Zahire baktığımızda, insanlığın hasmının ve

advertisement
Sorularlarisale.com
Zahire baktığımızda, insanlığın hasmının ve düşmanının
küfür, zulüm, sefahat ve menfaat olduğunu görüyoruz.
Külliyatta ise, devamlı olarak felsefe ile Kur’an
hikmetinin muvazenesi yapılmakta, felsefe ile fikren
mücadele edilmektedir. Bunun temel sebebi ne
olabilir?
Zahire baktığımızda, insanlığın hasmının ve düşmanının küfür, zulüm,
sefahat ve menfaat olduğunu görüyoruz. Külliyatta ise, devamlı olarak,
felsefe ile Kur’an hikmetinin muvazenesi yapılmakta, felsefe ile fikren
mücadele edilmektedir. Bunun temel sebebi ne olabilir? Tarih boyunca bu
mücadele devam etmiş midir? Felsefe hakkında kısa bir bilgi verir misiniz?
Sorunun son kısmından başlayarak, önce felsefe hakkında özet bir bilgi verelim:
Felsefe, Yunanca “philosophia” kelimesinden Arapçaya, oradan da dilimize girmiş
bir kavramdır. Philosophia kavramı, “philo” ve “sophia” kelimelerinin bileşiminden
oluşmuştur. “Sophia” Yunanca’da “bilgelik ve hikmet” kavramlarına karşılık
gelmektedir. İlkçağ filozoflarından Pisagor’a kadar Yunan literatüründe düşünür ve
filozoflar için sophia kelimesi kullanılmıştır. Yani bu filozoftan öncekiler kendilerini
bilge ve hikmet sahibi insanlar olarak nitelendirmişlerdir. Pisagor ise, gerçek
anlamda bilge ve hikmet sahibi olmanın ancak Allah için söz konusu olabileceğini
ifade ederek, insanın mutlak bilge ya da hikmet sahibi olmasını imkânsız görmüş,
onun ancak hikmeti ya da bilgeliği seven kişi olacağını ileri sürerek “sophia”
kelimesinin önüne “philo” kavramını ilave etmiştir. “Philo” ise seven anlamına
gelir. Dolayısıyla Pisagor’a göre, insan gerçek anlamda bilge ve hikmet sahibi
olamayacağı için ancak hikmeti seven olabilir. O halde Türkçemizde kullandığımız
felsefe (Philosophia) kelimesi hikmeti ve bilgeliği seven anlamına gelir.
İlk çağlarda “hikmet ve bilgelik sevgisi” olarak kabul edilen “Philosophia”’nın
(felsefe), temel esaslarından birisi olan “Hikmet”, hem ilim, hem de fazilet
anlamlarını ihtiva etmektedir. Buna göre felsefe sözünden hem olup biteni bilme,
hem de iyi olanı keşfetme anlamlarını çıkarabiliriz. Ünlü İslam Filozofu İbn Sina
felsefeyi şu şekilde tanımlamaktadır: “Felsefe, insanın objelere, tüm
hakikatlere vakıf olabileceği kadar vakıf olması, onların sırrına ermeye
çalışması.” dır. Filozoflar, insan hayatıyla ilgili her şeyi, akıl merkezli olarak,
düşünmekle, felsefeyi, her şeyi araştıran bir alan olarak görmüşlerdir.
Felsefenin ele aldığı konular üç ana bölümden oluşmaktadır. Bunlar; Ontoloji
(Varlık), Epistemoloji (Bilgi) ve Aksiyoloji (Değerler) dir.
page 1 / 3
Bu kısa açıklamadan sonra sorunun cevabına geçelim.
Bir hususu önemle belirtmek gerekiyor: Üstad'ın karşı çıktığı felsefe, mazideki felsefi
görüşlerden çok, bu asrın gündemine oturan yanlış hayat telakkileridir. Bunların
sonu genellikle küfre, dinsizliğe çıkmaktadır. Nur Külliyatında felsefe kelimesi bu
kâinatı “mana-yı ismiyle” inceleyen, yani yaratıcıyı hiç dikkate almadan sadece
eserlere nazar eden “fen bilimleri” olarak kullanılmaktadır.
Üstad'ın felsefeye karşı çıkması, insanların sadece akli ilimlerle uğraşıp, kendilerini
ve bu âlemi sahipsiz telakki etmeleri, Allah’ı ve ahireti hiç hatırlamadan sadece
dünyaya çalışmaları sebebiyledir.
Münazarat’ta dinî ilimlerle fen ilimleri iki ayrı kanada benzetilmiş, “talebenin
himmetinin bu iki kanat ile pervaz edeceği,” uçacağı, yükseleceği
vurgulamıştır. Lemeat’ta ise din ilimleri gözün siyah kısmına, fen bilgileri ise beyaz
kısmına benzetilmiş, her ikisinin birlikteliğiyle gözün görev yapabileceğine, ama asıl
gören kısmın gözün siyahı olduğuna dikkat çekilmiştir. “Nur-u akıl kalpten
gelir.” denilerek, imanın mahalli olan kalbi ihmal ederek sadece akılla iştigal
etmenin insanı karanlıkta bırakacağına dikkat çekilmiştir.
İşte Üstad'ın karşı çıktığı felsefe, sadece aklı esas alan tek kanatlı ve
nursuz felsefedir. Yoksa, Üstad'ın fen bilimlerine karşı çıktığı düşünülemez. Zira,
onun en mümtaz özelliklerinden biri, kâinatı ve ondaki hadiseleri Allah’ın varlığına,
birliğine, sıfatlarının sonsuzluğuna delil olarak görmesi ve davasının izah ve
ispatında bu fenni gerçeklerden azami derecede faydalanmasıdır.
Nur Külliyatında içinde bulunduğumuz bu asırdan “enaniyet asrı” olarak söz edilir.
Bu asrın fen ve sanayi asrı olmasının bunda büyük payı vardır. İnsanlar madde ile
fazla uğraşmaları sonucu maneviyattan uzaklaşmışlar, hayatı sadece dünya hayatı
olarak görmeye, insanın gayesini de “refah içinde rahat yaşama” şeklinde
belirlemişlerdir. Bu ise, insanları dinden uzaklaştırmış, dünyaya bağlamış ve
sefahate yönlendirmiştir.
Olayları vahiy eksenli olarak gören ve izah eden peygamberlerle, sadece aklı esas
alan felsefeciler arasındaki fikri mücadele tarih boyunca devam etmiştir. Ancak,
günümüzün fen ve teknoloji asrında mazideki manada bir felsefe değil, aklın ürünü
olan fen bilimlerini her konuda yeterli görme manasına bir felsefe söz konusudur.
Bu asrın fikir tartışmaları, milattan önceki felsefi akımlarınkinden çok farklıdır. Bu
asırda dinden uzak kalmış bir kısım bilim adamları, maneviyatı inkâr için tabiatı ve
maddeyi birer alet olarak kullanmışlar, dine karşı adeta savaş açmışlardır. Kendi
felsefi görüşünü dile getirmekle ve savunmakla yetinen eski zaman felsefecileriyle,
bu asrın inançsız bilim adamları birbirinden çok farklıdır. Dolayısıyla, felsefenin o
asırlardaki manası ile bu asırdaki manası da birbirinden çok uzaktır.
Yakın tarihe kadar, komünist ülkelerde “ateizm, evrim ve materyalizm” akımları
page 2 / 3
ders kitaplarına alınmış ve dinsiz bir gençlik yetişmesine titizlikle çalışılmıştır.
Gelişmiş ülkelerde ise teknolojideki baş döndürücü ilerleme sonucu, “menfaat,
madde ve sefahat” toplum hayatında hükmetmeye başlamış, bunun sonucu da
yine sefih ve dinsiz bir neslin yetişmesi olmuştur. Bütün bunlar insanların “vahiyden
uzaklaşıp kendi akıllarının mahsulü olan batıl görüşlere sapmaları” sonucu ortaya
çıkmıştır.
Buna göre Üstad'ın felsefeyi hedef alması, gerçekte, imansızlığı ve dinsizliği hedef
alması demek olur.
“Âlem-i insaniyette, zaman-ı Âdem'den şimdiye kadar iki cereyan-ı
azîm, iki silsile-i efkâr; her tarafta ve her tabaka-i insaniyede dal
budak salmış, iki şecere-i azîme hükmünde... Biri, silsile-i nübüvvet
ve diyanet; diğeri, silsile-i felsefe ve hikmet, gelmiş gidiyor. Her ne
vakit o iki silsile imtizaç ve ittihad etmiş ise, yani silsile-i felsefe,
silsile-i diyanete dehalet edip itaat ederek hizmet etmişse; âlem-i
insaniyet parlak bir surette bir saadet, bir hayat-ı içtimaiye
geçirmiştir. Ne vakit ayrı gitmişler ise, bütün hayır ve nur, silsile-i
nübüvvet ve diyanet etrafına toplanmış ve şerler ve dalaletler,
felsefe silsilesinin etrafına cem'olmuştur.” (Sözler, Otuzuncu Söz)
page 3 / 3
Powered by TCPDF (www.tcpdf.org)
Download