi almamakta, %0,5’i
tedavi almaktadır.
Tablo 6. Araştırmaya Katılan Bireylerin Depresyon ve Anksiyete Durumlarının
Dağılımı, Ağaçören, 2016.
Depresyon Şiddetinin Durumu (n=404)
Yok
Hafif
Orta
Şiddetli
Anksiyete Şiddetinin Durumu (n=404)
Yok
Hafif
Orta
Şiddetli
Sayı
(%)*
258
69
57
20
63,9
17,1
14,1
4,9
251
82
40
31
62,1
20,3
9,9
7,7
*Sütun Yüzdesi
63
Tablo 6’da araştırmaya katılan bireylerin depresyon ve anksiyete durumlarının dağılımı
sunulmuştur.
Araştırmaya katılan bireylerin depresyon şiddetlerinin durumuna göre; katılımcıların
%63,9’unda depresyon yoktur, %17,1’inde hafif şiddette, %14,1’inde orta şiddette,
%4,9’unda şiddetli seviyede depresyon bulunmaktadır. Anksiyete şiddetinin durumuna göre;
katılımcıların %62,1’inde anksiyete yoktur, %20,3’ünde hafif şiddette, %9,9’unda orta
şiddette, %7,7’sinde şiddetli seviyede anksiyete vardır.
Tablo 7. Katılımcıların Bazı Tanımlayıcı Özelliklerine Göre Depresyon Olma Durumu,
Ağaçören, 2016.
Depresyon Olma Durumu
Yok
Var
(%)*
Sayı
(%)*
Sayı
71,2
91,4
76,9
81,2
75,7
90,3
71
6
15
12
17
6
28,8
8,6
23,1
18,8
24,3
9,7
χ 2 =14,912
52
64
50
52
53
56
p=0,011
90,0
71,1
21
56
10,0
28,9
χ 2 =23,266
189
138
p<0,001
244
63
17
3
p=0,207
83,3
75,9
73,9
60,0
49
20
6
2
16,7
24,1
26,1
40,0
51
111
48
52
65
p=0,001
67,1
84,1
85,7
75,4
91,5
25
21
8
17
6
32,9
15,9
14,3
24,6
8,5
Yaş (n=404)
15-24 yaş
25-34 yaş
35-44 yaş
45-54 yaş
55-64 yaş
65 yaş ve üzeri
Cinsiyet (n=404)
Erkek
Kadın
Medeni Durum (n=404)
Evli
Bekâr
Eşi ölmüş
Boşanmış
χ 2 =4,559
Öğrenim Durumu (n=404)
Okul bitirmemiş
İlkokul mezunu
İlköğretim / Ortaokul mezunu
Lise mezunu
Yüksekokul / Üniversite / Yüksek lisans / Doktora
χ 2 =17,678
64
Çalışma Durumu (n=404)
İşsiz
Öğrenci
Ev hanımı
Çalışan
Emekli
χ 2 =25,376
16
23
87
156
45
p<0,001
69,6
69,7
70,2
89,1
91,8
7
10
37
19
4
30,4
30,3
29,8
10,9
8,2
*Satır Yüzdesi
Tablo 7’de araştırmaya katılan bireylerin bazı tanımlayıcı özelliklerine göre depresyon olma
durumunun değerlendirilmesi sunulmuştur.
Katılımcıların yaş gruplarına göre; 15-24 yaş arasındaki katılımcıların % 28,8’inde, 25-34 yaş
arasındaki katılımcıların %8,6’sında, 35-44 yaş arasındaki katılımcıların %23,1’inde, 45-54
yaş arasındaki katılımcıların %18,8’inde, 55-64 yaş arasındaki katılımcıların %24,3’ünde, 65
yaş ve üzerindeki katılımcıların %9,7‘sinde depresyon vardır. Yaş gruplarına göre istatistiksel
olarak anlamlı fark bulunmuştur (p=0,011). Fark 25-34 yaş grubundan kaynaklanmaktadır.
Katılımcıların cinsiyetine göre; erkeklerin %10,0’ında, kadınların %28,9’unda depresyon
vardır. Cinsiyete göre depresyon olma durumu arasında istatistiksel olarak anlamlı fark
bulunmuştur (p<0,001).
Medeni duruma göre; evlilerin %16,7‘sinde, bekârların %24,1’inde, boşanmışların
%40,0’ında, eşi ölmüşlerin %26,1’inde depresyon vardır. Medeni duruma göre istatistiksel
olarak anlamlı fark bulunmamıştır. (p=0,207).
Öğrenim durumuna göre; okul bitirmemişlerin %32,9’unda, ilkokul mezunu olanların
%15,9’unda, ortaokul mezunu olanların %14,3’ünde, lise mezunu olanların % 24,6’sında,
yüksekokul /üniversite ve yüksek lisans/doktora mezunlarının %8,5’inde depresyon vardır.
Öğrenim durumuna göre istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmuştur.(p=0,001). Fark okul
bitirmemişlerden kaynaklanmaktadır.
65
Çalışma durumuna göre; öğrencilerin % 30,3’ünde, ev hanımlarının %29,8’inde, emeklilerin
%8,2’sinde, işsizlerin %30,4’ünde, çalışanların %10,9’unda depresyon vardır. Çalışma
durumuna göre istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmuştur (p<0,001). Fark emekliler ve
çalışanlardan kaynaklanmaktadır.
Tablo 8. Katılımcıların Bazı Tanımlayıcı Özelliklerine Göre Anksiyete Olma Durumu,
Ağaçören, 2016.
Anksiyete Olma Durumu
Yok
Var
(%)*
Sayı
(%)*
Sayı
76,7
87,1
78,5
79,7
80,0
93,5
17
9
14
13
14
4
23,3
12,9
21,5
20,3
20,0
6,5
χ 2 =9,336
56
61
51
51
56
58
p=0,096
91,9
72,2
17
54
8,1
27,8
χ 2 =27,126
193
140
p<0,001
82,6
83,1
80,0
78,3
51
14
1
5
17,4
16,9
20,0
21,7
χ 2 =0,330
242
69
4
18
p=0,954
59
110
51
50
63
p=0,082
77,6
83,3
91,1
72,5
88,7
17
22
5
19
8
22,4
16,7
8,9
27,5
11,3
86
16
26
157
48
p<0,001
69,4
69,6
78,8
89,7
98,0
38
7
7
18
1
30,6
30,4
21,2
10,3
2,0
Yaş (n=404)
15-24 yaş
25-34 yaş
35-44 yaş
45-54 yaş
55-64 yaş
65 yaş ve üzeri
Cinsiyet (n=404)
Erkek
Kadın
Medeni Durum (n=404)
Evli
Bekâr
Boşanmış
Eşi ölmüş
Öğrenim Durumu (n=404)
Okul bitirmemiş
İlkokul mezunu
İlköğretim / Ortaokul mezunu
Lise mezunu
Yüksekokul / Üniversite / Yüksek lisans / Doktora
χ 2 =11,222
Çalışma Durumu (n=404)
Ev hanımı
İşsiz
Öğrenci
Çalışan
Emekli
χ 2 =32,132
*Satır Yüzdesi
66
Tablo 8’de araştırmaya katılan bireylerin bazı tanımlayıcı özelliklerine göre anksiyete olma
durumunun değerlendirilmesi sunulmuştur.
Katılımcıların yaş gruplarına göre; 15-24 yaş arasındaki katılımcıların %23,3’ünde, 25-34 yaş
arasındaki katılımcıların %12,6’sında, 35-44 yaş arasındaki katılımcıların %21,5’inde, 45-54
yaş arasındaki katılımcıların %20,3’ünde, 55-64 yaş arasındaki katılımcıların %20,0’ında, 65
yaş ve üzerindeki katılımcıların %6,5’inde anksiyete vardır. Yaş gruplarına göre istatistiksel
olarak anlamlı fark bulunmamıştır (p=0,096).
Katılımcıların cinsiyetine göre; erkeklerin %8,1’inde, kadınların %27,8’inde anksiyete vardır.
Cinsiyete göre anksiyete olma durumu arasında istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmuştur
(p<0,001).
Medeni duruma göre; evlilerin %17,4‘ünde, bekârların %16,9’unda, boşanmışların
%20,0’ında, eşi ölmüşlerin %21,7’sinde anksiyete vardır. Medeni duruma göre istatistiksel
olarak anlamlı fark bulunmamıştır ( p=0,954).
Öğrenim durumuna göre okul bitirmemişlerin %22,4’ünde, ilkokul mezunu olanların
%16,7’sinde, ortaokul mezunu olanların %8,9’unda, lise mezunu olanların %27,5’inde,
yüksekokul/üniversite ve yüksek lisans/doktora mezunlarının %11,3’ünde anksiyete vardır.
Öğrenim durumuna göre istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmamıştır (p=0,082).
Çalışma durumuna göre öğrencilerin %21,2’sinde, ev hanımlarının %30,6’sında, emeklilerin
%2,0’ında, işsizlerin %30,4’ünde, çalışanların %10,3’ünde anksiyete vardır. Çalışma
durumuna göre istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmuştur (p<0,001). Fark emekliler ve
çalışanlardan kaynaklanmaktadır.
67
Tablo 9. Katılımcıların Bazı Tanımlayıcı Özelliklerine Göre Depresyon Olma Durumu,
Ağaçören, 2016.
Depresyon Olma Durumu
Yok
Sayı
Aile Tipi (n=404)
Çekirdek Aile
Geniş Aile
Eşi ile
Yalnız
Diğer
χ 2 =0,967
Hane Halkı Durumu (n=404)
1
2-3
4-5
6 ve üzeri
χ 2 =2,065
Hane Aylık Gelir Durumu (n=404)
1250 TL’den daha az
1251-2500 TL
2501-3750 TL
3751-5000 TL
5001 TL ve üzeri
χ 2 =29,337
Yaşanılan Yer Durumu (n=404)
Köy
İlçe Merkezi
χ 2 =1,440
(%)*
Var
Sayı
(%)*
154
72
75
16
10
p=0,915
80,2
80,0
82,4
80,0
90,9
38
18
16
4
1
19,8
20,0
17,6
20,0
9,1
16
162
102
47
p=0,559
80,0
81,8
82,9
74,6
4
36
21
16
20,0
19,8
17,1
25,4
111
117
37
27
35
p<0,001
68,5
88,6
84,1
90,0
97,2
51
15
7
3
1
31,5
11,4
15,9
10,0
2,8
104
223
p=0,230
77,6
82,6
30
47
22,4
17,4
*Satır Yüzdesi
*Diğer: Anne ile, çocuk ile, çocuk ve torunlar ile
Tablo 9’da araştırmaya katılan bireylerin bazı tanımlayıcı özelliklerine göre depresyon olma
durumunun değerlendirilmesi sunulmuştur.
Aile tipine göre; çekirdek ailede yaşayanların %19,8’sinde, geniş ailede yaşayanların
%20,0’ında, eşi ile yaşayanların %17,6’sında, yalnız yaşayanların %20,0’ında, diğer
grubunun %9,1’inde depresyon vardır. Aile tipi durumu ile depresyon arasında istatistiksel
olarak anlamlı fark bulunmamıştır (p=0,915).
68
Hane halkı durumuna göre; depresyon olma durumu incelendiğinde; yaşadığı hanede bir kişi
olanların %20,0’ında, 2-3 kişi olanların %19,8’inde, 4-5 kişi olanların % 17,1’inde, 6 ve üzeri
kişi olanların %25,4’ünde depresyon vardır. Hane halkı durumu ile depresyon arasında
istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmamıştır (p= 0,559).
Hane aylık gelir durumuna göre; aylık geliri 1250 TL’den az olanların %31,5’inde, 12512500 TL olanların %11,4’ünde, 2501-3750 TL olanların %15,9’unda, 3751-5000 TL olanların
%10,0’ında, 5001 TL ve üzeri olanların %2,8’inde depresyon vardır. Hane aylık gelir durumu
ile depresyon arasında istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmuştur (p<0,001). Fark aylık
geliri 1250 TL’den az olanlardan kaynaklanmaktadır.
Yaşanılan yer durumuna göre; köyde yaşayanların % 22,4’ünde, ilçe merkezinde yaşayanların
%17,4’ünde depresyon vardır. Yaşanılan yer ile depresyon arasında istatistiksel olarak
anlamlı fark bulunmamıştır (p=0,230).
Tablo 10. Katılımcıların Bazı Tanımlayıcı Özelliklerine Göre Anksiyete Olma Durumu,
Ağaçören, 2016.
Anksiyete Olma Durumu
Yok
Var
(%)*
Sayı
(%)*
Sayı
81,8
80,0
84,6
90,0
81,8
35
18
14
2
2
18,2
20,2
15,4
10,0
18,2
χ 2 =1,222
157
72
77
18
9
p=0,543
90,0
82,8
82,1
79,4
2
34
22
13
10,0
17,2
17,9
20,6
χ 2 =1,230
18
164
101
50
p=0,746
Aile Tipi (n=404)
Çekirdek Aile
Geniş Aile
Eşi ile
Yalnız
Diğer
Hane Halkı Durumu (n=404)
1
2-3
4-5
6 ve üzeri
69
Hane Aylık Gelir Durumu (n=404)
1250 TL’den daha az
1251-2500 TL
2501-3750 TL
3751-5000 TL
5001 TL ve üzeri
χ 2 =2,164
Yaşanılan Yer Durumu(n=404)
Köy
İlçe Merkezi
χ 2 =0,463
130
109
38
24
32
p=0,706
80,2
82,6
86,4
80,0
89,9
32
23
6
6
4
19,8
17,4
13,6
20,0
11,1
108
225
p=0,496
80,6
83,3
26
45
19,4
16,7
*Satır Yüzdesi
Tablo 10’da araştırmaya katılan bireylerin bazı tanımlayıcı özelliklerine göre anksiyete olma
durumlarının değerlendirilmesi sunulmuştur.
Aile tipine göre; çekirdek ailede yaşayanların %18,2’sinde, geniş ailede yaşayanların
%20,2’sinde, eşi ile yaşayanların %15,4’ünde, yalnız yaşayanların %10,0’ında, diğer
grubunun %18,2’sinde depresyon vardır. Aile tipi durumu ile depresyon arasında istatistiksel
olarak anlamlı fark bulunmamıştır (p=0,543).
Hane halkı durumuna göre depresyon olma durumu incelendiğinde; yaşadığı hanede bir kişi
olanların %10,0’ında, 2-3 kişi olanların %17,2’sinde, 4-5 kişi olanların % 17,9’unda, 6 ve
üzeri kişi olanların %20,6’sında depresyon vardır. Hane halkı durumu ile depresyon arasında
istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmamıştır (p=0,706).
Hane aylık gelir durumuna göre; aylık geliri 1250 TL’den az olanların %19,8’inde, 12512500 TL olanların %17,4’ünde, 2501-3750 TL olanların, %13,6’sında, 3751-5000 TL
olanların %20,0’ında, 5001 TL ve üzeri olanların % 11,1’inde depresyon vardır. Hane aylık
gelir durumu ile depresyon arasında istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmamıştır (p=0,706).
Yaşanılan yer durumuna göre; köyde yaşayanların %19,4’ünde, ilçe merkezinde yaşayanların
%16,7’sinde depresyon vardır. Yaşanılan yer durumu ile depresyon arasında istatistiksel
olarak anlamlı fark bulunmamıştır (p=0,496).
70
Tablo 11. Katılımcıların Bazı Tanımlayıcı Özelliklerine Göre Depresyon Olma Durumu,
Ağaçören, 2016.
Depresyon Olma Durumu
Yok
Sayı
Sigara İçme Durumu(n=404)
Hiç İçmemiş
Bırakmış
İçiyor
χ 2 =3,396
Alkol Kullanma Durumu (n=404)
Hiç Kullanmamış
Bırakmış
Kullanıyor
χ 2 =11,263
Kronik Hastalık Durumu (n=404)
Yok
Var
χ 2 =6,852
Düzenli İlaç Kullanma Durumu (n=404)
Yok
Var
χ 2 =1,444
Hanede Kronik Hastalık Olma Durumu (n=404)
Yok
Var
χ 2 = 0,418
(%)*
Var
Sayı
(%)*
167
78,4
72
87,8
88
80,7
p=0,183
46
10
21
21,6
12,2
19,3
229
77,4
69
94,5
29
82,9
p=0,004
67
4
6
22,6
5,5
17,1
198
85,3
129
75,0
p=0,009
34
43
14,7
25,0
219
82,6
108
77,7
p=0,229
46
31
17,4
22,3
195
79,9
132
82,5
p=0,518
49
28
20,1
17,5
*Satır Yüzdesi
Tablo 11’de araştırmaya katılan bireylerin bazı tanımlayıcı özelliklerine göre depresyon olma
durumunun değerlendirilmesi sunulmuştur.
Sigara içme durumuna göre; hiç sigara içmemiş olanların %21,6’sında, sigarayı bırakmış
olanların %12,2’sinde, halen sigara içenlerin %19,3’ünde depresyon vardır. Sigara içme
durumu ile depresyon arasında istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmamıştır (p=0,183).
Alkol kullanma durumlarına göre; hiç alkol kullanmamış olanların %22,6’sında, alkol
kullanmayı bırakmış olanların %5,5’inde, halen alkol kullananların %17,1’inde depresyon
71
vardır. Alkol kullanma durumu ile depresyon arasında istatistiksel olarak anlamlı fark
saptanmıştır (p=0,004). Aradaki fark alkolü bırakanlardan kaynaklanmaktadır.
Kronik hastalık olma durumuna göre; kronik hastalığı olmayanların %14,7’sinde, olanların
%25,0’ında depresyon vardır. Kronik hastalık olma durumu ile depresyon arasında
istatistiksel olarak anlamlı fark vardır (p=0,009).
Düzenli ilaç kullanma durumuna göre; kullanmayanların %17,4’ünde, kullananların
%22,3’ünde depresyon vardır. Düzenli ilaç kullanma durumu ile depresyon arasında
istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmamıştır (p=0,229).
Hanede kronik hastalık bulunma durumuna göre; kronik hastalık olmayanların %20,1’inde,
olanların %17,5’inde depresyon vardır. Hanede kronik hastalık bulunma durumu ile
depresyon arasında istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmamıştır (p=0,518).
Tablo 12. Katılımcıların Bazı Tanımlayıcı Özelliklerine Göre Anksiyete Olma Durumu,
Ağaçören, 2016.
Anksiyete Olma Durumu
Yok
Sayı
Sigara İçme Durumu(n=404)
Hiç İçmemiş
Bırakmış
İçiyor
χ 2 =2,266
Alkol Kullanma Durumu (n=404)
Hiç Kullanmamış
Bırakmış
Kullanıyor
χ 2 =9,956
Kronik Hastalık Durumu (n=404)
Yok
Var
χ 2 =2,329
(%)*
Var
Sayı
(%)*
170
79,8
69
84,1
94
86,2
p=0,322
43
13
15
20,2
15,9
13,8
234
79,1
69
94,5
30
85,7
p=0,007
62
4
5
20,9
5,5
14,3
197
84,9
136
79,1
p=0,127
35
36
15,1
20,9
72
Düzenli İlaç Kullanma Durumu (n=404)
Yok
Var
χ 2 =1,583
Hanede Kronik Hastalık Olma Durumu (n=404)
Yok
Var
χ 2 = 1,872
223
84,2
110
79,1
p=0,208
42
29
15,8
20,9
196
80,3
137
85,6
p=0,171
48
23
19,7
14,4
*Satır Yüzdesi
Tablo 12’de araştırmaya katılan bireylerin bazı tanımlayıcı özelliklerine göre anksiyete olma
durumunun değerlendirilmesi sunulmuştur.
Sigara içme durumuna göre; hiç sigara içmemiş olanların %20,2’sinde, sigarayı bırakmış
olanların %15,9’unda, halen sigara içenlerin
%13,8’inde anksiyete vardır. Sigara içme
durumu ile anksiyete arasında istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmamıştır (p=0,322).
Katılımcıların alkol kullanma durumlarına göre; hiç alkol kullanmamış olanların %20,9’unda,
alkol kullanmayı bırakmış olanların %5,5’inde, halen alkol kullananların %14,3’ünde
anksiyete vardır. Alkol kullanma durumu ile anksiyete arasında istatistiksel olarak anlamlı
fark saptanmıştır (p=0,007). Aradaki fark alkolü bırakanlardan kaynaklanmıştır.
Kronik hastalık olma durumuna göre; kronik hastalığı olmayanların % 15,1’inde, olanların
%20,9’unda anksiyete vardır. Kronik hastalık olma durumu ile anksiyete arasında istatistiksel
olarak anlamlı fark yoktur (p=0,127).
Düzenli ilaç kullanma durumuna göre; kullanmayanların %15,8’inde, kullananların
%20,9’unda anksiyete vardır. Düzenli ilaç kullanma durumu ile anksiyete arasında
istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmamıştır (p=0,208).
Hanede kronik hastalık bulunma durumuna göre; hanesinde yaşayanlarda kronik hastalık
olmayanların %19,7’sinde, olanların %14,4’ünde anksiyete vardır. Hanede kronik hastalık
bulunma durumu ile anksiyete arasında istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmamıştır
(p=0,171).
73
Tablo 13. Katılımcıların Bazı Tanımlayıcı Özelliklerine Göre Depresyon Olma Durumu,
Ağaçören, 2016.
Depresyon Olma Durumu
Yok
Sayı
Ailede Ruh Sağlığı Bozukluğu Olma Durumu (n=404)
Yok
299
Var
28
2
χ =0,732
p=0,392
Depresyon Tanısı Olma Durumu (n=404)
Yok
305
Var
22
2
χ =14,441
p<0,001
Depresyon Tedavisi Alma Durumu (n=404)
Yok
313
Var
14
χ 2 =10,745
p=0,001
Halen Depresyon Tedavisi Alma Durumu (n=404)
Yok
324
Var
3
χ 2 =3,779
p=0,052
Anksiyete Tanısı Alma Durumu (n=404)
Yok
315
Var
12
2
χ =4,087
p=0,043
Anksiyete Tedavisi Alma Durumu (n=404)
Yok
322
Var
5
2
χ =6,393
p=0,012
Halen Anksiyete Tedavisi Alma Durumu (n=404)
Yok
325
Var
2
χ 2 =5,501
p=0,019
(%)*
Var
Sayı
(%)*
81,5
75,7
68
9
18,5
24,3
83,3
57,9
61
16
16,7
42,1
82,6
56,0
66
11
17,4
44,0
81,4
50,0
74
3
18,6
50,0
81,8
63,2
70
7
18,2
36,8
81,7
50,0
72
5
18,3
50,0
81,5
40,0
74
3
18,5
60,0
*Satır Yüzdesi
Tablo 13’te araştırmaya katılan bireylerin bazı tanımlayıcı özelliklerine göre depresyon olma
durumunun değerlendirilmesi sunulmuştur.
Katılımcıların ailesinde ruh sağlığı bozukluğu olması durumuna göre; ailede ruh sağlığı
bozukluğu olmayanların %18,5’inde, olanların %24,3’ünde depresyon vardır. Ailede ruh
74
sağlığı bozukluğu olma durumuna göre depresyon olma arasında istatistiksel olarak anlamlı
fark bulunmamıştır (p=0,392).
Katılımcıların daha önce depresyon tanısı alma durumlarına göre; daha önce depresyon tanısı
olmayanların %16,7’sinde, olanların %42,1’inde depresyon vardır. Daha önce depresyon
tanısı olma durumuna göre depresyon olma açısından istatistiksel olarak anlamlı fark vardır.
(p<0,001).
Katılımcıların daha önce depresyon tedavisi alma durumlarına göre; tedavi almayanların
%17,4’ünde, tedavi alanların %44,0’ında depresyon vardır. Daha önce depresyon tedavisi
alma durumuna göre depresyon olma açısından istatistiksel olarak anlamlı fark vardır.
(p=0,001).
Halen depresyon tedavisi alma durumlarına göre; tedavi almayanların %18,6’sında, tedavi
alanların %50,0’ında depresyon vardır. Halen depresyon tedavisi alma durumuna göre
depresyon olma açısından istatistiksel olarak anlamlı fark yoktur (p=0,052).
Katılımcıların daha önce anksiyete tanısı alma durumlarına göre; daha önce anksiyete tanısı
olmayanların %18,2’sinde, olanların %36,8’inde depresyon vardır. Daha önce anksiyete tanısı
olma durumuna göre depresyon olma açısından istatistiksel olarak anlamlı fark vardır.
(p=0,043).
Katılımcıların daha önce anksiyete tedavisi alma durumlarına göre; tedavi almayanların
%18,3’ünde, tedavi alanların %50,0’ında depresyon vardır. Daha önce anksiyete tedavisi alma
durumuna göre depresyon olma açısından istatistiksel olarak anlamlı fark vardır (p=0,012).
Halen anksiyete tedavisi alma durumlarına göre; tedavi almayanların %18,5’inde, tedavi
alanların %60,0’ında depresyon vardır. Halen anksiyete tedavisi alma durumuna göre
depresyon olma açısından istatistiksel olarak anlamlı fark yoktur.(p=0,019).
75
Tablo 14. Katılımcıların Bazı Tanımlayıcı Özelliklerine Göre Anksiyete Olma Durumu,
Ağaçören, 2016.
Anksiyete Olma Durumu
Yok
Sayı
Ailede Ruh Sağlığı Bozukluğu Olma Durumu (n=404)
Yok
Var
χ 2 =2,512
Depresyon Tanısı Olma Durumu (n=404)
Yok
Var
χ 2 =13,887
Depresyon Tedavisi Alma Durumu (n=404)
Yok
Var
χ 2 =6,246
Halen Depresyon Tedavisi Alma Durumu (n=404)
Yok
Var
χ 2 =4,421
Anksiyete Tanısı Alma Durumu (n=404)
Yok
Var
χ 2 =22,376
Anksiyete Tedavisi Alma Durumu(n=404)
Yok
Var
χ 2 =7,443
Halen Anksiyete Tedavisi Alma Durumu(n=404)
Yok
Var
χ 2 =6,291
(%)*
Var
Sayı
(%)*
306
83,4
27
73,0
p=0,113
61
10
16,6
27,0
310
84,7
23
60,5
p<0,001
56
15
15,3
39,5
317
83,6
16
64,0
p=0,012
62
9
16,4
36,0
330
82,9
3
50,0
p=0,036
68
3
17,1
50,0
325
84,4
8
42,1
p<0,001
60
11
15,6
57,9
328
83,2
5
50,0
p=0,006
66
5
16,8
50,0
331
83,0
2
40,0
p=0,012
68
3
17,0
60,0
*Satır Yüzdesi
Tablo 14’te araştırmaya katılan bireylerin bazı tanımlayıcı özelliklerine göre anksiyete olma
durumunun değerlendirilmesi sunulmuştur.
Katılımcıların ailesinde ruh sağlığı bozukluğu olması durumuna göre; ailesinde ruh sağlığı
bozukluğu olmayanların %16,6’sında, olanların %27,0’sında anksiyete vardır. Ailede ruh
76
sağlığı bozukluğu olma durumuna göre anksiyete olma açısından istatistiksel olarak anlamlı
fark bulunmamıştır (p=0,113).
Katılımcıların daha önce depresyon tanısı alma durumlarına göre; daha önce depresyon tanısı
olmayanların %15,3’ünde, olanların %39,5’inde anksiyete vardır. Daha önce depresyon tanısı
olma durumuna göre anksiyete olma açısından istatistiksel olarak anlamlı fark vardır
(p<0,001).
Katılımcıların daha önce depresyon tedavisi alma durumlarına göre; tedavi almayanların
%16,4’ünde, tedavi alanların %36,0’ında anksiyete vardır. Daha önce depresyon tedavisi alma
durumuna göre anksiyete olma açısından istatistiksel olarak anlamlı fark vardır (p=0,012).
Halen depresyon tedavisi alma durumlarına göre; tedavi almayanların %17,1’inde, tedavi
alanların %50,0’ında anksiyete vardır. Halen depresyon tedavisi alma durumuna göre
anksiyete olma açısından istatistiksel olarak anlamlı fark yoktur (p=0,036).
Katılımcıların daha önce anksiyete tanısı alma durumlarına göre; daha önce anksiyete tanısı
olmayanların %15,6’sında, olanların %57,9’unda anksiyete vardır. Daha önce anksiyete tanısı
olma durumuna göre anksiyete olma açısından istatistiksel olarak anlamlı fark vardır
(p<0,001).
Katılımcıların daha önce anksiyete tedavisi alma durumlarına göre; tedavi almayanların
%18,1’inde,tedavi alanların %50,0’ında anksiyete vardır. Daha önce anksiyete tedavisi alma
durumuna göre anksiyete olma açısından istatistiksel olarak anlamlı fark vardır (p=0,006).
Halen anksiyete tedavisi alma durumlarına göre; tedavi almayanların %17,0’sında tedavi
alanların %60,0’ında anksiyete vardır. Halen anksiyete tedavisi alma durumuna göre
anksiyete olma arasında istatistiksel olarak anlamlı fark vardır (p=0,012).
77
Tablo 15. Katılımcıların Depresyon Olma Durumlarına Göre Anksiyete Olma Durumu,
Ağaçören, 2016.
Anksiyete Olma Durumu
Yok
Sayı
Depresyon Olma Durumu (n=404)
Yok
Var
χ 2 = 1,028
(%)*
300
91,7
33
42,9
p<0,001
Var
Sayı
(%)*
27
44
8,3
57,1
*Satır Yüzdesi
Tablo 15’te araştırmaya katılan bireylerin depresyon olma durumlarına göre anksiyete olma
durumunun değerlendirilmesi sunulmuştur.
Depresyonu olmayanların %8,3’ünde, olanların %57,1’inde anksiyete vardır. Depresyon olma
durumuna göre anksiyete olma arasında istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmıştır
(p<0,001).
Tablo 16. İncelenenlerin Depresyon Durumlarını Etkileyen Etmenlerin Tahmini Rölatif
Riskleri, Ağaçören, 2016.
Beta
Cinsiyet
Erkek
Kadın
Anksiyete
Yok
Var
Kronik Hastalık
Yok
Var
Öğrenim Durumu
Okul bitirmemiş
Okul bitirmiş
OR
%95 CI
P
1,295
1,00
3,65
2,11-6,31
<0,001
2,696
1,00
14,81
8,13-26,96
<0,001
0,663
1,00
1,94
1,17-3,20
0,010
-0,956
1,00
0,38
0,21-0,67
0,001
OR: Odds Ratio
CI: Confidence Interval (Güven Aralığı)
78
Tablo 16’da incelenenlerin depresyon durumlarını etkileyen etmenlerin tahmini rölatif riskleri
hesaplandığında; kadın olmak, herhangi bir okul bitirmemiş olmak, kronik hastalığa sahip
olmak ve anksiyete varlığı depresyon için risk etmeni olarak belirlenmiştir.
Depresyon riskinin; kadınlarda erkelere göre 3,65 kez, kronik hastalığı olanlarda olmayanlara
göre 1,94 kez, anksiyete bozukluğu olanlarda olmayanlara göre 14,81 kez daha fazla;
herhangi bir okul bitirmemişlerden almayanlara göre 0,38 kez daha az olduğu saptanmıştır.
Tablo 17. İncelenenlerin Anksiyete Durumlarını Etkileyen Etmenlerin Tahmini Rölatif
Riskleri, Ağaçören, 2016.
Beta
Cinsiyet
Erkek
Kadın
Kronik Hastalık
Yok
Var
Öğrenim Durumu
Okul bitirmemiş
Okul bitirmiş
OR
%95 CI
P
1,477
1,00
4,38
2,43-7,87
<0,001
-0,399
1,00
0,67
0,40-1,12
0,128
-0,380
1,00
0,68
0,37-1,26
0,225
OR: Odds Ratio
CI: Confidence Interval (Güven Aralığı)
Tablo 17’de incelenenlerin anksiyete durumlarını etkileyen etmenler tahmini rölatif riskleri
hesaplandığında; kadın olmak anksiyete varlığı için risk etmeni olarak belirlenmiştir.
Anksiyete riskinin, kadınlarda erkelere göre 4,38 kez daha fazla olduğu saptanmıştır.
79
5.TARTIŞMA
5.1.Tanımlayıcı Bulguların Tartışılması:
Araştırmada Aksaray İli Ağaçören İlçesi’nde yaşayan 404 kişi incelenmiştir. İlçede
yaşayanların yaş ortalaması 44,01±17,79’dur. 1998 yılında yapılan Türkiye Ruh Sağlığı
Profili Çalışması’nda yaş ortalaması 39,3'tür.
37
Yaklaşık yirmi yıllık süreçte toplumun
ortalama yaşam süresi artmış olduğundan çalışmamızdaki kişilerin yaş ortalamasının
bahsedilen çalışmadan daha yüksek çıktığı düşünülmüştür.
Araştırma grubunun yüzde 18’ini 15-24 yaş grubu oluşturmaktadır; 25-64 yaş grubundakilerin
sıklığı yüzde 66; 65 yaş üzeri nüfusun sıklığı yüzde 15’dir. Türkiye Kronik Hastalıklar ve
Risk Faktörleri Sıklığı Çalışması’nda yüzde 19’unu 15-24 yaş grubu oluşturmaktadır; 25-64
yaş grubundakilerin sıklığı yüzde 70, 65 yaş üzeri nüfusun sıklığı yüzde 11’dir. 39 65 yaş üzeri
nüfustaki farklılık çalışmamızdaki ilçede bu nüfusun fazla olduğundan kaynaklandığını
düşündürmüştür.
Katılımcıların yüzde 72’si evli, yüzde 20’si bekâr, yüzde 1’i boşanmış ve yüzde 6’sının eşi
ölmüştür. İstatistiklerle Türkiye 2014 Raporu’na göre ülkemizde 15 yaş ve üzeri nüfusun
yüzde 64’ü evli, yüzde 27’si bekâr, yüzde 3’ü boşanmış ve yüzde 5’inin eşi ölmüştür.
132
Türkiye Ruh Sağlığı Profili Çalışması’nda yüzde 80’i evli, yüzde 13’ü bekâr, yüzde 6’sı dul
boşanmıştır. 39 Çalışmamızda evli kişilerin sıklığının profil çalışmasına göre düşük çıkmasının
nedeni katılımcı yaşının 15 yaş itibarı ile olması profil çalışmasında ise 18 yaş itibarı ile
olmasından kaynaklandığı düşünülmüştür.
Çalışmamıza katılan bireylerin yüzde 19’u herhangi bir okul bitirmemiştir; yüzde 32’si
ilkokul, yüzde 14’ü ortaokul mezunu, yüzde 33’ü ise lise ve üzeri bir eğitim kurumundan
mezun olmuştur. TNSA 2013 verilerine göre katılımcıların yüzde 16’sının herhangi bir okul
bitirmemiştir; yüzde 34’ü ilkokul, yüzde 21’i ortaokul mezunu, yüzde 30’u ise lise ve üzeri
80
bir eğitim kurumundan mezun olmuştur.
133
Çalışmamız ile TNSA verileri arasında uyum
olduğu düşünülmüştür.
Araştırmamıza katılan bireylerin yaklaşık yarısında kronik hastalık vardır. 2012 yılında
Adana’da kadınlardaki depresif belirtilerin sıklığını belirlemeye yönelik yapılan bir çalışmada
ise katılımcıların yaklaşık beşte birinde kronik hastalık varlığı tespit edilmiştir.
2
Bu farkın
sebebi olarak iki çalışmadaki çalışmaya dâhil edilen toplumun yaş farkı olduğu
düşünülmüştür.
TNSA-2013’e göre hane halkı başına ortalama olarak 3,6 kişi düşmektedir.
133
2008’de
Edirne’de yapılan bir çalışmada bu sayı 4,0 olarak bulunmuştur. 134 Bizim çalışmamızda hane
halkı başına ortalama 2,6 kişi düşmektedir. Aradaki farkın araştırmayı yaptığımız ilçenin
dışarıya göç vermesinden kaynaklandığı düşünülmüştür.
Katılımcıların yaklaşık yarısı hiç sigara içmemiş, yaklaşık üçte biri halen sigara kullanmakta,
yaklaşık beşte biri sigarayı bırakmıştır. 2008’de Edirne’de yapılan çalışmada katılımcıların
yüzde 60’ı hiç sigara içmemiş, yüzde 33’ü halen sigara kullanmakta yüzde 6’sı ise sigarayı
bırakmıştı.
134
Bizim çalışmamızda sigara içme sıklığının daha yüksek çıkmasının sebebi
erkeklerin de çalışmaya dâhil olmasından kaynaklı olduğu düşünülmüştür
Katılımcıların aile tipleri değerlendirildiğinde, yaklaşık yarısı çekirdek aile, beşte biri geniş
ailedir. 2008’de Edirne’de yapılan çalışmada yüzde 86’sı çekirdek aile, yüzde 5’i geniş
ailedir. 134 Ankara’daki ve Eskişehir’deki başka çalışmalarda da katılımcıların çoğu yaklaşık
yüzde 86’sı çekirdek ailedir.
135 136
Bizim çalışmamızda da çekirdek aile tipi diğer
çalışmalarda olduğu gibi en yüksek aile tipi olmasına rağmen ilçede yalnızca eşi ile beraber
yaşayan nüfusun fazla olması diğer çalışmalarla arasındaki farkı oluşturduğu düşünülmüştür.
81
Türkiye İstatistik Kurumu’nun 2012 yılında yapmış olduğu sağlık araştırmasında nüfusun
yüzde 10’u alkol kullanmaktadır.
137
Çalışmamızda katılımcıların yüzde 10’u alkol
kullanmaktadır. Bu rakamlar TÜİK verileri ile uyumludur.
5.2.Depresyonla İlgili Bulguların Tartışılması
Katılımcıların Beck Depresyon Ölçeği puan ortalaması 9,85 ± 8,88’dir. 2012’de Adana’da
yapılan çalışmada Beck Depresyon Ölçeği puan ortalaması 10,94 ± 11,45’tir. Araştırmaya
katılan kadınların, %28,3’ü 17 ve üstünde puan almıştır. Adana’daki çalışmada
katılımcılardan Beck depresyon ölçeğinde 17 ve üstünde puan alan %30,3 kadın vardı. 2 Bu
sonuçlar araştırmanın sonuçları ile benzerdir.
Katılımcıların yaklaşık onda biri daha önce depresyon tanısı almıştır. Kadınların ise
%13,4’ünde daha önceden depresyon tanısı vardı. Adana’daki çalışmada katılımcıların %
11’inin önceden depresyon geçirme hikâyesi vardı. 2 Bu bulgular bizim bulgularımızla benzer
bulunmuştur.
Çoğu epidemiyolojik ve klinik çalışmalar, depresif belirtiler ve depresyonun toplumda
kadınlar arasında daha yüksek olduğunu göstermektedir. 2004’de Amerika Birleşik
Devletlerinde yapılan bir çalışmada kadınlarda depresif belirtilerin sıklığı %17,9 erkeklerde
%11,1 olarak saptanmıştır. 138 2013’de İsveç’te yapılan bir çalışmada kadınların %12,9’unda,
erkek bireylerin ise %8,3’ünde depresyon saptanmıştır.
139
2005 yılında Amerika Birleşik
Devletlerinde yapılan başka bir çalışmada kadınlarda depresyon riski erkeklere göre iki kez
fazla bulunmuştur.
140
Bizim çalışmamızda erkeklerin %10’unda, kadınların %28,9’unda
depresyon saptanmış ve depresyon riski, kadınlarda erkelere göre 3,65 kez (%95 GA=2,116,31) fazla bulunmuştur. Kadınlar ve erkekler arasındaki bu farklılığın nedenleri arasında
nöroendokrin faktörler ve erkek egemen toplum yapısı gibi çeşitli nedenler üzerinde
durulabilir. Çalışmamızın sonucu literatürdeki bilgileri desteklemektedir.
82
Çalışmamızda herhangi bir okul bitirmemiş katılımcılarda üçte bir sıklığında görülen
depresyon prevalansı, lise ve üzeri eğitim kurumlarından mezun olan katılımcılarda altıda bir
olarak bulunmuştur. Eğitim düzeyi ilkokul mezunu ve üzeri olanlarda depresyon, okul
bitirmemişlere göre 0,38 kez (%95 GA=0,21-0,67) daha az bulunmuştur. 2006’da İngiltere’de
yapılan bir çalışmada eğitimin hem erkeklerde hem kadınlarda depresyonu azalttığı
bulunmuştur.
141
2014’de Nijerya’da yapılan bir çalışmada eğitim düzeyi ile depresyon
prevalansı arasında anlamlı ilişki saptanmış, depresyonun en sık okul bitirmemişlerde ortaya
çıktığı bulunmuştur. 142 Türkiye Ruh Sağlığı Profili çalışmasında hiç okula gitmemiş olanların
tanı sıklığının beşte birden fazla olduğu alkol bağımlılığı ve özgül fobi dışındaki tüm hastalık
gruplarının bu kişilerde fazla olduğu görülmüştür.
37
Eğitim düzeyi ile depresyon arasındaki
bu ilişkinin eğitim düzeyi arttıkça gelir düzeyinin artması ve bunun sonucunda kişilerin
depresyona sebep olabilecek birçok risk faktöründen korunmaları olduğu düşünülmüştür.
Ayrıca bu fark eğitimin bireylerin bilgiye erişimini artırarak sağlığı ile ilgili konularda
dikkatli olmasını sağlayıp tanı ve tedaviye uyumunu sağlamasından kaynaklanabilmektedir.
Bizim çalışmamızda kronik hastalığı olan katılımcıların dörtte birinde depresyon mevcut iken
olmayanların yedide birinde depresyon saptanmış, depresyon kronik hastalığı olanlarda
olmayanlara göre 1,94 kez (%95 GA=1,17-3,20) daha fazla saptanmıştır. 2009’da Brezilya’da
yapılan bir çalışmada depresyon kronik hastalığı olanlarda olmayanlara göre 1,58 kez daha
fazla saptanmıştır. 143 Yapılan birçok çalışmada da kronik hastalığı olanlarda depresyon daha
yüksek saptanmıştır. 144 145 Kronik hastalıklarda depresyonun daha fazla görülmesinin nedeni
olarak bireyin uyum kapasitesinin değişmesi, beraberinde getirdiği tedaviler, ilaçlar, aile
ilişkilerinde bozulma, ağrı hissetme gibi durumlarının etkili olduğu düşünülmüştür.
Çalışmamızda daha önce depresyon tanısı alan ve depresyon tedavisi alan kişilerin yaklaşık
yarısında depresyon bulunmuştur. Bu durumun sebebi olarak hastalara verilen tedavide ve
hastaların bu tedaviye uymalarında sorunlar olabileceği düşünülmüştür.
83
Çalışmamızda depresyon, anksiyete bozukluğu olanlarda olmayanlara göre 14,81 kat (%95
GA=8,13-26,96) daha fazla bulunmuştur. 2012’de Avustralya’da yapılan bir çalışmada
depresyon saptanan kişilerin %85’inde anksiyete de saptanmıştır.
103
Yurt dışında yapılan
başka bir çalışmada da depresyonu olanların yarısından fazlasında herhangi bir anksiyete
bozukluğu eşlik etmektedir.
146
Bu birlikteliğin etiyolojide etkili olan ortak nörotransmitter
maddelerden kaynaklanabileceği düşünülmüştür.
5.3.Anksiyeteyle İlgili Bulguların Tartışılması
Farklı ülkelerde yapılan araştırmalarda toplumda görülen anksiyete bozuklukları için değişen
sıklıklar bildirilmektedir. Avustralya’da 2012’de yapılan çalışmada anksiyete bozukluklarının
sıklığı %14,4 olarak bulunmuştur. 103 Yurt dışında yapılan bir çalışmada, toplumda anksiyete
görülme sıklığı %18,51 olarak bulunmuştur. 147 Eskişehir’de 2006’da yapılan bir çalışmada en
az
bir
anksiyete
bozukluğu
tanısı
alan
bireyler,
tüm
katılımcıların
%28,9’unu
oluşturmuşlardır. 148 Çalışmamızda toplumun %17,6’sında anksiyete bozukluğu bulunmuştur.
Prevalans hızlarının farklı çıkmasının nedenlerinden birisi kullanılan tanı ölçeklerinin
farklılığı olduğu düşünülmektedir.
Anksiyete bozuklukları kadınlarda daha yaygın olarak bulunmuş ve kadın cinsiyet olmak
anksiyete bozuklukları açısından risk olarak saptanmıştır. 2015’te yurt dışında yapılan bir
çalışmada anksiyete kadınlarda erkeklere göre 1,76 kat daha fazla bulunmuştur.
149.
2010
yılında Adana’da yapılan çalışmada anksiyete bozuklukları kadınlarda erkeklere göre 2,35 kat
fazla olarak bulunmuştur.
94
Bizim çalışmamızda da anksiyete sıklığı kadınlarda %27,8 ve
erkeklerde %8,1 olarak bulunmuştur. Çalışmamızda anksiyete bozukluğu riski kadınlarda
erkeklere göre 4,38 kat (%95 GA=2,43-7,87) daha fazla bulunmuştur. Bu sonuç literatür ile
de uyumludur. Kadınların, sosyal stres faktörlerine çok daha sık maruz kalıyor olması bu
yaygınlıkla ilişkili olabilmektedir. Östrojen ve progesteronun stres yanıtını artırması
84
kadınlarda stresle bağlantılı ruhsal bozuklukların daha sık görülmesini açıklayacak
nedenlerden biri olabilir.
Çalışmamızda geçmişte anksiyete tanısı alanlar ve geçmişte anksiyete tedavisi alanların
yarısında anksiyete bulunmuştur. Halen anksiyete tedavisi alanların yaklaşık üçte ikisinde
anksiyete saptanmıştır. Bu durum hastaların tedaviye uymadıklarını ya da verilen tedavinin
kişiye uygun olmadığını düşündürmüştür.
85
6.SONUÇ VE ÖNERİLER
•
İncelenenlerin yaş ortalaması 44,01±17,79’dur.
•
İncelenenlerin;
%52,0’ı erkek, %48,0’ kadındır,
%72,5’i evli, %27,5’i bekâr, eşi ölmüş, ya da boşanmıştır,
%18,8’i okul bitirmemiştir,
%39,1’i çalışandır,
%42,6’sının kronik fiziksel bir hastalığı vardır,
%40,1’inin aylık hane halkı geliri 1250 TL ve altıdır.
•
İncelenenlerin %19,0’ında depresyon vardır. Depresyon; kadınlarda, okul bitirmemişlerde,
işsiz, ev hanımı ve öğrencilerde, kronik fiziksel hastalığı olanlarda daha fazla
görülmektedir.
•
İncelenenlerin %17,6’sında anksiyete vardır. Anksiyete; kadınlarda, işsiz, ev hanımı ve
öğrencilerde, daha fazla görülmektedir.
•
İncelenen kişilerde depresyonu olanların %57,1’inde anksiyete vardır.
•
Depresyon okul bitirmemiş kişilerde daha fazla görülmektedir. Önlenmesi için toplumun
eğitim düzeyinin arttırılması sağlanmalıdır.
•
Hem depresyon hem anksiyete bozukluklarının kadınlarda daha fazla görülmesi dikkat
çekicidir. Ülke çapında kadınları destekleyecek, kadınlara verilmesi gereken sağlık ve
sosyal hizmetleri belirleyecek politikalar artırılmalı ve uygulanmalıdır. Toplumsal
Cinsiyete duyarlı politikaların ana plan ve programlara entegrasyonu sağlanmalıdır.
Toplumsal eşitsizlikler ve aile içi ilişkilerdeki sorunlar gibi risk faktörleri hakkında
farkındalığın artması kadınların depresyona girmesini önleyici önemli adımlardan birini
oluşturabilir.
86
•
Depresif bozukluk saptanmış olan bireylerin büyük kısmında anksiyete bozukluğu da
saptanmıştır. Depresyonda ek hastalık olarak anksiyete ya da başka bir ruh sağlığı sorunu
bulunması hem depresyonun seyrini hem de tedavi planını etkilemektedir. Birliktelik
gösteren
bozuklukların
gelişimindeki
karmaşık
beyin
işlevlerinin
tanımlanması
hastalıkların daha iyi anlaşılmasını sağlayacaktır.
•
Türkiye’de ruh sağlığı alanında toplumun tamamını kapsayan yeterli ve güncel
çalışmalara ihtiyaç duyulmaktadır. Depresyon ve anksiyete de dâhil olmak üzere ruh
sağlığı bozukluklarının sıklığını, dağılımını inceleyen geniş kapsamlı saha çalışmalarının
yapılması sağlanmalıdır. Bölge ve il haritalamalarının oluşturulması faydalı olacaktır
•
Sonuç olarak depresyon ve anksiyete bozuklukları en yaygın görülen psikiyatrik
bozukluklardandır. Ruh sağlığı hizmetleri ile ilgilenen tüm resmi ve özel kuruluşlar ve
kişiler toplumun ruhsal sorunları ile daha fazla ilgilenmeli, bu konuda yapılacak
araştırmalar ve çalışmalar desteklenmelidir. Yapılacak yeni çalışmalarla risk faktörleri
belirlendikten sonra bu faktörlere yönelik ruh sağlığı hizmetlerinin yaygınlaştırılması ve
birinci basamağa entegrasyonu sağlanmalıdır.
87
7.KAYNAKLAR
1.
Dünya Sağlık Örgütü Avrupa Bölgesi Ofisi: Herkes İçin Sağlık Hedefleri 2000, İkinci Baskı, Ankara, (1986)
2.
GÜNDÜZ E, Adana İli Havutlu Bölgesinde 15-49 Yaş Kadınlardaki Depresif Belirtilerin Sıklığı ve Etkileyen Faktörler,
s:1,(2012)
3.
ERGİNÖZ E, Halk Sağlığı ve Mental Hastalıklar Türkiye’de Sık Karşılaşılan Psikiyatrik Hastalıklar Sempozyum Dizisi, s:3140,(2008)
4.
YILMAZ E, Şizofreni ve Bipolar Afektif Bozukluk Tanısı Almış Hastalara Bakım Veren Kişilerde Kaygı Durumu Ve MizaçKarakter İlişkisi, s:3,(2009)
5.
OCAKTAN E, ÖZDEMİR O ve ark. Birinci Basamakta Ruh Sağlığı Hizmetleri, Kriz Dergisi s: 63-73
6.
AŞKIN R, Depresyon El Kitabı, s:158 – 159,(1999)
7.
KARAMUSTAFALIOĞLU O, YUMRUKÇAL H, Depresyon ve Anksiyete Bozuklukları, Ş.E.E.A.H. Tıp Bülteni, s:65-74(2011)
8.
World Health Organization: Facts sheet No 369 – Depression. Erişim Tarihi: 05/08/2016
http://www.who.int/mediacentre/factsheets/fs369/en
9.
SAYIL I, BERKSUN O, Depresyon ve İntihar, Psikiyatri Dünyası, s:52-56,(1998)
10.
YAŞAR R, Depresyonun Kadınlaşması, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi s:251-281, (2007 )
11.
STEIN MB, KIRK P, PRABHU V, Mixed Anxietydepression In A Primary Care Clinic, s: 79-84, (1995)
12.
AKKAYA C, Anksiyete Belirtilerinin Eşlik Ettiği Majör Depresif Bozukluğun Tanı ve Sağaltımındaki Güçlükler, Türk Psikiyatri
Dergisi, s:139-146, (2006)
13.
ÜNSAL C, Yaygın Anksiyete Bozukluğu Tanısı Alan Hastaların Elektrokardiyografilerindeki P-Dalga Dispersiyonu Ve QT
Dispersiyonu, s:3, (2007)
14.
BANDELOW B, MICHAELIS S,Epidemiology of Anxiety Disorders in the 21st Century, Dialogues Clin Neurosci , s: 327–335,
(2015)
15.
BUDAKOGLU I ve ark, 15 Yaş Üzeri Kadınlarda Anksiyete Sıklığı Ve Gelişimini Etkileyen Faktörler,s: 92-97,(2005)
16.
KESSLER RC et all, Lifetime And 12-Month Prevalence Of DSM-III-R Psychiatric Disorders In The United States,Arch Gen
Psychiatry,s:8-19, (1994)
17.
ÖREN N, GENÇDOĞAN B, Lise Öğrencilerinin Depresyon Düzeylerinin Bazi Değişkenlere Göre İncelenmesi, Kastamonu
Eğitim Dergisi, s: 85-92 (2007)
18.
ÖZER D ve ark, Ergenlerde Depresyon: Epidemiyoloji, Klinik Görünüm, Komorbidite, Seyir, Komplikasyonlar, Düşünen Adam,
s: 90-96 (2002)
19.
MARAL I ve ark, Depresyon Yaygınlığı ve Risk Etkenleri: Huzurevi ve Evde Yaşayan Yaşlılarda Karşılaştırmalı Bir Çalışma,
Türk Psikiyatri Dergisi, 12(4), 251-259, (2001)
20.
ÇALIK K, AKTAŞ S, Gebelikte Depresyon: Sıklık, Risk Faktörleri ve Tedavisi, Psikiyatride Güncel Yaklaşımlar, s:142-162,
(2011)
21.
KÖKNEL, Ö. Ruhsal Çöküntü: Depresyon. 6. Baskı. İstanbul: Altın Kitaplar, (2005)
22.
ÇEVİK A, VOLKAN V. Depresyonun psikosomatik etiyolojisi, Depresyon Monografları Serisi 3,s:109-122, (1993)
23.
AKTAY M, İstanbul Arel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Psikoloji Anabilim Dalı, s:28, (2014)
24.
AYYILDIZ H,Major Depresyon ve Panik Bozuklukta Serum S100b Seviyeleri, s:10 (2008)
88
25.
AKISKAL HS. Mood Disoreders: Introduction And Overview, Comprehensive Textbook Of Psychiatry,1th ed. Kaplan HI,
Sadock BJ. PA: Williams and Wilkins, s:1067-1079,(1995)
26.
BABAOĞLU A, Psikiyatri Tarihi,Okuyan Us Yayın, İstanbul, s:56,95(2002)
27.
ORAL T, Karasevda’dan Depresyon’a Hüznün Tarihi, Başka Psikiyatri ve Düşünce Dergisi, (2009)
28.
KÖKNEL Ö, Duygudurum Bozukluklarının Tarihçesi, Duygudurum Dizisi, s:5-11(2000)
29.
BORATAV C. Duygudurum Bozuklukları Ve Nozoloji,Duygudurum Dizisi,s:18-28(2000)
30.
BAG B, Kanser Hastalarında Depresyon,Psikiyatride Güncel Yaklaşımlar, s:186-198,(2014)
31.
KESSLER RC et all. The Epidemiology of Major Depressive Disorder: Results From The Naitonal Comorbidity Survey
Replication (NCS-R). s:3095-3105,(2003)
32.
ROBINS LN et all. The Epidemiologic Catchment Area Study Psychiatric Disorders in America,(1991)
33.
MATHERS CD, LONCAR D. Projections of Global Mortality and Burden of Disease from 2002 to 2030. Plos Medicine, s:
2011-2029,(2006)
34.
MARNEROS A, Mood Disorders: Epidemiology and Natural History,Psychiatry, s:119-122,(2006)
35.
KAWAKAMI N et all. Lifetime and 6-Month Prevalence of DSM-III-R Psychiatric Disorders in an Urban Community in Japan.
Psychiatry Research,s:293-301,(2004)
36.
SADOCK BJ, SADOCK VA, Klinik psikiyatri,4. Baskı, Güneş Kitapevi,(2005)
37.
Sağlık Bakanlığı 2001 Yayınları, Türkiye Ruh Sağlığı Profili Raporu, Eksen Tanıtım , (1998)
38.
KÜEY L ve ark, Türkiye’de Ruhsal Bozukluklar Epidemiyolojisi Araştırmaları Üzerine Bir Gözden Geçirme Çalışması, Toplum
ve Hekim, s:12-16,(1987)
39.
Türkiye Kronik Hastalıklar ve Risk Faktörleri Sıklığı Çalışması, s:40-41,(2013)
40.
ÇELİK F, ÇİÇEK H, Major Depresif Bozukluk Tanımı, Etiyolojisi ve Epidemiyolojisi, Journal of Contemporary Medicine, s: 5166,(2016)
41.
Amerikan Psikiyatri Birliği, Ruhsal Bozuklukların Tanısal ve Sayımsal Elkitabı, Beşinci Baskı (DSM-5), Tanı Ölçütleri Başvuru
Elkitabı (Çev. Ed: E Köroğlu) , Hekimler Yayın Birliği, (2013)
42.
BALCIOĞLU İ, Sürekli Tıp Eğitimi Etkinlikleri Depresyon, Somatizasyon ve Psikiyatrik Aciller Sempozyumu, s:19-28,(1999)
43.
YEMEZ B, ALPTEKiN K, Depresyon Etiyolojisi, Psikiyatri Dünyası 1,s:21-25,(1998)
44.
LAM RW, MOK H,Depression. 1.Baskı, New York: Oxford University Press, s:21-32,(2008)
45.
TARHAN N, ÇETİN M, Depresyonda Biyolojik Göstergeler, Depresyon Monografları Serisi 4,Hekimler Yayın Birliği, s:175200,(1993)
46.
SELVİ Y ve ark, Kronobiyoloji ve Duygudurum Bozuklukları, Psikiyatride Güncel Yaklaşımlar-Current Approaches in
Psychiatry, 3(3) s:368-386,(2011)
47.
ALPER Y, Bütün Yönleriyle Depresyon, Gendaş A.Ş,s:19-20,(1999)
48.
UĞUR M, Türkiye’de Sık Karşılaşılan Psikiyatrik Hastalıklar Sempozyum Dizisi, s:59-84 (2008)
49.
SEEDAT S et all. Cross-National Associations Between Gender and Mental Disorders in the WHO World Mental Health
Surveys, Archives of General Psychiatry s:785-795,(2009)
50.
BEEKMAN AT et all. Major and Minor Depression in Later Life: A Study Of Prevalence And Risk Factors, J Affect Disord,
s:65-75,(1995)
51.
ROBERTS RE, et all. Does Growing Old İncrease The Risk For Depression? Am J Psychiatry, s:1384-1390,(1997)
89
52.
MARAL I ve ark, Depresyon Yaygınlığı ve Risk Etkenleri: Huzurevinde ve Evde Yaşayan Yaşlılarda Karşılaştırmalı Bir Çalışma
Türk Psikiyatri Dergisi s:251-259 (2001)
53.
ANTHONY JC, Petronis KR Suspected Risk Factors for Depression Among Adults 18-44 Years Old. Epidemiology, 1991;
2(2):123-132
54.
BRUCE ML, KİM KM Differences İn The Effects of Divorce on Major Depression in Men and Women. Am J Psychiatry, 1992;
149(7):914-917.
55.
KÜEY L, GÜLEÇ C. Depresyonun Epidemiyolojisi. Depresyon Monografları Serisi, Hekimler Yayın Birliği, Ankara, 1993
56.
AYDIN H ve ark, Duygudurum bozukluklarının genetik yönü. Hekimler Yayın Birliği, s:25,135-152,(1993)
57.
SAVRUN M, Depresyonun Tanımı Ve Epidemiyolojisi, Somatizasyon ve Psikiyatrik Aciller Sempozyumu, s. 11-17(1999)
58.
ERDEM Ö, Doğum Sonrası Hüzün ve Doğum Sonrası Depresyon, Konuralp Tıp Dergisi ,s:32-37,(2009)
59.
BLACK SA, Increased Health Burden Associated With Comorbid Depression In Older Diabetic Mexican Americans.Results
From The Hispanic Established Population For The Epidemiologic Study Of The Elderly Survey. Diabetes Care, s:56-64,(1999)
60.
DEW MA et all, Prevalence and Predictors Of Depression and Anxiety Related Disorders During The Year After Heart
Transplantation,Gen Hosp Psychiatry, s:48- 61,(1996)
61.
TEZCAN E,Depresyonun Ayırıcı Tanısı, Duygudurum Bozuklukları Ve Depresyon, s:77-99,(2000)
62.
GORY M et all. Depression Among The Homeless,J Health Soc Behav,s:87-102,(1990)
63.
DE LEON SIANTA ML, Correlates Of Maternal Depression Among Mexican American Migrant Farmworker Mother, J Child
Adolesc Psychiatr Ment Health Nurs, s:9-13,(1990)
64.
ANNAGÜR BB, Depresyon Hastalarında Dürtü Kontrol Bozuklukları Sıklığı, Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri
Anabilim Dalı Uzmanlık Tezi,(2008)
65.
SİVRİOĞLU EY, KIRLI S, Depresyon-Demans Ayırıcı Tanısı, Demans Dergisi s: 37-41, (2001)
66.
YAVUZ R, İ.Ü. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Sürekli Tıp Eğitimi Etkinlikleri Depresyon, Somatizasyon ve Psikiyatrik Aciller
Sempozyumu, s: 29-34,(1999)
67.
ÖZEN EM ve ark. Düşünen Adam Psikiyatri ve Nörolojik Bilimler Dergisi, Cilt 23, Sayı 1, s: 60-65, (2010)
68.
AYDEMIR C ve ark. Majör Depresyon ve Özkıyımda Kognitif ve Emosyonel Faktörler, Turk Psikiyatri Dergisi 13(1) s: 33,
(2002)
69.
GREENBERG PE et all. The Economic Burden of Depression in the United States: How Did It Change Between 1990 and 2000 J
Clin Psychiatry 64(12) s: 1465, (2003)
70.
CHANG SM et all.Economic Burden of Depression in South Korea. Soc Psychiatry Psychiatr Epidemiol,(2011)
71.
THOMAS CM, MORRIS S,Cost of Depression Among Adults in England in 2000, Br J Psychiatry,183(6),s:514,(2003)
72.
BERTO P et all,Depression: Cost-of-illness Studies in the International Literature, a Review. J Ment Health Policy Econ, 3(1),
s:3-10,(2000)
73.
OKUMARA Y, HIGUCHI T,Cost of Depression Among Adults in Japan, Prim Care Companion CNS Disord;13(3),s:1082,
(2011)
74.
TAMAM L ve ark, Depresyonun Ekonomik Maliyeti, Türkiye Klinikleri J Psychiatry-Special Topics,5(2),s:103,(2012)
75.
ARLINGTON VA American Psychiatric Association Desk Reference to the Diagnostic Criteria From DSM-5, American
Psychiatric Publishing, (2013)
76.
KILINÇ S, TORUN F, Türkiye’de Klinikte Kullanılan Depresyon Değerlendirme Ölçekleri, Dirim Tıp Dergisi, s:39-47, (2011)
90
77.
HİSLİ N, Beck Depresyon Envanteri'nin Üniversite Öğrencileri İçin Geçerliği, Güvenirliği. Psikoloji Dergisi s:3-13,(1989)
78.
TEGİN B, Depresyonda bilişsel bozukluklar: Beck Modeline Göre Bir İnceleme, Yayınlanmamış, Doktora Tezi. Hacettepe
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü,(1980)
79.
CEYHUN B, AKÇA F, Zung Depresyon Ölçeğinin Geçerlik ve Güvenirliği Üzerine Bir Çalışma. VIII. Ulusal Psikoloji Kongresi
Bilimsel Çalışmaları, Türk Psikologlar Derneği Yayınları, s:20,(1994)
80.
ERTAN T ve ark, Geriatrik depresyon ölçeğinin Türk yaşlı nüfusunda geçerlilik ve güvenilirliği. Nöropsikiyatri Arşivi s:6271,(1997)
81.
ENGİNDENİZ AN ve ark, Edinburgh Doğum Sonrası Depresyon Ölçeği Türkçe Formu Geçerlilik Ve Güvenilirlik Çalışması,
Bahar Sempozyumları 1 Kitabı. Ankara: Psikiyatri Derneği Yayınları, s:51-52,(1996)
82.
ÖY B, Çocukluk Depresyonu Derecelendirme Ölçeği: Sağlıklı Ve Çocuk Ruh Sağlığı Kliniğine Başvuran Çocuklarda
Uygulanması, Türk Psikiyatri Dergisi ,s:137,(1991)
83.
HAMILTON MA , A Rating Scale For Depression, Neurol Neurosurg Psychiatry, s:56-62,(1960)
84.
TORUN F ve ark, Montgomery-Asberg Depresyon Derecelendirme Ölçeği Türkçe Formunun Geçerlik ve Güvenirliği, 3P
Psikiyatri Psikoloji Psikofarmakoloji Dergisi s:319, (2002)
85.
MAVISSAKALIAN MR, PEREL JM The Side Effects Burden Of Extended Imipramine Treatment Of Panic Disorder, J Clin
Psychopharmacol, s: 547-555,(2000)
86.
ROTHSCHILD AJ, LOCKE CA, Reexposure To Fluoxetine After Serious Suicide Attempts By Three Patients: The Role Of
Akathisia, J Clin Psychiatry, s:491-493,(1991)
87.
DURAN A, Psikiyatride İlaçla Tedavi, Türkiye’de Sık Karşılaşılan Psikiyatrik Hastalıklar Sempozyum Dizisi No:62, s:275-302,
(2008)
88.
HAWTON K, et all. Cognitive Bahaviour Therapy For Psychiatric Problems, Oxford University Press, (1989)
89.
TÜRKÇAPAR H, Dirençli Depresyon Tedavisinde Bilișsel Davranıșçı Yaklaşım, Türkiye Psikiyatri Derneği Sürekli Eğitim /
Sürekli Mesleki Gelişim Dergisi Cilt 1, Sayı 3 |s:240, (2011)
90.
EBRİNÇ S, Tedaviye Dirençli Tek Uçlu Depresyonun Tedavisinde Yenilikler, Journal of Mood Disorders, s:551-553,(2013)
91.
YÖNEY H, Transkraniyal Manyetik Stimulasyonun Psikiyatrik Uygulamaları, Türk Psikiyatri Dergisi, 12(4),s:293-300,(2001)
92.
KARAKAYA İ, Psikiyatrik Hastalıklar ve Psikiyatrik Tedavi Gören Hastalarda Diş Hekimliği Yönünden Yaklaşım, Ege
Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi Bitirme Tezi s:21,(2012)
93.
DOĞAN P, Aerobik Egzersizin Kadınlarda Ve Erkeklerde Anksiyeteye Olan Etkisinin Araştırılması, Dokuz Eylül Üniversitesi
Sağlık Bilimleri Enstitüsü Spor Fizyolojisi Yüksek Lisans Tezi, s: 9,(2010)
94.
BAL U, Anksiyete Bozukluklarında Cinsiyete Göre Semptom Farklılıkları, Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri
Anabilim Dalı Uzmanlık Tezi, s: 3,(2010)
95.
American Psychiatric Association, Diagnostic And Statistical Manual of Mental Disorders, Fifth Edition, s:5, (2015)
96.
ÖZAKKAŞ T, Anksiyete Bozukluklu Hastaların Çeşitli Tedavilere Karşı Anlık Ve Sürekli Kaygı Düzeylerinin Değişiminin
İncelenmesi, Psikoterapi Enstitüsü Yayınları, s:1-2,(2013)
97.
American Psychiatric Association. Diagnostic and Statistic Manual of Mental Disorders, Fourth Edition, Text Revision. American
Psychiatric Association,(2000)
98.
TEKİN M, TEKİN A, Anksiyete Bozukluklarında Dissosiyatif Belirtiler,Psikiyatride Güncel Yaklaşımlar, 6(4):330-339,(2014)
99.
TÜKEL R. Anksiyete Bozuklukları, Çizgi Tıp Yayınevi, s:137,(2000)
91
100. ÖZER Ş, Anksiyete Bozukluklarının Kısa Tarihçesi, s:3-4,(2006)
101. ÖZYURT G, Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Triple P
Olumlu Anne Babalık Eğitimi’nin Anksiyete Bozukluğu Olan 8-12 Yaş Arası Çocuklarda Ve Ebeveynlerinde Anksiyete Düzeyi
ve Ruh Sağlığı Üzerine Etkilerinin Araştırıldığı Randomize Kontrollü Bir Çalışma Uzmanlık Tezi (2013)
102. ÖZAKKAŞ T, Anksiyete Bozuklukları ve Tedavisi, Psikoterapi Enstitüsü Yayınları, s:9-10,(2014)
103. JOHN W G, Depression and Anxiety, MJA Open 1 Suppl 4,s:28-31,(2012)
104. WITTCHEN U, FEHM L, Epidemiology and Natural Course of Social Fears and Social Phobia,Acta Psychiatr Scand,s:4-18,(
2003)
105. LAMPE LA, Social Phobia: A Review of Recent Research Trends,Curr opin Psychiatry, s:149-155,(2000)
106. SUNGUR M Z, Fobik Bozukluklar, Psikiyatri Dünyası s:5-11,(1997)
107. ASLAN K, DSM-4-TR İle DSM-5 Arasındaki Önemli Farklılıklar, Erişim Tarihi: 05/08/2016 http://www.psikopatoloji.info/?p=9
108. TURAL Ü, Anksiyete Bozuklukları, Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı Dönem V Notları, s:2, (2008)
109. ÖZPOYRAZ N, Anksiyete Bozuklukları, Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı Dönem V Notları, s:21,
(2009)
110. ARNOLD PD et all. Genetics of Anxiety Disorders, Curr Psychiatry Rep, s:24,(2004)
111. NOYES R Et All. Handbook Of Anxiety, Etiological Factors And Associated Disturbances, Elsevier Science Publisherss:2,2341,( 1988)
112. BAYRAKTAR E. Yaygın Anksiyete Bozukluğunun Fenomenolojisi, Anksiyete Bozuklukları, Türk Psikiyatri Derneği Yayınları,
s:469–508,(2006)
113. KULAKSIZOĞLU B, Psikiyatri, İstanbul Üniversitesi Basım ve Yayınevi, s:59,(2009)
114. ROSENBOUM J et all. The Etiology of Social Phobia, Journal Clinic Psychiatry, s:10-16,(1994)
115. HOYER J et all, Depersonalization/Derealization During Acute Social Stres in Social Phobia, J Anxiety Disord s:178-187,(2013)
116. WOLFRADT U, MEYER T, Interrogative Suggestibility, Anxiety and Dissociation Among Anxious Patients and Normal
Controls, Pers Indiv Diff, s: 425-432,(1998)
117. TÜKEL R, Panik Bozukluğu, Psikiyatri Dünyası, s:12-17,(1997)
118. DURAN A, Anksiyete Ve Panik Ataklarında Hasta Değerlendirilmesi ve Tedavisi, Depresyon, Somatizasyon ve Psikiyatrik
Aciller Sempozyumu , s:145-156,(1999)
119. Aydın H, Bozkurt A, Türkçe’ye Çeviri Editörleri. Kaplan & Sadock’s Comprehensive Textbook of Psychiatry Eighth Edition.
Philadelphia: Güneş Kitabevi, Ankara, 2005, p.1718–1799.
120. KOYUNCU A, BİNBAY Z, Sosyal Anksiyete Bozukluğu ve Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu Birlikteliği, Psikiyatride
Güncel Yaklaşımlar, s:10-21,(2014)
121. CEYLAN ME, YAZAN B, Araştırma ve klinik uygulamada biyolojik psikiyatri, Anksiyete Bozuklukları, Altan matbaacılık, s:
129-132,(2000)
122. AYDIN A, Ergenlerde Sosyal Anksiyete Belirtilerini Azaltmaya Yönelik Bilişsel-Davranışçı Bir Müdahale Programının
Etkilerinin Değerlendirilmesi, Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Psikoloji Anabilim Dalı,( 2006)
123. DİRİÖZ M, Ayrılma Anksiyetesi Belirtileri İcin Yapılandırılmış Klinik Görüşmesi Türkçe Versiyonunun Psikometrik Özellikleri,
Nöropsikiyatri Arşivi s: 6-13,(2012)
92
124. ULUSOY M ve ark, Turkish Version of Beck Anxiety inventory,Psychometric Properties, Journal of Cognitive Psychotherapy:
An International Cjuaterly ,s:163–172,(1998)
125. YAZICI MK , Hamilton Anksiyete Değerlendirme Ölçeği, Derecelendiriciler arası Güvenilirlik ve Geçerlilik çalışması, Türkiye
Psikiyatri Dergisi, s:114-117,(1998)
126. UĞUZ Ş ve ark, Yaygın Anksiyete Bozukluğu Ölçeğinin Türkçe Versiyonunun Geçerlik ve Güvenirlik Çalışması, 45.Ulusal
Psikiyatri Kongresi poster bildirimi,(2009)
127. ÖNER N, Durumluk ve Sürekli Kaygı Envanteri Elkitabı uyarlaması, İstanbul Boğaziçi Üniversitesi Yayımları, (1985)
128. KOCABAŞOĞLU N, Türkiye’de Sık Karşılaşılan Psikiyatrik Hastalıklar Sempozyum Dizisi s:175-184,(2008)
129. SAATÇİOĞLU Ö, Yaygın Anksiyete Bozukluğunun Tedavisi ve Yeni Yaklaşımlar, Klinik Psikofarmokoloji Bülteni s:6077,(2001)
130. ANDREWS G et all. The Treatment of Anxiety Disorders: Clinician Guides and Patient Manuals,Cambridge University Press, s:
148-98,(2002)
131. TÜKEL R, Panik Hastasına Yaklaşım, Klinik Görünüm, Ayırıcı Tanı ve Tedavi İlkeleri, Klinik Gelişim Dergisi s:1-9,(2009)
132. İstatistiklerle Türkiye Raporu, TÜİK, s:14,(2014)
133. Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırması Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü,s:20,23-25,(2013)
134. ALTINEL T, Edirne Şehir Merkezindeki 15-49 Yaş Kadınlarda Ruhsal Durum ve Etkileyen Faktörler, Trakya Üniversitesi Tıp
Fakültesi Aile Hekimliği Anabilim Dalı, Uzmanlık Tezi,(2008)
135. ÖNEN FR ve ark. Kadınlarda Depresyon Yaygınlığı ve Risk Faktörlerle İlişkisi. Kriz Dergisi 1995;3(1-2):103-17.
136. ÖZGÜR D,Mamak Belediye Sınırları İçinde Ruhsal Bozuklukların Üzerine Epidemiyolojik Bir Çalışma (tez), Ankara
Üniversitesi Tıp Fakültesi; 1998.
137. Sağlık Bakanlığı Sağlık İstatistikleri Yıllığı, s:43,( 2013)
138. RENEE D et all. Gender Differences in Depression: The Role of Personality Factors,Psychiatry Research, s:135–142,(2004)
139. JOHANSSON R et all.Depression, Anxiety And Their Comorbidity in The Swedish General Population:Point Prevalence and The
Eșect On Health-Related Quality Of Life, PeerJ,(2013)
140. DEBORAH S et all. Epidemiology of Major Depressive Disorder, Arch Gen Psychiatry, s:1097-1106 (2005)
141. CHEVALİER A, FEİNSTEİN L,Sheepskin or Prozac: The Causal Effect of Education on Mental Health ,s:14,( 2006)
142. SHİTTU R. O. Et all. Association Between Depression and Social Demographic Factors in a Nigerian Family Practice Setting,
Open Journal of Depression,s:18-23,(2014)
143. BOİNG A.F et all.Association Between Depression and Chronic Diseases: Results From a Population-Based Study, Instituto
Brasileiro de Geografi a e Estatística,( 2011)
144. OKANOVIC MP, et all. Depression in Croatian Type 2 Diabetic Patients: Prevalence And Risk Factors.,a Croation Survey From
The European Depression in Diabetes Research Consortium. Diabet Med s: 942 ,(2005)
145. HA JH, WONG CK. Pharmacologic Treatment of Depression in Patients With Myocardial İnfarction, Journal of Geriatric
Cardiology, s:121,( 2011)
146. HIRSCHFELD R.M, The Comorbidity of Major Depression and Anxiety Disorders: Recognition and Management in Primary
Care,Prim Care Companion J Clin Psychiatry. 2001; 3(6): 244–254,
147. KESSLER RC et all, Prevalence, Severity, and Comorbidity of Twelve-month DSM-IV Disorders in the National Comorbidity
Survey Replication (NCS-R) ,Arch Gen Psychiatry,s:617-627,(2005)
93
148. KESKİN A ve ark. Ruhsal Bozuklukların Yaygınlığı, Cinsiyetlere Göre Dağılımı ve Psikiyatrik Destek Alma ile İlişkisi,
Nöropsikiyatri Arşivi, s: 344-351, (2013)
149. CHRISTIANSEN, D. M,Examining Sex and Gender Differences in Anxiety Disorders, A Fresh Look at Anxiety Disorders, Open
Access Publishers,s:18, (2015).
94
8.ÖZET
BİR İLÇEDE 15 YAŞ VE ÜZERİ KİŞİLERDE
DEPRESYON VE ANKSİYETE BELİRTİLERİ SIKLIĞI İLE İLİŞKİLİ RİSK ETMENLERİ
Bu çalışmada Aksaray ilinin Ağaçören ilçesinde 15 yaş ve üzeri kişilerde depresyon ve
anksiyete belirtileri sıklığı ile ilişkili risk etmenlerinin belirlenmesi amaçlanmıştır.
2016 yılında gerçekleştirilen kesitsel türdeki bu araştırmada Aksaray Ağaçören İlçesi’nde
yaşayan 404 kişi incelenmiştir. Araştırmaya katılanlara tanımlayıcı bilgileri içeren bir anket
ile depresif belirtileri ölçen Beck Depresyon Ölçeği (BDÖ) ve anksiyete belirtilerini ölçen
Beck Anksiyete Ölçeği (BAÖ) uygulanmıştır. Veriler SPSS 15,0 paket istatistik programına
girilerek analizler ve istatistiksel değerlendirmeler yapılmıştır. Tüm analizlerde istatistiksel
olarak anlamlılık düzeyi p<0,05 olarak kabul edilmiştir. Bu çalışmanın bulguları sunulurken,
Beck Depresyon Ölçeğine göre 17 puan ve üzeri “Depresyon Var”, Beck Ankisyete Ölçeğine
göre 18 puan ve üzeri “Anksiyete Var” olarak değerlendirilmiştir.
İncelenenlerin yaş ortalaması 44,01±17,79’dur. Araştırmaya katılanların %52,0 ‘si erkek,
%48,0’i kadındır. Katılımcıların %18,8’i okul bitirmemiştir ve % 40,1’inin hane aylık geliri
1250 TL’den azdır. Katılımcıların %52,7‘si hiç sigara içmemiş, %20,3’ü sigara içmeyi
bırakmıştır ve %27,0’ı halen sigara içmektedir. İncelenenlerin %73,3’ü hiç alkol
kullanmamış, %18,1’i alkol kullanmış bırakmıştır ve %18,6’sı halen alkol kullanmaktadır.
Araştırmaya katılanların %19,1’inde depresyon tespit edilmiştir. Depresyon; kadınlarda, okul
bitirmemişlerde, aylık hane geliri 1250 TL ve altında olanlarda, kronik hastalığı bulunanlarda
ve daha önce anksiyete tanısı alanlarda daha fazla görülmektedir. İncelenenlerin % 17,6’sında
anksiyete vardır. Anksiyete; kadınlarda ve daha önce depresyon tanısı alanlarda daha fazla
görülmektedir.
95
Araştırma sonucunda hem depresyon hem de anksiyete bozukluklarının kadınlarda daha fazla
görülmesi önemlidir. Ülke çapında kadınları destekleyecek politikalar artırılmalıdır. Ayrıca
depresif bozukluğu olan bireylerin büyük kısmında anksiyete bozuklukları da eşlik
etmektedir. Ruh sağlığı bozuklukları tanı ve tedavisi yapılırken eşlik eden bozukluğun
atlanmaması gerekmektedir.
Anahtar Kelimeler; Depresyon, Anksiyete, Ruh Sağlığı
96
9.ABSTRACT
DEPRESSION AND ANXIETY SYMPTOM PREVALENCE
WITH RELATED RISK FACTORS IN 15 YEARS AND OLDER PEOPLE IN A DISTRICT
The aim of this study is to determine depression and anxiety symptom levels and related risk
factors in 15 years and older people in Ağaçören district of Aksaray.
In this cross-sectional research practised in 2016, 404 people who live in Ağaçören was
examined. A survey which includes descriptive information, a Beck Depression Inventory
(BDI) which evaluates depressive symptoms and a Beck Anxiety Inventory (BAI) was
practiced on people. The datas were entered in the SPSS 15.0 statistical package program and
analysis and statistical evaluation were done. In all analyses statistical significance level was
accepted as p<0,05. The findings of this study were presented as 17 points and more
according to Beck Depression Inventory "Have Depression" and 18 points and more
according to Beck Anxiety Scale "Have Anxiety".
The average age of the people was 44,01 ±17,79. %52,0 of people were men, %48,0 were
women. %18,8 were not educated, %40,1 had less than 1250 TL monthly household income.
%52,7 of the people never smoked before, %20,3 were used to smoke and %27,0 were still
smoking. %73,3 of the people never had alcohol before, %18,1 used to have alcohol and
%18,6 were still having alcohol.
%19,1 of the observed people having depression. Depression appeared more in; women, the
ones who haven’t educated, the ones who had under 1250 TL monthly household income, the
ones who had chronic physical problems, and the ones who had anxiety diagnosis before.
%17,6 of the observed people having anxiety. Anxiety appeared more in; women, the ones
who had depression diagnosis before.
97
The study shows that both of depression and anxiety are more in women than man. In whole
country supporting policies should be increased for women. It is also important that people
who have depression also have anxiety. While doing diagnosis and treatment of mental health
disorders accompanying disorders should not be missed.
Key Words: Depression, Anxiety, Mental Health
98
10.EKLER
EK 1: ANKET FORMU
AKSARAY İLİ AĞAÇÖREN İLÇESİNDE 15 YAŞ VE ÜZERİ KİŞİLERDE
DEPRESYON VE ANKSİYETE SIKLIĞI İLE RİSK ETMENLERİ
ANKET NO:
Tarih: ..../..../2016
.
BÖLÜM 1 – DEMOGRAFİK ÖZELLİKLER
1.
Kaç yaşındasınız? .........................
2.
Cinsiyetiniz nedir?
1.Erkek
3.
Medeni durumunuz nedir?
1.Evli
4.
5.
6.
2.Kadın
2.Bekar
3.Boşanmış
4.Eşi ölmüş
Öğrenim durumunuz nedir?
1.Okuma yazma bilmiyor
2.Okuma yazma biliyor, ama bir okul bitirmemiş
3.İlkokul mezunu
4.Ortaokul/İlköğretim mezunu
5.Lise mezunu
6.Yüksekokul/Üniversite mezunu 7.Yüksek lisans/Doktora mezunu
Çalışma durumunuz nedir?
1.Öğrenci
2.Ev hanımı
3.Emekli
4.İşsiz
5.Çalışan (İşçi, memur, serbest meslek vs.) 6.Diğer.........................
Yaşadığınız aile tipini nasıl tanımlarsınız?
1.Çekirdek aile (anne, baba ve çocuk)
2.Geniş aile (anne, baba, çocuk ve aile büyükleri)
3.Diğer.........................
7.
Yaşadığınız hanedeki toplam kişi sayısı kaçtır?
8.
Hanenizin aylık toplam geliri ne kadardır?
9.
.........................kişi
1.1250 TL’den az
2.1251-2500 TL
4.3751-5000 TL
5.5001 TL ve üzeri
3.2501-3750 TL
Nerede yaşıyorsunuz?
1.Köy
2. İlçe merkezi
10. Sigara içme durumunuz nedir?
1.Hiç sigara içmemiş
2.Geçmişte sigara içmiş, ama şimdi içmiyor
3.Halen ara sıra sigara içiyor
4.Halen her gün sigara içiyor
11. Alkol alma durumunuz nedir?
1.Hiç alkol almamış
2.Geçmişte alkol almış, ama şimdi almıyor
3.Halen ara sıra alkol alıyor
4.Halen her gün alkol alıyor
99
12. Hekim tarafından tanısı konmuş kronik bir hastalığınız var mı? (Varsa lütfen belirtiniz.)
1.Hayır
2.Evet .........................
13. Düzenli olarak kullandığınız herhangi bir ilaç var mı? (Varsa lütfen belirtiniz.)
1.Hayır
2.Evet .........................
14. Aynı hanede birlikte yaşadığınız kişilerden kronik bir hastalığı olan var mı? (Varsa lütfen belirtiniz.)
1.Hayır
2.Evet .........................
15. Ailenizde herhangi bir ruh sağlığı bozukluğu tanısı olan var mı? (Varsa kim olduğunu lütfen belirtiniz.)
1.Hayır
2.Evet .........................
16. Daha önce hiç depresyon tanısı aldınız mı?
1.Hayır
2.Evet
17. Daha önce hiç depresyon tanısı ile tedavi gördünüz mü?
1.Hayır
2.Evet
18. Halen depresyon tanısı ile tedavi görüyor musunuz?
1.Hayır
2.Evet
19. Daha önce hiç anksiyete/kaygı bozukluğu tanısı aldınız mı?
1.Hayır
2.Evet
20. Daha önce hiç anksiyete/kaygı bozukluğu tanısı ile tedavi gördünüz mü?
1.Hayır
2.Evet
21. Halen anksiyete/kaygı bozukluğu tanısı ile tedavi görüyor musunuz?
1.Hayır
2.Evet
22. Daha önce hiç başka bir ruh sağlığı bozukluğu tanısı aldınız mı? (Lütfen belirtiniz.)
1.Hayır
2.Evet .........................
23. Daha önce hiç başka bir ruh sağlığı bozukluğu tanısı ile tedavi gördünüz mü?
1.Hayır
2.Evet
24. Halen başka bir ruh sağlığı bozukluğu tanısı ile tedavi görüyor musunuz?
1.Hayır
2.Evet
BÖLÜM 2 – BECK DEPRESYON ÖLÇEĞİ
Aşağıda, kişilerin ruh durumlarını ifade ederken kullandıkları bazı cümleler verilmiştir.
Her madde, bir çeşit ruh durumunu anlatmaktadır. Her maddede o ruh durumunun derecesini belirleyen dört seçenek vardır. Lütfen bu
seçenekleri dikkatle okuyunuz. BUGÜN DAHİL SON BİR HAFTADIR kendi ruh durumunuzu göz önünde bulundurarak, size en
uygun olan ifadeyi bulunuz. Daha sonra, o maddenin yanındaki kutucuğu işaretleyiniz.
1
(0) Üzgün ve sıkıntılı değilim.
(1) Kendimi üzüntülü ve sıkıntılı hissediyorum.
(2) Hep üzüntülü ve sıkıntılıyım, bundan kurtulamıyorum.
(3) O kadar üzgün ve sıkıntılıyım ki, artık dayanamıyorum.
2
(0) Gelecek hakkında umutsuz ve karamsar değilim.
(1) Gelecek için karamsarım.
(2) Gelecekten beklediğim hiçbir şey yok.
(3) Gelecek hakkında umutsuzum ve sanki hiçbir şey düzelmeyecekmiş gibi geliyor.
100
3
(0) Kendimi başarısız biri olarak görmüyorum.
(1) Başkalarından daha başarısız olduğumu hissediyorum.
(2) Geçmişe baktığımda başarısızlıklarla dolu olduğunu görüyorum.
(3) Kendimi tümüyle başarısız bir insan olarak görüyorum.
4
(0) Her şeyden eskisi kadar zevk alıyorum.
(1) Birçok şeyden eskiden olduğu gibi zevk alamıyorum.
(2) Artık hiçbir şey bana tam anlamıyla zevk vermiyor.
(3) Her şeyden sıkılıyorum.
5
(0) Kendimi herhangi bir biçimde suçlu hissetmiyorum.
(1) Kendimi zaman zaman suçlu hissediyorum.
(2) Çoğu zaman kendimi suçlu hissediyorum.
(3) Kendimi her zaman suçlu hissediyorum.
6
(0) Kendimden memnunum.
(1) Kendimden pek memnun değilim.
(2) Kendime kızgınım.
(3) Kendimden nefret ediyorum.
7
(0) Başkalarından daha kötü olduğumu sanmıyorum.
(1) Hatalarım ve zayıf taraflarım olduğunu düşünmüyorum.
(2) Hatalarımdan dolayı kendimden utanıyorum.
(3) Her şeyi yanlış yapıyormuşum gibi geliyor ve hep kendimde kabahat buluyorum.
8
(0) Kendimi öldürmek gibi düşüncülerim yok.
(1) Kimi zaman kendimi öldürmeyi düşündüğüm oluyor, ama yapmıyorum.
(2) Kendimi öldürmek isterdim.
(3) Fırsatını bulsam kendimi öldürürüm.
9
(0) İçimden ağlamak geldiği pek olmuyor.
(1) Zaman zaman içimden ağlamak geliyor.
(2) Çoğu zaman ağlıyorum.
(3) Eskiden ağlayabilirdim, ama şimdi istesem de ağlayamıyorum.
10
(0) Her zaman olduğumdan daha canı sıkkın ve sinirli değilim.
(1) Eskisine oranla daha kolay canım sıkılıyor ve kızıyorum.
(2) Her şey canımı sıkıyor ve kendimi hep sinirli hissediyorum.
(3) Canımı sıkan şeylere bile artık kızamıyorum.
11
(0) Başkalarıyla görüşme, konuşma isteğimi kaybetmedim.
(1) Eskisi kadar insanlarla birlikte olmak istemiyorum.
(2) Birileriyle görüşüp konuşmak hiç içimden gelmiyor.
(3) Artık çevremde hiç kimseyi istemiyorum.
12
(0) Karar verirken eskisinden fazla güçlük çekmiyorum.
(1) Eskiden olduğu kadar kolay karar veremiyorum.
(2) Eskiye kıyasla karar vermekte çok güçlük çekiyorum.
(3) Artık hiçbir konuda karar veremiyorum.
13
(0) Her zamankinden farklı göründüğümü sanmıyorum.
(1) Aynada kendime her zamankinden kötü görünüyorum.
(2) Aynaya baktığımda kendimi yaşlanmış ve çirkinleşmiş buluyorum.
(3) Kendimi çok çirkin buluyorum.
14
(0) Eskisi kadar iyi iş-güç yapabiliyorum.
(1) Her zaman yaptığım işler şimdi gözümde büyüyor.
(2) Ufacık bir işi bile kendimi çok zorlayarak yapabiliyorum.
(3) Artık hiçbir iş yapamıyorum.
101
15
(0) Uykum her zamanki gibi.
(1) Eskisi gibi uyuyamıyorum.
(2) Her zamankinden 1-2 saat önce uyanıyorum ve kolay kolay tekrar uykuya dalamıyorum.
(3) Sabahları çok erken uyanıyorum ve bir daha uyuyamıyorum.
16
(0) Kendimi her zamankinden yorgun hissetmiyorum
(1) Eskiye oranla daha çabuk yoruluyorum.
(2) Her şey beni yoruyor.
(3) Kendimi hiçbir şey yapamayacak kadar yorgun ve bitkin hissediyorum.
17
(0) İştahım her zamanki gibi.
(1) Eskisinden daha iştahsızım.
(2) İştahım çok azaldı.
(3) Hiçbir şey yiyemiyorum.
18
(0) Son zamanlarda zayıflamadım.
(1) Zayıflamaya çalışmadığım halde en az 2 Kg verdim.
(2) Zayıflamaya çalışmadığım halde en az 4 Kg verdim.
(3) Zayıflamaya çalışmadığım halde en az 6 Kg verdim.
19
(0) Sağlığımla ilgili kaygılarım yok.
(1) Ağrılar, mide sancıları, kabızlık gibi şikayetlerim oluyor ve bunlar beni tasalandırıyor.
(2) Sağlığımın bozulmasından çok kaygılanıyorum ve kafamı başka şeylere vermekte zorlanıyorum.
(3) Sağlık durumum kafama o kadar takılıyor ki, başka hiçbir şey düşünemiyorum.
20
(0) Sekse karşı ilgimde herhangi bir değişiklik yok.
(1) Eskisine oranla sekse ilgim az.
(2) Cinsel isteğim çok azaldı.
(3) Hiç cinsel istek duymuyorum.
21
(0) Cezalandırılması gereken şeyler yaptığımı sanmıyorum.
(1) Yaptıklarımdan dolayı cezalandırılabileceğimi düşünüyorum.
(2) Cezamı çekmeyi bekliyorum.
(3) Sanki cezamı bulmuşum gibi geliyor.
BÖLÜM 3 – BECK ANKSİYETE ÖLÇEĞİ
Aşağıda insanların kaygılı ya da endişeli oldukları zamanlarda yaşadıktan bazı belirtiler verilmiştir.
Lütfen her maddeyi dikkatle okuyunuz.
Daha sonra, her maddedeki belirtinin BUGÜN DAHİL SON BİR HAFTADIR sizi ne kadar rahatsız ettiğini yandaki uygun yere (X)
işareti koyarak belirleyiniz.
Hiç
Hafif düzeyde
Orta düzeyde
Ciddi düzeyde
Beni pek
Hoş değildi,
Dayanmakta
etkilemedi
ama katlandım
çok zorlandım
1. Bedeninizin bir yerinde uyuşma veya karıncalanma
2. Sıcak/ateş basmaları
3. Bacaklarda halsizlik, titreme
102
4. Gevşeyememe
5. Çok kötü şeyler olacak korkusu
6. Baş dönmesi veya sersemlik
7. Kalp çarpıntısı
8. Dengeyi kaybetme duygusu
9. Dehşete kapılma
10. Sinirlilik
11. Boğuluyormuş gibi olma duygusu
12. Ellerde titreme
13. Titreklik
14. Kontrolü kaybetme korkusu
15. Nefes almada güçlük
16. Ölüm korkusu
17. Korkuya kapılma
18. Midede hazımsızlık ya da rahatsızlık hissi
19. Baygınlık
20. Yüzün kızarması
21. Terleme (sıcağa bağlı olmayan)
103
EK 2: ETİK KURUL ONAYI
104
105
106
107
11.ÖZGEÇMİŞ
Adı ve Soyadı:
İrem Medeni
Doğum Yeri ve Tarihi:
Ankara – 29.06.1986
Eğitimi:
2014 -
Hacettepe Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü,
İş Sağlığı Doktora Eğitimi
2012 - 2016
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi
Halk Sağlığı Anabilim Dalı, Halk Sağlığı Uzmanlık Eğitimi
2005 - 2011
Necmettin Erbakan Üniversitesi Tıp Fakültesi,
Tıp Eğitimi
Yabancı Dili:
İngilizce
108
Download