24-25 Mart 2015 tarihlerinde, Dicle Üniversitesi Çevre Sorunları Uygulama ve Araştırma Merkezi (DÜÇAM) olarak düzenlenen “Güneydoğu Anadolu Bölgesi Çevre Sorunları” sempozyumu/çalıştayı programı kapsamında ; 25 Mart 2015 tarihinde gerçekleştirilen Çalıştaya ait elde edilen sonuçlar, konu başlıklarına göre aşağıda rapor haline getirilip, sunulmuştur. Aşağıdaki içeriğe sahip rapor, kamuoyuna saygıyla duyurulur. Prof.Dr.Kemal GÜVEN DÜÇAM Müdürü ÇALIŞTAY 1: DİCLE- FIRAT HAVZASI ÇEVRE KİRLİLİĞİ 25 Mart 2015 Çarşamba saat 14.00 Moderatör: Prof. Dr. Erhan Ünlü, Raportör: Dr. Serdar Karataş Dicle ve Fırat Havzası’nın temel çevre sorunları sucul ortamlardaki evsel ve sanayi atıksu deşarjı, tarımsal faaliyetler, kum ocakları ve petrol atıklarının oluşturduğu kirlilik ve tahribatlar olup, insan yaşamını ve doğayı ciddi olarak tehdit etmektedir. Çevre bilinci eksikliği su kaynaklarının kirlenmesine neden olmaktadır. Eğitim ve yasaların tavizsiz olarak uygulanması çevre kirliliğinin önlenmesindeki en önemli yöntemlerdir. İl ve ilçelerde Çevre Kirliliği EYLEM PLANLARI çerçevesinde hedef ve uygulamalar belirlenmesi bu konudaki en önemli adımların başında gelmektedir. 1. Dicle ve Fırat Havzasındaki en önemli çevre sorunlarından birisi bölgedeki aşırı sulamadan kaynaklı olarak topraklarda erozyon, çoraklaşma ve tuzluluk, yüzey sularında ise sediment birikimi, pestisid ve ağır metal kirliliği meydana gelmektedir. Bu durum aynı zamanda doğal yaşam habitatlarının bozulmasına da yol açmaktadır. Sulama tekniklerini ve su tasarruf politikalarının ve çiftçi eğitimindeki eksiklikler bu kirliliğin temel nedenleridir. Kurumların yaptırım gücünün az olması ve kurumlar arası iletişim eksikliği sorunların çözümünü engellemektedir. Toprak kalitesini korumaya yönelik bölgede çalışmaların yapılması ve toprak kalitesini geliştirici politikalar geliştirilmelidir. 2. Dicle ve Fırat Havzası yerleşim yerleri atıksu kirliliği tehdidi altındadır. Tüm bölgede atıksuların nehirlere deşarjı engellenmelidir. Tüm kanalizasyon şebekeleri ve arıtma tesisleri yetersiz olup, arıtma tesisleri ile son bulmalıdır. Büyükşehir ve ilçe belediyeleri gerekli önlem ve yatırımlara hız vermelidir. 3. GAP illerindeki Organize sanayi bölgeleri veya münferit sanayi tesisleri maalesef atıksu artıma tesislerine sahip değildir. Yasa ve yönetmelikler çerçevesinde eğitimlerin verilmesiyle sanayiciler teşvik ve cesaretlendirilmelidir. 4. Fırat ve Dicle nehirleri ile bunları ve besleyen kollarda kıyı kenar çizgisi belirlenerek gerekli önlemler acilen alınmalıdır. 5. Dicle Nehri’nin Dicle baraj mansabından itibaren Bismil ilçesine kadar olan Dicle nehrinin “Dere” statüsünün kaldırılarak nehir statüsüne yeniden kavuşturulması nehrin geleceği açısından önem taşımaktadır. 6. İmara açılan bölgelerin kanalizasyon gibi alt yapı çalışmaları bitirilmeden inşaat ruhsatı ve oturum izninin verilmemesi bu alanların atıksularının direk alıcı ortamlara deşarj edilmesini engelleyecektir. 7. Tüm GAP bölgesinde verimli tarım arazilerinin imara açılma eğilim çok yüksek olup, bu durum mutlaka engellenmelidir. Bakanlığın görsel medyadaki “KAMU SPOTLARI” olumlu olmakla birlikte yeterli değildir. Yasalar da tavizsiz uygulanmalıdır. 8. Üniversite ve diğer ilgili kamu araştırmalarından elde edilen bilimsel sonuçlarından elde edilen verilerin pratiğe uygulanması için gerekli yasal düzenlemeler yapılmalıdır. 9. Su kaynaklarına yakın yerlerde yapılan sanayi ve yerleşmeler su kaynaklarına zarar verdiği tespit edilmiştir. Bu anlamda su kaynaklarına yakın yerlerde sanayi ve yerleşimlere izin verilmemelidir. İçme su havzaları kesinlikle bu faaliyetlerden arındırılmalıdır. 10. İçme su kaynaklarında meydana gelecek olası kirlenme ve riskli durumlarda ne tür önlemler alınacağı bilinmemektedir. Dolayısıyla acil durumlarda alınacak önlemler ile ilgili yapılacak çalışmalar il ve ilçe bazında belirlenmelidir. 11. Bölgede su kalitesi izleme çalışmaları yapıldığı ancak sonuçların kamuoyu ile yeterince paylaşılmadığı tespit edilmiştir. Bu nedenle bölgede yapılacak çalışmaların Üniversite Çevre Araştırma Merkezleri, kamu kuruluşları ve kamuoyu ile paylaşılması gerekmektedir. 12. Bölgede düzenli katı atık depolama alanları olmadığından sızıntı suları su kaynaklarını tehdit etmektedir. Bu nedenle bölgede tüm il, ilçe ve köyler için düzenli katı atık depolama sahalarının inşa edilmesi gerekmektedir. 13. Havzadaki su analizleri yanında biyolojik analizlerin de yapılması ve indikatör türlerin belirlenmesine yönelik çalışmaların teşvik edilmesi ve projelerin desteklenmesi önem taşımaktadır. 14. Havzadaki en önemli kirlilik kaynakları kum ocakları, moloz ve hafriyat işlemleridir. Kum ocaklarının birçok balık, iki yaşamlı (amfibiler), sürüngen ve sucul kuşların habitatlarının bozulmasına neden olmaktadır. Yasa ve yönetmeliklerin tavizsiz olarak uygulanması gerekmektedir. Yasalardaki boşlukların giderilmesi için gerekli tedbirler alınmalıdır. Dicle ve Fırat Havzasındaki akarsulardaki doğal yaşamın korunması ve tüm uygulamaların biyolojik yaşam dikkate alınarak yapılması önemlidir. 15. Tüm GAP bölgesinde bazı il, ilçe ve köylerde arıtılmamış atıksuların tarımda kullanılabildiği tespit edilmiştir. Çevre ve Halk sağlığı açısından arıtılmamış atıksuların tarımda kullanımının engellenmesi ve su kıtlığı çeken bölgelerde ise arıtılmış atıksuların tarımda kullanılabilirliğine yönelik çalışma ve projelerin desteklenmesi önem taşımaktadır. ÇALIŞTAY 2: KENTLEŞME VE ÇEVRE KİRLİLİĞİ 25 Mart 2015 Çarşamba saat 14.00 Moderatör: Doç, Dr. Kamuran Sami, Raportör: Oğuzhan EYİGÜN Bu çalışma grubunun fikir birliği içinde dile getirdiği soruların başında; bölgede meydana gelen göç olgusuyla birlikte ortaya çıkan yoğun bir kentleşme ve çarpık yapılaşma olarak dile getirilmiştir. Uzun bir dönemi kapsayan bu süreçle birlikte ortaya çıkan gelir dağılımındaki adaletsizlik; bölge kentleri arasında toplumsal katmanlar üzerinde şekillendirdiği bir sınıflamayla, kent düzlemi üzerinde site tarzı bir yapılaşmanın önünü açmıştır. Tüm sosyal bilimlerin araştırma konuları içinde yer alan bölge kentlerinin toplumsal yapısının dışa vurumu kitap sayfalarında yer alırken; yerel yönetimlerin yatayda gelişen bir kent siluetini planlamasını düşünmeleri gerekir. Kentsel akitler, toplumsal düzenin bir arada olma kurallarını bir dizge etrafında şekillendirerek; kentlerin fiziki doku kurgusunu ortaya koyar. Bölgenin önemli kentleri arasında yer alan Diyarbakır; tarihten süregelen uygarlık yaratımların kente atfettiği değerleri ve kimliksel dokuyu ters yüz eden bir dönüşüm sarmalı içinde var olma mücadelesi vermektedir. Kentin tarihsel ve toplumsal yapısını tanımlayan “dişil” karakteri “eril” bir sürece evrilerek; kent üzerinde ranta dayalı toplumsal bir tahakkümün önü açılmaktadır. Bu da kente hakim olan çoğulcu yapı desenini bozarak, kenti homojen bölgelere ayrıştırmanın önünü açacaktır. Türkiye’de 1950’lili yıllardan bu yana yaşanan hızlı kentleşme süreci beraberinde iradi bir göç olgusunu yaratarak ortaya çıkardığı gecekondulaşma, GAP bölge kentleri de payına düşeni almakta ger kalmamıştır. Ancak 1980’li yıllardan sonra ortaya çıkan ve iradi olmayan göç; bölge kentleri arasında tarihsel bir konumu olan Diyarbakır kentinin desenini farklı bir şekilde tanımlayarak; yeni çözümlerin ne kadar elzem olduğunu ortaya çıkarmıştır. Küreselleşme, ranta dayalı parselasyon, aşırı yapılaşma ve imar planlarına müdahaleler; Diyarbakır gibi simgesel kentlerin yaşam alanlarını daraltarak, kamusal alanları (park ve yeşil alanlar) yetersiz hale getirmektedir. Son dönemlerde yerel yönetimlerin yeşil alanları çoğaltma çabaları içinde olmaları, gelecek için umut vermektedir. Diyarbakır kentini, politik, kültürel, iktisadi ve toplumsal bağlamda tanımlı hale getiren “Suriçi” kentsel dokusu ile özgün geleneksel yapının korunarak; açık hava müze hüviyetine kavuşması ve ona özgü bir yapılanmanın vücuda getirilmesi; çalıştaya katılanların önemli talepleri arasında yer almıştır. 1990’larda yapılan koruma amaçlı planın başarısızlığından bir ders çıkarılarak; ikinci kez yapılan koruma amaçlı plana sahip çıkılmalıdır. Son yıllarda amacından saptırılarak, uygulama alanı bulan kentsel dönüşüm hareketlerinden yeni dersler çıkarılarak; Diyarbakır üzerinde farklı uygulamalar şeklinde gelişen bir sürecin izlenmesinin önemi özellikle belirtilmiştir. Bugün kent içi yaşamını çekilmez hale getiren trafik düzeni; kent içinde var olması gereken insani ilişkileri çekilmez bir konuma getirmektedir. Bu nedenle, kent içi ulaşım planlarının yeniden gözden geçirilerek; toplu ulaşımın yaygınlaştırılması teşvik edilmelidir. Geleneksel bir toplumsal yapının belirginliği içerisinde hayat bulan kent yaşamına adapte edilmeye çalışılan ve de düşeyde yükselen konut blokları; insani ilişkileri örselemekte ve kentin sahip olduğu kimliği farklı bir boyut içinde tanımlamaktadır. Bu nedenle yatayda gelişen bir kent planlaması öngörülerek, kentsel alanlar yeşil kuşaklarla tanımlı bir yapıya kavuşturulmalıdır. Yoğun bir kentleşme ve nizami olmayan bir kent düzeni içinde vuku bulan gürültü kirliliği; Diyarbakır’da kent yaşamını çekilmez bir hale getirmektedir. Bu nedenle gürültüyü teşvik eden işletmelerin bir an önce kent dışına çıkarılması zorunlu bir hale gelmiştir. Diyarbakır surları ve Hevsel Bahçeleri’nin özünde barındırdığı uygarlık değerlerine, Diyarbakır kentsel kimliği adına sahip çıkılması ve Dicle Üniversitesi’nin öncü olma rolünün daha da belirgin yapıya kavuşturulması; ortak bir payda da bölüşülen bir aidiyetin ifadesi olacaktır. Özellikle bu paylaşım iradesi; UNESCO kültürel miras listesi girme aşamasında olan Diyarbakır kentinin geleceği için büyük bir çabanın ürünü olarak kabul görecektir. Diyarbakır kentinin altyapı ve imar planları sorun olma özelliklerini hala koruma devam etmektedir. Bu da günlük yaşamı çekilmez hale getirmektedir. Bu sorunların çözümünde yerel yönetimlerin sorumluğu tüm kurumların üstünde gelmektedir. UNESCO kültürel miras listesine girme çabasında olan bu kente; yukarıda ifadesini bulan sorunları hak etmemektedir. ÇALIŞTAY 3: ÇEVRE EĞİTİMİ Moderatör: Doç.Dr. Abdulkadir MASKAN, 25 Mart 2015 Çarşamba saat 14.00 Raportör: Öğr.Gör. İbrahim YENİGÜN Çevre Eğitimi teması ile ilgili çalıştayın katılımcıları aşağıdaki sorun ve önerileri dile getirmişlerdir. Katılımcıların Demografik Özellikleri Çevre Eğitimi temalı çalıştaya 25 kişi katılmıştır. Katılımcıların 14’ü kadın ve 11’I ise erkektir. Bu 25 kişinin hepsi Diyarbakır’dan gelmektedir. Katılımcıların 16’sı üniversite öğrencisi, 6’sı akademisyen, 1’i çevre eğitimcisi, 1’i Çevre ve Şehircilik Bakanlığında çevre mühendisi ve 1’i ise Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi çalışanıdır. Katılımcılardan ancak 6’sı herhangi bir çevre örgütüne üyeliğe sahiptir. Öğrenim hayatı boyunca çevre ile ilgili bir ders alan katılımcı sayısı ise 19’dur. Çevre Eğitimi ile ilgili tartışılan sorunlar ve bu sorunlara ilişkin çözüm önerileri 1-Çevre ile ilgili bilgi kaynakları: Çevre Eğitimi temalı çalıştaya katılanların büyük çoğunluğu çevre ile ilgili bilgi kaynağının eğitim kurumları ve görsel- yazıl medya, az bir kısmı ise aile, çevre örgütleri, ilgili bakanlıklar, arkadaşlar ve yerel yönetimler olduğunu belirtmektedir. 2-Çevre bilinci ve çevre farkındalığını arttırmanın yolları: Katılımcıların büyük çoğunluğu çevre bilincini ve çevre farkındalığını arttırmanın en çok örgün eğitimin yoluyla olabileceğine inanmaktadır. Katılımcıların az bir kısmı ise etki oranı azda olsa; yaygın eğitim, yazılı ve görsel medya, çevre örgütlerinin faaliyetleri, konferans, çalıştay ve seminer benzeri etkinliklerin yapılmas ve caydırıcı çevre kanunlarının uygulanmasının çevre bilincini ve çevre farkındalığını arttırma konusunda etkili olabileceğini belirtmektedir. Ayrıca, genel inanış temelde çevre bilincini ve çevre farkındalığını arttırmanın ancak içten gelen sevgi ve eğitim ile sağlanabileceğidir. 3-Çevre eğitiminin gerekliliği: Katılımcılar çevre eğitiminin kesinlikle gerekli ve şart olduğunu, bunun eğitim-öğretim kurumlarınca zorunlu ders olarak yerine getirilmesi gerektiğini vurgulamaktadırlar. 4-Eğitim ve öğretim kurumlarında verilen çevre eğitimlerinin niteliği: Katılımcıların hepsi Türkiye’de eğitim ve öğretim kurumlarının bir kısmında verilen çevre eğitimi derslerinin tamamen teorik olarak işlendiği ancak pratikte yetersiz olduğu görüşündeler. Ilkokullarda verilen çevre eğitiminin ders olarak bağımsız verilmediği, bazı derslerin içine konu şeklinde serpiştirildiği vurgulanmıştır. 5- Türkiye’de Çevre Eğitimi dersleri hangi seviye ve süreçlerde verilmelidir: Katılımcılar okul öncesi de dahil olmak üzere özellikle ilköğretim döneminde yoğun olmak üzere üniversite bitimine kadar devam eden eğitim ve öğretim süreçlerinde çevre eğitimi dersleriinin verilmesi gerektiğine inanmaktadır. Ayrıca, çevre konusunda “Yaşam Boyu” eğitim ile aile eğitiminin sürdürülmesinin bir felsefe haline getirilmesi gerektiğni belirtmektedir. Mesleğe atılmış insanlar için ise “hizmet içi eğitim” benzeri modellerle çevre eğitimi ile ilgili bilgilerinin güncellenmesi gerektiği fikri benimsenmiştir. 6-Çevre ve Şehircilik Bakanlığının çevre eğitimi konusundaki durumunun değerlendirilmesi: Katılımcılar Çevre ve Şehircilik Bakanlığının sadece ilköğretim düzeyinde çevre eğitimi kurslarını verdiğini, ancak bunun yetersiz olduğu bakanlığın diğer kurum ve kuruluşlarla da ortaklaşa çevre eğitimi konusunu ele alıp yaygınlaştırması gerektiği görüşündeler. Bakanlığın çevre eğitimi konusunda nitelikli personel ve alt yapı bakımından güçlenerek bu süreçte Üniversiteler (DÜÇAM gibi) ve Milli Eğitim Bakanlığı ile işbirliğine gidilmseinin yaralı olacağı belirtilmiştir. 7-Çevre Eğitiminde Yerel Yönetimlerin Durumu ve Rolü: Katılımcıların belediyelerin çevre eğitimi konusundaki görüşleri şöyledir: Belediyelerin bünyesindeki çevre müdürlüklerinde çevre eğitim birimleri oluşturulmalıdır. Bu birimler çevre eğitimi konusunda uzman olan nitelikli insanlarla faal bir şekilde Milli Eğitim Müdürlükleri ve Üniversitelerle ortaklaşa çevre eğitimi programları oluşturmalıdır. Bu çevre eğitimi programları ilçe, semt ve mahalle özelliklerine göre ayrı ayrı uygulamaya konulmalıdır. Ayrıca, Diyarbakır özelinde ise Diyarbakır Büyükşehir Belediyesinin çevre biriminin çevre eğitimi konusunda DÜÇAM (Dicle Üniversitesi Çevre Sorunları Uygulama ve Araştırma Merkezi) ve benzeri kurum ve kuruluşlarla işbirliği yapması gerektiği görüşü benimsenmiştir.