سطأل َ َط َي ْطِْ ح َ ْا ِم اِأ َ ْم َ َا َي َ َاا ح نْ َِ لَ ا َا َأط ْح َي ِ ََط ْح ع َ َط َي ِ ََط ْح حْ نم.ل حْ نم ِِ ِم ِ ِ حْ نم ِْا Sayi 1/Yil 1 YIL 3/ SAYI 25 REBIULEVVEL 1435/ OCAK 2014 ب ِ ْس ِم Hediyemiz olsun! MÜSLÜMANLAR IMHA EDILIYOR... Aylık; Islami, Siyasi ve kkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkk GEZI kkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkk k AFGANISTAN Ilmi Dergimiz.. SURIYE... LIBYA MISIR FILISTIN ÇÖZÜM; TEK IMAM + ŞERIAT NIZAMI ِإن إ مْكُ م إ ل ّ ل. ِ ِ Fihrist Dersler Konular Yazarlar Sayfa — — 2 Erdoğanla Gülen arasında neler oluyor? Ve Gülenin Bedduası! Editör 3 Tefsir Dersleri TEKVÎR SÛRESİ (15-29) Ebu Abdurrahman 4 Tefsir Dersleri (devam) TEKVÎR SÛRESİ (15-29) Ebu Abdurrahman 5 MÜDAFAA -SAVUNMA (2) M. Metin Müftüoğlu 6 İkinci Delil:S ÜNNET(4) Ibni Abdulhalim 7 İslâm Fıkhı Açısından Sigara(3) Ebu Ensar 8 İMKÂNLAR ve HAMLELER (1) Cemaleddin Hocaoğlu 9 Islam/Ibadet Kelime-i Şahadetle çelişen tutumlar(5) Said Havva 10 Siyer/Davet Peygamberimizin Hayatı; Sosyal Ve Ekonomik Boykot(2) B. Çobanoğlu 11 Kadın-Erkek eşitliği (4) Misafir Kalemler 12 Kur´anda Gençler ve Gençlik değerleri(10); Öğrenmede Tekrar Ibni Abdulhalim 13 Müslüman Çocuğun edebi, Bunları Biliyormusunuz? Anonim 14 İslami Cephe ile IŞİD Çatışmasında 700 Ölü... Budist Rahipler Müslümanlara Karşı Güç Birliği Yapıyor... — 15 Fihrist Gündem/Yorum Gençlerle Başbaşa Suffa Mektebi Fetva Köşesi Beyyineler Hanımlar Köşesi Sohbetler/Düşünceler Yarının Büyükleri Basından Seçmeler Muhacirun Dergisi: www.muhacirun.net Yazışma Adresimiz: info@muhacirun.net Sayfa 2 MUHACIRUN DERGISI– Doğrular Islamın doğrulardır, hatalar/yanlışlar bizim yanlışlarımızdır. Okuyucularımızdan (Islama göre varsa) Hatalarımızın düzeltilmesini istirham ediyoruz. YIL-3/ SAYI– 25 REBIULEVVEL 1435 / OCAK 2014 H a k i m i y y e t, K a y ı t s ı z ve Ş a r t s ı z Gündem/Yorum A l l a h ( c. c.)´ı n d ı r . Editör de herhangi bir dini kural olmadığına göre, Sizin ancak Kendi Sahibinize şikayet hakkınız var. Evvelen, kendisine en son böyle bedduayı nezaman Hee Kasımpaşalı Erdoğan mı? Partimin menfaati için Papaz elbisesi giyerim diyen kim için yaptığını sormak isterim… birinden, Kendi Partisine, Başkanına, Dava arkadaşBazıları gibi gündem değiştirmek için Haksız beddua tutar mı tutmaz mı? sorusunu ortaya atacak deği- larına makam/menfaat için ihanet eden bir Kimseden ne beklenir? lim… Bakın Islama/Şeriata göre bu yaptıklarınızın çoğu Belki size göre kim haklı?... Allaha ve Rasulüne ihanettir. Çünkü Islamda Kafir Iş bu raddeye nasıl geldi. Kimler tarafından getirildi rejimle uzlaşma yoktur. Islamda Allahın verdiği hüve bu olayın sonu ne olacak, kim Karlı/Zararlı çıkaküm bağlayıcıdır(Referanduma sunulamaz). Islama cak, ceza/fatura kime kesilecek?... göre Demokrasiyi ve partiyi kabul etmek/ Konuya Eceviti (1993 de olsa gerek) evinde ziyaret desteklemek Şirktir. eden Gülenle görüştükten sonra Hanımı Rahşana Gülen hoca yıllardır Kitmir olmayı istediğini söylüysöylediği şu sözle başlayalım; Hanım, hanım Türki ordu. Biliyorsunuz Kitmir Ashab-ı Kehfin KöpeğiCumhuriyetlerde Okullarımız nin ismidir. Cennete girecek olan birvarmış… kaç hayvandan birisidir. Bu hayvan Önce Turgut Özalla anlaştılar, sonra rivayetlere göre Musa (as)mı menfaati Ecevitle, sonra DYP, sonra AKP/ için satan, Musa (as)a beddua eden Erdoğanla…Bir toplantıda BartoleBel´am bin Bauranın yerine Cennete meosla beraber aynı duayı (?) okugirecektir. Bu Bel`am ‚Alim olup 700 muşlardı…Hatta bir aralar onu Vatimüridiyle havada uçan bir kimseydi‘ kanda dahi görmüştük…Maslahat rivayetleri var. icabı… Insan önce kaliteli/delikanlı olacak, Belki bütün bu anlaşmalar ne menfaatine göre dost/düşman değişkarşılığında oluyordu? Kim kime tirmeyecek hele hele bir Lider pozisyneler veriyordu, hangi tavizleri veonunda bir kimse ise.. riyorlardı…Ilişkileri ne iliskişi idi? Bir Kafir delikanlı/kaliteli olabilir, Hoca-Talebe iliskişi değildi herhalde… fakat bir Mü`min kalitesiz bukalemun olamaz, olmamalı. Eğer olabiliyorsa o zaman bu Kimsenin IslamEvet, bu ilişkilerin hepsi Menfaat ilişkileridir. Her- daki ismi Münafıktır. kes kendisinin Menfaatına olan kimselerle ve kuru- Sakın Erdoğanı savunduğum zannedilmesin(Allah luşlarla/partilerle anlaştı. Daha sonra bu işin menkorusun/aramızda din farkı var) o herzaman demofaatı/karı az olunca daha fazla kazançlı anlaşmalara krat olduğunu/Islami bir parti olmadıklarını söylüygirdiler ve diğer anlaşmaları bozdular… Kimse ku- or… sura bakmasın menfaat ilişkisinde herhangi bir dini Onlar Demokrasi icabı, Menfaatleri icabı,(nurcularin kural veya etik yoktur. Bunu siz baştan biliyordudeyimiyle) Maslahat icabı Güleni ve Nurcuları kulnuz. landılar. Herkesi/Tüm halkı/Medyayı Para, Mal, MaSizin o menfaat anlaşmasına göre; kar getiren her kam vererek kullandıkları gibi… şey helal, menfaatinize engel olan herşey/herkes düşmandır…Çünkü siz Yahudinin menfaat Ahlakını Bu Laik devlete tabi olanların bir makam/menfaat uyguluyordunuz ve Karşılığında sana bu çıktı. Bu Kavgasıdır diye düşünüyorum… ihanet bile değildir. Siz yıllardır hemen hemen her seçimde başka Partiyle anlaştınız. Faydalandıktan sonra değiştirdiniz. Daha iyisini bulunca öbüründen Islamın Devlet olması yolunda mücadele veren Muvazgeçtiniz değil mi? vahhid Müslümanlar olarak biz Makam/Menfaat için Şimdi kızmaya hakkınız yok…Bedduya hiç… Bed- iman etmedik, Makam/menfaat için de kimseyi satdua Kulun birisini Rabbine/Mevlasına/Sahibine şimadık, bu başkalarının sıfatıdır… kayetidir. Yani Dini bir meseledir. Menfaat ilişkisin- Erdoğanla Gülen arasında neler oluyor? Ve Gülenin Bedduası! Sayfa 3 MUHACIRUN DERGISI– YIL-3/ SAYI– 25 REBIULEVVEL 1435 / OCAK 2014 H a k i m i y y e t, K a y ı t s ı z ve Ş a r t s ı z TEFSIR DERSLERI ِ ) َوقن ِي ُل قُ َاق َع16( ُ ) قَ ِن َج َوق ُر ق ِن ْن15( ُ م ْ ُُْ ِن ْس َ َم ُ فَ ََل قْ ِس َ ) ُاى19( ٍو ر ٍَ ُ ر ْ ) قُنهْ نَوَ ِو ْ َر18( َ َ َح قُاق ف ُّ ) َو17( ُ قنص ِب َ َ ِ ُ َ ) َو21( ُع م قَ ُ ي ر ُ ِ َ سْو رة ُع ِ َ ُاى قن ) ْ ط ر20( ِ َ ُني ر ) َو َ ُ و َْو23( ُ ل ق ِن ْجبُي َ ُ ص ُ ْ) َونَوَ ِ َرقَ ْ ُْ ُُِْف22( ُحبْ ْن ِ ُْ َج ِج ْو ر َ ُ ) َو َ ُ و َْو ُْوَ ِو24( ي ُي ر َ ِ َ َُ) ف25( ا ِيطَُ ر َر ُ ي ر َ ُْ ُ َعلَى ق ِن َي ِي ِ َ) نُ َج ِ اَُ َ ُ ِ ْن ِ ق27( َ ) قُ ِ و َْو قُُ ُا ٍِ ع نُ ِل َُنَ ُجي26( َ ف َِذ َوبْو )29( َ اُنْ َ قُُ قَ ِ َاَُ َ لْ َر ُِّ ق ِن َُنَ ُجي َ َ) َو َ ُ ف28( َ متَوُي ِ َ 81-TEKVÎR SÛRESİ Mushaftaki Sıralamaya Göre 81.Sûredir. Mufassal Sûreler Kısmının Dokuzuncu Grubundaki Üçüncü Sûredir. 29 âyettir. Mekke'de nâzil olmuştur. Dikkat çeken husus; et-Tekvîr Sûresi'nin iki bölümden meydana gelmesidir. Birinci bölüm 14. âyetle sona erer. Bu bölümde âhiret gününden söz edilir ve bu bölüm; "Kişi önceden ne hazırladığını görecektir" (âyet 14) âyetiyle son bulur. Burada insan nefsine o gün için çalışması hatırlatılmaktadır. Daha sonra sûrenin İkinci bölümü gelir. Bu bölümde cevabını: "Şüphesiz ki bu çok şerefli bir elçinin getirdiği sözdür" âyetinin teşkil ettiği bir yemin vardır. Sonra sûrenin akışı devam eder ve: "O, ancak âlemler ve sizden doğruluk isteyenler için bir öğüttür" (âyet 19) mealindeki âyetler gelir. İKİNCİ BÖLÜM (15-29. ÂYETLER) 15. Andolsun geri dönenlere, 16. Akıp akıp yuvalarına girenlere, 17. Kararmaya yöneldiği zaman geceye, 18. Ağarmaya başladığı dem sabaha, 19. Şüphesiz ki bu (Kur’ân) çok şerefli bir elçinin getirdiği sözdür. 20. Bir elçi ki Arş’ın sahibi (Allah) katında değerli ve güçlü. 21. Orada kendisine uyulandır, emin birisidir. 22. Sizin arkadaşınız asla bir deli değildir. 23. Andolsun ki (arkadaşınız) onu apaçık ufukta görmüştür. 24. O gaybdan (verdiği haberlerde) asla cimri de değildir. 25. Bu (Kur’ân) kovulmuş bir şeytan sözü değildir. 26. Böyleyken nereye gidiyorsunuz? 27. O, ancak âlemler için bir öğüttür; 28. Sizden doğruluk isteyenler için. 29. Âlemlerin Rabbi olan Allah dilemedikçe sizler bir şey dileyemezsiniz. Andolsun ki Kur'ân Şerefli Bir Elçinin Getirdiği Sözdür (Âyet 15-19) "Andolsun geri dönenlere, akıp akıp yuvalarına girenlere." Tercih edilen görüşe göre bunlardan maksat gezegenlerdir. Âlûsî şöyle der: "İbn Ebî Hatim'in Ali'den rivayet ettiğine göre o: Bunlar beş yıldızdır. Zühal, Utârid, Müşteri, Behram yani Mirrîh ve Zühre gezegenleridir, demiştir." Sayfa 4 MUHACIRUN DERGISI– A l l a h ( c. c.)´ı n d ı r . Ebu Abdurrahman Zikredilen gezegenler o zaman Araplarca biliniyordu. Bu yıldızların gündüz gizlenip gece geri dönmesi insana göredir. Yahut da bu âyetlerde onların devamlı bir şekilde hareketleri sırasında geri dönmeleri ve saklanmaları kastedilmiştir. "Kararmaya yöneldiği zaman geceye, ağarmaya başladığı dem sabaha. Şüphesiz ki bu (Kur'ân) çok şerefli bir elçinin getirdiği sözdür." Son âyet önceki yeminlerin cevabıdır. Hiç şüphesiz bu Kur'ân, çok şerefli bir elçinin Cebrail'in getirdiği bir sözdür. Nesefî şöyle der: "Kur'ân'ın Cebrail'e nisbet edilmesi, onun indirmiş olmasından dolayıdır." İbn Kesîr de şöyle der: "Şüphesiz bu Kur'ân, değerli bir elçinin; yaratılışı güzel, manzarası göz alıcı, şerefli bir meleğin tebliğ ettiği sözlerdir. Bu melek de Cebrail (a.s)'dır." Cebrail (a.s)'ın Güvenilir Oluşu (Âyet 20-21) "Bir elçi ki, Arş'ın sahibi (Allah) katında değerli ve güçlü." Yani yüklenen görevi yerine getirmeye gücü yeten, ondan âciz kalmayan bir elçi. İbn Kesîr der ki: "Yaratılışı, yakalaması ve fiili şiddetli bir elçi. Onun Allah katında yüksek bir mevkii vardır." "Orada kendisine uyulandır." Gökyüzünde Mele-i A'lâ'dan olan melekler ona itaat eder. İbn Kesîr şöyle der: "Gökyüzünde kendisine itaat edilir. O sıradan bir melek değildir. Bilâkis o seçkin, şerefli ve kendisine önem verilen bir melektir. Bu büyük mesaj için seçilmiş bir melektir." "Emin birisidir." Vahyi tebliğ konusunda kendisine güvenilir. Yahut her konuda güvenilirlik vasfını taşıyan bir melektir. İbn Kesîr der ki: "Burada güvenirlik niteliği ile anılma çok önemlidir. Çünkü Allah kulu ve melekler içinden seçtiği elçisi Cebrail'i övüyor." Rasûlullah'ın (s.a.v) Cebrail (a.s)'ı Görmesi (Âyet 2223) "Sizin arkadaşınız..." Muhammed (s.a.v), kâfirlerin iddia ettiği gibi "...asla bir deli değildir. Andolsun ki (arkadaşınız) onu apaçık ufukta görmüştür." İbn Kesîr şöyle der: "Muhammed (s.a.v), kendisine Allah'tan mesaj getiren Cibril'i, Allah'ın onu yaratmış olduğu şekilde 600 kanatlı olarak "apaçık ufukta" görmüştür. Bu el-Bathâ denilen yerde gerçekleşen ilk görmedir." Nesefî, "apaçık ufku" Güneşin doğuş yeri şeklinde açıklamıştır. Rasûlullah'ın Vahyi Ulaştırmada Cimri Olmayışı (Âyet 24) "O gaybdan (verdiği haberlerde) asla cimri de değildir." Muhammed (s.a.v) kendisine gelen vahiyde cimrilik yapmaz. Aksine herkese onu sunar. Vahyi tebliğ ve onu öğretme konusunda ihmalkâr davranmaz. Kendisinde bulunan bütün bilgileri başkalarına verir. Bu Kur'ân Asla Bir Şeytan Sözü Değildir (Âyet 25-26) "Bu (Kur'ân) kovulmuş bir şeytan sözü değildir." Kur'ân, kulak hırsızlığı yapıp bunu kâhin dostlarına ulaştıran bazılarının sözü değildir. "Böyleyken nereye gidiyorsunuz?" İbn Kesîr der ki: "Bu Kur'ân'ın Allah katından gelen bir gerçek olduğu apaçık ortada iken onu yalanlama konusunda aklınız nerelere gidiyor?" Katâde YIL-3/ SAYI– 25 REBIULEVVEL 1435 / OCAK 2014 ِإن إ مْكُ م إ ل ّ ل. ِ ِ ise âyete: "Böyleyken Allah Teâlâ'nın kitabını ve O'na itaat etmeyi bırakıp nereye gidiyorsunuz?" anlamını vermiştir. Kur'ân Âlemler İçin Öğüttür (Âyet 27-28) "O, âlemler için bir öğüttür." Nesefî burada: "Kur'ân sadece yaratıklar için bir öğüttür" der. İbn Kesîr de: "Bu Kur'ân bütün insanlar için öğüt kabul edebilecekleri bir zikirdir" der. "Sizden doğruluk isteyenler için." Nesefî der ki: "Kur'ân, doğruluk isteyenler için bir öğüttür. Yani İslâm dinine girerek doğruluk isteyenler zikirden (Kur'ân'dan) faydalanırlar. Her ne kadar o, bütün insanlara öğüt olarak verilmiş olsa da İslama girenlerin dışındakiler! sanki ondan öğüt almamış gibidirler." İbn Kesîr burada: "Hidayet isteyenlerin bu Kur'ân'a sarılmaları gerekir" der. Allah'ın İradesi ve İnsanın İradesi (Âyet 29) "Alemlerin Rabbi olan Allah dilemedikçe sizler bir şey dileyemezsiniz." Siz doğruluğu mahlukatın mâliki olan Allah dilemedikçe dileyemezsiniz. İbn Kesîr der ki: "Dileme işi size bırakılmamıştır. Evet; dileyen hidayete erer, isteyen de sapıklığa gider. Ancak bunların hepsi yine de âlemlerin Rabbi Allah'ın dilemesine bağlıdır. Süfyân es-Sevrî'nin Süleyman b. Mûsa'dan naklettiğine göre, "O, ... sizden doğruluk isteyenler için bir öğüttür" âyeti nazil olunca Ebû Cehil: - İş bizim elimizde. İstersek doğru oluruz, istersek doğru olmayız, dedi. Bunun üzerine Allah Teâlâ: "Âlemlerin Rabbi olan Allah dilemedikçe sizler bir şey dileyemezsiniz" âyetini indirdi." Bu âyetin nüzul sebebi vasıtasıyla birçoklarını şaşırtan "meşîet =dileme" meselesinin en önemli noktasını kavrayabiliriz. Bu da insan iradesinin ilâhî iradeye bağlı bulunmasıdır. Konuyu şöyle özetleyebiliriz: Herşey Allah Teâlâ'nın dilemesiyledir. Bunun böyle olması insan iradesine ters düşmez. Bu meseleye birçok defa temas ettik. Allah birini saptırırsa, o bunu hakettiği için Allah adaletiyle ona muamele edip saptırmıştır. Şayet birini hidayete ulaştırmışsa ona da lütfü ile muamele etmiştir. Eğer her şey Allah Teâlâ'nın dilemesiyle olmasaydı o zaman Allah Teâlâ günaha yenik düşmüş olurdu. Halbuki bu olamaz. Allah hiçbir şeye yenik düşmez. Dolayısıyla herşey Allah'ın dilemesiyledir. Bu bir zorlama anlamı taşımaz. Allah bilmiş ve istemiş ve kudretiyle onu açığa çıkarmıştır. Bilme bir şeyi ortaya çıkarır, onu herhangi bir şeye zorlamaz. Allah falan kimsenin ne işleyeceğini bilmiş, o işi dilemiş ve kudretiyle onun yapacağı işi ortaya çıkarmıştır. olarak yorumlamışlardır. Nitekim âyetin tefsîrinde bunları gördük. Ancak Süfyân b. Uyeyne ( )ض يve ( )ظ ي kelimelerinin aynı mânaya geldiğini söylemiştir. Bu görüşe göre cimrilikle suçluluk arasında bir ilişki vardır. Muhammed (s. a) tebliğ konusunda suçlu ve cimri değildir. Benî Hanife Heyetine Hz. Ebû Bekir'in Sözü "Böyleyken nereye gidiyorsunuz?" (âyet 26) âyetleriyle ilgili olarak İbn Kesîr şöyle der: "Ebû Bekir Sıddîk (r. a), müslüman olarak geldikleri zaman Benî Hanife heyetine emretmiş, onlar da son derece bozuk ve saçma ifadeler bulunan yalancı Müseyleme'nin Kur'ân'ından bir şeyler okumuşlar. Bunun üzerine Ebû Bekir (r.a) onlara şöyle demiştir: "- Yazıklar olsun size! Akıllarınız nereye gitmiş? Allah'a andolsun ki bu sözler bir tanrıdan çıkmamıştır."..." İnsanın İradesi (Âyet 25-29) "Kur'ân ... sizden doğruluk isteyenler için bir öğüttür. Âlemlerin Rabbi olan Allah dilemedikçe sizler birşey dileyemezsiniz." (âyet 25-29) âyeti hakkında Seyyid Kutub şöyle der: "Allah Teâlâ, insanların kendi iradelerinin, her şeyin kaynağı olan büyük iradeden ayrı olduğu anlaşılmaması için böyle buyurmaktadır. İnsanlara verilen seçme hürriyeti ve hidayete emre kolaylığı ancak olmuş ve her şeyi kuşatan bu büyük iradeye bağlıdır. Yaratıkların iradesinden söz edildiğinde Kur'ân-ı Kerim'in hemen zikrettiği bu metinlerle imanî anlayış ve onun kapsadığı büyük hakikat varlık alemindeki her şeyin Allah'ın iradesine bağlı olup insanlara lütfedilen seçme gücünün, diğer her türlü takdir ve tedbir gibi O'nun iradesinin bir parçası olmasıdır. Bu irade meleklere lütfedilen emrolundukları şeye kayıtsız şartsız uyma ve onları yerine getirme kudretiyle aynıdır. O halde bu, açıklandıktan ve öğretildikten sonra iki yoldan birisini seçme gücünün insanlara verilmesi Allah'ın dilemesinden bir parçadır. Bizzat hakkın ne olduğunu kavramaları, yardım ve başarıyı ilâhî iradeden isteyip bu yolda alacakları ve bırakacakları her şey hakkında o iradeye bağlanarak en büyük iradeye sığınmaları için bu gerçeğin müminlerin tasavvuruna yerleştirilmesi gerekir." et-TEKVÎR SÛRESİ HAKKINDA SON SÖZ Abese Sûresi Allah Teâlâ'nın "Kulakları çatlatacak gürültü Kıyamet kopup geldiği zaman" buyruğuyla sona ermişti. et-Tekvîr sûresi ise: "Güneş durulduğu zaman" âyetiyle başlamıştır. Buna göre Abese Sûresi'nin sonuyla 24. Âyetteki "Bidanîn" Kelimesinin Farklı Okunuşu et-Tekvîr Sûresi'nin başlangıcı arasındaki ilişki son ( ي (وما ع الغ بضنينâyetinin farklı okunuş şekilleri derece açıktır. Dikkat çeken bir husus da şudur: et-Tekvîr vardır. Birinci okunuşa göre son kelime ( ( يikinci sûresi, "Sizden doğruluk isteyenler için" âyetiyle son okunuşa göre ( ( ظ يşeklindedir. Kelime "zı" harfiyle bulmakta; el-İnfitâr Sûresi'nin baş taraflarında ise: "Ey yazıldığında "suçlu" anlamına gelmektedir. Müfessirlerin insan! Keremi bol Rabbine karşı seni ne aldattı?" âyeti (el çoğu ( )بض يve ( )بضظ يkelimelerini birbirinden ayrı -İnfitâr, 82/6 Sayfa 5 MUHACIRUN DERGISI– YIL-3/ SAYI– 25 REBIULEVVEL 1435 / OCAK 2014 H a k i m i y y e t, K a y ı t s ı z ve Ş a r t s ı z Gençlerle Başbaşa A l l a h ( c. c.)´ı n d ı r . Emîr’ul Mu’minîn M. Metin Müftüoğlu (Kaplan) Hoca te siyasettir. Siyasetin varlığını kabul etmek bir iman meselesidir, siyasetten ve devlet yönetiminden bahsetmek de Efendi’nin 2.7.2010 /Istanbul: MÜDAFAA -SAVUNMA (2) ibadetten söz etmek gibidir. Binaenaleyh diğer ibadetler dinden ayrı tutulduğu zaman din yarım kalacağı gibi, devlet ve siyasette dinden ayrıldığı zaman din yarım kalaİslam dini ve Siyaset: İslam, hem dindir hem devlettir, hem caktır! ibadettir hem siyasettir. Bir başka ifa- Elhasıl İslam dininde cami ne ise, cami yönetimi ne ise devlet de, devlet yönetimi de odur! Kur'an'da aile hukude ile; İslam hem dünyadır, hem ahirettir. Yani ahiretle ilgili hüküm ve mâlumatı getirmenin ku, miras hukuku, ticaret hukuku, ceza hukuku vesair yanında dünya ile ilgili hüküm, emir ve yasakları da ge- hukukla ilgili ayetlerin sayısı çoktur! tirmiştir. Daha başka bir ifade ile; İslam dini aynı zaman- Bizim dert ve davamız senelerce ihmal edilen, gündeme da bir hukuktur, bir hukuk devletidir, fert ve aileyi, ticaret getirilmeyen İslam'ın gerçeklerini ve hakikatlerini ümmet fertlerine tebliğ etmek ve duyurmaktır. Bu tebliğatımızla ve sanayi, siyaset ve idareyi, savaş ve barışı, asayiş ve ne devlet düşmanlığı yapıyoruz ne de millet düşmanlığı! güveni, ikram ve cezalandırmayı ilgilendiren bir hukuk Tebliğ ve telkinatımızı yaparken de ilmî ve fıkrî zeminde sistemidir. Elhasıl; İslam dininin ibadeti siyasettir, siyaseti de ibadet- kalıyor, kaba kuvvete baş vurmuyor, kışkırtma yoluna tir. Bunlar içiçedir, bunları birbirinden ayırmak mümkün gitmiyor, terörist bir harekete teşebbüs etme niyyet ve değildir. Öyle ki, ibadetsiz İslam olamayacağı gibi, siya- maksadını gütmüyoruz. Gütmemişiz de!.. setsiz de İslam olamaz. Buna dair Kur'an'da ve Sünnet'te „Kaynağımız Kur’an, örneğimiz Hz. Muhammed’dir!“ dediğimize göre, kendimizi n soyüzlerce ayet ve hadis vardır. rumlu addedmişizdir ki, aslında Keza; İslam dinini gereği gibi inöyledir, sorumluyuz. Yanlış din celeyen dünyanın ilim, fikir ve anlayışını tashih etmeye, noksansiyaset adamları da İslam dininin ları ikmal etmeye başlamışızdır. özünde ve yapısında devlet ve siyTebliğ yoluyla, telkin yoluyla aset olduğunu kabul ve itiraf etbaşlamışızdır. Ve bu, başta hocamektedirler. lar olmak üzere her müslümana O halde müslüman, aynı zamanda farzdır. Mü’min olmanın bir iman meselesi olarak; ilim ve vasıflarından biridir, aksi yönde hukuk adamı da ilim ve fikir kalmak münafıklık olur. adamı olarak, İslam dinini böyle Kur’an şöyle der: bilecek, böyle inanacak ve böyle „Mü’min erkekler ve mü’min kabul edecektir. kadınlar, birbirlerinin velisidirVe netice itibariyle diyebiliriz ki; ler (dostlarıdırlar). İyiliği emreİslam dinini kabul edip, onun siyaderler, kötülükten men ederler, sî ve devlet yönünü kabul etmemek ve İslam'ın devlet ve namazı kılarlar, zekâtı verirler, Allah’a ve Resulü’ne siyasetinden söz edenleri suçlamaya ve cezalandırmaya itaat ederler. İşte onlara Allah rahmet edecektir. Alkalkışmak bir çelişkidir. Bu İslam dinini bilmemenin lah veya kötü niyet taşımanın bir eseridir! daima üstündür, hikmet sabibidir.“ (Tevbe, 71) „Münafık erkekler ve münafık kadınlar birbirlerinİslam dini diğer dinlerle kıyaslanamaz! dendir: Kötülüğü emreder, iyilikten men eder ve elleİslam dininde siyaset, devlet idaresi dinin bünyesinde (yapısında) olup dinin kendisidir, yani siyasetin kaynağı rini sıkı tutarlar. Allah’ı unuttular. Allah da onları Kur'an'dır! Kur'an iman ve ibadet meselelerini getirmenin unuttu. Münafıklar; işte yoldan çıkanlar onyanında devlet hukukunu, ceza hukukunu da beraberinde lardır.“ (Tevbe, 67) Biz, münafıkların safında değil, mü’minlerin safında yer getirmiştir. Bu itibarla İslam dininde din-devlet bütünlüğü vardır; Dini devletten, devleti dinden ayrı düşünmek almak için, mü’minler gibi, tebliğat ve telkinatımızı yapmak istiyoruz ve yapmaktayız. Ve bunun için yola çıktık mümkün değildir. Bunlar ruhla beden gibi birbirini tamamlayan iki unsurdur. Namaz, oruç gibi ibadetler nasıl ve diyoruz ki, İslam dini bir bütündür; ibadetiyle, siyaseAllah'ın birer emri olup bunları dinden ayırmak mümkün tiyle, devletiyle bir bütündür. olmadığı gibi devlet de, devletin siyaseti de Allah'ın bir Hayatın her safhası, her hareketi hakkında hüküm getiremridir. Öyle ki, müslüman İslam devleti varsa onu korumaktan, miştir. Ve bunun bir istisnası yoktur ve hak din de işte budur. Bütün müslümanların böyle bilmelerini, böyle yoksa onu kurmaktan sorumludur, namaz ve oruç gibi inanmalarını, böyle yaşamalarını ve böyle anlatmalarını sorumludur. Bir başka ifade ile İslam dininde siyaset ibadettir, ibadet- Allah emretmiştir, farz kılmıştır. Sayfa 6 MUHACIRUN DERGISI– YIL-3/ SAYI– 25 REBIULEVVEL 1435 / OCAK 2014 ِإن إ مْكُ م إ ل ّ ل. ِ ِ Suffa Mektebi Temel Meseleler a) Eğer bu fiiller Kur'an'daki bir mücmeli beyan veya bir mutlakı takyid veya bir umûmu tahsis için sadır olmuş ise onun vücub ve nedb bakımından hükmü beyan ettiğinin hükmü Peygamberin Fiilleri gibidir. Bu fiillerin beyan olup olmadığı ya meselâ: Rasûlullah (s.a.) in namaz hakkında "Namazı benden gördüğünüz gibi Peygamber (s.a.v.) in fiilleri üç kılın", hac hakkında da "Hac hükümlerinizi benden alın" çeşittir; hadislerinde olduğu gibi sözle açıkça ifade buyurmasından 1-Fıtrî hareketleri: veya beyana ihtiyaç duyulduğu sırada sadır olan ve beyan Bunlar oturup kalkma, yeme, içme, sayılabilecek fiillerde olduğu gibi karinelerden anlaşılır. Veya uyuma, yürüme gibi insan olmanın gereği zat-ı âlilerinden sadır meselâ Rasûlullah (s.a.) ın hırsızın elini bilekten kesmesi "... olan fiillerdir. Bunlar kendisi için mubah hareketler olduğu gibi onların elini kesin" ayetinin bir beyanıdır. Yine teyemmümde ümmeti için de mubah hareketlerdir, dolayısıyle bunları dirseklere kadar meshetmesi "... yüzlerinizi ve ellerinizi yapmak ve bu davranışlarında Rasûlullah'a ittiba etmek bize mesnedin" ayetinin bir beyanıdır. vacib değildir. Ama meselâ sağ elle yemek gibi Mendup veya Beyan vücub, nedb ve ibaha konusunda beyan edilene tâbidir. Sünnet olduğuna dair hakkında delil varsa o şer'î bir hüküm olur. Dünya işlerindeki tecrübesi ve bilgisi gereği kendilerinden b) Bu fiiller herhangi bir şeyi beyan için değil de müstakil sadır olan ticaret, ziraat, harp idare etmesi, bir hastaya ilaç tarif vârid olmuşsa bakılır: Vacib veya nedb veya ibaha gibi bir etmişi gibi hareketleri de bu hüküm ifade ettiği biliniyorsa bunu kabildendir, şer'î bir hüküm sayılmaz. yapma konusunda ümmet de Çünkü bunlar ilâhî vahy ile değil şahsi Rasûlullah gibidir. Çünkü: ictihad ve tecrübe ile yapılan fiillerdir. "Peygamber size ne verdiyse onu alın Bu sebepledir ki Bedir gazasında size ne yasakladıysa ondan da sakının" Rasûlullah (s.a.v.) orduyu muayyen bir (Haşr,7) ve "Andolsun yere yerleştirme yönünde görüş beyan ki,Rasûlullah'da sizin için Allah'a ve edince Habbab bin Münzir(r.a) âhiret gününe kavuşmayı umanlar, için kendisine "Ya Rasûlallah bu yer en mükemmel bir örnek vardır" Allah'ın sana gösterdiği bir yer midir (Ahzab, 21) ayet-i kerimeleri bunu yoksa kendi reyiniz veya harp ve emretmektedir. Ayrıca ashab-ı kiram taktik icabı mıdır? Rasûlullah(s.a.v.) : pek çok olayda delil olarak "Bu, görüş harp ve tatbik icabıdır" Rasûlullah'ın fiilini esas alıyorlardı. buyurdular. O zaman Habbab(r.a): Meselâ Hz. Ömer Haceru'l-esved'i "Konaklanacak yer burası değildir" öpme konusunda şunu söylemişti: "Ey diyerek su kaynağına yakın başka bir taş, Vallahi iyi biliyorum ki sen yeri işaret etti, ordu oraya indi. kimseye zararı ve faydası dokunmayan Rasûlullah (s.a.v.) Medine halkının bir taşsın, Rasûlullah'ın seni öptüğünü hurma ağaçlarını tohumladığını görmeseydim öpmezdim". gördüğünde onlara bunu yapmamalarını tavsiye etti, onlar da Şayet şer'î bir hüküm ifade ettiği bıraktılar. O yıl hurmalar olmadı. Bunun üzerine Rasûlullah bilinmiyorsa bakılır: Devamlı olmaksı-zın bazan iki rekat (s.a.v.) onlara "Siz dünyanızın işlerini daha iyi bilirsiniz" namaz kılması gibi insanı Allah'a yaklaştıracak şekilde ibadet buyurdular. sıfatı olduğu anlaşılırsa da bu o fiilin mendub olduğuna delâlet eder. Alış-veriş ve ziraat ortaklığı gibi kendisinde ibadet sıfatı 2- Sadece Rasûlullah'a ait olduğu sabit olan fiiller. bulunmadığı anlaşılırsa ibâha (yapılması mubah) ifade eder. Meselâ: Iftar etmeden oruca devam etmek, Kuşluk namazının, Âlimler nazarında râcih olan görüş budur. Çünkü bu fiilin ibâha Kurban kesmenin, Vitir ve Teheccüd namazlarının ona vacib ifade ettiği kesindir. Bunun üstünde (daha kuvvetli) bir hüküm olması, dörtten fazla kadınla evlenme, bir davanın isbatında ifade etmesi ancak delil ile olur, delil de yoktur. Bir başka yalnız Huzeyme'nin şahitliğini yeterli görmesi Hasâis-i izaha göre de Rasûlullah'ın onu yapması mendup olduğuna Nebî'den (Rasûlullah'a mahsus fiillerden) sayılır. Bunların delâlet eder. Çünkü bu fiilin mutlaka ibadet için yapılmış hükmü şudur: Hasâisde Ra-sûlullah'a tabi olunmaz, kendine olması gerekir, ibadet için yapılanın da en aşağı hükmü mahsus sayılır. menduptur. ŞER'Î DELİLLER İkinci Delil: SÜNNET-4 3- Yukarıda geçenlerin dışında olup dinî bir hüküm kastedilen fiiller. Bunlar uymamız istenilen fiillerdir. Bunların vücub, nedb veya ibâha ifade edip etmediği aşağıdaki şartlarla anlaşılır: Sayfa 7 MUHACIRUN DERGISI– Özetle söylersek: Resûlullah'tan bir insan olması hasebiyle sadır olan fiiller ve tecrübeleri, dünyevî işleri ve kendine mahsus (hasâis-i Nebî) olan fiiller şer'î hüküm sayılmaz, ve yapmamız emredilen bir sünnet değildir. Ama bunlar Peygamber olma vasfıyla kendisinden sadır olup umumi olarak hüküm ifade etmesi kastedilmişse bu, ümmetin uyması lazım gelen şer'î bir hükümdür. YIL-3/ SAYI– 25 REBIULEVVEL 1435 / OCAK 2014 H a k i m i y y e t, K a y ı t s ı z ve Ş a r t s ı z A l l a h ( c. c.)´ı n d ı r . Ebu Ensar Fetva Köşesi Sigaranın bid'at olduğunu söylemek ise hiç mümkün değildir. Çünkü terim olarak "Bid'at"; sünnet karşıtı Mutlak haramdır diyenlerin delillerine de pekçok yönden olarak, din koyucunun açıkça ya da dolayısı ile, sözlü ya itiraz edilebilir. Meselâ:Sigaranın soğan-sarmısağa kıyas da fiili izni olmaksızın sahabeden sonra dinde görülerek yoluyla haram görülmesi biraz önce açıkladığımız ortaya çıkan eksiltme ya da fazlalaştırmalardır. sebeplerden ötürü mümkün değildir. Sigaranın her Sigaranın hiç kimse tarafından dinden bir hareket olarak halükârda başkasına eziyet olacağı söylenemez. Bu il­ uygulanmadığı açıktır. letten hareket edilirse başkalar ile hiç irtibatı Gayri müslimlere benzeme konusunda yasak olan, onlara olmayanlar, mescidlere beili bir özürden ötürü has şeylerde onlara benzemeye çalışmaktır. Mubah olan gitmeyenler ve özellikle de kadınlar için bir hükmün geçerli olmayacağı sonucu ortaya çıkar ki, böyle muttarit şeyleri tenavülde benzeme sözkonusu değildir. Sigaranın olmayan bir hükme itibar edilmez. Sigaranın maddesinin insanlar için zararlı olması iddiası eğer ispatlanırsa pis olduğunu kimse söylememiştir. Yani üzerinde sigara bunu ciddiye almamak mümkün değildir. Ancak zararlar arasında da mertebe farkı vardır ve haram olan taşıyan birisi, necaset taşıyor değildir, dolayısı ile bu zararlıların yanında mekruh olan zararlılar da durum onun temizlik isteyen ibadetlerine, meselâ bulunmaktadır. Helâlin ve haramın namazına engel teşkil etmez. Gerçi belli olduğunu, aralarında ise şüpheli işaret edilen âyette Allah (cc) şeyler bulunduğunu söyleyen hadis "habis"in haram olduğunu zaten haramların belli olduğunu bildirmiştir. Ama soğan ve söylemekle sigarayı haramlar sarımsağın "habis" olan yönleri cümlesinden bizzat çıkarmıştır. Çünkü maddeleri değil, kokularıdır. Nitekim naslarla belirlenen haramlar arasında onlar için Hz. Peygamber'den "habis" sigara bulunmamaktadır. İslâm nitelemesini duyan sahabe "Haram Halifesinin yasaklamış olduğu birşey, kılındı! Haram kılındı!" diye ilân eğer nasslarla sabit bir husus değilse edince Hz. Peygamber: "Ey cemaat! tabiî olarak "raiyyenin maslahatında Allah'ın bana helâl kıldığı birşeyi menuftur" ve bu yüzden de sırf kendi haram etmek benim elimde değildir. zamanını ilgilendirir. Bir başkası bir Şu var ki, ben bu bitkinin kokusundan başka hüküm ısdar edebilir. Bu defa da hoşlanmıyorum" buyurmuştu. Sigaranın onlara ona uymak zorunlu olur. Sigara Allah'a zikri ve kulluğu benzediği yönü kokusudur. Binaenaleyh, "habis" olan yönü de kokusu olmuş olur. Bu da aslını isti'mal etmenin bazı konularda zorlaştırsa dahi insanların mükellef oldukları ibadetler öncelikle farzlar ve vaciplerdir. haramlığını gerektirmez. Duman ve ateşle ilgili âyet ve hadisler ise fıkıh usulü ilmi ile bilinen hiçbir delalet yolu Pekçok sigara içen kimseler ibadetlerini de tamıtamına ile sigaranın haramlığına delalet etmezler. Öyle olsaydı yapmaktadırlar. Binaenaleyh, bu da bir haram sebebi olamaz. bu konuda âlimler arasında zâten ihtilaf olmazdı. İslâm Fıkhı Açısından Sigara(3) Sigaranın mutlak bir israf olduğu da tartışılabilir. Zira hayatî ihtiyaç bulunmamakla beraber helâl gıdalardan pekçok çeşidi ile telezzüz haram görülmemiştir. Meselâ normal gıdasını alan bir insanın yanında sürekli ananas gibi birşey bulundurup ondan zaman zaman alması haramdır denemez. Sigara çoluk-çocuğun nafakasını keserek içilirse bu durumda da haram olan sigara değil, onların nafakalarını kısmak olur. Bunu kahvede çay içerek de yapsa yine böyledir. Sigara da (eğer başka delille haramlığı ya da mahzuru ispatlanamazsa) bu helâl telezzüz araçlarından biri sayılabilir. Kaldı ki tiryakiler için sigara ekmekten ve sudan daha öncelikli bir ihtiyaç halini alabilir. Yine bu durumda abesle iştigal olmaktan da çıkar. Sayfa 8 MUHACIRUN DERGISI– Mekruh Olduğunu Söyleyenlerin Delilleri Haram ve mubah diyenlerin yanında sigaranın mekruh oldu­ğunu söyleyen âlimler de vardır. Onlar da şu delillere tutunurlar: 1- Sigaranın kokusu kerihdir. Binaenaleyh, pırasa soğan ve sarımsağa kıyasla mekruh olması gerekir. 2- Kesin haram olduğunu bildiren deliller bulunmamaktadır. Binaenaleyh, sigaranın hükmü şüpheli bir konudur, şüpheli olan şeyleri yapmak ise en azından mekruha götürür. Öyleyse sigaranın da mekruh olması gerekir. YIL-3/ SAYI– 25 REBIULEVVEL 1435 / OCAK 2014 ِإن إ مْكُ م إ ل ّ ل. ِ ِ Beyyineler Cemaleddin Hocaoğlu İMKÂNLAR ve HAMLELER; Mukaddime Yeri ve göğü yaratan, cansız varlıkları meydana getiren ve bu arada insan denen varlığa vücut veren, onu akıl gibi cevher ve duygularla mücehhez kılan, üstelik yanılma tehlikesine düşeceği yerde ona Sırat-ı Müstakim’i göstermek üzere semadan kitaplar indirip tebliğ ve telkinatını da, tefsir ve izahını da beşer cinsinden seçtiği mümtaz simalara, Peygamber ismi verilen vahye muhatap olabilecek kabiliyyetlere sahib ve her türlü insanî meziyyet ve ahlakî faziletlere malik Resul’ler ve Nebi’ler gönderen Rabb’imize ne kadar şükretsek yine de azdır. İşte o peygamberlerden biri olan ve fazilet timsali son hal­ kayı temsil eden ve aynı zamanda eşref-i mahlukât ve eftal-i mevcudât sıfatlarını da haiz, iki cihanın güneşi, Yaratan’ımızın sevgili kulu, habib ve edibi Hz. Muhammed’e ve onun izinde giden ve bizlere örnek teşkil eden âl ve ashabına salât ve selam ederiz!. İmkânlar ve Hamleler:Bize düşen tek bir şey kalıyor; o da Rabb’imiz tarafından bize verilen lütuf ve imkânIarı tanımak ve onları yerli ve yerinde kullanmak!.. Neden? Çünkü Mevlâ’mızın şaşmaz kanunlarından birisi de şudur:,,İn’am ve imkan, ihsan ve taltif; sonra da şükür ve nimetbilir olma!..” Bakınız Kur’an ne diyor: Allah, hiç bir kuluna gücünün yetmediği bir şeyi teklif etmez!” Ve etmemiştir! Önce göz-kulak, dil ve dudak vermiş ve ondan sonra da hesap ve kitabını sormuştur; akıl nimetiyle onu mücehhez kılmış ve arkasından da kadrini bilip bilmediğinin idrâki içinde olup Olmadığının, icabını yerine getirip getirmediğinin ve o istikamette hareket edip etmediğinin hesabını soruyor!.. Ve işte bu cümleden olarak; Kur’an-ı Kerim gibi bir Kitab’a sahip olmamızın ötesinde ve üstünde Hz. Muhammed gibi bir Peygamber’e de sahip olmaktayız ve bu noktadan hareketle ,,Kaynağımız Kur’an, Örneğimiz Hz. Muhammed!” diyebilir; talimatı Kur’an’dan, tatbikatı Peygamber’den alma hakikatını söyleyebiliriz ve söylemekteyiz. nekler vardır!..” Allah Resulü de şöyle buyurur: ,,Benim sahabem yıldızlar gibidir; hangisine iktida ederseniz hidayet bulursunuz!..” Cemaat: İlahî kaynaklar var, ilahî nimetler var, ilahî örnekler var!.. Bütün bu ve bu nimetlerin yanında ve ötesinde bizim bir şeye ihtiyacımız var: 0 da cemaat! 0 da var! Elhamdülillah bir cemaata sahibiz!.. Cemiyetsiz ve cemaatsız değiliz! 70 senedir laik düzenin estirdiği kasırgalara, döndürdüğü dolaplara rağmen gerek Anadolu’da ve gerekse Avrupa’da elhamdülillah bir cemaata sahibiz; hem öylesine bir cemaat ki, bu cemaat Allah Resulü’nün dilinde şu ifadeyi bulmaktadır:,,Benim ümmetimin içinden kıyamete kadar bir cemaat eksik olmıyacaktır. Onlara muhalif ve muarızları zarar veremiyecektir; onlar hak çizgide olacaklar ve hakkın temsilcisi olup (hakkı temsil ve tebliğ edeceklerdir).” Nisab Tamam:Evet her şey tamam; artık eksiğimiz ve gediğimiz yoktur. Şimdi artık iş bize düşmekte, bütün bu nimetleri, bu imkanları değerlendirmekte ve nihayet Allah’ın bunca nimetlerinden başta yakın çevremiz olmak üzere bütün dünya insanlığını faydalandırmak üzere yılmadan, yorulmadan faydalandırmaya gayret göstermeliyiz!.. Hizmet Önde Para Arkada:Evet bizim fabrikalarımız yoktur, çiftliklerimiz yoktur; belli başlı herhangi bir gelir kaynaklarımız da yoktur. Ancak cemaatlarımız vardır, hayır sevenlerimiz vardır. Ve bunlar öyle kaynaklardır ki, masraf istemezler, işçilere ihtiyaç hissettirmezler. Ve fakat atalarımızın da dediği gibi, ,,Damla damla göl olur; göller taşar sel olur!..” Yeter ki bizler itimad telkin edelim; yapacakları yardımların kuruşu kuruşuna yerine gittiğine inandıralım!.. Ve bu arada hizmet önde, paranın arkada olduğunu gösterelim! Zira bizim insanımız kulağından ziyade gözüne inanmaktadır!.. Demek oluyor ki, maddi finans da tamam! 0 halde bize düşen bir şey kalıyor: 0 da imkanları hakkıyla kullanmak ve yapılması gereken hameleleri yapmaktır. Gayret bizden, tevfik Rabb’ülâlemin’dendir!.. İlahî Nimetler:İmkânlarımızın biri de ilahî nimetlerin tevali Bizleri yoktan var eden, sayısız nimetleriyle terbiye ve taltif itmesi! Hem öyle ki, o nimetler bizleri çepeçevre ihata eden, Kur’an-ı Kerim gibi bir kitabı lutfederek bizlere etmiştir; yaşadığımız dünya, nimetlerle doludur; maddisi de Hakk’ın yolunu gösteren yüce Mevlâ’ya hamd eder, vardır, manevisi de! Bir kudsî hadis de şöyle buyurur: şükrederiz. O’nun sevgili kulu ve son Peygamberi Hazreti ,,Kulum bana bir karış yaklaşırsa, ben ona bir kulaç Muhammed’e (s.a.v.) ve Onun yolunda giden ve Hakk’ın yaklaşırım; kulum bana bir kulaç yaklaşırsa, ben ona bir hakimiyyeti uğruna her fedakârlığa göğüs geren âline, arşın yaklaşırım! Ve şayet o, bana yürüyerek gelirse, ben ashabına salât ve selam olsun!.. ona koşarak giderim!” Ve işte müslüman olarak biz, böyle bir Rabb’e sahibiz! Yeter Yine Cenab-ı Hakk’a şükürler olsun ki küfrün hakim olduğu, putperestliğin kol gezdiği, müslümanların paramparça ki biz O’na yönelelim ve O’na tevekkül edelim!.. olduğu bir devirde bizlere iman bayrağını, İslam davasını ve Örnekler: Allah Resulü bizim için birer örnektir. Keza Allah Tevhid sancağını taşıma, Hakk’ın hakimiyetini sağlama Resulü’nden feyz alan ashab efendilerimiz de bizim için şaş- yolunda çalışma şerefini nasip etmiş ve bu uğurda bir takım imkân1ar ve fırsatlar bahşetmiştir. maz örneklerdir. Cemaleddin Hocaoğlu (Kaplan)3 Cemaziyel-Evvel 1415 (7 Ekim 1994) Kur’an şöyle der: ,,Allah Resulü’nde sizin için güzel örSayfa 9 MUHACIRUN DERGISI– YIL-3/ SAYI– 25 REBIULEVVEL 1435 / OCAK 2014 H a k i m i y y e t, K a y ı t s ı z ve Ş a r t s ı z Islam/Ibadet ISLAMIN RUKÜNLERIŞAHADET KELiMESi iLE ÇELiŞEN TUTUMLAR –(5) A l l a h ( c. c.)´ı n d ı r . Said Havva O'nun sünnetini kabul eder de ona aykırı hareketler yaparsa O zaman fasık olur. Görüldüğü gibi, devlet yetkililerine itaat etmemiz, onların "bizden" olmalarına ve kendileri ile aramızda çıkabilecek 6- Şahadet davası ile çelişen başka bir tutum da yüce anlaşmazlıklarda Allah 'ın kitabı il Peygamberimizin sün- Allah'ın indirdiklerinden başkası ile hüküm vermek netine baş vurulmasına bağlıdır. Bu konuda Peygamberi- veya hükmetme yetkisini başkasına yakıştırmaktır. Çünkü yüce Rabbimiz -C.C.- şöyle -buyuruyor:Allah'ın miz (SAV) şöyle buyuruyor:Her hangi bir yaratılmışa, indirdiği ayetlere göre hüküm vermeyenler ise Kafirlerin yaratıcıya isyan ederken itaat edilemez. Itaat, yalnız Alta kendileridirler "(Maide,44) lah'ın emrine uygun konularda olur. Gerek sana ve gerekse senden öncekilere indirilen Buna göre müslüman, yüce Allah yerine başka hiç; kimseye, ne nefsine ne şeytanına, ne bir kafire, ne bir sapığa, kitaplara inandıklarını ileri sürenleri görmüyor musun? ne bir bid'atçıya ne bir fasık'a, ne bir haddini bilmeze, ne Bunlar karşı çıkmakla, tanımamakla emredildikleri bir gafile ne bir sapık yol sözcüsüne ve ne de bizi AIlah'ın Tağutun hakemliğine başvurmak istiyorlar. Şeytan onları emrinden başka başka bir düzene/rejime çağıran her han- koyu bir sapıklığa düşürmek istiyor.Onlara 'Allah'ın gi bir kimseye itaat etmez, etmemelidir. Nitekim yüce Al- indirdiğine ve Peygamber'e geliniz' dendiğinde o münafıkların senden büsbütün uzaklaştıklarını lah -c.c.- şöyle buyuruyor:Gördün mü O şahsi arzusunu görürsün."(Nisa, 60,61) ilah edinen kimseyi? (Casiye,23) Eğer yeryüzünde yaşayanların çoğuna itaat edecek olur- Hayır, hayır! Rabbine andolsun ki, onlar aralarında çıkan anlaşmazlıklarda senin hakemliğine başvurmadıkça sonra san seni AIlah'ın yolundan saptırırlar.(Enam, 116) da vereceğin karara, Sakın O haddini bilmezlerin gönüllerinde hiçbir burukluk emirlerine itaat etmeyiniz. Demokrasi denen yönetim biçimi de bu kategoOnlar yeryüzünde fesad riye girer. Demokrasi, seçimle gelen bir meclisle duymaksızın, kesin bir çıkarırlar, düzen getiremezveya başka bir kurumla temsil edilen "çoğunluk teslimiyetle uymadıkça mümin olamazlar. "( Nisa, 65) ler" (210) egemenliği"dir. Bu meclis veya onun yerini tuO halde onların arasında Eğer kafirlere itaat edersetan kurul, ya hiç bir kayıt ve şarta bağlı olniz, sizleri geride maksızın veya bazı ülkelerde Anayasa ile sınırlı Allah'ın indirdiği ayetlere göre hüküm ver, onların keyfi bıraktığınız döneme çevirirolarak dilediği gibi kanun koymaya yetkili ler,O zaman hüsrana uğsayılır. Anayasa ise başka hiç bir merciin emrine arzularına uyma, onların seni Allah'ın indirdiği hükümlerin rarsınız"(Ali Imran, 149) bağlı kalmaksızın kendi gorüş ve düşüncelerini bir kısmından bile Eğer kendilerine kitab veriyansıtan çoğunluk tarafından ortaya konur. şaşırtmalarından sakın, eğer lenlerin bir kesimine itaat Böyle bir şey, kanun koyma, helal etme ve haederseniz, sizleri iman ettikram kılma yetkisini doğrudan doğruya insanlara sana sırt çevirirlerse bil ki, Allah, günahlarının bazısı ten sonra şevirerek tekrar vermektir ki, bu da Şirktir. yüzünden onları cezalandırmak kafir yaparlar"(Ali Imran, istiyor. Kuşku yok ki, insanların 100) çoğu fasıktır" (Maide,49) Sakın şeytanın sözlerine uymayınız. O sizin açık dümanınızdır" (Yasin, 60) Yukarıdaki ayetlerde sayılanlardan hangisine itaat eder- Öteyandan yüce Allah-c.c.-Münafıkları tanıtırken şöyle buyuruyor:Bazı kimseler Allah'a ve Peygamber'e inandık sen onu ilah edinmiş olursun. Onu ilah edinince de kafir ve direktiflerine uymayı kabul ettik derler. Fakat bazıları olursun. Nitekim yüce Allah -C.C.-şöyle buyuruyor: Doğru yolu iyice belledikten sonra tekrar geriye (eski dö- bu sözlerinden sonra sırt çevirirler. Bunlar mü'min nemlerine) dönenleri şeytan ayartmış, onlara çeşitli emel- değildirler. Aralarındaki davalarda Allah'ın ve Peygamberin vereceği hükme uymaya çağırıldıklarında ler aşılamışdır. Bunun sebebi şu ki, onlar Allah'ın indirbir bölümünün bu çağrıya yüz çevirdiğini görürsün.Eğer diği hükümlerden hoşlanmayanlara bazı konularda size davanın haklı tarafı iseler, Peygamber'e tam bir itaat edeeeğiz' dediler.(Muhammed, 25,26) Görüldüğü gibi, ayette sözü edilen kimselerin dinden dön- teslimiyetle koşa koşa gelirler. Acaba kalplerinde hastalık müş olmalarının belirtisi, bu kimselerin Allah'ın indirdiği mı var? Yoksa Peygamber'in gerçekten peygamber olup olmadığı hususunda kuşkulu mudurlar? Yoksa Allah'ın ve hükümlerden hoşlanmayanların bazı emirlerine itaat etPeygamber'in kendilerine haksızlık edeceğinden mi meleri olarak gösteriliyor. Bu kategoriye giren bir başka tutum da Peygamberlerimiz korkuyorlar. Hayr, aslında onlar zalimdirler. Aralarındaki davalarda Allah'ın ve Peygamberin vereceği (SAV)´e itaat etmemektir. Çünkü Allah'a itaat etmenin belirtisi, Peygamberimize itaat etmektir. Sebebine gelince hükme uymaya çağırılan mü'minlerin söyleyebilecekleri tek söz Duyduk ve uyduk sözüdür. İşte mutlu sona erenler bizler, Allah'ı ancak Peygamberimiz aracılığı ile onlardır.Allah'a ve Peygambere itaat edenler, Allah'dan tanıyabiliriz. Öteyandan Peygamberimize itaat etmek korkup buyruklarım çiğnemekten kaçınanlar var ya, işte demek O'nun sünnetine uymak demektir. Böyle olunca O'nun sünnetini kabul etmeyen kimse kafirdir. Fakat eğer kurtuluşa erenler onlardır.(Nur, 47-52) Sayfa 10 MUHACIRUN DERGISI– YIL-3/ SAYI– 25 REBIULEVVEL 1435 / OCAK 2014 ِإن إ مْكُ م إ ل ّ ل. ِ ِ Siyer/Davet Sosyal Ve Ekonomik Boykot(2) İbretler Ve Öğütler Bu zalim ambargo, Resûlullah'ın ve Ashabının üç yıl boyunca karşılaştığı sıkıntı ve şiddetin zirvesini teşkil eder. Okuyucu, Hâşim ve Muttaliboğulları müşriklerinin, sıkıntılara katlanma konusunda müslümanlarla beraber olduklarını, Resûlullah'ı terketmeye razı olmadıklarını görmüştür. Bu müşriklerden ve onların bu tür davranışlarından söz etmek istemiyoruz. Zaten onları buna sevkeden âmil, akrabalık taassubu ve kendilerine de bulaşan zilleti ortadan kaldırma duygusu olmuştu. Şayet onlar, Hâşim ve Muttaliboğullarının dışındaki Kureyş müşrikleri ile Hz. Muhammed'in arasından çekilmiş olsalardı, bir fırsatını gözetip hemen Hz. Muhammed'i inanç ve dine bakmadan öldürürlerdi. Öyle ise onlar gönüllerinde besledikleri iki arzuyu birleştirmeyi tercih ettiler: 1. Arzu: Şirk üzerinde sebat ve Hz. Muhammed'in getirdiği gerçeğe karşı direnmekte ısrar etmek. 2. Arzu: Ister hak, ister bâtıl üzere olsun yakını, yabancının zulmünden ve saldırısından korumaya çağıran hamiyyet duygusuna uymak. Başlarında Resûlullah olmak üzere, müslümanları bu duruma sabretmeye zorlayan faktör; Allah'ın emrine uymak, dünyaya karşı âhireti tercih etmektir. Onların nazarında dünya; Allah'ın rızasının yanında sözünü etmeye değmeyecek kadar basittir. Bir kısım Islâm düşmanları şöyle derler: Hz. Muhammed'in da'vetinin ardında, Muttalib ve Hâşimoğulları milliyetçiliği yatmaktadır!Kureyş müşriklerinin müslümanlara karşı uyguladıkları boykottaki olumsuz tavırları buna delildir! Aslında bu sözler açıkça bir safsatadır. Şeklen bile olsa, herhangi bir mantık örgüsüne dayanmamaktadır. Bu itibarla, bir yabancı elin Hz. Muhammed'e uzanmasında veya içeriden birinin ona kötülük yapmaya kalkışmasında; câhiliyyet taassubunun, Hâşim ve Muttaliboğullarını yeğenlerinin hayatını kurtarmaya sevketmesi çok normaldir. Câhiliyyet hamiyyeti, akrabalık duygusunun bu gibi bir taassuba sevkettiği vakit hiçbir prensibe, kaideye bakmaz. Bu konuda hak veya bâtıl ile etkilenmez. O, sadece bir asabiyettir. Şundan dolayı, Resûlullah'ın akrabalarında, görünüşe göre, iki tezat sıfatın bulunması imkân dahilindedir. Bunlardan biri; Resûlullah'ın da'vetini inkar ve da'veti küçümseme. Öbürü ise; diğer müşriklere karşı ona yardım etme. Bununla birlikte, Resûlullah'ı korumalarının ardından, Peygamberimiz için ne gibi bir fayda sağlanmıştır? Resûlullah'ın ve ashabının uğradıkları işkenceye, onlar da uğradılar. Kureyş müslümanlara ilân ettiği boykotun aynısını, hiçbir eksiltme yapmadan Hâşim ve Muttaliboğullarına da ilân etti. Akrabalarının Resûlullah'ı korumaları, da'vetini korumak anlamına gelmez. Bu himaye yalnızca onun şahsına aittir. Bu himaye, müslümanlar tarafından, düşmanın tuzağını bozma, kâfirleri yenme ve cîhad etme metodlarından biri gibi kârlı bir iş yapma imkânına sahib olsaydı, şübhesiz ki bu, beğenilen bir gayret, tutunulacak bir yol olurdu. Resûlullah ve Ashabına gelince; onları bu dar boğazda tutan şey neydi, acaba? Bu zor duruma katlanmanın ardından ne gibi bir sonucu umuyorlardı? Hz. Peygamber'in risâletini, Ashabının ona inanmasını sol bir devrim olarak yâni; fakir ve yoksulların zenginlere karşı ayaklanmaları olarak yorumlayan kişiler, bu sorulara ne ile cevab verecekler?! Soru şu: Mekke tüccarına ve Mekke'deki iktisadî faaliyetleri yürüten zenginlere karşı duyulan kinin öncülük yaptığı ye açlığın ilham ettiği iktisadi bir devrimin, İslâm Da'veti olduğunu iddia etmek nasıl doğru olur? Müşrikler, İslâm'a da'vetten vazgeçmek şartıyla, Peygamberimize, mal-mülk ve başkanlık zaten teklif etmişlerdi. Resûlullah buna niçin razı olmadı? Resûlullah'ın ashabı, -madem ki gayeleri karınlarını doyurmaktır- Kureyş'in teklifini kabul etmesi için niye Resûlullah'ı buna zorlamadılar? Hiç sol bir devrimi yapanlar, ceplerine girecek paradan ellerine geçecek egemenlikten daha fazla birşey isterler mi? Hz. Peygamber'e ve ashabına, kavmiyle arasmdaki her türlü iktisadî ve içtimai münâsebet yolları kapatılmıştı. Ellerine geçecek ne bir ticari eşya, ne de; evlerine girecek herhangi bir gıda maddesi bırakılıyordu. Hattâ ağaç yapraklarını yemeye kadar vardılar. Onlar yine bu duruma sabrediyor ve peygamberler ini içtenlikle seviyorlardı. Bir lokma ekmek için içinde ihtilâl arzusu dalgalanan kişiler böyle mi yapar? Sayfa 11 MUHACIRUN DERGISI– B.Çobanoğlu Hz. Peygamber ve ashabı Medine'ye hicret ederken, çeşitli mal ve mülklerini bırakıp, Medine'nin yolunu tuttular. Mala karşı besledikleri arzuların tümünden sıyrıldılar. Allah'a olan imanlarından, dolayı, bir karşılık beklemediler. Arkalarında bıraktıkları mülke, ter-kettikleri dünya malına hiçbir kıymet vermediler. İslâm Da'veti'nin, bir lokma yiyecek için yapılan sol bir ihtilâl olduğuna, hiç delil olur mu bunlar?! Bazan bu kişiler kendi düşüncelerine, şu aşağıdaki iki mülâhazayı delil gösteriyorlar: 1— Hz. Peygamber'e Mekke'de inananların ilk grubu, genellik-le, fakirlerden, kölelerden ve kimsesizlerden oluşmaktaydı. Bu durum, onların sıkıntılarını gidermek için Hz. Muhammed.'e uyduklarını gösteriyor, yâni bir delildir. Bu fakir müslümanlar, yeni dinin gölgesinde kendilerine daha iyi bir iktisadi gelecek sağlayacaklarını umuyorlardı. Bu da, yine bir delildir. 2— Bu fakir müslümanlara, çok geçmeden dünyanın ufukları açıldı. Mal ve servet, onlara âdeta koştu. Resûlullah'ın hareketi, bu gayeye varmayı hedef edinmişti. Bu da bir delildir. Bu kişilerin, bu iki varsayımla iddialarına delil getirdiklerini kavrayınca, düşüncelerinin nasıl bir hayal mahsûlü olduğunu daha iyi anlarız. Hz. Peygamber'in ilk arkadaşlarının, çoğunlukla fakir ve kölelerden olduğu doğrudur. Fakat bu hakikat ile şu vehim ve hayal mahsûlü düşünce arasında herhangi bir alâka veya münâsebet mevcut değil. Çünkü bir nizam halk arasında adalet mekanizmasını çalıştırmak da, zalim, mütecaviz ve gaddarların elini kırmakta ise; hayatlarım zulüm ve gaddarlıkla sürdürenlerin ona tavır alması hattâ harb açması tabiidir... Çünkü bu şeriat onlara yağma ve beleş kazanç yerine malî sorumluluk yüklemektedir. Yine zayıfların ve ezilmişlerin böyle bir nizama koşması tabiîdir. Hattâ sömürü ve vurgunculukta hesabı olmayan her insanın da ona itibar etmesi ka-çınılmazdır. Çünkü bu şeriat onlara yağma ve vurgun değil helâlından nimet takdim etmektedir. Yahut en azından, bu nizam o tip insanlara angarya ve fuzuli yük yüklemiyor da, ondan rağbet ediyorlar... Resûlullah'm etrafında bulunanların tümü, onun hak üzere bulunduğunu, Allah tarafından gönderilmiş bir elçi olduğunu kesinlikle kabul ediyorlardı. Fakat Kureyş liderlerinin içinde, onun getirdiği hakikati kabullenmeye engel teşkil edecek duygular vardı. Ama fakir müslümanların ise, inandıklarına boyun eğmeye engel olacak duyguları yoktu. Her araştırmacının anlayacağı bu hakikat ile, bu kişilerin iddiaları arasında bir bağıntı var mı hiç? Resûlullah'ın Islâmi da'vette takip ettiği stratejinin; müslümanların çeşitli servet kaynaklarını ele geçirmelerini, kralların tahtlarına konmalarını, egemenliklerini ellerinden almalarını, hedef edindiği hususuna gelince, - ki müslümanlann buna daha sonra fiilen ulaştıklarını delil gösteriyorlar- vallahi, bu konu, doğu ile batıyı birleştirmeye gayret göstermek gibi birşeydir. Bu ise imkânsızdır. Müslümanlar, müslümanlıklarında sadık kalarak kısa bir zaman içinde, İran ve Bizans topraklarını ellerine geçirmiş iseler; bu hiç onların, Bizans ve İran'ın tahtını ele geçirmek maksadıyla müslüman olduklarına delâlet eder mi? Eğer onlar, İslâmlıklarının arkasında, ne olursa olsun dünya nimetlerinden birine kavuşmayı, gaye edinselerdi, elbette bu fetihler gerçekleşemezdi. Bu fetihlerin mucize olacak bir tarafı da kalmazdı. ...Rıb'i bin Âmir, lükse boğulmuş çadırı küçümseyerek Rüstem'in yanına girmezdi. Mızrağının ucuyla, yerdeki halıya ve kıymetli yastıklara bas-mazdı. Rüstem'e de: «Eğer İslâm'ı kabul ederseniz, sizleri serbest bırakacağız, mallarınızı ve arazilerinizi de size terkedeceğiz!» demezdi. Malı-mülkü, toprağı ele geçirmek için gelen bir adam hiç böyle konuşur mu? Gerçekten Allahü Teâlâ, tüm dünyanın mukadderatını onlara vermişti. Çünkü onlar bunu hiç düşünmemişlerdi. Onların düşüncesi, yalnızca Allah'ın rızâsını kazanmaya yönelikti. Eğer onlar, cihad ederken bu gayeleri hedef edinselerdi, hiçbir şeye ulaşamazlardı. Bunlarla ilgili mes'ele yalnızca Allah'ın kanununun gerçekleşmesiyle ilgilidir. Bu konuda Yüce Allah şöyle buyuruyor;«Biz de istiyorduk ki, o yerde, ezilmekte olanlara lütuf yapalım .onları hayırda önderler yapalım ve kendilerini (Fir'avun'un yerine) mirasçılar kılalım» (Kasas, 5). Her akıl, bu kanunu, kolaylıkla kavrayabilir. Yalnız bir şartla. O da: bu aklı taşıyan kişinin, herhangi bir arzu ve gayeye köle olmaktan bağımsız olması lâzım. YIL-3/ SAYI– 25 REBIULEVVEL 1435 / OCAK 2014 H a k i m i y y e t, K a y ı t s ı z ve Ş a r t s ı z Hanımlar Köşesi Kadın-Erkek eşitliği (4) Yakın Geçmişten Günümüze Modern Kadın Anlayışı Kadının toplumsal statüsü, 19. yüzyıldaki sanayi devrimiyle değişmeye başlamıştır. Bu zamana kadar sokak ve meydanlara davet edilmeyen kadınlar, sanayi devriminin yaygınlaşmaya başladığı dönemlerde evlerinden çıkmaya ve seslerini duyurmaya başlamışlardır. Acaba bunun nedeni neydi? Kadınlar yeni yeni mi uyanmaya başlamıştı? Yoksa bu uyanış kadınlardan değil de, kadınlann dışındaki bazı çevrelerden mi kaynaklanıyordu? Meseleyi kendi dönemine ve dönemin gelişen şartlarına göre değerlendirdiğimiz zaman bu uyanışın kadınlardan değil, kadınları kullanmak isteyen dış çevrelerden kaynaklandığını görmemiz zor değildir. Kadınları, kadın hakları adına sokaklara ve fabrikalara davet eden bu çevreler, hiç şüphesiz ki bu daveti kadınlara bir değer verdikleri veya kadınları kadın olarak önemsedikleri için yapmamışlardır. Bu çevreler için önemli olan sanayi ve teknoloji putunun yücelmesi, üretimin artması ve kapitalist kasaların dolmasıdır. Fabrikalarda çalışacak işçilerin, çok üstün vasıf veya becerilere sahip olmasına da gerek yoktu. Çünkü üretimin maharet ve yetenek isteyen yönünü, zaten makinalar yapmaya başlamıştı. İşçilerin fonksiyonu ise bu makinalara yardımcı olmak, makinaların çalışmasını sağlamaktı. Dolayısıyle işçinin vasıflı veya yetenekli olmasından ziyade, ucuz olması önemliydi, Bu konuda sadece erkek işçilere yönelinse, yapılacak iş ne kadar basit olursa olsun, aile sahibi olan erkeğe yine de asgari bir ücret verilecekti. Şeytani zihniyete paralel olan kapitalist zihniyet için, bu durum tabi ki cazip değildi. Çünkü böyle bir durum, kapitalistlerin fabrikasında çalışacak olan bir erkeğe, bu erke-ğin bakmakla yükümlü olduğu 3-4 kişinin nafakasını vermek demekti. Oysa böyle olmamalıydı, bir kişinin emeğine karşılık, 3-4 kişinin nafakası verilmemeliydi!. Kapitalist sermaye, bir kişiye nafaka veriyorsa, bu kişinin emeğini mutlaka almalıydı. Evlerde oturan,ev ve aile işleriyle uğraşan, nafaka için kocasının eline bakan kadınlar, kapitalistler için bir hazıryiyici idi. Üretimine hiçbir katkıları bulunmamasına rağmen, nafakayı yiyorlardı!. Evlerin kapıları çalınmalı ve evlerde oturan bu hazıryiyiciler fabrikalara, üretim dünyasına davet edilmeliydi, Ve kapılar çalındı.. Ve kapılayı çalan bu adamı tanımaya çalıştılar. Hemen kapılara yöneldiler, bu işverenin neden geldiğini sormak ve nedenini, öğrenmek istediler!. Fakat kapıda patronu değil, patronun uşakları olan yazarları, düşünürleri, sanat adamlarını gördüler. Hepsi birden konuşmaya başlamışlardı; Sayın hanımefendi!. Yıllarca ezilmekten, evlere hapsolunmaktan daha bıkmadınız mı? Erkeklerin bu sömürüsüne daha ne kadar katlanacaksınız? Bunca ağır ev Işlerini yapmanıza rağmen sizlere değer veriliyor mu? Sizin erkeklerden neyiniz eksik, niye ikinci üçüncü sınıf insan muamelesine razı oluyorsunuz? Erkeklerle eşit olduğunuzu ispatlamanır ve hakları-nızı almanın zamanı gelmedi mi?...Uyanın.. Uyanın ey kadınlar!. Kadınlar Şaşırmışlardı!.Ne diyordu, ne demek istiyordu bunlar? Gerçi söyledikleri de doğru şeylerdi!. Erkeklerin otoritesi altında yaşadıkları bir gerçekti. Evin bütün işlerini yapmalarına, çocuklarına bakmalarına rağmen kocalarına bir türlü yaranamıyorlar, onların birçok hakaretleriyle karşılaşıyorlardı. Kocalarından yedikleri dayaklarla kafası patlamış, gözleri morarmış olanlar, korku ve umudla sordular; İyi ama nasıl, nasıl olacak bu? Bekledikleri ve istedikleri soruyla karşılaşan kapıdakiler; Kocalarınızın despot hakimiyeti, kocalarınızın ekonomik gücünden kay- Sayfa 12 MUHACIRUN DERGISI– A l l a h ( c. c.)´ı n d ı r . Misafir Kalemler naklanıyor, Kocalannıza ekonomik bağımlılık ile özgür olamazsınız. Bir an önce çalışma hayatına atılmanız ve ekonomik özgürlüğünüzü kazanmanız gerekir. Erkeklerin yaptığı birçok işi, sizler de yapabilirsiniz... Aralarından bazıları "Bizler kadınız, utanırız, korumamız gereken bir iffetimiz, bir namusumuz var!" diyecek oldular. Kapıdakilerin cevabı hazırdı; Namus ve utanmak da ne demek? Namuslu ve utanan bir köle kalacağınıza, özgür olun. Ve kadınlar bu propaganda şaşkınlığı ile kapitalist düzende yerlerini almaya başladılar. Müslümanlar bütün meşru işlerine "Allah'ın adıyla" başlamalarina karşın, bu zavallı kadınlar meşru veya gayrimeşru bütün işlerine "Kadın hakları ve eşitlik adıyla" başlar oldular!. Kadını böylesi bir kalkış noktası ile kullanan kapitalist mantığın, kadın hakları konusunda ne derece dürüst ve samimi olduğu ise, kadınları getirdiği noktadan bellidir!. Meşhur bir mankene, büyük bir işveren durumuna gelen kadına, üç-beş kadın sanatçıya bakarak, sakın ola ki "İşte özgür kadın bu" demeyin!. Çünkü bütün bunlar, çağdaş özgür kadının kitlesel değil, istisnai bir durumudur. Yüzbinlerde bir kadın bu konuma ulaşırken, kitleleri oluşturan ka-dınlar ise bambaşka bir konumdadır. Özgür denilen kadın kitlesi, kadınlıkla ve hanımefendilikle ilgisi olmayan ilimleri öğrenmek için yıllarca okula giden ve bir masada iki büklüm, evlerine gelince dört püklüm çalışan kadınlardan oluşuyordu!. Özgür denilen kadın, kendi evinin hizmetçisi olmaya isyan edip, yüzlerce eve hizmetçiliğe giden kadınlardan oluşuyordu!. özgür denilen kadın, kendi çocuğunu komşuya bırakıp, başkalarının çocuklarına bakıcılığa giden kadınlardan oluşuyordu!. Özgür denilen kadın, evindeki bir erkeğe üstünlük sağlamak için, yazıhanelerde, dükkanlarda, işyerlerinde, pavyonlarda binlerce erkek tarafından aşağılanan, kullanılan kadınlardan oluşuyordu!. Özgür denilen kadın, manken veya artist olabilmek için evinden kaçan ve kaderin değil, kapitalist düzenin binbir cilvesi ile pezevenklerin sermayesi olan kadınlardan oluşuyordu!. Artık erkeğin karşısında boyunlannı bükmeden oturabilecekler, zorba erkeklere karşı özgür ve eşit olduklarını söyleyebileceklerdi!. Nitekim, sabahın karanlığında otobüs bekleyen, otobüsteki sarsıntı ve sarkıntı ile fabrikaya giden, bütün bir gün makina ve, erkek homurtuları altında çalışan, yorgunluktan şaşkına dönen vücudunu itilipkakılan kalabalıklar arasından eve taşıyan, bir günde yapması gereken ev işlerini iki-üç saatte bitirme telaşıyla çırpınan, sofrayı toplayıp, bulaşıkları yıkadıktan sonra kocasının karşısına oturan, bacak bacak üstüne atabilmek için iki eliyle kaldırmaya çalıştığı bacağını, öteki ayağının üstüne koyan kadın, gözlerini açmaya, dilini konuşmaya zorluyarak kocasına "Ben artık özgür bir kadınım" diyordu!. Bu zavallı kadın, acaba haklı mıydı? Özgürlük bu muydu ve o özgür müydü? Sorusuna cevap aramak için bir haline, bir kocasına baktı!. Kocası ise bir eliyle karısının maaşını çerez olarak yerken, diğer elini ona uzatarak beklediği cevabı gayet açık bir lisanla ifade ediyordu., Bana bak kadın! Haddini bil. Kaç para maaş aldığın belli. Hem çalışan kadın yalnız sen değilsin. Vururum sana bir tekme, başka bir çalışan kadın alırım haa!. Doğruydu kocasının söyledikleri!. Patrona cilve yapmadığı için maaşı gerçekten azdı. Ayrıca çalışan kadın sadece kendisi değildi ki! Eşitlik ve özgürlük adına çalışan ve çalışmaya talip olan yüzbinlerce kadın yok muydu? Sustu... Modern ve çağdaş kadının açık bir sembolü olabilmek için doğrulmaya, yediği kazıklarla dik durmaya çalıştı!. YIL-3/ SAYI– 25 REBIULEVVEL 1435 / OCAK 2014 ِإن إ مْكُ م إ ل ّ ل. ِ ِ Sohbetler/Düşünceler KUR´ÂNDA GENÇLER VE GENÇLIK DEĞERLERİ(10) Öğrenmede Tekrar Ekonomistler paranın fazla el değiştirmesini, (günde 7-8 gibi) ekonominin sağlıklı ilerlediğinin göstergesi sayarlar. Bunun gibi bilgi de el değiştirmeli, dalgalar gibi yayılmalıdır. Işte Suffa da bunu, öğretme amaçlı öğrenmeyi görüyoruz. Karşılaştığında muhatabına selâm veren sahabe, Hz. Peygamber şöyle buyurdu veya buyurmuş, haberin var mı ? diyordu; evet veya hayır cevab sonucu değiştirmiyordu. Öğrenilen bilgi, Hz. Peygamberden alınan mesaj tekrar ediliyordu. Biliyoruz ki Thorndike izafe edilen tekrar ve alıştırma ilkesi, öğrenmede bir kanundur. Tekrar edilen bilgi unutulmaz, hatırlanır. Günümüzün en önemli eğitim ve öğrenme problemlerinden birisi budur. Öğrenilenin yeterince tekrar edilmemesi, pekiştirilmemesidir. Öğrenciye zorla bir şey öğretmek şüphesiz zordur. Kolay öğrenme ve öğrenmede kalıcılık, motivasyona bağlıdır. Öğrenmenin gerçekleşebilmesi için, öğrencinin, bireyin motive edilmesi gerekir. Motive, (saik, güdü, dürtü) öğrenmeyi harekete sevk eden durumdur. Ihtiyac karşılandığında fert rahatlar, bozulan organizma dengelenir. Ihtiyaçlar doyum ve davranışlarımızı etkileyen, belirleyen ilk faktördür. a) Ihtiyacın hissedilmesi, b) Ihtiyac gidermeye yönelik davranış, çaba, c) Ihtiyacın karşılanması, rahatlama. Birinci aşamada organizma bir eksiklik hisseder ve bunu ihtiyaç halinde yaşar. Bu ihtiyaç onu harekete geçirir ve organizma ihtiyacı, eksikliği gidermek üzere bir davranışta bulunur. Bu davranış ihtiyacı giderirse rahatlama evresine girilir. Işte günümüzde bu şekilde ifade edilen motivasyon, Suffa da en üst düzeydeydi. Öğreticisiyle, öğreneniyle, eğitim-öğretime katılan herkeste büyük bir heyecan, büyük bir öğrenme arzusu vardı. Öğrenenin öğrenmek için motive olması bir ölçüde öğretenin, ailenin ve yöneticinin olumlu tutumuna da bğlıdır. Etkin ve Aktif Dinleme Aktif dinleme, öğrenmede önemli unsurlardan dinlememe, günümüzün en önemli eğitim problemlerinden birisidir. Öğrenci öğretmeni, çocuk anne babayı , cemaat vaazSayfa 13 MUHACIRUN DERGISI– Ibni Abdulhalim hutbeyi, katılımcılar konferansı yeterince aktif olarak dinlemiyor. Aktif dinlemenin en belirgin özelliği, bilinçli bir biçimde ve sürekli olarak geri bildirimde, geri iletimde bulunmadır. Uyuyarak dinleme olmaz. Aktif dinlemede, dinleyen konuşanın söylediklerini açarak geri verir. Meselâ, tebessüm, onay, soru sorma, aktif dinlemenin göstergesidir. Suffa da aktif dinleme vardı. Çünkü onlar Hz. Peygambere her şeyi soruyorlardı. Askerlik yapanlar bilirler, erler komutanın emrini tekrar ederler, özellikle acemilik döneminde. Böylece yanlış anlamalar anında düzeltilir. Misafiri gelen komutan görevli eri çağırır ve oğlum! Iki Fruko getir der. Emir tekrar yapılmamıştır, gerek yoktur. Er, 15 dakika sonra, soluk soluğa gelir ve ikisini getiremedim komutanım der. Çünkü fruko yu kriko olarak anlamıştır. Etkin ve aktif dinleme, saygının bir göstergesidir. Dinler gibi yapmak, dinler gibi görünmek, eğitim-öğretimde hiçbir anlam ifade etmez. Hz. Peygamber konuşurken orada bulunanlar sanki başlarında kuş varmış gibi dinlerlerdi. Bu çıt çıkarmadan susmaktan kinayedir. Bu davranış ona olan saygılarından, öğrenme ve anlatılanlardan yararlanma arzularından kaynaklanıyordu. Onun sözlerine kulak verirler, kalpleri de sözleriyle mutluluk ve sevince gark olurdu. Günümüzde bilgi düzeyleri şöyle sıralanmaktadır: Bilgi sahibi olma (bilgilenme) düzeyi. Ne? Anlama düzeyi. Neden? Bilgiyi kullanabilme. Beceri. Bilgiyi yansıtabilme. Suffa da öğrenilen, bilgi düzeyinde kalmıyor, uygulama alanına konuluyor ve yansıtılıyordu. Günümüzde saygı ve sorumluluk eğitimi çerçevesinde öğrencinin iki görevi üzerinde durulmaktadır. Bunlar: Öğrencinin birinci görevi, birinci sorumluluğu öğrenmek ve yetinmek. Öğrencinin ikinci görevi ise sınıf arkadaşlarının öğrenmesine ve yetişmesine yardım etmektir. Bir başka deyişle öğrenci öğrenme ve öğrendiklerini arkadaşları ile paylaşmaktan sorumludur. Işte Suffa da verilen de budur. Bir hadisi şerife göre bilen öğretecek, bilmeyen öğrenecek. Bilen öğretmek, bilmeyen öğrenmek isteyecek. Aksi halde iki grup da sorumludur. YIL-3/ SAYI– 25 REBIULEVVEL 1435 / OCAK 2014 H a k i m i y y e t, K a y ı t s ı z ve Ş a r t s ı z A l l a h ( c. c.)´ı n d ı r . Yarının Büyükleri Müslüman Çocuğun Edebi ISLAM DININDE AHLAKI GÖREVLER Dinimiz aileye büyük önem vermiştir, aileyi meydana getiren kimselerin karşılıklı görevleri üzerinde titizlikle durmuştur. Aileler mutlu ve huzurlu olursa millet de güçlü ve kuvvetli olur. Ahlaki Görevlerimiz: Islam Dininde Ahlâki Görevler Başlıca Beş Kısımdır: 1. Allah'a, Peygambere ve Kur´an'a karşı görevlerimiz. 2. Kendi şahsımıza karşı görevlerimiz. 3. Ailemize karşı görevlerimiz. 4. Vatan ve milletimize karşı görevlerimiz. 5. Bütün insanlara karşı görevlerimiz. Şahsa ait Görevler: Insanın başkalarına olduğu gibi, kendine karşı da birtakım görevleri vardır. Bu görevlerden bir kısmı vücudu, diğer bir kısmı da ruhuyla ilgilidir. Her şeyden önce vücudu temiz tutmak, onu hastalıklardan korumak. Yapılacak işler sağlıklı olmamıza bağlıdır. Beden terbiyesi; Namaz kılmak ve Oruç tutmak, Müslüman'a sağlık dolu hayat kazandırır. Ruhumuzu, kalbimizi ve gönlümüzü, yalan, gıybet ve iftira gibi, her türlü kötülüklerden arıtmak. Yalancılık, dedikodu yapmak, başkasının fenalığına çalışmak gibi kötü huylar, insan ruhunu karartır; bu huylar zamanla kökleştikleri için de, bunların kötülüklerinden kurtulmak güçleşir. Bu bakımdan ruhumuzu daima iyi duygularla beslemeli, onda kötülükler barınmamalıdır. Aklı ve zihni ilim, irfan nurları ile aydınlatmak, kalb'de yararlı ve yüksek duyguları uyandırmak, Islam'da ilim ve marifet kazanmak. Ailevi Görevler: Karı, koca, ana, baba ve çocuklardan meydana gelen en küçük insan topluluğuna aile denir. Allah'a ve yaratıklarına karşı temel bilgiler, ana kucağında ve baba ocağında öğrenilir. Büyüklere saygı, küçüklere sevgi, hep bu yuvada elde edilir. Memleket ve insanlık görevleri, ilk önce bu ocakta aşılanır. Onun içindir ki, sağlam ailelerden meydana gelen bir millet, her yönden ilerler ve diğer milletler içinde şerefli yere sahip olur. Islam Dininde, aile mukaddes bir yuvadır. Bu yuvanın varlığını sağlam bir şekilde devam ettirebilmesi, karı-kocanın birbirlerine karşı olan vazifelerini yerine getirmelerine bağlıdır. *** Bunları Biliyormusunuz? Dört büyük melek hangileridir ve görevleri nelerdir? Cevap :a- Cebrail; Vahiy getiren melektir Sayfa 14 MUHACIRUN DERGISI– b- Mikail; Tabiat olaylarının iradesi ile görevlidir c- Israfil; Sura üfleyecek olan melektir d- Azrail; Ölüm meleğidir, can alır. Kendilerine Kitap verildiği Kur’an’ı Kerimde bildirilen peygamberler hangileridir ve hangi kitaplar kendilerine verilmiştir? Cevap : a- Musa(a.s.); Tevrat b- Davut(a.s.); Zebur c- Isa(a.s.); Incil d- Muhammed(s.a.v.); Kur’an Kendilerine kitap indirilmeyip sahife verilmiş olan peygamberler ve kaç sahife verildiğini yazınız. Cevap : a- Adem(a.s.) 10 sahife b- Şit(a.s.) 50 sahife c- Idris(a.s.) 30 sahife d- Ibrahim(a.s.) 10 sahife Hakikatler hakkında ilim elde etme vasıtaları yani Islam’da bilginin kaynakları nelerdir? Cevap : a- Sağlam duyu organları b- Doğru haber c- Akıl Ilk peygamber Hz. Adem (a.s.)’dan Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.)’e kadar gelen peygamberlere bildirilen Allah’ın dininin adı nedir? Cevap : Islam. Insanları iyiliğe yöneltmek için Allah (c.c.)’ın peygamberleri vasıtasıyla bildirdiği emirler ve hükümlere ne denir? Cevap : Din denir. Insanların yaşayışlarında yapmaları ile emrolundukları, ilahi yol ve umumi prensiplere ne ad verilir? Cevap : Şeriat. Inanç bakımından insanlar üçe ayrılır bunlar hangileridir? Cevap : a- Mü’min b- Münafık c- Kafir. Allah (c.c.)’e ve onun dinine kalbiyle inanıp, diliyle de inandığını söyleyen ve inandığını yaşamaya çalışan insana ne denir? Cevap : Mü’min. Inanmadığını açıkça söyleyen kimseye ne denir? Cevap : Kafir. Dili ile iman ettiğini söylediği halde kalbinden inanmayan kişiye ne denir? Cevap : Münafık. Isyanda haddi aşan, zalim ve Allah (c.c.)’dan başka ibadet edilen put ve ilahı olan sistemlere ne ad verilir? Cevap : Tağut. Allah (c.c.)’ın birliğini kabul etmeyen, ama ona inanan fakat ondan başka varlıklarıda ilah kabul eden kimseye ne ad verilir? Cevap : Müşrik. YIL-3/ SAYI– 25 REBIULEVVEL 1435 / OCAK 2014 H a k i m i y y e t, K a y ı t s ı z ve Ş a r t s ı z A l l a h ( c. c.)´ı n d ı r . Basından Seçmeler İslami Cephe ile IŞİD Çatışmasında 700 Ölü 12.01.2014 18:20 İslami Cephe ile IŞİD arasında çatışmalarda büyüyor. Suriye'nin kuzeyinde Irak-Şam İslam Devleti IŞİD militanlarıyla İslami Cephe arasındaki çatışmalar devam ediyor. Çatışmalarda, 700'den fazla kişinin öldüğü bildi- rildi. Suriye'de, Özgür Suriye Ordusu ve İslami Cephe ile IŞİD militanlarına arasındaki çatışmalar sürüyor. Türkiye sınırı yakınlarındaki Tal Abyad ilçesi IŞİD militanlarının eline geçti. Yine Türkiye sınırı yakınlarındaki Idlib'e bağlı Sarakep'in büyük bölümünün ise İslami Cephe'nin eline geçtiği, yüzlerce IŞİD militanın kuşatıldığı haber veriliyor. Sarakep'te İslami Cephe'nin yolda kurduğu bir kontrol noktasında bomba yüklü araç patladı, İslami Cephe'nin iki komutanı öldü. Rakka kentinde de IŞİD militanları bir tren istasyonunu ve bir kontrol noktasını ele geçirdi. İslami Cephe IŞİD militanları arasındaki çatışmalarda şu ana kadar 700'den fazla kişinin öldüğü bildiriliyor. Çatışmalardan faydalanan Esed güçleri de, Nakarin kasabası ve çevresini gele geçirdi, Halep'e doğru ilerliyor. Esed güçlerinin ülke genelinde ağır silahlarla gerçekleştirdiği saldırılarda 95 kişi hayatını kaybetti. AA Budist Rahipler Müslümanlara Karşı Güç Birliği Yapıyor ceklerini ifade ederek, bu tür şeylerin, toplumu mahvedeceği11.01.2014 20:25 Sri Lanka’da radikal Budist rahipler, tehdit olarak gördükleri Müslümanlara karşı güç birliği yapıyor. Sri Lanka’da radikal Budist rahipler, tehdit olarak gördükleri Müslümanlara karşı güç birliği yapıyor. Budist Bodu Bala Sena rahipleri, ülkede Müslüman azınlığa karşı binlerce taraftarlar toplarken, rahipler, Müslümanların Budist kadınlarla evlenmelerinin ve ülkeyi bölmelerinin yasaklanması çağrısında bulundu. Rahiplerden 37 yaşındaki Galagoda Atte Gnanasara, ‘’Burası Budist bir ülke, neden çok kültürlü bir toplum olarak adlandırmaya çalışıyorlar? Herkes, Budist kültürü şemsiyesi altında yaşayamaz’’ dedi. Öte yandan Sri Lanka’da çok sayıda kişi ve insan hakları çalışanı, radikal Budistlerin eylemlerinden endişeli. Budist rahiplerin, Budizm’in adını kirlettiği ve toplumda ayrılıklara neden olduğu düşünülüyor. Hükümet, nüfusun yüzde 10’unu oluşturan Müslüman azınlığı savunmak veya korumak için çok nadiren adım atarken, Medya Bakanı Keheliya Rambukwella, Müslüman karşıtı eylemleri, ‘’Çok kültürlü toplumda normal kabul edilen küçük gerginlikler’’ sözleriyle nitelendirdi. Rambukwella, işlerin ciddileşmesi durumunda harekete geçeSayfa 15 MUHACIRUN DERGISI– nin farkında olduklarını sözlerine ekledi. Ülkedeki Müslümanlar ise temelsiz komplo teorilerinin hedefi oldukları görüşünde. Müslüman olmayanlara servis yapmadan önce yemeğin içine tükürdükleri veya Budist kadınlara, kısırlaştıran kimyasallarla kirletilmiş iç çamaşırları sattıkları yönündeki söylentilere dikkati çeken Müslümanlar, tüm bunların nedeninin ekonomideki güçlü konumları olduğunu belirtiyorlar. Müslümanların, büyük bölümünün Sinhali dili değil de Tamilce konuşmaları nedeniyle Tamil isyancılarına karşı yürütülen savaşta askeri istihbaratta kilit rol oynadıkları biliniyor. Colombo yerel konseyinin Müslüman üyesi Mucibur Rahman, 2009 yılındaki iç savaş zaferinden sonra, Budist Sinhali çoğunluğu, yeni bir hedef arayışında olmakla suçlarken, ‘’Hükümetin bize sırt çevireceğini asla aklımıza getirmezdik’’ dedi. Rahman, Sri Lanka Devlet Başkanı’nın Tamil isyancılara karşı kazanılan savaştan sonra kendisine Sinhali Budist kahraman ve kurtarıcı imajı yarattığını savundu. Sri Lanka hükümeti söz konusu görüşü ‘’saçmalık’’ olarak değerlendirirken, Bodu Bala Sena, ülkedeki Müslümanlara karşı 2012 ve 2013 yıllarında düzenlenen saldırılarda rolü olduğunu inkar ediyor. Sinhali çoğunluk üyesi bazı kişiler de Bodu Bala Sena’nın tavrına şüpheyle yaklaşıyor. İlk adı Susantha olan Sinhali bir işadamı, ‘’Bodu Bala Sena, ülkeyi dinsel ve ırksal bir çatışmaya itiyor. Bazen, dikkatleri ekonomi, sağlık ve eğitim gibi meselelerden başka bir yöne çekmek için hükümetle anlaşma yaptıklarından şüpheleniyorum’’ yorumunu yaptı. Sri Lanka’da Adalet Bakanı ve Colombo Belediye Başkanının Müslüman olduğu biliniyor. Her iki yetkili de olaylarla ilgili açıklama yapmaktan kaçınıyor. Ülkede 2012 ve 2013 yıllarında Budistler, onlarca camiye saldırmış, Müslüman ürünlerin boykot edilmesi, başörtüsünün ve helal gıdaların yasaklanması çağrısında bulunmuştu. AA . YIL-3/ SAYI– 25 REBIULEVVEL 1435 / OCAK 2014 قاأل مسطأل علي ل طسلم " :تم ت ك م يام ل ْل تتلطح اا تاس تم بااا :تاب طسأو مسطْ "