Burhan 142.indd - Burhan Dergisi

advertisement
¾ËWh¸?™h¸??¾lG
´‡A ÅBÆjI •A ÓËçA ÅAjZJºA ľ
¾ËWh¸?™h¸??¾lG
³†@ÄAÅiH”@Òʦœ@Ä@iYI¹@ý
Editörden
ÀÍYjºA ějºA A ÀnI
²…@ÃAÄhH“@ÑÉÁ¥›@Ã@hYI¸@¼
¿mH
Tasavvufi eserler ilaç gibidir. Onlarda bulunan salihlerin nasihatleri ölü kalplere can iksiri olur. O
eserlerden biriside İmam Abdulkerim Kuşeyri’nin “Kuşeyri risalesi” diye meşhur olan eseridir. Bizde
bu eserden tadımlık olsun diye sizlere sunuyoruz:
¿ÌXi¹@Úi¹@@¿mH
Serî-i Sakatî k.s. şöyle demiştir: “Ey gençler! Benim gibi ihtiyarlamadan önce Allah
yolunda ciddi gayret edin. Yoksa benim zayıf düşüp ibadetten geri kaldığım gibi zayıflar
ve gereğince ibadet yapamazsınız.” Halbuki hazret bunu söylediği zaman, ibadette hiçbir gencin
kendisine ulaşamayacağı bir durumda idi.
¾ËXh¸@™h¸@@¾lH
İbrahim b. Edhem k.s. şöyle demiştir: “Bir kimse şu altı engeli geçmeden salihlerin
derecesine ulaşamaz: Nimet kapısını kapatıp şiddet ve sıkıntı kapısını açmak. İzzet
(üstünlük) kapısını kapatıp zillet (tevazu) kapısını açmak. Rahatlık kapısını kapatıp
ibadet yolunda gayret kapısını açmak. Uyku kapısını kapatıp uykusuzluk kapısını açmak.
Zenginlik kapısını kapatıp fakirlik kapısını açmak. Uzun emel kapısını kapatıp ölüme
hazırlanma kapısını açmak.”
Zünnûn-i Mısrî k.s. şöyle demiştir: “Allah hiçbir kuluna nefsinin aslında düşük olduğunu
göstermekten daha büyük bir üstünlük hali vermemiştir. Yine Allah, bir kulunu nefsinin
aşağılık olduğunu görmesini perdelemekten daha büyük bir zillete düşürmemiştir.”
Ebu Ali Rûzbârî k.s. şöyle demiştir: “Halka afetler üç şeyden gelmektedir. Bunlar; tabiatın
hastalanması, adetlere sarılmak ve kötü beraberliktir. Tabiatın hastalığı haram yemektir.
Kötü adetlere yapışmak harama bakmak, haram şeylerden gıda edinmek ve gıybettir. Kötü
beraberlik, nefsinin kötü istekleri galeyana gelince ona tabi olmaktır.”
Zünnûn-i Mısrî şöyle demiştir: “Halka bozuk haller şu altı yoldan biriyle gelmiştir:
Ahiret ameline karşı niyetin zayıf olması. Bedenlerinin şehvetlerinin rehini olması
(sürekli bedenlerinin arzularının peşinde sürüklenmesi). Ecelleri yakın olmakla birlikte,
uzun yaşama düşüncesinin kendilerine hakim olması. Halkın rıza ve hoşnutluğunu,
yüce Allah’ın hoşnutluğuna tercih etmeleri. Kötü arzularına tabi olup peygamberleri
Hz. Muhammed s.a.v.’in sünnetini terk etmeleri. Selefin ufak tefek hatalarını kendileri
için (sakıncalı işlere dalmada) bir delil yapıp, onların bir sürü güzel hal ve ahlâkını
görmezlikten gelmeleri.”
Daha güzel Burhan’larda buluşmak dileğiyle Allah’a emanet olun.
İçindekiler
AYLIK İLİM KÜLTÜR DERGİSİ
Yıl: 12
Sayı: 142
Temmuz 2017
SAHİBİ
Burhan Basın Yayın
Eğ�t�m ve Tur. Ltd. Şt�.
SORUMLU YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ
Serdar TAŞAR
YAYIN DANIŞMANLARI
Prof. Dr. İbrah�m BAYRAKTAR
Prof. Dr. Mustafa AĞIRMAN
Yard. Doç. H. Murat KUMBASAR
YAYIN KURULU
Yusuf ELİBOL
Ramazan ÇAKIR
Aydın BAŞAR
Sal�h AYDIN
Musa KARACA
GRAFİK TASARIM
Talha AKA
DAĞITIM ORGANİZASYONU
Talha AKA
Gsm: 0541 580 1969
F�yatı
Tek Sayı: 8 TL
1 Yıllık (12 Sayı) Abone: 96 TL
Yurtdışı
1 Yıllık Abone: 75 Euro
Abonel�k İç�n Hesap Numaraları
Posta Çek� No: 5091167
Burhan Basın Yay.Eğt.Tur.Ltd.Şt�.
Kuvettürk Sultanbeyl� Şubes�
Hesap No: 826718 - 1
İBAN: TR51 0020 5000 0008 2671 8000 01
Türk�ye F�nans Sultanbeyl� Şubes�
Müşter� No: 291928
IBAN:TR67 0020 6000 6300 2919 2800 01
Z�raat Bankası Sultanbeyl� Şubes�
Hesap No: 1673–44165588-5002
IBAN:TR690001001673441655885002
YAYIN VE İLETİŞİM ADRESİ
Mehmet Ak�f Mah.
Kuran Kursu Cad.No: 87
Sultanbeyl� / İST.
Tel: +9 (0216) 498 94 00
Faks: +9 (0216) 398 94 69
İNTERNET ADRESİ
burhanderg�s�@hotma�l.com
www.burhanderg�s�.com
BASKI
M�lsan A.Ş. 0212 697 1000
YAYIN TÜRÜ
Aylık Sürel� Yayın
Gönder�len yazılarda ed�tör ve yayın kurulu
değ�ş�kl�k yapab�l�r. Gönder�len yazılar �ade
ed�lmez. Yazılardan kaynak göster�lerek
alıntı yapılab�l�r.
Yayınlanan reklamlardak� ürün ve h�zmetler�n sorumluluğu reklam verene a�tt�r.
Dut Ağacının Uzayan Gölgesi 4
Tatil Anlayışımız 10
İslama Uygun Bir Tatil Anlayışı 14
Tatil Var! Tatil Var! 20
Prof. Dr. Mustafa Ağırman
Yrd. Doç. Dr. Mustafa KARABACAK
Yrd. Doç. Dr. Mehmet Sami YILDIZ
Fatih Sultan SEMİZ
Tatillerimizi Kur’anla Olsun 24
Abdullatif ACAR
Tatil İçimizde 30
Hatice FURHAN
Neyi Göremiyoruz? 34
Akaid Konusunda Bir Risale II 42
Nureddin YILDIZ
Yrd. Doç. Dr. Süleyman KOYUNCU
Sahâbe-İ Kiramın
Tefsir Kaynakları Açısından Önemi 48
Hasan TUĞ
Bidatçilerin Batıl Söz ve Hakaretlerine Karşı
Selefi Müdafaa Etmek 54
Rasulullah’ın Aile-İ Saadetleri
62
Yusuf KARAGÖZOĞLU
Ersan BİLGİN
İslam’dan Başka Hak Din Var Mı? 66
Bahaddin ELÇİ
Burhan Çocuk 70
Musa KARACA
4
Dut Ağacının Uzayan Gölgesi
Prof. Dr. Mustafa Ağırman
34
Neyi Göremiyoruz?
Nureddin YILDIZ
42
Akaid Konusunda Bir Risale II
Yrd. Doç. Dr. Süleyman KOYUNCU
62
Rasulullah’ın Aile-İ Saadetleri
Ersan BİLGİN
Prof. Dr. Mustafa AĞIRMAN
Dut Ağacının Uzayan Gölgesi
“
Saygıdeğer okuyucularım!
Bu
yazıda
şimdiye
kadar
yapmadığım bir şeyi yaptım ve
biraz
kendimden
bahsettim.
Sizlerden özür dilerim, kusuruma
bakmayın. Ben bu yazımla biraz
da okuyucularımı yaz tatilinde
İslâm adına bir şeyler yapmaya
teşvik ettim. Siz de çevrenizi teşvik
ediniz lütfen!
4
Temmuz/ 2017
”
Şimdi İmam-Hatip Lisesi olarak bilinen okulların adı eskiden İmam-Hatip Okulu idi. İmam-Hatip
Okullarında eğitim-öğretim yedi seneydi. Bu okulların
orta kısmı dört sene, Lise kısmı da üç seneydi. Dört senenin
sonunda orta kısmı bitirme imtihanı yapılır ve dört yıl boyunca okutulan bütün derslerden sorular sorulurdu. Haziran ayı
boyunca bir ay devam eden bu imtihan sözlü olurdu. Yedinci senenin sonunda da aynı şekilde lise bitirme imtihanları yapılırdı. Orta kısmı bitirenler imam olma
hakkını kazanıyorlar, liseyi bitirenler de imtihanla
Yüksek İslâm Enstitüsü’ne girebiliyorlardı. Bu imtihan önce yazılı oluyor, yazılıyı kazananlar da sözlü
imtihana giriyorlardı. Yedi sene İmam-Hatip Okulunda
okuyan ve oradan Üniversitelere gitmek isteyenler de Lise
fark derslerini verdikten sonra Üniversite imtihanına girme
hakkı kazanıyorlardı. Erken hayata atılmak isteyenler
orta kısmı bitirdikten sonra hemen imam oluyorlar
ve yuvalarını kuruyorlardı. Lise kısmını bitirdikten son-
ra yüksek tahsile gidemeyenler de imam veya Diyanet’in açtığı imtihanla vâiz oluyorlar ve onlar da erkenden hayata atılıyorlardı.
İmam-Hatip Okullarında eğitim-öğretim çok
kaliteliydi. Hem okuldaki meslek dersleri
öğretmenlerimiz, hem Türkçe-Sosyal dersi öğretmenlerimiz hem
de fen-matematik derslerinin
öğretmenleri kendilerini bize
vakfeder ve bizi çok güzel yetiştirirlerdi. Biz de
gece gündüz çalışırdık. Ayırım yapmadan
her derse çalışırdık.
Birbirimizle de yarışırdık. Her sınıfta hafızlar
ve çeşitli medreselerde
Arapça okumuş molla arkadaşlar olurdu. Onlardan
da Kur’ân-ı Kerîm ve Arapça
dersleri alırdık. Onların durumunu
görünce, yaz tatilinde hem hafızlığa başlamaya
hem de Arapça okumaya karar vermiştim.
1964-1965 eğitim-öğretim yılında birinci sınıfı
okuduğum Erzurum İmam-Hatip Okulu yaz tatiline
girince, ilçemiz olan Oltu’ya geldim. İlçe merkezinde
imam olan babamdan hafızlık yaparken Aslan Paşa
Câmii müezzini Selahaddin Koçak hocadan
da Arapça okumaya başladım. Hoca efendi,
ilçemizin hem tarihî hem de merkezî câmiinin müezziniydi. Rahmetli babası da aynı câmide
müezzinlik yapmış olduğu için hocamızın evi câmiye
yakındı. Yani hocamız baba evinde oturuyordu. Evi
ile câmi arasında her türlü meyve ağacının bulunduğu bir bahçe vardı. Hocamız bizi ve kendisine Kur’ân-ı Kerim öğrenmek için gelenleri
bu bahçenin içindeki büyük bir dut ağacının
gölgesinde okuturdu. Ben, ‘Emsile’ ve ‘Binâ’
okumaya işte bu dut ağacının gölgesinde başladım. Haziran ayını Oltu’da geçirir, Temmuz ve Ağustos aylarında köy işlerinde amcalarıma yardım etek
için köyümüze, Oltu ilçesinin İnci köyüne
giderdim. Köyde de derslerime ara
vermez, köyümüzün imamı
Osman Çelebi’den Kur’ân-ı
Kerîm ve Arapça derslerimi devam ettirirdim. Üç
yıl bu böyle devam etti.
Daha sonra Sakarya İmam-Hatip Okulu’na
geçiş yaptım. Orada okurken de yaz tatillerini İstanbul’da geçirir ve buradaki
meşhur hocalardan istifade
ederdim. Özellikle İsmail Ağa
Câmii müezzini Hasbi efendinin derslerine katılırdım. Pazar
günleri sabah namazını İsmail Ağa’da
kılar ve namazdan sonra Mahmud efendinin
sohbetini dinlerdim. Uzun olan ve fakat bıktırmayan feyizli sohbetleri ile hoca efendi aynı
zamanda Arapça dersi yapardı. Âyetleri, hadisleri
ve Arapça ibâreleri tercüme ederken dinleyen mollalara da Arapça kâideleri hatırlatırdı. Aynı gün öğle
namazından sonra Emir Buhârî câmiinde Ali Yakup
hoca efendinin ‘İhyâ’ derslerini takip ederdim. Hoca
efendi İhyâ’yı Arapça aslından okur biz öğrenciler de ellerimizdeki kitaplarımızdan dersi
takip ederdik. Arapça bilmeyen câmi cemaati de
oturur bu dersi can kulağı ile dinlerdi. Ali Yakup hocamız Yugoslav muhâciriydi. Kendi memleketinde ve
Ezher’de çok iyi okumuş bir âlimdi. Onu iyi tanıyabilmek için Ali Ulvi Kurucu hocanın hâtıralarını oku-
Yedi sene İmam-Hatip Okulunda okuyan ve oradan Üniversitelere gitmek
isteyenler de Lise fark derslerini verdikten sonra Üniversite imtihanına girme
hakkı kazanıyorlardı. Erken hayata atılmak isteyenler orta kısmı bitirdikten sonra
hemen imam oluyorlar ve yuvalarını kuruyorlardı.
Temmuz/ 2017
5
manızı tavsiye ederim. Türkçesi biraz zayıf olmasına
rağmen ‘İhyâ’yı Ali Yakup hoca gibi güzel okutanı
görmedim. Aynı gün ikindiden sonra da İskender Paşa Câmiinde Mehmed Zâhid efendini
sohbetini dinlerdim. O mübârek zat da sanki
gökten inmiş bir melek gibiydi. Pazar günleri
bu üç mübârek zattan aldığımız feyiz bize bir
hafta yeterdi. O zaman İstanbul’un
Fatih muhiti bizim için mekteb ve medreseydi. Câmileri,
tekkeleri, kur’ân kursları,
imamları,
müezzinleri, hâfızları, ezanları,
mevlidleri,
mevlidhanları ve hayır sahibi
zenginleri ile bizi bağrına basan, göğsüne ve
kucağına alan bir anne
gibiydi. O zaman Fatih,
biz Anadolu çocuklarının,
evi, yuvası, barınağı ve sığınağıydı. Biz, aradığımız her
şeyi orda bulurduk.
Yüce Allah beni 1972 yılında girdiğim İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü’nde
Prof. Dr. Osman Öztürk hoca ile karşılaştırdı. Hocamız
daha yeni doktorasını bitirmiş ve İstanbul İmam-Hatip okulundan bize tayin edilmişti. Medeniyet tarihi
dersimize giriyordu. Kabına sığmayan bir yapısı vardı. Aradığım îmân, amel ve cihad aşkı onda vardı.
Yurtta nöbetçi olduğu akşamlar bizimle yakından ilgilenir ve elimizden tutardı. Bizim okuduğumuz yıllar sene içinde imtihanlar yoktu. Haziran ayında sınıf
geçme imtihanları yapılır, geçen geçer, geçemeyenler
de Eylül’de ikmâl imtihanlarına girerlerdi. Osman hocamız, 1973’ün Haziran imtihanından önce “Arapça
ve İslâmî ilimler okuyacak meraklı ve istekli
öğrenciler arıyorum. Dört yıl benim yaptığım
programa uyacak ve dizini kırıp oturacak ilim
meraklısı adamlar arıyorum. Şartlarımı ka-
{
bul eden varsa bana gelsin!” dedi. İlk müracaat
eden ben oldum. Hocanın şartlarını kabul eden on
arkadaşla hemen o yaz tatilinde derse başladık. Hocamızın şartları şunlardı: Yaz tatilinde, Şubat tatilinde ve bayram tatillerinde memleketinize
gitmeyeceksiniz. Cumartesi ve Pazar günleri
tatil yapmayacaksınız, devamlı okuyacaksınız.
Zaten bizim istediğimiz de buydu.
Hocamız, İslâmî İlimler Araştırma Vakfı’nın yönetimindeydi.
Bu vakfın organizesiyle bize
bir program yaptı. Mezun
olduğumuz senenin yaz
tatili de dâhil olmak üzere biz yaz-kış okumaya
devam ettik. Hocamız,
bayramlarda bize kısa bir
izin veriyor, annemizin,
babamızın ellerini öpmeye gönderiyordu.
Osman hocamız, yazın kalacak yerlerimizi de
ayarlıyordu. Kışın zaten Üsküdar-Bağlarbaşı’ndaki
okulumuzun yatılı yurdunda kalıyorduk.
Yazın da vakfın Laleli’deki merkezinde ders
gördüğümüz için Fatih’te yer ayarlıyordu. Vefa’daki İlim Yayma yurdunda, bazen de Fatih Câmii’nin çevresindeki medreselerde kalıyorduk. Bu
zaman zarfında çok güzel okuduk. Mehmet Sofuoğlu ve Bekir Sadak hocalarımızdan çok istifade ettik.
Abdulkadir Kabakçı hocamızdan Arap edebiyatı ve
belâğat okuduk. Mehmet Sofuoğlu hocamızdan tefsir okumanın zevkini yaşadık. Bekir Sadak gibi bir
dehadan mantık, usûl ve hadis okuduk. Hocanın
özel derslerine katılmayan onun nasıl bir deha sahibi
olduğunu bilemez. İbrahim Eken hocanın ilminden
ve tecrübesinden istifade ettik. Okul derslerimiz bu
derslerimizi, bu derslerimiz de okul derslerimizi takviye etti, güçlendirdi. Osman hocamız bizden sonra
}
Ayırım yapmadan her derse çalışırdık. Birbirimizle de yarışırdık.
Her sınıfta hafızlar ve çeşitli medreselerde Arapça okumuş molla
arkadaşlar olurdu. Onlardan da Kur’ân-ı Kerîm ve Arapça dersleri
alırdık. Onların durumunu görünce, yaz tatilinde hem hafızlığa
başlamaya hem de Arapça okumaya karar vermiştim.
6
Temmuz/ 2017
da gruplar oluşturdu. Hocamız, bize sadece bize bu
dersleri aldırmakla kalmadı; İstanbul’da tanımamız
gereken yaşlı şahıslarla da bizi buluşturdu. Rahmetli Mahir İz hocanın yazın Beşiktaş’ta, Yahya
Efendi dergâhındaki, kışın ise Erenköy’deki
sohbetlerine de devam etmemizi sağlamıştı.
Bu halkalarda okuyan ders arkadaşlarımın her biri
şu anda değişik ilahiyat fakültelerinde akademisyen
olarak çalışmaktadırlar. Bize bu imkânları hazırlayan
Osman hocamızı rahmetle yâd ediyoruz.
Mezun olduğumuz 1976 senesinin yaz tatilinde de derslerimiz devam etmişti. O senenin
Eylül ayında öğretmen olarak tayinim Alaçam
İmam-Hatip Lisesine çıkmıştı. Elini öpmek ve
duâsını almak için odasına gittiğim Osman
hocam ile ayrılırken ikimiz de ağlıyorduk. Bir
yandan gözyaşlarımı siliyor bir yandan da “Hocam!
Üzerimizde çok emeğiniz var. Lütfen hakkınızı helâl ediniz!” diyordum. Hocam hem ağlıyor
hem de bana ağır bir sorumluluk yüklüyor ve şöyle
diyordu: “Mustafa! Gittiğin yerde sen de halka
kurar ve okutursan, hakkım san helâl olsun!
Yok, eğer okutmaz, bu vatanın evlatları ile ilgilenmez ve bildiklerini unutursan iki elim iki
yakandadır, bunu bilesin!” Hocam, yine hocalığını gösteriyor ve beni hayat boyu canlı ve diri tutacak aşıyı yapıyordu. “Hocam! Size lâyık olmaya
çalışacağım ve sizi hayat boyu unutmayacağım!” dedim ve ayrıldım. İki yıl kaldığım Alaçam
İmam-Hatip Lisesi’nde, uzun dönem askerlik yaptığım Iğdır’da, askerlikten sonra görev yaptığım Sivrihisar İmam-hatip Lisesi’nde ve otuz beş yıldan beri-
Özellikle
İsmail
Ağa
Câmii
müezzini Hasbi efendinin derslerine
katılırdım. Pazar günleri sabah namazını
İsmail Ağa’da kılar ve namazdan sonra
Mahmud efendinin sohbetini dinlerdim.
Uzun olan ve fakat bıktırmayan feyizli
sohbetleri ile hoca efendi aynı zamanda
Arapça dersi yapardı.
dir çalıştığım Erzurum İlahiyat fakültesinde hocama
verdiğim sözü yerine getirmenin saâdeti içindeyim.
Hocamın vasiyeti gereği devamlı okutuyorum.
Doğup büyüdüğüm Oltu ilçesi, Erzurum’a yüz
yirmi kilometredir. İstanbul’da okuduğum yıllar izine
geldiğimde ilk Arapça hocamın elini öpmek ve namaz kılmak için gittiğim tarihi Aslan Paşa camiinde
konuşabilecek bir genç arar bulamazdım. Kendi kendime “Allah’ım! Acaba bu câmilerin gençlerle
dolu olduğu günleri görebilir miyiz?” derdim.
Allah’ım o günleri de bize gösterdi. Rahmetli Erbakan hocamız, 1974 yılında girdiği koalisyon hükümetinde yeni İmam- hatiplerin açılmasına karar alınca
benim ilçeme de bir okul açıldı. Halkımız çok ilgi gösterdi ve çocuklarını verdiler. Tarihi câminin yanındaki medreselerde açılan bu okulun öğrencileri câmiyi
doldurmaya başladı. Ben de 1982 yılında Erzurum’a
gelince hemen bu okulun öğrencileriyle ilgilenmeye
başladım. İmam olan babamın câmisin boş olan bodrum katına bir yurt yapıp yüz kadar öğrenci ile burada ilgilenmeye başladım. Sonra da bir vakıf kurup bu
çalışmaları legal hale getirdim. Çoğu hafız olan bu çocuklarla yaz kış devamlı ilgilendim. Her yaz tatilinde
bunları alıp değişik yerlere götürdüm iki ay boyunca
bunlarla dersler yaptım. Bir sene Erzurum’a, bir sene
İstanbul’a, bir sene Rize’ye, …götürdüm ve başlarında ben kaldım. Arapça ve Kur’ân-ı Kerîm okuduk,
değişik kitaplar okuttuk. Yani bu çocukları geleceğe
hazırladık. Bu öğrencilerle iç içe oldum. Mesafeyi iyi ayarlayarak onların hem ağabeyleri
hem hocaları oldum; yattıkları odada yattım,
birlikte ders çalıştım. Beraber yemek yedim.
Sabah namazı da dâhil beş vakit namazı cemaatle kıldık. Bunların büyük bir çoğunluğu,
çeşitli üniversitelerde okudular ve şu anda her
Temmuz/ 2017
7
Emir Buhârî câmiinde Ali Yakup hoca efendinin ‘İhyâ’ derslerini
takip ederdim. Hoca efendi İhyâ’yı Arapça aslından okur biz öğrenciler de
ellerimizdeki kitaplarımızdan dersi takip ederdik. Arapça bilmeyen câmi
cemaati de oturur bu dersi can kulağı ile dinlerdi.
biri çok güzel yerlerde bulunuyorlar. 28 Şubat
bu faaliyetlerimizi biraz sekteye uğrattı, ama
şu anda yeniden toparlanıyoruz.
Rahmetli Osman hocamdan aldığım aşk ve heyecanı hiç kaybetmedim. Otuz beş yıldır Erzurum’da
Üniversite öğrencileriyle ilgileniyorum. Arapça okutuyorum, sohbet ediyorum, yol gösteriyorum ve ellerinden tutuyorum. Gösterdiğim hedefi yakalayan, istediğim kitapları okuyup bitiren öğrencilerimle Şubat
tatilinde umreye gidiyorum. Onların sevincini görüyor
ben de bundan manevi bir zevk alıyorum. Benden
daha çok da bu çocukları umreye götüren zenginler
zevk alıyor. Allah onlardan razı olsun.
Yıllardan beri her Cuma günü, kandil gecelerinde ve Ramazan ayı boyunca Erzurum’da,
üniversitemizin büyük câmiinde vaaz ve sohbetler yapıyorum. Terâvih namazını üniversite öğrencileri ile birlikte kılıyorum. Namaz
sonrası ayaküstü yaptığımız sohbetler de çok
bereketli ve kalıcı oluyor. Ayrıca her Pazar günü
Oltu’ya gidiyorum. Öğle namazından sonra kadınlara, ikindi namazından sonra da erkeklere vaaz edip
akşama Erzurum’a dönüyorum. Yatsı namazından
sonra da yıllardan beri devam ettirdiğim ‘Asr-ı
Saâdet’ sohbetlerini yapıyorum. Bu sohbeti
şehrin en büyük salonunda kalabalık bir dinleyici kitlesine yapıyorum. Her kesimden katılan dinleyicilerimize Hz. Peygamber efendimizi
ve sahâbe-i kirâm efendilerimizi anlatıyorum.
Yurt içi ve yurt dışında da çağrıldığımız yerlere imkânlar ölçüsünde gitmeye çalışıyorum.
Bazen öyle oluyor ki, sabah namazında çıktığım
evime gece yarısında dönebiliyorum. Çok yorgun oluyorum, ama manen dinç ve huzurlu bir
şekilde yatıp uyuyorum.
Saygıdeğer okuyucularım! Yukarıdan beri adı geçen çok muhterem hocalarımın büyük bir kısmı hakkın rahmetine kavuştu. Onların hepsini, özellikle Prof.
Dr. Osman Öztürk hocamı rahmetle anıyor ve hocalarımın hepsinin Hz. Peygamber efendimize komşu
olmaların diliyorum. Oltu’daki dut ağacının gölgesi
ne kadar uzadı, gördünüz mü? Ne kadar insan bu
gölgenin altına girdi, değil mi? Karanlığa küfretmeyelim, gelin, bir mum yakalım! Özellikle imam, müezzin,
hoca, öğretmen ve akademisyen arkadaşlar! Sizi göreve çağırıyorum. Lütfen, yaz tatilini boş geçirmeyin,
kendinize yazık etmeyin. Herkes, kendi suffasını kursun ve ashâb-ı suffasını oluştursun.
Saygıdeğer okuyucularım! Bu yazıda şimdiye kadar yapmadığım bir şeyi yaptım ve biraz
kendimden bahsettim. Sizlerden özür dilerim, kusuruma bakmayın. Ben bu yazımla biraz da okuyucularımı yaz tatilinde İslâm adına bir şeyler yapmaya
teşvik ettim. Siz de çevrenizi teşvik ediniz lütfen!
8
Temmuz/ 2017
Halkayı Zikre Girmek
Halkayı zikre girmek,
Gönlü yara olmalı,
Tazelendirir canı.
Bu yola girenlerin.
Darbı tevhid eylemek,
Nurlandırır insanı.
Nefsinle eyle savaş,
Dervişlere atma taş.
Safi olan emekler,
Kervana tezce ulaş,
Razı eder Mevla’yı.
İman edip ver can, baş.
O deryanın damlası,
Sallar arşı alayı.
Abu hayat içirir,
Sultanın keşkülünden.
Rahmet ırmağı Hakk’ın,
Varlığından geçirir,
Nedamet gözyaşları.
Kamil eder insanı.
Bu yol Hakk’a pek yakın,
Götürür dervişleri.
Kim aşk ile zikreder,
Canu dilden Allah’ı.
Bol eser feyzin yeli,
Dilediğin hâlkeder,
Huzur bulur bu canlar.
Görür seni vallahi.
Çağlar muhabbet seli,
Gönüllere nur damlar.
Pirsiz bu yol aşılmaz,
Benim pirim Rufai.
Benzi sarı olmalı,
Dervişi yolda kalmaz,
Mevlayı sevenlerin.
Hakka gider kervanı.
Temmuz/ 2017
9
Yrd. Doç. Dr. Mustafa KARABACAK
Tatil Anlayışımız
“
Müslüman
için
boş
vakit söz konusu değil; dinlenme
vakitleri söz konusudur. Çünkü
Rabbimiz
bir
işi
bitirdiğimiz
zaman yeni bir işe yönelmemizi
istemektedir. “Elbette zorluğun
yanında
bir
kolaylık
vardır.
Gerçekten, zorlukla beraber bir
kolaylık daha vardır. Boş kaldın
mı hemen (başka) işe koyul. Yalnız
”
Rabbine yönel.” (İnşirah, 94/5-8).
10 Temmuz/ 2017
İnsanoğlu beden ve ruhtan müteşekkildir. İnsanoğlunun
ihtiyaçlarını en iyi bilen Rabbimiz gündüzü çalışmak ve geceyi de istirahat için yarattığını ve aynı zamanda dinlenmenin
bedenin bir ihtiyacı olduğunu belirtmektedir. “O (Allah), geceyi içinde dinlenesiniz diye sizin için yaratan, (çalışıp kazanmanız için de) gündüzü aydınlık kılandır…”
(Yunus, 10/67) . “Sizin için geceyi örtü, uykuyu istirahat kılan, gündüzü de dağılıp çalışma (zamanı) yapan,
O’dur…” (Furkan, 25/47). “Dinlensinler diye geceyi
(karanlık) ve (çalışsınlar diye) gündüzü aydınlık kıldığımızı görmediler mi?..” (Neml, 27/86). “İçinde dinlenesiniz diye geceyi, görmeniz için de gündüzü yaratan
Allah’tır…” (Mümin, 40/61).
Ruhumuzun dinlenmesi, düşünmemiz ve gördüklerimizden ibret almamız için Rabbimiz yeryüzünde dolaşmamızı istemektedir. “Onlar, yeryüzünde gezip de kendilerinden
öncekilerin âkıbetlerinin nice olduğuna bakmadılar
mı?...” Rum, 30/9). “(Sana karşı çıkanlar) hiç yeryüzünde dolaşmadılar mı? Zira dolaşsalardı elbette düşünecek
kalpleri ve işitecek kulakları olurdu…” (Hac,
22/46). “Onlar, yeryüzünde gezip dolaşmadılar mı ki, kendilerinden
öncekilerin âkıbetinin
nasıl olduğunu görsünler! Onlar, kuvvet ve
yeryüzündeki eserleri yönünden bunlardan daha da
üstündüler…” (Mümin, 40/21).
“Onlar yeryüzünde gezip dolaşmadılar mı ki, kendilerinden öncekilerin sonu nasıl olmuştur, görsünler!...” (Mümin, 40/82). “Yeryüzünde dolaşıp kendilerinden
öncekilerin sonlarının nasıl olduğunu görmezler mi?...” (Muhammed, 47/10).
Bir İşi Bitirince
Hemen Diğer Bir
İşe Yönel!
İslâm’ın üzerinde ısrarla durduğu konulardan
birisi sıla-i rahim denilen yakın akraba ziyaretidir.
Çünkü çağın gerektirdiği bir durumdur ki, insanların
akrabaları her zaman yanında olamamaktadır. Bundan dolayı yılda bir defa veya bayramlarda dahi olsa
uzakta olanları ziyaret etmek dinimizin istediği bir
emirdir. Ayrıca insanlar, hem akraba ziyaretlerinde
bulunmak hem de sağlık ihtiyacından dolayı veyahut
da çağın hastalığı olan stresten ruhunu rahatlatmak
için dinlenmeye ihtiyaç duymaktadırlar. Bazılarının
tatil, izin veya dinlenme dediği; hiçbir iş yapmayarak
âtıl bir vaziyette durmak ise dinimizin
onayladığı bir durum değildir. Boş
vakit konusunda Allah Rasûlü
bizleri uyarmaktadır: “İki nimet vardır ki insanların
çoğu (onları değerlendirme hususunda) aldanmıştır: Sağlık ve boş
zaman.” (Buhârî, Rikâk,
1; Tirmizî, Zühd, 1; İbn
Mâce, Zühd, 15).
Müslüman için boş vakit
söz konusu değil; dinlenme vakitleri söz konusudur. Çünkü Rabbimiz bir işi bitirdiğimiz zaman yeni
bir işe yönelmemizi istemektedir. “Elbette
zorluğun yanında bir kolaylık vardır. Gerçekten, zorlukla beraber bir kolaylık daha vardır.
Boş kaldın mı hemen (başka) işe koyul. Yalnız
Rabbine yönel.” (İnşirah, 94/5-8). Yani Müslümanın tatili bir yerde bir işi bitirip başka bir işle meşgul
olmaktır. Çalışırken yorulur, istirahat etmek için başka
bir işe, ibadete, akraba ziyaretine, sağlığını korumak
için bazı etkinliklere yönelir. Her anında Rabbinin rızasına uygun davranış sergilemiş olur.
Bu anlamda insan hayatının farklı zamanlarda
ağırlık vereceği durumlar olabilir. Oyun, çalışma ve
ibadet insan için ayrılmaz değerlerdir. Çocukluk ve
gençlik zamanında gelişimiyle de bağlantılı olarak
oyun ve eğlence; olgunluk döneminde çalışma; yaşlılık döneminde ibadet. Farklı dönemlerde bunların
sadece öncelenmesi değişmektedir. Yoksa insan,
hayatının her aşamasında ergenlik yaşından ölünceye kadar kulluktan sorumludur. “Ve sana yakîn
(ölüm) gelinceye kadar Rabbine ibadet et!”
(Hıcr, 15/99).
Rabbimiz gündüzü çalışmak ve geceyi de istirahat için yarattığını ve aynı
zamanda dinlenmenin bedenin bir ihtiyacı olduğunu belirtmektedir. “O (Allah),
geceyi içinde dinlenesiniz diye sizin için yaratan, (çalışıp kazanmanız için de)
gündüzü aydınlık kılandır…” (Yunus, 10/67) .
Temmuz/ 2017
11
Son zamanların modası olan Ramazan ve Kurban bayramlarını fırsat bilerek tatil beldelerine akın
etmek İslamî olarak doğru olmasa gerek. O zaman
bayramların ruhuna uygun hareket edilmemiş olunur.
Hiç olmasa yılda iki defa aile büyüklerini ziyaret etmek ve onların dualarını alıp gönüllerini hoş etmek
gerekmektedir. Özellikle bayramlarda bir birleriyle
dargın olan Müslümanlar barışmalı, büyükler ziyaret
edilmeli ve küçükler sevindirilmeli her yerde bir bayram havası esmelidir.
Kazancımızı Nereye
Harcadığımızdan
Sorumluyuz
Toplumun ekonomik gelişmişliğiyle de bağlantılı
olarak tatil denince bugün çoğu insanın aklına daha
çok deniz ve lüks oteller gelmektedir. Geceliği asgari
ücretlinin bir ayına karşılık gelen lüks otellerde kalmak da bunun başında gelir. Ayrıca bu otellerde yapılan israfın zaten hattı hesabı yoktur. İnsanlar kıtlıktan
çıkmış gibi tabaklarına yiyebileceğinden daha fazla
alarak güzelim yemek ve ekmeklerin çöpe gitmesine
sebep olmaktadırlar. Biz kazandığımızdan sorumlu olduğumuz yani ailemize helal rızık temin ile mükellef
olduğumuz gibi helal kazancı nerelere harcadığımızdan da sorumluyuz. “Kıyâmet gününde beş şeyden sorgulanmadıkça, kulun ayakları yerinden
kımıldamaz: 1. Ömründen; onu ne ile yok etti?
2. Gençliğinden; onu nerede çürüttü? 3. Malından; onu nereden kazandı? 4. Malından; onu
nereye sarf etti? 5. İlminden; onunla ne yaptı?” (Tirmizî, Kıyâme, 1/2416-2417).
Müslüman Allah’ın verdiği nimetlerin helal olanlarından israfa düşmeden istediğini yiyebilir. “Ey
Ademoğulları! Her mescide gidişinizde güzel
elbiselerinizi giyin; yiyin, için, fakat israf etmeyin; çünkü Allah israf edenleri sevmez.” (A’raf,
7/31). Müslüman deniz kenarında abdest gibi bir ibadeti yerine getirmek için dahi olsa israf etmemesi gerekir. Abdullah b. Amr’ın haber verdiğine göre (Bir
gün) Sa’d abdest alırken Rasûlüllah (s.a.v.), onun yanından geçti ve “Bu israf nedir?” buyurdu. Sa’d de
“Abdestte israf var mı?” diye sorunca, Rasûlüllah
(s.a.v.) “Akan bir nehir üzerinde bile olsan evet
(abdestte israf vardır.)” buyurdu. (İbn Mâce, Tahâret,
48/425). İsrafı önleyerek hem Rabbimizin emrine uygun davranmış olduğumuz gibi hem aile hem de milli
ekonomiye katkı yaparak böyle tesislerin uygun fiyatlara çekilmesine katkı sağlamış oluruz.
Şu bir hakikat ki, muhâfazakâr Müslümanların
gittiği oteller diğer otellere göre daha pahalıdır. Bunda bu tip otel sayısının yeterince yaygın olmaması ve
müşterilerin israf konusunda yeterince duyarlı olmamaları gibi farklı sebepler sayılabilir. Eğer israf önlenirse fiyatlar daha makul seviyelerde olabilir, dolayısıyla Rabbimizin büyük bir nimeti olan denizden
herkesin İslamî kurallar çerçevesinde faydalanması
da sağlanmış olur. Müslüman hayatının her aşamasında israf, haram iş ve fillerden kaçınmalı, ibadet ve
kulluktan ayrılmamalıdır.
Tatil Öğrenciler İçin
Bir Fırsattır
Bir eğitimcinin benzetmesiyle “yarış arabaları
birbirlerine tatillerde fark attığı gibi öğrenciler de birbirlerine yaz tatillerinde fark atar.”
Yani öğrencilerin dönemeçleri tatillerdir. Bu anlamda
veliler çocuklarını yönlendirerek hem derslerindeki
hem de dini ilimlerdeki eksikliklerini tamamlamalarını
temin etmeleri gerekir. Bunun için tatiller büyük bir
fırsattır. Çocuklar, Kitabımız Kur’an-ı Kerim’i okuma,
ezberleme ve anlama konularında Kur’an Kurslarına
gönderilmelidir. Kur’an Kursları ise çocuklara el, beden ve zihin gelişimine katkı yapacak bazı etkinlikler
ve yarışmalar mutlaka sunmalıdır.
Selam ve dua ile…
12 Temmuz/ 2017
Temmuz/ 2017
13
İslama Uygun Bir Tatil Anlayışı
Yrd. Doç. Dr. Mehmet Sami YILDIZ
14 Temmuz/ 2017
Müslümanın kendisinin, dinin doğru bulmadığı bir amaçla ve yöntemle tatil
yapmasının doğru olmadığı gibi bu amaçla tatil yapan kişilerle de aynı günah ortamını
paylaşması doğru değildir.
Tatile Müslümanca bir bakış açısı geliştirebilmek için önce tatil kelimesini ve Müslümanı tanımlayalım arkasından bu iki kavramın kesişmiş olduğu yani her iki kavramın da tanımının içinde kalan,
paylaşabildikleri bir alan olup olmadığına bakalım.
A- Tatil
Tatil kavramını araştırdığımız da tatil için şu anlamların verildiğini görürüz:
1. Kanun gereği çalışmaya ara verilmesi için
belirtilmiş süre.
2. Özel veya kamu kurumlarının bir
vesile ile çalışmasını durdurduğu
ve kapalı kaldığı dönem.
3. Kendi işinde veya bir
başkasının yanında çalışırken bu iş yerinin
geçici olarak işine
son vermesi, bir şekilde kapatılması,
kişinin
kendinin
izin alması gibi nedenle çalışmaya ara
vermesi.
4. Eğlenmek, dinlenmek,
gezip görüp ibret almak, eş
dost ziyaretinde bulunmak gibi
birtakım amaçlarla çalışmadan
geçirilen süre.
B- İslam ve Müslüman
İslam Dini: İslam kelimesi kurtuluşa erme,
güven, emniyette olma, boyun eğme, itaat,
teslim olma, sulh ve barış yapma gibi anlamlara
gelir. Din kelimesi Arapça bir kelime olup1 Türklerin
İslam Dinini kabul etmeleri ile Türkçeye geçmiştir.
Adet, durum, ceza, mükâfat, itaat, hesap dâhil olmak üzere otuza yakın sözlük anlamı vardır.2 Dinin kavram olarak tanımına gelince din, akıl
sahiplerini kendi hür iradeleriyle en iyiye, en
doğruya, en güzele ulaştıran ilahi
bir kanundur.3 İslam dini ise, Allah tarafından peygamberler aracılığıyla gönderilen, aslını koruyan ve
insan eliyle herhangi
bir değişikliğe uğramayan din, gerçek
dindir. Hz. Âdem’den
(a.s.) Hz. Muhammed’e (a.s.) kadar
gönderilen bütün ilahî
dinlerin ortak adı İslam’dır.4 Diğer dinlerin
asılları şu veya bu şekilde
insanlar tarafından değiştirildiği için şu anda dünyada aslını
koruyan tek din İslam dinidir.
Temmuz/ 2017
15
Müslüman: İslam Dinin kabul eden, onu
doğru anlayan ve yaşayan kimseye Müslüman
denir. Diğer bir ifade ile Müslüman içinde bulunduğu zamanda ve mekânda Rabbinin kendisine ne emrettiğini bilen Rabbinin emrettiği şeyi
O’nun rızası için, O’nun emrine uygun bir şe-
1. Allah’ın rızasına odaklanmış bir kalp (ihlas).
2. Allah’ın rızasına ulaştıracak bilgi (doğru bilgi).
3. Bu doğru bilgiyle uyumlu, Hz. Peygamberin
(s.a.v.) uygulamalarına ters düşmeyen doğru eylem (salih amel).
kilde Hz. Peygamber’i örnek alarak
uygulayan kimsedir. Bu durumda
Müslüman her şeyden önce
bütün zamanlarda ve mekanlarda Allah’ın rıza-
Müslüman hayatını gerçekleştirirken hayatının hiçbir anında saymış olduğumuz bu özellikleri
devre dışı bırakamaz.
sına yönelmiş, onun
rızasına
odaklanmış
doğru bir niyete sahip
olmalıdır. Ayrıca İçinde
bulunduğu zamanda ve
mekânda karşılaştığı her
bir şeyi doğru okuyarak
doğru bilgiye ulaşmak için
elinden gelen bütün çabayı
göstermek durumundadır. Varlığı
doğru okumak zorunda olan Müslüman, doğru bir niyete ve bilgiye sahip
olmakla sorumluluğunu yerine getirmiş olmamakta,
görevi bitmemektedir. Aynı zamanda doğru okuduğu varlık karşısında önceden elde ettiği doğru bilgiyle uyumlu doğru eylem sergilemek ve sergilediği bu
eylemde Hz. Peygamberin uygulamalarına ters düşmemek Müslümanın arzu ettiği neticeye ulaşması için
yapması gereken zorunlu görevlerindendir.
Kısaca özetlersek İslam Dinini kabul eden ve ona
tam bir bağlılıkla inanan her bir Müslüman, şartlar
ne olursa olsun hedeflemiş olduğu Allah’ın rızasına
ulaşmak için bütün hayatı boyunca şu üç donanıma
{
sahip olması gerekiyor:
İyi niyeti bırakmaz
çünkü “ameller niyetlere göredir”. Allah’ın
rızası amaçlanmamış
hiçbir eylem kişiye Allah katında bir şey kazandırmaz. Nice adetler
vardır ki iyi niyetle ibadete
dönüşür; nice ibadetler vardır
ki Allah’ın rızası amaçlanmadığı için adete dönüşür.
Doğru bilgiyi bırakamaz çünkü insanın Allah’ın
ona verdiği görev olan halifelik görevini yerine getirmesinin gerekli şartlarından birisi kişinin doğru bilgiye
sahip olmasıdır. İnsan ne kadar iyi niyetli olursa
olsun doğru bilgiyi ihmal ederse yanlış yapmaktan ve zulme düşmekten uzak kalamaz.
Yanlış yapan insanda mutlaka zulmetmiş olur. Zulmeden insana da ateş dokunur. Bu gerçeği şu ayetler ne
güzel ifade etmektedir:
َ ‫ـاب َم َعـ‬
� ‫ت َو َمــنْ تَـ‬
� ‫َفاسْ ـتَ ِق ْم َك َ ٓمــا ا ُ ِم ـ ْر‬
ۜ ‫ـك و ََ� تَ ْط َغ ـ ْوا‬
َ‫﴾ و ََ� تَ ْر َكـ ـنُٓوا �ا لَــى ا ّلَ ۪ذيــن‬١١٢﴿ ‫�ا ّنَ ـهُ بِمَ ــا تَعْمَ لُــو َن ب َ۪صي ـ ٌر‬
}
Müslüman içinde bulunduğu zamanda ve mekânda Rabbinin kendisine
ne emrettiğini bilen Rabbinin emrettiği şeyi O’nun rızası için, O’nun emrine
uygun bir şekilde Hz. Peygamber’i örnek alarak uygulayan kimsedir.
16 Temmuz/ 2017
ِ ّٰ ‫ُون‬
‫الل ِمــنْ َا ْو لِ َيٓــا َء‬
ِ ‫َظلَ ُمــوا َفتَمَ َّس ـ ُك ُم ال َّنــا ُر ۙ َو َمــا لَ ُك ـ ْم ِمــنْ د‬
﴾١١٣﴿ ‫ْصـ ُرو َن‬
� ‫ث ُـ َّم َ� تُن‬
Meal: Senin yanında hak yola dönenlerle
birlikte, sana buyurulduğu gibi dosdoğru ol!
Siz de azıp sapmayın. Allah, yaptıklarınızı çok
iyi görmektedir. Zalimlerin yanında olmayın;
sonra ateş sizi de yakar. Allah’tan başka dostlarınız olmadığına göre bir yerden yardım da
göremezsiniz!5
Müslüman niyetinin doğru olması, o niyeti
gerçekleştirecek doğru bilgiye de sahip olması görevini yerine getirmek için gerekli olan
şartlardır ama bunlar Allah Teâlâ’nın rızasını
kazanmak için yeterli değildir. Bunlara ek olarak
Müslüman olan kimsenin bu iyi niyet ve sahip olduğu
doğru bilgiyle uyumlu eylem de bulunması gerekir.
Ayrıca bu eylemi gerçekleştirirken Hz. Muhammed’e
(s.a.v.) muhalefet etmemesi ona ters düşmemesi gerekir aksi halde bütün yaptıkları boşa gider. Bu gerçek
Kur’an-ı Kerim’de birçok yerde farklı farklı bağlamlarda ifade edilmiştir. Ama biz burada Hucurat suresindeki şu ayetleri hatırlayalım:
Müslüman her şeyden önce bütün
zamanlarda ve mekanlarda Allah’ın
rızasına
yönelmiş,
onun
rızasına
odaklanmış doğru bir niyete sahip
olmalıdır.
Hucurât Sûresi (1 -3 )
ِ ّٰ ‫يَٓــا َا ّي ُ َهــا ا ّلَ ۪ذيــنَ ٰا َمنُــوا َ� ت ُ َق ِّد ُمــوا بَ ْيــنَ يَ ـ َد ِي‬
‫الل َورَسُ ــولِ ۪ه‬
�َ ‫﴾ يَٓــا َا ّي ُ َهــا ا ّلَ ۪ذيــنَ ٰا َمنُــوا‬١﴿ ‫الل �سـ ۪ـمي ٌع َع ۪لي ـ ٌم‬
َ ّٰ ‫اللۜ �ا َّن‬
َ ّٰ ‫وَاتَّ ُقــوا‬
ِ ّٰ ‫ت ُ َق ِ ّد ُمــوا بَ ْيــنَ يَـ َد ِي‬
‫الل �سـ ۪ـمي ٌع َع ۪ليـ ٌم‬
َ ّٰ ‫اللۜ �ا َّن‬
َ ّٰ ‫الل َورَسُ ــولِ ۪ه وَاتَّ ُقــوا‬
‫ْت‬
ِ ‫ص ـو‬
� ‫﴾ يَٓــا َا ّي ُ َهــا ا ّلَ ۪ذيــنَ ٰا َمنُــوا َ� تَ ْر َف ُعٓــوا َاصْ وَاتـَ ُك ـ ْم َف ـو َْق‬١﴿
‫ـض َا ْن‬
ٍ ‫ْض ُك ـ ْم لِ َب ْعـ‬
ِ ‫ال َّن ِبـ ِّـي و ََ� ت َ ْج َه ـ ُروا لَ ـهُ بِا ْل َق ـو ِْل َك َج ْه ـ ِر بَع‬
َ ‫ت َ ْح َب ـ‬
ُ ّ ‫﴾ �ا َّن ا ّلَ ۪ذيــنَ يَغ‬٢﴿ ‫ط َاعْمَ الُ ُك ـ ْم َو َا ْنت ُـ ْم َ� تَشْ ـ ُع ُرو َن‬
‫ُضــو َن‬
َ ‫الل ا ُ ۬و ٰل ٓ ِئـ‬
ِ ّٰ ‫ـول‬
‫الل قُلُوبَ ُه ـ ْم‬
ُ ّٰ َ‫ـك ا ّلَ ۪ذيــنَ ا ْمتَ َحــن‬
ِ ‫َاصْ وَات َ ُه ـ ْم ِع ْن ـ َد رَسُ ـ‬
ُ ّ ‫﴾ �ا َّن ا ّلَ ۪ذيــنَ يَغ‬٣﴿ ‫لِلتَّ ْقــوٰى لَ ُه ـ ْم َم ْغ ِف ـ َرةٌ َو َا ْج ـ ٌر ع َ۪ظي ـ ٌم‬
‫ُضــو َن‬
ۜ
ٓ
َ ‫الل ا ُ ۬و ٰل ِئـ‬
ِ ّٰ ‫ـول‬
‫الل قُلُوبَ ُه ـ ْم‬
ُ ّٰ َ‫ـك ا ّلَ ۪ذيــنَ ا ْمتَ َحــن‬
ِ ‫َاصْ وَات َ ُه ـ ْم ِع ْن ـ َد رَسُ ـ‬
َ
﴾٣﴿ ‫ـوٰى لَ ُه ـ ْم َم ْغ ِف ـ َرةٌ َو َا ْج ـ ٌر ع َ۪ظي ـ ٌم‬
ۜ ‫لِلتّ ْقـ‬
Meal: Ey iman edenler! Allah ve resulünün
önüne geçmeyin, Allah’a itaatsizlikten sakının!
Şüphesiz Allah her şeyi işitmekte ve bilmektedir. Ey iman edenler! Seslerinizi peygamberin
sesinden fazla çıkarmayın, birbirinize bağırdığınız gibi ona bağırmayın; sonra farkında olmadan amelleriniz boşa gider. Allah resulünün
yanında seslerini kısanlar var ya, işte onlar,
Allah’ın gönüllerini takvâ yönünden denemeye
tâbi tuttuğu kimselerdir. Onlar için büyük bağışlanma ve büyük bir ödül vardır.(3)
Görüldüğü gibi Müslüman hayatının hiçbir aşamasında Hz. Peygamberi (s.a.v.) devre dışı bıra-
Temmuz/ 2017
17
İnsan ne kadar iyi niyetli olursa olsun doğru bilgiyi ihmal ederse yanlış
yapmaktan ve zulme düşmekten uzak kalamaz. Yanlış yapan insanda mutlaka
zulmetmiş olur. Zulmeden insana da ateş dokunur.
karak onu onun önüne geçerek Allah Teâlâ’nın
rızasını kazanamaz.
Doğru niyet, doğru bilgi ve doğru eylem ile görevini tam yerine getirebileceğine inanmış ve Allah’ın
rızasına odaklanmış Müslüman, işe kendisini
ve içinde bulunduğu dünyayı tanımak ile başlayacaktır. Niçin yaratıldığını, niçin bu dünyada bulunduğunu, kendisini nelerin beklediğini, vb. soruları
soracaktır? Bu soruları soran Müslümanın imdadına
Kur’an-ı Kerim yetişecek ve onun kafasındaki bu sorulara açık bir şekilde cevap verecektir. Onun bu dünyadaki bulunuşunun gayesinin imtihan olduğunu, bu
imtihanın salonun dünya olduğunu, imtihan süresinin
de insanın buluğa erdiği andan başlayıp aklı başında
olarak yaşadığı bütün ömrünün olduğunu, imtihanın
konusunun da insanın içinde bulunduğu bu dünyada
Yaratanına iman ettiği halde “en güzel iş”i ortaya koymak olduğunu, bunun için de peygamberlerin en güzel örnek olduğunu ona Kur’an-ı
Kerim açıklayacaktır.
Bu şekilde Kur’an-ı Kerim ve sünnetten hayatın
gayesi ve bu gayeye nasıl ulaşacağını öğrenen insan,
hayat boyunca önüne çıkan zaman ve mekân başta olmak üzere maddi ve manevi bütün imkanları bu
amaç çerçevesinde değerlendirmeye çalışacaktır.
Bu açıkladıklarımız çerçevesinde tatil kavramını
değerlendirdiğimiz de şu sonuçlara varırız:
1- İş yerinin Resmî veya gayri resmi olarak bir şekilde tatil edilmesi durumunda başlangıçta yaptığımız
tatil tanımın 1.2 ve 3. maddelerine giren tatil anlamındaki tatil yani işe verilen ara anlamındaki tatil işin
tabiatı gereğidir. Kişi zaten buna uymak zorunadır.
Bu durumlarda Müslümanın unutmaması
gereken en önemli şey, resmî tatillerde resmi
ve sivil otoriteye karşı sorumluluğu tatil olmuştur. Allah’a karşı sorumluluğu devam etmektedir. İçinde bulunduğu an ve mekânda mutlaka yapabileceği en güzel bir iş vardır. O işi tespit edip
Allah’ın rızasını gözeterek Hz. Peygamber’i (s.a.v.)
örnek alarak yerine getirmektir.
2- Eğlenmek, dinlenmek, gezip görüp ibret almak,
eş dost ziyaretinde bulunmak gibi birtakım amaçlarla
çalışmadan geçirilen süre, anlamında tatile gelince gelince Müslüman Allah’a karşı sorumluluğunun bütün
zaman, mekân, maddi ve manevi, a’dan z’ye sahip
olduğu bütün nimetler çerçevesinde olduğu şuuruyla
hareket etmek zorundadır.
18 Temmuz/ 2017
Allah’a karşı sorumluluğu kesintisiz ve her şeyi kuşatıcı olduğunun farkında olan Müslüman için boş
zaman tarifi anlamsızdır, tanımsızdır. Bu durumda
Müslüman icra edeceği tatilin olmazsa olmaz üç boyutu vardır:
a) Tatilin amacının mutlaka ve mutlaka meşru olması gerekir. Yani bir Müslüman kumar oynamak, zina etmek ve çeşitleriyle karşılaşmak
vb. amaçlarla tatile çıkamaz. Niyeti dinen kabul
görmeyen bir amacı gerçekleştirmek olan kişi, bu
yolculuk boyunca bütün zaman ve imkanlarını saçıp
savurmuş olur ki Allah Teâlâ böyle bir amaçla sefere
çıkmaktan bütün Müslümanları korusun. Bu konuda
Kur’an’ı Kerim şöyle buyurur:
‫�ا َّن ا ْل ُم َب ِ ّذ ۪ر يــنَ َكا ن ُـٓـوا‬
َّ
‫ين َو َكا َن‬
‫�ا ْخــوَا َن‬
۪ ‫الشــي‬
ۜ ِ ‫َاط‬
َ ‫الشــ ْي‬
َّ
ً‫طا ُن لِ َر بِّـ ۪ـه َك ُفــور ا‬
“Çünkü savurganlar şeytanların dostlarıdır. Şeytan da rabbine
karşı çok nankördür.”6
“Yine anılan o iyi kullar, asılsız şeylere şahitlik etmezler; boş ve mânasız davranışlarla
karşılaştıklarında onurluca çekip giderler.”7
Sonuç
Müslüman, hayatının bütün zamanlarını, mekanlarını ve fırsatlarını doğru okuduğu gibi tatilini de İslami bir bakış açısıyla okumalıdır. Çünkü tatildeki yapıp
ettiklerinden de diğer zamanlarda sorumlu olduğu
gibi Allah’a karşı sorumludur. Bu durumda tatil kavramının İslami bir bakış açısıyla değerlendirdiğimizde
şu sonuçlara varıyoruz:
1- Müslümanın tatili meşru bir amaç için
olmalı,
Senin yanında hak yola dönenlerle
birlikte, sana buyurulduğu gibi dosdoğru ol!
2- Müslüman
tati-
linin bütün süreçlerinde doğru niyetini,
Siz de azıp sapmayın. Allah, yaptıklarınızı
doğru
çok iyi görmektedir. Zalimlerin yanında
ihtiyacını ve bu bilgi
olmayın; sonra ateş sizi de yakar. Allah’tan
başka dostlarınız olmadığına göre bir
yerden yardım da göremezsiniz!
b) Müslümanın tatil için
amacı dinen meşru olsa
bile bu tatili gerçekleştirirken bütün süreçlerde Allah’ın emirlerine uymak ve
yasaklarından kaçınmak zorunluluğu vardır. Dolayısıyla tatilin bütün süreçlerinde Müslüman kişi,
doğru niyetini, doğru bilgisini ve Hz. Peygambere ters düşmeyecek şekilde doğru bilgiyle
uyumlu olarak sergileyeceği doğru eylemini
yani salih amelini gözetmek durumundadır.
c) Müslümanın kendisinin, dinin doğru bulmadığı bir amaçla ve yöntemle tatil yapmasının doğru olmadığı gibi bu amaçla tatil yapan
kişilerle de aynı günah ortamını paylaşması
doğru değildir. Bu gerçek Kur’an-ı Kerim’de şöyle
ifade ediliyor:
ً‫وَا ّلَ ۪ذينَ َ� يَشْ َه ُدو َن ال ّ ُزو َرۙ َو �ا َذا َم ّ ُروا ِباللَّ ْغ ِو َم ّ ُروا ِك َراما‬
5
bilgiye
olan
ile uyumlu doğru eylem
gerçekleştirme
sorumluluğunu unutmamalı,
3- İslami olmayan
gaye veya yöntemlerle başkalarının gerçekleştirmiş olduğu tatil ortamlarında bulunmamaya
özen göstermelidir.
Bütün ömrümüzü ilmek ilmek salih amellerle ördüğümüz bir hayat yaşamak temennisiyle sizleri Allah’a emanet ediyor, sevgi, saygı
ve selamlarımı sunuyorum…
Dipnotlar
1. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, c. 9, s. 312.
2. İbn Manzur, Lisanu’l-Arap, Beyrut, c, 1, s 1044,1045.
3. Şentürk, Lütfi, Yazıcı, Seyfettin, İslam İlmihali, Ankara 2005, s. 9.
4. Serinsu, Ahmet Nedim, Dini Terimler Sözlüğü, Millî Eğitim Bakanlığı Yayınları, Ankara 2009, s. 60.
5. Hûd Sûresi 11/ (112 - 113)
6. İsrâ 17/ 27
7. Furkân 25/72
Temmuz/ 2017
19
Fatih Sultan SEMİZ
Tatil Var! Tatil Var!
“
Tatil
yapalım
ama
Müslüman
olduğumuzu
unutmadan yapalım. Namaz
kılarken
ki
durumumuzu
koruyarak tatil yapalım. Allah’tan
kaçış olmadığını ama eninde
sonunda Allah’a kaçılacağını
bilerek tatil yapalım. Bize altın
kâse de sunulan zehirlere aldırış
etmeden tatil yapalım.
20 Temmuz/ 2017
”
Mecelle kanunlarından biri de ‘Su-i misal emsal olmaz’ kaidesidir. Yani hiç kimse mahkemenin huzuruna çıkarak “şu adam hırsızlık yaptığından dolayı bende
hırsızlık yaptım” deyip ceza almaktan kurtulamaz. Bunu
neden söylüyorum, çünkü Müslümanların bir kesimi yanlış
örnekler üzerinden İslam’ı bir köşeye hapsetmeye çalışıyorlar. Ekranlar da uydurma Hadis okuyan birinden
dolayı bütün Hadis-i Şeriflere uydurma muamelesi
yapıyorlar. Veya kendi aklını ilah edinen birinden dolayı
akıl kullanmayı yasaklı, cehennemlik bir iş gibi görebiliyorlar.
Kur’an-ı Kerim’de ki onca akletmez misiniz ayetine rağmen.
Bu durum dini anlama hususunda olduğu kadar sosyal hayatın içinde ki çoğu mevzuu içinde geçerlidir. Oysa eşya da
asıl olan mubahlıktır. Et helaldir, eğer domuz eti değilse. Paranın çok olması kötü değildir, eğer faizden,
rüşvetten, kaçakçılıktan kazanılmamışsa. Konuşmak
normaldir, eğer gıybetsiz ve yalansız olursa. Yürü-
mek, uyumak, gülmek, ev sahibi olmak, lüks
bir arabaya sahip olmak sakıncası olmayan işlerdendir. Nereye yürüdüğünü, kaç saat uyuduğunu bilir ve haramlardan uzak durursan.
Tatil yapmak mevzusu da bu mevzulardan biridir. Kimilerine göre
Müslüman, tatil denen olgudan
cehennemden kaçar gibi kaçmak zorundadır. Çünkü artık
tatiller günah yuvalarının içinde yüzüldüğü,
bütün mahremiyet kurallarının hiçe sayıldığı
organizasyonlar olarak
önümüzde duruyordur.
Tatil deyince aklına beş yıldızlı oteller gelenler için bu
tespite katılmamak haksızlık
olur. Ama dedik ya su-i misal
emsal olmaz. Birileri gittiği tatilinden yüksek puanlı günahlarla dönüyorsa, burada yapılması gereken tatili yasaklamak
mı yoksa o adama tatili yasaklamak mıdır?
Tatil mubah bir iştir. Hatta güzel bir niyet ile
beraber gittiğimiz tatilden yüksek puanlı sevaplarla dönebiliriz. Bunu yapabilmemiz için rehberimiz
olan Kur’an-ı Kerim’in sayfalarına ve önderimiz olan
Peygamber aleyhisselam’ın hayatına bakmamız gerekir. Bu cümlemden şu anlaşılmıyordur herhalde,
tatil kelimesinin içinde geçtiği kaç ayet var ki? Veya
Peygamber aleyhisselam tatile nereye giderdi sorusunun cevabını aramayacağız. Peygamber aleyhisselam
ve sahabe tatili cihad meydanlarında yaptı yazıp bu
konuyu burada kapatmak vardı ama anlatmak istediklerim yarım kalır. O yüzden anlatmak istediklerime
devam ediyorum.
İslam öyle bir nizamdır ki yasakladığı ve emrettiği
kurallar kıyamete kadar sürecek emir ve yasaklardır.
Öyle bir nizamdır ki develerin ulaşım aracı olarak kullanıldığı zaman içinde aynı kurallar geçerlidir, hız ibresinin iki yüzü zorladığı arabaların kullanıldığı zaman
içinde geçerlidir. Şimdi çöl şartlarında yapılan bir tatille, beş yıldızlı bir otelde
yapılacak olan tatil arasında bir
fark gözetmeksizin bir tatilde
olması gereken kurallar dizinini sıralayalım.
1. İsraf olmamalıdır.
Üç günlük bir tatil için
üç aylık maaşımız kadar borç yaptıran tatil,
tatil değil kapitalizmin
çarklarını
yağlamaktır.
Sadelik bizim imanımızın
gereğidir. Bu sadelik sadece elbiselerimiz ve yemeklerimiz için değil
tatilimiz içinde geçerlidir. Para harcamak
mantığı ile yola çıkılan tatil banka kapılarında biter. İsraftan aldığımız günahın yanına bir faiz
günahını ekledik mi gayet yüksek puanlı günahlarla
tatilden mezun oluruz. Açık büfe konusunu israf konusunun dışında tuttuğum sanılmasın. Yemeyeceklerimizi almamız israftan daha çok aç gözlülüğümüzle
alakalı bir durumdur.
2. Tatil biz de atalet yani tembellik meydana
getirmemelidir. Yattıkça yatmak isteyen tiplerin rüyaları belki güzel olur ama hayatları
kâbusa döner. Biz çalıştıkça daha fazla çalışmak isteyen bir ümmetiz. Bir iş bittiğinde
yeni bir işe koyulmamızı Rabbimiz bize emrediyor. Müslüman yoruldukça koşmaya başlayan bir
İsraf olmamalıdır. Üç günlük bir tatil için üç aylık maaşımız kadar borç yaptıran
tatil, tatil değil kapitalizmin çarklarını yağlamaktır. Sadelik bizim imanımızın
gereğidir.
Temmuz/ 2017
21
zihin yapısına sahip olmak zorundadır. Televizyonun
karşısında muhallebiye dönmüş, tembelliği karakter
haline getirmiş biri beş vakit namazı nasıl yerine getirsin? Tabi ki beş vakit namazı kılmayan biri tatili
hak etmiş biri değildir.
mediğini bilerek hareket eder. Tatil deyince güneş,
kumsal ve deniz üçlüsünden daha fazlasını aklına
getirme salahiyetine sahiptir. O, bir dağ evinde bir
köylüye de birkaç kuruş kazandırarak da tatil yapabileceğini bilen adamdır.
3. Anne babayı ihmal ettiren şey değil tatil, umre bile olsa yapmayız.
Anne babaya bakmak, onların
gönlünü hoş tutmak, onların senden razı olmasını
sağlamak farz bir ibadettir. Umre ise büyük
bir sünnettir. Tatil ise mubahtır. Ve kaide bellidir.
Farz sünnetten önce gelir.
Farz mubahla kıyas bile
edilmez. Anne babasını ihmal edip, bayram
izni var deyip kendisini güneyin sularına veya
başka yerlere atanlar girdikleri suyun su değil ateş olduklarını bilsinler. Allah azze ve celle
kendi rızasını ve gazabını anne babanın rızası
ve gazabına bağladığını bilen biri onları ihmal
ederek tatile çıkmayı göze alamaz. Anne babam
benden razı olsun, ben tatilimi cennette yaparım anlayışı bize hâkim olmak zorundadır.
5. İbadetlerimizin aksatıldığı tatil
de bizim tatilimiz değildir. Namazların aksadığı, Kur’an-ı Kerim’in günlerce açılmadığı,
yetimin başının okşanmasının es geçildiği
tatiller bizim tatilimiz
değildir. Allah bizi
kendisine ibadet edelim diye yaratmışken,
biz eğer yaratılış gayemize ihanet edersek
bunun bedelini ağır
öderiz. İbadetler bizim
hayatımız için gerekli soluklardır. Eğer onlar olmazsa
ölü hükmündeyizdir. Ölünün de
tatil yapmaya ihtiyacı yoktur.
4. Tatile dinlenmek için gidilir daha fazla
yorulup geri gelmek için değil. Şehrin kalabalığından kaçıp başka bir kalabalığa girmek,
Müslümanın basiret ve ferasetine yakışmaz. O
yüzden Müslüman, gideceği yerde az kalabalık olmasına, tefekkür edecek malzemesinin
çok olmasına özen gösterir. Herkesin mecburi
istikamet diye gittiği tatil beldeleri onun uğrayacağı
yer olmaz. O, akıl sermayesinin ona boşuna veril-
{
6. Haramlara bulaşılmayan bir tatil olmalıdır. Haram değil tatil de cami de bile yasaklı
bir iştir. Gözlerin harama kaydığı, içkili büfelerde oturulan, kumar oynanan otellerden
rezervasyon yapılan her tatil cehenneme otostop çekmektir.
7. İlimin olmadığı hiçbir etkinlik bize ait
değildir. Biz ilim ümmetiyiz. Kitaplarımızı almadan yola çıkmayız. Biz evde telefonu
unuttuğunda telaşlanan değil kitaplarını unuttuğunda telaşlanan bir ümmetiz. O yüzden
alim ziyaretleri yapılmayan bir tatil veya bol
miktarda kitap okunmayan bir tatil pekte hayırlı bir iş değildir.
}
Tatil biz de atalet yani tembellik meydana getirmemelidir. Yattıkça
yatmak isteyen tiplerin rüyaları belki güzel olur ama hayatları kâbusa
döner. Biz çalıştıkça daha fazla çalışmak isteyen bir ümmetiz. Bir iş
bittiğinde yeni bir işe koyulmamızı Rabbimiz bize emrediyor.
22 Temmuz/ 2017
Bu maddelerden sonra o zaman tatil yapmayalım cümlelerini duyar gibiyim. Tatil yapalım ama onlar gibi tatil yapmayalım. Onlar kim mi? Bu sorunun
cevabını aşağıda bulabilirsiniz.
Biz ve Onlar
Biz ve onlardık. Onların inandığı değerler bizim
için pespaye şeylerdi. Onlar gibi gülmüyor, onların
güldüklerine de gülmüyorduk. Acılarımız farklıydı.
Onların dilleri ile yalan kustukları noktada bizim yüreğimiz kanardı. Onlar gibi giyinmemeye özen gösterirdik. Baktığımız noktalar farklı idi. Onlar bizim hep
batımızdı, batılımızdı. Mekânlarımız farklı, kavramlarımız farklı, uyku düzenimiz farklı idi. Düşünde dünyamız, tepkilerimiz, hoşlandıklarımız, hatta kalp ritimlerimiz bile farklı idi. Kan gruplarımız tutabilirdi ama
asla kanlarımız uyuşmazdı.
Kıblelerimiz farklı idi bir kere. Biz, yerleri ve gökleri yaratan Rabbimizin emri ile Kâbe’ye dönerken
yüzlerimizi, onlar yüzlerini ve kalplerini Washington
ve Tel-Aviv’e çevirmişlerdi. Bizim için takvimler 1438’i
gösterirken, onlar için 2016 idi. Bizde kanın akmasının yasak olduğu haram aylar vardı, onlarda ise akan
kanın ayı olmazdı. Önemli olan akan kanın Müslümana ait olup olmadığı idi. Biz, helalinden
kazanır helaline harcardık. Helalde hesap, ha-
Tatile dinlenmek için gidilir daha
fazla yorulup geri gelmek için değil.
Şehrin kalabalığından kaçıp başka bir
kalabalığa girmek, Müslümanın basiret
ve ferasetine yakışmaz. O yüzden
Müslüman, gideceği yerde az kalabalık
olmasına, tefekkür edecek malzemesinin
çok olmasına özen gösterir.
ramda azap olduğuna inanırdık. Onlar ise kazan
kazan prensibini uygularlardı. Helal, haram ver
Allah’ım derlerdi. Elbisenin değil kelimenin
fazlasının israf olduğunu düşünürdük, onlar
ise Afrika’yı doyuracak kadar parayı kozmetik
malzemelerine harcarlardı. Biz, hep kazanırdık
eskiden, ölsek de kazanırdık. Şimdi yaşarken kaybediyoruz. Onlar hep kaybederlerdi bizim nezdimizde.
Çünkü kazananların ve kaybedenlerin tespit yerinin
mahşer meydanı olduğuna inanırdık biz. Ama şimdi
onlarında kazanabileceğine inanır olduk. Biz, hacı
yağı kokardık, onlar ise parfüm. Biz, çatalı da
bıçağı da sağ elimizde tutardık, onlar ise bıçağı sağ elle çatalı sol elle. Besmele ve Allah’a
hamd etmek yemeklerimizin vazgeçilmeziydi,
onlarda ise yemeği vereni akla getirmek yoktu.
Anne babalarımız evlerimizin baş tacı idi, onlarda ise huzurevlerinin daimi ziyaretçisi. Biz
ve onlardık ve öyle kalmalıydık.
Tatil yapalım ama Müslüman olduğumuzu
unutmadan yapalım. Namaz kılarken ki durumumuzu koruyarak tatil yapalım. Allah’tan
kaçış olmadığını ama eninde sonunda Allah’a
kaçılacağını bilerek tatil yapalım. Bize altın
kâse de sunulan zehirlere aldırış etmeden tatil yapalım. Kapitalizmin dişlilerine yeni bir çentikte biz
eklemeden tatilimizi yapalım. Allah’ı unutursak
Allah’ın da bizi yok sayacağını bilerek tatilimizi yapalım. İslam coğrafyasında ki kanı
unutmadan tatil yapalım. Bu dünyada çok
gülenlerin diğer dünyada çok ağlayacağını bilerek tatilimizi yapalım. Bu dünyada midelerini
şişirenlerin diğer dünyada aç kalacağını bilerek tatilimizi yapalım. Eee tatil var, tatil var…
Temmuz/ 2017
23
Abdullatif ACAR
Tatillerimizi Kur’anla Olsun
“
Evet, tatil yerlerimiz kuran
kursları ve camilerimiz olurken
tatil yaptığımız arkadaşımızda
Kur’an olsun. Kur’anla dirilelim
ve
Kur’anla
dinlenelim.
Bıktırmadan
ve
usanmadan
Kur’an-ın ikliminde gezintiye
çıkalım.
Görmediklerimiz
hakikatleri ferasetle sabırla onun
açtığı ufuktan izleyelim. Bu
tatil dönüşümüz muhteşem ve
dopdolu olsun.
24 Temmuz/ 2017
”
Bir zamanlar kavurucu sıcağın hâkim olduğu, güneşin
iyice hissedildiği bir günde, pazarda buz satan bir adamın bağırışları ne kadar ibretle doluydu düşünen ve ibret alabilenler
için. Sıcağı fırsata çevirmek isteyen ancak erimeye başlayan
buzlarını görünce telaşa kapılan bu adam, avazı çıkıncaya
kadar şöyle bağırır: “Ne olursunuz sermayesi eriyen şu
adama yardım edin” oradan geçen bir derviş, ibretle dinler
bu bağırışları ve şöyle der: “Zaman sermayesini ve onun
tükenişini şu adamın bu sözlerinden başka hiçbir kelime bu kadar iyi anlatamaz.”
Evet, zaman su gibi akıp gitmekte, buz gibi eriyip tükenmekte, eriyen bizim sermayemiz. Ticaret yapıyoruz adeta dünya pazarında, cennet karşılığında. Kazanmak varken
durmanın zamanı mı? Durmak, boş işlerle uğraşmak, tatilim
ve boş zamanım var, düşüncesiyle günahlara dalmak, iflas
etmek ve kaybetmekle eş anlamlıdır. Bir an önce eriyen ser-
mayemizi kurtarmanın telaşı içerisinde olmamız gerekmez mi? Geçen günleri geri getirmemiz mümkün
değil elbette ki, gelecek zamana ulaşacağımızın da
hiçbir garantisi yok. Öyleyse önemli olan bulunduğumuz anı Allah’ın rızası doğrultusunda en iyi şekilde
değerlendirmektir. Ancak insanların çoğu,
zamanlarının kıymetini bilemez de
hep onu geçirmenin telaşına girerler. Boş zamanı öldürmeyi, onu, nasıl olursa olsun
geçirmeyi kazanç olarak
düşünürler. Peygamberimiz(s.a.v.) bu hususta bizleri uyarmaktadır:
“İnsanların çoğu şu
iki nimette aldanmıştır: Sağlık ve boş vakit”
(Buhari, Tilmizi ve İbni Mace)
Müslüman’ın boşuna geçirecek
zamanı olmamalı. Çünkü o, konuştuğunda hayır konuşur, onun susması dahi
tefekkür içindir, yürümesi bir gayeye matuf olan müminin durması da bir maslahat nedeniyledir. O, bir iş
yaptığında, bir eyleme teşebbüs ettiğinde o işin ve o
eylemin İslam’a ve Kur’an’a uygun olup olmadığını
inceden inceye hesap eder. Müslümanın çalışması da
dinlenmesi de, bu minval üzere bütün plan ve programları da Müslümanca olmalı. Müslüman, mevsimler gibi değişen, zaman ve mekânın şartlarına göre
şekil alan insan değildir. Evde farklı, çarşıda farklı, işte
başka, boş zamanda daha başka bir insan portresi ikiyüzlülük kabul edilir.
Her yerde ve her zaman Rabbinin kendisini görüp gözettiği bilinciyle hareket eden insandır mümin
“Nerede olursanız olun o sizinle beraberdir”
(Hadit,4) buyuruyor yüce Mevla. Böyle bir teslimiyet, insanın tatil anlayışına da hâkim olmalı. Mescitte
görüp gözeten Allah, sahilde de tatil yerinde de görüp gözetmektedir. İnsanların içerisinde yaptıklarımızı
meleklerle kayıt altına alan Allah, tek başımıza kaldığımız zamanda da yapıp ettiklerimizi kayıt
etmiyor mu? İslam bir hayat nizamıdır; insanın her anını ve zamanını düzenler. İnsan Ramazanda
nasıl kendine çeki düzen
veriyorsa ramazandan ve
bayramdan sonrada aynı
gayret içerisinde olmalı.
Çalışırken, alışveriş yaparken hak ve hukuka riayet
eden Müslüman, tatilde
de, boş zamanında da Allah’ın hakkına riayet etmeli,
asli görev ve sorumluluklarını
unutmamalı. Müslüman düğünü
düğün, matemi matem atmosferinde
geçirirken ne ifratın ne de tefritin tuzağına
düşer. Ağlaması gereken yerde ağlayan, gülmesi gereken yerde gülen, sevinmesi gereken yerde sevinen,
üzülmesi gerektiğinde üzülmesini bilen iman adamı
insan her hal-ü karda imtihan edildiğini bilmeli. Tatillerini günah işleme fırsatı olarak görmemeli.
Tatil anlayışımızın nasıl olmasının gerektiğini
yüce Mevla bizlere şöyle bildiriyor:
“Bir işten boşalınca, yeni bir işe giriş ve
sadece Rabbine yönel.” (İnşirah,7-8)
“Doğrusu insana çalışmasından başka bir
şey yoktur ve çalışmasında yakında görülecektir. Sonra ona karşılığı tastamam verilecektir”(Necm,39-41)
Tatil anlayışımızın nasıl olmasının gerektiğini yüce Mevla bizlere şöyle bildiriyor:
“Bir işten boşalınca, yeni bir işe giriş ve sadece Rabbine yönel.” (İnşirah,7-8)
Temmuz/ 2017
25
Müslümanın işi gücü Rabbinin rızasıdır. Müslüman hayırdan başka bir şey düşünmez. O, hayırlı
bir işte yorulduğun da başka bir hayırlı işte dinlenir.
Bu dünya ekim yeridir, ekim mevsiminde ki insanın
yemesi içmesi, dinlenmesi neyse dünya da kulluk etmekle görevli insanın tatili de eğlenmesi de odur “O
cennete girene dek hayır dilemeye
ve hayır işlemeye doyumsuzdur”
(Keşfu’l Hafa, II,215) buyuran Allah
Resulü (sav), müminin hayırlı
olan işlerinde yorulmayacağını bildiriyor.
Bu dünya müminin
rahat etmesi için değildir.
Bu dünya çalışıp çabalama yeridir. Asıl dinlenme
yeri cennettir. Nasıl ki
yeme ve içmeden yorulma söz konusu değilse farz
olan; insanın ruhunu ayakta
tutan ibadetlerde de yorulma olmaz. Çünkü ibadetlerin tatili olmaz.
İbadetlerde devamlı olmak esastır Peygamberimiz(s.a.v.) buyuruyor ya: “Az olup devamlı olan ibadet makbuldür.” diye. Yüce Allah’ta:
“Sana ölüm gelinceye kadar ibadete devam
et”(Hicr,99) buyurarak uyarıyor bizleri.
İnsanın ibadet ve itaati kısıtlı zaman dilimlerine
hapsetmesi İslam’ın kabul ettiği bir davranış değildir.
Her an nefes alıp vermekteyiz, havadan sudan dünyanın bütün nimetlerinden faydalanırken “biraz ara
verelim” diyor muyuz? Öyleyse her nimetin şükrünün ifadesi olan ibadetlere ara vermek ne insani ne
de İslam’i bir davranışl olur. Hem ibadetler ihlas ve
samimiyet içerisinde yerine getirilir, şartlarına uygun
olarak eda edilirse bu, insanın yorulmasına değil dinlenmesine, bunalmasına değil rahatlamasına, ruhu-
{
nun doyumuna, kalbinin tatmin olmasına vesile olur.
Aslında insanı yoran uhrevi gayesi olmayan dünyevi
meşgalelerdir. Dünyanın yorgunluğunu sırtımızdan
ibadet ve itaatin manevi ve dinlendirici atmosferine
girerek atabiliriz. O zaman yük olan yorgunluklarımız hafifler, yoğunlukların arasında kaybolduğumuz
bir zamanda bir nefes ve hayat iksiri olur bizler için
ibadet ve itaat. İslamdan ve imandan
kopuk bir anlayışın girdabına yakalanmış insanların tatilleri dahi
yorgunluktur. Boş gidip günahları sırtlarına yükleyerek kalpleri katılaşmış
insanların tatil dönüşleri
‘dinlenmek midir yoksa dinden uzaklaşmak
mıdır’ bir düşünelim!
Yüce Allah bir ayetinde şöyle buyuruyor:
“Allah’ın sana verdiği her şeyde ahiret yurdunu
ara; bu arada dünyadan da
nasibini unutma.” (Kasas, 77) bu
ayet her fırsatı ahiret için değerlendirmek
gerektiğini bizlerden isterken dünyadan da nasibimizi unutmamamızı gerektiğini bildiriyor. Dünya geçici,
ahiret ise ebedidir. Dünya bir gölgelik, ahiret ise asıl
vatan. Dünya zevki sefası nefsimizin hoşuna giderken
ahiret için çalışıp çabalamak Rabbimizin hoşuna gidiyor. İşte kazanmak ile kaybetmek arasındaki ince ve
hassas olan nokta budur. Bu dengeyi gözettiğimiz zaman tatillerimiz belki ibadet hükmünü alır. “iki günü
eşit geçen ziyandadır.” (Keşfu’l Hafa, 323) düsturunu asla göz ardı etmemeli, her geçen gün ahiret
heybesine koyabildiklerimizin hesap ve kitabını yapmalıyız. Her günün kendine ait ibadetleri vardır. Bu
günümüz bir önceki günden daha verimli ve faydalı
değilse zararımız söz konusudur. Çünkü ortaya koyduğumuz zaman sermayesi boşuna gitmiş, ona hıya-
}
“Doğrusu insana çalışmasından başka bir şey yoktur ve çalışmasında
yakında görülecektir. Sonra ona karşılığı tastamam verilecektir”(Necm,39-41)
26 Temmuz/ 2017
net etmiş oluruz. Allah verdiği nimetleri bizlere emanet olarak vermiştir, hesabını da mutlak soracaktır. Bir
sene boyunca ibadet ve itaatine devam eden sonra
“Müslüman da tatil yapmalı” anlayışına sığınarak
sahillerde, tatil beldelerinde haram işleyen, günahları
meşru sayan, alabildiğine israf eden, sözüm ona, dindarların artık dindar olmadıkları /dinden olmadıkları
inkâr edilemeyecek bir gerçektir.
Bugün, maalesef tatili bir kaçış, kurtuluş olarak
algılar oldu insanlar çoğunlukla. İnsanlar eşten-dosttan, anadan-babadan, akrabalardan, iş arkadaşlarından, kapı komşularından, arkadaşlarından kaçarak
dinlenebileceklerini zannederler. Baş başa kalacakları
insanları etraflarından dağıtabildikçe rahat edeceklerini düşünürler. Hâlbuki İslam’a uygun tatil anlayışındaki mü’min, ertelenen sıla-i rahimi tatiller nedeniyle
yeniden hatırlayarak o açığın kapanmasına gayret
etmeli, sevinçlerin paylaştıkça, insanların kucaklaştıkça, ellerin öpüldükçe, başların okşandıkça topluma
karşı görev ve sorumluluklarımızı yerine getirebilme
hususunda yeni bir güç ve enerjiye vesile olunacağını
gösterebilir insanlığa.
Mümin, ibnül vakit yani vaktin oğludur. Mümin
bütün zamanları kendine gelmek, Rabbine kulluk
ederek onun rızasına nail olmak için bir fırsat aralığı bilmeli. Çünkü yarın huzur-u mahşerde her dakikanın hesabını yüce Mevla bizlerden soracaktır.
“Bir kimse kıyamet günü ömrünü nerede tükettiğinden, ilmi ile ne gibi işler yaptığından,
İbadetlerin
İbadetlerde
tatili
devamlı
olmaz.
olmak
esastır
Peygamberimiz(s.a.v.) buyuruyor ya: “Az
olup devamlı olan ibadet makbuldür.”
diye. Yüce Allah’ta: “Sana ölüm gelinceye
kadar
ibadete
buyurarak
devam
uyarıyor
et”(Hicr,99)
bizleri.
malını nerede kazanıp nerede harcadığından,
vücudunu nerede yıprattığından sorulmadıkça bulunduğu yerden ayrılamaz”
(Tirmizi,
Kıyamet, 1) buyuruyor yüce Resul.
Boş zamanlar aslında boş değil, başka bir işin
ve meşguliyetin zamanıdır. “Boş” denmesi başıboş
olduğunu zanneden, boşluk içerisinde olan, gayesi
ve hedefi olmayanların uydurmasıdır. Tatillerimizi,
ibadetlerimizdeki eksik ve gediklerimizi tamamlamanın fırsatı olarak bilmeliyiz; hem kendimizin hem
de bizlere emanet olarak verilen çocuklarımızın dini
eğitimlerine ayırmalıyız. Normal eğitim ve öğretim
zamanlarında evlatlarımızın dünyevi gelecekleri için
kaygılandığımız gibi, tatil zamanlarında da onların
ahiret kaygılarını gidermenin peşine düşmeliyiz. Çocuklarımıza bırakılacak en büyük mirasın dini ve ahlaki eğitimleri olduğunu düşünmeliyiz. Bir babanın
evladını milyarlarca para ödeyerek dersanelere, dil
kurslarına gönderdiği, sosyal aktivitelere para akıttığı bir zamanda kazancının ne kadarını kuran eğitimi
ve öğretimi için harcıyor? Tatillerde camiler ve çeşitli
eğitim kurumlarının düzenlemiş olduğu yaz kuran
kurslarına ne kadar değer veriyoruz bir düşünelim.
Netice umduğumuz ve beklediğimiz gibi değil. “Hiç
olmasa çocuğum bir harf öğrensin yeter” dememeli bu yaz en azından Kur’an-ı Kerim’i iyice
bellemeli, gerekli ezberleri yapmalı, dini eğitimlerini
azami ölçüde ve imkanların el verdiği oranda” almalı diye düşünmeliyiz. Sonra da tatillerimizi çocuklarımızın Kur’an-ı Kerim eğitimine göre ayarlamalı.
Haşa, Kur’an eğitimini angarya bir iş; tatili de asıl
olarak gördüğümüz zaman bunun neticesi ağır olur
hem evlat hem baba ve anne hem de toplum için.
Temmuz/ 2017
27
“Doğrusu kuran Allah’ın kullarına sunduğu ziyafet sofrasıdır. O halde
gücünüz yettiğince onun ziyafetini kabul edin, her ziyafet sahibi davetine
gelinmesini ister. Allah’ın ziyafeti ise Kur’an’dır. O halde onu bırakmayın.”
(Kenzu’l Ummal, I. 513-514)
Çocuklarımız bizim hiç bir fedakârlıktan kaçınmayacağımız ciğer parelerimizdir. Onların ateşte yanmasını istemeyen, ayaklarına bir diken batsa onun
acısını iliklerine kadar hisseden anne ve babalar, hissiyatlarınızı uyandırın! Bu yaz ve her zaman plan ve
programlarınızı hem kendiniz hem de evlatlarınızın
Kur’an ve dini eğitimine göre yapın.
En hayırlı evlat olmak ve en hayırlı insan olmak
Kur’an okumak ve onu yaşamakla mümkündür. “Sizin en hayırlınız Kur’an-ı öğrenen ve öğretendir” buyurmuyor mu Allah Resulü.
“Doğrusu kuran Allah’ın kullarına sunduğu
ziyafet sofrasıdır. O halde gücünüz yettiğince
onun ziyafetini kabul edin, her ziyafet sahibi
davetine gelinmesini ister. Allah’ın ziyafeti ise
Kur’an’dır. O halde onu bırakmayın.” (Kenzu’l
Ummal, I. 513-514)
Var mıyız tatillerimiz bu yaz Kur’an’la olsun. Var
mıyız açlığımızı ve susuzluğumuzu Kır’an’ın sofrasında
gideremeye, Rabbimizin davet ettiği Kur’an sofrasından doymaya.
Evet, tatil yerlerimiz kuran kursları ve
camilerimiz olurken tatil yaptığımız arkadaşımızda Kur’an olsun. Kur’anla dirilelim ve
Kur’anla dinlenelim. Bıktırmadan ve usanmadan Kur’an-ın ikliminde gezintiye çıkalım.
Görmediklerimiz hakikatleri ferasetle sabırla
onun açtığı ufuktan izleyelim. Bu tatil dönüşümüz muhteşem ve dopdolu olsun.
Özellikle yaz döneminde camilerin bahçeleri cıvıl-cıvıl çocuk sesleriyle şenlenerek bir sevinç cümbüşüne dönerken, o çocuklar küçücük yürekleriyle
ve minnacık elleriyle büyük büyük Kur’anlara sımsıkı tutunup cami ve kursların yollarına koyulurken
büyükler, anne babalar ve hocalar olarak üzerimize
düşen görevlerin olduğunu unutmayalım. Onların
gözlerindeki ışıltıları, gönüllerindeki heyecanı fırsata
çevirmenin yollarını araştıralım. Onları Kur’an’dan
Allah’tan ve dinden uzaklaştıracak davranışlardan
şiddetle kaçınalım. Zira Kur’an eğitimi iradeyle ve
sevdirerek ve sevindirerek yapılması gereken İslam’ın bir emridir. Zorla yapılan eğitim ve öğretimin
insanda müspet etki yerine menfi bir tesir bırakacağı
gerçek bir vakıadır. Zorluğu belki buradan kaynaklanmaktır. Bu nedenle Kur’an eğitimi ve öğretimi biraz sabır ve gayret gerektiren bir süreçtir. Çocukların
bu işi severek yapmaları için çeşitli hediye ve aktiviteler de önemlidir. Verimli ve faydalı olabilmek için
başarılı olanları onura etmek, onları motive etmek
açısından büyük bir ehemmiyet taşır. Bu bağlamda
başta diyanet işleri başkanlığı olmak üzere çeşitli
dernek ve vakıfların ciddi gayret ve teşvikleri söz konusudur. Biraz da biz gayret edelim de bu yaz tatillerimizi Kur’an’a göre ve Kur’anla geçirelim…
Selam ve dua ile…
28 Temmuz/ 2017
Temmuz/ 2017
29
Hatice FURHAN
Tatil İçimizde
“
Müslüman
tatil
yapar
elbette. Gezer de, Ama Israf
etmemek,
gösteriş
yapmamak,
gezdiği yerleri, yediği içtiği şeyleri
sosyal ortamlar da paylaşmamak
şartı ile ve gezdiği yerler de
tefekkür ederek, o nimetleri vereni
hatırlayarak
yapar.
30 Temmuz/ 2017
”
Bir eğitim öğretim yılını daha geride bıraktık. Şimdi çoğumuzun zihinlerin de dinlenmek, eğlenmek, gezmek kısaca
tatil yapmak var. Kimine göre tatil yıldızı bol bir otel de, açık
büfe sunulan yemeklerden doyasıya yemek, yüzmek, güneşlenmek. Kimine göre tatil , memleket ziyareti yapmak, kimine
göre ise zihni dinlendirecek sakin bir yerde bir süre vakit geçirmek. Kimine göre ise, müslüman tatil yapmaz.
Peki bizler tatil denildiğinde ne anlamalıyız. Dinlenmek için illa bol yıldızlı bir yerlere gidip , bol harcama
yapmak mı gerekir ? Zihni ve bedeni yorgunluklarımızı atmak için mutlaka bavullu seyahatlere çıkmak şartı var mıdır?
Mevzu derin biraz. Zihni yoracağa benziyor. Yazı
bitince kısa bir tatile çıkarız dinlenmek için. Ama
önce konuyu anlamaya çalışalım. Önce Kitabullah’ tan
bir ayet;
5. Elbette zorluğun yanında bir kolaylık vardır.
6. Gerçekten, zorlukla beraber bir kolaylık
daha vardır.
7. Boş kaldın mı hemen (başka) işe koyul,
8. Yalnız Rabbine yönel. (inşirah suresi)
Ne kadar zorlanırsak zorlanalım
her işin bir kolaylığı mutlaka var
diyor Allah c.c.
Tüm işleri, kainatın tüm
düzenini yaratan Rabbimiz,
yarattığı her işin zorluğu
ile mutlaka kolaylığı olduğunu bildiriyor bu ayette.
Hemen devamın da ise;
“Bir işten boş kaldığın
da, bir işi bitirdiğin de
hemen başka bir işe yönel” diye buyuruyor.
Bu dört ayeti kerimeyi incelediğimiz de, tefekkür ve tedebbür ettiğimiz de anlıyoruz ki; Tatil anlayışımız işimiz
bittiğin de bomboş kalmak, bomboş işlerle
meşgul olmak, hayatı rölantiye almak, yeniden
verimli çalışabilmek için bir süre uzaklaşmak
olmamalı. Dünya hayatının ahirete nispeten kısalığını düşünerek, çalışma zamanımızın aslında ne kadar
az olduğunu anlamamız gerekmektedir. Bu nedenle,
sonsuz olan aleme yatırım yapmak için elimiz de kısıtlı
bir süre olduğunu düşündüğümüz de, yapmamız gereken asıl şey, ayette bildirildiği gibi, bir işi bitirdiğimiz
de yeni bir iş ile meşgul olmanın, kendimiz, çevremiz
ve insanlık için nasıl güzel ve faydalı işler yapabileceğimizin derdinde ve gayretinde olmaktır.
Peki müslüman tatil yapmak için bir yerlere gitmez mi ? Müslüman tatil yapar elbette. Gezer
de, Ama Israf etmemek, gösteriş yapmamak,
gezdiği yerleri, yediği içtiği şeyleri sosyal ortamlar da paylaşmamak şartı ile ve gezdiği
yerler de tefekkür ederek, o nimetleri vereni
hatırlayarak yapar. Aksi halde o gidilen tatil ne dinlenme olur, ne huzur getirir. Çünkü huzur
kalpte dir, Kalbi itmi’nan-ı yakalayan insan için her gece uykusu bile tatil olur.
Furkan Suresi nin
47. Ayetin de ise şöyle buyuruyor;
Size geceyi örtü,
uykuyu rahatlık kılan,
gündüzü çalışma zamanı yapan Allah’tir...
Bu ayeti kerime de ise;
uykunun rahatlık , dinlenme
yani tatil olduğu ifade ediliyor.
Bizler ise gündüzün tüm gailesini taşıyarak heder ettiğimiz bir uyku ile dinlenemiyoruz
elbette. Oysa başımızı yastığa koyduğumuz da kalbimiz rahat olsa, uyku elbette dinlenme olacak. Peki
kalp nasıl rahat olacak ?
Bunun cevabını da bize yine Rabbimiz veriyor.
Rad Suresi 28. Ayette.
Bilesiniz ki, kalpler ancak Allah’ın zikri ile
mutmain olur.
Mutmain olan kalp huzurlu olur. Aradığımız
biraz huzur değil mi? Tatile çıkmanın, gezmenin, eğlenmenin amacı huzur bulmak değil mi? Oysaki işin
sırrını bize tüm işleri ve tüm duyguları yaratan veriyor.
Kalbin aradığı mutmain olmaktır. Mutmain bir
Bizler zikir dendiğin de anlamamız gereken şeyin, tüm hayatımızı adeta
bir zikir ibadetine çevirmek olduğunu bilmek ve bunun farkındalığına ermek
zorundayız.
Temmuz/ 2017
31
Tüm hayatı zikre çevirmek ise,
kainata tefekkür gözü ile bakmakla mümkün olur.
kalbin sahibi ise huzurlu olur. Başını yastığa
huzurla koyan için ise her gece güzel bir tatil
ve dinlenme fırsatıdır. Mutmain olmanın yolu
ise sadece ZİKİR den geçer. Ama bu durum da
aklımıza şöyle sorular gelebilir. Peki bu zikir taneli tesbihle mi, basmalı tesbihle mi yoksa dijital tesbihle mi
yaparsak daha makbul olur? Tv izlerken zikir yapılır
mı? Beşbin mi çeksek daha makbul olur yoksa yedibin mi? Evet aklımıza bu sorular gelebilir dedik. Ama
bunu elbette ironik bir anlatım olarak, zikir konusuna
sığ bakışımızı ifade etmek için yazdık. Aslında aklımıza gelip sormamız gereken sorular bunlar mı yoksa
tek bir sorumu dur? ZİKİR NEDİR ?
Elbette bu durum da ‘zikir nedir’ sorusunu sormak ve bunun en sağlıklı cevabını aramak ve bulmak bizim için, huzur ve tatmini yakalayarak tüm
hayatımızı tatil e çevirmenin sırrını verecek, yolunu
gösterecektir.
Bizler zikir dendiğin de anlamamız gereken şeyin, tüm hayatımızı adeta bir zikir ibadetine çevirmek olduğunu bilmek ve bunun
32 Temmuz/ 2017
farkındalığına ermek zorundayız. Tüm hayatı
zikre çevirmek ise, kainata tefekkür gözü ile bakmakla mümkün olur. Okullar kapandı ama kainat okulu her daim açık bizler için. Bakmak değildir
marifet. Asıl marifet görmektir. Bir çiçeğin açışını, bir
bitkinin incecik gövdesi ile kalın ve sert toprağı yarışını, kışın kupkuru ağaçların yazın meyveye duruşunu, hayvanların yavrusunu doyurmasını, karıncanın
kış hazırlığı yapmasını, gecenin gündüzü , gündüzün
geceyi sarmasını, mevsimlerin ardı ardına gelmesini,
insanın doğması büyümesi ve yaşlanmasını, topraktan yaratılan bedenin yeniden toprak oluşunu, gülün
kokusunu, suyun sesini kısacası saymakla bitiremeyeceğimiz, ağaçların kalem denizlerin mürekkep olsa
dahi yazmaya yetmeyeceği nimetleri görmek ve en
önemlisi o nimetlere bakarken onların Rabbimiz den
olduğunu , bizlere karşılıksız lütfettiğini düşünmek ve
tüm bu nimetler karşısında her an şükretmek. İşte
hayatı zikrederek yaşamanın ve bu vesile ile kalbii
tatmine erişip her anımızı huzur ile doldurmanın sırrı. Bu aynı zaman da tüm hayatımızı tatil gibi huzurla yaşamanın da sırrıdır. Kısacası TATİL İÇİMİZ DE
…….KALBİMİZ DE …..
Sözü , kesin olmamakla birlikte Hitit‘lere ait duvar yazıların da bulunduğu iddia edilen
mana itibari ile hoş bir dua ile bitirelim.
Allah’ım Beni Yavaşlat
Allah’ım,
Beni yavaşlat
Aklımı sakinleştirerek kalbimi dinlendir...
Zamanın sonsuzluğunu göstererek bu telâşlı hızımı dengele...
Günün karmaşası içinde bana sonsuza kadar yaşayacak tepelerin sükûnetini ver.
Sinirlerim ve kaşlarımdaki gerginliği,
Belleğimde yaşayan akarsuların melodisiyle yıka, götür.
Uykunun o büyüleyici ve iyileştirici gücünü duymama yardımcı ol...
Anlık zevkleri yaşayabilme sanatını öğret;
Bir çiçeğe bakmak için yavaşlamayı,
Güzel bir köpek ya da kediyi okşamak için durmayı,
Güzel bir kitaptan birkaç satır okumayı,
Balık avlayabilmeyi, hülyalara dalabilmeyi öğret...
Her gün bana kaplumbağa ve tavşanın masalını hatırlat.
Hatırlat ki yarışı her zaman hızlı koşanın bitirmediğini,
Hayatta hızı arttırmaktan çok daha önemli şeyler olduğunu bileyim...
Heybetli meşe ağacının dallarından yukarıya doğru bakmamı sağla.
Bakıp göreyim ki, onun böyle güçlü ve büyük olması yavaş ve iyi büyümesine bağlıdır...
Beni yavaşlat Allah’ım ve köklerimi hayat
toprağının kalıcı değerlerine doğru göndermeme yardım et.
Yardım et ki, kaderimin yıldızlarına doğru daha olgun ve daha sağlıklı olarak yükseleyim.
Ve hepsinden önemlisi...
Allah’ım
Bana değiştirebileceğim şeyleri değiştirmek için CESARET,
Değiştiremeyeceğim şeyleri kabul etmek için SÜKÛNET,
İkisini birbirinden ayırt etmek için de AKIL ver...
Temmuz/ 2017
33
Nureddin YILDIZ
Neyi Göremiyoruz?
“
baka
Âlemlerin rabbi Allah’a hamd, Efendimiz Mu-
Müminlerin
baka,
inandığımız
yüzüne
mümin
olduğuna
bir
insanın,
Resûlullah sallallahu aleyhi ve
sellemin sünnetiyle istihza etmesi,
hammed aleyhisselama, ailesine, ashabına salat ve
selam olsun.
Medine ismi, üç farklı yansıma yapar: Kızıldeniz’in
şurasında, enlemi-boylamı şu olan, filan yerdeki şehirdir;
coğrafî özellikleri, iklimi… bu bir Medine’dir.
onun hadis-i şeriflerini basite
alması,
Kur’an’ımızı
gerekçe
gösterip Peygamber aleyhisselamın
sünnetini ve hadislerini gereksiz
gibi önümüze koyması, başımıza
”
gelmesini hiç beklemediğimiz bir
felaketti.
34 Temmuz/ 2017
Bir Medine daha var: İslam tarihinin hicretinden,
Peygamber aleyhisselam Efendimiz’i barındırması, devletinin kurulmasına kadar Müslüman tarihin
önemli ve temel taşlarından olan Medine.
Üçüncü bir Medine daha var: Cebrail aleyhisselamın
kıyamete kadar bütün müminlerin, Allah’a ve ahiret
gününe iman edenlerin bağlı kalacağı şeriatı getirdiği yer. Bunun için, müminlerin elindeki kitabın surelerinin
bir bölümüne ‘Medine suresi’, diğer bir bölümüne
de ‘Mekke suresi’ denmiştir.
Üçüncü Medine, kesinlikle ikinci ve birinci Medine’yle aynı değildir. Bugün ne yazık ki Müslümanlar
olarak bu Medine’lerden hangisinin sahibi olduğumuzu sormak zorundayız.
Müslüman olmayanlar için New
York’la, Londra’yla Medine’nin hiçbir farkı yok; yolları, binalarıyla öyle veya
böyle aynı şehir nihayetinde. Ama Müslümanlar
arasında tarihin Medine’siyle
şeriatımızı simgeleyen Medine
arasında kesinlikle bir
fark olması gerekiyor.
Bugün
‘lâilâheillallah
Muhammedun Resûlullah’ diyen
insanlar, Medine deyince ne anladıklarını çok iyi düşünmek zorundadırlar. Hatta dikkatli ve
imanımızı esas alarak baktığımızda gayet altını çizerek
söylüyorum ki, bir Müslüman olarak Medine benim için Peygamber’imin kabrinin bulunduğu
yer olmakla da ayrıcalıklı değildir.
Çünkü Ebu Bekir radıyallahu anh, Resûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz vefat ettiğinde,
“Kim Muhammed’e tapınıyordu ise Muhammed
öldü, Allah ise Hayy ve Kayyum’dur” demişti.
Müslümanlar olarak, Resûlullah aleyhisselamın
şeriatının yerleştiği Medine’yle kabr-i şerifinin bulunduğu Medine arasında fark olması esef vericidir. Bir
Müslüman olarak, Peygamber aleyhisselam Efendi-
miz’in kabri elbette, gözümüze sürme yapacağımız
kadar değerlidir; ama Ebu Bekir radıyallahu anhın
o çıkışına bakılacak olursa, onun şeriatı kabrinden
daha değerlidir. Bunu anlamak istemeyenler için
kabr-i şerifi her gün ziyaret etmek de bir anlam ifade
etmiyor zaten.
Belki de o kabr-i şerifin huzurundaki sahte üç dakikalık
duruş, yüz küsur senedir tedavülden kaldırılmış gibi
gözlerimizden uzaklaştırılan şeriatının yokluğunun
tesellisi durumuna getirilmiştir.
Bunun için biz inşallah, umut yüklü nesil olarak
Medine’nin neresinde ve hangi Medine’ye talip olduğumuzun
cevaplarını vermeye gayret edeceğiz.
İstanbul’dan Medine’ye mesafemiz,
kilometre olarak bellidir. Yüreklerimizdeki
Medine’ye mesafemiz nedir; bu sorunun cevabı herkese göre değişir. Zira bu cevap İstanbul’la
Medine arasının ölçümü değil, kalplerimiz ve beyinlerimizle Resûlullah’ın getirdiği şeriatının arasındaki ölçüdür. Bu bir iman meselesidir ve ahirette nerede-ne
olacağımızın mesafesi ve ölçüsüdür.
Rabbim o Medine’ye mesafemizi, içinde
bulunacağımız şekilde sıfır kılsın. O Medine benim yüreğimdedir ve dolayısıyla mesafem sıfırdır, diyebildiğimiz gün kâmilen iman etmiş olacağız inşallah.
Değerli kardeşlerim,
Şu fani dünyada başımıza sayılamayacak kadar
aBiz inşallah, umut yüklü nesil olarak Medine’nin neresinde ve hangi
Medine’ye talip olduğumuzun cevaplarını vermeye gayret edeceğiz. İstanbul’dan
Medine’ye mesafemiz, kilometre olarak bellidir. Yüreklerimizdeki Medine’ye
mesafemiz nedir; bu sorunun cevabı herkese göre değişir.
Temmuz/ 2017
35
Rabbim o Medine’ye mesafemizi, içinde bulunacağımız şekilde sıfır kılsın.
O Medine benim yüreğimdedir ve dolayısıyla mesafem sıfırdır, diyebildiğimiz
gün kâmilen iman etmiş olacağız inşallah.
bela gelebilir. Dünyanın bahtı budur, böyle yaşanır
dünya der, bir tür teselli bulabiliriz. Ama mümin ismimize rağmen başımıza gelen felaketler arasında,
Resûlullah aleyhisselam Efendimiz’in sünnetine soğuk
bakma felaketi olmamalıydı. Buna hiçbir anlam veremiyoruz. Müminlerin yüzüne baka baka, mümin
olduğuna inandığımız bir insanın, Resûlullah
sallallahu aleyhi ve sellemin sünnetiyle istihza
etmesi, onun hadis-i şeriflerini basite alması,
Kur’an’ımızı gerekçe gösterip Peygamber aleyhisselamın sünnetini ve hadislerini gereksiz
gibi önümüze koyması, başımıza gelmesini hiç
beklemediğimiz bir felaketti.
‘Lâilâheillallah Muhammedun Resûlullah’
diyen bir toplumda Peygamber’imizin hadislerinin hafife alınmasının git gide yaygınlaşması,
bunun bir yangın gibi büyüyüp bizi tehdit etmesi, esasen o Medine’ye ve şeriata da mesafemizin çığ gibi büyüdüğünü göstermektedir. Depremi
sigortalayıp evlerini koruma altına aldığı gibi
insanların, bizim de artık Resûlullah aleyhisselamın sünnetini imanımıza sigorta ettirmemiz gerekiyor.
Peygamber’imizin sünneti ve hadis-i şerifleri
imanımızın sigortası altında olmalıdır. Bu ne demek?
Sünnet ve hadis, imanımız anlamına gelmelidir.
Bu böyleydi zaten. Böyle olmadıkça iman etmiş
olamazdık. Ama ne yazık ki içimizi kemiren bir
fitne, özünde kâfirlere hoş görünmek ve Peygamber’lerini bir kenara bırakmış Yahudi ve
Hıristiyanlar’ı keler deliğine girseler bile taklit
etme fitnesi bulunan bir şey bu ümmetin içindekileri de istila altına almıştır.
İlmen de yaş olarak da çocuk sayılacak insanların, Allah’ın Peygamberi’nin hadislerini, ümmet-i
Muhammed’in 14 asırlık emeğini sakız gibi çiğneyip
sonra da tükürüp atabilecek durumda olmaları, Allah’ın kaderiyle başımıza gelmiş en büyük felaketlerden biridir.
Bu yaşadığımız zamanda kâfirlerin ümmetimize saldırılarına planlamalar yaptığımız
gibi, içimizdeki Peygamber kıymeti bilmez
cahillerin saldırısına karşı da en ağır tedbirlerimizi almadıkça, Peygamber aleyhisselam
Efendimiz’in şahsını ve hadislerini koruma altına almadığımız sürece onun Peygamberliğini
de korumuyoruz demektir. Bu artık bir iman meselesidir. Ya Resûlullah aleyhisselamın emaneti
olan sünnetini ve onun yazıya dökülmüş şekli
olan hadislerini imanımız kabul edeceğiz ya da
elli mi yüz elli sene sonra mı olur; Yahudiler ve
Hıristiyanlar’ın başına gelen, ‘Peygamber’lerini bir kenara bıraktıkları hâlde mümin olma’ hastalığı bizim de
başımıza gelecek.
36 Temmuz/ 2017
Neslimizin içinde bu fitnenin kol gezmesine karşı tedbir almadığımız ve Medine’ye olan
mesafemizi her gün ölçmediğimiz sürece şu
dünyadan hakiki bir mümin olarak ayrılmamızın tehlikede olduğunu bilmemiz gerekir.
Belki anlaşılmasında risk taşıyacak bir cümle
olarak da diyorum ki bugün, Medine’ye mesafemizi
münafıkların da yapabileceği turistik-artistik bir Medine ziyaretiyle bile ölçemeyiz. Ravza-i Mutahhara’da,
kabr-i şerifin karşısındaki duruşumuz, ziyaretimiz esasen imanî bir tavır olmakla beraber artık bugün, bir
ölçüm cihazı olma niteliğini de kaybetmiş olabilir.
Nasıl, ‘Peygamber var Allah yok’ sözünü sapıklık
kabul ediyorsak ‘Kur’an var sünnet yok’ sözü de
sapıklıktır, ‘sünnet var Kur’an yok’ sözünün de
sapıklık olacağı gibi. Bana Allah yeter, Peygamber’e gerek yok sözündeki sapıklık; düzeyi farklı
olmakla beraber, ‘Kur’an’ım var sünnete gerek
yok’ ya da ‘sünnetim var Kur’an’a gerek yok’ ile
yansıyabilecek bir sapıklıktır.
‘Allah var Peygamber yok’, ‘keyfime göre
kulluk yapacağım’ demektir ve ‘Kur’an var sünnete gerek yok’ da aynı anlama gelir.
Bunun için Resûlullah aleyhisselamın sünneti, o
sünnetin elimizdeki dokümanları olan hadisler, Medine’ye mesafemizin en net ölçülebilecek cihazı durumundadırlar. Bu hakikatten sonra, bazı kuralları hatırlamamızda fayda var.
Hiç kimse böyle bir karşılaştırma yaparak sünnete
muhalefet etmiyor; bazen Kur’an-ı Kerim -güya- tazim
yoluyla kaldırılarak sünnetin yeri yok edilmek isteniyor bazen de başka sebeplerle. Dolayısıyla bu benzetmenin yeri yokmuş
gibi anlaşılabilirse de özü
‘Lâilâheillallah
Muhammedun
Aziz kardeşlerim,
bu olan bir savaşı şey‘Resûl’ ve ‘Allah’
Resûlullah’
diyen
bir
toplumda tan meydana indirmiştir.
kelimelerini ayırabilir mi‘Resûlullah’a
Peygamber’imizin hadislerinin hafife Direkt
gerek yok’ diyemediği
yiz? Yani Peygamber ve Alalınmasının git gide yaygınlaşması, bunun ve henüz bunu camilerlah, birbirinden ayrılabilir
mi? Allah’ı olmayan Resûl
bir yangın gibi büyüyüp bizi tehdit etmesi, de konuşturamadığı için,
Resûlullah’ı Resûlullah
düşünebilir miyiz? Bu ne
esasen o Medine’ye ve şeriata da mesafemizin
yapan esasları yok ettidemek? İçimizde bir insan
çığ gibi büyüdüğünü göstermektedir.
rerek, boşlukta duran ve
var; ben Peygamberim
konuşmayan, konuşma
diyor. Ama Allah ile bağyetkisi olmayan bir Peylantım yoktur, diyor. Beni
Allah göndermedi, kendim peygamberlik ilan ettim; gamber üretmeye çalışmaktadır.
bu kabul edilebilir mi? Linç edilecek biridir bu.
İki: Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, MediTersten baktığımızda; Allah’a iman ediyoruz, ne’ye Kur’an adını verdiğimiz bir kitap getirdi. Bunu
onun bir peygamber göndermediğini söylüyoruz. Bu mescitte bir rafa koydu, herkes buradan gelip fotokoolabilir mi? Elbette bu da olamaz. O zaman ortada bir pi çektirsin ve cennete girsin mi dedi? Okuma-yazma
peygamber yoksa, öyle diyorsak, Allah’ı da var kabul bilmeyen bir toplumdan, Allah’ın yüzde yüz razı olduediyorsak bağlantıyı nasıl kuracağız? Herkes kendini ğu bir toplum nasıl yetiştirdi peki?
peygamber ilan edecek! Bu da bir sapıklık.
Ayet ayet-sure sure inen Kur’an’ı, pratik olarak
Resûl var Allah yok, sözü sapıklıksa, Allah var zihinlere nakşetti. Eliyle, diliyle ve duruşuyla
resûl yok, sözü de sapıklıktır. İkisi de insan aklını yok Kur’an’dan nasıl bir Müslümanlık alınması gesaymaktır. Allah ile bağlantı için, Cebrail’in gelip gitti- rektiğini gösterdi. Yani Peygamber aleyhisselam
ği biri lazım; yoksa insan sayısı kadar peygamber olur. olmasaydı eğer, Mescid-i Nebi’nin rafında, basılmış
olarak herkese dağıtılmak için bekleseydi Kur’an
Hangi gerekçeye dayanarak bunu söylediysek, -şimdi bütün camilerin dolaplarında beklediği gibiaynı gerekçe Kur’an ve sünnet ilişkisinde de vardır. ve Resûlullah’ın pratiklerinde yaşamasaydı, 23 sene
Temmuz/ 2017
37
sonra Allah’ın “sizden razı oldum” dediği bir nesil
yetişir miydi?
Cahiliye hayatı geçirmiş bir toplumdan nuranî bir
toplum çıkarır mıydı Kur’an; pratiğini Resûlullah
yapmasaydı? Kur’an elbette hidayetin tek kaynağıdır. Ona ne Peygamber’in -aleyhissalatu vesselam- ne de başka bir insanın 115. sure ilave
etmeye hakkı yoktur, yapanın da imanı
yoktur. Resûlullah aleyhisselamın
yaptığı, Kur’an’ı pratikleştirmektir.
Ashab-ı kiram, yani birinci nesil, Peygamber aleyhisselamdan pratik şekliyle
aldı Kur’an’ı. Anlaşılmaz, ne
yapılacağı bilinemez, uygulamasının açıklaması olmayan
bir kitap olarak almadılar. Namaz deyince Kur’an, Peygamber aleyhisselam da ‘bu böyle’
dedi. Zekât denince ‘şu kadar’ diye
tarif etti. Oruç dedi, nikâh dedi; kendisi uyguladı.
Aksi takdirde Yahudiler’in Tevrat için ‘biz bunu
nasıl uygulayacağız’ dediği gibi vahim bir tablo Yesrib’i bekliyordu. Yesrib’i Medineleştirmek
Kur’an’ın emridir. Ama bunu pratiğe döken de
Peygamber aleyhisselamın 23 senesidir. Peygamber
aleyhisselam 23 yıl gibi kısa, bir gencin doğup askere gideceği yaşa gelmesi kadar bir zamanda, en alt
bataklıktan zirveye bir nesil taşıdı; şüphesiz ki bu
Kur’an’ın hidayetiyle oldu. Peygamber aleyhisselamın pratiğini kenara çektiğimizdeyse
Kur’an sadece raflarda bekler. Ya da İsa aleyhisselamdan 50 sene sonra 350 çeşit din ve İncil türeten
Hıristiyanlar’ın akıbeti gibi bir akıbet beklerdi Kur’an’ı.
{
Eğer namazıyla, kelime-i tevhidiyle, şeriatıyla İslam; Medine’deki tazeliğinde hâlâ duruyorsa, bunun en temel sebebi -şüphesiz- Allah’ın korumasıdır. İşte bu korumayı Peygamber aleyhisselamın
pratiğiyle gerçekleştirmiştir Rabbimiz. Allah’ın İslam’ı
koruma muradının tahakkuku, Peygamber aleyhisselamın pratiğidir.
Bunun için şeytan, direkt
Kur’an’ı kaldırmayı başaramayacağını biliyor; ama onun pratiğini Kur’an’dan uzaklaştırdığı zaman, tıpkı ‘Allah
var Peygamberi yok’ demek gibi, dışarıdan izlendiğinde Kur’an’a saygı ve
yüceltme gibi algılanabilecek bir söz üzerinden,
Kur’an’ı etrafında dolaşılan ama şeriatı uygulanmayan bir kitap hâline getirir.
Bugün Resûlullah’ı korur gibi sünnetini ve hadislerini koruyamazsak bir de
bunu Kur’an’ı yücelteceğiz diye Peygamber aleyhisselamı ‘tarihteki rolünü oynadı’ şeklinde bir tarihsel
safsatasına teslim edersek, yarın elimizde Resûlullah
olmayacağı gibi getirdiği Kur’an’ın da değeri kalmayacaktır. Kendisinin değeri olmayan Peygamber’in
getirdiği kitabın değeri mi olurmuş! Bu belki 150300 senelik bir projesidir şeytanın; henüz 50.
senesindedir şeytan. Projesinin sonunu göremediğimiz için gafletimizi derinleştirip duruyor olabiliriz.
Üç: Kur’an-ı Kerim’imizde 114 sure var. Her
sure de ayetlerden oluşur. Bu ayetler içinde
bir sayfayı kaplayacak olan da var bir satırdan
daha küçükler de. ‫ـل‬
ُ َُّ ‫ هم َدص�ُّهالـ‬de ayettir, Bakara suresindeki müdayene ayeti de. Her ayetin de bize ver-
}
Depremi sigortalayıp evlerini koruma altına aldığı gibi insanların,
bizim de artık Resûlullah aleyhisselamın sünnetini imanımıza sigorta
ettirmemiz gerekiyor.
38 Temmuz/ 2017
diği bir mana, ona bağlanmamızı gerektirecek
bir mesajı vardır. Kur’an’ın herhangi bir ayeti
kısadır diye önemsiz ya da bir ayet diğerinden
daha önemsiz kabul edilemez; böyle bir oranlama
yapmak mümin olunduğu sürece mümkün değildir.
Çünkü biz Kur’an’ın ancak bütününe iman ederek mümin olunabileceğine iman ediyoruz.
Peki, Peygamber aleyhisselam Efendimiz’in hangi sözünü ‘ikinci sınıf’ yapabiliriz? “Allah’ın kitabı
Kur’an’a sahip çıkın” dediği sözünü kenara alabilir
miyiz? Deniyor ki; Allah bize Kur’an gönderdi, onun
üzerinden cennete gideceğiz. Bunu kim dedi bize?
Cebrail aleyhisselam Medine’de kapı kapı dolaşıp
“Mescide Mushaf bıraktım, gidin okuyun” mu
dedi insanlara? Hayır. Abdullah’ın oğlu Muhammed
-sallallahu aleyhi ve sellem- isimli bir insan, “Size kitap getirdim” dedi. İşte hadis bu.
Bir insan olarak, “Size şöyle diyorum” sözünü
bize söylemesi budur. “Size Allah’tan kitap getirdim” dedi Efendimiz. “Şu haramdır, bunu yapmayın” dediği sözleri, “Ama biz Kur’an’a iman etmiştik” deyip bir kenara koyduğumuzda ne yapmış
oluyoruz; Kur’an’ı mı yüceltmiş olduk? Peki, Kur’an
yücedir diye kim demişti bize? Mesaj mı geldi telefonlarımıza “Kur’an yücedir” diye?
Bu sözü bize Resûlullah söyledi. O da Allah’ın
Peygamberi olduğu için sözünü aldık, sahiplendik.
Daha sonra da “şunu haram ediyorum” veya
Peygamber’imizin
sünneti
ve
hadis-i şerifleri imanımızın sigortası
altında
olmalıdır.
Bu
ne
demek?
Sünnet ve hadis, imanımız anlamına
gelmelidir. Bu böyleydi zaten. Böyle
olmadıkça iman etmiş olamazdık.
“Misvak kullanacaksınız” dedi. Misvak sözünü almayıp “O Kur’an’dan değil” diye de gerekçe gösterirken çelişki içinde olmaz mıyım? Bu ne anlama gelir:
Peygamber dediğim insanın bir sözünü alıp öbür sözünü almama hakkım var demek ki. Bu Peygamber’e
gösterilebilir bir tavır olabilir mi? Peygamber aleyhisselamın sözlerinden seçme hakkım, önemli-önemsiz
deme lüksüm var mı?
Kur’an’ı bir bütün olarak alıyorum; çünkü Allah’a
ait. Bu kuralı kim koydu? Peygamber. Neyiyle? Hadisleri ve sünnetiyle. Kur’an’ı Kur’an yapan, Peygamber’in mesajlarıdır. “Bu, Bakara suresinin ayetidir” demeseydi o ayet Bakara suresine konacak
mıydı? İhlas suresinin İhlas suresi olduğunu ve namazlarda okuyabileceğimizi söylediği için öyle yapıyoruz ve bu demesi, hadistir-sünnettir. Hangi yetkiyle
onun 500 tane hadisinden 5 tanesini alıp istediğim
kadarını da kenara koyabilirim?
Peygamber’in bana ulaşan 100 sözünden 2’si
Kur’an’ı yüceltmek için söylenmiş diye otomatik alıyorsam ve aynı Peygamber, “Kur’an size Allah’tan
geldi, bunu alın” derken Peygamber’di de “köpek
pistir” derken bu sözünü hangi hakla almayabilirim?
Sırf ben köpek seviyorum diye mi? Kadın-erkek bir
arada oturmayın, el ele tutuşmayın derken… belli günler Kur’an’ı açıklama günleriydi de o günlerde
söylenmiş sözlerini kabul ettik ama diğer sözlerini tatilde filan söyledi diye mi almıyoruz?
Derin âlim olmak gerekmiyor bunun için: Sünnetin oyulduğu ve hadis-i şeriflerin çiğnenip bir kenara
atılabileceğinin düşünüldüğü bir ortamda, kaybedilen şey Kur’an’dır aslında. Yüz sene sonra şeytan,
Temmuz/ 2017
39
Ne yazık ki içimizi kemiren bir fitne, özünde kâfirlere hoş görünmek ve
Peygamber’lerini bir kenara bırakmış Yahudi ve Hıristiyanlar’ı keler deliğine
girseler bile taklit etme fitnesi bulunan bir şey bu ümmetin içindekileri de
istila altına almıştır.
“Kur’an da Muhammed’in mesai saatleri dışında söylediği sözlerdi…” dedirtecektir.
Sen Diyanet’te müftü, cami imamı, ilahiyat fakültesinde araştırma görevlisi mi zannediyorsun Peygamber aleyhisselamı? Biraz düşünen bir müminin
çıldıracağı kadar ağır bir oyun bu. Medine’ye mesafemizi git gide büyütüyorlar. Biz hâlâ umreye bu sene
hangi ayda gideceğimiz ve Medine’nin coğrafyasına-tarihine takıldık kaldık.
Eğer Kur’an’da herhangi bir ayeti ‘olmasa da
olur’ diye küçük göremiyorsak, sahih şekilde bize
ulaşmış herhangi bir hadis-i şerifi ve sünnete ait herhangi bir mirası da önemli-önemsiz diye ayıramayız.
Kardeşlerim,
Bir başka noktadan ele alırsak meseleyi; Resûlullah aleyhisselam Efendimiz, ashabına pratik yapar-
ken bu pratiği şimdi bizim din öğrenirken kullandığımız gibi, konularına bölünmüş ve sayfa numaralarına
ayrılmış olarak uygulamadı. Bir annenin, çocuğuna
hayatı öğrettiği gibi. Bir annenin; idrarı geldiğinde çocuğu tuvalete götürüp idrar boşaltmayı öğrettiği kadar
pratik şekilde tuvalet kültürü verdi ashaba. Acıkınca
çocuğunu emzirdiği gibi yemek terbiyesi verdi.
Peygamber’imiz, hiçbir zaman ashabını toplayıp
“Bugün abdest dersi yapacağız, müfredatımız
böyle” diye sıralama yapmadı. Peygamber aleyhisselamın Kur’an’ın etrafında dolaşan sünneti ve hadis-i
şerifleri dindi, din olduğu kadar hayattı ve hayatın
içindeydi de. Teori olarak hiçbir şey öğretmedi. ‘Şöyledir ve yap.’
Bugün Müslümanlığımızın sorun yaşaması, hadis-i şeriflerin Buharî ve Müslim’de konularına göre
yazılmış olmasından da kaynaklanıyor. 10 yaşında
çocuğu hazmedeceği şekilde emzirecek yerde, 80 yaşında lazım olacak ya da olmayacak konulandırılmış
Müslümanlık olarak eğitmeye çalıştığımız için zorlanıyoruz. Elbette Buharî’nin konularına göre dizilmiş olması, Riyâzu’s-Salihin’imizin bir konu indeksi içerisinde dizilmesi, daha sonraki dönemler için bir zaruretti.
Ama bugün biz, eczaneye gittiğimizde “Şu sağ
raftaki ilaçlardan birer tane ver” demiyoruz.
Sağlığımızla ilgili olduğundan, bronşitle ilgili ilaç istiyoruz veya tırnağımızdaki bir yarayla ilgili. Müslümanlığımızı bu kıvama döndürmek zorundayız. Aksi
takdirde ilahiyat fakültelerinde, Ezher Üniversitesi’nde eczanenin bu tarafını birinci sene, diğer tarafını
ikinci sene almaya çalışan hasta gibi; blok olarak din
alıp gençlere bunu öğretip çok din bilen ama azını bile
yaşamakta zorlanan nesil yetiştirmiş oluyoruz.
40 Temmuz/ 2017
Üç aylık bir çocuğun açlıktan bağırıp feryat ettiğini, benzinin solduğunu düşünün. Bir insanın da o
çocuğa acıdığını ve götürüp büyük bir fırının önünde
“beğen yavrum, bütün ekmekler senin” dediğini düşünün. İşkenceden başka bir şey değil. Bugün
ashab-ı kiramla aramızdaki kıyaslama yapıldığında ortaya çıkan facia budur. Onlar acıkınca, o anda Resûlullah’tan ihtiyaçları olan
şeyi aldılar.
var olup da bugün olmayan hiçbir şey yoktur. Tıpkı
bugün için Efendimiz’in, ‘lâilâheillallah Muhammedun Resûlullah’ diyen bir Müslüman’la ilgili olmayan bir hadisi olamayacağı gibi. Hiçbir erkek, kadınlarla ilgili hadisleri “bu kadınlarla ilgiliymiş…”
deyip ihmal edemez. Hiçbir kadın da tersini yapamaz.
Değerli kardeşlerim,
Çok riskli ama söylenmesi farz bir söz edeceğiz:
Müslümanlık olarak misvak kullanmaktan namaz kılmaya, sağlıktan mezara ait bilgilere kadar… Müslümanlık olarak ne biliyorsak; hicret
takvimiyle 1437 senedir Müslümanlar, Allah
için ne yapıyorlarsa hepsinin %80’e yakını Peygamber aleyhisselamın sünnetinden alıntıdır.
24 saatimizin en az 20 saati Peygamber’imizin
sünnetiyle doludur, uykudan yemeğe, tuvalet
terbiyesinden günlük
hayatımıza kadar.
Kadın gece kocasından dayak yiyince sabah
Resûlullah’a gitti, hemen ona ‘ağrısı’yla ilgili ilaç verildi. Şimdi 10 yaşında bir çocuğa; eşi yok çocuğu yok,
kadın dövmekle ilgili hadisleri okusan ne olacak?
Herkesin ağrısı-sızısına göre ilaç alacağı pratiklikte bir
Müslümanlık, ancak hadis kültürüyle mümkündür.
Kur’an’ı bir insana verip “al, Müslümanlık yaşa”
demek, büyük bir fırının önünde üç aylık bir bebeği doyurmaya çalışmak
gibidir. Sünnet olmasa
fırının önünde açlıktan
bağıran çocuklar hâliBu belki 150-300 senelik bir projesidir
ne döner ümmet.
Sünneti yok saydığımızda Kur’an’dan
şeytanın; henüz 50. senesindedir şeytan. alabileceğimiz pratik,
Bu maddeye dipnot
Müslümanlığımızın
Projesinin
sonunu
göremediğimiz
için
olarak şu hakikati beyan
%20’sini bile dolduretmeliyiz: Belki de bizim
gafletimizi derinleştirip duruyor olabiliriz. maz. Önümüze iki
bu, sünneti felsefeleştirme
yol çıkar öyleyse: Ya
hastalığımız, şu noktaya
Müslümanlığı %20’ye
da gelmiş olabilir: Mesela
düşürüp günümüzün
Peygamber aleyhisselamın
gerisini liberal-sekümescidinde bir kadının temizlik yapmayı düşünme- ler kafayla dolduracağız ve ‘İslam da bu kadarsi, bizim sadece “ne duygusal kadın, maşallah,
dır’ diyeceğiz ya da sahih şekilde Peygamber
Allah ondan razı olsun” deyip geçiştireceğimiz bir
aleyhisselamdan bize ulaşan sünnetlerle Müshadis-İslam tarihi bilgisi gibi duruyor. Biz bunu nesil
lümanlık yaşayacağız.
yetiştirmiş Peygamber aleyhisselamın rafındaki ve bizim de muhakkak muhtaç olduğumuz ilaçlardan biri
Eğer ashab-ı kiramın yaşadığı bir İslam
olarak görmediğimiz sürece ashabın gittiği yoldan gitise
aradığımız,
sünnetsiz olması mümkün dememiz çok zordur.
ğil. Allah’ın razı olduğu birinci nesil gerekli
Efendimiz aleyhisselamın Mekke-Medine’de kul- değilse bizim için, o zaman %100’ünü atmaklandığı hangi pratik uygulama varsa -bu bir köleyle ta da sakınca yok zaten… Hiçbir ateist, terk
veya ağaçla veya yemekle ilgili olabilir- biz onu kendi- ettiği sünnetlerden dolayı vebal altına girmemizle yüzde yüz ilgili görmek zorundayız –eğer o nesil yecektir kıyamet günü. Kökü olmayan ağacın
örnek nesil ise. Peki, bu zamanda kölelik yok, köleler- dalı da olmaz.
le ilgili sözlerini nereye koyacağız Peygamber’imizin?
Âlemlerin rabbi Allah’a hamd, Efendimiz MuEvet, kölelik yok ama köleleşme riski taşıyan in- hammed aleyhisselama, ailesine, ashabına salat ve
san hâlâ var. Peygamber aleyhisselamın döneminde selam olsun.
Temmuz/ 2017
41
Yrd. Doç. Dr. Süleyman KOYUNCU
Akaid Konusunda Bir Risale II
“
Peygamber’den
(s.a.v.)
sonra hilafet, şu rivayete göre
otuz sene olacak: “Benden sonra
hilafet otuz senedir; melik olacak,
sonra benbizya (birbirlerini ısıran,
fitne fesat çıkaranlar) olacak.”
Peygamber’den (s.a.v.) sonra ilk
halife,
ashabın ittifakıyla Ebu
Bekr (r.a.)’dir; hatta Ömer şöyle
demiştir: “Allah Resulü dinimizin
işlerinde sana razı olmuş da,
biz dünya işlerinde senden razı
olmayalım mı?”
42 Temmuz/ 2017
”
21- Sonra, iman dil ile ikrar, kalp ile tasdiktir. Eğer
imanı olduğu halde diliyle ikrar etmezse, mümin sayılmaz; tıpkı diliyle ikrar edip de kalbiyle tasdik etmeyip (o
inançla) mümin sayılmayacağı gibi. Çünkü, özürsüz olarak
(dil ile) açıklamayı terk etmek, tasdikin kaçmasına
delalet eder. Kerramiye nezdinde, iman, Peygamber’in
(s.a.v.), “‫= � إله إ� الل‬Allah’tan başka ilah yoktur, deyinceye kadar insanlarla savaşmam üzere emrolundum.” ,
sözüne istinaden dil ile ikrardır, başka değil. Biz deriz, bu,
Allah’ın “Onlar ağızlarıyla iman ettik dediler, kalpleri iman etmemiştir.” “Sözü sebebiyle batıldır. Onların
bu kavline göre münafıklar da mümindirler; bu (görüş ise)
zayıftır. İmam Şafii radıyallahü anhü şöyle demiştir: İman,
Allah’ın, “Allah imanlarınızı zayi edecek değildir.”
Sözüne istinaden (dil ile) ikrar, (kalp ile) tasdik ve( vücut
azalarıyla) Salih amelden ibarettir. Yani, (imandan maksat)
namazınızı zayi etmez; ayette namaza iman adı verilmiştir.
Biz deriz, amelin iman sayılması, Allah’ın, “Kim Allah’a
inanır ve Salih amel işlerse,.” sözüne dayanarak
batıldır. İnsana, amelsiz olduğu halde mümin adını
vermiştir. Çünkü, matuf (Kim Salih amel işlerse), matufu aleyhin ( kim Allah’a iman ederse) başkasıdır.
(aynı cinsten değillerdir). Ayetten maksat tasdiktir;
ameller, şayet imandan sayılsaydı, nesh (ayni konuda gelen bir ayetin, daha önce gelen bir ayetin hükmünü kaldırmasıdır) caiz olmazdı.
22- Sonra, iman ve İslam, bazılarına göre, “‫ومــن‬
‫= يبتــغ غيــر ا�ســ�م دينــا فلــن يقبــل منــه‬Kim İslamdan başka
bir din ararsa, bilsin ki kendisinden (böyle
bir din) asla kabul edilmeyecek ve o, ahirette
ziyan edenlerden olacaktır.” ayetine dayanarak
birdir (aynı manadadır). Bazıları indinde, Allah’ın şu,
“Bedeviler iman ettik dediler; de ki, siz iman
etmediniz. Fakat, “Müslüman olduk” deyiniz.”
Sözünden dolayı, iman ve İslam farklıdırlar. Ancak en
doğru (sahih) olan söz, Ebu Mansur el Matürîdî’nin
dediğidir: şüphesiz İslam, keyfiyetsiz Allah’ı tanımaktır. Bu marifetin yeri göğüstür. İman, Allah’ın Ulûhiyyetini bilmektir; bunun mahalli göğüsün
iç kısmında bulunan kalptir. Marifet, Allah’ı
sıfatlarıyla bilmektir; bunun mahalli, kalbin içinde fuad (gönül, yürek denilen) yerdir. Tevhid Allah’ı
Vahdaniyetle bilmektir; bunun mahalli, kalbin içinde
bulunan yüreğin içindeki sırdır. Bu (dörtlü) Allah’ın
şu sözünün misali gibidir; “O’nun nurunun misali,
içinde lamba olan fanusa benzer.” O zaman bu
dört madde (ayetin devamındaki ana maddeler) ne
birdirler (aynıdırlar), ne de başkadırlar. Bu dört madde birleşince din olur. Eğer, bunu yaratan kimdir?
Bilmiyorum veya namaz bana farz mıdır? Bilmiyorum
veya kafiri bilmiyorum veya (cennet veya cehennem olarak onun ) yeri neresidir? Bilmiyorum derse kafir olur. Türk bölgesinde (Karakurum ve çevresi
Sibirya’ya kadar olan bölge) İslamın tümünü ikrar
eder, şeriatten hiçbir şey bilmez ve hiçbir şeyi yerine
getiremezse o mümindir. (fetret devri insanı sayıldığı
için) Bu da, Eş’arilerin ve Mutezilenin hilafına mukallidin imanının sıhhatine delalet etmektedir. Dedikleri
şey, risalette Allah’ın hikmetlerinin gitmesine sebep
olur; çünkü taklit, şayet sahih olmazsa, maksadı ifade edemez. Ancak, delil getirmenin derecesi taklitten
daha âladır; çünkü iman, Peygamber’in (s.a.v.) dediği gibi daha nurludur ( ve aydınlatıcıdır): “Şayet Ebu
Bekr’in (r.a.) imanı bütün yaratıkların imanı ile
tartılsaydı, onun imanı tercih edilecek (ve ağır
basacaktı).” Yani, ziyade ve noksan bakımından değil, nur bakımından… çünkü imanı ikrar ve tasdikin
ziyade olma ihtimali yoktur (herkesin imanı o noktada eşittir). İman ikrar ve tasdik olduğu zaman, iman
yaratılmış olur. Bazıları, iman yaratılmamıştır, demektedir. Çünkü iman, Allah’ın yardımıyla meydana gelmektedir, o mahluk (yaratılmış) değildir Biz deriz,
evet, fakat bununla kulun fiili Allah’ın fiili olmaktadır;
böylece oruç ve namaz gibi iman da mahluk (yaratılmış) olarak kalacaktır.
23- Sonra, İmanın nuru bütün organlara yayılır. Sonra o vücuttan bir uzuv koptuğu zaman, o uzva ait olan iman ondan kalbe gider.
Çünkü iman bölünmez. Eğer, ademoğlu öldüğü
zaman ruhu ile veya bedeni nereye gider? Denilse,
biz deriz, ne bununla (ruhla), ne de onunla (bedenle)
değil, fakat, kul imana ehil olduğu mana ile (Müslüman olarak) gider. Eğer, o mana nedir? Denilse,
biz deriz, o, mana gizlice (içsel) Allah’ın Aydınlatması
(nurlandırması) dır. Eğer, (ölünce) diğer amelleri nere
gider? Denilse, biz deriz, Allah’ın sevabı veya ikabı ile
birleşir. Eğer Allah ne ile bilinir? Denilse, bazıları akıl
ile demişlerdir. Bilakis mezheple…Allah’ın şu ayetine
istinaden O, kendisini bildirmesiyle bilinir: “Allah kimin gönlünü İslam’a açmışsa o, Rabbinden bir
nur üzere değil midir?”
İman dil ile ikrar, kalp ile tasdiktir. Eğer imanı olduğu halde diliyle ikrar
etmezse, mümin sayılmaz; tıpkı diliyle ikrar edip de kalbiyle tasdik etmeyip
(o inançla) mümin sayılmayacağı gibi. Çünkü, özürsüz olarak (dil ile) açıklamayı
terk etmek, tasdikin kaçmasına delalet eder.
Temmuz/ 2017
43
24- Sonra, yeis (ümitsizlik) imanı makbul değildir. Çünkü gabya inanmamıştır.
biz deriz, Levh-i Mahfuzda yazılı olan kulun sıfatıdır,
Allah’ın kazasına gelince, o, değişmez.
25- Sonra, imanda bizim ve şüphecilerin
beyninde istisna vardır. Sihirbazların, “Musa
ve Harun’un Rabbi olan alemlerin Rabbine
inandık, dediler.” Sözü ve “işte gerçek müminler onlardır.” kavli ile onları (şüphecileri) reddediyoruz. Sihirbazlar getirdikleri imanda istisna da
yapmadılar.Çünkü iman bir akittir, istisna onu iptal
eder. Eğer, Allah’ın Nebisi (s.a.v.), “Şüphesiz biz
de size kavuşacağız inşallah.” Diyerek, vukuu
muhakkak olmakla beraber ölümü istisna yapmıştır,
denilse, biz deriz, Allah’ın Nebisi ölümde istisna yapmamıştır; bilakis o kabristandaki mevtalara kavuşma
konusunda istisna yapmıştır. Çünkü, “bu, inşallah
bir adamdır” demek caiz değildir. Eğer, mescid-i
Haram’a girmek Allah’ın haber vermesiyle kesin bilinmektedir; bununla beraber
istisna edilmiştir, denilse, biz deriz,
“İnşallah” la murad, Allah dilediği zaman veya istisna “emin
olmak” kelimesinin bizzat içine girmiştir, deriz. Eğer, ancak
istisna son için (akıbet, hatime) caiz, denilse; biz deriz, bu
durum bize göre, vaciptir; bu
konuda söylenecek fazla söz
yoktur; söylenecek söz ancak,
iman hakkındadır ve hatimeye
hamledilen cevaz konusunda İbn
Mesud’dan rivayet edilende veya ondan
bir zellededir. Tekrar müracaat et!
27- Sonra, bu zamanda emir ve nehiy kalkıyor. Çünkü matematiksel yönüyle değil (ihtiyaca
binaen). Bundan dolayı, bozgunculuk ve kan dökme bulunduğu içim, kılıçla zalim idareciye baş
kaldırılması caiz değildir.
28- Sonra, büyük günah işlemekle (işleyen)
kafir olmaz. Hariciler ve Mutezile, tövbe etmeden
öldüğü zaman kafir olur ve ayetle ebedî ateşte kalır, demektedirler. Biz deriz, bundan murad, nakille (adam) öldürmeyi helal kabul ettiği zaman
böyledir veya bundan uzun zaman (cehennemde
kalacağı) kastedilir. Keza,Hz.Muhammed’in (s.a.v.)
sözünden şu muraddır: “Kim namazı kasten terk
ederse, kesin kafir olur.” Çünkü, şayet
(büyük günah işleyen) kafir olsaydı, fasıkın şahadetini açıklamasını emretmezdi veya Mâiz’e (r.a.) İslama
dön diye emrederdi. Mürcie,
(Muaz b. Cebel ile Humuslu
bir gencin arasında geçen bir
hadisede) o gencin sözüne istinaden , imanla beraber hiçbir şey zarar vermez, demektedirler. Biz deriz, o gencin,
“İmanla beraber hiçbir
şey zarar vermez.” Sözü, yani,
iman büyük günahla kalkmaz (kişi
imansız olmaz). Çünkü bu durum korkunun düşmesini gerekli kılar.
26- Sonra, Eş’arilerin hilafına saadet şekavete, keza şekavet de saadete dönüşür. Eş’ariler
bu muhalefetten dolayı şunu söylediler: şüphesiz
Ebu Bekr ve Ömer radıyllahü anhüma putlara yaptıkları secde halindeyken (bile) iki mümindiler. Biz de, Allah’ın, “İnkar edenlere (sana
düşmanlıktan) vazgeçerlerse, geçmiş günahlarının bağışlanacağını söyle.” Kavli ile onları reddediyoruz. Şayet (putlara secde ederlerken) mümin
sayılsalardı, affetmenin faydası giderdi (bir anlamı
kalmazdı). Aynen bu ayette olduğu gibi, “Allah dilediğini siler, (dilediğini de) sabit bırakır.” Yani,
günahları siler, tövbeyi sabit bırakır. Eğer, tebeddül
(saadetin şekavete, şekavetin de saadete dönüşmesi)
Allah’a zahirdir (açıkça bildiği) tartışılmazdır, denilse,
29- Sonra, Mutezile ve Cehmiyye’nin hilafına
bizim nezdimizde kabir azabı haktır. Çünkü
Mutezile ve Cehmiyye, biz görüyoruz ve müşahede
ediyoruz ki, ölü görünürde bizim acı vermemizle elem
duymuyor. demektedirler. Keza, gaipte de böyledir.
Bundan dolayıdır aynı guruplar camit maddelerin
tesbihini, mîzanı, sıratı, iman ehlinin ateşten çıkmasını
ve mîracı inkar etmektedirler. Biz, akıl acizdir, diyoruz. Peygamber (s.a.v.), “Allah’ın yaratıkları hakkında tefekkür ediniz; Allah hakkında (künhü
hakkında) tefekkür etmeyiniz.” Yani, aklınız zayıf
olduğundan dolayı (Allah’ın künhü hakkında tefekkür
etmeyiniz). Buna delil Allah’ın şu kavlidir: “Onlara
iki kez azap edeceğiz.” Yani, bir defa kabirde, bir
defa da kıyamette…Keza ondan önce de bir azapla…
44 Temmuz/ 2017
Keza, “En büyük azaptan önce, onlara mutlaka
en yakın azaptan tattıracağız; olur ki (imana)
dönerler.” Yani kabir azabı. Keza, “O’nu övgü ile
tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur.” Ve “Biz, kıyamet günü için adalet terazilerini kurarız.”
İman,
Allah’ın
Ulûhiyyetini
bilmektir; bunun mahalli göğüsün iç
kısmında bulunan kalptir. Marifet,
Allah’ı sıfatlarıyla bilmektir; bunun
30- Sonra, Ehl-i Bidad ve Ehva ateştedir, hadisle sabittir.
mahalli, kalbin içinde fuad (gönül,
31- Sonra, Kaderiye ve Mutezilenin hilafına
cennet ve cehennem (halihazırda) yaratılmış haldedirler. Çünkü Allah aciz değildir ki, ihtiyaç vaktinde yaratsın. Bizim için delil, Allah’ın şu kavlidir:“Takva sahipleri için hazırlanmış olup genişliği
gökler ve yer kadar olan cennete koşun!” Onların sözü, verdiği haberde Allah’ın yalanlanmasına
(götürür) sebep olur; çünkü cennet ve cehennem bir
şeydir; kıyamete ise şey denilmez, çünkü,Mutezilenin
hilafına (kıyamet) mevcut değildir. Çünkü Mutezile,kıyametin yaratılmış olduğunu söylemektedir, ancak
kıyamet görünmemektedir, kişi ölünce, Peygamber’in
(s.a.v.), “Kim ölürse kesinlikle kıyameti kopmuştur.” Sözüne dayanarak ona kıyamet görünür.
Biz deriz, bunun manası (ölen kişiye) saadet ve şekavet durumu görünür demektir. Sonra, cennet ve
cehennem Mutezile ve Kaderiye nezdinde fena (yok)
olacaklar. Çünkü cennet ve cehennem amellerin sevabı (neticesi)dir, onlar da sınırlıdır (sona erer). Bizim
için (delil olarak) Allah’ın şu kavli vardır: “Onlar için
tükenmeyen bir mükafat vardır.” Keza, “Tükenmeyen ve yasaklanmayan, sayısız meyveler
içindedirler.” Eğer, (cennet ve cehennem halihazırda var olmaları) Allah’ın bekasıyla beraber O’na ortaklığa sebep olur, denilse, biz deriz, şirkete sebep
olmaz, çünkü cennet-cehennem (daha önce) yoktular
ki, hatta şimdi (sonradan yaratılmış olarak) şirkete
sebep olsunlar!
Vahdaniyetle
32- Sonra, şüphesiz bütün melekler masumdurlar; itaat için yaratılmışlardır. Harut ve Marut
ve şeytanlar ise ancak şer için (yaratılmışlardır). Sadece onlardan birisi Müslüman olmuştur, o da Hamme b. Heyyim’dir
33- Sonra, insanlar ve cinler fıtrat üzere yaratılmışlardır. Mutezile ve Eş’ariler nezdinde fıtrat İslamdır.
Bundan dolayı kafir, kendi fiiliyle kafir olmaktadır, demektedirler. Ehl-i Sünnet ise, fıtrat, Allah’ın şu kavlinden dolayı yaratılış demektir: “Allah’ın fıtratına.”
yürek denilen) yerdir. Tevhid Allah’ı
bilmektir.
Yani, Allah’ın yaratması (anlamınadır). Şu da aynı
manadadır: “Her doğan İslam fıtratı (yaratılışı) üzere
doğar; ancak ana-babası o çocuğu Yahudileştirir, Hıristiyanlaştırır, hatta dili ile onu telaffuz edene kadar.
Yani, eğer o çocuk doğduğu fıtrat üzere bırakılsa (terk
edilse), o hilkatle yaratanına (O’nun varlığına) delil
getirebilir. Ancak ebeveyni onu Yahudileştirir veya
Hıristiyanlaştırır, yani, (çocuğun Yahudi veya Hıristiyan) olmasına sebep olurlar. Şayet Allah gökte midir,
yerde midir? Bilmiyorum dese, kafir olur. Çünkü bu
bir mekan tevehhümdür; keza, Allah arşta mıdır? Bilmiyorum dese, kafir olur. Eğer, Musa ve İsa (aleyhimesselam) nebi midir, değil midir? bilmiyorum,
sözünün hilafına, Lokman ve Zülkarneyn nebi midir, değil midir? bilmiyorum dese kafir olmaz. Çünkü
Musa ve İsa’nın (a.s.) peygamber oldukları hakkında
nas (ayet) vardır. Şayet yarın kafir olmaya niyet etse,
o saatte kafir olur. İnanmaksızın, bizzat tercihi ile olduğu zaman küfür kelimesini diliyle söylese kafir olur.
34- Yezide lânet etmek caiz değildir; çünkü
fasıktır, affedilmesi caizdir.
35- Sonra, emirleri yapmak, yasaklananlara
da son vermek için, resullerin gönderilmesi sabittir. Bir gurup resullerin gönderilmesi sabit değildir,
demiştir. Çünkü Allah emredilen şeylerle menfaatlenmez, yasaklanan şeylerden de zarar görmez; kendisinde fayda olmayan bir şeyi emretmek hikmetsizliktir
(sefeh). Biz deriz, emirde, emredilen şeyin faydasının
hikmeti vardır. Ama onların sözüne gelince, eğer, güzellik ve çirkinlikleri açıklamak içinse, bu konuda akıl
için yeterlilik vardır (güzeli-çirkini akıl da anlayabilir,
peygamberlerin gönderilmesine gerek yoktur). Biz deriz, aklın, ne şer’î meselelerde, ne de eşyanın tabiatlarını bilmede fonksiyonu vardır.
Temmuz/ 2017
45
Peygamber (s.a.v.), “Allah’ın yaratıkları hakkında tefekkür ediniz; Allah
hakkında (künhü hakkında) tefekkür etmeyiniz.”
36- Sonra, evliyanın kerameti sabittir (vardır).
Mutezilenin şüphesine gelince, onlar şöyle demektedirler: şayet evliyanın kerameti (nin var olması) caiz
olsaydı, insanlar, mucize ile kerametin arasını ayırt
etmekten âciz olurdu. Biz deriz, mûcize, kerametin
hilafına, (nübüvvet) dava edildiği vakit ortaya çıkan
şeydir.(keramet her an ortaya çıkan şeydir.) Sonra,
kerametin reddi, Hz.Meryem’in kerametinin zikredildiği âyetin inkarına götürür: “Zekeriyya, onun
yanına, mâbede her girişinde orada bir rızık
bulurdu.” Ve Belkıs’ın tahtının zikredildiği ayeti ve
Hz. Ömer’in, “Ey Sâriye! Sırtını dağa ver, dağa
ver!” hadisini inkara götürür.
37- Sonra, cinler ve insanlar masum değildirler. Ancak Resuller ve Nebiler büyük günah
işlemekten masumdurlar. Çünkü onlar, büyük
günahtan masum olmasalardı, yalandan uzak duramazlardı. Fakat, şefaatleri zayıflamasın diye küçük günahtan masum değildirler. Çünkü imtihan edilmeyen,
musîbetlerle sınanana karşı şefkatli davranamazlardı.
Mutezile, peygamberler, küçük-büyük bütün günahlardan masumdurlar; çünkü onlar şefaati görmeyecekler, demektedir.
38- Sonra, Resuller, Cebrail vasıtasıyla kendilerine vahyolunan kimselerdir. Nebiler ise, Cebrail dışında başka bir melekle vahyolunan veya kendilerine rüyalarında (gerçekler) gösterilen veya ilham
edilen kimselerdir.
39- Sonra, peygamberlerden meydana gelen
zelle (sürçme,hata), o, vahy gelmeden önce bir
şeyi yapmalarıdır. Hz.Davud’un (a.s.) vahy gelmeden önce Orya’nın (‫ )اوريــا‬eşi ile evlenmesi gibi; veya
en üstün olanı terk edip sadece üstün olana meyletmesi; Hz.Âdem’in, Allah’ın ismine hürmeten nehyi
terk etmesi gibi; hatta Allah şöyle buyurmuştur: “(Bu
suretle) Âdem Rabbine âsî olup yolunu şaşır-
46 Temmuz/ 2017
dı.” Bu durum mani olma vechine göredir; yoksa
büyük günah ve suç işlemeyi gerçekleştirmek değildir;
Allah’ın dediği gibi: “Ne var ki o, (ahdi) unuttu.
Onda azim de bulmadık.”
40- Sonra, en doğru olan ki, şüphesiz Hz.Muhammed(s.a.v.) Hz.Âdem’den
daha üstündür. Hz.Muhammed’den sonra(sıra itibariyle)gelen
peygamberler mahlukatın en üstünüdür; sonra,
Muhammed ümmetinin en üstünü Ebu Bekr, sonra
Ömer, Osman, sonra Ali (Allah hepsinden razı olsun).
41- Sonra, Nebiler gibi insanoğlunun seçkin
kimseleri, meleklerin havaslarından üstündür;
meleklerin (Cebrail, Mikail, Azrail ve İsrafil gibi) seçkinleri (hasları) insanoğlunun avam kısmından daha
üstündür; insanoğlunun avam kısmı, meleklerin avam
kısmından daha üstündür. Ama Rafiziler, “Allah’ım!
Yaratıklarının sana en sevgili olanını bana getir, benimle beraber bu kuştan yesin.” Rivayetine dayanarak hz.Ali’yi, hz. Ebu Bekr ve sahabilere
karşı üstün görmektedirler. Hemen akabinde hz.Ali
Resulullh’a (s.a.v.)geldi; çünkü hz.Ali sahabenin en
yiğidi, küfürden en uzak olanı ve en bilginleri idi.
(Ebu Bekr’in üstün olduğuna dair) Ehl-i Sünnetin
delili şu hadistir: “Ebu Bekr size oruç ve namazı
ile değil, kalbindeki vakarı ile üstündür.” İbn
Ömer’den (r.anhüma) rivayet edilmiştir. Biz, Resulullah(s.a.v.) aramızdayken şöyle derdik:Muhammed
ümmetinin en üstünü Ebu Bekr, sonra Ömer, sonra
Osman, sonra Ali (r.Anhüm). “Yaratıkların en hayırlı
olanını bana getir, mervi hadisi, üstünlüğün Nebilere
karşı olmasını gerektirmez. Onların, (hz.Ali hakkındaki
söyledikleri) daha cesur, daha bilgili sözlerine gelince,
bu memnudur (kabul edilemez). Ehl-i Sünnet’in bazısı, Hz.Ali’yi, hz.Osman’a karşı üstün tutmaktadırlar.
Sonra bazıları hz.Aişe’nin derecesi Peygamber (s.a.v.)
ile beraber yükselmektedir. Bazıları ise, hz. Fatıma
(daha üstün) demişler. Çünkü hz.Aişe’nin derecesi
peygamber’e (s.a.v.) tabi olarak yükselmiştir.
42- Sonra, umuma göre, Nebilerden ve Resullerden sonra imamet haktır. Bazıları, imamet vacip değildir, demektedirler. Çünkü, ancak
zulmü ve fitneyi defetmek için imama ihtiyaç duyulmaktadır; onlardan sakınmakla da ihtiyaçsızlık vaki
olur. Biz deriz, imam seçmek, ashb-ı kiramın,
Resulullah’ın vefatından sonra yaptıkları ittifaktan dolayı vaciptir; ihtilaf (imametin gerekliliği konusunda değil), ancak, kimin imam olacağını
tayin ve tesbit etme konusundadır. Sonra imamın
Kureyşli olması gerekmektedir. Rafiziler, (imamet)
ancak Haşimilere uygundur, dediler ve hz.Ali ve
evlatlarını belirlediler (kararlaştırdılar). Biz deriz,
(imamet konusundaki) hadis mutlaktır (şu
olsun kaydı yoktur). Şu kabileye ait
de, öbürüne değildir, diye bir
tahsis yoktur. Sonra, imamın
(günahlardan) masum olması,
Peygamber’in (s.a.v.) şu hadisine istinaden şart değildir:
“Her iyi ve kötü imamın
arkasında namaz kılınız.”
Çünkü bir şeyin yasak ve
serbestliği, Resullerin hilafına kitap ile sabittir. Rafiza ise,
imamda masumiyet şarttır, demektedir. Keza, imamın müçtehid
olması da şart değildir. Ama güçlü,
cesaretli, savaş ve çatışma taktik ve tekniklerini bilen, hükümlerin uygulanmasına kadir
birisi olmasının şart olması gerekir.
43- Sonra, Peygamber’den (s.a.v.) sonra hilafet, şu
rivayete göre otuz sene olacak: “Benden sonra hilafet otuz senedir; melik olacak, sonra benbizya
(birbirlerini ısıran, fitne fesat çıkaranlar) olacak.” Peygamber’den (s.a.v.) sonra ilk halife, ashabın ittifakıyla
Ebu Bekr (r.a.)’dir; hatta Ömer şöyle demiştir: “Allah
Resulü dinimizin işlerinde sana razı olmuş da,
biz dünya işlerinde senden razı olmayalım mı?”
Rafizilerin, Ebu Bekr, Ali’nin hilafet hakkını gasp etti,sözü batıldır; çünkü, bu gaspın zulüm olacağına dair
sahabenin icmaı ile söylenmiş bir söz vardır (ki böyle bir gasp yoktur). Bir de Hz. Ali’nin, hz. Ebu Bekr’e
(önce) bey’at etmeyip, sonra istemeyerek bey’at ettiğini iddia ettikleri husus vardır. Biz deriz, eğer hz Ali,
hz. Ebu Bekr’in hak üzere olduğunu bilmekle beraber
bey’atten imtina ettiyse, bu batıldır. Ali’nin bunu yaptığı düşünülmez. Eğer, onun (Ebu Bekr’in) batıl üzere
olduğunu bilmekle beraber bey’at etmiş olursa, bu da
caizdir; fakat onun iddiasına göre, kılıcının meşhur olmadığı (harekete geçmediği) ve onu da engellemediği
delili ile batıl üzerinde olmaz;
Sonra, hz. Ebu Bekr’in hilafeti sabit olunca,
Ömer’in hilafeti de sabit olur. Çünkü, hz.Ömer’i halife atayan hz. Ebu Bekr’dir. Sonra, şüphesiz Ömer
hiç kimseyi halife atamamış, altı kişiden birini seçmek için işi şuraya bırakmıştır; altı kişiden birisi hz
Osman’a bey’at etti ve geri kalanlar da buna razı oldular; böylece ittifak meydana geldi. Sonra, hz.Osman’ın vefatından sonra, hz.Ali’nin hilafeti üzerinde
sahabe ittifak etti. Sonra, kitapta adları geçen altı kişi
şunlardır: Osman, Ali, Abdurrahman b. Avf,
Talha, Zübeyr, Sa’d b. Ebî Vakkas, Ridvanüllahi Teala aleyhim ecmain.
Dipnotlar
40. Buharî a.g.e, I,102-103, bab, 28. 41.
Maide, 5/45. 42. Bakara, 2/143. 43. Talak,
65/11. 44. Âl-i İmran, 3/85. 45. Hucurat,
49/14. 46. Nur, 24/35. 47. Taftazanî, Saduddin Mesud b. Ömer b. Abdillah, Şerhu ‘l Makasıd Fî İlmi’l Kelam, Pakistan, 1401/1981, II,
262; Hakemî, Hafız b. Ahmed b. Ali, Mearicü’l
Kabul Bi Şerhi Süllemi’l Vusul, Daru İbni’l Kayyim, 1410/1990, III, 1011, bab,2, Tefasıli Ehli’l
İman;Aclunî, İsmail b. Muhammed b. Abdilhadî,
Beyrut, 1418/1997, II, 149, hadis no:2128. 48.
Zümer, 39/22. 49. Â’raf, 7/121-122. 50. Enfal,
8/4,74. 51. Müslim, Ebu’l Hüseyin Müslim b. el Haccac, Sahihu Müslim, İstanbul,1401/1981, I, 671, bab, 35,
hadis no:104. 52. Enfal, 8/38. 53. Ra’d, 13/39. 54. Kim
bir mümini kasten öldürürse, cezası, içinde ebediyen kalacağı cehennemdir. Nisa, 4/93. 55. İbn Mace, Ebu Abdullah Muhammed b. Yezid el
Gazvînî, Sünen-ü İbn Mace, İstanbul, 1404/1981, II, 1339, bab,23, hadis no,
4034. 56. Mâiz sahabeden biridr. Büyük bir günah işlemiş, bunu Peygamberimize itiraf etmiş, o da recm uygulamış; ama Mâiz’e imanını tazele teklifinde
bulunmamıştır. 57. Eş’arî, Ebu’l Hasen Ali b. İsmail b. İshak b. Salim b. İsmail
b. Abdillah b. Musa b. Ebi Bürde b. Ebi Musa, el İbane An Usuli’d Diyane, Kahire, 1397/1975, Babü’l Mes’eleti, I, 118. 58. Tevbe, 9/101. 59. Secde, 32/21.
60. İsra, 17/44 61.Enbiya, 21/47. 62. Nesaî, Ebu Abdurrahman Ahmed b.
Şuayb b. Ali, Sünen-i Suğra Li’n Nesaî, Halep,1406/1986, III, 188, hadis no:
1578. 63. Âl-i İmran, 3/133. 64. Aclûnî, İsmail b. Muhammed b. Abdilhadî,
Keşfü’l Hafa Ve Müzilü’l İlbas, Beyrut, 1418/1997, II, 250, hadis no: 2617.
65. Fussılet, 41/8. 66. Vakıa, 56/32,33. 67. Rum, 30/30. 68. Âl-i İmran,
3/37. 69.Razi, Ebu Abdullah Muhammed b. Ömer b. el Hasen b. el Hüseyin,
Mefatihu’l Gaybi Beyrut, 1420/1999,, 433; Taftazanî, Saduddin Mesud b. Ömer
b. Abdillah, Şerhu’l Makasıd Fî İlmi’l Kelam, Pakistan, 1401/1981, II, 204. 70.
Tâ Hâ, 20/21. 71. Tâ Hâ, 20/115. 72. Heysemî, Nureddin Ali b. Ebi Bekr b.
Süleyman, Keşfü’l Estar An Zevaidi’l Bezzar, Beyrut, 1399/1979,III, 194. 73.
Et Tavil, Rızk, Medhal Fî Ulûmi’l Gıraat, Mektebetü’l Faysaliyye, 1405/1985,
I, 82; Gazalî, Ebu Hamid Muhammed b. Muhammed, Kavaidü’l Akaid, Lübnan, 1405/1985, I, 116, bab,39; Aclûnî, a.g.e, II,170, hadis no:2226. 74. İbn
Ebi’lİzz, Sadruddin Muhammed b. Alaiddin Ali b. Muhammed, Vüzaratü’ş Şuûni’l İslamiyye, ve’l Evkat ve’l Daveti ve’l İrşat,1418/1996, I, 365. 75. Beğavî,
Ebu’l Kasım Abdullah b. Muhammed b. Abdilaziz b. Merzüban b. Sabur b. Şahinşah, Mecmûu’s Sahabe, Küveyt, 1421/2000, IV, 368; İsbehanî, Ebu Nuaym
Ahmed b. Abdillah b. Ahmed b. İshak b. Musa b. Mehran, Tarihu Esbehan=
Ahbaru Esbehan, Beyrut, 1410/1990,I, 295.
Temmuz/ 2017
47
Hasan TUĞ
Sahâbe-İ Kiramın
Tefsir Kaynakları Açısından Önemi
“
Unutulmaması
ve
üzerinde durulması gereken bir
husus da şudur; Sahabe-i Kiram
Kur’ân-ı Kerim’in tamamını tefsir
etmemişlerdir. Sadece onlar ihtiyaç
doğrultusunda
ayet-i
ihtiyaç
kerimeleri
duyulan
tefsir
etme
yoluna gitmişlerdir. Ayrıca Sahabe
döneminin Tefsir İlmi açısından
elimizdeki
kaynaklar
48 Temmuz/ 2017
”
sınırlıdır.
Özet:
Kur’ân’ı Kerim’in başlıca emirlerinden ve Hz. Peygamber (s.a.v)’in aslî vazifelerden biri de tebliğ etme vazifesidir. Yani bu görevin kapsamı Kur’ân’ı açıklamak ve insanlara ulaştırmaktır.1 Hz. Peygamber (s.a.v) vahyi tebliğ
ederken hem kitabın lafzını hem de lafzın taşıdığı manayı ulaştırmayı hedeflemiştir.2 Bu hedef doğrultusunda
ve Kur’ân’ı tebliğ etme aşamalarında da bir takım kimselerle
muhatap olmuştur. Hz. Peygamber (s.a.v) bu muhatap olduğu kişilere, kendilerine verilen bu vazife doğrultusunda
yani Kur’ân’ı tebliğ etme aşamalarında da bir takım emir ve
nehiyleri onlara ileterek vazifesini tamamlamıştır. “Sahabe” olarak adlandırılan bu kişiler de kendilerine bildirilen
bu bildirileri birtakım yöntem ve teknikleri ile sonraki nesillere ulaştırmıştır. Bu nesil yani Sahabe nesli, Hz. Peygamber
(s.a.v) diliyle “en hayırlı nesil”3 olarak nitelendirilmiştir.
Bu sebepten dolayı bu makalede Sahabe-i Kiram’ın
Kur’ân’ı anlama konusunda ve tefsir ilmindeki önemi
ve bazı meşhur tefsirci Sahabeler belirtilmiştir.
Anahtar Kelimeler: Sahabe, Kur’ân, Tefsir.
The main orders from the Quran and
the Prophet. Prophet (s.a.v) one in
primary duty is the duty to communicate the well. So the
Qur’an describes the scope
of this task to transport the
people. Hz. The Prophet
(s.a.v) and the book of revelation of the verses while the wording of the communiqué was aiming to
convey the sense that carry
both literal. In line with this
objective that has been addressed in a number of stages
with no notice of the Qur’an. It is
addressed to people who, in a number of orders and nehiy given to them in
this task in accordance with that notice of the Qur’an
stage has completed its task by passing them.
This generation to generation so Companions, the
Prophet. The Prophet (s.a.v) language as the “most
auspicious generation” has been called.
Keywords: Companion, Quran, Tafsir.
GİRİŞ
Tefsir ilminde Sahabenin Kur’ân’ı tefsiri, onların
tefsir yöntem özellikleri ve bu özelliklerine dair çeşitli
misaller verilmiştir. Hz. Peygamber (s.a.v) vahyin ilk
muhatabı olduğu için tefsire dair beyanları müfessirler tarafından bağlayıcı kabul edilmiş, onun bu açıklamaları Kur’ân’dan sonra en mühim tefsir kaynağı
olarak kabul edilmiştir. Hz. Peygamber (s.a.v)’in
Kur’ân’a dair açıklamalarına muhatap olan
ilk kişiler de Sahabe-i kiramdır. Sahabe muhatap oldukları bu hitaba kulak vermişlerdir. Ayrıca
bu hitabı hayatlarına uygulamışlardır. Bu çerçevede Sahabe tefsir tarihi silsilesinde Hz. Peygamber (s.a.v)’in ilk öğrencileri olarak
nitelenmişlerdir. Hz. Peygamber
(s.a.v) vahye dair ne almışsa,
onu ilk olarak Sahabeler
işitmiş ve uygulamışlardır. Tefsir ilmine dair de
ilk açıklamalar ve beyanlar Sahabeye yapılmış ve
onlara öğretilmiştir. Bu sebepten dolayı tefsir ilmi
açısından Sahabenin
yeri ve önemi büyüktür.
Sahabeler İslâm’ı öğrenmek için Hz. Peygamber
(s.a.v)’e müphem ve mücmel kelimelerin manası, âyette maksudun tâyin
edilmesi, manasını bildikleri isimlerin sıfatları ve gayba dair bir takım sorular sormuşlardır.4 Bu
sorulara istinaden Peygamber (s.a.v)’in zihinlerdeki
istifhâmları izâle etmek için verdiği cevaplar onların
tefsir yaklaşımlarına, anlayışına ve fikir edinmelerine
de bir hayli etkili olmuştur.
Sahabe’nin Kur’ân hakkında tereddütlerinin benzerleri daha sonraki asırlarda da sorulmuştur. Çünkü Kur’ân’ın muhtevasında yer
alan bilgilerin çok yönlü ve değişik amaçları
içermesi ve bunların en güzel tarzda sunulması, her insan tarafından kolay anlaşılmamıştır.
Ayrıca İslam’ın farklı milletlere ve toplumlara yayılması, bir de buna insanın tabiatında olan birtakım kusurlarda eklenince, Kur’ân etrafındaki sorular ve
Hz. Peygamber (s.a.v)’in Kur’ân’a dair açıklamalarına muhatap olan ilk kişiler
de Sahabe-i kiramdır. Sahabe muhatap oldukları bu hitaba kulak vermişlerdir.
Ayrıca bu hitabı hayatlarına uygulamışlardır.
Temmuz/ 2017
49
fikirlerin arttığı görülmüş ve farklılaşmıştır. Bu ve benzeri sorular
her asırda görülmüştür. Bu sorulara verilen cevaplar ve
Kur’ân’ın amacına uygun
olarak anlaşılma ameliyesi tefsir kaynaklarını
meydana getirmiştir. Bu
makalede, Hz. Peygamber
(s.a.v)’in tefsir hakkındaki
fikir ve beyanlarının iyi anlaşılması Sahabe tefsirinin iyi
anlaşılmasından geçtiği ve sonraki asırlar için de birer kaynak niteliğinde olduğu işlenmektedir.
1. Sahabe Tefsirinin,
Tefsir İlmi Açısından
Önemi
Tefsir ilminin doğuşunda Sahabenin tefsir
anlayışının önemli bir yeri bulunmaktadır. Çünkü Sahabeler kendi ortamları Arap oldukları için Arap
dilinin üslup ve inceliklerini, Arap örf ve âdetlerini iyi
biliyorlardı. Ayrıca onlar bu bilgilerine binaen
sarsılmaz bir imana sâhiptirler. Aynı zamanda
onlar eski medeniyetlerin tesirinden uzak yaşadıkları
için zihinleri berrak ve dilleri fasihtir. Bundan dolayıdır ki onlar, Kur’ân’ın maksat ve gayesini iyi
kavramışlar, akıllarına takılan konuları da Hz.
Peygamber (s.a.v)’e sorarak öğrenmişlerdir.
Böylece Kur’ân’ın iniş sürecini müşahede etmişler ve
bu esnada meydana gelen olaylara da şahit olmuşlardır. Bu birikim ile Hz. Peygamber (s.a.v)’den
nakil yoluyla aldıkları ilim ve imanla yüksek
seviyelere ulaşmışlardır. Bu durum onları tefsir
konusunda Resulullah’tan sonra en güvenilir konuma getirmiş, onların tefsir açısından
önem ve fonksiyonlarını arttırmıştır.
{
Ancak dikkat çekilmesi gereken
bir husus daha vardır. Sahabenin tamamı Kur’ân’ı anlama
konusunda aynı seviyede değildirler. Çünkü onların hem zekâ hem de
ilmi elde etme imkânları
bakımından durumları
farklılık arz etmektedir.
Örneğin Hz. Ömer (r.a),
Hz. Ali (r.a) Abdullah b.
Abbas (r.a), Hz. Aişe (r.a)
vs. Arap dilinin üslup ve inceliklerini, eski Arap şiirini, Arap örf ve
geleneklerini çok iyi bilmekte ve bu kişilerin Hz. Peygamber (s.a.v)’e yakınlıkları
bilinmektedir. Bunların yanında farklı milletlerden
olan Selman b. Fârîsî (r.a) Bilal Habeşî gibi
Arap olmayan Sahabeler de mevcuttur. Bu durum
göz önüne alındığında Sahabelerin Kur’ân’ı anlama şekilleri farklılık göstermekte ve bu
farklılıklardan dolayı Kur’ân’ı tefsir konusunda farklılaşmalar ortaya çıkmaktadır.
2. Sahabenin Tefsire İlmine
Yaklaşımı Ve Tefsirdeki
Yöntemleri
Sahabeler, Hz. Peygamber (s.a.v) hayatta
iken karşılaştıkları soruları ona sorup cevaplarını ondan öğreniyorlardı. Onun vefatından sonra
ise Kur’ân’ı tefsir etme konusunda iki gruba ayrıldılar. Bir grup Sahabe İslam’ın ilk günlerinde
olduğu gibi tefsir ile ilgili mevzularda çekingen
davranarak re’y ile tefsire karşı çıkanlar ki, Bu
kısım sahabelerde Hz. Peygamber (s.a.v)’in “Kim
bilgisizce Kur’ân hakkında bir şey söylerse cehennemdeki yerine hazırlansın”5 “Kim sırf kendi içtihadı ile Kur’ân hakkında bir şey söylerse isabet etse bile hata etmiş olur”6 şeklindeki
}
Hz. Peygamber (s.a.v)’in ilk öğrencileri olarak nitelenmişlerdir. Hz.
Peygamber (s.a.v) vahye dair ne almışsa, onu ilk olarak Sahabeler işitmiş ve
uygulamışlardır. Tefsir ilmine dair de ilk açıklamalar ve beyanlar Sahabeye
yapılmış ve onlara öğretilmiştir. Bu sebepten dolayı tefsir ilmi açısından
Sahabenin yeri ve önemi büyüktür.
50 Temmuz/ 2017
rivayetlerin etkili olduğu söylenebilir. Onlar bu gibi
rivâyetleri esas alarak âyetleri tefsir etme konusunda çekinceli davranmışlardır. Bu duruma;
Hz. Ebu Bekir (r.a)’a “eben” kelimesinin anlamı
sorulunca “Allah’ın kitabına dair her şeyi kendi
fikrime göre tefsir eder veya anlamını bilmediğim bir şey hakkında konuşursam, hangi arz
beni üzerinde taşır ve hangi sema beni altında
gölgelendirir”7 şeklinde vermiş olduğu cevabı, Hz.
Ömer (r.a) da söz konusu âyetin içinde yer aldığı sûreyi minberden okuyup, “bütün bunları biliyoruz,
fakat “ebben” kelimesi hakkında Allah’a yemin ederim ki bu bir zorlamadır”8 diyerek, re’y
ile tefsiri tasvip etmediğini ifade eden sözleri örnek
olarak gösterebiliriz.
Zikredilen bu ve benzeri rivâyetler bize bir kısım
Sahabenin Kur’ân’ı tefsir etme konusunda duyarlılık gösterdikleri; âyetleri kendi reylerine
göre tefsir etmekten uzak durmayı tercih ve
tereddüt ettiklerini göstermektedir.
Bir kısım Sahabeler de naklin bulunmadığı
yerde kendi içtihatlarıyla Kur’ân’ı tefsir etme
yoluna gitmişlerdir. Bu Sahabeler, herhangi bir
âyeti tefsir ederken öncelikle Kur’ân’a sonra
da Resulullah’ın sünnetine başvurmuşlar, eğer
aradıkları cevabı bu iki kaynakta bulamazlarsa kendi içtihatları ile tefsire yönelmişlerdir.
Hz. Peygamber (s.a.v)’den nakil
yoluyla aldıkları ilim ve imanla yüksek
seviyelere ulaşmışlardır. Bu durum
onları tefsir konusunda Resulullah’tan
sonra en güvenilir konuma getirmiş,
onların tefsir açısından önem ve
fonksiyonlarını
arttırmıştır.
İçtihad içeren bu tefsirler; genel olarak ya
dil ya da din olgusuna önem vermektedir. Çünkü
Kur’ân onların ana dilleriyle nâzil olduğu için9
onun lafız ve tepkilerini, inceliklerini Hz. Peygamber (s.a.v)’den sonra en iyi bilen onlardır.
Sahabelerin dil tahlilleri ile birlikte Arap şiirini çok kullandığı görülmektedir. Özellikle İbn Abbas’ın tefsirde
Arap şiirini çok kullandığı rivâyet olunmuştur. Mesela
kendisine soru soran Nâfî b. Ezrak’a cevaben her kelimeyi beyt okuyarak cevaplandırdığı ifade edilir.
Örnek olarak; “Şimdi ne oluyor o inkâr
edenlere ki, sana doğru boyunlarını uzatarak konuşuyorlar: sağdan ve soldan bölük
bölük”10 âyetinde geçen “izin” kelimesini “ince
halkalar ve dağınık fırkalar” şeklinde tefsir etmiş ve bu ifadelerini bir beyitle desteklemiştir. Ayrıca
Ashâb, tefsir yaparken nesih-mensuha, nüzul sebeplerine dikkat çektiği yerler de vardır. Örneğin; Abdullah b. Ömer’in “Sana, şarap ve kumar hakkında
soru sorarlar. De ki: Her ikisinde de büyük bir
günah ve insanlar için bir takım faydalar vardır.” Ancak her ikisinin de günahı faydasından daha
büyüktür. Yine sana iyilik yolunda ne harcayacaklarını sorarlar. «İhtiyaç fazlasını» de. Allah size
âyetleri böyle açıklar ki düşünesiniz” âyeti inzâl olunca; Ashab: “Ey Allah’ın Resulü! Ondan
yararlanıp onu içelim” deyince “Ey iman edenler! Siz sarhoş iken ne söylediğinizi bilinceye
kadar namaza yaklaşmayın” âyeti inzâl edildi.
Daha sonra da içkinin kesin bir biçimde haram olduğunu bildiren âyet nâzil oldu; “Ey iman edenler!
Şarap, kumar, dikili taşlar (putlar), fal ve şans
okları birer şeytan işi pisliktir; bunlardan
uzak durun ki kurtuluşa eresiniz.” Bu âyetle
birlikte içki kesin olarak yasaklanmış oldu.
Temmuz/ 2017
51
Burada dikkat edilmesi gereken konu Sahabenin aralarında bir takım farkların olmasıdır. Çünkü
Sahabeler farklı kültür, zekâ ve ilimlere sâhiptiler.
Onların bu farklılıkları Kur’ân’ı anlama konusunda
da farklılık göstermektedir. Ayrıca bir kısım Sahabe Hz. Peygamber (s.a.v)’in yanında uzun süre
dururken, bir kısmı da kısa zaman zarfında
yanında bulunmuşlardır. Bunun için onların
Kur’ân anlayışları da elbette farklılık arz edecektir. Dolayısıyla bu farklılıklar onların farklı tefsir
yorumu yapmalarına vesile olmuştur. Onların bu
farklılıkları tezat değil, çeşitlilik farkıdır. Bu
durum göz önünde bulundurulursa bir kelimenin birden fazla farklı şekilde açıklamış olduğu görülecektir.
3. Sahabe Tefsirinin Bağlayıcılığı
Bu durumu izah edebilmek için hadis usûlü açısından Sahabe sözlerinin ne ifade ettiği
bilinmelidir. Kaynaklara göre Sahabe sözleri ya
merfu hadis hükmündedir ya da mevkuf haberdir. Eğer Sahabenin yapmış olduğu açıklamalar,
üzerinde içtihat etme ve fikir yürütmenin mümkün
olmadığı bir alana ait ise bunlar merfu haber hükmünde kabul edilmiştir.11
Merfu haberler dışında fikir yürütülmesi ve
içtihat edilmesi mümkün olan durumlara ait
olan haberlere mevkuf haber denir.12 Bu duruma
göre müfessirler tarafından merfu haberler bağlayıcı
görülüp, delil olarak kabul edilmiştir.13 Bu tür rivâyetler
onların bizzat şahit oldukları duruma dayanmaktadır.
Mevkuf haberlere gelince ise bu haberler
Sahabenin bilgi birikimine dayanan ve içtihadın mümkün olduğu haberlerdir. Bu haberlerin
bağlayıcılığı konusunda Müfessirler arasında ihtilaf görülmektedir. Bunların bir kısmına göre bu
haberleri almak vacip olmayıp; bu haberler içtihada dayanmaktadır. Müçtehidin de yanlış yapma
olasılığı mevcut olduğu için tefsirde kullanmak için içtihada bağlıdır.14 Diğer kısım müfessirler ise Sahabeler bu bilgileri, Hz. Peygamber
(s.a.v)’den ders almışlardır. Bu yüzden Hz. Peygamber (s.a.v)’den sonra Kur’ân’ı en iyi bilen
onlardır.15 Yani içtihat edilmesi mümkün olmayan konularda Sahabenin tefsiri bağlayıcı
olduğu savunulmuştur.
4.Sahabelerin Yapmış Olduğu
Tefsirin Genel Nitelikleri
Sahabeler, Kur’ân’ın tamamını tefsir etmemiş ve buna da ihtiyaç duymamıştır. Sadece
ihtiyaç duydukları durumları tefsir etmişlerdir.
Tefsirdeki yöntemleri, âyeti; âyetle, sünnetle ve nüzul sebepleri ile açıklamışlardır. Sahabe arasında zuhur eden ihtilaflar görülmüş, bu ihtilaflar tezatlık
değil ziyade çeşitliliği olarak ifade edilmiştir. Sahabeler ahkâm âyetlerinden hüküm istinbâtında
bulunmamışlar ve tefsir kaynakları daha bu
dönemde henüz tedvin edilmemiştir.16
5.Meşhur Müfessir Sahabeler
Tefsir ilminde şöhrete ulaşan Sahabe müfessirler
Hz. Ebu Bekir (r.a), Hz. Ömer (r.a), Hz. Osman
(r.a), Hz. Ali (r.a), Abdullah b. Abbas (r.a), Abdullah b. Mesud (r.a), Ubey b. Ka’b (r.a), Zeyd
b. Sabit (r.a), Abdullah b. Zübeyr (r.a), Ebu
Musa el-Eş’âri (r.a)17’dır. 18
52 Temmuz/ 2017
Sahabenin tamamı Kur’ân’ı anlama konusunda aynı seviyede değildirler.
Çünkü onların hem zekâ hem de ilmi elde etme imkânları bakımından
durumları farklılık arz etmektedir.
Sonuç
Bu makalede Tefsir ilmi açısından sahabenin yeri ve önemi ele alınmıştır. Bu incelemede
Tefsir ilminde sahabe önem arz etmektedir.
Sahabenin İslam dini ile ilk müşerref olma
özelliğine sahip oldukları esas alınırsa onların
Tefsir ilmi açısından önemi büyüktür. Onlar Hz.
Peygamber (s.a.v)’in öğrencileridir. Bu sebeple Hz.
Peygamber hakkında bilgi ve onun öğretileri sahabeden rivayet edilmiştir. Ama onların Hz. Peygamber
(s.a.v)’in yanında bulunup bulunmama konusunda farklılıkları olması konuya yaklaşım
açısından da önemlidir. Bu sebeple onlar Hz.
Peygamber’den sonra silsilenin en başındadır.
Tefsir ilminde ün kazanmış başlıca sahabeler
de bulunmaktadır.
Sahabenin Tefsir konusunda da yaklaşımları farklıdır. Bir kısmı tefsir etme konusunda çekingen davranırken bir kısmı da kendi
şartları doğrultusunda bir takım bilgi ve rivâyetler doğrultusunda ve şiir ile Kur’ân’ı tefsir
etme yoluna gitmişlerdir. Unutulmaması ve üzerinde durulması gereken bir husus da şudur; Sahabe-i Kiram Kur’ân-ı Kerim’in tamamını tefsir
etmemişlerdir. Sadece onlar ihtiyaç doğrultusunda ihtiyaç duyulan ayet-i kerimeleri tefsir
etme yoluna gitmişlerdir. Ayrıca Sahabe döneminin Tefsir İlmi açısından elimizdeki kaynaklar sınırlıdır.
BİBLİYOGRAFYA
CERRAHOĞLU, İsmail, Tefsîr Usûlü, T.D.V. Yay.,
Ankara, 2010.
DEMİRCİ, Muhsin, Tefsir Tarihi, İfav Yay., Beşinci
Baskı, İstanbul, 2009.
İBN KESÎR, Ebu’l-Fida İsmail, Hadislerle Kur’ân’ı
Kerim Tefsiri, (Çvr; Bekir Karlıağa, Bedrettin Çetiner)
Çağrı Yayıncılık, İstanbul,1990.
GÜMÜŞ, Sadreddin, Kur’ân Tefsirinin Kaynakları,
İstanbul, 1990.
MÜSLİM,
Fedâilü’s-Sahabe,
Shamela.ws.
(06.04.2017)
TABERÎ, Ebu Cafer Muhammed İbn Cerir, Câmiu’l-Beyân an Te’vi’l-Ayn’l-Kur’ân, (Yy: Ahmet Subaşı) Ümit Yay. Ümit Yayınları, İstanbul, 1955.
TİRMİZÎ, Fedâilü’l-Kur’ân, (Hazırlayan: Abdullah
Parlayan) Konya, Kitapçılık, ts.
SUYUTÎ, İmam Celâluddîn, el-Itkân fi Ulumi’l-Kur’ân, (Trc: Sakıp Yıldız, H. Avni Çelik) Hikmet
Neşriyat, İstanbul, 1987.
SUYÛTÎ, Celâluddîn, Tedribu^r-Râvi, yy., ts.
ŞÂTİBÎ, el-Muvâfakât, (Trc: Mehmet Erdoğan) İstanbul, 1999.
ZEHEBÎ, Muhammed Hüseyin, et-Tefsir ve’l-Müfessirûn, Mısır, 1976.
ZÜRKÂNÎ, Muhammed Abdulazim, Menâhilû’l-İrfân, Dâru’l-Hadis, Kâhire, 2001.
Dipnotlar
* Süleyman Demirel Üniv. İlahiyat Fak. Yüksek Lisans Öğrencisi, (vuslat_hasan_07@hotmail.com)
1. Mâide, 5/67.
2. Cerrahoğlu, İsmail, Tefsîr Usûlü, T.D.V. Yay., Ankara, 2010, s.232.
3. Müslim, Fedâilü’s-Sahabe, s.216, Shamela.ws. (06.04.2017).
4. Zürkânî, Muhammed Abdulazîm, Menâhilü’l-İrfân, Dâru’l-Hadis, Kâhire,
2001, c.I, s.24.
5. Tirmizi, Tefsir, s.1; Taberî, Ebu Cafer Muhammed İbn Cerir, Câmiu’l-Beyân
an Te’vi’l-Ayn’l- Kur’ân, (Yy: Ahmet Subaşı) Ümit Yay., c.I, s.27.
6. Tirmizi, a.g.e, s.1.
7. Taberî, a.g.e, c.I, s.27; İbn Kesîr, Ebu’l-Fida İsmail, Hadislerle Kur’ân Tefsiri,
(Çev: Komisyon) Çağrı Yay., İstanbul, 1990, c.IV, s.473.
8. İbn Kesir, a.g.e, c.IV, s.473; Suyûtî, İmam Celâluddîn el-Itkân fi Ûlûmi’l-Kur’ân, (Trc: Komisyon)Hikmet Neşriyat, İstanbul, 1987, c.I, s.149.
9. Yûsuf, 12/2.
10. Me’âric, 70/36-37.
11. Suyûtî, Tedribu’r-Râvi, yy., ts., c.I, s.192.
12. Bkz. Subhi Salih, Hadis İlimleri, s.175.
13. Zehebî, Muhammed Hüseyin, et-Tefsir ve’l-Müfessirun, Mısır, 1976, c.I, s.95.
14. Şâtîbi, el-Muvafâkat, (Trc: Mehmet Erdoğan) İstanbul, 1999. c.IV, s.41.
15. Gümüş, Sadreddin, Kur’ân Tefsirinin Kaynakları, İst. 1990, s.77-78.
16. Suyûtî, Itkân, c.I, s.158.
17. Suyûtî, Itkân, c.II, s.239.
18. Bilgi için: bkz. Demirci, Muhsin, Tefsir Tarihi, İfav Yay., Beşinci Baskı, İstanbul, 2009, s.75.
Temmuz/ 2017
53
Yusuf KARAGÖZOĞLU
Bidatçilerin Batıl Söz ve Hakaretlerine
Karşı Selefi Müdafaa Etmek
“
Biraz cesaretli olun da
fikrinizi açıkça beyan edin. Mustafa
İslamoğlu,
Mehmet
Okuyan,
İlhami Güler, Mustafa Öztürk,
Abdulaziz Bayındır, Edip Yüksel vb
bidatçilerle aynı görüşlerdeyseniz
sizi takip eden müslümanlara bunu
belirtin, yok farklı görüşteyseniz
İslamoğlu’nun kanalı olan Hilal Tv
de ne işiniz var?
54 Temmuz/ 2017
”
Halef sonradan gelenler, selefte önceden yaşayanlar anlamındadır; şimdikiler öncekilerin halefi, öncekiler şimdikilerin selefidir. Dikkat edersek adım adım kıyamete
yaklaşıyoruz; tabii ki kıyamet alametleri vuku bulmadan kıyamet kopmayacaktır. Bu alametlerden biri de hiç şüphesiz
selefi salihine tahkir ve tezyif edici söz söylemek, çirkin ve
alaycı bir üslupla hakaret etmektir. Sünneti ihya etmekle
ömrünü tüketen tefsir, hadis, fıkıh ve kelamda ümmetin gözbebeği olan selefin alimlerine dil uzatmak bidatçilerden başkasının işi değildir. O bidatçiler ki, sözleri baldan tatlı ama zehirli, açıklamaları ilmi olmaktan uzak
hissi, nefsi ve tamamen keyfidir. Tüm ümmetin adalet,
doğruluk ve takva yönünden en üstün oldukları üzerinde icma ettikleri Sahabe, Tabiun, Tebeuttabiunun
yanısıra Hadis, Fıkıh ve Mezhep imamları hakkında
iftira etmek, incitici söz söylemek yada hakaretvari
konuşmak ve davranmak kesinlikle bir müslümana
yakışmaz. Mezhep imamlarını beğenmeyen, hadis
imamlarını kabul etmeyen fitneci güruhlar peyda olmuş, daha yediği lokmanın bile helal olup olmadığı
meçhul olan, maaşında faizin olduğu, banka kredisine bulaşmış, ibadetinde gevşek davranan, gösteriş delisi, komşusunun kendisinden razı
olmadığı, dini samimiyetini göremediğimiz muamelatattan aile
hayatına birçok konuda isviçre medeni hukukuna göre
yaşayan nice belamlar,
münafık sosyete hocaları,
işi gücü şer çıkarmak olan
yerli oryantalistleri görmek
sıradanlaştı artık. Bakarsınız Sahabeden Hz.Muaviye’ye, Hz. Ebu Hureyre’ye,
Hz. Aişe validemize, burun
kıvırırlar, Hadis imamlarımızdan
İmam Buhari’ye, İmam Müslim’e,
Mezhep imamlarımızdan İmam-ı Azam
Ebu Hanife’ye, İmam Malik’e, İmam Şafii’ye,
İmam Ahmed bin Hanbel’e dil uzatırlar, neymiş onlar
da bizim gibi birer insan, onları putlaştırmayın yahu
diye söze başlarlar. İslam tarihini taraflı okumak oryantalistlere önce şiadan, daha sonrasında onları
takip eden mutezileden geçmiştir. Nitekim islam tarihinde vuku bulmuş olan üzücü hadiselerden olan
Cemel ve Sıffin savaşlarında Hz. Ali tarafını tutan fitneci Şiiler, Hz. Aişe ve Hz. Muaviye ile onların safında
yer alan sahabileri küfürle itham etmişlerdir.
Gelin isterseniz islam tarihinin tozlu sayfalarından sahabe arasında vuku bulmuş olan bu üzücü hadiseleri Müslüman bakış açısıyla yeniden inceleyelim.
Hicretin 36.yılında meydana gelen Cemel vakasında
sayıları on bini bulan Hz. Ali ve yanındakiler Hz. Osman’ın katillerini tespit edilmesinin ortam ve şartlardan dolayı ertelenmesi gerektiğini düşünürken, sayıları beş ile altı bin civarında olan Hz. Aişe, Hz. Talha
ve Hz. Zübeyr ve yanındakiler Hz. Osman’ın katillerini derhal bulunması görüşündeydiler;
zaten asıl anlaşmazlık bu noktada
belirmeye başladı. Bu üzücü
hadise sonucunda şehid olan
Hz. Talha ve Hz. Zübeyr
için gözyaşı döken Hz. Ali
Hz. Peygamber aleyhisselam’dan duymuş olduğu
bir hadise mebni olarak
Hz. Aişe’yi Medine’ye
gönderdi. Çünkü ikisi arasında vuku bulacakların yer
aldığı hadis şöyledir: Bir gün
Hz. Peygamber Efendimiz: “Ya
Ali ileride seninle Aişe arasında bir ihtilaf çıkacaktır.” diye buyurdu. Hz. Ali -hayretler içerisinde- “Ben mi?”
diye sordu. Efendimiz: “Evet” diye cevap verdi. Bunun üzerine, Hz. Ali: “Haksız taraf ben miyim?”
diye sordu. Efendimiz: “Hayır! Ancak aranızda
bu olay gerçekleştiğinde Aişe’yi iyice gözetip
güvenliğinin sağlandığı yere gönder.” buyurdu.
(İbn Hacer, Fethu’l-Bari, 13/55)
Elbette Hz. Ali kararında daha haklı ve isabetliydi, lakin karşı taraftaki sahabiler Hz.Osman’ın katillerine kısas uygulanması konusunda ictihat etmiştir,
yanılıp hata etseler de bundan dolayı kınanmazlar.
Demek ki takdiri ilahinin böyle olması iktiza edecekti.
Bazı bidatçilerin dile getirdikleri gibi Hz.Aişe, Hz.Talha, Hz. Zübeyr ve beraberindeki sahabiler Hz.Ali’ye
Sünneti ihya etmekle ömrünü tüketen tefsir, hadis, fıkıh ve kelamda
ümmetin gözbebeği olan selefin alimlerine dil uzatmak bidatçilerden başkasının
işi değildir. O bidatçiler ki, sözleri baldan tatlı ama zehirli, açıklamaları ilmi
olmaktan uzak hissi, nefsi ve tamamen keyfidir.
Temmuz/ 2017
55
Tüm ümmetin adalet, doğruluk ve takva yönünden en üstün oldukları
üzerinde icma ettikleri Sahabe, Tabiun, Tebeuttabiunun yanısıra Hadis,
Fıkıh ve Mezhep imamları hakkında iftira etmek, incitici söz söylemek yada
hakaretvari konuşmak ve davranmak kesinlikle bir müslümana yakışmaz.
karşı isyan edip ayaklanma başlatmış olsalardı; Basra’ya değil de, doğrudan Medine’ye giderlerdi. Hiç
öyle olmadı, aksine Hz. Ali onlara karşı hazırladığı
orduyla yol çıktı.
Hicretin 37. yılında vuku bulan Sıffin savaşındaysa, Hz.Ali tarafı yüzbin Hz.Muaviye tarafı yetmiş
bin civarındaydı. İki taraf da karşılıklı şartlar görüşülürken Hz.Muaviye önce amcaoğlu Hz.Osman’ın katilerini teslim edilip ardından biat edeceğini söylerken,
Hz.Ali de hilafeti için önce biat edilip Hz.Osman’ın
katillerinin durumun sonraya bırakılmasını dile getirmiştir. Her iki taraf arasındaki anlaşmazlık bu konuda
çıkmıştır. Hem Cemel hem de Sıffin savaşlarında Hz.
Ali’nin karşı taraftaki sahabilere göre hakka daha yakın oluşu şu emarelerden anlaşılabilir. Hz. Ali safında
savaşan hakkında Resul-i Ekrem (sav)’in, “Vah Ammâr! Kendisini âsi (bâği) bir topluluk öldürecek.” (Buhârî / Salât, 63 Cihad, 17) dediği Ammar
bin Yasirin Hz. Muaviye’nin ordusu tarafından şehid
edilmesi ve haricilerin hakka daha yakın grup tarafından öldürüleceği. Haricilerin öldürüleceğiyle ilgili
olarak Buhari ve Müslim, Ebu Said’den Rasulullalh’ın
(s.a.v.) şöyle buyurduğunu nakletmişlerdir: “Müslümanlar tefrikaya düştüklerinde onlardan bir
fırka (dinden) çıkacak ve iki gruptan daha haklı olanı bu fırkayı öldürecektir” ( Müslim, Zekat:
150: Ebu Davud, Sunnet: 12).
Ehl-i Sünnet uleması da ictihatlarında hata eden
Hz. Muaviye ve beraberindekilerin bir ecir, ictihatında isabet eden Hz. Ali tarafınınsa iki ecir aldığı, ayrıca ictihatından dolayı hata eden müctehid sahabiye
buğzeden kimsenin isyancı olduğu görüşlerini savunmaktadır. Bu konuda ulemadan Hâfız İbni Hacer-i
Mekkî diyor ki: “Hazret-i Ali ve ehl-i beytin hakiki düşmanları Haricî taifesi ile Şam halkından
onlara benzer kimselerdir. Sahabeden Muaviye
ve benzeri değillerdir. Çünkü Muaviye ve arkadaşları Hazret-i Ali ve taraftarlarıyla yaptıkları
münakaşa ve ihtilafları hususunda ictihadlarına dayanıp te’vil sahibi olduklarından dolayı,
Allah’tan onlara bir ecir, Hazret-i Ali ve ona
tabi’ olanlara iki ecir vardır. Allah hepsinden
razı olsun.” (es-Sava’iku’l-Muhrika, Bedir Yayınevi,
s. 348-349) Yine ulemadan İmam-ı Kurtubî diyor
ki: “Ashab arasında birçok muhalefet ve muharebeler olmuştur. Bununla beraber hiç biri
diğerinin nifakına hükmetmemiştir. Onların bu
husustaki hâlleri, ahkâm babında müctehidlerin hâlleri gibidir. Ya hepsi hakka isabet etmiştir denilir, yahut isabet eden bir tanesidir.
Fakat hata eden mazur olur. Çünkü o reyine ve
zannına göre muhataptır. İşte bunlardan birine
meâzallah bir şeyden dolayı buğzeden kimse
âsî olur; tevbe etmesi gerekir.” (Kaynak: A. Davudoğlu, Sahih-i Müslim Tercüme ve Şerhi, Sönmez
Yayınevi, 1983; c.1, Bab:33, s.345)
Ashabın dindeki yerini bilmeden, heva ve hevesine göre konuşanlar, ümmetin fıkıh ve hadis imamlarını pervasızca ve mesnedsizce eleştirenler ya proje
56 Temmuz/ 2017
- Bahaîlikte, herkes malının yüzde beşini, topluadamıdırlar yada cahilliğinden böyle yapıyorlar. Proje
adamları derken aklımıza hemen dinlerarası diyalog mun başında bulunan 19’lar heyetine vermek zorunprojesi gelmeli. Hani şu fetönün ilahiyat profesörü dadır. Fethullahçı organizasyon ve vakıfların başındaSuat Yıldırım’ın mealinde İncil ve Tevrat gibi tahrif ki yönetim kurulu da 19 kişidir.
edilen kaynaklarla Kur’an ayetlerini açıklaması, yetmedi Kelime-i Tevhid’in ikinci kısmı olan “MuhamBahailik demişken şu Amerika’daki meşhur kenmeden Resulullah” kısmının çıkarılması garip de- dini peygamber ilan eden Reşad Halife’nin sadık hizğil mi! Peki ya Zaman Gazetesi’nin, 14 Nisan 2000 metkarı bahai Edip Yüksel’i unutmamak gerek. Kuratarihinde “Diyalogdan düğüne” manşetini verdiği nı Kerim’in 19 mucizesi üzerine kurulduğunu Tevbe
Ayasofya’ya düşürülen haç gölgesi etkinliğine ne di- Suresi’nin son iki ayetinin buna uymadığı için haşa
yeceksiniz? O yıl nisan ayında Harran’daki, ‘Dinler Kuran’a sonradan eklendiğini iddia eder, bu yüzden
Arası Diyalog’ sempozyumunda Hıristiyan Lester babası Molla Sadrettin Yüksel oğlu Edib’in bu ayetKurtz ile Müslüman Mariam Kurtz’a haham, papaz leri inkar ettiği için mürted olup dinden çıktığını ve
ve müftünün huzurunda nikah kıyılmasından söz kendisini evlatlıktan reddettiğini söylemiştir. Benzer
ediyorum. Son dönemde ülkede fitnenin başını çe- şekilde Kayseri’nin önemli alimlerinden olup aynı zaken kendisinde Bahailiğin işaretleri de olduğu tespit manda emekli bir vaiz olan merhum Ahmed İslamoğedilen vatikanın hizmetkarı kardinal papaz fethullah lu da oğlu Mustafa İslamoğlu’nun için “Mustafa’yı
gülen haininin bizlere ibret olması lazım. Semih Tufan şeytanım kadar sevmiyorum, dünyaya fesat daGülaltay, İleri Yayınları’nğıtıyor. Humeyni’nin
dan çıkan “Fethullah
Haricilerin öldürüleceğiyle ilgili birinci adamı! Dua
Müslüman mı?”adlı
adlı kiedelim de Cenab-ı
olarak Buhari ve Müslim, Ebu Said’den
tapta fethullahçıların içinHak hidayet eylesin.
Rasulullalh’ın (s.a.v.) şöyle buyurduğunu Yaşı 55 oldu, torun sade batiniliğin fazla olduğu
risalelere kainat kitabı denakletmişlerdir: “Müslümanlar tefrikaya hibi oldu ama İran kanilmesini, yine bahailerin
düştüklerinde onlardan bir fırka (dinden) falı, Humeyni kafalı,
ev-mabedlerine benzer şeevinin her tarafı İrançıkacak ve iki gruptan daha haklı olanı lıların kitabıyla dolu,
kilde ışıkevleri kurduklarını
anlatır. Devamla kitapta
bu fırkayı öldürecektir” ( Müslim, Zekat: o yüzden babasıyla da
Fethullahçılıkla Bahaî inagörüşemez.” Demişti,
150: Ebu Davud, Sunnet: 12).
nışları arasındaki paralelbuna karşılık Mustafa, da
likler şöyle anlatılır:
babasına “80’e merdi- Bahaîlerde ibadete başlama yaşı 16’dır. Fethullah Gülen de bir kitabında şöyle demektedir: “16
yaşıma kadarki dönemi çocukluk dönemi sayıyorum.”
- Bahaîlikte el öptürmek kesinlikle yasaktır. Fethullah Gülen de el öptürme konusunda şöyle diyor:
“Fevkalade rahatsızlık duyuyorum. El öptürme
prensibim hiç yoktur.”
- Bahaîler, camiye girmez, cemaatle namaz kılmaz. Sadece cenaze namazı kılarlar. Gülaltay’a göre,
Fethullah Gülen’in de cenaze namazı dışında camiye
girip namaz kıldığını şu ana kadar kimse görmemiştir.
- Bahaîlikte kurban kesilmez. Ünlü Fethullahçı bilim adamlarından birisi de katıldığı bir tartışma
programında kurban kesmeyi hayvan katliamı olarak
nitelendirmiştir.
ven dayamış, şuuru bir gidip bir gelen” bunadı
demeye getirmişti. Babasına böyle diyen aynı Mustafa İslamoğlu yakın zamanda fethullah hainine “O
bir âlim, hadi bir Fethullah Hoca yetiştirin de
göreyim sizi. Hattâ Hoca’nın ayakkabısını yetiştirin, alnınızdan öpeyim sizin.”diyerek methiyeler dizmişti. Yine mason olan üstadı Afgani için “hepiniz toplansanız Afgani’nin tuvalet
bezi bile olamazsınız” demişti.
İslamoğlun’un bu gerçek alimlere cephe alıp sahte kahramanları övdüğü bu nakaratlarından sonra
hezeyanlarına ve ifsadlarına bir göz atalım. İhsan Şenocak hoca oryantalistlerin hadisleri itibarsızlaştırma
ve hadislerin üzerinde şüphe uyandırma çalışmalarına ithafen söylediği Buhari ve Müslim çökerse İslam
çöker başlıklı konuşması neo - mutezili, ehl-i bidatten
Mustafa İslamoğlu’na çok dokunmuş olacak ki Çay
Temmuz/ 2017
57
TV’deki sunucuyla olan diyaloğunda; o kıt aklıyla konuyu hadislere getirmesi beklenilirken kişi üzerinde
değerlendirme yaparak Peygamberimiz bile Allah’ın
vekili değilken kim Buharî’yi Allah’ın vekili ilan ediyor veya Allah’ın yerine geçiriyor? diyor. Daha sonra
Sunucunun: “Hocam şöyle desek doğru olmaz
mı? Şimdi bunu söyleyen kişi aslında bir yerde doğru söylüyor yani. Buharî çökerse uydurulan din çöker. Sözüne karşılık önceden fikir
birliği edercesine, islamın
rükunlarına saldırmayı kendine sanki bir
görevmiş gibi telakki
eden İslamoğlu: Hah
uydurulmuş İslâm çöker. Bunu düzeltelim
o zaman kendisi düzeltsin. Evet, doğrudur
uydurulmuş din çöker,aynen doğru, aynen
öyle.” diyor(1).
Yine yerli oryantalist Mustafa İslamoğlu demiş ki ; “İmam-ı Azam’da
insan, ben de insanım. O kendi devrine göre fetva vermiştir, ancak bu fetvalar bu
zamanda geçerli değil.” Yine başka bir konuşmasında “O da ehl-i rey bende ehl-i reyim” diyerek
kendini günümüzün müçtehidi görmektedir. Belki
denebilir ki İmam Ebu Hanife (r.a) ehl-i rey diye mi
böyle diyor islamoğlu, hayır çünkü aynı Ebu Hanife
(r.a), Benden sahih hadise aykırı görüş sadır olursa,
onu bırakıp sahih hadisle hükmediniz. demiştir. Gündemde kalmak için bir programda İslamoğlu, İmam
Ahmed b. Hanbel’(r.a) in, devletle barıştıktan sonra,
Müsned’inden zalim sultanla ilgili rivayetleri attığını
iddia etmişti. Bunlardan başka göze çarpan en
bariz küstahça açıklaması, Allah’ın ismi anılırken celle cellaluhu demenin ve Peygamber
(as.)’e salavat getirmenin protokol olduğunu
{
yani diğer tabirle yağcılık olduğunu söylemesidir. Söylediğiyle imtihan olan İslamoğlu’na arkadaşı Engin Noyan, Hilal Tv’deki Vahyin Penceresi programında hoca yerine Mustafa diye
hitap ettiği için protokole uymadığı için yani
yağcılık yapmadığı için görevinden alınmış.
İlginç değil mi? Sayın islamoğlu Peygamberi Zişan’a
(SAV) karşı edepsizlik ve hürmetsizlik
yapınca iyi de birisi sana yapınca mı
kötü oluyor? Üstelik samimi arkadaşın yıllarca yanında çalışan
biri o kadar büyük egon
mu var ki tatmin olmuyor;
görünen o ki nefsin seni
esir etmiş kendine.
Yine namaz bu
ümmetin başına beladır diyen deist Yaşar
Nuri öldüğü zaman
birçok insanı Kuran’la
buluşturduğunu anımsatarak ona rahmet dileyen
Caner Taslaman, Emre Dorman
ve Mehmet Okuyan üçlüsü ekranlarda milletin itikadıyla alay ediyorlar, adeta beyinlere zehir enjekte ediyorlar.
Televizyonlar yetmiyormuş gibi bir de üniversite öğrencilerine ve sivil toplum kuruluşlarının organize ettiği konferanslarda boy gösteriyorlar, bakıyorsunuz
kızlı erkekli karma sohbetler başını almış gidiyor, romantik islamcı kızlar onlarla fotoğraf
karesinde olmak için can atıyorlar. Haremlik
-selamlığa neden dikkat etsinler ki, tv’lerde
baldırı çıplak dekolteli sunucu görmeye alışık
değiller mi? Öyle ya bu (z)alimlere! Din öğretmeye mi kalkıyorsunuz? Siz kim oluyorsunuz
ki bu belamlara din öğretiyorsunuz? Söyler misiniz? Söz namahremden açılmışken bir Kuran
talebesi (!) olan Mehmet Okuyan’ın hezeyanını
anlatmak yerinde olacak sanırım. https://www.
}
Mustafa İslamoğlu demiş ki ; “İmam-ı Azam’da insan, ben de
insanım. O kendi devrine göre fetva vermiştir, ancak bu fetvalar bu
zamanda geçerli değil.” Yine başka bir konuşmasında “O da ehl-i rey
bende ehl-i reyim” diyerek kendini günümüzün müçtehidi görmektedir.
58 Temmuz/ 2017
youtube.com/watch?v=JzTfK4-m-GU bu linkte Okuyan dostlarının eşleriyle aynı ortamı paylaşmış haremlik - selamlığa dikkat etmemiş, kendisini dinleyenlere de ali cengiz oyunu yaparak kendince Kuran’dan
delil getirip yutturuyor, hatta bu ortama rıza göstermeyen annesini de ikna etmeye çalışıyor. Aslında
sadece bu mahrem meselesi bile bu modernist
- mealcilerin tanınması için turnusol kağıdı
hükmündedir. Mehmet Okuyan’ın bu videosuna karşılık tüm bidatçileri her hâlükârda münazaraya davet eden İhsan Şenocak hocadan
cevap gelmekte gecikmedi. Lisanı haliyle şöyle
der gibiydi, bak Mehmet Okuyan sen Samsun
Ondokuz Üniversitesinde hocasın, verdiğin seküler ilahiyat eğitimiyle öğrencileri zehirliyorsun; bende sana yakınım Samsun’da İFAM’da
medrese hocasıyım, senin çapın ne ki, seninle
tartışmak için benim gelmeme gerek de yok
yani. Eğer istersen öğrencilerimi gönderirim,
bu sana yeter.
Şimdi de iki ilahiyatçı profesörden yapılmayacak
büyük gaflardan bahsetmek yerinde olacak. Öncelikle islamı modern – seküler – tarihselci bir şekilde
yorumlayan haşa (!) Kurandaki bazı ayetlerin hükmünün evrensel olmadığının, hitabının indiği ortamla sınırlı olduğunu diyecek kadar küfür ve zındıklıkta
ileri giden İlhami Gülerin gafından bahsedeyim. Ali
Eren hocanın İlhami Güler için söylediği beni hâricilikle suçlayınca, “Namaz kılmadığınız söyleniyor,
doğru mu?” diye sorduğumda yüzü kızardı, dediği
kişidir. Okuyanın gafına gelince… İnternetteki
bir videosunda Okuyan abdestsiz namaz kıl-
Yine namaz bu ümmetin
başına beladır diyen deist Yaşar Nuri
öldüğü zaman birçok insanı Kuran’la
buluşturduğunu anımsatarak ona
rahmet dileyen Caner Taslaman,
Emre Dorman ve Mehmet Okuyan
üçlüsü ekranlarda milletin itikadıyla
alay ediyorlar, adeta beyinlere zehir
enjekte ediyorlar.
dırdığını, Kur’an’da apaçık abdest ayetleri olmasına rağmen abdestsiz olduğunu bile bile
namazına devam ettiğini laubali bir şekilde
anlatıyor. Bir de “abdest bu kadar önemliyse” diyor Yaradana, Zekeriyya (as) gibi bir işaret
ver bana. Abdest almak sanki çok zormuş gibi
kendine kılıf buluyor, hani Zekeriyya (as) çocuk ile
müjdelenince “Rabbim bana bir işaret göster”
(Al-i imran / 41) demişti ya, sayın mealcimiz ciddiyet vakardan uzak bir şekilde zorlama tevil yaparak
böylelikle Kuran’dan işine geleni almış oluyor (https://
www.youtube.com/watch?v=fGN_zfikhZA). Hariciler
hakem olayında Hz. Ali’nin “hüküm yalnızca Allah’a aittir” (el hukmu lillah) (Yusuf / 40) ayetinin
gereğince hükmetmeyip beşerin hükmünü kabul ettiği
için küfre girdiğini söylemişlerdi. Bunsa karşılık Hz. Ali
(r.a) onlara: Söyledikleriniz haktır; ama bu sözle
kastettiğiniz batıldır, yanıtını vermiştir. Bizde
diyoruz ki sayın Okuyan zikrettiğin ayet haktır,
ama bununla söylemek istediğin mana batılın
kendisidir. Şunu da söylemeden edemeyecem.
O pek muhterem (!) hocalarının ibadetin şartı olan
abdesti es geçmesine dini eğlenceye alırcasına
kahkahayla karşılayan İslamcı gençler – yetişkinler, size söylüyorum dine alay etmek hoşunuza gitti mi? Eğlencenizi böldüm mü yoksa?
Afedersiniz rahatsız etmeyeyim.
Gelelim diğer bidatçilerin dikkati şayan oyunlarına. Deist Yaşar Nuri, Emre Dormanı da Kuran’la tanıştırmış baksanıza ne diyor münkir
Emre “Kur’an’dan başka hadis yoktur!” Tıpkı
üstadı Yaşar Nuri’nin Kuran’daki İslam kitabının 214.sayfasında Yusuf Suresi’nin 111.ayetinin mealini Bu Kuran uydurulmuş bir hadis
değildir olarak vermesi gibi. Hâlbuki sözkonusu
Temmuz/ 2017
59
Televizyonlar yetmiyormuş gibi bir de üniversite öğrencilerine ve sivil
toplum kuruluşlarının organize ettiği konferanslarda boy gösteriyorlar,
bakıyorsunuz kızlı erkekli karma sohbetler başını almış gidiyor, romantik
islamcı kızlar onlarla fotoğraf karesinde olmak için can atıyorlar.
mealin orjinali Bu Kuran uydurulmuş bir söz değildir olacak, ee peki ne beklersiniz münkir deist
Yaşar Nuri’den? Meale bu manayı vermekle
hem ayetin manasını değiştirmiş oluyor, hem
de hadislerin uydurma olduğunun altını kalın
çizerek ısrarla vurgu yapıyor. Sonuç olarak da
dalaleti hak diye bizlere sunuyor, bilmeyen avam da
kolayca inanıyor, oyun büyük, onun inkâr bayrağını
ekranların yeni gözdeleri din, bilim ve felsefeyi birbirine karıştırıp cacık yapan Caner Taslaman’la Emre
Dorman almış durumda (2).
Uydurulan dinden indirilen dine sloganıyla
kendilerine taban bulmaya çalışan İslamoğlu,
Okuyan ve Taslaman üçlüsü Fatih Altaylı’nın
Habertürk kanalında sunuculuğunu yaptığı
Teke Tek programında Işid terör örgütünün
beslendiği kaynağın geleneksel din kültürü
olan Ehl-i Sünnet algısı olduğu üzerinde mu-
tabıktılar. İslamı enine boyuna tartışmaya açarak
onda şüphe, hata ve yanılgı diyebilecekleri birşeyler
bulma telaşına giriyorlar. Darwinist - evrimci Caner Taslaman İslam Fıkhını hedef alırken, İslamoğlu
Hadisleri eleştiriyor, Okuyan da bunları Kuran üzerinden destekliyordu. Halbuki cehennem köpekleri
olan Işid’in Irak ve Suriye’de katlettiği müslümanlar
çoğunlukla Ehl-i Sünnet, yine mezhebi farklı olan
İran’ın bile keyfi olarak bir bahane bulup astırdığı
müslümanlar da Ehl-i Sünnet, hal böyleyken hem
Ehl-i Sünnet müntesipleri zulme maruz kalacak, hem
de onları İcma-ı Ümmetin sarıldığı Sevadul Azam’ın
inancı olan Ehl-i Sünneti algı operasyonuyla gözden
düşürüp iftira ve hakaretlere kurban edeceksiniz,
adeta linç edercesine onu aşağılamaya çalışacaksınız. Velhasıl-ı kelam bu sahte din tüccarlarının ekranlarda rahatça koltuklarına dayanarak Ehl-i Sünnet etrafında yaygara koparmaları, tükenişlerinin ve
dikkate alınmayışlarının göstergesidir.
Evrimci Taslaman bir açıklamasında bu kadarına
da pes denebilecek, küstahça kepazece bir üslup kullanarak mezhepler ensest ilişkiye kapı açıyor başlığı
altında Kuran’da çocuklarınız size haram kılındı diyor;
ama evlilik yoluyla meydana gelsin gelmesin ayırt etmiyor.. Şafii ve Maliki nasıl olur da kişinin zina mahsulü çocuğuyla evlenmesini caiz görüyor, diyor. Ortada anlaşılmayacak bir durum yok ki, zina mahsulü
kız çocuk neden haram olsun ki, zira haram olması
için nesep (soy), süt ve sıhriyyet (yakınlık) sebeplerinden birini taşıması gerekiyor. Bu sebeplerden hiçbirini taşımıyorsa ve Nisa Suresi’nin 23-24. ayetlerinde evlenilmesi yasak olanlar içinde zindan doğan
kız çocuğu olmadığına göre mezheplerin görüşüne
kimse itiraz edemez (3).görünen o ki, Taslaman’daki
yanılgının cehalete dönüşmesi ona İslamoğlu’ndan
sirayet etmiş gözüküyor, nitekim daha önce İslamoğlu aynı mügalatayı evlatlığın mahremiyetini dile
getirirken yapmıştı. İslamoğlu kendi Gerekçeli Mea-
60 Temmuz/ 2017
li’nde Nisa Suresi’ni 23.ayetini 10 nolu dipnotunu da ondan. Soruyorum Abdullah Yıldız ve Ramazan
izah ederken; üvey kızın üvey babaya haram olma Kayan hocalara; ümmetin alimlerine ve selefi saşartını aynı evde bir arada olma şartına bağlar, bunu lihinin büyüklerine dil uzatırken, mezhepler ve
da İbn-i Hazm’ın Hz. Ali ve Hz. Ömer’e dayandırdığı hadisler üzerinden dini yıkmaya çalışırken susşaz ve zayıf rivayetle destekler. Hâlbuki mahremiyet mayı tercih eden siz beyefendiler! Biraz cesa(haram olma) üvey babanın üvey kızın annesini ni- retli olun da fikrinizi açıkça beyan edin. Muskahına alıp onunla zifafa (ilişkiye) girmesiyle olur. tafa İslamoğlu, Mehmet Okuyan, İlhami Güler,
İlgili ayetin devamında 9 nolu dipnotta da: evlatlık Mustafa Öztürk, Abdulaziz Bayındır, Edip Yükalınan anasız - babasız veya analı - babalı yetim ve
sel vb bidatçilerle aynı görüşlerdeyseniz sizi
öksüz kimselerin evlat edinilmesi sırasında oluşabiletakip eden müslümanlara bunu belirtin, yok
cek mahremiyet problemlerini aşmada bir çıkış yolu
farklı görüşteyseniz İslamoğlu’nun kanalı olan
olarak görülebilir, demektedir. Yani kendince evlat
Hilal Tv de ne işiniz var? Bugüne kadar onunla
edinen kişinin evlatlıkla evlenmesinin haram olduve onun gibi düşünenlerle bu meseleleri konuşup tüğunu ima etmeye çalışıyor, üstelik bunu mahremiyet
sebebi olarak ekliyor, oysaki ayetten evlatlılarla ev- münü hakka ve hayra davet ettiniz mi hiç? Durum
lenmenin helal olacağı anlaşılmalı. Nitekim böyle çok vahim gerçekten (!),fındık kadar putperest
olmasaydı Allah’ın Resulü (as) evladlığı olan akıllarıyla görüşlerini birer din haline getirmeZeyd’in (r.a) boşadığı eşi Zeynep binti Cahş(r. ye çalışan bu din tahripçileri sizin gündeminizde yok mu? Yoksa
anha) ile evlenir miydi? Şimdi haşa ve kella
Yakın zamanda da Ebubekir Sifil bunlar size göre basit meselemi? BunlaPeygamberimiz
(sav)
hoca İHH ile kardeş STK’ların birlikte
(4,5)
haram mı işledi?
rın hepsi acilen yanıt
düzenlediği Diriliş Buluşmalarından bekleyen sorular….
Bakıyorsunuz ağzı
ayrılmak zorunda kaldı, Neden mi?
süt kokan ilahiyat meSözlerin
noktalarÇünkü Diriliş Buluşmalarına katılan
zunu yeni yetme tosundiğer hocalar (Abdullah Yıldız ve Ramazan ken tavan yapmış yükcuklar bu şirret kişilersek egolarını ve isyancı
Kayan) bidatçilerle aralarına mesafe
den etkilenmiş olmalı
nefislerinin kurbanı olan
ki Şefaati, Kabir azakoymuyordu da ondan.
zevatların selefin büyükbını, Mucizeyi, Miracı,
lerinin ilimlerini hazmeNüzul-u İsa’yı, Sünnet
demediklerinden dolayı
dışı vahyi vb. daha birçok islamın rükünlerini
onlara düşmanlık yapıp kin güderek hürmetsizlik ve
inkâr ediyorlar. Bunlardan bazısını Kuran’da yok
saygısızlık yaptıklarını müşahade ettik. Sarfedilen
diye bazısını da Kuran’dan farklı yorumlayarak inkâr
yolunu seçerler, bu münkir bidatçilerin arkasında ka- kötü, çirkin söz ve davranışların hataen değil,
tiyyen namaz kılınmaz. Eskilerden islamcı geçinen kasten; hüsn-ü niyetle değil bilinçlice yaptıkErcümend Özkan vardı; hadisleri ve sünneti inkar larını unutmamak gerekir, en dayanılmazı da
ediyordu, öldüğü zaman Mehmet Emin Akın hoca ile bedeni saran bir ur gibi içimizde yuvalanıp
Hüsnü Aktaş hoca bunun cenaze namazına gitmedi. büyüyen bu hastalığın suret-i haktan görünüp
Neden gitmediler? Çünkü sünneti inkar etmek en bü- bize yavaş yavaş batılı empoze etmeleridir.
yük itaatsizlik, en büyük cürüm öyle değil mi? Sünneti inkar edenin cenaze namazına gidilmez de ondan,
Kaynaklar
bakmayın cenazeye giden diğer (z)alim geçinenlere! 1)http://www.dirayet.com/reddiye/buhari-cokerse-islam-cokmez-mi-yahut-bir-islamoglu-demagojisi-i/
Yakın zamanda da Ebubekir Sifil hoca İHH ile 2) Bknz: Hangi İslam (Yaşar Nuri Öztürk’ün Kuran’daki İslam Kitabına Bir Eleşkardeş STK’ların birlikte düzenlediği Diriliş tiri) / sayfa; 167-168 / Mustafa Varlı TDV Yayınları)
3) http://www.musellem.net/kisa-bir-osman-caner-taslaman-zihniyeti-analizi/
Buluşmalarından ayrılmak zorunda kaldı, Ne- 4) Gerekçeli Meal’in Gerekçesiz İddiaları Mustafa İslamoğlu’nun Kur’an Anlayışı
den mi? Çünkü Diriliş Buluşmalarına katılan / sayfa; 335-336 / Hidayet Zertürk / Kişisel Yayınlar
5) Mustafa İslamoğlu’nun Batıl Görüşlerine Karşı Hak Söz / sayfa; 106-113 /
diğer hocalar (Abdullah Yıldız ve Ramazan Ka- Talha Alp, Hüsamettin Vanlıoğlu, Abdullah Hiçdönmez, Muhammed Yelkenci,
yan) bidatçilerle aralarına mesafe koymuyordu Fatih Kalender, Emin Ali Yüksel / Arifan Yayınları
Temmuz/ 2017
61
Ersan BİLGİN
Rasulullah’ın Aile-İ Saadetleri
“
diyor
Hz.
ki;
Aişe,
Rasulullah’a
- “Allah (cc), senin geçmiş ve
gelecek hatalarını bağışlamışken,
niçin
bu
kadar
meşakkate
katlanıyorsun?” Rasulullah (sas)
buy urdu:
- “Şükreden bir kul olmayayım
mı?”
(Buhari)
62 Temmuz/ 2017
”
- “Dünya Onların Olsun”
- Bir gün Hz. Ömer (ra), Sevgili Peygamberimiz’in evinde hasırın üzerinde yattığını ve vücudunda hasırın izlerinin
olduğunu görünce ağlamış ve Efendimiz’e (sas):
- “Ya Rasulallah! Allah’a dua et de ümmetine genişlik versin. Kisra ve Kayser’in nasıl yaşadığı malum! halbuki Sen, Allah’ın elçisisin”, demiş ve Efendimiz de, ona:
- “Dünyanın onların, ahiretin de senin (Müslümanların) olmasını istemez misin?” buyurmuştur.
(Müslim)
- Hane-i Saadetleri Küçücüktü
Hane-i Saadetleri mütevazı ve sade olduğu gibi
O’nun (as) arzu ve tavsiye ettiği şekilde geniş de de-
ğildi, bir kısmı taştan ve bir kısmı da kerpiçten olup üzerleri hurma kütüğü ve dalları ile
örtülmüştü.
Bu konuda Hz. Aişe’ye (r.anha) kulak veriyoruz: “Ben Rasulullah’ın karşısında, ayaklarım
secde edeceği yere gelecek şekilde
uyurdum. Secdeye varacağı zaman eliyle uyarırdı ve ayaklarımı geri çekerdim. Secdeden kalktığı zaman yine
uzatırdım.” (Müsned)
- Rasulullah Evinde Ne Yapardı?
Peki, “en güzel örnek”, Rasûlullah (sas) evinde
ne yapardı? Sahabe bu soruyu
Hz. Aişe Validemiz’e sordu. O (ra),
şöyle cevap verdi: “Herkes evinde
ne yaparsa onu yapardı. Elbisesini yamar, ayakkabısını tamir eder, koyunları sağar,
kendi işini kendi yapardı. Namaz vakti gelince
mescide geçerdi.” (Müsned) Yine O (as), eşyasını
kendisi taşır, kimseye yük olmazdı. (Heysemi)
- Hayatları gibi yemekleri de gayet sade idi.
“Ben ancak bir kulum. Kulun yediği gibi yer,
kulun içtiği gibi içerim.” (Feyz’ul Kadir)
Kardeşim, Müslüman ailesine karşı da en iyi davranan kimsedir.
- “Yarışalım Mı ?”
- Aişe Validemiz’in anlattığına göre; evliliklerinin
ilk yıllarında Rasûlullah (sas) ile bir sefere giderken,
Nebi (sas) yanındaki sahabilere, “siz yürüye durun”, buyurdu. Sahabiler, bir hayli yürüdükten sonra Hz. Aişe’ye -“Yarışalım mı?” diye sordu. Aişe
Validemiz, bu teklifi sevinerek kabul edince yarıştılar.
Genç olan Hz. Aişe (ra), yarışı kazandı.
Aradan yıllar geçtikten sonra yine bir seferde beraberdiler. Sevgili Peygamberimiz
(sas), “yarışalım mı?” diye sordu.
Hz. Aişe, bir zamanlar yaptıkları
yarışı hatırlayarak teklifi memnûniyetle kabul etti. Yarıştılar;
bu defa da Hz. Aişe kaybetti.
Çünkü kendi ifadesiyle söyleyecek olursak, kilo almış
ve biraz şişmanlamıştı. Hz.
Peygamberimiz (sas) gülerek
(Müsned), “Bu, vaktiyle kazandığın müsabakanın rövanşıdır” buyurdu…
Kardeşim, bütün bunlar ailede
sevgiye ve muhabbete vesile olan güzel şeyler olduğu için Efendimiz, biz ümmetine de güzel bir
örnek oluyordu. Aile hayatı sevgi, iletişim ve fedakarlıkla yürür.
- “Eli Uzun Olanınız..!”
Hz. Aişe validemizin anlattığına göre, Ezvâc-ı tâhirât (mübarek hanımları) birgün Peygamber Efendimiz’in (sas) yanında toplanmışlardı. Sordular: - “Ya
Rasûlallah! Senin vefatından sonra, en önce
hangimiz sana kavuşacağız?”
Hz. Peygamberimiz: - “Eli uzun olanınız” buyurdu. Aişe (r.anha) söze devamla diyor ki: “Elimize bir kamış çubuk aldık; kollarımızı ölçmeye
başladık. Sonra öğrendik ki; uzun kollu de-
Mübar evladı İbrahim, vefat edince Şefkat ve Rahmet Peygamberi Efendimiz
Mübarek
(sas), ağlamış ve şöyle demiştir:
- “Göz ağlar, kalp üzülür. Fakat biz, üzüntümüzden dolayı Allah’ın (cc)
rızasına uymayan söz sarfetmeyiz. Vallahi Ey İbrahim! ölümün sebebiyle hepimiz
üzgünüz.” (Müslim)
Temmuz/ 2017
63
- Bir gün Rasulullah (as), Ebuzer radıyallahu anh’a dedi ki; “Ya Ebu Zer! Çorba
pişirdiğin zaman suyunu çok koy ve komşularını gözet (ikram et.)” (Müslim)
- Efendimiz (sas), “Komşusu aç iken, karnını doyuran kimse gerçek mümin
değildir” (Hakim) ilkesini bizzat kendileri uygulamışlardır.
mek, bol sadaka veren, eli açık kimse demektir. Bununla beraber Peygamberimiz’in (sas)
vefatından sonra içimizden O’na en önce kavuşan yine de Sevde oldu. Çünkü Sevde (r.anha),
sadaka vermeyi çok severdi.”
boyunca hoşgörüyle muamele edip hiçbir eleştiride
bulunmaması bu asalet, merhamet ve nezaketin en
güzel örneklerindendir.
- Rasulullah buyurdu: “Evet, ben de şaka yaparım, fakat şaka yaparken bile sadece hakikati söylerim.” (Buhari)
- Rasulullah (as), sabah olup evinden çıktığında
kapısının önüne konulmuş insan ve hayvan pisliklerini
gördü. Azılı müşrik amcası Ebû Leheb ve diğer komşusu Ukbe b. Ebî Muayt yıllar boyu bıkıp usanmadan
tüm bu pislikleri, dikenleri kapısının önüne koyar; her
türlü çirkinliği, arsızlığı yaparlardı. “Ey Abdumenâf
oğulları, bu nasıl komşuluk!” diye seslendi, cevap veren olmadı. Oysaki O (as), komşularına çok iyi
davranır, ikramlarda bulunurdu. (İbn Sa’d)
- Göz Ağlar, Kalb Üzülür!
Mübarek evladı İbrahim, vefat edince Şefkat ve
Rahmet Peygamberi Efendimiz (sas), ağlamış ve şöyle
demiştir:
- “Göz ağlar, kalp üzülür. Fakat biz, üzüntümüzden dolayı Allah’ın (cc) rızasına uymayan
söz sarfetmeyiz. Vallahi Ey İbrahim! ölümün
sebebiyle hepimiz üzgünüz.” (Müslim)
- Nezakette De Lider
Hane-i saadetlerinde Efendimiz’in yanında bulunan Hz. Enes b. Mâlik radıyallahu anh’ın şöyle dediği nakledilmiştir: “Peygamber aleyhisselâm’a
on yıl hizmet ettim. Bu süre zarfında bana bir
kere bile ‘öf’ demedi (en küçük bir azarını bile
işitmedim). Yaptığım bir şeyden dolayı, ‘Onu
niçin öyle yaptın?’; yapmadığım bir şeyden dolayı da, ‘Onu niçin yapmadın?’ demedi (Beni
eleştirip rencide etmedi).” (Buhârî)
Rabbimiz (cc), Sevgili Elçisi’ni (sas) överken,
“Muhakkak ki sen yüce bir ahlâka sahipsin.”
buyurmaktadır. [Kalem Sûresi 68/4] Çocukluğundan itibaren yanında kalan Hz. Enes’e (r.a), on sene
64 Temmuz/ 2017
- “Bu Nasıl Komşuluk!”
- İslam’ın yüce davetçisi bir keresinde: “Benim
Allah yolunda çektiğim eziyeti hiç kimse çekmedi. Benim Allah yolunda korkutulduğum
kadar hiç kimse korkutulmadı. Bilal’le öyle
otuz gün geçirdik ki, Bilal’in koltuğu altında
saklayabildiğinden başka bir canlının yiyeceği
kadar bir şeyimiz yoktu.” buyurmuştu. [Tirmizî,
Kıyamet 34]
- “Komşusu Açken …”
- Bir gün Rasulullah (as), Ebuzer radıyallahu
anh’a dedi ki; “Ya Ebu Zer! Çorba pişirdiğin zaman suyunu çok koy ve komşularını gözet (ikram et.)” (Müslim)
- Efendimiz (sas), “Komşusu aç iken, karnını
doyuran kimse gerçek mümin değildir” (Hakim)
ilkesini bizzat kendileri uygulamışlardır.
- Rasulullah aleyhisselam buyurdu ki: “Cebrail (as) bana komşuya iyiliği ve ikramı o kadar
tavsiye etti ki, komşuyu komşuya mirasçı yapacak zannettim.” (Buhari ve Müslim)
- Verdiğin Senindir!
- En Güzel Örneğimiz Örneğimiz ve Önderimiz
Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem)’ın ev halkı bir
koyun kesmişlerdi. Hepsini infak etmişler sadece kürek kemiği kalmıştı. Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve
sellem): - ‘’Ey Aişe! Koyundan geriye ne kaldı?’’
diye sordu.
Hazreti Aişe: - “Yalnız kürek kemiği kaldı”,
cevabını verdi. Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) da: - “Hayır, kürek kemiğinin dışında hepsi
bize kaldı, verdiğin senindir Ya Aişe” buyurdu.
(Tirmizi/Sıfatu’l-Kıyame 34) Bize kalan, bize faydası
olan bizim verdiğimizdir, buyuruyor Efendimiz (sas).
Verince büyük mükafatlara nail olacağımızı Rabbimiz şöyle ilan ediyor: “Gece-gündüz, gizli-açık,
Allah yolunda mallarını infak edenlerin Rableri katında mükâfatları vardır. Bunlar için korku
ve üzüntü yoktur.” [Bakara, 247]
- “Şükreden Bir Kul, Olmayayım Mı ?”
Müminlerin annesi, Aişe radıyallahu anhâ’dan
rivayet edildiğine göre Sevgili Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve selem, gece ayakları şişinceye kadar
namaz kılardı. Hz. Aişe, Rasulullah’a diyor ki;
- “Allah (cc), senin geçmiş ve gelecek hatalarını bağışlamışken, niçin bu kadar meşakkate katlanıyorsun?” Rasulullah (sas) buyurdu:
- “Şükreden bir kul olmayayım mı?”
(Buhari)
Evet, şükreden bir kul olmanın yolu Rabbimiz’e
samimiyetle yönelmekten geçmektedir. “İslam hayattır” şuuruyla, ecel gelinceye kadar kulluktan ayrılmamalıyız.
Temmuz/ 2017
65
Bahaddin ELÇİ
İslam’dan Başka Hak Din Var Mı?
“
“Allah’ım bize Hakkı Hak
olarak bilip ona uymayı, Batılı
batıl olarak bilip ondan kaçınmayı
nasip eyle ve ayaklarımızı senin
dinin üzerinde sabit kıl.”
66 Temmuz/ 2017
”
Hz. Adem’den beri Hak ile batıl mücadelesi var
olup, kıyamete kadar da sürecektir.
Bir tarafta HAKKI temsilen, Hak adına yeryüzünde tevhid, İmar, adalet, ıslahat için cihad edenler ki bunlar başta peygamberler olmak üzere “İşittik, itaat ettik” diyen
Müslümanlardır.
Öbür tarafta BATIL’ı, temsilen, batıl(şirk) adına, mücadele ederek yeryüzünde ifsada, tahribe ve zulme çalışan
bunu açıkça da ifade eden “İşittik, isyan ettik” diyenler
ki, bunlar Siyonistler ve onların kontrolündekilerdir. Bunlar
Batıl cephesini oluştururlar.
Birinciler Hak da hayır da, iyilikte birbirleriyle
yarışırlarken BATIL’a karşı da birlikte mücadele ederler.
İkinciler ise ifsatta, şerde, zulümde yarışırlar ve
bunu engellemeye çalışan müslümanların öncüleriyle mücadele ederler. Hangi taraf daha çok çalışırsa,
Rabbül alemin o tarafa egemenlik verir.
Bu iki sınıf dışında bir üçüncüsü vardır
ki bunlar “işittik, itaat ettik” deyip, sözünde durmayan ve “Islah
edicilerdeniz” demek suretiyle ifsat edenlerdir. Asıl tehlikeli olan bu zümredir.
Bu sınıf doğal olarak
BATIL sınıfında konumlanmıştır, ifsad edenler
hemen her değeri ifsada
çalışırlar. Dini, nesli, tabiatı,
tüm değerleri, nimetleri bozmaya çalışırlar. İşte insanların
genleriyle, bitkilerin, hayvanların genleriyle oynandığı bugün ortaya çıktı.
İşte Siyonizm, Katolik projesi olduğu tartışılmayan “Dinler arası diyalog”, “Ilımlı İslam” projeleri, oryantalizm, misyonerlik de yegane HAK olan
İslam’la çeşitli yöntemleri kullanarak savaşmakta
onun tahrife, tebdile, tağyire dönüştürmeye özellikle
cihatsız, siyasetsiz hukuksuz bir din algısı oluşturmaya çalışmakta olup, epeyce de mesafe kat ettiği acı
bir gerçek…
İşte bu çalışmaların sonucu dünya da ki özellikle
İslam coğrafyasındaki kan ve gözyaşları ortada. Islah
ediyoruz diyolar, ifsad ediyorlar.
Müslümanlar ki bir millet, küfür de bir millet.
Küresel zalimler, karşılarında tek rakip ve düş-
man olarak gördükleri İSLAM’la ve Müslümanlarla
savaşmakta hem de Müslümanları kullanmaktalar.
Müslümanların önde gelenlerini bir şekilde ikna edebilmekteler. Bunun için İslam’ın özellikle Kur’an’In
temel kavramlarıyla oynamakta, onların İçlerini boşaltmakta, anlamlarını daraltmakta veya
değiştirmektedirler. İşte bunlar da
birisi de HAK kavramıdır. Diyanet İşleri başkanlığımız bu ramazanda HAK kavramına
vurgu yapmaktadır. Bu son
derece memnuniyet vericidir. Muhterem başkanımızın vakarı ve söylemi bizi
sevindiriyor. Ancak bu hak
vurgusu
münasebetiyle
Türkiye Diyanet Vakfı İslam
Ansiklopedisi ne başvurduğumuzda Hak kavramıyla ilgili aşağıdaki beyanlar bizi hem
çok şaşırtmış, hem de üzmüştür. Bu
şaşkınlık ve üzüntüyle yazımızı kaleme
almak zorunda kaldık. Bu konuda yazı yazmak
bize de düşmemeliydi.
Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi 15.
Cild 137. Ve 138. Sayfa.
HAK ile ilgili maddeden:
“Nitekim kitabi dinlerden birine mensup
olanların ve Müslümanlara ehl-i sünnet ve-l cemaat mezhebinden olanlara “ehl-i hak” , bunların dışındaki din ve mezhep mensuplarına da
“ehl-i batıl” (ehl-i dalal) ismi verilmiştir.”
Bu ifadede Yahudilik ve Hristiyanlık adları geçmese de ustaca “kitabi dinler” içine yerleştirilerek
“ehl-i hak” kapsamına alınmıştır?!
“Her kim İslam’dan başka bir din ararsa asla kabul edilmeyecek.” (Ali imran 85)
“Allah için geçerli yegane din İslam’dır. (Ali imran 19)
Temmuz/ 2017
67
“Hak kelimesi İslam dinini, batıl ise putperestliği ve umumi inkarcılığı ifade eder.”
Bu cümlede ise batıl kavramı içinde Yahudilik ve
Hristiyanlık, zikredilmeden örtülü olarak hak kapsamına alınmıştır. Yahudilik ve Hristiyanlığın da hak din
olduğu algısı veriliyor.
Konuyla ilgili birkaç aydınlatıcı Ayet-i
kerime meali sunuyoruz:
“Onlar öyle zalim kişilerdir ki Allah’ın yolu (İslam) ndan engellerler ve yolun eğriliğini arayıp bulmaya çalışırlar” (Araf 45)
“Onlar, o kimselerdir ki, dünya hayatını
ahirete tercih ederler, insanları Allah yolundan çevirirler ve onun eğrilmesini isterler. İşte
bunlar çok büyük ve derin bir sapıklık içindedirler.” (İbrahim, 3)
“De ki: “Hak geldi, batıl zail
oldu” (İsra, 81)
“Her kim İslam’dan
başka bir din ararsa
asla kabul edilmeyecek.” (Ali imran 85)
“Kuluna o dosdoğru kitabı indiren, onda
hiçbir eğrilik koymayan Allah’a hamdolsun” (Kehf 1)
“Allah için geçerli
yegane din İslam’dır. (Ali
imran 19)
“Ey müminler kendilerine kitap verilenlerden
birisine uyarsanız sizi imanınızdan sonra döndürüp kafir
yaparlar.” (Ali İmran 100)
“Bugün size dininizi ikmal ettim, üzerinize nimetimi tamamladım ve
sizin için din olarak İslam’ı seçtim.” (Maide 3)
“Onlar, Kur’an’ın bir kısmına inanıp, bir kısmına
inanmayarak onu kısım kısım böldüler.”(Hicr, 91)
İlgili bazı Hadis-i Şerifler:
“Allah’ın ahdini az bir bedel karşılığında
satmayın.” (Nahl, 95)
“Toplumda iki zümre vardır. Ulema ve
ümera. Onlar doğru olurlarsa toplum doğru olur. Bozulurlarsa toplumu da bozarlar.
Islah veya ifsad bu iki sınıfın sorumluluğundadır” (S.A.V)
“Benim ayetlerimi az bir bedele satmayın”
(Bakara,12)
“Ahir zamanda bu din mihraptan tahrif edilecek.” (S.A.V)
{
“Hakkı bile bile gizlemeyin, hak ile batılı
birbirine karıştırmayın.” (Bakara 43)
}
“Ümmetin en şerlileri kötü alimlerdir.
Hem saparlar, hem saptırırlar.” (S.A.V.)
“Bugün size dininizi ikmal ettim, üzerinize nimetimi tamamladım ve
sizin için din olarak İslam’ı seçtim.” (Maide 3)
“Onlar, Kur’an’ın bir kısmına inanıp, bir kısmına inanmayarak onu
kısım kısım böldüler.” (Hicr, 91)
68 Temmuz/ 2017
“Dini kimden aldığınıza dikkat edin.” (S.A.V.)
“Onlar, o kimselerdir ki, dünya
“Kişi önderinin, arkadaşının dini üzerinedir.”(S.A.V.)
hayatını ahirete tercih ederler, insanları
“İyilikler emredilecek, kötülükler önlenecek bu
yapılmazsa üzerinize büyük bir azap gönderilir. Dualarınız kabul de olmaz” (S.A.V.)
eğrilmesini isterler. İşte bunlar çok
Allah yolundan çevirirler ve onun
büyük ve derin bir sapıklık içindedirler.”
(İbrahim, 3)
“Alimler de, abidler de tehlikededirler,
muhlisler müstesna” (S.A.V.)
“Kıyamet günü en şiddetli azabı ilmi kendisine
fayda vermeyen alimler görecektir.”(S.A.V.)
“Size iki emanet bırakıyorum. Allah’ın kitabı ve benim sünnetim. Bunlara sahip çıkarsanız kurtulursunuz.”(S.A.V.)
“Ümmetin Kur’an ve sünnete aykırı hükmederlerse cinayetler çoğalır. Allah ‘a ahdini bozarsa düşmanları musallat olur.”(S.A.V.)
“Ümmetim üzerine öyle bir zaman gelecek
ki Allah’ın kitabı ile saptırılacaklar. Bu önce
ulema ve ümera ile başlayacak. Ulema, ümeranın arzularına uyarak onlara destek olacaklar.”(S.A.V.)
Dini ve devleti ıslah edenler de ifsad edenler de bu iki zümredir. Yani ulema ve ümeradır.
(Abdullah İbn-i Mübarek)
Amellerin kabulü için ilim, niyet, ihlas, sabır gerekiyor. İlim de amel de tek başına ihlassız işe yaramaz.
Din korunmadan can, akıl, nesil, mal…. vb. temel
hak ve değerler korunamaz. İşte korunamıyor. Bütün
değerlerimiz tehdit ve tehlikede değil mi?
Dinin tahrif, tağyir ve tahribini, reform çalışmalarına dönüştürülmesini, eğriltilmesini kimler önleyecek? Doğru ve tam din bilgisini nasıl ve kimlerden
öğreneceğiz?
Günde 40 kez namazda Fatiha’da okuma ihtiyacında olduğumuz gazaba uğrayanların Yahudiler,
dalalette olanların da Hristiyanlar olduğunu Efendimiz beyan buyurmuş. Zemin kaygan. İstikamet ayarı,
ahdimizin yenilenmesi ve hatırlanması, doğru yola
hidayet duamız ve öteki yollara sapmaktan korunma
duamız, niyazımız var.
Yegane Hak ve doğru din (nizam) yol olan İslam’da, Kur’an da hiçbir çelişki, eğrilik, yanlışlık,
yoktur, olamaz. Lafızlarında, manasında, hükümlerinde eşsiz, benzersiz ve üstündür. Hikmet, adalet ve
doğruluk vardır. İnsanlığın yaşadığı tüm sorunların
çözümünde, öteki tüm din/düzen /ideolojilerinin çözmediği, çözemediği sorunlar, tüm cevaplar, çözümler, çareler, ilaçlar, ilkeler Kur’anda mevcuttur. Sorun
hangi konuda olursa olsun. Hodri Meydan! Çünkü O
Rabbül aleminin HAK kitabı, dinidir. Ekmeldir. “Doğrumuz İslam, yanlışımız İslam’dan başka her
şeydir.” N.F.K.
Yazımıza Efendimizin duasıyla son veriyoruz:
“Allah’ım bize Hakkı Hak olarak bilip ona
uymayı, Batılı batıl olarak bilip ondan kaçınmayı nasip eyle ve ayaklarımızı senin dinin
üzerinde sabit kıl.”
Temmuz/ 2017
69
İyi Tatiller
Heyecanla beklenen an geldi, karneler alındı ve yaz tatili başladı. Tabiî ki tatil planından önce
alınan karneler değerlendirilmeli. Unutulmamalı ki karnedeki notlar sizlerin ne kişiliğinizi ne de karakterinizi
ölçüyor. Bu notlar sadece sizin yıl boyunca derslere çalışıp çalışmadığınızı göstermektedir.
Karne notlarından memnun olanlar olduğu gibi üzülenler de olacaktır. Zayıf notlar olsa bile iyi değerlendirme yapılıp gerekli dersler alınmalıdır. Unutulmamalı ki ders alınan başarısızlıklar, başarısızlık
değildir. Düşmek önemli değil önemli olan düştükten sonra kalkabilmektir. Bu sebeple karnelerden gerekli
çıkarımlar yapılmalıdır. Tatil, zayıf olan derslerin üzüntüsüyle geçirilmez; tatilde ders çalışmakda
uygun olmaz ama seneye aynı hatalara düşmemek için yeni stratejiler geliştirmelidir. Yıl boyunca çalışıp emeğinin karşılığını belgelerle süsleyen kardeşlerimizi biz de tebrik ediyor, başarılarının devamını
diliyoruz. Karne değerlendirmesi tamamlandıktan sonra tatil planı yapılabilir.
Peki tatilde neler yapılmalı? Öncelikle yaz kurslarına katılmalı. Kur’an-ı kerim okumalı, bilenler biraz daha okumasını geliştirirken hiç bilmeyenler okumayı öğrenmelidir. Spor kurslarına
katılmalı. Yüzme, güreş gibi spor dallarında kendinizi geliştirmelisiniz. Tarihi mekanlara,
dost ve akrabalara ziyaretler yapılmalı, sılayı rahim ihmal edilmemelidir.
Tatili, gece geç vakitlere kadar oturup ertesi gün de öğleye kadar uyuyarak ardından kalkıp kahvaltı yapılan
ve geç kalkmanın tembelliğiyle dışarı çıkmayıp bilgisayarda oyun oynanarak internette boş boş oyalanmak ya da
televizyonda amaçsızca kanallar arasında gezinerek vakit geçirilen bir zaman dilimi olarak görmek asla uygun
değildir. Uygun bir tatil planı yapılmalıdır.
Planları namaz vakitlerine göre ayarlamalı, güne sabah namazı ile başlamalıdır. Mümkünse camiye gitmeli; sabahın o serinliğini, günün sessizliğini bozan kuş seslerini, doğanın sesini dinlemeli,
ozon gazını teneffüs ederek güne zinde ve mutlu başlamalıdır.
Ozon gazı, bazı zaman dilimlerinde yeryüzünde daha bol miktarda bulunur. Yağmur yağdıktan hemen
sonra sabah güneş doğmadan yaklaşık bir saat önce yeryüzünde ozon gazı diğer zamanlara göre daha bol
bulunur, topraktan farklı bir koku yayılır. Bu zaman dilimlerinde doğada yürüyüş yapmak, camiye gidiş geliş
ya da evin pencerelerini açıp hava almasını sağlamak doğal ozon terapisi almanızı sağlar. Ozon gazı vücuttaki yaşlı hücrelerin atılması ve vücutta hücre yenilenmesini hızlandırır. Vücut zindelik kazanır, hastalıklara
karşı vücut savunması güçlenir. Yaralar ve hastalıklar daha hızlı ve kolay iyileşir. Rabbimizin sabah vaktine
vermiş olduğu bu özel ikramdan faydalanılmalıdır. Aynı şekilde diğer namazları da ihmal etmemeli cemaatle
kılmaya özen gösterilmelidir.
Tatil de yanınızda bir okuduğunuz kitap bir de gezip gördüğünüz yerlerin özelliğini, ilginizi çeken
olayları yazacağınız veya günlük tutacağınız bir ajandanız olsun. Kitap okudukça anlama, konuşma, yorumlama kabiliyetiniz, ufkunuz, hayata bakışınız gelişirken yepyeni dünyalarla tanışma fırsatı bularak yazacağınız
günlükle
yazarlık yeteneğiniz gelişecektir. Hatıratınız ilerleyen yıllarda tatlı hatıralarınızın tanığı olarak eski günlerinizi size hatırlatacaktır.
Temel Atma Töreni
Adamın biri bir gün Karadeniz Bölgesi’nde gezmeye gider.
Arabasıyla ilerlerken bakar ki bir uçurumun kenarında muhteşem bir manzara ve de bir grup yöreli
davul zurna, kemençe horon tepiyorlar.
Çeker arabasını sağa ve başlar seyretmeye ama o da ne?
Adamlar bir tur atıp geliyorlar uçurumun başına ve halayın başındakini aşağıya atıyorlar.
Sonra bir tur daha ve yine bir adam aşağıya...
Turist dayanamaz yaklaşır yanlarına ve sorar:
- Kardeşim ne diye atıyorsunuz adamları aşağıya?
İçlerinden biri cevap verir:
-Haçan biz burada Temel atma töreni yapayruk!
Sanki Yedim Camii
İstanbul’un Fatih ilçesi Sinanağa Mahallesi Kırbacı Sokak’ta bulunan caminin ilginç bir yapım hikayesi vardır.
Sanki Yedim Camii, Osmanlı döneminde 18. yüzyılda
yaptırıldığı tahmin edilen küçük bir mahalle camisidir.
Yapılış tarihi ve kim tarafından yaptırıldığı hakkında
kesin bir bilgi olmamakla birlikte çeşitli rivayetler günümüze ulaşmıştır.
Keçecizade Hayreddin Efendi adında dar gelirli bir esnaf (Bir başka rivayete göre Adanalı Şakir Efendi’dir.)
“Allah’ın mescitlerini, ancak Allah’a ve ahret
gününe inanan, namazı gereği üzere kılan, zekâtı
veren ve Allah’tan başka kimseden korkmayanlar
imâr eder. İşte bunların doğru yolda olup başarıya
ulaşacakları umulur.” âyetindeki müjdeyi duyunca bir
cami yaptırma arzusu duyar.
Camii yaptırmaya gücü yetmediğinden para biriktirmeye karar verir. Ne zaman ki canı bir şey istese: “Sanki
yedim! (var say ki yedin)” der ve yemek istediği şeyin
fiyatı kadar parayı bir kenara koyar. Biriktirdiği paralar küçük bir cami yaptıracak miktara ulaşınca bu mütevazı camiyi yaptırır. Yaptırılan cami halk arasında “Sanki Yedim
Camii” olarak anılmaya başlar.
Camii küçük birikimlerle neler yapılabileceğini gösteren çok güzel bir örnektir.
Virdlerdeki
Fazilet ve Müjdeler
﷽
َّ ‫لل‬
‫﴾ َولَ ْم يـَ ُكنْ لَهُ ُك ُفواً َا َح ٌد‬٣﴿ ۙ ‫﴾ لَ ْم يَ ِل ْد َولَ ْم يُولَ ْد‬٢﴿ ۚ‫الصمَ ُد‬
ُ ّٰ ‫﴾ َا‬١﴿ ۚ ‫الل َا َح ٌد‬
ُ ّٰ ‫قُ ْل ُه َو‬
﴾٤﴿
“De ki: O Allah, birdir. Allah, bütün mahlûkların kendisine yöneleceği
ve sığınacağı yegâne varlıktır. O doğurmadı ve doğurulmamıştır. Ve ona hiç
bir şey denk eşit olmamıştır.”
Cabir b. Abdullah (radiyallahu anh)’den rivayete göre: Rasûlüllah (sallallahu
aleyhi vesellem) buyurdular ki: “Üç şey vardır ki, herkim imanıyla beraber
(mü’min olduğu halde) bunları yaparsa dilediği kapıdan cennete girer ve göz
nuru hurilerden dilediği ile evlendirilir: katilini affeden, gizli olup (kimsenin
bilmediği borcunu) ödeyen ve her farz namazın ardından on kere ihlas suresini
okuyan.”
- Hz. Ebubekir (radiyallahu anh) hemen: “bunlardan birini yapan da aynı mıdır?
Ya Rasûlüllah! diye sordu. Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem) de buyurdular ki:
“Birini yapanda (aynıdır.)” (Hadis için bkz.: Ebî Ya‘lâ el-Mevsılî, el-Müsned, nr.
1794, 3/332.)
•Hakem b. Cahl (radiyallahu anh) anlatıyor: Emîr’ul-Mü’minin Hz. Ali
(kerremallahu vechehu) Sabah namazından sonra bizim yanımıza uğradı ve dedi ki:
“Ben, Rasûlüllah (sallallahu aleyhi vesellem)’i şöyle derken işittim: “Her kim
sabah namazını kıldıktan sonra hiç konuşmadan on defa İhlas suresini
okursa, o gün içerisinde ona hiçbir günah ulaşamaz ve şeytandan korunur.”
(Hadis için bkz.: İbni Asâkir, Muhtasar’ı Tarîhi Dimeşk, 24/195; Ali el-Müttakî el-Hindî,
Kenzü’l Ummâl, 2/67 nr. 3538.)
•İbnü’n-Neccâr’ın İbni Abbas (radiyallahu anh)’den rivayetine göre Peygamber
(sallallahu aleyhi vesellem) buyurdular ki: “Herkim ihlas suresini her farz namazın
ardından on defa okursa Allah (azze ve celle) ona rızasını ve mağfiretini
vacip kılar.” (Hadis için bkz.: Suyûtî, Câm‘ul-ehâdîs, nr. 22829, 7/343. Ali el-Müttakî
el-Hindî, Kenzü’l Ummâl, 1/298 nr. 2729.)
Download