Sayı 5 / KIŞ 2012 - Başkent Üniversitesi Hastanesi

advertisement
Sağlıkta Adres
Başkent
Sayı 5 / KIŞ 2012
Başkent Üniversitesi Hastanesi yayınıdır.
TANI VE TEDAVİ BİRİMLERİ
Acil Tıp
n Anesteziyoloji
- Ağrı kliniği
n Aile Hekimliği
n Beyin ve Sinir Cerrahisi
n Çocuk Cerrahisi
n Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları
n Dermatoloji
- Aşırı Terleme Tedavisi
- Botox Uygulaması
- Fototerapi
n Diş Hekimliği
n Endokrinoloji
n Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji
n Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon
n
n
n
n
n
n
n
n
n
n
n
n
n
n
n
n
n
n
n
n
n
n
Gastroenteroloji
Genel Cerrahi
- Yanık Polikliniği
Göğüs Hastalıkları
- Sigara Bırakma Kliniği
- Uyku Laboratuarı
Hematoloji
Kalp Damar Cerrahisi
Göz Hastalıkları
Kadın Hastalıkları ve Doğum
- Tüp Bebek
Kardiyoloji
Kulak Burun Boğaz Hastalıkları
Nefroloji
- Ayaş Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Merkezi
- Yapracık Geriatri ve Psikososyal Rehabilitasyon Merkezi
- Yenikent Diyaliz
Nöroloji
Nükleer Tıp
Ortopedi ve Travmatoloji
Patoloji
Plastik ve Rekonsrüktif Cerrahisi
Psikiyatri
Romatoloji
Radyodiagnostik
Tıbbi Genetik
Tıbbi Onkoloji
Üroloji
- Taş Kırma Kliniği
- Ürodinami Laboratuarı
İÇİNDEKİLER
04
08
12
14
18
20
24
26
30
34
38
1
Editörden
Sağlık ve Magazin Dergisi
Sahibi
Başkent Üniversitesi Hastanesi
Adına Başhekim
Prof. Dr. Ali HABERAL
Sorumlu Yazı İşleri Müdürü
Melek ALKAN ÇAKMAK
Tasarım Uygulama
Başkent Üniversitesi
İletişim Fakültesi
İletişim Tasarımı Bölümü
Baskı
Can Matematik Limited Şirketi
İvedik Organize Sanayi
Ağaç İşleri Sitesi, 21.Cadde
524. Sokak, No: 30
İvedik/ANKARA
Tel: (0312) 395 06 70
Yayın Türü
Yerel Süreli Yayın
Basım Tarihi
19/01/2012
Okuyucu Köşesi için mail adresimiz
okurkosesi@baskent-ank.edu.tr
2
İdare Adresi
Mareşal Fevzi Çakmak Caddesi
10.Sokak, No:45
Bahçelievler/ANKARA
Tel: (0312) 212 68 68
Faks: (0312) 223 73 33
www.baskent-ank.edu.tr
Yeni yıl ve
yeni uımutlar
Yepyeni bir yıl, yepyeni umutlar…Her
ne kadar takvimden koparılan o son
yaprağa atıfta bulunduğumuz anlam
oldukça fazla olsa da, 1 Ocak sabahına
uyanmanın heyacanını hiç kimse inkar
edemez. Yaşayacağımız günün, 31
Aralık’ın ertesi günü olduğunu bilsek de,
çocukça bir mutluluktur o. Akılla da işi
olmaz bu garip heyecanın. Bu yüzdendir
ki; Noel Babanın anlamını ne sorgulamaya ihtiyaç duyulur, ne akıl ve mantık
çerçevesinde tanımlamaya. Çünkü; Noel
Baba, günümüz siyasi aktörlerinin ve
ideolojik tanımlamaların nesnesi olamayacak kadar güçlü bir imgedir. Bu yüzden gerçeğin tatsızlığını ve acımasızlığını
bir süreliğine unutup, yeni gelen bir yıla
umutlar yüklemenin dayanılmaz hafifliği
içinde yazılan bir sunum yazısı bu. Öyle
ya, 2011 ne çok acılara sahne oldu:
Sahip olunan dil, din, ırk farkı gözetmeksizin birarada huzur ve barış içinde
yaşayan bir ecdatın torunları olmamıza
rağmen aramıza nifak tohumları serpildi.
Yüzlerce ana baba yavrularını şehit verdi
bu topraklara, kimi sivil vatandaşlarımız
terörist eylemlerin amacı olan korku ve
savaşın öznesi oldu, kimileri de terörist
sanıldığı için bombaların altında kaldı.
Komşu devletlerden esen savaş rüzgarlarını ensemizde hissettik, küreselleşen
dünyada yaşamanın yarattığı bilinçle
herkes için barış istedik.
Sevdiklerine son görevlerini bile yerine
getiremeyen, neyle suçlandığını hala bilmeyen bilim insanlarımızı parmaklıkların
arkasında bıraktık. Uzun tutukluluk
sürelerine bizden ya da ötekilerden diye
ayrım yapmadan karşı çıktık ki; vicdanlarımızdaki örselenmiş adalet duygusu
daha fazla yara almasın.
Yaptığımız binaların mezar olduğu doğal
afetler yaşandı. Elbirliği ile acılarına
ortak olmaya çalışırken, depremden
kurtulanlar kurtulduklarına sevinemeden, ısınmak için kaldıkları çadırlarında
yanarak veda ettiler şu hayata.
Kadına, çocuğa yöneltilen şiddet
bağrımızı yaktı, yapanların yanına kar
kaldı. Yüreklerimizdekinin izdüşümünde
kaybolduk, şiddete uğrayanları koruyamadık…
Daha sayamadığımız nice olumsuz
toplumsal olaylara ve kişisel kıyametlerimize perde çekip, koca bir seneyi arkada
bırakıyor olmanın yarattığı bir hesaplaşma içinde olduğumuz günlerdeyiz şimdi.
365 gün içinde yapmadığımız hayat
muhasebesinin yükünü bir süre daha bizlerle. Ne de olsa geçen her gün bize; biraz
yaş aldırdı, biraz akıllandı, belki biraz
ceplerimize can cakan tecrübeler bıraktı.
Fakat önemli olanın; giden günlerdeki
hüzünleri, mutsuzlukları alınacak dersler
hanesine yazıp, yeni başlangıçlara, yeni
kararlara odaklanmak olduğunu gösterdi.
Yeni yıl dediğimiz olgu bir yanılsama ve
kurmacadan ibaret olsa da; büyümeyi
öğrenemediğimiz çocukluklarımızın ışığında sevdiklerimizle birlikte sağlık dolu
günler getirsin hepinize. Tüm umutlarınızın, hayallerinizin ve olmazlarınızın gerçekleştiği bir yıl geçirmeniz dileğiyle…
Melek ALKAN ÇAKMAK
3
Dr. Özlem KURT AZAP
Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi
Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik
Mikrobiyoloji ABD
GRİP
(İNFLUENZA)
4
Tıp dilinde influenza
adı verilen grip hastalığı
influenza virüslerinin etken
olduğu bir solunum yolu
enfeksiyonudur. Ateş, halsizlik
ve kas ağrıları nedeniyle
hastaları günlük işlerini
yapamaz hale getirebildiğinden
“paçavra hastalığı” olarak da
adlandırılır.
Her yıl dünyada yaklaşık 500 milyon kişi
gribe yakalanmaktadır. Her yıl görülen
grip salgınlarının yani “epidemi”lerinin
dışında bazı yıllarda yeni bir influenza
virüsünün hastalık yapmaya başlaması
ile birlikte “pandemi” görülebilmektedir.
Pandemi; bir kıta, hatta tüm dünya
yüzeyi gibi çok geniş bir alanda yayılan
ve etkisini gösteren salgın hastalıklara
verilen genel addır. Pandemi olduğunda
gripten etkilenen kişi sayısı ve ölüm
olguları çok artmaktadır. Örneğin 1918
yılında görülen grip pandemisinde 20
milyondan fazla hatta bazı kaynaklara
göre 40 milyon insanın öldüğü
belirtilmektedir. 2009 yılında dünyada
görülen başlangıçta “domuz gribi”
olarak adlandırılan grip pandemisi de
milyonlarca kişiyi etkilemiştir.
5
Salgınlar, ılıman iklim kuşağında, kuzey yarım
kürede Ekim-Nisan ve güney yarım kürede
Mayıs-Eylül aylarında görülür. Tropikal bölgelerde tüm yıl boyunca saptanabilir.
Grip Hastalığının Etkeni: İnfluenza
Virusu
Grip hastalığına neden olan etkenler, İnfluenza A ve İnfluenza B virüsleridir. İnsanlarda yaygın hastalığa yol açan influenza A
virüsudur. İnfluenza A virusu insan, domuz,
kuş, at gibi hayvanlarda, influenza B sadece
insanda hastalık oluşturmaktadır. Sadece
hayvanlarda hastalık oluşturan influenza
Nezle ile gribin
en önemli farkı gripte ateş
olması; nezlede olmamasıdır.
Ayrıca nezle genellikle
“ayakta geçirilen” bir
hastalık iken grip hastaların
günlük işlerini yapmasını
engelleyecek kadar halsizliğe
yol açabilir. Her iki hastalıkta
da burun akıntısı veya
tıkanıklığı, boğaz ağrısı ve
öksürük olabilir.
A virüsünün alt tipleri de vardır. Bunun en
bilinen örneği kuş gribidir. Son yıllarda bu
virüsun insanlara da bulaşabildiği gösterilmiştir. Bunlar az sayıda vakalar olmakla birlikte, büyük salgınların olmasından endişe
edilmektedir.
Grip Hastalığının Belirti ve
Bulguları
Grip hastalığında belirtiler, 1-2 günlük bir
kuluçka döneminden sonra birdenbire başlar. Sık görülen belirtiler; ateş (38 - 41°C),
baş ağrısı, yorgunluk hissi, kuru öksürük,
boğaz ağrısı, burun akıntısı ve kas ağrıları
gibi yakınmalardır. Ateş, genellikle 3-5 gün
sürer. Yorgunluk ve halsizlik daha uzun sürebilmesine rağmen sağlıklı kimselerde grip
semptomları yaklaşık bir hafta sürer. Altta
yatan hastalığı, bağışıklık yetmezliği olanlarda, küçük çocuklar ve yaşlılarda yaşamı
tehdit edici komplikasyonlar gelişebilir. Akciğer komplikasyonları en sık görülen grip
komplikasyonlarıdır. Virüsün direkt etkisine
bağlı zatürre veya bakterilere bağlı zatürre
şeklinde görülebilir.
Grip ve Nezle Ayrımı
Grip (influenza) ve nezle (soğuk algınlığı),
olmakla birlikte farklı virüslerle meydana gelmektedir. Nezleye sebep olan 100’den fazla
virüs vardır ve bu nedenle defalarca kez nezle
olmak mümkündür.
6
Aşı önerilen gruplar:
Gribe yakalanan çocuklarda ve gençlerde
•50 yaş ve üzerindekiler,
•Huzur evinde kalan veya kronik bakım
verilen bir sağlık ünitesinde kalan her
yaştan kişiler,
•Kronik akciğer ve kalp hastaları,
•Uzun süreli aspirin tedavisi verilen
•6 ay-18 yaş arası çocuklar,
•Kronik böbrek hastalığı olanlar,
•Şeker hastalığı olanlar,
•Bağışıklık sisteminde yetersizlik veya
baskılanma durumu olan hastalar
(kanser hastaları, AIDS olanlar,
organ nakli yapılmış olanlar, steroid
alanlar, kemoterapi ya da radyoterapi
uygulananlar)
•Gebeler,
•Doktorlar, hemşireler ve hastanede
çalışan diğer personel.
Aspirin kullanılması tavsiye edilmez. Aspirin
çok nadir görülen, ancak tehlikeli olan “Reye
Sendromu’na” neden olabilir. Aspirin yerine
dinlenme, bol sıvı alma ve belirtileri hafifleten ilaçlar tercih edilmelidir. Sonuçta grip
tedavisinde yatak istirahati, bol sıvı alımı,
ağrı kesici ve ateş düşürücüler gibi ilaçlar ile
semptomatik tedavi önerilir. Komplikasyonlar yakından takip edilmeli ve uygun şekilde
tedavi edilmelidirler. Gribe yönelik antiviral
ilaç başlanması kararı doktor tarafından verilmelidir.
Grip Hastalığının Bulaşma Yolları
Grip, öksürük ve hapşırma sonucu, içerisinde
hastalığa neden olan canlı virüsleri taşıyan damlacıkların çevreye saçılması ile yayılır. Bu damlacıklar birkaç saat boyunca havada kalabilir
ve insanlara hastalığı bulaştırabilir. Bu nedenle
okul, iş yeri gibi kalabalık ortamlarda bulunan
kimseler özellikle risk altındadır. Ayrıca hasta
kişinin eline ve oradan da kapı kolu, telefon gibi
nesnelere bulaşan, virüs içeren parçacıklar başka bir kişinin temas etmesi sonucu eline oradan
da elini ağzına, burnuna, gözüne götürmesiyle
hastalığa yol açabilir. Tokalaşma, öpüşme, bir
metreden fazla yaklaşarak konuşma önemli bulaş yollarıdır.
Grip Hastalığının Tedavisi
Grip tedavisinde antibiyotikler etkili değildir
ve çoğu zaman gereksiz olarak kullanılmaktadır. Gereksiz antibiyotik kullanımı, bakterilerde direnç gelişimine neden olarak bazı
enfeksiyonların tedavisini geciktirdiği gibi tedavi masraflarını da artırmaktadır. Antibiyotikler, hastalık sırasında ikincil olarak görülen
bakteriyel enfeksiyonlar (sinüzit, zatürree ve
orta kulak iltihabı gibi) gelişirse kullanılmalıdır.
Grip Hastalığından Korunma
Yolları
Gripten korunmak için önerilen yöntem aşılanmadır. Dünya Sağlık Örgütü virüsün değişikliklerini yakından izleyip, aşı bileşimi için
yıllık önerilerde bulunur. Her yıl aşı içeriği
Dünya Sağlık Örgütü’nün önerileri dikkate
alınarak hazırlanır. Son yıllarda kullanılan aşılarda iki influenza A alt tipi ve bir influenza B
suşları yer almaktadır. Örneğin bu yılki aşının
içinde geçtiğimiz yıl pandemiye neden olan
İnfluenza A H1N1 virüsü ile birlikte İnfluenza
A H3N2 ve influenza B virüsleri bulunmaktadır. Hazırlanan aşı ile salgında saptanan virüslerle antijenik benzerlik varsa aşı %50-80
korunma sağlayabilir. Sağlıklı erişkinlerde aşı
ile sağlanan koruyucu antikor düzeyi influenza
A için %80’in üzerinde bildirilmiştir. Yaşlılarda
koruyuculuk oranı daha düşük olmakla birlikte komplikasyonları ve ölüm oranını azalttığı
saptanmıştır.
Kuzey yarım kürede salgın kış aylarında görüldüğünden aşı, sonbahar başlangıcında yani
eylül ve ekim aylarında yapılmalıdır. Ayrıca
mart, nisan ayları ikinci salgın dönemi olduğundan eylül, ekim veya kasım aylarında aşı
belirtileri sıklıkla karıştırılabilen iki farklı hastalıktır. Her iki hastalıkta viral bir infeksiyon
lanılmalıdır.
Grip tedavisinde influenza virüslerine yönelik
olarak kullanılabilecek ilaçlar oseltamivir ve
zanamivirdir. İlaç kullanımına enfeksiyonun
ilk iki günü içinde başlandığında hastalık
belirtileri daha hafif geçirilir. Bu ilaçlar kesinlikle doktor tavsiyesi ve gözetiminde kul-
yaptırmayanlar kış aylarında da yaptırabilir.
Aşı, grip komplikasyonlarının sık görüldüğü,
bu hastalara hastalığı bulaştırma olasılığı yüksek olan kimselere, influenzadan korunmak
isteyen 6 aydan büyük ve yumurta alerjisi olmayan herkese önerilir.
7
Prof. Dr. Hakan CANER
Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi
Nöroşirürji ABD Öğretim Üyesi
Bel
Fıtığı
Ayakları üzerinde dik olarak
yürüyen tek canlı olan insanoğlu
belki de bu nedenle tarih boyunca
bel ağrılarına maruz kalmış,
tedavisi için her türlü yolu
denemiş ve denemektedir. Her bel
ağrısı bel fıtığı demek değildir.
Onlarca başka hastalıkta bel
ağrısı ile kendini gösterebilir
ve tedavileri de dolayısı ile çok
farklıdır.
8
9
Bel fıtığı denilen hastalık omurga kemikleri
arasında bulunan kıkırdak dokunun, zarının
yırtılarak dışarı çıkıp bacaklara giden sinir uçlarına basması ile ortaya çıkan bir durumdur.
Bu konunun daha iyi anlaşılması için önce
insan omurgasının yapısına bakılacak olursa
bel iskelet yapısı 5 adet omurga kemiği ile
sakrum denilen sağrı kemiği ile bu kemikler
arasında yer alan kıkırdak dokulardan (diskler) yapılmıştır. Bacaklara giden sinirler de
önce omurga kanalı içinde seyrettikten sonra
sırası ile omurga kemikleri ile kıkırdak yapıların birleşme bölgelerinde olan omurganın
yanındaki deliklerden dışarı çıkıp daha sonra
birleşerek siyatik sinirini oluştururlar. Kemik
ve kıkırdak dokusunun birbiri ardına sıralanması ile oluşan omurga bu kendine özgü yapısı itibariyle esnek bir yapıya aynı zamanda
da vücut ağırlığını taşıyabilecek bir kuvvete
sahiptir. Bu kıkırdak ve kemik yapıyı bir arada tutmayı sağlayan kuvvetli bağ dokusu
yapıları da mevcuttur. Bu mükemmel yapı
zaman içerisinde hasara uğramaya başlayınca da şikayetler yavaş yavaş ortaya çıkmaya
başlar.
Omurga kemikleri arasında bulunan kıkırdak
dokusu (Disk) çocukluk ve gençlik yıllarında
%80 civarında su içerirler. Bu su kıkırdak dokusunun jelatinöz özelliğini verir ve bu sayede diskler üzerine binen vücut ağırlığının eşit
olarak tüm kemik yapıya dağılmasını ve belin
esnekliğini sağlamaktadır. İnsanlar yaşlandıkça kişiden kişiye değişmekle beraber disklerdeki bu su miktarı yavaş yavaş azalmaya
başlamakta ve buna bağlı olarak ta diskin şeklinde değişiklikler olmaktadır. Örneğin diskin
yüksekliği ve elastikiyeti azalmakta ve diske
binen yükün kemiklere eşit olarak dağılımı
bozulmaktadır. Bu aşamada kişiler genellikle
hareketle beraber olan bel ağrılarından şikayet
etmeye başlarlar. Kalça veya bacağa vuran bir
ağrı yoktur.
Diskin elastikiyetindeki azalma kişilerin ters
bir hareket yapması, ağır bir eşya kaldırması
topraktan bir kök sökmesi veya ağır bir eşyayı
itme gibi kuvvet gerektirecek işler yaptıklarında disk üzerine binen kuvvetlerin ani artışı ve
bu kuvvetlerin kıkırdak dokusu tarafında eşit
10
dağıtılamaması sonucu kıkırdak dokusunun
zarı yırtılmakta ve kıkırdak maddesi buradan
dışarı akarak diskin hemen yanından geçmekte olan sinir uçlarına bası yapmaktadırlar.
Kıkırdak maddesi sinir uçlarına değerek kimyasal olarak sinir uçlarını uyarıp ağrıya neden
olurken, kıkırdak dokusunun yaptığı baskının
şiddetine bağlı olarak da bacak ve ayakta
uyuşmalar görülmeye başlar. Bu baskı devam
ederse de bir süre sonra ayakta veya bacakta
kuvvet azlığı ve çok nadir olmak kaydıyla idrar
ve büyük abdest yapmada ve cinsel fonksiyonlarda bozukluklar başlar.
Bel fıtıkları teorik olarak her omurga seviyesinde görülebilirse de %90 4. ve 5. bel omurları
ile 5. ve Sakrum 1 denilen seviye arasından
çıkmakta ve yine çoğunlukla sağ veya sol bacağa giden sinirlere bası yapmaktadırlar. Bazen de orta hat denilen yerden dışarı çıkarak
her iki bacak sinirine bası yapabilir ve buna
bağlı yürümede kısıtlılık gelişebilmektedir.
Özetleyecek olursak bel fıtığı olan hastaların çoğunluğu bel ağrısı, tek veya iki taraflı
bacak ağrısı ve/veya bacak ve ayağa vuran
uyuşma şikayetleri ile gelirler. Bu hastaların
yapılan muayenelerinde de şikayetçi oldukları
bacaklarını kaldırmaya çalıştığımızda şiddetli
ağrı duydukları görülür. Ayak bileği ve ayak
parmaklarında kuvvet azlığı ve ağrıyan bacaklarında duyuda azalma, yanma hissi ve ayak
refleksi kayıpları sık olarak görülen bulgulardır.
Bel fıtığının tedavisinde doktorların elinde
değişik seçenekler mevcut olup hastalığın
şiddeti ve süresi göz önüne alınarak hangi seçeneğin kullanılacağına karar verilir. Hastanın
bel fıtığı şikayetleri yeni başlamış ve muayenede belirgin kuvvet kaybı, duyu kaybı, refleks
kaybı yoksa öncelikli olarak evde istirahat ve
ilaç tedavisi verilerek 10 gün kadar hastaların dinlenmesi istenir. On gün sonra tekrar
hastalar görülerek muayeneleri tekrarlanır ve
şikayetlerinin derecesi öğrenilir. Hastanın şikayetlerinde belirgin bir düzelme ve muayenede de bir kötüleşme yoksa hastaya evde
yapabileceği sırt ve karın kaslarını kuvvetlendirici fizik tedavi egzersizleri verilerek tedaviye
devam edilir. Burada önemli olan nokta hasta-
nın verilen bu egzersizleri devamlı ve düzenli
yapmasıdır. Bu sayede karın ve bel adaleleri
kuvvetlenir ve vücut ağırlığının sadece kemik
yapı değil kaslar tarafından da paylaşılması
sağlanır. Uzun dönemde yüzmek de bel sağlığı açısından son derece faydalı bir spordur.
Haftada 3 defa 30 dakika kadar yüzmek yeterlidir. Basketbol-voleybol gibi zıplama gerektiren, tenis-golf gibi bele yük bindiren sporlar
faydalı değildir, şikayetleri arttırabilir. Yürüme
sporu havalı tabanlı spor ayakkabı ve tartan
pistte yapıldığı zaman önerilir. Koşmak ise
yine bele yük bindirdiği için önerilmemektedir. Hastanın önerilen sporları minimum 2 ay
yaptıktan sonra doktoru ile sonuçları irdeleyip
yeniden egzersiz programını düzenlemesi
önerilir. Çünkü herkese aynı sporlar aynı etkiyi yapmamakta, bazen ağrıların artmasına bile
neden olabilmektedirler.
Eğer hasta ilk başvurusunda ciddi nörolojik
hasarlarla (ayak kuvvetinde belirgin azalma,
ayak ve bacak duyu hissinde belirgin azalma veya yanma hissi, idrar yapmada zorluk,
erkeklerde ani ereksiyon kaybı) geliyorsa
hastaya cerrahi müdahale önerilir. Cerrahi
olarak değişik cerrahi müdahale teknikleri
mevcut olup beyin ve sinir cerrahisi doktoru, hastanın bel fıtığının durumuna, anatomik
özelliklerine ve en önemlisi kendi cerrahi tecrübesine dayanarak hangi cerrahi seçeneği
uygulayacağını hastası ile tartışarak karar
verir. Dünya literatüründe şu an için kabul
edilen altın standart tedavi mikrocerrahi ile
diskin çıkarılmasıdır. %90 dan fazla hastada
bu cerrahi yaklaşım iyi sonuç vermekle beraber bazı hastalarda diskin arasından çıktığı iki
omurganın birbiri ile olan bağlantısı çok gevşek ise ilerde bu iki kemik arasında kayma
gelişip şikayetler tekrarlayacağı için komşu
iki omurga kemiğinin vida-rod sistemi ile birleştirilmesi yapılabilir. Bel fıtığı hastası genç
ve tek seviyede bel fıtığı varsa ameliyatta
fıtıkları temizlendikten sonra aynı mesafeye
disk protezi konulabilir. Böylece o bölgedeki
hareketin devamı sağlanabilir. Günümüzde
teknolojik gelişmelere bağlı olarak disk cerrahisine yönelik çok çeşitli ameliyat aletleri ve
yaklaşım yolları çıkmakta ve denenmektedir.
Bunlar arasında endoskopik disk cerrahisi en
çok yapılanı olup belli endikasyonları olan
hastalarda ve cerrahın endoskopik tecrübesi
varsa yapılabilir. Mikrocerrahiye göre üstün
tarafı daha az adale dokusu hasarı oluşturduğu için cerrahi sonrası erken dönemde
hastalar daha konforlu olmaktadırlar. Fakat
tekrar fıtık çıkma olasılığı mikrocerrahiye
göre daha yüksektir. Halk arasında kapalı
sistem diye bilenen nükleoplasti ve IDET uygulamaları ise bir süre popüler olup kullanılmış ise de yapılan bilimsel çalışmalarda bu
cerrahi yöntemlerin hiçbir fayda sağlamadığı
saptanmış olup, hemen hemen tamamen terk
edilmişlerdir. Yine halkımızın çok sık sorduğu laserle ameliyat yapılıyor mu? sorusuna
gelinecek olursa endoskopik cerrahilerin bir
kısmında laser ışını disk dokusunu yakıp küçültme amacı ile kullanılmakta olup çok rutin
bir uygulama değildir. Laser ışının kendisi sinir dokusuna gelir ise geriye dönüşsüz ağır
hasarlar oluşturduğu için mümkün olduğu
kadar beyin cerrahisinin hiçbir ameliyatında
kullanılmamaktadır.
Bel fıtığı ameliyatı olacak hastaların en büyük
korkularından biri de ameliyat sonrası felç
olma ihtimalleridir. Yukarda da belirtildiği gibi
bel fıtıklarının %90’ından fazlası belin son 2
omuru olan L4-L5 ve L5-S1 arasındaki kıkırdak dokuların çıkmasından olmakta ve bu
seviyede omurga kanalının içinde omurilik
bulunmamaktadır. Dolayısıyla ameliyat esnasında bir omurilik zedelenmesi olma ihtimali
yoktur. Buna bağlı olarak da belden aşağı felç
olma ihtimali yoktur. Ancak fıtığın bastığı sinir kökü cerrahi sırasında hasar görür ise ona
bağlı ayak parmaklarında veya ayak bileğinde
hareket kısıtlılığı olabilir. Bu olasılık da mikroskop ile yapılan mikrocerrahi işleminde nerdeyse %0’a yakındır.
Hastalara ameliyat planlandığında ameliyat
yapılacak seviye 1 veya 2 seviye ise isteğe
bağlı olmak kaydıyla spinal anestezi öncelikli
düşünülür. Genel anesteziye oranla hastalar tarafından daha kolay tolere edilen spinal
anestezi de hasta ameliyat sonrası dönemde
daha erken ağızdan beslenmeye başlamakta
ve isterlerse aynı gün evlerine gitmeleri sağlanmaktadır.
Ameliyat sonrası ilk 1-1,5 ay kadar hastalar-
dan iyi istirahat etmeleri önerilmektedir. Özellikle ilk 10 gün boyunca tuvalet ihtiyaçlarını
karşılayıp, oturarak yemek yemek ve günde
3-4 defa evde 5-10 dakika yürüme dışında
kalan zamanda yatmaları tavsiye edilir. Daha
sonra yatış süreleri giderek azaltılarak yavaş
yavaş günlük hayatlarına dönmeleri teşvik
edilir. 1-1,5 ay dolduktan sonra da hastalar
işlerinin başına dönebilirler. Korse, hastaların
büyük çoğunluğuna ameliyat sonrası önerilmemektedir. Özellikle vida- rod takılarak
omurgaların birleştirilmesi ameliyatı yapılan
hastalara geçici süre ile verilmektedir. Uzun
süre korse kullanılması bel ve karın adalelerinin zayıflamasına yol açarak omurga üstüne
daha fazla vücut ağırlığının binmesine neden
olmaktadır. Bu nedenle bel fıtığı olan hastalara
uzun süreli korse takmaları önerilmemektedir.
Ameliyat olsun olmasın gerçekten bel fıtığı olan hastaların hepsinin hayat boyu bel
sağlıklarına dikkat etmeleri gerekmektedir.
Bu nedenle aşırı kilo omurgalara binen yükü
arttırdığı, sigara içmek ise kemik ve kıkırdak
yapısını belirgin bozduğu için yasaktır. Dengesiz ağır yük taşıma, ağır bir eşyanın itilmesi
çekilmesi, yukarı raflardan uzanarak bir eşya
almaya kalkmak, yere eğilip bir işle uğraşmak
gibi bele aşırı yük bindiren hareketlerden kaçınmak gerekir.
11
Dental implantlar tecrübeli ellerde ve doğru bir
şekilde uygulandığında hem hekim hem de hasta açısından diğer protezlere göre daha yüz güldürücü bir tedavi seçeneğidir. Tek diş eksikliği,
çoklu diş eksikliği ve total diş eksikliğinin tedavisinde implant uygulanabilmektedir.
Prof. Dr. Sina UÇKAN
Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi
Ağız, Diş ve Çene Cerrahisi Anabilim Dalı
Tek bir dişin kaybı durumunda, geleneksel yöntem komşu iki dişi küçültüp o bölgeye köprü
yapmaktır. Fakat eksik dişin yerine implant destekli bir restorasyon yapıldığında, komşu dişlerin
kesilmesine gerek kalmamakta ve sağlıklı diş
dokuları korunmuş olmaktadır. Dişlerin mine ve
dentin denilen sert yapılarının kesilerek küçültülmesi ile en az iki sağlam dişte madde kaybı
oluşur, üzerine yapılan köprü ile kökün bağlantı
yerlerinde hijyen sağlanması zor olacağı için dişeti problemleri ve kemik çekilmeleri meydana
gelir. Komşu dişler kaybedilmiş dişlerin de çiğneme kuvvetlerini karşılayacakları için ayak dişlere gelen yükler de artar ve bütün bunlar dişlerin
kaybıyla sonuçlanabilir.
12
Dental
İmplant
Nedir?
Birden fazla diş eksikliğinde, eksik dişin sayısına
ve yerine göre ya köprü yada hareketli bölümlü protezlerle eksik bölgeler doldurulmaktadır.
Eğer kayıp dişin önü yada arkasında doğal diş
yoksa zaten köprü yapılması mümkün değildir.
Bu durumda da hareketli protez ya da implant
yapılabilir. Eksik diş bölgesine uygun sayıda
implant yerleştirerek üzerine yapılacak sabit bir
köprüyle, ağızdaki diğer doğal dişler korunacak
veya hasta hareketli protez kullanmak zorunda
kalmayacaktır.
Dental implantlar, eksik olan dişi
tamamlamak veya dişlerin fonksiyon ve
estetiğini tekrar kazandırmak amacıyla
çene kemiğine yerleştirilen ve doğal diş
kökünü taklit eden , özel tasarlanmış vida
benzeri yapılardır. Genellikle titanyumdan
üretilirler. Titanyum doku dostu bir
malzemedir ve kemiğe tamamen bağlanır.
Günümüzde diş implantları, kaybedilen
dişlerin yerine konulmasında en iyi
alternatiftir ve 5 yıllık takip sürecinde
başarı oranları %95 gibi oldukça yüksek
bir orandadır.
Total dişsiz çenelerde geleneksel tedavi yöntemi hareketli protezlerdir, ancak tat alma ve
konuşma kısıtlılığı, fonksiyon sırasında protezin
oynaması hareketli protez hastaları için oldukça
sıkıntılı bir durum yaratmaktadır. Çene kemiğine
yerleştirilen 6-8 adet implant üzerine yapılan sabit köprüler ile yada 2-4 adet implant üzerine çıt
çıt mekanizması ile oturan protezler ile hastalar
hareketli protezlerin sebep olduğu zorluklardan
kurtulabilirler.
Genel sağlık durumu uygun olduğu sürece implant uygulamasında üst yaş sınırı yoktur ancak
henüz kemik gelişimini tamamlamamış çok
genç hastalarda uygulanması tercih edilmemekte, gelişimin tamamlanması beklenmektedir.
İmplant yapılması planlanan hastanın medikal
durumunun değerlendirilmesi olabilecek komplikasyonları önlemek açısından oldukça önemlidir. Diabet, hipertansiyon, kemik erimesi, kalpdamar rahatsızlıkları, kan, karaciğer, böbrek,
tiroid hastalıkları, kontrol altına alınmış kanser
vakalarında implant uygulaması yapılabilmektedir. Burada önemli olan hastalığın kontrol altında
olup olmamasıdır. Kontrol altında olmayan hastalıklarda implantı yapacak diş hekimi ile hastanın medikal doktoru arasında görüş alışverişi
yapılarak, hastalık kontrol altına alınır ve bundan
sonra implant planlanır. Hastanın kullanmakta
olduğu ilaçlar da değerlendirilerek gerekli olduğunda implant uygulamasından birkaç gün önce
kan sulandırıcı ilaçlar gibi kullanılan bazı ilaçlara
ara verilebilir yada işlem öncesinde koruyucu
olarak antibiotik kullanımı gerekebilir.
İmplantın yerleştirilebilmesi için çene kemiğinin
yeterli yükseklik ve genişlikte olması gerekmektedir. İmplantın yerleştirileceği bölgedeki kemiğin
kalitesi de implantın başarısını etkilemektedir.
Diş çekimi sonrasında dişsiz kalan çene kemiğinde erime meydana gelmektedir. Yapılan köprü ve hareketli protezlerde çiğneme kuvvetleri direk olarak kemiğe iletilmez, ancak implant kemik
içine yerleştirildiği ve diş kökünü taklit ettiği için
çiğneme kuvvetlerini kemiğe iletir ve bu kuvvetler
kemikte meydana gelecek erimeyi engeller. Bu
nedenle diş çekimi sonrası çok zaman kaybetmeden implant yapılması önemlidir.
Diş çekim yuvasının uygun olması durumda çekimin yapıldığı seansta implant yerleştirilebileceği gibi, bu bölgenin kemik ile dolması beklenerek
de implant yapılması gerekebilir.
Uzun yıllar dişsiz kalmış ya da herhangi bir nedenle çene kemiğinde kayıp meydana gelmiş
kişilerde kemiğin hem yüksekliği hem de geniş-
liği implant yerleştirilmesi için yetersiz olabilir. Bu
durumda kemik miktarını arttırmaya yönelik ilave
cerrahi işlemler gerekmektedir. Hastanın başka
bölgelerinden implant yapılacak bölgeye kemik taşıyarak bu bölgedeki kemik miktarı arttırılabileceği
gibi sentetik, hayvan kaynaklı ya da kadavra kaynaklı kemik materyalleri de kullanılabilir. Bu kemik
materyalleri birçok işleme tabi tutulup, standart
prosedürlerle sterilizasyonu sağlanarak kullanıma
hazır hale getirilirler ve kullanımları güvenlidir. Bu
prosedürlerin gerektiği durumlarda tedavi süreci
uzamakta ve biraz daha zahmetli olmaktadır.
Operasyon istisnai durumlar dışında lokal anestezi altında gerçekleştirilmektedir. Çalışma ortamının steril olması implantın başarısını etkileyen
önemli faktörlerden biridir. Çene kemiğine uygun
çap ve boyda implant yuvası açılır ve implant
yerleştirilir. İmplant işlemleri sonrasında hafif
ağrı olabilir, yüzde şişlik, morluk görülebilir, sızı
şeklinde kanama devam edebilir ancak birkaç
gün içinde bu sıkıntılar ortadan kalkar. Çoğu
zaman diş çekiminden bile daha basit bir operasyondur ve bir çok hasta işlem sonrasında
duyulan ağrının diş çekimi sonrasında yaşanan
ağrıdan daha hafif olduğunu belirtmektedir.
İmplant ile kemiğin bağlantısının gerçekleşmesi
için ortalama 3 ay beklenilir ve bu sürenin sonunda protez yapılırak implant çiğneme fonksiyonuna katılır. Bekleme sürecinde hastaya geçici bir protez yapılabilir ve hasta bu dönemi dişsiz
geçirmemiş olur.
Cerrahi müdahale gerektirmesi, kemik ile implantın kaynaşması için bekleme süresi gerekmesi ve maliyeti yüksek bir tedavi alternatifi olması
implant uygulamasının dezavantajları olarak sayılabilir.
Hatalı cerrahi uygulamalar, hatalı protezler, kötü
ağız hijyeni, diş sıkma alışkanlığı, sigara kullanımı gibi faktörler implantın başarısını olumsuz
yönde etkilemekte, implantın kaybına neden olabilmektedir.
İmplantın çevresinde de tıpkı doğal dişin çevresindeki gibi dişeti ve kemik bulunduğundan bu
dokularda meydana gelen istenmeyen durumlar
implantın sağlığını da etkilemektedir. Bu nedenle
implantı da doğal diş gibi düşünerek hijyen konusunda özen gösterilmelidir ve 6 ayda bir düzenli
olarak kontroller için hekime başvurulmalıdır.
13
Tüp Bebek
Merkezi
“Günün gereklerini yerine getiren, sizi oyalamayan ve
gereksiz masrafları yaptırmayan genel değil kişiye özgü
tedavi yöntemleri ile Tüp bebek Merkez’imiz bebeğinize
ulaşma yolundaki en önemli köprüdür.”
14
Son 30 yılda ulaşım ve iletişimin hızlanması yaşamımızı çok değiştirdi. Az zamanda çok şey yapmaya
çalışıyoruz... Yaşamdan beklentiler arttı, alışkanlıklar değişti.Hem kırsal, hem de kentsel alanda evlilikler
artık daha geç yaşlarda yapılıyor. Çevre kirliliği, sigara ve toplumsal bir sorun olan obezitenin vücudumuzda
yaptığı zararları az çok hepimiz biliyoruz. Bunun sonucu günümüzde üretkenlik azalmakta ve bebek sahibi
olmakta güçlük çekilmektedir. Eskiden bunlardan bahsetmek çok zor idi... Fakat insanlarımız artık bu durumu
saklamak yerine yardım alabilecekleri yerlere başvuruyorlar.
1960’lı yıllarda üreme zorluğu çeken çiftlere fazla bir şey yapılamıyordu. İlaçlarla yapılan
yumurtlama tedavileri yeni başlamış, ancak başarı oranı düşüktü. 1970’li yıllarda
laparoskopinin keşfi ve mikrocerrahi kurallarının oluşturulması ile kanalları tıkalı
kadınlara kısmen de olsa yardım başladı. Ancak 1978’de İngiltere, Londra’da Luisa
Brown’ın tüpbebek yöntemi ile doğmasıyla yeni bir çığır açıldı. Bu yöntem 1990’larda
acemilik döneminden ustalık dönemine, 2000’li yıllarda ise endüstriyel dönemine geçti.
Artık yüksek teknolojinin kullanıldığı bir yöntem olan tüp bebek veya genel adlandırması
ile Yardımlı Üreme Teknikleri en başarılı gebelik oranlarını sağlamakta ve başarı
sıralamasında diğer yöntemlerin çok üstünde yer almaktadır. Şu anda dünyada tüpbebek
yöntemi ile doğmuş 10 milyonun üzerinde bebek bulunmaktadır.
Başkent Üniversitesi Ankara Hastanesi Tüpbebek Ünitesi 1998 yılında faaliyete geçmiştir. Yıllar boyunca çok titiz ve hasta odaklı
yaklaşımı ile, ticari kaygılardan uzak, hastanın
yararına olabilecek tüm uygulamaları uygulayarak hizmet vermiştir. YIllardır değişmeyen
deneyimli çekirdek kadrosu, hem klinik, hem
de laboratuvar ortamında güven vermektedir. ISO 2009 standartlarının uygulandığı ve
denetlendiği Merkezimizde Prof. Dr. Hulusi
Bülent Zeyneloğlu ve Doç. Dr. Göğşen Önalan
hastaları kendileri görmekte ve incelemektedirler. Detaylı ön incelemeleri takiben Kanıta
Dayalı Tıp Uygulamaları ölçüsünde gerekli
testler istenmektedir. Merkezimiz gereksiz tetkik ve tedavilerle hastanın hem maddi, hem
manevi, hem de zaman kaybı açısından yıpranmasından kaçınmaktadır. Prof. Dr. Hulusi
Bülent Zeyneloğlu Merkezimizin kuruluşundan
bu yana sorumlusu olarak çalışmakta, laboratuvar ve kliniğin başarılı sonuçlarına ulaşmasında rolü çok büyüktür Kendisi şu anda Üre-
me Endokrinolojisi ve İnfertilite Derneği’nin
Başkanlığı’nı yürütmektedir.
Merkezimizde etkinliği kanıtlanmış tüm tanı ve
tedavi yöntemleri bulunmaktadır. Sırf yenilik
ve diğer merkezlerden farklı olsun diye hastaya değişik opsiyonlar ve uygulamalar sunulmamaktadır. Çünkü bu yöntemlerin etkinliği
ve üstünlüğü kanıtlanmamışsa, hastalarımızın
elindeki şansları da düşürmekte veya gereksiz
maddi kayba yol açmaktadır. Doktorlarımız
15
bir endoskopik yöntemdir. Embryonun yerleştiği rahim yatağındaki en ufak bozukluk
gebelik şansını azaltmaktadır. Hastaların
%30-40’ında rahim yatağında bozukluk görülmektedir. En çok polip, myom, iltihap ve
yapışıklık görülmektedir. Ofis histeroskopisi
olarak adlandırılan sistem son derece ince
bir araç olup, sadece lokal anestezi ile rahim içinin incelenmesine izin vermektedir.
5000 üstünde uygulama ile çok deneyimli
olan Merkezimize Türkiye’nin her bölgesinden rahim içi yapışıklıkları nedeni ile gebe
kalamayan veya regl göremeyen hastalar
gönderilmektedir.
İnfertilite cerrahisi konusunda çok deneyimli olan Merkezimiz laparoskopik cerrahi
konusunda çok deneyimlidir. Laparoskopik
yöntemle myom çıkarılması, endometriosiz
cerrahisi ve diğer operasyonlar konusunda
Anadolu’nun hemen her köşesinden hastalar
merkezimize gelmektedir.
Toplumsal faaliyetleri ihmal etmeyen Merkezimiz tüp bebek partileri, toplumsal bilgilendirme toplantılarını sık sık düzenlemektedir.
2011 içinde Karaman Belediyesi, Konya Kipa
AVM ve Ankara Yenişehir Belediyesi ile ortak
girişimler sonucunda infertilite bilgilendirme
toplantıları yapmışlardır. Özellikle Kanal B
televizyonunda “Başkent’de Sağlık” programında infertillite konusunda bilgilendirme
yayınları yapılmaktadır. Arşiv programlara
Kanal B’nin internet sayfasından ulaşabilirsiniz. Bunların yanısıra Prof. Dr. Hulusi Bülent
Zeyneloğlu’nun Dünya Yaşlılık Derneği tarafın-
dan geç yaşta anne olmayı tattırdığı için 2011
Uluslararası Zamanı Tersine Kuranlar ödülüne
layık görüldüğünü belirtmek isteriz.
Özetle, infertilite tedavisi konuya çok hakim
akademik uzmanların kontrolünde sempatik
personel yardımı ile günün gereklerini yerine
getiren, sizi oyalamayan ve gereksiz masrafları yaptırmayan genel değil kişiye özgü
tedavi yöntemleri ile Tüp bebek Merkez’imiz
bebeğinize ulaşma yolundaki en önemli köprüdür.
Başkent Üniversitesi Hastanesi
Tüp Bebek Merkezi
Kubilay Sokak
No:36, Maltepe/ANKARA
Sol Baştan; Teknisyen Hüsamettin Topdemİr, Doç.Dr.Göğşen ÖNALAN, Emb. Lab. Meral CANKURTARAN ACAR, Emb. Lab. İlknur ÇELİK,
Süha MUSLU, Emb. Lab. Tülay DURAK, Prof. Dr. Hulusi Bülent ZEYNELOĞLU, Sekreter Nazan SARILKAN, Hemşire Özlem ÖZTOPRAK,
Hemşire Deniz ÖZTÜRK DEMİRCİ
Prof. Dr. Hulusi Bülent ZEYNELOĞLU, Başkent Üniversitesi Ankara Hastanesi Tüp Bebek Merkezi Sorumlusu
yapacakları uygulamaları detaylı olarak hastalarımıza açıklamakta ve kanıtlarını gerek internet gerekse de yapılmış çalışmaların makaleleri üzerinden göstermektedir. Doktorlarımız
genellikle tüpbebek uygulamasından önceki
ay içinde hastalarımızı sık sık görerek hangi
uygulamanın uygun olacağını tayin etmektedirler. Bu şekilde yüksek gebelik oranlarını
sağlamakta ve hastalarımızın yüzlerini güldürmektedirler.
Hemşirelerimiz, tedavi sürecindeki hastalarımıza belki ilk duyduklarında karışık gelebilen
tedavi şemalarını sabırla anlatmakta ve her bir
hastaya tek tek ulaşarak günlük uygulamalar
hakkında bilgi vermektedir.
Tüp Bebek Ünitemizin sekreterliğine ait cep
telefonundan, merkezimize her an ulaşabilirsiniz. Sekreterlerimiz karışık bürokratik işlemleri
detaylı anlatmakta, aynı anda randevu taleplerinize anında yanıt vermektedir.
Üç yıl önce yenilenen Tüp bebek laboratuvarı ve ameliyathanesi çağımızın gereklerini
16
özenle yerine getirmektedir. Embryologlarımız ve biyologlarımız başarılı bir laboratuvar
ortamında titizlikle çalışarak yüksek başarıyı
devam ettirmektedirler. Gebelik şansının yüksek olduğu 5. gün blastokist transferi birçok
hastaya başarı ile uygulanmaktadır. Son yıllarda başarısı kanıtlanmış dondurma teknikleri
ile yüksek gebelik oranları elde edilmektedir.
Bu iki yöntem tek embryonun zorunlu olduğu günümüzde başarı için iki altın anahtardır.
Embryo dondurulması çok gerekli ve hemen
her hastaya önerilmesi gereken bir durumdur
zira, böylece bir sonraki uygulamada hastanın tüpbebek ilaçları ile yumurtlama tedavisi
alması ve yumurta toplama işleminine gereksinimi olmayacaktır.
Genetik inceleme bu hastalarımız için sıklıkla
gerekmektedir. Aynı binada bulunan Genetik
bölümümüz birçok üniversite hastanesinde
hala yapılamayan embryo üzerindeki preimplantasyon genetik tanı yöntemini yapabilmekte ve çok kısa bir süre önce 5-6 kromozom
üzerinde işaretleme ile tanı yapabilirken artık
24 kromozom üzerinde yapmaktadır. Ayrıca
çok özel genetik bozuklukları olan hastalarımız için önceden hazırlık yapılarak kendilerine
özel tanı işaretleyicileri hazırlatmaktadır. Bütün bu işlemler birçok özel merkezin sunduğu
ücretlerden çok daha ucuza mal olmaktadır.
Erkek infertilite nedenlerinden birisi olan
azospermi (Menide sperm görülememesi)
standart yaklaşımda hastaların %50’sinde
sperm bulunmaktadır. Fakat Üroloji bölümünün uyguladığı mikrotese (cerrahi mikroskop
ile yaklaşık 300 kat büyütülmüş görme alanı
ile görülmesi ve bulunması zor olan dokuların
içinde sperm arama yöntemi) ile daha önceki
uygulamalarında bile sperm bulunmayan hastaların %5-10’unda sperm bulunmaktadır. Bu
yüzden biz hastalarımıza mikrotese yöntemini
önermekteyiz.
Merkezimiz ayrıca histeroskopi konusunda
çok deneyimli ve bir referans merkezidir.
Histeroskopi rahim içinin değerlendirildiği
ve gerektiğinde cerrahi işlemlerin yapıldığı
17
Bölgenin Tek Tam Donanımlı
Yanık Yoğun Bakım Ünitesi
Konya
Başkent’te
Hastanenin yanık ünitesi 05.07.2003 tarihinden
itibaren hasta kabulüne başlamıştır. Toplam yatak
kapasitesi 6’ya çıkarılmıştır. Yanık Yoğun Bakım
Ünitesi Konya ve ilçelerine tam donanımlı olarak
yanık tedavi hizmeti veren ilk ve tek merkezdir.
Başkent Üniversitesi Kurucu Rektörü Sayın Prof.
Dr. Mehmet Haberal tarafından bu bölgedeki
eksiklik tamamlanmış ve Konyalıların hizmetine
sunulmuştur. Yanık Yoğun Bakım Ünitesi teknolojinin son imkânları ile donatılmış, tıbbın bütün
yenilikleri kullanılarak, konusunda uzman kadrosuyla hizmet vermektedir. Sürekli artan hasta sayısıyla Konya ve çevre illerinin ihtiyaçları kaliteden
ödün vermeden karşılanmaya çalışılmaktadır.
Yanık Tedavi Merkezi’nde 2003-2011 yılları arasında 320 hasta yatarak tedavi gördü.
Başkent Üniversitesi Konya Uygulama ve Araştırma Merkezi Yanık Yoğun Bakım Sorumlusu ve
Genel Cerrahi Anabilim Dalı Öğretim Görevlisi
Yrd. Doç. Dr. Emin TÜRK, yanık tedavisinin zor
ve pahalı bir tedavi olduğunu belirterek, “Yanıklar genellikle dikkatsizlik ya da ihmal sonucu olan
kazalardır. Bu nedenle halkımızı daha dikkatli ve
duyarlı olmaya çağırıyoruz. Unutulmamalıdır ki;
yanıklar tıbbi tedavi gerektiren acil vakalardır. Halk
arasında yaygın olarak kullanılan kocakarı ilaçları çoğu zaman tedaviyi zorlaştırmakta ve bazen
hastaları geri dönüşü olmayan bir yola sokmaktadır. Herhangi bir yanık afeti ile karşılaşıldığında
mutlaka yanık tedavi hizmeti veren bir sağlık kuruluşuna vakit kaybetmeden başvurulmalıdır” dedi.
Başkent Üniversitesi Konya Hastanesi Yanık Ünitesinin Bazı Teknik Özellikleri:
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
18
Konya ve civarının tam donanımlı ilk ve tek yanık tedavi merkezidir.
Hepa mikro filtrasyon havalandırma sistemiyle ısıtılıp soğutulmaktadır.
Her hasta için özel diyetisyen kontrolünde rejimler belirlenmektedir.
Özel ültraviyoleli pansuman odası vardır.
Her hasta moniterize edilerek yaşamsal bulguları takip edilmektedir.
Dünya standartlarında yanık hasta bakımı ve tedavisi yapılmaktadır.
Acil müdahale odası ve solunum destek ünitesi bulunmaktadır.
Tedavi sonrası hasta takibi yapılmaktadır.
İleri düzey yanık hastaları için depritman greftleme ve deri nakli yapılabilmektedir.
Dycem ve steril disposilok paspaslı giriş ünitesine sahiptir.
Baır hugger ile hastaya özel ısıtma sistemi uygulanmaktadır.
Ünitenin içi bakterilerin ve küflerin oluşumunu önleyen geometride yapılmış ve uygun iç çepe kaplamasıyla kaplanmıştır.
Diyaliz ihtiyacı olan hastalar için yoğun bakım içi diyaliz sistemi mevcuttur.
19
Yrd. Doç. Dr. Gülsüm Atay
Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi
Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı
Yaşamın
İlk Üç
Yılında
Sosyal
Gelişim
İnsan yaklaşık 100 milyar beyin hücresi ile
doğarlar. Gelişim bu sinir hücreleri arasında
ilişkiyi sağlayan bağlantıların artması ile
olmaktadır. Araştırmalar bu bağlantıların
bebeklerin gereksinimlerine uygun, duyarlı
ve şefkatli bakımla birlikte sağlanan çevresel
uyaranlarla geliştiğini göstermektedir. Beyin
gelişiminin doğumdan sonra en hızlı olduğu
ilk 3 yaşta bebeğe sağlanan uyaranlarla ne
kadar keyifli deneyimler yaşarsa gelişimi
o kadar iyi etkilemektedir. Çocukların
gereksinimlerine ve isteklerine değer verildiğini
ve bunların yerine getirildiğini hissetmeleri
çevreleri üzerinde etkileri olduğu duygusunun
gelişmesini sağlayarak öz güvenlerini
arttırmakta ve sosyal gelişimleri için sağlam
temellerin atılmasını sağlamaktadır.
20
Sosyal gelişim diğer insanlarla olumlu ilişkiler
geliştirebilme ve bu ilişkileri uygun şekilde sürdürebilmek için gerekli değerleri, bilgi ve becerilerin kazanılmasıdır. Yaşamın ilk yıllarından itibaren çocukların sosyal gelişimlerinin iyi olması
daha sonraki yaşam deneyimlerini belirlemektedir. Sosyal gelişimleri iyi olan çocuklar daha iyi
konuşurlar, öz güvenleri daha yüksektir, okula
daha iyi uyum sağlarlar ve karşılaştıkları sorunları daha iyi çözerler. Bu olumlu etkiler daha
sonraki yaşamlarına da olumlu yansımaktadır.
Sosyal gelişimle ilgili beceriler doğum sonrası
dönemde çocuğun doğuştan sahip olduğu mizaç, anne babası ve diğer yakınlarıyla ilişkisi ve
yaşanılan deneyimlerin karşılıklı etkileşimleri
ile kazanılmaktadır. Sosyal gelişim, duygusal
gelişim ve özgüven birbirleriyle yakın ilişkilidir.
Çocukların sosyal gelişiminin desteklenmesi
için duygusal gelişimleri ve özgüvenleri de eş
zamanlı desteklenmelidir.
Sosyal gelişim doğumdan itibaren başlar. Bebekler sosyal gelişimleri için gerekli temel donanıma sahip olarak doğarlar. İnsan yüzüne
bakmayı severler özellikle annelerinin yüzüne
bakmayı içgüdüsel olarak tercih ederler ve kısa
bir süre sonra onu tanırlar. Anne ve babalarının
seslerini doğum öncesi dönemde tanımaya
başlarlar ve doğum sonrasında tercih ederler.
Kendileriyle konuşulmasından, mutlu bir yüz
ifadesiyle kendilerine bakılmasından hoşlanırlar.
Bebeklerin kendileriyle konuşulması, şarkı söylenmesi, dokunulması, oynanması gibi tekrarlayan olumlu deneyimler yaşamaları gelişimlerini
olumlu etkilemektedir. Yaklaşık iki aylık olduklarında kendileriyle konuşulduğunda gülümsemeyi daha sonra karşılıklı ses çıkarmayı ve
kendileriyle konuşulmasını sağlamak için sesler
çıkarmayı öğrenirler. Bu davranışlar sosyal gelişimin ilk göstergeleridir. Küçük bebekler henüz
kendilerinin ayrı bir birey olduklarının farkında
değildirler. Annelerinin ve çevrelerindeki kişilerin olumsuz duygularını onlar fark ettirmemeye
çalışsa da hissederler ve bundan olumsuz etkilenirler. Annesi mutsuz, huzursuz olduğunda
bebek de huzursuz olur, daha çok ağlar. Bu durum anne ve bebeğin birlikte yaşadıkları keyifli
deneyimlerin azalmasına, bebeğin duygusal ve
sosyal gelişiminin olumsuz etkilenmesine neden
olabilir. Küçük bebeklerin her ağladıklarında kucağa alınmaları yatıştırılmaları onları şımartmaz.
Sevgilerini gösterebilmeyi öğrenmek için önce
sevgiye doymaları gerekir. Zamanla farklı gereksinimlerini farklı şekilde ağlar gibi sesler çıkararak anlatmayı öğrenirler. Bu sesleri ayırt ederek
uygun karşılıklarla gereksinimlerini hemen gidermek, onları kucağa almak, sevgi ve şefkat göstermek kendilerini değerli hissetmelerini sağlar,
21
özgüvenlerini ve duygusal gelişimlerini arttırarak sosyal gelişimlerini destekler. Yaşamın ilk
aylarındaki olumlu deneyimlerin etkisiyle sosyal ilişkiler kurmaktan giderek daha fazla keyif
alırlar ve 4-6 aylık olduklarında yabancılara da
ilgi duymaya onlara gülmeye, sesler ve hareketlerle karşılık vermeye başlarlar.
Bebekler 6-9 aylık olduklarında farklı sesler
çıkarabilirler. Farklı gereksinimlerini ve duygularını farklı şekilde ağlayarak, sesler çıkararak
ve beden dili kullanarak ifade edebilmeyi öğrenirler. Bu dönem onların çevrelerindekilerden
ayrı bir birey olduklarını ve tek başına yaşayamayacaklarını da fark ettikleri dönemdir. Yalnız
kalmaktan ve yabancılardan korkmaya başlar.
Bebeklerin yalnız kalmaktan korkmaları, gece
sık sık uyanarak annelerinin yakında olup
olmadığını kontrol etmeleri normal ve sağlıklı davranışlardır. Bu dönemde “cee” oyunu
oynanması, odadan çıkarken haber vermek,
diğer odadayken onunla konuşmaya devam
etmek ve dönüldüğünde “cee” oyunu yapmak
yalnız kaldığında sakin kalabilme becerisinin
artmasını destekleyecektir. Çalışan anneler
genellikle bu dönemde işe tekrar başlamak-
tadırlar. Bebeğin annesi işteyken ona bakım
verecek kişi ile anne işe başlamadan önce birlikte olmaya başlaması, ona alışması annesi
uzaktayken onunla birlikte kalmaya alışması
önemlidir. Anneler işe giderken mümkün olduğunca bebeklerinin onlara bakan kişiyle
birlikte kendilerini yolcu etmelerini sağlamalıdırlar. Yabancılarla karşılaştığında korkmasına
saygı göstermek, alışması için fırsat vermek
ve kendi isteğiyle ilişkiyi başlatmasını desteklemek sosyal gelişimini olumlu etkileyecektir.
Yabancılarla sık sık karşılaşmasını sağlayacak
fırsatlar yaratmak korkusunu yenebilmesini ve
yabancılarla nasıl ilişki kurabileceğini öğrenmesinde yardımcı olacaktır. Bu dönemde bebekler ağladıklarında bazı şeylerin yapılmasını
sağladıklarını, hızlandırdıklarını fark ederler.
İsteklerinin karşılanamayacağı durumlarda
dikkatleri başka şeye yönlendirilerek yatıştırılabilirler. Bazı zamanlarda ise isteklerini
hemen karşılayabilmek mümkün olmayabilir.
Bu durumda ağladıklarında telaşlanmamak,
konuşarak yatıştırmaya çalışmak ve kendi
kendilerini yatıştırabilmeyi öğrenmelerini sağlamak duygusal gelişimlerini destekleyecektir.
Kendi kendisini yatıştırmayı öğrenmesi daha
sonraki yaşamında hoşuna gitmeyen sosyal
olaylar karşısında sakin kalabilmesini böylece sorunlara daha iyi çözümler geliştirebilme
becerisini arttırabilmesini sağlayarak sosyal
gelişimini destekleyecektir.
Bebeklerin çoğunun yabancı korkusu 12-24
ayda azalır. Anneleri ya da çok iyi tanıdıkları
kişiler yakınlarındayken bağımsız olarak dolaşmaya ve çevrelerini keşfetmeye başlarlar.
Keşifleri sırasında zaman zaman yalnız olmadıklarını hissetmek için yakınlarının yanına gelerek ya da bakarak kontrol ederler. Kontroller
sırasında onun görebileceği yakınlıkta olmak
önemlidir. Annesinin yakında olamadığı durumlarda yatışabilmek için oyuncak, battaniye
gibi bir eşyasına gereksinim duyması normal
bir davranıştır. Diğer çocuklara ilgi duymaya
başlarlar ancak onlarla birlikte ne yapacaklarını henüz bilemezler, ilişkiyi başlatabilmek için
vurmak, itmek gibi olumsuz davranışlar gösterebilirler. Oyuncaklarını paylaşmak istemeyebilirler. Bu süreçte anne babalar onlara uygun
sosyal davranışları öğrenmelerinde sabırla
rehberlik etmelidirler. Uygun olmayan davranışlar “vurmak yok” gibi kısa ve net cümleler-
le anlatılmalı, nasıl yapabilecekleri gösterilmelidir. Bu dönemde diğer çocuklarla daha sık
karşılaşabilecekleri ortamlarda bulunmaları,
nasıl oynayabileceklerini öğrenmeleri için
onlarla birlikte oynanması, karşılıklı top atma
oyunu gibi oyunlar oynayarak oyuncaklarla
sırayla oynanabileceğinin gösterilmesi uygun
sosyal davranış ve becerileri öğrenmelerini
hızlandıracaktır. Çocuklar uygun sosyal davranışları çevrelerinden gözlemleyerek ve taklit
ederek öğrenirler. Anne babalar kendi sosyal
davranışlarına da dikkat ederek onlara örnek
olmalıdırlar.
Çocuklar 2-3 yaşında olduklarında bağımsız
yaşamayı daha iyi öğrenebilmek için yaşamın
getirdiği kuralları ve sınırları öğrenme çabasına girerler. Bu kurallar ve sınırlar karşısında
kendi güçlerinin ne olduğunu, bunların ne
kadar esnetilebileceğini, esnettiklerinde ne
olduğunu anlayabilmek için günlük yaşamın
hemen her anında inatlaşmaya hazırdırlar. Bu
dönemde aileler bir taraftan onların bağımsız
yaşamayı öğrenme heveslerini anlayıp desteklemeleri, diğer taraftan sınırları öğrenmeleri
için rehberlik etmeleri gerekmektedir. Kuralların ve sınırların fazla olması, uygun olmayan
davranışlar gösterdiklerinde ayıplanmaları
22
onların özgüvenlerini ve duygusal gelişimlerini
olumsuz etkileyerek daha sonraki yaşamlarında sosyal ilişkiler başlatmak ve sağlıklı yürütmekte zorlanmalarına neden olabilir. Diğer
yandan konulan sınırların onların ağlamak gibi
davranışları karşısında kaldırılması, esnetilmesi kuralların, doğru davranışın ne olduğu
konusunda kafalarını karıştırır, öğrenmek istediklerini öğrenemezler ve öğrenemedikleri için
öfkeleri daha da artar. Bu dönemdeki çocuklara mümkün olduğunca az “hayır” denilmeli
ancak “hayır” denildiğinde geri adım atılmamalıdır. Bunun sağlanabilmesi için bir taraftan
çatışma yaratacak durumlar azaltılırken diğer
taraftan kendi seçimlerini yapması desteklenmeli böylece olaylar üzerinde kendinin de
gücü olduğu duygusu verilmelidir. Örneğin,
mevsime uygun olmayan bir giysiyi giymekte
ısrar eden bir çocuğa o giysiyi giyemeyeceği
ama uygun iki giysiden birisini seçebileceği
söylenebilir. Bu dönemde diğer çocuklarla birlikte oynayabilme becerileri artmakla
birlikte aralarındaki çatışmalar devam eder.
Çocuklarla birlikte paylaşmanın gerekmediği
ama her çocuğa düşen ayrı bir etkinliğin olduğu birlikte resim yapılması, kumla oynamak
gibi oyunlar oynanması yaşıtlarıyla sosyal
ilişki içinde kalmaktan keyif almaklarını arttı-
racaktır. Günlük yaşamla ilgili deneyimlerinin
artması ile birlikte evcilik gibi hayali oyunları
daha iyi oynamaya başlarlar. Bu oyunlar onların sosyal yaşam deneyimlerini daha iyi kavrayabilmeleri ve uygun davranışlar geliştirebilmeleri için önemli fırsatlardır. Diğer kişilerin
duygularını da daha iyi anlamaya başladıkları
bu dönemde onlarla evcilik, komşuculuk gibi
oyunlar oynayarak ve bu sırada kısaca duygulardan bahsederek davranışları karşısında
başkalarının neler hissedebileceğini daha iyi
kavramaları desteklenebilir, uygun sosyal
davranışlar öğretilebilir. Sosyal yaşam deneyimlerinin artmasıyla birlikte kıskanmak, kırılmak, utanmak gibi daha karmaşık duygusal
deneyimler yaşayacaklar ve başkalarının yaşadıklarına tanık olacaktır. Henüz ne olduğunu
bilmedikleri bu deneyimlerin hemen fark edilmesi, bunların ne olduğunun anlatılması, normal olduğunun belirtilmesi ve doğru tepkisel
davranışların öğretilmesi duygusal ve sosyal
gelişimlerini destekleyerek uygun sosyal davranış ve becerileri kazanmalarını kolaylaştıracaktır. Tüm yaşlarda çocukların gösterdikleri
uygun sosyal davranış ve becerilerin anne babaları tarafından hızla fark edilmesi ve bunların
övülmesi sosyal gelişimlerinin desteklenmesi
için çok önemlidir.
23
Doç.Dr.Gaye Ulubay
Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi
Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı
KOAH
Nefesinizi koruyun,
sigaradan uzak durun.
Sigara içiyor ya da
içmişseniz Koah Hastası
olabilirsiniz.
Nefesinizi ölçtürün.
24
Akciğerlerimiz soluk alıp verme ve havadaki
oksijeni kana taşıma görevini üstlenen organımızdır. KOAH ise, akciğerlerdeki havayollarının
kısmen tıkanması ile seyreden ve yaygın görülen
bir hastalıktır. KOAH hastalığın kısaltılmış adıdır
ve kronik yani uzun süredir varolan, obstrüktif;
yani tıkayıcı akciğer hastalığı sözcüklerinin baş
harflerinden oluşur. KOAH’lı hastalar nefes alıp
verme sırasında zorluk yaşarlar. Sağlıklı kişilerde
havayolları açık ve temizdir. KOAH’lı hastalarda
ise hava yolları daralmış ve sigara, toz etkisiyle
kirlenmiştir, hasarlıdır. Havayollarının duvarları
kalınlaşmış ve şiştir. Bu nedenle nefes alıp verme sırasında hava akciğerlerimize rahatça girip
çıkamaz. Böylelikle, başlangıçta merdiven çıkma, ağır yük taşıma, koşma gibi ağır egzersizler
sırasında hastalık ilerledikçe yol yürüme, hatta
konuşma, evde yemek pişirme, banyo gibi günlük ihtiyaçları giderme sırasında ve hatta uykuda
nefes alıp vermede sorun yaşarlar. Bu hastalar
özellikle kış aylarında en az 3 ay boyunca nefes
darlığının yanı sıra öksürük ve balgam çıkarma
belirtilerini de yaşar.
Nefes darlığı belirtisi başlangıçta ağır egzersizdedir. Bu nedenle çoğu hasta hastalığın erken
dönemlerinde belirtilerin farkında bile değildir.
Ülkemizdeki her 10 hastadan 9’u kendisinde
hastalık olduğunu bilmemektedir.
Hastalığın oluşumunda en önemli etken sigaradır. Bunun dışında mesleki ortamda maruz kalınan tozlar, iyi havalandırılmayan evlerde ısınma
ve yemek pişirme amacıyla kullanılan odun, tezek gibi yakıtların dumanlarına maruz kalmak da
akciğerlerimizde KOAH oluşmasına neden olur.
Sigara içimi ve toz, ev içi yakıt kullanımına bağlı
geliştiğinden genellikle 40 yaşın üzerinde görülen bir hastalıktır. Ülkemizde sigara içimi ile
ilişkili olarak daha çok erkeklerde görülür. Genetik geçiş özelliği olabildiğinden çok az sayıda
hastada 40 yaşın altında karşımıza çıkabilir.
KOAH bulaşıcı bir hastalık değildir, hastanın
kendisinden başka kimseye sağlık açısından
zarar vermez.
KOAH hastalığı seyri sırasında hastalara zor anlar yaşatan ancak kesinlikle önlenebilen ve tedavi edilebilen bir hastalıktır. Bu yüzden sigara
kullanan ya da kullanmış olan, iş yerinde tozlara
maruziyeti olan, evde odun-tezek gibi ısınma ve
pişirme yöntemlerini kullanan kişilerin öksürük,
balgam ve nefes darlığı şikayetleri varsa mutlaka KOAH yönünden değerlendirilmek üzere
doktora başvurması gereklidir. Çünkü hastalığın
tanısı ne kadar erken konulursa hastanın tedaviden faydalanma oranı o kadar yüksek olur.
Hastalığın tanısı çok kısa
ve kolay bir yöntem olan
spirometrik ölçüm yöntemi ile
3-4 dakikada konulabilmektedir.
Spirometrik ölçüm kolayca
yapılabilen ve akciğerlerimizin
kapasitesini, işlevlerini ölçen
bir soluk ölçüm testidir. Tanı
konulmasını takiben hastanın
hastalığının derecesine göre
uygun tedavi yöntemlerinden
birisi seçilir.
KOAH tedavisinde ilk adım sigaranın bırakılması
ile ev içi ve çevresel tozlara maruziyetin sonlandırılmasıdır. Ayrıca bronşların açılmasını sağlayan ve nefes yolu ile kullanan inhaler adı verilen
çeşitli ilaçlar hastaya verilmektedir. Hastalığın
seyri sırasında ileri evre hastalarımızda akciğer
işlevlerinin belirgin azalması sonucunda kanda
oksijen düzeyi düşmektedir. Bu hastalarımıza
evlerinde oksijen destek tedavileri de uygulanarak yaşam kaliteleri artırılmaktadır. Cerrahi tedavi ileri derecede hastalığı olan az sayıda hastada
uygulanmaktadır. Hastalarımızın zaman zaman
hastaneye yatarak tedavi edilmesi gerekebilir.
Fizyoterapistler tarafından gösterilen solunum
egzersizlerinin ve önerilen düzeyde günlük yürüyüşlerin yapılması hastalarımızın yaşam kalitesini çok olumlu yönde etkiler.
Ayrıca bu hastalarımızın yılda enaz 2 kez doktor kontrolüne gidip, her yıl sonbahar aylarında
grip aşısını ve 7 yılda bir zatürre aşısını yaptırması önerilir.
Uygun tedavi seçenekleri ile hastalarımız; daha
iyi ve rahat nefes alabilir, daha az öksürür,
daha güçlü ve evde kendi işini kendisi yapabilir
hale gelmektedir.
Bu nedenle KOAH’tan korkmayıp, doktor önerisi
doğrultusunda uygun tedavi ile hayatı yaşanır
hale getirebilmenin ve hatta normal, uzun bir
hayatın yaşanabileceğini unutmamak gereklidir.
25
Dr. Selvi CERAN
Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi
Psikiyatri Anabilim Dalı
Depresyon, ‘‘derin üzüntülü
bazen de hem üzüntülü,
hem kaygılı bir duygudurum
içinde, düşünce, konuşma,
hareket ve fizyolojik
işlevlerde yavaşlama,
durgunlaşma ve bunların
yanı sıra değersizlik,
küçüklük, güçsüzlük,
isteksizlik, karamsarlık
duygu ve düşünceleri ile
belirli bir duygudurum
bozukluğudur’’. Depresyon
tam olarak iyileşebildiği gibi,
sıklıkla yineleme ve bazen
de kronik gidiş gösteren bir
hastalıktır.
Mevsimsel değişikliklerin canlılar üzerindeki
etkisi çok uzun zamandan beri bilinmektedir. Bu etki, memelilerde üreme dönemleri,
enerji kullanımı, vücut yağ miktarı gibi alanlarda gözlenebilirken insanlarda, mevsimlere bağlı olarak doğum ve ölüm oranları,
büyüme hızı, depresyon, mani ve intihar
sıklığında bu etkiyi gözlemek olasıdır.
26
Kış
Depresyonu
Mevsimsel değişikliklerle eşzamanlı, yılın
belirli dönemlerinde ortaya çıkan ve yineleyen duygudurum değişiklikleri, mevsimsel duygudurum bozukluğu (MDB) olarak
adlandırılmaktadır. Duygudurum bozukluklarının bir alt tipi olarak kabul edilen MDB
sonbahar ve kış aylarında depresyon nöbetlerinin, ilkbahar ve yaz aylarında normal
veya coşkun duygudurum nöbetlerinin olması ile karakterize döngüsel bir hastalıktır. Sıklıkla kış aylarında depresif dönemler
şeklinde seyrettiği için mevsimsel depresyon yerine kış depresyonu terimi de kullanılır. Hastalar depresyon dönemi sırasında,
dikkat toplamada güçlük, kaygı, cinsel istek
kaybı, yorgunluk, gün boyunca uyuklama,
iştahın ve karbonhidrat gereksiniminin art-
ması gibi belirtilerden yakınırlar. Bu yakınmalar kapalı günlerde daha da kötüleşir.
Tedavi edilmeyen depresyon dönemleri tipik
olarak ilkbaharda biter. Yaz aylarında coşkun duygudurum; hırçın mizaç, cinsel istek
ve enerji artması, uyku ve gereksiniminin
ve iştahın azalması, yaratıcılığın artması ve
kışın kazanılan kiloların kaybı gibi belirtiler
olur. Genellikle MAB 20-30’lu yaşlarda başlar, kadınlarda erkeklere oranla 4-5 kat daha
fazla görülür.
Kış Depresyonu Oluşumunda Rol
Oynayan Faktörler
Bilimsel çalışmalarda hastalığın sebepleri
hakkında tam bir görüş birliğine varılamamasına rağmen; kalıtım, stres ve biyokimyasal maddelerin rol oynadığı bilinmektedir.
Bazı insanlarda kimyasal değişiklikler kış
aylarında ortaya çıkmaktadır. MDB’nin ortaya çıkışına yönelik ana varsayım, gün ışığının biyolojik ritim üzerine etkisidir. Bu varsayımdan yola çıkılarak, gün ışığının süre
ve zamanındaki değişikliklerle bozukluğun
yaygınlığı arasında bir ilişki olabileceği düşünülmüş ve bozukluğun bu yönünü araştırmaya yönelik, dünyanın farklı bölgelerinde,
farklı enlemlerde gerçekleştirilmiş çok sayıda alan çalışması yapılmıştır. Kış tipi depresyon sonbahar ya da kış aylarında; yaklaşık olarak Kasım ayından Mart ayına kadar
güneş ışığındaki azalmaya bağlı olarak yaşanır. Aralık, Ocak ve Şubat aylarında şiddetini arttırmaktadır. Tekrarlayan depresyon
atakları hep aynı mevsime denk gelir. Ataklar arasındaki dönemde (yılın diğer mevsimlerinde) hastalar tamamen düzelir. Yapılan
çalışmalarda kış depresyonları genellikle
Ekim-Kasım aylarında başlayıp Şubat-Nisan
aylarında bittiği gözlenmiştir. Ülkemizde de
benzer bir durum söz konusudur.
Bu depresyon ekvatordan uzakta yaşayan nüfusun %6’dan fazlasını etkiler. Kaba
olarak ekvatordan uzaklaşıldıkça etkilenen
hasta sayısı daha fazladır. Hastalığın şiddeti depresyonda geçirilen zamanın uzunluğu
ile ilgili olup bunu da bulunulan enlem belirlemektedir Bu bozukluk, yüksek alanlarda
daha yaygındır. İskandinav ülkeleri gibi kuzey ülkelerine doğru gidildikçe bu bozukluğun görülme olasılığı da artmaktadır.
27
MDB’si olan hastaların birinci derecede
akrabalarında, özellikle de ebeveyn ya da
çocuklarında daha yüksek oranda genel ya
da mevsimsel duygudurum bozukluğu görülmektedir. Sonuçta mevsimsel duygudurum
değişmelerinin altında genetik yatkınlığın
rolü önemli görünmektedir.
Tanı
Belirtiler ve Bulgular
Depresyonda en sık görülen belirtiler ve bulgular aşağıda sıralanmıştır.
28
• İsteksizlik ve hayattan zevk alamama en
önemli belirtilerdir.
• Çökkün bir hastada genel olarak yüz çizgileri belirgin, alın çizgileri derinleşmiş,
omuzlar çöküktür, yüzünde üzüntülü bir
ifade vardı.
• Kimi hastaların kendilerine bakımı azalmış olabilir.
• Bazı hastalarda genel bir yavaşlama ve
durgunluk hemen göze çarpar. Bazen çok
sıkıntılı ve tedirgin bir görünüm ile birlikte
hasta yerinde duramaz, ileri geri yürür.
• Etkinlik azlığı gözlenebilir.
• Hareketlerde yavaşlama belirgindir. Ağır
çökkünlüğü olan bazı hastalar güçlükle
konuşur, yürür ve iş yaparlar
• Enerji kaybı, çabuk yorulma gözlenebilir.
• Düşünce hızı yavaşlamıştır. Hasta, düşüncelerini düşük bir ses tonuyla yavaş
ve zorlukla söyleyebilir.
• Düşünce içeriği; pişmanlıklar, acı veren
olumsuz anılar ve gelecek korkusu ile
doludur. Geçmiş zaman iyi yaşanmamış,
gelecek ise karanlık ve umutsuz görünebilir. Hastada kendini suçlama eğilimi
vardır ve öz saygısı azalmıştır, kendini
işe yaramaz değersiz, küçük görür.
• Hastanın hissettiği suçluluk değersizlik,
işe yaramazlık düşünceleri hastada cezalandırma beklentilerine yol açabilir,
ölüm isteği ve öz kıyım düşünceleri gelişebilir.
• Çökkünlük, genel bir keyifsizlikten, derin
üzüntü, iç acısı duyma derecesine varan
artma vardır. Sık ve kolay ağlama olabilir.
• Bazı hastalarda üzüntü ile birlikte kaygı,
tedirginlik kimi zamanda öfke hali olabilir.
• Hastalar sıklıkla unutkanlıktan yakınırlar;
fakat bu gerçek bir bellek bozukluğu değildir. Unutkanlık ağır üzüntü, iç sıkıntısı
ve dikkat dağınıklığına bağlıdır.
• Bedensel yakınmalar olabilir, bu nedenle
dâhiliye uzmanına başvurular olabilir.
• Uyku bozukluğu: depresyonda uykuya
dalmakta ve sürdürmekte güçlük yaşanabilir, kış depresyonunda ise genellikle
uyku artmıştır.
• İştah azalması veya artması (daha çok
karbonhidratlı yiyeceklere yönelme) gözlenebilir.
• Cinsel istek azalması ya da kaybı olabilir.
Herkeste görülen günlük sıkıntıları, karamsar
davranışları kış depresyonuyla karıştırmamak
gerekir. Depresyonu bir bozukluk olarak farklılaştıran bu belirtilerin bir arada oluşu, yoğunluğu ve sürekliliğidir. Depresyon tanısı koyabilmek için çökkün duygudurum ve isteksizlik
ya da hayattan zevk alamamanın da içinde
bulunduğu en az beş belirtinin olması, bu belirtilerin kişinin sosyal veya iş hayatında soruna yol açmaya başlaması, gündelik işlevini
aksatacak şiddette olması ve en az iki hafta
sürmesi gerekir. Bu belirtilere dikkat etmek ve
psikiyatri uzmanına başvurmak gerekir.
Kış Depresyonunda Tedaviler
Depresyonu olan kişiler tedaviye alınacaklarında verilecek ilk karar, tedavinin hangi
ortamda yapılacağıdır. Tedavi seçenekleri
aşağıda açıklanmıştır.
1. İlaçla tedavi
Halen piyasada bulunan bütün antidepresan
ilaçlar depresyon tedavisinde etkilidirler; ancak daha hızlı etki göstermesi, daha az yan
etkisinin olması ve diğer ilaçlarla etkileşimleri antidepresan seçiminde etkilidir.
ışık gibi). Floresan ışığın, hastanın bir metre uzağında, günde 0,5-2 saat tutulması
gerekir ve dakikada bir kez hastanın ışığa
göz atması sağlanır. Hasta, ışığa sürekli
bakmaz. Üç veya dört gün içinde belirgin
iyileşme olur.
rapinin sabahları uygulanmasını önermişlerdir; bazı çalışmalarda ise gün batımından
sonra verilmesinin daha uygun olduğu ifade
edilmiştir. Ayrıca hem sabah hem gün batımında uygulanmasını savunanlar da vardır.
Işık sağaltımının günün erken saatlerinde
Yapılan deneylerde ışığa bakılmadan, ışık
yalnızca deriye tutulduğunda hiçbir etki görülmemektedir; çünkü tedavinin odak noktası, ışığın gözün retina tabakasına nüfuz
etmesidir. Fototerapinin uygulama zamanı
da tartışmalıdır. Bazı çalışmalarda fotote-
uygulanması daha etkili bulunmuştur. Işık
tedavisi (fototerapi) çalışmalarında bir hafta boyunca her gün iki saat ortalama olarak
2500 lüks ışık altında kalınmasının plasebodan daha etkili olduğu bulunmuştur.
Antidepresan ilaçlara yanıt 2-3 hafta düzenli
kullanıldıktan sonra başlar. Ayaktan hastaların %20 – 35 ‘i antidepresan tedaviye cevap
vermez.
Depresyon sıklıkla yineleyici olduğundan ve
bazen de kronik seyir gösterdiği için, tedaviyi
sonlandırma konusunda dikkatli olunmalıdır.
İlaç tedavisinde genel prensip idame tedaviye, akut tedaviye yanıt alınmış olan dozla devam edilmesi ve tam bir iyileşme olmadıkça
kesilmemesidir. Tedavi sonlandırılmaya karar verildiğinde ise ilaçlar yavaş kesilmelidir,
aksi halde kesilme belirtileri gözlenecektir.
Tedavi sonlandırılırken mutlaka doktora danışılmalıdır.
2. Psikoterapiler
Depresyonda psikoterapinin yeri önemlidir.
Ağır çökkünlüklerde başlangıçta kuşkusuz
ilaç tedavisi önceliklidir; ancak hasta düzeldikçe psikoterapi sürecinde depresyona neden olabilecek, depresyonu süreğenleştirecek ya da yinelemesine neden olacak kişilik
ve çevre etkenleri de ele alınır.
3. Işıkla Tedavi (fototerapi )
Fototerapinin antidepresan etkisi kanıtlamış
olup, uygulama şekli halen tartışmalıdır.
Çeşitli ışık tiplerinin MAB tedavisinde etkili olduğu ifade edilmektedir. Ancak bu ışık
kaynaklarının karşılaştırmalı çalışmaları
yoktur ve yan etkileri tam olarak bilinmemektedir.
Işıkla tedavide 2500-1000 lüx dozunda
parlak güneş ışığı verecek nitelikte güneşin
bütün dalga boylarını içeren ışık kullanılır.
(Yani parlak bir bahar günündeki yoğun
29
Uzm. Fzt. Aydan AYTAR
Pilates
Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi
Fizik Tedavi Anabilim Dalı
30
Joseph H. Pilates
diyor ki;
“10 seansta farkı
hissedeceksiniz,
20 seansta farkı görecek
ve 30 seansta tamamen
yenileneceksiniz…
Pilates metodu veya pilates yirminci yüzyılın başlarında Joseph H. Pilates tarafından geliştirilmiş bir sistem olarak tanımlanır. Pilates, kendi egzersiz sistemini 1900’ lerin başlarında
Almanya’da geliştirmiştir. Çocukluğunda astım ve raşitizm
hastalığına yakalanan Pilates’in yöntemi, sağlıksız ve kırılgan
bedenini güçlendirme kararlılığından doğmuştur. Pilates bu
yöntemini, kasları eğitmek için zihnin gücünden faydalanma
yaklaşımını vurgulamak için “Kontroloji Sanatı” ya da “Kas
Kontrolü” olarak adlandırmıştır. Birinci Dünya Savaşı sırasında toplama kampına alınan Pilates, buradaki arkadaşlarına yöntemini öğretmiş ve onların 1918’deki grip salgını sırasında sağlıklarını korumasını sağlamıştır. Savaşın sonraki
dönemlerinde bir hastanede görev yapmış ve burada yatağa
bağlı hastalara hizmet vermiştir. Onlarla birlikte çalışırken,
yataklara hastaların sorunlu kol ve bacaklarını destekleyecek
yaylar monte etmiştir. Bir süre sonra Pilates ve doktorlar, bu
hastaların daha hızlı bir şekilde iyileştiklerini fark etmişlerdir.
Yaylarla gerçekleştirilen bu egzersizler, Pilates’in daha sonra
minder egzersizleri ile bir arada kullanılması için tasarladığı
aletli çalışmaların temelini oluşturmuştur. Pilates esneme ile
güçlenme egzersizlerinden oluşan bir EGZERSİZ sistemdir. Bu
sistem ile
• Kaslar güçlenir
• Duruş düzelir
• Esneklik ve Denge gelişir.
Pilates, bedenin dengeli tutulmasına yardımcı olan ve omurgayı desteklemekte önemli işlevi olan temel kaslar üzerine yoğunlaşılan sağlıklı ve formda olma programıdır. Pilates bedeni
ve zihni birleştirerek çok daha düzgün bir form kazanılmasına
yardımcı olur. Egzersizin önemi ve faydaları göz önüne alınacak olursa pilatesin de doğru ve uzman kişiler ile yapıldığı
zaman sağlayacağı yararlar yadsınamaz. Fitness endüstrisinin
yeni ve yaratıcı yöntemler geliştirmek için çabaladığı günümüzde, zihin-beden ilişkisine odaklanan egzersiz yöntemlerinde büyük bir artış gözlenmektedir. Günümüzde moda haline gelen egzersiz programlarından pilates sadece sağlıklı bir
31
beden, sağlıklı bir zihin ve sağlıklı bir yaşam
yaratmak amacı ile değil aynı zamanda pek
çok fizyoterapist tarafından rehabilitasyon sürecinin bir parçası olarak da kullanılmaktadır.
Hastalarda uygulanan “Klinik Pilates” uzman
fizyoterapistler gözetiminde yapılmalı, kişiye
ve hastalığa özel olmalıdır.
Eski egzersiz rutinlerinde kaslar gruplara ayırmakta ve bedeni bir bütün olarak ele almak
yerine her bir bölge ayrı ayrı çalıştırılmakta
idi. Bugün birçoğumuzun zayıf bir fiziksel görüntüye sahip olmamızın sebebi, bedenin belli
bölgelerine odaklanarak diğer bölgeleri göz
ardı eden karmaşık ve verimsiz egzersizlerin
yarattığı dengesizliktir. Eğer egzersiz yapmaktaki amacımız bedenlerimizi dengelemek,
dolaşım sistemimizi geliştirmek, gerginliği
azaltmak, dayanıklılığı arttırmak, daha iyi görünmek ve kendimizi çok daha iyi hissetmekse tüm bu amaçları gerçekleştirme yeteneği,
pilates egzersizleri ile mümkün olabilmektedir.
32
Pilates felsefesi genel bir zindelik sağlamak
için zihin ve bedeni bir arada çalıştırmaya
odaklanmıştır.
Pilatesin Temel Amaçları:
• Bütün vücudun düzgün ve dengeli gelişip
kuvvetlenmesini sağlamak
• Doğru nefes alıp vermeyi sağlamak
• Güçlü, esnek ve dengeli gelişmiş bir vücuda sahip olmayı sağlamak
• Esnek hareket kabiliyetine sahip omurga
ve eklemler oluşturmak
• Sağlıklı kan dolaşımı sağlamak
• Sağlıklı beden/zihin/ruh birliğini sağlamak
Hareketlerinizi kontrol ve koordine etmek için
dikkatinizi topladığınızda bedeniniz daha dengeli gelişir, omurga ve eklemleriniz daha sağlıklı bir hareket ortamına sahip olur; böylece
kan dolaşımı artarak nefes alıp verme kapasiteniz artar. Bu da bütün dokularınıza daha
fazla oksijen gitmesini sağlar. Pilates, kasların
sadece şişkin değil esnek ve güçlü olmalarını
da sağlar. Pilatesin faydaları yalnızca kaslarla
kalmaz, güçlü ve esnek eklemler de bu egzersizlerin hedefleri arasındadır. Düzenli pilates
egzersizi güçlü, esnek ve dengeli gelişmiş bir
vücuda sahip olmayı sağlar. Pilates omurga
ve eklemlerinizi güçlendirir, duruşunuzu dikleştirir ve daha uzun görünmenizi sağlar. Dik
durmanız ciğerlerinizi genişletir ve diğer bütün
organlarınıza görevlerini daha sağlıklı ve verimli bir şekilde yerine getirmeleri için gerekli
yeri açar. Eklem yerlerinizdeki basıncın azalması size daha fazla gücü hareket kabiliyeti
ve enerji verir. Daha esnek bir omurga sadece
vücudunuza sağlam bir destek vermekle kalmaz. Kaburga kemikleriniz doğrudan omurganıza bağlı olduğu için kambur bir duruş doğru
ve düzenli nefes almanızı engeller. Omurganız
dik ve esnek değilse, vücudunuzdaki bütün
eklem yerlerinde ve kaslarınızda ağrılar oluşur. Pilates egzersizleri ile bu ağrılarda azalma
meydana gelmesi mümkün olabilmektedir.
Pilates İçin Temel Altı Prensip
Mevcuttur.
manda hiç duraksamayarak yapılmalıdır.
Konsantrasyon: Pilates yaparken hareketlere
yoğunlaşmak, bedenin uyum içinde nasıl çalıştığına ve hangi kasların kullanılıp, hangilerinin kullanılmadığına dikkat etmek gerekir.
Kesinlik: Hareketler belirsizce değil, hakkı
Kontrol: Pilates metodunda kontrol çok
önemlidir. Kontrol için bedenin iyi dinlenmesi
ve hareketlerin gösterildiği şekilde uygulanması, olası sakatlıkların önlenmesi gerekir.
verilerek tam yapılmalıdır. Hareket seansları
birbirleri içinde ve birbirleri arasında koordine
olmalıdır.
Nefes: Nefes alıp verme, panik olmadan sırtın
arkasına ve altına derin nefes alıp bütün nefesi tamamıyla dışarı üflemek yoluyla olmalıdır. Böylece, nefes tamamen boşaltılıp, kan
temizlenmiş olur.
Merkezleme: Pilates Metodu’nda, doğru hareket sanatlarında olduğu gibi merkez, göbek,
bel ve kalça çevresidir. İç organları ve omurgayı yerinde tutan kas sistemlerini içerir.
Merkezleme, üst bedenin stabilitesini ve esnemeyi, uzamayı sağlar.
Akıcı hareket: Hareketler acele edilmeden,
her noktadan tek tek geçerek ama aynı za-
Pilates, yoga, jimnastik, modern dans ve diğer
hareket sistemlerinden etkilenmiştir. Pilates
egzersizleri uzman kişiler ile yapıldığı takdirde
her yaştan insanın rahatlıkla uygulayabileceği
bir egzersiz sistemdir. Ayrıca pilates egzersizleri engelli bireylere de uygun hale getirilebilir,
böylece fiziksel ve zihinsel rahatlama, uyum
ve vücut farkındalığı sağlanabilir.
33
Katarakt nedir?
Prof. Dr. Ahmet AKMAN
Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi
Göz Hastalıkları Anabilim Dalı
Gözün doğal lensinin opaklaşması olarak
adlandırılan katarakt dünyada en sık körlük
nedenidir. Her yıl 1 milyon insan katarakt
ameliyatı olmaktadır.
En sık görülen katarakt tipi yaşa bağlı katarakttır en sık 60’lı yaşlarda görülür. Kataraktın ilaçla tedavisi yoktur, standart tedavisi
opaklaşmış lensi uzaklaştırmak ve yerine
yapay göz içi lensi (GİL) yerleştirmektir. Cerrahi sırasında en az girişimsel cerrahi tekniği
kullanmak cerrahinin neden olduğu astigmatizm ve bakteriyel enfeksiyonlar gibi komplikasyonları azaltmak yönünden önemlidir.
Modern GİL’lerin optikleri cerrahi sonrasında
görmenin kaliteli olmasını ve hasta memnuniyetini sağlamaktadır.
Kataraktın tipleri ve klinik özellikleri
nelerdir? Tanı nasıl konulur?
Kataraktın çok çeşitli nedenleri ve tipleri vardır, değişik şekilde sınıflanabilir.
Konjenital katarakt, doğumda veya hayatın ilk
bir yılında lensin opaklaşması olarak tanımlanabilir. Rahim içi enfeksiyonlar, metabolik
durumlar ve çeşitli konjenital sendromlar
konjenital katarakta neden olabilir.
Kazanılmış kataraktın en sık nedeni yaşa
bağlı katarakttır. Bunun yanında toksik etkiler
(sigara içmek, ilaçlar), radyasyon (ultraviyole ışık), sistemik hastalıklar (diyabet, atopik
dermatit, hipokalsemi), bazı göz hastalıkları
(üveit, enfeksiyonlar, glokom) ve travma da
katarakta neden olabilir.
Kataraktlı hastalarda en sık görülen semptom
yavaş yavaş gelişen görmede azalmadır. Bazen ışık hassasiyeti de olabilir. Lensin nükleer bölümünün opaklaşması, lensin refraktif
gücünün artmasına neden olabilir hasta daha
miyopik hale gelebilir, yakın görmesi de bundan etkilenebilir.
Göz hastalıkları uzmanı; göz bebeği dilate
olunca biyomikroskopik ön segment muayenesinde katarakt tanısını koyabilir. Katarakt
tanısı konulan hastanın görme keskinliği, gözün ön segment muayenesi ve dilatefundus
muayenesi dokümente edilir. Katarakt ameliyatı planlanan hastalarda korneanın refraktif
gücü, ön kamaranın derinliği, gözün aksiyel
uzunluğu ölçülerek göze katarakt ameliyatı
sırasında konulacak GİL gücü hesaplanır.
Katarakt cerrahisi sırasında hangi tip
anestezi kullanılır?
Katarakt cerrahisi damla ve jel ile topikal veya
peri- ya da retrobulberanestezik madde injeksiyonu ile yapılabilir. Günümüzde daha çok
topikal anestezi tercih edilmektedir. Topikal
Katarakt
Cerrahisi ve
Göz İçi Lens
Yerleştirimi
34
35
anestezinin tercih edilme nedenleri görmenin
hızlı iyileşmesi, minimal girişimsel cerrahi teknik uygulandığında hastanın cerrahi sırasında
koopere olabilmesidir. Ancak topikal anestezi
altında katarakt ameliyatı yapmak cerrah için
zordur ve iyi bir hasta uyumu gerektirir.
Antikoagulan tedavi almakta olan hastalara
yapılacak katarakt ameliyatında eğer hastaya
topikal anestezi planlanıyorsa hasta kumarin
veya asetilsalisilikasid gibi antikoagulan tedavisini almaya devam edebilir ancak peri- ya da
retrobulberinjeksiyon yapılması planlanıyorsa
hemoraji riski yüksek olacağı için antikoagulan tedaviye ara verilmelidir.
Cerrahi teknik nasıldır?
Eğer hastanın glokom, retinal hastalık gibi ek
sorunları ve hastaneye yatırılması gereken
sistemik bir sorunu yoksa katarakt cerrahisi
günübirlik bir cerrahidir.
Gözün dış yüzeyindeki bakteri konsantrasyonunu azaltmak ve göz içi infeksiyonları azaltmak için ameliyattan önce birkaç gün süre ile
antibiyotik damlalar kullanılabilir.
Gözbebeği ameliyattan önce damlalar ile büyütülür. Ameliyat sonrası yara stabilitesi ve
kendi kendine kapanması açısından bugün
korneal tünel insizyonlar ile cerrahiye başlanır. Katarakt ameliyatında klasik olarak kornea
üst bölümünden kesiler uygulansa da yan
kesiler de sık kullanılmaktadır. Eğer korneal
astigmatizm mevcutsa kornea kesisi en dik
meridyenden olacak şekilde yapılabilir.
En yeni tekniklerden biri kornea insizyonunun
2mm’den daha küçük olduğu yaklaşımlardır.
Bu teknikler bu kadar küçük kesiye uygun cerrahi aletler ve katlanabilir GİL gerektirir.
Günümüzde katarakt cerrahisinin standart
metodu fakoemülsifikasyondur. Bu yöntemde
önce lensin ön kapsülünde yuvarlak merkezi
bir açıklık oluşturulur ardından bu açıklık içinde
lens materyali yüksek ultrasonik sıklıkta titreşen içi boş iğne ile parçalanır ve emilir. Bütün
cerrahi sırasında göze viskoelastik materyaller
uygulanır. Bu maddeler hem gözün yapılarını
korur hem de cerraha çalışacak alan yaratır.
36
Göz içi lenslerin özellikleri nelerdir?
Modern GİL’ler genellikle sferiktir ve lenssiz gözün sferik eşdeğerini düzeltir. Genelde
GİL’lerin kırıcılık gücü 10-30 D arasında değişir. Genellikle GİL çapları 12-13mm arasındadır, optik çapları 6mm’dir. Rijidpolimetilmataktilat, katlanabilir silikon, hidrofobik veya
hidrofilikakrilat yapıda olabilirler. Katlanabilir
GİL’ler3mm’den küçük kornea insizyonlarından kapsül içine yerleştirilebilirler. Katarakt
ameliyatı sonrası gelişebilecek kapsül opaklığını engellemek için lensler keskin arka kenarlı
olacak şekilde tasarlanmıştır. Modern katarakt
cerrahisi GİL’lerin yerleştirilmesinde sferik
düzeltme ile birlikte görme kalitesini arttırmayı
hedefler.
Asferik göziçi lensler nelerdir?
Bu lenslerin optik alanında mükemmelleştirilmiş yüzey açısı yüksek sferik sapmaların
düzeltilmesini sağlar. Görme kalitesini arttırmakla birlikte özellikle pupil geniş olduğundakontrastsensitiviyi iyileştirirler.
Torik göz içi lensleri nelerdir?
Kornea astigmatizminin 1D’den fazla olduğu
durumlarda torik GİL’leri yerleştirilebilir. Kornea astigmatizminin olduğu aksa uyan bölgede optik bölgede düzeltme yapar. Bu lensler
yerleştirildiğinde uygun aksta yerleştirildiğine
ve stabilitesine dikkat edilmelidir.
Multifokal göz içi lensleri nelerdir?
Multifokal göz içi lensleri iki veya daha fazla
odak noktası ile yakın ve uzakta ek optik düzeltme gerektirmeden görmeyi sağlar.
Akomodatif göz içi lensleri nelerdir?
Katarakt ameliyatından sonra hem yakın hem
uzak mesafeden okumak için akomadasyonu
kullanmak için tasarlanmış lenslerdir. Çalışma
prensibi lensin öne ve arkaya doğru hareketi
üzerinden tasarlanmıştır. Ancak yakın okumada orta derece bir iyileşme yaparlar. Daha iyi
akomodasyon yapacak lensler araştırma ve
test fazındadır.
Mavi ışığı filtre eden (sarı) göz içi
lenslerinin özellikleri nelerdir?
Mavi filtre ışığın kısa dalga boyu kompanentinin geçişini azaltır. Bu dalga boyunun makü-
lada foto-oksidatif hasar yaptığı ve yaşa bağlı
makülahastalığı riskini arttırdığı düşünülmektedir. Bunun yanında kısa dalga boyu uzun
dalga boyuna göre daha fazla kırılmaktadır ve
kontrast görmeyi bozmaktadır. Mavi ışık filtre
eden lensler kontrastsensitiviteyi bozmamaktadır.
Katarakt cerrahisinin sonuçları
nasıldır?
Katarakt cerrahisinde ameliyatın komplikasyonsuz geçmesinin yanında uzun dönemde
görmeye ait sonuçlar ana başarı kriteridir. En
sık kullanılan değerlendirme ölçütleri yüksek
kontrast görme keskinliği ve göz içi lens için
belirlenmiş görme mesafelerindeki bakiye kırma kusurudur. ‘Görme kalitesi’ terimi yüksek
kontrast görme keskinliği göz önünde bulundurularak türetilmiştir. Fakat görme keskinliği
tespiti basit ve hızlıca ölçülebilir ancak karmaşık görme algısı fenomeninin ölçümü için tam
ve yeterli bir yöntem değildir. Görme kalitesi,
hastanın bireysel görme gereksinimleri içerisinde yeterli görebilmesidir. Çeşitli objektif
ve sübjektif ölçümler görme kalitesinin tespiti
için kullanılmaktadır.
Özet olarak, bütün görsel fonksiyonlar içinde
en önemlisi ve en kolay ölçülebileni olan yüksek kontrast görme keskinliğinin, günümüzde
kullanılan göz içi lens tiplerinin uygulanmasından sonra kabul edilebilir sınırlara girdiği
sonucuna varılmıştır. Modern, esnek bir göz
içi lens uygulamasından sonra, görmeyi bozabilecek başka bir göz hastalığı da yoksa
hastalar tam görme keskinliğine ulaşırlar.
Katarakt cerrahisinde komplikasyon
gelişme oranı nedir?
Genel olarak katarakt cerrahisinden sonra oluşan komplikasyonlar çok nadirdir (<%1).
Operasyon sırasında oluşabilecek
komplikasyonlar nelerdir?
Lokal anestezi için kullanılan enjeksiyon tekniklerine bağlı olan göz arkasında kanama,
göz küresinin delinmesi, anestezik maddeye
karşı alerjik reaksiyon gibi komplikasyonlar,
günümüzde daha çok damla ve jel formu
anesteziklerin kullanılması sonucu çok nadir
görülür. Diğer potansiyel operasyon içi komp-
likasyonlar kullanılan cerrahi tekniğe bağlı
oluşmaktadır. Bu komplikasyonlara korneal tünel açılması için yapılan kesinin verdiği
hasar ve buna bağlı göz içi basınç azalması,
üveal dokuların yara yerinden dışarı çıkması,
fakoemülsifikasyon cihazının yarattığı ısı hasarı, kapsül yırtılması sonucu göz içi lensin
yer değiştirmesi, vitreus kaybı ve ciddi kanama örnek olarak verilebilir.
Operasyon sonrası oluşabilecek
komplikasyonlar nelerdir?
Operasyon sonrası oluşan ağrı kornea epitelinin hasarı, göz içi basıncının artışı veya
göz içi enfeksiyona işaret ediyor olabilir.
Operasyon sonrası oluşan en ciddi komplikasyonlardan biri olan endoftalmi (göz içi enfeksiyon) dikkatli yapılan antiseptik önlemler
sayesinde günümüzde çok nadiren görülür
(%0,05). Diğer az görülen komplikasyonlar
göz içi basıncın azalmasıyla birlikte yara yeri
ayrılması, yara bölgesine doğru epitel büyümesi ve göz içi lensin yer değiştirmesi olarak
sıralanabilir.
Ameliyat sonrası tedavi ve takip nasıl
planlanır?
Ameliyat sonrası tedavi antibiyotik damlalar
ile birlikte kortikosteroidli venonsteroid damlaların azalan dozda 2-4 hafta kullanılmasını
içerir.
Hasta ameliyattan sonra ilk birkaç gün gözünü
kaşımaması, ovuşturmaması, ameliyat olan
göz tarafına yatmaması yönünden uyarılmalıdır. Sabunla, şampuanla, makyaj malzemeleri ile direkt temastan kaçınılmalı, havuza ve
saunaya gidilmemelidir. Uygulanan cerrahi
tekniğe göre değişmekle birlikte ilk hafta ağır
egzersizlerden kaçınılmalıdır. Hasta araba
kullanmaya ameliyattan sonra görme keskinliği test edilince ve göz doktoru onay verince
başlayabilir. Hasta görmede ani azalma, kırmızılık, ağrı, uçuşma gibi semptomlar olursa
hemen hastaneye gelmesi yönünden uyarılmalıdır.
Göz doktoru genelde hastayı ameliyattan sonra ilk gün, 1. hafta ve 1. ayda muayene eder.
1. ayda gerekli ise uzak ve yakın gözlüğünü
ayarlar.
37
Uzm. Dyt. İrem EMİNSOY
Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi
Beslenme Ve Diyet Sorumlusu
Kış Aylarında
Beslenme
38
Kış aylarında kapalı ortamlarda bulunma sıklığımız artmaktadır. Bu da hastalıkların yayılması
için daha uygun ortamların oluşmasına neden
olmaktadır. Ayrıca kalabalık alışveriş merkezleri, çocuk oyun alanları, kalabalık misafirlikler
de bulaşma için uygun yerlerdir. Bulaşma ya
hasta kişinin tükürüğünün el ya da eşyalarla
geçmesi ya da öksürük ve aksırıkla etrafa dağılan virüslerin bizlere ulaşması ile olur.
Kış aylarında ortaya çıkan
hastalıklardan korunmak için
başlangıç olarak yeterli ve
dengeli beslenme en önemli
anahtardır.
Kişilerin yaş, cinsiyet, boy ve ağırlık, fiziksel
aktivite, meslek ve kişisel özelliklerine göre
diyet planlaması yapılmalıdır. Enerji, protein,
yağ, karbonhidrattan yeterli miktarda alındığında, hastalıklardan korunmak kolaylaşmaktadır.
Ayrıca besin çeşitliliğine de yer vermek önemlidir. Tek yönlü beslenmede, diğer yiyeceklerden
alabileceğimiz besin öğelerinden uzak kalmaktayız. Bu da vücudumuzun çalışması için gerekli besin öğelerinin eksik alınmasına neden
olmaktadır.
Gecelerin uzaması ve evde geçirilen sürenin
artması, fiziksel aktivitenin azalması ile kış aylarında ağırlık artışları gözlenmektedir. Genelde
gece tüketilen atıştırmalıklar veya içeceklerin
enerjileri yazın tüketilenlere göre daha yüksektir. Bu nedenle ara öğün tercihlerini tatlı, patlamış mısır, salep, sıcak çikolata gibi enerjisi
daha yüksek olan besinler yerine meyve, süt,
ıhlamur gibi besinleri tercih etmek daha uygun
olabilir.
Çevre kirliliği, stres, yağlı diyetler, sağlıksız
beslenme, hazır gıda tüketimi, sigara, ilaç tedavileri, alkol tüketimi, radyasyon, böcek ilaçları
insan vücudunda serbest radikallerin oluşumunu artırmaktadır. Serbest radikallere karşı antioksidanlar en etkili bileşiklerdir. Antioksidanlar, gıdalarda oksidatif bozulmayı önleyen veya
geciktiren bileşikler olarak tanımlanmaktadırlar.
Antioksidan vitamin ve minerallerin vücuda
zararlı serbest radikallerden vücudu koruma
etkisi vardır. Serbest radikaller atomlar ve atom
grupları hücrelerde hasara neden olabilir. Bu
atom grupları bağışıklık sistemini etkileyip,
enfeksiyonlar, kalp hastalığın, ateroskleroz,
kanser, artrit, katarak, anfizem, retinopati gibi
hastalıklara yol açabilir.
Antioksidanlar
Antioksidan vitamin olarak bilinen A, C ve E vitaminleri yanında, özellikle çinko ve selenyum
mineralleri de serbest radikal olarak adlandırdığımız bileşikleri vücuttan uzaklaştırmada
görev almaktadır. Özellikle dışardan aldığımız
antioksidan özellikli bu maddeler, hücrelerimizi
koruyucu onarıcı etkilerinden dolayı çok önemli antioksidanlardır. Antioksidan kapasitesi
en yüksek olan alfa tokoferoldür (E vitamini).
Hücrelerin yapısında bulunan yağ asitlerinin
yapılarının bozulmasını önler böylece hücrenin
sağlam kalmasını sağlar.
A vitamini: Gözün değişik ışık durumlarında
görmesini sağlar, deri ve organları saran epitelyum doku bütünlüğü için gereklidir. Embriyonik
gelişimde önemli rol oynar, bağışıklık sisteminde etkilidir. Oksidasyon stresinden hücreyi korumaktadır. Antikor oluşumunda etkilidir.
Enfeksiyonlarla birlikte çocuklarda A vitamini
yetersizliği görülebilmektedir. Fiziksel aktivite, iklim değişiklileri ile A vitamini ihtiyacında
önemli bir değişiklik olmamaktadır. Kronik ishaller ve protein enerji malnütrisyonunda yetersizliği daha sık görülmektedir. Enfeksiyonların
da A vitamini depolarını azalttığı düşülmektedir.
E vitamini: A vitaminin organizmadaki etkisini
artırır. Doymamış yağ asitlerinin vücut dokularındaki oksidasyonunu önler. Hücre zarının
korunmasını sağlar. Kan akıcılığına yardımcıdır. Yeterli miktarda E vitamini alımı kalp damar hastalıklarından korunmayı sağlamaktadır.
DNA yıpranmasını önler, yeterli miktarda alınması ile sindirim sistemi, akciğer ve prostat
kanser riskini azaltır.
C vitamini: Vitaminler içinde en dayanıksız olanıdır. Bitki dokusunun kesilmesi, soyma, ezilme ve kurutma ile C vitamini etkisi azalır. Kılcal
damarların kuvvetli olması, demirin indirgenmesi, kalsiyum, tiamin, riboflavin, pantotonik
asit ve A, E vitaminlerinin vücutta kullanılması
için gereklidir.
Çinko: Antioksidan savunma sisteminde enzim
yapısı için önemlidir. Yetersizliğinde tat almada
azalma, karanlığa uyumda azalma, sinir ve sindirim sisteminde bozukluklar görülebilir.
Selenyum: Hücre zarının dayanıklılığını artırmaktadır. Selenyum yetersizliği iyot yetersizliği hastalığının etkisini artırmaktadır. Güçlü bir
antioksidan olan selenyum, bağışıklık sistemini
39
güçlendirir ve kanser riskini azaltır. Hücreleri
korur ve yaşlanmayı geciktirir. Doku esnekliğini arttırarak ve kalp hücrelerini destekleyerek
kalp ve damar sağlığının korunmasına yardımcı
olur.
Fitokimyasal: Sebze, meyve, tane, tahıl ve
baklagiller sağlığı koruyan ve yaşama zindelik
katan binlerce kimyasal madde içermektedir.
Tek başlarına besin özelliği taşımayan bu maddeler fitokimyasallar olarak adlandırılmaktadır.
Bugün, fitokimyasallar koruyucu hekimlik ve
diğer tıbbi ve biyolojik disiplinler tarafımdan vücut savunmasında kullanılan bir süper cephane
gibi algılanmaktadır.
Antioksidan özelliği olan bazı kış
sebze ve meyveler
Karnıbahar: C vitaminden zengindir. Kanser
önlemeye yardımcı fitokimyasal içermektedir.
Kara lahana: A, C Vitaminleri ve folattan zen-
40
gindir. İyi bir posa ve kalsiyum kaynağıdır.
Kanser önlemeye yardımcı fitokimyasallardan
zengindir.
Beyaz Lahana: C vitamininden zengindir, kanser önlemeye yardımcı fitokimyasallar içermektedir.
Brokoli : A ve C vitamininden zengindir. A vitamini ve fitokimyasallar ile kanseri önlemeye
yardımcıdır.
Brüksel lahanası: C vitamininden yüksektir.
Folat ve A vitamini için iyi bir kaynaktır. Kanseri
önlemeye yardımcı fitokimyasallar içermektedir.
Sarımsak: Kanser önlemeye yardımcı fitokimyasal içermektedir. Bağışıklık sistemini destekler, antioksidandır.
Soğan: Kanser önlemeye yardımcı fitokimyasal içermektedir. Bağışıklık sistemini destekler,
antioksidandır.
Turp: C vitamininden zengindir. Biyoflavonoid
ve indoller kanserin önlenmesine yardımcıdır.
Havuç: A vitamininden zengindir, kanser ve
kalp hastalığı önlemeye yardımcı fitokimyasallar içermektedir.
Tere: Folat, A ve C vitamininden zengindir,
kanser önlemeye yardımcı fitokimyasallar içermektedir.
Greyfurt: C vitamininden zengindir. Bazı kanser türleri önlemeye yardımcı antioksidan içermektedir.
Limon: C vitamini ve posadan zengindir. Kanser önlemeye yardımcı biyoflavonoidler içermektedir.
Portakal: C vitamini, folat ve posa için iyi bir
kaynaktır. Sağlığı destekleyen antioksidanlar
içermektedir.
Yeterli ve dengeli beslenme ayrıca antioksidan
olan sebze ve meyvelere de hayatımızda yer
vermek ile bağışıklık sistemimizi kuvvetlendirmek söz konusu olabilmektir. Sağlıklı bir kış
geçirmeniz dileklerimizle…
ANLAŞMALI KURUMLAR LİSTESİ
SİGORTA ŞİRKETLERİ
BANKALAR
1- ACIBADEM SAĞLIK SİGORTASI A.Ş.
1- BANK ASYA A.Ş.
2- AK HAYAT SİGORTA A.Ş.
2- FORTİS BANK A.Ş.
3- AMERICAN LIFE HAYAT SİGORTA A.Ş.
3- ESBANK EMEKLİ SANDIĞI VAKFI
4- ALLİANZ SİGORTA A.Ş.
4- T. EXIMBANK A.Ş.
5- ANADOLU ANONİM TÜRK SİGORTA A.Ş.
5- T. İŞ BANKASI A.Ş.
6- ANKARA ANONİM TÜRK SİGORTA A.Ş.
6- ŞEKERBANK VAKFI
7- AXA SİGORTA A.Ş.
7- T.C. MERKEZ BANKASI
8- GROUPAMA SİGORTA A.Ş.
8- T.C. MERKEZ BANKASI SOSYAL GÜVENLİK VAKFI
9- HALK SİGORTA (BİRLİK SİGORTA) A.Ş.
9- TÜRKİYE VAKIFLAR BANKASI YRD. SAND. VAKFI
10-DABKOVİÇ DENİZ ACENTALIĞI
10-GARANTİ BANKASI A.Ş.
11-DEMİR HAYAT SİGORTA A.Ş.
12-DUBAİ-GROUP SİGORTA A.Ş.
TİCARET ŞİRKETLERİ
13-EUREKO SİGORTA A.Ş.
1- GİMSA LTD. ŞTİ.
14-ERGO SİGORTA A.Ş.
2- KAREL ELEKTRONİK A.Ş.
15-SOMPO JAPAN SİGORTA A.Ş.
16-GARANTİ SİGORTA A.Ş.
DİĞER KURUMLAR
17-GENERALİ SİGORTA A.Ş.
1- ANKARA SANAYİ ODASI BAŞKANLIĞI
18-GÜNEŞ HAYAT SİGORTA A.Ş.
2- ANKARA TİCARET ODASI BAŞKANLIĞI
19-GÜVEN SİGORTA A.Ş.
3- ANADOLU A.T. SİGORTA (Personeli)
20-HDI SİGORTA A.Ş.
4- MİLLİ REASÜRANS T.A.Ş. VAKFI
21-INTERGLOBAL/TAWUNİYA
5- İSVİÇRE BÜYÜKELÇİLİĞİ
22-INTER PARTNER ASSISTANCE
6- KKTC SAĞLIK BAKANLIĞI
23-MAPFRE GENEL YAŞAM SİGORTA A.Ş.
7- LİBYA BÜYÜKELÇİLİĞİ
24-MARM A.Ş.
8- SOSYAL GÜVENLİK KURUMU
25-MED-NET SAĞLIK
9- TÜRKİYE ODALAR VE BORSALAR BİRLİĞİ
26-CGM MEDICAL BİLGİ SİSTEMLERİ A.Ş.
10-T.MUHARİP GAZİLER DERNEĞİ GENEL BAŞKANLIĞI
27-RAY SİGORTA A.Ş.
11-T. GAZİLER KÜLTÜR VE YARDIMLAŞMA VAKFI
28-YAPI KREDİ SİGORTA A.Ş.
12-TÜRK GÜREŞ VAKFI
29-ZÜRİCH SİGORTA A.Ş.
13-TÜRK TELEKOM VAKFI
30-ZİRAAT SİGORTA A.Ş.
14-TCDD VAKFI
YABANCI SİGORTA VE ASSISTANCE
ŞİRKETLER
PİLOTAJ
1- BUPA INSURANCE LTD.İNGİLTERE
2- HELİPORTUGAL S.A.
2- EURO – CENTER
3- SİNDEL HAVACILIK
3- EUROP ASSISTANCE
4- TÜRK HAVA KURUMU
4- GMC SERVICES INTERNATIONAL FRANSA
5- YÜZÜAK HAVACILIK
5- MONDIAL ASSISTANCE
6- REMED ASSISTANCE
7- S.O.S. INTERNATIONAL AMBULANS SERVİSİ A.Ş.
8- TUR ASSIST
9- VANBREDA
10-ADAC
1- HAN HAVACILIK BALONCULUK
Mareşal Fevzi Çakmak Caddesi 10.Sokak, No:45 Bahçelievler/ANKARA Tel: (0312) 212 68 68 Faks: (0312) 223 73 33
www.baskent-ank.edu.tr
Download