Akademik Sosyal Araştırmalar Dergisi, Yıl: 5, Sayı

advertisement
_____________________________________________________________________________________
Akademik Sosyal Araştırmalar Dergisi, Yıl: 5, Sayı: 46, Mayıs 2017, s. 409-420
Yayın Geliş Tarihi / Article Arrival Date
28.02.2017
Yayınlanma Tarihi / The Publication Date
12.05.2017
Ayşegül Aycan SOLAKER
Hacettepe Üniversitesi, Alman Dilbilimi
aysegull.solaker@gmail.com
ÇOKKÜLTÜRCÜLÜK BAĞLAMINDA III. VE IV. KUŞAK TÜRKLERİN
ENTEGRASYONU VE ‘ALMANYALI TÜRK’ * KİMLİĞİ
(DEUTSCHTÜRKE)1
Öz
II. Dünya Savaşı sonrası, Avrupa hızlı kalkınma sürecine girmiş ve gerekli olan işgücünü karşılamak üzere 1955 yılından itibaren öncelikle kendi kültürüne yakın
olan İtalya, Yunanistan ve Portekiz gibi ülkelerden işgücü almış, 1961 yılında ise
Türkiye ile Federal Almanya arasında ‘Türk İşgücü Antlaşması’ imzalanmıştır. Bu
durum sadece toplum içerisindeki tekdüzeliği, tek dilliliği sarsmakla kalmamış, aynı zamanda ulus-devlet projesine meydan okurcasına çeşitlilik olgusuna dayanan
‘çokkültürcülük’ anlayışının ortaya çıkmasına da neden olmuş ve çokkültürcülüğün
gerekliliğini ön plana çıkarmıştır. Ayrıca kimliğin farklı kültürler üzerinden yükselmesi ve inşası tireli veya melez kimlik tanımlamalarını da beraberinde getirmiş,
kendi ve öteki arasındaki kurulumun ve gerilimin yansımaları söylem yoluyla
medyada yer almıştır.
Bu çalışma, Kymlicka ve Taylor’ın görüşlerinden hareketle çokkültürcülük bağlamında Almanya’da yaşayan özellikle III. ve IV. Kuşak Türklerin ‘Almanyalı Türk’
olarak adlandırmalarının eşit saygı ve evrenselcilik politikası adı altında değerlendirilmesini amaçlamaktadır. Ayrıca Almanyalı Türk kavramının ‘sahicilik idealine’ ters düşüp düşmediği sorusu da ele alınan konular arasındadır.
Anahtar kelimeler: Almanyalı Türk, çokkültürcülük, kimlik
1
Almanyalı Türk kavramı bazı eser veya bilimsel çalışmalarda “Alman Türk” olarak da nitelendirilmektedir.
Çokkültürcülük Bağlamında ııı. Ve ıv. Kuşak Türklerin Entegrasyonu ve ‘AlmanyalıTürk’ *
Kimliği (Deutschtürke)
IN THE CONTEXT OF MULTICULTURALISM THE INTEGRATION OF
III. AND IV. GENERATION TURKS AND THE IDENTITY OF GERMAN
TURK
Abstract
After World War II Europa had entered the process of rapid development and to
provide labor requirement it took labour power from countries primarily close to
the its culture such as Italy, Greece, and Portugal since 1955 and in the year of
1961 between Turkey and Federal Germany ‘Türkish Labour Power Agreement’
was signed. This condition shaked not only the monotomy and the monolingualism
within the society but also as if it challenges the project of nation - state led to
show up the concept of ‘multiculturalism’. It also brought along definitions of
identity risen above different cultures and of construction of hyphenated or mixed
identity. The reflection of setup and tension between the self and the other took
part in the media through discourse.This study aims that those who live in Germany especially 3rd and 4th Generation Turks’ named after “German Turks” should be
utilized under the policy of equal respect according to the ideas of Kymlicka’s and
Taylor’s based on the policy of universalism. Also another topic being handled by
the study is whether the term ‘German Turk’ are in conflict with the ‘ideal of authenticity’
Keywords: Identity, German Turk, multiculturalism.
Giriş
II. Dünya Savaşı’nın sona ermesiyle birlikte Avrupa’nın yeniden inşa süreci başlamış ve bunun
bir sonucu olarak işgücüne duyulan ihtiyaç kaçınılmaz hale gelmiştir. Sınırlar ötesi talepler ile
karşılanmaya çalışılan bu ihtiyaç aynı zamanda uluslararası göç hareketliliğine de yeni bir boyut
kazandırmıştır:
1961 yılından itibaren Almanya, Avusturya, Hollanda, Belçika, Fransa ve İsveç gibi ülkeler
işgücü talebinde bulunmuş, Türkiye’den de Almanya’ya iş göçü hareketliliği yaşanmıştır (Zengin, 2010: 331). Sonucunda ise günümüzde Türk kökenli vatandaşlar Almanya’da en büyük
yabancı grubu oluşturmaktadır. Ancak Türk kökenli vatandaşlar kendi dil, kültür ve din farklılıklarına dayanan kültürlerini kurumsallaştırmaya çalıştıkça bu süreç Almanya’nın heterojenliğini artırmış ve farklı kimlik siyaseti ile bir tepkiye dönüşmüştür. Bu noktada özellikle Almanya
çifte vatandaşlığı kaldırarak göçmenleri ‘uyum süreci’ adı altında Alman kültürüne entegre etmeye çalışmıştır. Bu durum ise özellikle III. ve IV. Kuşak Türklerin kimlik algılamalarında
farklılığa sebep olmuş ve Almanyalı Türk (Deutschtürke) gibi melez bir kimlik tanımı doğmuştur.
2010 yılında zamanın Alman Merkez Bankası yönetim kurulu üyesi Thilo Sarrazin yayınlamış
olduğu ‘Almanya Kendini Yok Ediyor’ (Deutschland schafft sich ab) kitabı ile Almanya’da
göçmenler ve uyum süreci tartışmalarını yeniden alevlendirmiş ve Almanya’nın gündemine
oturmuştur. Kitabında, ilerleyen zamanlarda saf Alman nüfusunda hızlı bir düşme yaşanacağını,
buna karşılık göçmen nüfusunda artış olacağını öngörmüştür (Hofmann, 2011: 33). Bütün bu
sebepler de Almanya’daki Türk varlığını yeniden gündeme taşımış; lehte ve aleyhte birçok
söylemin ve eylemin arka planını oluşturmuştur.
The Journal of Academic Social Science Yıl: 5, Sayı: 46, Mayıs 2017, s. 409-420
410
Çokkültürcülük Bağlamında ııı. Ve ıv. Kuşak Türklerin Entegrasyonu ve ‘AlmanyalıTürk’ *
Kimliği (Deutschtürke)
Çalışmada öncelikle Almanya’daki Türk varlığı üzerinde durulacak, sonradan ise
çokkültürcülüğün önemine ve entegrasyon konusuna değinilecektir. Almanyalı Türk kavramının
ve kimliğinin medyaya yansımalarına yer verilerek, çokkültürcülük bağlamında söz konusu
kavramın değerlendirilmesi yapılacaktır.
Almanya’daki Türk Varlığı
II. Dünya Savaşı nedeniyle birçok insan hayatını kaybetmiş, bu durumun ortaya çıkartmış olduğu sorunlar ekonomi ve istihdam alanında da kendini hissettirmiştir. Yeniden inşa sürecinde
ortaya çıkan problemlerin üstesinden gelinebilmesi için de önce İngiltere ve Fransa; 1950’lerden
sonra da Almanya iş gücü talebinde bulunmuştur. Bu dönemde Almanya işgücü ihtiyacını İtalya, İspanya, Kuzey Afrika ve Türkiye gibi ülkelerden karşılamıştır. 1961 yılında ise Avusturya,
Belçika, Fransa, İsveç ve Hollanda gibi ülkeler de Türkiye’den işgücü talep etmiş ve böylelikle
Türkiye’den Avrupa’ya başlayan göç süreci giderek daha da artmıştır. (bkz. Tallman, 2011: 35).
60’lı yıllarda Almanya’ya ilk giden Türklerin (I. Kuşak), kısa süreliğine Almanya’da çalıştıktan
sonra ülkelerine geri dönecekleri düşünüldüğü için onlara “yabancı işçi” (Fremdarbeiter) denilmiştir. Fakat düşünülen zamanın uzaması nedeniyle ‘yabancı işçi’ tanımlamasının yerini “misafir işçi” (Gastarbeiter) almıştır. Misafir işçilerin ailelerinin de bu göçe müdahil olmalarıyla göçün boyutu değişmiş ve göçmen işçi algısı yeni bir kavram ile karşılanmıştır: yabancı hemşehri
(auslӓndische Mitbürger) (Doğan, 2006: 51 – 53).
Göçmen veya misafir işçilerin çocukları olan II. Kuşak Türkler (1974 – 1984), Türkiye’den
Almanya’ya aile birleşiminden yararlanarak gitmişlerdir. II. Kuşak Türklerin içerisinde Almanya’da doğanlar da vardır. II. Kuşak ile birlikte Alman yetkililer ‘Geri Dönüş Teşvik Yasası’na
rağmen Türklerin ülkelerine geri dönmeyeceklerini anlamışlardır. III. Kuşak Türkler 1984, IV.
Kuşak ise 2000 yılından sonra Almanya’da yetişmeye başlamıştır. III. ve IV. kuşağın en önemli
özelliği Almanca bilgilerinin yeterli derecede olması ve iki dilli iletişime (Multilingual) sahip
olmalarıdır. Yani çok kültürlü yetişmişlerdir (Multikulturell). Hatta çoğu Alman vatandaşıdır
(Şahin, 2011: 4-5).
Göçün Yıkıcı Etkilerine Karşılık Çokkültürcülük
Göç, insanlık tarihi kadar eski olan bir olgudur. Birey veya gruplar kendi değer ve yargılarıyla
yeni bir toplum içine girerken aynı zamanda yer almak istedikleri toplumun kültürel, sosyal,
siyasi ve ekonomik yapılarını da etkilemektedirler. Dolayısıyla iki kültürün karşılaşması ve
kesişmesi; bunun sonucunda ise olumlu veya olumsuz tecrübelerin yaşanması söz konusudur.
30 Ekim 1961 yılında Türkiye ile Federal Almanya arasında imzalanan antlaşmanın ve günümüze kadar devam eden göç olgusunun beraberinde getirdiklerini, yıl bakımından, dört temel
gruba ayırarak sınıflandırabilmek mümkündür: İlk grup 1961 yılında başlamış olan süreci karşılayan ve ekonomik kriz sebebiyle yabancı işçi alımının durdurulmasına kadar olan zaman dilimini kapsamaktadır. Bu süreç ‘işgücü göçü’ olarak adlandırılmaktadır. 1973 yılından itibaren
Türkiye’den işgücü durdurulmuş, fakat göç hareketliliğinin parçası olan kişilerin eş ve çocukları
Türkiye’den getirilmiş veya evlenme yoluyla Almanya’nın kapıları açılmıştır. Göç sürecine yeni
doğanların da katılımıyla Almanya’daki Türkiye kökenlilerin sayısı 436.500 kişi artmış, bu
sürecin adı ise ‘sosyal göç’ olarak tarihteki yerini almıştır. 1980 yılında ise Türkiye kökenlilerin
sayısı 1.462.400’e ulaşmış, 1980 yılından itibaren de Türkiye’nin içinde bulunmuş olduğu siyasi
ortam nedeniyle Türkiye’den Almanya’ya yine bir göç dalgası yaşanmış, söz konusu bu göç ise
The Journal of Academic Social Science Yıl: 5, Sayı: 46, Mayıs 2017, s. 409-420
411
Çokkültürcülük Bağlamında ııı. Ve ıv. Kuşak Türklerin Entegrasyonu ve ‘AlmanyalıTürk’ *
Kimliği (Deutschtürke)
tarihe ‘siyasal göç’ olarak geçmiştir. 1990 yılından sonra da bu sefer iltica ve yasadışı yollardan
Almanya’ya göç süreci yaşanmıştır. Kısacası yarım asırlık bir süreci kapsayan göç ile Türkiye
kökenliler Alman nüfusunun % 3.2 ‘sini oluşturmuşlardır. Fakat çifte vatandaşlık hakkının kaldırılmasıyla 1998 yılından itibaren Türk vatandaşlarının sayısının düştüğü kaydedilmiştir. 1998
yılında 2.110. 223 olan Almanya’daki Türk vatandaşlarının sayısı 2005 yılı sonu itibariyle
1.764.41 olmuştur. Türkiye’den Almanya’ya doğru olan bu göç hareketliliği Thomas Faist’in
öne sürmüş olduğu beş ölçüt ile değerlendirilmeye çalışıldığında ortaya şu sonuç çıkmaktadır:
Türkiye’den Almanya’ya doğru olan göçün alanı uluslararası; süreci önce geçici, sonra sürekli;
boyutu kitlesel; sebebi gönüllü ve durum bakımından yasaldır (Adıgüzel, 2011: 79-83).
Yukarıda yer alan değerlendirmede dikkat çeken nokta, Türklerin daha iyi yaşam koşullarına
ulaşmak ve geleceklerini iyileştirmek adına yapılmış olan gönüllü göç ölçütüdür. Fakat önceden
belirtildiği gibi 1990 yılından itibaren terör nedeniyle 200.000 kişi Almanya’ya sığınmıştır
(a.g.e., s. 98). Gönüllü göçmenler ile zulümden kaçan mültecilerin durumu arasında bir ayrım
yapılmasının gerekli olduğunun altını çizen Kymlicka, göçmen gönüllü olarak ülkesini terk
ederken, mültecinin kendi ülkesinde baskıya maruz kaldığı için zorunlu bir göçün parçası olduğunu belirtmektedir. Fakat bu bağlamda düşünülmesi gereken nokta, mülteciler zaten kendi
dilleri ve kültürlerini yaşayamadıkları için kaçmak zorunda kalırken, onlara ait toplumsallık
kültürlerini yaratmalarına nasıl izin ve imkan verilebileceği sorunudur. Diğer bir sorun ise eğer
mültecilerin ulusal hakları çiğneniyorsa, bu adaletsizliği yok edecek bir mekanizma ve ülkenin
olmamasıdır. (Kymlicka, 2015: 175-176). Bu bağlamda çokkültürcülük 20. yüzyıl mono - kültüralizmi ve ulus - devlet projesi için bir meydan okuma niteliğindedir. Çokkültürcülük her şeyden önce aynı devlet çatısı altında farklı grupların farklılıklarını olumlu ve normatif açıdan değerlendirmeye çalışan bir modeldir. İlk kez 1971 yılında Kanada’da bir siyaset biçimi olarak
kullanılan çokkültürcülük, yurttaş eşitliğine ve grup farkına dayalı kültürel çeşitliliğin kabulünü
baz almaktadır (Canatan, 2009: 82). Ayrıca çokkültürcülük edinilen kimliklerden ziyade bilinçle
inşa edilen kimlikleri savunmaktadır (Genç, 2015: 6 -7).
Kültürel Kimlik ve Entegrasyon
Farklı sosyal gruplar daha doğrusu bireyler karşılarına diğerini koyarak kendilerini tanımlamakta ve ötekine işaret etmektedirler. Böylelikle de bireyler kimliklerini oluşturmaktadırlar (Atabay, 1995: 163).
Kültürel değerler temelinde kurulan kimlik, sınıf farkına dayanan toplumsal mücadele alanları
ve olaylarının yerine kültürel kimliğe dayanan yeni toplumsal hareketlerin doğmasına neden
olmuş, söz konusu bu hareketlerin dikkate alınmasıyla da demokrasi adına güzel gelişmelerin
olabileceği vurgusu yapılmıştır. Dolayısıyla öznenin özgürleşmesi ile toplumun demokratikleşmesi arasındaki bağıntı birbirine bu kadar özdeşken, bu durum aynı zamanda birçok sorunu
da beraberinde getirmiş, getirmeye de devam etmektedir (bkz. Erbaş ve Coşkun: 2007: 5 - 14).
Kimliğin oluşumunda kültür önemli bir rol oynamaktadır. Kültürel yaşam pratikleri içerisinde
toplumsal yapılar yeniden üretilirken, bir yandan da yaşama anlam verme noktasında yeni formlar üreten alternatifler geliştirilmektedir. Göçmenler açısından yeni kültürel formların yeniden
oluşumunda ve gelişiminde birçok engel oluşmakta ve göçmen kültürünün gelişimine dolayısıyla da kimlik oluşumuna ket vurulmaktadır (Atabay, 1995: 166). Diğer yandan göçmenler, göç
ettikleri ülkede kültürel değerlerini sürdürmek isteyebilirler, hakim kurumlar da göçmenlerin
beraberlerinde getirdikleri farklılıkları düzenlemek zorunda kalabilirler (Kymlicka, 2015: 173).
Çünkü bireylerin, içlerine doğdukları kültürden kopmaları zordur. Genel olarak toplumsallık
The Journal of Academic Social Science Yıl: 5, Sayı: 46, Mayıs 2017, s. 409-420
412
Çokkültürcülük Bağlamında ııı. Ve ıv. Kuşak Türklerin Entegrasyonu ve ‘AlmanyalıTürk’ *
Kimliği (Deutschtürke)
kültürü kurtarılmak isteniyorsa, o kültüre mensup kişiler kültürlerini kendi tercihleriyle
korumaya çalışacak veya ona bağlanmayı reddeceklerdir. Dolayısıyla devlet bir kültüre ne ket
vurmalı ne de gelişimi için çaba harcamalıdır (a.g.e., s. 190).
Farklılıkları düzenleme konusunda entegrasyon çözüm sunmaktadır. Fakat entegrasyon beraberinde iki süreci de getirmektedir: Bir yandan göçmenlerin bütüne uyum sağlamaları beklenirken,
diğer yandan bütünü oluşturan toplumun da göçmenlerle uyum içerisinde olması gerekmektedir.
Bu noktada özellikle uyum sürecinde büyük bir engel teşkil eden önyargıların, ayrımcılığın
ortadan kalkması için sadece yasaların sağlamlaştırılması yeterli olmamakta, aynı zamanda
göçmenlerin okul kitaplarında, devlet belgelerinde ve özellikle de medyada nasıl resmedildiğine
dikkat edilmesi gerekmektedir. Ayrıca dilsel bütünleşme konusuna da değinen Kymlicka, iki
dile de hâkim insanlar yerine anadilini kaybeden yani tek dilli insanların yetişmesine zemin
hazırlayan bir politikanın varlığına dikkat çekmektedir. Söz konusu bu politikayı son derece
yanlış gören Kymlicka, gereksiz nedenlerle göçmenlerin geçmişlerinden koparıldığını ve bu
durumun göçmenlere zarar verdiğini ileri sürmektedir. Ayrıca göçmenlerin dilleri konusunda
takınılan tavırların altında “ırkçılık”ın yer aldığını da belirtmektedir. Kültürel farklılıkları düzene sokmanın zorluğuna dikkat çeken Kymlicka, göçmenlerin hak talepleri karşısında ‘ulusal
haklar’ çerçevesinde değil, ‘çoketniklilik hakları’ bağlamında değerlendirilmesi gerektiğini
savunmaktadır. Bu noktada ‘etnik canlanışın’ üzerinde durarak amacın entegrasyonun reddi
veya ulusal özyönetim hakkının verilmesi olmadığının altını çizerek etnik canlanışın entegrasyon koşullarının iyileştirilmesi ile ilgili olduğunu belirtmektedir. Başka bir ifadeyle etnik canlanışın gayesi, etnik bir kimliğe sahip olmanın toplum hayatının normal bir parçası olarak görülmesidir (a.g.e., s. 173-175). Ayrıca entegrasyon sürecinde önemli olan şey, kararın grup dışından kişilere değil, azınlık üyelerinin kendilerine bırakılması gerektiğidir (a.g.e., s. 179).
Entegrasyon, farklılığın eşitlenmesi için bir çözüm sunarken Almanya’da yaşayan Türklerin
kültürel değerleri içerisinde yer alan milli ve dini nedenler entegrasyonu önleyici unsurlar olarak
kabul edilmektedir. Almanya’da yaşayan Türklerin Alman toplumuna uyum sağlayamadıkları,
sağlamak istemedikleri ileri sürülmüştür. Sebep olarak da kültür farklılığı olduğunun altı
çizilmiş ve farklılığa dayalı kültür çatışması toplum içerisinde varlığını hissettirmiştir. Göç ettikleri andan itibaren Türklerin kendi örf ve adetlerine göre davranmaları, giyinmeleri ve dil problemleri toplum içerisindeki kutuplaşmayı tetikleyen sebeplerin başında yer almıştır. Gitgide
önyargıların artması ve hoşgörünün azalmasıyla da Türklerin ait oldukları kültür aşağılanmış ve
Türkler üzerlerinde ister istemez baskı hissetmişlerdir. Bu baskıyı hala üzerlerinde hisseden
Türkler hoşgörüsüzlüğe karşı bir tepki göstermekte ve benliklerine daha da sahip çıkmaya
çalışmaktadırlar. Bu noktada din, birleştirici bir güç olmaktadır. Kültürel kimliğin korunması
adına, çeşitli dernekler kurulmuştur. Varlığını hala sürdüren bu dernekler bir yandan cami
yaptırmak ve kiralamak için uğraşırken, diğer yandan mesleki, sosyal ve sportif faaliyetler ile
entegrasyon sürecine katkıda bulunmayı amaçlamaktadır. Fakat bu tarz derneklerin varlığı da
Almanları rahatsız etmekte ve Gebauer’e göre söz konusu bu dernekler karşılıklı uyumdan
ziyade, vatandaşlarda İslami bir cemaat ‘ütopyasını’ uyandırmaktadır (Tosun, 2010: 10 - 13).
Egemen toplumun, bireyin kimlik oluşumunda kültürün önemli bir rol oynadığı gerçeğini
görmezden gelmesi ve azınlık veya grupların kültür yaşayışlarına izin vermemesi toplum içerisinde ciddi bir adaletsizlik yaratabilir. Bunun için siyasi onay ve destek verilerek azınlık
haklarının dezavantajlı durumları ortadan kaldırılabilir. (Kymlicka, 2015: 192 - 193). Fakat
entegrasyon sürecinde her ne kadar politika önemli bir rol oynasa da, uyum toplum içerisinde
olacağından, halkların birbirine karşı olan tutum ve davranışları siyaset ve siyasete bağlı teor-
The Journal of Academic Social Science Yıl: 5, Sayı: 46, Mayıs 2017, s. 409-420
413
Çokkültürcülük Bağlamında ııı. Ve ıv. Kuşak Türklerin Entegrasyonu ve ‘AlmanyalıTürk’ *
Kimliği (Deutschtürke)
ilerden daha önce gelmektedir. Elbette bu konuda kanun çıkarmak önemlidir, fakat yeterli
değildir. Bunun örneğini 1970 yılında Alman medyasında yer alan yabancı karşıtı söylemler ve
eylemlerin önyargıların oluşumunda nasıl önemli bir rol oynadığına bakarak anlamak mümkündür: Toplumda yer alan farklı gruplar, ekonomik yönden az gelişmiş veya gelişememiş bir
ülkeden geliyorlarsa, bu durum genellikle kültürel açıdan da onların az gelişmiş olarak algılanmalarına neden olmuş ve üstünlük - aşağılık derecelendirmesinde ‘aşağılık’ olan tarafta yer
almalarına neden olmuştur. Bu durum sadece önyagıların oluşmasına sebep olmakla kalmamış,
aynı zamanda kendini üstün gören grubun, aşağı kabul ettiği gruptan kültürel etkileşim açısından birşey almasını da engellemiştir. Dolayısıyla kendini aşağı gören grup kendini üstün gören
gruptan uzak durmuş, sonucunda ise karşılıklı anlayış prensibine dayalı entegrasyon başarıya
ulaşamamıştır. Şüphesiz ki, toplum içerisindeki önyargılar tek taraflı değildir. Almanya’daki
yabancıların da Almanlara karşı önyargılı oldukları bilinmektedir. Bu tarz önyargılar ise kültürel kimliğin kaybolmasından korkulduğu için yanlış yönde verilen aile içi eğitimden kaynaklanmaktadır. Özellikle ahlak ile ilgili görüşler ve toplum içerisindeki kabulü, Türk kökenli
ailelerin kaygılarını artırmakta, kendi inanç ve değerlerine göre çocuklarına eğitim vermektedirler. Bu durum ise belli bir yaştan sonra Almanlar ile tanışma imkanı bulan çocuklarda onlara
karşı önyargılı davranmalarına sebep olmaktadır (Tosun, 2010: 13 - 17).
Önyargıların varlığı ve derecesinin artması aynı zamanda yabancı düşmanlığını (Ausländerfeindlichkeit) da tetikleyen bir unsurdur. Yabancı düşmanlığı sadece Batı Avrupa’da giderek
büyüyen bir problem değil, aynı zamanda Almanya’da da gözlemlenebilen bir sorundur. Özellikle 1 Ocak 1993 tarihinden sonra Avrupa Birliği ülkeleri arasında sınırlar kaldırılmış, serbest
dolaşım hakkı verilmiş ve iş imkanı sunulmuştur. Fakat bu durum aynı zamanda ırkçı saldırıları
tetiklemiş ve toplum içerisinde yabancı düşmanlığının doğmasına sebep olmuştur. Bu bağlamda
Leipzig Sosyal Araştırmalar Enstitüsü’nün yapmış olduğu anket dikkat çekicidir: Almanya’da
16 ile 21 yaşları arasındaki gençlere 20 ülkenin yer aldığı ‘en sevilen yabancı grup’ adı altında
anket yapılmıştır. En sevilen yabancı grup anketinde ilk sıraya Amerikalılar yerleşirken, ikinci
sırayı Fransızlar, üçüncü sırayı ise İngilizler almışlardır. Türkler ise 20 gruptan oluşan bu sıralamada 19. sırayı almıştır. Fakat ankete katılan kişilerin bulundukları yerde çok az Türk’ün
yaşaması, dolayısıyla Türklere karşı hemen hemen hiç olumsuz tecrübelerin olmaması
beklenirken, Türklere karşı bu sert reddediş ve sevmemeleri şaşırtıcı bir sonuçtur (Şen, 1995:
144 - 145). Bu durum da aslında önyargıların varlığının ve nesilden nesile aktarıldığının kanıtı
niteliğindedir.
Heterojen toplumlarda üzerinde en fazla durulan konulardan biri de ayrımcılıktır (Diskriminierung). Ayrımcılık, eşit muamele görmeme veya diğerine özellikle azınlığa karşı küçük düşürücü
hareket tarzı olarak tanımlanmaktadır. Ayrımcılık için din, siyasi düşünce, ekonomik durum ve
soy belirleyici unsurlardır. Ayrımcılığa maruz kalan kişi genellikle gerçekte sahip olmadığı
özellikler ve davranış biçimleriyle suçlanmaktadır. Bu açıdan ayrımcılığın önyargılar ile ortaya
çıkan bir olgu olduğu söylenebilir (Boldt ve diğ., 2001: 88). Ayrımcılık noktasında özellikle
etnik ayrımcılığa hemen hemen her toplumda rastlamak mümkündür: Toplum içerisinde eğitim
ve iş gibi alanlarda etnik ayrımcılığa rastlanabileceği gibi, günlük hayatta da çeşitli davranış
biçimleriyle kendini gösterebilmesi mümkündür. Etnik ayrımcılık toplumsal yapı ve uyum için
çok tehlikeli bir eylemdir ve bu ayrımcılığın meşrulaştırılması önyargı ile olurken, ayrımcılığa
maruz kalan grup, çoğunluğun basmakalıp söylem ve eylemleriyle mücadele etmek zorunda
kalmaktadır. Bu durum ise ayrımcılığa maruz kalan kişilerin kişisel gelişimlerini engellemekte
ve yaşam kalitelerini düşürmektedir. (Zarifoğlu ve Zeiler, 1995: 152- 154). Dolayısıyla bu bağlamda göçmenler için her ne kadar ‘kültürel aidiyet’ meselesinin tartışılması ve iyileştirilmeye
The Journal of Academic Social Science Yıl: 5, Sayı: 46, Mayıs 2017, s. 409-420
414
Çokkültürcülük Bağlamında ııı. Ve ıv. Kuşak Türklerin Entegrasyonu ve ‘AlmanyalıTürk’ *
Kimliği (Deutschtürke)
çalışılması, toplum içerisindeki ayrımcılık ve önyargıları yok etmek adına yapılan bir adım olsa
da aslında bu bir entegrasyondan ziyade ortak yurttaşlık haklarını sağlama alma anlamına gelmektedir (Kymlicka, 2015: 201-202).
Almanyalı Türk Kimliği; Türk ve Alman Medyasına Yansımaları
Almanya’da kalıcı olarak Türklerin çocukları ve torunlarının yanı sıra II. ve III. Kuşak Türklerin varlığı Almanya’nın heterojenliğine sebep olmuş ve dolayısıyla Almanya ‘çoketniklilik’
sergileyen bir ülke haline gelmiştir. Söz konusu bu durum ise herşeyden önce Avrupa’daki yurttaşlığın doğası ile aidiyet noktasında gittikçe büyüyen ve derinleşen bir tartışmanın doğmasına
neden olmuştur (Kymlicka, 2015: 50).
2000 yılından itibaren Türklerin Almanya’daki durumunun ‘paralel toplum’ (Parallelgesellschaft) olarak ifade edilmeye başlandığı bilinmektedir. Sebebi ise birçok Türkün, Alman
vatandaşlığına geçmesi ve bu durumun Alman toplumu içerisinde yeni bir toplumsal kavramın
oluşumuna sebep olmasıdır: Türk - Alman (Türkische Deutsche) (bkz. Zaptcıoğlu, 2005: 38).
Almanya’daki Türkler henüz bu melez kimliği daha sindirememişlerken bazen tireli (Deıutsch Türke) bazen de tiresiz bir şekilde kullanılan melez bir kimlik (Deutschtürke) tanımlamasıyla da
karşılaşmışlardır: Almanyalı Türk.
Aslında kaderleri hiç bir zaman kendi haline bırakılmayan Türkler, kimi zaman yönetilmişler,
gözlem altında tutulmuşlar, hatta sınıflandırılmışlardır. Ayrıca zamanın ihtiyacına ve amacına
bağlı olarak suistimal edilmişler, yönlendirilmişler ve uygun görüldüğünde kendi hallerine
bırakılmışlardır. Bu esnada ise kriter her zaman ‘Almanya’nın refahı’ olmuş ve yazılı olmayan
bir yasa gibi “Bir kere Türksen, her zaman Türksün” algısı Türklerin pasaportlarında olmasa da
Alman Toplumunun bilincinde yer almıştır (Zaptcioglu, 2005: 35-36). Bunun nedenini ise Alman Toplumunun kendisini kan esasına göre tanımlamasına bağlamak mümkündür. Dolayısıyla
Alman ulusunun aidiyetini kültürden ziyade ‘soy’ anlayışına dayanan bir birlik düşüncesi belirlemektedir. Örneğin; Rusya’da doğup büyüyen ve Almancaya vakıf olmayan bireyler, Alman
vatandaşlığına sahip olurlarken, Alman kültürünü benimseyip bütün hayatını Almanya’da geçiren Türkler bu hakka sahip olamamaktadırlar (Kymlicka, 2015: 60).
Kymlick’a göre, ulusal azınlıklara ve göçmenlere karşı ırkçılık, etnik merkeziyetçilik ve ayrımcılık onları ve mevcut durumlarını çelişkilere sürüklemiştir. Ne tam olarak göçmen ne de ulusal
azınlık olarak görülmüşlerdir. Tıpkı Afrika kökenli Amerikalılar gibi ‘etnik- kültürel gruplar’
olarak adlandırılmışlardır. Dolayısıyla karmaşık örnekler ve gri alanlar oluşmuştur (Kymlicka,
2015: 180). Söz konusu bu gri alanların ve örneklerin varlığını Alman medyasında da artık sıkça
görmek mümkündür: Almanya’da yaşayan III. ve hatta IV. kuşak Türklerin isimlerinin önünde
Almanyalı Türk ifadesi yer almaktadır (bkz.Deutsch-Türke erlebte den Putschversuch "Als
würde der Albtraum wahr," http://www.radiobremen.de/gesellschaft/themen/deutsch-tuerkestaatsbuergerschaft100.html; Althaus,
„Die Türkei wird kein EU-Mitglied,“
http://www.shz.de/lokales/norddeutsche-rundschau/die-tuerkei-wird-kein-eu-mitgliedid13184651.html; Prinz, Deutsch - Türke muss wegen Todesstrafe - Vorwurf vor Gericht,
https://www.solinger-tageblatt.de/solingen/deutsch-tuerke-muss-wegen-todesstrafe-vorwurfgericht-6838051.html; Deutsch - Türke Kerim Marc B. Sieben Jahre für IS - Terrorverdächtigen
gefordert, http://www.rundschau online.de/politik/deutsch-tuerke-kerim-marc-b--sieben-jahrefuer-is-terrorverdaechtigen-gefordert-24756048). Hatta uyum sürecinde başarılı bir örnek olarak
kabul edilen Mesut Özil’in (bkz. Yılmaz, 2016: 309-310) de aynı şekilde bu melez kimlik ile
isminin medyada yer aldığı görülmektedir. Özil bu noktada Rumpf tarafından yapılan bir
The Journal of Academic Social Science Yıl: 5, Sayı: 46, Mayıs 2017, s. 409-420
415
Çokkültürcülük Bağlamında ııı. Ve ıv. Kuşak Türklerin Entegrasyonu ve ‘AlmanyalıTürk’ *
Kimliği (Deutschtürke)
röportajda Almanya’da doğup büyümesine rağmen neden hala kendisine Almanyalı - Türk
denildiğine şaşırdığını belirtmekte ve bu bağlamda üzerinde düşünülmesi gereken bir soru
yöneltmektedir: Kendisi Almanyalı Türk olarak tüm dünyaya tanıtılırken neden Sami Khedira’ya Alman - Tunuslu (Deutsch - Tunesier) veya Lukas Podolski ve Miroslav Klose’ye Alman
- Polonyalı (Deutsch - Pole) denilmemektedir? (bkz. Rumpf, “Mesut Ozil will kein ‘Deutsch Türke’ mehr sein,” http://www.spiegel.de/sport/fussball/mesut-oezil-will-nicht-deutsch-tuerkegenannt-werden-a-1025443.html).
Alman medyasının yanı sıra Türk medyasında da Almanyalı Türk ifadesine rastlamak mümkündür (bkz. Almanyalı Türk aile kaza kurbanı, http://silayolu.com/index.php/silayolugundem/item/2531-almanyali-turk-aile-kaza-kurbani; İncel, “Almanyalı Türk’e Ömür Boyu
Hapis,“ http://www.hurriyet.com.tr/almanyali-turke-omur-boyu-hapis-26682383).Bu bağlamda
Almanya’da uzun süredir yaşayan Türklerin kendilerini dışlanmış; ana kültüre ve topluma toplum içerisindeki algılamalar nedeniyle entegre olamayışlarının nedenlerini Goethe Enstitüsü’nün Kültür köşesinde görmek mümkündür: Almanyalı Türkler, ‘Almanya’da Görmezden
Gelinenler Türkiye’de El Üstünde Tutuluyor’ başlıklı yazıda bir yandan Almanya’da doğup
büyüyen ve Almanya’daki olumsuz tecrübelerinden dolayı Türkiye’ye geri dönenlerin hayatlarına dair bilgiler sunulurken, diğer yandan Almanya’daki Türk toplumunun varlığına dair genel
bakış açısı da gözler önüne serilmektedir: Sürücü Türkiye’ye dönüş sebebini belirtirken söylemleri kayda değerdir:
"Almanya'da yaşanan gettolaşmadan uzaklaşmak istiyordum. Sürekli 'Türk' olmaktan kurtulmak. Şimdi de burda 'Almanım', ama gene de bir şekilde, tamım."
Hamburglu perakende satış uzmanı Özel Aydın ise bu konudaki tecrübesini şu
şekilde dile getirmektedir:
"Burada hayattan beklentilerimin her alanda karşılandığını gördükten sonra
kendi kendime dedim ki: Alman olduğum halde yabancı gibi yaşıyorsam neden
Almanya'da kalmaya devam edeyim? Doğru karar vermişim. Kendimi çok iyi hissediyorum, hiçbir eksiğim yok ve her konuda takdir görüyorum." (Kaya, “Almanyalı Türk Akademisyenler, Almanya’da Görmezden Gelinenler Türkiye’de El Üstünde Tutuluyor”, https://www.goethe.de/ins/tr/tr/kul/mag/20798754.html).
Sürücü’nün ve Aydın’ın söylemleri aslında Alman toplumuna karşı bir aidiyetin oluşmadığını
ve bu hissin kendilerinde yarattığı ikilemi gözler önüne sermektedir.
Göçmenler özellikle de Türk kökenliler tarafından yayınlanan Kauderzanca dergisi, Almanyalı
Türk kavramı üzerine eğilmiş ve bu kavramının Türklüğe vurgu yaptığını ve ayrımcılığa neden
olduğunu ileri sürüp eleştirmiştir (Çağlar, 2000 :142). Bu eleştirinin yanı sıra 2004 yılında Almanya’da III. Kuşak Türkler üzerinde yapılan araştırma adeta melez kimlik tanımlamalara karşı
gösterilmiş bir tepki niteliğindedir: Araştırmaya katılan Türkiye kökenlilerin %44’ü kendilerini
Müslüman Türk, Avrupalı Müslüman, Avrupalı Türk gibi kimliklerle tanımlarken; kendilerini
sadece Türk olarak tanımlayanların oranı %42 ‘dir. Mayıs 2005 tarihinde Ayhan Kaya ve Ferhat
Kentel tarafından yapılan araştırmaya göre de Almanya’daki Türklerin sadece %7.2’si kendilerini Almanyalı Türk olarak tanımlamaktadırlar. Etnik kimliğe dair yapılan bu araştırmada ankete katılanların %24’ü Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı; %22.5’i Türk; %6.9 ‘u Almanya vatandaşı; %5.6’sı Avrupalı Türk; % 5.3’ü dünya vatandaşı; %4.2. Kürt; %2.1. AB vatandaşı olduğunu
belirtmiştir (Adıgüzel, 2011: 95).
The Journal of Academic Social Science Yıl: 5, Sayı: 46, Mayıs 2017, s. 409-420
416
Çokkültürcülük Bağlamında ııı. Ve ıv. Kuşak Türklerin Entegrasyonu ve ‘AlmanyalıTürk’ *
Kimliği (Deutschtürke)
Almanya’da yaşayan III. ve IV. kuşak Türklere bakış açısı bu şekilde iken, dışarıdan Almanyalı
Türk olarak adlandırılmaları sahicilik ideali açısından ele alındığında, içsel olarak yaratılması
gereken bir varoluş biçimi olan sahicilik idealine ters düştüğü anlaşılmaktadır. Sahicilik idealini
Taylor şu şekilde ifade etmektedir:
“İnsanların kendileri açısından önemli saydıkları şeyi belirleyen artalan, büyük
ölçüde toplumda edindikleri yerle, bu yerle bağıntılı görülen roller ve etkinliklerle belirleniyordu. Demokratik bir toplumun doğuşu, kendi başına bu olguyu
ortadan kaldırmaya yetmez, çünkü insanlar kendilerini yine de toplumsal rolleriyle tanımlamayı sürdürebilirler. Bununla birlikte, toplumsal konuma dayanılarak edinilmiş böyle bir kimliği ortadan kaldıran şey, sahicilik idealidir. Bu ideal de, örneğin Herder’de ortaya çıktığı biçimiyle benden kendi özgün varoluş
biçimi, topluma dayanılarak ortaya çıkarılamaz, tersine içsel olarak yaratılması
gerekir” (Taylor, 2014: 52).
Almanyalı Türk kavramı, evrenselcilik politikası bağlamında da ele alındığında, evrenselcilik
anlayışına göre halkların ve adlandırmaların eşitlenmesi gerektiği vurgusu ön plana çıkmaktadır.
Her şeyden önce “birinci sınıf” ve “ikinci sınıf” vatandaş tanımlamalarından veya bireyleri ve
grupları bu kategoriye sokabilecek ifadelerin kullanımından kaçınılmalıdır. Fakat bu noktada
eşit saygı anlayışına dayalı politikanın birbiri ile çatışan iki düşünceyi beraberinde getirdiğine
değinmek gerekmektedir: Her şeyden önce eşit saygı anlayışı, bireylerin farklılıklarını görmezden gelerek eşit bir şekilde davranılmasını gerekli görürken, diğer yandan bu davranışın bireyleri tekörnek kalıba soktuğu ve öz kimliklerini inkâr etmeye zorlaması yönündeki baskıcı tutumu
eleştiri konusudur. Tüm bunların ötesinde ise aslında eşit haysiyet politikasının, farklılıkları
görmezden gelen ilkesinin aslında hegemonyacı bir kültürün özelliği olduğudur. Dolayısıyla
farklılıkları görmezlikten gelerek adaletli oluğunu savunan toplum, aslında kimlikleri bastırması
nedeniyle ince bir ayar ile insanlık dışı bir davranış sergilemektedir (Taylor, 2014: 63). Fakat
buna rağmen eşit tanınma konusundaki eksikliklerin, toplum içerisindeki varlığının baskı olarak
nasıl içselleştirilebileceği konusunu yine Taylor şu şekilde belirtmektedir:
“Eşit tanınma, sağlıklı bir demokratik toplum için benimsenecek uygun yol
olmakla kalmaz, bu hakkı reddetmek, yaygın bir modern görüş uyarınca, reddedenlere büyük zararlar da verebilir. Başka birine onun aşağı ya da aşağılayıcı bir imgesini yansıtmak, aslında bu imgenin içselleştirilmesi ölçüsünde,
çarpıtılmaya ve ezilmeye neden olur. Yalnızca çağdaş feminizmin değil, ırk
ilişkilerinin ve çokkültürcülük tartışmalarının ardında da, tanınmanın kabul
edilmemesinin bir tür baskıya dönüşebileceği önermesi yatar” (a.g.e., s. 57).
Yukarıda bahsedildiği üzere, her şeyden önce Alman vatandaşlığını kabul edip, buna rağmen
geride bırakılan bir kültürün dışarıdan baskıcı ve itici bir güç tarafından tanımlanması/tanımlanmaya çalışılması kişide ikilem yaratabilir. Tabi ki bu durum herkes için geçerli değildir. Birey Alman vatandaşlığını kabul edip göçmen kimliğinin kültürel değerlerine de bağlı
kalmak isteyebilir. Bu noktada kişinin temsilinin dışarıdan kişi, grup veya belli bir ideoloji tarafından değil de, kendi bilinciyle inşa ettiği bir dil ve uygulama ile kendisini takdim etmesi
önemlidir. Çünkü her şeyden önce entegrasyon sürecinde kişisel tercihte bir baskının veya zararın söz konusu olması çokkültürcülük bağlamında ele alındığında sahici bir yanının olmadığı
The Journal of Academic Social Science Yıl: 5, Sayı: 46, Mayıs 2017, s. 409-420
417
Çokkültürcülük Bağlamında ııı. Ve ıv. Kuşak Türklerin Entegrasyonu ve ‘AlmanyalıTürk’ *
Kimliği (Deutschtürke)
anlamına gelmektedir. Kültürel bağlamın tek bir özneye ait olmadığı, aksine kolektif olduğu göz
önüne alındığında ise, her ne kadar bir toplum kolektif kendiliğinden, kolektif ötekiliği yaratsa
da, söz konusu topluma sonradan entegre olmuş bireyleri ikinci sınıf vatandaş konumuna itebilecek söylemlerden ve etiketlemelerden kaçınılması gerekmektedir. Bu noktada medya da üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmeli, modern zamanlar silahı (Akıner,2014:1) olarak kişileri veya grupları hedef almamalı ve kolektif bilinci yanlış yönlendirmemeye özen göstermelidir.
Sonuç
Kimlik oluşumu ve gelişimi kendi ve öteki arasında yaşam boyu devam eden bir süreçtir. Bu
süreçte ulusal sınırların genişlemesi insanın da kültürel etkileşiminin sınırlarını genişletmiş;
sonucunda ise küreselleşen dünya, bireylere yepyeni yaşam biçimleri sunarken, bu durum aynı
zamanda melez kimliklerin doğmasına da neden olmuştur.
1961 yılından itibaren Almanya’daki Türklerin varlığı için toplum içerisindeki tanımlamalar ve
söylemler dikkat çekicidir: Türklerin öncelikle yabancı, sonraları misafir işçi ve en sonunda da
Almanyalı Türk olarak adlandırılmaları ve melez kimliklere yönelik söylemlerin mevcudiyeti
Almanya’daki Türklerin kimliklerine ve şahsiyetlerine yönelik bir sorunun varlığını ortaya
koymaktadır. Fakat belli bir kalıba sokulmaya çalışılan Türklerin kimliklerinin dış etkenler tarafından tanımlanmaya çalışılması birey de baskı oluşturmakta, bu da çokkültürcülük bağlamında
sahicilik idealine ters düşmektedir. Ayrıca Leipzig Sosyal Araştırmalar Enstitüsü tarafından
yapılan anket sonucunda Almanya’daki Türklerin toplam 20 gruptan oluşan sınıflandırmanın
sonucunda en sevilen grup sıralamasında 19. sırada yer alması ve yabancı düşmanlığının varlığı
Almanyalı Türk kimliğinin öz benliğe saygı amacıyla söylenilmediğinin ispatı niteliğindedir.
Almanya kan bağına dayalı bir aidiyeti kabul etmektedir. Almanya’nın Alman vatandaşlığına
geçmiş ve Alman kültürünü benimsemiş olmalarına rağmen III. ve IV. kuşak Türkleri hala Almanyalı Türk olarak melez bir kimliğin içerisine sokması bunun en büyük göstergesidir. Fakat
toplumda önyargıların ve eşitsizliğin beraberinde getirdiği veya getirebileceği problemlerin
üstesinden gelmek için ‘ortak yurttaşlık duygusunun’ olması ve de yaratılması gerekmektedir.
Bunun için de ortak yurttaşlık duygusunu zedeleyecek özellikle de ikinci sınıf bir kimliğin varlığına dair söylemlerden kaçınılması gerekmektedir. Ortak yurttaşlık hakları toplum kültürünü
oluşturmayı eşit bir şekilde sağladığı takdirde kültürel üyelik bakımından da eşitlik sağlanmış
olacaktır. Ayrıca uyum sürecinin başarılı olması için, kamusal söylem ve bilinci belirleyen
medyanın, iki yönlü sürece vurgu yaparak, farklılığı ön plana çıkaracak şekilde değil de, farklılığı eşit bir zemine koyarak, entegrasyona eşit bir şekilde yer vermesi gerekmektedir. Tüm bunların yanı sıra Almanya’nın içsel açmazlıkların üstesinden gelebilmesi için, toplum içerisindeki
grupların egemen toplum ile karşılıklı bir hoşgörü içerisinde taleplerini ve ihtiyaçlarını karşılamaları gerekmektedir. Devletin çokkültürcülük bağlamında nerde durması gerektiğine bağlı
olarak meydana gelebilecek problemlerin çözümü için de, devletin bir kültüre ket vurmaması
veya aynı şekilde gelişimini desteklememesi önem arz etmektedir.
KAYNAKLAR
Adıgüzel, Yusuf, (2011), Almanya Türkleri’nde Dil Din Kimlik, Şehir Yayınları, İstanbul.
Akıner, Nurdan, (2014). “Bir Modern Zamanlar Silahı Olarak Medya: Kaddafi’nin Lincinin
Satır Arasını Okumak, Esad’ı Anlamak, Akademik Sosyal Araştırmalar Dergisi, Yıl:2,
Sayı: 1, s.1-19.
The Journal of Academic Social Science Yıl: 5, Sayı: 46, Mayıs 2017, s. 409-420
418
Çokkültürcülük Bağlamında ııı. Ve ıv. Kuşak Türklerin Entegrasyonu ve ‘AlmanyalıTürk’ *
Kimliği (Deutschtürke)
Atabay, İlhami, (1995), “Die Identitätsentwicklung türkischer Migrantenjugendlicher in Deutschland”, (Hrsg. Eckhardt Koch, Metin Özek, Wolfgang M. Pfeiffer) Psychologie und
Pathologie der Migranten - Deutsch - türkische Perspektiven, s.160-168, Freiburg im
Breisgau.
Boldt, H., Prehl, H. ve Umbach D. C. (2001), Politik und Gesellschaft, Dudenverlag, Mannheim.
Canatan, Kadir, (2009), “Avrupa Toplumlarında Çokkültürcülük: Sosyolojik Bir Yaklaşım”,
Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, 2(6), s. 80-97.
Çağlar, Ayşe, (2000), “Tire’ li Kimlikler: Teori ve Yönteme İlişkin Bazı Arayışlar”, Toplum ve
Bilim Dergisi, ISSN 1300-9354, İletişim Yayınları, s. 129-149
Doğan, Atilla Ahmet, (2006), “Almanya’ da Türkler ve Çok Kimlikli Kimliksizleştirme”, (Editör: Bilhan Doyuran Kartal), Batı Avrupa’da Türk Dış Göç Sürecinin Güncel Boyutları,
s.51 – 71, Eskişehir.
Erbaş, Hayriye ve Coşkun, M. Kemal, (2007), “Sınıf Kimliğinden Kültürel Kimliğe”, (Der.
Hayriye Erbaş), Fark/Kimlik Politikalarının Yükselişi, Fark/Kimlik Sınıf, s. 5-7, Ankara.
Genç, Deniz, (2005), Multiculturalism and Immigrant Integration in European Societies, Marmara Üniversitesi, Avrupa Birliği Enstitüsü, İstanbul.
Hofmann, Michael, (2011), “Handicap Islam? Die Sarrazin - Debatte als Herausforderung des
deutschen - türkischen Diskurses”, (Hrsg. Şeyda Ozil, Michael Hofmann, Yasemin Dayıoğlu - Yücel), Türkisch - deutscher Kulturkontakt und Kulturtransfer Kontroversen
und Lernprozesse, s. 33-43, Göttingen.
Kymlicka, Will, (2015), Çokkültürlü Yurttaşlık-Azınlık Haklarının Liberal Teorisi, (Çev., Abdullah Yılmaz, ), Ayrıntı Yay., İstanbul
Şahin, Sedat, (2011),” Almanya’da Türk Vatandaşlarının Göçünün 51. Yılı Kazanımlar ve
Tehditler”, Hacettepe Üniversitesi Sosyolojik Araştırmalar Dergisi, ISSN 1304-2823
Şen, Faruk, (1995), “Ausländerfeindlichkeit in Deutschland und die Auswirkungen auf die türkische Minderheit”,(Hrsg. Eckhardt Koch, Metin Özek, Wolfgang M. Pfeiffer), Psychologie und Pathologie der Migranten - Deutsch - türkische Perspektiven, s. 144-151, Freiburg im Breisgau.
Tallman, Brittany, (2011), The Question of Turkish Integration in the Context of German Cultural Identity Conceptions, College of Bowling Green State University, Ohio
Taylor. Charles, (2014), Tanınma Politikası, A. Gutmann (Haz.), Çokkültürcülük Tanınma Politikası, (s. 46 - 93), Yapı Kredi Yayınları, İstanbul
Tosun, Cemal, (2010). Din ve Kimlik, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara.
Yılmaz, Onur, (2016), “Almanya’daki Başarılı Entegrasyon Örnekleri – Rol Model Olarak
Türkler”, Hacettepe Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Dergisi, 24, s. 303-318
The Journal of Academic Social Science Yıl: 5, Sayı: 46, Mayıs 2017, s. 409-420
419
Çokkültürcülük Bağlamında ııı. Ve ıv. Kuşak Türklerin Entegrasyonu ve ‘AlmanyalıTürk’ *
Kimliği (Deutschtürke)
Zarifoğlu, F., Zeiler, J. (1995), Ethnische Diskriminierung und psychische Erkrankung, E.
Koch, M. Özek, W. M. Pfeiffer (Hrsg.) Psychologie und Pathologie der Migranten Deutsch - türkische Perspektiven, (152- 159). Freiburg im Breisgau: Lambertus Verlag
Zaptcioglu, Dilek, (2005), Türken und Deutschen- Nachdenken über eine Freundschaft, Frankfurt: Brandes& Apsel Verlag.
Zengin, Erkan, (2010), Türk-Alman Edebiyatına Tarihsel Bir Bakış ve bu Edebiyata İlişkin
Kavramlar, Türkiyat Dergisi, Hacettepe Üniversitesi Türkiyat Enstitüsü Yayınları, Sayı
12, Bahar, s. 329-349
İNTERNET KAYNAKLARI
Althaus, M. (06.04.2016) „Die Türkei wird kein EU-Mitglied.“
26.01.2017)
İncel,
adresinden erişildi. (ET:
A.
(25.06.2014)
“Almanyalı
Türk’e
Ömür
Boyu
Hapis.“
http://www.hurriyet.com.tr/almanyali-turke-omur-boyu-hapis-26682383 adresinden erişildi. (ET: 23.02.2017)
Kaya, S. (2011). “Almanyalı Türk Akademisyenler, Almanya’da Görmezden Gelinenler Türkiye’de El Üstünde Tutuluyor.” https://www.goethe.de/ins/tr/tr/kul/mag/20798754.html.
adresinden erişildi. (ET:23.02.2017)
Prinz, S. (14.10.2016). Deutsch - Türke muss wegen Todesstrafe - Vorwurf vor Gericht.
https://www.solinger-tageblatt.de/solingen/deutsch-tuerke-muss-wegen-todesstrafevorwurf-gericht-6838051.html adresinden erişildi. (ET:19.12.2016)
Rumpf, T. (25.03.2015). Mesut Ozil will kein ‘Deutsch - Türke’ mehr sein.” ,
http://sportbild.bild.de/fussball/nationalmannschaft/nationalmannschaft/mesut-oezilinterview-kein-deutsch-tuerke-mehr-sein-40296328.sport.html
adresinden
erişildi.
(ET:12.01.2017)
(03.08.2014). Almanyalı Türk aile kaza kurbanı, http://silayolu.com/index.php/silayolugundem/item/2531-almanyali-turk-aile-kaza-kurbani;
adresinden
erişildi.(ET:
23.02.2017)
(t.y.) Deutsch-Türke erlebte den Putschversuch "Als würde der Albtraum wahr,"
http://www.radiobremen.de/gesellschaft/themen/deutsch-tuerkestaatsbuergerschaft100.html; adresinden erişildi.
(ET: 26.01.2017)
(25.03.2015). Fuẞball - Nationalspieler Özil verwundert über Image als Deutsch - Türke ,
http://www.spiegel.de/sport/fussball/mesut-oezil-will-nicht-deutsch-tuerke-genanntwerden-a-1025443.html) adresinden erişildi. (ET:12.01.2017)
(16.09.2016). Deutsch - Türke Kerim Marc B. Sieben Jahre für IS - Terrorverdächtigen gefordert, http://www.rundschau online.de/politik/deutsch-tuerke-kerim-marc-b--sieben-jahre-fuer-isterrorverdaechtigen-gefordert-24756048 adresinden erişildi. (ET: 26.01.2017).
The Journal of Academic Social Science Yıl: 5, Sayı: 46, Mayıs 2017, s. 409-420
420
Download