Aile ve Toplum 5 - Aile ve Toplum Hizmetleri Genel Müdürlüğü

advertisement
AİLE ve TOPLUM DERGİSİ YAYIN İLKELERİ
Aile ve Toplum Dergisi, Başbakanlık Aile Araştırma
Kurumu tarafından üç ayda bir yayınlanır.
2. Dergide telif ve tercüme makaleler, araştırma makaleleri,
bildiriler, yayın değerlendirme ve tartışma yazıları Türkçe
ya da bir yabancı dilde yer alır.
3. Dergi, "Hakemli" bir yayındır. Dergiye gönderilen yazı,
konusu ile ilgili bir akademisyen ve Yayın Kurulu
tarafından incelendikten sonra yayınlanabilir. Dergiye
gönderilen yazıların başka bir dergide yayınlanmamış ya
da yayınlanmak üzere gönderilmemiş olması gerekir.
4. Gönderilen yazıların yayınlanma zorunluluğu yoktur.
Dergiye gelen yazılar yayınlansın ya da yayınlanmasın geri
gönderilmez.
5. Dergiye gönderilen yazıların Türkçe ve bir yabancı dilde
(İngilizce, Fransızca, Almanca) 100-150 kelimelik özetleri
çıkartılmalıdır. Yazı herhangi bir bilimsel toplantıda
sunulmuş ise belirtilmelidir,
6. Dergide yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlara aittir.
7. Dergide yayınlanacak her yazının yazarına telif ücreti
ödenir.
8. Yazının kapak sayfasında, çalışmanın adı yazar/yazarların
(birden fazla yazar varsa sıralama yapılarak) adı, soyadı,
unvanları, çalıştıkları kurumlar belirtilmeli, Türkçe ve
İngilizce özetler yer almalıdır.
9. Makalelerdeki dipnot ve kaynakçalar mutlaka genel kabul
görmüş standartlara uygun olmalıdır.
10. Gönderilen yazıların dili açık ve anlaşılır olmalı, dilimizde
karşılığı tam olarak olmayan ifadelerin Türkçe karşılığı
parantez içinde verilmeli ve gönderilen yazılar yazım
düzeni açısından aşağıdaki özellikleri taşımalıdır:
- Yazılar, A4 boyutundaki beyaz kağıdın bir yüzüne, 1,5
satır aralıklı, bütün kenarlardan 3'er cm. boşluk
bırakılarak ve arial 11 punto kullanılarak yazılmalıdır.
- Dergiye gönderilen metin PC ile yazılmalı, Microsoft
Word'un Ofis 98 ve 2000 sürümleri tercih edilmelidir.
Metin tek kopya olarak sunulmalıdır. Ayrıca metin
diskete kaydedilmeli, disketin üzerinde kullanılan
bilgisayar programı ve sürüm numarası belirtilmelidir.
Yazı, Hakem Kurulu'nun bir değişiklik önerisiyle kabul
edilmişse en son durumu içeren çalışma disketle birlikte
teslim edilmeli, önlem olarak dosyanın bir kopyası da
yazarda bulunmalıdır.
- Satır sonlarında sözcükler kesinlikle hecelerine
bölünmemelidir.
- Çizimler bilgisayardan çıkarılmadı ise, beyaz aydınger
kağıt üzerinde çini mürekkebi ile çizilmelidir. Çizimlerde
fotokopi
yöntemi
kullanılmamalıdır.
Fotoğraflar
siyah/beyaz, net ve parlak fotoğraf kağıdına basılmış
olmalıdır, Renkli fotoğraflar ve fotokopiye çekilmiş
fotoğraflar kullanılmamalıdır. Ayrıca, her bir şeklin metin
içinde gireceği yer açık bir biçimde gösterilmelidir.
1.
Sahibi
Başbakanlık Aile Araştırma
Kurumu Başkanlığı Adına
Muammer Uğur
BAYBURTLUOĞLU
Yazı İşleri Müdürü
İrfan ÇAYBOYLU
Yayın Kurulu
M. Uğur BAYBURTLUOĞLU
Prof. Dr. Rüveyde
BAYRAKTAR Prof. Dr.
Yıldırım Beyatlı
DOĞAN
Doç. Dr. İbrahim GILGA
Filiz KAVACIKLI
Erdal BOZKURT
Dr. Aysel GÜNİNDİ ERSÖZ
Adres Meşrutiyet
Caddesi No: 1 9
06650 Kızılay-ANKARA
Tel :(312)419 29 79-(l 2 Hat)
Fax (312)419 29 70
Aile ve Toplum Dergisi'nde
yayınlanan
yazılardaki görüşler yazarına
aittir.
Aile ve Toplum Dergisi üç
ayda bir yayımlanır.
Grafik & Baskı
Ata Ofset Matbaacılık
(0312)312 42 41 -ANKARA
Prof. Dr. Belma AKŞİT
Başkent Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Üyesi
Prof. Dr. Emine AKYÜZ
Prof. Dr. Zehra ARIKAN
Doç. Dr. Çiğdem ARIKAN
Prof. Dr. Meziyet ARI
Prof. Dr. Orhan AYDIN
Prof, Dr. Ayla BAYIK
Prof. Dr. Rüveyde BAYRAKTAR
Prof. Dr. Müberra BABAOCUL
Doç. Dr. Aylin GÖRGÜN BARAN
Prof. Dr. Beyza BİLGİN
Prof. Dr. Latife BIYIKLI
Prof. Dr. Işıl BULUT
Doç. Dr. İbrahim CILGA
Prof. Dr. Saynur CANAT
Prof. Dr. Bülent ÇAPLI
Doç. Dr. Oya ÇİTCİ
Doç. Dr. İhsan DAĞ
Prof. Dr. Yıldırım B. DOĞAN
Yrd. Doç. Dr. Veli DUYAN
Prof. Dr. Yıldız ECEVİT
Doç. Dr. Mehmet ECEVİT
Prof. Dr. Birsen GÖKÇE
Prof. Dr. Nergiz GÜVEN
Prof. Dr. Ülker GÜRKAN
Prof. Dr. Mübeccel GÖNEN
Prof. Dr. Talat HALMAN
Prof. Dr. Seniha HASİPEK
Prof. Dr. Nuran HORTAÇSU
Prof. Dr. Olcay İMAMOGLU
Yrd. Doç. Dr. Sunay İL
Prof. Dr. Tülin İÇLİ
Prof. Dr. Zafer İLBARS
Prof. Dr. Nuray KARANCl
Doç. Dr. Velittin KALINKARA
Yrd. Doç. Dr. Kasım KARATAŞ
Prof. Dr. Eser KERİMOĞLU
Prof. Dr. Duyan MAĞDEN
Prof. Dr. Ahmet Yaşar OCAK
Prof. Dr. İlber ORTAYLI
Prof. Dr. Ferhunde ÖKTEM
Prof. Dr. Nilgün SARP
Prof. Dr. Işık SAYIL
Prof. Dr. İlhan TOMANBAY
Prof. Dr. Günsel TERZİOĞLU
Doç. Dr. Gülay TOKSÖZ
Prof. Dr. Ergül TUNÇBİLEK
Prof. Dr. Sevda ULUĞTEKİN
Prof. Dr. Hamza UYGUN
Prof. Dr. Serhat ÜNAL
A.Ü. Eğitim Bilimleri Fakültesi Öğretim Üyesi
Gazi Üniversitesi Psikiyatri Bölümü Öğretim Üyesi
H.Ü. Sosyal Hizmetler Y.O. Öğretim Üyesi
H.Ü. Çocuk Gelişimi ve Eğitimi Bölümü Öğretim Üyesi
H.Ü. Psikoloji Bölümü Öğretim Üyesi
Ege Üniversitesi Hemşirelik Y.O. Halk Sağlığı Bl. Başkanı
H.Ü. Psikoloji Bölümü Öğretim Üyesi
H.Ü. Ev Ekonomisi Yüksek Okulu Müdürü
H.Ü. Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi
A.Ü. İlahiyat Fakültesi Öğretimi Üyesi
A.Ü. Eğitim Bilimleri Fakültesi Öğretim Üyesi
H.Ü. Sosyal Hizmetler Y.O. Öğretim Üyesi
H.Ü. Sosyal Hizmetler Y.O. Öğretim Üyesi
A.Ü. Tıp Fakültesi Ergen Psikiyatrisi Bölüm Başkanı
A.Ü. İletişim Fakültesi Öğretim Üyesi
TODAİE Öğretim Üyesi
H.Ü. Psikoloji Bölümü Öğretim Üyesi
A.Ü. Tıp Fakültesi Psikiyatri Bölümü Öğretim Üyesi
H.Ü. Sosyal Hizmetler Y.O. Öğretim Üyesi
O.D.T.Ü. Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi
O.D.T.Ü. Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi
H.Ü. Kamu Yönetimi Bölümü Öğretim Üyesi
H.Ü. Çocuk Gelişimi ve Eğitimi Bölüm Öğretim Üyesi
A.Ü. Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi
H.Ü. Çocuk Gelişimi ve Eğitimi Bölümü Öğretim Üyesi
Bilkent Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölüm Başkanı
A.Ü. Ev Ekonomisi Y.O. Öğretim Üyesi
O.D.T.Ü. Psikoloji Bölümü Öğretim Üyesi
O.D.T.Ü. Psikoloji Bölümü Öğretim Üyesi
H.Ü. Sosyal Hizmetler Y.O. Öğretim Üyesi
H.Ü. Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi
A.Ü. D.T.C.F. Sosyal Antropoloji Bölümü Öğretim Üyesi
O.D.T.Ü. Psikoloji Bölümü Öğretim Üyesi
P.Ü. Denizli Meslek Yüksek Okulu Müdürü
H.Ü. Sosyal Hizmetler Y.O. Öğretim Üyesi
A.Ü. Tıp Fakültesi Çocuk Psikiyatrisi Bölüm Başkanı
H.Ü. Çocuk Gelişimi ve Eğitimi Bölümü Öğretim Üyesi
H.Ü. Tarih Bölümü Öğretim Üyesi
A.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi Öğretim Üyesi
H.Ü. Çocuk Ruh Sağlığı Bölümü Öğretim Üyesi
A.Ü. Sağlık Eğitimi Fak Sağlık Yönetimi Dekanı
A.Ü. Tıp Fakültesi Psikiyatri Bölümü Öğretim Üyesi
H.Ü. Sosyal Hizmetler Y.Ö. Öğretim Üyesi
H.Ü. Ev Ekonomisi Yüksek Okulu Bölüm Başkanı
A.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi Öğretim Üyesi
H.Ü. Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi
H.Ü. Sosyal Hizmetler Y.O. Öğretim Üyesi
H.Ü. Kamu Yönetimi Bölümü Öğretim Üyesi
H.Ü. Tıp Fak. Enfeksiyon Has. Öğretim Üyesi
A.Ü. Tıp Fakültesi Çocuk Psikiyatrisi Böl. E. Öğretim Üyesi
Prof. Dr. Ayşe YALIN
Menopoza İlişkin Yaklaşımların ve Kültürlerarası Çalışmaların Gözden Geçirilmesi
Prof. Dr. Rüveyde BAYRAKTAR - Dr. Zehra UÇANOK. ..................................................................... 5
Hepatit-B İnfeksiyonu ve Koruyucu Önlemler
Prof. Dr. Ayfer KARADAKOVAN................................................................................................... 13
Ankara İlinde 1997-2000 Yılları Arasında Kamu Sektörünün Sağladığı
Aile Planlaması Yöntemlerinin "Couple Year Protection" (CYP) Değeri Ortak Analizi
Dr. Aydan BİRİ - Dr. jale ÖZTÛRK - Dr. Işıl MARAL....................................................................... 21
Çoğulcu Demokratik Toplum İçin Aile Eğitimi Projesi
Prof, Dr. Sevda ULUĞTEKİN - Doç, Dr. İbrahim OLCA - Yrd. Doç. Dr. Sunay İL..............................29
Empati ve Demografik Değişkenlerin Evlilik Uyumu İle İlişkisi
Şennur TUTAREL - KIŞLAK - Fazlı ÇABUKÇA .................................................................................35
Dünyada Yaygın Bir Sorun: Yaşlı İstismarı ve ihlali
Aynur UYSAL.. .............................................................................................................................43
Aile Mahkemeleri Tasarısı Üzerine Bir Değerlendirme
Doç. Dr. İbrahim CILGA ................................................................................................................51
Popüler Kültür Ürünlerinden Müzik Videolarının Gençler Üzerindeki Olumsuz Etkileri
Dr. Aysel Günindi - ERSÖZ...........................................................................................................61
Bir Kurum Hekimliği'nin Tanıtımı ve İdeal Hekim Hasta İlişkisinin Uygulanması Sonucunda
Hastanelere Sevk Edilen Hastaların Sayısındaki Değişim
Yrd. Doç. Dr. Sencer OZAN TOKER ...............................................................................................69
Akraba Evliliğinin Kültür Birikiminde ve Toplum Hayatındaki Bazı Görünümleri: Dil, Din ve Tıp
Dr. Dursun AYAN - Rahlme BEDER-ŞEN - Semra YURTKURAN - Gülsen ÜNAL..............................77
Menopoza İlişkin Yaklaşımların Ve
Kültürlerarası Çalışmaların
Gözden Geçirilmesi
Prof. Dr. Rüveyde BAYRAKTAR • Dr. Zehra UÇANOK
Özet
Bu yazıda, menopoza ilişkin temel yaklaşımlar,
hem Türkiye'de hem de farklı kültürlerde yapılan
çalışmalar kısaca gözden geçirilmiştir. Menopoz,
biyolojik ve tıbbi anlamda son adet kanaması olarak tanımlanmakta, klimakterik terimi ise menopoz
öncesi, menopoz ve menopoz sonrası dönemi içeren tüm sürece karşılık olarak kullanılmaktadır,
Menopoza ilişkin yapılan ilk çalışmalar genellikle
yoğun şikayetleri nedeniyle hastanelerin jinekoloji
ve psikiyatri kliniklerine başvuran kadınlar üzerinde yapılmış ve bu çalışmalardan elde edilen bulgular menopoz dönemindeki tüm kadınlara genellenmiştir. Ancak daha sonraları hastane kliniklerine
parelel olarak alanda yapılan çalışmalar sonucu
menopoz yaşantısının evrenselliği reddedilmiş,
bunun yerine menopoz yaşantısının anlaşılmasında
sosyokültürel bağlamın önemi üzerinde durulmuştur. Farklı kültürlerde yapılan çalışmalar hem
kültürün kendi içinde hem de farklı kültürlerde
menopozun yaşanması açısından büyük farklılıklar
olduğunu ortaya koymuştur. Doğu ve Batı kültürlerindeki kadınları karşılaştıran çalışmalar, Doğudaki
kadınların menopozu doğal bir süreç olarak gördüklerini ve Batıdaki yaşıtlarına göre yaşamın bu
dönemini daha olumlu değerlendirdiklerini göstermiştir. Bu çalışmalardan yola çıkarak menopoza
ilişkin belirtilerin fiziksel değişmeler, kültürel etkiler ve bireysel algıların bir kombinasyonu olduğu
sonucuna varılmıştır. Türkiye'de yapılan görgül
çalışmalar da bu bağlamda tartışılmıştır.
Anahtar
Sözcükler:
Orta
yaş
dönemi,
klimakterik, menopoza ilişkin belirtiler, psikolojik
ve sosyal faktörler, kültürel etkiler
(*)
Hacettepe Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Psikoloji Bö
Abstract
The present article aims to review the majör
approaches and empirical studies on menopausal
symptoms and variables re/ated to these symptoms in
Turkey and cross-cuituraİİy. Menopause is a medlcai
term indicating the absence of menstrual bleeding for
one year, but the term climacteric İs used for the
entire
processes
including
premenopause,
perimenopause and postme nopause. Early studies of
the menopausal transition focused on patient
populations that came to the attention of health çare
professionals because of problems reiated to
menopause. This focus produced a bias showing more
negative results than would occur in the general
population. More recently population-based studies
ha ve been published and the results of these studies
began focusing more on the dispute regarding the
universality of menopausal experience in women and
the role of the socio-cu/tural context A number of
studies ha ve shown that menopausal experi ence
varies across cultures. Research findings comparing
women from Eastern and Western societies suggest
that Eastern women conceptualize menopause as a
natural developmentai processes and view this period
more positive/y than their Western counterparts.
Studies ha ve also shown that the re were large
differences in the menopausal experience within the
same culture. İt was concluded that the combination
of variables such as physical changes, cultural
influences and individual perceptions are very
important in determining the so cal/ed menopausal
symptoms. Empirical studies conducted in Turkey are
discussed within the framework of these latter studies
focusing on the psychological, demographic and
socio-cultural variables on the appearance of
menopausal symptoms.
Key Words: Middle age, climacteric, menopausal
symptoms, psychological and social factors, cultural
effects
Menapoza İlişkin Yaklaşımların ve
Kültürlerarası çalışmaların Gözden
Geçirilmesi Tanım ve Sınıflama
Biyolojik ve tıbbi anlamda, son adet kanaması
olarak tanımlanan menopoz, orta yaş dönemini
yaşayan tüm kadınlar için evrensel bir olaydır. Anılan olay, yaşamın üretkenlik (doğurganlık) kısmının
sona erdiğine işaret eden bir parametredir. Menopoz, geniş bir yaş ranjını içeren (35-65 yaş) ve
klimakterik olarak tanımlanan dönem içinde yaşanmaktadır. Yaş dönümü ya da klimakterik terimi,
orta yaşta hem kadınlarda hem de erkeklerde ortaya çıkan hormonal, fiziksel ve duygusal değişmelerin geniş bir bileşimine karşılık olarak kullanılmaktadır. Anılan dönemde hormon düzeylerinde
meydana gelen değişmeler sonucunda 45 ile 55
yaş arasındaki kadınlar, adet kanamasının sona
ermesi ile doğurganlığın bitmesi anlamına gelen
"menopoz" a (perimenopoz) girmektedirler. Menopoz döneminde, kandaki östrojen düzeyi düşmekte
ve buna bağlı olarak da FSH (follicule stimulating
hormone) ve LH (luteinizing hormone) düzeyi artmaktadır. Menopoza giriş yaşı 45 ile 55 yaşları
arasında değişmekle birlikte, genellikle 50 yaş
civarıdır. Amerika Birleşik Devletleri'nde ortalama
menopoz yaşı 51 olarak belirtilirken, Japonya'da
menopozun 50 yaş civarında yaşandığı bildirilmiştir
(Kono, 1990). Benzer şekilde, ülkemizde de
menopozun 45-50 yaşları arasında başladığı belirtilmektedir (Aksoy, 1988; Batıoğlu, 1990). Bu
doğrultuda hem kentte (Temiz ve Bayraktar 1999)
hem de kırsal kesimde yapılan bir çalışmada
(Alıtkan ve Bayraktar, 1999) menopoza girme yaşının ortalama olarak 48 olduğu görülmüştür. Kadınlar menopoza ilişkin değişimleri 35 yaşından
itibaren yaşamaya başlamakta ve bu durum 50
yaşına kadar devam etmektedir. Menopozdan önceki yıllara menopoz öncesi dönem (premenopoz),
menopozdan sonraki yıllara ise menopoz sonrası
dönem (postmenopoz) adı verilmektedir. Anılan
değişimleri doğal olarak yaşamanın yanısıra, bazı
kadınlar sağlık nedenlerinden dolayı (örneğin yumurtalık kistleri, tümörleri, rahim miyomları gibi)
cerrahi yolla menopoza girmektedirler (Patterson
ve Lynch, 1988).
Menopoz döneminde, kadınlarda somatik,
psikosomatik ve psikolojik birtakım belirtilerin
ortaya çıktığı öne sürülmekte ve yaygın olarak ifade edilen bu belirtiler iki grupta toplanmaktadır.
Sıcak basması, gece terlemesi, uykusuzluk, sinirlilik hali, konsantrasyon kaybı, unutkanlık, idrar
yolu şikayetleri gibi ilk gruba giren belirtiler, bu
dönemde kadını huzursuz edebilmekte, ancak tek
başına ciddi sağlık sorunlarına neden olmamaktadır. Buna karşılık, osteoporoz adı verilen kemik
yoğunluğunun kaybı ve kalp-damar hastalıkları
gibi başlangıçta belirti vermeyen, ancak yıllar ilerledikçe ortaya çıkan ikinci gruba ait belirtiler ise
ciddi sağlık sorunlarına neden olabilmektedir. Menopoz sonrasında yaşanan fiziksel şikayetlerin
giderilmesi için yaygın olarak östrojen ve
progesteron içeren hormon tedavisi (hormon
replacement therapy) uygulanmaktadır. Anılan
tedavi, menopoz döneminde kanda belirli bir düzeyin altına inen östrojen hormonunun yerine konulmasını içermektedir (Hunter, 1990).
Tarihsel İnceleme
Tarihsel olarak incelendiğinde, menopoza ilişkin yaklaşımların zaman içinde değişikliğe uğradığı
görülmektedir. Ondokuzuncu yüzyılda, orta yaş
dönemindeki kadınların yaygın olarak depresyon ve
kaygıyı ifade eden "involüsyonel melankoli" yi
(invo/utİonal melancholia) yaşadığı görüşü kabul
edilmekteydi. Yirminci yüzyılın başlarında da
depresyon, gerginlik, çabuk sinirlenme ve kişilikteki
değişmeler, menopozun başlangıcına işaret eden
belirtiler olarak değerlendirilerek menopoz döneminde ortaya çıkan kişilik bozuklukları ve nevrotik
belirtiler menopozun bir sonucu olarak kabul edilmiştir. "Menopoz sendromu" terimi orta yaş dönemindeki kadınlarda meydana gelen tüm duygusal
problemleri ifade etmekteydi. Menopozun pek çok
kadını "deli" ettiği düşüncesi zamanla çoğu kültürde kabul edilen bir kalıpyargı haline gelmiş ve
sözü edilen psikolojik belirtiler kadınların orta yaş
dönemlerinde beklenen bir durum olmuştur
(Ballinger, 1990).
1950'li yıllara gelindiğinde, menopozun kadının ruh sağlığı üzerinde olumsuz etkisi olduğu ve
kadınların büyük çoğunluğunun bu dönemde depresyon yaşadığı görüşü oldukça yaygındı. Özellikle,
yoğun şikayetleri nedeniyle hastanelerin jinekoloji
ve psikiyatri kliniklerine başvuran kadınlar üzerinde yapılan çalışmalardan elde edilen bulgular, menopoz döneminde olan tüm kadınlara genellenmekteydi. Bu dönemde geleneksel biyolojik-tıbbi
(biomedical) yaklaşım, menopozu kadının zihinsel,
duygusal ve fiziksel sağlığı üzerinde olumsuz
doğurguları olan östrojen eksikliği hastalığı olarak
ele almaktaydı (Palmlund, 1997). Ancak, 1970'li
yıllarda ve 19801i yılların başında hastane kliniklerine paralel olarak alanda daha kontrollü bir şekilde yapılan çalışmalar, sözü edilen görüş ile çelişkili
bulguların ortaya çıkmasına neden olmuştur. Genellikle enlemesine-kesitsel yöntemle yapılan bu
çalışmalardan elde edilen bulgular, sadece
vazomotor belirtilerin (sıcak basması ve gece terlemeleri gibi) ve vajinal kuruluğun menopozla
doğrudan ilişkili olduğunu açık biçimde ortaya
koymuştur. Buna karşılık duygusal problemler ile
menopoz arasındaki ilişki sözü edilen araştırma
bulgularına göre belirsizdir. Bu nedenle orta yaş
dönemindeki kadının tüm sıkıntılarını menopoza
bağlı hormon değişmelerine yüklemenin hatalı
olacağı belirtilmiştir (Hunter, 1993).
1 980'li yıllara gelindiğinde, başta Kuzey Amerika ve Avrupa olmak üzere geniş örneklem gruplarının kullanıldığı boylamsal araştırmalar yapılmıştır. Sözü edilen alan araştırmaları bir bütün
olarak değerlendirildiğinde, menopozun orta yaş
dönemindeki kadının sağlığında vazomotor belirtiler ve vajinal kuruluk dışında bir değişikliğe neden olmadığını, daha önceki araştırma bulguları ile
belirlenen vazomotor belirti sıklığının ise %70 yerine, %50 ile 60 arasında değiştiğini ortaya koymuştur. Söz konusu belirtilerin en önemli
yordayıcılarmın cerrahi yolla menopoza girme ve
sigara içme alışkanlığının olduğu, diğer etkenlerin
daha fazla ve daha ayrıntılı araştırılmaya gereksi-
nimi olduğu ifade edilmiştir (Hunter, 1993). Ayrıca
araştırma bulguları, menopoz döneminde ortaya
çıktığı öne sürülen tüm belirtilerin hormon düzeyindeki değişmelerden kaynaklanmadığını, orta yaş
döneminde yaşanan sosyal ve psikolojik değişmelerin de bu dönemdeki belirtilerle ilgili olabileceğini
açıkça ortaya koymuştur (örn., Greene ve Cooke,
1980; Polit ve LaRacco, 1980; Hunter, 1990; Holte
ve Mikkelsen, 1991; Avis ve McKinlay, 1991; Koster
ve Davîdsen, 1993; Mittchell ve Woods, 1996;
Coope, 1996). Özet olarak, bu doğrultuda yapılan
çalışmalar sonucu menopoz yaşantısının evrenselliği reddedilmiş, bunun yerine sosyokültürel
bağlamın kadının menopozu algılamasında ve yaşamasında nasıl bir rol oynadığını incelemenin
önemi üzerinde durulmuştur (Beyene, 1986; Lock,
1 994; Kaufert, 1 996).
Psikolojik, Sosyal ve Kültürel
Faktörlerin Önemi
Menopoz,
en
basit
şekliyle
adet
kanamasının sona ermesi olarak tanımlanmakla
beraber, menopoz yaşantısının anlaşılabilmesi için,
biyolojik faktörlerin olduğu kadar psikolojik, sosyal
ve kültürel faktörlerin de dikkate alınması
gerekmektedir. Farklı kültürlerde menopoza
girmenin etkisinin değerlendirildiği bir yazıda
(Robinson, 1996), hem kültürün kendi içinde hem
de farklı kültürlerde menopozun yaşanması
açısından büyük farklılıklar olduğu ve menopoza
ilişkin belirtilerin fiziksel değişmeler, kültürel etkiler
ve bireysel algıların bir kombinasyonu olduğu
sonucuna varılmıştır. Pek çok kültürde cinsellik,
kadının toplumdaki rolleri, cinsiyete özgü stres ve
yaşlanma gibi konular menopozun fiziksel ve
sembolik anlamı ile oldukça yakından ilgilidir. Doğu
ve Batı kültürlerindeki kadınları karşılaştıran
çalışmalar, Doğudaki kadınların menopozu doğal
bir süreç olarak gördüklerini ve batıdaki yaşıtlarına
göre yaşamın bu dönemini daha olumlu
değerlendirdiklerini göstermiştir (Lock, 1986;
1991; 1994; Lock ve ark., 1988; Bowles, 1990;
Adler ve ark., 2000) . Elde edilen bu farka ilişkin çok
sayıda
açıklama
getirildiyse
de
bu
fark henüz çok iyi anlaşılamamıştır. İleri yaşlarda
kadının sosyal statüsü ile menopozu yaşaması
arasındaki bağ, bu kültürel farka getirilen açıklamalardan yalnızca birisidir. Sosyal statünün yaşla
birlikte arttığı toplumlarda ya da kültürlerde kadınların klimakterik döneme ilişkin olumsuz belirtileri daha az yaşadıkları görülmüştür. Bunun
yanısıra, menopoza ilişkin kültürlerarasi çalışmalar
Avrupalı ve Kuzey Amerikalı kadınların menopoza
ilişkin daha fazla şikayetleri olduğunu ve bu nedenle sağlık kuruluşlarına daha çok başvurduklarını
ortaya koymaktadır (örn., Tang, 1994; Boulet ve
ark., 1994; Avis ve McKinlay, 1995). Ayrıca, beyaz,
orta sınıftan gelen ve Avrupa kökenli Amerikalı
kadınların diğerlerine göre özellikle hormon tedavisini içeren tedaviye daha fazla başvurdukları ve
genel olarak Batılı kadınların Batılı olmayanlara
göre daha fazla hormon kullandıkları görülmektedir. Ancak kültürlerarası karşılaştırmaları içeren ve
son on yılda ağırlık kazanan bu çalışmaların genellikle bazı özel gruplarla Kuzey Amerikalıların
menopoz yaşantısını karşılaştırdığı ve Amerikada
yapılan pek çok çalışmanın da sadece orta sınıf
beyaz Avrupa kökenli Amerikalı kadınların menopoz yaşantılarına dayalı olduğu öne sürülmektedir.
Buna karşılık, Amerika'da menopoz ve orta yaş
dönemi yaşantılarını ırk, etnik köken, eğitim düzeyi, mesleki statü, kültür veya sosyoekonomik statüye göre karşılaştıran çalışmaların oldukça az
sayıda olduğu belirtilmektedir (Adler ve ark., 2000)
Daha önce de belirtildiği gibi menopoz, evrensel
biyolojik bir olgu olmakla birlikte, orta yaş
dönemindeki kadının yaşamında meydana gelen
pek çok değişiklikle iç içe yaşanmaktadır. Bilindiği
gibi, orta yaş dönemi pek çok birey için yaşamın
yeniden gözden geçirildiği bir dönemdir. Bu nedenle, bu dönemde ortaya çıktığı öne sürülen belirtilerde yaşın, menopoza girmenin ve meydana
gelen sosyal ve psikolojik değişikliklerin ayrı ayrı
katkısını belirlemek oldukça güçtür. Bu noktada,
menopozu, ülkemizde orta yaş dönemi ve ilgili
diğer değişkenler çerçevesinde irdeleyen ve genellikle bu bakış açısıyla yürütülen araştırmalardan
bir kısmı izleyen bölümde kısaca özetlenmiştir.
Türkiye’de Yapılan Araştırmalar
Konuyla ilgili yazılı kaynaklar incelendiğinde,
depresyon ve menopoz arasındaki ilişkinin incelendiği çok sayıda çalışmaya rastlanmaktadır. Bu
eğilimin nedeni, menopozun kadının ruh sağlığı
üzerinde büyük ölçüde olumsuz etkisi olduğu ve
kadınların büyük çoğunluğunun bu dönemde depresyon yaşadığı görüşünün yaygın olmasındadır.
Son yıllarda bu konuda yapılan bir çalışmada, ayakta depresyon tedavisi gören kadınlarda 40 yaşından sonra depresyonun başlama sıklığının erkeklerden anlamlı olarak farklı olmadığı görülmüştür. Elde edilen bu bulgu, yanlış inançların
aksine kadınların menopoz döneminde depresyon
geçirme olasılıklarının erkeklerden daha fazla olmadığını göstermektedir (Benazzi, 2000). Bunun
yanısıra, menopoz öncesi, menopoz sonrası ve
cerrahi yolla menopoza girmiş üç farklı grubu içeren bir çalışmada depresif belirtiler açısından
gruplar arasında herhangi bir farklılık elde edilmemiştir (Barensten, 2001). Bu doğrultuda, ülkemizde yapılan bir çalışmada, Beck Depresyon Envanteri kullanılarak menopoz öncesi ve menopoz
sonrası dönemdeki kadınlarda depresyon sıklığı
incelenmiştir. Araştırmanın örneklemi Fırat Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum
Anabilim Dalına başvuran 45-50 yaş grubu ve 50
yaş üstündeki kadınlar oluşturmuştur. Menopoz
öncesi dönemdeki kadınların Beck Depresyon Ölçeği puanlarının menopoz sonrası dönemdeki
kadınlara göre daha yüksek olduğu görülmüştür.
Ayrıca cerrahi müdahele gören menopoz sonrası
dönemdeki kadınlarda şiddetli depresyon düzeyinin (% 53) aynı dönemdeki doğal menopozlu kadınlara (% 4) göre daha yüksek olduğu görülmüştür
(İçmeli ve Yılmaz, 1992).
Benzer şekilde yapılan bir başka çalışmada
menopoza girmiş kadınların Beck Depresyon Ölçeği'nden aldıkları puanlar, hormon tedavisi ve eğitim düzeyleri açısından incelenmiştir. Eğitim düzeyi
düşük kadınların Beck Depresyon Ölçeği'nden aldıkları puanların yüksek olduğu ve eğitim düzeyi
yükseldikçe depresyon puanlarının azaldığı görülmüştür.
Hormon tedavisi alan grubun tedavi öncesi ve
sonrasındaki puanları arasında anlamlı bir fark
bulunmuş; hormon tedavisi sonucunda menopoz
döneminde ortaya çıkan depresif duygu durumundaki belirtilerin azaldığı veya tamamen ortadan
kalktığı görülmüştür. Elde edilen bu sonuç çerçevesinde araştırmacılar, eğitim düzeyi yükseldikçe
psikolojik belirtilerle baş etme becerisinin artabileceğini ve hormon tedavisinin depresif belirtilerin
azalmasına katkıda bulunabileceğini bildirmişlerdir
(Bulgurlu, Bayraktar ve Şen, 1993),
Uçanok ve Bayraktar (1995) tarafından yapılan
bir başka çalışmada ise, "klimakterik" ya da "orta
yaş dönemini" temsil eden 40-65 yaşları arasındaki
kadınlarda depresyon İle yaşam olayları, sosyal
destek, menopoza girme ve bazı sosyodemografik değişkenlerin ilişkisi incelenmiştir.
Araştırmanın bulguları, depresyon puanlarının
yordanmasında anlamlı katkıları olan değişkenlerin
sırasıyla eşten alınan sosyal destek ve çocuk sayısı
olduğunu göstermiştir. Depresyon ve genel belirti
düzeyi ile yaşam olayları arasındaki ilişkinin incelendiği araştırmalarda, sosyal destek gibi stresin
zarar verici etkisini azaltabilecek bir ara değişken
üzerinde durulmuştur (Cohen ve Wills, 1985;
Brown ve Harris, 1978). Anılan çalışmalarda evlilik
ve diğer yakınlardan alınan sosyal destek arasında
bir ayırımdan söz edilmektedir. Eş önemli bir sırdaş
olarak gözükmekte, anne-baba, akraba veya arkadaşla olan sırdaşlığın eşin verdiği desteği karşılamakta yeterli olmadığı belirtilmektedir. Araştırmanın örneklemi sınırlı olduğu için genelleme yapmak
oldukça güç olmakla birlikte, araştırmada Batı
örnekleminde yapılan çalışmaların bulgularına paralel olarak, arkadaştan ve akrabadan çok, eşten
alınan sosyal desteğin önemli olduğu söylenebilir.
Bunun yanısıra, çocuk sayısı ile depresyon puanları
arasında elde edilen pozitif yöndeki ilişki, orta yaş
dönemindeki kadının çok sayıda çocuğun farklı
türden ihtiyaçlarını karşılamak durumunda kalmasının depresif belirtileri arttırıcı bir rolü olabileceğini düşündürmektedir.
Evlilikteki uyum düzeyi ile menopoza ilişkin
belirtiler arasındaki ilişkiyi irdeleyen çalışmalarda,
menopoz dönemindeki kadınların bu döneme iliş-
kin şikayetleri ile başetmede, evliliklerinin ve eşleriyle olan ilişkilerinin oldukça önemli bir rol oynadığı gösterilmiştir (Montero ve ark. 1990; Koster ve
Davidsen, 1993). Bu doğrultuda yapılan bir çalışmada, evli olmayan kadınların evli olanlara göre
depresyon düzeylerinin daha yüksek olduğu, ancak
evlilikleri iyi gitmeyen kadınların depresif duygu
durumlarının daha kötü olduğu görülmüştür. Bunun yanısıra, evlilikten alınan doyum ile menopoza
ilişkin belirtiler arasında olumsuz yönde ilişki elde
edilmiştir (Kurpius ve arkadaşları, 2001). Ülkemizde yapılan bir çalışmada (Uçanok ve Bayraktar,
1996 a) yaşları 35 ile 65 arasında olan kadınlarda
yaş, eğitim düzeyi, çalışma durumu, medeni hal,
yaşam olayları ve evlilikte uyum düzeyinin bu dönemdeki genel belirti düzeyini yordamaya olan
katkıları belirlenmeye çalışılmıştır. Bulgular, genel
belirti düzeyini yordamaya anlamlı katkısı olan
değişkenlerin sırasıyla, evlilikte uyum düzeyi, eğitim düzeyi ve yaşam olayları olduğunu göstermiştir. Kağıtçıbaşı'nın (1981) kültürlerarası bir proje
kapsamında 8 ülkeyi içeren çalışmasında, Türk
kadınlarının % 62'sînin "eşe yakın olmayı" birinci
veya ikinci sırada bir değer olarak seçtikleri dikkate
alındığında, Türk toplumunda da evlilik ilişkisinin
niteliğinin ve eşten alınan sosyal desteğin
klimakterik döneme ilişkin şikayetler ile baş etmede oldukça önemli rolü olduğu ileri sürülebilir.
Eğitim düzeyinin ve yaşam olaylarının genel belirti
düzeyini yordamada anlamlı katkısının olması bu
konuda yapılan diğer çalışmaların bulguları ile
tutarlık göstermektedir (Polit ve LaRacco, 1980;
Bulgurlu ve ark., 1993; Uçanok ve Bayraktar,
1996b).
Ülkemizde bu doğrultuda yapılan bir başka
çalışmada 29-60 yaş arasındaki kadınlarda menopoza ilişkin belirtiler ve tutumlar hem gelişimsel
olarak incelenmiş, hem de menopoz açısından
kritik olan 45-54 yaşları arasındaki dönemin kendi
içindeki değişimleri ayrıntılı olarak irdelenmiştir.
Belirlenen amaç çerçevesinde araştırmada, 29-34
yaş arası genç yetişkin grubu, 39-44 yaş arası
menopoz öncesi grubu, 45-54 yaş arası menopoz
grubu ve 55-60 yaş arası menopoz sonrası grubu
olmak üzere dört farklı yaş grubu kullanılmıştır.
Ayrıca araştırmada 45-54 yaş grubunu henüz menopoza girmemiş, menopoza girmiş ve menopozda
olup kliniğe başvurmuş olmak üzere üç ayrı alt
grup oluşturmuştur. Anılan çalışmanın bulguları,
kadınların menopoza ilişkin toplam belirti puanlarında yaşa göre bir farklılaşma olduğunu, 55-60
yaş grubunun belirtiler açısından en yoğun grup
olduğunu ve eğitim düzeyi yükseldikçe toplam
belirti puanının düştüğünü ortaya koymuştur. Ayrica, 45-54 yaşları arasındaki menopozda olup
kliniğe başvuran grubun toplam belirti puanının
anlamlı olarak daha yüksek olduğu görülmüştür.
Menopoza ilişkin tutumlar açısından da sonuçlar,
yaş ilerledikçe ve eğitim düzeyi yükseldikçe menopoza ilişkin tutumların daha olumlu hale geldiğini
göstermiştir. Araştırmada yaşama bakış açısı (iyimserlik) ile menopoza ilişkin tutumlar arasında
pozitif yönde bir ilişki bulunmuştur. Elde edilen bu
sonuç, menopoza ilişkin tutumların oluşmasında
kalıp yargıların ve menopoz yaşantısının olduğu
kadar bireylerin kişilik Özelliklerinin de önemli bir
faktör olabileceğini ortaya koymuştur. Ayrıca çalışmada, menopoza ilişkin belirtiler ile yaşama
bakış açısı arasında ters yönde bir ilişki olduğu,
iyimserlik arttıkça toplam belirti puanında düşme
olduğu görülmüştür (Uçanok ve Bayraktar, 1996b).
Ayrıca ülkemizde kentsel ve kırsal alanlarda
yaşayan kadınlar üzerinde de çalışmalar yapılmıştır. Temiz ve Bayraktar (1999) tarafından 35-64
yaşları arasındaki Türk kadınlarının menopoza
ilişkin belirtilerini daha ayrıntılı olarak incelemek
amacıyla yapılan çalışmada ise, bu amaca yönelik
olarak Türk toplumuna özgü yeni bir ölçek geliştirilmiş, güvenirliği ve geçerliği saptanmıştır. Araştırmanın örneklemini kentte yaşayan, en az ilkokul
mezunu farklı eğitim düzeyindeki kadınlar oluşturmuş; 34-44 yaş arası menopoz öncesi dönemi,
45-54 yaş menopoz dönemini ve 55-64 yaş arası
da menopoz sonrası dönemi temsil etmiştir. Menopoz grubunda (45-54 yaş) hem alandan hem de
menopoza girip bu şikayetleri nedeniyle kliniğe
başvuran kadınlar yer almıştır. Araştırmada Türk
kültürüne özgü olarak geliştirilen Belirti Tarama
Listesi maddelerinin üç faktör (psikolojik, somatik
ve psikosomatik) altında toplandığı görülmüştür.
Yaşa göre toplam belirtilere bakıldığında, en yüksek ortalamanın menopoz öncesi ve menopoz
sonrası gruba ait olduğu görülmektedir. Boyutlar
açısından ayrı ayrı incelendiğinde, psikolojik belirtilerin en yoğun olduğu dönem menopoz öncesi
dönem, somatik belirtilerin ise en yoğun yaşandığı
dönemin menopoz dönemi olduğu dikkati çekmektedir. Bunun yanısıra eğitim düzeyi yükseldikçe
menopoza ilişkin toplam belirtilerde, somatik ve
psikosomatik belirtilerde azalma olduğu görülmüştür. Psikolojik belirtilerde ise eğitim düzeyine
göre bir farklılık gözlenmezken, psikosomatik belirtilerde de yaşa göre bir farklılık elde edilmemiştir. Ayrıca araştırmada yaş ve eğitim düzeyinin
yanısıra, 45-54 yaş grubunda medeni durumun da
toplam belirtileri, psikolojik ve somatik belirtileri
yordamaya anlamlı katkısı olduğu görülmüştür.
Araştırmanın örnekleminde bekar, boşanmış ya da
eşini kaybetmiş kadınların yeterince temsil edilememesi, medeni durumun daha sonraki çalışmalarda ayrıntılı olarak ele alınması gereğini ortaya
koymaktadır. Menopoz dönemini temsil eden 4554 yaş grubuna ilişkin daha ayrıntılı bulgular, menopoz kliniğine başvuran kadınların hem genel
şikayetlerinin daha fazla olduğunu hem de psikolojik, somatik ve psikosomatik belirtilerinin daha
fazla olduğunu göstermiştir. Ayrıca bu yaş grubunda yapılan analizler eğitim düzeyi yükseldikçe
hem genel belirtilerde hem de psikolojik, somatik
ve psikosomatik belirtilerde azalma olduğunu ortaya koymuştur. Bunun yanısıra medeni durumun
söz konusu belirtileri yordamada anlamlı katkısı
olduğu görülmüştür.
Bu konuda Alıtkan ve Bayraktar (1999) tarafından yapılan paralel bir çalışmada ise, yaşları 3564 arasında olan, kırsal kesimde yaşayan ve okuma
yazması olmayan kadınlarda menopoza ilişkin belirtiler ve tutumlar incelenmiştir. Araştırmacıların
bu örneklem grubu üzerinde geliştirdiği belirti
tarama listesine verilen cevaplar üzerinden yapılan
faktör analizi sonuçları vazomotor, somatik ve
psikolojik olmak üzere üç faktör ortaya koymuştur.
Çalışmada, aynı yaş döneminde olup kentte yaşayan kadınlar üzerinde yapılan çalışmadan farklı
olarak vazomotor belirtiler ilk sırada ve ayrı bir
faktör olarak ortaya çıkmıştır. Psikolojik belirtileri
içeren faktör ise son sırada yer almıştır. Yaş gruplarına göre bakıldığında, hem genel belirti düzeyinin hem de vazomotor ve psikolojik belirtilerin
menopoz dönemi olarak tanımlanan 45-54 yaş
döneminde yoğunlaştığı, somatik belirtilerin ise
hem menopoz (45-54) hem de menopoz sonrası
(55-64) dönemde yoğunlaştığı görülmektedir.
Ancak araştırmada menopoza ilişkin belirtiler ile
tutumlar arasında anlamlı bir ilişki bulunmamış,
bunun yanısıra menopoza ilişkin tutumlarda yaşa
göre de herhangi bir değişme gözlenmemiştir.
Sonuç
Özet olarak, ülkemizde henüz çok yeni
olan araştırmalar, Batı örnekleminde ve diğer farklı
kültürlerde yapılan çalışmaların sonuçları ile birlikte değerlendirildiğinde, menopozun yaşanmasında bireysel ve kültürel düzeyde önemli farklılıklar olduğu görülmektedir. Türk örneklemleri üzerinde yapılan ve bu yazıda kısaca özetlenmeye
çalışılan çalışmalarda, 45-54 yaş ranjını içeren
menopoz döneminde genel olarak belirtilerin yoğunlaştığı, menopoza girme ile vazomotor belirtiler
arasında güçlü bir ilişki olduğu, ancak söz konusu
nedensellik ilişkisinin psikolojik şikayetler ya da
deperesif belirtiler açısından daha ayrıntılı araştırılmaya ihtiyacı olduğu görülmektedir. Ayrıca, yaş,
eğitim düzeyi, medeni hal gibi sosyodemografik
değişkenlerin yanısıra yaşam olayları, sosyal destek, yaşama bakış açısı gibi değişkenlerin bu dönemdeki belirtileri incelemede oldukça önemli rolü
olduğu izlenmektedir. Bunun yanısıra, kentte ve
kırsal kesimde yapılan paralel çalışmalardan elde
edilen sonuçlar, menopoz yaşantısının anlaşılması
açısından her kültürün kendi içinde de sosyoekonomik düzey farklılıkları gösterebileceği görüşüne önemli ölçüde destek sağlamaktadır. Ülkemizde ileride bu konuda yapılacak olan çalışmalarda, hem kentte hem de kırsal kesimde geliştirilen
ve geçerli ve güvenilir bir ölçme aracı olduğu saptanan Belirti Tarama Listesinin kullanılmasının ve
söz konusu döneme ilişkin belirtilerle ilişkili olabi-
lecek çok sayıda değişkenin birarada ele alınmasının yararlı olacağı düşünülmektedir. Ancak bu tür
çalışmalarla, klimakterik dönem boyunca meydana
gelen sosyal, psikolojik ve biyolojik değişiklikler ve
orta yaş dönemindeki kadının gelişim süreci tam
olarak anlaşılabilir.
Kaynaklar
Âdler, S. R., Fosket, j. R., Kagavva-Sİnger, M., McGravv, S. A.,
Wong-Kim, E., Goid,
E. ve Sternfeld, B. (2000). Conceptualizing menopause and
midlîfe: Chinese American and Chinese women in the US.
Maturitas, 35, 11-23.
Aksoy, M., Palaz, E. ve Semerci, E. (1989). Menopozun kadında
vücut ağırlığı, beslenme alışkanlığı, fizyolojik ve psikolojik durumlarına etkisi. Sağlık Dergisi, 61 (1), 51-59.
Alıtkan, C. ve Bayraktar, R. (1999). Menopoza ilişkin belirti tarama
listesinin kırsal kesim için geçerlik ve güvenirlik çalışması. Yayınlanmamış makale. Ankara.
Avis, N. E., ve McKinlay, S.M. (1991). A Longitudinal analysis of
women's attitudes toward menopause: Results from
Massachusetts Women's Health Study, Maturitas, 13, 6579.
Avis, N. E., ve McKinlay, S.M. (1995). The Massachusetts Women's
Health Study: An Epidemiologic investigation of the
menopause. Journal of American Medicine and Women's
Association, 50, 45-63.
Bailinger, C. B. (1990). Psychiatric aspects of the menopause.
British Journal of Psychiatry, 156, 773-787.
Barentsen, R., van de Weijer, P. H.M., van Gend, S. ve Foekema, H.
(2001). Climacteric symptoms in a representative Dutch
population sample as measured wîth the Greene
Climacteric Scale. Maturitas, 38, 1 23-1 28.
Batıoğlu, S., Songül, S., Keleş, G. ve Durmuş, Z. (1990). Ortalama
menopoz yaşı. Dr. Z.T.B. Kadın Hastanesi Kadın Doğum
Dergisi, 2, 19-22.
Bayraktar, R. (2000). The role of women's education in middle
adulthood. The 4th Women's Conference for Peace in the
Middle East Women and Culture of Peace, May 1 7-20,
Athens, Greece
Bayraktar, R. ve Uçanok, Z. (1999). Orta yaş gelişimi çerçevesinde
menopozun değerlendirilmesi. R. Okyayüz (Ed.) Sağlık
Psikolojisi (pp. 189-199). Türk Psikologlar Derneği Yayınları, Ankara.
Benazzi, F. (2000). Female depression before and after
menopause. Pyschotherapy and Psychosomatics, 69, 280283.
Beyene, Y. (1986). Cultural significance and physiological
manifestations of menopause: A Biocultural analysis.
Culture, Medicine and Psychiatry, 1 0 , 4 7 - 7 1 .
Brown, G. W., & Harris, T. (1978). Social origins of depression: A
Study of psychiatric disorder in women. Tavistock,
Landon.
Boulet, M. J. Oddens, B. J., Lehert, P., Vemer, H. M. ve Visser A.
(1994). Climacteric and menopause in seven South-East
Asian countries. Maturitas, 19, 1 57-1 76. Bulgurlu, H.,
Bayraktar. R., & Şen, B. (1993). The relationship of
educational level and socio-economic factors to
th
menapousal complaints in a Turkish sample. 7
International Congress on Menopouse, Stockholm,
Sweden, June 20-24, Abstract Book, 22. Cohen, S., &
Wills, A. (1985). Stress, social support and the
buffering hypothesis. Psychological Bulletin, 98, 310357. Coope, J. (1996). Hormonal and non-hormonal
interventions for
menopausal symptoms. Maturitas, 23, 159-168. Greene,
J. G. ve Cooke, D. J. (1980). Life stress and symptoms at
the climacterium. British Journal of Psychiatry, 136, 486491. Holte, A. ve Mikkelsen, A. (1991). Psychosocial
determinants of
climacteric complaints. Maturitas, 13, 205-215. Hunter,
M. S. (1990). Somatic experience of the menopause: A
Prospective study. Psychosomatic Medicine, 52, 357-367.
İçmeli, C. ve Yılmaz, T. (1992). Premenopozal ve postmenopozal
dönemdeki kadınlarda depresyon sıklığının saptanmasında Beck
Envanteri. VII. Ulusal Psikoloji Kongresi Bilimsel Çalışmaları (Ed.
Bayraktar ve Dağ pp.101-111) VII. Ulusal
Psikoloji Kongresi Düzenleme Kurulu ve Türk Psikologlar
Derneği Yayını, Ankara, 1992 Hunter, M. S. (1993).
Predictors of menopausal symptoms:
Psychosocial aspects. Baillieres-Clinical Endocrinology
and Metabolism, 7(1), 33-45. Kağıtçıbaşı, Ç. (1981). Early
childhood education and intervention.
UNESCO: Child, Family, Community. Kaufert, P.A
(1996). The social and cultural context of
menopause. Maturitas, 23, 169-180. Kono, S.,
Sunawagay, Y., Higa, H. ve Sunawagay, H. (1990). Age of
menopause in Japanese women. Maturitas, 12 (1), 43-49.
Koster, A. ve Davidsen, M. (1993). Climacteric complaints and
their relation to menopausal development: A
retrospective analysis. Maturitas, 17, 155-166. Kurpius,
S.E.R., Nicpon, M. F. ve Maresh, S. E. (2001). Mood,
marriage and menopause. Journal of Counseling
Psychology, 48 (1), 77-84.
Japanese experience
Lock, M. (1986). Ambiguities of aging
perceptions of menopause. and. Culture, Medicine
Psychiatry, 10(1), 23-46. Lock, M. (1991). Contested
meanings of menopause. The Lancet,
337, 1270-1272.
Lock, M. (1994). Menopause in cultural context. Experimental
Cerontology, 29, 307-317.
Lock, M., Kaufert, P. ve Gilbert, P. (1988). Cultural construction of
the menopausal syndrome: The Japanese case. Maturitas,
10, 317-332.
Matthews, K. A. (1990). Myths and realities of the menopause.
Psychosomatic Medicine, 54, 1-9.
Mitchell, E. S. ve Woods, N. F. (1996). Symptom experiences of
midlife women:
Observations from the Seattle Midlife Women's Health Study,
Maturitas, 25, 1-10.
Montero, I., Ruiz, I. ve Hernandez, I. (1993). Social functioning as
a significant factor in women's help-seeking behavior
during the climacteric period. Social Psychiatry
Epidemiology, 28, 178-183.
Palmlund, I. (1997). The social construction of menopasue as risk.
Journal of Psychosomatic Obstetric and Gynaecology, 1 8,
87-94.
Patterson, M. M., & Lynch, A.Q. (1988). Menopause: Salient issues
for counselors.
Journal of Counseling and Development, 67, 1 85-1 88.
Polit, D. F. ve Laracco, S. A.(1980). Social and psychological
correlates of menopausal symptoms. Psychosomatic
Medicine, 42 (3), 335-345.
Robinson, G. (1996). Cross-cultural perspectives on menopause.
Journal of Nervous Mental Disorder, 1 84 (8), 453-458.
Tang, G. W. (1994). The climacteric of Chinese factory workers.
Maturitas, 19, 177-182.
Temiz, N. ve Bayraktar, R. (1999). Menopoza ilişkin belirti tarama
listesinin geliştirilmesi: Geçerlik ve güvenirlik çalışması.
Yayınlanmamış makale.
Uçanok, Z., & Bayraktar, R. (1995). Orta yaş dönemindeki kadınlarda demografik özelliklerin, menopozun, yaşam olaylarının ve sosyal desteğin depresyonla ilişkisinin incelenmesi. Yayınlanmamış makale.
Uçanok, Z., & Bayraktar, R. (1996a). Klimakterik dönemdeki kadınlarda demografik özelliklerin, menopozun, yaşam olavlarının ve evlilikteki uyum düzeyinin menopoza ilişkin
belirtilerle ilişkisinin incelenmesi. Yayınlanmamış makale.
Uçanok, Z., & Bayraktar, R. (1996b). Farklı yaş gruplarındaki
kadınlarda menopoza ilişkin belirtilerin, tutumların
ve yaşama bakış açısının incelenmesi. 3P Dergisi: Psikoloji, Psikiyatri, Psikofarmokoloji, 4(1), 11-20.
Hepatit-B İnfeksiyonu
Ve
Koruyucu Önlemler
Prof Dr. Ayfer KARADAKOVAN
ÖZET
Hepatit-B İnfeksiyonu dünyada yaygın olarak
görülmektedir. Görülme sıklığı nüfus yoğunluğunun fazla olduğu ve kötü hijyen koşulları olan bölgelerde daha fazladır.
İnfeksiyonun en önemli kaynağı taşıyıcılar ve
hastalığın akut evresindeki bireylerdir. İnfekte bireyin serumuyla temas infeksiyon geçişinin en
önemli yoludur. Virüs aynı zamanda tükürük, meni
gibi diğer vücut salgıları yoluyla da bulaşır.
Taşıyıcı ya da hasta bireylerin kanı ile yakın teması olan sağlık çalışanları Hepatit-B için yüksek
risk grubundadırlar.
Sağlık kuruluşlarının bir çoğunda hepatit
bulaşını en aza indirmek için özellikle tek kullanımlık iğne ucu ve enjektörler kullanılmaktadır.
Tek kullanımlık olmayan gereçler, bulaşmayı önlemek için mutlaka steril edilerek kullanılmalıdır.
Sağlık çalışanlarının tümü Hastalık Kontrol Merkezinin önerdiği üniversal önlemlere uymalıdırlar.
Anahtar sözcükler: Hepatit-B, Üniversal önlemler.
Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu İç Hastalıkları Hemşireliği Anabilimdalı Öğretim Üyesi e-mail:
ayferkaradakovan@turk.net
SUMMARY
Hepatitis B is found wor/dwide, even in remote
areas. its incidence increases in areas of high
population density and poor hygine.
The majör sources of this infection are carriers
and clients with the acute process. Contact with
the serum of an infected client is the majör mode
of transmission. The virüs also may be transmitted
by other body fluids, such as saliva and semen.
Health care workers are at high risk for
hepatitis B because of theire close contact with the
blood of carriers.
Many health care facilities use disposable
eguipment, especially needles and syringes, to
reduce hepatitis transmission. Nondisposible
equipment must be sterilized to prevent virüs
transmission.
All health care workers, of course, follow the
Centers for Disease Control universal precautions.
Keywords: Hepatitis B, Üniversal precautions.
Çalışma yaşamı ile insan sağlığı arasındaki ilişkiler,
yüzyıllardan beri bilinmektedir. Sağlık alanında
çalışanlar, çalışma ortamında hastalardan ve fizik
çevreden bulaşabilecek bir çok infeksiyon hastalığı
açısından risk altındadırlar. (5,13), Eğitimlerinin
1/3'nü bu alanlarda uygulama yaparak geçiren
hemşirelik öğrencileri için de infeksiyon riski
oldukça ciddi bir sorundur.
Dünyada ve ülkemizde halen önemli bir
infeksiyon hastalığı olan hepatit-B virisü (HBV) ile
infekte kişilerin sayısı hızla artmaktadır (8). Bugün
tüm dünyada nüfusun yaklaşık % 5'inde HBV taşıyıcılığının sözkonusu olduğu varsayılmakta ve tüm
dünyadaki HBV taşıyıcılarının sayısının 350 milyon
civarında olduğu kabul edilmektedir. Gelişmiş batı
ülkelerinde taşıyıcılık sıklığı % 1 den düşük, gelişmekte olan bazı ülkelerde (örneğin Güneydoğu
Asya'da) % 20'den fazladır (2). A.B.D.'de her yıl
140.000 yeni hepatit infeksiyonu bildirilmektedir
(8). Fransa'da nüfusun binde beşi, dünyada
250milyon kişi HBV kaynağıdır (1). Dünyada yaklaşık iki milyardan fazla kişinin HBV ile infekte olduğu, her yıl 1-2 milyon kişinin direkt olarak HBV
infeksiyonu ve komplikasyonlarına bağlı olarak
yaşamını yitirdiği bildirilmektedir (2, 7, 11).
HBV dünyadaki primer hepaatosellüer karsinam
(PHK) olgularının % 80'inden sorumlu olup, HBV
taşıyıcılarında PHK rastlanma sıklığının sağlıklı
kişilere göre 200-400 kat fazla olduğu gösterilmiştir. Bu bulgulara dayanarak Dünya Sağlık Örgütü (WH0) tarafından HBV, sigaradan sonra ikinci
önemli kanserojen olarak kabul edilmektedir (2).
T.C Sağlık Bakanlığı kayıtlarına göre 1996 ve
1997 yıllarında HBV infeksiyonu morbidite hızları
yüzbinde 3.9 ve 6.9 (22), taşıyıcılık oranı % 5 - 8
(11) ve % 4 - 14 (2) olarak bildirilmiştir. Türkiye'de
HBV infeksiyonu seroprevalansının (HbsAg ve antiHBs pozitifliği) % 25-60 arasında olduğu
bildirilmektedir (11).
Ülkemizde HBV infeksiyon zincirinin önemli bir
halkasını sağlık personeli oluşturmaktadır. Bu oranlar ülkemizde sağlık personeli açısından tehlikenin büyüklüğünü ortaya koymaktadır. Yapılan bir
çok araştırma ve gözlemlerde, hemşirelik öğrencilerinin ve hemşirelerin hastaya bakım verirken
infekte kişi ve taşıyıcılardan HBV aldıkları saptanmıştır. Sağlık personelinde HBV infeksiyonu sıklığı,
diğer mesleklere göre 3-6 kat daha fazladır.
DünyaSağlık Örgütü (WH0) hastalığın endemik
olarak bulunduğu ülkemiz gibi bölgelerde çalışan
sağlık personelinde, hastanede çalışılan her yıl
başına HBV infeksiyonuna yakalanma riskini % 0.6
- 1.4 olarak belirlemiştir. Taşıyıcılık sıklığının % 0.5
olduğu A.B.D.'de her yıl görülen 300.000 yeni HBV
infeksiyonunun 12.000'i sağlık personelinde ortaya
çıkmaktadır ( 2 ). Hastane personelinde HbsAg
pozitiflik oranı saptamak amacıyla Kölan'ın yaptığı
çalışmada bu oran % 6.6, Batur ve arkadaşlarının
yaptığı çalışmada %10.8 olarak bulunmuştur (3, 4).
Solak ve Abamor'un sağlık çalışanları ile ilgili yaptıkları çalışmada sağlık çalışanlarının % 3'ü hepatit
B taşıyıcısı olduğunu, % 0.3'ü kronik hepatit B
hastası olduğunu bildirmişlerdir (1 7).
A.B.D.'de Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezi
(CDC)'nin kayıtlarına göre her yıl 5.100 sağlık çalışanı HBV ile infekte olmakta, bunların 250' si
hastanede yatarak tedavi edilmekte, 250 civarında
sağlık personeli HBV infeksiyonu ve buna bağlı
komplikasyonlar nedeniyle yaşamlarını yitirmektedir (2,14,16).
HBV infeksiyonunun sağlık personeline bulaşması açısından günlük uygulamada en sık karşılaşılan yollar;
hastalar için kullanılan iğnelerin ele batması,
kanla kontamine kesici aletlerle yaralanma gibi
perkütan temas veya infekte kan ya da vücut sıvılarının mukozalara sıçramasıdır.
Kan yoluyla bulaşan hastalıklar açısından bulaştırma riski taşıyan vücut sıvıları ;
kan .genital sekresyonlar, plevra, perikard, periton, serebrospinal, sinovyal ve amnion sıvılarıdır.
Buna karşın feçes, idrar, ter, tükrük, balgam, burun
sekresyonları ve kusma materyeli gözle görülür
miktarda kan içermedikleri takdirde bulaştırma
riski yaşımazlar. Hepatit B bulaşması açısından
infekte tükrüğün mukozal teması ile hastalığın
bulaşma olasılığının çok düşük de olsa, varlığı
kabul edilmektedir (2).
Sağlık personelinde HbsAg ve HbeAg pozitif kan
ile perkütan temas sonrası infeksiyon riski %20-40
olarak bildirilmektedir (11,18,19,20,21). Hepatit B
gelişen sağlık personelinin yaklaşık %50 kadarı
perkütan bîr hasar tanımlamaktadır (21). A.B.D'de
Hastalık Kontrol Merkezi (CDC) tarafından sağlık
personelinin
kan
yoluyla
bula şan
tüm
infeksiyonlardan korunmasına yönelik "Üniversal
Önlemler"adıyla bilinen bir klavuz hazırlanmıştır.
Bu klavuzda yer alan önlemler HIV, HBV ve kan
yoluyla bulaşan diğer viral infeksiyonlardan ko-
kullanıma uygun ve kolay ulaşılabilir yerlerde
runmak için uygulanacak ortak önlemlerdir. Bu
önlemler ana hatlarıyla aşağıda özetlenmiştir (2,
bulundurulmalıdır.
5)
15).
Yapılan tıbbi bir işlem sırasında kan veya diğer
vücut sıvılarının sıçrama olasılığı söz konu
suysa (örneğin kemik iliği aspirasyonu, lomber
ponksiyon yapılması gibi) ağız, burun ve göz
A) Genel Önlemler:
1)
leri korumak amacı ile maske ve gözlük takıl-
Öykü ve fizik muayene ile HIV, HBV ve kanla
malı, diğer vücut yüzeylerine bulaşmayı önle
mek için koruyucu önlük giyilmelidir.
bulaşan diğer patojenlerle infekte hastaları
ayırdetme
olanağı
bulunmadığından
tüm
hastaların kan ve diğer vücut sıvıları potansi
6)
yel olarak infekte kabul edilerek gerekli ön
rekt temastan ve hastalarla ilişkili aletlere do
lemler alınmalıdır.
2)
Aşağıdaki işlemler sırasında mutlak surette
eldiven giyilmeli, işlem bittikten veya hasta ile
temastan sonra eldiven değiştirilmeli ve eldi
venler çıkarıldıktan hemen sonra eller yıkan
malıdır :
a)
Her hastanın kan ya da diğer vücut sıvı
ları veya bunlarla kontamine yüzeylerle
temas riski olduğunda,
b)
Her hastanın mukoza veya sağlam ol
mayan derisiyle temas riski olduğunda,
c)
Kan alma, damara girme veya benzeri bir
inravasküler işlem sırasında,
3)
Eğer eller veya diğer cilt yüzeyleri hastanın
kan ya da diğer vücut sıvılarıyla kontamine olursa derhal su ve sabunla yıkanmalıdır.
Eksüdatif deri lezyonları olan sağlık personeli,
bu lezyonlar iyileşinceye kadar hastalarla di
kunmaktan kaçınmalıdır.
7)
Acil koşullarda ağız ağıza resüstasyon ihti
malini minimale indirmek amacıyla ağızlık,
ambu v.b. ventilasyon aletleri resisütasyon
gerekebilecek yerlerde hazır bulundurulmalı
dır.
8)
Beden fonksiyonlarını kontrol edebilen HIV
ve/veya HBV infeksiyonlu hastaların rutin ba
kımı sırasında eldiven ya da koruyucu önlük
giyilmesine gerek yoktur.
9)
Gebe sağlık personeline HIV ve/veya HBV bu
laşma riski, gebe olmayanlardan daha fazla
değildir. Ancak her iki virüsün de perinatal
dönemde bebeğe de geçme riski olduğundan,
gebe personelin önerilen önlemlere özel bir
dikkatle uyması sağlanmalıdır.
10) Diyare, pulmoner tüberküloz tanısı veya şüp
İğne batmasını önlemek için "disposible" iğ
hesi olması gibi özel izolasyon önlemleri ge
neler kullanıldıktan sonra plastik kılıfları tek-
rektiren haller dışında HIV/HBV infeksiyonlu
rar takılmamalı, iğneler enjektörden çıkartıl-
hastaların ayrı özel odalarda bulundurulmala
rına gerek yoktur. HIV ve diğer infeksiyonları
mamalı, eğilip bükülmemelidir. Kullanılmış iğne, enjektör, bisturi ucu ve diğer kesici aletler
imha edilmek üzere delinmeye dirençli sağlam
kutulara konulmalıdır. Bu kutular servis içinde
olan hastalar diğer bir immunosupresif has
tayla aynı odada tutulmamalıdır.
B) İnvaziv işlemler
önlemler:
malıdır. Materyalin yerleştirilmesi sırasın-
sırasında alınacak
da kutunun dışına ve laboratuvar kağıdına bulaşma olmamasına dikkat edilmelidir.
İnvaziv işlem CDC tarafından şu şekilde tanımlanmaktadır:
a)
2)
çalışan tüm personel mutlaka eldiven
Ameliyathane, acil servis, poliklinik veya
muayenehane koşullarında doku, kavite
giymeli ve işlem bittikten sonra eldivenler
ya da organlarda cerrahi müdahale veya
sırasında mukozalara sıvıların temas et
majör travmatik yaralanmaların tamiri,
me riski varsa, gözlük ve maske takıl
malıdır.
b)
Kardiak kateterizasyon ve anjiografi,
c)
Vajinal veya sezeryanla doğum ya da ka
çıkartılarak eller yıkanmalıdır. Çalışma
namanın oluşabileceği diğer obstetrik iş
Sıvılarla çalışıken ağız pipeti yerine mut
laka mekanik pipetler tercih edilmelidir.
lemlerdir.
Labaratuvarda yeme ve içmeye izin veril
3)
memelidir.
Yukarıda belirtilen genel önlemlere ek olarak
invaziv bir işlem sırasında aşağıdaki kurallara da
uyulması gereklidir:
1)
İğne ve enjektörler ancak başka alternatif
olmadığında kullanılmalı, mutlak kulla
nılmaları
cerrahi maskeler takılmalıdır. İşlem sıra
önlemek için önerilen kurallara uyulmalı
sında kan, diğer vücut sıvıları veya kemik
parçacıklarının sıçrama olasılığı varsa
dır.
nılan gözlükler yeterli olup, ayrıca özel
tipteki gözlüklere gerek yoktur.) ve ko
ruyucu önlükler giyilmelidir.
3)
4)
Tüm invaziv işlemler sırasında eldiven ve
maskeye ek olarak gözlük (günlük kulla
2)
Laboratuvarda hastadan alınan materyalle
Doğum yaptıran veya yardımcı olan sağlık
personeli plesantayı veya kan ve amniotik
sıvı temizleninceye kadar, bebeği tutar
ken ve göbek kordonunun kesilmesi sı
rasında eldiven giymelidir.
İşlem sırasında eldiven yırtılır veya iğne
batması ya da bir başka kaza olursa, el
diven çıkartılarak süratle bir yenisi giyil
meli ve kazaya yol açan alet steril saha
dan uzaklaştırılmalıdır.
C) Laboratuvarlarda alınacak önlemler:
Tüm hastalara ait kan ve vücut sıvıları infekte
kabul edilerek, tanımlanan genel önlemlere ek
olarak aşağıdaki kurallara da uyulmalıdır:
1) Bütün kan ve diğer vücut sıvıları örnekleri
taşınma sıramda akma ve sızmayı engelleyecek sağlam, kapaklı kutulara konul-
gerekiyorsa,
iğne
batmasını
D) Çevresel önlemler:
1) Sterilizasyon ve dezenfeksiyon :
Kontamine materyal eğer tekrar kullanılacaksa,
üzerindeki gözle görülür kirler mekanik olarak
temizlendikten sonra 121 °C de 1 5 dakika buhar
otoklavda veya etilen oksitle gaz otaklavmda sterilize edilebilir.
Bronskop, gastrokop ve diğer optik cihazlar etilen oksit ile sterilize veya % 2'lik glutaraldehitte
45 dakika tutularak yüksek düzeyde dezenfekte
edilebilirler.
2) Çevre temizliği :
Duvar, yer döşemesi ya da diğer yüzeylerden
hasta veya sağlık personeline infeksiyon bulaşması
söz konusu değildir. Bu nedenle adı geçen bölgelerin dezenfeksiyon veya sterilizasyonuna gerek
yoktur, rutin temizlik yeterlidir. Temizleme yöntemleri, işlemin uygulanacağı hastane bölgesi, yer
ve kirlilik derecesine göre değişir. Hasta masaları
ve hasta odalarının zemini gibi horizantal yüzeyler
kirlendiğinde ya da hasta taburcu olduğunda dü-
zenli olarak temizlenmelidir. Duvar, perde ve gü-
i- İlk 24 - 72 saat içinde 0.06 ml/kg
Hepatit B
neşliklerin sadece kirlendiğinde temizlenmesi yeterlidir. Temizlik sırasında fırçalama ile mikroorga-
Hiperimmunglobulin
nizmaların fiziksel olarak ortamdan uzaklaştırıl-
yolla yapılmalı,
ması önemlidir.
Hasta bakımının yapıldığı yerlerde infekte
materyalle kontaminasyon halinde önce görülebilir
materyel silinmeli takiben 1/10 dilue çamaşır suyu
gibi bir sıvı germisitle dekontamine edilmelidir.
Aynı olayın laboratuvar içinde olması halinde önce
kontamine bölgeye sıvı germisit dökülüp, temizlenmelidir. Sonra üzerine yeniden sıvı germisit
dökülmelidir. Tüm bu işlemler sırasında mutlaka
eldiven giyilmesi gereklidir.
3) Çamaşırhane ve mutfaklarda
alınacak önlemler :
Hastanelerin normal çamaşır ve bulaşık yıkama
işlemleri hastaların kullandığı tepsi, tabak, çarşaf
v.b. eşyaların yeterli dekontaminasyonunu sağlar.
Tüm kirlenmiş örtü ve çarşaflar hasta başında silkelenmeden ve ayrılmadan torbalanmalıdır. Bu
eşyaların gidecekleri yere nakli mutlaka torba içinde yapılmalıdır.
Eğer 70 °C nin üzerinde sıcak su kullanılıyorsa,
çarşafları en az 71 °C de 25 dakika su ve deterjanla yıkamak yeterlidir. 70 °C nin altındaki sıcaklıklar için uygun kimyasal germisitler kullanılmalıdır.
Hasta kanı ve/veya diğer vücut sıvılarıyla
parenteral veya mukoza yoluyla temas eden sağlık
personelinin alması gereken önlemler:
Yaralanma sonrası temas bölgesi su ve sabunla
veya uygun bir antiseptikle yıkanmalıdır. Mukoza
temaslarında bol suyla temas bölgesinin yıkanması
yeterlidir. Temas bölgesi sıkma, emme,
kanatmaya çalışma v.b. yöntemlerle kesinlikle
travmatize edilmemelidir. Normal yara bakımı dışında ek bir önleme gerek yoktur.
a) HBV taşıyan (HbsAg pozitif) bir hastanın kan
veya diğer vücut sıvılarıyla iğne batması
mukoz membranlara sıçrama veya sağlam
olmayan deriye bulaşma yoluyla temas eden
anti-HBs veya antiHBc antikoru negatif
sağlık personeline :
(HBIg)
intramüsküler
ii- Eş zamanlı olarak hepatit B aşısı deltoid adale içine yapılmalı ve takiben 1 ay ve 6 ay
sonra aynı dozda tekrarlanarak HBV na karşı
aktif bağışıklık sağlanması amaçlanmalıdır.
Aşı uygulaması 0, 1, 2 ve 1 2. Ay şeklinde de
yapılabilir. Bu şekilde immünizasyon ile antikor gelişmesinin daha hızlı olabileceği öne
sürülmüştür.
Aşı
ve
hiperimmunglobulin
birarada yapıldıklarında farklı vücut bölgelerine uygulanmalıdır.
b) Kan veya vücut sıvısıyls temas edilen hasta
nın ve/veya temas eden sağlık personelinin
serolojik durumları bilinmiyorsa :
i-Hemen yukarıda belirlenen şekilde aktif
immünizasyon şemasına (aşı uygulaması)
başlanmalı,
ii- İlk 48 - 72 saat içinde serojolik veriler
elde edilebiliyorsa, sonuçlar elde edildiğinde
hastanın HBs Ag' ni ( + ), buna karşın yaralanan sağlık personeli taşıyıcı veya bağışık
değilse
0.06
ml/kg
Hepatit
B
Hiperimmunglobulin (HBIg) intramüsküler
yolla yapılmalıdır.
c) Anti HBs ve/veya anti HBc antikoru pozitif
olan ya da HBs antijeni pozitif sağlık perso
neline temas sonrası aşı ya da HBIg uygu
lanmasına gerek yoktur.
d) Aşılanmayı takiben anti HBs antikoru pozitif
hale gelen kişilere rapel aşı yapılıp yapılma
ması konusu tartışılmalıdır. Sağlık personeli
dışındaki gruplarda yapılan çalışmalarda üç
doz aşı sonrası 10 mlU/ml'nin üzerinde an
tikor gelişen kişilerde aşının etkinliğinin en
az dokuz yıl süreyle devam ettiği gösteril
miştir. Özellikle hasta kanı ve diğer vücut
sıvılarıyla iş ortamında yoğun teması olan
sağlık personeline bu sürenin sonunda veya
antikor titresinin 10 mlU/ml'nin altına düş
tüğünde tek doz rapel aşı yapılabilir.
e) HCV antikoru taşıyan bir kişinin kanıyla te
mas eden sağlık personeline yukarıda
tanımlanan lokal bakım önlemleri dışında,
yaralanmayı takiben ve 6 - 9 ay sonra
serolojik olarak HCV'ye karşı antikor araştı
rılması önerilmelidir. Daha önceden korun
ma amacıyla önerilen polivalan Ig uygula
masının yararsız olduğu anlaşıldığından ya
pılmasına gerek yoktur (6).
f) HIV taşıyıcısı olan bir hastanın kanı ile temas
sonrası, yukarıda sayılan yıkama ve normal
yara bakım işlemi yapılmalıdır. Bu tür bir
yaralanmaya maruz kalan sağlık personelinin
anti-HIV antikoru taşıyıp taşımadığı hemen
serolojik olarak belirlenmelidir. Bu ilk test
yaralanma nedeniyle bulaşma olup olmadı
ğını değil , o kişinin daha önceden infekte
olup olmadığını ortaya çıkartacaktır. Aynı
test yaralanmadan 6 hafta, 12 hafta ve 6 ay
sonra tekrarlanmalıdır. 6 Ay sonunda da ne
gatif bulunan testin bir daha yeni bir yara
lanma olmadıkça tekrarına gerek yoktur. Ya
pılan kısıtlı vaka içeren çalışmalarda temas
sonrası profilaksinin HIV bulaşını engellediği
gösterilmiştir.
HBV veya HIV ile infekte sağlık personelinin alması gereken önlemler:
a) İnfekte personel üniversal önlemlere kesin
likle uymalıdır.
b) Eksudatif lezyonu olanlar hasta ve hastada
kullanılacak aletlerle direkt temas etmemeli
dir.
c) İnvaziv işlemleri uygulayan her sağlık perso
neli kendi HIV ve HBV serolojisini, eğer
ürünleri ve vücut sıvıları ile bulaşan HBV, HCV, HIV
ve diğer infeksiyon hastalıklarından korunması
olasıdır.
HBV infeksiyonundan korunmada en etkili yöntem ise uygun biçimde aşılanmaktır. Hepatit-B
aşılama ile korunmanın olası olduğu bir infeksiyon
hastalığıdır. WHO, 1997 yılında bütün ülkelerde
evrensel bir aşılama stratejisinin yeni doğanlar için
başlatılmasını önermiştir (1, 2, 7,11). A.B.D, Almanya, Fransa ve İspanya'nın da dahil olduğu gelişmiş ülkelerin % 80'inde Hepatit-B aşısı ulusal
aşılama programına alınmıştır (1). Türkiye'de 1998
yılında yenidoğan rutin aşılama programına alınması kabul edilmiştir. Ancak pratik uygulamaya
yönelik planlama çalışmaları henüz tamamlanmadığından etkin ve yaygın bir program başlamamıştır (10). Hepatit-B aşısı yeni doğanlarda rutin aşı
takvimi içine alınmıştır. Ancak zorunlu aşılama
programı dışında kalan sağlık personeli Hepatit-B
aşısının öncelikle uygulanması gereken grupta yer
almaktadır (9,10,11,12,20,21). Eğitimleri gereği
hastane ve diğer sağlık kuruluşlarında uygulama
yapan hemşirelik öğrencileri de aşının öncelikle
uygulanması gereken grupta yer almalıdır. Ancak
aşılama veya doğal infeksiyon geçirme sonucu
HBV'na karşı bağışık hale gelmiş sağlık personelinin de diğer k an yoluyla bula şan v ir üs
infeksiyonlarından korunmak amacıyla yukarıda
belirtilen "Üniversal Önlemler" e uyması gerekir (2).
Gelecekte ülkemizin sağlık alanında önemli
görevler alacak hemşirelik öğrencilerinde hepatit
infeksiyonu görülme sıklığının, bu infeksiyondan
korunmak için serolojik inceleme ve aşılama yaptırma durumlarının ve bu konudaki bilgilerinin
incelenmesi amacıyla bir çalışma planlanmıştır.
HbsAg pozitif ise HbeAg taşıyıp taşımadığını
Kaynakça
bilmelidir.
d) HIV ve/veya HBV ( HbeAg taşıyanlar dahil )
ile infekte personelin bu koşullara uymak
koşuluyla çalışmasının engellenmesine gerek
yoktur.
Yukarıda özetlenen infeksiyon kontrol önlemlerinin uygulanması ile sağlık personelinin kan, kan
Ajjan
N.
Bağışıklama
(Çev.Ed.
Fikri
Ali
Türkay)
Pasteur Merieux Connaught. 61-66, 1 27-1 30.
1.
Akova M. "Sağlık Personeline Kan Yoluyla Bulaşan
Viral Infeksiyonlar". Sağlık Çalışanlarının Sağlığı 1.
Ulusal Kongresi Kitabı (26-28 Kasım 1999 Ankara)
3.
workers and blood borne pathogens". Nursing 96
May, 32, 1996.
15.
6.
Kaynaklı Patojenlerden Korunması Yaklaşımı". Sağlık
Bayık A. "Hastane İnfeksiyonları ve Epidemiyolojisi"
Çalışanlarının Sağlığı 1 .Ulusal Kongresi Kitabı (26-
Ege Üniv.Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi 3:3, 59-
28 Kasım 1999 Ankara) Genel-İş Matbaası Ankara,
1999, 135,
Bilir N, "Sağlık Personelinin Sağlığı Çerçeve Bildiri"
în health çare vvorkers Part I." Annals of İnternal
Medicine Cilt:! 25, 1996, 826-834. Çeviri Deniz
İzmir, 1991, 323-332.
Yılmaz. "Sağlık Personelinin Mesleki Edinsel Hasta
Çakmak A, Özkahraman Ş, Şen S ve ark. "Sağlık
lıkları 1. Bölüm Literatür 25, 273-279, 1 997.
Sağlık
Çalışanlarının
Sağlığı
11.
ma Yöntemlerine Yaklaşımı". Sağlık Çalışanlarının
İş Matbaası, Ankara, 1 999, 1 65.
Sağlığı 1.Ulusal Kongresi Kitaabı (26-28 Kasım
Celements CJ, Kane M, Hu DJ, Kim-Farley R.
1 999 Ankara) Genel-İş Matbaası Ankara, 1 999, 1 76.
18.
Şahin N. "Cinsel Yolla Bulaşan Hastalıklar: Dünyada
disease". World Health Forum 11:2, , 165-168,
ve Türkiye'deki Durum". Sağlık ve Toplum. 8: 3-4,
1990.
61-67, 1998.
Editorial notes. Hepatitis by the numbers. Nursing
19.
Uysal Ü, Ellidokuz H, Bengü N, Abacıoğlu H, Bahar
97. 27:6,. 61,1997.
H. "Dokuz Eylül Üniversitesi Hastanesi Hemşireleri
Erefe İ, Bahar Z. "Viral Hepatit A ve B İnfeksiyonlari
nin Hepatit B Yönünden İncelenmesi" AİDS Dergisi
Epidemiyolojisi Ege Üniv. Hemşirelik Yüksekokulu
5: 9, 38-41, 1997.
20.
Vlanenti MW. İnfection Control and The Pregnant
Erensoy S. "Viral Hepatitler". Hekim ve Yaşam. Ekim
Health Care Worker (Edit Vicki Brinsko) The Nursing
11-14 ,1998.
Clinics of North America WB Saunders Company 28:
3, 1993, Philadelphia, 679.
Girgin N. Çocuklarda B Hepatiti (Ed. Alphan Cura,
Raşit Vural Yağcı Çocukluk Çağında Hepatit). Meta
Kools M.A. "Güncel Testler ve Tedavi. Hepatitis A, B,
C, D ve E" Sendrom 4:8, 45-48, 1 992. 13.
Mamıkoğlu
L.
Sağlık
Personeline
Bulaşabilecek
İnfeksiyonlar ve Korunma Önerileri". ANKEM Dergisi
11:2, 197-201, 1997.
21.
Yılmaz G. "Sağlık Kuruluşlarında Kan ile Bulaşan
İnfeksiyonların Önlenmesi"
Basım 1999 İzmir. 19-34.
1 2.
Solak S, Abamor MY. "Sağlık Çalışanlarının Hepatit B
İnfeksiyonu Kontrollerine ve Bu Hastalıktan Korun
Kongresi Kitabı (26-28 Kasım 1999 Ankara) Genel-
Dergisi 2:1, , 44-59, 1986.
10.
17.
1.Ulusal
"Hepatitis B vaccine joins the fight against pandemic
9.
Sepkovvİtz K.A. "Occupationally acquired infections
Ankara) Doğruluk Matbaacılık San. Ve Tic. Ltd.Ştİ.
ranışları"
8.
16.
2.Ulusal İşçi Sağlığı Kongresi Kitabı (4-7 Nisan 1988
Çalışanlarının Hepatit B ile ilgili Bilgi Tutum ve Dav
7.
Özvarış ŞB. "Sağlık Kuruluşlarında Çalışanların Kan
Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi 3:3, 19-27, 1987.
77, 1987.
5.
Newman L. "Answers to questions about health care
Batur Y, Erefe İ. "Sağlıklı Adolesan Kız Öğrencilerde
Viral Hepatit Etmenleri ile Karşılaşma." Ege Üniv.
4.
14.
Genel-İş Matbaası, Ankara, 199, 48-54.
Aktüel Tıp Dergisi.
1:6,
479-481,1996.
Ankara İlinden Seçilen Sağlık Ocağı Ve AnaÇocuk Sağlığı Ve Aile Planlaması (Açsap)
Bölgelerindeki 1 5-49 Yaş Grubu Kadınların
Sahip Oldukları Çocuk Sayısına Göre
Kullandıkları Aile Planlaması Yöntemleri
• Dr.Aydan BİRİ*,
• Dr.Jale ÖZTÜRK**,
• Dr.Mustafa N. İLHAN***,
Özet
Amaç: Bu çalışmada, Ankara İlinden seçilen sağlık
ocağı ve AÇSAP bölgelerindeki 1 5-49 Yaş Kadın İzlem
Formlarının değerlendirilmesiyle, kadınların sahip oldukları çocuk sayılarına göre, kullandıkları aile planlaması
yöntemlerinin belirlenmesi amaçlanmıştır.
Yöntem: Bu çalışmanın verileri 2000 yılına ait 15-49
Yaş Kadın İzlem Formlarından elde edilmiştir. Araştırmada Ankara iline bağlı Yenimahalle 1 Nolu AÇSAP (13415
form), Polatlı AÇSAP (9535 form), Saray Sağlık Ocağı
(1298 form), Uyanış Sağlık Ocağı (584 form), 9 Nolu
Sağlık Ocağı (3028 form) değerlendirmeye alınmıştır.
Formlardan kadınların sahip oldukları çocuk sayıları ve
kullandıkları aile planlaması yöntemleri belirlenmiştir.
İstatistiksel değerlendirmelerde ki-kare önemlilik testi
uygulanmış ve Epi-info versiyon 6.0 istatistik paket
programı kullanılmıştır.
Bulgular: Modern yöntemlerin kullanımı %52.4, etkisiz yöntemlerin kullanımı ise %12.6'dır. İncelenenlerin
%4.2'si yöntem kullanmamaktadır. Modern yöntemlerden
en çok RİA (%42.8), ikinci ve üçüncü sırada ise kondom
(%17.0) ve hap (%12.1) kullanılmaktadır. Bekar olanların
hiçbiri yöntem kullanmamaktadır. Kadınların sahip oldukları çocuk sayısına yöntem kullanma durumları arasında istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmuştur
(p<0.05).
Sonuç: Bu çalışma ile saptanmış olan, aile planlaması yöntemi kullanma sıklığı sahip olunan çocuk sayısına göre kullanılan aile planlaması yöntemleri 1998 Türkiye, Nüfus Sağlık Araştırması sonuçlarına göre Türkiye
için saptanmış olan sonuçlara oldukça benzerdir. Ancak
modern yöntemler Türkiye için saptanmış sonuçlara göre
daha fazla kullanılmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Aile planlaması, 1 5-49 yaş kadın, modern yöntem, geleneksel yöntem.
Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve
Doğum, ***Halk Sağlığı Anabilim Dalı, Ankara **Ankara
İl Sağlık Müdürlüğü (AÇSAP Şb. Md.), Ankara
• Dr.lşıl MARAL***
Summary
With Regard To Their Number Of Children, The Family
Planning Methods Using By Women Between Age 15-49
Living İn Selected Primary Health Care Service And Mother
And Child Health Care-Family Planning Center Areas İn Ankara
Objective: The aim of this study was to determine the
family planning methods that, with regard to their number of
children, use the women between age 15-49, living in
selected Primary Health Çare Center and Mother and Child
Health Care-Family Planning Center areas in Ankara. For
this study, the follow-up special document forms of women
between age 15-49 of the selected areas were investigated.
Method: The data of this study were obtained from the
year 2000 records of the follow-up special document forms
ofwomen betıveen age 15-49. Yenimahalle No 1 Mother and
Child Health Care-Family Planning Center (13415 forms),
Polatlı Mother and Child Health Care-Family Planning Center
(9535 forms), Saray Primary Health Çare Center (1298
forms), Uyaniş Primary Health Çare Center (584), No 9 Primary
Health Çare Center (3028 forms) were included to this study.
The number of children that each woman ha ve, and, the
family planning methods that they use were determined from
these forms. İn s tat istical evaluations, Epi-lnfo version 0.6
statistical packet program was used and Chi Sguare test was
applicated.
Results: The use of modern methods was 52.4%, the
use of ineffective methods was 12.6%. The 4.2% of the
investigated women were not us İng any methods. Among the
modern methods IUD was the most commonly used method
(42.8%), in the second and third rank were condom (17.0%)
and o rai contraceptives (12.1%). No ne of the single women
were using any contraceptive methods. There was a
statistically significant diffe rence between the status of using
any contraceptive methods of the women with regard to their
number of children (p<0.05).
Conclusion: The freguency of using any family
planning methods, the methods using with regard to the
number of children that the women ha ve, determined with
this study, were quite simi/ar to the results that 1998 Türk is h
Demographic Health Survey was determined for Turkey.
Otherwise, modern methods were using more than the
results determined for Turkey.
Key Words: Family planning, women betıveen age 1549, modern method, traditional method
Giriş ve Amaç
Aşırı doğurganlık, ana ve çocuk sağlığını olumsuz yönde etkilemekte, gelişmekte olan ülkelerde sosyal ve ekonomik alanlarda pek çok sorunu
beraberinde getirmektedir. Türkiye'deki ana-çocuk
sağlığı göstergeleri ve yüksek olan nüfus artış hızı,
aile planlaması hizmetlerine, diğer sağlık hizmetleri arasında öncelik vermeyi gerektirmektedir (1).
Türkiye'de aile planlaması konusunda yaklaşık
35 yıldır, riskli gebelikleri önleyerek, kadın ve çocuk sağlığını korumayı amaçlayan, ailelere gerekli
bilgi ve hizmeti sunarak doğurganlıkları ile ilgili
özgürce ve bilinçli seçim yapmalarını sağlayan
politikalar izlenmektedir. (2)
Türkiye'de Ana çocuk sağlığı hizmetlerinin
değerlendirilmesinde birinci basamak sağlık kuruluşlarında 15-49 yaş kadın izlem formları kullanılmaktadır. Bu formlarda kadınların doğurganlık
özellikleri, son gebeliğe ilişkin bilgiler, aile planlaması yöntemi kullanılıp kullanılmadığı, bağışıklama
bilgileri gibi bilgiler yer almaktadır.
Bu çalışmada, Ankara ilinden seçilen sağlık
ocağı ve AÇSAP bölgelerindeki 1 5-49 Yaş Kadın
İzlem Formlarının değerlendirilmesiyle, kadınların
sahip oldukları çocuk sayılarına göre, kullandıkları
aile planlaması yöntemlerinin belirlenmesi amaçlanmıştır.
Gereç ve Yöntem
Bu çalışmanın verileri 2000 yılına ait 15-49
Yaş Kadın İzlem Formlarından elde edilmiştir. Araştırmada kayıtları düzenli ve güvenilir olan Ankara iline bağlı Yenimahalle 1 Nolu AÇSAP (13415
form), Polatlı AÇSAP (9535 form), Saray Sağlık Ocağı (1298 form), Uyanış Sağlık Ocağı (584 form), 9
Nolu Sağlık Ocağı (3028 form) değerlendirmeye
alınmıştır. Formlardan kadınların sahip oldukları
çocuk sayıları ve kullandıkları aile planlaması yöntemleri belirlenmiştir.
İstatistiksel değerlendirmelerde ki-kare önemlilik testi uygulanmış ve Epi-info versiyon
6.0 istatistik paket programı kullanılmıştır
Sonuçlar
Araştırmada toplam 27860 adet 15-49 Yaş
Kadın İzlem Formu değerlendirilmiştir.
Tablo 1 'de incelenenlerin yerleşim yerleri ve
sahip oldukları çocuk sayılarına göre aile planlaması yöntemi kullanma durumları verilmiştir.
Tablo 1:
15-49 Yaş Kadınların Yerleşim Yerleri ve Sahip Oldukları Çocuk Sayılarına Göre, Kullandıkları Aile Planlaması Yöntemlerinin
Dağılımı, Ankara, 2000.
AÇSAP Merkezleri/Sağlık Ocakları
Çocuk Sayısı
Kullanılan Yöntemler
Bekar
Çocuksuz
Saray Sağlık
Uyanış Sağlık
9 Nolu Sağlık
Toplam
Nolu AÇSAP
Polatlı
AÇSAP
Ocağı
Ocağı
Yüzde*
Yüzde*
Yüzde*
Yüzde*
Ocağı
Yüzde*
Yüzde**
Modern Yöntemler
_
_
_
_
_
_
Hap
-
-
-
-
-
-
Kondom
-
-
-
-
_
RİA
_
-
-
-
Tüp Ligasyonu
_
_
-
-
-
-
Vazektomi
-
-
-
-
-
-
1 Aylık Depo Enjeksiyon
-
_
-
-
-
3 Aylık Depo Enjeksiyon
-
-
_
-
-
-
Etkisiz Yöntemler
_
_
_
_
_
Yöntem Kullanmayanlar
100.0
100.0
100.0
_
_
100.0
Toplam
100.0
100.0
100.0
_
_
100.0
Modern Yöntemler
32.3
25.5
_
23.3
62.1
29.6
-
6.4
-
3.3
18.2
3.8
32.3
19.1
_
20.0
28.8
24.6
RİA
-
-
-
-
12.1
0.7
Tüp Ligasyonu
-
-
-
_
-
-
Vazektomi
-
-
-
_
Hap
Kondom
Yenimahalle 1
1 Aylık Depo Enjeksiyon
3 Aylık Depo Enjeksiyon
Etkisiz Yöntemler
Yöntem Kullanmayanlar
-
_
-
3.0
-
-
-
-
-
0.5
-
30.4
44.4
2.4
_
1.5
32.1
37.3
30.1
97.6
76.7
36.4
38.3
100.0
100.0
100.0
100.0
100.0
100.0
Modern Yöntemler
59.3
78.8
58.2
64.7
87.5
72.0
Hap
18.1
16.6
5.5
19.2
6.4
14.3
Kondom
10.3
22.5
25.4
20.2
33.4
20.7
RİA
27.4
39.2
26.9
19.7
45.3
34.8
_
_
-
-
0.1
-
_
-
-
-
-
4.6
1.0
1.9
Toplam
1 Çocuklu
Tüp Ligasyonu
Vazektomi
1 Aylık Depo Enjeksiyon
3 Aylık Depo Enjeksiyon
Etkisiz Yöntemler
Yöntem Kullanmayanlar
3.5
0.5
_
_
0.4
1.0
1.3
0.3
25.6
17.6
14.9
10.0
9.5
18.1
2 Çocuklu
15.1
3.6
26.9
25.3
3.0
9.9
Toplam
100.0
100.0
100.0
100.0
100.0
100.0
Modern Yöntemler
77.6
61.5
92.8
73.5
79.9
90.3
Hap
8.5
12.2
7.8
25.1
8.6
10.1
Kondom
18.8
18.0
19.3
22.6
25.9
20.2
RİA
28.5
61.5
43.3
25.7
52.7
43.6
2.0
0.3
2.0
0.5
0.3
1.1
_
0.1
-
-
_
0.0
1 Aylık Depo Enjeksiyon
2.6
0.7
-
4.5
1.9
1.8
3 Aylık Depo Enjeksiyon
1.1
_
1.1
1.5
0.9
0.8
32.4
5.8
15.9
6.0
4.0
17.2
Tüp Ligasyonu
Vazektomi
Etkisiz Yöntemler
Yöntem Kullanmayanlar
Toplam
6.1
1.4
10.6
14.1
5.7
5.2
100.0
100.0
100.0
100.0
100.0
100.0
3 Çocuklu
Modern Yöntemler
60.1
90.3
77.0
85.9
91.2
Hap
8.0
18.7
5.4
25.1
3.8
12.1
16.6
25.9
12.4
56.8
19.1
47.9
23.9
23.9
31.6
52.8
17.0
42.8
Tüp Ligasyonu
Vazektomi
6.7
-
1.8
0.1
3.9
-
1.1
-
0.7
-
3.8
0.0
1 Aylık Depo Enjeksiyon
3 Aylık Depo Enjeksiyon
2.3
0.6
0.5
-
0.7
6.5
5.4
0.9
1.4
1.3
0.6
Etkisiz Yöntemler
Yöntem Kullanmayanlar
36.1
3.8
5.4
4.3
14,4
8,6
7.6
6.5
5.4
3.4
18.2
4.2
Kondom
RİA
Toplam
4 Çocuklu
5 Çocuklu
5'ten Daha Fazla
Çocuklu
Tüm İncelenenler
77.6
100,0
100.0
100.0
100.0
100.0
100.0
Modern Yöntemler
Hap
Kondom
RİA
Tüp Ligasyonu
82.1
16.7
22.4
31.5
7.1
79.9
15.5
13.5
41.9
7.1
77.9
9.5
63.2
5.2
100.0
39.1
30.4
-
91.5
4.6
40.0
45.4
1.5
82.0
14.3
20.2
37.8
6.5
Vazektomi
1 Aylık Depo Enjeksiyon
3.4
0.2
1.5
-
4.4
8.7
-
0.1
2.4
3 Aylık Depo Enjeksiyon
Etkisiz Yöntemler
1.0
12.6
0.2
17.0
14.7
17.4
-
0.8
0.7
13.2
Yöntem Kullanmayanlar
Toplam
Modern Yöntemler
Hap
5.3
100.0
86.3
15.8
3.1
100.0
85.8
13.4
7.4
100.0
71.0
_
_
100.0
100.0
25.0
7.7
100.0
89.0
8.3
4.8
100.0
86.0
14.3
Kondom
RİA
29.5
35.5
6.5
46.3
9.7
51.6
62.5
12.5
30.6
47.3
20.0
40.5
Tüp Ligasyonu
Vazektomi
1 Aylık Depo Enjeksiyon
3 Aylık Depo Enjeksiyon
Etkisiz Yöntemler
1.1
4.4
12.5
18.2
0.4
0.8
0.2
9.4
9.7
19.3
_
2.8
5.5
8.2
0.2
2.7
0.1
11.0
Yöntem Kullanmayanlar
Toplam
Modern Yöntemler
1.2
100.0
78.8
4.8
100.0
75.9
9.7
100.0
29.4
100.0
100.0
5.5
100.0
86.6
3.0
100.0
77.1
Hap
Kondom
RİA
18.9
36.3
15.4
10.9
8.6
5.2
5.8
23.6
100.0
-
13.3
13.3
46.6
16.2
28.5
13.7
Tüp Ligasyonu
Vazektomi
8.2
_
48.3
0.6
-
-
-
17.8
0.1
1 Aylık Depo Enjeksiyon
3 Aylık Depo Enjeksiyon
-
2.3
-
-
6.7
6.7
0.1
0.7
Etkisiz Yöntemler
Yöntem Kullanmayanlar
20.8
0.4
15.5
8.6
29.4
41.2
_
_
6.7
6.7
19.3
3.6
Toplam
Modern Yöntemler
Hap
100.0
40.7
7.4
100.0
56.4
10.2
100.0
52.3
4.1
100.0
71.0
19.7
100.0
88.9
7.0
100.0
52.4
8.4
Kondom
RİA
Tüp Ligasyonu
12.6
16.5
2.2
10.8
32.1
2.7
14.0
31.8
1.9
22.8
20.5
0.3
30.2
48.9
0.4
14.2
26.1
2.1
Vazektomi
1 Aylık Depo Enjeksiyon
1.6
0.1
0.4
-
0.2
5.1
1.3
0.0
1.2
3 Aylık Depo Enjeksiyon
Etkisiz Yöntemler
Yöntem Kullanmayanlar
0.4
17.3
42.0
0.1
8.5
35.1
0.5
11.6
36.1
2.4
6.7
22.3
1.1
6.0
5.1
0.4
12.6
35.0
Toplam
100.0
100.0
100.0
100.0
100.0
100.0
Yüzdeler kolon yüzdesidir.
*Her bir Yerleşim Yeri ve Çocuk Sayısı grubu üzerinden yüzde hesaplanmıştır.
**Her bir Çocuk Sayısı grubu için tüm yerleşim yerleri üzerinden yüzde hesaplanmıştır.
Yenimahalle 1 Nolu AÇSAP, Polatlı AÇSAP, Saray Sağlık Ocağı, Uyanış Sağlık Ocağı ve 9 Nolu
Sağlık Ocağında modern yöntemlerin kullanımı
sırasıyla %52.4, etkisiz yöntemlerin kullanımı ise
%12.6'dır. İncelenenlerin %4.2'si yöntem kullanmamaktadır.
Modern yöntemlerden en çok RİA (%42.8), ikinci ve üçüncü sırada ise kondom (%17.0) ve hap
(%12.1) kullanılmaktadır, Bekar olanların hiçbiri
yöntem kullanmamaktadır.
Çocuksuz olanlar içinde yöntem kullanmayanlar en fazladır (%38.3). Bu grupta etkisiz yöntemler %32.1 sıklıkta kullanılmaktadır. Modern
yöntemler ise %29.6 sıklıkta kullanılmakta; en fazla
kondom tercih edilmektedir (%24.6).
Bir ve daha fazla sayıda çocuğu olanlar arasında ise modern yöntem kullananlar en fazladır.
1, 2, 3, 4, 5 ve 5'den fazla çocuğu olanların modern yöntemleri kullanımı sırasıyla %72.0, %77.6,
%77.6, %82.0, %86.0 ve %77.1 'dir.
Bir ile 5 arasında çocuğa sahip olanlar modern
yöntemlerden en fazla RİA'ı kullanmaktadır (sırasıyla %34.8, %43.6, %42.8, %37.8, %40.5). 5'den
fazla çocuğu olanlar ise en fazla kondom kullanmaktadır (%28.5).
Bekar olanlar değerlendirme dışı tutularak,
kadınların sahip oldukları çocuk sayısına yöntem
kullanma durumları arasında istatistiksel değerlendirme yapıldığında; sahip olunan çocuk sayısı
grupları arasında istatistiksel olarak anlamlı fark
bulunmuştur (p<0.05). Fark çocuksuz olan gruptan
kaynaklanmaktadır. Bu grupta aile planlaması
yöntemleri daha az kullanılmaktadır.
Tartışma
Modern yöntemlerin kullanımı %52,4, etkisiz
yöntemlerin kullanımı ise %12.6'dır. İncelenenlerin
%35.0'i yöntem kullanmamaktadır.
Tüm Türkiye'den örnek alınarak yapılan Türkiye Nüfus Sağlık Araştırmasında ise incelenen
kadınların %37.7'si modern yöntem, %25.5'i geleneksel yöntem kullanmaktadır. Yöntem kullanma-
yanlar %36.1 sıklıktadır (3). TNSA 98'de belirlenen
aile planlaması kullanım sıklığı ile araştırmamızın
sonuçları oldukça benzerdir. Ancak, modern yöntemlerin kullanımı araştırmamızda daha fazla sıklıktadır.
1995 yılında Malatya-Yeşilyurt'da yapılan bir
araştırmada incelenenlerin %43.2'si modern yöntemlerle korunurken, %22.2'sînin geleneksel yöntemlerle korunduğu, %34.6'sının ise korunmadığı
belirlenmiştir (4). Bu araştırmanın sonuçları da
araştırmamızla oldukça benzerdir.
Araştırmamızda en çok kullanılan aile planlaması yönteminin geleneksel yöntemler olduğu
belirlenmiştir. En çok kullanılan modern aile planlaması yöntemi ise RİA, ikinci ve üçüncü sırada ise
kondom ve haptır. TNSA98'de de çok kullanılan
modern yöntem RİA olmasına karşın, geleneksel
yöntemlerin toplamı araştırmamızla benzer şekilde
RİA'dan fazladır (3) (Araştırmamızda %26.1, TNSA
98'de %19.8 sıklıkta RİA kullanılmaktadır. Geleneksel yöntemler ise sırasıyla %1 2.6 ve %25.5 sıklıkta kullanılmaktadır).
1999 yılında Edirne-Keşan'da, yapılan bir araştırmada da en çok kullanılan aile planlaması
yönteminin RİA olduğu belirlenmiştir (5). İstan
bul'da ve Gemlik'te yapılan araştırmalarda ise in
celenen kadınların en fazla geri çekme yöntemini,
2. sırada ise RİA'ı kullandıkları belirlenmiştir (6,7).
Ankara-Gölbaşı'nda 1988 yılında yapılan bir araş
tırmada da aynı şekilde aile planlaması yöntemi
olarak en çok geri çekme, 2.sırada da RİA kullanıl
dığı saptanmıştır (8).
Antalya'da 2000 yılında hastaneye başvuran
hastalar arasında yapılan bir araştırmada en çok
tercih edilen modern aile planlaması yönteminin
RİA (%54.4) olduğu, ikinci sırada da kondomun
(%31.0) yer aldığı (9); sahada yapılan bir başka
araştırmada ise kadınların %50.0'sinin modern,
%28.0'inin de geleneksel aile planlaması yöntemi
kullandığı belirlenmiştir (10). Bu bulgular araştırmamızın sonuçlarıyla da uyumludur.
2000 yılında Van'da yapılan bir araştırmada
ise aile planlaması yöntemlerinden en çok geri
çekme yönteminin, ikinci sırada da RİA'ın kullanıldığı belirlenmiştir (11).
çocuk istenmemesinden hem de gebelik aralıklarını
açma isteğinden kaynaklanmış olabilir.
Kayseri'de 1998 yılında yapılan bir araştırmada incelenen kadınların %54.8'inin modern,
%6.7'sinin geleneksel yöntemleri kullandıkları, en
çok RİA ve ikinci sırada da kondomu kullandıkları
belirlenmiştir (1 2).
Bu çalışma ile saptanmış olan, aile planlaması
yöntemi kullanma sıklığı sahip olunan çocuk sayısına göre kullanılan aile planlaması yöntemleri
1 998 Türkiye Nüfus Sağlık Araştırması sonuçlarına
göre Türkiye için saptanmış olan sonuçlara oldukça
benzerdir. Ancak modern yöntemler Türkiye için
saptanmış sonuçlara göre daha fazla kullanılmaktadır.
2000 yılında Çankırı'da yapılan bir araştırmada ise en çok geleneksel yöntemlerin kullanıldığı,
modern yöntemlerden de RİA ve kondomun en
fazla kullanıldığı belirlenmiştir (1 3).
2000 yılında Elazığ'da sahada yapılan bir çalışmada kadınların %38.2'sinin modern,
%40.9'unun geleneksel yöntemleri kullandığı, modern yöntemler içinde de en çok RİA ve ikinci sırada da kondomun kullanıldığı belirlenmiştir (14).
Türkiye genelinde yapılan çalışmalarla araştırmanın sonuçları benzerdir. Kadınlar ilk sırada
geleneksel/etkisiz yöntemleri, ikinci sırada ise RİA'ı
kullanmaktadır.
Ankara-Gölbaşı'nda 1988 yılında yapılan bir
araştırmada incelenenlerden %49.3'ünün modern
yöntem, %50.7'sinin geleneksel yöntem kullandığı
belirlenmiştir (8). 2000 yılında Ankara'da yapılan
bir çalışmada da en çok kullanılan aile planlaması
yönteminin modern yöntemlerden RİA, ikinci sırada
ise geleneksel yöntemler olduğu belirlenmiştir (1 5).
Aynı ilde yapılan iki ayrı araştırmada (bizim araştırmamız ve 2000 yılında yapılan araştırma); 10 yıl
öncesine göre modern yöntemlerin kullanım durumunun artması aile planlaması hizmetlerinde başarılı olunduğunu düşündürmektedir.
Araştırmada incelenen merkezlerde yaşayan
kadınlardan 1 ve üzerinde yaşayan çocuğu olanların aile planlaması yöntemi kullanımı anlamlı derecede artmaktadır. TNSA 98'de Türkiye genelinde
0-1 sayıda çocuğa sahip kadınlar daha az korunmaktadır (3). 1993 yılında İstanbul'da yapılan bir
araştırmada (6) ve Erzurum-Pasinler'de yapılan
başka bir araştırmada ise iki ve üzerinde çocuğa
sahip olan kadınların aile planlaması yöntemi kullanma durumlarının önemli derecede arttığı belirlenmiştir (17). Yaşayan çocuk sayısı arttıkça korunmaya olan istek de artmaktadır. Bu hem fazla
Kaynaklar
Özvarış ŞB. Üreme Sağlığı/Aile Planlaması. İç: Biçer S. Bulut
A. Çalı Ş. Durmuşoğlu F. Gürol F. Harmancı HG. Ortaylı N. Özek B.
Özvarış ŞB. Özyurda F. Tomruk DG. Urman B. Yıldırım A. (Yayın
krl). Aile Planlamasında Temel Bilgiler. İstanbul: İnsan Kaynağını
Geliştirme Vakfı, 1 997:1-1 5. Akın A. Özvarış ŞB. Ana Sağlığı ve
2.
Aile Planlaması. İç:Bertan M. Güler Ç. (Editörler). Halk Sağlığı
Temel Bilgiler. Ankara: Halk Sağlığı Vakfı, 1 997: 11 7-1 56.
Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü. Türkiye
3. Nüfus ve Sağlık Araştırması 1998. Hacettepe Üniversitesi Nüfus
Etütleri Enstitüsü, Macro International Inc., Ankara, 1999, 45-65
Genç M. Güneş M. Şahin M. Karaoğlu L. Pehlivan E. Yeşilyurt. Malatya Merkezindeki 1 5-49 Yaş Grubu Evli Kadınların
4. Aile Planlamasına İlişkin Bilgi Düzeylerinin ve Uygulamalarının
İncelenmesi. V. Ulusal Halk Sağlığı Kongresi Bildiri Kitabı
1996:49-54.
Yorulmaz F. Dağdeviren N. Şahin EM. Keşan İlçesi Ana
Çocuk Sağlığı Dispanserinin 1987-1999 Aile Planlaması
Çalışmalarının Değerlendirilmesi.
VI. Ulusal Halk
Sağlığı Günleri Bildiri Özet Kitabı 1999: 147.
Yardımcı E.
6. Sabuncu H. Yardımcı O. Baysal B. Onat I. İstanbul Üniversitesi
İstanbul
Tıp
Fakültesi
Kadın
Hastalıkları
Polikliniğine
Başvuran 15-49 Yaş Grubunda Evli Kadınların Bildikleri ve
Kullandıkları Kontraseptif Yöntemler; Kullanımı Etkileyen
Faktörler. IV. Ulusal Halk Sağlığı Kongresi Bildiri Kitabı
1994: 77-80.
Okan N. Kentsel Alanda Evli Kadınların Aile Planlaması
Yöntemleri Kullanma Eğilimleri ve Sonuçları. Halk Sağlığı
Günleri I Bildiri Özetleri 1989: 56-57.
8.
Ayçan S. Arıtürk MO. Özaltın S. Bumin Ç. Gölbaşı Merkez Sağlık
Ocağında 15-49 Yaş Grubu Evli Kadınların Aile Plan-
laması Hakkındaki Bilgi ve Tutumları ile İlgili Araştırma.
1 3. Gün İ. Öztürk A. Öztürk Y. Evaluation of Fertility and Using
Halk Sağlığı Günleri I Bildiri Özetleri 1989: 58-59.
9.
rek Yapılan Düşüklerin Kontraseptif Seçimine Etkisi. I. U-
10.
Güngör Y. Güngör L Açık Y. Elazığ Yenimahalle Eğitim ve
Araştırma Sağlık Ocağı Bölgesinde Sunulan Ana Çocuk
Kongresi Abstrakt Kitabı 2001:1
Sağlığı ve Aile Planlaması Hizmetlerinin Değerlendirilmesi.
Dönmez L. Aydın Ö. Bulur HB. Antalya 10 No'lu Sağlık Ocağı
1. Ulusal Ana-Çocuk Sağlığı Kongresi. 2001:245
15.
İlhan MN. Yıldırım A. Maral I. Comparison of The Preferred
15-49 Yaş Kadın Formlarının Güvenilirliği. I. Uluslararası ve
Contraceptive Methods and The Causes of Not Using
II. Ulusal Üreme Sağlığı ve Aile Planlaması Kongresi
Contraceptive Methods Between Semi-Urban and Urban
Abstrakt Kitabı 2001:120
Women Of Reproductive Age. International Public Health
Şahin G. Şahin HA. Zeteroğlu Ş, Tuncel H. Van Yöresinde
Congress Abstracts 2000:27.
Kullanılan Aile Planlaması Yöntemleri. I. Uluslararası ve II.
12.
Public Health Congress Abstracts 2000:35.
14.
luslararası ve II. Ulusal Üreme Sağlığı ve Aile Planlaması
Bölgesinde Aile Planlaması Yöntem Kullanma Durumu ve
11.
Family Planning Methods in Çankırı Province. International
Akdeniz M. Çocuk Sayısı, Öğrenim Durumu, Yaş ve İsteye
16.
Güraksın A. Pasinler Eğitim ve Araştırma Bölgesinde 1 5-49
Ulusal Üreme Sağlığı ve Aile Planlaması Kongresi Abstrakt
Yaş Grubu Evli Kadınların Gebeliği Önleyici Yöntem Kullan
Kitabı 2001:81
ma Durumları ve Etkileyen Faktörler. III. Halk Sağlığı Günleri
Şahinöz T. Şahinöz S. Ceyhan O. Öztürk Y. 15-49 Yaş Evli
Kongre Kitabı 1993: 341-345.
Kadınların Aile Planlaması Kullanma Durumlarını Etkileyen
Faktörler. I. Uluslararası ve II. Ulusal Üreme Sağlığı ve Aile
Planlaması Kongresi Abstrakt Kitabı 2001:1 56
Çoğulcu Demokratik Toplum İçin
Aile Eğitimi Projesi
• Prof. Dr. Sevda ULUĞTEKİN * 0 Doç. Dr. İbrahim CILGA *
Özet:
Türkiye'de demokratik toplumun gelişmesinde
aile temel kurumlardan biridir. Bu projenin a- maçı,
gecekondu bölgelerinde yaşayan göç etmiş aile
üyelerini, yurttaşlık bilinci kazanarak yerel
yönetimlerin karar mekanizmalarına
katılımını sağlamak için desteklemektir.
H.Ü. Sosyal Hizmetler Yüksek Okulu Öğretim Üyesi
Yrd. Doç. Dr. Sunay İL
Abstract:
Famjly js seen as the basjc lnstitutlon in tne
process of development of a democratic society
in Turkey The aim of thjs proJect js to support
members of the migrated families, living now in
gecekondu areas, to gain a citizenship
consciousness in order to participate in decision
making process of local governments.
Ekonomik ve sosyal gelişme, bir arada, çağdaş
demokratik topluma ulaşmanın temel koşuludur.
Bu açıdan, günümüz Türkiye'sinde ekonomik gelişme kadar sosyal gelişme de göz ardı edilmemesi
gereken bîr konudur.
reysel düşünceye saygı ve hoşgörü bulunur. Demokrasi ortamında birey, hak ve sorumluluklarının
bilincinde olmalıdır. Sorumluluk bilinci, vatandaşlık
ve kentlilik bilinci gelişmiş insanların bulunduğu
bir kent ortamında yaşamak, katılımcı ve paylaşımcı bir demokrasi kültürünün de sürekli beslenmesini ve yeni boyutlar kazanmasını sağlar.
Sosyal gelişme, kentleşme sürecinde kentlileşmenin önemini gündeme getirmiştir. Başka bir
deyişle sosyal gelişme ile çoğulcu demokratik yapıya uygun kentlileşme arasında olumlu bir bağlantı vardır.
Toplumda her düzeydeki hak ve sorumluluklarının bilincinde olan insanlara sahip olmak için
yapılacak en önemli iş, insana yatırım, yani eğitimdir. Eğitimin ilk ve temel kaynağı ise bireyin içinde
yaşadığı ailesidir.
Çoğulcu demokratik yapıya uygun kentlileşmenin temelinde "etkileşimci kültürel çoğulculuk"
kavramı yatmaktadır (Tekeli,1996). Etkileşimci
kültürel çoğulculuk, kentlileşme sürecindeki insanların kendilerinden her yönden farklı olanlarla
karşılıklı bir ilişki içine girerek, ortak bir yaşamın
"asgari müşterekleri" ni yeniden üretmeleri anlamına gelmektedir. Böyle bir deneyim, toplumsal yaşamı zenginleştirirken katılımcılığı pekiştirir, farklılıklara hoşgörü ile bakmayı öğretir ve sonuçta
yaşam kalitesini etkiler. Çünkü yaşam kalitesi, nesnel boyutta insanların ekonomik, sosyal ve kültürel
yaşam koşullarını geliştirirken, öznel boyutta onların bilgi, bilinç ve doyum düzeylerini yükseltmeyi
amaçlar (Cılga, 1994). Değişimi içeren bu süreç,
aynı zamanda vatandaşlık ve kentlilik bilincinin
gelişmesi için uygun bir ortam yaratarak, demokratik ve barışçıl bir toplum oluşmasına katkı sağlar.
Yaşam döngüsü içinde katılım, dayanışma,
hak ve sorumluluk gibi kavramların ilk "denendiği"
grup olan aile, bireyin sosyalizasyonunda -hâlâçok önemli bir kurumdur. Ailenin demokratikleşme
düzeyi gerek aile içi ilişkileri, gerekse ailenin toplumdaki diğer kişi, grup ve kurumlarla olan ilişkilerinin niteliğini belirler. Başka bir deyişle, kent
ortamında etkileşimci kültürel çoğulculuk modeli,
ailelerin demokratikleşme düzeyi ile de yakından
bağlantılıdır.
Etkileşimci kültürel çoğulculuğun karşıtı "kültürel izolasyon" modelidir (Tekeli, 1996). Bu modelde insanlar sadece kendileri gibi olanları kabul
eder, diğerlerini dışlar ve "öteki" leştirir. Bunun
sonucunda toplumda kamplaşma ve çatışmalar
ortaya çıkar. Ayrıca bireysel ve grupsal düzeyde
yabancılaşma, kimlik bunalımı, kendini gerçekleştirememe gibi olumsuzluklar yaşanırken, geleneksel kalıplara sıkı sıkıya sarılma ve antidemokratik
etkinliklere yönelme de görülebilir.
Kent ortamında etkileşimci kültürel çoğulculuğun özümlenebilmesi, demokrasi kültürünün
gelişmesine bağlıdır. Demokrasinin temelinde bi-
Bugün, Türkiye'de kentle bütünleşme sürecini
zorlayan gecekondu yörelerindeki insanların, daha
çok kültürel izolasyon modeline uygun olarak yaşadıkları bir gerçektir. Çoğunluğu, sadece kendi
yerleştikleri mekân hakkında bilgi sahibi olup,
kentin sosyokültürel zenginliğinden yararlanmadan
ve ona katkı vermeden kentten kopuk yaşamaktadır. "Kentli" olma yolunda bir "değişme" süreci içine
tam olarak girememişlerdir ve bu ailelerde demokratikleşme çok sınırlıdır. Çocuk ve gençlerin
sosyalizasyonunda geleneksel değer ve inançlar
geçerliliğini sürdürmektedir. Bu durum, bir bütün
olarak kültürel izolasyonun bireysel ve grupsal
düzeydeki olumsuz sonuçlarının ortaya çıkmasına
ve kent ortamlarında demokratik ve barışçıl bir
yaşamın gelişememesine neden olmaktadır.
Göç eden ailelerin kentle bütünleşme süreçlerinin demokratik olarak yönlendirilmesi ve onlara
etkileşimci kültürel çoğulculuğun gerektirdiği bir
bilincin kazandırılması, tam bu noktada yaşamsal
bir önem kazanmaktadır. Çoğulcu Demokratik
Toplum İçin Aile Eğitimi Projesi işte bu gerekçeyle
oluşturulmuştur. Proje, kentleşme sürecindeki
ailelerle çalışarak, vatandaşlık eğitimi çerçevesinde
ailenin iç ve dış ilişkilerini güçlendirmeyi ve onları
demokratik çoğulcu kent toplumunun "etkili aktörleri" haline getirerek yaşam kalitelerini yükseltmeyi amaçlamaktadır.
c)
Göç, kentleşme, kentin tarihi, mimari ve
sosyal dokusu ile çok kültürlülük hakkında bilgi
lendirmek,
d) Kent ortamındaki demokratik değer, tutum
ve davranışlar konusunda bilinçlendirmek,
e) Çok kültürlü yaşamda gerekli olan empati,
iletişim ve sorun çözme becerilerini kazandırmak,
Projenin Amaç ve Hedefleri
Projenin temel amacı, kentlileşme sürecindeki
gecekondu ailelerinde demokrasi bilincini geliştirerek demokrasi kültürünü hayata geçirmelerini
sağlamaktır. Aile içi ve aile dışı ilişkilerin demokratik değerler bağlamında yeniden örgütlenerek,
ailelerin demokratik bir yapıya kavuşması ve yerel
yönetimlerin karar mekanizmalarını etkilemesi
projenin alt amaçlarını oluşturmaktadır.
Projenin alt amaçlarını gerçekleştirmeye ilişkin
f) Kentlilik bilinci çerçevesinde, ailelerin ken
di arasındaki ve kentsel örgütlerle olan etkileşimini
güçlendirmek,
g) Ailelerin örgütlenme ve "mahalle, yurttaş inisiyatifleri" oluşturma çabalarını desteklemek,
h) Ailelerin örgütlü bir güç olarak yerel yönetimlerin karar mekanizmalarına katılımını sağlamak.
Projenin İçeriği ve Nitelikleri
hedefler ise aşağıda belirtilmektedir.
1) Aile
içi
ilişkilerin
demokratik
değerler
bağlamında yeniden örgütlenmesini gerçekleştir
mek üzere söz konusu hedefler şunlardır:
a) Aile üyeleri arasında duyarlılık geliştirmek,
b) Aileye kendi yaşam koşullan ve ilişkilerinin
niteliği konusunda bilinç kazandırmak,
c) Sağlıklı aile içi ilişkiler konusunda bilgilen
dirmek,
d) Aile içi ilişkilerde demokratik değer, tutum
ve davranışlar hakkında bilinçlendirmek,
e) Empati, iletişim ve sorun çözme konusun
da beceri kazandırmak,
Proje, çoğulcu demokrasi kültürünün yaşama
geçirilmesi için yerel düzeyde insan unsurunu öne
çıkarmayı ve insanın değer, tutum ve davranışlarında bir değişme yaratmayı amaçlamaktadır. Projenin genel politikası insanca gelişme ve bunun için
göç eden ailelerin yaşam kalitesini yükseltmektir.
Gerçekleştirilecek
değişme,
çoğulcu
demokrasi
kültürünün yapısal koşullarını düzenlemeyi, yurttaş
bağlılığını geliştirmeyi, çok aktörlü yönlendirme ile
demokrasiyi yaşanabilir kılmayı sağlayacaktır.
Proje, amaç ve hedefleri doğrultusunda dört
aşamada planlanmış olup, içerik ve nitelik buna
göre belirlenmiştir.
f) Demokratik anlayışa dayalı yeni etkileşim
biçimlerinin aile içi ilişkilere yansımasını sağlamak.
2) Aile dışı ilişkilerin demokratik değerler
bağlamında yeniden örgütlenmesi ve ailelerin yerel
yönetimlerin karar mekanizmalarını etkilemesini
gerçekleştirmek üzere söz konusu hedefler şunlar
dır:
a) Aileler arasında duyarlılık geliştirmek,
b) Onlara göç ve bulundukları çevre / kent /
toplum sorunları hakkında bilinç kazandırmak,
Birinci Aşama: Ön Hazırlık Çalışmaları
1) Projenin uygulanacağı yerleşim yerinin
belirlenmesi (il, ilçe ve mahalle bazında kentlileşme
sürecinde belli bir aşama kaydetmiş gecekondu
bölgeleri)
2) Projenin uygulanacağı mekanla ilgili durum
analizinin yapılması (yörenin sosyal, ekonomik ve
demografik özellikleri ile toplum kaynaklarının
sistematik araştırma ve katılarak gözlem yoluyla
saptanması)
3) Proje hakkında yöre halkının katılımının
sağlanması (bir sosyal aksiyon süreci gerçekleştir
mek için duyarlılık geliştirme, bilgilendirme ve
bilinç kazandırma çalışmaları)
4) Projeye katılmak isteyen öncü ailelerin
saptanması ve bir sonraki aşamaya yönlendirilmesi.
İkinci Aşama: Eğitim Çalışmaları
1) Aile hayatı eğitimi (aile üyelerinin rol ve
sorumlulukları; aile ve yasal boyut; aktif anababalık ve çocuk yetiştirme yöntemleri; sorun
çözme bilinci ve dayanışmanın geliştirilmesi)
2) Çok kültürlü yaşam eğitimi (kentsel ya
şamda çok kültürlülük ve empatik yaklaşım; ço
ğulcu kent yönetimi ve örgütsel yapılar)
3) Halk katılımı ve toplum örgütlenmesi eği
timi (katılımın önemi ve yararları; sorun çözmeye
yönelik proje geliştirme ve uygulama bilgisi; ör
gütlenme süreci, ilke ve modelleri)
4) Kentlilik ve vatandaşlık bilinci geliştir
meye yönelik hak ve sorumluluklar eğitimi (te
mel hak ve özgürlükler; sosyal, ekonomik, siyasal
katılım ve örgütlenme hakları; anayasa ve ilgili
mevzuat)
Üçüncü Aşama: Örgütlenme
Çalışmaları
1) Öncü ailelerin örgütlenme modelleri üze
rinde çalışmaları ve mahalle inisiyatif
grupları
oluşturmaları,
2) Mahallenin değişik sorun alanlarına ilişkin
olarak inisiyatif grupların proje çalışmalarında bu
lunmaları,
3) Çalışmalara dayanak olacak örgütsel yapı
nın oluşturulması için inisiyatif grupların "mahalle
evlerini gerçekleşmesi,
4) Mahalle evleri aracılığı ile halkın yerel yö
netimlerin karar mekanizmalarına katılımlarının
sağlanması.
Dördüncü Aşama: Değerlendirme
Çalışmaları
Projenin etkili ve verimli olmasını sağlamak
üzere her aşamada ara değerlendirmeler ve genel
değerlendirme yapılacaktır.
Ara değerlendirmeler, öncü ailelerin, ulaşabildikleri aile popülasyonu, somut olarak çözümlenen
sorunlar, projelerde sağlanan gelişme düzeyleri,
yaşanılan sorunlar (direnç ve çatışma durumları)
v.b. gibi ölçütleri dikkate alarak, kendi kendilerine
yapacakları değerlendirmelerdir. Genel değerlendirmeler, proje yönteminde yer alan birimlerin
katılımıyla, çeşitli değerlendirme teknikleri kullanılarak çalışmaların bütününün değerlendirilmesidir.
Projenin Nitelikleri
1) Projede katılım olgusu temeldir.
2) Projede insan merkezli (aktif öğrenme) eğitim yaklaşımı benimsenmiştir (İl, 1 992; 1 995). Bu
nedenle, yukarıda açıklanan eğitim çalışmalarının
içeriği katılımcıların görüşleriyle son şeklini ala
caktır.
3) Projede aile bir bütün olarak ele alınmak
tadır. Ailenin tüm üyelerinin eşit koşullarda ve
birlikte çalışmalara katılımı sağlanacaktır.
4) Projede "aileden aileye", "hemşehriden
hemşehriye" ve "eski kentliden yeni kentliye"
gibi etkileşim süreçlerinden yararlanılmaktadır.
5) Projede yerel yönetimlerin yeni sorumlu
luklar alması ve bu doğrultuda işlevsellik kazan
ması beklenmektedir.
Projenin Yöntem ve Teknikleri
Amaç ve hedefleri doğrultusunda,
projenin yöntemi şu özelliklere sahiptir :
1) İlgilenilen toplumu bir bütün olarak ele al
mak,
2) Sosyolojik nitelikleri ve işlevleri gereği aile
üzerinde odaklaşmak,
3) Birey-aile-mahalle-kent
sistematik ortaya koymak,
bağlamında
bir
4) Toplumla çalışma teknikleri, örgütlenme
teknikleri, insan merkezli aktif öğrenme teknikleri
ve değerlendirme tekniklerinden yararlanarak bir
sosyal aksiyon oluşturmak.
Projede kullanılacak teknikler iletişim kurma,
sorun çözme, empati, kendi kendini yönlendirme,
inisiyatif ve yaratıcılığı kullanma, değişik düzeylerde kendini ifade etme ve gerçekleştirme yollarını
içermektedir. Projenin her aşamasında birbirini
tamamlayan ve işlevsel olan tekniklerin uygulanmasında ev ziyaretleri, kent gezileri, eğitim toplantıları, grup katılımıyla yapılan çalışmalar ile
resim, şiir, öykü, el işi, film, tiyatro, müzik, halk
oyunları, konferans, panel ve seminer etkinliklerinden yararlanılacaktır. Katılımcıların proje hazırlamaları ve uygulamaları özellikle önem verilen bir
etkinlik olacaktır.
lışmalarının üç ayda bitirileceği bu proje, sonuç
olarak iki yıl altı aylık bir süreyi kapsamaktadır.
Proje, mahalle evlerindeki yurttaş inisiyatif gruplarınca kalıcı bir yapıya dönüşecek biçimde yönlendirilecektir.
Kaynakça
CILGA, İbrahim. Gençlik ve Yaşam Niteliği. Ankara: T.C.
Başbakanlık Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü Yay. 1994.
İL, Sunay. "Aktif öğrenme Yaklaşımına İlişkin Gözlemler". H.Ü.
Sosyal Hizmetler Yüksekokulu Dergisi. Cilt 10, Sayı 1-23 : Sayfa. 11-26, 1992.
İL, Sunay. "Aktif Öğrenme:Eğitimde Öğrenci Özerkliği/Yaratıcı
Düşünme ve Yaşam Boyu Öğrenme Motivasyonu". 1. Sistem Mühendisliği ve Savunma Uygulamaları Sempozyumu, Bildiriler II. Ankara: Kültür Sitesi Yay. 1 995.
TEKELİ, İlhan. "Türkiye'de Çoğulculuk Arayışları ve Kent Yönetimi
Üzerine". Kentte Birlikte Yaşamak Üstüne. Ed. Ferzan
Bayramoğlu Yıldırım. İstanbul: Dünya Yerel Yönetim ve
Proje Yönetimi ve Süreci
Projeden sorumlu kuruluş belediyedir.
Proje "Belediye Başkanlığına bağlı olarak, "Sağlık
ve Sosyal Hizmetler Dairesi" veya "Kültür Dairesi"
içinde, değişik mesleklerin yer aldığı bir "proje
yürütme ekibi" tarafından yönlendirilecektir. Ekip,
ilgili sivil toplum kuruluşları, üniversiteden ve
belediyeden katılacak olan yönetici, sosyolog,
mimar, ekonomist, sosyal hizmet uzmanı ve
eğitimcilerden oluşacaktır.
Proje belediye tarafından finanse edilecektir.
Bunun yanında halkın kaynak yaratma gücü harekete geçirilecektir. İlgili çalışmalar doğrultusunda
sivil toplum kuruluşlarının finansal katılımı sağlanacaktır. Proje bütçesi, uygulama sürecinin aşamalarına göre proje yürütme ekibi tarafından
hazırlanacaktır.
Proje zaman yönünden uzun vadelidir. Projenin yürütme ekibi üç içerisinde oluşturulacaktır. Ön
hazırlık çalışmaları altı ay, eğitim çalışmaları bir yıl
içerisinde tamamlanacak; örgütlenme çalışmaları
ise altı aylık bir süre alacaktır. Değerlendirme ça-
Demokrasi Akademisi ( WALD ) Yay. 1 996, s.l3-26.
Empati ve Demografik Değişkenlerin
Evlilik Uyumu ile İlişkisi
• ŞennurTUTAREL-KIŞLAK*
• Fazlı ÇABUKÇA
Özet
Bu çalışmanın amacı, demografik değişkenler
ile empatinin evlilik uyumunu yordamadaki katkılarını araştırmak ve cinsiyete bağlı olarak empati
puanları arasında fark olup olmadığını belirlemektir. Bu nedenle 150 evli kişiye (75 kadın, 75 erkek)
Empatik Eğilim Ölçeği (EEÖ) ve Evlilikte Uyum Ölçeği (EUÖ) uygulanmıştır. Yapılan hiyerarşik
regresyon analizi sonuçlarına göre, evlilik uyumunu yordayan anlamlı değişkenin empati olduğu
belirlenmiştir. Bu durumda empati ile ilişkinin niteliği birbiriyle olumlu olarak bağlantılı görünmektedir. Empati puanlarının cinsiyete bağlı olarak
değişmediği de belirlenmiştir. Elde edilen bulgular,
diğer araştırma bulguları çerçevesinde tartışılmıştır.
Anahtar kelimeler: Evlilik uyumu, empati, demografik değişkenler
Summary
The
Relationship
among
Demographic Variables and Marital
Empathy,
Adjustment
The purpose of this study was to investigate
demographic variables and empathy in predicting
marital adjustment and to examine the difference
between men and women in terms of empathy
scores. Empathic Tendency Scale and Marital
Adjustment Test were administered to 150
married peop/e (75 women and 75 men).
Hierarchical regression analysis indicated that
empathy significantly predicted the marital
adjustment, so empathy and relationship guaiity
are positively associated. İn addition, t test result
yielded that empathy scores were not significantly
different in terms of gender. The findings were
discussed in the context of literatüre.
Key words: Marital
demographic variables
adjustment,
empathy,
(*) Y. Doç. Dr., A.Ü. Dil ve Tarih - Coğrafya Fakültesi, Psikoloji Bölümü
(**) Bu makale danışmanlığını Y.Doç.Dr.Şennur Tutarel-Kışlak'ın yaptığı, Fazlı Çabukça'nın (2000) yürüttüğü lisans tez verilerine
dayanmaktadır.
Empati, bir insanın kendisini karşısındaki insanın yerine koyarak onun düşüncelerini doğru
olarak anlama, duygularını hissetme ve bu durumu
ona anlatma sürecidir. Bugün üzerinde uzlaşılan bu
tanım, Rogers'ın 70'li yıllarda ulaştığı empati tanımıdır (Dökmen, 1999). Diğer bir ifade ile empati,
bir başkasının ayakkabılarını giyebilmek ve onlarla
hissetmektir, ancak o kişiyle birlikte üzülmek yani
sempati duymak değildir. Empati içgörüyü içerir;
birisine empati duyabilirseniz, o insanın niye öyle
davrandığını daha iyi anlayabilirsiniz. Empati otomatik bir tepki değildir, zihinsel ve duygusaldır.
Diğer bir insanı anlamak için sabır ve gerçekten
istemek gerekmektedir (Donahue, 1 997).
Empatinin varlığının tutum ve davranışlar üzerinde yararlı, yokluğunun ise olumsuz etkileri
vardır. Empatinin yardım davranışını arttırdığı da
belirlenmiştir (Batson ve ark., 1997; Dökmen,
1994). Stephan ve Finlay'e (1999) göre, empati
olumlu sosyal davranışa yol açarken, empatinin
yokluğu antisosyal davranışlara neden olmaktadır.
Empatik anlayış her zaman kişilerarası alan içinde oluşur. Kişilerarası etkileşim her iki yönde
bilgi ve duyguların akışını içerir, bu da karşılıklı
geribildirim süreçlerini güçlendirip, anlayışı arttırır
(Starcevic ve Piontek 1997). Shamasundar'a (1999)
göre, empati bireyin diğerini anlamasına yardım
eder. İki empatik birey dili fazla kullanmadan, birbirini kolayca ve etkili bir şekilde anlayabilir.
Empati karşılıklı olarak, diğerinin duygu durumuna
açık olmaya hazır oluş ve kişilerarası ilişkideki 'çok
yakın olma' (intimacy) ile bağlantılıdır. Rampage'ye
(1994) göre, çok yakın olma; eşler arası eşitlik,
karşılıklı yaşantılara empati kurma, anlam ve eylem
işbirliğini istemeye dayalıdır. Sosyal açıdan çok
yakın ilişki adını alan söz konusu ilişki, kısmen
terapi ilişkisini de anlamlı ve yararlı kılmaktadır
(Shamasundar, 1999). Giblin'e (1996) göre ise,
empati evlilik ve aile terapisinin kalbinde yer alır,
kısaca etkili terapi için empati çok önemlidir.
Giblin'in (1996) aktardığına göre Mc Carthy
(1992) empatiyi duyuş, biliş, imge, beceriye dayalı,
yaşama karşı tutum veya eğilim gibi farklı öğelere
ayırmaktadır. Pitchers'a (1999) göre, empati biliş-
sel ve duyuşsal öğeleri içermekte ve davranışsal
tepki ile ifade edilmektedir. Bilişsel empati, zihinsel
olarak diğer kişinin bakış açısıyla bakma
(perspective), onun rolünü alma ya da diğerinin
yerinde kendini imgeleme anlamını taşır (Giblin,
1996; Gladstein, 1983). Duyuşsal (affective)
empati, diğer kişinin duygusuna aynı duygu ile
karşılık vermektir (Gladstein, 1983). Pitchers
(1994) empatiyi, 'bilişsel olarak diğerinin bakış
açısını algılayıp, içindeki duyuşsal uyarılmayı tanımak ve bu algılarla artan güdülenme üzerine merhametli (compassionate) davranışsal tepkileri oluşturmaktır' şeklinde özetlemiştir. Davranışsal
tepki vermenin iki yolu vardır. Bunlar; yüzümüzü,
bedenimizi kullanmak ve sözlü olarak karşımızdakini anladığımızı ifade etmektir (Dökmen, 1999).
Miller'a (2000) göre, zihinsel anlayıştan merhametli
eyleme geçiş, ne çok az ne de çok fazla olmayıp,
uygun dozda olmalıdır.
Evlilik uyumu ve olaylara eşin bakış açısıyla
bakma arası ilişkiyi inceleyen araştırmalar vardır.
Franzoi ve arkadaşları (1985) eşlerle çalışmış ve
olaylara eşin bakış açısıyla bakmanın evlilikte yaşanan gerilimi azaltmada yardımcı olduğunu görmüşlerdir. Davis ve Oathout (1987), 264 romantik
çift ile çalışmış ve olaylara eşin bakış açısıyla bakmanın eş doyumunu etkileyen çeşitli davranışların
güçlü yordayıcısı olduğunu ortaya koymuşlardır.
Long ve Andrews (1990) ise, bu durumun evlilik
uyumunu anlamlı olarak yordadığını belirlemişlerdir. Ayrıca, evli kadınlar, hem kocaları hem de kendileri tarafından daha iyi rol alıcı olarak algılanmışlardır.
Karlsberg ve Karlsberg (1 994) yaptıkları araştırmada, yakın ilişki ve duygulanım arasındaki bağın karşılıklı empati ile arttığını ve bunun duygusal
açılımı başlattığını gözlemişlerdir. Olumsuz duyuşsal ifadenin, özellikle evlilik öncesi ilişkilerde
yaşanan doyumla negatif yönde ilişkili olduğu da
Smith ve arkadaşları (1990) tarafından belirlenmiştir. Uzunöz'e (1988) göre, çeşitli ileti düzeyleri
arasındaki tutarsızlıklar arttıkça, kişilerarası ilişkilerde sorunların çıkması kaçınılmaz hale gelmektedir.
USA Today Magazine (April,2000), empatinin
insanların bağışlama ve unutmasına yardımcı olduğuna ilişkin sonuçlar elde eden çalışmalara yer
vermiştir. Makalede, doyumun yüksek olduğu evliliklerde, karşılıklı olarak incinme durumunda,
özrün ardından, kırıcı olan eşin bağışlandığı ve
bağışlamayı sağlayan şeyin ise empati olduğu vurgulanmaktadır. Everett'e (1998) göre, kîşilerarası
bağışlama bağlamındaki bağışlama süreçleri empati, alçakgönüllülük ve bağlanma- çiftler
arasında da vuku bulmaktadır.
Stephan ve Finlay'a (1999) göre, empati eğitimle arttırılabilir. Long ve Angera (1999), romantik
ilişki yaşayan 48 çifte on saatlik empati eğitimi
vermişler ve altıncı ayın sonunda empatideki olumlu değişimin, ilişkiden alınan doyumla olan
pozitif ilişkisini ortaya koymuşlardır.
Son yıllarda empati araştırmalarının sayısı azalmıştır. Duan ve Hill'in (1996) eleştirisine göre,
bu durumun altında yatan neden,
Gladstein'ın (1983) yayınladığı derlemede,
empatinin terapötik işlevine yer verip diğer faktörlere dayanan çalışmaları desteklememesi yatmaktadır; ayrıca ilgili derlemede gelecekte yapılacak
çalışmalara başarılı öneriler getirilememiştir. Duan
ve Hill yeni empati çalışmalarına ihtiyaç olduğuna,
örneğin kültürün empatik deneyimler üzerindeki
rolünün ihmal edilmiş bir alan olduğuna değinmişlerdir.
Empati için durum böyleyken, literatürde evlilik doyumu üzerine pek çok çalışmaya rastlanmaktadır (Bkz. Bradbury ve ark., 2000). Ülkemizdeki çalışmalar incelendiğinde ayrı ayrı evlilik uyumu (örn. Tutarel-Kışlak, 1997; Yıldırım, 1992;
A.Binici, 2000; Fışıloğlu, 1992; Yılmaz, 2001) ve
empati (örn. Dökmen, 1987; 1988; 1990; Pişkin,
1989; Ataşalar, 1996; Aydın, 1996; Alver, 1998;
Eroğlu, 1995; Akçalı, 1991) üzerine yapılan çeşitli
çalışmalara rastlanmaktadır. Ceyhan (1993) ise,
ana-babaların empatik eğilim düzeylerini araştırmış ve annelerin empatik eğilim düzeylerini daha
yüksek bulmuştur. Bayram ve arkadaşları (1995)
çalışmalarında, erkekler ve kadınlar arasında
empati düzeyi açısından fark olup olmadığını araştırmış ve cinsiyet açısından anlamlı bir fark elde
edememişlerdir. Eşlerle çalışan Zubaroğlu (1996),
çocuklu eşlerin iletişim biçimleri ve çatışmaları
üzerine yaptığı araştırmasında çatışmayı çözen
eşlerin, iletişimlerinde eşlerinin bakış açısını göz
önünde bulundurabildiklerini belirlemiştir.
Bu araştırmanın amacı, eşlerin evlilik uyum
düzeyini, empatik eğilim düzeyi ile yaş, cinsiyet, ev
işini üstlenme, evlilik yılı, çocuk sayısı, iş, eğitim
gibi demografik değişkenler açısından incelemektir. Ayrıca, cinsiyete bağlı olarak empati eğilim
düzeyleri arasında fark olup olmadığı da araştırılmıştır. Türk kültüründen elde edilecek bulguları
literatürde yer alan bulgularla karşılaştırmak hedeflenmiştir.
Yöntem
Denekler
Araştırmaya 75 evli kadın ve 75 evli erkekten
oluşan toplam 150 denek gönüllü olarak katılmıştır. Denekler Ankara ve İzmir'de yaşamakta olup,
seçkisiz olarak değişik SED'den, eğitim düzeyinden
ve yaşlardan seçilmeye çalışılmışlardır. Deneklerin
%49.3'ü ilköğretim ve lise mezunu, % 50.7'si üniversite mezunudur. Deneklerin %48.7'si ev işlerini
çok, %40.7'si biraz, %10.7'si ise hiç üstlenmemektedir. %75.3'ü bir işte çalışmakta olup, %24.7'si
çalışmamaktadır. Ortalama aylık gelirleri 465 milyondur. Deneklerin yaş, çocuk sayısı ve evlilik yılı
ile ilgili ranj ve ortalamaları Tablo 1'de gösterilmiştir.
Tablo 1
Deneklerin Bazı Demografik Değişkenlerinin
Ranj ve Ortalamaları
Demografik
Özellikler
Ranj
Ortalama
Yaş Çocuk
sayısı Evlilik
yılı
17-65 17 1-42
38 2
14
Veri Toplama Araçları
Araştırmada veri toplama amacıyla Kişisel Bilgi
Formu, Empatik Eğilim Ölçeği (EEÖ) ve Evlilikte
Uyum Ölçeği'nden (EUÖ) yararlanılmıştır.
1.Empatik Eğilim Ölçeği (EEÖ). EEÖ Dökmen
(1988) tarafından kişilerin günlük yaşamlarındaki
empati kurma potansiyallerini ölçmek amacıyla
hazırlanmıştır. Dökmen Ölçeği, kendisinin Aşamalı
Empatik Sıralama Modeli'nin kuramsal temelinden
geliştirmiştir. EEÖ likert tipi bir ölçek olup 5
basamaklı dereceleme sistemiyle 20 maddeden
oluşmaktadır (tamamen aykırı (1) oldukça aykırı
(2) kararsızım (3) oldukça uygun (4) tamamen
uygun (5)). Maddelerin yaklaşık yarısı kişilerin evet
deme eğilimlerini ortadan kaldırmak için negatif
olarak yazılmıştır. Bireylerin her bir madde için
işaretlediği sayı kişinin o maddeye ilişkin puanını
oluşturmaktadır. Puanlar yükseldikçe empatik
eğilim düzeyi artmakta, puanlar düştükçe empatik
eğilim düzeyi azalmaktadır.
Ölçek, 70 kişilik bir öğrenci grubuna üç hafta
ara ile uygulanmış, her iki ölçümden elde edilen
puanlar arasındaki korelasyon katsayısı .82 (testtekrar test güvenirlik katsayısı) bulunmuştur. Ölçeğin tek ve çift maddelerinden alınan toplam puanlar arasındaki güvenirlik katsayısı ise .68 (iki yarım
test güvenirliği) olarak elde edilmiştir.
Dökmen, 24 kişilik üniversite öğrenci grubuna
ölçüt bağımlı geçerlik korelasyon katsayısını belirlemek amacıyla, EEÖ ile Edwards Kişisel Tercih
Envanteri'nin 'Duyguları Anlama' adlı alt ölçeğini
uygulamış ve toplam puanlar arasındaki korelasyon
katsayısını .68 olarak belirlemiştir.
2.Evlilikte Uyum Ölçeği (EUÖ). Locke ve
Wallace (1959) tarafından geliştirilen EUÖ 15 maddelik bir ölçektir. Hunt'ın (1978) ve Freeston ile
Plechaty'nin (1997) puanlama sistemleri doğrultusunda, ölçeğin geçerlik ve güvenirliği TutarelKışlak (1999) tarafından yapılmıştır. EUÖ bir genel
uyum sorusu, olası anlaşma alanlarını ölçen sekiz
soru ile çatışma çözme, bağlılık ve iletişimi ölçen
altı soruyu içermektedir. EUÖ'nin iç tutarlık güvenirliği .90, iki yarım test güvenirliği .84, test-tekrar
test güvenirliği .57'dir. Ölçüt bağımlı geçerlik
korelasyon katsayısı ise -.54'dür. Ölçekte puanlar
uyumsuzluktan uyumluluğa doğru artmaktadır.
İşlem
Uygulamada Kişisel Bilgi Formu, EEÖ ve EUÖ
bir zarfa konmuş ve doldurulduktan sonra kapatılarak araştırıcılara geri iletilmiştir. Deneklerden
isim alınmamış, eş olan deneklerin yanıtlarını birbirlerine göstermemeleri ve bu konuda tartışmamaları gerektiği yönergede vurgulanarak, doğru
bilgi alma olasılığı arttırılmaya çalışılmıştır.
Bulgular
Araştırmada öncelikle örneklemi oluşturan evli
kadın ve erkeklerin, cinsiyet açısından EEÖ toplam
puanları arasında fark olup olmadığı araştırılmış ve
kadınların toplam puanları (x=75) ile erkeklerin
toplam puanları (x=72) arasında anlamlı fark elde
edilememiştir (t=l .65, p>.05).
Araştırmanın amacı doğrultusunda yaş, cinsiyet, ev işini üstlenme, evlilik yılı, çocuk sayısı, çalışıp çalışmama, eğitim ve empatik eğilim düzeyinin
evlilik uyumunu yordamada anlamlı katkılarının
olup olmadığını incelemek amacıyla elde edilen
verilere hiyerarşik regresyon analizi uygulanmıştır.
Hiyerarşik regresyon analizi yapılırken ilk aşamada
demografik değişkenler, ardından araştırmada
temel değişken olan empati eğilim düzeyi girilmiştir.
Demografik değişkenler ile empatik eğilim
düzeyinden hangisinin evlilik uyumunun daha iyi
yordayıcısı olduğu araştırılmış ve elde edilen değerler Tablo 2'de gösterilmiştir.
Tablo 2'de görüldüğü gibi, empati evlilik uyumunu anlamlı olarak yordayan değişken olarak
belirlenmiştir.
Tablo 2
Evlilik Uyumu Puanlarına İlişkin Hiyerarşik Regresyon Analizi Sonuçları
Analiz
Yordayıcı
aşaması
R
R2
Beta
F
t
.20
.04
.17
.87
1.19
değişken
1
Yaş
Cinsiyet
2
.02
.19
Ev işi
-.04
-.38
Evlilik yılı
-.27
-1.72
Çocuk sayısı
.09
1.02
İş
.13
1.45
Eğitim
.01
.07
Empatik eğilim
.51
.26
.48
6.18*
6.45*
*p<.01
Tartışma
Bu araştırmada, eşlerin evlilik uyumlarının yaş,
cinsiyet, ev işlerini üstlenme, evlilik yılı, çocuk sayısı, iş ve eğitim düzeyleri gibi demografik değişkenler ile empati düzeyinin evlilik uyumunu
yordayıp yordamadığını ortaya koymak amaçlanmıştır.
Ayrıca, cinsiyete bağlı olarak empati eğilim
puanları arasında fark olup olmadığı incelenmiştir.
Söz konusu nedenle yapılan t testi sonucunda, evli
kadın ve erkeklerin empatik eğilim düzeyleri arasında fark olmadığı belirlenmiştir. Elde edilen bu
bulgu, annelerin empatik eğilimini daha yüksek
bulan Ceyhan'ın (1993) bulgularını desteklememektedir. Ancak söz konusu bulgu, Bayram ve
arkadaşları (1995) ile Riehl-Emde ve Willi'nin
(1999) bulgularıyla örtüşmektedir. Riehl-Emde ve
Willi'nin vurguladığı gibi, empatik eğilim düzeyleri
arasındaki fark cinsiyete özgü olmak yerine daha
çok çiftlere ya da evliliğe özgü olabilir.
Araştırmada ele alınan demografik değişkenlerin evlilik uyumunu yordamadığı belirlenmiştir.
Kısaca, eşlerin evlilik uyumlarının evlilik yılı, çocuk
sayısı gibi değişkenlerle bağlantılı olmadığı anlaşılmaktadır. Evlilik uyumunun çocuk sayısına bağlı
olarak değişmediğine işaret eden başka çalışmalar
da mevcutur. (Hoffman ve Levant, 1985; Fışıloğlu,
1992). Bu durumda evlilik uyumu, ana baba rolü
ya da karı koca rolünün çocuk sayısıyla farklılaşmadığı ve birbirlerinden ayrı işledikleri söylenebilir.
Diğer demografik değişkenler için de durum aynıdır.
Analizin ikinci aşamasında yer alan araştırmanın temel değişkeni empati düzeyinin, evlilik uyumunu yordadığı belirlenmiştir. Simpson ve arkadaşlarının (1995) aktardığına göre, empatik anlayış
ve ilişkinin niteliğinin olumlu olarak bağlantılı olduğuna dair kanıtların yanısıra (Kahn, 1970; Noller
ve Ruzzene, 1991; Ruzzene, 1990), tersi kanıtlar
da (Floyd, 1988; Gottman, 1979; Kowalik ve
Gotlib,1987; Sillars ve ark., 1984) mevcuttur.
Sillars ve arkadaşlarına (1984) göre, eşler arasındaki tartışma odağı, ilişkiyi daha az tehdit eden,
daha az çatışmaya yol açan bir konuysa aradaki
ilişki olumlu, ancak yüzleşilmesi gerekenler çok
önemli, çatışmalı, tehdit edici konular ise aradaki
ilişki olumsuz olmaktadır. Bu durumda araştırmamızın bulguları, empati ve evlilik uyumu ilişkisi
arasındaki bağın olumlu yönde olduğuna işaret
eden bulguları desteklemektedir.
Empatik anlayış ben-merkezcilikten uzak
davranış anlamına da gelir (Akt. Dökmen, 1999).
Bencil güdü yükleme boyutunun evlilik uyumu üzerindeki rolü Tutarel-Kışlak (1997) tarafından
belirlenmiştir. Eşin bencil yönleri davranışlarına ne
kadar az yansırsa -ki buna ne kadar empatik anlayışı yüksekse de denebilir- evlilik uyumu da
buna bağlı olarak artmaktadır. Franzoi ve arkadaşlarının (1985), Davis ve Oathout (1987) ile Long ve
Andrews'in (1990) ileri sürdüğü gibi olaylara eşin
bakış açısıyla bakabilme yani empati kurma evlilik
uyumunu anlamlı olarak yordamaktadır. Karlsberg
ve Karlsberg'in (1994) belirttiği gibi empati duygusal açılımı başlatmakta ve incinme durumunda
da empati devreye girerek bağışlama süreçlerini
harekete geçirip (Everett, 1998), doyumun yüksek
kalmasını sağlamakta olabilir.
Zubaroğlu'nun (1996) çalışması ve araştırma
bulgusu, Türk Ailesinde de empatinin çatışmayı
çözdüğüne ve evlilik uyumunu arttırdığına işaret
etmektedir.
Genel olarak empati olumlu sosyal davranışlara ve tutum değişimlerine yol açmaktadır ve
empati eğitimle arttırılabilir (Stephan ve Finlay,
1999). Long ve Angera (1999) çiftlere verilen
empati eğitiminden altı ay kadar sonra eşini daha
empatik olarak algılayan eşlerin, ilişkilerinden aldıkları doyumun da arttığını belirlemişlerdir.
Giblin'in (1996) belirttiği gibi, etkili bir evlilik
terapisi için empatinin önemi büyüktür. Eşlerin
karşılıklı olarak empati kurmalarını sağlamaya çalışmak eş terapilerinin önemli bir basamağıdır
(Soylu ve ark., 1999). Araştırma bulgularına göre,
yakın ilişki bağlamındaki empati ve uyumsuz
eşlere verilecek empati eğitimi evlilik doyumunun,
uyumunun artmasında önemli görünmektedir.
Kaynaklar
Akçalı, F.Ö. (1991). Kaygı seviyesinin empatik beceriye
etkisi. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi. İstanbul:Marmara Üniversitesi.
Alver, B. (1998). Bireylerin uyum düzeyleri ile empatik becerileri
arasındaki ilişkiler. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi.
Erzurum: Atatürk Üniversitesi.
Ataşalar, J. (1996). Üniversite öğrencilerinin empatik eğilim düzeylerine cinsiyet ve yaşlarına göre kendini açma davra-
nışları. Yüksek Lisans Tezi, Ankara: Hacettepe Üniversitesi.
Aydın, A. (1996). Empatik becerinin çeşitli değişkenler açısından
incelenmesi. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi. İzmir: Ege Üniversitesi.
Azizoğlu-Binici, S. (2000). Psikolojik yardım için başvuruda bulu
nan ve bulunmayan evli çiftlerin evlilik ilişkilerini değer
lendirmelerinin
karşılaştırılması.
Yayınlanmamış
Doktora Tezi. Ankara: Ankara Üniversitesi.
Batson, C.D., Sager, K,, Garst, E., Kang, M., Rubchinsky, K. And
Dawson, K.(1997). Is empathy-induced helping due to selfother merging? Journal of Personality and Social
Psychology, 73, 495-509.
Bayram, C, Şimşek, E. U., Dilbaz, N. (1995). Üç farklı meslek
grubunda empatik beceri düzeylerinin karşılaştırılması.
Kriz Dergisi, 3(1-2), 205-207.
Bradbury.T.N., Fincham, F.D. and Beach, S.R.H. (2000). Research
on the nature and determinants of marital satisfaction: A
decade in Review. Journal of Marriage and the Family, 62,
964-980.
Ceyhan, A.A. (1993). Ana-babaların empatik eğilim düzeylerinin
bazı değişkenler açısından incelenmesi. Yayımlanmamış
Yüksek Lisans Tezi, Hacettepe Üniversitesi.
Davis, M.H. and Oathout, H.A. (1987). Maintenance of satisfaction
in romantic relationships: Empathy and relationai
competence. Journal of Personality and Social Psychology,
53(2), 397-410.
Donahue, M.C. (1997). Empathy: Putting yourself in another
person's shoes. CurrentHealth, 2, 24(3), 22-25.
Dökmen, Ü.(1987). Empati kurma becerisi ile sosyometrik statü
arasındaki ilişki, Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Dergisi, 20, 183-207.
Dökmen, Ü.(1988). Empatinin yeni bir modele dayanılarak ölçülmesi ve psikodrama ile geliştirilmesi. Ankara Üniversitesi
Eğitim Bilimleri Fakültesi Dergisi,21(1 -2), 155-190.
Dökmen, Ü.(1990). Yeni bir empati modeli ve empatik becerinin
iki farklı yaklaşımla ölçülmesi. Psikoloji Dergisi, 7(24),
42-50.
Dökmen, Ü. (1999). Sanatta ve Günlük Yaşamda İletişim Çatışmaları ve Empati. İst: Sistem Yay.
Duan, C. and Hill, C. E. (1996). The current state of empathy
research. Journal of Counseling Psychology, 43(3), 261274.
Eroğlu, N. (1995). Empatik eğilim düzeyleri farklı annelerin çocuklarının uyum ve başarı düzeyleri. Yayınlanmamış
Yüksek Lisans Tezi. Ankara: Hacettepe Üniversitesi.
Everett, L. (1998). An empathy-humility-commitment model of
forgiveness applied within family dyads. Journal of Family
Therapy, 20(l),59-77.
Fışıloğlu, H.(1992). Lisans üstü öğrencilerinin evlilik uyumu.
Psikoloji Dergisi, 7 (28), 16-23.
Franzoi, S.L, Davis, M.H. and Young, R. D.(1985).The effects of
private self-consciousness and perspective taking on
satisfaction in close reiationships. Journal of Personality
and Social Psychology, 48(6), 1 584-1 594.
Freeston, M.H., Plechaty, M. (1997). Reconsideration of the
Locke-Wallace Marital Adjustment Test: Is it stili relevant
for the 1990's?Psychological Reports, 81, 419-434.
Giblin, P. (1996). Empathy: The essence of marriage and family
therapy? Family Journal, 4(3), 229-236.
Cladstein
(1983). Understanding empathy: Integrating
counseling, developmental, and social psychology
perspectives. Journal of Counseling Psychology, 30,
467-482. Haley, J. (1988/ İletişim. Psikolojik Sorunlar
ve Psikoterapi
(Çev.A.Uzunöz). Ankara: Çark Kitabevi Yay. Hoffman, SR
and Levant, RF. (1985). A comparison of childfree
and child-anticipated marriage couples. Family Relations,
34(2),1 97-203. Hunt, R.A. (1978). The effect of item
vveighting on the LockeWallace Marital Adjustment Scale. Journal of Marriage and
the Family, 40, 249-256. Karlsberg, J.A. and Karlsberg,
R.C. (1994). The affectionate bond:
the goal of couple-centered therapy. The Journal of
Humanistic Psychology, 34(1), 132-142. Locke, H.J.,
VVallace, K.M. (1959). Short marital adjustment and
predietion tests: Their reliability and validity. Marriage
and Family Living, 21,251-255. Long, E. and Andrevvs, D.
(1990).Perspective taking as a predictor
of marital adjustment. Journal of Personality and Social
Psychology, 59,1 26-1 31. Long, E.CJ. and Angera, J.
(1999). Understanding the one you
love: A longitudinal assessment of an empathy training
program for couples in romantic relationships. Family
Relations,48(3), 235-243. Miller, H. M. (2000). A dose of
empathy. Reading Teacher, 54 (4),
380-382. Pişkin, (1989). Empatik kaygı ve çatışma eğilimi
arasındaki ilişki.
Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Dergisi,
22(2), 775-784. Pithers, W.D. (1994). Process
evaluation of a group therapy
component designed to enhance sex offenders' empathy
for sexual abuse survivors. Behavior, Research and
Therapy, 32, 565-570. Pithers, W.D. (1999). Empathy.
Journal of Interpersonal Violence,
14(3), 257-285.
Rampage, C. (1994). Povver, gender and marital intimacy. Journal
of Family Therapy, 1 6, 1 25-1 37.
Riehl-Emde, A. and Willi, J. (1999). 'Is his marriage also her
1
marriage? -An old question in a new light. System
Familie, 12(3), 132-138.
Sillars, A.L; Pike, G.R.; Jones, T.S. and Murphy, M.A. (1984).
Communication and understanding in marriage. Human
Communication Research,} 0, 31 7-350.
Simpson, JA, lekes, W and Blackstone, T (1995). When the head
proteets the heart: Empathic Accuracy in dating
relationships. Journal of Personality and Social
Psychology, 69(4),629-641.
Smith, D.A., Vivian D. And O'Leary, K.D. (1990). Longitudinal
predietion of marital discord from premarital
expressions of affect. Journal of Consulting and Clinical
Psychology, 58(6), 790-799.
Soylu, M.L., Uğuz, Ş. ve Levent, B.A. (1999). Davranışçı sistemik eş
terapileri: Vaka sunumu. 3P {Psikiyatri Psikoloji
Psikofarmakoloji) Dergisi, 7(4), 290-297.
Starcevic, V. and Piontek, CM. (1997). Empathic understanding
revisited: Conceptualisation, controversies, and
limitations. American Journal of Psychotherapy, 51(3),
317-328.
Stephan, W. C. and Finlay, K. (1999). The role of empathy in
improving intergroup relations. Journal of Social Issues,
55(4), 729-747.
Tutarel-Kışlak, Ş. (1997). Evlilik uyumu ile nedensellik ve sorumluluk yüklemeleri arasındaki İlişkiler. Türk Psikoloji Dergisi, 12(40), 55-65.
Tutarel-Kışlak, Ş. (1999). Evlilik Uyum Ölçeğinin güvenirlik ve
geçerlik çalışması. 3P (Psikiyatri Psikoloji
Psikofarmakoloji) Dergisi, 7(1), 50-57. USA Today Magazine (2000). Empathy helps people forgive and forget,
128(2659), 15-17.
Yıldırım, İ. (1992). Evli bireylerin uyum düzeylerini etkileyen bazı
etmenler. Yayınlanmamış Doktora Tezi Ankara: Hacettepe Üniversitesi.
Yılmaz, A. (2001). Eşler arasındaki uyum, anne-baba tutumu ve
benlik algısı arasındaki ilişkilerin gelişimsel olarak incelenmesi. Türk Psikoloji Dergisi, 16(47), 1-24.
Zubaroğlu, S. (1996). Türkiye'de çocuklu eşler arasında iletişim
biçimleri ve iletişim çatışmalarının çözümlenmesi. IX. Ulusal Psikoloji Kongresi.
Dünyada Yaygın Bir Sorun:
Yaşlı İstismarı Ve İhmali
O Aynur UYSAL*
Özet
Sağlık çalışanlarının çoğunluğu çocuk İstismarına karşı uzun zamandan beri duyarlı olurken,
yaşlıların istismarı ancak 1970'li yıllarda toplumun
dikkatini çekmiş ve ancak 1981 yılında devlet düzenleyicileri yaşlı istismarının sonuçlarına yönelmiştir. İstismar ve ihmal tüm ırklarda ve dini sınıflarda tanımlanmakta ve tüm sosyo-ekonomik düzeylerde görülmektedir. Yaklaşık olarak yaşlıların
%3-4'ünün; travma, tıbbi problemlere dikkat edilmemesi, kötü hijyen veya su kaybı, uygun olmayan
ev koşulları, incinme, sözel istismar, ekonomik
istismar, zorla eve hapsedilme veya aile üyeleri,
komşular, yabancılar ya da yaşlıya bakım veren
görevliler tarafından yapılan diğer zarar şekilleri
"Yaşlı İstismar ve İhmali " şemsiyesi altında toplanan "Yaşlıya Yönelik Kötü Muamele" kurbanı olduğu tahmin edilmektedir.
Anahtar Kelimeler: Yaşlı istismar ve ihmali,
yaşlı istismar ve ihmal belirtileri, yaşlı istismarını
önleme
Summary
A Wor/d-Wıde Problem: Elder Abuse And
Neglect
While most medical caregivers have long be en
sensitivized to the need for violence against child
abuse, it has only been since the 19 70s t hat abuse
of elder citizens has en tere d the public's
awareness, and not un ti I 1981 was the attention of
government regulators turned to the issue of elder
abuse. Abuse and neglect cross ali socio-economic
strata and have been identified in ali races and
religious denominations. Estimates suggest that
approximately 3% t o 4% of the elder ar e victims of
"elder mistreatment" the broad um bre I la ter m that
includes: trauma, unattended medical problems,
poor hygiene or dehydration, substandard
housing, battering, verbal abuse, financial abuse,
forced confinement or other types ofharm that can
occur at the hands offamily, neighbours, strangers
or professional caregivers.
Key Words: Elder abuse and neglect,
indicators of elder abuse and neglect, elder abuse
prevention
'Araştırma Görevlisi, Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Halk Sağlığı Hemşireliği Anabilim Dalı, Bornova/İzmi
Yaşlılık, önüne geçilmesi mümkün olmayan
biyolojik, kronolojik ve sosyal yönleri ve sorunları
olan bir süreçtir. Yaşlılık, fizyolojik bir olay olarak
ele alınıp, fiziksel ve ruhsal güçlerin bir daha yerine
gelemeyecek şekilde kaybedilmesi, organizmanın
iç ve dış etmenler arasında denge kurma potansiyelinin azalması, kişinin fiziksel ve ruhsal yönden
gerilemesi şeklinde tanımlanabilir (Bilginer ve
ark.1996).
Beklenen yaşam süresinin uzaması ve doğurganlığın azalması gibi nedenlerle yaşlı nüfus tüm
dünyada hem sayısal olarak hem de toplam nüfus
içindeki payı yönünden artmaktadır. Örneğin
1970'de dünyada 60 yaş ve üzerindeki yaklaşık
291 milyon kişi toplam nüfusun %8'ini oluştururken, aynı grup 2000 yılında 585 milyon kişiye ulaşacak ve toplam nüfus içinde %9'luk paya sahip
olacaktır (Dönmez ve ark. 1996). Türkiye'de de
benzer bir durum söz konusudur. 65 yaş ve üzeri
nüfus genel nüfusun %.2'sini oluştururken 1990'da
%4.0'a yükselmiştir, bu oranın 2010 yılında %6.1 'e,
2020 yılında %7.7'ye ulaşacağı tahmin edilmektedir
(Vançelik 1 997, DİE ve DPT 1 994).
Yaşlı nüfustaki bu artış nedeniyle gün geçtikçe
yaşlılıkla ilgili sorunlarla daha sık karşılaşılması da
kaçınılmazdır. Yaşlı insanların çağımızda en büyük
sorunları; parasal güvence yokluğu ve yalnızlık
olmaktadır. Eski dönemlerde, geleneksel geniş aile
sistemi yürürlükteyken, ailelerin yaşlı kişileri genç
kuşakların bakımı ve beraberliği içinde bu güvenceyi yaşarlardı. Değişen toplum yapısıyla aileler
küçüldükçe ve ailenin genç kuşakları kendi çekirdek ailelerini kurup, ana-baba kuşağından uzaklaştıkça, yaşlılık dönemi önemli bir psikososyal
sorun haline gelmiştir. Yaşanılan ülkenin ekonomik
düzenine bağlı olarak hayatın giderek pahalılaştığı
durumlarda ve emeklilik ya da ailede para sağlayan
kişinin ölümüyle gelirin azalması ile yaşlılar kendi
geçimlerini sağlamada zorlanırlar.
Yaşlılık dönemi bireylerin statü kaybettiği, bağımlılık ve kaza riskinin arttığı, fiziksel yetenekle-
rinin azaldığı bir dönemdir. Ayrıca yine bedenin dış
ve iç gerilimlere karşı direncinin azaldığı, pek çok
süreğen hastalığın yaşandığı bir dönemdir
(Koptagel 1984; Bayık ve ark. 2000). Yaşlılık döneminde görülen tüm bu sosyal ve bedensel değişimlerle birlikte son günlerde dünya boyutunda
tartışılan ve ABD'de 20 kişiden birini inciten bir
durum olan yaşlı istismarı ve ihmali konusu gündeme gelmiştir (http:// www. ncemsf. org/pulse
archive/ a5-2-2.htm).
2.Yaşlı İstismarı ve İhmali
Sağlık çalışanlarının çoğunluğu çocuk istismarına karşı uzun zamandan beri duyarlı olurken,
yaşlıların istismarı ancak 1970'li yıllarda toplumun
dikkatini çekmiş ve devlet düzenleyicilerinin bu
konu ile ilgilenmesinin ilk örneği Amerika Birleşik
Devletleri'nde (ABD) görülmektedir. ABD'nde yaşlı
istismarı, 1978 yılında kapalı kapılar ardından çıkıp, aile içi şiddet konusu kapsamında ulusal düzeyde duyurulmuş ve 1979 yılında özel yaşlı istismarı yasası oluşturulmuştur (http:// www. ncemsf,
org/pulse/ archive/ a5-2-2.htm; Wolf, 2000).
Yaşlı istismarı konusundaki çalışmalar daha
çok Kuzey Amerika ve İngiltere gibi yaşlı nüfusu
fazla olan ülkelerde toplanmaktadır. Bu ülkelerdeki
araştırmalar da yalnızca son 1 5 yıldan beri gerçekleştirilmektedir. Bazı kişiler yaşlı istismarının, geleneksel aile yapı ve değerlerinin yitirilmesinin bir
ürünü olarak batı kültürüne özgü olduğunu düşünebilirler. Aslında yaşlı istismarı, tarih boyunca
dünya çapında her kültürde varlığını sürdürmüştür.
Bazı geri kalmış ülkelerde yaşam süresinin kısa
olması ve bundan dolayı da yaşlı nüfusunun az
olması nedeniyle yaşlı istismarı da ender olarak
görülmektedir. Ancak her ülke, yaşlı nüfusu az da
olsa, yaşlıların kolayca incitildiğine ilişkin olguları
rapor etmektedir (http://www.cyberbeach.net/).
Genel olarak yaşlı istismarı, yaşlı bireyin sağlık
veya iyilik halini tehdit eden veya zarar veren herhangi bir davranıştır. İstismar bedensel, psikolojik
veya ekonomik olabilir, aynı zamanda ihmale de
dönüşebilir (Edelman and Mandle 1990; Cyphers,
1999;
http://ut1 2.librarv.utoronto.ca/www/aqinq/onpea.
htm). ABD'de yaşlı istismarına ait ilk istatistiklerin
toplandığı 1987 yılından 1994 yılına kadar yaşlı
istismar ve ihmali vakalarının %206 arttığı saptan
mıştır (117.000'den 241.000'e çıkmıştır). Yaşlılara
yönelik kötü muamele tiplerine baktığımızda:
%58.5 ihmal; %15.7 fiziksel istismar; 9612.3 eko
nomik istismar; %7.3 duygusal istismar; %5.1 diğer;
%6 bilinmiyor ve %5 cinsel istismar yer almaktadır.
İstismarı uygulayan kişilerin %52'si kadın, %48'i de
erkektir. Yine kurbanların çoğunluğu da kadınlardır
(%62.1) ( http:// www. nvc. org/ stats/ elderly.
htm). Her yıl 25 Kanadalı'dan birinin istismar veya
ihmal kurbanı olduğu bildirilmektedir ve bildirilen
olgulardan ekonomik istismar yaşlı istismarının en
yaygın şekli olarak görülmekte ve olguların %40'ını
oluşturmaktadır. %38 oranında utandırma, taciz ve
sosyal ayırım şeklinde görülen duygusal istismar
ve %23 oranında da fiziksel istismar yer almaktadır
(Nahmiash,
1998;
http://www.wwlia.orq/elderabuse.html). İngiltere'de 65 yaş üstü yaşlıların %5'inden fazlasının
ailesinden birisi ya da yakın akrabası tarafından
sözel; %2'sinin fiziksel; %2'sinin de ekonomik olarak kötü muamele gördüğü saptamıştır (Wolf,
2000).
Yaşlı istismarı üç temel grupta incelenmektedir: Ailesel, kurumsal ve kendi kendini ihmal. Ailesel yaşlı istismarı, yaşlı bireye kendi evinde veya
bir bakıcının evinde kötü muamelede bulunulmasıdır. Kurumsal istismar, yaşlı kişilerin yaşamlarını
sürdürmeleri için oluşturulmuş yerlerde, yaşlı bireye kötü muamelede bulunulmasıdır. Örneğin,
huzur evleri, yaşlı bakım evleri gibi. Kendi kendini
ihmal, yaşlı bireyin sağlık veya güvenliğini tehdit
eder bir şekilde, tek başına yaşama davranışını
belirtir ( http://www.cyberbeach.net/; Cyphers,
1999).Yaşlı istismarı ve ihmali genel olarak 6 şekilde görülmektedir (http://www.oactrees.org/elder:
Cyphers, 1999; Wolf, 2000):
- Fiziksel istismar
- Ekonomik istismar
- İhmal
- Kendi kendini ihmal
- Duygusal istismar
- Terk etme
2.1. Fiziksel İstismar
Yaşlı bireye bakan veya yaşlının güvendiği bir
konumda olan birisi tarafından yaşlıya kasıtlı olarak
ağrı, acı verici her tür bedensel uygulama fiziksel
istismar olarak kabul edilir. Fiziksel istismar; doğrudan vurma ve cinsel saldırıyla sınırlandırılamaz,
açıklanamayan fiziksel gerileme ve uzun süre su
veya yemekten yoksun bırakılmayı da içerir.
2.2. Ekonomik İstismar
Güvendiği bir konumda olan birisi tarafından
yaşlı bireyin para veya malının kötüye kullanılması
veya çalınması ekonomik istismar olarak kabul
edilir.
2.3. İhmal
Yiyecek veya günlük hizmetlerde bakım sorumluluğunu yerine getirmede yetersizliktir. İhmal
aşağıdaki durumları içerir ama bunlarla da sınırlandırılamaz:
-
Yaşlının bedensel temizliği veya giyinmesi
ne yardım etmede yetersizlik
-
Yaşlının bedensel ve ruhsal sağlık gereksi
nimlerini sağlamada yetersizlik (bu yaşlının
tedaviyi reddettiği durumları içermez)
-
Yaşlıyı sağlık ve güvenlik zararlarından
korumada yetersizlik
2.4. Kendi Kendini İhmal
Yaşlının kendi kendine dikkat ve özeni sağlamada yetersiz olmasıdır.
2.5. Duygusal İstismar
Yaşlının güvendiği konumda olan birisi tarafından kasıtlı olarak ruhsal açıdan acı verme psikolojik/duygusal istismar olarak kabul edilir. Örneğin: sözel saldırılar, tehdit etme, utandırma,
kendi yaşıtından ayırma.
2.6. Terk Etme
Yaşlının, bakım ve nezaretinde ona eşlik eden
herhangi bir birey tarafından isteyerek terk edilmesidir (http://www.oactrees.org/elder).
3. Yaşlı İhmali ve İstismarının Saptanması
Aşağıdaki belirtiler istismar ve ihmalin kesin
belirtileri değildir ama istismar ve ihmali tanılamada yararlı ipuçları olabilir.
3.1.İhmalin Olası Belirtileri
-
-
3.4. Ekonomik İstismarın Olası Belirtileri
-
-
Hassas cilt veya kötü cilt hijyeni
- Hastalıkla ilişkisi olmayan vücutta su kaybı
ve/veya beslenme bozukluğu
-
Kilo kaybı
-
Kirli giysi veya yatak
3.2.Fiziksel İstismarın Olası Belirtileri
-
Kesiler, küçük yara bereler
-
Çürük, sopa veya kamçı izleri, lekeler
-
Öyküyle uyumlu olmayan herhangi bir yara
-
Üzerinde durulmamış herhangi bir yara
(bazen yaralar, normalde giysiyle örtülü olan bölgelerde saklanmıştır).
-
Saçın olmaması ve/veya saçlı deride kana
ma
-
Yanıklar: Sigara, kostik, asit, ip veya zincir
sürtmesi nedeniyle olabilir.
3.3.Psikolojik/Duygusal İstismarın
Olası Belirtileri
Depresyon
İnkar (red)
Sıkıntı
-
-
-
Banka hesaplarında olağan dışı veya bek
lenmedik değişiklik
Çeklerde yaşlı kişinin imzasına benzeme
yen imzalar, yaşı birey imza atamadığında
çeklerin imzalanması
Birey karar veremeyecek durumda oldu
ğunda onun yerine başka birisinin iş görme
yetkisinin verilmesi veya yeni değişimler ya
da vasiyetin düzenlenmesi
Yaşlı kişinin bakımına aşırı miktarda para
harcanılmasına bakım veren kişinin olağan
dışı ilgisi
Çok sayıda ödenmemiş faturalar, gecikmiş
kira
Yeterli ekonomik gücü olmasına karşın
kişisel eşyalarının (TV, uygun giysiler) ye
tersiz olması
Kendisine ait tablo, gümüş veya mücevhe
rin kaybolması
Bakım veren kişinin bütün kontrole tek
başına sahip olması nedeniyle, aileden ve
arkadaşlardan kasıtlı ayırma
3.5.Bakıcı Tarafından Yapılan İhmalin
Olası Belirtileri
-
Kir, dışkı/idrar kokusu veya yaşlının yaşa
mındaki diğer sağlık ve güvenlik zararları
Deride kızarıklıklar, yaralar
Yaşlının uygunsuz giyinmesi
Yaşlıda beslenme bozukluğu veya vücutta
su kaybı
Yaşlının tedavisinin yapılmaması
-
Çaresizlik
-
Açıkça konuşmada kararsızlık, duraksama
-
İnanılmaz öyküler
-
Bilinç bulanıklığı veya uyum bozukluğu
-
Öfke
3.6.Kendi Kendini İhmalin Olası Belirtileri
-
Korku
-
-
Çekingenlik
-
Kişisel parasal durumunu yönetmede ye
tersizlik: Biriktirmek, aşırı tüketmek, para
sını kaptırmak veya faturaları ödeyememe.
-
Kişisel bakım, alış-veriş, yemek hazırlama,
ev işlerini içeren günlük yaşam etkinlikleri
ni düzenlemede yetersizlik
-
İntihar girişimleri, dolanıp durma, tıbbi te
daviyi reddetme, ayırım, madde bağımlılığı
4. Yaşlılar Neden İstismar Ediliyor
-
Yetersiz tuvalet alışkanlığı
-
Deride kızarıklıklar, yaralar, gaita/ idrar
kokusu, uygunsuz giyim, beslenme bo
zukluğu, vücutta su kaybı vb.
Yaşlı istismarıyla çalışan araştırmacılar,
yaşlı istismarıyla ilgili birkaç faktör
saptamıştır:
-
Düşünsel işlevlerde değişiklik: Bilinç bula
nıklığı, uygunsuz veya hiç yanıt vermeme,
yer ve zamana uyum sağlayamama, bilinç
kaybı, tutarsızlık
-
Ciddi hastalıklar için tıbbi şevkleri yerine
getirmeme
- Bakıcının uygun olmayan savunması
(http://www.oactrees.org/elder).
-
Yaşam süresinin uzaması, bakıcılara so
rumluluk yükler, bu da yaşlının istismarına
yol açabilir. Bu durum özellikle bakıcının
banyo ve tuvaletini yaptırma gibi yaşlının
bedensel gereksinimlerini gerçekleştirmek
zorunda olduğu durumlarda daha geçerli
dir.
-
Uzun zamandır işsiz olma gibi ekonomik
problemler, bakıcının yaşadığı gerilimi art
tırabilir ve ekonomik istismar ihtimali ar
tar. Bunun yanı sıra, genelde daha az kay
nak demek olan ekonomik yetersizlik, ak
rabaları, yaşlı bireyin bakımına yardım et
meye yöneltebilir.
-
Yaşlılık konumunun daha düşük olduğu
kültürel değişimler ve bunun sonucunda
gençlerden daha az saygı görme istismar
olasılığını arttırabilir.
-
Madde bağımlılığı veya akıl/ruhsal bozuk
luklar gibi problemler, yaşlıların ihmal edilmesine ve bazen istismarına neden ola
bilir.
Toplumsal olarak ayırıma tutulmuş yaşlıla
rın sayısında artma; ki bu da daha fazla
yaşlının yalnız ve istismara açık olmasına
yol açar.
3.7.Bakıcı Tarafından Yapılan İstismarın Olası Belirtileri
-
Yaşlıya bakıcısı (şüpheli istismarcı) olmak
sızın başkalarını görme veya onlarla kendi
başlarına konuşma sorumluluğu verilme
mesi
-
Değişen tutumlar veya yaşlıya karşı kız
gınlık ya da açık bir şekilde yardım etmeme
-
Aile üyelerinin veya bakıcısının yaşlıdan utanması (Örn: İstemli olarak altına kaçırıyor
diye yaşlıyı suçlama)
-
Bakıcısı tarafından yaşlıya yönelik saldırgan
davranışlar (tehdit, hakaret, taciz vb.)
-
Yaşlı ile ilgilenen kişilerin eski istismar öy
küleri
-
Alkol veya ilaç problemleri
-
Bakıcı tarafından
gösterisi
-
Flört gibi uygun olmayan cinsel ilişki be
lirtileri
-
Bakıcı tarafından ailenin toplumsal ayırımı,
ailedeki diğer yaşlı kişilerle etkinlikleri sı
nırlama veya soyutlama
-
gerçek olmayan sevgi
Yaşlının bakım planını uygulamada hizmeti
planlayan kişiye uymada, bakıcının isteksiz
olması
-
-
Yaşlı kadınlar daha çok istismar edilmek
tedir, çünkü kadın nüfusu erkeklerden da
ha fazladır. Bunun yanı sıra, kadınlar eko
nomik olarak diğerlerine daha çok ba
ğımlıdır.
-
Ev koşullarının iyi olmaması istismara kat
kıda bulunabilir.
-
Ailede şiddet öyküsünün olması, şiddetin
gerilime bir yanıt olarak kullanıldığı anla
mına gelebilir.
-
Kurumlarda yaşayan yaşlılar, güçsüz ve incinebilir olabilirler ve personel düşük ücretli, yetersiz ve aşırı çalışıyor olabilir. Bu
faktörler yaşlı istismarını oluşturabilecek
bir
ortam
yaratır
(http://www.cyberbeach.net/).
5. Hangi Durumlarda
Uğrama İhtimali Artar
Yaşlıların
İstismara
Araştırmalar bazı yaşlı gruplarının diğerlerine
göre daha fazla istismara uğradıklarını göstermiş
ve bazılarının da belirli tip istismar türlerine daha
fazla uğradıklarını saptamıştır. Örneğin, fiziksel ve
psikolojik istismar kurbanları büyük olasılıkla evli
veya çocuklarından biriyle yaşar. Ekonomik istismar
kurbanları çoğunlukla boşanmıştır ve yalnız yaşarlar. İhmal edilen yaşlılarda da boşanmış olma eğilimi vardır. Eğer bir yaşlının sağlığı kötü, toplumsal olarak ayrılmış ya da çok az toplumsal
desteği varsa, istismarın tüm şekillerinden zarar
görme ihtimali artar (http://www. cyberbeach.
net/).
6. İstismarcılar Kimlerdir
İstismarcıları kesin olarak tanımlayan özellikler yoktur. Ancak akıl sağlığı, duygusal veya madde
bağımlılığı problemleri olan aile üyelerinin yaşlıyı
istismar etme ihtimali daha fazladır. Yaşlıya duygusal veya ekonomik olarak bağımlı olan akrabalar
veya bakıcılar da istismar riskini arttırabilir. Yaşlı
bir bireye bakma gerilimi bazen istismar ya da
ihmale yol açabilir, özellikle de istismara katkıda
bulunan diğer etkenler de varsa.
Bunların yanı sıra, bir aile içi şiddet öyküsü,
yaşlı istismarı ile sonuçlanabilir. Örneğin bazı olgularda, çocukluğunda kötü muamele gören yetişkinler sonunda ailelerini istismar etmektedir
(Browne 1993). Ancak tüm istismarlar yaşlının yetişkin çocuğu tarafından gerçekleştirilmez. Bazen
yaşlı istismarı birlikteliğin bir devamı olarak eş
insidansı yaşla birlikte düşmesine rağmen, eşler
dövmeyi 60 yaşına kadar sürdürürler. Aslında araştırmalar, rapor edilen yaşlı istismarı olgularının
yarısından çoğunun eşler tarafından gerçekleştirildiğini göstermiştir. Genç çiftlerdeki eş istismarıyla
ilgili risk etkenlerinin çoğu yaşlı çiftlerde de görülür. Bunlar; mal, işsizlik, alkol veya madde kullanma, problemleri şiddet kullanarak çözme tutumlarıdır (http://www.cyberbeach.net/).
7. Kurumlarda Hangi Çeşit Yaşlı İstismarı
Olmaktadır
istismarı şeklinde de gerçekleşir. Eş istismarı
Bildirilen edilen davranışların büyük bir bölümü
fiziksel istismardır. Kurumlarda belirtilen diğer
yaşlı istismarı tipleri cinsel istismar, ekonomik
istismar veya çalışanların iş düzeni içindeki uygunsuz davranışlarıdır. Örneğin, bandajı keskin bir
aletle kesme gibi. Bazen hasta istismarı onarılmaz
zararlara da neden olabilmektedir.
İstismar, kurumda kalan yaşlıyı taciz etme
veya ilaç ve yatıştırıcılarla kontrol etmeyi içeren
şekillerde gizli olabilmektedir. Kurumda kalan
yaşlının kişisel seçimlerini (banyo veya yemek yeme
zamanlarına, ne giyeceğine saygı) sınırlama da bir
istismar olabilir (http://www.cyberbeach.net/).
8.Bu Konuda Ne Yapılabilir
Yaşlılar, yaşlı istismarının ne olduğunu anlamaya gereksinim duyarlar ve temel hakları konusunda bilgilendirilmelidirler (istismar riskine karşı
korunma bilgisi gibi). Personelin yaşlı istismarı
konusunda eğitilmesi, özellikle de genelde zararlı
olduğu pek bilinmeyen gizli istismar konusunda
yararlı olabilir. Personelin yaşlı istismarının bir suç
olduğunu ve suçluların cezalandırabileceğini bilmesi gerekir.
Bunun yanı sıra, çalışanlar yaşlı bakımı konusunda çatışmalarla karşılaştıklarında neler yapacakları konusunda eğitilmelidir, böylece zor durumlara şiddetle yanıt verme azaltılabilir. Kurumda
kalan yaşlılar kurumun işlemlerine (duş almaya
zorlama gibi) itiraz ettiği zaman -duş için başka
zaman belirleme- personel, değişik seçenekler
araştırmalıdır (http://www.cyberbeach.net/).
Sonuç
hizmet ilanlarını, toplumda kullanılmak üzere uygun eğitim araç ve gereçlerini içeren yaşlı istismarını önlemeye yönelik eğitim kampanyalarını oluşturulabilir (http://www. aoa. dhhs. gov/
factsheets/ abuse.html, http: / / ut12. library.
utoronto. ca/ www/ aging/ onpea.htm).
Kaynaklar
Birçok yaşlının incindiği bir durum olan yaşlı
istismarı ve ihmali olguları kesinlikle rapor edilmelidir. Genellikle yaşlılar, istismar veya ihmale
uğradıklarını bildirmezler. Çünkü bunu söylerlerse;
tekrar şiddete maruz kalacaklarını, aile üyeleriyle
bağlarının kopacağını ve yakınmanın verdiği suçluluk duygusuyla başedemeyeceklerini düşünürler.
Ayrıca, bu durumu bildirmeleri halinde aileden
ayrılıp sosyal bir kuruma gedeceklerinden ve polisin bu durumu yeterince önemli bulamayacağından
korkarlar. Oysa yaşlı istismarı çok önemli bir konudur ve bildirimi yapılmalı ve durdurulmalıdır. Bundan dolayı olay yaşlı istismarını içerdiğinde "başka
insanların evinde ne olduğu" herkesin sorumluluğu
olmalıdır.
Bildirimlerin yanı sıra, yaşlı istismarı önlenebilir bir durumdur ve yaşlılar incitilmeden önce
bunu hazırlayan koşullar düzeltilebilir. Örneğin,
yaşlı istismarı daha çok aşırı gerilim altındaki ailelerde olmaktadır, bu gerilimli durumun giderilmesiyle yaşlının istismar edilmesi önlenecektir (
http:// www. wwlia. org/ elderabuse. html). Yaşlı
istismarını önleme etkinlikleri 4 alanda toplanabilir:
Mesleki Eğitim: Yaşlı bakımında çalışan personel için beceri oluşturma çalışmaları; özel meslek
gruplarını tanıtmak için çalışmalar düzenlenmesi;
yaşlanma ve yaşlı istismarı konusunda yasaları
güçlendirme; yaşlı istismarı konusunda tüm hizmet
üreticilerine açık ülke çapında konferanslar; eğitim
rehberleri, videolar ve diğer araç ve gereçler geliştirilebilir.
Ülke Hizmet Sistemleri ve Hizmeti Sunanların
İşbirliği: Yaşlı istismarının bildiriminin yapılabileceği
bir telefon hattı oluşturma; bölgesel disiplinler
arası ekipler ve güçbirliği oluşturma bu kapsamda
gerçekleştirilebilir.
Toplum Eğitimi: İlköğretim programlan için
yaşlı istismarını önleme ders programları geliştirilebilir; Radyo ve televizyon aracılığıyla, toplum
1.
2.
3.
4.
5.
6.
7.
8.
9.
10.
11.
12.
13.
14.
15.
16.
17.
Administration on Aging, Elder Abuse Prevention. http://
www. aoa. dhhs. gov/ factsheets/ abuse.html
Bayık A ve ark. (2000). Physical and psycosocial health
Problems of Elderly Residents Living in Nursing Home.
International Public Health Congress "Health 21 in Action"
October 8-12, İstanbul.
Bilginer B ve ark. (1996). Adana Huzurevi ve Yeni Baraj
Sağlık Ocağı Bölgesindeki 65 Yaş ve Üzeri Yaşlının Demog
rafik Özellikleri. V. Ulusal Halk Sağlığı Kongresi Bildiri Kita
bı, İstanbul, 168-169.
Browne K (1993). Violance in The Family and Its Links To
Child Abuse. Bailliere's Clinical Pediatrics. 1:1,1 49-1 64.
Cyphers, G.C. (1999). Elder Abuse and Neglect. Policy &
Practice Human Services, 57:3, 25-31.
Devlet İstatistik Enstitüsü ve DPT (1994). Türkiye'nin Nüfus
Projeksiyonları.
Dönmez L ve ark. (1 996). Antalya Kent Merkezindeki Yaşlı
ların Sağlık Sorunları ve Günlük Yaşam Aktiviteleri. V.Ulusal
Halk Sağlığı Kongresi Bildiri Kitabı. İstanbul. 645-647.
Edelman L.C., Mandle LC (1990). Health Promotion
throughout The Lifespan. Second Edition, The C.V. Mosby
Company. 543-546.
Elder Abuse and Crime Against The Elderly. http:// www.
nvc. org/ stats/ elderly.htm
Elder Abuse and Neglect, Recognizing Elder Abuse http://
www. oactrees. org/ elder/
Elder
Abuse
vvithin
the
Family.
http.//www.cvberbeach.net/~seac/eldfam.htm
http://www.ncemsf.org/pulse/archive/a5-2-2.htm
Koptagel G. (1984). Tıpsal Psikoloji: Tıpta Davranış Bilimle
ri, Beta Basım Dağıtım. 2.Baskı. İstanbul. 370-372.
Nahmiash D. (1998). Summary of Preventing, Reducing and
Stopping The Abuse and Neglect of Older Adults in
Canadian Communities. http:// wwwnfh. hwc. ca/ publicat/
execssumm/ nahmiash.htm
Storm W.A., Elder Abuse EMS on the Front Lines, http://
www. wwlia. org/ elderabuse.html
The Ontario Network For The Prevention of Elder Abuse.
http:// ut12. library. utoronto. ca/ www / aging/
onpea.htm
Vançelik S. (1997). Yaşlılık Sorunları ve Bu dönemde Veril
mesi Gerekli Olan Hizmetler. Toplum Hekimliği Bülteni.
18(1-2). 9-11,
1 8. Wolf, R.S. (2000). The Nature and Scope of Elder Abuse.
Generations, 24:2, 7-13.
Aile Mahkemeleri Tasarısı Üzerine Bir
Değerlendirme
• Doç. Dr. İbrahim CILCA*
Özet
" Aile Mahkemesi" ; Türkiye'de yeni bir adımdır. Türk Medeni Kanununa bağlı olarak gelişen bir
uzmanlık mahkemesidir. Aile mahkemeleri yasası,
evlilik ve aile hukuku açısından gerekli yasal bir
gelişmedir.
Bu yazıda, aile mahkemesinin yapısı, mahkemenin politikası ve stratejisi tartışılmıştır. Öngörülen yasa; evliliği, aileyi, ve çocukları çatışma ve aile
sorunları karşısında korumaktadır. Bu çalışma;
toplumsal durumun güçlüklerini, aile politikalarının
anlamını, yasal düzenlemenin geliştirilmesi için
bazı ipuçlarını sergileme denemesidir. Bu çalışma
başka çalışmalarla devam ettirilmelidir.
Anahtar Kelime: Aile Mahkemesi
Zusammenfassung
" Das Familiengericht " ist der neuliche schritt
in der Türkei. Es ist e i ne Abtei/ung be i m
Amtgericht hinsichtlicht des Rechtszugs
unterscheidet es sich von dem Türkische
Bürger/iche Gesetzbuch. Das Familien
gerichtgesetz ist für Ene und Famiiienrechts auf die
Notvendigkeit einer gesetziichen Weiterentwick
lung.
in dem Art/kel wurde Struktur des
Familiengerichts, Gerichtpolitik und Strategie
diskutiert. Dieser Arbeit ist es ein Zeitdokument,
das in einer schwierigen gesellschhafttiche
Situation und Bedeutung der Familienpolitik auf
zuzeigen versucht und auf die Notvendigkeit einer
gesetziichen Weiterentwicklung der Familienhilfe
hinweist. Dieser Arbeit soll folgend mit anderem
Arbeit dauern.
Schüsslwort: Das Familiengericht.
(*)
Hacettepe Üniversitesi Sosyal Hizmetler Yüksek Okulu Öğretim
Üyesi
(Kağıtçıbaşı; 1994; 53)
Türk Medeni Kanununda yapılan değişikliklerin
bütünlüğü içinde Aile Mahkemelerinin kurulması
girişimi önemli bir adımdır.
Türk Hukuk Devriminin temel taşlarından olan
Medeni Kanun değişikliği demokratik aile oluşumunu ve gelişimini güçlendirmiştir. Toplumun
temeli olan ailenin tüm süreçlerinde yaşanılabilecek olumsuz olayların, çatışma ve sorunlarının bir
uzmanlık mahkemesinde ele alınması ve koruyucu,
önleyici ve geliştirici yaklaşımlarla karar alınmasını
sağlanması ileri bir düzenlemedir.
Aileye sorun odaklı yaklaşım ve belirli aile
sorunlarını çözmek için hüküm verme mekanizması olarak aile mahkemesi Türk Adalet Sistemi
açısından olumlu bir gelişmedir.
Aile Hukuku Açısından Yaşanılan Sorunlar
ve Aile Mahkemesine Duyulan Gereksinme
Toplumsal değişme sürecinde; toplumsal yaşamın
çağdaşlaşması doğrultusunda nitelik ve nicelik
kazanması, ailenin pozitif hukuk kuralları ile
tanımlanmış süreçler ve işlemlerle oluşması,
gelişmesi ve süreklilik kazanması ile olanaklıdır.
Geleneksel yaşam formları ve ilişkiler dinamiği,
kendine özgü adet, gelenek ve yaklaşımlarla bireyin özgürleşmesini ve demokratik aile yapılarının
oluşumunu engellemektedir. Geleneksel aile modeli; karşılıklı bağımlılığı üreten yaşam koşullarında
kırsal yaşam kültürünü ve düşük refah düzeyini
üreten aile yapılarına dayanmaktadır. Geleneksel
yapı ve yaşam kalıplarının ortaya çıkardığı aile sisteminin içerdiği sosyalleşme değerleri; gruba bağlılık, aba-babaya duygusal ve maddi yatırımı, karşılıklı bağımlılık değerlerini, çocuğa faydacı bakışı
ve cinsiyet ayrımcılığını üretmektedir. Aile içi etkileşim dinamiği; baskıcı ve kontrolcü çocuk yetiştirmeyi, çocuğun ebeveynlere itaatini ve bağımlılık
yaklaşımını, karşılıklı bağımlılığı içermektedir.
Geleneksel aile modeli; aile bireylerinin özgürleşmesini sağlayacak, ailede demokratikleşmeyi
gerçekleştirecek dinamiklerden yoksundur. Geleneksel aile yapılarında yaşanılan sorunların çözümü için üretilen yaklaşımlar ise; mutsuzluğu, otoriter tutum ve davranışları, ihmal ve istismarları
ortaya çıkarmaktadır. Medeni kanunla tanımlanan
süreçler ve işlemler gerçekleşememektedir. Normların uygulamaya dönüştürülmesinde zorluklar
doğmaktadır.
Ailenin demokratikleşmesinde; bireysellik ve
sosyallik önemlidir. Aile kompozisyonu içinde bireysel düzeyde, bireyler arası etkileşim düzeylerinde, aileye ilişkin organizasyonlar düzeyinde, karar
ve yönlendirme düzeylerinde ve toplumla işlevsel
ilişkiler kurma ve bütünleşme düzeylerinde gerçekleşen işleyişler önemlidir. Ailede mülkiyet ve
karar yapısı ile karar, koordinasyon ve motivasyon
yapılarının birliği demokratik ilke ve standartlara
göre işlemektedir (Erkan, 1994; 104-107).
Medeni Kanun; aile hukuku alanında, demokratik toplum düzeninin ve demokratik aile yaşamının gelişmesine temel olacak düzenlemeler yapmıştır. Aile Mahkemesi Türk ailesinin tam bir yapı
değiştirmesi sürecini destekleyecek mekanizma
olarak sistemi tamamlayıcı bir öğe olacaktır.
Aile hukuku açısından evliliğin gerçekleşmesi
ve ailenin oluşumunda temel sorunlar bulunmaktadır. Erkek ve kadın aile kurmak, evlenmek niyetlerini açıklar, yetkili makam bu niyetin gerçekleşme
koşullarını saptar ve erkekle kadının birleşmesine
hukuksallık kazandırır. Toplumumuzda Medeni
Kanunla düzenlenen bu mekanizmaya karşılık,
Müslüman Osmanlı ailesinde egemen olan geleneksel evlilik formları sürdürülmektedir. Evliliğin
hiçbir yetkili makamın müdahale etmediği özel akit
ile kurulması, dini nikah, sadece tarafları ilgilendiren bir akit türü olarak sayılması düşüncesi, erkeğin birden fazla kadınla evlenmesi, evliliğin erkeğin
tek taraflı beyanı ile sona ermesi, müt' a ve sığa
usulü denilen belli süreli geçici evlenmelerinin
yapılması gibi durumlar günümüzde de sürmekte-
dir. Bu durumun sonucu olarak, hukuken evli olmadıkları halde kendilerini evli sayan ve yakın
çevrelerince de evli sayılan, çok sayıda çiftin ve
sayıları yüz binlere ulaşan evlilik dışı çocuğun sorunları ortaya çıkmıştır (Fişek, 1 984; 6-7).
Erken evlenme, Medeni Kanunun saptadığı yaş
sınırlarının altında evlenme hukuken gerçekleşmeyeceği için imam nikahı yoluyla evlenme önemli
bir eğilimdir. Aralarında evlenme akdi olmaksızın
evlenme ve evlendirme davranışı karşısında yasal
evlenmenin yararının ve öneminin anlatılması gereklidir. (Fişek, 1984; 8-9) (Özgen, 1984; 27-32).
Evlilik dışı birleşmeler ve bundan doğan çocuklar gerçeği çocukların kişisel hakları, korunma
ve yetiştirilmeleri açısından önemli bir sorun alanı
oluşturmaktadır.
Akraba evliliği ve akrabalık nedeniyle yasada
getirilen evlenme engeli uygulamaları önem kazanmaktadır. (Fişek, 1984; 11) Kadın kaçırma konusunda; yaş, şiddet, tehdit veya hile ile kaçırma,
alıkoyma eylemleri günümüzde önemli bir sorundur (Özgen, 1984; 39-61).
Medeni Kanunla getirilen, evli eşler arasındaki
eşitlikçi yaklaşımın aile yaşamında uygulanamaması, hukuki eşitliğin gerçekleştirilmesi gereği
açısından önemlidir.
Aile içi yaşam sürecinde; eşler arasında ve anne-baba ile çocuklar arasında her yönden yapıcı,
geliştirici bir diyalogun gerçekleştirilmesi günümüzde en önemli sorunlar arasında yer almaktadır.
Aile içi ilişkilerde ortaya çıkan anlaşmazlıklar,
kavgalar, baskı ve şiddet uygulamaları aile bireylerinin kişisel güvenliklerini, kişi haklarını olumsuz
etkilemektedir. Duygusal, fiziksel, cinsel, ekonomik
istismar olayları hukuki açıdan birer dava konusuna yoğun olarak dönüşmektedir. (Aktaş, 1997)
(Aile Araştırma Kurumu, 1 995)
Boşanma süreci; aile birliğinin parçalanması,
eşlerin ve çocukların hakları açısından önemli bir
sorun alanıdır. Zina, cana kast, kötü muamele,
terk, ayrı yaşama ve şiddetli geçimsizlik gibi nedenlerle aileler boşanma davaları açmaktadır. Dava
öncesi, süreci ve sonrası; ailelerin bütünlüğünün
korunması, ayrılık halinde ise tarafların hak ve
çıkarlarının korunması önemli bir ekonomik, sosyal, psikolojik ve hukuki destek mekanizmasını
gerektirmektedir (Arıkan, 1 996).
Aile içinde anne ve babalarca çocuğun ihmal
ve istismar edilmesi, insanlık dışı kötü muamelenin
yapılması, çocuğun aile içinde yaşama, yetişme ve
korunma olanaklarının fiilen kalmaması, çocuğun
hakları bakımından önemli bir güvensizliktir. Çocuk Hakları Sözleşmesi ilke ve standartlarına göre,
çocuğun geçici veya alternatif bakım ortamlarına
yerleştirilmesi gereksinimi günümüzde yaygın bir
sorun alanı olarak gözlenmektedir. (Cılga, 2001;
69-73)
Korunma kapsamına alınan çocukların bakım
kurumlarında yeniden ihmal ve istismara uğramaları günümüzde gözlemlenmektedir. Kurumsal
istismarın önlenmesi, sorumluların yargılanması ve
mağdurun korunması konusunda uzmanlık kazanmış destek mekanizmaların gereğini ortaya
çıkarmaktadır. (Cılga, 1989; 261-278).
Türk aile yapısı üzerine yapılan araştırmalar,
aile mahkemesinin gerekliliğini ve işlevselliğini
hangi alanlara ve sorunlara yönlendireceğini sergilemektedir. Türkiye'de yaşanılan yapısal dönüşümler ve ekonomik kriz süreci; her yönden sağlıklı, olumlu ve gelişmeye açık ailelerin önemini bir
kez daha ortaya çıkarmıştır. (Cılga, 2001), (DPT,
1989), (Aile Araştırma Kurumu, 1 994).
Kadınlara karşı her türlü Ayrımcılığın önlenmesi Uluslararası Sözleşmesi; kadınlara karşı ayrımcılığın, hak eşitliği ve insan şeref ve haysiyetine
saygı ilkelerini ihlal ettiğini, kadınların erkeklerle
eşit olarak ülkelerinin siyasi, sosyal, ekonomik ve
kültürel hayatlarına katılmalarını engellediğini,
toplumun ve ailenin refahının artmasına engel oluşturduğunu ve kadınların ülkeleri ve insanlık
hizmetinde kullanabilecekleri olanakları geliştirmelerini zorlaştırdığını belirtmektedir. Toplum ve
aile içinde kadının haklarının korunması, günümüzde önemli bir gereksinimdir (Kadının Statüsü
ve Sorunları Genel Müdürlüğü, 1993; 7-8).
Ailenin Korunmasına Dair Kanun, Medeni Kanun yanında "eşlerden birinin veya çocukların veya
aynı çatı altında yaşayan diğer aile bireylerinden
birinin aile içi şiddete maruz kaldığını kendilerinin
veya Cumhuriyet Başsavcılığının bildirmesi halinde
Sulh Hukuk Hakimliğinin re' sen kusurlu eşe yönelik olarak önlemler almasını düzenlemiştir. Bu
yasanın uygulanmasında Aile Mahkemesi önemli
bir işlevi yerine getirecektir (4320 Sayılı Ailenin
Korunmasına Dair Kanun, 1 998, mad.l).
Öngörülen Aile Mahkemelerinin yapısı
Genel Gerekçe:
1.
Anayasanın 41. Maddesi gereğince toplumun
temelini oluşturan ailenin korunması için ge
rekli önlemlerin alınması ihtiyacı her geçen
gün artmaktadır.
2.
Toplumda sosyal barış ve adaletin sağlanma
sında, demokratik haklara saygılı, sağlıklı,
topluma yararlı bireylerin yetiştirilmesinde ai
lenin önemi inkar edilemez bir gerçektir.
3.
Ailenin korunması görevi Devlete aittir.
4.
Günümüzde bir çok sahada olduğu gibi, sos
yal yapıdaki baş döndürücü gelişmeler ve
karmaşıklık, eşlerin ve çocukların sorunlarının
artmasına ve olumsuzluklar yaşamalarına ne
den olabilmektedir. Bu sorunların çözümünde,
yargı alanına giren konular bakımından da bir
takım yenilikler getirilmesi zorunluluğu bu
lunmaktadır.
5.
Bir çok ülkenin iç hukukunda aile mahkeme
lerine ilişkin düzenlemelerin yer aldığı, örne
ğin Kanada ve Almanya' da aile mahkemeleri
nin bulunduğu bilinmektedir.
6.
Türkiye' de yürürlükte olan mevzuat hüküm
lerine göre, aileye ilişkin dava ve işler halen
genel mahkemelerde görülmektedir.
7.
Genel mahkemeler, aileye ilişkin davaların
yanı sıra diğer hukuk davalarına da bakmak
durumundadırlar.
8.
Aile ile ilgili uyuşmazlıkların çözümünde ge
reksinme duyulan psikolog, pedagog ve sosyal
çalışmacı mahkeme bünyesinde bulunma
maktadır. Bu durum, mevcut mahkemelerin,
aile hukukundan doğan dava ve işlerin çözümlenmesinde kendilerinden beklenen işlevi
yerine getirmesine engel olmaktadır.
9.
Türk Medeni Kanununun özellikle aile huku
kuna ilişkin hükümlerinden beklenen amacın
gerçekleşmesi bakımından da aile mahkeme
lerinin kurulması bir gereksinim haline gel
miştir,
10. Öngörülen aile mahkemeleri; yapısında psi
kolog, pedagog ve sosyal çalışmacıları içere
cek, aile hukukundan doğan dava ve işleri ta
raflar arasındaki karşılıklı saygı, sevgi ve hoş
görünün korunması ilkesini gözeterek, gerek
tiğinde uzmanlardan da yararlanarak, eşlerin
ve çocukların karşı karşıya oldukları sorunların
sulh yoluyla çözümünü sağlamaya çalışacaktır.
11. Aile Mahkemeleri, yargılama görevinin yanında
toplumun temel taşı olan ailenin korunmasına
yönelik koruyucu, eğitici ve sosyal önlemler
alması gibi önemli işlevleri de yerine getire
cektir.
Yaklaşım
Aile hukukundan doğan dava ve işleri görmek
üzere; bir uzmanlık alanı olarak, kuruluş, görev ve
yargılama usulleri düzenlenmiş; kuruluşuna özgü
belli esasları olan; atanacak hakim, psikolog, pedagog ve sosyal çalışmacıda, diğer niteliklerinin
yanında aile hukuku ve aile sorunları alanında lisansüstü eğitim yapma koşulu aranan; görev alanına giren konularda yetişkinler ve küçükler hakkında
koruyucu, eğitici ve sosyal önlemler alan; diğer
kanunlar yanında Türk Medeni Kanunu hükümlerini
temel alan ve ilgili yasalarla belirlenen usul hükümlerine göre uygulamalar yapan bir mahkemenin kurulması ana yaklaşımdır.
Yeni mahkemenin kurulmasında bütüncü,
sistemci, disiplinler arası bir yaklaşım benimsenmiştir. Aile konusunda makro ve mikro ele alış
düzeylerinin bütünlüğü öne çıkarken, toplum, aile
ve aile bireyleri birbirini tamamlayan odaklar olarak
düşünülmüştür. Yetişkinler yanında küçükler kate-
gorisinin oluşturulması, aile, nüfus kompozisyonuna aynı önemin verildiğini göstermektedir. Eğitici,
koruyucu ve sosyal önlemler açısından aileye ilişkin
dava ve işlemlere bakış Türk adalet sisteminin
gelişmesi yönünden çağdaş hukuk yaklaşımlarına
uygunluk taşımaktadır. Türk Medeni Kanununda
son dönem sağlanan gelişmeleri tamamlayan bir
öge olarak Aile Mahkemelerinin düşünülmesi, aile
hukuku uygulamaları açısından önemli bîr boyuttur.
Aile sistemine yaklaşımda; içinde oluştuğu
toplumdan ve diğer ülkelerdeki gelişimlerden yola
çıkılarak bakılması, Aile sisteminin içerdiği sorunların birbirinden soyutlanamayacağının kabul edilmesi, Aile sorunlarının birbirine sıkı sıkıya bağlı
olduğunun bilinmesi, -Aile sorunlarını, yaşayan
taraflardan birine getirilen çözümün bir değeri için
bulunan çözümle doğrudan ve sıkıca ilişkili olduğunun anlaşılması, Aile yapısının ve sorunlarının
neden-sonuç ilişkisi içinde ele alınması, Ailenin bir
öğesinin diğer öğelerle birlikte düşünüldüğünde
hak ve çıkarlar yönünden işlevsel bir anlam taşıyacağının kavranılması, Aile sisteminin birbiriyle
etkileşimli bütünlerden oluşmuş, çevresiyle etkileşimli bir bütünlük olarak görülmesi önem kazanmaktadır.
Politika ve Starateji
Aile ile ilgili dava ve işlerde, aile hukuku ve
aile sorunları konularında uzmanlaşmış nitelikli
elemanlardan oluşan; karşılıklı saygı, sevgi ve hoşgörünün korunması ilkesini gözeten; eşlerin ve
çocukların yaşadıkları sorunların barışçıl yollarla
çözümü, koruyucu, eğitici ve sosyal önlemler alan
bir mahkemenin kurulması ana politika ve stratejidir.
Uzmanlık Mahkemesi olarak öngörülen Aile
Mahkemelerinin; Türkiye çapında, tüm iller ve nüfusu yüz bini aşan ilçelerde, iki yıl içerisinde, yeni
elemanların istihdamını sağlayarak kurulması ve
yaygınlaştırılması bir diğer stratejidir.
Aile Mahkemelerinin kuruluşunun genel politika ve stratejileri gerçekçi ve geçerlidir.
Süreçler ve İşlemler
Uygulama;
Yetişkinler hakkında kararlar:
1. Evlilik birliğinden doğan yükümlülükler
konusunda eşleri uyarmak ve gerektiğinde
uzlaştırmaya karar vermek,
2. Ailenin ekonomik varlığının korunması
veya evlilik birliğinden doğan mali yüküm
lülüklerin yerine getirilmesine ilişkin ge
rekli önlemleri almaya karar vermek,
3. Resmi veya özel sağlık kurumlarına, huzur
evlerine veya benzeri yerlere yerleştirmeye
karar vermek,
4. Bir meslek edinme kursuna veya uygun
görülecek bir eğitim kurumuna vermeye
karar vermek.
Küçükler hakkında kararlar:
5. Bakım ve gözetime yönelik nafaka yüküm
lülüğü konusunda gerekli önlemleri almaya
karar vermek,
6. Bedensel ve zihinsel gelişmesi tehlikede
bulunan veya manen terk edilmiş halde
kalan küçüğü, ana ve babadan alarak bir
aile yanına, resmi ya da özel bir sağlık ku
rumuna veya eğitimi güç çocuklara mahsus
bir kuruma yerleştirmek,
7. Çocuk mallarının yönetimi ve korunmasına
ilişkin önlemleri almaya karar vermek,
8. Genel ve katma bütçeli idareler, mahalli idareler, kamu iktisadi teşebbüsleri ve ban
kalar tarafından kurulmuş teşekkül, mü
essese ve işletmelere veya benzeri işyerle
rine, yahut meslek sahibi birisinin yanına
yerleştirmeye karar vermek.
Çalışma yoluna ilişkin:
9. Alınan kararların takip ve yerine getirilme
sinde psikolog, pedagog ve sosyal çalış
macılardan biri veya birkaçını görevlendir
mek,
1 0.
Mahkemeye gelen dava ve işlerde esasa
girmeden önce;
a)
b)
c)
Eşlerin ve çocukların karşı karşıya
oldukları sorunları tespit etmek,
Sorunların barış yoluyla çözümünü,
gerektiğinde uzmanlardan da yarar
lanarak teşvik etmek,
Barış sağlanamadığı takdirde yargı
lamaya devam ederek esas hakkında
karar vermek,
11. Mahkemede görevli uzmanlarca davanın
esasına girilmeden önce veya davanın
görülmesi sırasında ;
a)
Mahkemece istenilen konular hak
kında taraflar arasındaki uyuşmazlık
nedenlerine ilişkin araştırma ve in
celeme yapmak ve sonucunu bildir
mek,
b)
Mahkemenin gerekli gördüğü haller
de duruşmada hazır bulunmak,
c)
İstenilen konularda ilgili çalışmalar
yapmak ve görüş bildirmek.
Kararlara karşı denetim:
12. Aile Mahkemesi kanunu uygulamasında;
vesayet makamı olarak aile mahkeme
since verilen kararlara karşı Türk Medeni
Kanununun 397. maddesinde belirtilen
denetim görevi varsa bir sonraki numaralı
aile mahkemesince, yoksa o yerdeki As
liye Hukuk Mahkemesince, asliye mah
kemesi derecesinde başka mahkeme
yoksa en yakın yerdeki aile mahkemesi
veya 2. Maddenin ikinci fıkrasına göre
görevlendirilen asliye hukuk mahkeme
since yerine getirilir,
13. Özel kanunlardaki hükümler saklı kalmak
kaydıyla, bu konuda hüküm bulunmayan
konularda 4721 sayılı Türk Medeni Kanu
nunun aile hukukuna ilişkin usul hü
kümleri ile 1086 sayılı Hukuk Usulü Mu
hakemeleri Kanunu hükümleri uygulanır,
14. Mahkemede görevli uzmanlar, 1086 sayılı
Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununda
düzenlenen, hakimin reddi sebeplerine
göre reddedilebilir,
Değerlendirme ve Öneriler
Aile
mahkemesi
uygulamalarında
düşünülen süreçlerin ve işlemlerin etkililik ve
verimlilik
zorunludur.
yönünden
güçlendirilmesi
1. Uyarı ve Uzlaştırma Mekanizması
nın Güçlendirilmesi
Eşlerin evlilik birliğinden doğan yükümlülükleri konusunda eşlerin uyarılması ve gerektiğinde
uzlaştırılmaları birliği koruma yönünden önemli bir
düşüncedir. Fiilen gerçekleştirilen bu mekanizma
uygulamada etkisiz kalmaktadır. Koruyucu ve önleyici yaklaşım açısından doğru olan bu çabanın
hakim, uzmanlar ve eşler arasında nasıl işleyeceği
açıklanmalı, hakim bu işleme karar vererek uzmanları aileye yönlendirmelidir. Uyarı ve uzlaştırma mekanizması karardan sonra uzmanların mesleki çalışmalarıyla gelişen bir uygulama süreci olarak düşünülmelidir. Evli, yetişkin eşlerin evlilik
birliğinden doğan yükümlülükleri konusunda bilgilendirilmesi, değer, tutum ve davranış değişikliğine yönelmeleri uzmanların mesleki çabası ile
süreç içinde gerçekleşebilir. Bu sürece ilişkin işlem
basamakları hakim-uzmanlar ve eşler arasındaki
diyalogu temel alarak geliştirilmelidir. Uzmanların
uyarı ve uzlaştırma kararını koruyucu ve önleyici
bir yaklaşımla ele almaları, etkili bir konuma getirilmeleri gereklidir.
2. Aile üyelerini kurumlara yerleştir
me mekanizmasının güçlendiril
mesi
Yetişkinlerin ve çocukların korunması, bakım,
gözetim ve yetiştirilmeleri için öngörülen işlemler,
ailenin çeşitli nedenlerle parçalanması veya dağılması açısından önemlidir. Aile bireylerinin; özel
sağlık kurumlarına, huzur evlerine yerleştirilmesi,
bir meslek edinme ya da eğitim kursuna verilmesi,
mahkeme ile ilgili kuruluşlar arasında etkili ve verimli bir diyalogun oluşturulmasını gerektirmektedir. Bu diyalog; mahkemece alınacak kararın uygulanabilir bir hukuki dayanağa kavuşturulması ile
olanaklıdır. Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme
Kurumu, İş Kur, Milli Eğitim Bakanlığı ve Yerel
Yönetimler yasalarında yeni düzenlemeler yapılması gerekir. İlgili kurumların yasalarında yapılacak
madde düzenlemeleri ile Aile Mahkemesinin yerleştirme kararlarına uygulama desteği sağlanmalıdır.
3. Küçüklerin korunması için aile dışında alternatif bakım sağlanması
mekanizmasının güçlendirilmesi
Yürürlükteki mevzuata göre; tasarıda öngörülen, küçüklerin korunma kapsamın alınması kararlarının işleyişi kolay olacak gibi görünmektedir.
Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu
mevzuatı bu yönden Aile Mahkemesine önemli bir
destek sağlamaktadır.
Fakat, koruma sisteminin işleyişi, Çocuk Hakları Sözleşmesinde öngörülen standartlara göre
işlememektedir. Çocuk için aile ortamında bakımın
sağlanması temel yaklaşımdır. Küçüklerin ihmal ve
istismar nedenlerine bağlı olarak geçici sürelerde
alternatif bakım ortamına alınması, bu arada ailenin bütünlüğünün sağlanması, anne ve babanın
eğitimi, aile ortamının düzeltilmesi hizmetlerin
geliştirilmesi gereklidir.
Aile Mahkemesinin küçükler için öngördüğü
koruma mekanizması bu yönden yeni ilke ve standartlara göre geliştirilmelidir. Öngörülen önlem var
olan mevzuat çerçevesinde eksik, yetersiz ve sağlıksız olarak işlemektedir. Çocukların korunması
konusunda ilgili yasalarda yeni zihniyetlerle düzenleme yapılmalı, Aile Mahkemesinin koruma
kapsamına alınan çocuklarla ilgili karar süreçlerini
yeni bir strateji ile işletmesi sağlanmalıdır.
4. Ailenin, yetişkinlerin ve küçüklerin
ekonomik haklarının korunması olanaklarına işlerlik kazandırılması
Ailenin ekonomik varlığının korunması, evlilik
birliğinden doğan mali yükümlülüklerin yerine
getirilmesi, bakım ve gözetime yönelik nafaka yükümlülüğü ve çocuk mallarının yönetimi ve korunması Türk Medeni Kanununun ilgili maddelerinde
düzenlenmiştir. Aile Mahkemesi uygulamalarının
bir yönetmenlikle ele alınarak süreçlerin ve işlem
basamaklarının tanımlanması, ilgili taraflar ve yasal
mekanizmaların ayrıntılı bir biçimde tanımlanması
gereklidir. Ailenin ve aile bireylerinin ekonomik
yönden korunması düşüncesi sadece aile birliğinin
bozulması durumuna ilişkin olarak ele alınmıştır.
Sosyal ve ekonomik süreçlere bağlı olarak yoksul
ailelerin durumu, ailenin ekonomik varlığının güçlendirilmesi, aile yardımlarının ve hizmetlerinin
sağlanması yönünden de mutlaka ele alınmalıdır.
Türkiye' de yoksullaşan ve ekonomik yönden varlıksızlaşan ailelerin güçlendirilmesi için "aile hizmetleri" ve "aile yardımları" ayrıca düzenlenmelidir.
Aile Mahkemeleri Kanun Tasarısı bu yönden
var olan düzen içinde işlerlik kazandırılacak bir
zihniyetle ele alınmıştır. Aile ve çocuk alanındaki
diğer hizmetleri geliştirici ve yeni bir sistemleştirme düşüncesini tam anlamıyla sağlayamamıştır.
5. Aile Mahkemesinin örgütsel yapısı
nın güçlendirilmesi
Mahkemenin oluşturulmasında genel kadro ve
birimleşme düzeninin temel alındığı görülmektedir.
Yazı İşleri Müdürlüğü ve Hakimlik birimleri temel
alınmıştır. Öngörüde yer alan uzmanlar grubunun
(psikolog, pedagog ve sosyal çalışmacı) çalışma
yolları karar süreçleri içinde açıklanmış, fakat, bir
birimleşme öngörüsü getirilememiştir. Uzmanlık
Mahkemesi niteliklerinin öne çıkarıldığı Aile Mahkemelerinde yeni uzmanlar grubunun mahkeme
içerisinde bir birim olarak organizasyonları gereklidir. Aynı eksiklik Çocuk Mahkemelerinde de
getirilmiştir. Uzmanlık Mahkemesinin kuruluşu
"Aile Yöneltme Birimi" adı altında düzenlenmeye
olanak sağlayacak bir yaklaşımla ele alınmalıdır.
Yasada birim adı yer almalı, birimin ve uzmanların
görev ve sorumlulukları yönetmenlikle düzenlenmelidir. Uzmanlık Mahkemesinin kuruluşunun
güçlendirilmesi; Mahkemenin görevlerine getirilen
yeni çerçevede, yargılama sürecine eklenen destek
ve yardımların birimleşmesi ile olanaklıdır. "Aile
Hizmetleri" çerçevesinde, birimdeki uzmanların
mesleki ve bilimsel yönlendirmeleri kararlardaki
etkililiği ve verimliliği arttıracaktır.
6. Aile Mahkemelerinde Nitelikli Ele
man görevlendirilmesi
Yasa tasarısında yer alan madde düzenlemelerinde; Hakimlerin ve Uzmanların nitelikleri olarak
gerçekleştirilen düzenlemeler olumludur. Uzmanlık
mahkemesinin elemanlarında yaş, evli ve çocuk
sahibi olma aile hukuku ve aile sorunları alanlarında lisans üstü eğitim koşulları gerçekçi ve geçerlidir. Görevlerinde uzmanlaşmış elemanların istihdamı Aile Mahkemelerindeki uygulamaların düzeyini yükseltecektir. Tasarıda öngörülen "aile hukuku" ve "aile sorunları" alanlarında lisansüstü
programların açılması önemli bir gereksinme olarak belirmektedir. Hukuk Fakültelerinde, Sosyal
Hizmetler Yüksekokulunda, psikolog ve pedagog
yetiştiren bölümlerde yeni programların düzenlenmesi gereklidir.
7. Aile Mahkemesi Uzmanlarının Ça
lışmaları, Çalışma Usulleri ve Yak
laşımları
Yasa tasarısında (mad.5, mad.6, mad.7); uzmanlık mahkemesinde gerçekleşecek özgün süreçler tanımlanmıştır. Yargılama süreci öncesinde,
yargılama sürecinde ve yargılama sonrasında olmak üzere çeşitli süreçler ve işlemler öngörülmüştür.
Aile Mahkemesine gelen dava ve işlerle ilgili
olarak esasa girmeden önce uzmanlarca geliştirilecek çalışmalar; a) Eşlerin ve çocukların sorunlarını
belirlemek, b) sorunların barışçıl yollarla çözümünü
sağlamak c) Anlaşma sağlanamadığı aşamada
yargılamaya devam ederek esas hakkında karar
vermek şeklinde belirlenmiştir. Esas öncesi sayılan
işler, uzmanların konumunu ve önemini arttırmaktadır. İnceleme ve çözümün öne çıktığı süreçler Uzmanlık Mahkemesinin karar süreçlerinde
öncelik kazanmaktadır. Nitelikli elemanlardan oluşacak görevlilerin ekip çalışması ilkeleriyle hareket etmesi önemlidir.
Davanın esasına girilmeden önce veya davanın
görülmesi sırasında; a) mahkemece istenilecek
konularda araştırma, inceleme yapmak ve sonucu
bildirmek, b) uyuşmazlık nedenlerine ilişkin araştırma, inceleme yapmak ve sonucunu bildirmek
görevleri, uzmanların çalışmalarını karar süreçlerine temel almayı ve ekip çalışması yaklaşımını güçlendirmektedir.
Mahkemece gerekli görüldüğü hallerde duruşmada hazır bulunmak görevi uzmanların duruşma sürecine katılımlarının önemini ortaya çıkarmaktadır. Bu, bilirkişiliğin ötesinde önemli bir
işlevsellik getirmektedir.
Alınan kararların takip ve yerine getirilmesinde uzmanların görevlendirilmesi, mahkeme kararlarının uygulamaya dönüştürme gücünü arttırmaktadır. Yargılama sonrası görevlerin boyutu; uzmanların birimleşmesini ve işbölümünün organizasyonunu gerektirmektedir. Kararların takibi ve
yerine getirilmesi sürecinde; yetişkinler ve küçükler
hizmetin hedef kitlesini oluştururken, işbirliği yapacak kurum ve kuruluşları da gündeme getirmektedir. Aile Mahkemelerinde kararların takibi ve
yerine getirilmesinde, bağlantılı çalışma yaklaşımı
önem kazanmaktadır. Uzman elemanla verimi arttırmak için diğer kurumları ortak çalışmaya sevk
eden, ilgili yasalara gönderme yapan madde düzenlemeleri ele alınmalıdır.
8. Ailenin Bütünlüğü ve Sürekliliğini
Sağlama Anlayışının Güçlendirilmesi
Yasa tasarısında koruyucu, eğitici ve sosyal
önlemler "yetişkinler" ve "küçükler" kategorisinde
düzenlenmiştir. Eğitici hizmetler, sadece meslek
eğitimi ve çocukların eğitiminde söz konusudur.
Çeşitli sorunlar ve uyuşmazlıklarla Aile Mahkemelerine başvuranların "Aile" odağı içinde ele
alınması boyutu eksik kalmıştır. Öncelikle "Ailenin
Korunması ve Sürekliliğinin Sağlanması İçin Alınacak Önlemler" bölümü eklenerek, yapılacak çalışmalar belirtilmelidir. Uzmanlara, esasa girilmeden
Önce verilen araştırma ve inceleme yapmak görevi,
uyarı ve uzlaştırma görevini güçlendirici yeni çalışmalarla desteklenmelidir. Aile Mahkemesinin
önem kazanan bu işlevi yasa tasarısında güçsüz
kalmıştır. Madde 6) 1-a da sayılan uyarı ve uzlaştırma yaklaşımı ve ilkeleri ile yöntem ve teknikleri
yönünden birimin oluşturulması ve görevleri bir
yönetmenlikle ele alınmalıdır.
nedenle, yasanın uygulamaya dönük yeni yaklaşımını güçlendirici önlemler ele alınmalı ve yeni
madde düzenlemelerine yer verilmelidir.
Kaynaklar
Aile Araştırma Kurumu, 1995, Aile İçi Şiddetin Sebep ve
Sonuçları, Ankara.
Aile Araştırma Kurumu, 1998, III. Aile Şurası, Ankara.
Aktaş Mavili , Aliye, 1997, Aile İçi Şiddet ve Önleme Yolları,
Songür Eğitim Hizm. Yayıncılık, Ankara.
Arıkan Çiğdem, 1996, Halkın Boşanmaya ilişkin Tutumları Araştırması, Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu, Bilim Serisi:
96, Ankara
Beyazova, Ufuk, Şahin, Figen, 2001, Çocuğun Şiddetten Korunma
Hakkı, Milli Eğitim Dergisi, s. 151, s. 90-94
Cılga, İbrahim, 2001, Demokrasi, İnsan Haklan Kültürü ve Çocuk
Hakları, Milli Eğitim Dergisi, Ankara, s. 151, s. 69-73
9. Aile Mahkemelerinin Görevlerinin
Güçlendirilmesi
Uzmanlık Mahkemesinin ana dayanağı Türk
Medeni Kanunudur. Bunun yanında Ailenin Korunmasına Dair Kanun da, getirdiği düzenleme ile
önemlidir. Tasarı bu dayanaklar kapsamındadır.
Aile Mahkemelerinin görevleri Medeni Kanunda yer
alan konulardaki dava ve işleri görmekle ilgilidir.
Evlenme, nişanlanma, evlenme ehliyeti ve engelleri, evlenme başvurusu ve töreni, batıl olan
evlenmeler, boşanma, evliliğin genel hükümleri,
eşler arasındaki mal rejimi, soy bağının kurulması,
evlat edinme, velayet, çocuk malları, aile-ev düzeni, aile malları, vesayet düzeni, vesayet organları,
vesayeti gerektiren haller, vesayetin yürütülmesi,
vesayetin sona ermesi ve kanunla verilen diğer
görev alanları Aile Mahkemesinin görev konularını
içermektedir.
Görevler yönünden çok yönlü olup, Türk Medeni Kanunundaki tüm boyutları kapsamaktadır.
Uzmanlık Mahkemesi olarak Aile Mahkemesi yeni
yasanın uygulanmasını güçlendirici bir etki yapacaktır. Türk Medeni Kanununun getirdiği hükümler
yanında, kanunla verilen diğer görevlerde geniş bir
görev alanı oluşturulmaktadır,
Aile Mahkemeleri düzenlemesi bu açıdan kendine özgü yeni süreç ve işlemleri getirmektedir. Bu
Cılga, İbrahim, 1991, Toplumun Koruması Altındaki Çocukların
İhmali ve İstismarı, Çocuk İstismarı ve İhmali, Çocukların
Kötü Muameleden Korunması I. Ulusal Kongresi, Ankara.
Devlet Bakanlığı, 1998, 4320 Sayılı Ailenin Korunmasına Dair
Kanun ve Uygulaması, Ankara.
DPT, 1989, Türk Aile Yapısı Araştırması, VI. Beş Yıllık Kalkınma
Planı Ö.İ.K. Raporu, Ankara.
Erkan, Hüsnü,1994, Bilgi Toplumu ve Ekonomik Gelişme, Türkiye
İş Bankası Yay., Ankara.
Fişek, Hicri, 1984, Sunuş, Türkiye' de Ailenin Değişimi, Yasal
Açıdan İncelemeler, Türk Sosyal Bilimler Derneği, Ankara.
İstanbul Barosu Çocuk Hakları Merkezi, 2001, Çocuk Mahkemelerinin Kuruluşu, Görev ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun, İstanbul.
Kadın ve Sosyal Hizmetler Müsteşarlığı, 1993, Kadına Yönelik
Uluslararası Sözleşme ve Kararlar, Ankara.
Kağıtçıbaşı, Çiğdem, 1995, Aileye Yaklaşımda Bir Kuramsal Çerçeve ve Aile Değişim Modeli, Aile Kurultayı, Başbakanlık Aile
Araştırma Kurumu, Ankara.
Özgen, Eralp, 1984, Erken Evlenme, Başlık, Kadın Kaçırma, Türkiye' de Ailenin Değişimi Yasal Açıdan İncelemeler, Türk
Sosyal Bilimler Derneği Yay. Ankara.
T.B.M.M, 2001, Adalet Bakanlığı' nca Hazırlanan Türk Medeni
Kanunu Tasarı ve Gerekçesi, Ankara.
Popüler Kültür Ürünlerinden Müzik
Videolarının Gençler Üzerindeki
Olumsuz Etkileri
• Dr. Aysel GÜNİNDİ-ERSÖZ*
Özet
Kitle iletişim araçları içinde en çok televizyon
kullanılmakta, dolayısıyla da insanları en çok televizyon etkisi altına almaktadır. Kitle iletişim araçları konusunda çalışanların üzerinde hemfikir olduğu konu, bu araçların insanlar üzerinde mutlak
bir etkisi olduğu yönündedir. Yapılan araştırmalar
bu etkinin çoğu zaman olumsuz yönde olduğunu
göstermiştir.
Popüler kültür ürünlerinden müzik videoları
hedef kitle olarak gençleri almakta ve gençlerin
tüketim kalıplarından, duygusal ilişkilerine kadar
olan yaşam pratikleri üzerinde olumsuz etki yapmaktadır. Müzik videoları mesajları çoğu zaman
şiddet, saldırganlık öğeleri içerirken, toplumsal
cinsiyet rolleri de yeniden üretilmektedir. Hatta
daha da ileri gidilerek, intihar olgusu dahi tanımlanarak müzik videolarında işlenebilmektedir. Müzik
videolarının bu olumsuz etkilerine de çoğu zaman
magazinsel yaklaşılmakta, uzun dönemli etkileri
ise, tamamen görmezden gelinmektedir.
Bu çalışma, masum birer eğlence aracı olarak
görülen müzik televizyonlarının, dolayısıyla müzik
videolarının gençler üzerindeki olumsuz etkilerine
ilgili çevrelerin dikkatini çekmek ve bu konuda
yapılacak araştırmalar için öneride bulunmak amacıyla gerçekleştirilmiştir.
Anahtar Kelimeler; müzik videolarının etkileri,
popüler kültür, müzik videolarının mesajları
(*)
Summary
Probably the television is the most widely
used mass-medîa and the more influential in
people 's life. The researcher studying mass media
agree that mass media has an unconditional
impact. M o re över, the research facts ha ve shown
the negative direction ofthis impact.
The music videos which are products of popular culture a/m at young people as the target
popula t/on and ha ve influence on the/r life
practices varying form the/r preferences for
consumption to the/r emotional relationships. The
messages of the music videos often include
v/olence and aggressiveness and at the gender
roles are redefin/ng. More dramatically, the suicide
event can be a scenic top/c. People handle these
negative impacts of music videos like a magazine
events.
The purpose of this study is to review the
research es that revealed the negative influence s of
the music videos which seem to be an innocent
entertainment ways and thus draw attention of
corresponding bodies to the negative effects of
music videos on the young people and propose
suggestions for the research studies to be done.
Key Words; impacts of the music videos, popular culture, messages of music videos
Sosyolog, Aile Araştırma Kurumu Başkanlığı Daire Başkan Vekil
Kitle iletişim araçlarının özellikle de televizyonun
insan üzerindeki etkisi hiç kimse tarafından
yadsınamaz. Televizyon bugün Türkiye'de 16 ulusal yayın kanalı ile evlerimizin tamamında baş köşedeki yerini almıştır ve yine insanların çoğunluğu
tarafından daha çok boş zamanları değerlendirme
aracı olarak kullanılmaktadır. Bu kadar yakın ve sık
temas edilen bir aracın insanları etkilemesi, bu
etkinin olumlu olabileceği gibi olumsuz da olabileceği konusunda tüm bilim çevreleri konsensüs
içerisindedir. Kitle iletişim araçlarının etkileri konusunda olumlu ya da olumsuz görüş bildirenlerin
üzerinde birleştiği nokta ise, bu araçların kesin bir
etkisinin olduğu yönündedir. Televizyon, günümüz
insanın düşünceleri, değer yargıları ile tutum ve
davranışlarının temel belirleyicilerinden birisi olmuştur. Televizyon aynı zamanda bir toplumsallaşma aracıdır ve aile kurumunun yapması gereken
bir çok fonksiyonu yerine getirmektedir.
Yapılan çalışmalar, televizyonun en çok çocuk
ve gençleri etkilediği, bu etkinin çoğu zaman da
olumsuz olduğunu göstermiştir. Dış dünyanın
gerçeklerini, televizyon aracılığı ile sunulan gerçekler ile kavramlaştıran çocuklar ve gençler kaçınılmaz olarak bu etkiyi olumsuz yönde yaşamaktadırlar. Araştırmalar, çocukların ve gençlerin özellikle şiddet, saldırganlık, cinsellik ve pornografik
yayınlardan olumsuz etkilendiğini ortaya koymaktadır(Sherman ve Dominick 1986, Bulgu 1995,
Yalın 1998). Yine, yapılan çalışmalardan elde edilen
bulgulara göre, müzik televizyonları ve müzik videoları gençleri hedef kitle olarak almakta, gençlerin tüketim kalıplarından başlayıp, duygusal ilişkilerine kadar olan yaşam deneyimleri üzerinde etki
yapmaktadır(Batmaz ve Aksoy 1995, Odabaşı
1999).
Gençler, özellikle cinsel mesajlara karşı çok
duyarlı oldukları için, televizyonda izledikleri sembolik çevrenin sunduğu mesajların, onların gerçek
dünyadaki cinsel davranışlarının sıklığı ve yapısını
etkilediği ileri sürülmektedir.
İlk müzik kanalının yayına başlamasına paralel
olarak, müzik videoları ile ilgili yapılan araştırmalar
da artış göstermeye başlamıştır. Müzik videoları ile
ilgili yapılan çalışmalar ele alındığında, bu ürünlerin üç temel açıdan araştırıldığı görülmektedir.
1. Müzik televizyonlarının, dolayısıyla müzik
videolarının genç izleyicilerin davranışları
üzerindeki etkilerini inceleyen çalışmalar,
2. Müzik videolarının popüler kültür ve müzik
endüstrisi üzerindeki etkilerini ortaya
koymaya çalışan çalışmalar,
3. Müzik videolarının cinsel, etnik ve şiddete
dayalı görsel imgelerinin içerik çözümle
mesi yöntemi ile incelendiği çalışmalar,
Bu çalışmada; Kitle iletişim modellerine tarihsel bir perspektiften bakıldıktan sonra, televizyonun bilgilendirme ve öğretme işlevi inkar edilmeden bir yana bırakılarak, popüler kültür ürünlerinden müzik videolarının içeriği, özellikle de çocuklar
ve gençler üzerindeki olumsuz etkileri ortaya konmaya çalışılacaktır. Çalışma da; Fleur'un Kültürel
Normlar Modeli esas alınarak, müzik videolarında
yer alan saldırganlık, şiddet, cinsellik ve pornografik
unsurlar ile erkek egemen bakış açılarının sıkça
vurgulandığı bunun da çocuk ve gençleri olumsuz
etkilediği veya var olan tutum ve değer yargılarını
pekiştirici etkisi olduğu konusu tartışılmaya çalışılacaktır.
Kitle İletişim Modelleri
İlk dönem kitle iletişim modellerine bakıldığında, mesajın alıcıyı etkilemek amacında olduğu
daha baştan kabul edilir ve buradan iletişimin ikna
etmeye yönelik bir süreç olduğu sonucuna varılır
(Mc Quail ve Windahl 1997:25). Kitle iletişimi ile
ilgili kuramlara tarihsel perspektiften bakıldığında,
Frankfurt Okulu temsilcilerinin düşünceleri ilk basamağı oluşturur. Frankfurt Okulu düşünürleri;
kitle iletişim araçlarının toplum üzerindeki etkisini
bir şırınganın aşı şırınga lamasına benzetmişlerdir.
Bu yaklaşımda; medyanın içeriği, sanki dinleyicinin-izleyicinin-okuyucunun damarlarına enjekte
edilen bir ilaç gibi düşünülmekte ve izleyicinin
önceden tahmin edilen şekilde tepki göstereceği
varsayılmaktadır. Bu düşüncenin arkasında iki temel düşünce bulunmaktadır (Mc Quail ve Windahl
1997:60-61).
1. Modern toplumun, sosyal bağlantılarından
fazla
etkilenmeden
kendi
şahsi
menfaatlarına göre hareket eden, kısmen
atomize bireylerden oluşmuş, kümelerden
meydana geldiği tasavvur ediliyordu.
2. Kitle iletişim araçlarının, güçlü kamu veya
özel (reklamcılar, siyasi partiler v.b.) kuru
luşların maksatlarına göre davranışları et
kilediği tasavvur ediliyordu .
Frankfurt Okulu'na eleştirel bir yaklaşım olarak ortaya çıkan Etki Araştırmacıları; kitle iletişim
araçlarının etkisinin bu ölçüde "anında" ve "tepkisel" olmadığını ispata yönelerek, kitle iletişim araçlarını kullananların pasif birer alıcı olmadığını,
insanlar arası iletişimin bu etkilenme sürecinde
insan davranışlarında belirleyici rolü bulunduğunu
ve kitle iletişim araçlarının mesajı ile etkisi arasında
doğrudan bir bağlantı kurulamayacağını ileri sürmüşlerdir.
Her ne kadar Etki kuramcıları aynı ya da benzer mesajların, alıcı tarafından farklı biçimlerde
alımlanabileceği ve algılanabileceği saptamasından
hareket etseler de, yaklaşımların önemli özelliği
şüphesiz "alıcı'nın" edilgen bir konuma sahip olduğunu kabul etmesi bir başka deyişle alıcıyı bir
"edimci" (aktör) olarak konumlandırmasıdır.
Kullanım ve Tatmin Modeli, kitle iletişim izleyicilerinin herhangi bir yayını birbirlerinden çok
farklı şekilde yorumlayabileceğini ve yapımcının hiç
planlamadığı sonuçları kendisi için çıkartabileceğini savunmuştur (Batmaz ve Aksoy 1995:19). Bu
modele göre, insanlar kitle iletişim araçlarını ihtiyaçlarını gidermek için kullanırlar.
Fleur'un Kültürel Normlar Modelinde, kitle iletişim araçları sadece bireyler üzerinde doğrudan
etkide bulunmaz. Aynı zamanda kültürü, bilgi birikimini, bir toplumun norm ve değer yargılarını da
etkiler. İzleyicilere kendi davranış biçimlerini belirlerken kullanabilecekleri bir dizi imaj, düşünce ve
değerlendirmeler sunar (Mc Quail ve Windahl
1997:115).
Örneğin kişisel cinsel davranış alanında kitle
iletişim sık sık ve çoğu kez amaçsız olarak neyin
normal, neyin onaylanmış veya onaylanmamış olduğu konusunda görüş sağlar. Bu görüş böylelikle
bireyler tarafından neyin normal veya doğru olduğuna ilişkin kendi kavramlarıyla birleştirilir.
Etkiler genelde gönderenler tarafından amaçlanır; bunlar kısa süreli etkilerdir. Bireyin tutumsal,
enformatif veya davranışsal, değişimleri ile ilgilidirler; göreceli olarak izleyiciye doğrudan ulaşırlar
( Mc Quail ve Windahl 1 997:1 16).
Popüler Kültür ve Müzik Videoları
(Klipler)
Popüler Kültürün sözlük anlamı; bir toplumda
yaygın biçimde paylaşılan, inançlar, pratikler ve
nesnelerdir. Daha politik tanımıyla kitlelerin ya da
bağımlı sınıfların kültürünü dile getirmekte kullanılan bir deyimdir (Mutlu 1995:279).
Marshall (1998:591) ise, bazen kitle kültürü
olarak da adlandırılan popüler kültürün, daha yaygın ve herkes için erişilebilir bir içeriğe sahip olduğunu ve esas işinin eğlence olduğunu vurgular.
Popüler kültür ile ilgili farklı disiplinler tarafından yapılan tanımların ortak özelliği, popüler
kültürün "halka ait" ve "yaygın" olma özelliklerini
taşımasıdır. Yaygın olma özelliği ile popüler kültür,
geniş anlamda bir gündelik yaşamın kültürü olarak
tanımlanır. Belirli bir yaşam tarzının, ideolojik olarak yeniden üretilmesinin ön koşullarını sağlayan
popüler kültür, böylece gündelik ideolojinin yaygınlaşma ve onaylanma ortamını da yaratmaktadır.
Popüler olarak görünen veya sunulan, gerçekte
dünyaya belli bir açıdan bakmanın ürünüdür ve
halkı belli kurallara, görüşlere katılmayı teşvik etmektedir.
Popüler kültür ürünlerinin hem başlı başına
bir "sanayi" tarafından üretiliyor olması, hem de
genç kuşaklar tarafından en kolay ulaşılan kültür
ürünü kategorilerini oluşturması nedeniyle, bir
toplumun kültürel pratikleri açısından ayrıcalıklı
yere sahiptirler. Toplumda egemen olan zihniyet ve
değerlerin yaygınlaştırılması ya da yeniden üretilmesinde, dolaylı gibi gözüken, ancak bir o kadar
da elverişli zemin oluştururlar. Popüler kültür ürünleri kültürel yeniden üretim bağlamında taşıdıkları mesajlar ve mesajların "etkileri" açısından
önemlidirler (Eyüpoğlu ve Tanrıöver 2000:9).
Popüler kültür ürünlerini seyreder, tartışır,
hayaller kurarız. Sevdiğimiz artistlerin tükettiklerini
tüketmeye çalışır; onların giydikleri, onların kullandıkları ev dekorları, mobilyaları, güzellik malzemelerini kullanır; üzüntüleri, sevinçleri ve eğlence
biçimlerine özenir ve taklit ederiz. Böylece popüler
kültür izleyicisi olarak, kendi sömürümüzü kendi
arzumuzla devam ettiririz (Alemdar ve Erdoğan
1994:19). Kısacası, popüler kültür yaygın olan
tanımında kullanıldığı gibi bir gündelik yaşam
kültürü olur ve yediğimizden-giydiğimize, düşündüğümüzden-yaptığımıza kadar tüm yaşamımızı
etkisi altına alır.
Popüler Kültür ürünlerinden popüler müziğin
özelliği, kişiyi yorucu tekrarında yakalaması ve
etkisinin fiziksel olmasıdır. Tempo insanı ağlatıp
içine dokunaklılık verir, gençleri dans ettiren, zıplatan şey müziğin durmadan tekrar eden vuruşları
dinleyiciyi denetler. Kitle halinde üretilen müzik
egemen ideolojiyi yayar. Bu müziğin üretim tekniği,
bu müziğin statükoyla ortaklığını tasdik eder. Ticari müzik kişinin kapitalizm altındaki yaşama
uymasını kolaylaştırır (Alemdar ve Erdoğan
1994:53).
Oysa, Türk televizyon dünyasında en fazla
vurgulanan olgu şiddet (%62) ve suç'tur (%48).
Sözlü ve fiziksel cinsellik % 59, (heteroseksüel ilişki
%58 , sevgi sözleri ve görüntüleri % 35.9), ölüm %
33.3, alkol % 31.7 oranlarındadır. Kısmi çıplaklık
%18.6 olurken; tam çıplaklık %4.5 olarak gerçekleşmektedir (Batmaz ve Aksoy 1995:86).
Nitekim yapılan bir çalışmada; her gün bir
süre televizyon izlediğini söyleyen 362 çocuktan %
20.7'si şiddete başvuran kahramandan rahatsız
olurken, % 42'si hiç rahatsız olmadığını belirtmektedir (Bulgu 1995:176).
Yine başka bir çalışmada; yayınlardaki şiddetten rahatsız olduğunu söyleyenlerin oranı %4.4
dür (Batmaz ve Aksoy:l 995:66). Şiddet içerikli
yayınlardan bu kadar az rahatsız olunması bile,
ciddi çalışmalar yapılması gerektiğinin ip uçlarını
vermektedir.
Kitle iletişim araçları mesajlarında, toplumun
geleneksel kadın-erkek cinsel rol kalıplarının sürmesine de aracılık etmektedir. Kadın hoş ve anne
(şampuan reklamı); erkek canlı, enerjik ve güçlü
(araba reklamı) olarak belli stereotipleri pekiştirici
işlev görmektedir. Kadınların araba reklamlarında
yer alması ise çoğu zaman cinsel obje olarak kullanılması ile mümkün olabilmektedir.
Popüler kültür ürünlerinden yerli diziler ise,
izleyicilerin kendilerine hem yakın buldukları, hem
de yer yer özlem, gıpta ya da özenme duygularını
harekete geçiren karakter ve öykülere yer vermektedir. (Eyüpoğlu ve Tanrıöver 2000:97).
Süregelen toplumsal roller ve cinsiyetçi bakış
açıları, beğenilen reklamları bile cinsiyet temelinde
ayrıştırmaktadır. Erkekleri güç, enerji ve etkenlik
bağlamında ön plana çıkaran araba ve coca-cola
reklamlarını erkekler; kadınları güzellik, masumluk
ve cazibeleri ile sergileyen şampuan ve blue-jeans
reklamlarını ise, kızlar daha cazip bulmaktadırlar
(Bulgu 1995:249). Bu, kitle iletişim araçlarının,
popüler kültür ürünleri aracılığıyla, hakim kültürel
değerleri sürdürmeye yönelik işlevi üstlendiğinin
açık bir kanıtıdır.
Televizyonlardaki karakterlerin çocuklar ve
gençler tarafından taklit edildiği, model alındığı
bilinmektedir. Özenilen bu kahramanların çoğunun
şiddet kullanan kişiler olması olağandır. Çünkü,
çocukların ve gençlerin bellekleri, televizyonda
verilen mesajların doğruluğu ya da yanlışlığını ayırt
edebilecek durumda değildir.
İlk müzik kanalı olan MTV 1981 yılında Amerika Birleşik Devletlerinde yayına başlamıştır. Türkiye'nin ilk müzik kanalı ise, 1994 yılında yayına
başlayan Kral TV dir. Bunu, 1995 yılında Number
One ve diğerleri izlemiştir.
Müzik videoları (klipler); popüler şarkıların tanıtılması amacıyla, müzik endüstrisi tarafından
üretilen ve bir şarkının söz dahil, müzikal unsurlarını görselleştiren bir formdur (Çelikcan 1996:60).
Müzik videoları; içerisinde belli bir ideolojik görüşü
barındıran güçlü görsellikleri ile izleyiciye yorum
şansı veren, pembe dizi benzeri içerikleriyle tekrar
tekrar izlenme şansı yaratırlar. Tekrar tekrar izlenme olasılığı da etkiyi artırmaktadır. Ayrıca, objeler o kadar hızlı geçer ki vücudun hangi bölümünün kullanıldığı anlaşılamaz ve yorum izleyiciye
bırakılır.
Müzik videolarının üretilmesi de başlı başına
bir endüstri haline gelmiştir. Her gün saatlerce
süren müzik yayınları, şarkıların kısa sürede eskimesine, yeni şarkı ve müzik videolarının üretilmesine yol açmaktadır. Müzik videoları; hangi mankenlerin nasıl rol alacağına ilişkin günler öncesinden başlayan ve seyircileri sabırsız bir bekleyişe
yönelten reklam amaçlı yayınları, dudaklarımızı
uçuklatan, telaffuz ederken zorlandığımız rakamlara mal olan bütçeleri ile müzik endüstrisine katkıda bulunmaktadır.
Televizyonlar da kullanılan müzik videoları ise, hem kesintisiz yapılan yayınları masrafsız doldurmanın bir aracı, hem de genç izleyicileri ekran
başına çekmenin bir yoludur. Ekran başına çekilen
gençte kendisine yönelik yoğun bir ürün reklamı ile
karşı karşıya kalmaktadır. Müzik videolarının tekrar
tekrar yayınlanmasının nedeni şarkıyı ve şarkıcıyı
tüketicilere benimsetmek ve ürünü satın almaya
yöneltmektir.
vizyonunu seyrettiği görülmüştür. Gençlerin %62'si
bilgilenme ve öğrenme, % 1 5'i zaman geçirmek, %
11 'i okul ve aile ile ilgili sorunlarından kaçmak ve %
8'i sosyal iletişim için MTV'yi seyrettiğini söylemiştir. Bilgilenme ve öğrenme için MTV seyreden
gençlerin öğrenmeden kastettikleri şarkıcılar, şarkılar, tarzlar, yaşam stilleri, moda v.s, hakkındaki
bilgileri almaktır.
Bu çalışma, her ne kadar müzik televizyonlarının masum birer eğlence aracı olarak görüldüğüne
bir kanıt olarak değerlendirse de, müzik videoları
şarkıları, şarkıcıları ve onların sunduğu imajları
yaymaya ve satmaya devam etmektedir.
Alemdar ve Erdoğan (1994:52-53), özellikle
1980'lerin sonlarından beri video müziğinin yaygınlaşmasıyla birlikte imajlarda da saldırgan, şiddet
kullanan vahşiliğin görüldüğünü, sakin, gerilimsiz,
mutlu, anlayış, barış, dayanışma, sevgi, incelik,
türü mesajları müzik videolarında bulmanın zor
olduğunu, diğer yandan grup halinde, uyumlu,
vahşi ve fasişt generaller gibi giysilere bürünmüş,
sert hareketlerle dolu imajların müzik videolarına
egemen olduğunu belirtirler.
Şiddet içeren ürünlerin gösterilmesi kadar önemli bir diğer olgu da şiddetin sürekli seyredilerek olağanlaştırılmasıdır. Müzik videolarında şiddet
ve saldırgan davranışlara oldukça fazla yer verilmektedir. Oysa araştırmacılar, bu tür şiddet içeren
yayınların toplumda şiddet davranışlarının artmasına ve şiddetin olağanlaştırılmasına yol açtığına
işaret etmektedirler.
Amerika Birleşik Devletlerinin Kaliforniya eyaletindeki bir okulda yapılan ve gençlerin neden
MTV televizyonunu seyrettiğini araştıran bir çalışmada, gençlerin MTV televizyonunu seyretmesinin
üç temel nedeni olduğu görülmüştür. Birincisi;
gençler MTV televizyonunu bir eğlence aracı olarak algılamakta ve eğlenmek için seyretmektedirler. İkincisi; müzik ve görüntünün aynı anda olması
genç izleyicilerin dikkatini çekmektedir. Üçüncüsü
ise; şarkıların görsel yorumlanması nedeniyle, hakkında görsel bir fikir sahibi de olunan müziğin
daha kolay anlaşılmasıdır ( Sun ve Lull 1986:124).
Amerika Birleşik Devletlerinde gerçekleştirilen
ve müzik videolarındaki şiddet ve saldırganlığın
araştırıldığı bir çalışmada, 166 müzik videosunun
%56'sında şiddet içeren davranışlar bulunmuştur.
Bu çalışmadaki saldırganların %73.3'ü erkek,
%26.7'si kadın dır. Buna karşın kadın mağdurların
oranı % 76.8, erkek mağdurların oranı ise, %23 dür.
Müzik videolarının %3'ünde şiddet davranışı ölümle
sonuçlanırken, video başına 2.86 oranında şiddet
içeren görüntü bulunmuştur (Sherman ve Dominick
1986: 86-87).
Sun ve Lull (1986: 119), tarafından yapılan
araştırmaya katılan gençlerin %80'nin MTV tele-
Bulgu tarafından (1995: 125) yapılan çalışmada, araştırmaya katılan çocukların % 23,6'sı "en
çok hangi tür programların kahramanlarına özenirsiniz ?" sorusuna en çok korku, şiddet ve gerilim
türü filmlerin kahramanlarına özendiğini söylemiştir.
Diğer popüler kültür ürünleri gibi müzik videolarının da ideolojiden ve ideolojik yeniden üretim
sürecinden bağımsız olduğu düşünülemez. Müzik
videoları, toplumsal cinsiyet rollerinin yeniden
üretilmesinde de büyük role sahiptir. Müzik videoları yoluyla sunulan sembolik dünya, erkek egemen
bir dünyadır. Bu ürünlerde, kadına dair geleneksel
beklentilerin altı tekrar tekrar çizilmektedir. Bu
ürünlerde kadın, daha çok eş ve anne rolleri içinde
veya geleneksel olarak kadına uygun görülen rol,
davranış ve eylemler içinde, çoğu zaman da kadın,
cinselliğin nesnesi olarak sunulmaktadır. Böylece,
Müzik videoları aracılığıyla kadın hakkındaki içkin
değer ve inançlar onaylanmakta ve sürüp gitmesi
sağlanmaktadır.
MTV'de yayınlanan müzik videolarındaki duygu içeren davranış ve eylemleri tespite yönelik
çalışmada; erkek karakterlerin kadınlardan daha
maceracı, saldırgan, otoriter, aldatıcı ve sert oldukları; buna karşın kadınların hassas, bağımlı,
ürkek ve bakıp koruyucu konumda gösterildikleri
ve kadınların üçte birinin açık saçık giysiler giydikleri saptanmıştır (Seidman 1994:254).
MTV televizyonunda yayınlanan müzik videoları ile ilgili bir başka çalışmada; Müzik videolarının
% 75.9'unda cinsellik öğeleri bulunmuştur. Bunların
%50'si flört etmek ve üstü kapalı dokunma, %20'si
açıkça dokunma (okşamak, sıvazlamak), %10 sarmaş-dolaş olmak ya da kucaklamak, %13'ünde
öpüşmek bulunmaktadır. Cinselliğin %70'i karşı
cinsle, %26.4'ü aynı cinsle, %3'ü ise diğer geleneksel olmayan davranış biçimleri içinde görülmüştür (Sherman ve Dominick 1986:88-89 ).
Kral TV'de yayınlanan müzik videolarıyla ilgili
bir içerik çözümlemesi çalışmasında; 42 ana ve yan
karakterden 32'sinin cinsel obje olarak kullanıldığı,
kadın karakterlerin tamamına yakınının güzel, şık,
bakımlı ve ideal vücut ölçülerinde olduğu görülmüştür. Yine aynı çalışmada şiddet, saldırganlık ve
pornografik unsurlara müzik videolarında yer verildiği görülmüştür (Günindi-Ersöz 2000:7-8).
Aynı çalışmada, ana ve yan karakterlerin yaşadığı evler, bulundukları mekanlar, kullandıkları
araç ve gereçlerin oldukça zengin görünümlü olduğu, bunun da alt sosyo- ekonomik düzeydeki insanlar için oldukça olumsuz algılanabileceği vurgulanmıştır. (Günindi-Ersöz 2000:7-8).
Genel değerlendirme ve Sonuç
Yapılan çalışmalar, insanların çoğunluğunun
günde ortalama 4 saatten fazla televizyon seyrettiğini göstermiştir ( Batmaz ve Aksoy 1995, Bulgu
1995, Yalın 1998). Yine yapılan çalışmalarda televizyon izleyicilerinin çoğunluğunun televizyonu
eğlence amaçlı veya boş zaman değerlendirme
etkinliği olarak kullandığı görülmüştür. Bu kadar
sık ve uzun süreli temas edilen bir aracın insanları
etkilememesi, özellikle de çocukları ve gençleri
etkilememesi düşünülemez.
Hangi maksatla üretilirse üretilsin, popüler
kültür ürünleri, toplum üzerinde olumlu olduğu
kadar olumsuz etkiler de yaratmaktadır. Medya
kuruluşlarının ticari kuruluşlar olması ve reyting
endişesi düşünüldüğünde, bu etkinin yönünün
olumsuz olduğunu kabul etmek gerekir. Yetişkinler
olumsuz etkileri azaltabilirken ne yazık ki çocukların ve gençlerin bunu başarması zor olmaktadır.
Ayrıca, kitle iletişim araçları sürekli aynı tür mesajlar ileterek, çocuk ve gençlere bilinçli seçme
şansı da tanımamaktadırlar. Bu dönemin özelliği
gereği, gerçeklik algısı televizyon tarafından sunulan üzerinden oluşmaktadır. Gerçek ile televizyon
tarafından sürekli yenilenen mesajlar o yaş grubundaki gençler için oldukça kafa karıştırıcıdır.
Böylece çocuklar ve gençler simgesel dünya ile
gerçek dünya arasında ilişki kurmakta zorlanmakta, gerçekleri simgesel dünyada sunulan ile özdeşleştirmektedirler.
Televizyon aracılığıyla iletilen masajların çoğunluğu; şiddet, saldırganlık, pornografi ve erotik
mesajlar içermektedir. Yapılan araştırmalar, günde
ortalama 4-5 saat televizyon izleyen bir insanın,
ortalama 40-50 şiddet mesajı ile karşılaşacağını
göstermektedir (Yalın 1998:10). Bu mesajlar aracılığıyla toplumsal yaşamda şiddet olağanlaştırılırken, yine erkek egemen popüler kültür ürünleri,
kadını geleneksel rolleri olan aile, ev işleri ve çocuk
bakım görevlerini yaparken göstermekte, bir taraftan da geleneksel değer yargı ve tutumların
devam etmesi sağlanmakta veya var olan değer
yargıları pekiştirilmektedir.
Her ne kadar gençler müzik videolarını müzik
ve kısa film seyretmenin bir biçimi olarak görse de
( Sun ve Lull 1986:124), bu ürünlerde yaratılan
simgesel dünya, gerçek dünyanın algılanışını etkilemektedir. "Bu Akşam Ölürüm" şarkısını ve müzik
videosunu izledikten sonra intihar eden gençlerimiz halen hafızaiarımızdaki yerini korumaktadır.
Yine, son günlerde herkesin söylediği "Depresyondayım" şarkısını kaç gencin dinleyip bunalıma girdiğini gazetelerden takip ediyoruz. Diğer yandan
saldırganlık, şiddet, pornografi ve erotizm mesajlarının uzun süreli etkileri ise henüz uyuyan aslan
durumundadır.
Televizyon; çağdaş dünyada şiddetin nedeni
olmasa da, pekala, şiddet davranışlarına katkıda
bulunan bir etmendir. Tanımlayarak, boyutlarını
büyütmektedir, vurgulayarak, abartmaktadır; tekrar tekrar göstererek özendirmektedir ( Yalın
1998:9). Diğer taraftan, erkek egemen bir dünya
sunarak, kadın hakkında geleneksel yargı ve tutumları pekiştirmekte ve sürüp gitmesine neden
olmaktadır. Yine müzik videolarının verdiği mesajlar, gençleri tüketime yöneltmektedir. Blue jeans,
cep telefonu, kaset ve CD, spor ve güzellik malzemelerinin reklamlarının en çok müzik televizyonlarında yayınlanması da bir tesadüf değildir. Bu tür
reklamlar gençlerin tüketim kalıpları üzerinde oldukça etkili olmakta, gençler bir taraftan marka
tutkunu haline getirilirken, diğer taraftan fazla
tüketime yönlendirilmektedir.
Sonuç olarak; konu, multidisipliner bir yaklaşımla ele alınıp değerlendirildiğinde şöyle bir tablo
ile karşılaşılmaktadır. Psikiyatrist, psikolog, sosyal
çalışmacılar ve çocuk gelişimciler çocukların ve
gençlerin mesajlardan daha fazla etkileneceğini,
kitle iletişim araçlarının gerçeklik duygusu vererek
gerçeğin algılanışını etkileyeceğini; sosyologlar
kitle iletişim araçlarının çocuğun sosyalleşmesinde
önemli bir yeri olduğunu, iletişimciler ve popüler
kültür alanında çalışanlar ise bu ürünlerin mesajlarının egemen ideolojiyi yayma aracı olduğunu ve
mesajlarının seyirci üzerinde mutlak etkisi olduğunu söylemektedirler. Farklı disiplinler tarafından
yapılan çalışmaların ortak özelliği ise popüler kültür ürünlerinin şiddet, saldırganlık, erotizm ve
pornografik unsurlar içerdiği ve bunların da etkilerinin kaçınılmaz olduğunu söylemeleridir.
Müzik videolarının çocuklar ve gençler üzerindeki etkilerinin ortaya konulabilmesi ve mesajların
çözümlenebilmesi amacıyla nicel ve nitel araştırmalar yapılması gerekmektedir. Çocuğun sosyalleşmesinden birinci derecede sorumlu olan ailelerin, çocukları ile birlikte televizyon seyretmesi, bu
doğrultu da başta aileler ve gençler olmak üzere
toplumun tüm kesimlerinin bilinçlendirilip, bilgilendirilmesi gerekmektedir. Öğretmen, sosyal çalışmacı, psikolog ve gençlere hizmet sunan diğer
meslek elemanlarına yönelik hizmet içi eğitim
programlarında konunun vurgulanması, Radyo
Televizyon Üst Kurulu'nun müzik televizyonlarını
da denetlemesi akla gelebilen kısa vadeli çözüm
önerileridir. Uzun vadede ise, ders kitaplarından
cinsiyetçi kalıp yargıların çıkarılması, İletişim Fakültelerinin eğitim programlarında bu tür mesajların olumsuz yönlerine de yer verilmesi, kitle iletişim araçlarından şiddet, pornografik ve saldırganlık
içeren mesajların ayıklanması amacıyla kitle iletişim araçları ile ilgili kamu kurum ve kuruluşları,
sivil toplum örgütleri ve toplumun tüm ilgili tarafları arasında koordinasyon ve eşgüdüm sağlanması
yararlı olacaktır.
ODABAŞI.Y., 1999, Tüketim Kültürü Yetinen Toplumun
Kaynakça
Tüketen Topluma Dönüşümü, İstanbul.Sistem Ya-
ALEMDAR.K. ve ERDOĞAN,İ. 1994, Popüler Kültür ve
İletişim, Ankara:Ümit Yayıncılık
yıncılık
OSKAY.Ü., 1992, İletişim ABC'si, İstanbul: Simavi Yayınları
BATMAZ, V. ve AKSOY.A. 1995, Türkiye'de Televizyon ve
Aile Ankara: Aile Araştırma Kurumu Başkanlığı Yayınları
ÖZBEK.M., 1994, Popüler Kültür ve Orhan Gencebay Arabeski İstanbu:İletişim Yayınları
SEIDMAN.S., 1994, Müzik Videolarında Cinsiyet Rol Stereo
BOTTOMORE.T., 1989, Frankfurt Okulu (Eleştirel Kuram),
Tipleşmesine İlişkin Bir Araştırma, Çeviren.Mine
Çeviren: Ahmet Çiğdem, İstanbul Ara Yayıncılık
Gencel İletişim Gazi Üniversitesi, Sayı:1 -2,249-257
BULGU, N., 1995, Kitle İletişim Araçlarının Toplumsal
Yapıya Olumsuz Etkileri ve Sapma Davranışları,
H.Ü:Yayımlanmamış Doktora Tezi, Ankara
ÇELİKCAN.P., 1996
Müziği
Seyretmek,
Popüler
Müzik-Medya İlişkileri Açısından Müzik Videosu ve
Müzik Televizyonu, Ankara:Yansıma Yayınları
ERSÖZ-GÜNİNDİ, A., 2000, Popüler Kültür Ürünlerinden
Müzik Videolarının Mesajlarına İlişkin Sosyolojik Bir
İçerik Çözümlemesi, Eskişehir: Yayımlanmamış
3.Ulusal Sosyolojisi Kongresi Bildirisi
ESİN.Ç., 1998, Bir Popüler Kültür Ürünü Olarak Müzik
Videoları ve Toplumsal Cinsiyet Rollerinin Yeniden
Üretilmesi
4.Ulusal Kadın Çalışmaları Toplantısı "Kadın Sorunlarının
Çözümüne Doğru Yöntem, Strateji ve Politikaları",
İzmir:E.Ü.Kadın Sorunları Araştırma ve Uygulama
Merkezi ve Ege Kadın Araştırmaları Derneği yayınları
KOZANOĞLU.C, 1992, Pop Çağı Ateşi, İstanbul.İletişim
Yayınları
MARSHALL.G., 1998, Sosyoloji Sözlüğü, Çevirenler Osman
AKINBAY; Derya KÖMÜRCÜ, Ankara: Bilim ve Sanat
Yayınları
MCQUAIL,D. ve WİNDAHL,S., 1997, Kitle İletişim Modelleri, Çeviren:Konca Yumlu, Ankara:İmge Kitabevi
MUTLU, E., 1995, İletişim Sözlüğü, Ankara:Ark Yayınevi
Genişletilmiş ikinci Basım
SHERMAN, B.L. ve DOMINICK JOSEPH, Violence and Sex in
Music Videos:TV and Rock'n Roll, Journal of
Communication Vol.36.N.l
SLATER.P., 1989, Frankfurt Okulu Kökeni ve Önemi Çeviren:Ahmet Özden, İstanbul:BFS Yayınları
SUN, S. ve Lull, J., 1989, The Adolescent Audience for
Music Videos and Why They Watch Journal of
Communication Vol.36.
TANRIÖVER,H. ve EYÜPOĞLU,A, 2000, Popüler Kültür
Ürünlerinde Kadın İstihdamını Etkileyebilecek Öğeler, Ankara:Başbakanlık Kadının Statüsü ve Sorunları
Genel Müdürlüğü Yayınları
UĞURA, 1991, Yeni Teknoloji Videoclip Sanat Keşfedilmemiş Kıta, İstanbul İletişim Yayınları
WOLTON,D., 1992, Televizyon ve Yaşam Biçimleridir
Kimlik, Değişim ve Meşrulaştırma Faktörü (Der): Jean
Marie Charon
Medya Dünyası, Çeviren:Oya Tatlıpınar, Ankara:şim Yayınları
YALINA, 1998, Televizyondaki Şiddet ve Müstehcenliğin
Çocuk ve Aile Üzerindeki Etkisi, Ankara:Aile Araştırma Kurumu Başkanlığı yayınları
Bir Kurum Hekimliğinin Tanıtımı ve
İdeal Hekim Hasta İlişkisinin
Uygulanması Sonucunda Hastanelere
Sevk Edilen Hastaların Sayısındaki
Değişim
Yrd.Doç.Dr. Sencer Ozan TOKER
Özet
Bu araştırmada, Birinci Basamak Sağlık Hizmetlerine
önemli katkılarda bulunan bir Kurum Hekimliği tanıtılmış,
ve bu sağlık kuruluşunda sağlanan ideal hekim - hasta
ilişkisinin hastanelere sevk edilen hasta sayısına olan
etkisi ortaya konulmaya çalışılmıştır.
Bu araştırma, tanımlayıcı tipte bir çalışmadır. Araştırmanın evrenini, 1993, 1994 ve 1995 yıllarında İzmir
Emniyet Müdürlüğü Başhekimliği isimli Kurum Hekimliği
Polikliniği'ne başvuran hastaların tümü oluşturmuştur.
Emniyet Başhekimliği'nin her türlü fiziki imkanlarında ve
teknik yapısında 1993, 1994 ve 1995 yıllarında
herhangibir değişiklik olmamıştır. 1994 ve 1995 yıllarında belirlenen bir protokol çerçevesinde ideal düzeyde
hekim - hasta ilişkisi kurularak hizmetler yürütülmüştür.
1993 yılında bu uygulama yapılmamıştır. Bu araştırmada
oluşan verilerin istatistiksel analizleri sırasında ise " Bağımsız Gruplarda İki Yüzde Arasındaki Farkın Önemlilik
Testi" uygulanmıştır.
Kurum Hekimliklerinin de verdikleri sağlık hizmet
leri çağdaş düzeyde olmalıdır. Bu kurumlarda, tek başına
ideal bir hekim - hasta ilişkisinin uygulanması bile, bi
rinci basamaktan ikinci basamağa (hastanelere) sevk olan
hastaların sayısını azaltmaktadır. Emniyet Başhekimiiği'nde de bu azalma istatistiksel olarak anlamlı bir şekil
de gözlenmiştir. Çalışmayı yaptığımız bu kurumda, 1994
yılındaki hasta sevk oranı, 1993 yılına göre % 5,5 azal
mıştır
( t = 1 5,27 ) ( p < 0,01 ). 1 995 yılında da
hasta sevk oranı yine 1993 yılına göre % 5,0 azalmıştır (t
= 15,15 ) ( p < 0,01 ). Her iki sevk oranındaki azalma
istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur.
Anahtar Kelimeler: Kurum hekimliği, sağlık hizmetleri, hekim - hasta ilişkisi.
(*)
Ege Üniversitesi, Ödemiş Sağlık Yüksekokulu Öğretim Üyesi
Summary
Introduction of an Occupational Health Center and the
change at the number of patients who are sent to Hospitals
af ter the applîcation of İdeal Doctor - Pat/en t Relationship
This study has been designed to introduce an
Occupational Health Center which have been giving support
to Primary Health Services. And also, it was designed to find
out the effect of ideal doctor - patient relationship to the
number of the patients who have been sent to hospitals
(Secondary Health Units).
This research has been designed as a descriptive study.
Data were collected from ali of the patients who had come to
the policlinics of İzmir Security Department Health Center in
1993, 1994 and 1995. İn these years, the re have been no
change at the technical and physical conditions of this health
center. İn 1994 and 1995, health service s were given by
means of an ideal doctor - patient relationship which had
been designed by the help of a spesific protocol. İn 1993,
routine health services were given without ideal doctorpatient relationship. Statistical analyses of this study were
made by us İng "T test".
Health services given by the occupational health units
should be at the comtemporary level. Even alone, application
of ideal doctor - patient relationship at these units, will
reduce the number of patients who are sent to secondary
health units (hospitals). This fa et has been proved by means
of this study which has been designed and performed at
Health Center of İzmir Security Department. İn 1994 and
1995 the re have been statistically significant reduetions at
the number of patients who have been sent to hospitals when
compared with 1993. İn 1994, the reduetion was 5.5 percent
(965.5) when compared with 1993 (t = 15,27) (p < 0,01).
İn 1995, the reduetion was 5.0 percent ( % 5.0 ) when
compared with 1993 (t = 15,15) (p < 0,01).
Key Words: Occupational health, health services,
doctor - patient relationship.
Giriş ve Genel Bilgiler
Günümüzde sağlık kavramının tanımlanması,
çağdaş anlayışlara uygun şekilde şöyle yapılmaktadır; Sağlık, yalnızca hastalık veya sakatlığın bulunmaması demek olmayıp, fiziksel, mental ( ruhsal moral) ve sosyal yönden tam bir iyilik halidir (1).
Sağlığın çağdaş tarifine uygun olarak, bireysel
bazdan başlayıp toplumsal düzeye ulaşan sağlık
hizmetlerinin, başarılı ve etkili bir şekilde verilmesi
gereklidir. Bu kapsamda Sağlık Hizmetleri kavramını da açıklamak gereklidir. Sağlık Hizmetleri dediğimizde, genel olarak sağlığın korunması ve hastalıkların tedavisi için yapılan çalışmaları anlarız.
Günümüz tıp anlayışına göre Sağlık Hizmetleri
aşağıdaki biçimde sınıflandırılabilmektedir (1) (2):
1) Koruyucu Hekimlik hizmetleri
a) Çevreye Yönelik Hizmetler:
b) Kişiye Yönelik Hizmetler:
- Bağışıklama ve ilaçla koruma
- Beslenmeyi düzenleme
- Hastalıkların erken tanı ve tedavisi
- Aşırı doğurganlığın kontrolü
- Kişisel hijyen
- Sağlık eğitimi
2) Tedavi Hizmetleri
a) Kendi kendine bakım:
Hastanın ev ilaçları veya eczaneden alınan ilaçlarla kendisi veya yakınları tarafından tedavisi.
b) Birinci basamak tedavi hizmeti:
Hastanın ilk başvurduğu hekim veya diğer
sağlık personeli tarafından evde ve ayakta bakımı.
c) İkinci basamak tedavi hizmeti:
Bölge veya Devlet Hastaneleri gibi kurumlarda
verilen tedavi hizmetleri.
d) Üçüncü basamak tedavi hizmeti:
Yüksek hekimlik teknolojisinin kullanıldığı
merkezlerde verilen tedavi hizmetleri.
3 ) R e h a b i l i t a s y o n H i z m e t l e r i ( 2 ) Bu bilgilerin
ışığında, kurum hekimliğinin hem koruyucu hem
de tedavi edici sağlık hizmetlerinin bir parçası
olduğunu söyleyebiliriz. Yatay sağlık örgütlenmesi
modeline uyum sağlayan ( bir nevi sağlık ocağı
gibi çalışabilen ) kurum hekimliklerinin, toplumsal
bazda daha başarılı sağlık hizmetleri sunabileceği
inkar edilemez bîr gerçektir. Kurum hekimliği
hizmetleri kapsamında genelde şu hizmetler
sunulabilir:
1) Bağışıklama; Sağlık Bakanlığı kurumları ile
koordinasyon kurularak uygulanabilir.
2) Genel sağlık, beslenme, aile planlaması,
çeşitli hastalıkların anlatılması, sağlığın
korunması ve benzeri konularda sağlık eğitimi çalışmalarının yapılması.
3) Hastalıkların erken tanı ve tedavisi.
4) Kuruma başvuran hasta olsun veya olmasın
her bireyle iyi bir iletişim kurmak, onların
sağlık sorunlarını çözmeye çalışmak, kişi
lere sağlık danışmanlığı hizmeti sunmak.
5) Tanı ve tedavide bazı pratik, uygulanması
kolay tetkik yöntemlerinin kullanılması.
1961 yılından beri hizmet vermekte olan İzmir
Emniyet Müdürlüğü Başhekimliği, yukarıda sayılan
hizmetlerin beşinci maddede yazılı olanların dışında ilk dördünü, başvuran emniyet çalışanlarına,
onların bakmakla yükümlü oldukları kişilere, ve
emeklilerine sunmaktadır. Biri başhekim olmak
üzere toplam üç hekim, iki hemşire, bir idari memur, bir hizmetli ve bir şoförden oluşan kadroyla
ilgili sağlık hizmetleri sunulmaktadır. Emniyet Başhekimliği, İzmir Emniyet Müdürlüğü'nün Konak'taki
Merkez Hizmet Binası'nın zemin katında bulunmaktadır (3).
Başhekimlik ünitesinin yakınında tüm Ege Bölgesi emniyet mensuplarına hizmet veren Bölge
Polis Polikliniği isimli bir polis dispanserinin mevcudiyeti, ve burada tetkik imkanlarının bulunması
sebebiyle, Başhekimlik bünyesinde verilen sağlık
hizmetlerinde çeşitli tetkik yöntemlerinin kullanılmasına gerek görülmemiştir.
Ayrıca, Emniyet Başhekimliğinin ikinci basamak sağlık kurumlarına sevk oranı da oldukça
yüksek seyretmektedir. Bu sevk oranının yüksekliğinin en önemli sebebi Emniyet mensupları, onların
yakınları ve emeklilerinin sayılarının çok fazla olması ( İzmir İli dahilinde yaklaşık seksen bin kişi )
ve bu kişilerinin önemli bir kısmının İzmir
periferine doğru dağınık bir şekilde yerleşik bulunmalarıdır. Bu kişilerin İzmir'in tam merkezi olan
Konak'taki Emniyet Başhekimliği'ne gelmeleri bazen güç olmakta ve böylece kendilerine daha yakın
konumda olan diğer sağlık kurumlarına ( semt
polikliniklerine, devlet ve üniversite hastanelerine
vb... ) başvurmaları söz konusu olmaktadır. Bu
durumda mecburi olarak bazı şevklerin kurum
hekiminin insiyatifi dışında, tanı ve tedavi başladıktan sonra sadece yasal formalitelerin yerine
getirilmesi açısından yapılması gerekmektedir. Bu
tür sevk oranlarının her yıl başvuran tüm hastaların
yaklaşık yüzde otuzu ( % 30'u ) kadar olduğu geçmiş yıllardaki çalışma raporlarından izlenmektedir.
Tüm yukarıda sayılan görevlerin yanısıra, Emniyet Başhekimliği tarafından bazı durumlarda,
yasal olarak zorunlu görevler kapsamında olmamasına rağmen, tamamen bir insanlık görevi olarak, Emniyet Müdürlüğü Binası'nda geçici süreyle
gözlem altına alınmış bireylere de tanı ve tedavi
hizmeti verilebilmektedir.
Hapishanelerde ve/veya gözlem altındaki kişilerde belirli halk sağlığı sorunları ve hastalıklar
görülebilmektedir; örneğin: çeşitli enfeksiyonlar (
solunum yolları enfeksiyonları, enteritler vb. ),
travmaya ve şiddete bağlı patolojiler, tüberküloz,
HIV / AİDS, hepatitler, ruhsal bozukluklar, intihar
girişimleri vb. Bu tür hastalık ve rahatsızlıklar özellikle gözlem süresi ve hapishanede kalış süresinin artmasına paralel olarak daha sık görülmektedirler. Bu grupların tıbbi bakım talepleri de daha
özel bir sağlık hizmeti verilmesini gerektirmektedir
(4). Türkiye'mizde ise özellikle gözlem altındaki
kişilere verilebilecek sağlık hizmetlerinde bir belirsizlik, karışıklık söz konusudur. Daha çok da sempatik ikmal yoluyla hastalara yardımcı olunmaya
çalışılmaktadır.
Gereç ve Yöntem
Bu araştırma, tanımlayıcı tipte bir çalışmadır.
Araştırmanın evrenini, 1993, 1994 ve 1995 yıllarında İzmir Emniyet Başhekimliği isimli Kurum
Hekimliği Polikliniği'ne başvuran hastaların tümü
oluşturmuştur.
Emniyet Başhekimliği'nin her türlü fiziki imkanlarında ve teknik yapısında 1 993, 1 994 ve 1 995
yıllarında herhangibir değişiklik olmamıştır. Bu
yıllar arasında hizmet açısından tek bir faktör ön
plana çıkarılmış, ve sadece bu faktörün etkisiyle
hastaneye sevk edilen hastaların sayısının azalıp
azalmayacağı incelenmiştir. Bu faktör, ideal bir
hekim - hasta ilişkisinin oluşturulup uygulanmasıdır. Bu yöntem 1993 yılında uygulanmamış, 1994
ve 1995 yıllarında ise uygulanmıştır.
Başhekimlik bünyesinde uygulanan " İdeal Hekim - Hasta İlişkisi " modelinin kapsamında yapılanlar şu şekilde gerçekleşmiştir:
1) Hastanın verdiği anamnez çok dikkatli ve
detaylı bir şekilde alınmıştır.
2) Hastanın sağlığıyla ilgili çeşitli endişeleri ve
korkuları giderilmeye çalışılmıştır.
3) Hastaya yeterli zaman ayrılmıştır ( ortalama
15 - 20 dakika).
4) Hastaya sıcak davranmak gereği ihmal edilmemiştir. ( Örneğin; hasta öncelikle ra
hatça oturtulmuş, kendisine ismi ile hitap
edilmiş, güleryüz gösterilmiş, hastaya karşı
duyarlı bir yaklaşım sağlanmıştır. )
5) Anamnez alınırken ve muayenenin her aşamasında hastayla konuşulmuş, gereken
açıklayıcı bilgiler verilmiş, hastanın soruları
yanıtsız bırakılmamıştır.
6) İleri tetkik ve tedavi gerektiren, birinci ba
samak kapsamında tanı ve teşhise gidile
meyen durumlarda, durum hastaya açıkça
söylenmiş, " Öncelikle Hastaya Zarar Ver
meme " prensibi ön plana alınmıştır.
7) Tedavi ve benzeri sağlık uygulamalarının
yapılması gereken durumlarda hastadan
tıbbi kurallara uygun olacak şekilde bizzat
yardımı ve katkısı istenmiştir.
8) Mümkün olduğunca en uygun, en ucuz şekilde reçete düzenlenmiş, gereksiz tanı ve
tedavi yöntemlerinden uzak durulmaya
çalışılmıştır (5,6,7)
Yukarıda belirtilen sekiz maddeyle, uygulanmış olan ideal hekim - hasta ilişkisi modelinin ana
hatları ortaya konmuştur. Bu modelin geliştirilmesi
ve uygulanması sürecinde, halk sağlığı uzmanı olan
yazar, Bölge Polis Polikliniğinde sözleşmeli olarak
çalışan bir psikiyatri uzmanı ve Ege Üniversitesi'nde öğretim üyesi olarak çalışan bir sosyolog
tarafından oluşan bir eğitici ekip kurulmuştur. Bu
ekip Başhekimlik doktorlarına ideal hekim - hasta
ilişkisi hakkındaki teorik bilgileri, 1993 yılının Aralık ayının ikinci haftasında vermiştir. Hafta içinde
mesai saatlerinden sonra (saat 17:00 ila 19:00
arasında), üç gün boyunca, ikişer saatlik üç ayrı
seansta ilgili eğitim verilmiştir. Ayrıca haftasonu
tatiline denk gelen bir Cumartesi günü, Başhekimlik personeli (doktorlar, hemşireler, memur ve
hizmetli) İzmir'deki Polisevi toplantı salonunda
konuyla ilgili toplantıya çağrılmışlardır.
Bu toplantıda hekim dışı personele, uygulanacak olan ideal hekim - hasta ilişkisi konusunda
bazı bilgiler, Başhekimimiz ve Yazar tarafından
aktarılmıştır. İdeal hekim - hasta ilişkisinin oluşturulması sürecinde sağlık kurumunda çalışan hekim dışı tüm çalışanların da önemli rolleri olduğu
gerçeği bir kez daha ortaya konmuş ve ilgili kişiler
olumlu yönde motive edilmişlerdir.
Hekimlerin konuyla ilgili eğitim süreçlerinde,
eğitici ekip kendi uzmanlık alanları çerçevesinde
gerekli teorik bilgileri aktarmışlardır. Eğitim sırasında sözlü aktarımlar yapılırken konuyla ilgili saydamlardan ve slaytlardan yararlanılmıştır. Yapılan
sözlü sunumların birer örneği yazılı olarak da katılımcılara verilmiştir. Hemşire arkadaşların yardımıyla role playing tarzında hekim - hasta ilişkileri
hakkında olumlu ve olumsuz senaryoları içeren
beşer dakikalık canlandırmalar gerçekleştirilmiştir.
Her eğitim seansının sonunda yarım saatlik soru ve
tartışma bölümü ayrılmıştır.
Cumartesi günü tüm personelin mevcut olduğu toplantıda, ideal hekim - hasta ilişkisi modeli
konusunda yapılan eğitimin genel değerlendirmesi
sözlü olarak yapılmıştır. Söz konusu eğitim katılımcılar tarafından çok ilginç ve başarılı bulunmuştur. Yapılan bu çalışma sırasında, eğitim alan
Başhekimimiz 30 yıllık, diğer hekim arkadaşımızdan biri 15 ve diğeri ise 17 yıllık hekimlerdir. Hem
eğitici hem de eğitim alan konumunda olan yazar
ise 5 yıllık hekimdir. Verilen bu eğitim gerek içeriği gerekse kullanılan yeni eğitim teknikleri sebebiyle tüm katılımcıların azami düzeyde ilgisini
çekmiştir. Bu eğitim süreci sonunda, İzmir Emniyet
Müdürlüğü Başhekimliği'nde uygulanmaya başlanan "İdeal Hekim - Hasta İlişkisi" Modeli tüm Başhekimlik personeli tarafından benimsenmiş ve
1994 ila 1995 yıllarında hiçbir taviz verilmeden
uygulanmıştır.
Bu araştırmada oluşan verilerin istatistiksel analizleri sırasında ise " Bağımsız Gruplarda İki Yüzde Arasındaki Farkın Önemlilik Testi ( T testi ) "
uygulanmıştır (8 )
Bulgular
İzmir Emniyet Müdürlüğü Başhekimliği'ne
1993 yılında toplam 37169, 1994 yılında toplam
34904 ve 1995 yılında ise toplam 45205 hasta
başvurusu olmuştur. 1 993, 1 994 ve 1 995 yıllarında
yapılan tüm hasta başvuruları değerlendirildiğinde
değişik sonuçlar elde edilmiştir. Bu sonuçlara göre
her üç yılda da en çok hasta başvurusu Emniyet
Kadrosunda fiilen çalışanlar tarafından olmuştur.
Bunları çalışanların yakınları ve emniyet emeklileri
izlemiştir ( Tablo 1 ). Yapılan hasta başvurularının
çoğunluğu erkekler tarafından yapılmıştır ( Tablo
2). Yine her üç yılda yapılan tüm hasta başvuruları
değerlendirildiğinde, en çok 35 - 44 yaş grubunda,
en az ise 65 ve üstü yaş grubunda hasta başvuruları olduğu anlaşılmıştır ( Tablo 3 ).
Tablo 1. İzmir Emniyet Müdürlüğü Başhekimliği'ne 1993, 1994 ve 1 995 yıllarında
yapılan hasta başvurularının hastaların çalışma durumlarına göre dağılımı
1993 Yılı
Sayı
Fiilen çalışanlar
Yüzde (* )
1994 Yılı
Sayı
Yüzde ( * )
1995 Yılı
Sayı
Yüzde ( * )
22673
61
20942
60
28479
63
Emniyet emeklileri
5947
16
5236
15
6781
15
Çalışanların yakınları
8549
23
8726
25
9945
22
37169
100
34904
100
45205
100
Toplam hasta başvurusu
( * ) Yüzdeler kolonların yüzdelerini ifade etmektedirler.
Tablo 2. İzmir Emniyet Müdürlüğü Başhekimliği'ne 1993, 1994 ve 1995 yıllarında
yapılan hasta başvurularının hastaların cinsiyetlerine göre dağılımı
1993 Yılı
1994 Yılı
Sayı
1995 Yılı
Sayı
Yüzde ( * )
Yüzde ( *)
Sayı
Yüzde ( * )
Kadın
13381
36
13613
39
18534
41
Erkek
23788
64
21291
61
26671
59
Toplam hasta başvurusu
37169
100
34904
100
45205
100
( * ) Yüzdeler kolonların yüzdelerini ifade etmektedirler.
Tablo 3. İzmir Emniyet Müdürlüğü Başhekimliği'ne 1993, 1994 ve 1995 yıllarında
yapılan hasta başvurularının hastaların yaş gruplarına göre dağılımı
1993 Yılı
Sayı
1994 Yılı
Yüzde ( * )
Sayı
1995 Yılı
Yüzde ( * )
Sayı
Yüzde (*)
1 5 - 24 yaş arası
6691
18
5934
17
6781
1 5
2 5 - 3 4 yaş arası
7805
21
7679
22
9041
20
3 5 - 4 4 yaş arası
10036
27
8726
25
12205
27
45 - 54 yaş arası
5575
15
4887
14
7685
17
55 - 64 yaş arası
3717
10
4188
12
4973
11
65 yaş ve üstü
3345
9
3490
10
4520
10
34904
100
45205
100
Toplam hasta başvurusu
37169
100
( * ) Yüzdeler kolonların yüzdelerini ifade etmektedirler.
Not: Emniyet Başhekimliğine 1 5 yaşın altındaki hastaların başvurusu kabul edilmemektedir. Bu hastalara Bölge Polis
Polikliniği'ndeki Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanları hizmet vermektedir.
edilmiş, 1 2329 tanesi ise ( % 35,3 ) sevk edilmiştir (
Tablo 4). 1995 yılındaki toplam hasta başvurusu
45205 olmuş, bu başvurulardan 29032 tanesi ( %
64,2 ) kurumda tedavi edilmiş, 16173 tanesi ise ( %
35,8 ) ise sevk edilmiştir ( Tablo 5).
İzmir Emniyet Müdürlüğü Başhekimliği'ne,
1993 yılında 37169 hasta başvurusu olmuş, baş
vuruların 22013 tanesi ( % 59,2 ) bizzat kurumda
tedavi edilmiş, 1 5 1 5 6 tanesi ( % 40,8 ) ise ikinci
basamağa ( hastaneye ) sevk edilmiştir ( Tablo 4).
1994 yılında, 34904 hasta başvurusu olmuş, baş
vuruların 22575 tanesi ( % 64,7 ) kurumda tedavi
Tablo 4. İzmir Emniyet Müdürlüğü Başhekimliği'ne 1993 ve 1994 yıllarında yapılan hasta
başvurularının tedavi edilen ve sevk edilen hastalara göre dağılımı
1993 Yılı
Sayı
Yüzde ( * )
1994
Yılı
Sayı
Yüzde ( * )
Tedavi edilen hastalar
22013
59,2
22575
64,7
Sevk edilen hastalar
15156
40,8
12329
35,3
Toplam hasta başvurusu
37169
100,0
34904
100,0
( * ) Yüzdeler kolonların yüzdelerini ifade etmektedirler. ( t =
15,27 )
( p < 0,01 )
Tablo 5. İzmir Emniyet Müdürlüğü Başhekimliği'ne 1993 ve 1995 yıllarında yapılan hasta
başvurularının tedavi edilen ve sevkedilen hastalara göre dağılımı
1993 Yılı
Sayı
Yüzde (*)
1995
Yılı
Sayı
Yüzde ( * )
Tedavi edilen hastalar
22013
59,2
29032
64,2
Sevk edilen hastalar
15156
40,8
16173
35,8
Toplam hasta başvurusu
37169
100,0
45205
100,0
( * ) Yüzdeler kolonların yüzdelerini ifade etmektedirler. (
t = 15,15 )
( p < 0,01 )
1 994 yılında hasta sevk oranı 1 993 yılına göre
% 5,5 azalmıştır ( t = 1 5,27 ) ( p < 0,01 ). 1 995
yılında da sevk oranı yine 1993 yılına göre % 5,0
azalmıştır ( t = 1 5,1 5 ) ( p < 0,01 ). Her iki sevk
oranındaki azalma istatistiksel olarak anlamlıdır.
1995 yılında, 1994 yılına göre görülen sevk oranındaki % 0,5'lik artış istatistiksel olarak anlamlı
bulunmamıştır ( t = 1,48 )
( p > 0,05 ). Oysa,
1995 yılında 1994 yılına göre tedavisini Kurum
Hekimliği'nde yaptırmak isteyen ve sevk istemeyen
hastaların başvuru sayısında oldukça fazla bir artış
olmuştur. Bu sayı 1994 yılında 22575 iken, 1995
yılında ise 29032 olmuştur. Uygulanan ideal Hekim
- Hasta İlişkisi modelinin bu artışta rolü olduğu
ifade edilebilir ( Tablo 4) ( Tablo 5) ( Tablo 6).
Tablo 6. İzmir Emniyet Müdürlüğü Başhekimliği'ne 1994 ve 1995 yıllarında yapılan hasta
başvurularının tedavi edilen ve sevk edilen hastalara göre dağılımı
1994 Yılı
1995
Yılı
Sayı
Yüzde ( *)
Sayı
Yüzde ( * )
Tedavi edilen hastalar
22575
64,7
29032
64,2
Sevk edilen hastalar
12329
35,3
16173
35,8
Toplam hasta başvurusu
34904
100,0
45205
100,0
( * ) Yüzdeler kolonların yüzdelerini ifade etmektedirler. (
t=
1,48 )
( p > 0,05
Tartışma ve Sonuç
zmir Emniyet Müdürlüğü Başhekimliği isimli Kurum
Hekimliği'nde, İdeal hekim - hasta ilişkisinin
uygulanmadığı 1993 yılı ile uygulandığı 1994 ve
1995 yılları karşılaştırıldığında, 1994 yılında
1993'e göre; ve ayrıca, 1995 yılında 1993'e göre,
ikinci basamağa (hastaneye) olan hasta şevklerinin
oranlarında istatistiksel olarak anlamlı azalmalar
görülmüştür (Tablo 4) (Tablo 5). 1995 yılında ise,
1994 yılına göre, sevk oranında görülen çok az
artış, istatistiksel olarak anlamlı bulunmamıştır
(Tablo 6).
1993 yılında, ideal hekim - hasta ilişkisi modeli uygulanmadan önce, hekim başına günde ortalama 22 hastaya tanı ve tedavi hizmeti verilirken;
1994 yılında hekim - hasta İlişkisinin ideal şartlarda uygulandığı dönemde, hekim başına günde
ortalama yine 22 hastaya hizmet verilmiş olmasına
rağmen, hastaneye sevk oranında anlamlı bir azalma olmuştur. Yine aynı modelin uygulandığı 1995
yılında ise hekim başına günde ortalama 29 hastaya hizmet verilmiş olmasına rağmen, hastaneye
sevk oranında 1994 yılına göre anlamlı bir artış
olmamıştır. Hasta - hekim ilişkileri daha iyiye gittikçe ve ideal şartlara ulaştıkça, birinci basmak
sağlık kurumu gibi çalışmakta olan Emniyet Başhekimliği'nden, ikinci basamak sağlık kurumlarına
yapılan şevklerde anlamlı azalmalar saptanmıştır.
Böylece, hastalar daha süratle, zaman kaybı olmaksızın, daha az mali kaynak harcanarak ve daha
az iş gücü kaybıyla tedavi edilebilmiştir. Ayrıca,
ikinci basamak sağlık kuruluşlarının ( hastanelerin )
iş yüklerinin azalmasına yardımcı olunmuştur.
Hastalığın teşhis ve tedavisindeki başarıda, ideal şartlarda oluşturulan hekim - hasta ilişkilerinin çok önemli bir rolü olduğu Dünya'daki çeşitli
araştırmaların sonucunda anlaşılmıştır. Diabet,
hipertansiyon, kalp hastalıkları ve benzeri birçok
kronik hastalıklarla, psikosomatik ve psikiyatrik
hastalıkların tedavilerinde ideal bir hekim - hasta
ilişkisinin kurulmasının, sonraki tedavi sürecini
olumlu yönde etkilediği günümüzde bilimsel olarak
kanıtlanmıştır. İdeal şartlarda, hekim tıbbi bilgisini
kullanarak hastasına yardımcı olurken, hasta da
aktif olarak kendi tedavisine katılmalıdır. Hem hekimin hem de hastanın karşılıklı olarak birbirlerini
olumlu yönde etkilemeleri ve iletişim kurmaları çok
önemlidir. Fakat ideal bir hekim - hasta ilişkisinin
kurulması sürecinde karşılıklı saygıdan da ödün
verilmemelidir, ciddiyetten uzaklaşılmamalıdır ( 5, 6
). İşte bu şartlar çerçevesinde geliştirilen ideal hekim - hasta ilişkileri özellikle birinci basamaktan
ikinci basamağa olan sevklerde anlamlı azalmalar
sağlamaktadır. Bu durum hem ülkemiz hem de
diğer ülkelerde yapılan çeşitli çalışmalarda ortaya
konmuştur. Hastaların tedavilerinin birinci basamak sağlık kurumlarında gerçekleşmesi sürecinde,
sevk oranlarının da azalmasıyla, ikinci basamağı
oluşturan sağlık kurumlarının ( hastanelerin ) iş
yükü azalmakta, sağlık sektörü açısından verimlilik
artmakta, genelde sağlık hizmetlerinde belli oranda bir maliyet azalması sağlanmakta ve hastalar
açısından zaman kayıpları asgari düzeylere inmektedir (5,9,10).
Kaynaklar
Sağlığın çağdaş tarifine uygun olarak bireysel
bazdan başlayıp toplumsal düzeye ulaşan sağlık
hizmetlerinin, başarılı ve etkili bir şekilde verilmesi
gereklidir. Bu aşamada Birinci Basamak Sağlık Hizmetleri'nin sunumunda, Sağlık Evleri, Sağlık Ocakları ve benzerlerinin yanısıra, iyi çalışan Kurum
Hekimlikleri ile İşçi Sağlığı Merkezleri'ne de önemli
görevler düşmektedir. Kurum Hekimliği'nin, Birinci
Basamaktaki önemini inkar etmeden, bu hekimliklerin işlevlerini çağdaş düzeye getirmek gereklidir.
Bu aşamada, bu kurumlarda ideal hekim - hasta
ilişkisininin uygulanmasının bile tek başına bu
kurumların işlevlerini arttırdığı ve hastanelere sevk
olan hastaların sayısını azalttığı bu çalışmamızla
bir kez daha ortaya konmuştur.
1. Velicangil S. Koruyucu ve Sosyal Tıp. İstanbul: Filiz Kitabevi;
Kurum hekimliği bazında verilen sağlık hizmetlerinde, iyi bir hekim - hasta ilişkisinin kurulmasıyla, ikinci basamağı oluşturan sağlık kurumlarının ( hastanelerin ) yükünde anlamlı düzeyde bir
azalma söz konusu olacaktır. Bu durum da, halkımıza sağlık hizmetlerinin sunumu aşamasında çok
olumlu gelişmelere ve iyileşmelere sebep olacaktır.
8. Saunders BD, Trapp RG. Basic and Clinical Biostatistics.
1980: 1.
2. Fişek NH: Halk Sağlığı'na Giriş. Ankara: Hacettepe Üniversitesi
- Dünya Sağlık Örgütü Hizmet Araştırma ve Araştırıcı Yetiştirme Merkezi Yayını, No:2; 1983: 4-6.
3. İzmir Emniyet Müdürlüğü Başhekimliğinin 1993 - 1994 ve
1994 - 1995 yılları karşılaştırmalı çalışma ve genel değerlendirme raporları.
4. Weisbuch JB. Prison Health. İn: Last JM., Wallace RB (eds). Public
Health & Preventive Medicine. Connecticut, U.S.A.: Appleton
& Lange Publication; 1 992: 11 60.
5. Speedling EJ, Rose DN. Building an effective doctor - patient
relationship;
from
patient
satisfaction
to
patient
participation. Soc Sci Med, 1985; 21 ( 2 ): 11 5 - 20.
6. Toker SO. Hekimler ve hastalar arası iletişim - etkileşim. Sağlık
ve Sosyal Yardım Vakfı Dergisi, 1994; 4 ( 3 ): 8 - 9.
7. Tuckett D. An Introduction to Medicai Sociology. London:
Tavistock Publications; 1986: 190.
Connecticut, U.S.A.: Appleton & Lange Publication; 1990.
9. Güler Ç. Sağlıkta iletişim. Sağlık ve Sosyal Yardım Vakfı Dergisi
1992; 2: 21-4.
10. Kasapoğlu A. Hekim hasta ilişkisi ve uygulama davranışı.
Sağlık ve Sosyal Yardım Vakfı Dergisi 1991; 1: 23-6.
Akraba Evliliğinin Kültür Birikiminde Ve
Toplum Hayatındaki Bazı Görünümleri :
Dil, Din Ve Tıp
• Dr. Dursun AYAN (Uzman) • Rahime BEDER-ŞEN (Uzman) • Semra YURTKURAN (Uzman)
Gülsen ÜNAL (İstatistikçi)
Özet
Akraba evliliği olgusu tıp alanındaki çalışmalar
ile bir sorun olarak kendinî gösterse de, aslında
kökleri tarihîn erken dönemlerine gitmektedir. Dil,
din ve gündelik hayat pratiklerinin kültürel geri
planında akraba, akrabalık, kanbağı ve evlilik kavramları hem birlikte hem de ayrı ayrı olarak vardır.
Bu makalede akraba evliliği kavramı, bu olgunun
çağcıl önemi açısından, bazı görünümleri ile ele
alınmıştır. Ayrıca okuyucu ve araştırmacılar için
küçük bir kaynakça verilmiştir.
Summary
Some Appearances of Consanguineous
Marriage at Cultural Accumulation and Societal
Life: Language, Religion and Medicine.
Hovvever, consanguinity have shovvn itself as a
problem with in studies at medicine, as a matter in
fact, its roots have been going to early period of
history. Kin, kinship, consanguinity and family
concepts have been in cultural backgraund of
language, religion and everyday life practices as a
unity and also with combination of each others. İn
this article consangeneous marriage concept
studied with its some appareances because of its
importance in modern age. And a brief
bibliographical list is given for readers and
researchers.
Bu yazı Aile Araştırma Kurumu Başkanlığınca yapılan Akraba Evliliğinin Kültürel Nedenleri-Ankara Örneği adlı çalışmanın birinci
kısmına dayanmaktadır. Söz konusu çalışmanı danışmanlığını Prof. Dr. Ergül Tunçbilek yapmıştır. Konuyu tamamlayıcı olması bak ımından bkz. Ayan, D., R. Beder-Şen, G. Ünal, S. Yurtkuran"Ankara'da Akraba Evliliği", Aile ve Toplum, cilt. 1, sayı. 4, (s. 7-25).
Yazının bütünlüğü için yukarıda belirtilen çalışmadaki bazı bilgiler tekrarlanmıştır.
maktadır.2 Ancak hısım kavramına ayrıca deyinmek
gerekir.
Konu
Akraba evliliği, olgusu, tıp bilimlerindeki çalışmaların ilerlemesiyle birlikte, toplumun gündeminde daha çok ilgilenilen bir konudur. Akraba
evliliği, aslında, kökleri tarihte olan olgu olduğu
için kültürel hayattaki görünümleri dilde, edebiyatta, halk biliminde oldukça yaygındır. Beşerî
bilimlerin konuları, yapıları nedeniyle, diğer bilimlerin ve teknolojilerin konularıyla ortak alanlar
oluşturabilmekte, yeni disiplinler ortaya çıkmaktadır. Akraba evliliği bağlamında da durum böyle bir
görünüm sergilemekte, tıp sosyolojisi, tıp antropolojisi gibi alanlar şekillenmektedir. Tıp bilimleri,
akraba evliliğinin sakıncalarına deyinse de, Türkiye'de ve diğer bazı kültürlerde akraba evliliğinin
uzunca bir süre daha geçerli olacağını hesaba katmak gerekir.
Akraba evliliği doğrudan "akraba", "aile"
olguları ile ilgilidir, bu konulardaki tanımlar, yaklaşım biçimleri dil dünyası zenginliği ile bilimsel
akıl yürütmelere ve açıklamalara olanak vermektir.
Bu yazıda akraba evliliği ile ilgili belli başlı kavramlara, tıp sosyolojisi için çağrıştırdıklarına deyinilecek ve okuyucu için küçük bir kaynakça verilecektir.
Kavramlar
2.1- Akraba
Türk kültürüne akraba sözcüğü Arapça karîb
(tür. yakın) sözcüğünün çoğul şekli olan akribâ'dan
gelmektedir. Türkçe ses uyumundan dolayı akraba
şeklini almıştır. Arapça' da kurb sözü yakınlık
anlamına gelmektedir.1 Türk kültürü içinde kullanılarak bir kavram haline gelen akraba sözcüğü,
aynı zamanda antropoloji, sosyoloji, etnoloji gibi
disiplinlerin önem verdiği konu olmuştur. Akraba
kelimesi genel olarak, "kan ve evlilik yoluyla birbirine bağlı olan kimseler, hısım" olarak tanımlan-
Eyüboğlu, İsmet Zeki, Türk Dilinin Etimoloji Sözlüğü, (ikinci
baskı), Soysal yay., İstanbul, 1991.
Akrabadan başka Arapça'dan Türkçe'ye geçen
ve oldukça fazla kullanılan diğer bir kavram da
hısımdır. Hısımlık, yakınlık, evlilik bağı ile olan
yakınlık, soydaşlık, aralarında yakınlık bulunan
kimseler anlamındadır Anadolu'nun bazı bölgelerinde akraba ve hısım aynı anlamda kullanılsa bile
kan bağı olanlara akraba; aralarında kan bağı olmayanların evlilikleriyle oluşan, evlenen çocukların
yakınlarına hısım dendiği bilinmektedir.3 Bazı akraba evliliklerinden dolayı taraflar biri birilerine
"hem hısımız, hem akrabayız" demektedir. Bu ayrım evlilik öncesi ve sonrasında ailelerin birbirlerine göre konumlarına işaret eden ayırımdır.
Türkçe'nin erken dönemlerinde bu kavramı
yakın, yağu:k sözcükleri karşılamış görünmektedir.
Aynı zamanda yakın; akraba için, zaman için ve
yer için kullanılmaktadır. "Yekke yakın kelse /
biligke yakın / özke yakın" bunlara birkaç örnek
olarak verilmektedir.4 (Clauson, 1972). Yakınlık da
bu sözden türemiştir. Türkçede başka kavram ve
terimler de kullanılmıştır: bunlardan soy ve sop
sözcüklerini içeren bir kavram olarak oguş aile ve
akrabalığa işaret etmektedir. Türkçenin erken dönemlerini dikkate alan birinci el sözlüklerde
(Kaşgarlı Mahmud, Divan'ü Lügat'it Türk) ve Türkçe
etimoloji çalışanlarda (J. Nemeth, A.V. Gabain, A.
Caferoğlu, G. Clauson) oymak (Moğolca ayimak ve
urug da hatırlanabilir) kabile, boy, soy, akraba,
nesil, aile olarak karşılanmaktadır.5
2
TDK, Türkçe Sözlük, Türk Dil Kurumu yay., (dokuzuncu baskı),
Ankara
3
Türk Dil Kurumu'nun yayınladığı Derleme Sözlüğü ve Tarama
Sözlüğü bu kavramların farklı yörelerde kullanılmasını göstermektedir.
4
Clauson, Gerard, An Etymological Dictionary of Pre-Thirteenth
Century Turkish, Oxford, At Clarendon Press, Oxford, 1 972.
5 Donuk, Abdülkadir "Çeşitli Topluluklarda ve Eski Türklerde Aile",
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Dergisi, sayı:33,
Mart 1980-1981, (s.147-168) ayrıca, in Dikeçligil, B. - A.
Çiğdem, (ed), "Türk Ailesi", Aile Yazılan, cilt: I, Aile Araştırma
Kurumu yay., Ankara 1991, (s. 287 - 301).
Eröz, Mehmet, Türk Ailesi, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1977. ayrıca
in Dikeçligil, B. - A. Çiğdem, (ed) , "Türk Ailesi", Aile Yazıları,
cilt: I, Aile Araştırma Kurumu yay., Ankara 1991, (s. 225247).
Batı dillerinde akraba karşılığı kullanılan
kavramlardan birisi olan relative (İng)/ relatif (fr)
kavramı bu dillere Geç Dönem Latince'deki
relatus/relativus sözcüğünden geçmiş. Bir yere, bir
şeye dayanmak anlamındadır. Yakınlık, ilişki anlamında da kullanılan relation (İng) da örneğin Orta
dönem İngilizce ve Fransızca'ya Latince'den
relatio'dan gelmektedir.6
İngilizce'de kullanılan ve köken olarak Orta
Dönem İngilizce'ye (kin / kiu / kuu) ve AngloSaksonca'ya (cyuu / cyu / kin / kind) dayanan kin
sözcüğü de aile, akraba, halk, doğumla veya evlilikle birbirine bağlı olanlar anlamındadır.7 Yakın ve
akraba kavramları gündelik hayatta oldukça geniş
bir kullanım alanına sahiptir. Uzaktan akraba, yakın
akraba, akrabayı talukat, yakınım, soyum-sopum,
amcam-dayıcam gibi belirlemelerin hepsi geniş
anlamda sosyolojik ve antropolojik birliğe işaret
etmektedir. Akraba kavramının incelenmesi sosyal
bilimlerin tümü için önemli bir araştırma konusu
olmuş, bu kavramın farklı kültürlerde tarif edici ve
tasnif edici özelliklerinden hareket ile aile ve evlilik
olgularına/kurumlarına çeşitli yaklaşımlar sağlanmıştır.8
2.2- Akraba Evliliği
Akraba kavramının bu geniş kullanımı yanında
genetik biliminde (consanguineous marriage) ve
kültür bilimlerinde kullanılan akraba evliliği (kin
marriage (İng)/ Verwandtenheire (alm)/ kavramı da
vardır ki bu özel bir kullanımdır. Gündelik dilde
kullanılan "akrabadan evlenmek" durumu her koşulda kültür bilimleri ve genetik bilimleri açısından
"akraba evliliği" sayılmamaktadır. Bilimsel anlamda
ve bu çalışmada kullanılan anlamıyla akraba evliliği
/ consanguineous marriage (İng):" Çeşitli evlilik
bağlarıyla akraba olan kimselerin; özellikle yeğenlerin (kardeş çocuklarının) birbirleri arasındaki
6
evlilik..." 9( yakın akraba evliliği veya birinci dereceden akraba evliliği kastedilmektedir. Bu tanımına
kardeş torunlarının evlilikleri uzak akraba evliliği
veya ikinci derece akraba evliliği de eklenince tanım birinci ve ikinci dereceden akrabaların evliliklerini kapsamaktadır.
Akraba evliliği kavramının yukarıda belirtilen
sınıflamasından başka bir de paralel yeğen evliliği
(parallel-cousin marriage) ve çapraz yeğen evliliği
(cross-cousin marriage) sınıflaması vardır. Amca
kızı-Amca oğlu ve Teyze Oğlu-Teyze Kızı arasındaki evlilikler paralel, Dayı Oğlu-Hala Kızı ve Hala
Oğlu-Dayı Kızı arasındaki evlilikler çapraz yeğen
evlilikleridir.10
Akraba evliliği kavramının batı dillerindeki
bilimsel karşılığı olan consanguineous sözcüğü,
Latince kan anlamına gelen sanguis ve ortak anlamına gelen con sözcüklerinden yapılmıştır. Bu
kavramsal belirlemenin, örneğin İngilizce'deki akraba, halk birliği, aile anlamına gelen "kin" sözcüğü ile değil de doğrudan kana dayanan bir sözcükle karşılanması bu kültürlerde de akraba kavramının geniş anlamından kaynaklanmaktadır.
2.3-Aile
Akrabalık ile yakından ilgili iki kavram olarak
evlilik ve aile kavramlarına ve/ya olgularına bu
çalışmada fazlaca deyinilmeyecektir. Bazı kuramcılara göre evlilik ve aile kurumları, daha geniş olan
akrabalık sisteminin birer parçası ve görüntüsüdürler. Sistemin anahtarı, akrabalık sözcüklerinde
saklıdır. Akrabalık sözcüklerini bir yana bırakarak
evlilik ve aileyi incelemek, olanak dışı değilse de
zordur. Buna karşılık akrabalık sistemi, çözümlenince, evlilik ve aile sistemleri çok kolaylıkla açıklanabilmektedir.11
9
Sedat Veyis Örnek, Etnoloji Sözlüğü, Ankara Üniversitesi Dil ve
Tarih-Coğrafya Fakültesi yay., Ankara, 1971.
TO
Webster's
Webster's New Twentieth Century Dictionary,
Unabridged Second Edition.
7
Webster's
8
Ali Rıza Balaman, Akrabalık, Evlilik ve Türleri, Karınca Matbaacılık yay., İzmir 1982; Bozkurt Güvenç, İnsan ve Kültür,
Remzi Kitabevi, İstanbul, 1984.
11
(Winick, Winick, Charles, Dictionary of Anthropology, Green
Wood Press, Connecticut,1969; Örnek, yage; Ergül Tunçbilek,
"Türkiye'de Akraba Evlilikleri", Katkı, 6 / (2), 1985, (s. 129136); A. Hanaoğlu- E. Tunçbilek, "Akraba Evlilikleri, SosyoDemografik Özellikleri ve Çocuk Ölümlerine Etkileri", Çocuk
Sağlığı ve Hastalıkları Dergisi, 1997, (s.139-1 53).
Balaman, yage, Güvenç, yage; Sayın, Aile Sosyolojisi, Ege
Üniversitesi yayınları, İzmir, 1990.
Aile ile ilgili tanımlarda ön plâna çıkan belli
başlı unsurlar; cinsel ilişki; bu ilişkinin biyolojik,
sosyolojik, dinî, hukukî/kanunî /meşruiyeti; bu
ilişkiden doğan ve geçen kan bağı ile bağlı kuşaklar; bu kuşaklar ve aile üyeleri arasındaki toplumsal
ilişkilerde süreklilik ve bunun gereği olan toplumsallaşma ve meşrulaştırma süreçleri. Bunlara ek
olarak ailenin kurulmasına öncülük eden ve ailenin
sürekliliği sırasında etkili olan evlilik süreçleri de
aile kavramının tanımında dikkate alınmalıdır.
"Bu bağlamda aile tanımları yapılırken aileyi
oluşturan temel unsurlar dikkate alınmıştır. Aile,
kuşak ilişkilerine göre ana, baba ve çocuktan meydana gelen bir gruptur (Winch, 1965). Eşlerin cinsel
ilişkisine dayalı, çocuk sahibi olma ve bu çocukları
yetiştirme özellikleri gösteren bir gruptur (MaclverPage, 1965). Aile en az iki neslin bir arada bulunduğu, kan bağı ile karakterize edilen küçük bir
sosyal örgüttür (Sumner-Keller, 1966). Aile ana,
baba, çocuklar ve tarafların kan akrabalarından
(aile biçiminin gereğine göre) meydana gelmiş
ekonomik ve toplumsal bir birliktir".12
"Güvenç (1972) toplumun evrimini ailenin evrimine bağlayan evrim teorilerinin bugün geçerliliğini tümüyle yitirmiş olduğunu, akrabalık sistemlerinin modern toplumlar içerisindeki yeri ve önemi
üzerinde yapılmış sosyolojik araştırmaların, belki
de bu teorinin tersinin daha da doğru olabileceğini
gösterdiğini belirtir. Buradan giderek ailenin topluma değil, toplumun aileye ve akrabalık sistemlerine biçim verdiği söylenebilir. Yine aynı şekilde
toplum akraba evliliklerinin de yapılıp yapılmamasında etkilidir".13
12
Önal Sayın, Aile Sosyolojisi, Ege Üniversitesi yay., İzmir 1990;
ve Birsen Gökçe," Aile ve Aile Tipleri Üzerine Bir İnceleme",
Hacettepe Sosyal ve Beşerî Bilimler Dergisi, cilt:8, sayı:l-2,
(s.46-77), ayrıca aynı yazı için bkz. Aile Yazılan, I, Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu Yay., Ankara, 1991, (s.205223). İtalik olarak gösterilen kaynaklar yukarıda verilen eserlerde belirtilmiştir.
13 Rahime Beder-Şen, Evliliğin Kuruluşuna İlişkin Özelliklerin
Doğurganlık İle İlişkisi, Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri
Enstitüsü, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 1998,
3.Akraba Evliliği İle Kurulan Aile
Akraba evliliği yoluyla kurulan aile olgusunun
birincil belirleyicisi eşler ve onların ataları arasında
kan bağının olmasıdır (kardeş çocukları, kardeş
torunları). Sosyolojik ve antropolojik yönden "akrabadan evlenmek" gündelik dil kullanımında geniş
aile olgusunu ve geniş aile tipini hatırlatır durumda
olabilmektedir. Bir ölçüye kadar bazı yörelerde
devam eden, boy, sülale, aşiret ve kabileye bağlığı
da çağrıştırmaktadır. Akrabadan evlenenlerin kardeş çocuğu ve kardeş torunu olanları dışındaki
uzaktan akrabalar birinci ve ikinci dereceden "akraba evliliği" kapsamına girse de bunlar arasında
kanbağının olması önemlidir. Eski zamanlardan
beri oldukça işlevsel olan atalar ruhu, grup dayanışması, aileler birliği gibi dinî, tarihî, mitolojik ve
beşerî fenomenlerin kendini sürekli kıldığı önemli
kültür dinamikleri hem işlevselliklerinden hem de
psikolojik etkilerinden dolayı yaşayagelmektedir.
Akraba evliliğinin geleneksel, töresel ve örfî nitelikli kültürel boyutları da vardır. Ailelerin içlerine
yabancı sokmak istememeleri, akrabalık ruhunun,
dayanışmasının dışarıdan birinin etkisi ile bozulacağı inancı, üretim ve mülkiyet potansiyelinin akraba dışı insanlar tarafından parçalanmaması, geleneksel otoriteye uyum ve bu yolla maddî, manevî
birikimlerin varlığının ve geleceğinin güvence altına
alınması akraba evliliği olgusunun temel kurumlaşma dayanakları olarak dikkate alınabilir.
4. Beşeri Bilimlerinden Tıp Bilimlerine
Akraba Evliliği
Genetik, biyoloji, veterinerlik ve diğer tıp bilimlerinin kaydettiği gelişmeler sonucu, belirli bir
oranda hastalıklı çocukların doğumuna neden olmasıyla, akraba evliliği kültür bilimlerinde olduğu
kadar genetik ve tıp sosyolojisinin de konusu olmuştur.14 Ancak konunun bu şekilde gündeme
14
Akraba Evliliğinin Kültürel Nedenleri - Ankara Örneğinde, % 7
kadardır. Bkz. D. Ayan, Beder-Şen, G. Ünal, S. Yurtkuran,
yage. Ayrıca bkz. Attila Hancıoğlu, - Ergül Tunçbilek, "Akraba
gelmesi akraba evliliği ile hastalıklı çocuk doğumları arasında bazen de aşırıya giden bir ilişki olduğu kanısı uyandırmaktadır. Bir yanda, doğumdan
itibaren görülen tüm rahatsızlıkların, (oluşum/şekil
bozuklukları, genetik rahatsızlıklar gibi) nedeni,
böyle olmasa da bir slogan gibi kolayca, akraba
evliliğine bağlanabilirken diğer yanda bazı rahatsızlıklar doğrudan akraba evliliğinden kaynaklansa
da bu durum bazı ailelerce ve kesimlerce kabullenilmemektedir. Bu iki kanaatin yerli yersiz veya
eksik bilgi ve spekülasyonlardan dolayı yaygınlık
kazanması toplumun bu konuda sağlıklı bilgi sahibi
olmasını engellemektedir. Akraba evliliği konusunda halkın bilgilendirilmesi bir tür yetişkin
eğitimi olarak da düşünülmelidir.
Akraba evliliği ile ilgili çeşitli araştırmalarda,
ulaşılan ailelerden alınan bilgiler bir rahatsızlık
durumu ortaya koyuyorsa, konunun tıp sosyolojisinden uzak olmadığını düşünmek gerekmektedir.
Kültür bilimleri açısından yapılan çalışmalar hangi
düzeyde olur isi olsun, akraba evliliği olgusu, daha
çok rahatsızlıkları olan çocukların doğumu ile akraba evliliği arasında bir ilişki kurulması nedeniyle
tıbbî bakımdan halkın daha çok dikkatini çekmiştir.
Böylece hem bilginin kaynağı ve niteliği (epistemoloji) açısından hem de konuya yaklaşım (yöntem) açısından disiplinler arası yaklaşımın zorunluluğu su yüzüne çıkmıştır. Aile sosyolojisi ile tıp
sosyolojisinin ayrıştığı ama birbirinden de kopuk
olmadığı bir kavşağa gelinmektedir.
1 - Akraba evliliğini etkileyen nedenler ve bunun kurumlaşma süreçleri,
2- Akraba evliliğinin sonucu olarak muhte
melen ortaya çıkan rahatsızlıklar ve tıp
bilimlerinin tanı ve sağaltım (teşhis ve te
davi) süreçleri.
3- Disiplinler arası yaklaşım açısından ise tıb
bî bir olguya sosyolojik yaklaşım ve/ya
sosyolojik bir olgunun muhtemel tıbbî so
nuçları.
Evlilikleri, Sosyo-Demografik Özellikleri ve Çocuk Ölümleri
Üzerine Etkileri", Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Dergisi,
1998/41,(s. 139-153).
Son yıllarda tıp sosyolojisi alanındaki çalışmalar dikkati çekmekte yeni yeni konular gündeme
gelmektedir. Bazı çalışmalarda tıp sosyolojisi bir
organizasyon sosyolojisi gibi düşünülse de, tıpkültür bağlamı hak ettiği yeri almalıdır. Akraba
evliliği konusu da bu açıdan bakılması gereken
konulardan birisi olma durumundadır.
5.Ensest/Fücur
İnsanlık tarihi, aile içi evlenme geleneği olan
ensesti/fücürü önemli ölçüde geride bırakmıştır.
Ancak bu çağda bazı kabilelerde gelenek olarak
görülmektedir. Dünya genelinde de hemen hemen
hukuken yasaktır. Bir suç ve sapma davranışı olarak çağcıl (modern) toplumlarda örneklerine rastlansa da, konunun niteliği bakımından nesnel bilgiye ulaşılması güçtür.
Akraba evliliğinin tarihîne ilişkin birincil kaynaklar bu makalenin konusu olarak doğrudan incelenmemiş, Çok kısa olarak ikinci elden bazı incelemelere itibar edilmiştir. Kabile dışından, aile
dışından evlilik (exogami), aile tarihî açısından
önemli bir olgudur. Ancak, tarihîn bazı dönemlerinde kültürlerin akraba evliliğine imkan vermiş
olması mümkün görünmektedir. Buna ilişkin bilgiler çok net olmamakla beraber, bazı çalışmalarda,
akraba evliliğinin bugün için hemen hemen resmen
uygulanmayan şekli olan ensest/fücür örneklerine
deyinilmektedir. Özellikle, Eski Mısır'da Firavun
sülalelerinde görülen baba-kız, anne-oğul, kız
kardeş-erkek kardeş evlilikleri dikkat çekici örneklerdir, ıs Böyle bir ensest evliliğin nedeni olarak,
hanedana dışarıdan girecek kimselerin saltanatı
yıkmasını önlemek gösterilmektedir. Bugünkü Peru'nun eski sakinleri olan İnkaların da akraba evliliği yaptığına deyinilmektedir.16 Eski dönemlerdeki
bütün kültürleri kapsayacak genel bir yargıda
bulunmak mümkün değildir. Çünkü bugün için
birbiriyle çelişir görünen farklı bilgilere rastlanmaktadır.
15 Anthony Smith, İnsan, Yapısı ve Yaşamı, (çev. Erzen OnurNida
Tektaş), Remzi Kitabevi, (ikinci baskı), İstanbul, 1979. 16
yage.
"Akraba evlilikleri, tarihîn çok eski devirlerinden beri yapılagelmektedir ve bu tip evlilikler için
toplumların çok değişik değer yargıları vardır.
Etnografik araştırmalar hısımlıkla ilgili evlenme
engelleri konusunda ilginç verileri kapsamaktadır.
Totem sisteminde akrabalıkları pek uzak olsa bile
bir erkeğin annesinin totemine mensup kadınlarla
evlenmesi yasak olduğu halde, Meksika'nın Sierra
Madre bölgesinde baba kız evlenmeleri oldukça sık
ve büyük çoğunlukla ekonomik nedenlerle yapılmakta idi. Aynı kabileden bir kızla evlenmeyi büyük
bir dehşetle karşılayan Khondlar tehlikeyi önlemek
için kız çocuklarını öldürürlerdi. Veddahlar ise
erkeğin ablasıyla evlenmesini suç saydıkları halde,
kendisinden küçük kız kardeşi ile evlenmesini
hoşgörürlerdi. Güney Avustralya kabilelerinde bir
erkeğin annesi, kız kardeşi, birinci ve ikinci dereceden kuzenleri ile cinsel ilişkisi yasak olduğu halde, Java'daki Kalonglar arasında ana-oğul evlenmelerinin uğur getirdiğine inanılırdı. Bali'nin soylu
ailelerinde ise farklı cinsten ikiz kardeşlerin ana
rahminde birleştiği sanıldığından, evlenmeleri
mümkündü. Doğu Afrika'daki Teita ahalisi de kendi
anne ve kız kardeşleri ile tamamen ekonomik nedenlerle evleniyorlardı. Eski Mısır ve İnkalarda soyun asaletinin devamı için kardeş-kardeş evlilikleri
sık yapılırdı. Mısır'da bu o derece abartılmıştı ki
prenseslerin asil kanı tahtın varislerinden başkalarına geçirmeleri kesinlikle yasaktı. II.Ramses'in
kendi kızı ile evlendiğini gösteren kanıtlar vardır.
Tarihîn zekası ile tanıdığı Kleopatra da bir baba-kız
evlenmesinden doğmuştu." 17
Semavî dinlerin ortaya çıkması ve yaygınlaşmasıyla ensest/ fücur evlilik ayetler ile (Tevrat:
Leviler Suresi ve Ku'ran: Nisa Suresi) yasaklanmıştır. Ancak akraba evliliğine ilişkin bir yasak yoktur.
"Çeşitli dinlerde akraba evlilikleri ile ilgili kurallar
getirilmiştir. Çağcıl devletlerin medenî hukuklarını
geniş ölçüde etkilemiş bulunan iki büyük din Müslümanlık ve Hıristiyanlık, evlenme engelleri arasında yakın hısımlığa büyük önem verirler. Ortodoks
Kilisesi hukuku prensip olarak yedinci dereceye
kadar kan hısımları arasında evlenmeye izin ver7
Ergül Tunçbilek, "Türkiye'de Akraba Evlilikleri".
mez. Katoliklerde ikinci derece kuzen evlilikleri
özel bir izne bağlıdır." 18
6.Akraba Evliliğinin Tarihi Görünümlerinden
Bazı Örnekler
Bu yazının içeriği, semavî olmayan dinlere mensup
kültürlerin erken dönemlerinde akraba evliliğinin
olup olmadığına ilişkin bir yargıda bulunacak
verilere sahip değildir. Ancak Japon Medenî
Yasası'nın akraba evliliğini yasaklaması, daha önceleri bu tür evliliklerin olduğuna ve bazı sakıncalarının görüldüğüne işaret etmesi bakımından
anlamlıdır.
İbn Haldun'un toplumsal tarih niteliğindeki
Mukaddime adlı eserinde19 el-asabiye bağı20 önemle vurgulanmaktadır. Bu kavramın akraba evliliğini kapsaması normaldir. İbn Haldun kent hayatının (ümran) ilerleyen dönemlerinde "elasabiye"nin dayanışma ruhunun zayıfladığını ve
uygarlıkların çöktüğünü belirtmektedir. İslâm düşünürü olarak, onun kültür çevresi 14-15. yüzyıl
Endülüs ve Kuzey Afrikadır. Ancak belirlemeleri
bakımından dünya genelinde beşerî bilimler açısından kabul gören bir ünü vardır. Konu geçmiş ile
bugünü bağlayacak daha ayrıntılı çalışmalara
muhtaçtır. Güncel verilerde Arap kültüründe akraba
evliliğinin yüksek olduğu bilinmektedir. Bu konuyla
ilgili olarak Hz Muhammed'in amcasının oğlu
Hz.Ali ile kızı Hz. Fâtimâ'nın21 akraba evliliği yapmış olmalarının bir sünnet-i seniyye teşkil edip
etmediği de dikkate değer bir yön olarak akılda
tutulmalıdır.
Türk kültürünün İslâm öncesi döneminin akraba evliliği açısından farklı coğrafyalarda ve farklı
18
Tunçbilek, yage.
19 İbn Haldun'unun Mukaddime adlı eseri Cumhuriyet döneminde
Türkçeye Kadiri Ugan (Milli Eğitim Bakanlığı yayını), Turan
Dursun (Onur yayınevi) ve Süleyman Uludağ (Dergah yayınevi)
tarafından ayrı ayrı üç kez çevrildi ve yayınlandı. Mukaddime
ve İbn Haldun üzerine ayrıca pek çok çalışma da yayınlanmıştır.
20 Kavramın karşılı olarak çeşitli çeviriler şöyledir: kabile ruhu/
dayanışma ruhu/ group solidarity/ group feeling.
21 Kandemir, M. Yaşar,"Fatıma" maddesi, Türkiye Diyanet Vakfı
İslâm Ansiklopedisi, cilt: 12, (s.219-223).
kültür ortamları ile etkileşimde nasıl bir durum
gösterdiğinin ayrıntılı olarak tespit edilmesi başlı
başına bir konudur. Türk kültür tarihi ile ilgili çalışmalarda bir kabile ve boy anlayışının geçerli
olduğu bilinmektedir.22 Örneğin kavimden devlete
geçişte İbn Haldun'un ifadesiyle "el-asabiye" benzer
bir duygusunun önemini inkar etmek mümkün
değildir. Kut (kutsallık), küç (yönetim gücü) ve ülük
(toplumsal düzeyde üretim ve paylaşım süreçleri)
Türk tarihinin toplumsal yapı ve yönetim anlayışının belli başlı göstergeleri olarak belirtilmektedir.
Uruk /boy/ güçlü olmalıdır. Ancak akraba evliliğinin bugünkü anlamda geçerli olup olmadığının
ortaya konulması başlı başına bir çalışma olarak
düşünülmelidir. Mete Hanı'ın amcasının kızıyla
evlenmesi bir örnek olarak verilebilir.
İslâmiyet öncesi Türk tarihinin genel olarak
Arap kültür çevresinden farklılıklar gösterdiği bazı
kaynaklarda belirtilmektedir. Ancak İslâmiyet'in
kabulüyle bu iki kültür çevresi önemli düzeyde bir
etkileşime girmiş, hemen hemen Türk tarihinin
İslâmî dönemi inceleme ve araştırmalarda ön koşuna çıkmıştır. İslâmiyet'in kabulünden sonra da
geniş bir coğrafyada akraba evliliğinin incelenmesi
ilgilenilmeye değer bir konu olmalıdır. Türk Dünyası'nın yayıldığı geniş coğrafyadaki kültürel etkileşimlerin ve uzun yıllarını egemenliği altında geçirdiği yönetim, ideoloji ve dünya görüşünün akraba evliliği yapma anlayışını nasıl etkilediği konusu
da dikkate değerdir. Hem Türk coğrafyasında hem
İslâm coğrafyasında bugün kendinî gösteren akraba evliliği olgusunun değişik çalışmalar ile ayrıntılı
bir incelemeye tabi tutulması dünya genelinde bu
konunun anlaşılmasında önemli bir yer edecektir.
Güncel araştırma verileri, özellikle Anadolu'da, dikkate değer oranda akraba evliliğine işaret
etmektedir.23 İlk bakışta Doğu Anadolu ve Güney
22
Ziya Gökalp'in çalışmaları akla gelebilir. Bahaeddin Ögel'in Türk
Kültür Tarihine Giriş adlı dokuz ciltlik çalışması, Sencer
Divitçioğlu'nun antropolojik tarih yaklaşımı belirtilmelidir:
Divitçioğlu, Kök-Türkler, Ada yayıncılık, İstanbul ve S.
Divitçioğlu, Oğuzdan Selçuklu 'ya, Eren yayıncılık, İstanbul. Bu
konudaki geniş kaynakçaya burada girilmemiştir,
23
Hancıoğlu, Attila - Ergül Tunçbilek, "Akraba Evlilikleri, SosyoDemografik Özellikleri ve Çocuk Ölümleri Üzerine Etkileri",
Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Dergisi, 1998/41, (s,l 39-1 53).
Doğu Anadolu bölgelerindeki evlilik oranının yüksekliği, kentleşme, eğitim ve refah düzeyinin düşük
olması ile açıklanabilse de Anadolu'nun geneliyle
karşılaştırıldığında bu oran yüksekliğinin daha çok
kültürel nedenli olduğu izlenimi doğmaktadır Anadolu Türk kültürünün İslâm öncesi döneminin
akraba evliliği açısından farklı coğrafyalarda ve
farklı kültür ortamları ile etkileşimde nasıl bir durum gösterdiğinin ayrıntılı olarak tespit edilmesi
başlı başına bir konudur.
7.Günümüz Toplumlarında Akraba Evliliğine
İlişkin Notlar
Akraba evliliği ana ve baba yönünde iki ana
gelişme şekli göstermektedir. Ancak yaygın olarak
baba soyu gelişmesi (amca oğlu-amca kızı ve amca
oğlu-hala kızı) etkilidir. Kentleşmenin gittikçe artması ana yönünde gelişen akraba evliliği örneği
verebilmektedir.24
"Akraba evliliğinin en fazla rastlanan biçimi
olan amca kızı-amca oğlu evliliğine ilişkin olarak
araştırma sonuçlarına dayalı farklı görüşler bulunmaktadır. Barth (1954) amca kızı evliliğinin, soy
sop dayanışmasını (solidarity) sağlayıcı bir rol oynamakta olduğu görüşündedir. Rosenfeld (1958)
amca kızı evliliğinin mal-mülkün akrabalık grubu
içinde kalmasını sağladığını savunmaktadır.
Murphy ve Kasdan (1959)'a göre amca kızı evliliği
babasoyunun doğal bölünme sürecinin engellemektedir. Patai (1959)'ye göre amca kızı evliliği
babayani mirası kendi içinde muhafaza etmekte,savunma gücünü kuvvetlendirmekte,hane halkı
yapısının kararlılığını(stability) sağlamakta ve eşlerin statülerinin eşitliğini pekiştirmektedir. Yine
Cuisenier (1962) için amca kızı evliliği eş seçimindeki seçenekler dizisinde alternatiflerle simgelenen
yapının en önemli ifadesidir. Khuri (1970) amca
kızı evliliğinin uyumlu aile ilişkilerine katkıda bulunduğunu belirtmektedir. Hilal (1970)'e göre amca
kızı evliliği içinde kadın eş olarak güvence (namus
açısından) altındadır. Pastner'e (1979) göre de
24
Bu durum yukarıda belirtilen Ankara çalışmasında görülmektedir. Toplumsal değişme kuramları açısından dikkate değerdir.
Bkz. D.Ayan, R. Beder-Şen, C. Ünal, S. Yurtkuran, yage.
evlilik örüntüleri ile üretim tarzı ve siyasi yol arasındaki ilişki iki farklı evlilik stratejisini ortaya çıkarır. Bunlardan birincisi siyasi görevlerin ve toprak
sahipliğinin yararına olan evlilik yatırımı
babayanındaki akrabaların dağılımını engellemektedir. İkincisinde de akrabalık organizasyonunda
iki yandanlığı ve kardeş birliğinin önemini yansıtmaktadır.25
Batı toplumlarında akraba evliliğinin bisikletin
ve otomobilin icadıyla azaldığı belirtilirken, akraba
evliliğinin azalmasında en önemli etken kent nüfusunun ister istemez ortaya koyduğu tesadüfi
nüfus yapısıdır. Sanayi toplumunun ve buna bağlı
olarak kentleşmenin değişik bölgelerden insanları
bir araya getirmesi akraba evliliklerinin azalmasına
neden olarak gösterilmektedir. Örneğin ABD'nin
karışık ve hareket halindeki halkı onbinde sekiz
(0.008) kardeş çocuğu evliliği ile yeni akıma iyi bir
örnektir. Bu tür evliliklere Utah eyaletinde 1870'te
961, 1890'da %0.25, 1910'da %0.1 oranında rastlanmaktaydı. Günümüzde ise yok gibidir. Fransa'da
Loire-et-Cher'de bu oranlar 1918'de %6, 1932'de
963 ve 1952'de %1 idi. 26 Anthony Smith bazı ülkelerde kardeş çocuğu ile evlenme oranlarını şöyle
vermektedir:
İspanya
% 4.6
Japonya (Nagasaki)
% 5.0
Japonya (Tarımsal Bölge)
% 7.0
İsviçre (Alp Köyleri)
% 11.0
Hindistan (Bombay'da Parsi Etnik Grubunda)
96 12.0
Brezilya (Köyleri)
% 19.5
Fiji Adaları
% 29.7
Yukarıdaki tablodan anlaşıldığı kadarıyla, akraba evliliği oranları köylerden kente, doğudan
batıya geldikçe azalmaktadır.27
8. Türkiye’de
Belirlemeler
Akraba evliliklerinin oranı endüstrileşmiş Batı
toplumlarında çok düşük olmasına rağmen, Türkiye akraba evliliğinin yüksek olduğu ülkeler (bazı
Asya ülkeleri ve İslâm ülkeleri) arasındadır. Tercihli
amca kızı evliliği Orta-Doğu ülkeleri ile birlikte
Türkiye'de de görülmektedir. Türkiye'de akraba
evliliklerinde başı kardeş çocukları evliliği çekmektedir.28
Türkiye'de akraba evliliklerine ilişkin ülke çapındaki veriler, Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü tarafından 1968'den bu yana beş
yıllık aralarla düzenli olarak yapılan demografik
araştırmalardan elde edilmektedir. 1968 Türkiye'de
Aile Yapısı ve Nüfus Sorunları Araştırması sonuçlarına göre Türkiye'de evli çiftlerin yaklaşık olarak
üçte birinin (9629) birbirleriyle yakın akraba oldukları görülmektedir.
Atalay'ın (1981) çalışmasında geniş ailede
akraba evlilikleri oranı yadsınmayacak kadar yüksektir. Çekirdek ailelerde evli çiftlerin yüzde 17'si
birbirleriyle akraba iken, geniş ailede bu oran yüzde 83'e çıkmaktadır. Kocası amcasının oğlu olanların yüzde 79.6'sı, kocası dayısının, halasının, teyzesinin oğlu olanların yüzde 84.6'sı geniş ailede
yaşamaktadır. Çekirdek ailede yaşayanlardan ise,
kocası amcasının oğlu olanlar yüzde 20, halasının,
dayısının, teyzesinin oğlu olanlar ise yüzde 15
oranındadır. Birinci derecede yakın kan akrabaları
ile evlenme, geniş ailede yaşayanlarda en fazla
görülmesine karşın, uzak kan akrabaları ile evlenme de en fazla çekirdek ailede yaşayanlarda görülmektedir. Çekirdek ailelerde kocası ile çeşitli
derecelerde akraba olanların oranı, geniş aileye
oranla oldukça düşüktür. Geniş aile biçiminde akraba evliliği oldukça pekişmiştir. Geniş ailede akraba evliliklerinin yüksek olması, toprağın miras yolu
ile bölünmesini önlemek veya aynı nedenle birleştirilmesini sağlamak, ailedeki bütünlüğü korumak,
25 Serpil Altuntek, 1993). Altuntek, Serpil, Van Yöresinde Akraba
Evliliği, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1993.
26
Smith, yage.
27
Smith, yage.
Akraba Evliliği Hakkında Bazı
28
Beder-Şen, yage,
asillik ve rençberlik özelliklerini pekiştirmek gibi
nedenlere bağlanabilir.29
yöresel/kültürel geleneklerin önemli bir yer tuttuğuna işaret etmektedir. 33
Şaylı30 çeşitli gruplarda yaptığı araştırmalar
sonucunda akraba evliliği sıklığının %24-33 oranları arasında değiştiğini bulmuştur. Başaran'ın Diyarbakır'da yaptığı çalışmalarda, merkezde %34
oranında olan akraba evliliği sıklığı, köylerde %40'a
çıkmaktadır. Kalyoncu, Silivri'nin Fener köyünde
akraba evliliği sıklığını %1, Rize'nin Maden köyünde
%47 olarak bulmuştur. Ankara Zekai Tahir Burak
Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nde ard
arda doğan 10.000 yeni doğanda yapılan bir çalışmada da akraba evliliği sıklığı %2] olarak bulunmuştur.31
Geleneksel yapı ve toprağa bağımlılık, kan yakını evliliklerin sayısını arttırmıştır. Eğitim ve yaşam
düzeyi yükseldikçe akraba evliliklerinin sıklığında
da azalmalar gözlenmektedir. Sosyo-ekonomik
gelişme, şehirleşme, endüstrileşme ve eğitim düzeyinin yükselmesi ile ailenin kuruluşundaki birçok
gelenekler ortadan kalktıkça akraba evliliği sıklığında azalmalar görüleceği kuşkusuzdur.34
Periyodik olarak yapılan nüfus ve sağlık araştırmalarına göre oldukça hızlı ekonomik, sosyal ve
demografik değişmelerin yaşandığı Türkiye'de
akraba evliliğinin yaygınlığı devam etmektedir.
Akraba evliliği hem kadın hem de erkeğin eğitim
düzeylerinin yüksek olduğu, Türkiye'nin gelişmiş
yörelerinde yetişen ve bu yörelerde yaşayan ve kent
kökenli gruplar arasında düşük düzeylere inmekte,
ancak geri kalan nüfus gruplarında yaygın bir uygulama olarak varlığını sürdürmektedir. Türkiye'de
doğurgan yaştaki her dört kadından birinin eşiyle
akraba olması, bu kadınların önemli bir bölümünün
de başlık parası alınan, imam nikahı kıyılan, geniş
aile içinde yaşayan ve evliliği ailesi tarafından kararlaştırılan kadınlar olması, Türkiye'de yalnızca
akraba evliliği bakımından değil, evliliğin kuruluşuna ilişkin diğer özellikler bakımından da gelenekleri sürdüren ve belki de toplumsal modernleşme ile büyük oranda uyum sorunları yaşayan
büyük bir kitlenin varlığına işaret etmektedir.32
Gerek (anadil île yaklaşık olarak belirlenen)
etnik köken, gerekse bireylerin yetiştiği yörelere
göre akraba evliliği oranlarında önemli farklılıklar
bulunması, akraba evliliklerinin nedenleri arasında
9. Semavi Din Metinlerinde Evlenmeleri Uygun
Görülmeyenler
Yeryüzünde pek çok dinîn varlığından
sözetmek mümkündür. Dinler bazı özelliklerine
göre belirli öbeklere ayrılmaktadır. Önemli din
öbeklerinden birisi Semavî Dinler, İbrahimî Dinler,
Kitabî Dinler veya Tek Tanrılı Dinler olarak adlandıran ve Musevilik, Hıristiyanlık ve Müslümanlıktan
oluşan din öbeğidir. Semavî dinler dışındaki tüm
dinlerin evlilik ve akraba anlayışlarının bir dökümünü yapabilmek hemen hemen güçtür. Ancak,
uzun yıllardan beri akrabalık ve evlilik konusunda
çalışan araştırmacıların bir kısmı inceledikleri ilkel
toplumlar yoluyla bazı Doğacı (Naturist) ve Ruhçu
(Spritualist) din anlayışlarının telakkilerini yansıtmışlardır.
Budizm, Brahmancılık, Şintoizm, Hinduizm gibi
semavî olmayan daha gelişmiş dinlerin de toplumsal hayatı düzenleyen kurallarının olduğu kesindir. İngiltere'de yapılan akraba evliliği ile ilgili
bazı çalışmaların Hindistan örneklemi kullanması
bu bölgedeki dinlere mensup aileler arasında da
akraba evliliğinin görülmesinin bir işaretidir. Japonya'da medeni kanunun akraba evliliğini yasaklaması daha önce bu ülkede yaşayan dinlere mensup ailelerin akraba evliliği yaptığına işaret etmektedir.
29 Beder-Şen, yage.
30Şaylı, Bekir Sıtkı,"Anadolonun Genetik Yapısı Üzerine Çalışmalaninfertil Evliliklerde Belirlenebilen İnfertilite Sebepleri",
Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi, 8, (I), 1 / 3 ,
1 991, (s,75-91).
31 Tunçbiİek, yage.
32 Beder-Şen, yage.
33 Attila Hancıoğlu, - Ergül Tunçbiİek, "Akraba Evlilikleri, SosyoDemografik Özellikleri ve Çocuk Ölümleri Üzerine
Etkileri",
Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Dergisi, 1998/41, (s. 1 39-1 53).
34
Beder-Şen, yage.
Türkiye nüfusunun hemen hemen tamamı Semavî dinlerden İslâm dinîne mensuptur. Genel
nüfusa oranları az olsa da Müslümanlık dışında
kalan nüfusun Musevi ve Hıristiyan olan kesimi de
Semavî din anlayışındadır. Tarihîn eski zamanlarından beri kültürün oluşumunda etkili olan bu dinlerin akraba evliliğine ilişkin emirleri doğrudan akraba evliliği kavramından hareketle değildir. Bu dinlerin evlilikte birinci derecede üzerinde durdukları
konu kimler ile evlilik yapılmayacağını belirtmek
şeklindedir. Yani, bu dinler evlenilmesi günah olan
yakın akrabaları belirtmektedir. Yapılması yasaklanan ensest/fücür olacak ilişkinin sınırlarını belirtmektedir.
Uzun zamandan beri dünyanın değişik yörelerinde yapılan akrabalık ve evlilik araştırmaları da,
bir iki örnek dışında, çok genel olarak ve önemli
ölçüde ensestin/fücürün kabul görmediğini göstermektedir.35 Semavî dinlerin de evlilik yapmayı ve
cinsel ilişkide bulunmayı yasakladığı akrabalar,
tüm dünyada ensestin/fücürün kapsamını hemen
hemen belirlemiştir.
Kuran'ı Kerim'de36 "() Geçmişte olanlar hariç,
artık babalarınızın evlendiği kadınlarla evlenmeyin.
Çünkü bu edepsizliktir, (Allah'ın) hısm(ı)dır ve iğrenç bir yoldur. Size (şunlarla evlenmeniz) haram
kılındı: Analarınız, kızlarınız, kız kardeşleriniz,
halalarınız, teyzeleriniz, kardeş kızları, kız kardeş
kızları, sizi emziren analarınız, süt bacılarınız,
karılarınızın anaları, birleştiğiniz karılarınızdan
olup evlerinizde bulunan üvey kızlarınız- eğer
onlarla henüz birleşmemişseniz, (kızlarını almaktan
ötürü) üzerinize günah yoktur- kendi sulbünüzden
gelen oğullarınızın karıları ve iki kız kardeşi bir
arada almanız. Ancak geçmişte olanlar hariç. Şüphesiz Allah, çok bağışlayan, çok esirgeyendir."
Bu ayetten anlaşılan şu ki kardeş çocuklarının
ve kardeş torunlarının evliliği olarak kavramlaştırılan birinci dereceden ve ikinci dereceden akraba
evliliği İslâm dinînce yasaklanmamıştır. Hatta, Hz.
Muhammed'in kızı olan
Hz.
Fatimâ Hz.
35 Güvenç Bozkurt, İnsan ve Kültür.
36
Kuran-/ Kerim, Maide Suresi: 22 ve 23. Ayetler. Bkz. Kur'anKerim, Kur'an-ı Kerim ve Yüce Meali, (Prof. Dr. Süleyman Ateş), Yeni Ufuklar Neşriyat, İstanbul.
Muhammed'in amcasının oğlu olan dördüncü halife
Hz. Ali ile evlenmiştir. Hz. Muhammed'in sünnetlerini uygulamada ve Ehl-i Beyt'e saygı göstermede
çaba sarf eden İslâm Dünyası'nın akraba evliliği
konusunda böyle bir bilinçle hareket ettiği düşünülebilir.
Akraba Evliliğinin Kültürel Nedenleri-Ankara
Örneği çalışmasında anket uygulanan kişilerin bir
kısmı akraba evliliği ile din arasında bir bağıntı
kursa da tamamen dinî bir nedenle akraba evliliği
yapılmadığı dikkat çekmektedir. Belki ileride yapılacak bir çalışmada böyle bir hipotezden hareket
edilebilir. Bu çalışmada akraba evliliğine İslâm dinînin bakışı konusunda araştırma kapsamındaki
kadınların ve erkeklerin yarıdan fazlasının (%5 5 ve
%60) görüşü akraba evliliğinin din tarafından desteklendiği yönündedir.
İslâmiyet öncesi Semavî dinlerden olan Musevilik/Yahudilik'te de bu dine inananların evlilik
konusunda kendilerine yasaklanan kimseler vardır. 37 Bu kimseler hemen hemen Kuran-ı
Kerim'deki evlenilmesi yasak kimseler listesiyle, süt
anne ve süt kardeşler ayrı tutulur ise aynıdır.
Kitab-ı Mukaddes'in Eski Ahit (Tevrat) kısmı
Levililer Suresinde şu ayetler yer almaktadır: " 6Sizden hiç biri kendi yakın akrabasından birine
onun çıplaklığını açmak için yaklaşmayacaktır; Ben
Rab'ım 7-Kendi babanın çıplaklığını, ve ananın
çıplaklığını açmayacaksın, senin anandır; onun
çıplaklığını açmayacaksın. 8-Babanın karısının
çıplaklığını açmayacaksın; o senin babanın çıplaklığıdır. 9-Kendi kız kardeşinin, babanın kızının,
yahut ananın kızının çıplaklığını, evde doğmuş
olsun yahut dışarıda doğmuş olsun, onların çıplaklığını açmayacaksın. 10-Senin oğlunun kızının,
yahut kendi kızının kızının çıplaklığını, onların
çıplaklığını açmayacaksın; çünkü onların çıplaklığı
seninkidir. 11- Babanın karısının kızının çıplaklığını, babandan olan senin kız kardeşindir, onun çıplaklığını açmayacaksın. 12-Babanın kız kardeşinin
çıplaklığını açmayacaksın; o senin babanın yakın
akrabasıdır. 13-Ananın kız kardeşinin çıplaklığını
açmayacaksın; çünkü senin ananın yakın akrabası37
Hristiyanlık için de Tevrat'taki bu kural geçerlidir.
dır. 14-Babanın kardeşinin çıplaklığını açmayacaksın, onun karısına yaklaşmayacaksın, senin yengendir. 15-Kendi gelininin çıplaklığını açmayacaksın; oğlunun karışıdır; onun çıplaklığını açmayacaksın. 16-Kardeşinin karısının çıplaklığını açmayacaksın; o kardeşinin çıplaklığıdır. 17-Bir kadınla
onun kızının çıplaklığını açmayacaksın: onun oğlunun kızını yahut kızının kızını, onun çıplaklığını
açmak için almayacaksın; onlar yakın akrabadır;
alçaklıktır. 18-Bir kadını kendi kardeşi üzerine, onu
kıskandırmak, o hayatta iken kendi yanında çıplaklığını açmak için almayacaksın."38
Museviler arasında da akraba evliliği yapıldığının en önemli ve eski iki kanıtı, gene Tevrat'ta belirtilen, Hz. İsak'ın, amcasının kızı ile39 ve onun
oğlu olan Hz. Yakub'un ise dayısının kızları ile evlenmeleridir.40 Akraba evliliğinin Yahudiler arasında
yaygın olarak yapıldığına ilişkin bir bilgiye ulaşılmamıştır. Ancak İsrail'deki Müslüman ve Hıristiyan Arap nüfusun akraba evliliği yapma eğilimi
çeşitli nedenlerden dolayı oldukça yüksektir.
10.Sonuç ve Değerlendirme
Din, mitoloji ve tarih konularında yazılan eserlerden akraba evliliği olgusunun tarihin erken
dönemlerinden beri görüldüğü anlaşılmaktadır.
Akraba evliliğinin sosyolojik/antropolojik nedenleri
vardır. Ensest/fücür de ilginç bir akraba evliliği
türü olarak tarihin farklı dönemlerinde ve çeşitli
toplumlarda izlenmiştir. Zamanımızda hemen
hemen dünya genelinde yasaklanmış olan
ensest/fücür olgusunun ortadan kalkmasında semavî dinlerin birinci derecede etkisi olmuştur. Türk
kültürünün uzunu bir tarih dönemden beri içinde
olduğu Müslümanlıkta ve diğer semavî dinlerde
akraba evliliği yasaklanmamıştır. Toplumsal değişme süreçlerinde özellikle kentlerin ortaya çıkması ve ulaşım araçlarının insan hayatına girmesi
38 Kitab-ı Mukaddes, Levililer: 18/6-18. Bkz. Kitab-ı Mukaddes,
Eski ve Yeni Ahit, (Tevrat ve İncil) Kitab-ı Mukaddes Şirketi
yay., 1991, İstanbul.
39 Kitab-ı Mukaddes, Tekvin; 24/ 47-49.
40 Kitab-ı Mukaddes, Tekvin: 29/1 3-20.
ile akraba evliliklerinde bir azalma olmuştur. Bu
gün akraba evliliğinin gündemde olmasındaki önemli neden, bu tür evliliklerde doğan çocukların
bazı genetik rahatsızlıkları taşımalarıyla ortaya
çıkan tıbbî bir durumdur.
Bir yanda kültür konuları üzerine yapılan çalışmalar devam ederken diğer yanda biyoloji, fizyoloji, kimya, genetik gibi temel tıp bilimlerinde
kaydedilen gelişmeler kalıtsal olarak kan bağı akrabalıklarının evlilikler yoluyla sürmesinin sonuçlarına disiplinler arası yaklaşımı getirmiştir. Arkasında yüzlerce yıllık kültür birikimlerinin olduğu akraba evliliği, böylelikle, tıp sosyolojisi konusu olarak
da ele alınabilecektir.
11.Kaynakça
Akraba evliliği konusunun hem beşerî bilimlerde hem de tıp bilimlerinde ele alınıp incelenmesi
bir ölçüye kadar sosyoloji /antropoloji ile tıp sosyolojisinin, halk sağlığının konularını biri birine
yaklaştırmaktadır. Bu aslında beşerî gerçekliğin
farklı yönlerine bakan bilim dallarının zorunlu bir
buluşmasıdır. Yazının bu kısmındaki kaynakça hem
metnin hazırlanmasında baş vurulan kaynakları
içermekte hem de ulaşılabildiğince farklı disiplinlerde yapılan çalışmaları göstermektedir. Bu kısım
tamamlanmış bir akraba evliliği kaynakçaısı olarak
düşünülmemelidir. Belki ileride yapılacak bir kaynakça çalışması için ilk okumalar olarak düşünülmesi daha iyidir. İnternet olanaklarının arttığı dönemin başında olunmasına rağmen bazı kaynaklara
bu yolla ulaşılabileceği düşüncesiyle kaynakçanın
internet dökümü burada verilmemiştir.
*Abu-Zahra, N., "Family and Kinship in a Tunisian Peasant
Community" in J.G. Peristiany, (ed), Mediterranean Family
Structures, Cambridge University Press, 1976, (s. 157-171).
*Altuntek, Serpil, Van Yöresinde Akraba Evliliği, Kültür Bakanlığı
Yayınları, Ankara 1993.
*Altuntek, Serpil,"Van -Saray İlçesinde Evlilik Geleneği, Normlar,
Yaptırımlar", Anadolu Folkloru, 2 (14), 4/6, 1992, (s.565567).
*Arsan, Cevdet, "Zorla Evlendirme ve Nevroz," Sağlık Hastanesi
Dergisi, 2,(4/5),7/10, 1989.
*Balaman, Ali Rıza, Akrabalık, Evlilik ve Türleri, Karınca Matbacılık
yay., İzmir 1982.
*Başaran,N., "Anadolu'nun Genetik Yapısı Üzerine Çalışmalar III,
Diyarbakır ve Çevresinde Yaşayan İnsanlar Arasındaki Kan
Yakını Evlenmeler ve Bunların Mediko-sosyal Yönü", A. Ü.
Diyarbakır Tıp Fakültesi Dergisi, 1973 / 2.
*Bayık, Ayla,"Bornova Eğitim ve Araştırma Bölgesi Naldöken Sağlık
Ocağı Bölgesinde Akraba Evliliklerinin Yaygınlığı", Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksek Okulu Dergisi, cilt: 9, sayı: 2,
1993.
*Beder-Şen, Rahime, Evliliğin Kuruluşuna İlişkin Özelliklerin
Doğurganlık İle ilişkisi, Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü, (yayınlanmamış yüksek lisans tezi), Ankara,
1998.
*Bittles, A.H., "Consanguinity: A Mojor Variable in Studies on
North African Reproductive Behavior, Morbidity and
Mortality", Proceedings of the Demographic and Health
Surveys World Conference, Washington D.C., IRD/Macro
International Inc., 1991, (s.321-341).
*Bittles,H.AIan, Emprical Estimates of the Global Prevalance of
Consanguineous Marriage" in Contemporary Society,
Stanford Univesity, 1998.
*Cebeci, Lütfullah, Kuran'ın Hükümlerindeki Hikmet: Yakın Akraba
Evliliği ve Genetik, İstişare yay., Kayseri, 1990.
*Clauson, Gerard, An Etymological Dictionary of Pre-Thirteenth
Century Turkish, Oxford, At Clarendon Press, Oxford,
1972.
*Divitçioğlu, Sencer, Kök-Türkler, Ada yayıncılık, İstanbul
*Divitçioğlu, Sencer, Oğuzdan Selçuklu'ya. Eren yayıncılık, İstanbul, 2001.
*Cresswell, Robert, "Lineage Endogamy Among Maronite
Moutaineers," in J.G. Peristiany, (ed), Mediterranean Family
Structure, Cambridge University, Press, 1976, (s.101-114).
*Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi, "Kan Yakını Evliliklerinin
Diyarbakır Toplumundaki Sıklığı ve Bazı Etkileri Üzerine Araştırmalar", Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi, 12,
(3/4), 1985, s. 149-160.
*Donuk, Abdülkadir, "Çeşitli Topluluklarda ve Eski Türklerde Aile",
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Dergisi, sayı:33, Mart 1980-1981, (s.147-168) ayrıca, in Dikeçligil, B.
- A. Çiğdem, (ed), "Türk Ailesi", Aile Yazıları, cilt: I, Aile Araştırma Kurumu yay., Ankara 1 991, (s. 287 - 301).
*Düzcan, Füsun, Sivas Populasyonunda Akraba Evliliği Sıklığı ve
Aileler Üzerindeki Tıbbi Etkileri, Cumhuriyet Üniversitesi
Sağlık Bilimleri Enstitüsü, (doktora tezi), Sivas, 1994.
*Eliböyük, Zehra, Hacettepe Üniversitesi Çocuk Hastanesi Genetik
Ünitesine Başvuran Hastalarda Akraba Evliliği ve Tıbbi Sonuçların İncelenmesi, Ankara, 1989.
*Erdal, Rengin-Osman Saka, "Fertility Survey in Semi -Urban" Açta
ReproductivaTurcica, 7, (3/4), 1/4, 1986, ( s.53-65).
*Erder, Türköz, (ed), Türkiye'de Ailenin Değişimi, Toplumbilimsel
İncelemeler, Türk Sosyal Bilimler Derneği yay, Ankara 1 984.
*Erkul, Ali, "Sivas Merkez Köylerinde Aile Yapısı", Cumhuriyet
Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Sosyal Bilimler Dergisi,
(17) 1994/12, s. 17-49.
*Eröz, Mehmet,Türk Ailesi , Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1977.
ayrıca in Dikeçligil, B. - A. Çiğdem, (ed) , "Türk Ailesi", Aile Yazıları, cilt: I, Aile Araştırma Kurumu yay., Ankara
1991, (s. 225-247).
*Eyüboğlu, İsmet Zeki, Türk Dilinin Etimoloji Sözlüğü, (ikinci
baskı), Soysal yay.,İstanbul, 1 991.
*Genç, Reşat, "Onbirinci Yüzyılda Türklerde Evlenme", Türk Yurdu,
10 /40, 1990/12, (s.12-93).
*Gökçe, Birsen," Aile ve Aile Tipleri Üzerine Bir İnceleme", Hacettepe Sosyal ve Beşerî Bilimler Dergisi, cilt:8, sayı: 1 -2, (s.4677), ayrıca aynı yazı için bkz. Aile Yazıları, I, Başbakanlık
Aile Araştırma Kurumu Yay., Ankara, 1 991, (s.205-223).
*Gönüllü, Müzeyyen, "Akraba Evliliği ve Sakıncaları", Cumhuriyet
Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi,
(17), 1994 / 12, (s.89-103).
*Görgünay, Neriman, "Savak Aşiretlerinde Evlenme Âdeti", Türk
Kültürü, 24, (276), 1 988/4, (s.l 8-27).
*Göyüç, Nejat. "XI Yüzyılda Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da
Yönetim ve Nüfus," Türk Kültürü, 32 (370), 1994/2, ( s.7786).
*Güvenç Bozkurt, İnsan ve Kültür, (geliştirilmiş dördüncü basım)
Remzi Kitabevi, İstanbul, 1984.
*Hacettepe University, Institute of Population Studies, 1988
Turkish Population and Health Survey, Hacettepe Ünv. Yay.,
Ankara, 1989.
*Hacettepe University, Institute of Population Studies, 1983
Turkish Population and Health Survey, Hacettepe Üniversitesi yay., Ankara, 1 987.
*Hancıoğlu, Attila - Ergül Tunçbilek, "Akraba Evlilikleri, SosyoDemografik Özellikleri ve Çocuk Ölümleri Üzerine Etkileri",
Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Dergisi, 1998/41, (s.l39153).
*lşıl, Bulut, "Adolesan Evlilikleri," Hacettepe Üniversitesi Sosyal
Hizmetler Yüksek Okulu Dergisi, 3/(1-2), 1/5, 1985, (s. 5365).
*İlbars, Zafer, "Köy Kültürünün Özellikleri ve Sorunları", Gazi
Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, (6), 1990/1, (s.225231).
*İzgi, Özkan, İslamiyet'ten önceki Türklerde Kadın, Türk Kültür
araştırmaları Enstitüsü yay., Ankara 1975.
Journal of Biosocial Science» United Kingdom.
*Kalyoncu, C,Akraba Evlilikleri ve Doğuştan Kusurlar, (uzmanlık
tezi), Edirne Tıp Fakültesi Toplum Hekimliği Kürsüsü, Edirne 1976.
*Kandemir, M. Yaşar,"Fatıma" maddesi, Türkiye Diyanet Vakfı
İslâm Ansiklopedisi, cilt: 12, (s.219-223).
*Khuri, F., "Parallel Cousin Marriage Reconsidered", Man, vol.5,
no: 4.
*Kitab-ı Mukaddes, Kitab-ı Mukaddes: Eski ve Yeni Ahit, (Tevrat
ve İncil) Kitab-ı Mukaddes Şirketi yay., 1991, İstanbul.
Family Structures, Cambridge Universİty Press, 1976, (s.
115-136).
*Rosenfeld, Henry, "From Peasant to Wage Labor and Residual
Peasantry: The Transformation of An Arab Village" in
Robert A. Manners, (ed), Process and Pattern, Aidine
Publication Com., Chicago, 1964.
*Rosenfeld, Henry, "The Contradictions Between Property, Kinship
and Power as Reflected in the Marriage System of an Arab
Village" in J.G, Peristiany, (ed), Contributions to
Mediterranean Sociology, Mounton, 1968, Paris.
*Rosenfe!d, Henry, " An Analaysis of Marriage and Mariage
Statistics for a Moslem and Arab Village", International
Archives of Ethnography, vol. 68, 1 957, (s. 32-62).
*Say, Burhan - E. Tunçbilek - S. Balcı - Z. Yalçın, Türk Halkında
Çeşitli Konjenital Malformasyonların Görülme Sıklığı, Hacettepe Üniversitesi yay., no: c.12, Ankara, 197.
*Sayın, Önal, Aile Sosyolojisi, Ege Üniversitesi yay., İzmir 1990.
*Kur'an- Kerim, Kur'an-ı Kerim ve Yüce Meali, (Prof. Dr. Süleyman
Ateş), Yeni Ufuklar Neşriyat, İstanbul.
*Seddon, David, "Aspects of Kinship and Family Structure Among
the Ulad Stut of Zaio Rural Commune, Nador Province,
Morocco", in Peristiany, J.G., (ed), Mediterranean Family
Structures, Cambridge Universİty Press, 1976, (s.1-26).
*Kuran, Ercüment, "Türk Ailesinin Tarihî Gelişimi", Türk Yurdu,
10/40, 1990/12, s. 54-55.
*Sevinç, Necdet, Eski Türklerde Kadın ve Aile, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı yay., İstanbul 1987 .
*Küçük, Abdurrahman,"Dinlerde Evlilik Anlayışına Genel Bir Bakış,"
Türk Yurdu, 10/40, 1990/12, (s. 57-61).
*Smith, Anthony.İnsan, Yapısı ve Yaşamı, (çev. Erzen Onur-Nida
Tektaş), Remzi Kitabevi, (ikinci baskı), İstanbul, 1979.
*Oto, Remzi, "Zihinsel Özürlü Çocukların Aileleri", Dicle Tıp Dergisi, 19 (1/2), 1992, (s.117-125).
*Süngü, Selma, Sivas Yöresinde Akraba Evliliği Yapan ve Yapmayan Çiftlerde Dermatoglifik Benzerlikler, Cumhuriyet Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, (yüksek lisans tezi), Sivas 1984.
*Oy, Aydın, "Atasözü" maddesi, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, cilt: 4, İstanbul, 1992, (s. 44-46).
*Ögel Bahaeddin, Türk Kültür Tarihine Giriş (dokuz cilt) farklı
tarihlerde baskıları yapılmıştır, Kültür Bakanlığı yay. Ankara.
*Örnek, Sedat Veyis, Etnoloji Sözlüğü, Ankara Üniversitesi Dil ve
Tarih-Coğrafya Fakültesi yay., Ankara, 1971.
*Özbay, Ferhunde, "Demografi ve Halk Sağlığı", Çalışma Ortamı,
(5), 11.1992, s. 49-51.
*Özder, Mustafa Adil, Halk Biliminde Düğün, Evlilik, Akrabalık
Terimleri Sözlüğü, Ziya Gökalp Derneği yay., Ankara, 1981.
*Peristiany, jean G."lnroduction", İn Peristiany, J.G, (ed),
Mediterranean Family Structures, Cambrİdge Universİty
Press, 1976,(s.l-26).
*Peristiany, jean G,, (ed), Contributîons to Mediterranean
Sociology, Mouton Paris, 1968.
*Peristiany, Jean G., (ed), Mediterranean Family Structures,
Gambridge Universİty Press, 1976.
*Peters, Emrys Lloyd" Aspects of a Affinity in a Lebanese Maronite
Village", in Peristiany, J.G., (ed), Mediterranean Family
Structures, Cambridge Universİty Press, 1976, (s.27-79).
*Rosenfe!d, Henry, " Social and Economic Factors İn Explanation
of the Increased Rate of Patrilinear Endogamy in the Arab
Village in Israel" in Peristiany, J.G., (ed), Mediterranean
*Şaylı, Bekir Sıtkı,"Anadolonun Genetik Yapısı Üzerine Çalışmalarinfertil Evliliklerde Belirlenebilen İnfertilite Sebepleri",
Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi, 8, (I),
1/3,1991,(5.75-91).
*Şerifoğlu, Yusuf, "Ailede Birlik," Güneyde Kültür, 5,(49),1993/3,
(s.28-29).
*Tan, M., "Toplumsal Tarihsel ve Hukuksal Yönleri ile Bir Evlenme
Engeli Olarak Hısımlık", Ankara İktisadi Ticari İlimler Akademisi Dergisi, s:7, 159, 1975.
*Tezcan, Mahmut.Türk Kültüründe Başlık Parası Geleneği, Kültür
Bakanlığı yay,, Ankara, 1998.
*Timur, Serim.Türkiye'de Aile Yapısı, Hacettepe Üniversitesi yay.,
D.15, Ankara,1972.
*Tunçbİlek, E.- M. Ulusoy, "Consanguinity in Turkey in 1988,
Nüfusbilim Dergisi, 1989, cilt:! 1, (s.35-46).
*Tunçbilek, Ergül.'Türkiye'de Akraba Evlilikleri", Katkı, 6 / (2),
1985, (s. 129-136),
*Tunçbilek,Ergül - E.Koç, "Consanguineous Marriage in Turkey
and its Impact on Fertility and Mortality", Ann. Humain
Genetics, 1994/58, (s.321-329).
*Türk Yurdu , Aile Özel Sayısı,10/40,1990/1 2.
*Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi, "Bursa'da Yerleşen
Göçmenler Arasında Akraba Evliliği Sıklığı" Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi, I9,(2),I992, (s.147-153).
*Ulusoy,Mahir - Ergül Tunçbilek, "Türkiye'de Akraba Evlilikleri ve
Çocuk Ölümlerine Etkileri", Nüfusbilim Dergisi, cilt:9,l987.
*Uzun, Mustafa, Elazığ ve Çevresi Geleneksel Kültüründe Evlenme,
Fırat Üniversitesi, (yüksek lisans tezi), 1992.
*Wilson, Chris- Tim Dyson, "Family Systems and Cultural Change:
Perspectives from Past and Presem", in Elza Berquo-Peter
Xenos,(ed), Family System and Cultural Change, Clarendon
Press, Oxford,1992, (s.31-45).
*Winick, Charles, Dictionary of Anthropology, Green Wood Press,
Connecticut,1969.
*Ünalan, Turgay, "İdeal Evlenme ve Doğum Yaşları", Nüfusbilim
Dergisi, 16/1994.
*Yıldız, Canan, Evlenme İle İlgili Adetlerimizin Halk Bilimi Açısından Tetkiki, Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü,
(yüksek lisans tezi) 1996.
*Webster's Webster's New Twentieth Century Dictionary,
Unabridged Second Edition.
*Yurtbaşı, Metin, A Dictionary of Turkish Proverbs, Turkish Daily
News yay..(üçüncü baskı),Ankara, 1993.
*Whitaker, lan, "Familial Roles in the Extended Patrilineal Kin
Group in Nortnern Albania", in J.G. Peristİany (ed),
Mediterranean Family Structures, Cambridge University
Press, 1976, (s.195-203).
*Yüksel, Şahika, "İnsestin Tanınması ve Değerlendirilmesi", Nöro
Psikiyatri Arşivi, 30, (2), 1993/4, (s.352-357).
Download