Yeni Kamu İşletmeciliği ve Yönetişim Yaklaşımlarının Uluslararası

advertisement
T.C.
MALİYE BAKANLIĞI
AVRUPA BİRLİĞİ VE DIŞ İLİŞKİLER DAİRESİ
BAŞKANLIĞI
YENİ KAMU İŞLETMECİLİĞİ VE YÖNETİŞİM
YAKLAŞIMLARININ ULUSLARARASI İLİŞKİLER
DİSİPLİNİ ÜZERİNDEN DEĞERLENDİRİLMESİ
AVRUPA BİRLİĞİ UZMANLIĞI TEZİ
Hazırlayan
PELİN KÖKLÜ
Tez Danışmanı
M. DİDEM DOĞMUŞ YURDAKUL
Ankara
Eylül 2016
ONAY SAYFASI
Tez Değerlendirme Komisyonu Üyeleri
Halit ÖCAL
Müsteşar Yardımcısı
(Komisyon Başkanı)
Hakan KARABACAK
Başkan V.
AB ve Dış İlişkiler Dairesi Başkanlığı
Kamil Önder ERGÜN
Daire Başkanı
Gelir Politikaları Genel Müdürlüğü
Halis KIRAL
Daire Başkanı
Bütçe ve Mali Kontrol Genel
Müdürlüğü
Mustafa Cemil KARA
Daire Başkanı
Gelir Politikaları Genel Müdürlüğü
DOĞRULUK BEYANI
Avrupa Birliği Uzmanlığı Yeterlik Sınavı çerçevesinde sunduğum bu
çalışmayı, bilimsel ahlak ve geleneklere aykırı düşecek bir yol ve yardıma
başvurmaksızın
yazdığımı,
yararlandığım
eserlerin
kaynakçada
gösterilenlerden oluştuğunu, bunlardan her seferinde gönderme yaparak
yararlandığımı belirtir, bunu onurumla doğrularım.
.... / .... / ....
Adı-Soyadı
İmzası
i
ÖZGEÇMİŞ
1984 yılında İzmir’de doğdu. İlköğrenimini Foça Merkez İlkokulunda, orta
ve lise öğrenimini Aliağa TED Lisesinde tamamladı. 2006 yılında İzmir
Ekonomi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler ve Avrupa Birliği bölümünü
bitirdi. 2006 yılında İzmir Ekonomi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler
Fakültesinde Araştırma Görevlisi olarak çalışmaya başladı. 2007 yılında
Maastricht Üniversitesinde Avrupa Çalışmaları yüksek lisans programını,
2010 yılında da İzmir Ekonomi Üniversitesinde Avrupa Çalışmaları
yüksek lisans programını bitirdi. 2013 yılının Mart ayında Maliye
Bakanlığı Avrupa Birliği ve Dış İlişkiler Dairesi Başkanlığında Avrupa
Birliği Uzman Yardımcısı olarak çalışmaya başladı. Uzman Yardımcılığı
döneminde 32 No’lu Mali Kontrol faslı ve OECD-SIGMA ile ilişkiler
kapsamında çalıştı. Yazar İngilizce bilmekte ve Boğaziçi Üniversitesi
Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümünde doktora yapmaktadır.
ii
İÇİNDEKİLER
DOĞRULUK BEYANI ....................................................................................... i
ÖZGEÇMİŞ ......................................................................................................... ii
İÇİNDEKİLER .................................................................................................... iii
KISALTMALAR .................................................................................................. v
GİRİŞ .................................................................................................................... 1
BİRİNCİ BÖLÜM
ULUSLARARASI SİYASİ İKTİSAT TARTIŞMALARI VE
ULUSLARARASI KURULUŞLAR
1.1. ULUSLARARASI SİYASİ İKTİSATIN GELİŞİMİ ................................. 7
1.2. İLK ULUSLARARASI SİYASİ İKTİSAT YAKLAŞIMLARI ................. 9
1.3. DÜNYA-SİSTEMİ YAKLAŞIMI ............................................................ 12
1.3.1. Teorik Çerçeve ................................................................................. 13
1.3.2. Kapitalist Dünya-Sistemi ................................................................ 16
1.4. ULUSLARARASI SİYASİ İKTİSATTA GÜNCEL YAKLAŞIMLAR . 19
1.5. ULUSLARARASI KURULUŞLARA İLİŞKİN TARTIŞMALAR ......... 24
1.5.1. Uluslararası Kuruluşların Kökenleri ................................................ 25
1.5.2. Uluslararası İlişkiler Disiplininde Uluslararası Kuruluşlar ............. 27
1.5.3. Uluslararası Kuruluşların Kamu Yönetimi ile İlgisi ........................ 35
İKİNCİ BÖLÜM
KAMU YÖNETİMİNDE YAŞANAN DÖNÜŞÜMLER
2.1. DEVLETİN ROLÜNDE YAŞANAN DEĞİŞİMLER ............................. 41
2.1.1. Liberal Devlet ve Sosyal Devlet ...................................................... 41
2.1.2. 1970 Sonrası Dönem ve Yapısal Uyum ........................................... 43
2.2. YENİ KAMU İŞLETMECİLİĞİ VE YÖNETİŞİM ................................. 48
2.2.1. Kamu Yönetimi Nedir? .................................................................... 49
2.2.2. Yeni Kamu İşletmeciliği .................................................................. 53
2.2.3. Yönetişim ......................................................................................... 60
2.2.4. Yeni Kamu İşletmeciğini ve Yönetişimi Sistemsel Düşünmek ....... 66
2.2.5. Yeni Kamu İşletmeciliği ve Yönetişim Eleştirisi ............................ 71
iii
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
ULUSLARARASI KURULUŞLARIN KAMU YÖNETİMİ
YAKLAŞIMLARI
3.1. DÜNYA BANKASI, IMF VE OECD’NİN TARİHÇESİ ........................ 76
3.1.1. Bretton Woods Kuruluşları: Dünya Bankası ve IMF ...................... 77
3.1.1.1. IMF .................................................................................... 79
3.1.1.2. Dünya Bankası ................................................................... 85
3.1.2. OECD............................................................................................... 88
3.2. DÜNYA BANKASI, IMF VE OECD’NİN KAMU YÖNETİMİ
YAKLAŞIMLARI .....................................................................................94
3.2.1. Dünya Bankası ................................................................................ 95
3.2.2. IMF ................................................................................................ 104
3.2.3. OECD ............................................................................................ 109
3.2. ULUSLARARASI KURULUŞLARA ELEŞTİREL BİR BAKIŞ ......... 116
3.3.1. Uluslararası Kuruluşların Sistemdeki Rolleri ................................ 118
3.3.2. Kamu Yönetimi Reformunda “En İyi Uygulamalar” .................... 126
SONUÇ ............................................................................................................. 133
KAYNAKÇA ................................................................................................... 138
iv
KISALTMALAR
AB
Avrupa Birliği
ABD
Amerika Birleşik Devletleri
BM
Birleşmiş Milletler
DAC
Kalkınma Yardımları Komitesi
(Development Assistance Committee)
DTÖ
Dünya Ticaret Örgütü
G7
7’ler Grubu (Group of 7)
G20
20’ler Grubu (Group of 20)
GATT
Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel
Anlaşması (General Agreement on Tariffs
and Trade)
GOV
Kamu Yönetişimi ve Bölgesel Kalkınma
Başkanlığı (Directorate for Public
Governance and Territorial Development)
GOVNET
Yönetişim Ağı (Network on Governance)
GPE
Küresel Siyasi İktisat (Global Political
Economy)
HIPC
Ağır Borçlu Yoksul Ülkeler Girişimi
(Initiative for Heavily Indebted Poor
Countries)
IBRD
Uluslararası İmar ve Kalkınma Bankası
(The International Bank for Reconstruction
and Development)
ICSID
Yatırım Anlaşmazlıklarının Çözümlenmesi
Uluslararası Merkezi (The International
Centre for Settlement of Investment
Disputes)
IDA
Uluslararası Kalkınma Kurumu (The
International Development Association)
IFC
Uluslararası Finans Kurumu (The
International Finance Association)
v
IMF
Uluslararası Para Fonu (International
Monetary Fund)
IPE
Uluslararası Siyasi İktisat (International
Political Economy)
MIGA
Çok Taraflı Yatırım Garanti Ajansı
(TheMultilateral Investment Guarantee
Agency)
OECD
İktisadi İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı
(Organisation for Economic Cooperation
and Development)
OEEC
Avrupa Ekonomik İşbirliği Teşkilatı
(Organization for European Economic
Cooperation)
OPEC
Petrol İhraç Eden Ülkeler Teşkilatı
(Organization of Petroleum Exporting
Countries)
OVMP
Orta Vadeli Mali Plan
OVP
Orta Vadeli Program
PEFA
Kamu Harcamaları ve Mali Hesap
Verebilirlik (Public Expenditure and
Financial Accountability)
PEIR
Kamu Harcamaları ve Kurumsal
Değerlendirmesi (Public Expenditure and
Institutional Review)
PER
Kamu Harcama Değerlendirmesi (Public
Expenditure Review)
PIER
Uluslararası İktisadi İlişkilerin Siyaseti
(Politics of International Economic
Relations)
PUMA
Kamu Yönetimi Komitesi (Public
Management Committee)
SDR
Özel Çekme Hakları (Special Drawing
Rights)
SIGMA
Yönetişim ve Yönetimde Gelişmeye Destek
Programı (Support for Improvement in
Governance and Management)
vi
GİRİŞ
Devletler sistemini anlamlandırmak, 21. yüzyılda gittikçe zor bir çabaya
dönüşmektedir. Bunun nedeni ise siyasi ve iktisadi ilişkilerin birbirinden
ayrıştırılmasının zorluğu, devlet dışı aktörlerin kontrolünde ve koordinasyonunda
yaşanan gerilimler ve farklı çıkar ve fikirlerin sergilendiği bir uluslararası ortamda
uluslararası bir toplumdan söz edilmeye çalışılmasıdır.
Uluslararası İlişkiler disiplini bu çabaya ayak uydurmaya çalışmaktadır.
Disiplinin temel tartışması olan Realizm ve Liberalizm yaklaşımlarının üzerine
bugün birçok teori eklenmiş ve eklenmektedir. Farklı teoriler birbirinden kuramsal
ve yöntemsel bakımdan ayrılmakta, özellikle analizin hangi seviyede yapılacağı
konusu, disiplinin temel tartışmalarından birisini oluşturmaktadır. Uluslararası
düzeyin mi ulusal düzeyi etkilediği, yoksa devletin mi uluslararası düzeni
biçimlendirdiği konusu disiplinde analiz seviyesi sorununu (level of analysis
problem) teşkil etmektedir.
Üstüne üstlük, belirli bir uluslararası olguyu anlamaya çalışırken tek bir
doğrunun bulunduğunu söylemek neredeyse imkânsızdır. Çünkü her yaklaşım,
çalışılan konuya yönelik olarak kendi yöntemsel ve teorik altyapısı ile tutarlı bir
çerçeve sunabilmektedir. Sosyal bilimler alanında çalışırken, doğa bilimlerinde
olduğunun aksine, varılan sonucun her durumda tekrar edeceğini söyleyebilmek
uzak bir düş gibidir. Nihayetinde Uluslararası İlişkiler disiplini açısından
bakıldığında, değişim gerçeğin ta kendisidir ve önceden belirlenmişlik gibi bir
durum söz konusu değildir.
Bu durum, aslında hem toplumsal açıdan hem de akademik açıdan bir fırsat
olarak değerlendirilebilir. Toplumsal açıdan bakıldığında, ulus-devletlerle
tanımlanan vatandaşlar veya uluslararası düzen için olumsuz ve sürdürülemeyen
sonuçları bulunan bir politikanın veya sistemin her durumda kaçınılmaz olduğunu
düşünmek, insanlığı köşeye sıkıştıran bir durum olacaktır. Akademik açıdan ise
bu durum, araştırmacılara belirli bir konuyu farklı teorik çerçevelerle
1
açıklayabilme ufkunu açmaktadır. Burada esas mesele seçilen çerçevenin ne
olduğu değil, neden o çerçevenin seçildiğinin ve konuya uygunluğunun ikna edici
biçimde sunulması olmaktadır.
Bu tezde, neredeyse son otuz yıldır kamu yönetimi pratiklerini etkisi altına
alan yeni kamu işletmeciliği ve yönetişim yaklaşımlarının oluşumu ve özellikleri,
bir uluslararası sistem özelliği olarak anlaşılmaya çalışılacaktır. Bu yaklaşımların
gelişimini bir sistem olgusu olarak analiz etmenin, bugün dünya üzerindeki
gelişmiş, gelişmekte olan ve az gelişmiş ülkelerin kamu yönetimi reformunda bu
uygulamaların yerleşmesini anlamlandırmaya faydalı olacağı düşünülmektedir.
Bu kapsamda yaklaşımların ön plana çıkmasına yol açan uluslararası siyasi ve
iktisadi faktörler irdelenecek ve yaklaşımların güçlenmesinde rolü bulunan
uluslararası kuruluşların kamu yönetimi gündemleri vurgulanacaktır. Bu
kuruluşlar; Dünya Bankası, Uluslararası Para Fonu (International Monetary Fund,
IMF) ve İktisadi İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı olacaktır (Organisation for
Economic Cooperation and Development, OECD). Bu yapılırken de Uluslararası
İlişkiler teorilerinden yararlanılacak ve özellikle Immanuel Wallerstein tarafından
geliştirilen Dünya-Sistemi Yaklaşımı (World-Systems Analysis) ve Robert W.
Cox’un uluslararası düzenlerin oluşumu anlamaya çalışan yaklaşımları ön plana
çıkarılacaktır.
Kapitalist dünya-sisteminde 1970’li yıllarda gelişen neoliberal doktrin,
piyasanın ekonomik kaynakların dağılımında baskın role sahip olması şeklinde
kendisini göstermiş ve 1980’lerden beri IMF ve Dünya Bankası gibi uluslararası
kuruluşların politikalarını etkilemiştir. 1 Bu düşünce, birçok ülkenin tecrübe ettiği
kamu sektörü reformuna da kaynaklık etmiştir. Jouke de Vries; refah devletinin
finansal ve mali sorunları sebebiyle kamu kurumlarını yenilemek için yeni
fikirlere ihtiyaç duyulduğunu, neoliberal paradigmaya dayalı olarak yeni kamu
işletmeciliğinin neoliberalizmin bir ürünü olarak geliştiğini belirtmekte, bu
1
Umut Özdemir, Good Governance in Conditions of Globalization and Europeanization: Public
Financial Management in Turkey from a Policy Transfer Approach, Orta Doğu Teknik
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Doktora Tezi, Ankara, 2013, s. 51.
2
kapsamda kamu kurumlarının özel kuruşlarla eşit tutulduğunu ifade etmektedir. 2
Bu çerçevede kamu yönetimi reformları, kamu kurumlarının tüm boyutlarıyla
“işletmeci model” bağlamında ele alınmasıyla gerçekleştirilmiştir. 3
Yeni kamu işletmeciliği kamu yönetimi alanında hem akademik olarak hem
de uygulama açısından güçlü bir akımı simgelemekte, ayrıca ideolojik bir kavram
olarak görülmektedir. 4 Yeni kamu işletmeciliği “devlet ve ekonomiye neoliberal
bir bakış çerçevesinde işletme ve piyasa ilkelerinin ve yönetim tekniklerinin özel
sektörden kamu sektörüne transfer edilmesini” kapsamakta ve bu çerçevede
“minimal devlet” modeli uyarınca kamu faaliyetlerinin azaltılmasını ve eğer bir
kamu faaliyeti gerçekleşecekse bunun bir işletme ilkesi olan verimlilik esasında
yürütülmesini amaçlamaktadır. Yeni kamu
işletmeciliği Anglo-Amerikan
kaynaklı olup, İkinci Dünya Savaşı sonrası düzende konumlanmış uluslararası
finansal kuruluşlar olan Dünya Bankası ve IMF ile OECD tarafından desteklenen
bir yaklaşım olmuştur. 1980’lerde neoliberal hükümetlerin baskın olduğu ve
sosyal devletin kriz içerisinde olduğunun düşünüldüğü bir dönemde temelleri
atılan bu yaklaşım, tam anlamıyla 1990’lı yılların başında gelişmiştir. Yeni kamu
işletmeciliği; proje yönetimi, düz hiyerarşiler, müşteri odaklılık, toplam kalite
yönetimi ve dış kaynak kullanımı (outsourcing) gibi kavramlarla anılmaktadır. 5
Yeni kamu işletmeciliği kamu yönetiminde belirli tekniklere yönelik inancı
yansıtan bir yaklaşım iken, özellikle 1990’larda önem kazanan “yönetişim” ise
yalnızca devlet sınırları içerisinde değil uluslararası sistem içerisinde de yönetme
eyleminin değişen niteliğine vurgu yapan bir kavram olarak karşımıza
çıkmaktadır. Yönetişim, 1990’lı yıllardan beri IMF, Dünya Bankası, Dünya
Ticaret Örgütü (DTÖ), OECD ve Avrupa Birliği (AB) kurumlarının resmi
söylemleri arasında yer almaktadır. 6 Uluslararası kuruluşların yönetişim
gündemine olan artan ilgisinde, “minimal devlet”e olan yönelişin sorgulanmasının
2
Jouke de Vries, “Is New Public Management Really Dead?”, OECD Journal of Budgeting, Cilt:
2010, Sayı: 1, 2010, s. 2-3.
3
Yeşim Edis Şahin, “Kamu Yönetimi Disiplininin Kamusallık ve Karlılık Karşıtlığı Açısından
Çözümlenmesi”, (Der. Şinasi Aksoy ve Yılmaz Üstüner), Kamu Yönetimi: Yöntem ve Sorunlar,
Nobel Yayın, Ankara, 2007, s. 56.
4
Wolfgang Dreschler, “The Rise and Demise of the New Public Management: Lessons and
Opportunities for South East Europe”, Uprava, Cilt: VII, Sayı: 3, 2009, s. 9.
5
a.g.e.,s. 8.
6
Selime Güzelsarı, “Neo-liberal Politikalar ve Yönetişim Modeli”, Amme İdaresi Dergisi, Cilt: 36,
Sayı: 2, 2003, s. 18.
3
rolü olduğu belirtilebilir. Çünkü 1990’lı yılların başında uygulanan istikrar
politikaları kamunun küçültülmesine odaklanırken, 1990’lı yılların sonunda
gelişmekte olan ülkelerde krizlerin artması ile bu politikalar sorgulanmaya
başlanmış, 2000’li yıllara gelindiğinde ise devletin piyasalara destek vermesi ve
yapısal reformların yasal bir çerçeveye kavuşması gündeme gelmiştir. 7 Devletin
rolünün yeniden ikrar edilmesi yönetişim kavramında yansıma bulmuş ve “iyi
yönetişim”in nasıl başarılacağına dair ilkeler uluslararası kuruluşların kamu
yönetimi gündemini çokça meşgul eder hale gelmiştir.
Yeni kamu işletmeciliği ve yönetişim fikirlerin yayılmasının, kapitalist
dünya-ekonomisinde krize girildiği bir döneme denk geldiği değerlendirilebilir.
Çünkü Keynesyen refah devleti modeli, müdahaleci devleti vurgulamakta ve
kamu sektörüne refahı sağlamada daha geniş bir rol atfetmekteydi. Bu kapsamda
vergilerdeki artış ise, refah devleti harcamalarının karşılanması için gerekli
olmuştur. Immanuel Wallerstein tarafından belirtildiği gibi 1970’li yıllara
gelindiğinde üretim maliyetlerinden olan vergilerin sürekli artması, sermaye
birikiminin zora girmesinin sebeplerinden olmuştur. 8 1970’lerde yaşanan
stagflasyon tecrübesi neticesinde refah devletinin, ulusal gelire oranla artan
maliyeti, geleneksel kamu sektörü yönetiminin eleştirilmesine yol açmıştır. Çünkü
yandan liberalizm ve sağ fikirler, refah politikalarının refahı sağlamanın en yeterli
yolu olmadığını savunmaktaydı. Bu durum, kamu sektöründe özelleştirme,
deregülasyon ve piyasa tipi mekanizmaların kullanılması gibi sonuçlar
oluşturmuştur. 9 Tezde anlatılmaya çalışılacağı üzere, yaşanan bu değişim
sürecinin hegemonik düzeni korumaya yönelik bir alternatif olduğu söylenebilir.
Yeni kamu işletmeciliği ve yönetişim yaklaşımlarını uluslararası sistem
düzeyinde incelemenin katma değeri ne olacaktır? Kamu yönetimi pratikleri,
devlet olarak adlandırılan siyasi bütünlüğün elinde idari bir araç olmasından
Ufuk Bakkal ve Nazan Susam, “Küreselleşme Sürecinin Kamu Maliyesi Alanına Etkileri”, İktisat
Fakültesi Mecmuası, Cilt: 61, Sayı: 2, 2011, s. 47.
8
Immanuel Wallerstein, “Yapısal Kriz, Ya da Kapitalistler Niçin Kapitalizmi Artık Kazançlı
Bulmayabilirler?” (Der. Immanuel Wallerstein, Randall Collins, Michael Mann, Georgi
Derluguian, Craig Calhoun), Kapitalizmin Geleceği Var mı?,Metis Yayınları, İstanbul, 2014.
9
Ari Salminen, “New Public Management and Finnish Public Sector Organisations: The Case of
Universities”, (Der. A. Amaral et al.) The Higher Education Managerial Revolution, Kluwer
Academic Publishers, Netherlands, 2003, s. 56-57.
7
4
dolayı oldukça ilgi görmüştür ve görmeye de devam etmektedir. Sosyolog Max
Weber’in yaklaşımına dayalı olarak betimlenen geleneksel bürokrasi, kapalı bir
kutuya benzer biçimde ve hiyerarşik temelde faaliyet gösteren bir yapı olarak
görülse de, bugün kamu yönetimi birçok ülkede bu niteliklerinden uzaklaşma
adına reforma tabi tutulmaktadır. Üstelik reform gündemi ülkeler arasında
benzerlikler göstermekte ve pratikler aynı adla bir ortamdan diğerine
aktarılmaktadır. Örneğin bugün orta vadeli harcama çerçevesi ve performans
esaslı bütçeleme gibi kamu bütçesini ilgilendiren unsurlarla (uygulamada
farklılıklar görülse de) hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ülkelerde
karşılaşılmaktadır. Anılan unsurların ve benzeri uygulamaların geliştirilmesinde
uluslararası kuruluşlar önemli rol oynamakta; söz konusu yaklaşımlar bu
kuruluşlar tarafından “iyi” bir yönet(iş)imin gereklilikleri olarak gerek koşulsallık
kapsamında gerek politika tavsiyesi olarak ülkelere önerilmektedir. Uluslararası
kuruluşların dâhil olduğu bu süreci bir küresel yönetişim ortamında uluslararası
finansal sistemin istikrarını sağlamak veya yoksulluğun azaltılması gibi amaçlarla
açıklamak mümkün olsa da, bu tezde uluslararası kuruluşların gündemleri
kapitalist dünya-sistemi içerisinde incelenmeye çalışılacaktır.
Bu doğrultuda tezin ilk bölümünde, Uluslararası İlişkiler disiplininde
uluslararası siyasi iktisat alanının gelişiminden bahsedilecektir. Bu bölümde
ayrıca, uluslararası kuruluşlara ilişkin farklı teorik yaklaşımlar sunulacaktır. Tezin
ikinci bölümünde ise ilk bölümde değinilen çerçeve ışığında yeni kamu
işletmeciliği ve yönetişim yaklaşımlarının ön plana çıkışı değerlendirilecek ve
yaklaşımların eleştirilerine yer verilecektir. Tezin son bölümünde ise, bu
yaklaşımların yaygınlaşmasında rolü olduğu bilinen uluslararası kuruluşların
kamu yönetimi gündemlerinden bahsedilecek ve hem kuruluşların kendileri hem
de gündemleri dünya-sistemi içerisinde anlaşılmaya çalışılacaktır.
5
BİRİNCİ BÖLÜM
ULUSLARARASI SİYASİ İKTİSAT TARTIŞMALARI VE
ULUSLARARASI KURULUŞLAR
İktisadi ilişkilerin uluslararası sistemdeki etkinliği özellikle 1970’lerden
itibaren tartışılmaya başlanmıştır; çünkü disiplini o zamana kadar hemen hemen
tek başına etkisi altına alan Realist görüş, daha çok siyasetin belirleyiciliğini
savunmuştur. Fakat İkinci Dünya Savaşı sonrası Bretton Woods düzeninin
sorunlarla karşılaşmaya başlamasıyla, iktisadi meselelerin devletler sistemi
üzerindeki etkileri de tartışılmaya başlanmıştır. 10 Bugün disiplin içerisinde siyasi
iktisat çalışmaları oldukça geniş bir kapsama yayılmış, aynı zamanda disiplinin
temel kavramlarından olan sistem, güç ve devlet gibi olgulara yönelik sorgulayıcı
bakış açıları sunar duruma gelmiştir.
Uluslararası siyasi iktisat yaklaşımlarının hem devlet hem de sistem
düzeyinde veya her ikisini entegre eder biçimde üretildiği görülmektedir. Giriş
kısmında bahsedildiği üzere, bu bölümde ve tezin genelinde sistem düzeyi ele
alınacağından, bu amaca yönelik teorik yaklaşımlara daha kapsamlı bir önem
atfedilmiştir. Elbette tezde değerlendirilen kamu yönetimi yaklaşımlarının
gelişimini, farklı uluslararası siyasi iktisat yaklaşımları ile de anlamak
mümkündür. Tezin naçizane çabası ise bu gelişmeleri dünya sistemi düzeyinde ele
alabilmektir.
Bu bölümde, Uluslararası İlişkiler disiplininde uluslararası siyasi iktisat
yaklaşımlarının ortaya çıkışından bahsedilecek ve ardından kamu yönetiminde
yeni kamu işletmeciliği ve yönetişim yaklaşımlarının gelişimini anlamlandırmada
farklı yaklaşımların geçerliliği değerlendirilecektir.
M. Fatih Tayfur, “Devletler ve Piyasalar”, (Der. Atilla Eralp), Devlet ve Ötesi - Uluslararası
İlişkilerde Temel Kavramlar, İletişim Yayıncılık, 2005.
10
6
1.1. ULUSLARARASI SİYASİ İKTİSATIN GELİŞİMİ
Uluslararası ilişkilerden bahsederken dile getirilen her cümle, aslında belirli
bir teorik bakış açısını (veya bir ideolojiyi) yansıtmaktadır. Örneğin dünya
çapındaki gelişmeler, nasıl anlatıldığına bağlı olarak Realist, Liberal veya
Marksist bir ideolojiyi yansıtabilmektedir. Askeri ve jeopolitik güç dengeleriyle
açıklanan bir dünya sistemi Realist bakış açısını yansıtırken, sınıflararası
mücadeleye vurgu yapan bir anlatım Marksist çerçeveyi benimsemiş olacaktır. Bu
ideolojik yaklaşımların da ötesinde, bugün disiplinde farklı sentezlerden beslenen
çalışmaların sayısı da hızla artmaktadır. Ayrıca “güç” dendiğinde artık yalnızca
askeri güç anlaşılmamakta, gücün farklı unsurları vurgulanabilmekte ve bunun da
ötesinde güç kavramının yapısal çözümlemesi yapılarak gücün nereden
kaynaklandığı sorgulanmaya çalışılmaktadır. Realist yaklaşımda uluslararası bir
otoritenin bulunmadığı anarşik bir sistemin varlığı varsayım olarak alınırken,
zamanla anarşik bir sistem varsa hangi pratiklerin bunu ortaya çıkardığı veya
anarşik sistemin yanında anarşik olmayan sistemlerin de var olabileceği
tartışılmaya başlanmıştır. Bu da aslında, disiplindeki belirgin kavramların
sorgulanmasını beraberinde getirmiştir.
Uluslararası siyasi iktisat akademik bir alan olarak 1970’lerde ön plana
çıkmaya başlamış olup devletler ve piyasalar arasındaki ilişkiyi anlamada ufuk
açıcı çabalara sahne olmuştur. 11 İlk ortaya çıktığında merkezine devleti alan ve
1945 sonrası ekonomik düzende ABD’nin rolünü ön plana çıkaran siyasi iktisat
çalışmaları bugün yukarıda bahsedildiği üzere disiplinin tamamında görülen
sorgulayıcı bakış açısıyla aktörler ve konular bazında yelpazesini genişletmiş ve
ekonomik düzenleri verili almaktansa bu düzenlerin kaynağına inmeyi
beraberinde getirmiştir.
Toplumsal yaşamın en önemli iki alanı olan siyaset ve iktisatı bir araya
getiren Uluslararası Siyasi İktisat (International Political Economy), uluslararası
sistemde temel siyasi örgütlenme biçimi olan devlet ve her türlü iktisadi faaliyetin
11
a.g.e., s. 188.
7
düzenlendiği piyasa arasındaki ilişki ve etkileşimleri inceler. 12Alansal bakımdan
egemen olan devletin siyasi otoritesi, kendisine verilmiş olan meşru güç kullanma
yetkisi ile sınırları içerisindeki her türlü faaliyeti kontrol etme eğiliminde iken
piyasalar da coğrafi olarak sürekli serbest biçimde hareket etme ve genişleme
eğilimindedir. Bu sebeple, devlet otoritesinin kısıtlayıcı doğası ile piyasaların
kısıtlamalara karşı tepkisi ve geliştirdiği mekanizmalar, çağdaş (uluslararası)
siyasi iktisadın temel inceleme alanlarından birisidir. Ancak uluslararası siyasi
iktisat, ulusal ve uluslararası ortamların ve bu ortamlardaki devlet ve devlet dışı
aktörlerin (çokuluslu şirketler gibi) de anlaşılmasını gerektirmektedir. Tüm
bunların yanında uluslararası siyasi iktisadın çalışma alanı, otorite ve piyasa
örgütlenmesinde tarihsel olarak hangi değerlerin (güvenlik, adalet ve verimlilik
gibi) ön plana çıkarıldığına, hangi değerlerin ise geri plana itildiğine yönelik
olarak genişleme göstermektedir. 13
Uluslararası siyasi iktisat, dünya ekonomisinde yaşanan tarihsel ve yapısal
değişimlerin rolüne bağlı olarak özellikle 1970’lerden itibaren akademik bir alan
olarak önem kazanmaya başlamıştır. ABD liderliğinde kurulan İkinci Dünya
Savaşı sonrası düzenin 1960’lı yılların sonuna doğru aksamalar göstermesiyle,
dünya ekonomisinin idaresi ile ilgili konular ön plana çıkmıştır. Bu çerçevede
ortadaki temel sorunsal, Bretton Woods sisteminin neden eskisi gibi dünya
ekonomisini ve piyasaları idare edemediği olmuştur. ABD’nin üretim, ticaret ve
finans alanındaki liderlik gücünü yitirmeye başlaması, Avrupa ve Japonya’nın
ABD’ye rakip olarak ortaya çıkması ve hızlı bir şekilde genişleyen dünya
ekonomisinde Petrol İhraç Eden Ülkeler Teşkilatı (Organization of Petroleum
Exporting Countries, OPEC) gibi devlet dışı aktörlerin siyasi ve iktisadi
gelişmeleri etkilemesi, alanın ön plana çıkışını tetikleyen unsurlar olmuştur.14
Uluslararası ilişkilerin gündemini güvenlik konuları ve askeri meselelerden çok
iktisadi meseleler meşgul etmeye başlamıştır. 15
12
a.g.e., s. 183.
a.g.e., s. 185.
14
a.g.e., s. 188.
15
a.g.e., s. 189.
13
8
Dünya siyasetindeki birçok güncel gelişme arasında belki de en yayılmacı ve
kapsamlı olan değişimin ekonomik alanda gerçekleşmekte ve bazı analistler
tarafından, jeopolitiğin (stratejik askeri ve siyasi gücün dağılımı) yerini
jeoekonominin (refahın coğrafi dağılımı) alacağı belirtilmektedir. 16 Fakat bu
değişimler çerçevesinde çağdaş meselelerin anlaşılması konusunda bir görüş
birliği bulunmamakta, yaklaşımlar çok taraflılıktan farklı rejim analizlerine kadar
yayılmaktadır. 17 1970’lerde değişimi anlamlandırmak için geliştirilen “karşılıklı
bağımlılık” yaklaşımı ve özellikle 1990’larda gelişen küreselleşme literatürü de
dünya siyasetini anlamaya ışık tutmaktadır. Diğer yandan Dünya-Sistemi Teorisi
ve Bağımlılık Okulu gibi yaklaşımlar da alternatif sunmaktadır. Şimdi bu
yaklaşımlardan bahsedilecektir.
1.2. İLK ULUSLARARASI SİYASİ İKTİSAT YAKLAŞIMLARI
1970’lerin ortalarından itibaren Amerikalı akademisyenler İkinci Dünya
Savaşı sonrası dönemde yeni duruma baktıklarında, uluslararası piyasaların
işlediği siyasi zeminin ciddi biçimde değişmiş olduğunu görmüş ve bu alanda
çalışmaya başlamışlardır. Savaş sonrasında az sayıda güçlü devlet ve lider,
Amerika Birleşik Devletleri (ABD) liderliğinde iktisadi anlamda liberalizmin ve
kapitalizmin erdemleri ve siyasi olarak da rakip komünist sistemin algılanan
askeri tehdidine karşı Batı’nın savunulması üzerinde anlaşmıştı. Bu anlaşmada
dünya siyasetinin temel meselesi güvenlik ve devletler arasındaki güç ilişkileri
olarak belirlenmiş, ticaret ve para meseleleri gibi uluslararası iktisadi konularsa da
siyaset dışı olarak görülmüştü. Bu doğrultuda iktisadi ilişkilerin, teknik kurallara
göre IMF ve Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel Anlaşması (General Agreement
on Tariffs and Trade, GATT) gibi siyaset dışı işlevsel kurumlar vasıtasıyla
işlemesi öngörülmüştü. İktisat siyasetten ayrılırken, iç siyasetle dış siyaset
arasındaki bağlantı da göz ardı edilmekteydi.
16
Charles W. Kegley ve Shannon L. Blanton, World Politics: Trend andTransformation, 20142015, Cengage Learning, Canada, s. 311.
17
A. LeRoy Bennett ve James K. Oliver, Uluslararası Örgütler: İlkeler ve Meseleler, (Çev. Nasuh
Uslu), BB101 Yayınları, Ankara, 2002, s. 44.
9
Fakat 1970’li yılların ortalarında Doğu ve Batı blokları arasındaki yumuşama,
Avrupa ve Japonya iktisadi olarak güçlenirken ABD’de ödemeler dengesinde
açıklar verilmesi ve ABD doları merkezli uluslararası para sisteminin sona ermesi,
petrol krizleri ve işsizlik gibi sorunlarla tüm liberal yönelimli ekonomilerin
sarsılması sonucu, savaş sonrası düzen sorgulanır hale gelmiştir. Diğer yandan
Sovyetler Birliği ve Doğu Bloku ülkeleri teknolojik olarak Batı’ya açılmaya
başlarken, Üçüncü Dünya ülkeleri ise yeni bir uluslararası düzen kurulmasını
talep etmekteydi. Üçüncü Dünya ülkelerine göre, savaş sonrası serbest ticaret,
para ve finans sistemi onların gelişmiş ülkelere bağımlılığını sürdürmekte ve az
gelişmişliklerini vurgulamaktaydı. Tüm bu nedenlerle, savaş sonrası düzen Batı,
Doğu ve Güney ülkelerinin iktisadi konum ve taleplerine yanıt veremiyordu ve
iktisat-siyaset arasındaki bağlantının yeniden değerlendirilmesi gerekliliği
vurgulanmaya başlanmıştı. 18
İkinci Dünya Savaşı sonrasında izlenen politikalar sonucu gelişen piyasa
ekonomilerinin birbirleriyle çok yoğun biçimde karşılıklı finansal, parasal ve
ticari iktisadi etkileşime girmesiyle, sistemin idaresi önemli bir soruna
dönüşmüştü. Uluslararası iktisadi etkileşimlerin siyasi boyutları her devlet için
oldukça önemli hale gelmiş, piyasaların işleyişi üzerindeki otorite zayıflamıştı.19
Bu konular ışığında, Soğuk Savaş sonrası ilk ortaya çıkan siyasi iktisat
yaklaşımı Uluslararası İktisadi İlişkilerin Siyaseti (Politics of International
Economic Relations, PIER) Okulu olmuştur. 20 Böyle bir ortamda devletler hala
uluslararası sistemin birincil aktörü olsa da, uluslararası düzeyde var olan
kurumlar yoluyla ulusal makroekonomik politikalar arasında işbirliğine gidilerek
devletin piyasalara müdahalesini desteklemenin önemi artmıştır. Bu kapsamda
temel meseleler; uluslararası ticaretteki kurallar, ödemeler dengesindeki açıkların
finansmanı ve az gelişmiş ülkelerin ekonomik kalkınması için yapılacak finansal
18
M. F. Tayfur, 2005, s. 191-193.
a.g.e., s. 194.
20
a.g.e., s. 190.
19
10
ve teknolojik yardımın miktarı ve koşulları gibi özellikle gelişmiş ülke
ekonomilerini ilgilendiren konular olmuştur. 21
Karşılıklı
bağımlılık
çalışmaları,
ilk
uluslararası
siyasi
iktisat
yaklaşımlarından birisi olarak hem devletler arasında realist görüş tarafından
sorunlu görülen işbirliği konusuna ışık tutmuş hem de ulus aşırı aktörlerin
çoğalmasına yaptığı vurgu ile daha sonraki çalışmalara referans noktası
sağlamıştır. Robert Keohane ve Joseph Nye, çeşitlenen uluslararası aktörler
arasında artan etkileşimin “karşılıklı bağımlılık” oluşturduğunu ve dünyanın bu
karşılıklı bağımlılık ağı içerisinde bütünleştiğini, geleneksel Westphalia sistemini
aşan birçok bağlantının toplumları birbirine bağladığını ve devletlerin kaderinin
birbirine bağlı olduğunu belirtmektedir. Bu çerçevede, devletler arasında karşılıklı
bağımlılık
arttıkça
diğer
ülkelerdeki
gelişmelere
daha
hassas
hale
gelmektedirler. 22
Uluslararası iktisadi ilişkilerin idaresi için düzene ve istikrara ihtiyaç olduğu
anlayışı; kurumlar ve rejimlere yönelik bir ilgiyi de beraberinde getirmiştir.
Uluslararası rejimler devletlerin tek başlarına çözemeyecekleri sorunlu alanları
düzenlemek amacıyla egemenlik devri yoluyla oluşturdukları hukuki kural ve
mekanizmalardır. Günümüzde bu rejimler birçok alanı düzenlemektedir.23
StephenKrasner rejimleri; aktörlerin beklentilerinin birleştiği zımni veya açık
ilkeler, normlar ve karar verme prosedürleri olarak tanımlamaktadır. 24
Rejim yaklaşımınının tamamlayıcı unsuru, savaş sonrası düzendeki rejimlerin
kurulması ve sürdürülmesinde uluslararası bir hegemonun varlığının ve özellikle
ABD liderliğinin rolünün vurgulanması olmuştur. 25 Uluslararası rejimlerin
21
Susan Strange, 1988, States and Marketsdan aktaran M. Fatih Tayfur, “Devletler ve Piyasalar”,
(Der. Atilla Eralp), Devlet ve Ötesi - Uluslararası İlişkilerde Temel Kavramlar, İletişim
Yayıncılık, 2005, s. 196.
22
Robert. O. Keohane ve Joseph Nye, Power and Interdependence, Longman, United States,
2001.
23
Çınar Özen, “Uluslararası Örgütlere Giriş”, (Der. Çınar Özen ve Özgür Tonus), Uluslararası
Örgütler, Anadolu Üniversitesi, Eskişehir, 2011, s. 11.
24
Stephen Krasner, “Regimes and the Limits of Realism: Regimes as AutonomousVariables”,
International Organizations, Cilt: 36, Sayı: 2, 1982, s. 497-510.
25
M. F. Tayfur, 2005, s. 197.
11
anlaşılmasında
“hegemon”
kavramına
vurgu
yapan
hegemonik
istikrar
teorisyenleri rejimlerin, bu rejimlerde çıkarı olan güçlü bir lider bulunmadan
sürdürülemeyeceğini savunurlar. 26 Hegemonik İstikrar Kuramı (hegemonic
stability theory), hegemon ya da lider devletin uluslararası sistemde istikrar
sağlayıcı bir rol oynadığından hareketle, bu rolün düzenin yürütülmesine yaşamsal
katkısı olduğunu öngörmektedir. Hegemon olmadığında veya hegemon gücünü
yitirdiğinde ise, uluslararası iktisadi düzenin idaresinde istikrarsızlık yaşandığı
vurgulanır. Korumacılık ve iki taraflılık yaygın hale gelir ve bu da iktisadi
ulusçuluğa dönüşerek uluslararası piyasaların işleyişini iki savaş arası dönemdeki
gibi engelleyerek savaşa varabilen anlaşmazlıklara yol açabilir. Bu argümanlarla
PIER çerçevesinde gelişen Amerikan Okulu, 1970 ve 1980’li yıllar boyunca
düşüşe geçen ABD hegemonyasının nasıl yeniden inşa edilebileceğine
yoğunlaşmıştır.
Soğuk Savaş döneminde uluslararası siyasi iktisat yalnızca Batı dünyasında
değil, Üçüncü Dünya ülkelerinde de ilgi odağı olmuştur. Az gelişmiş ülkelerin
sorunlarının incelendiği Bağımlılık Okulu (Dependency School), bu duruma örnek
teşkil etmektedir. Bağımlılık Okulunun ortak noktası, az gelişmiş ülkelerin
konumunu bu ülkelerin dünya kapitalist sistemine katılım koşulları ve devletler
arasındaki asimetrik ve dezavantajlı ilişkilerle açıklaması olmuştur. Devletleri
temel aktörler olarak gören bu Okulun yanı sıra, Modern Dünya-Sistemi
Yaklaşımının uluslararası siyasi iktisat çalışmalarına sistemci-yapısalcı bir katkısı
olmuştur. 27
1.3. DÜNYA-SİSTEMİ YAKLAŞIMI
Immanuel Wallerstein tarafından 1974 yılında geliştirilen dünya-sistemi
yaklaşımı, dünya sistemlerinin oluşumunu ve modern dünyada kapitalist sistemin
işlemesini mümkün kılan unsurları incelemiştir. İzleyen satırlarda yaklaşımın
26
Andreas Hasenclever, Peter Mayer ve Volker Rittberger, “Integrating Theories of International
Regimes”, Review of International Studies, Cilt: 26, Sayı: 1, 2000, s. 9.
27
M. F. Tayfur, 2005, s. 197-199.
12
önce teorik çerçevesi sunulacak, ardından pratik düzeydeki yansımasından
bahsedilecektir.
1.3.1. Teorik Çerçeve
Uluslararası İlişkiler disiplininde sistem düzeyinde bir anlayışa katma değer
yapan Wallerstein, dünya-sistemini sosyal ilişkiler temelinde betimlemektedir.
Wallerstein, gelişmiş bir merkez ve az gelişmiş bir çevre arasındaki sömürücü
değiş tokuş ilişkilerine vurgu yaparak bu ilişkiyi de işgücünün farklı kontrol
biçimlerine bağlamaktadır. Bu kapsamda yazar merkezde özgür işgücü, çevrede
zorunlu işgücü ve ikisinin arasında bulunan yarı merkezde özgür ve zorunlu
işgücü arasında bir çeşit bulunduğunu belirtir. 28
Wallerstein’ın yaklaşımı, devletler içerisindeki sistem ve süreçleri birincil
önemde değil, dünya sisteminin bir yansıması olarak görür. Wallerstein’a göre bu
sistemin işleyişini kapitalist iktisadi yapı belirlemektedir. Dünya-sisteminde tek
bir dünya-ekonomisi ve piyasası vardır. Sistem, siyasi örgütlenme olarak birçok
devletten oluşmaktadır ve devlet içerisinde ulusal burjuvaziler uluslararası
piyasayı kendi çıkarlarına uygun biçimde etkilemek için devlet otoritesini
kullanırlar. Dolayısıyla devletlerin göreli gücü, uluslararası siyasi iktisat
dinamiklerini anlamada önemli hale gelir. Çünkü dünya-ekonomisinde üretilen
artı değere güçlü devletler tarafından el konulur. Bu kapsamda, siyasi otorite ve
piyasa ilişkileri, merkez-çevre-yarı çevre devletlerin dâhil olduğu bu sistem
içerisinde şekillenir. 29
Bu sistem, birbirine dünya ticareti ile bağlı olan merkez, çevre ve yarı çevre
ülkeler arasındaki coğrafi farklılaşmaya dayanmaktadır. Bu farklı bölgeler dünyaekonomisi tarafından farklı biçimde ödüllendirilmektedir; elde edilen artı değer
orantısız biçimde merkez ülkelere gitmektedir. Ek olarak, her bölgenin ekonomik
28
Robert W. Cox, “Social Forces, States and World Orders: Beyond International Relations
Theory”, (Der. Robert O. Keohane), Neorealism and Its Critics, Columbia University Press,
United States, 1986, s. 206.
29
a.g.e., s. 200.
13
yapısı dünya piyasasına yönelmiş olan belirli bir sınıfı ve o sınıfın çıkarında
hareket eden belirli güce sahip devletleri desteklemektedir. Devletler arasındaki
güç farklılığı, sistemin bir bütün olarak sürdürülmesi için önemlidir; çünkü güçlü
devletler artı değerin merkeze doğru gidişini desteklemektedir. Bu da güçlü
devletlerin, kapitalist sınıfa dünya piyasasında kendi çıkarlarına hizmet edecek
şekilde dünya ticaretini yönlendirmek ve ticaret koşullarını belirlemek için ilave
ekonomik yardım sağlamasından kaynaklanmaktadır. 30
Wallerstein’a göre, yaklaşık 500 yıllık varlığı esnasında belirli kurallar
çerçevesinde işleyen kapitalist sistemin tayin edici niteliği, serbest piyasa veya
sınıf mücadelesinden ziyade sonsuz sermaye birikiminin kalıcı bir arayış
olmasıdır. Bu arayış, “daha fazla sermaye biriktirmek için sermaye biriktirme
arayışı”dır. Anılan niteliğin baskın çıkması için, farklı hedeflerle iş yapmak
isteyen diğer aktörleri cezalandırma mekanizmaları olmalıdır; bu da ya uyumsuz
aktörlerin sahneden silinmesini ya da en azından sermaye biriktirme
yeteneklerinin büyük ölçüde kösteklenmesini gerektirmektedir.
Wallerstein, modern dünya-sisteminin Kontradieff döngüleri ve hegemonya
döngüleri yoluyla işlediğini belirtir. Bu döngüler, sistemin genişleme ve daralma
dinamiklerini anlatır. Kontradieff döngüsü şu şekilde işler: Üreticilerin sermaye
biriktirmesi için yarı-tekeller gereklidir; çünkü tam rekabetin bulunduğu bir
sistemde gerçek anlamda kar etmek mümkün olmadığından serbest piyasanın
sınırlanması gereklidir. Yarı-tekelleşmiş (öncü) ürünler, dünya-sisteminin
ekonomik faaliyetinin büyük kısmını kendi başlarına belirlerler. Yarı-tekeller
kurulduğunda dünya-ekonomisinde “büyüme” gerçekleşir ve bu dönemler genelde
“refah” dönemi olarak algılanır. Fakat yarı-tekeller zaman içerisinde kendisini
tasfiye eder. Bu ise, şu şekilde gerçekleşir.
Yarı-tekellerin kârlı olduğu görüldüğünde başka üreticiler de piyasaya girmek
isterler ve öyle ya da böyle öncü ürün üreticilerinin yarı-tekeli koruma kabiliyetini
azaltabilirler. Üreticiler ise, buna karşılık olarak farklı hamlelere gidebilirler. Bir
30
Theda Skocpol, “Wallerstein’s World Capitalist System: A Theoretical and Historical Critique”,
American Journal of Sociology, Cilt: 82, Sayı: 5, March 1977, s. 1077.
14
alternatif, işlem giderlerini düşürmek için öncelikli üretim alanlarının dünyasisteminde “tarihsel” emek maliyetinin daha düşük olduğu yerlere kaydırılmasıdır.
Bu yerler böylece dünya üretim kümelenmesine girerler ve bu durum bu
ülkelerceulusal kalkınma olarak algılanıp yüceltilebilir.
Diğer bir alternatif ise üreticilerin sermaye arayışı yolunda finans
sektöründeki kârlara odaklanması olabilir. Bu alanda para kazandıran, borç
vermek ve faiziyle geri almaktır. Fakat gerçek hiçbir değer oluşturmayan bu
mekanizma, sistem için ekonomik ve siyasi bakımdan tehlikelidir. Yeniden
üretimle sermaye birikimine dönülmesi gerekir ve böylece yeni bir öncü ürün
ortaya çıkar. Bu döngü, diğer bir deyişle sonsuz sermaye birikiminin peşine
düşülmesi, kapitalizmin tek bir devlet içerisine değil, her devletten daha kapsamlı
bir dünya-sistemine yerleşmesiyle mümkün olur. Çünkü yalnızca bir devlette
işleyen bir süreç, iktidarda bulunanların artı değere el koymasını beraberinde
getirir. Öte yandan hiçbir devlet olmazsa, yarı-tekeller de elde edilemez. Bu
durum da, burada açıklanmaya çalışılan Kontradieff döngülerinden daha uzun
vadeli olan hegemonya döngülerinin varlığına ışık tutar.
Hegemonya 31; bir devletin diğer devletlerin işleyişine belirli kurallar
dayatması ve böylece “göreli” bir düzen oluşturmasıdır. Dünya nüfusunun küçük
kesimleri için oldukça kârlı olan düzensizlikler (örneğin kurumsal yozlaşma),
aslında kapitalist birikimin korunması için gerekli olan altyapıya zarar
vermektedir. Hegemonyacı gücün dayattığı “göreli düzen”, kapitalist sistemin
normal işleyişi için olumlu koşullar oluştursa da, başka devletlere, onların
girişimcilerine ve yurttaşlarına faydalı olduğu şüphelidir. Ancak öncü sektörlerde
olduğu gibi, bu durumda da bir kendi kendini tasfiye söz konusudur. Bu durumun
birkaç sebebi olabilir. Hegemonyanın oluşturduğu göreli düzenin daima
kaybedenleri olacağından, bu kesim pek çok şekilde isyan eder. İsyanları
bastırmanın bir yolu olan askeri müdahaleler ise maliyetlidir; çünkü bu
müdahaleler genelde tam bir başarıyla ulaşamaz ve dolayısıyla gücün sınırlarını
ifşa eder. Ayrıca baskıcı güç kullanımı ülke içerisinde maliyetleri arttırdığından,
Wallerstein, İtalyan düşünür Antonio Gramsci tarafından geliştirilen “hegemonya” kavramını
kullanır.
31
15
halk desteği de yavaş yavaş azalır. Böylece hegemon gücün başındakiler de,
göreli düzenlerini dayatma konusunda kısıtlarla karşılaşırlar.
Hegemonun gerilemesinin diğer bir nedeni de, hegemondan daha güçsüz olan
devletlerin yeniden kuvvetlerini toplamaya başlaması olabilir. Bu aktörler daha
büyük bir jeopolitik rol talep edebilir ve sistem de güçler dengesi durumuna
yaklaşır. Fakat bu durum kolay bir süreç değil, oldukça pürüzlü ve çetindir. Bu
sebeple hegemonya döngüleri Kontradieff döngülerinden daha uzundur. Ayrıca şu
da belirtilmelidir ki bu döngüler aslında tam manasıyla bir döngü de değildir;
çünkü hiçbir zaman başlangıç noktalarına geri dönülmemektedir. 32 Wallerstein,
tüm sistemlerin bir ömrü olduğunu belirtmektedir. 33 Bu da yaklaşımda, bir sistem
olarak kapitalizmin sonunun gelebileceğine işaret eder.
1.3.2. Kapitalist Dünya-Sistemi
Wallerstein, modern dünya-sisteminde son büyük hegemonya mücadelesinin
ABD ile Almanya arasında yaşandığını ve 1945’te Almanya’nın teslim olmasıyla
ABD’nin galip geldiğini belirtmektedir. ABD’nin, İkinci Dünya Savaşından önce
de ekonomik kapasitesi ve rekabet gücü oldukça fazla olmakla birlikte savaş, bu
durumu güçlendirmiştir. Çünkü diğer sanayi devletleri zarar görürken, ABD savaş
zamanında sınai ve tarımsal temelini daha da geliştirebildi. Savaşın verdiği
zararlar neticesinde yalnızca yenilmiş devletler değil, ABD’nin müttefikleri de
yardım ve kalkınma desteğine ihtiyaç duymuştu. ABD, kendi bölgesi içerisinde,
Batı Avrupa’da Marshall Planı, ayrıca Japonya, sonrasında da Doğu Asya’da
Güney Kore ve Tayvan’a
yardımlarda bulundu.
Bu
yardım
yalnızca
hayırseverlikten değil, ABD’nin gelişen sektörleri için müşteri ihtiyacından
kaynaklanmaktaydı. Diğer yandan, Sovyetler Birliği de kendi bölgesindeki
ekonomik yapılarını geliştirme çabasındaydı.
Fakat 1945’i takip eden yirmi yıl içinde jeopolitik yarı-tekele yönelik en
büyük iki değişiklik, Üçüncü Dünya ülkelerinde yaşanan ayaklanmalar ve Batı
32
33
I. Wallerstein, 2014, s. 19-27.
a.g.e., s. 19.
16
Avrupa ve Japonya’daki ekonomik toparlanma olmuştur. Sistem artık yapısal bir
krize giriyordu; çünkü kapitalistlerin sonsuz sermaye birikimi arayışı zora girmişti
ve jeokültürde merkezci liberallerin hâkimiyetikonjonktürel anlamda sona
yaklaşmıştı. Sermaye birikiminin zora girmesi, üretim maliyetlerindeki (personel
maliyeti, girdi maliyeti ve vergi) sürekli artışta gizliydi. Bu duruma eşlik eden
kültürel değişim ise, 1968 dünya devriminin sonucunda oluşmuştur. 1945-1968
döneminde, Eski Sol hareketler (komünistler ve sosyal demokratlar) dünya
sisteminin hemen hemen tüm kesimlerinde güç kazanmıştır. Bu durumun
yaşanmasında, büyük şirketlerin ve hegemonyacı gücün alan açıcı tavırlarının
payı belirleyici olmuştur. ABD “sömürgeciliğin sonlandırılması” müzakerelerinde
olumlu tavır göstermişti, çünkü sistem karşıtı faaliyetlere yönelik baskıcı bir
tavrın maliyeti büyük görünmekteydi. Ayrıca hegemonyanın zirve yaptığı bir
dönemde genişleme oldukça kârlı olduğundan, üreticiler işçi ücretlerinde ciddi
taviz vermeye hazır olmuşlardır. Bu alan açıcı tavırlar neticesinde 1960’ların
ortalarında Eski Sol hareketler hemen hemen her yerde devlet iktidarına
yerleşmiş; bu kapsamda sosyalist blokta komünist partiler, pan-Avrupa
dünyasında ise sosyal demokratlariktidara gelmiştir. Sosyal demokratların başlıca
politikası olan refah devletinin, muhafazakâr muadilleri tarafından da kabul
edildiği söylenebilir.
Üçüncü Dünyada da sömürge ülkelerin hemen hemen tamamında ulusal
kurtuluş hareketleri iktidara gelmiştir. Fakat bu hareketler zafere eriştikleri
inancında olsalar da, 1968 devrimine katılanlar Eski Sol hareketler iktidara
gelmesine rağmen dünyayı hiç de değiştirmediklerini düşünmekteydiler. 1968
devrimi pek çok ülkede başarıyla bastırılmıştır. Ancak bu hareketin kalıcı mirası,
merkezci liberalizmin tek meşru jeokültür olduğu iddiasının yıkılması olmuştur.
Dünya sağı da merkezci liberalizm ile olan bağından sıyrılmış, yaşanan
ekonomik durgunluk ve Eski Sol hareketlerin yıkılmasından faydalanarak
“neoliberal küreselleşme” adı verilen hamleye girişmiştir. Dünya sağı, refah
devletinin her çeşidini yıkmaya ve dünya sisteminde ABD gücünün gerileyişini
yavaşlatmaya çalışmıştır. Sovyetler Birliğinin dağılma süreci de bu duruma katkı
sağlayan bir ortam oluşturmuştur.
17
1970’lerdeki
ekonomik
durgunluk
ile
birlikte
kapitalist
üreticiler
faaliyetlerinin önemli bir kısmını başka alanlara kaydırmış, finans sektöründen kâr
edinmeye
başlamış
ve
finansal
spekülasyon
mekanizması
kapsamında
borçlandırma yoluyla tüketim teşvik edilmiştir. İlk borçlandırma balonu OPEC
etkisi ile 1973 ve 1979’da yaşanmış; bu kapsamda fiyatlardaki yükseliş petrol
ihraç etmeyen Güney ülkeleri ve sosyalist blokta olumsuz etkilere yol açmıştı.
OPEC ülkeleri ise, petrol fiyatlarındaki artıştan dolayı yükselen gelirlerinin bir
kısmını Batı bankalarına yatırmış, Bankalar da ödeme dengesi güçlüğü yaşayan
ülkelere borç vermeyi teklif etmiştir. Borçlar geri ödenemediğinde ise, borç
krizleri doğmuştur. Daha sonraki borç dalgası ise 1980’den itibaren büyük
firmalarca çıkarılan çürük tahviller sebebiyle, 1990’larda da ise, özellikle
Kuzey’deki geniş çaplı bireysel borçlanma ile yaşanmıştır. 21. yüzyılın başında da
ABD’de kamu borcunda yükseliş gözlemlenmiş, 2007’ye gelindiğinde ABD’de
krizden söz edilmeye başlanmıştır. Hükümetlerin borç halkası da giderek
büyümüş ve tasarruf politikaları ön plana çıkmıştır.
Bir yandan bu gelişmeler yaşanırken, sermaye kazanımının coğrafi olarak yer
değiştirmesine de tanık olunmuştur. Özellikle BRICS’in ortaya çıkışı dünya
üzerindeki artı değerin dağılımında rol alan insanların sayısını arttırmıştır. Ancak
bu durum sonsuz sermaye birikimini arttırıcı değil azaltıcı bir niteliktedir. ABD
hegemonyasının gerileyişi Başkan Bush dönemindeki askeri gösterinin siyasi ve
askeri bakımdan fiyasko ile sonuçlanmasıyla geri dönüşü olmayan bir hal almıştır.
Bugün çok sayıda güç merkezi ve dolayısıyla çok kutuplu bir dünya
bulunmaktadır. Bu durum ise sadece orta vadede değil, büyük oranda kısa vadede
öngörülemezlik getirmiştir. 34
Görüldüğü üzere Wallerstein’ın yaklaşımı, ulus-devletleri ve diğer aktörleri
tek başlarına değil, bir dünya-sistemi içerisinde düşünmeyi olanaklı kılmaktadır.
Fakat Wallerstein’ın yaklaşımı devletler sisteminin dünya ekonomisinden ayrı bir
jeopolitik
34
35
gerçekliği
olduğunu
göz
ardı
ettiği 35
yönünde
eleştirilerle
a.g.e., 28-44.
T. Skocpol, March 1977.
18
karşılaşmaktadır. Ayrıca artık bir dünya ekonomisinden ziyade, küresel
ekonominin varlığından söz edilmeye başlanmıştır. 36
Eleştirilerin haklılık payı olsa da, dünya-sistemi yaklaşımı, uluslararası
sistemi bir dünya-ekonomisi çerçevesinde uluslararası siyasi iktisat bakış açısıyla
anlamayı ve dolayısıyla devletler sistemini bir bütün olarak ele almayı olanaklı
kılmaktadır. Ayrıca Wallerstein’ın yaklaşımı, Bağımlılık Okulu çalışmalarında
olduğu gibi modernleşme teorilerine eleştirel bir duruş sergilemekte ve ülkelerin
farklı yollar izleyebileceğini savunmaktadır. Böylece sistemin devletler üzerindeki
dayatmasını ve modern” olarak sunulan reçeteleri anlamak kolaylaşmaktadır.
Ayrıca Wallerstein değişimi de öngörmeyi denemiş ve kapitalizmin tüm sistemler
gibi bir ömrü olduğunu savunarak farklı alternatifleri değerlendirmeye
çabalamıştır.
Görüldüğü üzere, uluslararası siyasi iktisadi ortamda meydana gelen
gelişmelere ilişkin farklı okumalar yapmak mümkündür. Uluslararası siyasi iktisat
gerilediği düşünülen ABD hegemonyasının nasıl yeniden düzenlenebileceğine
yönelik olarak tasarlanırken, bu hegemonyanın kendsinin tartışıldığı yaklaşımlar
da mevcuttur. Wallerstein’ın yaklaşımı da bu tartışmalara katkı sağlayan bir
çerçeve sunmaktadır.
1.4. ULUSLARARASI SİYASİ İKTİSATTA GÜNCEL YAKLAŞIMLAR
Uluslararası siyasi iktisat, özellikle 1990’lı yıllarda küresel ilişkilerin farklı ve
daha yoğun bir boyut kazanmasıyla gündemi zenginleşen bir alan olmuştur.
Uluslararası İlişkiler disiplininde bir bütün olarak değişim yaşadığı ve disiplinin
zenginleştiği görülürken, uluslararası siyasi iktisat çalışmaları bu değişimi belirgin
biçimde yansıtmıştır. Aktörlerin çeşitlendiği, farklı konuların önem kazandığı ve
karmaşıklaştığı bir dünyada, disiplin içerisinde sorgulayıcı çalışmalar çoğalmış ve
gücün kaynağının ne olduğu, kimin ne kazandığı ve neden kazandığına yönelik
çözümleyici yaklaşımlar geliştirilmeye başlanmıştır.
36
R. W. Cox, 1986.
19
Yeni yaklaşımlara geçmeden önce, eski PIER Okulunun değişimi nasıl
değerlendirildiğine bakıldığında şu unsurlar göze çarpmaktadır:
Güvenlikle ilgili meselelerin öneminin azalması
Korumacı ve müdahaleci ticaret anlayışının artması ve AB gibi bölgesel
ticaret bloklarının güçlenmesiyle liberal anlayışın gücünü yitirdiğinin
vurgulanması
Liberalizmin ötesine geçen yeni işbirliği biçimlerinin oluşturulması; bu
çerçevede çoktaraflılığın vurgulanması ve uluslararası iktisat zirvelerinin
toplanarak Uruguay Raundu veDTÖ’nün kurulmasıyla karşılıklı bağımlılığın
sürdürülmesi yönünde Batı ittifakında güçlü bir irade sergilenmesi
Gelişmekte olan ülkelerin artık yeni bir siyasi düzen aramaktansa varolan
uluslararası ticaret rejimine daha fazla katılmaya başlaması
Sovyetler Birliği, Doğu Avrupa ve Çin’deki siyasi ve iktisadi sistemlerdeki
değişimin Doğu ve Batı arasındaki iktisadi etkileşimi arttırmasıyla bu
ülkelerin de artık uluslararası iktisadi sistemin idaresi konusuna dâhil
olmaları
Tüm bunların yanında, uluslararası serbest piyasa ekonomisinin iktisadı refahı
arttıramadığı ve sistemin devlet egemenliği zayıflattığı tartışmaları da hız
kazanmıştır. Bu ortamda öne çıkan hususlar; artan küreselleşme karşısında
devletin vatandaşların iktisadi refahına yönelik süren siyasi sorumlulukları, eski
komünist ülkelerin sisteme entegre edilmesi ve artan nüfus ve göç hareketleri
neticesinde ülkelerin içerisinde ve ülkeler arasındaki eşitsizliklerin giderilmesi
olmuştur. Çoktaraflı olarak idare edilmesi öngörülen yeni uluslararası iktisadi
düzenin ABD, İngiltere, Japonya, Almanya ve Fransa’nın desteği ile yürümesi ve
gerekli ekonomik reformların kısmen IMF, Dünya Bankası ve DTÖ çerçevesinde
uluslararası müzakereler yoluyla gerçekleşmesi öngörülmüştü. Ancak PIER Okulu
yakın zamanda siyasi sorunun küreselleşmiş dünya ekonomisi için ne gibi
20
yönetişim sistemlerinin geliştirebileceği olduğunu vurgulamış, bu kapsamda
sistemin
idaresinden
başlamıştır.
“yönetişim”e
geçilmesi
gerektiğini
vurgulamaya
37
Bu kapsamda PIER Okulu içerisinde 1980’li ve 1990’lı yıllarda geliştirilen
rejim çalışmaları, uluslararası kuruluşlara yönelik anlayışın yerine, daha geniş
kapsamlı olarak “uluslararası yönetişim” anlayışını getirmeye çalışmıştır. 38Çünkü
küresel niteliğe bürünen sorunlar karşısında devletin yeterli bir kurumsal form
olup olmadığı, önemli bir tartışma konusu olmuştur. Giderek artan sosyal ve
ekonomik karşılıklı bağımlılık, ulusal karar alma süreçlerini iki temel şekilde
etkilemektedir: kararların uluslararası ve yerel düzeylere aktarılması. Dolayısıyla
küreselleşme, farklı düzeylerde gerçekleşen karmaşık karar alma süreçleri
gerektirmekte, çok tabakalı bir boyut kazanmaktadır. Karar alma süreçlerinin
ulusal düzeyden yerel ve uluslararası düzeylere aktarılmasının söz konusu oluşu,
küresel yönetişim kavramının gelişmesinde önemlidir. Küresel yönetişim, ulusal
kontrolden çıkan sorunların çözümüne veya ulus-aşırı kamusal mallar sağlamaya
yönelik olarak önerilen düzenlemeler toplamı olarak tanımlanabilir. Bu
düzenlemeler normların, kuralların ve programların izlendiği, yürütüldüğü ve
uyarlandığı süreçler ile bu kural ve programların içinde çalıştıkları yapıları
kapsamaktadır. Küresel yönetişim, ulusal sınırları aşan sorunlara yönelik
düzenlemelere işaret etmektedir. 39Ancak Realizmin vurguladığı gibi, uluslararası
sistem içerisindeki ilişkileri düzenleyecek ve politika yapımını üstlenecek
kapsayıcı bir kurum bulunmamaktadır. 40 Fakat dünya meselelerinde yönetişime
olan talep ve ihtiyaç da artmaktadır. 41
Görüldüğü üzere PIER Okulu değişimi ABD hegemonyası üzerinden
yorumlamış ve sistemin sürdürülebilirliğine yönelik çalışmalar üretmiştir.1980’li
yılların sonlarına doğru PIER Okulu ciddi biçimde eleştirilmiş ve özellikle
37
M. F. Tayfur, 2005, s. 208-211.
Lisa L. Martin ve Beth A. Simmons, “Theories and Empirical Studies of International
Institution”, International Organization, Cilt: 52, Sayı: 4,1998, s. 737.
39
Micheal Zürn, “Globalization and Global Governance”, (Der. Walter Carlsnaes, Thomas Risse,
Beth A. Simmons), Handbook of International Relations, Sage Publications, Los Angeles,
London, New Delhi, Singapore, Washington DC, 2013, s. 408.
40
A. L. Bennett ve J. K. Oliver, 2002, s. 37.
41
a.g.e., s. 44.
38
21
Amerikan kökenleri olmayan akademisyenler, Yeni Uluslararası Siyasi İktisat
Okulu (International Political Economy, IPE) adı altında siyasi iktisat
çalışmalarını
Amerikan
çıkarları
etrafında
incelenmekten
uzaklaştırmaya
çalışmışlardır. IPE Okulu sektörel çıkar grupları ve güçsüz farz edilen insanlar
gibi devlet dışı aktörlere ve ticaret, para, yatırım gibi konular dışında alternatif
konulara vurgu yapmıştır. Okul aynı zamanda siyasi otorite ve piyasa ilişkisini,
güç faktörüne farklı bir bakış açısı getirerek “güç kimin elinde” ve “gücün
kaynağı nedir” gibi sorular yoluyla incelemeyi savunmuş ve böylece oluşturulmuş
düzenlerin kaynağına inmeyi hedeflemiştir. 42
Dolayısıyla rejim çalışmalarının tarafsızlığı da sorgulanmıştır. Susan Strange
rejim çalışmalarının, bir moda olarak Amerikan fikir yapısının bir yansıması
olarak ortaya çıktığını belirtmektedir. Strange bu görüşün dış şokların ABD
gücünü azalttığına ve uluslararası kuruluşların değişken performansına dair bir
çözümlemeye gitmeyi beraberinde getirdiğini belirtmekte, ancak Avrupalıların
gözünde gücün azalması aslında bu gücün başlangıçta “abartılmasından” ibaret
olduğunu ifade etmektedir. Amerikalılar emperyalizmlerini tanımasalar da,
Avrupalıların gözünde Washington’un sistemin merkezi ve kapitalizmin kalesi
olarak toprağa dayalı genişlemeye ihtiyaç olmadan askeri ittifaklar ve ticarete,
yatırıma ve bilgiye açık bir dünya ekonomisi yoluyla küresel bir imparatorluk
çeşididir. Aslında Amerikalılar dışında hiç kimse, 1971 öncesi dünyayı zaten
hiçbir zaman çok istikrarlı ve düzenli görmemekteydi. Üçüncü Dünya ülkeleri
için, petrol krizi birçok Amerikalının gözünde olduğu gibi tarihi bir dönüm
noktası olmamıştır; çünkü bu ülkeler zaten o zamana kadar ülkelerinin kahve gibi
temel ihracat ürünlerinin fiyatlarında iki veya üç kez dalgalanmalar ve iç
karışıklıklar yaşamıştı. ABD’nin otoritesi azalıyorsa, bu durum büyük ölçüde bu
ülkenin piyasalara ve bu piyasaları yürütenlere bütünleşmiş dünya ekonomisinden
kâr etmeye yönelik özgürlük vermesinden kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla ABD,
hala
sistemin
hegemonu
konumundadır. 43Bu
görüşle
Strange,
ABD
42
M. F. Tayfur, 2005, s. 206-207.
Susan Strange, “Cave! Hic Dragons: A Critique of Regime Analysis”, International
Organization, Cilt: 36, Sayı: 2, Spring 1982.
43
22
hegemonyasının düşüşe geçtiğini değil, bu hegemonyanın 1945 sonrası dönemde
zaten hiçbir zaman varsayıldığı kadar abartılı olmadığını savunmaktadır.
IPE Okulu, Soğuk Savaşın sona ermesi sonucunda mevcut uluslararası
rejimleri sürdürmeyi sağlayan güvenlik sebeplerinin ortadan kalkmasıyla ABD
iktisadi politikalarının eleştirilmesine kapı aralandığına ve Avrupa ve Japonya’da
farklı siyasetler izlenebileceğine, ayrıca ulusal ekonomilerin dünya piyasa
ekonomisiyle artan bütünleşmeleri neticesinde devlet otonomisinin sona ermesine
odaklanmaya başlamıştır. Bu kapsamda artık hiçbir devletin küresel piyasa
ekonomisinin dışında kalma şansının bulunmadığı ve az gelişmiş ülkelerde de
adalete dayalı yeni bir uluslararası iktisadi düzene dair reformist düşüncelerin
1990’larla birlikte sona erdiği savunulmuştur. 44
1980’lerin sonu ve 1990’ların çoğunda sınır ötesi işlemlerdeki artış,
küreselleşme kavramının kullanılmasına neden olmuştur. 45Soğuk Savaşın sona
ermesinin ardından uluslararası siyasi iktisatta var olan okullar değişimi kendi
açılarından değerlendirirken, kendisini Küresel Siyasi İktisat (Global Political
Economy, GPE) olarak adlandıran yeni bir yaklaşım da ortaya çıkmıştır. Yeni
ortaya çıkan GPE Okulu, devletlerin küreselleşmeye uyum siyaseti üzerine
odaklanmış, çünkü dünya piyasa ekonomisinin artık daha az siyasi kontrole tabi
olduğunu savunmuştur. 46
Küreselleşme, karşılıklı bağımlılık anlayışından da farklılık göstermektedir.47
MichealZürn, karşılıklı bağımlılık ile daha güncel olan küreselleşme kavramı
arasındaki farkın, ilk kavramın farklı birimler arasında artan hassasiyet ve
kırılganlığı anlatması, diğer kavramın ise bu birimlerin birleşmesi ile ilgili
olduğunu belirtir. Küreselleşme Micheal Zürn tarafından dünyanın bütünleşmiş
bir küresel topluma doğru hareket ettiği ve ulusal sınırların öneminin azaldığı bir
süreç olarak tanımlanmaktadır. Bu kapsamda küreselleşme, iç ve dış ilişkiler
44
M. F. Tayfur, 2005, s. 211-213.
M. Zürn, 2013, s. 404.
46
M. F. Tayfur, 2005, 214-215.
47
a.g.e., s. 215.
45
23
arasındaki sınırı sorgulamaktadır. 48 Uluslararası siyasi iktisat gündemi üzerindeki
otonomilerinde azalma yaşadığı varsayılan devletler, bu süreçte kontrollerini
yeniden kazanmak istemektedirler. Bu durum da çoktaraflılığa yönelik ilginin
azalmasını ve küreselleşmeye refakat eden bölgeselliğin artmasını da kısmen
açıklamaktadır. 49 Bugün küreselleşmenin devlet egemenliğini sarstığına yönelik
argümanlar Uluslararası İlişkiler disiplininde önemli yer tutmaktadır.
1.5. ULUSLARARASI KURULUŞLARA İLİŞKİN TARTIŞMALAR
Uluslararası İlişkiler disiplininde uluslararası sistemi anlamaya yönelik farklı
bakış açıları, yukarıda sunulmaya çalışılmıştı. Bu kısımda ise uluslararası
kuruluşların bu literatür içerisinde konumlandığı yerden bahsedilecektir. Çünkü
uluslararası kuruluşların oluşumu ve sistem içerisindeki faaliyetlerinin, son
bölümde örneklendirileceği üzere kapitalist sistemin sürdürülebilirliğine hizmet
ettiği savunulmaktadır. Kamu yönetimi alanına dâhil oluşları da bu kapsamda
anlaşılabilecektir. Çünkü kamunun yönetilmesi ulusal nitelikli bir varoluşa sahip
olsa da, günümüz dünyasında uluslararası kuruluşların gündemini çokça meşgul
etmektedir. Kamu yönetimine dair bu kuruluşlarca tavsiye edilen unsurlar, kamu
yönetimi reform süreci farklılaşsa da birçok ülkeye rehberlik etmektedir.
Aslında kamu yönetimi alanı, uluslararası kuruluşların gündeminde yer alan
meselelerden yalnızca birisidir. Günümüzde bu kuruluşlar geniş bir yelpazeye
yayılan konulara odaklanmaktadır. 50 Uluslararası kuruluşların ilgilendiği konular
gitgide daha da çeşitlenmekte ve ulus-devletin ötesinde ulus-altı ve bölgesel
düzeylere erişmektedir. Çözümlerinin ulusal sınırları aştığı değerlendirilen
meselelerde küresel yönetişim talebi artarken, ulus-devlet dışında bir yönetim
biçiminin bulunmadığı göz önünde bulundurulduğunda, devlete ait yönetim
mekanizmalarıyla çalışma ve bu mekanizmaları iyileştirme çabasının uluslararası
kuruluşların gündemine iyice yerleşmiş olduğu gözlemlenmektedir. Kamunun
nasıl yönetildiği, hem karar alma süreçlerinin işleyişini yürüten devletler için, hem
48
M. Zürn, 2013, s. 402.
M. F. Tayfur, 2005, s. 215.
50
A. L. Bennett ve J. K. Oliver, 2002, s. 19.
49
24
de üyeleri devletlerden oluşan hükümetlerarası uluslararası kuruluşlar için gitgide
daha önemli hale gelmektedir. Bu kısımda öncelikle uluslararası kuruluşların
kökenlerine değinilecek, ardından Uluslararası İlişkiler disiplininde uluslararası
kuruluşlara yönelik teorik çerçevelere yer verilecektir. Son olarak da, uluslararası
kuruluşların kamu yönetimi alanı ile bağlantısından bahsedilecektir.
1.5.1. Uluslararası Kuruluşların Kökenleri
Uluslararası kuruluşların ortaya çıkışında Westphalia Anlaşması ve onunla
birlikte gelen egemen ve eşit ulus-devlet anlayışı belirleyici olmuştur. Westphalia
sisteminin işleyişi, uluslararası kuruluşlar için vazgeçilmez bir nitelik olmuştur;
çünkü egemen ve eşit ulus-devletler arasındaki rekabet ortamında uluslararası
kuruluşlar
işbirliğini
mümkün
kılan
kurumsal
çerçeveler
olarak
değerlendirilmişlerdir. 51 Bennett ve Oliver, uluslararası kuruluşların temelinin
eski zamanlarda atıldığını, ancak ortaya çıkışlarının 19. yüzyıla kadar
gerçekleşmediğini belirtmektedir. 52
Bennett ve Oliver’e göre, uluslararası kuruluşların oluşturulması daha çok son
100 yıldır görülse de modern devletlerarası kuruluşların temelini oluşturan
fikirlerin ve uygulamaların temelleri yüzyıllar öncesine kadar götürülebilir.
Günümüzde uluslararası kuruluşlar, devletler arasındaki farklılıkları aşmaya ve
işbirliğini geliştirmeye yönelik fikirler oluşturan, Doğu ve Batı uygarlıklarına
mensup felsefeciler ile varlık kazanmışlardır. 53 Bennett ve Oliver, bu çerçevede
savaşın kontrol edilmesi ve uluslararası barışı sağlama konularında fikir yürüten
filozoflara değinmektedir. Örneğin Bennett ve Oliver, Immanuel Kant’ın barış
planlarında, bir devletin başka devletin içişlerine karışmamasının bir unsur
olduğundan bahsetmektedirler. 54 Ancak Kant’ın ve diğer filozofların fikirlerinin
hükümet uygulamaları üzerinde minimum etkisi olduğunu belirten Bennett ve
Oliver,
uluslararası
gerçekleştiğini
ifade
kuruluşların
ederler.
gelişmesinin
Ayrıca,
19.
Napolyon
ve
20.
yüzyıllarda
tehdidinin
uluslararası
51
Ç. Özen, 2011, s. 4-5.
A. L. Bennett ve J. K. Oliver, 2002, s. 21.
53
a.g.e., s. 24.
54
a.g.e., s. 29.
52
25
kuruluşların gelişmesinde önemli bir dönüm noktası olduğunu belirterek İngiltere,
Rusya, Prusya ve Avusturya-Macaristan tarafından oluşturulan koalisyonun,
birçok açıdan Milletler Cemiyeti Misakı ve Birleşmiş Milletler (BM)
Antlaşmasının temelinde yer alan ortak güvenlik düşüncesinin habercisi olduğunu
belirtirler. Napolyon yenilgiye uğratıldıktan sonra ortaya çıkan Avrupa
Uyumunun ise, Orta Avrupa’da ticaret ve alım-satım konularında çıkan sorunlara
çok taraflı yanıtlar verilmesiyle ilgili ilk örgütlenme çabalarının kaynağı olduğunu
ifade ederler.
Bennett ve Oliver, 19. yüzyılın sonundaki ve 20. yüzyılın başındaki dönemde
sanayileşmenin ve karşılıklı bağımlılığın arttığını ve bazı açılardan bu dönemin
uluslararası kuruluşların oluşturulması bakımından zirve noktası olduğunu
vurgulamaktadır. 19. yüzyılın sonunda artan ticari ve finansal karşılıklı
bağımlılığın belirgin hale gelmesiyle işlevsel örgütlerin kuruluşunun hızlandığı,
ticaret ve alım-satımın teknik altyapısının rasyonel hale geldiği görülmektedir. Bu
çerçevede sanayileşmekte olan ve ticaretle uğraşan ülkelerin demiryolları, posta
ve telgraf konusunda uluslararası düzenlemeler oluşturduğu belirtilmektedir.
İkinci Dünya Savaşı sonrasında karşılıklı bağımlılığı artan küresel
ekonominin farklı boyutlarını yönetmek üzere bir dizi uluslararası kuruluş (hem
hükümetlerarası hem de hükümet dışı) ortaya çıkmıştır. 20. yüzyılın sonunda,
Dünya Bankası ve IMF’nin de aralarında bulunduğu binlerce uluslararası kuruluş
oluşturulmuştur. 55 Bu kuruluşlara egemenlik devri nadiren gerçekleşse de,
devletler gittikçe karmaşıklaşan işlerini yürütmede uluslararası kuruluşları
vazgeçilmez araçlar olarak görme eğilimine girmişlerdir. Ancak günümüzde
uluslararası kuruluşların devletler sisteminden özerklik kazanmaya başlaması,
Westphalia sisteminin akıbeti hakkında tartışmaları alevlendirmiştir. 56
55
56
a.g.e., s. 30-34.
Ç. Özen, 2011, s. 5.
26
1.5.2. Uluslararası İlişkiler Disiplininde Uluslararası Kuruluşlar
Uluslararası İlişkiler disiplininde uluslararası kuruluşlara dair yaklaşımlar
oldukça zengin ve çeşitlidir. Disiplin çok uzun süre devletlerin uluslararası
siyasetin en önemli aktörü olduğu ve anarşik (yönetme kapasitesine sahip bir
otoritenin bulunmadığı) uluslararası sistemde işbirliğinin zor olduğu Realist
yaklaşımının etkisinde olmuştur. Uluslararası kuruluşlara yönelik ilk kapsamlı
yaklaşımlar, bu uluslararası kuruluşların artan karşılıklı bağımlılık ortamında bu
kuruluşların devletlerarası işbirliğini kolaylaştırıcı oldukları yönünde olmuştur.
Daha sonra uluslararası kuruluşların rolleri daha belirleyici oldukları yönünde
tasvir edilmeye çalışılmıştır. Elbette, bu tezde de savunulmaya çalışıldığı üzere,
aslında uluslararası kuruluşların (özellikle hükümetlerarası) kuruluşların bağımsız
bir gündemi olmadığı ve gündemlerinin her zaman güçlü devletlerin çıkarını ve
bu doğrultuda oluşturulan uluslararası düzenin yapısını yansıttığı yönünde
yaklaşımlar mevcuttur. Şimdi, bu yaklaşımlardan bahsedilmeye çalışılacaktır.
Uluslararası İlişkiler alanı içerisinde iki temel ve aynı zamanda birbirine
karşıt yaklaşım olan Realizm ve Liberalizm, disiplinin temel konularından birisi
olan
işbirliği
sorununa
ve
dolayısıyla
uluslararası
kuruluşlara
farklı
yaklaşmışlardır. Liberalizm barışçıl dönüşümü ve devletlerarası artan işbirliğini
esas alırken, Realizm devlet merkezli ve çıkar, savaş ve güç esaslı bir anlayış
barındırmaktadır. Uluslararası kuruluşlar alanının esas konusunu oluşturan ve
bugün ortaya çıkmakta olan bütünleşme unsuru uluslararası politikada işbirliği ve
barışçıl değişimi esas alsa da, savaşların günümüzde sona ermemiş olması göz
önünde bulundurulduğunda uluslararası politikanın çatışma ve işbirliği arasında
gidip geldiği değerlendirilmektedir. 57
Realist yaklaşım, uluslararası sistemin anarşik nitelikte olduğu ve uluslararası
kuruluşların oluşumunun, etkilerinin ve akıbetinin bu anarşik sistem tarafından
şekillendiği görüşünü savunmaktadır. Realizm ayrıca devletlerin uluslararası
siyasette en önemli aktörler olduğunu ve uluslararası kuruluşların ulusal çıkara
57
Ç. Özen, 2011, s. 8.
27
hizmet ettiğini ifade etmektedir. 58Waltz, bu devlet merkezli yaklaşımla
uluslararası kuruluşların var olduğunu ancak ya devletlerin bazı nitelik ve
kabiliyetlerini aldıklarını, ya da mevcut meselelerle ilişkili olan başlıca devletlerin
desteği,
ya
da
en
azından
rızası,
olmadan
bu
kuruluşların
hareket
edemeyeceklerinin ortaya çıktığını belirtir. 59 Dolayısıyla Waltz, uluslararası
kuruluşların güçlü devletlerce oluşturulup sürdürüldüğünü önermektedir. 60Waltz,
bu kapsamda kurumların kaderini devletlerin, özellikle en güçlü olanların,
belirlediğini savunmaktadır. Dolayısıyla kurumların devlet kararları üzerindeki
etkisi de bu kurumları oluşturan ve sürdüren büyük devletlerin niyet ve
kabiliyetlerine bağlı olmaktadır. 61
Waltz’ın yaklaşımı Uluslararası İlişkiler disiplinindeki temel yaklaşımlar
arasında sayılabilir; çünkü takip eden çalışmalar hem Waltz’ın hem de diğer
Realist yaklaşımların eleştirisi temelinde geliştirilmiştir. 1980’li yıllardan beri
uluslararası kuruluşlarla ilgili çalışmalar çoğunlukla Realizme karşılık olarak
kurumların önemini vurgulamaya çalışmışlardır. Devlet merkezli paradigmadan,
uluslararası ilişkileri çok aktörlü ve karmaşık bir faaliyetler bütünü olarak
anlamaya
yönelik
ilk
çalışmalar
Neoliberal
Kurumsalcılık
tarafından
geliştirilmiştir. Neorealizmin uluslararası sistemdeki en önemli aktörün devletler
olduğu varsayımını reddetmeyen NeoliberalKurumsalcılık, çözümleri için
uluslararası kuruluşların bir platform oluşturduğu ulus-aşırı meseleler karşısında
uluslararası kuruluşların rolünü vurgulamaya çalışmıştır.
Bu kapsamda, yukarıda da bahsedilen karşılıklı bağımlılık çalışmaları devlet
dışı aktörler ve özellikle uluslararası kuruluşları ön plana çıkarmıştır. 62 Özellikle
son otuz yıldır uluslararası kuruluşların rolü karşılıklı bağımlılığın artışıyla hemen
hemen paralel şekilde gelişmiştir. 1990’lardan beri uluslararası kuruluşların sayısı
58
KennethWaltz, Theory of International Politics, Mc-GrawHill, United States, 1979, s. 96.
a.g.e., s. 88.
60
Kenneth Waltz, “Structural Realism after the Cold War”, International Security, Cilt: 25, Sayı:
1, 2000.
61
a.g.e., s. 27.
62
M. Zürn, 2013, s. 408.
59
28
neredeyse aynı kalsa da, BM tescilli uluslararası anlaşmaların sayısı hızla
yükselmiştir. 63
Neoliberal Kurumsalcılığa göre devletlerin işbirliğine dayanan bu sistem,
teknik ve belirli alanlarda oluşan uluslararası kurum ve kuralların düzenleyiciliği
temelinde
gelişmektedir.
Uluslararası
kuruluşlar,
öngördükleri
kurumsal
çerçevelerle devletin karar alma sürecini ve alınan kararları uygulamasını
temelden etkilemektedir. Bu durum iç ve dış politika arasındaki çizgiyi yok
etmekte ve devletin işleyişi üzerinde derinden etkiler oluşturmaktadır. Yüksek
karşılıklı bağımlılık koşullarında göç, yatırım ve terörizm gibi karmaşık ulus-aşırı
süreçlerle muhatap olan devletler için egemenlik de bir pazarlık kaynağına
dönüşmektedir. 64
Neoliberal Kurumsalcılık Uluslararası İlişkiler disiplinindeki işbirliği
sorununu, işbirliğinin yalnızca devletlerin çıkarlarının çatıştığı durumlarda değil,
ortak çıkarlar bulunduğunda da zor olduğunu; fakat ortak çıkarlar bulunduğunda,
kurumların işbirliğini kolaylaştırdığını savunarak çözmeye çalışmaktadır. Bu
kapsamda Keohane ve Martin, kurumların bilgi sağlama, işlem maliyetlerini
azaltma, taahhütleri daha güvenilir hale getirme, koordinasyon için bir merkez
noktası oluşturma ve genel olarak mütekabiliyetin yürütülmesini kolaylaştırma
gibi işlevlerini vurgulamışlardır. 65 Kurumların bu işlevlerini vurgulasalar da
Keohane ve Martin kurumların, aslında Realizmin savunduğu güç ve çıkar
gerçeklikleri ile uyumlu olarak önemli olduğunu göstermeye çalışmışlardır. 66
Waltz ise NeoliberalKurumsalcılığın hiçbir zaman Realizme alternatif olmadığını,
çünkü aslında realist sonuçlara dayandığını savunmuştur. 67 Benzer şekilde John J.
63
a.g.e., s. 405.
Ç. Özen, 2011.
65
Robert O. Keohane ve Lisa L. Martin, “The Promise of Institutionalist Theory”, International
Security, Cilt: 20, Sayı: 1, 1995, s. 42.
66
a.g.e., s. 42.
67
K. Waltz, 2000, s. 24-25.
64
29
Mearsheimer da, kurumsalcı çalışmaların yönünü Realizmden aldıklarını
belirtir. 68
Daha önce bahsedilen rejim çalışmaları da uluslararası kuruluşlara yönelik
artan bir vurguyu temsil eder. Rejimlerin mutlaka bir kurum altında düzenlenmesi
zorunlu olmamakla birlikte, uluslararası kuruluşlar bir bakıma rejimlerin gelişerek
yapılandırılmış özel bir formu olarak oluşmaktadır. 69 Ayrıca bu kuruluşlar artık
bir “uluslararası yönetişim” sistemi içerisinde değerlendirilmektedir. Bu görüşe
göre özellikle son elli yıldır karşılıklı bağımlılık yaygınlaşırken sistem içindeki
aktörlerin sayısı artmış, otorite ve gücün niteliği değişerek küresel yönetişim
düzenlemeleri
çoğalmıştır. 70
Küresel
yönetişim
düzenlemeleri,
yukarıda
bahsedilen çok taraflılık ve rejimler gibi çeşitli hallerde kendisini göstermektedir.
Yönetişim;
“hükümetsiz
yönetişim”
(governance
without
government),
dolayısıyla, kapsayıcı bir siyasi otoritenin yokluğunda işleyen birçok düzenleme
mekanizmasının gelişmesi olarak tanımlanabilir. 71 Klasik düzenlemeye ek olarak,
oluşan ulus-aşırı yönetişim sistemi “araştırmacı” (inquisitive) ve “düşüncesel”
(meditative) yönetişim biçimlerini içermektedir. Araştırmacı
yönetişimin,
devletlerin faaliyetlerinin denetlenmesini ve izlenmesini içerdiği ve bu kapsamda
üye devletlerin belirli politikalar izlemek zorunda olmadıkları, ancak izlenmek ve
eleştirilmek açısından faaliyetlerini diğerlerine açmaları gerektiği belirtilmektedir.
“Düşüncesel” yönetişim ise uzmanlar arasında bir şeyin en iyi gerçekleştirilme
yolu veya bir şeyi yapma yolları hakkında yapılan tartışmalar olarak
betimlenmektedir. Ayrıca somut düzenlemelerin ve incelemelerin konusunu
oluşturan standartların veya kıstasların bu “düşüncesel” alandan elde edildiği
değerlendirilmektedir. 72 TonyPorter ve Michael Webb, OECD gibi uluslararası
kuruluşlarca düzenlenen ulus-aşırı “bilgi ağları”nın (knowledge networks) modern
68
John J. Mearsheimer, “The False Promise of International Institutions”, International Security,
Cilt: 19, Winter 1994-95, s. 7.
69
Ç. Özen, 2011, s. 11.
70
A. L. Bennett ve J. K. Oliver, 2002, s. 45.
71
Rianne Mahon ve Stephen McBride, “Introduction”, (Der. Rianne Mahon and Stephen
McBride), The OECD and Transnational Governance, UBC Press, Vancouver, 2008, s. 5-6.
72
Bengt Jacobsson, 2006, “Regulated Regulators: Global Trends of StateTransformation”dan
aktaran Rianna Mahon ve Stephen McBride, (Der. Rianne Mahon and Stephen McBride), The
OECD and Transnational Governance, UBC Press, Vancouver, 2008, s. 6.
30
bir devlet olmanın ne demek olduğunu tanımlamaya yardımcı olduğunu
anlatmaktadırlar. 73
Bir örnek verilecek olursa; OECD gibi bir uluslararası kuruluşun ulusal
meselelerle ilgili olması, ulus-aşırı yönetişim araçlarının alanının genişlediğini
yansıtmaktadır. Rianne Mahon ve Stephen Mcbride, Keynesyen dönemde dahi
uluslararası koordinasyona olan ihtiyacın OECD tarafından kabul edildiğini
belirtmekte, fakat ekonomik liberalizmin ulus-aşırı düzenlemelerin kapsamını
genişlettiğini ifade etmektedir. 74
Mahon ve McBride, hem uluslararası ilişkiler hem de politika çalışmalarında
baskın yaklaşımların sorgulandığını ve politika çalışmalarında uluslararası ve
ulus-aşırı politika transferi (policy transfer) ve politika öğrenmesinin (policy
learning) öneminin kabul edildiğini belirtmektedirler. Yazarlar hem bilgi iletişim
teknolojilerindeki
gelişmelerin,
hem
de politikaların
uluslararası
alanda
koordinasyonunun gitgide artmasına bağlı olarak ulus-aşırı politika transferinin ve
politika öğrenmesinin etki alanını genişlettiğini vurgulamaktadırlar. 75 Ayrıca
yazarlar, politika transferinin bazı şekillerinin doğrudan veya dolaylı zorlayıcı
tedbirler içerdiğini belirtmekte, “ulus-aşırı yönetişim”in ise özellikle gelişmiş
kapitalist ülkelere uygulandığı şekliyle daha çok politika öğrenmesi biçiminde
ortaya çıktığını vurgulamaktadırlar. 76
Uluslararası kuruluşlar, bu düzenlemelerin üretildiği forumlar olarak önemli
rol oynamaktadırlar. Mahon ve McBride, devletlerin hala politika ürettiklerini,
ancak
bunu
yoğunluğu
gitgide
artan
sınır
ötesi
ağlar
içerisinde
gerçekleştirdiklerini ve uluslararası kuruluşların bu ağlarda önemli düğümler
olarak işlev gördüğünü belirtmektedirler. Yazarlar ayrıca uluslararası kuruluşlar
tarafından onaylanmış fikirlerin, sorunları belirlemeye ve “en iyi uygulama”
73
Tony Porter ve Michael Webb, “Role of the OECD in the Orchestration of Global Knowledge
Networks”,(Der. Rianne Mahon and Stephen McBride), The OECD and Transnational
Governance, UBC Press, Vancouver, 2008.
74
a.g.e., s. 20.
75
R. Mahon ve S. McBride, 2008, s. 4.
76
a.g.e., s. 6.
31
çözümlerinin kapsamını oluşturmaya yardımcı olduğunu, fakat bu sürecin hiçbir
suretle tartışmasız olmadığını ifade etmektedirler. 77
Literatürde uluslararası kuruluşlara bu biçimde “yönetişim” mekanizmaları
ürettiklerine ve bunu kendi hedefleri doğrultusunda nötr şekilde yaptıklarına
yönelik bir yaklaşım, elbette sorgulanamaz değildir. Örneğin IPE Okulunun
temsilcilerinden Strange, uluslararası kuruluşların görevleri arasında bir ayrıma
gidilmesi gerektiğini savunmuştur. Bu görevler stratejik (baskın ülke veya
ülkelerin yapısal strateji ve dış politikasına hizmet etmesi), uyumsal (ülkelere
dünya piyasasının ekonomik kârını feda etmeden siyasi otonomiye sahip olmak
için gerekli düzenlemelere yönelik çok taraflı düzenlemeleri sağlamak) ve
sembolik (herkesin kendisini iyilik, doğruluk ve dünya toplumunun tarafında
göstermesi ancak aynı zamanda ulusal çıkarları ve istediklerini yapma konusunda
devletleri serbest bırakmak) olarak sınıflandırılmıştır. Savaş sonrası dönemin
başlarında tüm bu görevler uluslararası kuruluşlarca yerine getirilmiştir; ABD’nin
yapısal stratejilerine hizmet etmişler, ABD ve diğer sanayileşmiş ülkelere hem
ekonomik büyüme hem de siyasi otonomiyi birlikte tecrübe etme fırsatı vermişler,
sembolik olarak da aslında buna yönelik önemli bir şey yapmadan “daha iyi bir
dünya”ya yönelik evrensel bir özlemi kısmen tatmin etmişlerdir.
Ancak artık bu görevler arasında daha az denge bulunmakta ve bazı
kuruluşlar baskın biçimde stratejik veya sembolik olabilmektedirler. Bunun sebebi
ise; ABD BM gibi kuruluşlarda bir zamanlar baskın olduysa da, artık üyeliğin
artması ve temel konularda fakir ve zengin ülkeler arasındaki farklılıklar sebebiyle
bunu gerçekleştirememesidir. Üst düzey siyasi toplantılar veya ABD’nin hala
baskın güce sahip olduğu askeri ve parasal konular dışında yalnızca birkaç
kuruluş ABD stratejik hedeflerine ikili diplomasiden daha iyi hizmet
edebilmektedir.
Diğer
kuruluşlarda
Deklarasyonlar,
Sözleşmeler
ve
sembolizme
diğer
boş
bir
metinler
yöneliş
bu
vardır;
sembolizmi
desteklemektedir; çünkü gerçek küresel sorunları çözmede olumlu yönde harekete
77
a.g.e., s. 3.
32
geçmeye yönelik kabiliyetler zayıflamıştır. Özellikle BM için bu durum
geçerlidir. Artışın yaşandığı tek alan ise, uyumsal görevdir, çünkü dünya
ekonomisinin bütünleşmesi ve teknolojinin gelişimi, anlaşmaya ulaşma imkânını
genişletmiştir. Bu uyumsal özelliğin baskın olduğu kuruluşlar genelde parasaldır
(örneğin, Dünya Bankası Grubu kuruluşlarından olan Uluslararası İmar ve
Kalkınma Bankası). 78
Strange’in yaklaşımı, uluslararası kuruluşlara bakarken neye hizmet
ettiklerini anlamaya ışık tutmaktadır. Uluslararası kuruluşların işlevlerini
sorgulayan farklı yaklaşımlar da bulunmaktadır. Örneğin Samir Amin, günümüz
dünyasının eşitsiz bir gelişme ve kutuplaşma ile tanımlandığını, bunun da dünya
kapitalizminin doğasında var olan bir durum olduğunu belirtmektedir. Amin,
çağdaş kapitalizm krizinin yönetilmesinin dünya düzeyinde gerçekleştiğini ve
Bretton Woods kurumlarının, özellikle Dünya Bankası ve IMF’nin ve bu amaca
hizmet ettiğini savunmaktadır. Amin, yapısal uyum programları sunan bu
kurumsal yapıların altında yatan fikrin ekonomik büyüme ve piyasa genişlemesine
olanak sağlamak değil, fazla sermayenin finansal kârını garantiye almak için
gerekli düzenlemeleri yapmak olduğunu ifade eder. 79
Uluslararası kuruluşlar ve İkinci Dünya Savaşı sonrası küresel ekonomiyi
benzer şekilde okuyan diğer bir yazar ise Robert W. Cox olmuştur. Cox, Pax
Americana’nın İkinci Dünya Savaşı sonrasında ABD gücüne dayanan bir ittifak
şeklinde Sovyetler Birliğini frenleyecek biçimde oluştuğunu ve bu güç
konfigürasyonunun ABD’nin 19. yüzyılın ortalarında Britanya’nın oynadığı role
benzer bir rol oynadığı bir küresel ekonomi için gerekli şartları oluşturduğunu
belirtmektedir. Böylece uluslararası ekonomik bir düzenin kuralları, revize
edilmiş bir liberalizm çerçevesinde Bretton Woods sisteminin resmi uluslararası
kuruluşları yoluyla kurumsallaşmıştır. 19. yüzyıldaki siyaset-iktisat ayrımı da,
Büyük Buhran tecrübesi ve Keynesyen fikirler sebebiyle bulanıklaşmıştır.
Devletler ulusal ekonomilerin yönetiminde meşru ve açık (overt) bir role sahip
78
79
Susan Strange, Spring 1982, s. 480-484.
Samir Amin, Capitalism in the Age of Globalization, St. Martin’s Press, United States, 1997, s.
x.
33
olduğundan, uluslararası ekonominin yönetiminin de çok taraflı hale gelmesi ve
hükümetlerarası bir nitelik kazanması gerekli hale gelmiştir. 80
Uluslararasılaşmış bir politika süreci, uluslararası sorumluluk fikrini
gerektirdiğinden, ülkelerin ulusal politika kararlarının diğer ülkeleri de
etkileyeceğinin farkında olarak hareket etmeleri gerekmekteydi. 1970’li yıllarda
sistemin
temel
normları
artık
geçerli
görünmediğinde,
politikaların
uyumlaştırılması daha büyük bir ihtiyaca dönüşmüştür. 81
Cox, ulusal ekonomilerin gitgide küresel ekonominin gerekliliklerine tabi
olduğunu ve özellikle 1970’lerden beri dışsal baskılar ve ulusal sınırlarda yeni güç
ilişkilerinin
ortaya
çıkışı
sonucu
“devletin
uluslararasılaştığı”nı
(internationalization of the state) belirtmekte, bunun da devlet için küresel
sermayenin
gerekliliklerine uyum
sağlama
ihtiyacı
oluşturduğunu
ifade
etmektedir. 82
Bu çerçevede uluslararası kuruluşların belirli bir güç yapılanmasını yansıttığı
görüşü, Uluslararası İlişkiler disiplinin önemli konularından ve bulgularındandır.
Cox, kurumların belirli bir düzeni istikrara kavuşturma ve sürdürme yolunda bir
araç olduğunu ve bu kurumların kuruldukları zamanki güç ilişkilerini yansıttığını
savunur. Bu görüşe göre, kurumlar daha sonra kontrol edilemeyecek düzeye
gelirler ve bir fikirler ve materyal güç bileşimi olarak fikirlerin ve materyal gücün
gelişimini etkilerler.
Kurumlar, güç kullanımını minimize etmek için anlaşmazlıkları çözümleme
yolları sunarlar. Eğer güçlü olanlar hegemonik bir görev üstlenir, bu liderliği
evrensel veya genel çıkarlar üzerinden temellendirir ve zayıf olanlar da bu güç
ilişkisini meşru olarak görürlerse, güç kullanılması gereği ortadan kalkar ve
kurumlar da bu durumu desteklerler. Bu hegemonik stratejide kurumlar bir güven
80
R. W. Cox, 1986, s. 224.
a.g.e., s. 230-232.
82
a.g.e., s. 204-254
81
34
kaynağı olabilir çünkü hem farklı çıkarları temsil etme hem de politikaların
evrenselleşmesine katkıda bulunurlar. 83
1.5.3. Uluslararası Kuruluşların Kamu Yönetimi ile İlgisi
BM Sözleşmesi’nin 2(7) maddesi, BM tarafından bir devletin iç işlerine
karışılmamasını garanti altına almaktadır. Thomas G. Weiss, bu maddeye rağmen
ulusal egemenliğin ve iç işlerine karışmama ilkesinin eleştirilerin hedefi olduğunu
ve egemenliğin statüsünün ve geçerliliğinin uluslararası kuruluşlarda ve
forumlarda tartışıldığını belirtmektedir. 84 Özellikle son otuz yıldır, kamu yönetimi
alanında bu durumu gözlemlemek mümkün olmaktadır. Küresel niteliğe bürünen
birçok sorunun çözümünde, uluslararası siyasetin merkezi aktörü olan devletin
nasıl yönetildiği ve hizmetleri nasıl sunduğu büyük önem taşımaktadır. Kamu
sektörü, neredeyse tüm gelişmekte olan ülkelerde en çok harcama yapan aktör ve
işveren olup, ekonominin geri kalan kısmı için politika ortamını oluşturur. Kamu
sektörünün kalitesinin, kalkınmaya katkı sağladığı düşünülmekte ve ayrıca
uluslararası finansal kuruluşlarca sunulan kalkınma yardımlarının başarılı olması
için, ülkelerin kamu sektörünün etkinliği ve verimliliği elzem olarak
değerlendirilmektedir. 85
Uluslararası kuruluşların kamu sektörüne odaklanması tarihsel bir süreçte
oluşmuştur. Ulusal yapıların verimliliği, özellikle eski Sovyet Cumhuriyetlerine
kalkınma amaçlı sağlanan artan uluslararası yardımların sonucunda önem
kazanmıştır. Siyasi koşulsallık (political conditionality) adında, uluslararası
kuruluşlar gelişmekte olan ülkelere siyasi ve idari yapılarına bağlı olarak borç
83
R. W. Cox, 1986, s. 219.
Thomas G. Weiss, “Governance, Good Governance and Global Governance: Conceptual and
Actual Challenges”, Third World Quarterly, Cilt: 21, Sayı: 5, 2010, s. 796.
85
Dünya Bankası, Public Sector Reform: What Works and Why - An IEG Evaluation of World
Bank Supports,2008, s. xiii.
http://ieg.worldbank.org/Data/reports/psr_eval.pdf (10.05.2016)
84
35
vermeye başlamışlardır. 86 Bu uygulama Soğuk Savaş sonrası yaygınlaşsa da,
1970’lerde gerçekleşen gelişmelerin de buna zemin hazırladığı söylenebilir.
Soğuk Savaş süresince iki kutuplu sistemin hassas dengeleri sebebiyle hem
BM içerisinde hem de diğer ilgili uluslararası forumlarda gelişmekte olan ülkeler,
ekonomik ve sosyal tercihlerinin denetlenmesini tehdit olarak görmüşlerdir. Fakat
1973-74’te ve 1979’da OPEC tarafından petrol fiyatlarının yükseltilmesi sonucu
döviz kuru eksikliği ve sürdürülemeyen borçlanma sorunları, petrol ihraç etmeyen
birçok gelişmekte olan ülkeyi yapısal uyumu kabul etmeye zorlamıştır.
Uluslararası finansa olan ihtiyacın karşılığı da, ekonomik politikaya dış müdahale
olmuştur. Üyeleri gelişmekte olan ülkelerden oluşan BM bu konuda hep daha
isteksiz olmuş, savaş sonrası ekonomik sistemin ikiz sütunları olan Dünya
Bankası ve IMF de bir süre iç siyaset hakkında farklı yaklaşımlara sahip
olmuşlardır. Fakat Almanya’da Helmut Kohl, Birleşik Krallık’ta Margaret
Thatcher ve ABD’de Ronald Reagan hükümetlerinin iktidara gelmesiyle verimli
yönetime yönelik Batı retoriğinin bu kuruluşlar üzerinde mühim etkisi olmuştur. 87
Uluslararası kuruluşlar da yayımladıkları belgelerde, geçirdikleri tecrübeler
sonucunda ülkelerin siyasi ve kurumsal yapılarının önemini daha çok
vurgulamaya başlamışlardır. Dünya Bankası tarafından 1989 yılında yayımlanan
“Sahra-Altı Afrika: Krizden Sürdürülebilir Büyümeye Doğru” isimli rapor,
hükümetlerin kamu maliyesi; para politikası, fiyatlar ve piyasalar gibi konuları
aşarak beşeri kapasite; kurumlar; yönetişim; çevre; nüfus artışı; büyüme ve
bölüşüm;
ve
teknoloji
gibi
temel
konulara
odaklanmaları
gerektiği
belirtmektedir. 88 Rapor göstermektedir ki Dünya Bankası tarafından sunulan
kalkınma yardımları az gelişmiş ülkelerdeki yapısal eksiklikler bakımından
sorgulanmaya başlanmış, reformların uygulanması için kurumsal altyapının önemi
gündeme gelmiştir. Çünkü salt serbest piyasa ekonomisine dayalı reformların
Sahra-Altı Afrika ülkeleri için sürdürülebilir bir büyüme sağlamadığı ve
86
Umut Özdemir, 2013, s. 74.
T. G. Weiss, 2010, s. 798.
88
Dünya Bankası, Sub-Saharan Africa: From Crisis to Sustainable Growth, November 1989, s. 1,
http://wwwwds.worldbank.org/servlet/WDSContentServer/IW3P/IB/1999/12/02/000178830_9810190136414
9/Rendered/PDF/multi0page.pdf (23.02.2016)
87
36
yoksulluğun azaltılarak refaha katkıda bulunmadığı görüldüğünde, ekonomik
uyum programlarının yapısal değişim ile birlikte gerçekleşmesi gerektiği anlayışı
önem kazanmıştır. Dünya Bankası hükümetlerin nasıl yönettiğinin - vergilerin
nasıl toplandığı, bütçelerin nasıl hazırlandığı ve kamu çalışanlarının nasıl motive
edildiği - kalkınmanın sonuçları için elzem olduğunu vurgulamıştır. 89 Son
bölümde görüleceği üzere kamu yönetimini ilgilendiren yukarıda bahsedilen ve
benzeri konular uluslararası kuruluşların gündeminde detaylı biçimde yer almaya
başlamıştır.
Bir ülkenin siyasi ve ekonomik yönetişim sisteminin kalitesinin uluslararası
kamu politikası forumlarında tartışılmasının kabul edilişinde dört sebep olduğu
değerlendirilmektedir:
Soğuk Savaşın sona ermesiyle, Batı’nın otoriter yönetimleri destekleme
konusundaki güdüleri ortadan kalkmıştır.
Özellikle Berlin Duvarının çöküşü ve Sovyetler Birliği’nin sona ermesi
sonrasında hem Üçüncü Dünya hem de eski Sovyet Bloku ülkeleri siyasi
reformlara başlamış, demokratikleşme dalgasına kapılmış ve seçimlerin
yönetimlerine
meşruiyet
kazandıracağını
ve
Batı’nın
finansmanını
çekeceklerini fark etmişlerdir.
Devlet dışı aktörlerin artışı, birçok ülkede siyasi çevreyi değiştirmiştir. Bu
kapsamda yalnızca BM sisteminin kuruluşları ve Washington konuşlu
finansal kuruluşlar değil, hükümet dışı kuruluşlar (non-governmental
organizations), Shell ve Citibank gibi ulus-aşırı şirketler, CNN ve BBC gibi
küresel medya kuruluşları bir zamanlar hemen hemen yalnızca devlet
politikasını ilgilendiren meseleler üzerinde artan etkiye sahip olmuşlardır.
1990’larda Somali, eski Yugoslavya ve Rwanda gibi devletlerde yaşanan acı
tecrübeler, kitlesel yerinden edilme ve hatta soykırım ile sonuçlanan ulusal
politikaların denetlenmesine bir kapı aralamıştır. Gelecekte tekrarlarının
Dünya Bankası, Public Sector Management Reform: Toward a Problem-Solving Approach,
December 2012, s. 1.
http://siteresources.worldbank.org/EXTPREMNET/Resources/EP100.pdf (09.05.2016)
89
37
yaşanmaması adına henüz bu duruma gelmemiş olan devletlerde yönetişim
mekanizmalarının incelenmesine böylece ağırlık verilmiştir.
Bu gelişmeler sonucunda, ulusal politikaların ve önceliklerin incelenmesi
norm haline gelmiştir. 90 Ulusal ve uluslararası siyaset arasındaki bağın artmasının
önemli bir sonucu, siyasi koşulsallık uygulamasının başlaması olmuştur. Soğuk
Savaşın sona ermesinin ardından Dünya Bankası ve IMF gibi uluslararası
kuruluşlar ve diğer donörler; kredileri gelişmekte olan ülkelerin siyasi ve idari
performansına bağlamaya başlamışlardır. 91 Santiso tarafından da belirtildiği üzere,
gelişmekte olan ülkelerde iyi yönetişimin güçlendirilmesi yardımların yalnızca
şartı değil aynı zamanda hedefi de olmuştur. 92
IMF ve Dünya Bankasının ülkelerin kamu yönetimiyle olan ilişkisi daha çok
ülkelere sunulan yardımlar bağlamında önemli olsa da, OECD’yi kamuda
yönetişim konusuyla ilgili kılan, daha ziyade kuruluşun bu değerleri kendi
içerisinde değerler olarak görmesi olduğu değerlendirilmektedir. 93 OECD, üye
devletlerinin kamu yönetimi alanındaki reform çabalarının farkına varmış 94 ve
“iyi yönetişim” gündemi çerçevesinde kapsamlı rehberler ve standartlar
oluşturmuştur. OECD içerisinde üye devletlerin yetkilileri, teknik konuların
tartışılıp sonuçlarının paylaşıldığı forumlarda buluşabilmektedir. Bu kapsamda
1980 yılında kurulan Kıdemli Bütçe Yetkilileri Çalışma Grubu (Working Party of
Senior Budget Officials) OECD ülkelerinin bütçe direktörleri ve diğer kıdemli
yetkililerinden oluşmakta ve bu grup performans bütçeleme ve tahakkuk esaslı
muhasebe gibi konularda bilgi ağları oluşturmaktadır. 95 Ayrıca kuruluş yalnızca
üyelerine değil, Yönetişim ve Yönetimde Gelişmeye Destek Programı (Support
for Improvement in Governance and Management, SIGMA) ile üye olmayan
devletlere de tavsiyelerde bulunmakta ve bu ülkelere teknik destek sağlamaktadır.
90
T. G. Weiss, 2010, s. 799-800.
Stella Ladi, “Good Governance and Public Administration Reform in the Black Sea Economic
Cooperation Member States”, December 2008, s. 13,
http://icbss.org/media/110_original.pdf (13.05.2016)
92
Carlos Santiso, “Good Governance and Aid Effectiveness: The World Bank and
Conditionality”, The Georgetown Public Policy Review, Cilt: 7, Sayı: 1, 2001, s. 3.
93
U. Özdemir, 2013, s. 77.
94
a.g.e., s. 76.
95
OECD, “Working Party of Senior Budget Officials”
http://www.oecd.org/gov/budgeting/workingpartyofseniorbudgetofficialssbo.htm (10.05.2016)
91
38
Ülkeler arasındaki farklılıklar bilinse de, bugün iyi yönetişim ve etkin kamu
yönetiminin temel standartlar veya uygulamalar içeren “sistemler” veya
“modeller”i yansıttığı fikri gitgide güçlenmektedir. Bu durumu koordineli bir
reform gündemi olarak adlandırmak zor olsa da, son yirmi yıldır kademeli olarak
ve sonrasında ise hızlı bir şekilde 1990’larda yönetişimin ekonomik performans
ve refaha etkisinin fark edilmesi ile gevşek şekilde koordine olmuş bir çeşit
izomorfik yönetişimden bahsetmek mümkündür. Reagan ve Thatcher bu anlamda
daha küçük devlet, daha az vergi ve daha az müdahale yoluyla yönetişim
reformuna dair mesajın ilgi görmesini sağlayacak unsurları sunmuştur. Dünya
Bankası, BM ve OECD gibi uluslararası kuruluşlar da etkin kamu yönetimine dair
kavramsal çerçevelere ve fikirlere katkı sunmaya başlamışlardır. 96 Uluslararası
kuruluşların küresel yönetişim içerisinde ulus-aşırı sorunlara çözüm üretmeye
katkısı olduğuna yönelik yukarıda bahsedilen teorik bakış açısından bakıldığında,
bu kuruluşların kamu yönetimi ile ilgisi böyle değerlendirilebilir.
Fakat uluslararası kuruluşların kamu yönetimi alanında kapsamlı ve
sistematik standartlar, ölçüm çerçeveleri ve araçlar üretmesi, uluslararası sistemin
bir parçası olarak değerlendirilmelidir. Wallerstein ve Cox’un yaklaşımları bu
bağlamda uygun bir teorik çerçeve sunmaktadır. Bu kapsamda OECD Kalkınma
Yardımları Komitesi (Development Assistance Committee, DAC) yoluyla
kalkınma yardımlarının koordine edilmesi, sağlanan yardımların bir bütün olarak
sistemin mevcut normlarına uyumu kontrol ettiği, Dünya Bankası ve IMF’nin ise
çevre ve yarı-çevre ülkelere yönelik yardımlara eklenen koşulsallıkla kamu
yönetimini merkez ekonominin öncelikleriyle uyumlu biçimde dönüştürmeye
çalıştığı söylenebilir. Özellikle 1990’lardan beri gelişmekte olan ve az gelişmiş
ülkelerde ve ayrıca geçiş ülkelerinde önerilen yeni kamu işletmeciliği ve
yönetişim akımlarının sorgulanamaz olduğunu söylemek mümkün olmamakla
birlikte, bu gündeme kaymaya yol açan konjonktürün de iyi değerlendirilmesi
gerekmektedir. İzleyen bölümde kamu yönetimi reformunun uluslararası sistem
ile ilişkisini kurabilmek amacıyla kamu yönetiminde hem kuramsal hem de pratik
düzeyde yaşanan dönüşümler incelenecektir.
96
Leslie A. Pal, Frontiers of Governance: The OECD and Global Public Management Reform,
Palgrave Macmillan, Aldershot, 2012, s. xvii-xviii.
39
İKİNCİ BÖLÜM
KAMU YÖNETİMİNDE YAŞANAN DÖNÜŞÜMLER
Özellikle 1970’lerden itibaren yaşanan süreçte, mal, sermaye, işgücü ve
bilginin ülkeler arasında hızla akışı sonucu geleneksel olarak ulusal bürokrasiler
tarafından alınan birçok kararın hükümetlerarası veya ulus-üstü düzeye
aktarılması söz konusu olmuştur. Bu süreçte devlet adem-i merkeziyetçilik,
bürokratikleşmenin azaltılması ve deregülasyon gibi akımlarla güç merkezinde bir
kayma ile karşı karşıya kalmış ve devlet dışı aktörler önemli işlevlerle
donanmıştır. Dolayısıyla devletten farklı yönetişim kademelerinde çeşitli devlet
ve devlet dışı aktörleri kapsayan planlama, danışma, müzakere ve karar verme
süreçlerini birbiriyle ilişkilendirme görevini yürütmesi beklenmektedir. 97 Ayrıca
küreselleşmenin faydalarının eşit şekilde dağılması ve sosyal maliyetlerinin
azaltılması için ülkelerin, kurumlarını güçlendirmesi gerektiği inancı dile
getirilmektedir. 98 Tüm bu açılardan bakıldığında devlet çok yönlü ulusal ve
uluslararası meseleler arasında ve bu iki düzey arasında gitgide artan bir
bağımlılık ortamında hareket etmeye zorlanmakta ve kurumsal yapılarının bu
yönde değişim geçirmesi gerekliliği ile karşı karşıya kalmaktadır.
Günümüzde birçok ülke ve uluslararası kuruluş, ulusal kurumsal yapıların
yönetme eyleminin niteliğini; bu bağlamda ekonomiye ve topluma yönelik
etkilerini belirlediğini kabul etmiş görünmektedir. Devletin kalkınma sürecinde
kilit aktör olmasının gitgide daha da kabul gördüğü bir zamanda, kamu
yönetiminin nasıl yapılandığı, yönetildiği ve işletildiğinin toplumun refahı
üzerinde önemli etkisi olduğu düşünülmektedir. 99
97
a.g.e., 2001, s. v.
a.g.e., s. vi.
99
Birleşmiş Milletler, World Public Sector Report: Globalization and the State, 2001, s. iii.
http://www.unpan.org/publications/content/PDFs/ELibrary%20Archives/World%20Public%20Sector%20Report%20series/World%20Public%20Sect
or%20Report.2001.pdf (25.02.2016)
98
40
2.1. DEVLETİN ROLÜNDE YAŞANAN DEĞİŞİMLER
Modern bir olgu olan devletin günümüzde egemenliğine yönelik birçok
tehditle karşılaştığı ve küreselleşme ve devlet-dışı aktörlerin çoğalması gibi
gelişmeler dolayısıyla otoritesinin sınırlandığı, oldukça yaygın bir tartışma
konusudur. Fakat devlet egemenliğinin aşınıp aşınmadığı tartışması öyle
karmaşıktır ki belirli bir gelişmenin bu egemenliği azalttığını savunan yazarlar
olmakla birlikte, azaltmadığını savunan fikirler mevcuttur. Diğer yandan aslında
devlet egemenliğinin hiçbir zaman mutlak olmadığı da savunulmaktadır. 100
Bu sebeple devlete yönelik analizleri sistem düzeyine çıkarmanın, devlet
egemenliğini tartışmaktan daha faydalı olduğu düşünülmektedir. Uluslararası
siyasi iktisadi gelişmeler; oluşumundan beri işlevleri ve geleceği devamlı
tartışılmakta olan “devlet” üzerinde hem teorik hem de pratik boyutta
gereksinimler oluşturmuştur. Bu bölümde, öncelikle devlete atfedilen rolün
uluslararası sistem içerisinde nasıl değiştiğine bakılacak, sonrasında ise devletin
neyi nasıl yapması gerektiğini şekillendirmeye çalışan yeni kamu işletmeciliği ve
yönetişim yaklaşımlarından bahsedilecektir.
2.1.1. Liberal Devlet ve Sosyal Devlet
18. yüzyılın sonlarında filizlenen Sanayi Devrimi ile kabul gören klasik
liberal
anlayış
çerçevesinde
devlet,
yalnızca
özgürlüklerin
ve
fiyat
mekanizmasının korunmasını üstlenmeli ve ekonomiye müdahale etmemelidir;
çünkü böyle bir müdahalenin ekonomik etkinliği sekteye uğratacağı ve kaynak
dağılımını olumsuz yönde etkileyeceği varsayılmaktadır. Bu kapsamda devletin
görevi yalnızca güvenliğin sağlanması, adalet hizmetlerinin sunulması ve rekabeti
sağlayıcı düzenlemeleri yaparak rekabeti önleyici her türlü engelin ortadan
kaldırılmasıyla sınırlıdır. Ancak piyasa mekanizmasının işleyişinin dengeyi
100
Stephen D. Krasner, Sovereignty: Organized Hypocrisy, Princeton University Press, United
Kingdom, 1999, s. 22.
41
otomatik olarak sağlayacağı inancıyla biçimlenen kapitalizm 18. yüzyıldan
günümüze hiçbir ülke tarafından tam anlamıyla uygulanamamıştır. 101
Gerçekten de 1929 yılında yaşanan Büyük Buhran ekonominin her zaman
dengede olamayacağını aşikâr etmiş ve Keynesyen kuram ile birlikte, liberal
kapitalist kuramın devletin ekonomiye müdahale etmemesi gerektiği görüşü
bırakılarak
devletin
para
ve
maliye
politikaları
yoluyla
ekonomiyi
yönlendirmesine yönelik uygulamalar yaygınlaşmıştır. 102
Ekonomist John Maynard Keynes’in görüşleri sosyal devlet anlayışına önemli
katkı yapmış; devletin görevlerini sınırlı gören “jandarma devlet” görüşü
“müdahaleci devlet”in gölgesinde kalmıştır. Keynesyen görüşe göre bu açıdan
devlet; istikrar sağlamak için kamu gelir ve giderleri gibi araçlardan
yararlanabilmektedir. 103 1930’larda filizlenen Keynesyen politikalar İkinci Dünya
Savaşı sonrasında önemli derecede yaygınlaşmıştır. 104 Bu dönemde devlet pasif
konumdan aktif konuma geçerek kamusal mal ve hizmet üretimini üstlenmiş,
bunu kendi kurumları yoluyla gerçekleştirmeye çalışmıştır. 105 Keynes’in yazdığı
Genel Teori isimli eserde, devletin ekonomiyi yönlendirme gücü vurgulanmış ve
bu teori çerçevesinde oluşturulan maliye anlayışı devlete ekonomik büyüme ve
kalkınmanın sağlanması, ekonomide istikrarın temini, adil gelir dağılımının
sağlanması gibi asli fonksiyonlar yüklemiştir. 106
Sanayi Devrimi ile birlikte devletin rolünün liberal felsefe doğrultusunda
sınırlandığı bir dönemde, Taylor’un “bilimsel yönetim”ine egemen olan
prensipler, özellikle ABD kamu yönetimini etkilemiş ve işletme yönetimine daha
fazla benzemesine neden olmuştu. Liberal yaklaşımın devlet felsefesine karşı
Nazım Öztürk, “Ekonomide Devletin Değişen Rolü”, Amme İdaresi Dergisi, Cilt: 39, Sayı: 1,
2006, s. 21.
102
a.g.e., s. 21.
103
a.g.e., s. 22.
104
a.g.e., s. 23.
105
Veysel Eren ve Musa Eken, “Kamu Personel Rejiminde Reform Arayışları”, (Der. Şinasi
Aksoy ve Yılmaz Üstüner), KamuYönetimi: Yöntem ve Sorunlar, Nobel Yayın, Ankara, 2007, s.
178.
106
Coşkun Can Aktan, Dilek Dileyici ve Ahmet Kesik, “Geleneksel Maliye ve Yeni Maliye”,
(Der. Coşkun Can Aktan, Dilek Dileyici ve Ahmet Kesik), “Yeni” Maliye: Değişim Çağında
Kamu Maliyesi: Yeni Trendler, Yeni Paradigmalar, Yeni Öğretiler, Yeni Perspektifler, Ankara,
2012, s. 2.
101
42
ortaya çıkan refah devletinde ise, devlete kamusal mal ve hizmet üretiminde ve
dağıtımında doğrudan görev yüklenmesi söz konusuydu. Böylece devlet sosyoekonomik yaşama müdahale olanağını elde ediyordu. 107 Refah devleti, veya
sosyal devlet uzun bir sürecin ürünü olarak 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren
süregelen toplumsal çatışmalara ve bu çatışmalara yönelik olarak ortaya atılan
düşünce akımlarına, demokrasi özlem ve taleplerine dayanmaktadır. 108
Sosyal devlet, kamu yönetiminin yapısal ve işlevsel açıdan büyümesini,
devletin her alanda müdahaleci olmasını ve öncülük etmesini, kamusal mal ve
hizmetleri kamu yararı düşüncesi ile kendisine has yöntemlerle üretmesini
öngörmektedir. En önemli öncelik ise, “kamu yararı”dır. 109 1929 Buhranından
sonra önem kazanan refah devleti politikaları, İkinci Dünya Savaşı sonrasında da
etkili olmuş ancak 1970’li yıllara gelindiğinde kamu harcamalarındaki artışlar
sebebiyle yeniden sorgulanmaya başlamıştır.
İkinci Dünya Savaşından 1970’lere kadar olan süreçte Keynesyen
politikaların verdiği güven sebebiyle yüksek borç altına giren birçok gelişmekte
olan ülkede krizler ortaya çıkmıştır. Petrol şoklarının da etkilediği bu koşullarda
yeni
fikir akımları
oluşmuş 110,
böylece fiyatlar
yükselirken
ekonomik
durgunluğun sürmesi ikilemini (stagflasyon) aşmada Keynesyen politikaların
yetersiz kalması ile kapitalizmin yeniden yapılanması gerektiğini ve piyasa
önündeki engellerin kaldırılmasını savunan neoliberal yaklaşım gündeme
gelmiştir. 111
2.1.2. 1970 Sonrası Dönem ve Yapısal Uyum
1970 sonrası dönemde ulus-devletin politik ekonomisi genel olarak
serbestleşme politikalarının, özelde ise ticari ve mali serbestleşmenin etkisi altına
107
V. Eren ve M. Eken, 2007, s. 178.
Gencay Şaylan, 1994, Değişim, Küreselleşme ve Devletin Yeni İşlevinden aktaran Veysel Eren
ve Musa Eken, “Kamu Personel Rejiminde Reform Arayışları”, (Der. Şinasi Aksoy ve Yılmaz
Üstüner), KamuYönetimi: Yöntem ve Sorunlar, Nobel Yayın, Ankara, 2007, s. 178.
109
V. Eren ve M. Eken, 2007, s. 177.
110
C. C. Aktan, D.Dileyici ve A. Kesik, 2012, s. 8.
111
N. Öztürk, 2006, s. 24.
108
43
girmiş, bu da kamu maliyesi üzerinde doğrudan etkiler oluşturmuştur. 112 Ticari ve
finansal serbestleşme döneminde kamu bütçesi, hem gelir hem de gider kalemleri
itibariyle sınırlı ve dolayısıyla ekonomiye daha az müdahale eden bir devlet
anlayışı çerçevesinde biçimlenmiştir. 113 Ulus-devletin kamu maliyesi üzerindeki
tasarrufu sorgulanmış; harcamaların
yapılması, borçlanma ve vergilerin
toplanması gibi temel fonksiyonlara yönelik sınırlamalar gündeme gelmiştir.
Küreselleşme ile yaygınlaşan piyasa ekonomisi karşısında müdahaleci devlet
yerine, uluslararası entegrasyonu hızlandıracak politikalar yapıp bunları
uygulayan bir devlet anlayışı ön plana çıkmıştır. 114
Ancak ekonomilerin dışa açılımı sonrasında ülkelerin müdahale yetkilerinin
“sınırlı devlet” anlayışı doğrultusunda kısıtlanması sebebiyle ekonomik ve mali
tedbirlerin zamanında gerçekleşemeyişi ülkeleri krizler ile karşı karşıya
bırakmıştır. Finansal piyasaların yabancı yatırımcılara açılması sonucu ulusal
paranın aşırı değerlenmesi cari açığı arttırmış 115 ve yüksek kamu harcamaları
sebebiyle oluşan bütçe açıkları ve para arzındaki yükselmeyle gelen enflasyonist
baskılar gelişmekte olan ülkeleri etkisi altına almıştır. 116
Brezilya ve Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde uygulanan serbestleşme
politikaları sonucu yaşanan ekonomik krizler, gelişmiş ülkelerin ve uluslararası
kuruluşların kamu maliyesi alanını disipline edici politikalar yürütmesini
beraberinde getirmiştir. 117 Petrol krizlerinin, doların değer kaybetmesinin ve
Bretton Woods sisteminin çöküşünün ardından, ödemeler dengesinde sorunlar
yaşayan ülke sayısı önemli oranda artmıştır. Bu ekonomilere sürdürülebilir
çözümler sunma adına IMF ve Dünya Bankası, borç alan ülkelerden stand-by
anlaşmaları çerçevesinde belirlenen yapısal uyum programlarını uygulamalarını
beklemişlerdir. Bu düzenlemeler uluslararası finansal kuruluşlara daha yakından
bir denetim yapma rolü vermiş, bu durum IMF’nin 25 Mart 1985 tarihli kararı ile
112
U. Özdemir, 2013, s. 2.
Aytaç Eker, “Küreselleşme Sürecinde Kamu Maliyesinde Yaşanan Dönüşüm”, (Der. Aytaç Eker
ve Hayal Ayça Şimşek), Küreselleşme ve Kamu Maliyesinde Yaşanan Dönüşüm, Maliye Bakanlığı
Strateji Geliştirme Başkanlığı, Ankara, 2009, s. 3.
114
U. Bakkal ve N. Susam, 2011, s. 30.
115
A. Eker, 2009, s. 6.
116
a.g.e., s. 9.
117
a.g.e., s. 31.
113
44
kabul edilmiştir. Uluslararası finansal kuruluşlara, devletin ekonomik ve sosyal
gelişmedeki etkisinin azaltılması ve hükümetlerin piyasa benzeri mekanizmalara
göre işlemesini öne çıkaran Washington Uzlaşması rehberlik etmiştir. 118
Yaşanan sorunlara karşı düşük harcama ve düşük borçlanma yolu ile sıkı bir
mali disiplin sağlanması, bu ülkeler için uluslararası finansal kuruluşlarca önerilen
ortak bir reçete halini almıştır. Bu süreçte “bürokrasinin azaltılması, sosyal refah
harcamalarındaki
indirimler,
kamu
harcamalarındaki
kısıtlamalar,
kamu
hizmetlerinde etkinliği sağlama ve ücret politikasına sınırlamalar getirmek” gibi
mali disiplin araçları ön plana çıkmıştır. 119 En sade biçimde ekonomik kalkınmada
devletten ziyade piyasanın rol alması olarak tanımlanabilecek bir uzlaşma olan
“Washington Uzlaşması” adı altında benimsenen ve IMF ve Dünya Bankası gibi
uluslararası kuruluşların düşüncelerini yansıtan neoliberal politikalar, 1980’li
yıllardan itibaren yapısal uyum programları yolu ile gelişmekte olan ülkelerin
reform süreçlerinin ilk aşamasını biçimlendirmeyi hedeflemiştir. 120 Türkiye’de de
1980 sonrası dönem “yapısal uyarlama” dönemi olarak adlandırılmakta olup, bu
dönemde reformlar piyasanın ardından gelen minimal devlet, demokratikleşme,
küreselleşme, özelleştirme ve yerelleşirme kavramları temelinde yürümüştür. 121
İlk kez 1980’li yılların başında Latin Amerika ülkelerinin borç krizinden
kurtulmalarına
yardımcı
olmak
amacıyla
ortaya
çıkan
yapısal
uyum
programlarının temel amacı, ülkelerin dış borçlarını mali politika ve para
politikası reformu yoluyla ödemelerine katkıda bulunmak olmuştur. Uyum
programları, şu ortak amaçları içermektedir:
Mali kemer sıkma politikası (kamu harcamalarının azaltılması)
Devletin
boyutunun
ekonomideki
küçültülmesi
rolünün
ve
azaltılması
devlet
(kamu
tarafından
sektörünün
işletilen
genel
sanayilerin
özelleştirilmesi de dâhil olmak üzere)
118
U. Özdemir, 2013, s. 12.
a.g.e., s. 11.
120
U. Bakkal ve N. Susam, 2011, s. 33.
121
Sabrina Kayıkçı, “Dünya Bankası’nın Yeni Kredi Verme Yöntemi: Ülke Destek Stratejisi ve
Türkiye Uygulaması”, Kamu Yönetimi Dünyası Dergisi, Ocak-Haziran 2004.
119
45
Para politikasında değişim (yüksek faiz oranları ve paranın değerinin
düşürülmesi dâhil olmak üzere)
Ticaretin serbestleşmesine yönelik önlemler (dış ticarette gümrük vergilerinin
ve tarife dışı engellerin durdurulması)
Yapısal uyum programlarının 122 temel hedefi devletin ödemeler dengesi
sorunlarını, harcamaları azaltarak ve sermaye akışını arttırarak çözmesine
yardımcı olmaktır. Açıkların azaltılmasında bu amaçlar temel makroekonomik
ilkelerle uyumlu olsa da, bu tedbirlerin siyasi ve ekonomik sonuçları ciddi
eleştirilere maruz kalmıştır. 123
İkinci Dünya Savaşı sonrasında kapitalist ekonomilerde yoğun biçimde
uygulanan Keynesyen politikaların 1970’li yılların ortasında yaşanan krizlerin
ardından yerini yeni sağ akımına bırakmasıyla, 1970’lerde iktisadi temelleri
birinci petrol kriziyle atılan yeni küreselleşme sürecinin siyasi temellerini 1980’li
yılların sonunda neoliberal yaklaşım oluşturmuştur. 124 Temelde ekonomik ve aynı
zamanda sosyal, siyasi ve yönetsel alanları da kapsayan neoliberal yeniden
yapılanma süreci, özellikle 1980’li yıllardan itibaren kendisini göstermiştir.125
1980’lerde piyasanın kaynak tahsisi için bir araç olduğu düşüncesi altın çağını
yaşarken, aynı dönem iktidara gelen neoliberal liderler (özellikle Ronald Reagan,
Margaret Thatcher ve Brian Mulroney), kamu sektörüne ve kamu çalışanlarına
yönelik eleştirilerde bulunmuşlar ve sonuç olarak kamu bütçeleri büyük oranda
kısılmıştır. 126 Devlet için biçilen rol ise, özel sektörü teşvik ederek piyasa
mekanizması aracılığıyla ekonomik büyüme ve kalkınmayı sağlamak olmuştur. 127
Küreselleşmeyle birlikte mali krizlerin birden fazla ülkeyi etkileyebilecek
hale gelmesiyle mali disiplin de küresel bir mesele haline gelmiş ve Sovyetler
Yapısal uyum programlarından, son bölümde uluslararası kuruluşların kapitalist dünyasistemindeki rolünü vurgulamak amacıyla yeniden bahsedilecektir.
123
C. W. Kegley ve S. L. Blanton, 2014-2015, s. 324-325.
124
U. Bakkal ve N. Susam, 2011, s. 29.
125
V. Eren ve M. Eken, 2007, s. 178.
126
B. Guy Peters and Jon Pierre, “Introduction: The Role of Public Administration in Governing”,
(Der. B. Guy Peters ve Jon Pierre), Handbook of Public Administration, Sage Publications, Los
Angeles, 2009, s. 4.
127
C. C. Aktan, D.Dileyici ve A. Kesik, 2012.
122
46
Birliği’nin dağılması sonrasında ortaya çıkan yeni devletlerde öngörülen piyasa
ekonomisine geçiş sürecinde, özelleştirme başta olmak üzere pek çok yeni fikir
akımı bu ülkelerde etkisini göstermiştir. 128 Değişim veya yeniden yapılanma
baskısı ile karşılaşan devletler için, özel sektör ve diğer kuruluşlarla uzmanlığın
birleştirilmesi hedeflenmiş ve Seriye Sezen’e göre bu süreçte devletin temel işlevi
piyasa
mekanizmasının
işleyişinin
güvence
altına
alınması
olarak
değerlendirilmeye başlanmıştır. 129
Neoliberal anlayış doğrultusunda, piyasa hareket noktası olarak kabul edilmiş
ve devletin, üstlendiği ekonomik ve toplumsal işlevlerinden çekilmesi ve kamusal
faaliyetlerin
özelleştirilmesiyle
küçültülmesi
öngörülmüştür.
Ekonomik,
toplumsal, siyasi, teknolojik ve bilimsel gelişmeler, her alanda olduğu gibi kamu
yönetimi alanında da verimliliği ön plana çıkarmıştır. 130 “Kamu yararı”nı sağlama
işlevi de sivil toplum kuruluşlarına bırakılmıştır. 131 Bu dönemde öncelikle
ekonomik faaliyetlerden başlayarak sosyal hizmetleri de kapsayacak biçimde
devletin küçültülmesi söz konusu olmuştur. 132 Ancak bu dönem sonrasında dahi
ekonomiye devlet müdahalesinin kapısı tamamen kapatılmamıştır.
1990’larda piyasa ve özel sektörün tek başına kalkınmayı hızlandıramayacağı
ve eşitsizliği ortadan kaldırmadığı görüldüğünde “düzenleyici bir devlet”e ihtiyaç
duyulmuştur. 133 Neoliberalizmin karşı karşıya kaldığı meşruiyet sorunu sebebiyle
“düzenleyici devlet” modeline uygun ve demokratikleşme ile gerekçelendirilen bir
kamu yönetimi reform paketi gündeme gelmiştir. 134 Küresel çağın “düzenleyici
devlet” anlayışı devletin, piyasanın yapmak istemediğini piyasacı bir anlayışla
yapması yönündedir. 135 1990’lı yılların sonu Post-Washington Uzlaşması ve
düzenleyici neoliberalizm dönemi olarak, uluslararası kuruluşların da politika
128
a.g.e., s. 8.
Seriye Sezen, “The Impact of Globalization on theOrganization of Public Administration:
Turkish Case”, TurkishPublic Administration Annual, Cilt: 2728, 2001, s. 3-26.
130
V. Eren ve M. Eken, 2007, s. 177.
131
Y. Edis Şahin, 2007, s. 57.
132
V. Eren ve M. Eken, 2007, s. 179.
133
U. Özdemir, 2013, s. 71.
134
Faruk Ataay, “Neoliberalizm, Kamu Yönetimi ve Demokrasi”, (Der. Şinasi Aksoy ve Yılmaz
Üstüner), Kamu Yönetimi: Yöntem ve Sorunlar, Nobel Yayın, Ankara, 2007.
135
Seriye Sezen, “Kamu Yönetimi Reformları: Küresel Bir Düzenleme mi?”, Amme İdaresi
Dergisi, Cilt: 42, Sayı:1, Mart 2009, s. 36.
129
47
yaklaşımlarında değişime yol açmıştır. Dengeli büyümeyi teşvik etmek için
sağlam bir yönetişim ve güçlü düzenleyici tedbirler elzem olarak görülmeye
başlanmıştır. 136
Bir özne olarak devletin rolüne yönelik artan vurgu uluslararası kuruluş
çalışmalarında geniş yankı bulmuştur. 1997 yılında Dünya Bankası tarafından
yayımlanan “Dünya Kalkınma Raporu: Değişen Bir Dünyada Devlet” adlı rapor,
devletin kurumsal kapasitesinin güçlendirilmesine vurgu yapmakta ve devlet
kapasitesinin, devletin ortak eylemleri topluma en az maliyetle yürütme
kabiliyetine işaret ettiğini belirtmektedir. Rapor kapasite kavramının yalnızca
devlet yetkililerinin idari ve teknik kapasitesini değil, siyasetçilere ve kamu
çalışanlarına ortak çıkara yönelik hareket edebilmek için esneklik, kurallar ve
kısıtlamalar sunan kurumsal mekanizmaları da kapsadığını belirtmektedir. 137
Bunun da ötesinde günümüzde yönetme eyleminin ulus devletle sınırlı
olmadığı ve devletin rolüne özel sektör, sivil toplum ve yarı özerk kamu
kuruluşlarının da ortak olduğu “yönetişim” anlayışına geçişten söz edildiği
bilinmektedir. 138
2.2. YENİ KAMU İŞLETMECİLİĞİ VE YÖNETİŞİM
Bir önceki kısımda sunulduğu üzere devletin toplumu ve ekonomiyi yönetme
eyleminin kapsamı ve niteliği, edinilen tecrübeler doğrultusunda değişimlere şahit
olmuştur. Bu kısımda, özellikle 1980’lerden beri kamu yönetimini etkisi altına
alan yaklaşımlar ve uygulamalar sunulacaktır.
Ancak bu konuya geçilmeden önce, kavramlara yönelik bir açıklama
yapılması faydalı olacaktır. Kamu yönetimi; hem “publicadministration” hem de
136
U. Özdemir, 2013, s. 12.
Dünya Bankası, World Development Report: The State in a Changing World,1997, s. 77,
http://wwwwds.worldbank.org/external/default/WDSContentServer/WDSP/IB/2013/02/28/000425962_20130
228154147/Rendered/PDF/173000REPLACEMENT0WDR01997.pdf (10.05.2016)
138
V. Eren ve M. Eken, 200, s. 179.
137
48
“public management” kavramlarının Türkçe karşılığı olarak kullanılabilmektedir.
Aslında “public administration” dendiğinde, “kamu idaresi” kavramının
kullanılmasının daha doğru olduğu düşünülmektedir. Fakat yaygın kullanımda,
kamu yönetimi “public administration” kavramının karşılığı olmaktadır. Bu
sebeple “public management” kavramının Türkçe’deki karşılığı “kamu yönetimi”
iken, “kamu yönetimi” “public administration” kavramına denk gelecek şekilde
kullanıldığından “public management” kavramının “kamu işletmeciliği” olarak
kullanılması daha ayırt edici olmaktadır. Bir bütün olarak düşünüldüğünde, hem
“kamu işletmeciliği”, hem de ilerleyen satırlarda yer verilecek olan “yeni kamu
işletmeciliği” okulu, kamu yönetimini (public administration) anlamaya çalışan
yaklaşımlar olarak karşımıza çıkmaktadır.
Tezde yaygın kullanımla da uyumlu olarak “kamu yönetimi” kavramı
İngilizce’de “public management” ifadesine değil, “public administration”
ifadesine karşılık gelecek biçimde kullanılmıştır. Uluslararası kuruluşların
yaklaşımı anlatılırken yine kamu yönetimi kavramı kullanılacaktır; ancak bu
kavramın bu kuruluşların yaklaşımında “public management” ifadesine karşılık
geldiği belirtilmelidir.
2.2.1. Kamu Yönetimi Nedir?
Kamu yönetimi, toplumu yönetme sürecinde merkezi konuma sahiptir.139
Devletin rolünü belirlemeye yönelik çabaların kamu yönetiminin sınırları üzerinde
yansıma bulması, bunun bir göstergesi niteliğindedir. Kamu sektörünün rolü ve
verimliliği, ekonominin genel verimliliği açısından oldukça önemli bir unsurdur
ve hem ekonominin hem de toplumun tüm yönlerini etkilemektedir. Verimsizliğin
daha yüksek vergilerle finanse edilmesi gerektiğinden, bu da son kertede tüm
toplum tarafından üstlenilen bir durum olmaktadır.
Kamu sektörü ekonomik
verimlilik kadar teknolojik ve kurumsal yeniliğin düzeyi; yapısal uyumun yönü ve
139
B. G. Peters and J. Pierre,2009, s. 8.
49
hızı; ve çevre gibi fiyatı olmayan kaynakların kullanıcılara olan maliyetini de
etkilemektedir. 140
Kamu yönetimi bir akademik disiplin ve uygulama alanı olarak kamusal
kurumlar, süreçler ve kamu politikalarının uygulanmasına odaklanır. 141 Kamu
yönetimi tanımlamaları arasında en sık kullanılan kavramlar, “kamusal işlerin
görülmesi,
kamusal
gereksinimlerin
karşılanması,
kamusal
politikaların
oluşturulması”dır. 142 Aykut Polatoğlu, kamu yönetimini kamu politikasının
uygulanmasında kamu kuruluşlarının yönetilmesi olarak tanımlamaktadır. 143
Kamu yönetiminin temel faaliyeti kanunların uygulanmasıdır. 144 Kanunların
uygulanması kapsamında kamu yönetimi, vatandaşlar ve devlet arasındaki en
önemli iletişim noktasıdır. Çünkü ortalama bir vatandaş seçilmiş temsilcilerden
çok postacı, vergi toplayıcı ve polis ile karşılaşmakta, bu kapsamda kamunun alt
kademe çalışanları uygulamanın nasıl olacağına ve devletten kimin ne alacağına
dair inisiyatif bulundurmaktadır. 145 Kanunların uygulanması kamu yönetiminin
temel faaliyeti olsa da, kamu kurumlarında gerçekleştirilen başka önemli
faaliyetler de bulunmaktadır. Bunlardan birisi politika oluşturma sürecidir.
Yasama organı tarafından çıkarılan kanunlar sıklıkla genel nitelikli olduğundan,
kanunların
ikincil
mevzuat
yoluyla
içeriğinin
uygulamaya
yönelik
olaraknetleştirilmesi bürokrasi tarafından yürütülmektedir. 146 Bir diğer faaliyet
ise, kamu idarecilerinin siyasetçilere danışmanlık etme yoluyla politikaları
etkilemesidir. 147
Şinasi Aksoy ve Yılmaz Üstüner tarafından da belirtildiği üzere, kamu
yönetimi hem akademik bir disiplin hem de sistem olarak önemli bir değişim
140
OECD, Serving the Economy Better, 1991, s. 7,
http://www.oecd.org/internet/public-innovation/2394425.pdf (06.05.2016)
141
Y. Edis Şahin, 2007, s. 50.
142
a.g.e., s. 57.
143
Aykut Polatoğlu, Introduction to Public Administration, The Case of Turkey, Middle East
Technical University, Ankara, 2000, s. 45.
144
B. G. Peters and J. Pierre, 2009, s. 1.
145
a.g.e., s. 2.
146
a.g.e., s. 1.
147
a.g.e., s. 2.
50
sürecinden geçmektedir. Değişimin içeriği ülkeden ülkeye farklı olmakla birlikte,
bazı genel ve ortak özellikler saptanabilmektedir. Son otuz yıldır yaşanan değişim
sürecinde, kamu yönetiminin ilgi alanları işletme mantığı ile yeniden
belirlenmektedir. 148 Dolayısıyla kamu yönetiminin geleneksel unsurlarından
bazıları önemli dönüşümlere uğramıştır. Son dönemlerde gerçekleşen kamu
sektörü reformu kamu idarecisinin rolünü “yönetici” olarak betimlemekte ve özel
sektördekine benzer yönetsel araçlar kullanmanın önemine vurgu yapmaktadır.
Diğer dönüşüm unsuru ise kamu hizmetlerinin sunumunda devlet ve toplum
arasındaki bağın artmasına yönelik olmuştur. Devlet, politikaları yürütmede artık
özerk bir aktör olarak değil, sıklıkla özel sektör ve/veya üçüncü bir sektöre
dayanarak amaçlarına ulaşmaktadır. Devlet-toplum arasındaki bağ, etkinlik ve
meşruiyete katkıda bulunsa da; bu durum devleti denetim ve hesap verebilirlik
sorunları ile de karşı karşıya bırakmaktadır. Çünkü kamu idarecilerinin, amaçlara
ulaşmak için doğrudan yetkiye dayanmak yerine sözleşmeler gibi araçlar yoluyla
pazarlık etmede ve yönetmede daha becerili hale gelmeleri gerekmektedir. 149
Son dönemlerde, kamu yönetiminin geleneksel hiyerarşik yapısı da yaklaşım
değişikliğine şahit olmaktadır. Birçok ülkede kamu bürokrasisinin kurumsal şekli,
bu kurumların temel rolünün kanunların uygulanması olduğu bir zamanda
oluşturulmuştur. Kamu hizmetlerinin ölçeği ise günümüzdeki şekliyle büyük
oranda yirminci yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla hiyerarşi;
genellik, hesap verebilirlik ve öngörülebilirlik gibi değerlerin elzem olduğu
kanunların uygulanma süreci için verimli bir araç olduğundan, tercih edilen
kurumsal model olmuştur. Kamu hizmetlerinde başlangıçta gerçekleşen
genişleme, kamu bürokrasisinin hiyerarşik yapısını çok fazla sorgulamamıştır.
Çünkü kamu bürokrasisi ve hizmet kullanıcılar arasındaki ilişki sınırlı ve tek
yönlü olduğundan, hiyerarşiler geçerli bir model sunmaktaydı. Ancak 1980’ler ve
1990’larda kamu sektörüne yöneltilen eleştiriler, bu hiyerarşik yapı için tehdit
oluşturmuştur. Hiyerarşi eleştirisi, kamu kurumlarının hiyerarşik doğasının yerini
düz ve esnek bir yapının alması gerektiği ve böylece meşruiyet ve verimsizlik
Şinasi Aksoy ve Yılmaz Üstüner, “Önsöz”, (Der. Şinasi Aksoy ve Yılmaz Üstüner), Kamu
Yönetimi: Yöntem ve Sorunlar, Nobel Yayın, Ankara, 2007.
149
B. G. Peters and J. Pierre, 2009, s. 4.
148
51
sorunlarının ön cephede çalışanlara daha fazla özerklik sağlanmasıyla aşılacağı
inancına dayanmaktadır. Hiyerarşiler geniş bütçe kısıntıları sebebiyle hem
içeriden, hem de daha fazla esneklik talep eden hizmet kullanıcılardan gelen
meydan okuma karşısında dayanıklı olamamış ve 1990’ların idari reformlarının
önemli
meselelerinden
biri
haline
gelmiştir. 150Günümüzde
bürokrasinin
merkezileşme derecesi ülkeden ülkeye değişse de, kamu sektöründe yaşanan
değişimle birlikte hemen hemen birçok ülkede geçmişe oranla merkezde çok daha
az güç bulunmaktadır. 151
Bu çerçevede kamu yönetiminin geleneksel niteliklerinin, işletmeciliğin ve
yönetişimci mekanizmaların etkisi altına girdiği görülmektedir. Bir önceki
kısımda anlatılmaya çalışıldığı üzere, bu eğilimi refah devleti uygulamalarına
yönelik tepkilerle açıklamak gereklidir. Çünkü bu uygulamaların kamu maliyesine
ve vergi ödeyenlere getirdiği yük, refah devletinin yeniden düşünülmesine yol
açmıştır. Kamu-özel sektör benzeşmesine gidilmesi de bu kapsamda bir alternatif
sunmuş, ABD gibi gelişmiş ülkeler bu yöne gidilmesine öncülük etmiştir.Bu
anlayış, devlet piyasa ilkeleri doğrultusunda hareket ettiğinde işini çok daha iyi
yapacağı ve bu ilkelerin devlette verimliliği arttırarak kamu programlarının vergi
ödeyenlere olan maliyetini düşürebileceği varsayımına dayanmaktadır. 152
Bugün gelişmiş ülkelerden gelişmekte olan ülkelere, az gelişmişler
dünyasından geçiş ülkelerine kadar birçok yerde ulusal sistemler kamu yönetimi
reformuna tabi tutulmaktadır. Üstelik reform gündemi ülkeler arasında
benzerlikler taşımakta; çünkü yeni kamu işletmeciliği ve yönetişim yaklaşımları
bu gündemi etkilemektedir. İzleyen satırlarda bu yaklaşımlardan bahsedilecek ve
sonrasında eleştirileri sunulacaktır.
150
a.g.e.,s. 6.
a.g.e., s. 4.
152
B. G. Peters and J. Pierre, 2009, s. 6.
151
52
2.2.2. Yeni Kamu İşletmeciliği
Yeni kamu işletmeciliği (new public management) yaklaşımına geçmeden
önce kamu işletmeciliği (public management) okulunun gelişimine bakılırsa;
Yılmaz Üstüner, “kamu işletmeciliği”ni kamu yönetimi disiplini içerisinde
yönetim-işletmecilik ayrışmasına eklenen üçüncü bir yol olarak betimlemektedir.
Üstüner “kamu işletmeciliği” yaklaşımını kamu yönetimi kuramı içerisinde,
oluşumu 1970’li yılların sonları ve 1980’li yılların başlarına kadar götürülebilecek
bir yaklaşım olarak değerlendirmektedir. 153
Kamu işletmeciliği; kamu sektörü ve özel sektör arasında karşılaştırma
denemelerine sahne olmuş, iki kesimin farklılıkları ve benzerlikleri tartışılmış ve
bu konuda farklı görüşler öne sürülmüştür. 154 İşletme yönetiminin kimi
araçlarından faydalanarak başlayan bu süreçte, işletme disiplininden gelen bazı
yöntemler sosyal devletin kamu hizmeti ve kamu yararı amaçlarına hizmet etmesi
için kullanılmıştı. Ancak neoliberal yeniden yapılanma sürecinde kamu yönetimi,
piyasa koşullarında bir işletme gibi kâr odaklı çalışarak faaliyetlerinde kâr etmeyi
kamu yararının üstünde tutacak şekilde tanımlanmaya başlanmıştır. Bu çerçevede
devleti küçültme çabaları “kamu işletmeciliği” anlayışıyla simgelenmiştir. 155
Kamu yönetiminin işletmeleştirilmesinin olumsuz etkileri 1980’lerin sonuna
doğru kendisini göstermiş, özelleştirmelerin getirdiği güven sorunu ve sosyal
devlet paradigmasının yerine yeni bir yaklaşım koyulamaması neoliberal
politikaların meşruiyetini sorguladığında, Osborne ve Gaebler tarafından
“Reinventing Government: How the Entrepreneurial Spirit is Transforming the
Public Sector” isimli kitap ile ortaya atılan “girişimci hükümet” modeli 1980’lerin
özelleştirme, işletmeleştirme ve toplam kalite yönetimi kavramlarını bir devlet
felsefesi haline getirerek meşruiyet krizini “toplulukların sahiplendiği hükümet
Yılmaz Üstüner, “Kamu Yönetimi Kuramı ve Kamu İşletmeciliği Okulu”, Amme İdaresi
Dergisi, Cilt: 33, Sayı: 3, 2000, s. 16.
154
Y. Edis Şahin, 2007, s. 54.
155
a.g.e., s. 54.
153
53
kimliği” ile aşmaya çabalamıştır. Bu model, berbaberinde yeni kamu işletmeciliği
anlayışını getirmiştir. 156
Liberal anlayış devlet müdahalesini bir tehdit olarak görüp, bürokrasinin
nesnelliği ve işletmecilik temelli verimlilik gerekçeleriyle yönetim-siyaset
ayrımını savunmaktaydı. 157 Benzer şekilde küreselleşme sürecinde ön plana çıkan
neoliberal anlayış devletin piyasa mekanizmalarına bağlı bir işletme gibi
yönetilmesini savunmaktadır. 158 Bu dönemde kamu yönetiminin amaçları işletme
yönetiminin amaçları ile özdeşleştirilmiştir. 159 Bu anlayışa göre kamu yönetimi
toplumsal faydayı ekonomik maliyetin üzerinde tutma ilkesini bırakarak, piyasa
koşullarında maliyet etkinliğine ve verimliliğe odaklanan bir işletmeye
dönüşmüştür. Bu sürecin bir sonucu olarak işletme yönetiminin konuları olan
verimlilik, etkinlik, performans değerlendirmeleri, düzenleyici etki analizi ve
stratejik planlama gibi birçok konu kamu yönetimi disiplininin konusu
olmuştur. 160
Kuramsal olarak kamu yönetimi alanında 1990’ların başından itibaren “yeni
kamu işletmeciği”yle etkisini gösteren bu yaklaşım, devlet ve toplum arasındaki
dengeyi özel sektöre doğru genişletmeyi amaçlamakta ve neoliberal politikalar
özelleştirme, piyasalaştırma ve performansa dayalı mekanizmalar yoluyla
somutlaşmaktadır. 161 Bu süreç sosyal devlet döneminde işletme yönetiminin bazı
araçlarından yararlanmak şeklinde başlasa da, küreselleşme ile birlikte işletme
yönetiminin amaçlarını benimseyen yeni kamu işletmeciliği ana akım olarak
benimsenmiştir. 162
Yılmaz Üstüner, yeni kamu işletmeciliğinin İngiltere kökenli bir yaklaşım
olsa da bu ülke ile sınırlı olmadığını ve 1980’li yılların sonu ve 1990’lı yılların
156
a.g.e., s. 55.
Hasan Engin Şener, “Kamu Yönetiminde Postmodernizm”, (Der. Şinasi Aksoy ve Yılmaz
Üstüner), Kamu Yönetimi: Yöntem ve Sorunlar, Nobel Yayın, Ankara, 2007, s. 35
158
V. Eren ve M. Eken, 2007, s. 179.
159
Y. Edis Şahin, 2007, s. 49.
160
a.g.e.,s. 53.
161
V. Eren ve M. Eken, 2007, s. 179.
162
Y. Edis Şahin, 2007, s. 54.
157
54
başlarından günümüze dek birçok ülkede bu akımın kamu yönetimi pratiğinde
reform hareketleri ile birlikte geliştiğini belirtmektedir. Üstüner, yeni kamu
işletmeciliğinin bu bağlamda ilk kullanıldığı yerlerin OECD raporları ile o
dönemde Londra Üniversitesinde profesör olan Christopher Hood’un çalışmaları
olduğunu eklemektedir. 163
Hood, yeni kamu işletmeciliğinin doğuşunun iki grup gelişmenin sonucu
olduğunu savunmaktadır. İlk olarak “yeni kurumsal ekonomi” adı verilen ve
içinde “kamu tercihi” (public choice) gibi iktisat kuramlarının bulunduğu
bürokrasi yaklaşımında yaşanan gelişmelerden bahsedilmektedir. Bu yaklaşımın
rekabete dayalı biçimde “müşteri”lerin tercih özgürlüğüne sahip olduğu şeffaf ve
inisiyatif alan bir bürokrasi oluşturulması yolunda bir “bürokratik reform”u
beraberinde getirdiği belirtilmektedir. İkinci olarak ise kamu yönetiminde
uluslararası düzeyde yaygınlaşan “işletmecilik” ve “profesyonel işletmecilik”
(managerialism) anlayışından bahsedilmekte ve profesyonel işletmeciliğin yeni
kamu
işletmeciliğinin
önemli
yapıtaşlarından
birisi
olduğu
ifade
edilmektedir. 164Üstüner, bahsedilen gelişmelerin ilkinin aslında yeni sağ
hareketini tanımladığını belirtmektedir. 165
Yeni kamu işletmeciliğinin temelleri Birleşik Krallık Başbakanı Thatcher,
ABD Başkanı Reagan ve Yeni Zelanda’nın İşçi Hükümeti (1984) ile
bağdaştırılmıştır. 1960’lı yıllarda ve 1970’li yılların başında ABD ve Birleşik
Krallık’ta yaygın olan “planlama” yaklaşımını olumlu görmeyen Thatcher,
Reagan ve bu liderlerin danışmanları, bunun yerine daha “işletme benzeri” bir
yaklaşımın taraftarı olmuşlardır. Zamanla bu genel tutum kamu yönetimi reformu
için belirgin birtakım kurallara dönüşmüştür. 1990’lı yılların başında artık birçok
yorumcu, en azından İngilizce konuşan (Anglophone) dünya için, yalnızca tek bir
yön olduğuna inanmış görünmekteydi. Uluslararası kuruluşların da desteklediği
163
a.g.e., s. 20.
Christopher Hood, 1991, “A Public Management for All Seasons”dan aktaran, Yılmaz Üstüner,
“Kamu Yönetimi Kuramı ve Kamu İşletmeciliği Okulu”, Amme İdaresi Dergisi, Cilt: 33, Sayı: 3,
2000, s. 21.
165
Y. Üstüner, 2000, s. 21.
164
55
bu yön daha sonra yeni kamu işletmeciliği olarak adlandırılmış, hem ABD hem de
Birleşik Krallık kamu sektöründeki bu değişimin öncüleri olmuştur.
OECD Kamu Yönetimi Komitesi de gelişmiş dünyanın birçok ülkesinin aynı
yönde yürüdüğünü yayınlarıyla ilan etmeye başlamıştır. Bu akım performans
yönetimini geliştirmeyi, kamu sektörüne daha fazla rekabet getirilmesini,
vatandaşlara kalite ve tercih sunulmasını ve merkezin operasyonel rolünden çok
stratejik rolünü güçlendirmeyi beraberinde getirmiştir. Bugün dünyanın tümü aynı
yolu takip etmiyor olsa da, yeni kamu işletmeciliği fikirleri hızla yayılmakta ve
modernleşmeye giden en çarpıcı yol olarak görülmektedir. 166
Barzelay yeni kamu işletmeciliğinin; dikkatlice belirlenmiş rollere, kurallara
ve prosedürlere bağlılığı, sıkı bir mali kontrolü ve merkezi gözetimi içeren
“bürokratik paradigma”nın, daha müşteri odaklı ve hizmet odaklı bir sistem ile yer
değiştirmesini savunduğunu belirtmektedir. 167Bu anlayış, devlet piyasa ilkeleri
doğrultusunda hareket ettiğinde işini çok daha iyi yapacağı ve bu ilkelerin devlette
verimliliği arttırarak kamu programlarının vergi ödeyenlere olan maliyetini
düşürebileceği varsayımına dayanmaktadır. 168 1980’lerin sonu ve 1990’larda Batı
Avrupa’da
gerçekleşen
idari
reformların
birçoğunda
kamu
sektörünün
meşruiyetinin yeniden tasdik edilmesinin, kamunun, hizmetleri özel kuruluşlara
benzer şekilde bireysel müşterinin ihtiyaç ve beklentileri ile uyumlu şekilde
sunmasıyla başarılabileceği fikri ağırlık kazanmıştır. Buradaki strateji, kamu
kurumlarının meşruiyetinin evrensellik ve eşitlik gibi geleneksel değerlere daha
az, performans ve hizmet sunumuna ise daha çok dayanması gibi görünmektedir.
Haliyle reform, kamu sektörü ile “müşteri” olarak görülen vatandaş arasındaki
ilişkiyi değiştirme, aralarındaki yakınlığı arttırma, daha az resmi ve daha hizmet
odaklı bir iletişim oluşturmayı hedeflemiştir. Dolayısıyla yaklaşık son yirmi yılda
166
Christopher Pollitt ve Sorin Dan, “TheImpact of the New Public Management in Europe: A
Meta-Analysis”, December 2011, s. 4-5.
167
Michael Barzelay, 1992, Breaking Through Bureaucracy: A New Vision for Managing
Governmentdan aktaran Leslie A. Pal, “Inversions without End: The OECD and Global Public
Management Reform”, (Der. Rianne Mahon ve Stephen McBride), The OECD and Transnational
Governance, UBC Press, Vancouver, 2008.
168
B. G. Petersand J. Pierre, 2009, s. 6.
56
kamu sektörü reformu devleti daha etkili, ekonomik ve verimli hale dönüştürme
amacını gütmüş, iyi bir örnek olarak piyasaya çokça referans verilir olmuştur. 169
Yeni kamu işletmeciliğini tanımlamaya ve nasıl değiştiğini göstermeye
adanmış çok geniş bir literatür bulunmaktadır. 170 Yeni kamu işletmeciliği iki
seviyeli bir fenomen olarak ele alınabilir: Daha üst seviyede yeni kamu
işletmeciliği; kamu sektörünün işletme kavramları, teknikleri ve değerleri yoluyla
geliştirilebileceği bir genel teori/doktrin olarak tanımlanmaktadır. Daha yaygın
tanımı ise, yeni kamu işletmeciliğinin belirli kavram ve pratikleri içerdiğidir. Bu
kavram ve pratikler şunlardır:
“Performans”a daha fazla vurgu yapılması (özellikle çıktıların ölçülmesi yolu
ile)
Büyük ve çok fonksiyonlu yapılardan ziyade zayıf, düz, küçük, uzmanlaşmış
ve bölümlere ayrılmış kurumsal formların tercih edilmesi
Temel koordinasyon aracı olarak hiyerarşik ilişkilerin yerine sözleşmelerin
yayılması
Rekabetçi ihale, performansa dayalı ödeme ve kullanıcı seçimine dayalı
mekanizmalar gibi piyasa tarzında araçların kullanılması
Hizmet kullanıcılarına müşteriler olarak davranılmasına vurgu yapılması ve
kalite geliştirme tekniklerinin uygulanması 171
Yeni kamu işletmeciliği yanlısı literatürde, “işletme yöntemleri”nin
uygulanmasının daha ucuz, daha etkili ve “müşteri”lerine daha duyarlı bir kamu
sektörüne yol açacağı varsayılmaktadır. 172 Keating, modern yönetim tekniklerini
ekonomi mantığı ile temel kamu hizmeti değerlerini koruyarak birleştirmeye
çalışan bu yeni paradigmanın, “paranın karşılığı” (valueformoney) yönünden
169
a.g.e., s. 5.
Piyasa-merkezli bir kamu yönetimi oluşturma çabasını simgeleyen yaklaşım literatürde sıklıkla
yeni kamu işletmeciliği olarak anılsa da, bu model farklı yazarlarca farklı isimlerle de
anılmaktadır. Örnek olarak Barzelay’ın “post-bürokratik paradigma”sı verilebilir.
171
C. Pollitt ve S. Dan, 2010, s. 5-6.
172
a.g.e., s. 8.
170
57
sonuçları vurguladığını belirtmekte ve buna amaçlarla yürütülen bir yönetim;
piyasaların ve piyasa tipi mekanizmaların kullanılması; rekabet ve tercih; otorite,
sorumluluk ve hesap verebilirliğin eşleştirilmesi yoluyla personele yetki
verilerekerişileceğini ifade etmektedir. Keating, hiyerarşik karar alma ve kontrole
odaklanarak genellikle süreç ve kurallarla yürütülen eski paradigma yerine yeni
kamu işletmeciliğinin;
etkinlik, verimlilik ve hizmet kalitesi yönünden sonuçlara odaklanma,
kaynak tahsisine yönelik kararların ve hizmet sunumunun hizmet noktasına
daha çok yakınlaştırılması amacıyla yetki ve sorumluluğu daha iyi eşleştiren
adem-i merkezi bir yönetim ortamı,
kamu kuruluşlarının ve hükümet dışı kuruluşların içerisinde ve bu kuruluşlar
arasında rekabetçi ortamlar oluşturarak daha fazla müşteri odaklılık ve
müşteri tercihi sağlama,
kullanıcı ücreti, makbuz ve mülkiyet haklarının satışı gibi piyasa tipi araçların
kullanılması da dahil olmak üzere kamu düzenlemelerini yönlendirecek daha
etkin maliyetli alternatifler keşfetme esnekliği,
belirli bir kurallar dizisine uymak yerine, sonuçlar için hesap verebilirlik ve
bununla bağlantılı olarak riskten kaçınmadan risk yönetimine geçiş ile
tanımlandığını belirtmektedir.
Yeni kamu işletmeciliğinin kuramsal temellerine bakıldığında, yaklaşımın
1980’lerden beri ekonomik teoriler arasında değişen güç dengesi ile ilgili
olduğunu ve geleneksel kamu yönetimi teorilerine bir tepki olduğu belirtilebilir.173
İkinci Dünya Savaşı sonrasında hüküm süren Keynesyen ekonomi 1980’lerde
etkisini yitirmiş, sonuç olarak neoliberalizm olarak adlandırılan üç alternatif parasalcılık, arz yanlı iktisat ve kamu tercihi teorileri - ön plana çıkmıştır. Keating
yönetim ortamında yaşanan değişikliklerin, 1980’li yıllardan beri ekonomik
173
J. de Vries, 2010, s. 2-3.
58
kalkınma stratejilerinde yer bulan arz yanlı iktisata yönelik bir vurguyu
yansıttığını ifade etmektedir. 174
Yeni
kamu
işletmeciliği
fikirlerinin
temel
taşıyıcılarının
neoliberal
teorisyenler olduğu düşünülmüştür, ancak akademik fikirlerin tek başına bu kadar
uzağa ve hızlı yayılması güçlü bir destek olmadan olası görünmemektedir.
Yönetim danışmanlıkları da diğer bir ihtimaldir, ancak siyasetçilerin de bu
fikirlerin hem “alıcısı”, ve sonrasında da “dağıtımcısı” olduğu aşikârdır.
Yeni kamu işletmeciliğinin pratik özellikleri bir kenara bırakılırsa, yaklaşımın
sonuçlarla, araçlarla, tekniklerle ve gözlemlenebilen performansla ilgili bir konu
olmaktan ziyade, değerler ve fikirlerle ilgili olduğu söylenebilir. Bu açıklama
Thatcher ve Reagan gibi liderlere tam anlamıyla uymaktadır. Yeni kamu
işletmeciliğinin temelde sembolik özelliklerinden dolayı kabul edildiğini
söylemek mümkündür. Yeni kamu işletmeciliği modernleşmeyi ve bürokrasi
karşıtı ve popülist bir tutumu sembolize etmektedir. Bu kapsamda yeni kamu
işletmeciliği siyasi liderler tarafından kısa vadede aktif ve reformist bir hükümetin
kanıtı olarak kullanılabileceği gibi, modernleşmecilerin bürokraside statü ve etki
kazanmak için kendilerini tanımladığı bir sembol de olabilir. Burada bahsedilen
durum Merkezi ve Doğu Avrupa ülkelerine uyabilmektedir. Yeni kamu
işletmeciliği bazı ülkelere diğer ülkeler veya kurumlar tarafından (özellikle yeni
kamu işletmeciliği hayranlarından olan Avustralya, Yeni Zelanda, Birleşik Krallık
ve ABD gibi ülkelerle OECD, SIGMA, Dünya Bankası gibi uluslararası
kuruluşlar) kabul ettirilmektedir. Dolayısıyla reformlar her zaman özgür şekilde
seçilmemektedir. Reformlar bazen tavsiye edilebilmekte, talep edilebilmekte ve
hatta bazı ülkeler için (Merkezi ve Doğu Avrupa ülkeleri, gelişmekte olan ülkeler)
gerekli olabilmektedir. 2011 yılında derinleşen Avro Bölgesi mali krizi bu
durumun örneklerine yol açmış gibi görünmektedir.
Peki reformların isteksiz ülkelerce gerçekleştirilmesi için hangi teşvikler
sunulmaktadır? Merkezi ve Doğu Avrupa ülkeleri için şu iki sürecin birlikte
174
Michael Keating, “Public Management Reform andEconomicandSocial Development”, OECD
Journal of Budgeting, 2001, s. 145-146.
59
hareket ettiği söylenebilir: Dünya Bankası ve Avrupa Komisyonu’ndan yardım
almak ve AB genişlemesi öncesinde AB kulübünün gerekliliklerini yerine
getirerek üye olabilmek. Üye olduktan sonra birçok Merkezi ve Doğu Avrupa
ülkesi kamu yönetimi reform programlarını gevşetmiş görünmektedir. 175
Tüm bu açıklamalar ışığında, yeni kamu işletmeciliğinin gelişmesinde
özellikle gelişmiş ülkelerin rolünün bulunduğu görülmektedir. Birleşik Krallık ve
Yeni Zelanda gibi ülkelerde devlet özel sektöre benzer şekilde yönetilmeye
başlanmış, ancak yeni kamu işletmeciliği gelişmiş ülkelerle kısıtlı kalmamıştır.
Gelişmekte olan ülkelerde özellikle uluslararası kuruluşların etkisiyle yeni kamu
işletmeciliği ile özdeşleştirilen uygulamalar yaygınlık kazanmaya başlamıştır. Bu
gelişmelerden son bölümde bahsedilecek olup, izleyen satırlarda kamu yönetimi
anlayışını şekillendirmede 1990’lı yıllarda yeni kamu işletmeciliğinin ardından
önem kazanan “yönetişim” yaklaşımı anlatılacaktır.
Yeni kamu işletmeciliği ve yönetişim arasındaki ilişki oldukça tartışılan bir
husus olmuştur. 176 1990’ların başlarında ABD’de yönetişim söylemine neden olan
reformlar, hükümet performansının geliştirilmesiyle ilgili kanunların kabul
edilmesini kapsamıştır. Ancak uluslararası düzeyde bu konular birçok ülkede yeni
kamu işletmeciliği başlığı altında ifade bulmuştur. 177İki kavramı birbirinin yerine
kullanan yazarlar olmakla birlikte, akademisyenlerin çoğu iki kavramı ayrı
kullanma eğilimindedirler.
2.2.3. Yönetişim
1980’lerde yeni kamu işletmeciliği yaklaşımı kamu yönetimi literatürünüve
pratiğini etkisi altına almış,1990’larda ise devletin rolünü ikrar eden “yönetişim”
kavramı gündeme gelmiştir. 178 Fakat yönetişim kavramı yalnızca kamu yönetimi
alanını anlamaya yarayan bir yaklaşım olarak değil, Uluslararası İlişkiler de dâhil
175
C. Pollitt ve S. Dan, 2010, s. 56-57.
U. Özdemir, 2013, s. 67.
177
Laurence E. Lynn, Jr, “Public Management”, (Der. B. Guy Peters and Jon Pierre), The
Handbook of Public Administration, Sage Publications, London, 2007, s. 13-23.
178
U. Özdemir, 2013, s. 71.
176
60
olmak üzere farklı alanlarda karşılaşılan yönetme biçimlerini anlamlandırmak için
kullanılmıştır. Bu bakımdan yönetişim kavramının, yeni kamu işletmeciliğinden
daha geniş bir uygulama alanı bulduğu söylenebilir.
Yönetişim kavramının değerlendirilebileceği farklı söylemler bulunmaktadır.
Kavram ilk olarak yeni bir rejim çeşidi ve yeni politikaların sonucu olarak
tanımlanabilir. İkinci olarak yönetişim, birçok OECD ülkesinde gerçekleşen kamu
yönetimi reformları için genel bir kavram olarak değerlendirilebilir. Üçüncü
olarak ise yönetişim, özellikle 1980’lerin sonundan beri küreselleşmenin bir
sonucu olarak yaşanan değişim sürecine bir çözüm olarak uluslararası sistemi
anlamak için kullanılmaktadır. Dördüncü olarak kavramın kurumsal ekonomi ve
kurumsal
siyaset
bilimi
söylemlerinde
merkezi
öneme
sahip
olduğu
görülmektedir. Son olarak ise yönetişim, kalkınma politikalarının oldukça belirgin
bir unsuru olarak değerlendirilmektedir. 179
İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki yönetişim gündemi, şu gelişmelerle
şekillenmiştir:
1945 sonrasındaki 15 yıllık dönem, temelde Batı Avrupa’nın yeniden inşası
ile geçmiştir. Bu süreç esasen altyapı ve sanayi ile ilgili olsa da devletlerin,
idari sistemlerin ve temel politikaların ticaret ve ortak pazar çerçevesinde
yeniden yapılandırılmasını da içermiştir.
Soğuk Savaş, bu yeniden inşa süreci ile kesişmiş fakat onun ötesine geçen bir
dönemi kapsamıştır. Bu dönemde yönetişim; bir “sistemler çatışması” ve
“demokrasi” açısından betimlenmiştir. Hem Batı hem de Sovyetler Birliği,
her açıdan ekonomik ve yönetişim sistemlerinin üstünlüğünü göstermeye
çalışmışlardır. Bu sistemler çatışması 1980’lerde Batının kendi içerisinde
yaşanmış; Yeni Zelanda (Başbakan Lange), Birleşik Krallık (Başbakan
Thatcher) ve ABD’de (Başkan Reagan) muhafazakâr hükümetler sol eğilimli
ve sosyalizm benzeri kamu politikalarını silkeleme çabasında olmuşlardır. Bu
179
Seppo Tiihonen, From Governing to Governance: A Process of Change, Tampere University
Press, Tampere, 2004, s. 45-46.
61
kapsamda “şeytan imparatorluğu”nu yenilgiye uğratmak için deregülasyon ve
daha küçük devlet anlayışı çerçevesinde kapitalizmin güçlendirilmesine
girişilmiştir.
Soğuk Savaşın bitiminin ardından, Merkezi ve Doğu Avrupa ülkelerinde
geçiş sürecinin yaşanması çerçevesinde bu ülkeler için serbest piyasa
ekonomisi gündeme gelmiş, fakat zamanla ekonomik reformun yönetişim
reformu olmadan çok yok kat edemeyeceği anlaşılmıştır. Ancak reform
gündemi yalnızca bu ülkeleri değil, genel olarak dünyayı sarmıştır. Çünkü
kamu güveninin ve meşruiyetinin azalması, harcamaların ve kamu
taleplerinin
artması
mekanizmaların
ve
ortaya
hizmet
çıkması
sunumunda
ile
yeni
hükümetler
teknolojilerin
benzer
ve
zorluklarla
karşılaşmıştır.
Geleneksel olarak kamu yönetiminin reforma tabi tutulması ulus-devlet
içerisinde ve ulusal yasal gelenekler temelinde gerçekleşse de, 1990’lı yılların
sonunda ve 2000’lere doğru vurgu hem sistemik hem de artan şekilde küresel
boyuta ulaşmıştır.
Sistemik olarak, ulusal anayasal ve tarihsel farklılıklara rağmen, “iyi
yönetişim”e dair temel ve ortak yönlerin başarılı devletlerden daha az başarılı
olanlara aktarılabileceği yaklaşımı gitgide yerleşmiştir. 1990’lı yılların
sonunda kalkınma kuruluşları arasında, yönetişimin önemine ve demokratik
yönetişime dair en iyi uygulamaların ölçülebileceği, değerlendirilebileceği ve
aktarılabileceği fikrine doğru bir kayma yaşanmıştır. Örneğin Dünya Bankası
yalnızca ekonomik kalkınmaya odaklanan bir gündemden, 1991 yılında
düzenlenen bir konferansta yönetişim faktörlerine vurgu yapan bir gündeme
doğru değişimin sinyallerini vermiştir. 1996 yılında zamanın Dünya Bankası
Başkanı James Wolfensohn, kuruluşun politikasını, yolsuzluk gibi siyasi
faktörleri kalkınmada dikkate almadığı yönünde eleştirmiştir. OECD de,
dünyanın hemen hemen tüm iki taraflı kalkınma yardımlarını denetleyen
DAC yoluyla 1996 yılındaki “21. Yüzyılı Şekillendirmek: Kalkınma
İşbirliğine
Katkı”
isimli
raporda
kapasite
geliştirmenin
önemini
vurgulamıştır. Bu dönemde karşılaşılan durum; iyi yönetişim ve etkin kamu
62
yönetiminin ekonomik kalkınma ve refah açısından merkezi öneme sahip
olduğunun anlaşılması olmuş; şeffaflık, yolsuzluk karşıtı tedbirler ve
profesyonel kamu hizmeti gibi konuların etkin rejimlerin sistemik özelliği
olduğu ve bu özelliklerin “modernleşme” süreci ile bir yerden bir yere
aktarılabileceği görüşü ön plana çıkmıştır.
Kamu yönetimi reformunun eriştiği küresel boyut ise, 1950’den beri hızla
artan ekonomik küreselleşme ile birlikte dünya çapında artan ihracat;
doğrudan yabancı yatırımlar ve sermaye akışları; ve Brezilya, Rusya,
Hindistan ve Çin’in diğer gelişmekte olan ülkelerle birlikte yükselişinin
gerçek bir küresel ekonomik ticaret ve finansal sistem oluşturduğu ve bu
durumun aynı zamanda hassasiyetler ve çalkantıları da beraberinde getirdiği
göz önüne alınarak anlaşılabilmektedir. Uluslararası sistemde “küresel bir
hükümet” bulunmasa da, küresel bazda bir çeşit koordinasyon, küreselleşen
ekonomi için bir gereksinim olarak ortaya çıkmıştır. 2008 yılındaki küresel
finansal krizin üzerine küresel bir düzeyde eğilmek için G20, kilit bir araç
olmuştur. Bu kapsamda küresel yönetişimin anlamlandırılmasında, yönetişim
ve yönetim rejimlerinin ve ayrıca politika rejimlerinin uyumlaştırılmasının bir
yeri
olduğu
değerlendirilebilir.
Gelişmekte
olan
ülkelerde
yabancı
yatırımcıların, vergi rejimleri ve yolsuzluk karşıtlığı gibi temel uygulamaları
gözettiği yabancı yatırımı çekmek isteyen ülkeler tarafından bilindiğinden, bu
ülkeler politika ve kamu yönetimi alanında “dünya standartları”nı
karşıladıklarını gösterme yönünde bir irade sergilemektedirler. Bu sebeple
ekonomik küreselleşme sonucu, yönetişim reformu ve en iyi uygulamalar için
küresel bir “piyasa” hızla genişlemiştir. 180
Böylece kamu yönetimi alanındaki etkinliği 1990 sonrasında artan yönetişim,
devletin ekonomi ve toplumsal alanda değişen rolü ile bağlantılı olarak yaygınlık
kazanmıştır. Kamu işletmeciliği uygulamalarının ortaya çıkardığı sorunlara
karşılık olarak yönetişim, yeni yönetim modeli olarak benimsenmiştir. 181
180
181
L. A. Pal, 2012, s. xiv-xviii.
S.Güzelsarı, 2003, s. 21.
63
Yönetişim, uluslararası kuruluşların kalkınma gündemi içerisinde önemli yer
tutmaktadır. Dünya Bankası tarafından 1989 yılında yayımlanan “Sahra-Altı
Afrika: Krizden Sürdürülebilir Büyümeye Doğru” çalışması, bu açıdan
“yönetişim” kavramının ortaya çıkışında önemli bir belge niteliğindedir. Rapor,
yönetişimi “bir ülkenin işlerini yönetmek için siyasi gücün kullanımı” olarak
tanımlamaktadır. 182Belge kalkınma işbirliğinin başarısı veya başarısızlığında
yönetişimin önemine vurgu yapmakta 183 ve ekonomik uyum programlarına
başlayan Sahra-Altı Afrika ülkelerinde süregelen krizlerin aşılması için uzun
vadeli bir perspektif sunmaya çalışmaktadır. Raporda hükümetlerin kamu
maliyesi, para politikası, fiyatlar ve piyasalar gibi konuları aşarak beşeri kapasite,
kurumlar, yönetişim, çevre, nüfus artışı, büyüme ve bölüşüm, teknoloji gibi temel
konulara odaklanmaları gerektiği belirtilmektedir. 184 Bu özellikleriyle rapor,
devletin ve kurumlarının kalkınma için önemini kabul eden bir belge
niteliğindedir.
Stella Ladi tarafından belirtildiği üzere, bugünkü koşullarda ekonomik
gündemin kamu kurumları olmadan gerçekleştirilemeyeceği, birçok uluslararası
kuruluş ve ulusal hükümet tarafından onaylanmaktadır. 185 Leslie A. Pal, etkin bir
yönetişim olmadan modern bir toplumda vergi toplama, sağlık ve eğitim
hizmetleri, eğitim gibi hemen hemen her şeyin olanaksız ya da kullanılamaz
duruma geldiğini ifade etmektedir. Bu durum Somali, Sudan ve Zimbabwe gibi
başarısız devletlerde (failed states) görülebildiği kadar, daha gelişmiş demokratik
ülkelerde de (2008-2010 ekonomik krizinin gösterdiği gibi) yaşanabilmektedir. 186
Yönetişim siyasi ve teknokratik bir kavram iken, özellikle son yirmi yıldır
yaygın olarak kullanılan “iyi yönetişim”, normatif hedefleri olan, yönetişimin
kötü değil iyi olması gerektiğini öneren bir kavramdır. 187 “Sahra-Altı Afrika:
Krizden Sürdürülebilir Büyümeye Doğru” raporu, bölgede geçmişte yaşanan zayıf
ekonomik performansın temel sebeplerinden biri olarak kamu kurumlarının
Dünya Bankası, November 1989, s. 60.
U. Özdemir, 2013, s. 75.
184
Dünya Bankası, November 1989, s. 1.
185
S. Ladi, December 2008, s. 9.
186
L. A. Pal, 2012, s. xiii.
187
S. Ladi, December 2008, s. 11.
182
183
64
güçsüzlüğünü
görmektedir.
Bu
çerçevede
özel
girişimlerin
ve
piyasa
mekanizmasının önemli olduğu, ancak bunların “iyi yönetişimle” birlikte
yürümesi gerektiğinin altı çizilmektedir. “İyi yönetişim” de; verimli bir kamu
hizmeti, güvenilir bir yasal sistem ve halkına hesap verebilen bir yönetim olarak
tanımlanmaktadır. 188
İyi yönetişim ve devletin modernizasyonunu amaçlayan kamu yönetimi
reformu ülkeden ülkeye farklılık gösterse de, “iyi yönetişim” kavramı IMF,
Dünya Bankası ve BM gibi uluslararası kuruluşlar tarafından yaygın olarak
kullanılmaktadır. “İyi yönetişim”; meşruiyet, adalet, hukuka ve kurumlara güven,
verimlilik, sorumlu bütçeleme, insan kaynaklarının yönetimi ve kriz yönetimi gibi
kavramları içermektedir. 189Berlin Duvarının yıkılmasına kadar uluslararası
kuruluşlar politika reformları teşvik etmek için iyi yönetişim ilkelerini
kullanmamaktaydı. 190Özellikle
kalkınma
amaçlı
olarak
eski
Sovyet
Cumhuriyetlerine giden artan uluslararası yardımlar sonucu ulusal yapıların
verimliliğine daha fazla odaklanılmıştır. Bu bağlamda iyi yönetişim siyasi
koşulsallığın uygulanması için bir çerçeve olmuştur. 191
Weiss tarafından ifade edildiği üzere iyi yönetişimin kapsamı insan hakları;
verimli, tarafsız ve hızlı adli süreçler; şeffaf kamu kurumları; kamu çalışanlarının
hesap verebilirliği; kaynakların devredilmesi ve karar verme sürecinin merkezden
yerel düzeye geçmesi; ve kamusal kararların alınmasında vatandaşların katılımını
da dâhil edecek biçimde genişlemektedir. 192 Ayrıca günümüzde özel sektör, sivil
toplum ve yarı özerk kamu kurumlarının da ulus-devletin “yönetme” eylemine
ortak olduğu anlayışı hızla yaygınlık kazanmaktadır. 193 Bu çerçevede “yönetişim”
mekanizması ile katılımcılığı sağlama amacı güdülmektedir. 194 Böylece
Dünya Bankası, November 1989, s. xii.
S. Ladi, 2008, s. 9.
190
a.g.e., s. 13.
191
U. Özdemir, 2013, s. 74.
192
T. G. Weiss, 2010, s. 801.
193
V. Eren ve Musa Eken, 2007, s. 179.
194
F. Ataay, 2007,s. 168.
188
189
65
yaklaşımın, devletin vatandaşlardan daha az uzak olması için araçlar sunduğu
belirtilmektedir. 195
2.2.4. Yeni Kamu İşletmeciğini ve Yönetişimi Sistemsel Düşünmek
Günümüzde kamu yönetimi reformunun küresel bir düzenleme olarak farklı
siyasal ve yönetsel kültüre sahip ülkelerde yaygınlaştığı görülmektedir. 196 Yeni
kamu işletmeciliği ve yönetişim yaklaşımlarını içeren kamu yönetimi reformuna
yol açan birçok unsurdan bahsedildiği görülmektedir:
Hükümetler üzerindeki ekonomik ve mali baskılar sebebiyle devletin rolünü
yeniden değerlendirilmesi
Vatandaşlar ve özellikle kamu tercihi teorisyenleri tarafından bürokratik
yapılanmalar
yoluyla
kamu
hizmeti
sunumunun
eleştirilerek
farklı
alternatifler aranması
1970’lerin sonu ve 1980’lerde Yeni Sağ politikalarının yükselmesi
İşletmecilik fikirlerinin, uluslararası danışmanlar tarafından oluşturulup
pazarlanarak yaygınlaşması
Gelişmekte olan ve geçiş ülkeleri için, uluslararası finansal kuruluşların borç
verme koşulları
Küresel piyasaların yaygınlaşması ve kamu sektörünün bu hıza uyum
sağlama ihtiyacı 197
Reforma yol açan etmenlerin tek bir nedene bağlanamayacağı ve ekonomik
koşulların, uluslararası veya ulusötesi kuruluşların ve iç dinamiklerin ülkeden
ülkeye değişebilir ölçüde etkili olduğu değerlendirilmektedir. Az gelişmiş
195
B. G. Peters and J. Pierre, 2009, s. 3.
S. Sezen, Mart 2009.
197
George A. Larbi, “Overview of Public Sector Management Reform”, 2003, s. 1.
http://siteresources.worldbank.org/INTROADSHIGHWAYS/Resources/3389931115316483571/3-public_sector_mgmnt_reform.pdf (26.09.2016)
196
66
ülkelerde uluslararası kuruluşların, AB ülkelerinde ise AB politikalarının belirgin
etkisi bulunmaktadır. 198
Reformlara kaynaklık eden yeni kamu işletmeciliği ve yönetişim fikirlerinin
uluslararası sistem içerisinde değerlendirilmesi oldukça önemli bir gerekliliktir.
Daha önce belirtildiği üzere, tezin esas amacını da bu konu oluşturmaktadır. O
nedenle izleyen satırlarda ilk bölümde yer alan teorik çerçeve kullanılarak bu
konu aydınlatılmaya çalışılacaktır.
Dünya ekonomisi analizlerinden birisi olan Wallerstein’ın dünya-sistemi
yaklaşımı, sistemin tepesinde sistemi iktisadi ve siyasal gücüyle denetleyen bir
merkez ekonomi bulunduğunu belirtir. 199 Bu yaklaşımdan ilk bölümde
bahsedilmiş ve merkez ekonomiyi elinde bulunduran hegemonun, Kontradieff
döngüsünün belirli bir safhasında inişe geçtiğinde farklı alternatifler izleyebileceği
açıklanmaya çalışılmıştı.
Yaklaşık 500 yıldır süregelen kapitalist dünya ekonomisinin yapısal bir krizde
olduğu ve 1970’lerde dünya ekonomik durgunluğu yaşanmasından beri sermaye
birikiminin 1945-1970 dönemindekiyle boy ölçüşecek durumda olmadığı
söylenebilir. 200 Bu çerçeveden bakıldığında, 1980’lerdeki neoliberal düzenlemeler
de ABD hegemonyasının yapısal krizinin belirtileri arasında sayılmaktadır. 201
Dolayısıyla yeni kamu işletmeciliği ve yönetişim yaklaşımları, refah devletine
yönelik bir meydan okuma olarak değerlendirilebilir.
Çünkü bir önceki bölümde bahsedilen uluslararası politika uyumlaştırması
sürecinde gerekli olan devlet yapısı, refah devletinin yapısından farklılık
göstermiştir. Refah devleti, ulusal düzeyde ekonomik planlamaya önem vermekte
ve
ulusal
ekonomi
üzerindeki
dış
ekonomik
etkileri
kontrol
etmeye
198
S. Sezen, Mart 2009, s. 37.
Ahmet Haşim Köse, “Küresel kriz yoğunlaşırken: Demokrasi ile ekonomi at başıdır!”, 6 Ekim
2013,
http://haber.sol.org.tr/yazarlar/ahmet-hasim-kose/kuresel-kriz-yogunlasirken-demokrasi-ekonomiile-at-basidir-80675 (26.09.2016)
200
I. Wallerstein, 2014.
201
A. H. Köse, 2013.
199
67
çabalamaktaydı. Ulusal planlamanın etkinliği için politika yapımı sürecinde,
birçok ülkede sanayi ve organize olmuş işgücünü hükümetle danışmaya davet
eden korporatif yapılar artmıştır. Diğer yandan ulusal ve endüstriyel korporatif
yapılar hegemonik bir sistemde ulusal ekonomilerin dünya ekonomisine adapte
olmaları için gerekli uyarlamalara karşı korumacı veya sınırlayıcı engellere yol
açabilmektedir. Ulusal düzeyde korporatizm iki savaş arası dönemin şartlarına
yönelik bir yanıt olmuş, Batı Avrupa’da kurumsal olarak sağlamlaşmış, ancak
dünya ekonomisi ulusal korporatizm ile uyumlu olmayan bir yöne doğru
değişmiştir. 202
İlk
bölümde
de
bahsedildiği
üzere,
dünya
ekonomisinde
politika
uyumlaştırmasına gidilmesi daha önemli hale gelmiş, uluslararası kuruluşlar bu
hedef uyarınca belirgin görevler üstlenmiş ve bu süreçlerin birbirini izlemesiyle
ülkeler kapitalist sistemle bütünleşmiştir. Cox, ulusal ekonomilerin gitgide küresel
ekonominin gerekliliklerine tabi olduğunu ve özellikle 1970’lerden beri dışsal
baskılar ve ulusal sınırlarda yeni güç ilişkilerinin ortaya çıkışı sonucu “devletin
uluslararasılaştığı”nı belirtmekte, bunun da devlet için küresel sermayenin
gerekliliklerine uyum sağlama ihtiyacı oluşturduğunu ifade etmektedir. 203
Özellikle Anglo-Amerikan ülkelerinde neoliberalizm minimalist devlete,
deregülasyona ve özelleştirmeye doğru bir yönelişe yol açmıştır. 204 Sosyal devlet
dönemindeki kamu yönetimi anlayışı ise, kar etmeye değil kamu yararına
odaklanıp piyasa tipi mekanizmalardan yalnızca sınırlı şekilde yararlanmaya
çalışmıştır. Ancak neoliberal yeniden yapılanma sürecinde kamu yönetimi, piyasa
koşullarında bir işletme gibi kâr odaklı çalışarak faaliyetlerinde kâr etmeyi kamu
yararının üstünde tutacak şekilde tanımlanmaya başlanmıştır. 205 Refah devleti
202
R. W. Cox, 1986, s. 230-232.
a.g.e., s. 204-254
204
Mia Vabø, “New Public Management - The Neoliberal Way of Governance”,
Rannsóknarritgerðir, Sayı: 4, 2009.
205
Y. Edis Şahin, 2007, s. 54.
203
68
kurulmuştu, şimdi onun daha fazla büyümesini sınırlandırmaya sıra gelmişti.
Teknik konular ve işlerin nasıl organize edileceği daha önemli hale gelmişti. 206
Neoliberal politikalar ve devletin neoliberal algılanış biçimi, kamu kurumları
ve özel kurumlar arasındaki farkın belirsizleştiğini ifade etmektedir. Kamu-özel
sektör benzeşmesi ise; refah devleti politikalarına yönelik eleştirilerin bir
yansıması olarak değerlendirilebilir. Bilindiği üzere refah devleti harcamaları
1970’li yıllara gelindiğinde ciddi eleştirilere maruz kalmış, uluslararası rekabete
ve ekonomik verimliliğe yönelik dürtüler refah devleti faaliyetlerinin geri
çekilmesini beraberinde getirmiş ve piyasaların serbest şekilde işlemesini
desteklemiştir. 207 Görüldüğü üzere yeni kamu işletmeciliğinin gelişimi, merkez
ekonominin
hegemonyasını
kurumsallaştırdığı
yapılanmada
ortaya
çıkan
sorunlara rastlamaktadır.
Yeni kamu işletmeciliği ile birlikte, 1990’lı yıllarda yönetişim yaklaşımının
ön plana çıktığı görülmektedir. Sistem düzeyinde bakıldığında, devletin rolüne
ihtiyaç duyulan bir konjonktür gözlemlenmektedir. 1980’ler ve 1990’ların
Washington Uzlaşması politikaları sürdürülebilir büyümenin sağlanmasında
beklenen
neticeyi
vermemiş,
Post-Washington
Uzlaşması
ile
piyasa
ekonomilerinin kurumsal olarak desteklenmesi gerekliliğinin altı çizilerek
düzenleyici kurumların rolü, yasal ve idari reform ve “yönetişim” olgusu ön plana
çıkmıştır. 208 Devletin “düzenleyici” rolüne ihtiyaç duyulan bu süreçte düzenleme,
Keynesyen dönemde tek aktörlü olmasından farklı olarak çok aktörlü ve daha
girift bir faaliyete dönüşmüştür. Devletin temel görevinin çok aktörlü karmaşık
206
Christopher Pollitt, “30 Years of Public Management Reforms: Has There Been a Pattern?”,
,http://blogs.worldbank.org/governance/30-years-of-public-management-reforms-has-there-beena-pattern (26.09.2016)
207
M. Vabø, 2009.
208
Dani Rodrik, “The Global Governance of Trade: As If Development Really Mattered”, October
2001, s. 14,
http://wcfia.harvard.edu/files/wcfia/files/529_rodrik5.pdf?m=1427210943(16.02.2016)
69
ağların yönetilmesi olduğunu benimseyen “yönetişim” anlayışı ile uyumlu olan bu
durum, aynı zamanda değişen koşullara uyum sağlamaya da imkân tanımıştır. 209
Yönetişimin de uluslararası kuruluşların gündeminde hayli önemli yer tuttuğu
yadsınamaz bir gerçektir. Hatta yönetişimin 1980’lerde uluslararası finans
kuruluşlarında ortaya çıktığı değerlendirilmektedir. Özellikle IMF ve Dünya
Bankası gibi uluslararası finans kuruluşlarının, bu yaklaşımları destekleyecek
biçimde “iyi” olanı neoliberalizm olarak tanımlandığına şahit olunmuştur. Bu
kapsamda kamu sektörü reformunda bir çeşit model olarak, yenilikçi görünmek
adına ülkelerin bu kuruluşlarca önerilen politikaları uyguluyor görünmeleri
gerektiği ifade edilmektedir. Yeni kamu işletmeciliği en güçlü donörler tarafından
desteklenirken, iyi yönetişim talebinin gelişmekte olan ülkelerden neokolonyalemperyalizmin bir çeşidi olduğuna, çünkü ekonomik kalkınmadan önce
kurumların ve yapıların kurulmasını öngördüğüne, zengin Batı ülkelerinin
tamamında ise bunun sonradan yapıldığına yönelik eleştiriler gelmiştir. 210
Bu açıdan bakıldığında yeni kamu işletmeciliği ve yönetişimin gelişimi ile
kapitalist dünya-sistemi arasında bir ilişki kurulabilir. Nihayetinde bu yaklaşımlar
günümüzde kapitalist dünya sistemine uyumlu ve onu işletebilecek yaklaşımlardır
ve hem güçlü devletlerce hem de uluslararası kuruluşlarca desteklenmektedir. Bu
gündem bugün Afrika ülkelerinden eski Doğu Blokuna kadar farklı coğrafyalarda
kamu yönetimi reformu gündemini etkisi altına almıştır.
Siyasal ve yönetsel açıdan farklı kültürlere sahip ülkelerde yaygınlaşan kamu
yönetimi reformunda kimi ülkeler öncü konumda iken kimileri izleyen konumda
olmuştur. Bir genelleme yapılırsa en aktif ülkelerin, reforma kaynaklık eden
Anglo-Sakson ülkeler olduğu söylenebilir. Kıta Avrupası ile Asya ülkeleri ise
öncü olmaktan ziyade izleyici, uyarlayıcı konumda olmuşlardır. 211 Donör
Aziz Tuncer ve Özer Köseoğlu, “Düzenlemenin Üç Hali: Refah Devletinden Düzenleyici
Devlete Düzenleme Faaliyetinin Vazgeçilemezliği”, Süleyman Demirel Üniversitesi İktisadi ve
İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, Cilt: 20, Sayı: 1, 2015, s. 94.
210
Wolfgang Dreschler, “The Rise and Demise of the New Public Management”, Post-Autistic
Economics Review, Sayı: 14, September 2005.
211
S. Sezen, Mart 2009, s. 26
209
70
yardımlarından yararlanan gelişmekte olan ve geçiş ülkeleri için de koşulsallık
kapsamında reformların ulusal sisteme aktarıldığı görülmektedir. Hal böyle
olunca, yeni kamu işletmeciliği ve yönetişim fikirlerinin “modern” ve “ilerleyici”
olmak adı altında bir bağlamdan diğerine aktarılması, sorgulanması gereken bir
nokta olmaktadır.
2.2.5. Yeni Kamu İşletmeciliği ve Yönetişim Eleştirisi
Yeni kamu işletmeciliği hem küresel ekonomik kriz öncesinde hem de
sonrasında değişik gerekçelerle eleştirilere maruz kalmış, özellikle 2008 yılında
küresel mali kriz, ulusal ekonomileri vurduğunda devletin çözüm için çağırılması
çok kısa süre almıştır. Kriz 2009 yılı ortalarında etkisini yitirmeye başladığında
ise birçok yeni kamu işletmeciliği savunucusu tarafından bu durum hızla
unutulmuş, reformlar bazı ülkelerde rağbet görmeye devam etmiştir. 212 Buna
rağmen yeni kamu işletmeciliğinin alternatifleri gündeme gelmiştir. Bu kapsamda
Avrupa’da meydana gelen gelişmeleri anlatmak için ortaya çıkan neo-Weberyen
devlet (Neo-Weberian State) kavramı örnek olarak verilebilir. Fakat yeni kamu
işletmeciliğine atfedilen unsurlar halen birçok ülkede kamu bürokrasisini
etkilemekte ve kamu yönetimi alanında ulusal otoriteler ile yakından bağlantıları
bulunan uluslararası kuruluşların da gündeminde yer almaktadır.
Yeni kamu işletmeciliğinin tamamladığı girişimci hükümet paradigmasının,
“toplulukların sahiplendiği hükümet” ifadesiyle kamu yönetiminin toplumsal
yönü güçlendiriliyormuş gibi gösterilerek kamu yönetiminin kamusal işlevlerinin
ve temel kamu hizmetlerinin sivil toplum kuruluşlarına ve sermayeye devredildiği
değerlendirilmektedir. 213 Ayrıca, piyasa-devlet özdeşliği kurgusuna dayanan ve
her ülkeye iyi geleceği iddiasında olan reform reçetelerinin geçerliliği üzerinde bir
kez daha düşünülmesi gerektiği yönünde görüşler mevcuttur. Zaten, özellikle Kıta
Avrupası ve birçok Asya ülkesinde reformların ulusal süzgeçten damıtıldığı
söylenebilir. 214 Yeni kamu işletmeciliğinin çekirdek grubunu oluşturan Anglo212
W. Dreschler, 2009, s. 14.
Y. Edis Şahin, s. 56.
214
S. Sezen, Mart 2009, s. 37.
213
71
Sakson ülkelerden farklı olarak Kıta Avrupası ülkelerinde “yeri doldurulamaz” bir
güç olarak devlete hala önem verildiğinden, bu ülkeler “neo-Weberyen Devlet”
olarak adlandırılmaktadır. 215 Wolfgang Dreschler’e göre, yenilik temelli bir
toplum için mükemmel bir kavram olan neo-Weberyen devlet, yeniliğin
girişimcinin çıkarını değil de genel çıkarı yansıtmasının idare tarafından
sağlanması gerektiğini belirtmektedir. 216
Yeni kamu işletmeciliğinin karşıt modeli olan Weberyen modelin, aslında
yeni
kamu
işletmeciliği
tarafından
bir
karikatür
gibi
betimlendiği
belirtilmektedir. 217 Bu karikatürden farklı olarak Weber’e göre en verimli kamu
yönetimi, atanmış kamu görevlilerinin liyakat, hiyerarşi, iş bölümü, kariyer
gelişimi ve hukukilik ilkeleri çerçevesinde hareket ettiği bir dizi hizmetten oluşur.
Rasyonalitenin artışının, gelişmiş bir kitlesel sanayi toplumu için gerekli olan hızı,
kapsamı, öngörülebilirliği ve maliyet etkinliğini arttırması öngörülmüştür.218
Bugün böyle bir dünyadan oldukça uzak olunsa da, bu kriterlerin demode
olmadığı, hatta sağlam bir kamu yönetimi reformuna, yeni kamu işletmeciliği
sloganlarından daha yakın olduğu değerlendirilmektedir.
Devletin elinde bulunan imkânlar ile kalkınma arasında doğrudan bir bağlantı
olduğu da geniş tarihsel verilere dayalıdır. Bu veriler bugün Merkezi ve Doğu
Avrupa ülkelerinde Weberyen modelin oldukça iyi işlemesiyle desteklenmektedir;
özellikle Macaristan’da görüldüğü üzere, bu geçiş ülkelerinin ekonomik ve sosyal
başarılarının seviyesi “Weberyen”likleriyle oldukça benzerdir. Elbette ekonomik
kalkınmayı engelleyecek biçimde çok merkezi idareler de bulunmaktadır, ancak
Weberyen
modelin
değişimlere
uyum
sağlamada
başarılı
olduğu
değerlendirilmektedir. 219
215
a.g.e., s. 30.
W. Dreschler, 2009, s. 12.
217
W. Dreschler, September 2005.
218
Max Weber, 1922, Grundiss der Sozialökonomie 3: Wirtschaft und Gesellschaftdan aktaran
Wolfgang Dreschler, “The Rise and Demise of the New Public Management”, Post-Autistic
Economics Review, Sayı: 14, September 2005.
219
W. Dreschler, September 2005.
216
72
Devletin rolünün reformlarla azalmadığı, aksine arttığı ve yeni kamu
işletmeciliği devletin rolüne karşı görünse de aslında savunduğu değerlerin
bürokratik devleti gerektirdiği yolunda bir görüş de mevcuttur. Bu kapsamda
faaliyetlerin düşük maliyetli ve hızlı biçimde gerçekleştirilmesini öngören
verimlilik
anlayışının
depolitizasyonu
beraberinde
getirdiği,
bunun
da
teknokrasinin ve bürokrasinin tipik belirtileri olduğu ve bu sebeple son
zamanlarda
verimlilikten
belirtilmektedir.
etkinlik
Neoliberal
söylemine
reformların
bir
ekonomik
geçişin
bulunduğu
büyüme
taahhüdünü
karşılayamadığı ve gelişmekte olan ülkelerin 1960-1980 döneminde daha iyi
büyüdüğü de belirtilmektedir. 220
Zaten bu yaklaşımın aslında “yönetişim” vurgusu ile de yansıtıldığı
görülmektedir. Kontradieff döngüsünün güçlü idari kapasiteye sahip aktif bir
devlet gerektirdiği 221 düşünüldüğünde, yönetişime olan artan ilgi de daha iyi
anlaşılabilmektedir. Kamu yönetimi reformu gündemi, özellikle uluslararası
kuruluşların önerdiği şekliyle, kurumların “yönetişim” anlayışı çerçevesinde
yenilenmesine vurgu yapmaktadır. “Yönetişim” kavramı kamu yönetimi açısından
bakıldığında “kamu yararı adına kamu yetkisinin kullanımını sınırlayan, öngören
ve olanaklı kılan kanunlar, kurallar, yasal kararlar ve idari uygulamalar rejimi”
olarak tanımlanabilir. Bu bağlamda yönetişim aslında karmaşık bir gerçekliği
tanımlamaktadır; çünkü anayasal bir rejimde kapasite ve kontrol arasındaki denge
yalnızca kamu yönetimine bağlı değildir; bu denge yürütme, yasama, yargı ve
vatandaşların davranışlarına dayanmaktadır. Dolayısıyla buradaki mesele yasal
kurum ve kuruluşlar arasındaki güç dağılımının farklı çıkar ve değerler arasında
yeterli bir denge sağlanacak şekilde gerçekleşmesidir. Ancak bu yaklaşım
özellikle idari reform teklifleri tartışılırken kamu yönetimini açıkça parti
siyasetinin etkisine açık hale getirmektedir. Rejim baskıları ve bunun olanaklı
kıldığı siyaset sonucunda kamu idarecisi; yetersiz kaynaklarla, makul ve gerçekçi
olmayan iş yüküyle veya raporlama yükümlülüğüyle ve gerçekleştirilmesi
neredeyse imkânsız olan görevlerle başa çıkmak zorunda kalabilmektedir. Ayrıca
220
Ha-Joon Chang, 2002, Kicking Away the Ladder. Development Strategy in Historical
Perspectivedan aktaran Wolfgang Dreschler, “The Rise and Demise of the New Public
Management”, Post-Autistic Economics Review, Sayı: 14, September 2005.
221
W. Dreschler, September 2005.
73
hukuk, siyaset, vatandaşlar ve demokratik değerler arasında uyum sağlamanın
zorluklarına,
kamu
yönetiminin
geleneksel
işletmecilikten daha çok önem vermektedir.
kavramları,
müşteri
eğilimli
222
Bugün yönetişim ve iyi yönetişim kalkınma söyleminden bağımsızlaşarak
genel sosyal bilimler jargonu ve politika tartışmaları içinde konumlanmıştır. Fakat
hiçbir iyi yönetişimin, iyi işleyen bir hükümet olmadan gerçekleşmesi mümkün
değildir ve bu da, devlet kapasitesinde bir zayıflama olmaması ve yeni kamu
işletmeciliğinin yokluğu anlamına gelmektedir. 223
Diğer yandan, reformların hedeflenen sonuçlara ulaşıp ulaşmadığı ayrı ve
oldukça önemli bir tartışma konusudur. Çünkü sosyal devlet döneminde kamu
harcamalarının artmasına yönelik olarak gelişen reformların, bu hedefi
gerçekleştirip gerçekleştirmediği tartışmalıdır. Kamu harcamaları açısından, 19872006 yılları arasında OECD ülkelerinin bir kısmında azalma görülmüş, kimi
ülkelerde ise artış yaşanmıştır. 224 Etkinlik ve verimlilik hedeflerine bakıldığında,
Bangladeş’den örnek verilirse 1970’lerden itibaren ülkede uluslararası ve bölgesel
kuruluşların desteği ile başlatılan çok sayıda reform girişiminin, kamu
yönetiminin etkinsizlik, verimsizlik ve yolsuzluktan arınmasını sağlamadığı ileri
sürülmektedir. 225 Diğer yandan, maliyetleri düşürmesi öngörülen dışalım
uygulamalarının denetim, hesap verilebilirlik ve saydamlık gibi sorunları da
beraberinde getirdiği bilinmektedir. 226
Reform söylemi yeni kamu işletmeciliği içeriğinden etkilense de, ülkeler
arasında hem reformu gerçekleştirirken hedeflenen amaçlar hem de uygulamalar
bazında farklılıklar bulunmaktadır. Örnek vermek gerekirse Çin’i yerel
yönetimlere yetki aktarmaya iten unsur, yerel dirençleri sürecinden başından
222
L. E. Lynn, Jr, 2007, s. 13-23.
W. Dreschler, September 2005.
224
S. Sezen, Mart 2009, s. 32.
225
Mohammad Mohabbat Khan, 2007, “Public Administration Reform in Bangladesh: Incremental
Changes, Reform Resistance and Lack of Political Will”dan aktaran Seriye Sezen, “Kamu
Yönetimi Reformları: Küresel Bir Düzenleme mi?”, Amme İdaresi Dergisi, Cilt: 42, Sayı:1, Mart
2009, s. 33.
226
S. Sezen, Mart 2009, s. 32.
223
74
itibaren bertaraf etmektir. 227Diğer bir örnek ise Çin’de performansa dayalı ödeme
sisteminden verilebilir; ülkede “yetersiz” görülen personelin oranı yalnızca %1
olduğundan, performans değerlendirmesine tabi olan personelin %99’unun bu
ödeme sisteminden faydalandığı belirtilmektedir. Bu durum, kıdemin ve iyi
ilişkilerin önem taşıdığı Çin’in yönetsel kültürüyle açıklanmaktadır. 228
Son otuz yıldır devleti dönüştürmeyi hedefleyen reformlar, toplumlar
üzerindeki olumsuz sonuçlarına ilişkin uyarılar sebebiyle bu reformları savunanlar
tarafından bile dile getirilmekte, uluslararası yardımlar bağlamında iyi yönetişim
beklentilerinin hayli abartılı bulunduğu belirtilmektedir. 229 OECD ise gelir
eşitsizliğine yönelik uyarılarda bulunarak, eşitsizliğin toplumları, ülkeleri
kutuplaştırıcı ve toplumsal gerilimleri arttırıcı etkisine dikkat çekerek çözüm
olarak devletlerin istihdamı arttırmalarını önermektedir. 230
227
Sezen, Mart 2009, s. 31.
Bill K. P. Chou, 2004, “Civil Service Reform in China, 1993-2001: A Case of Implementation
Failure”dan aktaran Seriye Sezen, “Kamu Yönetimi Reformları: Küresel Bir Düzenleme mi?”,
Amme İdaresi Dergisi, Cilt: 42, Sayı:1, Mart 2009, s. 33.
229
S. Sezen, Mart 2009, s. 35-36.
230
OECD, 2008, Growing Unequal? Income Distribution and Poverty in OECD Countriesdan
aktaran Seriye Sezen, “Kamu Yönetimi Reformları: Küresel Bir Düzenleme mi?”, Amme İdaresi
Dergisi, Cilt: 42, Sayı:1, Mart 2009, s. 36.
228
75
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
ULUSLARARASI KURULUŞLARIN KAMU YÖNETİMİ
YAKLAŞIMLARI
Uluslararası kuruluşların uluslararası sistemin neresinde durduğu, hangi
amaçlara hizmet ettikleri ve hangi görevleri üstlendikleri konusu farklı teorik
yaklaşımlar çerçevesinde ilk bölümde açıklanmaya çalışılmıştı. Buradan çıkan
sonuç, bakış açısına ve kullanılan teorik çerçeveye bağlı olarak uluslararası
kuruluşları farklı biçimlerde okumanın mümkün olduğudur. Bu kuruluşların
herhangi bir güç dağılımını yansıtmaksızın kendi amaçları doğrultusunda hareket
ettiği ve gündemleriyle devletlere ufuk açtıkları sonucuna varılabileceği gibi,
uluslararası düzende güçlü sayılan devletlere ve onların çıkarlarına hizmet
ettikleri, dolayısıyla gündemlerinin bu güç konfigürasyonundan bağımsız
olmadığına kanaat getirmek de mümkündür. Fakat bu tez, yeni kamu işletmeciliği
ve yönetişim yaklaşımlarını bir dünya-sistemi üzerinden anlamaya adandığından,
uluslararası kuruluşlarla ilgili ikinci anlayışı desteklemektedir. Bu sebeple bu
bölümde, anılan anlayışı desteklemek amacıyla Dünya Bankası, IMF ve
OECD’nin savunduğu kamu yönetimi anlayışlarından bahsedilecektir.
3.1. DÜNYA BANKASI, IMF VE OECD’NİN TARİHÇESİ
Bu tezde Dünya Bankası, IMF ve OECD’nin odak noktası olarak seçilmesi,
bugün sistem düzeyinde bakıldığında sistematik ve kapsamlı kamu yönetimi
yaklaşımlarının bu kuruluşlarca geliştirilmiş olmasından dolayıdır. Örneğin bir
çok taraflı bir kalkınma kuruluşu olan İslami Kalkınma Bankası’nda bu şekilde bir
yaklaşıma rastlanmamakta, hatta İslami Kalkınma Bankası da kalkınma
yardımlarının koordinasyonunda OECD DAC çalışmalarına dâhil olmaktadır.
Aslında bu durum da tezde savunulan teorik çerçeveyi destekler niteliktedir;
devletlerin nasıl bir kamu yönetimi anlayışına sahip olmaları gerektiği, İkinci
Dünya Savaşı sonrasında kapitalist dünya-sistemi içerisinde konumlandırılmaya
çalışılan ve güçlü devletlerin çıkarlarını yansıtan kuruluşlarca belirlenmeye
çalışılmaktadır. Aşağıda sunulacak olan tarihçelerinden de anlaşılacağı üzere, bu
uluslararası kuruluşların gündeminin gelişmiş ülkelerden bağımsız bir yönde
olması, şimdilik mümkün görünmemektedir. Bu sebeple Dünya Bankası, IMF ve
76
OECD’nin tarihçesinin incelenmesinin önemli olduğu düşünüldüğünden, izleyen
satırlarda anılan kuruluşların oluşumundan ve gelişiminden bahsedilecek, bu
bölümün ikinci kısmında ise kuruluşların kamu yönetimine dahil oluşları
incelenecek ve son olarak da eleştirel bir bakış açısıyla anılan kuruluşlar dünyasistemi içerisinde konumlanarak gündemlerinin değerlendirilmesi yapılacaktır.
3.1.1. Bretton Woods Kuruluşları: Dünya Bankası ve IMF
1930’lı yıllardaki Büyük Buhran süresince ülkeler; zayıflayan ekonomilerini
dış ticarete yönelik engelleri arttırarak, ihracat pazarları için rekabet edebilme
adına para birimlerinin değerini düşürerek ve vatandaşlarının döviz tutma
özgürlüğünde kısıntılara giderek desteklemeye çalışmışlardır. Bu durum ise,
uluslararası parasal işbirliğinin durmasına yol açmıştır. 231 İkinci Dünya Savaşı’nın
sonuna doğru 45 ülke, savaş sonrası dönemin uluslararası finansal düzeninin
temellerini oluşturmak amacıyla ABD’nin New Hampshire eyaletindeki Bretton
Woods’da buluşmuşlardır. Böyle yeni bir sistemden beklenen, 1930’larda
Avrupa’yı ve ABD’yi istikrarsızlığa sürükleyen ve faşizmin ve savaşın ortaya
çıkışını tetikleyen Büyük Buhran gibi dünya çapında bir ekonomik felaketi
önlemesi olmuştur. Dolayısıyla, resmi olarak BM Parasal ve Finansal Konferansı
olarak anılan Bretton Woods Konferansı; Dünya Bankası’nı ve IMF’yi kurarak
ekonomik krizleri önlemeyi ve savaştan etkilenmiş ekonomileri yeniden inşa
etmeyi amaçlamıştır.
Bretton Woods Konferansı gerçekleştiği zamanda, küresel ekonomik
piyasaların istikrarı hakkında ciddi endişeler bulunmaktaydı. 1930’larda dünya
çapında gerçekleşen buhran, uluslararası döviz piyasalarındaki dengesizlik ve
uluslararası ticaretin daralması ile derinleşmişti ve bu piyasaların istikrarı ve
ticaretin teşvik edilmesi, başka bir krizin yaşanmasını önlemek için elzem olarak
değerlendirilmekteydi. Benzer şekilde Avrupa’nın bitap düşmesi ve geleceği
hakkındaki belirsizlik, ekonomik ve siyasi parçalanma tehdidi oluşturmaktaydı.
Nazi Almanyası ve Japonya’ya karşı savaşmak için bir araya gelen ülkeler benzer
231
IMF, “Cooperation and Reconstruction (1944-71)”
http://www.imf.org/external/about/histcoop.htm (17.03.2016)
77
bir dayanışmanın, hem kendi hem de yenmek üzere oldukları düşmanlarının
ekonomilerini istikrara kavuşturmanın ve savaş sebebiyle yıkıma uğrayan ülkeleri
yeniden canlandırmak amacıyla fon sağlamanın tek yolu olduğu inancındaydılar.
Dolayısıyla Bretton Woods Konferansı yeni bir yol belirlemek için dünyanın
ekonomi politikası alanındaki en belirgin bazı figürleri ve politika yapıcıları bir
araya getirmiştir.
Konferansın başkanlığını ABD’yi temsil eden Hazine Bakanı Henry
Morgenthau yapmaktaydı. Morgenthau’ya Harry Dexter White eşlik etmekteydi.
White, konferansın alt yapısını hazırlamış ve tartışılacak temel fikir ve politikaları
oluşturmuştur. İngiltere heyetinin başkanı ise ekonomist John Maynard Keynes
olmuştu. Konferansın amacı IMF ve Dünya Bankası için planlar oluşturmak olsa
da konferans tartışmalıydı; birçok ülkede ve özellikle ABD’de kamuoyu,
siyasetçiler ve medya; egemen ekonomi politikaları üzerinde uluslararası kontrol
olacağı konusunda temkinli idiler. IMF müzakerelerinde ülkeler arasında güç
dengesi
sağlanması
yönünde
pazarlıklar
gerçekleşmiş,
Dünya
Bankası
müzakerelerinde ise Banka’nın oluşum planını hazırlayan komitenin başkanı
Keynes taslak hazırlama sürecinde baskın rol oynamış ve kuruluşun kendi
tercihleri doğrultusunda devletlerin yavaşlama dönemlerinde ekonomiyi teşvik
etmeleri gerektiği yönündeki temel ekonomik fikrini uygulama başarısını elde
etmişti. Konferansın Nihai Anlaşması 22 Temmuz 1944 tarihinde imzalanmış,
ancak bir sonraki yıla kadar faaliyetler fiili olarak başlamamıştır. 232 Toplantıların
sonunda Brezilya temsilcisi Arthur de Souza Costa şu sözleri dile getirmiştir:
“Bretton Woods’taki çalışmalarımızdan doğacak olan iki kuruluş, tek bir idealden
- mutluluğun tüm dünyada yayılması - ilhamlanarak ortaya çıkan ortak çabanın
getirdiği bir başarıdır.” 233
Fakat Bretton Woods’da oluşturulan uluslararası kuruluşlar bugün ciddi
eleştirilere maruz kalmaktadır. Tezin ilk bölümünde de bahsedildiği üzere,
idealizmden beslenen ve kuruluşların kendilerini tanımladıkları yaklaşıma zıt
olarak, İkinci Dünya Savaşı sonrası düzenin belirli bir hegemonik düzeni
232
The Levin Institute, “International Monetary Fund and World Bank”,
http://www.globalization101.org/uploads/File/IMF/imfall.pdf (09.05.2016)
233
IMF-World Bank Library, “What is Bretton Woods?”,
http://external.worldbankimflib.org/Bwf/whatisbw.htm (17.03.2016)
78
yansıttığı fikirleri de mevcuttur. Bretton Woods konferansında 44 ülke temsil
edilmesine rağmen, ABD’nin sözünün geçtiği ve savaş sonrası kapitalist dünyada
bu ülkenin hegemonyasının kurulduğu belirtilmektedir. 234 Anılan yaklaşımdan bu
bölümün son kısmında bahsedilecek olup, izleyen satırlarda, Dünya Bankası ve
IMF’nin tarihçeleri sunulacaktır.
3.1.1.1. IMF
Uluslararası parasal işbirliğindeki aksama, IMF’nin kurucuları tarafından
uluslararası parasal sistemi (ülkelerin ve vatandaşlarının birbirlerinden mal ve
hizmet satın alabilmelerine olanak sağlayan bir döviz kuru ve uluslararası
ödemeler sistemi) denetleyecek bir kuruluşun öngörülmesine yol açmıştır. Bu yeni
kuruluşun döviz kuru istikrarını koruması ve üye devletleri ticarete engel olan
döviz sınırlamalarını kaldırma yönünde teşvik etmesi beklenmiştir. IMF Temmuz
1944’te tasavvur edilmiş, kuruluş resmi olarak Anlaşma Hükümlerinin (Articles of
Agreement) imzalandığı Aralık 1945’te oluşmuş ve 1 Mart 1947’de faaliyetlerine
başlamıştır. IMF’den ilk borç alan ülke Fransa olmuştur.
IMF’de üyelik 1950’li yılların sonunda genişlemeye başlamış, 1960’lı
yıllarda da bağımsızlığını kazanan Afrika ülkeleri üyelik için başvuruda
bulunmuştur. Ancak Soğuk Savaş IMF’nin üyeliğini sınırlamış, Sovyet etkisi
altındaki birçok ülke kuruluşa katılmamıştır. 235 IMF mevcut haliyle 189 üye
ülkeden oluşmaktadır. Üye ülkelerin her biri, IMF’nin en üst karar organı olan
Guvernörler Heyetine (Board of Governors) bir temsilci atamaktadır. Üyelerinin
birçoğu maliye bakanları veya merkez bankası başkanlarından oluşan Guvernörler
Heyeti, normalde yılda bir kez temel konuları tartışmak için bir araya gelmektedir.
Heyet, belirli saklı güçler dışındaki güçlerini Yönetim Kuruluna (Executive
Board) devredebilmektedir. 236
234
Robin Broad, Uneequal Alliance-The World Bank, the International Monetary Fund and the
Philippines, University of California Press, 1990.
235
IMF, “Cooperation and Reconstruction” (1944-71)
236
IMF, “IMF Members’ Quotas and Voting Power, and IMF Board of Governors”
http://www.imf.org/external/np/sec/memdir/members.aspx (15.03.2016)
79
IMF’nin günlük işleri 24 kişilik Yönetim Kurulu tarafından idare
edilmektedir. Dünyanın büyük ekonomik ve siyasi güçleri olan ABD (IMF’nin en
büyük ortağı), Birleşik Krallık, Japonya, Almanya, Fransa, Çin, Rusya ve Suudi
Arabistan Yönetim Kurulunda daimi koltuğa sahip olmakla birlikte, diğer 16
direktör coğrafi konuma bağlı olarak belirlenen ülke grupları tarafından iki
yıllığına seçilmektedir. Yönetim Kurulu, yenilenebilen beş yıllık bir dönem için
seçilen Başkan (Managing Director) tarafından yönetilmektedir. IMF Başkanı
olarak görev yapan Christine Lagarde, bu görevi 28 Haziran 2011 yılından beri
yürütmektedir. IMF’nin birçok faaliyetinde oy hakkı, ekonominin büyüklüğüne ve
dolayısıyla her ülkenin kota dağılımına bağlı olmaktadır. Kararlar genellikle
oybirliği ile alınmakta olsa da, ABD’nin kurumun politika yapımında en çok
etkiye sahip olan ülke olduğu değerlendirilmektedir. 237
Yönetim Kurulunun her üyesi IMF’nin belirli bir bölümünü yönetmektedir.
IMF içerisinde dünyanın belirli bölgelerine odaklanmış bölümlerle birlikte finans,
teknik yardım, mali planlama, sermaye piyasaları, araştırma, istatistik gibi belirli
fonksiyonlara ve IMF’nin kendi idari işlevlerine ayrılmış bölümler bulunmaktadır.
Anlaşma Hükümleri içerisinde IMF için altı amaç belirlenmiştir. 238
Uluslararası parasal sorunlar hakkında danışma ve dayanışma mekanizmaları
sağlayan daimi bir kurum yoluyla uluslararası parasal işbirliğini desteklemek
Uluslararası ticaretin yayılmasını ve dengeli büyümesini kolaylaştırmak ve
böylece ekonomi politikasının temel amaçları olarak yüksek düzeylerde
istihdamı ve reel geliri teşvik edip sürdürmeye ve üyelerin üretken
kaynaklarının gelişmesine katkıda bulunmak
Döviz
kuru
düzenlemelerini
istikrarını
sağlamak,
sürdürmek
ve
üyeler
dövizin
arasında
sistemli
döviz
rekabetçi
şekilde
değer
kaybetmesinden kaçınmak
237
The Levin Institute, s. 5.
IMF, “Articles of Agreement of the International Monetary Fund”
https://www.imf.org/external/pubs/ft/aa/#art1 (15.03.2016)
238
80
Üyeler arasındaki mevcut işlemlere yönelik olarak çok taraflı bir ödemeler
sisteminin kurulmasına ve dünya ticaretinin büyümesini engelleyen döviz
kuru sınırlamalarını kaldırmaya yardımcı olmak
IMF’nin genel kaynaklarını uygun teminatlar altında üyeler için geçici olarak
elverişli hale getirerek onlara güven vermek ve böylece üyelere ödemeler
dengelerindeki uyumsuzlukları ulusal veya uluslararası refahı tahrip edecek
önlemlere başvurmadan düzeltecek fırsatlar sunmak
Yukarıda sayılanlarla uyumlu olarak, üyelerin uluslararası ödemeler
dengelerindeki istikrarsızlıkların süresini kısaltmak ve boyutunu azaltmak
IMF’ye üye devletlerin sermayeye katılım payları kotalardır ve bu kotalar
üyelerin oy güçlerini belirlemektedir. Üyelerin sermayeye katkıları ulusal
gelirleri, dış ticaret hacimleri, döviz rezervleri, ihracat çeşitliliği ve dış ödemeleri
göz önünde bulundurularak belirlenmektedir. Ülkelerin oy gücü, kotasının
yüksekliği oranında artmaktadır. Ayrıca kota, üye ülkenin faydalanabileceği mali
imkânları da belirlemektedir. Kotadaki payı en yüksek ülkeler olan ABD,
Japonya, Almanya, Fransa ve İngiltere’dir. Kota, üye ülkeye sağlanacak Özel
Çekme Hakları (Special Drawing Rights, SDR) miktarının göstergesidir. 239 SDR
kaynakların yetersizliğini gidermek amacıyla 1960’lı yıllarda oluşturulmuştur ve
karşılığı olmayan ve üye ülkelerin kabul etmesiyle geçerlilik kazanan bir
uluslararası likiditedir. 240
IMF’nin üyelerine sağladığı imkânlar Dünya Bankası ve diğer uluslararası
finansal kuruluşlarının sağladığı imkânlar gibi kredi niteliğinde değil, düşük faizli
fon, imkân veya kolaylık olarak tanımlanmaktadır. 241 Borçlanma genellikle bir
ülkenin parasının diğer ülkenin parasıyla değiştirilmesi veya parası karşılığında
diğer bir üyenin parasını satın alması şeklinde gerçekleşmektedir. Üye ülkeler
IMF’den SDR alarak borçlanmaktadırlar. Ödemeler dengesi açıklarının finanse
edilmesi amacıyla IMF, üyelerini günümüzde başlıca dört temel imkândan
yararlandırmaktadır:
Rıdvan Karluk, “Küresel Uluslararası Örgütler III: Uluslararası Para Fonu”, (Der. Çınar Özen
ve Özgür Tonus), Uluslararası Örgütler, Anadolu Üniversitesi, Eskişehir, 2011, s. 82.
240
a.g.e., s. 89.
241
a.g.e., s. 81.
239
81
Destekleme Düzenlemeleri (Stand-byArrangements), (1997’de Ek Rezerv
İmkânı, Supplementary Reserve Facility)
Ek Rezerv Kolaylığı (Extended Fund Facility)
Yoksulluğu Azaltma ve Büyüme Fonu (Poverty Reduction and Growth Trust)
Dış Şoklar Kolaylığı (Exogenous Shocks Facility)
IMF’de hem imtiyazlı (concessional) hem de imtiyazsız (non-concessional)
imkânlar bulunmaktadır. İmtiyazsız imkânlar, düşük gelirli ülkeler için
Yoksulluğu Azaltma ve Büyüme Fonu altında 2016 yılı sonuna kadar sıfır faizli
imkânlar sunmaktadır. İmtiyazsız imkânların ise büyük çoğunluğu stand-by
düzenlemeleri ile sağlanmıştır. 242 Bu imkândan faydalanmak isteyen ülkeler bazı
şartları yerine getirmek zorundadır. Bunlar; üye ülkenin uygulayacağı ekonomi
programına ilişkin IMF’ye niyet mektubu sunması, stand-by veya süresi uzatılmış
stand-by yapılması, IMF’nin üye ülkenin uyması gereken performans kriterlerini
belirlemesi, imkânın taksitlendirilmesi, ülkenin kendi para birimi üzerinden bir
taahhüt senedini IMF’ye sunması ve uygulamanın zaman içinde gözden
geçirilmesidir. 243
IMF genel ekonomi politikası ile ilgili belirli şartlarla kredi verdiğinden; bu
kapsamda kredilerin Fonun amaçları doğrultusunda kullanılması ve ödemeler
dengesi açıklarını gidermesi şartlarını koşmaktadır. Bu doğrultuda sunulan kaynak
ile ödemeler dengesininbelli bir süre içinde sağlanması gerekmekte ve ticaret ve
ödemeler dengesi kısıtlamaları kaldırılmalıdır. Diğer bir deyişle IMF, üyelerine
sağladığı fonların kuruma geri dönmesini sağlayacak politikaların ilgili ülkelerce
izlenmesini zorunlu bir şart olarak ileri sürmektedir.
Koşulsallık politikasının amaçları; hem kamuoyuna hükümetin politika
niyetleri hakkında, hem de yabancı yatırımcı ve kreditörlere hükümetin
politikalarının
makroekonomik
istikrar
getirebileceği
yolunda
teminat
sağlamaktır. Ayrıca koşulsallık, bir yandan IMF’ye de istikrarlı ekonomik
politikaların izlendiği yolunda güvence verirken, diğer yandan hükümete de
242
243
IMF, “IMF Lending”, http://www.imf.org/external/np/exr/facts/howlend.htm (13.05.2016)
R. Karluk, 2011, s. 84.
82
program şartları yerine getirildiği sürece ilgili kullanımların yapılacağı hususunda
garanti verir. Program süresince yerine getirilmesi gereken faaliyetler, performans
kriterleri olarak anılmaktadır. Bu kriterler genellikle rakamsal değişkenlerle ilgili
olmaktadır (örneğin; bütçe fazlası, uluslararası rezervler gibi). Bu çerçevede
kredilerden yararlanma, performans kriterlerinin belirlenmiş bir sıraya göre
uygulanmasına bağlı olmaktadır. 244
IMF’nin borçlanma araçları, dünya ekonomisinde yaşanan gelişmeler
karşısında
değişimler
yaşamıştır.
1971
yılında
Başkan
Richard
Nixon
yönetimindeki ABD hükümeti, ABD doları ve altın arasındaki bağlantıyı askıya
almıştır. ABD hükümeti doların değerinin dalgalanmasına olanak sağlayarak,
Amerikan ekonomisindeki değişikliklerle baş etmek için para politikasında
ayarlamaya gitmiştir. Sonuç olarak IMF altın kullanımını ortadan kaldırmış ve
tüm diğer üyelerin para birimlerinde dalgalanmaya gitmesine izin verilmiştir.
Bretton Woods sisteminin çöküşü ile endişeler oluşsa da, dalgalı kura geçildiği
için 1973 yılının Ekim ayında petrolün fiyatının aniden yükselmesi sonucu ülkeler
daha pahalı fiyatlara adapte olabilmişlerdir. Bretton Woods sisteminin
çöküşünden beri IMF ülkeleri, tercih ettikleri döviz kuru düzenlemesini - altına
sabitlemek dışında - kullanabilmektedir. Petrol şoklarına karşı IMF de borç verme
araçlarında uyarlamalara gitmiştir. Petrol ithal eden ülkelere artan fiyatlar
karşısında cari açık ve enflasyon ile mücadelede yardım edebilmek için IMF
tarafından ilk iki petrol aracı oluşturulmuştur. 1970’lerin ortalarından itibaren de
IMF Güven Fonu (Trust Fund) aracılığıyla dünyanın en yoksul ülkelerine
imtiyazlı finansman sağlama yoluna gitmiştir. 1986 yılının Mart ayında IMF,
Yapısal Uyum Aracı (Structural Adjustment Facility) olarak adlandırılan yeni bir
imtiyazlı kredi programı oluşturmuştur. Aralık 1987’de bu aracın yerini
Geliştirilmiş Yapısal Uyum Aracı almıştır. 245 Geliştirilmiş Yapısal Uyum
Aracının yerini, 1999 yılında Yoksulluğu Azaltma ve Büyüme Fonu almıştır. 246
244
a.g.e., s. 87-89.
IMF, “The End of the Bretton Woods System (1972–81)”,
http://www.imf.org/external/about/histend.htm (17.03.2016)
246
IMF,
“IMF
Concessional
Financing
https://www.imf.org/external/np/exr/facts/esaf.htm (13.05.2016)
245
through
the
ESAF”,
83
Berlin Duvarının düşüşü ve 1991 yılında Sovyetler Birliğinin dağılması
sonrasında IMF’nin üye sayısı üç yıl içerisinde 152’den 172’ye yükselmiştir. IMF
eski Sovyet ülkelerinin merkezi planlamadan piyasa ekonomisine geçişinde
ülkelerle yakın şekilde çalışmış; politika önerileri, teknik yardım ve mali destek
sağlamıştır. 1997 yılında Doğu Asya ülkelerini saran mali krizler sırasında da IMF
krizden etkilenen ülkelere mali yardım sağlamış ve ekonomik reformların
gerçekleştirilmesine katkıda bulunmuştur. Ancak kriz ile en iyi nasıl mücadele
edileceğine yönelik tartışmaları sonucunda IMF, tarihindeki en yaygın eleştirilere
maruz kalmıştır. Bu tecrübe sonrasında IMF tarafından, ülkelerin bankacılık
sektöründeki zayıflıklara ve bu zayıflıkların makroekonomik istikrar üzerindeki
etkilerine daha çok dikkat edilmesi gerektiği fark edilmiştir. 1999 yılında IMF
Dünya Bankası ile birlikte Mali Sektör Değerlendirme Programını (Financial
Sector Assessment Program) oluşturmuş ve gönüllülük esasında ülkelerin
değerlendirmelerini gerçekleştirmeye başlamıştır. IMF ayrıca uluslararası sermaye
akımlarının
başarılı
şekilde serbestleşmesi
için
kurumsal
gerekliliklerin
sanıldığından daha ürkütücü olduğunu fark etmiş ve sermaye hesabı
serbestleşmesi konusundaki gayretini arttırmıştır.
1990’larda ise IMF, yoksul ülkelerin borç yüklerini azaltma konusunda
Dünya Bankası ile sıkı işbirliği halinde çalışmıştır. Bu kapsamda 1996 yılında
hiçbir yoksul ülkenin, yönetemeyeceği bir borç yükü ile karşılaşmaması adına
Ağır Borçlu Yoksul Ülkeler Girişimi (Initiative for Heavily Indebted Poor
Countries, HIPC) oluşturulmuş ve BM Kalkınma Hedeflerine yönelik gelişmeleri
hızlandırmaya katkıda bulunmak için bu girişim, Çok Yönlü Borç Hafifletme
Girişimi (Multilateral Debt Relief Initiative) ile desteklenmiştir. 247
21. yüzyılın başlarında uluslararası sermaye akışları küresel bir genişlemeye
yol açmış ve birçok ülke IMF ve diğer donörlerden aldığı borcu geri ödeyebilmiş,
aynı zamanda döviz rezervi biriktirebilmiştir. Fakat 2007 yılında ABD’de patlak
veren mortgage kriziyle başlayan küresel ekonomik krizle küresel sermaye
akışlarında büyük dengesizlikler oluşmuştur. Bu küresel kriz sonrasında IMF;
stand-by anlaşmaları ve diğer mali destekler ve politika destekleri konusunda
247
IMF, “Societal Change for Eastern Europe and Asian Upheaval (1990-2004)”
http://www.imf.org/external/about/histcomm.htm (17.03.2015)
84
talepler ile karşı karşıya kalmıştır. Donör ülkelerinin desteğiyle, IMF’nin borç
verme kapasitesi üç katına çıkarak 750 milyar dolar civarına ulaşmıştır. Fonların
etkin şekilde kullanılması amacıyla IMF borç verme politikalarını revize etmiş, bu
kapsamda güçlü ekonomik temelleri olan ülkeler için esnek bir kredi limiti ve
başarılı politika uygulamalarını izleme mekanizması geliştirmiştir. 248
IMF tarihçesi kuruluşun kendisi tarafından bu şekilde tanımlansa da, bu
anlatım hiçbir şekilde tartışmasız değildir. Bu tartışmalardan, ilerleyen satırlarda
bahsedilecektir.
3.1.1.2. Dünya Bankası
1944 yılında Bretton Woods Konferansında IMF ile birlikte temelleri atılan
Dünya Bankası, Uluslararası İmar ve Kalkınma Bankası adı altında tek
uluslararası kuruluş olarak kurulmuştur. 249 Sonraki yıllarda ise Dünya Bankası
Grubu adını almıştır ve şu kuruluşlardan oluşmaktadır:
Uluslararası İmar ve Kalkınma Bankası (The International Bank for
Reconstruction and Development, IBRD)
Uluslararası Kalkınma Kurumu (The International Development Association,
IDA)
Uluslararası Finans Kurumu (The International Finance Association, IFC)
Çok Taraflı Yatırım Garanti Ajansı (The Multilateral Investment Guarantee
Agency, MIGA)
Yatırım Anlaşmazlıklarının Çözümlenmesi Uluslararası Merkezi (The
International Centre for Settlement of Investment Disputes, ICSID)
Kalkınma kurumları olan IBRD ve IDA, birlikte Dünya Bankası’nı
oluşturmaktadır. IBRD orta gelirli ve kredi verilebilir düşük gelirli ülkelere borç
248
IMF, “Globalization and the Crisis (2005-present)”
https://www.imf.org/external/about/histglob.htm (18.03.2016)
249
Ahmet Tiryaki, “Küresel Uluslararası Örgütler IV: Dünya Bankası Grubu”, (Der. Çınar Özen
ve Özgür Tonus), Uluslararası Örgütler, Anadolu Üniversitesi, Eskişehir, 2011, s. 105.
85
imkânı sunmaktadır. IDA ise en yoksul devletlere faizsiz kredi ve hibeler
vermektedir. Dünya Bankası Grubu’nun mevcut Başkanı JimYong Kim, bu görevi
1 Temmuz 2012 tarihinden beri yürütmektedir. 250
Dünya Bankası 189 üye devletten oluşmaktadır. Bu üye devletler,
Guvernörler Heyeti (Board of Governors) tarafından temsil edilmektedir.
Guvernörler üye devletlerin maliye veya kalkınma bakanlarından oluşmakta, her
yıl “Dünya Bankası Grubu ve IMF’nin Guvernörler Heyeti Yıllık Toplantısı”nda
buluşmaktadır. Guvernörler 25 kişilik Yönetim Kurulundaki (Board of Directors)
direktörlere belirli görevler vermektedir. En büyük beş hissedar ülke, Kurula bir
direktör atamakta, diğer üye devletler ise seçilmiş direktörlerce temsil
edilmektedir. Yönetim Kurulu normalde haftada iki kez Bankanın işlerini
yönetmek ve bu kapsamda kredi ve garantilerin, yeni politikaların, bütçenin ve
ülke yardım stratejilerinin onaylanması gibi konuları yürütmektedir. Bankanın
genel yönetiminden sorumlu olan Başkan, Yönetim Kurulu toplantılarına
başkanlık etmekte ve yenilebilir 5 yıllık bir süre için seçilmektedir. 251
Dünya Bankası’nın amaçları, değişen küresel ekonomik koşullara bağlı
olarak gelişme göstermektedir. Kuruluş sırasında amaç savaş sonrası yeniden inşa
ve kalkınmanın destek ve finansmanı olarak belirlenirken, günümüzde bu amaç
yoksul ülkelerde yoksulluğun azaltılması ve sürdürülebilir büyüme ile birlikte,
ülkeler arası yakın işbirliğinin desteklenmesini de kapsayan bir biçimde ortaya
çıkmaktadır. 252 Günümüzde Banka, yoksulluğu azaltma hedefine bağlı olarak az
gelişmiş ülkelere yönelik kamu sektörüne ve özel kesime finansal ve teknik destek
sağlayan başlıca kaynaklardan birisidir. 253
Anlaşma Hükümlerinin 1. Maddesi uyarınca Bankanın amaçları şunlardır:
Verimli sermaye yatırımları yoluyla üye ülkelerde yeniden inşa ve kalkınma
yolunda yardımcı olmak ve az gelişmiş ülkelerde kaynakların geliştirilmesini
teşvik etmek
Dünya Bankası, “About the World Bank”,http://www.worldbank.org/en/about (10.05.2016)
Dünya Bankası, “Organization”, http://www.worldbank.org/en/about/leadership (10.05.2016)
252
A. Tiryaki, 2011, s. 107.
253
a.g.e., s. 106.
250
251
86
Özel yabancı yatırımları garantiler veya kredilere katılım yoluyla teşvik
etmek ve özel sermaye yetersiz olduğunda kendi kaynakları yoluyla özel
yatırımları desteklemek
Üyelerin verimli kaynaklarının geliştirilmesi için uluslararası yatırımı
özendirerek
uluslararası
ticaretin
dengeli
büyümesini
ve
ödemeler
dengelerinde dengenin sürdürülmesini teşvik etmek ve böylece üyelerin
sınırları içerisinde verimliliği, yaşam standardını ve işgücü koşullarını
arttırmaya yardımcı olmak
Diğer kanallardan sağlanan kredi veya garantileri yeniden düzenleyerek
faydalı ve acil projelerin öncelikli olarak ele alınmasını sağlamak
Savaş sonrası dönemde, barış dönemine geçişte düzgün bir geçişin
sağlanması amacıyla uluslararası yatırımın üye devletlerdeki koşullar
üzerindeki etkilerine odaklanarak faaliyetlerini yürütmek 254
Dünya Bankası’nın finansman kaynakları üye ülkelerin katılım sermayeleri;
sermaye piyasalarından yapılan borçlanmalar yoluyla temin edilen fonlar; ve
açılan kredilerin geri ödenmesinden, menkul kıymetlerin satışlarından ve diğer
faiz geliri vb. muhtelif gelirlerden oluşmaktadır. 255
Dünya Bankası 10 milyar dolarlık sermaye ile kurulmuş ve bu sermaye
Bankaya üye olan ülkelere tahsis edilmiş, sonrasında 1959 yılından itibaren farklı
tarihlerde sermaye artırımına gidilmiştir. Üye ülkelere sermaye paylarınıntahsis
edilmesinde ülkelerin IMF’deki kotaları dikkate alınmaktadır. Ülkelerin
Bankadaki oy oranının belirlenmesinde şu faktörler önemlidir. Sermaye paylarına
bakılmaksızın ülkelerin sabit 250 oyu bulunmaktadır. Buna ek olarak da sermaye
payına göre belirlenen bir de değişken oy sayısı mevcuttur. Sermaye payı en
yüksek beş ülke ABD, Japonya, Almanya, Fransa ve İngiltere’dir. Ekonomisi
gelişmiş ülkeler bu kapsamda oy miktarında ön sıralarda yer almaktadır. 256
Dünya
Bankası,
“Articles
of
Agreement”,
http://web.worldbank.org/WBSITE/EXTERNAL/EXTABOUTUS/0,,contentMDK:20049563~pag
ePK:51123644~piPK:329829~theSitePK:29708~isCURL:Y,00.html (10.05.2016)
255
A. Tiryaki, 2011, s. 109.
256
a.g.e., s. 108.
254
87
Dünya Bankası Grubu’nun sunduğu finansman araçları şunlardır: 257
Yatırım projeleri finansmanı
Kalkınma politikası finansmanı
Sonuçlar için program
Güven fonu ve hibeleri
Özel sektöre yönelik finansman seçenekleri
İsteğe uyarlanmış seçenekler ve risk yönetimi
Bu araçlardan ilk ikisi Dünya Bankası’nı oluşturan IBRD ve IDA tarafından
sunulmaktadır. Yatırım projelerinin finansmanı IBRD tarafından verilen borçlar
ve IDA tarafından verilen kredi, hibe ve garantilerdir. Bu araçlar yoksulluğun
azaltılması ve sürdürülebilir kalkınma için gerekli altyapının oluşturulmasına
yöneliktir. Kalkınma politikası finansmanı ise IBRD tarafından verilen borçlar ve
IDA tarafından verilen kredi, hibe ve garanti bütçe desteğini içerir. Bu kapsamda
sürdürülebilir ve ortak büyüme ve yoksulluğu azaltma hedefleri doğrultusunda,
hükümetlere veya bir siyasi alt birime bir politika programı ve kurumsal
faaliyetlere yönelik olarak finansman sağlanmaktadır. 258 Tıpkı IMF gibi Dünya
Bankası da bugün tartışmalı bir sicile sahip bir uluslararası finans kuruluşu olarak
görülmektedir. Bu görüşlerden daha sonra bahsedilecek olup, izleyen satırlarda
Dünya Bankası ve IMF gibi İkinci Dünya Savaşı sonrası kurulan ve bir düşünce
kuruluşu gibi faaliyet gösteren OECD’nin tarihçesi sunulacaktır.
3.1.2. OECD
“Bizim politikamız herhangi bir ülkeye ya da doktrine yönelik değil açlığa,
yoksulluğa, umutsuzluğa ve kaosa yöneliktir. Bu politikanın amacı dünyada
Dünya Bankası, “Products and Services”,
http://www.worldbank.org/en/projects-operations/products-and-services#DPF (11.05.2016)
258
Dünya Bankası, “Productsand Services”,
http://www.worldbank.org/en/projects-operations/products-and-services#DPF (11.05.2016)
257
88
işleyen bir ekonominin canlandırılması ve böylece özgür kurumların var
olabileceği siyasi ve sosyal koşullara olanak sağlamak olmalıdır.” 259
1961 yılında kurulan OECD’nin hikâyesi, İkinci Dünya Savaşı sonrasında
istikrarlı ve müreffeh bir siyasi ve ekonomik uluslararası düzenin imar edilmesi
ile başlamaktadır. Marshall Planı ile Avrupalı devletler ABD’ye savaş sonrası
yeniden yapılanma için ne yapılması gerektiğini söylemeye davet edilmiş, böylece
sağlanacak yardımın birlikte çalışma çabalarına bağlı olduğu ima edilmiştir. 260
Böylece Avrupa bütünleşmesinin temelini atan Avrupa Ekonomik İşbirliği
Teşkilatı (Organization for European Economic Cooperation, OEEC), 1948
yılının Nisan ayında kurulmuştur. ABD tarafından
OEEC’nin
Avrupa
bütünleşmesi için Marshall Planı yardımlarının tahsisini yürütmesi beklense de,
OEEC bu yükü üstlenememiş; üyeler tartışmaları NATO Ekonomik Komitesi’nde
yürütmeyi tercih etmiş ve kuruluş ticaret ve ödemelerdeki yapısal değişiklik
sonucu son bulmuştur. 261
OECD’nin selefi olan OEEC, ABD Marshall Planını uygulamak amacıyla
oluşturulmuştu. OEEC’nin yerini OECD’nin alması, Avrupalı bir kuruluşa ABD
ve Kanada’yı da dâhil etmiştir. 262 OECD’nin savaş sonrasında ticaretin ve
yatırımın serbestleşmesine ve spesifik olarak, Kuzey Atlantik bölgesinin kapitalist
ekonominin merkezi olarak konumlanmasına katkıları olmuştur. 263
OECD’nin bugün ekonomik büyüme ve ticaretin ötesine geçen bir yetki alanı
bulunmaktadır; OECD tarım, enerji, sağlık, eğitim, çevre, e-devlet ve
biyoteknolojiye kadar birçok alanda araştırma üreten dünyanın en büyük düşünce
kuruluşudur. 264 Kuruluşun 34 üye devletinden hemen hemen 45.000 kıdemli kamu
görevlisi her yıl konferanslara, komite toplantılarına, çalışma ve uzman gruplarına
259
George C. Marshall, “The Marshall Plan Speech at Harvard University, 5 June, 1947,
http://www.oecd.org/general/themarshallplanspeechatharvarduniversity5june1947.htm
(27.04.2016)
260
Robert Wolfe, “From Reconstructing Europe to Constructing Globalization: The OECD in
HistoricalPerspective”, (Der. Rianne Mahon and Stephen McBride), The OECD and
Transnational Governance, UBC Press, Canada, 2008, s. 25.
261
a.g.e., s. 26.
262
R. Mahon ve S. McBride, 2008, s. 13.
263
R. Mahon ve S. McBride, 2008, s. 8.
264
L. A. Pal, 2012, s. xiii.
89
katılmak ve bazen de sözleşmeler, standartlar ve “iyi” veya “en iyi” uygulamalar
üzerinde anlaşmaya varmak üzere kuruluşa gelmektedirler. 265
1970’lerin ortalarına kadar OECD savaş sonrası düzenin geleneksel ideolojisi
olan Keynesyen akımı yansıtmış, sonrasında parasalcılık veya neoliberalizm
olarak adlandırılan bir politika paradigmasını benimsemiştir. Son zamanlarda
OECD’de bir kayma yaşandığını gözlemleyenler olsa da, neoliberalizmden ne
kadar uzaklaşıldığının bir tartışma konusu olduğu ve konudan konuya, ayrıca
kuruluşun bir bölümünden diğerine, farklılık gösterdiği değerlendirilmektedir. 266
OECD’nin amaçları, kuruluşun Sözleşmesinin 1. Maddesinde şu şekilde
belirtilmektedir: 267
Finansal istikrar sürdürülürken üye devletlerde azami bir sürdürülebilir
ekonomik büyüme, istihdam ve yükselen bir yaşam standardının sağlanması,
dolayısıyla dünya ekonomisinin gelişmesine destek vermek
Ekonomik kalkınma sürecinde hem üye hem de üye olmayan devletlerde
güçlü ekonomik genişlemeye katkıda bulunmak
Uluslararası yükümlülüklerle uyumlu olarak çok taraflı ve ayrımcı olmayan
bir temelde dünya ticaretinin genişlemesine katkı sağlamak
Üye devletler bu amaçların gerçekleştirilmesinde hem bireysel hem de ortak
şekilde şu konuların gözetilmesi üzerinde anlaşmışlardır:
Ekonomik kaynakların verimli kullanımını teşvik etmek
Bilimsel ve teknolojik alanda kaynakların geliştirilmesini desteklemek,
araştırmayı ve mesleki eğitimi teşvik etmek
265
R. Mahon ve S. McBride, 2008, s. 4.
a.g.e., s. 15.
267
OECD, “Convention on the Organisation for Economic Cooperationand Development”,
http://www.oecd.org/general/conventionontheorganisationforeconomiccooperationanddevelopment.htm (28.04.2016)
266
90
Ekonomik büyümeyi, iç ve dış finansal istikrarı sağlamak ve üye devlet ve
diğer devletlerin ekonomilerini tehlikeye sokacak gelişmelerden sakınmak
üzere oluşturulan politikaları sürdürmek
Mallar ve hizmetler ile mevcut ödemelerin değişimi önündeki engellerin
azaltılması veya kaldırılması ve sermaye hareketlerinin serbestleşmesinin
sürdürülüp genişletilmesi yönünde çabalarını sürdürmek
Hem üye hem de üye olmayan ekonomik kalkınma sürecindeki devletlerde,
ekonomik kalkınmayı uygun araçlarla (özellikle bu ülkelere sermaye akışı
yoluyla) bu ekonomiler için teknik yardım desteği ve genişleyen ihracat
piyasalarının güvenceye alınmasının önemini gözeterek desteklemek
OECD içerisinde karar alma gücü Konsey’de (Council) toplanmıştır. Konsey
her ülkeden bir temsilciden ve ek olarak Avrupa Komisyonu’nun bir
temsilcisinden oluşmaktadır. Konsey daimi temsilciler düzeyinde düzenli olarak
bir araya gelmekte ve kararlar oybirliği ile alınmaktadır. Toplantılar Genel
Sekreterin başkanlığında gerçekleşmektedir. Konsey ayrıca yılda bir kez OECD
çalışmalarındaki temel meseleleri tartışmak ve öncelikleri belirlemek üzere
bakanlar düzeyinde toplanmaktadır.
34 üye devletin temsilcileri fikirler geliştirmek ve belirli politika alanlarında
gelişmeleri takip etmek için uzmanlaşmış komitelerde bir araya gelmektedirler.
OECD’de yaklaşık 250 komite, çalışma grubu ve uzman grubu bulunmaktadır.
Paris’te bulunan Sekretarya da, komitelerin faaliyetlerini destekleyen ve
Konseyde belirlenen önceliklere yönelik çalışmaları yürüten yaklaşık 2.500
personelden oluşmaktadır. Personelin çoğu Paris’te olsa da diğer ülkelerdeki
OECD merkezlerinde de görev yapanlar bulunmaktadır. Hâlihazırda OECD Genel
Sekreterliğini Angel Gurría yürütmektedir. 268
OECD’nin bütçesi, her üye devlet ekonomisinin boyutunu yansıtan mali
katkılardan oluşmaktadır. Dolayısıyla ABD, bütçede Japonya’dan sonra en çok
268
OECD, “Who Does What”,
http://www.oecd.org/about/whodoeswhat/ (11.05.2016)
91
paya sahip olan ülke konumundadır. 269 OECD’nin 2015 yılı için 363 milyon
avroluk yıllık bir bütçesi bulunmaktadır. 270
OECD, 1980’li yılların sonunda Sovyetler Birliği’nin çözülmesi ile birlikte
piyasa ekonomisine geçişi kolaylaştıran uluslararası kuruluşlardan birisi olmuştur.
SIGMA programı, gelişen piyasa ekonomileri için uygun kamu sektörü yönetimi
biçimleri hakkında raporlar üretmiştir. 1990’lı yıllarda Çek Cumhuriyeti,
Macaristan ve Polonya OECD’ye üye olmuş, sonrasında 2000 yılında Slovak
Cumhuriyeti de üyeliğe dâhil edilmiştir. 271
OECD, bu tezde değerlendirilen diğer iki uluslararası kuruluşla - Dünya
Bankası ve IMF - kıyaslandığında birçok önemli açıdan farklılık arz etmektedir.
Dünya Bankası ve IMF daha geniş bir üyeliğe sahiptir. OECD ise “zengin ülkeler
kulubü”
olarak
adlandırılmaktadır. 272
Savaş
sonrası
dünya
düzeninin
yapılandırılmasında önemli rol oynamış olan OECD; ABD, Japonya ve diğer
gelişmiş kapitalist ülkeleri içeren bir üyeliğe sahiptir. Bu durum da kuruluşu, daha
geniş üyeliğe sahip olan uluslararası kuruluşlara kıyasla, tartışmalı konulara
değinilen alternatif bir forum olarak cazip hale getirmektedir. Savaş sonrası düzen
çözüldükçe, OECD de üyeliğini genişleterek ufkunu coğrafi olarak değiştirmiş;
eski Sovyet Bloku ülkelerini ve lider bir Asya kaplanı olan Güney Kore’yi dâhil
etmiştir. Kuruluş ayrıca özellikle Asya ve Latin Amerika’nın
ekonomilerine yönelik destek faaliyetlerini yoğunlaştırmıştır.
273
büyük
Kuruluşa 2010
yılında Estonya, İsrail, Slovenya ve Şili de üye olmuş ve kuruluşun üye sayısı
toplamda 34’e ulaşmıştır. Letonya’nın katılımı ile üye sayısının 35’e erişmesi
beklenmektedir. 274
Dünya Bankası ve IMF gibi temel ekonomik kuruluşlardan farklı olarak
OECD, bu kuruluşların sahip olduğu bütçesel veya yaptırımsal güçleri elinde
269
R. Mahon ve S. McBride, 2008, s. 14.
OECD, “Budget”,
http://www.oecd.org/about/budget/member-countries-budget-contributions.htm (10.05.2016)
271
R. Mahon ve S. McBride, 2008, s. 13.
272
L. A. Pal, 2012, s. xiii.
273
R. Mahon ve S.McBride, 2008, s. 7.
274
OECD, “Accession: Latvia invited to join OECD”,
http://www.oecd.org/latvia/accession-latvia-invited-to-join-oecd.htm (13.05.2016)
270
92
bulundurmamaktadır. 275 Dünya Bankası ve IMF ödemeler dengesi zorluklarını
yatıştırmak için kısa vadeli, kalkınma için ise uzun vadeli borç verme ile
yükümlüyken OECD, ilk kurulduğunda uyumlaştırma sağlama amacıyla Kuzey
Atlantik’te ekonomik politikaların ve sonuçların denetlenmesine odaklanmıştır.
Hükümetler, ayrıca OECD’nin tavsiyelerini göz ardı etmeyi de tercih
edebilmektedirler. Fakat buna rağmen OECD savaş sonrası dönemde Batılı
“araştırmacı” ve “düşüncesel” yönetişim biçimlerini geliştirmede araçsal rol
oynamıştır. OECD, üye ülkelerin ekonomik performansını değerlendirmek ve
farklı alanlarda politikalarını değerlendirmek amacıyla teknikler geliştirmeye
çabalamış ve OECD Sekretaryası bu bağlamda aktif rol oynayarak göstergeler
belirleme ve ulusal tecrübelerin karşılaştırılması amacıyla ortak yollar keşfetmeye
çalışmıştır. Dolayısıyla ülkelerin performansının diğerlerine kıyasla ne durumda
olduğu görünür hale gelmiş ve bu da geride kalan ülkelere performanslarını
geliştirme yönünde baskı oluşturmuştur. 276
Diğer yandan, OECD’nin ulus-aşırı yönetişime olan temel katkısının aslında
“düşüncesel” faaliyetlerle kuruluşun güçlü araştırma kapasitesi yoluyla belirli
eğilimleri vurgulama, ortak sorunları tespit etme ve farklı çözüm ortaya koyma
şeklinde kendisini gösterdiği değerlendirilmektedir. 277 Bu kapsamda Arne
Ruckert, OECD DAC’ın kalkınma yardımlarının uygulanmasında en iyi
uygulamaların oluşturulması yönündeki rolünden bahsetmektedir. Ruckert ayrıca,
OECD’nin uluslararası kalkınma yardımlarına yönelik çalışmalarının sonuç olarak
BM Milenyum Kalkınma Hedefleri olarak şekillendiğini anlatmaktadır. 278
Kerstin Sahlin-Andersson, kamu yönetimi meselelerinin tartışılacağı bir
forum olarak oluşturulan bir uluslararası kuruluşun nasıl aktif bir standartlaştırma
görevi yürütecek konuma geldiğini anlatmaktadır. Yazar, OECD Kamu Yönetimi
Komitesinin (Public Management Committe, PUMA) bilgi ve karşılaştırmalar
sağlayan, değişim için inisiyatifler sunan ve genellikle tecrübe, fikir ve ideallerin
275
R. Mahon ve S. McBride, 2008, s. 4.
a.g.e., s. 8.
277
a.g.e., s. 10.
278
Arne Ruckert, “Making Neo-Gramscian Sense of the Development Assistance Committee:
Towards an Inclusive Neoliberal World Development Order”, (Der. Rianne Mahon ve Stephen
McBride), The OECD andTransnational Governance, UBC Press, Vancouver, 2008.
276
93
paylaşılmasını kolaylaştıran böyle bir kuruluş olduğunu savunmaktadır. 279 OECD
çalışmalarının DTÖ gibi diğer uluslararası forumlardaki tartışmaları beslediği ve
ayrıca ulusal tartışmaların da içine sızdığı, maliye bakanlıkları gibi ayrıcalıklı
kurumlarda ulusal ve ulus-altı aktörlerin neoliberal gündemi geliştirmek için
OECD’nin uzmanlığını kullanabileceği değerlendirilmektedir. Tüm bunların
yanında OECD içerisinde farklı ideolojik ve politika akımlarının da yer
bulabileceği ve böylece neoliberalizme alternatif arayan aktörlerin kendi amaçları
için OECD’nin prestijine dayanabilecekleri de eklenmektedir. 280 Bugün gerek
OECD’nin gerek diğer hükümetlerarası kuruluşların ülkeler için standartlar ve iyi
uygulamalar oluşturması fikri sorgulanır hale gelmektedir. Peki bu kuruluşlar neyi
savunmaktadır? İzleyen kısımda bu konuya değinilecektir.
3.2. DÜNYA BANKASI, IMF VE OECD’NİN KAMU YÖNETİMİ
YAKLAŞIMLARI
Devletlerin sınırları içerisinde işleyen birçok sürecin ve karşılaşılan
meselelerin düzenlenmesinde ve çözümlerinin koordinasyonunda uluslararası
düzeyde gitgide artan bir işbirliği bulunduğu ve bu bağlamda uluslararası
kuruluşların da içinde yer aldığı yönetişim mekanizmalarının öneminden bir
önceki bölümde bahsedilmeye çalışılmıştı. Uluslararası kuruluşların ürettikleri
politikalar, öne sürdükleri öncelikli gündemler ve koşulsallık temelinde ülkelere
sundukları imkânlarla devletleri etkileme kapasitesi bulunsa da, bu etkileşim tek
taraflı yürümemektedir. Devletler kendileri için çizdikleri gündemlerle ve
yaşadıkları sorunlarla belirgin biçimde uluslararası kuruluşların takip ettikleri
konuları
yönlendirmektedir.
Üyeleri
devletlerden
oluşan
hükümetlerarası
kuruluşlar, faaliyetlerini uluslararası sistemin başat aktörü olan devletler ile
birlikte yürütmektedir; çünkü bu kuruluşlarca oluşturulan düzenlemeler neticede
ulusal sınırlar içerisinde uygulama alanı bulmaktadır.
Kamu yönetimi alanı ve ülkelerin bu kapsamda geçirdikleri reform süreci
özellikle 20. yüzyılda devletlerin ve uluslararası kuruluşların birlikte çalıştığı, ve
279
Kerstin Sahlin-Andersson, “Arenas as Standardizers”, (Der. Nils Brunsson and Bengt
Jacobsson), A World of Standards, Oxford University Press, Oxford, 2000, s. 100-113.
280
R. Mahon ve S. McBride, 2008, s. 21.
94
birbirlerinden öğrendikleri gündemlerden birisini oluşturmaktadır. Leslie A. Pal,
kamu sektörü reformunun tarihini Hammurabilere ve reformların bir sistemden
diğerine aktarılmasını ise İngiliz İmparatorluğuna kadar götürmekte, fakat kamu
sektörü reformunda bu küresel yöntemin güçlendiğini ve sürecin şimdi tek başına
devletlerle değil, uluslararası kuruluşlarla yürütüldüğünü belirtmektedir. 281
Uluslararası kuruluşların kamu yönetimi alanına dâhil oluşları tarihsel bir
perspektifle ilk bölümde sunulmaya çalışılmış ve bu kapsamda koşulsallıktan ve
ülkelere teknik destek sağlandığından bahsedilmişti. Bu bölümde ise, Dünya
Bankası, IMF ve OECD’nin genel kamu yönetimi yaklaşımlarına odaklanılacaktır
3.2.1. Dünya Bankası
Dünya Bankası, IMF ile birlikte İkinci Dünya Savaşı sonrası uluslararası
finansal yapının önemli aktörlerinden birisi olmuştur. Diğer uluslararası
kuruluşlar gibi Dünya Bankası da dünya ekonomisinde meydana gelen değişimler
ve devlete biçilen “uygun” role paralel olarak kendi içerisinde dönüşümler
yaşamıştır.
Banka kurulduğu yıllarda, dünya genelinde refah devleti politikalarıyla
entegre olan kalkınma uygulamaları baskınken, Banka’nın gündemi de 1960’lara
kadar “kalkınma ekonomisi” ve onun belirleyici öğesi olan “ekonomik planlama”
yöntemini yansıtmakta, devlete de az gelişmiş ülkelerde sermaye birikimi
sürecinde önemli rol atfedilmekteydi. 1960’lı yıllarda Latin Amerika, Güneydoğu
Asya ve Afrika’daki toplumsal çalkantılar sonucunda Banka “kalkınma
ekonomisi”
gündemini
“yoksulluğun
azaltılması”na
doğru
kaydırmıştır.
Yoksulluğun azaltılması gündemi ise devletlerin iç politikalarına daha açık
biçimde müdahale edilmesine zemin sağlayan bir unsur olmuştur. 1980’li yıllarda
özellikle Reagan ve Thatcher hükümetleri ile önem kazanan neoliberal
politikalarla birlikte Bankanın gündeminde makro-ekonomik müdahalaler ön
plana çıkmış ve “yapısal uyum” (structural adjustment) politikaları ile devletin
281
Leslie A. Pal, “Inversions without End: The OECD and Global Public Management Reform”
(Der. Rianne Mahon ve Stephen McBride), The OECD and Transnational Governance, UBC
Press, Vancouver, 2008.
95
ekonomiye müdahalesini en aza indirmeye yönelik öneriler önce gelişmiş ülkelere
sonrasında borç bunalımı ile karşı karşıya kalan Latin Amerika, Afrika, Uzak
Doğu ve Orta Doğu’ya yönelmiştir. Fakat neoliberal politikaların beklenen
sonuçları vermeyişi ile birlikte küçük devlet politikasının tıkanması sonucu
1980’lerin sonlarında Banka, “iyi yönetişim” kavramını vurgulayarak Sahra-Altı
Afrika’da yaşanan sorunların bir “yönetme krizi” olduğunu ileri sürmüştür. 282
Böylece Dünya Bankası çalışmalarında yönetişim, 1980’li yılların sonunda
önemli bir odak noktası olarak ortaya çıkmıştır. Banka’nın yönetişim ile ilgisinin,
kuruluşun ekonomik ve sosyal kalkınmaya olan taahhüdünü yansıttığı ve bu
çerçevede yoksulluğun azaltılmasının, genel bir amaç teşkil ettiği belirtilmektedir.
Kuruluşun yönetişime dâhil oluşu; ekonomik ve sosyal kalkınmanın başarılı
biçimde gerçekleşmesinin kamu kurumlarının etkinliğine ve uygun bir yasal
ortama bağlı olduğu fikrine dayanmaktadır. Bankanın yönetişimsel meselelere
dâhil olmasının ayrıca, kuruluşun her borç gelirinin, ekonomiklik ve verimlilik
temelinde borcun verildiği amaca yönelik kullanılmasının temin edilmesini
gerektiren
güvene
dayalı
sorumluluğundan
(fiduciary
responsibility)
kaynaklandığı belirtilmektedir. 283
1989 yılında yayımlanan “Sahra-Altı Afrika: Krizden Sürdürülebilir
Büyümeye Doğru” isimli rapor, bağımsızlık sonrası Sahra-Altı Afrika’da devletin
sorumluluklarının aşırı derecede arttığı, ancak tecrübesiz personelin hızlı bir
şekilde terfi etmesi ve tüm idari aygıtın zamanla siyasileşmesinin verimlilik
düşüşüne yol açtığı belirtilmektedir. Ayrıca, halk hareketlerine ve hükümet dışı
kuruluşlara
muhalif
olan
otoriter
hükümetlerin
halkın
çoğunluğunu
yabancılaştırdığı ve vatandaşların sıklıkla devleti sorunlarının çözümü değil
kaynağı olarak gördükleri ifade edilmektedir. 284 Görüldüğü üzere salt serbest
piyasa
ekonomisine
dayalı
reformların
Sahra-Altı
Afrika
ülkeleri
için
sürdürülebilir bir büyüme sağlamadığı ve yoksulluğun azaltılarak refaha katkıda
bulunmadığı görüldüğünde, ekonomik uyum programlarının yapısal değişim ile
S. Güzelsarı, 2003, s. 26.
IMF, Review of the Fund’s Experience in Governance Issues, s. 55.
https://www.imf.org/external/np/gov/2001/eng/gov.pdf (29.04.2016)
284
Dünya Bankası, November 1989, s. 30.
282
283
96
birlikte gerçekleşmesi
gerektiği
anlayışı
önem
kazanmış
ve değişimin
sağlanmasında iyi yönetişimin gerekliliği vurgulanmıştır.
Dünya Bankası yönetişimi “bir ülkenin işlerini yönetmek için siyasi gücün
kullanımı” olarak tanımlamaktadır. 285 1994 yılında yayımladğı bir raporda Dünya
Bankası, yönetişimin dört bileşenine dikkat çekmektedir: kamu sektörü yönetimi,
hesap verebilirlik, kalkınma için yasal çerçeve, şeffaflık ve bilgi. 286
Bankanın yönetişim konularına dâhil oluşu, politika reformları ve kurumsal
gelişim yoluyla kamu sektöründe ve sivil toplumda hesap verebilirlik, şeffaflık ve
kapasitenin geliştirilmesi çabası çerçevesinde anlaşılabilir.
Kamu sektöründe
yolsuzlukla mücadele, bu gündemin açık ve bütünleyici bir parçasıdır. Bankanın
yapısal uyum 287 gibi geleneksel kredi programları, kamu sektörü reformunun
desteklenmesine yönelik çabalarda önemli rol oynamaktadır. Ayrıca kurumsal
değişim için gerekli olan daha uzun zaman dilimlerini sağlaması açısından
program
niteliğinde (programmatic) krediler
gibi
yeni
yaklaşımlar da
geliştirilmiştir. Yapısal uyum programları ve projelere bağlı olan şartlar; gereksiz
ekonomik mevzuatın kaldırılması, elverişsiz idari prosedürlerin düzenlenmesi ve
ekonomik faaliyetlerde piyasanın kapsamını arttırmaya yönelik reformları
desteklemektedir. Temelde ekonomik verimliliği arttırmayı hedeflese de bu
reformlar, idari takdir yetkisinin ve rant arama davranışının kapsamının
azaltılması yoluyla şeffaflığın ve hesap verebilirliğin geliştirilmesine katkı
sunmaktadır. Banka kamu hizmetinde kapasite ve teşviklerin geliştirilmesi, kamu
harcama yönetiminin güçlendirilmesi, finansal sistemlerde düzenlemelerin ve
denetleme kapasitesinin geliştirilmesi, özel sektörün geliştirilmesinde yasal
çerçeve ve muhasebe çerçevesinin iyileştirilmesi, yargı sistemlerinin geliştirilmesi
ve vergi politikası ve idaresinin güçlendirilmesine yardımcı olarak daha gelişmiş
bir yönetişime katkı sağlamaktadır. 2000 yılındaki “Kamu Kurumlarının
Geliştirilmesi ve Yönetişimin Güçlendirilmesi: Bir Dünya Bankası Stratejisi”
285
a.g.e., s. 60.
Dünya Bankası, Governance: The World Bank’s Experience, 1994, s. xiii,
http://wwwwds.worldbank.org/external/default/WDSContentServer/WDSP/IB/1994/05/01/000009265_39707
16142854/Rendered/PDF/multi0page.pdf (01.03.2016)
287
Yapısal uyum kredileri günümüzde daha çok kalkınma politikası kredileri (development policy
loans) olarak anılmaya başlanmıştır.
286
97
isimli belge ile Banka bir kamu kurumları reformu stratejisi sunmuş ve
yönetişimin güçlendirilmesi açık bir amaç olmuştur. Bu belge ile oluşturulan
strateji;
kurumsal
ve
yönetişimsel
meselelerin
Bankanın
ülke
yardım
stratejilerinde ve kredi programlarında yeterli derecede yansıtılacağını, yönetişim
analizi ve değerlendirmesi için araçlar ve anket teknikleri geliştirileceğini ve
Kamu Harcama Değerlendirmelerinin (Public Expenditure Review, PER)
kalitesinin iyileştirileceğini temin etmeye yönelik net kriterler oluşturmayı
kapsamaktadır. 288
Dünya Bankası kamu sektörünü,
temel üst (upstream) bakanlıklar ve merkezi kurumlar
sektörel bakanlıklar dâhil olmak üzere alt (downstream) kurumlar ve
bağımsız devlet kurumları olarak tanımlamaktadır.
Üst kurumlar, Maliye Bakanlığı ve hükümet başkanına destek veren ofisler
gibi hükümetin merkezinde yer alan ve sektörlerin ötesine geçen işlevlere sahip
temel bakanlık ve kurumları kapsamaktadır. Alt kurumlar ise, hizmetleri
hükümetin talimatları doğrultusunda sunup finanse eden, sağlık ve eğitim
sağlayıcıları gibi sektörel bakanlık ve kurumları kapsamaktadır. Alt kurumlar
ayrıca, özelleştirmelere rağmen altyapı hizmetlerinin çoğunluğunu sunan kamu
iktisadi teşebbüsleri gibi daha özerk kuruluşları da içermektedir. Bağımsız
kuruluşlar ise yargı organı, yasama organı ve Sayıştay gibi kurumları
kapsamaktadır. 289
Dünya Bankası kamu sektörünün önemini açıklarken, kamu sektörünün
boyutunun ve ekonomik öneminin, kamuya toplumsal refaha ve büyümeye katkı
sağlayan bir rol atfettiğini belirtmektedir. Bu özellikleriyle kamu sektörünün
yüksek miktardaki harcamalarıyla ne yaptığının anlaşılması önemli olmaktadır.
Kamu sektörünün gerçekleştirdikleri; sunduğu hizmetlerin kalitesi ve doğası,
288
IMF, 2001, s. 55-56.
Dünya Bankası, The World Bank’s Approach to Public Sector Management 2011-2020: Better
Results from Public Sector Institutions, February 2012, s. 1,
http://siteresources.worldbank.org/EXTGOVANTICORR/Resources/30358631285601351606/PSM-Approach.pdf (11.05.2016)
289
98
finanse ettiği altyapı, sosyal ve ekonomik düzenlemelerinin ve sektörel politika
hedeflerinin kalitesi ile ortaya çıkmaktadır. Bu kapsamda Dünya Bankası
tarafından, anılan kamu faaliyetlerinin nasıl yönetildiğinin kalkınma için
belirleyici olduğu vurgulanmaktadır. 290 İzleyen kısımlarda görüleceği üzere, bu
fikir IMF ve OECD yaklaşımlarında da yankı bulmaktadır.
Dünya Bankasının kamu sektörü yönetimi yaklaşımı kendi içerisinde belirgin
bir değişime uğramaktadır. Banka’nın kendi tecrübelerinin yanı sıra, uygulayıcılar
tarafından çıkarılan dersler ve akademik araştırmalar doğrultusunda kamu sektörü
yönetimi reformunda neyin neden işe yaradığı konusunda gelişen ve değişen bir
yaklaşımı bulunmaktadır. Zamanla her ortamda işleyecek evrensel bir reform
içeriği sunan Washington Uzlaşması tarzında kuramlanan kamu sektörü yönetimi
reformundan uzaklaşılmıştır. Kamu sektörü reformunda yalnızca reformun
içeriğine değil, reformun gerçekleştiği koşullar ve reform sürecine gitgide daha
fazla vurgu yapılmıştır. 291 Bu adım ilk kez Dünya Bankası’nın 2000 yılında
yayımladığı “Kamu Kurumlarının Geliştirilmesi ve Yönetişimin Güçlendirilmesi:
Bir Dünya Bankası Stratejisi” isimli belgede dile getirilmiştir. Böylece ülkelerin
kendilerine özgü koşullarına önem atfedilmiştir. 292
Daha önce de bahsedildiği üzere, diğer donörler gibi Dünya Bankası’nın da
kamu yönetimi gündemi, sağlanan finansman ile doğrudan ve yakından ilgilidir.
Dünya Bankasının geniş ve etkili bir kamu sektörü kredi portfoyü bulunmaktadır.
Kamu sektörü kredileri yalnızca 2010 yılında 3,6 milyar dolara yakın
gerçekleşmiştir. 2001-2008 yılları arasında (finansal kriz öncesi), kamu sektörü
bileşeni bulunan krediler %63 oranında büyümüştür. 293 Hâlihazırda kamu sektörü
yönetimi kredilerinin Afrika, Avrupa, Orta Asya ve Latin Amerika’da
yoğunlaştığı gözlemlenmektedir. 294 Bu kapsamda Banka’nın yoksulluğun
azaltılması hedefinin, kamu sektörü kredilerinde geniş biçimde yansıtıldığı
söylenebilir.
290
a.g.e., s. 3.
a.g.e., s. 10.
292
a.g.e., s. 6.
293
a.g.e., s. 5.
294
a.g.e., s. 7.
291
99
2015 yılında IBRD 23,5 milyar dolar, IDA da 190 yeni operasyon için 19
milyar dolar taahhüt etmiştir. Toplamda 42,5 milyar dolarlık borcun %27’lik
kısmı Afrika’ya gitmiştir. Kredilerin sektörel dağılımında yüksek pay %19’luk
oranla kamu yönetimi, hukuk ve adalet sektörüne aittir. 295 Kamu mali yönetimi
alanının, kamu sektörü reformu kredisindeki en
yaygın tema olduğu
değerlendirilmektedir. Dünya Bankası, 2000 yılından beri kamu mali yönetimi
alanındaki proje sayısının hızla arttığını belirtmektedir. 296
Daha önce bahsedildiği gibi, Banka’nın kamu sektörü yönetimine yaklaşımı
tarihi boyunca dönüşümler geçirmiştir. Bankanın ilk 36 yıllık tarihinde (19461982), finanse edilen yatırım projelerini yürütmek için kurumlar oluşturmak
dışında kamu sektörü yönetimi kapasitesi gündemde olmamıştır. Bu durum ise
kalkınmaya yönelik yaklaşımdan ziyade Banka’nın nitelikleriyle ilgili olup;
Banka bu yıllarda piyasa finansmanına bağımlı olması sebebiyle piyasada kaynak
toplamaya odaklanmış ve sosyal ve kurumsal hedefleri göz ardı etmiştir.
Sonrasında hükümet kapasitesinin ve iyi yönetimin artarak önem kazanması, daha
önce de belirtildiği gibi Sahra-Altı Afrika bölgesi ile yakından ilişkili olmuştur. 297
1983-1989 yılları arası ise, uyum kredileri tarafından desteklenen politika
reformlarını yürütmede kurumsal gelişmenin kilit bir bileşen olarak kabul edildiği
bir dönem olmuştur. Hem zengin hem de yoksul ülkelerde kalkınma modeli
devlete olan inancı yansıtmaktayken mali kriz ve ekonomik başarısızlık, devletin
rolü ve kapasitesi konusunda bir yeniden değerlendirmeye yol açmıştır. Daha
küçük ancak daha iyi bir devlet anlayışı ön plana çıkmıştır. 298 Bu kapsamda
1980’li yıllarda ortaya çıkmaya başlayan Washington Uzlaşması doğrultusunda
mali disiplin, vergi tabanının genişletilmesi ve piyasaların serbestleşmesi gibi
adımlar ön plana çıkmış olup, kamu sektörü yönetimi reformunda reform
Dünya Bankası, “World Bank Lending: Fiscal 2015”
http://pubdocs.worldbank.org/pubdocs/publicdoc/2015/11/877421447347401640/WBAR15FY15Lending-rev.pptx (21.04.2016)
296
Dünya Bankası, February 2012, s. 8.
297
Dünya Bankası, 2008, s. 12.
298
a.g.e., s. 13.
295
100
içeriğinin evrensel bir yaklaşımla sunulduğu ve bu çerçevede “küçük devlet”
ideolojisinin oldukça önem kazandığı görülmektedir. 299
1990-1996 yılları arasında ise, yönetişim gündemine yönelik bir farkındalık
artışı yaşanmıştır. Bu durum nedenlerinin şunlar olduğu değerlendirilmektedir:
Komünizmin çöküşü sonucunda kamu sektörünün yeniden yapılandırılması
yönünde o zamana kadar karşılaşılmamış bir ihtiyaç doğması
Kurumların ikinci nesil reform ihtiyacının kabul edilmesi
Özellikle Afrika’da yatırım kredilerinin başarısızlık oranı
Bu unsurların yanında, yönetişim gündeminin ön plana çıkmasında kurumsal
ekonomi yaklaşımlarının entelektüel seviyede tartışılmasının da rolünün
bulunduğu değerlendirilmektedir. Bu sebeplerle 1990’lı yıllarda, kurumsal
gelişimin birçok ülke yardım stratejisinde merkezi konuma sahip olması
gerekliliği artık hemen hemen herkesçe kabul edilmiştir. 300 Büyümenin
sağlanmasında koşulsallık, makroekonomik tedbirlerin yanında idari reformları da
kapsayacak şekilde dönüşüme uğramıştır. 1992 yılına ait “Yönetişim ve
Kalkınma” isimli rapor, Bankanın yönetişim konularına müdahalesini açıklaması
bakımından çarpıcı bir belgedir. 301 1990’lı yıllarda yolsuzluk konusu da Banka
içerisinde belirgin şekilde tartışılmaya başlanmıştır. 1997-98 Doğu Asya krizi,
yolsuzluk karşıtı hareketin güçlenmesine sebep olmuştur. 302
1997-2000 yılları arasında, Bankanın kurumsal gelişme ve yönetim
çalışmaları önemli oranda artmış, 1997 yılında yayımlanan “Dünya Kalkınma
Raporu: Değişen Dünyada Devlet” başlıklı rapor bu pekiştirilmiş rol için resmi bir
taahhüt oluşturmuştur. Yükselen demokratikleşme dalgasının belirginleştirdiği
hesap verebilirlik, ademi-merkeziyetçilik, şeffaflık ve hukukun üstünlüğü retoriği,
daha önceden Bankanın borç alan ülkelerle bu konularda diyaloğa girmesini
Dünya Bankası, February 2012, s. 11.
Dünya Bankası, 2008, s. 14.
301
Dünya Bankası, Governance and Development, 1992,
http://wwwwds.worldbank.org/external/default/WDSContentServer/WDSP/IB/1999/09/17/000178830_98101
911081228/Rendered/PDF/multi_page.pdf(13.05.2016)
302
Dünya Bankası, 2008, s. 14.
299
300
101
önleyen sınırlamaları hafifletmiştir. Diğer ilgili bir unsur olarak şu belirtilmelidir
ki, Soğuk Savaşın sonu otoriter ve yozlaşmış hükümetleri siyasi sebeplerle
desteklemeye yönelik baskıyı da hafifletmiş, Banka böylece ülkelerle yönetişim
konularında ilişki kurmada daha özgür bir tutum sergileyebilmiştir. 303
1997 yılındaki “Değişen Dünyada Devlet” raporunu takiben, yönetişim
gündemini güçlendirip destekleyen başka koşullar ortaya çıkmıştır. Bunlardan
birisi G7’nin 1999 yılında, geliştirilmiş HIPC Girişimini (enhanced HIPC
Initiative) destekleme konusunda anlaşmaya varması sonrasında önem kazanan
Kapsamlı Kalkınma Çerçevesi (Comprehensive Development Framework)
olmuştur. Bu yeni inisiyatif, borç hafifletme fonlarının dürüst bir şekilde
uygulanarak yoksulluğu azaltma yolunda kullanılmasını garanti altına almak adına
sıkı şekilde denetlenmekteydi. Bu kapsamda Kalkınma Çerçevesi, geliştirilmiş
HIPC girişimi doğrultusunda yönetişimin sınırlar ötesi denetim ve kontrolüne
uygun bir çerçeve sunmuştur. 304
Bankanın 1997 yılında yeniden organize edilmesinin, kamu sektörü yönetimi
operasyonlarını arttırma kapasitesine önemli etkisi olmuş, bu çerçevede
“yoksulluğun azaltılması ve ekonomik yönetim” adlı yeni tematik alanın kamu
sektörü yönetimi gündemini yürütmesi öngörülmüştür. 2000 yılındaki “Kamu
Kurumlarının Geliştirilmesi ve Yönetişimin Güçlendirilmesi: Bir Dünya Bankası
Stratejisi” isimli rapor bu yeni çabanın operasyonel gündemini hazırlamıştır.
Anılan rapor, kamu sektörü yönetimi gündeminin temel kamu kurumları için
uygulanmasına yönelik bir yol haritası sunmuş ve kamu hizmeti, kamu mali
yönetimi, yasal ve adli reform, özel sektörün düzenlenmesi ve ademimerkeziyetçilik konuları gündemde yer almıştır. Bu genişleyen kapsam, belirli
projeler için kurumsal kapasiteye vurgu yapan geçmiş operasyonlardan bir
uzaklaşma olduğunu göstermektedir. 1998 yılında Banka, “Ülke Performans ve
Kurumsal
Değerlendirmesi”nin
(Country
Performance
and
Institutional
Assessment) yönetişim kısmının ayrıntısını ve önemini arttırmıştır. Kurumsal
kalkınma fonlarının (institutional development fund) dağılımında, revize edilen
Değerlendirme ile şeffaflık ve yolsuzluk dâhil olmak üzere yönetimin kalitesine
303
304
a.g.e., s. 15.
a.g.e., s. 15.
102
ve kamu hizmeti ile mali yönetimin teknik yönlerine daha fazla ağırlık verilmiştir.
Yönetişim gündemi böylece güçlenmiştir. Bu ihtiyaç 2004 yılında Banka
tarafından, IMF’nin içinde yer aldığı çok kuruluşlu bir ortaklık ile geliştirilen
Kamu Harcamaları ve Mali Hesap Verebilirlik (Public Expenditure and Financial
Accountability, PEFA) girişimi ile doğrudan ele alınmıştır. PEFA, temelde mali
yönetime odaklanmış ve şeffaflık ve hesap verebilirlik ile bütçe döngüsünün alt
aşamalarına daha fazla önem atfetmiştir. 305 PEFA ve benzeri girişimler, kamu
sektörü reform performansının işlevsel bir şekilde değerlendirilmesine olanak
sağlamaktadır. 306
Ayrıca 1990’lı yılların sonunda Kurumsal ve Yönetişim Değerlendirmeleri
(Institutional and Governance Reviews) ve Kamu Harcamaları İzleme Anketi
(Public Expenditure Tracking Survey) gibi PER çalışmalarını tamamlayıcı yeni
araçlar oluşmuştur. 307
1997-2000 yıllarında oluşturulan yönetişim gündemi hala geçerli olmakla
birlikte bu gündeme bazı eklemeler de yapılmıştır. İlk ekleme, 2004 yılındaki
“Uyum Kredisinden Kalkınma Politikası Kredisine: Dünya Bankası Politikasının
Güncellenmesi” belgesi ile, yönetme eylemine vatandaşların katılımına atfedilen
önemin artışı olmuştur. İkinci olarak, Banka 2007 yılında güçlendirilmiş bir
yönetişim ve yolsuzluk karşıtı strateji hazırlamıştır. Stratejinin herkese uyan bir
şekilde değil, ülkelerin koşullarına uyumlaştırılması gerektiği belirtilmiştir. 308
Dolayısıyla 2000’li yıllarda ülkeler arası farklılıklar olduğu daha çok vurgulanır
hale gelmiştir.
2005 yılı sonrasında formüle dayalı politika yapımından ziyade birden çok
yol olabileceği kabul edilmiştir. Bu dönemde ayrıca karşılaşılan sorunları anlamak
gerektiği
fikri
ön
plana
çıkmıştır.
2010
sonrasında,
ülkelere
yönelik
müdahalelerde koşulların daha ince biçimde anlaşılması gerektiği fark edilmiş,
ayrıca “iyi yönetişim”in ülkelerin içerisindeki aktörlerce bazen talep edilebileceği
305
a.g.e., s. 16.
Dünya Bankası, February 2012, s. 6.
307
Dünya Bankası, 2008, s. 16.
308
a.g.e., s. 17.
306
103
de görülmüştür. 309 Dolayısıyla ülkelere tavsiye edilen politikalar arz yönlü
olmanın ötesine geçmeye başlamıştır.
Görüldüğü gibi, Dünya Bankası yönetişime vurgu yaparak özellikle
1990’lardan beri bu anlayışın uluslararası ortamda yaygınlaşmasına aktif katkı
vermiştir. Yeni kamu işletmeciliği yaklaşımı da özellikle kamu harcamalarının
değerlendirilmesi bakımından gözetilmiştir. Ancak yönetişim vurgusu daha
belirgindir. Dünya Bankası bugün “Dünya Yönetişim Göstergeleri” (World
Governance Indicators) çalışması kapsamında 200’den fazla ülkede hesap
verebilirlik, yolsuzlukla mücadele ve devletin etkinliği gibi konularda sonuçlar
yayımlamaktadır.
3.2.2. IMF
IMF bir Bretton Woods kuruluşu olarak İkinci Dünya Savaşından beri
uluslararası finansal yapının bir aktörü olarak faaliyet göstermektedir. Tıpkı
Dünya Bankası gibi, IMF de kendi içerisinde son yıllarda değişime uğramıştır. Bu
değişimlerden bazıları kuruluşun internet sayfasında şu şekilde açıklanmaktadır:
IMF, internet sitesinde erişilebilir olan yüksek miktarda bilginin de gösterdiği
üzere, gitgide daha açık ve şeffaf bir kuruluş haline gelmiştir. Ayrıca üyeleri
arasında da şeffaflığı teşvik etmektedir.
Ekonomik yönetişimi güçlendirmek için gerekli adımları atmaktadır.
Örneğin, güçlü ekonomik ve mali yönetim ve kurumsal yönetişim araçları
olarak standart ve kuralların kullanımını teşvik etmektedir.
Küresel bir kamusal mal olarak uluslararası mali sistemin istikrarını ve
bütünlüğünü korumak için çalışmaktadır.
IMF destekli programlara eklenen şartlar kolaylaştırılarak, reformların ulusal
olarak sahiplenilmesi teşvik edilmektedir. Koşulsallık asli unsur olsa da,
ülkelerin
gerekli
reformları
uygulamak
için
sorumluluk
almaları
gerekmektedir.
309
Dünya Bankası, February 2012, s. 11.
104
Son olarak, IMF dinlemeye ve öğrenmeye açık bir kuruluştur. Bu yalnızca
üye devletlere yönelik değildir; sivil toplum kuruluşlarının değerleri ve
rolünü tanımak ve halk desteği inşa etmek anlamına da gelmektedir. 310
Görüldüğü üzere IMF kendi içerisinde şeffaflık arttırma çabasının yanı sıra
üye devletlerde de şeffaflığın geliştirilmesine ve ayrıca yine hem kuruluş içinde
hem de ulusal sınırlar içerisinde yönetişime odaklanmaktadır. Dünya Bankası
yaklaşımında da görüldüğü gibi, IMF de yönetişimsel meselelere özellikle 1990’lı
yıllarda vurgu yapmaya başlamıştır.
IMF kamu sektörünü genel devlet ve kamu şirketleri olarak ikiye ayırmakta;
genel devlet ise merkezi yönetim, eyalet yönetimi ve yerel yönetim olarak üçe
ayrılmaktadır. 311 IMF; devlet uygulamalarının denetlenmesi, mali şeffaflığı ve
hesap verebilirliği teşvik edecek politikalar oluşturulması ve sunduğu kaynakların
uygun şekilde kullanımını sağlamak amacıyla standartlar ve kurallar geliştirilmesi
ve bunların kullanılması yoluyla yönetişimle bağlantılı meselelere aktif biçimde
dâhil olmuştur. 312
IMF yönetişimin; ekonomi politikaları, düzenleyici çerçeve ve hukukun
üstünlüğüne bağlılık dâhil olmak üzere bir ülkenin nasıl yönetildiğine dair tüm
yönleri içeren genel bir kavram olduğunu belirtmekte, yolsuzluğun da yönetişimle
yakından bağlantılı olduğunu ifade etmektedir. 313 Ryan Cadry, IMF’nin yönetişim
konularıyla olan artan bağını, yolsuzluk konusundaki artan farkındalık ile
açıklamaktadır. Sovyetler Birliği’nin çöküşü ile birlikte yolsuzluğun boyutu ve
toplum ve devlet üzerindeki etkileri hakkında daha fazla tartışma yürütüldüğünü
belirten Cadry, uluslararası kuruluşların hükümet dışı kuruluşlarla birlikte zayıf
yönetişime karşı daha sert bir tutum benimsemeye başladıklarını ifade
310
IMF, “Globalization: A Framework for IMF Involvement”, March 2002,
https://www.imf.org/external/np/exr/ib/2002/031502.htm (16.03.2016)
311
IMF, Manual on Fiscal Transparency, 2007, s. 18,
https://www.imf.org/external/np/pp/2007/eng/051507m.pdf (02.05.2016)
312
Ryan Cadry, “Defying Bureaucratic Malfeasance: The IMF’s Push for Good Governance”, The
UCI Undergraduate Research Journal, Cilt VIII, s. 30,
http://www.urop.uci.edu/journal/journal05/03_cadry.pdf (29.04.2016)
313
IMF, “The IMF andGood Governance”, 2016,
http://www.imf.org/external/np/exr/facts/gov.htm (29.04.2016)
105
etmektedir. 314 Cadry, bürokratik yolsuzluğun gelişmekte olan ülkelerdeki olumsuz
etkileri hakkındaki artan farkındalığın ışığında, IMF’de bir Kılavuz Notu
(Guidance Note) (1997) hazırlandığını ve bu belge ile IMF’nin yönetişimle
bağlantılı konulardaki ilgisi için bir temel oluşturulduğunu anlatmaktadır. 315
Cadry tarafından bu kapsamda IMF’nin kuruluş amacı aynı olsa da bu amaca
yönelik aracın değiştiği belirtilmekte ve ülkelere sunulan yardımların yolsuz bir
şekilde kullanılması endişesi ön plana çıktığından bürokratik reformun sunulan
yardımlar için bir koşul haline geldiği ifade edilmektedir. 316
Anılan Not içerisinde birçok yönetişimsel meselenin ilk olarak ulusal
yetkililerin vazifesi olduğunu belirtilse de, üye devletlerde iyi yönetişime farklı
kanallarla katkıda bulunulduğundan bahsedilmektedir. İlk olarak politika
tavsiyesi yoluyla IMF döviz kuru, ticaret ve fiyat sistemlerinin serbestleşmesi
teşvik
edilerek
geçici
(ad
hoc)
karar
almanın,
rant
aramanın
ve
bireylerin/kurumların ayrıcalıklı muamele görmesinin kapsamını sınırlayacak
sistemler oluşturmada üyelere yardım etmektedir. İkinci olarak teknik yardım
yoluyla ülkelere ekonomik politikalar oluşturma ve uygulama kapasitesini
geliştirme, etkin politika yapıcı kurumlar inşa etme ve kamu sektöründe hesap
verebilirliği geliştirmede katkı sunmaktadır. Son olarak IMF; devlet bütçesinde,
merkez bankasında ve kamu sektörünün genelinde finansal işlemlerin şeffaflığını
teşvik etmektedir. Ek olarak IMF, zayıf yönetişimin yolsuzluk gibi belirli
konularına
da
bu
konuların
önemli
makroekonomik
etkisi
olduğu
değerlendirildiğinde dâhil olmaktadır. 1997 yılına ait Notta, IMF’nin temelde
üyelerinde makroekonomik istikrar, dış kapasite ve düzenli ekonomik büyüme
konuları ile ilgili olduğunu ve dolayısıyla yönetişime olan dahiliyetinin
yönetişimin ekonomik yönleriyle sınırlı olması gerektiğini; bu çerçevede
kuruluşun yönetişim konularına, bu konuların makroekonomik performans
üzerinde mevcut veya potansiyel etkisi olduğunda dâhil olacağı ifade
edilmektedir. 317 IMF’nin iyi yönetişime yapabileceği katkının başlıca iki alanda
gerçekleşebileceği belirtilmektedir:
314
R. Cadry, 2005, s. 26.
a.g.e., s. 30.
316
a.g.e., s. 24.
317
IMF, “The Role of the IMF in Governance Issues: Guidance Note”, 1997,
315
106
Kamu sektörü kurumlarını kapsayan reformlar yoluyla (harcama kontrolü,
bütçe yönetimi ve gelirlerinin toplanması gibi) kamu gelirlerinin yönetiminin
geliştirilmesi
Özel sektör faaliyetlerinin verimliliğine olanak sağlayacak şeffaf ve istikrarlı
bir ekonomik ve düzenleyici ortamın gelişmesinin ve sürdürülmesinin
desteklenmesi
IMF bu konular içerisinde politika tavsiyesini ve teknik yardımını geleneksel
uzmanlık alanları itibariyle sınırlamaktadır. Dolayısıyla kamuda bütçenin
hazırlanması ve onaylanması, vergi idaresi, muhasebe ve denetim mekanizmaları
gibi meselelerle ilgili olunması gerektiği, piyasa mekanizması reformlarında ise
döviz kuru, ticaret ve fiyat sistemlerine odaklanılacağı vurgulanmaktadır. 318
IMF 1997 yılındaki Not öncesinde de yönetişimle bağlantılı meselelere teknik
destek ve politika tavsiyesi yoluyla dâhil olmuş olsa da, atılan adımların iyi
yönetişimle bağlantısının açık şekilde farkında olunmadığı belirtilmektedir. 1997
yılı sonrasında bu çabaların teşvik edilmesinin sebeplerinin içerisinde, gelişen
ekonomilerdeki finansal krizler ve HIPC Girişiminin, yoksulluğu azaltmada borç
hafifletmenin etkin şekilde kullanılmasına yönelik artan bir vurgu ile geliştirilmesi
olduğu belirtilmektedir. 319
İyi yönetişime yönelik olarak IMF birçok farklı strateji uygulamaktadır. Bu
stratejiler aşağıdaki hususları içermektedir:
İyi uygulamalar için belirli standartlar ve kurallar geliştirilmesi, mali şeffaflık
ve hesap verebilirliğin teşvik edilmesi ve IMF kaynaklarının kullanımın
korunması ve denetlenmesi; bu kapsamda Finansal Sektör Değerlendirme
Programı (Financial Sector Assessment Program) ve Finansal Sistem İstikrar
Değerlendirmeleri (Financial System Stability Assessments) yolu ile ülkelere
kurumsal hassasiyetleri gidermek amacıyla ihtiyaçlarını değerlendirmede
yardımcı olunması
http://www.imf.org/external/pubs/ft/exrp/govern/govindex.htm (29.04.2016)
318
a.g.e.
319
IMF, 2001, s. 11.
107
HIPC Girişimi kapsamında parasal yardım alan ülkelerde kamu gelirlerinin
yönetilmesi; bu çerçevede ülkelerin harcama yönetimi için tavsiyelerde
bulunulması
Şeffaflık ve hesap verebilirliğin yalnızca standartlar ve kurallar oluşturma
yolu ile değil, kendi kuruluş yapısı içerisinde de örnek oluşturarak
desteklenmesi 320
Ayrıca iyi yönetişimi geliştirmede daha belirgin bir yaklaşımın ise; Madde IV
istişareleri (Article IV consultations) yoluyla gerçekleştiği belirtilmektedir. Bu
kapsamda ekonomistlerden oluşan küçük bir heyetin yıllık olarak makroekonomik
politika ve yönetişimle ilgili konularda bir üye devleti ziyaret ettiği, bu kapsamda
IMF Yönetim Kuruluna detaylı bir rapor sunulduğu, sonrasında ise Kurulun
görüşlerinin özetlenerek ülke yetkililerine iletildiği belirtilmektedir. Bu danışma
sürecinde, politikaların geliştirilmesi ve yönetişimin güçlendirilmesi amacıyla
IMF’nin ülke yetkilileri ile birlikte çalıştığı ifade edilmektedir. 321
IMF yönetişimle ilgili konularda Madde IV istişareleri ve destek programları
yoluyla mali sektör ve kamu sektörü
reformu alanında faaliyetler
yürütmektedir. Bu alanda şu öncelikler göze çarpmaktadır: gelirleri toplayan
kurumun güçlendirilmesi; vergi borçlarının çeyreklik dönemlerde denetlenmesi
için bir sistem oluşturulması; harcamaya yönelik kararların koordinasyonunun
geliştirilmesi; kamu şirketleri sektörünün reforma tabi tutulması; makroekonomik
reformlar için politika oluşturma kapasitesinin ve bu reformların kurumsal
biçimde uygulanmasının geliştirilmesi. 322
IMF’nin de tıpkı Dünya Bankası gibi yönetişime dayalı bir gündemi olduğu
ve bu yaklaşımdan, kuruluşun politikalarını destekleyici biçimde yararlanılmaya
çalışıldığı
söylenebilir.
Yönetişim
yalnızca
kamuya
değil,
özel
sektör
faaliyetlerine yönelik olarak da desteklenmektedir.
320
a.g.e.,s. 12-14.
R. Cadry, 2005, s. 31-32.
322
IMF, 2001, s. 10.
321
108
3.2.3. OECD
OECD, üye devletlerin üst düzey yetkililerini birbirinden farklı alanlarda bilgi
ve iletişim ağları içerisinde bir araya getiren önemli bir düşünce kuruluşudur.
Uluslararası finans kuruluşları olarak adlandırılan Dünya Bankası ve IMF ile
kıyaslandığında OECD, üyelerine kredi ve borç gibi imkânlar sunmamaktadır.
Aşağıda bahsedileceği üzere OECD, ülkelere sağlanan kalkınma yardımlarının
etkinliğinde uluslararası kuruluşlar arasında koordinasyon sağlanması çabalarına
katkı verse de, kuruluşun kendisi kredi koşulsallığına sahip değildir. Fakat kredi
koşulsallığı bulunmasa da kuruluşa katılım için bir koşulsallık bulunmakta ve
OECD, üyeliğe kabul edilecek devletlerden mevzuatının farklı unsurlarına uyum
gösterilmesini talep edebilmektedir. 323
OECD de bu iki kuruluş gibi yönetişim odaklı bir gündeme sahip olmakla
birlikte, yeni kamu işletmeciliğini belirgin biçimde telaffuz etmeyen Dünya
Bankası ve IMF’den farklı olarak bu işletmecilik akımının dünya üzerindeki
savunucularından birisi olmuştur.
OECD kamu sektörünü, IMF ile aynı şekilde genel yönetim sektörü ve tüm
kamu şirketlerini kapsayacak şekilde tanımlamaktadır. OECD’nin kamu
sektöründe yönetişim konuları ile ilgisi kuruluşun, kaynakların etkin kullanımı
yolu ile ekonomik kalkınma sağlanmasına yönelik taahhüdünü yansıttığı
belirtilmektedir. 2000 yılında yönetişim, OECD’nin sekiz önceliğinden birisi
olarak tanımlanmıştır. 324 Fakat günümüze gelmeden önce, tarihsel bir perspektif
sağlamanın faydalı olacağı düşünülmektedir.
OECD’nin kamuda yönetişim ile ilgisi özellikle 1990’lardan sonra belirgin
hale gelse de OECD’nin selefi olan OEEC, 1955 yılında daha az gelişmiş üye
devletler için bir yardım programını onaylamış, program OECD Sözleşmesi’nde
kalkınma için teknik yardım taahhüdü ile yer almıştır. 1960 yılında oluşturulan
Teknik İşbirliği Komitesi (Technical Cooperation Committee) 1973 ve 1974
323
324
L. A. Pal, 2012, s. 239.
IMF, 2001, s. 52.
109
yıllarında
faaliyetlerini
kaydırmıştır.
sektörel
projelerden
kamu
yönetimine
doğru
325
Soğuk Savaş döneminde OECD sistemler çatışmasıyla doğrudan ilgili olmasa
da, bu dönemde kuruluşun üyeliği lider kapitalist devletlerden oluştuğundan bu
devletlerin ilgilendikleri konular kuruluşu etkilemiştir. Örneğin 1979 yılında
Madrid’de düzenlenen bir konferansta OECD, “kamu sektörü reformu”
gündemini araştırma ve geliştirme için resmi bir öğe olarak gündemine eklemiştir.
Sovyetler Birliğinin çöküşü, Soğuk Savaşın bitimi ve Merkezi ve Orta Avrupa’nın
yeniden yapılandırılmasının yine gündeme gelişi ile 1990’larda kuruluş kamu
yönetimi reformu ile daha ilgili olmuştur. 326
1990 yılında OECD, Sekretaryası içerisinde PUMA’yı oluşturmuştur. OECD,
günümüzde Kamu Yönetişimi Komitesi olarak faaliyet gösteren PUMA yolu ile
yeni kamu işletmeciliğinin ilk küresel savunucularından olmuştur. 327 1999 yılında
OECD Konseyi tarafından PUMA’ya;
stratejik yönetişim zorluklarını oluşturan faktörleri ve akımları belirleyecek
ve bunları irdeleyecek,
üye ve üye olmayan devletlere bu faktörleri yönetmeleri için kamu
kurumlarının performansını arttırmada yardımcı olacak,
iyi yönetişim çerçevesinin daha tutarlı ve küreselleşmiş politikalar için
kapasite geliştirme; değişen dünyada politika taahhütlerini sunma; devlette
şeffaflığın, dürüstlüğün ve hesap verebilirliğin kurumsallaştırılması; kamu
politikalarını gerçekleştirmek ve rekabeti ve toplumsal uyumu desteklemek
amacıyla topluma ve piyasaya etkin şekilde müdahale etme gibi temel
unsurlarına odaklanacak bir program oluşturma ve uygulama yetkisi
verilmiştir. 328
325
L. A. Pal, 2012.
a.g.e., s. xiv.
327
L. A. Pal, 2008.
328
OECD, Draft Legal Mandate of the Public Management Committee, 1999, s. 2.
http://www.oecd.org/officialdocuments/publicdisplaydocumentpdf/?cote=PUMA(99)11&docLang
uage=En (11.05.2016)
326
110
PUMA yolu ile kamu yönetimi kuruluş bünyesinde kurumsallaşmış bir alan
haline gelmiştir. OECD, 1991 yılında yayımlanan “Ekonomiye Daha İyi Hizmet
Etmek” isimli belgesinde ulusal ekonomik kalkınma ve rekabet için etkin ve
verimli bir kamu yönetiminin elzem olduğunu belirtmiş, bu kapsamda kamu
yönetiminin daha yönetsel olması gerektiğini ve bütçeleme gibi alanlarda
modernleşmeyi vurgulamıştır. 329 Leslie A. Pal tarafından belirtildiği üzere bu
çalışmanın, yeni kamu işletmeciliği fikirlerini içerdiği görülmektedir. 330
PUMA tarafından 1995 yılında hazırlanan diğer önemli bir belge olan “Geçiş
Halinde Yönetişim” (Governance in Transition) belgesinde, Merkezi ve Doğu
Avrupa’daki geçiş ülkelerinde yaşananlar ortaya konmuştur. 331 Bu belge, o
zamana dek bulunmayan kapsamlı bir kamu yönetimi reformu değerlendirmesi
içermesi açısından ufuk açıcı bir çaba olmuş, ayrıca yeni kamu işletmeciliğinin
popülerleşmesinde etkili olmuştur. 332 Dolayısıyla çalışma, Komite içerisinde yeni
kamu işletmeciliği fikirleri açısından önemli bir noktayı temsil etmiştir. 333
Ekonomik reformun yönetişim reformu olmadan çok ileri gidemeyeceğinin
anlaşılmasıyla OECD hem Merkezi ve Doğu Avrupa’da hem de dünyanın kalan
kısımlarında daha özgür piyasa sistemlerinin benimsenmesi yolu ile yönetişimin
iyileştirilmesinde önemli rol üstlenmiştir. Yukarıda belirtildiği gibi, SIGMA
programı yoluyla AB ile birlikte Merkezi ve Doğu Avrupa ülkelerine yönetim ve
reform tavsiyeleri sunulmuş, aynı zamanda reform gündemi hem OECD üyelerine
hem de tüm dünyaya doğru genişlemiştir. 334
“Devletin Modernleştirilmesi” isimli belge, gelişmiş ülkelerde kamu yönetimi
akımlarını, bu yöndeki baskıları ve en iyi uygulamaları inceleyerek bir referans
çerçevesi sunmuştur. 335 Rapor, 20 yıllık reform süreci sonucunda birçok OECD
üyesinde devletin daha şeffaf, daha erişilebilir ve müşteri odaklı, daha
devredilmiş, daha verimli ve daha performans odaklı olduğu belirtilmektedir.
Değişimin sebepleri olarak genellikle mali krizlerden bahseden bu belge ayrıca,
329
OECD, 1991.
L. A. Pal, 2012, s. 243.
331
a.g.e., s. xv.
332
L. A. Pal, 2008, s. 62.
333
L. A. Pal, 2012, s. 243.
334
a.g.e., s. xv.
335
a.g.e., s. xv.
330
111
reformun gerekçesi olarak Doğu Avrupa ülkelerinin AB’ye üyelik kriterlerini
yerine getirme çabasına da değinmekte, Hollanda’da ise siyasi ve toplumsal
gerilimlere
yanıt
olarak
başlatılan
modernleşme
girişimlerine
vurgu
yapmaktadır. 336 Fakat belgede kamu sektörü reformunun karmaşıklığının altı
çizilmekte ve modernleşmenin koşullara dayalı olduğu belirtilmekte; bu çerçevede
aynı reform aracının farklı ülkelerde farklı şekilde işlediği ve farklı sonuçlar
ürettiği ifade edilmektedir. 337
“Devletin Modernleştirilmesi” isimli belgede, 20. yüzyılın ikinci yarısındaki
siyasi, sosyal, teknik ve ekonomik gelişmelerin tetiklediği değişimin, dünyanın
her yerinden birçok devlet için baskılar oluşturduğu ve yeni sorunlara,
ve
vatandaş-devlet arasındaki yeni ilişkilere uyum sağlama konusunda kamu
yönetimi hakkında yeni fikirlerin ve bu fikirlerin ve bunları kapsama almanın
önem kazandığı belirtilmektedir. Ayrıca kamu sektörü reformunun stratejik
bulgularından birincisinin, yönetişim ve kamu yönetimi arasında net bir çizgi
olmadığı ve bu kapsamda her önemli idari değişimin yönetişimsel sonuçları
olduğu vurgulanmaktadır. 338 Diğer bir bulgu ise, devlet yapılarının, süreçlerinin
ve hizmetlerinin hedef grupların ve bireylerin ihtiyaçlarına yönelik olarak
düzenlenmesi yönünde tedbirler alındığıdır. Hükümetlerin mevcut hizmetlerden
kaynakları çekerek ve yeni alanlara yatırım yaparak yeni taleplere yanıt vermek
zorunda olduğu ve kamuoyuna cevap verebilmenin kaynakların yeniden tahsisini
orta vadede daha zor hale getirebileceği belirtilmektedir. 339
Belgede ayrıca, vatandaşların beklenti ve taleplerinin artması, bu kapsamda
açıklık, daha yüksek hizmet kalitesi, daha karmaşık sorunlara yönelik çözümler ve
mevcut sosyal hakların korunması yönündeki talepler karşısında devletlerin bu
artan talepleri finanse etme konusunda zorluklarla karşı karşıya oldukları
336
OECD, Modernising Government: The Way Forward, 2005, s. 200,
http://www.keepeek.com/Digital-Asset-Management/oecd/governance/modernisinggovernment_9789264010505-en#page1 (16.05.2016)
337
a.g.e., s. 201.
338
a.g.e., s. 202.
339
a.g.e., s. 203.
112
belirtilmektedir. 340 Bu sürecin daha gelişmiş bireysel teknik, yönetsel ve siyasi
kapasitesi olan yetkililerin liderliğini gerektirdiği de vurgulanmaktadır. 341
OECD içerisinde yönetişim ve kamu yönetiminin ayrı bir faaliyet alanı
olması hemen hemen 30 yıl sürmüştür. 342 OECD çalışmalarının önemli bir ayağı
olan
yönetişim
ve
kamu
yönetimi,
şu
anda
kuruluş
Sekretaryasının
başkanlıklarından birisi olan Kamu Yönetişimi ve Bölgesel Kalkınma (Public
Governance and Territorial Development, GOV) Başkanlığı ve hem üye hem de
bazı üye olmayan devletlerin temsilcilerinden oluşan üç komitesi tarafından
yürütülmektedir:
Kamu Yönetişimi Komitesi
Bölgesel Kalkınma Politikası Komitesi
Düzenleyici Politika Komitesi 343
OECD GOV; bütçeleme ve performans yönetimi, politika yapımı, düzenleyici
reform, devlet-vatandaş arasındaki bağın güçlendirilmesi, insan kaynakları
yönetimi, etik, bölgesel kalkınma gibi devletin merkezi yönetim sistemlerinden
sorumlu olan üst düzey yetkililer için birçok forum sunmaktadır. 344 GOV,
Kıdemli Bütçe Yetkilileri Çalışma Grubu ve İnsan Kaynakları Yönetimi Çalışma
Grubu gibi ağları içerisinde barındırmakta ve bu forumlar reform alanlarında üst
düzey yetkililerin tartışmalar yürüttüğü ortamlar oluşturmaktadır.
Kamu yönetişimi OECD için şu unsurları kapsamaktadır:
Bütçeleme ve kamu harcamaları
Dijital devlet
Kamu sektöründe yolsuzlukla mücadele
340
a.g.e., s. 205.
a.g.e., s. 206.
342
L. A. Pal, 2012, s. 248.
343
a.g.e., s. xiii.
344
OECD, “The Public Governance and Territorial Development Directorate (GOV) Networks”
http://www.oecd.org/gov/thepublicgovernanceandterritorialdevelopmentdirectorategovnetworks.ht
m (28.04.2016)
341
113
Kamuda istihdam ve yönetim
Kamu maliyesi ve maliye politikası
Bölgesel kalkınma
Düzenleyici politika
Risk yönetişimi
Yönetişim ve barış
Yenilikçi devlet 345
Yönetişime dair hususlar OECD çalışmalarının tamamına yerleşmiş olsa da,
temel unsurlar şu başlıklar altında gruplanabilir: 346
Piyasalar için etkin kurumsal çerçevelerinin ve politika çerçevelerinin
oluşturulması: Bu kapsamda OECD Kurumsal Yönetişim (Corporate
Governance) İlkeleri oluşturulmuş olup bu ilkeler hükümete kurumsal
yönetişim için yasal, kurumsal ve düzenleyici çerçeveyi oluşturmaya yardım
etmeyi ve iyi kurumsal yönetişimi geliştirmede rolü bulunan aktörler için
rehberlik ve öneriler sunmayı hedeflemektedir. Bu başlık altında ayrıca
politika tavsiyeleri de oluşturulmuş olup, 1995 yılında rekabet politikasına
ilişkin tavsiyeler yayımlanmış ve OECD üye devletleri arasında uluslararası
ticareti etkileyen rekabet karşıtı uygulamalara yönelik işbirliğini geliştirmek
hedeflenmiştir.
Hükümetin farklı seviyelerinde yönetimi yürütmek: Bu başlık OECD
Metropolit Yönetişim İlkelerini kapsamakta, bu ilkeler metropol alanların
yönetişiminin
değerlendirilmesi
ve
geliştirilmesinde
kıstas
olarak
kullanılabilmektedir.
Politika tutarlılığı sağlamak amacıyla ortak meselelerin yönetilmesi:
Kalkınma alanında OECD; ulusal politikaların kalkınma politikasına yönelik
345
346
OECD, “Public Governance”, http://www.oecd.org/governance/ (05.05.2016)
IMF, 2001, s. 52-53.
114
tutarlılığının geliştirilmesi konusunda önemli role sahiptir ve böylece
gelişmekte
olan
ülkeler
açık
ticaret
ve
yatırımın
faydalarından
yararlanabilmektedir. Bu kapsamda; uluslararası ticaret ve sermaye akışlarına
yönelik çerçevenin geliştirilmesi, çevresel meseleler ve gelişmekte olan
ülkelerin küresel bilgi toplumuna katılımının kolaylaştırılması gibi hususlarla
ilgilenilmektedir.
Kamu sektörü kapasitesinin güçlendirilmesi: Bu başlık, özellikle en iyi
uygulama
politikalarının
açıklanması
ve
yayılması
yoluyla
OECD
çalışmalarının geniş bir payını teşkil etmektedir. Kamu sektörü yönetiminde
öncelikli faaliyet alanları bütçeleme, finansal yönetim, performans ve insan
kaynakları yönetimini kapsamaktadır.
Bütünlüğün güçlendirilmesi ve yolsuzlukla mücadele: Bu başlık altında
yabancı kamu görevlilerine ve ihalelerde rüşvetin önlenmesi ve üye
devletlerin uygun muhasebe ve denetim gerekliliklerini benimsemesine
yönelik faaliyetler yer almaktadır.
Hükümet, iş dünyası ve sivil toplum arasındaki ilişkilerin yürütülmesi: Bu
başlık hükümetlerin; halkın katılımını, şeffaflığı ve demokratik hesap
verebilirliği güçlendirme çabasını desteklemek amacıyla vatandaş-devlet
bağlantısının güçlendirilmesini ve politikaların etkinliğini kapsamaktadır.
Yönetişim ve ekonomik kalkınma: 1993 yılında OECD DAC, katılımcı
kalkınma ve iyi yönetişime dair birtakım yönlendirmeler oluşturmuştur. Bu
ilkeler çerçevesinde altı pilot ülkede daha sistematik ve yerel olarak
sahiplenilen yönetişim sistemlerinin geliştirilmesi hedeflenmiştir. 2000 yılı
Mayıs ayındaki DAC üst düzey toplantısında iyi yönetişim yoksulluğun
azaltılmasında kilit bir unsur olarak kabul edilmiştir. 2000 yılının Aralık
ayında GOVNET (Yönetişim Ağı, Network on Governance) adında yönetişim
konularıyla ilgili bir ağ kurularak DAC faaliyetleri burada birleştirilmiştir. Ağ
içerisindeki konular; kamu sektöründe kapasite geliştirme, kamu sektöründe
mali yönetim, demokratikleşme ve hukukun üstünlüğü gibi konuları
içermektedir. GOVNET yolu ile DAC; yerel sivil toplum kuruluşlarını ve
115
diğer kalkınma paydaşlarını yönetişim konularına etkin biçimde dâhil etme
çabalarını yoğunlaştırmayı hedeflemektedir.
OECD’nin yönetişim çalışmalarında şeffaflık önemli yer tutmaktadır. 2003
yılında yayımlanan “Kamu Sektörü Şeffaflığı ve Uluslararası Yatırımcı” isimli
çalışmasında OECD tarafından şeffaflığın kendi içerisinde bir amaç değil, etkin
ve verimli devlet gibi diğer amaçlar için bir araç olduğu değerlendirilmektedir.347
Raporda başlangıçta ekonomik kalkınma tartışmalarının daha çok gelir, sermaye
birikimi ve istihdam gibi makroekonomik veya sektörel düzeye odaklandığı,
bunun halen var olsa da günümüzde ekonomik, sosyal ve çevresel refah
kavramlarının da kapsandığı belirtilmektedir. 348 Hükümetlerin kalkınmanın
önünde bir engel veya onu kolaylaştırıcı olabileceği, hükümetlerin ihaleler ve
vergi harcamaları gibi politikalar yolu ile kaynak tahsisini etkilediği, bunun da
siyasi rant için önemli sonuçlar oluşturduğu belirtilmekte ve şeffaflık ve hesap
verebilirlik bulunmadığı takdirde hükümetlerin yolsuzluğu teşvik edebileceği
ifade edilmektedir. 349
Görüldüğü üzere OECD, yaklaşık son 20 yıldır yeni kamu işletmeciliği
hakkındaki tartışmalarda ve aynı zamanda diğer yönetişim ve yönetim konularına
katkı sağlayan kilit bir aktör olmuştur. 350 Kuruluşun yönetişim konularındaki
etkisine bakıldığında, tarafsız ve güçlü araştırma hususundaki saygınlığının
kuruluşa kazanç sağladığı belirtilmektedir. 351
3.3. ULUSLARARASI KURULUŞLARA ELEŞTİREL BİR BAKIŞ
Bu bölümde, yeni kamu işletmeciliği ve yönetişim yaklaşımlarının
yaygınlaşmasında önemli role sahip olduğu bilinen üç uluslararası kuruluşun
(Dünya Bankası, IMF ve OECD) kamu yönetimi yaklaşımları incelenmiştir. Elde
edilen bulgular şunlardır: Gerek kamu yönetimi reform gündeminde iyi
347
OECD, Public Sector Transparency and the International Investor, 2003, s. 13,
https://www.oecd.org/investment/investment-policy/18546790.pdf (29.04.2016)
348
a.g.e., s. 16.
349
a.g.e., s.17.
350
L. A. Pal, 2012, s. xix.
351
a.g.e., s. 247.
116
uygulamaların paylaşılması ve teknik yardım adına, gerekse koşulsallık
bağlamında ve kalkınma yardımlarının etkinliğini arttırmak üzere, uluslararası
kuruluşlar kamu yönetimi alanına dâhil olmuş bulunmaktadırlar.
Bu tezde incelenen üç kuruluş da kamu yönetimi anlayışlarında “yönetişim”
yaklaşımını
yansıtmaktadırlar.
OECD
içerisinde
doğrudan
bu
kavramla
isimlendirilen bir Komite bulunmaktadır (Kamu Yönetişimi Komitesi). OECD’de
“yönetişim” gündemine özel sektöre yönelik olarak kurumsal yönetişim
(corporate governance) başlığı altında da yer verilmektedir. OECD ayrıca belirgin
biçimde yeni kamu işletmeciliği tekniklerini savunmaktadır. Zaten kuruluş, bu
yaklaşımın dünyadaki ilk savunucularındandır.
Dünya Bankası ve IMF de, ülkelerde mali disiplinin sağlanmasına yönelik
olarak özellikle 1990’lı yıllarda olduğu gibi neoliberal politikalar doğrultusunda
yalnızca özelleştirmeler yapılması ve harcamaların azaltılması vb. tedbirleri
aşarak, yönetişim vurgusuyla ülkelerin kurumsal altyapı ve işleyişlerine özel
önem atfetmeye başlamışlardır. Aslında bir açıdan, devletin rolünün “yönetişim”
kavramsallaştırması altında vurgulandığı, bunun da bu kuruluşları ilk kurulduğu
yıllarda etkisi altına alan ve sonra ilgiyi yitiren kalkınma iktisadına doğru farklı
kavram ve yöntemlerle bir dönüşün sinyalleri olduğu söylenebilir.
Giriş kısmında da bahsedildiği üzere, anılan kuruluşların kamu yönetimi
gündemi, Wallerstein’ın ve Cox’un yaklaşımlarından faydalanılarak bir sistem
unsuru olarak değerlendirilebilir ve değerlendirilmelidir. Wallerstein’ın tarihsel
sosyolojik bakış açısının dünya ekonomisinin mevcut durumunu anlamada
oldukça faydalı olduğundan ilk bölümde bahsedilmişti. Bu yaklaşım, dünya
sisteminde farklı ülkeler için eşit olmayan şartlar sunan ve hiyerarşik bir düzen
bulunduğuna dikkat çekmesi bakımından oldukça önemlidir ve uluslararası
kuruluşların da bu hiyerarşik düzende yeri bulunmaktadır. Benzer şekilde Cox
tarafından geliştiren ve ilk bölümde bahsedilen kuramsal çerçeve de, tarihsel
yapıların dönemsel olarak nasıl oluştuğuna ışık tutarken uluslararası kuruluşların
bu yapılanmadaki rolüne dikkat çekmektedir. Bu kısımda anılan teorik çerçeveden
faydalanarak uluslararası kuruluşların sistemde konumlanışı ve gündemleri
eleştirel bir biçimde ele alınacaktır.
117
3.3.1. Uluslararası Kuruluşların Sistemdeki Rolleri
Giriş kısmında belirtildiği gibi, bu tezde uluslararası kuruluşların gündeminde
önemli yer tutan yeni kamu işletmeciliği ve yönetişim yaklaşımları, mevcut
kapitalist dünya-sistemi içerisinde anlaşılmaya çalışılmaktadır. İlk bölümde
bahsedildiği üzere, sistem içerisinde hegemonya, “devletin uluslararasılaşması”
(internationalization of the state) yoluyla sürdürülmekte ve burada kurumlar,
içeriden
gelen
(ulusal)
baskıları
dünya
ekonomisinin
gereklilikleri
ile
bağdaştırmaya çalışmaktadırlar. Pax Americana döneminde IMF, ödemeler
dengesi açığı sorunları yaşayan ülkelere borç sağlamak, böylece onlara uyarlama
yapabilmek için zaman tanımak ve otomatik bir altın standardının yol açabileceği
keskin
deflasyonist
baskılardan
kaçınmak
amacıyla
kurulmuştu.
Dünya
Bankası’nın da daha uzun dönemli mali yardım için bir araç olması hedeflenmişti.
Ekonomik olarak zayıf ülkelere sistemin kendisi tarafından yardım
sağlanması, bunun da ya sistemin kurumları tarafından ya da sistemin kurumları
onların sistemin normlarına uygunluğunu onayladığı takdirde diğer devletlerce
yapılması öngörülmüştü. Bu kurumlar sistemin normlarının uygulanması ve mali
yardımın bu normlara uygun olması için makul kanıtlara bağlı olarak sunulması
amacıyla denetleme mekanizmaları içermekteydi. Anılan denetim mekanizması,
Batılı müttefikler ve tüm sanayileşmiş kapitalist ülkeler için, ulusal politikaların
uyumlaştırılması için tamamlayıcı
araçlar tarafından desteklenmişti. Bu
prosedürler, Batı Avrupa ülkelerince izlenen yeniden yapılanma planlarının
eleştirisi (Marshall yardımları için ABD’nin şartı yeniden yapılanmaydı) ile
başlamış, bu durum NATO tarafından gerçekleştirilen yıllık değerlendirme
prosedürünün geliştirilmesi ile sürmüş, sonrasında ulusal politikaların ortak bir
danışma ve değerlendirme mekanizmasına tabi olması ile birlikte sıkça
gerçekleşen bir uygulama haline gelmiştir. (OECD ve diğer kuruluşlar yoluyla). 352
“Devletin uluslararasılaşması” elbette yalnızca gelişmiş merkez kapitalist
ülkelerle sınırlı değildir. Çevre ülkelerde, verilen borçların yenilenmesi için dünya
352
R. W. Cox, 1986.
118
ekonomisinin kurumları tarafından belirli politikalar dikte edilmektedir. 353 Çevre
ülkelere giden borçların idaresi, rentier emperyalizm (rentier imperialism) olarak
adlandırılmıştır. 354 Bu görüşler, bugün Dünya Bankası ve IMF politikalarının
eleştirilmesine yönelik bir teorik çerçeve sunması bakımından önemlidir. Tezin
konusunu oluşturan kamu yönetimi alanı açısından bakıldığında, kamu yönetimi
reformu bugün oldukça eleştirilen bir husus haline gelmiştir. Hem iyi
uygulamaların sorgulanması bakımından, hem de neye hizmet ettikleri
bakımından uluslararası kuruluşlar bugün toplumsal hareketlerin de hedefi
olmaktadır.
Bu bölümde anlatılmaya çalışıldığı üzere, Dünya Bankası, IMF ve OECD’nin
kendi anlaşma hükümlerince tanımlanan görevleri bulunmaktadır. Üç kuruluşun
her biri, İkinci Dünya Savaşı sonrasında oluşturulmaya çalışılan düzende özel bir
misyon üstlenmiştir. Dünya Bankası ve IMF ile başlamak gerekirse Bretton
Woods stratejisi; savaş öncesi ekonomik gerilemenin iki temel sebebi ve küresel
refahın önündeki engeller olduğu düşünülen, istikrarlı finansal piyasaların
eksikliğine ve savaşın sebep olduğu tahribatlara odaklanmıştır. Bu çerçevede
IMF’nin güvenilir para politikası ve döviz kuru rejimleri oluşturmak amacıyla
kaynak sağlayarak küresel finansal piyasaları ve ulusal para birimlerini dengede
tutması, Dünya Bankası’nın ise yeniden yapılanma ve kalkınma yatırımlarını
kolaylaştırmak için Avrupa’yı yeniden inşa etmesi amaçlanmıştır. Ancak
uluslararası finansal kuruluşlar olarak anılan Dünya Bankası ve IMF, küresel
ekonomiye fayda sağlama ve dünya barışına katkıda bulunma niyetiyle
oluşturulsa da, bu kurumlar “küreselleşme karşıtı” olarak adlandırılan hareketlerin
hedefi olmuşlardır. Birçok ülkede bu kuruluşların, Batı tarzı kapitalizmi
gelişmekte olan ülkelere sosyal etkileri göz ardı edilerek empoze ettiği
düşünülmektedir. Yukarıda bahsedildiği üzere, kuruluşların amaçları zaman
içerisinde dönüşüme uğramıştır; çünkü bazı kesimlerin zenginleşerek bazı
kesimleri yoksullaşması, küresel gelir eşitsizliğini gözler önüne serdiğinde, bu
kuruluşlar meşruiyet sorunu ile karşılaşmışlardır. Yoksullukla mücadele amacının
bu kuruluşların gündemine yerleşmesini bu şekilde açıklamak mümkündür.
353
354
R. W. Cox, 1986, s. 232.
a.g.e., s. 234.
119
Fakat Dünya Bankası ve IMF; küresel yoksulluğu azaltma, hayat
standartlarını yükseltme, ekonomik büyüme ve yüksek düzeyde istihdamı
güçlendirmeyi amaç olarak telaffuz etse de, bu kuruluşların birçok tartışma ve
eleştiri ile karşı karşıya kaldığı da bir gerçektir. Tartışmanın temel kaynağının ise,
IMF ve Dünya Bankası mali yardımlarına eklenen yapısal uyum programları
olduğu değerlendirilmektedir.
Dünya Bankası ve IMF’nin genelde Kuzey ülkeleri tarafından kontrol edildiği
ve IMF’nin temsil ettiği politikaların “Washington Uzlaşması” olarak anıldığı
düşünüldüğünde; Güney ülkeleri bu kuruluşları kendi vatandaşlarından çok
küresel yatırımcıların ve şirketlerin çıkarlarına hizmet eden yeni sömürgeciliğin
(neo-colonialism) bir tecellisi olarak görebilmektedir. Birçok özelleştirme örneği
devlet tarafından işletilen şirketlerin, Kuzey ülkelerinin çok uluslu şirketlerine
satılmasıyla sonuçlanmıştır. Dünya Bankası ve IMF tarafından bu tartışmalı sicil
kabul edilip kuruluşların kendilerince reforma tabi tutulsa da, bu kuruluşlar
uluslararası finansal sistemdeki rollerini vurgulamakta ve yetkililer Polonya
örneğinde olduğu gibi ülkelerin durumlarının iyiye gitmesinde IMF’nin kilit rol
oynadığını savunmaktadırlar. Ayrıca ülkeler mali zorluklar yaşadığında
yardımlara başvurduğundan, ülkelerin sorunları için bu kuruluşları suçlamanın zor
göründüğü de belirtilmektedir. 355
Fakat ülkelerin tecrübe ettiği mali zorlukları da aslında dünya-sistemine
bağlamak mümkündür. 1945-1970 döneminde yaşanan yüksek düzeydeki sermaye
birikiminin özellikle 1968 dünya devriminin ardından yavaşlaması sonucunda
hegemonun üstünlüğünün sürdürülmesinde finansallaşma ve bu kapsamda
borçlandırma önemli bir araç olmuştur. Daha önce bahsedildiği gibi ilk
borçlandırma balonu OPEC etkisi ile 1973 ve 1979’da yaşanmış; bu kapsamda
fiyatlardaki yükseliş petrol ihraç etmeyen Güney ülkeleri ve sosyalist blokta
olumsuz etkilere yol açmıştır. OPEC ülkeleri ise, petrol fiyatlarındaki artıştan
dolayı yükselen gelirlerinin bir kısmını Batı bankalarına yatırmış, bankalar da
355
C. W. Kegley ve S. L. Blanton, 2014-2015, s. 324-325.
120
ödeme dengesi güçlüğü yaşayan ülkelere borç vermeyi teklif etmiştir. Borçlar geri
ödenemediğinde ise, borç krizleri doğmuştur. 356
Wallerstein, ülkelerin mali durumlarını olumsuz şekilde etkileyen petrol
krizlerine yönelik olarak, OPEC’in fiyatları yükseltmesininin, ABD’nin OPEC
üyeleri arasında en sadık iki müttefiki olan Suudi Arabistan ve Şah dönemindeki
İran’ın işi olduğunu belirtir. Wallerstein ayrıca, ABD’nin onların bu hamlesini
teşvik ettiğine inanmak için birçok sebep olduğunu ifade eder. 357 Daha önce
bahsedildiği gibi, 1973-74’te ve 1979’da OPEC tarafından petrol fiyatlarının
yükseltilmesi sonucu döviz kuru eksikliği ve sürdürülemeyen borçlanma
sorunları, petrol ihraç etmeyen birçok gelişmekte olan ülkeyi yapısal uyumu kabul
etmeye zorlamıştır. Uluslararası finansa olan ihtiyacın karşılığı da, ekonomik
politikaya dış müdahale olmuştur. 358
Kapitalist dünya-sisteminde sermayenin akışkanlığı, dış finansman ve dış
borç uygulamalarını kapsamaktadır. Bu kapsamda kapitalizmin evrelerinde, dış
borç ve finansman mekanizmaları farklı işlevler görebilmektedir. 20. yüzyılda bu
süreç, IMF’nin patronajını üstendiği ve Dünya Bankası’nın da açık destek verdiği
istikrar ve yapısal uyum programları ve politikaları ile yürümüştür. 359
Bu kapsamda Türkiye’de de 24 Ocak 1980 tarihinde yürürlüğe konan ve
sonraki yılları etkileyecek olan IMF kökenli bir istikrar programı kabul edilmiştir.
Bu kararların, sadece bir istikrar programı niteliği taşımadığı, beynelmilel
sermayenin özellikle Dünya Bankası aracılığıyla “pazarlandığı” ve bir “yapısal
uyum” perspektifi de taşıdığı değerlendirilmektedir. “Alternatifi yoktur”
sloganıyla ve yoğun bir ideolojik kampanyayla sunulan bu neoliberal modelin,
1970’li yıllarda IMF’nin dış tıkanma koşulları altında bunalan pek çok az gelişmiş
ülkeye dayattığı standart istikrar politikası paketi ile Dünya Bankasınca
geliştirilen
tipik
bir
yapısal
uyum
programının
unsurlarını
içerdiği
görülmektedir. 360 Cox, “yapısal uyum” adı altında borçlu devletlerin ulusal kemer
356
I. Wallerstein, 2014.
a.g.e., s. 43.
358
T. G. Weiss, 2010, s. 798.
359
Sinan Sönmez, Dünya Ekonomisinde Dönüşüm: Sömürgecilikten Küreselleşmeye, İmge
Kitabevi, 1998.
360
Korkut Boratav, Türkiye İktisat Tarihi: 1908-2009, İmge Kitabevi, Ankara, 2003, s. 147-148.
357
121
sıkma programları yürütmesinin beklendiği, böylece ulusal yapıların dışsal etkiye
açık hale geldiğini ifade etmektedir. 361
Dünya Bankası ve IMF’nin dünya-sistemindeki yeri bu doğrultuda
değerlendirilebilirken, OECD’ye bakıldığında İkinci Dünya Savaşı sonrası
düzende ülkeler arasındaki işbirliğine katkıda bulunmada bir misyon üstlendiği
söylenebilir. OECD üyeleri ticari anlaşmazlığın savaşa yol açtığına, GATT ve
IMF’nin bu anlamda birincil savunma çizgisini oluşturduğuna, bölgesel
anlaşmazlığın bu genel amacı zedeleyebileceğine ve dolayısıyla OECD’nin ticaret
ve ödemeler rejiminin genel amaçlarını desteklemede ve lider sanayi ülkelerini bir
arada çalışmaya teşvik etmede katkısı olacağına inanmaktaydı. 362
Bugünse OECD Genel Sekreteri Angel Gurría kuruluşu, “en iyi uygulamalar
evi” (house of best practices) olarak tanımlamaktadır. 363 Gerçekten de OECD;
Dünya Bankası ve IMF ile karşılaştırıldığında oldukça sınırlı ve daha çok gelişmiş
ülkelerin içerisinde bulunduğu bir üyeliğe sahiptir. Bu da kuruluşu, az gelişmiş ve
gelişmekte olan ülkelere kıyasla daha üst seviye kamu yönetimi reform
çabalarının tartışıldığı bir platform haline getirmektedir. Daha önce de
bahsedildiği gibi OECD kredi sunmamakta, bu da kuruluşun kamu yönetimi
gündemini bir kredi koşulsallığı içerisinde düşünmeyi olanaksız kılmaktadır.
Dünya Bankası ve IMF ise, geniş üyeliğe sahip kuruluşlar olup, gelişmiş ülkelerle
birlikte dış borca bağımlı olan az gelişmiş ülkeleri ve birçok gelişmekte olan
ülkeyi kapsamaktadır. Dolayısıyla bu iki kuruluş, kredi ve imkânlarını koşullu
biçimde sunmakta ve bu kapsamda kamu yönetiminde yapısal değişim unsurları
bu koşulsallık çerçevesine dâhil olabilmektedir. Çünkü koşulsallık, yardımların
amaçlanan hedeflere ulaşmasında bir araç olmaktadır.
OECD kredi sunmasa da, DAC yoluyla donörler arasında koordinasyon
sağlanmasına katkıda bulunmakta ve kalkınma hedeflerinin ülkelerin bütçe
sistemlerinde etkinlik ve verimlilik sağlanması yoluyla başarılabileceği fikrinde
Dünya Bankası ve IMF ile aynı yaklaşımı paylaşmaktadır. Ayrıca DAC tarafından
361
R. W. Cox, 1996, s. 296-303.
R. Wolfe, 2008, s. 27.
363
OECD, “Accession: Latvia invited to join OECD”
http://www.oecd.org/latvia/accession-latvia-invited-to-join-oecd.htm (13.05.2016)
362
122
kamu mali yönetimi alanındaki çalışmalar ve performans ölçümü konusunda iyi
uygulamalar yayımlanmıştır. Bugün kalkınma yardımı sağlayan donörler
arasındaki koordinasyonu sağlamada DAC önemli rol üstlenmektedir.
OECD 1990’lı yıllarda özellikle eski sosyalist ülkelerde kapitalizme dönüş
sürecini güvenceye alacak devlet örgütlenmesi oluşturmayı üstlenerek piyasa
sisteminin yeniden oluşturulmasını hedeflemişti. Kuruluş ayrıca “regülasyon
reformu” yoluyla aynı yıllarda Dünya Bankası ile birlikte devletin yeniden
yapılandırılmasına dahil olmuştur. 364
Bu açıdan bakıldığında, OECD’nin de uluslararası sistemin mevcut
hegemonyasını korumadaki rolü anlaşılabilmektedir. Yeni kamu işletmeciliğinin
ilk kez bu kuruluşun çalışmalarında yankı bulduğu ve Genel Sekreteri tarafından
kuruluşun “en iyi uygulamalar evi” olarak tanımlandığı düşünülürse, kapitalist
sistemin sürdürülmesine yönelik uygulamaların yayılmasına fikirsel altyapıyı ve
desteği sağlamada OECD önemli bir aktör olmaktadır.
Bugün uluslararası kuruluşlarca önerilen kamu yönetimi reformunun bir
tehdit olduğu, neoliberalizmin temel kavramı olan yönetişim tipi iktidarın,
sermaye diktatörlüğü üzerinde yükselen yeni bir sömürgeleşme çağı inşa ettiği de
savunulmaktadır. Neoliberal devlet reformunun asıl olarak Dünya Bankası,
OECD, AB ve BM’nin müdahale alanı olduğu, IMF’nin bu süreçteki rolünün ise
kamu harcamalarının kısılması baskısında somutlaştığı belirtilmektedir. 365
Bu bakış
açısıyla bakıldığında, merkezin iktisadi ve siyasal
güç
örgütlenmesine öncelik verildiği gözlemlenebilir. IMF’nin ABD Hazine
Bakanlığının doğrudan uzantısı olduğu 366 ve ABD’de örneğin 2003-2008 yıllarını
kapsayan Hazine stratejik planında uluslararası finansal sistemin istikrarını
geliştirmenin yer aldığı 367 değerlendirilirse, anılan kuruluşlarca savunulan kamu
364
a.g.e., s. 4.
Birgül Ayman Güler, “Devlette Reform”, 3 Mart 2003, Mimarlar Odası Sunuşu,
http://www.mimarlarodasiankara.org/dosya/birgulaymanguler.pdf (26.09.2016)
366
A. H. Köse, 2013.
367
Ümit Arslan, “ABD Hazinesinin Stratejik Planı Üzerine Kısa Bir Değerlendirme”, Strateji
Bülteni, Nisan 2007, s. 16.
365
123
yönetimi reformunun nesnel biçimde algılanması oldukça zordur. Çünkü
neoliberal küreselleşme sürecindeki hiper-sömürünün, etkin ve yönetişimci devlet
ve verimlilik gibi unsurları desteklediği savunulmaktadır. 368 Yönetişim formülü
içerisinde zikredilen katılımcılığın demokratik olmadığı, hatta anti-demokratik
olduğu; çünkü modelin sermaye dışı tüm toplumsal kesimleri iktidarın dışına
attığı savunulmaktadır. 369 Etkinlik hedefine bakıldığında ise, etkin kamu
hizmetine kimsenin karşı çıkamayacağı düşünülürse önemli olan etkinliğin nasıl
sağlanacağıdır. Yönetişim modelinde etkin kamu yönetimi ancak kamu yönetimi
piyasa
ilkeleri
mekanizmalarına
çerçevesinde
dayalı
işlediğinde
olarak
üretilen
sağlanmaktadır,
kamu
çünkü
hizmetinden
kamu
etkinlik
beklenmemektedir. Oysa etkin kamu hizmeti, halkın hızlı biçimde, kolay ve eşitçe
erişebildiği hizmet olup, etkin kamu yönetimi de bu nitelikte hizmet üreten
bürokrasidir. Yönetişim modelinin şeffaflık ilkesi de tartışmalıdır; çünkü bu
açıklığın özel sektör için geldiği ve özel sektör yatırımlarını ve işletmeciliğini
kolaylaştırdığı düşünülmektedir. Ayrıca şeffaflığın küresel mal ve hizmet ticareti
için zorunlu koşul sayıldığı görülmektedir. 370 OECD tarafından yayımlanan
“Kamu Sektörü Şeffaflığı ve Uluslararası Yatırımcı” isimli çalışmın da bu
kapsamda şeffaflığı vurguladığı görülmektedir.
Uluslararası kuruluşlarca önerilen reform gündeminin, bu kuruluşların kendi
içerisinde nasıl uygulandığı da ayrı bir tartışma konusu niteliğindedir. Hem
Bretton Woods kuruluşları olan Dünya Bankası ve IMF’nin hem de OECD’nin
varoluş nedenini oluşturan İkinci Dünya Savaşı sonrası kurulan düzende yaşanan
hızlı değişim, bu kuruluşların meşruiyet zeminini de zedelemektedir. Bugün başta
BM olmak üzere uluslararası kuruluşlarda reform ihtiyacı artık yüksek sesle dile
getirilmektedir. Değişen ekonomik güç dengesinin gelişmekte olan ülkelerin
lehine değişmesinin, temsiliyet açısından Müslüman ülkelerin nüfusu da göz
önüne alındığında BM yapısına mutlaka yansıyacağı değerlendirilmektedir. 371
Erinç Yeldan, “Neoliberal küreselleşmenin maskesi düşerken”, 29 Haziran 2016,
http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/559321/Neoliberal_kuresellesmenin_maskesi_duserken.
html(26.09.2016)
369
B. A. Güler, 3 Mart 2003, s. 8.
370
a.g.e., s. 10.
371
Erdal Tanas Karagöl, “Birleşmiş Milletler Kimi ve Neyi Temsil Ediyor?”, SETA, 19 Eylül
2016,
http://setav.org/tr/birlesmis-milletler-neyi-ve-kimi-temsil-ediyor/yorum/42959 (26.09.2016)
368
124
Mevcut sisteme yönelik hoşnutsuzların artması, “dünya beşten büyüktür”372
söyleminin süreceği inancını da güçlendirmektedir.
Kapitalist dünya sisteminin bir krizde olduğu bugün hem akademik
çevrelerde, hem de farklı coğrafyalardan siyasi ve toplumsal aktörlerin bu
sistemin merkezinde yer alan ülke ve kuruluşlara yönelik başkaldırılarında
görüldüğü üzere, artık yadsınamaz bir olgu haline gelmiştir. Bugün sistem karşıtı
toplumsal
hareketlerden
birisi
de
“küreselleşme
karşıtı”
olarak
anılan
hareketlerdir. Mallarda ve sermayede serbest ticareti savunan neoliberallerin
söylemi olan küreselleşme 1990’larda güçlü bir unsur haline geldiğinden, 1999
yılında Seattle’da DTÖ toplantısı protesto edilmiş ve ardından da tüm dünyada
neoliberal gündemden etkilenen hükümetlerarası toplantılara yönelik gösteriler
yapılmıştır. Bu hareketler, Dünya Toplumsal Forumu’nun düzenlenmesine yol
açmış, ilk toplantı Porto Alegre’de gerçekleşmiştir. Forum daha sonra da
tekrarlanmıştır. Eski Sol hareketleri ve insan hakları gruplarını bir araya getiren
Forumun ortak amacı neoliberalizmin toplumsal tahribatlarıyla mücadele, sloganı
ise “başka bir dünya mümkün” (another world is possible) ifadesi olmuştur. 373
Fakat bir şehri neredeyse kapatacak duruma gelen protestoların bugün hemen
hemen yok olduğu da tartışılmaktadır. Bunun nedeni olarak Dünya Bankası ve
diğer kuruluşların politikalarında değişime gitmelerinin ve yoksulluğu azaltmaya
yönelmelerinin olabileceği belirtilirken, durumun böyle olmadığı ve tepkilerin
durmasının küresel ve ulusal ekonomilerin gerilemesi olduğu da ifade
edilmektedir. 374
Bugün kapitalizmin geleceği tartışılsa da, yerine neyin konulacağı da bir o
kadar tartışmalıdır. Wallerstein, gelecek sistem için süren mücadelenin kaotik
olduğunu belirtmektedir. Kapitalizmin yerine gelecek sistemin de mevcut
sistemdeki hiyerarşi, sömürü ve kutuplaşmayı korumasının mümkün olduğunu
Kıbrıs Postası, “Erdoğan: Dünya 5'ten büyüktür”, 21 Eylül 2016.
http://www.kibrispostasi.com/index.php/cat/36/news/200922/PageName/TURKIYE (26.09.2016)
373
Immanuel Wallerstein, “New Revolts Against the System”, New Left Review, 18, December
2002.
374
Mimi Dwyer, “Where Did the Anti-Globalization Movement Go?”, 26 October 2012,
https://newrepublic.com/article/115360/wto-protests-why-have-they-gotten-smaller(26.09.2016)
372
125
belirten Wallerstein, bunun mantıksal alternatifinin görece demokratik ve eşitlikçi
bir sistem olduğunu belirtir. 375
3.3.2. Kamu Yönetimi Reformunda “En İyi Uygulamalar”
Uluslararası kuruluşların kamu yönetimi gündeminin uluslararası düzeyde
tartışılmasının özellikle 1990’lı yıllardan itibaren geliştiğini ve bugün oldukça
yaygınlaştığını söylemek mümkündür. İlk bölümde belirtildiği üzere uluslararası
kuruluşlar tarafından üretilen raporların, geliştirilen modellerin, standartların ve
iyi/en iyi uygulamaların, özelikle son 15 yıldır rejimlerin karşılaştırılması, en iyi
uygulamaların tartışılması ve bu uygulamaların bir yerden diğerine aktarılması
yönündeki artan küresel diyalog içerisinde önemli payı bulunmaktadır.
Orta
vadeli harcama çerçevesi, “paranın karşılığı” ve “mali şeffaflık” gibi kavramlar,
küreselleşmenin de etkisiyle ülkeler arasında dolaşıma giren fikirler olmuştur.
Eğer “en iyi uygulamalar” bir sistem tarafından tek taraflı olarak
tanımlanıyorsa, “en iyi” olduğu nasıl bilinecektir? Bu sorunun yanıtı, uluslararası
kuruluşların kendilerince dahi sorgulanmaya başlamıştır. Çünkü ülkelere genel
geçer biçimde tavsiye edilen uygulamalar her durumda beklenen sonucu
vermemektedir. Örneğin Yeni Zelanda’da gerçekleşen reformların gelişmekte
olan ülkelerde denenmesine yönelik uyarılar, Dünya Bankası tarafından
paylaşılmaktadır. 376 Ayrıca reformların ülkeler tarafından sahiplenilmesi gerektiği
(country ownership) konusu, özellikle Dünya Bankası ve IMF tarafından daha çok
vurgulanır hale gelmiştir.
Sorulması gereken soru ise, uluslararası kuruluşlar tarafından önerilen
politika, tavsiye ve standartların her ülkede ve her koşulda iyi işleyip
işlemeyeceğidir.
Bu
soruya
verilecek
yanıtın
evet
olması
mümkün
görünmemektedir; çünkü bu standartların içinde işleyeceği ulusal kurumsal
yapılar ve siyasi kültürler şüphesiz farklılık göstermektedir. Örneğin Franco
375
Wallerstein, 2014, s. 45.
Allen Schick, 1998, “Why Most Developing Countries Should Not Try New Zealand’s
Reforms”dan aktaran Dünya Bankası, Public Expenditure Management Handbook, 2008.
376
126
Reviglio, bütçe reformlarının farklı siyasi koşullarda farklı mali kararlara yol
açabileceğinden bahsetmekte, bu kapsamda siyasi reform gerekliliğinin altını
çizmekte ve siyasi reformlar olmadan, bütçede şeffaflığı arttırmaya yönelik teknik
gelişmelerin kamu harcama reformlarını yalnızca dolaylı olarak etkileyebileceğini
ifade etmektedir. 377 Bu kapsamda Türkiye’nin tecrübesinden bahsetmenin faydalı
olacağı düşünülmektedir.
Türkiye de yeni kamu işletmeciliği ve yönetişim gündeminden etkilenen
kamu yönetimi reformunu tecrübe etmekte olan ülkelerden birisidir. Özellikle
mali yönetim alanında Türkiye, uluslararası kuruluşlarca tavsiye edilen çağdaş
yönetim tekniklerini kamuya uyarlamaya çalışmıştır. Aslında kamu yönetimi
reformu, Türkiye’de uzun zamandır tartışılan bir gündem olmuştur. Ancak bu
gündem, az sonra belirtileceği üzere özellikle kamu mali yönetimi alanında,
1990’lı ve 2000’li yıllarda geliştirilmiş ve önemli adımlar atılmıştır. Hasan
Canpolat ve Mehmet Cangir tarafından belirtildiği gibi, Türkiye’de bu gündemin
önemli ilham kaynaklarından birisinin, 1980 sonrası dönemde ön plana çıkan
“yeni sağ” düşüncesinin olduğunu söylemek mümkündür; bu dönemde devletin
ekonomiye müdahalesini azaltma doğrultusunda “minimal devlet” anlayışı,
ekonomi yönetimi alanında hız kazanan reformlara rehberlik etmiştir. Bu
çerçevede Batılı ülkelerde daha önceden başlamış olan yeni kamu işletmeciliği
eğilimleri Türkiye’yi etkilemiş ancak ülkenin koşulları ile uyumlu ve kapsamlı bir
reform programı hayata geçirilememiştir. “Kamu Yönetiminin Temel Nitelikleri
ve Yeniden Yapılandırılması Hakkında Kanun”, yeni kamu işletmeciliği
anlayışından etkilenerek geliştirilen ve kamu yönetimi reformunun yeni bir
anlayışla yapıldığını, kullandığı dil yoluyla gösteren bir çaba olmuştur. Anılan
Kanun tasarısı yasalaşamasa da, tasarıda geleneksel “idare” (administration)
kavramının yerine kamu yönetimi (public management) kavramının kullanılması
bunun bir göstergesi olmuştur. Ayrıca saydamlık, hesap verebilirlik ve katılımcı
yönetim gibi kavramlar da oluşturulması gereken kamu yönetiminin nitelikleri
olarak tasarıda kendisine yer bulmuştur. Canpolat, anılan Kanun tasarısının
sisteme yönelik bir değişim sürecine yol açabileceği endişesi ile bir tehdit olarak
377
Franco Reviglio, “Budgetary Transparency for Public Expenditure Control”, 2001,
https://www.imf.org/external/pubs/ft/wp/2001/wp0108.pdf (13.05.2016)
127
algılandığını ve şiddetli eleştirilerin ardından Meclis’ten geçtiğini fakat
yasalaşmadığını belirtmektedir. 378
Türkiye’de mali yönetim ve iç kontrol sistemini düzenleyen 5018 sayılı
Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu da yeni kamu işletmeciliği ve yönetişim
yaklaşımları çerçevesinde düzenlenmiştir. Kanunun kabulünü beraberinde getiren
mali yönetim reformunun kökenlerini, hükümetin 1994 yılındaki 5 Nisan kararları
çerçevesinde mali istikrar çabasını geliştirmek amacıyla Dünya Bankası
tarafından desteklenen 1995 yılındaki Kamu Mali Yönetimi Projesi (Public
Financial Management Project) oluşturmaktadır. Bu proje 62 milyon dolarlık
bütçesi ile üç bileşeni içermektedir: vergi idaresi, harcama ve personel yönetimi
ve gümrük işlemleri. Harcama yönetimi bileşeni doğrultusunda bütçenin bir mali
politika aracı olarak faydasını arttırmak, bütçe dışı fonlarla ilgili olarak devletin
harcamalarını azaltmak ve kamu maliyesinin etkinliğini ve verimliliğini
geliştirmek hedeflenmiştir. 379
Uluslararası kuruluşlarla işbirliği halinde yürütülen kamu mali yönetimi
reform sürecinde Türkiye, 1927 yılından beri yürürlükte olan ve mali anayasa
olarak değerlendirilen 1050 sayılı Muhasebe-i Umumiye Kanununun yerine geçen
5018 sayılı Kanun ile birlikte “çok yıllı bütçeleme”, “performans esaslı
bütçeleme” ve “orta vadeli harcama çerçevesi” gibi yeni kavramlarla tanışmıştır.
Kanunun kabul edilmesinden önce Dünya Bankası ve Türkiye işbirliğinde
hazırlanan Kamu Harcamaları ve Kurumsal Değerlendirmesi (Public Expenditure
and Institutional Review, PEIR) isimli çalışma, bir “yönetişim sorunu”na işaret
Hasan Canpolat ve Mehmet Cangir, “Değişen Dünyada Kamu Yönetiminin Geleceği ve
Türkiye’nin Reform Gündemi: Devletin Daha Fazla Demokratikleşmesi”, Türk İdare Dergisi,
Sayı: 466, Mart 2010, s. 36-38.
379
Dünya Bankası, Public Financial Management Project, August 1995,
http://wwwwds.worldbank.org/external/default/WDSContentServer/WDSP/IB/1995/08/29/000009265_39610
08052233/Rendered/PDF/multi0page.pdf (13.05.2016)
378
128
etmiş ve bu kapsamda kolektif karar alıcı kurumların, Türkiye’nin kamu harcama
yönetimi sistemindeki sorunların özünde yatan neden olduğunu belirtmiştir. 380
PEIR çalışması, temel sorunları ve bir reform stratejisi belirlemek için
hükümet içerisinde uzlaşma sağlanması amacıyla Hazine Müsteşarlığı altında
kurulan PER çalışma grubu tarafından koordine edilmiştir. 2000’li yılların sonu
ve 2001 yılının başındaki ekonomik karmaşa zamanında da Dünya Bankası ve
IMF, Türkiye ile yakın işbirliğini hem mali destek hem de koordine edilmiş
politika tavsiyesi ile sürdürmüştür. İki kuruluşun desteği, hükümetin finansal
sektör ve kamu sektörü reformuna yönelik kapsamlı taahhütlerine dayanmıştır.
Reformlar belirlenerek, Banka’nın “Program Niteliğinde Finansal Sektör ve
Kamu Sektörü Uyum Kredisi”ne (Programmatic Financial and Public Sector
Adjustment Loan) entegre edilmiştir. 381
PEIR, bütçe sisteminin zayıf performansına vurgu yaparak performansa
yönelik üç temel alan belirlemiştir. İlk olarak PEIR’de, özellikle bütçe dışı
faaliyetlerdeki artış sebebiyle Türkiye’de mali harcamaların verimsiz şekilde
yönetildiği ifade edilmektedir. İkinci olarak PEIR, stratejik politika yapımının göz
ardı edildiğini ve politika ve planların bütçe ile ilişkilendirilmediğini
belirtmektedir. Son olarak çalışma, bütçenin ve bütçesel kontrollerin katılığını
eleştirmekte ve bu durumun da artan bütçe dışı faaliyetlerin sebebi olduğunu ifade
etmektedir. Ayrıca katı bütçesel kontrollerin, performansı ve etkinliği ölçmede
yetersiz olduğu ve yalnızca mevcut düzenlemelerle uyumu değerlendirdiği
belirtilmektedir. 382
PEIR’de ifade edilen sorunlar kapsamında oluşturulan 5018 sayılı Kanun,
adından da anlaşılacağı üzere mali yapının “yönetimi”ne önem vermiş ve bu
anlamda modern yaklaşımları entegre etmeye çalışmıştır. Burada bir yaklaşım
Dünya Bankası, Turkey Public Expenditure and Institutional Review: Reforming Budgetary
Institutions for Effective Government, 2001, s. 7,
http://wwwwds.worldbank.org/external/default/WDSContentServer/WDSP/IB/2015/08/31/090224b0828aaf6
3/1_0/Rendered/PDF/Turkey000Publi0effective0government.pdf (13.05.2016)
381
Dünya Bankası ve IMF, 2003, s. 22.
382
Dünya Bankası, 2001, s. 7.
380
129
değişikliğinden söz etmek mümkündür. Mali işlemler yalnızca mali boyutu ile ele
alınmamış, bu işlemlerin gerçekleştiği süreçlerin idari ve siyasi niteliği de ön
plana çıkmıştır. Bu bakış açısı da uluslararası standartları yansıtmaktadır.
Yasanın hazırlanmasına yönelik önemli eleştiriler mevcuttur. Yasanın
hazırlanmasında alışagelinen “yönetişim” uygulamaları çerçevesinde büyük
sermayenin ve uluslararası kuruluşların yer aldığı; toplantılarda Türkiye Odalar ve
Borsalar Birliği, Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı ve Türk Sanayici ve
İşadamları Derneği ile birlikte Uluslararası Yerel Yönetim Birliği’nin hazır
bulunduğu belirtilmektedir. Ayrıca Kanunun, devletin önceliğinin sosyal
harcamalar yapmak, işsizliği azaltmak ve eğitimi arttırmak gibi yaklaşımlardan
uzaklaşmasını yasal bir çerçeveye oturtmaya yöneldiği savunulmaktadır. Diğer
önemli bir eleştiri ise siyasi etkilerden uzak ve uzmanlık temelinde düzenlenmiş
olan hesap uzmanlığı ve maliye müfettişliği gibi bürokratik sistemle özdeşleşmiş
önemli kurumların ortadan kaldırılmasının, Kanunun olumsuz sonuçlarından birisi
olduğu değerlendirilmiştir. 383
5018 sayılı Kanunun, Türkiye’de devlet sisteminin mevcut normlarını büyük
ölçüde ortadan kaldırdığı düşünülmektedir. 384 5018 sayılı Kanun öncesinde
yürürlükte olan 1050 sayılı Kanunda esas olarak mali usul düzenlenmiş, mali
yetkiler ve sorumluluklar idari yapıya bağlı görevler itibarıyla tanımlanmıştır.
Dolayısıyla modern anlamda mali saydamlık, hesap verebilirlik ve raporlama
işlevleri Kanunda ihmal edilmiş, bunlar ayrı bir idari faaliyet olarak mütalaa
edilmiştir. Fakat bu durum Kanunun yanlış olduğu anlamına gelmemektedir;
çünkü Kanun görev edindiği mali usul hukuku alanını düzenlemeyi tercih etmiştir.
5018 sayılı Kanunda, kamu kaynağının etkili ve verimli kullanımı, hesap
verebilirlik, saydamlık ve stratejik planlama gibi kavramların ölçülmesi ve
Ahmet Alpay Dikmen, “Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu Tasarısı Üzerine
Değerlendirmeler”,
http://www.bagimsizsosyalbilimciler.org/Yazilar_BSB/DikmenKMYMKK_Cumhuriyet.doc(26.09.2016)
384
Doğan Bayar, “Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu Ne Getir(m)iyor?”, s. 61,
http://dergiler.sgb.gov.tr/calismalar/maliye_dergisi/yayinlar/md/md144/kamumali.pdf
(26.09.2016)
383
130
yaptırımları mali hukuk konusu olmaktan çok yönetim hukuku sorunu olarak
görülmektedir. 385
Ancak mali sistemde yaşanan aksaklıkların tek sebebi 1050 sayılı Kanun
olmamıştır; daha sonra çıkarılan kanunlar ve uygulamalarla sistemin etrafından
dolaşılması ve yeni ayrıcalıklar oluşturulması çok önemli bir sebeptir. 386 Mali
denetim ve performans denetimi gibi çağdaş teknikler idari siyasi karakterlidir ve
5018 sayılı Kanuna dek bunlara önem verilmemiş olması sistem sorunu olmayıp,
bu bir tercihtir. 387 Dolayısıyla uluslararası kuruluşların önerdiği bir uygulamanın
yürütülüp yürütülmemesi, sistemi “en iyi” yapmamaktadır. Uygulamanın adından
çok, nasıl ve hangi amaçlarla uygulandığı anlam kazanmaktadır.
Bir örnek vermek gerekirse 1050 sayılı Kanun, 5018 sayılı Kanunda olduğu
gibi “hazine birliği” ilkesini koymuş, ancak zamanla ilkenin yalnızca adı
kalmıştır. 5018 sayılı Kanunun 6. maddesinde merkezi yönetim kapsamındaki
kamu idareleri için hazine birliği ilkesi bulunmakta ancak maddenin ikinci
paragrafında yalnızca I sayılı cetvelde yer alan idarelerin özel vezne açamayacağı
bildirilmiştir.
Dolayısıyla
aslında
hazine
birliğinin
sakat
hali
tekrar
edilmektedir. 388
Diğer yandan 5018 sayılı Kanunda Dünya Bankasından esinlenerek
öngörülen orta vadeli çerçeve uyarınca idarelerin Orta Vadeli Program (OVP) ve
Orta Vadeli Mali Plan (OVMP) ile belirlenen sınırlar içerisinde kendi kurumsal
önceliklerinin yer aldığı stratejik planların yıllık uygulama dilimi olan performans
programından yararlanarak bütçelerini hazırlamaları gerekmektedir. Ancak
uygulamada, bütçe teklifleri idarelerden OVP ve OVMP yayımlanmadan Temmuz
ayı içerisinde istenmektedir. Böylece idareler OVP ve OVMP’den yararlanmadan
başka bir ifadeyle hükümetin rotasını gösteren orta vadeli bir perspektif olmadan
bütçe hazırlamak zorunda kalmaktadır. Bu da 5018 sayılı Kanunda öngörülen orta
385
a.g.e., s. 47-48.
a.g.e., s. 49.
387
a.g.e., s. 60.
388
a.g.e., s. 51.
386
131
vadeli program ve planlarla stratejik plan ve bütçe ilişkisinin kurulmasını
engellemektedir.
Diğer bir unsur ise bütçe takvimine yöneliktir. Uluslararası kuruluş
yaklaşımlarında orta vadeli çerçeveye yönelik olarak bütçe uygulayıcıları ile
Maliye Bakanlığı arasındaki görüşmelere yeterli zaman ayrılması gerekmektedir.
Bütçe hazırlama takviminde OVP Eylül ayının ilk haftasında, OVMP ise Eylül
ayının ortasında yayımlanmaktadır. Ancak uygulamada bu tarihlere dahi
uyulmadığı gözlenmektedir. Bütçe sürecini başlatan bu belgelerin yayımlanma
tarihlerinin hemen hemen anayasa gereğince bütçenin TBMM’ye sunulması
gereken tarihe denk geldiği söylenebilir. Bu nedenle bütçe görüşmeleri sıkışık bir
takvimle yapılmakta, bütçeye esas teşkil eden stratejik plan ve performans
programı belgeleri üzerinden müzakere edilememekte ve idarelerin faaliyet
raporlarının Meclisin bütçe hakkı bağlamında hesap verebilirlik adına incelenmesi
yeterince yapılamamaktadır. Bununla birlikte önümüzdeki dönemde Sayıştay’ın
hazırlayacağı ve Meclise sunacağı performans denetimine ilişkin raporların da
görüşülmesi gerektiği göz önüne alındığında söz konusu takvimin ilgili belgelerin
yeterli ayrıntıda incelenmesine imkân vermeyeceği düşünülmektedir. 389
Görüldüğü
üzere,
“en
iyi”
olduğu
varsayılan
uluslararası
kuruluş
yaklaşımlarının kabul edilmesi, ülkelerin kamu yönetimi süreçlerinde çıkabilecek
sorunların giderilmesini garanti edemeyeceği gibi, sorunların göz ardı edilmesine
de yol açabilir. Ayrıca merkezi devlet yapılanmasının bir gelenek olduğu Türkiye
gibi ülkelerde, yerleşmiş ve alışılagelmiş uygulamalardan kısa sürede vazgeçerek
kamuda “modern” bir yönetim sistemine geçilmesi hiç de kolay olmamaktadır.
Değişimin gerçekleşmesi bekleniyorsa, bunun tedrici biçimde ve ülkelerin
kendilerine özgü yönetsel tarihi süreçlerinin değerlendirilmesiyle gerçekleşmesi
gerekmektedir. 5018 sayılı Kanunda yürütülen değişiklik çalışmaları da bu
çabanın bir göstergesi gibidir.
T.C. Kalkınma Bakanlığı, Kamuda Stratejik Yönetim Çalışma Grubu Raporu, 2015, Ankara, s.
35,
http://www.sp.gov.tr/upload/xSpKutuphane/files/jYEng+Kamuda_Stratejik_Yonetim_Calisma_Gr
ubu_Raporu.pdf(26.09.2016)
389
132
SONUÇ
Bu tezde, gelişmiş ülkelerden az gelişmiş ülkelere kadar farklı ülkelerde
uygulanan yeni kamu işletmeciliği ve yönetişim yaklaşımlarının ortaya çıkışı ve
yayılması, Uluslararası İlişkiler disiplini içerisinde uluslararası siyasi iktisat
alanında yer edinmiş teorik çerçeveler yoluyla incelenmeye çalışılmıştır.
Uluslararası İlişkiler disiplini, tarihi çok da eskilere değil, Birinci Dünya
Savaşının sonuna dayanan bir akademik alan olarak devletler arasında savaşların
önlenmesine ve barışın tesis edilmesine odaklanmıştır. İdealizm olarak anılan
yaklaşım doğrultusunda Milletler Cemiyeti’nin kurulması gibi adımlar hayal
kırıklığı ile sonuçlanmış ve diğer bir dünya savaşı önlenememiştir. Fakat
devletlerarası işbirliğine dayanan bir uluslararası düzen oluşturma çabaları hiçbir
zaman son bulmamış, bu çerçevede İkinci Dünya Savaşı sonrasında düzende
uluslararası kuruluşlar belirgin roller üstlenmiştir.
Oluşturulmaya çalışılan düzenin barışçıl bir sisteme adandığı, hem sistemdeki
güçlü devletlerce hem de uluslararası kuruluşlar tarafından dile getirilse de, bu
düzenin tarafsız olmadığı ve ulus-devletlerin eşitliğine dayanmadığı yönündeki
eleştiriler de çok sesli biçimde vurgulanmaktadır. İkinci Dünya Savaşı sonrası
düzen içerisinde konumlanan uluslararası kuruluşların güçlü devletlerin toplumsal
ve iktisadi çıkarlarını yansıttığı, dolayısıyla karar verme yapılarında belirli
devletlerin etkili olduğu, daha az güçlü devletlerle toplumlarının göz ardı edildiği
ve kararların dikte edildiği yönünde görüşler mevcuttur. Uluslararası siyasi iktisat
çalışmaları bu kapsamda önemli katkılar sunmuş, çünkü uluslararası ilişkileri salt
siyasi ve askeri meselelerle değil, iktisadi konular temelinde incelemeye ve
kapitalist dünya-sistemindeki hiyerarşik ilişkileri anlamaya kapı aralamıştır.
BM, Dünya Bankası ve IMF gibi bu düzen içerisindeki kuruluşların
gündemleri de artık dünya-ekonomisinin merkezinde değil, çevresinde yer alan
toplumların seslerine daha duyarlı olmaya çalışmaktadır; çünkü küresel adalete
duyulan özlem, bu kuruluşların varlık nedenlerini ve meşruiyetini de sorgulamaya
açmaktadır. Bugün Dünya Bankasının internet sitesi Nepal, Vietnam, Myanmar,
133
Hindistan ve Brezilya gibi ülkelerde yoksulluk, sağlık ve eğitim konusunda
dezavantajlı konumda olan yerli halk ve etnik azınlıklarla ortaklık kurulduğunu,
başlığına taşımaktadır. 390 Birleşmiş Milletler ise açılış sayfasında, hava kirliliğinin
yol açabileceği solunum hastalıkları ve daha uzun dönemli sağlık sorunlarının
özellikle az gelişmiş şehirlerde yaşayan nüfus için risk oluşturduğunun altını
çizmektedir. 391 IMF’nin internet sitesinde de ziyaretçileri Sahra-Altı Afrika’da
büyümenin zayıfladığı ve zor bir yıl daha geçirilmesinin beklendiği haberi
karşılamaktadır. 392
İkinci Dünya Savaşı sonrası jeopolitik ve askeri güç dağılımı üzerine kurulan
ve barışı sağlaması öngörülen düzen, başından beri tüm devletlerin gönül verdiği
bir düzen olmamakla birlikte, sistem karşıtı sesler artık çok daha yüksek düzeyde
dile getirilmekte ve birbirine uzak kesimlerce duyulur hale gelmektedir.
Küreselleşmenin geldiği boyut, fikirlerin yayılmasını da beraberinde getirmiştir.
Sistemin güçlü aktörlerinin, sorunların sona ermediği coğrafyalarda yaşananlara
kayıtsız kalması mümkün değildir. Bugün Dünya Bankası, IMF ve OECD gibi
kuruluşların BM Milenyum Kalkınma Hedeflerine sıklıkla vurgu yaptıkları
görülmektedir; çünkü artık kapitalist dünya-sistemi yoksulluk, açlık ve eşitsizlik
gibi hem toplumsal, hem ekonomik hem de siyasi boyutları olan sorunlara
duyarsız kalamayacağı bir seviyeye gelmiştir. 2030 Sürdürülebilir Kalkınma
Hedeflerinin de 2015 yılında kabul edildiği düşünüldüğünde, uluslararası
kuruluşların kapitalist dünya-sistemindeki çıkar ve üretim ilişkilerinin beslediği
sorunlara cevap verebilir olmaya çalıştıkları görülmektedir. Kalkınmanın iyi bir
yaşam sağlama boyutunun ekonomik büyümenin rakamsal yönleri adına ilgiyi
yitirmesinin ardından, bugün yeniden canlandırılmaya ihtiyaç duyulduğu
söylenebilir.
Bugün ABD, bahsedilen eleştirilerin yöneltildiği bir devlet olarak birçok
başkaldırının hedefi olmakta ve tezde bahsedilmeye çalışıldığı gibi İkinci Dünya
Dünya Bankası, “Partnering with Indigenous Peoples and Ethnic Minorities”,
http://www.worldbank.org/ (13.05.2016)
391
Birleşmiş Milletler, “UN health agency warns of rise in urban air pollution, with poorest cities
at most risk”, http://www.un.org/en/index.html(13.05.2016)
392
IMF,
“Weakening Growth in Sub-Saharan Africa Calls for Policy Reset”,
http://www.imf.org/external/index.htm (13.05.2016)
390
134
Savaşı sonrası oluşturulan düzenin (IMF, GATT, Dünya Bankası gibi aktörlerle
birlikte) bu devletin çıkarını yansıttığı oldukça sık dile getirilmektedir. ABD
açısından bakıldığında, uluslararası sistemde barışın ve istikrarın sürdürülmesi, bu
devletin her zaman ideali olmuştur ve kendi içerisinde sağladığı hukuk ve
demokrasi nosyonlarını diğer toplumlar için de dilemektedir. “ABD idealizmi” adı
verilebilecek bu durum, hiçbir zaman kanıtlanabilen bir olgu olmamıştır ve aksini
kanıtlamak da bir o kadar zordur. Çünkü “niyet okuyuculuğu” yapmanın bilimsel
açıdan bir yeri ve katkısı yoktur; yapılabilecek olan ancak yaklaşımları belirli bir
teorik çerçeve ile açıklamaya çalışmak ya da yeni ve tutarlı bir çerçeve
önermektir. Bu tezde de yapılmaya çalışılan da bu olmuştur. Devleti ilgilendiren
kamu yönetimi alanında ortaya çıkan yeni kamu işletmeciliği ve yönetişim
yaklaşımları tartışılarak, yaklaşımların ortaya çıkışının hegemonik bir düzeni
sürdürmeye yönelik olduğu, özellikle Immanuel Wallerstein ve Robert F. Cox gibi
yazarların teorik çerçevesi doğrultusunda değerlendirilmeye çalışılmıştır.
Yeni kamu işletmeciliği ve yönetişim gündeminin uluslararası düzeyde
tartışılmasının özellikle 1990’lı yıllardan itibaren geliştiğini ve bugün oldukça
yaygınlaştığını söylemek mümkündür. İkinci bölümde belirtildiği üzere,
uluslararası kuruluşlar tarafından üretilen raporların, geliştirilen modellerin,
standartların ve iyi/en iyi uygulamaların, özelikle son 15 yıldır rejimlerin
karşılaştırılması, en iyi uygulamaların tartışılması ve bu uygulamaların bir yerden
diğerine aktarılması yönünde önemli katkısı bulunmaktadır. “Orta vadeli harcama
çerçevesi”, “paranın karşılığı” ve “mali şeffaflık” gibi kavramlar, küreselleşmenin
de etkisiyle ülkeler arasında dolaşıma giren fikirler olmuştur. Üçüncü bölümde
anlatılmaya çalışıldığı üzere; Dünya Bankası, IMF ve OECD’nin bu yönde çok
kapsamlı çalışmaları bulunmaktadır. Üç kuruluş da, bir küresel kamusal mal
olarak tanımlanan uluslararası sistemin finansal istikrarını sağlama adına
oluşturulmaya
çalışılan
bir
uluslararası
yönetişim
yapısı
içerisinde
betimlenmektedir. İlk bölümde bahsedilen “araştırmacı” ve “düşüncesel”
yönetişim biçimleri geliştirerek devletleri etkilemeye çalışmaktadırlar. Devletler,
politikalarının “araştırılması” ve böylece izlenmesi ve denetlenmesi amacıyla iç
işleyişlerini bu kuruluşlara açmakta, “düşüncesel” alanda da uluslararası
kuruluşların oluşturduğu kıstaslara tabi olabilmektedirler. Ancak günümüzde
135
iyi/en iyi uygulama fikrinin sorgulandığı da bir gerçektir. Modernleşmenin
sorgulanamaz olmadığına ışık tutan Dünya-Sistemi Yaklaşımı gibi bir
perspektiften bakıldığında, esas önemli mesele bu kuruluşların önerdiklerinin
kimin ve neyin yararına olduğudur. Uluslararası siyasi iktisat çalışmaları da, ilk
bölümde bahsedildiği üzere bu çabaya yönelmiştir.
Elde edilen bulgular ise, yeni kamu işletmeciliği ve yönetişimin kapitalist
sistemin krizinin belirtilerinden sayılabilecek neoliberal politikalarla ve sosyal
devlet olgusuna bir karşı duruşla olduğudur. İşletmecilik temelinde bir dönüşüm,
kamunun faaliyetlerinin yürütülmesinde özel sektöre doğru bir yönelişi
beraberinde getirmiştir. Yeni kamu işletmeciliği ile devlete atfedilen unsurlar
onun rolünü azaltıcı olsa da, işletmeciliğin de sistemde yaşanan krize yanıt
olamadığı düşünüldüğünde “yönetişimci devlet” paradigması ile devlet-özel
sektör arasındaki ilişki yeniden düzenlenmiştir. Bir açıdan devlet yeniden
vazgeçilmez örgütlenme biçimi olarak teyit edilmiştir; çünkü uluslararası düzeyde
ön plana çıkarılan kararların nihai uygulayıcısı devletlerdir ve sistemin
sürdürülebilirliği açısından bu devletlerde kamunun nasıl yönetildiği önemli hale
gelmektedir. Bu dönüşümlerin, kapitalist dünya-sisteminin işleyişi için gerekli
olan devlet ve kamu yönetimi yapılanmasında bir arayış olarak yorumlanması
mümkündür. Bu arayış da günümüzde uluslararası kuruluşların rolüyle gelişmekte
olan ve az gelişmiş ülkelerin ulusal yapılarında yer bulmaktadır.
Kamu yönetimine dış müdahalenin kapitalist dünya-sistemi içerisinde
neredeyse kurumsallaşmasının ve olağan bir uygulama haline gelmesinin
temelleri, borç krizleri sonrasında gelişmekte olan ülkelere uluslararası finans
kuruluşlarınca sağlanan 1970’lerdeki istikrar ve yapısal uyum programlarına
götürebilir. Çünkü ülkelerin ihtiyaç duydukları dış finansmana eklenen
koşulsallıklar, makroekonomik göstergeler kadar kurumların ve sistemlerin
işleyişinde de değişikliğe gidilmesini içermiştir. Dünya-ekonomisi bir bütün
olarak düşünüldüğünde, İkinci Dünya Savaşı sonrasında başlarda uluslararası
kuruluşlarca da desteklenen ulusal kalkınmacılık modeli, 1970’li yıllara
gelindiğinde sermayenin küreselleşmesinin önünde durabilecek engellerin
kaldırılması kapsamında neoliberal devlet modeliyle yer değiştirmiştir. Bu
136
doğrultuda kamu
yönetiminin de işletmeleştirilmesi
denenmiş; etkinlik,
ekonomiklik ve verimlilik temelinde işleyen bir devlet, uluslararası kuruluşların
gündeminde olmuştur.
Yönetişim gündemi de, az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerle geçiş
ülkelerine sağlanan fonların kurumsal yozlaşma veya yolsuzluk tarafından sekteye
uğramaması adına, kamunun dönüşümünde öncelikli hale gelmiştir. Nihayetinde
şeffaflık, sağlanan fonların ne için kullanıldığını temin etmek için elzemdir ve bu
kapsamda yolsuzlukla mücadele de uluslararası kuruluşların gündeminde önemli
yeri bulunmaktadır. Yönetişim gündemi bu doğrultuda uluslararası kuruluşların
bir önceliğidir.
Peki, uluslararası kuruluşlarının kamu yönetimi gündemlerini sistem
düzeyinde anlamak neyi değiştirecektir? Bu gündemin bağımsız olarak değil de
sistemsel düzeyde ele alınması, sistem değiştiğinde her şeyin mevcut aktörlerin
değil, başka aktörlerin çıkarları doğrultusunda olabileceği yönünde ümit vericidir.
Mevcut sistemin yerine geçecek düzenin, küresel adaleti temin edeceği kesin
değilse de, Wallerstein’ın kelebek etkisi olarak adlandırdığı etki göz önüne
alındığında farklı
coğrafyalardan
toplumsal
hareketlerin
sistemde kendi
önceliklerini temsil edebilecek konuma gelmeleri olanaksız değildir. Giriş
kısmında bahsedildiği üzere, mevcut durum insanlığı hapsetmemiştir ve alternatif
seçenekler her zaman gündemde olduğu gibi bu seçeneklerin gerçekleşmesi de
yakın
gelecekte
güneşin
hangi
toplumlar
üzerinde
doğup
batacağını
değiştirebilecektir. Hegemonlar yükselip inişe geçerken, toplumların ortak değeri
ve uluslararası toplumu bir arada tutabilecek olan adalet inancı hep var olacaktır.
137
KAYNAKÇA
Kitaplar
Aksoy, Şinasi ve Üstüner, Yılmaz (2007), “Önsöz”, (Der. Şinasi Aksoy ve Yılmaz
Üstüner), Kamu Yönetimi: Yöntem ve Sorunlar, Nobel Yayın, Ankara.
Aktan, Coşkun Can, Dileyici, Dilek ve Kesik, Ahmet (2012), “Geleneksel Maliye
ve Yeni Maliye”, (Der. Coşkun Can Aktan, Dilek Dileyici ve Ahmet Kesik),
“Yeni” Maliye: Değişim Çağında Kamu Maliyesi: Yeni Trendler, Yeni
Paradigmalar, Yeni Öğretiler, Yeni Perspektifler, Ankara.
Amir, Samir. 1997. Capitalism in the Age of Globalization. St. Martin’s Press,
United States.
Ataay, Faruk (2007), “Neoliberalizm, Kamu Yönetimi ve Demokrasi”, Kamu
Yönetimi: Yöntem ve Sorunlar, (Der. Şinasi Aksoy ve Yılmaz Üstüner), Nobel
Yayın, Ankara.
Barzelay, Michael (1992), Breaking Through Bureaucracy: A New Vision for
Managing Governmentdan aktaran Leslie A. Pal, “Inversions without End: The
OECD and Global Public Management Reform”, (Der. Rianne Mahon ve Stephen
McBride), The OECD and Transnational Governance, UBC Press, Vancouver
2008.
Bennett, A. ve LeRoy, Oliver, James K. (2002), Uluslararası Örgütler: İlkeler ve
Meseleler, (Çev. Nasuh Uslu), BB101 Yayınları, Ankara.
Boratav, Korkut (2003), Türkiye İktisat Tarihi: 1908-2009, İmge Kitabevi,
Ankara, 2003.
Robin Broad (1990), Uneequal Alliance-The World Bank, the International
Monetary Fund and the Philippines, University of California Press.
Chang, Ha-Joon (2002), Kicking Away the Ladder. Development Strategy in
Historical Perspectivedan aktaran Wolfgang Dreschler, “The Rise and Demise of
the New Public Management”, Post-Autistic Economics Review, Sayı: 14,
September 2005.
Cox, Robert W. (1986) “Social Forces, States and World Orders: Beyond
International Relations Theory”, (Der. Robert O. Keohane), Neorealism and Its
Critics, Columbia University Press, United States.
Cox, Robert. W. (1996), “Global Perestroika”, (Der. Robert W. Cox ve Timothy J.
Sinclair), Approaches to World Order. Cambridge University Press, United
States.
Edis Şahin, Yeşim (2007), “Kamu Yönetimi Disiplininin Kamusallık ve Karlılık
Karşıtlığı Açısından Çözümlenmesi”, (Der. Şinasi Aksoy ve Yılmaz Üstüner),
Kamu Yönetimi: Yöntem ve Sorunlar, Nobel Yayın, Ankara.
138
Eker, Aytaç (2009), “Küreselleşme Sürecinde Kamu Maliyesinde Yaşanan
Dönüşüm”, (Der. Aytaç Eker ve Hayal Ayça Şimşek), Küreselleşme ve Kamu
Maliyesinde Yaşanan Dönüşüm, Maliye Bakanlığı Strateji Geliştirme Başkanlığı,
Ankara.
Eren, Veysel ve Eken, Musa (2007), “Kamu Personel Rejiminde Reform
Arayışları”, KamuYönetimi: Yöntem ve Sorunlar, (Der. Şinasi Aksoy ve Yılmaz
Üstüner), Nobel Yayın, Ankara.
Jacobsson, Bengt (2006), Regulated Regulators: Global Trends of State
Transformationdan aktaran Rianna Mahon ve Stephen McBride, The OECD and
Transnational Governance, (Der. Rianne Mahon and Stephen McBride), UBC
Press, Vancouver 2008,
Karluk, Rıdvan (2011), “Küresel Uluslararası Örgütler III: Uluslararası Para
Fonu”, (Der. Çınar Özen ve Özgür Tonus), Uluslararası Örgütler, Anadolu
Üniversitesi, Eskişehir.
Kegley, Charles W. and Blanton, Shannon L. (2014-2015), World Politics: Trend
and Transformation, Cengage Learning, Kanada.
Keohane, Robert. O. ve Nye, Joseph (2001), Power and Interdependence,
Longman, United States.
Mohammad Mohabbat Khan, 2007, “Public Administration Reform in
Bangladesh: Incremental Changes, Reform Resistance and Lack of Political
Will”dan aktaran Seriye Sezen, “Kamu Yönetimi Reformları: Küresel Bir
Düzenleme mi?”, Amme İdaresi Dergisi, Cilt: 42, Sayı:1, Mart 2009.
Krasner, Stephen D. (1999), Sovereignty: Organized Hypocrisy, Princeton
University Press, London.
Lynn, Laurence E., Jr (2007), “Public Management”, (Der. B. Guy Peters and Jon
Pierre), The Handbook of Public Administration, Sage Publications, London.
Mahon, Rianne ve McBride, Stephen (2008), “Introduction”, (Der. Rianne Mahon
and Stephen McBride), The OECD and Transnational Governance, UBC Press,
Vancouver.
Özen, Çınar (2011), “Uluslararası Örgütlere Giriş” (Der. Çınar Özen ve Özgür
Tonus), Uluslararası Örgütler, Anadolu Üniversitesi, Eskişehir.
Pal, Leslie A. (2008), “Inversions without End: The OECD and Global Public
Management Reform”, (Der. Rianne Mahon ve Stephen McBride), The OECD
and Transnational Governance, UBC Press, Vancouver.
Pal, Leslie A. (2012), Frontiers of Governance: The OECD and Global Public
Management Reform, Palgrave Macmillan, Aldershot.
Peters, B. Guy ve Pierre, Jon (2009), “Introduction: The Role of Public
Administration in Governing”, (Der. B. Guy Peters ve Jon Pierre), Handbook of
Public Administration, Sage Publications, Los Angeles.
139
Polatoğlu, Aykut (2000), Introduction to Public Administration, The Case of
Turkey, Middle East Technical University, Ankara.
Porter, Tony ve Webb, Michael (2008), “Role of the OECD in the Orchestration
of Global Knowledge Networks”, (Der. Rianne Mahon and Stephen McBride),
The OECD and Transnational Governance, UBC Press, Vancouver.
Ruckert, Arne (2008), “Making Neo-Gramscian Sense of the Development
Assistance Committee: Towards an Inclusive Neoliberal World Development
Order”, (Der. Rianne Mahon ve Stephen McBride), The OECD and Transnational
Governance, UBC Press, Vancouver.
Ruggie, John Gerard (1998), Constructing the World Polity - Essays on
International Institutionalization, Routledge, London and New York.
Sahlin-Andersson, Kerstin (2000), “Arenas as Standardizers”, (Der. Nils Brunsson
and Bengt Jacobsson), A World of Standards, Oxford University Press, Oxford.
Salminen, Ari (2003),“New Public Management and Finnish Public Sector
Organisations: The Case of Universities”, (Der. A. Amaral et al.)The Higher
Education Managerial Revolution, Kluwer Academic Publishers, Netherlands, s.
55-69.
Sönmez, Sinan (1998), Dünya Ekonomisinde Dönüşüm: Sömürgecilikten
Küreselleşmeye, İmge Kitabevi.
Strange, Susan (1988),States and Marketsdan aktaran M. Fatih Tayfur, “Devletler
ve Piyasalar”, (Der. Atilla Eralp), Devlet ve Ötesi - Uluslararası İlişkilerde Temel
Kavramlar, İletişim Yayıncılık, 2005.
Şaylan, Gencay (1994), Değişim, Küreselleşme ve Devletin Yeni İşlevinden
aktaran Veysel Eren ve Musa Eken, “Kamu Personel Rejiminde Reform
Arayışları”, (Der. Şinasi Aksoy ve Yılmaz Üstüner), KamuYönetimi: Yöntem ve
Sorunlar, Nobel Yayın, Ankara, 2007.
Şener, Hasan Engin (2007), “Kamu Yönetiminde Postmodernizm”, (Der. Şinasi
Aksoy ve Yılmaz Üstüner), Kamu Yönetimi: Yöntem ve Sorunlar, Nobel Yayın,
Ankara.
Şimşek, Hayal Ayça (2009), “Yapısal Uyum Programları ve Kamu Açıkları”,
(Der. Aytaç Eker ve Hayal Ayça Şimşek), Küreselleşme ve Kamu Maliyesinde
Yaşanan Dönüşüm, Maliye Bakanlığı Strateji Geliştirme Başkanlığı, Ankara.
Tayfur, Fatih M. (2005) “Devletler ve Piyasalar”, (Der. Atilla Eralp), Devlet ve
Ötesi - Uluslararası İlişkilerde Temel Kavramlar, İletişim Yayıncılık, İstanbul.
Tiihonen, Seppo (2004), From Governing to Governance: A Process of Change,
Tampere University Press, Tampere.
Tiryaki, Ahmet (2011), “Küresel Uluslararası Örgütler IV: Dünya Bankası
Grubu”, (Der. Çınar Özen ve Özgür Tonus), Uluslararası Örgütler, Anadolu
Üniversitesi, Eskişehir, s. 104-124.
140
Wallerstein, Immanuel (2014), “Yapısal Kriz, Ya da Kapitalistler Niçin
Kapitalizmi Artık Kazançlı Bulmayabilirler?” (Der. Immanuel Wallerstein,
Randall Collins, Michael Mann, Georgi Derluguian, Craig Calhoun), Kapitalizmin
Geleceği Var mı?,Metis Yayınları, İstanbul, s. 19-47.
Waltz, Kenneth (1979), Theory of International Politics, Mc-Graw Hill, United
States.
Weber, Max (1922), Grundiss der Sozialökonomie 3: Wirtschaft und
Gesellschaftdan aktaran Wolfgang Dreschler, “The Rise and Demise of the New
Public Management”, Post-Autistic Economics Review, Sayı: 14, September 2005.
Wolfe, Robert (2008), “From Reconstructing Europe to Constructing
Globalization: The OECD in Historical Perspective”, (Der. Rianne Mahon and
Stephen McBride), The OECD and Transnational Governance, UBC Press,
Vancouver.
Zürn, Michael (2013), “Globalization and Global Governance”, (Der. Walter
Carlsnaes, Thomas Risse ve Beth A. Simmons), Handbook of International
Relations, Sage Publications, Los Angeles, London, New Delhi, Singapore,
Washington DC.
Makaleler
Arslan, Ümit (Nisan 2007), “ABD Hazinesinin Stratejik Planı Üzerine Kısa Bir
Değerlendirme”, Strateji Bülteni.
Bakkal, Ufuk ve Susam, Nazan (2011), “Küreselleşme Sürecinin Kamu Maliyesi
Alanına Etkileri”, İktisat Fakültesi Mecmuası, Cilt: 61, Sayı: 2, s. 23-50.
Cadry, Ryan (2005), “Defying Bureaucratic Malfeasance: The IMF’s Push for
Good Governance”, The UCI Undergraduate Research Journal, Cilt VIII.
Canpolat, Hasan ve Cangir, Mehmet (Mart 2010), “Değişen Dünyada Kamu
Yönetiminin Geleceği ve Türkiye’nin Reform Gündemi: Devletin Daha Fazla
Demokratikleşmesi”, Türk İdare Dergisi, Sayı: 466, s. 25-45.
Dreschler, Wolfgang (September 2005), “The Rise and Demise of the New Public
Management”, Post-Autistic Economics Review, Sayı: 14.
Dreschler, Wolfgang (2009), “The Rise and Demise of the New Public
Management: Lessons and Opportunities for South East Europe”, Uprava, Cilt:
VII, Sayı: 3, s. 7-27.
Güzelsarı, Selime (2003), “Neo-liberal Politikalar ve Yönetişim Modeli”, Amme
İdaresi Dergisi, Cilt: 36, Sayı: 2, s. 17-34.
Hasenclever, Andreas, Mayer, Peter ve Rittberger, Volker (2000), “Integrating
Theories of International Regimes”, Review of International Studies, Cilt: 26,
Sayı: 1, s. 3-33.
141
Hood, Christopher (1991), “A Public Management for All Seasons”dan aktaran,
Yılmaz Üstüner, “Kamu Yönetimi Kuramı ve Kamu İşletmeciliği Okulu”, Amme
İdaresi Dergisi, Cilt 33, Sayı 3, 2000, s. 15-31.
Kayıkçı, Sabrina (Ocak-Haziran 2004), “Dünya Bankası’nın Yeni Kredi Verme
Yöntemi: Ülke Destek Stratejisi ve Türkiye Uygulaması”, Kamu Yönetimi
Dünyası Dergisi.
Keohane, Robert O. and Martin, Lisa L. (1995). ‘’The Promise of Institutionalist
Theory”, International Security, Cilt: 20, Sayı: 1, s.39-51.
Keating, Michael (2001), “Public Management Reform and Economic and Social
Development”, OECD Journal of Budgeting, s. 141-212.
Krasner, Stephen (1982), “Regimes and the Limits of Realism: Regimes as
Autonomous Variables”, International Organizations, Cilt: 36, Sayı: 2, s. 497510.
Martin, Lisa L. ve Simmons, Beth A. (1998), “Theories and Empirical Studies of
International Institutions”, International Organization, Cilt: 52, Sayı: 4, s.729757.
Mearsheimer, John J. (Winter 1994-95), “The False Promise of International
Institutions”, International Security, Sayı: 19, s.5-49.
Öztürk, Nazım (2006), “Ekonomide Devletin Değişen Rolü”, Amme İdaresi
Dergisi, Cilt 39, Sayı: 1, s. 17-38.
Reviglio, Franco (2001), “Budgetary Transparency for Public Expenditure
Control”, https://www.imf.org/external/pubs/ft/wp/2001/wp0108.pdf (13.05.2016)
Santiso, Carlos (2001), “Good Governance and Aid Effectiveness: The World
Bank and Conditionality”, The Georgetown Public Policy Review, Cilt: 7, Sayı: 1,
s. 1-22.
Schick, Allen (1998), “Why Most Developing Countries Should Not Try New
Zealand’s Reforms”dan aktaran Dünya Bankası, Public Expenditure Management
Handbook, 2008.
Sezen, Seriye (2001), “The Impact of Globalization on the Organization of Public
Administration: Turkish Case”, Turkish Public Administration Annual, Cilt: 2728,
s. 3-26.
Sezen, Seriye (Mart 2009),“Kamu Yönetimi Reformları: Küresel Bir Düzenleme
mi?”, Amme İdaresi Dergisi, Cilt: 42, Sayı:1, s. 23-41.
Skocpol, Theda (March 1977), “Wallerstein’s World Capitalist System: A
Theoretical and Historical Critique”, American Journal of Sociology, Cilt: 82,
Sayı: 5, s. 1075-1090.
Strange, Susan (Spring 1982), “Cave! Hic Dragons: A Critique of Regime
Analysis”, International Organization, Cilt: 36, Sayı: 2.
142
Tuncer, Aziz ve Köseoğlu, Özer (2015), “Düzenlemenin Üç Hali: Refah
Devletinden Düzenleyici Devlete Düzenleme Faaliyetinin Vazgeçilemezliği”,
Süleyman Demirel Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, Cilt:
20, Sayı: 1, s. 85-100.
Üstüner, Yılmaz (2000), “Kamu Yönetimi Kuramı ve Kamu İşletmeciliği Okulu”,
Amme İdaresi Dergisi, Cilt: 33, Sayı: 3, s. 15-31.
Vabø, Mia (2009), “New Public Management - The Neoliberal Way of
Governance”, Rannsóknarritgerðir, Sayı: 4.
Vries, Jouke de (2010), “Is New Public Management Really Dead?”, OECD
Journal of Budgeting, Cilt: 2010, Sayı: 1.
Wallerstein, Immanuel (December 2002), “New Revolts Against the System”,
New Left Review, 18.
Waltz, Kenneth (2000), “Structural Realism after the Cold War”, International
Security, Cilt: 25, Sayı: 1, s. 5-41.
Weiss, Thomas G. (2010), “Governance, Good Governance and Global
Governance: Conceptual and Actual Challenges”, Third World Quarterly, Cilt:
21, Sayı: 5, s. 795-814.
Woods, Ngarie (2000), “The Challenge of Good Governance for IMF and World
Bank Themselves”, World Development, Cilt: 28, Sayı: 1, s. 823-841.
Raporlar
Birleşmiş Milletler (2001), World Public Sector Report: Globalization and the
State,http://www.unpan.org/publications/content/PDFs/ELibrary%20Archives/World%20Public%20Sector%20Report%20series/World%2
0Public%20Sector%20Report.2001.pdf (25.02.2016)
Birleşmiş Milletler (2003), Monterrey Consensus on Financing for Development,
http://www.un.org/esa/ffd/monterrey/MonterreyConsensus.pdf (10.05.2016)
Dünya Bankası (November 1989), Sub-Saharan Africa: From Crisis to
Sustainable Growth,
http://wwwwds.worldbank.org/servlet/WDSContentServer/IW3P/IB/1999/12/02/000178830_
98101901364149/Rendered/PDF/multi0page.pdf (23.02.2016)
Dünya Bankası (1992), Governance and Development,
http://wwwwds.worldbank.org/external/default/WDSContentServer/WDSP/IB/1999/09/17/00
0178830_98101911081228/Rendered/PDF/multi_page.pdf (13.05.2016)
143
Dünya Bankası (1994), Governance: The World Bank’s Experience,
http://wwwwds.worldbank.org/external/default/WDSContentServer/WDSP/IB/1994/05/01/00
0009265_3970716142854/Rendered/PDF/multi0page.pdf (01.03.2016)
Dünya Bankası (August 1995), Public Financial Management Project,
http://wwwwds.worldbank.org/external/default/WDSContentServer/WDSP/IB/1995/08/29/00
0009265_3961008052233/Rendered/PDF/multi0page.pdf (13.05.2016)
Dünya Bankası (1997), World Development Report: The State in a Changing
World,
http://www.wds.worldbank.org/external/default/WDSContentServer/WDSP/IB/20
13/02/28/000425962_20130228154147/Rendered/PDF/173000REPLACEMENT
0WDR01997.pdf (10.05.2016)
Dünya Bankası (2001), Turkey Public Expenditure and Institutional Review:
Reforming Budgetary Institutions for Effective Government,
http://wwwwds.worldbank.org/external/default/WDSContentServer/WDSP/IB/2015/08/31/09
0224b0828aaf63/1_0/Rendered/PDF/Turkey000Publi0effective0government.pdf
(13.05.2016)
Dünya Bankası (2008), Public Sector Reform: What Works and Why - An IEG
Evaluation
of
World
Bank
Support,
http://ieg.worldbank.org/Data/reports/psr_eval.pdf (10.05.2016)
Dünya Bankası (February 2012), The World Bank’s Approach to Public Sector
Management 2011-2020: Better Results from Public Sector Institutions,
http://siteresources.worldbank.org/EXTGOVANTICORR/Resources/30358631285601351606/PSM-Approach.pdf (11.05.2016)
Dünya Bankası (December 2012), Public Sector Management Reform: Toward a
Problem-Solving Approach,
http://siteresources.worldbank.org/EXTPREMNET/Resources/EP100.pdf
(09.05.2016)
IMF (2001), Review of the Fund’s Experience in Governance Issues,
https://www.imf.org/external/np/gov/2001/eng/gov.pdf (29.04.2016)
IMF (2007), “Manual on Fiscal Transparency”,
https://www.imf.org/external/np/pp/2007/eng/051507m.pdf (02.05.2016)
IMF (2014), “Fiscal Transparency Code”,
http://blog-pfm.imf.org/files/ft-code.pdf (13.05.2016)
OECD (1991), Serving the Economy Better,
http://www.oecd.org/internet/public-innovation/2394425.pdf (06.05.2016)
144
OECD (1999), Draft Legal Mandate of the Public Management Committee,
http://www.oecd.org/officialdocuments/publicdisplaydocumentpdf/?cote=PUMA(
99)11&docLanguage=En(11.05.2016)
OECD (2003),“Public Sector Transparency and the International Investor”,
https://www.oecd.org/investment/investment-policy/18546790.pdf (29.04.2016)
OECD (2005), Modernising Government: The Way Forward,
http://www.keepeek.com/Digital-AssetManagement/oecd/governance/modernising-government_9789264010505en#page1 (16.05.2016)
OECD (2005/2008), The Paris Declaration on Aid Effectiveness and Accra
Agenda for Action”, http://www.oecd.org/dac/effectiveness/34428351.pdf
(08.04.2016)
OECD(2008), Growing Unequal? Income Distribution and Poverty in OECD
Countriesdan aktaran Seriye Sezen, “Kamu Yönetimi Reformları: Küresel Bir
Düzenleme mi?”, Amme İdaresi Dergisi, Cilt: 42, Sayı:1, Mart 2009.
Pollitt, Christopher ve Dan, Sorin (November 2011), The Impact of the New
Public Management in Europe: A Meta-Analysis,
http://www.cocops.eu/wp-content/uploads/2012/03/WP1_Deliverable1_Metaanalysis_Final.pdf (13.05.2016)
Yayınlanmamış Tezler
Özdemir, Umut (2013), Good Governance in Conditions of Globalization and
Europeanization: Public Financial Management in Turkey from a Policy Transfer
Approach, Orta Doğu Teknik Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü,
Yayımlanmamış Doktora Tezi, Ankara.
Elektronik kaynaklar
Bayar, Doğan, “Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu Ne Getir(m)iyor?”, s.
61,
http://dergiler.sgb.gov.tr/calismalar/maliye_dergisi/yayinlar/md/md144/kamumali.
pdf (26.09.2016)
Birleşmiş Milletler, “UN health agency warns of rise in urban air pollution, with
poorest cities at most risk”,http://www.un.org/en/index.html(13.05.2016)
Dikmen, Ahmet Alpay “Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu Tasarısı
Üzerine Değerlendirmeler”,
http://www.bagimsizsosyalbilimciler.org/Yazilar_BSB/DikmenKMYMKK_Cumhuriyet.doc(26.09.2016)
145
Dünya Bankası, “Multilateral Development Banks”,
http://web.worldbank.org/archive/website01531/WEB/0__CO-25.HTM
(19.04.2016)
Dünya Bankası, “World Bank Lending: Fiscal 2015”
http://pubdocs.worldbank.org/pubdocs/publicdoc/2015/11/877421447347401640/
WBAR15-FY15Lending-rev.pptx (21.04.2016)
Dünya Bankası, “Articles of Agreement”,
http://web.worldbank.org/WBSITE/EXTERNAL/EXTABOUTUS/0,,contentMD
K:20049563~pagePK:51123644~piPK:329829~theSitePK:29708~isCURL:Y,00.
html (10.05.2016)
Dünya Bankası, “Organization”,
http://www.worldbank.org/en/about/leadership (10.05.2016)
Dünya Bankası, “About the World Bank”,
http://www.worldbank.org/en/about(10.05.2016
Dünya Bankası, “Products and Services”, http://www.worldbank.org/en/projectsoperations/products-and-services#DPF (11.05.2016)
Dünya Bankası, “Partnering with Indigenous Peoples and Ethnic Minorities”,
http://www.worldbank.org/ (13.05.2016)
Dünya Bankası Grubu, “Reports on the Observance of Standards & Codes”
http://www.worldbank.org/ifa/rosc_more.html (19.04.2016)
Mimi Dwyer, “Where Did the Anti-Globalization Movement Go?”, 26 October
2012, https://newrepublic.com/article/115360/wto-protests-why-have-they-gottensmaller(26.09.2016)
Güler, Birgül Ayman (3 Mart 2003), “Devlette Reform””, Mimarlar Odası
Sunuşu,
http://www.mimarlarodasiankara.org/dosya/birgulaymanguler.pdf(26.09.2016)
IMF (1997), “The Role of the IMF in Governance Issues: Guidance Note”,
http://www.imf.org/external/pubs/ft/exrp/govern/govindex.htm (29.04.2016)
IMF (March 2002), “Globalization: A Framework for IMF Involvement”,
https://www.imf.org/external/np/exr/ib/2002/031502.htm (16.03.2016)
IMF (March 2016), “The IMF and Good Governance”,
http://www.imf.org/external/np/exr/facts/gov.htm (29.04.2016)
IMF, “Articles of Agreement of the International Monetary Fund”
https://www.imf.org/external/pubs/ft/aa/#art1 (15.03.2016)
IMF, “IMF Members’ Quotas and Voting Power, and IMF Board of Governors”
http://www.imf.org/external/np/sec/memdir/members.aspx (15.03.2016)
146
IMF, “Cooperation and Reconstruction” (1944-71)
http://www.imf.org/external/about/histcoop.htm (17.03.2016)
IMF, “The End of the Bretton Woods System” (1972–81)
http://www.imf.org/external/about/histend.htm (17.03.2016)
IMF, “Societal Change for Eastern Europe and Asian Upheaval” (1990-2004)
http://www.imf.org/external/about/histcomm.htm (17.03.2015)
IMF, “Globalization and the Crisis” (2005-present)
https://www.imf.org/external/about/histglob.htm (18.03.2016)
IMF, “IMF Lending”,
http://www.imf.org/external/np/exr/facts/howlend.htm (13.05.2016)
IMF,
“IMF
Concessional
Financing
through
https://www.imf.org/external/np/exr/facts/esaf.htm (13.05.2016)
IMF, “Weakening Growth in Sub-Saharan Africa
Reset”,http://www.imf.org/external/index.htm (13.05.2016)
the
Calls
ESAF”
for
Policy
IMF, “Fiscal Transparency”,
http://www.imf.org/external/np/fad/trans/(13.05.2016)
IMF-World Bank Library, “What is Bretton Woods?”,
http://external.worldbankimflib.org/Bwf/whatisbw.htm (17.03.2016)
Karagöl, Erdal Tanas (19 Eylül 2016), “Birleşmiş Milletler Kimi ve Neyi Temsil
Ediyor?”, SETA,
http://setav.org/tr/birlesmis-milletler-neyi-ve-kimi-temsilediyor/yorum/42959(26.09.2016)
Kıbrıs Postası, “Erdoğan: Dünya 5'ten büyüktür”, 21 Eylül 2016.
http://www.kibrispostasi.com/index.php/cat/36/news/200922/PageName/TURKI
YE (26.09.2016)
Köse, Ahmet Haşim (6 Ekim 2013), “Küresel kriz yoğunlaşırken: Demokrasi ile
ekonomi at başıdır!”,
http://haber.sol.org.tr/yazarlar/ahmet-hasim-kose/kuresel-kriz-yogunlasirkendemokrasi-ekonomi-ile-at-basidir-80675 (26.09.2016)
Ladi, Stella (December 2008) “Good Governance and Public Administration
Reform in the Black Sea Economic Cooperation Member States”,
http://icbss.org/media/110_original.pdf (13.05.2016)
Larbi, George A. (2003), “Overview of Public Sector Management Reform”,
http://siteresources.worldbank.org/INTROADSHIGHWAYS/Resources/3389931115316483571/3-public_sector_mgmnt_reform.pdf (26.09.2016)
147
Marshall, George C. “The Marshall Plan Speech at Harvard University, 5 June,
1947,
http://www.oecd.org/general/themarshallplanspeechatharvarduniversity5june1947
.htm (27.04.2016)
OECD (2006), “Joint World Bank/IMF/PEFA Public Expenditure Group
Strengthened Approach”,
http://siteresources.worldbank.org/PEFA/Resources/HarmonisingDonorPracticesf
orEffectiveAidDlieveryVol2.pdf
OECD, “The Public Governance and Territorial Development Directorate (GOV)
Networks”
http://www.oecd.org/gov/thepublicgovernanceandterritorialdevelopmentdirectorat
egovnetworks.htm (28.04.2016)
OECD, “Convention on the Organisation for Economic Cooperation and
Development”
http://www.oecd.org/general/conventionontheorganisationforeconomiccooperationanddevelopment.htm (28.04.2016)
OECD, “Public Governance”,
http://www.oecd.org/governance/ (05.05.2016)
OECD, “Working Party of Senior Budget Officials”
http://www.oecd.org/gov/budgeting/workingpartyofseniorbudgetofficialssbo.htm
(10.05.2016)
OECD, “Budget”,
http://www.oecd.org/about/budget/member-countries-budget-contributions.htm
(10.05.2016)
OECD, “Who Does What”,
http://www.oecd.org/about/whodoeswhat/ (11.05.2016)
OECD, “Accession: Latvia invited to join OECD”,
http://www.oecd.org/latvia/accession-latvia-invited-to-join-oecd.htm (13.05.2016)
Rodrik, Dani (October 2001), “The Global Governance of Trade: As If
Development Really Mattered”,
http://wcfia.harvard.edu/files/wcfia/files/529_rodrik5.pdf?m=1427210943(16.02.2
016)
T.C. Kalkınma Bakanlığı (2015), Kamuda Stratejik Yönetim Çalışma Grubu
Raporu, Ankara.
http://www.sp.gov.tr/upload/xSpKutuphane/files/jYEng+Kamuda_Stratejik_Yone
tim_Calisma_Grubu_Raporu.pdf(26.09.2016)
148
The Levin Institute, “International Monetary Fund and World Bank”,
http://www.globalization101.org/uploads/File/IMF/imfall.pdf (09.05.2016)
Yeldan, Erinç (29 Haziran 2016), “Neoliberal küreselleşmenin maskesi
düşerken”,
http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/559321/Neoliberal_kuresellesmenin_m
askesi_duserken.html (26.09.2016)
149
Download