Çanakkale Savaşı

advertisement
Mart 2017
Yıl 1, Sayı 3
Editör
Dr. Enes BAŞAK
Erdinç NAYIR
Tıpta Uzmanlık Sınavı Rehberi
5
Kristal Bahçesinden Notlar
11
Tıpta Açık Düşünce Kulübü ve 14 Mart Tıp Bayramı
16
Wikipedia Günlükleri - Çanakkale Savaşı
21
1 Kitap 1 Film
43
Sıddık UÇAR
Burhan DURSUN
Bilal BAL
Enes BAŞAK
Anket Köşesi
46
Sizden Gelenler
49
İletişim Bilgileri
53
''İnsana dair her şey sizlerle!'' sloganıyla çıktığımız bu güzel yolda 3. basamağa ulaşmış olmanın
sevinç ve mutluluğunu yaşıyoruz…
Yeni sayımızda yine birbirinden değerli isimler çarpıcı konularla yer alıyor.
Ülkemizin ender milli bayramlarından biri olan 14 Mart Tıp Bayramı,
102. Yıldönümünü kutladığımız şanlı bayrağımızın varoluş mücadelesi Çanakkale Savaşı,
Yakın tarihte kapatılmış olmasına rağmen tarihsel süreç içerisinde ülkemizin en önemli eğitim
kurumlarından biri olan Öğretmen Okullarının Kuruluş yıldönümünü bu ay içerisinde kutladık.
Bu güzel konuların yanında tıp öğrencileri ile yaptığımız birbirinden çarpıcı 3 adet anketin, sizden
gelen eserlerin ve yeni köşemiz ''1 Kitap 1 Film''in yer aldığı dergimizi keyifle okuyacağınıza
inanıyorum.
Son olarak, Uzm. Dr. Erdinç NAYIR tarafından kaleme alınan, tıp öğrencilerinin vazgeçilmez bir
gerçeği olan tıpta uzmanlık sınavı rehberinin yer aldığı yeni sayımız size çok şey vaat ediyor!
Dergimizi paylaşmanızı önemle rica ediyorum…
Yazı, şiir, deneme, makale, araştırma, kongre duyurusu, karikatür gibi birçok farklı alandan
çalışmalarınızı enesbasak42@hotmail.com adresine mail göndererek bizlere ulaştırabilirsiniz.
Çalışmalarınız özenle değerlendirilerek dergiye hazırlanacaktır.
Esen kalın.
Selam ve dua ile.
Dr. Enes BAŞAK
www.enesbasak.com.tr
Tıpta Uzmanlık Sınavı Rehberi
Uzm. Dr. Erdinç NAYIR
Ülkemizde Tıp Fakültesi’nden mezun olan hekimlerin bir dalda uzmanlaşmak için girdiği TUS’u bu
köşede biraz irdeleyeceğiz.
Bu sınav Eylül ve Nisan aylarında olmak üzere yılda iki kez yapılmaktadır. Sınavda temel
bilimlerden ve klinik bilimlerden 120’şer soru gelmektedir. Sınav iki aşamalıdır. Sabah 150 dk
olarak Temel Bilimler oturumu, Öğleden sonra da 150 dk olarak Klinik Bilimler oturumu
yapılmaktadır.
Soruların dağılımlarını aşağıdaki tabloda inceleyebilirsiniz.
Alanlar
Temel Bilimler
Anatomi
Histoloji ve
Embriyoloji
Fizyoloji
Tıbbi Biyokimya
Tıbbi Mikrobiyoloji
Tıbbi Patoloji
Tıbbi Farmakoloji
Sınavdaki Soru
Sayısı
Sınavdaki Yüzdesi
Alanlar
Sınavdaki Soru
Sayısı
Sınavdaki Yüzdesi
14
8
13
7
Klinik Bilimler
Dâhiliye grubu
Pediatri
42
30
35
25
10
22
22
22
22
8
18
18
18
18
Cerrahi grubu
Kadın Doğum
36
12
30
10
Sınav 2012’den önce sadece Ankara’da yapılmaktaydı. Şuan sadece Ankara’da değil, İstanbul ve
İzmir’de de sınav uygulanmaktadır.
TUS sonucuna göre yerleştirilme işleminin yapılabilmesi için yabancı dil yeterliliği aranmaktadır.
Yabancı dil yeterliliği için İngilizce, Fransızca veya Almanca dillerinin birisinden Bakanlık
tarafından yapılan ya da yaptırılan sınavdan veya ÖSYM tarafından yapılan Yabancı Dil Bilgisi
Seviye Tespit Sınavı (YDS)’nda yüz üzerinden en az elli puan almış olmak ya da ÖSYM tarafından
bu puana denk kabul edilen uluslararası geçerliliği bulunan bir belgeye sahip olmak şarttır. Yabancı
dil sınav sonuçları sınav tarihinden itibaren beş yıl süre ile geçerlidir.
TUS, bir sıralama sınavıdır, yani insanların bilgi düzeylerini tam anlamıyla ölçen, iyi hekim - kötü
hekim, bilgili hekim - bilgisi zayıf hekim gibi ayrımları pek yapabilen bir sınav değildir. Bu sebeple
meslektaşlarımın buna dikkat etmesini ve bu gerçeği unutmamasını tavsiye ederim.
Tıp Fakültesi’nden mezun olan bir hekimin hedefi iyi bir hekim olmaktır. Mutlaka TUS’u
kazanmak değildir. TUS uzmanlık için bir aşamadır. İyi bir hekim olma yolunda adımlarınızı
atmanızı tavsiye ederim. Bunu neden söylüyorum, çünkü maalesef hekim arkadaşlarımız mesleki
başarılarını TUS’a bağlayabiliyor ve yaşamlarını olumsuz etkileyebiliyorlar. Sizin mesleki
başarınız, iyi hekimlik yolunda adımlar atarak, bilgi ve becerilerinizi artırmak ve hastalarınıza en
güzel şekilde faydalı olmak ile paraleldir.
TUS hazırlığı sanırım herkesin kafasını kurcalayan bir konudur. Çünkü herkes en iyi şekilde
hazırlanmak, en iyi yolu bulmak ister. Bu yazımda sizlerin kafasını kurcalayan, her zaman merak
konusu olmuş bu konuya açıklık getireceğim. Sınav hazırlığı gerçekten de emek isteyen bir süreçtir.
TUS’un ilk yapıldığı ilk 10 yıl, sınava girenler eski sorulara bakardı. Çıkmış TUS sorularını çözerek
sınava hazırlanırlardı, fakat her geçen dönemde sınav biraz daha zorlaştı ve artık yorum gücüne
dayalı sorular ağırlıklı olmaya başladı. Artık sadece çıkmış sorulara bakıp girme devri kapandı.
Emek isteyen bir süreç dedim, çünkü koskoca tıp fakültesi dönemince öğrendiğiniz bilgileri size bir
sınavda soruyorlar. Bu sınava 2-3 ay hazırlanmak takdir edersiniz ki çok basit olur. Çalışacak çok
fazla konu olduğundan dolayı belli bir süreye yaymak en doğru ve en akıllıca yoldur. Sınava
girenler, uzmanlık sınavını aşanlar sizlere: ‘‘Çok tekrar yapmalısın’’ der her zaman. Evet çok tekrar
işin temelidir. Ne kadar bir konuyu, bir bilgiyi tekrar ederseniz aklınızda o kadar kalıcı olur. Hadi
gelin sınava hazırlık sürecine madde madde bakalım.
1. Kaynaklar
TUS’a hazırlık sürecinde sizler için en önemli adım kaynak seçimini iyi yapmanızdır. Biliyorsunuz
ki mesleki yaşamımıza sürekli yeni bilgiler giriyor. Bu bilgiler önce uluslararası dergilerde
yayınlanıyor, uluslararası kongrelerde tartışılıyor. Bazı alanlarda konsensüs raporları açıklanıyor ve
o bilgiler ilgili branşın textbooklarına giriyor. Sınavda sorular textbooklardan, o branşın temel
kitaplarından gelmektedir. Aman diyeyim, sınava o textbooklardan hazırlanmayın, yetiştiremezsiniz
ve tekrar da edemezsiniz.
Sizlerin hazırlanacağı kaynaklar, işte bu textbookların özetleri olmalıdır. Çalışacağınız kaynakta
aramanız gereken önemli bir nokta güncel olmasıdır. Sınava 2-3 yıl önce hazırlanmış bir konu
kitabıyla hazırlanılması doğru bir yaklaşım değildir. Çalışacağınız kaynaklar, çok aşırı detaya
dalmadan konuyu bir bütün olarak, görsellerle de destekleyerek aktarıyor olmalıdır. Textbook gibi
bir kitap da olmamalı, spot bilgileri içeren slaytlardan hazırlanmış notlar da olmamalıdır.
Çalışacağınız kaynaklar, başarısını kanıtlamış olmalıdır. Daha önceki sınavlarda soru yaptırma
oranları değerli bir istatistiktir. Elinizde mutlaka söylediğim özellikleri taşıyan konu kitapları ve her
branşa özgü çalışma soru kitabı olmalıdır. Ayrıca daha önce sınavda çıkmış soruları içeren TUS
soru kitabını da temin etmeniz gerekmektedir.
1.1. Çalışma Planı
Şu unutulmamalıdır ki, çalışma planı standart değildir.
Herkesin kişilik yapısına, hedeflerine ve çalışma
tarzına göre değişmektedir. Yapılan en büyük yanlış
sınavı kazanmış bir kişinin planını alıp kendine
uygulamaktır. Çalışma planını en iyi şekilde
oluşturmak için bu sınavı geçmiş birçok kişiden
çalışma hakkında geri bildirim alınmalıdır. Kendi
hedeflerinizi ve kişilik yapınızı ortaya koyarak çalışma planınızı oluşturmalısınız. Profesyonel bir
danışmanlık hizmeti de alabilirsiniz. Sizlere bu başlık altında doğru adımları anlatmaya
çalışacağım.
1.1.A) Derslerin Sıralaması
Ders sıralaması çalışma planının fark edilmeyen en önemli noktasıdır. Fark edilmeyen diyorum,
çünkü bazı kişiler sıralama hatasından dolayı çalışma programından sıkılabiliyor ve performansları
düşebiliyor. Önce temel sonra klinik veya önce klinik sonra temel branşların çalışılması hatadır.
TUS bir bütündür. Patoloji bilgisiyle Dâhiliye sorusu, Pediatri bilgisiyle bir Patoloji sorusu
yapabilmektesiniz. Temel ve klinik bilimler ayrı ayrı çalışıldığında bu iki ana branş arasında
bütünlük sağlanamamaktadır. Bu sebeple klinik ve temel derslerin iç içe olduğu bir programı
uygulamalısınız.
Ders sıralamasını yaparken dikkat etmeniz gereken nokta, TUS çalışma periyodunda bunalmanıza,
sıkılmanıza sebep olacak dersleri art arda koymamalısınız. Farmakoloji, biyokimya ve anatomi. Bu
3 ders son ay çalışma periyodu dışında arka arkaya çalışılmamalıdır. Performans düşüklüğüne sebep
olabilir. Diğer derslerin aralarına koyarak bu derslerden maksimum verimi alabilirsiniz.
Ders sıralamasında dikkat edilmesi gereken bir diğer nokta da Dâhiliye ve Pediatri’yi arka arkaya
koymamalısınız. TUS için çok önemli bu iki branş, birbirini tekrar ettiren branşlardır, yani ortak
konu çoktur. Bu sebeple iki ana branş arasına iki ders koymanızı tavsiye ederim. Bu neyi sağlar,
Pediatri’de okuduğunuzu Dahiliye’de veya tam tersi Dahiliye’de okuduğunuzu Pediatri’de tekrar
etmiş olursunuz.
Örnek ders sıralaması:
A) Dâhiliye - Fizyoloji - G. Cerrahi - Mikrobiyoloji - Patoloji - K. Doğum - Biyokimya - Pediatri Farmakoloji - K. Stajlar - Anatomi
B) Patoloji - Dâhiliye - Mikrobiyoloji - Fizyoloji - Pediatri - K. Stajlar - G. Cerrahi - Anatomi - K.
Doğum - Biyokimya - Farmakoloji
1.1.B) Ders çalışma süreleri
Gün içinde çalışma sürelerini mevcut koşullarınıza göre kurgulamalısınız. Gün içinde maksimum
zamanı TUS’a ayırmanız gerekmektedir. Örneğin herhangi bir yerde çalışmıyorsanız, tüm gün
boşsanız minimum 9-10 saat çalışılmalıdır diye düşünmekteyim. Önemli olanın verim olduğunu
unutmayın. Günde 12 saat verimsiz çalışma sizi hedefe götürmez. Eğer bir yerde çalışıyorsanız,
çalıştığınız ortamda eğer mümkünse 1-2 saat soru çözümü yapabilir, akşam maksimum zamanınızı
verebilirsiniz.
Gün içinde çalışma periyotları da önemlidir. Ben genellikle masa başından hiç kalkmadan 2-3 saat
çalışılmasını çok onaylamam. Belki fakülte sınavlarına bu şekilde çalışmış olabilirsiniz, ama TUS’a
uygun bir çalışma periyodu değildir. Önerim 50 dk ders - 10 dakika ara 1 periyot olarak belirleyin.
Her 3-4 periyotta bir ara verin. Örneğin benim çok sık önerdiğim sistem, sabah 3 periyot, öğleden
sonra 4 periyot, akşam 3 periyot.
Peki derslere verilecek süreler ne kadar olmalıdır? Bu süre kişinin sınava kadarki süresine, kişilik
yapısına, çalışma stiline göre değişmektedir. Bir kişi bir fasikülü bir günde, bir diğeri ise iki günde
bitirmektedir. Bu sebeple bu işin kesin bir çizgisi yoktur. Bu süreleri belirlerken tekrar sayısına
dikkat ederek ayarlamanız gerekmektedir. Örneğin, Eylül sınavına girdiniz istediğinizi alamadınız,
Nisan’a hazırlanacaksınız. Bu sınava son 15-20 gün tekrarı hariç, sağlam bir şekilde 3-4 kez tekrar
etmeniz gerekmektedir.
1.1.C) Ders çalışma taktikleri
Unutulmamalıdır ki, sadece konu çalışarak veya sadece soru çözerek bu sınava hazırlanılmaz.
İstediğiniz hedefe ulaşmanın yolu bir bilgiyi sık tekrar etmek ve çok sık kullanmaktır. Bir bilginin
pratiğini ne kadar yaparsanız sınavda karşınıza geldiğinde o kadar rahat o soruyu yaparsınız. Bu
sebeple çok tekrar yapmanız size herkes tarafından önerilir. Örneğin size kemik iliği aspirasyonu ve
biyopsisinin nasıl yapılacağını 10 kez anlatsam, siz ilk kez alırken zorlanırsınız, fakat ben size bir
kez anlatsam ve siz işlemi 50 kez yapsanız 51.de artık işlemi yapmakta daha pratik olursunuz. İşte
bu örneğe benzerdir TUS. Bir bilgiyi soruda çok sık görmelisiniz, yani konu çalışmanın yanında
mutlaka soru çözümlerini eklemelisiniz.
Soru çözümünün ne kadar önemli olduğunu yukarıda vurguladım. Çalışma döneminde netlerinizi
istediğiniz gibi artıramıyorsanız mutlaka soru çözümlerini arttırınız, işe yarayacaktır. Soru çözümü
olarak mutlaka çözülmesi gereken sorular; çıkmış TUS soruları, çalışma soruları ve deneme sınav
soruları.
İlk konu okumalarınızda çözmeniz gereken sorular, çıkmış TUS sorularıdır. Çıkmış TUS soruları,
size konuların önemli olan noktalarını gösterir. O önemli noktaların nasıl sorulduğunu görürsünüz.
Sadece soru çözümü olarak çıkmış soruları çözmeniz hedefiniz için yeterli olmaz, ama ilk okumada
öncelikle bu soruları çözmelisiniz. Önerim, bir branşı çalışırken aralarda TUS sorularına
bakmanızdır. Örneğin Dâhiliye çalışıyorsunuz, Endokrinoloji’yi bitirdiniz çıkmış TUS sorularını
çözmelisiniz. Kardiyoloji’yi bitirdiniz, arkasından TUS soruları gibi. Bu hem konu okumanın
vermiş olduğu sıkıcı havayı atacaktır, hem de konu sonrası yakın hafızada konuların önemli
yerlerini daha net görebileceksiniz.
İkinci konu okumada ise çalışma sorularının çözülmesini önermekteyim, fakat çözülme taktiği
olarak çıkmış TUS soruları gibi önermemekteyim. Çalışma sorularını branş bittikten sonra
çözülmesini genellikle öneriyorum. Dahiliye bitti çalışma soruları, farmakoloji bitti çalışma soruları
gibi. Deneme sınav soruları ise mutlaka TUS hazırlık sürecinde çözülmesi gereken sorulardır.
Çalışma döneminin yarısı sonrasında, belli bir konu tekrarı birikimi ile bu soruların çözülmesini
önermekteyim. Evde deneme yapar gibi değil de çalışma sorusu çözer gibi, yeri gelir branş
tekrarlarında, yeri gelir karışık şekilde çözülebilir, ama mutlaka çözülmelidir.
Gün içerisinde zihninizin en iyi olduğu dönemde konu çalışmanızı, daha yorgun olduğunuz zaman
dilimlerinde soru çözülmesini tavsiye ederim. Son dönemde sınavlarda yoruma dayalı sorular
gelmektedir. Bu sorular da genellikle vaka sorularıdır. Eğer klinik bilimlerden netinizi istediğiniz
gibi arttıramıyorsanız ekstradan vaka soruları çözümü yapmalısınız.
2. Deneme Sınavları
TUS hazırlık sürecinin en can alıcı, mutlaka olması gereken aktiviteleri deneme sınavlarıdır. TUS’a
hazırlık sürecinde kurumların yapmış olduğu deneme sınavları sizlere çok ciddi katkı
sağlamaktadır. Denemeleri kaçırmamalı, mutlaka girmelisiniz. Kaç net yaptığınız önemli değil, tabi
ki çalışmanızın meyvelerini görmeniz açısından netler önemlidir, ama takılmamanız gereken bir
noktadır. Sizi ne üzmeli ne de sevindirip rehavete sokmalıdır. Çünkü adı üstünde denemedir.
Deneme sınavında odaklanacağınız nokta hangi soruları yanlış yaptığınızdır. Deneme sınavlarında
yaptığınız doğrular değil yanlışlar sizin için değerlidir. Hangi sorularda, hangi branşta, hangi bilgide
yanlış yaptığınızı görün ki, asıl sınav karşınıza geldiğinde o yanlışı yapmayın. Bu sebeple deneme
sınavları netinizi arttırmak, eksiklerinizi kapatmak için çok değerli bir araçtır.
Ben her zaman şunu derim: ‘‘Deneme sınavında yanlışlarınız, asıl sınavda doğrularınız size TUS’u
kazandırır.’ Deneme sınavlarına girerek elinizin altında deneme sınav arşivi de yaparsınız, böylece
deneme sınav sorusu çözümlerinde bu soruları kullanabilirsiniz.
3. Kamplar
TUS hazırlık sürecinde en fazla akılda soru işaretlerinden biri de kampların kişiye olan faydasıdır.
Şuan TUS’a hazırlık konusunda hizmet veren kurumlar bazı kamplarla TUS hazırlık sürecinde
sizlere fayda sağlamaktadır. Bu kamplar şunlardır; TUS kampı (son dönem kampı), vaka kampı ve
soru kampı.
Gelelim bu kampların faydalarına, daha doğrusu nasıl fayda sağlayacağınıza.
TUS kampı, hemen TUS’dan önce yapılan son dönem tekrar kampıdır. Bu kampta belli bir sırayla
derslerin sınava kadar tekrarı yapılır. Bu kamplarda ağırlıklı olarak sizlere konu anlatılır. Ders
esnasında konuları hızlı bir şekilde tekrar etmiş olursunuz. ‘‘TUS kampı, TUS’u kazanmaya ciddi
anlamda katkı sağlar mı?’’ diye sorarsanız ‘‘evet’’ derim, ama nasıl? Son 20-30 günlük tekrarları
kendiniz hızlı bir şekilde yapamayacaksanız, tek başınıza olmak sizi motive edemeyecekse kamp
size katkı sağlayacaktır.
Hem motivasyon açısından hem de tekrar süresi açısından kamp, evde çalışmaktan daha iyi bir
ortamdır. Kamptan istediğiniz verimi almak istiyorsanız öncelikle daha önceki çalışmanızı
değerlendirmeniz gerekmektedir. Yeterli tekrar yapmadan kampa katıldığınızda kampta anlatılanlar
sizin aklınızda kalıcı kalmayacaktır. Örneğin Nisan sınavı öncesindeki kamp için en az 3 kez
sağlam tekrar atmış olmanız gerekmektedir. Kampta derslere katıldığınızda anlatılanların büyük
çoğunluğunu bilmiyor veya hatırlamıyor olursanız o kamp size fayda sağlamaz.
TUS kampı öncesi yeterli konu tekrarlarını yaptınız ve kampa katıldınız. Kampı en verimli şekilde
geçirmek için yapmanız gereken bir iki önemli nokta var. Önemli noktalardan biri dersi derste
öğrenmek için çok dikkatli konuları dinlemenizdir. Çünkü dinlediklerinizi tekrar etmek için çok
vaktiniz olmayacaktır. Kampta anlatılanlara ne kadar odaklanırsanız veriminiz o kadar yükselir. Bir
diğer önemli nokta ders bittikten sonra akşam ne yapılacağıdır. Bazı kişilere soru çözülmesini bazı
kişilere de konu çalışılmasını önermekteyim. Eğer kamp öncesi yeterli soru çözümü yapmadıysanız,
akşamları soru çözümleriyle o günü tekrar etmenizi tavsiye ederim. Ders esnasında konu açığı
hissederseniz soru çözümünü değil konu tekrarını tavsiye etmekteyim. Özellikle klinik bilimlerde
soru çözmek bence daha doğru bir adım olacaktır.
Vaka kampı ise adından da anlaşıldığı gibi vaka sorularının irdelendiği, çözüldüğü kamplardır.
Vaka sorularının geldiği Dâhiliye, Pediatri, Genel Cerrahi, Kadın Doğum ve Mikrobiyoloji
branşlarını içeren bir kamptır. Bu kampta bir gün boyunca her branş vaka soru örneklerini
çözmektedir. TUS’da hekimlerin netlerini belirleyen en önemli sorular vaka sorularıdır. Bu sorulara
yaklaşım mutlaka iyi bilinmelidir. Eğer çalışma sorusu çözümlerinizde veya deneme sınavlarında
vaka sorularına yaklaşımda sıkıntı yaşıyorsanız bu kampın size faydalı olacağını düşünmekteyim.
Soru kampı ise sadece soru çözümleriyle konu tekrarının yapıldığı kamplardır. Bu kamplarda ilgili
branş, sadece vaka soruları değil, tüm soru tiplerinden örnekler göstererek çok fazla soru görmenizi
sağlar. Eğer çalışmalarınız sonucunda konulardan
kullanamıyorsanız bu soru kamplarını önermekteyim.
almış
olduğunuz
bilgileri
soruda
4. TUS Tercihleri
TUS sonrası temel bilimler veya klinik bilimler puanı 45 ve üstü olanlar tercih yapabilmektedir. En
fazla 30 tercih yapılabilmektedir. Tercihlerde dikkat edilmesi gereken nokta aldığınız puandan çok
sıralamanızdır. Daha önce söylediğim gibi bu sınav bir sıralama sınavıdır. Sıralamada ne kadar
yukarı çıkarsanız hedefinize daha iyi ulaşabilirsiniz.
Puan ve sıralamanıza göre tercih yapmalısınız. Sınav sonrası internet üzerine insanların yazdıklarına
güvenerek sıralama kesinlikle yapmayınız. Az çok puan ve sıralamanıza uygun yerleri belirleyerek
sağlıklı bir şekilde uzmanlık yapabileceğiniz yerleri tercih etmeli, sıralamalısınız. Öncelikle siz
nerede, hangi branşta daha mutlu ve huzurlu olursunuz bunu düşünmelisiniz. Emek ve fedakârlıkla
geçen TUS hazırlık süreci sonunda bir puan alıyorsunuz, bu puanla, emeği harcamamak için mutlu
ve huzurlu olacağınız, isteyerek çalışacağınız yerleri tercih etmelisiniz ve buna göre sıralamayı
yapmalısınız.
Tercihlerinizi yaparken önerim mümkünse yazacağınız hastaneleri bire bir görmenizdir. Hastaneyi,
ortamı, o bölümdeki asistanları yerinde görmek doğru tercih yapmanızı sağlayacaktır. Kulaktan
dolma bilgilerle, başkalarının söylemleriyle o bölüm hakkında bir yargıya varmayınız. Birine çok
güzel gelen bir hastanenin bir bölümü, size güzel gelmeyebilir. En güzeli ve sağlıklısı kendi
gözünüzle görmeniz, iletişime geçmenizdir. Eğer telefon ile iletişime geçecekseniz sadece bir
hekim ile değil o bölümde çalışan birkaç hekimle görüşmelisiniz. Önerim asistanlığının başında ve
sonlarında olan birkaç asistan ile görüşmenizdir.
Uzmanlık eğitiminden beklentileriniz, çalışma isteğiniz ve gelecekteki hedeflerinize göre branşları
değerlendirmeniz gerekmektedir. Tercih edeceğiniz yerde vaka sayıları, nöbet sayıları, alınan
ücretler, çalışma koşulları, hoca kadrosu ve onların eğitime yaklaşımları, asistan - hoca ve
asistanların kendi arasındaki iletişimleri, akademik yayın sayıları, bölümün ve hastanenin imkânları
TUS tercihlerinizde dikkat etmeniz gereken noktalardır.
Tıpta Uzmanlık Ana Dalları Ve Eğitim Süreleri ile Türkiye’de Uzmanlık Eğitimi Veren
Hastanelerin listesine şu linkten ulaşabilirsiniz:
www.tipnotlari.wordpress.com/aile-hekimligi/tus-bilgileri
Tüm bu bilgilerin yer aldığı Dr. Enes
BAŞAK’ın ''Hekimliğe İlk Adım''
kitabını 0536 271 6441 WhatsApp
üzerinden
imzalı
olarak
sipariş
edebilirsiniz.
Uzm. Dr. Erdinç NAYIR
Kristal Bahçesinden Notlar
Sıddık UÇAR
Anadolu Öğretmen Liseleri gerçeği demek, Osmanlı’dan günümüze uzanan: ''Çağın gereklerine
uygun öğretmen eğitimi nasıl olmalı?'' sorusuyla başlar.
İlgili gerçeğin en temel noktaları, tarihsel süreç içerisinde eğitim sistemimizde modern toplum
gereklerine uyacak bir toplum modeli inşası yolunda, özellikle 2. Mahmut’un 1824 yılındaki
fermanıyla zorunlu eğitime geçişin başlaması noktasıyla çakışık bir sürece karşılık gelir.
1826 yılındaki tüm yurtta zorunlu eğitim uygulamaları, ardışığında 1913 yılında tüm imparatorlukta
zorunlu eğitimin devamlı hale getiriliş serüveni, aslında Türkiye’de öğretmen yetiştirmenin tarihsel,
sosyolojik en çok da düşünsel zeminini oluşturmaktadır. Açılan eğitim kurumlarına icab-ı vakti hale
lüzumlu tadiller (çağın gereklerine uygun düzenlemeler) en çok modern anlamda öğretmen
yetiştirme zorunluluğunu ortaya çıkarmıştır.
Özellikle Tanzimat Dönemi alarmizminden etkilenilen bu dönemde günümüz eğitim kurumlarının
temel mantığı, her ne kadar da yüzeysel çözümler getirse de, bu döneme denk gelmektedir.
İmparatorluk Dönemi öğretmen yetiştirme serüvenine kronolojik anlamda bir göz attığımızda,
1848’de Ortaöğretmen Okulu (Dârülmuallimin-i Rüşdi), 1868’de Erkek İlköğretmen Okulu
(Dârülmuallimin-i Sıbyan), 1870’de Kız Öğretmen Okulu (Dârülmuallimat), 1891’de Yüksek
Öğretmen Okulu (Dârülmuallimin-i Âliye), 1913’de Anan Öğretmen Okulu (Ana Muallim
Mektebi) açılması önem arz etmektedir.
2. Meşrutiyet Dönemi’ne gelindiğindeyse İstanbul Erkek Öğretmen Okulu’nun yaptığı çalışmalar
özellikle taşradaki öğretmen okullarının gelişimine pozitif bir ivme kazandırmıştır. Cumhuriyet
dönemindeki eğitim kadrosunun varlığı, öğretmen yetiştirmenin pratik ve düşünsel zemininin
sağlamlığı aslında 2. Meşrutiyet Dönemi’ne dayanmaktadır.
Buraya kadar anlattıklarımızdan bir soluk alıp özellikle ''modern'' topluma ulaşma serüveninde
Osmanlı döneminde ilk askeri kurumlarda meydana gelen yenilikler, temelde eğitimdeki arkaik
kurumlardaki ileri yönlü atılımlarla kendini göstermiştir diyebiliriz.
16 Mart 1848’de Dârülmuallimin’nin kurulması, öğretmen okullarının kuruluş yıldönümü olarak
kutlanılan tarihi ifade eder.
Cumhuriyet Dönemi’ne geldiğimizde ise, özellikle öğretmen yetiştirmek için ilk olarak 1924’de
Musiki Muallim Mektebi’nin açılması, 1926 yılında ortaokullara ''Gazi Eğitim Enstitüsü’nün''
sadece Türkçe öğretmeni yetiştirmek üzere Konya’da ''Orta Muallim Mektebi'' adıyla kurulması,
ardından bu okulun Ankara’ya taşınması, bu okulda farklı bölümlerin açılması, pedagoji bölümleri
dâhil, önemli bir gelişmedir. Öğretmen yetiştiren kurumlardaki eğitim süresinin arttırılması da bu
döneme denk gelmiştir. 1924-1940 yılları arasında özellikle Avrupa ülkelerinden eğitim bilimciler
çalışma yapmak amacıyla ülkemize davet edilmiş, öğretmen ve öğretim üyesi yetiştirmek için dış
ülkelere ülkemizden öğrenciler gönderilmiştir.
1926 yılında Çapa Kız Öğretmen Okulu’nda beden eğitimi öğretmeni yetiştirmek için 1 yıl süreli
kursların açılması da bu döneme karşılık gelir. Aynı yıl içerisinde İstanbul’da resim öğretmeni,
Ankara’da ise öğretmen ve müfettişlere yeni beceriler kazandırmak için kurslar açılmıştır. 19261927 yılları arasında 3 yıl süreli eğitim veren Kayseri Zencidere ve Denizli’de Köy Öğretmen
Okulları açılmış, daha sonraki dönemde ise, bakanlıktan yeterli destek görmediği için kapanmıştır.
1934’de Kız Teknik Yüksek Öğretmen Okulu açılmış, kız enstitülerine öğretmen yetiştirilmiştir.
1936 yılında ortaokullara kısa sürede öğretmen yetiştirmek amacıyla öğrenim süresi 12 ay olan
hızlandırılmış kurslar açılmış, bu uygulama 1939’a kadar sürmüştür. 1936 yılında Eskişehir
Çifteler’de okuryazar köy gençlerini eğitmen olarak yetiştirmek amacıyla 6 ay süreli kurslar
açılmış, sayıları artarak 1948 yılına kadar sürmüştür. 1937 yılında Eskişehir Çifteler ve İzmir
Kızılçullu’da iki köy öğretmen okulu açılmış, bu okullar 17 Nisan 1940’da çıkarılan 3.803 sayılı
yasa ile Köy Enstitüsü adını almış, 1948’e kadar sayıları 21’e ulaşmış ve 1946’dan sonra özgün
yapıları değiştirilerek 1954 yılında tamamen kapatılmıştır.
1937’de erkek sanat enstitülerine öğretmen yetiştirmek amacıyla Erkek Teknik Yüksek Öğretmen
Okulu, 1942’de köy enstitülerine öğretmen yetiştirmek amacıyla Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü
açılmıştır. 1956 yılında ticaret ve turizm okullarına öğretmen yetiştirmek üzere Ankara’da Ticaret
ve Turizm Yüksek Öğretmen Okulu açılmıştır. 1959 yılında liselere üniversite katkısı ile öğretmen
yetiştirmek üzere Ankara ve izleyen yıllarda değişik yerlere Yüksek Öğretmen Okulları, İstanbul’da
ve sonraki yıllarda diğer illere de din dersi öğretmeni ve din görevlisi yetiştirmek üzere ''Yüksek
İslam Enstitüleri'' açılmıştır. İlk eğitim fakültesi 1965 yılında; eğitim uzmanı, yönetici ve öğretmen
yetiştirmek üzere Ankara Üniversitesi’nde açılmıştır.
1969 yılında ilköğretmen okulları, öğretmen liselerine dönüştürülmüş, 1973-1974 öğretim yılında
ise tamamen lise işlevi görecek duruma getirilerek öğretmen liselerine dönüştürülmüştür. 1969 yılı
sonunda temelde ortaokullara öğretmen yetiştirmek üzere kurulan eğitim enstitülerinin öğrenim
süresi 3 yıla çıkarılmış, 1977 yılında bu enstitülerin öğrenim süreleri 4 yıla çıkarılmış ve 1980
yılında alınan bir kararla eğitim enstitülerinin adı ''Yüksek Öğretmen Okulu'' olarak değiştirilmiştir.
Bu okulların adı 1990-1991 eğitim öğretim yılında ''Anadolu Öğretmen Liseleri'' olarak
değiştirilmiştir.
2014-2015 eğitim-öğretim döneminden hemen önce ise Anadolu Öğretmen Liseleri; Anadolu
Lisesi, Sosyal Bilimler Lisesi veya Fen Lisesi'ne dönüştürülmüştür.
Şimdiye kadar tarihsel süreçleriyle ele aldığımız Anadolu Öğretmen Liseleri’ne hasbelkader benim
bakış açımla birkaç değerlendirmede bulunacağım. Döneminin gözde okullarından olan bu liseler
öncelikle orta sınıf ailelerin çocuklarının eğitim gördüğü okullardı. Yoksul çocuklar için ise iki çeşit
yemeğin, salatanın ve yanında tatlının bulunduğu, belirli günlerde çıkan zengin yemek menüsüne
sahip, özellikle evlerdeki olanaklardan daha fazla imkân sunan okullardı. Özellikle bu okullarda
yatılı öğrenim görenler fiziksel şartların yanında öğretmen lisesinin zengin atmosferinden
nasiplerini almaktaydılar. Okulun imkânlarını şu ölçüde fazla övdüğümü düşünebilirsiniz yalnız
gerçekten kısıtlı ortamlarda yaşamlarını sürdüren, geleceğe dair umut besleyen ailelerin çocukları
için eğitimlerinin kesintisiz, asgari koşullarda da olsa, sürdürme olanağının bulunduğu eğitim
kurumlarıydı. Birçoğunun özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde Yatılı İl Bölge
Okulları’nda (YİBO) ilköğrenimini tamamlamış çoğu öğrenci için fiziki şartları daha uygun idi.
Çevrenin öğrenme üzerindeki etkisi, bunların peşi sıra akademik başarı düzeyine etkisi tartışılmaz
bir gerçeklik olduğundan toplumdaki mesleki anlamda dikey hareketliliğe sunduğu katkı
bahsedilmeye değer. Bu okullarda alınan meslek dersleri, özellikle Eğitim Bilimine Giriş,
Öğretmenlik Mesleğine Giriş, Eğitim Psikolojisi, Eğitim Sosyolojisi, Öğretim İlke ve Yöntemleri,
Türk Eğitim Tarihi gibi dersler özellikle bu okullardan mezun olduktan sonra Eğitim
Fakülteleri’nde lisans eğitimlerini tamamlayacak öğretmenlerde ciddi pedagojik bir temel
oluşturmaktaydı. Bu aslında bilgi temelli olmaktan çok, öğretmenlik mesleğinin hamuruyla
yoğruldukları lise dönemindeki eğitim yaşantılarından bağımsız da ele alınamayacak bir durumdu.
İleriki dönemlerde bu liselerden mezun olan öğretmenlerin çalıştıkları kurumların zorlukları, bu
okullardaki öğrenci profili ne olursa olsun, mesleki yeterlilik, alan bilgisi en çok da pedagojik
bilgileri ile veliye yaklaşımları, öğrencileri dönüştürme becerileri, idarecilik yaparken kullandığı
üslup, yaptığı iş ve işlemlerdeki yöntem ve tekniklerin diğer liselerden mezun birçok öğretmenden
daha makul ve işlevsel olduğu gözlemlenmektedir. Bu okullar; çekirdekten yetişme sıfatını
kullanabileceğimiz bu kitleden gelen öğretmenler, her alanda istenilen gelişmişliğe ulaşmak isteyen
ülkemiz ve özellikle girdisi insan olan bir sistem için vazgeçilmez özellikler taşımaktadır.
Gözden çıkarılacak tek bir bireyin olmadığı günümüz yaşantısında, öğrencilerin ilgi, istek ve
yetenekleri doğrultusunda sorunları doğru tespit ile duygusallığı da göz ardı etmeyen bir öğretmen
modeli, elbette ki her şeyden önce kendi bireyselliğini oluşturmuş, öğrenmeyi öğrenmiş,
bilmediğini bilen bu doğrultuda gerekli araştırmayı yaparak önce kendi varoluşunu, akabinde
ülkesine katkı sunabilen üretken bireylerden oluşan toplum modeli inşasında önemli bir rol oynar.
İşte bu öğretmen modeli bizatihi bu okulların birer çıktılarıdır. Tarihselliğinde elbette ki eksiği
bulunan kurumlar tamamen kaldırılmak yerine reformlar yapılarak iyileştirmeler sağlanabilir.
Ülkemizdeki Öğretmen Akademisi kurma çalışmaları bu liselerin geçmiş üretken potansiyelleri
üzerine inşa edilebilirse daha başarılı sonuçlar elde edilebileceğini düşünüyorum.
Karneleri dağıtıp yaz tatili için memleketime gittiğimde, sınıfımızdaki lise arkadaşlarımızla ne
zaman toplansak kentin dışındaki Adıyaman Anadolu Öğretmen Lisesi’ne mutlaka uğrarız. Geçen
yaz da böyle oldu. Okula gittiğimizde bu sefer okulun tabelasında eski ismini göremeyince kendimi
köklerinden koparılmış, birçok yaşantısı ve anısı bir depremle yerle bir olmuş, duvarlarına sinmiş
anıların boynu bükük hüzün halleri, diş hekimi ve doktor olan diğer iki arkadaşımı da kapamış
olmalı ki yemekhane kapısında, güç bela bulduğumuz, binanın eski isminin hala silinmediği etiket
bizi sevindirmişti. Peşine düştüğümüz o binada geçirdiğimiz zamanlara biz de vardık. Siliniyor
oluşunuz aslında acı da tatlı da olsa bizim şu an buruk bir gülümsemeyle andığımız, bizi biz eden
temel kristallerdi. Şüphesiz o kristaller geçmiş ile şimdiyi ve geleceği somut bir güzellikle aynı
karede yakalamıştı.
Bu, bir dönem eğitim gördüğü okulunun isim değiştirdiği, yıkıldığı veya taşındığı herkeste
yaşanabilir diyenleri duyabilmekteyim. Şüphesiz duyguların gerçekliğini, benzerliğini,
paylaşılabilirliğini en çok da anlaşılabilirliğini ifade etmek gerektiğine inanmaktayım.
On dört yaşımda girdiğim okuldan üst devredeki büyüklerimizden hayata dair çok şey öğrendim.
Öğretmenlerimizin bize kendilerine eşit bireyler kabul ederek gerçekleştirdikleri yaklaşımlarının,
çalışmalarımızı destekleyen rehberliklerinin, meslek yaşantımda öğretmenlerimin kullandığı
öğretim yöntem ve tekniklerinin sorun yaşadığımda imdada yetişlerini, idarecilerimizin ise disiplin
problemi yaşayan öğrenciye karşı profesyonel tutum ve davranışları için ne kadar teşekkür etsem
azdır. İnsan, ait olduğu yere veda edemez, en çok da vefa duygusunun hayatın her alanında önemli
olduğunu, mezun olduğum lisenin adı değişse de dünyayı henüz anlamlandırma evresinde
sendelediğim, düştüğüm, kalktığım bu güzel ortamın bu çağda bende bıraktığı izleri layıkıyla taşıma
çabası içindeyim.
Tüm öğretmen lisesi mezunu arkadaşlara aynı aileye mensup olduğumuzu, bu ailenin bahçesinde
güzel günler geçirdiğimizi, topraktan gelen insanın işlenip cevher haline dönüştürüldüğü
öğretmenlik mesleğinde ortak geçmişe sahip oluşumuzun mutluluğunu meslektaşlarımla
paylaştığımı ifade etmek isterim. Diğer meslek gruplarına mensup arkadaşlarımızın da bir
yanlarında öğretmenlik mesleğinin, ışık tutma sevincinden bir kıvılcımın yer aldığını ifade ederim,
onlara da ayrıca selamlarımı iletirim.
2007’de lise ikinci sınıfta matematik dersindeyken deprem oldu. Bu esnada ders anlatan değerli
matematik öğretmenimiz, çok sakin bir tavırla, sakin olun diyerek kendinden emin bir tavırla dua
edip artçı deprem hala sürmekteyken tahtayı bırakmadı. Derse tam devam edecekken dışarı çıkmak
isteyen ben, dayanamayıp mütedeyyin kişiliğine vurgu yaparak: ''Tabi hocam sizin tuzunuz kuru,
olan bize olacak. '' demem o zor anda bile sınıfta gülüşmelere yol açmıştı.
Esen kalmanız dileğiyle, selam ve sevgilerimle.
Sıddık UÇAR
Kaynaklar
1-http://dhgm.meb.gov.tr/yayimlar/dergiler/Milli_Egitim_Dergisi/160/esme.htm
2-http://uteb.gop.edu.tr/Makaleler/1644058968_12.143-160ilkay%20abazao%C4%9Flu.pdf
3-https://www.frmtr.com/lise-bilgileri/6495763-ogretmen-okullarinin-kurulus-yildonumu-ile-ilgiliher-sey-tum-dokumanlar-16-mart.html#post58726931
4-http://dhgm.meb.gov.tr/yayimlar/dergiler/Milli_Egitim_Dergisi/146/gelisli.htm
5-http://www.egitimajansi.com/metin-canga/ogretmen-okullarinin-169-yillik-kurulus-tarihcesikose-yazisi817y.htmlhttp://dhgm.meb.gov.tr/yayimlar/dergiler/Milli_Egitim_Dergisi/160/esme.htm
6-http://uteb.gop.edu.tr/Makaleler/1644058968_12.143-160ilkay%20abazao%C4%9Flu.pdf
7-http://www.milliyet.com.tr/ogretmen-okullarinin-167-kurulus-yil-istanbul-yerelhaber-675934/
1) Tıpta Açık Düşünce Kulübü
Burhan DURSUN
Kulübümüz 2003 yılında Prof. Dr. Sayın Muzaffer Metintaş’ın emekleri ile kurulmuştur. Yoğun
özveri ve azimle çalışan kulüp üyeleri 14 Mart Tıbbiyeli ruhunun bilincinde ve izindedir. Bu yolda
önündeki her türlü engeli aşacak kabiliyet ve kararlılığa sahiptir. Kulübümüzün misyon ve
vizyonunu sizlere şu kelimelerle anlatmak istiyorum: Amacımız ülkesine ve milletine faydalı tip
etiği ve ahlakının bilincinde ve her şeyden önemlisi insani değerleri ön plana alan iyi birer hekim
olma yolunda vatansever genç tıbbiyelilere destek olmaktır.
14 Mart Ruhu ve Tıbbiyeli Hikmet
Boran’a gelince, Mustafa Kemal’e
bir toplantıda söylev'in sonundaki o
ünlü sözüne ithafen:
"Koca ülkeyi gençlere nasıl emanet
ettiniz paşam?" diye sorarlar.
Mustafa Kemal şöyle dedi:
"Ben milli mücadeleye çıktığımda
ordunun da halini gördüm, saltanatın
da bir de bağımsızlık ışığı gözünden parlayan Doktor Hikmeti''der. Evet, Hikmet Boran dört bir
yanı düşmanla çevrili olan bu cennet vatani kurtarmak için büyük bir ateşi yakacak olan kıvılcımdı.
Bizler Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıpta Açık Düşünce Kulübü olarak kendimizi kıvılcımla
tutuşan, yanmakta olan ateşin devamı olarak görüyoruz. Bu yolda bu cennet vatanın dört bir
yanında görev yapmaya her daim hazırız.
Etkinliklerimiz
Misyon ve vizyonumuzda belirttiğimiz doğrultuda etkinlikler yapmaya çalışıyoruz. Çeşitli
konferanslar, ziyaretler, bilgilendirmeler gibi çalışmalarımız ile Tıbbiyeliler yol göstermeye
çalışıyoruz. Engelli kardeşlerimizi düzenli olarak ziyaret edip elimizden geldiği kadar ihtiyaçlarını
karşılaşıyoruz. Çeşitli yardım kampanyaları yapıyoruz. Belirli konularda bilgilendirme yapma
amacıyla çeşitli konferanslar, seminerler
ve toplantılar düzenliyoruz. Acil tıp
etkinliği adı altında genellikle 1. ve 2.
sınıflara, 1 gece de olsa intörn doktor
gözünden
hastaneyi
görmelerini
sağlıyoruz.
Saygılarımızla
Eskişehir Osmangazi Üniversitesi
Tıpta Açık Düşünce Kulübü
2) 14 Mart Tıp Bayramı Ruhu
Mustafa Kemal’e bir toplantıda Söylev’in sonundaki o ünlü sözüne ithafen: “Koca ülkeyi gençlere
nasıl emanet ettiniz Paşam?” diye sorulur. Mustafa Kemal bu soruya çok güzel bir cevap verir.
“Ben Milli Mücadeleye çıktığımda ordunun da halini gördüm, saltanatın da. Bir de bağımsızlık ışığı
gözünden parlayan Dr. Hikmet’i.” der.
Birinci Dünya Savaşı ve Gülhane’nin İşgali
Hikmet Bey Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane’de tıp öğrencisi olarak öğrenim gördüğü yıllar 1. Dünya
Savaşı yıllarıdır.
Osmanlı İttifak devletleriyle birlikte
girdiği bu savaşı kaybetmiştir ve
1918’de İtilaf devletleriyle Mondros
Ateşkes Anlaşması imzalanmıştır. Bu
anlaşma sonucunda itilaf devletleri
Anadolu’yu işgale başlamışlardır.
Bunun sonucunda 13 Kasım 1918’de
işgal
güçleri
İstanbul’u
işgal
etmişlerdir.
İngiliz kuvvetleri 03 Şubat 1919’da
Hikmet (Boran) Bey’inde öğrenim
gördüğü “Tıbbiye Mektebine” el
koyarlar ve okulun boşaltılması için
belli bir süre verirler.
Öğrenciler okullarını kurtarabilmek, işgale karşı gelmek için yol arayışlarına girişmişlerdir.
Tıbbiyeli Hikmet (Boran) o zamanlarda 3.sınıf öğrencisidir ve kişiliği itibariyle diğer öğrenciler
tarafından saygı duyulan bir insandır. Öğrenciler Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane’nin 14 Mart 1827’de
kurulmasının 92.yıl dönümünü kutlama isteklerini okul idaresine kabul ettirirler. Fakat tıbbiyelilerin
asıl amacı kutlamadan ziyade İngiliz işgaline karşı bir ayaklanma çıkarmaktır.
Tıbbiyeli Hikmet’in de öncülük ettiği öğrenciler okulun iki kulesi arasına dev bir Türk Bayrağı
açarak kutlama bahanesiyle İngiliz işgalini protesto ederler. İngilizler bu toplantıyı zor kullanarak
dağıtırlar ve birçok öğrenciyi de tutuklarlar.
Tıbbiyeli Hikmet ve arkadaşlarının gerçekleştirdiği bu direniş Kurtuluş Savaşı ruhunun kıvılcımı
niteliğinde olacaktır ve ilerleyen zamanlarda bu ateş bütün Anadolu’yu saracaktır.
14 Mart tarihinde gerçekleşen bu direniş aynı zamanda bundan sonra ülkemizde bu tarihin Tıp
Bayramı olarak kutlanmasına vesile olacaktır.
Tıbbiye Öğrencilerinin Sivas Kongresi’ne Delege Seçmesi
Tıbbiyelilerin gerçekleştirdiği bu direnişten yaklaşık 3 ay sonra; 19 Mayıs 1919’da Mustafa Kemal
Atatürk ve arkadaşları Samsun’a çıkar. Bu olayla birlikte tıbbiyelilerin ve diğer vatan sevdalılarının
saçtığı kıvılcım Anadolu’ya yayılır ve büyük bir ateş halini alarak yayılmaya başlar. Amasya
Genelgesi, Erzurum Kongresi ve Sivas Kongresi gibi toplantılarla ülkenin birçok yerinden delegeler
bir araya gelerek ülkemizin bağımsızlığı için çözüm arayışlarına girişeceklerdir. Yine bu amaçla
Mustafa Kemal Sivas Kongresi’ne öğrencilerin de delege göndererek katılmasını ister.
Tıbbiye öğrencileri vatanın işgal edilmesi karşısında boş zamanlarında bildiriler hazırlayıp İstanbul
sokaklarına gizlice yapıştırıyorlardı. Tıbbiyede yapılan bir toplantıda tıbbiyeli Emin Ali (Şavlı) Bey
“Arkadaşlar, imza toplamak, bildiri dağıtmak gibi şeyler boştur. Yapılacak iş, bugünlerde
Anadolu’ya geçen kumandanın arkasından gitmek ve orada hizmet etmektir.” diyerek harekete
geçilmesini önermiştir.
Bu sırada tıbbiyede çalışan Dr. Talat Bey öğrencilerin Sivas Kongresi için delege seçmelerini teşvik
etti. Öğrenciler Mustafa Kemal Paşa’nın Sivas’ta yapacağı kongreye katılmak için alacakaranlıkta
okulun hamamındaki göbek taşında toplandılar. Toplantıda Sivas Kongresi’ne iki tıbbiyelinin
gönderilmesi kararlaştırıldı. Bunlar üçüncü sınıftan Hikmet ve Yusuf Bey’di.
Sivas’a gitmek için gerekli olan parayı sağlamak amacıyla öğrenciler kendi ceplerindeki paraları
çıkarıp verdiler. Toplam 950 kuruş toplandı. Bu para sadece bir kişinin Sivas’a gidip gelebilmesi
için yeterliydi. Bunun üzerine Yusuf, bu parayla Hikmet’in gönderilmesini teklif etti ve arkadaşları
da bu öneriyi kabul etti. Geriye kalan birkaç prosedür de tıbbiyelilerin ve hocaların yardımıyla
çözüldükten sonra Hikmet önce Ankara’ya oradan da Sivas’a geçmek üzere yola çıktı.
Tıbbiyeli Hikmet’in Mandayı Reddetmesi
Sivas Kongresi toplanmıştı; Tıbbiyeli Hikmet 18 yaşında olmasına rağmen Mili Mücadele ruhunun
yeşertilmesi için kongreye katılan 31 delegeden birisiydi.
Kongrede bazı delegeler Amerikan mandasının kabul edilmesini konuşmaya başlamışlardı.
Mandacılık demek bağımsızlığı kabul etmeden bir devletin himayesi altına girmek demekti.
Mandacılığın kabul edilmesi gerektiğini savunan kişilerin sayısı da azımsanamayacak miktardaydı.
Bütün bu söylemlere çok şaşıran Tıbbiyeli Hikmet oturumlar sırasında söz alarak, delegelerin
hayret nidaları arasında yüksek ve heyecanlı bir sesle:
“Paşam, delegesi bulunduğum Tıbbiyeliler beni buraya istiklal davamızı başarmak yolundaki
mesaiye katılmak üzere gönderdiler.
Mandayı kabul edemeyiz. Eğer manda fikrini kabul edecek olanlar varsa, bunlar her kim olursa
olsun şiddetle reddeder ve kınarız.
Farzı muhal, manda fikrini siz kabul ederseniz sizi de reddeder, Mustafa Kemal’i ‘vatan kurtarıcısı’
değil ‘vatan batırıcısı’ olarak adlandırır ve lanetleriz.” diye bağırdı.
Bu yürekten kopup gelen sözler
karşısında delegelerin birçoğunun
gözleri yaşarmıştı. Mustafa Kemal
Paşa da heyecanlanarak coşkulu bir
sesle:
“Arkadaşlar gençliğe bakın, Türk
milli bünyesindeki asil kanın
ifadesine dikkat edin.” “Evlat,
müsterih ol. Gençlikle iftihar
ediyorum
ve
gençliğe
güveniyorum. Biz, azınlıkta kalsak
dahi mandayı kabul etmeyeceğiz.
Parolamız tektir ve değişmez: Ya
istiklal ya ölüm!”
Ayrıca Tıbbiyeli Hikmet Milli Mücadele için oluşturulan bütün derneklerin “Rumeli ve Anadolu
Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti” adıyla, bir çatı altında toplanmasını öneren kişidir…
Hizmetlerde Sınır Yok
Sivas’tan dönen Hikmet (Boran) yakın arkadaşı Yusuf Balkan’la birlikte tekrar Anadolu’ya geçip
Ankara’ya gitmiş ve milli mücadele için hizmet vermiştir.
Anadolu’ya geçen diğer Tıbbiyeliler ile birlikte yanlarında sıhhiye depolarından kaçırdıkları
malzemeleri de getirmişlerdir. Bu öğrenciler başhekimi Dr. Adnan Adıvar olan Cebeci
Hastanesi’nde; bakteriyoloji uzmanı Tabip Albay İbrahim Tali Bey (Öngören)’in başında
bulunduğu laboratuarda aşı yapımında çalışırlar ve iki arkadaş İbrahim Tali Bey’le beraber kendi
üzerlerinde tifüs aşısı denenmesini gönüllü olarak kabul ederler. Askeri cephedeki fedakârlıkları
bilim cephesinde de devam eder, imkânsızlıklar içinde tıbbi çalışma yürütürler.
Savaş bittikten sonra İstanbul’a dönmüş ve tahsilini tamamlamıştır. Hayatını genel cerrah olarak
sürdürür. 1940’lı yıllarda gönüllü olarak “şark hizmeti” ne gider, Sarıkamış’ta görev yapar.
Müthiş Son
Tıbbiyeli Hikmet, 1901 yılında Balıkesir’in Savaştepe bucağında doğmuştur. Posta-Telgraf
memurlarından Hakkı Bey’in oğludur. 1922 yılında fakülteden mezun olmuştur. Dr. Hikmet
Boran’ın oğlu ünlü sanatçı ve spiker Orhan Boran’dır. Dr. Yusuf Balkan, Dr. Hikmet Boran’ın kız
kardeşiyle evlidir.
Cumhuriyetin ilanından sonra “Boran” soyadını alır. Öğrenciliğinde ve Cumhuriyetin ilanından
sonra tatillerde Savaştepe’ye sık sık geldiği, kaldığı bilinmektedir. Mütevazi kişiliği ile ön plana
çıkmayı istemediği, fedakârca çalıştığı, Atatürk’ü çok sevdiği halde yurt gezilerinde yakın illere
geleceğini öğrenince izine ayrıldığı, yanına yaklaşmak yerine görünmeden uzaktan dinlemeyi,
izlemeyi tercih ettiği bilinmektedir.
Erken denecek yaşta, 46 yaşında veremden ölür. Ölümüne neden olan Verem hastalığına da Tabip
Yarbay olarak Sarıkamış’ta görevliyken soğuk ve kara rağmen özverili çalışması, karda mahsur
kalan askerlere ulaşmaya çalışırken ciğerlerini üşütmesi nedeniyle yakalandığı belirtilmektedir.
1945 yılında vefat eden Hikmet Boran’ın mezarı Karaca Ahmet Şehitliğindedir.
Burhan DURSUN
Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi
2. Sınıf Öğrencisi
Wikipedia Günlükleri - Çanakkale Savaşı
Dr. Bilal BAL
102. Yıl dönümünü kutladığımız şanlı
zaferimizi tarihi kaynaklardan okuyalım.
Wikipedia günlükleri olarak Wikipedia’dan
aldığımız bu sayfanın linki şu şekildedir:
https://tr.wikipedia.org/wiki/%C3%87anakkal
e_Sava%C5%9F%C4%B1
Çanakkale Savaşı veya Çanakkale Muharebeleri,
I. Dünya Savaşı sırasında 1915–1916 yılları
arasın-da Gelibolu Yarımadası'nda Osmanlı
İmparatorluğu ile İtilaf Devletleri arasında yapılan
deniz ve kara muharebeleridir.[9] İtilaf Devletleri;
Osmanlı İmparatorluğu’nun başkenti İstanbul'u
alarak İstanbul ve Çanakkale boğazlarının
kontrolünü ele geçirmek, Rusya'yla güvenli bir
erzak tedarik ve askeri ikmal yolu açmak, başkent
İstanbul’u zapt etmek suretiyle Almanya’nın
müttefiklerin-
HAREKAT ÖNCESİ
den birini savaş dışı bırakarak İttifak Devletlerini zayıflatmak amaçları ile ilk hedef olarak Çanakkale Boğazı'nı
seçmişlerdir. Ancak saldırıları başarısız olmuş ve geri çekilmek zorunda kalmışlardır. Kara ve deniz savaşı sonucunda iki taraf da çok ağır kayıplar vermiştir.
Osmanlı İmparatorluğu, Almanya'nın Rusya'ya savaş ilan
ettiğı 1 Ağustos 1914'ün hemen ertesi günü, Almanya ile
bir ittifak antlaşması imzalamıştır. Bu antlaşma, imparatorluğun eninde sonunda Almanya'nın ana gücünü oluşturduğu İttifak Devletleri safında fiilen savaşa gireceği
anlamına gelmektedir. Enver Paşa, fiilen savaşa girmeyi, seferberliğin tamamlanmamış olması ve Çanakkale
Boğazı savunmasının tamamlanmaması gibi gerekçelerle ertelemeye çalışmıştır. Ancak Almanya, bir an önce
savaşa fiilen girilmesi için baskılarını sürdürmüştür. Bu
baskılar, Akdeniz'de Britanya donanması önünden çekilen Goeben ve Breslau savaş gemilerinin İstanbul'a gelmesiyle bir oldu bittiye getirilmişti. Daha sonra Osmanlı
Donanması'na bağlı bir grup gemiyle Karadeniz'e açılan
bu gemiler 27 Ekim 1914 tarihinde Rus limanlarını bombalayınca Rusya, Osmanlı İmparatorluğu'na savaş ilan etmiştir.
Birleşik Krallık Savaş Konseyi sektereri Albay Hankey Winston Churchill 'in de desteğiyle, 1914 yılı Eylül ayında Çanakkale Boğazı'nın donanmayla geçilerek
İstanbul'un işgalini öngören bir planı savaş konseyine
sunmuştur.. Plan, çeşitli evrelerden geçerek uygulamaya
kondu ve Birleşik Krallık ve Fransa gemilerinden oluşan
bir donanmanın Boğaz'a geniş çaplı saldırıları 1915 Şubat ayında başlatıldı. Özellikle 19 Şubat 1915 ve 25 Şubat
1915 bombardımanları sonucu Müstahkem Mevki Komutanı Cevat Çobanlı giriş tabyalarının geri hatta çekilmesi emrini uygulatmıştır. En güçlü saldırı ise 18 Mart
1915 günü uygulamaya konuldu. Ancak Birleşik Donanma ağır kayıplara uğradı ve deniz harekatından vazgeçmek zorunda kalındı.
Deniz harekatıyla İstanbul'a ulaşılamayacağı anlaşılınca
bir kara harekatıyla Çanakkale Boğazı'ndaki Osmanlı sahil topçu bataryalarını ele geçirmek planı gündeme getirilmiştir. Bu plan çerçevesinde hazırlanan Britanya ve
Fransa kuvvetleri 25 Nisan 1915 şafağında Gelibolu Yarımadası'nın güneyinde beş noktada karaya çıkarılmıştır. Britanya ve Fransa çıkarma kuvvetleri her ne kadar
Seddülbahir ve Arıburnu sahillerinde köprübaşları oluşturmayı başardılarsa da Osmanlı kuvvetlerinin inatçı savunmaları ve zaman zaman giriştikleri karşı taarruzlar sonucunda Gelibolu Yarımadası'nı işgalde başarılı olamadılar. Bunun üzerine sahildeki kuvvetler takviye edilmek
için Arıburnu'nun kuzeyinde Suvla Koyu'na 6 Ağustos
1915 tarihinde yeni kuvvetlerle bir üçüncü çıkarma yapılmıştır. Ancak 9 Ağustos’ta Kurmay Albay Mustafa Kemal'in Birinci Anafartalar Muharebesi olarak bilinen karşı taarruzunda İngiliz Komutanlığı ihtiyat tümenini ateş
hattına sürerek sahilde tutunmayı ancak başarabilmiştir.
Mustafa Kemal ertesi gün Kocaçimentepe – Conk Bayırı
hattında yeni bir karşı taarruz gerçekleştirmişti, bu hattaki Anzak birliklerini de geri atmıştır. Britanya ve An-
zak kuvvetlerinin İkinci Anafartalar Muharebesi olarak
bilinen genel taarruzları ise Osmanlı savunmasını aşamamıştır. Tüm bu gelişmelerin sonrasında İngiliz, Anzak ve
Fransız kuvvetleri Gelibolu Yarımadasını 1915 yılı Aralık ayı içinde tahliye etmiştir.
1 Harekat öncesi
1.0.1 1. Dünya Savaşı
Sanayi Devrimi'nden itibaren giderek büyüyen üretim bir
yandan hammadde gereksinimini sürekli artırırken diğer yandan yeni pazarları gerektiriyordu. Diğer yandan
giderek büyüyen sermaye birikimi, yeni yatırım alanları bulmaya yöneliyordu.[10] Avrupa'nın büyük devletleri
19. yüzyıl boyunca farklı hızlarda gelişmişlerdi ve gelişmelerini sürdürebilmek için etki alanlarını genişletmek
için sıkı bir rekabet içindeydiler. Birleşik Krallık, Fransa,
Almanya, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ve Çarlık
Rusyası farklı ilgi alanlarına sahip olsalar da bu alanlar
çok yerde iç içe girmektedir. Sonuçta bu rekabet, 20.
yüzyılın başlarında bir savaşı kaçınılmaz olarak gündeme getirmişti.[11] Bu ülkeler arasında süreç içinde oluşan ittifaklar da olası savaşın Avrupa çapında bir savaş
olmasına yol açacaktır. Bu dönemde netleşen bu ittifaklar, Birleşik Krallık, Fransa ve Çarlık Rusyası'nın oluşturduğu İtilaf Devletleri ile Almanya, Avusturya Macaristan İmparatorluğu ve İtalya'nın oluşturduğu İttifak Devletleri bloklarıdır.[11] Bu şekilde bir bloklaşma 1882 yılında Almanya, Avusturya Macaristan İmparatorluğu ve
İtalya arasındaki bir ittifakla, bir bloğu oluşturmuştu. Kısa süre sonra 1894 yılında Fransa – Rusya, 1904 yılında Birleşik Krallık – Fransa, 1907 yılında da Birleşik Krallık – Rusya arasında antlaşmalar yapılarak diğer blok şekillenmiştir.[12] Birleşik Krallık ve Fransa arasındaki 1904 yılı antlaşması ilginçtir. Birleşik Krallık,
Fransa'nın “Kuzey Afrika'nın en iyi parçalarını" almasına göz yumuyordu, Fransa ise Mısır'daki Britanya varlığına karışmayacaktı.[13] Birleşik Krallık ile 1907 yılında
Çarlık Rusyası arasındaki antlaşma da 1904 antlaşmasına benzer biçimde, esas olarak tarafların Avrupa dışı ilgi alanlarını düzenliyordu. İran, Afganistan, Çin ve Tibet'teki iki ülkenin çıkarları arasındaki çekişmelere çözüm getiriyordu.[14] Tüm bunların ortaya koyduğu haliyle Avrupa'daki bu bloklaşmalar, esas olarak Avrupa dışı
paylaşımı konu almaktaydı. Dolayısıyla bu bloklaşmanın
sonunda ortaya çıkacak olan Avrupa çapındaki topyekün
savaş, esas itibariyle Avrupalı büyük güçlerin, Avrupa dışını yeniden paylaşımı mücadelesi olarak görülmektedir.
I. Dünya Savaşı'nın hemen öncesinde Balkanlar da iki
kampa ayrılmıştı. Bir bakıma İtilaf Devletleri'nin himayesinden olan Yunanistan, Romanya ve Sırbistan bir tarafı oluştururken İttifak Devletleri'ne daha eğilimli görünen Bulgaristan diğer tarafı oluşturuyordu. Dolayısıyla bu
bölgeyle ilgili hesaplarda Bulgaristan'ın durumu hesaba
katılmak zorundaydı. Nitekim 1914 yılının Haziran ayın-
da Bulgaristan yüklüce bir borç anlaşmasıyla de facto İttifak Devletleri safına kaymıştır.[15] Sonuç olarak özellikle
Avrupalı büyük devletler arasında oluşan bu bloklaşma,
yerel bir çatışmanın bile Avrupa'nın en azından dört büyük devletinin işe karşımasını gerektirecekti.[16]
Sonuçta ortaya çıkan da bu oldu. Avusturya Macaristan
İmparatorluğu veliahtı Franz Ferdinand 28 Haziran 1914
günü bir Sırp milliyetçisi tarafından öldürüldü.[17] Bunun
üzerine Avusturya Macaristan İmparatorluğu Sırbistan'a
48 saat süreli bir ültimatom vermiştir. Sırbistan'ın tüm
oyalama çabalarına karşın 28 Temmuz Belgrad'ı bombalamaya başlayarak bu ülkeye savaş ilan etti. Ardından
Çarlık Rusyası genel seferberliğe gitti.[18] Ancak Almanya daha önce Rusya'nın seferberlik ilanını, savaş ilanı
olarak kabul edeceğini tüm devletler nezdinde deklare
etmiştir.[19] Bunun üzerine 1 Ağustosta Rusya'ya, 3 Ağustosta da Fransa'ya savaş ilan etti.[18] Bu savaş ilanlarının ardından İtalya tarafsızlığını ilan ederek Almanya –
Avusturya bloğundan ayrılmış, bir yıl sonra yeniden katılmıştır.
Almanya, geçmişten beri, daha net olarak Bismarck'tan
beri iki cepheli bir savaştan kaçınmaktaydı ancak bu değişmez kaderi gibi görünüyordu. Doğuda Çarlık Rusyası, batıda ise Fransa gibi iki güçlü devlet vardı. Alman
İmparatorluğu'nun 1891 – 1905 yılları arasında Genelkurmay Başkanlığını üstlenen Schlieffen, bu tehlikeli durum için bir plan geliştirmişti ve doğal olarak Schlieffen
Planı olarak biliniyordu. Bu plan, Rusya'nın seferberliğini bir ay içinde tamamlayabileceği hesabına dayanmaktadır. Almanya, tüm gücüyle batıya saldırarak kesin sonuç elde edecek ve bunun üzerine seferberliğini anca tamamlamış olan Rusya'ya saldıracaktı. Böylelikle iki cephede savaşma durumunda düşmekten kaçınacaktı.[19] Almanya bu stratejiyi uygulamak için 3 Ağustosta Fransa'ya
savaş ilan eder etmez hiç vakit kaybetmeden, bu ülkeye Belçika üzerinden saldırı hazırlığına girişmiştir. Belçika'dan geçiş için izin istendiyse de olumlu yanıt alınmadı ve bunun üzerine Alman orduları 4 Ağustosta Belçika'ya saldırdı.[20] Ancak kısa süre içinde bu stratejinin
uygulaması başarısız oldu ve Alman Orduları Marne'de
Salatalıık – Britanya savunmasını aşamadı ve 12 Eylülde Marne hattında durduruldular. Artık Schlieffen Planı işlemeyecekti[21] Bu durumda Almanya yine iki cepheli savaşla karşı karşıyaydı. Doğuda Rusya ile, batıda
da Britanya ve Fransa kuvvetleriyle çarpışmak durumundaydı. Ancak iki cephede de güçlü olamazdı, bir tarafa öncelik vermeliydi. Güçlü olmayı seçtiği cephe Batı
Cephesi'ydi, doğuda zayıf kuvvetlerle oyalama muharebesi verecek, diğer deyişle savunmada kalacak, kuvvetlerinin büyük kısmını Batı'da kullanarak burada kesin sonuç elde ettikten sonra esas kuvvetlerini Rusya Cephesi'ne aktaracaktı.[22]
Avrupa içlerindeki bu gelişmeler, Birleşik Krallık ve
Fransa’yı müttefikleri Rusya’yı desteklemek zorunda
bırakmıştı.[23] Zaten Rusya, Almanya üzerinde yeterince güçlü bir baskı yapamamaktaydı. Kısıtlı endüstriyel kapasitesi dolayısıyla Britanya ve Fransa desteği-
ne gerek duyuyordu.[23][24] Ancak Almanya'yı yenilgiye uğratabilmek için Rusya'nın muazzam insan kaynaklarından yararlanmak gerekiyordu. Bunun için de Rusya mühimmat, silah ve mali olarak desteklenmeliydi.
Özellikle mühimmat yönünden bu zorunluydu. Çünkü
Rus ordusu mühimmat stoklarını büyük ölçüde tüketmiş durumdadır. Bu durumda ondan taarruzi bir hareket
beklenemezdi.[25] Fransa ve Birleşik Krallık'ın bu desteği
sağlaması için olası dört yol vardır. Kuzey ulaşım hatlarından ikisi olanaksızdır. Kuzey Buz Denizi, yılın çok büyük
bölümünde donmuş olduğundan deniz ulaşımına olanak
vermemektedir, Baltık Denizi ise Alman Donanmasının
denetimindedir.[26] Orta ulaşım yolu olan Avrupa karayolu ise Alman denetimindedir. Olası dördüncü yol ise Osmanlı İmparatorluğu’nun denetiminde bulunan Çanakkale ve İstanbul boğazlarının oluşturduğu denizyoludur. Sonuçta Rusya ile müttefiklerinin irtibatı kesilmiştir. Sadece Rusya'ya yardım konusu değil, Rus buğdayının ve petrolünün Avrupa'ya getirilmesi de artık olanaksızdır.[27]
Sonuç olarak Rusya ile tek bağlantı boğazlardır.[25] İtilaf
Devletleri'nin Birleşik Krallık / Fransa ve Rusya olarak
doğu – batı parçaları arasındaki tek ulaşım hattı boğazlardı. Üstelik Rus savaş sanayi, savaş sırasındaki mühimmat
sarfiyatını karşılayacak kapasitede değildi ve mühimmat
açığı her geçen gün büyümekteydi.[28]
1.0.2 Osmanlı İmparatorluğu'nun ittifak arayışı
Osmanlı İmparatorluğu, 20. Yüzyıl'ın başlarında neredeyse 200 yıldır Gerileme Dönemi'ndeydi.[29] Bu süre
boyunca uğranılan askeri yenilgilere 1912-13 yıllarında
yaşanan Balkan Savaşı eklenmiş, Balkanlar'daki toprakların bütün bütün elden çıkmış olmasının ötesinde en iyi
eğitimli ve en iyi teçhiz edilmiş ordular bu savaşta kaybedilmişti. Dahası büyük miktarda silah ve mühimmat da
terk edilmişti.[30]
Avrupa devletleri I. Dünya Savaşı'nın hemen öncesinde Osmanlı İmparatorluğu'nun tarafsız kalacağını
varsayıyorlardı.[31] Nitekim Osmanlı İmparatorluğu savaşın ilk aylarında “savaş dışı" durum ilan etmiştir. Bu durum İtilaf Devletleri arasında olumlu karşılanmıştır. Bu
sayede Boğazlar ticari deniz trafiğine açık kalacaktır.[32]
Osmanlı İmparatorluğu açısından da I. Dünya Savaşı patlak verdiğinde en doğru politika tarafsız kalmak gibi
görünüyordu. Ancak “bu yeterli bir çözüm müydü? Bir
de mümkün müydü?".[33] Avrupalı devletlerin Osmanlı
toprakları üzerindeki niyetleri biliniyordu. Rusya, yüzyıllardır sıcak denizlere inebilmek için Boğazlar'ı istiyordu. Birleşik Krallık, Hindistan yolunun güvenliği için
Filistin'i, petrolü için de Irak'ı istiyordu. Fransa, Lübnan,
Suriye ve Kilikya'yı, İtalya ise Antalya'yı istemektedir.[34]
Bunları bilen Osmanlı yöneticileri, söz konusu devletlerin bu emellerine ulaşmak için, savaş sırasında ya da savaştan hemen sonra Osmanlıyı rahat bırakmayacaklarını
rahatlıkla seziyorlardı.[33] Gerçekten de Avrupa'nın büyük devletleri arasındaki gerginliklerin bir Avrupa savaşına varmasının nedenlerinden biri de Osmanlı toprakları
HAREKAT ÖNCESİ
üzerindeki emelleriydi ve İmparatorluğun parçalanması dan kaldıracağı hesap edilmektedir.[39] Diğer yandan Alsorunuydu. Diğer değişle her devlet, kendi ilgi alanının manya ve Avusturya Macaristan İmparatorluğu da savaş
rakiplerinden önce kontrol altına almak istiyordu.[35]
öncesinde Osmanlıyı ittifaka almaya yakın değillerdi.[33]
Fakat Osmanlı İmparatorluğu için en vahim tehlike Rusya'nın durumuydu. Çarlık, Osmanlı İmparatorluğu'nun
savaşa katılması durumunda, savaş sonrasında İstanbul'u
terk etmek zorunda kalacaklarını hesaplıyor, şimdiden
durumu sağlama bağlamayı gerekli görüyordu. Bunun
için dönemin Dışişleri Bakanı Sergey Sazonov, 1914 yılı ilkbaharında İngiliz ve Fransız hükümetleriyle görüşmeler yaptı. Birleşik Krallık Hükûmeti'nin yanıtı oldukça
açıktır.[31]
Fransa ise bir süre Rus talebine karşı tutum takınmıştır.
Ancak Akdeniz'de Alman tehdidi ortaya çıktıktan sonra
karşı çıkmaktan vazgeçmiştir.[36] Osmanlı topraklarının
İtilaf Devletleri arasında gizli antlaşmalarla, savaşın sona
ermesinden önce paylaşılmasının bir diğer örneğini Fransa vermiştir. Fransa'nın Suriye ve Adana bölgesini alması, Birleşik Krallık ve Rusya tarafından prensip olarak
kabul edilmiştir. Daha sonraki görüşmelerde Doğu Anadolu, Güneydoğu Anadolu, Batı Karadeniz Bölgesi'nin
Rusya'ya bırakılmasında anlaşma sağlandı. Fransa'ya verilecek toprakların çerçevesi de genişletildi. Paylaşmanın bir diğer uzantısı Britanya ile Haşimi Ailesi'nden
Şerif Hüseyin arasında yapılan anlaşmadır.[37] Birleşik
Krallık yönünden Şerif Hüseyin önemli bir kozdu, çünkü Peygamber ailesinden kabul ediliyordu.[37] Böylelikle Osmanlı Halifesi'nin İslam Dünyası üzerindeki otoritesini sarsacak güçte kabul ediliyordu.[37] Şerif Hüseyin de Arap Yarımadası'nı ve tüm Ortadoğu'yu içine alacak bir krallığı olsun istiyordu.[37] Görüşmeler sonunda
Arap Yarımadası, Irak ve Suriye'yi kapsayan bir krallık kurması üzerinde 1916 yılı Ocak ayında anlaşma
sağlanmıştır.[37] Ancak bu durum Fransa'yı harekete geçirdi. Birleşik Krallık ile Fransa arasıda 9-16 Mayıs 1916
tarihlerindeki bir dizi resmi mektuplaşmanın ardından
Fransa'nın hakimiyet alanı yeniden belirlendi. Bu mutabakat, 29 Nisan 1916 tarihli Sykes-Picot Anlaşması ile
resmileştirilmiştir.[37]
Diğer tarafta Osmanlı yöneticileri de Batılı devletlerin
bu emellerini seziyor ve Rusya'nın en büyük tehlike olduğunu görüyorlardı. Bu durumda Osmanlı yöneticilerinin, imparatorluğun güvenliği için bir desteğe ihtiyaçları vardı.[33] En mantıklı görünen, hem savaşta Rusya'nın
ittifakı içinde olmak, hem de aynı ittifak içinde yer almakla Birleşik Krallık ve Fransa'nın desteğini sağlamak
gibi görünüyordu. Bu amaçla Maliye Bakanı Cavit Bey
Britanya makamlarıyla, Bahriye Nazırı Cemal Paşa ise
Fransız makamlarıyla bir süredir temas halindedir. Ancak ne Britanya tarafı ne de Fransız tarafı bu ittifak yaklaşmasına sıcak bakmadılar. Rusya'nın da bu işe kesin
olarak karşı olmasının da bu durumda payı olduğu kabul
edilmektedir. Osmanlı İmparatorluğu'nun Britanya ile ittifak girişimine olumlu yaklaşılmamasında, Jön Türk yönetiminin kısa sürede çökeceği yönündeki öngörü etkili
olmuştur.[38] Jön Türkler yerine Alman yanlısı olmayan
bir iktidarın Almanya'nın Ortadoğu'daki tehdidini orta-
Osmanlı İmparatorluğu'nun dış politikası, İkinci Meşrutiyet'in ilk yıllarından (1908) itibaren Almanya'dan yavaş yavaş uzaklaşırken Birleşik Krallık'a yaklaşmıştır.[40]
Hatta Birleşik Krallık ile bir ittifak kurulması yönünde
İttihat Terakki Merkez Komitesi'nden Ahmet Rıza Bey
ve Nazım Bey, 1908 yılı içinde Birleşik Krallık Dışişleri Bakanı Sir Edward Grey ile bir görüşme yapmışlardır. İzleyen yıllarda bir dizi olayın da etkisiyle, artık şekillenmeye başlayan İtilaf Devletleri'ne yakınlaşma
sürmüştür.[41] İtilaf Devletleri'yle bir yakınlaşma arayışlarının bir başka örneği de 1914 Mayıs ayında Mehmet
Talat Paşa'nın Kırım'da Çar II. Nikolay ve Dışişleri bakanı Sazanov'la görüşmesidir. Ancak Çarlık Rusyası, diğer müttefiklerinden ayrı bir antlaşmaya yanaşmamıştır.
Diğer yandan Bahriye Nazırı Cemal Paşa'nın Fransa görüşmeleri de bir sonuç vermemiştir.[42]
Almanya ile ilişkiler ise Balkan Harbi sonrasında bir kesiti dönemi geçirmiştir. Balkan Harbi öncesinde bir dönem
Osmanlı Ordusu Alman generali Von der Goltz düzenleme desteğini alıyordu. Ancak yenilgi sonrasında Alman
desteğine güven hırpalandı ve Osmanlı Ordusu Kurmay
Başkanlığı Yardımcısı görevinden ayrıldı. Bu ayrılmadan
1913 yılı Aralık ayına kadar geçen süre içinde İstanbul'da
etkili olacak bir Alman politik - askeri varlığı olmamıştır.
Bu ayda Liman von Sanders başkanlığında bir Alman subay grubu İstanbul'a gelmiştir. Bu grubun yetkileri oldukça geniştir. Liman von Sanders bu yetkilere dayanarak üç
ay içinde Osmanlı Ordusu içinde büyük ölçüde hakim duruma gelmiştir.[43]
Ancak İttihat Terakki'nin 1913 yılı Ocak ayında iktidara gelmesiyle Osmanlı dış politikası yeniden Almanya'ya yakınlaşmaya başlamıştır.[40] Zaten İtilaf Devletleri ile yapılan tüm ittifak görüşmeleri boşa çıkmıştır.
Bu durumda Osmanlı İmparatorluğu'nun, eğer Avrupa
Savaşı öncesinde bir ittifaka girmesine zorunluluk gözüyle bakılıyorsa, tek seçenek Almanya'dır.[42] Bir başka
açıdan bakıldığında Enver Paşa'nın, Almanya'nın Avrupa'nın en güçlü askeri gücüne sahip olduğu ve bir Avrupa Savaşı'nda kesin olarak kazanan taraf olacağına güçlü
bir inanç beslediği, genellikle kabul edilmektedir.[44][not 5]
Fakat esas önemlisi 1890'lı yıllardan itibaren Osmanlı ekonomisinde Alman sermayesinin etkinliğinin artıyor olmasıdır.[45] Özellikle Bağdat Demiryolu inşaasının
bir Alman firmasına ihale edilmesi, Osmanlı topraklarında Alman sermayesinin Yakındoğu'ya uzanan güçlü
bir rekabet durumu yaratmıştır.[15] Bu arada Almanya'nın
özellikle İstanbul'daki Türkçülük hareketini, Osmanlı'nın
Rusya ile yakınlaşmasının önleyici bir manevra olarak
desteklediği bilinmektedir.[45]
1.0.3
Osmanlı İmparatorluğu'nun savaşa katılması vaşa fiilen girmesi yönünde baskısının bir taktik nedeni de Kafkasya Cephesi'ndeki Osmanlı askeri tehdidinin Almanya'nın Galiçya Cephesi kuvvetleri karşısındaSadrazam (Başbakan) ve Hariciye Nazırı Sait Halim Paşa ki baskıyı hafifleteceğinin hesaplanmasıdır.[45] Ekim ayıAvusturya Macaristan İmparatorluğu'nun Sırbistan'a sa- na gelindiğinde Birleşik Krallık ve Rusya'nın seferbervaş ilanından bir gün önce 27 Temmuz akşamı geç sa- lik hazırlıkları tamamlandığı ve cepheye daha fazla kuvatlerde Alman Büyükelçisi'ni çağırtmış, iki devlet arasın- vet getirdikleri görülmektedir. Almanya'nın kısa sürede
da Rusya'ya karşı bir savunma antlaşması yapma teklifin- Batı'da kesin sonuç elde etme planı bütünüyle başarısız
de bulunmuştur. Yirmi dört saate kalmadan Almanya bu olmuştur. Buna bağlı olarak Osmanlı'nın savaşa girmeteklife olumlu yanıt vermiştir.[46] Bu mutabakat üzerine si yönünde baskılar artıyordu.[53] Öte yandan Britanya
Osmanlı İmparatorluğu, Almanya'nın Rusya'ya savaş ilan Osmanlı İmparatorluğu'nun toprak bütünlüğünü garanetmesinden bir gün sonra, 2 Ağustos 1914 günü Alman- ti ediyor, kapitülasyonlar'ın kaldırılmasına olumlu yaklaya ile bir ittifak antlaşması imzalamıştır.[42][47][not 6] Eylül şıyor ve mali yardım öneriyordu. Osmanlı İmparatorlusonları ve Ağustos başlarında İstanbul'daki Birleşik Kral- ğu zaten 17 Ağustosta kapitülasyonları kaldırdığını ilan
lık Büyükelçisi izin kullanmaktaydı. Dolayısıyla Britan- etmişti.[54]
ya'nın bu olaylar üzerine müdahalesi oldukça sınırlı kalAlmanya'dan, bir an önce savaşa fiilen girilmesi yönünmış olmalıdır.[48] Antlaşmadan sadece Sadrazam (Başdeki baskılar, Enver Paşa tarafından savaş hazırlıklarının
bakan) ve Hariciye Nazırı Sait Halim Paşa'nın, Harbiye
henüz tamamlanmadığı gerekçesiyle oyalanıyordu. AnNazırı Enver Paşa'nın, Dahiliye Nazırı Talat Paşa'nın ve
cak iki Alman savaş gemisinin girişimi, bir oldu bitti duMeclis-i Mebusan Başkanı Halil Bey haberdardır. Diğer
rumu yaratarak Osmanlı İmparatorluğu'nun fiilen savaşın
meclis ve hükümet üyelerinin, dahası Sultan Mehmet Reiçine çekmiştir.[55]
[49]
şat'ın dahi haberi yoktur.
Antlaşmanın imzalanmasında Osmanlı İmparatorluğu'nun savaş hazırlıkları tamamlanana kadar tarafsız Goeben ve Breslau harekatı
görünmesine karar verilmiştir. Diğer deyişle antlaşma
gizli tutuldu, Osmanlı “silahlı tarafsızlık” ilan etti. Ertesi
gün ise seferberlik hazırlıklarına başlanmıştır.[50]
Antlaşmanın ana teması Osmanlı İmparatorluğu'nun Almanya ile Osmanlı arasında ittifak antlaşması imzaAvusturya ve Sırbistan arasındaki çekişmede tarafsız kal- landığında Alman Akdeniz Filosu (tümeni) Komutanı
ması, bu çatışma Almanya ve Çarlık Rusyası arasında bir Wilhelm Souchon elinde iki yeni, hızlı ve muharebe güsavaşa yol açarsa Almanya yanında savaşa girmekti. Di- cü yüksek gemi vardır. Bunlar ağır kruvazör Goeben ile
ğer yandan Almanya, Osmanlı İmparatorluğu'nun toprak hafif kruvazör Breslau'dur. Antlaşmadan iki gün sonra, 4
bütünlüğünü korumayı kabul etmektedir. Aslında bu ant- Ağustosta Amiral Souchon'a iletilen şifreli telgraf mesa[56]
laşma imzalandığında Almanya ile Çarlık Rusyası zaten jında İstanbul'a hareket etmesi emredilmiştir. Almanya, 4 Ağustosta Belçika'ya saldırmıştı ve Akdeniz'de bu
savaş durumuna geçmiş bulunmaktaydılar.[45]
iki gemi, Britanya kontrolündeki Cebelitarık'tan ya da
Ekim ayı başlarında Almanya'nın savaşta kısa süre için- Süveyş Kanalı üzerinden Akdeniz dışına çıkamazdı. İki
de kesin sonuç alma umutları sönmeye başlamıştı. Alman gemiden açıkça daha güçlü olan Britanya ve Fransız fiordularının Batı Cephesi'nde durdurulmaları, Çarlık or- loları karşısında zor durumdaydı.[22] Ancak iki gün sondularının Galiçya'da başarılı harekatları durumu sıkışık ra İstanbul'a gitme emri iptal edildi. Buna karşın Britanhale getirdi. Bu durumda Almanya, kilitlenmiş durumu ya zırhlılarının yakın durumundan endişelenen Amiral 8
başka bir bölgedeki girişimlerle çözmenin yollarını ara- Ağustosta İstanbul'a gitmeye karar vermiştir. Emrindeki
mıştır. Bu girişimlerin ip uçları Yakın Doğu'da aranmaya bir gemiyle İzmir'deki Alman deniz ateşesine, İstanbul'a
başlandı. Alman İmparatoru Alman Üst Komutanlığı'na giriş için izin istenmesini bildirdi.[57] Akdeniz'deki doemri, Osmanlı Kabinesi'nin oluru alınamazsa bile durum kuz günlük bir kovalamanın sonunda gemiler 10 Ağusbir oldu bittiye getirilerek Osmanlı İmparatorluğu'nun fi- tosta Çanakkale Boğazı önlerinde gelmiştir.[55][58] Enilen savaşa çekilmesinin sağlanması yönündedir.[51] So- ver Paşa Çanakkale Müstahkem Mevkii Komutanlığı'na
nuç olarak Almanya ile ittifak antlaşması imzalandıktan “Akdenizde bulunan Alman zırhlılarının, İngiliz filosu ile
hemen sonra Osmanlı İmparatorluğu'nun bir an önce fi- muharebeye girmiş olması muhtemeldir. Söz konusu Alilen savaşa girmesi konusunda Alman baskıları başlamış- man Zırhlılarının boğazdan geçişini sağlayınız.” talimatıtı. Bu baskılar aralıksız sürmüştü. Örneğin Alman Krupp nı vermiştir.[55] Talimatın verilişi, bir bakıma alınışı, BaşFabrikaları'nda hazırlanan dört adet 28 cm.lik sahil topu- komutanlık Vekaleti'nde göre yapan Alman subayı Baron
na Alman Denizcilik Bakanlığı el koyduğu 11 Eylül 1914 Kress von Kressenstein tarafından kaleme alınan anılatarihli telgrafla İstanbul'a bildirilmiştir. Alman Denizci- rında anlatılmaktadır. Baron von Kressenstein, Çanakkalik Bakan Vekili'nin Berlin ataşemiliteri Cemil Bey'le bir le Müstahkem Mevkii'nden gelen telgrafı Enver Paşa'ya
görüşmesindeki sözleri çok nettir, “Süveyş'e hareket edi- ilettiğini, Enver Paşa'nın gemilerin Çanakkale Boğazına
niz, sahil toplarını alırsınız”[52]
girmesi için karar verme yetkisi olmadığını ifade ettiğiAlmanya'nın, Osmanlı İmparatorluğu'nun bir an önce sa- ni anlatmaktadır. Bunun üzerine von Kressenstein itiraz
HAREKAT ÖNCESİ
etmiş ve “gemiler içeri alınsın” talimatını almıştır. Daha
sonra takipteki Britanya gemileri Boğaz'a girmeye çalışırsa sahil bataryaları tarafından ateşle karşılanması yönünde emir istemiş, Enver Paşa yine yetkisi olmadığını
ileri sürünce yine itiraz etmiş ve ateş açılması talimatını
almıştır.[59]
Uluslararası antlaşmalar gereği ya gemiler 24 saat içinde
Osmanlı karasuları dışına çıkacak ya da silahtan arındırılarak enterne edilecektir. Ancak Alman büyük elçisinin
şiddetle karşı çıkışı üzerine gemilerin Osmanlı İmparatorluğu'nca satın alındığının ilan edilmesi gibi bir çözüme gidilmiştir. Gemilerin 80 milyon marka satın alındığı
11 Ağustosta ilan edilmiştir. Gemilere Osmanlı bayrağı
çekilir. Goeben'in adı Yavuz, Breslau'nun adı da Midilli
olmuştur.[60] Bu iki Alman gemisi, bir bakıma Birleşik
Krallık'ın el koyduğu Sultan Osman ve Reşadiye'nin yerine alınmış olmaktadır.
Abluka Sonuç olarak Almanya, ileride Karadeniz'deki
Rus limanlarına karşı kullancağı ve Osmanlı İmparatorluğu'nu bir oldu bitti ile fiilen savaşa sokacağı bu iki güçlü
silahını Karadeniz'e atmış bulunmaktadır. Bu durum İtilaf Devletleri nezdinde bir bakıma alarma yol açacaktır.
manlı deniz müfrezesine teslim edilmedi.[63] İlginç bir
denk geliştir ki aynı gün, 3 Ağustos’ta Goeben ve Braslau
İstanbul önlerine gelmiş bulunmaktadır.[64]
Esasen Goeben ve Breslau, Almanya ile ittifak antlaşması
imzalandığı 2 ağustostan kısa bir süre sonra, 10 ağustosta Osmanlı karasularına girmişti ve hemen hemen aynı
tarihlerde Alman Üst Komutanlığı bu gemileri Karadeniz'de kullanmayı istediğini Osmanlı makamlarına iletmeye başlamış, dahası baskı yapmıştır. Berlin ataşemiliteri Cemil Bey'in 12 Ağustos 1914 tarihli şifreli telgrafından bu konu belirtilmektedir.[52] Bir sonraki gün Enver Paşa'nın Cemil Bey'e söyledikleri ise, “seferberlik bitmeden, Bulgaristan'la tamamiyle anlaşmadan” diğer deyişle Çanakkale Boğazı savunması hazırlanmadan bu gemilerin Karadeniz'e çıkmasına izin verilmeyeceği yönündedir. Enver Paşa, bu durumda Britanya Donanması'nın
Boğazı geçeceğini düşünmektedir. Enver Paşa'nın Bulgaristan konusundaki tutumu da Berlin – Viyana – İstanbul
ulaşım hattıyla ilişkilidir.[52]
Bu oyalamalara karşın Amiral Souchon 9 Eylül 1914 tarihinde Osmanlı Donanma Komutanlığı'na atanmıştır.[65]
Hemen ertesinde Marmara'da atış talimleri ve manevralar
başlatıldı.[65] Öte yandan Karadeniz'de, İstanbul açıklarında Rus Donanması'na bağlı gemiler, Çanakkale BoğaBu tarihe kadar Malta Üs Komutanı olan İngiliz Amiral zı dışında da Birleşik Krallık ve Fransa gemileri devriye
Carden, 20 Eylül'de Abluka Filosu Komutanlığı'na atan- gezmektedir.[65] Bu arada Amiral Souchon, tatbikatlara
mıştır. Emrinde Britanya Indomitable ve Indefatigable Karadeniz'de devam etmek üzere Osmanlı yetkililerine
muharebe kruvazörleri, Dublin ile Glochester hafif kru- baskı yapmaktadır.[65]
vazörleri, Verite ve Suffren Fransız muharebe gemileri ve
12 muhrip, üç denizaltı bulunmaktadır.[61] Denizaltı sa- Yavuz ve Midilli’nin de içinde bulunduğu onbir parça geyısı daha sonra üçü Britanya ve üçü Fransız olmak üzere miden oluşan bir Osmanlı filosunun Amiral Souchon komutasında 29 Ekim 1914 günü Karadeniz'e açılması, Osaltıya çıkmıştır.[62]
manlı'nın fiilen savaşa girmesi sonucunu doğurmuştur.
Çanakkale Boğazı'nı ablukaya alan Britanya filosu, 27 Bu gemiler İstanbul Boğazı açıklarındaki Rus gemileriEylülde Boğazdan çıkan Akhisar (Osmanlı torpidobo- ne ateş açtıktan sonra Karadeniz'in kuzey kıyılarındaki
tu)|Akhisar torpido botunun yolunu keserek Osmanlı sa- Odessa, Sivastopol, (29-30 Ekim gecesi[37] ) Norvosiski
vaş gemilerine ateş açılacağını bildirmiştir. Bunun üze- ve Feodosya limanlarını bombalamışlardır.[27] Bu taarrine boğazlar tüm yabancı gemilere kapatılmıştır. Artık ruz, Enver Paşa'nın 25 Ekimde Amiral'e verdiği yazılı
ticari gemiler de boğazları kullanamayacaktır.[54]
emre dayanmaktadır. Esasen Bakanlar Kurulu'nun aynı
tarihli kararına aykırı olan bu emirde "Bütün filo KaraYavuz ve Midilli Olayı Bu iki güçlü savaş gemisinin deniz'de manevra yapmalıdır. Vaziyeti uygun bulduğunuz
Osmanlı Donanmasına katılması bir süredir zaten Donan- anda, Rus filosuna hücum ediniz. Çarpışmaya başlamama'nın ve Osmanlı halkının hayaliydi. Osmanlı İmpara- dan evvel, bu sabah size verdiğim gizli emri açınız." Gizli
torluğu, halktan toplanan yardım paralarıyla finanse edi- emirde ise "Türk filosu Karadeniz'de zorla üstünlük sağNerede bulursanız, harp
len iki savaş gemisini Birleşik Krallık tersanelerine sipa- lamalıdır. Rus filosunu arayınız.
[66]
ilan
etmeksizin
hücum
ediniz."
riş etmişti. “Sultan Osman” adı verilen geminin inşası mayıs ayında tamamlandığında, parası ödenmiş olan bu geminin teslimi, “Reşadiye” adı verilen diğer geminin teslimine ertelenmişti. Ağustos ayına kadar ertelenen teslim,
3 Ağustos günü tümüyle iptal edilmiştir.[63] Esasen bu iki
gemi Ege Denizi'nde Yunan deniz üstünlüğünü ortadan
kaldıracağı gibi Karadeniz'de de Rus Karadeniz Donanmasına karşı belirgin bir üstünlük sağlayacaktı.[32] Britanya resmî tarihine göre Türkler tarafından “haydutluk”
olarak nitelendirilmiş olan bu Britanya tutumu, bir bakıma askeri zorunluluktu, bu denli güçlü gemilerin “düşman eline geçmesine kesinlikle müsaade edilemezdi”.[63]
Sonuç olarak gemiler, Britanya'ya kadar gitmiş olan Os-
Rusya'nın askeri tepkisi 1 Kasım 1914 günü Kafkasya
üzerinden Osmanlı topraklarına taarruz etmek olmuştur. Aynı gün Britanya gemileri İzmir ve Kızıldeniz'deki
Akabe limanlarını bombaladılar. İki gün sonra 3 Kasımda Britanya birlikleri Basra Körfezi'nde Osmanlı topraklarına çıkarıldılar. Aynı gün iki Britanya ve iki Fransız
savaş gemisi Çanakkale Boğazı'ndaki Osmanlı istihkâmlarını ateş altına aldılar.[67]
Esasen Osmanlı Donanması'nın Karadeniz Rus limanlarını bombalaması, fiilen savaşa girme yönündeki baskılara direnen Enver Paşa'yı bir oldu-bittiye getirme ma-
nevrası olarak gürülmesi gerekir. Sonuç olarak Yavuz ve ve Breslau üzerinde ısrar ediliyordu. Bu gemilere, Ege'ye
Midilli Olayı, Osmanlı İmparatorluğu'nu savaşa sokan çıktıkları takdirde, eğer Alman askeri personeli taşıyorolaydır.[52]
larsa, Alman savaş gemisi işlemi uygulanacaktı, yani ateş
açılacaktı.[75]
2
Harekât
İtilaf Devletleri'nin Çanakkale Boğazı'na karşı bir askeri harekat kararı almalarına varacak kilometre taşlarından biri Çar II. Nikola'nın Birleşik Krallık'a yönelik talebidir. Çar bu talebinde –Boğazlar'dan söz etmeden- Osmanlı İmparatorluğu'na karşı bir askeri hareket ve askeri malzeme yardımı talep etmiştir. Birleşik Krallık Savaş Bakanı Lord Kitchener bu soruların askeri harekat
yanına olumlu yanıt vermişti.[68] Çarlık'ın böyle bir askeri hareketten beklentisi Osmanlı'nın Kafkasya'dan bir
kısım birliğini çekmek zorunda bırakılması, bunun da
Rusya'nın bu cephedeki yükünü hafifleteceğidir.[69] Diğer önemli bir kilometre taşı ise Yunanistan Başbakanı
Venizelos'un, bir çıkarma yapılması durumundan Yunanistan'ın bu harekata askeri olarak katılabileceğini Britanya'ya bildirmesiydi.[34] Venizelos, 19 Ağustos 1914
tarihinde Çanakkale Boğazı'na taarruz etmeye dayanan
ayrıntılı bir planı Britanyalı yetkililere iletmiş, bu taarruza Yunanistan'ın da birlik verebileceğini belirtmişti.
Ancak Venizelos’un planında Bulgaristan'ın da İstanbul'a
saldırması koşulu vardı. Britanya askerî makamları planı incelemiş ve fazla şarta bağlı olması dolayısıyla uygulanmasının olanaksız olduğu yönünde rapor vermişti.[70]
Bulgaristan meselesi son derece akıllıca seçilmiş bir koşuldur. Osmanlı Ordusu'na her türlü Alman desteği için
kullanılabilir tek ulaşım yolu olan demiryolu Bulgaristan üzerinden geçmektedir. Bu destek hattının kesilmesi,
ancak Bulgaristan'ın İtilaf Devletleri tarafına geçmesiyle
olanaklıdır.[71] Diğer yandan Birleşik Krallık'ın İstanbul
Büyükelçisi Sir Louis Mallet, Ağustos ayında Boğazların yabancı savaş gemilerine kapatılmasının ardından Boğazların zorla geçilmesi yönünde bir öneriyi rapor etmiştir. Mallet, donanmanın geçmesinden sonra Boğazların
kara birliklerince işgal edilmesi gerektiği görüşünü öne
sürmekteydi.[72] Bir yandan bu savaş planları yapılırken
Birleşik Krallık Hükûmeti Osmanlı İmparatorluğu'nu savaşın dışında tutmaya çabalıyordu. Osmanlı savaşa girdiğinde ilk askeri harekatının Süveyş Kanalı üzerine olacağı
tahmin ediliyordu.[73] Bu bölgeye Batı Cephesi'nden o sıralarda birlik kaydırılmasına olanak yoktu. Müstemlekelerden kuvvet aktarmak ise aylar alırdı.[73] Diğer yandan
müslüman ülkelerin, ki birçoğu İngiliz müstemlekesiydi,
Müslüman halkında ayaklanmalar olmasından ciddi biçimde çekiniliyordu.[73] Bu endişelerin boşuna olduğunu
zaman göstermiştir, Osmanlı davası uğruna müslüman ülkelerden, hatta kendi tebaasından dahi kayda değer bir
destek olmamıştır. Bütün bu endişelerle Birleşik Krallık
Hükûmeti, Osmanlı'nın savaş dışı kalması şartıyla bir kısım öneri getirmiştir. Bu önerilere Fransa'nın, hatta Rusya'nın da desteği sağlanmıştı. Öneriler, Çanakkale Boğazı'nın ticari gemilere açılması ve Alman askeri personelinin sınırdışı edilmesi şartlarını içermektedir.[74] Goeben
Çanakkale Boğazı'nın geçilerek istanbul'un zorlanması fikrinin Birleşik Krallık Parlementosu'nda ilk olarak
25 Kasım 1914 tarihindeki Birleşik Krallık Başbakanlık
Toplantı Salonu'ndaki olağan toplantıda Churchill tarafından ortaya sürüldüğü kabul edilmektedir.[76] Mısır'ın
savunulması konusunda alınacak ek önlemlerin konuşulmasının hemen ardından söz alan Deniz Bakanı (Denizcilik Birinci Lordu) Churchill,[76] Mısır ve Süveyş Kanalı'nı yerinde savunmanın pasif bir tutum olacağını öne sürerek konuşmasına başlamıştır. Bu bölgedeki kuvvetlerin
büyük bölümünü, Avrupa'dan bir kısım kuvvetle takviye
ederek Osmanlı İmparatorluğu'nun en zayıf noktasında
saldırmanın daha uygun olacağını belirtmiş ve bu noktayı, başkent İstanbul olarak işaret etmiş,[76] Böylesi bir
harekattan Churchill'in beklediği amaçlar, Rusya'ya yardım edilmesi, Bulgaristan ve Romanya gibi tarafsız ülkeleri, hatta Almanya yanında savaşa girmeye yaklaşan İtalya'yı ve taraf konusunda kararsız Yunanistan'ı etkilemek,
Fransa ve Rusya cephelerinde kilitlenmiş görülen savaşa,
Balkanlar üzerinden bir kuşatma ile çözüm bulmaktı.[76]
Diğer yandan Churchill, bol silah ve mühimmatla desteklenecek Rus Çarı'nın, milyonluk nüfusunu savaşa sürerek, Almanya'yı bu insan seli karşısında yıkacağını
belirtmektedir.[77] Bu ifadelere karşın o günkü toplantıda bu konu üzerinde bir görüşme açılmamıştır.[78] Sonraki toplantılarda Savaş Bakanı Lord Kitchener, Fransa
Cephesi'nin durumu nedeniyle Çanakkale için asker veremeyeceğini kesin olarak ifade etmiştir. Fransız orduları
Başkomutanlığı da Batı Cephesi'nden başka bir yer için
asker alınmasına şiddetle karşıdır.[72]
Bu durumda Churchill Çanakkale Boğazı'nı kendi komutasında olan donanmayla geçmenin yollarını aramıştır.[69]
Bunun üzerine 3 Ocak 1915'te Akdeniz'deki Amiral
Sackville Carden'e “Boğazları sadece deniz kuvvetleriyle zorlama” konusunda görüş soran bir mesaj göndermiştir. Mesajda, mayın hatlarına kömür gemileri sürerek durumun değerlendirilebileceği notu vardır. Ancak Amiral Carden bunu mümkün görmediğini, bunun için büyük bir kuvvet gerekeceğini bildirmiştir. Churchill, bu
kez “Tasarladığınız harekatın niteliğini, istediğiniz kuvvetin miktarını ve bunu nasıl kullanmayı düşündüğünüzü lütfen bildiriniz” içeriğinden bir mesaj göndermiştir.
Amiral'in 11 Ocak'taki yanıtı ile bir görev kuvveti şekillenmeye başlamıştır.[79] İki gün sonraki, 13 Ocak'taki
Yüksek Savunma Konseyi toplantısında, Çanakkale Boğazı'nın sadece donanmayla zorlanması konusunda Deniz Bakanlığı'na ön yetki verilmiştir.[80] Churchill hazırlıklarını sürdürürken Fransız Hükümeti tarafından, harekat için Amiral Guépratte komutasında dördü zırhlı, dördü denizaltı olmak üzere 26 parçalık bir filo tahsis edileceği bildirildi. Churchill de Britanya gemilerini Amiral Carden komutası altına girmek üzere bölgeye hareket
ettirmiştir.[80] Harekat için kesin karar ise Konsey'in 28
SAVAŞIN AŞAMALARI
Ocak 1915 tarihli toplantısında alınmıştır.[25]
3
Harekat planı ve Amaçlananlar
Sonuç olarak denizden ya da karadan hareketle İstanbul'un alınması planlarının dayandığı bir dizi amaç ortaya
çıkmıştır. Bu amaçlar ana başlıklar halinde şu şekilde görünmektedir.
• Rusya'nın silah ve mühimmat gereksinimini
karşılamak,[81]
• Rus petrolünü boğazlar üzerinden Avrupa'ya
taşımak,[81]
• Balkanlar'daki devletleri İtilaf Devletleri safına
çekmek,[81]
• Osmanlı İmparatorluğu'nun Mısır'a yönelik tehdidini ortadan kaldırmak,[81]
4.1 İtilaf Devletleri
İtilaf Devletleri ordusu değişik etnik ve dinsel gruplardan gelen askerlerden oluşmaktadır. Bu orduda İngiliz,
İskoç, İrlandalı, Fransız, Hint, Kuzey Afrikalı (Cezayirliler, Zuaveler), Avustralyalı ve Yeni Zelandalı askerlerle Rum ve Yahudi gönüllüler bulunmaktadır.[85] Anzak
askerleri her ne kadar gönüllü olarak orduya yazılmışlarsa da Birleşik Krallık ile dominyonları arasında yapılan
antlaşmaya göre bu askerlere günde altı şilinden hesaplanarak ayda dokuz pound maaş ödeniyordu. Bu haliyle
Anzak askerleri gönüllüden çok paralı asker sayılmaktadır. Anzak birlikleri içinde başta Polinezya Adaları'ndan
Maoriler[not 7] olmak üzere Okyanusya adaları yerlilerinden unsurlar da bulunmaktadır. Bu unsurlar da Gurkalar
gibi savaşçı gelenekleriyle lanse edilmiştir.<Burhan Sayılır, Sh.: 321</ref> Tüm bu unsurlar üzerinde, Türklerin esirleri kestiği imajının, bir propaganda hedefi olarak
uyandırılmış olduğu, savaş esirlerinin kayda geçirilen ifadelerinden anlaşılmaktadır. Açıkça kafalara sokulan “teslim olmaktansa intihar edin"dir.[86]
Askeri tarihte II. Dünya Savaşı'na kadar görülen en büyük
• Avrupa'daki savaşın, kanlı çatışmalara karşın kesin çıkarma harekatıdır.[87]
sonuç vermemesinin, Almanya'nın müttefiklerinden
birine saldırma fikrini çekici hale getirmesi[82]
5 Savaşın Aşamaları
• Osmanlı İmparatorluğu'nun savaştan çekilmesi ve
İstanbul'un Britanya kuvvetlerince işgal edilmesiyle Almanya ve Avusturya Macaristan İmparatorluğu 5.1 Deniz harekâtları
bloğu güneyden kuşatılmış olacaktı[81]
5.1.1 Su üstü harekâtları
• Birleşik Krallık savaşın sona ermesinden önce İstanbul'u fiilen ele geçirmekle, Rusya'nın boğazlar
üzerindeki istekleri karşısında güçlü bir durumda
olacaktı.[81][83]
• İstanbul işgal edilerek Rusya'nın Almanya ile tek
başına hareket ederek bir antlaşma yapmasını
güçleştirmek[84]
• Osmanlı'nın Kafkasya Cephesi'ne daha fazla kuvvet
aktarmasının önüne geçilerek Rus ordusunun tüm
gücüyle Almanya üzerine yüklenebilmesine olanak
vermek[84]
• Teşkilât-ı Mahsusa'nın Müslüman ülkelerde
yürüttüğü "İttihad-ı İslam” propagandasını
Birleşik Krallık denizaltısı E11, İstanbul Boğazında Osmanlı
durdurmak.[37]
nakliye gemisi Stamboul 'a torpidoyla saldırırken, (25 Mayıs
1915, Illustrated London News)
Esasen Birleşik Krallık'ın hesabı Rus petrol ve buğdayıdır. Karadeniz limanlarında toplam 350 bin ton taşıma
kapasiteli ticaret gemileri hareketsiz kalmıştır. Boğazlar
açıldığı takdirde bu gemiler Rus buğday ve petrolünü Avrupa'ya rahatlıkla taşıyacaktır.[81]
4
Planlar ve kuvvetler
İngilizler, boğazları ele geçirmek için donanmanın yeterli olacağına inanıyorlardı. Bahriye Nazırı Churchill’in
planları Akdeniz filosu komutanı Amiral Sackville Carden tarafından da desteklenince, Birleşik Krallık Donanması Komutanı Lord Fisher’in başarısını şüpheli gördüğü bu harekatın donanma ile yapılmasına karar verildi.
Fisher, kara harekatınca desteklenmeden deniz kuvvetlerinin “böyle bir maceraya atılmasının” hatalı olduğu
5.1
Deniz harekâtları
görüşündedir.[88] İtilaf Devletleri Savaş Konseyi'nin 28
Ocak 1915 tarihli oturumunda harekat karara bağlanmıştır. Konsey tutanağında harekat amacı şu şekilde tanımlanmıştı,
Zaten Birleşik Krallık Donanması'nın önemli bir kısmı
Amiral Carden emrinde olmak üzere Ege Denizi'nde toplanmaya 13 Ocak kararının hemen sonrasında başlamıştır. Harekata geçme meselesi, Savaş Konseyi'nin kararına bağlıydı.[89] Askeri tarihçi İbrahim Artuç, Çanakkale Deniz Harekatları'nın “hemen hemen yalnız bir kişinin, Churchill'in yorulmaz gayretlerinin eseri” olduğunu
belirtmektedir.[25] Bununla birlikte Savaş Konseyi kararındaki, bir karanın, deniz topçusunca “döve döve” nasıl
zaptedilebileceği çok açık değildir. Deneyimli ve yetenekli Amiral Fisher'in de karşı çıktığı budur. İtilaf Devletleri’nin deniz harekatı 19 Şubat 1915’te başladı[90] . 13
Mart 1915’e kadar düşman gemileri tabyaları top ateşine
tuttu, mayın tarama gemileri olabildiğince yol açtı. Boğazları zorlayarak geçebileceklerine inanan düşman kuvvetlerinin, kararlı ve dirençli bir karşılık almaları bu işin
o kadar da kolay olmadığını gösteriyordu. Bir ay boyunca yapılan binlerce mermi atışının ardından çok da büyük
bir gelişme elde edilememişti.
adlı Osmanlı mayın gemisinin boğazın Asya tarafına yerleştirdiği deniz mayınları tarafından hasar almıştır. Bazı
balıkçılar, İngilizler tarafından mayın toplama işiyle görevlendirilmiştir; ama Osmanlı ordusunun açtığı top atışlarıyla korkarak kaçmışlar, mayınlara dokunulmamıştır.
Yerinde kalmış bu mayınlar İngiliz HMS Ocean, HMS Irresistible ve Fransız Bouvet adlı üç zırhlıyı batırmıştır. Ayrıca İngiliz Inflexible ve Fransız savaş gemileri Suffren ve
Gaulois çok ağır bir şekilde hasar almıştır. 18 Mart’a kadar geçen bu dönemde boğazın girişinde bulunan Rumeli
yakasındaki Seddülbahir ve Ertuğrul tabyaları ile, Anadolu yakasındaki Kumkale ve Orhaniye tabyaları tahrip
edilmişti. Boğaza giriş kapıları aralanmış ama hala ilerde olacaklar belirsizdi. Sonuç olarak, 18 Mart 1915'te,
deniz mayınları ve kıyılardaki Osmanlı topçu bataryalarının isabetli atışları denizden geçişin mümkün olmayacağını göstermiş, İtilaf Devletleri Gelibolu Yarımadası'na
asker çıkararak Boğaz topçu bataryalarını etkisiz hale getirmeyi hedeflemiştir. + Ve 18 Mart 1915 sabahı geldiğinde kimse günün sonunda neyle karşılaşacağını bilmiyordu. Gelibolu Yarımadasında Müttefik çıkarmaları yarımadanın güney bölümündeki altı kumsala, iki cephede
yapılmıştır. Seddülbahir Cephesi’ne Britanya 29. Tümeni
ile Fransız Kolordusu (Fransız Doğu Sefer Kuvveti) çıkarma yaparken Arıburnu Cephesi’nde ise Anzaklar Kolordusu çıkarma yapmıştır. Bu beş tümene ek olarak bir
hafta içinde İskenderiye'den getirilecek olan Hint Tugayı,
muhtemelen Seddülbahir Cephesi'nde kullanılmak üzere
ordu ihtiyatını oluşturacaktı.[91] Plana göre; 18 Mart sabahı 2 deniz tümeninden oluşan düşman filosu boğazda
belirdi. Filonun en güçlü gemilerinden oluşan 1. Tümen
bizzat Amiral de Robeck tarafından kumanda ediliyordu.
Birleşik Krallık Kraliyet Donanması'na ait HMS Queen
Elizabeth, HMS Agamemnon, HMS Lord Nelson muharebe
gemileri ve HMS Inflexible muharebe kruvazöründe oluşan ilk tümen, saat 10:30'da boğazdan içeri girdi. Filonun
önündeki muhripler savaş alanını tanıyorlardı. Planlanan
noktaya ulaşıldığında HMS Queen Elizabeth'in hedefi Rumeli Mecidiye Tabyası, HMS Lord Nelson'un hedefi Namazgah Tabyası, HMS İnflexible'nin hedefi ise Rumeli
Hamidiye Tabyasıydı. “A Savaş Hattı" olarak adlandırılan bu plan 11.30'da uygulanmaya başlandı ve merkez
tabyalarına ateş başlatılmıştı.
Birleşik Krallık'a ait HMS Ocean'ını alabora eden Seyit Ali Çabuk
İtilaf devletleri, kısa bir aranın ardından bir sonraki saldırıyı 18 Mart'ta gerçekleştirmişlerdir. Hedef, Çanakkale Boğazı'nın sadece 1 mil genişliğindeki en dar noktasıdır. Amiral John de Robeck komutasındaki aşağı yukarı
en az 16 savaş gemilik dev donanma Çanakkale'yi geçmeye kalkmıştır. Ancak her gemi Nusret Mayın Gemisi
Bu arada düşman gemileri Kumkale'den gelen tedirgin
edici ateş hattına da girmişlerdi. Obüslerden üstlerine
ateş yağıyordu. Yine de mesafe uzak olduğundan Türk
bataryaları savaş gemilerine karşılık veremiyordu. Saat
12.00 sularında Çimenlik, Rumeli Hamidiye ve Anadolu
Hamidiye ateş almıştı. B Hattı diye adlandırılan Amiral
Guepratte komutasındaki 3. Tümen Suffren, Bouvet, Goulois, Charlemagne adlı dört Fransız gemisiyle Triumph
ve Prince George adlı iki Britanya muharebe gemisinden
oluşuyordu. Plana göre bu tümen 1. Tümenin arkasından
hareket geçti ve B hattı önündeki yerini aldı. Yavaş yavaş
yaklaşan gemiler Türk bataryalarından düşen mermi ateşi
altında B hattına vardılar. Şiddetli yapılan karşılıklı çatışmalarda aradaki bataryalar sustuysa da merkez bataryalar
SAVAŞIN AŞAMALARI
ateşe devam ediyorlardı. 900 yarda kadar içeri sokulduklarından şiddetli ateş bu gemilerin üzerine yağıyordu. 3.
Tümene ait olan iki Britanya gemisi Triumph ve Prince George A hattının kıç omuzluklarında yerlerini almış
Rumeli Mesudiye ve Yıldız Tabyalarını hedeflemişlerdi.
Rumeli merkez bataryaları çok yoğun bir ateş altındaydı.
Mermilerin çoğu tabyalar içine düşmüş, telefon hatlarını
bozmuş, yangınlar çıkarmıştı. Rumeli Mecidiye tabyası
topçuların şehit olması ile devre dışı kalmıştı.
5.2 Kara muharebeleri
18 Mart'ta yaşananlar şaşkınlık yaratmıştı. HMS Lord Fisher gibi ordusuz bir donanmanın başarıya ulaşamayacağını söyleyenler haklı çıkıyor, de Robeck ve Churchill gibi
hala donanma ile boğazları zorlayıp İstanbul'a çıkılabileceği düşüncesi yeni hareket planları doğuruyordu.
zaferin ardından, İtilafların kaçınılmaz kara harekâtına
karşı Türk tarafı da son sürat hazırlıklara başlamıştı. Gelibolu‘da 5. Ordu oluşturulmuş başına da Mareşal Liman
von Sanders getirilmişti. Kıyılara dikenli tellerle çevriliyor, birlikler önemli yerlere yerleştiriliyor, müttefiklerin
her hareketi gözleniyordu. Müttefik çıkarmasını bekleyen bir başka kişi ise 19. İhtiyat Tümeni’nin başında bulunan yarbay Mustafa Kemal'di.
Çanakkale Savaşları’nda Deniz Harekâtı’nın başarısızlığı umutları Kara Harekâtı’na çevirmişti.Daha 1 Mart’ta
Yunanistan, Gelibolu yarımadasını işgal etmek, mümkün
olduğu takdirde İstanbul üzerine yürümek üzere Birleşik Krallık'a üç tümenlik bir kuvvet önermişti. İngiliz ve
Fransızlara kalsa öneri kabul edilebilirdi. Ancak Rus Çarı, Birleşik Krallık Büyükelçisi’ne, hiçbir şart altında YuPlanın ikinci aşamasında Türk bataryaları üzerinde yeteri nan askerinin İstanbul’a girmesine izin vermeyeceğini bilkadar üstünlük sağlanabilirse Albay Hayes Sadler komu- direrek bu tasarıyı önledi.
tasındaki 2. Tümen devreye girecekti. Ocean, İrresistib- Askeri durumu tetkik için Çanakkale’ye gönderilen Gele, Albion, Vengeance, Swiftsun ve Majestic’ten oluşan 2. neral Sir William Birdwood, 5 Mart’ta Kitchener’a gönTümen, 3. Tümenin yerini alacak ve B Hattından son ola- derdiği raporda, Donanmanın tek başına Boğaz’dan gerak yakın muharebe yapılarak Tabyalar içinde olmayıp çemeyeceğine inandığını, kuvvetli bir ordunun karadan
mayın hatlarını savunan toplar tahrip edilerek bombardı- donanmayı desteklemesi gerektiğini bildiriyordu. Bu ramandan hemen sonra mayın tarama işlemlerine başlana- por Kitchener’in bütün tereddütlerini giderdi. 10 Martda
caktı. Fakat 3. Tümenin yerini alacak 2. Tümen gelme- 29’ncu Tümenin Ege’ye gönderileceğini açıkladı. Ayrıca
den önce beklenmedik bir şey oldu. Saat 14:00’e doğru bir Tümen de kendilerinin göndermeleri için Fransızları
Suffren büyük bir hızla boğazı terk etmekte ve Bouvet’de ikna edeceğini ilave ediyordu.
onu izlemekteydi. A hattını geçmek üzereyken Fransız
gemisi Bouvet’de bir iki patlama oldu ve Anadolu Hami- Böylece Mısır’daki Anzac Tümenleri ile birlikte 70 bin
diye tabyasınca ateş altındayken 3 dakikada suların altına kişilik bir kolordu bu işe ayrılmış oluyordu.
gömüldü. Derin bir şaşkınlık yaşanıyordu. Queen Elza- Birdwood’un raporuna rağmen, hala donanmanın tek babeth ve Agamemnon dışındaki bütün gemiler ateşi kes- şına Boğazı geçebileceğini düşünenler vardı. Bu karışıktiler. Muhripler ve istimbotlar personeli kurtarmaya git- lık içinde Kara kuvveti hazır olana kadar Donanmanın
tiklerinde 20 kişi kurtarılabilmiş, 603 kişi sulara gömül- harekatını geri bırakmasını, bu suretle Kara ve Deniz
müştü. Bu arada 12.30 sularında Goulois isabet almış ve Kuvvetlerinin müşterek harekata başlamasının en iyisi
ağır yaralarla boğazı terk ediyordu. 15.30 sularında ma- olacağını hiç kimse aklına getiremiyordu.
yına çarpan Inflexible’ın durumu kötüydü ama yoğun çaO sıralarda Londra’ya hakim olan bu kargaşalık ve belirbayla Bozcaada’ya ulaştı. 2. Tümen Britanya gemileri, 3.
sizliği, ne yapacağı belli olmayan Sefer Kuvveti’nin KoTümenin yerini aldığında bu manzara ile karşılaşmıştı.
mutanlığına yapılan atamadan anlamak mümkündür. Bu
Saat 14.30’da ateşe başlayarak 10 yardaya kadar yaklaşkomutan, Kitchener’in Güney Afrika savaşlarından eski
tılar. Namazgah tabyasını bombardıman ediyordu. Saat
bir arkadaşı General Sir Ian Hamilton’du.
15.00’te Rumeli Hamidiye daha sonra da Namazgah aldığı isabetle savaş dışına kalmıştı. Anadolu Hamidiye tab- Donanma asıl saldırısını yapana kadar, Hamilton’un biryası hasar görmemişti ve İrrisistible’a ateş ediyordu. Saat likleri işe karışmayacaktı. Eğer deneme başarıya ulaş15.14’de İrrisistible’ın yanında korkunç bir patlama du- mazsa Hamilton Gelibolu yarımadasına çıkarma yapayuldu. Saat 16.15’te tabyalarda uzaklaşmak isterken bir cak, başarıya ulaşırsa yarımadaya zayıf bir kuvvet bırakıp
mayına çarptı. Bu bölgede bir gece önce Nusret’in dök- doğrudan doğruya İstanbul üzerine yürüyecekti. Oradan
tüğü mayınlar hiç hesapta yokken can alıyordu. Bölgenin İstanbul Boğazına çıkarılmış bir Rus Birliği ile birleşmesi
mayınlı olduğunu anlayan Amiral de Robeck 2. Tüme- umuluyordu.
nin geri çekilmesi için emir verdi. 18.05’te geri çekilir- Türk tarafı ise, 18 Mart’ta kazandığı zaferden dolayı
ken Ocean da mayına çarpmıştı. Güçlü top ateşine rağ- kendisine olan güvenini tazelemiş, Çanakkale’nin Boğazmen Ocean’ın personeli muhripler tarafından boşaltıldı. lar’dan geçilemeyeceğini tüm dünyaya göstermişti. Bu
5.1.2
Denizaltı harekâtları
5.3 Planlar ve kuvvetler
lanlar ve kuvvetler
İtilaf Devletleri
• Sığırini (Morto) koyu – Hisarlık Burnu
• Ertuğrul Koyu
• Tekekoyu
• İkizkoyu
• Zığındere
Bu kumsallar için iki İngiliz, bir Fransız tümeni ile bir
Hint tugayı tahsis etmiştir.
Arıburnu Çıkarması için ise iki tümenden oluşan Anzak
Kolordusu tahsis edilmiştir.
Seddülbahir Cephesi’ne çıkarılan birliklerin hedefi, Gelibolu Yarımadası’nın güney bölgesinin taktik derinliğindeki Alçıtepe bloğu’nun ele geçirilmesidir. Bu birliklerin ileri harekâtı derinlikte birleşerek Kirte Köyü hattından Alçıtepe bloğu ele geçirilecek, Arıburnu Cephesi’ne çıkan birlikler ise Conkbayırı-Kocaçimentepe hattından Maltepe bölgesinin ele geçirilmesiyle Seddülbahir
Cephesi’nin Osmanlı kuvvetlerince takviyesi önlenecektir. Alçıtepe, ilk günün hedefi olarak belirlenmiştir, Seddülbahir’den 10 km. ve Zığındere’den 5 km. mesafededir.
“The Trumpet Calls (Trompet Çağırıyor)": Avustralya'da 19141918 arasında kullanılan askere alma posteri (Norman Lindsay)
Arıburnu Cephesi kuvvetlerine verilen taktik hedef ise
Kocaçimen tepe üzerinden Eceabat'ta sahile ulaşarak
Seddülbahir Cephesi'ndeki Osmanlı kuvvetlerinin geri
bağlantısını kesmektir.
General Hamilton emrine verilen kuvvetler ve savaşçı 5.3.2 İttifak Devletleri
mevcutları şöyledir.
• Anzak Kolordusu 25.700
• Britanya 29. Tümeni 17.000
• Fransa 1. Tümeni 16.700
• Britanya Kraliyet Deniz Tümeni 10.800
• Anzak Tugayı 4.800
Böylece harekât için 75 bin kişilik bir kuvvet oluşturulmuştur.
General Hamilton, Gelibolu Yarımadasındaki çeşitli çıkarma alanlarına kuvvet çıkartarak yarımadanın denetimini, böylece Osmanlı kıyı topçusunu etkisiz hale getirmeyi amaçlamıştır. Bunun için iki ana çıkarma bölgesi
belirlenmiştir. Bunlardan biri, yarımadanın en güney ucu
olan ve Seddülbahir olarak bilinen bölge, diğeri ise daha
kuzeydeki Kabatepe-Küçük Arıburnu arasındaki kumsaldır. Bu iki çıkarma bölgesinden Seddülbahir’e ağırlık
verilmiştir. Seddülbahir bölgesine ağırlık verilmesi üç taraftan da donanma topçu ateşiyle desteklenebilir bir bölge olmasındandı.
MG 08 ile donatılan Osmanlı makineli tüfek timleri.
Deniz harekâtının başarısızlığı ardından (18 Mart 1915)
bir kara harekâtına girişileceği ve bu harekâtın Gelibolu Yarımadası’nı hedef alacağını öngörüsü, mantık gereği
olarak bile neredeyse kesinlik kazanmıştır. Kaldı ki 1915
yılının Nisan ayı başlarından itibaren Hamilton’un kuvvetleri Mısır’da toplanmaya başladığında bölgedeki Osmanlı istihbaratı, birliklerin mevcutları, komutanları, siGeneral Hamilton Seddülbahir Cephesi çıkartmaları için lah ve donanımları hakkında ayrıntılı bilgiler edinmeye
Seddülbahir bölgesinde beş ayrı kumsal belirlemişti.
başlamıştır.
SAVAŞIN AŞAMALARI
kıyıda bir köprübaşı oluşturması önlenmelidir.[92]
5. Ordu, üç tümenli 3. ve iki tümenli 15. kolordulardan
oluşmaktadır. Ayrıca ordu karargahına bağlı 19. Fırka,
1. Süvari Tugayı, bir piyade alayı ve dört Jandarma taburu bulunmaktadır. Toplam savaşçı sayısı 84 bindir.[93] Bu
kolorduların bünyesindeki tümenler ve komutanları şöyledir.
• 3. Kolordu: Komutanı Esat Paşa
• 5. Fırka: Saros bölgesi. Komutanı Yarbay Hasan Basri Bey.
Bir Alman havacı müfrezesi.
• 7. Fırka: Bolayır bölgesi. Komutanı Albay Halil Bey.
• 9. Fırka: Gelibolu Yarımadası’nın güney bölümü. Seddülbahir ve Arıburnu Cepheleri. Komutanı Albay Halil Sami Bey.
• 15. Kolordu: Komutanı General Weber
• 3. Fırka: Kumkale bölgesi. Komutanı Albay
Nicolai.
• 11. Fırka: Beşige bölgesi. Komutanı Albay
Refet Bey.
Esat Paşa ve maiyeti.
14 Aralık 1914 tarihinde 42 kişilik bir subay gurubuyla
İstanbul’a gelen ve Enver Paşa tarafından 1. Ordu Komutanlığı’na atanmış olan Alman Danışma Kurulu Başkanı
Mareşal Liman Von Sanders, yeni teşkil edilen ve bölgeyi savunmakla görevli 5. Ordu komutanlığına 24 Mart
1915 tarihinde atanmıştır. Dolayısıyla bölgenin savunmasından sorumlu olan 3. Kolordu da Mareşalin emrine girmiştir.
Mareşal Sanders’in savunma planı, Hamilton’un taarruz
planıyla örtüşmemektedir. Mareşal Sanders, çıkarmaların Saros Körfezi kıyılarına yapılacağını hesaplamaktadır
ve 5. Ordu’nun ana kuvvetlerini bu bölgede toplamıştır.
Saros Körfezi, Gelibolu Yarımadası’nın en dar bölgesidir. Buradan yapılacak bir çıkarmanın, yarımadayı savunan Osmanlı birliklerinin geri çekilme ve kara ikmal hattını kesmesi olasıdır. Ayrıca Mareşal Sanders’in savunma planı, elindeki kuvvetlerin önemli bir bölümünü geride, yedekte tutarak çıkarma kuvvetlerine ileri harekâtları sırasında taarruz etmeyi öngören, savunma ağırlıklı,
temkinli bir plandır.[92] Osmanlı komutanları ise, çıkarmadan sonra, çıkarma kuvvetlerinin sahillerde elde edecekleri köprübaşlarıyla yoğun olarak takviye alacaklarını,
gerekli tahkimatı yapacakları, dolayısıyla bu tahkimatlardan sökülüp atılmalarının çok güç olacağını düşünmektedirler. Onlara göre etkin bir savunma, hemen sahilde,
daha çıkarma harekâtı sırasında yapılmalı, karşı tarafın
• 19. Fırka: Eceabat bölgesi. Komutanı Yarbay Mustafa Kemal Bey. Bu birliğe ilk komutan olduğunda
görev yeri cepheden uzaktır. 25.2.1915 günü birlik
cepheye gönderilir. Bunun nedeni, 19 Şubat ve 25
Şubat günleri ard arda yapılan iki deniz saldırısıyla
işin çok ciddiye bindiğinin fark edilmesi olmalıdır.
Gelibolu Yarımadası’ndaki Osmanlı savunma kuvvetlerinin, Çanakkale Savaşları süresince, kara ve deniz olmak
üzere iki ana ikmal hattı vardır. Kara ikmal hattı, İstanbul’dan bölgeye en yakın olan Uzunköprü’ye kadar yaklaşık 250 km.lik bir demiryolu hattı ve devamında 165
km.lik bir stabilize yoldur. Osmanlı tarafına yeterli motorlu nakliye aracı olmadığından, personel bu yolu yaya
olarak geçmek durumundadır. Her türlü ikmal malzemesi de öküz ya da at arabalarıyla taşınacaktır. Ayrıca bu
yolun bir bölümü gündüz saatlerinde Saros Körfezi’ndeki
Birleşik Donanma’nın ateşi altına alınabilmektedir. Bu
nedenle yolun bu bölümü ancak günün karanlık saatlerinde geçilebilmektedir. Deniz ikmal hattı ise Marmara
Denizi’nden geçen 150 deniz millik bir hattır. Kara ikmal hattına oranla çok daha kısa sürede geçilebilen bu
ikmal hattı, Birleşik Donanma’nın suüstü gemileri yönünden tehdit altında değildir. Ancak denizaltı faaliyetlerinin tehdidine açıktır. Nitekim 25 Nisan 1915 tarihinden
itibaren Marmara’da en az bir denizaltı faaliyet halinde
bulunmuştur[94] . Mayıs 1915 ortalarından itibaren ise deniz ikmal yolu, artan denizaltı faaliyetleri yüzünden bütünüyle kullanım dışı kalmış, ikmal ve takviye kara ulaşım
hattına bağımlı olmuştur.[95]
5.4
5.4
Çıkarmalar
Çıkarmalar
Kalıcı olarak asker çıkartılan kumsallar, Seddülbahir bölgesindeki beş kumsalla, Kabatepe kuzeyindeki Arıburnu
bölgesidir.
General Sir Ian Hamilton, asıl çıkarmalar dışında iki farklı biçimde yanıltıcı operasyonlar planlamıştı. Göstermelik çıkarmalar yapıldığı gibi, çıkarma yapılacak izlenimi
uyandırmak üzere sadece deniz topçusunun hazırlık ateşi
açacağı hedefler de belirlenmişti.[96]
25 Nisan sabahı Saros Körfezi açıklarına gelen Birleşik
Donanma’ya bağlı Canopus ön-dretnotu, Dartmouth ve
Doris Kruvazörleri ile iki destroyer, Bolayır sırtlarını top
ateşine tutmuşlardır. Gün boyu süren bu ateşin ardından
Seddülbahir çıkartmaları
havanın kararmasına çok az bir süre kalan içleri asker
dolu sekiz büyük filika sahile doğru hareket ettiler. Sahile ulaşmadan hava kararmıştı ve karanlıktan yararlanarak gemilere döndüler. Donanma ateşi ve geceye doğru
yapılan bu manevra, Osmanlı tarafına bu bölgede gece
boyunca çıkarma yapılacağı izlenimi vermiş, bu bölgedeki kuvvetlerini kaydırmaları en azından 24 saat engellenmişti. Esasen planlanan harekât bu kadardı. Fakat gece yarısından sonra gönüllü bir İngiliz Yüzbaşı, sahile iki
km. kadar yaklaşan bir filikadan sahile kadar yüzmüş, üç
ayrı noktada aydınlatma fişeği ateşleyerek geri dönmüştür.
5.4.1
Seddülbahir Cephesi
Savaştan sonra yarımadaya konuşlandırılmış İttifaklara ait ağır
top, 1917. (Önceleri Alman zırhlı kruvazörü Roon 'un topuydu)
Osmanlı 5. Ordusu'nun konumu (Nisan 1915)
Britanya gözleme noktasının bulunduğu Mavro Adası (Yenişehir
Burunu'nun 6 mil güneybatısı)'nı bombalayan Osmanlı topçusu.
Seddülbahir Cephesi'ndeki Britanya ve Fransa birliklerinin ilk hedefi Kirte Köyü ve hemen kuzeyindeki Alçıtepe
yarılma noktasına gelmiştir. Cephe komutanı Albay Halil
olmuştur.
Sami Bey, hatların geri çekilmesi emri vermişken, iki bölüklük bir kuvvet, donanma topçusunun ateşinde bir geBirinci Kirte Muharebesi Bu hedeflerin ele geçiril- dik bularak hatları takviye etmiştir. Bunun üzerine geri
mesi için ilk müttefik taarruzu olan Birinci Kirte Muhare- çekilme emri derhal geri alınmıştır. Öğleden sonra Yarbesi, 28 Nisan 1915 sabahı başlamıştır. Taarruzun sol ka- bay Sabri Bey, iki taburluk bir kuvvetle karşı taarruza genadında iki Britanya tümeni, sağ kanadında ise bir Fran- çerek müttefiklerin taarruz gücünü kırmıştır. Gün sonunsız tugayı taarruza katılmıştır.[97] Osmanlı savunması Bri- da müttefikler, taarruz başlangıç hatlarına geri çekilmiştanya taarruzları karşısında tutunurken Fransız kesiminde lerdir. Toplam zayiat Osmanlı tarafında 2.380, Britanya
SAVAŞIN AŞAMALARI
ve Fransa tarafında ise 3.000 kadardır.[98][99][100]
ise 6.000 kişidir.[105][106]
İkinci Kirte Muharebesi Müttefik kuvvetlerin ikinci taarruzu, 6 Mayıs 1915 sabahı başlayan İkinci Kirte Muharebesi'dir. 8 Mayıs’a kadar süren çatışmalarda
Müttefik kuvvetlerin “bağlantı noktası", en soldan taarruz edecek olan bir Britanya tugayıdır. Bu tugay, ilk günkü taarruzunda yoğun bir ateşle karşılaşmış ve ilerleyememiştir. Taarruz hattı, en sol kenardan başlayan bu engelle, en sağa kadar durmak zorunda kalmıştır. Sol uç,
ilerleyemeyince diğer birlikler de planlanan ileri harekâta girişememişlerdir. Osmanlı ateşinin en yoğun olduğu
rapor edilen tepe, donanma ve sahildeki top bataryaları
tarafından hallaç pamuğu gibi atıldığı halde, Osmanlı tarafının ateş gücünde bir değişiklik olmamıştır. Balonlarla
yapılan hava keşfi de Osmanlı mevzilerinin yerini saptayamamıştır. İkinci gün merkez kesimden, üçüncü gün
tekrar sol kanattan yapılan taarruzlar da aynı ateşle kaşılaşarak durmuştur. Üç günlük muharebelerin sonunda
müttefik kuvvetler, en fazla 500 metre ilerleme sağlayabilmişlerdi. Müttefik kaybı yaklaşık 7000,[101] Osmanlı
kaybı ise 2.000'dir.[102]
Zığındere Muharebesi Bir sonraki Zığındere Harekâtı, bu kez cephenin sol kanadından taarruzu öngörmektedir. Zığındere ile sahil arasındaki Zığın sırtı boyunca
üç tugayla ve Zığındere’nin karşı yamaçlarından iki tugayla taarruz etmektir. Zığın sırtı Albay Refet Bey’in komutasındaki Osmanlı 11. Tümeni’in savunma bölgesidir.
Zığındere ile Kanlıdere arasındaki bölge ise Albay Halil
Bey’in Osmanlı 7. Tümen’i tarafından savunulmaktadır.
Her iki tümen de tek tugaylıdır. Deniz ve kara topçusunun
26 Haziran’da başlayan bombardımanı üç gün sürmüştür. 28 Haziran’da iki saatlik hazırlık ateşi ardından başlayan taarruz, sağ kesimde Osmanlı siperlerinin tümünde başarılı olmuştur. Bombardıman sonrasında Osmanlı
ön hat siperlerinde sağ kalanların tümü yaralı subay ve
erattır. 800 metre mesafedeki Kirte Köyü’ne yapılan ileri hareket, topçu ateşiyle durdurulmuş, hemen ardından
Osmanlı karşı taarruzları başlamıştır. siperler 30 Haziran 1915 günü sabahına kadar birçok kez el değiştirmiş,
sonunda İngilizlerde kalmıştır. Zığın sırtının kuzeyinden
1 Temmuz 1915 günü iki kez yenilenen Osmanlı taarruzu, yoğun topçu ateşi altında etkisiz kalmıştır. 5 Temmuz
1915 tarihinde Albay Hasan Basri Bey’in Osmanlı 5. Tümen’inin Zığın sırtına ve Albay Nicolai’nin komutasındaki Osmanlı 3. Tümen’inin Zığındere’nin doğu yamaçlarına giriştikleri taarruz ise sonuç alamamıştı.
Üçüncü Kirte Muharebesi
Müttefik kuvvetlerin
üçüncü taarruzu, 4 Haziran 1915 tarihli Üçüncü Kirte
Muharebesi’dir. Donanma topçusunun üç yönden, kara
topçusunun ise cepheden geliştirdiği hazırlık ateşi ardından başlayan savaşta, Osmanlı cephesinin sol kanadından
taarruz eden Fransız birlikleri yer yer Osmanlı siperlerine girmişlerdir. Yarbay Selahattin Adil komutasındaki
Osmanlı 12. Tümeni’nin karşı taarruzluyla bu siperlerden
çekilmişlerdir. Sağ kanatta ise Britanya birlikleri Osmanlı siperlerine girmiştir. İkinci Topçu Bataryası komutanı
Teğmen Arif Tanyeri’nin, 150 askeriyle ileri çıkıp cepheyi tutmasıyla Osmanlı hatlarının kırılması önlenmiştir.
Osmanlı cephesi, Kirte Köyü’ne bir kilometre mesafede
sabitlenmiştir. İzleyen 5 Haziran günü Osmanlı 9. Tümeni’nin saldırısı başarılı olmamış, akşam saatlerinde Arıburnu Cephesi’nden kaydırılan Yarbay Hasan Askeri komutasındaki Osmanlı 2. Tümeni'nin taarruzu ise birkaç
yüz metre ilerlemiştir. 6 Haziran günü ise küçük çaplı çatışmalarla geçmiştir. Üçüncü Kirte Muharebesi’nde
Britanya kayıpları 4500,[103] Fransız kayıpları 2000,[103]
Osmanlı kayıpları ise 4.965 yaralı, 52 ölüdür.[104]
Her üç taarruzun başarısız olması üzerine cephe komutanları, İngiliz komutan H. Weston ve Fransız komutan
Gouraund, tüm cephe hattında değil de, daha sınırlı bir
hattan taarruzu gerekli görmüşlerdir. Böylece gerek piyade, gerekse de topçu unsurları daha dar bir cephede kuvvet merkezi (siklet merkezi) oluşturulacaktı. Planın ilk operasyonu, cephenin en sağ (doğu) bölgesi olan
Kerevizdere’de uygulamaya konulmuştur. 18 Haziran’da
başlayan topçu ateşi üç gün boyunca sürdürülmüştür. 21
Haziran günü Fransız birliklerinin taarruzuyla başlayan
Birinci Kerevizdere Muharebesi’nde Fransız birlikleri,
hedefleri olan tepeyi ele geçirmeyi başarmıştır. Muharebelerde Fransız kayıpları 3200,[105] Osmanlı kayıpları
Her iki kanattan yapılan taarruzların ardından bu kez cephenin merkez bölümünde taarruza geçilmiştir. Üç saat süren ve 60.000 bin top mermisinin kullanıldığı hazırlık
ateşi ardından 12 Temmuz 1915 sabahı başlayan İkinci
Kerevizdere Muharebesi iki gün sürmüştür. Hazırlık ateşi ardından başlayan Britanya taarruzu, hiçbir savunmacının sağ kalmadığı ilk hat siperlerini almış, ikinci hat siperlerinde ise ağır kayba uğrayarak geri çekilmiştir. Öğleden sonra yedekteki İngiliz tugayının giriştiği saldırı,
üçüncü hat siperlerine girmişse de Osmanlı karşı taarruzlarıyla yeniden eski konumuna çekilmiştir. İkinci girişilen Britanya taarruzu, Osmanlı topçusunun ateşiyle geri çekilmiştir. Savaş sonunda cephenin en sol yanındaki birkaç siper parçası işgal edilebilmiş, sağ kesimde ise
Fransız birlikleri Osmanlı siperlerinde tutunmayı başarmışlardır. İki günlük muharebelerin sonucunda müttefik
kayıpları 5.800, Osmanlı kayıpları ise 9.700’dür.[107]
Bu muharebeler sonunda Seddülbahir Cephesi’nde Osmanlı kuvvetlerini atarak ilerlemenin olanaksız olduğu
ortaya çıkmıştı. Müttefik kuvvetler komutanı General
Hamilton, takviye kuvvetlerle Suvla Koyu’nda bir çıkarma yapmayı planlamıştır. Bu çıkarma harekâtının, Anzak Kolordusu komutanı General W. Birdwood’un önerdiği Sarı Bayır Harekâtı ile aynı tarihte uygulanmasına
karar verilmiştir. Ayrıca Osmanlı savunmasının dikkatini
yarımadanın güney ucuna çekmek için Seddülbahir Cephesi’nde yanıltıcı bir taarruz planlanmıştı. Kirte Bağları
Muharebesi olarak bilinen bu taarruz, 6 Ağustos sabahı
Britanya birliklerinin taarruzuyla başlamıştır. İngilizler,
ilk hat siperlerine girmiş, ancak karşı taarruzla geri atıl-
5.4
Çıkarmalar
mışlardır. Taarruzun ikinci günü girişilen Britanya taarruzları, Kirte Köyü’nün güney batısındaki bir bağ alanının
bir bölümünde tutunabilmiştir.
Sınırlı hedeflere yönelik, üstelik de bir yanıltma operasyonu olan Britanya taarruzunun bu denli kayba rağmen
başarısız olması üzerine General Sır Ian Hamilton, Seddülbahir Cephesi'nde hiçbir askeri harekâta girişilmemesi emrini vermiştir.
5.4.2
Arıburnu Cephesi
Esat Paşa Arıburnu Cephesinde topçularla
Anzak çıkarması
Australya 1. Tugay 4. Taburunun karaya çıkışı (Saat 8.00, 25
Nisan 1915)
Anzak Koyu (19 Haziran 1915, The War Illustrated)
aşamada Conkbayırı- Kocaçimentepe çizgisi denetim altına alınıp, oradan Maltepe bölgesi ele geçirilecek, böylece, kuzeydeki Türk kuvvetlerinin Güneyde, Seddülbahir
bölgesindeki Türk birliklerine yardımı engellenmiş olacaktı.
25 Nisan sabahı savaş gemilerinin, Türk mevzilerini sürekli vuran koruyucu ateş altında, Anzak Kolordusu’nun
1. Tugayından 1500 kişilik ilk hücum dalgası, çıkarma botlarının bir şekilde kuzeye kayması sonucu, saat
05.00’te, Kabatepe bölgesi yerine Arıburnu kesimine çıkmak zorunda kalır. Bu noktada kıyı gözetlemesi yapan
bir Türk takımının direnişine karşın, karaya çıkan Anzak birlikleri belirli bir noktaya kadar ilerler. Diğer taraftan, Bigalı’da bulunan ordu yedeği 19. Tümen, 24-25
Nisan gecesi Conkbayırı yönünde tatbikat yapmakta idi.
Gün ağarırken, Arıburnu yönünden top seslerinin gelmesi üzerine, 19. Tümen Komutanı Yarbay Mustafa Kemal,
bir çıkarma yapıldığını anlayıp durumu Ordu Komutanına bildirir, ancak bir yanıt alamaz. Durum çok kritiktir.
Mustafa Kemal[108] , kıyıda çok zayıf gözetleme ve koruma birlikleri olduğunu düşünerek ve geniş bir sahile
yayılmış olan 27. Alayın da, ağır kayıplar verdiği haberini alınca, düşmanın Conkbayırı-Kocaçimentepe çizgisi ve uzantısını ele geçirmesi durumunda, onarılamayacak durumlarla karşılaşacağını kavrar. Ordudan emir gelmemiş olmasına karşın girişimi ele alıp tüm sorumluluğu
yüklenerek, 57.Alayı bir batarya ile Kocaçimentepe yönünde harekete geçirir. Kendisi de durumu izlemek üzere
Conkbayırı’na çıktığında,, Arıburnu kesiminden bazı askerlerin çekilmekte olduklarını ve düşman birliklerinin
de bunları izlediklerini görür.
O anı Mustafa Kemal, Ruşen Eşref Ünaydın ile yaptığı
görüşme sırasında şöyle anlatmaktadır.
“...Bu esnada Conkbayırının güneyindeki 261 rakımlı tepeden sahilin gözetleme ve korunmasıyla görevli olarak
orada bulunan bir müfreze askerin Conkbayırına doğru
koşmakta, kaçmakta olduğunu gördüm... Bu askerlerin
önüne kendim çıkarak:
Daha önce yabancı kaynaklardan ve Anzakların anılarından yapılan aktarmalarla nasıl başlandığı ve ilk günleri
açıklanan Arıburnu’ndaki Anzak Kolordusunun Nisan’da
yaptığı çıkarmanın temel amacı önce, Kabatepe ile KüçükArıburnu arasındaki kumsallık bölgeye çıkmaktı. İlk -Niçin kaçıyorsunuz ? dedim.
SAVAŞIN AŞAMALARI
-Efendim düşman dediler!
-Nerede?
-İşte! diye 261 rakımlı tepeyi gösterdiler.
Gerçekten de düşmanın bir avcı kuvveti 261 rakımlı tepeye yaklaşmış ve tam bir serbestlik içinde ileriye doğru
yürüyordu. Şimdi vaziyeti düşünün. Ben kuvvetleri (geride) bırakmışım, askerler on dakika istirahat etsin diye...Düşman da bu tepeye gelmiş...Demek ki düşman bana benim askerlerimden daha yakın! Ve düşman benim
yere gelse kuvvetlerim çok kötü bir duruma düşecekti. O
zaman artık bilemiyorum, bilinçli bir düşünme ile midir,
yoksa önsezi ile midir, bilmiyorum. Kaçan askerlere:
3–4 km.lik bir mesafe ilerleyip, boşaltmaya kadar da o
noktada kalmışlardır.
5.4.3 Anafartalar Cephesi
- Düşmandan kaçılmaz, dedim.
- Cephanemiz kalmadı, dediler.
- Cephaneniz yoksa süngünüz var,dedim.
Ve bağırarak bunlara süngü taktırdım. Yere yatırdım. Aynı zamanda Conkbayırına doğru ilerlemekte olan piyade
alayı ile dağ bataryasının yetişebilen askerlerinin ‘ marş
marşla’ benim bulunduğum yere gelmeleri için, yanımda- Mareşal Herbert Kitchener ve General William Birdwood, Yükki emir subayını geriye yolladım. Bu askerler süngü takıp seksırt'ta bir siperde (Kasım 1915)
yere yatınca, düşman askerleri de yere yattı. Kazandığımız an, bu andır...”
Gerçekten de, çekilen Türk askerleri mevzi alınca, karşı taraf ta mevzi alıp duraklar. Böylece, 57. Alay Öncü
Bölüğü'nün Conkbayırı’na yerleşmesi için gereken süre
kazanılmış olur. İşte bu an, Gelibolu Savaşı’nın kaderini
belirleyen önemli anlardan birisidir. Bu husus, Çanakkale
Savaşları tarihiyle uğraşan Türk ve yabancı bütün uzmanlar tarafından doğrulanıp vurgulanmaktadır.
Daha sonra, Kolordu Komutanı Esat Paşa'nın izniyle,
27. Alay’dan geri kalan birlikleri de emrine alan Tümen
Komutanı Mustafa Kemal, karşı saldırıya geçmek üzere
57.Alay'a şu emri verir :
“ Ben size taarruz emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum. Gelibolu'da bir sığınağın önünde Türk askerleri
Biz ölünceye kadar geçecek zaman zarfında, yerimize
başka kuvvetler ve komutanlar kaim olabilir.”
25 Nisan 1915 günü, vakit ikindiye yaklaşırken, ilk çıkarma kademesi olan tümenin sahile çıkışı da tamamlanmıştır. Ne var ki, 27. Alayın birlikleri ve 57. Alayın
yaptığı karşı saldırı ile süngü hücumları sonucu Anzaklar çok sayıda kayıp vermiş ve sahile çekilmişler, kritik
ve endişeli anlar yaşamaktadırlar. Gene de gün batarken,
Anzak Kolordusu’nun sahile çıkan Tümeni, Arıburnu’nun
sarp yamaç ve tepelerinde yerleşme olanağı bulur. Bu tarihten başlayarak harekat, 1915’in Ağustos ayına kadar
dört ay boyunca, Conkbayırı- Kocaçimentepe-kabatepe
bölgelerinde, tarafların karşılıklı saldırı ve özellikle gece yapılan süngü hücumlarıyla, yakın boğuşmalar şeklinde ve çok kanlı çarpışmalarla geçecektir. Bu çarpışmalar
sırasında Türkler de, Anzaklar da ağır kayıplar vermişlerdir. Ağustos ile birlikte ise savaş şiddetli çarpışmalara
dönüşür. Tıpkı Seddülbahir’de olduğu gibi, Anzak ordusu da taarruz hedeflerine varamamış, çıktıkları yerlerde
Birinci Anafartalar Muharebesi Her iki cephedeki
kanlı çatışmalar ardından 1915 yılının Temmuz ayı sonlarında cepheler kilitlenmiş, çatışmalar mevzi harbine dönüşmüştü. Gelibolu Yarımadasında bir sonuç elde edebilmek için İngiliz General Sir Ian Hamilton, daha kuzeyde
üçüncü bir cephe açmak gereği duymuştur. Burada amaç,
sert direnme gösteren her iki cephedeki Osmanlı kuvvetlerinin geri hattını kuşatmaktır. Hamilton, üçüncü cepheyi Küçük ve Büyük Kemikli burunları arasındaki Suvla
kumsalına, takviye olarak gelen Britanya 9. Kolordusu’nu
çıkartarak açmıştır. 6 Ağustos 1915 tarihinde Suvla Koyu'na yapılan çıkarmayla Gelibolu Savaşı bu bölgeye kaymış, Arıburnu'ndaki Anzak Kolordusu ile Suvla çıkarma
kuvvetleri, dolayısıyla bu iki cephe birleşmiştir. Gelibolu Yarımadası'nın Müttefik kuvvetlerce tahliyesine kadar
asıl çatışmalar bu bölgede olmuş, yarımadanın güneyindeki Seddülbahir Cephesi, kayda değer bir çatışmaya sahne olmamıştır.
5.4
Çıkarmalar
Ertuğrul Koyu'ndaki Osmanlı siperleri
deki Britanya kollarını atarak ilerlemiş, öğleden hemen
sonra Britanya 9. Kolordusu komutanı General Stopford,
ihtiyatta tuttuğu tümeni ateş hattına sürerek sahilde tutunmayı ancak başarabilmiştir.
Kanlısırt Muharebesi'nde 6 Ağustos günü öğleden sonra ele geçirilen bir Türk siperinde Avustralyalılar (6-10 Ağustos 1915)
Birinci Anafartalar Savaşı’nın hemen ertesi günü, 10
Ağustos 1915 sabahı Albay Mustafa Kemal, Kocaçimen
Tepesi – Conk Bayırı hattına giderek burada yeni bir taarruz yapmıştır. Albay Ali Rıza Bey komutasındaki 8. Tümen ve Yarbay Cemil Bey komutasındaki 9. Tümen’in
taarruzlarıyla müttefik cephesi 500-1.000 metre geri atılmıştır.
Bu bölgedeki Osmanlı taarruzunun başladığı saatlerde
daha kuzeyde, Britanya 53. Tümen’i Yusufçuk Tepe ve
daha kuzeydeki Küçük Anafartalar Sırtı yönünde taarruza geçmişti. Yoğun topçu ateşleri ardından dört kez yenilenen taarruzlar gün boyu sürmüş olup iki Osmanlı taburunun savunması, mevzileri korumayı başarmıştır.
Tekketepe Muharebesi
Son muharebeler sonunda
Arıburnu Cephesi'nde Anzak kuvvetleri eski hatlarına
çekilmiş, Anafartalar Cephesi'nde ise Suvla Ovası'nın sahil bandından kalmışlardı. Özellikle bu bölgede, hakim
sırtlardaki Osmanlı mevzilerinin ateşi altında kalmakta
idiler. Müttefik kuvvetler üst komutanı General Sır Ian
Hamilton, bu sırtların en azından kuzey kesimini oluşÇanakkale'de kullanılan bağlantı siperlerinden biri
turan Tekketepe yükseltilerinin bir an önce ele geçirilmesinin gerekliliğini bilmektedir. Bu amaçla sahile yeni
çıkartılmış olan 54. Tümen ile bu sırtlara taarruz kararı
5-6 Ağustos gecesi başlayan çıkartma gün boyu sürmüş- vermiştir. Bu tümenin bir taburunca 12 Ağustos 1915 tatür. Suvla/Anafartalar Ovası’na hakim ilk kademe sırtlar- rihinde girişilen ve Tekketepe Muharebesi olarak bilinen
daki üç Osmanlı taburu, çıkarma birliklerinin ileri hare- taarruz, Osmanlı savunması önünde ağır kayba uğrayarak
sonuçsuz kalmıştır.
kâtını durdurmayı başarmıştır.
İngiliz 9. Kolordusu’nun genel bir taarruz için düzen alması, 8 Ağustos tarihini bulmuştur. 9. Kolordunun kaybettiği bu zaman içerisinde Osmanlı 7. ve 12. Tümenleri
cepheye yetişerek stratejik noktaları tutmuş, 9 Ağustos
1915 günü şafakta iki Britanya tümeni taarruz için ilerlemeye başladığı sırada Kurmay Albay Mustafa Kemal
Bey’in de taarruzu başlamıştı. Osmanlı taarruzu, önlerin-
Bu taarruzun başarısızlığı üzerine General Hamilton, taarruzu daha kuzeye kaydırarak 12. Tümen'i sağ yandan
çevirmeyi amaçlayan bir taarruz planlamıştır. Bu taarruz
Kireçtepe ve Kireçtepe sırtlarının işgal edilmesini amaçlamaktadır. Böylece 12. Tümen kanat kırarak Tekketepe'den çekilmek zorunda kalacak, bu yükselti bu suretle
Britanya kuvvetlerinin eline düşecektir.
SAVAŞIN AŞAMALARI
Kireçtepe sırtları, Suvla Koyu'na çıkarma yapıldığı 6
Ağustos 1915 tarihinden itibaren Bursa Jandarma Taburu ve Yüzbaşı Kadri Bey komutasındaki Gelibolu Jandarma Taburu tarafından tutulmaktadır. Üç tugaydan oluşan
Britanya birlikleri 15 Ağustos 1915 günü taarruza geçmiştir. Ağır kayıplara Yüzbaşı Kadri Bey'in ağır şekilde
yaralanması da eklenince tabur geri çekilmiş, Kanlıtepe Havantepe hattında yeniden mevzi almıştır. Akşam saatleri bölgeye ulaşan bir taburluk takviye ile karşı Osmanlı
kuvvetleri karşı taarruza geçmiştir. Çatışmalar gece boyu sürmüş, 16 Ağustos sabahı bölgeye gelen Mustafa Kemal, taarruzu kendisi yönetmiştir. Kısa süre sonra Britanya birlikleri eski hatlarına geri çekilmişlerdir.
Aynı gün, başarısız bulunan Britanya 9. Kolordusu komutanı General Stopford ve iki tabur komutanı, General
Tekke Koyu (W Beach) Seddülbahir
Hamilton tarafından görevden alınmıştır.
Hemen ardından Seddülbahir Cephesi’ndeki Britanya 29.
Tümeni Anafartalar Cephesi’ne aktarıldı. Mısır’da bulunan 5.000 kişilik bir tümen de aynı cepheye getirildi.
Bu şekilde içerden ve dışardan takviye edilen Anafartalar Cephesi’ndeki kuvvetlerle genel bir taarruz planlandı.
Müttefik taarruzu, Anafartalar Grup Komutanı Kurmay
Albay Mustafa Kemal’in sorumluluk bölgesinde, 12. ve
7. Tümenlerin mevzilerine yönelmiştir.
İkinci Anafartalar Muharebesi
Bu kuvvetler 21
Ağustos 1915 sabahı İsmailoğlu ve Yusufçuk Tepelerine
genel bir taarruza geçtiler. Aynı anda Anzak Kolordusu
ve İngiliz 29. Tümeni'ne bağlı birlikler de Bomba Tepe’ye
(Hill 60) taarruz etmiştir. İsmailoğlu ve Yusufçuk Tepeleri’ne yönelik taarruz aynı gün, kesin bir başarısızlıkla son
bulmuştur. Bomba Tepe’deki çatışmalar ise 29 Ağustos
tarihine kadar sürmüş, İngiliz ve Anzak birliklerinin bazı
Osmanlı siperlerini ele geçirmiş olmasına rağmen tepenin zirvesi Osmanlı savunmasının elinde kalmıştır.
Kayacık Ağılı Muharebeleri olarak da bilinen Bomba Tepe taarruzu, Çanakkale Savaşının son büyük muharebesidir. Yarımada'da bu tarihten sonra ciddi bir çarpışma
yaşanmamış, muharebeler siper savaşı şeklinde devam etmiştir.
etmekti. Üstelik Bulgaristan’ın Osmanlı Devleti ile Müttefik olması, Alman İmparatorluğu ile Osmanlı Devleti arasında kara bağlantısını, dolayısıyla savaş malzemesi
nakliyatını büyük ölçüde kolaylaştıracaktır. Nitekim 29
Ekim 1915’de İstanbul’la Almanya arasındaki demiryolu
hattı İttifak Devletleri’nin kontrolüne geçmiştir. Bu demiryolu bağlantısının ilk en acı belirtisi de Avusturya’dan
gönderilen ve cephede 15 Kasım 1915 tarihinde ateşe
başlayan 240 mm.lik top bataryasıdır.
Bu tarihten üç gün sonra General Ian Hamilton görevden alınarak yerine General Charles Monro atanmıştır.
Monro cephede yaptığı incelemelerin ardından 3 Kasım
1915’de Birleşik Krallık Yüksek Savunma Konseyi’ne
cephe hakkındaki görüşünü, “Gelibolu tahliye edilmelidir” şeklinde bildirmiştir. Bu kolay alınacak bir karar
değildir. 6 Kasım 1915 günü Birleşik Krallık Savaş Bakanı Lord Kitchener Gelibolu’ya gelmiştir. 15 Kasım’da
Lord Kitchener’in kararı Seddülbahir Cephesi dışındaki
diğer iki cephedeki askerlerin tahliye edilmesi yönündedir. Ertesi gün 16 Kasım’da Müttefiklerin Selanik Cephesi de General Monro’ya bağlanmıştır. General Birdwood,
General Monro’ya bağlı olmak üzere Gelibolu Müttefik
Kuvvetleri Komutanlığı’na atandı.
Kesin karar 7 Aralık 1915 tarihinde verilmiştir. Arıburnu
ve Anafartalar Cepheleri’ndeki Müttefik kuvvetler, Sela5.5 Tahliye
nik Cephesi’ne kaydırılacak, Seddülbahir Cephesi’ndeki
Savaş, İkinci Anafartalar Muharebesinden sonraki aylar- kuvvetler ise yerlerinde kalacaktı.
da siper savaşları şeklinde sürmüştür. İki tarafın da taar- Tahliye işlemleri 10 Aralık 1915 tarihinde başladı. Gizruz gücü kalmamıştı. Müttefikler açısından bu dönem bir lilik sağlanması amacıyla tahliye sadece geceleri yapılkararsızlık dönemidir. Onca kayıptan sonra Gelibolu’yu mıştır. Bir grup asker gündüzleri sahile çıkarılıyor, ceptahliye etmek kolay verilecek bir karar değildir. Taarruz heye doğru yürüyüşe geçiyorlardı, bu askerler geceleyin
için de General Ian Hamilton’un değerlendirmelerine gö- tahliye ediliyor ertesi gün yine sahile çıkarılıyordu. Sare en az ellibin askerlik bir takviye gerekmektedir. Ancak hile indirilen boş cephane sandıkları katırlarla siperlere
14 Ekim 1915 günü Bulgaristan, İttifak Devletleri safında taşınıyordu. Son birlikler, postallarının üstüne çorap gisavaşa girerek Sırbistan’a saldırmıştır. Bu gelişme mütte- yerek siperlerinden ayrılıp sahile yürüdüler. Götürülemefiklerin Çanakkale seferinin varoluş nedenlerinden biri- yen malzemeler sahilde ateşe verildi. Osmanlı siperleri
nin ortadan kalkması anlamına gelmektedir. Çünkü bu altına kadar uzanan tünellerde toplam bir ton kadar disefere kalkışılmasının nedenlerinden biri de Balkan ül- namit yerleştirildi ancak birkaç yer haricinde bu lağımlar
kelerinin İtilaf Devletleri safında savaşa girmesini teşvik ateşlenmedi. 19 Aralık 1915 akşamı son asker de cephe-
den ayrıldı.
Anafartalar ve Arıburnu Cephelerinin tahliyesinin hemen
ardından Lord Kitchener’in, Seddülbahir Cephesi’ndeki
birliklerin yerinde kalması yönündeki kararı, “ne amaçla
kalması” açısından sorgulanmaya başlanacaktır. Sonuçta, 27 Aralık 1915 tarihinde bu bölgenin de boşaltılmasına karar verilir. Kuşkusuz bu hatalı bir gecikmeydi. 20
Aralık’tan itibaren Osmanlı tarafı, hiç olmazsa Seddülbahir Cephesi’ndeki Müttefik askeri varlığını elden kaçırmamak için mevcut kuvvetleri güney hattına kaydırmaya başlamıştır. özellikle 240 mm.lik ve daha sonra gelen
150 mm.lik top bataryaları Seddülbahir Cephesi’nde konuşlanıp ateşe başlamışlardı. Yine de büyük bir ustalıkla sürdürülen tahliye işlemleri 9 Ocak 1916 sabahı, saat
03:20’de tamamlanmıştır. Otuzaltıbin asker, dörtbin nakliye hayvanı –gemilere alınamayan yüzlerce at, kuzeyde
olduğu gibi, öldürülmüştü- 127 top ve ikibin ton ikmal
malzemesinden taşınabilenler, gemilere yüklenmişti. Taşınamayan malzeme ise yine kuzeyde olduğu gibi sahilde
büyük yığınlar halinde ateşe verilmişti.
Mondros Mütarekesi’nin imzalandığı 30 Ekim 1918 tarihinin ertesinde, 6 Kasım 1918’de İngilizler Gelibolu’yu
işgal ederek Merkez Tahkimatı’na el koymuşlardır.
Mareşal Liman Von Sanders, 25 Nisan akşamından itibaren diğer bölgelerdeki Osmanlı birliklerini Arıburnu
ve Seddülbahir Cephelerine kaydırmaya başlamıştı. 28
Nisan 1915 tarihinde Seddülbahir Cephesi’nde de tüm
Müttefik askeri karaya çıkartılmıştı ve ileri hareketleri
Osmanlı birlikleri tarafından durdurulmuştu. General Sır
Ian Hamilton’un elindeki tüm kuvvet budur ve ihtiyatı
da yoktur. Osmanlılar ise diğer bölgelerden kaydırdıkları
kuvvetlerce takviye edilmektedirler. Her geçen gün, Hamilton’un harekâtı başarıyla sonuçlandırma olanağını sınırlamaktadır. Gerek İngiliz gerek Fransız üst rütbeli subayları, Batı cephesinden kuvvet aktarılmasına karşı çıkmaktadırlar. Gelibolu harekât alanına, ikinci öncelik verilmektedir. Ancak Lord Kitchener Gelibolu’daki birlikleri takviye etmeye karar vermiştir. Mısır’daki 42. Tümen
28 Nisan da gemilere bindirilmeye başlandı. Fransızlar
da 30 Nisan da General Bailloud komutasındaki 156. Tümen’i, Doğu Sefer Kolordusu’nun 2. Tümen’i olarak Gelibolu’ya gönderme kararı almıştır. Oysa Alman Amiral
von Tirpitz daha gerçekçi değerlendirmelerde bulunmakta, “Çanakkale Boğazı düşecek olursa savaş aleyhimize
sonuçlanmış olacaktır” demektedir.
Müttefiklerin Gelibolu Seferi'ne eklenen yeni takviyelerle üçüncü bir cephe açılmasına karşın kara harekâtı Müttefikler açısından bir sonuç getirmemiş, Osmanlı kuvvetlerinin direnci karşısında cepheler yeniden kilitlenmiştir.
Bulgaristan'ın 14 Ekim 1915 tarihinde İttifak Devletlerine katılmıştır. Almanya ile Osmanlı arasında Balkanlar
üzerinden bir demiryolu hattı 29 Ekim tarihinde işlemeye
başlamıştır.
Bu tarihten üç gün sonra General Ian Hamilton görevden alınarak yerine General Charles Monro atanmıştır.
Monro cephede yaptığı incelemelerin ardından 3 Kasım
1915’de Birleşik Krallık Yüksek Savunma Konseyi’ne
cephe hakkındaki görüşünü, “Gelibolu tahliye edilmelidir” şeklinde bildirmiştir. Bu kolay alınacak bir karar
değildir. 6 Kasım 1915 günü Birleşik Krallık Savaş Bakanı Lord Kitchener Gelibolu’ya gelmiştir. 15 Kasım’da
Lord Kitchener’in kararı Seddülbahir Cephesi dışındaki
diğer iki cephedeki askerlerin tahliye edilmesi yönündedir. Ertesi gün 16 Kasım’da Müttefiklerin Selanik Cephesi de General Monro’ya bağlanmıştır. General Birdwood,
General Monro’ya bağlı olmak üzere Gelibolu Müttefik
Kuvvetleri Komutanlığı’na atandı.
Kesin karar 7 Aralık 1915 tarihinde verilmiştir. Arıburnu
ve Anafartalar Cepheleri’ndeki Müttefik kuvvetler tahliye edilerek Selanik Cephesi’ne kaydırılmış, Seddülbahir
Cephesi’ndeki kuvvetler ise yerlerinde kalmışlardır. Bu
cephedeki kuvvetlerin tahliyesine 27 Aralık 1915 tarihinde karar verilmiştir. Tahliye işlemleri 9 Ocak 1916
sabahı tamamlanmıştır. Böylece Gelibolu Muharebeleri
Osmanlı kuvvetlerinin zaferiyle sonuçlanmıştır.
6 Savaşın Sonuçları
Savaş sonrası Alman İmparatoru II. Wilhelm'in Çanakkale Ziyareti (soldan sağa: Usedom Paşa, II. Wilhelm, Enver Paşa, Merten
Paşa)
Çanakkale Cephesi'nin deniz harekatı, kuşkusuz sıradan
bir askeri harekat ya da muharebe olayı değildir. Boğazlar, konumu ve tarihi önemi itibariyle, İstanbul Karadeniz
kapısı, Çanakkale de Ege denizi kapısı olarak, geçmişte taşıdıkları ve çağımızda taşımakta oldukları stratejik
önem ve değer açısından daima birlikte mütalaa edilmiş
ve edilmektedir. Her iki boğaz, klasik ve dar çerçevede
sadece Akdeniz’i Karadeniz’e, Avrupa'yı Asya'ya bağlayan su geçitleri ya da köprüler değil, Akdeniz’in öteki
önemli su geçitlerinden Cebelitarık ve Süveyş kanalı ile
de bütünleşerek, dünyanın büyük denizlerinden Atlas okyanusu ve Hint okyanusu gibi büyük kıta kara parçalarını
birbirine bağlayan, daha geniş anlamdaki jeopolitik konumuyla, dünya siyaset ve iktisadiyatı üzerine olan etkilerini bugün de korumaktadır. Bu nedenlerledir ki, Türk
Boğazları, uluslararası ilişkilere yön vermede daima odak
noktası olmuşlardır.
SAVAŞIN SONRASI VE ETKİLERİ
Tarihin eski dönemlerinden beri ön planda, Avrupa ülkeleri ve Asya ülkeleri arasında başlamış olan ekonomik,
ticari ve siyasi ilişkilerle, askeri hareketler, sürekli olarak
Boğazlar bölgesinde cereyan etmiştir. Başka bir deyişle
boğazlar, dünyanın diğer parçalarında pek görülmemiş
ardı arkası kesilmeyen mücadelelere sahne olmuştur. Boğazların tarihin akışı içindeki stratejik durumu ve jeopolitik konumuyla ilgili yukarıdaki kısa açıklamaların ışığı
altında, Çanakkale Muharebelerinin sonuçları üzerindeki
değerlendirmeler, kuşkusuz daha bir önem ve anlam taşıyacaktır. Böylesine bir değerlendirmenin daha gerçekçi
ve sağlıklı olabilmesi ise, büyük devletlerin Türk Boğazları üzerindeki ulusal emellerine kısaca da olsa, bir göz
atılmasını gerektirir Yine Birinci Dünya Harbi öncesinin
başlıca büyük devletlerinden Almanya’nın, “Drang Nach
Osten” (doğuya doğru) politikası, Rusya’nın ılık denizlere ulaşma emelleri; Birleşik Krallık'ın, “denizlere egemen
olan dünyaya hakim olur” teorisine dayanarak, özellikle XIX. yüzyıldan bu yana güttüğü Rusya’nın Akdeniz’e
çıkmasını engelleme siyaseti, hep Türk boğazlarında düğümlenmektedir.
Boğazların bu tartışma götürmez önemi konusunda
Napolyon "İstanbul bir anahtardır. İstanbul'a egemen olan
dünyaya hükmedecektir. Eğer Rusya, Çanakkale Boğazı’nı ele geçirecek olursa, Tulon, Napoli ve Korfu kapılarına dayanmış olacaktır” demekle, Fransa’nın Boğazlar
üzerindeki duyarlılığını açık seçik ortaya koymuş olmaktadır. Rusya’nın görüşüyse, Genelkurmay Başkanı Pyotr
Kropotkin'in bir raporunda; XX. yüzyılda Rusya’nın en
önemli işinin, İstanbul Boğazı’nı ele geçirmek olduğuna
işaretle, Osmanlı Devleti’ni, boğazı Rusya’ya bırakmaya
hazırlamalı ve Almanya ile anlaşma yapmalıdır” şeklinde
ifadesini bulmaktadır. Büyük devletlerin Boğazlar üzerindeki kısaca açıklanan bu emelleri, onları kendi aralarında da gizli birtakım mücadelelere yöneltmiştir. Nitekim, Rus Dışişleri Bakanı Sazanof, Çar tarafından da
onaylanan bir raporunda; “Boğazların güçlü bir devletin
eline geçmesi, tüm Güney Rusya’nın ekonomik hayatının, o devletin egemenliği altına girmesidir” demekte ve
bu durumun önlenmesi için, Istanbul’un alınmasını önermektedir. Öte yandan Kasım 1911’de Rusya’nın, Osmanlı Hükümeti’ne Boğazlar üzerindeki istekleriyle ilgili bir
notasından haberdar edilen Ingiltere ve Fransa, Rus isteklerini reddetmişlerdir. Keza Rusya’nın bu ve buna benzer
çeşitli tarihlerdeki yinelenen daha birçok istek ve baskılarının birbirini izlemesi, Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Savaşı’nda Merkez Devletleri safına kaymasında büyük bir etken olmuştu. İşte Boğazlar üzerindeki bu gizli
çıkar çatışmalarıdır ki, Ingiliz ve Fransızlar’ı Istanbul’u
almaya ve Ruslar’dan önce Karadeniz Boğazı’na el atmaya yöneltmiş ve Çanakkale Cephesi’nin açılmasında
başlıca etken olmuştur.Ruslara silah ve malzeme yardımı
sorunuysa, savaşın sadece görünüşteki nedenini oluşturmuştur.
tif rol aldığını da belirtmek doğru olur.Nitekim Ingiliz
Donanma Bakanı Churchill, cephenin açılmasında büyük çaba göstermiş ve etkili olmuştur.Gerçekten o, bu
cephenin açılmasının baş mimari olmuş, Türklerin askeri gücünü ciddiye almamış, olayı basit ve sadece “sınırlı
bir cezalandırma hareketi” olarak görmüştü. En güçlü ve
modern silahlarla donatılmış zırhlılarının Boğaz’da görünüvermesiyle, Türklerin direnmekten vazgeçeceğini sanmıştı. Kuşkusuz bu büyük bir yanılgıydı. İngilizler, Çanakkale’deki Türk savunmasını ve askerini sadece matematiksel ölçülere vurup, onun yüksek manevi gücünü
görmezlikten gelerek, büyük bir hesap hatasına düştüler
ve sonunda, önce denizde, sonra da karada hiç de beklemedikleri amansız cevabı aldılar.Böylece onlar, zaferi
Boğaz’da, Türk top ve mayınlarına, karada Türk süngüsüne bırakarak çekilip gittiler. Anlaşma Devletleri’nin Çanakkale serüveni bu suretle noktalandıktan sonra, yukarıdaki açıklamaların ışığı altında, Türkiye ve uluslararası politika ve diplomasi tarihi açısından ortaya koyduğu
önemli sonuçları da şöylece özetlemek mümkün olur.
7 Savaşın Sonrası ve Etkileri
7.1 Toplumsal etkileri
Atatürk'ün Gelibolu Savaşı'nda Türk toprakları üzerinde ölen ve
mezarları Türk topraklarında bulunan Anzak asker analarına
gönderdiği mesajın yer aldığı anıt, Gelibolu
Çanakkale Savaşları, ilgili bütün ulusları derinden etkilemiştir. Her yıl çıkarmanın yıl dönümü olarak 25 Nisan'da Anzak Günü adıyla anma törenleri düzenlenir ve
o gün Avustralya ile Yeni Zelanda'da ulusal tatildir. Ayrıca Avustralyalı ve Yeni Zelandalılar o gün toplanarak
Gelibolu Yarımadası'ndaki Anzakların (ANZAC: Australian and New Zealand Army Company) çıkarma yaptıkları Anzak Koyu'na gelerek atalarının savaştıkları bu
yeri ziyaret ederler.
Böylece büyük devletlerin Türk Boğazları üzerindeki ta- Çanakkale Savaşları, özellikle de Avustralya ve Yeni Zerihi emellerini ortaya koyarken, bu devletlerden Ingil- landa'yı etkilemiştir. Bu savaştan önce bu iki ülkenin vatere’nin bu cephenin açılmasında birinci derecede ak- tandaşları Britanya İmparatorluğu'nun yenilmez üstünlüğünden emindiler ve böyle bir imparatorluğun onları as-
keri seferlere çağrısından büyük onur duymuşlardı.[109]
Aynalı Çarşı'nın da geçtiği Çanakkale Türküsü'dür.
Ancak Gelibolu Savaşı onların bu büyük güvenini derinden sarsmıştır. Anzaklar için Gelibolu Savaşı'nın önemi çok büyüktür, Gelibolu'dan ayrılan Anzaklar savaşın
başka cephelerinde savaşmaya gönderilmişler ve gittik- 9 Kültür alanına yansımaları
leri her yeri Gelibolu'yla karşılaştırmışlardır. Avustralya
Federasyonu 1 Ocak 1901'de kurulmuş, Avustralyalılar
on yıllık bir süreçte seçme ve seçilme ile temsil edilme 9.1 Edebi eserler
haklarını elde etmişlerse de ülkenin gerçek psikolojik ba• Mehmet Akif Ersoy'un yazdığı "Çanakkale Şehitleğımsızlığı Gelibolu olarak görülür.[109]
rine" isimli şiiri
Canberra'da Kemal Ataturk Memorial[110] ve Yeni Ze• Turgut Özakman'ın yazdığı savaşı anlatan Diriliş landa'nın Wellington'un Tarakina Koyu'nda Ataturk
[111]
Çanakkale 1915 kitabı
Memorial
adında anıtlar dikilidir. Yine Türkiye
Cumhuriyeti kurulduktan sonra Britanya ve Fransa do• Mehmed Niyazi Özdemir'in yazdığı savaşı anlatana
nanmalarının geri püskürtüldüğü 18 Mart tarihi, "ÇanakÇanakkale Mahşeri kitabı
kale Şehitlerini Anma Günü" olarak ilan edilmiştir. Dün• Adalet Ağaoğlu'nun “Dar Zamanlar” serisinin ilk royada ise bu savaş, askeri beceriksizlik ve felaket semmanı Ölmeye Yatmak
bolü olarak sayılmıştır. Mustafa Kemal Atatürk'ün 1934
Anzak törenleri sebebiyle gönderdiği mesaj ülkeler arası
• İhsan Ozanoğlu tarafından sözleri yazılan Çanakkale
dostluğu pekiştirmiştir:
Türküsü
8
100. yıl törenleri
• Tokat yöresine ait anonim halk türküsü Hey Onbeşli
• Samih Rifat tarafından sözleri yazılan Gelibolu
Marşı
2015 yılında Çanakkale savaşının 100. yılı dolasıyla bir• Ersin Burak tarafından hazırlanan "Çanakkale Geçok etkinlik ve törenler düzenlendi. 24 Nisan 2015 tariçilmez" çizgi romanı
hinde 17 yabancı devlet başkanı ve 5 başbakanın da katıl[113][114]
dığı törenler düzenlendi.
1 Ağustos 2015 tarihinde 750 sporcunun katıldığı etkinliklte Anzak Koyu'nun
1915 metre açığından yüzerek kıyıya Dünya barışı için 9.2 Medya
yüzdüler.[115]
• Günümüze dek yerli ve yabancı Çanakkale Savaşı
ile ilgili film listesi
• Çanakkale Savaşı hakkında yazılan şiirlerden oluşan
Çanakkale Zaferin Yüzüncü Yılı saygı albümü
•
Çanakkale Savaşı'nın 100.
yılı anma etkinlikleri çerçevesinde Anıtkabir'de
gerçekleştirilen törenden bir enstantane.
• Eric Bolge tarafından yazılan savaş karşıtı şarkısı
“And The Band Played Waltzing Matilda” bu savaşla ilgilidir.[116]
9.3 Dipnotlar
•
•
Çanakkale Deniz Zaferi'nin
100. yılı dolayısıyla hazırlanan resmi logo
Çanakkale Savaşı'nı anlatan
ya da Çanakkale'de hayatını kaybeden Türkler
anısına bestelenen türkülerden biriside sözlerinde
[1] Çoğu İngiliz, Avustralyalı ve Amerikan kaynakları Osmanlı'nın asker sayısını 500,000 olarak gösterir fakat bu
sayı İtilaf Devletleri tarafından kendi başarısızlıklarını
örtbas etmek için verilir. Liman von Sanders ve Türk kayıtlarına göre İtilaf Devletleri asker sayısı açısından Osmanlı İmparatorluğu'na karşı hep üstünlük sağlamıştır.
Çanakkale'de Osmanlı İmparatorluğu'nun seferber edebildiği en yüksek asker sayısı Ekim 1915'te 310.000 er ve
5.500 subaya ulaşmıştır. (Kaynak bkz. yukarıda: Edward
J. Erickson: Ordered to Die: A History of the Ottoman
Army in the First World War; sayfalar 94-95)
[2] Askerlik görevi yapamayacak durumda olanlar. Bir uzvunu kaybeden ya da zihnen sakatlananlar. Ağır bombardımanın (özellikle donanma topçusunun) yarattığı şok dalgalarından dolayı sağır olan ya da kalıcı olarak belleğini
kaybedenler gibi.
[3] Harp Dairesi Başkanlığı kayıtları esas alınmıştır.
[4] Liman von Sanders’e göre Osmanlı zayiatı: 218.000
(66.000'i ölü). Zayiatlardan yaralı olan ortalama 42.000
asker tedaviden sonra muharebeye geri dönmüş.(bkz. yukarıda: Edward J. Erickson: Ordered to Die: A History of
the Ottoman Army in the First World War; sayfalar 9495)
[5] I. Dünya Savaşı üzerine öngörüleri her ne kadar yanlış çıkmış olsa da Türkçe yayınların tersine, Batılı kaynaklar Enver Paşa hakkında oldukça saygı ve takdir dolu ifadeler
kullanırlar. Birleşik Krallık resmî tarihi dahi Enver'den
“büyük bir seciye kudreti ve hudutsuz bir kavrayış kabiliyeti...” sahibi olarak söz etmektedir. Oglander, Sh.: 22
[6] Bazı kaynaklarda (Açasam) Osmanlı İmparatorluğu'nun
bu tarihten itibaren seferberlik ilan ettiği kaydedilmektedir.
[7] Maori savaşçıları inanılmaz derecede acımasız olarak tanıtılmıştır. Savaş tarzları, eğer düşman hatlarını bozarlarsa kaçan düşmanlarından birini amaçlayıp peşinden ayrılmaksızın koşmak, bir yerde yaralayıp yeni bir hedefin
peşinden koşmaktı. Yaralanan düşmanın işi geriden gelenlerce bitirilirdi. Burhan Sayılır, Sh.: 321 dipnot
1 Kitap 1 Film
Dr. Enes BAŞAK
Kitap - Paulo Coelho - Mata Hari
24 Ağustos 1947 Rio de Janeiro, Brezilya doğumlu
olan Coelho’nun 1988 yılında yayınlanan Simyacı
romanı 42 ülkede yayınlandı ve 26 farklı dile
çevrildi. Simyacı’nın getirdiği başarı ile Coelho,
Gabriel Garcia Marquez’den sonra en çok okunan
Latin Amerikalı yazar oldu.
Coelho, Can Yayınları tarafından 2016 yılında
Türkçe olarak yayınlanan Mata Hari isimli kitabında
eski bir dansçı ve casus olan, asıl adı Margaretha
Geertruida Zelle olup Mata Hari olarak bilinen ünlü
kişiliği ele anlatıyor.
Mata Hari, Hollandalı olup 1. Dünya Savaşı
sırasında Almanya hesabına çalışmıştır. Dansçı
kimliği ile birçok subay ile tanışan Hari, bu
kişilerden elde ettiği bilgileri kızına yazdığı
mektuplarla
Alman
istihbarat
birimlerine
ulaştırmıştır.
Tüm suçlamaları reddeden ve
casusluk yapmadığını belirten
Hari’yi diğer dansçılardan ayıran
temel özelliği ise o yıllarda dans
sırasında
cesur
gösteriler
yapmasıydı.
Bu
gösteriler
sayesinde tanıştığı Fransız, İngiliz
ve Rus subay ve devlet
adamlarından elde ettiği bilgileri
Alman Gizli Servisine ileten Hari,
15.000 İspanyol pezosu ve 30.000
marklık
senetlerin
üzerinde
bulunması ile suçları ispatlanmış
olup mahkemeye çıkarılmıştır.
Çıkarıldığı mahkeme tarafından kendisine kurşuna dizilerek idam cezası verilen Hari, cezanın
uygulandığı sırada dahi suçlamaları reddetmiş ve gözlerini kapattırmadan idam edilmek istemiştir.
Onun bu vakur duruşu ise idam cezasını uygulayan askerler üzerinde derin izler bırakmıştır.
Film - Yıldızlararası (Interstellar) (2014)
Bir küf mantarı dünyadaki tüm tahılları yok etme sürecine girmiş ve dünyada sadece birkaç adet
tahıl türü kalmıştır. İnsanoğlunu tarım tarihteki devrimine geri götüren bu süreç zamanla daha fazla
ilerleyecek ve insanlık açlıkla yüz yüze gelecektir. Bu gerçeğin anlaşılmaya çalışıldığı bir dönemde
eski bir astronot olan Cooper’ın kızı Murph, odasındaki yer çekimi anomalisini ''hayalet'' olarak
adlandırarak babasına anlatır.
Odadaki yer çekimi anomalisini kızıyla birlikte inceleyen Cooper ikili sistem şifrelemesini çözerek
bir koordinat elde eder ve bu koordinatları kullanarak gizli bir NASA üssünü keşfeder. İnsanlığın
açlıkla boğuştuğu dönemde NASA, ''yeni bir dünya arayışı'' için çalışmalarını sürdürmektedir. Bu
çalışmalara, o sırada üsse gelen eski astronot Cooper davet edilir ve baş döndürücü bir serüven
başlar. Amaç yıldızlararasında yaşanılabilir yeni bir dünya bulmak. Yıldızlararası mesafelerin
uzunluğu ise ünlü fizikçi Kip S. Thorne’nun ortaya attığı evrendeki ''Solucan Delikleri'' teorisiyle
aşılıyor ve muazzam uzunluktaki mesafeler filmde bu delikler ile aşılıyor.
Ve insanoğlu sahip olduğu dünyayı terk etmeden
önce yapması gereken son şeyi yapmak için yola
çıkıyor; yeni bir dünya keşfetmek…
Mükemmel senaryosunda Christopher Nolan ve
Jonathan Nolan imzası olan ve Christopher
Nolan’ın aynı zamanda yönetmen olduğu filmin
oyuncu kadrosunda Matthew McConaughey,
Anne Hathaway, Jessica Chastain, Matt Damon,
Bill Irwin, John Lithgow ve Michael Caine yer
alıyor. (Solda; Solucan Deliği)
Bilimsel gerçekliklerin pürüzsüz yer almasının yanı sıra, senaryosu, görsel kalitesi ve bıraktığı derin
izlerle Yıldızlararası 2014 yılının tartışmasız en iyi filmi. 2015 En İyi Görsel Efekt Oscar ödülünü
alan Yıldızlararası filmini keyifle izleyeceğinize eminim. İMDB Puanı: 8,6. Oylama Yapan Kişi
Sayısı: 1.025.226
Dr. Enes BAŞAK
Anket Köşesi
Anketler, genel eğilimler hakkında bizlere fikirler verir. Bu bakımdan ileriye dönük tercih yapacak
olanlara mevcut durumun nasıl olduğunu gösterip, kişilere, daha iyiye ulaşmak için çözümler
üretmesinde yardımcı olur. Yıllar önce Facebook’ta kurmuş olduğum Tıp Notları grubumuzun üye
sayısı bugün 32.000’i geçti. Birçok tıp öğrencisinin notlar, konferanslar, etkinlikler hakkında
birbirine yardımcı olduğu ve bilgi paylaşımında bulunduğu grubumuz, tıp öğrencileri için artık bir
uğrak noktası haline geldi. Şimdi sizlere bu grubumuzdaki üyelerimizle yapmış olduğumuz 4 adet
anketi sunuyorum. Bu anketlerin kimisi size gelecek hakkında fikir verecek, kimisi ise size
tebessümler sunacak.
Bu sayımızda yer alan anketlerimiz:
1. Anket
Necmettin Erbakan Üniversitesi meram tıp fakültesi acil bölümünden asistan Dr. İdris Keklik ve
Türkiye'nin ilk acil bölümü profesörü olan, çok kıymetli hocamız Prof. Dr. Başar Cander'in
öncülüğünde yapılacak olan Tıp Eğitim Videoları projesinde sizce hangi eğitim videoları öncelikli
olarak yapılmalıdır? Bu anket ilk yapılacak videoların seçiminde kullanılacaktır, bu bakımdan anket
sonuçları çok önemli arkadaşlar.
Cevap
Toplam
Kardiyolojik Muayene
Karın Muayenesi
Nörolojik Muayene
Anamnez Alma
Göğüs Muayenesi
Erişkin ve Çocuk Acillerine Yaklaşım
Romatolojik Muayene
KBB Muayenesi
Psikiyatrik Muayene
Direk Grafi Okuma
Diyabetik Ayak Muayene
Tercih Edilme Sayısı
721
216
144
116
73
49
41
23
21
20
14
4
Cevabın Totale Yüzdesi
%100
29,95
19,97
16,08
10,12
6,79
5,68
3,19
2,91
2,77
1,94
0,55
2. Anket
Her ay onlarca yabancı yeni film yayınlanıyor. Elbette hepsini izleme imkânımız yok, hele ki zaman
probleminin en yoğun olarak yaşandığı bu asırda. Bu nedenle Tıp Notları grubumuzdaki
üyelerimize film tavsiyesinde bulunmalarını rica ettik ve sizler için bir tablo hazırladık. Ayrıca
tavsiye olarak gelen filmlerin İBDM puanlarını da sizler için ekledik. Buyurun inceleyelim…
Çok Beğendiğiniz Bir Yabancı Film Önerisinde Bulunur Musunuz?
Cevap
Toplam
Inception
Interstellar
V For Vandetta
The Prestige
Forrest Gump
Shutter Island
PK (Peekay)
Fight Club
Whiplash
A Beatiful Mind
Predestination
LOTR: The Fellowship of the Ring
Life is Beatiful
Deadpool
Dağ 2 (Yerli)
Lorenzo’s Oil
The Godfather
Who am I
Life of Pi
Passengers
The Martian
The Green Mile
In Time
Léon
Memento
Exam
Anesthesia
The Book Thief
Fifty Shades of Grey
Arrival
Resident Evil
1408
War Horse
Sleepy Hollow
Edge of Tomorrow
Black Mirror
Dragonfly (2016)
Argo
Snowpiercer
Tercih Edilme
Sayısı
634
111
78
45
40
40
39
29
21
17
15
15
15
15
15
14
14
14
12
11
8
6
5
5
4
4
4
3
3
2
2
2
2
2
2
1
1
1
1
1
Cevabın Totale
Yüzdesi
%100
17,50
12,30
7,09
6,30
6,30
6,15
4,57
3,31
2,68
2,36
2,36
2,36
2,36
2,36
2,20
2,20
2,20
1,89
1,73
1,26
0,94
0,78
0,78
0,63
0,63
0,63
0,47
0,47
0,31
0,31
0,31
0,31
0,31
0,31
0,15
0,15
0,15
0,15
0,15
İMDB Puanı
10 Üzerinden
8,8
8,6
8,2
8,5
8,8
8,1
8,2
8,8
8,5
8,2
7,5
8,8
8,6
8,1
9,9
7,2
9,2
7,6
7,9
7,0
8,0
8,5
6,7
8,6
8,5
6,9
6,1
7,6
4,1
8,0
6,7
6,8
7,2
7,5
7,9
8,9
5,8
7,7
7,0
3. Anket
Tıp fakültelerini başarılı kılan nedir? LYS yerleşme puanı mı, bitirildiğinde elde edilen TUS
dereceleri mi yoksa öğretim üyelerinin yapmış olduğu bilimsel yayınlar mı? Hangi cevap çok daha
önemli bunu bir kenara bırakalım ve ‘‘en başarılı tıp fakültesi hangisidir’’ sorusunun yanıtını tıp
öğrencilerinden alalım…
Sizce En Başarılı Tıp Fakültesi Hangisidir?
Cevap
Toplam
İstanbul Üniversitesi
Hacettepe Üniversitesi
Dokuz Eylül Üniversitesi
Ankara Üniversitesi
Necmettin Erbakan Üniversitesi
Desem kim inanır ki 
GATA
Akdeniz Üniversitesi
Ege Üniversitesi
Gazi Üniversitesi
Erciyes Üniversitesi
Afyon Kocatepe Üniversitesi
Karadeniz Teknik Üniversitesi
İnönü Üniversitesi
Marmara Üniversitesi
Ondokuz Mayıs Üniversitesi
Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi
Uludağ Üniversitesi
Abant İzzet Baysal Üniversitesi
Düzce Üniversitesi
Selçuk Üniversitesi
Biruni Üniversitesi
Başkent Üniversitesi
Tercih Edilme
Sayısı
240
83
50
17
13
12
Cevabın Totale
Yüzdesi
%100
34,58
20,83
7,08
5,41
5,00
10
8
7
7
7
4
4
4
4
2
2
1
1
1
1
1
1
4,16
3,33
2,91
2,91
2,91
1,66
1,66
1,66
1,66
0,83
0,83
0,41
0,41
0,41
0,41
0,41
0,41
Sizden Gelenler
Gökyüzünden
Karanlık parıltıların altında huzuru aramak ile
meşguldüm. Dünyam, doğrusu evrenim,
benim için henüz yoktu. Sürekli yağmur, bir
ıslaklık vardı. Bardaktan boşanırcasına
sırılsıklam, her şeyini kaybetmiş biri gibi aciz,
hiç doğmamış gibi yoktum. Sahi, her şeyim
karanlıktı. Masum bir zaman yoktu, her geçen
saniye günahlarla doluydu. Etraftaki insanlar
garip maskelerle geziyordu. Kimi gülüyor,
kimi ağlıyor, kimisi de sadece bakıyor...
Güzel ne vardı ki? Benim güzelden kastım ne
olsa iyiydi? Eh, karanlık arazide yürümekten
başka bir şey yapmıyordum. İnsanlara
baktığımda duygularını dışarı yansıtmanın
dışında sürekli birlikteydiler. Benim gül
cemalimi görmeye niyet eden bir insana
rastlamak da mesele, eh her yer karanlık
olunca...
Bir şeyler oldu. Zamanın akışı önce yavaşladı,
sonra zaman görünür hale geldi. Eh, boyut
değiştiriyorum galiba. Parlak, bembeyaz bir
melek geldi yanıma. Karanlık ve yağmurlu
arazide oldukça göz alıyordu. Çevredeki
insanlar bunu görmemiş olmalılar, çünkü
hiçbir tepki yoktu onlarda. Karşı cinsimdi.
Parlaklığa gözlerim alışınca kızın tertemiz ve
pürüzsüz yüzünü seçebilir hale geldim.
"Merhaba."
Konuşması elektronik bir sesi andırıyordu.
Kulaklarımdaki pası silen, güzel kızların tiz
seslerine ait bir sesti bu. Tabii, karanlık da
olsa karşı cinsin güzelliğinden anlıyordum.
Bir ses bile çıkaramadım, tanrım bu nasıl bir
varlıktı? Gönlümde yükselen bir ateş tufanına
yol açtı. Hâkimiyetimi kaybediyorum,
gerçekten çok hızlı.
"Gel."
Beni, daha yeni algılayabildiğim gözleri ile
kendisine çekiyordu. Ellerimi tuttu.
"Yalnızlık bitti."
Sonra sarıldı bana. Çıplaktı. Ah, ben de
çıplakmışım, bunu o sıcak teniyle karşılaşınca
anladım. Beni sımsıkı sarıyor, sarmalıyor,
kucaklıyordu. Zaman birden hızlandı, eh en
heyecanlı yerinde olacak şey miydi bu?
Gökyüzüne tırmanmıştık. Beni sürekli
kucaklıyordu. Bulutların üzerinden güneşi
seyre dalıyorduk. Gözümü açamıyordum
ışıktan, ışığından. Sonra zaman inanılmaz
hızlandı, hiç hayra alamet değildi bu.
"Ben yapamıyorum."
Anlamamıştım, neyi yapamıyordu?
"Bana çok ağırsın, uçamıyoruz birlikte."
Karşılaştığımızdan beri tek söz etmemiştim
ama bu sözü bana ağır geldi.
"Neden sen uçuruyorsun beni? Ben daha
güçlüyüm senden." dedim.
"Sen uçmayı bilseydin eğer, bu duruma
gelmeyecektik." dedi.
Uçmayı bilmiyordum, dediği doğruydu. Ya
bana uçmayı öğretseydi? Ah, galiba uçmak
ona göreydi.
"Olmadı, uçamıyoruz. Hoşça kal." dedi.
Sonra beni gökyüzünde serbest bıraktı. Serin
rüzgârıyla uzaklaştı. Çiçeklerim solmuştu.
Kalbimde oluşan derin yaralarla beraber, bu
geçici şeyin arkasından bakakaldım öylece.
Beni yalnızlığımdan kurtaran bu gücün
kaybını yere düşünce anlayacaktım.
Derken...
Yere tosladım. Başta kırılan kalbim olmak
üzere tüm vücudum paramparça olmuştu.
Etraf karanlıktı, kimsecikler yoktu.
Yağmur yağıyordu.
Sanki bardaktan boşanıyordu…
Ali Rıza SAY
İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi
4. Sınıf Öğrencisi
Circadian Ritminde Neler Var?
Zzzzzzz…
Saatin titremesi ile gözlerinin açılması
arasında saniyelik bir zaman dilimi mevcut.
Sıcacık yataktan kalkmadan önce şöyle tavana
da bakılmadı değil. Su seslerine karışan tabak
sesleri, ağzına attığın bir zeytinle beraber
üstünü düzeltme çabası… Harika işleyen bir
sistem… Gözünü açmanla evden çıkma
zamanına kadarki sürede kendi düzeninle her
şeyi hallettin. Alışkanlıklarından ödün vermek
de olmaz tabi. Sabah kahveni de yudumlayıp
aynaya göz kırptıktan sonra çıktın evinden,
doooğru olmak zorunda olduğun yere. Kimi
okula, kimi hastaneye, kimi karakola, kimi
stüdyoya, kimi baterisinin başına, kimi
camiye, kimi öğretmenler odasına, kimi de
uğurlanan eşin ardından sıcacık yatağa…
İstisnasız herkesin bir yeri var.
Her neyse yapılanlar yapıldı, iş güç bitti ve
paydos zamanı geldi. Sonrası akşam yemeği,
önceden yapılmış bir plan varsa ona uyulur
muhtemelen. Eğer ruhun daralmışsa biraz
yürümek iyi gelir tabii. Neyse işte yorgunluk
falan da derken genelde televizyon karşısında
minik şekerlemeler yapılır, yatmadan evvel
bir kaç sayfa kitap okunur ve ardından
herkese iyi geceler denir.
Bir sonraki günün ritmine uyum sağlamak
için enerji toplama evresine geçilir.
Peki, yarın ne olacak? Pek bir fikrimiz yok
ama muhtemelen her şey normal seyrinde
devam edecek. Bu ritme şöyle biraz geniş
pencereden bakınca size de sıkıcı gelmedi mi?
Sadece rutini yaşamak, heyecanın anlamını
boş metro bulmaya yüklemek biraz
acımasızlık değil mi?
Nerede o çocukken kurup bitirilemeyen
hayaller? Dizilere hayranlık hat safhada ama
yolda yürümek ağır geliyor pek çoğumuza.
Nasıl kahraman olacağız o zaman? Hani
emekler nerede?
Koskoca 24 saatin içinde kaç kişinin
kahkahasında bir parça tuzun oldu, kaçının
kalbine
okuduğun
kitabın
etkilerini
serpiştirdin, kaç çocuğa tebessüm oldun, kaç
köpeğin başını okşadın, kaç kişinin yarım
kalan hayaline uzanan bir el oldun, kaç yürek
kazandın, kaç kişinin duasını aldın? Ya da
bunların kaçını farkında olarak yaptın? Ama
sorsak yıkılıyoruz kültürden, tevazudan,
yardımseverlikten…
Bunca ömrün boyunca kendine zaman ayırdın
diyelim. Kendine ışık buldun, yaktın oradan
buradan. Peki, o ışığın ne kadarını
paylaşıyorsun. Söylemiş olayım, eğer ışık
sadece içindeyse dışarıdakiler için koca bir
karanlıksın. Ne zamanki o ışığı paylaşırsın,
işte o zaman hem sen hem de çevrendekiler
yolunu görür ve biraz da olsa ısınırlar belki.
Sizce de günlerimizi, saatlerimizi fazla
bencilce ve israflıca tüketmiyor muyuz?
Dert ediniyor muyuz mesela kendimize bazı
şeyleri? Yağmur yağınca kaç çocuk şu an
titriyor diye kalbimiz cız ediyor mu, yoksa
“ama zaten ben kurtaramam ki” tesellisine mi
sığınıyoruz? Kar yağarken sıcacık montunun
içinde kartopu oynarken aklına geliyor mu
evin bir köşesine sinmiş, acıkmış bir kedi
yavrusu?
Gelmiyorsa eğer dur bir düşün! Bu koskoca
dünyada sadece senin olmadığının farkına var
ve küçük de olsa bir iz bırak. En azından buna
niyetlen. Elbette haddim değil kimseye akıl
vermek ama belli mi olur belki de senin ışığın
bu satırların arasına gizlenmiştir…
''Yaşamak
şakaya
gelmez/Büyük
bir
ciddiyetle yaşayacaksın'' diyor şair, boşuna
demiyor işte. Buradan gitmeden önce
mademki en büyük hakkın yaşamak, o zaman
ciddiye alacaksın, ciddiye alacağız. Kendin
için yetmez herkes için yaşayacaksın. Sana
verilen bu ömür denen çizelgeye attığın her
çentik derin bir iz bırakmalı. Ya da o niyette
olmalı. Değilse eğer derler ya hani “sen
çoktan ölmüşsün gömülmek için 70 ini
bekliyorsun” diye tam da o haldesin demektir.
Yaşlanınca torunlarına anlatacak anılar olsun
istiyorsan eğer, gençken anıya dönüşecek
doludizgin hayallere sahip olmalısın. Çünkü
yaşlılar anılarla, gençler ise hayallerle yaşar…
Tüm insanlık adına kurduğumuz her hayalin,
günün birinde hatıralarımızda gezinmesi
dileğimle…
Beyza Nur ŞİRİN
Eskişehir
Fakültesi
Osmangazi
Üniversitesi
Tıp
2. Sınıf Öğrencisi
Umutsuz Olmamak İçin Hatırla O'nu
Başımıza gelen olayların hiçbiri sebepsiz
değil, elbette hepsinin bir hikmeti var, kâh
bildiğimiz,
kâh
bilmediğimiz.
Ama
çoğunlukla zahirde olanla yetinmeye çalışır
ve yorumlarımızı ona göre yapar, batını hiç
görmeyiz. Ama asıl gerçek oradadır. Çünkü
ilmimiz O'nun sonsuz ilmi ile kıyas-ı kabil
olamayacak derecede nakıs kalıyor. O ki ezeli
ve ebedi ilim sahibi yüce yaratıcımız.
Sümbül güzel bir çiçektir değil mi? Onun o
hale gelme aşaması o denli zorluklarla dolu
ki… İlk aşamasında kendisinin çıktığı o
tohumu parçalamak zorunda. Sonra önüne
çıkan onca engelleri (koca sert tabakaları ve
hakeza taşları) aşmak zorunda. Ki o taşları,
insan elleri ile bir madde kullanarak ancak
yarabiliyor. Ama o nazenin, narin yapısıyla
sümbül bile o taşı delip geçiyor. Zahiren insan
eline alsa ufalanıp gidecek incelikte ama o hiç
yorulmadan görevini yerine getiriyor, başına
gelen onca zorlu ve dağdağalı aşamalara
rağmen…
İnsan da öyle değil mi? Bir görevi vardı
oysaki, yerine getireceğine söz verdiği ve
yerine getirmesi gerektiği. Bir kulluk,
ubudiyet görevi vardı, O En Güzel'e karşı…
Sümbül, o uzun ve yeşilimsi bir dalın
ardından göze hitap eden o kadar güzel bir
bitki oluyor ki… Sebebiyet veriyor soruların
akılda neşet etmesine. Böyle bir başarı ve
inanç sadece ona mı bağlı? Nereden alıyor bu
kuvveti? Sert ve koca bir taş ve ince ufak bir
tohum, kıyas edilebilir mi? Her ne kadar
şartlar olumsuz görünse de, o arkasına
Rahman, Rahim olan Allah'ın isimlerini
alarak yola başlıyor.
Arkasına alıyor O'nu ve tamamıyla o Yüce
Kudret'e dayanıyor. Ve o zorlu yol Rahmet ile
sonuçlanıyor… Her zorluğun ardından elbet
bir kolaylık, rahmet ve elbet bir ferahlık
vardır…
Apaçık söylemiyor mu bize Kitab-ı Kebir-i
Kâinat:
"Elbette zorluğun yanında bir kolaylık vardır.
Gerçekten zorlukla beraber bir kolaylık
vardır." (İnşirah 5-6).
Biz de her an "Rabbim! Gönlüme ferahlık ver
ve işimi bana kolaylaştır" demeliyiz. O'na
seslenince: "Lebbbeyk" diyen bir Rabbimiz
var bizim.
Yani, "Buyur Kulum" diyor an be an, seninle
ve seni işiterek…
"Kulum bana bir adım atsa ben on adım ile
karşılık veririm" diyen şefkati sonsuz
merhameti sınırsız olan bir Hâlık’ımız var
bizim.
Korkuyorum,
Dualarda isterken seni
Huzurda kabul olunmazsın diye…
Söylesene,
Böyle merhamet sahibi, böyle bir vaatte
bulunan, başka bir Hak var mı?...
Elif TAVŞU
İbrahim PEKDOĞRU
Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi
2. Sınıf Öğrencisi
Korkuyorum
Korkuyorum,
Gözlerin bana bakarken
Gönlün beni göremez diye…
Korkuyorum,
Koyup gidersin de bu şehirden
Şehri öksüz bırakırsın diye…
Korkuyorum,
Geri kalan ömrümün uğraşı olmanı isterken
Hatıralarda bir anı olarak kalırsın diye…
Korkuyorum,
Kara kalemle kalbime çizdiğim gözlerini
Olur ya aklım unutursa diye…
Korkuyorum,
Yanlış yollara saparım da gönlünde
Sevdanın yolunu bulamazsam diye…
İletişim Bilgileri
Burhan DURSUN
newcastle1892united@hotmail.com
Enes BAŞAK
0536 271 6441
Uzm. Dr. Erdinç NAYIR
drerdincnyr@gmail.com
Sıddık UÇAR
rfzel.mu@gmail.com
Sizden Gelenler
Ali Rıza SAY
alirisa95@gmail.com
Beyza Nur ŞİRİN
beyza.15sirin@gmail.com
Elif TAVŞU
elftvs@hotmail.com
İbrahim PEKDOĞRU
ibrapekdogru@gmail.com
Download