planlama ve tasarımda çağdaş yaklaşımlar

advertisement
+
konuk yazar:
Hülya Yüceer
-> Sayfa 4
PLANLAMA VE TASARIMDA ÇAĞDAŞ
YAKLAŞIMLAR:
SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK BAĞLAMINDA YAPILAŞMIŞ ÇEVRE
Naciye Doratlı- Ercan Hoşkara- Hıfsiye Pulhan
Hera-C
-> Sayfa 5
Geleneksel Mimarinin Eskimeyen
Değeri: “Kerpiç”
Kağan Günçe
-> Sayfa 6
Taksim’de Bahar
Şebnem Hoşkara
KENTİN TADI TUZU
konuk yazar:
İpek Akpınar
-> Sayfa 11
Yerellikle Bezenmiş Bir KuzeyAvrupa Başkenti: Helsinki
AL GÖZÜM SEYREYLE
Türkan Ulusu Uraz
konuk yazar:
Özlem Olgaç Türker
-> Sayfa 12
Türk Edebiyatında Roman ve Mekan
Beril Özmen Mayer
kapak resmi: Ceren Boğaç
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde biz, geleneksel planlama yöntemleri ile
kentlerin master planlarını henüz tam anlamıyla yapmayı başaramazken,
birçok ülkede geleneksel planlamanın ve ürünü olan master planların pratikte
beklenen ölçülerde başarılı olamaması ve bu başarısızlığın günümüz
koşullarında giderek daha da artması nedeni ile kentlerin gelişmesine
stratejik bir planlama anlayışıyla yaklaşılmasının giderek yaygınlaşmaya
başladığını görüyoruz...-> S 7-8-9-10
GÜNCEL HABERLER - YORUMSUZ FOTOĞRAFLAR
S 15 <-.......................................................................KARİKATÜRLER
Kutsal Öztürk
Begüm Mozaikçi
+
konuk yazar:
Kağan Güer
PROVO-K-İTAP
DOSYA: 03 PLANLAMA VE TASARIMDA ÇAĞDAŞ YAKLAŞIMLAR: SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK BAĞLAMINDA YAPILAŞMIŞ ÇEVRE
-> Sayfa 3
Naciye Doratlı
KONUT VE YAŞAM
konuk yazar:
Hülya Yüceer
Evden Evrene Habitat’a Methiye
GELENEKTEN EVRENSELE
Uğur Dağlı
Neyi Niye Koruyalım?
-> Sayfa 13
Farkına Varmak, Farkında Olmak
Ercan Hoşkara
SORULAR-CEVAPLAR
BİR MİMAR - BİR BİNA
Gençlere Yönelik, Gençliği
Simgeleyen Bir Bina
GEÇMİŞİN SESSİZ TANIKLARI
KENT
MİMARLIK
ve TASARIM
GAZETESİ
15 GÜNDE BİR YAYINLANIR
18 NiSAN 2010/ SAYI 5
CMYK
-> Sayfa 14
+
HAVADİS GAZETESİ EKİ / 18 NİSAN. SAYI 5. 2010.
02 EDİTÖR
Naciye Doratlı naciye.doratli@emu.edu.tr
Doğu Akdeniz Üniversitesi
SAYFA
“Uluslararası Kariyer İçin”
EDİTÖR’DEN...
Herkese Merhaba,
Bu sayımızda DAÜ Mimarlık
Fakültesi ailesinden daha çok
sayıda isim sizlerle birlikte
olacak. İki sayfamızın dışındaki
tüm sayfalarımızı konuklarımıza
bıraktık. Farklı yaklaşımlar
ve yorumların MekanPerest’i
zenginleştirdiğini düşünüyoruz.
Eminim ki sizler de keyifle
okuyacaksınız.
Bu sayımızda neler var?
Bir Mimar, bir Bina sayfasında değerli
arkadaşımız Uğur Dağlı, ilk kez bir konuk
yazarı, DAÜ Mimarlık Fakültesi Mimarlık
Bölümü’nden koruma uzmanı Hülya
Yüceer’i ağırlıyor. Konuk yazarımız,
DAÜ Mimarlık Fakültesi’nin yetiştirdiği,
mezuniyet sonrası İstanbul ve Antwerp
– Belçika’da meslek hayatını sürdürmüş
ve on iki yıl sonra Kuzey Kıbrıs’a
dönerek profesyonel yaşamına devam
etmekte olan Batuhan Bayramoğlu’nu
ve Gazimağusa’da önemli bir çekim
noktasına dönüştürülen Dr. Fazıl Küçük
Spor Kompleksi içindeki MAGEM binasını
anlatıyor.
Benim sayfam Geçmişin Sessiz
Tanıkları’nda da yine bir konuk yazarımız
var. Burada profesyonel olmamaktan, bir
sürü farklı iş yükünü aynı anda taşımaya
bağlı olarak Mekanperest yazı akışında
tam anlamı ile organize olamamaktan
kaynaklanan ilginç bir durum var. Hepimiz
sayfalarımıza konuk yazarlar davet ettik.
Ama bu konudaki bilgiyi paylaşmamış
olacağız ki bugünkü çakışma oldu. Evet,
bu sayfanın da konuk yazarı bir önceki
sayfada olduğu gibi yine Hülya Yüceer.
Arkadaşımız, kültür varlıklarının niye
önemli olduklarını ve niye korunması
gerektiğini dünyadan ve Türkiye’den
örnekler vererek akıcı bir dille anlatıyor.
Bildiğiniz gibi Konut ve Yaşam sayfamız
konut araştırma merkezimiz HERA-C’nin
sorumluluğunda. Bu sayımızda Merkez
Başkan Yardımcısı Beril Özmen Mayer
sizlerle birlikte. Arkadaşımız olağanüstü
uslubu ile kaleme aldığı, konuta, eve
dair, okuyanı sımsıkı saran ve evimize,
evrenimize karşı duyduğumuz sevgiyi bize
hatırlatan yazısı ile bizi gülümsetiyor.
ve taşıyıcı özelliğe de sahip olan kerpiç
duvardan söz ediyor. Doğa dostu bir
malzeme olan kerpicin sunduğu fırsatların
yanı sıra geleneksel mimarinin biçim ve
malzeme özelliklerine ve özelde kerpice
atfedilen olumsuz anlamlar ve buna bağlı
olarak da olumsuz savları irdeliyor.
gözüyle ve yorumuyla Helsinki’yi
görebilirsiniz.
Bu hafta Dosyamız var. Hıfsiye Pulhan,
Ercan Hoşkara ve benim birlikte
hazırladığımız 3. Dosya’mız Planlama
ve Tasarımda Çağdaş Yaklaşımlar:
Sürdürülebilirlik Bağlamında
Yapılaşmış Çevre üzerine. 2. Dosya’yı
bitirirken planlama ve tasarımda çağdaş
yaklaşımların temelini oluşturduğunu
vurguladığımız Stratejik planlama
anlayışını bu Dosya’mızda irdeliyoruz.
Stratejik planlama yaklaşımlarının
neredeyse geleneksel planlama
yaklaşımlarının önüne geçmesine yol
açmış olan sürdürülebilirlik, sürdürülebilir
kalkınma, sürdürülebilir gelişme
kavramlarını ve tasarımda çağdaş
yaklaşımları mercek altına aldık.
ProVo-K-itaP sayfamızın sorumlusu
arkadaşımız Beril Özmen Mayer de diğer
sayfalarımızda olduğu gibi bir konuğa
bırakmış sayfasını. Fakültemizin değerli
öğretim görevlilerinden Kağan Güner,
Türk Edebiyatında Roman Ve Mekân
isimli yazısında, Mimar Sinan Güzel
Sanatlar Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi
öğretim görevlilerinden Dr. Handan İnci’nin
‘ROMAN VE MEKAN: Türk Romanında
Ev’ adlı çalışmasını akıcı bir üslupla
yorumluyor.
Arkadaşımız Türkan Uraz, Al Gözüm
Seyreyle sayfasında, konuk bir yazarı
ağırlıyor. Bu konuk yazar, fakültemizin
elemanlarından Özlem Olgaç Türker.
Arkadaşımızın, Yerellikle Bezenmiş Bir
Kuzey-Avrupa Başkenti: Helsinki başlıklı
yazısını okurken kendinizi bir an için bu
güzel kentte hayal edebilir, arkadaşımızın
Gelenekten Evrensele Mimari’de
arkadaşımız Kağan Günçe, geleneksel
Kıbrıs mimarisinin de eskimeyen değeri
olan geleneksel yapı malzemesi kerpiç
Arkadaşımız Ercan Hoşkara, SorularCevaplar, Yanlışlar- Doğrular’da bizi
ilginç ve bir o kadar da düşündürücü
konularda resimlerle aydınlatıyor.
Şebnem Hoşkara arkadaşımızın Kentin
Tadı- Tuzu sayfasındaki konuğu ise,
Fakültemizde misafir öğretim üyesi olarak
görev yapmış olan İTÜ’lü bir arkadaşımız,
İpek Akpınar. Çoğumuzun İstanbul’a
gidişlerimizde ilk durağı olan, olmayanların
ise mutlaka bir uğradığı Taksim
Meydanı’nı, sevgili İpek bize sadece
mekânsal açıdan değil, tarihsel, toplumsal
ve kültürel bağlamıyla birlikte aktarıyor.
Kutsal Öztürk ve Begüm Mozaikci
tarafından hazırlanan Haberlerimiz, her
hafta olduğu gibi mimarlık ve tasarım
alanında ilginç örnekleri dikkatinize
getiriyor.
Bu sayımıza katkı koyan herkes adına
hepinize mutlu haftalar dilerim.
Naciye Doratlı
Bu Sayımızdaki Konuk Yazarlar:
-
-
-
-
Hülya Yüceer
Özlem Olgaç Türker
Kağan Güner
İpek Akpınar
Değerli arkadaşlarımıza katkıları
Mekanperest Gazete Ekibi / Soldan sağa (üst): Begüm Mozaikci, Şebnem Hoşkara, Beril Özmen Mayer,
Ceren Boğaç, Naciye Doratlı, Türkan Ulusu Uraz, Ercan Hoşkara, Kağan Günçe.
Soldan sağa (alt):Kutsal Öztürk, Hıfsiye Pulhan, Uğur Dağlı, Nesil Baytin ve Mimarlık Fakültesi Dekanı
İbrahim Numan.
MEKANPEREST- HAVADİS GAZETESİ EKİ
için çok teşekkür ediyoruz.
Proje Koordinatörü / Editör Naciye Doratlı. Proje Koordinatör Yardımcıları Ceren Boğaç, Uğur Dağlı, Şebnem Hoşkara.
Grafik Tasarım ve Sayfa Düzeni Ceren Boğaç. Yazı İşleri Ekibi (Alfabetik) Nesil Baytin, Uğur Dağlı, Kağan Günçe, Ercan Hoşkara, Şebnem Hoşkara, Beril Özmen Mayer,
Begüm Mozaikci, Kutsal Öztürk, Hıfsiye Pulhan, Türkan Ulusu Uraz. Proje Resmi Sahibi Doğu Akdeniz Üniversitesi, Mimarlık Fakültesi, Gazimağusa.
Tel: 630 1346, mekanperest@emu.edu.tr Yayıncı Kuruluş Havadis Gazetesi, Lefkoşa.
+
CMYK
+
HAVADİS GAZETESİ EKİ / 18 NİSAN. SAYI 5. 2010.
BİR BİNA- BİR MİMAR
Doğu Akdeniz Üniversitesi
“Uluslararası Kariyer İçin”
ugur.dagli@emu.edu.tr - hulya.yuceer@emu.edu.tr
SAYFA
03
Uğur Dağlı konuk yazar: Hülya Yüceer
MAĞUSA GENÇLİĞİNE BİR MİMARİ HEDİYE: MAGEM (MAĞUSA
GENÇLİK MERKEZİ) BİNASI
Bir binayı ve ona ruh veren mimarı
anlatmak için, kişi (mimar) – mekan
ilişkisine ait derin, yoğun bilgi birikimine sahip olmak gerekmektedir.
Onun için bugün sayfamı, binanın
tasarımından oluşumuna kadar olan
süredeki tartışmalarına yakından
tanık olmuş; mimarını kişisel olarak
da yakından tanıyan arkadaşım
Hülya Yüceer’e devrediyorum.
Uğur Dağlı
MİMAR
BATU HAN
BAYRAM O Ğ LU
Yaşamımızın içinde yapılar...
Yaşadığımız çevreyi oluşturan,
hergün gördüğümüz, kanıksadığımız,
hafızamızda farklı biçimlerde imgeler
oluşturup sokakları, mahalleleri, kentleri
ayrıştırmamızı sağlayan yapılar... daha
doğru bir deyişle mimarlık mesleğinin
ürünleri... Mimari ürünler ait oldukları
devrin yaşam şeklini, teknik olanaklarını,
tasarım zevkini ve bir anlamda da
dönemlerinin “kimliğini” yansıtırlar. Pek
çok kenti sahip olduğu yapılarla anımsar,
kentin kuruluşundan sonra geçen
evreleri farklı yapı kimlikleriyle saptarız.
Venedik, Lüzinyan, Osmanlı dönemleri,
40’lar, 60’lar güçlü mimari karakterleriyle
hafızalarımızda yerlerini almışken
daha sonraki dönemler için aynı şeyleri
söylemek pek mümkün değil sanırım.
Oysa yaşamlarımız hızla gelişen teknolojik
yeniliklerle çağı yakalamış durumda.
Gündelik yaşamımızın vazgeçilmez
araçları bilgisayarlar, cep telefonları,
arabalar, elektrikli aletler pek çok
gelişmiş ülkeyle yarışacak durumda iken
bulunduğumuz yapılı çevre çağımızın
teknik olanaklarını, yaşam biçimimizi
ve hızımızı yansıtmakta sınıfta kalıyor.
Kentlerimizin simgeleri hep yüzlerce yıl
önce üretimiş yapılar mı olacak? 2000 leri
yaşayan bizleri de gelecekte temsil edecek
yapılar bu çevremizdekiler mi? diye
kaygılanırken son bir kaç yılda kimliğimize
yakışır mimari ürünlerin ortaya çıkması
içimizi rahatlattı. Bu yapılardan bir tanesi
çok kısa bir süre önce yapımı tamamlanan
Gazimağusa’daki MAGEM Mağusa
Gençlik Merkezi Binası. Gençlere yönelik,
gençliği simgeleyen yapının tasarımı genç
mimarlarımızdan Batuhan Bayramoğlu’na
ait.
Mimar Batuhan Bayramoğlu
Mimarlık lisans eğitimini Doğu Akdeniz
Üniversitesi’nde tamamladıktan hemen
sonra İstanbul’a yerleşip Sentetik Mimarlık
ofisini kuran Batuhan Bayramoğlu, aslında
yeni mezun pek çok mimarın özellikle de
yabancı olduğu bir metropol kentte cesaret
edemeyeceği bir adımla profesyonel
yaşamına başladı. 6 yıl süreyle İstanbul’da
konut, ofis, eğitim yapısı ve iç mimari
projeleri ürettikten sonra Belçika’da
mimarlık mesleğini sürdürmeye devam
etmiştir.
Mimar Batuhan Bayramoğlu
Belçika’nın Antwerp kentinde çalıştığı
“AS bvba Architekten” mimarlık ofisi
bünyesinde proje yöneticisi olarak
yürüttüğü ve uygulamalarında kontrollük
yaptığı pek çok konut ve ofis mimari
projelerinin yanısıra medyada sözü edilen
Martougin çikolata fabrikasının ve ST
Paulus Klooster manastırının konuta
dönüşümü için renovasyon projeleri de
mesleki üretimleri arasında yer alıyor.
12 yıl aradan sonra 2007’de Kıbrıs’a
dönen mimarımız Gazimağusa’daki
ofisinde ağırlıkla konut ve renovasyon
projeleri üreterek profesyonel yaşamını
sürdürmektedir.
Mağusa Gençlik Merkezi
Mağusa’nın ana aksı diyebileceğimiz,
tarihi kent merkezini üniversiteye bağlayan
Salamis yolu üzerindeki MAGEM binası
kentin açık rekreasyon alanı olarak bilinen
Dr. Fazıl Küçük Spor Kompleksi içinde
yer almakta. Bu alan içindeki açık spor
alanlarına ve özellikle de gençlere hizmet
vermek üzere yapılmış mevcut bina mekan
kalitesinin yetersizliği nedeniyle etkin
olarak kullanılmamaktaydı. Gazimağusa
Belediyesi kentte yaşayan genç nüfusun
kaliteli zaman geçirmesi, aktivite alanı
ve çeşitliliğinin artırılmasına yönelik,
yapının yeniden ele alınması yolunda
doğru bir adım attığını bugün yapının
aktif kullanımından anlıyoruz.Meslekten
olanlar bilirler, mimar için var olan yapıya
ek ve düzenleme yapmak, boş bir parsele
yeni yapı tasarlamaktan daha zor bir iştir
çoğu zaman. Mevcut yapının nitelikleri
tasarımda da pek çok kısıtlama koyar
mimarın önüne. Bu bağlamda, MAGEM
binasının renovasyondan önceki halini
göz önünde bulundursak, mimarı Batuhan
Bayramoğlu’nun gerçekten “iyi iş”
çıkardığını rahatlıkla söyleyebiliriz.
Bayramoğlu’nun tasarım yaklaşımıyla
yapı kent merkezinde “genç nüfusun
simgesi” olarak ele alınmış ve gençliği
yansıtan çağdaş, dinamik bir mimari dille
kurgulanmıştır. Mevcut yapı korunup
iç mekanlarında yeni düzenlemeye
uygun değişiklikler yapılmış, güney ve
batı yönünde mevcut yapıya bitişik iki
Mağusa Gençlik Merkezi
katlı ek yapı önerilmiştir. Öneri proje
ile mevcut 370 m² lik yapıya ek; zemin
katta 250m² ve birinci katta 420 m²
lik düzenleneme yapılmış ve toplam
kullanım alanı 1040m² ye ulaşmıştır.
Öneri ekin konumlandırılmasında
rekreasyon alanlarının kuzey ve doğu
yönde yer alması etkili olmuş, bu
alanları küçültmemek amacıyla ek diğer
yönlerde önerilmiş. Ek yapı, “L” şeklinde
şeffaf zemin kat ile az açıklıklı ve yatay
renkli bantlarla kaplanmış birinci kattan
oluşmakta. Artan genç nüfusun ihtiyacını
karşılamak üzere mevcut işlevler için
ayrılan alanlar genişletilerek yeniden
kurgulanmış projeyle. Bu işlevlere ek
olarak önerilen yeni aktivite mekanları
ile birlikte zemin katta danışma, ofis,
müdür ve toplantı odaları, bilardo ve
masa tenisi salonu, resim,seramik, maket
atölyeleri, kafe ve tuvaletler, birinci katta
satranç odası, dans salonu ile seminer ve
toplantılar için de kullanılabilecek sinema
salonu yer alıyor.
düşünülerek tasarlanan geniş açıklıklı
cam yüzeylerle iç mekandaki aktivitelerin
dışa yansıması sağlanmış. Dolayısıyla,
artık yoldan geçerken içerideki atölyelerde
resim ve seramik çalışması yapanları,
bilardo oynayanları görebiliyoruz. Dışarıyla
sağlanan bu şeffaf ilişki içeride de
yaratılmış. Giriş holüne adım atar atmaz
zemin ve üst katta yer alan hemen tüm
aktiviteleri izleyebilmek mekanların mimari
dinamizmini daha da güçlendiriyor. Kent
içinde yaşayan bu mekanları görebilmenin
aktivitelere katılmada önemli bir rolü
olduğu kanısındayım ki bu da projenin
sosyal sorumluluğunu da başarıyla
gerçekleştirdiğinin göstergesi.
Dış cephede, zemin katta yer alan işlevler
Hülya Yüceer
+
CMYK
Son olarak; tasarımıyla, kurgusuyla,
seçilen malzemeleri ve her türlü detayıyla
düşünülerek ortaya çıkarılan MAGEM
binasının mimarı Batuhan Bayramoğlu’nun
ve emeği geçen herkesin aklına, eline
sağlık diyorum. Günümüzü ve bizleri
simgeleyecek mimari yapıtların artması
umuduyla...
+
HAVADİS GAZETESİ EKİ / 18 NİSAN. SAYI 5. 2010.
04 GEÇMİŞİN SESSİZ TANIKLARI
Naciye Doratlı konuk yazar: Hülya Yüceer naciye.doratli@emu.edu.tr- hulya.yuceer@emu.edu.tr
Doğu Akdeniz Üniversitesi
SAYFA
“Uluslararası Kariyer İçin”
NEYİ KORUYORUZ? NEDEN KORUYORUZ? KORUMADA
NEREDEYİZ?
Bu sayfamızda dünya için, ülkemiz için çok önemli olduğunu düşündüğümüz kültür varlıkları konusuna farklı açılardan değinmeye çalışıyoruz.
Bu sayıdan başlamak üzere zaman zaman kültür varlıklarının korunması konusunda deneyimli arkadaşlarım, konuk yazar olarak fikirlerini bizimle
paylaşacaklar. İlk konuk yazarımız Hülya Yüceer, kültür varlıklarını niye korumamız gerektiğini bizlere bir kez daha hatırlatıyor.
Naciye Doratlı
hafızalarında yer etmiş önemli olayların
geçtiği yerler de ekliniyor ki gelecek
kuşaklar yaşanılan mutlulukların,
başarıların ya da çekilen acıların farkında
olarak yetişsinler. Bilindik bir örnek vermek
gerekirse; 6 Ağustos 1945 günü ilk atom
bombasının patladığı yerde kısmen ayakta
kalabilmiş Hiroşima Barış Anıtı, yaşanılan
acının anısına o günden beri korunmakta
ve 1996 yılından itibaren de tüm insanlık
için önem taşıyan bir varlık olarak Dünya
Kültür Mirası Listesinde yer almaktadır.
Bilimsel Koruma
Günümüzde somut olan varlıkları koruma
konusunda oldukça iyi bir noktaya
gelindi dünyada. Bunda örgütlenmenin
ciddi bir rol oynadığını söyleyebiliriz.
Anıtsal yapıların korunması için 19.
Yüzyılda başlayan çalışmalar kimi zaman
bu yapıların bozulmasına ya da bazı
bölümlerinin yok olmasına yol açtığı için
1931 de mimarlar ve teknikerler Atinada
bir araya gelip kongre düzenlerler. Burada
değinmeyeceğim çok sayıda toplantıda
alınan kararlar dünya çapında bilimsel
koruma bilincinin gelişmesine destek
verdiyse de örgütlenmenin kurumsal
boyuta taşınması İkinci Dünya savaşından
sonraya rastlar.
Karagöz Oyunu
Kültür varlığı bilinci üzerine yaptığım
bir araştırma için farklı bölgelerde ve
farklı alt-kültürden gelen kişilerle sözlü
envanter çalışması yapmam gerekmişti.
Soruları hazırlamakta çok zorlandığımı
söyleyebilirim ancak aldığım yanıtlar o
kadar çeşitliydi ki emeğime değdi doğrusu.
Burada, gelecek kuşaklara aktarılması
istenen varlıkların neler olduğuyla ilgili
bir sorudan başlayarak koruma olgusuna
değinmek istiyorum.
“Kültürümüzü yansıtan, geçmişten
getirdiklerimizi ya da bugünümüzü temsil
ettiği için geleceğe aktarmak istediğiniz
varlıklar nelerdir?” sorusu aslında her
insanın aklında kültür varlığının farklı
şekillendiğini gösteriyor. Tabi, bu kültür
varlığı olarak tanımlanan nesneleri
geleceğe aktarmak için bir şekilde
korumak gerekiyor. Anlıyoruz ki, neyi
koruyoruz sorusunun yanıtı da aslında
neden koruduğumuzla doğrudan ilintili.
Değerler
Kültürlere göre değişmesine rağmen,
nedenler arasında en sık gösterilen anı
değeri. Bizce önemli olan bir kişiyi, bir
olayı, bir yeri anımsatan varlıklar özellikle
de kaybedildikten sonra değer kazanıyor.
Rahmetli anneannenin masa örtüsü,
dedenin beylik tabancası, çocukluğun
geçtiği mahalle, aile büyüklerinin evi,
düğün fotoğrafı gibi geçmişle bağ
kurmaya, artık var olamayan kişi ve yerleri
anımsamaya araç olan nesneler bunlar.
İşin ilginci, bireyler için değerli olan bu
nesneler onlardan sonrakiler için de
değerli olsun isteniyor. Özenle korunup
saklanarak değerini bilecek bir başka
kişiye bırakılıyor. İnsanlar hatırlamak,
hatırlanmak istiyor.
Savaş sırasında Avrupa’da pek çok kent
merkezi tahrip olmuş, toplumların üretip
ortaya çıkardığı sembolik mimari yapılar
yok edilmiştir. Yitirdiklerimiz onların var
olduğu zamandan daha değerli olur çoğu
zaman. Onlardan geriye kalan parçaları
koruyabilmek bile önem kazanmıştır. Bu
ortak kaygı Avrupa’da korumayla ilgili
kurumsal örgütleri oluşturmaya yol açtı.
Bugün bu kurum ve enstitüler tüm dünya
ülkelerine teknik ve ekonomik destek
sağlamakta, koruma bilincinin gelişmesi
için eğitim vermektedir.
Bireysel olarak değer verilen varlıklara
ailece, kent sakinleri olarak, milletce hatta
dünya üzerinde yaşayan tüm insanlarca
önem verilen varlıklar eklendi zaman
içinde. Bu gelişim süreci, önceleri eski
eser olarak adlandırılan nesneler için farklı
toplumların yaşam biçimini, geleneklerini,
mimarisini simgeleyen kültür varlıkları
tanımını doğurdu. Çünkü eski olan herşeyi
korumuyoruz. Bizce, toplumca değer
atfedebildiğimiz şeyler korunmayı hak
ediyor. Yani, bireysel ölçekten çıkıldıkça
işin içine ortak değerlerin girmeye
başladığını söyleyebiliriz.
“Nedir bu ortak değerler?” sorusunun
yanıtı da sıklıkla dini, tarihi, ortak anı,
politik ve sembolik değerler olarak
karşımıza çıkmakta. Sözkonusu
değerlere sahip varlıklar ise çoğunlukla
mimari yapılar ve yapı grupları. Camiler,
kiliseler, kamu binaları, tarihi kent
merkezleri bu yapıların ilk sahiplerinden
sonra da kullanıldıkları sürece bakılıp,
onarılıp korunuyor. Bunlara toplumların
Somut Olmayan Kültür
Mirası
+
Korumayla ilgili kurumlar arasında
UNESCO nun yeri kültür farklılıklarının
tespit ve değerlenirilmesi açısından farklı
bir konumda. 1972 yılında düzenlenen
UNESCO Dünya Mirası Kurultayı evrensel
değerlere sahip kültür ve doğal varlıkları
tanıtmak ve destek sağlamak amacıyla
Dünya Mirası Listesi oluşturmaya başladı.
Somut varlıklardan oluşan bu listeye 2003
yılında Somut Olmayan Kültür Mirası
Listesi de eklendi. Küreselleşmeyle birlikte
farklı kültürel geleneklerin, el sanatlarının,
dillerin, lehçelerin de yok olmaya
başlaması aslında kültür göstergesi
CMYK
bu öğelerin de yaşatılması gerektiği
konusunda bir bilinç oluşturdu.
Korumacılar biraz abartmış diyebilirsiniz
ama bugün UNESCO gibi pek çok
başka organizasyon kültürleri yansıttığı
düşünülen ya da yok olmaya yüz tutmuş
pek çok soyut varlığı yaşatabilmek için
fon açıyor. Kıbrıs da 2009 yılında bu
listeye Lefkaritika ile girmiş oldu. Lefkara
Belediyesinin başvurusu sonucu 14.
yüzyıldan beri nesilden nesile aktarılarak
günümüze kadar gelmiş olan “Lefkara İşi”
artık tüm dünyaca tanınan ve değer verilen
bir soyut kültür mirası.
Listede Türkiye’den Mevlevi Sema
Gösterisi, Meddah Oyunu, Aşıklık, Nevruz
Sema gösterisi
Kutlaması ve Karagöz var. Bu kültürel
değerlerin korunması gerekliliği herkese
göre değişebilir, ancak bu listeye girdikten
sonra Sema gösterisi seyretmek için
Türkiye’ye gelen turist sayısındaki artış
konunun ekonomik anlamda getirisini
de kanıtlıyor. Ekonomik koşulların
yaşamlarımızı biçimlendirmedeki
önemini gözetecek olursak sağlanan bu
fonlardan ve ülke tanıtımı ile gelen diğer
ekonomik kaynaklardan yararlanmayı
isteriz sanırım. Kuzey Kıbrıs’ın sahip
olduğu pek çok somut ve soyut kültür
varlığı bu listelerde yer almak için
gereken kriterleri karşılamaktadır. Bunları
yaşatmak arzusunun bile pek çok engeli
kaldıracağına inanıyorum.
Hülya Yüceer
+
HAVADİS GAZETESİ EKİ / 18 NİSAN. SAYI 5. 2010.
KONUT VE YAŞAM
Doğu Akdeniz Üniversitesi
“Uluslararası Kariyer İçin”
05
Hera-C
SAYFA
hera-c@emu.edu.tr
EVDEN EVRENE HABİTAT’A METHİYE
Çoktandır düşünürüm hep, evle ilgili
deyişler, tanımlar, tekerlemeler; ne kadar
da hayatımızla içiçe, hoş ve esprili.. Türkçe
konuşmayı, anlatmayı, yorum yapmayı
da özlerim hep, üniversitedeki derslerimi
verirken; her ne kadar da ingilizce ana
dilim gibi olduysa, 20 yıldır yazılı, çizili ve
sözlü olarak hayatımda taşıdığım. Hele
hele ev konusu farklı birşeydir konuşurken
anlam taşıyan ve kendi dilinde anlatılması
gereken. ‘Alınyazısıdır bir insanın anadili’
(1).
Tek heceli bu gösterişsiz sözlük yaşam
alanlarımızı tanımlar: Barınak, sığınak,
yuva, ocak; usta şairlerden biri nasıl da
dillendirmiş bu bizim küçük evrenimizi (2).
Bensiz olamazlar, dönerler..
Çok denedim.
Ben büyüğüm affederim,
Ben evim...
İşte Habitat’ı yani evi oluşturan algı,
düşünce ve eylem kavramları burada
Robespierre gibi biz de diyebiliriz ‘Ben
Habitat’.
Evli olmak Türkçe’de çok özgün bir
söyleyiş, bir eve sahip olmak değil. ‘Tüm
dünyayla bir tutar evlenmeyi’ dilimiz. Ve
böylesine bir yaşam zenginliği sunar
‘Dünya evine girmek’ aynı zamanda da
‘yuva kurmak’ deyimleriyle. Burada farklı
bir dünyanın sevilen kişiyle kurulan yuvaya
atıf yapılarak yeni bir yaşama başlanması
gibi bir olumlu ifade vardır. Ayrıca, ev
sakinleri de bu eylemden pay alarak
toplum içerisinde saygın bir rol alırlar.
Erkek evin erkeği, beyi ve ailenin babası
olurken –çocuksuz bile olsalar-kadın evin
annesi, hanımı, kadınıdır (4).
Ev deyince kadın konusu çok daha fazla
gündem oluşturur. ‘Kadınsız Habitat’
aslında pek de makbul değil. Kadın ana
karaliçe, çalışan arı, yuvayı kuran, koruyan
ve ayakta tutan dişi kuş. Nedense tek
başına dünyaya hükmetmeye çalışan
erkek, bu iktidar çatışmasında yenik
Meşhur Habitat Projesi- Moshe Safdhi
devreye giriyor. Kentsel uzamdan konutun
içerisine uzanan, insanın kendisi belirli
bir yer tanımı yaptığı; dostluk, aşk, evlilik,
işbirliği gibi amaçlarla bir araya getiren
ilişkiler bütünü de var ev kurgusunun
içinde. Felsefi kuramlara göre de Habitat,
ev sakinlerinin beğenilerine uygun olan
farklı simgeleri biraraya getirerek sınıf
farklarını ortaya döken, materyalist görüşle
toplumsal dünyadaki kalıcılıklarına ve
çıkar ilişkilerine göre alanlar yaratan, bu
mini evren içerisinde üretilen hizmetlerin
tanımlandığı bir mekanizmayı sergiler.
Evin içindeki iktidara göre oluşmuş olumlu
ya da olumsuz bir ağı olan bir küçük
toplumsal gruplaşma sunar bize (3).
Habitat ya da Ev. Bir mini şehir devletimiz
vardır her birimizin ailecek. Zaman zaman
duvarlarını yükselttiğimiz, bazen de
tamamen dışarıya açtığımız. Kendimizle
özdeşleştirerek ‘Devlet ben’im’ diyen
14. Louis ya da ‘Ben Halk’ım’diyen
Bir anlamda ‘evi ev yapan kadındı’, her
ne kadar mimarlık hala erkek-egemen
bir meslek olsa da. Henüz evin önem
kazanmadığı göçebe çağın ‘at-avrat- silah’
üçlemesinden, Yunanlı düşünürlerden
Hesiodos’un uygarlığın kurulması için
gerekliler arasında saydığı ‘ev-kadın-bir
de çift öküz’ tanımı, kadının Habitus ile
başat gittiğini bize anlatıyor. Tabi bir ‘evin
direği olmak’ durumu da çeşitli durumlarda
değişmektedir, ekonomik anlamda
evin direği olmakla, duygu yüküyle
evi üstlenmek, erkekten kadına doğru
çeşitlenmekte.
Behçet Necatigil’den bir şiirle yazıma
nokta koymak istiyorum (6):
Türkçe’de ‘ev’ kelimesi daha büyük
ölçekte Evren’e kadar uzanır. Evren’in de
canlı - cansız tüm varlıkların evi olması
çok ilginç bir felsefi açılım getirir bizlere.
Çağdaş anlamda ekoloji biliminin bakış
açısının ‘ev’ kavramından çıkış yaparak
anadilimize binyıllar önce girmesi ve
Yunanca’da da benzer bir mentaliteyle
‘ev’ anlamına gelen ‘oikos’ dan türediğini
hatırlatalım bu arada. Yerleşik yaşama
Evin -e hali, gün boyu,
Ha gayret emektar deve!
Sırtınızda yılların yorgunluğu
Akşam erkenden ev-e.
Evin -de hali, saadet,
Isınmak ocaktaki alevde
Sönmüş yıldızlara karşı
Işıklar varsa ev-de.
Balarısı Habitatı
düşüyor geride gibi duran sağlam kişilikli
kadın rolüne.
Evin yüklendiği sözcükleri ve anlam
ayrıntılarını da yanyana dizmeye
kalkarsak, ‘evin içine aldığı bir evren
kavramı ortaya çıkar. Evimiz bizim
evrenimiz olur ve sorarız: ‘Evimiz mi
büyük Evren mi?’ diye. Evim, dünyam
ve evrenim benim kişiliğimi ve kültürümü
de yansıtmalıydı da der ve ekleriz. ‘Evini
göreyim de sana kim alduğunu söyleyeyim’
(5)
Ev yapmak ‘yaşamı biçimlemek’
demektir.
Mimarların bazen kendilerini
Tanrı gibi gördükleri duygusunun
temelinde bu yatar.
+
Evin yalın hali
İster cüce, ister dev
Camlarında perde yok
Bomboş, ev.
Evin -i hali, sabah,
Geciktiniz haydi!
Uykuların tatlandığı sularda
Bırakacaksınız ev-i
Evin -den hali, uzaksınız,
Habitat
geçmemiş ,yüksek yaylalarda at koşturan
atalarımızın gök kubbeyi kendi damı gibi
görmesiyle başlayan serüvenü bize ev
kelimesinin türediği noktayı da işaret eder.
‘Evren bizim evimizdir’, kendi anadilimizin
getirdiği anlamda.
Tatlı dilli babaannem de beni küçükken
‘gadın gızım’ diye severdi. Hem ‘kadın’
hem ‘kız’ lafının bir arada kullanılması
dilbilgime aykırı bir şeydi. Ne dediğini
kavramakla zorluk çekmeme rağmen
iyi bir şey olduğunu bilirdim, ama yeni
yetmelik ve en-feminist çağımda ise tepki
verirdim: Kadın erkek eşit değil miydi?
Babaannemin övgüsü neden beni bu denli
kızdırıyordu? Babam ki köyünün aydını
ve ilk üniversite mezunu - kız çocuklarını
erkekler kadar özgür yetiştirmişti, benim
Habitus’umda. Yıllar sonra da bunun ne
büyük bir iltifat olduğunu anlıyordum,
kadınlık -erkek ötesi- ve, erkek okuyucular
alınmasın ama, ‘çok daha iyi bir şeydi’
babannemin gözünde. Köy insanının
realitesi acımasızca da doğru değil miydi
çokça?
EVİN HALLERİ
CMYK
Hatta içinde yaşarken
Aşkların, ölümlerin omzunda
Ayrılmak varken ev-den.
Kaynakça
Beril Özmen Mayer
(1) Nermi Uygur, Dilin Gücü, Kitap
Yayınları, 1962, s. 9.
(2) Vedat Çorlu, Merhaba, Cogito,
‘Bir Anatomi Dersi: Ev’, Yapı Kredi
Yayınları, Sayı 18, s. 5.
(3) Pierre Boourdieu, çev. Işık
Ergüden, Toplumsal Uzam ve
Sembolik İktidar, Cogito, Yapı
Kredi yayınları, Bahar 1999, s.
17-30.
(4) Nermi Uygur, Güneşle, Yapı Kredi
Yayınları, 1997, s. 47-48.
(5) Ömer Naci Soykan, Ev Üstüne
Felsefice bir Deneme, Cogito,
YKY, Bahar 1999, s. 101-126.
(6) Behçet Necatigil, Bütün Eserleri,
Şiirler, 1938-1958, YKY, 1995, s.
137.
+
HAVADİS GAZETESİ EKİ / 18 NİSAN. SAYI 5. 2010.
06 GELENEKTEN EVRENSELE MİMARİ
Kağan GünÇe kagan.gunce@emu.edu.tr
Doğu Akdeniz Üniversitesi
SAYFA
“Uluslararası Kariyer İçin”
GELENEKSEL MİMARİNİN ESKİMEYEN DEĞERİ: “KERPİÇ”
Geleneksel yapıları gezerken çoğumuz
bu savı güçlendirmektedir. Hassan Fathy
(1900-1989), 20 yy. Mısır mimarisinde
oldukça ağırlığı olan bir mimardır. 60 yıllık
mimari varlığı ve ‘evrensel mit’e karşı
duruşuyla mimarlığa etkisi yaygın olarak
bilinmektedir. Fathy’ye bu bağlamdaki
eleştiriler, zaman faktörünü dikkate
almaması ve mimarisinin “kerpiç” bileşeni
üzerine yapılmıştır. Fathy’nin kerpiç
kullanımı “arkaik” bir heves, ilkel bir yaşam
tarzı için ilkel bir metodun seçimi değildir.
Ancak bu yaklaşım kullanıcılar tarafından
da anlaşılmamıştır. Bu bağlamda Fathy’e
yapılan en büyük eleştiri, çağın gereklerine
göre kullanıcı memnuniyetlerini göz ardı
edip, geleneksel mimariyi, geleneksel
biçim, teknik ve malzeme ile yaşatmaya
çalışması yönünde olmuştur. Bu bakış
açısı ile kerpici, farklı yaklaşımlarla
değerlendirerek, acımasızca, “geçmişte
kalması gereken bir hastalık” olarak
nitelendirmektedirler.
“şu duvarların dili olsa...” cümlesini
içimizden geçirmişizdir. Tarihe tanıklık
eden, gün görmüş yapıların gizli ve
gizemli bir dilleri olduğu muhakkaktır. Bu
gizemli dilin serüveni, insanoğlunun doğa
karşısında varlık göstermeye başlaması
ve etken bir konuma geçmesiyle, yani
o meşhur ‘dört duvar’ın serüveniyle
başlamıştır. Duvar dediğimiz olgunun
dünyada bilinen en eski ve en önemli
örnekleri Anadolu’da yer almaktadır.
Söz konusu bu duvarlar, taş temelli
ve kerpiçten yapılmışlardır. Bugün,
“Gelenekten Evrensele Mimari” isimli
sayfada, geleneksel Kıbrıs mimarisinin de
eskimeyen değeri olan geleneksel yapı
malzemesi kerpiç ve taşıyıcı özelliğe de
sahip olan kerpiç duvardan söz edilecektir.
Kerpiç, en genel anlamda, balçıktan
(yapışkan özlü çamur) yapılan ve
kalıplanarak güneşte kurutulan çiğ
tuğla olarak tanımlanabilir. Kerpiç, iyice
özlendirilmiş balçık, içine saman sapları
ve / veya kıl karıştırılarak tuğla biçimindeki
ahşap kalıplara dökülüp sıkıştırılarak
ve önce gölgede, sonra da güneşte
kurutularak yapılır.
Kerpicin kalıba yerleştirilmesi, yüzeyinin düzeltilmesi ve kalıptan
çıkarılması
Geleneksel yapılar, geleneksel biçim
– modern biçim; geleneksel malzeme
Doğa dostu bir yapı
malzemesi - Kerpiç
Üretimi için, güneş enerjisinin yeterli
olduğu, ayrıca pişirme enerjisine ihtiyaç
omadığı bilinen kerpiç, doğal ve yeniden
kazanımla sürdürülebilen geleneksel bir
malzemelerdir. Çimento, çelik, aleminyum
gibi endüstriyel yapı malzemeleri gibi
üretim aşamalarında yoğun enerji
kullanımı gerekmez. Bu nedenle de doğa
dostu, ekolojik bir malzemedir, doğaya
rahatlıkla dönüşebilir.
Doğa dostu bir yapı malzemesi olmasının
yanısıra kerpicin birçok olumlu niteliğinin
varlığı, ‘çağdaş’ olanlara kıyasla da
birçok avantaja sahip olduğu söylenebilir.
Kerpiçle yapılan geleneksel yapılarda
yaşayanlar, yapılarının yazın serin,
kışın sıcak ortamlara sahip olduğundan
memnuniyet getirirler. Bunda hiç kuşkusuz
malzemenin olumlu rolü büyüktür. Isı
tutma kapasitesi, yani enerji depolama
özelliği yüksek olan kerpiç, ısı yalıtımı,
ses yalıtımı, nem dengeleme özellikleri
ile iç mekanlarda kullanıcılara konforlu
yaşam alanları sağlar. Yapılan birçok
araştırma, kerpiç yapıların ‘çağdaş’ diye
ülkemizde yapılan betonarme yapılara
nazaran altı kat fazla ısı tasarrufu
sağladığını vurgulamaktadır. Bu özellikleri
ile kerpiç yapılarda enerji tüketimi en aza
indirgemektedir.
Kerpiç yapılar, adamızda ve dünyada
mimari kültür varlıkları olarak kabul
edilmektedirler. Geleneksel mimaride
kerpicin yapı malzemesi olarak
kullanılmasının en önemli nedenlerinden
biri hiç kuşkusuz alternatiflerin az
olması, bölgede kolay bulunabilirliği ve
ekonomik olmasıdır. Kerpicin Adada yapı
malzemesi olarak kullanılması neolitik
çağa kadar uzanmaktadır. Bugün sözünü
edebildiğimiz geleneksel Kıbrıs Mimarisi
ve yapı kültürünün oluşumu ve gelişiminde
kerpicin önemi büyüktür.
Hassan Fathy’nin kerpiç yapılarından
bir örnek (fotoğraf: H. Fathy)
Mesarya bölgesinden kerpiç bir yapı
Kerpiç sadece Adamızda kullanılmamıştır
elbette. Dünyanın çok çeşitli bölgelerinde,
binlerce yıldır kerpiç yapı malzemesi
olarak kullanılmış ve sunduğu
avantajlardan yararlanılmıştır. Endüstri
devrimi sonrası bütün dünyada görülen ve
kanıksanan modern inşaat malzemeleri,
mimarlık tarihi içinde çok küçük bir tarihi
kesite sahiptir. Bugün hala kerpicin yapı
malzemesi olarak kullanılmakta olduğu
bilinmektedir. Bu konuda yapılmış çok
sayıda akademik çalışma mevcuttur.
Dünya nüfusunun yarısını barındıran
kerpiç yapıların, çağın gereklerine uygun,
sağlıklı ve güvenilir teknolojiye kavuşması,
bilim, eğitim ve inşaat sektörünün görevi
olduğunu belirten ve kerpicin mimari
geleceğini geçmişi kadar parlak gören
isimler arasında yer alan Doç. Dr. Bilge
Işık, “Betonla bir kenti yaparsınız, ahşapla
da aynısı geçerli. Tuğla için de aynı
şeyden söz etmek mümkün. Ama kerpiç
ile değil bir kenti, bütün bir ülkeyi çok rahat
inşa edebilirsiniz. Zaten kendi malzemesi
kendi içindedir.” şeklindeki görüşlerini
birçok bildirisinde belirtmektedir. O,
uzun geçmişine rağmen birçok mimar
ve akademisyen için hala ilk günkü gibi
‘yeni’ ve ‘modern’ bir malzeme olma
özelliğini sürdürüyor. Bitmiş sanılan nice
kültürel değerimiz gibi kerpiç de bütün
güncelliği, tükenmemişliği ve güzelliği ile
değerlendirilmeyi, taşıdığı potansiyelin
farkına varılarak yeniden keşfedilmeyi
beklemektedir.
Kerpiçe atfedilen olumsuz
anlamlar
‘Doğal – Fiziksel Çevre Etkenleri’ ve
‘Sosyal – Kültürel Etkenler’ ışığında
gelişen geleneksel yapıların cazibe ve
inceliklerinden, daha önceki haftalarda,
yine bu sayfada değinilmişti. Ancak,
‘evrensel!’ değerler ışığıyla, kapitalizmin
ve totaliter dünya düzeninin dayattıklarıyla
geleneksel mimarinin biçim ve malzeme
özelliklerine atfedilen olumsuz anlamlar ve
buna bağlı olarak da olumsuz savlar da
mevcuttur.
+
Hassan Fathy’nin kerpiç ağırlıklı Gurna
köyüne, köylülerin duyduğu tepki de zaten
CMYK
– modern malzeme tartışmaları
kapsamında da bir paradokstur. Geçmişte,
geçmiştekiler tarafından var edilen,
ananevi olarak varlık göstermeleri
sağlanan, ve şimdi ‘geleneksel’ olarak
isimlendirilen değerler, yeniye yelken açma
cesaretinde olan ve üreten mimarların
yeni cevaplara ulaşabilmeleri için eskiyi
sorgulamaları, gözardı etmemeleri
gerekmektedir.
Kağan Günçe
+
HAVADİS GAZETESİ EKİ / 18 NİSAN. SAYI 5. 2010.
DOSYA 03
Doğu Akdeniz Üniversitesi
SAYFA
07
Naciye Doratlı- Ercan Hoşkara- Hıfsiye Pulhan
“Uluslararası Kariyer İçin”
PLANLAMA VE TASARIMDA ÇAĞDAŞ YAKLAŞIMLAR:
SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK BAĞLAMINDA YAPILAŞMIŞ ÇEVRE
MekanPerest’in 3. sayısındaki 2.
Dosyamızı hazırlarken, Kuzey Kıbrıs
Türk Cumhuriyeti’nde mimari ve kentsel
çevrenin oluşumunu belirleyen faktörler
içinde günümüzde yasal çerçeve ve
planlama sistem ve yaklaşımının hem
belirleyici hem de sorun yaratan en
önemli faktörler olduğu noktasından
hareketle, tartışma zeminini yasal mevzuat
ve planlamaya çekmenin daha doğru
ve bilgilendirici olacağı düşüncesi ile
dosyamızı bu doğrultuda kurguladık. 2.
Dosya’yı bitirirken de Stratejik planlama
anlayışının, planlama ve tasarımda çağdaş
yaklaşımların temelini oluşturduğunu
vurgulayarak, stratejik planlama konusunu
bundan sonraki Dosya’mızda sizlerle
paylaşacağımızı ifade etmiştik. İşte bu
nedenledir ki şimdi okumakta olduğunuz,
ana teması ‘Planlama ve Tasarımda
Çağdaş Yaklaşımlar: Sürdürülebilirlik
Bağlamında Yapılaşmış Çevre’ olan 3.
Dosya’mızın vurgusunu Stratejik Planlama
oluşturdu.
Ancak, Dosya’mıza doğrudan Stratejik
Planlama ile başlamak yerine, dünya
gündemine 1987 yılında Birleşmiş Milletler
Çevre ve Kalkınma Komisyonu’nun
(OECD) Brundtland Raporu ile giren ve
‘Gelecek kuşakların gereksinimlerine
cevap verme yeteneğini tehlikeye
atmadan, günlük ihtiyaçlarını temin
ederek, kalkınmayı sürdürülebilir
kılma’ şeklinde küresel bir hedef olarak
tanımlanan ‘sürdürülebilirlik’ kavramı
üzerinde durmakta yarar görüyoruz. Çünkü
ortaya atıldığı tarihten itibaren bu kavram,
yaşamın her alanında farklı biçimlerde
kullanılmaya başlamış ve planlamada
ve tasarımda alışıldık bildik ezberlerin
bozulmasında önemli rol oynamış, stratejik
planlama yaklaşımlarının neredeyse
geleneksel planlama yaklaşımlarının
önüne geçmesine yol açmıştır.
Sürdürülebilirlik,
Sürdürülebilir Kalkınma,
Sürdürülebilir Gelişme
“Sürdürülebilirlik” ve “sürdürülebilir
kalkınma” kavramlarının, doğrudan
doğal ve yapılaşmış çevreyle ilgili olduğu
düşünüldüğünde, mimarlık alanındaki ve
inşaat sektöründeki yansımaları, anlamları
ve kullanımları önem kazanmaktadır.
Günümüzde, doğal ve yapılaşmış çevrede,
özellikle kentsel ölçekte olmak üzere tüm
insan yerleşimlerinde küresel boyutlarda
rastlanan çevresel, ekonomik ve sosyal
sorunlar; gelişmiş ülkelerde ‘çevresel
öncelikli’, gelişmekte ve/veya az gelişmiş
ülkelerde ise ‘ekonomik ve sosyal öncelikli’
olarak karşımıza çıkmaktadır. İşte küresel
düzeydeki bu çevresel, ekonomik ve
sosyal sorunlara ve olumsuz koşullara
çare olarak, “sürdürülebilir kalkınma” ön
plana çıkmıştır. Sürdürülebilir kalkınma,
bugün, toplumu ve çevreyi ilgilendiren
hemen her alanda, her sektörde, dikkate
alınması gereken temel bir hedeftir,
bütüncül bir çözüm yaklaşımıdır. İnşaat
sektörü de, tüm bunlara bir istisna değildir;
tam tersi, sürdürülebilir bir çevre ve
topluma ulaşabilmede, sürdürülebilir
kalkınma hedefine varabilmede, en fazla
etkili olabilecek sektörlerden birisidir.
Bu bağlamda, sürdürülebilirlik,
sürdürülebilir kalkınma ve bunlarla ilişkili
olarak sürdürülebilir insan yerleşimleri
ve kentsel sürdürülebilirlik kavramlarını
birbirleriyle ilişkili olarak, CIB ve UNEPIETC (2002, s: 6)’nin “Agenda 21 for
sustainable construction in developing
countries”, adlı yayınında ele alındığı
şekliyle, ortaya koymakta fayda vardır.
Buna göre; (Hoskara, 2007)
• Amaç homo sapiens (insan)
türünü sürdürmektir. Yani bu
türü desteklemek ve onu hayatta
tutmak.
• Sürdürülebilirlik, homo
sapienslerin (insan türünün)
varlığının devamını olanaklı
kılacak ve yerel kültürel ve manevi
değerler, ve doğa ile uyum içinde
güvenli, sağlıklı ve üretken bir
yaşam sağlayacak şart veya
durumdur. Bu da başarılmak
istenen hedeftir.
• O halde, sürdürülebilir kalkınma,
sürdürülebilirlik durumunu elde
etmek için gerçekleştirilmeye
çalışılan bir tür kalkınmadır.
Sürdürülebilir kalkınma, adalet,
refah ve yaşam kalitesi için
toplumun talepleri ile ekolojik
olarak mümkün olan arasında
dinamik bir dengeyi koruyan
devamlı bir süreçtir.
• Sürdürülebilir insan yerleşimleri,
sürdürülebilirlik durumunu ve
sürdürülebilir kalkınma ilkelerini
destekleyen bir tarzda yaşamamızı
mümkün kılan kentler, kasabalar,
köyler ve onların toplumlarıdır.
• Kentsel sürdürülebilirlik, özellikle
kasabalar ve kentler olmak üzere,
sürdürülebilir insan yerleşimlerini
meydana getirmenin daha
geniş çaplı bir sürecidir. Kentsel
sürdürülebilirlik, sürdürülebilir
kalkınmayı destekleyen kurumsal,
sosyal, ve ekonomik sistemlerin
oluşumunu da içermektedir.
Kraliyet Savaş Müzesi, Manchester, 2002. Daniel Libeskind
Kraliyet Savaş Müzesi, Manchester, 2002. Daniel Libeskind
yapabilirliğin sağlanması amaçlanmaktadır.
Bu yönüyle, sürdürülebilir gelişme,
kentsel gelişme kavramı ile de
bütünleşmektedir. Çünkü insan eylem
ve düşünceleri doğrudan insanın yaşam
mekânı olan kentlerde biçimlenmekte
ve kentsel gelişme ile karşılıklı bir
etkileşim içinde sürmektedir. Bu nedenle
sürdürülebilir gelişme politikalarının
uygulanabilmesinin koşulu, bu politikaların
mekâna yansıtılmasıdır. Diğer bir deyişle
sürdürülebilir gelişmenin sağlanabilmesi
için, sürdürülebilir kentleşmeyi sağlayacak
politikaları ve uygulamaları hayata
geçirmek gereklidir; planlama yaklaşımı
ve planlama ile ilgili yasal çerçeve
sürdürülebilir gelişmeyi/sürdürülebilir
kentleşmeyi sağlamaya uygun olmalıdır.
Özetleyecek olursak, sürdürülebilir gelişme
sürekli ve dengeli gelişme anlamına
gelmektedir ve çevre değerlerinin ve doğal
kaynakların savurganlığa yol açmayacak
biçimde akılcı yöntemlerle, bugünkü ve
gelecek kuşakların hak ve yararları da
göz önünde bulundurularak kullanılması
ilkesinden özveride bulunmaksızın
ekonomik gelişmenin sağlanmasını
amaçlayan çevreci bir dünya görüşüdür.
Bu görüş çerçevesinde sürdürülebilir
gelişme ile çevresel yaşam kalitesinin,
sosyal yaşam kalitesinin ve ekonomik
+
Bir parçası olmak için çaba göstermekte
CMYK
olduğumuz Avrupa Birliği, sürdürülebilir
kentleşme, yapılaşmış çevre ve mimarlık
alanında önemli adımlar attı. AB ülkelerinin
kentsel gelişim ve bölgesel uyumdan
sorumlu bakanlarının Leipzig’de 24-25
Mayıs 2007’de gerçekleştirdikleri gayri
resmi toplantıda kabul ettiği ve daha önce
kabul edilen Kasım 2004 tarihli Rotterdam
Kent Müktesebatı ve Aralık 2005 tarihli
Bristol Mutabakatı’nın bir devamı
niteliğinde olan “Sürdürülebilir Kentler için
Leipzig Şartı”, özellikle mimari kalitenin
sürdürülebilir kentlerin oluşturulmasındaki
rolüne vurgu yaparak hükümetleri bu
faktörü dikkate almaya çağırıyor, Avrupa
kentlerinde sürdürülebilirliği sağlamak için
izlenmesi gereken ilkeleri sıralıyor.
DEVAMI SAYFA 8’DE >>
+
SAYFA
08 DOSYA 03
naciye.doratli@emu.edu.tr- ercan.hoskara@emu.edu.tr- hifsiye.pulhan@emu.edu.tr
PLANLAMA VE TASARIMDA ÇAĞDAŞ YAKLAŞIMLAR: S
>> SAYFA 8’DEN DEVAM
“Sürdürülebilir Kentler için Leipzig
Şartı”nda Avrupa kentlerinin, kent bütünü
için bütünleşmiş kentsel gelişme planları
hazırlamalarını tavsiye ediliyor ve
uygulamaya dönük planlama araçlarını
şöyle sıralıyor:
• Mevcut durumun analiz edilerek,
kentlerin ve mahallelerin güçlü ve zayıf
yanlarının
tanımlanması;
• Kentsel alan için tutarlı kalkınma
hedefleri belirlenmesi ve kent için bir
vizyon geliştirilmesi;
• Mahalle, sektör ve teknik düzeylerdeki
politikalar ve planlar arasında eşgüdüm
sağlanması ve planlanan yatırımların
kentsel alanda dengeli bir gelişimin
teşvik edilmesine yardımcı olmasının
gözetlenmesi;
• Kamu ve özel sektördeki aktörlerin
kullandıkları fonların eşgüdümünün
sağlanması ve
bunların mekânda nerelere
odaklanacağının belirlenmesi;
• Yerel ve metropoliten düzeyde eşgüdüm
içinde olarak, halkın ve tüm bu alanlarda
ekonomik, sosyal, kültürel ve çevresel
kalitenin şekillenmesine önemli katkı
koyabilecek
diğer ortakların sürece katılımın
sağlanması.
İşte tam bu noktada sorulması gereken
soru:
‘Geleneksel planlama anlayışı ile
sürdürülebilirlik hedefine ulaşılması
mümkün mü?’ Planlama ile ilgili bilgi
sahibi olanlar buna hemen ‘Hayır. Bu
hedefe ancak stratejik planlama yaklaşımı
ile ulaşmak mümkündür.’ diyecektir.
Okuyucu kitlemizin çeşitliliğini göz
önünde bulundurarak Stratejik Planlama
Yaklaşımını mercek altına alalım, önemini
ve geleneksel planlamadan farkını ortaya
koymaya çalışalım.
Stratejik Planlama Yaklaşımı
Neden Önemli?
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde
biz, geleneksel planlama yöntemleri ile
kentlerin master planlarını henüz tam
anlamıyla yapmayı başaramazken,
birçok ülkede geleneksel planlamanın
ve ürünü olan master planların pratikte
beklenen ölçülerde başarılı olamaması ve
bu başarısızlığın günümüz koşullarında
giderek daha da artması nedeni ile
kentlerin gelişmesine stratejik bir
planlama anlayışıyla yaklaşılmasının
giderek yaygınlaşmaya başladığını
görüyoruz. Kentsel gelişmenin nasıl olması
gerektiğine ilişkin kararlar manzumesi
olan geleneksel master planlarının statik
olduğu, oysaki hızlı nüfus artışı, altyapı
eksikliği/bulunmayışı, özellikle gelişmekte
olan ülkelerde mali kaynaklar ve
personelin yetersiz oluşu nedeni ile daha
dinamik planlama süreçlerine gereksinim
olduğu çeşitli platformlarda sıklıkla kabul
görmeye başladı. Küreselleşmenin etkisi
ile kentler arasında ortaya çıkan kıyasıya
rekabet de, kalıplaşmış, katı planlar yerine,
vurgusu ‘paydaşlar’ ve ‘eylemler’ üzerine
olan stratejik planlama yaklaşımlarının
tercih edilmesinde önemli rol oynadı.
Geleneksel planlama yaklaşımlarının
karar üretmeye odaklı anlayışının aksine
stratejik planlama yaklaşımı ‘paydaşların
katılımı’, ‘yönetişim1’ (governance) ve
‘sürdürülebilirlik’ (sustainability) gibi
uzun soluklu kavramlar çerçevesinde
temellendirildiği görülmektedir.
Bu bağlamda geleneksel anlamdaki imar
planlaması (master plan / comprehensive
planning) ile stratejik planlama arasındaki
benzerlikler ve farklılıklar için bir pencere
açalım.
kararlarıyla
beraber
kullanıldığını
vurgulamak gerekir.
Burada bir sorun olduğunu söylemeden
geçmeyelim. Geleneksel Planlamanın
düzenleyici nitelikte yasal kararların
Piyasa süreçleriyle uyum sağlayabilecek
bir esneklikle uygulanması gibi güç bir
sorunu aşmak gerekiyor. Farklı anlayışta iki
planlamayı bir arada yürütmenin yol açtığı bu
önemli soruna karşın, Stratejik Planlamanın
giderek kazandığı yaygınlık, onun taşıdığı
özelliklerin bugünün dünyasında ne kadar
vazgeçilmez olduğunu gösteriyor.
Bu bilgiler ışığında ve bir önceki
dosyamızda detaylı bir biçimde ortaya
koymaya çalıştığımız Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyeti’ndeki mevcut (geleneksel)
STRATEJİK PLANLAMA
(STRATEGIC PLANNING)
GELENEKSEL PLANLAMA
(URBAN COMPREHENSIVE
PLANNING)
• Geliştirilen bir vizyon çerçevesinde
hangi aktörlerin, hangi eylemleri
gerçekleştireceklerinin
tanımlanması
• Hangi kurum veya örgütlerin hangi
zaman diliminde ne tür stratejileri
olduğunun özetlenmesi
• Tehditler, fırsatlar, kuvvetler ve
zayıflıklar (SWOT) çerçevesinde,
toplumun gücünün maksimize,
zayıflıklarının da minimize edilmesi
• Planın ana başlıklarının, standart bir
tahmin listesi olmaması
• Rekabet unsurunu içermesi
• Yönetişim
• Eylemler, aktörler (özel/tüzel kurum,
kuruluş ve bölge/kent sakinleri) ve
zamanlamanın belirlenmesi (Eylem
planı hazırlanması)
• Nüfus, işgücü, arazi kullanımı
ve ulaşım gibi temel faktörlerin
mevcut durumundan hareket
ederek bir takım varsayımlar ve
projeksiyonlar yapılması
• Yapılan
projeksiyonlar
doğrultusunda kentin gelecekte
nasıl olması gerektiğine ilişkin bir
kararlar bütünü olması
• Bugünkü konumdan gelecekte
arzu edilen noktaya varmak için
gerekli olan destekleyici araçları
içermesi
• Plan
hedeflerine
ulaşmada
kimin (aktörler) hangi eylemi
yapacağının
belirlenmemiş
olması
• Plan kararlarının uygulanmasına
yönelik olarak, devletin planlama
ve idari birimlerinin eşit kapasite
ve teşvik yetisinin olduğunun
varsayılması
Özet tablo’da da ortaya koymaya çalıştığımız
gibi, Stratejik planlamada yukarıda paydaş
olarak ifade ettiğimiz sivil toplum tarafına
da karar sürecinde yer veren ekonomik
öncelikli anlayış hâkim. Ancak, Stratejik
Planlamanın vazgeçilemez yasal işlevler
gören Geleneksel Planlamanın yerine
geçecek bir seçenek olarak değil, kentin
ekonomik büyümesini sağlayacak fırsatları
kullanmaya dönük girişimci bir yaklaşım
olarak Geleneksel Planlamanın düzenleyici
planlama anlayışı ve yasal çerçevenin
yapılaşmış çevrenin oluşumuna etkileri
ve ortaya çıkan sorunları da hatırlayarak,
ülkemizde
sürdürülebilir
gelişmeyi,
sürdürülebilir
kentleşmeyi
sağlayacak
durumda
olmadığımız
kolaylıkla
anlaşılacaktır.
Mevcut sistemde en
iyi planları hazırlasanız bile, bunların
uygulanmasına tüm paydaşların katılımını
sağlamazsanız, uzun, orta ve kısa dönem
eylem planları ile neyin, ne zaman, kimler
tarafından yapılacağı belli olmazsa,
sürdürülebilirlikten söz etmenin mümkün
olmadığı açıktır.
1
Yönetişim (Governance): 1996’da HABITAT II ile önem ve vurgu kazanan ve ‘merkezi hükümetle ile yerel yönetim arasında; merkezi
yönetimin ve yerel yönetimlerin kendi içinde, ve
devletle sivil toplum arasında yeni bir iş bölümü
ve yetki ve kaynak paylaşımı’ (Göymen,1997,
p.11) olarak ifade edilen bir kavramdır.
+
Planlama alanında çağdaş yaklaşımların
geldiği son noktayı bu şekilde özetlemek,
yapılaşmış
çevrenin
sürdürülebilirlik
CMYK
açısından değerlendirilmesi için yeterli mi?
Tabii ki değil. Sürdürülebilirlik açısından
yapılaşmış çevre konusunun bütüncül bir
yaklaşımla irdelenebilmesi için, planlama,
tasarım, inşaat, kullanım,
yapım ve
hatta söküm aşamalarını içeren süreç
bağlamında ele alınması ve ilkeler ve
kaynaklar açısından değerlendirilmesi
gerekir. Ancak böylesine kapsamlı bir
konuyu takdir edersiniz ki 3600 kelimelik
bir Dosya’ya sığdırmak mümkün değil. Bu
nedenle biz saptamalarımızı planlama ve
tasarım aşamaları ile sınırlı tutmayı tercih
ettik.
Bu çerçevede yapılaşmış çevrenin öznesi
olarak nitelendirebileceğimiz yapıların
tasarımında çağdaş yaklaşımlar açısından
durumun ne olduğuna bakalım; değişen
koşullar çerçevesinde evrimleşip, değişip,
dönüşen tasarım etkinliğinin vardığı
noktayı, çağdaş tasarım yaklaşımlarının
mimarlıktaki yansımalarını mercek altına
alalım.
Mimari Tasarımda Çağdaş
Yaklaşımlar
Tasarım, en basit anlamı ile bir düşünce ürünü o
politik, ekonomik veyahut da çevresel unsurlar ile
Çağdaş tasarım yaklaşımları denince, bu çağa il
sak, teknolojik gelişmelerin ve iletişim hızının ön
köşelerine ya da oralardan farklı yerlere, gerek g
bir noktaya ulaşmasını hem çok kolaylaştırmış, h
doğru yol almıştır. Artık, ne keskin tasarımcı-kulla
çağdaş tasarım yaklaşımlarının doğrultusunu be
yolculuğuna devam etmektedir. Bu nedenlerledir
henüz yapılamamıştır.
1970’lerden itibaren, Modernism’e karşı çıkış ile
ism, konteksçualizm gibi birçok farklı stil ve yakla
uzaklaşacak mimari bir dili oluşturmak vardır. Te
ektiren bir ruh vardır çağdaş tasarım yaklaşımlar
görseler de, çoğu zaman kendilerini bu şekilde ta
Frank Ghery, Zaha Hadid, Steven Holl, Daniel Li
Globalleşen dünyanın değişen ihtiyaçları ve fark
yaşanmaktadır. Bilgisayar teknolojisinin tasarım
yüzeylerle ortaya çıkan heykelimsi yeni formlar, m
getirilmemişti belki de. Böyle bir süreçte, hiç şüp
Bilbao Müzesi bu tür yaklaşımların, genellikle ilk
meyen bir İspanyol kentinin dünya çapında ünlü
teknolojinin heykelimsi ürünü olarak öne çıkar.
Biçim dilinin çok keskin bir şekilde farklılaştığı De
strüktür ve yüzey parçaları değişik açılarla konum
yaklaşımın öncüleri arasında, Daniel Libeskind, R
örneklerinden biri olarak her gün yüzlerce kişinin
olan sıkı bağlarını eleştirerek tasarlamışlardır. G
kün olduğunca soyut bir biçim dili takınırlar.
Mimarlıkta, binanın bulunduğu yerle, o yerin gere
katmadığı anlamlar, değişik mimari yaklaşımları
hunu göz önünde bulunduran, konteksti esas ala
ve ruhunu göz önünde bulundurarak çalışmalar y
çağdaş yaklaşımlarda.
Öncelikli hedefi sürdürülebilirlik olan çağdaş tasa
hedefler. Bu amaçla, geri dönüşümü olan kaynak
çeşitliliğe karşı önlemler almayı hedefler ve bunu
bir işbirliği içerisinde, arazi seçiminden, malzeme
tasarım yaklaşımları da bu bağlamda değerlendi
+
HAVADİS GAZETESİ EKİ / 18 NİSAN. SAYI 5. 2010.
DOSYA 03
Doğu Akdeniz Üniversitesi
“Uluslararası Kariyer İçin”
SAYFA
09
Naciye Doratlı- Ercan Hoşkara- Hıfsiye Pulhan
SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK BAĞLAMINDA YAPILAŞMIŞ ÇEVRE
Pekin Ulusal Stadyumu, 2008. Herzog de Mouron
olarak tanımlanırken aslında üşünebilen insanın tarihi kadar da eski bir olgudur. Yüzyıllar boyunca bu düşünce etkinliği, özellikle zaman ve yer kavramlarına bağlı olarak sosyo-kültürel,
e şekillenmiş ve farklı stiller, akımlar, yaklaşımlar ortaya koymuştur.
lişkin en son geliştirilmiş kavram ve tekniklerle ortaya çıkmış olan günümüzün ürünleri akla gelir genellikle. O zaman, içinde bulunduğumuz çağın en belirleyici özelliklerine bakacak olurne çıktığı bir zaman dilimi anlaşılmaz mı? İlk kez, üretilen bilgi bu kadar hızlı yayılmış ve dünyanın farklı yerlerinde ayni anda kullanılıp paylaşılmayı başarmıştır. Artık, dünyanın en ücra
gelişmiş ulaşım araçları gerekse uydu ve internet imkânları ile ulaşılabiliyor. Bu da hiç şüphesiz ki, çok büyük bir çeşitlilik sunarken, farklı fikirlerin, eğilimlerin, imajların bir noktadan başka
hem de çok hızlandırmıştır oluyor. Globalleşme sürecinde mimarlık ise, medyanın ve kapitalist ekonominin etkileri altındaki tüketim toplumu ve de onun ihtiyaçları ile yeni yaklaşımlara
anıcı ayrımı, ne de sadece tasarımcının dominant olduğu bir süreç vardır. Kullanıcı da, ekonomik bir erk olmanın imtiyazları ile, tasarım sürecinde etkin rol almaya başlamıştır ki bu da,
elirlemiştir. Çeşitlilik içerisinde, çoğulculuk esası ile başlayan bu arayışta, çağdaş tasarım yaklaşımları, teknoloji ve sürdürülebilirlik kavramlarını da göz önünde tutarak günümüzdeki
r ki, çağdaş tasarım yaklaşımlarıyla ortaya çıkan mimari ürünleri tanımlayabilecek ortak özellikleri saymak çoğu zaman pek mümkün olmazken, çağdaş mimarlığın da çok net bir tanımı
başlayan süreçte, modern sonrası anlamına gelen Post-modernizmin de etkilerinin giderek sönükleştiği yakın zamanlarda, yeni modern anlamına gelen Neo-modernism, dekonstrüktivaşım etkilerini günümüzde sürdürmektedir. Tüm bu yaklaşımların ortak paydasında ise genellikle, yeni malzeme ve formlarla oluşturulacak geçmişin tipografilerinden veya geleneğinden
eknolojinin ileri imkânlarını kullanarak, yeni malzeme ve tekniklerin aracılığı ile yaratıcılığın sınırlarını büyük riskler alarak zorlayan, büyük bir tutku ile yenilikçiliği ve ileri görüşlülüğü gerrında. Bu nedenle olsa gerek ki, korumacılığı, gelenekselciliği, klasik formları yada yerel mimariyi esas alan mimarlar, her ne kadar da kendi görüş ve uygulamalarını 21.yüzyıl için geçerli
anımlanmakta olan çağdaş tasarım yaklaşımlarına yakın hissetmemişlerdir. Bu anlamda, David Chipperfield, Jacquez Herzog, Pierre de Meuron, Santiago Calatrava, Norman Foster,
ibeskind, Jean Nouvel, Renzo Piano, Richard Rogers, Bernard Tschumi ve diğer çağdaşlar, yapmış olduğu tasarımlarla, gelecek nesillere 21. yüzyıl mimarlığından izler bırakmaktalar.
klılaşan güç dengeleri doğrultusunda bugün, gelişmiş bilgisayar programlarının gerek tasarımda gerekse uygulamada sağladığı avantajlarla hayal edilemeyecek boyutlarda yenilikler
için kullanılması olarak nitelendirilen, bilgisayar destekli tasarımın bir “endüstriyel sanat” olarak öne çıkışı ile alışılmadık bir mimari dil geliştirilmiştir. Çoğu zaman, esnek ya da eğri
mimari tasarıma yeni boyutlar getirmiştir. Bu zamana kadar, mekânı tanımlayan duvar, tavan, yer gibi yüzeyler, hiç bu kadar, eğriliğin ve akışkanlığın esas alındığı bir çözümle bir araya
phesiz ki, mimarlık da dijital dünyanın nimetlerinden faydalanmanın yollarını aramaya başlamıştır. İspanya’nın Bilbao kentinde Nervion Nehri’nin kıyısında tasarlanmış olan Guggenheim
akla gelenlerindendir. Amerikan Mimar Frank Ghery tarafından Avrupa’da tasarlanmış olan bu bina gerek dış görünüşü gerekse iç mekânları ile farklılık yaratmış, çoğu zaman bilinve bilinir olmasını sağlamıştır. Öte yandan, dünyaca ünlü bir kentin merkezinde Mimar Sir Norman Foster tarafından tasarlanmış olan Londra Belediye Binası da çok özel geliştirilmiş bir
ekonstrüktivism’i esas alan yaklaşımlarda da, bina radikal görsel unsurlara sahiptir. Düzgün bir geometri olmadan, daha çok parçalanmışlığı öne çıkaran bu yaklaşımda, deforme edilmiş
mlanır. Daha çok, Fransız filozof Jacques Derrida’nın görüşlerinden ve biçimsel bir arayış içerisinde olup geometrinin dengesizliğini savunan Rus Konstruktivisim’inden etkilenen, bu
Rem Koolhaas, Zaha Hadid ve Bernard Tschumi sayılabilir. Bernard Tschumi’nin birincilik kazanan yarışma projesi Parc de la Villette, bugün Paris’te Dekonstruktivist yaklaşımın ilk
n gezdiği bir parktır. Her nekadar da değişik açılardan Modernism ve Postmodernism ile ilişkilendirilen Dekonstruktivistler, Modernism’in rasyonalitesini ve Postmodernizm’in de tarih ile
Genellikle, soyut, karmaşık ve bazılarında bitmemişliğin hissedildiği binalardır onlar. Bulundukları yeri pek önemsemez yada önemsediğini ortaya koyacak netlikte mesaj vermezler, müm-
ek somut fiziksel gerekse soyut sosyo-kültürel değerleri ile olan ilişkisi çok sık tartışılan konularından biri olmuştur. Özellikle, yer ve zaman kavramları ve bunların binalara kattığı ya da
ortaya koymuştur. Günümüz mimarisinde, hem “yer” hem de “yersizlik” kavramlarına bağlı yaklaşımlar görülmekle birlikte, bulunulan yerin, bölgenin, coğrafyanın dinamiklerini ve de ruan yaklaşımlar özellikle son zamanlarda yoğunluk kazanmakta. Bu bağlamda, Peter Zumpthor, Steven Holl, Glenn Murcutt gibi isimler genellikle, çevrenin karakterini, yerin özelliklerini
yapmışlardır. Özünde, o yere özel mimari çözümlemeler yapmak önemsenirken bir yandan da, sürdürülebilir çevreler tasarlamak ya da bu tür çevrelere katkı koyma kaygısı vardır bu tür
arım yaklaşımları, çevre bilincini ve çevreye duyarlılığı esas alarak ekonomik, sosyal ve ekolojik konuları bünyesinde barındırarak çevre üzerine olabilecek negatif etkileri azaltmayı
kları ve insan-çevre ilişkilerini önemser. Global çevre krizine, hızla artan ekonomik aktivite ve nüfusa, tükenen doğal kaynaklara, hasar verilen eko-sisteme ve de yok edilen biyolojik
un da bütüncül bir yaklaşımla çözülebileceğini savunur. Sürdürülebilirlik esasındaki çağdaş tasarım yaklaşımlarında, mimar ve mühendisleri içeren tasarım grubunun kullanıcı ile sıkı
e seçimine, uygulamaya kadar projenin her aşamasında yer alması hedeflenir. Bu anlamda, çevre ile uyumlu, çevreden fayda sağlayacak ancak ona zarar vermeyecek şekilde ekolojik
irilebilecek onlarca başlıktan birisidir.
DEVAMI SAYFA 10’DA >>
CMYK
+
HAVADİS GAZETESİ EKİ / 18 NİSAN. SAYI 5. 2010.
10 DOSYA 03
Naciye Doratlı- Ercan Hoşkara- Hıfsiye Pulhan
Doğu Akdeniz Üniversitesi
SAYFA
“Uluslararası Kariyer İçin”
PLANLAMA VE TASARIMDA ÇAĞDAŞ YAKLAŞIMLAR:
SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK BAĞLAMINDA YAPILAŞMIŞ ÇEVRE
>> SAYFA 9’DAN DEVAM
Bitirirken
Yaşamın her alanında farklı biçimlerde
kullanılmaya başlanmış ve planlamada
ve tasarımda alışıldık, bildik ezberlerin
bozulmasında da önemli rol oynamış olan
sürdürülebilirlik kavramının, günümüzde
artık çağdaşlığın birincil göstergesi
durumuna geldiği bir gerçek. İnsan ırkı
ve binlerce diğer canlı türünün devamının
sağlanmasında, dünyanın ve sahip
olduğu biyolojik çeşitliliğin bütünlüğünün
korunmasında ve şu anda iklim değişikliği
ve sürdürülemez gelişim nedeniyle tehdit
altında olan, gelecek nesillerin mirasının
sürdürülmesinde yapılaşmış çevrenin
planlanması ve tasarımının önemli bir
rolü olduğu da geniş kitleler tarafından
kabul görmekte. Sürdürülebilir gelişme,
sürdürülebilir kentsel gelişme kavramları
ise stratejik planlama yaklaşımlarını gerekli
kılmakta. Tasarım alanına baktığımızda,
özellikle gelişmiş ülkelerde sürdürülebilirlik
öne çıkmakta.
Ama ne yazık ki kendi ülkemizdeki
duruma baktığımız zaman, gerek
planlama gerekse tasarım alanında tüm
bu söylemlerin çok uzağında olduğumuzu
söylemek durumundayız. Genelden özele
gidecek olursak, planlama alanında,
yapısal, örgütsel, yasal ve idari anlamda
çok ciddi bir değişime gereksinimimiz var.
Tasarım alanında da daha duyarlı
olunması şart. Avrupa Mimarlar Konseyi
(ACE) 24 Eylül 2009’da Brüksel’de,
mimarlık ve sürdürülebilirlik temasıyla
düzenlediği seminer kapsamında
kabul edilen ve kamuoyuna duyurulan
Mimarlık ve Sürdürülebilirlik Hakkında
ACE Bildirgesi ve Politika Belgesi,
mimarlık mesleğinin iklim değişimiyle
mücadele konusunda üstlenebileceği
rolleri açıklıyor ve Avrupa kurumlarının
iklim değişikliği politikaları bağlamında
mimarlık mesleğinin pozisyonunu
özetliyor. Karşı karşıya bulunduğumuz
ambargolar nedeni ile Mimarlar Odamız
ACE üyesi değil. Ama bu durum, mimarlık
mesleğinin sürdürülebilirlik bağlamında
icra edilmesi konusunda ACE tarafından
çizilen yol haritasının mimarlarımız
tarafından benimsenmesi konusunda
engel de değil. Duyarlı mimarlarımızın
bu yol haritasını izlemekte olduklarını
düşünüyoruz. Önemli olan bu duyarlılığın
artması, sıra dışı değil sıradan bir hal
alması. Son söz olarak, sürdürülebilir
yaşam alanları oluşturmak için devletin en
üst kademesinden sade vatandaşa kadar
hepimize önemli görevler düşüyor. Bir
yandan sürdürülebilirliğin özündeki katılım
ve yönetişim kavramlarını, diğer yandan
ölçeğimizi, oldukça kaliteli olduğunu
söyleyebileceğimiz insan kaynağımızı,
üniversitelerimizin potansiyelini göz
önünde bulundurduğumuz zaman
iyi bir örgütlenme ve yönlendirme ile
Londra Belediye Binası, 2002. Norman Foster
sürdürülebilir yaşam çevreleri yaratmak
için önümüzde çok da büyük engeller
olmadığını düşünüyoruz.
Kaynakça:
•
B. Özkaynak ve F. Adaman (2004),
Sürdürülebilir Kentleşme: Yalova Örneğinde
Sürdürülebilir Kent Tasarımına Yönelik Bir Yöntem Önerisi, TÜSES Yayınları, İstanbul.
•
E. Hoşkara, Y. SEY (2008) Ülkesel
koşullar bağlamında sürdürülebilir yapım,
itüdergisi/a, mimarlık, planlama, tasarım,
Cilt:7, Sayı:1, 50-61, Mart 2008.
Sürdürülebilir yaşam çevreleri
dileklerimizle
Naciye Doratlı
Ercan Hoşkara
Hıfsiye Pulhan
+
CMYK
•
Erim, A. (çeviri), Sürdürülebilir Avrupa Kentleri için Leipzig Şartı (24
Mayıs 2007); http://mimarlarodasi.org.tr/
UIKDocs%5Cleipzigsarti.pdf
•
Tağmat, T. S., Uysal, Z. Ç.(çeviri),
Mimarlık ve Sürdürülebilirlik Hakkında ACE
Bildirgesi ve Politikası (24 Kasım 2009);http://
www.mo.org.tr/UIKDocs%5Cacesurdurulebilirl
ik2009.pdf
+
HAVADİS GAZETESİ EKİ / 18 NİSAN. SAYI 5. 2010.
KENTİN TADI TUZU
Doğu Akdeniz Üniversitesi
“Uluslararası Kariyer İçin”
sebnem.hoskara@emu.edu.tr- akpinari@itu.edu.tr
Şebnem HoŞKARA-
İ
SAYFA
konuk yazar: pek
11
Akpınar
TAKSİM’DE BAHAR
Bu sayımızda İstanbul’un kalbi, Taksim meydanı ve kuzeye doğru eklemlenen Gezi Parkı’nı, İstanbul’dan bir arkadaşımız – İpek Akpınar’ın kaleminden
okuyacağız. Çoğumuzun İstanbul’a gidişlerimizde ilk durağı olan, olmayanların ise mutlaka bir uğradığı Taksim Meydanı’nı, sevgili İpek bize sadece
mekansal açıdan değil, tarihsel, toplumsal ve kültürel bağlamıyla birlikte aktarıyor. Bir kentsel dönüşüm hikayesi olarak bizlere sunuyor. Kendisine
çok teşekkür ederiz.
Şebnem Hoşkara
Geçtiğimiz bahar fark edemeden
geçivermişti… şimdiyse işe gidip gelirken
uzun zaman sonra ilk defa tomurcuklanan
erik ağaçlarını algılayabiliyorum… 40-45
yıllık yapı stoğu hızla yenileniyor, depreme
dayanıklı ve günümüz tasarım diline
uygun hale getiriliyor… Mimari anlamda
tanımladığımız ‘meydan’ kimliğinden trafik
kesişim noktasına dönüşümle uzaklaşan
Taksim, uzmanların Manuel Castells’in
‘akışkanlık’ kuramı üzerinden olumlayarak
betimlediği gibi, Talimhane bölgesinde
ve Beyoğlu’nda yenilenen yapı stoğu,
uluslararası zincir dükkanlar, çeşit çeşit
yeme-içme yerleri, film festivali, yeni
müzeler, konserler ve yeni sergiler ile
bahara hazırlanıyor… Bu sergilerden biri
de Fransız mimar ve kentsel tasarımcı
Henri Prost (1874-1959) üzerine Pera
Müzesi’nde düzenlediğimiz uluslararası
sergi (küratör: Cana Bilsel, Pierre Pinon).
Kentin ulaşım üzerinden modernleşmesi
amacını taşıyan Prost Planı’nın
kurgusundaki en önemli uygulamalardan
biri hiç kuşkusuz Taksim Meydanı
projesidir.
Döneminde Paris’in baş mimarı olan Prost,
ulus-devletin kuruluş sürecinde, kentin
modernize edilmesi ve güzelleştirilmesi
için 1936’da Mustafa Kemal tarafından
İstanbul’a davet edilmiştir. Bir yıl süren
araştırma ve tasarım süreci sonunda
kentin ilk master planını 1937’de teslim
eden Prost, işlevsel zonları, güzelleştirme
temasıyla birbirine bağlayan, görsel açıdan
güçlü bir yol şebekesinden oluşan bir
tasarım önerir. Kentsel tasarım, 1950’ye
dek onbeş yıl boyunca geliştirilerek kısım
kısım uygulanır. 1950’deki genel seçimlerin
ardından yerel seçimleri de kazanan
Demokrat Parti tarafından Fransız
tasarımcının görevine son verilir. 19501956 yılları arasında Türk planlamacılar
Prost Planı’nın revizyonunu üstlenirler.
Ardından 1956-1960 arası, Başbakan
Adnan Menderes, kentin imarını, İmar
Müdürlüğü’nün Prost Planı’ndaki bulvarları
genişletmesiyle, şahsen yönlendirir.
1958’de Prost tekrar İstanbul’a davet edilir,
görüşleri alınır. Bunlara rağmen, Türk kent
tarihçileri, Prost Planı’na ve tasarımcısına
ya kısaca referans verirler ya da hiç
değinmezler. Prost Planı’nı, 1952 Geçici
Revizyon Komisyonu (1954), “hijyene
dayalı, geniş bulvarlarla aşırı vurgulu bir
güzelleştirme projesi” olarak görür. Plan,
genelde, 19. yüzyıldaki güzelleştirme
temasının devamı şeklinde algılanır.
Komisyon, 1930’ların Türkiye’sinin
politik ve ideolojik bağlamından kopuk
olarak, olumsuz eleştirileriyle, Prost’un
dışlanmasında rol oynar. Prost Planı,
sadece güzelleştirme kapsamında
betimlenebilir mi? Fransız tasarımcı ve
planı, erken cumhuriyet döneminde nasıl
bir rol üstlenmişlerdir?
Prost Planı’nın “güzelleştirme”ye dayalı bir
tasarım olduğunu reddetmiyorum. Her ne
Taksim Meydanı
Taksim Meydanı
kadar Prost Planı’nın Avrupa başkentlerini
hatırlattığı savını destekliyorsam da,
Türkiye bağlamında, ulus-devlet oluşturma
sürecinde, çok daha fazlasını ifade eden
bir tasarıma dönüştüğünü savunmaktayım.
Tasarımda ön planda yer alan espaces
libres (serbest alanlar), cumhuriyetin
kentsel mekan ve kamusal alan yaklaşımı
konusunda önemli ipuçları sunar. Buna
göre, İstanbul Prost Planı’nın, Ankara
Jansen Planı gibi, Türk toplumunun
sekülerleşmesi anlamını içerdiği
savunulabilir. Bu çerçevede, Prost’un
‘’espaces libres’’inin, ulus-devletin, hukuki,
idari ve kültürel reformlarını, kentsel
alanda temsil ettiği; böylece, ‘’milli kimliğin’’
oluşum sürecinde, Türk ulus-devletinin
sekülerleştirici reformlarına güçlü bir
fiziksel ve görsel platform oluşturduğu öne
sürülebilir.
İstanbul kentsel mekanının modernleşme
sürecinde Prost Planı ve en geniş ölçekli
uygulaması olan Taksim Meydanı ve Gezi
Parkı, yalnızca İstanbul’un mekansallığının
güzelleştirilmesi anlamına gelmez: Türk
politikasının 1930’ların bağlamı içinde,
sekülerleşmenin mekansallaşmasını
temsil etmektedir. Gezi Parkı - ki
gerçekleştirilmesi sırasında, Taksim askeri
kışlası yıkılarak yerine uygulanmıştır
- cumhuriyetin ilk döneminden beri,
sergi binası, gazinosu, çay bahçeleri,
Radyoevi, Harbiye Tiyatrosu’na ev
sahipliği yaptı. Bu bağlamda, devasa
boyutu ile kentin cumhuriyet meydanı
diğer bir deyişle halkın meydanı olarak
tasarlanan Taksim, cumhuriyetin hukuk,
eğitim, kültür alanındaki reformlarının
mekansallaşmasıdır. Taksim Meydanı
ve kuzeye doğru eklemlenen Gezi
Parkı ile Maçka Parkı, kadın ile erkeğin
aynı mekanda buluşmasını sağlayan
sekülerleştirici kent platformlarıdır. Bu
süreçte, mahalleler kimliğini yitirmiş, ama
kent tarihinde, ilk defa da açılmıştır... yeni
dünyaların keşfedildiği bir açıklığa... Prost
Planı, bir anlamda ideolojik hedefine,
sekülerleşmeye, ulaştı.
1980’lerin ortasında, Prost Planı’nda
yer aldığı gibi, Taksim Meydanı’nın
güneydeki Marmara kıyısına (Yenikapı
limanı) ulaştırılması bağlamında, dönemin
belediye başkanı Bedrettin Dalan, 1718-19. Yüzyıldan kalan Ermeni ve Rum
ustalarca yapılmış mimari kültürel mirası,
mimarlar odası, koruma kurulları ve
üniversitelerin uyarıları ve itirazlarını
dinlemeyerek yıkar; boşaltılan mekana
Tarlabaşı Bulvarı, topoğrafya çalışmaları
olgunlaştırılmadan haşince uygulanır.
Zamanla, bulvarın güney yakası
küreselleşmenin parçası olabilen kentliler
için mekanlar ve etkinliklerle, yolun
kuzeyi ise gerek güneydoğu Anadolu’dan,
gerekse uluslararası göç yolları üzerinden
Türkiye’ye gelip yerleşen göçmenlerle
dolar. Günümüzde, sözüm ona ‘terörist
ve uyuşturucu kaçakçısının yuvası’ olarak
sunulan bu mahallede, yerel yönetimin
geri plana çekilip kapalı kapılar ardındaki
ihale ile özel şirket eliyle yapmaya çalıştığı
Tarlabaşı kentsel dönüşüm projesi – diğer
bir deyişle soylulaştırma projesi süreci ise
başka bir yazının konusudur.
Bugün
+
Günümüzde Taksim Meydanı, otobüs
ve dolmuşların ana kalkış duraklarına
ev sahipliği yapmaktadır. Tüm trafik
karmaşasına rağmen, kamusal anlamda
çok daha fazlasını ifade eder. Mimari
mekan olarak, bireyin algılayabildiği günlük
boyutların üstünde. Tam da bu nedenle,
Henri Prost, Meydanın kuzeyine Gezi
Parkı’nı giriş merdivenlerini yerleştirirken,
kentlinin, güneyde yer alan Marmara
Denizi’ne bakarak basamaklarda
oturabilmesini, kitabını okuyabilmesini,
hatta çizim yapabilmesini, az ötede
CMYK
yer alan opera binasına veya tiyatroya
giderken arkadaşını bekleyebilmesini
düşlemişti. Bugün basamaklar, işe
yetişmek üzere koşturan yüzlerce, binlerce
insanla dolup taşmakta… Merdivenlerin
tam karşısında ise ‘the Marmara’ oteli yer
almakta: otobüs duraklarının yer aldığı
kuzey bölümünün keşmekeşi, güney
cephesinde yerini güvenlikli ortamda
‘küreselleşmenin’ parçası olabilen kentliye
ya da turiste yerini bırakıyor. Meydanın
doğusunda ise, modern mimarlık mirasının
önemli örneklerinden olan Atatürk Kültür
Merkezi, yıkalım mı, yenileyelim mi
tartışmaları sürecinde 1,5 yıldır kaderini
beklemektedir. Zaman içinde Taksim
Meydanı her türlü toplumsal gösteriyi
ağırlayan protest bir kimlik kazanmıştır.
Mekanın kimliğinin oluşumunda hiç
kuşkusuz en kritik süreç 1 Mayıs
gösterileridir. 1970’lerin sonunda kanlı 1
Mayıs’ta yine ev sahibidir. Günümüzde
işçi sendikaları, sivil toplum kuruluşları
meydanda anma etkinlikleri yapmak
isteseler de, valilik, topluluklara 1 Mayıs’ta
meydana giriş izni vermemektedir.
Ama diğer günlerde Meydan, sadece
acı olayları ve kayıpları anmak için
değil, sevinçli günlerin coşkusunu
toplumca paylaşmak için buluşma
noktasıdır. Yalnızca milli bayramlarda
değil, uluslararası spor karşılaşmaları,
Eurovizyon ve benzeri etkinliklerdeki
başarıların toplumca kutlama yeridir.
Avrupa Kültür Başkenti açılış etkinliği dahil,
halk konserleri, Ramazan çadırları, çeşitli
panayır ve fuarlara ev sahipliği ile protest
mekandan popülist mekana dönüşmüştür.
Tüm bu geçmişi ve özellikleriyle Taksim
meydanı, halen İstanbul’ın kalbidir....
İpek Akpınar
İTÜ Mimarlık Fakültesi
+
HAVADİS GAZETESİ EKİ / 18 NİSAN. SAYI 5. 2010.
12 AL GÖZÜM SEYREYLE
Türkan Ulusu Uraz konuk yazar: Özlem Olgaç Türker
Doğu Akdeniz Üniversitesi
SAYFA
turkan.uraz@emu.edu.tr- ozlem.olgac@emu.edu.tr
“Uluslararası Kariyer İçin”
YERELLİKLE BEZENMİŞ BİR KUZEY- AVRUPA BAŞKENTİ: HELSİNKİ
Helsinki, Finlandiya’nın güneyinde
Baltık Denizi’yle içiçe, birçok ada üzerine
konumlanmış bir İskandinav Kenti.
Kompakt yapısı nedeniyle, kentte, farklı
sonbahar renklerine bürünmüş ağaçların
sunduğu zengin bir peyzajda yürüyüş
yapmak; bisiklet sürmek; yazın denize
girmek; ya da açık pazardan, veya
markaların sıralandığı lüks caddelerden
alışveriş yapmak gibi, hem doğa hem de
kent aktiviteleri bir arada bulunmakta.
1812’de Finlandiya’nın başkenti olan
Helsinki’nin imarına önemli katkısı
olanlardan Alman mimar Carl Ludwig
Engel, hem Senato Meydanı’nı hem
de 1852’de tamamlanan Protestan
Katedrali’ni (Tuomiokirkko) tasarlayarak
küçük bir St. Petersburg yaratmaya
çalışmış. Senato Meydanı’nda, neoklasik
tarzda inşa edilmiş bu katedral sade bir
yapı. Meydanın bir tarafında Fin Senatosu,
diğer yanında da Helsinki Üniversitesi
bulunuyor.
Design Forum Sergi Salonu; Bir Grup Obje
Helsinki’de Tuomiokirko Katedrali, Senato Meydanı, Liman
Helsinki’de bulunduğum Ekim ayında
güneş, en yüksek olduğu saatlerde
bile, Kıbrıs’ın sabah saatlerindeki gibi.
Sonbahar soğuğu böyle ise, insan
bu kentin kışını hayal edemiyor... Bu
kadar az güneş alan bir kent olmasına
rağmen, çevrede güneş enerjisinden
yararlanmak üzere konumlanan
güneş (solar) panellerinin sıklığı biz
Akdenizliler tarafından ders alınması
gereken duyarlılıkta. Ekolojiye ve doğaya
karşı hassasiyet her yerde karşınıza
çıkabiliyor. İnsan yaşayan bölgelerin
ülke yüzölçümüne oranı o kadar düşük
ki, doğayla içiçe bir yaşam sözkonusu.
Fin mutfağının temelini geyik eti ve deniz
ürünleri oluşturmakta. Böğürtlen kullanımı,
tatlılar kadar yemeklerin soslarında da
sıklıkla kullanılmakta.
Finliler, soğuk ülkelerine karşın çok
sıcak insanlar. Yüzlerinde gerçek birer
gülümseme ile misafirperver tutumlarıyla
her yerdeler. Hizmet sektöründe de pek
yabancı görmek mümkün değil. Finli
rehberimiz, bu durumu “Fince öğrenmenin
zorluğu”na bağlasa da, yüksek yaşam
standartları ve sosyal düzenlerinin dört
– dörtlük olması en önemli faktörler
arasında. İyi düzeydeki hastane ve eğitim
hizmetleri tamamen devlet hakimiyetinde.
Kilise’de, inancınız veya inançsızlığınız
ne olursa olsun, mekanın gücü sizi etkisi
altına alıyor. Kilometrelerce bakır tel
kullanılarak oluşturulan kubbemsi üst
örtü, Granit taşından oyulmuş, silindirik
mekanın üzerine brüt betondan prekast
narin kirişlerle bağlanmakta. İçeri süzülen
doğal ışık, kayaların doğal renklerini ön
plana çıkarmakta. Tapınak fonksiyonuna
ek olarak, konserler, düğünler gibi sosyal
etkinlikler için de kullanılmakta.Her köşe
başında bir sanat galerisi olan Helsinki’de
‘Mimarlık Müzesi’ (Museum of Finnish
Architecure); ‘Tasarım Müzesi’ (Design
Museum); Çağdaş Sanatlar Müzesi
(Museum of Contemporary Art – Kiasma);
Ateneum Müzesi; ve daha birçok müze
kent merkezinde konumlanmakta. Orada
bulunduğumuz dönemde Eliel Saarinen’in
Art-deco tarzında tasarladığı tren garının
tam karşısında konumlanan Ateneum
Müzesi, Picasso’nun eserlerinden bir
seçkiyi meraklıları için sergiledi; Steven
Holl ofisi tarafından tasarlanmış olan
Çağdaş Sanatlar Müzesi – Kiasma, kalıcı
Rehberimiz, uzun bir kış sezonu ve
karanlık gecelerin etkisi ile melankolik
bir ruh haline büründüklerini söylüyor; ve
bu nedenle ne yazık ki intihar oranının
yüksek olduğuna değiniyor.Kadın
haklarının öncü ülkelerinden Finlandiya,
100 yıl önce 19 sandalye ile parlamentoya
kadınların seçildiği ilk ülke ünvanını
da taşıyor. Çalışan kadın oranının
yüksek olduğu ülkede kabinede özellikle
icracı bakanlıkların çoğunda kadınlar
bulunmakta. Orman ülkesi Finlandiya’da,
Helsinki Havalimanı’na indiğimiz andan
itibaren doğal masif ahşabın günümüz
malzemeleri ile birarada uyum içinde
kullanımı hemen göze çarpmakta.
Modernizmin ve uluslararası biçemin
öncülerinden Finli mimar Alvar Aalto gibi
tasarımcıların yetiştiği Helsinki, tabii ki
tam bir tasarım ve sanat kenti. Mimarlık,
İç mimarlık, Moda, Tekstil tasarımı,
Endüstri Ürünleri Tasarımı alanlarında
öncü firmaların ve müzelerin yoğunlukla
yer aldığı “design district”, yani tasarım
mahallesi, birkaç günlük programa
sığdırılamayacak genişlikte. Burada
bizi götürdükleri “Design Forum” isimli
tasarım kuruluşu, birçok ünlü tasarımın
patentini yani telif hakkını bünyesinde
bulundurmakta. Her yıl birçok ulusal veya
Bir Aalto Tasarımı: Akademik Kitabevi
+
uluslararası yarışma ile genç tasarımcıları
motive eden bu kuruluş, “uluslararası
kitlelere hitap ederken yerelliği de ön plana
çıkarmayı” savunan bir felsefeye sahip.
Design Forum’da tasarlanan tasarımlar
yine bir Finlandiya tasarım-üretimpazarlama firmalar bütünü olan Ittala’da
üretilerek tüm dünyaya pazarlanmakta.
Ittala, geniş bir ürün yelpazesine
sahip. Örneğin Alvar Aalto’nun Savoy
Vazo’su, farklı boylarda, renklerde hatta
farklı desenlerde üretilmekte. Yerelliğe
değinmişken, balo kıyafetlerine benzer
kadife kabarık etekli elbiseleriyle kent
merkezinde aniden karşımıza çıkan
Finlandiya çingeneleri çok ilgimi çekti....
Bulgaristan’ın AB üyesi olmasından sonra
Finlandiya’ya göç eden Çingenelere,
Helsinki’de hükümet tarafından kültürlerini
sürdürmeleri için yardım verilmekte.
Bu nedenle çingenelerin geleneksel
kıyafetlerle gezmeleri teşvik ediliyor.
Ünlü besteci Jean Sibelius’un (18651957) adını taşıyan parkta dev bir orgu
simgeleyen Sibelius Anıtı görülmeye
değer. Yapıldığı dönemde, soyut heykelle
tatmin olmayan halkın baskısı ile, heykelin
yer aldığı alana sonradan Sibelius’un
büstü de eklenmiş. Temppleliaukio Kilisesi,
diğer ismiyle Rock Church yani Kaya
CMYK
sergiler yanında geçici sergiler veya
enstalasyonlara da ev sahipliği yaptı.
Birçok Avrupa kentine göre daha pahalı
kabul edilen Helsinki’de kent merkezinde
yer alan tarihi alışveriş merkezi
‘Stockmann’ kırmızı tuğladan özgün
mimarisiyle koruma altında. Kentte ilk
asansör kullanılan yapı olarak da özel bir
önem taşımakta.
Hem mimari tasarimi hem de iç mekan
tasarımı Alvar Aalto tarafından yapılan
Academic Bookstore yani Akademik
Kitapevi, uluslararası kitaplar ve hoş bir
kafenin bulunduğu modernist bir mekan.
Kentteki birçok kafede olduğu gibi burada
da Alvar Aalto tasarımı sandalyeler
kullanılmakta. Dünyaya teknoloji ihraç
eden Finlandiya’da en bilindik cep-telefonu
markalarından birinin üretildiği Helsinki,
teknolojide öncü olmak yanında kitap
okuma oranının en yüksek olduğu Avrupa
kenti olmakla övünüyor. Her iki Finli’den
biri Kent’teki halk kütüphanelerinden birine
üye.
Kendi özgün yerelliğiyle bezenmiş
Avrupa’lı bir başkentin tadı damağımda
kalarak ayrıldım Helsinki’den...
Özlem Olgaç Türker
+
HAVADİS GAZETESİ EKİ / 18 NİSAN. SAYI 5. 2010.
PROVO- K- İ -TAP
Doğu Akdeniz Üniversitesi
“Uluslararası Kariyer İçin”
beril.ozmayer@emu.edu.tr- kagan.guner@emu.edu.tr
SAYFA
13
Beril Özmen Mayer konuk yazar: Kağan Güner
TÜRK EDEBİYATINDA ROMAN VE MEKAN
Tasarım proje tashihlerinde çoğu zaman
Fransız, Oryantalist, Hint, Çin mobilyaları;
bu mobilyaları en ince detaylarına kadar
tarif eden Yakup Kadri, aynı zamanda
mobilya tasarım tarihi dersi verir. Üstelik
mobilya tarihinin İngiliz sömürgeciliğinin
etkisindeki eklektik ve kültürsüz, sadece
derleyen ve yan yana getiren, kültürleri
yaşamayan müzelere döndüren kimliğini
gözler önüne serer. Ve bu İngiliz subayı,
yalının bir zamanlar namaz kılmak için
kullanılan odasını; her gece verdiği
partilerde yaşadığı seks fantezilerinin
yatak odası yapar. Yakup Kadri; yalının
İngilizin elinde oryantalist tarzda döşenmiş
yatak odasında bize emperyalizmi anlatır.
Emperyalizm bir tecavüzdür. Yatak odası,
mahremiyet kimliğinden İstanbulun işgal
yıllarında bir tecavüz odasına dönüşür.
kendimi öğrencilere bir romandan ya da
bir filmden bahsederken bulurum. Mimarlık
ve edebiyat arasındaki ilişki tutkulu bir aşk
hikayesidir. Neden? Edebiyat içerisinde
roman ve modern avant-garde şiirin ortaya
çıkışı 19uncu yüzyılda kapitalizmin gelişimi
ve endüstri dervimi ile eş zamanlıdır.
Roman adı üzerinde ‘Fiction’ ‘Kurmaca’
üzerine kuruludur. Bir strüktür üzerine
kuruludur. Bu strüktür üzerinde kurmaca
dilini yaratır. Yarattığı dil ile kimine göre
gerçekliği yansıtır. Kimine göreyse
gerçekliği kurgular. Bana göre ikisinin
ortasında bir imbikten damıtılır roman.
Yansıttığı bir gerçeklik vardır. Ama yazarın
kurgusu içerisinde yansıtılır bu gerçeklik.
Aynı mimarlık gibi; hayatın yansımasıdır
mimarlık. Bütün ayak seslerini kendinde
toplar. Bu yüzden mimarlık bir teknik
öğrenimin ötesinde tanımlanması gereken
bir uzama sahiptir. Bütün ayak seslerini
kendinde toplar dedik. Toplar. Sokağın
kalabalığı konusudur, mimarlığıdır. Evlerin
hüznü ve neşesi onun çalışma alanıdır. O
mekanları yaratan kişidir çünkü mimar. Bu
yüzden de romanın ortaya çıkışından beri
mimarlar 150 yıldır felsefeyi belirliyor. Bir
rastlantı mı bu? Kuşkusuz değil.
Roman ve mekan; son yıllarda bir çok
akademisyenin ilgi alanına giriyor.
Edebiyat fakülteleri ile mimarlık fakülteleri
arasındaki bu heyecanlı buluşmanın en
güzel örneklerinden birisi ise, Mimar Sinan
Güzel Sanatlar Üniversitesi, Edebiyat
Fakültesi öğretim görevlilerinden Dr.
Handan İnci’nin ‘ROMAN VE MEKAN:
Türk Romanında Ev’ adlı çalışması.
ARMA YAYINLARINDAN, 2003 yılında
basılmış olan bu kitap, ne kadar ilgi çekti
ve tartışıldı, bilemiyorum. Fakat, Türk
romanının tarihi boyunca, 1970’li yıllara
kadarki kesitini ele alan önemli bir kitaptan
söz etmemiz gerektiği kanısındayım.
13,5X19,5 cm ebatlarında 266 sayfalık bu
kitabın arka sayfadaki tanıtım alıntısında
şu satırlara rastlıyoruz:
Felatunların alafranga evleri, Kırık hayatların sığınağı “Aşiyan”lar,
Naim Efendi’nin imparatorluğun izinde
adım adım çöken konağı. Şişli’de yükselen apartmanların çiğ
ve parlak ışığından gözü kamaşan
Neriman’lar.
Cevdet Bey’in “saat gibi” işleyen
burjuva evi
ve bu evin dayandığı bütün değerlere
“evsizleşerek” karşı çıkan Selimler...
Türk insanının evle imtihanı. Fakat özellikle konut ve apartman...
Sadece iki mimari yapı değil, birbirine tamamen karşıt değerlerin
mekanları.
Biri yıkılırken diğeri yükselen iki
dünya...
Türk toplumunun batıdan doğuya,
gelenekselden moderne, imparatorluktan cumhuriyete geçişinin
iki anahtar simgesi...
Türk romanında Ev
sarılan Rakım Efendi ve Pera’daki yeni
apartmanların insanı Felatun Bey. Türkçeyi
değil Fransızcayı seven; mobilyanın
Barok’unu tercih eden; fiziksel olarak
Beyoğlu’nda ama ruhsal olarak Paris’te
yaşayan Felatun Bey’in karşısındaki
Rakım Efendi; çöken Konak’la beraber
göçen bir İstanbul efendisidir.
Ahmet Mithat Efendi’nin başlattığı bu
KONAK temasını edebiyatımızda en
başarılı şekilde ele alan yazarımız ise;
Yakup Kadri Karaosmanoğlu ve O’nun
Kiralık Konak adlı eseridir. Bu kitap
ise Sodome ve Gomore ile Sürgün
romanları ile beraber okunduğunda;
bence kültür tarihimizin en büyük
üçlemesi ile karşılaşırız. (Yakup Kadri
Karaosmanoğlu’nun tüm eserlerinin
İLETİŞİM YAYINLARI’ndan basımları
mevcuttur.) Yakup Kadri; içinde yer aldığı
Handan İnci kitabı insana bunları
düşündürttürüyor. Mimarlığın uzandığı
o devasa yolculuğun tarifi imkansız
serüvenini anlatıyor. Ve 1970’lere geliyor.
Sevgi Soysal’ın romanlarına, Yenişehir’de
Bir Öğle Vakti’ne....
Kağan Güner
Türk romanında Ev
ROMAN VE MEKAN Kitap (2003)
KADRO Hareketi’nin de Cumhuriyet’e
soldan bakan halkçı ve devletçi ideolojisi
ile; Felatun Bey ile Rakım Efendi
ikileminin karşısına başarılı bir kurguyla
“Cumhuriyet” aydını koyar. Daha doğrusu
bu aydının tarih sahnesindeki zorunlu
ve devrimci yerine ayna tutarak bir
tarifte bulunur. Kiralık Konak’ta ilk önce
mobilyalar değişir. Rokoko mobilyalar
gelir. Ardından Türkçe’nin yerini Fransızca
alır. Son aşama ise Konak’ın terkedilerek
Pera’da bir apartman dairesine taşınma
öyküsüdür. Konak bir çöküş ise yerine
gelen Apartman da Batıya hayran bir
züppeleşmedir. Bu züppeleşmenin
arasında Ne Batıcılık ve ne de Doğuculuk.
Cumhuriyetçilik ve Ulusalcılık diyen bir
Yakup Kadri vardır.
Türk romanında bu iki simgenin
macerasını izlemek bile,
evin toplumsal ve bireysel yaşayıştaki
rolünün ne kadar derin olduğunu gösteriyor. Bu kitapta 1870’lerden 1970’lere kadar
Türk toplumunun yaşadığı sosyal ve siyasi sarsıntıların,
değişimlerin Türk romanına nasıl yansılıdığı bir
mikro ölçek olan ev üzerinden incelenmiştir.
Türk romanı ise, eğer okumasını bilirsek
Türk mimarlığının kültürel çalışma
laboratuarıdır. Handan İnci, herşeyden
önce bunu gösteriyor. Ahmet Mithat
Efendi’nin ‘Felatun Bey ile Rakım Efendi’
sadece Türk romanının değil ama Türk
mimarisinin de bir incelenme yapıtı.
Osmanlı’nın son döneminde Alafranga
ile Alaturka arasındaki; Oriental ile
Occidental’in o muazzam çatışmasını
mekan boyutunda irdeliyor. Çöken
Osmanlı’nın simgesi olan Konak’a
Handan İnci, bu analizlerde bizi bir
yolculuğa davet ediyor. Roman, Mekan,
Kent ve Mimarlık... Zira, romandır
duvarların sesini bize anlatan, koridorların
yalnızlığını, isyan günlerinde bir şehri
tasvir eden, insana ‘kardeşin duymaz,
eloğlu duyar’ dedirten anların tarifidir
sözünü ettiğimiz... Ve bu durumlarda ya
dört duvar arasındayızdır, ya da kent
meydanlarında...
+
Bu züppeleşmenin kültürel tahribatını
ise Sodome ve Gomorre adlı romanında
ameliyat masasına yatırır, Yakup Kadri.
İstanbul’un işgal yıllarında, Boğaz’daki bir
yalıyı satan alan bir İngiliz subayı, yalıyı
kendi zevkine göre döşer. Her odasında
başka bir stilden mobilyalar grubu vardır.
CMYK
Dr. Handan İnci Elçi
Mimar Sinan Üniversitesi – Edebiyat
Fakültesi öğretim görevlilerinden olan
Doç.Dr. Handan İnci’nin uzmanlık
alanları; ‘Tanzimat’tan Günümüze
Edebiyat Tartışmaları’, ‘Çağdaş Türk
Romanı’ ve ‘Türk Romanı’nda Ev’olarak
sıralanıyor.
ROMAN VE MEKAN-TÜRK
ROMANINDA EV(2003) ve
BİR EDEBİYAT USTASI-ZEYNEP
KERMAN(2009) adlı iki kitabı bulunuyor.
+
HAVADİS GAZETESİ EKİ / 18 NİSAN. SAYI 5. 2010.
14 SORULAR- CEVAPLAR/ YANLIŞLAR- DOĞRULAR
Ercan HoŞKARA ercan.hoskara@emu.edu.tr
SAYFA
Doğu Akdeniz Üniversitesi
“Uluslararası Kariyer İçin”
FARKINA VARMAK, FARKINDA OLMAK
Planlama ve tasarımın önemini kavramamış olmanın yarattığı sorunları ve bunun kent yaşamımızın ve mimari çevremizin niteliğini nasıl etkilediğini
farkına varmak, soruna karşı kayıtsız kalmamak adına belki de yaşanması gereken en önemli aşamadır.
Ercan Hoşkara
Bina cepheleri işgal altında
Gazimağusa’da bir sosyal konut
binası. Bina cephesi klimalar ve
antenler tarafından kaplanmış
durumda.
Çöp toplama biçimimiz ve sokaklarımız
Gazimağusa’da bir bina. Bina
cephesi tesisat borularıyla tamamıyla
kaplanmış durumda.
Gazimağusa’da bazı çöp konteynerleri. Yolun orta yerinde, çevreye karşı
duyarlılık minimum düzeyde.
İkisi arasında fark var, arkasında kim / ne var?
Kaldırımlar işgal altında
Bu sorunların nedenleri arasında imkanlarımızın sınırlı olması yer alabilir,
ama görülen o ki bunun yanında önceliklerimiz de farklı. Yaşadığımız
kentlerin iyi planlanması ve mimari çevremizin tasarlanması ve bu plan
ve tasarımlara uyulması, bugüne kadar öncelikli bir konu olamamış
bizler için. Fakat, yaşam kalitemizin artırılması için planlama ve tasarımın
öncelikli bir konu olduğunun farkında olmamızın ve buna kayıtsız
kalmamamızın zamanı çoktan gelmiştir.
+
CMYK
+
HAVADİS GAZETESİ EKİ / 18 NİSAN. SAYI 5. 2010.
GÜNCEL HABERLER
Doğu Akdeniz Üniversitesi
“Uluslararası Kariyer İçin”
kutsal.ozturk@emu.edu.tr - begum.mozaikci@cc.emu.edu.tr
SAYFA
15
Kutsal ÖztÜRK- Begüm MozaİKCİ
MUHTEŞEM YAPILAR
Mimarlar tasarımda sınır tanımıyor. Son günlerde ardı ardına muhteşem
mimari eserlerin yapılacağını müjdeleyen haberler gözümüze çarpıyor.. Tüm
bu muhteşem yapılar o kadar heyecan verici ki, hepsini sizlerle paylaşmak
isterdik. Ama takdir edersiniz ki sinirli sayfamızda bu mümkün değil. Biz de
birkaç tanesini seçtik. Tüm bu haberlerin bir şekilde mimariye olan bakışımızı
etkileyip; gelecekte kendi ülkemizde ve kendi koşullarımıza uygun böylesi
muhteşem yapılar görmek dileğiyle.
Pompidou-Metz Sanat Müzesi Fransa’da yükseliyor
Paris’teki modern sanat müzesi Centre
Pompidou için yapılan orijinal eklenti
Centre Pompidou-Metz, tamamlanmak
üzere. Shigeru Ban ve Jean de Gastines
tarafından tasarlanan şık eğimli yapı,
Çin şapka ve köprülerinin teknik
özelliklerinden ilham alıyor. Bina, hem
çok iyi bir şekilde kalkan oluştururken
hem de sanata adanmış müthiş bir alan
yaratıyor.
Çılgın Mimarın Son Marifeti
Sıra dışı eserleriyle tanınan ve ismi uzun
süre İstanbul-Tepebaşı Kültür projesi
ile de anılan Kanadalı mimar Frank
Gehry`nin son olarak Las Vegas`taki
bir sağlık merkezi için çizdiği bina da
tamamlanmak üzere.
Tasarımını yaptığı Cleveland Kliniği`nin
Lou Ruvo Akıl Sağlık Merkezi binasını
ziyaret eden Gehry, bazılarının inşaatı
devam eden yapıyı abartılı bulabileceğini,
ancak kendisinin aynı fikirde olmadığını
söyledi.
Binanın nefesini kestiğini belirten 81
yaşındaki ünlü mimar, yapının Las
Vegas`taki çok katlı kumarhane ve
binalarla da uyumlu olduğunu ifade etti.
İlginç mimarisiyle dikkat çeken ninanın
çok sayıda etkinliğe ve resepsiyona ev
sahipliği yapmasını beklediğini belirten
Her ne kadar binanın yapısı garip
formların ilginç bir birleşimi gibi görünse
Gehry, bu sayede Cleveland Kliniği`ne de
yüksek gelir getirebileceğini umduğunu
söyledi.
de, Centre Pomidou-Metz çok iyi
düşünülmüş bir mimari eser. Ban ve
Gastines, bir “süper-yapı”ya ulaşmak
amacıyla tasarladı. Ahşap altıgen
birimlerden oluşmuş kıvrımlı bir çatı,
merkezde metalik bir sarmal ve dört konik
sütunla destekleniyor.
Kaynak: Inhabitat
Fotoğraf Kaynak: http://www.mimdap.org
Çeviri: Mimdap
Kanadalı mimar daha önce, aralarında
Los Angeles`taki Walt Disney Konser
Salonu, Seattle`daki Experience Müzik
Projesi ve İspanya`nın Bilbao şehrindeki
Guggenheim Müzesi binalarının da
bulunduğu çok sayıda sıra dışı esere
imza atmıştır.
Ünlü mimarın ismi uzun süre Suna İnan
Kıraç Vakfı`nın İstanbul Büyükşehir
Belediyesi ile birlikte gerçekleştirmeyi
tasarladığı Tepebaşı Kültür Merkezi
projesi için de anılmıştı.
Kaynak: Azure
Cleveland Kliniği- Frank Gehry
Fotoğraf Kaynak: http://www.mimdap.org
+
CMYK
Centre Pomidou-Metz
+
+
REKLAM
CMYK
Download