6. ULUSAL TARIM ÖĞRENCĠ KONRESĠ 4-5

advertisement
ANKARA ÜNĠVERSĠTESĠ
ZĠRAAT FAKÜLTESĠ
6. ULUSAL TARIM ÖĞRENCĠ
KONRESĠ
4-5-6 Mayıs 2016
ANKARA
I
Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi 6. Ulusal Tarım
Öğrenci Kongresi Düzenleme Kurulu Öğrencilerine,
6. Ulusal Tarım Öğrenci Kongresi’ne Katkılarından
Dolayı Teşekkür Ederiz.
Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi
Editörler
Prof. Dr. Bülent GÜLÇUBUK
Recep Birkan EKĠZ
Ġsmail AYDOĞAN
Hüseyin Faruk YURTTAġ
Hüseyin BĠRCAN
Kapak Tasarım
Recep Birkan EKĠZ
ISBN:
978-605-136-271-7
II
ÖNSÖZ: TEġEKKÜR VE HOġGELDĠNĠZ
Sevgili öğrenciler;
Dünyada giderek artan sağlıklı ve dengeli beslenme kaygısı geçmiĢe yeniden
hızlı bir dönüĢ arayıĢını da beraberinde getiriyor. Gıda güvencesi ve gıda
güvenliği alarm veriyor. Ġnsanlığın geleceği, gıda üretimi, gıda güvencesi ve
de tüm canlıların geleceği için tarım toprakları ile su çok önemli birer doğal
varlıktır.
Gelecek yüzyıllara toprağına, suyuna sahip çıkan koruyan ülkeler daha
güvenli bir ortamda geçeceklerdir. Bu süreçte tüm dünyada giderek “toprağa
ve suya hücum” yeniden baĢladı. Ġnsanlık ve dünya arayıĢ içinde; gelecek
nasıl olacak ve sağlıklı, güvenilir bir gelecek için ne yapabiliriz, neler
yapmamalıyız?, sorularına cevap arıyor. ĠĢte, tam da böyle bir ortamda 6.
Ulusal Tarım Öğrenci Kongresini hep birlikte düzenliyoruz. Ġçinde
bulunduğumuz durum, Kongre amacının da ötesinde bir anlam yüklemiĢ
durumdadır.
6. Ulusal Tarım Öğrenci Kongresi‟ni BaĢkent Ankara‟da ve Türkiye‟nin ilk
ve köklü Ziraat Fakültesinin bulunduğu bir Üniversitede gerçekleĢtirmenin
onur ve mutluluğunu yaĢıyoruz. Üniversitelerin, fakültelerin varlık nedeni
saydığımız sevgili öğrencilerimizin dev buluĢmalarına tanıklık etmenin
heyecanı içindeyiz. Aslında Kongre bir araçtır, amacımız ülkemizin hemen
her bölgesinden katılım sağlayan sevgili öğrencilerimizi bir araya getirip
tanıĢmalarına, kaynaĢmalarına öncülük etmektir. Dünyanın geçirdiği zor bir
süreçte tarım, gıda, su, beslenme gibi stratejik konuları ele alan Kongrede
öğrencilerimiz çalıĢmalarını, varsayımlarını, çıkarımlarını ortaya koyacak ve
farklı bakıĢ açıları ile tartıĢma yaratacaklardır. Bu bizim için son derece
önemli olup aynı zamanda büyük bir mutluluk kaynağıdır...
Kongre bizlerin kolaylaĢtırıcılığında, Bilim Kurulu‟nun katkıları, paydaĢ
sponsorlarımızın her türlü destekleri ile ete-kemiğe bürünmüĢtür.
Öğrencilerimizin özverili emekleri, içten paylaĢımları gerçekten görülmeye
değerdi. Bir kez daha gördük ki; gelecek gençlerle çok daha iyi olacak.
Gençler, ülkemizin sizlerin çalıĢmalarına, görüĢlerinize, değerlendirmelerine
çok ihtiyacı olacak. ġimdiden bunu en iyi biçimde ortaya koyacağınızın
heyecanı içindeyiz. Sağolun, var olun, gençlik neĢesi ve coĢkusu içinde
kalın. Ankara‟ya yani evinize hoĢ geldiniz.
Kongrenin gerekleĢmesinde yuğun çaba gösteren baĢta sevgili Hüseyin
Faruk YURTTAġ olmak üzere Organizasyon Komitesindeki tüm sevgili
öğrencilerime, Kongre ana temasının ve konularının belirlenmesinde ve
III
bildiri özetlerinin değerlendirmesinde katkı sunan tüm Bilim ve Düzenleme
Kurulu üyesi hocalarıma, Kongre Bilim ve Düzenleme Kurulu BaĢkanı ve
Sorumlusu Prof. Dr. Bülent GÜLÇUBUK‟a, baĢından beri bütün sorunlarla
ilgilenen ve çözüm için gayretlerini esirgemeyen Dekan Yardımcımız Prof.
Dr. Hijran YAVUZCAN‟a, Kongre için bizleri cesaretlendiren ve katkılarını
sunan Ankara Üniversitesi Rektörümüz Prof. Dr. Sn. Erkan ĠBĠġ‟e,
Kongreye ev sahipliği yapan ve her türlü katkıyı ve konukseverliği gösteren
Kazan Belediye BaĢkanı Sn. Lokman ERTÜRK‟e, Belediye BaĢkan
Yardımcısı Sn.Cengiz GEVREK‟e, OR-KOOP BaĢkanı Sn.Cafer
YÜKSEL‟e ve burada sayamadığım fakat Kongreye destek veren tüm
kurum, kuruluĢlara, sektör temsilcilerine, kamu yöneticilerine Ģahsım ve
Fakültem adına en içten Ģükranlarımı sunuyorum.
Sevgili Öğrencilerim; Kongrenin tadını çıkarın. Bilim Ģenliğine heyecanla
tanıklık edin. Geleceği okuyun ve Ģimdiden sahiplenin. Ne mutlu bizlere ki
sizler gibi değerli genç meslektaĢ adaylarına sahibiz ve geleceğe umutla ve
güvenle bakıyoruz. Tarım ve kırsal sizlerle büyüyecek, kalkınacak ve
insanlığa hizmet edecek. Gelecek yolunuz açık olsun, baĢarı ve mutluluk hep
gölgeniz olsun...
Prof.Dr. Gökhan SÖYLEMEZOĞLU, Dekan
Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi
IV
ÖNSÖZ YERĠNE; YAġASIN GENÇLERĠMĠZ…….
Dünyada tarım ve gıda giderek daha fazla dikkat çekmeye baĢladı. Küresel
iklim değiĢiklikleri, hızlı nüfus artıĢı, yetersiz gıda üretimi ve dengesiz
paylaĢımı, artan yoksulluk, bir yanda uluslar arası Ģirketlerin egemenliği
diğer yanda azalan küçük iĢletmeler insanoğlunu ve hangi kategoride olursa
olsun tüm ülkeleri endiĢelendirmeye baĢladı. Çünkü insanı insan yapan dört
temel gereksiniminden en Ģiddetlisi olan beslenme gereksinimi, tarım
olmaksızın karĢılanamıyor. ĠĢte böyle bir ortamda “Dünya Tarımı Yeniden
Keşfediyor”. Bu tesadüfî değildir. Tarım, gıda güvencesi, çevre, kırdan kente
artan göç, içilebilir su kaynaklarının sınırlılığı ve dezavantajlı nüfus grupları
her toplumu ve bireyi doğrudan ilgilendirir hale gelmiĢtir. YaĢanan sorunlar
yereldeki halkın veya ulusların tek baĢlarına çözebilecekleri boyutta değildir.
Küresel bir çalıĢmanın, stratejinin gerektirdiği bu sorunlar, ancak küresel
yaklaĢımlar ve ulusal önceliklerle çözülür hale gelmiĢtir. Bu da tarımı
yeniden ve yine ele alma zorunluluğunu getirmiĢtir. Ama dünyadaki gidiĢat
bu sefer bunun yani tarımsal üretim ve yeterli gıdaya eriĢim sorununun
geçici değil kalıcı bir biçimde ele alınması zorunluluğunu ortaya
koymaktadır. Çünkü aksi bir durum, baĢta insan olmak üzere tüm canlıları
etkileyecektir. ĠĢte, 6.Ulusal Tarım Öğrenci Kongresi böyle bir ortamda ve
dünyada gerçekleĢtirilmektedir. Kongrenin ana teması “Tarımda Genç
Kuşağın Hedefleri” dir. Dünya tarımı yeniden keĢfederken hiç kimse genç
kuĢak gerçeğini göz ardı edemez. Gençlik olmadan hiçbir Ģey hedefine
varamayacağı gibi, tarım da hedeflerine varamayacak ve gelecek açısından
hep kuĢkuyu içimizde taĢıyacağız. Bu nedenle “genç kuĢağın tarımda
hedefleri” önemlidir ve önemli bir biçimde de dikkate alınmak zorundadır.
Sevgili genç arkadaĢlarımız Ankara‟ya yani Atatürk‟ün evine ve
Cumhuriyet‟in baĢkentine hoĢ geldiniz. Türkiye‟nin ilk ve köklü Ziraat
Fakültesine hoĢ geldiniz. Bu kongre genç arkadaĢlarımızın eseridir. Genç
ziraat mühendisi adayı arkadaĢlarımızın bilim ziyafetinde bulunacakları ve
geleceğe biçim verecek tohumların da atılacağı bir kongredir bu. Kongrede
güzel ülkemizin dört bir tarafından gelen sevgili gençlerimiz, bildirileri ile
dünyayı ve Türkiye‟yi tarımsal açıdan analize tabi tutacak ve bunlardan
geleceğe iliĢkin çıkarımda bulunacak, bizlere ıĢık tutacaklardır. Ġnanıyoruz
ki, kongre kapsamında sunulacak bildiriler tarımsal üretimin geleceğine,
sürdürülebilirliğine önemli katkılar sağlayacaktır. Kongrenin amacına
ulaĢması ve ülkemiz ve dünya tarımına küçücük de olsa bir katkı sunması
baĢta geçlerimiz olmak üzere hepimizi sevindirecektir. Gençliğe
güveniyoruz, gençlerimiz sadece yarının değil bugünün de sahibidirler.
V
Kongre verimli ve amacının farkında olan bir ekip ile gerçekleĢtirildi.
Gençlerimiz büyük bir sorumluluk üstlendiler ve üstesinden baĢarı ile
geldiler. Hepsini kutluyorum, gelecek yıllarının aydınlık ve baĢarı içinde
olmasını diliyorum. Kongreye Fakültemiz yönetimi büyük destekler vermiĢ
ve sahiplenmiĢtir. BaĢta Sn. Dekanımız Prof. Dr. Gökhan
SÖYLEMEZOĞLU ve Dekan Yardımcısı Sn. Prof. Dr. Hijran YAVUZCAN
olmak üzere tüm yönetime, Bilim Kurulu üyelerine, destekte bulunan tüm
paydaĢlarımıza teĢekkürü borç ve onurlu bir görev bilirim.
Genç kardeĢlerimiz üniversite yaĢamında, hayat ve kariyer yolculuğunda
yolunuz hep açık olsun. YaĢasın tarım, yaĢasın gençlik, yaĢasın geleceğin
genç tarımcıları-ziraat mühendisleri…….
Prof. Dr. Bülent GÜLÇUBUK
Kongre Bilim ve Düzenleme Kurulu Sorumlusu-BaĢkanı
VI
ÖNSÖZ ve TEġEKKÜR
Tarımsal üretim insanoğlunun
varoluĢundan
günümüze
gelmesi ve bundan sonra da yaĢamını sürdürmesi için zorunlu olan
gıda maddelerini içermesi açısından son derece önemli bir unsurdur.
Tarım ürünlerinin beslenme ihtiyacını karĢılamadaki alternatifsizliği,
gıdaların uzun süre dayanmaları için iĢlenmeleri, beslenme ihtiyacının
karĢılanmasında tüketicinin önüne gıdaların üretimden doğrudan değil
de pazarlama kanallarından geçerek gelmesi, ticarette uluslararası bir
meta haline dönüĢmesi, gıda güvenliğinin geliĢimi, ilaç, enerji, sanayi
girdisi olarak kullanımı, ekolojik dengenin ve tarımsal kaynakların
korunması, gen kaynaklarına sahip çıkılması gibi geliĢmeler tarımı,
stratejik öneme sahip bir sektör haline getirmiĢtir.
Günümüzde, üretilenlerin tüketildiği bir yapıdan, farklılık
arayıĢıyla büyüyen tüketimin üretimi belirlediği bir yapıya geçilmiĢtir.
Tüketim alıĢkanlıklarını geliĢtiren bir gıda yapılanması ile mevsimlere
bağımlı gıda tüketim biçimi değiĢmiĢ, ürün ayrımı gözetmeksizin yılın
on iki ayına yayılan gıda tüketimi anlayıĢına geçilmiĢtir.
ġehirleĢmenin ve değiĢen Ģehir hayatının zorladığı tüketim
alıĢkanlıkları, gıdanın bilinçsiz üretim ve sunumundan kaynaklanan
olumsuzluklar sağlık sorunlarına sebep olabilmektedir. Bu durum gıda
güvenilirliği kavramını doğurmuĢtur. Gıdanın sistematik biçimde
güvenilirliğinin sağlanması ve üretimden tüketime kadar sürekli
izleme ve kontrollerle sürdürülmesi gerekmektedir.
Tarımın önemi kırsalda artmakta; ancak Ģehirlerdeki önemi
çok daha büyük bir ivmeyle artmaktadır. Tarım kavramı bugün, üretici
ya da köylü ifadelerinin içine sığamayacak kadar nitel ve nicel olarak
büyümüĢtür. Yine tarımsal kalkınma, göç, fakir ve ezilen köylü
tanımlamalarıyla
gündeme
gelen
sosyal
nitelendirmelerle
açıklanamayacak kadar derinleĢmiĢtir.
KüreselleĢmeyle birlikte dünya ölçeğinde tarım alanında da
yeni kavramlar kullanılmaya baĢlanmıĢtır. Modern Tarım yerine
Sürdürülebilir Tarım, Ġyi Tarım Uygulamalar, Az ĠĢlemeli Tarım,
Tarımsal Pazarlama, Topraksız Tarım, Tüketici Odaklı Tarım, Mikro
Klima Alanları,
Havza Bazlı Tarım gibi tarıma yaklaĢımı
farklılaĢtıran, tarımın konumunu ve tanımlamasını dönüĢtüren
kavramlar gündemde yerini almaya baĢlamıĢtır.
Dolayısıyla yukarıda bahsi geçen konular ele alınarak tarımı
yönetmek; yeni fikirler üretmek ve bu fikirlerin gerektirdiği zihniyeti
VII
yaĢatacak ve geliĢtirecek organizasyonlarla mümkündür. Her sene
ülkemizin farklı üniversitelerinde düzenlenen bu senede Ziraat
eğitiminin lokomotifi Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi‟nin gururla
ev
sahipliği
yapacağı
6.ULUSAL
TARIM
ÖĞRENCĠ
KONGRESĠ‟nde “Geleceğin Ziraat Mühendisleri” olarak yeni fikirler
üretmek ,değerlendirmek ve çözüme kavuĢturmak için bir araya
geleceğiz.
Kongremizin
ana
teması
“DÜNYA,
TARIMI
YENĠDEN
KEġFEDĠYOR” olarak belirlenmiĢtir. Çünkü tarım, sadece toprakta
ve pazardaki süreçler ve araçlarla yönetilemez. Aynı zamanda bu
küresel değiĢimin yakından izlenilerek kontrol edilmesi ve etkin
katılım sağlanarak ülkemizin ve dünyanın geleceği için savunulması
gerekmektedir. Bu kutsal görev baĢta Ziraat Mühendisleri olmak üzere
insanlığın ve dünyanın sürdürülebilirliğini ve geleceğini düĢünen
bütün bireylerin sorumluluğudur. Bu sebeplerden dolayı bu temayı
seçme kararı aldık.
6.sını gerçekleĢtirdiğimiz öğrenci kongresinin hazırlanmasında
emeği geçen baĢta Dekanımız Sayın Prof. Dr. Gökhan
SÖYLEMEZOĞLU hocamız olmak üzere, Dekan Yardımcımız Sayın
Prof. Dr. Hijran YAVUZCAN hocamıza, Akademik DanıĢmanımız
Sayın Prof. Dr. Bülent GÜLÇUBUK hocamıza, Bilim Kurulu‟ndaki
hocalarımıza ve Fakültemizin değerli personeline saygılarımı sunar,
teĢekkürü borç biliriz.
Ekip olarak aile ortamı ve sıcaklığında, uzun süredir beraber
çalıĢtığımız,
baĢta yardımcılarım olmak
üzere,
bu kitabın
hazırlanmasında emeği geçen Recep Birkan EKĠZ arkadaĢımıza ve
kongrenin her aĢamasında aktif görev alan Düzenleme Kurulu‟ndaki
çalıĢma arkadaĢlarımıza tüm içtenliğimizle Ģükranlarımızı sunarız.
Ayrıca kongre hazırlık aĢamasında ana sponsorumuz olarak bizlerden
desteğini esirgemeyen Kazan Belediyesi BaĢkanı Sayın Lokman
ERTÜRK‟e saygı ve sevgilerimizle Ģükranlarımızı sunarız.
Ziraat Mühendisleri olarak birinci vazifemiz tarıma ve
mesleğimize sahip çıkarak, Türkiye‟nin ve dünyanın tarımını ileri
götürmektir.
Düzenleme Kurulu BaĢkanı
Hüseyin Faruk YURTTAġ
VIII
ONUR KURULU
Prof. Dr. Erkan ĠBĠġ, Ankara Üniversitesi Rektörü
Prof. Dr. Gökhan SÖYLEMEZOĞLU, Ankara Üniversitesi Ziraat
Fakültesi Dekanı
Prof. Dr. Hijran YAVUZCAN, Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi
Dekan Yardımcısı
Lokman ERTÜRK, Kazan Belediye BaĢkan
DÜZENLEME KURULU
Prof. Dr. Bülent GÜLÇUBUK ( AKADEMĠK DANIġMAN )
Hüseyin Faruk YURTTAġ (BAġKAN)
Ġsmail AYDOĞAN (BAġKAN YARDIMCISI)
Özge UYSAL (BAġKAN YARDIMCISI)
Handan CANDEMĠR (SEKRETER)
Nursel AKDUT
Hatice Hande AKMEġE
Furkan ASLAN
Nuran AYVA
AyĢe Gizem BEKTAġ
Hüseyin BĠRCAN
Handan CANDEMĠR
Hanife CANLI
Aslı Nur ÇAĞLAR
Binnur ÇETĠN
Mert DAĞDELENER
Ülkü Nur DEMĠR
Recep Birkan EKĠZ
Kübra ERDOĞAN
Ali IRMAK
Ecem Selin KAHRAMAN
Meral Eda KARADAVUT
Betül Esra KESER
IX
Osman KIRYAMAN
Merve NĠġANCI
Aslınur PĠRĠNÇÇĠ
Duygu ġEN
Hüseyin YARANLI
Özgül YILDIRIM
Ġclal ZIYPAK
Burak ZĠREK
Orhan YURT
X
BĠLĠM KURULU
Prof. Dr. Bülent GÜLÇUBUK ( A.Ü.Z.F. Tarım Ekonomisi Bölümü )
(Bilim Kurulu BaĢkanı )
Prof. Dr. Ruhsar YANMAZ ( A.Ü.Z.F. Bahçe Bitkileri Bölümü )
Prof. Dr. F. Sara DOLAR ( A.Ü.Z.F. Bitki Koruma Bölümü )
Prof. Dr. Nilsun DEMĠR ( A.Ü.Z.F. Su Ürünleri Mühendisliği Bölümü )
Prof. Dr. Barbaros ÖZER ( A.Ü.Z.F. Süt Teknolojisi Bölümü )
Prof. Dr. M. Emin BARIġ ( A.Ü.Z.F Peyzaj Mimarlığı Bölümü )
Prof. Dr. Ahmet ÖZÇELĠK ( A.Ü.Z.F. Tarım Ekonomisi Bölümü )
Prof. Dr. Ġbrahim ÇĠLĠNGĠR ( A.Ü.Z.F. Tarım Makinaları ve Teknolojileri
Mühendisliği )
Prof. Dr. Fazlı ÖZTÜRK ( A.Ü.Z.F. Tarımsal Yapılar ve Sulama Bölümü )
Prof. Dr. Nilgün BAYRAKTAR ( A.Ü.Z.F. Tarla Bitkileri Bölümü )
Prof. Dr. Abdullah BARAN ( A.Ü.Z.F. Toprak Bilimi ve Bitki Besleme
Bölümü )
Prof. Dr. Mesut TÜRKOĞLU ( A.Ü.Z.F. Zootekni Bölümü )
NOT: Kongre kitabında yer alan bildirilerin içeriği ve formatı
tamamen yazar/lara aittir.
XI
ĠÇĠNDEKĠLER
ÖNSÖZ: TEġEKKÜR ve HOġGELDĠNĠZ…………………………….III
ÖNSÖZ YERĠNE;YAġASIN GENÇLERĠMĠZ…………………….…...V
ÖNSÖZ VE TEġEKÜR……………………………………………...….VII
ONUR KURULU ve DÜZENLEME KURULU ………………………IX
BĠLĠM KURULU…………………………………………………………XI
BĠLDĠRĠLER I
GENETĠĞĠ DEĞĠġTĠRĠLMĠġ ORGANĠZMALAR(GDO) VE
BĠYOGÜVENLĠK………………………………………………………….3
Fatma Nur ABAYLI
FASULYE (Phaseolus vulgaris L.) ISLAHINA YÖNELĠK
DOKU KÜLTÜRÜ ÇALIġMALARI……………………………………11
Özlem ÜNER, Sevil SAĞLAM
DOMATESTE in vitro REJENERASYON ÇALIġMALARI………….21
Pınar AKKELLE
MĠNYATÜR SEBZELER………………………………………………...25
Bilge ALTINER
KENTLEġMENĠN TARIM TOPRAKLARI ÜZERĠNDEKĠ
ETKĠLERĠ: BEYPAZARI ĠLÇESĠ ÖRNEĞĠ…………………………..27
Betül Esra KESER, Ġclal ZIYPAK
BASĠT BĠR ZĠRAĠ HESAPLAMA YAZILIMI
GELĠġTĠRĠLMESĠ………………………………………………..……...35
Muhammet Ali PEKĠN, Yücel ÇATALPINAR
SÜRDÜRÜLEBĠLĠR TARIMSAL ÜRETĠM ĠÇĠN ORTAK MAKĠNE
KULLANIMI……………………………………………………………...41
Ahmet Tahsin ÖZTAġ
TARIMIN KIRDAN KENTE GÖÇÜ: KENTSEL TARIM…………....55
Övgü YAMAN, Hande VURGUN, Funda MEMĠġOĞLU
XII
KÖMÜRLÜ TERMĠK SANTRALLERĠN TARIMSAL ÜRETĠME
ETKĠ ÖNGÖRÜLERĠ……………………………………………………61
Adem ġükrü TAġKIN
PESTĠSĠTLERĠN ĠNSAN ve ÇEVRE ÜZERĠNE ETKĠLERĠ..............69
Mert SAVCI
YENĠLĠKÇĠ SÜT ÜRÜNLERĠ TEKNOLOJĠLERĠ(INNOVATOR
DAIRY PRODUCTS TECHNOLOGIES)……………………………....79
Mustafa ÖZ, Hamide Gül KAYNAK
SANAYĠYE YÖNELĠK BAHÇE BĠTKĠLERĠ TARIMI........................83
Ali Mesut KARSLI, Ġlham MĠRZAYEV
MĠKORĠZA UYGULAMALARININ BĠTKĠ HASTALIKLARIYLA
MÜCADELEDE KULLANIM ALANLARI……………………….……91
Çağan ÇAVDAROĞLU
DĠJĠTAL (AKILLI) TARIM………………………………..……………97
Engin KESKĠNKILIÇ, Berkay YALÇIN
KAYISI (Prunus armeniaca)BĠTKĠSĠNDE DOKU KÜLTÜRÜ
ÇALIġMALARI………………………………………………………....105
Sultan DEVECĠ
PROPOLĠS EKSTRAKTININ ANTĠMĠKROBĠYAL ETKĠSĠNĠN
BELĠRLENMESĠ………………………………………………….…….109
Çiğdem ÖZYĠĞĠT, Atilla ÖKSÜZ, Sabriye BELGÜZAR, Yusuf YANAR
GAP BÖLGESĠ KARACADAĞ YÖRESĠNDE ÇELTĠK TARIMI….115
Hilal KÜÇÜKÇAY, AyĢe TAġDEMĠR
ġANLIURFA'DA MAYINLI ALANLARI BOġ BIRAKMAYIN....…125
Mehmet Emin UÇAR, Adalet BADEM
SÜRDÜRÜLEBĠLĠR TOPRAK VERĠMLĠLĠĞĠ……………..……….135
Safiye BÜLBÜL, Seda KILIÇ
BAHÇE BĠTKĠLERĠNDE ALTERNATĠF TARIM TEKNĠKLERĠ...145
Nurhan ARSLAN, Nurdan KAZAK, Tuğba BUDO
XIII
BĠYOYAKITLAR……………………………………..……………...…153
Ġlker HANGÜN
YÜZEN SERALAR……………………………………………………...157
Burak ÖZSOY
BAL ARILARININ DANS DĠLĠ………………………………………..161
Sultan AKKOÇ, Yakup ÇELĠKPENÇE, Ġsmail KARACA
“PÜREN” BALI NEDĠR?........................................................................169
Atiye Püren CEYHAN
TARIMDA SANAYĠLEġMENĠN TÜRKĠYE EKONOMĠSĠNE
KATKISI…………………………………………………………………173
Osman ARIKAN
SEKONDER METABOLĠTLERĠN BĠTKĠLER ĠÇĠN ÖNEMĠ……..175
ġükriye VARDAR
TARIM VE ĠKLĠM DEĞĠġĠKLĠĞĠ ĠLĠġKĠSĠ…………….…………..179
Meliha ATUĞ, Nuran ANDIÇ
TRAKYA BÖLGESĠNDEKĠ EFSANE ZARARLI GERĠ DÖNDÜ:
AYÇĠÇEĞĠ ÇAYIR TIRTILI (Loxostege sticticalis L., LEP:
PYRALIDAE)………………………………………………...………….191
Fatih BAHADIR, Nesil IġIK, Ecem BULUT, Veysel ALAGÖZ,
Özgür SAĞLAM
BĠLDĠRĠLER II
TATLANDIRICILARA ALTERNATĠF DOĞAL ÜRÜN STEVYA...201
AyĢenur ÖZDEMĠR
ADIYAMAN ĠLĠ BADEM YETĠġTĠRĠCĠLĠĞĠ, GÖRÜLEN
SORUNLAR VE ÇÖZÜM ÖNERĠLERĠ…………………………..…..207
Handan YILDIRIM
KEÇĠ SÜTÜNÜN ĠNSAN SAĞLIĞI ÜZERĠNDEKĠ ETKĠLERĠ…...215
Burak HALDEN
ÇÖREK OTUNUN (Nigella sativa) ĠYĠLEġTĠRĠCĠ ETKĠSĠ………...221
Enes CEYLAN
BĠYODĠZEL ve TÜRKĠYE’DE KULLANIMI…………………….….227
Mehmet Ali IġIK
XIV
BĠTKĠ PARAZĠTĠ NEMATODLARLA BĠYOLOJĠK MÜCADELEDE
MĠKORĠZALARIN KULLANIMI………………………………….….233
Zeliha ġAHĠN, Özkan AYDIN, Gülperi YILDIRIM, H. Didem SAĞLAM
ÜLKEMĠZDE TARIMIN DURUMU VE GENÇLERĠN TARIMDAKĠ
ROLÜ……………………………………..………………………………241
Merve AYKUT, Özlem AYDIN
YAġ MEYVE VE SEBZLERDE HASAT SONRASI KAYIPLAR VE
MUHAFAZA……………………………………………………………..245
Müge DOĞANER
SÜT VE SÜT ÜRÜNLERĠNĠN SAĞLIĞIMIZA KATKILARI…..….251
Gamze MAĞARA, Ġsmigül ÜNLÜEL, Özlem AYDIN
SAĞLIK KAYNAĞI BAKLAGĠLLER………………………….…….259
Zeliha ġAHĠN, Özlem ÖZLÜER, Serap Yalçın AZARKAN, Özlem AYDIN
BĠTKĠYE DOĞAL DESTEK…………………………………………...265
Sinem ORMAN, Firdevs GÖDÜÇ
ÜLKEMĠZDE ÇAYIR VE MERALAR…………………………….….269
Uğur TOPCU
DĠJĠTAL (AKILLI) TARIM…………………………………………....273
AyĢe Hümeyra ÜNVER, Fatma Betül KAYA
BĠTKĠSEL ÜRETĠMDE VERĠM VE KALĠTE AMACIYLA
BĠYOTEKNOLOJĠK YÖNTEMLERĠN KULLANIMI………….…..277
AyĢenur GÜZEL
TARIMDA TOPRAK VERĠMLĠLĠĞĠ………………………………....281
Denizhan DOĞAN
GENÇLERĠ TARIMDA TUTMANIN SOSYAL VE EKONOMĠK
BĠLEġENLERĠ…………………………………………………………..287
Gizem OKUTANSOY
CRISPR SĠSTEMĠYLE BĠTKĠ GENOMU DÜZENLENMESĠ…..….291
Hakkı ÖZKAYA
DOMATES YETĠġTĠRĠCĠLĠĞĠ………………………………………..297
Sinem BUĞUR
XV
HAYVAN YETĠġTĠRME VE BESLEMEDE BEKLENEN
GELĠġMELER…………………………………………………………..305
Elif Merve AYAS
HAYVAN YETĠġTĠRME VE BESLEMEDE BEKLENEN
GELĠġMELER…………………………………………...…..………….311
Huriye ARIKOĞLU, Muhammed Ġbrahim MANDĠ
ĠKLĠM DEĞĠġĠKLĠĞĠ VE TARIM……………………………………315
Burak ÇAKMAK, Erhan METĠN
TÜRKĠYE’NĠN GEN MERKEZĠ OLDUĞU ÖNEMLĠ
BAKLAGĠLLER VE BESLENME…………………………………..…321
Mehmet BÜNÜL
RUMEN MĠKROORGANĠZMALARI………………………….……..325
Memnune UYANIKÇA
PERMAKÜLTÜR (SÜRDÜRÜLEBĠLĠR TARIM)…………………...327
Beritan ARIK
SÜRDÜRÜLEBĠLĠR BĠR YAġAM ĠÇĠN PERMAKÜLTÜR………..331
Ali AKIN
SÜT VE SAĞLIK……………………………………………….……….335
Pınar KARABUDAK, Kadriye KARATAġ
TARIMSAL VE KIRSAL KALKINMADA GENÇLĠK……………...341
BüĢra TOP
ALTERNATĠF TIP ARAġTIRMALARINDA
KULLANILAN BÖCEKLER…………………………………………..345
Nurseli IġIK, ġükriye YILDIRIM, Funda MEMĠġOĞLU
TARIMSAL ÜRETĠMDE HASTALIK
VE ZARARLI ROLÜ……………………………………………………351
Buket AYGUT, Nurseli IġIK, Bensu SOBACI
BĠYODĠZEL ÜRETĠMĠNDE BÖCEK KULLANIMI ……………….355
Kadir Oğuzhan YIL, Funda MEMĠġOĞLU, Buket AYGUN
XVI
SUCUL EKOSĠSTEMDE DĠOKSĠN/FURAN VE
DĠOKSĠN BENZERĠ POLĠKLORLU
BĠFENĠLLER……………………………………………………...….....359
Dursun KIRIġIK
ENTEGRE MÜCADELE…………………………………………….…365
Hüseyin BĠRCAN
LĠSANSLI DEPOCULUK NEDĠR?.......................................................369
Berat ERDOĞMUġ
ĠġLEMESĠZ VEYA AZALTILMIġ TOPRAK UYGULAMALARININ
SÜRDÜRÜLEBĠLĠR TARIMDAKĠ ÖNEMĠ………………………….377
Özge DEMĠRTAġ
SĠVRĠSĠNEKLERLE BĠYOTEKNĠK SAVAġIM……………….……383
Kadir Oğuzhan YIL, Funda MEMĠġOĞLU, Yurdagül ESERKAYA
SU ÜRÜNLERĠ YETĠġTĠRĠCĠLĠĞĠNDE BĠYOTEKNOLOJĠ :
MĠKROSATELLĠT UYGULANMASI………………………………...387
Merve NĠġANCI
KASTAMONU VE BURDUR ĠLLERĠNDE GENÇLERĠN TARIMSAL
ÜRETĠM FAALĠYETĠNE KATILMA EĞĠLĠMLERĠ ÜZERĠNE BĠR
ARAġTIRMA…………………………………………………………....391
Begüm SEMERCĠLER, Burak KAPLAN, Emir EMRE, Okan GÜMÜġ,
Nazlıgül CEYLAN
TARIMSAL MÜCADELEDE DOĞAL DÜġMAN BÖCEKLER.......401
ġükriye YILDIRIM, Oğuzhan Kadir YIL, Bensu SOBACI
TEHLĠKE ALTINDAKĠ BĠR KÜLTÜR BĠTKĠSĠ :SAFRAN (Crocus
sativus L.)……..405
Berat ERDOĞMUġ, Muhammed ġah DEMĠRBAġ
TOPRAKSIZ SERADA ORGANĠK TARIM………………………….411
Hüseyin YARANLI, Ali IRMAK, Selin TÜREMEN
TÜRKĠYENĠN GERÇEĞĠ SOKAK SÜTÇÜLÜĞÜ………………..…415
Elif Gizem GÜÇLÜ
XVII
ZĠKA VĠRÜSÜ.........................................................................................419
Hande VURGUN, Övgü YAMAN, Yurdagül ESERKAYA
DOST MU? DÜġMAN MI? DERMAPTERA
(KULAĞAKAÇANLAR)………………………………………………..423
Gözdenur ÇAKAR, Nesrin MUTAġ, ġirin GÜRELĠ,
Merve BEYTAR, Yüksel ÜSTÜNDAĞ, Emin KAPLAN, Nusret ÖZBAY
BOZOK ÜNĠVERSĠTESĠ TARIM VE DOĞA BĠLĠMLERĠ
FAKÜLTESĠ ÖĞRENCĠLERĠNĠN SOSYO-EKONOMĠK
DÜZEYLERĠNĠN BELĠRLENMESĠ…………………………………..429
Soner ÖZKOÇ, Aysen KOÇ
ĠKLĠM DEĞĠġĠKLĠĞĠ VE TARIM…………………………………....441
Cansu AYBACI, Damla Nur ÇETĠN
EPĠGENETĠK……………………………………………………...…….449
Muhammed DĠNÇ, BüĢra ĠLBEĞĠ
ÖKÜZGÖZÜ VE BOĞAZKERE ÜZÜM ÇEġĠTLERĠNĠN DEMĠR
STRESĠNE TEPKĠLERĠNĠN SU KÜLTÜRÜ KOġULLARINDA
ĠNCELENMESĠ…………………………………………………….……457
Berivan BĠLGĠÇ, Dilan SÖNMEZ, Nevin ġEKER, Gültekin ÖZDEMĠR
ĠNCĠRLERDE DÖLLENME BĠYOLOJĠSĠ……………………….…..463
Eyüp TOLUCAN, Sema Nur KAYA, Hülya GÜMÜġ
TOHUMLA TAġINAN PATOJENLERĠN MÜCADELESĠNDE
TOHUM UYGULAMALARININ ÖNEMĠ………………………...….467
Okan TOPAL, BarıĢ ÇIBIKÇI
SÜRDÜRÜLEBĠLĠR TOPRAK VERĠMLĠLĠĞĠ……………………...475
Esma ORÇAN
ĠKLĠM DEĞĠġĠKLĠĞĠ VE TARIM………………………………...….481
Nazlı YAVUZ, Melike ÖNCÜL
GENÇLĠK VE TARIM…..……………………………….……………..489
Emrah ĠLHAN, Merve BÜYÜK
XVIII
SÜRDÜRÜLEBĠLĠR KALKINMA HEDEFLERĠNDE
ARAZĠ BOZUNUMU………………………………………………....…497
Tolgahan YUR
ANTĠBESĠNSEL MADDELER VE YEMEKLĠK TANE
BAKLAGĠLLERĠN BESLEYĠCĠ DEĞERLERĠ…………..………….503
Gülseren BOZATOĞRUL, Mustafa DAĞLI
KAYSERĠ ĠLĠNDE TIBBĠ VE AROMATĠK BĠTKĠLERĠN
YETĠġTĠRĠLME DURUMLARI…………………………………....….509
Hatice Kübra ZOR
MOLEKÜLER MARKÖRLERĠN BĠTKĠ ISLAHINDAKĠ ÖNEMĠ..515
Mehmet SÖNMEZ
SÜRDÜRÜLEBĠLĠR TARIMDA SERA BEYAZSĠNEĞĠNĠN
(Trialeurades vaporariorum, Westwood) Encarsia formasa) PARAZĠTĠ
ĠLE BĠYOLOJĠK MÜCADELESĠ VE ROLÜ……………………...…519
Rafet GÜZEL
SÜRDÜRÜLEBĠLĠR TARIMDA DOMATESDE SOLGUNLUK
HASTALIĞI(Fusarium oxysporum schl. f.sp. lycopersici)…………….523
DerviĢ Yusuf DEMĠR
KANATLI HAYVAN GÜBRESĠ…………………………………...…..529
Abdullah ġEN, Berna KARA
ÖLÜMSÜZLÜK MANTARI………………………………..…………..531
Makbule Rumeysa OMAY, AyĢe Hümeyra OMAY
TÜRKĠYE’DE HAYVANCILIĞA VERĠLEN DESTEKLERDEKĠ
GELĠġMELER………………………………………………….……….537
ġeref KAYALAR, Dursun BOĞA, Tufan BAL
TARIMDA ARILARIN ETKĠLERĠ VE ÖNEMĠ……………………..543
Alper CESSUR, Can KARACAN, Yağmur BULUT
SARIMSAĞIN ANTĠMĠKROBĠYEL HAZĠNESĠ………………....….547
BüĢra SONKAYA
TOPRAKSIZ TARIM KÜLTÜRLERĠ…………………………...……549
Ebrar ALTIKARDEġ
XIX
TOHUM ÇĠMLENMESĠNDE ETKĠLĠ OLAN ÇEVRESEL
FAKTÖRLER VE BAZI ÖN UYGULAMALAR……………..………553
Habibe BĠÇER
KÜRESEL ĠKLĠM DEĞĠġĠKLĠĞĠ ĠLE BĠRLĠKTE GELECEKTEKĠ
TÜRKĠYE…………………………………………………………..…….559
Remziye TÜRKMEN
ORGANĠK YAĞ GÜLÜ (Rosa damascena MĠLL.)
YETĠġTĠRĠCĠLĠĞĠNDE BAHÇE TESĠSĠ SORUNU………………....563
Fatma Zehra OK, Özlem ARLI
ĠNSANSIZ TARIM…………………………………………….………..569
Ahmet RüĢtü TORUN, Fatma Zehra OFLAZ
ISPARTA GÜLÜ (Rosa damascena) VE GÜL ÜRÜNLERĠ ………..573
Özlem ARLI, Ali KULLUK, Hüseyin BAĞMANCI
Semih BÜYÜKATEġ, Fatma Zehra OK
DOKU KÜLTÜRÜYLE MUZ ÜRETĠMĠ……………………………..577
A.Kerim KOSĠF
BĠTKĠ DOKU KÜLTÜRÜNÜN UYGULAMA ALANLARI (TĠCARĠ
UYGULAMALAR)……………………………………………….….….579
Sümeyye YILIK
TÜRKĠYE’DE ANASON…………………………………………..……583
Akif ÇAKMAK
MEYVE AĞAÇLARINDA BUDAMA…………………….……..…….587
Ali KAHRAMAN
LAVANTA (Lavandula spp) YETĠġTĠRĠCĠLĠĞĠ VE
LAVANTA BALI ÜRETĠMĠ……………………………………...…….591
Ali KULLUK, Hüseyin BAĞMANCI, Özlem ARLI Semih BÜYÜKATEġ
TATLI PATATES………………………………………………..……….595
Ali ÖZTUNÇ
BURDUR’UN BORSASI SALEP…………………………………...….599
Betül KAYA
XX
SOLUCAN GÜBRESĠNĠN TARIMDA
VE HAYATIMIZDA OLAN ÖNEMĠ………………………………….603
Damla Nur ATAY
KĠNOA NEDĠR / NEDEN KĠNOA?......................................................607
Hüseyin BAĞMANCI, Ali KULLUK, ġerife KAV, Özlem ARLI, Semih
BÜYÜKATEġ
ÇEVRE KĠRLĠLĠĞĠNĠN ÜLKEMĠZDEKĠ DURUMU……………....613
Duygu YAYLA
ELMA KARALEKE HASTALIĞI………………………………...…..617
Elif BODUR
ZĠRAĠ ĠLAÇ KULLANIMI…………………………………..…………621
Kaan YALÇIN
KESME ÇĠÇEK YETĠġTĠRĠCĠLĠĞĠ……………………………….….625
ġerife KAV, Hüseyin BAĞMANCI, Özlem ARLI, Ali KULLUK
MEYVE VE SEBZELERĠN ANTĠOKSĠDAN ANALĠZĠ VE
SAĞLIKAÇISINDAN DEĞERLENDĠRĠLMESĠ………………….…629
Metin YAĞMUR
TÜRKĠYE'DEKĠ ADĠ FINDIK (Corylus Avellana) ÇEġĠTLERĠ VE
KULLANIM ALANLARI…………………………………..……….….633
Oğuz KAYA
ġEFTALĠDE TUZLULUK STRESĠNDE
MELEZLEME ÇALIġMASI…………………………………………...637
Rıdvan AKIN
KAKAO (THEOBROMA CACAO) YETĠġTĠRĠCĠLĠĞĠ VE
TÜRKĠYE’NĠN KAKAO ĠTHALATI………………………………….641
Semih BÜYÜKATEġ, Ali KULLUK, Hüseyin BAĞMANCI, Özlem ARLI
EVSEL ATIKLARIN DEĞERLENDĠRĠLMESĠ VE EKONOMĠYE
KAZANDIRILMASI…………………………………………………….645
Süleyman ġefik KURT
BOMBUS ARILARI……………………………………………………..651
Gökçe ÇETĠN
XXI
BOZKIR OTU (Kochia prostrata) (L.), MERA ISLAHI,
EROZYON………………………………………………………...……..657
BüĢra GÖNEN, Fatih ATAY, Ramazan ACAR
DĠKEY TARIM…………………………………………………...……..663
Selda ZEYREK, Merve TAYTAK
GÜNEġ ENERJĠLĠ NEME DUYARLI TOPRAK SULAMA
SĠSTEMĠ…………………………………………………………..……..667
Betül ALBAYRAK, Abdullah Okan SEÇER
GERGEDAN BÖCEĞĠ (Oryctes nasicornis)………………………...…671
Alperen DURAN, Zülüye DUMAN
ĠZLĠ TARIM………………………………………………….………….675
Aybüke ÖRNEK, Mehmet YURT, Hüseyin ÖĞÜT
MAġ FASULYESĠNĠN [Vigna radiata (L.) Wilczek]
ĠNSAN HAYATINDAKĠ ÖNEMĠ……………………………………...681
Ali KAHRAMAN , Erva HORASAN, Cansu YÜCEL
ARAZĠ TOPLULAġTIRMASI………………………………………....689
Nazlı Can SAĞLIK, Resul MUT
TOPRAK ISLAHI…………………………………………………….....693
Emre APALAK, Burak YILDIRIM
TOPRAK TEMĠZLĠĞĠ………………………………………….………697
Merve ĠLDANLI
YEMEKLĠK BAKLAGĠLLER VE BESLENMEDEKĠ ÖNEMĠ…....701
Emre SAĞLAM, Atilla TOPKARA
ZĠRAĠ DON…………………………………………………………..…..705
Fırat UZUN, ġahbanu ÇINAR
SALĠSĠLĠK ASĠT UYGULAMALARININ MARULDA VERĠM VE
KALĠTEYE ETKĠSĠ…………………………………………………….715
Ufuk UÇAN, Atnan UĞUR
YOZGAT ĠLĠ BUĞDAY EKĠM ALANLARINDA HERBĠSĠTLERĠN
YABANCI OTLARA VE VERĠME ETKĠSĠ……………………....…..723
ġeymanur BAYHAN, Ġzzet KADIOĞLU, Bahadır ġĠN
XXII
TÜRKĠYE’DE KÜÇÜKBAġ HAYVANCILIĞIN ÖNEMĠ VE
SORUNLARI……………………………………………………………730
Dursun BOĞA, ġeref KAYALAR, Tufan BAL
XXIII
BĠLDĠRĠLER I
1
2
GENETĠĞĠ DEĞĠġTĠRĠLMĠġ ORGANĠZMALAR(GDO) VE
BĠYOGÜVENLĠK
Fatma Nur ABAYLI
Ahi Evran Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarımsal Biyoteknoloji Bölümü
ÖZET
Rekombinant DNA teknolojisi kullanılarak hayvanlar, bitkiler veya
mikroorganizmalar
gibi
canlı organizmaların
genetik
materyali
değiĢtirilebilir. Bu tür canlılar transgenik veya genetiği değiĢtirilmiĢ
organizmalar olarak tanımlanırlar. Genetiği değiĢtirilmiĢ organizma
(GDO)‟ların doğada yetiĢen diğer bitkilerden farklı olarak kendi türlerine ait
olmayan genleri taĢımaları, son yıllarda bu ürünlerin risklerini gündeme
getirmiĢtir.
Organizmaların genetik yapısının değiĢtirildiği genetik mühendisliği
konusu, bilimsel platformlarda hâlâ tartıĢma konusudur. GDO‟yu
destekleyen gruplar, bu teknolojinin besin kalitesinin ve sağlığa yönelik
faydalarının artırılmasında, meyve ve sebzelerin raf ömürlerinin ve
organoleptik kalitelerinin iyileĢtirilmesinde, bitkisel ve hayvansal ürün
veriminin artırılmasında, yenilebilir aĢı ve ilaç üretiminde, insan
hastalıklarının tedavisi ve organ nakli için kullanılmasında ve çevresel olarak
birçok faydaları olacağı görüĢündedirler. Bu organizmaları destemeyenlere
göre ise besin kalitesindeki değiĢiklik, gıda güvenliği, allerjik reaksiyonlar
ve bunların toksik etkileri ile ilgili önemli riskleri olabileceği ve genetiği
değiĢtirilmiĢ ürünlerin etiketlenmesi, çevresel ve çeĢitli grupların kaygıları
ile dini, kültürel ve etik sorunların olduğunu düĢünmektedirler. Bu çalıĢma
ile GDO ve Biyogüvenlik konusundaki görüĢler derlenerek sunulmuĢtur.
Anahtar Kelimeler: Biyogüvenlik, genetiği değiştirilmiş organizma(GDO)
GĠRĠġ
Genetik materyali değiĢtirme veya bir türden diğerine transfer etme
iĢlemi biyoteknoloji temeli olup klonlama gibi diğer biyoteknolojik
iĢlemlerin potansiyeli ile birlikte kamuoyunda ateĢin keĢfi, matbaanın icadı
ve atomun parçalanması ile eĢdeğer görülmüĢtür (1).
3
Genetik mühendisliği teknolojisi kullanılarak üretilen organizmalar
literatürde genetiği değiĢtirilmiĢ organizmalar (GDO), genetiği değiĢtirilmiĢ
ürünler (GD), genetik olarak modifiye edilmiĢ organizmalar (GMO), genetik
olarak modifiye edilmiĢ ürünler (GM), gen aktarımlı organizmalar,
transgenik organizmalar, bio-mühendislik organizmaları vb. adlarla
tanımlanmaktadır (1). Bu organizmalara aktarılan genler ise transgen olarak
ifade edilmektedir ( 2).
ISAAA (International Service for the Acquisition of AgriBiotechnology Applications) verilerine göre, 2004 yılında GD ürün ekim
alanının 81 milyon hektar olduğu, 17 ülkede yaklaĢık olarak 8,25 milyon
çiftçinin bu ürünleri yetiĢtirdiği ve bu sayının gelecek 4 yıl içerisinde iki
katına çıkacağı tahmin edilmektedir (3, 4). Ancak ticari olarak üretimine
1996 yılında baĢlanmıĢ olmasına rağmen GD ürün üretimi küresel değildir
(5, 6, 7, 8). Tarımsal ticari GD ürün üretiminin %96‟sı ABD (%59), Arjantin
(%20), Kanada (%7), Brezilya (%6) ve Çin (%4) olmak üzere sadece 5
ülkede yapılmıĢtır. Dünya ticaretinde ise soya, mısır, kanola ve pamuk
olmak üzere sadece 4 ürünün üzerinde yoğunlaĢırmıĢtır. Ayrıca GDO‟nun
karakteristiği açısından herbisit dayanıklılığı ve böcek direnci uygulamaları
yaygındır (3, 4, 5, 6, 7, 8).
GD ürünlerin en çok üretildiği ABD‟de özellikle soya ve mısır
içeren iĢlenmiĢ gıdaların %60‟ından fazlası GD ürün içermektedir (9, 10).
GD ürünlerin ABD‟de yaygın kullanımının, ürünlerin tüketici tarafından
kabul edildiğini gösterdiği iddia edilse de gerçekte ABD‟de tüketicilerin
büyük çoğunluğu GD ürün yediğini bilmemektedir. GD ürün üreticilerinin
ABD‟de yürüttüğü etiketleme karĢıtı lobi, bu ürünler için arzu edilen
etiketleme taleplerini bastırmıĢtır. ABD‟de 1997‟den beri yapılan pek çok
anket, ABD‟lilerin etiketleme istediğini ve ayrıca eğer etiketleme yapılırsa,
halkın büyük çoğunluğunun GD ürün yemeyeceğini göstermiĢtir (11).
Avrupa‟da ise Avrupa Birliği ülkelerinin diğer ülkelere göre
GDO‟ya karĢı sert tutumuna rağmen 2004 yılında AB üyesi Ġspanya ve AB
aday üye Romanya‟da 50.000 hektardan fazla alanda GD ürün üretimi
yapılırken yine AB üyesi olan Almanya‟da ise 50.000 hektardan az bir
alanda ekim yapılmıĢtır (3, 4). Avrupa Birliği ülkeleri GDO‟ların alan
denemeleri ve piyasaya sürülmesi konusunda Avrupa Birliği Komisyon
kararına baĢvurmaktadır (6, 7, 8). Komisyon, 1998‟den beri Bt-11 ve NK603
mısırın ithalini onaylarken bu yıl Mon810 mısır ithalini de onaylamıĢtır (4,
12). Ayrıca Avrupalı tüketicilerin bu ürünleri kabullendikleri görülmektedir.
GD ürün tüketimi konusunda Greenpeace tarafından daha önceden yapılan
bir oylamada Avrupalı tüketicilerin % 70‟i bu ürünlere karĢıyken bu yıl aynı
4
konuda yapılan bir oylamada tüketicilerin sadece % 40.4‟ı bu ürünlerin
tüketimine karĢı olduklarını söylemiĢlerdir (13).
Türkiye‟de GD ürün üretimi yasak olmasına rağmen 1998 yılından
itibaren alan denemeleri yapılmaya baĢlanmıĢtır (11). DeğiĢik firmalar
tarafından ithal edilen ürünlerde alan denemeleri Tarım ve Köy ĠĢleri
Bakanlığı AraĢtırma Enstitü‟leri tarafından bazı illerde yapılmıĢtır. GD
ürünlerin alan denemelerini takiben tescili, üretime sokulması ve gıda
zincirinde kullanılması gündeme gelecektir (5, 6, 7). Türkiye‟de iç piyasada
iĢlenerek ürün halinde pazara sürülen hammadde veya yurtdıĢından ithal
edilen iĢlenmiĢ ürünlerden önemli bir kısmının GDO içeriğine sahip olduğu
ileri sürülmektedir. Özellikle mısır ve soyanın büyük bir kısmı ABD ve
Arjantin‟den ithal edilmiĢ olup neredeyse tamamının GDO içerikli olduğu
iddia edilmektedir. Ayrıca 20‟ye yakın ilin pazarlarından alınan domates ve
patateslerin GD ürün olduğu saptanmıĢtır. Bunların hemen hemen tümü,
Türkiye‟ye kaçak yollarla giren GD tohumlarının hiçbir denetime tabi
tutulmadan tarlalarda veya seralarda ekilmesi sonucunda üretilmektedir (14).
Bu derlemede, GDO‟ların dünyadaki ve Türkiye‟deki durumu göz
önüne alınarak bu ürünlerin potansiyel fayda ve riskleri ile insan sağlığı
açısından etkilerinin irdelenmesi amaçlanmıĢtır.
GDO’LARIN ETKĠLERĠ
GDO‟ların kontrollü ve akıllı teknolojiler yardımıyla özellikle
besinler üzerinde insanların geleceği için getirebileceği yararlarının yanında
potansiyel zararları veya risklerinin de bulunabileceği düĢünülmektedir.
GDO’ların Potansiyel Yararları
Tarımsal Uygulamalar Açısından Önemi: Biyoteknolojinin tarımsal
alandaki uygulamalarından en önemlisi, bitkilere zararlılara karĢı
dayanıklılık kazandırılmasıdır. Bacillus thuringiensis, böceklerin sindirim
sistemlerine zarar vererek ölümlerine neden olan bir protein üretmektedir.
Bu bakteri, ürettiği δ-endotoksinler nedeniyle bitkilerin böcek zararından
korunmasını sağlamaktadırlar. Bu bakterinin içerdiği endotoksin genlerinin
ürünü olan "crystalline" proteinlerinin üretimine neden olan Bt geninin B.
thuringiensis‟ten izole edilerek domates, tütün, pamuk ve mısır bitkilerine
aktarılması sonucunda böceklere karĢı dayanıklılık sağlanmıĢtır (15, 16).
Aynı Ģekilde, börülceden izole edilen "trypsin inhibitör (CpTi)" geninin
aktarıldığı tütün bitkileri, tütün sürgün kurdu (Heliothisvirescens)
larvalarının saldırılarına karĢı dayanıklılık göstermektedir (17). GDO‟ların
5
tarımdaki uygulamalarına bakıldığında, en büyük payı herbisitlere karĢı
dirençli bitkilerin aldığı görülmektedir. Bu konuda en önemli baĢarılardan
biri "acetolactate synthase (ALS)" geninin bitkilere aktarılması sonucunda
"sulfonyllurea" herbisitine karĢı dayanıklı transgenik bitkilerin üretilmesidir
(18, 19).
Meyve ve Sebzelerin Raf Ömrü ve Organoleptik Kalitelerinin
Artırılması: Calgene ġirketi‟nin ürettiği Flavr Savr domatesleri ABD Gıda
ve Ġlaç Ġdaresi (US FDA) tarafından onaylanan ilk genetiği değiĢtirilmiĢ
üründür. Bu domatesler olgunlaĢma, yumuĢama ve çürüme iĢlemleri
geciktirilerek uzun bir raf ömrüne sahip olan bitkilerdir (20). OlgunlaĢma ve
yumuĢama, büyük ölçüde, meyve hücreleri tarafından etilen üretimine
bağlıdır (21). Etilen üretiminde rol oynayan genlerin kontrol edilmesi veya
farklı bir strateji olarak hücre duvarını bozan bir enzim olan
poligalakturonaz enziminin baskılanarak pektin yıkımının ertelenmesi ile
meyve ve sebzelerdeki olgunlaĢma geciktirilebilmektedir (21, 20). Böylece
koku, lezzet, yumuĢaklık/sertlik derecesi gibi yüksek kalitede organoleptik
özellikler ve daha uzun raf ömrü sağlanabilmektedir. OlgunlaĢmanın
yavaĢlatılması veya geciktirilmesi, aynı zamanda ahududu, çilek, ananas ve
Ģeftali gibi ürünlerde de yapılabilir. Ürünlerin raf ömürlerinin uzatılması
üretici ve satıcı için nakliyat, depolama ve iĢlenmeyi kolaylaĢtırmakla
birlikte tüketici içinde ürünü uzun süre bozulmadan kullanma imkânı
sağlayacaktır. Ürünlerin nakliye ve iĢlenmeye dayanıklı olması, soğutma
sistemlerinin güvensiz ve pahalı ve nakliye ağının yetersiz olduğu
geliĢmekte olan ülkelerdeki çiftçiler ve tüketiciler için de faydalı olacaktır
(20, 22, 23, 24).
GDO’ların Potansiyel Zararları
Genetiği değiĢtirilmiĢ tarımsal ürünlerin 1996 yılında dünya
ticaretine girmesiyle birlikte, bu ürünlerin insan, hayvan, bitki ve çevreye
olan etkilerine iliĢkin tartıĢmalar baĢlamıĢtır. GDO‟lu tohumlarda uygulanan
patent hakları, çiftçiye tohum alıkoyma imkanı vermeyen sözleĢme ve
terminator gen teknolojisi uygulamaları yoluyla dünya çiftçilerinin
bütünüyle tohum üreticisi birkaç büyük Ģirkete bağımlı kalmasına neden
olabilecektir. Geçtiğimiz on yıl boyunca GDO‟lu bitkilere iliĢkin olarak
alınan her dört patentten üçü beĢ firmaya (Dow, Dupont, Syngenta, Aventis
ve Monsanto) ait olması ve dünyada ekilen GDO‟lu tohumun %90‟ı tek bir
firmanın (Monsanto) tohumu olması, tohum güvenliğini oldukça azaltan bir
durumdur (25, 26).
6
SONUÇ
Dünyada genetik yapısı değiĢtirilmiĢ canlıların ve bunlardan elde
edilen gıdaların dağılımı hızla artmaktadır. Mısır ve soyadan üretilen yağ,
un, niĢasta, glikoz Ģurubu, sakkaroz, fruktoz içeren gıdalar; bisküvi, kraker,
pudingler, bitkisel yağlar, bebek mamaları, Ģekerlemeler, çikolata ve
gofretler, hazır çorbalar, mısır ve soyayı yem olarak tüketen tavuk ve benzeri
hayvanlardan elde edilen gıdalar ile pamuk GDO‟lu olma riski taĢıyan
tarımsal ürünlerin baĢında gelmektedir . Bu ürünlerin özellikle insan sağlığı
üzerinde kısa ve uzun dönemde oluĢturacağı etkiler ise yeterince
bilinmemektedir. Ayrıca bu ürünlerin genetik çeĢitliliği tehdit etmesi
durumunda geri dönüĢü olmayan bir sürece de girilmiĢ olacaktır. Tüm bu
nedenlerle bu tür ürünler yeterli bilimsel araĢtırmalar yapıldıktan sonra
tüketime sunulmalı ve ayrıca kullanımları yasal çerçevede sürekli kontrol
edilmelidir.
KAYNAKÇA
1. Uzogara, S.G., The Impact of Genetic Modification of Human Foods in
The 21st Century, Biotechnology Advances, 18, 179-206, 2000.
2. Cellini, F., et al., Unintended Effects and Their Detection in Genetically
Modified Crops, Food and Chemical Toxicology, 42, 1089-1125, 2004.
3. International Service for the Acquisition of Agri-Biotechnology
Applications , http://www.isaaa.org, July 2005.
4. Study, Strong Growth for Biotech Crops, European Biotechnology
Science&Industry News, 4 (1-2), 5, 2005.
5. Kıyak, S., Genetik Olarak DeğiĢtirilmiĢ G ıdalar, Cartagena Biyogüvenlik
Protokolü ve Türkiye‟de Durum (1), Çevreye Genç BakıĢ, 4, 14-22, 2004.
6. Kıyak, S., Genetik Olarak DeğiĢtirilmiĢ G ıdalar, Cartagena Biyogüvenlik
Protokolü ve Türkiye‟de Durum (2), Çevreye Genç BakıĢ, 5, 1-20, 2004.
7. Kıyak, S., Genetik Olarak DeğiĢtirilmiĢ G ıdalar, Cartagena Biyogüvenlik
Protokolü ve Türkiye‟de Durum (3), Çevreye Gesnç BakıĢ, 6, 1-13, 2004
8. Yanaz, S., Genetik Olarak DeğiĢtirilmiĢ Organizmalar (GDO) Konusu ve
Cartagene Biyogüvenlik Protokolü, T.C. BaĢbakanlık DıĢ Ticaret
7
MüsteĢarlığı
Dergisi,
http://www.dtm.gov.tr/ead/DTDERGI/nisan2003/genetik.htm, 2003.
9. Ahmed, F.E., Detection of Genetically Modified Organisms in Foods,
Trends in Biotechnology, 20 (5), 215223, 2002.
10. Whitney, S.L., et al., “This Food May Contain…” What Nurses Should
Know About Genetically Engineered Foods, Nursing Outlook, 52 (5), 262266, 2004.
11. Tüysüzoğlu, B.B, et al., Türkiye‟de GDO, Bilim ve Teknik, 443, 36-43,
2004.
12. European Comission, European Comission Approves Monsanto‟s GM
Maize NK603 for Food Use, European Biotechnology Science&Industry
News, 3 (11), 8, 2004.
13. European Union, Study Sheds Light on GM Acceptance, European
Biotechnology Science&Industry News, 4 (1-2), 8, 2005.
14. Günaydın, G., GDO: Ne‟dir O?, Popüler Bilim, 130, 32-36, 2004
15. Delannay X, Lavallee BJ, Proksch RK, Fuchs RL, Sims SR, Greenplate
JT, Marrone PG, Dodson RB, Augustine JJ, Layton JG, Fischhoff DA
(1989): Field performance of transgenic tomoto plants expressing the
Bacillus thuringiensis var. kurstaki insect control protein. Bio/Technology,
7: 1265-1269
16. Lee KY, Towsend J, Block M, Churi CF, Majur B, Dunsmuir P,
Bedbrook J (1988): The molecular basis of sulfonyl urea herbicide resistance
in tobacco. EMBO J, 7: 1241-1248.
17. Koziel MG, Beland GL, Bowman C, Carozzi NB, Crenshaw R,
Crossland L, Dawson J, Desai N, Hill M, Kadwell S, Launis K, Lewis K,
Maddox D, McPherson K, Meghji MR, Merlin E, Rhodes R, Warren GW,
Wright M, Evola SV (1993): Field performance of elite transgenic maize
plants expressing an insecticidal protein derived from Bacillus thuringiensis.
Bio/Technology, 11: 194-199.
8
18. Haughn GW, Smith J, Mazur B,Somerville C (1988): Transformation
with a mutant Arobidopsis acetolactate synthase gene renders tobacco
resistant to sulfonylurca herbicides. Mol Gen Genet, 211: 266-271.
19. Losey JE, Raynor LS, Carter ME (1999): Transgenic polen harms
monarch larvae [scientific correspondence]. Nature
20. Uzogara, S.G., The Impact of Genetic Modification of Human Foods in
The 21st Century, Biotechnology Advances, 18, 179-206, 2000
21. Arda, M., Biyoteknoloji (Bazı Temel Ġlkeler), KÜKEM Derneği Bilimsel
Yayınları No:3, Ankara, 1995
22. Kıyak, S., Genetik Olarak DeğiĢtirilmiĢ G ıdalar, Cartagena
Biyogüvenlik Protokolü ve Türkiye‟de Durum (2), Çevreye Genç BakıĢ, 5,
1-20, 2004.
23. Kıyak, S., Genetik Olarak DeğiĢtirilmiĢ G ıdalar, Cartagena
Biyogüvenlik Protokolü ve Türkiye‟de Durum (3), Çevreye Gesnç BakıĢ, 6,
1-13, 2004
25. Haspolat, I, Özgen Ö (2011): Tüketicilerin Genetik Yapısı DeğiĢtirilmiĢ
G ıdalara ĠliĢkin GörüĢleri: Kültürlerarası Bir KarĢılaĢtırma. Üçüncü Sektör
Sosyal Ekonomi Derg, 46: 40-60.
26. Wieczorek A (2003): Use of biotechnology in agriculture– benefits and
risks. Cooperative Extension Service. Bio, 3: 1-6.
9
10
FASULYE (Phaseolus vulgaris L.) ISLAHINA YÖNELĠK
DOKU KÜLTÜRÜ ÇALIġMALARI
Özlem ÜNER1 , Sevil SAĞLAM 2
Ahi Evran Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü Tarımsal Biyoteknoloji
Bölümü
2
Ahi Evran Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarımsal Biyoteknoloji Bölümü
1
ÖZET
Fasulye (Phaseolus vulgaris L.), baklagiller (Fabaceae) familyasının
Phaseolus cinsindendir. Dünyada kökeni Orta Amerika‟ya dayanan,
günümüzde neredeyse her yerde yetiĢebilen tek yıllık, kendine döllenen, otsu
bir bitkidir. Baklagiller içerisinde taze, konserve ve kurutulmuĢ olarak en
çok tüketilen bitkilerden olup tohumdan yetiĢtirilmektedir. Dünyada
baklagiller arasında üretimi ilk sırada gerçekleĢtirilen fasulye; ortalama
%18-22 oranında protein içermekte olup toprağın biyolojik ve fiziksel
yapısını iyileĢtirdiğinden iyi bir ön ekim bitkisidir. Klasik bitki ıslahı
yöntemlerini içeren seleksiyon, melezleme, poliploidi ve suni mutasyonlar
konusunda geliĢmeler olmasına karĢın sitoplazma ile taĢınan plazmotipler
arasında transferler mümkün olmamıĢtır. Fasulye bitkisinin ıslahında klasik
ıslaha destek olacak biyoteknolojik yöntemlerin kullanılması günümüzde
kaçınılmazdır. Fasulye ıslahında embriyo kurtarma tekniği, haploidi tekniği,
somaklonal varyasyon, in vitro seleksiyon, in vitro germplazm muhafaza,
somatik hücre melezlemesi ve gen transferine yönelik doku kültürü
teknikleri çalıĢılmıĢtır. Bu çalıĢmalar henüz yeterli düzeyde olmayıp
üzerinde daha fazla çalıĢılması gerekmektedir. Fasulye üretiminde
karĢılaĢılan sorunlara bu yöntemlerin geliĢtirilmesi katkı sağlayacaktır.
Anahtar Kelimeler: Islah, Biyoteknoloji, doku kültürü, fasulye, Phaseolus
vulgaris
1.GĠRĠġ
Fasulye (Phaseolus vulgaris) ülkemizde çok eski zamanlardan beri
tarımı yapılan, insan ve hayvan beslenmesinde ve toprak ıslahında kullanılan
bir baklagil bitkisidir. Günümüzde besinsel değeri ve ekonomik önemi
oldukça büyük olan fasulye bitkisi, baklagiller (Fabaceae) familyasının
Phaseolus cinsine dâhil olup, hemen hemen her yerde yetiĢebilen, tek yıllık,
kendine döllenen, soğuğa duyarlı, otsu bir bitki türüdür. Baklagiller
içerisinde taze, konserve ve kurutulmuĢ olarak en çok tüketilen bitkilerden
11
birisi olup tohumdan yetiĢtirilmektedir. Baklagiller arasında üretimi ilk
sırada gerçekleĢtirilen fasulye; ortalama % 18-22 oranında protein
içermektedir. Türkiye, kiĢi baĢına düĢen yıllık hububat tüketimi yönünden
230 kg ile dünyada birinci sırada yer alırken, ABD‟de ise bu oran 66 kg tahıl
Ģeklindedir (Akçin, 1974). Türkiye‟de nüfusun %10‟unun beslenmesinde
protein yetersizliği görülmüĢtür. Baklagillerin beslenmedeki öneminin yanı
sıra toprağın biyolojik ve fiziksel yapısının iyileĢtirilmesinde sağladığı katkı
da dikkate alındığında fasulye iyi bir ön ekim bitkisidir. Fasulye, köklerinde
ortak yaĢama özelliğine sahip bakteri türü Rhizobium phaseoli aracılığıyla
havanın serbest azotundan istifade ederek kendi azot ihtiyacının büyük bir
kısmını toprak havasından karĢıladığı gibi, yetiĢtiği toprakları da azotça
nispeten zenginleĢtirmektedir. Bu yolla ortalama olarak yıllık 5 kg/da azot
fiske edebilmektedir. (Akçin, 1988). Bahsedilen bu özelliklerinden dolayı
fasulye bitkisi gerek kullanım alanı gerekse besinsel değeri göz önüne
alındığında ıslah çalıĢmaları için önemli bir baklagil bitkisidir.
Phaseolus vulgaris kültürü yapılmakta olan fasulyelerin %90‟ını
oluĢturmakta olup Phaseolus cinsinin en önemli üyesidir (Özdemir, 2002).
Dünya üzerinde yayılıĢ kökeni Orta Amerika olarak bilinen fasulyenin iki
gen havuzu bulunmaktadır. Bunlar Orta Amerika (Mesoamerica) ve Güney
Amerika (Andean) bölgeleridir (Gepts, 2008). Dünyada hayvansal kaynaklı
proteinlerin bitkisel kökenli proteinlere göre daha pahalı olması sebebi ile
ihtiyaç duyulan proteinin bitkisel kaynaklardan ve özellikle baklagillerden
sağlandığı bilinmektedir. Dünya Sağlık Örgütü (WHO) verilerine göre; kiĢi
baĢı günlük protein tüketiminin % 60‟ı bitkisel, % 40‟ı hayvansal kaynaklı
olursa kaliteli ve dengeli bir beslenmeden bahsedilebilir. Türkiye‟de bu
oranlar % 80 bitkisel ve % 20 hayvansal kaynaklı Ģeklindedir. Bitkisel
proteinlerin % 66‟sını tahıllar, % 18,5‟ini baklagiller ve geri kalan %
15,5‟lik kısmını ise diğer bitkisel kaynaklar sağlamaktadır (Kahraman,
2008).
Fasulyenin Dünyada ekim alanı 30 139 041 ha, üretimi 25 093 616
ton, verimi ise 8326 kg/da, ülkemizde ekim alanı 91 110 Ha, üretim 215 000
ton, verimi ise 235 kg/da‟dır (FAO, 2016). Ülkelere göre fasulye üretimine
bakıldığında ilk sırada Hindistan 4 110 000.0 ton, Myanmar 3 737 320.0 ton,
Brezilya 3 294 586.0 ton ve Çin 1 046 000.0 ton; ekim alanı yönünden ise
Hindistan 10 000 000 Ha, Brezilya 3 185 745.0 Ha, Myanmar 2 633 520.0
Ha ve Çin 936 000.0 olduğu görülmektedir (FAO, 2016).
Klasik ıslahla çözülemeyen tüm sorunların yaratmıĢ olduğu boĢluğu
günümüzde modern ıslah teknolojileri biyoteknolojik yöntemlerle
doldurmaktadır. Kullanılan bu yöntem sayesinde klasik ıslahta kaybedilen
12
zaman geri kazanılmakta ve istenilen özellikler bitkilere daha kolay
aktarılabilmektedir. Bu çalıĢmada önemli bir besin kaynağı olan fasulye
bitkisinin ıslahında son yıllarda öne çıkan biyoteknolojik çalıĢmalardan olan
doku kültürü yöntemleri hakkındaki çalıĢmaların irdelenmesi amaçlanmıĢtır.
2.FASULYE (Phaseolus vulgaris L.) ISLAHINA YÖNELĠK DOKU
KÜLTÜRÜ UYGULAMALARI
Klasik ıslah; geniĢ anlamda bitkinin genetik yapısını, ekonomik
faydaları göz önünde bulundurarak değiĢtirme ve geliĢtirme ile ilgili bir
bilim dalıdır. Ġnsanların beslenmeleri için kendilerine yarayan bitkileri,
yabani formlar arasından seçmeye baĢlamaları ile ortaya çıktığı kabul
edilmektedir (Gökçora, 1947). Bitki doku kültürü ise; aseptik Ģartlarda,
yapay bir besin ortamında, bütün bir bitki, hücre (meristematik hücreler,
süspansiyon veya kallus hücreleri), doku (çeĢitli bitki kısımları: eksplant)
veya organ (apikal meristem, kök vb.) gibi bitki kısımlarından yeni doku,
bitki veya bitkisel ürünlerin (metabolitler gibi) üretilmesidir (Babaoğlu ve
ark., 2002).
Bitki doku kültürü uygulama alanları olarak üç ana baĢlık altında
incelenmektedir. Uygulama alanı sırasıyla; (Babaoğlu ve ark., 2002)
1. Bitki doku kültürlerinin bitki ıslahındaki uygulama alanları,

Türler arası melezlemelerden sonra embriyo kültürü

Haploid bitki üretiminde anter (polen) ve yumurtalık (ovül)
kültürü

Somoklonal varyasyon

Ġn vitro seleksiyon

Ġn vitro döllenme

Ġn vitro germplazm muhafazası

Somatik hücre melezlemesi (protoplast füzyonu)

Gen transferi
2. Bitki doku kültürünün ticari ve ıslah dıĢı uygulamaları;

Hastalıksız bitki elde edilmesinde meristem kültürü

Mikroçoğaltım

Sentetik tohum üretimi (somatik embriyolar)

Sekonder metabolit üretimi (kallus-hücre süspansiyonları)

Kimeralar
3. Bitki doku kültürlerinin temel araĢtırmalardaki uygulamaları

Doku kültürü
13





Protoplast izolasyonu ve füzyonu
Hücre, doku ve bitki beslenmesi
Sitogenetik çalıĢmalar
Morfogenesis çalıĢmalar
Biyolojik azot fiksasyonu
Bitki ıslahı programlarında potansiyel kullanım alanına sahip, doku
kültürü yöntemleri aĢağıdaki gibi sıralanabilir (Akgün ve ark., 1996).
2.1. Organogenesis
Organogenesis; hücrelere ve dokulara baskı uygulanıp bazı
değiĢikliklere sebep olunarak sürgün ve kök primordiyumu (taslağı) diye
adlandırılan tek kutuplu ve vasküler sistemi kökeni aldığı dokuya bağlı olan
bir yapının meydana gelmesine yol açan bir iĢlemdir. Organogenesis
tekniğinde in vitro organogenesis üzerine yapılan araĢtırmaların büyük bir
kısmında, etkin bir organ oluĢumunun yerine getirilebilmesi için gerekli
unsurlar; uygun eksplant seçilmesi, büyümede aktif maddeler içeren uygun
bir besin ortamının seçilmesi ve fiziksel çevre koĢullarının kontrolü
sayılabilir (Babaoğlu ve ark., 2002).
2.2. Somatik Embriyogenesis
Somatik embriyogenesis; bağımsız vasküler sistemi olan ve kök ile
sürgün aksisini içeren iki kutuplu bir yapının oluĢmasına yol açan bir
süreçtir. Gerek organogenesis gerekse somatik embriyogenesis birçok türde
doğal olarak meydana gelebilmektedir. Somatik embriyogenesis hızlı
çoğaltımda, sentetik tohum üretiminde ve gen aktarımında önemli bir
potansiyele sahiptir (Babaoğlu ve ark., 2002).
2.3. Protoplast Kültürü
Bir hücrenin duvarı uzaklaĢtırıldığında geriye kalan kısmına
protoplast denir. Protoplastlar izotonik ortamlarda canlılığını sürdürüp, yeni
duvar oluĢturup, mitozla bölünebilir, yeni hücre grupları (mikrokallus) ve
daha sonra da yeni bitkiler oluĢturabilirler. Ġzole edilen protoplastlar yüksek
bitkilerde elde edilebilen yegâne tekli hücre kaynağını oluĢtururlar.
Protoplast çalıĢmalarının temel amacı bir adet hücreden bitki elde
edebilmektir. Teorik olarak her bitki türünden ve bir türün her dokusundan
protoplast elde etmek mümkündür. Fakat izole edilen her protoplasttan bitki
elde etmek mümkün olmamakla birlikte bu konudaki bildirimler gün
geçtikçe artmaktadır (Akgün ve ark., 1996; Kartal, 2013).
14
2.4. Haploid Bitki Üretimi
Somatik hücrelerdeki kromozom sayısı, ait oldukları bitki türünün
gamet hücrelerinde bulunan kromozom sayısı kadar olan bitkilere haploid
bitki denilmektedir. Erkek gametten haploid uyartımı (androgenesis); anter
kültürü, mikrospor kültürü ve androgenesis sonrasında albino bitki sorunu
olarak üç baĢlık altında incelenmektedir. DiĢi gametten haploidi uyartımı
(ginogenesis ve partenogenesis)‟ında, ovül ve ovaryum kültürleri, kromozom
eliminasyonu, eksik veya yetersiz polenler ile tozlanma ve ginogenesisi
etkileyen faktörler olmak üzere dört baĢlıkta incelenmektedir (Babaoğlu ve
ark., 2002).
2.5. Hastalıksız Bitki Üretimi
İn vitro yetiĢtirilen bitkiler fungal, bakteriyel ve viral hastalıklar ile
bulaĢık olabilir, zararlı böcek ve nematodlardan zarar görebilirler. Söz
konusu bu mikroorganizmalar (virüs, bakteri ve mantarlar) vegetatif
çoğaltım yoluyla taĢınmaktadır. Bu nedenle vegetatif çoğaltmada temiz
materyallerin elde edilmesi amacıyla da bazı doku kültürü tekniklerinden
yararlanılmaktadır (Babaoğlu ve ark., 2002).
2.6. Sekonder Metobolit Üretimi
Bitkiler, temel besin gereksinimlerini gidermek için gereken
karbonhidrat, protein ve yağların, yani primer metabolitlerin kaynağını
oluĢturmaktadır. Besin ve enerji sağlamak gibi yaĢamsal değer taĢımamakla
beraber, baĢta ilaç sanayi olmak üzere; kimya, besin, kozmetik ve zirai
mücadele sektörlerinde ekonomik açıdan çok önemli ve yeri doldurulamaz
bazı kimyasallara sekonder (ikincil) metabolitler adı verilmekte ve genel
anlamda bitkisel ürünler bu baĢlık altında değerlendirilmektedir (Babaoğlu
ve ark., 2002).
2.7. Mikroçoğaltım
Mikroçoğaltım; bir bitkiden alınan ve tam bir bitkiyi oluĢturabilme
potansiyeline sahip bitki kısımlarından (embriyo, tohum, gövde, sürgün, kök,
kallus, tek hücre yada polen tanesi vb.) yapay besin ortamlarında ve aseptik
koĢullar altında yeni bitkilerin elde edilmesi olarak tanımlanabilir. Eğer
bitkilerin uygun besin maddeleri ihtiyacı, hormon ve kültür istekleri
yeterince biliniyorsa, mikroçoğaltım tekniği kullanılarak tüm bitki türlerinin
üretilmesi mümkündür (Babaoğlu ve ark., 2002).
15
2.8. Germplazm Muhafazası
Yeni bir organizmanın elde edilebileceği herhangi bir genetik
materyal olup tohum, sürgün kültürleri veya rejenerasyon yeteneğine sahip
hücre kültürlerine germplazm denilmektedir. Bu yüzden uzun yıllar
tohumların canlılığını ve genetik yapılarını bozmadan muhafaza edilmeleri
(germplazm muhafazası) her zaman önemli olmuĢtur. Muhafaza Ģekilleri,
muhafaza etme ve kullanım amacına uygun olarak; muhafaza yerine, bitki
çeĢidine, materyalin yapısına ve genetik kompozisyonuna (saf hat, karıĢık
hat, populasyon vs.) göre çeĢitlilik gösterir. (Babaoğlu ve ark., 2002).
2.9. Embriyo Kültürü
Embriyo kültür tekniği ilk defa 1904 yılında Hanning tarafından
yapılan çalıĢmada kullanılmıĢ ve Raphanus ve Cochlearia‟nın tohumundan
izole edilen olgun embriyolar mineral tuz ve Ģeker içeren besi ortamda
kültüre almıĢ ve bunlardan bitkicikler elde edilmiĢtir. Embriyo kültürü
tekniğinde; belirli bir fizyolojik olgunluğa sahip embriyonun bulunduğu
tohum veya kapsüller sterilize edildikten sonra, embriyolar steril koĢullarda
kendilerini çevreleyen dokulardan izole edilir. Ġzole edilen embriyolar,
uygun besi ortamında ve uygun fiziksel koĢullarda kültüre alınırlar. Burada
embriyolar çimlenerek yeni bitkicikleri oluĢturmaktadır (Uysal ve ark.,
2007).
2.10. Somaklonal Varyasyon
Somaklonal varyasyon bitki doku kültüründe genetik kararsızlık
sonucunda ortaya çıkan kalıtımsal değiĢikliklerdir. Bu durum, özellikle
doğal varyasyonun çok az ya da varyasyon meydana getirmenin zor olduğu
durumlarda (ör. aseksüel olarak üreyen bitkilerde) melezleme yapmaksızın
kromozom komplementlerinin değiĢtirilerek verim ve kalite karakterlerinin
iyileĢtirilmesinde büyük önem taĢımaktadır (Kartal, 2013).
3.FASULYE BĠTKĠSĠ ÜZERĠNE YAPILMIġ DOKU KÜLTÜRÜ
ÇALIġMALARI
Top (1999) çalıĢmasında Phaseolus vulgaris L. (Fasulye)‟te protein
ve fotosentetik pigment içeriği üzerine salisilik asitin etkilerini incelemiĢtir.
Sera ve tarla koĢullarında yetiĢtirilen fasulye bitkilerine uygulanan farklı
konsantrasyondaki (50,100 ve 200 ppm) salisilik asitin (SA) yaprak
proteinleri, total azot ile klorofil ve karotenoid pigment içeriği üzerine
etkisini araĢtırmıĢtır. Elde ettiği sonuçlarda ise; 100 ppm SA uygulamasında,
16
sera bitkilerinin trifoliat yapraklarında, tarla bitkilerinin ise primer ve
trifoliat yapraklarındaki protein miktarının artığını gözlemlemiĢtir. Diğer
yandan, sera ve tarlada yetiĢtirilen bitkilere uygulanan 100 ppm SA tüm
bitkide total azot miktarının artıĢına, 200 ppm SA ise azalmaya neden
olduğunu bildirmiĢtir (Çiftçi ve ark., 2012).
Dumlupınar (2000) yapmıĢ olduğu Fasulye (Phaseolus vulgaris L.
cv. Terzi Baba) bitkisinin soğuğa direnci üzerine bazı bitki büyüme
düzenleyicilerinin (AA, BA, GA ve IBA) ve elementlerin (Ca ve K) etkisini
araĢtırmıĢtır. Soğuk uygulaması bir büyütme kabininde gerçekleĢtirilmiĢ ve
fidelerin kuru ağırlık protein ve prolin miktarlarını tayin etmiĢtir. AraĢtırma
sonucunda; yüksek konsantrasyon da (10-3 M) uygulanan GA ve IBA‟nın
fasulye fidelerinde soğuğa direnç sağladığını, fakat BA ( 10-3 M)‟nın direnci
olumsuz yönde etkilediğini tespit etmiĢtir. Ayrıca Ca ve K elementlerinin de
0.025 M konsantrasyonda soğuğa dirence katkı sağladığını belirtmiĢtir
(Çiftçi ve ark., 2012).
Sağlam ve ark. (2007)’nın yapmıĢ olduğu fasulye (Phaseolus
vulgaris L.) bitkisinde olgunlaĢmıĢ embriyolardan adventif sürgün
rejenerasyonu çalıĢmasında; bitki materyali olarak kullanılan KaracaĢehir 90
ve Akman 98 fasulye çeĢitleri EskiĢehir Anadolu Tarımsal AraĢtırma
Enstitüsü‟nden temin edilmiĢtir. Kullandıkları ortamlardan en iyi sonucu;
0.10 mg/l, 0.15 mg/l, 0.20 mg/l TDZ‟li MS rejenerasyonu ortamlarından elde
etmiĢlerdir. Bitki bünyesinden salgılanan fenolik bileĢiklerin etkisiyle
kararma gözlemlemiĢler ve kararmayı önlemek amacıyla ortamlara 0.2 mg/l
askorbik asit eklemiĢlerdir. Elde edilen sürgünler 5-10 cm uzunluğa
geldiklerinde kesilerek steril magenta kutuları içindeki 2 mg/l IBA
köklendirmiĢlerdir (Çiftçi ve ark., 2012).
Sağlam ve ark. (2009)’nın in vitro koĢullarda fasulyenin apikal
meristem, petiol, kotiledon boğum ve hipokotil eksplantlarından adventif
sürgün rejenerasyonu çalıĢmasında; Aras, EskiĢehir-855 ve ġehirali-90
fasulye çeĢitlerini in vitro koĢullarda 9-10 günlük bitkiciklerden aldıkları
apikal meristem, petiol, kotiledon boğum ve hipokotil eksplantları kinetin ve
2,4-D‟nın farklı dozlarını içeren MS rejenerasyon ortamlarında kültüre
almıĢlardır. Sekiz hafta sonunda her üç çeĢidin bütün eksplantlarında değiĢik
oranlarda kallus oluĢumu gözlemlemiĢlerdir. Elde edilen bitkicikler 2mg/l
IBA köklendirme ortamında köklendirilerek, iklim odasında dıĢ Ģartlara
alıĢtırmıĢlardır (Çiftçi ve ark., 2012).
17
4. SONUÇ VE ÖNERĠLER
Fasulye ıslahında embriyo kurtarma tekniği, haploidi tekniği,
somaklonal varyasyon, in vitro seleksiyon, in vitro germplazm muhafaza,
somatik hücre melezlemesi ve gen transferine yönelik doku kültürü
teknikleri çalıĢılmıĢtır. Bu çalıĢmalar henüz yeterli düzeyde olmayıp
üzerinde daha fazla çalıĢılması gerekmektedir. Tarımsal alanların
geniĢletilmesinin zor, hatta imkânsız olduğu günümüzde, birim alandan daha
fazla ürün elde etmek, maliyeti düĢürmek ve kaliteyi yükseltmek, insan
beslenmesi yönünden büyük önem taĢımaktadır. Biyoteknolojiden fasulye
ıslahında faydalanılması yanında, insan ve hayvan sağlığı, çevre koruma,
madencilik, alternatif enerji kaynakları yaratma, kimya ve gıda sanayisinde
olmak üzere birçok alanda yararlanılmaktadır (Akgün ve ark., 1996).
Fasulye ıslahında uygulanan biyoteknolojik çalıĢmalardan birisi olan doku
kültürü yöntemi bu konuda önemli bir yere sahiptir. Klasik bitki ıslahı
yöntemlerini içeren seleksiyon, melezleme, poliploidi, suni mutasyonlar ve
erkek kısırlığını kapsayan konularda bir hayli yol alınmıĢ olmasına karĢın
sitoplazma ile taĢınan plazmotipler arasında transferler mümkün olmamıĢtır.
Bitki ıslahında kaydedilen ilerlemelerin son halkalarından birisi olan doku
kültürü uygulamaları ile bu tip çalıĢmalar yapılabilmiĢtir.
KAYNAKLAR
Akçin, A. 1974. Erzurum Şartlarında Yetiştirilen Kuru Tane Fasulye
Çeşitlerinde, Ekim Zamanı ve Sıra Aralığının Tane Verimine Etkisi İle Bu
Çeşitlerin Bazı Fenolojik Morfolojik ve Teknolojik Karakterleri Üzerinde
Bir Araştırma. Atatürk Üniversitesi, Zir. Fak. Y. No:157, Erzurum.
Akgün, Ġ.; Tosun, M.; Sağsöz, S. 1996. Biyoteknoloji ve bitki ıslahındaki
kullanım alanları. Atatürk Üniv. Zir. Fak. Derg., 27 (2): 312-323.
Babaoğlu, M.; Yorgancılar, M;, Akbudak, M., A. 2001. Doku kültürü: Temel
laboratuvar teknikleri, Bitki Biyoteknolojisi, Doku Kültürü ve Uygulamaları.
Editörler: Babaoğlu, M., Gürel, E., Özcan, S. Konya
Çiftçi, C.; Khawar, K.; Sağlam, S. 2012. Türkiye’de Tarla Bitkileri
Biyoteknolojisi: Doktora tez çalışmaları, Yüksek lisans tez çalışmaları,
Araştırma makaleleri ve Özetleri (1966-2011), Yemeklik tane baklagiller.
Editörler: Çiftçi, C.; Khawar, K.; Sağlam, S. Kırşehir
Faostat. 2016. FAO verileri. http://faostat3.fao.org/compare/E. EriĢim
Tarihi: 01.02.2016
18
Gepts P. 2008. Tropical environments, biodiversity, and the origin of crops.
Pp. 1–20 in P Moore and R Ming (eds.) Genomics of Tropical Crop Plants.
Germany.
Gökçora, H. 1947. Bitki Islahı. Ankara Üniversitesi, Ziraat Fakültesi
Yayınları. No:870. Ankara
Kahraman, A. 2008. Konya Bölgesinde Yetiştirilen Bodur Kuru Fasulye
(Phaseolus vulgaris L.) Populasyonlarının Genetik Farklılıklarının ve Bazı
Kalite Özelliklerinin Belirlenmesi.
Yüksek Lisans Tezi, Selçuk
Üniversitesi-Fen Bilimleri Enstitüsü. Konya.
Kartal, N. 2013. Bitkisel Kökenli Biyoteknolojik Ürünler. Farmasötik
Biyoteknoloji Anabilim Dalı, Bitirme Tezi. Erciyes Üniversitesi-Eczacılık
Fakültesi. KAYSERİ.
Özdemir, S. 2002. Yemeklik Baklagiller. Hasat Yayıncılık, İstanbul.
Uysal, H.; Seyis, F.; Kurt, O. 2007. Tarla Bitkilerinde Melezleme
Bariyerlerinin Aşılmasında Alternatif Bir Yöntem: Embriyo Kültürü. OMÜ
Zir. Fak. Dergisi 22(1): 98-104.
19
20
DOMATESTE in vitro REJENERASYON ÇALIġMALARI
Pınar AKKELLE
Akdeniz Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bahçe Bitkileri Bölümü
ÖZET
Domates, sağlıklı beslenme yönünden vazgeçilmezimizdir. Dünya‟
da ve Türkiye‟ de taze ve iĢlenerek tüketimi en fazla olan sebzeler arasında
yer almaktadır. YetiĢtiriciliği yapılan bölgelerde çiftçilerimizin önemli gelir
kaynaklarından birini oluĢturmaktadır. Ucuz ve bol vitamin kaynağı olan
domates lezzetli ve besleyici özelliğinden dolayı dünyanın birçok ülkesinde
en çok yetiĢtirilen sebzelerdendir.
Günümüzde yaklaĢık 7 milyar olan dünya nüfusunun ilerleyen
yıllarda hızla artması beklenmektedir. Bu kadar yüksek nüfusu
besleyebilmek için de, Ģu anda yapılan tarımsal üretimin çok daha fazlası
yapılmalıdır. Tarımsal üretimin arttırılması ise iki farklı yöntemin birlikte
kullanılması ile gerçekleĢtirilebilir. Bu yöntemlerden birisi tarımsal üretim
yapılabilecek yeni araziler oluĢturma, diğeri ise farklı üretim metotları
geliĢtirerek tarımsal üretimin arttırılmasıdır. Uygulanabilecek farklı üretim
metotlarından birisi de asıl konumuz olan doku kültürü teknikleridir.
Bitki doku kültürlerinin temel amacı yeni çeĢit geliĢtirme veya var
olan çeĢitlerde genetik varyabilite sağlamaktır. Bunların yanında doku
kültürlerinde çevre koĢullarından etkilenilmediği için bitki çoğaltımı daha
kısa süreli ve kolaydır. Dolayısıyla da domateste, doku kültürü teknikleri
kullanılarak yapılan üretim büyük önem taĢımaktadır. Bununla ilgili de
domateste yapılan birçok in vitro rejenerasyon çalıĢmaları bulunmaktadır.
Anahtar Kelimeler: domatesin çoğaltımı, in vitro, doku kültürü
1.GĠRĠġ
Domates içerdiği A, B ve C grubu vitaminleri ile lifler ve likopen
açısından oldukça zengindir. Bu sebeple kandaki serbest radikalleri
temizlemekte ve böylece kalp ve damar hastalıklarını engellemektedir.
Bunun yanı sıra antikanserojen etkiye sahiptir.
21
Solanaceae familyasına ait olan domates, sebze olarak tüketimi
yüksek olan önemli kültür bitkilerinden biridir. Bilindiği gibi bitkilerin in
vitro çoğaltımında ve ıslahında farklı bitki doku kültürü tekniklerinden
yararlanılmaktadır. Doku kültürü
teknikleri, domates bitkisinin
geliĢtirilmesinde üstün bitki materyallerinin kısa sürede elde edilmesini
sağlar. Dolayısıyla in vitro teknikler uygun çeĢitlerin geliĢtirilmesi için
modern ıslah programları açısından önemli araçlardır.
2.IN VITRO TEKNĠKLERĠN KULLANIM ALANLARI
Bitki doku kültürleri alanında 1970‟lerden sonra olan geliĢmeler, bu
teknikten ıslahta yararlanma Ģansını doğurmuĢtur. Bitki doku kültürlerinin
ıslahta doğrudan veya dolaylı olarak kullanılması çeĢitli Ģekilde olmaktadır.
2.1.Üretim
Genelikle kök, kotiledon, hipokotil, gövde, yaprak, sürgün,
meristem, tomurcuk, boğum ve boğum arası parçalar ve embriyolar besin
ortamında kültüre alınarak kısa sürede bitkicik elde edilmektedir. Mikro
besin elementleri, vitaminler, hormonlar, karbon kaynakları, nitrojen
kaynakları, aminoasitler kullanılan besin ortamının önemli bileĢimlerini
oluĢturmaktadır. Üretimdeki baĢarı kullanılan eksplantın yaĢı, fotoperiyot,
sıcaklık, ıĢık yoğunluğu ile besin ortamının bileĢimine bağlıdır. Bu nedenle
araĢtırıcılar çoğaltım için sebze türü ve kullanılan eksplanta göre farklı besin
ortamı geliĢtirmiĢlerdir. Sebze türlerinin bu teknikle üretilmesinde baĢarılı
sonuçlar elde edilmiĢtir.
3.SONUÇ
Kültüre alınan domateslerin in vitro rejenerasyon çalıĢmalarının
yapılmasında bu bitkinin ticari açıdan çok önemli olmasının yanı sıra
genetik çalıĢmalar aracılığıyla daha ileriki çalıĢmalara yön göstermesi
gelmektedir. Bununla birlikte, domates bitkilerinde doku kültürü teknikleri
kullanılarak yapılan sürgün rejenerasyonu çalıĢmaları hala önemini
korumaktadır. Bu durumun ön plana çıkmasında farklı genotiplerin sahip
oldukları çok çeĢitli morfogenik potansiyelleri oldukça önemli rol
oynamaktadır. Bazı bitki türlerinde veya bir türün belli genotiplerinde, in
vitro sürgün ve bitki oluĢumunu baĢarmak zor olabilmektedir. Bugüne
kadar doku kültürü çalıĢmaları ile domateste organogenezis ve sürgün
rejenerasyonu üzerine çok sayıda araĢtırma yapılmıĢtır. Rejenerasyonu,
kullanılan genotip ve eksplant tipi, bitki büyüme düzenleyicilerin farklı
kombinasyon ve konsantrasyonları, besin ortamının pH‟sı ve inkübasyon
koĢulları, temel ortam kompozisyonunun yanı sıra, jelleĢtirici ajan, ıĢık
22
yoğunluğu ve kalitesi, fotoperiyot, sıcaklık ve kullanılan kültür kabı gibi bir
çok faktörün etkilediği çok sayıdaki araĢtırma ile belirlenmiĢtir.
KAYNAKLAR
http://batem.gov.tr/yayinlar/bilimsel_makaleler/sebzecilik/filiz_boyaci/sebze
_islahinda_invitro.pdf
http://www.bilgiustam.com/tarimda-altenatif-retim-bitki-doku-kltr/
Süleyman Demirel Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü Dergisi, 18(3), 105113, 2014
Emel YILMAZ, Betül BÜRÜN, İn Vitro KoĢullarda Domates (Lycopersicon
esculentum Mill.) Bitkisinde Hipokotil ve Kotiledon Eksplantlarından Kallus
ve Sürgün OluĢumu
Plant Cell, Tissue and Organ Culture 78: 1–21, 2004.
2004 Kluwer Academic Publishers. Printed in the Netherlands. Poonam
Bhatia1, Nanjappa Ashwath1, Tissa Senaratna & David Midmore1, Tissue
culture studies of tomato (Lycopersicon esculentum)
23
24
MĠNYATÜR SEBZELER
Bilge ALTINER
Akdeniz Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bahçe Bitkileri Bölümü
ÖZET
Alternatif ürünler içinde yer alan mini sebze yetiĢtiriciliği, artan
üretici ve tüketici talepleri ile birlikte market rafları ve manavlarda yerini
almaktadır
Minyatür sebzelere tüketicilerin talep göstermesinin ana sebepleri
arasında; tüketicinin satın almak istediği sebze ile aynı görünümde ancak
henüz olgunlaĢmamıĢ, küçük ve taze ürünlermiĢ gibi görünmeleri olmuĢtur.
Minyatür sebzelere olan talep hızlı bir Ģekilde yayılıĢ göstermiĢ ve pek çok
minyatür ürün özellikle özel ürün satan marketlerde, salata menülerinde ve
süper market raflarında yerini almıĢtır.
Minyatür sebzeler, normal sebze türleri ile hemen hemen aynı
özelliklere sahip olmakla birlikte normal boyuttaki sebzelere kıyasla oldukça
küçüktürler. Minyatür veya mini sebzeler tüketim zincirinde özel ürünler
içerisinde yeni bir sınıf olarak kabul edilmektedir. Sebzelerin salatalarda
veya yemeklerde kullanıma hazırlanmasında kolaylık sağlaması, birçok
ürünün doğranmadan bütünlüğünün korunarak servis edilmesi ve sunum
güzelliği yaratması yönünden tüketiciler için farklı bir seçenek
oluĢturmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Minyatür, Sebze, Alternatif Ürün, Taze
1.GĠRĠġ
Minyatür sebzelerin kullanımı, 1990‟lı yıllarda Amerika BirleĢik
Devletleri‟nde özel ürün satan marketlerden alıĢ-veriĢ yapan tüketicilerin
talepleri doğrultusunda ortaya çıktığını ve bu eğilimin benzer marketlerde
çok hızlı bir artıĢ gösterdiğini görmekteyiz. Ülkemizde, ilk minyatür sebze
yetiĢtiriciliği denemelerine 1996 yılında baĢlanmıĢtır. Minyatür sebze
üretimi, özellikle son yıllarda insanların farklı tüketim istekleri ve değiĢen
tüketim alıĢkanlıkları nedeniyle üreticiler ve tüketiciler için cazip bir sektör
haline gelmiĢtir.
25
2.MĠNYATÜR SEBZELERĠN KULLANIMI
Minyatür sebzelere tüketicilerin talep göstermesinin ana sebepleri
arasında; tüketicinin satın almak istediği sebze ile aynı görünümde ancak
henüz olgunlaĢmamıĢ, küçük ve taze ürünlermiĢ gibi görünmeleri olmuĢtur.
Minyatür sebzelerin normal ürünlere göre daha kısa süre dalında kaldığı ve
bu sayede zirai ilaç kullanımı yok denecek kadar az olması ile birlikte; daha
taze ve minyatür boyutta oldukları için albenileri daha yüksek olan bu
sebzelerin aynı zamanda daha sağlıklı oldukları da belirtilmektedir. Bu
nedenle tercih sebebidir. Ülkemizde özellikle turizmin yaygın olduğu
bölgelerde minyatür sebzelere olan ilgi daha fazladır. Bu ürünler özellikle
Ġstanbul, Ankara, Ġzmir, Antalya ve tatil yörelerindeki büyük süpermarketler
ile bazı restoranlarda tüketiliyor. Taze olmasından dolayı minyatür sebzeler
çok beğeniliyor.
3.SONUÇ
Normal boyuttaki sebzeler ile minyatür sebze yetiĢtiriciliğinde
uygulanan kültürel iĢlemler aynı olmasına rağmen, elde edilen toplam
verimin düĢük olması ve ürün yönetiminin zorluğu nedeniyle minyatür sebze
maliyetleri yüksek. Dolayısıyla da normal sebzelerden daha yüksek fiyatlara
satılıyor. Genelde tüm üretim yapılan yerlerde, minyatür sebzelerin boyut ve
kalite özellikleriyle ilgili pazarlama açısından çok önemli standartlar
bulunmasa da, ürünün olabildiğince tek tip olması, temiz, zedelenmemiĢ ve
düzgün olması gerekiyor.
Bu konu üzerine fazla araĢtırma yapılmamasına rağmen günümüzün
artan tüketici talepleri ile birlikte minyatür sebze üretimi ülkemiz açısından
da gelecek vaat eden bir tarım trendi olarak karĢımıza çıkmaktadır.
KAYNAKLAR
http://www.dunyagida.com.tr/haber.php?nid=1816
http://www.bizimantalya.com/haber-62379Minyatur_sebzelere_ilgi_buyuyor#.VvxFodKLSt8
Tarla Sera Dergisi (Aralık 2015)
26
KENTLEġMENĠN TARIM TOPRAKLARI ÜZERĠNDEKĠ
ETKĠLERĠ: BEYPAZARI ĠLÇESĠ ÖRNEĞĠ
Betül Esra KESER,
Ġclal ZIYPAK
Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Peyzaj Mimarlığı Bölümü
ÖZET
Bugün büyümekte olan kentlerde kent içi ve kent çeperinde bulunan
tarımsal peyzajlar hızlı bir Ģekilde kentsel peyzaja dönüĢme sorunuyla karĢı
karĢıyadır.
Ortaya çıkan bu sorunun temel nedenlerinden biri kırsal alanların ve
tarımsal peyzajların, kentsel alanlara göre daha hassas özellikler taĢımasıdır.
Bu hassasiyet kensel alanlara verilen önemin artması ve kırsal alanın geri
plana atılması sonucu peyzajların karakterini değiĢtirmektedir. Peyzajı
değiĢtiren önemli itici güçleri ekolojik, ekonomik, politik, sosyo-kültürel
süreçler olarak ele alabiliriz. Tarımsal peyzajların dönüĢümünde ekonomik
ve politik güçlerin etkisi diğer faktörlere göre daha ağır basmaktadır. Bu
bağlamda tarımsal peyzaj, kent ve kır arasındaki geçiĢi sağlayan kentin
ekolojik fonksiyonuna ve ekonomisine katkıda bulunan peyzaj birimleri
olmaktan çıkıp kentsel alanlara dönüĢmektedir.
Bu araĢtırmada Ankara ilinin Beypazarı ilçesinde kentsel geliĢim
yönü ve bu geliĢimin tarımsal peyzaj üzerindeki yoğun baskısı, tarım
alanlarının farklı kullanımlara dönüĢümü kapsamında irdelenmiĢtir.
Anahtar Kelimeler: Beypazarı, Kentsel Gelişim, Tarımsal Peyzaj
1. GĠRĠġ
Tarım, insanın geliĢtirdiği yaĢamsal aktiviteler içerisinde hiç
Ģüphesiz en fazla yere ve öneme sahip faaliyetlerden birisidir. Tarihsel süreç
incelendiğinde tarımsal alanlarda , doğa ve insan arasında bir dengenin
varlığı söz konusudur. Ancak bu denge özellikle Sanayi Devrimi‟nden sonra
ortaya çıkan teknolojik değiĢim, nüfus yoğunluğundaki artıĢ ve kentlerdeki
hızlı geliĢmeler sonucu
bozulmuĢtur. Dengenin bozulmasıyla doğal
kaynakların hızla yok olması süreci baĢlamıĢtır. Toprak en fazla yok edilen
doğal kaynaklardan birisidir. Yenilenebilir olmamasına ve insanın temel
gereksinimlerini karĢılayan tarımsal üretimin kaynağı olmasına rağmen yok
27
edilen toprak, sahip olduğu doğal değerin dıĢında yapay değerleri olan
uygarlıklarıda barındırmaktadır.
“İnsan açısından toprağın önemi, toprağın ekonomik ve toplumsal
işlevinden kaynaklanmaktadır. Toprak, bir üretim faktörü olarak tarım ve
sanayi için yadsınamaz bir değere sahiptir. Bunun yanı sıra, toprağın
mekansal yerleşime olanak vermesi, yerleşim sorunlarının temel nesnesini de
toprak yapmıştır” [KeleĢ ve Hamamcı, 2005]. ÇeĢitli süreçler sonucu ortaya
çıkan her kentsel iĢlev için belirli bir kentsel toprağa gereksinim vardır.
Kentlere gelen nüfus, barınma, dinlenme, çalıĢma ve ulaĢım gibi kentsel
faaliyetleri karĢılayabilmek için kentsel alanın fiziksel kapasitesini
zorlamakta, kentlerse bu süreci yapı yoğunluğunu artırarak karĢılamaya
çalıĢmaktadır. Ancak zamanla dikey büyümesini tamamlayan taĢıma
kapasitesini aĢan kentler yatay olarak büyüme ve geliĢme eğilimi
göstermektedir. Kentsel saçaklanma olarak adlandırılan bu geliĢme
sürecinde kır karakterli alanların kentsel alan içerisine alınması ile çeperde
bir takım yapısal değiĢimler ve geliĢmeler görülmektedir.
KentleĢen alandaki önemli sorunlardan biri ise, kentsel geliĢim için
kullanılmak istenen alanın oldukça büyük bir kısmının verimli tarım toprağı
olmasıdır. Tarımsal alanların kısa vadedeki ekonomik katkısının geliĢen
diğer sektörlere göre düĢük kalması tarım toprağı kaybını hızlandırmıĢtır.
Tarımsal alanların farklı kullanımlara dönüĢümü tarım topraklarının
kaybının yanısıra, kentsel yeĢil ağın bir parçası olan tarımsal peyzajların da
yok olması sonucunu doğurmaktadır.
2. MATERYAL VE YÖNTEM
AraĢtırmanın ana materyalini, Beypazarı ilçesindeki kentleĢme
baskısı altındaki ilçe tarım toprakları ve değiĢen alan kullanımları
oluĢturmaktadır. Konu ile ilgili kaynaklar, ilgili belge, harita ve planlar,
konu ile ilgili kurum ve kuruluĢlardan elde edilen veriler, arazide yapılan
gözlemler, çekilen fotoğraflar yardımcı materyal olarak değerlendirilmiĢtir.
AraĢtırma yöntemi; konu ile ilgili literatür taraması,arazi gözlemleri,
DPSIR analizi ile elde edilen verilerin değerlendirilmesine yönelik analiz ve
sentez çalıĢmalarını içeren aĢamalardan oluĢmaktadır.
3. BULGULAR
3.1. Beypazarı Ġlçesinin Genel Özellikleri
Beypazarı ilçesi Ankara‟nın 100 km kuzeybatısında, eski AnkaraĠstanbul yolu üzerinde bulunmaktadır. Ġlçe alanının büyük bir kısmı Ġç
28
Anadolu bölgesinin Yukarı Sakarya bölümünde, bir kısmı ise Karadeniz
bölgesinin Batı Karadeniz bölümünde yer almaktadır.
Konumundan dolayı her iki bölgeninde iklim özelliklerini
taĢımaktadır. GeçiĢ kuĢağında yer alması, yörenin özellikle arazi kullanımı
açısından oldukça çeĢitli bir yapı göstermesine neden olmaktadır.
Beypazarı‟nda en fazla yağıĢ Aralık ve Ocak ayında (56.1 mm ve
48.7 mm), en az yağıĢ Ağustos ve Eylül ayındadır (13.6 mayında4.1 mm).
Beypazarı‟nda hâkim rüzgârlar batı ve güneybatıdan, en hızlı esen rüzgar ise
güneydoğudan 32.4 mm/saniye Ģiddetiyle esmektedir. Ortalama maksimum
sıcaklık Temmuz ayında 31.20 C ve ortalama minimum sıcaklık Ocak
ayında 180 C olarak ölçülmüĢtür. Yıllık ortalama nispi nem % 61.2‟dir.
Ortalama nispi nemin en yüksek olduğu aylar, Aralık ve Ocak ayları olup
ortalama nispi nemin en düĢük olduğu aylar, Temmuz ve Ağustostur
(Anonim, 1999).
Beypazarı ilçesinin güneyinde yapısal özellikli KırbaĢı Platosu yer
alır. Ġlçe idari allananın orta kesimleri de güney kesimde olduğu gibi
düzlüklerle kaplı olup ortalama yükseltisi 800 m civarındadır. Ancak ilçenin
kuzeyi oldukça engebeli bir yapıya sahiptir. Bu kesimde Köroğlu Dağlarının
güneyinde uzanan yer yer yükseltileri 1800 m‟yi aĢan tepelere sahip,
Beypazarı ilçe alanı bütünüyle Sakarya Irmağı havzası içinde yer almaktadır.
Alanı içindeki Kirmir Çayı, Süvari Çayı, Aladağ Çayı, Ġnözü Deresi Sakarya
Irmağını besleyen baĢlıca akarsulardır.
Alanda yer alan büyük toprak grupları, alüviyal topraklar,
kahverengi topraklar, kahverengi orman toprakları ve kalkersiz kahverengi
orman topraklarından oluĢmaktadır. Beypazarı‟nda I., II., III., IV., VI. ve
VII. sınıf araziler mevcut olmasına rağmen tarımsal potansiyeli yüksek veya
yükseğe yakın araziler kısıtlıdır (Anonim, 1992).
Ġklimde görülen iki coğrafi bölge arasındaki geçiĢ özeliği
vejetasyona da yansımıĢtır. AraĢtırma alanında hem Ġç Anadolu hem de Batı
Karadeniz Bölgeleri‟nin bitki örtüsüne rastlanmaktadır. ÇalıĢma alanında
orman vejetasyonu, seyrek orman ve çalı vejetasyonu ile step vejetasyonu
olmak üzere üç tip vejetasyon Ģekli görülmektedir (Güner, 2000).
Beypazarı‟nın coğrafi yapısı ve ekolojik koĢulları, burada Avrupa‟da
rastlanan dört akbaba türünün birlikte görülmesine yol açmıĢtır. Ġnözü
Vadisi, karaleylek ve bıyıklı doğan sayesinde Önemli KuĢ Alanı statüsüne
sahiptir. Aynı zamanda Ġnözü Vadisi yapılan sınıflamaya göre B2 (Avrupa
ölçeğinde korunmada öncelikli türler-SPEC) kriterine sahiptir. Vadide
29
üreyen diğer önemli kuĢlar arasında angıt kuĢu, küçük akbaba ve kuzgun yer
almaktadır (Magnin ve Yarar, 1997).
Beypazarı ilçesinde doğal çevre koĢulları, ekonomik faaliyetler
üzerinde önemli bir etkiye sahiptir. Ġlçede hâkim ekonomik faaliyet tarımdır.
Dağlık kesimlere doğru tarımsal faaliyetler, yerini hayvancılık ve ormancılık
faaliyetlerine bırakmaya baĢlar. Dağlık kesimlerde tarım, ancak aĢınım
yüzeyi durumundaki düz kesimlerde ve ormandan açılan tarım alanlarında
yapılabilmektedir. Bu kesimlerde yükseltinin artması neticesinde iklim
koĢullarının elveriĢsizliği nedeniyle tarımsal ürün çeĢitliliği azalmakta,
çoğunlukla hayvancılık temel uğraĢ halini almaktadır. Kirmir Çayı, Ġnözü
Deresi, Süvari Çayı vadisinde sulu tarım yapılırken, dağlık kesimlerde ve
aĢınım yüzeyi durumundaki düzlük alanlarda su kaynaklarının kısıtlı olması
nedeniyle genellikle kuru tarım yapılmaktadır.
3.2.Beypazarı Kentsel GeliĢiminin Genel Değerlendirmesi
Beypazarı ilçesinin imara açılmıĢ alanlarının hepsi bu aĢamada
yerleĢilmiĢ alanlar değildir. Bununla birlikte imara açılmıĢ alanların
yerleĢime açılmıĢ alanlar olması nedeniyle bu alanlar için değerlendirme
yapılmıĢtır. Ġlçenin ilk kuruluĢundan günümüze kadarki geliĢiminde bazı
doğal ve idari sınırlayıcı öğeler bulunmaktadır. Bu öğeler kent için
hazırlanan planları da etkilemektedir.
Beypazarı ilçesinin geliĢimini kontrol eden sınırlayıcı etmenlerin
baĢında topografik yapısı yer almaktadır. Gerek ilçenin morfolojik yapısının
çanak Ģeklinde olmasından gerekse ilçenin orta ve güney kesimlerinin
düzlüklerle kuzeyinin ise engebeli yerĢekillerine sahip olması nedeniyle
yerleĢim alanları güney yönüne doğru yayılmaktadır.
Beypazarı ilçesi alansal geliĢimi yanında, nüfus ve diğer sosyal
özellikler açısından da önemli değiĢikliklerin meydana geldiği dönemler
yaĢamıĢtır. Bütün bunlardan hareketle Beypazarı ilçesinin çok geliĢmemiĢ,
henüz tam ĢehirleĢmemiĢ, ekonomik olarak tarım sektörünün ön plana çıktığı
bir yerleĢme olduğu ifade edilebilir.
30
ġekil 1. Beypazarı Ġlçesi Ġmar Planı
3.3. DPSIR Analizi:
DPSIR analizi; elde edilen verilerin itici güçler, baskılar, durum,
etkiler, tepkiler (Driving forces, Pressures, States, Impacts, Responses)
anahtar kelimelerinin irdelenmesi ile yapılan toplum ve çevre arasındaki
etkileĢimleri
tanımlayan
nedensel
çerçevedir.
DPSIR, çevre sorunlarının ve sosyo ekonomik etki alanı ile arasındaki
iliĢkileri inceler.
31
ĠTĠCĠ GÜÇLER
TEPKĠLER



•
•
•
•
Ekolojik
Ekonomik
Politik
Sosyo-kültürel
Kentin plansız bir
Ģekilde
büyümesinin
önüne geçilmesi.
Tarım arazilerinin
kentsel arazilere
dönüĢümünü
engellemek.
YerleĢim
alanlarının
tarımsal nitelik
taĢımayan yönde
geliĢmesi
sağlanmalı.
ETKĠLER
BASKILAR


KentleĢme ve
sanayinin tarım
toprakrakarı
üzerine baskısı
Kentsel ve
endüstriyel
faaliyetlerden
kaynaklanan
kirlenmenin
tarım ürünleri
üzerine baskısı.
DURUM
Tarım arazilerinin imara
açılıyor olması.


Kırsal alanlar kırsal bir
görünüm sergilese de
fonksiyonel olarak
kentleĢmektedir.
ġekil 2. DPSIR analizi ile alanın kavramsal değerlendirilmesi.

Tarımsal peyzaj alanlarının
ketsel alanlara dönüĢmesi.
Hava kirliliğinin, tarımsal
ürünler üzerinde olumsuz etki
oluĢturması.

3.4. KentleĢmenin Tarım Toprakları Üzerindeki Etkileri
Kentsel geliĢim süreciyle kentsel alanlarda oluĢan rantın tarımsal
getiriye göre daha yüksek ve riskin az olması nedeniyle tarımsal peyzajlar
hızla kentsel alanlara dönüĢmektedir. Kırsal alandaki toprak varlığına arsa
stoku gözüyle bakılmaktadır.
“Yerleşim alanlarının ve sanayinin tarım alanında gelişmesi, tarım
bakımından da önemli sorunlar ortaya çıkarmaktadır. Sanayileşme ve
kentleşme, sadece üzerinde bulunduğu arazileri tarım dışına atmakla
32
kalmamakta ve aynı zamanda tarım arazisinin bütünlüğünü bozmakta,
fiyatları aşırı yükseltmekte, tarımsal faaliyetleri sınırlamakta ve tarım
ürünleri kentsel ve endüstriyel kirlenmeden olumsuz yönde etkilenmektedir”
[Erbaş, 1989].
Kent ve geliĢmekte olan küçük yerleĢimler arasında durumunu
koruyan kırsal alanlar kalabilmektedir. Ancak arazi ne kadar kırsal görünüm
sergilese de, fonksiyonel olarak kentleĢmektedir.
Kentsel geliĢimin tarım alanlarına doğrudan etkileri çeĢitlidir.

Dikey geliĢimini tamamlayarak yatayda geniĢleyen kentler,
tarım alanlarının parçalanmasına sebep olmaktadır.

Trafik, hava kirliliği oluĢturarak ürünlerin zarar görmesine
neden olmaktadır.

KentleĢme, arazi fiyatlarının artmasına ve kentsel alanda
vergilerin
yükselmesine,
dolayısıyla
tarımsal
üretimin
yürütülebilmesinin zorlaĢmasına neden olmaktadır.
4. SONUÇ VE ÖNERĠLER
Kentsel geliĢim sonucu büyük miktarda alan tüketiminin yanında
kent ekolojisi açısından önemli olan su kaynakları, doğal peyzajlar, orman
alanları ve tarım toprakları yapılaĢmaktadır. Dünyada olduğu gibi ülkemizde
de toprak kaynaklar sınırlı olup, sanıldığı kadar fazla değildir. Oysa
hazırlıksız yatay ve dikey yayılımlar, çevre üzerindeki baskılar en fazla
toprak ve özellikle verimli tarım toprakları üzerinde olmaktadır. Artan
nüfusun beslenme gereksinimlerinin karĢılanmasının yegane kaynağı olan
toprak en iyi Ģekilde korunması bir zorunluluk haline gelmiĢtir.
Eğer Ģimdiden geleceğe dönük akılcı çözüm yolları bulunamaz ve
kentlerin plansız bir Ģekilde büyümesinin önüne geçilemezse, kentlerin
doğurduğu çevre sorunları önlenemeyeceği gibi, kaybedilen verimli tarım
toprakları giderek daha da artacak ve yöre tarımı giderilmesi olanaksız çok
büyük kayba uğrayacaktır.
Kaybolan tarım toprakları, Beypazarı ilçesi için önemli bir ekonomik
sektör olan tarım sektörünü de olumsuz yönde etkilemektedir. Nüfus artıĢına
bağlı olarak giderek artan besin talebini karĢılama adına tarım toprakları
yetersiz kalmaktadır
Kentlerin hızla nüfuslarının artması, arazi kullanılırken arazinin
özelliklerine dikkat edilmemesi, çevresindeki verimli tarım arazilerinin
yerleĢim alanı haline dönüĢtürülmesi tarımsal peyzaj faaliyetlerini de giderek
daraltmaktadır.
33
Kentsel ve kırsal alanlar arasında sürdürülebilir, yaĢanılabilir ve
sağlıklı bir bütününün oluĢturulabilmesi için;
 Sosyo-ekonomik, kültürel ve ekolojik araĢtırmalar yapılmalı,
elde edilecek veriler çerçevesinde uzun vadeli fiziksel geliĢme
stratejileri belirlenmelidir.
 Yerel yönetim, planlamacılar ve halkın ortak katılımıyla
uygulamalar gerçekleĢtirilmelidir.
 Yerel yönetim, imar planlarının yapılmasında esas alınacak
ilkelerin belirlenmesinde meslek odalarının katılımını da
sağlamalıdır.
 Büyük ölçekli kamusal yatırımlar, verimli tarım
arazilerinden uzakta gerçekleĢtirilmelidir.
 ÇeĢitli sektörler açısından alternatif alanlar belirlenmelidir.
 Tarım dıĢı alanlara alt yapı götürülerek bu alanlarda
yapılaĢma özendirilmelidir.
 Tarım toraklarının kullanım planlamalarının doğa, çevre ve
insan bütününde ele alınması gerekliliğinden hareketle,
toprakların amaç dıĢı kullanımını engelleyici yasal düzenlemeler
gerçekleĢtirilmelidir.
5. KAYNAKÇA
Anonim, 1992. Ankara Ġli Arazi Varlığı Raporu. Köy Hizmetleri Genel
Müdürlüğü Yayınları, Rapor No: 06, Ankara.
Anonim, 1998. Ankara Ġlinin Çevre Jeolojisi ve Doğal Kaynakları, MTA,
Ankara.
Anonim, 1999. Meteorolojik Ġstatistikî Bilgiler-Uzun Yıllar Değerleri,
Beypazarı Meteoroloji Ġstasyonu Müdürlüğü, Beypazarı.
Güner, B., 2000. Doğandede Tepe ve Çevresi Florası (Beypazarı-Ankara).
Gazi Üniversitesi F.B.E. Yüksek Lisan Tezi, Ankara.
Magnin, G. ve Yarar, M., 1997. Türkiye‟nin Önemli KuĢ Alanları. Doğal
Hayatı Koruma Derneği, Ġstanbul.
ġener, Y., 1997. Tarihte ve Bugün Beypazarı, Ankara.
Türker, H., 1990. AyaĢ, Güdül, Beypazarı ve Polatlı Arasında Kalan
Bölgenin Florası. Gazi Üniversitesi F.B.E. Yüksek Lisans Tezi, Ankara.
TURKAN, O.(2012), Beypazarı Ġlçesinde Arazi Varlığının Tespiti ve Arazi
Kullanım Planlamasına Yönelik Öneriler, A.Ü.Sos. Bil. Enst. Coğ. Ana Bil.
Dalı, Doktora Tezi, Ankara.
34
BASĠT BĠR ZĠRAĠ HESAPLAMA YAZILIMI
GELĠġTĠRĠLMESĠ
Muhammet Ali PEKĠN,
Yücel ÇATALPINAR
Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarla Bitkileri Bölümü
ÖZET
Günümüzde bilgisayarlar baĢta bilim dünyası olmak üzere
hayatımızın hemen hemen her alanına girmiĢtir. Bilgisayar teknolojisinin
temel amacı hesaplama iĢlemleri için kolaylık sağlamaktır. Ziraat
mühendisliğinde de mühendisliğin doğası gereği pek çok hesaplama iĢlemi
vardır. Bu çalıĢmada zirai bir hesaplama yazılımı geliĢtirilmiĢ ve
tanıtılmıĢtır.
Anahtar Kelimeler: Zirai yazılım, porozite, javascript, html
1.GĠRĠġ
Elle veya klasik hesap makineleri ile yapılması mümkün olmayan
pek çok iĢlem bilgisayarlar yardımıyla çok kısa sürede yapılabilmektedir.
Ayrıca doğru geliĢtirilmiĢ yazılımlar elle yapılan iĢlemlerde yaĢanan pek çok
hatalı hesaplamayı önler. Ziraat mühendisinin ihtiyaçlarına göre uygulama
geliĢtirebilmesi kendisine pek çok ayrıcalık ve avantaj sağlayacaktır.
Bitkisel ürün üretmede toprak ve su faktörleri verimi yüksek miktarda
etkilemektedir. Bu faktörler bir takım matematiksel denklemlerle
açıklanabilmektedir. Elle veya hesap makinesi ile bu iĢlemleri tek tek
yapmak vakit alıcı bir iĢtir ve hata yapma olasılığı vardır. Bu çalıĢmada
toprağın özgül ağırlığı(Gs ), hacim ağırlığı(γ t ), porozitesi(n), gözenek oranı(e)
ve doyma derecesini (S) hesaplayan ve internet ortamında çalıĢabilen bir
yazılım geliĢtirilmiĢtir.
2.GEREÇ-YÖNTEM
Uygulama internet tarayıcısı üzerinde istemci tarafında çalıĢacak
Ģekilde geliĢtirilmiĢtir. Bunun için javascript ve html programlama dilleri
kullanılmıĢtır.
35
2.1. Javascript
Javascript daha çok internet tarayıcılarında kullanılan dinamik bir
programlama dilidir. Javascript‟le yazılan kodlar sayesinde tarayıcı ekranını
etkileĢimli olarak kullanmak mümkündür. Aralık 1995 tarihinde piyasaya
sürülmüĢtür(wikipedia(2016)). ÇalıĢmada hesaplama iĢlemleri bu dille
yapılmıĢtır.
2.2. Html
Html (Hypertext Markup Language) web sayfalarını oluĢturmamıza
yarayan standart bir metin iĢleme dilidir ve en temel internet yazılımıdır.
1990 yılında geliĢtirilmiĢtir(wikipedia(2016)). ÇalıĢmada arayüz bu dille
tasarlanıĢtır.
2.3. Formüller
Birim hacimdeki toprağın katı tanelerinin ağırlığına toprağın özgül
ağırlığı( ) denir. Topraktaki hava ve su miktarı hesaba katılmamaktadır.
Ve Ģu formülle hesaplanır:
:özgül ağırlık
:katı kısmının kütlesi
:katı kısmının hacmi
Ġçerisindeki hava ve su henüz ayrılmamıĢ birim hacimdeki toprağın
katı tanelerinin ağırlığına toprağın hacim ağırlığı( ) denir. Ve Ģu formülle
hesaplanır:
:hacim ağırlık
:katı kısım kütlesi
:toplam hacmi
Toprağın boĢluk hacminin, toplam hacme oranının yüzde cinsinden
ifadesine porozite( ) denir. Ve Ģu formülle hesaplanır:
:porozite
:boĢlukların hacmi
:toplam hacmi
36
Toprağın boĢluk hacminin, katı hacme oranının yüzde cinsinden ifadesine
gözenek oranı(e) denir. Ve Ģu formülle hesaplanır:
:gözenek oranı
:boĢlukların hacmi
:katı kısım hacmi
Toprak içerisinde bulunan su hacminin, boĢluk hacmine oranının
yüzde cinsinden ifadesine doyma derecesi( ) denir. Ve Ģu formülle
hesaplanır:
:doyma derecesi
:su hacmi
: boĢluk hacmi(Güngör ve ark.(2012)).
3.UYGULAMA
GeliĢtirilen javascript kodu ġekil.1‟de ve html kodu ġekil.2‟de gösterilmiĢtir.
ġekil.1 Javascript kodu
ġekil.2 Html kodu
Yazılımın internet tarayıcısın da genel görünüĢü ġekil.3‟de gösterilmiĢtir.
37
ġekil.3 Tarayıcıda genel görünüĢ
Yazılım kullanıcıdan dört tane değer istemektedir. Bunlar; toprağın
kurutulmadan önceki kütlesi, hacmi ve kurutulduktan sonraki kütlesi ve
hacmidir. Değerler girildikten sonra hesapla butonuna tıklanarak iĢlem
gerçekleĢtirilir. Bu uygulama internet üzerinden çalıĢtırılabilineceği gibi
kiĢisel bilgisayar, tablet ve internet tarayıcısına sahip telefonlara yüklenmesi
sureti ile internet bağlantısına ihtiyaç duymadan da kullanılabilinir.
3.1. Örnek Hesaplama ĠĢlemi
Tarladan alınan 100 cm3 hacmindeki toprak örneği tartılmıĢ ve yaĢ
ağırlığı 160 g bulunmuĢtur. Toprak örneği kurutma fırınında 105 o C ta 24
saat bekletildikten sonra tekrar tartılmıĢ ve kuru ağırlığı 137 g bulunmuĢtur.
Toprak tanelerinin hacmi 52 cm3 olarak ölçülmüĢtür. Bu verilere göre toprak
örneğinin özgül ağırlığı, hacim ağırlığı, porozitesi, boĢluk oranı ve doyma
derecesi hesaplanmak istenmektedir.
Verilenler:
•
•
•
•
Ġstenenler:
•
•
•
•
•
Toplam hacim; V = 100 cm3
Toplam ağırlık (yaĢ ağırlık); W = 160 g
Toprak taneleri ağırlığı (kuru ağırlık); Ws = 137 g
Toprak taneleri hacmi; Vs = 52 cm3
Özgül ağırlık (Gs)
Hacim Ağırlığı (t )
Porozite (n)
Gözenek oranı(e)
Doyma derecesi (S)
38
ġekil.4‟de sonuçlar gösterilmiĢtir.
ġekil.4 Örnek hesaplama iĢlemi sonucu
4.TARTIġMA VE SONUÇ
Ziraat mühendisliğinde pek çok hesaplama iĢlemi vardır. Bunları
bilgisayar yazılımları ile yapmak çok avantajlıdır. Yazılımlar bir defa
kodlandıktan sonra her zaman kullanılabilinir. Elle yapılacak hesaplamalarda
yaĢanması muhtemel pek çok yanlıĢ iĢlemin önüne bu Ģekilde kolaylıkla
geçilebilinir. Ziraat mühendisinin ihtiyaçlarına göre uygulamalar
geliĢtirebilmesi kendisine pek çok avantaj sağlayacaktır.
KAYNAKLAR
wikipedia (2016). Javascript. https://tr.wikipedia.org/wiki/JavaScript (EriĢim
tarihi:12.03.2016)
wikipedia (2016).
tarihi:12.03.2016)
HTML.
https://tr.wikipedia.org/wiki/HTML
(EriĢim
Güngör Y, Erözel A.Z & Yıldırım O (2012). Sulama. Ankara Üniversitesi
Ziraat Fakültesi Yayınları: 1592, Ankara
39
40
SÜRDÜRÜLEBĠLĠR TARIMSAL ÜRETĠM ĠÇĠN ORTAK
MAKĠNE KULLANIMI
Ahmet Tahsin ÖZTAġ
Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarım Makineleri ve Teknolojileri
Mühendisliği Bölümü
ÖZET
Tarımsal üretimde verimlilik ve karlılığın artırılmasında yapılması
gerekenlerin baĢında makine kullanımı yer almaktadır. Makine kullanımı
verimlilik ve karlılık yanında, tarım kesiminde iĢlerin kolaylaĢmasını,
zamandan tasarruf edilmesini de sağlamaktadır.
Ülkemiz tarımında makine kullanımında istenilen düzeye
ulaĢılmama sorunu bulunmaktadır. Bunun nedenleri; çiftçilerin satın alma
güçlerinin yetersiz olması, tarımsal iĢletme ve parsel büyüklüklerinin küçük
olması ve buna uygun makine büyüklüklerinin olmaması ve makine
kullanıcılarının yeterli teknik bilgiye sahip olmamasıdır.
Ülkemizde tarımsal makineleĢme düzeyinin arttırılması ve olumsuz
özelliklerin azaltılmasında önerilebilecek uygulama ortak makine
kullanımıdır. Tarımda ortak makine kullanımı; sınırlı iĢletme büyüklüğü ve
sermaye yetersizliği nedeniyle ihtiyaç duyduğu tarım alet ve makinelerini
satın alamayan iĢletmelerin makine ihtiyacını karĢılamak ve makine sahibi
olan iĢletmelerin sahip oldukları makinelerin atıl mekanizasyon
kapasitelerini değerlendirmek amacıyla, tarım alet ve makinelerini diğer
iĢletmelerin hizmetine sunmasını veya kullandırmasını içeren bir yöntemdir.
Ortak makine kullanımı aynı zamanda tarım kesiminde üretimde enerji
verimliliğinin artmasını da sağlayacak bir uygulamadır.
Ortak makine kullanımı devlet aracılığıyla yapılabileceği gibi
kooperatifler gibi sivil örgütleĢme Ģeklinde de gerçekleĢtirilebilmektedir. Bu
çalıĢmada ortak makine kullanımın Türkiye ve Dünya uygulamaları,
üreticiye ve ekonomiye olumlu etkileri incelenecektir.
Anahtar Kelimeler: Tarımsal makineleşme, Ortak makine kullanımı,
Makine kooperatifleri
41
1.GĠRĠġ
Tarımsal üretimde makine kullanımı verimlilik ve karlılığın
artmasını, iĢlerin kolaylaĢmasını, zamandan tasarruf edilmesini, teknolojik
ve kontrol edilebilir üretim yapılmasına olanak sağlamasının yanında en
önemli amacı az sayıda insan gücü ile modern üretim teknolojileri
kullanarak, daha kaliteli ve daha ucuz ürün elde etmeyi amaçlamaktadır.
Türkiye'de tarımsal girdilere bakıldığında
payının %40 ile % 60 arasında olduğu bilinmektedir.
tarım makinelerinin
Türkiye‟de, tarım makinelerindeki geliĢmeye rağmen, mevcut
makinelerin ekonomik kapasitede çalıĢtırılamadığı ve makine parklarının
ekonomik süreler içerisinde yenilenemediği görülmektedir (Zeren vd.,
1995).
Türkiye Ģartlarında tarımsal iĢletmelerin sahip oldukları arazilerin
sınırlı olması, yeni bir makine almak için yeterli sermayelerinin
bulunmaması, makinenin kullanımı için yeterli teknik bilgiye ve eğitime,
makinenin rutin bakım ve onarımını yapmak için yeterli atölye donanımına
sahip olmamaları nedeniyle, iĢletmelerin tek baĢlarına pahalı ve karmaĢık
yapılı bir tarım makinesini satın alması zor görülmektedir (Sabancı ve
Özgüven, 1988).
Ülkemizde tarımsal makineleĢme düzeyinin arttırılması ve olumsuz
özelliklerin azaltılmasında önerilebilecek uygulama ortak makine
kullanımıdır.
2. ORTAK MAKĠNE KULLANIMI
Tarımda ortak makine kullanımı; sınırlı iĢletme büyüklüğü ve
sermaye yetersizliği nedeniyle ihtiyaç duyduğu tarım alet ve makinelerini
satın alamayan iĢletmelerin makine ihtiyacını karĢılamak ve makine sahibi
olan iĢletmelerin sahip oldukları makinelerin atıl mekanizasyon
kapasitelerini değerlendirmek amacıyla, tarım alet ve makinelerini diğer
iĢletmelerin hizmetine sunmasını veya kullandırmasını içeren bir yöntemdir.
Ortak makine kullanımı aynı zamanda tarım kesiminde üretimde enerji
verimliliğinin artmasını da sağlayacak bir uygulamadır.
Ortak makine kullanımından beklenen sonuçların alınması için
makine kullanımına iliĢkin bazı özeliklere dikkat edilmesi gerekmektedir.
42
Makinenin ekonomik kullanım sınırı, ile
maliyetinin en asgari seviyede tutulması anlaĢılmaktadır.
ekonomik olabilmesi; makinenin ilk yatırım maliyetine,
yaptığı iĢ miktarına, iĢ ile arasındaki uyuma, ayarlarının
olması gibi faktörlere bağlıdır.
yapılacak iĢin
Bir makinenin
birim zamanda
doğru yapılmıĢ
Makine kullanım derecesi, yılda yapılan iĢ ünitesi miktarı (h,ha,t)
anlaĢılmaktadır. Makinenin kullanma derecesi ne kadar büyük olursa, iĢ
ünitesine düĢen sabit masraf payı o kadar azalır. Fakat tarımsal iĢlerin
yapılmasında süre, yapılan iĢin özelliğine ve doğa koĢullarına göre
sınırlanmaktadır. Yani iĢin optimal periyot içerisinde yapılıp yapılmadığı
sorunu ortaya çıkmaktadır. O halde bir makinenin yıl içerisindeki optimal
kullanılma derecesinin belirlenmesinde, makine masraflarındaki değiĢme
yanında, sürenin uzamasıyla, verimin azalması veya hasat kaybının artması
da dikkate alınmalıdır(Dinçer,1981).
Makine kapasitesi, iĢ hacmine uygun olmalıdır. Eğer makine
kapasitesi iĢ hacmine göre normalden küçük ise; iĢin zamanında
tamamlanmaması sonucu ortaya çıkan kayıp ve fazla iĢçi ücreti nedeniyle
birim alana düĢen masraf artacaktır. Öte yandan makine kapasitesinin
normalden büyük olması halinde, ürün kaybında ve iĢçi ücretinde azalma
olmasına karĢılık, makine masraflarının artması sonucu, yine çalıĢma
ekonomik olmayacaktır(Dinçer,1981).
2.1. Makinelerin Ortak Makine Kullanımına Uygunluğu
Tarımda kullanılan bütün makineler aynı seviyede ortak makine
kullanımına uygun değildir. Dinçer (1981)'e göre, tohum temizleme ve
ilaçlama tesisleri, tarımsal mücadele vasıtaları, biçerdöver ve traktör'ün ortak
makine kullanımına uygunluğu incelenmiĢtir;
Tohum temizleme ve ilaçlama tesisleri; Tohumluğun temiz ve
ilaçlı olması verimi etkilemektedir. ġu halde iyi tohumluğun anlamı, verimin
artması demektir. Büyük yatırım gerektiren ve kapasitesi büyük olan böyle
bir tesis, ortaklaĢa kullanılmaya çok uygundur. Çok sayıda çiftçi, böyle bir
tesisten önemli bir sorun olmaksızın yararlanabilir.
Buna benzer olarak soğuk hava depoları da ortak kullanıma çok
uygundur. Bu tesisler sayesinde çiftçi ürünü iyi bir Ģekilde değerlendire
bilmektedir.
43
Tarımsal Mücadele vasıtaları; Bugün tarımsal üretimde mücadele
çok önemli bir yer tutmaktadır. Fakat ilaçlamanın baĢarılı olabilmesi için
kısa zamanda tamamlanması ve yörede bir bütün olarak ele alınması gerekir.
Bu da ancak büyük kapasiteli makinelerle gerçekleĢtirilebilir. O halde,
mücadele araçlarının ortak kullanılması, ekonomiklik yanında teknolojik
yönden de önemlidir ve bu nedenle ortak kullanım özendirilmelidir.
Biçerdöver; Birçok iĢlemleri en uygun Ģekilde birleĢtirilerek
gerçekleĢtiren modern bir makinedir. Pahalı olan makinelerin bireysel
iĢletmeler tarafından ekonomik olarak kullanabilmeleri çok sınırlıdır.
Biçerdöver kapasitesinin büyük olmasına karĢılık, çalıĢma süresinin sınırlı
olması nedeniyle ortak kullanılmasında anlaĢma zorlaĢmaktadır. Bunun
sonucu olarak da biçerdöverin ortak kullanılması ancak yeterli güç yedeği ile
olasıdır. Ülkemizde 3-4 ortağın biçerdöver aldığı ve çiftçi-müteahhit modeli
en yaygın uygulamalardır.
Traktör; ÇeĢitli tarımsal iĢlemlerin yapılmasında kullanılan
üniversal bir kuvvet makinesidir. Traktörde ortak sayısı arttıkça anlaĢma
zorluğu büyük bir hızla artmaktadır. Bu nedenle traktör için ortak sayısı
sınırlı olmalıdır. Ayrıca, ortakların yeterli teknik ve muhasebe bilgisine sahip
olmamaları ve insan faktörünün kiĢisel sorunları, bu ortaklığın uzun süreli
olmasını sınırlamaktadır.
Toprak ĠĢleme Alet ve Makineleri; Toprağın mekanik etkiler ile
tarımsal üretim yapmak için uygun koĢuların hazırlanması toprak iĢleme
olarak tanımlanır. Toprağın iĢleme aralığı geniĢ bir zaman dilimine
yayıldığından dolayı toprak iĢleme alet ve makineleri ortak makine
kullanımına uygundur ve özendirilmelidir.
3. ORTAK MAKĠNE KULLANIMININ MODELLERĠ
3.1.Devlet Makine Parkı
GeliĢmekte olan ülkelerde veya geri kalmıĢ bölgelerde, makineleri
tanıtıcı, alıĢkanlık kazandırıcı ve bu konuda eğitimi geliĢtirmek amacıyla
devlet eliyle kurulmaktadır. Böyle bir uygulama, geliĢmekte olan ülkelerde
makine kullanımını teĢvik etmesi ve geliĢen teknoloji ile üreticinin
buluĢmasını sağlaması bakımından önemlidir (Çıkın, 1977).
Çiftçiler devlet makine parkından belirli kurallar çerçevesinde
operatörlü veya operatör olmadan, akaryakıtı kiralayan çiftçiye ait olmak
üzere belirli bir ücret karĢılığında yararlanabilmektedir.
44
Tarımsal faaliyetlerin en kısa bir zaman içerisinde bitirilmesi girdi
maliyetlerini düĢürmektedir. Ancak devlet iĢlerindeki prosedürlerin fazlalığı
ve idari zihniyet nedeniyle iĢler istenilen zamanda ve hızda
yapılamamaktadır. Zamanında yapılmadığı takdirde, verimde düĢüklüğe
neden olan tarımsal faaliyetler, yavaĢ iĢleyen bu model nedeniyle çoğu
zaman beklenen faydayı sağlayamamıĢtır(BaĢarık, 2015).
3.2.KomĢu YardımlaĢması
Ortak makine kullanımın en eski Ģeklidir. Burada makineler
çiftçilerin öz malıdır. Alet ve makineler karĢılıklı olarak ödünç
verilmektedir. Akrabalar ve yakın iliĢkiler içerisinde bulunan komĢular
arasında uygulanan, kiĢisel iliĢkilerin ön plana çıktığı, karĢılıklı veya
karĢılıksız yapılan, herhangi bir organizasyonun olmadığı bir ortak makine
kullanım Ģeklidir. Genelde yapılan hizmetlerden bir karĢılık beklenmemekte,
yardımlaĢmanın kurallarını yörenin örf ve adetleri belirlenmektedir(Kurt,
1974; Dinçer, 1981; Sındır, 1999).
3.3.Tarım Makineleri Kooperatifleri
Kooperatifler yasasına göre kurulmuĢ olan bu ortaklıklarda, maddi
kaynak olarak banka ve devlet kredileri ile üyelerin kooperatife katılım
payları kullanılmaktadır. Makinelerin alınıĢ masrafları üyelere eĢit olarak
veya iĢletme büyüklüğü esas alınarak paylaĢtırılmakta, basit yapılı makineler
iĢletme sahipleri tarafından, kompleks yapılı makineler ise tecrübeli bir
operatör tarafından kullanılmaktadır (Sabancı ve Özgüven, 1988).
Makine parkından yararlanma karĢılığı olarak iĢletme sahibinden, ya
yapılan iĢin kapsamına göre ya da makinenin o iĢletmenin kontrolünde
kaldığı süreye göre ücret talep edilmektedir. Bölge insanının kooperatif
anlayıĢına bağlı olarak bu iki alternatiften birini tercih edilebilir. ġayet ücret
talebi, zaman birimi esasına göre yapılırsa iĢletme sahibi, makineyi
kontrolünde bulundurduğu her saat için para ödeyeceğinden, makineyi
mümkün olan en kısa süre içerisinde geri vermek için, iĢini o oranda çabuk
bitirmeye gayret etmektedir(Kurt, 1974).
Kooperatiflerin iyi bir organizasyona kavuĢabilmesi; bilgili tecrübeli
ve dürüst idarecilerin varlığına bağlıdır. Özellikle zamana bağlı olan ve çok
değiĢik koĢullarda çeĢitli faktörlerin etkisi altında çalıĢan tarım
makinelerinin ortak kullanılmasının organizasyonu; iyi bir makine
iĢletmeciliği bilgisine bağlıdır(Dinçer,1981).
45
ÇalıĢma Ģartlarının ağır olması durumunda, zaman esasına göre değil
de, yapılan iĢin kapsamına göre ücret belirlenmesi kooperatifin zarara
uğramaması için isabetli bir davranıĢ olacaktır(Yıldız ve Erkmen, 2003).
3.4.Makine Ortaklığı
Bir veya birçok çiftçi bir araya gelerek makineyi satın almakta ve bu
makineleri kendi iĢletmelerinde kullanmaktadırlar. Bu makinelerin alımı ve
kullanılması ortaklık kuralları içerisinde olmaktadır. Eğer aynı büyüklükteki
iĢletmeler bir araya gelerek ortaklık kurmuĢ iseler, alım fiyatı ortaklar
arasında eĢit olarak dağıtılmaktadır. Büyüklükleri aynı olmayan iĢletmelerde
ise makinenin alım fiyatı, kullanılan tarım alanları oranında dağıtılmakta,
ortaya çıkan masraflar ise her iĢletmede iĢlenen alan veya çalıĢılan saat
esasına göre hesaplanmaktadır. Burada, alınan makineler, bütün ortakların
iĢlerini görmektedir. Makinenin bakım ve koruma iĢini, genellikle
ortaklardan biri üzerine alır. Bu ortağa yaptığı hizmet karĢılığı belirli bir
ücret ödenir. Makine ortaklığında, alınan makineler bütün ortakların iĢini
görmekte, fakat makine kapasitesinin bulunması halinde, kirayla da iĢ
yapılabilmektedir(Dinçer,1981).
3.5.Tarım Makineleri Müteahhitliği
Traktörü veya makinesi olan iĢletmelerin, kendi iĢlerini bitirdikten
sonra, atıl kalan kapasitelerini, belirli bir ücret karĢılığında diğer iĢletmelerin
hizmetine sunmasına dayanan ortak makine kullanım modelidir. Ortak
makine kullanım modelleri içerisinde ticari özelliği olan, özellikle
geliĢmekte olan ülkelerde oldukça rağbet gören bir organizasyon Ģeklidir
(Wald, 1987; Sındır, 1999).En çok kullanılan müteahhitlik Ģekli çiftçimüteahhit modelidir. Çiftçi kendi iĢini bitirdikten sonra arta kalan makine
kapasitesini ücret karĢılığı baĢka çiftçilere kiraya vererek ek kazanç
sağlamaktadır.
3.6.Makine Birlikleri
Makineye ihtiyaç duyup satın alamayan küçük iĢletmelerin ve
makine sahibi olup makine kapasitesini yeterince değerlendiremeyen
iĢletmelerin oluĢturduğu bir ortak makine kullanım modelidir. Makine
birliklerinin esas görevi, iĢletmede az kullanılan makinelerin boĢta kalan
saatlerini, birlik aracılığı ile kiraya vermektir. Diğer bir deyiĢle boĢ kalan
makine kapasiteleri, birlikler tarafından değerlendirilmektedir (Kurt, 1974;
Pınar ve Yıldız, 1995; Sındır, 1999).
46
Makine birlikleri bir organizasyon çatısı olup, makine değiĢimine
ihtiyaç duyan üreticileri belirleyip, iĢ konusunda arz ve talep saptanmakta,
buna göre sevk ve idare yapılmaktadır. Üye sayısı diğer ortak makine
kullanım modellerine göre daha fazla olmaktadır. Üye sayısının fazla olması
ile karĢılıklı yardımlaĢma olanakları artmakta, daha geniĢ ve geliĢmiĢ bir
makine parkı ortaya çıkmakta, çalıĢmada anlaĢabilecek üreticileri karĢılıklı
olarak seçme olanağı doğmaktadır (Sabancı ve Özgüven, 1988). Makine
ringleri olarak da adlandırılan makine birliklerinin temel prensipleri
Ģunlardır:

Makine birliklerinde, birliğin alet ve makinesi yoktur,
makineler üyelerin kendilerine aittir,

Üyeler kendi makinelerini kendileri kullanarak, önceden
belirlenen fiyat tarifeleri üzerinden ücret karĢılığında, birliğe üye
diğer iĢletmelere hizmet götürürler,

Makine birliklerinin temel prensibi "mutlak gönüllülüktür".
Birliğe üye olmak veya ayrılmak serbesttir,

Zorunlu koĢul, Birliğe üye iĢletmeler arasından, hizmet
talebinde bulunanlar isteklerini doğrudan birlik yöneticisine
bildirmeleridir. Aynı Ģekilde hizmet sunanlar da birlik yöneticisini
haberdar etmelidirler,

Makine birliği kuruluĢunun baĢından itibaren, tam zamanlı
çalıĢan ve özellikle tarım eğitimi almıĢ bir yönetici tarafından idare
edilmelidir (Yıldız ve Erkmen 2003).
4.ORTAK MAKĠNE
UYGULAMALARI
KULLANIMI
TÜRKĠYE
VE
DÜNYA
4.1.Türkiye'de Uygulanan Ortak Makine Kullanımı Modelleri
Ülkemizde bir kısmı geçmiĢte uygulanmıĢ, bir kısmı da günümüzde
halen uygulamaya devam eden, ortak makine kullanım modelleri Ģu Ģekilde
sıralanabilir(Anonim 2002, Yıldız ve Erkmen 2003);

1937 yılında kurulan Zirai Makineler Ġdaresi bünyesinde
oluĢturulan makine parkları, üç yıllık bir faaliyet sonunda Devlet
Üretme Çiftliklerine devredilmiĢtir. Tarım Bakanlığı kanalıyla yurt
dıĢından tarım alet ve makinelerinin ithal edilerek devlet makine
parklarının oluĢturulması Türkiye'de tarımda makineleĢme
giriĢimlerinin en ciddisi ve baĢlangıcı olmuĢtur.

1956 yılında bazı Ģehirlerimizde Ģeker fabrikalarının
kurulması ile özellikle küçük iĢletmelerin mekanizasyon
konusundaki yetersizliğini gidermek amacıyla çeĢitli tip ve
47
kapasitede tarım makineleri alınıp, üreticilere maliyetine
kiralanmıĢtır. Günümüzde ise pancar kooperatifleri yeni makineler
satın alıp üreticiye kiralamak yerine, makinesi olan çiftçilere ihale
ile makinesi olmayan iĢletmelerin makine ihtiyacını karĢılaması için
imkan tanımaktadır.

Daha önceleri TOPRAKSU ve halen Köy Hizmetleri Genel
Müdürlüğü'nün makine
parkında bulunan toprak tesviye makineleri ile ücret karĢılığı
çiftçilerin arazi tesviyeleri yapılmaktadır. Bu model de tipik bir
devlet makine parkı modelidir.

Tarım Ġl Müdürlükleri, sahip oldukları makine parkına bağlı
olarak daha ziyade; balya makinesi, hassas ekim makinesi, tam
otomatik patates dikim makinesi, pülverizatör ve mısır silaj makinesi
gibi makineleri, ferdi olarak baĢvuran çiftçilere 2 günlüğüne, köy
adına baĢvuran köy muhtarlarına 7 günlüğüne, belirli bir ücret ve
depozito karĢılığında kiraya vermektedir.

Biçerdöverler dıĢında balya makineleri, sap döver harman
makineleri, sap toplamalı saman yapma makineleri ve pnömatik
ekim makineleri (mibzer) müteahhitliklerinin de yaygınlaĢmakta
olduğu görülmektedir.

Türkiye'de tarım arazileri bölünmüĢ, parseller dağınık ve
küçüktür. Ortalama iĢletme büyüklüğü 65 dekardır. Bu koĢullarda
ortalama 54 BG olan parktaki traktörlerin tek iĢletmede
çalıĢtırılmasının ekonomik olmadığı Ģüphesizdir. Traktör ve
ekipmanlarına sahip çiftçilerimiz boĢ kapasitelerini değerlendirmek
amacı ile kendi iĢ güçleriyle beraber makinelerini komĢularına
kiralamaktadır. KomĢular arasında karĢılıklı yardımlaĢma modelinin
en tipik bir Ģekli olan bu uygulama Türkiye'de en yaygın bir
modeldir.

Türkiye'nin ekolojik koĢullarının uygunluğu biçerdöverlerin
tahıl hasadında yılda üç ay süre ile çalıĢtırılabilmesine imkan
tanımaktadır. Bu nedenle karlı bir meslek olarak
biçerdöver müteahhitliği yaygınlaĢmıĢ bulunmaktadır.
Tahıl hasadının büyük çoğunluğu
müteahhitlerce
çalıĢtırılan
biçerdöverlerle yapılmaktadır. Ancak biçerdöver
müteahhitliği
ile
ilgili konuya iliĢkin direk etkili bir yasal müeyyide
bulunmadığından,
çiftçi ve müteahhitler arasında ihtilaflar olmakta, sonuç olarak hep
çiftçiler kaybetmektedir. Tarım Bakanlığının 1979 yılında bu konuda
baĢlattığı,
günümüzde de devam eden özverili uygulamalardan oldukça
yararlar sağlanmıĢtır.
48
4.1.Dünya'da Uygulanan Ortak Makine Kullanımı Modelleri
Dünyada ortak makine kullanımı çok eski yıllara dayanmaktadır. En
yaygın modeller arasında Almanya da makine birlikleri ve Fransa da makine
kooperatifleri kullanılan modellerdendir(BaĢarık, 2015);
Almanya Örneği-Makine Birliği; Ġlk makine birlikleri 1958 yılında
Bavyera‟da kurulmuĢ ve daha sonra Avusturya ve Almanya‟nın geri
kalanına yayılmıĢtır. 25 yıl öncede makine birlikleri fikri Ġsveç ve Ġskoçya'da
kabul edilmiĢtir ve bunu diğer Avrupa ülkeleri takip etmiĢtir. Makine
birlikleri son zamanlarda Ġtalya ve Ġsviçre kurulmuĢ ve Letonya da teknik
destek için yardım istemiĢtir. Makine birlikleri sadece Avrupa'da değil aynı
zamanda Japonya ve Brezilya'da faaliyet göstermektedir. Avusturya ve
Almanya hala makine birliği iĢletmelerin en yüksek yoğunluğa sahip
ülkelerdir. Nitekim tüm Alman çiftçilerin % 50'den fazlası bir makine birliği
üyesidir ve Lüksemburg'da bu rakam % 80 ile daha yüksektir. Diğer
ülkelerdeki üyelik taahhüdü ve ciro, daha fazla çiftçi ve iĢletmelerin yönetim
aracı olarak diğer seçeneklere nazaran makine birliklerini kullandığını
göstermektedir. Tarımsal ve kırsal endüstriler değiĢime uyum sağladığı için,
makine birlikleri kırsal iĢ sürdürülebilirliğine giderek daha önemli bir katkı
yapmaktadır.
Makine birlikleri üyelerinin iĢgücü ve makine kullanımını koordine
eden bir tarımsal kooperatiftir. Diğer üyeler ile sözleĢmeler yaparak
üyelerine, iĢgücü ve makine varlıklarını daha iyi kullanmaları için fırsatlar
sağlamaktadır. Örneğin; çiftçi A‟nın pulluğunun olmadığını farz edelim.
Çiftliğinde pulluğa ihtiyacı olduğunda makine birlikleri ile iletiĢime geçer,
birlikte pulluğunu diğer üyelerle paylaĢmak isteyen çiftçi „B‟ ile çiftçi A‟yı
belirli bir fiyat çerçevesinde bir araya getirir. ĠĢ tamamlandıktan sonra birlik,
A‟dan ödemeyi alır ve B‟ye transfer eder.
Makine birlikleri (MR), Almanya genelinde 12 eyalette 193.000
çiftçiye 263 birlikte 2423 çalıĢan ile hizmet vermektedir. Desteklerle birlikte
yıllık ciroları 1 milyar €‟yu geçmektedir ve çiftçilerin ihtiyaç duydukları
makine ve ekipmanları makine birliklerinden temin etme oranı % 52‟dir.
Tarım ve ormancılık, arazi kullanımı, kırsal alanlardaki doğal kaynakların
yönetiminde ve kırsal peyzajın belirlenmesinde önemli bir rol oynamaktadır.
Tarım, kırsal alanların sosyo-ekonomik kalkınmasına çok önemli katkı
sağlamaktadır. Makine birlikleri, kırsal kalkınmaya yardımcı olan sosyal,
ekonomik ve ayrıca yönetimi sağlayan bir kavramdır. Fırsatları maksimize
etmek için, makine ringleri, yeni istihdam olanakları oluĢturması, kırsal
çeĢitliliği ve sürdürülebilirliği teĢvik etmesi ve geleceğe yatırım yapması
49
gerekmektedir. Makine birlikleri olmadan, birçok kırsal alan ekonomik,
sosyal ve çevresel sorunlarla karĢı karĢıya kalabilmektedir.
Fransa Örneği - Ortak Tarım Makineleri Kullanımı
Kooperatifi; Ġlk Ortak Tarım Makineleri Kullanımı Kooperatifi (OTMKK)
2. Dünya savaĢından sonra Marshall Planı sayesinde Fransa‟da ortaya
çıkmıĢtır. Küçümsenemeyecek bir baĢarı sağlayarak Fransa‟da tarım ve
mekanizasyonun geliĢmesinde büyük katkılar sağlamıĢtır. Bugün Fransa
ortak tarım makineleri kullanımı kooperatifleri 236.000 üyesi olan bir
topluluktur. 2.450 daimi ve 4.100 geçici iĢçi olmak üzere toplam 6 550 kiĢi
istihdam etmektedir. 2010 yılında ortalama 460 milyon € ciro elde edilmiĢ
ve bunun 287 milyon €‟su ile yatırım yapılmıĢtır.
Ortak tarım makineleri kullanımı kooperatifleri çiftçilerin ortak
ekonomik ve sosyal ihtiyaçlarının karĢılanması için bir araya gelmiĢ çiftçiler
grubudur. Ortak tarım makineleri kullanımı kooperatiflerinin oluĢumunun
altında ki temel etken üreticinin hizmet alabileceği tarım makine ve
ekipmanlarını kiralamaktır. Bu sayede üreticiler kendi sermaye yatırımını ve
üretim maliyetlerini azaltmakta ve beraberinde verimliliği artırmaktadır.
Ortak tarım makineleri kullanımı kooperatifleri tarım üreticisi olan en az beĢ
üyeden oluĢmak zorundadır. Kooperatif, Fransa yasalarına göre tüzel kiĢiliğe
sahip özerk yapıdadır. Diğer bir deyiĢle üyelerin sorumluluğu yatırım
miktarı ile sınırlıdır. Ortak tarım makineleri kullanımı kooperatifleri tüm
makine ve ekipmanların tek sahibi olduğunu ve yazılı kurallarına göre
çalıĢtığını, kooperatifin üyeleri ile hukuken bağlayıcı sözleĢmeler yaptığını
açık olarak her üyesine bildirmektedir.
5.ORTAK MAKĠNE KULLANIMININ OLUMLU VE OLUMSUZ
ETKĠLERĠ
Ortak makine kullanımının büyük ölçekli ve küçük ölçekli bir çok
iĢletme ve çiftçiye olumlu etkisi bulunmaktadır. Bu etkiler Ģu Ģekilde
sıralanabilir (Kurt, 1974; Smith and Wilkes, 1976; Çıkın, 1977; Sabancı ve
Özgüven, 1986; Sındır, 1997; VatandaĢ, 2016):

Makine sahibi iĢletmeler kendi iĢlerini bitirdikten sonra atıl
kalan mekanizasyon kapasitelerini, diğer iĢletmelere ücret karĢılığı
kullandırarak maddi bir kazanç sağlamaktadır,

Arazi ya da sermaye yetersizliği nedeniyle makine satın
alamayan iĢletmeler de, makine kullanım olanağına kavuĢmaktadır,

Ortak makine kullanımı sayesinde, makinenin iĢleyeceği
alan artmakta ve böylece birim alana düĢen makine masrafları
azalmaktadır,
50

Aynı makinenin kullanımı sürekli aynı operatörün
kontrolünde olduğu için, operatör daha verimli bir Ģekilde
çalıĢmaktadır,

Makinelerin satın alınması aĢamasında satın alma giderlerini
birden fazla kiĢiye bölüĢtürerek, kiĢi baĢına yapılacak harcamaları
azaltmak,

Sınırlı iĢletme büyüklüğü ve/veya sermaye yetersizliğinin
olumsuz etkilerini azaltmak,

Makineler daha hızlı hizmet dıĢı kalacağı için teknolojik
yenilenmeyi artırmak, imalat sektörünün geliĢimine katkıda
bulunmaktadır.
Tarımda ortak makine kullanımının yararlarının yanı sıra bazı
durumlarda ortaya çıkabilecek muhtemel sakıncaları da Ģu Ģekilde
özetlenebilir (Kurt, 1974; Smith and Wilkes, 1976; Çıkın, 1977; Sabancı ve
Özgüven, 1986; Sındır, 1997; VatandaĢ, 2016):

Belirli bir bölgede aynı zamanda, aynı özellikteki iĢler
yapıldığından, iĢ zamanında makine her an hazır olmayabilir,

Makine parkının yeterli olmaması ya da ortak sayısının
makine kapasitesinin üzerinde olması durumunda, makine
kullanımında sıra sıkıntısı yaĢanabilir,

Makinelerin bilinçsiz ve sorumsuz kiĢilerce kullanılması
durumunda, makinelerin arıza yapma riski yükselir,

Bazı ortaklar ödeme vb. yükümlerini yerine getirmeye
bilirler,

Makine talebinin arzın üzerinde olması durumda, öncelikte
sıkıntılar yaĢanabilir.
6.SONUÇ
Ülkemizde tarımsal üretimin en büyük sorunlarının baĢında yüksek
maliyetten dolayı makineyle tarımın yeterince yapılmadığı görülmektedir.
Farklı tip ve büyüklükteki iĢletmelerin kendi ihtiyaçlarını ve küçük
iĢletmelerin ihtiyaçlarını karĢılayacak Ģekilde
oluĢturulacakları makine
parkları sayesinde hem daha kaliteli hem de daha fazla üretim yapmak için
uygulanacak olan ortak makine kullanımı çok önemlidir.
ĠĢletmeler yüksek maliyetlerle makine sahibi olmak yerine kendi
ihtiyaçları doğrultusunda, sosyal yapılarına uygun ortak makine kullanım
modellerinden bir tanesini devlet eliyle veya sivil örgütlenmeyle oluĢturarak
makine ihtiyaçlarını daha az masrafla karĢılayabilirler.
51
Atıl kalan mekanizasyon seviyelerinin çok yüksek olduğunu göz
önünde bulundurursak
bu mekanizasyon seviyesinin kullanıma yönelik
ortak makine kullanımı modellerinin geliĢtirilmesi ve mevcut modellerin
özendirilmesi, üzerinde durulması gereken bir konudur.
Mekanizasyon seviyesi hızla artsa da iĢletme büyüklüğünün küçük
olması nedeni ile istenilen düzeyde olmadığı ülkemizde iĢin uzmanı ve
eğitimli kiĢilerce iĢletmelerin bilinçlendirilmesi ve ortak makine kullanımına
özendirilmesi gerekmektedir.
KAYNAKLAR
Dinçer, H., 1981. OrtaklaĢa Makine Kullanmanın Temel Esasları. Ankara
Üniversitesi Ziraat Fakültesi Yayınları: 770, Ders Derlemeler: 33, Ankara.
Smith, H.P., Wilkes L.H., 1976. Economics and Management of Farm
Equipment Farm Machinery and Equipment. P.433-452, McGraw-Hill Book
Company, New York. Tarımda Ortak Makina Kullanımı. Y. Pınar ve T.
Yıldız (Der), Ondokuz Mayıs Üniversitesi Ziraat Fakültesi Yardımcı Ders
Notu No:9, Samsun.
Sabancı, A., Özgüven F., 1986. Tarım Makinaları ĠĢletme ve Bakım Tekniği.
Çukurova Üniversitesi Ziraat Fakültesi Yayınları, No:117, Adana.
Sabancı, A., Özgüven F., 1988. Tarımsal Mekanizasyon ĠĢletmeciliği.
Çukurova Üniversitesi Ziraat Fakültesi Ders Kitabı No:67, Adana.
Sındır, K.O., 1997. OrtaklaĢa Makina Kullanımı ve Makina Ringleri.
Tarımsal Mekanizasyon 17. Ulusal Kongresi Bildiri Kitabı, s 120-129,
Tokat.
Sındır, K.O., 1999. Tarımda Makina Seçimi ve Ortak Makina Kullanım
Modelleri. T.C. BaĢbakanlık Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü APK Dairesi
BaĢkanlığı, Toprak ve Su Kaynakları AraĢtırma ġube Müdürlüğü, Yayın No:
110, s 1-89, Ankara.
Zeren, Y., Tezer E., Tuncer Ġ.K., Evcim Ü., Güzel E., Sındır K.O., 1995.
Tarım Alet-Makina ve Ekipman Kullanım ve Üretim Sorunları. Ziraat
Mühendisliği Teknik Kongresi, Ankara.
Wald, H.J., 1987. Multi-Farm Use of Agricultural Machinery in Jordan.
Deutsche Gesellschaft Für Technische Zusammenarbiet (GTZ) Gmbh. DagHhammarskjöld-Weg, Eschborn, Almanya, 1987.Tarımda Makina Seçimi ve
Ortak Makina Kullanım Modelleri, K. O. Sındır (Der). T.C. BaĢbakanlık
52
Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü APK Dairesi BaĢkanlığı, Toprak ve Su
Kaynakları AraĢtırma ġube Müdürlüğü, Yayın No: 110, s 1-89, Ankara.
Çıkın, A., 1977. Tarımda Ortak Makina
Mekanizasyon Semineri Bildiri Kitabı, Ġzmir.
Kullanımı.
2.Tarımsal
Kurt, B., 1974. DıĢ Ülkelerde ve Türkiye'de Tarım Makinaları Kalkınma
Örgütleri. Milli Prodüktivite Merkezi Yayınları, No:181, s 1-150, Ankara.
VatandaĢ, M., 2016. Tarım Makineleri ĠĢletmeciliği Ders Notları. Ankara
Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarım Makineleri ve Teknolojileri
Mühendisliği Bölümü, Ankara.
Pınar, Y., Yıldız T., 1995. Tarımda Ortak Makina Kullanımı. Ondokuz
Mayıs Üniversitesi Ziraat Fakültesi Yardımcı Ders Notu No:9, Samsun.
Yıldız, C., ve Erkmen Y., 2003. Tarımda Ortak Makine Kullanımı ve
Türkiye‟deki Uygulamaları. Atatürk Üniversitesi. Ziraat Fakültesi Dergisi,
34 (4), 395-401, Erzurum.
Anonim, 2002. Gap Bölgesinde Tarımsal Mekanizasyon Gereksinimleri
Etüdü 2.AĢama Ortak Makine Kullanımı (OMAK)Pilot Uygulama
Projesi,Sonuç Raporu, Ankara.
BaĢarık, A., 2015. Türkiye ve Avrupa Birliğinde Ortak Makine Kullanımı
Sistemlerinin KarĢılaĢtırılmalı Analizi. Yüksek lisans Tezi, Adnan Menderes
Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü Tarım Makineleri Anabilim Dalı,
Aydın.
53
54
TARIMIN KIRDAN KENTE GÖÇÜ: KENTSEL TARIM
Övgü YAMAN, Hande VURGUN, Funda MEMĠġOĞLU
Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bitki Koruma Bölümü
ÖZET
Birçok ülkede olduğu gibi Türkiye‟de 1950‟li yıllarda baĢlayan
köyden kente göç, köylerdeki tarım alanlarını ve tarımsal faaliyetleri
olumsuz etkilemiĢtir. Hızla artan kent nüfusu, verimli tarım arazilerinin
yapılaĢmasına neden olmuĢtur. Diğer taraftan kentlerde artan yapılaĢma
ülkelerin kendi kendini doyurma potansiyelini azaltarak, ülkeleri dıĢa
bağımlı hale getirmektedir. Bugün birçok ülkede kentsel tarım büyük
oranlara ulaĢmıĢ ve kırsal tarıma rakip haline gelmiĢtir. Artılarıyla ve
eksileriyle kentsel tarım günümüzün bir gerçeğidir. Ülkemiz sahip olduğu
iklim ve toprak yapısıyla çok önemli bir potansiyele sahiptir. Ülkemizdeki
göç kırsak tarımı çok olumsuz etkilemektedir. Ülkemizde kentsel tarımın bir
çare olarak düĢünülmesi ise mantıklı görünmemektedir. Ülkemizde
yapılacak sağlıklı Ģehir planlamaları hem göç sorunlarını hem de tarımın
sorunlarını önemli ölçüde çözebilecektir.
Anahtar Kelimeler: Kentsel tarım, göç, gıda, şehir planlama
1.GĠRĠġ
Göç, dini, iktisadi, siyasi, sosyal ve diğer sebeplerden dolayı insan
topluluklarının hayatlarının tamamını veya bir bölümünü geçirmek üzere
yaptıkları coğrafi yer değiĢtirme hareketidir. Ülkemizde 1950 yıllında
baĢlayan köyden kente göç, köylerdeki tarım alanlarını ve tarımsal
faaliyetleri olumsuz etkilemiĢtir. SanayileĢme ile birlikte toplumsal yapıda
ciddi bir çözülme meydana gelmekte ve bu durum; köyden kente, tarımdan
sanayiye ve az geliĢmiĢ bölgelerden daha geliĢmiĢ bölgelere doğru nüfus
hareketliliğine neden olmaktadır. Kırdan kente göçlerin en önemli sebebi
ekonomik nedenlerdir. Daralan topraklar artık çok fazla kiĢinin yaĢamasına
yetmez olunca yaĢam Ģartlarının kırdan daha iyi olduğu kentlere göç
baĢlamaktadır. Çiftçi yapmıĢ olduğu iĢin karĢılığını alamayınca veya o iĢi
yaparken karĢılaĢtığı sorunlar nedeniyle yapmıĢ olduğu iĢi ve toprağını
bırakıp kente göç etmeyi tercih etmektedir. Türkiye‟de sayıları yaklaĢık 40
55
000 olan ve nüfusun %24,46‟sını oluĢturan köylerden kentlere doğru göçün
baĢlangıcının 1950‟ler olduğu söylenebilir.
2. TÜRKĠYE’DE KIRDAN KENTE GÖÇ
Kırdan kente göç Türkiye‟de yaĢanan hızlı değiĢim sürecinin en
temel göstergelerinden biridir. Bu anlamda göçe bir sonuç olarak bakılabilir.
Ġlk nüfus sayımının yapıldığı 1927 yılında toplam nüfusun %84‟ü kırsal
alanda yaĢarken, 1950‟lilerle birlikte hızlanan ekonomik ve toplumsal
dönüĢüm süreci kırdan kente göçü teĢvik etmiĢ, 1950‟de nüfusun ancak
yüzde 19‟u kentsel alanda yaĢarken bu oran 1970‟de yüzde 36‟ya, 1990‟da
yüzde 56‟ya ve 2006‟da da yüzde 62,7‟ye yükselmiĢtir (Devlet Planlama
TeĢkilatı, 2008).
Tablo1. Dönemler, Nüfus Yoğunluğu ve Göç (GüreĢçi, 2010 )
3.KÖYDEN UZAKLAġTIRAN VE KENTE YAKINLAġTIRAN
UNSURLAR
Kırsal bölgelerde hızlı nüfus artıĢından dolayı tarım alanlarının
küçük parçalara ayrılması, kırsal kesimlerdeki eğitim ve sağlık hizmetlerinin
yeterince geliĢmemiĢ olması, tarım alanlarında makine kullanımının artması
ile birçok insanın iĢsiz kalması, genellikle kırsal kesimdeki ekonomik
yetersizlikler insanların göç etmesine neden olmaktadır. Kentlerde geliĢmiĢ
olan sanayi ve ticaret sayesinde iĢ imkânlarının daha fazla olması,
kentlerdeki eğitim ve sağlık hizmetlerinin oldukça geliĢmiĢ olması, bu
nedenlerden dolayı ülkemizde kırsal bölgelerden büyük kentlere hızlı bir göç
meydana gelmektedir. Ülkemizdeki kentleĢme hızı sanayileĢme hızını
geçmiĢtir. Bu yüzden kentlerde birçok sorunlar ortaya çıkmıĢtır (Anonim
2010).
Köylerden kentlere göç olduğunda kentlerde fiziksel olarak çarpık
kentleĢmeye sebep olmuĢtur. Kentlerde köy ve köyler topluluğu meydana
gelmiĢtir. Bununla beraber köylülerin yaĢadığı en büyük sıkıntı kuĢak
çatıĢması, kültür farklılıkları olmuĢtur. Köyden kente göçenlerde özellikle
56
orta ve yaĢlılarda ruhsal çöküntü, yabancılaĢma, köy hayatına karĢı özlem
gibi birçok sorunu da beraberinde getirmiĢtir. Ruhsal sıkıntı karĢısında
ekonomik yönden rahata kavuĢmuĢlardır. Köylüler kentleĢtiği gibi
kentlilerde köylüleĢmeye baĢlamıĢlardır. Ekonomik yönden paylaĢımcı
olmaları kentlileri ne kadar rahatsız etse de köylülerle çok sıkı dostluklar
kurmuĢlar hatta akrabalık iliĢkilerine kadar uzanmıĢ. Köylülerin kente
göçünden sonra köylerde terk edilmiĢ yıkık dökük evlerin kalması,
ortamların sessizleĢmesi, köylerin yayla mezra havasına bürünmesine neden
olmuĢtur. Azalan kamu yatırımlarının köyleri modernleĢtirememesidir.
Köylerde iĢlenmeyen tarlalar zamanla bol bitki örtüsüne dönüĢmüĢtür.
Köyden kente sonunda köyde kalanlar için yalnızlık ve sahipsizlik
psikolojisi yaratmıĢtır.
Tablo2. Köyden kente göçün,Sorun,Hedef,Çözüm ve Sonuç ĠliĢkisi(GüreĢçi,
2010 )
Fiziksel tasarlama ve yeniden yapılanma çalıĢmalarında bir yöredeki
binaların, sokakların, kanalizasyon sisteminin düzeltilmesi, onarımı ya da
yeni baĢtan yapılanmasından sorumlu planlamacının kenti tümüyle sağlıklı
bir yapıya kavuĢturabilmesinin araçlarından biri kentsel yenilemedir.
Yenileme çabaları çerçevesinde planlamacının sorunu salt yöredeki
çürümekte olan yapıların düzeltilip, onarımından ibaret değildir. Aynı
derecede önemli olan, değer kaybına uğramıĢ kentsel yörelerde toplumsal
yozlaĢmayla çürüme sonucu artan toplumsal sorunların önüne geçebilmektir.
Bu durumda göçün sebep olduğu çevresel ve toplumsal maliyeti
göstermektedir. Bu maliyetin sonucu olarak, aslında, kentlerimiz birer
ĢehirlileĢemeyen Ģehirler haline gelmiĢtir (Anonim 2015a, Anonim, 2015b).
3.KENTSEL TARIM GERÇEĞĠ
Kentsel alan; teknoloji alanındaki üstünlüğü elinde bulundurması
nedeniyle her alanda uzmanlaĢmanın ve iĢbölümünün geliĢtiği, gerek sosyal
gerek fiziksel açıdan heterojen yapının hakim olduğu, sosyolojik olarak
iliĢkilerde kopukluğun kendini gösterip süreksizliğin yaĢandığı, toplumsal
57
hareketliliğin hız kazandığı ve sahip olduğu nüfusun karĢısında ihtiyaçların
karĢılanma mekanizmasının oldukça geliĢmiĢ olduğu yerleĢim modülüdür.
Kırsal alan ise, gerek sosyal olarak gerek fiziksel olarak daha homojen
yapıya sahiptir. Teknolojik olanakların yetersizliği nedeni ile daha çok imece
usulü çalıĢmaların kendini gösterdiği bir yerleĢim birimidir. Kırsal alan ve
kentsel alan arasındaki farklılıkların temeli üretim iliĢkilerine
dayanmaktadır. Kırsal alanda emek yoğun bir üretim süreci yaĢanırken
günümüz kentlerinde özellikle de geliĢmesini tamamlamıĢ dünya kentlerinde
bilgi ve biliĢim sektörünün kullanıldığı, hizmet sektörünün ağırlıklı olduğu
üretim iliĢkileri görülmektedir. Kırsal ve kentsel alanın sürekli bir etkileĢim
içinde olduğunu ve ikisinin de birbirlerinin geliĢiminde pay sahibi olduğunu
belirtmek gerekir (Kara, 2004).
Kentsel tarımcılık küresel gıda güvenliği üzerinde giderek daha
önemli bir rol oynuyor. AraĢtırmacılar uydudan elde ettikleri verileri
kullanarak kentlerin çevresindeki 20 kilometreye kadar yayılan alana baktı
ve buralarda yer alan tarımcılık faaliyetlerinin toplamının 28 Avrupa Birliği
ülkesi büyüklüğünde olduğu sonucuna vardı. Uluslararası bilim insanları
grubu bu sonucun kırsal alanlara yoğunlaĢan tarımcılık araĢtırma ve
geliĢtirme çalıĢmalarını etkilemesi gerektiğini gösteriyor (Koçak, 2014).
Kentsel tarımcılık faaliyetinin diğer tarımcılık sistemleriyle
karĢılaĢtırıldığında ĢaĢırtıcı sonuçlar ortaya çıkmaktadır. Örneğin Güney
Asya‟da pirinç üretiminin yapıldığı toplam arazi, dünyadaki kentsel
alanlarda tarım yapılan alandan daha küçüktür. Büyüyen kentsel tarımcılık
sektörü sürdürülebilir su yönetimiyle ilgili soruları da beraberinde getiriyor.
Aynı Ģekilde, sahra-altı Afrika‟da mısır üretiminin yapıldığı toplam alan
dünyanın diğer bölgelerindeki kentsel üretim alanlarından daha geniĢ
değildir. BirleĢmiĢ Milletler verilerine göre dünya nüfusunun %50‟si artık
kentsel alanlarda yaĢıyor, bu da dünyadaki tarımın değiĢen manzarasını
açıklıyor.
Gana‟da sebze üreticilerinin çoğunun mahsullerini kirlenmiĢ su ile
suladığını, Akra‟da ise ev su atıklarının %10‟unun dolaylı olarak kentsel
tarımda yeniden kullanıldığını biliniyor.
Artık tarım ve kentsel geliĢim politikaları arasındaki uyumu teĢvik
etmenin önemli olduğunu söyleniyor. Ancak bunun geliĢmekte olan
ülkelerin çoğunda olmadığını, çünkü kentsel dağılmanın bu ülkelerde çok
daha hızlı oluĢtuğunu; yasal ve idari altyapının kentsel geliĢim politikalarına
ayak uydurabilecek durumda bulunmadığını vurguluyor.
58
Türkiye‟de 1995-2013 döneminde toplam tarım alanlarının yüzde
11,3 azalarak 26,83 milyon hektardan 23,81 milyon hektara gerilediği
bilinmektedir. GgeçmiĢte hızlı nüfus artıĢının yanı sıra, kırsaldan kente olan
göçler, yerleĢimlerin içinden veya yakınından geçen karayolları, otobanlar
ile otobanlar çevresinde kurulan sanayi, turizm, madencilik, kamu yatırımları
ve yerleĢim alanları, tarım arazilerinin geri dönüĢümü olmayan Ģekilde elden
çıkmasına yol açmaktadır.
Türkiye‟nin, 76,96 milyon hektar karasal alanıyla Avrupa‟da
Rusya‟nın ardından en geniĢ karasal alana sahip ülkesi olmasına karĢın,
birinci ve ikinci sınıf tarım toprağının yetersiz olduğunu, 5,1 milyon hektar
her türlü tarıma ve iĢlemeye elveriĢli birinci sınıf, 6,7 milyon hektar da
iĢlemeli tarıma orta elveriĢli ikinci sınıf tarım toprağı bulunduğunu
bilmekteyiz.
Ülkemizde verimli bazı tarım arazileri tarım dıĢı amaçlarla
kullanılırken, orman ve mera olarak kullanılması gereken 6 milyon hektar
kadar arazide ise iĢlemeli tarım yapılıyor. Tarım alanlarının ĢehirleĢmeye ve
sanayi tesislerine dönüĢtürülmesi tarım alanlarının azalmasındaki en büyük
sebeptir. Çok uzun yıllardır birinci sınıf sulamaya uygun tarım arazilerinin
imara açılarak, sanayi ve yerleĢim yerleri yapıldı. ġehir, ilçe ve beldelerde
tarım arazileri imara açıldı, konutlar yapılmaktadır. Türkiye‟de kentsel
yapılaĢmanın, kaliteli tarım arazileri üzerinde yoğunlaĢması, tarım yapılan
alanların ise daha düĢük nitelikli arazilere doğru kaymasına neden olmuĢtur.
Tarım alanlarının amaç dıĢı kullanımında ilk sırayı sanayi alıyor.
Sanayiyi, konut, turizm, madencilik ve ulaĢtırma amaçlı kullanımlar
izliyor. Sanayi, çoğunlukla verimli araziler üzerinde kurulmuĢtur.
Endüstriyel kuruluĢların çevresindeki ĢehirleĢme, üstün vasıflı tarım
arazilerini niteliklerinin bozulmasına neden olmuĢtur. Hızlı nüfus artıĢının
konut ihtiyacını artırması, mirasla arazilerin çok küçük parçalara
bölünmesine ve atıl hale gelmesine sebep olması, verimli araziler üzerinde
kurulu kentlerde sanayileĢmenin artması üzerine bu kentlere ve verimli kıyı
bölgelerine yönelik yoğun iç göç, verimli tarım arazilerinin geri dönüĢümü
olmayan bir Ģekilde elde çıkmasına sebep olmaktadır. Verimli tarım
alanlarından geçirilen yollar da çevresinde sanayileĢme ve yerleĢim alanları
yarattığı için tarım arazilerini hedef haline getirmektedir. Yine verimli kıyı
ovalarında geliĢen turizm sonucu meydana gelen yapılaĢma tarım
arazilerinin elde çıkmasına neden olmaktadır. Kıyılarda, meyve bahçeleri
kesilmekte, erlerine yazlıklar inĢa edilmektedir.
Alternatif marjinal tarım arazileri mevcutken verimli tarım
arazilerinin tarım dıĢı amaçlarla kullanılması, kuĢkusuz büyük bir
59
savurganlıktır. Kentlerde sanayi, turizm gibi ekonomik faaliyetlerin arazi
kullanım biçimlerini belirlemesi, dolayısıyla tarım dıĢı kullanımının özellikle
Çukurova, Gediz, Menderes, Tarsus ovaları, Ġzmir, Bursa, Antalya, Mersin,
Kocaeli, Sakarya, Düzce, Trakya gibi verimli tarım arazilerinin bulunduğu
yerlerde yoğunlaĢması, konunun ciddiyetini daha da artırmaktadır.
5.SONUÇ
Köyden kente göçlerin beraberinde hem köydeki yaĢam hem de
kente ki yaĢam farklılık göstermektedir. Göç, köylünün kentliden kentlinin
köylüden etkilenme durumu meydana gelmiĢtir. Gıda ihtiyacının büyük bir
kısmının kentlerden karĢılanması trendi gündeme gelmiĢtir. Bu yaklaĢım
bazı ülkeler için geçerli görünse de ülkemiz için çok dezavantajlı
görünmektedir.
Ülkemiz, büyük bir tarımsal potansiyele sahiptir. Ülke tarımsal
topraklarının önemli bir kısmı atıl olarak dururken uygun olmayan kent
koĢullarında tarımın yapılması mantıklı görünmemektedir. Bu nedenle Ģehir
planlarının, ülke tarımının geleceği düĢünülerek yapılması gerekmektedir.
KAYNAKLAR
Anonim,2010.http://www.frmartuklu.org/konu/k%C4%B1rsalyerle%C5%9Fmelerden-kentlere-g%C3%B6%C3%A7%C3%BCnnedenleri-ve-sonu%C3%A7lar%C4%B1-hakk%C4%B1nda-bilgi.175810/
GüreĢçi E.. 2010. Köyden Kente GeçiĢ Olgusu. DoğuĢ Üniversitesi Dergisi,
syf.77-76
Anonim,2015a.
http://www.frmartuklu.org/konu/%C3%9Clkemizdek%C4%B1rdan-kente-g%C3%B6%C3%A7%C3%BCn-en-%C3%B6nemlinedeni-nedir.234462/
Anonim,2015b.
http://www.frmartuklu.org/konu/k%C3%B6yden-kenteg%C3%B6%C3%A7%C3%BCn-sonu%C3%A7lar%C4%B1nelerdir.237662/
DPT,
2008.http://www.kalkinma.gov.tr/Pages/EkonomikSosyalGostergeler.aspx
Kara, E. MSGSÜ Mimarlık Fakültesi ġehir ve Bölge Planlama Bölümü
Lisans Bitirme Tezi, Ġstanbul, 2004
http://akademikperspektif.com/2014/08/11/koyden-kente-gocun-sebeplerive-sonuclari/
https://prezi.com/4wltchuts4pp/kentsel-tarim/
Koçak, A. Kentsel Tarım alanı dünya ölçeğinde 28 Avrupa Birliği ülkesi
büyüklüğünde YeĢil Gazete Çeviri: Mark Kinver‟den 02/12/2014)
60
KÖMÜRLÜ TERMĠK SANTRALLERĠN TARIMSAL
ÜRETĠME ETKĠ ÖNGÖRÜLERĠ
Adem ġükrü TAġKIN
Çukurova Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bitki Koruma Bölümü
ÖZET
Ülkemizde 38 adet aktif, her geçen gün artmakla beraber yaklaĢık 80
adet yeni planlanan kömürlü termik santral vardır. Kömürlü termik
santrallerin kömür kullanım kapasitesi ve su kullanım kapasitesi göz önüne
alınarak uçucu kül ve asit yağmurları ile direk olarak bölge ekosistemini
etkilemektedir. Aktif olarak 38 adet kömürlü termik santrallerin tarımsal
üretimdeki etkileri farklı çalıĢmalarla ortaya konmuĢtur. Planlanan 80‟den
fazla termik santrallerin bu etkileri arttıracağı da kesindir. ÇalıĢmada;
Kömürlü termik santrallerin tarıma etkileri konusunda genel bir yargıya
sahip olmak için spesifik konulardaki farklı bilimsel çalıĢmalar ve raporlar
incelenerek konu bir bütün halinde ele alınmıĢtır. Asit yağmurları ve uçucu
küller ile oluĢan zararlar; YetiĢtirici yani insanda, yetiĢtiricilikte, tarımsal
mekanizasyonda, toprakta, sulama sularında ve bitki korumada kısa vadede
masrafları arttıracak uzun vadede ise geri dönüĢü zor yaralar açacaktır.
Kömürlü termik santrallerin tüm etkileri göz önüne alınarak tarımsal havza
yakınlarında tüm santrallerin acil olarak çözüme ihtiyacı olduğu belirgin bir
Ģekilde görünmektedir. Tarım havzalarındaki santrallere çözüm bulanamaz
ise; geçmiĢte kendi kendine yetebilen Ģimdilerde ise desteklemelerle ayakta
duran ülke tarım ve hayvancılığını büyük sıkıntılar beklemektedir.
Anahtar Kelimeler: Termik Santral, Kömür, Asit Yağmuru, Tarım,
GĠRĠġ
Ülkemizde 38 adet aktif, her geçen gün artmakla beraber yaklaĢık 80
adet yeni planlanan kömürlü termik santral vardır. Santraller kullandığı yakıt
nedeniyle; GeçmiĢte kendi kendine yetebilen Ģimdilerde ise desteklemelerle
ayakta duran ülke tarım ve hayvancılığına büyük sıkıntılar doğurabilirler.
Bilindiği üzere kömür yaması sonucu kükürt ve azot oksitler ortaya
çıkmaktadır. Bu bileĢikler asit yağmurlarının birinci derece sorumlularıdır.
Asit yağmurlarının ise tarımsal üretimde sorunlar çıkardığı bilinmektedir.
Kömürlü termik santraller ile ilgili birçok çalıĢma mevcuttur fakat çalıĢmalar
belirli konularda yapılıp hiç biri genel anlamda kömürlü termik santrallerin
tarımsal etkileri ile ilgili kesin bir bakıĢ açısı kazandıracak kapsamda
61
değildir. Konu hakkındaki birçok veri ve çarpıcı bilgiler çalıĢmada
birleĢtirilmiĢtir. Genel bir bakıĢ açısına sahip olacak düzeydeki kapsamlı
çalıĢmalar değerlendirilerek, kömürlü termik santrallerin tarımsal üretim ve
insan sağlığında oluĢturacağı sorunlar çok net fark edilebilir.
MATERYAL ve YÖNTEM
Mevcut Durum
Toplamda 38 adet termik santral kurulu olan ülkemizde bu
santrallere ek onlarca termik santral planı yapılmaktadır. ĠnĢa edilmesi
planlanan 80‟in üzerinde kömürlü termik santral ile Türkiye, Avrupa çapında
en fazla yeni santral planı olan ülke konumuna gelmiĢtir. Dünya‟da ilk
termik santralin 1882‟de inĢa edildiği BirleĢik Krallık, 2025 yılına kadar tüm
termik santrallerini kapatma kararı almıĢtır. Kömür, BirleĢik Kralık‟ın
elektriğinin yüzde 30‟un karĢılamakta ve bu miktar giderek düĢmektedir.
New York eyaleti de Paris AnlaĢması‟ndan sonra Ocak 2016‟da eyaletteki
tüm kömür santrallerini 2020 yılına kadar kapatacağını açıklamıĢtır.
Planlanan santraller belirli bölgelerde yoğunluk göstermektedir
bunlardan bazıları; Ġskenderun Körfezi çevresinde 20 adet bu bölgede 3 adet
aktif termik santral bulunmaktadır. Çanakkale Boğazı çevresinde 12 adet bu
bölgede 4 adet aktif termik santral bulunmaktadır. Zonguldak Ġli çevresinde
9 adet bu bölgede 4 adet aktif termik santral bulunmaktadır. Yoğunluk
kurulacak santrallerin ithal kömür kullanılacak olması ve limanları
yakınlıktır. Santrallerin yapılıĢ nedeni olarak sunulan enerji açığını kapatma
durumu ile ithal kömür kullanmak zıtlık oluĢturmaktadır.
Su Kullanımı
Termik santrallerde soğutma, temizleme vb. iĢlemler için önemli
miktarda su kullanılmaktadır. Kullanılan bu suyun alıcı ortama deĢarjı
sonucu ortamdaki sıcaklık dengesi bozulmaktadır. Sıcaklık canlılar için
hayati önem taĢıyan bir kavramdır ve sıcaklık değiĢimlerinin canlı
faaliyetleri üzerinde kısıtlayıcı hatta öldürücü etkisi vardır. TÜĠK‟e göre
(2010) termik santrallerin soğutma suyu ihtiyacı 4,2 milyar m3 olmuĢtur.
Ayrıca kömürlü termik santraller uçucu küllerin hâkim rüzgâr ile taĢınması
sonucunda yakınlarındaki su havzalarına da etki ederler. Uçucu küllerde
bulunan Fe, Zn, Cu, Pb vb. ağır metaller yağmur sularıyla yıkanma gibi
durumlarla yer altı suyuna ve içme suyu kaynaklarına ulaĢabilmektedir.
Uçucu küller kapalı göllere veya içme suyu havzalarına ulaĢması halinde bu
sularda önce bulanıklaĢma artacak ve su altı bitkilerde fotosentez azalacaktır
ayrıca suyun mineral dengesi ve pH değiĢeceği için buradaki canlılık hem
balıklar hem de su altı bitkiler için sorunlar oluĢturmaktadır.
62
Çiftçi Sağlığı
Kömürlü termik santrallerin oluĢturduğu hava kirliği nedeniyle çiftçi
yani insan sağlığı üzerine de etkileri mevcuttur. Uluslararası Kanser
AraĢtırmaları Ajansı 2013 yılında hava kirliliğini 1. grup kanser risk etkeni
olarak sınıflandırmıĢtır ve bu hastalığın çevresel nedenleri arasında ilk sırada
geldiği konusunu da uyarıda bulunmuĢtur. Türkiye‟de tüm ölümlerin %20,7‟
sinden sorumlu kanser, bu oranla ölüm neden sırlamasında ikinci
konumdayken; solunum sistemi kanserleri ise tüm kanser tipleri içinde en
yüksek sayıda ölüme neden olmaktadır(Ödenmeyen Sağlık Faturası, HEAL
– 2015). Sadece 2010‟da, çalıĢmakta olan 19 tane kömürlü termik santralden
kaynaklanan hava kirliliği 7900 erken ölüme yol açmıĢtır. Santrallerden
kaynaklı hava kirliliğine maruz kalan insanların ömrü yaklaĢık 10 yıl
kısaldığından, toplamda yaklaĢık 79 bin yaĢam yıl çalınmıĢ olmuĢtur. 2010
yılında Türkiye‟de kömürden kaynaklı ölümlerin, trafik kazalarında yaĢanan
can kayıplarının neredeyse iki katı olduğunu gösteriyor.(Sessiz Katil,
GREENPEACE-2014).
Uçucu Küller
Kömürlü termik santrallerde öğütülmüĢ kömürün yüksek
sıcaklıklarda yakılması sonucu baca gazlarıyla sürüklenen çok ince
parçacıklara "uçucu kül" denmektedir. Bu küller ve filtrelerde biriken
tozların oluĢturduğu yığınlar, termik santralların yarattığı en önemli
sorunlardan biridir. Eğer herhangi bir filtre kullanılmazsa 100 MW gücünde
kömürle çalıĢan bir termik santralin yılda 5,660 ton kül açığa çıkarır. Toz ve
kül tutmaya yarayan elektrostatik filtreler % 95 - 99 oranında iĢe yarasa da,
bir termik santralin en sık arızalanan üniteleri elektrostatik filtreler
olduğundan ve arıza süresince üretimin durdurulup durdurulmayacağı
belirsiz olduğundan bu ünitelerin iĢlevselliği kuĢkuludur. Elektrostatik
filtreler sadece SO2 ve PM‟nin yarattığı kirliliği önlemeye yöneliktir ve
kömürle çalıĢan termik santralların diğer atıklarını (NOx, CO, O3gibi) filtre
etmez. Türkiye deki termik santralde 2010 yılında 18,75 milyon ton atık
oluĢturmuĢtur. Atık içindeki en büyük pay,% 98,7 ile zehirli mineral
atıklardır. TÜĠK‟in resmi rakamlarına göre termik santrallerde oluĢan atığın
ancak %65 kadarı kül barajlarında depolanırken geri kalanı rüzgâr ile
uçuĢarak toprağa, suya ve gıda zinciri ile birlikte insan sağlığına zarar verir.
Kütahya Seyit Ömer termik santralinden elde edilen uçucu külleri üzerine
yapılan çalıĢmada; DüĢük dozlarda yapılan uçucu kül uygulaması bitkilerin
geliĢimlerini önemli derecede artırmıĢ, uygulama dozlarının artmasıyla kuru
ağırlık değerleri düĢmüĢtür. Baca külü uygulamasıyla bitkilerin K, Fe, Cu,
Zn ve Mn içerikleri artmıĢtır(Erdal ve diğerleri 2012). Yatağan Termik
Santralin çevresinde yapılan araĢtırmada uçucu külün dezavantajı, yeraltı
63
suyu kirlenmesi, bitkilerin ağır metal alımlarında artıĢ ve radyoaktif bulaĢma
gösterilmiĢtir(Tuna ve Girgin 2005).Uçucu küllerdeki toz halindeki katı
maddeler çökerek bitki stomalarını tıkar ve fotosentezi engeller. Uçucu
külün kimyasal özellikleri toprakta elementel dengesizlik, toprağın sıkıĢması
ve betonlaĢmaya yol açar. Toprakta sıkıĢma ve çimentolaĢma nedeni ile
suyun süzülüĢ hızını ve kök büyümesini yavaĢlar.
Asit Yağmurları
Kömürlü termik santrallerin kömür kullanımı nedeniyle doğuracağı
en temel ve doğrudan sorun asit yağmurlarıdır. Kömürün yanması sonucu
oluĢan kirletici maddeler bacalardan çıktıktan sonra iki ile yedi gün havada
asılı kalabildikleri gibi reaksiyonlara girebilir ve rüzgârlarla yüzlerce
kilometre uzağa taĢınabilirler. ÇeĢitli yanma olayları sonucu havaya karıĢan
SO2, SO3, NOX gibi gazlar atmosferdeki su molekülleri ile birleĢerek
sülfürüz asit, sülfürik asit ve nitrik asit gibi asitleri oluĢtururlar. Bu asitleri
içeren ve yeryüzüne inen yağıĢlara asit yağmurları denir. Asit yağmurları,
toprağın kimyasal ve biyolojik özelliklerini etkilemektedir. Atmosferde
biriken kükürt ve azot bileĢikleri yağıĢlarla toprağa geçerek toprak pH sının
düĢmesine neden olmaktadırlar. Asit yağmurları baĢta pH olmak üzere su
özelliklerini de etkilemektedir. Yerüstü ve yer altı sularında pH‟nın düĢmesi
suların kullanım değerlerini, dolayısıyla sulardaki hayatı olumsuz yönde
etkilemektedir. Asit yağmurları, toprakta ağır metallerin konsantrasyonunu
arttırır. Artan ağır metal konsantrasyonu bitkilere toksitite etkisi yapar. Ağır
metal toksititesi, bitkiler için kurak mevsimlerde daha etkilidir. Çünkü kurak
mevsimlerde suyun buharlaĢmasına bağlı olarak toprakta ağır metal
konsantrasyonu artmaktadır. Asit yağmurlarının bitkiler üzerine etkisi, ağır
metallerin toksitite etkisi, toprakta besin elementleri dengesizliğine bağlı
beslenme bozuklukları bitki yapraklarında asit yağmurlara bağlı yanmalar ve
birikimler
Ģeklinde
görülmektedir.
Asit
yağmurları yaprakların
stomalarından girerek yaprağın su dengesini sağlayan stoplazmanın
asitleĢmesine neden olurlar. Ispanak gibi yaprağı yenilen sebzelerde SO2,
yaprak yüzeyini plastik bir örtü halinde kapatır ve fotosentez faaliyetini
engeller. Bunun sonucunda su kaybeden yaprak kısa sürede ölür. Ayrıca
zamanla zayıflayan ve yaprak kaybeden ağacın üst kısımları seyrekleĢerek
rüzgâr perdesi görevini yapamaz ve ağaç rüzgârdan devrilebilir. Böylece
ağaçların yeĢil sürgünleri geliĢmeyip kurumakta, yaprakları dökülmekte,
çiçek ve meyve vermemektedir. Asit yağmurları, toprağın kimyasal ve
biyolojik özelliklerini etkilemektedir. Atmosferde biriken kükürt ve azot
bileĢikleri yağıĢlarla toprağa geçerek toprak pH sının düĢmesine neden
olmaktadırlar. DüĢük toprak pH‟sında Ca, Mg ve K gibi elementler
yıkanarak topraktan uzaklaĢmaktadır. Toprak pH‟sı düĢtükçe topraktaki ağır
metallerin (Fe, Mn, Zn, Cu, Al vs.) çözünürlükleri ve dolayısıyla toprak
64
çözeltisindeki Al, Fe ve Mn konsantrasyonu hızla artmaktadır. Bu unsurlar,
toprağın verimliliğinin azalmasına dolayısıyla tarımsal üretimin düĢmesine
sebep olmaktadır(Kant ve Kızıloğlu 2002).
Genel Zararlar
Kömürlü termik santrallerin zararları üzerine yapılan çalıĢmalarda
Yatağan‟da kuruyan orman, sebze ve meyve bahçelerinin bozulması;
Soma'da suların zehirlenmesi toprağın enerji sanayi tarafından
kirletilmesinin en çarpıcı örnekleridir. Soma termik santralinin dört ünitesi,
78 km uzaktaki bitki türlerini öldürmüĢtür. Yatağan termik santralinin
olumsuz etkilerinin 37 km. çapında bir alana yayıldığı 1986 yılındaki
çalıĢmalarla tespit edilmiĢtir. Karbondioksit, kükürt ve azot bileĢikleri içeren
gazlar atmosfere yayılmakta ve yağıĢlarla tekrar toprağa dönmektedir. Bu ise
toprağı zehirlemekte ve verimsizleĢtirmektedir. Sanayi atıkları ile akarsulara
karıĢan organik ve inorganik maddelerle ağır metaller sulamayla birlikte
toprağa geçmektedir. Bu elementler toprağın fiziksel ve kimyasal yapısını
bozmakta bitkiler ve diğer canlılar yoluyla insan sağlığına zarar
vermektedir.(Ceritli 1997)
AfĢin Elbistan Termik Santrali çevresi hafriyat dökülmüĢ alanlarda
toprak erozyonunu önlemek amacıyla çoğunluğu çam ve yalancı akasyanın
oluĢturduğu 907 hektarlık alandaki fidanlarda kurumalar üzerine yapılan
çalıĢmada; Toprak, kül-cüruf karıĢımından oluĢmakla, bu karıĢımın da
yüksek miktarda Ni, Zn, Pb vs. gibi elementler kaydedilmiĢtir. Ayrıca
kontrol arazilerle kıyaslandığında toprak sıcaklığının 1,5-1,7 ºC yüksek,
nemliliğin ise % 5-7 oranında düĢük olduğu gözlenmiĢtir. Santral
bacalarından çıkan emisyonların bileĢiminde CO2, NO ve SO2 içeren zehirli
tozların bitki yapraklarında yanıklara neden olduğu, böyle yaprakların
kuruyarak döküldüğü ve sonuçta ağaçların kuruduğu gözlenmiĢtir(Özcan ve
diğerleri 2014).
SONUÇ ve TARTIġMA
Aktif durumdaki 38 kömürlü termik santrallerin asit yağmurları ve
uçucu küller nedeniyle tarımsal üretimde oluĢturdukları zararları yapılan
çalıĢmalar ile sabitlenmiĢtir. Genel zararlar; toprakta fiziksel ve kimyasal
değiĢimler, toprakta betonlaĢma, tohum çimlenme gücü ve hızı, kök
büyümesi, yetiĢtirilen bitkilerin zayıflayarak hastalık ve zararlılara karĢı
dayanıksız hale gelmesi, topraktaki betonlaĢma nedeniyle toprak iĢlemenin
zorlaĢması, sulama sularındaki fiziksel ve kimyasal değiĢikler, bitkilerde ağır
metal birikimleri, bazı türlerin kaybolması ve besin zinciri ile ağır metallerin
aktarılması Ģeklinde sıralanabilir. Yaprakları yenen veya çiçekçilik gibi
65
görünümün önemli olduğu üretimlerde direkt olarak satıĢı etkileyecek asit
yağmuru kaynaklı lekelenmeler oluĢturmaktadır. Toprakta, havada ve
sularda yaĢayan mikroorganizma faaliyetleri ve bu mikroorganizma türlerine
oluĢturacağı zararlarda göz ardı edilmemelidir. Planlanan 80‟i aĢkın kömürlü
termik santraller ise bu etkileri daha fazla arttıracaktır. Planlanan santrallerin
tarım havzalarına yakınlığı da konuyu daha da ciddileĢtirip tarım
politikalarını etkileyecek düzeydedir. Santrallerin kurulum aĢamasındaki
çevresel etki değerlendirme raporları hazırlanırken bölge tarımı göz önüne
alınmadan yapılmaktadır. Bu raporların Ziraat Mühendisi bilgisine
sunulmadığını ve bu konuda herhangi bir dünya standart yönetmeliğimiz
olmaması durumun kamusal sorunlarındandır. Tarım havzalarına yapılacak
santraller için Ziraat Mühendisi onayı alınması hem ülke tarıma katkı
sunacak hem de bu iĢ alanı Ziraat Mühendisleri için istihdam oluĢturacaktır.
Tarım havzalarındaki santrallere çözüm bulanamaz ise; geçmiĢte kendi
kendine yetebilen Ģimdilerde ise desteklemelerle ayakta duran ülke tarım ve
hayvancılığını büyük sıkıntılar beklemektedir.
KAYNAKLAR
Ceritli, Ġ., (1997). Türkiye‟nin Toprak Sorunu. Ekoloji. Sayı: 22
Enerji Atlası(2016). Kömür ve Linyit Santralleri.
http://www.enerjiatlasi.com/komur/ (EriĢim tarihi:26.03.2016)
Erdal, Ġ., ve ark. (2012). Kireçli Bir Toprakta YetiĢtirilen Nohut ve Buğdayın
GeliĢimi ve Mineral Beslenmesi Üzerine Termik Santral Uçucu Külünün
Etkisi. Süleyman Demirel Üniversitesi Ziraat Fakültesi Dergisi 7 (2):65-72,
2012 ISSN 1304-9984, AraĢtırma Makalesi
Greenpeace (2014). Sessiz Katil http://www.greenpeace.org/turkey/Global/turkey/image/2014/05/Sessiz%20
Katil%20Raporu.pdf (EriĢim tarihi:26.03.2016)
HEAL(2016). Ġskenderun Körfezi‟nde Kömürden Elektrik Üretimi ve
Sağlık.http://envhealth.org/IMG/pdf/heal_tr_iskenderunkorfezi_iletisimkiti_
sub2016_final.pdf (EriĢim tarihi:26.03.2016)
HEAL(2015).
Ödenmeyen
Sağlık
Faturası
http://envhealth.org/IMG/pdf/03072015_heal_odenmeyensaglikfaturasi_tr_2015_final
.pdf (EriĢim tarihi:26.03.2016)
HEAL(2015). Türkiye'de Hava Kirliliği ve Sağlık. http://envhealth.org/IMG/pdf/150220_factsheet_air_and_health_turkey_tr_final.pdf
(EriĢim tarihi:26.03.2016)
66
Kant, C., Kızıloğlı. T.,(2003) Asit Yağmurlarının Canlılar Üzerine Etkileri.
Atatürk Üniv. Ziraat Fak. Derg.34 (2), 217-221,
Kara Atlas(2016). Kara Atlas Harita. http://www.karaatlas.org/harita
(EriĢim tarihi:26.03.2016)
Özcan, Ġ., ve ark.,(2014) AfĢin-Elbistan Termik Santrali Çevresi Hafriyat
Döküm Alanlarında Dikili Fidanların Kuruma Nedenleri Üzerine AraĢtırma.
NevĢehir Bilim ve Teknoloji Dergisi Cilt 3(1) 8-16
Tuna, A.L., ve Girgin. A.R.,(2005). Mısırda (Zea mays L.) GeliĢme, Mineral
Beslenme ve Ağır Metal Ġçeriği Üzerine Termik Santral Uçucu Küllerinin
Etkisi. Ekoloji 14, 57: 7-15 No: 57, 2005
Yeryüzü Derneği(2016) Kömürün BaĢının Dertte Olduğu Gösteren 7
Küresel GeliĢme.
http://www.yeryuzudernegi.org/haberdetay.php?id=254
(EriĢim tarihi:26.03.2016)
67
68
PESTĠSĠTLERĠN ĠNSAN VE ÇEVRE ÜZERĠNE ETKĠLERĠ
Mert SAVCI
Çukurova Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bitki Koruma Bölümü
ÖZET
Ġnsan yaĢamını kolaylaĢtırmak için üretilen birçok kimyasal, üretim
aĢamasından tüketim aĢamasına kadar, insan sağlığı ve çevre açısından bir
tehdit oluĢturmaktadır. Dünyadaki kimyasal sanayi üreticileri para kazanma
içgüdüsüyle ve çoğunlukla insan sağlığı ve çevreye olan etkilerini ciddi
boyutlarda araĢtırmadan her yıl binlerce kimyasal bileĢiği üretip piyasaya
sürmektedir. Ġnsan yararına kullanılmakta olan kimyasallar ve özellikle
tarımsal üretimde kullanılan pestisitler; kontrolsüz, bilinçsiz ve gereksiz yere
kullanılmaları sonucunda bireyin yaĢamını ve yaĢadığı çevreyi çok ciddi
anlamda tehdit eder konuma gelmiĢtir. Mevcut sorun, sadece ülkemizin bir
sorunu olmayıp, küresel bir problem olarak karĢımıza çıkmaktadır.
Kimyasallar insanlarda doğrudan veya dolaylı olarak, akut ve kronik
zehirlenmelere yol açabilir. Tarımda kullanılan pestisitler, ayrıca
kalıntılarıyla soframıza kadar sebze ve meyve olarak gelmekte, dolayısı ile
kanser, karaciğer ve böbrek yetmezliği, genetik bozukluklar, üreme
bozuklukları gibi pek çok hastalığa neden olabilmektedir. Bir zamanlar
DDT‟nin anne sütünden bebeğe geçtiğini de unutmamak gerekir. Tarımsal
alanlara, orman veya bahçelere uygulanan pestisitler havaya, su ve toprağa,
oradan da bu ortamlarda yaĢayan diğer canlılara geçmekte ve ölmelerine
sebep olmaktadır.
Bu derleme, kimyasalların ve özellikle tarımsal alanlarda kullanılan
pestisitlerin insan ve çevre sağlığına olan olumsuz etkilerini içermektedir.
Anahtar Kelimeler: Kimyasallar, pestistler, insan ve çevre sağlığı
1.GĠRĠġ
Tarımsal üretimde ürünlerin verim, kalite ve kantitesini koruyup
arttırmak için modern tarım teknikleri ve girdilerin kullanılması
gerekmektedir. Pestisitler de bu girdilerden biridir. Tarımsal ürünü hastalık,
zararlı ve yabancı otların zararından koruyabilmek, kaliteli üretimi güvence
altına alabilmek için kullanılan bir tarımsal mücadele Ģekli olup, 1940‟lı
69
yıllardan beri üretimi arttıran en önemli bileĢendir. Pestisitler, bazı
durumlarda girdi maliyetlerinin yarısını bile geçebilmektedir. Kısa sürede
etki göstermesi ve kullanımının kolay olması nedeniyle, pestisit kullanımı en
çok tercih edilen mücadele Ģeklidir.
Hastalık, zararlı ve yabancı otlara karĢı mücadele yöntemleri arasında,
% 95‟in üzerinde bir paya sahip olan kimyasal mücadele günümüzde de
geçerliliğini korumaktadır. Pestisitlerin kullanılmadığı durumlarda ürünlerde
%60 lara ve hatta %100 lere varan oranlarda kalite ve verim düĢüklüğü
olduğu bilinmektedir(Turabi ve ark., 2007). Bu nedenle, ürün kaybına sebep
olan zararlı organizmaları kontrol etmek amacıyla tüm dünya ülkelerinde
olduğu gibi, ülkemizde de bitki koruma ürünlerinin kullanılması
kaçınılmazdır.
Bugün dünyada pestisitlerin üretimini yapan birçok firma vardır. Bu
firmaların çoğu patent koruması kalkmıĢ olan maddeleri üretmektedir. Çok
azı yeni sentez çalıĢmaları yapmakta olup, aktif maddeler geliĢtirmek için
binlerce sentez yapıp piyasaya sürmektedir.
Pestisitler doğrudan hedefe etki etmedikleri, çevreye yayıldıkları,
doğada kalıntı oluĢturdukları ve yok olmadıkları için hedef organizma
dıĢındaki organizmalar üzerinde de etkili olabiliyor. Yapılan araĢtırmalara
göre pestisitlerin sadece % 0.015-% 6.0‟ sı hedef alınan canlı üzerine
ulaĢmakta ve yeterli etki alınmakta, geri kalan % 94-99.9‟luk kısım ise hedef
olmayan organizmalara ve toprağa ulaĢmakta ya da çevredeki doğal
ekosistemlere sürüklenme ve akıntı nedeniyle kimyasal kirleticiler olarak
bilinmektedir.
Tarımsal ilaçların kullanımı bir taraftan tarımsal üretimi artırırken
diğer taraftan bilinçsiz ve hatalı kullanım sonucu doğrudan ya da dolaylı
yollardan insan ve çevre sağlığı problemlerini de beraberinde getirirler.
Pestisitler tavsiye edilen dozların üzerinde kullanıldıklarında, gereğinden
fazla sayıda ilaçlama yapıldığında, gerekmediği halde birden fazla ilaç
karıĢtırılarak kullanıldığında veya son ilaçlama ile hasat dönemi arasında
bırakılması gereken süreye riayet edilmediği durumlarda zararlı olurlar.
Ġnsanlarda akut(Âni; baĢ dönmesi, mide bulantısı, nefes darlığı) veya
kronik(uzun süreli; vücut yağlarında birikerek, kanser, beyin ve sinir
hastalıkları, deri ve cilt rahatsızlıkları) etkilere neden olabilirler. Hatta
ölmelerine sebep de olabilirler. Diğer canlılara da etkisi bu Ģekildedir.
Havada sürüklenip baĢka alanlara taĢınabilir, sıcaklıkla buharlaĢıp atmosfere
yayılabilir, hava kirliliğine neden olabilir, taban suyuna karıĢıp deniz, göl,
ırmaklara dökülebilir, toprakta yaĢayan mikroorganizların ölmesine dolayısı
ile toprağın da verimsizleĢmesine sebep olabilirler. Pestisit kullanmanın
70
tartıĢılmaz faydalarına rağmen, özellikle gıdalar vasıtasıyla insan vücudunda
akümüle olması ve çevre kirliliği üzerine olumsuz etkisi bu bileĢiklerin
zararları konusunda insanoğlunu gün geçtikçe daha fazla endiĢeye
götürmektedir.
2. PESTĠSĠT NEDĠR?
Pestisit, “pest” zararlı “cid” öldürücü yani zararlı öldüren madde
anlamına gelmektedir. Dolayısıyla sadece sentetik kimyasallar değil bazı
bitkisel kökenli hatta mikroorganizma kökenli preparatlar dâhil pek çok
madde tarımda zararlı organizmaları öldürmek veya zararlarını engellenmek
amacıyla pestisit adı altında ruhsatlandırılmakta ve kullanılmaktadır. Pestisit,
herhangi bir istenmeyen canlının (pest) yayılmasını engelleyen, uzaklaĢtıran
ya da ondan koruyan her türlü bileĢik ya da bileĢiklerin karıĢımıdır.
2.1 Pestisitlerin Sınıflandırılması
Pestisitler pek çok Ģekilde sınıflandırılırlar, en çok kullanılan
sınıflandırma Ģekilleri ise kullanıldıkları zararlı gruplarına göre yapılan
sınıflandırmadır.
3. DÜNYADA VE TÜRKĠYEDE PESTĠSĠT KULLANIMI
3.1 Dünya’da Pestisit Kullanımı
Dünyada tarım ilacı üretimi 3 milyon ton, yıllık satıĢ tutarı ise 25-30
milyar $ arasında değiĢmektedir. Dünya pestisit pazarında tonaj olarak her
yıl % 1 civarında bir büyüme beklenmektedir. GeliĢmiĢ ülkelerde pestisit
kullanımı çok fazladır(Tiryaki ve ark., 2010).
71
%2 Afrika
%12
Japonya
%13 Latin
Amerika
%30 Kuzey
Amerika
%16 Asya
%2 Doğu
Avrupa
%25 Batı
Avrupa
ġekil 2. Dünya Ülkeleri‟nin Pestisit Kullanım Oranları
Herbisitler tarım ilaçları içinde % 47'lik bir payla birinci sırayı
almaktadır. Bunu % 29 ile insektisitler izlemekte, fungisitlerin ise % 19'luk
bir payı bulunmaktadır. Herbisitler ve insektisitler, kullanımın % 70'den
fazla bir bölümünü kapsamaktadır. Diğer pestisit grupları ise % 5'lik bir paya
sahiptir.
5%
19%
(%47) Herbisitler
(%29)Ġnsektisitler
47%
(%19)Fungusitler
(% 5 )Diğer
29%
ġekil 3. Dünya‟da Pestisit Kullanımı
3.2 Türkiye’de Pestisit Kullanımı
Türkiye‟de tarım ilacı tüketimi ortalama 33.000 tondur. Bu miktarın
% 47‟sini insektisitler, % 24‟ünü herbisitler, % 16‟sını fungisitler, % 13‟
ünü de diğer gruplar oluĢturmaktadır. Bu pestisitlerin yıllık satıĢ tutarı da
72
yaklaĢık 230-250 milyon dolardır. Türkiye‟de 2014 yılı sonu itibariyle 5239
adet ruhsatlı bitki koruma ürünü bulunmaktadır. Ülkemizde ruhsatlı etkili
madde sayısı ise 902 adettir(GTHB, 2015)
Ülkemizde tarım ilacı kullanımı daha çok polikültür tarımın yapıldığı
Akdeniz ve Ege bölgelerinde yoğunlaĢmaktadır. Özellikle Adana, Mersin,
Antalya illerinde yıllık pestisit kullanım miktarı, ülkenin %40 ına
ulaĢmaktadır. Ege bölgesinde ise Ġzmir en fazla kullanım ile bölgede birinci
sırada yer almaktadır. Pestisit kullanımına ürün bazında bakıldığına %40
Pamuk ve hububat, %27 turunçgil ve üzümünde yer aldığı meyvelerde, %16
oranında sebzeler gelmektedir(Dağ, S., et. al., 2000).
13%
(%47)Ġnsektisitler
16%
47%
(%24)Herbisitler
(%16)Fungusitler
(%13)Diğer
24%
ġekil 4. Türkiye'de Pestisit Kullanımı
4. PESTĠSĠTLERĠN ĠNSAN VE ÇEVRE ÜZERĠNE ETKĠLERĠ
4.1 Pestisitlerin Ġnsan Üzerine Etkileri
Dünya sağlık örgütünün (WHO) 1995 yılında yayınlanan raporuna
göre, her yıl dünyada kabaca 1 milyon insan pestisit sebebiyle
zehirlenmekte, 20.000 kadarı da ölmektedir(Tok, 1997) Pestisitlerle
insanların teması, ilaç üretimi, taĢıma, depolama, kullanma ve ilaç kalıntısı
içeren ürünlerin tüketimi sırasında olmaktadır. Bu etkileĢim sonunda insan
vücuduna girmeleri ise ağız, deri ve solunum yoluyla olmaktadır.
Pestisitlerin yanı sıra, parçalanma ürünleri olan metabolitleri de insanlara
zehir etkili olabilmektedir. Bu maddelerin bir kısmı birikime uğradığı, bir
kısmı da birikmediği halde sinir hücrelerinde tahribat yaptığı için tehlikeli
73
sonuçlar doğurabilmektedir(Zeren ve ark,. 1989) Pestisitlerin çoğu
kanserojenik, mutajenik, alerjik, irritasyon bir baĢka deyiĢle tahriĢ edici
etkiler gösterebilir.(Kaygısız, 2003)
DDT Nedir?
Ġlk defa 1847'de Alman kimyageri Othmar Zeidler tarafından bulunan
DDT‟ nin, kimyadaki adı dicloro–diphenyl-trichloroethane‟ dır. Suda
eriyen, toz haline gelebilen, renksiz ve kokusuz bir maddedir. Üstün nitelikle
bir böcek öldürücü (insektisit) olduğu 1939‟da Ġsviçreli Paul Müller
tarafından belirlenmiĢ ve kendisine 1948‟de Nobel Tıp Bilim Ödülü
kazandırmıĢtır. II. Dünya SavaĢı‟nın sonrasında sivrisinek, sıtma, bit, pire ve
birçok böcek kökenli hastalığın tedavisinde kullanılmıĢtır. Uzun yıllar
tarımsal savaĢımda kullanılan DDT‟nin böceklere etkisi değme
ve mide yoluyladır. Tesiri yavaĢ yavaĢ fakat kesindir. 75 kg‟lık bir insanı
37 gram veya yağda erimiĢ olarak 15 gram DDT öldürmeye yeter(Sessiz
Bahar, Recheal Carson). DDT, kullandıktan sonra bozulmayıp çevrede,
toprakta ve hatta hayvanların bünyesinde birikir. Birçok ülkede yapılan
araĢtırmalarda insanların vücut yağında da (gıdalardan alınan) sanılandan
çok fazla DDT kalıntısının bulunduğu görülmüĢtür. Ayrıca anne sütünden
bebeğe geçtiği bile bilinmektedir. Balıklar ve kuĢlar için çok öldürücü
olduğu anlaĢıldı. KuĢların yumurtalarının kabuklarını zayıflattığı ve
üremelerini sonuçsuz bıraktığı için az kalan birçok türün soyunun
tükenmesine yol açacaktı. 1970'li yıllarda ABD ve Avrupa'da yasaklandı.
DDT'nin zararlı olduğu Rachel Carson tarafından bulunmuĢtur. DDT
kullanıldığı zamanlar canlıların (insanlar, hayvanlar, bitkiler ve diğer
canlılar) büyük bir bölümü hasar görmüĢtür. DDT çok etkileyici bir ilaçtır ve
bütün canlıları öldürebilecek bir etkisi vardır. Bu yüzden kullanımdan
kalkmıĢtır. Ayrıca Türkiye'de de yasaklanmıĢtır.(Recheal Carson, Sessiz
Bahar)
4.2 Pestisitlerin Çevre Üzerine Etkileri
Arılara Etkisi
Gerek ülkemizde ve gerekse dünyada bal arıları pestisitlerden
etkilenen en önemli böcek türlerini oluĢturmakta, her yıl binlerce kovan
zarara uğramaktadır. Arı olmazsa tarım da olmaz. Arılara değme yoluyla,
küçük zerrelerin oluĢturduğu sis tabakalarıyla ve vücutlarında birikerek
kalıntı yoluyla ölmelerine sebep olmaktadır.
74
Toprak Solucanlarına Etkisi
Toprak faunasını oluĢturan organizmalardan biri olan toprak
solucanları toprağın fiziksel özelliklerini düzeltir, toprakta organik madde
ayrıĢmasına ve humus oluĢmasına hizmet eder, toprağı havalandırır. Toprak
solucanlarının ilaç uygulamalarına maruz kalması esas olarak toprak
gözeneklerinde bulunan ilaçla bulaĢık su vasıtasıyla olmaktadır. Pestisitlerin
baĢka olumsuz etkisi olarak toprak solucanlarının vucütlarında birikerek
ölmelerine, ardıç kuĢlarının daha çok zehirli toprak solucanı tüketerek
zehirlenmesine ve doğal beslenme zincirine etkisi olabilmesi tahmin
edilmektedir.
KuĢlar Ve Yaban Hayvanlarına Olan Etkileri
KuĢ ve yaban hayvanları üzerinde biriken pestisit kalıntıları, kalıntı
miktarın bağlı olarak öldürücü olabileceği gibi üreme organları ve diğer
organlara zarar verebilmekte ve organların fonksiyonunu veya üreme
potansiyelini azaltmaktadır. Birçok pestisitin kuĢlarda kanser, erkek
hayvanların diĢileĢmesi, gagalarının deforme olması ve tiroit bezlerinin
büyümesi gibi olumsuz etkilerinin görülmesinden dolayı günümüzde
pestisitler endokrin sistem bozucu olarak da tanımlanmaktadırlar(Yücel Ü.,
2004).
Doğal DüĢmanlara Olan Etkisi
Bir ekosisteme pestisit uygulandığında, pestisit sadece zararlıları değil,
ekosistemdeki zararlıların popülasyonlarını kısmen baskı altında tutan
faydalıları doğrudan ve dolaylı etkileyebilmektedir. Böylece doğal denge
bozulmakta, tür çeĢitliliği azalmakta ve daha önceden problem olmayan yeni
bazı zararlılar ortaya çıkabilmektedir. Bu durumda yeni zararlılara karĢı ek
ilaçlamalar yapma zorunluluğu ortaya çıkmaktadır.
Pestisitlerin Havaya, Suya ve Toprağa Etkileri
Toprağa karıĢan pestisitler, yağmur suları veya sulama sularıyla,
toprak içinde aĢağı doğru taĢınarak taban suyu veya diğer su kaynaklarına
karıĢabilirler. Yapılan araĢtırmalarda ülkemizdeki yer altı sularında pestisit
kalıntılarına rastlanılmıĢtır(Turgut ve ark,. 2009). Ayrıca toprak içerisine
geçen pestisitler, kapiller su aracılığı ile tekrar toprak yüzeyine taĢınabilir,
buradan da buharlaĢarak atmosfere karıĢabilmektedir. BuharlaĢmanın çok
olduğu yerlerde pestisitlerin %70 inin buharlaĢtığı, sonucunda hava kirliliği
ve yağıĢlarla gelen kirliliğin sebebi olduğu bilinmektedir(Turgut ve ark.,
2007)
Topraktaki
mikroorganizmaları
yok
ederek
toprağın
verimsizleĢmesine sebep olabilirler(Barlas, 2007). Yapılan araĢtırmalarda
75
bazı
herbisitlerin
toprağı
kullanılmaz
kanıtlanmıĢtır.(KıĢlalıoğlu ve ark., 1985)
hale
getirdiği
5. SONUÇ
Her yıl pestisit firmaları binlerce kimyasal maddeyi piyasaya
sürmektedir. Bunların çoğunluğu üretilirken ve ruhsatlandırılırken
toksikolojik ve çevresel risk kontrollerine dikkat edilmemekte ve çevreye
etki kontrolleri maliyetli olduğundan çok az yapılmaktadır. Herhangi bir
hasta olan bir insan reçete almadan eczaneden ilaç alamadığını düĢünürsek,
zirai ilaç bayilerinden herhangi bir ilacı kolayca alabilmekteyiz. Çoğu insan
pestisitlerin etkilerini hâlen bilmemektedir. Pestisitleri normal bir deterjan
gibi görüp kullanmaktadır. Bilindiği üzere geliĢmiĢ ülkelerin pestisit
kullanımları, geliĢmemiĢ ve geliĢmekte olan ülkelere nazaran kat kat daha
fazladır. Ancak pestisit etkileri geliĢmemiĢ ve geliĢmekte olan ülkerde daha
çoktur. Demek ki bazı ülkelerde pestisitlerin kullanım sırasında ve daha
sonrasında çıkan problemleri aĢılamamıĢ durumdadır. Ne yazıktır ki
ülkemizde Ģimdilik bu tip ülkeler arasında yer almakta. Pestisitlerin etkileri
tahmin edilemeyecek kadar çoktur. Bazı Ģeyleri yasalar koyarak kontrol
altına almak o kadar da kolay değildir. Yasal düzenlemelere eğitimin de
eklenmesi gerekmektedir. Üzerinde yaĢadığımız Dünya‟yı insan ve çevre
açısından düĢürsek doğanın dengesini altüst etmek ve insan dıĢındaki
canlıların doğru ve dolaylı olarak yok edilmesi, besin zincirinin yok
olmasına sebep olabilir. Bu da besin zincirinin belki de en üst noktasındaki
insanoğlunun sonunu getirebilir. Kimyasalları doğru zamanda, doğru dozda,
bilinçli kullanmak ve çevreye verdiği zararı kontrol altında tutmak
gereklidir. Bilindiği üzere Kimyasallar masum değildir…
KAYNAKÇA
1. Turabi, M.S., Bitki Koruma Ürünlerinin Ruhsatlandırılması. Tarım Ġlaçları
Kongre
ve Sergisi, TMMOB Zir. Müh Odası ve TMMOB Kimya Müh Odası,
Bildiriler Kitabı, s:50-61, 25-26 Ekim 2007.
2. Tiryaki ve ark., 2010 Erciyes Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü Dergisi
26(2): 154-169 (2010).
3. Dağ, S., et. al., Türkiye' de Tarım Ġlaçları Endüstrisi ve Geleceği, V.
Türkiye Ziraat Mühendisliği Teknik Kongresi Bildirileri 2. Cilt, TMMOB
Ziraat Mühendisleri Odası, Ankara, s. 933-958, 17-21 Ocak 2000.
76
4. Gıda Tarım Hayvancılık bakanlığı Websitesi (GTHB 2015). “Türkiye‟de
Pestisit Kullanımı“ http://www.tarim.gov.tr/. (EriĢim Tarihi 2015)
5. Tok, H.H., 1997, Çevre Kirliliği. Trakya Üniversitesi, Tekirdağ Ziraat
Fakültesi, Toprak Bölümü,29.
6. Zeren, O.M., YaĢarbaĢ, M. 1989. Tarım Ġlaçlarının Ġnsan Sağlığı
üzerindeki Etkisi. II. Ulusal Ergonomi Kongresi. 268-277 s.
7. Recheal Carson, Sessiz Bahar kitabı 2002
8. Yücel,Ü. 2004 “Pestisitlerin Ġnsan Ve Çevre Üzerine Etkileri” Ankara
Nükleer AraĢtırma ve Eğitim Merkezi, Nükleer Kimya Bölümü
http://www.zmo.org.tr/resimler/ekler/afd8346a677af9d_ek.doc?tipi=40.
(EriĢim: 27.02.16)
9. Turgut, Cafer, Cengiz Gokbulut, and Teresa J. Cutright. "Contents and
sources of DDT impurities in dicofol formulations in
Turkey." Environmental Science and Pollution Research 16.2 (2009): 214217.
10. Turgut C, Örnek H, AteĢ D, „‟Tarım Ġlaçlarının Çevreye KarıĢma Yolları
ve Çevresel Riskleri‟‟ Tarım Ġlaçları Kongre ve Sergisi, TMMOB Zir. Müh
Odası ve TMMOB Kimya Müh Odası, Bildiriler Kitabı, s:245-25, 25-26
Ekim 2007.
11. Barlas N,. „‟ Tarım ilaçlarının Çevreye Olan Etkileri- Türkiye‟durum‟‟
Tarım Ġlaçları Kongre ve Sergisi, TMMOB Zir. Müh Odası ve TMMOB
Kimya Müh Odası, Bildiriler Kitabı, s: 277-293, 25-26 Ekim 2007.
12. KıĢlalıoğlu, M., Berkes, F, Ekoloji ve Çevre Bilimleri, Türkiye Çevre
Sorunları Vakfı, Kavaklıdere, Ankara 1985, 361 s.
13. Kaygısız, H., „‟Tarımda Ġlaçlı Mücadelenin Temel Prensipleri‟‟ Hasad
Yayıncılık, Ġstanbul 2003.
77
78
INNOVATOR DAIRY PRODUCTS TECHNOLOGIES
Mustafa ÖZ, Hamide Gül KAYNAK
Çukurova Üniversitesi Ziraat Fakültesi Gıda Mühendisliği Bölümü
ABSTRACT
Dairy products are one of the most important foods in the world and
In our rapidly developing global world , dairy products have unique part of
life to require daily consumption. Day by day with the developing
technology , innovative dairy products are arising such as Lactose-free milk,
probiotic products , kefir etc
INTRODUCTION
In Turkey most common beverages are ;
1) Water
2)Tea
3)Milk
4)Coffe etc.
Every people meet their water need. 2ndly, traditional Turkish beverage ,
Tea and 3rdly milk .
There are many ways to consume beverages. For us ( food engineers) We
should ask ourselves a few of the dozens of this questions
1)How can we innovate the beverages ?
2) how can we present the people those beverages ?
today we will discuss about a few types of innovative dairy products.
one of the main raw material about the dairy is MILK
MAIN TITLE
The fractionation of milk now is economically and technically
feasible because of recent research advances.As we continue to explore this
area , we're looking to discover new processing technologies and
applications to expand its use . Research on the use of different processes
and indigrients helped advance the manufacturing of popular products such
as lactose-free milk, kefir , probiotic yoghurts etc.
79
LACTOSE-FREE MILK
Regular milk contains the milk sugar lactase, while lactose-free milk
does not. Lactase, an enzyme produced by the stomach, breaks down the
milk sugar galactose so you can absorb it. People who have lactose
intolerance, a lactase deficiency, have gastrointestinal symptoms when they
consume dairy products containing lactose. Commercial milk producers add
lactase to lactose-free milk so that you can drink it without experiencing
gastrointestinal symptoms.
For the food engineer , one of the work area is taking very important place
for us such as probiotic microorganisms .
Take a look and get answer these questions ,
1)what is probiotics ?
2)why the probiotics are important for human health ?
PROBIOTICS
Probiotics are microorganisms that are believed to provide health
benefits when consumed. Commonly claimed benefits of probiotics include
the decrease of potentially pathogenic gastrointestinal microorganisms, the
reduction of gastrointestinal discomfort, the strengthening of the immune
system, the improvement of the skin's function, the improvement of bowel
regularity, the strengthening of the resistance to cedar pollen allergens , the
decrease in body pathogens the reduction of flatulence and bloating, the
protection of DNA, the protection of proteins and lipids from oxidative
damage , and the maintaining of individual intestinal microflora in subjects
receiving antibiotic treatment.
Among the main tasks of probiotics ;
-to strengthen the immune system
-to facilitate the digestion of food
-vitamins to do synthesis
-To protect the Intestinal wall it from harmful substances and reduce
intestinal permeability
-To prevent harmful substances into the bloodstream
80
-To prevent the chronic diseases
-prevent cancer
-Delaying Aging
-Alleviate Depression
-To alleviate the symptoms of autism
-To prevent urinary tract infections
-to treat constipation
-to reduce the formation of kidney stones
So how can we consume these probiotics microorganisms ?
Probiotics are used by adding to various foods such as Milk , Yoghurt ,
Cheese , Ice cream , Kefir etc.
KEFIR
Kefir , Keefir or Kephir is a fermented milk drink made with kefir
grains. it s prepared by inoculating cow , goat or sheep milk with kefir
grains.
Kefir Probiotics ;
Several varieties of probiotic bacteria are found in kefir products
such as Lactobacillus acidophilus, Bifidobacterium bifidum, Streptococcus
thermophilus, Lactobacillus delbrueckii subsp. bulgaricus, Lactobacillus
helveticus, Lactobacillus
kefiranofaciens, Lactococcus
lactis,.
The
significance of probiotic content to nutrition or health remains unproven.
RESULTS
We have many example about beverages which contain probiotics such as
functional food. A functional food is a food given an additional
function by adding new ingredients or more of existing ingredients.
Functional food is a naturally or processed food that contains known
biologically-active compounds which in defined quantitive and qualitive
amounds provides a clinically proven and documented health benefit,
81
and an important source in the prevention, management and treatment
of cronic diseases of the modern age.
Day by day this research and innovations are still going and we have some
responsible as a food engineer to carry this research on.
Trust engineers,
Stay healty . .
ARTICLE
Laboratory of Microbiology, Istituto Sperimentale Lattiero Caseario, Via A.
Lombardo 11, 20075 Lodi, Italy
International Journal of Food Microbiology Volume 81 , issue 1 , February
2003 Pages 1-10
Food Mıcrobıology Volume 19 , issue 5 , october 2002 , pages 537-544
82
SANAYĠYE YÖNELĠK BAHÇE BĠTKĠLERĠ TARIMI
*Ali Mesut KARSLI, Ġlham MĠRZAYEV
Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bahçe Bitkileri Bölümü
ÖZET
Anadoluda tarımın günümüzden 12 bin yıl önce baĢladığı ve tüm
dünyaya yayıldığı arkeolojik kazılar sayesinde belirlenmiĢtir. Günümüzde
artan nüfus ile birlikte besin ihtiyacı da artmaktadır. Bu yüksek besin
ihtiyacını karĢılamakta insan gücünün yetersiz kaldığı durumlarda makineler
görev almaktadır. GeliĢen teknoloji sayesinde daha küçük alanlarda daha
yüksek verim elde etmek, ekim ve hasatta harcanan sürenin azalmasıyla ürün
kaybının en aza indirgenmesi mümkündür. Bu sayede üretim kapasitesi de
arttırılabilmektir.
Tarımda elde edilen besin maddelerinin taze tüketim ihtiyacından
fazlası sanayide ham madde olarak kullanılmaktadır. Hatta ham madde
üretim amacıyla sanayiye yönelik tarım yapılmaktadır. Dünyada bir çok
ülkede insanlar besin materyallerini ya çok dar zaman diliminde
yetiĢtirebilmekte ya da hiç yetiĢtirememektedir. Bundan dolayı da insanlar
besleneceği materyali daha uzun sürede bozulmadan kullanması için gıda
sanayide iĢleyerek, o zaman dilimlerinde yetiĢtirerek taze olarak elde
edemediği besinleri daha ileride rahatça karĢılayabilmeyi tercih etmektedir.
Bu türlü geliĢmelerin olduğu günümüzde insanlar besinleri taze olarak elde
edebildikleri dönemlerde bile alıĢkanlık haline getirerek iĢlenmiĢ gıdaları
tercih etme yoluna gitmektedirler. ĠĢte bu iĢlenmiĢ gıdalar arasında da bahçe
bitkileri türleri, özellikle meyve ve sebzeler önemli bir yer edinmiĢ
durumdadır. Bu nedenledir ki insanlardan gelen talep doğrultusunda sürekli
geliĢen sanayiye yönelik bahçe bitkileri tarımı yenilikler ve büyük yatırımlar
ile her geçen gün büyük geliĢme göstermektedir.
Anahtar Kelimeler: Sanayi, bahçe bitkileri, işlenmiş gıda, meyve, sebze
1.GĠRĠġ
Dünya nüfusundaki hızlı artıĢ, beslenme ve gıda yetersizliği
sorunlarını beraberinde getirmektedir. Bu sorunların çözümü için üretim
artıĢı, kalitenin yükseltilmesi, çevre ve tüketici sağlığına uygun ürün üretimi
ile birlikte, üretim ve tüketim aĢamalarında ürün ve kalite kayıplarının en aza
83
indirilmesine yönelik çalıĢmalar yapılmaktadır. Sebze ve meyvelerin
olgunlaĢması ve hasadı belirli bir mevsimde olmaktadır. Buna karĢın bu
ürünlere yıl boyunca gereksinim duyulmaktadır. Sebzeler ve meyveler insan
beslenmesinde önemli bir yere sahiptir. Ġnsanlar, çeĢitli sebzelerden bütün yıl
boyunca faydalanabilmek için bir taraftan taze olarak tükettikleri gibi, diğer
taraftan tazesini bulamadıkları zamanlarda farklı Ģekillerde (kuru, konserve,
reçel, turĢu, salça v.b.) faydalanabilmenin yollarını bulmuĢlardır. Bugün
birçok ülkede sebze ve meyvelerin endüstride değerlendirilip pazarlarda
geniĢ ölçüde yer aldığı görülmektedir. Ayrıca sanayide iĢlenerek tüketime
sunulan gıda ürünleri daha çok katma değer sağlayarak ekonomik
kalkınmaya yardımcı olmaktadır.
2. GÜNÜMÜZ SANAYĠ SEBZECĠLĠĞĠ VE MEYVECĠLĠĞĠ
2.1 SANAYĠYE YÖNELĠK SEBZECĠLĠK
Sebzelerin, içerdikleri vitamin, karbonhidrat, yağ, protein ve mineral
zenginliği açısından insan beslenmesindeki öneminin keĢfi ile birlikte bu
ürünlere sofralarda daha çok yer verilmeye baĢlanmıĢtır. Ġnsanlar
mevsiminde ürettikleri sebzelerden tüm yıl boyunca faydalanabilmek için
kendi imkânlarıyla değerlendirerek muhafaza etmektedir. Son yüzyılda gıda
endüstrisi de sebzelerin muhafaza edilmesinde daha sağlığa uygun Ģartlarda
insanlara hizmet vermektedir. Bugün birçok ülkede senenin her gününde
piyasada taze sebze yanında sebzelerin endüstride farklı Ģekillerde
değerlendirilip pazarlarda geniĢ ölçüde yer aldığı görülmektedir.
2.1.1 Sebzelerin Sanayide ĠĢlenme ġekilleri
Günümüz gıda sanayisi çok sayıda kültüre alınmıĢ sebzeleri; ısıl
iĢlemlerden geçirilerek piĢmiĢ veya piĢirilmeye hazır konserveler halinde
iĢlemektedir. Kurutarak saklama en eski muhafaza yöntemlerindendir.
Günümüzde kurutma tabii, yapay ve liyofilizasyon olmak üzere üç Ģekilde
yapılmaktadır ve sanayide en düĢük maliyetlerle çok kısa sürelerde
kurutularak, sebze kurusu ve sebze tozu olarak evlerde ve endüstriyel
mutfaklarda yerini almaktadır. DondurulmuĢ gıdaların endüstrideki taze
tüketime en yakın olan ve en çok tercih edilen Ģekli ise derin dondurulmuĢ
olanlarıdır. Son yıllarda endüstriyel mutfaklarda kullanımı artan ve market
raflarında yer kazanan yıkanmıĢ, doğranmıĢ veya birkaç ürünle karıĢtırılmıĢ
olarak endüstride iĢlenerek yemeğe hazır ürün kategorisinde ambalajlı ürün
olarak tüketime sunulmaktadır. Ülkemizde talebin düĢük olmasına rağmen
gıda sanayisinde değerlendirilen ve katma değeri olan iĢlenmiĢ sebze suları
da pazar değerini korumaktadır. Sebzeler bütün veya doğranmıĢ bir halde
salamura edilerek sanayide ve ev koĢullarında iĢlenerek uzun süre muhafaza
84
edilir, yüksek talep ve katma değere sahiptir, ayrıca kırmızı pancarın renk
verme özelliği ve dereotunun ise aroma özellikleri kullanılarak olarak turĢu
endüstrisinde yerini almaktadır. Nane ise aroması ve yağı ile bir çok
endüstride kullanılmaktadır. Üretilen domates ve biberin büyük bir kısmı
salça olarak iĢlenir. Katma değeri yüksek olan salça dünya pazarına ihraç
ettiğimiz baĢlıca iĢlenmiĢ gıdalardan biridir. Ev koĢullarındaki üretimi günler
sürerken, günümüz teknolojisinde salça endüstrisine giren yıkanmıĢ
domatesler 15 dakika içinde sistemden salça olarak çıkmakta ve
ambalajlanmaktadır. Sebzeler günümüz sanayisinde çoğunlukla bu
yöntemler kullanılarak muhafaza edilmekte, besin değerlerinin bir kısmı
veya tamamına yakını korunarak mevsiminde ve mevsim dıĢında
tüketilebilmektedir.
Sebzelerin tamamı sanayide iĢlenebilme potansiyeline sahiptir.
Ancak pazar talebi doğrultusunda değerlendirilme Ģekilleri belirlenmektedir.
Sebzelerin değerlendirilme Ģekilleri çizelge 2.1 de verilmiĢtir.
TAZE BÖRÜLCE
TAZE FASULYE
MARUL
NANE
DEREOTU
KAVUN
KARPUZ
ġALGAM
HIYAR
LAHANA
K. PANCAR
HAVUÇ
ENGĠNAR
BAMYA
MANTAR
KABAK
PATLICAN
**
BĠBER
KONSERVE
* * * * * ** ** *
** **
SEBZE SUYU
* *
** ** **
TOZ
* *
*
KURUTULMUġ
* * ** * * *
TURġU
* *
* * ** ** ** **
**
DONDURULARAK * * * * * * * *
* * * * *
SALÇA
** **
AROMA VE YAĞ
* **
YEMEĞE HAZIR
* *
** * * *
* * ** * *
ÇEREZ
**
*Sebzelerin sanayideki değerlendirilme Ģekilleri **Sebzelerin en çok tercih edilen iĢlenme Ģekli
DOMATES
TAZE BEZELYE
Çizelge 2.1 Bazı sebze türlerinin sanayideki iĢlenme ve değerlendirilme Ģekilleri.
*
*
2.1.2 Türkiye’de Son 10 Yıldaki Sebze Üretim Miktarlarının
KarĢılaĢtırılması
Toplam domates üretimi son 10 yılda 1,25 kat artarak 12.615.000
tona, endüstride salçalık olarak değerlendirilen domates üretimi ise 1,49 kat
artarak 4.445.000 tona yükselmiĢtir. Biber salçası olarak değerlendirmek
üzere yetiĢtirilen kapya üretimi ise 1,28 kat artarak 879.775 tona
yükselmiĢtir. Toplam hıyar üretimi 1.07 kat artarak 1 822 636 tona, turĢuluk
olarak yetiĢtirilen hıyar üretimi ise 1.04 kat artarak 135.335 tona çıkmıĢtır.
85
Çerez endüstrisine yönelik yetiĢtirilen kabak üretimi 3.61 kat artarak 41.612
tona yükselmiĢtir. YetiĢtirilen sebzelerin neredeyse tümü sanayide
iĢlenmesine rağmen, domates, biber, hıyar ve çekirdeklik kabak dıĢındaki
sebzelerin sanayi kullanıma yönelik resmi istatistikler henüz
yayınlanmamıĢtır. (TÜĠK 2016)
2.2. SANAYĠYE YÖNELĠK MEYVECĠLĠK
Meyveler, içerdikleri yüksek vitamin değerleri sayesinde sağlıklı
beslenmede son derece önemlidir. Ülkemizin tüm bölgelerinde farklı türler
yetiĢtirilmektedir ve taze tüketimi ile birlikte sanayide bir çok Ģekilde
iĢlenmektedir. ĠĢlenen ürünler gıda endüstrilerinde ve mutfaklarda yoğun
olarak kullanılmaktadır. Türkiye, dünyanın en büyük kurutulmuĢ meyve
üreticilerinin ve ihracatçılarının arasında yer almaktadır. Kuru meyveler
içerisinde yer alan kuru üzüm, kuru kayısı ve kuru incir Türkiye‟nin
geleneksel ihraç ürünlerindendir. Bu ürünler ihracatımızın baĢı çeken
sektörlerinden biri durumundadır.
2.2.1 Meyvelerin Sanayide ĠĢlenme ve Değerlendirilme ġekilleri
Tarihteki ürün depolama sürecine bakıldığında, büyük miktarda
depolamaya izin veren kurutulmuĢ meyvelerin yüksek Ģeker içeriği
nedeniyle uzun süre depolanması ve tatlarının yoğunlaĢtırılması
sağlanmıĢtır. Meyve suyu fabrikaları üreticilerinden taze tüketim fazlası
ürünleri satın alıp iĢleyerek tüm yıl boyunca tüketilmesini sağlarlar.
Meyveler fermente edilerek sirke ve alkollü içecek olarak değerlendirilmiĢ
ve depolanmıĢtır. Reçel ve marmelat gibi ürünlerde ise meyvelerin
değerlendirilmesi ve korunmasındaki esas, Ģeker ilavesi ve ısıl iĢlemdir.
Meyvelerin korunmasında ısının kullanılması 19. Yy teknolojisidir. Hızlı
dondurma ve kuru buz tekniği ise 20. Yy teknolojisidir. Derin dondurma
endüstrisi günümüzde oldukça yaygın olup, ürünleri taze haline en yakın
Ģekilde muhafaza eden bir sistemdir. Özellikle taze olarak bir çok endüstriye
hammadde olabilecek meyvelerin, ileride kullanılması amacıyla en çok
baĢvurulan yöntemdir. Ayrıca derin dondurulan meyvelerin satıĢı da
yapılmaktadır.
Günümüzde yetiĢtiriciliği yapılan meyve grupları ve bu gruptaki
baĢlıca meyve türleri ve temel iĢleme Ģekilleri Ģöyle açıklanabilir:
YumuĢak Çekirdekli Meyveler:
(Elma, Armut, Ayva) Sanayide
çoğunlukla meyve suyu ve konserve olarak iĢlenir ve konserveleri pasta ve
Ģekerleme endüstrisinde sıkça kullanılır. Ayrıca elma sirke endüstrisinde de
iĢlenir. (çizelge 2.2)
86
Sert Çekirdekli Meyveler: (ġeftali, Kiraz, ViĢne, Kayısı, Erik, Zeytin)
Sanayide Ģeftali, kayısı ve viĢne, meyve suyu endüstrisinde en çok iĢlenen
meyvelerdendir ve konserve olarak değerlendirilebilir özellikle viĢne
konservesi pasta ve Ģekerleme endüstrisinde sıkça kullanılır. Kiraz ve erik
reçel ve konserve olarak değerlendirilebilir. Kayısı, kuru meyve olarak
iĢlenerek tarım ekonomisine önemli bir katkı sağlar. Ülkemiz kuru kayısı
ihracatında ilk sıradadır. Zeytin, yağ endüstrisinde iĢlenerek ve salamura
edilerek tüketilir. Bu iĢlemler sırasında zarar gören ürünler ezme olarak
değerlendirilerek tüketilir. Zeytin üretimi yüksek katma değeriyle tarım
ekonomimiz için ciddi önem taĢımaktadır. (çizelge 2.2)
Sert Kabuklu Meyveler: (Fındık, Ceviz, Kestane, Badem, Antepfıstığı)
Pasta ve Ģekerleme endüstrisinde kuru meyve olarak en çok kullanılan
meyvelerdir. Ayrıca yağ endüstrisinde iĢlenmektedir. Ülkemizde çerez
olarak tüketimi de yaygındır. (çizelge 2.2)
Çizelge 2.2 bazı meyve türleri ve sanayi alanındaki değerlendirilme Ģekilleri.
YUMUġAK
ÇEKĠRDEKLĠ
KAYISI
ZEYTĠN
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
ANTEP FISTIĞI
VĠġNE
+
+
+
+
+
BADEM
KĠRAZ
+
+
+
+
+
KESTANE
ġEFTALĠ
+
+
+
+
+
CEVĠZ
AYVA
+
+
+
+
+
FINDIK
ARMUT
SERT
KABUKLU
ELMA
KONSERVE
MEYVE SUYU
REÇEL/MARMELAT
KURUTULMUġ
DONDURULARAK
YAĞ
ÇEREZ
SERT
ÇEKĠRDEKLĠ
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
Üzümsü Meyveler: (Üzüm, Çilek, Dut, Yabanmersini, KuĢburnu, Ahududu,
Böğürtlen) Genel olarak kuru meyve, reçel, konserve ve aroma olarak
iĢlenir. Üzüm sofralık, kurutmalık ve Ģaraplık olmak üzere üç ana grupta
yetiĢtirilir. Üzüm üretimimiz ülkemiz ekonomisinde önemli yer tutmaktadır
ve Türkiye kuru üzüm ihracatında dünyada ilk sıradadır. Sultaniye
Çekirdeksiz çeĢidi ege bölgesinde sanayiye yönelik olarak en çok yetiĢtirilen
çeĢittir ve kuru üzüm olarak değerlendirilmektedir. Üzüm dünyada alkollü
içki endüstrisinde yoğun olarak kullanılmaktadır ancak alkollü içki
endüstrisine yönelik üretimimiz üzüm üreticisi ülkelerle rekabete
girememiĢtir. Aynı zamanda üzüm, endüstride sirke, pekmez, pestil ve köfter
olarak iĢlenmektedir. Ayrıca asma yaprakları salamura edilerek
87
değerlendirilmektedir. Pekmez endüstrisi için üzüm ile birlikte dut‟ta önemli
bir yer tutmaktadır. Ahududu ve böğürtlen pasta ve Ģekerleme endüstrisinde
kullanımı oldukça yaygındır.(çizelge 2.3)
Turunçgiller: (Portakal, Mandarin, Limon, Bergamot, Altıntop) Portakal
meyve suyu endüstrisinde yoğun olarak kullanılmaktadır ve tüketimi
ülkemizde çok yaygındır. Portakal, mandarin ve limon aroma olarak içecek
ve Ģekerleme endüstrisinde iĢlenir. Ayrıca limon sanayide kullanıma hazır
sos olarak iĢlenir ve sofralarda sıkça kullanılır. Bergamot iĢlenerek aroma
olarak kullanılmaktadır. Altıntop, taze olarak tüketilir, az da olsa meyve
suyu endüstrisinde değerlendirilmesine rağmen ekonomik olarak sanayiye
yönelik üretimi yapılmamaktadır. (çizelge 2.3)
Akdeniz, Tropik ve Subtropik Meyveler: (Ġncir, Nar, Muz, Kivi)
Ülkemizin kuru incir ihracatı dünyada ilk sıradadır. Reçel endüstrisinde en
çok kullanılan meyvelerden biri olan incir ayrıca taze tüketimi olmayan
erkek meyveler reçel olarak değerlendirilerek ekonomik değer
kazanmaktadır. Nar, meyve suyu endüstrisinde iĢlenmektedir ayrıca nar
ekĢisi sosu olarak iĢlenerek pazara sunulmakta ve Türk Mutfağı‟nda önemli
yer tutmaktadır. Muz ve kivi pasta ve Ģekerleme endüstrisinde
kullanılmaktadır. (çizelge 2.3)
Çizelge 2.3 bazı meyve türleri ve sanayi alanındaki değerlendirilme Ģekilleri.
PORTAKAL
MANDARĠN
LĠMON
ĠNCĠR
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
+
AVAKADO
BÖĞÜRTLEN
+
NAR
AHUDUDU
+
+
+
AKDENĠZ
MEYVELERĠ
KUġBURNU
+
+
+
+
+
TRUNÇGĠLLER
YABAN MERSĠNĠ
+
+
+
+
DUT
ÇĠLEK
KONSERVE
MEYVE SUYU
REÇEL/MARMELAT
KURUTULMUġ
DONDURULARAK
YAĞ
ÜZÜM
ÜZÜMSÜ MEYVELER
+
+
+
+
+
2.2.2 Türkiye’de Son 10 Yıldaki Meyve Üretim Miktarlarının
KarĢılaĢtırılması
Son 10 yılın üretim istatistikleri değerlendirildiğinde artıĢ ve
azalmalar görülmektedir. Genel üzüm üretimi 0.95 kat düĢerek 3.850.000
tondan 3.650.000 tona gerilemiĢtir. Sofralık ve kurutmalık üretim 0.95 kat
88
düĢerken Ģaraplık üretim 0.94 kat düĢmüĢtür. Genel zeytin üretimine
baktığımızda 1.42 kat arttığını ve 1.700.000 tona ulaĢmıĢtır. Sofralık zeytin
üretimi son 10 yılda kayda değer bir artma ve azalma göstermemiĢtir, yağık
zeytin üretimi 1.63 kat artarak 1.300.000 tona ulaĢmıĢtır.Portakal 1.26 kat,
limon 1.25 kat, ceviz 1.27 kat, antep fıstığı 2.4 kat, badem 1.78 kat, fındık
1.22 kat, Ģeftali 1.26 kat artmıĢtır. (TÜĠK2016)
2.3
SANAYĠYE
YÖNELĠK
SEBZE
VE
MEYVE
YETĠġTĠRĠCĠLĠĞĠNDE TÜRKĠYE’DE YAġANAN SORUNLAR
Ülkemizde sanayiye yönelik bahçe bitkileri tarımında ürün
yetiĢtirme, hasat ve ürün iĢleme aĢamalarında sorunlar yaĢanmaktadır;
üretimde kullanılan tür ve çeĢitlerin sanayiye uyguluğunun belirlenmemiĢ
olması, üretimde kullanılan tür ve çeĢitlerin sanayi üretimi bölgelerine
adaptasyon özelliklerinin belirlenmemiĢ olması, yurt dıĢından ithal edilen
yeni çeĢitlerin sanayi özelliklerinin belirlenmemiĢ olması, üreticilerin yeterli
donanıma ulaĢamaması, üreticilere gereken desteğin verilmemesi, ürün alım
piyasasının esnek olması, birim alan üretim girdilerinin yüksek olması,
sözleĢmeli tarıma gereken önemin verilmemesi, hasat iĢlemlerinin uygun
Ģekillerde ve zamanlarda yapılmaması, genel olarak iĢletmelerin ve
bahçelerin küçük olmasından dolayı hasatta mekanizasyona geçilememesi,
hasat edilen ürünün ambalajlamasının yetersiz olması ve iĢletmelere nakli
sırasında ürünlerin zarar görmesi, bilinçsiz bir Ģekilde kullanılan tarım ilacı
ve gübrelerin sebze ve meyvelerde oluĢturduğu kalıntı sanayiye yönelik
üretimimizde yaĢanan temel sorunlardandır.
3. SONUÇ VE ÖNERĠLER
Ülkemizde sanayi sektöründe kullanılan sebzelerin ve meyvelerin
genel değerlendirilmesi yapıldığında sebze ve meyve taze tüketim yanında
konserve, kurutulmuĢ, dondurulmuĢ, turĢu, reçel, hazır yemek ve salça gibi
bir çok endüstride iĢlenmektedir. Ancak ürün yetiĢtirme, ana hasat ve ürün
iĢleme aĢamalarında günümüzde halen önemli sorunlar yaĢanmaktadır. Bu
sorunların hızla giderilmesi ile ürünlerin sanayide kullanım oranı arttırılır,
ihracat miktarı yükseltilir. Böylece hem üretici hem de ülkemiz ekonomisi
kazanacaktır.
Sanayiye yönelik bahçe bitkileri üretiminde kaliteli ürün üretilmesi,
iĢlenmesi ve ihracat yapılması için; tohumların ve yeni çeĢitlerin özellikleri
ve sanayi bölgelerine uyumluluğunun belirlenmesi için araĢtırmalar
yapılmalı, yerli tohum üretimi teĢvik edilmeli ve ıslah çalıĢmaları
baĢlatılmalı, üretime ve gıda sanayisine devlet desteği verilmeli, ürün
89
girdilerinin birim fiyatının düĢürülmesi, sözleĢmeli tarıma gereken önemin
verilmesi, ortak makine kullanın teĢvik edilmesi ana hedef olmalıdır.
4. KAYNAKLAR
TÜĠK,
2015.
Bitkisel
Üretim
http://www.tuik.gov.tr/PreTablo.do?alt_id=1001),
Ġstatistikleri.(
https://www.researchgate.net/profile/Ahmet_Balkaya3/publication/2721997
85_Sebze_retiminde_Deiimler/links/54df634c0cf2953c22b210f3 ,
Vural, H., D. EĢiyok ve Ġ. Duman(2000) KÜLTÜR SEBZELERĠ E.Ü.
Basımevi
EĢiyok, D. KIġLIK VE YAZLIK SEBZE YETĠġTĠRĠCĠLĠĞĠ 2012
Erkel, Ġ. KÜLTÜR MANTAR YETĠġTĠRĠCĠLĠĞĠ 2.BASKI sayfa(141-145),
Akbulut, N., C. Karagözlü GIDA BĠLĠM VE TEKNOLOJĠSĠ sidas yayınevi
2. Baskı
Gıda Bilim ve Teknolojisi dersi 2. Sınıf ders notları Doç. Dr. Cem
Karagözlü
Özçağıran, R., A. Ünal, E:. Özeker, M. Ġsfendiyaroğlu Ilıman iklim meyve
türleri 2011 (cilt 1)
Özçağıran, R., A. Ünal, E:. Özeker, M. Ġsfendiyaroğlu Ilıman iklim meyve
türleri 2011 (cilt 2)
Özçağıran, R., A. Ünal, E:. Özeker, M. Ġsfendiyaroğlu Ilıman iklim meyve
türleri 2014 (cilt 3)
Genel Meyvecilik 2. ve 3. Sınıf ders notları,
Bayraktar, K., Sebze yetiĢtirme
Bülbül, E., Her yönüyle Zeytincilik 2008
Türkiyede Üzümsü Meyvelerin Bugünkü Durumu ve Geleceği Prof Dr Sabit
Ağaoğlu,
Türkiyede zeytinciliğin genel durumu Dr. Ranan Tunalıoğlu,
Tarım ve köyiĢleri bakanlığı yaygın çiftçi projesi “BAĞCILIK” ,
Gıda sanayindeki önde gelen endüstrilerin iĢlenmiĢ ürünleri dikkate
alınmıĢtır,
Bu bildiri, Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ġbrahim
DUMAN tarafından incelenmiĢtir ve düzeltmeleri dikkate alınmıĢtır.
90
MĠKORĠZA UYGULAMALARININ BĠTKĠ
HASTALIKLARIYLA MÜCADELEDE KULLANIM
ALANLARI
Çağan ÇAVDAROĞLU
Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bitki Koruma Bölümü
ÖZET
Mikoriza, bazı bitkilerin kökleriyle ortak yaĢam iliĢkisi geliĢtirmiĢ
olan mantarlara verilen isimdir. Bitkilerin büyük bir kısmında mikorizal
funguslarla birliktelik mevcuttur. Mikorizal funguslar konukçu bitki
köklerinin içinde ve dıĢında kurdukları iliĢkilerden dolayı ekolojik olarak
büyük öneme sahiptirler. Mikoriza ile bitkiler arasındaki bu iliĢki karĢılıklı
yararlanmaya dayalı bir ortaklıktır.
Mikorizal funguslar, “Endomikoriza, Ektomikoriza, Erikoid,
Monotropoid ve Orkide mikoriza” gibi baĢlıklar altında incelenebilir. Bu
sınıflandırma konukçu bitki türlerine, toprak yapısına ve fiziksel çevreye
bağlı olarak yapılır. Mikoriza tiplerinin dağılımı, yükseklik ve enlem
farklılıkları ile azot ve fosfor bulunabilirliğine bağlıdır.
Mikorizal funguslar bazı patojenleri baskı altında tutar. Bitkinin
patojenlere karĢı savunulmasındaki mekanizmalar oluĢturulan mikro flora
etkisi ve beslenme etkisidir. Fosfor ve diğer besin maddelerinin alınımının
artırması bitkilerin patojenlere karĢı daha dayanıklı olmasını sağlamaktadır.
Konukçuda, topraktan mineral maddelerin alınımına tepki olarak ortaya
çıkan hücre zarı geçirgenliğinde ve kök hücrelerinin biyokimyasal yapısında
değiĢimler
kök
salgılarının
kalitesini,
rizosfer
toprağındaki
mikroorganizmaların
kompozisyonundaki
çeĢitliliğini
artırır.
Bitki
dokularındaki kimyasal bileĢiklerde bağlı olarak fizyolojik değiĢimler kök
patojenleri üzerinde etkiler meydana getirmektedir. Mikorizal bitkilerdeki
arginin ve antifungal kitinaz enziminin konsantrasyonlarının artıĢı
patojenlerin sporulasyonunu engellemektedir.
Anahtar Kelimeler: fungus, mikoriza, bitki korumada mikoriza
91
1. GĠRĠġ
Mikoriza kelime anlamı olarak bitki kökleri ile toprak funguslarının
ortak yaĢam biçimine denir. Bu tip ortak yaĢamda mantarlar bitkinin asalağı
değil, destekçisi rolündedirler. Kelime olarak mantar-kök anlamına gelir.
Bitkiler arasında mikorizal durum istisna değil, bir kuraldır. Mikorizal
mantar bitki kökünün korteksine yerleĢtikten sonra korteks içine hiflerini
salarak iç ortamın bir parçası olmaktadır. Ġçeride ve dıĢarıda hızla geliĢen
hifler dıĢardan içeriye su ve mineral madde, içerden dıĢarıya da organik
madde sağlamaktadırlar. Bu ortak yaĢam, doğası gereği çok aktif olup
ekosistemde besin döngüsü ve bitki canlılığının devamını sağlamaktadır.
Ektomikorizal funguslar bitki köklerini misel örtüsü ile sarar ve
hücreler arasında yayılır, endomikorizalar ise kortikal hücreleri penetre eder.
Erikoid, monotropoid ve orkidede bulunan mikorizal funguslar ise belirli
konukçulara özelleĢmiĢlerdir ve isimlerini konukçularından almıĢlardır.
Arbusküler mikorizal funguslar (AMF), mikorizal funguslar içinde en büyük
grubu oluĢtururlar ve birçok kültür bitkisi ile ortak yaĢam içindedir. Yapılan
çalıĢmalarla AM fungus üyesi yaklaĢık 150 fungal tür tanılanmıĢ ve yaklaĢık
200000 kadar türde aktif olduğu belirlenmiĢtir. (Yıldız, 2009)
Bu tip ortak yaĢamda mantarlar bitkinin asalağı değil, destekçisi
rolündedirler. Mikorizal mantar bitki köküne yerleĢtikten sonra iç ortamın
bir parçası olmaktadır ve hifleri aracılığıyla dıĢardan içeriye su ve mineral
madde, içerden dıĢarıya da organik madde sağlamaktadır. Konukçu bitki
fungusa karbon kaynaklarını sunarken, fungus bitkinin topraktan su ve besin
alımını artırır. Mikorizal faaliyet için çevresel ısı ve nem, havalanma, ıĢıktan
korunma, organik madde varlığı gibi faktörler önemlidir.
Mikorizal iliĢkide, fungus konakçı bitkinin köklerinde hücre içi ya
da hücre dıĢı Ģeklinde koloniler kurarak yerleĢir. Bu iliĢki toprak ve toprak
kimyasındaki önemli bileĢenlerdendir. Bu tür iliĢkiler genellikle mutualisttir
ancak çok nadiren patojenik iliĢkiler de görülmektedir.
Mikorizal funguslar, pek çok bitki türünün kökleri ile mutualist bir
iliĢki içerisindedir. Ġncelenen bitki türlerinin %95‟inin kök sistemlerinde
mikorizal iliĢkiye yatkın oldukları saptanmıĢtır. Yakın zamanda yürütülen
çalıĢmalarda ise hücre dıĢında kolonileĢmiĢ mikorizal iliĢkilerin mutualist
iliĢkiden daha karmaĢık olabileceği görülmüĢtür. Toprakta azot kıtlığının
olduğu bazı durumlarda mikorizada depolanmıĢ azota rastlanmıĢtır.
Bu mutualist iliĢki fungusa glikoz ve sakaroz gibi karbonhidrat
kaynaklarına doğrudan ulaĢma imkanı vermektedir. Bu karbonhidratlar
genellikle yapraklarda sentezlendikten sonra köklere iletilirler, burada da
92
funguslara geçiĢleri gerçekleĢir. Bunun karĢılığında ise bitkinin topraktan su
ve mineral emilimindeki verimliliği artar.
Bitki korumasında AM funguslar çeĢitli görevler alırlar. Bunlar
geliĢmiĢ bitki beslenmesi, hasar giderilmesi, kolonileĢilecek alanlar için
rekabet,
kök
sistemindeki
değiĢiklikler,
rizosfer
mikrobiyal
popülasyonlardaki
değiĢiklikler,
bitki
savunma
mekanizmasının
aktifleĢtirilmesidir. Birkaç mekanizma çevresel koĢullara, etkileĢimin
zamanlamasına ve etkileĢime dahil olan organizmalara göre aynı anda
devrede olabilir. GeliĢmiĢ bitki beslenmesi mikoriza uyarılmıĢ dayanıklılığın
ana mekanizması olsa da besin destek kontrollü çalıĢmalar mikorizal etkinin
sadece fosfor alımındaki artıĢa bağlanamayacağını göstermektedir. Mikoriza
ile iliĢkili bitki savunma bileĢenleri birikiminin olduğuna dair kanıtlar
bulunmaktadır. Reaktif oksijen bileĢenleri, polipropanoid metabolizmasının
aktivasyonu ve kitinaz ve glukanaz gibi hidrolitik enzimlerin birikimi
mikorizal köklerde rapor edilmiĢtir. Buna karĢın, bu reaksiyonlar genellikle
simbiyotik iliĢkinin olduğu yerlerde lokalize olmuĢtur. Bu özelliklerine ek
olarak AM fungus barındıran bitkiler tarafından salgılanan uçucu
bileĢiklerden oluĢan bir grup salgı yaprak biti parazitine karĢı savunma
sağlamaktadır. Ancak belirtilen bileĢenlerin, salisilik asidin ya da koruyucu
proteinlerin sistemsel dokularda birikimi rapor edilmemiĢtir (Pozo & AzconAguilar, 2007).
Mikorizal funguslar bitkinin patojenlere karĢı savunulmasında
mikroflora oluĢturma ve besin alımında rol oynar. Fosfor ve diğer besin
maddelerinin alınımının artırması bitkilerin patojenlere karĢı daha dayanıklı
olmasını sağlamaktadır. Rizosfer toprağındaki mikroorganizmaların
kompozisyonundaki çeĢitliliğin artması patojenlere karĢı rekabet unsurunu
oluĢturur. Bitki dokularındaki poliamin üretimi gibi kimyasal bileĢiklerin
birikimine bağlı olarak fizyolojik değiĢimler kök patojenleri üzerinde etkiler
meydana getirmektedir.
2. LĠTERATÜR TARAMASI
Literatürde bu konuda 1980 yılından günümüze hazırlanan çok
sayıda çalıĢma bulunmaktadır. Yapılan araĢtırmalarda araĢtırmacılar
patojenin türüne, hedef aldığı organa ve mikorizal fungusların kullanım
yöntemlerine odaklanmıĢlardır.
2.1. Toprak Altı Organları Hedef Alan Patojenlere Yönelik ÇalıĢmalar
1994 yılında yapılan çalıĢmada AM mikorizal fungusların bitkinin
savunma reaksiyonlarını tetiklemesi araĢtırılmıĢtır. ÇalıĢmalar in vitro
sistemlerde yürütülmüĢtür. Havuç kökleri Fusarium oxysporum sp.
93
chrysanthemi ile enfekte edilmiĢtir. Kök örneklerinin hücrebilimsel
araĢtırma sonuçları, mikorizal ve mikorizal olmayan havuç köklerinin fungal
patojenler ile karĢılaĢtıklarında bitki savunma reaksiyonlarında önemli
değiĢiklikler yarattığını göstermektedir. Mikorizal olmayan köklerde
dokunun büyük kısmında patojen fungus çoğalmak için uygun ortamı
bulmuĢtur. Ġletim demetleri de buna dahildir. Öte yandan mikorizal kökler
patojen fungus çoğalması epidermis ve dıĢ kabuk ile sınırlı kalmıĢtır.
Mikorizal havuç köklerinde patojen çoğalmasına karĢı baskılama sağlayan
etkenlerin hiflerdeki değiĢiklikler ve dokularda çeĢitli hücresel sentezlenen
ürünlerin birikmesi olduğu sonucuna varılmıĢtır. Bu sonuca ulaĢılmasının
sebebi ise mikorizal olmayan köklerde bu değiĢikliklerin ve birikmenin
görülememesidir. Bu değiĢikliklerin sorumlusu direkt olarak mikorizal iliĢki
olmasa da çeĢitli aĢamalarında rol aldığı düĢünülmektedir. Sonucunda bitki
savunma sisteminin aktifleĢtirilerek patojen saldırılara karĢı güçlendirilmiĢ
koruma sağlanmıĢtır. (Benhamou et al., 1994)
2012 yılında mikoriza uyarılmıĢ dayanıklılık ve bitki bağıĢıklığı
üzerine
yapılan
bir
çalıĢmada bitkilerin ve faydalı toprak
mikroorganizmalarının simbiyotik birlikteliğinin bitkilere olan faydalarından
bahsedilmektedir. AM fungusların köklerde kolonileĢmesi bitkinin biyotik
ve abiyotik streslere karĢı daha dirençli olmasına katkıda bulunur. Bu
birlikteliğin patojenlere, böcek ve parazitlere karĢı olumlu etkileri pek çok
bitki türü için tanımlanmıĢtır. Bu koruma bitkinin besin alımının
geliĢtirilmesi ve kolonileĢerek patojenlerle rekabet içerisinde olunması
Ģeklinde gerçekleĢmektedir. Mikoriza oluĢumu sırasında bitkinin savunma
karĢılıklarında modülasyon olur böylece iĢlevsel simbiyotik yaĢam
seviyesine ulaĢılır. Bu uyarıların sonucunda bitkinin bağıĢıklık sistemi
aĢırıya kaçmadan ancak etkin biçimde aktifleĢir. Bu aktifleĢme sadece yerel
olarak değil tüm bitki genelinde sistematik Ģekilde gerçekleĢir. Bu aktifleĢme
ise bitkinin her an patojen saldırılara karĢı hazır bulunmasını ve saldırı
durumunda en hızlı karĢılığı vermesini sağlar. (Jung et al., 2012)
2.2. Toprak Üstü Organları Hedef Alan Patojenlere Yönelik ÇalıĢmalar
2013 yılında yayımlanan çalıĢmada ise bitkilerin AM funguslar ile
enfekte edilerek savunma sistemlerinin geliĢtirilebileceğine vurgu
yapılmıĢtır. Mikoriza ile uyarılmıĢ direncin (MIR) geniĢ bir yelpazedeki
patojenlere karĢı sistemik koruma sağladığı belirtilmiĢtir. Bitki
savunmasındaki mikorizal uyarıların mikoriza ile uyarılmıĢ direncin birincil
sebebi olduğu konusundaki varsayım üzerinden çalıĢmalar sürdürülmüĢtür.
(Cameron et al, 2013)
94
BaĢka bir çalıĢmada, domates yaprak patojeni olan Alternaria
solani‟nin mikorizal ve mikorizal olmayan domateslerin yapraklarını
incelemiĢtir. 2006 yılında yapılan bu çalıĢmada ise mikorizal olan
domateslerin önemli seviyede daha az Alternaria solani semptomu
gösterdiği belirlenmiĢtir. Buna karĢın topraktaki farklı fosfor seviyelerinde
yetiĢtirilen domateslerde ne fosfor alımında ne de bitki büyümesinde bir
farklılık gözlemlenmemiĢtir. (Fritz et al., 2006)
Mikorizal funguslar ile bitkilerin birlikteliği fitoplazmalara karĢı da
etkilidir. 2002 yılında yapılan çalıĢmada AM fungusları tarafından kolonize
edilen domates bitkilerinde Stolbur grubundan bir fitoplazma
semptomlarının daha az Ģiddetli görüldüğü not edilmiĢtir. AM fungusların
bulunduğu bitkilerde filiz uzunluğu, kök ağırlığı, internodül uzunluğu,
yaprak sayısı ve kök çapı gibi morfolojik parametreler sağlıklı bitkilerde
olan değerlere yakın olduğu görülmüĢtür. (Lingua et al., 2002)
Egzojen poliamin uygulaması yapraktaki fitoplazma hücrelerine
yöneliktir. Poliaminler ve etilenin öncülleri ortaktır ve AM fungusların da
bazı hormonların üretiminde etkili oldukları bilinmektedir. Buradan yola
çıkarak fitohormonların fitoplazmaların bozulmasında ve mikorizal bitkilerin
enfeksiyonlara karĢı direncinde rol alıyor oluĢu mümkün görünmektedir.
(Benhamou et al., 1994)
Topraktan kaynaklanan patojenlerin biyolojik kontrolünde AM
fungusların rolü derinlemesine araĢtırılmıĢ olmasına karĢın yer üstündeki
hemibiyotrofik patojenler yeterince anlaĢılamamıĢtır. 2011 yılında yapılan
çalıĢmada Phytophthora infestans mikroorganizmasının patates bitkisi
üzerindeki etkisi incelenmiĢtir. Yaprak enfeksiyonu seviyesinin mikorizal
bitkilerde gerilediği görülmüĢtür. Real-Time Kantitatif PCR ile patojenik
aktivite ile iliĢkilendirilen iki gene bakılmıĢ ve sonucunda mikorizal
bitkilerde sistemik direnç görülmüĢtür. (Gallou et al., 2011)
2.3. Mikorizal Fungusların Kullanım Yöntemlerine Yönelik ÇalıĢmalar
AM fungusların baĢka mikroorganizmalarla ortak kullanılması da
mümkündür. ÇeĢitli çalıĢmalarda rizobakter türleri ile kombinlenerek
denenen AM funguslardan yüksek verim alınmıĢtır. 2008 yılında yapılan
çalıĢmalarda bir AM fungus olan Glomus mossea ve rizobakter olan
Pseudomonas fluorescens çeĢitli Ģekillerde bitkiye enfekte edilerek patojen
Gaeumannomyces graminis‟in geliĢimi gözlemlenmiĢtir. Yapılan
çalıĢmaların sonucunda ayrı ayır Glomus mossea ve Pseudomonas
fluorescens uygulanan bitkilerde herhangi bir uygulamaya maruz kalmayan
bitkilere göre daha az Ģiddetli hastalık görülmüĢtür. Buna karĢın bu iki
95
mikroorganizmanın kombinlenerek enfekte edilmesi ile patojenin etkisini
azaltma konusunda en baĢarılı sonuçlar elde edilmiĢtir. (Behn, 2008)
3. SONUÇLAR
Sonuç olarak mikorizal fungusların farklı bitki türlerinde farklı
mekanizmalarla bitki direncini artırdıkları görülmektedir. Bu durum, besin
alımını artırması ile, kolonileĢmenin sonucunda patojen mikroorganizmalarla
rekabet Ģeklinde ya da bitki bağıĢıklık sistemini sürekli hazırlıklı olmaya
zorlamak yolu ile gerçekleĢebilmektedir. ÇalıĢmalardan mikorizal
fungusların toprak altındaki ya da üstündeki çeĢitli organlara etki eden
patojenlere karĢı etkili olduğu sonucu çıkartılmıĢtır. Ayrıca literatürde AM
fungusların
çeĢitli
mikroorganizma
türleri
ile
kombinlenerek
kullanılabileceği ve bu kullanımın hastalıklara karĢı direnci daha da üst bir
seviyeye taĢıyabileceği bilgisine rastlanmıĢtır.
4. KAYNAKÇA
Behn, O. (2008). Influence of Pseudomonas fluorescens and arbuscular mycorrhiza
on the growth, yield, quality and resistance of wheat infected with
Gaeumannomyces graminis. Journal of Plant Diseases and Protection, 115(1), 4–8.
Benhamou, N., Fortin, J. A., Hamel, C., St-Arnaud, M., & Shatilla, A. (1994).
Resistance Responses of Mycorrhizal Ri T-DNA-Transformed Carrot Roots to
Infection by Fusarium oxysporum f.sp. chrysanthemi. Phytopathology, 85(17), 958–
968.
Cameron, D. D., Neal, A. L., van Wees, S. C. M., & Ton, J. (2013). Mycorrhizainduced resistance: More than the sum of its parts? Trends in Plant Science.
http://doi.org/10.1016/j.tplants.2013.06.004
Fritz, M., Jakobsen, I., Lyngkj??r, M. F., Thordal-Christensen, H., & Pons K??hnemann, J. (2006). Arbuscular mycorrhiza reduces susceptibility of tomato to
Alternaria solani. Mycorrhiza, 16(6), 413–419. http://doi.org/10.1007/s00572-0060051-z
Gallou, A., Lucero Mosquera, H. P., Cranenbrouck, S., Su??rez, J. P., & Declerck,
S. (2011). Mycorrhiza induced resistance in potato plantlets challenged by
Phytophthora infestans. Physiological and Molecular Plant Pathology, 76(1), 20–
26. http://doi.org/10.1016/j.pmpp.2011.06.005
Lingua, G., D‟Agostino, G., Massa, N., Antosiano, M., & Berta, G. (2002).
Mycorrhiza-induced differential response to a yellows disease in tomato .
Mycorrhiza, 12(4), 191–198. http://doi.org/10.1007/s00572-002-0171-z
Yıldız, A. (2009). MĠKORĠZA VE ARBUSKÜLER MĠKORĠZA BĠTKĠ SAĞLIĞI
ĠLĠġKĠLERĠ.
Retrieved
March
29,
2016,
from
http://adudspace.adu.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/handle/11607/2553/ContentServer.
pdf?sequence=1&isAllowed=y
Pozo, M. J., & Azcon-Aguilar, C. (2007). Unraveling mycorrhiza-induced
resistance. Current Opinion in Plant Biology(10), 393–398. June 19, 2007
96
DĠJĠTAL (AKILLI) TARIM
Engin KESKĠNKILIÇ,
Berkay YALÇIN
Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarım Makinaları bölümü
ÖZET
Geleneksel tarımda, doğanın homojen olduğu kabul edilerek üretim
iĢlemleri yürütülürken, doğanın heterojenliği göz ardı edilmektedir. Doğanın
heterojenliği gözlemlenen/bilinen bir gerçektir. Ayrıca, geleneksel tarımda
üreticiler daha kaliteli ve fazla ürün alabilmek için bol su, gübre veya ilaç
kullanımına baĢvurmaktadır. Agronomik, ekonomik ve çevresel açıdan
doğru olmayan bu yaklaĢım bırakılarak heterojenliğin yönetilmesi gereklidir.
Heterojenliğin yönetimi ile doğru yere, doğru zamanda, doğru miktarda girdi
uygulanması hedeflenmektedir. Bu sayede, düĢük maliyetli ve azami geliri
hedefleyen ve çevre koruma ilkelerini göz önünde tutan tarımsal
uygulamalar yapılabilmektedir. Akıllı tarım teknolojileri ile optimum
tarımsal girdi tüketilirken ürün kalitesi ve verimi de artmaktadır. Ayrıca
tarımsal üretim faaliyetlerinde kullanılan iĢçi sayısı ve iĢgücü ihtiyacı önemli
ölçüde azalmaktadır. Günümüzde düĢük maliyetle daha bol mahsul almak ve
kaliteli ürün elde etmek, tarım iĢletmesinin kar sağlaması için zorunludur.
“Akıllı tarım”, tarıma bir bütün olarak yaklaĢarak, toprak, bitki, su
ve iklim bileĢenlerinin detaylı analiz edilmesi, en uygun koĢulların
oluĢturulması, gübre ve ilacın etkin ve doğru kullanılması, bu sayede iĢi
Ģansa bırakmadan en yüksek verimi ve kazancı sağlamak için biliĢim
teknolojilerinin kullanıldığı yeni bir dönemdir.
Bu makalede, tarımsal üretim alanlarını yöneten üreticinin
konumunu kökten değiĢtirecek potansiyele sahip “akıllı tarım” ve ilgili
teknolojileri tartıĢılmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Geleneksel tarım, Akıllı tarım, hassas tarım, dijital
tarım
1.GĠRĠġ
Günümüzün teknoloji çağı olması sebebiyle geleneksel tarım
yöntemlerini bırakıp, yerine çağdaĢ üretim tekniklerini kullanmamız
gerekmektedir. Dünyada yaygın olarak kullanılan biliĢim teknolojilerinden
97
faydalanarak akıllı (dijital) tarım adı verilen üretim tekniğini kullanarak
tarımsal üretimde maliyet ve zamandan tasarruf ile ürün kalitesi ve
verimlilik arttırılmaktadır.
Akıllı tarımın uygulanabildiği yerlerden birisi ise akıllı köylerdir.
Akıllı köylerin amacı o çevrede yaĢayan insanların refah düzeyini arttırmak
ve daha kaliteli ürün elde etmektir. Günümüzde tarımsal üretimde kayıpların
önüne geçmek ve sürdürülebilir kazancı arttırmak, bilgi ve teknoloji
kullanımı ile mümkün hale gelmektedir. Üreticiler akıllı köyün baĢarıya
ulaĢması için ayrılmaz bir parçasıdır. GeliĢmiĢ ülkeler ve büyük çiftlikler
bunu yaparak sürdürülebilir bir kazancı sağlarken, ülkemizdeki küçük çaplı
üreticiler dağınık yapısı ve teknolojinin yüksek maliyetleri yüzünden
teknolojiye uzak kalmaktadır.
Üreticilerin verimlilikleri, kazançları, sosyal yaĢamları, köyden
kente göç oranı, askere ve okul için kente gidenlerin geri dönüĢ sayıları
önemlidir. Bu veriler ile akıllı köy uygulamasının üreticiye ve o çevrede
yaĢayan insanlara faydası gözlemlenir (Anonim, 2016). Akıllı tarım 3 temel
bileĢenden oluĢmaktadır;
1.
2.
3.
Hassas Tarım
Robotik
Büyük Veri
1.HASSAS TARIM
Geleneksel tarımda tarlaların yapısıyla ilgili veriler bir bütün olarak
ele alınmakta ve bu nedenle bir bütün olarak ele alınan arazide yetiĢtirilecek
ürünlere aynı miktarda ilaç ve gübre uygulanmaktadır. Bu durum, ürünlerin
verimliliğinin düĢmesini sebep olmakla beraber doğanın zarar görmesine de
sebep olmaktadır. Çünkü doğa homojen değil heterojen bir yapıya sahiptir.
Bu durum bize yeni çözüm arayıĢında bulunulmasını sağlamıĢ ve sonuç
olarak hassas tarım kavramı karĢımıza çıkmıĢtır.
Hassas Tarım; geliĢen teknolojilerin tarımsal üretimle bütünleĢtirilerek
kullanılması çerçevesinde düĢük maliyet, değiĢken girdi kullanımı, ürün
verimliğini arttıran ve çevre koruma ilkelerini göz önünde bulunduran
uygulamalar bütünüdür. Hassas uygulamalı tarıma geçiĢle, geleneksel
uygulamalara göre edilecek kazanımlar Ģu Ģekilde özetlenebilir (KiriĢçi ve
ark., 1999).
98

Tarımsal üretim alanıyla ilgili, üretimin nitelik ve niceliğini
doğrudan etkileyen tüm ayrıntılar kayıt altına alınabilir,

Noktasal bazda ürün verimleri saptanabilir ve yıllara göre bu
verim değerleri karĢılaĢtırılabilir,

Üretimi arttırmaya yönelik olarak gübre ve ilaç gibi
kimyasalların, gereksinim duyulan yere gereksinildiği kadar
uygulanması sağlanabilir,

Kimyasalların etkin kullanımı ile çevreye daha az zarar
verilebilir ve

Üretim girdilerinin, birim alanın gereksinimine göre
düzenlenmesiyle etkin bir iĢletmecilik gerçekleĢtirilebilir.
Hassas tarımda yapılan en önemli iĢlem veri toplama iĢlemidir.
Tarımsal üretim ile ilgili kayıt altına aldığımız verileri dijital ortamda
saklayarak gelecekle ilgili doğru yönetimsel ve taktiksel karar vermemiz
olanaklıdır. Bu sayede sürdürülebilir tarımsal üretim yapılabilir.
Küresel konum belirleme sistemi (GPS) destekli dümenleme
sistemleri hassas tarımda kullanılan önemli teknolojiler arasında yer
almaktadır. Bu teknolojileri kullanarak aracın (traktör, biçerdöver gibi)
istenilen güzergâhta hareketinin kontrol ve izlenmesini sağlamaktadır. Bu
sistemler iĢ verimliliğinin artmasına yardımcı olmaktadır. Traktör ve
ekipmanların dümenlemesinde 3 farklı sistem kullanılmaktadır. Manuel
sistemlerde direksiyonun kontrolü aracı kullanan kiĢidedir. Aracın belirlenen
güzergâhtan sapmaması için yönlendirme bilgisi görsel ve iĢitsel olarak
Lightbar veya LCD ekran tarafından verilmektedir. Sürücüsüz sistemlerde
ise GPS alıcısı, kullanıcı ekranı, yönlendirme için gerekli olan elektronik
kontrol ünitesi, direksiyon motoru, direksiyon ve tekerlek açı ölçüm
sensörleri, elektohidrolik valfler ve manifoldlar gibi donanımlar yardımıyla
araç bir kiĢinin kullanmasına gerek kalmadan kontrol edilebilir.
99
ġekil 1. Otomatik dümenleme ve yönlendirme sistemi
1. ROBOTĠK
Tarım robotları, tarımın birçok alanında yapılması gereken iĢi bir
makine yardımıyla yaparak üreticinin iĢini kolaylaĢtırmaktadır. Tarımsal
robotlar, ekin ve toprak örnekleri toplama yeteneğine sahiptir. Tarımda
otomasyon uygulanarak üreticiye büyük kolaylık sağlanmaktadır.
Otomasyon üreticiye aynı zamanda, zamandan ve paradan tasarruf
sağlarken, sanayi sektöründe çeĢitli geliĢmelere yardımcı olmaktadır.
Boyutlarının küçük olması nedeni ile bitki verilerini de rahatlıkla
toplayabilirler. Tarımsal robotlar yabani otları ve diğer formları tespit etmek
için kullanılan kameralar ve sensörler ile donatılmıĢtır.
ġekil 2. Robotürk (http://robofarm.unibo.it/)
100
Örnek vermek gerekirse, tarımsal robotlarda sensörler yardımıyla,
mahsulün parazitten zarar gören kısımları tespit edilmektedir. Sadece
parazitten etkilenen mahsul için sprey kullanılmaktadır. Bu olay havada
salınan kimyasalların miktarını azaltarak çevremizi korumak için yardımcı
olmaktadır.
Hassas tarımda insansız hava araçları da (ĠHA) kullanılmaktadır.
ĠHA‟lar üzerinde bulunan multispektral ve hipekspektral kameralarla arazide
yetiĢtirilen ürünün sağlık durumunu, su ihtiyacını, gübre ihtiyacını, herhangi
bir (fare böcek gibi) hayvanın ürüne zarar verip vermediği gibi durumları
öğrenmemize yardımcı olmaktadır. Tarımda kullanımı yaygınlaĢan bulut altı
uçuĢ yapabilen ĠHA‟lardır. Özelliklerine göre 300 metre yükseklikten
görüntü alabilmekte istenilen rotalarda uçması GPS sistemi sayesinde
mümkün olmaktadır. 2.5 kg kadar değiĢik kameraları taĢıyabilmekte ve
yaklaĢık 30 dk havada kalarak görüntü alabilmektedir.
ġekil 3. ĠHA (techinasia.com)
1.BÜYÜK VERĠ
Mevcut bilgi sistemlerinin iĢleyemeyeceği yani bilinen veri tabanı
yönetim sistemlerinin ve yazılım araçlarının verileri toplama, saklama,
yönetme ve çözümleme yeteneklerini aĢan büyüklükteki verilere büyük veri
denir. Büyük verilerin toplanmasının sebepleri ve toplanma sebepleri
Ģunlardır;

Üreticiler arazileri ve ürünleriyle ilgili trilyonlarca baytlık
veri toplamakta,

Sensörler, hızla girmekte olduğumuz “eĢyaların interneti”
çağında ürettikleri verileri çeĢitli uygulamalara aktarmakta.

ĠletiĢim araçları ile, tüm dünyada çiftçilerin ürettiği her çeĢit
veri toplanarak depolanmakta,
101
Sahip olunan verileri iliĢkisel veri tabanlarında yapısal bir Ģekilde
sınıflandırarak ve aralarında iliĢkiler kurarak saklanmaktadır. Bu veriler
yardımıyla rapor hazırlanır ve bu raporlar değerlendirilip karara bağlanır.
Verilerin düzgün bir Ģekilde analiz edilmesi bilgi çöplüğü denilen kavramın
ortadan kalkmasına neden olmuĢtur. Büyük verinin oluĢumunda 5V diye
bilinen 5 kavram vardır. Bu kavramlarım isimleri ve tanımları aĢağıdaki
gibidir (GökĢen, 2016);
 Variety: Üretilen verinin %80‟ i yapısal veri değildir. Her
veri kaynağının ürettiği veri farklı teknolojiler içerecektir.
Dolayısıyla, «veri tipi» problemleri ile uğraĢılması
gerekmektedir.
 Velocity (hız): Hızlı üreyen veri, o veriye muhtaç olan iĢlem
sayısının ve çeĢitliliğinin de aynı hızda artması sonucunu
doğurmaktadır.
 Volume (veri büyüklüğü): IDC istatistiklerine göre, 2020‟
de ulaĢılacak veri miktarı 2009‟ un 44 katı olacak. Kurumun veri
arĢivleme, iĢleme, bütünleĢtirme, saklama vb. teknolojilerinin bu
büyüklükteki veri hacmiyle nasıl baĢa çıkacağının kurgulanması
gerekmektedir,
 Verification (doğrulama): Verinin akıĢı sırasında, doğru
katmandan, olması gerektiği güvenlik seviyesinde izlenmesi,
doğru kiĢiler tarafından görünebilir veya gizli kalması
gerekmektedir.
 Value (değer): En önemli bileĢen ise değer yaratmasıdır.
Büyük veri‟ nin, veri üretim ve iĢeme katmanlarınızdan sonra
kurum içi bir artı değer yaratıyor olması gerek. Karar veriĢ
süreçlerine anlık olarak etki etmesi, doğru kararın verilmesinde
hemen el altında olması gerekmektedir.
SONUÇ
Geleneksel tarımda üreticiler daha fazla ürün alabilmek için bol su,
gübre ve ilaç kullanmaktadırlar. Bu yaklaĢım ile üretim maliyeti artarken,
verimlik istenilen düzeyde artmamakta ve aynı zamanda doğanın ciddi zarar
görmesine sebep olunmaktadır. Akıllı tarım yaklaĢımı ve kullanılan
teknolojiler bu olumsuz durumunun üstesinden gelinmesine büyük katkıda
bulunmaktadır. Akıllı tarım, bilim ve teknolojiyi etkin kullanarak maliyetin
düĢmesine, üretimde verimliliğin artmasına ve doğanın daha az zarar
görmesini sağlamaktadır.
102
Akıllı tarımın yaklaĢımı ile tarım arazilerinde yetiĢtirilen ürünlere
optimum düzeyde gübre ve ilaç verilmekte, arazilerdeki değiĢkenlikler ve
ürünlerin sağlık durumları izlenerek yönetilmekte ve ürünlerimizle ilgili
kayıtlar tutularak gelecekle ilgili stratejiler geliĢtirilmektedir. Bu özellikleri
ile akıllı tarım hem günümüz hem de gelecek tarım sektörü için çok önemli
bir yere sahiptir.
KAYNAKÇA
Anonim,
2016.
http://www.tabider.org/Sayfa/52/Akilli-Koy-TarimsalTeknoloji-Uygulama-Koyu.aspx (EriĢim tarihi 16.03.2016)
Anonim,
2016.
https://www.used-robots.com/articles/viewing/addingautomation-to-farming-with-agricultural-robots (EriĢim tarihi: 19.03.2016)
Anonim, 2016. Integrated robotic and software platform as a support system
for farm level business decisions. http://robofarm.unibo.it/. (EriĢim tarihi:
15.03.2016)
GökĢen, Y., 2016. “Big Data Ders Notları”. Dokuz Eylül Üniversitesi, ĠĠBF
Yönetim BiliĢim Sistemleri. Ġzmir. www.deu.edu.tr/yilmaz.goksen/BigData
(EriĢim tarihi: 12.03.2016)
KiriĢçi, V., Keskin, M., Say, M., Görücü Keskin, S., Hassas Uygulamalı
Tarım Teknolojisi
Türker, U., Akdemir, B., Topakçı, M., Tekin, A.B., Ünal, Ġ., Aydın, A.,
Özoğul, G., Evrenosoğlu, M., Hassas Tarım Teknolojilerindeki GeliĢmeler.
VIII. Türkiye Ziraat Mühendisliği Teknik Kongresi. 12 – 16 Ocak 2015.
Ankara
103
104
KAYISI (Prunus armeniaca)BĠTKĠSĠNDE DOKU KÜLTÜRÜ
ÇALIġMALARI
Sultan DEVECĠ
Erciyes Üniversitesi Seyrani Ziraat Fakültesi Tarımsal Biyoteknoloji
Bölümü
ÖZET
Kayısı (Prunus armeniaca) sosyal ve ekonomik açıdan
Türkiye‟de oldukça önemli bir meyve türüdür. Dünyada yılda toplam
yaklaĢık 3.500.000 ton taze kayısı(prunus armeniaca) üretilmekte olup
bu miktarın yaklaĢık 700.000 tonu Türkiye tarafından üretilmektedir.
Bu üretim miktarıyla Türkiye, dünya kayısı üretiminde yaklaĢık
%20‟lik payla 1.sıradadır.
Ülkemiz kayısı üretimi ve ihracatında dünyada lider
konumdadır. Kayısıda doku kültürü ile çoğaltım makaleleri olsa bile
pratikde yayınlarda rapor edilen yöntemler tekrar edildiğinde sonuç
alınamamaktadır. Bu nedenle kayısıda doku kültürü çoğaltımının
oturtulması gerekmektedir.
Mayıs-Haziran ayında doğal Ģartlardan alınan kayısı
sürgünleri, in vitro koĢullarda sterilizasyonu yapıldıktan sonra
içerisinde BA ve GA3 eklenen MS besi ortamında kültüre alınıp,
explantlar 3-4 hafta sonra boyları 2-3 cm olduğu zaman sürgünlerin
yapraklarından diskler alınarak rejenerasyon ortamlarında kültüre
alınacaktır . 4 haftada bir ortam değiĢtirilerek, sürgün oluĢumu
gözlenecektir.
Anahtar Kelimeler: Rejenerasyon , mikroçoğaltım , doku kültürü ,
kayısı
GĠRĠġ
Kayısı taksonomik olarak Rosaceaesınıfında, Prunus L, taksonunun
altında yer alır. Dört kayısı türü mevcuttur; Bütün dünyada kültürü yapılan
P. armeniaca L., Sibirya kayısısı, P. sibirica L., Mancurya kayısısı P.
mandshurica (Maxim.), Japon kaysısı, P mume (Sieb.) Sieb. Et Zucc. Kültür
105
kayısısı P. armeniaca çeĢitleri dünyada yayılmıĢ olup ekonomik olarak kayısı
üretiminin yapıldığı türdür. Diğer türler anavatanlarında doğal alanlarda
yaygındır. (Mehlenbacher ve ark, 1991). Kayısıda diploit kromozom sayısı
16 olup, türler arası melezleme mevcuttur (Mehlenbacher ve ark, 1991).
Kaysılar ayrıca ekolojik adaptasyonlarına göre coğrafi altı alt grupta
toplanır; Orta Asya, Doğu Çin, Kuzey Çin, Dzungar-Zailij, Ġran-Kafkasya,
ve Avrupa (Layne ve ark. 1996). Orta Asya kaysıları en eski kaysılar olup
zengin çeĢitlilik gösterir. Avrupa çeĢitleri dar varyasyon gösterir ve
birçoğunun Ġran-Kafkasya grubundan alındığı tahmin edilmektedir.
Amerikan ve Afrika çeĢitleri Avrupa grubundan filizlenmiĢtir. ĠranKafkasya,
kayısının ikinci genetik merkezi olarak kabul edilir (Vavilov, 1951; Pedryc
et al., 2009) ve çeĢitliliğin en yüksek oranda gözlendiği bölgedir
(Mehlenbacher ve ark., 1991). Kayısıları genelde kendine uyuĢmaz olup, kıĢ
soğuklama istekleri Asya çeĢitlerine göre düĢüktür. Ġran, Türkiye, Suriye,
Ermenistan Ġran-Kafkasya grubundaki baĢlıca ülkelerdir. Türkiye‟de kayısı
özellikle Orta Anadolu Ģehirlerinde (Malatya, Erzincan, Kayseri, Aksaray,
NevĢehir vd.) en az 2000 yıldır yetiĢmekte olup bu bölgelerde çekirdekten
yetiĢme kayısı varlığı çok yoğundur. Kayseri ili ve çevresinde kayısı,
Karadeniz bölgesindeki fındığa benzer yoğunlukta olup, hepsi de
çekirdekten çıkmadır. Üzüm bağlarının yanı sıra kayısı ağaçları bölge ağaç
florasının temel ağacıdır..
Kayısı sert çekirdekli bir meyve olduğu için kayısı fidanı çoğaltımı
aĢı ile yapılmaktadır. Anaç çoğaltımında genelde çöğür (generatif) anaçlar
kullanılmaktadır. Çöğür anaçlarda genetik açılma, klonal anaçlarda aĢı
uyuĢmazlığı ve aĢı tutmama gibi biyotik ve abiyotik zorluklardan dolayı
sağlıklı ve kaliteli kayısı fidanı üretimi yapılamamaktadır. Bu da sağlıklı ve
kaliteli kayısı üretimini engellemekte ve kayısı verimini düĢürmektedir.
Doku kültürü teknikleri kullanılarak genetik açılmanın olmadığı ve klonal
anaçlarda aĢı uyuĢmazlığı ve aĢı tutmama, zamana ya da mevsime bağlı
kalmadan sağlıklı ve kaliteli, az alanda kısa sürede fazla sayıda bitki üretmek
mümkündür. Doku kültürü tekniklerinden olan in vitro mikroçoğaltımla
kayısı bitkisi ekspantlarından, in vitro koĢullarda kayısı fidanı kısa zamanda
üretimi yapılabildiği için doğal Ģartlarda fidan üretiminden üstünlük
sağlamaktadır.
MATERYAL VE METHOD
Bu araĢtırma, Erciyes Üniversitesi Betül - Ziya EREN Genom ve
Kök Hücre Merkezi‟nin Bitki Biyoteknolojisi Bölümü‟nün doku kültürü
laboratuarında gerçekleĢtirilecektir.
106
AraĢtırmada Kayseri‟de Erciyes Üniversitesi Ziraat Fakültesü
uygulama bahçesinde bulunan kayısı çeĢitlerinden genç ve taze sürgün uçları
alınacak.Bitki explantları uygun bir Ģekilde 1.5-2 cm uzunluğunda kesilip
steril cam kavanoz içinde in vitro koĢullarda strilizasyon yapılıp, farklı
konsatrasyonda oksin , sitokinin ve giberellin içeren ortamlarda steril
koĢullarda kültüre alınacaktır. Bu çalıĢmada kullanacağımız yerli kayısı
çeĢitlerimizi in vitro mikroçoğaltım koĢullarında sürgünlerin uzaması,
yaprak disklerinde rejenerasyon oluĢumu sürgünlerin köklenmesi ve doğal
Ģartlara adaptasyonu çalıĢılacaktır.
SONUÇ
Mayıs-Haziran ayında doğal Ģartlardan alınan kayısı sürgünleri, in
vitro koĢullarda sterilizasyonu yapıldıktan sonra içerisinde BA ve GA3
eklenen MS besi ortamında kültüre alınıp, explantlar 3-4 hafta sonra boyları
2-3 cm olduğu zaman sürgünlerin yapraklarından diskler alınarak
rejenerasyon ortamlarında kültüre alınacaktır . 4 haftada bir ortam
değiĢtirilerek, sürgün oluĢumu gözlenecektir.
KAYNAKLAR
MEHLENBACHER, S. A.,Cociu, V., Hough, L. F., 1991. Apricots (Prunus).
In: Moore N.J.,Balington R.J. (eds), Genetic Resources of Temperate
Fruitand Nut CropsI. Wageningen, ISHS: 65–107.
MURASHĠGE, T., SKOOG, F., 1962. A resived medium for rapid growth
and bioassays with tobacco tissue cultures. Physiologia Plantarium, 84 (15):
473–497.
PEDRYC, A.,Ruthner, S., Herman, R., Krska, B., et al., 2009.
Geneticdiversity of apricotrevealedby a set of SSR markers from linkage
group G1. Sci. Horti., 121: 19-26.
VAVĠLOV, N. I., 1951. Phytogeographicalbasis of plantbreeding. In:
Chester, K. S. (trans): Theorigin, variation, immunityandbreeding of
cultivatedplants. ChronicalBotany 13: 13–54.
107
108
PROPOLĠS EKSTRAKTININ
ANTĠMĠKROBĠYAL ETKĠSĠNĠN BELĠRLENMESĠ
Çiğdem ÖZYĠĞĠT, Atilla ÖKSÜZ, Sabriye BELGÜZAR,
Yusuf YANAR
GaziosmanpaĢa Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bitki Koruma Bölümü
ÖZET
Bu çalıĢma, propolisten elde edilen eksraktların Pseudomonas
syringae pv. tomato (Pst), Pseudomonas savastonoi pv. phaseolicola (Psp),
Macrophomina phaseolina ve Cylindrocarpon destructans üzerindeki
antimikrobiyal etkilerinin belirlenmesi amacı ile yürütülmüĢtür. Kullanılan
propolis, Tokat ve Sivas‟tan temin edilmiĢtir. Hazırlanan Tokat ve Sivas
propolis ethanol ekstraktı son konsantrasyon %0,5, 1, 3 ve 5 Ģeklinde,
otoklav edilen King B ve Potato Dextrose Agar (PDA) besi yerlerine
eklenmiĢtir. KatılaĢan PDA besi yerine, patojenlere ait 5 mm miselyum
disklerin ekimi yapılarak 25ºC‟de, King B besi yerine ise, 10-6 hücre/ml
konsantrasyonunda hazırlanan bakteri süspaniyonlarının ekimi yapılarak
28ºC‟de inkübasyona bırakılmıĢtır. Uygulamalar 3 tekerrürlü olarak
yürütülmüĢtür. 7 günlük inkübasyondan sonra fungus miselyum çapları, 2
günlük inkübasyondan sonra bakteri koloni yoğunlukları ölçülmüĢtür.
Kontrol grubu olarak ekstraktsız besi yerleri kullanılmıĢtır. ÇalıĢmada elde
edilen verilere göre %0,5, 1, 3 ve 5‟lik Tokat propolis ekstraktı Psp‟nin
geliĢimini sırasıyla %45,54, 42,75, 95,9 ve 98,87, Pst’nin geliĢimini ise
%44,53, 48,08, 99,57 ve 99,74 oranında engellemiĢtir. Sivas‟tan elde edilen
ekstraktın tüm dozları Pst ve Psp geliĢimini %99 oranında engellemiĢtir.
Tokat propolis ekstraktının %1, 3 ve 5‟lik dozları, Sivas propolis
ekstraktının %5 ve %3‟lük dozları M. phaseolina ve C. destructans’ın
geliĢimini durdurmuĢtur. Sonuç olarak, çalıĢmada kullanılan propolisin
patojenler üzerinde antimikrobiyal ve biyopestisit olarak kullanılma
potansiyeline sahip olduğu belirlenmiĢtir.
Anahtar Kelimeler: Propolis, Pseudomonas syringae pv. tomato,
Pseudomonas savastanoi pv. phaseolicola, Macrophomina phaseolina,
Cylindrocarpon destructans, antimikrobiyal.
GĠRĠġ
Bitkisel üretim tohum, fide ve fidan seçimi, ekim-dikim, sulama,
gübreleme, hastalık etmenleri ve zararlılarla mücadele gibi iĢlemlerle devam
109
eden bir süreçtir. Bu üretim döneminde bitkilerde ortaya çıkan en önemli
sorunlardan birisi bitki hastalıklarının yol açtığı kayıplardır. Günümüzde
tarım sistemlerinde bu kayıpları önlemek dolayısıyla birim alandan daha
fazla ve daha kaliteli ürün elde etmek için kimyasal savaĢ (pestisit kullanımı)
vazgeçilmez bir hal almıĢtır. Son yıllarda çevre kirlenmesi ve doğal
dengenin bozulmasında pestisitlerin bilinçsizce ve aĢırı kullanımının rolü
büyüktür. Ayrıca, insan sağlığına ve diğer canlılara olan etkisi, uzun süreli
kullanımlarda hedef organizmanın direnç kazanması tarım alanlarında
pestisit uygulamalarına alternatif mücadele yöntemleri geliĢtirmeye
yöneltmiĢtir. Bitki hastalıkları ile mücadelede alternatif metotlardan biri
olarak bitkilerden ve bazı organik maddelerden elde edilen ekstraktların
kullanımı günümüzde araĢtırmacıların ilgisini çekmeye baĢlamıĢ olup,
hastalıkların mücadelesinde kullanılabilirliği araĢtırılmaktadır. Bu çalıĢmada
kullanılan organik madde, bal arılarının taze bitkilerden toplayıp mum ile
karıĢtırdıkları ve kovanların onarımında ve çevre koĢullarına adaptasyonda
kullandıkları reçinemsi, koyu renkli bir materyal olan propolistir. Propolis,
fungal hastalıkların tedavisinde, viral enfeksiyonlara karĢı, bakteriyel
hastalıkların tedavisinde, çimlenme engelleyici özelliği ile yumrulu bitkilerin
saklanmasında, kozmetik ve mobilya sanayide kullanılmaktadır (Kumova ve
ark. 2002).
Ham propolis genel olarak %50 reçine, %30 balmumu, %10
esansiyel yağlar, %5 polen ve çeĢitli organik, inorganik içeriğe sahip olabilir.
Biyolojik aktivitesi fenolik parçalar, flavonoidler, aromatik asitler, fenolik
asit esterleri, triterpenler, lignin vb. maddelerden oluĢur. Bu grupların
bakteri, mantar, virüs ve protozoa öldürücü, aynı zamanda antioksidan,
antiinflamatuar ve immünomodülatör etkisi olduğu bilinmektedir. Propolisin
antibakteriyel ve antifungal özelliği flavonoidler ve kafeik asit türevlerinin
varlığı ile iliĢkili bulunmuĢtur (Ertürk ve Güler, 2013). Bu çalıĢmada,
propolisten elde edilen eksraktların Pseudomonas syringae pv. tomato,
Pseudomonas savastonoi pv. phaseolicola, Macrophomina phaseolina ve
Cylindrocarpon destructans üzerindeki antimikrobiyal etkilerinin
belirlenmesi amaçlanmıĢtır.
MATERYAL VE METOT
Kullanılan organik materyal
Kullanılan propolis, 2015 yılında Tokat ve Sivas illerinden temin
edilmiĢtir. 100 g propolis tartılarak 1000 ml‟erlanmayer içerisine konulmuĢ,
daha sonra üzerine 400 ml ethanol eklenerek orbital çalkalayıcıda 24 saat
110
çalkalanmıĢtır. Bir tülbent yardımıyla süzülen ekstrakt santrifüj edildikten
sonra Rötary evaporatöründe ekstrakte edilmiĢtir.
Kullanılan mikroorganizmalar
ÇalıĢmada kullanılan Pseudomonas syringae pv. tomato (Pst),
Pseudomonas savastonoi pv. phaseolicola (Psp), Macrophomina phaseolina
ve Cylindrocarpon destructans GaziosmanpaĢa Üniversitesi, Ziraat
Fakültesi, Fitopatoloji Laboratuarı stok kültürlerinden temin edilmiĢtir.
Propolis eksraktının antifungal etkisinin saptanması
Ġn vitro deneme Ģeklinde yürütülen çalıĢmada, besi yeri olarak
Potato Dekstrose Agar (PDA) kullanılmıĢtır. Hazırlanan Tokat ve Sivas
propolis ethanol ekstraktı son konsantrasyon %0,5, 1, 3 ve 5 Ģeklinde,
otoklav edilen PDA besi yerlerine eklenmiĢtir. KatılaĢan PDA besi yerine,
M. phaseolina ve C. destructans patojenlerine ait 5 mm miselyum disklerin
ekimi yapılarak 25ºC‟de inkübasyona bırakılmıĢtır. Uygulamalar 3 tekerrürlü
olarak yürütülmüĢtür. 7 günlük inkübasyondan sonra fungus miselyum
çapları ölçülmüĢtür. Kontrol grubu olarak ekstraktsız besi yerleri
kullanılmıĢtır.
Propolis eksraktının antibakteriyal etkisinin saptanması
Ġn vitro deneme Ģeklinde yürütülen çalıĢmada, besi yeri olarak King
B kullanılmıĢtır. Hazırlanan Tokat ve Sivas propolis ethanol ekstraktı son
konsantrasyon %0,5, 1, 3 ve 5 Ģeklinde, otoklav edilen King B besi yerlerine
eklenmiĢtir. KatılaĢan King B besi yerine, 10-6 hücre/ml konsantrasyonunda
hazırlanan bakteri süspaniyonlarının ekimi yapılarak 28ºC‟de inkübasyona
bırakılmıĢtır. Uygulamalar 3 tekerrürlü olarak yürütülmüĢtür. 2 günlük
inkübasyondan sonra bakteri koloni yoğunlukları ölçülmüĢtür. Kontrol grubu
olarak ekstraktsız besi yerleri kullanılmıĢtır.
Antimikrobiyal Etkinin Değerlendirilmesi
Antifungal çalıĢmada, patojenlerin miselyum radyal geliĢimleri,
antibakteriyal çalıĢmada bakteri yoğunlukları kontrol ile kıyaslanarak %
engelleme oranları belirlenmiĢtir. Engelleme oranı Deans ve Soboda
(1990)‟nın belirttiği formüle göre hesaplanmıĢtır.
MGI (%) = [(dc – dt) / dc] × 100
MGI = Engelleme (%)
dc= Kontrol petrisindeki radial büyüme (mm) veya bakteri yoğunluğu
111
dt= Muameleli petrideki radial büyüme (mm) veya bakteri yoğunluğu
Denemeler süresince petrilerde geliĢme göstermeyen fungusların
misel parçaları, ekstrakttan ari steril PDA besi yerlerine alınıp 1 hafta
süreyle gözlenmiĢtir. Bu süre sonunda aktarma yapılan besi yerlerinde
fungal koloni geliĢimi gözlenmemiĢse, bu durumda gözlenen etki fungisidal,
geliĢim gözlenmiĢse fungistatik etki olarak kaydedilmiĢtir (Thompson 1989,
Tripathi et al. 2004).
Ġstatistik Analizler
Elde edilen veriler SBSS paket programı kullanılarak varyans
analizine (ANOVA) tabi tutulmuĢ ve muameleler arasındaki farklılıklar %5
önem seviyesinde çoklu karĢılaĢtırma testi (Duncan) ile karĢılaĢtırılmıĢtır.
SONUÇLAR
Propolis ekstraktının antifungal etkisi
ÇalıĢma sonucunda, propolis etanol ekstratının doz artıĢına paralel
olarak fungusların miselyum geliĢimi üzerinde engelleyici etkisinin arttığı
belirlenmiĢtir. Sivas propolis etanol ekstratının %3 ve 5‟lik dozları, Tokat
propolis ethanol ekstratının %1, 3 ve 5 lik dozları testlenen her iki fungusun
miselyum geliĢimini %100 oranında engellemiĢtir (Çizelge 1). Etmenlerin
miselyum geliĢimini %100 oranında engelleyen dozların fungusidal etkiye
sahip oldukları ortaya konmuĢtur.
Çizelge 1. Propolis ethanol ekstratının Macrophomina phaseolina ve
Cylindrocarpon destructans üzerindeki engelleme oranları
Engelleme oranı (%)
Dozlar
Macrophamina destructans Cylindrocarpon destructans
(%)
Tokat
Sivas
Tokat
Sivas
Ethanol
Ethanol
Ethanol
Ethanol
100**
100**
100**
100**
5
100**
100**
100**
100**
3
100**
81,59
100**
68,75
1
81,77
46,18
27,53
27,53
0,5
*fungusitatik
**fungusidal
112
Propolis ekstraktının antibakteriyel etkisi
Antifungal çalıĢmada olduğu gibi, doz artıĢına paralel olarak
bakterilerin yoğunluğu üzerinde olan engelleyici etkinin arttığı belirlenmiĢtir
(Çizelge 2). ÇalıĢmada elde edilen verilere göre %0,5, 1, 3 ve 5‟lik Tokat
propolis ekstraktı Psp‟nin geliĢimini sırasıyla %45,54, 42,75, 95,9 ve 98,87,
Pst’nin geliĢimini ise %44,53, 48,08, 99,57 ve 99,74 oranında engellemiĢtir.
Sivas‟tan elde edilen ekstraktın tüm dozları Pst ve Psp’nin geliĢimini %99
oranında engellemiĢtir.
Çizelge 2. Propolis ethanol ekstratının Pst
oranları
Engelleme oranı %
Pseudomonas savastonoi
Dozlar
pv. phaseolicola
Tokat
Sivas
Ethanol
Ethanol
98,87
99,78
5
95,9
99,7
3
42,75
99,61
1
45,54
99,39
0,5
ve Psp üzerindeki engelleme
Pseudomonas syringae pv.
Tomato
Tokat
Sivas
Ethanol
Ethanol
99,74
99,73
99,57
99,1
48,08
98,39
44,53
98,35
Sonuç olarak, çalıĢmada kullanılan propolis etanol ekstraktının
patojenler üzerinde antimikrobiyal etkiye sahip olduğu ve biyopestisit olarak
kullanılma potansiyeline sahip olduğu belirlenmiĢtir.
KAYNAKLAR
Deans S G.,Sobada K P. (1990). Antimicrobial Properties of Marjoram
(Origanum marjorana L.) Volatile Oil, Flavour Fragr. J. S. 187-190.
Ertürk Ö., Güler, N. (2013). Halk ilaçlarında Propolisin Tarihi Kullanımı ile
Onun Biyolojik Aktivitesi ve Kimyasal Kompozisyonu. Uludağ Arıcılık
Dergisi. 13 (1): 33-40.
Kumova U., Korkmaz A., Avcı B C., Ceyran G. (2002). Önemli Bir Arı
Ürünü: Propolis. Uludağ Arıcılık Dergisi.
Thompson D P. (1989). Fungitoxic activity of essential oil components on
food storage fungi. Mycologia 81: 151-153.
Tripathi P, Dubey N K., Banerji R. and Chansouria J P N. (2004). Evaluation
of some essential oils as botanical fungi toxicants in management of postharvest rotting of citrus fruits. World Journal of Microbiology and
Biotechnology 20: 317-321.
113
114
GAP BÖLGESĠ KARACADAĞ YÖRESĠNDE ÇELTĠK TARIMI
Hilal KÜÇÜKÇAY,
AyĢe TAġDEMĠR
Harran Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarım Ekonomisi Bölümü
ÖZET
Ġnsanoğlunun yemek kültüründe bakliyat ve hububat, vazgeçilmez
besinlerdir. Dünyanın hangi kıtasında bulunursanız bulunun buğday ve
pirinç, sofraların doyuruculuk açısından baĢta gelen tahıl ürünleridir.
ġanlıurfa da ismi volkanik Karacadağ ile bütünleĢmiĢ olan pirinç,
yüzyıllardır “Karacadağ Pirinci” olarak yemek geleneğinde yerini almıĢtır.
Karacadağ Pirinci‟nin bu denli ünlenmesinin sebebi, yörenin su
kaynaklarının çokluğu, toprağın münbitliğine dayanmaktadır. Karacadağ
Pirinci‟nin lezzeti, diğer pirinç çeĢitlerine göre suyu fazla çekmesi,
tanelerinin dolgunluğu, piĢirim sonrasında lapalaĢmaması, tanelerinin
birbirine yapıĢmaması, diri oluĢu, sayılabilecek oranda birbirinden ayrılması,
sunî gübreye ihtiyaç duymayıĢından kaynaklanmaktadır. Yörede ve
ġanlıurfa genelinde talep görmesi de lezzetinden ve kullanıĢlılığından
kaynaklanmaktadır. Karacadağ pirincinin kaynağından gelen soğuk sularla
sulanmıĢ olması yanında gözden kaçırılmaması gereken en önemli
hususlardan biri de Ģudur: Çeltik ekilmeden çok önce küçükbaĢ hayvan
sürülerinin sağım alanı, çeltiğin yapılacağı toprak üzerindedir. Haftalarca
süren sağım ve sürülerin dinlenme noktaları, çeltiğin ekileceği alanlar
olduğu için, hayvan gübresinin toprağa karıĢması kolaylaĢmaktadır. Bilerek
yapılan süt sağımı ve hayvanın dinlenme alanı olarak çeltiğin ekileceği
toprak alanları, bu sebeple kendiliğinden gübrelenmiĢ olur. Hayvancılıkla
geçinen Karacadağ yöresinde hayvanın bolluğu, ekim zamanında tohumun
toprağa karıĢmasını kolaylaĢtırmaktadır. Ġyice su verilen araziden hayvan
sürülerinin geçirilmesi, hem suyla gübrenin iyi biçimde kaynaĢmasını, hem
tohumun ilk aĢamada ekiminde önemlidir. Karacadağ pirincinin tarihî seyir
içinde hükümdarların yemek ziyafetlerinde, aĢiretlerin düğün, barıĢma,
bayram etkinliklerinde yemeklerde et ile baĢ sırada yer alması göz önünde
bulundurulduğunda diğer pirinç çeĢitlerine göre daha fazla talep edilmesinin
bir göstergesidir. Buna bağlı olarak karacadağ pirinci yetiĢtirme tarzı,sulama
biçimi ve yetiĢtirildiği toprak yapısı bakımından büyük farklılıklar
taĢımaktadır.
Anahtar Kelimeler: çeltik, tarım
115
GĠRĠġ
21. yüzyılda insanoğlunun karĢılaĢtığı ve karĢılaĢacağı en önemli
sorunlar; nüfustaki artıĢ, yeterli gıda ve enerji temini ile çevrenin
sürdürülebilirliğidir. Nüfustaki artıĢ yeterli ve sağlıklı beslenme için tarımsal
üretimin arttırılmasını zorunlu kılmaktadır. Günümüz dünyasında insan
beslenmesinin temel kaynağını oluĢturan buğdaydan sonra pirinç
gelmektedir. Ġnsan yaĢam kalitesinin artmasıyla birlikte pirinç tüketim oranı
her geçen yıl artmaktadır.
Türkiye‟de en çok çeltik üreten iller arasında Edirne ilk sırayı
alırken onu Samsun, Balıkesir, Çanakkale, Çorum, ġanlıurfa, Tekirdağ ve
Diyarbakır illeri izlemektedir. Ülkemizin çoğu bölgesinde çeltik
yetiĢtirilmesine rağmen Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesinde çeltik
yetiĢtiriciliğinin yapıldığı tek yer
GAP Projesi kapsamında yer alan
Karacadağ yöresidir (ġanlıurfa, Diyarbakır ve Mardin üçgeni). Bu üç ilin
toplam tahıl üretim alanı, üretim miktarı verim değerleri ve çeltiğin tahıl
üretimi içerisindeki payı Çizelge 1.1‟de verilmiĢtir.
ÇĠZELGE 1.1 ġanlıurfa Ġlinin Tahıl Üretim Durumu
ĠL
EKĠLEN EKĠLEN ÜRETĠM
ÜRÜN
ALAN (da (Ton)
VERĠM
(kg/da)
Arpa
(biralık)
126.391
17.679
140
Arpa
(diğer)
2.155.206
468.172
217
Buğday
(diğer)
1.973.985
488.898
248
Buğday
(durum)
1.853.193
485.714
26 2
Çeltik
33.445
17.885
535
708.981
453.006
639
ġANLIURFA
Mısır
(Dane)
116
Türkiye Ġstatistik Kurumu verilerine göre 2010 yılında Güneydoğu
Anadolu Bölgesinde çeltik ekim alanı yaklaĢık 58.986 da (%6.1), pirinç
üretimi 30.608 ton (%3.6) verim ise 455 kg/da civarındadır. Bölgede çeltik
ekim alanlarının ve üretiminin %95‟i
,Karacadağ yöresinde
gerçekleĢmektedir. Ġller bazında ise ġanlıurfa ili 33.445 dekarlık üretim
alanıyla ilk sırada yer almaktadır.Yörede üretilen pirinç ülkemizin diğer
bölgelerinde yetiĢtirilen pirinçten farklı özelliklere sahiptir. Bu farklılık,
üretimin önemli bir kısmının mekanizasyon araçlarının giremediği taĢlık ve
meyilli arazilerde yapılmasındandır. Bu durum diğer bölgelere göre kimyasal
ilaç ve gübrelerin kullanımının sınırlı olması nedeniyle daha sağlıklı bir
ürünün üretimini sağlamaktadır. Dolayısıyla yörede çok önemli bir ürün ve
üretim potansiyeli olmasına rağmen üretimin tüm aĢamalarında verim artırıcı
tarımsal üretim teknolojilerinin kullanımının yetersiz ve etkin
kullanılmaması, üretim Ģeklinin geleneksel yöntem ve makinalara göre
yapılması nedeniyle ürün verimi ve üretim miktarı oldukça düĢük
kalmaktadır. Bu verim değeri ülke ortalamasından yaklaĢık iki kat daha
azdır. Örneğin ülkemizde çeltik üretiminin yoğunluklu yapıldığı Marmara,
Karadeniz ve Çukurova bölgesinde hemen hemen üretimin bütün
aĢamalarında mekanizasyon araçlarının kullanımı yaygın iken, bunun
aksineGüneydoğu Anadolu Bölgesi içinde yer alan Karacadağ ve yöresinde
ise üretimin önemli bir kısmı insan iĢgücüne dayalı olarak
gerçekleĢmektedir.
Bölgedeki Çeltiğin Önemi
Çeltiğin yörede bazı ailelerin geçim kaynağı olmasının yanı sıra,
insanların yaĢam standartlarının artması, kaliteli ve doğal ürünleri tüketme
arayıĢlarına girmesi, bölgede organik denebilecek Ģekilde yetiĢtirilen bu
ürünün önemini daha da artırmaktadır. Çeltik kalitesine aroma, renk, Ģekil,
görünüm, piĢirme ve besin kalitesi gibi faktörler etkilidir. Bu faktörler hasat
zamanına bağlıdır. Bunun için çeltik hasadında biçerdöverin kullanımı
kalitenin korunması bakımından esastır. Biçerdöver kullanımı hasat
zamanını azaltır. Bu da gecikmeden dolayı ürün kayıplarını azaltmaktadır.
Çeltik üreticisi tüm ülkelerde olduğu gibi ülkemizde ve bölgemizde hasat
döneminde ortaya çıkan kalifiye iĢgücü yetersizliği de dikkate alınırsa
çeltikte biçerdöver kullanımının ne kadar önemli olduğu ortaya çıkmaktadır.
Çeltik tarımında hasat mekanizasyonunun artmasıyla ayrıca artan üretim
maliyeti de azalmaktadır. Kayıpların azaltılması, maliyetin azaltılması ve
kalitenin korunması tarımsal üretimde temel amaçları oluĢturmaktadır.
Verimliliğin artırılması, kayıpların azaltılması ve kalitenin korunmasıyla
üreticinin refah düzeyi artırılabilir ve sosyal olanaklardan yoksun olan bu
kesimde tarımsal istihdam sağlanarak kırsalda hayat mutlu ve yaĢanabilir
hale getirilebilir. Bunlar kırsal alanlarda mekanizasyon araçlarının
117
kullanımının
yaygınlaĢtırılması ve
geliĢtirilmesiyle
olanaklı hale
gelebilecektir. Burada makinaların kullanımı sadece fiziksel bir araç olarak
değil aynı zamanda yenilik ve adaptasyon tekniklerinin geliĢmesine de katkı
sunmaktadır. Özellikle Karacadağ ve çevresinde çeltik üretimi yapılan
alanlarda diğer ürünlerin üretimi oldukça sınırlı olduğu ve temel geçim
kaynaklarının çeltiğe dayalı olduğu dikkate alınırsa bunun önemi daha da
artmaktadır.
Bölgede Çeltik YetiĢtiriciliğinde Yapılan Temel ĠĢlemler
1-)Toprak ĠĢleme ve Tavaların OluĢturulması
Bölgede çeltik ekimi yapılan bütün alanlarda (düz alanlar, taĢlık
alanlar ve eğimli alanlarda) herhangi bir toprak iĢleme yapılmamaktadır
(ġekil 1.1 ve ġekil 1.2). ġekillerden de görüldüğü gibi bir önceki yıldan tarla
yüzeyinde kalan bitki artıklarına hiçbir müdahale yapılmaz, sadece suyun
mevcut alanlarda düzgün bir Ģekilde toprak yüzeyinde dağıtımının yapılması
için su dağıtım arkları açılmakta ve tavalar oluĢturulmaktadır. TaĢlık
alanlarda ekim için oluĢturulan tavaların yapımında bel ve kürekler
kullanılmaktadır. Açılan bu arklar ile toprak yüzeyi bir hafta boyunca
ıslatılarak tarlanın suya doyması sağlanır (ġekil 1.5). Islatma iĢlemi düĢük su
seviyesi ile yapılır. Tarla yüzeyi bitki artıkları ile örtülü olduğu için tarla
yüzeyinde toprak erozyonu sorunu da bu Ģekilde önlenmiĢ olmaktadır. ġekil
1.4‟de Ekim öncesi yapılan bir toprak iĢleme görülmektedir.
ġekil 1.1. TaĢlık alanlarda toprak yüzeyi
118
ġekil 1.2. Düz alanlarda çeltik ekim öncesi yapılan toprak hazırlığından
genel görünüm
ġekil 1.3 OluĢturulan tavalara suyun verilmesi ve dağıtılması
119
2-)Çeltik Ekimi
Su ile doyuma ulaĢan tarla yüzeyine ekimden 3-4 gün önce torbalar
içerisinde ıslatılan çeltik tohumları elle serpme yöntemi ile tarla yüzeyine
yaklaĢık 12-15 kg/da tohum atılır. Atılan tohumların suda sürüklenmesini
önlemek ve tarlada filiz çıkıĢını sağlamak amacıyla su miktarı düĢük tutulur
(ġekil 1.6)
ġekil 1.4. Tarlaya ekilmiĢ çeltik tohumları, çimlenme ve filiz çıkıĢı
3-)Gübreleme ve Bakım
Bölgede çeltik ekiminde ve toprak iĢlemesinde yapılan değiĢik
uygulamalar gübreleme ve bakım iĢlerinde de yapılmaktadır. Çeltik
ekiminde toprak iĢleme yapılmadığı için taban gübresi uygulaması da
yapılmamaktadır. Ġlkbaharda sadece dekara 15 kg azotlu gübre uygulaması
yapılmaktadır. Bitki boyunun 20–25 cm olduğu dönemlerde tarla içinde
varsa geniĢ yapraklı yabancı otlara karĢı bir ilaçlama yapılmakta diğer dar
yapraklı yabancı otların bakımı ise iĢçiler tarafından orak veya tırpanla
biçilerek yapılmaktadır.
120
4-) Hasat ve Harmanlama
Çeltik hasadı düz alanlarda biçerdöver ile doğrudan yapılmaktadır
(ġekil 1.5). Ancak, biçerdöverin giremediği taĢlık ve eğimi fazla olan
alanlarda çeltik hasadı iĢçiler tarafından oraklarla yapılmaktadır (ġekil 1.6).
ĠĢçiler tarafından orakla biçilen çeltik desteler haline getirilerek tarlada
nemin düĢürülmesi için bir süre bırakılmaktadır. ĠĢ bitiminden sonra çeltik
desteleri iĢçiler tarafından biçerdöverin ulaĢabileceği bir yerde yere serilen
büyük bir brandanın üzerine yığın haline getirilir (ġekil 1.7). Daha sonra
iĢçiler tarafından elle veya dirgenle biçerdöverin tablasına atılarak
harmanlama iĢlemi gerçekleĢmektedir (ġekil 1.8.).
ġekil 1.5. Biçerdöver ile yapılan doğrudan hasat iĢlemlerinden genel bir
görünüm
ġekil 1.6. Orak ile yapılan hasat iĢleminden genel görünüm
121
ġekil 1.7. Desteleme iĢlemi ve destelerin harman yerine taĢınması
ġekil 1.8. Biçerdöverle yapılan harmanlama ve iĢçiler tarafından biçerdöver
tablasına yediriliĢ
122
5-)Kurutma iĢlemi ve depolama
Çeltik tarımının mekanizasyonunda diğer önemli bir sorun da
ürünün kurutulmasıdır. Yörede, hasat ve harmanı yapılan çeltik taĢıma
araçları ile harman yerine getirilerek geniĢ brandalar üzerine serilerek
kurutma iĢlemi gerçekleĢtirilmektedir. Kurutma iĢleminden sonra çeltik
iĢleme fabrikalarına götürülerek pirince iĢlenir ve torbalanarak tüketim için
pazara sunulur.
KARACADAĞ YÖRESĠNDE ÇELTĠK ÜRETĠMĠ VE SORUNLARI
Ülkemizde, Güneydoğu Anadolu Bölgesi hariç diğer tüm bölgelerde
toprak hazırlığından, hasat sonrası aĢamalarına kadar mekanizasyon araçları
kullanılabilir duruma gelmiĢtir. Söz konusu çeltik üretim Bölgelerinde
makinanın
girebildiği tarlalarda hasat doğrudan biçerdöverlerle
yapılmaktadır. Buna karĢın GAP yöresinde çeltik üretiminin yapıldığı
alanlarda halen yoğun insan iĢgücü kullanımı söz konusudur. Bu nedenle
çeltik üretiminin tüm aĢamaları zor ve yorucu olmaktadır. Ürün verimi ise
Türkiye ortalamasının çok altında kalmaktadır. Bölgede çeltik üretiminin ve
veriminin düĢük olmasının sebeplerinden biri de çeltik üretiminin düz
alanlardan daha çok taĢlık, diğer tarımsal ürünlerin ekimine uygun olmayan
alanlarda gerçekleĢtirilmesidir. Bu da, özellikle üretim zinciri içerisinde
hasat döneminin sonbahar yağmurlarına denk gelmesi çalıĢma koĢullarını
zorlaĢtırmakta ve verimliliği olumsuz etkilemektedir. Elle hasat + taĢıma
iĢleminde bir kiĢinin günlük ortalama çalıĢma kapasitesi oldukça düĢük olup
ortalama 0.5 da civarındadır. Yörede çeltik hasadının pamuk hasadına denk
gelmesi nedeniyle iĢçi temininde yaĢanan sorunlar hasadı geciktirmektedir.
Geciken hasattan dolayı ürün kayıpları ve kalitesi de önemli oranda
düĢmektedir. Gerek elle ve gerek makinayla yapılan hasatta ürün
kayıplarının oldukça fazla olduğu ve bu oranın tüketiciye ulaĢana kadar %
30‟ları aĢtığı üreticiler tarafından ifade edilmektedir. Bu rakam oldukça
yüksek bir değerdir ve mutlaka düĢürülmesi gerekmektedir. En azından
verimin ülke ortalamasına getirilmesi gerekmektedir. Ürün kayıplarının
azaltılması aynı zamanda üreticinin cebine girecek paranın ve buna bağlı
olarak yaĢam standartlarının artması anlamına gelmektedir.
Karacadağ Pirincinin Diğer Pirinçlerden Farkı
Diyarbakır‟da ismi volkanik Karacadağ ile bütünleĢmiĢ olan pirinç,
yüzyıllardır “Karacadağ Pirinci” olarak yemek geleneğinde yerini almıĢtır.
Karacadağ Pirinci‟nin bu denli ünlenmesinin sebebi, yörenin su
kaynaklarının çokluğu, toprağın münbitliğine dayanmaktadır.
123
Karacadağ Pirinci‟nin lezzeti, diğer pirinç çeĢitlerine göre suyu fazla
çekmesi, tanelerinin dolgunluğu, piĢirim sonrasında lapalaĢmaması,
tanelerinin birbirine yapıĢmaması, diri oluĢu, sayılabilecek oranda
birbirinden
ayrılması,
sunî
gübreye
ihtiyaç
duymayıĢından
kaynaklanmaktadır. Yörede ve Diyarbakır genelinde talep görmesi de
lezzetinden ve kullanıĢlılığından kaynaklanmaktadır.
Karacadağ pirincinin tarihî seyir içinde hükümdarların yemek
ziyafetlerinde, aĢiretlerin düğün, barıĢma, bayram etkinliklerinde yemeklerde
et ile baĢ sırada yer alması göz önünde bulundurulduğunda diğer pirinç
çeĢitlerine göre daha fazla talep edilmesinin bir göstergesidir.
Karacadağ pirincinin kaynağından gelen soğuk sularla sulanmıĢ
olması yanında gözden kaçırılmaması gereken en önemli hususlardan biri de
Ģudur: Çeltik ekilmeden çok önce küçükbaĢ hayvan sürülerinin sağım alanı,
çeltiğin yapılacağı toprak üzerindedir. Haftalarca süren sağım ve sürülerin
dinlenme noktaları, çeltiğin ekileceği alanlar olduğu için, hayvan gübresinin
toprağa karıĢması kolaylaĢmaktadır. Bilerek yapılan süt sağımı ve hayvanın
dinlenme alanı olarak çeltiğin ekileceği toprak alanları, bu sebeple
kendiliğinden gübrelenmiĢ olur. Hayvancılıkla geçinen Karacadağ yöresinde
hayvanın bolluğu, ekim zamanında tohumun toprağa karıĢmasını
kolaylaĢtırmaktadır. Ġyice su verilen araziden hayvan sürülerinin geçirilmesi,
hem suyla gübrenin iyi biçimde kaynaĢmasını, hem tohumun ilk aĢamada
ekiminde önemlidir.
KAYNAKLAR
ÇUKUROVA ÜNĠVERSĠTESĠ FEN BĠLĠMLERĠ ENSTĠTÜSÜ
( REġAT ESGĠCĠ DOKTORA TEZĠ)
https://www.google.com.tr/url?sa=t&rct=j&q=&esrc=s&source=web&cd=8
&cad=rja&uact=8&ved=0ahUKEwj_xuGpxuXKAhUMFSwKHVyVBIQFghEMAc&url=http%3A%2F%2Ftraglor.cu.edu.tr%2Fobjects%2Fobject
File%2F3nmYAqo4-49201357.pdf&usg=AFQjCNEWkac_ns06Q0CctxmLeAv8TI8zzQ
KARACADAĞ PĠRĠNCĠ- ÇINAR KAYMAKAMLIĞI
https://www.google.com.tr/url?sa=t&rct=j&q=&esrc=s&source=web&cd=5
&cad=rja&uact=8&ved=0ahUKEwj_xuGpxuXKAhUMFSwKHVyVBIQFggwMAQ&url=http%3A%2F%2Fcinar.gov.tr%2Fmeshur%2Fkaracadag
-pirinci&usg=AFQjCNFPJGV73SJ1piovSGNUzL07GwxxuQ
124
ġANLIURFA'DA MAYINLI ALANLARI BOġ BIRAKMAYIN...
Mehmet Emin UÇAR1 ,
1
Adalet BADEM 2
Harran Üniversitesi Ziraat Fakültesi Toprak Bilimi ve Bitki Besleme
Bölümü
2
Harran Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bahçe Bitkileri Bölümü
ÖZET
Türkiye‟nin güney–güneydoğusundaki komĢularımız Irak ve Suriye
sınırında yer alan, 1956 yılında mayınlanmaya baĢlanılan alan 300 ile 750
metre geniĢliğinde yaklaĢık 780 kilometre uzunluğundaki bölgede iki Kıbrıs
adası büyüklüğünde yani 508.000 dekarlık mayınlı arazi olduğu
bilinmektedir. YaklaĢık 53 yıllık geçmiĢ olan bu mayınlı araziler Suriye
sınırında ġanlıurfa, Mardin, Kilis, Hatay illerini kapsamaktadır. YaklaĢık 53
yıldır ekilmeyen mayınlı arazilerdeki topraklarda organik madde miktarları
bakımından ekilen arazilere göre, en az yüzde 30-40 arasında daha yüksek
verime sahiptir. Ayrıca, mayınlı araziler gen kaynaklarımızın korunduğu
alanlardır. Arazinin mayınlardan temizlenmesine yönelik tartıĢmalar son
birkaç yıldır sürmektedir. YaklaĢık 53 yıldır kullanılmayan bu arazilerin
'birinci sınıf tarım arazisi' olduğu bir gerçektir. Topraklar uzun bir süre
tarımda kullanılmadığından, verimliliklerinin ve kalitelerinin arttığı
varsayılmaktadır. Sınırdaki bu alanlarda bakir ve sulanabilir arazilerin
çokluğu, iklim yapısı, limanlara yakınlığı, pamuk, mısır, buğday, nohut gibi
ürünlerin üretim merkezi olması, gelecek yıllarda organik tarım ürünleri
ihracatının da merkezi olacak gibi gözükmektedir. Tabidir ki, organik tarıma
yönelik
desteklerin
verilmesi,
çiftçilerimizin
bilinçlendirilmesi,
yönlendirilmesi bu süreci hızlandıracak ve bölgedeki kırsal nüfusu da
bölgede tutacaktır. Bu alanların organik tarıma açılması bile baĢlı baĢına
bölge için bir potansiyeldir. Tamamına yakını düz ve verimlidir. Öte yandan
Bölgemizde organik tarım uygulamaları Ģu anda Adıyaman, Gaziantep,
Mardin ve ġanlıurfa‟da yapılmaktadır. Bu anlamda ġanlıurfa ili organik
tarımda ön plana çıkmaktadır. Organik tarım ve hayvancılık, toprakların
sürdürülebilir tarım açısından korunmasında büyük önem taĢımaktadır. Bu
yönde atılacak adımlar tarım ve hayvancılığın geleceğini garanti altına
alacak, gelecek nesillere kirlenmemiĢ verimli topraklar bırakacaktır.
Anahtar Kelimeler: Mayın, Şanlıurfa, Organik Tarım, Toprak Verimlilik
125
MAYINLI ARAZĠLER
Türkiye‟nin güney – güneydoğusundaki komĢularımız Irak ve Suriye
sınırında yer alan, 1956 yılında mayınlanmaya baĢlanılan alan 300 ile 750
metre geniĢliğinde (ġekil 2.) yaklaĢık 780 kilometre uzunluğundaki bölgede
iki Kıbrıs adası büyüklüğünde yani 508.000 dekarlık mayınlı arazi olduğu
bilinmektedir. YaklaĢık 53 yıllık geçmiĢ olan bu mayınlı araziler Suriye
sınırında ġanlıurfa, Mardin, Kilis, Hatay illerini kapsamaktadır (ġekil 1.).
ġekil 1. Suriye sınırında ġanlıurfa, Mardin, Kilis, Hatay illerini kapsayan
mayınlı alan bölgesi.
ġekil 2. Mayınlı Arazinin yaklaĢık kesiti (Kanatlı ve Ark., 2004).
126
Ziraat Mühendisleri Odasının yapmıĢ olduğu tespit çok güzel bir
Ģekilde aĢağıda verilmiĢtir. Bu manada, mayınlı alana sahip iller itibariyle
yapılan tespitler aĢağıdaki gibidir;
ĠLLER
Mayınlı Alan (da)
ĠĢlenebilir Tarım Alanı
(da)
Hatay
36.000
25.000
Kilis
33.000
25.000
Gaziantep
15.000
15.000
ġanlıurfa
54.000
45.000
Mardin
48.000
43.000
ġırnak
30.000
17.000
TOPLAM
216.000
170.000
*(TMMOB ZMO BaĢkanlığı, Basın Açıklaması)
Sözü edilen mayınlı alanların(216.000 dekar), büyük oranı yaklaĢık
olarak % 80„e yakın bir kısmının (170.000 dekar) I. ve II. AKK Sınıfı
iĢlemeli tarıma uygun tarım arazilerinden oluĢmaktadır. Bu arazinin %
70„inin sulanabilir özellikler taĢıdığı değerlendirilmektedir.
Tablodan da görüldüğü gibi 54.000 da mayınlı araziye sahip olan
ġanlıurfa‟da iĢlenilebilir tarım alanı 45.000 da olup iller bazında en fazla
alanı kapsamaktadır.
MAYINLI ARAZĠLERĠN TOPRAK YAPISI VE VERĠMLĠLĠĞĠ
YaklaĢık 53 yıldır ekilmeyen mayınlı arazilerdeki topraklarda
organik madde miktarları bakımından ekilen arazilere göre, en az yüzde 3040 arasında daha yüksek verime sahiptir. Ayrıca, mayınlı araziler gen
kaynaklarımızın korunduğu alanlardır.
127
Arazinin mayınlardan temizlenmesine yönelik tartıĢmalar son birkaç
yıldır sürmektedir. YaklaĢık 53 yıldır kullanılmayan bu arazilerin 'birinci
sınıf tarım arazisi' olduğu bir gerçektir. Topraklar uzun bir süre tarımda
kullanılmadığından,
verimliliklerinin
ve
kalitelerinin
arttığı
varsayılmaktadır. Bu kuĢaktaki toprakların tarımsal kullanılmaları açısından
özellikleri henüz ciddi bir biçimde incelenmediğinden, Harran Ovasında
yapılan bir çalıĢmadan yararlanarak toprak özellikleri üzerinde bazı
tahminlerde bulunmak, bu toprakların ideal olarak nasıl kullanılması
gerektiği düĢüncesi ile yapılan çalıĢmalarda Harran Ovası; Güneyde Suriye
sınırı, Kuzeyde GermüĢ ve ġanlıurfa dağları, Batısında Fatik dağları
Doğusunda ise Tektek dağları bulunmaktadır. Ovanın güneyinde bulunan
topraklarında yaklaĢık yüzde 25 civarında kireç bulunmaktadır ve ovanın
güneyine doğru kireç düzeyinin düĢtüğü görülmektedir. Toprakta yüksek
oranda kirecin varlığı bu kesimde tuzluluğun etkisini azaltmaktadır. Eğim
dolayısıyla ovanın güney bölgesine taĢınan malzeme daha ince yapıdadır.
Ovaya çevre tepelerden daimi olarak kireçli yeni malzemeler taĢınmaktadır.
Ovanın Güneyini temsil eden ve Suriye sınırına en yakın profiller
olan Profil 14 (Ekinyazı serisi), Profil 15 (Akçakale serisi) ve Profil 16.
(Gürgelen serisidir). Bu profiller mayınlı arazilere en yakın bulgu ve
değerleri temsil etmektedirler. Belirlenen kil yüzdesi değerleri yüzey
topraklarda çoğunlukla yüzde 40-65 arasındadır. Profillerin yüzde kil
değerleri profil boyunca derinliğin artmasıyla düzensiz bir görünümde
olması düĢük kodlara çevreden daimi olarak yeni toprak malzemelerin
sularla taĢındığını göstermektedir. Ayrıca bir Profilde 150 cm'de taban suyu
görülmüĢtür. Görülen taban suyu seviyesinin sınır bölgesinde de dikkate
alınması gerekmektedir. Toprak örneklerinde organik madde miktarları ve
verimlilikleri genelde beklenenden daha az bulunmuĢtur. Organik madde
miktarlarının yaklaĢık 150 cm'ye kadar homojen sonraki derinliklerde
azaldığı tespit edilmiĢtir. Organik madde değerleri ovanın kuzeyinde
ortalama yüzde 1.76 iken, orta kesimlerine doğru ortalama yüzde 1.54'e ve
güney bölgesine doğru azalarak ortalama yüzde 0.87'ye düĢmektedir.
YaklaĢık 53 yıldır ekilmeyen mayınlı arazilerdeki topraklarda organik
madde miktarlarının ekilen arazilere göre en az yüzde 30-40 arasında daha
yüksek olduğu tahmin edilmektedir. Ayrıca, mayınlı toprakların
verimliliklerinde de büyük artıĢların olduğu sanılmaktadır. Bu kadar değerli
ve dünyada da benzeri az olan toprakların kullanılmasında büyük özen
gösterilmesi Ģarttır (Çakmak, 2009).
MAYINLI ARAZĠLERĠN TARIM POTANSĠYELĠ
Sınırdaki bu alanlarda bakir ve sulanabilir arazilerin çokluğu, iklim
yapısı, limanlara yakınlığı, pamuk, mısır, buğday, nohut gibi ürünlerin
128
üretim merkezi olması, gelecek yıllarda organik tarım ürünleri ihracatının da
merkezi olacak gibi gözükmektedir. Tabidir ki, organik tarıma yönelik
desteklerin verilmesi, çiftçilerimizin bilinçlendirilmesi, yönlendirilmesi bu
süreci hızlandıracak ve bölgedeki kırsal nüfusu da bölgede tutacaktır. Bu
alanların organik tarıma açılması bile baĢlı baĢına bölge için bir
potansiyeldir. Tamamına yakını düz ve verimlidir. Öte yandan Bölgemizde
organik tarım uygulamaları Ģu anda Adıyaman, Gaziantep, Mardin ve
ġanlıurfa‟da yapılmaktadır ( ġekil 1.) Bu anlamda ġanlıurfa ili organik
tarımda ön plana çıkmaktadır. ġirket bazında üretim yapan firma sayısı 3‟ü
ġanlıurfa, 8‟i ise Gaziantep‟te olmak üzere toplam 11‟dir.
ĠLLER
Mayınlı ĠĢlenebilir Tarım
Üretim Deseni Önerisi
Alan (da) Alanı (da)
Hatay
36.000
25.000
Pamuk, Buğday, Mısır,
Sebze-meyve, Bağcılık
Kilis
33.000
25.000
Antepfıstığı, Badem, Zeytin, Fiğ,
Sebze-meyve, Bağcılık, hayvancılık
Gaziant
15.000
ep
15.000
Buğday, Arpa, Mercimek, Nohut,
Antepfıstığı, Zeytin, Sebze-meyve,
Bağcılık
ġanlıurf
54.000
a
45.000
Pamuk, Buğday, Arpa, Mısır,
Mercimek
Mardin 48.000
43.000
Pamuk, Buğday, Arpa, Mısır
ġırnak 30.000
17.000
Buğday, Arpa, Mercimek, Bostan
Zeytin,
TOPLA
216.000 170.000
M
Sözü edilen mayınlı alanlarda, birinci ve ikinci sınıf tarım arazileri
en büyük oranı oluĢturmaktadır. ĠĢlenebilir tarım arazilerinin yanında, daha
düĢük miktarlarda olmak üzere mera alanları, orman ve makilik alanlar ve
volkanik kayalarla kaplı alanlar bulunmaktadır. Mayınlı arazilerin iĢlemeli
tarıma elveriĢli bölümünün, illere göre değiĢmekle birlikte, % 80„e yakın bir
oranda, yaklaĢık 170 bin dekar olduğu hesaplanmıĢtır. Bu arazinin % 70„inin
sulanabilir özellikler taĢıdığı değerlendirilmektedir.
129
ġanlıurfa‟daki diğer illere oranla daha geniĢ bir alana sahip, üretim
deseni önerileri yetiĢen ürünler antep fıstığı, zeytin, pamuk, mısır, buğday,
arpa, mercimektir.
YILLIK GELĠR
Mayınlı arazilerin tarıma açılması durumunda elde edilecek yıllık
net gelirin 20 milyon doların üzerinde olacağını ortaya koyan araĢtırmalar,
dekar baĢına net gelir ortalaması 180 lira olarak kabul ediliyor.AraĢtırmalara
göre, Güneydoğu Anadolu Bölgesi‟nde üretim deseni önerilerinde yer alan
ürünlerin verim değerleri, mevcut üretim maliyetleri ve piyasa fiyatları
yanında destekleme ödemeleriyle birlikte değerlendirildiğinde, bir dekar
alandan elde edilen net gelirin mercimekte 100, mısırda 150, buğdayda 174,
pamukta 190, zeytinde 640 ve Antep fıstığında 650 TL olduğu görülüyor.
Sebze, meyve, bağcılık, seracılık, hayvancılık ve organik tarım gibi
faaliyetler yaratılacak katma değeri daha da artırıyor. Üretim gücünü
örneklendirebilmek açısından, tümüyle monokültür tarım yapılması
varsayımıyla, sözkonusu alandan yılda 85 bin ton pamuk veya 102 bin ton
buğday veya 212 bin ton mısır elde etmek mümkündür.
ĠLLER
Hatay
Kilis
Gaziantep
ġanlıurfa
Mardin
ġırnak
Yılık Net gelir
Ġstihdam (hane / kiĢi)
(iĢlenebilir alan*180lira)
424
4.500.000
2.120
424
4.500.000
2.120
254
2.700.000
1.270
763
8.100.000
3.815
729
7.740.000
3.645
288
3.060.000
1.440
30.6 milyon lira
2.881 hane
TOPLAM
14.405 kiĢi
20.1 milyon $
Güneydoğu Anadolu Bölgesi„nin Türkiye„nin geliĢmiĢlik düzeyi en
düĢük bölgelerinden olması bağlamında; mayınlı arazilerin temizleme
130
sonrasında yöre çiftçisine tahsis edilmesi durumunda yaratacağı istihdam,
Türkiye„nin sosyal dengeleri açısından çok önemlidir.
MAYINLI ARAZĠ 15 BĠN KĠġĠLĠK ĠSTĠHDAM YARATIR
Güneydoğu Anadolu Bölgesi‟nin Türkiye‟nin geliĢmiĢlik düzeyi en
düĢük bölgelerinden olmasına dikkat çekilerek, mayınlı arazilerin temizleme
sonrasında yöre çiftçisine tahsis edilmesi durumunda yaratacağı istihdamın,
Türkiye‟nin sosyal dengeleri açısından çok önemli olduğu açık ve net olarak
görülmektedir. Buna göre 170 bin dekar iĢlenebilir tarım alanı, Türkiye
ortalaması iĢletme ölçeği olan 59 hektarlık iĢletmelere bölündüğünde, 2 bin
881 adet tarım iĢletmesini doğuruyor. Her bir hanenin en iyimser tahminle
tarım iĢinde çalıĢabilecek yaĢta olan 5 kiĢiden oluĢtuğu düĢünüldüğünde, 14
bin 405 kiĢilik bir istihdam kapasitesi ortaya çıkıyor. ĠĢletme baĢına net gelir
ise 10 bin 621 lira olarak gerçekleĢiyor. Kooperatif yapısı altında örgütlenen
köylü üreticinin, her iĢletmede ziraat mühendisleri önderliğinde
gerçekleĢtirecekleri üretimin, Türkiye‟nin gıda güvenliği ve gıda
güvencesine önemli katkı sağlaması bekleniyor.
AĢağıda, Hazine MüsteĢarlığı tarafından yayımlanan Ocak - Aralık
2008 dönemine iliĢkin teĢvik belgeleri, yatırım, istihdam verileri ve bir
kiĢilik iĢ yaratma maliyeti, tarım sektörü açısından verilmektedir;
Belge
Sayısı
73
Tarım
Toplam 2.448
Toplam Yatırım Ġstihdam
(TL)
(kiĢi)
359.937.219
28.230.289.151
2.590
98.377
Ortalama
Maliyet
(TL)
138.972
286.960
Yatırım
BaĢına Ort.
Ġstihdam
35
40
Görüldüğü gibi, 2008 yılında kiĢi baĢına istihdam maliyeti
ortalaması 287 bin lira, tarım sektöründe bir kiĢilik istihdam maliyeti ise 139
bin liradır. Buna karĢılık; mayınlı arazilerin temizlenerek yöre çiftçisine
dağıtılması durumunda, kiĢi baĢına istihdam maliyeti, tarımdan elde
edilebilecek 30.6 milyon lira / 14405 kiĢi = 2 bin 124 lira olmaktadır.
MAYINLI ARAZĠLERĠN TEMĠZLENMESĠ
-Mayın temizleme masrafının geri dönüĢ hızı, yıllık 20 milyon dolarlık net
tarımsal gelir bazında hesaplanıyor. Örneğin 100 milyon dolarlık bir mayın
temizleme finansmanı, 5 yıl içinde geri dönüyor. Bu çerçevede mayın
temizleme iĢi, finansmanı sağlanarak denetimli bir Ģekilde gerçekleĢtirilmeli.
131
-Kooperatif yapısı altında ziraat mühendisleri ve köylü üreticilerin birlikte
çalıĢması sağlanmalı.
-Arazinin Yasa Tasarısı‟nda olduğu gibi, 5 yıl içinde mayını temizleyen
yabancı Ģirketlere 49 yıllığına tahsisi durumunda, Ģirketin 2059 yılına kadar
elde edeceği toplam tarımsal gelir 880 milyon dolardır. Böylesine stratejik
bölgede, hiçbir yabancı Ģirketin yarım yüzyılda 880 milyon dolar kazanmak,
baĢka bir deyiĢle yalnızca tarım yapmak peĢinde olmayacağı açıktır.
-Orta Doğu‟nun en zengin su kaynaklarına sahip olan bölge, bu yönüyle de
iĢtah kabartmaktadır. Avrupa Birliği tarafından 2004 yılında yayımlanan ve
kamuoyunda Etki Değerlendirme Raporu olarak bilinen Türkiye‟nin Üyeliği
Perspektifinden Kaynaklanan Hususlar Belgesinde, Dicle ve Fırat sularının,
Ġsrail‟e özel atıf yapılarak, uluslararası bir su yönetimine devredilmesi
gerektiği önerisi, yukarıdaki ifadenin uluslararası politika alanındaki
izdüĢümü olarak değerlendirilmelidir.
-Bölgenin jeo-stratejik konumu 510 km‟lik bir hat boyunca yabancıların en
az yarım yüzyıl için yerleĢmesi ne denli tehdit ve tehlikeler doğurabileceği
düĢünülmelidir.
SONUÇ VE ÖNERĠLERĠ
1- Mayınlardan temizlenen arazi yöre çiftçisine tahsis edilmeli, kooperatif
yapısı ile ziraat mühendisleri ve köylü üreticilerin birlikte çalıĢması
sağlanmalıdır. Böyle olursa, hem 15 binin üzerinde üretici ve mühendis
istihdamı sağlanacak; hem de gerçekleĢtirilecek yüz binlerce tonluk üretimle,
giderek artan tarım ürünü ithalatı için harcanan kaynak azaltılabilecektir.
2- Bu alanda yetiĢtirilecek yem bitkileri ekolojik, biyolojik ve botanik
özellikleri nedeniyle münavebe bitkisi olarak her zaman tercih edilir
durumda olmalıdırlar. Ġyi planlamıĢ sağlıklı bir ekim nöbeti ile toprağın
organik madde ihtiyacı karĢılanmalıdır. Bu amaçla baklagil bitkileri gibi C/N
oranı düĢük olan ürünlere mutlaka ekim nöbetinde yer verilmelidir Yem
bitkileri aynı zamanda toprağın yağıĢ ve rüzgar nedeni ile aĢınmasını
(Erozyon) önlemektedirler.
3- Bu alanda bitkisel ve hayvansal üretimde bio-güvenliğin sağlanması için
koĢulların oluĢturulması gereklidir.
4- Organik hayvancılığa geçiĢ aĢamasında özellikle organik yem üretimine
yönelik T.K.B ce destek ve teĢvikler gereklidir. Türkiye de hayvancılığın
yoğun olduğu bölgeler de, doğal mera ve yaylalardan yararlanılarak, organik
sığır, koyun ve keçi üretimi teĢvik edilmeli ve organik hayvancılık yapmaya
132
gönüllü çiftçilerden örnek, pilot iĢletmeler krediyle desteklenmelidir.
Organik hayvancılığın geliĢmesi için kaliteli ve sağlıklı ürünlere yönelik
tüketici talebi arttırılmalıdır.
5- Toprak yapısını iyileĢtiren ve topraktaki biyolojik yaĢamı destekleyen
yöntemleri izlemelidirler. Toprağın üst kısmını bozan ve verimliliği düĢüren
anız yakma iĢleminden vazgeçmelidirler.
6- Her Ģeyden önce organik tarım ve hayvancılık, toprakların sürdürülebilir
tarım açısından korunmasında büyük önem taĢımaktadır. Bu yönde atılacak
adımlar tarım ve hayvancılığın geleceğini garanti altına alacak, gelecek
nesillere kirlenmemiĢ verimli topraklar bırakacaktır.
7- Hayvan yetiĢtiricilerinin organik üretimi benimsemesi yönünden,
üretilecek organik ürünlerin maliyet ve kârlılıkları araĢtırmalarla ortaya
konulmalıdır.
8- Son olarak mayınlardan temizlenen arazi yöre çiftçisine tahsis edilmeli,
kooperatif yapısı ile ziraat mühendisleri ve köylü üreticilerin birlikte
çalıĢması sağlanmalıdır. 1952 yılında güvenliği sağlamak ve kaçakçılığı
önlemek için mayınlanan 3.5 milyon dönümlük alanda, bugüne kadar
yaklaĢık 3.000 kiĢi mayınlara bastığı için ya sakat kaldı ya da hayatını
kaybetti.
KAYNAKLAR
Anonim, 2009. TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası BaĢkanlığı Basın
Açıklaması, Ankara. 2009.
Beek. K. L., 1978. Land Evaluation for Agricultural Development. Int.
Institute for Land Reclamation and Improvement/ ILRI. Publ. 23.
Wageningen. The Netherlands, 333 S.
Çakmak, M., 2009.
Mayınlı Araziler Ne Kadar Verimli?
11 Haziran 2009 tarihli
www.63haber.com
haber
portalı.
http://www.63haber.com/haber_detay.asp?haberID=5081, ġanlıurfa.
Dinç, U., 1980. Landsat-1 ERST-1 Görüntülerinin Toprak Etüd ve
Haritalama ÇalıĢmalarında Kullanılma Olanakları Üzerine Bir ÇalıĢma. Ç.
Ü. Ziraat Fakültesi Yayınları No:136, Adana.
Kanatlı M., Öztürkmen A.R., Doğan Ġ., Özel N., 2004. Türkiye Cumhuriyeti
ile Suriye Arap Cumhuriyeti Sınırında Bulunan Mayınlı Alanların “Arazi
Kullanım Kabiliyetlerinin Belirlenmesi” ÇalıĢmaları, ġırnak (Silopi)-
133
ġanlıurfa (Final Raporu), Mayınlı Alanların Tarıma Kazandırılması Projesi,
T.C. BAġBAKANLIK GAP Bölge Kalkınma Ġdaresi BaĢkanlığı Bölge
Müdürlüğü, ġanlıurfa.
Saner. G, Engindeniz,S.2001. Hayvancılıkta organik üretime geçiĢ olanakları
ve Türkiye üzerine bir değerlendirme. Türkiye 2.Ekolojik Tarım
Sempozyumu. 14-16 Kasım 2001. Antalya,s.124-133.
Soyergin, S., 2003. Organik Tarımda Toprak Verimliliğinin Korunması,
Gübreler
ve
Organik
Toprak
ĠyileĢtiricileri.
http://www.bahce.biz/organik/toprak_iyileĢtirme.htm.
Atatürk
Bahçe
Kültürleri Merkez AraĢtırma Enstitüsü.
134
SÜRDÜRÜLEBĠLĠR TOPRAK VERĠMLĠLĠĞĠ
Safiye BÜLBÜL,
Seda KILIÇ
Harran Üniversitesi Ziraat Fakültesi Toprak Bilimi ve Bitki Besleme
Bölümü
ÖZET
Sürdürülebilir tarım; hızla artan nüfus artıĢına bağlı olarak doğal
kaynakların korunması ve çevreye zarar vermeyen tarımsal teknolojilerin
kullnıldığı, yeterli ve kalitel imaddelerin üretimini sağlayıp geliĢtirilen
uygulamalardır. Toprakverimliliği; toprağın gerek besinelementleri gerekse
organic maddelerce zengin olması verimlilik bakımından önemlidir.
Kullanılan sistemler; PDO, PGI, TSG gibi birimlerdir.
Tarımda toprak sürekli kullanılan bir meteryal olduğu için,elde
edilecek olan ürünü takiben toprak verimliliğinin devamlılığını da
baĢarabilmek tarımın esas amaçlarından biridir. Toprak verimliliğininin
sürdürülebilirliğ iaçısından yalnız besinmaddesi dengesi yeterli değildir.
Tamamlayıcı diğer uygulamalar ve önlemler de bu açıdan yönlendirici etkiye
sahip olup, iklim ve bitki faktörleri, yalnıĢ amenajman uygulamaları gibi
faktörler verimliliği sınırlandırılabilir ve hatta toprak bozulması meydana
gelir.
Doğal kaynakların bilinçsiz kullanımları nedeniyle tükenmeleri tür
ve biyo çeĢitliliğin azalması ve yaĢam ortamlarının yok olması, kirliliğin
artması gibi sorunlara çözüm olarak doğanın korunmasına ve sürdürülebilir
kullanımına yönelik ekolojik planlama yöntemi veteknikleri geliĢtirilmiĢtir.
Earles toprakta iyi biryapı ve verimliliğinin sürekliliği için aĢağıdaki öneriler
sunmaktadır;
-Tarımsalalandaki doğal besin elementi döngüsünün arttırılması, kimysal
gübre kullanılmasının azaltılması, gübreleme programının azaltılması.(Etkili
gübre kullanımı)
-Minimum toprak iĢlemesi(ya da diğerkorumalı toprak sürüm yöntemleri)
-Toprağın yalnız fiziksel ve kimyasal bir yapıdan ibaret olmayıp, canlı bir
varlık olduğunu da göz önünde bulundurarak, toprak organizmalarının
sağlıklı çeĢitliliğini koruyucu amenajmanlarının uygulanması.
Bu konuda çeĢitli öneriler sunulmaktadır.
135
. Sonuç olarak toprak verimliliğinin sürdürülebilirliği, çok sayıda faktörün
ortak etkisine ve aralarındaki etkileĢime bağlı olup, çok yönlü planlamaların
yapılmasını gereklikılar.
Anahtar Kelimeler: Sürdürülebilir tarım, organic tarım, verimlilik, PDO,
PGI, TSG
1)GĠRĠġ
Toprak: Toprak yeryüzünü ince bir tabaka halinde saran,içerisinde
ve üzerinde geniĢ bir canlı alemi barındıran,bitkilere durak yeri ve besin
kanağı olan,topografyanın ve zamanın iklime,organizmalara ve anametaryela
yapmıĢ olduğu etki ile üç fazlı,üç boyutlu dinamik bir yapıya sahiptir. Tarım;
bir bakıma bitkiyi aracı kullanarak topraktan en yüksek verimi ve ürün
kalitesini sağlamak sanatı denebilir. Tarımda toprak sürekli kullanılan bir
materyal olduğu için, elde edilecek olan ürünü takiben toprak verimliliğinin
devamlılığını da baĢarabilmek tarımın esas amaçlarından biridir.
Sürdürülebilir tarım, uzun dönemde dogal kaynakların korunmasının
yanı sıra çevreye zarar vermeyen tarımsal teknolojilerin kullanıldıgı bir
tarımsal yapının olusturulmasıdır. Toprağın gerek besin elementleri gerekse
organik maddelerce zengin olması verimlilik bakımından önemlidir. Fakat,
toprağın fiziksel özellikleri de bitkinin geliĢimini desteklemesi açısından
toprak üretkenliği önem kazanır. Yani, toprağın üretkenliği için bitkilerin
ihtiyaç duyduğu besin elementlerine optimal düzeyde sahip olması yanı sıra,
bitki kök geliĢmesine mekaniksel direnç göstermemesi ve iyi derecede su ve
hava iliĢkilerine de sahip olması gerekir. Türkiye'de, tarım tammen
endüstriyel karakter kazanmamakla birlikte dünyanın gelismis ülkelerinde
oldugu
gibi, bir yandan sentetik üretim girdileridenetimsizce
kullanılmamakta, diger yandan da günümüzde olumsuz isleme teknik ve
teknolojilerin olusturdukları sonuçları düsünmeden oldukça yogun bir
tarımsal üretim yapılmaktadır. Günümüzde bu uygulamalar dogal dengenin
bozulmasına olan etkileri ve besin zinciri yoluyla insanın yanı sıra tüm
canlılara ulasabilen yasamsal tehlike yaratma özellikleri ile sanayi ya da
kentsel kirlilikler kadar dikkat çekmeye baslamıstır. Sürdürülebilir tarım
anlayısı içerisinde su ve toprak kaynaklarının korunması, entegre ilaç
yönetimi gibi birçok uygulamalar yer almakla beraber, ilaç, sentetik gübre
gibi dogal olmayan girdilerin kullanılmasından kaçınılarak kalite, saglık ve
çevresel standartlarla bulusan organik tarımteknikleri anahtar rol
oynamaktadır. Bu çalısmada, sürdürülebilir tarım, gerekleri ve bu alandaki
gelismeler ortaya konularak, sürdürülebilir tarım için gerekli olduguna
136
inandıgımız organik tarım ve bu konuda dünyada ve ülkemizde yapılan
uygulamalar vurgulanmaya çalısılacaktır.
2. Sürdürülebilir Toprak Verimliliğinin Materyal ve Metotları
Sürdürülebilir tarım kavramı, tarımsal üretimde agronomik, çevresel,
sosyal ve ekonomik boyutları dengelemeyi hedefleyen bir yaklasım seklidir.
Amaçları, bir yandan tarımda verimliligi korurken diger yandan da çevreye
verilen zararı azaltarak, kısa ve uzun dönemde ekonomiyi canlı tutmak,
tarımla ugrasanların yasam kalitesini yükseltmek ve bu amaçla uygulamaları
geliĢtirmektir. Sürdürülebilir tarım kavramı aslında endüstriyel tarımın
yarattıgı sorunları çözebilmekiçin ortaya atılmıs çözüm önerilerinin altında
toplandıgı bir baslık olarak düsünülebilir. Burada öncelikle kabul edilmesi
gereken temel kurallar; tarımsal üretim için dünyada gerekli olan
kaynakların sınırsız olmadıgı ve dogal dengeyi bozarak istenilen ölçüde ve
sürekli bir gelismenin saglanamayacagıdır. Bu açıklamaların ısıgı altında
sürdürülebilir tarımı saglamak için gerekli temel göstergeler. Çizelge 1‟ de
verilmistir. Çizelge 1:Sürdürülebilir Tarımın Genel Göstergeleri
Göstergeler
Üreticinin uzun dönemdeki geliri
Diğer kaynaklar
Çevre
Yönetimci özellikler
Sosyo ekonomik etkiler
Belirleyiciler
*Üreticilerin elde ettikleri gelirin
uzun dönemli olması.
*Üreticilerin pazarlama güçlerinin
arttırılması
ve
dıĢ
üretim
geliĢtirlmesi
*Kaynakların etkin kılan üretim
verimliliğinin sağlanması
*Gıda kalitesi ve güvenliği
*Toprağın durumu
*Ürün çeĢitliliği
*Su kaynakları
*Kimyasal atıklar
*Sulamadaki tuzluluk
*Doğal kaynaklr üzerine tarımın
etkisi
*Sürdürülebilir
tarım
uygulamalarının yerine getirilmesi
için
eğitim
çalıĢmalarının
yaygınlaĢtırılması
*Tarımdaki
insan
odaklı bir
geliĢmenin sağlanması ve iĢgücü
eğitimi
için
çalıĢmaların
geliĢtirilmesi.
137
Özellikle topragın korunması sürdürülebilir tarım anlayısında büyük
önem tasımaktadır. Örnegin bu konuyla ilgili 1950'li yıllarda Avusturalya'da
Tarım Planlaması çalısmaları baslatılmıstır. Daha sonra 1980 yılında
Victoria hükümeti tarafından toprak koruma programları hazırlanmıs ve
programlar gelistirilmistir. Farklı bölgelerde de bu tür programlar
hazırlanarak Dogal Üreticilerm Federasyonu ve Avusturalya Koruma
Kurulusu tarafından destek alınmıstır. Avrupa Birligi ülkelerinde ise
özellikle bazı tarımsal ürünleri korumak, dogal özelliklerini kaybetmeden
üretim devamlılıgını saglamak amacıyla PDO, PGI, TSG sistemleri
gelistirilmistir. Bu sistemler aracılıgıyla aynı zamanda tüketicilerin
korunmasını ve satın aldıkları ürünleri tanımalarını ve bu ürünlerin
güvenilirliginden emin olmalarını saglamak amaçlanmaktadır. Bu
düsüncelerin ısıgı altında bazı tarımsal ürünleri tüketicilere daha iyi
tanıtabilmek amacıyla EC No331/2000 nolu yasa ile PDO, PGI, TSG
sistemleri adı altında logolar olusturulmus ve bu logoyu tasıyan hem bitkisel
hem de hayvansal ürünlerde gıda güvenligi ve gıda kalitesi açısından
tüketicilere garanti saglanmıstır. Bu sistemler asagıda açıklanmaktadır: PDO
(Protected Designation of Origin): Orjinaline en uygun sekilde yetistirilmis
ürünlerin sahip oldugu bir logodur. PDO sınıflandırmasında yer alan ürünler
hem üretim hem isleme ve hem de hazırlanması asamasında cografik
özelliklerini korumaktadır. PGI (Protected Geographical Indication): Bu
logoya sahip olan ürünlerde hazırlama, isleme veya üretim asamalarından en
az birinde cografik özelliklerinin korumus olması istenmektedir. TSG
(Traditional Speciality Guaranteed): Bu logoya sahip olan ürünler
yetistirildikleri bölgedeki geleneksel özelliklerini koruyan ürünlerdir.
Avrupa Birligi ülkelerinde PDI/PGI/TSG logosunu içeren ürünler arasında;
taze et, peynir çesitleri, diger hayvansal ürünler (yumurta,bal, süt ürünleri,
tereyagı v.b.), yaglar, meyve ve sebzeler, tahıllar, balık, bira, bitki
ekstarktlarından yapılan çesitli içecekler, ekmek, pasta, kek, bisküvi, çikolata
ve sekerlemeler yer almaktadır. Bu sistemler sayesinde ürün tanıtımı güvenli
bir sekilde gerçeklestirilmekte tüketiciye bu konuda garanti saglanmıs
olmaktadır (Rundgren,2000). Ülkemiz açısından sürdürülebilir tarım
kavramı degerlendirildiginde ise önemli konular; erozyon, fazla girdi
kullanımı, çevre kirliligi, sulama, sanayilesme, kentlesme ve turizmin
yarattıgı etkiler, mer'a ve çayırların bozulması ve giderek azalmasıdır.
Ülkemiz topraklarının yaklasık %80'inde orta siddetli ve çok siddetli
erozyon görülmekte olup tarımın sürdürülebilirliğini etkileyecek boyuttadır
(Günaydın, 2005).
Yine ülkemizde tarımın entansif olarak yapılmıs oldugu alanlarda
sürdürülebilir tarım yapılmasının önemli oldugu ortaya çıkmaktadır.
Kullanım miktarları yüksek düzeylere çıkan, buna karsılık uygun gübreleme
teknikleri uygulanmadan kullanılan kimyasal gübreler topragı kirletmektedir
138
Aynı sekilde bir yandan gereginden fazla miktarlarda uygulanan bir
yandan da kullanılmaması gereken maddeleri içeren mücadele ilaçları dogal
çevre üzerinde önemli olumsuzlukların ortaya çıkmasına neden olmaktadır.
Özellikle fazla azotlu ve fosforlu gübre kullanımı toprakların fiziksel ve
kimyasal yapısını etkilemekte dolayısıyla kirlilige yol açmaktadır. Benzer
sekilde pestisit kullanımından dolayı topraklarda mikrofloranın degismesi
nedeniyle organik madde birikimi zor olmakta ve verimlilik düsmektedir.
Bazı ülkelerin deneyimleri de dikkate alınırsa genetik olarak degistirilmis
(GMO) tohum kullanımı nedeniyle tarım yapılan alanlardaki dogal ortamın,
degismesi riski bulunmaktadır.
Organik Tarım ve Organik Tarım Ürünü Tanımı ve Kapsamı
Organik tarım; hatalı uygulamalar sonucu kaybolan doğal dengeyi
yeniden kurmaya yönelik, insana ve çevreye dost üretim sistemlerini
içermekte olup, esas olarak sentetik kimyasal tarım ilaçları, hormonlar ve
mineral gübrelerin kullanımının yasaklanmasının yanında, organik ve yeĢil
gübreleme, münavebe, toprağın muhafazası, bitkinin direncini artırma, doğal
düĢmanlardan yararlanmayı tavsiye eden, bütün bu olanakların kapalı bir
sistemde oluĢturulmasını öneren, üretimde sadece miktar artıĢının değil aynı
zamanda ürün kalitesinin de yükselmesini amaçlayan bir üretim Ģeklidir
(Ġlter ve AltındiĢli, 1996). Organik tarımda esas amaç, insanın kullandığı her
türlü gıda ve besin maddeleriyle barınma ve giyinme maddelerinin insan
sağlığına zarar vermeyecek ya da en az zarar verecek Ģekilde ve devamlı
olarak üretilmesidir (Gündüz ve Kaya, 2007).
Çizelge 2.Türkiye‟de organik tarımsal üretimin genel görüntüsü.
Yıllar
Ürün sayısı
Üretici
Üretim
Üretim
sayısı
alanı(ha)
miktarı
1997
53
7.414
15.906
47.612
1998
67
8.199
24.042
99.300
1999
92
12.275
46.523
168.306
2000
95
18.385
59.985
237.210
2001
98
15.795
11.324
280.328
2002
145
12.428
89.827
310.125
2003
170
13.016
103.500
359.131
2004
174
12.806
209.573
378.803
2005
205
14.401
203.811
421.934
2006
203
14.256
192.789
458.095
DeğiĢim(kat)
5
7
28
44
Kaynak: Tarım ve KöyiĢleri Bakanlığından yararlanılarak düzenlenilmiĢtir.
139
SONUÇ VE ÖNERĠLER
Sürdürülebilir toprak verimliliği; sürdürülebilir tarımın en önemli
koĢullarındandır. Doğal bir ekosistemde, bitkiler mevcut koĢullarla yıllarca
süren adaptasyon sürecinden sonra uyum göstermiĢlerdir. Buna karĢılık
yoğun tarımın baĢlaması ile birlikte toprağın doğal özellikleri de hızla
değiĢmeye baĢlamıĢ, organik maddesi giderek azalmıĢ, fiziksel, kimyasal ve
biyolojik yapısı bozulmaya uğramıĢtır. Yapılan arastırmaların pek çogunun
sonucu gösteriyorki uygulanan yogun tarımsal üretim programlarıyla
sürdürülemeyecek bir gelismenin esigine yaklasılmıstır. Sonuçta, artık
tarımsal üretimin dogaya zarar vermeden artması geregi karsımıza
çıkmaktadır. Bunu saglayabilmek için erozyonu, topragın tuzlulasmasını, su
kaynaklarının kirlenmesini ve diger zararları en aza indirgeyen sürdürülebilir
tarım tekniklerinin gelistirilmesinin gerekli oldugudur. Hem gelismis hem de
geliĢmekte olan ülkeler besin üretimini arttırmanın yollarını ararken, tarımda
kullanılan doğal kaynakları da güvence altına alacak yeni yöntemler
gelistirme zorunluluguyla karsı karsıyadırlar. Özellikle, uygulanan yanlıs ve
yogun
girdili yetistirme teknikleri tarımsal alanlarımızda geri
getiremeyeceğimiz mikroorganizma kayıplarına neden olmaktadır.
Kusaklardır süren tarımsal mücadele ilaçlarının da kontrol altına alınmadıgı
gözlenmektedir. Bu uygulama, insan saglıgında yarattıgı tehlike, diğer türleri
tehdit etmesi ve tarımsal mücadele ilacına direncin artması nedeniyle kontrol
altına alınması gereklidir. Dünyada ve ülkemizde sürdürülebilir yasamın bir
gereği olarak önlemler alınmadıgı takdirde ileride aç insanların sayısı
artacak, hatta felaket boyutuna ulasacaktır.
Bu sorunlarla karsı karsıya olan dünyamızda üretim için dogal
kaynaklar açısından tehlike olusturmayan organik tarım sistemi insan, çevre
ve ekonomik olarak sürdürülebilir tarımsal üretimi gerçeklestiren bir
yaklasımdır. Dogalkaynakların korunmasını, gelistirilmesini, çevrenin
korunmasını ve gıda kalite ve sağlık kosullarına uygunlugu amaçlayan
organik tarım sürdürülebilir bir tarım için uygun bir yöntem olarak
görülmektedir. Gelismis batılı ülkelerde, gelisen çevre bilinciyle birlikte
organik tarımda son yıllarda arastırma ve uygulama çalısmaları
yogunlasmıstır. Gelecekte de özellile hükümet politikalarının bu geçisi
hızlandıracagı gibi tüketicilerin daha dogal kosullarda yetiĢmiĢ ürünleri talep
edecegi de konunun gelismesine katkıda bulunacaktır. Ülkemiz gibi
gelismekte olan ülkelerde de girdi kullanımına yapılan iliĢki
degerlendirmelerde kimyasal gübre kullanımı ve bitki koruma ilaçlarının
kullanımının gelismis batılı ülkelere göre henüz daha düsük düzeylerde
olması organik tarıma geçiste önemli bir avantaj olarak görülmektedir.
Organik tarımın en önemli hedefi insan saglıgının korunması oldugundan;
üretimin gerçek anlamda organik yöntemlerle yapılıp yapılmadıgının
140
bilinmesi gerekmektedir. Bunun için kontrol islemleri organik tarımın en
önemli konusunu olusturur. Kontrol islemleri ürünün üretilmesi, islenmesi
ve depolanması gibi her asamada yetkili sertifikalandırma kurulusları
tarafından yapılmalıdır. Gelismekte olan ülkelerin çogunda sertifikasyon
kurulusları yoktur ve bu konuda potansiyel olarak çalısan çeĢitli kuruluslar
organik tarım yapan üreticilere üretim, toplama, isleme ve pazarlama
asamalarında yardım amacıyla faaliyetlerini sürdüren cı olmaktadır. Ancak
bu iĢlemin çesitli ülkelerde farklı standartlar ve kurallar çerçevesinde
gerçekleĢtirilmesi karısıklıga yol açmakta ve hem ithalatçılar hem de
tüketiciler açısından sorun yaratmaktadır. Bu karısıklıkların ortadan
kaldırılması IFOAM ve 1992 yılından sonra uygulamaya geçirdigi
akreditasyon çalısmaları henüz tam olarak etkinliğini kuramamıstır. Sonuç
olarak günümüzde, gelecek nesilleri tehlikeye atmadan gereksinimlerini
karsılayan bir toplum yaratmak açısından sürdürülebilir tarım son derece
önemli bir kavramdır. Toprak ve su kaynaklarının korunması, dogal
kaynakların korunması, erozyon ve orman yangınları ile mücadele, biyolojik
çesitliligin saglanması, entegre ilaç yönetimi tarımda uygun yetiĢtirme
tekniklerinin kullanılarak tarımsal arazilerimizin verimliliginin arttırılması
ve son yıllarda önemini gittikçe arttıran organik tarım, sürdürülebilir yasam
ve sürdürülebilir bir tarım için önemli bir gerek olarak karsımıza
çıkmaktadır.
KAYNAKLAR
Atıs, E., 2004, Çevre ve Sürdürülebilir
Boyutlarıyla Organik Tarım, Bugday
Dergisi, 2004-2005, Istabul.
Buttel, G.A., G. B. Gıllesple, R. Janke, B.
Günaydın, G., 2005, Türkiye Tarımı ve Degisme
Egilimleri, TMMOB Ziraat Mühendisleri
Odası,Ankara.
Gündüz, M., 1994, Organik Ürün Pazarları ve
Türkiye Açısından Degerlendirilmesi,
Dünyada ve Türkiye'de Organik Tarım,
IGEME,Ankara.
141
Lohr, L., 2001, Factor Affecting International
Demand and Trade in Organik Food
Products; Changing Structure of Global
Food Consumption and Trade AER/USDA,
2001.
Rehber, E., 1991, Alternatif Tarım Üzerine Bir
Tartısma, U.Ü. Ziraat Fakültesi Dergisi, Cilt:
8, s.153-160, Bursa.
Rehber E., 1998,Vertical Integration in
Agriculture and Contract Farming, Working
Center, University of California, USA.
Rehber E., B. Çetin, 1999, Organic Farming in
EU and Turkey, Proceedings XXVII
Denmark, June 14-17, 1999.
Rehber E. , 2000, Vertical Coordination in the
Anonim, 2004, Organic Agriculture Worldwide,
Statistics and Future Prospects, February
2004 (http://www.soel.de)
Rehber, E., 1991, Alternatif Tarım Üzerine Bir
TartıĢma, U.Ü. Ziraat Fakültesi Dergisi, Cilt:
8, s.153-160, Bursa.
Rehber E., 1998,Vertical Integration in
Agriculture and Contract Farming, Working
Paper,46, May 1998, A Joint USDA Land
142
Grant University Research Project, Food
Marketing Policy Center, University
Research Project, Food Marketing Policy
Center, University of California, USA.
Rehber E., B. Çetin, 1999, Organic Farming in
EU and Turkey, Proceedings XXVII
COASTA-CIGR V Congress; Work Science
Sustainable Agriculture, HorsensDemiralay Ý (1993) Toprak Fiziksel
Analizleri. Atatürk Üniversitesi Ziraat Fakültesi Yayýnlarý No: 143,
Erzurum.
Feleafel MN, El-Araby SM (2003) Effects of Irrigation Regime, Organic
Manure and Phosphorus
Fertilizer on Tomato Plants. 2. Yield and Fruit Quality. Alexandria Journal
of Agricultural Research 48,
127-136.
Günay A (2005) Sebze Yetiþtiriciliði Cilt II. Meta Basýmevi, Ýzmir.
Kacar B (1994) Gübre Bilgisi. Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi
Yayýnlarý No: 1383, Ders Kitabý:
397, Ankara.
Kalloo G (1993) Tomato (Lycopersicon esculentum Miller). Genetic
Improvement of Vegetable Crops. G.
Kalloo and B. O. Bergh (eds). Pergamon Press Ltd., USA, 645-668.
Karaçalý Ý (1993) Bahçe Ürünlerinin Muhafaza ve Pazarlanmasý. Ege
Üniversitesi Ziraat Fakültesi
Yayýnlarý No:494, Ege Üniversitesi Basýmevi, Ýzmir
143
144
BAHÇE BĠTKĠLERĠNDE ALTERNATĠF TARIM
TEKNĠKLERĠ
Nurhan ARSLAN,
Nurdan KAZAK,
Tuğba BUDO
Ġnönü Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bahçe Bitkileri Bölümü
ÖZET
Bahçe Bitkileri üretimi çevreye zararlı olduğu bilinen kimyasal
girdilerin yoğun olarak kullanıldığı bir bitkisel üretim dalıdır. Bu nedenle
artan kronik hastalık vakaları ve küresel ısınma tehditleri ile bahçe bitkileri
üretiminde alternatif tarım teknikleri arayıĢları geliĢmiĢtir. Bu arayıĢların
temelinde doğanın suyuna gitme prensibi yatmaktadır. Buna göre doğa ile
iliĢkin bir iĢ yaparken onu kendimize uydurmaktan çok kendimizi ona
uydurmaya çalıĢmamız gerekmektedir. Dolayısıyla alternatif tarım teknikleri
toprağı, bitki çeĢitliliğini, insan sağlığını koruma odaklıdır. Türkiye‟deki
tarım arazileri varlığının (38.56 milyon hektar) %10.6‟sı Bahçe Bitkilerine
(4.09 milyon hektar) ayrıldığını göz önüne aldığımızda belirtilen hedeflerin
ne denli büyük önem taĢıdığı ortaya çıkmaktadır. Bahçe bitkilerinde
alternatif tarım teknikleri topraksız tarım ve organik tarım ile son yıllarda
büyük önem kazanmıĢ ve yaygın olarak uygulanmaya baĢlanmıĢtır. Özellikle
organik tarımın önemi kamuoyunda anlaĢılmıĢ ve bu sayede organik tarım
ürünleri pazarda özel bir talep ve yüksek fiyatlardan alıcı bulabilmiĢtir.
Topraksız tarım teknikleri de kontrollü tarımın önünü açarak girdilerin
optimum düzeyde kullanılmasını bu sayede yüksek verim ve kalitenin elde
edilmesine olanak tanımıĢtır. Bu çalıĢmada bu iki ana baĢlık altında geliĢen
alternatif tarım tekniklerinin bahçe bitkilerindeki kullanım alanları
incelenecek olup, sağladığı faydalar, geliĢen ve değiĢen yeni yaklaĢımlar ve
gelecekteki durum hakkında bilgiler derlenerek rapor edilecektir.
Anahtar Kelimeler: Alternatif tarım; topraksız tarım; organik tarım
1.GĠRĠġ
Son yüzyılda hızla artan nüfus dolayısıyla artan gıda ve ham madde
ihtiyacı alternatif tarım tekniklerinin öneminin yükselmesinde lokomotif
görevi görmüĢtür. Ġhtiyaç duyulan besinlerin hem kalitesinin iyi olması hem
de üretiminin daha iyi Ģekilde yapılabilmesi için alternatif tarım teknikleri
arayıĢına girilmiĢtir. Bunun sonucunda da substrat kültürü, su kültürü ve
145
organik tarım gibi alternatif tarım teknikleri geliĢtirilmiĢtir. Organik tarım
Avrupa‟da 1910 yıllarında uygulanmaya baĢlamıĢ olup kontrollü üretimler
1930‟lu yıllarda yaygınlaĢmıĢtır. 1970‟li yıllarda ticari olarak önem
kazanmaya baĢlayan organik tarım, 5 Kasım 1972‟de Fransa‟da Uluslararası
Organik Tarım Hareketleri Federasyonu‟nun kurulmasıyla daha düzenli bir
halde yapıya kavuĢmuĢtur (Zengin 2007).
Diğer bir alternatif tarım tekniği olarak bilinen topraksız tarım ise
M.Ö. Eski Romalı ve Yunanlıların Mısır, Çin, Babil ve Hindistan‟da; hıyar,
karpuz ve diğer sebzeleri kumlu nehir yatağında yetiĢtirmek için çözülmüĢ
gübre kullanmasıyla baĢlamıĢtır. 1452 yılında bitkiler için gerekli mineraller
tespit edildi. 1666 yılından cam viyollerde su içinde bitki yetiĢtiriciliği
yapıldı. 1699 iyon değiĢimi ile besin absorbsiyonu, 1804 bitki besleme
çalıĢmaları, 1850 kum, kuartz, aktif kömür kültürü, 1860 su/çözelti kültürü,
1920 besin çözeltisi formülasyonları, 1945 besi kültürü çalıĢmaları, 1965
damla sulama tekniği, 1975 akıcı hidroponik, 1980 dünyada çok sayıda
hidroponik çiftliklerinin kurulması, 1992 hidroponik tekniklerinin
sınıflandırılması gibi bir çok çalıĢma gerçekleĢtirilmiĢ ve günümüze kadar
geliĢtirilmiĢtir.
1950'lerden bu yana teknolojik geliĢmelerle desteklenen mevcut
tarım sistemi gübre ve pestisit gibi maddelere, bol verimli yeni bitki
çeĢitlerine ve iĢgücü tasarrufu sağlayan yoğun enerji kullanan makinalı
tarıma dayanmaktadır. Bu tarım sistemi istenmeyen yan tesirlere sahip
olduğundan bütün dünyada bir alternatif tarım sistemine ihtiyaç vardır.
Alternatif tarım, endüstri devrimi öncesine dönüĢü ifade etmez. Bu sistem
daha ziyade modern teknolojilerle koruyuculuğa önem veren tarım
sisteminin bir kombinasyonu olmaktadır.
Yüksek miktarda ve uzun süreli gerçekleĢtirilen ilaçlama, gübreleme
ve pestisit kullanımı toprak yapısına belirli bir süreden sonra zarar
verdiğinden ve üretimi yapılan ürün üzerinde ilaçlama sonucunda kalan
kalıntılardan ötürü insanlar alternatif tarım tekniklerine baĢvurmuĢ, topraksız
ve organik tarım alanında çalıĢmalar yapmıĢtır (Gül 2008).
2. MATERYAL VE YÖNTEM
2.1 Materyal
Yürütülen bu çalıĢmada elde edilen bulgular konu ile ilgili
hazırlanmıĢ ders kitapları, genel bilgilendirme kitapları, internet ortamında
ve basılı olarak yayınlanan bilimsel ve diğer teknik dergiler, ulusal ve
146
uluslararası resmi veri tabanları ve uzun yıllar kayıtlarını içeren istatistik
kayıtlardan derlenerek hazırlanmıĢtır.
2.2 Yöntem
ÇalıĢmada derlenen ve sunulan bilgi ve belgelerin elde edilmesi
iĢlemi hususunda üniversite ve devlet kütüphanelerinde yer alan literatürün
taranması, internet ortamında ve basılı olarak yayınlanan dergilerin
taranması yöntemleri ile sürdürülerek tamamlanmıĢtır.
3. BULGULAR
Bahçe bitkilerinde tarımında konvansiyonel tarım tekniklerine
alternatif olarak düĢünülerek yaygın olarak uygulamaya geçirilen baĢlıca
tarım teknikleri topraksız tarım teknikleri ve organik tarımdır.
3.1 Topraksız Tarım
Topraksız tarım, ticari anlamda yaklaĢık 40-50 yıllık geçmiĢe sahip
oldukça yeni bir yetiĢtiricilik Ģeklidir. Bununla birlikte, topraksız
yetiĢtiricilik ile ilgili denemelere, bitki geliĢini sağlayan maddeleri ve
bitkilerin bileĢimini saptamak üzere 1600lü yıllarda baĢlandığı
bilinmektedir. Diğer yandan topraksız bitki yetiĢtiriciliğinin bu tarihten çok
öncesinde yapıldığına, Babil‟in asma bahçeleri ile Aztekler ve Çinlilerin
yüzen bahçelerinin topraksız yetiĢtiriciliğe örnek olduğuna dikkat
çekilmektedir. Mısırlıların milattan birkaç yüzyıl öncesine ait kayıtları suda
bitki yetiĢtiriciliğini anlatmaktadır.
Topraksız tarım, bitki geliĢimi için gerekli olan su ve besin
elementlerinin kök ortamına verilmesi esasına dayalıdır. Örtü altında
yürütülen bu teknik su kültürü ve katı ortam kültürü olarak ikiye ayrılır.
Sözü edilen tarımsal uygulamalar her geçen gün daha fazla üretim alanı
bulmakta ve önemi hızla artmaktadır. Seracılığın yoğun olduğu koĢullarda
daha da fazla ön plana çıkmaktadır.
Topraksız tarımın su kullanım etkinliğini artırması, bitkilerin
kontrollü bir Ģekilde beslenmesi gibi etkenler ile verim ve kaliteyi artırması
gibi avantajlarının yanında, konvansiyonel üretime göre ilk yatırım ve
iĢletme maliyetlerinin yüksek olması ve yüksek seviyede geliĢmiĢ teknik
bilgi gerektirmesi gibi dezavantajları bulunmaktadır (Yıldız 2010).
147
3.1.1 Dünya ve Türkiye’de Topraksız Tarım
2004 verilerine göre dünyada toplam 31,000 hektar topraksız tarım
alanın bulunduğu bilinmektedir. Hollanda‟da 6000, Ġspanya‟ da 5000,
Ġtalya‟da 1000, Çin‟de 1000 hektar alanda topraksız tarım yapılmaktadır.
Türkiye‟de topraksız tarımın ticari üretimde kullanımına 1995yılında yılında
Antalya‟da kurulan modern sera iĢletmelerinde baĢlanmıĢtır. Topraksız tarım
yapılan alan 2000 yılında 20 hektar, 2004 yılında 75 hektar olarak
bildirilmektedir. 2008 yılında yürütülen bir çalıĢmada Türkiye‟de toplam
1848 dekar alanda topraksız tarım yapmakta olan 61 iĢletmenin mevcut
olduğu saptanmıĢtır (Gül 2008).
3.1.2 Topraksız Tarım Teknikleri
Topraksız tarım teknikleri su kültürü ve substrat kültürü olarak iki
bölümde incelenmektedir.
3.1.2.1 Su Kültürü
Su
kültürleri
sınıflandırılmaktadır.
besin
çözeltisinin
uygulanıĢına
bağlı
Durgun Su Kültürü: Bitkilerin 30 cm derinlikteki tekne, tank ve benzeri
yapılara konulan besin eriyiklerinden sadece kökleri temas ettirilerek
beslenmesi ve bu besin eriyiğinin türlere göre değiĢmekle birlikte 7-14 gün
aralıklarla değiĢtirilmesi esasına dayanan yetiĢtiricilik sistemidir.
Durgun su kültürü, bir havalandırma tüpü kullanılarak havalandırmalı
durgun su kültürü Ģeklinde de yapılabilir.
Akan Su Kültürü: Bitki köklerinin, değiĢik kanallar içerisinden sürekli
veya aralıklı olarak birkaç mm den 4-5 cm‟e kadar derinlikte geçirilen besin
eriyikleri içerinde tutularak beslenmesi Ģeklindeki üretim metodudur.
Sistemde bitkiler verilen besin eriyiği eğimli bir kanaldan geçirilerek besin
tanklarında depolanır ve eksiklikleri tamamlandıktan sonra tekrar ortama
motorlar aracılığı ile pompalanır.
Aeroponik Kültür: Bitkilerin köklerine besin eriyiklerinin sürekli veya
aralıklı bir Ģekilde sis veya buhar halinde püskürtülmesi Ģeklinde uygulanan
bir topraksız kültür yöntemidir. Diğer sistemlere göre su ve gübre tasarrufu
sağlayan bu sistemde besin çözeltisini atmaya yarayan baĢlıklar ve sistemi
basınçlı bir Ģekilde çalıĢtıran motor düzeneği bulunmaktadır.
148
3.1.2.2 Substrat Kültürü
Substrat kültür tekniği bitkilerin organik, inorganik ve sentetik materyaller
içerisinde yetiĢtirilmesi esasına dayanmaktadır. YetiĢtirme ortamları
kapsamında organik ortamlar olarak torf, hindistan cevizi lifleri, talaĢ, ağaç
kabuğu, çeltik kavuzu, yer fıstığı kabuğu, inorganik ortamlar olarak kum,
çakıl, volkan tüfü gibi doğal maddeler ve perlit, vermikülit, genleĢtirilmiĢ
kil, kayayünü gibi iĢlem görmüĢ maddeler, sentetik ortamlar olarak da
poliüretan köpük kullanılmaktadır. Bitkilerin su ve besin gereksinimleri, bazı
istisnalar olmakla birlikte, genellikle damla sulama sistemi ile verilen besin
çözeltisi ile karĢılanmaktadır.
3.1.3 Topraksız Tarımın Geleceği Ġle Ġlgili Öngörüler
Ulusal ve uluslararası platformda izlenebilirlik, sağlık ve çevre
açısından tüketici güveninin sağlanmasına yönelik olarak geliĢtirilen
standartlar; suyun kısıtlı bir kaynak haline gelmesi ve geleneksel tekniklerle
bitki yetiĢtiriciliğinin mümkün olmadığı yerlerde tarım yapma zorunluluğu
gelecekte topraksız tarım alanlarının artacağının iĢaretidir. Günümüz
topraksız tarım ticari olarak seracılıkta baĢarılı bir Ģekilde
sürdürülebilmektedir. Deneysel olarak topraksız tarım sistemlerinin çoğunda
baĢarılı bir yetiĢtiricilik mümkündür. Ayrıca hobi amaçlı yapılan balkonda
ev de topraksız tarım çalıĢmaları daha çok ilgi duyulmasını sağlamaktadır.
Topraksız tarımla birlikte gelecekte gıda ihtiyacı karĢılanabilecek.
Ürünlerimizi kendimiz yetiĢtirip daha kaliteli verimli ürünler elde edeceğiz .
Sağlıklı gdo‟suz ürünlerle kanserin önünü bir nebze geçilebilecek. Gelecekte
uzay yolculuklarında oldukça faydalı olabilir ve yıllar sürecek uzay
yolculuklarında aç kalmamalarını sağlanabilir. Denizaltında haftalarca
kalacak personelin taze sebze ihtiyacını bu yolla karĢılanabilir (Gül 2008).
3.2 Organik Tarım
Organik tarım, ekolojik sistemde hatalı uygulamalar sonucu
kaybolan doğal dengeyi yeniden kurmaya yönelik, insan ve çevreye dost
üretim sistemlerini içermekte olup, esas olarak sentetik kimyasal tarım
ilaçları, hormonlar ve mineral gübrelerin kullanımının yasaklanması
yanında, organik ve yeĢil gübreleme, münavebe, toprağın muhafazası, bitki
direncini artırma, doğal düĢmanlardan faydalanmayı tavsiye eden, bütün bu
imkânların kapalı bir sistemde oluĢturulmasını öneren, üretimde sadece
miktar artıĢının değil aynı zamanda ürün kalitesinin de yükselmesini
amaçlayan alternatif bir üretim Ģeklidir (Zengin 2007).
149
3.2.1 Dünya ve Türkiye’de Organik Tarımın Yeri ve Ekonomik Yönü
1930‟lardan itibaren sürdürülebilir biyolojik tarım modeli birçok
ülkede uygulanmaya baĢlamıĢtır. Danimarka, Ġngiltere ve Ġsviçre Avrupa‟da
biyolojik tarımın temellerini atan ülkeler olmuĢlardır. Ülkemizde organik
tarıma 1980‟li yılların ortalarından itibaren Avrupalı organik tarım
firmalarının öncülüğünde sözleĢmeli tarım sistemi ile ihracata yönelik olarak
kuru üzüm, kuru incir, kuru kayısı ve fındık gibi bahçe bitkileri ürünleri ile
baĢlanmıĢtır.
Elde edilen verilere göre dünya toplam tarımsal alanın yaklaĢık
%0.7‟sini organik tarıma ayrılan alanlar oluĢturmaktadır. Okyanusya (Büyük
Okyanus‟a dağılmıĢ adaları içine alan ülkelerden be Avustralya‟dan oluĢan
kıta), dünyadaki organik tarım yapılan arazilerin %39‟luk payına sahiptir ve
ardından %23‟lük payla Avrupa ile %19‟luk payla Latin Amerika
gelmektedir. Avrupa üyesi olan 27 ülkede organik tarıma ayrılan alan 2001
yılında 5.236.218 ha iken 2007 yılında 7.010.407 ha ulaĢmıĢtır. Tabloda
görüldüğü gibi, organik tarım ürünleri üretmek amacıyla ayırdıkları alanlar
bakımından Ġtalya baĢta gelmekte, bunu Ġspanya, Almanya, Ġngiltere, Fransa
izlemektedir. 2001‟den 2006 yılına kadar ekim alanlarında gerçekleĢen
değiĢiklik en fazla Ġspanya‟da olmuĢtur (Anonim 2016).
3.2.2 Organik Tarımın Genel Ġlkeleri, Ülkemiz Açısından Avantaj ve
Dezavantajları
Organik tarım kavramı genel anlamda; doğa ile uyumlu üretim,
kapalı sistem (kendine yeterli tarım) ve ekim nöbeti ilkelerine
dayanmaktadır. Bu ilkeler altında ülkesel ve yöresel koĢullar dikkate
alınarak organik tarım aktiviteleri değiĢkenlikler kazanabilirler. Ancak genel
olarak; genetik değiĢikliğe uğratılmamıĢ tohumları kullanma, toprakta zararlı
etki bırakabilecek kimyasal gübre kullanmama, zararlı ve hastalıklarla
mücadelede kalıcı, doğaya zarar veren ve parçalanmayan kimyasalları
kullanmama, ürünün sertifikasyon ve etiketlenmesini yaptırma faaliyetlerini
içerir (Aksoy ve AltındiĢli, 1998).
Ülkemizin organik tarım açısından en önemli avantajlarından birisi
çiftçilerimizin büyük bir kısmının sentetik kimyasalları ya çok az, ya da hiç
kullanmamasıdır. Bu nedenle organik tarıma geçiĢin kolay olması
beklenebilir. Üretici geliri ürüne bağlı olarak artmaktadır. Ortalama %10
artıĢ olduğu tahmin edilmektedir. Fiyatı hızla artan kimyasal gübre, pestisit
ve enerji girdilerinden tasarruf edilmektedir. SözleĢmeli tarımla üreticinin
tüm ürününün alınması garanti edilmektedir.
150
Öte yandan ülkemizde tarımsal ürün arzında yıldan yıla önemli
dalgalanmaların görülmesi, organik tarım metoduyla bitkisel üretimde ortaya
çıkan bir soru, arazilerin çok küçük, parçalı ve birbirine yakın olmasıdır. Bu
durum organik üretimi olumsuz yönde etkilemektedir. Organik tarım
sisteminde yetiĢtirilen ürünlerin pazarlanması özellikle iç piyasa için yeni ve
belirsiz bir konudur. Konunun yeni olması nedeniyle yeterli tarımsal yayım
çalıĢmaları ve eleman bulunmaması organik tarımın diğer bir olumsuz
yanıdır (Zengin 2007).
4. TARTIġMA VE SONUÇ
Beslenme insan hayatının devamlılığı için en temel ihtiyaç
olduğundan dolayı yeryüzünde yaĢayan ilk insandan bu yana tarım farklı
yöntemlerle yapılmıĢtır. YerleĢik hayata geçmeden önce avcılık-toplayıcılık
yöntemi ile sürdürülen tarımsal faaliyetlere alternatif olarak yerleĢik hayata
geçilmesi ile birlikte modern tarım tekniklerinin temelleri atılmıĢtır. Bundan
sonra üretim materyali ekim-dikimi, toprak iĢleme, sulama, gübreleme gibi
kültürel iĢlemler geliĢmeye baĢlamıĢtır. Bu durum insanların değiĢen
koĢullara adapte olma çabası ile paralel olarak gerçekleĢmektedir. Nüfus
artıĢı, insanları alternatif tarım teknikleri arayıĢına sürükleyen söz konusu
değiĢen koĢullardan en önemlilerinden biridir. Nitekim son yüzyıldaki nüfus
artıĢı geliĢen bilgi birikimi ve teknoloji ile birlikte ortaya çıkan modern
alternatif tarım tekniklerinin en önemli tetikleyicisi olmuĢtur.
Kökenleri milattan önce atılan su kültürü ve substrat kültürü
yöntemleri çağımızda etkin bir Ģekilde uygulama alanı bulmuĢ ve giderek
yaygınlaĢmaktadır. Bilimsel anlamda da büyük önem verilen topraksız
tarımın geliĢmeye ve dünya nüfusunun beslenme ihtiyacına önemli katkılar
sunmaya devam edeceğini söylemek mümkündür. Öte yandan yaklaĢık bir
asır önce kavramlaĢan organik tarım da kısa zaman içinde dünya çapında
önem kazanarak günümüzde çok geniĢ alanlarda uygulanmaya baĢlanmıĢtır.
Artan tüketici bilinci ile birlikte organik ürünlere artan talebin organik
tarımın uygulama alanlarının artacağı öngörülmektedir. Bu çalıĢmada
insanoğlunun öteden beridir süre gelen değiĢen ve geliĢen koĢullara adapte
olmak için sürdürdüğü alternatif tarım teknikleri arayıĢının devam edeceği
ve konunun gittikçe daha büyük önem kazanacağı sonucuna varılmıĢtır.
KAYNAKLAR
Aksoy, U. ve AltındiĢli, A., (1998). Ekolojik (Organik, Biyolojik) Tarım.
Ekolojik Tarım Organizasyonu Derneği, Bornova, Ġzmir, 125 s.
151
Anaç, D., (2016). Topraksız Tarım ve Bitki Besleme Teknikleri. Nobel
Yayıncılık, Ankara.
Anonim,
(2016).
Eko-Turizm
ve
Eko-Tarım
http://www.kurucasile.org.tr/?Syf=26&Syz=299328
(EriĢim
02.04.2016).
Derneği.
Tarihi:
Gül, A., (2008). Topraksız Tarım. Hasad Yayıncılık, Ġstanbul.
TÜĠK
(2016).
Temel
http://www.tuik.gov.tr/UstMenu.do?metod=temelist
02.04.2016).
(EriĢim
Ġstatistikler.
Tarihi:
Zengin, M., (2007). Organik Tarım. Hasad Yayıncılık, Ġstanbul.
Anonim,
http://canerylmz.blogspot.com.tr/2010/03/topraksiz-kultur_04.html
Tarihi: 31.03.2016 ).
(2010).
(EriĢim
Anonim,
(2015) .
http://www.agaclar.net/forum/topraksiz-tarim/ (EriĢim Tarihi: 28.03.2016)
Anonim,
(2016).
(EriĢim Tarihi: 30.03.2016)
https://tr.wikipedia.org/wiki/Organik_tarım
152
BĠYOYAKITLAR
Ġlker HANGÜN
Selçuk Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarla Bitkileri Bölümü
ÖZET
Biyokütle yenilenebilir, çevre dostu, ülkelerin sosyo-ekonomik
geliĢimi için önemli, ısı, güç ve alternatif motor yakıtı üretimi için uygun,
stratejik bir enerji kaynağıdır. Enerji teknolojisinde en büyük kaynak teknik
potansiyeline sahip sıvı-katı-gaz biyoyakıtlar, giderek artan bir geliĢim
profili göstermektedir. Bu çalıĢmada biyoyakıt teknolojisi genel bir bakıĢla
tanıtılmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Biyokütle, biyoyakıt, biyodizel, biyoetanol, biyogaz,
biyo-oil, odun kömürü, biyobiriket, esterifikasyon, piroliz
GĠRĠġ
Günlük yaĢam ve endüstri dünyası için temel girdilerden biri
enerjidir. Ġnsanoğlu varlığından bu yana enerji ihtiyacını karĢılamak üzere
yeryüzü kaynaklarını kullanmıĢtır. Ġlk çağlarda insanoğlu, kendi bedeninde
ve hayvanlarda beslenme ile edinilen kimyasal enerjiyi ısı ve mekanik enerji
olarak kullandı. Kölelik döneminde insan bedeni, ardından odun (ısınma,
piĢirme ve aydınlatma için), rüzgar-su (değirmenler) enerji kaynağı olarak
kullanıldı. Odun kömürü ve odundan çeĢitli kimyasalların üretimi uzun süre
önemini korudu.
Kömürün Kraliçe I. Elizabeth zamanında Küçük Britanya
Adaların'da keĢfinin ardından yoğun kullanımı oldu ve "Endüstri Devrimi"
sonrasında doğrudan ve dönüĢüm ürünleri ile yakıt ve kimyasal madde
üretimi için ilkel madde olarak kullanımı arttı. Amerika'da 1800'lerde petrol
keĢfedildi ve petrol rafînasyon teknolojisi geliĢimi ile endüstri çağmda
kömür ve petrol rekabet içinde kullanıldı. Ġçten yanmalı motorların keĢfi
petrol kökenli yakıtları öne çıkarırken doğalgaz da önemli bir yer kazandı.
Bu geliĢim paralelinde, enerji devirleri "Odun, Kömür, Petrol-Gaz Devirleri"
olarak sınıflanmakta, ancak bu devirler arasında çok kesin ayrımların
olmadığı kabul görmektedir. Enerji kullanımında nükleer enerji 70'li yıllarda
öne çıktı; 9O'lı yıllarda ise, yeni enerji kaynaklan giderek artan uygulamaları
ile önem kazandı. Günümüzde 2000'li yılların yakıtları olarak mevcut fosil
153
kaynaklan ve alternatif enerji kaynaklarını etkin-temiz teknolojilerle
kullanım enerji teknolojisinin temel amacıdır (Karaosmanoğlu 2006).
Yenilenebilir (Yeni-Temiz-Tükenmez-Alternatif) Enerji Kaynaklan: • GüneĢ
• Rüzgar • Biyokütle • Su Gücü (hidrolik enerji, jeotermal enerji, deniz
enerjisi (dalga enerjisi, sıcaklık gradyent enerjisi, akıntı enerjisi ve gel-git
enerjisi)) Ģeklinde sınıflandırılmaktadır.
GELĠġME
Ana bileĢenleri karbonhidrat bileĢikleri olan bitkisel ve hayvansal
kökenli tüm maddeler "Biyokütle Enerji Kaynağı", bu kaynaklardan üretilen
enerji ise "Biyokütle Enerjisi" olarak tanımlanmaktadır. Bitkisel biyokütle,
yeĢil bitkilerin güneĢ enerjisini fotosentez yoluyla doğrudan kimyasal
enerjiye dönüĢtürerek depolanması sonucu oluĢmaktadır. Fotosentez ile
enerji içeriği yaklaĢık olarak 3x10 21 J/yıl olan organik madde oluĢmaktadır.
Bu değer dünya enerji tüketiminin 10 katı enerjiye karĢılık gelmektedir.
Biyokütle enerji teknolojisi kapsamında; odun (enerji ormanları,
ağaç artıkları), yağlı tohum bitkileri (ayçiçek, kolza, soya, aspir, pamuk,
v.b), karbonhidrat bitkileri (patates, buğday, mısır, pancar, v.b), elyaf
bitkileri (keten, kenaf, kenevir, sorgum, vb.), bitkisel artıklar (dal, sap,
saman, kök, kabuk, vb.), hayvansal atıklar ile Ģehirsel ve endüstriyel atıklar
değerlendirilmektedir. Biyokütle yenilenebilir, her yerde yetiĢtirilebilen,
sosyo-ekonomik geliĢme sağlayan, çevre dostu, elektrik üretilebilen, taĢıtlar
için yakıt elde edilebilen stratejik bir enerji kaynağıdır. Biyokütle doğrudan
yakılarak veya çeĢitli süreçlerle yakıt kalitesi arttırılıp, mevcut yakıtlara
eĢdeğer özelliklerde alternatif biyoyakıtlar (kolay taĢınabilir, depolanabilir
ve
kullanılabilir
yakıtlar)
üretilerek
enerji
teknolojisinde
değerlendirilmektedir. Biyokütleden; fiziksel süreçler (boyut küçültmekırma ve öğütme, kurutma, filtrasyon, ekstraksiyon ve biriketleme) ve
dönüĢüm süreçleri (biyokimyasal ve termokimyasal süreçler) ile pek çok
sıvı, katı veya gaz biyoyakıt elde edilmektedir (Karaosmanoğlu,2006).
SONUÇ
Günlük ve endüstriyel yaĢamın temel unsuru enerji stratejik özelliği
ile de ülkelerin itici gücüdür. Yüzyılımızda ulaĢılan nokta, her ülkenin baĢta
öz kaynaklarına dayanmak üzere enerji plan- programlannın düzenlemesi ve
enerji-çevre iliĢkisinin göz ardı edilmemesidir. Enerji kullanımında alternatif
enerji kaynaklan giderek artan oranda kullanımda olacak ve teknolojileri
geliĢecektir.Alternatif enerji teknolojisinde biyoyakıtlar önemli bir yere
sahiptir. 2004 yılındaki, büyük hidroelektrik santrallar dıĢındaki yenilenebilir
enerji yatırımı yaklaĢık 30 Milyar ABD Dolan'dır. 2002-2004 arasında,
154
Avrupa Yatırım Bankası yenilenebilir enerjilere 630 Milyar ABD Dolar/yıl
yatırım yapmıĢtır. Yatırımlardaki %3 (2003) yenilenebilir enerji payının
2007'de %15'e çıkarılması planlanmaktadır.Yenilenebilir enerji sektör
büyüme hızı içinde biyodizel ikinci, biyoetanol altıncı, diğer biyokütle
teknolojileri yedinci sıradadır: Rüzgar :%28 Biyodizel :%25 GüneĢle Sıcak
Su Isıtma :% 17 ġebeke DıĢı GüneĢ Elektriği :% 17 Jeotermallsı :%13
Biyoetanol :%11 Biyokütle :%2-4 Jeotermal Elektrik :%2-4 Küçük
Hidroelektrik Santralar :%2-4 (Karaosmanoğlu, 2006)
Bu iki biyoyakıt için ülkemizde de hızlı bir büyüme mevcuttur.
Biyoyakıtların ülkemizde uygulanır olması için gerekli potansiyel, bilgi
birikimi ve altyapı mevcuttur. Türkiye sadece odun, bitki ve hayvan atıkartıklarından yakacak olarak ısınma ve piĢirmede yararlanmakta ve maalesef
dünyadaki modern biyokütle kullanım eğiliminin dıĢında kalmaktadır.
Türkiye hayvansal ve bitkisel artık miktarı 10.3 Mtep değerinde olup; bu
değer, ülkemiz enerji tüketiminin % 13'üne karĢılık gelmektedir. Ülkemiz
enerji ormancılığına uygun (kavak, söğüt, kızılağaç, okaliptüs, akasya gibi
hızlı büyüyen ağaçlar) 4 Milyar Hektar devlet orman alanına sahiptir. Söz
konusu alan uygun planlamalar dahilinde, enerji ormancılığında
değerlendirilmeli, kıymetli ağaçların yakacak olarak kesimi önlenmelidir.
Türkiye'de toplam arazinin sadece %33.1'i iĢlenmektedir. ĠĢlenmeyen arazi
içinde tanma uygun % 3'hık bir alan mevcuttur. Bu alanın enerji tarımında
kullanılması, kota kapsamından çıkarılan ürünler (tütün, Ģeker pancarı gibi)
yerine de enerji amaçlı tarım (sorgum, miskantus, kanola, aspir v.b)
yapılması, tarım kesimine yön verecek, istihdam yaratacak ve ulusal gelir
artacaktır. GAP, YeĢilırmak Havza Projesi gibi projeler kapsamında
biyokütle enerji teknolojisi plan ve uygulamaları mutlaka yer almalıdır.
Konuya iliĢkin uluslararası fonlar ve özellikle hibelerin yerel yönetimler ve
sivil toplum kuruluĢlarınca kullanımına geçilmesi Ģarttır. Ülkemizde 65 000
ton/gün miktarında çöp çıkmaktadır. Çöplerin düzenli depolama ile elektrik
eldesinde değerlendirilmesi ve baĢta hayvansal atıklardan olmak üzere
biyogaz üretiminin arttırılması dikkate alınmalıdır. BirleĢmiĢ Milletler Ġklim
DeğiĢikliği Çerçeve SözleĢmesi'ni imzalayan ve Kyoto Protokolü öncesinde,
Sera Gazı Envanterini hazırlayan ve Ġklim DeğiĢikliği Ulusal Eylem Planı
çalıĢmalarım yürüten Türkiye için, çevre dostu biyoyakıtlar vazgeçilemez
alternatiflerdir. Biyoyakıtların kaynak çeĢitliliği sağlama, enerji arz
güvenliğinde artıĢa neden olma, ekonomiye katkı ve ulusal-stratejik
nitelikleri de unutulmamalıdır.
KAYNAKLAR
Aksoy, H.A., Kahraman, Ġ., Karaosmanoğlu, F. ve Civelekoğlu, H.,(1988).
Evaluation of sulphur olive oil as an alternative diesel fuel, Journal of the
155
American Oil Chemists' Society, 65,6,936-938. Cığızoğlu, K.B.,ÖzaktaĢ,T.
ve Karaosmanoğlu, F., (1997). Used sunflower oil as a biofiiel for diesel
engines. Energy Sources, 19, 6, 559-566. Çetinkaya, M.ve Karaosmanoğlu,
F., (2004). Optimization of base catalyzed transesterification reaction of
used cooking oil, Energy & Fuels, 18,1888-1895. Çetinkaya, M., Ulusoy, Y.,
Tekin, Y.ve Karaosmanoğlu, F., (2005).Engine and winter road test
performances of used cooking oil originated biodiesel, Energy Conversion
and
Management,
46,
1279-1291.
Çetinkaya,
M.ve
Karaosmanoğlu,F.,(2005). A new application area for used cooking oil
originated biodiesel: generators, Energy & Fuels, 19, 645-652. Çulcuoğlu,
E., Ünay, E., Angin, D., ġensöz, S. ve Karaosmanoğlu,
F.,(2005).Characterization of the bio-oil of rapeseed cake, Energy Sources,
27, 1217-1223. Dandik, L. ve Aksoy, H.A.,(1998). Pyrolysis of used
sunflower oil in the presence of sodium carbonate by using fractionating
pyrolysis reactor, Fuel Processing Technology, 57,2, 81-92. Dandik, L. ve
Aksoy, H. A. ,(1999). Effect of catayst on the pyrolysis of used oil carried
out in a fractionating pyrolysis reactor, Renewable Energy, 16, 1-4, 10071010. Ergeneman, M., ÖzaktaĢ, T. ve Karaosmanoğlu, F., ve Arslan, E.,
(1997). Ignition delay characteristics of some turkish vegetable oil-diesel
fuel blends. Petroleum Science and Technology, 13, 7-8, 667-683. HaykinAcma, H.,(2003).Combustion characteristics of different biomass materials,
Energy Conversion and Management, 44, 1, 155-162. Haykın-Açma, H.,
Yaman, S. ve Küçükbayrak S., (2006a). Effect of heating rate on the
pyrolysis yields of rapeseed, Renewable Energy, 31, 6, 803-810.
156
YÜZEN SERALAR
Burak ÖZSOY
Selçuk Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bahçe Bitkileri Bölümü
ÖZET
Tarım alanlarına ek olarak yeni alanlar, yeni bölgeler
yapmak için suyun üzerinde çevre dostu seralar tasarlandı. Çevre
dostu olan bu seralar kendi enerjisini ve temiz suyunu kendisinden
sağlamasından geliyor. Ġçerisinde her türlü sebze meyve üretimine
uygun olan bu seralar su ihtiyacını üzerinde bulunduğu su
kaynağından sağlıyor. GüneĢ enerjisi panelleri ile elektriğini kendi
sağlıyor . Gelecekte dünya çapında yükselmesi beklenen su
seviyelerini krizden avantaja çevirebilmek için bu sera kompleksleri
ideal bir çözüm yoludur.
Anahtar Kelimeler: Yer tasarrufu, çevre dostu, elektirik ve sudan kazanç
GĠRĠġ
Tarım alanlarının yeterli olmadığı bölgeler için suyun üzerine
kurulan çevre dostu seralar tasarlandı.
Seralar, ahĢap veya geri dönüĢtürülmüĢ malzemelerden üretiliyor.
Çevre dostu olması ise kendi enerjisini ve temiz suyunu kendisinin
sağlamasından geliyor. Ġçerisinde her türlü sebze ve meyve üretimine uygun
yeterli alan bulunan seralar, temiz su ihtiyacını üzerinde bulunduğu su
kaynağından sağlıyor. Su arıtma ve pompalama iĢlemlerini ise güneĢ enerji
panelleri sayesinde sağladığı elektrikle çalıĢtırıyor. Su üzerinde yüzebilmesi,
farklı bölgelere su yoluyla taĢınabilmesi avantajı yaratıyor. Bu nedenle
gerekli yerlerde yiyecek kaynağı olarak kullanılabilmesi hedefleniyor.
Seranın içindeki sulama sistemi otomatik hale getirilebiliyor. Birden fazla
yüzen sera birbirine monte edilebilirken, bu sayede üretim miktarı da
artırılabiliyor. Ayrıca çoklu birimler sayesinde küçük bir pazaryeri veya
kendi yiyeceğini kendisi üretebilen yüzen bir restorana dönüĢebiliyor. Dünya
157
Bankası‟nın bir raporuna göre gelecek 40 yıl içinde dünya nüfusu 10 milyar
kiĢiye yaklaĢacak. 2050‟de küresel yiyecek ihtiyacı Ģimdikinin %60-70‟i
kadar artacak. Su kaynaklarının ve tarım alanlarının azalması, yaratıcı
beyinleri farklı uygulamalara yönlendiriyor. ĠĢte “Jellyfish Barge” ismindeki
çevre dostu sera da böyle bir yaratıcı ekipten çıkmıĢ bir proje. Bu yüzen sera
ahĢap ve geri dönüĢtürülmüĢ malzemelerden imal ediliyor. Ġçinde her türlü
sebze ve meyve yetiĢtirmeye müsait yeterli alana sahip ve temiz suyu,
üzerinde bulunduğu su kaynağından (deniz suyu veya her çeĢit kirli su) çekip
arıtabiliyor. Su arıtma ve pompalama iĢlemleri için ise güneĢ panellerinden
gelen elektriği kullanıyor.
GELĠġME
Üretimi kolay ve eldeki malzemelerle inĢa edilebilecek olan bu sera,
özellikle bölgeden bölgeye su yolu ile taĢınabilir ve gerekli yerde yiyecek
kaynağı olarak kullanılabilir. Ġçindeki sulama sistemi tamamen otomatik hale
getirilebiliyor. Birden fazla yüzen sera birbirine monte edilip üretim miktarı
artırılabilir Ģekilde düĢünülmüĢ. Ayrıca çoklu birimler sayesinde minik bir
organik pazaryeri veya kendi yiyecek malzemesini üretebilen yüzen bir
restorana dönüĢebiliyor. Gelecekte dünya çapında yükselmesi beklenen su
seviyelerini krizden avantaja çevirmek için bu sera konsepti ideal bir çözüm
diyebiliriz.
SONUÇ
Mimarların söylediklerine göre, kemerlerin ve kabloların eĢit
ağırlıklarda dağıtılması sayesinde Ark‟ın
istiridye Ģeklindeki yapımı,
depremlerde de zarar görmez. Yapı, güneĢ paneli ve yağmur suyu toplama
özellikleri ile elektrik ve su sağlamaktadır, yükselen deniz seviyesinden
dolayı oluĢacak sellere, büyük dalgalara ve diğer doğal afetlere karĢı dizayn
edilmiĢ bir yapı olucaktır. Ġçi görünen yapısı sayesinde, aydınlanma
ihtiyacını azaltmak için, içindeki odalardan yeterli günıĢığı süzülür. IĢığın
kalitesini sağlamak için, çerçeve, kendi kendini temizleyen bir tabakayla
korunmaktadır. Günümüzün zorluklarına karĢılık vermek için yapılan bir
giriĢimdir. Bağımsız bir hayat desteği için yapılmıĢ bir destek sistemidir.
Bütün bitkiler uyumluluğa, aydınlamaya ve oksijen üretiminin verimliliğine
uygun olarak, etkileyici ve rahat bir ortam sunmak amacıyla seçilmiĢtir.
ġeffaf çatısı sayesinde, bitkiler ve içerideki odalar için yeterli ıĢık bulunur.
158
Gelecekte dünya çapında yükselmesi beklenen su seviyelerini krizden
avantaja çevirmek için bu sera konsepti ideal bir çözüm diyebiliriz.
GüneĢ paneli nedir? GüneĢ paneliyle nasıl çalıĢır?
GüneĢ paneli, üzerinde güneĢ enerjisini soğurmaya yarayan birçok
güneĢ hücresi bulunduran bir enerji kaynağıdır. 6-30 (100 Watt) panellik bir
sistem, ihtiyaç olan yerlerde bir evin tüm elektrik ihtiyacını karĢılayabilir.
Endüstri uygulamaları veya elektrik santralleri için binlerce güneĢ panelinin
kullanıldığı büyük sistemler kurulmaktadır. Bir güneĢ hücresinin
performansı verimi ile ölçülür. Aldığı enerjinin yüzde kaçını kullanılabilir
elektriğe dönüĢtürdüğü verimi belirler. Sadece belli dalga boylarındaki ıĢık
elektriğe dönüĢtürülebilir, geri kalan büyük miktar hücreyi oluĢturan madde
tarafından ya emilmekte ya da yansıtılmaktadır. Paneller, mevsimlere bağlı
olarak farklı açılarla güneĢe doğru yönlendirilerek her mevsimde azami
verim alınması mümkün olmaktadır.
GüneĢ panelleri, barındırdığı silikon hücreler sayesinde üzerine
düĢen güneĢ ıĢığını doğrudan elektrik enerjisine çeviren modüler yapılardır.
Fotovoltaikprensibine göre çalıĢan güneĢ panellerinin üzerine güneĢ ıĢığı
düĢtüğünde panel uçlarında doğru akım üretilir. Monokristal, Polikristal
yada Amorf yapıda olabilen güneĢ panellerinin verimleri %5 ile %20
arasında değiĢmekte olup, en yüksek verime sahip olan türü Monokristaldir.
GüneĢ panelleri istenilen güce bağlı olarak seri yada paralel olarak
bağlanabilmektedir. GüneĢ panelleri, Ģarj regülatörleri vasıtasıyla her
mevsim en ideal Ģarj alınmasına olanak sağlarlar.
KAYNAKÇA
NEN 3859, 1996. Greenhouse-structural requirements, NMI ,DELFT, the
netherlands,2nd edition pp.20.
NEN 5996,1996.concrete-determination of aggressivess of aqueous solutions
soils and gasses. NMI DELF THE NETHERLANDIS pp 8.
Spliet A 2001 horticulture under glass in the netherlands theiss about
floating greenhouses , technical university delf the netherlands 84 pp
159
Waaijenberg d., hemming, s and campen , j.2004 the solar greenhouse :a
hiğhly insulated greenhouses desing with an inflated roof system with PCDF
or ETFE membranes. Paper on the ISHS greensys conference ,leuven,
belguim ,september 2004,8pp.
160
BAL ARILARININ DANS DĠLĠ
Sultan AKKOÇ*, Yakup ÇELĠKPENÇE, Ġsmail KARACA
Süleyman Demirel Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bitki Koruma Bölümü
ÖZET
Bal arısı (Apis mellifera L.) yeryüzünde yaĢayan tüm canlı türleri
arasında büyük öneme sahip olan böcek türünü oluĢturmaktadır. Arılar
bitkilerin çoğalmasını sağlamanın yanında, insanlık için önemli
gereksinimleri de karĢılamaktadır. Arı kovanında bulunan larvaların
beslenmeleri, büyümeleri, dokuların ve kasların geliĢmesi, ana arının düzenli
yumurta vermesi için besin zorunlu bir ihtiyaçtır. Ġnsan yaĢamında önemli
bir yere sahip olan arılar, besinin bulunduğu yeri kovandaki diğer arılara
iletirken ilginç davranıĢlar sergilerler. Birçok araĢtırıcının hem fikir olduğu
bu davranıĢların baĢında, bal arılarının birbirleriyle dans aracılığıyla iletiĢim
kurması gelmektedir. Kovanda belli bir yaĢa ulaĢan bazı arılar doğadan
buldukları besinlerin yerlerini kovandaki diğer arılara değiĢik Ģekillerde dans
ederek bildirmektedirler. Bu dansların Ģekline bağlı olarak haberci arı
kovandaki diğer arılara besinin yönünü ve kovandan uzaklığını
aktarmaktadır. Hatta arılar bu dans esnasında dünyanın dönme hızını ve
güneĢin yönünü de dikkate alarak besinin tam yerini belirlerler. Arılar
besinin bu yerini, kovan ile besin arasında; 0-50 m mesafe varsa halka dansı,
50-150 m mesafe varsa hilal dansı, 300 m‟den daha fazla mesafe varsa
sallanma dansı ile ifade ederler. Albert Einstein arıların önemini “Eğer arılar
yeryüzünden kaybolursa insanın sadece 4 yıl ömrü kalır. Arı olmazsa
döllenme, bitki, hayvan, insan olmaz” sözüyle vurgulamıĢtır. Bu sözle insan
besini olan bitkilerin oluĢmasında arıların önemi yadsınamaz.
Anahtar Kelimeler: Bal arısı, halka dansı, hilal dansı, sallanma dansı,
tozlaşma
1. GĠRĠġ
Bal arısı (Apis mellifera L.) Hymenoptera takımına ait Apoidea üst
familyası içerisinde yer alan, en geliĢmiĢ yuva yapımına ve karmaĢık yaĢam
tarzına sahip böcek türünü oluĢturmaktadır (Brothers, 1975). Apis cinsine ait
olan bal arıları önceleri sadece paleartic bölgenin bir kısmında yer alırken,
günümüzde insanoğlunun da desteği ile dünyanın hemen hemen her yerine
161
yayılmıĢtır (Özbek, 2010). Bal arıları ile Bombus arıları sosyal yaĢayıĢlı
böcekler sınıfına girerken, diğer arı türleri ise bireysel ya da yarı sosyal
olarak yaĢayan böcekler olarak bilinmektedir. Apis cinsine ait türler büyük
ve uzun yıllık koloniler oluĢturken, Bombus cinsine ait türler ise küçük ve
genellikle tek yıllık koloniler oluĢturmaktadırlar (O‟Toole ve Raw, 1991;
Michener, 2007).
Bal arılarının oluĢturmuĢ oldukları kolonilerde kraliçe arı, erkek arılar
ve iĢçi arılar olmak üzere üç sınıf bulunmaktadır. Normal bir kolonide 1
kraliçe arı, yaklaĢık 200-3000 erkek arı ile yaklaĢık 20,000 ile 80,000
arasında değiĢen iĢçi arı bulunmaktadır. Kraliçe arı yaĢamı boyunca erkek arı
ile bir kez çiftleĢmekte ve çiftleĢme sonunda döllenen yumurtalardan diĢi
kraliçe arı ya da iĢçi arılar meydana gelmektedir (Visscher, 1989). ĠĢçi arılar
kraliçe arının meydana getirdiği yavrulara yaĢamları boyunca bakmakta
olup, bunun için çeĢitli bitkilerden nektar toplamak zorundadırlar. Bitki
nektarının yerini belirlemek için keĢif uçuĢu yapan iĢçi arılar, besinin yerini
kovandaki diğer iĢçi arılara bildirmek için bir takım dans vari hareketler
sergilerler. Bu davranıĢ hareketi sayesinde kovanda bulunan diğer iĢçi arılar
besinin yerini tam olarak bulmakta ve fazla enerji harcamadan kovana geri
dönmektedirler (Yüce, 2011).
2. BAL ARILARININ YAPTIĞI DANS HAREKETLERĠ
Sosyal yaĢayıĢlı böcekler içinde büyük bir öneme sahip olan bal
arılarının en önemli özelliklerinden biri, besin keĢifi için çıkan iĢçi arının
kovanda bulunan diğer iĢçi arıları besin kaynağına yöneltmeyi sağlayan
haberleĢme biçimidir. Peteğe polen ve nektar getirmek için çıkan iĢçi arılar,
kovana geri döndükleri zaman kovanda bulunan diğer iĢçi arılara besinin
nerede olduğunu özel bir dille anlatırlar. YapmıĢ oldukları bu özel
hareketlerle besinin hem mesafesini hem de hangi yönde olduğunu iĢaret
ederek anlatırlar. Avusturyalı Zoolog Karl von Frisch tarafından ilk kez
belirlenen bu sistem, Arılarda Dans Dili ve Yön Tayini adlı kitabı ile 1973
yılında Nobel Fizyoloji ve Tıp Ödülü‟nü kazanmıĢtır. O ve öğrencileri,
dikkatle yürüttükleri bir araĢtırmayla her dansın farklı bir anlamı ifade
ettiğini açıklamıĢlardır. Denemelerinde genellikle cam duvarlı gözlem
kovanları ve boya ile iĢaretlenmiĢ arıları kullanmıĢlardır. Öncelikle, belirli
mesafelere yerleĢtirilen kaynaklar için koloni, yiyecek bulmak için
eğitilmiĢtir. Arılar bu kaynaklardan besin toplamaya gittiğinde araĢtırıcılar
dikkatle diğer besin toplamaya yardımcı arıların yaptığı dansın hem süresini
hem de açısını ölçmüĢlerdir. Elde ettikleri bulgular bunun bir dans dili
olduğuna götürmüĢtür (Tarpy, 2011). Besinin kaynağını bulan iĢçi arı
besinin görünüĢünü, kokusunu resmeder ve besinden bir parça alarak kovana
162
döner. Kovana döndükten sonra kovanda bulunan diğer arılara bulduğu
besinin tam koordinatlarını kendine özgü bir dans hareketiyle anlatarak,
diğer iĢçi arıların o besini bulmasını sağlar. Kovanda yapılan bu dans
hareketi dikey düzlemde gerçekleĢirek, besinin mesafe ve yön bilgileri diğer
iĢçi arılara aktarılır (Frisch, 1967).
2.1. Halka (Dairesel) Dansı
Besinin yerini bulmak için çıkan iĢçi arı, bulduğu besinin kaynağı
kovana 0-50 m mesafede ise, düzlemde aynı yöne giderek daire çizer ve
daha sonra aniden diğer yöne dönüp halka dansı yapar (ġekil 1). Bu dans
kovanın en yoğun olduğu yerde yapılır ve daha çok göze çarpar. Diğer arılar
önce dans eden arıyı seyrederler daha sonra da onun yaptıklarını tekrarlarlar.
Dansçı arı birden bire durur ve diğer arılar da birer birer ayrılırlar (Frisch,
1946). Dans anlaĢılınca iĢçi arılar kovanın yakınındaki besin kaynağını
bulurlar. Bu nedenle halka dansı yönle değil mesafeyle ilgilidir (Tarpy,
2011).
ġekil 1. ĠĢçi arının kovanda yaptığı halka dansı (Frisch, 1967).
2.2. Hilal Dansı
Besinin yerini 50 ile 150 metre arasında tespit eden iĢçi arı, kovana
döndükten sonra, kovanda bulunan diğer iĢçi arılara bu yeri hilal dansı
yaparak ifade eder (ġekil 2). Bu dans hareketi halka dansından biraz farklı
olup, sallanma dansı arasında geçiĢ dansı olarak kabul edilir. Besin
kaynağının yeri kavandan uzaklaĢtıkça yapmıĢ oldukları hilal hareketinin
uçları birbirine yakınlaĢmaktadır. Bu sayede kovanda bulunan diğer iĢçi
163
arılar besinin yerini tam olarak belirlerler. Yapılan bu dans hareketi de
sadece mesafe ile ilgilidir (Frisch, 1946).
ġekil 2. ĠĢçi arının kovanda yaptığı hilal dansı (Frisch, 1967).
2.3. Sallanma Dansı
Kovanda bulunan yavru arılara besin elde etmek için keĢif yapan iĢçi
arı, 300 m‟den daha uzak bir yerde bulduğu besinin yerini kovandaki diğer
iĢçi arılara sallanma dansı ile anlatır (ġekil 3). KeĢif yapan iĢçi arı kovana
döndükten sonra önce yarım daire çizer ve aynı doğru üzerinde vücudunun
arka kısmını sağa sola sallayarak, sağa veya sola ani bir Ģekilde döner.
Vücudunu sallamadan yarım daire Ģeklinde bir eğriyi takip ederek, baĢladığı
noktaya geri döner. Son olarak da yarım dairenin diğer yarısında bir yarım
daire daha çizer. Vücudun bu titreĢimi kuyruk sallama hareketini meydana
getirir. Aynı zamanda, arılar kanat çırpma hareketi ya da her saniyede
dönerek 250-300 hertzlik düĢük bir radyo frekansında uğultu sesi çıkarırlar.
Bu dans hareketini izleyen iĢçi arılar besinin yerini tam olarak belirler
(Frisch, 1946).
164
ġekil 3. ĠĢçi arının kovanda yaptığı sallanma dansı (Frisch, 1967).
Bu dansın bir diğer özelliği de, dansçı arının 13 saniyede 1 aniden
dönmesi ile anlaĢılan dans temposu, danstaki sallanma hareketi ve
vızıldamalardır. Dansın temposu da besin kaynağına olan uzaklıkla ilgilidir.
Daha uzaktaki besinlerde tempo düĢük, yakındaki besinlerde yüksektir. Aynı
Ģekilde kaynak uzak bir mesafedeyse dansta düz ilerleme süresi artmaktadır.
Bu dans hareketi diğer danslarda görülen mesafenin yanı sıra yön ile de
ilgilidir. Kovanda bulunan petekler yer çekimi esas alınarak yerleĢtirilmiĢ ve
keĢif için çıkan iĢçi arı besinin yönünü kovandaki diğer iĢçi arılara aktarırken
bu parametreyi esas alarak hareketini yapar. Dansın bu kısmında doğru hat
ile dikey hat arasında kalan açı, balarılarının uçuĢ yönü ile güneĢ yönü
arasındaki açıya eĢittir (ġekil 4).
ġekil 4. ĠĢçi arının besinin yönünü belirlemek için yaptığı dans (Riley ve
ark., 2005).
Besinin kovana ne kadar uzaklıkta olduğuna ait bilgiler sallanma
dansındaki özel davranıĢlarla diğer iĢçi arılara aktarılır. Dansla verilen
165
bilgide dağ, tepe gibi engeller de hesap edilerek keĢif için çıkan arı
tarafından anlatılır. Gün içinde değiĢen güneĢ yönü, havanın kapalı olması
gibi durumlar da ayarlanarak yapılır. ĠĢçi arı besin aramak için dakikada 216
metre yol alarak arama yapmaktadır. ĠĢçi arı bulduğu besinin yerini
kovandaki diğer iĢçi arılara aktarmak için güneĢi baz alarak hesaplar. GüneĢ
her 4 dakikada bir 1 derece döndüğüne göre keĢif yapan iĢçi arı bu durumu
da baz alarak besinin açısını diğer iĢçi arılara tam olarak aktarır (Winston,
1991; Demirsoy, 2014). Yani bu dansta besinin yönü temel olarak güneĢ
yönü rehber alınır. Eğer bir balarısı düzlemde yukarı doğru hareket ederse,
besin güneĢ yönünde demektir. Dolayısıyla hangi yönden nereye, ne kadar
saptığı ilerlenecek doğrultu belirlenmiĢ olur (Frisch, 1946). Arılar bu açı
bilgisiyle, dansçı arının düĢeye göre ne kadar döndüğüne bakarak, güneĢten
o kadar dönerler. Uzaklık bilgisi ise dansın sallanma olan kısmının ne kadar
sürdüğüyle ilgilidir. Genel itibariyle 1 saniyelik sallanma 1000 metre
mesafedeki bir besini iĢaret eder. Bu nedenle, arı dansının içerdiği yön
bilgilerini anlayabilmek için, sallanma açısı, güneĢin yönü, konumu, tarihi ve
günün saatinin bilinmesi gerekmektedir. Havanın bulutlu olduğu zamanlarda
bile arılar güneĢi esas alarak tarif yaparlar. Bu olay ultraviyole ıĢık dalgaları
ile olmaktadır. Hava bulutlu olsa bile insanlar tarafından görülemeyen ıĢık
dalgalarının titreĢim yönünden arılar güneĢin olması gereken yerini
hesaplayıp ona göre danslarını yaparlar (Winston, 1991).
3. BAL ARILARININ DANS ETMEDĠĞĠ DURUMLAR
ĠĢçi arı tarafından bulunan besinin değeri az ya da alımı zor ise,
kovanda bulunan diğer iĢçi arılara besinin yeri dans ile anlatılmaz. Her hangi
bir dans hareketi olmayınca baĢka bir iĢçi arı tekrar besin keĢfi için arama
yapmaya gider. ĠĢçi arılar besin keĢifleri sırsında güneĢe göre zigzag
hareketleriyle besin ararlar ve besini bulduklarında kovan en kısa mesafeden
gelirler. Bu sayede de buldukları besinin yönünü belirlemiĢ olurlar. Goult ve
Goult (1994), hayvan aklı üzerine yaptıkları bir çalıĢmada, arı kovanı
yakınlarındaki bir gölün ortasına bir kayık bırakılmıĢ ve içine Ģekerli su
konulmuĢtur. Bir süre sonra bu besin, iĢçi arılar tarafından fark edilmiĢ ve
iĢçi arılar hemen gidip kovandaki diğer iĢçi arılara besinin yönünü ve yerini
bildiren danslarını yapmıĢlardır. Ancak uzun süre dans etmelerine rağmen
hiçbir arı onlara itibar etmemiĢ ve kovandan ayrılmamıĢtır. Daha sonra kayık
kıyıya çekilmiĢ ve yine bazı arılar besini bulup geri dönerek dansa
baĢlamıĢlardır. Bu sefer iĢçi arılar kovandan ayrılarak kayığa doğru
yönelmiĢler ve besine ulaĢmıĢlardır. Bu durum iĢçi arıların çevreyi tanıdığını
dans eden arının aktardığı mesafede bir göl olduğunu ve orada herhangi bir
besin olamayacağını anlamıĢlardır. ĠĢçi arıların yapmıĢ oldukları danslar ile
ilgili bir ilginç bulgu ise, dansın asla öğle vakti gerçekleĢtirilmediğidir.
166
Bunun nedeni olarak da öğle vakti güneĢin daha hızlı hareket etmesi
gösterilebilmektedir. Ayrıca iĢçi arılar karanlıkta ve farklı bir düzlemde
olmasına rağmen yapılan tarifi tam olarak anlamakta ve hedefi her zaman
doğru olarak bulmaktadırlar. Tarifi yapan arının belirlediği bir dikey çizgiye
göre yaptığı hareketler, açı hesaplaması yapmayı bilen diğer arılar tarafından
tam olarak anlaĢılmaktadır. Arıların bunu doğru olarak yapmaları,
birbirlerine gerçekten bilgi aktardıklarının bir göstergesidir.
4. SONUÇ
Sosyal yaĢayıĢlı böcekler içerisinde büyük bir yere sahip olan bal
arıları hem sergiledikleri davranıĢlar hem de onları diğer bireylerine
aktarırken oldukça özenli ve ustaca davranırlar. YaklaĢık 90 yıl önce
Avusturyalı Zoolog Karl von Frisch tarafından temeli atılan bal arılarının
yapmıĢ olduğu dans dili hakkında öğreneceğimiz birçok Ģeyin olduğu bir
gerçektir. Arıların hep birlikte ve planlı Ģekilde yaptıkları diğer tüm iĢler gibi
dansları da her düzeyde hayvan sınıflarına iletiĢim modeli olarak hizmet
vermektedir.
Ayrıca arılar besin toplarken insan beslenmesinde büyük bir yere
sahip olan meyve ve sebzelerin de tozlaĢmasını sağlayarak olgunlaĢmasına
yardımcı olurlar. Bu nedenden dolayı meyve sebzeler üzerindeki zararlı
etmenler ile mücadele yapılırken özellikle bal arılarına dikkat edilmesi
kaçınılmaz derece önem arz etmektedir. Albert Einstein‟in da dediği gibi
„Eğer arılar yeryüzünden kaybolursa, insanın sadece 4 yıl ömrü kalır. Arı
olmazsa döllenme, bitki, hayvan, insan olmaz‟ sözü arılara olan önemin
artması gerektiğini göstermektedir.
KAYNAKLAR
Brothers, D.J. (1975). Phylogeny and classification of the aculeate
Hymenoptera, with special reference to the Mutillidae. University of
Kansas Science Bulletin 50: 483-648.
Demirsoy, A., (2014). YaĢamın Temel Kuralları, Omurgasızlar/Böcekler,
Entomoloji Cilt II / Kısım II. Hacettepe Yayınları, 960s, Ankara.
Frisch, K., (1946). Arıların Hayatı, Ayaydın Matbaası, 224s, Ġstanbul.
Frisch, K., (1967). The Dance Language and Orientation of Bees,
Cambridge, Mass., The Belknap Press of Harvard University Press,
556p, Cambridge.
167
Gould, J.L., Gould, C.G., (1994). The Animal Mind. Scientific American
Library, 236p, New York.
Michener, C.D., (2007). The Bees of the World. The Johns Hopkins
University Press, 992p, Baltimore.
O'Toole, C., Raw, A., (1991). Bees of the World. London: Blandford
Publishing, 191p, London.
Özbek, H., 2010. Arilar ve insektisitler. Uludağ Arıcılık Dergisi, 10 (3): 8595.
Riley, J.R., Greggers, U., Smith, A.D., Reynolds, D.R., Menzel, R., (2005).
The flight paths of honeybees recruited by the waggle dance. Nature,
435: 205-207.
Tarpy, R., (2011). The honey bee dance language. NC State University A&T
State University, 1-5, North Carolina.
Visscher, P.K., (1989). A quantitative study of worker reproduction in honey
bee colonies. Behavioral Ecology and Sociobiology, 25(4): 247-254.
Winston, M.L., (1991). The Biology of the Honey Bee. Harvard University
Press, 1991, 404p, Cambridge.
Yüce, R., (2011). Bal arısı (Apis mellifera L. 1758)‟nın üremesi ve sosyal
yaĢantısı. 1(1): 109-117.
168
“PÜREN” BALI NEDĠR?
Atiye Püren CEYHAN
Süleyman Demirel Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bahçe Bitkileri Bölümü
ÖZET
Latince adı „Erica manipuliflora‟ olan Süpürge tohumu, fundagiller
familyasındandır. Anavatanı Güney Afrika‟dır. Ülkemizde Trakya
bölgesinde yetiĢir.
Püren, Çalımsı funda, Sonbahar fundası ve Süpürge çiçeği
isimleriyle de bilinir. Her mevsim yemyeĢildir. Afrika kökenli bir bitki
olmasına rağmen yaygın olarak Avrupa‟da yetiĢtirilir. Eski çağlardan beri
çeĢitli kültürler tarafından bitkinin çiçekleri, tohumu, kökü Ģifa amaçlı
kullanılmıĢtır. Halk arasında özellikle kurdeĢen hastalığının tedavisinde
merhem olarak kullanımıyla ün salmıĢtır. Arıların bu bitkiden yaptıkları bal
hafif acımtırak olur. ÇalıĢmalar sonucunda püren balınında kestane balı gibi
kıymetli pek çok türden biri olduğu görülmüĢtür.
Anahtar Kelimeler: Püren , Çalımsı funda , Sonbahar fundası , Süpürge
çiçeği , Püren balı
PÜREN BĠTKĠSĠNĠN BOTANĠK SINIFLANDIRMA VE
ÖZELLĠKLERĠ
Türkçe Adı: Püren otu
Latince Adı: Erica
Çiçeklenme Zamanı: Temmuz-kasım
Çiçek Rengi: Pembe ve Mor
Çiçeklilik Süresi: Birkaç Ay
Rakım (En DüĢük): 0 m.
Rakım (En Yüksek):1500 m.
YaĢam Süresi: Çok Yıllık
Yöresel Adları: Püren,Çalımsı piren,Sonbahar püreni,Süpürge çiçeği
Genel Görünüm: Herdem yeĢil, 4 m''ye kadar büyüyebilen çalılardır.
Boy (en uzun): 80 cm
Ortalama Boy: 0,5- 1,5 m
169
Yaprak: Yapraklar dairesel diziliĢli, her halkada 4 tane iğnemsi ve küçüktür.
Yaprak DiziliĢi: Çevrel (Vertisillat)
Çiçek: Çiçek durumu salkıma benzeyen bileĢim salkım, 1-5 çiçeklidir.
Sepaller serbest, 1-3 mm boyundadır. korolla çıngırak Ģeklinde, beyaz veya
pembe renkli, 3-3.3 mm boyunda, tüysüzdür.
Bitki YetiĢme Alanları: Maki elemanı olan bu Püren otu türü,deniz
seviyesinden baĢlayarak 1530 m yüksekliğe kadar yayılıĢ gösterir.Özellikle
maki içinde yetiĢen bu tür,maki dıĢında kızılçam altındaki açık
alanları,kireçtaĢı,serpantin ve Ģistli kayalıkları yetiĢme ortamı olarak tercih
eder.Temmuz-kasım ayları arasında çiçeklenen bu tür,ülkemizde Marmara,
Ege ve Akdeniz Bölgelerinde,ülkemiz dıĢında ise Akdeniz havzasının doğu
kesimlerinde yayılıĢ gösterir.
PÜREN BALI
Diğer bitkiler kıĢ uykusuna yatarken, püren uyanır ve kasım
baĢlarında açık pembe çiçek açar. Polence zengin, iyi bir nektar kaynağı
olduğu için, arılar onu çok sever. Topladıkları öz, bala viĢne suyu tadı verir.
Püren balı hafif acımtıraktır. Kendine has bir kokusu vardır ve kıymetli bir
baldır. DeğiĢik ve hoĢ bir tat ihtiva eder. MeĢhur Anzer balından sonra, en
değerli ve üretimi az olan bir baldır. Avrupa besin sektöründe önemli bir yer
tutar.
170
PÜREN BALININ FAYDALARI

Tansiyonu
dengeler,Ģekeri
dengeler,sindirimi
kolaylaĢtırır,kolestrolü düĢürür.

Özellikle karaciğer yağlanmasında çok yararlı olduğu
bilinmekte ve tavsiye edilmekte.

Yüksek enerji de veren bir baldır.

Balın barındırdığı özelliklerden dolayı çeĢitli bakteri, virüs,
mantar gibi mikroorganizmalar üzerinde inhibe edici fonksiyonu
bulunuyor.

Antioksidan özellikleri de savunma sisteminin güçlenmesine
katkı sağlıyor.

Yanıklar, enfekte ve cerrahi yaralar ile çeĢitli ülserler
üzerinde tedavi edici rolü bulunduğu görülmektedir.
SONUÇ
KTÜ Fen Fakültesi Biyokimya Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr.
Sevgi Kolaylı hocamızın dediği gibi „Üreticiler ve tüketiciler tarafından
fazla bilinmeyen püren balının mutlaka tanıtımına yönelik çalıĢmalar
yapılması gerektiğine dikkati çekerek Bal ve arı ürünleri, çeĢitli hastalıkların
oluĢumunu önleme ve oluĢan hastalıkları tedavi edebilme özelliğine
sahiptir.‟
171
ĠĢte kasım geldi, açtı pürenler. Aydıncık‟ın pürencik deresi mis gibi kokuyor.
Ama üzerlerinde yalnızca üç beĢ dağ arısı vızıldıyor. Karacaoğlan‟ın dediği
gibi:
“Arılar da konmaz oldu pürene ġükür olsun bu sevdayı verene.”
KAYNAK
h http://www.misbahcem.com/puren-balittp://blog.milliyet.com.tr/toroslarin-aykiri-ciceklerinden-puren/Blog/?BlogNo=273355
http://floracay.net/erika-puren-otu
http://www.ilaclikbal.com/ilaclik-ballar/bolumu/Oku/puren-bali-9
https://www.google.com.tr/search?q=PÜREN+BĠTKĠSĠ&espv=2&biw=102
4&bih=472&source=lnms&tbm=isch&sa=X&ved=0ahUKEwiz25jR1_DLA
hU
172
TARIMDA SANAYĠLEġMENĠN TÜRKĠYE
EKONOMĠSĠNE KATKISI
Osman ARIKAN
Süleyman Demirel Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarım Ekonomisi Bölümü
ÖZET
Ekonomik geliĢmeler bir bütün olduğu için tek baĢına tarım, sanayi
veya hizmet sektörlerinin geliĢmesi düĢünmek mümkün değildir. Çünkü bir
sektörün geliĢmesi diğer sektörlerin de geliĢmesine tesir etmektedir. Tarım
kesimi sanayi sektörüne hammadde sağlar ve sanayi ürünleri için önemli
pazar oluĢturur. Ancak tarımın, sanayi sektöründen sağladığı oluĢumlardan
bağımsız olarak geliĢmesi imkânsızdır. Tarım ve sanayi sektörleri, birbirini
destekleyen ve karĢılıklı etki alanı oluĢturan sektörlerdir.
Ekonomik geliĢme süresi boyunca tarıma mı, sanayiye mi öncelik
vermek gerekir? Yoksa geliĢen ilk sektör sanayi mi olmalı veya sanayideki
geliĢme tarımdaki geliĢmelerin bir sonucu olarak mı ortaya çıkmalıdır?
Bunlar gibi sorular üzerinde birçok kez tartıĢılmıĢtır (Cahit ve Murat, 2008,
129-130).
Anahtar Kelimeler: sanayileşme, tarım, ekonomi
GĠRĠġ
Ekonomik GeliĢme Sürecinde Tarım-Sanayi ĠliĢkileri
Tarımın dünya üzerindeki toplumlarda hayati bir ekonomik faaliyet
alanı olmasının iki temel nedeni bulunmaktadır. Birincisi, insanların temel
sorunu olan beslenme ihtiyacını direkt karĢılayan bir sektör olması; ikincisi
ise, günümüz toplumları için zorunlu bir amaç haline gelen ekonomik
kalkınmayı destekleyici imkânları sağlamasıdır. Diğer taraftan tarım sektörü,
geliĢmekte olan ülkelerin ihracatlarına göre önemli bir döviz kaynağı
oluĢturması, gıda maddeleri ithalinden doğacak olan döviz kayıplarından
tasarruf sağlaması, önemli bir istihdam alanı olması gibi sebeplerden dolayı
önemli olan ekonomik bir sektördür (Cahit ve Murat, 2008, 130).
Tarıma Destek Veren Sanayi
Tarımsal üretim birçok girdileri olan bir üretim fonksiyonudur. Bu
girdiler içerisinde önemli olan kaynakların bir kısmı sanayi kökenli olup
bunlar arasında tarımsal gübreler, tarımsal mekanizasyon araç ve gereçleri,
173
bitkisel üretim için tohum ve fidanlar, tarım ilaçları, hayvansal üretim için
yemler vb. sayılabilir (ZMO, 2016).
Tarıma Dayalı Sanayi
Üretilen her madde gibi tarımsal ürünlerin de değerlendirilmesi
dolaylı ya da dolaysız yoldan baĢka bir ürüne dönüĢtürülebilmektedir.
Tarıma dayalı sanayi; tüketici isteklerine göre, öncelikle insanın yaĢamı için
gerekli olan ürünleri temin etmek, elde edilen ürünlerden bir bölümünün
formatlarını değiĢtirerek tüketici beğenisine sunarak bir tarımsal üretim
zinciri değil, aynı zamanda sanayi ve pazarlama sektörünün önemli bir
gerekçesi olarak kabul edilmektedir. Ayrıca sağladığı istihdam boyutuyla
sosyal ve ekonomik açıdan büyük bir önem taĢıdığı da gerçektir (ZMO,
2016).
SONUÇ VE ÖNERĠLER
Ekonomik geliĢme, mutlaka sanayinin geliĢmesiyle büyümeye
devam edecektir. DeğiĢim ve geliĢim sağlanabilmesi için gerekli olan
sanayinin geliĢmesidir. Ancak bu olay tarım sektörünün önemsiz olduğu
anlamını taĢımaz. GeliĢme sürecinde tarım ve sanayi sektörleri birbirini
tamamlamaktadır bunun için yalnız baĢına hiçbir sektör, en azından dünya
piyasalarındaki iktisadi dalgalanmalar karĢısında bir anlam ifade edemez.
Tarım ve sanayi sektörleri birbirlerine neden sonuç iliĢkileri ile bağımlıdır.
Dünyada hiçbir ülkede tarımsal faaliyetlerin sanayi sektöründen ayrı olarak
modern yöntemlerle uygulanması ve geliĢtirilmesi mümkün değildir.
KAYNAKÇA
Cahit Aydemir ve Murat Pıçak (2008). D.Ü.Ziya Gökalp Eğitim Fakültesi
Dergisi 10, 129-130
Cahit Aydemir ve Murat Pıçak (2008). D.Ü.Ziya Gökalp Eğitim Fakültesi
Dergisi 10, 130
ZMO
(2016).
Tarım
Sanayi
EtkileĢimleri.
http://www.zmo.org.tr/resimler/ekler/58e130476290221_ek.pdf
(EriĢim
tarihi:05.01.2016)
ZMO
(2016).
Tarım
Sanayi
EtkileĢimleri.
http://www.zmo.org.tr/resimler/ekler/58e130476290221_ek.pdf
(EriĢim
tarihi:05.01.2016)
174
SEKONDER METABOLĠTLERĠN BĠTKĠLER ĠÇĠN ÖNEMĠ
ġükriye VARDAR
Süleyman Demirel Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarımsal Biyoteknoloji
Bölümü
ÖZET
Bitkilerde bulunan iki doğal bileĢik vardır, bunlar primer ve
sekonder metabolitlerdir. Primer metabolitler; lipidler, karbonhidratlar,
proteinler, mineraller ve hormonlar gibi esansiyel metabolitlerdir ve yapısal
büyüme, geliĢme ve çoğalmalar için gerekli moleküllerdir. Sekonder
metabolitler ise; alkaloitler, uçucu yağlar, glikozitler, heterozitler, steroitler,
flavanoitler, tanenler, fenoller, renk maddeleri ve reçineler gibi küçük
moleküllerdir ve bitkinin çevreyle uyumunu sağlamak, savunma, koruma,
hayatta kalma, üreme gibi faaliyetler için gerekli moleküllerdir. Sekonder
metabolitler bitki tarafından üretilir. Birçok sektörün hammaddesidir, primer
metabolitler gibi yaĢamsal faaliyetlerle iliĢkisi olmasa da primer metabolitler
kadar önemlidir. Sekonder metabolitlerin bitkideki fonksiyonları; herbivor,
bakteriyal ve fungal patojenlere karĢı korur, diğer bitkilere karĢı rekabet
gücünü arttırır. Kuraklık, tuzluluk, UV ıĢınları, su, ıĢık, mineral madde gibi
stres faktörlerine karĢı korur. Tozlanmada faydalı olabilecek bazı
organizmaları cezbederek kendine çeker. Bitki büyüme düzenleyicileri, gen
ekspresyon düzenleyicileri ve transdüksiyon mekanizmasında görevlidir. Her
sekonder ürünün bitkilerdeki görevi farklılık gösterir. Sekonder
metabolitlerin hızlı üretimi, hücre doku ve organ kültürü yöntemleriyle
yapılmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Sekonder Metobolitler, Hücre Kültürü, Steroid,
alkaloidler, terpenoidler, fenolik bileşikler
GĠRĠġ
Sekonder Metabolitler; bitkiler tarafından üretilen ve günümüzde
birçok sektörde hammadde olarak kullanılan bitkinin temel yaĢamsal
iĢlevleri ile doğrudan iliĢkisi olmayan, buna karĢılık en az bitkinin yaĢamsal
iĢlevleri ile doğrudan iliĢkili primer metabolitler (protein, yağ, karbonhidrat)
kadar önemli olan kimyasal maddelerdir. Sekonder metabolitler genelde
tozlaĢmada, çevresel koĢullara uyum, mikroorganizma, böcek ve diğer
175
predatörlere (avcılara) karĢı kimyasal savunma, diğer bitkilerle yarıĢma gibi
rollere sahip oldukları düĢünülmektedir. Bitki bünyesinde oldukça az
miktarlarda biriktirilirler. ÖzelleĢmiĢ hücre tiplerinde ve bitkinin farklı
büyüme evrelerinde sentezlendiklerinden dolayı ekstraksiyonları ile
saflaĢtırılmaları zordur Önceleri hiçbir iĢe yaramadığı bitkiler tarafından
üretilen atık madde olduğu varsayılan sekonder metabolitlerinin bitkideki
fonksiyonları tartıĢmalı olsa da bu konuda bilim adamlarını birleĢtiren ortak
görüĢler Ģöyledir.
-Bitkiyi herbivor, bakteriyal ve fungal patojen saldırılarına karĢı korur, aynı
ortamdaki diğer bitkilerle rekabet güçlerini artırır,
-Tozlanmada faydalı organizmaları (özellikle böcekleri) çeker, simbiyotik
iliĢkilerde görev alır,
-Bitkiyi sıcaklık değiĢimleri, su, ıĢık, ultraviyole ve mineral madde gibi
abiotik stress faktörlerine karĢı korur,
-Hücre düzeyinde bitki büyüme düzenleyicileri, gen ekspresyon
düzenleyicileri ve transdüksiyon mekanizmalarında görevlidirler.
Her ne kadar, sekonder ürünlerin bitkideki görevleri farklılık
gösterse de mikrobiyal patojenlere karĢı sitotoksik etkili olanlar tıpta
“antimikrobiyal madde” olarak kullanılmaktadır.
Günümüzde en fazla çalıĢılan bitki sekonder metabolitleri
alkaloidler, terpenoidler ve fenolik bileĢikler, resinler, antosiyaninler,
taninler, saponinler ve uçucu yağlardır.
Bu bileĢikler, tıbbi uygulamalarda, endüstride (sabun, parfüm,
bitkisel yağ, boya, yapıĢkan, doğal plastik) ve pestisit üretiminde
kullanılmaktadır. Ticari olarak üretilen bitki sekonder metabolitlerinden
düĢük miktarlarda pestisitlerin bileĢimine girenler, nikotin, pyretrinler ve
rotenonlardır.
Herbivorlara karĢı etkileri merkezi sinir sistemi üzerine nörotoksik
Ģekilde olup, bunlardan “anti-depresant”, sakinleĢtirici, kas gevĢetici olarak
ya da anestetik ilaçların eldesinde yararlanılmakta, ayrıca bazılarının yapıca
ligandlara,
hormonlara,
signal
transdüksiyon
molekülleri veya
nörotransmitlere benzerlik göstermesinden dolayı, merkezi sinir sistemi ile
endokrin sisteme karĢı etkili ilaçların elde edilmesinde kullanılmaktadır.
Ticari olarak üretilen bitki sekonder metabolitlerinden nikotin,
pyretrinler ve rotenon düĢük miktarlarda pestisitlerin bileĢimine girmektedir.
176
Steroid ve alkaloidler genellikle ilaç endüstrisinde kullanılmaktadır.
Diğer bitki sekonder maddelerinden düĢük miktarlarda ilaç araĢtırmalarında,
biyokimyasal proseslerde yararlanılmaktadır.
Sekonder metabolitlerinin bitki bünyesinde oldukça az miktarlarda
biriktirilirler. ÖzelleĢmiĢ hücre tiplerinde ve bitkinin farklı büyüme
evrelerinde sentezlendiklerinden dolayı ekstraksiyonları ile saflaĢtırılmaları
zordur.
Günümüzde sekonder metabolitlerin hızlı üretimi, hücre kültürü
yöntemleriyle gerçekleĢtirilmektedir. Bitki ya da embriyonun katı
besiyerinde büyütülmesi, uygun dokulardan kallus oluĢması, oluĢan
kallusların sıvı besiyerinde geliĢmesi sonucu hücre süspansiyon kültürlerinin
elde edilmesi Ģeklinde sekonder metabolitlerin üretimi sağlanmaktadır.
SONUÇ
Sekonder metabolitlerin, bitkinin primer metabolizmasındaki
fonksiyonları tartıĢmalı olup, genelde tozlaĢmada, çevresel koĢullara uyum,
mikroorganizma, böcek ve diğer predatörlere (avcılara) karĢı kimyasal
savunma, diğer bitkilerle yarıĢma gibi rollere sahip oldukları
düĢünülmektedir.
Sekonder metabolitlerin günlük hayattaki önemine gelince bu
kimyasallar baĢta ilaç sanayisinin hammaddesi olup kozmetik, besin katkı
maddesi, zirai ilaç sanayiinde ve birçok kimya sektöründe kullanılmaktadır.
Sekonder metabolitlerin bu kadar yararlı yönlerinin olmasına ve ülkemizdeki
bitki florasının geniĢliğine rağmen bu konuda yeterli çalıĢmalar
yapılmamaktadır.
KAYNAKLAR
-Anonymous,
(2009).
Plant
Secondary
Metabolites.
http://www.novafeel.com/nutrition/plant-secondarymetabolites.htm (EriĢim
tarihi: 04/02/2009).
-Anonymous,
(2009).
Plant
Secondary
Metabolism.
http://dreampharm.com/ginger/psm.asp(EriĢim tarihi: 04/02/2009).
-Anonymous, (2003). Analysis of Secondary Metabolites in Plant and Cell
Culture Tissue of Hypericum perforatum L. and Rhodiola rosea L.
http://herkules.oulu.fi/isbn9514271610/isbn9514271610.pdf(EriĢim
tarihi:
04/02/2009).
177
-Canan Yağcı Tüzün, Mehmet Cihat Toker, Gülnur Toker; Gentiana Olivieri
Griseb.’Ġn Kallus Kültürlerinin Kurulması Ve Sekonder
Metabolitlerin AraĢtırılması.
-Dilek Oskay, Mustafa
Biyoteknolojik Önemi.
Oskay;
Bitki
Sekonder
Metabolitlerinin
Emine Sema Çetin, Fatma Uzunla, Nilgün Göktürk Baydar; UV-C
Uygulamasının Gamay Üzüm ÇeĢidine Ait Kalluslarda Sekonder Metabolit
Üretimi Üzerine Etkileri.
- Goossens, A., Hakkinen, S.T., Laakso, I., Seppanen-Laakso, T., Biondi, S.,
Sutter, V.D., Lammertyn, F., Nuutila, A.M., Soderlund, H., Zabeau, M.,
Inze, D., and Oksman-Caldentey, K.M., (2003). A functional genomics
approach toward the understanding of secondary metabolism in plant cells
PNAS, 100: 8595–8600.
-Waterman, P.G., (2001). Evolution of Secondary Plant Metabolism.
Encyclopedia of Life Sciences, Nature Publishing Group. University of
Strathclyde,
Glasgow,
United
Kingdom,
9
pg.
178
TARIM VE ĠKLĠM DEĞĠġĠKLĠĞĠ ĠLĠġKĠSĠ
Meliha ATUĞ, Nuran ANDIÇ
Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Toprak Bilimi ve Bitki Besleme
Bölümü
ÖZET
Her jeolojik dönem, kendine özgü doğa olaylarını içinde barındıran
doğal bir süreçtir. Ancak, insanoğlunun süreç içinde aktif rol almasıyla
birlikte bu doğal dengeler geri dönüĢümü zor bir Ģekilde bozulmaya
baĢlamıĢtır. Fosil yakıtların aĢırı kullanımı, ormanların tahrip edilmesi,
yanlıĢ arazi kullanımı, doğal kaynakların bilinçsizce tüketilmesi sonucu
atmosfere salınan gazlarda artıĢ göstermiĢtir. Çok yıllık veriler ile ortaya
koyulan bu artıĢın devam etmesi neticesinde günümüzde kuraklık, çölleĢme,
yağıĢlardaki dengesizlikler ve sapmalar, su baskınları, tayfun, fırtına, hortum
vb. gibi normal olmayan iklim koĢullarının yaĢanması Küresel Ġklim
DeğiĢikliği olarak adlandırılmaktadır.
Antropojenik faaliyetler sonucunda Karbondioksit (CO2 ), Metan
(CH4), Nitroz Oksit (N2 O), Hidroflorürkarbonlar (HFCs), Perflorokarbonlar
(PFCs), Sülfürhekzaflorid (SF6) gibi birçok sera gazı ortaya çıkmaktadır.
Sera gazları; yeryüzü üzerindeki atmosfer tabakasında bulunan ve dünyaya
gelen zararlı ıĢınların tutulumunu sağlayan ozon tabakasında, birikme
yaparak radyasyon dengesini bozmakta ve yerkürede yüzey sıcaklıklarını
arttırma eğilimine sebep olan 'Sera Etkisini' oluĢturmaktadır.
Tarımsal faaliyetler insan etkeni sonucunda sera gazlarından
Karbondioksit (CO2 ), Metan (CH4) ve Nitroz Oksit (N2 O)'e kaynak
konumundadır. Buna karĢılık tarım toprakları ise tutulan C'un biyokütle
ürünlerine ve toprak organik maddesine dönüĢmesiyle CO 2 açısından aslında
bir yutak durumunda bulunmaktadır.
Tarım sektörünün küresel ısınma içerisindeki payı diğer sektörler ile
kıyaslandığında düĢük olsa bile, global sera gazı bütçesine azaltıcı yöndeki
etkinliğini arttırmak olasıdır. Ürünün tarladan tüketicinin sofrasına gelme
serüveni içerisinde meydana gelebilecek sera gazı salınımlarını azaltmak
ancak yeni stratejilerin geliĢtirilip uygulanmasıyla mümkün olabilecektir.
179
Sonuç
olarak
iklim
değiĢikliğine
bağlı
olumsuzlukların
giderilebilmesi için öncelikle iklim değiĢikliği senaryoları ile durumun tarım
özelinde daha net tespit edilmesi gerekmektedir. Sonrasında uyum ve
azaltım stratejileri etkin bir Ģekilde uygulanarak, yukarıda bahsedilen etkiler
asgari düzeye indirilebilir.
ANAHTAR KELĠMELER: Ġklim değiĢikliği, Sera gazı, Ġnsan, Toprak
karbon tutulumu, Tarımsal yönetim uygulamaları
GĠRĠġ
Her jeolojik dönem kendine özgü doğa olaylarını içinde barındıran
doğal bir süreçtir. Ancak insanoğlunun süreç içinde aktif rol almasıyla
birlikte bu doğal dengeler geri dönüĢümü zor bir Ģekilde bozulmaya
baĢlamıĢtır. Fosil yakıtlarının aĢırı kullanımı, ormanların tahrip edilmesi,
yanlıĢ arazi kullanımı, doğal kaynakların bilinçsizce tüketilmesi sonucu
atmosfere salınan gazlarda artıĢ göstermiĢtir. 1896 yılında Ġsveçli kimyager
Svante Arhenius, sanayi devriminin oluĢturduğu karbon dioksitin
yeryüzünün ısınmasına yol açacağını söylediğinde hiç kimse inanmamıĢtı.
Ancak gelinen noktalar ve çok yıllık verilerle ortaya konulan
reddedilemeyecek düzeydeki bu artıĢın devam etmesi neticesinde
günümüzde normal olmayan hava koĢulları olarak adlandırılan kuraklık,
çölleĢme, yağıĢlardaki dengesizlikler ve sapmalar, su baskınları, tayfun,
fırtına, hortum gibi koĢulların yaĢanması Küresel Ġklim DeğiĢikliği olarak
adlandırılmaktadır. BirleĢmiĢ Milletler Çerçeve SözleĢmesi'nde ''Ġklim
DeğiĢikliği'', karĢılaĢtırılabilir bir zaman periyodunda gözlenen doğal iklim
değiĢiklikleri ile doğrudan ya da dolaylı olarak küresel atmosferin doğal
yapısını bozan insan etkinlikleri sonucunda, iklimde oluĢan değiĢikliklerin
bütünü olarak tanımlanmaktadır. Tüm bu olaylar sonucunda Karbon dioksit
(CO2), Metan (CH4), Nitroz Oksit (N2 O), Hidroflorürkarbonlar (HFCs),
Perflorokarbonlar (PFCs), Sülfürhekzaflorid (SF6) gibi birçok sera gazı
ortaya çıkmaktadır.
180
Sera Gazları
Sera gazları; yeryüzü üzerindeki atmosfer tabakası üzerinde bulunan ve
dünyaya gelen zararlı ıĢınların tutumunu sağlayan ozon tabakasında, birikme
yaparak radyasyon dengesini bozmakta yüzey sıcaklıklarını arttırma veya
azaltma eğilimine sebep olan ''Sera Etkisini'' oluĢturmaktadır.
Tarımsal faaliyetler ile iliĢkilendiriliğinde ise iklim değiĢikliği sonucunda
oluĢan sera etkisine üç sera gazı baĢ etmen olarak göze çarpar. Bunlara
iliĢkin her ne kadar baĢat olarak Karbon dioksit (CO2), gösterilse de Metan
(CH4) ve Nitrözoksitin (N2 O) de antropojenik olarak payı vardır.
181
Gazlar
KAYNAK (DOĞAL)

SU BUHARI

KAYNAK (ĠNSAN)
Okyanuslarda olan
buharlaĢma
Evapotransprasyon

KARBON
DĠOKSĠT



METAN
Tarıma elveriĢli olmayan 
sulak
(bataklık) 
alanlardaki
vejetatif 
çürüme

NĠTRÖZ OKSĠT 

Nitrifikasyon

Denitrifikasyon

Bitki
vejetasyon 
periyodunun baĢında
salınım

HALOKARBON
Gıda, yem, lif ve
yakıt olarak
kullanılan tüm
bitkisel ürünlerin
çürüme ve
tüketilmesi
Tarımsal
faaliyetler
Tarım ürünlerinin
iĢlenmesi
Tarım ürünlerinin
nakliyesi
Çeltik tarımı
Hayvancılık
ĠĢlenmeyen
toprak
TaĢıt eksozları
Gübre kullanımı
Kimya sanayi
Halokarbon
soğutucular
ġekil 1.1. Sera gazlarının doğal ve insani kaynak konumu (BBC, 2006)
Tarımın Küresel Isınmaya Katkısı
Küresel Ġklim değiĢikliğinin tarım üzerine etkisi, yağmur rejiminin
değiĢmesi ve düĢen yağmur miktarında yaĢanacak azalmalarla kendini
göstermektedir. Küresel ısınma suyun miktarını azaltıp toprak verimliliğini
ve ürün çeĢitlerinin değiĢmesine neden olmaktadır. Bu da yaĢamlarını
doğrudan toprağa bağlı olarak sürdürmek zorunda olan ülkeleri büyük
ölçüde etkileyecektir(Bozoğlu 2012). Türkiye gibi ekonomisinin %24.5'ini
tarımsal faaliyetler oluĢturan ülkeler Kuzey Afrika'da egemen olan daha
sıcak ve kurak iklim kuĢağının etkisinde kalacak ve dolayısıyla iklim
182
kuĢaklarında meydana gelecek bu değiĢmeye uyum gösteremeyen Fauna ve
Flora yok olacak, topraklarda çölleĢme, tuzlulaĢma ve erozyon yoğunluğu
artarak insani faaliyetler aksamaya uğrayacaktır. Ġstatistiksel olarak
düĢünüldüğünde Hükümetlerarası Ġklim DeğiĢikliği Paneli (IPMC, 1995)
rehberi kullanılarak Türkiye Ġstatistik Kurumu tarafından 2015 yılı için
hesaplanan toplam sera gazı salınımının %8.7 (BBC, 2015, COP 21, Paris,
Fransa) tarımsal faaliyetler sonucu oluĢmuĢtur. Sera gazı bazında
değerlendirmeye alındığında 2015 yılı toplamında CO2 salınımının %3'ü,
CH4' ün %28' i ve N2 O ' nun ise %74' ü tarımsal kaynaklı olarak
gerçekleĢmiĢtir. Sektörel bazda ele alındığında en önemli sera gazını CO2
oluĢtursa da tarımsal açıdan bakılacak olduğunda CH4 hayvansal üretimde,
N2 O ise bitkisel üretimde dikkatleri üzerine çekmektedir.
ġekil 2.1.Tarım temelli sera gazlarının kaynak yüzdeleri
Hükümetlerarası Ġklim DeğiĢikliği Paneli [UNIPCC], 2001)
Tarım Alanlarında NitrözOksit Salınımları
183
(BM
N2 O gözlemlenen küresel ısınmanın % 6' sını gerçekleĢtirmektedir. (Dalal ve
ark., 2005). En çok N2 O salınımı azotlu gübre topraklarında meydana
gelmektedir. Toprakta sınırlı oksijen varlığından topraklardaki organik
karbonun fazlalığı nedeniyle yüksek oksijen talebi olduğunda,
mikroorganizmaları oksijen yerine NO3 ve NO2 'i kullanmaktadırlar. Bu
substratın kullanıldığı denitrifikasyon süreci sonunda uygulanan azotlu
gübreler, N2 O olarak atmosfere salınmaktadır.
Dünya çapında 1436 milyon ha büyüklüğündeki tarım arazilerinden 1995
yılı tarımsal alanda gerçekleĢtirilen yıllık küresel N20-N salınım miktarı 3.2
milyon ton olup bunun % 34'ü geliĢmiĢ ülkelerde, %66'sı geliĢmekte olan
ülkelerden kaynaklanmaktadır.
Tarım Alanlarında Karbondioksit Salınımları
Karbondioksit salınımı açısından tarımsal faaliyetlerin ve toprakların önemli
bir yeri vardır. Çünkü tarım sektörü, bir sera gazı olan CO2 'nin salınımı
gerçekleĢtirmesinin (havuz, kaynak) yanında aynı zamanda bir tutucu
(yutak) fonksiyonunu da gerçekleĢtirmektedir. Son yapılan çalıĢmalar, CO2
salınım oranının azaltılması ve aynı zamanda C-tutulum oranının arttırılması
amacına dönük olmaktadır. Karasal ekosistemlerin C-tutma potansiyellerinin
arttırılması ayrıca tarım dıĢı sektörlerin oluĢturduğu CO2 'in de tarım
topraklarına, sulak alanlarda veya ormanlarda tutulabilmesi adına çok büyük
önem taĢımaktadır.
CH4 ve N2 O ile karĢılaĢtırıldığında, aslında yüksek miktarda CO2 tarım
faaliyetleri açısından döngüye uğratılır. Bitkiler, fotosentez yoluyla yüksek
miktarlarda CO2 'i tüketirlerken, gıda, yem, lif ve yakıt olarak kullanılan tüm
bitkisel ürünler en sonunda çürümeyle veya tüketilmeyle tekrar CO2 'e geri
çevrilirler. Tarımdaki C-döngüsünün büyüklüğü düĢünüldüğünde; tarımsal
faaliyetler sonucu oluĢan net CO2 salınım miktarı düĢüktür ve bu salınımın
ana kaynağı tarımsal faaliyetler ile nakliyesi sırasındaki enerji kullanımıdır.
184
ġekil 2.2. BaĢlıca küresel karbon havuzları
Dünya üzerinde beĢ temel karbon havuzundan bahsedilebilir. En büyük C
rezervini içeren okyanuslar, fosil yakıtlar, pedolojik (topraklar), biyotik
(canlılar) ve atmosferik havuzlar takip etmektedir. Tüm bu havuzlar birbiri
ile bağlantılıdır ve aralarında C değiĢimleri gerçekleĢmektedir.
Tarım Alanlarında Metan Salınımları
Metan, büyük oranda çeltik tarımı ile hayvancılıktan kaynaklanan bir SG'
dır. Organik gübrelerin anaerobik ayrıĢmasından ortaya çıkan yakalanabilir
ve böylece metan salınımı azaltılabilir. Çeltik tarımı yapılmayan tarım
toprakları atmosferik metan havuzu olarak görülebilse de, CH4 doğal
durumda iĢlenmeyen topraklarda daha az oranlarda bulunmaktadır.
Türkiye ve Ġklim DeğiĢikliği
Türkiye' de iklim değiĢikliğinin tarım üzerine etkisi konusunda çalıĢmalar
sınırlı olsa da sera gazı açığa çıkarması bakımından önemli etkilere sahiptir.
2009 yılı toplam sera gazı emisyonu değerlerine bakıldığında (Arazi
Kullanımı, Arazi Kullanım DeğiĢikliği ve Ormancılık-AKAKDO hariç) CO2
eĢ değeri cinsinden 369,65 milyon ton‟dur. Toplam emisyonların %75,3‟ü
enerji, %9,2‟si atık, %8,6‟sı endüstriyel iĢlemler ve %7‟si tarım sektöründen
kaynaklanmaktadır (ġekil 4.1).
185
Yıllar itibarı ile değiĢiklik gözlenmekle birlikte, genel olarak tarım sektörü
dıĢında tüm sektörlerde artan bir emisyon eğilimi gözlenmektedir (ġekil 4.2).
1990 yılı verileri ile karĢılaĢtırıldığında 2009 yılında en yüksek artıĢ %250
ile atık sektöründe gözlenmekte olup, azalmanın gözlendiği tek sektör olan
tarımda azalma oranı %14‟tür. Diğer sektörlerde gözlenen artıĢ değerleri
%84 - %111 aralığındadır.
ġekil 4.1. 2009 Yılı Türkiye Sektörel Sera Gazı Emisyonları
ġekil 4.2.Türkiye sektörel Sera Gazı Emisyonları 1990-2009
186
Türkiye ve Ġklim DeğiĢikliği Senaryoları
Mevsimsel olarak; mesela Adana veya Mersin‟deki hava olayları Ġç Anadolu
bölgemizde yaĢanılmaya baĢlayacaktır. Beslenme ve kıyı erozyonu
kötüleĢecek. Tatlı su kaynaklarına tuzlu su karıĢımı nedeniyle azalma
olacaktır. Deniz seviyesinin yükselmesi ekonomik sektörlere zarar
verecektir. Beslenme ile ilgili olarak kıyı bölgelerindeki balıkçılık ve tarım
üretimi özellikle risk altındadır. Deniz seviyesindeki yükselme sonucu düz
alanlar sular altında kalarak kıyı üretim alanları zarar görecektir. Ormanların
oranında önemli bir azalıĢ meydana gelmeye baĢladı ve önlem alınmadıkça
daha da hızlanacaktır.
187
SONUÇ
Küresel iklim değiĢikliği kuĢkusuz tüm insanlığın geleceğinin en büyük
sorunlarından olacaktır. Paleocene döneminden sonra havanın ve suyun eski
haline dönmesi için tam 100,000 yıl geçmesi gerekmiĢtir. Buna göre
atmosferdeki insan kaynaklı karbondioksitin, sanayi çağı öncesi seviyelerine
düĢmesi için, etkenlerin kullanımının durdurulmasından sonra bile on
binlerce yıl gerekecektir. UNIPCC' ın 2001 kapanıĢ bildirisinin son sözü
olarak ''Tehlike, Ģu ana kadar düĢünüldüğünden çok daha yakındır.''
kelimeleri aslında her Ģeyi açıklayıcı düzeydedir. ancak ciddiye alınmadığı
takdirde gelecek kuĢaklarımızı çok zor günler beklediği açıktır. Bu sebepten
dünyada yaĢayan tüm insanlara büyük görev düĢmektedir. Özellikle;





Küresel ısınma konusunda medya organları aracılığıyla halk
bilinçlendirilmeli
Evlerde, iĢyerlerinde, okullarda; suyun, enerjinin tasarruflu kullanılması
Ġlkokul, lise ve üniversitelerde küresel iklim değiĢikliğinin etkileri konu
baĢlıklı bildiriler, dersler verilmeli, çevresine karĢı duyarlı nesil
yetiĢtirmek amaçlanmalı
Fosil yakıtların zararları ve yerine kullanılabilecek alternatif seçenekler
türetilmeli
Küresel ısınmaya etki eden faktörlerin kavratılması
188

Doğru tarım uygulamaları konusunda çiftçiler eğitilmeli ve denetlemeler
düzenlemelidir
Yukarda belirtilen önlemler Ģuan alınmaya baĢlanılmazsa insan ırkının
bugün hala gün geçtikçe süregelen bencilce ve tutarsızca harcamaları
düĢünüldüğünde akıllarda Ģu soru yankılanmalıdır;
Kıyamet günlerine hazır mısın insanoğlu?
Kaynakça:
Albek M ve M Albek, 2008. Türkiye‟de Nehir Sıcaklıklarındaki Eğilimler,
CLEAN, Toprak-Hava-Su, Cilt 36, Sayı 12.
Albek M, 2008. Ġklim DeğiĢikliği‟nin Akdeniz bölgesindeki Nehirlere Etkisi,
MESAEP-2007 sempozyumu
Asan Ü, Özkan, U Y, Sağlam S, 2008. Küresel Ġklim DeğiĢiminin Tanımı ve
Karasal Ekosistemler Üzerindeki Olası Etkileri. Küresel Ġklim DeğiĢimi ve
Su Sorunlarının Çözümünde Ormanlar Sempozyum Bildirileri, s.20-31.
Çepel N., 2010. Küresel Isınma, Ġklim DeğiĢikliği ve Otuz Yıllık GeçmiĢi,
TEMA Vakfı Yayın No.56.
ÇOB, 2008: Ġklim DeğiĢikliği ve Yapılan ÇalıĢmalar. 103 sayfa Ankara
TürkeĢ, M. 1995b. „Toronto 1988'den Berlin 1995'e Ġklim DeğiĢikliği
SözleĢmesi‟, TÜBĠTAK Bilim ve Teknik Dergisi, 331, 46-49, Ankara.
TürkeĢ, M., Sümer, U. M. ve Çetiner, G. 1999a. „Ġklim değiĢikliğinin
bilimsel değerlendirilmesi‟, BirleĢmiĢ Milletler Ġklim DeğiĢikliği Çerçeve
SözleĢmesi Seminer Notları (7 Nisan 1999, Ankara), Çevre Bakanlığı, Çevre
Kirliliğini Önleme ve Kontrol Genel Müdürlüğü, 52-66, Ankara.
[18] Sarıkaya, M.A., Türkiye‟nin güncel buzulları, Fiziki Coğrafya
AraĢtırmaları: Sistematik ve Bölgesel (içinde), Türk Coğrafya Kurumu
Yayınları, Sayı: 6, 527-544, Ġstanbul 2011.
189
190
TRAKYA BÖLGESĠNDEKĠ EFSANE ZARARLI GERĠ DÖNDÜ:
AYÇĠÇEĞĠ ÇAYIR TIRTILI (Loxostege sticticalis L., LEP:
PYRALIDAE)
Fatih BAHADIR1* Nesil IġIK 1 Ecem BULUT1 Veysel ALAGÖZ1
Özgür SAĞLAM 1
1
Namık Kemal Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Bitki Koruma Bölümü
ÖZET
Günümüzün en önemli yağ bitkilerinden birisi olan Ayçiçeği
(Helianthus annuus L.), yağı yemeklik kalitesi yönünden tercih edilen
bitkisel yağlar arasında ilk sırayı almaktadır. Yurdumuzda da yıllara göre
değiĢmekle beraber yaklaĢık 550-600 bin hektar alanda ayçiçeği
yetiĢtirilmekte olup üretimin % 47,2‟si Marmara, % 29,2‟si Ġç Anadolu, %
12‟si Karadeniz bölgelerinde yapılmaktadır. YetiĢtirme esnasında önemli
zararlılarından olan Çayır tırtılı Loxostege sticticalis L. (Lepidoptera:
Pyralidae) zaman zaman salgın yapabilmektedir. Çayır tırtılı ergin kelebeği
kanatları üzerinde beyaz sarı renkli çizgi ve lekeler olan, açık kahverenginde
bir kelebektir. Ergin vücut uzunluğu 10-12 mm, kanat açıklığı 19-26 mm‟dir.
Kayıtlara göre Trakya bölgesinde yaklaĢık 35- 40 yıl önce salgın yapan çayır
tırtılı, 2012 yılı Temmuz ayı içerisinde Trakya Bölgesinde Malkara, KeĢan,
Hayrabolu, Uzunköprü, Gelibolu‟da salgın yaptığı tespit edilmiĢtir. Salgın
yaptığı yıldan bu yana her yıl bölgesel olarak görülmeye baĢlayan zararlı
larvaları bitkilerin yaprak, tomurcuk, çiçek ve tablalarına zarar
vermektedirler. Beslenme sonucunda larvalar % 20- 60 oranında zarar
yapabilmekte, salgın dönemlerinde bitkileri tamamen yapraksız
bırakabilmektedir.
ANAHTAR KELĠMELER: Ayçiçeği, çayır tırtılı, Loxostege sticticalis,
Trakya
GĠRĠġ
Ayçiçeği dünyada ve ülkemizde en önemli yağ bitkilerinden biri
olup, ülkemizde çoğunlukla yağlık olarak yetiĢtirilir. Hemen her bölgemizde
yetiĢebilen ve tanelerinde yüksek oranda ve kaliteli yağ içeren ayçiçeği,
ülkemizde yağ bitkileri ekim alanında pamuktan sonra ikinci sırayı
almaktadır (Anonim 2015a).
Ülkemizin hemen her bölgesinde kuru veya sulu Ģartlarda yetiĢebilen
ayçiçeğinin adaptasyon alanları da oldukça geniĢ olmasına rağmen TÜĠK
verilerine göre yıllarla değiĢmekle beraber yaklaĢık 530-690 bin hektar
191
alanda ayçiçeği ekimi yapılmaktadır. Yine TÜĠK verilerine göre 2015
yılında 1 milyon 680 bin ton üretim yapılmıĢtır (Anonim, 2016b). Yağlık
ayçiçeği en fazla % 47,2 ile Trakya-Marmara Bölgesinde üretimi
yapılmaktadır. Diğer bölgelerimizde ise Orta Anadolu Bölgesinde % 29,2,
Karadeniz bölgesinde % 12, Akdeniz % 8,7, Doğu ve Güneydoğu Anadolu
Bölgelerinde ise % 2,8‟lik bir üretim gerçekleĢtirilmektedir. Ülkemizde il
bazında ise en yüksen üretim Trakya illerinde (Tekirdağ % 17,8, Edirne %
14,9, Kırklareli % 11,4) gerçekleĢmektedir (Anonim, 2015a).
Ayçiçeği, tohumunda içerdiği yüksek orandaki (%22-50) yağ miktarı
nedeniyle bitkisel ham yağ üretimi bakımından önemli bir yağ bitkisidir.
Ayçiçeği yağı beslenme değeri en yüksek olan yağlardan biri olup yemeklik
kalitesi yönünden tercih edilen bitkisel yağlar arasında ilk sırayı almaktadır.
Dünya bitkisel ham yağ üretiminin % 11‟i ayçiçeğinden karĢılanmaktadır.
Türkiye‟de ise bitkisel ham yağ üretiminin % 47‟si ayçiçeğinden
karĢılanmaktadır. Ancak ülke mahsulünden elde edilen ayçiçeği yağı ise
yıllık yaklaĢık olarak 400-450 bin ton olmaktadır Ayçiçeği % 40-45
oranında elde edilen küspesi, % 30-40 oranında protein içermekte olup,
değerli bir yem olarak hayvan beslenmesinde de kullanılmaktadır. Ayrıca
yağ, sabun ve boya sanayinde değerlendirilmekte, sapları da yakacak olarak
kullanılmaktadır. Ayrıca ayçiçeği çerezlik olarak da tüketilmekte olup,
ayçiçeği üretiminin % 2,6‟sı çerezlik olarak tüketilmektedir(Anonim 2015a).
1. AYÇĠÇEĞĠNĠN TARĠHÇESĠ VE ÜRETĠMĠ
Yunanca‟da helios-güneĢ ve anthos-çiçek sözcüklerinden oluĢturulan
Helianthus, Compositae ( Asteraceae) familyasına ait bir cinse verilen
isimdir (Tosun A., Özkal N.,2000). Yeryüzünde l000'e yakın cins ve 20 000
kadar tür ile temsil edilen Compositae familyası, çiçekli bitkilerin en zengin
familyalarındandır. Bu familyadan olan Helianthus cinsi, bir kısmı çok
yıllık, bir kısmı yıllık olmak üzere 50'nin üzerinde tür içermektedir (Tosun
ve Özkal, 2000). Bunlardan ikisi H. annuus L. (Ayçiçeği, günebakan,
gündoğdu) ve H. tuberosus L. (Yer elması) ülkemizde yetiĢtirilmekte olup,
ekonomik değere de sahip olan türlerdir (Davis, 1975; Seiler, and Brothers,
1999).
Ayçiçeğinin tarihi çok eskilere kadar dayanmaktadır. Ayçiçeğinin ilk
olarak Meksika'da görülmesi ve yerliler tarafından yenilebilir olmasının
keĢfedilmesi 2000 yıl kadar öncelere uzanmaktadır. Bu bitki, kısa sürede
yetiĢmesi ve kolayca depolanabilmesi ile göçebe hayatına uygun olmuĢtur.
Böylece, bu bitki göçlerle kolayca yayılmıĢ, mevsim Ģartları, doğal
seleksiyon ile farklı tipleri geliĢmiĢtir. Ayçiçeği, ilk olarak 1510 yılında
Ġspanya'dan Meksika'ya gelmiĢtir. Daha sonra oradan da Kanada'ya
yayılmıĢtır. Daha sonra Doğu Avrupa ve Rusya için önemli bir ürün halini
192
almıĢtır (Langer and Hill, 1982; Eckey and Miller, 1954; Brown, et
al.,1993). Amerika'da Virginia'da yaĢayan yerliler ayçiçeği yağını keĢfederek
1590'lı yıllarda ekmek yapımında kullanmıĢlardır (Brown, et al.,1993).
Rusya'da, 18. yüzyılın sonlarına kadar tanınmamıĢ olmasına rağmen,
Rusya'ya ulaĢır ulaĢmaz hemen halk tarafından benimsenmiĢtir. Bunun
nedeni, Rus Ortodoks Kilisesinin, kutsal günlerde yenmesini yasakladığı
yağlı yiyeceklerin listesinde henüz yeni bulunan ayçiçeğinin yer
almamasıdır. Daha sonra yağ içeriğini arttırmak için hibritler geliĢtirilmiĢ ve
Rusya ayçiçek yağının en büyük üreticilerinden biri olmuĢtur. Bunun
yanında bir kaç Balkan Ülkesi ve Türkiye de Dünya ticaretinde önemli
rolleri ile göze çarpmıĢlardır. Ayçiçeği tohumlarının içerdiği yağdan dolayı
önem kazanması, 18. yüzyılın sonlarında tohumdan yağ elde etme
tekniklerinin geliĢtirilmesiyle ortaya çıkmıĢtır. 19. yüzyılda, ayçiçeği
tohumunun iĢlenerek yağ elde edilmesi, Rusya'da bu alanda endüstrinin
geliĢmesine yol açmıĢtır. II. Dünya SavaĢı'nın hemen öncesindeki yıllarda,
Rusya'daki yıllık ayçiçeği tohumu üretimi 2,3 milyon tonu bulmuĢtur. Bunu
izleyen dönemlerde Macaristan, Bulgaristan ve Romanya da önemli
üreticiler arasına girmiĢtir. Diğer üretici ülkeler arasında da Güney Afrika,
Tanzanya, Uruguay ve Avustralya yer almıĢtır. Ġspanya'daki iç savaĢlar
sırasında Ġspanya'dan zeytinyağı ihracatı yapılamadığından buradan
zeytinyağı alımı yapan baĢta Arjantin gibi ülkeler için ayçiçeği ayrı bir önem
kazanmıĢtır. Arjantin'de ayçiçeği ekimlerinin, 1900'lü yılların baĢında
Rusya'dan gelen göçlerle baĢladığı söylenebilir. Üretim 1930'ların ortalarına
kadar önemli bir artıĢ göstermemiĢtir. Önceleri Amerika'da ayçiçeği üretimi
çok küçük bir alanla sınırlanmıĢ ve pratikte ayçiçeği tohumları yağ elde
etmek amacı ile iĢlenmemiĢ olmasına karĢın, varyetelerin ve metotların
geliĢtirilmesi ile bu durum değiĢmiĢtir. Kanada'da son yıllarda ayçiçeği
üretimi artmıĢ ve yağ elde etmede pazar bulabilmiĢtir (Eckey and Miller,
1954).
Yurdumuzda, tohumundan yağ üretilen ayçiçeği bitkisinin ekimine,
1918 yılından sonra baĢlanmıĢ ve Ege, Trakya-Marmara bölgelerinin en çok
yetiĢtirilen bitkisi olmuĢtur. Ancak Orobanche (Verem otu) türleri ve çayır
tırtılı ayçiçeği için tehlikeli olmuĢ, verimi azaltmıĢtır (Baytop,1963; Anonim,
1993). Ayçiçeği kuraklığa dayanıklı bir bitki olmasına rağmen, yazları kurak
geçen yerlerde sulamadan da yetiĢtirilemez. Tuzlu, çorak topraklar dıĢında
her türlü toprakta yetiĢebilir. Potasyum ve kireç yönünden zengin toprakları
sever. Çapa bitkileri ve baklagillerden sonra ekildiğinde yüksek verim elde
edilir.
193
2. AYÇĠÇEĞĠNDE KAYIPLARA NEDEN OLAN ETMENLER VE
ÇAYIR TIRTILI
Ayçiçeğinin ülkemizde ve ayçiçeği tarımı yapılan Avrupa ve Balkan
ülkelerinde en önemli sorunu Canavar otu ya da orobanĢ olarak bilinen
(Orobanche spp.) parazit yabancı otudur. Ancak bu parazite dayanıklı
hibritler ayçiçeği çeĢitlerinin geliĢtirilmesiyle bu tür büyük oranda sorun
olmaktan çıkmıĢtır. Bunun yanında ülkemizde bazı yıllarda ve bölgelerde
problem olan diğer hastalıklar ise, Ayçiçeği mildiyösü (Plasmopara
halstedii), sap, kök ve yaz ayı yağmurlu geçen yıllarda tabla çürüklükleri
(Rhizopus sp., Botrytis sp.) yoğun olarak görülmektedir (Süzer, 2005).
Ayçiçeğinin zararlılarında Makaslı Böcek (Lethrus brachiicollis Fairm),
Danaburnu (Gryllotolpa gryllotolpa L.), Bozkurt (Agrotes spp. ) fide
döneminde ve tohumun çimlenme dönemlerinde zarar yapmaktadır. Çizgili
yaprak kurdu (Spodoptera exigua) ise toprak üstü aksamda zarar
yapmaktadır (Süzer, 2005).
Çayır tırtılı bölgemizde bilinen ilk salgınını Ünal (1979), 1975
yılında komĢu ülkelerden göç ile kısa sürede artan populasyon ayçiçeği tabla
ve yapraklarında zarar yaptığını bildirmiĢtir. Son salgının ise 2012 yılı
temmuz ayı içerisinde Tekirdağ ili SüleymanpaĢa, Malkara, Hayrabolu
ilçeleri, Edirne ili Uzunköprü ve KeĢan ilçeleri ile Çanakkale ili Gelibolu
ilçelerinde salgın yaptığı bildirilmiĢtir. YaĢanan son salgınında zarar gören
tarlalarda zarar oranın %20-60 arasında değiĢtiği ifade edilmiĢtir (Anonim,
2016c). Tekirdağ ili Merkez SüleymanpaĢa ilçesinde yapılan tespitlere
iliĢkin fotoğraflar ġekil 1.‟de gösterilmektedir.
ġekil 1. 2012 yılında ortaya çıkan Çayır Tırtılı salgınında zarar gören
bitkilerin görünüĢü
194
Son yıllarda Trakya bölgesinde zarara neden olan çayır tırtılı (Loxostege
sticticalis L.) bazı yıllarda salgınlar yaparak ayçiçeğinin takip edilmesi
gereken önemli bir zararlısı konumuna gelmiĢtir.
2.1. Ayçiçeği Çayır Tırtılı (Loxostege sticticalis L.)
2.1.1 Tanımı ve Biyolojisi
Çayır tırtılı (Loxostege sticticalis L.) Lepidoptera takımında,
Pyralidae familyasında yer almaktadır. Çayır tırtılı ergini, kanatları üzerinde
beyaz sarı renkli çizgi ve lekeler olan, açık kahverenginde bir kelebektir.
Vücut uzunluğu 10-12 mm, kanat açıklığı 19-26 mm‟dir. Dinlenme anında
abdomen ucu diĢilerde kanatlar altında kalmakta, erkeklerde ise açıkça
görülmektedir (Anonim, 2008).
ġekil 1. Ayçiçeği Çayır Tırtılının Ergin kelebeği ve Tırtılı
(Anonim,2016d:2016e)
Oval Ģekilli ve parlak olan yumurta önce Ģeffaf ve renksiz olup, daha
sonra portakal sarısına, larvanın çıkıĢına yakın ise griye dönmektedir.
Yumurtalar 0.8-1.0 mm boyunda olup, 2-20‟li gruplar halinde bir arada
bulunmaktadır. Çayır tırtılı 5 larva dönemi geçirmektedir. Birinci dönem
larva boyu 1.5-2.5 mm olup son larva döneminde ise boyu 18-25 mm
boyunda olmaktadır. Olgun larva siyaha yakın yeĢil renkli olup, sırt ve
yanlarında boydan boya uzanan açık ve koyu renkli çizgiler vardır(Anonim,
2008).
Pupa 8-13 mm uzunluğunda ve 3-4 mm geniĢliğindedir. Toprakta silindirik
ve içi ağ ile örtülü bir kokon içinde pupa dönemini geçirir. KıĢı pupa kokonu
içinde olgun larva olarak toprağın 5-7cm derinliğinde geçiren çayır tırtılı
ilkbahara girerken pupa olmaktadır. Pupa süresi 14-18 gün olup bunun ilk 45 günü prepupa süresidir. Ġlk erginler nisan ayı ortalarında uçmaya baĢlayıp
geceleri aktif olup gündüzleri hareketsizdirler. Erginler polen tozu ve
195
nektarla beslenerek iki hafta kadar yaĢarlar. Bir diĢi ömrü boyunca 60-400
adet yumurta bırakmaktadır. Yumurtaları özellikle sirken (Chenopodium
spp) ve diğer yabancı ot yapraklarının alt yüzeyine bırakır. Yumurtalardan 210 gün içerisinde çıkan larvalar bitkilerin yeĢil aksamlarında beslenmeye
baĢlamaktadır. Larva 1-2 gömlek değiĢtirdikten sonra kültür bitkisine geçer
ve burada oburca beslenerek yaprakların sadece damar kısmını bırakır.
Popülasyonun yüksek olduğu dönem ve yerlerde bütün yeĢil aksam zarar
görmektedir. OlgunlaĢan larva pupa dönemini geçirmek üzere toprağa iner.
Besin ve iklim Ģartlarına göre larva dönemi 14-22 gün sürmektedir. Bir yılda
Türkiye Ģartlarında 2-5 döl vermektedir(Anonim 2008).
2.1.2. Zarar ġekli ve Konukçuları
Bitkilerin yaprak, tomurcuk ve çiçek yapraklarını yiyen larvalar
salgınlarında bitkileri tamamen yapraksız bırakabilirler. Zararlı Marmara,
Karadeniz ve Ege bölgelerinde saptanmıĢ olup zarar yapmaktadır(Anonim
2008).
Polifag bir zararlı olup 40 familyaya ait 150‟den fazla bitki türü
konukçusu arasındadır. Ekonomik olarak ayçiçeğinde zararlı olup mücadele
yapılmasını gerektirmektedir(Anonim 2008).
3. SONUÇ
Bitkisel yağ ihtiyacımızın büyük bir kısmını karĢıladığımız
ayçiçeğinin ülkemizdeki verimli ekim alanları büyük bölümü Trakya
bölgesinde bulunmaktadır. Trakya bölgesinde genellikle buğday ile ekim
nöbetine girerek üreticilere ekonomik bir gelir sağlamaktadır. Son salgının
görüldüğü 1975 yılından (Ünal,1979) günümüze yaklaĢık 37 yıl geçmiĢ olup
bu süreçte önemli bir zarar bildirilmemiĢtir. Ancak aradan yıllar geçmesine
rağmen konukçusunu unutmayan çayır tırtılı uygun iklim koĢullarını
yakaladığında önemli kayıplar meydana getirme potansiyeline sahip
olduğunu üreticilere hatırlatmıĢtır. Polifa bir zararlı olan ve 40 familyaya ait
150‟den fazla bitki türü üzerinde beslenebilen zararlının mücadelesinde,
ayçiçeği tarlasının içinde yapılan yabancı ot kontrolünün, tarla kenarları ve
anızlarda da yapılmasının ve çayır tırtılı konukçusu olan yabancı otların
yaygın türlerini tespit edilerek üreticilerin bunlara karĢı bilgilendirilmesinin
yararlı olacağı düĢünülmektedir.
Ayçiçeği tarımında takip edilmesi gereken ve fark edildiğinde
önemli oranda yaprak ve dolayısıyla ürün kaybı meydan getiren zararlı
üreticiler tarafından takip listesine alınmalısı ve mücadele döneminde
tozlanma ve döllenmede önemli bir yer tutan arılar baĢta olmak üzere
faydalılara toksik olmayan insektisitlerin kullanılması önerilmektedir.
196
4. KAYNAKÇA
Anonim, (1993).,T. C. Sanayi ve TeĢkilatlandırma Genel Müdürlüğü,
Ayçiçeği Ekonomik Raporu.
Anonim, (2008), T.C. Gıda,Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, Zirai Mücadele
Teknik Talimatları Kitabı Cilt II S:70-72
Anonim, (2016a). T.C. Gümrük Ve Ticaret Bakanlığı, Kooperatifçilik Genel
Müdürlüğü 2014 Yılı Ayçiçeği raporu.
Anonim, (2016b). T.C. Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, Bitkisel
Üretim Genel Müdürlüğü, BUGEM Faaliyetleri, ġubat 2016 Ankara.
Anonim,
(2016c).
Ayçiçeği
tarlaları
"tırtıl"
tehdidi
altında,
http://www.edirnehaber.org/haber/
4950/aycicegi-tarlalari-tirtil-tehdidialtinda.html (EriĢim Tarihi: 26.03.2016).
Anonim, (2016d). Ayçiçeği Çayır Tırtılı (Loxostege sticticalis L) Ergini.
https://en.wikipedia.org/wiki/Loxostege_sticticalis
(EriĢim
Tarihi:
27.03.2016)
Anonim, (2016e). Ayçiçeği Çayır Tırtılı (Loxostege sticticalis L) Larvası.
http://www.forestryimages.org/browse/detail.cfm?imgnum=5360504,
(EriĢim T: 27.03.2016)
Baytop, T, (1963). Türkiye'nin Tıbbi ve Zehirli Bitkileri, Ġst. Ün. Yayınları
No: 1039, Tıp Fakültesi No: 59, Ġsmail Akgün Matbaası, Ġstanbul, s.418-419.
Brown, J. H., Arquette J. D & Dwyer K. (1993). A New Hybrid, Sunflower
Seed Oil, for Cosmetics. Drug Cosmet. Ind.; 152 (5):32-34, 37-40.
Davis, P.H., (1975). Flora of Turkey and The East Aegean Islands, Vol.5,
University Press, Edinburgh, p.1,44-45.
Eckey, E.W and Miller, L.P. (1954). Vegetable Fats and Oils, The Maple
Press Co., New York, p.772-777.
Langer, R. H. M and Hill, G. D. (1982). Agricultural Plants, Cambridge
University Press, Cambridge, p: 153-157.
Seiler, G. J and Brothers, M. E., (1999). Oil Concentration and Fatty Acid
Composition of Achenes of Helianthus Species (Asteraceae) from Canada.
Economic Botany, 53(3):273-280.
Süzer S., (2005). Ayçiçeği YetiĢtiriciliği, Trakya Tarımsal AraĢtırma
Enstitüsü Müdürlüğü, Edirne.
197
Tosun A., Özkal N., (2000). Helianthus Türlerinin Kimyasal Ġçeriği ve
Biyolojik Etkileri. Ankara üniversitesi Eczacılık Fakültesi Dergisi 20(2)4974,2000 Ankara
Ünal, E., (1979). Marmara Bölgesinde Ayçiçeklerinde Zarar Yapan Çayır
Tırtılı(Loxostege sticticolis L.)‟nın Tanınmasında, Biyo-ekolojisi ve
SavaĢım Yöntemleri Üzerinde AraĢtırmalar. A107.017 No.lu Proje ÇalıĢma
Raporu. Bölge Zirai Mücadele AraĢtırma Enstitüsü-Ġstanbul.
198
BĠLDĠRĠLER II
199
200
TATLANDIRICILARA ALTERNATĠF DOĞAL ÜRÜN:
STEVYA
*AyĢenur ÖZDEMĠR
Ahi Evran Üniversitesi Ziraat Fakültesi
ÖZET
ġeker Otu binlerce yıldır Güney Amerika yerlileri tarafından ballı
yaprak ismiyle tatlandırıcı olarak kullanılan, Chrysanthemum familyasından
küçük vahĢi bir çalı türüdür. Son 20-30 yıldan beri dünya genelinde üretimi
ve kullanımı konusunda çok hızlı bir geliĢim göstermiĢtir. Ülkemizde
tanınması ve kullanılmaya baĢlaması ise henüz çok yenidir.
Stevia, yapraklarındaki tatlı mucize keĢfedildiğinden beri dünyanın
birçok ülkesinde, 100‟den fazla çeĢit yiyecek ve içeceğin tatlandırılmasında
kullanılmaktadır. Stevia‟nın tatlandırıcı etkisi, yapraklarındaki doğal özlerde
(Rebaduosid A, RebA) gizlidir. Bu özler sayesinde Stevia yaprakları
Ģekerden 300 kat daha tatlıdır. Stevia bitkisinin özünü oluĢturan,
kendiliğinden tatlı Reb A; kalori ve karbonhidrat içermemektedir. Bu bitkiyi
diğerlerinden farklı kılan baĢlıca özellikler ısıya dayanıklı, kimyasal
içermeyen, ağızda acı tat bırakmayan, lif içeriği yüksek olmasıdır.
Türkiye de yeni yeni konuĢulmaya baĢlanan bu konuyla ilgili olarak
çok somut değerlendirmeler yapmak güçtür. Ülkemiz için de ĢiĢmanlık
(obezite) ve Ģeker hastalığı (diyabet) gibi konularda geliĢmiĢ ülkelerdekine
benzer kaygıların artmaya baĢladığı günümüzde, ulusal sağlık
harcamalarının maliyetini yükselten etkenlerin etkisini azaltmak üzere ġeker
Otu‟nun bir seçenek olarak üretiminin ve pazarının artırılması yararlı olacağı
düĢünülmektedir. Bu çalıĢma ile Stevia bitkisinin kullanımı ve üretim
amaçları hakkında bilgiler verilmesi amaçlanmıĢtır.
Anahtar kelimeler: Tatlandırıcılar, stevya, şeker otu, stevia
GĠRĠġ
Günümüzde Ģeker yerine kullanılan birçok tatlandırıcılar mevcuttur
(1). Bununla birlikte yiyecek ve içecek endüstrisi, özellikle Ziraat ve Gıda
Mühendisleri daha güvenli ürün geliĢtirmek ve tüketicilerin beklentilerine
cevap vermek için üretilen gıda ürünlerinin kalitesini iyileĢtirme
çalıĢmalarına devam etmektedirler (2, 3).
201
Acesulfame-K, aspartam, neotame, sakkarin ve sukraloz FDA‟nın
güvenli olarak kabul ettiği yapay tatlandırıcılardır (5). Fakat yapay
tatlandırıcıların belli bir kısmının da ağızda farklı tatlar bıraktığı
bilinmektedir (6). Birçok yapay tatlandırıcılar mevcut gıdalarda bulunmakta
ve toksikolojik çalıĢmalar henüz tam olarak yapılmamaktadır (8). Diğer
yandan birçok tatlı ve düĢük kalorili bileĢikler doğada bulunmaktadır.
Thaumatin, glycyrhizin, xylitol, phyllodulcin, mogroside ve stevioside bu
doğal ürünlerden bazılarıdır (9). Stevya bitkisinden elde edilen ürünler
Japonya ve Paraguay gibi bazı ülkelerde uzun yıllardan beri gıda ve ilaç gibi
çeĢitli alanlarda kullanılmaktaydı. Günümüzde de ticari önemi devam
etmektedir(10).
STEVYA BĠTKĠSĠNĠN ORĠJĠNĠ
Stevia Güney Amerika‟ya özgü bir bitki olup; kökeni Brezilya,
Arjantin ve Paraguay‟dır. Stevia bitkisinin yetiĢebilmesi için 500-1500 metre
arası rakım, ortalama 25 derecelik hava sıcaklığı ve kumlu topraklar
gerekmektedir. Günümüzde bu iklim Ģartları sağlayabilen Çin ve Güney
Kore gibi birçok ülkede Stevia üretimi yapılmaktadır. (11-13).
Tatlı BileĢiklerin (Steviol Glikosid) Biyosentezi ve Kimyasal Yapıları
Stevya yapraklarında bulunan tatlı bileĢikler diterpen glikozit
(steviol glikozit) bileĢiklerdir. Önemli bir bitki hormonu olan gibberellik
asidin baĢlangıç aĢamasına çok benzeyen bir oluĢum mekanizması
kullanılarak sentez edilirler. Steviol glikozit ve gibberellin mekanizmaları
ara bileĢik kauren sentezinden sonra ayrılır. Stevyadaki lauren steviol‟a (tatlı
glikozidin temel yapısı) dönüĢtürülür, daha sonra esas tatlandırıcıları
oluĢturmak için glikolize veya rhaminoz edilirler (15). Bitkinin yetiĢtirme
Ģartları ve cinsine bağlı olarak kuru yapraklardaki ağırlıkları % 4-20 arasında
değiĢmektedir (16).
Reb A NEDĠR?
Reb A (Rebaudioside A); Stevia bitkisinin yapraklarında bulunan,
doğal bir özdür. Bu tatlı öz kalori içermediğinden insan vücudu tarafından
emilmez. Bu yüzden besin değerine sahip değildir.
202
Reb A Nasıl Üretiliyor?
Kurutma ve Mikrofiltreleme: Kurutulan Stevia yaprakları suyla iĢlenir. Bu
iĢlem çayın demlenmesi iĢlemiyle hemen hemen aynı olup, yapraklardaki
Reb A özünün ortaya çıkarılmasını sağlar.
Arıtma ve KristalleĢme: Demleme tamamlandığında, Reb A dıĢında kalan
maddelerin arıtılması için su boĢaltılır. Böylece geriye %95 oranında
kristalleĢmiĢ saf Reb A kalır(23).
Stevia Nasıl YetiĢtiriliyor?
Stevia bitkisinin ekimi ciddi bir el emeği ve özen gerektirmektedir.
Ayrıca bitkinin yetiĢebilmesi için güneĢ ve yağmur en önemli unsurlardır.
Stevia bitkisinden yılda 2 ya da 3 kez hasat alınabilir. Stevia bitkisi yerden 5
cm yüksekliğe ulaĢtığında gövdesinden kesilerek toplanır. Gövde ve
yapraklar temizlenir. Reb A özü ayrıĢtırılmadan önce yapraklar, güneĢ veya
sıcak hava kurutucuları yardımıyla kurutulur. (14).
STEVYA ÜRETĠMĠ
Stevya üretimi üç Ģekilde gerçekleĢmektedir; birincisi direkt stevya
yapraklarının kurutulup öğütülmesi ve paketlenmesi ile elde edilen toz
stevyadır, diğer ikisi konsantre stevya ekstraktı ve toz stevya ekstraktıdır.
Bugün stevya ekstrakt üretimi için birçok patentli metotlar mevcut olmakla
birlikte üretimin akıĢ diyagramları temel olarak birbirlerine çok yakındır.
Filtrasyon ve saflaĢtırma aĢamalarındaki farklılıklar metotlar arasındaki
farkları oluĢturmaktadır. Genel olarak ekstraksiyon aĢamaları; stevya
yapraklarının ön-kurutma iĢlemi, öğütme, ekstraksiyon, filtrasyon veya
saflaĢtırma birlikte renk maddelerinin eliminasyonu, sıvı ya da toz ürün
isteğine bağlı olarak konsantre etme yada kurutmadır. Önkurutma iĢlemi 5085 C°‟ler arasında yapılmaktadır. KurutulmuĢ stevya yaprakları yaklaĢık 2
mm çapına küçültmek için öğütme iĢlemi gerçekleĢtirilir. Ekstraksiyon
iĢlemi için kazan veya kolon tipi aletler kullanılmaktadır. Her iki metot için
alkol veya su çözgen madde olarak kullanılabilmektedir. Kazan içerisinde
stevya ile çözgen madde sürekli karıĢtırılarak iĢlem 24 saatte tamamlanır.
Kolon ekstraksiyonunda ortam sıcaklığı 0-25 C° arasında tutulmalı,
yaprak/çözgen madde oranı 0.02-0.1 (g/g) olmalı, sistemin akıĢ hızı 20-35
mL/min aralığında olmalı ve eğer su çözgen madde olarak kullanılıyorsa
pH‟sının H3PO4 ile 2-4 arasına ayarlanması gerekmektedir. Filtrasyon
iĢleminde ultrafiltrasyon ve nanofiltrasyon teknikleri kullanılabilir.
203
Filtrasyon sıcaklığı 30-85 C°‟de tutulurken uygulanan basınç değerleri 2001300 kpa olmalıdır.
Bu aĢamada protein gibi yüksek molekül ağırlığına sahip bileĢikler
ham stevya ekstraktından uzaklaĢtırılır. Ġyon-değiĢtirme reçineleri,
elektrolitik teknikler ya da çöktürme ajanları ile de saflaĢtırma iĢlemi
yapılabilmektedir. Ekstra renk ağartma iĢlemi yapılmasa bile filtrasyon veya
saflaĢtırma
aĢamalarında
renk
maddeleri
belirli
düzeyde
uzaklaĢtırılabilmektedir. Bu aĢamadan sonra istenen ürün Ģekline göre ya
konsantre edilerek konsantre stevya üretimine geçilir ya da kurutularak toz
stevya elde edilir. Kurutma sisteminde püskürtme kurutucular
kullanılmaktadır (17-19).
Stevya’nın Özellikleri, Kullanım Alanları, Güvenliği ve Sağlık
Açısından Değerlendirilmesi
Stevya tatlandırıcısı; sakkaroza göre 250-300 kat daha fazla tatlı
olması, ısı ve pH stabilitesinin yüksek olması, piĢirme ve fırın stabilitesinin
olması, alkol içerisinde çözünmesi, ağızda metalimsi tadın olmaması gibi
özelliklerinin yanında en büyük özelliği doğal elde ediliĢidir (20). Bugün
tüm sıcak-soğuk içeceklerde, reçel, komposto, muhallebi vb gibi
kaynatılarak piĢirilen yiyeceklerde, pasta, kek, kurabiye gibi fırında yüksek
ısıda piĢirilen tüm unlu gıdaların içerisinde (21), deniz ürünlerinde,
Ģekerleme sanayinde, bazı sebzelerde, çay Ģekeri yerine (11) ve suĢi, soya
sosu, yoğurt (22) gibi birçok gıda üretiminde kullanılmaktadır.
ABD‟de resmi bir kuruluĢ olan Gıda ve Ġlaç Organizasyonu (FDA)
23/02/2008 tarihinde stevya hakkında bir uyarı raporu yayınlamıĢtır. Stevya
ile ilgili olarak daha önceki raporları yeniden düzenleyen bu rapora göre
stevyanın kabul edilebilir bir gıda katkı maddesi olmadığı ve ABD içerisinde
“GRAS (güvenli)” olarak kabul edilmediği bildirilmiĢ, gerekçe olarak ta bir
gıda katkı maddesi olarak ya da GRAS statüsünde olması için stevya
üzerinde yeterli toksikolojik bilginin mevcut olmadığını gösterilmiĢtir. Fakat
bir gıda maddesinin bileĢenlerinden biri olmasının herhangi bir sakınca
yaratmayacağı da rapor edilmiĢtir (23). Stevya ekstraktlarının insan sağlığı
üzerine olumlu etki yaptığı tahmin edilmektedir (12). Bazı araĢtırmacılara
göre antihipertansiyon, antihiperglisemik ve anti-human rotavirus
hastalıkları iyileĢtirici özelliği bulunduğu bildirilmiĢtir (24-28). Tadhani vd
(12) yaptıkları çalıĢmada stevya yapraklarının ve stevyadan elde edilen bir
ürünün kuvvetli bir antioksidant özelliği olduğu belirlenmiĢtir.
Stevioside‟nin toksikolojisi üzerine yapılan önceki çalıĢmalarda
stevioside‟nin mutajenik olmadığı bildirilmiĢ (29-32) ve kanserojenik
olabileceği ile ilgili bir bulguya rastlanmamıĢtır (33-35). Aze ve ark. (36)
204
steviosideyle besledikleri farelerin ciğerlerindeki histopatolojik değiĢimleri
gözlemlemiĢler, bu değiĢimlerin doz-cevap iliĢkisinden kaynaklanmadığını
dolayısıyla spesifik olmayan bir etki olduğunu düĢünmüĢler. Fakat diğer bir
çok araĢtırmada ise steviosidenin fare, sıçan ve hamsterlerde düĢük bir oral
toksitesiye sebep olduğunu bildirilmiĢtir (37-40). Nunes vd (11)
steviosidenin memeli canlı hücrelerindeki kromozonal DNA‟larında
lezyonlar oluĢturabileceğini tespit etmiĢlerdir. Geuns‟un (16) bildirdiğine
göre günde 250 mg/kg vücut ağırlığı kadarki dozlarda steviol ile beslenen
hamster‟larda kandaki maksimum steviol konsantrasyonunun toksik olma
ihtimalinin olmadığı belirtilmiĢtir.
SONUÇ
Paraguay, Brezilya, Kolombiya, Meksiko, Uruguay, Guatemala,
Peru, Japonya ve Güney Kore gibi Güney Amerika‟nın birçok ülkesinde
yetiĢtirilen bu stevya bitkisi ve budan elde edilen ürünler bu bölgede yıllardır
kullanılmaktadır. Doğal bir tatlandırıcı olması bilim adamların ilgisini
çekmiĢ ve yapılan araĢtırmalar neticesinde dünyada kullanımı
yaygınlaĢmıĢtır. Çay Ģekerine göre stevya ekstraktının 250-300 kat daha
fazla tatlandırıcı özelliği ve doğal olması ile birlikte Ģeker hastaları ile diğer
insanlarında normal dozda stevya ekstraktını sınırlama olmaksızın
kullanılabileceği sonucuna varılmakla birlikte (41), hala kullanımı ile ilgili
bazı Ģüpheler bulunmaktadır. Bazı araĢtırmacılar stevya bitkisinin ve
çeĢitlerinin içerisindeki mesela flavonoit gibi bazı bileĢiklerin antioksidant,
antimikrobiyel, anti fungal, antikarsinojenik, antiinflamatori ve antiradikal
aktivitelerinin bulunduğunu (42, 43) bildirmelerine rağmen FDA bunların
gıda katkı maddesi (gıda koruyucu maddesi) olarak kullanılamayacağı çünkü
henüz üzerinde yeterli bulguların olmadığını beyan etmiĢ ama gıda
bileĢenlerinden biri olarak güvenle kullanılabileceği de ifade edilmiĢtir.
KAYNAKLAR
1. Nabor LO. 2002. Sweet choices: sugar replacements for foods and
beverages. Food Tech, 56(7) 28-35.
2. Cardoso JMP, Bolini HMA. 2007. Different sweeeteners in peach nectar:
ideal an equivalent sweetness. Food Res Int, 40(2007):1249-1253.
3. Portmann MO, Kilcast D. 1998. Descriptive profiles of synergistic
mixture of bulk and intense sweetners. Food Quality and Preference, 9(4):
221-229.
4. Nabors LO, Lemieux R. 1993. History of the commercial development of
low-calorie foods. In A M Altschul (ed). Low Calorie Foods Hanbook.
Marcel Dekker Inc, New York.
205
5.
FDA.
2006.
Sweeterners.
http://www.fda.gov/fdac/features/2006/406_sweeteners.html (01.12.2008).
6. Pol J, Hohnova B, Hyötylainen T. 2007. Characterisation of stevia
rebaundiana by comprehensive twodimensional liquid chromatography timeof-flight mass spectrometry. J of Chromatogr A, 1150(1-2): 85-92.
7. Grenby TH. 1991. Trends. Food Sci Tech, 2(1991):2.
8. Weihrauch MR, Diehl-Ann V. 2004. Artificial sweeteners-do they bear a
carcinogenic risk? Ann Oncology, 15(10):1460-1465.
9. Nabor OL, Gelardi RC. 1986. Alternative sweeteners. Marcel Dekker,
New York.
10. Cortes R, Hernandez-Ceruelos A, Torres-Valencia JM, Gonzalez-Avila
M, Arriaga-Alba, M, MmadrigalBujaidar E. 2007. Antimutagenicity of
stevia pilosa and stevia eupatoria evaluated with the ames test. Toxicology in
vitro, 21(4): 691-697.
11. Nunes APM, Ferreira-Machado SC, Nunes RM, Nantas FJS, de Mattas
JCP, Caldeira-de-Araujo A. 2007. Analysis of genotoxic potentiality of
stevioside by comet assay. Food and Chem Toxicol, 45(2007): 662-666.
12. Tadhani MB, Patel VH, Subhash R. 2007. In vitro antioxidant activities
of stevia rebaudiana leaves and callus. J Food Compos Anal, 20(2007):323329.
13. Richard D. 2009. Questions and answers about stevia www.stevia.com/
SteviaArticle.asp?Id=2269 (eriĢim tarihi 25.01.2009).
206
ADIYAMAN ĠLĠ BADEM YETĠġTĠRĠCĠLĠĞĠ, GÖRÜLEN
SORUNLAR VE ÇÖZÜM ÖNERĠLERĠ
*Handan YILDIRIM
*Ahi Evran Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Bahçe Bitkileri Bölümü
ÖZET
Adıyaman, sahip olduğu coğrafi konum ve iklim açısından tarıma
müsait bir ildir. Günümüzde bu bölgede zeytin, antepfıstığı, nar, ceviz,
badem gibi meyve türleri yoğun olarak yetiĢtirilmekte ve oldukça kaliteli
ürünler elde edilmektedir. Badem yetiĢtiriciliği kapsamında Adıyaman,
26.120 da alanla 1.sırada yer alıp Türkiye‟de en önemli üretim merkezi
konumundadır. Yörede badem yetiĢtiriciliği baĢta Kâhta ilçesi olmak üzere
Merkez, Besni ve GölbaĢı ilçelerinde yoğunlaĢmaktadır. Bölgede yıllık
badem üretim miktarı 1000 tonun üzerinde olup „Ferragnes‟ ve „Ferraduel‟
çeĢitleri en çok yetiĢtirilen çeĢitlerdir. Adıyaman‟da badem yetiĢtiriciliğinde
en sık karĢılaĢılan sorunlar; hastalık ve zararlılarla mücadele, yetersiz su
kaynakları, tarımsal girdilerin yüksek olması ve tarımsal desteklemelerin
yetersiz olması Ģeklinde sıralanmaktadır. Ayrıca badem üreticilerinin sosyo
ekonomik özellikleri, iĢletmelerin yapısal durumu, üretim ve pazarlama
aĢamasında karĢılaĢtığı sorunlar üretim potansiyelini etkilemektedir. Bu
çalıĢma ile Adıyaman ili badem yetiĢtiriciliğinin ana sorunları
değerlendirilmiĢ ve çözüm önerileri sunulmuĢtur.
Anahtar Kelimeler: Adıyaman, badem yetiştiriciliği, üretim, pazarlama
1.GĠRĠġ
Badem, kuzey yarım kürede 30-44, güney yarım kürede ise 20-40
enlem dereceleri arasında yayılıĢ göstermektedir. Badem üretiminde önemli
konumda olan ülkeler sırasıyla A.B.D., Ġspanya, Avustralya, Ġran, Fas,
Suriye ve Türkiye‟dir (Anonim, 2010). Dünya badem üretimi 2014 yılında
1.077.00 ton olmakla birlikte bunun en büyük payı 834.000 tonla ABD‟ye
aittir. Diğer önemli üretici ülkeler arasında Avustralya (65.000ton) ve
Ġspanya (48.000 ton) gelmektedir (Anonim, 2016a)
Bademin tarihinin Babil‟de baĢladığı ve en eski kültürü yapılan
ürünler arasında yer aldığı tarihçiler tarafından kabul edilmektedir. Mısır‟da
Ġskenderiye yakınlarındaki Faros adasında bulunan ganimetler arasında
207
bademe rastlanmıĢtır. Bademin anavatanının Çin ve Orta Asya olduğu
bilinmektedir. Asya ile Avrupa arasındaki Ġpek Yolunda, bademin seyyahlar
aracılığıyla Yunanistan, Türkiye ve Orta Doğuya taĢındığı ve uzun yıllar
Akdeniz kıyılarında özellikle Ġspanya ve Ġtalya‟da yetiĢtiriciliği yapıldığı
bilinmektedir (Anonim, 2016).
Dünyada önemli bir konumda olan badem yetiĢtiriciliği, ülkemizde
de uzun yıllardan beridir yapılmaktadır. Badem yetiĢtiriciliği ülkemizde son
yıllarda büyük oranda artıĢ göstermektedir. Türkiye‟de yıllara göre badem
üretim miktarına bakıldığında; son 10 yılda meyve veren ağaç sayısında ve
üretiminde önemli bir artıĢ görülmektedir. Son 10 yılda badem üretiminde
%100 oranında bir artıĢ gözlenmektedir. Ağaç baĢı verim ise 2000‟li yılların
baĢlarında 11,7 kg civarında iken 2013 yılında 15,8 kg‟a yükselmiĢtir
(Çizelge1). Ülkemizde ağaç baĢına düĢen verim gerek bölgeler açısından
gerekse ülkeler açısından değerlendirildiğinde düĢük kalmaktadır.
Ülkemizde badem yetiĢtiriciliği geçmiĢine bakıldığında sadece Ege bölgesi,
Akdeniz bölgesi ve Güneydoğu Anadolu bölgesi ile sınırlı kalan yetiĢtiricilik
alanlarına yeni plantasyonların da eklenmesiyle büyük oranda yayılıĢ
göstermiĢtir. Bademi üreticiye çekici kılan en önemli unsurlar; düĢük verimli
topraklara adaptasyon yeteneğinin yüksek olması, besin içeriği bakımından
zengin olması ve bu yüzden ekonomik gelirinin yüksek olmasıdır. Badem
ilkbaharda erkenci bir çeĢit olup ilk çiçek açan meyve türüdür. Bu
özelliğinden dolayı ilkbahar geç donlarından etkilenir. Ġlkbahar genç
donlarından korunmak için özellikle geç çiçeklenen çeĢitlerin üretimi her
geçen gün daha da artmaktadır.
Ülkemiz badem ağaçlarının çok büyük bir çoğunluğunun tohumdan
yetiĢtirilmiĢ olmasından kaynaklanan kalitatif karakter ve kantitatif
karakterlerde önemli oranlarda farklar ortaya çıkmaktadır (YaĢar, 2014).
Dünyada ve ülkemizde altın değerinde görülen badem gerek sahip olduğu
zengin besin içeriği gerekse yüksek ticari potansiyeli bakımından önemli bir
sert kabuklu meyve türüdür. Kuru iklim koĢullarına iyi adapte olabilmesi,
3.ve 4. sınıf tarım arazilerinde dahi ekonomik olarak yetiĢebilmesi, gençlik
kısırlık döneminin kısa olması ve iyi gelir getiren bir ürün olması nedenleri
ile üreticiler tarafından talep edilen bademin yetiĢtirilme alanlarını
sınırlandıran en önemli faktör erken çiçeklenmesi nedeniyle ilkbahar geç
donlarından zarar görmesidir (Yılmaz ve ark., 2015).
GAP Bölgesi sahip olduğu iklim koĢulları dolayısıyla badem
yetiĢtiriciliği açısından uygun koĢulları sağlayıp önemli bir bölge halini
almıĢtır. Bölgede hüküm süren yüksek yaz sıcaklıkları taze sofralık meyveler
için sorun teĢkil ederken kurutularak değerlendirilen badem içi açısından bu
208
sıcaklıklar çok önemli bir avantajdır. Badem GAP bölgesinin gerek sulanan
gerek kurak koĢulları bakımından geleceği parlak olan bir meyve türüdür.
Bölgedeki üretici kitlesi tarafından bademe olan yoğun talep dolayısıyla da
yeni plantasyonların alanı her geçen gün artıĢ göstermektedir. Hem ağaç
sayısı bakımından hem de üretim miktarı bakımından en önemli bölgelerimiz
Ege ve Akdeniz bölgeleridir.
Ülkemizde badem üretim alanlarının ve buna bağlı olarak üretim
miktarının artmasında Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı ile Orman Su
iĢleri Bakanlığı tarafından geliĢtirilen ulusal destekleme politikaları etkili
olmaktadır. Badem yetiĢtirilme alanlarındaki bu hızlı artıĢın diğer önemli
sebepleri ise; elveriĢsiz topraklara kolay adapte olabilmesi, yetiĢtiriciliğinin
fazla isteklerinin olmaması, besin içeriğinin zengin olması ve buna ilaveten
ekonomik değerinin yüksek olması, fidan teminin kolay olması ve erken
yaĢta verime yatmasıdır. Badem üretimi, 2015 yılı verilerine göre 296.714 da
alanda yapılmakta ve bu alanlardan 80.000 ton verim alınmaktadır.
Ülkemizde badem yetiĢtiriciliği bölgeler bazında incelendiğinde; 84.164 da
alanla Ege bölgesi birinci sırada yer almaktadır. Bunu sırasıyla Güneydoğu
Anadolu bölgesi (77.569 da) ve Akdeniz bölgesi (52.746 da) izlemektedir.
Üretim miktarları ele alındığında ise Akdeniz bölgesinin 22.992 ton, Ege
bölgesinin 18.021 ton ve Güneydoğu Anadolu bölgesinin 15.370 ton badem
ürettiği görülmektedir (TUĠK, 2015)
Güneydoğu Anadolu bölgesinin üretim alanı ve üretim miktarı
bakımından diğer üretici bölgelerin dıĢında olmasının sebebi, bölgede badem
yetiĢtiriciliğine yeni geçilmiĢ olması, birçok bahçenin yeni tesis edilmesi ve
kurulan bahçelerin henüz verime yatmamıĢ olmasıdır (Anonim, 2015; TUĠK,
2015). Öte yandan Adıyaman ilinin, özellikle, badem üretimi bakımından
önemli bir potansiyele sahip olduğu bildirilmektedir (Yılmaz ve ark., 2015).
Ġlde badem üretim alanının artıĢ göstermesine rağmen üretim teknikleri
açısından (anaç kullanımı, fidan kalitesi, yetiĢtiricilik teknikleri vb.)
yetersizlikler bulunmaktadır. Genel anlamda Adıyaman ili üreticileri badem
üretim alanlarından düĢük verim almaktadırlar.
209
2.ADIYAMAN ĠLĠ BADEM ÜRETĠMĠNĠN GENEL GÖRÜNÜMÜ
Adıyaman ilinde Torosların güneydoğu uzantıları üzerinde yer alan,
toprakları kuzeyde Malatya, doğuda Diyarbakır ve ġanlıurfa, güneyde
ġanlıurfa ve Gaziantep ve batıda ise KahramanmaraĢ illeriyle sınırlıdır. 37º45º kuzey enlemi ile 38º-17º doğu boylamı arasında yer almaktadır. Tarım
ili olan Adıyaman, GAP projesinin de hayata geçmesiyle de önemli ataklar
yapmıĢtır. Günümüzde bölgede antepfıstığı, üzüm, zeytin, badem ve elma
gibi meyve türleri yoğun olarak yetiĢtirilmekte ve kaliteli ürünler elde
edilmektedir (Anonim, 2016a). Adıyaman ilinin toplam iĢlenebilir tarım
arazi alanı 2.386.563 de olup bu alanın %78‟tarla bitkileri, %1‟i nadas alanı,
%2,4‟ü sebzecilik, % 19‟unda da meyvecilik alanı olarak kullanılmaktadır.
Adıyaman‟da üzüm, badem, nar, zeytin, elma, antepfıstığı ve ceviz en çok
yetiĢtirilen ürünlerdir (Anonim, 2016a).
210
Adıyaman‟da badem üretimi 2015 yılı verilerine göre; il genelinde
toplam badem üretilen alan 25.342 da ve toplam üretim miktarı ise 1.800
tondur. Bölgedeki badem üretim alanı ilçeler bazında değerlendirildiğinde;
1. sırada Kâhta (12.968 da) yer almaktadır. Bunu Besni (3.772 da) ve
GölbaĢı (2.620 da) ilçeleri takip etmektedir. Üretim miktarlarında ise; Kâhta
588 ton ile 1. sıradadır. Kâhta‟yı GölbaĢı (512 ton) ve il merkezi (267 ton)
takip etmektedir (Anonim, 2015; TUĠK, 2015). Adıyaman‟a ilinde badem
üretimine iliĢkin veriler Çizelge 2‟de ayrıntılı olarak verilmiĢtir. Adıyaman il
genelinde badem üretim miktarı en fazla olan bölgeler; Kâhta, GölbaĢı ve il
merkezidir. Çelikhan, Sincik ve Samsat ilçelerinde ise badem üretimi yok
denilecek kadar azdır. Badem yetiĢtiriciliğinin bölge iklimine ve toprak
yapısına uygun olduğunun anlaĢılmasıyla birlikte son 5 yılda özellikle Kâhta
ve GölbaĢı‟nda yetiĢtiricilik büyük oranda artmıĢtır (YaĢar, 2014).
Adıyaman ilinde badem yetiĢtiriciliği yapılan alanların coğrafi dağılımı ġekil
1‟de verilmiĢtir.
211
ġekil 2.1. Badem üretim miktarının Adıyaman il haritası üzerinde gösterimi
(
=50 tonluk üretim miktarı)
3. ADIYAMAN BADEM YETĠġTĠRĠCĠLĠĞĠNDE
SORUNLAR VE ÇÖZÜM ÖNERĠLERĠ
GÖRÜLEN
Adıyaman, badem yetiĢtiriciliği bakımından potansiyeli yüksek bir
ilimizdir. Adıyaman ilinde mevcut verim çağındaki ağaçların büyük bir
oranını tohumdan yetiĢmiĢ tatlı badem ağaçlarından oluĢtuğu için ve kapama
bahçelerinde büyük bir kısmının verime yatmamıĢ olması sebebiyle üretimde
üniform kalite söz konusu değildir. Kurulan bahçelerin büyük bir kısmında
kuru koĢullarda yetiĢtiricilik gerçekleĢtirildiği için ağaçların geliĢim kuvveti,
verim ve meyvelerin kalite kriterleri düĢük olmaktadır. Adıyaman ilin badem
üretiminde etkin bir il olması için badem üretim alanlarında sulamanın
yapılması gerekmektedir. Fakat tarımsal sulama maliyetleri yüksek
olduğundan dolayı üreticiler yeterli sulamayı yapamamaktadırlar. Tarımsal
sulama maliyetleri düĢürülerek üreticiye destek olunmalıdır.
Adıyaman ili genelinde badem yetiĢtiriciliği yapan tüm üreticiler
yetiĢtiriciliğin ilk yıllarında yapılan toprak analizi sonuçlarına göre
gübreleme yapmaktadırlar. Diğer yıllarda toprak analizi ve yaprak analizi
yapılmamaktadır. Etkin gübreleme yapmak için üreticinin belli aralıklarla
toprak analizi yapması gerekmektedir. Aynı zamanda da gübre ilaç
fiyatlarının yüksek olmasından kaynaklanan yetersiz gübreleme ve ilaçlama
da yapılmaktadır. Fiyatların devlet tarafından kontrol altına alınması ile
gübreleme konusunda üreticiye destek verilmelidir (Yılmaz ve ark., 2015).
212
Adıyaman ilinde badem anacı olarak büyük oranda tohum anaçları
kullanılmaktadır. Bu anaçlar killi topraklarda iyi geliĢme göstermektedir.
Fakat bu anaçların en önemli sorunları Rosellina necatrix (kök çürüklüğü),
Agrobacterium tumafaciens (kök kanseri) ve Meloidogyne spp (kök ur
nematodları) olan toprak kökenli hastalıklara karĢı hassas olmalarıdır
(Yılmaz ve ark., 2015). Ülkemizde badem yetiĢtiriciliğine uygun anaçlar
geliĢtirilmemiĢtir. YurtdıĢından ithal edilen klon anaçlar üretim alanlarında
kullanılmaya baĢlanmıĢtır. Bu durum ise ülkemizi dıĢa bağımlı duruma
getirmektedir. Bu durumu önlemek için klon anaç ıslahı çalıĢmalarına destek
verilmesi gerektiği bildirilmektedir (Yılmaz ve ark., 2015).
Üretimde yeteri kadar hastalık ve zararlılarla mücadele
yapılmamaktadır. Mücadele yapılan alanlarda ise yoğun kimyasal
kullanılmaktadır. Bu durum ise hem kiĢisel sağlığı olumsuz etkilemekte hem
de çevre kirliliğine neden olmaktadır. Entegre mücadelelerde gerekli kurum
ve kuruluĢlarının gereken bilgilendirmeyi yaparak üreticilerin etkin
mücadeleyi uygulamaları sağlanmalıdır (YaĢar, 2014).
Adıyaman ilinde yetiĢtiricilik yapan üreticilerin badem budaması
hakkında yeterli eğitim düzeyine sahip değillerdir. Son dönemlerde eğitime
tabii tutulan üreticiler, tesis yılından itibaren her yıl budama yapmaktadırlar.
Badem hasadının zamanında yapılmaması ve hasadın genellikle sopa
yardımı ile dallara vurma Ģeklinde uygulanması; hem mevcut yılda hem de
bir sonraki yıllarda ürün kayıplarına neden olmaktadır. ÇeĢitlerin hasat
zamanları dikkate alınarak hasadın zamanında ve hasat esnasında mekanik
araçlar ile gerçekleĢtirilmesi ile verim ve kalitede oluĢan kayıplar minimum
seviyelere inecektir (YaĢar, 2014).
4.SONUÇ
Adıyaman ili sahip olduğu ekolojik konum nedeniyle badem
üretiminde önemli bir potansiyele sahiptir. Ġldeki üreticiler, mevcut
sorunlarına rağmen, badem üretiminin diğer tarımsal üretimlerden daha karlı
olması sebebiyle badem yetiĢtiriciliğine rağbet göstermektedirler. Badem
üretiminde geliĢmiĢ ülkeler incelendiğinde, üretimde doğru anaç ve çeĢit
kullanımının, üretim tekniklerinin etkin ve zamanında yapılmasının ve
mekanizasyon kullanım düzeyinin artırılmasının verimliliği ve dolayısıyla
karlılığı etkileyen önemli faktörler olduğu görülebilmektedir. Bölgede
badem yetiĢtiriciliğinin geliĢtirilmesi için tarımda faaliyet gösteren ilgili
kuruluĢlar (Ġl/Ġlçe Müdürlükleri, Üniversiteler, AraĢtırma Enstitüleri)
tarafından verilen eğitimlerin artırılması ve içerik olarak geliĢtirilmesi
213
gerekmektedir. Böylece ilde daha bilinçli badem yetiĢtiriciliği yapılabilir
hale gelebilir. Yeterli sulama kaynaklarının olmamasından kaynaklanan
yetersiz sulama verim ve kaliteyi düĢürmektedir. Tarımsal sulamaya
sağlanan desteklerin arttırılması da bölge ve il badem yetiĢtiriciliğine önemli
katkı sağlayacaktır.
KAYNAKÇA
Anonim, 2015. Gıda Tarım ve Hayvancılık Ġl Müdürlüğü Kayıtları,
Adıyaman.
Yılmaz ve arkadaĢları 2015. Kahta Ġlçesinde Badem YetiĢtiriciliği, GAP VI.
Tarım Kongresi, 28 Nisan-1 Mayıs 2015, ġanlıurfa
YaĢar, B.E. 2014. Adıyaman‟da Badem YetiĢtiriciliği, Uludağ Üniversitesi
Ziraat Fakültesi Bitirme ÇalıĢması, Bursa
Anonim,
2016.
Bademin
Tarihçesi
ve
http://www.ziraattelevizyonu.com/bademin-tarihcesi-ve-onemi/,
tarihi: 25.03.2016)
Önemi,
(EriĢim
Anonymous,
2016.
https://www.nutfruit.org/wpcontinguts/uploads/2015/11/global-statistical-review-2014-2015_101779.pdf
, (EriĢim tarihi: 28.03.2016)
214
KEÇĠ SÜTÜNÜN ĠNSAN SAĞLIĞI ÜZERĠNDEKĠ ETKĠLERĠ
Burak HALDEN*
Ahi Evran Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Tarımsal Biyoteknoloji
Bölümü,
ÖZET
Hayvansal kökenli gıdalar arasında önemli bir yere sahip olan süt,
insan beslenmesinde gerekli olan besin maddelerinin önemli bir kısmını en
yeterli ve dengeli oranda içeren besindir.
Keçi sütü inek sütü gibi içimlik süt olarak tüketilebilme özelliğine
sahiptir. Homojenize özelliğine sahip olduğu ve içinde çok sayıda küçük yağ
molekülü bulunduğu için kolay sindirilir. Bu sebeple yaĢlı ve çocukların
beslenmesinde önemle role sahiptir. Proteinleri diğer sütlerdeki esansiyel
yani dıĢarıdan alınması gereken proteinlerden daha fazla bulunmaktadır. Bu
durum inek sütü kullanması sakıncalı olan bebeklerde alternatif sağlar.
Fosfor elementi kayda değer derecede bulundurmaktadır. Bu durum et ve
balık tüketmeyen kiĢilerde önem taĢımaktadır. Ġnek sütüne nazaran anne
sütüne daha yakın benzerlik gösterir. Kalsiyum oranı anne sütünden 4 kat
fazladır. Bakteri oranı diğer sütlere göre daha azdır. Tüberküloz ve brusellos
gibi patojenler de görülmemektedir.
Sonuç olarak ülkemizde süt inek, koyun, keçi ve mandadan elde
edilmesinin yanı sıra diğer ülkelerde olduğu gibi inek sütü, üretimde ilk
sırayı almaktadır. Genel anlamda sütün bildiğimiz yararlarının yanında keçi
sütünün bilimsel araĢtırma ve gerçeklerle belirlenmiĢ üstünlükleri
bulunmaktadır.
Anahtar sözcükler: keçi sütü, insan sağlığı
GĠRĠġ
Ġnsanların sağlıklı ve daha kaliteli bir hayat sürdürebilmesi için
temel anlamda yeterli ve dengeli beslenmesi gerekmektedir. Yeterli miktarda
ve dengeli bir Ģekilde beslenme de günlük ihtiyaç duyulan enerjinin alınması
ile gerçekleĢebilir. Günlük ihtiyaç duyulan bu enerji ise beslenme yoluyla
vücuda alınmaktadır. ÇeĢitli besin grupları ile bu ihtiyacımızı
karĢılamaktayız. Süt ve süt ürünleri grubu ise protein, kalsiyum, fosfor, B₂
ve B₁₂ vitaminlerini bünyesinde barındırmaktadır (Ünal, R.N. ve Besler, H.
T. 2006).
215
Hızla artan dünya nüfusu beraberinde artan bir üretimi de getirmek
zorundadır. Buda tarımsal ve hayvansal üretime önem verilmesi ile
sağlanacaktır. Ġnsanların beslenme ihtiyacı hiçbir zaman kısıtlanamayacağı
için besin üretiminin sürekliliği gerekmektedir.
Ülkemizde en önemli sorunlardan birisinin insanların yetersiz ve
dengesiz beslenmesi olduğu bilinmektedir. Özellikle beslenme sorunlarının
baĢında toplam protein tüketimi gelmektedir ve toplam protein tüketiminin
içerisinde de hayvansal protein tüketiminin az oluĢudur. FAO raporlarında;
70 kg ağırlığında yetiĢkin bir insanın günlük alması gereken hayvansal
protein ihtiyacı 35 g kadardır. Ġnsanların bedensel ve zihinsel faaliyetlerini
sağlıklı bir Ģekilde sürdürebilmeleri için protein yapısında aminoasitleri
almaları gerekmektedir. Bu aminoasitlerin bir kısmını vücut sentezliyor olsa
dahi bir kısmının dıĢarıdan alınması gerekmektedir (Parmaksız, K. ve ark.,).
Hayvansal proteinlerin baĢında ise süt gelmektedir. Süt tüketimimiz
5000 yıl öncelere kadar dayanmaktadır. Bu konuda ki ilk deliller Dicle ve
Fırat nehirleri arasında kurulmuĢ olan Sümerler de görülmüĢtür. Hayatın
mucizesi olarak nitelendirilen sütün kullanımı insanlığın ilk var oluĢundan
beri vardır. M.Ö. 26. Yüzyıla ait olan Babil kabartmalarında ve yine M.Ö. 8.
yüzyıla ait olan Homer‟in yazılarında süt ve süt ürünlerine rastlanmaktadır
(Jain, 1998).
Süt diğer gıdalara oranla daha fazla besin maddesi içermektedir. Bir
gıdanın besinsel değeri, vücudun sürdürülebilirliği açısından gerekli olan
besin maddelerini bünyesinde bulundurması ile ölçülmektedir. Sütte
vücudun ihtiyaç duyduğu hemen hemen bütün besin maddelerinin yeterli ve
dengeli bir Ģekilde olduğu görülmektedir ve bu sebeple üstün özelliklere
sahip bir gıda maddesidir(Bilgin, 2014).
KEÇĠ SÜTÜ
BileĢim bakımından inek sütüne yakın değerler taĢımaktadır.
Yapısındaki proteinli maddelerin yaklaĢık %75‟i kazeinden oluĢtuğu için
kazeinli sütler grubuna girmektedir. Yapısındaki karoten miktarı inek sütüne
oranla daha az olduğu için renk olarak daha beyazdır ve bu özelliği gözle
ayırt edilebilmektedir.
Keçi sütü; histidin, metiyonin, treonin ve prolin aminoasit
bakımından zengin; valin, trozin, serin, izolosin, glutamik asit ve arjinin ise
aminoasit bakımından ise fakirdir(Bilgin, 2014).
216
Ġnek sütüne oranla toplam solüt yükü, yağ, protein, laktoz ve kül
içerikleri benzer olmasına rağmen sindirim ve emilim bakımından daha rahat
ve kolaydır (Özdemir, 2015).
Keçi sütü A vitamini bakımından diğer sütlere göre 2-3 kat daha
zengindir. Bunun baĢlıca sebebi ise kıĢ aylarında yapısal olarak
dayanıklılıklarından dolayı daha fazla yeĢil yem tüketebilmeleridir. Bir diğer
sebebi ise keçilerde yeĢil yemlerin A vitaminine çevrilmesinde rol oynayan
tiroid bezlerinin keçilerde daha büyük ve daha aktif olmasıdır (Bilgin, 2014).
Keçi sütünün viskozitesi inek sütüne oranla daha fazladır. Yağ
globüllerinin çapı küçük olduğundan yağın sütten ayrılması zor
gerçekleĢmektedir ve kaymak tabakasının bağlanması da zaman almaktadır.
Genellikle kötü bakım koĢulları sebebiyle sütte kötü koku alınımı söz
konusudur ve çoğu zaman teke kokusu alındığı belirtilmektedir. Aynı durum
keçi sütünden iĢlenmiĢ ürünlerde de söz konusu olmaktadır. Fakat besleme
ve bakım koĢulları iyileĢtirildiğinde oluĢan bu koku ve tat ortadan
kaybolmaktadır (CoĢkun ve Öndül, 2014).
Ülkemizde de diğer ülkelerde olduğu gibi keçi sütü genellikle peynir
üretiminde kullanılmaktadır ve genellikle inek ve koyun sütüne karıĢtırılarak
kullanılmaktadır. Beslenme fizyolojisi bakımından; yağ globüllerinin küçük
olması, yağ ve protein dağılımının daha homojen olması keçi sütünü kolay
sindirilebilir kılmaktadır (Bilgin, 2014).
Keçi Sütünün Ġnsan Sağlığındaki Yeri
Kuvvetli asidin etkisiyle homojen yapıya sahip keçi sütünden oluĢan
pıhtı kolay çözünebilir özellik gösterirken, inek sütünden oluĢan pıhtı büyük
yapıdadır ve asit içerisinde çok zor çözünme özelliği gösterirler. Bu özelliği
dikkate alınarak sindirim zorluğu çeken hastalar ve bebeklerin
beslenmesinde keçi sütü tercih edilmektedir (Zeng ve ark., 2007).
Keçi sütü yoğun olarak fosfat içermektedir. Et ve balık tüketimi
olmayan kiĢilerde fosfat eksikliğinden kaynaklı sorunların giderilmesinde
keçi sütü en iyi alternatiftir. Mide asitliğini kontrol edebilmesi açısından
mide rahatsızlığı yaĢayan kiĢilere keçi sütü tüketmeleri önerilmektedir. Fakat
keçi sütü yapısal olarak mangan ve bazı vitaminlerce fakir olduğu için uzun
süre keçi sütü tüketimi yapan kiĢilerde anemik rahatsızlıklar
görülebilmektedir(Haenlein, 2004).
217
Keçi sütü bünyesinde laktoz barındırma açısından inek sütüne oranla
daha düĢük miktardadır ve dolayısıyla laktoza alerjisi olan kiĢiler için
kaçınılmaz bir tercihtir. Keçi sütü tüketimi ile obezite, kanser, hipertansiyon
gibi bazı kronik hastalıkların önlenmesi ya da en aza indirilmesi açısından
bir iliĢki olduğuna dair çalıĢmalar mevcuttur.
Yenidoğan döneminde büyüme ve geliĢmesi açısından da hayati
öneme sahiptir. Anne sütünün yetersiz olduğu durumlarda bebeklerin
beslenebilmesinde destekleyici gıda olarak keçi sütü ilk sırada
kullanılmaktadır. Keçi sütü diğer sütlerle kıyaslandığında besin madde
içeriği ve yapısal olarak en faydalı ve anne sütüne en yakın süt olarak
değerlendirilmektedir (TaĢkın ve ark.,2010).
Keçi sütü sağıldıktan sonra 48 saat boyunca tazeliğini muhafaza
edebilme özelliğine sahiptir. Taze keçi sütü biraz acımsı tada sahiptir, bunun
sebebi ise yapısında kısa zincirli yağ asitleri bulundurmasıdır.
Keçi sütü genelde büyüme hormonları, antibiyotik kalıntıları ve
diğer kalıntı etmenleri barındırmaz. Keçi sütü sığır sütüne göre çok daha az
miktarda ksantin oksidaz enzimi içermektedir. Bu enzim kan dolaĢımına
girdiğinde kalp dokusunda sorunlar oluĢturabilmekte, keçi sütü ise
oluĢabilecek bu sorunları en aza indirmektedir. Keçi sütünün alkalin özelliğe
saip olması kanda ve bağırsaklarda asit üretimini düĢük seviyede
tutmaktadır. Kanda ve bağırsaktaki asitliğin artması yorgunluk, baĢ ağrısı,
aĢırı kilo ve kan Ģekerindeki düzensizlere neden olduğundan keçi sütü
tüketimi dahilinde bu sorunlar ortadan kalkacaktır (TaĢkın ve ark., 2010).
SONUÇ
Ġnsanlar için hayati önem taĢıyan, hayvansal protein ihtiyacını
karĢılayan ve beslemede büyük role sahip olan süt ve süt ürünleri kullanımı
oldukça aktif bir Ģekildedir. Süt ve süt ürünleri elde etmede hayvansal
protein bakımından, sindirilebilir olması ve bünyesinde homojen yapıda
besin maddesi barındırması açısından keçi sütü açık ara önde gelmektedir.
Söz konusu durum böyle olunca hem dünya da hem ülkemiz de keçi
sütü tüketimine birinci dereceden önem verilmelidir. Dünya geneli göz
önüne alındığında her ülke için farklı miktarlarda süt tüketim miktarı farklı
boyutlardadır. Ülkemizde ise süt tüketme alıĢkanlığının çok az olması dikkat
çekmektedir (Baysal,2014).
218
Her ne kadar tüketim açısından yetersiz miktarlarda olsa dahi
faydaları bakımından göz ardı edilemeyecek kadar önemli bir yere sahiptir.
Gerek sindirilebilir olması gerek asit ortamında çabuk çözünebilmesi
gerekse de A vitamini açısından zengin bir yapıya sahip olması onu
vazgeçilmez kılmaktadır. Günümüzde özellikle yeni doğanlarda besin değeri
açısından anne sütüne en yakın özelliğe sahip olması keçi sütünü piyasada
cazip kılmaktadır. Kronik hastalıkların bile ortaya çıkma durumunu en aza
indirebilme özelliği açısından da son zamanlarda çalıĢmaların gözde konusu
halindedir.
KAYNAKLAR
Baysal A. Beslenme. 10.baskı. Ankara, Hatiboğlu Yayınları, Bölüm II
Besinler, Süt. 2004; s: 268-275.
Bilgin, Ö. (2014). Ġnek, Koyun Ve Keçi Sütlerinde Yaz Ve KıĢ
Mevsimlerinde Aflatoksin M1 Düzeyinin Belirlenmesi.
CoĢkun H, Öndül E. Keçi Sütü ve Ġnsan Beslenmesindeki Önemi. Gıda
2004;29(6):411-418.
Haenlein GFW. Goat Milk Ġn Human Nutrition. Small Ruminant Research
2004;51(2):155-163.
Jain M. Dairy Foods, Dairy Fats, and Cancer: A Review Of Epidemiological
Evidence. Nutrition Research 1998;18(5):905-937.
Özdemir, M. B., Tek, N. A. BileĢimi ve Sağlık Üzerine Etkileri Açısından;
EĢek ve Keçi Sütü. Acıbadem Üniversitesi Sağlık Bilimleri Dergisi
Cilt: 6 , Sayı: 4, Ekim 2015
Parmaksız K., Mevliyaoğılları E., Bingöl S., Türkiye Keçi Eti Üretimi ve
Keçi Eti Özellikleri Kevser Parmaksız Ercan Mevliyaoğulları Saadet
Bingöl ÇÜ ZF Zootekni Bölümü, Balcalı, Adana
TaĢkın T., Özdoğan M., Önenç S.S., Keçi YetiĢtirme Ve Besleme , Hasad
Yayıncılık,2010
Ünal, R. N., Besler, H. T. (2006). Beslenmede Sütün Önemi. Hacettepe
Üniversitesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü. Ankara.
Zeng SS, Soryal K, Fekadu B, Bah B, Popham T. Predictive Formulae For
Goat Cheese Yield Based On Milk Composition. Small Ruminant
Research 2007;69:180-186.
219
220
ÇÖREK OTUNUN (NİGELLA SATİVA) ĠYĠLEġTĠRĠCĠ ETKĠSĠ
*Enes CEYLAN
*Ahi Evran Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Tarla Bitkileri Bölümü,
AĢıkpaĢa Kampüsü, KırĢehir
ÖZET
Çörek otu (Nigella sativa) asırlar boyunca, tohumu ve tohumundan
elde edilen yağı ile birlikte, Afrika‟da, Asya‟da ve Ortadoğu‟da, günümüzde
ise Amerika ve Avrupa‟da milyonlarca insan tarafından insan sağlığını
desteklemek amacıyla kullanılmaktadır. Çörek otu, Türkiye‟nin hemen
hemen her bölgesinde ve dünyanın birçok ülkesinde yetiĢebilen ince
yapraklı, 35-70 cm boylanan tek yıllık otsu ve tüylü yapıda bir bitkidir.
Çörek otu diye kullanılan siyah küçük tohumlar; bitkinin dallarında yer alan
kapsül içinde bulunur.
Çörek otu, birçok vitamini ve vücuda faydalı molekülü içeriğinde
barındırmaktadır. Bunların içinde thymoquinone ve nigellonetil bağıĢıklık
sistemi üzerinde etkili olduğu bilinmekte ve bağıĢık sistemini güçlendiren
bazı ilaçlarda ham madde olarak kullanılmaktadır. Günümüzde ağrı kesici
(analgesic), iltihap önleyici (anti-inflammatory), yüksek tansiyon, Ģeker
hastalığı, yüksek kolesterol, fazla kilo, romatizma, astım, alerji ve diğer
kronik hastalıklarda çörek otu baĢarı ile kullanılmaktadır. Tıbbi kullanımı
yanında börek, çörek ve pide yapımında yaygın olarak kullanılmaktadır.
Günümüzün modern tıbbı, çörek otunun uyarıcı etkisinden
faydalanarak farklı grup hastalıkların tedavisinde çalıĢmaktadır. Kullanım
yöntemi etkinliği açısından çörek otu tohumları ve çörek otu yağının hem
pek çok sağlıktan sapma durumunda iyileĢtirici olarak hem de çeĢitli
hastalıkların önlenmesindeki koruyucu etkisi nedeniyle alternatif tıpta
vazgeçilmez bir kaynak olacağı varsayılmaktadır.
Anahtar kelimeler: Çörek Otu, Nigella sativa, Thymoquinone, Nigellonetil,
Tedavi
GĠRĠġ
Modern tıptaki pek çok göz alıcı geliĢmeye rağmen geleneksel
(folklorik) tıp uygulamaları hala devam etmektedir. Modern tıbbın yöntemi
bilimseldir ve uygulamalarında teknolojiden yararlanılmaktadır. Folklorik tıp
(halk tıbbı) ise temel bir düĢünce dayanağı olduğunu ileri sürmeksizin ve
çağdaĢ bilimsel tıbba bir seçenek olma amacı gütmeksizin, varlığını çağlar
boyu sürdürüp gelmiĢ kültürel bir kalıttır. Yöntem olarak denetimsel
gözlemleri benimseyen folklorik tıpta teknoloji kullanımı en alt düzeyde
olduğundan uygulamalar oldukça ekonomiktir. Ancak sürekliliğin
221
amaçlanması nedeniyle bilgi ve becerilerin aktarımı da oldukça sınırlı
kalmaktadır.
Folklorik tıpta, pek çok bitkinin iyileĢtirici etkisinden yararlanılarak
yapılan tedavilere sıkça rastlanmaktadır. Baharatlar yüzyıllardır insanoğlu
tarafından birçok hastalığın tedavisinde, dini törenlerde, lezzet ve koku
maddelerinde kullanılmıĢtır. Günümüzde de baharatlardan ya da onlardan
elde edilen ürünlerin antioksidan etkilerinden eczacılık, gıda endüstrisi ve
kozmetik teknolojisi gibi farklı alanlarda yaygın bir biçimde
yararlanılmaktadır.
Son yıllarda hem ülkemizde hem de Ortadoğu'da alternatif tıbbın
gözde baharatlarından olan çörek otu'nun etken maddesi thymoquinone olup
dünyanın farklı yerlerinde değiĢik isimlerle bilinmektedir. Bunlardan
bazıları, Black Cumin (Nigella Sativa L.) Seeds, Black Seed, Le Cumin Noir
(Graine de Nigelle), Der Schwarzkümmel (Nigella Sativa), Habba Sawda,
Habbatul Braka, Shonaiz'dir. Çörek otu bitkisi ve çörek otu yağı, çağlar
boyunca dünyada özellikle Asya, Orta Asya ve Afrika'da folklorik tıp
uygulamalarında sıklıkla kullanıldığı gibi günümüzde Amerika ve Avrupa'da
da kullanılmaktadır.
YaklaĢık olarak 35-70 cm yüksekliğe eriĢebilen, otsu, yaz aylarında
(Haziran, Temmuz) mavi, yeĢil renkli çiçekler açan, güzel kokulu bir
bitkidir. Yol kenarlarında ve buğday tarlalarında yetiĢmektedir. Nigella
Sativa, Ortadoğu ülkeleri arasında birçok hastalığın Ģifası olduğu için
“HabbatAl Barakah” ya da “KutsanmıĢ Tohum” olarak da bilinir.
Çörek otunun Tutankamon‟un mezar buluntuları arasında olması bir
yana Hipokrat, Dioskorides ve Ġbni Sina tarafından tedavi amacıyla
kullanıldığı bilinmektedir. Günümüzün modern tıbbı, çörek otu bitkisinin
uyarıcı etkisinden faydalanarak farklı grup hastalıkların tedavisine
çalıĢmaktadır. Kullanım yöntemi etkinliği açısından önemlidir. Çörek otu
tohumları ve çörek otu yağının hem pek çok sağlıktan sapma durumunda
iyileĢtirici olarak hem de çeĢitli hastalıkların önlenmesindeki koruyucu etkisi
nedeniyle alternatif tıpta vazgeçilmez bir kaynak olacağı varsayılmaktadır.
Bu metinde esas olarak bir dizi bilimsel çalıĢma sonucunda farklı
farmakolojik etkileri olduğu kanıtlanan çörek otunun hem doğal antioksidan
olarak hem de sahip olduğu öteki özellikleri nedeniyle önemi ve
kullanımından söz edilecektir.
TARĠHSEL SÜREÇTE ÇÖREK OTU VE ÇÖREK OTU YAĞI
Ranuncula bitki ailesinden Nigella cinsinin üç türünden biri olarak
bilinen çörek otu, tıpta kullanılan bitkiler içinde zengin tarihsel ve mistik bir
geçmiĢe sahiptir. Uzun yıllar yiyecekleri koruyucu ve lezzeti arttırmak
amacıyla kullanılmıĢtır. Çörek otu bitkisi dünyada genellikle Batı Asya,
222
Ortadoğuve Avrupa‟da Türkiye‟de Konya yöresinde yetiĢmektedir.( Nigella
Sativa) çörek otu bitkisinin tohumları bitkinin aktif bileĢenlerini
içermektedir. Çörek otunun tarihsel süreçte kullanımına değinmek konunun
anlaĢılmasını daha da kolaylaĢtıracaktır. Nigella sativa tohumlarına MÖ
1333 - 1323 yılları arasında hüküm süren Mısır‟ın 18. hanedan firavunu (19
yaĢında ölen) Tutankamon‟un krallar vadisinde bulunan mezarında
rastlanmıĢtır. Bu tohumların Tutankamon‟un ölümünden sonraki yaĢamında
iyi ve sağlıklı bir yaĢam dilemek amacıyla konulduğu düĢünülmektedir.
Ancak bu mezar buluntularına karĢılık Eski Mısır‟da çörek otunun etkisinin
bilindiğine ve kullanıldığına iliĢkin baĢka bir bulgu henüz elimizde yoktur.
Ayrıca bu bitkiden elde edilen yağın, Mısır Kraliçesi Kleopatra tarafından da
sağlık ve güzellik sağlaması amacıyla kullanıldığı bilinmektedir. Modern
tıbbın kurucusu olarak kabul edilen Hipokrat (MÖ 460-370) tarafından
karaciğerin güçlendirilmesi ve sindirim sistemi Ģikâyetlerinin giderilmesi
amacıyla kullanılmıĢtır. Ayrıca bitkinin tohumlarının Hipokrat tarafından
yılan ve akrep sokmaları, eski tümörler, apse tedavisi ve cilt döküntülerinde,
baĢ bölgesi iltihaplarında ve soğuk algınlığında kullanıldığından da söz
edilmektedir.
Modern bitkibilimin kurucusu kabul edilen ve MS 40-90 yıllarında
yaĢamıĢ olan Penedius Dioskorides (Anavarzalı/Adana-Kozan) baĢ ağrısını
ve diĢ ağrısını dindirmede, burun tıkanıklarını açmada, barsak parazitlerini
düĢürmede çörek otu yağını kullanmıĢtır. De Materia Medica (Tıbbî
Maddeler) adıyla tanınan meĢhur yapıtında, bitkilerin hangi yörelerde
yetiĢtiğinden ve yararlarından söz etmiĢtir. Ayrıca çörek otu tohumlarının
adet düzensizliğini iyileĢtirici ve süt üretimini arttırıcı etkisinden ve idrar
söktürücü özelliklerinden de söz etmektedir.
Çörek
otunun
çeĢitli özellikleri dini söylemlerde de
vurgulanmaktadır. Hz. Muhammed‟in Tıbb-ı Nebevi‟sinde (Nebevi tıp,
peygamber tıbbı; Ġslam peygamberinin tıp ile ilgili hadislerini kaynak alan
Ġslami tıp bilimi) çörek otu tohumlarından genel bir ilaç olarak tüm dünyada
geniĢ kullanım alanı olduğundan söz edilmektedir. Bu konuda bilinen en eski
yazılı belge Eski Ahit'tir. Ġslam Peygamberi Hz Muhammed‟in (SAV) “ ġu
kara taneyi (çörek otu) kullanın, ölümden baĢka her Ģeye devadır” hadisi
çörek otunun inançlı bir biçimde ve kitlesel olarak kullanılmasını etkilemesi
açısından anlamlıdır. Arap/Yunan tıbbında da çörek otu tohumları ve yağı;
sağlığı yükseltmede, yüksek ateĢi düĢürmede, soğuk algınlığında, baĢ
ağrısını gidermede, romatizmal ve çeĢitli mikrobik enfeksiyonlarda, barsak
parazitlerini düĢürmede kullanılmıĢtır.
223
Ġbni Sina‟nın tıp tarihi açısından önemli bir kaynak olarak kabul
gören eseri “Kanun” da çörek otunun metabolizmayı uyaran ve halsizlikuyuĢukluk giderici etkisi vurgulanmaktadır. Ayrıca çörek otunun akciğerleri
güçlendirdiğinden, iç arınma ve detoks etkisi yarattığından, ateĢi
düĢürdüğünden, soğuk algınlığı, baĢ ve diĢ ağrısını giderdiğinden, cilt
hastalıklarını iyileĢtirdiğinden ve yara tedavisindeki etkisinden, barsak
parazitlerini düĢürmede ve haĢere sokmalarında ilaç olarak kullanıldığından
bahsedilen “Kanun”da zengin besin ve enerji değeriyle çörek otu
vurgulanmakta ve çörek otu yağının vücut ısısını dengelediğinden söz
edilmektedir. DüĢük metabolizma hızı ise birçok hastalığın etkeni olarak
görülmektedir.
ÇÖREK OTUNUN FOLKLORĠK TIPTA KULLANIMI
Günümüzde modern tıbbın olanakları ne kadar geniĢlemiĢ olursa
olsun geleneksel uygulamalar varlığını sürdürmektedir. Bir folklorik tıp
uygulama bitkisi olarak çörek otunun insanda gözlemlenen etkileri Ģöyledir:
Antikanserojen, antidiyabetik, antihipertansif, antiallerjen, antiastmatik,
antidiaretik, antienflamatuvar, mide hastalıklarında tedavi edici, AĠDS‟i
önleyici, böbrek hastalıklarını tedavi edici, kalp ve damarları koruyucu,
kolesterol düĢürücü, antiromatizmal, antikoagulan, antimikrobiyal, antimotik
etkisi vb. Görüldüğü gibi çok yaygın bir alanda kullanım olanağı olan çörek
otunun tedavi edici etkilerinin bilimsel kanıtlarla da desteklenmesi
gerekmektedir.
Çörek otunun günümüzde tedavi amaçlı olarak kullanıldığı
alanlardan bazılarını Ģöyle sıralayabiliriz: Çörek otunun hem tane hem de
yağ formu antimikrobik amaçla kullanılmakta; yağı, mantar hastalıklarında
antifungal olarak etki göstermektedir. Sitotoksik etkisi nedeniyle
zehirlenmelerde sıklıkla antidot olarak kullanılmakta, idrar yolları ve böbrek
hastalıklarında ise diüretik etkisinden yararlanılmaktadır. Mide barsak
Ģikâyetlerini gidermede etkili olduğu, çörek otu yağının düz kasları gevĢetici
özelliği nedeniyle pek çok durumda antispazmodik olarak etki gösterdiği
bilinmektedir. Fransa ve Almanya‟da yapılan araĢtırmalar genç eriĢkinlerde
çörek otu tanelerinin antispazmotik etki gösterdiğini ortaya koymuĢtur.
Antitümoral etkisinden dolayı kanser hastalıklarında, antiastmatik etkisinden
dolayı da göğüs hastalıklarında tedavi amaçlı kullanılmaktadır. Arap-Yunan
tıbbında sık kullanıldığı alanlardan biri de kadın hastalıkları ve doğumdur.
Genç kadınlarda çörek otu tohumları ağızdan alındığında adet kanamasını
uyarmaktadır. Menstrual siklusu düzenlemek ve doğum sırasında da uterus
kasılmalarını artırmak için de yararlanılmaktadır. Hindistan‟da emzikli genç
kadınlar tarafından çörek otu tohumları süt salınımını arttırdığı için
224
kullanılmaktadır. Çörek otu tohumu taneleri hipertansif/hipotansif etkileri iyi
bilindiğinden tansiyonun düzenlenmesinde, yağ metabolizması üzerine olan
etkileri nedeniyle kan lipid seviyesinin düzenlenmesinde etkili olmaktadır.
Çocuklarda cilt hastalıklarının tedavisinde, küçük çocuklarda ve genç
yetiĢkinlerde antidiyaretik ve antiemetik olarak kullanılmasının yanı sıra iyi
bir iĢtah açıcı olduğu bilinmektedir. Çörek otunun genç eriĢkinlerde
antihelmintik olarak kullanıldığı da bilinmektedir. Çörek otu taneleri ayrıca
farenjit, grip, paralizi, karın ağrısı ve birçok hastalığın tedavisinde
kullanılmaktadır. Çörek otu tohumlarının ya da yağının yukarda bahsedilen
olumlu ve tedavi edici etkisinin yanında, uygunsuz ve özensiz kullanımına
bağlı olarak istenmeyen hatta beklenenin aksi etkilerinin görülebileceği
dikkate alınmalıdır.
SONUÇ
Oldukça geniĢ bir hastalık grubunda ve yaygın olarak kullanılan bir
folklorik tıp bitkisi olarak Nigellan Sativa, etkisi en iyi bilinen bitkilerden
biridir. Ülkemizde çörek otu ve yağının tedavide kullanımına iliĢkin
çalıĢmalar yok denecek kadar azdır.
Kanter ve ark., çalıĢmasında çörek otu tohumlarının farelerde
karaciğer koruyucu etkisini vurgulamıĢtır. Bitkinin tohumları veya yağının
Ģifa verici olması için hem yöntem hem de miktar olarak uygun alınmasına
özen gösterilmelidir. Çörek otunun ve yağının iyileĢtirici ve koruyucu
etkileri nedeniyle folklorik tıptaki var olan konumu ve gelecekteki etkisi
önemlidir.
Yine de çörek otu bitkisinin tedavi edici etkileri ayrıntılarıyla
araĢtırılmalı ve sonuçlar modern tıbbın bilimsel verileriyle desteklendiği
oranda Ģifa amaçlı kullanımı sürdürülmelidir.
KAYNAKLAR
1. http://www.gidaraporu.com EriĢim Tarihi: 03.02.2016
2. http://iyigelenyiyecekler.com EriĢim Tarihi: 08.02.2016
3. http://lokmanhekim.mersin.edu.tr EriĢim Tarihi: 06.03.2016
4. http://www.iyibilgi.com EriĢim Tarihi: 13.03.2016
225
226
BĠYODĠZEL ve TÜRKĠYE’DE KULLANIMI
*Mehmet Ali IġIK
Ahi Evran Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarla bitkileri Bölümü
ÖZET
GeliĢen teknoloji ve sanayi ile dizel yakıtlar bir çok alanda
kullanılmaktadır ve ekonomide büyük bir bütçe teĢkil etmektedir. Petrol
kaynaklı dizel yakıt kullanımı petrol stoklarının her geçen gün azalması ve
çevre kirliliğine bağlı olarak iklim değiĢikliğini önlemek için alternatif
yenilenebilir enerji kaynaklarını ve biyo-yakıtları önemli kılmaktadır. En
önemli biyo-yakıtlardan biri olan biyodizel ağır yük taĢıyan tarım ve
sanayinin en önemli temel kısımlarını teĢkil eden makine ve motorlarında
tüketilmektedir. Avrupa Birliği (AB) çevresel yaklaĢımları ve iklim
değiĢikliğinin önlenmesi için yapılan anlaĢmalarda 2020 yılına kadar %20
düzeyinde biyoyakıt kullanımı amaçlanmaktadır. Ülkemizde ise benzer
yaklaĢımla Biyo yakıt kullanım oranının arttırılması çalıĢması ve
düzenlemeleri yapmaktadır.
Biyodizel dizel motorlar için, bitkisel ve hayvansal yağlar gibi
yenilenebilir kaynaklardan üretilebilen alternatif bir yakıttır. Biyodizel
toksin olmayan ve doğada kolay bozulabilen çevreci bir yakıttır.
Bu çalıĢmada, biyodizelin önemi, dünyada biyodizel kullanımı ve
Türkiye‟deki durumundan bahsedilmektedir.
Anahtar kelime:Hava kirliliği, Petrol, Biyodizel
GĠRĠġ
Yenilenebilir eneri kaynakları: güneĢ, rüzgar, biyokütle, su gücü
Ģeklinde sınıflandırılmaktadır. Uluslararası Enerji Ajansı tarafından yapılan
çalıĢmaya göre, 2000-2300 yılları arası fosil enerji kaynaklarının payının
%85, petrol ve doğalgazın payının ise %60 seviyelerinde olacağı ön
görülmektedir. Yenilenebilir enerji payı %15 düzeyinde olacaktır. Bir baĢka
deyiĢle fosil-yenilenebilir enerji birlikte, fosil enerji büyük payı ile yan yana
bulunacaktır. Yenilenebilir enerjinin payı, kaynakları zengin ve hızla
programlarını uygulamaya alan ülkelerde daha yüksek oranlara ulaĢabilir.
Yenilenebilir enerji kaynakları içinde en büyük teknik potansiyele,
biyokütle sahiptir ve biyoyakıt teknoloisi
kapsamında, bu kaynaklar
doğrudan veya dönüĢüm ürünleri ile değerlendirilebilmektedir.
227
Biyoyakıt teknolojisi
Ham maddeleri bitkisel ve hayvansal kökenli, yenilenebilen
kaynaklar olan; bazı istisnalar hariç genellikle sentetikleri, toksinleri ya da
diğer bir değiĢle çevreye zarar veren maddeleri içermeyen, gıda ve yem
dıĢındaki ürünler, „‟Biyo kökenli Endüstriyel Ürünler‟‟ olarak
tanımlanmaktadır. Biyokökenli ürün fotosentez kaynaklıdır; bitkiler
fotosentez ile yaĢayan-canlı karbonu depolarlar. Canlı karbondan
biyoteknoloji ile yeĢil ürünlerin eldesi, endüstrinin üzerinde en çok aratırma
ve teknoloji geliĢtirme çalıĢmaları yapılan, hızla büyüyen alanıdır. Ġnsan
oğlunun kullandığı en eski biyokökenli ürün hint tohumu yağı (castorbean)
olup, Mısırlılar bu bitkisel yağı lambalarda aydınlatma yakıtı olarak
kullanmıĢlardır. Bir baĢka deyiĢle, bilinen en eski alternatif sıvı yakıt hint
tohumu yağıdır.
Biyokökenli endüstriyel ürünler; Biyomalzemeler, Biyoyakıtlar ve
Biyokimyasallar olarak sınıflandırılmaktadır. Biyoürünler yakıt ve ilgili
sektörlerine girdi sağlıyacak niteliktedir. 21. Yüzyıl „‟Biyoteknoloji
Yüzyılı‟‟ olarak çeĢitli çevrelerce tanımlanmakta ve biyorafine uygulamaları
kapsamında biyoürünlerin ve böylece biyoyakıtların giderek artan oranlarda
yaĢamamızda yer alacağı ön görülmektedir. Biyokütle enerji teknoloisi
kapsamında; odun, yağlı tohum bitkileri, karbonhidrat bitkileri, elyaf
bitkileri, bitkisel artıklar, hayvansal artıklar ile Ģehirsel ve endüstriyel
artıklar değerlendirilmektedir.
Biyokütle yenilenebilir, her yerde yetiĢtirilebilen, sosyo-ekonomik
geliĢme sağlayan, çevre dostu, elektirik üretebilen, taĢıtlar için yakıt elde
edilebilen stratejik bir enerji kaynağıdır. Biyokütle doğrudan yakılarak veya
çeĢitli süreçlerle yakıt kalitesi arttırılıp, mevcut yakıtlara eĢdeğer özelliklerde
alternatif biyoyakıtlar (kolay taĢınabilir, depolanabilir ve kullanılabilir
yakıtlar)
üretilerek
enerji
teknolojisinde
değerlendirilmektedir.
Biyokütleden; fiziksel süreçler (boyut küçültme-kırma ve öğütme, kurutma,
filtrasyon, ekstraksiyon, ve biriketleme) ve dönüĢüm süreçleri (biyokimyasal
ve termokimyasal süreçler) ile pek çok sıvı, katı veya gaz biyoyakıt elde
edilmektedir
MOTOR BĠYOYAKITLARI
Motor biyoyakıtları otomotiv endüstrisi için büyük önem
taĢımaktadır. Motor biyoyakıtları iki sınıfa ayrılmaktadır:
• Birinci Nesil Biyoyakıtlar
• Ġkinci Nesil Biyoyakıtlar
Ġçten yanmalı motorlarda mevcut tasarımlarında değiĢiklik
gerekmeksizin AB uygulamalarında 2005-2010 döneminde uygulamada
kullanılan Birinci Nesil Biyoyakıtlar biyodizel, biyoetanol olarak
belirlenmiĢtir. Biyoyakıt endüstriyel üretiminin geliĢiminin ardından, 2010
sonrasında, esnek yakıtlı taĢıtlarda kullanılabilecek, Ġkinci Nesil Biyoyakıtlar
228
uygulamada olacaktır. Ġkinci nesil biyoyakıtlar: bitkisel yağlar ile
biyokütleden termokimyasal ve biyokimyasal dönüĢüm teknolojileri ile elde
edilen; biyometanol, biyoetanol, biyobutanol, biyodimetileter, biyometan,
biyohidrojen ve 8 biyokütleden sıvı yakıt teknolojisi ürünleri (BTL
Ürünleri:Fischer-Tropsch Motorini ve Fischer-Tropsch Benzini) olup, bu
ürünler giderek artan oranlarda, zorunlu kullanımları ile akaryakıt
sektöründe yer bulacaklardır. AB YeĢil Kitap Yönergesi kapsamında 2020
yılında kara taĢımacılığında %20 oranında alternatif motor yakıtlarının
kullanımı hedefi strateji olarak verilmektedir.
Biyodizel yağlardan üretilen, monoalkil esterlerinin karıĢımı olan
alternatif Diesel motoru yakıtıdır. Biyodizel üretiminde; bitkisel yağlar
(ayçiçek, soya,kolza, aspir, pamuk, palm), hayvansal yağlar(don yağları,
balık yağları, kanatlı yağları), geri kazanım yağları (soapstock, hurda yağı),
Ģehirsel ve endüstriyel atık kökenli geri kazanım yağları, kullanılmıĢ
yemeklik yağlar hammaddedir. Biyodizel üretiminde EsterleĢme Teknolojisi
kullanılmaktadır. Kimya endüstrisi 1853 yılından beri ester üretimini
bilmektedir. Önemli olan motor biyoyakıtı standart kalitesine uygun ürün
eldesini gerçekleĢtirmektir. Biyodizel önemli bir yağ kimyasalıdır. Kimya
endüstrisinin pek çok alanında olduğu gibi, biyodizel üretimi için küçük
veya büyük kapasiteli tesisler, uygun teknoloji seçimi, yerli veya yabancı
projelendirme ile kolaylıkla iĢletmeye alınabilir.
Biyodizel; motorin, jet yakıtı, gaz yağı, fuel oil içindeki hacim
yüzdesi miktarına (X) göre; BX Ģeklindeki adlandırılma ile yakıt pazarında
bulunmaktadır. Biyodizel alternatif motorin olarak:
• Motorin katkı maddesi (B1, B2, B5)
• Motorin ile harmanlanarak (B20, B50, B80, vb)
• Doğrudan motor biyoyakıtı (B100) Ģeklinde kara ve deniz taĢıtlarında, iĢ
makinalarında, türbinlerde, jeneratörlerde ve ısıtma sistemlerinde
kullanılabilir. Standart özelliklere sahip biyodizel bir taĢıtta ancak, taĢıt
kullanım kılavuzundaki yakıt yönergelerine ve garanti kapsamlarına
uyularak kullanılabilir. Biyodizel için ASTM D 6751 Amerikan ile EN
14213 ve EN 14214 Avrupa Birliği standartları yürürlüktedir. Ülkemizde de
EN standardına göre hazırlanan TS standartları (TS EN 14214 ve TS EN
14213) yürürlüktedir.
2005 yılı dünya biyoetanol üretimi 41.8 Milyar Litre/ Yıl olup, lider
ülkeler ABD ve Breziya‟dır. 2005 yılı dünya biyodizel üretimi 4.6 Milyon
Ton iken, AB biyodizel üretim kapasitesi 2005‟te 4.228, 2006‟da 6.069
Milyon Ton‟a büyümüĢtür. AB 2005 yılında motorine %2 oranında
biyodizel katılması hedefini gerçekleĢtirememiĢ ve motorin pazarında
biyodizel %1.5 oranında yer bulmuĢtur. Lider üretici Almanya‟dır.
Türkiye‟nin ilk ticari motor biyoyakıtı uygulaması 2005 yılında
baĢlamıĢtır.Yerli kaynaklardan üretilen biyoetanol (Tarkim ürünü;
229
Kapasite:30 Milyon Litre/Yıl) kurĢunsuz benzine % 2 oranında katılarak
piyasaya (POAġ Ürünü BioBenzin) sunulmuĢtur. Pankobirlik (Kapasite:84
Milyon Litre/Yıl), 2006 sonunda üretime geçeçek olan, ülkemizin ikinci
yakıt alkolü fabrikasını kurmaktadır. TAPDK (Tütün, Tütün Mamülleri ve
Alkollü Ġçkiler Piyasası Düzenleme Kurumu) verilerine göre, tesis kurma
izni aĢamasındaki olası yakıt alkolü kapasitesi 102 Milyon Litre/Yıl‟dır.
Türkiye‟de küçük ve orta kapasiteli fabrikalarda biyodizel üretimi
yapılmakta ve büyük kapasiteli tesis kurulum çalıĢmaları da
sürdürülmektedir.EPDK (Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu) verilerine
göre: biyodizel üretim lisansı baĢvurusu yapan firma sayısı 205, toplam
kapasite 2 Milyon Ton/Yıl, uygun baĢvuru sayısı 27 Ģeklindedir; lisans
verme iĢlemleri halen sürmektedir.
Türkiye‟de baĢarılı motor biyoyakıtı uygulaması için gerekli olan,
eĢdeğer baĢarıdaki enerji tarımıdır. ġeker pancarı tarımının yakıt alkolü
üretimi, biyodizel üreticilerinin de, yağlı tohum bitkileri tarımının
arttırılması yönünden desteklenmesi önemli olacaktır. PANKOBĠRLĠK
rakamlarına göre, ülkemizde biyoetanol üretimine yönelik Ģeker pancarı
ekilebilecek alan 4.5 Milyon Dekar (2-2.5 Milyon Ton Alkol) olup, bu güç
iyi bir planlama ile ihracat gücüne dönüĢebilir. Biyoetanol üretiminde,
üretim fazlası buğday, niĢasta ve selülozik atıkların da kullanımı gereklidir.
2006-2007 sezonu dünya bitkisel yağ üretimi 119.88 Milyon Ton
olup, son verilere göre, yılda 3-4 Milyon Ton fazla yağ gıda, 4-5 Milyon Ton
fazla yağ biyodizel için gerekmektedir.Yağ üretimi artıĢı ise 4-6 Milyon Ton
Ģeklindedir. Açık ortadadır ve bu açık giderek artacaktır. Bir baĢka deyiĢle,
biyodizel üretimi hem ekonomik, hem de etik açıdan değerlendirilmektedir.
Biyodizel üretimi için, bol ve ucuz bulunur hammaddelere (ikincil
hammaddeler) ilgi giderek artmakta hatta, özel uygulamalar için özel tanımlı
biyodizel standartlarından da söz edilmektedir. Ülkemizin bitkisel yağ
dengesinde ciddi bir açık ve ekonomiyi zorlama söz konusudur. 2004-2005
döneminde, bitkisel yağ üretimimizin ancak %30‟a yakın kısmı yurtiçi
üretim ile karĢılanabilmiĢtir(www.bysd.org.tr). Biyodizel üretimi için,
kanola, soya ve aspir baĢta olmak üzere yağlı tohum bitkileri enerji tarımı
yapılması ve atık bitkisel yağların değerlendirilmesi gerekmektedir.
Türkiye‟de toplam arazinin sadece %33.1‟i iĢlenmektedir.
ĠĢlenmeyen arazi içinde tarıma uygun % 3‟lük bir alan mevcuttur. Bu alanın
enerji tarımında, özellikle C4 bitkileri (Ģeker kamıĢı, tatlı darı, mısır gibi) ve
yağlı tohum bitkileri tarımında kullanılması tarım kesimine yön verecek,
istihdam yaratacak ve ulusal gelir artacaktır. Biyodizel ve biyoetanol
üretiminin yan ürün olarak, ülkemiz için önemli oranda yem potansiyeli
oluĢturacağı da unutulmamalıdır. GAP, YeĢilırmak Havza Projesi gibi
projeler kapsamında biyokütle enerji teknolojisi plan ve uygulamaları
230
mutlaka yer almalıdır.Enerji tarımı için, tarım birlik ve kooperatiflerine öncü
rol almaları için gerekli teĢvik ve destekler verilmelidir.
SONUÇ ve DEĞERLENDĠRME
Biyoyakıtlar, karbohidrat ekonomisi ve biyoyaĢam içinde
biyorafineri ürünleri olarak yer bulmaktadır. Ülkemiz iklim ve tarım gücü
ile, biyoyakıtlar için önemli bir potansiyele iç pazar ve ihracat açısından
sahiptir. Biyoyakıtlar konusunda ilgili devlet 13 bürokrat ve teknokratlarında
bilgi, yerli ve yabancı giriĢimcilerde yatırım ilgisi mevcuttur. Dokuzuncu
Kalkınma Planı‟nda “üretim sistemi içinde yerli ve yenilenebilir enerji
kaynaklarının payının azami ölçüde yükseltilmesi hedefi” bulunmaktadır. Bu
hedef için biyoyakıtların yaratacağı istihdama ülkemizin ihtiyacı
vardır.Türkiye enerji üretim-tüketim dengesi içinde, uygun bir yelpazede
biyoyakıtlar giderek artan oranlarda yer bulmalıdır. Türkiye biyoyakıt yol
haritası temel gereklilikleri Ģunlardır:
• Ulusal enerji stratejisi içinde özellikle yerinde yenilenebilir enerji üretimi
için biyoyakıtların öncelikle yer alması
• Ulusal tarım stratejisi içinde, enerji tarımı planlamasının yapılması ve hızla
uygulamaya alınması
• Kanola ve aspir tarımının arttırılması
• Atıktan enerji eldesi kapsamında biyoyakıtların öncelikle yer alması
• Enerji ormancılığının geliĢtirilmesi
• Doğrudan ve dolaylı biyoelektrik üretiminin arttırılması
• Biyoelektrik üretiminde biyokütlenin Türk kömürleri ile birlikte
kullanımının teĢvik edilerek hızla uygulamaya alınması
• Biyogaz üretiminin teĢviki ve arttırılması
• AB‟ye biyoyakıt ve biyoelektrik ihracatının teĢvik edilmesi
• Biyoyakıt üreticilerinin vergi indirimi, hibe, uluslar arası fonlar ve düĢük
faizli kredilerle desteklenmesi
• Ġleri biyoyakıt teknololojileri ar-ge çalıĢmalarının yürütülmesi
• Motor biyoyakıtlarının akaryakıt sektörü içindeki; üreticiden satıĢ, taĢınım,
depolama, harmanlama, dağıtım ve satıĢ aĢamalarındaki ticaretleri ile
kalitelerinin denetlenmesi
KAYNAKLAR
1- Karaosmanoğlu, F., “Biyoyakıt Teknolojisi ve ĠTÜ araĢtırmaları”,
ENKÜS 2006- ĠTÜ Enerji ÇalıĢtayı ve Sergisi, Ġstanbul, 22-23
Haziran 2006.
2- http://www.enerji.gov.tr
3- http://www.dektmk.org.tr
4- Karaosmanoğlu, F., “Enerjinin Önemi, Sınıflandırılması Ġle Kaynak
Ġhtiyaç Dengesi ve Gelecekteki Enerji Kaynakları”, Dünya ve
231
Türkiye‟deki Enerji ve Su Kaynaklarının Ulusal ve Uluslararası
Güvenliğe Etkileri Sempozyumu, Ġstanbul, 15-16 Ocak 2004.
5- Çetinkaya, M., Karaosmanoğlu, F., “Biyogaz, Türkiye ve
Seçenekler”, V. Ulusal Temiz Enerji Sempozyumu, Ġstanbul, 26-28
Mayıs 2004.
232
BĠTKĠ PARAZĠTĠ NEMATODLARLA BĠYOLOJĠK
MÜCADELEDE MĠKORĠZALARIN KULLANIMI
Zeliha ġAHĠN*1 , Özkan AYDIN 2 , Gülperi YILDIRIM 3 , H. Didem
SAĞLAM 4
1,2
Ahi Evran Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarımsal Biyoteknoloji Bölümü
3
Ahi Evran Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bahçe Bitkileri Bölümü
4
Ahi Evran Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bitki Koruma Bölümü
ÖZET
Bitki paraziti nematodlar tarımsal üretimde önemli verim kayıplarına
neden olmaktadırlar. GeliĢimlerini toprakta geçirmeleri sebebiyle
mücadeleleri oldukça zordur. Kimyasal mücadele bu zararlılar için her ne
kadar kolay gözükse de çevreye ve insan sağlığına toksik etkileri nedeniyle
son yıllarda kimyasal mücadeleye alternatif; biyopestisitler, dayanıklı bitki
çeĢitleri, entomopatojen fungus ve bakterilerin yanında predatör kullanımı
üzerine çalıĢmalarda hız kazanmıĢtır. Bu zararlılarla mücadelede alternatif
yöntemlerden biride mikoriza kullanımıdır. Mikorizalar bitkilerde geliĢim
düzenleyicisi ve bitki besin elementlerinin alımını arttırması ile hastalıklara
ve zararlılara karĢı dayanıklılık kazandırması bakımından önemlidir. Bitki
köklerinin mikorizalarla karĢılıklı simbiyotik yaĢam içinde olmasından
dolayı bitkide dayanıklılık mekanizmalarının uyarılmasıyla, mikorizalar bitki
paraziti nematodları baskılayabilmektedirler. Bu çalıĢmada bitki paraziti
nematodların mikoriza türleri ile iliĢkileri ve baskılama Ģekilleri hakkındaki
bilgiler derlenerek sunulmaktadır.
Anahtar Kelimeler: nematod, biyolojik mücadele, mikoriza, endomikoriza,
ekzomikoriza
GĠRĠġ
Nematodlar, Nematoda Ģubesinde yer alan, toprak, su ve çürümüĢ
organik maddelerde yaĢayan canlılardır. Renksiz ve saydam görünüĢlü olup
ipliksi solucan olarak adlandırılırlar. Bitki paraziti nematodlar, bitkilerin
bulunduğu bütün ortamlarda yaĢama kabiliyetine sahiptirler (Kepenekçi,
2012). Bitkilerde endoparazit, ektoparazit veya yarı endo-ekto parazit
Ģekilde beslenebilen nematodlar, solgunluk, saçak köklülük, köklerde
lezyonlara veya urlanmalara, yumrulu bitkilerde deformasyonlara ve
çürümelere, yapraklarda sararmalara ve uçtan kurumalara, tohum
deformasyonuna ve gübre uygulamasından etkin faydanın alınamaması gibi
belirtilerle tarımsal üretimde önemli verim kayıplarına neden olmaktadırlar
(Kepenekçi, 2012). Bitki paraziti nematod zararından dolayı verim kaybının
her sene ortalama 78 milyon dolar civarı olduğu tahmin edilmektedir (Barker
233
et al., 1994). Toprak kökenli zararlılar olmaları ve bitkilerde oluĢturdukları
simptomların baĢka hastalık simptomları veya bitki besin elementi eksikliği
gibi sorunlarla karıĢtırılması dolayısıyla bunların tanımlanması ve
mücadelesi oldukça zordur. En yaygın mücadele yöntemlerinden biri olan
kimyasal mücadele çevre ve insan sağlığına etkilerinden dolayı kullanımı
sınırlandırılmakta, yüksek maliyetli olması ve sık kullanımı nedeniyle azalan
etkinliği gibi nedenlerden dolayı bunlarla mücadelede alternatif mücadele
yöntemleri araĢtırılmaktadır. Bitki paraziti nematodlarla mücadelede
kimyasal mücadeleye alternatif biyopestisitler, organik – inorganik
iyileĢtiriciler, sıcak su uygulaması, bitki rotasyonu ve dayanıklı çeĢit
kullanımı gibi yöntemler yanında son yıllarda mikorizalarında nematodlarla
mücadelede kullanım olanakları üzerine çalıĢmalar yapılmaktadır (Singh et
al., 1990, Asai and Futai, 2001, Vos et al., 2014). Mikorizalar, bitkilerle
simbiyotik bir yaĢam Ģekline sahiptirler. Bitkide yetersiz olan ve zor alınan
fosfor gibi besin elementlerinin alımında önemli rol oynamaktadır
(Marschner, 1995, George,2000, Smith et al., 2011). Bundan dolayı mikoriza
ile simbiyotik iliĢki içinde olan bitkiler daha iyi geliĢmekte, mikorizalar kök
yenilenmesini teĢvik etmekte böylece bitki büyümesini hızlandırarak
bitkilerdeki dayanıklılığı uyararak veya toleranslık sağlayarak toprak kökenli
hastalık ve zararlıların zararını baskılayabilmektedir (Kara ve Tilki, 2001).
Bu çalıĢma ile mikorizaların genel özellikleri ve bitki paraziti nematodlarla
biyolojik mücadelede mikorizaların kullanım olanakları hakkında bilgiler
verilecektir.
*Mikorizaların Genel Özellikleri
Mikoriza kelimesi ilk kez Frank (1885) tarafından, bitki kökleri ile
simbiyotik iliĢkide bulunan fungusları tanımlamak amacıyla kullanılmıĢtır
(Moser and Haselwandter, 1975, Hayman, 1981). Mikorizalar ormanlık
alanlardaki bitkilerde, çayır-mera bitkilerinde, tarla ve bahçe bitkilerinin
%95„inde bulunması nedeniyle ekolojik denge için önemlidir (Mehrotra,
2005). Bitkiler, mikorizalar sayesinde topraktan besin elementleri ve suyu
daha etkin bir Ģekilde alırken bunun karĢılığında ise mikorizalar bitkilerden
karbon (C) ve organik maddeleri almaktadır. Dikotiledon bitkilerin %83‟ü,
monokotiledon bitkilerin
%79‟u ve Gymnospermlerin ise hepsinde
mikorizal yaĢam görüldüğü belirtilmektedir (Palta. ve ark., 2010). Fabacae,
Brassicaceae, Crusiferae, Caryophyllaceae ve Chenopodiceae familyalarına
ait bazı bitkilerde ise mikorizal kolonizasyonu engelleyecek düzeyde salgılar
salgıladıklarından mikorizalar ile birliktelik kurulamamaktadır (Dalpe and
Monreal, 2004, Brundrett, 1991, Marschner, 1995). Mikorizal funguslar
bitkilerdeki enfeksiyon Ģekilleri, kök içindeki morfolojik fizyolojik yapıları
bakımından endomikorizal funguslar ve ekzomikorizal funguslar olmak
234
üzere 2 temel gruba ayrılırlar. Bunun yanında her iki grup özelliği gösteren
ektendomikoriza grubuda bulunmaktadır (Plett and Martin, 2012).
*Endomikorizal Funguslar
Bu funguslar kökteki korteks hücreleri içinde yaĢar ve interselüler
veya intraselüler olarak geliĢirler. Endomikorizalar, kortekste hem hücreler
arası boĢlukta hem de hücre içi boĢluklarda bulunmaktadır (Harley and
Smith, 1983). En bilinen türleri; Erikoid mikorizalar, Orkide mikorizalar ve
Arbüsküler Mikorizalar (AM) dır (Marschner, 1995, Palta. ve ark., 2010).
Erikoid mikorizalar daha çok açelyalar, yabanmersini ve orman gülleri gibi
bitkilerle birlikte bulunurlar. Orkide mikorizalar, Orkide bitkileri ile birlikte
yaĢamaktadırlar. Orkidenin ihtiyacı olan besin elementlerini sağlarlar
(Siddiqui and Mahmood 1995). Endo-mikorizanın bilinen birçok türü
olmasına karĢın en yaygın olanları vesiküler arbüsküler oluĢturmasından
dolayı artık bu grup mikorizalar arbüsküler mikoriza (AMF) olarak
bilinmektedir (OrtaĢ,1996). Arbüsküler mikorizal funguslar bitkinin kök
kabuk hücrelerine penetrasyonundan yaklaĢık olarak iki gün sonra fungus
hiflerinin çatallara ayrılmasıyla arbüsküller oluĢmakta, bu oluĢan arbüsküller
konukçu ile fungus arasında madde alıĢveriĢi sağlamaktadır. Artan besin
alımı ile bitki iyi bir Ģekilde geliĢir ve konukçusundan kendisi için gerekli
fotosentetik karbon ihtiyacını karĢılar (Smith et. al., 2010). Bitkide ayrıca
abiyotik ve biyotik stresi azaltır. Arbüsküler mikorizal funguslar,
taksonomik olarak Zygomycetes sınıfı, Glomerales takımı, Glomeraceae
familyasına bağlı olup, Glomus spp., Acaulospora spp., Entrophospora spp.,
Gigaspora spp., Syclerocystis spp.ve Scutellospora spp. türlerini kapsarlar
(Günay, 2005).
*Ektomikorizal Funguslar
Ektomikorizal funguslar genellikle odunsu dokularda, çok yıllık
yabancıotlar ve buğdaygillerde görülmektedirler (Kibar ve PekĢen, 2007).
Kök yüzeyinin etrafında bulunan ve “Hartig ağı” olarak tanımlanan fungal
miselyum ağı ve fungal miselyum ağından kök korteksinin yüzeyine uzanan
“hif yapısı” ile tanımlanırlar (Palta. ve ark., 2010). Bu funguslar, toprak
içlerine doğru uzanıp, kökün etrafına hifler ve rizomorflar oluĢturmaktadırlar
(Wilcox, 1971, Peterson and Farquhar, 1994, Marschner, 1995). Birçok
ektomikorizal fungus, oksin, gibberellin, sitokinin ve etilen gibi büyümeyi
teĢvik eden hormonlar üreterek bitki kılcal köklerinin dallanmasını teĢvik
ederler. Böylece kök sisteminin absorbe etme kapasitesi ve kök ile fungus
dokusu arasında temas alanı artmıĢ olmaktadır (Çetinkaya, 2008).
Ektomikoriza oluĢturdukları bilinen, 4000‟nin üzerinde fungus türü esas
olarak Basidiomycotina sınıfına ve çok az bir kısmı da Ascomycotina
sınıfına dahildir (Bolat, 2006).
235
*Mikorizaların Bitkiye Sağladığı Yararlar
Mikorizal fungusların bitki tarafından topraktan alımının zor olduğu
fosfor gibi makro ve çinko gibi mikro besin elementlerinin alımında etkin rol
oynadığı bilinmektedir (Smith and Smith, 2011, Baum et al., 2015).
Mikorizalar bitkide kuraklık, soğuk ve ağır metal toksisitesi gibi abiyotik
faktörler ile hastalık ve zararlılar gibi biyotik faktörlere karĢı bitkide
dayanıklılık oluĢturmaktadır (Bodker et al., 1998, Çetinkaya ve Dursun,
2010, Singh et al., 2011). Bu funguslar toprakta bitkiye elveriĢli olmayan
organik fosfor bileĢiklerini, bitki köklerinin hemen çevresinde pH‟ı düĢürücü
bazı enzim ve asitli sıvılar salgılayarak yarayıĢlı hale getirip kendi besin
maddesi gereksinimi olarak bünyelerine almakta ve daha sonra bitki
köklerine taĢımaktadır. Mikorizal funguslar, kökteki, rizosferdeki ve
topraktaki mikroorganizmalar ile temas halindedir. Bu iliĢkiler engelleyici
veya teĢvik edici olabilmekte, bazen aralarında rekabet olurken bazen de
karĢılıklı olarak birbirlerini etkilemektedirler. Sonuç olarak bu tip
interaksiyonlar, mikorizal fungusun yaĢam çemberindeki spor popülasyonu
dinamiğinden dıĢsal hiflerin kök kolonizasyonuna kadar bütün geliĢim
devrelerinde görülebilmektedir (Fitter and Garbaye, 1994).Mikorizal
fungusların önemli diğer özellikleri ise; toprak yapısını iyileĢtirerek bitkisel
üretimi kuvvetlendirir ve bitkilerde kuru madde üretimini arttırıcı yönde
etkisi bulunmaktadır (Çetinkaya ve Dursun, 2010). Mikorizalar, toprak
agregatlarını bir yumak gibi sararak toprağın strüktürünü düzeltip erozyon
ile toprak kayıplarını önlediği de bilinmektedir (Palta. ve ark., 2010).
*Mikorizaların Nematod Mücadelesinde Kullanım Olanakları
Bitki paraziti nematodlar ve mikoriza fungusları genellikle toprakta
bitki kök çevresinde kolonize olarak yaĢamaktadırlar. Mikoriza-nematod
iliĢkisi, topraktaki bitki besin elementi seviyesine, fungus ve nematod
türüne, bitki türüne bağlı olarak değiĢiklik göstermektedir (Ingham, 1988).
Ancak her mikoriza türü nematod üremesini engelleyememektedir. Burada
bazı özel durumlar söz konusu olduğu çeĢitli araĢtırıcılar tarafından
belirtilmiĢtir (Siddiqui and Mahmood 1995, Hol and Cook 2005). Bitki
paraziti nematodlar ile mikorizal funguslar arasında bitki besin elementi,
yaĢam ve enfeksiyon alanı gibi nedenlerden dolayı bir rekabet söz konusudur
(Vos et al., 2014). Endoparazit nematodların enfeksiyon yaptığı bölgelerde
vesikülar arbüskülar fungusların koloni oluĢturamadıkları, fungusların
geliĢtiği alanlarda ise nadiren nematodların geliĢtiği gözlenmiĢtir (Ingham,
1988). Arbüskülar mikorizal fungusların bitkide kolonize olmasıyla bitki
hücrelerinde biyokimyasal değiĢiklikler gözlenmiĢtir. Mikorizal koloniler
oluĢtuktan sonra bitki hücrelerinde Ģeker, aminoasit, lignin ve fenolik
bileĢiklerin arttığı bununda nematod popülasyonunun düĢüĢünde önemli rol
oynadığı farklı araĢtırıcılar tarafından belirtilmiĢtir (Sikora, 1978, Umesh et
236
al., 1988, Singh et al., 1990). Özellikle Meloidogyne gibi endoparazitik
nematodlarla arbüskülar funguslar arasında giriĢ yaptıkları alan olan
kortekste beslenmeleri bakımından bir rekabet söz konusudur (Schouteden et
al, 2015). Mikoriza uygulanmasıyla konukçu bitkide dayanıklılık geliĢmesi
sonucu Meloidogyne türlerinin köklerde beslenmesi ile oluĢturduğu dev
hücrelerin ve Heterodera türlerinin beslenmesi sonucu oluĢturduğu
syncytiaların küçüldüğü, nematod larvalarının geliĢiminin yavaĢladığı
(Trudgill and Parrott, 1969, Fassuliotis, 1970), turunçgil ağaçlarında ise
Tylenchulus semipenetrans‟ın zararını azalttığı (O‟Bannon et al., 1979)
belirlenmiĢtir. Ektomikorizaların, orman alanlarında çok önemli zararlara
neden olan Bursaphelenchus xylophilus türüne karĢı laboratuvar koĢullarında
çam fidelerine uygulanması ile nematoda karĢı dayanıklılık kazandığı ayrıca
çam fidelerinin asit yağmurları gibi olumsuz çevre koĢullarına toleranslı hale
geldiği belirlenmiĢtir (Asai and Futai, 2001).
SONUÇ
Bitki paraziti nematodlar tarımsal üretimde önemli ürün kayıplarına
neden olmaktadır. Ülkemiz de gün geçtikçe ciddi zararlara sebep olan bitki
paraziti nematodlarla mücadelede kullanılan kimyasallardan dolayı tarım
alanları ve doğal kaynaklar kirlenmektedir. Yoğunlukları gittikçe artan bu
zararlılarla mücadelede kimyasal mücadeleye alternatif yöntemlerin
arayıĢına gidilmektedir. Son yıllarda mikorizalarda bu alternatif mücadele
yöntemleri içinde yer almaktadır. Mikorizalar ile ilgili yapılan çalıĢmalarda
bütün nematod türlerinde ciddi baskılama sonuçları alınamasa da önemli
ekonomik zarar oluĢturan türleri baskıladığı gözlemlenmiĢtir. Mikorizal
funguslar, toprakta bitkinin alabileceği besin elementini arttırıp, suyu
absorbe ederek bitki ile simbiyotik bir iliĢki içinde bulunmaktadır. Ayrıca
bitkilerde, geliĢtirilmiĢ toleranslık, geliĢme alanlarındaki rekabet ve
uyarılmıĢ dayanıklılık gibi çeĢitli mekanizmalarla bitkinin toprak zararlıları
ve patojenlerine karĢı korunmasını sağlayan doğal bir üründür. Mikorizaların
biyolojik mücadelede kullanımları ile ilgili çalıĢmalar uzun yıllardır
yapılmasına karĢın teknolojik ilerlemelerin ıĢığında son yıllarda etki
mekanizmaları daha da iyi anlaĢılmaya baĢlanmıĢtır. Mikorizalar halen
tarımsal üretimde yoğun olarak kullanılmasa da yapılan son çalıĢmalar
ıĢığında tarımsal alanlarda bitki paraziti nematodlarla mücadelede kullanım
alanları yaygınlaĢtırılmalıdır. Çiftçileri mikoriza kullanım ve biyolojik
mücadelenin önemi konularında bilinçlendirecek çalıĢmalar yapılmalı ve
IPM programlarına konulması gerekmektedir.
237
KAYNAKLAR
Asai, E. and Futai, K. (2001). The effects of long-term exposure to simulated
acid rain on the
development of pine wilt disease caused by
Bursaphelenchus xylophilus. For. Pathol.
31(4) :241-253.
Barker, J.S., Starmeri W.T., Fogleman J.C. (1994). Genotype-specific
habitat selection for oviposition sites in the cactophilic species
Drosophila buzzatii .Heredity. 72(4):384-395
Baum, C., El-Tohamy,W., and Gruda, N. (2015). Increasing the productivity
and product quality of vegetable crops using arbuscular mycorrhizal
fungi:areview. Sci. Hortic.
(Amsterdam).187:131–141
Biçici, M. (2011). Bitki Hastalık Etmenleri Ġle Biyolojik Mücadelenin
BaĢarısını
Arttırmada Mikoriza‟nın Rolü. Türkiye Biyolojik Mücadele
Dergisi, 2 (2): 139-174 Bodker, L., Kjoller, R., and Rosendahl, S. (1998).
Effect of phosphate and the arbuscular mycorrhizal
fungus
Glomus
intraradices on disease severity of root rot of peas
(Pisum sativum) caused by Aphanomyces euteiches. Mycorrhiza 8
:169–174
Bolat, N.Y. (2006) Doğal Ekosistemde Bulunan Mikoriza Türlerinin Kültür
Bitkilerine
Adaptasyonunun Sağlanması. Yüksek Lisans Tezi,
Çukurova Üniversitesi Fen
Bilimleri Enstitüsü (BasılmıĢ), Adana 64s.
Brundrett, M. (1991). Mycorrhizas in Natural Ecosystem. Advance in
Ecological Research, (21): 171 -313.
Çetinkaya, N. (2008). Mikoriza ve Organik Tarım. Erciyes Üniversitesi
Ziraat Fakültesi,
Bitki Koruma Bölümü, Fitopatoloji Bilim Dalı.
Kayseri
Çetinkaya, N. ve Dursun. S. (2010). Mısır Vejetatif GeliĢimi ve Verimi
Üzerinde Bir Endomikorizal Preparatın Etkileri. Ege Üniversitesi Ziraat
Fakültesi Dergisi,7(1):5359.
Dalpe, Y. and Monreal, M. (2004). Arbuscular mycorrhiza inoculum to
support sustainable
cropping systems. Cited Online. Crop Management
10.1094.
Fassuliotis, G. (1970) Resistance of Cucumis spp. to the root-knot
nematode, Meloidogyne
incognita acrita. Journal of Nematology.
2.(2):174–178.
Fitter, A.H. and Garbaye J. (1994). Interactions between mycorrhizal fungi
and other soil organisms. Plant Soil 159: 123–132
Günay, Ġ. (2005). Tarsus Karabucak Ormanlarındaki Okaliptüs ve Fıstık
Çamlarının
Köklerinde Mutualistik Olarak YaĢayan Ektomikorizal
Fungusların Belirlenmesi.
Yüksek Lisans Tezi, Çukurova Üniversitesi,
Fen Bilimleri Enstitüsü, Adana, 41 s.
Harley. J.L. and Smith. S.E. (1983). Mycorrhizal Symbiosis. Academic
Press. London
238
Hayman, D.(1982). Influence of Soils and Fertility on Activity and Survival
Vesicular –
Arbuscular Mycorrhizal Fungi. Phytopathology, 72: 1119 1126.
Hol, W.H.G. and Cook, R. (2005). An overview of arbuscular mycorrhizal
fungi-nematode
interactions. Basic and Applied Ecology,6 (6) :489-503.
Ingham, R.E.(1988). Interactions between nematodes and vesiculararbuscular mycorrhizae.
Agriculture, Ecosystems and Environment,
24:169 - 182.
Kara, Ö. ve Tilki, F. (2001). Mikoriza ve Ormancılıkta Kullanımı. Ġstanbul
Üniversitesi
Orman Fakültesi Dergisi, 51(1): 127-139.
Kepenekci, Ġ. (2012). Nematoloji (Bitki Paraziti ve Entomopatojen
Nematodlar)[Genel
Nematoloji
(Cilt-I), ISBN 978-605-4672-110, Yayım ve Yayımlar Dairesi BaĢkanlığı, Tarım
Bilim
Serisi
Yayın :3, 458 s.
Kibar, B. ve PekĢen, A. (2007). Ektomikorizanın Tarım ve Ormancılık
Bakımından Önemi.
Ondokuz Mayıs Üniversitesi Ziraat Fakültesi
Dergisi, 22(2):232-238.
Marschner, H.(1995). Mineral Nutrition Of High Plants. Second Edition.
Academic Press
London.
Marschner, H.(1995). Mycorrhizae. Mineral Nutrition of Higher Plants
(Second Edition),
Academic Press. 566 - 595.
Mehrotra, V.S. (2005). Mycorrhizal: (E:Mehrotra, V.S) Role and
Applications. Allied Publishers.
Moser, M. and Haselwandter, K. (1975). Ecophysiology of Mycorrhizal
Symbiosis. Encylopedia of Plant Physiology.(12):391 - 421.
O‟Bannon. J.H., Inserra. R.N., Nemec. S. and Vovlas. N., (1979). The
influence of Glomus mosseae on Tylenchulus semipenetrans- infeeted and
uninlected Citrus lemon
seedlings. J. Nematol. 11(3) :247-250
OrtaĢ, Ġ., Harris, P.J., Rowell, D.L. (1996). Enhanced Uptake Of phosphorus
By
Mycorrhizal
Sorghum Plants As Influenced By forms Of
Nitrogen. Plant Soil 184:255-264.
OrtaĢ. Ġ. (1996). The influence of use of different rates of inoculum on root
infection plant growth and phosphorus uptake. Communication Soil Science
and Plant Analyses.
27(18-20). 2935-2946.
Palta ġ., Demir, S., ġengönül, K., Kara, Ö. ve ġensoy, H., (2010).
Arbüsküler Mikorizal Funguslar (AMF) Bitki ve Toprakla ĠliĢkileri, Mera
Islahındaki Önemleri. Bartın Orman Fakültesi Dergisi, 12(18): 87-98
Peterson, R.L. and Farquhar, M.L. (1994). Mycorrhizae - Integrated
Development Between Root and Fungi . Mycologia, 86 (3) 311-326
239
Plett , J.M. and Martin, F. (2012). Molecular Interactions in Mycorrhizal
Development
Biocomplexity of Plant–Fungal Interactions. (E: Southworth, D.) 2958 pp.
Schouteden, N., De Waele, D., Panis, B. and Vos, C.M. (2015). Arbuscular
mycorrhizal fungi for the biocontrol of plant parasitic nematodes: a
review of the mechanisms involved. Plant biotic interactions. Vol(5).
Article 1280. 12pp.
Siddiqui, Z.A and Mahmood, I.. (1995) Role of plant symbionts in nematode
management: a review. Bioresour Technol 54(3):217–226
Sikora, R.A. (1978). Effect of the endotrophic mycorrhizal fungus, Glomus
mosseae, on the
host-parasite relationship of Meloidogyne incognita
in tomato. J. Plant Dis. Protect.,
85:197-20
Singh, L.P., Gill, S.S., and Tuteja, N. (2011). Unraveling the role of fungal
symbionts in plant abiotic stress tolerance. Plant Signal. Behav.6(2), 175–
191.
Singh, Y.P., Singh, R.A. and Sitaramaiah, K. (1990). Effect of the
mycorrhizal fungus
Glomus fasciculatus on the host- parasite
relationship of Rotylenchulus reniformis in
tomato. Nematologica. 28:
412-419.
Smith, S.E. and Smith, F.A. (2011). Roles of arbuscular mycorrhizae in plant
nutrition and growth: new paradigms from cellular to ecosystem scales.
Annu. Rev.PlantBiol. 62:
227 -250.
Smith, S.E., Facelli, E., Pope, S. and Smith, F.A. (2010) .Plant performance
in stressful
environments: interpreting new and established knowledge
of the roles of arbuscular
mycorrhizae. PlantSoil 326, 3–20.
Trudgill, D.L. and Parott, D.M. (1969). The behavior of the population of
potato cyst
nematode Heterodera rostochinesis towards three resistant
potato hybrids. Nematologica 15(3):381-388
Umesh, K.C., Krishnappa, K. and Bagyaraj, D.J. (1988). Interaction of
burrowing nematode, Radopholus similis (Cobb, 1893) Thorne 1949, and
VA mycorrhiza, Glomus
fasciculatum (Thxt.) Gerd. and Trappe, in
banana (Musa acuminata Colla.). Indian
Journal of Nematology,
18(1): 6–11
Vos, C.M., Yang, Y., De Coninck, B. and Cammue ,B.P.A. (2014). Fungal(like) biocontrol
organisms in tomato disease control. Biol. Control
74, 65–81.
Wilcox, H.E. (1971). Morphology of Ectomycorrhizae in Pinus resinosa. E:
Hacskaylo E, Mycorrhizas 54- 68. U.S. D.A. Misc. Publ. 1189, 225.
240
ÜLKEMĠZDE TARIMIN DURUMU VE GENÇLERĠN TARIMDAKĠ
ROLÜ
Merve AYKUT1 *, Özlem AYDIN2
1
Ahi Evran Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Tarımsal Biyoteknoloji Bolümü,
AĢıkpaĢa YerleĢkesi, KırĢehir
2
Ahi Evran Üniversitesi Mühendislik-Mimarlık Fakültesi Gıda Mühendisliği
Bölümü BağbaĢı YerleĢkesi, KırĢehir
ÖZET
Türkiye‟miz üç tarafı denizlerle çevrili, dört mevsimin yaĢanabildiği,
verimli topraklara sahip bir ülkedir. Kıyı bölgeleri ile iç kesimlerde farklı
iklim koĢulları hâkim olduğundan ürün çeĢitliliği de fazladır. Bu çeĢitliliği
etkileyen faktörler, toprak ve bakımı, sulama, gübreleme, ilaçlama, tohum
ıslahı, makineleĢme ve ürünlerin pazarlanmasıdır. Ülkemizde tarım 1980‟li
yıllara kadar halkımızı yeterince beslemiĢ, böylece ithalata gerek
duyulmamıĢtır. Ancak, 80‟lerden itibaren serbest piyasa ekonomisi inĢaat
sektörünü geliĢtirmiĢtir. Tarımdaki en önemli sorun girdi maliyetlerinin
yüksekliğidir. Gübre, mazot, yem, ilaç ve tohum ithal edilmektedir. Girdi
maliyetlerinin yüksekliği tarımı arka plana itmiĢtir. Ġzlenen yanlıĢ politikalar
da Anadolu toprağının çölleĢmesine neden olmuĢtur. Artan nüfusla miras
yoluyla bölünen tarım arazileri köyden kente göçü tetikleyen diğer bir faktör
olmuĢtur. Bu da tarımla geçinen nüfusun gittikçe azalmasına neden olduğu
gibi genç nüfusun tarımdan uzaklaĢmasına sebebiyet vermiĢtir. Genç
nüfusun tarımdan uzaklaĢması demek yakın gelecekte tarımla uğraĢan
kimselerin kalmayacağını, verimli arazilerimizin de zaman içinde boĢ
bırakılmaktan erozyona uğrayacağını ve sonuç olarak tarım arazilerimizin
tamamının yok olacağını göstermektedir. Bu gidiĢata son verebilmek
amacıyla gereken önlemler alınmalıdır. Öncelikle Ziraat Fakültelerinde
okuyan gençler bilinçlendirilmeli, dersin dıĢında eğitim seminerleri verilerek
gençlerin ilgisinin bu yöne çekilmesi sağlanmalıdır. Gençlerin birebir
çiftçilerle bir araya gelip tarımdaki zorlukları görmeleri sağlanmalıdır.
Böylece çiftçi-öğrenci-akademisyen üçlüsü birleĢerek sorunlara en kökten
çözüm yolları geliĢtirebileceklerdir.
Anahtar Sözcükler: Tarım, gençlik, girdi maliyetleri, çözüm yolları
1.GĠRĠġ
Köyden kente göç olgusu 1950li yıllara dayanmaktadır. Ġlk etapta
sorun olarak algılanmamıĢtır ancak sonrasında kent yaĢamı açısından
sorunlar ortaya çıktığı görülmüĢtür. Göç eden ailelerin kentteki yaĢam
standardının düĢüklüğü dikkat çekmiĢtir. Kentin gerçek nüfusunu oluĢturan
241
“kentli” olarak adlandırabileceğimiz kesim de bu göç dalgasından olumsuz
olarak etkilenmiĢtir (GüreĢçi 2010a). Ancak bizim asıl ilgilendiğimiz de
köyden kente olan göç dalgasının olumsuz etkilerine maruz kalmıĢ olan tüm
ülkemiz halkıdır. Burada anlatmak istediklerimiz kentli kesimi, göç eden
kesimi ve köyde kalan kesimi beraberce ilgilendirmektedir. Vurgulamak
istediğimiz ise kısaca geleceğimizdir. Bu çalıĢmada sorunlarımıza ana
hatlarıyla değindik. Burada gençlerin tarıma bakıĢ açısını ve tarımsal eğitime
bakıĢ açılarını sorgulayarak sorunların çözümü için neler yapılabilir diye
genç beyinlerin fikirlerini almak istedik. Bu sayede sorunlara bir de bu
pencereden bakalım istedik.
Göçlerin ana nedeni gibi görünen öncelikle kırsal kesimdeki iĢsizlik
oranının hızla yükselmesidir. Bu iĢsizlik artan nüfusla birlikte ekim-dikim
yapılabilecek arazilerin azalmasına sebep olmuĢtur. Coğrafi nedenler de
ekim-dikim yapılabilecek arazilerin azalmasında etkili olmuĢtur. Aslında
sebep çoktur. Ama sebepten çok sonuca ve de etkilere odaklanmak daha
doğru bir yaklaĢım olacaktır. ĠĢsizlik profilinde göze çarpan ise genç nüfusun
olmasıdır. Bu genç nüfus aynı zamanda tarımı cazip bir istihdam alanı olarak
görmemektedir. Kentin cazibesi de bunda etkili olmuĢtur. Dolayısıyla genç
köy dıĢında bir hayatı istemektedir artık. Kentlerdeki hizmet ve sanayi
sektörlerinin, düĢük vasıflı iĢ gücü talebi de genç nüfusun köyden kente
göçünü tetiklemektedir. Genç nüfusun kente göç etmesi ile çiftçiliğe ilgisinin
hızla düĢmesi ise dinamik bir kırsal ekonomi için ihtiyaç duyulan üretken iĢ
gücünün kaybı ve sürdürülebilirlik için tehdit oluĢturmaktadır (Arlı ve ark.,
2014; GüreĢçi 2010a; GüreĢçi 2010b).
Her ülkede sanayileĢme sürecinde iç nüfus hareketleri yani göçler ile
karĢılaĢılmaktadır. Bu olayın sonucunda kırsal alanlar genç ve dinamik nüfus
kaybına uğrarken kentler de suni olarak büyümektedir (Arlı ve ark., 2014).
Birçok kentte kırsaldan gelenlere yetecek alt yapı ve istihdam olanakları
mevcut değildir. Bunlara ilaveten bir yandan kırsal kesimde üretim ve gelirin
azalması, diğer yandan kent yaĢamının kalitesinin düĢmesi gibi iki yönlü
olumsuzluk ortaya çıkmaktadır.
2.ÜLKEMĠZDEKĠ TARIMIN DURUMU
Anadolu insanının yüzyıllar boyunca en önemli geçim kaynağı tarım
olmuĢtur. Cumhuriyetin kurulmasından itibaren 1980‟li yıllara kadar ithalata
gerek duyulmamıĢtır. Seksenlerden baĢlayarak birçok alanda geliĢmeler
kaydedilirken tarım alanında gerileme olmuĢtur (Ulusoy 2010).
Türkiye‟de köyden kente göç 1950‟li yıllarda baĢlamıĢtır. BaĢlangıçta
bu durum bir sorun olarak algılanmamıĢ, tam aksine artan sanayi kolları
sebebiyle iĢgücü ihtiyacını karĢıladığından dolayı cazip hale gelmiĢtir. Fakat
sonrasında birçok sorun ve sıkıntı baĢ göstermiĢtir. En baĢta tarımın
242
gerilemesine sebep olmuĢtur. Sonrasında göç dalgaları kentsel yaĢamı
olumsuz etkilemiĢtir. Köyden kente göç eden nüfusun köyde yaĢadıkları
hayattan daha düĢük standartlarda yaĢamalarına sebep olmuĢtur (Ulusoy
2010; GüreĢçi 2010a).
Tarımdaki en önemli sorun aslında girdi maliyetlerinin yüksekliğidir.
Tarımı baltalayan en önemli faktördür. Gübre, mazot, yem, ilaç ve tohum
ithal edilmektedir. Bu durum tarımı arka plana itmiĢtir. Anadolu toprağının
çölleĢmesine neden olan hatalı uygulamalar da tarımı geriletmiĢtir. Doğal
kaynaklar bilinçli bir Ģekilde kullanılmadığından tarım uygulamaları yer altı
kaynaklarını tüketmekte ve hatta tarım toprakları büyük oranda yok
olmaktadır (Ulusoy 2010).
Artan nüfusla miras yoluyla bölünen tarım arazileri köyden kente
göçü tetikleyen en önemli faktördür. Bu da tarımla geçinen nüfusun gittikçe
azalmasına neden olduğu gibi genç nüfusun tarımdan uzaklaĢmasına
sebebiyet vermiĢtir. (GüreĢçi 2010a; GüreĢçi 2010b).
3.GENÇLERĠN TARIMDAKĠ ROLÜ
Ülkemizde köyden kente göçün tetikleyicisi birçok neden vardır. Hızlı
nüfus artıĢı, tarım alanlarının miras yoluyla küçük parçalara ayrılması,
eğitim hizmetlerinin, alt yapı, sağlık hizmetlerinin yetersizliği, kan davaları
ve terör olayları, iklim ve yer Ģekillerin olumsuz etkileri, iĢ imkânlarının
sınırlı olması, kentlerde sanayinin geliĢmiĢ olması köyden kentte göçü
etkileyen faktörler olmuĢtur (GüreĢçi 2010a, GüreĢçi 2010b).
Göç sebebiyle genç nüfus tarımdan uzaklaĢmıĢtır. Bu da yakın
gelecekte tarımla uğraĢan kimselerin kalmayacağını, verimli arazilerimizin
de zaman içinde boĢ bırakılmaktan erozyona uğrayacağını ve sonuç olarak
tarım arazilerimizin tamamının yok olacağını göstermektedir. Dolayısıyla bir
an önce gerekli önlemlerin alınması gerekmektedir (Ulusoy 2010).
3.1.Gençlerin Tarıma ve Tarımsal Eğitime BakıĢı
Gençlerin tarıma olan ilgisi hakkında bilgi sahibi olmak ve bu Ģekilde
tarımı canlandırmak gerekmektedir. Ziraat Fakültesi öğrencilerine ziraat
eğitimi hakkında görüĢleri ve tarım hakkındaki, tarımın geleceği hakkındaki
fikirlerine baĢvurulmuĢtur. Onlardan gelen geri dönüĢlerin çok değerli
olduğu açıktır.
Öğrencilere okudukları fakülteye bilinçli olarak mı geldikleri yoksa
tesadüfen mi kazandıkları sorulmuĢtur. Öğrencilerin bir kısmı tesadüfen
geldiklerini söylemiĢlerdir. Bu kısım düĢük bir oran olup, öğrencilerin
bilinçli bir Ģekilde tarım eğitimini seçtiklerini göstermiĢtir. Ailesi çiftçi olup
da gelenler de vardır. Ancak bunlar tahmin edileceği üzere düĢük bir orana
243
sahiptir. Buradan da tarımla uğraĢan kesimin azaldığını görebilmekteyiz.
Öğrencilerin ülkemizdeki tarım politikaları hakkındaki görüĢlerine de
baĢvurulmuĢtur. Öğrenciler de mevcut tarım politikalarının güncellenmesi
gerektiğini savunmuĢlardır.
4.SONUÇLAR ve ÖNERĠLER
Tarımdaki sorunlar sadece ülkemizde değil dünyada da mevcuttur.
Bunu tetikleyen en önemli faktör ise aĢırı nüfus artıĢıdır. Artan nüfus
nedeniyle toprak ve su baĢta olmak üzere doğal kaynaklar aĢırı miktarda
tüketilmektedir.
Özellikle
kuru
toprak
alanlarında
sulamanın
yaygınlaĢtırılması ve çoğalması için çalıĢılmalıdır. Örneğin baraj sayısı
arttırılmalıdır. Toprağın yapısını bilerek hareket etmeliyiz. Islah, sulama,
gübreleme, makineleĢme ve en son olarak tarım ürünlerinin pazarlanması
aĢamalarına gereken önem verilmelidir. Suni gübre kullanımı dıĢarıya bağlı
olduğundan maliyeti yüksektir. Bu nedenle yerli üretimi arttırmak gereklidir.
Her alanda yerli üretimi arttırmak girdi maliyetlerinin düĢmesini
sağlayacaktır.
Modern tarım yöntemleri bir ülkenin ekonomisini ve geleceğini tayin
eder, iĢ alanlarını açar. Bilimsel yöntemlere açık olmak tarımı geliĢtirir. Bu
sayede iĢçilere, toprak sahibine, sanayicisinden, ihracatçısına tarımla geçinen
her insan grubuna eĢit oranda fayda sağlar. Böylece ülke ekonomisine de
katkı sağlar. Bu da genç nüfusun göç etmesinin önüne geçecektir. Genç
nüfusun göç etmemesi demek, tarım sektörünün yeniden canlanması
demektir.
Sonuç olarak, çiftçi öğrenci, akademisyen üçlüsünün bir araya gelmesi
gerekmektedir. Tarımın taze kana ihtiyacı vardır. Tarımsal sorunlara
bilimden güç alarak çözümler üretilmelidir. Bunun için ise anahtar
gençliktedir.
KAYNAKLAR
Arlı, R., Balcı, M., Abay, C. (2014). Gençlerin Kırsalda Çiftçilik Yapma Eğilimleri:
Akhisar Ġlçesi Örneği. Ulusal Aile Çiftçiliği Sempozyumu. 30-31 Ekim 2014,
Ankara, s. 27-32
GüreĢçi, E. (2010)a. Türkiye‟de Kentten-Köye Göç Olgusu. DoğuĢ Üniversitesi
Dergisi, 11 (1):77-86.
GüreĢçi, E. (2010)b. Köyden Kente Göçün Köydeki ve Kentteki Yansımaları:
Akpınar Köyü Üzerine Bir Değerlendirme. Sosyal ve BeĢeri Bilimler Dergisi.
2(2):42-55
Ulusoy,
Y.
(2010).
Üvey
http://www.yilmazulusoy.com/tr/makaleler/uvey-evlat-tarim
28.03.2016)
244
Evlat
(EriĢim
Tarım.
tarihi:
YAġ MEYVE VE SEBZLERDE HASAT SONRASI KAYIPLAR
VE MUHAFAZA
*Müge DOĞANER
Ahi Evran Üniversitesi Ziraat Fakültesi
ÖZET
YaĢ meyve ve sebzeler insan beslenmesinde oldukça önemli olan
ürün gruplarıdır. Sağlığımız için gerekli olan çok sayıda vitamini ve besin
maddesini meyve ve sebzelerden karĢılarız. Ancak bu ürünlerin yüksek
oranda su içermeleri ve hasattan sonra da solunumlarına devam etmeleri
çabuk bozulmalarına neden olmaktadır. Tarımsal üretimde amaç; ürünlerin
yıl boyunca yeterli ve en yüksek kalitede tüketiciye sunulmasıdır.Ülkemizin
önemli miktarlarda yaĢ meyve ve sebze üretimine karĢın, dıĢsatımın istenilen
seviyede olmaması ülkemizin üretim açısından sahip olduğu avantajları dıĢ
satımda aynı Ģekilde kullanamadığını, yetiĢtiricilik, ürünün pazara
hazırlanması ve pazarlama aĢamalarında bir takım sorunları olduğunu
göstermektedir. Bahçe ürünlerinde hasat ve hasat sonrası aĢamalarda önemli
miktarlarda ürün kayıpları meydana gelmektedir.Hasat sonrası kayıpları
azaltmak amacıyla günümüzde değiĢik hasat sonrası teknikleri geliĢtirilmiĢ
olup, bunlar arasında en yaygın kullanılan teknolojiler; ürünlerin soğukta,
modifiye atmosferde (MA), kontrollü atmosferde (KA), ultra düĢük
oksijende (Ultra Low Oxygen - ULO) ve dinamik kontrollü atmosfer (DKA)
koĢullarında muhafazasıdır.
Bu derleme çalıĢmasında yaĢ meyve ve sebzelerin hasat sonrası
depolama koĢullarının önemi ve hasat sonrası kayıpların azaltılması yönünde
yapılan araĢtırmalar incelenmiĢ, ülkemizde ve dünyada kullanılan teknikler
ve yöntemler ele alınmıĢtır.
Anahtar kelime : hasat, muhafaza, kalite
GĠRĠġ
Dünya tarımında yaĢ sebze meyve üretimi ve ticareti önemli bir
yere sahiptir. Elde edilen bu ürünlerin muhafazası ve bakım koĢulları da
ticari önem kazanmasında büyük ölçüde etkilidir. YaĢ meyve ve sebzeler
insan beslenmesinde de oldukça önemli olan ürün gruplarıdır. Bitkisel
üretimde ürünlerin yüksek miktarda içerdikleri su nedeni ile birlikte hasattan
sonrada solunumlarına devam etmeleri ürünlerin bozulmalarına ve depo
ömürlerinin kısalmasına sebep olmaktadır. GeliĢmekte olan ülkelerde, hasat
sonrası ürün kayıpları genellikle uygun olmayan depolama Ģartları ve taĢıma
yöntemlerine bağlı olarak ciddi oranlarda gerçekleĢmektedir. Ülkemizde de
soğuk zincirin çeĢitli aĢamalarında gerçekleĢen kayıplar önemli boyutlara
245
ulaĢmaktadır. (Süfer ,2012) Yapılarında yaklaĢık olarak %95 oranında su
bulunan meyve ve sebzelerin tüketim aĢamasına kadar geçen süreçte çeĢitli
yöntemlerle dayanıklı hale getirilmeleri gerekir. Bozulmaya neden olan
biyokimyasal reaksiyonlar ile mikrobiyolojik faaliyetler yüksek su aktivitesi
değerlerinde daha kolay gerçekleĢir. Bu nedenle, meyve ve sebzelerin
bozulmalarını önlemek için su aktivitesini düĢürecek iĢlemler
uygulanmalıdır (Demiray, 2010). Bahçe ürünlerinde hasat ve hasat sonrası
aĢamalarda önemli miktarlarda ürün kayıpları meydana gelmektedir. Bu
kayıpların oranı, geliĢmiĢ ülkelerde ürüne ve hasat sonrası iĢlemlere bağlı
olarak %5-20, ülkemiz gibi geliĢmekte olan olan ülkelerde ise %20-50
arasında değiĢmektedir.(Kader, 2002).
DÜNYADA VE TÜRKĠYEDE MEYVE ÜRETĠMĠ
Türkiye, dünya üzerinde bulunduğu coğrafi konumu nedeniyle
tropik bahçe bitkileri dıĢında tüm meyve türleri için oldukça elveriĢli bir
iklime sahiptir. Türkiye‟de yetiĢtirilmekte olan meyve türlerinin önemli bir
kısmını ılıman iklim meyveleri oluĢturmaktadır. Bunlar içerisinde üzüm,
elma, fındık, armut, Ģeftali, kayısı, erik, kiraz, ceviz, kestane, ayva, badem,
antepfıstığı gibi türler yaygın olarak yetiĢtirilmektedir. (Ağaoğlu ve
ark.,1997). Dünya meyve üretiminde söz sahibi ülkeler sırasıyla; Çin,
Hindistan, Brezilya,ABD, Ġtalya, Ġspanya, Meksika, Endonezya,Ġran,
Filipinler, Fransa, Türkiye‟dir.
DÜNYADA VE TÜRKĠYEDE SEBZE ÜRETĠMĠ
Sebze tarımı birim alanda yarattığı yüksek verim ve sağladığı net
gelir nedeniyle, her geçen gün daha fazla dikkat çekmekte; geleneksel sebze
üreticilerine ek olarak, tarım alanında faaliyet gösteren diger üreticilerin ve
hatta sanayi, inĢaat, turizm, ulaĢım gibi tamamen baĢka sektörlerde iĢ yapan
kiĢilerin ve Ģirketlerin ilgi odağı haline gelmektedir. Yıllık 26 milyon ton
sebze üretimi gerçekleĢtiren Türkiye; Çin, Hindistan ve ABD‟den sonra
dünyanın en çok sebze üreten dördüncü ülkesidir. Türkiye‟de en yüksek
verim, iklim avantajının ve seracılık bölgesi olmasının doğal sonucu olarak
Akdeniz Bölgesi‟nde alınmaktadır (Abak ve ark., 2008)
MUHAFAZA NEDEN GEREKLĠDĠR ?
YaĢ meyve ve sebzeler insan beslenmesinde oldukça önemli olan ürün
gruplarıdır. Sağlığımız için gerekli olan çok sayıda vitamini ve besin
maddesini meyve ve sebzelerden karĢılarız. Ancak bu ürünlerin yüksek
oranda su içermeleri ve hasattan sonra da solunumlarına devam etmeleri
246
çabuk bozulmalarına neden olmaktadır. Bu nedenle, bahçe ürünlerinin
kalitelerinin korunması ve bozulmaların önlenmesi için hasat sonrası çok
hızlı bir Ģekilde soğuk zincire dahil edilmeleri gereklidir. Kiraz, çilek,
brokoli, marul ve üzüm gibi çabuk bozulan meyve ve sebzelerde bu olay
daha da önemlidir. Bu nedenle, bahçe ürünlerinde kalitenin korunması için
meyve ve sebzelerin bahçeden sofraya ulaĢıncaya kadar soğuk zincirin
kırılmadan uygulanması ve tüketiciye kadar ürüne özgü sıcaklık ve nemde
muhafaza edilmesi gerekir (Ekinci ve Yapar, 2004; Bogataj vd., 2005;
Yahia, 2010).
DEPOLAMA VE MUHAFAZA SĠSTEMLERĠ
1. Basit Depolama Sistemleri
Önceleri, meyve ve sebzelerin saklanmasında kullanılan depolar; kiler,
samanlık ve toprak altında bulunan doğal veya yapay mağaralardır. Bunlar,
ürünü çeĢitli dıĢ etkenlerden, sıcaklık ve dondan korur. Ayrıca, dıĢ soğuk
havadan daha etkili ve kontrollü olarak yararlanılacak Ģekilde geliĢtirilmiĢtir.
BaĢka bir soğutma sistemi yoktur ve “adi depolar” olarak isimlendirilir.
Örneğin; havalandırma düzeninin çalıĢtırılması elle, yarı veya tam otomatik
olarak sağlanır. Orta Anadolu‟da NevĢehir çevresinde bulunan bu tip depolar
bugün bile baĢarı ile kullanılmaktadır. Buna rağmen depolama süresi; su
kaybı, hastalık ve bozukluklar ve hızlı olgunlaĢma nedeni ile oldukça kısalır.
Elma ve armut çeĢitleri, turunçgil meyveleri, kavun, patates, soğan ve
benzeri kök sebzeler saklanabilir.
2. Soğuk Hava Depoları
Her türlü soğutma donanımı bulunan, dıĢ koĢullardan etkilenmeyecek
Ģekilde izole edilmiĢ, ısı ve nem koĢulları depolanan ürünlerin türlerine göre
ayarlanabilen, bozulabilir nitelikteki gıdaların depolanması amacıyla kurulu
tesisler olup, kardan ziyade kalitenin korunmasını temel almaktadırlar. Hasat
edilmiĢ meyve ve sebzeler uygun koĢullarda depolanınca, taze haldeki
niteliklerini bir süre, önemli ölçüde korurlar. Uygun koĢullar, sıcaklık
derecesi ve bağıl nemin ayarlanması ile sağlanır. Her türlü meyve ve
sebzenin, en iyi Ģekilde depolanabildiği belli sıcaklık derecesi ve bağıl nem
söz konusudur.
3.Kontrollü Atmosferde (KA) Muhafaza
247
Kontrollü atmosferde (KA) depolama sistemi, taze meyve ve sebzelerin
dalından koparıldığı tazelikte, firesiz, daha uzun süreli depolama ve
nakliyesi için geliĢtirilen muhafaza yöntemlerinden biridir. Yöntemin temel
prensibi ortamdaki oksijen oranını azaltarak aerobik Ģartlarda ürünün
metabolik faaliyetlerini yavaĢlatıp olgunlaĢma ve yaĢlanmayı geciktirmek,
aynı zamanda çeĢitli mikroorganizma, böcek, fare gibi tüm zararlıların
faaliyetlerini durdurmak, bozulma ve çürümeleri önlemektir.
4. Modifiye Atmosferde Muhafaza
Modifiye atmosferde; gaza geçirimsiz veya amaca göre belirli bir düzeyde
gaz geçirgenliğine sahip bir ambalaj içindeki hava vakum yoluyla
uzaklaĢtırılır (vakum paketleme) ya da ambalaj içindeki hava
uzaklaĢtırıldıktan sonra ambalaj; azot, karbondioksit veya bu iki gazın belirli
orandaki karıĢımları ile doldurulur. Oksijen gıda ürünlerinin en büyük
düĢmanıdır. Oksijen açısından zengin bir ortam, çok sayıda bakteri ve küfün
üremesine veya oksidatif reaksiyonlara yol açarak gıda ürünlerinin kalitesini
düĢürmektedir. Bu nedenle, kontrollü ve modifiye atmosferde ambalajlama,
depolama ve nakliye biçimleri ürünün raf ömrünü artırmakta, birçok gıda
ürünü ilk günkü tazelikte uzun süre saklanabilmektedir.
BAHÇE ÜRÜNLERĠNDE HASAT SONRASI ÜRÜN KAYIPLARI VE
NEDENLERĠ
Toplumlarda ekonomik koĢulların iyileĢtirilmesiyle birlikte yüksek
kaliteli sebze ve meyveye olan talep artmaktadır. Bahçe ürünlerinin sadece
ülke içerisine değil diğer ülkelere de pazarlanabilmesi amacıyla uygun
koĢullarda uzun mesafelere taĢınabilmesi gerekmektedir. Ancak, iĢleme ve
depolamaya gereken dikkat gösterilmediği takdirde uzun mesafeli taĢıma
esnasında ağır kayıpların yanı sıra sebze ve meyvelerin bozulması, çevre
problemlerinin oluĢumu görülmektedir(Liu,1999). Hasat sonrası ürün
kayıpları birçok Ģekilde meydana gelebilmektedir. Bu kayıpların en önemlisi
ağırlık kaybı, çürüme, soğuklama zararları nedeniyle oluĢan bozulmalardan
dolayı meydana gelen niceliksel ürün kayıplardır. Az miktarda besin değeri,
tad, lezzet gibi niteliksel kayıplar da oluĢabilmektedir. Bu kayıplar ürünün
pazar değerinin azalmasına ve dolayısıyla üreticinin parasal kayıplara
uğramasına neden olmaktadır (Anonymous, 2000).
248
HASAT KAYIPLARINDA GÖRÜLEN ÖNEMLĠ HASTALIK VE
ZARARLILAR NELERDĠR?
Hasat sonrası yaĢ meyve sebzelerde meydana gelen bozulmalar,
büyük ekonomik kayıplara sebep olmaktadır. Hasat sonrası ürünlerde
görülen hastalık ve bozulmaların büyük kısmını fungal hastalıklar
oluĢturmaktadır. Bunlar meyve ve sebzelerde önemli zararlar yapan, kaliteyi
düĢüren ve genellikle raf ömrünü bitiren hastalık etmenleridir.
Abiyotik Kaynaklı Faktörler
Metabolitlerin eksikliği veya fazlalığı, ürünün bulunduğu ortamın
nemi ve sıcaklığı, kimyasal ve fiziksel yaralanmalar hasattan sonra ürünlerin
bozulmasına neden olan abiyotik faktörlerdir.
Biyolojik Kaynaklı Faktörler
Bu bölümün en büyük kısmını funguslar ve bakteriler
oluĢturmaktadır. Bunlar depolarda yaygın olarak görülürler ve büyük
kayıplara neden olurlar. Virüsler, viroidler, böcekler ve nematodlar daha az
öneme sahiptirler, fakat özel bazı ürünlerde önemli kayıplara sebep
olabilirler.
SEBZE VE MEYVELERDE HASAT SONRASI KAYIPLARIN
ÖNLENMESĠ
Hasat sonrası kayıplar bahçede, paketleme alanında, depolama, taĢıma
esnasında, perakendeci veya toptancıda meydana gelebilmektedir. Kayıplar
kötü tesis, bilgi eksikliği, zayıf yönetim, pazarlama eksikliği, üretici veya
çalıĢanların dikkatsizliği gibi nedenlerden dolayı ortaya çıkabilmektedir.
Ayrıca, evlerde tüketicinin neden olduğu kayıplarda bulunmaktadır. Tüm bu
Kayıpları dikkate alındığında Hasat sonrası kayıpları genel olarak 4
kategoride incelemek mümkündür (Fallik ve Ahroni, 1996; Liu,1999;
Panhwar, 2006). Bunlar ;
1.) Mekanik Zedelenmeler
2.) Fizyolojik Bozulmalar
3.) Hastalıklar
4.) Pazar Talep Eksikliği
KAYNAKÇA
Demiray, E., & Tülek, Y. (2010). DonmuĢ Muhafaza Sırasında Meyve ve
Sebzelerde OluĢan Kalite DeğiĢimleri. Akademik Gıda, 8(2), 36-44.
Öz, A. T., & Süfer, Ö. (2013). Taze Meyve ve Sebzelerin Muhafazasında Modifiye
Atmosfer Paketlemenin Doğal BileĢiklerle Birlikte Kullanımı.Academic Food
Journal/Akademik GIDA, 11(2).
Anonymous. 2000c. Postharvest Handling of Citrus Fruit. The International Course
on Research and Development In Postharvest Biology and Technology
249
Liu, F.W., 1999. Postharvest Handling in Asia 2. Horticultural Crops. Food &
Fertilizer Technology Center.
http://www.fftc.agnet.org/library/eb/465b/
Kader AA, 2002. Postharvest Biology and Tech-nology: an overview in Postharvest
Technology of Horticultural Crops. University of California, Agriculture and
Natural Resources, Publication number: 3311, 535pp, USA
Abak, K., Düzyaman, E., ġeniz, V., Gülen, H., PekĢen, A., & Kaymak, H. Ç. (2010).
Sebze Üretimini GeliĢtirme Yöntem ve Hedefleri. VII. Ziraat Kongresi, 11-15.
Ekinci R, Yapar A, 2004. Alabalıkların Donma ve Çözünme Süreleri Üzerine
Dondurma Sıcak-lığı ve Hava Sirkülasyonunun Etkileri. F. Ü. Fen ve Mühendislik
Bilimleri Dergisi 16 (1): 61- 68.
Fallik, E., Y. Aharoni. 1996. Postharvest Physiology and Handling of Fresh
Commodities. Sumerry of Lectures on Postharvest Technology and Preservation of
Horticultural Commidities. Israel.
Panhwa, F. 2006.Post Harvest Technology of Fruits and Vegetables North Carolina
State University.
250
SÜT VE SÜT ÜRÜNLERĠNĠN SAĞLIĞIMIZA
KATKILARI
Gamze MAĞARA1 *, Ġsmigül ÜNLÜEL2 , Özlem AYDIN 2
1
Ahi Evran Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Tarımsal Biyoteknoloji
Bolümü, AĢıkpaĢa YerleĢkesi, KırĢehir
2
Ahi Evran Üniversitesi Mühendislik-Mimarlık Fakültesi Gıda
Mühendisliği Bölümü BağbaĢı YerleĢkesi, KırĢehir
ÖZET
Sağlığımızı koruyabilmek ve yaĢam faaliyetlerimizi devam
ettirebilmek için vücudun ihtiyacı olan enerji, vitamin ve mineralleri
besin öğeleri aracılığıyla sağlamaktayız. Besin öğeleri, et ve et
ürünleri, süt ve süt ürünleri, sebzeler ve meyveler ile tahıl ve tahıl
ürünleri olarak dört gruba ayrılmaktadır. Bu ürün gruplarından
vücudun ihtiyacı olacak oranda almakla yeterli ve dengeli beslenmiĢ
oluruz. Bu besin gruplarından süt ürünleri grubunda yoğurt, ayran,
peynir, kefir, tereyağı ve süt tozu vb. sütten yapılan besinler yer
almaktadır. Bu besinler kalsiyum, magnezyum, fosfor, A, D, B2 ve
B12 vitaminleri olmak üzere birçok besin öğesinin önemli
kaynağıdırlar. Süt; memeli hayvanların meme bezlerinden salgılanan
kendine özgü tadı, kokusu ve kıvamı olan yaklaĢık olarak tüm besin
ögelerini yeterli ve dengeli bir Ģekilde bünyesinde bulunduran gıda
maddesi olarak tanımlanmaktadır. Sütün bileĢimi memeliden
memeliye farklılık göstermekle birlikte ağırlıklı olarak su, protein,
yağ, karbonhidrat, mineraller ve vitaminlerden oluĢmaktadır. Sütteki
proteinler, yaĢamımızı sürdürebilmek için büyük bir önem taĢıyan
esansiyel aminoasitlerin tümünü içerdiğinden yüksek biyolojik değere
sahiptirler. Birçok vitamin ve mineral içeren süt, içinde bulundurduğu
kalsiyum ve fosfor tuzları ile kemiklerin oluĢum ve geliĢimine önemli
katkılar sağlamaktadır. Ayrıca sütün osteoporoz, hipertansiyon,
obezite ve kanserle olan iliĢkisini konu alan birçok araĢtırma yapılmıĢ
ve çoğunda olumlu sonuçlar elde edilmiĢtir.
Anahtar Sözcükler: Süt, Süt Ürünleri, Sütün Önemi, Sağlık
251
1.GĠRĠġ
Süt çok eski zamanlardan beri tüketilen gıda maddelerindendir (MEB
2011). Her memeli canlının salgıladığı süt, yavrusunun büyümesi ve
geliĢmesi için gerekli tüm besin öğelerini yeterli oranda bulunduran en
uygun besindir (Altun ve diğerleri., 2002). Süt; Türk Gıda Kodeksi‟nde; bir
veya daha fazla inek, keçi, koyun veya mandanın sağılmasıyla elde edilen,
40 ºC‟ nin üzerine ısıtılmamıĢ veya eĢdeğer etkiye sahip herhangi iĢlem
görmemiĢ kolostrum dıĢındaki meme bezi salgısı olarak tanımlanmaktadır
(Besler ve Ünal 2008).
Süt ve süt ürünleri, aromaları ve fonksiyonel özellikleri sayesinde
sıklıkla tüketilen, yüksek besin değerli gıda maddeleridir. Süt teknolojisi de
gıda endüstrisinde önemli bir paya sahiptir (MEB 2011). Toplumun süt
tercihleri kültürel yapılarına göre farklılık göstermektedir. Ülkemizde süt
denildiğinde akla ilk olarak inek sütü gelmektedir. Ancak tüketilen sütler
inek, keçi, koyun ve manda sütü olmak üzere 4 çeĢittir (Besler ve Ünal
2008).
Süt ürünleri çok çeĢitli olup bunlardan bazıları tereyağı, krema,
kaymak, dondurma ve süt tozudur. Bunlardan baĢka yoğurt, ayran, peynir ve
kefir bulunmaktadır ve fermente süt ürünleri olarak adlandırılmaktadırlar.
Ayrıca probiyotik ve prebiyotik olarak adlandırılan ve gastrointestinal bölge
üzerine olumlu etkileri olan diğer fermente süt ürünleri de bulunmaktadır ki
bunların sağlıklı beslenmek ve formda kalmak isteyenler için özel olarak
üretildiği öne sürülmektedir (Sezen ve Koçak 2006).
2. SÜTÜN YAPISI VE ÖZELLĠKLERĠ
Genel olarak su, protein, yağ, karbonhidrat, mineraller ve
vitaminlerden oluĢan çiğ sütün bileĢimi memeliden memeliye farklılık
göstermektedir. BaĢlıca süt Ģekeri (laktoz), yağ, azotlu maddeler ve mineral
maddelerden oluĢan süt kuru maddesi, genel olarak sütün % 12,6‟sını
oluĢturmaktadır (MEB 2011). Çizelge 1‟de bazı sütlerin besin öğeleri
görülmektedir (Altun ve diğerleri., 2002).
Çizelge 1. ÇeĢitli Sütlerin Temel Besin Öğelerinin Ortalama
Miktarları(%) (Altun ve diğerleri., 2002).
Süt Türü
İnsan
İnek
Koyun
Keçi
Manda
Kuru
Madde
12,4
12,6
19,3
13,2
17,2
Yağ
Protein
Laktoz
Kül
3,8
3,7
7,4
4,5
7,4
1,0
3,4
5,5
3,2
3,5
7,0
4,7
4,8
4,1
5,4
0,2
0,7
1,0
0,8
0,8
252
2.1 Sütün Fiziksel Özellikleri
Sütün rengi, ıĢığı geçirmeyen kalsiyum kazeinat ve yağ
taneciklerinden oluĢmaktadır. Hayvanın beslenmesine göre değiĢiklik
gösterebilen bu renk genellikle sarımsı beyaz/porselen renginde olmaktadır
(MEB 2011). Ancak kazein ayrıldıktan sonra kalan peynir altı suyu yeĢilimsi
sarı renkte, yağı alınmıĢ süt ise hafif maviye dönük beyaz renkte olmaktadır
(Besler ve Ünal 2008).
Sütün tadında laktoz, mineral maddeler, yağ asitleri gibi faktörler
etkili olmaktadır. Kuru maddesi yüksek olan sütlerin tat ve kokusu daha
yoğun olmaktadır. Sütteki tat ve koku, aroma maddeleri yardımıyla açığa
çıkar ve algılanabilir (Besler ve Ünal 2008). Kokusu kendine hastır ancak
yemler, ilaçlar ve mikroorganizmalar sütün kokusu üzerine etkili olmaktadır
(MEB 2011). Süt yağının koku maddelerini absorbe etme özelliği ile sütün
çevrenin kokusunu çabuk alan ve muhafaza eden bir sıvı olduğu net olarak
anlaĢılmaktadır (Besler ve Ünal 2008).
Yoğunluğu 1,030-1,033 arasındadır (MEB 2011). Sudan daha yoğun
olmasının sebebi içerdiği laktoz, protein ve minerallerdir (Besler ve Ünal
2008).Vizkozitesi ise 20 ˚C‟de 2,127 cp‟dir. Kaynama noktası 100,1 ˚C iken
donma noktası -0,545 ˚C‟dir (MEB 2011).
2.2 Sütün Kimyasal Özellikleri
Sütün lipid, protein, karbonhidrat, vitamin ve mineral içeren bir yapısı
vardır. Sütte mineral maddeler, süt Ģekeri, peynir altı suyu ve suda çözünen
vitaminlerin tam olarak homojen bir dağılım gösterebilmesi için su
gerekmektedir. Hayvan ırkı, beslenme Ģekli ve süt verme dönemi gibi
etmenlere göre değiĢmekle birlikte sütün yaklaĢık olarak % 86-88‟i sudur
(MEB 2011).
Sütün yaklaĢık olarak % 3-3,5 „lik kısmının da süt yağı olduğu
bilinmektedir. Ancak bu oran mevsimler, laktasyon süresi, hayvanın yaĢı,
ırkı ve beslenme Ģekline göre değiĢiklik göstermektedir. Sütteki yağ oranı
sütün kalitesinin ve fiyatının belirlenmesinde etkili olmaktadır. Yapısında
kapron, kapril, kaprin, laurin, meristin, palmitin, stearin, archin,
palmitoolein, olein, linol, linolein gibi organik asitler bulunan süt yağı,
yüzlerce farklı yağ asidinin gliserolle oluĢturdukları esterlerdir (MEB 2011).
Laktoz sadece sütte bulunan bir disakkarittir (MEB 2011). Beyin ve
sinir hücrelerinin oluĢumunda etkili olan laktoz, sütün enerji kaynağıdır.
Ayrıca bağırsakta yararlı bakterilerin geliĢimi için uygun ortamı sağlayarak
bağırsak hareketlerinin düzenlenmesine yardımcı olmaktadır (ESK 2016).
Ancak laktoz intoleransı bulunan bireyler için laktozu azaltılmıĢ veya
laktozsuz sütler de üretilebilmektedir (Besler ve Ünal 2008).
253
Kazein, globülin, laktoalbümin ve imminoglobülin sütteki önemli
proteinlerdir. Bu proteinlerin sütlerdeki miktarları farklılık göstermektedir.
Ġnek sütündeki protein oranı yaklaĢık olarak % 3-3,5 iken koyun sütlerinde
bu oran % 5-5,1 olabilmektedir (MEB 2011). Süt vücudun genel yapısının
oluĢumunda ve dokuların tamirinde gerekli olan, organizmada sentezi
yapılamayan ancak gıdalarla alınması zorunlu olan elzem aminoasitleri
(izolösin, lösin, metiyonin, fenilalanin, treonin, triptofan, valin, histidin,
arginin) içerdiğinden dolayı insan beslenmesinde fizyolojik bir öneme
sahiptir. Çizelge 2 „de elzem amino asitler ve yaĢa göre ihtiyaç miktarları
verilmektedir (MEB 2011).
Çizelge 2. YaĢ gruplarına göre elzem amino asit gereksinimi ve
sütün elzem amino asit içeriği (Besler ve Ünal 2008)
Sütün
amino asit
içeriği
(mg/g
YetiĢkin
protein)
16
27
13
47
19
95
Amino asit gereksinimi (mg/g protein)
Amino asit
Histidin
Ġzolösin
Lösin
Lisin
Metiyonin ve
sistin
Fenilalanin
ve tirozin
Treonin
Triptofan
Valin
Toplam
Ġnfant
Okul
öncesi
Okul çağı
26
46
93
19
28
66
19
28
44
66
58
44
16
78
42
25
22
17
33
72
63
22
19
102
43
17
55
434
34
11
35
320
28
8
25
222
9
5
13
111
44
14
64
504
Süt insanların ihtiyaç duyduğu hemen hemen bütün vitaminleri
içermektedir. Çizelge 3‟te sütlerde bulunan bazı vitaminler ve miktarları
verilmiĢtir (Besler ve Ünal 2008). A ve D vitaminlerini bol miktarda içeren
az sayıdaki besin maddelerinden olan süt, bu vitaminlerin yanı sıra B6 ve
B12 vitaminlerini de önemli miktarda bulundurmaktadır (Aydın 2012)
254
Sütte kalsiyum, potasyum, magnezyum, sodyum, fosfor gibi mineral
maddelerin yanı sıra demir, bakır, molibden, çinko, manganez, iyot, flor,
silisyum gibi iz elementler de bulunmaktadır. Sütteki oranı % 0,7-0,9
arasında olan mineral maddeler beslenme, fiziksel yapı ve bazı
reaksiyonlarda katalitik etki göstermeleri açısından önemlidir (MEB 2011).
2.3 Sütün Mikrobiyolojik Özellikleri
Süt, zararlı mikroorganizmaların üreyebilmesi için son derece elveriĢli
bir gıda maddesidir (ESK 2016). Sütün memede bulunduğu esnada steril
olduğu bilinmektedir. Ancak sağım ve daha sonraki aĢamalarda çeĢitli
yollarla mikroorganizma bulaĢabilmektedir. Küf mantarları ve mayalar süt
ürünlerinde üreyip çoğalabilen mikroorganizmalardan bazılarıdır. Bu
mikroorganizmalar sütte optimum koĢullar sağlandığında çoğalarak insan
sağlığı açısından tehlike oluĢturabilmektedirler (MEB 2011). Son
zamanlarda yapılan araĢtırmalara göre de sütün memede bulunduğu esnada
insanda hastalığa sebep olmayan mikroorganizmalar da içerdiğini
göstermektedir (Altun ve diğerleri., 2002).
3. SÜTÜN ĠNSAN SAĞLIĞINDAKĠ YERĠ VE ÖNEMĠ
Günlük diyetimizde bulunan 4 besin grubundan birisi olan süt ve süt
ürünleri özellikle içerdikleri protein ve kalsiyum açısından tüketimine özen
gösterilen bir gruptur. Özellikle yetiĢkin kadınlar, çocuklar ve gençler baĢta
olmak üzere tüm yaĢ gruplarının tüketmesi gereken süt; B2 vitamini
255
(riboflavin), B12 vitamini, A vitamini, tiamin, niasin, fosfor ve magnezyum
gibi birçok besin öğesi içermektedir (Besler ve Ünal 2008).
Süt; kemik ve diĢ oluĢumunda etkili olmasının yanı sıra kalp ritminin
düzenlenmesinde de önemli rol oynamaktadır. Ayrıca kolestrol düzeyini
düĢürmekte ve kilo kontrolünü sağlamaktadır. Sütteki laktoz; kalsiyum,
magnezyum, baryum, fosfor gibi mineralleri emiliminde etkilidir. Bunların
yanı sıra mide, bağırsak, karaciğer, böbrek ve dolaĢım sistemi ile ilgili
hastalıklarda uygulanan diyet listelerinde de sütler büyük oranda yer
almaktadır (Aydın 2012).
3.1 Süt ve Hipertansiyon
1980‟li yıllarda beslenme açısından süt ve süt ürünleri tüketiminin kan
basıncı üzerine etkileri hakkında birçok araĢtırma yapılmıĢtır. Yapılan bu
araĢtırmalar sonucunda kalsiyum, magnezyum ve fosforun az tüketimi kan
basıncı artıĢı ve hipertansiyon ile iliĢkili olduğu tespit edilmiĢtir. Bu
minerallerin alınımın artırılması ile kan basıncında azalma sağlanabileceği
yapılan araĢtırmalarda görülmüĢtür (Besler ve Ünal 2008).
Süt ve ürünlerinin tüketiminin insan için en uygun kan basıncının
sağlanmasında oldukça önemli olduğu bildirilmekte ve günde 3-4 porsiyon
süt ve ürününün tüketilmesi önerilmektedir. Yapılan bir araĢtırmada ise
kalsiyum alımının 800 mg/gün‟e çıkarılmasıyla kan basıncının azaldığı tespit
edilmiĢtir (Besler ve Ünal 2008).
3.2 Süt ve Kanser
Sütün karsinojenez etkisinin içerisinde yer alan kalsiyum ve D
vitamini ile iliĢkili olduğu düĢünülmektedir. Yapılan araĢtırmalar süt ve süt
ürünlerinin tüketiminin prostat kanseri riskini artırdığını göstermiĢtir. Ayrıca
süt ve süt ürünlerinin meme kanserini artırdığı konusunda da Ģüpheler
bulunmaktadır. Laboratuvar sonuçları meme karsinogenezini azalttığını
göstermekte ancak epidemiyolojik çalıĢmalara bakıldığında ise aralarında
çeliĢki olduğu görülmektedir. Ancak diğer taraftan; yapılan baĢka
araĢtırmalar sütün kolon kanserine karĢı koruyucu olduğunu bildirmektedir.
Sonuç olarak, süt ve kanser iliĢkisinin tam olarak açıklanabilmesi için daha
iyi planlanmıĢ, daha kontrollü ve sağlam araĢtırmalara ihtiyaç duyulmaktadır
(Besler ve Ünal 2008).
3.3 Süt ve Obezite
Obezite beraberinde hipertansiyon, hiperlipidemi ve diyabet gibi
hastalıklara neden olan kronik bir sorundur. Obezite tedavisinde kalsiyum
desteği verilerek kilo kaybının sağlandığı görülmüĢtür. Bu durum iki Ģekilde
256
açıklanmıĢtır; kalsiyum yağ asitleri ile sabun oluĢturarak lipit sindirimi
sırasında yağ asitlerinin emiliminde etkili olmakta ya da kalsiyum safra
asitlerini bağlayarak sindirilen yağ miktarını azaltmaktadır. Yapılan bu
çalıĢmalar sonucunda dıĢkıda yağ artıĢı tespit edilmiĢtir (Besler ve Ünal
2008).
3.4 Süt ve Osteoporoz
Kemik yoğunluğunda genetik, hormonlar, beslenme ve fiziksel
aktivite gibi faktörlerin hepsi etkilidir. Bu açıdan kemik sağlığı için
beslenme çok önemlidir. Süt ve süt ürünleri kemik yoğunluğu için elzem
olan kalsiyum, fosfor ve D vitamini kaynağı açısından zengin gıda
maddeleridir. Bu nedenle kemik yoğunluğundaki azalma olarak bilinen
osteoporozu önlemede süt tüketimi oldukça önem kazanmaktadır (Besler ve
Ünal 2008).
4.SONUÇLAR
Yeterli ve dengeli beslenebilmek, sağlıklı bir yaĢam sürebilmek
için süt tüketimi oldukça önemlidir. Süt ve ürünleri vücudumuz için
gerekli olan protein, mineral maddeler ve vitaminler gibi birçok besin
grubunu bünyesinde bulundurmaktadır. Yapılan araĢtırmalar sütün
ülserden kansere kadar birçok hastalığın tedavisinde etkili olduğunu
göstermektedir. Bu açıdan toplumumuza, özellikle geleceğimiz olan
çocuklarımıza küçük yaĢlardan itibaren süt içme alıĢkanlığı
kazandırma çalıĢmaları büyük önem arz etmektedir. Bu amaçla sütün
vücudumuz üzerindeki olumlu etkileri iyi bir Ģekilde açıklanmalı
gerekli eğitimlerin verilmeli sütü sevmeleri için gerekli çabanın sarf
edilmesi gerekmektedir. Bu derleme sütün önemini bir kez daha
vurgulamak amacıyla hazırlanmıĢtır.
KAYNAKLAR
1) Sezen F. Koçak C. (2006). Fonksiyonel Süt Ürünleri Teknolojisindeki
GeliĢmeler Türkiye 9. Gıda Kongresi. 24-26 Mayıs, Bolu, s.89-92
2) Besler, H., Ünal, S., (2008). Beslenmede Sütün Önemi, Klasmat
Matbaacılık, Ankara
3) Milli Eğitim Bakanlığı (MEB), (2011). Süt ve Süt ürünleri
4) Aydın, G., (2012). Sütün Beslenmedeki Yeri ve Önemi. III. Süt ve Süt
Hayvancılığı Öğrenci Kongresi. 20-23 Mayıs, Aksaray, s. 128-131
5) Altun, B., Besler, T., Ünal, S., (2002). Ankara‟da Satılan Sütlerin
Değerlendirilmesi. Sürekli Tıp Eğitimi Dergisi 11(2): 51-55.
6) Et ve Süt Kurumu (ESK) (2016). Süt ve Süt Ürünleri.
http://www.esk.gov.tr/tr/10872/Sut (EriĢim Tarihi: 28.03.2016)
257
258
SAĞLIK KAYNAĞI BAKLAGĠLLER
Zeliha ġAHĠN 1 *, Özlem ÖZLÜER 2 , Serap YALÇIN
AZARKAN 2 , Özlem AYDIN 2
Ahi Evran Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Tarımsal Biyoteknoloji Bolümü,
AĢıkpaĢa YerleĢkesi, KırĢehir
2
Ahi Evran Üniversitesi Mühendislik-Mimarlık Fakültesi Gıda Mühendisliği
Bölümü BağbaĢı YerleĢkesi, KırĢehir
1
ÖZET
Dünyanın değiĢik yerlerinde ilk tarım toplumlarının çoğu tahıl ve
baklagilleri ekip biçmiĢlerdir. Tahıllar ve baklagillerin tercih edilme sebebi
yüksek besin değerleri ve depolanabilme özellikleridir. Leguminous
bitkilerinin olgunlaĢmıĢ tohumlarına kuru baklagiller denilmektedir.
Baklagiller (Fabaceae) dünyanın en geniĢ üç familyasından biridir. Ġçerisinde
yaklaĢık 700 cins ve 18.000–20.000 civarında türü bulunur. Genellikle tek
veya çok yıllık ot, çalı ve ağaç formunda bitkileri içerirler. Kutuplar hariç
dünyanın her tarafına yayılmıĢ bir familyadır. Baklagillerin bizde en yaygın
bilinen türleri; kuru fasulye, taze fasulye, nohut, barbunya, bezelye,
mercimekler ve bakladır. Baklagiller mevsim dıĢı tüketim için konserve
yapılır veya dondurulabilir. Baklagiller, uzun yıllar boyunca toplumların her
kesimi tarafından çok tüketilmiĢtir. Et tüketiminin artıĢı ile birlikte arka
plana itilmiĢtir. Ancak son yıllarda baklagillerin yararları yeniden
keĢfedilmiĢtir. FAO‟nun 68. Toplantısında alınan kararla da 2016 yılı
“Bakliyat Yılı” olarak ilan edilmiĢtir. Bakliyatlar bitkisel kaynaklı protein
kaynağı oldukları için koroner kalp hastalıkları ve damar sertliğine sebebiyet
veren kolesterolü içermezler. Karbonhidrat içermelerine rağmen lif
içerdikleri için yavaĢ sindirilirler. Böylece hem bağırsak hareketlerini
düzenleyip, kalın bağırsak ve mide kanserlerini, kabızlığı ve mide
tembelliğini önler hem de kan Ģekerini hızlı yükseltmeden enerji sağlarlar.
Baklagillerin obezite, Tip-2 diyabet, kalp ve damar hastalıkları ve de kanseri
önlemede etkin rol oynadıklarını gösteren pek çok araĢtırma bulunmaktadır.
Anahtar kelimeler: Baklagiller, “Bakliyat Yılı”, bitkisel kaynaklı protein,
sağlık
1.BAKLAGĠLLER
Dünyanın değiĢik yerlerinde ilk tarım toplumlarının çoğunun hem
tahıl hem de baklagil bitkilerini ekip biçtikleri görülmektedir. Bunun sebebi
tahıllar ve baklagillerin yüksek besin değerleri ve depolanabilme
özelliklerinden ileri gelmektedir. (Graham, ve diğerleri 2008).
259
Tahıl veya diğer adıyla hububat mısır, pirinç, buğday, arpa, darı,
yulaf, çavdar, karabuğday, kinoa ve sorgumdur. Bakliyat veya baklagiller
ise oldukça geniĢ bir familyadır. Bizde yaygın bilinen türleri; kuru fasulye,
soya fasulyesi, benekli fasulye, taze fasulye, maĢ fasulyesi, lima fasulyesi,
nohut, barbunya, kuru börülce, bezelye, mercimekler ve bakla‟dır (Graham,
ve diğerleri 2008).
Baklagiller (Leguminosae) dünyanın en geniĢ üç familyasından
biridir. YaklaĢık olarak 700 cins ve 18.000 – 20.000 civarında tür bulunan bu
grup genellikle tek veya çok yıllık ot, çalı ve ağaç formunda bitkilerden
oluĢmaktadır. Bu familya kutuplar hariç dünyanın hemen her tarafındadır.
Ġnsan yiyeceği ve hayvan yeminin yanı sıra, çok sayıda süs bitkisi cinslerini
de içerdiğinden bu kadar geniĢtir. Baklagiller tanelerindeki yüksek protein
ve vitaminler nedeniyle oldukça sağlıklı bir insan gıdasıdır. Taneleri gibi
meyveleri de sebze olarak tüketilmektedir. Aynı zamanda yağ bitkisi olarak
da kullanılır. Buna örnek olarak soya fasulyesi verilebilir (Ceyhan 2007).
Baklagiller hayvan yemi olarak da kullanılırlar. Baklagiller köklerinde
oluĢan nodüller içerisindeki Rhizobium bakterileri sayesinde havadaki azotu
fiske edebilme özelliğine sahiptirler. Genelde gereksinim duydukları azotun
yaklaĢık %70‟ini bu yolla karĢılarlar. (Ceyhan 2007).
1.1.Baklagillerin Besin Değeri
Hayvansal kaynaklı ürünlere göre daha ucuz olan kuru baklagiller,
proteinin yetersiz olduğu toplumlarda protein ihtiyacının karĢılanmasında
önemlidir. Et, yumurta bulunmadığı zaman, kuru baklagiller diyette
artırılarak protein gereksinimi karĢılanabilir. Ancak proteinin kalitesi
düĢüktür. Bunun nedeni, kükürtlü aminoasitlerden sınırlı oluĢu ve içerdiği
posa sebebiyle sindirimlerinin güçlüğüdür. Bu nedenle proteinin biyolojik
değeri %70 „in altındadır. BileĢimlerinin önemli kısmını karbonhidratlar
oluĢturur. Kuru baklagillerin besin değerleri Tablo 1‟de verilmiĢtir(MEB
2011).
260
1.2.Sağlık Ġçin Baklagil
Kuru baklagiller yağ, doymuĢ yağ ve kolesterolden fakir
karbonhidratlar ile posadan zengin bitkisel protein kaynağı besinlerdir. Bu
özellikleri nedeni ile kan kolesterolünü düĢürücü etkileri vardır. Buda
kolestrolün neden olduğu koroner kalp hastalıklarını ve damar sertliğini
önleyici etki gösterir (Samur 2008). Karbonhidrat içermelerine rağmen lif
içerdikleri için yavaĢ sindirilirler. Böylece hem bağırsak hareketlerini
düzenleyip, kalın bağırsak ve mide kanserlerini, kabızlığı ve mide
tembelliğini önler hem de kan Ģekerini hızlı yükseltmeden enerji sağlarlar
(MEB 2011). Baklagillerin obezite, Tip-2 diyabet, kalp ve damar hastalıkları
ve de kanseri önlemede etkin rol oynadıklarını gösteren pek çok araĢtırma
bulunmaktadır. Yapılan çalıĢmalar kuru baklagillerde de kanserden
koruyucu maddelerin bol miktarda bulunduğunu göstermektedir(Gençtürk
2007).
261
2.BAKLAGĠL ÇEġĠTLERĠ
2.1.Kuru Fasulye
Türkiye'de üretimi yapılan fasulyelerin hepsi Phaseolus vulgaris'tir.
Bu çeĢide giren kuru fasulyelerin renkleri beyaz, Ģekilleri dolgunca yassı,
genel olarak danelerin bir ucu düz, diğer uçları yuvarlak ve iricedir. Protein
bakımından zengin olup çok lezzetlidirler. Kuru fasulyelerin protein, çeĢitli
vitamin, diğer besin maddeleri ile beslenme ve sağlık üzerinde pek çok yeri
vardır (Ceyhan 2007). Fasülyelerde mevcut bulunan vitaminler besin değeri
Tablo 1‟de verilmiĢtir.
2.2.Barbunya
Memleketimizde sırık ve yer çeĢitleri olarak geniĢ ölçüde yetiĢtirilen
ve tüketilen barbunya, yaĢ meyvesi, taze ve kuru tanesi yenilen çok lezzetli
bir çeĢittir. Ġçindeki tohumları henüz geliĢmeye baĢladığı devrelerde bakla
rengi yeĢil ve üzerinde çok hafif çeĢitli renk tonlarında kırmızı lekeler
bulunur. Taneler irileĢtikçe bakla rengi yeĢilden sarıya döner ve üzerindeki
kırmızı-mor lekeler daha farklı bir hale gelir. Bakla 10-15 cm. uzunluğunda
ve ortalama 1 cm. geniĢliktedir. Bu çeĢide giren kuru dane renkleri koyu kirli
sarı veya düz bej zemin üzerine çizgili, serpme lekeli, alacalı açık viĢne
çürüğü rengindedir. Dane Ģekilleri yuvarlak veya yuvarlağa yakın ovaldir.
Uygun Ģartlarda 50-60 günde taze olgunluğuna, 120 -150 günde kuru
olgunluğuna gelmektedir. Kılçıklı bir çeĢittir. (Ceyhan 2007). Besin değeri
Tablo 1‟de verilmektedir.
2.3.Nohut
Nohut (Cicer arietinum L ) içerdiği zengin ham protein oranı (%
16,4-31,12) ve karbonhidrat değerleri bakımından önemli bir baklagil
bitkisidir. Yemeklik, leblebilik ve hatta geliĢmiĢ ülkelerde hayvansal gıda
olarak kullanılabilen bir bakliyattır. Ayrıca baklagiller içerisinde düĢük ve
yüksek sıcaklığa dayanıklıdır (Uzun ve ark., 2012 ). Kuru Nohut
(PiĢmiĢ), karbonhidrat, protein, B grubu vitaminleri, potasyum, fosfor,
demir, çinko ve lif içeriği yüksek bir besindir. Besin değeri Tablo 1‟de
verilmektedir.
2.4.Bakla
Bakla baĢta Akdeniz olmak üzere Hindistan, Pakistan ve Çin‟de önemli bir
gıda maddesidir. Hayvan beslenmesi amacıyla yaygın olarak kullanılan
262
tarımsal bir üründür. Tanelerinde yüksek oranda protein içerir. Hem taze
hem de kuru olarak tüketilebilen değerli bir bitkisel protein kaynağıdır.
Karbonhidrat içeriğinin yanı sıra lif ve mineral açısından da zengin olan
bakla kolesterol düĢürücü bir etkiye de sahiptir. Bakla yemeklik tane
baklagiller içinde mercimek, nohut ve kuru fasulyeden sonra 4. sırada yer
alır. Diğer tüm tarımsal ürünler gibi, ıĢığa sıcaklığa ve neme duyarlı olan
bakla hasat iĢleminden hemen sonra her hangi bir iĢlem görmez ise hızlı bir
Ģekilde bozulmaktadır. Bakla, karbonhidrat, protein, potasyum, fosfor,
magnezyum, demir içeriği yüksek bir besindir. Yüksek lif içeriği sayesinde
oldukça doyurucudur (AlibaĢ ve Okursoy., 2012).
2.5.Bezelye
Bezelye (Pisum sativum), baklagillerden (Fabaceae) taze, yeĢil kabuğu
ile taneleri ya da yalnız taneleri yenilen bir bitki türüdür. Meyvesi bakla veya
fasulyeye benzer, tohumları bir kılıf içerisinde dizilmiĢtir. Dünyada yaygın
bir Ģekilde yetiĢtirilmektedir. Türkiye'de ise diğer sebzeler ve fasülye kadar
değilse bile yine de bol miktarda yetiĢtirilir.
NiĢasta, lif, antioksidan, karoten ve de protein oranı oldukça yüksek
bir sebzedir. C vitamini yönünden diğer baklagillere göre daha zengindir.
Ġçeriğinde ayrıca A vitamini, B vitamini, demir, fosfor ve potasyum gibi
mineralleri barındırır. Bezelye, içerdikleri protein oranının yüksek olması,
konserve ve dondurulmuĢ gıda sanayinde kullanılması nedeniyle, insan
beslenmesinde önemli bir yere sahiptir (Ceyhan 2007).
2.6.Mercimek
Neolitik dönemden beri bilinen en eski kültür bitkilerinden olan
mercimek toprak seçiciliğinin az olması, kıĢa ve kurağa daha fazla
dayanması yönünden özel bir öneme sahiptir. Proteinini oluĢturan amino
asitlerin kaliteli olması yanında içerdiği önemli vitamin ve mineraller insan
beslenmesi, samanı ise hayvan beslenmesi için önem arz etmektedir.
Karbonhidrat, protein, demir, potasyum içeriği yüksek bir besindir. Kırmızı,
yeĢil veya yöresine göre kara mercimek olarak da bulunur.
3.SONUÇLAR
Baklagiller, uzun yıllar boyunca toplumların her kesimi tarafından çok
tüketilmiĢtir. Baklagiller tanelerindeki yüksek protein ve vitaminler
nedeniyle iyi bir insan yiyeceğidir. Yalnız taneleri değil, aynı zamanda
meyveleri de sebze olarak tüketilmektedir. Konserve olarak, dondurularak,
kurutularak veya tanelerinden un elde edilerek de değerlendirilebilirler. Soya
263
fasulyesi ve yerfıstığı gibi baklagiller yağ bitkisi olarak da kullanılır.
Bakliyatlar bitkisel kaynaklı protein kaynağı oldukları için koroner kalp
hastalıkları ve damar sertliğine sebebiyet veren kolesterolü içermezler.
Karbonhidrat içermelerine rağmen lif içerdikleri için yavaĢ sindirilirler.
Böylece hem bağırsak hareketlerini düzenleyip, kalın bağırsak ve mide
kanserlerini, kabızlığı ve mide tembelliğini önler, hem de kan Ģekerini hızlı
yükseltmeden enerji sağlarlar. Baklagillerin obezite, Tip-2 diyabet, kalp ve
damar hastalıkları ve de kanseri önlemede etkin rol oynadıklarını gösteren
pek çok araĢtırma bulunmaktadır.
4.KAYNAKLAR
AlibaĢ, Ġ., Okursoy,R.,(2012). Baklanın Vakum, Su ve Havayla Soğutulması
Sırasındaki Bazı ĠĢletim Parametreleri ve Depolanması Sırasındaki Kalite
Parametrelerinin
Belirlenmesine
Yönelik
KarĢılaĢtırılmalı
Bir
ÇalıĢma.Tarım Makinaları Bilimi Dergisi (Journal of Agricultural
Machinery Science) 8(2), 185-197.
Ceyhan, E.,(2007). Yemeklik Tane Baklagiller Ders Notları . Selçuk
Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarla Bitkileri Bölümü, Konya.
Gençtürk, N.,(2007). Meme Kanserinden Korunma. Atatürk Üniversitesi
HemĢirelik Yüksekokulu Dergisi, 10: 4, Erzurum.
Graham, E.L., Graham,M.J. and Wilcox, W.L., (2008). Bitki Biyolojisi .
Palme yayıncılık, Ankara.
MEB.(2011).Yiyecek Ġçecek Hizmetleri Besin Grupları 541GI0003, Ankara.
Samur, G.,(2008). Kalp Damar Hastalıklarında Beslenme. Sağlık Bakanlığı
Yayın No: 728 , Ankara.
Uzun, A., Özçelik, H., Yılmaz, S. (2012). SeçilmiĢ bazı nohut (Cicer
arietinum L. ) hatlarının agronomik ve kalite özellikleri bakımından
değerlendirilmesi Akademik Ziraat Dergisi (1):29-36, Samsun.
264
BĠTKĠYE DOĞAL DESTEK
Firdevs GÖDÜÇ
Sinem ORMAN
Akdeniz Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bitki Koruma Bölümü
Akdeniz Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bitki Koruma Bölümü
ÖZET
Günümüzde sanayileĢmiĢ bazı ülkelerde her elli kiĢiden sadece birisi
tarımla uğraĢıyor. Tarımda etkili yöntemlerin geliĢmesiyle ve artan insan
nüfusuna yetebilmek daha fazla verimli ve kaliteli ürünler elde edebilmek
için biyoteknolojik uygulamaları ve ilaçlı mücadeleye baĢvurduk. Örneğin
kullanılan yanlıĢ tarım tekniğinin gübreleme, hormon, büyüme
düzenleyicileri ve antibiyotik gibi yapay kimyasal maddelerin oluĢturduğu
çevre ve sağlık sorunlarım bizlere yeni kapılar aratmıĢtır. Ġzlenme kadar
ilaçlı tarımı minimum hale getirmeye ÇalıĢsak da herhangi bir zirai ilaç
dükkanına girdiğimizde gözünüze en çok organik ibaresi çarpıyor. Tamamen
göz boyama ve pazarlama stratejisi altında geliĢtirildiğinden dünyanın her
tarafında böyledir. Kimyasal tarım organik tarıma oranla daha ucuz ve daha
fazla ürün elde etmemiz de yardımcı olur.
Fakat bizler bitkiye hastalıktan korumak için ilaç atmak yerine
kültürel ve fiziksel yöntemlere baĢvururken bitki hastalıktan sonra yararlı
olabileceğini bildiğimiz doğal yöntemler kullanmalıyız. Örneğin faydalı
böcekler, tuzak bitkiler, ev yapımı doğal tarım ilaçları ve ev yapımı
kompostlar örnek verilebilir. Bizim üstünde duracağımız doğallık ise ev
yapımı tarımsal ürünler olacaktır.
Anahtar kelimeler: Organik ilaç, modern tarım, doğal mücadele
GĠRĠġ
Neden ev yapımı bitki ilaçları
YetiĢtirdiğimiz bitkiler sık sık zararlı varlıkların saldırısına uğrarlar.
Bu da bize çevreye ve insan sağlığına zararlı olduğunu bildiğiniz bir takım
zirai ilaç kullanmaya mecbur bırakır. Zirai ilaç kullanımı zararlı olduğu gibi
zamanında ve dozunda kullanılmazsa verdiği zarar daha da artabilir. “Bu
maddeleri kullanmamak en iyisi” diye düĢünsek de mecburen kullanıyoruz.
Bu ilaçlar sağlığımıza tahmin edemeyeceğiniz kadar zarar veriyor.
Neyse ki zararlılarla mücadelede baĢka bir yöntemimiz daha var:‟ Ev
yapımı bitki ilaçları.‟
Uygulamada önemli husus lar
- Öncelikle küçük bir alanda döneme yapılmalı 24 saat içerisinde
zararı olmazsa bütün alana kaplama yapılmalıdır.
265
- GüneĢ altında yapılmamalıdır.
-Gecede yapılmamalı Mümkünse bitki geceyi kuru girmeli.
-Ev yapımı bitki ilaçları yağmurda yıkanacağı unutulmamalı ve
uygulama tekrarlanmalıdır.
-Bazı karıĢımlar cildi tahriĢ edebilir.
Gübre ġerbeti Nedir?
Uygun bir kova veya teneke içine birkaç kürek gübre konur ve
üzerine su doldurulur. Ağzı kapatılır. 3-4 gün bekletilir. Sebzeler
toplandıktan sonra su verilir. Bu sırada evlekler su doluyken gübre Ģerbeti
karıkların arasına dökülür. Evlerde saksılara bir çay bardağı vermek
yeterlidir. KuĢ gübreleri her zaman böyle kullanılmalıdır.Yalnız bunların
bekleme süresi 8-10 gün olmalıdır. Bitkileri yakmamak için daha az
kullanmalı ve dikkatli olunmalıdır.
Kompost (Doğal Gübre) Nedir?
Kompost bitkisel mutfak atıklarının, otların, dal, yaprak parçalarının
kısacası tüm bitkisel artıkların ve hayvan gübrelerinin bir yere yığılarak
çürütülmesinden meydana gelen, doğal bir gübredir.
Ev yapımı ilaç örnekleri
Alkol Spreyi
1-2 fincan %70′lik isoprophyl alkol 1/4 su ile karıĢtırılarak kullanılır.
SeyreltilmemiĢ alkol kullanımı bitki için risklidir. Afitler, beyaz sinek,
tripsler ve unlu bite karĢı uygulanmaktadır.
Sarımsak Spreyi
1 baĢ (bütün diĢleriyle) sarımsak,1 litre su, 1 orta boy soğan, 1 çorba
kaĢığı kırmızıbiber, 1 çorba kaĢığı sıvı sabun karıĢtırılarak hazırlanır.
Sarımsak ve soğan küçük küçük kesilerek karıĢtırılır. Su içerisine konularak
bir saat beklenir. Bir saat sonra sıvı sabun ilave edilir. KarıĢım dolapta bir
hafta bekletilebilir. Sümüklü böceklere karĢı kullanılabilir.
266
Kırmızı Tozlar
Karabiber, kırmızıbiber, dereotu, zencefilin hepsi capsaicin içerir.
Böcekler üzerinde repellent etki yapmaktadır. Sentetik capsaicin arazide
kullanılmak üzere üretilebilir. Yapılan bir çalıĢmada capsaicin‟in 28
gramının 1/25′i soğan bitkisi etrafına serpildiğinde delia antiqua‟nın
koyduğu yumurta sayısını azalttığı belirlenmiĢtir. Delia radicum‟un lahanada
ve havuçta zararını da engellemektedir. Ancak hazır paketlenmiĢ biber
tozlarının kullanımı ekonomik olmayabilir. Eğer yetiĢtirici üretimini de
kendi yapıyorsa maliyet azaltıldığı için ev yapımı ilaç kullanımı daha uygun
olacaktır.
Uygulama
sırasında
hassas
ciltlerde
tahriĢlere
neden
olabilmektedir.Uygulamada havuç, lahana veya soğan sıralarına serpilerek
uygulanabilir. Yağmur veya sulama sonrası uygulama tekrar edilmelidir.
Bu gibi birçok malzeme ilaç olarak değerlendirilebilir.
SONUÇ
Az hasılat veren arazilerimizde kimyasal ilaçlı yöntemlere baĢvurmak yerine
ev yapımı daha ucuz tarımsal ilaç ve kompostlarla mücadele edebiliriz. Bu
bizim ve çevre sağılığı için en uygun yoldur. Unutmamalıyız ki kendimiz
kadar geleceğimiz içinde sorumluyuz.
KAYNAKÇA
ĠlbaĢ, A.Ġ.,(2009),Organik Tarım,Eflatun Yayınları, Ankara
Sümer,S.,(2008),Bitki koruma Bilimi Nobel Yayınları,Ankara
asaskan.net modern tarım
ziraatyapma.blogspot.com.tr
267
268
ÜLKEMĠZDE ÇAYIR VE MERALAR
Uğur TOPCU
Akdeniz Üniversitesi Ziraat Fakültesi Zootekni Bölümü
ÖZET
Ülkemizin en önemli doğal kaynaklarından birisi olan çayır-meralar
hayvancılığa yem üretimi açısından büyük önem taĢıdığı, dolayısıyla
hayvancılığımızın esas itibariyle doğal çayır ve meralara dayalı bir
hayvancılık olduğu ortaya çıkmaktadır.
Hayvancılığımızın yem ihtiyacının önemli bir kısmını karĢılayan bu
doğal kaynaklarımız, yıllardan beri sürdürülen her türlü teknikten uzak bir
kullanım sonucu bozulmuĢ ve verim kapasiteleri oldukça azalmıĢtır.
Meraların iyileĢtirilmesinde en öncelikli konu tarla tarımı yapılan
alanlarda yem bitkileri yetiĢtiriciliğin önemli bir kazanç yolu olarak
benimsetilmesi gerekir. Tarlada arazisinde yem üretimi yapılırken meralara
daha az hayvan çıkarılacağından mera ıslah çalıĢmaları daha baĢarılı bir
Ģekilde yapılabilecektir.
Anahtar kelime : çayır, mera, yem bitkileri, hayvancılık
1. GĠRĠġ:
Tüm dünya ülkelerinde olduğu gibi, ülkemizin de gündemindeki en
önemli sorunu, sınırlı doğal kaynaklardan en iyi Ģekilde yararlanarak, hızla
artan nüfusun yeterli ve dengeli beslenme Ģartlarına kavuĢturulmasıdır.
Ġnsan beslenmesinde hayvansal proteinlerin yeri ve önemi çok büyüktür. Bu
yüzden, yurdumuzda ve dünyanın pek çok ülkesinde, hayvansal protein
yetersizliği, güncelliğini koruyan konuların baĢında gelmektedir.
Yurdumuzda sayı olarak bugün oldukça büyük bir hayvan varlığı
olmasına karĢın, bu hayvanların verimleri Avrupa ülkelerinin elde etmekte
olduğu verim düzeylerinin çok altında kalmaktadır.
Ülkemizde hayvansal üretimi etkileyen faktörler çok çeĢitli olup,
yem üretimi bütün bu faktörlerin yanında hayvancılığın esas sorununu
oluĢturmaktadır.
2. ÜLKEMĠZ’DE MERALAR
Son 50 yılda %70 oranında daralan mera varlığımız konusundaki
istatistikler çeliĢmekte ve kullanılan kaynaklara göre çok önemli farklılıklar
gözlenmektedir. Ancak hiç kuĢkusuz mera varlığındaki azalıĢ, 67 yılda 41
mil ha‟dan 12.3 mil ha kadar ulaĢmıĢtır. Özellikle 4753 sayılı Çiftçiyi
269
Topraklandırma Yasası kapsamında 650.000 aileye 1928-1965 yılları
arasında 10 milyon ha arazi dağıtılmıĢ ve bu tahsis daha çok kamusal alan
olan verimli çayır-mera alanlarından gerçekleĢtirilmiĢtir.
Tarımsal mekanizasyonun ülke düzeyinde hızla geliĢmesi ve bazı
ileri teknoloji kullanımının yaygınlaĢması, meraların tarla tarımına
dönüĢtürülmesi sürecini hızlandırmıĢtır.
Anılan süreçte mera alanları hızla azalırken, orman alanları 10.4
milyon ha‟dan 21.2 milyon ha yükselmiĢ,mera olarak kullanılan yaklaĢık 10
milyon ha‟lık alan orman alanına eklenmiĢtir.
1998
çıkarılan ve
uygulanması
olmadığından,
yılında çıkarılabilen mera kanununa karĢılık,çok daha önce
ormanların korunması ve kullanımını düzenleyen yasaların
sonucu, anılan dönemde meralarla ilgili yasal koruma
mera alanları koruluk ve orman arazisine çevrilmiĢtir.
Bu kapsamda,yaklaĢık 1.5 milyon ha. orman içi mera arazisi
ağaçlandırma çalıĢmalarıyla otlatma amacıyla kullanılamaz konuma
getirilmiĢtir. Otlatma alanlarımızdaki bu daralmalar sonucu, meraları
değerlendirmede en önemli çiftlik hayvan varlığımızı simgeleyen Küçük BaĢ
Hayvanlar da sayıca yarıya inmiĢtir.
2.1. Mera ve Hayvan Varlığı ĠliĢkileri
Kurak ve yarı kurak iklim kuĢağında yer alan ülkemizde; değiĢen
iklim ve toprak özelliklerine bağlı olarak, bölgelerdeki mera alanları ile bu
meraların verimliliklerinde faklılıklar bulunmaktadır.
Mera alanı ve verimlerindeki farklılıklar bunların üzerinde otlayan
bölge hayvanlarının sayısını ve ırk kompozisyonlarını da değiĢtirmektedir.
Meralarımızın %75‟inin bulunduğu Doğu, Güneydoğu ve Orta Anadolu
bölgelerinde koyun varlığı ön plana çıkarken, meraların toplam arazi miktarı
içinde daha az yer kapladığı Karadeniz, Marmara ve Ege bölgelerinde ise
sığır varlığı ön plana çıkmaktadır. Ayrıca, engebeli alanlarda keçi ırkı
yoğunlaĢırken nispeten düz ova kesimlerde sığır sayısı artmaktadır.
Ülkemizde mera alanı ile hayvan sayısı arasındaki en önemli konu, hayvan
sayımız ile mera alanlarındaki değiĢimin farklı düzeylerde gerçekleĢmesidir.
2.2. Çayır ve meraların etkisi
Çayır ve meralarda bulunan bitki ve hayvan türleri bu alanların
biyolojik değerini arttırmakta, üzerinde ve içinde yaĢadıkları toprağın
oluĢmasına, geliĢmesine, olgunlaĢmasına katkıda bulunmaktadırlar. Bu
Ģekilde topraklar çayır mera kültürü sayesinde korunmakta, birçok canlı türü
için daha elveriĢli bir yaĢama ortamı haline gelmektedir.
270
Çayır meralar bir yandan bitki besin maddelerinin kaynağını teĢkil
ederek, diğer yandan da erozyon kontrolü ve toprak ıslahında, hatta ekim
nöbetinde rol oynayarak toprak verimliliğini arttırırlar. Çayır mera bitki
örtüsünü oluĢturan bitki türleri çok sayıda olmalarının yanında, değiĢik
özelliklere sahip olduklarından toprak ıslahında oldukça önemlidir.
Çayır ve mera alanları doğal bir ekosistem olarak sayısız bitki ve
hayvan için yaĢam ortamıdırlar. Günümüzde bu alanların doğal hayata
sağladıkları katkının daha iyi anlaĢılması ile özellikle geliĢmiĢ ülkelerde
çayır ve meralara özel bir değer verilemeye baĢlanmıĢtır. Binlerce bitki ve
hayvan türünün bu alanlarda besin ve yaĢama ortamı bularak hayatlarını
devam ettirmesi ile ekosistem kendi döngüsünü sürdürmektedir.
Böyle bir ekosistemin sağlıklı olarak devam ettirilmesi modern
insanın birçok ihtiyacını da karĢılamaktadır. Buraları, Ģehir hayatından
sıkılan insana, doğa ile baĢ baĢa olabileceği rekreasyonel amaçlı alanlar
olarak ta öne çıkmakta ayrıca kontrollü koĢullarda avcılık imkanı
vermektedir.
3.SONUÇLAR
Yurdumuzda hayvancılığın ana yem kaynağını doğal çayır ve
meralar meydana getirmektedir. Bu alanların otlatılması, bakımı, korunması
ile ilgili Mera Kanunu daha düzenli bir Ģelilde çıkartılarak uygulamaya
konulmalıdır.
Zaman içinde kanunun öngördüğü çalıĢmalar yapılarak, meraların
sınırlarının belirlenmesi, otlatma kapasitelerinin saptanması, köy ve
belediyelere tahsisinin yapılması ve daha sonra bu alanların ıslahının
yapılarak tekniğine uygun bir Ģekilde kullanılması Ģartıyla Mera Yönetim
Birliklerine teslim edilmesi ile yüzyıllardır düzensiz otlatma Ģartları altında,
baĢıboĢ bir Ģekilde kullanılan doğal kaynaklarımız içinde bulunduğu
çıkmazdan kurtarılmalıdır.
Yem bitkileri tarımının geliĢtirilmesinin yanında, mera kullanım
bilincinin çiftçilerimize aĢılanması ile bu alanlardan kamu yararı
çerçevesinde daha iyi faydalanılabilecektir.
KAYNAKÇA
http://www.fao.org
Çayır Mera ve Yem Bitkileri Tarımı Kitabı Nejdet ERGÜN
http://www.tarimsal.com
271
272
DĠJĠTAL (AKILLI) TARIM
AyĢe Hümeyra ÜNVER Fatma Betül KAYA
Akdeniz Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bahçe Bitkileri Bölümü
Akdeniz Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bahçe Bitkileri Bölümü
ÖZET
Teknolojinin giderek daha büyük bir pay aldığı tarım sektöründe,
özellikle GSM teknolojisine dayalı çözümler dikkat çekiyor. Bu hizmetlerle
bitkisel ve hayvansal ürünlerin üretilmesi, kalite ve verimliliklerinin
yükseltilmesi, uygun koĢullarda korunması, iĢlenip değerlendirilmesi ve
pazarlaması süreçlerinde üretici destekleniyor. Tarımda M2M (makineler
arası iletiĢim) çözümlerinin kullanılması dünyada da büyük ilgi gören ve
hızla yaygınlaĢan bir uygulama. Tarımsal sulama, sera ve tarım alanlarının
uzaktan yönetimi ve hayvancılık/kümes çözümlerini kapsayan akıllı tarım
çözümleri, üreticiler dıĢında sera ve fide firmalarından, yumurta üreticileri
ve sulama konusundaki yetkili kurum ve kuruluĢlara kadar geniĢ bir
yelpazeye hitap eden servislerle zenginleĢiyor.
ANAHTAR SÖZCÜKLER: M2M, teknoloji, tarım, ekonomi
1.GĠRĠġ
Türk tarımı son yıllarda yüzde 16 oranında verimlilik artıĢı sağladı.
Bakanlığımızın desteklerinin, teknolojik geliĢmelerle bağlantılı olarak ve
artırılarak devam ettirilmesi, tarımsal verimliliği ve sektörün
sürdürülebilirliğini sağlayacak; üretim masraflarını azaltarak çiftçilerin
gelirlerini artırmasına ve ülke ekonomisine daha büyük katkılar yapmasına
yardımcı olacaktır.
Fiyat istikrarı bakımından dengesiz bir ortama sahip olan tarım
sektöründe ithal teknolojilerin, kullanılması faktör maliyetlerini de arttıracak
ve dolayısıyla üretimin pahalıya elde edilmesine sebep olacaktır. Üretimdeki
gelir ve fiyat dengesizliğini gidermek amacıyla yapılan devlet müdahaleleri
zamanla ekonomi için önemli yük oluĢturmaktadır.GeliĢmekte olan
ülkelerde emeğin toprağa göre bol ve ucuz olmazı biyolojik teknoloji
talebini uyarmakta ve kullanımını da mümkün hale getirmektedir.Tarımdaki
verimlilik artıĢını, sanayileĢme durumu ile paralel olarak ele almak gerekir.
Çünkü tarımda teknoloji kullanımı ile verimlilik aynı anlama gelmektedir.
Tarımsal eğitim düzeyinin geliĢtirilmesine paralel olarak ortaya
çıkan en önemli sorun da tarımsal yayım faaliyetidir. Tarımsal yayım,
tarımla ilgili araĢtırmacılar teknoloji üretenler ile tarımda üretim
faaliyetlerine katılanlar arasındaki iliĢkiyi ortaya koyan ve geliĢtiren önemli
bir faktördür.
273
Ülkemizde tarımda teknolojiden yararlanma eğilimleri 1850‟li
yıllarda baĢlar. Tarımsal üretimde azalan insan gücü nedeniyle, traktör baĢta
olmak üzere, çeĢitli tarım alet ve makineleri, baĢta Almanya olmak üzere,
çeĢitli Avrupa ülkelerinden ithal edilmiĢtir.
2.TARIMDA TEKNOLOJĠYĠ DESTEKLEYEN PROJELER
2.1.TARSEY
Tarsey projesi; 2008 yılında “Tarımsal Rekolte Tahmin ve Kuraklık
Ġzleme(TARĠT)” ismiyle pilot proje olarak faaliyetlerine baĢlamıĢ, 2011
yılında “Tarımsal Üretim Kayıt Sistemi (TARBĠL)” olarak çalıĢmalarını
geliĢtirmiĢtir. Son olarak 25 ġubat 2015 tarihinde projenin tanıtımı Gıda
Tarım ve Hayvancılık Bakanı Mehdi EKER tarafından BaĢbakan Ahmet
Davutoğlu'nun da katılımlarıyla, yeni ismi “Entegre Yönetim Bilgi Sistemi
(TARSEY)” ismiyle basına tanıtılmıĢtır.
TARSEY, iki ana temel üzerine oturtulmuĢtur. Birincisi ülke
genelinde kurulacak zirai ve meteorolojik istasyonlar vasıtasıyla atmosferden
toplanacak iklimsel parametrelerin, toprak sıcaklığı, nemi gibi topraktan
alınacak verilerin, fenolojik gözlemlere yönelik görsel kayıtların
sağlanacağı, çeĢitli ürünler için, toprak- topografya-iklimsel veriler, verim
iliĢkisinin çıkarılacağı, ülkesel meteorolojik ağın kurulmasına katkı
sağlanacağı, iklim değiĢikliği ve kuraklığın izlenmesinin gerçekleĢtirileceği,
uydu görüntüleri ve yersel ölçümlerden (meteorolojik ve zirai istasyonlar)
elde edilen verilerin iĢlenmesi suretiyle, ulusal ürün rekolte tahmini‟nin
yapılacağı tarım alanlarının ve yıllık ekim alanlarının belirleneceği bir
projedir. TARSEY'in diğer temeli ise Tarım Bilgi Sistemi (TBS) ve Mobil
uygulama çalıĢmalarıdır. Tarım Bilgi Sistemi (TBS), Türkiye genelinde tüm
tarımsal aktivitelere ait bilgi, belge ve süreçlerin faaliyet türlerine göre
gruplandığı, takibinin sağlandığı, tüm kurumsal yetkilendirme ve denetleme
süreçlerinin yapılabildiği, ilgili tüm süreçlere ait veri envanterinin entegre
bir Ģekilde takip edilebildiği bir bilgi sistemidir.
2.2.Turkcell Akıllı Tarım
Turkcellli çiftçiler akıllı tarım uygulamalarını kullanarak üretimden
pazarlamaya tasarruf sağlıyor. Çiftçiler seralardaki ısı ve nem oranlarından
hayvanların kızgınlık dönemlerine kadar tüm süreçleri Turkcell sayesinde
takip edebiliyor. Teknolojinin giderek daha büyük bir pay aldığı tarım
274
sektöründe, özellikle GSM teknolojisine dayalı çözümler dikkat çekiyor. Bu
hizmetlerle bitkisel ve hayvansal ürünlerin üretilmesi, kalite ve
verimliliklerinin yükseltilmesi, uygun koĢullarda korunması, iĢlenip
değerlendirilmesi ve pazarlaması süreçlerinde üretici destekleniyor. Tarımda
M2M (makineler arası iletiĢim) çözümlerinin kullanılması dünyada da
büyük ilgi gören ve hızla yaygınlaĢan bir uygulama. Tarımsal sulama, sera
ve tarım alanlarının uzaktan yönetimi ve hayvancılık/kümes çözümlerini
kapsayan Turkcell Akıllı Tarım çözümleri, üreticiler dıĢında sera ve fide
firmalarından, yumurta üreticileri ve sulama konusundaki yetkili kurum ve
kuruluĢlara kadar geniĢ bir yelpazeye hitap eden servislerle zenginleĢiyor.
3.TARIMDA MUCĠZE ÜLKE:HOLLANDA
Avrupa‟nın en küçük ve en yoğun nüfusuna sahip olan Hollanda‟nın
tarım alanları Türkiye yüzölçümünün yedide biri kadar ama 2014‟te
gerçekleĢtirdiği tarımsal ihracat 80.7 milyar Euro (90 milyar Dolar)
seviyesinde.
Belki de ABD‟den sonra dünyanın en büyük ikinci tarım ihracatçısı
olması, Hollanda‟nın tarım konusu açıldığında gündeme gelmesinin ana
sebeplerinden birisi.
Peki, biyoçeĢitliliğin Avrupa'da en az olduğu ülke konumundaki
Hollanda nasıl oldu da kıt kaynak ve zor Ģartlara rağmen tarımda böyle bir
ekonomik güce, kapasiteye ulaĢtı?
Hollanda‟nın baĢarısı doğru destekleme politikaları ile yön verilen
üretim, pazarlama ve dağıtım ağı sisteminin birlikte iĢleyiĢinden geliyor.
Ancak bu sistemin en önemli ayaklarından biri de eğitim ve Ar-Ge
çalıĢmalarının temelinin atıldığı üniversiteler.
Hollanda‟da üniversitelerin tarımda odaklandığı ana konuların
baĢında, gıda üretimi, gıda tüketim artıĢı, yaĢam alanı, gıda sağlığı ve geçim
var. Üniversitelerin gıda üretimi konusunda asıl odak noktası az girdi ile iki
katı ürün alarak verimi artırmak. Buna “24‟üncü Yüzyıl” tarımı deniyor.
Üniversitelerde araĢtırma amacıyla oluĢturulan tarla ve seralar, tarımdaki
yeni geliĢmeler hakkında bilgi almak isteyen bütün üreticilere açık.
Üniversitelerdeki araĢtırmalar, üretici-devlet-özel sektör ortaklığı ile
destekleniyor. Hollandalılar bu iĢbirliğine, “BaĢarıyı sağlayan altın üçgen”
adını veriyor.
275
BaĢarının ana unsuru 'Bir Ģey üzerine odaklanıp beraber çalıĢmak'
olarak tanımlanıyor. Bu da sektörü daha güçlü ve ekonomik açıdan daha
mücadele edilebilir hale getiriyor.
4.SONUÇ
Teknoloji ürün verimini artırmaz, doğru ve bilinçli bir Ģekilde
kullanıldığında üretim maliyetlerini azaltarak karlılığın artırılmasında etkili
olur.
5.KAYNAK
http://www.otomasyondergisi.com.tr/arsiv/yazi/77-turkcellden-13-milyonciftciye-akilli-tarim-cozumleri#sthash.hiQq47GR.dpuf
http://www.tzob.org.tr/Bas%C4%B1n-Odas%C4%B1/G%C3%BCncelHaberler/ArtMID/649/ArticleID/63/tar%C4%B1mda-verimlili%C4%9Finmotoru-teknoloji
http://haber.star.com.tr/teknoloji/turkcell-akilli-tarim-cozumleri-ile-ciftcininyaninda/haber-1022452
http://www.ekodialog.com/konular/tarim_eko/tarim_verim1.html
http://www.turkishtimedergi.com/tarim/tarima-yon-veren-10-yeni-teknoloji/
http://haber.star.com.tr/teknoloji/turkcell-akilli-tarim-cozumleri-ile-ciftcininyaninda/haber-1022452
http://www.businessht.com.tr/haber/haber/1072193-tarimda-hollandamucizesi
https://gezimanya.com/GeziNotlari/tarimda-mucize-yaratan-ulke-hollanda
http://www.gencziraat.com/Haberler/Turk-tarimi-icin-cikis-yolu-Hollandamodeli-4.html
276
BĠTKĠSEL ÜRETĠMDE VERĠM VE KALĠTE AMACIYLA
BĠYOTEKNOLOJĠK YÖNTEMLERĠN KULLANIMI
AyĢenur GÜZEL
Akdeniz Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarım Ekonomisi Bölümü
ÖZET
Günümüz dünyasında yüksek nüfus problemi gerçekten önemli bir
sorundur. Ġlerleyen zamanlarda hızla azalması beklenen tarım alanları
beslenme sorununu da ortaya çıkaracaktır. Ekilebilir alanları artırmak
mümkün olmayacağı gibi tarım alanında kullanılacak su kaynakları da aynı
problemler nedeniyle oldukça azalmaktadır. Çözüm ise birim alandan alınan
ürün miktarının artırılmasında yatmaktadır. Klasik ıslah yöntemleriyle
verim artıĢında sınıra gelindiği göz önünde bulundurulduğunda bitki ıslah
çalıĢmalarında
modern
biyoteknolojik
yöntemlerin
kullanılması
kaçınılmazdır.
Günümüzde Genetik Mühendisliğinden faydalanılarak transgenik
ürünlere yapılan değiĢikliklerin büyük çoğunluğunun; böceklere
dayanıklılık, virüslere dayanıklılık ve en yaygını olan herbisitlere
dayanıklılık gibi yetenekler olduğunu görebiliriz. Bunlar çiftçilerin üretim
maliyetlerini önemli ölçüde azaltmaktadır.
Özet olarak söylemek gerekirse modern gen teknolojileri
(biyoteknoloji) tarımsal üretimin yükseltilmesine önemli imkânlar
sağlamaktadır. Burada öncelikli olan sürdürülebilir tarım tekniklerinin
uygulanmasında biyotik ve abiyotik stres koĢullarına dayanıklı, yüksek
verimli ve kaliteli bitki çeĢitlerinin geliĢtirilmesidir. Türkiye gibi zengin gen
kaynaklarına sahip geliĢmekte olan ülkelerin, öncelikli alanlarını saptayarak
moleküler biyoloji çalıĢmaları için yeterli altyapıyı oluĢturmaları ve kritik
kitleyi oluĢturacak sayıda yetkin araĢtırmacı yetiĢtirmeleri, ellerindeki
potansiyeli en iyi Ģekilde değerlendirmelerine yardımcı olacaktır.
ANAHTAR KELĠMELER : Tarım, Üretim, Biyoteknoloji, Verim
1.GĠRĠġ
Öncelikli olarak biyoteknolojinin ne olduğunu bilmemiz gerekir.
Biyoteknoloji; belirli bir amaca hizmet etmek üzere ürün üretildiği ya da
değiĢikliğe uğratıldığı, bunlar yapılırken de biyolojik sistemlerin, canlı
organizmaların veya türevlerinin kullanıldığı teknolojik uygulamalar olarak
tanımlanır.
277
Tarım; canlı yaĢamının var olmasından beri süregelen ve insanın en
temel ihtiyacı olan beslenmeyi karĢılayan tek üretim biçimidir. Tarımsal
faaliyetler çok eski zamanlara dayanmasına rağmen; dünya nüfusunun
artması, endüstriyel ve teknolojik geliĢmeler ve dünyanın küresel düzene
geçmesi gibi etkenlerle en büyük üretim artıĢı geçtiğimiz yüzyıllarda
olmuĢtur.
2.TARIMSAL BĠYOTEKNOLOJĠ
Günümüzde yeryüzündeki toprak sayısı sınırlı durumdadır. Ayrıca
giderek artan çevre faktörleri de dikkate alındığında artan nüfus ile beraber
önümüzdeki yıllarda yetersiz besin alımı, hatta açlık sorunu ile karĢı karĢıya
kalınması bir gerçektir.
Dünyada ekim alanlarını artırmak mümkün olmayacağı için ürün
verimini arttırmak ve marjinal alanlar olarak bilinen tuzlu, kurak ve soğuk
alanların da kullanılması gerekmektedir. Ancak, bitkisel üretimi sınırlayan
birçok fiziksel ve kimyasal problemler bulunmaktadır. Ayrıca, dünyanın
büyük bir kısmında özellikle geliĢmekte olan ülkelerde vitamin eksikliği ve
bu eksikliklere bağlı sağlık sorunları bulunmaktadır.
Ġnsanlar tarım yapmaya baĢladığından beri tarım ürünlerini ve
hayvanları bir çeĢit seçilime tabi tutarak bunların belli özellikleri
kazanmasını sağlamaktadır. Geleneksel bitki ya da hayvan ıslahı olarak
bilinen bu yöntemle, istenen özellikleri bir arada taĢıyan bitki ve hayvan
soyları elde edilmeye çalıĢılmaktadır. Ancak bu yöntem doğal yollarla
yapıldığı için sonuç çok uzun zamanda almaktadır. Genetik mühendisliğiyle
yapılan değiĢiklikler ise çok daha kısa sürelerde gerçekleĢtirilmektedir. Bu
nedenle modern biyoteknoloji özellikle tarımda geniĢ bir kullanım alanı
bulmuĢtur. Yüksek miktarda ve kalitede ürün almak amacıyla bitkilerin
genetik yapıları değiĢtirilebilmektedir. En çok üzerinde çalıĢılan özellikler,
virüs ve böceklerin neden olduğu hastalıklara, kuraklık, tuzluluk, soğuk gibi
çevresel koĢullara ve yabani ot ilaçlarına karĢı dayanıklılık, meyve
olgunlaĢma sürecinin değiĢtirilmesi, raf ve depolama ömrünün uzatılması ile
lezzet ve besin değerinin artırılmasıdır
Biyoteknoloji, baĢta genetik olarak değiĢtirilmiĢ tohumların
geliĢtirilmesi olmak üzere değiĢik yöntemler ile tarımsal verimin artırılması,
ürün elde etmek için gereken su ve gübre gibi girdilerin azaltılması, çevreye
uyumlu ve daha etkili tarım zararlıları mücadele edilmesi gibi alanlarda
kullanılmaktadır. Bütün bunlar bitkilere istenen özellikleri taĢımaları için
çeĢitli gen transferleri yapılarak elde edilmektedir.
278
3.SONUÇLAR
Dünya nüfusunun hızlı artıĢına paralel olarak beslenme, barınma ve
ısınma gibi temel sayılabilecek ihtiyaçlar da artmaktadır. Buna karĢılık
dünyada bitki ve hayvan tarımı yapılabilecek alanlar da sınırlıdır. Bu durum
özellikle doğrudan toprağa bağlı olan bitki tarımını daha ciddi boyutlarda
kısıtlamaktadır.
Dünyanın pek çok yerindeki uygulamalar ve erozyon gibi sebeplerden
dolayı tarım alanları geri dönülemez Ģekilde kullanılamaz hale gelmektedir.
Dünya nüfusuna yetecek kadar üretim yapılabilmesi için birim alandan elde
edilen verimin artırılması gerekmektedir. Bütün bunların çözümü olarak
tarımsal biyoteknoloji görülmektedir. BaĢka bir değiĢle biyoteknoloji;
genleri değiĢtirilmiĢ organizmalarla yapılan modern tarım yoluyla gıda
kıtlığının ortadan kaldırılacağı, adaletli bir Ģekilde güvenilir ve ucuz gıdaya
eriĢileceği, bütün bunların yoksul insanların ve yoksul ülkelerin lehine
olacağı düĢünülmektedir.
Tarımsal biyoteknoloji uygulamaları da, doğru organize edilmiĢ
geleneksel ıslah ve yetiĢtirme teknikleri konusundaki araĢtırmalara entegre
edildiklerinde etkili teknolojilerdir. Tarımsal, çevresel ve endüstriyel
biyoteknoloji ve geliĢmiĢ besin ve yem teknolojilerinin geliĢmesi için
Türkiye‟nin yerel biyoçeĢitliliği, geniĢ ekilebilir alanları ve kendine
yetebilen tarımsal kaynakları uygun zemin oluĢturmaktadır.
KAYNAKÇA
http://biotek.ankara.edu.tr
http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/11/1614/17387.pdf
279
280
TARIMDA TOPRAK VERĠMLĠLĠĞĠ
Denizhan DOĞAN
Akdeniz Üniversitesi Ziraat Fakültesi Toprak Bilimi Ve Bitki Besleme
Bölümü
ÖZET
Verimlilik, toprak ile bitkinin karĢılıklı uyumu ile süre gelen
kavramdır. Bir döngü içinde olan bu iliĢki birbirini tamamlayan
olgunun birer halkasıdır. Toprağın oluĢumu ile baĢlayan, ana kayanın
parçalanmaya baĢladığı ilk an, ve bitkinin yaprağını ölü örtüye
eklediği ve o yaprağın çürümesi ile devam eden verimlilik toprağın
oluĢum ana materyali ana etkendir.
Toprak türünün etkilemesinin yanında toprağın içindeki
inorganik madde miktarı da etkilemektedir. Verimlilik kıstasında
toprağa uygun türü belirlerken toprak su tutma kapasitesi, toprak altı
su durumu ve yüzey akıĢ durumu göz önüne alınarak verimlilik
indeksine eklenir. Verimliliğin yeterli olmadığı ya da toprağın
limitlere takıldığı yerler de ek müdahalelerde, gübreleme ve/veya
drenaj sistemleri, bulunulur. Örneğin;. Bitkisel materyal olarak
Karnıkara börülce çeĢidinin kullanıldığı çalıĢmada; taze börülcede
toplam verim, bakla uzunluğu, bakla eni ve bakladaki protein oranı
tespit edilmiĢtir. Kuru börülcede ise toplam verim, bitkide tane verimi,
baklada tane sayısı ve tanede protein oranı belirlenmiĢtir. Toprağın
verimliliğinin devamı için ölü örtü oluĢumunun kesilmemesi ve
erozyon ile kaybın en aza hatta mümkün ise tamamen önlenmesi
gerekmektedir.Toprak; organik ve inorganik materyallerin ayrıĢıp
parçalanması ile oluĢan, içerisinde belirli oranlarda hava ve su
bulunduran, bitkilerin ihtiyaç duyduğu besin maddelerini içeren ve
onlara durak yeri olan, yeryüzünün parçalanmıĢ üst tabakasıdır. Katı
(kil, silt, kum, humus) ve boĢluk (hava, su) kısımlardan oluĢur. Toprak
verimliliği ise bitkilerin iyi bir Ģekilde geliĢip ürün vermeleri için
ihtiyaç duydukları makro (N, P, K, Ca, Mg, S) ve mikro (Fe, Zn, Mn,
B, Cu, Mo, Cl) besin elementlerinin yeterli ve uygun oranlarda kök
bölgesinde bulunması halidir. Verimlilik ile mahsuldarlık farklı Ģeyler
olup her toprak temelde verimli olabilir, ama mahsuldar olamaz. Besin
elementleri yeterli ve dengeli olan ve fiziksel, kimyasal ve biyolojik
özellikleri düzgün olan topraklar verimli olabilir, ancak o toprağı
yöneten çiftçiler uygun yönetemezlerse yeterli ürün alamayabilirler.
Bitkiler bir ototrof canlı olarak kılcal kökleri ile mikro
porlardaki çözeltide alınabilir vaziyetteki makro ve mikro besin
281
elementlerini alarak su ile birlikte ksilem boruları ile yapraklara taĢır.
Bu ham su ve besin elementleri yapraklardaki stomalardan emilen
karbondioksit ile yapraktaki kloroplast hücrelerinde fotosentez ile
birleĢtirilerek karbonhidratlar üretilir. Bu karbonhidratlar heterotrof
canlılar olan insan ve hayvanları besler. Fotosentez kapasitesi ne kadar
yüksek, gece karanlık fazda solunum ne kadar düĢükse ürün verimi ve
kalitesi o kadar yüksek olur.
ANAHTAR KELĠMELER: toprak verimliliği, gübre , bitki besleme
.bitki besin elementleri .toprakta su kapasitesi
Toprak; organik ve inorganik materyallerin ayrıĢıp parçalanması ile
oluĢan, içerisinde belirli oranlarda hava ve su bulunduran, bitkilerin ihtiyaç
duyduğu besin maddelerini içeren ve onlara durak yeri olan, yeryüzünün
parçalanmıĢ üst tabakasıdır. Katı (kil, silt, kum, humus) ve boĢluk (hava, su)
kısımlardan oluĢur. Toprakta bilimsel anlamda en yüksek verimin elde
edilmesinde en önemli koĢul,toprak özelliklerinin iyi bilinmesi,yeteneklerine
ve sürdürülebilirlik esasına göre kullanılmasıdır.Global nufüs artıĢı ile
birlikte toprakların bozulması,verimde daha fazla artıĢ beklentisi ayrıca elde
edilen gıdalarda güvenilirliğin aranması koloik tarıma yönelmede büyük rol
oynamaktadır.
Verimli bir toprak denildiğinde,organik madde ve biyolojık
aktıvıtede yüksek düzeyin,ufalanabilir sitabil agregatların, bitki köklerinin
kolaylıkla hareket edebildiği bir ortamın ve yüzeyde suyun kolaylıkla infiltre
olabildiği bir toprak yapısı akla gelmektedir.ayrıca bunların yanında toprağın
istediği besin elementlerini toprak için sağlayabilmektir.Toprakta yeterli
düzeyde besin maddesi olması bitkinin bu besinlerden tam olarak
yararlanacağını ifade etmez.Yeterli besin maddeleri yanında toprağın çeĢitli
özelliklerinin de (özellikle pH ve EC değerinin) uygun olması
gerekir.Whalen ve Chang (2002) tarafından tarımsal uygulamalarda toprak
organik madde içeriğinin arttırılmasının topraklarda ki agregatlaĢma ve
agregat stabilitesini arttırdığı bildirilmiĢtir.Gagnon vd( 2001) tarafından,
insentif patates yetiĢtiriciliği yapılan tarım topraklarının organik madde
içeriklerinin ve mikrobiyal aktivitelerinin düĢük olduğu ve bu toprakların
kalite ve verimlilik düzeylerinin arttırılabileceği bildirilmiĢtir.
Toprak kalitesi ve verimliliği sağlıklı bitkisel üretimde optımal
yetiĢticilik için toprağın zengin besin elementi kaynağı olması,kirlilik ve
besin elementi kaybını azaltmada toprağın kapasitesi ile bitkiler üzerinde ki
çevresel streslerin en aza indirgenmesinde toprağın uygunluğudur.
VERĠMLĠ BĠR TOPRAK NELER ĠSTER?
-Toprağın Fiziksel yapısı(strüktürü)
282
-Toprağın Organik Madde Düzeyi
-Toprağın pH Değeri
-Toprağın EC Değeri
-Bitki Besin Elementleri ve Düzeyleri
1-TOPRAĞIN FĠZĠKSEL YAPISI
Toprağın fiziksel özellikleri; toprağın derinliği, taneliliği, iç yapısı
(strüktürü) ve gözenekliliği, sıkılığı, taĢlılığı ve bunlara bağlı olarak toprak
suyu, toprak havası, toprağın sıcaklığı ve rengi gibi konuları kapsar. Toprak
verimliliğinin ilk basamağıdır,bir toprağın ana kayasının yapısı ne kadar iyi
ise bu da toprak fiziğine yansıyacaktır.zamanla toprak yorulacağından biz
toprakçılar da toprağın iyileĢmesine ,direnmesine yardımcı olacağız.
2-TOPRAĞIN ORGANĠK MADDE DÜZEYĠ
Ülkemizin coğrafyasının engebeli bir topoğrafyaya sahip olması ve
buna hatalı tarım tekniklerinin de eklenmesiyle topraklar kolaylıkla
bozulmakta ve içerisinde ki organik madde miktarı da azalmaktadır. Ġdeal bir
tarla toprağında % 5 oranında organik madde bulunması gerekir. Oysa
Türkiye genelinde olduğu gibi, bölgemiz topraklarında da organik madde %
1‟in altına düĢmüĢtür. Organik madde yetersizliği, toprağın küme yapıdan
teksel yapıya geçiĢini hızlandırmakta, havalanma, ısınma, su emme
kapasitesi baĢta olmak üzere birçok özelliğini olumsuz yönde etkilemektedir.
Sulanan alanlarda organik madde yetersizliği daha belirgindir.
TABĠAT ANANIN GĠZEMLĠ HEDĠYESĠ HUMĠK MADDELER
Toprak organik maddesicanlı,cansız yada çürümüĢ olan tüm organik
maddeleri içeren bir terimdir.Tamamen çürümüĢ organik yapılar HUMUS
olarak adlandırılır humik maddeler;
HUMİN MADDELER
FÜLVİK ASİT
HÜMİK ASİT
-Açık sarı
-Koyu kahverengi
-sarı,kahverengi
-Gri,siyah
283
HÜMİN
-Siyah
Humus:Toprağın %65-70 „ini oluĢturan temel maddesidir.tamamen çürümüĢ
organik maddelerden oluĢur.toprak verimliliğinde önemli rol oynar
Toprağın su tutma kapasitesini arttırır,bitkiler susuzluğa daha
dayanıklı olur,toprakta metallerle bileĢikler oluĢturur ve bitkiye daha iyi
beslenme ortamı hazırlar, verimi düĢük killi toprak zerreleri arasına girerek
daha uygun ve verimli bir geliĢme ortamı sağlar.
3- TOPRAĞIN pH DEĞERĠ
Ülkemiz topraklarının Ph değerleri genellikle alkali sınırlar
içindedir. Ġdeal tarım topraklarında Ph sınırı 6.5-6.8 arasında olması
gerekirken ülkemiz topraklarında bu sınır genellikle 7.2-8.5 arasındadır.
ĠĢte bu alkali ortam sınırları bazı besin maddelerinin bitkiler
tarafından alımını ciddi biçimde sınırlamaktadır ve besin elemtlerinin
noksanlığı gizli veya açık biçimde bitkilere yansımaktadır.bu duruma ait
bazı örnekler aĢağıda ki tablo da belirtilmiĢtir.Topraklarda adı geçen
elementlerin eksikliği görülebilir böyle durumda yaprak gübrelemesi ile
kazandırılabilir.
BĠTKĠ BESĠN ELEMENTLERĠ
Fosfor (P)
Çinko(Zn)
Demir(Fe)
Bor(B)
Mangan (Mn)
Bakır(Cu)
OPTIMUM PH SINIRLARI
6.5-7.2
5.0-7.0
4.0-7.0
5.0-7.5
5.0-6.5
5.0-7.5
4-TOPRAĞIN EC DEĞERĠ
EC, elektriksel iletkenlik anlamına gelir.
Kimyasal gübreler
tuzlardan oluĢmaktadır. Tuzlar suyun içerisinde iyonlarına ayrılıp, pozitif
veya negatif yük kazanarak elektriği iletirler. Saf su elektriği iletmez.
Ġçerisine tuz karıĢtırıldıkça elektrik iletkenliği artar. Elektriksel iletkenlik
ölçümü yapılarak sulama suyuna karıĢtırılan gübrelerin yoğunluğu
ayarlanabilir. Tuzluluk dünya topraklarının önemli sorunlarından biridir.
Tarımsal ya da peyzaj sulama uygulamalarının yanlıĢ yapılması, özellikle
doğal drenaj koĢullarının kötü olduğu kurak ve yarı kurak yerlerde tuzluluk
sorununun ortaya çıkmasına neden olabilmektedir. Sulamada kullanılan
yerüstü ve yer altı sularının tamamı da bünyelerinde erimiĢ olarak tuzları
bulundururlar. Topraktaki su buharlaĢma ve bitki kullanımıyla tüketildiğinde
geride bu tuzlar kalarak birikmektedir. Toprakta biriken tuzlar, toprağın
fiziksel ve kimyasal özelliklerini bozmakta ve bitki geliĢimini de olumsuz
yönde etkilemektedir. YetiĢtirilen bitkinin veriminde görülecek azalmalar,
284
toprak çözeltisinin konsantrasyonuna bağlı olduğu kadar, bitkinin tuza
dayanımı ile de ilgilidir
5-TOPRAĞIN TEMEL BESĠN ELEMENTLERĠ
ELEMENT
BĠTKĠDEKĠ GÖREVĠ
KAYNAĞI
Karbon
Hava
Magnezyum
Karbonhidratların yapısında bulunur,fotosentez
için önemlidir
Osmotik dengeyi sağlar,biyokimyasalların
yapısına katılır,karbonhidratların yapısında
bulunur.
Karbonhidratlaın yapısında bulunur;solunum için
gereklidir.
Proteinlerin,klorofil ve nükleik asitlerin
yapısında bulunur.
Birçok protein,koenzim,nükleik asit ve
metabolik maddelerin yapısında bulunur,enerji
transferini sağlar
Fotosentezi,karbonhidratların yerleĢimini,protein
sentezini sağlar.
Hücre duvarının bir parçasıdır,zar geçirgenliği ve
yapısında görev yapar.
Enzim aktivatörü,kloroflin yapısında bulunur.
Kükürt
Bitki proteinleri için önemlidir.
Toprak
Bor
Toprak
Klor
ġeker taĢınımı ve karbonhidrat
metabolizmasında önemli olduğu
düĢünülmektedir
Fotosentezde oksijen üretimi için önemlidir
BAKIR
Solunum için bir katalizördür
Toprak
Demir
Klorofil sentezi ve enzimlerde elektron transferi
için önemlidir.
Birçok oksidasyon ve redüksiyon sistemini
kontrol eder.
Azot fiksasyonunu ve nitratın amonyuma
dönüĢümünü sağlar.
Enzim,üreaz fonksiyonları için önemidir.tohum
çimlenmesi için önemlidir
ÇeĢitli metabolik aktiviteleri düzenleyen
enzimlere yardım
Toprak
Hidrojen
Oksijen
Azot
Fosfor
Potasyum
Kalsiyum
Mangan
Molibden
Nikel
Çinko
Su
Hava/Su
Hava/Su
Toprak
Toprak
Toprak
Toprak
Toprak
Toprak
Toprak
Toprak
Toprak
Yıllardan beri tarımda en çok istenen husus verimli toprak ,kaliteli
üründür. Kaliteli ürünün yanında ekonomik olarak da uygunluğu da
285
önemlidir.Hem üretici hem de tüketici için bu 3 unsur büyük önem
taĢır.Modern tarımın geliĢmesiyle, hava kirliliği,toprakların erozyana
uğraması, nufüs artıĢı gibi ve daha bir çok sebep nedeniyle istenen verim
elde edilemiyor.
Modern tarımın belki de en büyük dezavantajı toprağın strüktürel
yapısının bozulmasına, toprağın nitelik ve niceliklerini bozmasıdır. Toprakta
ki verim artıĢını gözlemleyebilmek için seçilen toprak yönetim metodları
tarafından toprakların dinamik özelliklerinin etkilenmesi dikkate alındığı için
önceki tartıĢmalardan farklılık göstermektedir. Buradaki farklılık yalnızca
azot,fosfor, potasyum ve toplam organik madde düzeyi gibi toprak
karakteristiklerinden ortaya çıkmamakta ayrıca toprakların biyolojik
aktıvıteleri,organik madde fraksiyonları, suyun infiltrasyonu ve strüktürel
agregasyon gibi birçok karakteriskleri de içermektedir.
Günümüzde bir çok gübreleme yöntemi uygulanmaktadır. Bunlardan
uzun süreli toprakta kalabilen ve zaman içinde yavaĢ yavaĢ parçalanabilen
humik asitlerdir.humik asit kullanımında toprakta verimin artacağı,doğal bir
denge oluĢacağı ve çevre kirliliği için endiĢelenmeye gerek
kalmayacağıdır.Yapılan çalıĢmalarda organik gübrelemenin toprağın
verimlilik düzeyini arttırdığını ve inorganik gübrelere olan ihtiyacı
bildirmiĢtir.
KAYNAKLAR
-Bitkisel Üretimde Besin Elementleri kitabından Zir. Yük. Müh. Canan
YILMAZ
-Tarım.gen.tr
-Harunbaytekin.blonger.com
-Dergipark.ulakbim.gov.tr
-DeğiĢik kökene sahip organik materyallerin Toprakların Bazı Verimlilik
Özellikleri Üzerine Etkileri(2002 Erdem Yılmaz Doktora Tezi)
-orfeteknik.com.tr
286
GENÇLERĠ TARIMDA TUTMANIN SOSYAL VE EKONOMĠK
BĠLEġENLERĠ
Gizem OKUTANSOY
Akdeniz Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarım Ekonomisi Bölümü
ÖZET
Kalkınma kavramı, genel olarak ekonomik, kültürel, sosyal ve
çevresel açıdan toplumların arzulanan yaĢam standartlarına kavuĢması ve
toplumda olumlu değiĢimlere yol açması olarak tanımlanmaktadır. Kırsal
kalkınmayı ise kırsalın her alanında eĢit ve dengeli bir biçimde kırsalda
yaĢayan bireylerin refah düzeylerinin arttırılmasına olanak tanıyan
destekleyici faaliyetlerin tümü olarak tanımlayabiliriz. Ülkeler tarım
sektörünü desteklemek amacıyla kırsal alanda geliĢmeye özel önem
vermektedirler. Bu nedenle ülkeler kırsal kalkınmaya yönelik, kırsalın en
önemli ekonomik faaliyeti olarak tarımı ön plana çıkarmaktadır. Fakat kırsal
kesimde yaĢayan gençler tarımla iç içe olmak istiyorlar mı? Bu sorunun
yanıtı ne yazık ki olumsuz. Peki, durumun nedeni nedir? ve Bu Cevabın
değiĢmesi için neler yapılmalıdır? Bu çalıĢmada ülkemizdeki gençleri
tarımda tutmanın sosyal ve ekonomik bileĢenleri irdelenecektir.
Anahtar kelimeler:Kırsal kalkınma, tarım, gençlik, gelecek.
GĠRĠġ
Ben konuma ülkemizin büyük sorunlarından olan kırsal kalkınmayı
ele alarak baĢlamak istiyorum..
Bölgelerarası geliĢmiĢlik farklılıkları, ülkeden ülkeye Ģiddeti değiĢse
de, tüm ülkelerin yapısında görülmektedir. Çoğu ülke dengeli bir kalkınmayı
sağlayamamıĢ ve bölgesel dengesizliklerin ortaya çıkardığı sosyo-ekonomik
sorunlarla mücadele etmek zorunda kalmıĢlardır. Ülkeler bu bölgesel
dengesizlikleri gidermek ve sürdürülebilir dengeli bir kalkınma süreci
yakalayabilmek için günümüzde yeni arayıĢlar içerisine girmiĢlerdir.
Türkiye‟de de bölgesel dengesizlikler uzun yıllardır kalkınma politikalarında
belirleyici olmuĢtur. Diğer bölgelere oranla; milli gelirden aldıkları pay,
istihdam oranı, eğitim düzeyi, sağlık harcamaları gibi birçok ekonomik ve
sosyal göstergeler bakımından daha ileri bir geliĢmiĢlik düzeyine sahip olan
batı bölgeleri, 2001 yılı gayri safi yurtiçi hasılanın yaklaĢık yüzde 85‟lik bir
kısmını almaktadır. Durum bu Ģekildeyken neyi atlıyor olabiliriz, nerede hata
yapıyoruz ?
287
Kırsal kalkınma konusu ile birçok proje geliĢtirilmiĢtir fakat bu
projelerin bir kısmı ilerleme gösterirken bir diğer kısmı yerinde saymaktadır.
GeliĢtirilen bu projelerden bir tanesi de KÖY-KENT PROJESĠ‟ dir. Bu
projenin amacı: sanayileĢmesi için zorunlu altyapı ve hizmetleri, Köy- Kent
Projesi ile kırsal bölge insanlarına daha kısa sürede ve daha düĢük maliyetle
sunabilecektir. Aynı zamanda, tarımsal sanayileĢmenin altyapısı da
hazırlanacaktır. Bu proje, kırsal yerleĢim biriminin daha etken ve akılcı bir
yapıya kavuĢturulması,
dağınıklığın topluluğa dönüĢtürülmesi, köye
götürülen hizmetlerde etkinliğin ve artırımın sağlanması, sanayileĢmeyi
kırsal alanlara yayarak iĢsiz ve gizli iĢsizler için Köy- Kentler‟ de iĢ
olanaklarının sunulması, anakentlerdeki plansız ve dengesiz kentleĢmenin
sakıncalarını bertaraf etmek, tarımsal düzeni değiĢtirmek gibi amaçları
kapsamaktadır.Köy- Kent Projesi, köylülükten Ģehirliliğe yumuĢak bir geçiĢ
projesidir. Bizim asıl ihtiyacımız köylülükten Ģehirliliğe geçiĢ mi köylerin
sosyalleĢtirilip cazip hala getirilmesi mi?
Köylerde kırsal alanlarda tarımla, üreticilikle uğraĢan insanların
birçoğu yaĢlı-orta yaĢlı kategorisine girmektedir. Bana kalırsa asıl sorun
burada. Gençler tarımla uğraĢmak istemiyor ya da isteyen gençler
engelleniyor bunun sebebi köylerimizde baĢta gençler olmak üzere hiçbir
yaĢ grubu için yapabilecekleri aktivite imkanı, eğlence alanı ya da kentlerde
yaptıkları aktivitelerin %80-%90 ı bulunmamaktadır ve bu durum insanların
köylerden kentlere kaçmasına doğal yaĢamdan, tarımdan uzaklaĢmasına
sebep oluyor. Tek sebep ne yazık ki bunlar değil. Bütün bunların yanında
dünyada birçok ülkede tarıma gösterilen değer ve ilgi Türkiye de aynı oranda
gösterilmiyor. Bu meslekle geçimini sağlayan köy halkıyla yapılan
röportajlar da halk maddi açıdan çok fazla sorun yaĢadıklarını, gece-gündüz
çalıĢtıklarını, emeklerinin karĢılığını alamadıklarını ve bu yüzden
çocuklarının kendi izlerinden gitmelerini istemediklerini söylüyorlar. Bu
durum bizleri gerçekten çok üzüyor. Yapılan en büyük hatalardan biri
halkımızın enselerini karartmaları bence. Ġnsanlık devam ettiği sürece temel
ihtiyaçlar da devam edecek ve tarımsal üretim bitmeyecektir. YaĢanan
sorunlar geçicidir. Bunu insanlara kanıtlamak gençlerin elindedir. Eğer
gençler Ziraat Fakültelerinde eğitimlerini alıp kendilerini geliĢtirirlerse
yürekten isteyerek bu iĢin içine girerlerse bence tarımsal anlamda çok büyük
adımlar atılacaktır. Fakat asıl sorun daha önce de söylediğim gibi gençleri
tarıma yöneltmekte.
SONUÇ
Bunun için neler yapılmalı diye düĢündüm ve bir çok PROF. ların yazılarını
gözden geçirdim. Elde ettiğim öneriler ve projeler Ģunlar ;
- Yapılan bir toplantıda Mehdi Eker, "Hükümet olarak geliĢmekte
olan, daha önce kamu yatırım ve hizmetlerinden maalesef yeteri
kadar destek almayan bölgelerde, getirdiğimiz ilave teĢvik ve
288
imkanlarla gıda, hayvancılık ve tarıma dayalı sanayi üretimini
geliĢtirmeye çalıĢıyoruz. Kimse, 'benim param yok ben destek
görmüyorum' diyemeyecek. Neden? Çünkü biz burada bir
koordinatörlük kurduk. 7 milyon liraya kadar yapılacak yatırımların
en az yarısını hibe yolu ile destekliyoruz.‟‟ DemiĢtir.
Tarımsal Nüfus GençleĢiyor
-
-
-
-
Projenin Öncelik Alanı: Kırsal kesimde yaĢayan ve ziraatle uğraĢan
genç çiftçilere mesleki eğitim verilmesi.
Proje Süresi: 3 yıl
Proje Ortaklarının Adları: Türkiye Ziraat Odaları Birliği Türkiye ĠĢ
Kurumu
Beklenen Sonuçlar: 2013 yılında 200 genç, takip eden yıllarda
eğitimlere katılan genç çiftçiler ziraat ile ilgili konularda kendilerini
geliĢtirip farkındalıklarını artırdilar,
-Eğitim sonunda yapılacak sınavda baĢarılı olan kursiyerlere
katıldığı eğitimi ifade eden geçerli bir kurs bitirme belgesi
verilecektir.
-Genç çiftçiler aldığı eğitim konusuna uygun alanlarda ve iĢlerde
istihdam edilme imkânı bulabilecektir
-Belgeli ve baĢarılı kursiyerler AB kaynaklı hibe destekli
projelerden yararlanma imkanı bulabileceklerdir.
-Eğitim verilen alanlarda üretilen ürünlerin pazara ulaĢtırılmasını
sağlamak üzere ilgili sektör temsilcileriyle gençlerin bağlantı
kurmalarını temin yoluyla ürün arz ve talebinin eĢleĢtirilmesine
yardımcı olunacaktır.
-Eğitime katılanların aldıkları eğitime uygun alanlarda faaliyet
gösteren üretim, iĢleme, ambalajlama, pazarlama vb. tarıma dayalı
sanayi tesisleri konularında bilgilendirilmeleri, söz konusu kuruluĢ
ve tesislere götürülmeleri sayesinde bilgilerin pratiğe aktarılması, bu
kurum ve kuruluĢların düzenlenen eğitimlerden haberdar olması,
pazarlama olanakları konusunda bağlantılar kurmaları için
giriĢimlerde bulunulması sağlanmıĢ olacaktır.
BaĢlıca Aktiviteler
Kırsaldaki gençlerin kırsal alanların geliĢmesine aktif olarak katılımlarının
gerçekleĢmesinde yapılabilecek baĢlıca aktiviteleri Ģu Ģekilde sıralayabiliriz :
Kırsalda tarımsal faaliyetlerde bulunacak olan gençlerin ihtiyaçları olan ve
hayati öneme sahip olan doğru bilgiye ulaĢmalarının sağlanması,
Modern tarım sektörünün ihtiyaçlarına cevap verebilecek olan entegre eğitim
yaklaĢımlarının geliĢtirilmesi,
Kırsalda elde edilen tarımsal ürünlerin katma değerini arttırmaya yönelik
gıda iĢleme ve paketleme gibi alanlarda gençlerin eğitilmesi,
289
Kırsaldaki genç giriĢimciler tarafından üretilen ve katma değeri yüksek olan
tarımsal ürünlerin pazar imkânlarının araĢtırılması ve bu pazarlara ulaĢımın
kolaylaĢtırılması,
Kırsaldaki gençlerin tarım sektörüne aktif olarak katılmalarını teĢvik edecek
biliĢim teknolojileri, gençlik projeleri ve programlarının oluĢturulması,
Kırsaldaki gençliğin tarımsal üretimde kendilerini geliĢtirebilmeleri için
teknik ve iĢ eğitim merkezlerinin oluĢturulması,
Kırsal alanların kalkınmasında gençlerin aktif olarak katılımlarının
sağlanması için, tarımsal örgütlerin ve diğer sivil toplum kuruluĢlarının
rollerinin güçlendirilmesine yönelik adımların atılması,
Kırsaldaki gençliğin tarımsal örgütlenmeye aktif olarak katılmalarının ve
özellikle yönetimde söz sahibi olmalarının teĢvik edilmesi,
Kırsalda özellikle tarımsal üretici örgütleri aracılığı ile tarım sektöründe
genç giriĢimciliğin teĢvik edilmesi,
Kırsaldaki gençler arasında tarımsal aktivitelerle ilgili iĢbirliği ve iliĢkileri
güçlendirecek bir internet ağının oluĢturulması,
Devletlerin, yerel yönetimlerin ve özel sektörün gençlerin de dahil olacağı
tarım sektörünün kalkınma ve sürdürülebilirlik sürecine katılımlarının
sağlanması,
Devletlerin gençlerin kırsal alandan Ģehirlere göç etmelerini azaltacak ve
tarım sektörüne ilgilerini arttıracak uygun gençlik kalkındırma
programlarının hazırlanarak gençlerin güçlendirilmesi yönündeki çalıĢmalara
ağırlık verilmelidir.
Kırsaldaki gençliğe yönelik olarak yukarıda sıralanan çalıĢmaların hayata
geçirilmesiyle, gençler tarım sektörü ile ilgili politikaların ve programların
hazırlanmasında, uygulanmasında, izlenmesinde ve değerlendirmesinde aktif
olarak yer alacaklardır. Böylece, dünyadaki artan küresel nüfus ve azalan
tarımsal üretime karĢı, kırsaldaki gençlik gelecek kuĢakların gıdaya daha
kolay eriĢimlerinde ve kırsal alandaki yaĢam standartlarının sosyoekonomik
açıdan yükselmesinde hayati rol oynayacaklardır.
Eğer bu yapılanmalar hayata geçirilirse ve gençler ellerinin altındaki
imkanlardan faydalanabilirler ise ülkemizde tarım Ģu an bulunduğu
konumundan çok daha iyi bir yerde olacaktır..
KAYNAKÇA
www.tarimdanhaber.com
www.acarindex.com
www.todaie.gov.tr
www.tzob.org.tr
290
CRISPR SĠSTEMĠYLE BĠTKĠ GENOMU DÜZENLENMESĠ
1
Hakkı ÖZKAYA1
Akdeniz Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bitki koruma Bölümü
ÖZET
Bakteri ve arkeaların adaptif immün sisteminin bir parçası olan
CRISPR Cas9 modifiye edilerek; bakteri, bitki ve hayvan hücrelerinde
genom düzenleme için kullanılabileceği gösterilmiĢtir.
CRISPR (Kısa Aralıklarla BölünmüĢ Polindromik Tekrar Kümesi)
olarak adlandırılan bu sistem, DNA‟yı kesebilen Cas9 (CRISPR ĠliĢkili
Protein) ve DNA‟yı tanıyan bir rehber RNA‟dan oluĢmuĢ bir RNA-Protein
kompleksidir. Bu komplekste Cas9 proteini DNA‟yı kesebilen endonükleaz
aktivitesine, Rehber RNA ise Cas9 proteininin genomda nereye
hedefleyeceğini belirleyen nükleotid bilgisine sahiptir. Aynı zamanda
nükleaz aktivitesi olmayan Cas9 proteini (d Cas9) modifiye edilerek; bu
sistem aktivatör ve represör gibi gen aktivitesini düzenleyen bir protein
olarak tasarlanabilir.
CRISPR Cas9 Sistemi kullanılarak bitkilerde gen susturma, gen
ekleme; d Cas9 kullanılarak gen ifadesi kontrolü yapılmaktadır. Bitki
hücreleri totipotent karakterdedir. Hücrelerin bu özelliğinden dolayı doku
kültürü teknolojisi kullanılarak bir hücrede yapılan genom düzenlemesi
bütün bir organizmayı etkilemektedir. CRISPR Cas9 Sistemiyle bitkilerin
genom karakterizasyonu yapılabilirken; pestisitlere dirençli ve çevre
Ģartlarına dayanıklı bitkiler üretilmektedir. Bu sistem kullanılarak saf bitki
ırkları elde edilmekte, bu Ģekilde bitkilerin ıslah süresi kısalmaktadır. Sonuç
olarak istenilen özellikte genom bilgisine sahip olan transgenik ya da
transgenik olmayan bitkiler üretilmektedir.
Anahtar Sözcükler: Genom Düzenleme, CRISPR Cas9 Sistemi, Bitki
1.CRISPR CAS9 SĠSTEMĠ VE GELĠġĠMĠ
CRISPR (Kısa Aralıklarla BölünmüĢ Polindromik Tekrar Kümesi)
CRISPR teknik anlamda canlının DNA dizisi üzerinde, CRISPR lokusunu
tanımlayan gen dizileridir. Bunlar; Cas genleri, sonrasında gelen tekrar
(repeat) ve aralık (spacer) dizileridir. Tekrar dizileri değiĢmemekle birlikte
bu tekrarların arasındaki aralık dizileri birbirinden farklılık göstermektedir.
Cas ise bu bağıĢıklık sisteminde görev alan proteinlerin genel adıdır.
CRISPR kümelerinin varlığı 1980‟lerden beri bilinse de canlının
savunma mekanizmasındaki rolü görece yeni kanıtlanmıĢ durumda. Bu
291
çıkarıma giden araĢtırmalar ise 2005 yılında CRISPR genleri üzerine çalıĢan
3 farklı grubun keĢfi ile baĢladı. 2012 yılında Jennifer Doudna ve ekibinin de
önemli bulgularıyla geliĢim gösterdi.
Bu sistem bakterilerin kendilerini patojenlerden korumak için
geliĢtirdiği doğal bir prosesin incelenmesi sırasında keĢfedilmiĢtir. Yine
bakteriler üzerinden konuyu açıklayacak olursak; doğal olarak tek hücreli
canlıların da virüslere karĢı bir savunma mekanizmasına sahip olmasını
zorunlu kılmaktadır. Virüslerin etki mekanizmasını kısaca Ģöyle özetlersek;
Virüslerin yüzey proteinlerini kullanarak hücreye tutunması, kendi genetik
materyalini konak hücrenin içine aktarması, bu genetik materyalin, hücrenin
ribozomal protein sistemini kullanarak kendini eĢlemesi ve sonunda oluĢan
çok sayıda yeni virüs sebebi ile konak hücrenin patlaması ve virüslerin yeni
konaklar bulmak üzere dağılması Ģeklinde gerçekleĢmektedir.
Bakterilerin bağıĢıklık sistemi genellikle virüslerin tutunduğu
reseptörlerin yapısını değiĢtirmek ve restriksiyon – modifikasyon enzimleri
yardımı ile hücrenin DNA‟sına girmiĢ virüs DNA‟sını kesmek Ģeklinde
iĢlemektedir. Ancak yapılan çalıĢmalar ile bu canlıların bir de adaptif
bağıĢıklık mekanizmasına sahip olduğu ortaya çıktı. Bakterilerin yaklaĢık
olarak yarısında bulunan bu sistem CRISPR-Cas sistemi olarak
adlandırılıyor.
CRISPR‟ın açılımı (clustered regularly interspaced palindromic
repeats ) Türkçe; düzenli aralıklarla bölünmüĢ palindromik tekrar kümeleri
olarak açıklanmaktadır. CRISPR denildiğinde kastedilen teknik anlamda
canlının DNA dizisi üzerinde, CRISPR lokusunu tanımlayan gen dizileridir.
Bunlar Cas genleri, sonrasında gelen tekrar (repeat) ve aralık (spacer)
dizileridir. Tekrar dizileri bir canlı için tamamen aynı olmakla birlikte bu
tekrarların arasındaki aralık dizileri birbirinden farklılık göstermektedir. Cas
ise bu bağıĢıklık sisteminde görev alan proteinlerin genel adıdır.
292
Resim-1: Bakterideki CRISPR immün sistemi
Genel hatları ile sistemin çalıĢma mekanizmasını özetleyecek
olursak; Öncelikle organizma bir virüs tarafından enfekte edilir. Ardından bu
virüsün DNA‟sı hücre tarafından parçalanır ve bu parçalar arasından bir önaralık (protospacer) geni seçilir. Seçilen bu gen çeĢitli proteinler tarafından
iĢlendikten sonra CRISPR lokusunda lider genin hemen sonrasına, yeni bir
tekrar geni ile birlikte eklenir ve aralık geni adını alır. Buradaki olaydan
neden aralık genlerinin birbirinden farklı olduğunu gösteriyor; çünkü her biri
farklı bir virüsten alınmıĢ.
Daha sonra bu tekrar ve aralık bölgelerinden sentezlenen CRISPR
RNA‟lar (crRNA) belirli Cas proteinlerinin de yardımı ile kesilir ve iĢlenir.
ĠĢlenmiĢ crRNA‟lar baĢka Cas proteinleri ile birleĢerek CRISPR
ribonükleoprotein komplekslerini (crRNP) oluĢturur. Hücrenin aynı virüs ile
tekrar enfekte edilmesi durumunda ise virüsün DNA‟sına karĢılık gelen
aralık dizisini taĢıyan crRNP‟ler virüs DNA‟sını tanır ve Cas proteinlerinin
nükleaz aktivitesi ile yabancı DNA parçalanır.( Cardi ve ark.2016)
2. CRISPR SĠSTEM ĠLE GENETĠK MANĠPULASĠYON
Genetik manupulasyon için kullanılan Tip 2. CRISPR Sistem, kodon
optimize edilmiĢ bir Cas proteini ve crRNA-tracrRNA füzyonuyla
oluĢturulmuĢ bir Rehber RNA‟dan (gRNA) oluĢmaktadır. Cas proteini
DNA‟yı kesebilen nükelaz aktivitesine sahip iken, gRNA ise bu Cas
proteinini istenilen DNA dizisine hedefleyebilen bir araçtır.
293
Cas proteinini ve bu gRNA‟ları kodlayan vektörler hücre içerisine katyonik
ajan, elektroporasyon, viral vektör vb. transfeksiyon araçlarıyla hücre
içerisine gönderilir. Hücre içerisine transfeksiyondan sonra hedeflenen
genetik manipulasyon baĢlar. (Kungulovski ve ark. 2016 )
Nükleaz aktivitesine sahip olan Cas9 proteini istenilen nükleotit
dizilerinden keserek Gen-Knockout iĢlemi gerçekleĢtirilebilir. Bu sistem
kullanılarak
yapılan
genetik
manipulasyonlar transgenik özellik
taĢımamaktadır. Fakat kesim sonrasında hücre içerisine donör bir DNA
aktarıldığında bu DNA homolog rekombinasyonla konakçı DNA yapısına
katılarak Gen-Knockin iĢlemi yapılabilmektedir. Bu sistemle transgenik
canlılar üretilebilmektedir. Özellikle transgenik hayvan ve bitki üretme
alanında en verimli kullanım aracı olarak görülmektedir. (Jinek ve ark,.
2012)
Nükelaz aktivitesi denatüre edilen Cas proteinine trans aktive edici domain
ya da represör domain eklenebilmektedir. Bu yöntemle hazırlanmıĢ Cas
proteini istenilen gen bölgesine yönlendirilerek transkripsiyonel aktivasyon
ya da baskılama yapılabilmektedir. Bu sistem tıpkı mikroRNAlar gibi
çalıĢtığından dolayı CRISPRi olarak adlandırılmaktadır. CRISPR sistemle
yapılan bu gen baskılama iĢlemiyle Gen-Knockdown yapılabilmektedir.
(Mandegar ve ark.2016. )
Nükleaz aktivitesi olmayan Cas proteinine GFP gibi iĢaretleyici
proteinler eklenerek moleküler markır sistemi geliĢtirilebilmiĢtir. Bu
sistemle Cas-GFP füzyon proteini gRNA yardımıyla istenilen DNA dizisine
hedeflenerek o dizilerin genomdaki varlığı GFP ıĢımasıyla test
edilebilmektedir. (Kamiyama ve ark.2016)
3.SONUÇLAR
CRISPR sistem kullanılarak bitkilerde;
-Herbisitelere dayanıklı bitkilerin eldesi
-Hastalıklara dayanıklı bitkilerin eldesi
-Kalite (yağ/protein oranı – renk – raf ömrü vb.) ve verim ıslahı
-Erkek kısır bitkilerin eldesi gibi
genetik
uygulamalar
yapılabilmektedir.
Tütün (Nicotiana tabacum) bitkisindeki NtPDS ve NtPDR6
genlerinde; rehber RNA ve cas9 proteinin transfeksiyonundan sonra % 16.220.3 oranında mutasyon oluĢumunun arttığı tespit edilmiĢtir(Gao ve ark.
2015).
Transgenik
pirinç
bitkisinde
istenilen
spesifik genlerde
CRISPR/cas9 sistemi ile genom düzenleme yapmıĢlardır. Böylece daha
kaliteli ve verimi yüksek olan pirinç bitkisi oluĢturulmuĢtur(Qu ve ark.,
2013).
294
KAYNAKLAR;
Resim1:http://www.spring8.or.jp/en/news_publications/press_release/2013/1
31011_fig/fig2.png
Cardi T, Neal Stewart C Jr,(2016) Progress of targeted genome modification
approaches in higher plants. Plant Cell Rep. Mar 29.
Gao J., Wang G.,CRISPR/Cas9-mediated targeted mutagenesis in Nicotiana
tabacum, Plant Mol Biol. 2015 Jan;87(1-2):99-110
Jinek M, Chylinski K, Fonfare I, et al.(2012) Science ; 337:816-821.
Kamiyama D, Sekine S. (2016) Versatile protein tagging in cells with split
fluorescent protein. Nat Commun. Mar 18;7:11046.
Kungulovski G, Jeltsch A.(2016) Epigenome Editing: State of the Art,
Concepts, and Perspectives. Trends Genet.Feb;32(2):101-13.
Mandegar MA, Huebsch N. (2016) CRISPR Interference Efficiently Induces
Specific and Reversible Gene Silencing in Human iPSCs. Cell Stem Cell.
Mar 8. pii: S1934-5909(16)00023-0.
Qu, L., ,Miao, J.; (2013)Targeted mutagenesis in rice using CRISPR-Cas
system, Cell Res.Oct; 23(10): 1233–1236
295
296
DOMATES YETĠġTĠRĠCĠLĠĞĠ
Sinem BUĞUR
Akdeniz Üniversitesi Ziraat Fakültesi Toprak Bilimi ve Bitki Besleme
Bölümü
ÖZET
Domates Peru civarında çıkarak yaklaĢık 1900 yıllarında Adana‟da
yetiĢtirilmeye baĢlanmıĢtır.
Ucuz, bol vitamin kaynağıdır. Turfanda olarak yetiĢtirilebilir, her mevsimde
tüketilebilmektedir. A, B1, B2, C, K vitaminleri, protein, yağ, karbonhidrat,
potasyum, kalsiyum ve demir bulunur. Taze olarak yenildiği gibi salça,
domates suyu, konserve turĢu, reçel, ketçap, Ģeklinde de tüketilebilir. Tek
yıllık bitkidir.
Bölgemizde en uygun pearson ve Sc 2121çeĢitlerinin yetiĢtirilmesi
önerilebilir. Pearson: Yuvarlak düzgün Ģekilli kırmızı renkli eti dolgun, çok
lezzetli, Ģartlara kolaylıkla adapte olabilen çeĢittir. Sc.2121: Geçci, erkenci
çeĢitlerinin olması üretimde devamlılığı sağlaması bakımından avantajlıdır.
Ilık ve sıcak iklim meyvesidir. GeliĢme sıcaklığı 16-19 C olabilir.
Sıcaklık 13 C‟nin altında olmamalı en iyi 27 C civarında istenilen Ģekilde
çimlenerek döllenme yapabilmektedir. Toprak isteği; kumludan killiye kadar
her tür toprakta yetiĢebilir. Kumlu tınlıda erken ürün verir. En uygun toprak
reaksiyonu pH 6.5 Toprağın derin sürülerek, dikkatle hazırlanması gerekir.
Solgunluk, Antroknoz, Mildiyö. Bunlar için etkili madde maneb olan
ilaçlar kullanılmalıdır. Dana Burnu, Kırmızı örümcek, Yaprak bitleri, kök ur
nematodu domates için zararlıdır. Ġlaçla mücadelesi yapılabilir. Açıkta
domates üretiminden 3600-4000 kg/da ürün alınmaktadır. Domates bol
vitamin içeriği yüksek anlamda ekonomiye katkısından dolayı en fazla
üretimi gerçekleĢen tür olması nedeniyle Ģartlar göz önünde tutularak
yetiĢtirilmesi yapılmalı. Hem kuru madde olarak hem de suyu sıkılmasıyla
tüketimi sonucu birçok hastalığı önler.
ANAHTAR KELĠMELER: vitaminler, domates çeşitleri, sıcaklık,
toprak pH’sı, zararlılar
GĠRĠġ
Domates (Solanum lycopersicum), patlıcangiller (Solanaceae)
ailesinden, anavatanı Güney ve Orta Amerika olan meyvesi yenebilen otsu
bir bitki türü. 1900‟lü yıllardan itibaren Adana da yetiĢtiriciliği yapılmaya
baĢlanmıĢtır. ABD‟de 1893 yılında mahkeme sebzelerle birlikte saklanıp
297
yenildiğinden onu sebze diye sınıflandırmıĢtır fakat gerçekte meyvedir.
Domatesin ilginç bir tarihi vardır. Bolivya ve Peru‟da yabani sarı renkli bir
domates türü bulunmuĢ ve sonra Meksika‟da yetiĢtirilip, Kristof Kolomb‟un
Amerika‟yı keĢfinden sonra Avrupa‟ya gemilerle gönderilmiĢtir. Ġtalyanlar
sarı renginden ötürü onu altın elma olarak adlandırdı, ama çok geçmeden
kırmızı türleri ortaya çıktı. Domates adı Ġspanyolca tomateden gelmektedir,
bu isim de Nahuatl dilinde tomatotldan alınmıĢtır.
Ülkemiz, dünya sebze üretimindeki % 3,2‟lik payı ve açıkta ve örtü
altında her mevsim sebze yetiĢtirme özelliği ile dünya sebze üreticisi ülkeler
arasında ilk sıralarda yer almaktadır ve domates bitkisi de üretilen sebzeler
içerisinde lider durumdadır (Anonim a,2006).
10 veya 15 cm boya sahip olan domates bitkisinin hafif odunsu bir
gövdesi vardır. 10-25 cm uzunluğunda olan yapraklarının üzerinde 5-9
yaprakçık bulunur. Yaprakları tüylüdür. 1-2 cm uzunluğunda ve sarı olan
domates çiçekleri bir sap üzerinde 3-12 adettir. Genellikle kırmızı,
yenilebilen meyvesi yabani bitkilerde 1-2 cm çapında iken kültür bitkilerinde
daha büyüktür. Çoğu vitamin bu meyve de bulunur ve kanseri önleyici yapısı
vardır. Bu vitamin ve önleyici mineraller domatesin kabuğunda bulunur.
Domates ılık ve sıcak iklim meyvesidir. Soğuklardan çok zarar
görür. Sıcaklık -2,-3 ° C düĢtüğünde bitki tamamen ölebilir. Gereğinden
fazla sıcaklık ve nem ise bitkide hastalıkların meydana çıkmasına, sıcak ve
kuru rüzgârlarda, fazla miktarda çiçek dökülmesine sebep olur.
Domateslerde normal bir geliĢmenin meydana gelebilmesi için, sıcaklığın en
az 16-19 ° C‟lerde olması denemelerden anlaĢılmıĢtır. Sıcaklık 13 ° C‟nin
altına düĢtüğünde olgunlaĢmanın geciktiği ve mahsul miktarının çok azaldığı
görülmüĢtür. Domates çiçek tozları 10 ve daha yukarı derecelerde, en iyi
olarak 27 ° C civarında istenilen Ģekilde çimlenerek döllenme
yapabilmektedir. Yüksek sıcaklıklarda bitki döllenme yeteneğini ve
geliĢmesini kaybetmektedir. Ancak kök çevresinin düzenli su alması bitkinin
mükemmel geliĢmesini sağlar ve yüksek verim yapmasını sağlar.
Domatesin toprak isteği; kumludan killiye kadar her tür toprakta
yetiĢebilir. Derin, geçirgen su tutma kabiliyeti iyi humus ve besin
maddelerince zengin tınlı toprakları sever. Kumlu tınlı topraklarda erken
ürün verir. Çorağa oldukça dayanıklıdır. En uygun toprak reaksiyonu pH 6.5
civarındadır. Ekim Nöbeti Çorağa oldukça dayanıklıdır. En uygun toprak
reaksiyonu pH 6,5 civarındadır. Domates dikilen bir yere, en az 5 yıl
domates dikilmemelidir.
En iyi ekim nöbeti; Buğday+2.ürün+Domates Ģeklinde
uygulanabilir. Toprak Hazırlığı Domates çok kuvvetli bir kök yapısına
sahiptir. Köklerinin 1m3 hacimde bir toprak içinde yayıldığı
298
düĢünüldüğünde topraktan ne derece faydalandığı açıkça ortadadır. Ana
kazık kök ĢaĢırtma nedeniyle koparılmazsa 125-140cm derinliğe kadar
uzayabilir. Domates kökleri su içerisinde uzun süre kaldıklarında (4-5 saat)
bitki boğulur, pörsür, geliĢmesi durur ve bir daha kendini toparlayamaz.
Saçak kökleri ise 0-25cm derinliğe kadar uzayabilir. Domates bitkisi derin
köklü bir bitki olduğu için, toprağın derin sürülerek, dikkatle hazırlanması
gerekir. Sonbaharda pullukla derince sürülen tarla ilkbaharda ve uygun tavda
yine pullukla sürülür. Sürümle birlikte 2-4 ton yanmıĢ ahır gübresi atmak
yararlı olur. Toprak hazırlığı yapılırken bahçe karık Ģeklinde bölünür ve su
akıĢının bu karıklardan geçmesi sağlanır. Sonra tırmık, tapan veya diskaro
çekilerek kesekler kırılır. Serada toprak hazırlığı iĢlemleri tamamlandıktan
sonra toprak analizleri yapılıp gerekli taban gübreleri verildikten sonra son
kez sulama yapılır ve toprak tava geldiğinde dikim yerleri hazırlanır. Dikim
tek sıralı düĢünülüyorsa 100*50 veya 70*40 ölçülerinde, çift sıralı
düĢünülüyorsa 90*50*45 ölçülerinde ve kuzey- güney istikametinde yapılır.
Bölgemizde dikimden 2-3 gün önce dikim çukurları açılıp çukurların
ısınması temin edilmelidir. Dikim yerleri hazırlanırken dikim sırtlar üzerine
yapıldığında toprağın daha iyi ısınması temin edilir. Dikim zamanı toprak
ısısının 10-15 cm derinlikte 14 derecenin altında olmaması gerekir.
Hazırlanan fide çukurlarına fideler toprakları dağıtılmadan yerleĢtirilir ve
etrafında 30-35 cm çapında çanak oluĢturulacak Ģekilde toprakla doldurulur.
Dikimden bir hafta sonra fidelerin çapalanması gerekir. Domates
yetiĢtiriciliğinde sıra arası ve sıra üzeri mesafesi çeĢidin yer ve sırık
olmasına göre değiĢmektedir. Yer (bodur) çeĢitlerde büyüme belli bir
aĢamadan sonra durur. Sırık çeĢitlerde ise çiçek salkımı oluĢtuktan sonra
büyüme ucundan geliĢme devam ederken yaprak koltuklarından da sürgün
ve çiçeklenme devam eder.
Domates bitkisinde 3-4 yaprakta bir çiçek salkımı oluĢur. Bu
salkımlar basit ya da çift salkım Ģeklinde olur. Bu durum bir çiçek özelliği
olmakla birlikte beraber sere iç sıcaklık da basit veya çift salkım oluĢumunu
etkiler. Yüksek sıcaklıklarda basit salkım, düĢük sıcaklıklarda çift salkım
oluĢumu yaygındır.
Domates açıkta ve serada(örtü altında) olmak üzere 2 Ģekilde yetiĢtirilir.
Açıkta yetiĢtiricilik aynı zamanda tarla domatesi olarak da bilinir. Domates
bitkisi, sürgün büyümesinin geliĢme durumuna göre sırık ve bodur çeĢitler
olmak üzere iki gruba ayrılır. Sırık çeĢitler pazarın istediği yola dayanıklı,
raf ömrü uzun ve daha kaliteli ürünlerin üretilebilmesi nedeniyle, ilimizde
sırık domates yetiĢtiriciliği her geçen gün daha da artmaktadır.
ÇeĢit seçiminde ilk dikkat edilmesi gereken Pazar ve çevre Ģartlarına
uygun nitelikte çeĢit seçimidir. Ġyi ve amaca uygun çeĢit seçilmelidir. ÇeĢit
299
seçiminde sera Ģartlarına uygunluk, hastalık ve haĢere zararlılarına mukavim,
yüksek verimli, erkenci, iri meyveli, düĢük sıcaklıklarda da meyve
bağlayabilen ve pazarın taleplerine uygun çeĢitler tercih edilmelidir. Bu
özellikleri de büyük oranda hibrit (melez) tohumlar karĢılayabilmektedir.
Bölgemize önerilebilecek bazı sırık domates çeĢitleri Ģunlardır: Elif 190 F1,
gökçe 191 F1, gülle F1, target F1, Opera F1, polaris F1, astone F1, MOG F1.
Tohum ekimi, ĢaĢırtma, gübreleme, dikim, sulama vs. gibi
iĢlemlerden sonra sıra hasada gelir. Hasat bitki çeĢit özelliği ve pazarlama
koĢullarına göre yapılır. Yakın pazarlar için tam olum devresinde uzak ve
nakliye gerektiren pazarlar için pembe olum devresinde hasat edilir.
Serada yetiĢtiricilik(örtü altında) cam ve plastik örtülerde domates üretimi
yapılabilir. Üretim üç dönemde yapılır: sonbahar dönemi, kıĢ dönemi(tek
mahsul) dönemi, ilkbahar dönemi. Plastik seralarda yılda 2 mahsul
yetiĢtirilmesi ısıtma masraflarından kaçınmak açısından önemlidir. Ancak
cam seralarda genellikle tek mahsul yetiĢtiriciliği yapılmaktadır. Cam ve
plastik seralarda baĢarılı bir domates yetiĢtiriciliği için, öncelikle çeĢit ve
yetiĢtirme zamanı iyi bilinmelidir. YetiĢtirme döneminde uygun kuvvetli
geliĢen yüksek verimli, kaliteli, hastalıklara dayanıklı, raf ömrü uzun olan
çeĢitleri tercih etmeliyiz. Tohum ekimi sonbahar döneminde TemmuzAğustosun ilk haftası, Tek mahsul döneminde Eylül sonrası Ekim‟in ilk
haftası, Ġlkbahar döneminde Kasım sonu- Aralığın ilk haftasında tohum
ekimi yapılır. En uygun fide harçları da yapılmalıdır. 2 kısım çiftlik gübresi
+ 2 kısım orman toprağı + 1 kısım diĢli dere kumu veya 4 kısım çiftlik
gübresi + 2 kısım orman toprağı + 1 kısım diĢli dere kumu Ģeklindedir.
YetiĢtiricilikte harç kullanılacak ise hazırlanan karıĢım mutlaka ilaçlanmalı
ve kullanılmadan önce birkaç kez aktarılıp havalandırılmalıdır. Torf
kullanılacak ise kullanılmadan önce mutlaka içerisine ticari gübre
karıĢtırılmalıdır. 1 M3 torf içine konacak ticari gübreler Ģunlardır; 1 kg
Triple Süper Fosfat, 1 kg Amonyum Sülfat (suda eritilecek), 1 kg Potasyum
Sülfat (suda eritilecek), 0.5 kg Magnezyum Sülfat. Kasalara tohum ekimi
yapılır, sonrasında da ĢaĢırtma yapılması gerekir. Ġlkbahar döneminde ekilen
tohumlar 10-12 günde ĢaĢırtma zamanına gelirler. En uygun ĢaĢırtma zamanı
domates fidelerinin kotiledon yaprakların tam teĢekkül ettiği ve yere tam
paralel olduğu dönemdir. ġaĢırtma 45‟lik viyollere veya 15*15‟lik poĢetlere
yapılır. Fidelerin ĢaĢırtılması esnasında fideler sadece kotiledon
yapraklardan tutulmalı ve asla gövdeden tutulmamalıdır. ġaĢırtılan fidelerin
konacağı yer önceden sulanmalı ve fide döneminde ortam rutubeti zemin
sulamaları ile temin edilmelidir. Kotiledon yaprakların oluĢumundan iki
gerçek yaprağın oluĢumunun tamamlandığı zamana kadar süren duyarlı
dönemde düĢük sıcaklık ve düĢük aydınlatma seviyeleri bitkide
çiçeklenmeyi olumlu yönde etkiler. Bu dönemde tavsiye edilen uygun
300
sıcaklıklar güneĢli ve kısmen bulutlu günlerde gündüz 13-16 derece, gece
11-13 derecedir. Fide dikimi yapılırken fide hazırlanırken bir yandan da
serada dikim hazırlıkları yapılır. Gerekli ilaçlama ve gübreleme iĢlemleri
yapılır. Dikim kuzey-güney yönünde çift sıralı yapılır. Böylece bitkiler
ıĢıktan en iyi Ģekilde faydalanır ve meyveler daha erken olgunlaĢır.
DOMATES YETĠġTĠRĠCĠLĠĞĠNDE DĠKKAT EDĠLMESĠ GEREKEN
HUSUSLAR
Domates toprak bakımından pek seçici değildir. Kumlu topraklardan
hafif killi topraklara kadar her tip toprakta yetiĢtirilmesine rağmen; en iyi
netice organik maddelerce zengin hafif topraklardan alınmaktadır. YetiĢme
periyodu çok kısa olan yerlerde erkencilik çok önemlidir. Bu nedenle erken
mahsul almada kumlu-tınlı topraklar ideal kabul edilmektedir. Domates
yetiĢtirilecek toprakların drenajının iyi olması gerekir. Domates toprak
asitliğine oldukça dayanıklıdır. Toprak pH‟sı 5 ile 5‟in altına düĢmedikçe
kireç verilmesi tavsiye edilmez. Domates yetiĢtiriciliğinde pH‟nın 6-6,5
olması tavsiye edilir (Anonimb, 2006). Güler ve Güzel (1998) tarafından
yapılan bir çalıĢmada domates bitkisine azot ve potasyum uygulamalarının
verim, kalite, yaprak ve toprak özelliklerine etkisi incelenmiĢ ve denemede
azotun 0, 125, 250 ve 375 ppm, potasyumun 0, 150, 300 ve 450 ppm dozları
kullanılmıĢtır. ÇalıĢma sonucunda en yüksek verim 16.7 ton/da ile 250 ppm
N ve 300 ppm K dozundan alınmıĢtır. Subba ve ark. (1987) tarafından
yapılan bir çalıĢmada domates bitkisinde tuzlu sulama suyunun etkisi kumlu
tın bünyeli toprakta gözlemlenmiĢtir. Tuzluluk seviyesinin artıĢı üründe
önemli oranda azalmaya sebep olmuĢtur. Sulama suyunun EC değeri 6.0
mmhos/cm‟yi geçtiği zaman domates meyvesindeki azalma oranı % 50
olarak dikkat çekmektedir. Sulama suyundaki artan tuz seviyesi toprakta tuz
birikiminin artmasına neden olmuĢtur. Tuz birikimi toprağın üst kısmında alt
kısmına oranla daha fazladır ve bu seviyede baskın katyon Na+, anyon ise
Cl- olarak bulunmuĢtur. Yazgan ve Sağlam (1998) tarafından yapılan bir
çalıĢmada domates bitkisinde ekim zamanı ile hasat zamanının arasındaki
etkileĢimlerin belirlenmesi amaçlanmıĢtır. ÇalıĢmada ekim zamanının
gecikmesi ile 1.hasat zamanının da geciktiği belirtilmiĢtir. Ekim zamanı
erkene alındıkça ve bitki baĢına salkım sayısı arttıkça verim de artmıĢtır.
Yaprak gübresi domates verimliliğini de arttırmaktadır.
DOMATESDEN DAHA YÜKSEK KALĠTE ELDESĠ VE VERĠM
ALABĠLMEK ĠÇĠN NELER YAPILMALIDIR
Sera yetiĢtiriciliği açıkta yetiĢtiriciliğe göre daha uzun sürmektedir
bu nedenle temel girdiler sera da daha fazladır ve masraflıdır. Temel girdiler:
ilaç, gübre vs. Birçok bitki de olduğu gibi sera da yetiĢtirilen domateste de
301
çeĢitli faktörler yüzünden hastalıklar zararlı olabilir bu da verim ve kaliteyi
etkilemektedir. Islah çalıĢmaları sonucunda çeĢit ve verimde artıĢ olmuĢ
birim alandan yüklü bir miktar ürün kaldırılmıĢtır. Verim ve kalite için
dengeli ve programlı gübreleme uygulanmalıdır.
Sebzelerde tat ve aromayı değiĢik organik bileĢikler sağlamaktadır.
Bu bileĢikler ile bitkilerin beslenmeleri arasında çok önemli iliĢkiler
bulunmaktadır. AĢırı veya yetersiz gübreleme verimi düĢürdüğü gibi, meyve
özelliklerini de etkiler (Çopur ve ark., 1992; Karaman, 1995).
Dengesiz beslenme ayrıca bitkilerin hastalık ve zararlılara karĢı
duyarlılığını da önemli ölçüde etkiler. Yapılan çok sayıdaki araĢtırmalarda
bitkilerin beslenmesi ile bitki hastalık ve zararlıları arasında önemli iliĢkiler
saptanmıĢtır (GüneĢ ve ark., 2000). Dengeli bir gübreleme için toprak bitki
ve yaprak analizlerinden yararlanılması faydalıdır. Yetersiz, noksan olan
bitki besin elementleri belirlenir belli miktar takviyesi yapılır sağlıklı hale
getirilir. Aksi takdir de besin ihtiyacı çok olan bitki zayıf dirençsiz kalır
hastalığa yakalanma olasılığı kaçınılmazdır.
SONUÇ
Hızlı nüfus artıĢı nedeniyle yiyecek tüketimi günden güne
artmaktadır. Bu da üretimde bir artıĢın gerekliliğini zorunlu kılmaktadır.
Üretimde artıĢı sağlamak ancak mevcut tarım alanlarında entansif tarım
tekniklerinin uygulanmasıyla mümkün olacaktır. Entansif tarım; toprak, su,
iklim, gübre, ilaç vs. gibi etmenleri yoğun miktarlarda kullanmayı gerektiren
bir tarım tekniğidir. Entansif tarımda yetiĢtirme koĢulları kontrol altına
alınarak yetiĢtirilen bitkiden maksimum ürün eldesi sağlamak esastır.
YetiĢtirme koĢullarının kontrolü ancak kapalı alanda (örtüaltı) yetiĢtiricilikle
mümkün olabilmektedir.
AraĢtırmalara göre Antalya ilinde, toplam örtüaltı yetiĢtiricilik
içindeki en büyük payı domates almaktadır. Bu bakımdan gerek Türkiye‟de
gerek Antalya‟da en fazla yetiĢtiriciliği yapılan sebze olan domatesin doğru
ve bilinçli gübrelenmesi hem verim hem kaliteyi arttıracak hem de bu
üretimin çevre kirliliğine olan katkısını azaltacaktır.
Domates yetiĢtiriciliğinde de bölgemizde dahil daha çok örtüaltı tercih
edilmektedir. Hem kullanılan ilaç ve gübrelemenin programlı Ģekilde
uygulanması hem de ekonomik anlamda erkencilik çeĢitlerin yetiĢtirilmesi
bakımından örtüaltı domates yetiĢtiriciliği tarımda en çok tercih edilen
üründür.
302
KAYNAKLAR
AKDENİZ ÜNİVERSİTESİ ZİRAAT FAKÜLTESİ DERGİSİ, 2007, 20(1),2935
29
ANTALYA-DEMRE YÖRESİNDE DOMATES YETİŞTİRİLEN SERA
TOPRAKLARININ BAZI VERİMLİLİK ÖZELLİKLERİNİN
DEĞERLENDİRİLMESİ*
Ġlker SÖNMEZ Mustafa KAPLAN
Akdeniz Üniversitesi Ziraat Fakültesi Toprak Bölümü Antalya-TÜRKĠYE
Kabul tarihi: 30 Ocak 2007
http://aytekinbek.blogcu.com/ortu-alti-yetistiriciligi-biber-domatesyetistiriciligi/2688470 (29.03.2016 23.53)
http://www.bahcenet.com/domates-yetistiriciligi-lycopersiconesculentum.html (22.03.2016 00.11)
Tarım danıĢmanı ziraat mühendisi zooteknist OĞUZHAN ÜNLÜ‟nün
çalıĢması unluoguzhan@gmail.com msn: oguzhan_unlu@hotmail.com
(bilgiler TARIM BAKANLIĞI internet sitesinden alınmıĢtır). (11.04.1016
22.30)
http://www.tarimkutuphanesi.com/Domates_yetistiriciligi_Mustafa_DEMIR
EL_Ziraat_Muhendisi_01684.html (29.03.2016 23.50)
http://www.tarimkutuphanesi.com/TARLADA_SIRIK_DOMATES_YETIS
TIRICILIGI_00588.html (27.03.2016 20.53)
Derim.17(2):84.97.(2000) ÖRTÜALTINDA YETĠġTĠRĠLEN DOMATES
BĠTKĠSĠNĠN BĠTKĠ BESĠN MADDESĠ GEREKSĠNĠMĠ (Dr. Mehmet Ali
DEMĠRAL(1)
303
304
HAYVAN YETĠġTĠRME VE BESLEMEDE BEKLENEN
GELĠġMELER
Elif Merve AYAS1
1
Akdeniz Üniversitesi Ziraat Fakültesi Zootekni Bölümü
ÖZET
Ülkemizde köylerden kentlere göç oranının artmakta olmasına
rağmen ziraat faaliyetleri önemini yitirmemektedir. Daha çok verim
almak amacıyla geliĢtirilen teknolojiler de ziraatin önemini
koruduğuna hatta arttırdığına iĢarettir. Ülke nüfusunun neredeyse
yarısının geçimini hala hayvancılık ve diğer zirai faaliyetlerle
sağladığını göz önünde bulundurursak tamamen geleneksel yöntemler
yerine iĢ gücünü azaltıp alınan verimi arttıracak teknolojilere daha çok
ihtiyacımız olduğunu anlarız.
BüyükbaĢ hayvan yetiĢtirme yöntemlerinde teknolojinin ileri
seviyede kullanılmasına rağmen küçükbaĢ ve kanatlı hayvan
yetiĢtiriciliğinde büyük oranda geleneksel yöntemlerle devam
edilmektedir.
BüyükbaĢ,
küçükbaĢ
ve
kanatlı hayvanların
yetiĢtirilmesinde ve beslenmesinde kullanılabilecek daha kapsamlı
teknolojik yöntemleri araĢtırmalı ve geliĢtirmeliyiz.
Daha az emekle daha verimli üretim amacıyla kullanılabilecek
teknolojik yöntemleri uygulamaya dökmek, alandaki geliĢmeleri
yakından takip etmek hem iĢlerimizi kolaylaĢtıracak hem de güncel
yollarla üretim yapmayı sağlayacaktır.
Anahtar Kelimeler: Teknoloji, Ziraat, Hayvancılık, Besleme
1.GĠRĠġ
Ülkemizde kullanımı yaygın olan hayvan besleme yöntemi elle
yemlemedir. Büyük çaplı hayvan çiftliklerinin çoğunda bile hala
yemlemede mekanizasyon kullanımı oldukça azdır. Süt sağım ve
saklamada teknolojiden yararlanılmasına rağmen hayvan beslemede
teknolojiden geniĢ çapta faydalanılamaması büyük eksikliktir.
Bilgisayar kontrollü yemleme sistemlerinin kullanımı yurt
dıĢında yaygınlaĢmaya devam ederken Türkiye‟de hala bu konuyla
ilgili çok fazla araĢtırma ve çalıĢma yapılmamasıyla birlikte, son 15
yıl içerisinde orta ve küçük çapta hayvancılık iĢletmelerinde bilgisayar
destekli yemleme kabinlerinin kullanımının arttığı da gözlenmektedir.
Lakin bu sistemlerin ülkemizde üretimi yapılamamakta, bazı firmalar
305
yurt dıĢından ithal etmektedir. Bu ve bunun gibi sistemlerin ülkemizde
imal edilebilmesi için gerekli araĢtırmaların yapılmasıyla hayvancılık
sektörümüzde büyük adımlar atılabilir.
2.HAYVAN YETĠġTĠRME VE BESLEME
2.1.Hayvan YetiĢtirme
Hayvan yetiĢtirmek zor ve zahmetli olmasına rağmen çok
keyifli bir iĢtir. Ülkemizde hala geleneksel yollarla hayvan
yetiĢtiriciliğine devam edilmektedir. BüyükbaĢ ve küçükbaĢ hayvan
yetiĢtirmede teknolojik yöntemler her geçen gün ilerlemekte,
geliĢmektedir. Özellikle büyükbaĢta hayvanların her Ģeyiyle bireysel
ilgilenmeye gerek bırakmayacak makineler ve teknikler geliĢtirilmekte
olup, bunların kullanımı da günden güne yaygınlaĢmaktadır. Hayvanın
süt üretimi ve meme sağlığını kontrol eden, vücut ağırlığını geçerken
otomatik ölçen, kızgınlık teĢhisini yapan, çiftliğin içinde normal
hareket halindeyken hayvanın sorunlarını tespit edip iĢaretleyen
sistemlerin
(Afifarm
bilgisayarlı
sürü
yönetim
sistemleri,
computerızed daıry management systems) kullanım oranı artmaktadır.
Fakat geleneksel yöntemlerin de hala etkisini yitirdiği söylenemez.
Küçük çaplı iĢletmelerde düĢük maliyet adına geleneksel yöntemler
daha mantıklı görünse de orta ve büyük çaplı iĢletmelerde bu tip
sistemlerin kullanımı hem mali açıdan hem iĢgücünden fayda
sağlayacaktır.
Örneğin;
AFIACT– OTOMATĠK KIZGINLIK TEġHĠSĠ
 Artan adım sayısı (hareketlilik) hayvanın kızgınlığı ile olan
doğrudan iliĢkilidir, sistem buna dayanır.
 En kesin teĢhisi sağlar, %99'un üzerinde kızgınlık tespit
oranına sahiptir.
 DüĢük maliyetli bağımsız çalıĢan bir sistemdir.
 Çok dayanıklıdır.
 Adım sayısındaki ani azalma (kızgınlığın tersi) ile düĢkünlük
gösteren hayvanın hemen saptanması mümkündür.
AFISORT – GEÇERKEN AYIRMA KAPISI
 Belirtilen sorunlara (sütte azalma, ayak problemi, kızgınlık,
meme sorunu, ketoza yakalanma, yem tüketimi eksikliği, vb.)
hayvanları teĢhis ederek otomatik olarak ayırır ve yapılacak
uygulamaları raporlar
306
 Gerçek zamanlı çiftlik uygulaması
 Özel tedavi uygulama imkanı
 Tohumlama için ineklerin ayrılması
 Grup değiĢikliği
 Boya ile iĢaretleme olanağı
AFIWEIGHT– GEÇERKEN OTOMATĠK AĞIRLIK ÖLÇÜMÜ
 Fiziksel kondisyon parametrelerinin izlenmesi
 Besleme stratejilerinin uygulanması için gereken bilgilerin
sağlanması
 Enerji dengesi ve iyileĢmenin izlenmesi
2.2.Hayvan Besleme
Ülkemizde hala geleneksel yöntemlerle hayvan yetiĢtiriciliği
büyük oranda devam ettiğinden yemleme de genel olarak geleneksel
yöntemlerle yapılmaktadır. Yani ferdi yemleme yöntemleri mekanik
sistemlerden daha çok kullanılmaktadır. Küçük çapta iĢletmelerde
ferdi yemleme ya da grup yemlemesi yapılmakta, büyük çapta
iĢletmelerde ise mekanik sistemler ve teknolojik yöntemler büyük
oranda kullanılmaktadır.
2.2.1.Ferdi Yemleme
Genellikle küçük iĢletmelerde veya çeĢitli hayvanların özel
durumlarına göre rasyon hazırlanarak yemleme yapılır.
Bu yemlemenin yapılması için sürekli süt kontrollerinin
yapılması ve hayvanların tükettikleri yemlerin her birinin miktar ve
kalitesinin bilinmesi gerekir.
Küçük süt sığırcılığı iĢletmelerinde hayvan sayısının az olduğu
zamanlarda kolaylıkla uygulanabilir. Bu iĢletmelerde hayvanlar
bireysel olarak kaba ve kesif yem alabilirler.
Bu yöntemin bazı sakıncaları olabilir.
 Düzenli olarak süt kontrolleri yapılmalıdır.
 Rasyon hazırlamada ve sürü yönetiminde hassas olmayı
gerektirir.
 ĠĢçilerin ilgi ve becerisine bağlı olarak yemleme hataları ortaya
çıkabilir.
2.2.2. Grup Yemlemesi
Büyük iĢletmelerde çok sayıda laktasyon döneminde inek
olabilmektedir.
Bu
iĢletmelerde
hayvanların
bireysel olarak
yemlemeleri oldukça zor olacağından iĢ gücü ve bir çok açıdan
307
maliyeti azaltan grup yemlemesi uygulanmaktadır. Her hayvana ayrı
yemleme uygulamak zordur
Grup yemlemesi yapmadan önce;
 Sürünün büyüklüğü,
 Kullanacağımız yemlerin özellikleri ve maliyeti,
 Mevcut barınak, yemleme ve sağım sistemlerinin özellikleri,
 Uygulanacak metodun ekonomik durumu gözden
geçirilmelidir.
Gruplar oluĢturulurken hayvanların süt verim durumları kayıtlardan
bakılarak çıkarılır ve süt verimine göre aĢağıdaki Ģekilde gruplandırma
yapılır;
 Yüksek verimli inekler (günlük süt verimi yaklaĢık 35-45 litre
olanlar)
 Orta düzeyde verimli olanlar (günlük süt verimi yaklaĢık 25-35
litre olanlar)
 DüĢük verimli inekler (günlük süt verimi yaklaĢık 20-25 litre
olanlar)
 Kuruya çıkmak üzere olanlar (10-20 kg süt verimi olanlar)
 Ġlk doğumu yapacak olan düveler ve kurudaki inekler
Gruplara göre hayvanlara verilen yemin kalitesi de değiĢir.
ĠĢletmedeki hayvan sayısına göre gruplarda en fazla 50 adet hayvan
olmalıdır.
Grup
yemlemesinde
genellikle
komple
karıĢım
yedirilmektedir. Yani kesif yemler ve kaba yemlerin tamamı bir
mikser ile karıĢtırılarak aynı anda yemliklere dökülmektedir. Bu
uygulama ile iĢçilikten tasarruf sağlanmakta ve hayvanların iĢkembe
fonksiyonları
bakımından
daha
sağlıklı
bir
kompozisyon
oluĢturulmaktadır.
Grup yemlemesinde ortalama 30 kg süt verenlerin rasyonları 5-7
kg daha fazla süt veriyormuĢ gibi (yani 35-37 kg süt veriyormuĢ gibi),
ortalama 20 kg süt verenlerinki ise; 2.5-3.0 kg daha fazla süt verimine
göre (22.5-23 kg), ortalama 10 kg civarında verenlerinki ise; 10 kg süt
verimine göre hesaplanır. Ġneklerin içerisinde ortalamadan biraz daha
yüksek verenlerin yem tüketimi de biraz daha fazla olduğundan yem
tüketimi grup içerisinde düzenlenmiĢ olur.
Bir diğer yemleme yöntemi ise yine bilgisayarlı sürü yönetim
sistemine(Afifarm) bağlı bireysel beslenmedir. Bireysel beslenme;
 Bilgisayar kontrollü besleme
308

Ġneğin potansiyeline, fiziksel durumuna ve laktasyon
dönemine göre bireysel besleme modeli tayini
 Tüketim izlencesi
 Sağlık izlencesi
 Verim düzeyine göre otomatik olarak ek yem verilmesi
 Aynı hayvana üç değiĢik konsantre yem (veya katkı maddesi)
verme imkanı
 Son kuru dönemde 60 g aralıklarla kademeli yem artırma
olanağı sağlar.
3.BEKLENEN GELĠġMELER
Hayvan yetiĢtirme ve beslemede kullanımı yaygınlaĢmıĢ
teknolojilerin yanı sıra tamamen bilgisayar odaklı, iĢgücünden ve
vakitten tasarruf sağlayan sistemlerin geliĢtirilmesi söz konusudur.
Dahası bu teknolojileri sürekli dıĢardan almak yerine yurdumuzda
imal edilebilmesi, yerli üretim yapılması için atılması gereken ve
beklenen adımlar vardır. Ülkemizdeki mevcut potansiyelle ve bilim
insanlarıyla bunun mümkün olduğu açıktır. Bu sistemler yurt dıĢından
alındığında çok yüksek fiyatlarla ülkemize giriĢ yapıp her kademeden
üreticimize ulaĢamadığından iĢletmelerde büyük oranda geleneksel
yöntemlerle devam edilmektedir. Bu yüzden yerli imalat için harekete
geçilmesi beklenmektedir.
4.SONUÇLAR
Ziraat faaliyetlerinin büyük bir bölümünü kapsayan hayvan
yetiĢtirme ve besleme alanında her gün çok daha faydalı yenilikler
ortaya çıkmaktadır. Bu yenilikler farklı yöntemleri de beraberinde
getirmekte,
üreticinin
iĢini
kolaylaĢtırmaktadır.
Geleneksel
yöntemlerle yapılan üreticilik ve teknolojik yöntemlerle yapılan
üreticilik arasında büyük farklar vardır. Geleneksel yöntemler iĢ gücü
odaklıyken, teknolojik yöntemler büyük çoğunlukla bilgisayar odaklı
olup iĢ gücünden ve vakitten tasarruf sağlamaktadır. Günden güne
yaygınlaĢan bu sistemlerin ülkemizde de her çaptaki iĢletmede
kullanılmasını kolaylaĢtırmak amacıyla bu sistemleri ithal etmek
yerine kendimiz üretmeyi denemeliyiz.
KAYNAKLAR
http://megep.meb.gov.tr/
http://www.te-ta.com.tr/
309
310
HAYVAN YETĠġTĠRME VE BESLEMEDE BEKLENEN
GELĠġMELER
*Huriye ARIKOĞLU, *Muhammed Ġbrahim MANDĠ
Akdeniz Üniversitesi Ziraat Fakültesi Zootekni Bölümü
ÖZET
Hayvan yetiĢtiriciliği geçmiĢten günümüze hayatımızda önemli bir
yer etmiĢ ve insanlığa büyük faydalar sağlamıĢtır.Ġnsanoğlunun hem sosyal
hemde ekonomik alanda geliĢimine büyük etkisi olan hayvan yetiĢtirmenin
önemi,daha tarihin ilk dönemlerinde anlaĢılmıĢtır.
Tarım ve hayvancılık, insanların göçebe hayattan yerleĢik hayata
geçmesindeki en büyük etkenlerdendir. Ġnsanların eğitim ve kültür düzeyleri
geliĢtikçe ve dünya üzerindeki insan varlığı arttıkça, tarım ve hayvancılık
alanında yaĢanan geliĢim daha da artmıĢ, bu da hayvancılığın zamanla
endüstri haline gelmesine neden olmuĢtur. Tarım ve hayvancılık birbirinin
ayrılmaz parçalarıdır.
Tarım iĢletmeleri açısından bakıldığında, hayvanlar bu iĢletmelerin
güvenilir gelir kaynağı durumundadır. Birçok ülkede tarıma elveriĢli
olmayan araziler hayvancılık alanında değerlendirilmektedir. Hayvanlar
tarım iĢletmelerindeki ucuz tarla ürünlerini, doğrudan insan besini olmayan
tarım ürünlerini ve bunların artıklarını değerli ürünlere dönüĢtürürler.
Hayvanlar insanlara; gıda, giyim, iĢ gücü vb. alanlarda sayısız faydalar
sağlamıĢlardır. Bilim ve teknolojideki ilerlemeyle de faydaları artarak devam
etmektedir. Hayvancılık; bölgelerin tabiat Ģartları ve iklim yapısına göre
farklılık gösterir. Türkiye‟de yaygın olan, aile tipi tarım iĢletmelerinde
hayvancılığın önemli bir yeri vardır.
Fakat günümüzde klasik aile iĢletmeciliğinden, hayvan
yetiĢtiriciliğine profesyonel anlayıĢla bakan modern tarım ve hayvancılık
iĢletmelerine bir geçiĢ söz konusudur. Bu modern iĢletmelerde de hayvan
beslemeye yenilikçi bir bakıĢ açısıyla yaklaĢılmaktadır. Hayvan besleme
artık bilimsel ve teknolojik alanda yapılan çalıĢmalar göz önünde
bulundurularak bilinçli bir Ģekilde yapılmaktadır.
ANAHTAR KELĠMELER: tarım, hayvancılık, işletmecilik
GĠRĠġ
Hayvansal üretim ya da yaygın adı ile hayvancılık; ürünleri ve güçleri
ile insanlara yararlı evcil hayvanların bakımı, beslenmesi, üretimi ve
yetiĢtirilmesini kapsayan tarım koludur.
311
BüyükbaĢ hayvancılık: Sığırcılık ,mandacılık ,at, eĢek ve katır
yetiĢtiriciliğini kapsayan hayvancılık dalı.
KüçükbaĢ hayvancılık: Koyunculuk ,keçicilik , tavĢan ve kürk hayvanı
yetiĢtiriciliğini kapsayan hayvancılık dalıdır.
Su ürünleri yetiĢtiriciliği: Avcılık faaliyetinden ayrı olarak, tatlı ve tuzlu
suların ayrılmıĢ bir bölümünde veya oluĢturulan gölet ve havuzlarında, balık
ve diğer deniz hayvanlarının yetiĢtiriciliğini kapsayan hayvancılık dalı.
Kümes
hayvancılığı:
Tavukçuluk, hindicilik
, kaz
ve
yetiĢtiriciliği, bıldırcın yetiĢtiriciliği, deve kuĢu yetiĢtiriciliği gibi
hayvanların yetiĢtiriciliğini kapsayan hayvancılık dalı
ördek
kanatlı
Etçi kümes hayvancılığı: Kanatlı hayvanlardan et üretmek amacı ile yapılan
faaliyetlerin tümüdür.
Arıcılık: Bal arısının, bal mumu gibi ürünlerini elde etmek için yapılan
yetiĢtiricilik.
Ġpek böcekçiliği: Ġpek ipliği üretmek amacı ile yapılan yetiĢtiriciliğe denir.
Anahtar Sözcükler: Beslenme, üretim , yetiĢtirme , hayvancılık
HAYVAN BESLEME
1.Hayvan Besleme Nedir: Beslenme, canlılığın gereklerini yerine getirmek
için gerekli olan maddeleri, canlı dıĢı ortamdan edinme faaliyetine verilen
isimdir. Canlılar beslenme Ģekillerine göre 2'ye ayrılırlar. Bunlar :
Ototrof canlılar (kendibeslek)
Heterotrof canlılar (ardı beslek, ıĢ beslek)
Bu ayrımda temel kriter , canlının yaĢamını sürdürmek, diğer
deyiĢle metabolizma faaliyetlerini sürdürebilmek için gereken enerjinin
kaynağıdır. Ototrof canlılar bu enerjiyi doğal çevreden alırlar, heterotrof
canlılar ise, baĢka canlıların biyokütlelerinde depolanmıĢ enerjiyi kullanırlar.
1.2 Besin Maddeleri: Yemlerin bünyesinde bulunan ve sindirim,
absorbsiyon ve metabolik olaylar sonucunda hayvanların ihtiyacını
karĢılayarak hayatın devamını sağlayan bileĢiklerdir. Uygun 6 temel besin
maddesi bulunmakta olup, bunlar;
1) Su
2) Karbonhidratlar
3) Yağlar
4) Proteinler
312
5) Vitaminler
6) Mineraller
Hayvan Beslemede Proteinlerin Önemi: Proteinler ,dokularının büyümesi,
geliĢmesi ve onarımı için hayat boyunca devamlı olarak hayvana sağlanmak
zorundadır. Organizmanın yaĢamsal faaliyetlerinin devamı için gerekli
olduğu kadar et, süt, yumurta, tüy veya yapağı oluĢumu içinde hayvana
verilmesi zorunludur.
Vitaminlerin Önemi : Vitaminler, çiftlik hayvanlarının, büyümesi,
geliĢmesi ,üremesi kısaca yaĢaması ve verim vermesi için gerekli metabolik
faaliyetlerin normal seyri için esansiyel maddelerdir.
YETĠġTĠRME METODLARI
Saf YetiĢtirme: Aynı ırktan oluĢan bir sürüden damızlıkları birbirleri ile
çiftleĢtirerek döl almaya denir. Sürüde yeterli varyasyon varsa saf yetiĢtirme
en uygun yetiĢtirme metodudur. Saf yetiĢtirme uzun süre devam
ettirilmemelidir.
Sakıncaları; akrabalık artar, iyi bir yetiĢtirici sürüdeki verimi artırmak ister
fakat kendi sürüsündeki hayvanlar arasında diğerlerinden üstün hayvanların
sayısı azalmıĢtır.
Kan Tazeleme: Aynı ırktan farklı çevre Ģartlarından yetiĢtirilmiĢ ve eldeki
sürüden daha verimli olan sürülerden erkek damızlık getirip sürüye
katmaktır.
Melezleme: Farklı ırkların çiftleĢtirilmesi denir.Yerli hayvanların
verimlerini melezleme ile yükseltmek isterken, bu ırkların (yerli) memleket
Ģartlarına (havasına, suyuna ,toprağına,merasına ) uyum kabiliyetlerinden
mümkün olduğu kadar yararlanmak unutulmaması gereken bir husustur.
Islah Melezlemesi
Kombinasyon Melezlemesi
Çevirme Melezlemesi
Kullanma Melezlemesi (Heterosis)
Akrabalar Arası YetiĢtirme
313
SONUÇ
Hayvan YetiĢtirme Ve Beslemede Beklenen GeliĢmeler(Organik
Hayvancılık)
Konvansiyonel hayvancılığın yol açtığı sorunlar nedeniyle, son yıllarda,
toplumlarda hem çevre koruma bilincini arttırmıĢ, hem de hayvan haklarına
gösterilen ilgiyle birlikte, hayvan refahı giderek önem kazanmıĢtır. Sonuçta,
sorunlara çare olarak organik hayvansal üretim önerilmektedir. Organik
(ekolojik, biyolojik) hayvansal üretim, ürün miktarı yanında, ürün
kalitesinde sağlık kriterlerinin de dikkate alındığı bir üretim sistemidir. Bu
nedenle organik ürünlerde insan sağlığına zarar veren hastalık etmeni
mikroorganizmalarla, zararlı etkileri uzun sürede görülen çeĢitli sentetik
kimyasal kalıntıların hiç veya zarar vermeyecek düzeylerde bulunması
amaçlanmıĢ olup, ayrıca, çevre koruma ve hayvan refahı da dikkate
alınmaktadır. Organik hayvan yetiĢtirmede üremenin doğal olması öncelikli
olmakla beraber, yapay tohumlamaya da izin verilir. Ancak, damızlık
hayvanlardan tamamen doğal yöntemlerle ile elde edilerek saklanan sperma
kullanılmalıdır. Embriyo transferi gibi müdahalelere izin verilmez.
Üremenin kontrolü için (kızgınlıkların düzenlenmesi gibi) hormon vb.
maddelerin kullanımı da yasaktır. Organik hayvan beslemede, su ve
yemlerin kalite ve miktarı ile veriliĢ Ģekillerine ve kullanılan katkı
maddelerine özen gösterilmesi zorunludur. Su kalitesi, miktarı, veriliĢ Ģekli:
Hayvanların içme suyu hijyenik bakımdan insanların içme suyu ile aynı
niteliklere sahip olmalı; özellikle nitrat içeriğine dikkat edilmelidir.
Hayvanların tüketebildikleri kadar ve istedikleri zaman su içmelerine imkan
sağlanmalıdır.
KAYNAKÇA:
http://www.zmo.org.tr/resimler/ekler/e98410c45ea98ad_ek.pdf
ZMO GENEL HAYVAN YETĠġTĠRME(GENEL ZOOTEKNĠ)
Prof. Dr. Saim BOZTEPE
Yrd. Doç Dr. Ali KARABACAK
Doç. Dr. Yusuf CUFADAR
Prof. Dr. Ġskender YILDIRIM
Dr.Ġbrahim AYTEKĠN
https://tr.wikipedia.org/wiki/Hayvanc%C4%B1l%C4%B1k
314
ĠKLĠM DEĞĠġĠKLĠĞĠ VE TARIM
Burak ÇAKMAK
Erhan METĠN
Akdeniz Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bahçe Bitkileri Bölümü
Akdeniz Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bitki Koruma Bölümü
ÖZET
Ġklim değiĢikliği; sıcaklık, yağıĢ, nem, rüzgâr gibi iklim öğelerinde
zamansal değiĢimleri ifade etmektedir. GeçmiĢte küresel iklim birçok kez
değiĢikliğe uğramıĢtır. Halen yaĢamakta olduğumuz iklim değiĢikliğinin
diğerlerinden farkı insan etkisiyle gerçekleĢmesidir. Son iki yüzyıldır fosil
yakıtların aĢırı kullanımı ile atmosfere verilen sera gazı miktarında büyük
artıĢ olmuĢtur. Sera gazları ile sıcaklık arasında doğrusal bir iliĢki olması
küresel ısınmanın nedeninin sera etkisindeki artıĢı iĢaret etmektedir. Sera
etkisi yeryüzünde yaĢamın kaynağı olmasına karĢın, artması küresel iklim
değiĢikliğine yol açmaktadır.
Ġklim değiĢikliği meteorolojik bir sorun gibi görünse de
ekosistemler, besin ve su döngüsü gibi birçok çevresel öğe yanında
toplumların sosyal ve kültürel yapılarına kadar yaĢamı etkileyebilmektedir.
Tarım, iklim değiĢikliğini etkileyen ve ondan etkilenen önemli bir
sektördür. Tarımsal sistemlerin değiĢen iklim koĢullarına nasıl tepki vereceği
en baĢta ortaya konulması gereken bir konudur. DeğiĢen iklime karĢı
tarımsal uygulamalar yanında değiĢen dünyaya karĢı yeni tarım teknolojileri
geliĢtirilmelidir. Öte yandan, sera gazı salımını azaltıcı tarımsal uygulamalar
geliĢtirilmesi konusu iklim değiĢikliği ile mücadelede ciddi bir azaltıcı
etkendir. Korumacı tarım veya yeĢil tarım bu bakımdan hızla önemi artan
tarımsal çalıĢmalardır.
Tarım sektörü Ġklim değiĢikliği ile mücadelede baĢlıca adaptasyon
ve azaltım olmak üzere 2 yönden ele alınmaktadır. Tarım Reformu Genel
Müdürlüğü her iki yönde de çalıĢmalar yürütmektedir.
ANAHTAR KELĠMELER: İklim, Sıcaklık, Tarım, Sera gazı
1.GĠRĠġ
Ġklim değiĢikliği; KarĢılaĢtırılabilir bir zaman periyodunda gözlenen
doğal iklim değiĢkenlikleri ile doğrudan ya da dolaylı olarak küresel
315
atmosferin doğal yapısını bozan insan etkinlikleri sonucunda, iklimde oluĢan
değiĢikliklerin bütünü olarak tanımlanmıĢtır.
Tanımdan da anlaĢılacağı gibi, doğanın evrimi gereği iklim sistemini
oluĢturan unsurlar arasındaki iliĢkilerin doğal yollarla bozulması
kaçınılmazdır. Zaten insanların doğa üzerinde etkili olduğunu veya onu
yönlendirebileceğini sandığı zamana kadar olan dönemde iklim, daha önce
de açıklandığı gibi, doğrudan doğal olaylar sonucu değiĢmiĢtir. Ancak yine
tanımda insan etkinliklerinden kaynaklanan olaylar sonucunda da iklimde
değiĢmelerin olabildiği vurgulanmaktadır. Nitekim geçtiğimiz yüzyılda
görülen iklim değiĢikliği üzerinde insan etkinliklerinin büyük etkisi olduğu
aĢikârdır. Bu sebeple iklim değiĢikliğinin nedenleri esas olarak doğal ve
insan kaynaklı etkenler olmak üzere iki baĢlık altında toplanabilir.
2. ĠKLĠM DEĞĠġĠKLĠĞĠNĠN NEDENLERĠ
2.1. Doğal Etkenler
Doğal etkenler, iklim sistemini oluĢturan, atmosfer, hidrosfer ve yer
küre ile bu kürelerin yaĢam alanlarından oluĢan biyosferin doğal yapısını
bozarak bunların arasındaki doğal dengeyi etkileyen bütün doğal olaylardır.
GüneĢ'ten atmosferin üst sınırına gelen enerji miktarındaki değiĢme,
volkanizma, depremler, doğal orman yangınları gibi daha birçok olay, hassas
bir denge üzerine oturmuĢ olan iklim sisteminde bozulmalara neden olan
doğal olaylardır.
2.2. Atmosferin Doğal Sera Etkisinin DeğiĢmesi
Ġklim sistemi içinde atmosferin ve yeryüzünün ısınması, atmosferin
doğal sera etkisi özelliği nedeniyle olmaktadır. Atmosferi oluĢturan gazların
oranlarının değiĢmesi küresel ölçekte sıcaklığın artmasına veya azalmasına
neden olacaktır. Bu denge ise atmosferin doğal sera özelliğiyle
korunmaktadır.
2.2.1. Sera Etkisi: Atmosferde bulunan ve doğal sera gazları olarak
adlandırılan su buharı, karbondioksit, metan, azotoksit ve ozon gibi gazlar,
GüneĢ'ten doğrudan gelen kısa dalgalı ıĢınların büyük bir kısmının
yeryüzüne ulaĢmasını sağlarken, yerin ısınmasından sonra atmosfere geri
verilen uzun dalgalı radyasyonun da büyük bir kısmını tutmaktadır.
Atmosferin bu özelliğine atmosferin doğal sera özelliği denir. Yeryüzü ve
atmosferin ısınması bu yolla tutulan enerjiyle olmaktadır.
2.3. Ġnsan Etkinliklerinden Kaynaklanan Sera Gazı Birikimlerindeki
DeğiĢmeler
Atmosferdeki insan kaynaklı sera gazı birikimlerinde sanayi
devriminden beri bir artıĢ gözlenmektedir. Sera gazları içinde ayrı bir özellik
taĢıyan karbondioksit, o günden bu güne %30 oranında artmıĢtır. Bunun
316
yanında, metan %145 ve Azotoksit %15 oranında artıĢ göstermiĢtir.
Önümüzdeki yıllarda da bu artıĢın devam edeceği, örneğin atmosferdeki
karbondioksit miktarının 21. yüzyılın sonuna kadar Ģimdiki miktarının 1.5
katı kadar daha fazla olacağı hesap edilmektedir (IPCC, 1996). Bunun
sonucunda sera etkisinden kaynaklanabilecek küresel ısınmanın
büyüklüğünü düĢünmek bile ürkütücüdür.
2.4. Atmosfere Salınan Partiküllerin Etkileri
Ġnsanların çeĢitli etkinlikleri (tarım, sanayi vb.) sonucu atmosfere
verilen partiküller ve özellikle de fosil yakıtların yanması sonucu açığa çıkan
kükürt dioksit kaynaklı sülfat parçacıkları troposfer içinde dağılır. Bunlar
güneĢ ıĢınlarını yeryüzüne ulaĢamadan tuttuklarından yeryüzü dolayısıyla
atmosfer fazla ısınamaz ve atmosferde genel bir soğuma görülebilir.
2.5. YanlıĢ Arazi Kullanımı ve Doğal Çevrenin Bozulması
Doğal olaylar yanında insanlar da çeĢitli amaçlarla doğal çevreyi hızlı
bir biçimde tahrip etmekte ormanlar baĢta olmak üzere, tükenmez kabul
ettikleri bütün doğal kaynaklan hızlı ve bilinçsiz olarak tüketmektedir.
Ayrıca hızla artan nüfusun ihtiyacını karĢılayabilmek için, baĢka amaçlar
için daha uygun olabilecek yerler, çarpık yerleĢme ve kentleĢmeyle tahrip
edilmektedir.
Bu durumda iklimi oluĢturan unsurlar doğal özelliklerini kaybetmekte,
aralarındaki karĢılıklı iliĢkiye bağlı olan dengeler de hızla bozulmaktadır.
Bunun sonucu, bu unsurların bir bileĢkesi olan iklimde bozulmalar hatta
değiĢmeler kaçınılmaz olmaktadır.
2.7. Ozon Tabakasındaki Ġncelme
Atmosferde çok az bulunan ve üç oksijen atomundan oluĢan Ozon' un
%90'ı stratosferin 19 ile 45. kilometreleri arasında, ozonosfer denilen
bölümde toplanmıĢtır. Ozon, yeryüzündeki yaĢam için çok tehlikeli olan çok
kısa dalgalı güneĢ ıĢınlan (morötesi=ultraviyole) için doğal bir süzgeç görevi
yapmakta ve büyük bir kısmını da tutmaktadır. Ayrıca tutulan bu enerji
nedeniyle de atmosferin daha fazla ısınması önlenmektedir. Yani Ozon
tabakası, atmosferdeki doğal dengenin çok önemli bir öğesidir.
Ancak doğal mekanizmalar sonucu oluĢan ve atmosferde belirli bir
miktarda bulunması gereken ozon' un son zamanlarda hızla azaldığı
görülmüĢtür. Ġnsanların çeĢitli etkinlikleri sonucu atmosfere verilen bazı
gazlar (karbondioksit, metan, kloroflorokarbon, azot oksitler vb.) bu
azalmanın temel nedenlerindendir.
Ozondaki azalma ozon tabakasının incelmesi olarak adlandırılır. Son
yıllarda küresel boyutta bir incelme gözlenmekle beraber, Antarktika
üzerindeki incelme, tehlikeli boyutlara ulaĢmıĢtır. Bu incelme sonucunda atmosferde yeterli derecede tutulamayan kısa dalgalı güneĢ radyasyonu,
317
canlılar üzerinde kanserojen etki gösterirken, yere daha fazla ulaĢması
nedeniyle de, küresel ısınmaya katkıda bulunmaktadır.
3. ĠKLĠM DEĞĠġĠKLĠĞĠNĠN TARIMSAL ÜRETĠME ETKĠLERĠ
Ġklim değiĢikliği tarımsal üretimi olumlu yönden etkilediği gibi
olumsuz yönden de etkiler. Ġklim değiĢikliğinin tarımsal üretimi etkileyen
temel faktörleri atmosferdeki karbon dioksit oranın oranının ve atmosferden
geçen radyasyonun artması, sera etkisinin sonucunda sıcaklığın artması ve
üretimi yapılan bitkilerin karakteristikleridir. Bu temel faktörlerin yanında
su, azot ve fosfor oranlarındaki değiĢimler sınırlayıcı; zararlıların,
hastalıkların, yabancı ot geliĢiminin ve kirletici maddelerin (ozon vb.)
artması azaltıcı faktörler olarak yer alır.
Üretimi yapılan bitkiler artan yağıĢların ve karbon dioksitin etkisiyle
daha uzun ve verimli bir büyüme süreci geçirir. Artan karbon dioksit,
bitkilerin daha az su kullanarak daha fazla karbonhidrat üretmesini sağlar.
Bu etki ürünün biokütlesi ile kullanılan su miktarı arasındaki oran (kg/mm)
olarak ifade edilen su veriminin artmasına sebep olur. Böylece fotosentez
mekanizması daha verimli hale gelir, ancak bu etki her bitkide aynı seviyede
etki gözlenmez. Örneğin C4 bitkileri olan mısır, sorgum ve ĢekerkamıĢında,
C3 bitikleri olan buğday, pirinç ve soyadaki fotosentez artıĢına oranla daha
az artıĢ görülür. Bu karbon dioksit etkisi sıcaklık, yağıĢ, toprak, su içeriği,
bitki türlerine ve ekstrem meteorolojik olaylara da bağlıdır. Ancak yağıĢların
artmasının yanında yağıĢ rejiminin düzensizleĢmesi sebebiyle artan tuzluluk,
kuraklık ve sel olayları, üretim süreçlerinde de hızlı büyüme ve kısa hayat
döngüsü gibi düzensizliklere de neden olur.
4. SONUÇLAR
4.1. Koruyucu Toprak ĠĢleme
Herhangi bir toprak iĢleme ve ekim sistemi toprak yüzeyinde ekimden
sonra %30 ve daha fazla bitki artığı bırakıyorsa koruyucu toprak iĢleme
olarak isimlendirilmektedir. Bu sistem toprak erozyonunu kontrol etmek
amacıyla geliĢtirilmiĢtir. Yüzeyde çok az miktarda bitki örtüsü bulunmasının
bile erozyonu büyük ölçüde önlediği yapılan araĢtırmalar ile saptanmıĢtır.
Koruyucu toprak iĢleme sisteminde iki temel düĢüncenin gerçekleĢmesi
hedeflenir;
• Ön bitki veya ikinci ürün artıklarının tarla yüzeyine veya yüzeye
yakın katmanlara yerleĢtirilmesi
• Toprak iĢleme yoğunluğunun azaltılması
318
Korumalı toprak iĢleme sistemi olarak uygulamada değiĢik alt
sistemlere
rastlamak
mümkündür.
Bunlardan
bazıları aĢağıda
belirtilmektedir:
• AzaltılmıĢ toprak iĢleme (reduced tillage)
• Toprak iĢlemesiz (sıfır toprak iĢleme, çiziye ekim veya dikim) (notill, zero-tillage, slot-plant)
4.1.1. AzaltılmıĢ Toprak ĠĢlemesi
AzaltılmıĢ veya sınırlı toprak iĢleme olarak da tanımlanan bu
yöntemde, adından da anlaĢılacağı gibi geleneksel toprak iĢleme yönteminde
yapılan bazı sürüm iĢlemleri yer almamaktadır. Daha çok soklu pulluğun yer
almadığı sürümler, azaltılmıĢ toprak iĢleme olarak kabul edilmektedir.
AzaltılmıĢ Toprak iĢleme Geleneksel toprak iĢlemeye göre daha az
enerji gerektiren iĢlemlerden oluĢan sistemlerdir. AzaltılmıĢ toprak iĢleme
koruyucu toprak iĢlemenin alt grubunu oluĢturur. Bu sistemde genellikle
birincil toprak iĢlemede çizel veya diskli aletler, ikincil toprak iĢleme ve
tohum yatağı hazırlamada diskli aletler veya kültivatör kullanılır. Geleneksel
toprak iĢlemeye göre önemli ölçüde enerji tasarrufu sağlanır.
4.1.2. Toprak ĠĢlemesiz Tarım veya Doğrudan Ekim
Toprağı iĢlemeksizin, doğrudan ekim makinesi ile tarlaya ekim
yapıldığı tarım sistemine toprak iĢlemesiz tarım denilmektedir.
4.1.2.1. Toprak iĢlemesiz-doğrudan ekim yönteminin avantajları
• Toprak iĢlemesiz doğrudan ekim erozyon riskini azaltır,
• Yağmurun toprağa infiltrasyonunu artırır ve buharlaĢmayı azaltarak
rutubetin toprakta tutulmasını sağlar.
• Üst toprakta organik madde miktarını artırarak toprak strüktürünü
iyileĢtirir.
• Topraktaki biyolojik yaĢamı ve aktiviteyi teĢvik eder. Gerekli
makine sayısını, traktörün güç ihtiyacını ve yakıt tüketimini azaltır.
• Sıfır toprak iĢlemede verim özellikle nem kısıtlı olan bölgelerde
daha yüksektir. YağıĢın toprakta daha fazla depolanması sağlar.
• Yüksek sıcaklığa ve tohum civarındaki sıcaklık değiĢimini engeller.
• Yakıt tüketimini mekanizasyon iĢlemlerini sadece bir geçiĢte ekimle
sınırladığı için %40–50 azaltır.
• Atmosfere karbon dioksit salınımı azaltır.
• Bitki çıkıĢını güçleĢtiren ve yüzey akıĢın neden olan kaymak
tabakası oluĢumunu engeller.
4.2. Çayır ve Meralar
319
Biyolojik çeĢitliliği ve bitkisel gen kaynaklarının en önemli kaynağını
oluĢturmakta olan çayır ve meraların bünyesinde barındırdığı sürekli bitki
örtüsü ile yeryüzü ısınması ve sera etkisinin azaltılmasında etkin rol oynar.
Buna ek olarak erozyona elveriĢli eğimli arazilerde çayır ve mera
oluĢturulması erozyonun engellenmesinde alınabilecek önlemlerin baĢında
gelir.
4.3. Ekim Nöbeti
Ekim nöbeti; aynı tarla üzerinde farklı kültür bitkilerinin belirli sıra
dâhilinde birbirini takip edecek Ģekilde yetiĢtirilmesidir. Ekim nöbetinde
amaç toprağın üretkenliğinin sürdürülebilmesi ve birim alandan elde edilen
verimin artırılmasıdır. Erozyona uğrayan topraklarda bitkiler için gerekli
besin maddeleri azaldığından verimlilik düĢer, tarım arazisi çoraklaĢır. Ekim
nöbeti, suyun toprağa sızma derecesini arttırır. Bu durum, yüzey akıĢından
doğan erozyonu önlediği gibi, suyun toprakta depolanmasına neden olur.
4.4. Uygulanabilecek Diğer Mücadele Yöntemleri
• Hayvansal atıklardan ortaya çıkan kirletici gazların kontrolü
sağlanarak hem iklim değiĢikliğine etkileri azaltılabilir, hem de bu
gazlardan enerji üretilebilir.
• Tarımsal alanların korunmasıyla kentleĢmenin ve sanayileĢmenin
önüne geçilebilir.
• Örtücü bitkilerin etkin kullanımıyla toprak su kapasitesinin
arttırılması, yüzey erozyonun engellenmesi ve toprağın ısı kaybını
önlemesiyle sera etkisinin azaltılması sağlanabilir.
• Kullanılan pestisitlerin kontrolünün sağlanmasıyla su ve toprak
kirliliğinin önlenmesiyle birlikte, atmosfere zararlı gaz salınımının
önüne geçilebilir.
KAYNAKLAR
TürkeĢ, M. Sümer, U. M. ve Çetiner, G. 2000. „Küresel iklim değiĢikliği ve
olası etkileri‟, Çevre Bakanlığı, BirleĢmiĢ Milletler Ġklim DeğiĢikliği
Çerçeve SözleĢmesi Seminer Notları (13 Nisan 2000, Ġstanbul Sanayi
Odası), 7-24
Prof. Dr. Necmi ĠġLER, Mustafa Kemal Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Tarla
Bitkileri Bölümü, Ekim Nöbeti Sunusu, Toprak ĠĢleme Sunusu
Rıza Kanber, Çukurova Üniversitesi Ziraat Fakültesi, Ġklim DeğiĢikliği ve
Sivil Toplum KuruluĢları Adana BuluĢması (20 Aralık 2006, Adana)
Doç. Dr. Taner AKAR, Akdeniz Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Tarla
Bitkileri Bölümü
320
TÜRKĠYE’NĠN GEN MERKEZĠ OLDUĞU ÖNEMLĠ
BAKLAGĠLLER VE BESLENME
MEHMET BÜNÜL1
Akdeniz Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarla Bitkileri Bölümü
ÖZET
Ülkemizde
yetiĢtirilen yemeklik
tane baklagiller
insan
beslenmesinde önem taĢıyan bitkisel kaynaklı besinlerden birisidir. Diğer
bitkisel kaynaklı besinler ile karĢılaĢtırıldığında besin değeri bakımından
birçok üstünlüğe sahiptirler. Bu çalıĢmada gen merkezi olduğumuz önemli
baklagillerin ( mercimek–nohut-bakla ) üretim miktarlarının ve beslenme
açısından öneminin belirlenmesi amaçlanmıĢtır. Gen merkezi olmamızın
olumlu ve olumsuz yönlerinin değerlendirilmesi yapılmıĢtır.
ANAHTAR SÖZCÜKLER:Gen merkezi, baklagiller, beslenme, üretim
miktarı
1.GĠRĠġ
Türkiye‟nin gen merkezi olduğu nohut, mercimek ve bakla‟yı içine
alan yemeklik tane baklagiller binlerce yıldır insan beslenmesinde önemli bir
yer tutmuĢlardır. Ġnsan
beslenmesindeki ; Bitkisel proteinlerin %22‟si,
karbonhidratların %7‟si yemeklik baklagillerden
sağlanmaktadır. Besleme
değerleri dikkate alındığında yemeklik tane baklagillerin genel olarak Ģu
özellikleri gösterdikleri söylenebilir; Yüksek oranda protein içerirler, yüksek
oranda mutlak gerekli lizin (lysine) aminoasidi içerirler, mutlak gerekli
metionin (methionine) ve sistin (cystine) aminoasidi bakımından fakirdirler,
tahıl taneleri için mükemmel bir tamamlayıcı protein kaynağıdırlar,
kolesterol seviyeleri çok düĢüktür, içerdikleri bazı anti besinsel maddeler
nedeniyle sindirimleri biraz zordur. Ülkemizde kiĢi basına yıllık ortalama 45 kg mercimek ve 5-6 kg nohut tüketildiği dikkate alındığında, yemeklik
tane baklagillerin ülkemiz insanları açısından önemi büyüktür (TÜĠK, 2009).
Türkiye, baklagillerin gen merkezi olarak kabul edilen “verimli hilalin” en
önemli parçasıdır. Türkiye, tüketim oranları açısından dünyada önemli bir
yeri olduğu gibi tarihsel olarak ihracatçı konumunda olmuĢtur. Baklagil
üretimi ülke geneline yayılmıĢ olmakla beraber Güneydoğu Anadolu, Orta
Anadolu ve geçit bölgeleri ile Marmara Bölgesinin güneyi üretimin en
321
yoğun olduğu bölgelerdir. Genel olarak; kırmızı mercimek Güneydoğu‟da,
yeĢil mercimek, nohut ve kuru fasulye Orta Anadolu ve geçit bölgelerinde,
bakla ve bezelye ise Ege ve Güney Marmara‟da yetiĢmektedir.
2.GEN MERKEZĠ OLDUĞUMUZ ÖNEMLĠ
BAKLAGĠLLER VE ĠNSAN BESLENMESĠNDEKĠ
ÖNEMLERĠ
Genel olarak sağlıklı yetiĢkin bir insanın günlük protein ihtiyacı;
vücut ağırlığının gram cinsinden değeri kadardır. Dünya sağlık Örgütü
(WHO) verilerine göre; kiĢi baĢı günlük protein tüketiminin % 60‟ı bitkisel,
% 40‟ı hayvansal kaynaklı olursa kaliteli ve dengeli bir beslenmeden
bahsedilebilir. Türkiye‟de bu oranlar % 80 bitkisel ve % 20 hayvansal
kaynaklı Ģeklindedir. Türkiye‟de bitkisel kaynaklı proteinlerin büyük
bölümü fasulye, nohut ve mercimek gibi yemeklik tane baklagillerden
sağlanmaktadır.
Yemeklik tane baklagiller, kuru tanelerinde bulunan yüksek oranda
protein bakımından diğer besin gruplarına göre önemli bir üstünlük gösterir.
Kalsiyum, demir, fosfor gibi elementlerle B1, B2 ve niasin gibi vitaminler
bakımından diğer besinlere göre belirgin bir üstünlüğü vardır. Ancak,
içerdikleri bazı antibesinsel maddeler nedeniyle sindirimleri biraz zordur.
2.1 Gen Merkezi Olduğumuz Önemli Baklagiller Ve Üretim Miktarları
322
SONUÇLAR
Baklagil ekim alanlarında ciddi bir düĢüĢ söz konusudur. Üretim ve
dıĢsatım azalırken, özellikle kırmızı mercimek dıĢalımında hızlı bir artıĢ
meydana gelmiĢtir. Ġç piyasada özellikle kırmızı mercimek fiyatında son
yıllarda büyük bir artıĢ yaĢanmaktadır. Türkiye‟de yeĢil mercimek üretimi
giderek azalmaktadır. Nohut ve mercimek ekim alanlarında da gerileme
gözlenmektedir. Baklagil Üretimi ve Kalitesinin Artırılmasına Yönelik
Öneriler i) Yemeklik baklagillerin alımının protein oranına göre yapılması ii)
Ürün desteğinin protein bitkileri destekleme ödemesi altında desteklemelerin
verilmesi iii) Desteklemelerle baklagillerin münavebeye alınmasının
sağlanması iiii) Sertifikalı tohumluk üretiminin desteklenmesi ve artırılması
önerilir. Türkiye, baklagil gen merkezi olarak kabul edilen “verimli hilal”in
en önemli parçasıdır. Fasulye ve börülce dıĢındaki önemli yemeklik
baklagillerin gen merkezi olması, çeĢit geliĢtirmede, üretilen çeĢitlerin
sorunlarını gidermede baĢka bir ifadeyle ıslah çalıĢmalarında materyal
sağlamada avantaj sağlamaktadır. Nitekim yürütülen ıslah çalıĢmalarında bu
materyalden yararlanılmaktadır.
KAYNAKLAR
http://www.tarim.gov.tr/BUGEM/Belgeler/
YEMKLĠKBAKLAGĠLLERÇALIġTAYI (2014 KONYA)
http://www.zmo.org.tr/ (YEMEKLĠK BAKLAGĠLLERĠN ÜRETĠMĠNĠ
ARTIRMA OLANAKLARI M. Sait ADAK1 Mustafa GÜLER2 Nihal
KAYAN3)
http://www.ubk.org.tr/ziraat_rapor.pdf
http://arastirma.tarim.gov.tr/
http://www.tuik.gov.tr/
323
324
RUMEN MĠKROORGANĠZMALARI
Memnune UYANIKÇA
Akdeniz Üniversitesi Ziraat Fakültesi Zootekni Bölümü
ÖZET
Ruminantlar
doğduklarında
sindirim organlarının
kapasite
vefonksiyonları tam olarak geliĢmemiĢtir.EriĢkin ruminantlarda sindirim ve
sentez olaylarında önemli görev yüklenen rumen, buzağılarda yaĢamın ilk
haftalarında çok yava geliĢim gösterir.
Rumen içeriği bakteri ve protozoa populasyonu tarafından
oluĢturulan fermantasyon nedeniyle asidik niteliktedir.Retikulorumende
değiĢik tipte mikroorganizmalar bulunmakla birlikte en çok bakteriler ve silli
protozoalar bulunmaktadır.Mikroorganizmaların tamamına yakın kısmı
anaerobik yada fakultatif anaerobiktir.Selüloz sindiren en önemli selülolitik
bakteri türleri Fibrobacter succinogenes,Ruminococcus albus ve
Ruminococcus flavegacienstir.Protozoa türleri
içinde ise en fazla
Entodinium,Diplodinium ve Ġsotricha türleri bulunmakla birlikte bunlarda
daha çok selüloz ve niĢasta sindirimine katkıda bulunmaktadır.
Rumen mikroorganizmalarının en önemli özelliği selülozu
parçalayabilmesidir.Bu özelliğiyle hayvan beslemede çok önemli bir yere
sahiptir.Rumen mikroorganizmalarının araĢtırılmasına gereken hassasiyetin
gösterilmesi ve daha ayrıntılı bilgi sahibi akademisyenler yetiĢtirilmelidir.
ANAHTAR KELĠME: Mikroorganizma ,Rumen,Ruminant,Bakteri
.Protozo
GĠRĠġ
Rumen Mikroorganizmaları Nerede Bulunur ?
Ruminantlar; büyük çapta geniĢlemiĢ rumen, retikulum, omasum ve
abomasum adı verilen dört adet bölmeye ayrılmıĢ bir mideye sahiptirler. Bu
özellikleri ile diğer canlılardan önemli derecede farklılık gösterirler.Bu
bölümlerin en büyüğü rumendir ve bedenin sol tarafında,karnın büyük bir
kısmını oluĢturur. Rumen içi sıcaklığı 39-41 C,Ph ise 5,5-7,0 arasında
değiĢmektedir. Ruminantlar doğduklarında sindirim organlarının kapasite ve
fonksiyonları tam olarak geliĢmemiĢtir. EriĢkin ruminantların sindirim ve
sentez olaylarında önemli görev alan rumen, buzağılarda yaĢamın ilk
haftalarında çok yavaĢ geliĢim gösterir.
EriĢkin ruminantların rumeninde en çok bakteri, protozoa ve mantar
gibi mikroorganizmalar bulunur.
Rumen Mikroorganizmalarının Özellikleri
Rumen mikroorganizmalarının en önemli özelliği bitkilerdeki
karbonhidratı (selüloz) parçalamasıdır.Selüloz sindiren en önemli selülotik
bakteri türleri;
Fibrobacter succinogenes,
325
Ruminococcus albus ve Ruminococcus flavegaciensti
Protozoa türleri içerisinde ise en fazla Entodinium, Diplodinium ve
Isotricha türleri bulunmakla birlikte bunlar daha çok selüloz ve niĢasta
sindirimine katkıda bulunmaktadır.Mayalar da oksijeni çoğaltarak
karbondioksit ürettikleri için rumendeki anaerobik ortamı hazırlarlar. Ayrıca
B vitaminlerinin sentezlenmesinde önemli rolleri vardır.
Mikrobik Sindirimin Önemi
Gelişmiş ruminantların rumeninde cereyan eden mikrobik
sindirimin önemi; sindirilebilen kuru maddenin %70-85‟nin burada cereyan
eden mikroorganizmalar tarafından parçalanarak, uçucu yağ asitlerine,
karbondiokside,
metana,
amonyağa
ve
mikrobik
hücrelere
dönüĢtürülmesinden anlaĢılabilir
Mikroorganizmalar Arasındaki ĠliĢki
Rumende bulunan
mikroorganizmalar arasında birçok interaksiyon
mevcuttur.
Genel anlamda bu ilişkiler;
Mutualizm (her iki organizmanında yararına olan iliĢki),
Commensalizm (bir organizmanın diğer organizmayı etkilemeden kendi
lehine yarar sağlaması), Parasitizm (bir organizma diğer organizmaya
katlanmak zorundadır).
Rumen Mikroorganizmalarının Besinsel Gereksinimleri
Karbondioksit,Enerji,Azot,Mineraller,Vitaminler
SONUÇ
Ruminantlar ile tek mideli hayvanlar arasındaki en önemli sindirim
sistemi farklılığı rumen ve rumende bulunan anaerobik mikroorganizma
populasyonudur.Rumendeki mikroorganizmalar ile hayvanlar arasındaki
simbiyotik iliĢkileri bilmek; hayvan beslemenin temelini oluĢturur.
Rumen mikroorganizma populasyonunu dolaylı ya da direkt olarak
etkileyecek her faktör; hayvandan elde edilecek verimi ve yenden etkin
yararlanmayı da etkileyeceğinden, rumen mikroorganizmaları üzerine daha
detaylı çalıĢmalara ve bilgilere olan ihtiyacı da arttırmaktadır.
KAYNAKÇALAR
Prof.Dr.Murat GÖRGÜLÜ „Sindirim Sistemi ve Besleme‟ 2004,Adana
Prof.Dr.Arif ALTINTAġ „Rumen Biyokimyası ve Rumen Bozuklukları
Fizyopatolojisi‟ 2001,Ankara
Mustafa Selçuk ALATAġ,Huzur Derya UMUCALILAR „Rumenin Mikrobiyal
Ekosistemindeki Bakteriler ve Rolleri,Atatürk Üniversitesi Veteriner Bilimleri
Dergisi,2011,Ankara
O.Tolga
ÖZEL,B.Zehra
SARIÇĠÇEK
„Ruminantlarda
Rumen
Mikroorganizmalarının
Varlığı
ve
Önemi‟TUBAV
Bilim
Dergisi,Sayı:3,2009,Cilt :2,Sayfa:277-285,Samsun
Prof.Dr.Ayhan
AKSOY,Yrd.Doç.Dr.Muhlis
MACĠT,Yrd.Doç.Dr.Mevlüt
KARAOĞLU „Hayvan Besleme‟Erzuru m,2000
326
PERMAKÜLTÜR (SÜRDÜRÜLEBĠLĠR TARIM)
Beritan ARIK
Akdeniz Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bahçe Bitkileri Bölümü
ÖZET
GeçmiĢten günümüze nüfusun hızla artmasıyla gıda ihtiyacımız da a
rtmaktadır. Ne yazık ki bu gıdayı karĢılamak için yeterli tarım arazilerimiz b
ulunmamaktadır. Nüfus sürekli artıyorken tarım toprakları yanlıĢ uygulamala
rla azalıyor. Topraklarımız kirleniyor, geleceğimiz yok oluyor. Kullanılan ki
myasal miktarı artıyor ve yeni sorunlar ortaya çıkıyor. Yediğimiz gıdaların r
af ömrü uzun olacak diye bizim ömrümüz kısalıyor. Hep bir baĢkasına olanı
n bize olmayacağını düĢünemeyiz. Ben size göre baĢkası, siz de bana göre bi
r baĢkası değil misiniz? Artık buna bir dur demenin zamanı geldi de geçiyor.
Tüm bunları permakültür ile yok edip sağlıklı topraklar, gıdalar ve sağlıklı bi
r gelecek kurabiliriz.
ANAHTAR KELĠMELER : Gelecek, Tarım, Permakültür, Sağlık
1.PERMAKÜLTÜR
Permakültür 1970‟lerde Avustralya‟da Bill Mollison ve David Holm
egren tarafından geliĢtirildi. Latincede “ sürdürmek” devam etmek anlamına
gelmektedir. Cultüre ise “tarım” manasını taĢır. Bu iki kelime birleĢerek per
makültür kavramını oluĢturmuĢtur.
Permakültür bilinçli olarak, doğal ekosistemlerdeki gibi çeĢitliliğe,
denge ve dirence sahip tarımsal anlamda bereketli ekosistemler tasarlama ve
sürdürülebilme çalıĢmalarıdır. Arazide insanların ahenk içinde varolması; gı
da, enerji, barınma gibi insan temel ihtiyaçlarının sürdürülebilir bir Ģekilde k
arĢılanması hedeflenir. Böylece insanların ihtiyaçlarını karĢılayan verimli ek
osstemler geliĢtirmek, sistem dahilindeki her nesne diğerlerini destekler ve b
esler. Böylece kendi kendine geliĢebilen gıda zinciri kurulur. Çok daha az e
mekle daha fazla verim elde edilir. Aslında permakültür sadece tarım veya b
ahçeyle ilgili değildir. Permakültür bir yaĢam felsefesidir.
327
Permakültürde suni gübre yok, böcek ilacı yok, tarla sürmek yok, ha
stalıklara, kuraklığa, iklim değiĢikliğini dirençli, faydalı böcek ve hayvanlar
için barınma oranı, küçük bir alanda bol verim sağlayan yöntemler varken bi
zler neden hem sağlıklı hem verimli hem de maliyeti az bu uygulamayı kulla
nmıyoruz?
2. PERMAKÜLTÜR ĠLKE VE YÖNTEMLERĠ
2.1 Sağlıklı Toprak
Hepimizin bildiği gibi sağlıklı bitkiler sağlıklı toprağa ihtiyaç duyar.
Sağlıklı toprakta içinde canlılığı barındırmasıyla sağlanır. Verimli üst toprağı
n pulluklarla iĢleme sonucu erozyona açık hale gelmesi, suyla ve rüzgarla aĢı
nıp taĢınması ve yok olması, çıplak toprağın güneĢ ıĢığına doğrudan maruz k
alması, kalan toprağın ise aĢırı ilaçlama ve gübreleme sonucu hayatını kaybe
tmesi, anızın yakılmasıyla organik maddenin yok olması toprağımızın ölmesi
ne sebep oluyor. Permakültür pulluksuz tarımla tüm bunlara engel oluyor. T
oprak üstündeki bitki malç olarak kullanıldığında toprak neminin korunması
nı sağlıyor. Bu demek oluyor ki kullanılan su miktarı azalıyor. Toprak soluca
nlarının miktarı artıyor ve bu canlılar bizler için toprağın havalanmasını sağlı
yor.
2.2 Su Hasadı
Permakültür için önemli olan bir konu da gelecek nesillere su bıraka
bilmektir. Suyun akıp gitmesindense suyun toplanmasını öneriyor bizlere. B
unu da yağmur sularının hasadıyla, su toplayan kanallar oluĢturarak ihtiyacı
mız olan suyu karĢılamıĢ oluruz ve bunun için de ek bir ücret ödemeyiz.
2.3 Zararlı ve HaĢerelerle Mücadele
Doğru zamanda doğru aralıklarla ekim yapmalıyız. Tek çeĢit ekim y
erine birden çok çeĢidi bir arada ekmeliyiz. Balık-Pirinç yetiĢtiricilik kültürü
nde balıklar gübre üretip böcekleri yabancı otları yer,ayrıca kök bölgesinin o
ksijen sirkülasyonuna destek olur, verim artar. KardeĢ bitkiler yetiĢtiriciliğin
de örneğin mısır, fasulye, kabak gibi birbirine fayda sağlayan bitkiler aynı or
tamda yetiĢtirilmelidir. Mısır fasulye için sırık görevi görür, fasulye azotu to
ptakta biriktirir ve besin sağlar. Kabak yapraklarıyla gölge yapar su kaybını
önler. Aromatik bitkilerle yetiĢtirmemiz gereken ürünleri bir arada dikimini
yaparsak tat oranının artmasına zararlıların uzaklaĢtırılmasına fayda sağlar.
328
Ayrıca kimyasal olmayan ilaçlar yerine doğal yollarla mücadele etmiĢ oluruz
. Ġlaç kullanmamız gerekiyorsa doğal yollarla oluĢturulmuĢ ilaçlar kullanmalı
yız. Bu bizim için hem sağlıklı hemde daha ekonomiktir. Örneğin; pulbiber,
yağ ve su karıĢımı yaprak bitleri için mükemmel bir ilaçtır. Bize faydalı olan
arı, uğur böceği gibi canlılara da zarar vermez. Su, süt karıĢımı mantar hastaı
kları, tırtıl yumurtaları örümcek ve akarların yok olmasını sağlar. Ayrıca süt
tüketiminde ülkemizde satılmayan süt sorununa da bir çözüm yolu bulmuĢ ol
uruz.
2.4 Atıkları Değerlendirmeliyiz
Mutfak atıkları, otlar, dallar, yapraklar, kısaca tüm bitkisel atıkların
ve hayvansal gübrelerin belli bir miktar su ve kuru madde (kuru yaprak vb.)
kullanarak kendi organik gübremizi kendimiz yapabileceğimiz kompost oluĢ
turabiliriz. Böylece gübreye para vermemiĢ, atıkları değerlendirmiĢ ve çevre
ye zarar vermemiĢ oluruz.
2.5 Geleceğe Yatırım
Tüm bunları yaparken çevremizi gözlemlemeli kimyasal kullanılıyor ise b
una önlem almalı bu yüzden de komĢularımızla iliĢkilerimizi korumalıyız. B
öylece topraklarımıza ve bitkilerimize kimyasalların bulaĢmasını önlemiĢ olu
ruz. Son olarak gelecek yıllar için tohum saklamayı unutmamalıyız.
SONUÇ
Günden güne azalan topraklarımızın ve buna bağlı olarak da verimin
azalmasına çözüm yolu olarak permakültür önerilmiĢken bunu neden denem
eyelim? Tarımın ülke ekonomisine milyarlarca dolar katkı sağlayan bu sektö
rü taĢıyan çiftçi, tarım arazilerinin her geçen gün azalmasının farkında değil
sanırım. Ki hala süldürülebilir tarımın insanları doyurup doyuramayacağı tart
ıĢılıyor. Aktivist Michael Polon‟un da dediği gibi “mesele sürdürülebilir tarı
mın dünyayı besleyip beslememesi değil; sürdürülebilir tarım dıĢında hiçbirĢ
eyin dünyayı besleyemeyeceğidir.” Tarım ve geleceğin uyumlu bir ikili olabi
lmesi için permakültürü benimsememiz gerekmektedir. Zarar görmüĢ ekosist
emler koruma altına alınmalı ve bu alanlarda iyileĢtirme çalıĢmaları yapılmal
ıdır. Büyük tarım Ģirketleri bu konuda bilinçlendirilmeli ve permakültür uyg
ulamalarına teĢvik edilmelidir. Bu çalıĢmalar yaygınlaĢtığı takdirde yaĢam sü
rdürülebilirliğe ulaĢacak ve bunu da ancak bizlerin çabasıyla gerçekleĢtirebil
329
iriz. Bugün permakültür beni kazandıysa yarın sizleri neden kazanmasın? Ve
bizler neden sağlıklı bir gelecek kazanmayalım?
KAYNAKÇA
http://www.tagari.com/?p=158
http://permacultureturkey.org/
http://permakulturplatformu.org/?p=928
http://www.erzurumgazetesi.com.tr (Yıldız‟dan toprak uyarısı)
www.yildiz.edu.tr
Tarım Ekonomisi Dergisi 2005 ;11(1):13-24
Buğday Dergisi 2004-2005 Ġstanbul
AtıĢ, E., 2004 Çevre ve Sürdürülebilir Boyutlarıyla Organik Tarım
www.organiktarimantalya.com> ilaçlama
330
SÜRDÜRÜLEBĠLĠR BĠR YAġAM ĠÇĠN
PERMAKÜLTÜR
Ali AKIN
Akdeniz Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarla Bitkileri Bölümü
ÖZET
Permakültür, doğal ekosistemlerin çeĢitliğine, istikrarına ve
esnekliğine sahip olan tarımsal olarak üretken ekosistemlerin bilinçli
tasarımı ve bakımların sağlanmasıdır. Üzerinde yaĢayan insanlar ile arazinin,
insanların gıda, enerji barınak ve diğer maddi ve manevi ihtiyaçlarını
sürdürebilir bir Ģekilde sağlayan ahenkli bütünleĢmeleridir. Permakültür
olmaksızın istikrarlı bir sosyal düzen mümkün değildir. Permakültür sadece
yeni bir bahçıvanlık yöntemi değil, Dünya gezegeni üzerinde yaĢamın
sürdürülebilir yoludur. Permakültürün bir tasarım sistemi olarak öne
çıkmasını sağlayan nokta, bilinç ile etiği bütünleĢtirme kabiliyetidir.
Permakültürün etiği; Dünyayı gözet insanı gözet ve üretim fazlasını da bu
ikisine yönlendir biçiminde açıklanabilir. Yereldeki çoğulkültürlü eylem,
biyobölgenizdeki kaynakların, temel üretiminiz, temel hizmetleriniz ve
sanatlarınızın nasıl iĢleyeceğinin tanımlanmasıdır. Permakültürle yeryüzüne
ve insanlara özen göstermeli , nüfusa ve tüketime sınırlar getirerek
ihtiyaçlarımızı kontrol altına almalıyız.
ANAHTAR SÖZCÜKLER: Permakültür, sürdürülebilir, ekosistem, doğal
yaşam
1.GĠRĠġ
Permakültür Ġngilizce „permanent‟ (kalıcı) ve „agriculture‟ (tarım)
kelimelerinin birleĢiminden oluĢur. "Permanent Agriculture" kavramı ilk
olarak Franklin Hiram King'in 1911 yılında yazdığı "Farmers of Forty
Centuries: Or Permanent Agriculture in China, Korea and Japan" adlı kitapta
kullanıldı. "Permakültür" (permaculture) kelimesi ise 1970‟lerde
Avustralyalı Bill Mollison ve David Holmgren tarafından, endüstriyel ve
tarımsal sistemler tarafından yaratılan toprak, hava ve su kirlenmesine,
kaybolan bitki ve hayvan türlerine, doğal olarak yenilenemeyen kaynakları
yok edici ekonomik sisteme tepki olarak geliĢtirildi ve eski deneyimlerden
oluĢan bitki, hayvan ve sosyal sistemlerin bilgisine yeni fikirlerin
eklenmesiyle, "kalıcı tarım" ve "kalıcı kültür" inĢa etmek manasında
kullanıldı. Kavram zamanla değiĢik manalarda kullanılmıĢ olmakla birlikte,
günümüzde artık; gıda üretimi, arazi kullanımı ve topluluk inĢa etmede
sürdürülebilir ve etik bir tasarım usulü kullanmak olarak tanımlanabilir.
331
Permakültür‟ün diğer bir tanımı da "sürdürülebilir yerleĢimler
tasarlamak"tır. Bu bir felsefe ve toprak kullanımı yaklaĢımının mikroklima,
yıllık ve çok yıllık bitkiler, hayvanlar, toprak ve su yönetimi ve insan
ihtiyaçlarının birlikte ve bağlantılı olarak içiçe geçtiği üretken topluluklar
bütünüdür.
2. PERMAKÜLTÜRÜN ETĠK ĠLKELERĠ
* Yeryüzüne özen gösterme; bütün yaĢam sistemlerinin, bütün varlıkların
devamlılığının ve çoğalmasının sağlanması için gerekli koĢullar insanlar
tarafından oluĢturulmalıdır.
* Ġnsanlara özen gösterme; insanların gıda, barınak, eğitim, tatmin edici iĢ ve
keyifli insan iliĢkilerine sahip olarak sağlıklı bir Ģekilde var olmaları için
gerekli kaynaklara ulaĢılması sağlanmalıdır.
* Nüfus ve tüketime sınır getirme; kendi ihtiyaçlarımızı kontrol altına alarak
kaynak yaratılmasına katkı sağlamamız gerekmektedir. Zaman, Para ve
enerji cinsinden olabilecek bu kaynakları birinci ve ikinci ilkelerin
gerçekleĢmesinde kullanmalıdır.
2.1 PERMAKÜLTÜRÜN GENEL PRENSĠPLERĠ
* Gözlemle ve etkileĢim kur.
* Enerjiyi yakala ve depola.
*Ürün al.
*Kendin kurallarını uygula, geri beslemeleri dikkate al.
332
*Yenilenebilir kaynak ve hizmetlere değer ver, kullan.
*Atık üretme.
*Örüntülerden detaya doğru tasarla.
*AyrıĢtırma bütünleĢtir.
*Küçük ve yavaĢ çözümler üret.
*ÇeĢitliliğe değer ver ve kullan.
*Uçları kullan ve marjinal olana değer ver.
*DeğiĢime tepki ver ve yaratıcı bir Ģekilde kullan.
3. SĠSTEMDE GELĠġĠM VE ARDILLIK
Doğal sistemler, aĢama aĢama daha üretken durumlara evrilir. Bu
ardıllık süreci, çıplak kalmıĢ ya da yangın, kuraklık, sel veya lav akıĢı gibi
etmenlerle zarar görmüĢ arazilerde doğal Ģekilde baĢlar. Böylesi
verimsizleĢmiĢ araziler, ilk önce dirençli, dayanıklı “öncü” bitkiler
tarafından kolonize edilir. Kısa ömürlü azot bağlayıcı çalılar ve otları
kapsayan bu türler, doğal yara bandı görevi görür. Otların ve diğer öncülerin
rolü, daha üretken ve biyoçeĢitliliğe sahip sistemler için gereken uygun
koĢulları yeniden oluĢturmaktır.
Birçok öncü tür, kurak Ģartlar altında bile dayanıklı, üretken ve
güçlüdür. Baklagil ağaçlar çok özenli bakıcılardır; meyve, yemiĢ ve
kerestelik ağaçlara küçükken koruma ve besin sağlarlar. Bu öncü türleri,
kademeli uygulamalarınızda erkenden dikmek önemlidir, çünkü toprak
yapısını ve mikroiklimi, sonradan ekilecek bitkiler için uygun hale getirirler.
Birçoğu yangın bariyeri ve çalı çit olarak da kullanılabilir, aynı zamanda
yüksek proteinli hayvan yemi ve kovan balı üretiminde polen kaynağı ve
çeĢitliliği sağlarlar
SONUÇ VE ÖNERĠLER
Permakültür‟e ve Permakültür Tasarımına katkı sağlanması için;
zarar görmüĢ ekosistemler koruma altına alınmalı ve bu alanlarda iyileĢtirme
çalıĢmaları yapılmalıdır. Hayatsal döngünün sağlanması için kiĢi baĢına
asgari
alan
kullanılarak
maksimum
verimlilik
sağlanmaya
çalıĢılmalıdır.Nadir rastlanan, nesli tükenen türler ve vahĢi türler için bitki ve
hayvan sığınakları oluĢturulmalıdır.Günümüzde yeni bir kavramsallık
taĢımamasına rağmen Permakültür‟e gereken önem verilmemektedir.
Permakültür uygulamaları bireysel olarak devam ettirilmeye çalıĢılmaktadır.
Oysaki büyük tarım Ģirketleri bu konuda bilinçlendirilmeli ve Permakültür
uygulamalarına teĢvik edilmelidir. Bu çalıĢmalar yaygınlaĢtığı taktirde
sürdürülebilirlik ve kalkınma sağlanır.
333
KAYNAKÇA
Bill Mollison, Permakültüre GiriĢ
Bill Mollison, Permaculture: A Designers‟ Manual. Tagari Publications,
1988.
Bill Mollison ve Reny Mia Slay, Introduction to Permaculture. Tagari
Publications, 1991.
Pemakültür El Kitabı ve Marmariç Örneği, Marmariç Ekolojik YaĢam
Derneği
BaĢka Bir Organik Tarım Mümkün Mü? ÇALIġTAY NOTLARI 16 Mayıs
2011
Permaculture AUSTRĠA , Nr. 55 – Jänner bis Mai 2015
Permaculture II, Bill Mollison, sf. 142-144.
http://www.permaculture.co.uk/articles/why-permaculture-needs-design
http://www.small-farm-permaculture-and-sustainableliving.com/succession_in_permaculture_landscape_design.html
http://permacultureturkey.org/
http://permakulturplatformu.org/?p=928
334
SÜT VE SAĞLIK
PINAR KARABUDAK1 - KADRĠYE KARATAġ2
1
Akdeniz Üniversitesi Ziraat Fakültesi Zootekni Bölümü
2
Akdeniz Üniversitesi Ziraat Fakültesi Zootekni Bölümü
ÖZET
Yeterli ve dengeli beslenme organizmanın sağlığının korunması ve
geliĢmesi adına önemlidir. Vücudun her gün ihtiyacı olan enerjiyi
karĢılayabilmesi için belirli gruplardaki besinleri tüketmesi gerekmektedir.
Besinler dört gruba ayrılmıĢtır. Bu besin grupları; et ve et ürünleri, süt ve süt
ürünleri, sebzeler ve meyveler ile ekmek ve tahıllardır.
Süt ve süt ürünleri grubunda baĢlıca sütten yapılan besinler yer
almaktadır. Bu besinler kalsiyum, fosfor, protein, B2 vitamini ve B12
vitamini olmak üzere birçok besin öğesinin kaynağıdır. BaĢta bebekler ve
anneleri olmak üzere tüm yaĢ grupları günde en az iki su bardağı süt ve süt
ürünleri tüketmelidir. Özellikle çocukluk ve gençlik döneminde olan
bireylerin süt ve süt ürünleri tüketmesi alıĢkanlık haline gelmelidir. Bugün
bilindiği üzere sahip olduğumuz alıĢkanlıkların temelinde çocukluk ve
gençlik dönemlerimiz vardır. Sağlıklı alıĢkanlıklarla ilerideki yaĢantımızı
daha kolay hale getirebiliriz. Osteoporoz gibi kemik hastalıklarından süt ve
süt ürünlerinin tüketimi sayesinde korunabiliriz.
T.C. GIDA TARIM VE HAYVANCILIK BAKANLIĞI ‟nın baĢta
geliĢmekte olan çocuklarımızın süt ve süt ürünleri tüketimi ile ilgili belirli
çalıĢmaları vardır. Bizde alıĢkanlıklarımızı belirli düzeyde planlayarak
ilerideki yaĢantımızı koruma altına alabiliriz. Hayata bir adım önde
baĢlamak adına sağlığımıza ve alıĢkanlıklarımıza dikkat etmeliyiz.
ANAHTAR KELĠMELER: Sağlık, Süt ve süt ürünleri, Alışkanlık
GĠRĠġ
Organizmaların yaĢamının her evresinde gerekli olan süt, makro ve
mikro besin ögeleri için iyi bir kaynaktır. Özellikle çocukluk, gebelikemziklilik ve yaĢlılık dönemlerinde kemik sağlığı açısından önemi bilinen
sütün; kronik hastalıklarla iliĢkisini gösteren çalıĢmalar mevcuttur.
Dünya geneline bakıldığında her ülke için farklı miktarlarda süt ve süt
ürünleri tüketimi söz konusudur. Türkiye genelinde ise süt içme
alıĢkanlığının çok az olduğu dikkat çekmektedir.
Süt ve süt ürünlerine özellikle kalsiyum ve fosfor baĢta olmak üzere bazı
önemli mineraller, protein ve riboflavin gibi bazı B grubu vitaminlerin
335
kaynağı olarak bakıldığında halk sağlığı açısından önemli bir besin grubu
olduğu hemen anlaĢılmaktadır. Süt proteinlerinin vücutta büyüme ve
geliĢmeye katkısı, doku farklılaĢtırmalarındaki etkinliğinin yanı sıra;
kalsiyum emilimi ve immün fonksiyonlar üzerine olumlu etkilerinin olduğu,
kan basıncını ve kanser riskini azalttığı, vücut ağırlığının kontrolünde etkin
rol aldığı, diĢ çürüklerine karĢı koruyucu olduğu bilinmektedir.
Süt ve süt ürünleri memelilerin neonatal dönemle beraber büyüme ve
geliĢmeleri için elzemdir. Protein ve peptid yapılı öğeler ile yağ asitleri,
vitamin ve minerallerden dolayı yaĢam döngüsü içerisinde birçok önemli
özelliğe sahiptir.
SÜTÜN TANIMI VE ÖZELLĠKLERĠ
SÜT: inek, koyun, keçi ve mandaların meme bezlerinden salgılanan,
kendine özgü tat ve kıvamda olan, içine baĢka maddeler karıĢtırılmıĢtır,
içinden herhangi bir maddesi alınmamıĢ, beyaz veya krem renkli sıvıdır.
ÇĠĞ SÜT: Memelilerin diĢilerinden elde edilen 40 °C üzerinde ısıtılmamıĢ
veya eĢdeğer etkiye sahip herhangi iĢlem görmemiĢ kolostrum dıĢındaki
meme bezi salgısıdır.
ORGANOLEPTĠK ÖZELLĠKLERĠ: Süt ve süt ürünlerinin kalitesi
hakkında önemli bilgiler veren, koku, tat, gibi duyusal özelliklerine
organoleptik özellikler denir. Duyusal muayeneler, sütün rengine, kokusuna,
tadına, görünüĢ ve kıvamına bakılarak yapılmaktadır.
Süt ürünlerinin çeĢidine göre duyusal muayene yapılıĢ amacı farklılıklar
göstermektedir ve sağladığı yararlar Ģunlardır;

Ham madde kaynağını saptamak (inek sütü, koyun sütü
v.b.),

Anormal sütü normal sütten ayırmak,

Üretim tekniğine bağlı istenmeyen değiĢiklikleri tespit
etmek,

Ürünün kalitesi hakkında fikir edinmek ve mevcut ürünü
iyileĢtirmek,

Ürünün piyasada kalma süresini tespit etmek,

Fiziksel, kimyasal ve mikrobiyolojik analizler için ön bilgi
elde etmek veya neticeleri ile birlikte değerlendirmek,

Tüketici isteklerini saptamak,

Yeni bir ürünü tanıtmak,

Standarda ve tüzüğe uygunluğu tespit etmektir.
Süt ve süt ürünleri; protein, kalsiyum, fosfor, A vitamini, bazı B vitaminleri
(özellikle riboflavin, B12) için iyi bir kaynaktır.
Mevsimsel değiĢim, fizyolojik etkenler, hastalık durumu gibi birçok etken
besi ögesi içeriğini etkilemektedir. Yapılan araĢtırmalarda ilkbahar ve
336
sonbahar arasındaki değerlerin istatistiksel olarak anlamlılık gösterdiği
bildirilmiĢtir. Protein, yağsız kuru madde ve kül içeriklerinin sonbahar
döneminde, yağ miktarının ise ilkbahar döneminde daha yüksek olduğu
gösterilmiĢtir.
ORGANĠK VE ĠNORGANĠK MADDELER AÇISINDAN SÜT
KARBONHĠDRAT; Meme dokusunda sentezlenen laktoz, sütün temel
karbonhidratıdır.
YAĞ; Süt yağlı, sütün görünüm, tat, lezzet ve dayanıklılığını etkilemektedir.
Ayrıca elzem yağ asitleri, yağda eriyen vitaminler ve enerji için kaynak
oluĢturmaktadır. Süt yağı %5 oranında doymuĢ yağ içermesine rağmen
kronik hastalıklar için olumlu etkinlikleri olan konjuge linoleik asit,
sifingomiyelin, bütirik asit, miristik asit gibi özel bileĢenler içerdiği için
sağlık açısından önemlidir.
PROTEĠN VE AMĠNO ASĠTLER
Yüksek kalite protein içeren inek sütünün ortalama %3-3.5‟i proteindir.
Protein yapısını oluĢturan aminoasitler süt ve süt ürünlerinde önemli
miktarlarda bulunmaktadır. Elzem ve elzem olmayan aminoasitler dengeli
olarak sütte bulunmaktadır.
VĠTAMĠNLER
Ġnsan için elzem vitaminlerin neredeyse hepsi sütte bulunmaktadır. A, D, E,
K vitaminleri süt yağı ile iliĢkili olarak yer almaktadır. Süt yağına sarımsı
rengi veren içerisindeki karotenoidler ve floresan rengini veren riboflavindir.
Süt yağı azaldıkça yağda eriyen vitamin içeriği de azalmaktadır.
ZenginleĢtirilmemiĢ sütte D ve K vitamini oldukça azdır. Süt, suda eriyen
vitaminleri de içermektedir. Ancak yüksek içeriğine karĢın kontrollü
kontrolsüz uygulanan ısıl iĢlemler vitamin içeriğini azaltabilmektedir.
MĠNERALLER
Süt kalsiyum, fosfor, magnezyum, çinko, potasyum gibi mineraller için iyi
bir kaynaktır. Ancak demir içeriği ve demir biyoyararlılığı düĢük olan süt,
çocukluk
döneminde
demir
gereksinimine
önemli bir
katkı
sağlayamamaktadır. Sütün mineral içeriği hayvanın fizyolojik durumu,
laktasyon durumu, çevresel faktörler ve genetik faktörler, süte uygulanan
bazı iĢlemler gibi birçok durumdan etkilenmektedir.
YETERLĠ VE DENGELĠ BESLENMEDE SÜTÜN YERĠ
Sağlığın yaĢam boyu korunması için yeterli ve dengeli beslenmede süt ve süt
ürünleri tüketimi büyük önem taĢımaktadır. Besin ögesi içeriği açısından
dengeli olan süt ve süt ürünleri hem çocukluk hem de yetiĢkinlik döneminde
elzemdir. Birçok çalıĢmada kronik hastalıklar ile süt tüketimi arasında
iliĢkiler gösterilmiĢ olsa da konu ile ilgili yoğun çalıĢmalar yapılmaktadır.
337
Kalsiyum gibi spesifik besin ögesi desteği almak yerine besin olarak süt
tüketmenin hastalık ve sağlık açısından daha etkin olduğu dikkatleri
çekmiĢtir.
SÜT TÜKETĠMĠ ĠÇĠN ÖNERĠLER
Sağlıklı bireylerin yeterli ve dengeli beslenmesi için tüketilmesi önerilen süt
miktarı yaĢ, cinsiyet ve fizyolojik durumu (büyüme ve geliĢme dönemi,
gebelik, emziklilik, yaĢlılık) göre değiĢiklik göstermektedir. USDA Besin
Piramidi‟nde yetiĢkin sağlıklı bir birey için süt ve süt ürünleri grubundan
günde 2-3 porsiyon (200-300 ml) tüketilmesi önerilirken; Ulusal Süt ve Süt
Ürünleri Konseyi‟nin yayınladığı Beslenme Rehberi‟nde 2-4 (400-800 ml)
porsiyon ve Türkiye‟ye Özgü Beslenme Rehberi‟nde yetiĢkin bireylerin 2
porsiyon (bir porsiyon: bir orta boy su bardağı (200 ml), çocuklar, adolesan
dönemi gençler, gebe ve emzikli kadınlarla menopoz sonrası kadınların 3-4
(600-800ml) porsiyon tüketmeleri önerilmektedir.
SÜTÜN KRONĠK HASTALIKLAR ĠLE ĠLĠġKĠSĠ
OSTEOPOROZ: kemik yoğunluğunda azalma ile karakterize, özellikle
verdebra ve femur kırıklarında yüksek insidans nedeni olan, sistemik kemik
hastalığıdır. Kemik yoğunluğu endojen (genetik hormonal) ve ekzojen
(beslenme ve fiziksel aktivite) faktörlerin bütününden etkilenmektedir.
HĠPERTANSĠYON: Yapılan çalıĢmalarda, kan basıncı ve hipertansiyon
insidansı ile süt ve süt ürünleri iliĢkisinin, sütün içerisinde bulunan kalsiyum
ve potasyum ile ilgili olduğu bildirilmektedir. Azalan kalsiyum alımı artiyel
kan basıncını arttırmaktadır. Bu minerallerin alımı arttırılarak kan basıncında
azalma sağlanabilmektedir. Günde 3-4 porsiyon süt ve süt ürünleri tüketimi
optimal kan basıncının sağlanmasında ve sağlığın devam ettirilmesinde
önerilmektedir.
KANSER: Sütün karsinojenez etkisi, içerisinde yer alan kalsiyum ve D
vitamini ile iliĢkilidir. Süt ve süt ürünlerinin tüketiminin bazı epidemiyolojik
çalıĢmalar prospektif ve vaka kontrol çalıĢmalarında prostat kanseri riskinin
artıĢı ile iliĢkili olduğu gözlemlenmiĢtir. Diğer açıdan; sütün kolon kanserine
karĢı koruyucu olduğu da bildirilmektedir. Yüksek kalsiyum tüketimi prostat
hücrelerinin proliferasyonunu artırabilen 1,25-dihidroksi D vitamini
downregüle etmektedir. Sonuç olarak, süt ve kanser açıklanabilmesi için iyi
planlanmıĢ ve daha kontrollü çalıĢmalara gereksinim duyulmalıdır.
KAYNAKÇA
1.Hacettepe Üniversitesi-Sağlık Bilimleri Fakültesi Beslenme ve Diyetetik
Bölümü ġubat, ANKARA,2008.
2. Tönük, B., Gültük, H., Güneyli, U., Arıkan, R., ve ark. Gıda Tüketimi ve
Beslenme AraĢtırması, Tarım Orman ve KöyiĢleri Bakanlığı/UNICEF,
Ankara, 1987.
338
3. Arabacıoğlu Özbilen, Z. Ġçme Sütü Tüketiminin Arttırılması ve Okul Sütü
Programları. 5. Türkiye Sütçülük Kongrasi. 20-21 Mayıs. Ankara, 1993.
4. Baysal A. Beslenme. 10.baskı. Ankara, Hatiboğlu Yayınları, Bölüm II
Besinler, Süt. 2004. s: 268-275.
5. Köksal, O, ve diğ. Türkiye Ulusal Beslenme AraĢtırması, 1974.
6. Besler H, Ünal S. Ankara‟da Satılan Sokak Sütlerinin Bazı Vitaminler
Açısından değerlendirilmesi ve Ev KoĢullarında Uygulanan Kaynatmanın
Süreye Bağlı Olarak Vitaminlere Olan Etkisi. IV Uluslararası Beslenme ve
Diyetetik Kongresi Bildiri Kitabı. 2006.
7. Ed: Saldamlı, Ġ. Gıda Kimyası. Aminoasitler, Peptidler ve Proteinler. 1.
Baskı, Hacettepe Üniversitesi Yayınları, Ankara, 2005, s: 195-256.
8. Metin, M. Süt Teknolojisi. Sütün BileĢimi ve ĠĢlenmesi. 4. Baskı, Ege
Üniversitesi Basımevi, Ġzmir, 2001, s: 1-21.
9. Söylemez, MS. Optimum heat pump in milk pasteurizing for dairy.
Journal of Food Engineering. 2005; Article in press.
10. Hacettepe Üniversitesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü, T.C Sağlık
Bakanlığı. Türkiye‟ye Özgü Beslenme Rehberi, Ankara, 2004; 16-18.
339
340
TARIMSAL VE KIRSAL KALKINMADA
GENÇLĠK
BüĢra TOP1
1
Akdeniz Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarım Ekonomisi
ÖZET
Günümüzde birçok çalıĢma alanı ve bu alanlarda çalıĢan
insanlar bulunmaktadır. Sayısı az olmakla birlikte kadınlar, çocuklar
ve gençler de çalıĢma hayatında yer almaktadır. Bunlar literatürde
dezavantajlı gruplar olarak ele alınmaktadır. Gerçekte bulunan sayıdan
daha fazla çocuk ve gencin çalıĢtığı bilinmektedir, ancak bu yaĢ
grubunda çalıĢanlarla ilgili herhangi bir kayıt olmadığı için gerçek
sayıyı bilme olanağı yoktur. ÇalıĢanların büyük bölümü kırsal
alandadır ve çoğunlukla tarımda çalıĢmaktadır.
Türkiye‟de kırsal alan nüfusu giderek yaĢlanmakta ve kente
göç özellikle genç nüfusta daha sık görülmektedir. Halbuki
uzmanlaĢmıĢ genç üreticiler gelecekte kırsal alanın refahı ve tarımsal
üretimin geliĢimi ve sürdürebilir bir kalkınma için önemli bir yere
sahiptir.
Kırsal
alandaki gençlerin
yerinde
geliĢimine
ve
uzmanlaĢmasına odaklanan program ve projelere rastlanmamaktadır.
Türkiye geçmiĢte kalkınma çabasına çok etkileyici çalıĢmalarda
bulunmuĢ ancak devamlılık ve çeĢitlilik sağlanamamıĢtır. “Köy
Enstitüleri Modeli” kırdaki gençlere yönelik yapılmıĢ en baĢarılı ve en
etkin tarımsal ve kırsal kalkınma uğraĢı olmuĢtu. Lider gençlerin
yetiĢtirilmesine
odaklanan
bu
modelin
günümüz koĢullarına
uyarlanacak daha sürdürülebilir Ģekilde uygulanması gereklidir.
Kırsal alanda yaĢayan gençlerin gelecekte mevcut kaynakların
yöneticisi olacağı unutulmamalıdır. Bu nedenle kırsal kalkınmaya
ulaĢılmasında gençleri odağa alan politika ve projeler geliĢtirilmelidir.
Genç üreticilerle çalıĢmanın ya da kırsal alanda yaĢayan gençlerin
tarımsal üretime motive edilmesi gereklidir.
ANAHTAR KELĠMELER : Tarımsal, Kırsal, Kalkınma, Gençlik,
Dezavantaj
GĠRĠġ
Gençlik, kuĢkusuz her ülkede nüfusun önemli bir bölümünü
oluĢturmaktadır. Bu durum ülkemizde de geçerliliğini korumaktadır.
Kırsal alanda yaĢayan birçok genç bulunduğu yeri terk etme isteği
içerisindedir. Terk etme nedenleri arasında en önemlisi yaĢam standartlarının
341
düĢüklüğüdür. Kırsal gençler geliĢen teknoloji ile kent yaĢamına
özenmektedirler. Artan göçlerle birlikte kırsal genç nüfusu giderek
azalmıĢtır. Kırsal gençlerinden kızlar, toplumsal etkinliklerden tamamıyla
engellenmiĢtir. Genç kızlar genelikle üretime katılmakta fakat sosyal hayatta
hep arka planda kalmaktadırlar.
Türkiye kırsal kalkınma için birçok yaklaĢım deneyen ve uygulayan
bir ülkedir. Bu uygulamalara genellikle siyasi yaklaĢımlar ve uluslararası
kuruluĢların etkisiyle uygulamaya konulmuĢtur. Fakat bu uygulamalarda
istenilen sonuçlara varılamamıĢtır. Türkiye‟de kırsal kalkınma yaklaĢımları
Cumhuriyetin hemen sonrasında baĢlamıĢtır. Cumhuriyetin kuruluĢundan
sonra baĢlayan modernleĢme hareketleri tarımda ve kırsal alanda da etkisini
göstermiĢtir. Bu dönemde nüfus yoğunluğu kırsal kesimde fazla ve tarım ile
uğraĢmaktadır. Bu nedenlerle ulusal kalkınma da tarım ve kırsal kesim özel
bir öneme sahiptir. Kırsal alanda yaĢayan gençlerin bilgi ve teknoloji
düzeylerinin geliĢmesiyle ve tarımda makineleĢmenin artmasıyla hızlı bir
göç ve kentselleĢme baĢlamıĢtır. Göçlerle birlikte kırsal alan nüfusu giderek
yaĢlanmaktadır ve kente göç özellikle genç nüfuslarda görülmektedir.
Hâlbuki uzmanlaĢmıĢ genç üreticiler gelecekte kırsal kalkınma alanının
refahı ve tarımsal üretimin geliĢimi ve sürdürülebilir bir kalkınma için
önemlidir.
Dünya nüfusunun bakıldığı zaman yaklaĢık olarak 3 milyar
nüfusunun kırsal kesimde yaĢadığı görülmektedir. Bu nüfus çoğunluğunu ise
kırsal gençlik oluĢturmaktadır. GeliĢmekte olan ülkelerde kırsal gençlik
nüfusu gerek eğitim hayatında gerek ekonomik hayata katılımda çeĢitli
sorunlar yaĢamaktadır. Kırsal gençlerin hayat standartlarını artırmaya
yönelik tüm dünya genelinde bir takım faaliyetler gerçekleĢtirilmektedir.
Ulusal gençlik politikası her ülkenin kendisine özgüdür. Avrupa‟nın
hükümetler arası kuruluĢları olan Avrupa Konseyi ve Avrupa Birliği
gençlere yönelik politikalar geliĢtirmek üzere bir takım çalıĢmalar yapmıĢ ve
sonucunda gençlere yönelik yasal düzenlemeler ortaya çıkarılmıĢtır. Bu
belgeler ulusal gençlik politikası için bir Ģablon oluĢturmasa da, böyle bir
politikanın kapsaması gereken belirli alanları iĢaret etmektedir. Uluslararası
düzeyde ise, BirleĢmiĢ Milletler Sistemi içerisindeki kurumların geliĢtirdiği
ve kabul ettiği bir takım belgeler bulunmaktadır.
1931 yılında gerçekleĢtirilen I. Ziraat Kongresi, tarımın
modernleĢmesi, çiftçi ihtiyaçlarını karĢılayacak yenilikler sunulması ve
kalkınma hareketinin baĢlatılması üzerine olumlu bir baĢlangıç olmuĢtur
(ÖzçatalbaĢ, 1998).
I. Ziraat Kongresinde, kırsal kesimde yaĢayan nüfus özellikle de
kırsal gençlik konularına önem verilmiĢtir. Hatta ülkemizde kırsal gençlik
342
konusu ilk olarak bu kongrede ele alınmıĢtır. Kırsal gençlik açısından bu
kongre kararlarını incelemek gerekirse Ģu Ģekilde yazılabilir;

Çiftlik okulları kurulması ve bu okullarda çiftçilere ve çocuklara
tarım tekniklerinin öğretilmesi

Tarım okullarına özellikle çiftçi çocuklarının alınması ve bu
okulların özel bir düzenle yönetilmesi

Kurulan çiftlik okullarında yetenekli çocuklara özel eğitimle usta
ziraat iĢçisi belgesi verilmesi

Köy gençlerinin boĢ zamanlarını değerlendirmek amacıyla uygun
yerlerde kıĢ okullarının açılması
Yukarıdaki dört madde 1930‟lu yıllarda kırsal gençliğin ne denli önemli
olduğunu açıklar.
Türkiye‟de yaygın eğitim kapsamında 1930‟lu yılların sonunda bir proje
daha meydana gelmiĢtir. Bu uygulamada örnek olarak 100 yıldan daha fazla
süredir ABD‟de etkin olarak gençlik eğitimi üzerinde duran 4-H Kırsal
Gençlik Kulüpleri dikkate alınmıĢtır.
ABD‟de 1862 yılında tarım kolejleri açılmıĢ ve tarımsal kalkınmanın ilk
adımları atılmıĢtır. Bu kolejlerin amacı, tarım ile ilgili tüm konularda teorik
ve pratik yeterli seviyede bilgiler verebilmektedir. 1890‟lı yılların sonunda
tarım sektöründe geliĢimi sağlayabilmek açısından Çiftçi Enstitüleri
kurulmuĢtur. Aynı zamanda Amerikan Tarım Bakanlığı çiftçilerin teorik ve
pratik bilgilerine ek yarar sağlayabilmek için demonstrasyonlara baĢlamıĢtır.
1920‟li yıllara gelindiğinde çiftçi çocuklarını bir araya getirerek bir
organizasyon oluĢturulmuĢtur. Bu organizasyona 4-H (hands, health, head,
heart) adında kulüplerdir. Bu kulüplerin çıkmasında iki etmen vardı.
Bunlardan ilki kırsal alandaki eğitim düzeyinin yetersizliği ve 4-H‟in
pratikte ilk olarak kentlerde baĢlamasıdır. Ġkincisi ise; tarımsal teknolojilerin
kullanım düzeyini arttırmaktır. Bu organizasyon sayesinde gençlerin soruları
ele alınır ve düĢüncelerini özgürce ifade etmeleri sağlanır. Sadece zorunlu
eğitim değil, gönüllü organizasyonlarda da gençliğe yönelik önemli
uygulamalar söz konusudur.
SONUÇ
Günümüzde her geçen gün kırsal kesimin kentlere göç etme isteği genellikle
genç kesimde artmaktadır. Ġmkanı olan gençlerin ve ailelerinin kırsalda
kaldığının ama hâlâ kente göç etme isteğini devam ettiği görülmektedir.
Ülkenin kalkınması için kırsalda çalıĢan genç kesimin arttırılması
gerekmektedir. Kırsal kesimin her geçen gün azalması bunu
imkansızlaĢtırmaktadır. Çözüm yolu olarak kırsal kesimdeki gençlerin bizler
343
için ne kadar değerli olduklarını göstermek için kırsal kesime eğitimler
düzenlemektedir. Gençlerin kırsal kesimde kalmaları için teĢvik edilmelidir.
KAYNAKÇA
Gülçubuk B., Yıldırak N., Kızılaslan N., Özer D., Kan M., Kepoğlu A.
(2009). Kırsal Kalkınma YaklaĢımları ve Politika DeğiĢimleri. ZMO, 1-19.
Geray, C. (1979). Kırsal Alanda Kalkınma ve Gençlik. I. Ulusal Gençlik
Sorunları Sempozyumu: 14-17 Mayıs 1979-Ankara: Bildiriler (s.11-22).
ÖzçatalbaĢ, O. (2002). Kırsal Gençlik Eğitiminin Önemi ve Türkiye Ġçin
Öneriler. TZOB Çiftçi ve Köy Dünyası Dergisi, Sayı 211, Antalya.
ÖzçatalbaĢ, O., Gürgen Y. (2002). Türkiye‟de Köy Gençliğine Yönelik
ÇalıĢmaların Yayım Açısından Değerlendirilmesi. Antalya.
344
ALTERNATĠF TIP ARAġTIRMALARINDA
KULLANILAN BÖCEKLER
Nurseli IġIK1 , ġükriye YILDIRIM 1 , Funda MEMĠġOĞLU1
1
Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bitki Koruma Bölümü
ÖZET
Evrende bizimle birlikte yaĢayan en büyük canlı grubu böceklerdir.
Böcek denildiğinde aklımıza küçük, Ģekilsiz ve önemsiz haĢereler gelse de
aslında onlar hakkında bilmediğimiz pek çok gerçek vardır. Böcekler her ne
kadar zararlı canlılar olarak düĢünülse de, yararlarının daha fazla olduğu
bilimsel bir gerçektir. Böcekler tozlaĢmaya %25lik bir katkı ile besin
eldemizi sağlamasının yanında, atık ve ölüleri ayrıĢtırarak mineral madde
dönüĢümünü sağlayarak dünyamızı temizliyor ve ekolojik dengeyi koruyor.
Böceklerin sağladığı katkılardan birini de tıp alanında görüyoruz. Böcekler
özellikle ilaç yapımında sıklıkla kullanılmaktadır. Örneğin Lucilia sericata
halk arasında yeĢil sinek olarak bilinen bir böcektir ve yara tedavisinde
kullanılmaktadır. Özellikle savaĢ zamanlarında bu böcekler yaralanan
askerin yarasına yumurtalarını bırakmaktadır ve yumurtalar larva haline
gelirken salgıladıkları salgılarla yaraları iyileĢtirdiği bilinmektedir.
Böceklerden adli entomoloji alanında, özellikle cinayetlerin aydınlatılması
yönünde yararlanılmaktadır. Cinayete kurban giden kiĢinin üzerinden alınan
böcekler sayesinde ölüm zamanı ve yara hakkında çok daha detaylı bilgiler
elde edilebilmektedir. Bu uygulamalarla cinayetler çok daha kısa süreler
içerisinde aydınlatılabilmektedir. Bu çalıĢmada alternatif tıp alanında
kullanılan böceklerin hakkında detaylı bilgi verilmektedir.
Anahtar kelimeler: Böceklerin faydaları, alternatif tıp, adli entomoloji
GĠRĠġ
Günümüzde tanımlanmıĢ hayvanların %90'ı böceklerdir. Böcekler,
dünyada en çok çeĢitliliğe (tür sayısına) sahip olan hayvanlar olarak da
bilinmektedir. YaklaĢık 1.000.000 kadar yaĢayan türü vardır ve her yıl birkaç
bin tür buna eklenmektedir. Toplam tür sayısının yaklaĢık 2.000.000 olduğu
kabul edilmektedir.
Böcekler, hayatta kalmamızla yakından iliĢkilidirler. Bazıları sağlığı
tehlikeye sokacak hastalıklar taĢıyabilirler veya tarımsal üretimde zararları
345
olabilmektedir. Bazı böcekler ise direkt besin olarak veya besin üretimine
yardımcı olan basamak olarak insanlara faydalı böcekler grubuna dahil
olabilir.
Doğada var olan tüm canlı türlerin olduğu gibi böceklerin de değiĢik
faydaları vardır. Böceklerin tarımsal faaliyetler üzerinde birçok olumlu
etkileri vardır. Böcekler olmasa, tükettiğimiz birçok tarımsal üründen
yoksun kalırdık. Türlerin çoğunluğunun erginleri ve larvaları, bize yiyecek
vazifesi gören kuĢlarla balıkların yiyeceğidir. Doğal yöntemler ile hormon
sağlamak amacı ile bombus arıları kullanılmaktadır. Böylece kimyasal
ilaçlar yerine doğal ilaçlar ile besleme yapılmaktadır. Bu sayede de çok daha
sağlıklı ürünler elde edilebilmektedir. Ayrıca böcekler mobilya cilası olarak
da kullanılabilmektedir. Normalde cila kimyasal bileĢenlerden oluĢmaktadır.
Buda insanların sağlığını kötü yönde etkileyebilmektedir. Böceklerden elde
edilen cila doğal olduğu için herhangi bir zararı yoktur. Bu yüzden özellikle
çocuklu aileler için çok daha iyi bir tercihtir.
Böceklerin yararları arasında ön plana çıkan konulardan birisi
kuĢkusuz tıptır. Böcekler özellikle ilaç yapımında sıklıkla kullanılmaktadır.
Örneğin yeĢil sinek olarak bilinen bir böcek yara tedavisinde
kullanılmaktadır. Özellikle savaĢ zamanlarında bu böcekler yaralanan
askerin yarasına yumurtalarını bırakmaktadır ve yumurtalar larva haline
gelirken yarayı da iyileĢtirmektedir.
Adli tıp alanında da böceklerden faydalanılmaktadır. Cinayete kurban
giden kiĢinin üzerinden alınan böcekler sayesinde ölüm zamanı ve yara
hakkında çok daha detaylı bilgiler elde edilebilmektedir. Bunlardan birincisi
çürümeye baĢlayan bir cesede ilk gelen canlıların böcekler olmasıdır.
Genelde sinekler eğer cesede giden bir yol varsa ilk birkaç saat içinde burada
yoğunlaĢmaktadırlar. Bu olayda biyolojik saati baĢlatıp ölüm zamanının
tespiti için temel oluĢturmaktadır. Ġkincisi çürüme devam ettikçe belirli bir
sırayla arthropod faunasının cesedin üzerinde ve etrafında oluĢmaya
baĢlamasıdır. Böcek ve diğer artropodlar için geçici bir kaynak olan ceset
mikroplardan omurgalılara kadar değiĢen organizma grupları tarafından iĢgal
edilmektedir. Artropotlar bu faunanın ana elemanlarıdır ve böcekler denizle
ilgili vakalar haricinde en sabit, en yaygın ve en dikkat çeken grubu
oluĢturmaktadır. Ölüm keĢiflerinde böceklerin kullanılmasının üçüncü
nedeni ise arthropotların kanıt olarak cesedin etrafında oluĢan ilk canlı grubu
olmasıdır. Örneğin cesetten akan sıvılar nedeniyle cesedin etrafında biriken
böcekler incelenmektedir. Çünkü bunar ölüm mekanı ve otopsi sırasında
kanıt oluĢturabilmektedir.
Böceklere alternatif tıpda da büyük önem verilmektedir. Alternatif tıp,
tamamlayıcı tıp olarak ta bilinmektedir. Genellikle kronik hastalığa sahip
olan insanlar modern tıbbın haricinde farklı tedavi yolları aramaya
baĢlamıĢtır. Alternatif tıp tedavisi genellikle bitki kaynaklı ürünlerle
346
yapılmaya çalıĢılmaktadır. Özellikle geliĢmiĢ ülkelerde bitki kaynaklı
ilaçların satıĢı ile alternatif tıp ön plana çıkmıĢtır. Ülkeler alternatif tıp
alanında milyar dolarlık harcamalar yapmıĢtır. Birçok böcek türünün
hayatımızı büyük
ölçüde
etkilediği görülmüĢtür. Makroskobik
biyoçeĢitliliğin en büyük bileĢimi olan böcekleri bu yüzden daha iyi
anlamamız gerektiği göze çarpar.
2. Alternatif Tıpta Kullanılan Böcekler
2.1 Hamam Böceği
Alternatif tıbbın bin yıllar öncesine dayandığı Çin‟de hamam
böceklerinin sarılık, mide ülseri, kalp hastalıkları ve çeĢitli yanıklara karĢı
iyileĢtirici özelliği olduğuna inanılıyor. Modern tıbbın bu geleneği
destekleyici bulgularıysa hamam böceğine olan talebi yükseltmiĢtir.
Hamam böceği tozunun bazı hastanelerde yanıklara karĢı kullanıldığı
ülkede yeni araĢtırmalar böcek içindeki maddelerin kanser tümörlerini
küçültmede de baĢarılı olduğunu göstermektedir. Kore‟de bir firma
tarafından aynı madde kullanılarak üretilen güzellik maskesi de büyük talep
görmüĢtür. Öte yandan Çin‟in Siçuan bölgesinde faaliyet gösteren bir baĢka
firma, hamam böceği kullanarak ürettiği ilacı mide iltihabı, ülser ve verem
gibi hastalıklara çare olarak pazarlanmaktadır. Ülkedeki böcek çiftliklerinin
gıda ve alternatif tıp sektöründe kullanmak amacıyla çeĢitli türde böcekler
ürettikleri bilinmektedir, ancak modern ilaç firmalarının alana girmesiyle
beraber üretim genel olarak Amerikan hamam böceği (Periplaneta
americana) türüne kaymıĢ durumdadır. KurutulmuĢ Amerikan hamam
böceğinin kilosu oldukça pahalıdır. Bu fiyat bu günlerde 45-50 dolar
kadardır.
Türkiye de hamam böceği yetiĢtiriciliğine yabancı değildir.
Antalya‟da bir çiftlik iki yıldır hamamböceği üretmektedir. Ancak Ģirket
besin ve ilaç amacından çok, hayvanat bahçesi vb. iĢletmelerdeki canlı
hayvan yemi talebini karĢılamak üzerine böcek yetiĢtirmektedir.
2.2 Ġpek Böceği
ABD‟nin saygın üniversitelerinden Tufts Üniversitesi biyomedikal
mühendisliği bölümü ipekten elde ettikleri ince tüplerin tıkanmıĢ damarların
yerine kullanılmasını planlamaktadır. Singapur Ulusal Üniversitesi‟nden Dr.
James Goh ve ekibi ipeği kullanarak bir domuzun dizindeki ön çarpraz
bağları bu yöntemle onarmayı baĢarmıĢtır.
Tufts Üniversitesi‟nden bir grup mühendis de elektronik ve fotonik
materyalleri ipeğin yüzeyinde kullanmıĢlardır. Bu sayede üretilen filmlerin,
bir gün doktorlar tarafından beyne nakledilerek epilepsi ve omurilik
zedenlenmelerinde tedavi amaçlı kullanılması beklenmektedir. Bu Ģekilde
ipek nakledilmiĢ hayvanlarda epilepsi nöbetlerini kontrol etmek için ilaç
tedavisine gereken ihtiyacın azaldığı görülmüĢtür. ABD‟nin saygın
347
laboratuvarlarından Kraig Biocraft Laboratuvarı ise ipek böceklerinin
genetik yapısına müdahale ederek çok daha güçlü olan bir ağ üretmelerini
sağlamıĢtır. Bu sayede savunma sanayiinde çok daha dayanıklı ve hafif
kurĢungeçirmez yeleklerin üretilmesinin ve tekstil sektöründe yeni bir
devrimin baĢlamasının önü açılmıĢtır.
2.3 Kurtçuk
Tıbbi amaçlarla en yaygın olarak kullanılan böceklerden birisi sinek
larvasıdır. Ġlk kayıtlı kullanımı 2. Dünya SavaĢı sırasında olmuĢtur. Askerî
doktorlar, birkaç günlük tedavi edilmemiĢ ve sinek larvaları tarafından istila
edilmiĢ yaraların, larvalar tarafından istila edilmemiĢ yaralara göre daha
çabuk iyileĢtiğinin farkına varmıĢlardır. Daha sonra, larvaların allantoin adı
verilen ve iyileĢtirici etkiye sahip olan bir kimyasal madde salgıladığı
keĢfedilmiĢtir. Allantoin günümüzde bulaĢıcı bir kemik hastalığı olan
osteomiyelitin tedavisinde kullanılmaktadır.
Kurtçuk debridman tedavisi, insanlarda veya hayvanlardaki
iyileĢmemiĢ veya ölü deriye ve yumuĢak dokuya sahip yaralara, yaranın
iyileĢmesini sağlayacak Ģekilde içeride sadece çürüyen dokunun
temizlenmesi amacıyla canlı ve dezenfekte edilmiĢ sinek larvalarının bilerek
yerleĢtirilmesi iĢlemidir. Ayrıca larvalar enfeksiyonu önlemek ve iyileĢme
sürecini hızlandırmak için de kullanılmaktadır.
2.4 Kabarcık Böceği ve Kuduz Böceği
ÇeĢitli böcek familyalarında bulunan ve bir kabarcığa yol açıcı yağ olan
kantaridin, Amerikan Gıda ve Ġlaç Dairesi tarafından 2004 yılında siğillerin
ve diğer deri problemlerinin tedavisi olarak kabul edilmiĢtir. Ayrıca
Yunanlılar ve Romalılar tarafından tarihsel kullanımı da söz konusudur ve
bazı topluluklarda afrodizyak olarak kullanılmaktadır. Hücre kültürü ve
hayvan modelleri üzerine yapılan çalıĢmalar, kantaridinin tümörle
mücadelede güçlü özelliklere sahip olduğunu ortaya koymuĢtur.
2.5 Lucilia Sericata
Lucilia sericata, larvaları koyunlarda deri miyazisine neden olan sinek
türüdür. Bu sineğin larvaları insanlarda yalnızca nekrotik dokularla
beslendiği için osteomiyelit, suppuratif lezyonlar ve enfekte deri apselerinin
tedavisinde ölü doku artıklarını uzaklaĢtırmak ve salgıladıkları allantoin
maddesinden
dolayı
iyileĢme
sürecini
hızlandırmak
amacıyla
kullanılmaktadır. Sadece nekrotik dokulara saldıran Lucilia sericata'nın
genellikle I. veya II. evre steril larvaları kullanılmaktadır.
Ġlk kez Baer tarafından 1931 yılında Calliphora türüne ait sinek
larvaları ile Cerahatlı cilt enfeksiyonlarının tedavisinde uygulanmıĢtır. Larva
tedavisi Amerika'da; cerrahlar tarafından kronik yaraların temizlenmesinde
1930 yılında uygulanmaya baĢlanmıĢ ve 1940 yılının ortalarına kadar
sürmüĢtür. Larva tedavisi 1995 yılında tekrardan uygulanmaya baĢlamıĢ,
348
Ocak 2004‟de FDA onayı almıĢtır. ġubat 2004‟de Ġngiltere Ulusal Sağlık
Örgütü (NHS) Larva tedavisi, 2009‟da State of Israel Ministry of Health
Doktorların larva tedavisini uygulamasına izin verilmiĢtir. 2006 yılında
yaklaĢık olarak 50.000 yaraya larva tedavisi uygulanmıĢtır.
Günümüzde Amerika, Ġngiltere, Almanya ve Ġsrail‟de doktorlar larva
tedavisi için reçete yazabilmektedir. 20 ülkede 4.000 üzerinde doktor larva
tedavisi uygulamaktadır. Larvalar yara üzerindeki ölü dokuyu salgıladıkları
enzimler ile eriterek çıkartmaktadırlar. Dokuyu granülasyon oluĢturması için
uyararak, yarayı dezenfekte etmektedirler. Dokuların granülasyonu Lucilia
sericata larva salgılarının
% 10‟u allantoin,
% 90‟ı amonyaktan
oluĢmaktadır. Larvalar ile tedavi edilen yaralar; diyabetik yaralar, basınç
ülserleri, venöz staz ülserleri, temporal mastoidit, fournier gangreni, nekroze
tümör kitleleri ve diğer yumuĢak doku yaralarıdır.
SONUÇ
Sonuç olarak böcekler, günümüzde gittikçe artan bir öneme sahip
olmaktadır. Böceklerin öneminin anlaĢıldığı alanlardan bir de tıp alanıdır.
Birçok ülkede böcekler tıp alanında değerlendirilerek ekonomik bir değer
olarak kullanılmaktadır. Bu bakıĢ açısı ülkemizde yeni yeni tartıĢılır ve
uygulanır durumdadır. Ülkemizde de bu alanın gerektiği gibi
değerlendirilmesiyle alternatif tıpta önemli geliĢmeler sağlanabilir ve önemli
sağlık sorunları aĢılabilir.
KAYNAK
http://www.klimik.org.tr/wp-content/uploads/2012/11/Dr.-ErdalPOLAT_UDAIS2012.pdf
http://www.hurriyet.com.tr/care-hamambocegi-25027292
349
350
TARIMSAL ÜRETĠMDE HASTALIK
VE ZARARLI ROLÜ
Buket AYGUT1 , Nurseli IġIK1 , Bensu SOBACI2
1
Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bitki Koruma Bölümü
2
Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Zootekni Bölümü
ÖZET
Tarımsal üretimde bitki koruma uygulamaları, ürün kalitesi ve ürün
kayıplarını önleme açısından oldukça önemlidir. Üreticilerimiz bitkisel
üretimde karĢılaĢtıkları hastalık, zararlı ve yabancı ot problemlerine karĢı
olarak kolay uygulanabilmesi, ucuz olması ve etkisinin çabuk alınmasından
dolayı öncelikle kimyasal mücadeleyi tercih etmektedir. Bitki koruma
alanında yapılan bütün önlem ve çabalara rağmen, hastalık, zararlı ve
yabancı otların tarımsal üretimde neden olduğu kayıpların önüne
geçilemiyor. Hastalıkların her yıl dünya genelinde pirinç, buğday, mısır ve
patates gibi temel ekinlere verdiği zarar, toplam üretimin yaklaĢık %15‟ine
denk düĢmektedir. Hastalıklardan kurtulan ürünlerde ise bir zararlı problemi
ortaya çıkmaktadır. Tüm dünyada zararlıların yol açtığı üretim kaybının her
yıl %9 ila %21 arasında değiĢtiği öngörülüyor. Yabancı otlarda da benzer
sonuçlar yaĢanmaktadır. Ülkemizde yetiĢtirilen kültür bitkilerini tehdit eden
500‟den fazla hastalık ve zararlı bulunuyor. Bunların toplam tarım üretimine
zararı, yıllık üretimin neredeyse %40‟ına ulaĢmaktadır. BulaĢma riskini
azaltmak için ekilebilir arazilerin bir kısmının her yıl nadasa bırakıldığı da
düĢünüldüğünde, mevcut üretim potansiyelinin önemli bir kısmından verimli
bir Ģekilde yararlanılamadığı ortaya çıkmaktadır. Genel olarak hastalık ve
zararlılarla mücadelede ilk akla gelen kimyasal ilaçlama yöntemi ise dikkatli
uygulanmadığında yarardan çok zarar getiren bir uygulama olarak karĢımıza
çıkmaktadır. 1940‟lı yıllardan beri tüm dünyada yaygın olarak kullanılan
kimyasallar, yoğun bilinçsiz kullanım sonucu çok önemli bazı
olumsuzlukları da beraberinde getirmiĢtir. Çözüm olarak ise bitki koruma
alanında modern ve çevreci yaklaĢımları kullanarak hem olası ürün
kayıplarını azaltmak hem de tarım ilaçlarının neden olduğu olumsuzlukları
azaltmak mümkün olabilmektedir.
ANAHTAR KELĠMELER: Tarımsal üretim, bitki koruma, hastalık,
zararlı, yabancı ot
351
1.GĠRĠġ
Ülkemizde tarıma dayalı ekonomik yapının önemli olması olması
yanında, nüfusun sürekli ve hızlı bir artıĢ göstermesi, tarıma daha fazla önem
verilmesinin gerekliliğini ortaya koymaktadır. Tarımın genel prensibi
elimizdeki kıt kaynaklardan elde edebileceğimiz en yüksek verimi
sağlamaktır. Günümüzde tarımsal üretimi artırmak için yüksek verimli
tohum kullanılması, sulama ve gübreleme gibi tekniklerin yanında tarımsal
mücadele tedbirlerinin çok önemli bir yeri vardır.
Tarımsal üretimde ürüne zarar verecek hastalık, zararlı ve yabancı
otlara karĢı, bunların zarar yapmayacak bir düzeyde tutulmasını ya da
yoğunluğunun azaltılmasını amaçlayan faaliyetlere Zirai Mücadele,
uygulanacak ve izlenecek yolların her birine Zirai Mücadele Yöntemleri
denilmektedir (Anonim, 2008).
Bir üründeki zarar, böceklerden, mantarı, bakteriyel ve virüs gibi
hastalık etmenlerinden, yabancı otlardan ya da cansız sebeplerden (olumsuz
çevre koĢulları, hava kirliliği, besin yetersizliği, zehirli maddeler) meydana
gelmektedir. Bu etkenlerin oluĢturduğu ürün kayıpları ise az bir zarardan
%100‟e varan oranlarda olabilmektedir. Dünya genelinde hastalık, zararlı ve
yabancı otlar nedeniyle toplam üründe hububatta %35‟lik, patateste %32‟lik,
Ģeker pancarı ve Ģeker kamıĢında %45‟lik, sebzede %28‟lik, meyvelerde
%29‟luk, kahve, kakao ve tütün gibi ürünlerde %37‟lik, lif bitkileri ve
kauçukta %32‟lik kayıp meydana gelmektedir (Anonim, 2008).
Günümüzde bitkisel üretimde sorun olan etmenlerle mücadelede
birçok yöntem (Karantina Önlemleri, Kültürel Önlemler, Mekaniksel
Mücadele, Fiziksel Mücadele, Biyoteknik Mücadele, Biyolojik Mücadele)
kullanılmaktadır. Bunlar arasında en çok tercih edilen yöntem, daha az
iĢgücü ve masrafla gerçekleĢmesi, uygulanmasının daha kolay olması ve kısa
zamanda sonuç alınması gibi avantajları ile kimyasal mücadele yöntemidir.
Pestisitler kullanılarak gerçekleĢtirilen kimyasal mücadele yönteminin bu
avantajları yanında; bitkisel ürünlerde kalıntı bırakmaları, hedef
organizmalarda dayanıklılık oluĢması, hedef dıĢı organizmalar, çevre ve
insan sağlığı üzerindeki olumsuz etkileri bu mücadele yönteminin
dezavantajları arasında görülmektedir (Öncüer ve DurmuĢoğlu, 2008).
2.TARIMDA HASTALIK ROLÜ
Tarımda bitki hastalıkları, fitopatoloji içerisinde incelenmektedir.
Tarımda hastalık etmenleri, canlı (biyotik) ve cansız (abiyotik) olmak üzere
ikiye ayrılır. Biyotik faktörler içinde en fazla hastalığa sebep olan etmenler;
funguslar, virüsler, bakteriler ve diğer mikroorganizmalar olarak
sıralanabilir. Yabancı otlar çoğu zaman fitopatoloji içinde yer alan önemli
diğer biyotik etmenlerdir ve tarımda önemli zararlara neden olurlar.
352
Hastalığa neden olan bu canlılara patojen denir. Patojenlerin yaptığı
hastalıklar sonucu tarımsal üründe morfolojik değiĢimler ya da normal
geliĢiminden sapmalar görülmektedir. Bu değiĢim ve sapmalar ürünün verim
ve kalitesini düĢürür. Bu düĢüĢ üreticiye mali yönden zarar verir (Anonim,
2016a).
Abiyotik faktörler enfeksiyonel olmayan, paraziter olmayan
hastalıklar olarak bilinmektedir. Bu hastalıkların nedeni genelde olumsuz
çevre faktörleridir. Bu hastalıklar geri dönüĢümlü olabilir. Bu gruptaki
hastalıkların bitkiden bitkiye bulaĢarak yayılmaları söz konusu değildir.
Sadece olumsuz çevre koĢullarının etkilediği (Yetersiz veya aĢırı su, uygun
olmayan fiziksel yapı, oksijen noksanlığı, yüksek ve düĢük sıcaklıklar, gıda
maddeleri noksanlığı, mineral madde toksisiteleri, uygun olmayan toprak
reaksiyonu [pH] ) bitkilerde hastalık oluĢur. Olumsuz meteorolojik
koĢulların neden olduğu hastalıklar (ıĢık noksanlığı, uygun olmayan
atmosferik sıcaklıklar, düĢük orantılı nem, yağıĢ noksanlığı, Ģiddetli rüzgar
veya fırtına, dolu, kar, yıldırım), endüstriyel ve diğer kimyasal atıklar, hava
kirliliği, pestisit toksisitesi, hatalı tarımsal uygulamalar önemli abiyotik
faktörleri oluĢtmaktadırlar.
3.TARIMDA ZARARLI ROLÜ
Bitki koruma dar anlamda zararlı dendiğinde sadece entomolojik
etmenler, özellikle de böcekler anlaĢılırken geniĢ anlamda bitkilerde sorun
olan birçok canlı grubu mevcuttur. Bu canlı grupları; solucanlar, nematotlar,
yumuĢakçalar, akarlar, böcekler, kemirgenler, kuĢlar (Anonim, 2016b). Bu
zararlı guruplara domuz, sincap gibi diğer birçok memelileri de dahil etmek
mümkündür. Üreticiler bu zararlı gruplarıyla mücadeleye önem vermezler
ise %100‟e kadar kayıp kayıpları ile karĢılaĢabilirler
4.SONUÇ
Bitkisel üretimde entomolojik ve fitopatolojik birçok etmenle
mücadelede edilmesi zorunluluğu vardır. Bu etmenlerle mücadelede genelde
kimyasal mücadele tercih edilmektedir. Ancak kimyasal mücadelenin birçok
olumsuz yönü mevcuttur. Bir taraftan bitki koruma etmenleri ile mücadelede
ekonomiklik diğer yandan da çevre ve insan sağlığının önemsendiği bir
mücadele algısı da mevcuttur. Bu algı, entegre mücadele yöntemi
uygulamalarıdır. Bu uygulamalarda farklı bitki koruma sorunları için birçok
mücadele yöntemi birlikte ele alınmaktadır. Ülkemizde entegre mücadele
uygulamaları, tarımsal mücadele politikası olarak benimsenmiĢtir. Ancak bu
uygulamalar üreticilerimiz tarafından tam olarak benimsenmiĢ değildir. Bu
uygulamaların üreticilerimize benimsetilmesiyle insan sağlığı korunabilir,
doğal kaynaklardaki kirlilik önlenebilir, daha ekonomik ve sürdürülebilir
tarımsal üretim gerçekleĢtirilebilir.
353
KAYNAKLAR
Anonim, 2008. http://www.bahcesel.net/forumsel/temel-tarimsalbilgiler/21528-tarimsal-mucadele-yontemleri/
Öncüer C., DurmuĢoğlu E., 2008. Tarımsal Zararlılarla SavaĢ Yöntemleri ve
Ġlaçları. Adnan Menderes Üniversitesi Yayınları No: 28, Aydın. s:25-108
Anonim, 2016a. http://www.cine-tarim.com.tr/dergi/arastirma02.htm
Anonim, 2016b. Prof.Dr. Cem ÖZKAN. Ankara Üniversitesi Ziraat
Fakültesi. Tarımsal Zararlılarla SavaĢım Yöntem ve Ġlaçları Ders Notları.
354
BĠYODĠZEL ÜRETĠMĠNDE BÖCEK KULLANIMI
Kadir Oğuzhan YIL1 * Funda MEMĠġOĞLU2 Buket AYGUN 2
1
Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarım Makinaları Bölümü
2
Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bitki Koruma Bölümü
ÖZET
Biyodizel, bitkisel ve hayvansal yağların baz ve alkolle karıĢtırılarak
dizel yakıta çevrilmesi sonucu elde edilir. Biyodizel yakıtı bitkisel ve
hayvansal yağların bir katalizör eĢliğinde kısa zincirli alkoller ile (metanol,
etanol veya bütanol ) reaksiyonu ile oluĢur. 1970 li yıllarda yaĢanan petrol
sıkıntısı alternatif yakıt arayıĢına yol açtı. Bu arayıĢ akıllara 1900 lü yıllarda
Rudolf DĠESEL'in fıstık yağıyla çalıĢtırdığı motoru getirdi. Bu gün de
bitkisel kaynaklı biyodizel yakıtlar önem kazanıyor. Setan sayısı,
yağlayıcılık özelliği, viskozitesi, ısıl değeri, parlama noktası, oksidasyon
kararlılığı özellikleri yönünden incelendiğinde dizel yakıtın yerini alabilcek
potansiyele sahip olduğu ortaya çıktı. Fakat bitkisel yağları günümüz
teknolojisiyle biyodizel yakıta dönüĢtürmek henüz çok maliyetli. Hayvansal
yağlar ise maliyeti neredeyse yarı yarıya düĢürmekle birlikte setan
sayısındaki artıĢ kullanılabilirliği arttırıyor. Böceklerin bünyelerindeki
yüksek yağ oranları hayvansal yağ kaynağı noktasında önemli bir yere sahip.
ANAHTAR KELĠMELER:Hayvansal yağ, biyodizel, böcek
1.GĠRĠġ
Enerji yaĢamın temelini oluĢturur. Günlük yaĢantımızın her anında
enerji kullanıyoruz. Enerjiye bu kadar ihtiyaç varken hızla artan insan nüfusu
bu ihtiyacı kritik seviyelere taĢıyor. GeçmiĢten günümüze insanlar birçok
enerji kaynağı kullandılar. Önce kendi kas gücünü, sonraları
evcilleĢtirdikleri hayvanların gücünü kullanarak enerji elde etti. Sonraları su
gücünden ulaĢımda yararlanıldı, giderek rüzgâr da bazı alanlarda enerji
kaynağı olarak kullanıldı. Bunların dıĢında özellikle ısı enerjisi kaynağı
olarak ateĢin bulunmasıyla odun insan için vazgeçilmez oldu. Buhar
gücünden yararlanma, rüzgâr ve su gücünün önemini azalttı. Ġnsanlar her
türden makineyi çalıĢtırmak için buhardan yararlanınca odunun yerine fosil
kaynaklı kömür denendi. Suyun hidroelektrik santralleri aracılığıyla enerji
üretiminde kullanılması, petrolün enerji kaynağı olarak ortaya çıkmasıyla
kömür üretiminde yavaĢlama görüldü. Buna karĢın petrolde artıĢ gözlendi
(1).
355
2. Biyodizel Üretiminde Böcek Kullanımı
Dr. Rudolf Diesel, mineral yağ ve bitkisel yağ gibi farklı yakıtlarla
çalıĢabilecek dizel motoru icat etmiĢtir. Dr. Diesel‟in ilk deneyleri ciddi
hatalarla sonuçlandı. Fakat 1900 yılında Paris‟teki Dünya Sergisinde icat
ettiği motoru gösterdiği zaman bu motor % 100 yerfıstığı yağıyla
çalıĢmaktadır.
Biyodizel, konvensiyonel fosil dizellerine eĢdeğer, alternatif bir
yakıttır. Biyodizel, hayvansal ve bitkisel yağlardan, mum yağından ve evsel
atık yağlardan üretilebilir. Bu yağların biyodizele dönüĢtürülmesini sağlayan
sürece transesterifikasyon denilmektedir.
Biyodizelin faydaları Ģu Ģekilde sıralanabilir;
 Biyodizel tüm geleneksel, modifiye edilmemiĢ dizel motorlarda
çalıĢır. Biyodizeli kullanmak için herhangi bir motor
modifikasyonuna ve “motoru dönüĢtürmeye” gerek yoktur. BaĢka
bir deyiĢle “biyodizeli yakıt tankına dökmeniz yeterlidir”.

Biyodizel petrol dizelinin depolandığı her yerde depolanabilir.
Pompalar, depolar ve taĢıma araçları dahil tüm dizel yakıtlı
altyapılar herhangi bir değiĢikliğe gerek kalmadan biyodizel
kullanabilir.

Biyodizel Sera Etkisinin asıl nedeni olan Karbon Dioksit
emisyonlarını % 100 azaltır. Biyodizel bitkilerden geldiği için ve
bitkiler de karbon dioksit solunumu yaptığından biyodizel
kullanılarak karbon dioksit etkisi azaltılır.

Biyodizel tek baĢına yada istediğiniz miktarda petrol dizel yakıtı ile
karıĢtırılarak kullanılabilir. Biyodizelin % 20 dizel yakıtı ile
karıĢımına “B20,” % 5 karıĢımına da “B5” adı verilir ve buna göre
adlandırılır.

Biyodizel normal dizel yakıtından daha da yağlayıcıdır ve motorun
ömrünü arttırır, ayrıca yandığında – asit yağmurlarının ana bileĢeni
olan- sülfür dioksiti üreten sülfürü -yağlı bir üniteyi- değiĢtirmek
için de kullanılabilir. Fransa‟da satılan tüm dizel yakıtlarda sülfürün
yerine % 5 biyodizel kullanılır.

Biyolojik olarak parçalanabildiği ve zehirsiz olduğu için biyodizelin
kullanımı güvenlidir. Uluslararası Biyodizel Kuruluna göre “temiz
biyodizel, Ģeker kadar kolay ayrıĢır, tuzdan daha az zehir içerir.”
356

Biyodizeli taĢımak daha güvenlidir. Biyodizelde yaklaĢık 300 F
derecelik yüksek alevlenme noktası veya tutuĢma sıcaklığı vardır.
Petrol dizelde ise bu alevlenme noktası 125 F derecedir.

Biyodizelle çalıĢan motorlar sorunsuz çalıĢır ve kilometrede tükettiği
yakıt dizel yakıtta çalıĢan motorlara benzer. Araç baĢlatma,
ateĢleme, güç çıktısı, motor torku de biyodizelden fazla etkilenmez.

Petrol dizelli yakıtların hepsinden çıkan pis kokunun yerine
biyodizelde patlamıĢ mısır kokusuna benzer hoĢ bir koku vardır.
Günümüzde yağlardan biyodizel üretimi için üç temel yol
izlenmektedir. Bunlar; baz katalizi ile yağın transestreifikasyonu, doğrudan
asit katalizi ile yağın transesterifikasyonu ve yağın, yağ asitlerine
çevrilmesiyle biyodizele dönüĢtürülmesi yöntemleridir. Neredeyse tüm
biyodizeller, en ekonomik yöntem olan ve sadece düĢük sıcaklık ve basınç
gerektirip yaklaĢık % 98 verim elde edilebilen, baz katalizli
transesterifikasyon yöntemi ile üretilmektedir.
Bitkisel rafine yağların asit değerleri genellikle 1‟in altındadır.
Hayvansal yağlar ise ucuz olmasına rağmen yüksek serbest yağ asidi (SYA)
içerebilmektedir. Eğer yağın asit değeri 1 (mg KOH/g) ise, SYA yaklaĢık
olarak %0,5‟tir. Yüksek SYA içeren bir yağ alkali katalizörlerle reaksiyona
sokulduğunda sabun oluĢumu meydana gelmektedir. SYA ester dönüĢümünü
azaltırken, reaksiyon esnasında oluĢan sabun, reaksiyon sonunda ester,
gliserin ve yıkama suyunun ayrıĢmasına engel olur (2). Bu yüzden SYA
miktarı yüksek olan yağlar doğrudan alkali katalizör ile reaksiyona
sokulmaz. Dolayısıyla, atık bitkisel yağlar ile transesterifikasyon
reaksiyonuna geçilmeden önce yapılacak iĢlem, yağın SYA miktarını
belirlemek olacaktır. SYA miktarı %1‟in üzerinde ise, alkali katalizörler
yerine asit katalizörler kullanılmalıdır. Böylelikle SYA monoesterlere
dönüĢtürülür. Ön iyileĢtirme olarak adlandırılan bu adımla birlikte, yağın
SYA miktarı düĢürülmüĢ olur. Ön iyileĢtirme reaksiyonu için, alkol ve
katalizör miktarı yağın içerdiği SYA miktarına göre belirlenir. Yağın SYA
miktarı istenilen değere düĢürüldükten sonra transesterifikasyon
reaksiyonuna geçilir. Fakat transesterifikasyon reaksiyonunda alkol ve
katalizör miktarı reaksiyona girmemiĢ trigliserit miktarı göz önüne alınarak
belirlenir. Asit katalizörler baz katalizörlere göre çok daha yavaĢtır, fakat
SYAlerini estere dönüĢtürmek için yeterince hızlı sayılabilir. SYA miktarını
düĢürmek için asit katalizör kullanıldığında diğer bir dezavantaj reaksiyon
sırasındaki su oluĢumudur. Su oluĢumu reaksiyonun tamlığını
engelleyecektir (3).
357
Asit katalizör kullanılan bir ön iyileĢtirme reaksiyonu görülmektedir.
ġekilden de görüleceği gibi SYA, bir asit katalizör ve alkol eĢliğinde
reaksiyona sokulur. Reaksiyon sonunda serbest yağ asitleri monoesterlere
dönüĢürken, bunun yanında su oluĢur.
Bazı böcekler tam baĢkalaĢım gösterdiğinden bu dönüĢüm içi
bünyelerinde yoğun enerji sağlayan yağ depolarlar. Özellikle larva
döneminde yükselen bu yağ oranı böcekleri yağ kaynakları arasında üst
sıralara taĢımaktadır.
3.SONUÇ
Geleneksel enerji kaynaklarının sınırlı olması, alternatif yakıt
arayıĢlarını h ızlandırmıĢtır. Biyodizel, özellikle taĢımacılık sektörünün
vazgeçilmezi olan dizel yakıtlarına alternatif bir yakıttır. Biyodizelin
hammaddesinin genel olarak bitkisel yağlar olması dolayısıyla, maliyeti
motorinin maliyetinin üzerine çıkmaktadır. Bu nedenle daha düĢük maliyetli
hammadde ihtiyacı ortaya çıkmaktadır. Hayvansal yağlar biyodizel
üretiminde kullanılabilecek düĢük maliyetli hammaddelerdir. Hayvansal
atıkların
biyodizel
üretiminde
kullanılması,
hem
biyodizelin
dezavantajlarından biri olan yüksek maliyetinin azaltılması hem de bu
atıklardan kaynaklanan çevre kirliliğinin önüne geçmesi açısından oldukça
yararlı olacaktır. Bunun yanında biyodizel üretimi petrol açısından dıĢ
ülkelere bağımlılığı azaltacaktır(4).
KAYNAKLAR
(1)
https://yasarnorman.wordpress.com/2013/03/22/gecmisten-gunumuzeenerji-kaynaklari/
(2) Canakci, M., Van Gerpen J. H., “Biodiesel Production Via Acid
Catalysis”, Trans. of ASAE, 42 (5), 1203-1210 (1999).
(3) Canakci, M., Van Gerpen J., “Biodiesel Production from Oils and Fats
with High Free Fatty Acids”, Trans. of ASAE, 44 (6), 1429-1436 (2001).
(4) ÇANAKÇI,M.2011., HAYVANSAL KÖKENLĠ YAĞLARDAN
BĠYODĠZEL ÜRETĠMĠ
358
SUCUL EKOSĠSTEMDE DĠOKSĠN/FURAN VE
DĠOKSĠN BENZERĠ POLĠKLORLU BĠFENĠLLER
Dursun KIRIġIK
Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Su Ürünleri Bölümü
ÖZET
Dioksinler, furanlar ve bifeniller iki benzen halkası içeren klorlu
aromatik bileĢiklerdir. Dioksin ve furanların su, toprak, sediment ve
bitkilerdeki oranı, bu bileĢiklerin moleküler ağırlığı, buhar basıncı ve sudaki
çözünürlükleri ile tahmin edilebilir. Bu bileĢikler emisyon salınımları ile
çevreye bir kez girdiği zaman fiziksel ve biyolojik proseslerin sonucu olarak
çevrede dağılırlar. Dioksin/furan ve diğer kalıcı organik bileĢikler, suda
çözünmeyen, yarı uçucu bileĢikler olarak sınıflandırılır ve vücutta yağ
dokuda birikme eğilimi gösterirler. Ġnsanlarda maruziyetin % 95‟i gıdalar
yoluyla olan dioksinlerin LD50 değeri aflatoksinden 600 kat fazla tespit
edilmiĢtir. Dioksinlerin tolere edilebilir günlük alım değerini 1-4 pg/kg TEQ
olarak belirlemiĢtir. Dioksin analizleri izotop dilüsyon yöntemi ve miktar
tayini GC-HRMS sistemleri ile yapılabilmektedir.
Suya geçen dioksin, toplam dioksin kirliliğinin % 1‟ini
oluĢturmasına rağmen, insan sağlığı için son derece önemlidir. Çünkü
dioksin, su ortamındaki besin zincirinde birikerek, yediğimiz balıklarda
sakıncalı boyutlara ulaĢabilmektedir. Dioksinler, sudan kolaylıkla
buharlaĢmadığı ve sudaki parçalanmaları yavaĢ olduğu için tıpkı toprakta
olduğu gibi, su ortamında da uzun süre kalabilirler. Sudaki partiküllere ve
organik maddelere bağlanan dioksin, sonuçta dibe çöker. Bu durumdaki
dioksin, sedimentlerin hareketleriyle daha geniĢ ortamlara yayılır.
Türkiye‟de farklı çevresel ve biyolojik örneklerde dioksinlere iliĢkin
araĢtırmalar yapılmıĢ ve elde edilen değerlerin su ve sediment örnekleri için
uluslararası kabul görmüĢ kriterlerin altında değerler olduğu tespit edilmiĢtir.
ANAHTAR KELĠMELER: Sucul ekosistem, Dioksinler, GCHRMS.
1.GĠRĠġ
Poliklorludibenzo-para-dioksinler
furanlar
(PCDF)
ve
poliklorlu
(PCDD),
bifeniller
359
(PCB)
poliklorludibenzo
suda
çok
az
çözündüklerinden metabolik ve çevresel yıkımlanmalara dayanıklı ve
doğada kararlı durumda bulunan yüksek derecede zehirli, geniĢ yayılım
alanına sahip çevresel kirleticilerdir [1]. Bu bileĢikler toprak, su ve havanın
yanı sıra özellikle canlıların yağ dokularında birikim gösterirler. Yağ dokuda
birikme nedenler yapılarındaki klor varlığıdır. Endüstrinin geliĢmesiyle
beraber çevreye yayılan dioksin miktarlarının insan ve hayvan sağlığı
üzerinde kanser oluĢumu, immun sistem bozuklukları, kloroakne oluĢumu,
hormon ve üreme sistemi fonksiyon bozuklukları oluĢturmak gibi birçok
olumsuz etkileri mevcuttur. Bu nedenle özellikle suda kararlı durumda
kalabilen ve su canlılarında birikim yapma özelliği gösteren dioksin ve
benzeri bileĢiklerin kaynakları, toksikokinetiği, etki Ģekli, kabul edilebilir
günlük alım miktarları ve oluĢturduğu sağlık risklerinin belirlenmesi oldukça
önemlidir [2].
ġekil.1. 2,3,7,8-tetrakloro dibenzo p-dioksin
Bugüne kadar 75 PCDD, 135 PCDF ve 209 PCB üyesi bileĢik
tanımlanmıĢtır. Bunlardan sadece 2,3,7,8 pozisyonuna klor bağlanan 7
PCDD, 10 PCDF ve 12 PCB üyesinin karakteristik olarak dioksin benzeri
zehirlenmelere neden olduğu bildirilmiĢtir [3]. Kalıcı olan dioksin/furan
bileĢikleri, sadece hayvanların vücudunda birikmekle kalmayıp, hayvansal
gıdalarla beslenen insanların yağ dokularında da birikmektedir. Bu bileĢikler
insanların ve hayvanların yağ dokularında uzun yıllar kalmakta, ancak stres
ve açlık neticesinde kana geçip, uzun yıllar sonra bile toksik etkilerini
sürdürmektedirler.
Bu gün sadece atık yakma tesisleri değil termal–endüstriyel proses
kategorisinde bütün yanma proseslerinde 180°C‟nin üzerindeki sıcaklıkta
yanma sırasında, klorun karbon kaynakları ile kombinasyonu PCDD/F‟in
potansiyel kaynağıdır [4]. Dioksin ve benzeri bileĢikler en fazla yanma
360
sistemlerinde oluĢmaktadır. BaĢlıca; atık yakma (kentsel katı atıklar, lağım
pisliği, tıbbi atıklar ve tehlikeli atıklar gibi); yakıt yakma (kömür, odun,
petrol gibi) ve diğer yüksek ısı kaynakları (çimento ocakları, bina yangınları,
herhangi bir klorlu bileĢiğin yanması gibi) sırasında dioksinler ortaya
çıkmaktadır [5-6-7].
ġekil.2. Ukrayna BaĢkanı Viktor Yushchenko‟nun dioksin zehirlenmesi
öncesi ve zehirlenme sonrası görüntüsü
Dioksinler ve dioksin benzeri PCB‟ler için insan sağlığı risk tayinleri sağlık
kriterlerini göz önünde bulundurarak maruziyet limitlerini 1-4 pg WHOTEQ/kg vücut ağırlığı/gün olarak açıklamıĢtır [8].
1. DĠOKSĠNLERĠN SUCUL EKOSĠSTEMDEKĠ YERĠ
Dioksin/furan ve benzeri bileĢikler suya, depolama (ıslak-kuru), deĢarj
ve erozyon ile girerler. Dioksin/furan ve benzeri bileĢiklerin Kow ve Koc
değerleri yüksek olduğu için, suda çok az çözünürler. Suda az çözünmelerine
rağmen, suda çözünmüĢ (karbonhidrat, yağ asidi, aminoasit, peptit) ve
partiküler (canlı ve ölü organizmalar, çevreden deĢarj ya da erozyon ile
gelen organik maddeler) halde bulunan organik maddeler üzerinde, ya da
sedimentteki organik madde üzerinde adsorbe olurlar. Suda yaĢayan ve bu
organik maddelerle beslenen canlıların (fitoplankton, zooplankton ve
balıklar ve diğer deniz ürünleri) vücudunda konsantre olurlar [4].
Göller, nehirler ve okyanusların dibindeki sedimentler, dioksin için bir
önemli depolanma ortamı konumundadır. Dioksin, havadan yağmur ile
erozyon veya kağıt endüstrisinde, klorun beyazlatıcı olarak kullanılması
sonucunda, su sistemlerine geçebilir. Ayrıca lağım arıtma üniteleri, kimyasal
üreticileri ve metal rafinerileri de önemli boyutlarda, suya dioksin verirler.
Suya geçen dioksin, toplam dioksin kirliliğinin % 1‟ini oluĢturmasına
361
rağmen, insan sağlığı için son derece önemlidir. Çünkü dioksin, su
ortamındaki besin zincirinde birikerek, yediğimiz balıklarda sakıncalı
boyutlara ulaĢabilmektedir. Dioksinler, sudan kolaylıkla buharlaĢmadığı ve
organik çözücüler olmadıkça, sudaki ıĢınla parçalanmaları da yavaĢ olduğu
için tıpkı toprakta olduğu gibi, su ortamında da uzun süre kalabilirler. Sudaki
partiküllere ve organik maddelere bağlanan dioksin, sonuçta dibe çöker. Bu
durumdaki dioksin, sedimentlerin hareketleriyle daha geniĢ ortamlara yayılır.
Suda bulunan dioksinin en büyük kaynağı, kağıt endüstrisinde ortaya çıkan
atık sulardır [9].
ġekil.3. Ġnsanların dioksinlere maruziyeti
PCDD/F,
kimyasal oksidasyon ve hidroksilleme için oldukça
dirençlidir ve bu prosesler akuatik ortamda etkisizdir. Fotodegradasyon ve
mikrobiyal dönüĢüm sediment ve su yüzeyinde önemli parçalanma yolu
olabilir. Su yüzeyinde TCDD‟nin fotolizi, kıĢın 1-225 gün, yazın 0.4-68 gün
olarak belirtilmiĢtir. Sediment suyunda ise, 2,3,3,7-TCDD‟nin yarılanma
süresi 550 gün olarak gözlenmiĢtir. WHO, PCDD/F‟in içme suyu ile günlük
alımını, ihmal edilir seviyede bulmuĢtur. Elde edilen oran
0.003pgTEQ/litre‟dir
[4].
Dioksin
analizleri
çeĢitli
metotlarla
yapılabilmektedir. Bunlarda en çok kullanılanlardan biri konjener bazında
kantitatif sonucun alınabildiği GCHRMS yöntemidir. Metot bazında ise en
çok kullanılan EPA metodudur. BileĢenlerin miktarsal tespitinde kullanılan
yöntem izotop dilüsyon tekniğine dayanır.
Bu konu ile ilgili ulusal mevzuatımız; Türk Gıda Kodeksi, Gıda
Maddelerindeki BulaĢanların Maksimum Limitleri hakkında tebliğ,
17.05.2008-26879 ve Tebliğ no: 2008/26 olup, bu kapsamında belirtilen
maksimum kalıntı limitleri tebliğde yer almaktadır [10].
362
Türkiye‟de farklı çevresel ve biyolojik örneklerde dioksinlere iliĢkin
araĢtırmalar yapılmıĢ ve elde edilen değerlerin su ve sediment örnekleri için
uluslararası kabul görmüĢ kriterlerin altında değerler olduğu tespit edilmiĢtir
[11].
KAYNAKLAR
1.
Çiftçi, O. Elazığ ve Çevresinde Tüketilen Tereyağlarında, Dioksin ve
Benzeri BileĢik Düzeylerinin AraĢtırılması. Fırat Ün. Sağlık Bilimleri
Dergisi, 2008:
2.
Çiftçi, B., Fırat Nehir Sisteminde YaĢayan Dikenli Yılan Balığı
(Mastacembelus Mastacembelus, Banks And Solander, 1794)‟nın Kas
Dokusunda Dioksin Miktarının AraĢtırılması, Yüksek Lisans Tezi, Fırat
Üniversitesi, Elazığ, 2008.
3.
Sakin, F., Farklı Dozlarda 2,3,7,8-Tetraklorodibenzo-p-dioksin
Tarafından Ratlarda Beyin, Karaciğer, Böbrek ve Kalp Gibi Dokularda
OluĢturulan Oksidatif Stres Üzerine Likopen‟in Koruyuculuğu, Doktora
Tezi, Fırat Üniversitesi, Elazığ, 2008.
4.
GüneĢ, G., Dioksin ve Furan‟ın OluĢum Mekanizmaları ve Giderilme
Teknolojileri, Yüksek Lisans Tezi, Yıldız Teknik Üniveristesi, Ġstanbul,
2007.
5.
McKay, G., Dioxin Characterisation, Formation and Minimisation
During Municipal Solid Waste (MSW) Ġncineration: Review. Chem
Eng J 86(3): 343-368, 2002.
6.
Chan, C. Y. Y, Kim, C. P., Winn, L. M., TCDD-Induced Homologous
Recombination: The Role of the Ah Receptor Versus Oxidative DNA
Damage. Mutat Res 563(1): 71-79, 2004.
7.
Coutinho, M., Pereira, M., Rodrigues, R., Borrego, C., Impact of
Medical Waste Ġncineration in the Atmospheric PCDD/F Levels of
Porto. Portugal Science Total Environmental, 362: 157-165, 2006.
8.
Compilation of EU Dioxin Exposure and Health Data, 1999.
9.
Hismiogullari S., E., Hismiogullari A., A., Askar S., E. Dioksin ve
Dioksin Benzeri Kimyasalların Toksik Etkileri. Balikesir Sağlık
Bilimler Dergisi Cilt:1 Sayı:1 2012.
363
10. Cakirogullari, G., Uçar Y., Kiliç D. 2010. Dioksin ve Dioksin Benzeri
PCB‟lerin risk yönetimi ve Türkiye‟de su ürünleri ve çevre örneklerinde
yapılan çalıĢmalar. Sümder Dergisi. Sayfa:52-56.
11. Cakirogullari, G., Secer S., Poliklorlu Bifeniller ve Sucul YaĢam.
Ankara Üniversitesi Çevrebilimleri Dergisi Cilt: 3, Sayı: 1, Haziran
2011.
364
ENTEGRE MÜCADELE
Hüseyin BĠRCAN
Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bitki Koruma Bölümü
ÖZET
Entegre mücadele, hastalık, zararlı ve yabancı otların çevre ile
iliĢkilerini dikkate alarak tüm mücadele metotlarının birbiriyle uyumlu bir
Ģekilde kullanılması ile popülasyon yoğunluklarını ekonomik zarar
seviyesinin altında tutan zararlı yönetim sistemidir.
Entegre mücadele de mekanik ve fiziksel mücadeleyi de içeren
kültürel tedbirler, biyolojik mücadele, biyoteknik yöntemler, dayanıklı
çeĢitlerin kullanımı, genetik mücadele gibi kimyasal mücadeleye alternatif
yöntemlere öncelik verilmelidir. Alternetif mücadele yöntemleri ile kontrol
altına alınabilen hastalık, zararlı ve yabancı otlara karĢı, kimyasal mücadele
tavsiye edilmemelidir. Eğer kimyasal mücadele yapılması zorunlu ise; doğal
düĢmanlara, insanlara ve çevreye yan etkisi düĢük olan, çevre dostu ve
spesifik ilaçlar önerilmelidir. Bu durumda, ilaçların etkili en düĢük dozda ve
doğal düĢmanların en az zarar göreceği zamanlarda kullanılması, ilaçların
uygun alet ve ilaçlama tekniği kullanılarak yapılması esas alınmalıdır.
Sonuç olarak; her bitkiye uygun entegre mücadele programları
hazırlanmalı ve çevreye en az zarar veren ve en fazla ürün artıĢına imkan
sağlayan programların hazırlanması ile mücadelede daha olumlu sonuçlar
alınması sağlanabilir.
ANAHTAR KELĠMELER: Entegre mücadele, ilaç, fiziksel, mekanik
1. GĠRĠġ
ÇeĢitli ekolojik bölgelere sahip olan ülkemizde birçok kültür bitkisi
yetiĢtirilmekte ve bu bitkilere arız olan birçok zararlı ve hastalık
bulunmaktadır. Ayrıca bu hastalık ve zararlılara karĢı birçok mücadele
yöntemi uygulanmaktadır. GeliĢmiĢ ülkelerde dahi en çok kullanılan
mücadele yöntemlerinden biri kimyasal mücadeledir. Kimyasal mücadele ise
birçok çevresel sorunlara neden olmakta ve insan sağlığını olumsuz yönde
etkilemektedir. Bu durum aynı zamanda hastalık ve zararlıların ilaçlara karĢı
dayanıklılık sağlamasını, dayanıklı ırkların meydana gelmesini ve ikincil
zararlıların ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Bu durumu ortadan
kaldırmanın en önemli yollarından biri Entegre Mücadele Yöntemi‟ dir.
365
2. ENTEGRE MÜCADELENĠN TANIMI
Entegre mücadele, ingilizcesi “Ġntegrated or Ġnsect Pest
Management” kısaca IPM diye bilinmektedir ve Türkçeye Entegre Mücadele
Yöntemi veya Entegre Mücadele Yönetimi olarak geçmiĢtir. Entegre
mücadele, Zararlı türlerin popülasyon dinamikleri ve çevre ile iliĢkilerini
dikkate alarak, uygun olan tüm mücadele yöntem ve tekniklerini uyumlu bir
Ģekilde kullanarak, zararlıların popülasyon yoğunluklarını ekonomik zarar
seviyesinin altında tutan bir zararlı yönetim sistemidir (Anonim, 2011).
3. ENTEGRE MÜCADELENĠN HEDELERĠ
 Bitkisel üretimin arttırılası,
 Doğal düĢmanların korunması ve desteklenmesi,
 Tarla, bahçe ve bağların düzenli periyotlarla kontrol edilmesi,
 Çiftçilerin kendi baĢına doğru kararlar verme düzeyine getirilmesi,
 Ġlaçların çevreye verdiği zararı en az düzeye indirme
4. ENTEGRE MÜCADELENĠN YARARLARI
 Sürdürülebilir tarımsal üretimi sağlar,
 Pestisit kalıntısı bulunmayan ve kaliteli ürün almayı sağlar,
 Hastalık ve zararlıların pestisitlere karĢı direnç kazanmasını önler
veya geciktirir,
 Entegre mücadele, ilaç kullanımını azalttığı için insan ve çevre dostu
bir yöntemdir,
 Ġlaç kullanımı azaldığı için mücadele masrafı da azalır,
 Doğal dengenin korunmasına büyük katkı sağlar,
 Biyolojik mücadele ajanlarının ve doğal düĢmanların pestisitlerden
zarar görmesini engeller,
 Üretimde çalıĢan kiĢilerin güvenliğini ve sağlığına önem verir.
5. ENTEGRE MÜCADELENĠN ĠLKELERĠ
 Entegre mücadele, belirli bir agro-ekosistemde bulunan
hastalıklar, zararlılar ve yabancı otların mücadelesinin ayrı ayrı
değil, hepsinin birlikte yapılmasını ve uygun mücadele
yöntemleri ve tekniklerinin, birbirini tamamlayacak Ģekilde
entegre edilmesini öngörmektedir.
 Entegre mücadelede; hastalık etmenleri, zararlılar ve yabancı
otların tamamen ortadan kaldırılması değil; bunların popülasyon
yoğunluklarının ekonomik zarar seviyesinin altında tutulması
esastır.
 Entegre mücadele programları, kültür alanlarında en çok zarar
yapan ana (veya anahtar) zararlı, hastalık ve yabancı otun
366


mücadelesi esas alınarak uygulanır. Ancak potansiyel zararlılar
da dikkate alınır.
Entegre mücadelede, doğada mevcut doğal düĢmanların
korunması ve desteklenmesi esastır. Bunların kitle halinde
üretilerek veya dıĢarıdan ithal edilerek salınması, zorunlu
hallerde düĢünülmesi gereken bir husustur.
Kimyasal mücadele, Entegre mücadele programlarında en son
baĢvurulması gereken bir mücadele yöntemidir. Hatta ekonomik
ve ekolojik olarak bir zorunluluk bulunmadığı sürece, kimyasal
mücadeleye yer verilmemesi gerekir. Ancak kimyasal mücadele
uygulama zorunluluğu var ise, çevre dostu ve spesifik ilaçlar
kullanılmalı, bunlar etkili en düĢük dozda ve en uygun zamanda
uygulanmalıdır (Anonim, 2011).
6. ENTEGRE MÜCADELE PROGRAMINDA KULLANILACAK
TARIM ĠLAÇLRININ SEÇĠMĠ
Yapılan araĢtırmalara göre tarım ilaçlarının risk değerleri
aĢağıda verilen tabloda ki gibidir (Anonim, 2011).
Risk Değeri
Sınıf Değeri
Açıklama
3,0-5,9
1
Güvenli olarak tavsiye edilen tarım
ilaçları
6,0-7,0
2
Kontrollü olarak tavsiye edilen
tarım ilaçları
7,1-10,0
3
Geçici olarak tavsiye edilen tarım
ilaçları
›10,0
4
Entegre mücadele programı için
uygun değil
7. SONUÇ
Sonuç olarak hastalık ve zararlıların verdiği ürün kayıplarını en aza
indiren uygun mücadele yöntemlerinin uygulanması, bu uygulamalarda ilaç
kullanımını azaltarak çevreye ve insana verdiği zararı en az düzeye
indirilmesi, her bitkiye uygun entegre mücadele programı uygulanması ile en
fazla ürün artıĢına imkan sağlayan programların hazırlanması ülke tarımına
olumlu yönde katkı sağlayacaktır. Tarımın sürdürülebilirliğinde büyük
katkısı olan entegre mücadele yönteminin çiftçiler tarafından ugulanması
için bilinçlendirme çalıĢmalarının yapılması gereklidir.
KAYNAKLAR
 Anonim, 2011 Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, Zeytin
Entegre Mücadele Teknik Talimatı, Ankara
367




Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, Buğday Entegre Mücadele
Teknik Talimatı, 2011, Ankara
www.sorhocam.com/etiket.asp?sid=723&entegre-mucadeleninhedefleri/ (EriĢim tarihi:12.04.2016)
Kutlar, Ġ., Ceylan, Ġ.Ç., Antalya Ġli Merkez Ġlçesinde Entegre
Mücadele Yönteminin Yayılması ve benimsenmesi
www.tarimkutuphanesi.com/Entegre_mucadele_nedir?_01291.html
(EriĢim tarihi:12.04.2016)
368
LĠSANSLI DEPOCULUK NEDĠR?
Berat ERDOĞMUġ*
Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarla Bitkileri Bölüm
ÖZET
Ülkemizde lisanslı depo faaliyetleri, 5300 sayılı Tarım Ürünleri
Lisanslı Depoculuk Kanunu ve bu Kanun hükümleri doğrultusunda
yürürlüğe konulmuĢ Yönetmelikler düzenlenlemektedir.Lisanslı depoculuk,
ürünün varlığına ve kalitesine güvence verecek sistemdir. Ürün Bankacılığı
olarak da tabir edilen sistemde, güvenin tahsis edilmesi için, kamuoyunda
güveni temsil eden ortaklarla Ģirketin kurulması, standartlara uygun
depoların kurulması, yasalar çerçevesinde iĢletilmesi, Sanayi ve Ticaret
Bakanlığı‟nca çok iyi izlenerek, takip edilmesi, aksamalarda anında
müdahale edilmesi ve müeyyidelerin titizlikle iĢletilmesi gerekmektedir. Bu
kanun tarım ürünleri ticaretini kolaylaĢtırmak, depolanması için yaygın bir
istem oluĢturmak, ürün sahiplerinin mallarının emniyetini sağlamak ve
kalitesini korumak, ürünlerin sınıf ve derecelerinin yetkili sınıflandırıcılar
tarafından saptanmasını sağlamak, tarım ürünleri lisanslı depo iĢleticilerinin
kiĢiler arasında ayrım yapmaksızın tarım ürünlerini kabul etmelerini temin
etmek, ürünlerin mülkiyetini temsil eden ve finansmanını, satıĢını ve
teslimini sağlayan ürün senedi çıkartmak ve standartları belirlenmiĢ tarım
ürünlerinin ticaretini geliĢtirmek üzere, tarım ürünleri lisanslı depoculuk
sisteminin kuruluĢ, iĢleyiĢ ve denetimine iliĢkin usul ve esasları
düzenlemektir.
ANAHTAR KELĠMELER: Ürün bankacılığı,müeyyide,lisans,depo
1.LĠSANSLI DEPOCULUK
Lisans; hukuki anlamda herhangi bir iĢin veya ticari bir iĢlemin
gerçekleĢtirilmesi için devlet makamları tarafından verilen izindir (Anonim
1991). Tarım ürünlerinde lisanslı depoculuk denildiğinde, tarım ürünlerinin
depolanması için kurulan birimlerin ve bu birimler tarafından
gerçekleĢtirilecek ticari iĢlemlerin devlet tarafından belirlenen mevzuata
uygun olduğu ve devlet tarafından izin verildiği anlamına gelmektedir.
Lisanslı depolar, tarım ürünlerinin belli bir kira bedeli karĢılığında sağlıklı
koĢullarda depolanmasını sağlayan, anonim Ģirket statüsünde kurulmuĢ ve
çalıĢma usulleri devlet tarafından belirlenmiĢ olan büyük kapasiteli
depolardır. Ülkemizde lisanslı depoculuk ile ilgili usul ve esaslar 17 ġubat
2005 tarih ve 25730 sayılı Resmi Gazete‟de yayınlanarak yürürlüğe giren 10
ġubat 2005 tarih ve 5300 sayılı Kanun ile belirlenmiĢtir. Lisanslı Depolar
5300 sayılı Kanun‟da “tarım ürünlerinin sağlıklı koĢullarda muhafaza ve
ticari amaçla depolanması hizmetlerini sağlayan tesisler” olarak
369
tanımlanmaktadır. Lisanslı depoculuğun esası lisanslı depoculuğa elveriĢli
ürünlerin uygun yöntemlerle, sağlıklı koĢullarda ve kalite sınıflarına göre
depolanmasını sağlamak ve söz konusu ürünlerin ticaretini daha sistemli ve
güvenilir hale getirmektir. Tarım ürünleri değiĢik Ģekillerde depolanmakta ve
bu depoların da pek çoğu ne yazık ki uygunsuz koĢullara sahip olmaktadır.
Oysaki tarım ürünleri organik karakterli ürünler olup, bu ürünlerin
depolanması organik özelliğe sahip olmayan herhangi bir malın
depolanmasına benzememektedir. Tarım ürünleri yapıları dolayısıyla kolay
bozulabilen ve depolanması esnasında ısı, ıĢık, nem, havalandırma vb. özel
koĢullar gerektiren ürünlerdir. Bu bağlamda lisanslı olmayan depolar “adi
depo” olarak adlandırılmaktadır. Söz konusu büyük kapasiteli lisanslı
depoların artması halinde piyasada oluĢabilecek olan arz fazlası ürünlerin
depolanması ile kontrol altına alınabilecek ve arz fazlalığından kaynaklanan
fiyat dalgalanmalarını bir dereceye kadar engellemek mümkün olacaktır.
Lisanslı depolar ürünlerin kalite sınıflarına göre depolandığı yerlerdir.
Lisanslı depoculuk sistemi ilerleyen bölümlerde de açıklanacağı üzere ticaret
borsaları ve yetkili sınıflandırıcı olarak adlandırılan ve ürünlerin kalitelerini
belirleyen kuruluĢlarla entegre olarak çalıĢmaktadır. Lisanslı depolara giren
her ürünün kalite sınıfı bellidir ve fiyatlandırma da borsalarda kaliteye göre
serbest piyasa koĢullarında oluĢmaktadır. Buna göre, kaliteli ve standartlara
uygun üretim yapan üreticiler daha iyi gelir elde ederken, diğer üreticiler de
kaliteli üretime teĢvik edilmektedir (Niyaz ve ark. 2012). Depolanan
ürünlerin sigortalanması zorunludur. Sigorta ile ürünlerin depoda sigorta
kapsamındaki herhangi bir riskten dolayı zarar görmesi halinde bu zararın
tazmin edilmesi söz konusudur. Lisanslı depolarda muhafaza edilen
ürünlerin adi depolarda muhafaza edilen ürünlerden en önemli farkı, lisanslı
depolardaki ürünler için ürün senedinin düzenlenmesi ve depolama
esnasında oluĢabilecek sigorta kapsamı dıĢındaki zararların lisanslı
depoculuk tanzim fonu tarafından tanzim edilmesinin garanti altında
olmasıdır.Ürün senetlerini ellerinde bulunduranlar, bu senetler karĢılığında
kredi çekebilmekte, senetleri teminat gösterebilmekte ve bu senetler
aracılığıyla ticaret yapabilmektedir. Lisanslı depolar sayesinde sanayiciler,
tüccarlar ve ihracatçılar istedikleri miktar ve istedikleri kalitede
hammaddeye zamanında ve güvenli bir Ģekilde ulaĢabilmektedir. Lisanslı
depoculuk sistemi fiyat dalgalanmalarını da azalttığı için tarım sektöründeki
tüm ilgili kesimler için daha istikrarlı bir piyasa yaratmaktadır
1.1.Lisanslı Depoculuk ile Ġlgili Tanımlar
Lisanslı Depoculuk ile ilgili düzenlemelerden Gümrük ve Ticaret
Bakanlığı sorumludur. ÇalıĢmada zaman zaman“Bakanlık” ifadesi
kullanılmaktadır, bu durumda Gümrük ve Ticaret Bakanlığı‟ndan
bahsedilmektedir.
Lisanslı
Depoculuğun
çalıĢma
prensiplerinin
açıklanmasından önce konu ile ilgili terimlerin açıklanmasında fayda vardır.
370
Lisanslı depoculuk konusundaki tanımların açıklanmasında 5300 sayılı
Tarım Ürünleri Lisanslı Depoculuk Kanunu esas alınmıĢtır.
a-)Tarım Ürünleri: Depolanmaya uygun nitelikteki hububat, bakliyat,
pamuk, tütün, fındık, yağlı tohumlar, bitkisel yağlar, Ģeker gibi standardize
edilebilen temel ve iĢlenmiĢ tarım ürünlerini ifade etmektedir.
b-)Lisanslı depo: Tarım ürünlerinin sağlıklı koĢullarda muhafazası ve ticarî
amaçla depolanması hizmetlerini sağlayan tesislerdir.
c-)Lisans: Gümrük ve Ticaret Bakanlığı tarafından verilen faaliyet iznini
gösterir belgedir.
d-)Mudi: Depolama hizmetleri için ürününü lisanslı depoya teslim eden
veya lisanslı depo iĢletmesince düzenlenen ürün senedini mevzuata uygun
olarak elinde bulunduran gerçek veya tüzel kiĢidir. Mudi, üreticinin bizzat
kendisi olabileceği gibi, ürün senedini baĢka bir Ģahıs ya da Ģirkete
devretmesi halinde mudi, ürün senedini elinde bulunduran gerçek ya da tüzel
kiĢi olmaktadır.
e-)Ürün senedi: Ürünlerin mülkiyetini temsil ve rehnini temin eden, lisanslı
depo iĢleticisince nama veya emre düzenlenmiĢ, teminat olarak verilebilen,
ciro edilebilen veya edilemeyen ve 5300 sayılı Kanun‟da öngörülmeyen
durumlarda Türk Ticaret Kanunu‟nda düzenlenen makbuz senedi
hükümlerine tâbi, basılı veya elektronik ortamda bulunan kıymetli
evraklardır.
f-)Borsa: Aralarındaki sözleĢme çerçevesinde lisanslı depo iĢletmesince
düzenlenen ürün senetlerinin kota ettirildiği, alım satımının yapıldığı ve
hareketlerinin kontrol ve takip edildiği ürün ihtisas borsasını veya Gümrük
ve Ticaret Bakanlığı‟ndan ürün senedi alım satımı konusunda izin alan
ticaret borsasını ifade etmektedir.
g-)Elektronik Kayıt KuruluĢu (EKK): Ġlgili Yönetmelik hükümleri
çerçevesinde elektronik ürün senetlerinin Sistem üzerinden oluĢturulmasını
sağlamak, bu senetlere bağlı tüm hak ve yükümlülükler ile iĢlemleri ilgili
taraflar itibariyle kayden izlemek amacıyla Gümrük ve Ticaret
Bakanlığı‟ndan lisans almıĢ anonim Ģirkettir.
1.2. Lisanslı Depoların KuruluĢu
Lisanslı depo iĢletmesi kurmak için öncelikle Gümrük ve Ticaret
Bakanlığı‟nın iziyle bir anonim Ģirket kurulması gerekmektedir. Pay
senetlerinin tamamının nama yazılı olması Ģartı aranmaktadır. Kurulacak
Ģirketin unvanında mutlaka “Tarım Ürünleri Lisanslı Depo ĠĢletmesi” ibaresi
bulunmalıdır. Lisanslı Depoların kuruluĢ ve iĢleyiĢinden Gümrük ve Ticaret
Bakanlığı, Ġç Ticaret Genel Müdürlüğü sorumludur. Lisanslı depoların
kurulabilmesi için ödenmiĢ sermayelerinin en az 1.000.000 TL olması
gerekmektedir. Söz konusu tutar lisanslı depodaki ürünün cinsi ve miktarına
göre değiĢmektedir.
371
Lisanslı depo kurucu, ortak ve yöneticilerinin Tarım Ürünleri Lisanslı
Depoculuk Yönetmeliği‟nde belirtilen ticarete engel durumlarının olmaması
da önemlidir. KuruluĢ izni ve faaliyet izni ayrı kavramlar olup, bu iki izin
Gümrük ve Ticaret Bakanlığı tarafından ayrı ayrı verilmektedir. KuruluĢ izni
aldığı halde faaliyet izni almamıĢ olan lisanslı depoculuk iĢletmeleri mal
kabul edemezler ve ürün senedi düzenleyemezler. KuruluĢ izni alan Ģirket,
kuruluĢ tescilinin Türkiye Ticaret Sicili Gazetesi‟nde ilan edilmesinden
sonra en geç bir yıl içinde faaliyet izni almak üzere Bakanlığa baĢvurmak
zorundadır. Ancak, iĢlemlerde meydana gelecek bir uzama durumunda
Bakanlık tarafından 1 yıl ek süre verilebilmektedir. Lisanslı depoculuk
iĢletmelerinin kuruluĢu ve faaliyet izni alınması için izlenmesi gereken
prosedürler uzun sürmektedir. Ġstenen belgeler ve koĢullar Tarım Ürünleri
Lisanslı Depoculuk Yönetmeliği‟nde belirtilmiĢtir.1 Gümrük ve Ticaret
Bakanlığı uzmanları ve/veya dıĢarıdan sayısı üçten az olmamak üzere teknik
ve uzman kiĢilerden bir komisyon oluĢturulmakta ve ġirket, lisanslı
depoculuk mevzuatına uygun olarak hazırlıklarını tamamladığı zaman söz
konusu komisyon Ģirketi ve depoları denetlenmektedir. Komisyon tarafından
herhangi bir eksiklik bulunmadığı zaman kısa bir süre içerisinde Lisanslı
Depo faaliyet izni (lisans) alınabilmektedir. KuruluĢu tamamlanan bir
lisanslı deponun faaliyet izni alabilmesi için;
• KuruluĢ izni Türkiye Ticaret Sicil Gazetesi‟nde yayınlandıktan sonra 1 yıl
içerisinde baĢvuruda bulunması
• KuruluĢta aranılan Ģartları kaybetmemiĢ olması
• Depoların Gümrük ve Ticaret Bakanlığı tarafından belirtilen Ģartları
taĢıması • Yönetmeliğe uygun yeterli tartım, alet, cihaz ve kantarların
bulunması • Borsa ve yetkili sınıflandırıcı ile sözleĢme yapılması
• Bilgi iĢlem alt yapısının oluĢturulması
• Yönetmelikte öngörülen defter ve kayıtlara iliĢkin yükümlülükleri yerine
getirmesi
• Lisanslı depo teminatının verilmesi
• Depolama kapasitesine göre belirlenen sermayenin tamamının ödenmiĢ
olması
Ġki ya da daha fazla çeĢit ürünün depolanması için bir lisans
düzenlenebilmektedir. Lisans belgesinde, hangi ürünlerin depolanabileceği
ve bunların maksimum kapasiteleri ile lisans kapsamında faaliyet gösteren
tüm Ģubeler gösterilmelidir. Lisanslar iki yıl süre için geçerlidir,
devredilemez ve Türkiye Ticaret Sicili Gazetesi‟nde ilân edilir. 2 yıllık süre
bitince lisansın uzatılması gerekmektedir. Lisanslı deponun depolama
kapasitesinin ya da depolanacak ürün çeĢitlerinin değiĢmesi durumunda
lisansın da değiĢmesi gerekmektedir. Lisanslı depo iĢletmesinin mevzuata
aykırı davranması ya da Bakanlık tarafından bir eksiklik görülmesi halinde,
fiilin ağırlığına göre lisanslı depo iĢletmesine uyarı verilebilir, lisansı askıya
372
alınabilir ya da iptal edilebilir. 5300 sayılı Tarım Ürünleri Lisanslı
Depoculuk Kanunu‟nun 14. Maddesine göre, 2013 yılı içinde lisanslı depo
iĢletmeleri, yetkili ve referans yetkili sınıflandırıcılar, tartıcılar ile elektronik
kayıt kuruluĢuna verilecek lisanslara iliĢkin bedeller Çizelge 1‟de
gösterilmiĢtir. Lisans bedelleri lisanslı depo kapasitesine göre değiĢmektedir.
Söz konusu bedeller her yılın Ocak ayında Gümrük ve Ticaret Bakanlığı
tarafından güncellenerek web sitesinde açıklanmaktadır.
1.3. Lisanslı Depoların ÇalıĢma Prensipleri
Lisanslı depoculuğun çalıĢma sisteminde birbirleriyle bağlantılı 4
birim bulunmaktadır; lisanslı depo iĢletmesi, ürün ihtisas borsası (yetkili
ticaret borsası), yetkili ve referans yetkili sınıflandırıcı ile lisanslı depoculuk
tazmin fonu.
1.4. Lisanslı Depoculuk Mevzuatı ve TeĢvikler
Ülkemizde Lisanslı Depoculuk Hakkındaki ilk yasal düzenleme 17
ġubat 2005 tarih ve 25730 Sayı- lı Resmi Gazete‟de yayınlanarak yürürlüğe
giren 10 ġubat 2005 tarih ve 5300 sayılı Lisanslı Depoculuk Kanunu ile
baĢlamıĢtır. Söz konusu Kanunu takiben hububat, baklagiller ve yağlı
tohumlar, fındık, pamuk, zeytin ve zeytinyağı lisanslı depoları için
yönetmelikler çıkartılmıĢtır. Ürünlere iliĢkin yönetmeliklerin yanı sıra
elektronik ürün senedi yönetmeliği ile yetkili sınıflandırıcıların lisans alma,
faaliyet ve denetimleri hakkında yönetmelikler oluĢturulmuĢtur. 12 Nisan
2013 tarihinde 28616 Sayılı Resmi Gazete‟de yayınlanarak yürürlüğe giren
“Tarım Ürünleri Lisanslı Depoculuk Yönetmeliği” ile ürün bazındaki
yönetmeliklerin ortak kısımları tek bir yönetmelik çatısında toplanmıĢ ve her
bir ürün yönetmeliklerinin yerine tebliğler çıkartılmıĢtır.
TÜRKĠYE’DE LĠSANLI DEPOCULUK UYGULAMALARI
Ülkemizde lisanslı depoculuğa iliĢkin ilk uygulamalar TMO
tarafından baĢlatılmıĢtır. TMO 1993 - 2011 yılları arasında 2699 sayılı
Umumi Mağazacılık Kanunu hükümlerine dayanarak makbuz senedi
düzenleyerek emanet alımı yapmıĢtır. Bu uygulama ile yeterli deposu
olmayan üretici ve diğer kesimlere depolama sağ- layarak, ürünlerini hasat
dönemi dıĢında pazarlama imkânı ve ürününü emanete bırakan kesimlerin
makbuz senedi karĢılığı finans elde etmeleri sağlanmıĢtır. TMO tüm
ürünlerde emanet ve yerinde emanet alım uygulamasıyla emanet alımları
teĢvik ederek, ürün arzının hasat dönemi dıĢına çıkmasını, ürünün daha
yüksek fiyattan pazarlanmasını ve lisanslı depoculuğa geçiĢe öncülük etmeyi
amaçlamıĢtır (SayıĢtay 2011). Makbuz Senedine Dayalı Kredi Uygulaması
2005 yılında baĢlatılmıĢtır. Krediden; üretici, tüccar ve sanayiciler
yararlanmıĢtır. TMO depolarına emanete bırakılan ürünler karĢılığı alınan
makbuz senetleri, TMO ile sözleĢme imzalayan bankalara ciro edilerek kredi
373
kullanılmıĢtır. Makbuz senetlerinin, TMO alım garantisi altında olması
nedeniyle, senetlerin teminat kalitesi artmıĢ, dolayısıyla kullanılan kredinin
faizi düĢük olmuĢtur. Bu krediler için ayrıca mali teĢvikler de verilmiĢtir
(KKDF %0, BSMV %1, faiz desteği %25). TMO, umumi mağazacılığı
sektöre tanıtarak lisanslı depoculuğun önünü açmıĢtır. Bu uygulamanın
amacı lisanslı depoların kurulup yaygınlaĢtırılarak umumi mağazacılık
faaliyetlerinin süreç içinde sonlandırılması olmuĢtur (TMO 2012). 5300
sayılı Kanun‟un geçici 2. maddesinde yer alan hüküm9 gereğince, TMO
17.2.2010 tarihinden itibaren umumi mağazacılık hizmeti veremeyecek
durumla karĢı karĢıya kalmıĢtır. Anılan madde ile intibak için öngörülen
sürenin uzatılması yönünde düzenleme yapılması için TMO tarafından
Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığından talepte bulunulmuĢtur (SayıĢtay
2011). Günümüzde makbuz senedi uygulaması halen devam etmektedir.
Ülkemiz lisanslı depoculuk uygulamaları bakımından geliĢmiĢ ülkelerin
gerisinde kalmıĢtır. Konu ilgili yasal düzenlemeler 2005 yılında baĢlatılmıĢ
olup, ilk lisanslı depo 2010 yılında TMO-TOBB ortaklığıyla kurulan TMOTOBB Tarım Ürünleri Lisanslı Depoculuk A.ġ. tarafından 2011 yılında
hayata geçirilmiĢtir. Ġlk kurulan lisanslı depo hububat, baklagil ve yağlı
tohumlar üzerine çalıĢmakta olup, Polatlı, Lüleburgaz ve Ahiboz‟da Ģubeleri
bulunmaktadır. Söz konusu kuruluĢun aynı zamanda Ünye ve Düzce‟de
fındık lisanslı depoları da vardır. 2013 yılı itibariyle kurulmuĢ olan lisanslı
depolar Çizelge 6‟da gösterilmiĢtir. Günümüze kadar 14 Ģirket kuruluĢ izni
almıĢtır. Ülkemizin üretim yapısının da etkisiyle en fazla hububat lisanslı
depolarının kurulduğu görülmektedir. Zeytin ve zeytinyağı lisanslı depoları
henüz faaliyete geçmemiĢtir. Pamuk lisanslı depoları ise Ġzmir Torbalı ve
Gaziantep‟te bulunmaktadır. TR63 Bölgesi‟nde Hatay ili Kırıkhan Ġlçesi‟nde
hububat üzerine kuruluĢ izni almıĢ olup, lisans almayı bekleyen Özova
Tarım Ürünleri Lisanslı Depoculuk A.ġ. bulunmaktadır. Bölge‟ye yakın olan
ġanlıurfa‟da kurulmakta olan hububat ve pamuk lisanslı depoları ise henüz
kuruluĢ izni almamıĢtır. Lisanslı depoculuk konusu ülkemiz için yeni bir
konu olmasına karĢılık, ilk uygulamalarla faydaları anlaĢılarak
benimsenmeye ve hızla yayılmaya baĢlamıĢtır.
KAYNAKLAR
Anonim, 1991. Türk Hukuk Lügatı, Türk Hukuk Kurumu, BaĢbakanlık
Mevzuatı GeliĢtirme ve Yayın Genel Müdürlüğü, 3. Baskı, BaĢbakanlık
Basımevi, Ankara. Anonim, 2001. PreselenmiĢ Pamuk Balyalarına ĠliĢkin
Tebliğ, 27 Temmuz 2001 Tarih ve 24475 Sayılı Resmi Gazete, Ankara.
Anonim, 2005. 5300 Sayılı Lisanslı Depoculuk Kanunu, 17 ġubat 2005 tarih
ve 25730 Sayılı Resmi Gazete, Ankara. Anonim, 2005a. Lisanslı Depoculuk
Kanunu, 17 ġubat 2005 tarih ve 25730 sayılı Resmi Gazete, Ankara.
Anonim, 2005b. Lisanslı Depoculuk Tazmin Fonu Yönetmeliği, 21 Aralık
374
2005 ve 26030 sayılı Resmi Gazete, Ankara. Anonim, 2005c. Ürün Ġhtisas
Borsalarının KuruluĢ, ĠĢleyiĢ ve Denetim Usul ve Esasları Hakkında Genel
Yönetmelik, 09 Mart 2005 tarih ve 25750 sayılı Resmi Gazete, Ankara.
Anonim, 2005d. Yetkili Sınıflandırıcıların Lisans Alma, Faaliyet ve
Denetimi Hakkında Yönetmelik 08 Ekim 2005 ve 25960 sayılı Resmi
Gazete, Ankara. Anonim, 2009. Gelir Vergisi Kanunu ve Bazı Kanunlarda
DeğiĢiklik Yapılması Hakkında Kanun, 3 Temmuz 2009 ve 29277 sayılı
Resmi Gazete, Ankara. Anonim, 2009a. Kurumlar Vergisi Genel Tebliği, 13
Ağustos 2009 tarih ve 27318 sayılı Resmi Gazete, Ankara. Anonim, 2011.
Elektronik Ürün Senedi Yönetmeliği, 12 Kasım 2011 ve 28110 sayılı Resmi
Gazete, Ankara. Anonim, 2011a. Kütlü Pamuk Desteklemesi Durum Analiz
Raporu, T.C. Hatay Valiliği, Ġl Gıda, Tarım ve Hayvancılık Müdürlüğü,
Hatay. Anonim, 2011b. Lisanslı Depoculuk Tazmin Fonu Yönetmeliğinde
DeğiĢiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik, 12 Kasım 2011 ve 28110 sayılı
Resmi Gazete, Ankara. Anonim, 2012. Bakanlar Kurulu Kararı, 16 Haziran
2012 tarih ve 28325 sayılı Resmi Gazete, Ankara. Anonim, 2012a. Araçların
Yüklenmesine ĠliĢkin Ölçü ve Usuller ile Tartı ve Boyut Ölçüm Toleransları
Hakkında Yönetmelik, 8 Kasım 2012 Tarih ve 28461 Sayılı Resmi Gazete,
Ankara. Anonim, 2013. 12 Nisan 2013 ve 28616 sayılı Resmi Gazete,
Ankara. Anonim, 2013a. Hububat, Baklagiller ve Yağlı Tohumlar Lisanslı
Depo Tebliği, 12 Nisan 2013 ve 28616 sayılı Resmi Gazete, Ankara.
Anonim, 2013b. Lisanslı Depoculuk Tazmin Fonu Yön
375
376
ĠġLEMESĠZ VEYA AZALTILMIġ TOPRAK
UYGULAMALARININ SÜRDÜRÜLEBĠLĠR TARIMDAKĠ
ÖNEMĠ
Özge DEMĠRTAġ*
Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Toprak Bilimi ve Bitki Besleme
ÖZET
ĠĢlemesiz tarım, toprağa zarar vermeden üretim yapmanın bir yoludur.
Kanada‟da sıfır toprak iĢleme, ABD‟de iĢlemesiz (no-tillage) tarım veya
doğrudan (direkt) ekim adlarıyla da anılan, tohum yatağı oluĢturmak
amacıyla önceden herhangi bir Ģekilde iĢlenmemiĢ toprağa ekimi ifade
etmektedir. Ancak sadece toprağa ekimi ifade eden bu terimler yerine bu
Ģekilde yapılan tarım uygulamalarının tümünü (ekimden- hasada) içine alan
kavram iĢlemesiz tarım olarak adlandırılmaktadır.
Toprak sadece tohum yatağının hazırlanması, kimyasalların
uygulanması, yabancı ot kontrolü ve ürün ekimi için iĢlenir. Böylece tarlayı
hazırlamak için daha az zaman, yakıt ve iĢ gücü gerekli olur.
Yoğun toprak iĢlemenin büyük bir sakıncası olarak, özellikle su ve rüzgar
erozyonu riski yüksek tarım alanlarında verimli üst toprak tabakasının
kaybedilmesi söylenebilir. Dünya‟da tarım alanlarının en az % 15‟i ciddi
erozyona uğramıĢtır. Bu erozyonun büyük bölümü yanlıĢ ve bilinçsiz toprak
iĢleme ile meydana gelmiĢtir. %53.4‟ünde Ģiddetli veya çok Ģiddetli su
erozyonu hüküm süren ülke topraklarımızın varlığı göz önünde
bulundurulursa iĢlemesiz tarımın önemi ortadadır.
Toprak ve suyu korumak ve enerjiden tasarruf etmek amaçlı baĢlatılan
bu uygulamaların sürdürülebilir tarımdaki yeri büyüktür. Toprak
iĢlemelerinin azaltılması veya yapılmaması, toprak ve su kayıpları
önlemesinin yanında toprak verimliliğinde ve tane veriminde de artıĢı sağlar.
ANAHTAR KELĠMELER: Toprak ve Su Koruma, İşlemesiz Tarım, Sıfır
Toprak İşleme, Doğrudan(Direkt) Ekim
1.GĠRĠġ
Her yıl 80 milyon kadar artıĢ gösteren dünya nüfusunun 2050 yılında
9 milyar olması beklenmektedir.(BirleĢmiĢ Milletler, 2005) Bu artan nüfusun
gıda talebini karĢılamak için, tarımsal üretimin 2050‟de (BM Gıda ve Tarım
Örgütü, 2009) %70 oranında artması gerekmektedir. Oysa, BM
Sürdürülebilir Kalkınma Bölümü doğal kaynakların endiĢe verici bir oranda
tüketilmekte olduğunu belirtti(2002) kaynakların ve teknolojilerin
kapasitesinin artan nüfusun gıda ihtiyacını karĢılamak için belirsiz olduğu
söylenmektedir ki özellikle toprak bozunumu ve arazilerin tarım dıĢı
amaçlarla kullanımı sonucunda ekilebilir arazi oranı düĢmektedir. Küresel
377
anlamda arazilerin yüzde yirmi beĢi "Yüksek bozunma alanları", % 44 "hafif
ya da orta derecede bozunmuĢ alanları", % 10 "iyileĢtirilen alanları", geriye
kalan ise "çıplak alanlar" ve "su" olarak sınıflandırılmaktadır. "(BM, FAO,
2011).
AzaltılmıĢ Toprak Uygulamalarının Sürdürülebilir Tarımdaki Yeri
Biyolojik çeĢitliliğin korunması, toprağa verilen organik atıklarla
veriminin arttırılması veya mevcut değerlerinin iyileĢtirilmesi, ekolojik
bütünlüğün sağlanarak yaĢamsal döngünün devam ettirilmesi olarak
tanımlayabileceğimiz tarımsal sürdürebilirlik, temiz ve güvenli gıdaya
eriĢimi de beraberinde getirmektedir. Gelecek için kirlilikten uzak, dengeli,
kendi kendine yeter bir çevre ile toprağı ve suyu koruyan bir üretimi
hedeflemektedir. Geleneksel yöntemle sürülen tarım topraklarında nem
kaybı ve toprağın strüktüründe bozulma görülür. Korumacı tarım sisteminde
ise toprağı ve toprak nemini korumanın yanı sıra toprağın verimliliğini
artırma, üretim için gerekli mekanizasyon masraflarını azaltma, iĢgücü
gereksinimini düĢürme ve zamandan tasarruf amaçlanmaktadır. Bugüne
kadar yapılan çalıĢmalar gözden geçirildiğinde korumacı tarım sisteminin
organik madde artıĢı, infiltrasyon artıĢı, toprak agregat stabilitesini
düzeltme gibi sağlamıĢ olduğu birçok avantajı bulunmaktadır. (GómezPaccard, C., vd. 2013; Gómez-Paccarda, C., vd. 2015; Hontoria, C., vd.
2016; Sälea, V., vd. 2015)
2.DÜNYA’NIN ĠġLEMESĠZ TARIM ĠLE TANIġMASI
Türkiye‟de yeni bir konu olan korumacı tarım, Dünya‟da daha geniĢ
bir tarihe sahiptir. 1930'larda ilk kez, ABD‟nin orta-batısında geniĢ alanlarda
görülen toz bulutları nedeniyle toprak iĢlemenin ekosisteme zarar verebiliyor
olabileceği sorgulanmıĢtır. Toprağı korumak amacıyla toprak iĢlemeyi ve
toprak kaybını en aza indirmek için bu kavram ortaya çıkmıĢtır. Korumaya
yönelik toprak iĢleme olarak „„Korumacı Tarım‟‟ kavramı kullanılmaya
baĢlandı. 1940'lı yıllarda ise, herhangi bir toprak iĢlemenin olmadığı
doğrudan ekim bu kavrama dahil oldu. Bu arada, korumacı tarım ilkeleri
Edward Faulkner tarafından belirtildi. 1960'lara kadar, sıfır toprak iĢleme
ABD‟de tarım uygulamaları içine giremedi. 1970'lerin baĢında, Brezilya'da
tanıtıldı ve çiftçilerin bilim adamları ile birlikte bu teknolojiyi kendi
sistemleri içine almaları için çalıĢıldı.( Schmitz, M.,vd. 2015) Çizelge 2.1‟de
görüldüğü gibi Friedrich‟in 2012‟deki çalıĢmasına göre Güney Amerika‟da
55,5 milyon hektarlık alan dünya toplamında ise 125 milyon ha alan
korumacı tarım sistemi ile yönetilmektedir.
378
Çizelge 2.1: Dünya genelinde Korumacı Tarım Sistemi Uygulamaları
Kıta
Alan(ha)
Oran(%)
Güney Amerika
55,464,100
44
Kuzey Amerika
39,981,000
32
Avustralya ve Yeni Zelanda 17,162,000
14
Asya
4,723,000
4
Rusya ve Ukrayna
5,100,000
4
Avrupa
1,351,900
1
Afrika
1,012,840
1
Dünya Toplamı
124,794,840
100
Kaynak: Friedrich et al., 2012
Türkiye’de Korumacı Tarım Sistemi
Tarla Bitkileri Merkez AraĢtırma Enstitüsü YetiĢtirme Tekniği
bölümünün azaltılmıĢ ve sıfır toprak iĢleme konusunda, doğal bir çevre,
ekonomik ve sürdürülebilir bir hayat için toprak iĢlemesiz tarım sloganıyla
bugüne kadar tamamladığı ve Ģu an devam eden birkaç projesi
bulunmaktadır. Projelerinde kimyasal nadas yöntemi uygulanmıĢtır ki bu
yöntemle elde edilen buğday veriminin pulluk ve kazayağı sürümlerinden
oluĢan yöntemle elde edilen ile aynı olduğu, ayrıca sürüm maliyetinde %50
tasarruf yapıldığı bulunmuĢtur. 10 yıllık araĢtırmalar sonucunda, en iyi
toprak hazırlığı yönteminin nadas tarlalarda oluĢan otların kimyasal ilaçlarla
kontrol edilmesi ve ekim zamanında ekimin direkt ekim makineleriyle
yapılması olduğu belirlenmiĢtir. (TBMAE, 2014)
ĠĢlemesiz Tarım Her Yerde Uygulanabilir mi?
Dünyaca tanınan bir araĢtırmacı olan Derpsch Rolf bu iĢin drenaj
sorunu olan yerlerde kesinlikle yapılmamasını belirtiyor ve engebeli ve
yamaçlı arazilerde su tutulmasını sağlamak için teraslama ve ıslah çalıĢması
yapılması gerektiği üzerinde ısrarla duruyor. Rolf bu iĢe baĢlayan çiftçilerin
hemen bir toprak iĢlemesiz ekim yapacak makineyi alarak iĢe baĢladıklarını
söylüyor. Oysa bu ancak yedinci adımda yapılmalıydı diyor. Ona göre
toprak iĢlemesiz tarıma baĢlamak için 10 adımı sırayla yapmak gerekiyor.
Aksi durumda baĢarısızlık kaçınılmaz gözüküyor.
1- Bu konuda öncelikle bilgi edinin, özellikle yabancı otlarla savaĢmayı
öğrenin ve bir kerede tümüyle toprak iĢlemesiz uygulamaya geçmeyin.
2- Toprağınızı analiz ettirin. (topraktaki besinlerin yeterliliği, katyon değiĢim
kapasitesi ve pH seviyesini bilmeden bu iĢe baĢlamayın.)
3- Drenaj sorunu olan yerde bu uygulamayı kesinlikle yapmayın.
379
4- Toprak yüzeyini düzleĢtirin.
5- Toprak iĢlemesiz sürece baĢlamadan, toprakta sıkıĢma varsa bunu
çözümlemekle iĢe baĢlayın.
6- Mümkün olduğunca büyük miktarda malç malzemesi stoklayın.
7- Toprak iĢlemesiz ekim yapacak bir makine alın.
8- Tarlanızın sadece %10‟luk kısmında böyle bir uygulamaya baĢlayın.
9- DönüĢümlü ekim yapın ve yeĢil gübreleme amaçlı bitkiler ekin.
10- Sürekli öğrenmeye odaklanın ve yeni geliĢmeleri takip edin.
3. KORUMACI TARIM SĠSTEMLERĠ
Korumacı Tarım Bilgi Merkezi (CTIC)‟ne göre, korumacı toprak
iĢleme toprağı alt üst etmek, anız yakmak gibi geleneksel sürüm iĢlemlerini
kabul etmemektedir. Baker(2002) „„Korumacı Toprak ĠĢleme (Conservation
Tillage)‟‟ terimini, iĢlemesiz (no-tillage), direkt ekim(direct-drilling),
azaltılmıĢ toprak iĢleme (minimum tillage), sırt sürüm (ridge tillage) olarak
ayırmaktadır. ĠĢlemesiz, azaltılmıĢ veya en aza indirilmiĢ toprak iĢleme ve
malçlı sürüm, korumacı tarım için eĢ anlamlı terimlerdir (Willis and
Amemiya 1973; Lal 1973, Phillips et al., 1980; Greenland 1981; Unger et
al., 1988; Antapa, and Angen 1990; Opara-Nadi 1990;Unger 1990; Ahn, and
Hintze 1990 cited in Opara-Nadi, 1993). Bu nedenle korumacı tarımı beĢ
ayrı kategoride incelemek mümkündür. Bunlar; Sıfır Toprak ĠĢleme, Direkt
Ekim, AzaltılmıĢ Toprak ĠĢleme, Bant iĢleme (Strip till) ve Sırt Sürüm
(Ridge till) olarak tanımlanabilmektedir.
4.SONUÇ
ĠĢlemesiz veya azaltılmıĢ toprak uygulamalarının tercih edilme
sebepleri arasında ekonomik olması, teknik uygulamalar yönünden zengin
olması ve çevresel faktörleri inceleyerek sürdürülebilirliğe katkı sağlaması
sayılabilmektedir. Erozyonu azalttığı gibi toprak verimliliğinin artmasına
yardımcı olur. Korumacı tarım aĢamaları bölgeye ve yetiĢtirilecek ürüne
göre değiĢiklikler göstermektedir. BaĢarılı bir korumacı tarım sisteminin
uygulanabilmesinin anahtarı münavebe, anız yönetimi, gübreleme, yabancı
ot kontrolü, dengeli ilaç kullanımı gibi etmenlerden geçmektedir. Toprak
özelliklerine uyan ürün çeĢidi seçilmeli, iklimsel faktörler ve diğer çevresel
etmenler de gözden geçirilmelidir.
KAYNAKLAR
Awadal, L., Lindwall, C.W., Sonntag, B. (2014) The development and
adoption of conservation tillage systems on the Canadian Prairies,
International Soil and Water Conservation Research. Elsevier, Volume 2,
Issue 1, Pages 47–65.
Avcı, M. (2011) Conservation tillage in Turkish dryland research. Agron.
Sustain. Dev. 31:299–307.
380
Baker, C. J., Saxton, K. E. and Ritchie, W. R. (2002) No-tillage seeding:
science and practice, 2nd edn. Oxford, UK: CAB International.
Derpsch, R., (2008) Critical Steps to No-till Adoption, In: No-till Farming
Systems. Goddard, T., Zoebisch, M.A., Gan, Y., Ellis, W., Watson, A. and
Sombatpanit, S., Eds., WASWC. p 479 – 495.
Friedrich,T., Derpsch, R. and Kassam, A. (2012) Overview of the global
spread of conservation agriculture, Field Actions Science Reports, Special
Issue 6.
Gómez-Paccard, C., Zabaleta, J., Benito, M., León, P., Mariscal-Sancho, I.,
Espejo, R., Hontoria, C. (2013) Tillage and liming effects on aggregate
distribution and associated carbon and nitrogen in acid soils of SW Spain.
Gómez-Paccarda, C., Hontoriaa, C., Mariscal-Sanchoa, I., Péreza, P., Leóna,
P., Gonzálezb, P., Espejo, R. (2015) Soil–water relationships in the upper
soil layer in a Mediterranean Palexerult as affected by no-tillage under
excess water conditions – Influence on crop yield. Soil and Tillage Research.
Elsevier, Volume 146, Part B, Pages 303–312.
Hontoria, C., Gómez-Paccard, C., Mariscal-Sancho, I., Benito, M., Pérez, J.,
Espejo, R. (2016) Aggregate size distribution and associated organic C and
N under different tillage systems and Ca-amendment in a degraded Ultisol,
Soil and Tillage Research. Elsevier, Volume 160, Pages 42–52.
Koskinen, W.C., McWhorter, C.G. (1986) Weed Control in Conservation
Tillage, Journal of Soil and Water Conservation 41(6):365-370.
Lal, R. (1986) No-tillage and minimum tillage systems to alleviate soil
related constraints in the tropics.In: No-tillage and surface tillage agriculture:
The tillage revolution. M. A. Sprague and G.B.Triplett (eds.) John Wiley,
New York, pp. 261-317.
Lal, R. (1995) Tillage Systems in the Tropics: Management Options and
Sustainability Implications, FAO, USA.
Lampurlanésa, J., Plaza-Bonillab, D., Álvaro-Fuentesc, J., CanteroMartínezd C. (2016) Long-term analysis of soil water conservation and crop
yield under different tillage systems in Mediterranean rainfed conditions,
Field Crops Research. Elsevier, Volume 189, Pages 59–67.
Opara-Nadi, O.A. (1993) Conservation tillage for increased crop production.
In Soil Tillage in Africa:Needs and Challenges, Soil resources, management
and conservation service Land and Water Development Division, FAO,
Rome, Issue 69.
Sälea, V., Aguilerac, P., Laczkod, E., Mädere, P., Bernere, A., Zihlmanna,
U., Marcel G.A. van der Heijdena, Oehl, F. (2015) Impact of conservation
tillage and organic farming on the diversity of arbuscular mycorrhizal fungi,
Soil Biology and Biochemistry. Elsevier, Volume 84, Pages 38–52.
381
Schmitz, M., Mal, P., Hesse, J.W. (2015)The Importance of Conservation
Tillage as a Contribution to Sustainable Agriculture: A special Case of Soil
Erosion. Gießen, Februar 2015.
United Nations (2005) Population Division World Population Prospects: The
2004 Revision Department of Economics and Social Affairs, New York.
United Nations (2011) Food and Agriculture Organization The State of the
World's Land and Water Resources for Food and Agriculture Managing
Systems at Risk, Rome.
United Nations (2002) Department of Economic, Social Affairs Division for
Sustainable Development, Core Publications Agenda 21.
United Nations (2009) Food, Agriculture Organization How to Feed the
World in 2050.
382
SĠVRĠSĠNEKLERLE BĠYOTEKNĠK SAVAġIM
Kadir Oğuzhan YIL1 * Funda MEMĠġOĞLU2 Yurdagül ESERKAYA3
1
Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarım Makinaları Bölümü
2
3
Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bitki Koruma Bölümü
Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bahçe Bitkileri Bölümü
ÖZET
Sivrisinek, çiftkanatlılar (Diptera) takımının Culicidae familyasından
kan emici zararlı böceklerin ortak adıdır. Sivrisinekler beslenmek
için Ģekere ve proteine ihtiyaçlar duyarlar. Ġhtiyaçları olan besini bitki ve
meyve özlerinden karĢılarlar. Kanı yalnızca diĢi sivrisinekler tüketir, çünkü
diĢiler yumurta üretimi için yüksek besin değerine sahip olan kana ihtiyaç
duyarlar. Sanılanın aksine sivrisineklerin doğada çok önemli bir görevi
vardır; bağıĢıklığı güçlendirmek. Hasta insanlardan emdiği kandaki sıtma,
sarı humma, fil ve batı nil hastalığı gibi hastalık etmenlerini sağlıklı
insanlara taĢıyarak vücudun bu hastalıklara antikor üretmesini sağlar. Bir
nevi serum iĢlevi görür. Fakat zayıf bünyeli insanlarda ölümcül sonuçlar
doğurabilir. Bu durum sivrisinekleri mücadele edilmesi gereken bir sorun
haline getirtir. Günümüzde kültürel önlemler, biyolojik mücadele, kimyasal
mücadele ve biyoteknik mücadele yöntemleri kullanılarak zararlılarla
mücadele edilmektedir. Bazı yöntemler yetersiz kaldığı veya çevre kirliliğine
yol açtığı için insanlar daha etkili ve çevreci olan biyoteknik mücadele
yöntemine rağbet göstermektedir. Biyoteknik mücadelede teknoloji,
uygulanabilirliği kolaylaĢtırdığı için her geçen gün uygulanma oranı da
artmaktadır. Bu uygulamalarda göz ardı edilmemesi gereken nokta her
zararlının zaaflarının farklı olmasıdır. Sivrisineklerin de zaafları farklı
olduğundan bu risk etmeninin mücadelesi de özel koĢullar getirmektedir.
ANAHTAR SÖZCÜKLER: Sivrisinek, biyoteknik savaĢım, teknoloji
1.GĠRĠġ
BulaĢıcı hastalıkları epidemiyolojik açıdan incelediğimizde son
yıllarda ölüm risklerinin arttığı görülmektedir. Birçok hastalığın tedavisi
bilinse de kayıpların önüne geçilememektedir. Bu durum insanları risk
etmenini kaynağında çözmeye yönlendirdi. Sivrisineklerin sahip oldukları
kontaminasyon yeteneği tarihte birçok salgına sebep oldu. Sivrisinekler
ömürlerini 4 farklı evrede tamamlar. Yumurta, larva ve pupa evrelerini suda
geçirir. Tam baĢkalaĢım geçirerek erginler yaĢamlarını karada geçirmeye
383
devam ederler. Bu evre insanlarla temas halinde oldukları evredir. Sıtmanın
en çok görüldüğü kıta %90 oranıyla Afrika'dır. 1950'lerde yaklaĢık 250
milyon insan sıtmaya yakalanmıĢ ve bunun 2.5 milyonu ölmüĢtür. Bu
rakamlar maalesef bugün de geçerlidir. Her yıl yaklaĢık 350 milyon insan
sıtmaya yakalanıyor ve 2.7 milyonu ölüyor(1).
Halen keĢfedilmiĢ hiç bir tedavisi ve aĢısı bulunmayan Zika virüsüne
karĢı ülkeler Ģimdilik çaresiz. Sağlık otoriteleri genellikle yerel yönetimlerle
birlikte sivrisineklere karĢı sürekli ilaçlama yapılıyor. Zika virüsünün
yayıldığı Brezilya‟da, ekim ayından bu yana 3 bin 500‟den fazla bebeğe
nöro-geliĢimsel bozukluk olan mikrosefali teĢhisi koyuldu (2).
2. SĠVRĠSĠNEKLE BĠYOTEKNĠK SAVAġIM
Zararlıların biyolojik, fizyolojik ve davranıĢ özellikleri üzerinde
etkili olan bazı yapay veya doğal maddeleri kullanarak çiftleĢme, beslenme,
barınma gibi normal özelliklerini bozmak suretiyle uygulanan yöntemlere "
Biyoteknik Yöntemler" adı verilir. Bu amaca ulaĢmak için feromon, tuzak,
feromon-tuzak sistemleri, cezbediciler, yumurtlamaya engel olucular,
uzaklaĢtırıcılar beslenmeyi engelleyiciler, kısırlaĢtırıcılar, böcek geliĢmesini
engelleyiciler, böcek geliĢmesini düzenleyiciler ve kısır böcek salınması gibi
bazı doğal veya sentetik bileĢik ya da yöntemlerden yararlanılır (3).
Biyoteknik mücadele yöntemleri genellikle kombine sistemler Ģeklinde veya
tuzaklama temel prensibi olarak kullanılır. Sivrisinekler ile biyoteknik
mücadelede koĢulların uygunluğuna göre çeĢitli yöntemler kullanılabilir.
Cezbediciler etkilerine göre farklı Ģekillerde gruplandırılırlar bunlar;
EĢeysel feromonlar; böceklerin çiftleĢme davranıĢlarını belirlemede etkilidir.
En çok kullanılan feromon tipidir. Etki alanına yayılarak çiftleĢmek için
salgıladıkları feromonları baskılar.
Besin cezbedicileri; hem erkek hem de diĢi bireyleri çekecek kimyasal
bilĢenerdir. Tuzaklı sistemlerle kombine olarak kullanılır. Yaygın kullanılan
sistemlerdendir.
Yumurta bırakma cezbedicileri; koku reseptörlerini engelleyerek döllenmiĢ
yumurtalar için uygun yerlerin görülmesini engeller. Uygulama alanından
uzaklaĢan ergin yumurtalarını doğrudan zarar verecek mesafeden uzağa
yerleĢtirmiĢ olur. Etki bakımından pasif koruma önlemidir.
Tuzaklar; zararlı böceklerle mücadelede bu zararlıların doğaya çıkıĢ
zamanının belirlenmesiyle renk, Ģekil, koku vb. böceklerin dikkatini çekecek
aparatlarla özel olarak tasarlanmıĢ yakalayıcı araçlara denir.
Besin tuzakları hazırlanırken genellikle böceklerin ilgisini cezp edecek
fermente olabilen ve kokusuyla zararlı böceği çok uzak mesafelerden çeken
maddeler kullanılır. Bu maddeler belirli oranda karıĢtırılarak uygun
büyüklükteki kaplara konduktan sonra uygulama alanına asılır. Kokuya
gelen böcekler kabın ağız kısmından içindeki sıvı ortama düĢerek
384
yakalanırlar. Bu tip tuzakların her hafta kontrol edilerek eksilen miktarda
sıvının eklenmesi ve 15 günde bir karıĢımın yenilenmesi zorunluluğu vardır.
Öte yandan besin tuzakları, kolay bulunabilen, evde hazırlanabilen ve ucuz
tuzaklar olması nedeniyle önemli avantajlara sahiptir.
Görsel tuzaklar; Ģekil veya renk özellikleriyle böceğe uygun yaĢam ortamı
gibi gösterilen tuzaklardır. Mücadelesi yapılan böceğin doğal ortamına
benzetilen bu ortam tuzaklama materyalleriyle donatılırlar.
Feromon tuzakları; kullanımına en sık rastlanan tuzaklardır. Türe özgü olan
ve bireylerin çiftleĢme çağrısı olarak karĢı cinsi cezp etmek için salgıladığı
feromon maddesi ve bu feromonla hazırlanan eĢeysel çekici tuzaklardır.
IĢık tuzakları; Böceklerin ıĢığa yönelmesi eski çağlardan beri bilinmekte
olup zaman zaman bilimsel amaçla onları toplama ve tarımsal savaĢta
bundan yararlanma yoluna gidilmiĢtir. Böceklerin bu fototropik
özelliklerinden faydalanarak geliĢtirilen ıĢık tuzaklarında genel iĢleyiĢ; türe
göre çekici bir ıĢık cinsi ile hazırlanan tuzağın içine çekilmesi ve orada
tutulması veya öldürülmesi temeline dayanır.
Su tuzakları; içi su ile doldurulmuĢ metal, cam ya da plastik kaptan
oluĢmaktadır. Suyun içine böceğin daha çok yakalanmasını sağlayan bir
miktar deterjan konmaktadır (Raman, 1985).
UzaklaĢtırıcılar; zararlının konukçularına yaklaĢmasını önleyen veya
bulundukları ortamdan kaçmalarını sağlayan maddelerdir. UzaklaĢtırıcılar
zararlıları fiziksel ve kimyasal yolla etkilerler. Kimyasal yolla etkileme;
doğadaki cezbedici kokuları maskeleyerek zararlının besine gelmesini
engellemek veya uzaklaĢtırmak Ģeklindedir. Fiziksel yolla uzaklaĢtırmada ise
ortamda bulunan tozlar, bazı yapıĢkanlar, bitkilerdeki diken, tüylülük vb.
gibi doğal ve fiziksel yapılar etkili olur (Öncüer, 1995).
KısırlaĢtırıcılar uygulandıkları böcekler üzerinde yüksek oranda kısırlık
meydana getirirler. Örneğin böceklerde sperm veya yumurta oluĢumunu
önleyebilir veya uygulandıktan sonra sperm ve yumurtanın ölümüne neden
olabilirler. Ayrıca sperm veya yumurtayı öldürmeden içlerinde bulunan
genetik materyali zarara uğratırlar. Bu gibi durumlarda sperm hareketliliğini
ve canlılığını korumakla birlikte döllenme sonucunda döllenmiĢ yumurta
oluĢmasına rağmen yumurta açılmayıp ergin meydana gelmemektedir. Bu
etki Ģeklinin avantajı kısırlaĢtırıcı madde uygulaması sonucunda kısırlaĢmıĢ
bireylerin çiftleĢme kabiliyetlerini kaybetmeksizin diğer normal erkeklerle
rekabet edebilmeleridir. Bu yöntemle oluĢturulan kısırlık dölden döle
geçmeyip sadece uygulandığı döle karĢı etkilidir (Serez ve Zümreoğlu,
2001).
Kimyasal maddelerle kısırlaĢtırma ilk kez Knipling tarafından 1937 yılında
yapılmıĢtır. Bu çalıĢmada sivrisinek diĢileri kısırlaĢtırılarak yumurtalık
geliĢmesi yavaĢlatılmıĢtır. Ayrıca ev sineği diĢilerinin besinlerine kimyasal
385
bileĢikler karıĢtırılarak çiftleĢme ve yumurtlama
edilmiĢtir (Çanakçıoğlu, 1971; Borkovec, 1973)
3.SONUÇ
faaliyetleri kontrol
Türkiye'nin bitki örtüsü ve klimatolojik çeĢitlilik barındırması,
zararlı böcekler için de uygun yaĢam ortamı oluĢturmaktadır. Sivrisineklerin
kimyasal ilaçlara olan dirençleri arttığından dolayı mücadele yöntemlerini
alternatif mücadele yöntemlerinden olan biyoteknik mücadele yöntemleri
önem kazanmaya baĢlamıĢtır.
Biyoteknik mücadele yöntemlerinin baĢlıca faydaları:
 Çevre dostu olması
 Kalıntı sorununa yol açmaması
 Uygulamanın etkisinin uzun sürmesi
 Kullanıcı sağlığını tehdit etmediğinden kullanıcı dostu olması
 Bazı yöntem ve ürünlerin basit iĢletme koĢullarında hazırlanabilmesi
 Uygulama için kompleks makinelere ihtiyaç duyulmaması
 Muhafaza ve nakil koĢullarının kolaylığı
 Tekrar kullanılabilmesi
 Özellikle tuzak sistemlerin mücadeleyi görünür kılması
Biyoteknik mücadele yöntemlerinin baĢlıca sorun ve riskleri:
 Yoğun bilgi gerektiren bir mücadele metodu olması
 Kullanılan feromonların hedef dıĢı organizmalara etkisinin
bilinmemesi
 Feromon-tuzak sistemlerin çevrede kirlilik oluĢturma riski (geri
dönüĢüm sistemleri)
 Yüksek iĢçilik maliyeti
 Renk tuzakların faydalılar üzerine olası olumsuz etkileri
 Birden çok zararlı organizmanın bulunması halinde metodun
kullanımdaki zorluklar
 Bilinmeyen potansiyel riskler
KAYNAKLAR
(1)http://nediyor.com/galeri/son-yuzyilin-en-olumcul-10-salg ini/
(2)https://www.medikalakademi.com.tr/zika-viruesue-felaketi-tarihte-ilk-kez-birsaglik-bakani-hamile-kalmayin-cagrisi-yapti/
(3)www.tarimkutuphanesi.com/BIYOTEKNIK_YONTEMLERIN_TANIMI_VE_G
ELISIMI_00619.ht ml
(4) BĠRĠġĠK, N. 2013. Teoriden Pratiğe BĠYOTEKNĠK MÜCADELE. G.T.H.B.
Yayınları. ANKARA
386
SU ÜRÜNLERĠ YETĠġTĠRĠCĠLĠĞĠNDE BĠYOTEKNOLOJĠ :
MĠKROSATELLĠT UYGULANMASI
*Merve NĠġANCI
*Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Su Ürünleri Mühendisliği
ÖZET
Mikrosatellitler genom içerisinde mono, di, tri ya da tetra nükleotid
permütasyonların herhangi bir formu Ģeklinde tandem olarak tekrarlanan ve
poliform özellikler gösteren kısa DNA sekanslardır. GeliĢen biyoteknoloji
ile birlikte moleküler tekniklerin su ürünlerinde kullanımı her geçen gün
artmaktadır. Mikrosatellit DNA belirteçleri, popülasyon düzeyindeki
araĢtırmalar da son derece kullanıĢlıdır. Hayvan genetiği alanında özellikle
gen kaynakları koruma programlarında, ön moleküler tanımlama için bu
belirteçlerin kullanımı büyük önem taĢımaktadır.Son yıllarda moleküler
tabanlı çalıĢmalardan mikrosatellitler veya basit dizilim tekrarlar su
ürünlerinde en çok kullanılan metod olmuĢtur.
ANAHTAR SÖZCÜKLER: Mikrosatellitler, DNA, DNA belirteçleri,
Biyoteknoloji
GĠRĠġ
Su ürünleri yetiĢtiriciliğinde ıslah ve yetiĢtirme programları için gerekli
olan bilgilerin tespiti büyük önem taĢımaktadır. Son yıllarda moleküler
alanda çalıĢmalardan mikrosatellitler veya basit dizilim tekrarları (SSR–
Simple Sequence Repeat) (O'Connell ve Wright, 1997) su ürünlerinde en
çok kullanılan metotlardan birisidir. Bununla birlikte; RFLP (Bernatchez ve
Danzmann, 1993), SNP (Tao ve Boulding, 2003), AFLP (Kocher ve ark.,
1998), RAPD (Bardakci ve Skibinski, 1994; Johnson ve ark., 1994) ve EST
(Naruse ve ark., 2000) gibi diğer moleküler teknikler su ürünleri sahasında
yaygın olarak kullanılmaktadır. Mikrosatellitler ileri derecede polimorfik
DNA markerleri olup popülasyon yapılarının araĢtırılmasında en çok
kullanılan genetik markerlerden birisidir ve gün geçtikçe önemi artmaktadır
(Beuzen ve ark., 2000).Genom içerisinde kodlayıcı ve düzenleyici
fonksiyonlarının
olduğu
düĢünülmektedir
(Goldstein
ve
Schlötter,1998).Hayvan yetiĢtiriciliğinde ekonomik özellikleri kontrol eden
genlerin haritalanmasında kullanılabilecek etkili bir markırdır (Beuzen ve
ark., 2000).
MĠKROSATELLĠTLER HAKKINDA GENEL BĠLGĠLER
Mikrosatellitler basit olarak nükleotid dizi tekrarlarının rastgele
düzenlenmiĢ çok sayıda kopyalarından meydana gelir. Bu dizilerdeki
387
nükleotit sayısı 2–6 arasında değiĢmektedir (CA, ACA, GATA gibi) (Tautz,
1989; Litt ve Luty, 1989). Balıklarda genellikle bu baz tekrarları her 10
kilobazda bir meydana gelmektedir. Mikrosatellitler kromozomların her
bölgesine dağılmıĢlardır. Bunlar genleri kodlayan bölgeler, DNA‟nın
kodlanmayan intron bölgeleri ve gen olmayan nükleotid diziler içerisinde
bulunur. Balıkların birkaç türde mikrosatellit bölgelerinin tekrar sayılarında
büyük farklılıklar olduğu bildirilmektedir.Bir popülasyon içerisinde
nükleotid dizi tekrarlarının sayısındaki değiĢiklik her mikrosatellit
allellerinin sayısındaki farklılığa neden olmaktadır. Mikrosatellitler genetik
çeĢitliliği belirlemedeki kolaylığı yüzünden son yılların en çok tercih edilen
genetiksel yöntemlerden biri olmuĢtur. Bu özellikleriyle popülasyon genetiği
çalıĢmalarında kullanılan ideal markerlerden biridir (Goldstein ve
Schlötterer, 1998; Liu ve Cordes, 2004). ÇalıĢma amaçlarına göre
kullanılacak mikrosatellit bölgelerinin seçiminde dikkat edilmesi gerek bazı
hususlar vardır. ÇalıĢılan bölgelerin farklı kromozom bölgeleri üzerinde ve
polimorfizm düzeyinin yüksek olması, heterozigotluk düzeylerinin
yüksekliği, allel sayısı ve uzunluklarının birbirine olan uzaklıkları dikkate
alınarak seçilmelidir.
Mikrosatellit dizileri incelenirken iki yol takip edilir. Bunlardan birisi
yalnızca baz çifti uzunluğunun tespitine yönelik olup, PCR ile çoğaltma ve
elektroforez tekniğiyle görüntülemedir.Bu sebeple balıklardan izole edilen
DNA üzerindeki ilgili mikrosatellit bölgeler PCR ile çoğaltılır.[2]
SU ÜRÜNLERĠ YETĠġTĠRĠCĠLĠĞĠNDE MĠKROSATELLĠTLERĠN
KULLANIMI
Moleküler markere dayalı seleksiyon (Marker Assisted Selection)
programlarının oluĢturulmasında mikrosatellitler çok iyi bir potansiyele
sahip olup, etkili kullanıldığı takdirde klasik ıslah metotlarında kullanılan
tekniklere göre daha kısa sürede çok iyi sonuçlar vermektedirler. Özellikle
balık yetiĢtiriciliğinde, sonraki kuĢakların performans özelliklerinin
düzeltilmesi ve geliĢtirilmesinde son derece kullanıĢlıdırlar. Bir düzenleme
programı oluĢturulurken popülasyonların genetik çeĢitliliği hakkında bilgi
sahibi olunabilecek en ideal markerlerden biri mikrosatellitlerdir.
Mikrosatellitlere özgü allellerin tespiti, anaç olarak seçilecek balıklarda,
fenotipik olarak üstün özelliklere sahip bireylerden hangilerinde yüksek ve
düĢük verim özellikleriyle iliĢkili allellerin olduğu tespit edilebilir. Böylece
popülasyonda anaç olarak seçilecek ve elenecek bireylerin tespiti yapılarak
kısa zaman içerisinde üretim kapasitesi arttırılabilir. Su ürünlerinde
yetiĢtiricilik programlarının oluĢturulmasında mikrosatellitlerin kullanımına
literatürlerde sıklıkla rastlanılabilir. Wolfus ve ark. (1997) Karideslerde
(Penueus vannamei), Garcia de Leon ve ark. (1998) Deniz levreğinde
388
(Dicentrarchus labrax), Hulata (1995) ve Vandeputte (2003) Sazanda
(Cyprinus carpio), Jackson ve ark. (2003) Atlantik pisi balığında
(Hippoglossus hippoglossus), Waldbieser ve Wolters (1999) Kanal kedi
balığında, Hara ve Sekino (2003) ve Sekino ve ark. (2003) Japon dere pisi
balığında, Herbinger ve ark. (1995) ve Spies ve ark. (2005) Alabalıklarda
yapmıĢ oldukları çalıĢmalarda mikrosatellit markırları seleksiyon amaçlı
kullanmıĢlardır (Chistiakov ve ark., 2006). GökkuĢağı alabalığı
(Oncorhynchus mykiss) üzerinde yapılan bir çalıĢmada 14 dinükleotit, 7
trinükleotid, 11 tetranükleotid ve 8 dinükleotit-tetranükleotid olmak üzere
toplam 40 polimorfik mikrosatellit bölgesi kullanılmıĢtır. Bu markırların
popülasyon genetiği çalıĢmalarında, ebeveyn analizlerinde, gen bağlantı
haritalarının oluĢturulmasında ve moleküler markıra dayalı seleksiyon
programlarının seçiminde etkin bir Ģekilde kullanılabilecek potansiyele sahip
olduğu bildirilmiĢtir (Spies ve ark., 2005).
Su Ürünleri Merkez AraĢtırma Enstitüsünde (SUMAE) yürütülen
çalıĢmalara baktığımızda baĢlıca yetiĢtiriciliği yapılan türlerden olan
Karadeniz alabalığı ve GökkuĢağı alabalığı üzerinde yapılan çalıĢmalarda
damızlık stokların genetik varyasyonunun belirlenmesinde mikrosatellit
belirteçler kullanılmıĢtır. Ayrıca poliploid bir tür olan mersin balıklarında
doğal genetik çeĢitliğin belirlenmesinde ve endemik bir tür olan inci kefali
ile yürütülen çalıĢmada ise mikrosatellit tekrar bölgelerindeki polimorfizmden faydalanılmıĢtır. Bunun yanında devam eden çalıĢmalarda ise
kalkan, hamsi ve Kahverengi alabalıkların doğal popülasyonlarının genetik
yapılarının belirlenmesi tekrar bölgelerdeki varyasyonun belirlenmesine
dayalı olarak yapılmaktadır. [1]
Mikrosatellitler yüksek düzeyde polimorfik özelliğe sahip olduğu için
kullanım amaçları oldukça çeĢitlilik göstermektedir;
-Seleksiyon uygulamalarında, ıslah ve yetiĢtirme programlarının
oluĢturulmasında üstün verimli bireylerin anaç olarak seçilebilmesi için
gerekli olan bilgilerin tespiti çalıĢmalarında (Oliviera ve ark., 2006)
-Yüksek derecede polimorfizm göstermeleri ve lokuslara özgü markırlar
olmasından dolayı mikrosatellitler bağlantı analizleri ve ebeveyn tayini
çalıĢmalarında (Knight ve ark., 1998)
- Gen haritalarının çıkartılması çalıĢmalarında (Gilbey ve ark., 2004)
-Popülasyonlar içi genetik çeĢitliliğin ölçülmesine iliĢkin çalıĢmalarda,
popülasyonlar arası genetik farklılık ya da benzerliklerin belirlenmesine
iliĢkin çalıĢmalarda (Rutten ve ark., 2004)
-Akrabalı
yetiĢtiriciliğin
ölçülmesinde,
kodominant
kalıtımın
belirlenmesinde ve akrabalık iliĢkilerinin belirlenmesi çalıĢmalarında
(Villanueva ve ark., 2002) kullanılabilirler.
389
-Ayrıca, popülasyon ve türlerdeki genetik varyasyon değerleri
hesaplanarak mevcut gen kaynakları tespit edilebilir, soy ağacı oluĢturularak
genetik akrabalık iliĢkisi ortaya konabilir (Hansen ve ark., 2001).
SONUÇ
Sonuç olarak su ürünlerinin bir çok alanında kısa zamanda ve
güvenilir sonuç alınabilecek DNA düzeyindeki çalıĢmalar daha popüler ve
kabul edilebilir niteliktedir. Ülkemizde mikrosatellit belirteçler bazı
yetiĢtiricilik bağlantılı çalıĢmalarda ve popülasyon genetiği çalıĢmalarında
sınırlı sayıda kullanım imkanı bulmaktadır. Mikrosatellit çalıĢmalarda en
büyük engellerden bir tanesi türe ait mikrosatellit lokusların belirlenmemiĢ
olmasıdır. Ya da o tür için geliĢtirilen primerler bizim çalıĢmamız için ayırt
edici olmayabilir. Bu nedenle çalıĢmaya baĢlarken iyi bir tarama ve hatta
mevcut primer setlerinin denendiği bir ön çalıĢma yapılmalıdır. Doğru
ekipman ve teknik kullanılarak çalıĢmaların güvenirliği ve maliyeti optimize
edilebilir. ÇalıĢmalardan elde edilen veriler ortak kullanıma açık veri
bankalarında tür, lokasyon, genetik belirteç türü gibi özellikler belirtilerek
saklanmalıdır. Böylece yapılan bir çalıĢma diğer araĢtırmacılar tarafından
daha ileriye götürülebilir ve karĢılaĢtırma imkânı sağlayarak anlam kazanır.
Son olarak ülkemize özgü tür ve popülasyonlarını ayırt etme gücüne sahip
yeni mikrosatellit bölgelerin tanımlanması ve kullanılması gerekmektedir.
[1]
KAYNAKLAR
[2]. Aksakal, E., Ceyhun, B., Erdoğan, O., ÇiltaĢ, A. 2008. Seleksiyon, Su
Ürünleri YetiĢtiriciliğinde Mikrosatellit Markırların. "SDÜ Eğirdir Su
Ürünleri Fakültesi Dergisi, Cilt 4, Sayı 1-2
[1]. Eroğlu, O., Afan, F., Firidin, ġ. 2014 Su Ürünlerinde Mikrosatellit
Belirteçlerin Kullanımı.
Ün, C., et al. "Mikrosatellitler ve kullanım alanları." Hayvansal üretim 41.1
(2000).
390
KASTAMONU VE BURDUR ĠLLERĠNDE GENÇLERĠN
TARIMSAL ÜRETĠM FAALĠYETĠNE KATILMA
EĞĠLĠMLERĠ ÜZERĠNE BĠR ARAġTIRMA
Begüm SEMERCĠLER 1 Burak KAPLAN 1
Emir EMRE1 Okan GÜMÜġ1 Nazlıgül CEYLAN 1
1
Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarım Ekonomisi Bölümü
ÖZET
Tarımsal üretiminin baĢlıca sorunlarının içerisinde kırsal alandaki
genç nüfusun payının günden güne azalması yer almaktadır. 2014 yılında
yaklaĢık 78 milyon olarak belirlenen Türkiye nüfusunun 12 milyon 782 bin
381 kiĢisi "15-24" yaĢ grubundaki gençlerden oluĢmaktadır. Genç nüfusun
toplam nüfus içindeki oranı %16,5 olduğu belirlenmiĢtir. Gençlerin
%47,8‟inin hizmet sektöründe, %31,5‟inin sanayi sektöründe, %20,7‟sinin
ise tarım sektöründe istihdam edilmektedir. Bu çalıĢmada, Kastamonu ve
Burdur Ġllerinde süt üreticiliği yapan çiftçilerin, gençlerin çiftçiliğe olan
eğilimlerinin ne yönde değiĢtiği belirlenmiĢtir. AraĢtırma, Kastamonu Ġlinde
74 üretici ile Burdur Ġlinde 43 üretici olmak üzere toplam 117 üretici ile yüz
yüze anket yolu ile elde edilen verilere dayalı olarak gerçekleĢtirilmiĢtir.
Örnek hacmin belirlenmesinde oransal örnekleme yöntemi kullanılmıĢtır.
AraĢtırmada basit tanımlayıcı istatistiklerin yanı sıra, gençlerin kırsalda
çiftçilik eğilimlerini belirlemek amacıyla “Çoklu Uyum Analizi”
uygulanmıĢtır. Süt üreticilerinin % 59‟una göre gençlerin tarıma devam
etmedikleri, %19,7‟sine göre çiftçiliğe karĢı bir isteklerinin olduğu ve
%14,5‟ine göre de gençlerin kararsız kaldıkları belirlenmiĢtir. AraĢtırma
bulguları, özellikle hayvan sayısı ve iĢletme geniĢliği yüksek olan
üreticilerin gençlerin çiftçilik yapma eğilimlerinin fazla olduğunu öne
çıkarmaktadır.
ANAHTAR KELĠMELER: Kırsal, Genç Çiftçiler, Süt Üreticiliği,
Çoklu Uyum Analizi
1.GĠRĠġ
Genç iĢsizliği ve iĢ yetersizliği dünyadaki birçok ülkede ciddi bir
sorundur ve genellikle kırsal kesimde Ģehirden çok daha hissedebilir
sonuçları mevcuttur. Küçük ve orta ölçekli tarımsal faaliyet geliĢmekte olan
ülkelerin yegâne iĢ kaynaklarından sayılır. Fakat böyle bir iĢ imkânı
gençlerin küçük ölçekli tarım yapmaya meyil edeceklerini düĢündürmesi
gerektirir gibi görünse de bu alanda yapılan birçok çalıĢmanın sonucu genç
kesimin tarım ve kırsal faaliyetlere ilgi duymadığını iĢaret etmektedir.
391
Günümüzde sayısı oldukça hızla artan bu çalıĢmalar gençlerin tarımdan
vazgeçtiğini
göstermektedir.
Bu
bağlamda
gençlerin
tarımdan
uzaklaĢmasının baĢlıca sebepleri arasında tarımsal faaliyetlerin ve kırsal
yaĢamın dünya çapında aĢağı görülmesi, gençlerin tarımsal faaliyetlerin
tekniklerini geleneksel yollarla ebeveynlerinden edinemiyor oluĢları, küçük
çapta tarımsal faaliyet yapmak isteseler dahi genç yaĢta tarımsal arazi
edinmenin güç olmasından kaynaklıdır. Türkiye‟de gençlerin tarımla daha az
ilgilendiğine dair genel bir algı mevcuttur. Bu durumu gençlerin tarımdan
uzaklaĢmasına yol açan etkenler bazında incelendiğinde karĢılaĢılan
muhtemel iki etken Ģunlardır: Özellikle kırsal kesimde gençler arasında
kendini hissettiren iĢsizlik krizi ve memleketlerindeki tarımsal faaliyetlerin
gelecek vadeden geçim kaynağı olarak görülmesinin önüne geçmesidir. Bu
makalede gençlik ve tarım problemi birkaç farklı açıdan incelenmektedir. Ġlk
olarak gençlerin tarımsal faaliyetlere katılma ve katılmama durumunun nicel
kanıt gözeterek oranının saptanmasıdır.Kastamonu ve Burdur Köy-KOOP
Birliğine ortak olan süt üreticileriyle yapılan araĢtırmalar sonucu tüm bu
düĢünceler doğrultusunda ortak sorunlarla karĢılaĢılmıĢ, gençlerin hızla
tarımdan uzaklaĢtığı ortaya çıkmıĢtır.
Bu çalıĢmada, Kastamonu ve Burdur illerindeki süt üreticilerinin,
gençlerin tarımsal üretime devam etme istekliklerinin üreticiler açısından
sosyo-ekonomik ve iĢletme özellikleri bakımından değerlendirilmesi
amaçlanmıĢtır. Konu ile ilgili olarak ulusal düzeyde herhangi bir saha
çalıĢmasına rastlanılmamıĢ olması bu çalıĢmanın önemini artırmaktadır.
2.MATERYAL VE YÖNTEM
ÇalıĢmada birincil veri kaynağı olarak, Kastamonu ve Burdur
illerinde bulunan süt üreticileri ile yapılan anket çalıĢması sonuçları
kullanılmıĢtır.
Kastamonu ve Burdur KÖY-KOOP veri tabanı, TÜĠK verileri, kamu
kuruluĢlarının web siteleri, konu ile ilgili yapılmıĢ olan makaleler, tezler
çalıĢmanın ikincil veri kaynağını oluĢturmaktadır.
Burdur ve Kastamonu ilinde 45.000 süt üreticisi bulunmaktadır.
Örnek hacmin belirlenmesinde „olasılıklı‟ oran örnekleme” yöntemi
kullanılmıĢtır.%90 güvenilirlik ve %7.5 hata payı dikkate alınarak örnek
hacim 117 olarak bulunmuĢtur.
(Miran 2002)
Anketten elde edilen veriler kod planı hazırlanarak bilgisayar ortamına
aktarılmıĢtır.
392
Veriler ilgili paket programlarında değerlendirilmiĢtir. Veriler
yüzdesel tablolar, çapraz tablolar, ortalamalar, ki-kare analizi ve çoklu uyum
yöntemi kullanılarak yorumlanmıĢtır.
Ġstatistiksel analiz aĢamasında belirlenen değiĢkenler arasındaki
iliĢkilerin tespit edilebilmesi için kategorik olarak elde edilmiĢ r*c veya
r*c*k tablosu haline getirilen çapraz tabloların daha az boyutlu bir uzayda ve
elde edilen sonuçların grafiksel olarak gösterimini amaçlayan Çoklu Uyum
Analiz Tekniği‟nden (MultipleCorrespondance Analysis Technique)
yararlanılmıĢtır.
AraĢtırmada değerlendirilen değiĢkenlerin toplam seviye sayısı 19
(sütun), anket sayısı 117 (satır) olarak ele alındığında oluĢturulan L matrisi
117x19 boyutlu bir matris Ģeklini almıĢtır. L matrisinin analiz edilmesinde,
bu matrisin iç çarpımlarından oluĢan Burt Tablosu ya da I Matrisi olarak
adlandırılan matris esas alınmıĢtır (MendeĢ 2002, Aktürk 2007).
L=
1
.


0
0
.
1
1
.
0
1
0
1
1


.
.
.

0
0
1
0
0 
117*19
1
L matrisinin analiz edilmesinde, bu matrisin iç çarpımlarından oluĢan Burt
Tablosu ya da I Matrisi olarak adlandırılan matris esas alınmıĢtır (MendeĢ
2002, Aktürk 2007).
3.ARAġTIRMA BULGULARI
AraĢtırmaya katılan üreticilerin %36.8‟i Burdur ilinde (43 üretici) ,
%63.2‟si Kastamonu ilinde (74 üretici) bulunmaktadır. Süt üreticilerinin
%4.3‟ü kadın %95.7‟si erkek üreticiler oluĢturmaktadır. Üreticilerin
ortalama yaĢları 46.2 olarak belirlenmiĢtir. Anket çalıĢmasına katılan en
genç üretici 18 yaĢında iken en yaĢlı üretici 86 yaĢında olduğu saptanmıĢtır.
Üreticilerin %13.7‟si 18-30 yaĢ, %67.5‟i 31-55 yaĢ arası ve %18.8‟i 55 yaĢ
üzeri olduğu belirlenmiĢtir. Üreticilerin eğitim seviyesi kimi çalıĢmalarda
dikkate alınması gereken bir değiĢken olarak kabul edilmektedir.
AraĢtırmada üreticilerin %0.9‟u okur-yazar, %42.7‟si ilkokul, %20.5‟i
ortaokul, %28.2‟si lise, %3.4‟ü yüksekokul, %3.4‟ü üniversite, %0.9‟u
yüksek lisans-doktora eğitim düzeyine sahip oldukları saptanmıĢtır.(çizelge
1)Hanelerin ortalama birey sayısı 5.6‟dır.Üreticilerin %56.4‟ünün
hanelerinde 5 bireyden daha az kiĢi bulunmaktadır. Hanelerdeki kadın sayısı
ortalama 2.8 iken erkek birey sayısı ortalaması 2.7 olarak hesaplanmıĢtır.
393
Üreticilerin kendilerini yaĢamıĢ oldukları köy içinde hangi gelir
düzeyince olduklarını değerlendirilmesi istenmiĢtir. Çizelge 1‟den de
görülebileceği gibi, üreticilerin %6‟sı düĢük gelir düzeyinde olduğunu,
%84.6‟sı orta, %9.4‟ü yüksek gelir düzeyinde oldukları belirlenmiĢtir.
Ayrıca üreticilerin %55.6‟sının tarım dıĢı gelir elde ettiği, bu üretici
grubunun %80‟ninin gelirlerinin %75‟ini tarım dıĢı faaliyetlerden oluĢtuğu
saptanmıĢtır. Üreticilerin tarımsal gelir kaynaklarının ortalama 47.4‟ünü
bitkisel üretim, 56.8‟ini hayvansal üretim faaliyetleri oluĢturmaktadır.
Üreticilerin %79.1‟inin iĢletmeleri ile ilgili herhangi bir kayıt tutmamaları
araĢtırmanın dikkat çekici noktalarından bir tanesidir.
Üreticilerin iĢletme özellikleri incelendiğinde, üreticilerin
ortalama iĢletme geniĢliğinin 105.4 dekar olduğu, bu ortalamanın
Türkiye ortalaması olan 61 (TÜĠK 2015) dekardan daha fazla olması
araĢtırmanın diğer dikkat çekici bir noktasıdır. Çizelge 2‟de
üreticilerin arazi kullanım Ģekilleri ve iĢlemiĢ oldukları arazi
ortalamaları gösterilmi
394
Çizelge2. Üreticilerin arazi kullanım Ģekilleri ve iĢlemiĢ oldukları
arazi ortalamaları
Arazi Kullanım Şekli
Yüzde
Mülk sulu
Mülk kuru
Ortağa kiraya tutulan
Ortağa kiraya tutulan kuru
Ortağa kiraya verilen sulu
Ortağa kiraya verilen kuru
85
56
31
17
5.1
4.2
Ortalama Arazi
(dekar)
52.7
59.12
35.94
43.5
41.33
74.0
Türkiye‟de süt üretimi 2015 yılında 18.6 milyon ton olarak
gerçekleĢmiĢtir. Bu üretimin %90‟ı (16.9 milyon ton) sığırlardan elde
edilmektedir (TEPGE-2015).Burdur ilinde ortalama yıllık iĢletme
baĢına süt üretimi 112 ton, Kastamonu ilinde ise 52 ton olarak elde
edilmiĢtir.
AraĢtırma bölgesinde yetiĢtirilen bitkisel ürünler sırasıyla;
buğday, arpa, mısır, yem bitkileri, sarımsak, Ģekerpancarıdır. ĠĢletme
baĢına ortalama süt sığırı sayıları; yerli ırkı 10.75 adet, kültür ırkı 14
adet, melez ırkı 10.16 adettir. Kastamonu ili için ortalama iĢletme
baĢına yerli sür sığır sayısı 5.7 iken, Burdur için 11.75 adet olarak
hesaplanmıĢtır. Benzer Ģekilde
Kastamonu ili için iĢletme baĢına
ortalama 10.75 adet melez süt sığırı düĢerken bu oran Burdur için 1.25
adettir. Kastamonu ilinde kültür ırkı ile süt üretimi yapan iĢletme
bulunmamaktadır. Burdur ilinde kültür ırkı ile süt üretimi yapan
iĢletme baĢına düĢen ortalama hayvan sayısı 14 olarak saptanmıĢtır.
Üreticilerin %24.8‟inin süt sağım makinasına sahip oldukları tespit
edilmiĢtir. Bir baĢka ifade ile her 4 üreticiden sadece 1 tanesinde süt
sağım makinası vardır.
3.1 Gençlerin Tarımsal Faaliyetlerde Bulunma Eğilimlerinin
Değerlendirilmesi
Süt üreticilerinin %53.8‟ine göre gençlerin son yıllarda
tarımsal faaliyetlerden uzaklaĢtığı, köy/mahallelerden il merkezlerine
göç ettiklerini belirtmiĢlerdir. Gençlerin bölgede tarıma devam
ettiklerini bildiren üretici sayısı %29.1 olarak belirlenmiĢtir.
Üreticilerin %17.1‟i de konu hakkında bir fikri olmadığını bir baĢka
ifade ile gençlerin tarımdan uzaklaĢıp uzaklaĢmadığının farkında
olamayan grup oluĢturmaktadır.
395
Gençlerin günümüzde tarımsal faaliyetler ile uğraĢmadığını
belirten süt üreticilerinden, kadın üreticilerin oranı %80, erkek
üreticilerin oranı ise %52.7 olarak hesaplanmıĢtır. Eğitim düzeyi lise
mezunu ve üstü olan üreticilerin %47.35'i gençlerin tarımdan
uzaklaĢtığını belirtmektedir. Eğitim düzeyi ortaokul ve aĢağısı olan
üreticilerin %68.76'sı gençlerin tarımdan uzaklaĢtığını söylemiĢtir.
Bu sonuçlara bakıldığında eğitim düzeyi düĢük olan üreticiler,
yüksek olan üreticilere göre kırsal alanda daha fazla bulunduklarından
dolayı bölgenin genel durum ve yapısı hakkında eğitim derecesi
yüksek olan üreticilere göre daha fazla bilgi sahibidirler. Eğitim
düzeyi yüksek olan üreticilerin eğitim süreçlerini kırsal kesimden
uzakta tamamladığından dolayı köyün genel durumu ve yapısı
hakkında bilgileri kısıtlıdır.
Tarım dıĢı geliri olan üreticilerin %56.9'u gençlerin tarımdan
uzaklaĢtığını belirtmektedir. Tarım dıĢı geliri olmayan üreticilerin
%50'si ise gençlerin tarımdan uzaklaĢmadığını söylemektedir. Bu
durumda tarım dıĢı geliri olan bireylerin, tarımsal faaliyetlerden gelir
elde etme zorunluluğu olmadığı düĢüncesinden hareketle, il/ilçelere
göç etme durumu vardır. Fakat tamamen tarımsal faaliyetler sonucu
gelir elde eden bireylerin tek geçim kaynağı tarımsal faaliyetler
olduğundan dolayı göç edebilme imkanı düĢüktür.
Köy içinde genel gelir düzeyi düĢük olanların %71.4'ü, orta
olanların %52.5'i, yüksek olanların %54.5'i gençlerin tarımdan
uzaklaĢtığını belirtmektedir. Bu veriler sonucunda gelir seviyesi düĢük
olan üreticiler dıĢarıdan kalifiye eleman temin edemeyeceklerinden
dolayı aile iĢgücünden yararlanmaktadırlar. Fakat genç üreticilerin
kırsal kesimde yeterli istihdam alanı bulamadıkları ve kaliteli eğitim
alamadıklarından dolayı göç etme istekleri mevcuttur. Yüksek gelirli
üreticilerin iĢletmelerinde ise nitelikli ve kalifiye eleman çalıĢtırmaları
olağan bir durum olduğundan dolayı genç nüfusun azlığı bu üreticileri
etkilememektedir.
Tarımsal destek alanların %52.7'si, almayanlarında %66.7'si
gençlerin tarımdan uzaklaĢtığını söylemektedir. Tarımsal krediyi her
yıl kullananların %38.5'i, gerektiğinde kullananların %59.4'ü,
kullanmayanların
%47.4'ü
gençlerin
tarımdan
uzaklaĢtığını
belirtmiĢlerdir.
Ortalama iĢletme geniĢliği 105 dekar olarak belirlenmiĢtir.
Gençlerin tarımdan uzaklaĢtığını belirten bireylerin ortalama iĢletme
geniĢlikleri 99.8 dekar, tarımdan uzaklaĢmadığını belirten bireylerin
396
ise iĢletme geniĢliği ortalama 113 dekar olduğu saptanmıĢtır. Bu
durum küçük iĢletmelerin iĢgücü ihtiyacını iĢletme dıĢından
sağlayamadığından gençlerin tarımdan uzaklaĢtığını buna karĢın,
iĢletme ortalaması yüksek olan bireylerin /iĢletme sahiplerinin
gereksinim duydukları iĢgücü iĢletme dıĢından yevmiyeli olarak temin
edebildiklerinden
dolayı
gençlerin
tarımdan
uzaklaĢmadığını
belirtmeleri ekonomik olarak mümkün olabilmektedir.
Çizelge 3’de üreticilerin sahip oldukları büyükbaş hayvan
sayıları besi ve süt olarak ayrılmış, yerli, kültür ve melez ırkların
toplamı verilmiştir. Büyükbaş süt hayvancılığın da en çok kültür ırkı
öne çıkmıştır ve sayısı 661’dir. Bu durumda süt üretiminde kültür
ırkının daha verimli olduğu söylenmektedir. Üreticilerin toplam
hayvan sayısı 2055 olup, ortalaması 17.56’dır.
Hayvan varlığı ile gençlerin tarımsal faaliyete katılma
eğilimleri karşılaştırıldığında büyükbaş süt hayvancılığında melez
hayvan sayısı ortalaması 10.16 iken, kültür ırkı hayvan sayısı
ortalaması 14’tür. Büyükbaş süt hayvancılığında melez ırkı
ortalamanın üstünde (12.55 baş) olan üreticilerin gençlerin tarımdan
uzaklaşmadığını düşünmekte, kültür hayvanı ortalamanın üstünde
(15.37 baş) bir hayvan varlığına sahip üreticiler ise gençlerin tarımdan
uzaklaştığını söylemiştir.
Büyükbaş süt hayvancılığında yerli
ortalaması 14 olan bireylerin gençlerin kırsal kesimden kopmadığını
belirtmiştir. Büyükbaş besi hayvancılığında yerli ortalaması 6.16 olan
bireylerin gençlerin tarımsal alanda kalmalarına yönelik gidişatını iyi
veya kötü olarak nitelendirememişlerdir.
Anket veri sonuçlarına göre Kastamonu ve Burdur illerinde süt
üreticilerinin satıĢ ve pazarlama aĢamasında çoğunluğu erkek
üreticilerin sağlamasına rağmen, kadınlar bu bölgede emek-yoğun
iĢlerde çalıĢsada sektörde süt üreticiliği faaliyetinde ekonomik
anlamda geri planda kalarak etkin bir rol almadıklarını ortaya
koymaktadır.
397
3.2 Verilerin Çoklu Uyum Analizi Ġle Gösterimi
Çoklu Uyum Analizi Tekniği uygulamasında ele alınan 6
kategorik değiĢken; eğitim, yaĢ, tarım dıĢı gelir, arazi geniĢliği,
hayvan sayısı ve gençlerin tarımdan uzaklaĢma durumudur. .
ġekil 1‟den aĢağıdaki sonuçlar çıkarılabilir:
- Tarım dıĢı bir gelire sahip olan, 55 yaĢ üzerinde, lise ve üstü
bir eğitim düzeyine sahip, hayvansal üretim faaliyetinde
bulunmayan üreticiler, gençlerin tarımdan vazgeçtiklerini
belirtmektedir.
- Eğitim düzeyi ortaokul ve altı olan üreticiler gençlerin
tarımdan uzaklaĢmadığını belirtmeleri araĢtırmanın dikkat
çekici bir sonucudur.
ġekil 1: Ġki boyutlu uzayda çoklu uyum analizinin gösterimi
4.SONUÇ
Türkiye‟de kırsal kesimde yaĢayan gençlerin tarımsal faaliyet
yapma isteklilikleri her geçen gün azalmaktadır. Bunun nedenleri
arasında gelecek vadeden iĢ imkânı olarak görmemeleri, devletten
398
yeteri kadar destek alamamaları ve genellikle küçük ve orta ölçekli
iĢletmelerde üretimi arttırmak için kullandıkları girdi ve çıktılardan
kar sağlayamadıkları için tarıma yönelmedikleri saptanmıĢtır. Tüm
bunlar gençlerde sosyal güvence yoksunluğu doğurmaktadır.
Tarımda çalıĢan nüfusun gittikçe yaĢlanması, tarımın cazip bir
çalıĢma ortamı haline getirilememesi gençlerin tarıma çok fazla ilgi
göstermemesine neden olmaktadır. Bu durum tarım sektörünün
geliĢmesini sekteye uğratmakta, yeniliklere ve geliĢmelere çok ilgi
göstermeyen yaĢlı nüfusla da, tarım sektörünün durağan olmasına
neden olmaktadır.
Tarımı yönlendirmek için kullanılan tarımsal
destek politikaları gençler sayesinde baĢarıya ulaĢabilir. Nitekim
gençler bu tip desteklerden çok daha iyi yararlanabilirler. Çünkü
gençlerin giriĢken ve üretken dinamik yapısı sayesinde yeniliklerin
benimsenmesini
kolaylaĢtırırken
sürekliliğini arttırabilir.
Ancak
araĢtırma verilerine göre eğitim düzeyi ortaokul ve altı olan
üreticilerin, gençlerin tarımdan uzaklaĢtığını belirterek üretken ve
dinamik yapının yetersiz kaldığı açıklanmıĢtır. Bu sonuçta tarımda
çalıĢan nüfus açısından önemli bir dezavantajdır.
AraĢtırma bölgelerinde üreticilerin %94 ünün gelir düzeyi orta
ve üzeri olarak saptanmıĢtır. Bu sonuca göre gençlerin tarımsal
üretime katılma eğilimlerindeki faktörün sadece ekonomik yeterlilik
olmadığı belirlenmiĢtir. Benzer Ģekilde tarım dıĢı gelire sahip olan
(tarımsal faaliyete bulunma eğilimi esnek olabilen) üreticilerin aynı
fikri paylaĢtığı görülmektedir. Nitekim, Burdur ilinde süt veriminin
yüksek olduğu gözlemlenmiĢ ancak gençlerin tarımdan uzaklaĢtığı
saptanmıĢtır. Kastamonu ilinde ise süt veriminin Burdur‟dan daha
düĢük olduğu belirlenmiĢ olup, burada da gençlerin tarımdan
uzaklaĢtığı
tespit
edilmiĢtir.
Bu
faktörler
göz
önünde
bulundurulduğunda gençlerin sadece ekonomik sebeplerden dolayı
tarımdan uzaklaĢmadıkları bir kez daha görülmektedir. Gençlerin köye
dönüĢlerini teĢvik etmek amacıyla sadece ekonomik bakımdan değil
sosyal ve kültürel faktörlerin de gözetilmesi gerekir. Bu kapsamda
ortaya çıkan sonuçların ıĢığında kırsal alandaki sosyo-kültürel
imkanların kısıtlı olması, eğitim koĢullarının düĢük olması, sağlık
hizmetlerinin yetersiz olması gibi faktörlerin geliĢtirilmesinin gerekli
olduğu gözler önünde sergilenmektedir.
AraĢtırma
bulgularında
üreticilerin
mevcut
genç
potansiyelleriyle birlikte, gelecekte kırsal alanın refahı ve tarımsal
399
üretimin geliĢimi ve sürdürülebilir bir kalkınma için yeterli
potansiyellerini harekete geçirebilmeleri açıkça ortaya koymaktadır.
FAO 2014 verilerine göre 2050 yılında dünya nüfusunun 9
milyara ulaĢacağı tahmin edilmektedir. Bu nüfusun 1.3 milyarını
gençlerin oluĢturacağı beklenmektedir (Anonim 2016a). Bu genç
nüfusun çoğu, kırsal alanda yaĢayan az geliĢmiĢ ve geliĢmekte olan
ülkelerde doğacak olanlardır. Kırsal alandaki genç nüfus, bu
araĢtırmada da olduğu gibi gelecekte de benzer sorunlarla yüz yüze
gelmek durumunda kalacaktır.
Bu sonuçlar ıĢığında tarım sektörü, giriĢimcilik fırsatları
sağlayabilen, gelir seviyesini artıracak bir alandır. Özellikle gençler
için bu sektörde istihdam yaratmak, gençleri tarım sektörünün içine
çekmek amaçlanmalıdır.
KAYNAKLAR
Anonim, 2016. Köy-Koop kayıtları,
www.koykoop.org/hakkimizda.aspx, 2016.
Anonim 2016a. www.tarimdanhaber.com, eriĢim tarihi: 30.03.2016
Gül, U., Gül Yavuz, G. 2015. Et ve Süt Raporu, TEPGE Yayınları,
Aktürk,
D.,Gün,
S.,
Kumuk,
T.
2007.
Multiplecorrespondanceanalysistechniqueused
in
analyzingthecategorical
data
in
socialsciences,
Journal
of
AppliedSciences, 7(4):585-588.
MendeĢ, M. 2002. Çoklu Uyum Tekniğinin kullanımı, Ziraat
Mühendisliği Dergisi, 337:32-35.
Miran, B. 2002 Temel Ġstatistik, E.Ü. Matbaası, 2002
400
TARIMSAL MÜCADELEDE DOĞAL DÜġMAN BÖCEKLER
ġükriye YILDIRIM 1 , Oğuzhan Kadir YIL2 , Bensu SOBACI3
1
2
Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bitki Koruma Bölümü
Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarım Makinaları Bölümü
3
Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Zootekni Bölümü
3
ÖZET
Ġnsanoğlunun yeryüzündeki yaĢamının sürekliliği için tarımsal
üretim vazgeçilmez bir zorunluluktur. Bitkisel üretimin her aĢamasında
ürünlere zarar veren çok sayıda hastalık, zararlı ve yabancı ot bulunmaktadır.
Bitkisel üretimle uğraĢan insanlar hastalık zararlı ve yabancı ot ile mücadele
edebilmek için çok sayıda yöntem geliĢtirmek zorunda kalmıĢlardır.
Özellikle ikinci dünya savaĢından sonra çok sayıda yeni pestisitin ve
uygulama makinesinin üretilmesiyle birlikte dünya da yoğun bir pestisit
kullanımı ortaya çıkmıĢtır. Fakat yirmi birinci yüzyılın sonlarına
gelindiğinde kullanılan bitki koruma ürünlerini çevre ve insan sağlığı
üzerindeki zararları görülmeye baĢlanmıĢtır. Bu nedenle tüm mücadele
metotlarının zararlıları belirli bir seviyede tutmak için uyum içinde
kullandığı entegre mücadele yöntemleri baĢta olmak üzere özellikle bilgiye
dayalı biyolojik ve biyoteknik mücadele yöntemleri yaygınlaĢmıĢtır.
Tarımsal üretimde bugün iki büyük sorunla karĢılaĢmaktayız. Bunlardan en
önemlisi tarımsal ürünlerdeki bitki koruma ürünü yani tarım ilacı kalıntısı,
diğeri ise artan tarımsal mücadele maliyetleridir. Bu iki sorunun çözümü ise
dünyada kabul gören entegre zararlı mücadele ile mümkündür. Biyolojik
mücadele, entegre mücadelenin en önemli parçası ve ülkemiz için en
uygulanabilir mücadele metotlarından birisidir. Biyolojik mücadele en basit
haliyle "bitkisel üretimde ekonomik kayıplara yol açan zararlı
organizmalarla mücadelede doğada bulunan faydalı organizmaların
kullanılması" olarak tarif edilebilir. Bu makalede tarımsal mücadele doğal
düĢman böcekler hakkında bilgi verilecektir.
ANAHTAR KELĠMELER: Bitki koruma, biyolojik mücadele, doğal
düşman böcekler
401
1.GĠRĠġ
Tarımda zararlılarla mücadele edilmediği durumda üretimde
önemli nicelik ve nitelik problemleri yaĢanmaktadır. Çevre ve insan sağlığı
bilinci geliĢmiĢ ülkeler haricinde dünya genelinde tarımsal mücadele
dendiğinde ilk akla gelen yöntem, kimyasal savaĢ yöntemidir. Tarımın ana
hedefi sadece birim alandan çok ürün almak olmayıp, aynı zamanda
sürdürülebilir tarım tekniklerine uygun, çevreye, insan ve hayvan sağlığına
duyarlı ürün yetiĢtirmektir. Bunu sağlayabilmek için ise sağlıklı ve verimli
tohum, fide ve fidan kullanmak, iyi bir toprak iĢlemesi, sulama, gübreleme,
budama vb. birçok tarım tekniklerinin uygulanmasının yanında üründe kalite
ve kantite yönünden önemli kayıplara neden olan hastalık, zararlı ve yabancı
otlara karĢıda bilinçli bir mücadele yapmakla mümkündür. Ġlaç devriminden
sonra ürün kayıplarında iki katlık bir artıĢ meydana gelmiĢ ve aynı zamanda
ilaç kullanımında on iki katlık bir artıĢ gözlemlenmiĢtir. Ürün kayıplarındaki
bu artıĢ, zararlılarda ilaçlara karĢı dayanıklılığın artması, potansiyel
zararlıların ekonomik zararlı durumuna geçmesi ve doğal düĢmanların
öldürülmesi nedeniyle doğal dengenin bozulmasında kaynaklanmıĢtır.
Bunlara insan ve hayvan sağlığının tehdit edilmesi, gıda maddelerindeki ilaç
kalıntıları, çevre kirlenmesi ve yüksek ilaç fiyatları da eklenince kimyasal
mücadeleye alternatif çevre dostu ve daha ucuz mücadele yöntemlerine
geçilmesi zorunlu hale gelmiĢtir. Bu yöntemlerden en ümit verici, en çevre
dostu, uzun vadede en ucuz ve en sürdürülebilir olan ise biyolojik
mücadeledir.
2.BĠYOLOJĠK MÜCADELE NEDĠR?
Zaralı böceklerin, doğadaki mevcut doğal düĢmanları yardımıyla ekonomik
zarar düzeyinin altında tutması iĢlemine biyolojik mücadele denilmektedir.
Biyolojik mücadelede hedef kimyasal mücadelede olduğu gibi zararlıları
tümüyle yok etmek değildir. Biyolojik mücadele, Zaralı yoğunluğu
ekonomik zarar düzeyinin altında tutulmakta böylece söz konusu zararlının
doğal düĢmanların doğada sürekliliğinin sağlanması hedef alınmaktadır.
Biyolojik mücadele çalıĢmalarında birçok canlı grubundan(doğal düĢman)
yararlanılmaktadır. Bunlar; böcekler, akarlar, kuĢlar ve hastalık etmenleri
bakteri virüs ve funguslardır. Doğal düĢman böcekler 3 grupta
toplanmaktadır.
 Predatör (avcı) böcekler
 Parazitoit böcekler
 Entomopatojenler
402
2.1 Predatör (Avcı) Böcekler
Hayattı boyunca serbest olarak yaĢayan, avını yiyerek veya vücut
sıvısını emerek öldüren, çoğunlukla bundan büyük boyda olan ve
geliĢmesini tamamlayabilmesi için birden fazla ava ihtiyacı olan
organizmalardır. Örnek olarak Turunçgil unlu biti Planococcus citri‟ye karĢı
Cryptolaemus montmuzieri‟nin kullanılmasıdır.
2.2 Parazitoit Böcekler
Yumurtasını konukçusunun içine veya üzerine bırakarak geliĢmesine
tamamlayıp, konukçusunu öldüren ve ergin oluĢuncaya kadar yalnız bir tek
konukçuya ihtiyaç gösteren organizmalardır. Örneğin yumurta parazitoiti
Trichogramma türlerinin, Elma iç kurdu (Cydia pomonella) mücadelesinde
kullanılmaktadır.
2.3 Entomopatojenler
Entomopatojenler; nematodlar, protozoa, riketziya, funguslar,
bakteriler ve virüslerden oluĢmakta olup bunlar arasında funguslar biyolojik
mücadelede önemli bir yer tutmaktadırlar. Funguslar diğer entomopatojen
mikroorganizmalardan daha geniĢ konukçu dizisine sahip olup Lepidoptera,
Homoptera, Hymenoptera, Coleoptera ve Diptera takımlarından bir çok
böceği enfekte etmektedirler (Arıcı ve ark., 2012). Lepidopter zararlılarına
karĢı Bacillus thrungiensis‟in kullanılması entomopatjonlere örnek olarak
verilebilir.
3.BĠYOLOJĠK MÜCADELE UYGULAMA YÖNTEMLERĠ
Biyolojik mücadele programlarının hazırlanabileceği bölgelerdeki
kültür bitkilerindeki tüm zararlıların ve bu zararlıların doğal düĢmanlarının
saptanması gerekmektedir. Söz konusu doğal düĢmanların birbirleriyle
ilgilerinin çok iyi bilinmesi gerekir. Ayrıca bu doğal düĢmanların
konukçularına hangi Ģartlarda ne oranda etkili olduklarının da ortaya
konması gerekir. Söz konusu bölgedeki zararlıları baskı altında tutacak doğal
düĢmanlar yok ise,
1. Doğal düĢmanların bulundukları bölgelerden toplanarak konukçularının
zarar yaptıkları yerlere salınması.
2. Doğal düĢmanların üzerinde bulundukları konukçularıyla birlikte
faydalının bulunmadığı bölgeye salınması.
3. Biyolojik mücadele etmenleri laboratuarda üretilerekkonukçularının zarar
yaptığı bölgelere salınmasıdır.
403
4. Biyolojik mücadelesi planlanan zararlının yurt içinde etkili doğal
düĢmanları yok ise yurt dıĢında var olan etkili doğal düĢmanların getirilip
laboratuarda üretimleri gerçekleĢtirilerek biyolojik mücadelede kullanılır.
Biyolojik mücadeleyi olumsuz yönde etkileyen faktörler vardır. Bunlar:
1. Ġklim
2. Konukçu Uygunluğu
3. Karınca
4. Toz
5. Zararlı ve hastalıklara karĢı kullanılan zirai ilaçlardır.
SONUÇ
Biyolojik mücadele diğer mücadele yöntemleri ile kıyaslandığında
birçok üstünlükleri bulunmaktadır. Bunun yanında biyolojik mücadelenin
bazı önemli kısıtları da bulunmaktadır. Bu kısıtlar içinde her zararlı için
bugün kullanımda olan bir biyolojik mücadele etmeni bulunmamaktadır.
Biyolojik mücadele yöntemi kimyasal mücadeleye nazaran biraz yavaĢ
iĢleyen mekanizmaya sahiptir, kullanımı için daha teknik bilgi
gerektirmektedir. Her Ģeye rağmen geliĢmiĢ ülkelerde olduğu gibi ülkemizde
de tarımda sürdürülebilirliği sağlama, çevre ve insan sağlığını koruma adına
biyolojik mücadeleden azami yararlanma yoluna gidilmelidir.
KAYNAKLAR
Arıcı, ġ, E., Gülmez, Ġ., Demirekin, H., Zahmekıran, H., Karaca, Ġ., 2012.
Entomopatojen Fusarium subglutinans ‟ın bakla yaprakbiti, Aphis fabae
Scopoli (Hemiptera: Aphididae) üzerine etkisi. Türkiye Biyolojik Mücadele
Dergisi, Syf.89-96.
Tarım kütüphanesi(www.tarımkutuphanesi.com)
Teoriden Pratiğe Biyolojik Mücadele Ve Gelecek Stratejisi (Dr. Nevzat
BĠRIġIK Gıda Ve Kontrol Genel Müdürlüğü Bitki Sağlığı Ve Karantina
Daire BaĢkanı ), 2013
Genel Entomoloji Kitabı ,Ġ. Akif Kansu ders kitabı
404
TEHLĠKE ALTINDAKĠ BĠR KÜLTÜR BĠTKĠSĠ :SAFRAN
(Crocus sativus L.)
Berat ERDOĞMUġ * Muhammed ġah DEMĠRBAġ*
Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarla Bitkileri Bölümü
ÖZET
Türkiye‟nin yok olma tehlikesi ile karĢı karĢıya olan bitkilerinden
biri de safrandır. Safran; gıda, boya, kozmetik ve ilaç sanayinde
kullanılmakta ve dünyanın en pahalı baharatlarından biri olma özelliğini
taĢımaktadır Safran Hititlerden itibaren Anadolu'da bilinmektedir.
Osmanlılar döneminde ise yurt dıĢına ihraç edilen bir bitki olmuĢtur. Ancak,
günümüzde ekimi ve üretimi çok gerilemiĢtir. Safran kültürü, bugün
Safranbolu‟nun sadece altı köyünde yapılmaktadır.Üretimi oldukça
yetersizdir. Dolayısıyla ürünün ihracatı ve ithalatı arasındaki denge, ne yazık
ki ithalat lehinedir. Bu ise döviz çıktısını, dolayısıyla ekonomik kaybı
beraberinde getirmektedir. . Günümüzde safranın gramı, altına eĢdeğerdir ve
kilosu uluslararası pazarda 13000 dolar civarındadır. Safran üretiminde
baĢarı sağlamamız ve yurt dıĢı ile rekabet edebilmemiz, onu tanımamıza ve
tanıtmamıza, çiftçiyi teĢvik etmemize ve bitkinin yetiĢme Ģartlarını bilerek
muhtemel üretim alanlarının geniĢletilmesine bağlıdır. Bu bağlamda
ekonomiye yeniden kazandırılacak safran, sadece yörenin sosyo-ekonomik
kalkınması açısından değil, ülke ekonomisi açısından da son derece
önemlidir.
ANAHTAR KELĠMELER:Safran,çiftçi,üretim,ithalat,ekonomi
1.GĠRĠġ
Bilindiği gibi Türkiye, endemik bitkiler açısından dünyanın en
zengin ülkelerinden biridir. Türkiye‟deki endemik bitkilerin sayısı 3000
civarındadır. Bu bitkilerin floradaki tüm bitkilere oranı ise, yaklaĢık %33
dür. Öte yandan Türkiye‟de yok olma tehlikesi ile karĢı karĢıya kalan
türlerin sayısı, floradaki toplam bitki türü sayısının %23 ünü oluĢturmaktadır
(ġaltu 2002). Tehdit altındaki bu bitkilerden biri de önemli endemik
bitkilerimizden biri olan safrandır. Süsengillerden olan safran, soğanlı,
çiğdeme benzer, eflatun-mor çiçekli bir bitkidir. Kuzey yarıkürede tropikal
ve subtropikal iklim bölgelerinde yayılıĢ göstermektedir. Daha çok Ġtalya,
Ġspanya, Yunanistan, Fas, Mısır, Ġsrail, Türkiye gibiAkdeniz‟e kıyısı olan
ülkelerde ve Japonya, Çin, Hindistan, Pakistan, Ġran ve Azerbaycan‟da
kültürü yapılan çok yıllık otsu bir bitkidir (Allahverdiev ve diğerleri 1997).
Safranın 60‟ın üzerinde taksonu bulunmaktadır (Davis 1988, 2000).
Dünyanın en pahalı baharatlarından birisi olan safran, cinsin ekonomik
değere sahip tek türü olan Crocus sativus‟tan üretilmektedir. Safran çok
eskiden beri yetiĢtirilen önemli bir ilaç, baharat ve boya bitkisidir. Kullanım
405
alanları; boya sanayi, kozmetik sanayi, ilaç sanayi ve gıda sanayi olmak
üzere dört ana baĢlık altında toplanabilir. Bu alanlardan gıda ve ilaç
endüstrisinde çok geniĢ kullanım alanına sahiptir. ĠĢtahsızlık, bronĢit,
boğmaca, hazımsızlık, uykusuzluk, iktidarsızlık, gibi rahatsızlıklarda
kullanılmaktadır. Humma, kızamık ve dalak büyümesine karĢı kullanılan
ilaçlarda yer almaktadır (Özel ve Erden 2005). Özellikle, kanser
araĢtırmalarında, bazı kanser türlerine karĢı potansiyel bir kanser önleyici
olduğu için, geniĢ çapta denemelerde kullanılan bir madde durumundadır
(Fıkrat 2002; Mcgimpsey, Douglas 1997). Örneğin, Amerika BirleĢik
Devletleri, Japonya, Rusya, Ġspanya, Fransa, Romanya ve Ġngiltere'de
yapılan kanser araĢtırmalarında, fareler üzerindeki denemelerden, bazı
kanser türleri için umut verici sonuçlar alındığı belirtilmektedir. Ancak,
dünyada üretilen safran miktarı, yapılan araĢtırmalar için yeterli değildir.
Buna karĢılık, çok pahalı bir madde olması nedeniyle, hem araĢtırma
yapılmasını sınırlamakta hem de araĢtırma giderlerini çok arttırmaktadır. Bu
nedenle, safranın seralarda yıl boyunca üretimi için de araĢtırmalar
yapılmaktadır. Safranın tıp ve gıda sanayindeki önemine karĢılık boya
sanayindeki önemi giderek azalmaktadır. Safran, geçmiĢte boyama iĢlerinde,
kumaĢ ve halı ipliklerinin boyanmasında geniĢ olarak kullanılmıĢtır. Ancak
boyama gücü çok yüksek olmasına ve hoĢa giden parlak sarı renk vermesine
rağmen (kendi ağırlığının 100 bin katını boyayabilir), pahalı bir madde
olması nedeni ile, bugün boyama amaçlı kullanımı çok azalmıĢtır. Sentetik
boyalar çok daha ucuz olduğundan safranın yerini almıĢtır. Safranın
ekonomik önemi, dünyada bu denli çeĢitli endüstri dallarında çok geniĢ
kullanım alanı bulunmasından ileri gelmektedir. Bugün, dünya
piyasalarında, safranın gramı, altının gramına eĢdeğer tutulmaktadır. Öyle ki
A.B.D.'de safran satıĢı, marketlerin reyonlarında yapılmamakta, safran
market yöneticisinin ofisindeki kasada muhafaza edilmektedir. Safran almak
isteyen müĢteri, yöneticiden peĢin ödeme karĢılığında safranı satın almakta,
kredi kartı kabul edilmemektedir. Aynı Ģekilde, Ġspanya ve Yunanistan'da,
safran alıĢ veriĢi peĢin ödeme karĢılığı yapılmaktadır ve çok pahalıdır.
Uluslararası pazarda safranın kilosu 13 bin dolardır. Ülkemizde de bu fiyat
oldukça yüksektir ve 5000–6000 YTL civarındadır. Safran yetiĢtiriciliğinin
çok zahmetli olması, ortalama 80-120 bin çiçekten 5 kg yaĢ tepecik, bundan
da 1 kg kuru ürün alınması, bir kadın iĢçinin saate 50-60 gr tepeciği çiçekten
ayırabilmesi, çiçek veriminin 80-90 kg/da olup, günde 2,5-3,5 kg çiçek /da
toplanması bitkinin en pahalı baharatlardan biri olmasının baĢlıca sebepleri
arasındadır .Fiyatının yüksek olmasına bağlı olarak safran yetiĢtiren ve
ürününü ihraç eden ülkeler, önemli oranda döviz girdisine sahiptir. Ancak
ekonomik anlamda bu denli önemli olan bitkinin üretimi, ülkemizde ne yazık
ki hemen hemen yok denecek kadar gerilemiĢ durumdadır. GeçmiĢte,
Safranbolu'nun 40 kadar köyünde yetiĢtirilen bitki, bugün Davutobası,
406
Yörük, AĢağıgüney, Geren, Yazıköy ve Değirmencik olmak üzere altı
köyde, yaklaĢık 15000 m2 lik bir alanda yetiĢtirilmektedir.
2.TÜRKĠYE’DE SAFRAN ÜRETĠMĠ VE YETĠġME ORTAMI
ÖZELLĠKLERĠ
Safran, Hititler döneminden beri Anadolu'da bilinmekte ve ilaç
olarak kullanılmaktadır. Nitekim, 14. yüzyılın baĢlarında Anadolu‟nun bazı
bölgelerinde çokmiktarda safran üretilmiĢtir. Ġbni Batuta seyahatnamesinde
Göynük bölgesi için “burada ne bağ ne de bahçe var. Safrandan baĢka bir
Ģey yetiĢtirilmez” ifadesini kullanmıĢtır (Baytop 1984). Safran, Osmanlılar
döneminde de önemini korumuĢ ve 1858 yılında Ġngiltere'ye, 9705 kg. safran
satılmıĢtır. Yine safran ticaretinin geçmiĢte büyük önem taĢıdığının delilleri,
Ankara‟da Zaferan Hanı, Ġstanbul‟da Büyük ve Küçük Safran Hanları gibi
hanlara verilen isimlerdir. Ayrıca Mardin‟de Süryanilere ait olan Zaferan
Manastırının isminin binanın yapılıĢı sırasında harcına katılan safrandan
alması da (Baytop 1984), bitkiye verilen önemi göstermektedir. Buna
karĢılık, yirminci yüzyılın baĢlarında, iĢgücü yetersizliği, ekonomik
güçlükler ve köyden Ģehirlere olan göç nedeniyle, safranın ekimi ve üretimi
çok gerilemiĢtir. 1913 yılında, yalnızca Safranbolu ve ġanlıurfa'da safran
tarımı yapılmıĢtır. Bu dönemde elde edilen safran miktarı ise, yalnızca 500
kilogramdır. Bu miktar, ülke gereksinimini karĢılayamadığı için, 1923
yılından itibaren Avrupa ülkelerinden safran ithal edilmeye baĢlanmıĢtır. Son
yıllarda ise, günümüz ve hatta gelecekte çok önemli ekonomik öneme ve
güce sahip olan bu bitkinin ekim alanı neredeyse “yok” denecek kadar
azalmıĢtır. Nitekim bugün Türkiye‟deki safran kültürü, Karabük ili,
Safranbolu ilçesinin Davutobası, Yörük, AĢağıgüney, Geren, Yazıköy ve
Değirmencik olmak üzere altı köyünde yapılmaktadır. Safran bitkisinin
ekimi ve pazarlanması çok riskli olduğundan ekim çalıĢmaları devlet desteği
ile devam etmektedir. Safranın belirtilen tüm bu ekim alanları Tarım
Bakanlığı ve Özel Ġdare kaynakları kullanılarak arttırılmaya, gen kaynağı ise
korunarak gelecek nesillere aktarılmaya çalıĢılmaktadır. Nitekim 2005
yılında safran ekim alanının yaklaĢık 10 bin metrekareyi aĢması bunun en
güzel ve sevindirici göstergesidir. Ancak hemen belirtilmelidir ki bu artıĢ, ne
yazık ki dünya safran piyasası ile rekabet edecek bir seviyede değildir.
Kullanım alanları itibariyle dünyada safrana olan talep oldukça yüksektir.
Dünyadaki talebin fazla oluĢunun yanında, ekonomik değerinin de oldukça
yüksek olması, safran tarımını önemli duruma getirmektedir. Ancak,
Türkiye, tüm çalıĢmalara rağmen safran ekim alanlarının sınırlı olması
nedeniyle, dünya safran ticaretindeki önemini kaybettiği gibi, elde edilen
ürün yurt içi tüketimini bile karĢılayamadığından safran ithal etmek
durumunda kalmaktadır ve yurt dıĢına para ödemektedir. Nitekim safran
407
ithalat ve ihracat miktarları incelendiğinde ithalat miktarının özellikle
1995‟ten itibaren birden yükseldiği ve zaman zaman ihracat miktarının
yaklaĢık 10 katı değere ulaĢtığı dikkati çekmektedir. Ġthalat ve ihracat
miktarları dikkate alındığında 16 yıllık süre boyunca ihracatın sadece 1994
yılında tavan yaparak 10000 kg.ı aĢtığı görülmektedir. Ġthalat-ihracat
arasındaki dengenin ne yazık ki ithalat lehine olması, doğal olarak döviz
çıktısını da beraberinde getirmektedir. Nitekim dolar bazında ithalat ve
ihracat değerleri incelendiğinde son 15 yıldaki toplam ithalat değerinin
(88135.34 dolar), toplam ihracat değerinden (2457.87 dolar) yaklaĢık dört
kat daha fazla olduğu dikkati çekmektedir. Bu bağlamda üretimi arttırmak
için yapılacak en önemli iĢlerden biri ekim alanlarının geniĢletilmesidir.
Bunun için safranın yetiĢme koĢullarının bilinmesi gereklidir. Bu nedenle
aĢağıda Türkiye‟deki tek üretim alanı olan Safranbolu‟nun ekolojik
özellikleri hakkında bilgi verilecektir. Safranbolu‟da yıllık ortalama sıcaklık
12.3 o C dir. Ocak ayı ortalama sıcaklığı 2 o C, Temmuz ayı ortalama
sıcaklığı 22 o C civarındadır. Sıcaklık amlitudu ise 20 o C dir. Bitki hayatı
için ortalama sıcaklık değerleri kadar önemli olan, ancak ortalamalarda belli
olmayan maksimum ve minimum sıcaklıklar hakkında ise Ģunları söylemek
mümkündür. Sahadaki yıllık ortalama maksimum sıcaklık 18.8 0 C dir.
Ortalama maksimum sıcaklıklar kıĢın yaklaĢık 6 ile 9 0C arasında, yazın ise
27 ile 30 0 C arasında değiĢmektedir. Yıllık ortalama minimum sıcaklık, 7.0
0 C dir. 0 0 C nin altındaki ortalama minimum sıcaklıklara yılın sadece bir
ayında rastlanılmaktadır. Ortalama minimum sıcaklığın en yüksek olduğu
yaz aylarında ise değer 15 0 C yi aĢmamaktadır Mutlak maksimum sıcaklık
42 o C, mutlak minimum sıcaklık ise -17.4 o C dir
Safran rüzgâra karĢı korunmuĢ güney yamaçlarda iyi yetiĢmektedir.
Vejetasyon devres iyi drenajlı toprakları seven tme çalıĢmaları yapılırken, bu
ekoloj üretim an ülkemizde, unutulan indeki serin havanın bitki geliĢimini
olumsuz yönde etkilediği de göz önüne alındığında, safran yetiĢtirilecek
alanların rüzgâr duldasında kalmasına ve soğuk hava kütlelerini taĢıyan
rüzgârlara kapalı olmasına dikkat edilmelidir. Safran kumlu, gevĢek, taĢsız,
organik maddece zengin ve bir bitkidir. Biraz kireçli, tınlı ve killi
topraklarda da iyi yetiĢmektedir. Taban suyu yüksek olan topraklar safran
için uygun değildir. Bu nedenle aĢırı yağıĢlarda toprakta biriken suyun
soğanları çürütmemesi için hafif meyilli tarlalar tercih edilmelidir
(http://www.karabuk-tarim.gov.tr/yoresel/syetistir.php).
Yurt
genelinde
safran üretim alanlarını geniĢle ik özelliklerin dikkate alınması, çalıĢmanın
baĢarıya ulaĢması açısından önemlidir. Ancak, safran üretimini arttırmak
için, sadece yetiĢme Ģartlarını dikkate alarak alanını geniĢletmek yeterli
değildir. Safran üreticilerine, ürünün hasadı ve kurutma iĢlemi ile ilgili
olarak eğitim seminerleri de vermek gereklidir. Zira ihracatımızın düĢme
nedeni sadece üretim alanının daralması değil, aynı zamanda geleneksel ama
408
doğru olmayan hasat ve kurutma metodunun da yaygın olmasıdır. Nitekim
geleneksel metotla yapılan hasatta, diĢi ve erkek tepecikler bir arada
toplanmakta, tepecikler arasında erkek organların bulunması ise kaliteyi
olumsuz yönde etkilemektedir. Ayrıca, çiçekten tepecikleri alırken diĢicik
borusunun kısa kesilmesi de çok önemlidir. Zira bu iĢlem sırasında diĢicik
borusu ne kadar kısa kesilirse kalite de o kadar artmaktadır. Safran
kalitesinde tepeciklerin kurutulması da ayrı bir önem taĢımaktadır.
Geleneksel kurutma metodunda, önce balmumu eritilerek tepsilere
dökülmekte ve ince bir tabaka oluĢturacak Ģekilde tepsi yüzeyinde
yayılmaktadır. Hatta bazen kurutulmakta olan ürünün üzerine de eritilmiĢ
balmumu dökülmektedir. Daha sonra erkek organlarla karıĢık olan tepecikler
tepsiye konarak tepsi yanmakta olan soba üzerinde 10-20 cm yüksekte
meyilli bir Ģekilde tutularak kurutma iĢlemi yapılmaktadır. Tepsinin iç
yüzeyinin balmumu ile astarlanması, kurutma iĢlemi sırasında materyalin
tepsiden kayıp dökülmemesi için yapılmaktadır. Ancak, bu astarlama iĢlemi
kaliteyi düĢürmektedir. Sonuçta alıcı ülkeler kalite düĢüklüğü nedeniyle
ülkemizden yaptıkları ithalatı kesmekte baĢka ülkelere yönelmektedir. Bu
bağlamda safran tarımında yurt dıĢı ile rekabet edebilmemiz ve üretiminde
baĢarı sağlamamızın bir Ģartı da üretim alanının arttırılmasının yanı sıra,
bilimsel toplama ve kurutma metotlarının çiftçilere öğretilmesidir. Bunun
için safran üreten ve üretecek olan çiftçilere eğitim seminerlerinin verilmesi
ve bu seminerlerin belirli aralıklarla tekrarlanması üretimin kalitesi açısından
son derece önemlidir. Ayrıca geçmiĢte geniĢ alanlarda safran yetiĢtirilmiĢ
olan ülkemizde, unutulan tarımın tekrar canlandırılması için çiftçilerin
desteklenmesi de ülkemiz ekonomisi için büyük kazanç olacaktır. Çünkü
safran tarımı oldukça zor bir süreçtir. Nitekim safran dikildikten bir yıl sonra
çiçek açmaktadır. Çiçekler iki yıl süresince toplandıktan sonra, bitki
sökülmektedir ve yüz bin çiçekten toplanan tepeciklerin ağırlığı sadece 1
(bir) kilogramdır.
SONUÇ
Safran günümüzde önemli ihraç maddelerimizden olan ve ülke
ekonomisine destek veren safran üretimi günümüzde giderek gerilemiĢ ve
neredeyse yok denecek seviye inmiĢtir. Bu durum artık safrana gereği gibi
önem vermediğimiz ve dünya safran ticaretindeki payımızın yok olduğu
anlamına gelmektedir. Nitekim safran, dünya piyasalarına bugün daha çok
Ġspanya ve Hindistan (KeĢmir) tarafından arz edilmektedir. Ayrıca Ġtalya,
Fransa ve Yunanistan da önemli üretici ülkelerdir ve ne yazık ki bir
zamanlar safran ihraç eden Türkiye, artık bu bitkiyi belirtilen ülkelerden
ithal etmek durumundadır. Safranın ekonomik önemi, dünyada çeĢitli
endüstri dallarında çok geni bulunmasından ileri gelmektedir. Özellikle bazı
409
kanser türlerinin tedavisi için gelecek vaat etmesi safranı daha da önemli
kılmaktadır. Bu hususlar, safranın günümüzde ve hatta gelecekte, ekonomik
öneminin ne kadar yüksek olduğunu ve olacağını göstermektedir. Bu
nedenle sürdürülebilir tarım yaklaĢımını da dikkate alarak, safranın ekolojik,
ekonomik ve estetik açılardan değerlendirilebilmesi gerek ülke ekonomisi,
gerekse kırsal kalkınma açısından son derece önemlidir. Bu bağlamda,
• Safran tanıtımına önem vererek, kullanım alanlarını ve e çiftçilere ve
kamuoyuna yazılı ve görsel basını daha etkin biçimde kullanarak anlatmak,
"Altın Safran Film Festivali" gibi safran etkinliklerinin sayısını arttırmak,
safran çiçeği motifini tekstil, mobilya, seramik ve porselen gibi sektörlerde
süsleme motiflerinden biri olarak kullanarak bilginin kalıcılığını,
sürekliliğini desteklemek,
• Karabük il sınırlarındaki resmi ve özel kurum ve kuruluĢların il dıĢı
yazıĢmalarını yaptıkları antetli kağıtlarında, safran çiçeği sembolünü
kullanmak,
KAYNAKLAR
ġaltu Z, (2002), Safran’ın (Crocus sativus L.) Biyolojik Özellikleri, Gazi
Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, BasılmamıĢ Yüksek Lisans Tezi,
Ankara
Özel, A ve Erden, K, (2005), “Harran Ovası KoĢullarında Yerli ve Ġran
Safranı (Crocus sativus L.)‟nın Verim ve Bazı Bitkisel Özelliklerinin
Belirlenmesi”, GAPIV. Tarım Kongresi, 21-23 Eylül, ġanlıurfa
410
TOPRAKSIZ SERADA
ORGANĠK TARIM
Hüseyin YARANLI* Ali IRMAK* Selin TÜREMEN*
*Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bitki Koruma Bölümü
ÖZET
Dünyadaki doğal kaynakların bilinçsizce kullanılması ve dünya
nüfusunun giderek artması, gıdadaki arz ve talep dengesini olumsuz
etkilemektedir. Gıda gereksiniminin yeterince karĢılanamaması nedeniyle
gıdadaki araĢtırmalar daha çok verimi arttırma üzerine odaklanmıĢ
bulunmaktadır. Tarımsal üretimde, son yıllarda bu alan üzerine çalıĢmalar
yapılmaktadır. Topraksız tarımın, topraklı tarıma oranla daha verimli bir
üretim Ģekli olduğu ve üretim maliyeti de topraklı tarıma oranla yarı yarıya
daha düĢük olduğu bilinmektedir. „Topraksız tarım olur mu?‟ demeyin.
Topraksız seralarda yetiĢtirme ortamı olarak toprak kullanılmıyor. Toprak
yerine yerine talaĢ, ağaç kabuğu, perlit, kokopit, kaya yünü gibi ortamlar
kullanılmaktadır. Bunlar toprağın yerini alan inorganik ve organik
ortamlardır. YetiĢtirme alanı olarak toprak, özellikle örtü altı yetiĢtiricilik
nedeniyle kısa sürede yorulmaktadır. Ayrıca topraktan kaynaklanan hastalık
ve zararlılardan dolayı baĢta nematod olmak üzere verim giderek
azalmaktadır. Bir süre sonra o üründen yeterli verim alınamamaktadır. Bu
nedenlerden dolayı örtü altı yetiĢtiriciliğinde topraksız tarım önem
kazanmaktadır. Topraksız tarımda organik üretim ise yetiĢtireceğimiz
bitkileri örtü altında yılın her mevsiminde kontrol edilerek organik tarım
ilkelerine uygun yetiĢtiricilik yapmaya denir. Topraksız tarımda kullanılan
tohum ve besin organik ise ürün organik olacaktır. Topraksız serada organik
tarım yetiĢtiriciliği konusundaki çalıĢmalar üzerinde durulmalı ve bu
çalıĢmalar geliĢtirilmelidir. .
ANAHTAR SÖZCÜKLER: Organik Tarım, Topraksız Tarım, Örtü Altı
Yetiştiricilik
GĠRĠġ
Dünyamızdaki tarım alanlarının giderek verimsizleĢmesi, diğer
taraftan artan nüfus, küresel ısınma ve tarım alanlarında ĢehirleĢme gibi
sorunlar varolan tarım alanlarımızdan yeterince yararlanamama sorununu
göz önüne getirmektedir.. Bununla beraber gıda fiyatlarındaki artıĢ da
önemli bir sorun haline gelmiĢ ve insanoğlu gelecek kaygısıyla bilim
dünyasında yeni arayıĢlar içerisine girmiĢtir. Topraksız tarımda bunlardan
411
birisidir. Topraksız tarım üretimiyle ilgili dünyanın araĢtırmalar yapılmakta,
hatta araĢtırma aĢamasından uygulama aĢamasına geçilmiĢtir.
Özellikle Hollanda, Belçika, Ġtalya ve Japonya gibi ülkelerde bu
üretim metodu geliĢme göstermektedir. Ülkemizde ise tarihi yaklaĢık 50 yıl
önceye dayanmasına rağmen son yıllarda geliĢme gösteren bu tarım Ģekli
üzerinde araĢtırmalar baĢlamıĢtır (Gül,2008; Batem,2013). Üreticilerimiz
tarafından elde edilen ürünün raf ömrünün uzun olması, elde edilen verimin
bol olması ve üretiminin iklim koĢullarına ve talebe göre ayarlanıyor
olabilmesi sebebiyle yatırımcıların gözdesi durumuna gelmiĢtir.
Sağlıklı bir üretim Ģekli deyince de aklımıza ilk gelen Organik tarımdır.
Organik tarım hatalı uygulamalar sonucu kaybolan doğadaki dengeyi
yeniden kurmaya yönelik, toprağın verimliliğinde devamlılık sağlayan çevre
dostu mücadele yöntemlerinin kullandığı bir üretim Ģekli olarak
tanımlanabilir. Topraksız ve organik tarımın birbiriyle bağdaĢmadığı
konusunda fikirler olsa da ortak paydaları bulunmaktadır. Hidroponik
yetiĢtiricilik ortamında kullanılan besin organik kökenli olması topraksız
tarımda organik yetiĢtiriciliği desteklemektedir. Bu yöntemle domates,
patates, yeĢil soğan, salatalık, fasulye, ıspanak, marul, roka, biber gibi
sebzeler ile birlikte kavun, karpuz ve çilek gibi meyveleri de yetiĢtirmek
mümkündür. Bu nedenle topraksız tarımda organik üretim çalıĢmalarının
geliĢtirilmesi ve bu konuda yapılacak araĢtırmaların desteklenmesi
gerekmektedir.
TOPRAKSIZ TARIMDA ORGANĠK ÜRETĠM
Topraksız tarım, baĢta sebze ve kesme çiçek üretimi olmak üzere
birçok ülkede uygulama alanı bulmuĢtur. Dünyadaki tarım alanları içerisinde
toplam 31000 hektar topraksız tarım alanının bulunduğu bildirilmektedir.
Hollanda, Ġspanya, Fransa, Belçika, Almanya, Ġtalya, Japonya, Güney Kore,
ABD, Kolombiya, Meksika ve Çin gibi birçok ülkede topraksız üretim
modeli yaygın olarak kullanılmaktadır. Özellikle Hollanda‟da serada sebze
yetiĢtiriciliğinin %80-90‟ı topraksız tarım ile gerçekleĢtirilmektedir. Son
yıllarda diğer ülkelerde de topraksız ortamda bitki yetiĢtiriciliğine ciddi bir
yöneliĢ olduğu gözlenmektedir.
Ülkemizde ise topraksız tarımın ticari anlamda kullanımı, 1990‟lı
yıllarda Antalya‟da baĢlamıĢtır. 2000 yılında 20 hektar olan topraksız tarım
alan varlığımızın, 2008 yılı itibariyle 145 hektara ulaĢtığı ve 2013 yılı
itibariyle 3000 hektara ulaĢtığı tahmin edilmektedir. Bu alan mevcut olan
toplam sera alanının %0.4 ü ne denk gelmektedir. Ancak topraksız üretimle
412
erken ürün, ürün miktarı ve kalite artıĢına yol açması nedeniyle bu üretim
Ģekli ülkemizde hızla artmaktadır.
Topraksız tarım genellikle Akdeniz ve Ege bölgelerimizde yaygın
olup, Antalya ve Ġzmir‟de toplam üretimin %74‟ü gerçekleĢtirilmektedir. Bu
illerimizi Manisa, Mersin, Aydın, Denizli izlemektedir (Batem ,2013).
Topraksız tarım yada hidroponik tarım toprak olmadan su kültürü
içerisinde içerisinde uygulanan bir tarım Ģeklidir. BaĢka bir ifade ile tarımsal
üretimin toprak dıĢındaki bitki besin maddelerince zenginleĢtirilmiĢ katı
veya sıvı yetiĢme ortamlarında gerçekleĢmesidir. Topraksız tarım örtü altı
yetiĢtiricilikte uygulanan fakat son zamanlarda açık alanlarda da
uygulanmaya baĢlayan bir yetiĢtiricilik yöntemidir. Amacı ise, bitkilerin
geliĢmini besin ve su gereksinimlerini besin eriyikleriyle zenginleĢtirilmiĢ su
veya katı ortamda ekonomik Ģekilde sağlamaktır. Topraksız tarımda
bitkilerin daha hızlı büyüdüğü, daha az iĢgücü ve daha az girdi ile üretim
yapma avantajı sağladığı bilinen özellikleri arasındadır.
Organik tarım (Ekolojik tarım veya Biyolojik tarım); tarımsal ilaç,
suni gübre, hormon, antibiyotik ve zararlı gıda katkı maddeleri gibi
uygulamaları yasaklayan, üretimden tüketime her aĢaması kontrollü, doğal
kaynakları en iyi Ģekilde kullanarak sağlıklı tarımsal ürünler üretilmesini
sağlayan bir tarım sistemidir.
Topraksız üretim modeliyle organik tarım yapmak mümkün müdür
sorusunun cevabı tartıĢmalı olmakla birlikte genel kanı mümkün olduğu
yönündedir. Eğer topraksız üretimde kullanılan tohumun organik ve besin
ortamının da organik kökenli olması durumunda organik üretim yapmanın
mümkün olacağı belirtilmiĢtir. Sözkonusu iki üretim Ģeklinin entegrasyonu
çalıĢmaları devam etmeli ve bu konudaki araĢtırmalar desteklenmelidir.
Kaynaklar
Gül, AyĢe ,(2008),Topraksız Tarım, Hasad Yayıncılık, Ġstanbul
Batı Akdeniz Tarımsal AraĢtırmalar Enstitüsü Müdürlüğü(BATEM),
(2013),Topraksız Tarım Üzerine Yapılan AraĢtırmalar Notları (yayınevi
belirtilmemiĢ)
413
414
TÜRKĠYENĠN GERÇEĞĠ SOKAK SÜTÇÜLÜĞÜ
Elif Gizem GÜÇLÜ
Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Süt Teknolojisi Bölümü
ÖZET
Ġçerisinde bulunan besin değeri yüksek maddeler, sütü insan sağlığı
açısından önemli bir noktaya taĢımaktadır. Ülkemizde üretilen sütün % 60‟ı
sanayiye giderken, % 40‟ı kayıt dıĢı üretim ve bu oranında % 20‟si sokak
sütü olarak tüketiciye ulaĢmaktadır. Süte, sağımdan tüketime kadar geçen
süre zarfında çevresinden, havadan, sudan, yemden, gübreden, haĢerelerden,
kullanılan kaplardan ve insanlardan birçok yabancı madde, patojen (hastalık
yapan) ve patojen olmayan mikroorganizmalar bulaĢabilmektedir. Bunun
gibi yabancı maddeler ve mikroorganizmalar süt içerisinde, sütün elveriĢli
bir ortam olması nedeniyle de kolayca geliĢip çoğalabilirler. Bu da sütün
hem besin değerinin hem de kalitesinin düĢmesine sebep olabilmektedir. Çiğ
sütün sağlık açısından güvenli bir Ģekilde tüketilebilmesi için, sütün
kontrollü olarak sağılması, muhafaza edilmesi, soğuk zincirde taĢınması,
iĢlenmesi ve tüketime sunulması gerekmektedir. Günümüzde de hala yaygın
olarak devam eden “Sokak Sütçülüğü” ticari rekabete aykırı olduğu için
değil, toplum sağlığı açısından tehdit oluĢturduğu için sakıncalı
bulunmaktadır. Kelime oyunlarıyla, özellikle organik tabiriyle satılan bu
sütler, genellikle soğutucu bulunmayan araçlarda taĢınarak hijyenik olmayan
Ģartlarda tüketiciyle buluĢmaktadır. Yaz aylarında ekĢimeyi önlemek amaçlı
soda ilavesi, süt yağını alma ve miktarını arttırmak için de su katma gibi
iĢlemler uygulanmaktadır. Bu sütlerin besin değeri düĢüp, bileĢimi
bozulmakta ve buna benzer sebeplerden dolayı da insan sağlığını olumsuz
yönde etkilemektedir.
ANAHTAR SÖZCÜKLER: Sokak sütçülüğü, insan sağlığı, kayıt dışı
üretim
1.GĠRĠġ
Günümüzde süt, genel anlamda: “Bütün memeli hayvanların
yavrulamalarından sonra meme bezlerinde oluĢturdukları biyolojik sıvı”
olarak tanımlanır. Türk Gıda Kodeksi ise insanların yararlanabileceği gıda
olarak sütü: ”Bir veya daha fazla inek, koyun, keçi veya mandanın
sağılmasıyla elde edilen 40 ºC‟nin üzerinde ısıtılmamıĢ veya eĢdeğer etkiye
sahip herhangi bir iĢlem görmemiĢ kolostrum (ağız sütü) dıĢındaki meme
bezi salgısı” olarak tanımlamıĢtır.
415
Sütün var oluĢ sebebi, yeni doğan yavruların beslenmesini sağlamak
ve yavruların bağıĢıklık sisteminin korunmasını sağlayacak nitelikte besin
elementlerini içermesidir. Aynı zamanda içerisinde bulunan besin değeri
yüksek maddeler, sütü insan sağlığı açısından önemli bir noktaya
taĢımaktadır.
2. ÇĠĞ SÜT VE SAĞIM HĠJYENĠ
Birçok gıdada olduğu gibi süt ve süt ürünleri de, gıda kaynaklı
hastalıkların insanlara taĢınmasında önemli derecede rol oynamaktadır. Süt,
inekleri insanlarda hastalık yapan pek çok patojenin taĢıyıcısıdır. Bu etkenler
süte de geçerek insanların tüketimi sonucu, ciddi hastalıklara neden
olabilirler.
Üretilen sütün tüketilinceye kadar geçen aĢamalarındaki durumu ve
hijyenik kontrolü de gıda güvenliği yönünden çok önemlidir. Hijyenik
olmayan uygulamalar ve üretim Ģartları, özellikle sütü fazlaca tüketmesi
gereken bebekler, çocuklar, gebeler ve emziren annelerin sağlığını olumsuz
yönde etkileyebilmektedir. Bu nedenle çiğ sütün sağlık açısından güvenli bir
Ģekilde tüketilebilmesi için, sütün kontrollü olarak sağılması, muhafaza
edilmesi, soğuk zincirde taĢınması, iĢlenmesi ve tüketime sunulması
gerekmektedir.
3.SOKAK SÜTÇÜLÜĞÜ
Ülkemizde üretilen sütün % 60‟ı sanayiye giderken, % 40‟ı kayıt dıĢı
üretim ve bu oranında % 20‟si sokak sütü olarak tüketiciye ulaĢmaktadır.
Günümüzde de hala yaygın olarak devam eden “Sokak Sütçülüğü” ticari
rekabete aykırı olduğu için değil, toplum sağlığı açısından tehdit oluĢturduğu
için sakıncalı bulunmaktadır. Kelime oyunlarıyla, özellikle organik tabiriyle
satılan bu sütler, genellikle soğutucu bulunmayan araçlarda taĢınarak
hijyenik olmayan Ģartlarda tüketiciyle buluĢmaktadır. Yaz aylarında
ekĢimeyi önlemek amaçlı soda ilavesi, süt yağını alma ve miktarını arttırmak
için de su katma gibi iĢlemler uygulanmaktadır. Bu sütlerin besin değeri
düĢüp, bileĢimi bozulmakta ve buna benzer sebeplerden dolayı da insan
sağlığını olumsuz yönde etkilemektedir. Sokak sütlerinde ise ciddi anlamda
halk sağlığını tehdit eden mikrobiyolojik flora saptanmıĢ olup, bu sütlerin
kullanımı kesinlikle durdurulmalıdır. Ayrıca su ve kül açısından incelenen
sokak sütlerinin 1:5 oranında (%20) uygun olmadığı saptanmıĢtır.
416
4. NEDEN PASTÖRĠZE SÜT VE UHT SÜT TÜKETĠLMELĠDĠR?
Pastörizasyon, süte 100°C altında uygulanan iĢlemler olarak
tanımlanmaktadır. Genellikle sıcaklığa en dayanıklı mikroorganizma olan C.
Burnetti ve diğer mikroorganizmaların tamamını yok etmeye yönelik bir
uygulamadır. UHT yani diğer adıyla sterilizasyon ise süte 100°C üstünde
uygulanan iĢlemler olarak tanımlanmaktadır. Sterilizasyon iĢleminde ısıya en
dayanıklı B. stearothermophilus'un yok edilmesi amaçlanmaktadır. Bu iĢlem
sırasında, tüm Her iki süt de iĢletmelerde kontrollü koĢullarda üretilerek
hazırlanmakta ve katkı maddesi içermemektedirler. Kimyasal bileĢimleri
(içerdiği yağ, protein, laktoz gibi) ve mikrobiyolojik kriterleri (hastalık ve
bozulma yapıcı etkenler) Türk Gıda Kodeksi‟ne uymak zorundadır. Bu
nedenle tüketici hakları korunmuĢ olur. Pastörizasyon iĢleminde kaynatma
sıcaklığına ulaĢılmadığı için sütün besin değerindeki kayıp çok az
olmaktadır. UHT iĢleminde de aynı Ģekilde yüksek sıcaklık uygulanır ancak
uygulama süresi çok kısa olması nedeniyle yine besin kayıpları çok az
miktarda olmaktadır. Bu nedenle sokak sütü yerine ambalajlı ve pastörize
veya UHT sütler tüketilmelidir. Tüketiciler de bu konu hakkında
bilinçlendirilmeli ve teĢvik edilmelidir.
5.SONUÇ
Sonuç olarak sokak sütleri sağlık Ģartları belli olmayan hayvanlardan elde
edilmiĢ olabilir. Bu nedenle birçok hastalık etkenini taĢıması ve süt ile
bulaĢan hastalıkları tüketicilere ulaĢtırması muhtemeldir. Bunun yanı sıra,
satıcı tarafından hile yapılabilir ve bu durumu tüketici fark edemeyebilir.
Özellikle yaz aylarında uzun süren satıĢ iĢlemleri sonucu ve evlerde
uygulanan kaynatma ile sütün besleyici değeri önemli derece azalmaktadır.
Bu nedenle, sokak sütçülüğünün kontrol altına alınması, Türk Gıda
Kodeksi‟ne uygun süt ürünlerinin tüketilmesi ve halkın bu konu hakkında
bilinçlendirilmesi gerekmektedir.
KAYNAKÇA
Süt Teknolojisi Sütün BileĢimi ve ĠĢlenmesi. Ege Üniversitesi Yayınları:
2012
Süt Teknolojisi Ankara Üniversitesi Süt Teknolojisi Bölümü Ders Kitabı
Türkiye Sütçülüğü ve Sorunları Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi
Yayınları: 452 Yardımcı Ders Kitabı: 154
Dr. Belgin Altun, Dr. Tanju Besler, Dr. Serhat Ünal: Ankara‟da Satılan
Sütlerin Değerlendirilmesi
http://www.ttb.org.tr/sted/sted0202/sut.pdf
Tuba AYBEK Süt Tüketimi ve Sokak Sütçülüğü Gıda Müh. Ġl Kont. Lab.
Md.lüğü
417
418
ZĠKA VĠRÜSÜ
Hande VURGUN , Övgü YAMAN1 , Yurdagül ESERKAYA 2
1
1
2
Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bitki Koruma Bölümü
Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bahçe Bitkileri Bölümü
ÖZET
1947 yılında Uganda'nın Zika ormanlarında yaĢayan maymunlarda
virüsün görülmesiyle baĢlayan ve daha sonraki yıllarda Aedes cinsi
sivrisinek aracılığı ile tüm dünya ülkelerine yayılma riskine sahip Zika
Virüsü, insan sağlığı için büyük tehlike arz etmektedir. Bu tehlike, ülkeler
arasındaki seyahatlerin yaygınlaĢması sebebiyle daha da önemli sorun halini
almıĢtır. 2015 Mayıs ayında Brezilya‟da virüs salgınının geniĢ kitlelere
yayılması, sivrisinek sokmasında hamilelerde bebeğin mikrosefali (kafa
küçüklüğü) hastalığı ile dünyaya gelip uzun süre yaĢayamaması ve bu
hastalık için henüz bir tedavi yönteminin geliĢtirilememesi, Dünya Sağlık
Örgütünü acil önlemler alınması için alarma geçirmiĢtir. Bu çalıĢmada
virüsü taĢıyan böcekler, virüsün nasıl bulaĢtığı ve bulaĢtığı canlıdaki
belirtileri, virüsle mücadele yöntemleri değerlendirilmiĢtir.
Anahtar kelimeler: Zika virüsü, sivrisinek, vektör, insan sağlığı
1.GĠRĠġ
Hücre paraziti olan virüsler; biyosferde ancak canlı bir hücreye
girdiklerinde normal bir canlı hücreden beklenen hayatsal fonksiyonları
gösterip gerçekleĢtirilebilirler. Bilindiği üzere virüsler insan, hayvan ve
bitkilerde hastalıklara yol açan mikroskobik canlılardır. DNA ve RNA
virüsü olmak üzere iki tiptir. Bunlardan flaviviridae familyasından flavivirus
cinsi olan zika virüsü maymun, fare ve sivrisineklerde kolayca üreyen RNA
tipi bir virüstür.
1947 yılından beri varlığı bilinen Zika virüsünün ana bulaĢma yolu
infekte olduğu Aedes cinsi sivrisineklerin insanları sokmasıyla baĢlamıĢtır.
1952 yılında Uganda ve Tanzanya‟da da insanlarda tanımlanmıĢ hastalık,
zaman zaman Tropikal Afrika, Güneydoğu Asya ve Pasifik adalarında küçük
çaplı salgınlara neden olmuĢtur. Zika virüsü Avrupa'da az olmakla birlikte
Ġngiltere, Hollanda, Danimarka ve son olarak da Ġsviçre'de görülmüĢtür
(Anonim, 2016c).
419
ġekil1.Zika vakalarının görüldüğü ülkeler (Anonim, 2016c)
2.ZĠKA VĠRÜSÜNÜN BELĠRTĠLERĠ VE KORUNMA YOLLARI
NELERDĠR?
Sağlık Bakanlığı‟nın açıklamasına göre, Zika virüsü “ateĢ, baĢ ağrısı,
gözlerde kızarma, kusma, döküntü, kas ve eklem ağrısı” gibi simptom
göstermektedir. ABD Hastalık Kontrol ve Korunma Merkezleri (CDC),
Zika‟ya iliĢkin açıklamasında virüsün bulaĢtığı kiĢilerde belirtilerin yaklaĢık
bir hafta içinde ortaya çıktığını ve kanda birkaç gün duran virüsün bazı
kiĢilerde daha da uzun kaldığını ifade etmiĢtir (Anonim, 2016b). Virüsün
insanda insana geçip geçmediği henüz bilinmemektir fakat böyle bir vakaya
rastlanmasa da uzmanlar cinsel yolla bulaĢma ihtimali konusunda
uyarmaktadır (Anonim, 2016a).
Brezilya'da bu virüsü kapan hamile kadınların bebeklerinde
mikrosefali denilen hastalığa rastlanılmıĢtır. Mikrosefali, bebeklerin
kafalarının normalden küçük doğması ve beynin de aynı Ģekilde
420
geliĢmemesine neden olan bir hastalıktır ve ölümle sonuçlanabilmektedir
(ġekil, 2). El Salvador Sağlık Bakanlığı bu nedenle 2 yıl boyunca hamile
kalınmamasını önermiĢtir. Brezilya'da mikrosefali hastalığı bebeklerde,
normalde yılda ortalama 200 bebekte görülürken virüsün yayıldığı ekim
ayından itibaren bu sayı 4 bine yaklaĢmıĢtır (Anonim, 2016a).
ġekil 2. Mikrosefali görülen çocuk(Anonim, 2016c)
Zika virüsü için Dünya Sağlık Örgütü(WHO) tarafından küresel acil
durum ilan edilmiĢtir. Bilim insanlarının yaptığı açıklamalarda aĢı testlerine
2 yıl içerisinde baĢlanabileceğine ancak ilaç düzenleme kurullarının
onayından geçmesi gerektiği için aĢının dünyaya kullanıma baĢlamasının 10
yıla yakın bir süre alabileceğini belirtmiĢtir. Günümüzde aĢısı ya da özgün
bir tedavi yöntemi henüz bulunamadığı için sağlık uzmanları virüsten
korunmanın yolunu Aedes aegypti adlı sivrisinekten korunmak olarak
açıklamaktadır.
3. SONUÇ
Sivrisinekler çoğunlukla lağım, dere yatakları, su birikintileri,
hayvan
gübreleri
ve
çöplerin
yer
aldığı alanlarda
sıkça
görülmektedir. Sivrisinekler ekolojik döngüde önemli bir rol oynadığı ve
kolayca çoğalabildikleri için tamamen yok etmenin olanağı olmasa da
421
entomolojik etmenlerle mücadele kapsamında özellikle biyoteknik
mücadele, biyolojik mücadele, kültürel önlemler ve son olarak ta kimyasal
mücadele gibi yöntemler ile önemli ölçüde baĢarı sağlanabilir. Bu
önlemlerden bazıları; kiĢisel korunmalar (Cibinlik kullanımı, uygun giyim,
pencerelere tel takımı vs.) , halk sağlığı ilaçları ile mücadele, bataklıkların
ıslah edilmesi Ģeklinde sıralanabilir. Özellikle hamile kadınların virüsün
görüldüğü ülkelere seyahat etmemeleri ya da sıkı bir önlem almaları
gerekmektedir.
Dünyada her geçen gün yenisi çıkan hastalıklarla mücadelede Dünya
Sağlık Örgütü (WHO) ve GeliĢmiĢ Devletlere büyük görev düĢmektedir.
Hem yüksek bütçelerin ayrılması hem de bilim insanlarına çalıĢma
imkânlarının sağlanması sonucunda baĢarıya mutlaka ulaĢılacaktır.
KAYNAKLAR
Anonim, 2016a. http://www.hurriyet.com.tr/5-soruda-zika-virusu-40046251
Anonim, 2016b.http://www.milliyet.com.tr/zika-virusu-belirtileri-neler-pembenar-detay-genelsaglik-2185730/
Anonim,
2016c.http://www.bbc.com/turkce/haberler/2016/01/160128_zika_virus_uya
ri
422
DOST MU? DÜġMAN MI? DERMAPTERA
(KULAĞAKAÇANLAR)
Gözdenur ÇAKAR 1 , Nesrin MUTAġ1 , ġirin GÜRELĠ2 ,
Merve BEYTAR 1 , Yüksel ÜSTÜNDAĞ1 , Emin KAPLAN 1 ,
Nusret ÖZBAY2
1
2
Bingöl Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bitki Koruma Bölümü
Bingöl Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bahçe Bitkileri Bölümü
ÖZET
Kulağakaçanlar olarak bilinen Dermaptera takımı, 2200 civarında
bilinen türü ile diğer böcek takımlarına göre nispeten küçük bir takımdır.
Türleri, dünyanın değiĢik habitatlarına dağılmıĢ olup, genellikle sıcak ve
nemli bölgeleri tercih ederler. Türkiye ise bu türlerin yaĢaması ve habitat
tercihleri bakımından elveriĢli iklim bölgeleri içerisinde bulunmaktadır.
Karanlık ve kuytu yerleri sevdikleri için, insanların burun, kulak gibi
organlarına girmesinden ve bazı ağaç ve sebzelere zarar verebilmelerinden
dolayı, zararlı oldukları düĢünülmektedir. Aslında, bitkiler için zararlı olan;
kırmızı örümcek, yaprak bitleri, pamuklu bit, değiĢik larva ve yumurtaları,
küçük tırtıllar ve bunun gibi birçok böceklerle beslendikleri için tarımsal
mücadele açısından son derece faydalıdır. Bu çalıĢma, kulağakaçanlar
hakkında genel bilgi verilmesi ve zararlı oldukları düĢünülen bu böceklerin
bilinenin aksine tarımsal açıdan sağladığı faydaların ortaya konması
amacıyla yapılmıĢtır.
Anahtar Kelimeler: Dermaptera, habitat, kulağakaçan, tarımsal mücadele
FRIEND OR FOE? DERMAPTERA
ABSTRACT
Dermaptera known as the earwig, with known species around 2200, is
a relatively small order compared to other insect orders. Scattered in
different habitats in the world, the species of the order usually prefer hot and
humid regions. Turkey is located within regions that have favorable
conditions in terms of the survival of these species and their habitat
preferences. Earwigs are considered a pest because of the damage they may
do to some trees and vegetables, their ability to enter some organs of humans
423
such as ears and noses, and as they also like the dark and cozy places. In
fact, they are extremely beneficial in terms of plant protection because they
feed on the pests, which are harmful for the plants, such as spider mites,
aphids, psyllids, various larvae and eggs, small caterpillars, and other pests.
Aim of this study is to give general information about the earwigs believed
to be harmful and discuss their benefits from the agricultural point of view.
Key Words: Dermaptera, habitat, earwig, plant protection
GĠRĠġ
Tanımı ve YaĢayıĢı
Kulağakaçanlar olarak bilinen Dermaptera takımı, 2200 civarında
bilinen türü ile diğer böcek takımlarına göre nispeten küçük bir takımdır.
Türleri, dünyanın değiĢik habitatlarına dağılmıĢ olup genellikle sıcak ve
nemli bölgeleri tercih ederler (Popham 2000). Çok hareketlidirler; geceleri
aktiftirler. Bazı ağaçlara zarar verebilmektedirler. Ġnsanların burun, kulak
gibi organlarına girebildiğinden bu ismi almıĢtır (Anonim 2010).
Karınlarının bitimindeki çatal Ģekildeki kıskaçlarıyla göze çarparlar. Türkiye
ise bu türlerin yaĢaması ve habitat tercihleri bakımından elveriĢli iklim
bölgeleri içerisinde bulunmaktadır (AnlaĢ ve diğerleri., 2010). (AnlaĢ ve
Kočárek 2011) Türkiye‟den 11 cinse bağlı 19 tür olduğunu bildirmiĢtir.
Literatür çalıĢması sonucunda, Türkiye‟de bu grupla ilgili yapılan
çalıĢmaların önemli bir kısmının faunistik araĢtırmalardan ibaret olduğu,
ekolojik ve gözleme dayalı çalıĢmaların son derece sınırlı kaldığı
görülmüĢtür (AnlaĢ et al., 2010; AnlaĢ & Kočárek, 2011).
http://www.flickriver.com/photos/artour_a/sets/7215760135568330
Ġncir bahçelerinde yapılan incelemelerde Forficula auricularia L.‟nın
bahçelerde genellikle iki incir yaprağının birbirine değdiği yerde ve
ağaçların kabukları ve çatlakları arasında gizlendikleri belirlenmiĢtir (Gençer
ve diğerleri., 2005). Bilinen en eski böcek türlerinden biri olan kulağakaçan
424
böcekleri hem etçil hem de otçul olarak beslenebilirler. Sıcak havaları çok
seven kulağakaçan böceği kıĢları ise evlerde ya da boĢ apartmanlarda
buldukları duvar çatlaklarında, ormanlık bölgelerde ise ağaç kavuklarında
veya taĢ dipleri gibi yerlerde yaĢarlar. Kulağakaçan böcekleri bitki artıkları,
küçük böceklerle, evlerimize giren Kulağakaçanlar ise çöplerimizde ve
mutfaklarımızda açık bıraktığımız gıdalar ile beslenmektedir.
Dermapteranın Zararı
F. auricularia, tatlanmaya baĢlamıĢ ve hasada yakın dönemdeki
kayısı meyvelerinde zarar yapmaktadır. Zararlı, meyve kabuğunu kemirerek
içeriye girer ve kayısının etli kısmında beslenir. Bir meyvede, birden fazla
birey beslenebilir. Beslenme sonucunda, kayısı meyveleri çürüyerek ya yere
dökülür ya da ağaç üzerinde mumyalaĢıp kuruyarak asılı kalmaktadır. F.
auricularia‟nın yoğun olduğu durumlarda, Malatya kayısılarında %5-14
oranında ürün kaybına neden olduğu belirlenmiĢtir (Öztürk ve Ulusoy 2010).
(Ayaz ve diğerleri., 2009) tarafından 2007- 2008 yılları arasında Malatya
ilinde yapılan bir baĢka çalıĢma, önemli ölçüde kayısı yetiĢtiriciliği yapılan
Kale, Battalgazi ve Darende ilçelerindeki kayısı alanlarında bulunan
Forficularia auricularia (Linn., 1758)„nın yayılıĢı, populasyon değiĢimi ile
zarar durumlarının belirlenmesi amacıyla yürütülmüĢtür. ÇalıĢma
sonucunda; F.auricularia‟nın Malatya ili kayısı yetiĢtiriciliği yapılan tüm
lokasyonlarda yayılıĢ gösterdiği, Kale, Battalgazi ve Darende ilçelerinde en
yüksek populasyon yoğunluğuna ve zarara hasat döneminde ulaĢtığı
belirlenmiĢtir. Zarar durumunu belirlemek için yapılan çalıĢmalarda ise
kayısı meyvelerindeki zararın; %5 ile %14 arasında değiĢtiği, en yüksek
zarar oranının ise %12-14 ile Darende ilçesinde olduğu tespit edilmiĢtir.
Malatya ili kayısı alanlarında zararlı olan Forficula auricularia Lin.
(dermaptera: forficulidae)‟nin mücadelesinde esas biyolojik kriterlerin
belirlenmesi ve biyoteknik mücadele yöntemlerinin araĢtırılması isimli
projede Malatya ili kayısı alanlarında son yıllarda Forficula auricularia
L.‟nin populasyon yoğunluğunda artıĢ gözlendiği ve beraberinde hasada
yakın zamanlarda kayısılarda önemli zarar oluĢturduğu bildirilmiĢtir. Bu
amaçla Malatya ili Kayısı alanlarında zararlı olan F. auricularia
mücadelesine esas biyolojik kriterlerinin belirlenmesi ve biyoteknik
mücadele yöntemleri araĢtırmak, zararlıya karĢı doğru ve etkin bir mücadele
yöntemini ortaya koymanın gerekliliği sonucu belirlenmiĢtir (Kaplan 2008).
425
http://arastirma.tarim.gov.tr/bmae/Belgeler/Liflet/Zararl%C4%B1/
10-
Dermapteranın Yararı
Dermapteralar, kırmızı örümcek, yaprak bitleri, pamuklu bit, değiĢik
larva ve yumurtalarla, küçük tırtıllar ve bunun gibi birçok böcek ile beslenir
(Anonim, 2010). F. auricularia, yumuĢak vücutlu küçük böcekler
(Yaprakbiti, akar, thrips, beyazsinek, yaprak piresi vb.), böcek yumurtası ve
larvaları ile beslenen genel bir predatör olarak bilinmektedir (Öztürk ve
Ulusoy 2010). Yapılan çalıĢmalar sonucunda bu takımın incir psillidinin
değiĢik biyolojik dönemleri ile beslenen predatör ve parazitoit türlerinin
bulunduğu belirlenmiĢtir. Predatör türler Forficula auricularia L. (Derm.:
Forficulidae)‟dır (Anonim 2013).
http://www.discoverlife.org/mp/20q?search=Dermapt
(Gençer ve diğerleri 2005) yürüttükleri çalıĢmalarda laboratuvarda yapılan
gözlemler sonucunda, bu türün günde ortalama 20 adet 5. dönem incir
psillidi nimfi yediği tespit edilmiĢtir. (Trapman ve Blommers 1992),
Hollanda‟da 1980-1984 yılları arasında yaptıkları çalıĢmalarda F.
426
auricularia’ nın armut psillidi türlerinin mücadelesinde önemli bir etkiye
sahip olduğunu, (Sauphanor ve ark 1993), Fransa‟da armut bahçelerinde
zararlı Cacopsylla pyri (L.) üzerinde F. auricularia’ nın etkili olduğunu
saptamıĢlardır. (Lenfant ve ark 1994) ise bu türün predatörlük kapasitesinin
oldukça yüksek olduğunu belirtmiĢlerdir.
2005-2007 yılları arasında yürütülmüĢ olan bir projede, Erzincan ilindeki
Elma Pamuklu bitinin yayılıĢı ve yoğunluğu tespit edilmiĢ, doğal
düĢmanların belirlenmesi amacıyla yapılan çalıĢmalarda, elma bahçelerinde
predatörlerden biride Forficula auricularia L. olarak tespit edilmiĢtir
(YayınlanmamıĢ data).
SONUÇ VE ÖNERĠLER
Bunlar genellikle hayvansal ve bitkisel artıklarla beslenirken,
nadiren bitkilerde zararlı olmaktadır. Dermaptera takımının hakkında genel
bilgi verilmesi, tarımsal açıdan zararları ve yararlarının ortaya konulması
amacıyla yapılan bu çalıĢmada; Dermaptera takımının hasada yakın
dönemdeki kayısı meyvelerinde zarar yaptığı ve kayısıda %5-14 oranında
ürün kaybına neden olduğu belirlenmiĢtir. Dermapteralar, kırmızı örümcek,
armut psillidi, yaprak bitleri, pamuklu bit, değiĢik larva ve yumurtalarla,
küçük tırtıllar ve bunun gibi birçok böcekte predatörlük yaparak tarımsal
mücadelede yarar sağlarken, özellikle bu takımın incir psillidinin, değiĢik
biyolojik dönemleri ile beslenen predatör ve parazitoit türlerinin bulunduğu
belirlenmiĢtir.
KAYNAKLAR
AnlaĢ S, F Haas ve S Tezcan (2010). Dermaptera (Insecta) fauna of
Bozdaglar Mountain, Western Turkey. Linzer Biologische Beiträge,
42 (1): 389-399.
AnlaĢ, S. ve P., Kočárek., (2011). Dermaptera (Insecta) Fauna of Turkey and
Cyprus: current stage of knowledge. Turkish Journal of Entomology,
36 (1): in pres.
Anonim
(2010).
Doğal
düĢmanlar
yararlı
(http://www.arikoy.com.tr) (EriĢim tarihi: 24.03.2016)
Anonim
(2013). Bitki zararlıları zirai mücadele
(http://www.tarim.gov.tr)
(EriĢim tarihi: 24.03.2016)
427
böcekler.
teknik talimatları
Ayaz, T. Özgen, Ġ ve Kaplan, M. (2009). Malatya Ġli Kayısı Alanlarında
Bulunan Forficula auricularia (Linnaeus, 1758) (Dermaptera:
Forficulidae)‟nın YayılıĢı, Popülasyon DeğiĢimi ve Zarar Oranı.
Türkiye III. Bitki Koruma Kongresi, 15-18 Temmuz 2009, Van.
Gençer, S.N. CoĢkuncu, S.K. KumraL, A.N. (2005). Bursa ilinde incir
bahçelerinde görülen zararlı ve yararlı türlerin saptanması. OMÜ
Ziraat Fakültesi Dergisi, 2005, 20 (2) :24-30 Journal of Faculity of
Agriculture, OMU, 2005, 20 (2): 24-30.
Kaplan, M. (2008). Malatya ili kayısı alanlarında bulunan forficula
auricularia (linnaeus, 1758) (dermaptera:forficulidae)nin yayılıĢı,
populasyon değiĢimi ve zarar oranı. TAGEM, 2006-2008.
Lenfant, C.,A. Lyoussoufi, X. Chen, F. Faivre D‟Arcıer ve B. Sauphanor,
(1994). Potentialites predatrices de Forficula auricularia sur le psylle
du poirier Cacopsylla pyri. Entomologia Experimentalis et
Applicata, 73 (1) : 51-60.
Öztürk, N. ve Ulusoy., R M., (2010). Malatya kayısılarında zararlı, kayısı
kulağakaçanı. Bereket. Tarım ve KöyiĢleri Bakanlığı, Adana Zirai
Mücadele AraĢtırma Enstitü
Müdürlüğü tarafından yayınlanır. 2010: (5).
(http://arastirma.tarim.gov.tr)
Popham, E. J., (2000). The gegraphical distribution of the Dermaptera
(Insecta) with referenceto continental drift. Journal of Natural History, 35:
2007-2027.
Sauphanor, B., C. Miniggio ve F. Faivre D‟Arcier. (1993). Effets a moyen
terme des pesticides sur la faune auxiliaire en vergers de poiriers.
Journal of Applied Entomology, 116 (5) : 417-478.
Trapman, M. ve L. Blommers. (1992). An attempt to pear sucker
management in the Netherlands. Journal of Applied Entomology,
114 (1): 38-51.
428
BOZOK ÜNĠVERSĠTESĠ TARIM VE DOĞA BĠLĠMLERĠ
FAKÜLTESĠ ÖĞRENCĠLERĠNĠN SOSYO-EKONOMĠK
DÜZEYLERĠNĠN BELĠRLENMESĠ
Soner ÖZKOǹ Yrd. Doç. Dr. Aysen KOǹ
Bozok Üniversitesi Tarım ve Doğa Bilimleri Fakültesi
ÖZET
Toplumun yeterli ve dengeli beslenmesini esas alan, altyapı
sorunlarını çözmüĢ, örgütlülüğü ve verimliliği yüksek, etkin ve talebe dayalı
üretim yapısıyla uluslararası rekabet gücünü artırmıĢ, ileri teknolojiye dayalı,
doğal kaynakları sürdürülebilir kullanan bir tarım sektörünün oluĢturulması
hedeflenen ülkemizde, yetiĢmekte olan ziraat mühendislerinin sosyoekonomik durumunu belirlemek amacıyla Bozok Üniversitesi, Tarım ve
Doğa Bilimleri Fakültesi öğrencileri içerisinde anket çalıĢması yapılmıĢtır.
AraĢtırma bulgularına göre; ankete katılan öğrencilerin %57.1‟i genel
liselerden mezundur. Öğrenci ailelerinin %19‟u büyükĢehirlerde ikamet
etmekte, %92.1‟ inin sosyal güvencesi olduğu, %33.3‟ünün gelirinin 2000
TL ve üzeri olduğu belirlenmiĢtir. Öğrencilerin %2.3‟ü resmi dairede, %
4.8‟i özel firmada, % 4.0‟ü diğer alanlarda çalıĢtığı, % 88.9‟ununsa herhangi
bir iĢte çalıĢmadığı, %71.4‟ünün öğrenim bursu ya da kredisi aldığı tespit
edilmiĢtir. Bu araĢtırma sonuçları Yozgat Bozok Üniversitesi, Tarım ve
Doğa Bilimleri Fakültesi‟nin çağdaĢ ve modern eğitim çalıĢmaları
yapabilmesi için bir kaynak teĢkil etmektedir. Bunun yanında üniversite
yöneticilerine halen eğitim gören öğrencilerin genel profilleri hakkında bir
veri tabanı da oluĢturmaktadır.
ANAHTAR KELĠMELER: Ziraat Fakültesi, Sosyoekonomik düzey,
Öğrenci genel profili, Ekonomik profil.
GĠRĠġ
Ülkelerin geliĢmesinde, fiziki sermaye birikimi kadar beĢeri
sermayenin niteliği de önemlidir. BeĢeri sermayenin niteliğini belirleyen
temel faktör eğitimdir. Eğitim ve öğretim nitelikli iĢ gücünün oluĢmasına
büyük katkı sağlar. Bu bağlamda üniversiteler eğitim sistemi üzerinde
stratejik öneme sahiptir. Bireylerin beĢeri sermayeye olan katkılarının
göstergesi olan sosyal ve teknik mesleki bilgilerin temeli üniversitelerde
atılmaktadır(Sökmen, 2011). Eğitim, bireye bilgiyi ve bilgiye ulaĢma
yollarını öğretmenin yolu olduğundan insanın yaĢamında önemli bir yer
kaplar ve yaĢam boyu devam eder. Bilim ve teknikte yaĢanan hızlı
ilerlemeler toplumsal yaĢamda gerçekleĢen değiĢimin doğal bir sonucu
429
olarak da eğitime bakıĢ açısı değiĢmiĢtir. Çünkü toplumda yer edinebilme ile
alınan eğitim arasında doğrudan bir iliĢki vardır (Erden, 2001; Özdemir,
2007).Yükseköğretim aĢamasında üniversite, fakülte, bölüm tercihleri,
bireyin yaĢamındaki kritik aĢamalardan biridir ve gelecek yaĢantısına iliĢkin
önemli doğurgulara sahiptir. Yükseköğretim aĢamasındaki tercihler, yaĢam
tarzı konusundaki tercihleri de içeren toplumsal bir tercihtir (Reay ve Ball,
1998).Haliyle yükseköğretim tercihlerinde sosyo-ekonomik temelli etkenler
ön plana çıkar. Aile bu sosyal-kültürel-ekonomik özelliklerin temel
belirleyicisi ve taĢıyıcısıdır.Aileler, kendi toplumsal varlığını, tüm güçleri ve
ayrıcalıklarıyla sürdürme eğiliminin harekete geçirdiği bünyelerdir. Bu
yeniden üretim eğilimi, ailelerin eğitim stratejilerinin temelini oluĢturur
(Bourdieu, 1995).
Aileye iliĢkin sosyal özellikler, yükseköğretime iliĢkin tercihlerde
etkili olarak, bireyin yaĢantısı boyunca, etkileme gücünü sürdürür. Bir baĢka
ifadeyle, aile özellikleri, eğitime ve yetiĢtirmeye yönelik tutumlara kaynaklık
eden değiĢkenlerden meydana gelmektedir. Ailenin gelir düzeyi, ailedeki
bireylerin eğitimi ve mesleği, eğitimin erken düzeylerinde olduğu kadar
yükseköğretim aĢamasındaki tercihlerinde de etkili olur (Archer ve ark.,
2005; Bourdieu, 1995; Burgess ve ark., 2006; Connor ve ark., 2001; Dryler,
1998; James ve ark., 1999). Bu açıdan geliĢtirici ve yönlendirici karar
almada, öğrencilerin profilinin bilinmesi önemlidir (Ballack ve Botes, 2003).
Nitekim ÖSYM ve MEB gibi resmi kurumlar tarafından yayınlanan öğrenci
istatistikleri yetersiz ve yüzeysel veriler içermektedir (Özsoy, 2004). Bu
sebeple Bozok Üniversitesi Tarım ve Doğa Bilimleri Fakültesi öğrencilerinin
sosyo-ekonomik profillerinin belirlenmesine çalıĢılmıĢtır.
YÖNTEM
AraĢtırmanın amacına uygun betimsel araĢtırma modeli kullanılmıĢtır.
Yapılan araĢtırma Bozok Üniversitesi Tarım ve Doğa Bilimleri
Fakültesindeki öğrencilerinin sosyo-ekonomik durumlarının belirlenmesi
çerçevesinde tanımlanmıĢtır.
Bu çalıĢmada verileri elde etmek için bir anket formu hazırlanmıĢtır.
Veri toplama ve hazırlanması aĢamaları istatistiki analizleriyle
gerçekleĢtirilmiĢtir. AraĢtırma evreni, Bozok Üniversitesi Tarım ve Doğa
Bilimleri Fakültesi 2014-2015 öğretim yılı yaz döneminde kayıtlı bulunan;
Bahçe Bitkileri,Bitki Koruma ve Tarla Bitkileri bölümlerine devam eden
birinci, ikinci, üçüncü, dördüncü ve eğitimini yılını uzatan öğrencilerdir. Bu
anket her bölüm ve sınıflardan 126 öğrenci ile gerçekleĢtirilmiĢtir. Toplam
41 sorudan oluĢan ankette, çoktan seçmeli sorulara serbestçe ve dürüstçe
cevap verebilmesi için öğrencilerin isimleri istenmemiĢtir. Ankette
430
öğrencilerin; ailelerinin ekonomik durumu, sosyal durumları, öğrencilerin
sosyal ve ekonomik durumlarını araĢtıran sorulardan oluĢmuĢtur.
BULGULAR VE YORUM
Fakülte bünyesinde öğrenim gören öğrencilerin seçmiĢ oldukları
bölümler; bahçe bitkileri bölümü 12 kiĢi (%9,5), bitki koruma bölümü 66
kiĢi (%52,4), tarla bitkileri bölümü 48 kiĢi (%38,1) oldukları belirlenmiĢtir
(Grafik 1).
Öğrencilerin öğrenim gördükleri sınıflar; 37 kiĢi (%29,4) 1.sınıf, 43
kiĢi (%34,1) 2.sınıf, 25 kiĢi (%19,8) 3.sınıf, 18 kiĢi (%14,3) 4.sınıf ve 3 kiĢi
(%2,4) 5. sınıf ve üzeri olarak belirlenmiĢtir (Grafik 2).
Ankete 45 kız(%35,7), 81 erkek(%64,3) öğrenci katılmıĢtır. Bu durum
fakültede okuyan kız öğrenci sayısının hemen hemen 2 katı kadar da erkek
öğrenci olduğunu göstermektedir (Grafik 3). Fakülte bünyesinde öğrenim
gören öğrencilerin %10,3‟ü (13 kiĢi) 15-19 yaĢları arasında, %81,7‟si(103
kiĢi) 20-24 yaĢları arasında, %5,6‟sı (7 kiĢi) 25-29 yaĢları arasında, %2,4‟ü
(3 kiĢi) 30 ve üzeri yaĢlarda olduğu belirlenmiĢtir (Grafik 4).
431
Öğrencilerin kardeĢ sayıları incelendiğinde 5‟ inin (%4) tek çocuk,
50‟sinin (%39,7) iki kardeĢ, 33‟ünün (%26,2) üç kardeĢ, 15‟inin (%11,9)
dört kardeĢ, 23‟ünün ise (%18,3) beĢ kardeĢve üzeri olduğu görülmüĢtür
(Grafik5).Öğrencilerin Tarım ve Doğa Bilimleri Fakültesi‟ne hangi lise
programlarından geldikleri sorusuna 72 kiĢi (%57,2) genel liselerden, 20 kiĢi
(%15,9) Anadolu liselerinden, 22 kiĢi (%17,5) meslek liselerinden, 4 kiĢi
(%3,2) imam hatip liselerinden, 8 kiĢi (%6,3) diğer özel eğitim
kurumlarından geldiklerini ifade etmiĢlerdir (Grafik 6).
432
Öğrenci ailelerinden 24‟ü (%19) büyükĢehirlerde, 26‟sı (%20,6)
Ģehirlerde, 48‟i (%38,1) ilçelerde, 2‟si (%1,6) kasabalarda, 26‟sı (%20,6) ise
köylerde ikamet ettikleri belirlenmiĢtir (Grafik 7). Öğrencilerimizin
annelerinin %57,9‟u (73 kiĢi) ilkokul, %17,5‟u (22kiĢi) ortaokul, %15,9‟u
(20kiĢi) lise, %3,2‟si (4 kiĢi) yüksekokul, %5,6‟sı (7 kiĢi) fakülte ve diğer 4
yıllık eğitim veren kurumlardan mezun oldukları tespit edilmiĢtir (Grafik 8).
433
Öğrencilere annelerinin gelirleri sorulduğunda 105‟inin (%83,3)
annesinin çalıĢmadığı, 6‟sının (%4,8) 100-499 TL, 3‟ünün (%2,4) 500-999
TL, 4‟ünün (%3,2) 1000-1499 TL, 2‟sinin (%1,6) 1500-1999 TL ve 6‟sının
(%4,8) ise 2000 TL ve üzeri olduğu belirtilmiĢtir (Grafik 9).
Öğrencilere babalarının eğitim düzeyleri sorulduğunda 40
kiĢi(%31,8) ilkokul, 33 kiĢi (%26,2) ortaokul, 25 kiĢi (%19,8) lise, 10 kiĢi
(%7,9) yüksekokul, 18 kiĢi (%14,3) de fakülte ve diğer öğrenim
kurumlarından mezun olduklarını belirtmiĢlerdir (Grafik 10).
Grafik 11‟de, öğrenci babalarının gelir düzeyleri %9,5‟unun (12 kiĢi)
100-499 TL, %16,7‟sinin (21kiĢi) 500-999 TL, %22,2‟sinin (28 kiĢi) 10001499 TL, %23,8‟inin (30 kiĢi) 1500-1999 TL ve %27,8‟inin (35kiĢi) ise
2000 TL ve üzeri gelirinin olduğu görülmektedir.
Aile toplam geliri olarak öğrencilerden 10‟unun (%7,9) 100-499 TL,
20‟sinin (%15,9) 500-999 TL, 25‟inin (%19,9) 1000-1499 TL, 29‟unun
(%23,0) 1500-1999 TL ve 42‟sinin (%33,3) 2000 TL ve üzeri geliri olduğu
tespit edilmiĢtir. Bu durum ailelerden %56,3‟ünün (71 aile) gelirinin 1500
TL den fazla olduğu bu durumun öğrenci bakımından olumlu bir etkisi
olduğunun, aynı zamanda geriye kalan dilimin ise gelir düzeyinin öğrenci
tarafına olumsuz etkileri olduğu belirlenmiĢtir (Grafik 12).
434
Ankete katılan 126 öğrenci ailesinden 102‟sinin (%80,9)evlerinin
kendilerine ait olduğu, 19‟unun (%15,1) kirada oturduğu, 5‟inin (%4) ise
lojmanlarda ikamet ettiği belirlenmiĢtir(Grafik 13).
Öğrenciler öğrenim görürken %10,3‟ü (13 kiĢi) ailesinin yanında,
%38,1‟i (48 kiĢi)devlet yurtlarında, %15,1‟i (19 kiĢi) özel yurtlarda,
%34,1‟i (43 kiĢi) arkadaĢlarıyla beraber kirada bir evde, %2,4‟ü (3 kiĢi) ise
diğer aile fertleri yada yakınlarında kaldıklarını belirtmiĢlerdir (Grafik 14).
435
Grafik 15‟de, öğrencilerden 90 kiĢinin(%71,4) burs yada kredi aldığı,
36 kiĢinin(%28,6) ise burs yada kredi almadıkları görülmektedir.
Öğrencilerin aylık kiĢisel harcamalarına baktığımızda, 15‟i (%11,9) 100249 TL, 61‟i (%48,4) 250-499 TL, 34‟ü (%27) 500-749 TL, 16‟sı (%12,7)
ise 750 TL ve üzeri harcama yaptıklarını belirtmiĢlerdir (Grafik 16).
436
Grafik 17‟de öğrencilerin aileleriyle haftalık görüĢme süreleri verilmiĢtir.
Öğrencilerin 46‟sı (%36,5) aileleriyle hiç görüĢmezken, 10‟u (% 8) bir kez,
14‟ü (%11,1) üç kere, 12‟si (% 9,5) beĢ kere, 44‟ü (%34,9) ise 7 ve üzeri
görüĢme yaptığını bildirmiĢtir.
Anketin bir diğer sorusu olan “kendinizi on sene sonra nerede görmek
istiyorsunuz” sorusuna; öğrencilerin %20,6‟sı (26 kiĢi) akademisyen,
%26,2‟si (33 kiĢi) memur, %11,9‟u (15 kiĢi) özel bir firmada, %35,7‟si (45
kiĢi) kendi iĢinde, %5,6‟sı (7 kiĢi) ise diğer iĢlerde çalıĢacaklarını
söylemiĢlerdir (Grafik 18).
437
SONUÇ TARTIġMA VE GÖRÜġLER
AraĢtırma sonuçlarına genel olarak bakıldığında Türk ailelerinin
sosyo-ekonomik düzeyleri ile çocukları için tercih ettikleri akademik gelecek
arasında iliĢki vardır. Çocuğun öğrenci olmasında anne/babanın eğitim
düzeyi, hanehalkı büyüklüğü ve gelir düzeyi etkili değiĢkenler
olmaktadır.Yüksekokul ve fakülte mezunu ebeveyn oranının annelerde
%8,8, babalarda ise %22,2‟yi geçmediği belirlenmiĢtir. Bu verilere göre
öğrencilerin büyük bir çoğunluğu ailelerinde en yüksek eğitim düzeyine
sahip bireyler olmaktadır. AraĢtırma ile elde edilen verilerden, öğrencilerin
ailelerinin eğitim ve ekonomik durumlarının orta seviyede olduğu
belirlenmiĢtir.Bu araĢtırma sonuçları Yozgat Bozok Üniversitesi, Tarım ve
Doğa Bilimleri Fakültesi‟nin çağdaĢ ve modern eğitim çalıĢmaları
yapabilmesi için bir kaynak teĢkil etmektedir. Bunun yanında üniversite
yöneticilerine halen eğitim gören öğrencilerin genel profilleri hakkında bir
veri tabanı da oluĢturmaktadır.
Kaynaklar
Archer, L.,Halsall, A., &Hollingworth, S., 2005. Dropping Outand Drifting
Away: An investigation of Factors Affecting Inner-cityPupils‟
Identities, Aspirations and Post-16 Routes. [Electronic Version]. Final
438
Report to the Esmee Fair burn Foun dation. London: IPSE, London
Metropolitan University.
Ballack, S. And Botes, A., 2003. Profile of Baccalaureate Curriculum
Graduate Students in 1997. Curationis, 26(3), s. 60
Bourdieu, P., 1995. Pratik Nedenler Eylem Kuramı Üzerine. Hülya
Tufan(çev.), Kesit Yayınları, Ġstanbul.
Burgess, S.,Gardiner, K., &Propper, C., 2006. School, Family and County
Effects on Adolescents‟ LaterLife Chances. Journal of Family and
Economic Issues, 27 (2), 155-184.
Connor, H.,Dewson, S., Tyers, C., Eccles, J., Regan, J., &Aston, J., 2001.
Social classand hig here ducation: Issuesaf fecting decision on
praticipation by lower social class groups. Research Report No. 267.
Institutefor Employment Studies.
Dryler, H., 1998. Parental Role Models, Gender and Educational Choice.
The British Journal of Sociology, 49 (3), 375-398.
Erden, M., 2001. Öğrenci DavranıĢlarını Etkileyen Etmenler. Sınıf
Yönetimi, 1.Baskı, Ġstanbul: Alkım Yayınevi.
James, R.,Wyn, J., Baldwin, G., Hepworth, G., McInnis, C., &Stephanou,
A., 1999. Rural and Isolated School Students and Student Location,
Socio economic Backraound, and Educational Advantage and
Disadvantage[Electronic Version]. Commissioned Report.
Özdemir, Ç., 2007. Toplumsal DeğiĢme KarĢısında Aile ve Okul, Türk
Eğitim Bilimleri Dergisi, 5(2), 185–198.
Özsoy, S., 2004. Üniversite Öğrenci Profili: Kavramsan Bir çözümleme ve
Türkiye‟ye ĠliĢkin Bazı Ampirik Bulgular. Kuram ve Uygulamada
Eğitim Bilimleri, 4(2), s.304
Reay, D.,&Ball, S. J., 1998. Making Their Minds Up‟: Family Dynamics of
School Choice. British Educational Research Journal, 24 (4), 431-448.
Sökmen, A., 2011. Öğrenci Memnuniyetine Yönelik Ankara‟daki Bir
Meslek
Yüksekokulu‟nda
AraĢtırma.ĠĢletme
AraĢtırmaları
Dergisi,3(4), 66–79.
439
440
ĠKLĠM DEĞĠġĠKLĠĞĠ VE TARIM
CANSU AYBACI1
DAMLA NUR ÇETĠN2
1
Çukurova Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarım Ekonomisi Bölümü
2
çukurova Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarım Ekonomisi Bölümü
ÖZET
Genel olarak iklim değiĢikliği küresel atmosfer bileĢimini bozan
doğrudan veya dolaylı insan faaliyetleri sonucunda oluĢan değiĢikliktir.Ġklim
değiĢikliğinin oluĢturabileceği olumsuzluklar küresel sıcaklık artıĢı,deniz
sularının yükselmesi ve biyoçeĢitlilikte azalmadır.
Ġnsanların yaĢamlarını sürdürebilmeleri için atmosferdeki karbondioksit
düzeyinin 400ppm üzerine çıkmaması gerekir.(Foster ve Rohling
2003,Gasson ve ark 2014).Buna karĢın sadece 2011‟den günümüze 10ppm
artarak 2015 yılında 400ppm üzerine çıkmıĢtır.
Tarım hem iklim değiĢikliğine katkıda bulunur hem de iklim değiĢikliğinden
etkilenir.
Bu çalıĢmanın amacı literatüre bağlı olarak iklim değiĢikliğini incelemek ve
tarım sektörü açısından tartıĢmaktır.
ANAHTAR KELĠMELER :İklim,iklim değişikliği,tarım,iklim ve tarım
1.GĠRĠġ
Ġklim,
bir
yerde
uzun
bir
süre
boyunca
gözlemlenen sıcaklık, nem, hava
basıncı, rüzgar, yağıĢ,
yağıĢ
Ģekli
gibi meteorolojik olayların ortalamasına verilen addır. Bir yerin iklimi
o yerin enlemine, yükseltisine, yer Ģekillerine, kalıcı kar durumuna ve
denizlere
olan
uzaklığına
bağlıdır.
Ġklimi inceleyen
bilim
dalına klimatoloji adı verilir. Ġklim sistemi, Yerküre'nin yaklaĢık 4.5
milyar yıllık tarihi boyunca milyonlarca yıldan on yıllara kadar tüm
zaman ölçeklerinde doğal olarak değiĢme eğilimi göstermiĢtir. Etkileri
jeomorfolojik ve klimatolojik olarak iyi bilinen en son ve en önemli
doğal iklim değiĢiklikleri, 4. Zaman‟daki (Kuvaterner‟deki) buzul ve
buzularası dönemlerde oluĢmuĢtur. Ancak 19. yüzyılın ortalarından
beri, doğal değiĢebilirliğe ek olarak, ilk kez insan etkinliklerinin de
iklimi etkilediği yeni bir döneme girilmiĢtir. Günümüzde iklim
değiĢikliği, sera gazı birikimlerini arttıran insan etkinlikleri de dikkate
alınarak tanımlanabilmektedir.
441
Ġklimi meydana getiren baĢlıca sebepleri:
1. Sıcaklık 2. Denizler 3. Yükseklik 4. Rüzgarlar 5. Rutubet
2.ĠKLĠM DEĞĠġĠKLĠĞĠ
Küresel iklim değiĢikliği, yerkürenin uzun jeoloji tarihi boyunca
yaĢanan iklimin doğal değiĢkenliğine ek olarak insan etkinliklerinin neden
olduğu bir değiĢikliktir.
Buna paralel olarak, BirleĢmiĢ Milletler Ġklim DeğiĢikliği Çerçeve
SözleĢmesi‟nde (BMĠDÇS) iklim değiĢikliği, “karĢılaĢtırılabilir bir zaman
döneminde gözlenen doğal iklim değiĢikliğine ek olarak, doğrudan ya da
dolaylı olarak küresel atmosferin bileĢimini bozan insan etkinlikleri
sonucunda iklimde oluĢan bir değiĢiklik” biçiminde tanımlanmaktadır.
GüneĢ radyasyonu, iklim sisteminin güç kaynağıdır. Yerküre‟nin
radyasyon dengesini etkileyen, dolayısıyla iklimi değiĢtiren üç temel yol
bulunmaktadır:
1) Gelen güneĢ radyasyonundaki değiĢiklikler (GüneĢin kendisindeki ya da
Yerküre‟nin yörüngesindeki değiĢikliklere bağlı olarak);
2) GüneĢ radyasyonunun yansıtılan kısmındaki değiĢiklikler (bu kısım
albedo olarak adlandırılmaktadır ve bulut örtüsü, aerosoller denilen küçük
parçacıklar ya da arazi örtüsündeki değiĢikliklere bağlı olarak
değiĢebilmektedir);
3) Yerküre‟den uzaya geri gönderilen uzun dalgalı radyasyondaki
değiĢiklikler (sera gazı salımlarının atmosferdeki birikimlerine bağlı olarak).
Bunların yanı sıra, rüzgarlar ve okyanus akıntılarının, Yerküre yüzeyi
üzerindeki ısı dağılımında oynadıkları rol nedeniyle, iklim üzerinde önemli
etkileri bulunmaktadır.
DeğiĢiklikleri, ormansızlaĢtırma ve sanayi süreçleri gibi insan
etkinlikleriyle atmosfere salınan sera gazı birikimlerindeki hızlı artıĢın doğal
sera etkisini (Yeryüzünde ve atmosferde tutulan ısı enerjisi, atmosfer ve
okyanus dolaĢımıyla Yeryüzünde dağılır ve uzun dalgalı yer radyasyonu
olarak atmosfere geri verilir. Bunun bir bölümü, bulutlarca ve atmosferdeki
sera etkisini düzenleyen sera gazlarınca - su buharı (H2O), karbondioksit
(CO2), metan (CH4), diazotmonoksit (N2O), ozon (O3), vb. - soğurularak
atmosferden tekrar geri salınır. Bu sayede Yerküre yüzeyi ve alt atmosfer
ısınır. Yerküre‟nin beklenenden daha fazla ısınmasını sağlayan ve ısı
dengesini düzenleyen bu sürece doğal sera etkisi denmektedir).
kuvvetlendirmesi sonucunda Yerküre‟nin ortalama yüzey sıcaklıklarındaki
artıĢı ve iklimde oluĢan değiĢiklikleri ifade etmektedir. Sera gazı
442
emisyonlarındaki bu artıĢ, özellikle 1750‟li yıllardan itibaren, yani sanayi
devriminden bu yana net olarak gözlemlenmektedir. En önemli sera gazı
olan CO2 'nin atmosferdeki birikimi sanayi öncesi dönemde yaklaĢık 280
ppm'den (milyonda bir parçacık) 2005 yılında 379 ppm'e yükselmiĢtir.
Sanayi öncesi dönemde yaklaĢık 715 ppb olan CH4 birikimi, 2005 yılında
ise 1774 ppb'e çıkmıĢtır. Küresel atmosferik diazot monoksit birikimi %18
oranında artıĢ göstermiĢ ve sanayi öncesi yaklaĢık 270 ppb'den 2005 yılında
319 ppb'ye çıkmıĢtır.
Ġklimdeki değiĢiklerin neden olduğu birçok olumsuz sonuçları vardır.
Bunları

Buzulların erimesi

Yağmur miktarındaki sağanak Ģekilnde yağıĢlarda artıĢ

Denizlerin su düzeyinde yükselme

Fırtına ve sel hasarlarının artması

Tundraların erimesi

BuharlaĢma miktarında artıĢ

Kuraklık ve çölleĢme
olarak sıralamak mümkündür.
3.TARIM VE ĠKLĠM DEĞĠġĠKLĠĞĠ
Tarım veya ziraat, bitkisel ve hayvansal ürünlerin
üretilmesi,
bunların kalite ve verimlerinin yükseltilmesi, bu ürünlerin uygun koĢullarda
muhafazası, iĢlenip değerlendirilmesi ve pazarlanmasını ele alan bilim
dalıdır
Tarım hem iklim değiĢikliğine katkıda bulunur, hem de iklim
değiĢikliğinden etkilenir
Tarım, küresel ısınmayı teĢvik edici etkilerinin yanı sıra küresel
ısınmanın da tarım üzerinde olumsuz yönde etkileri mevcuttur. 2030 yılı
itibariyle 8 milyara ulaĢması beklenen dünya nüfusunu besleyebilmek için
bugünkü gıda üretiminin %60 oranında artırılması gerekmektedir. Bu nüfus
oranının büyük çoğunluğunun Ģehirlerde yaĢamakta olduğu ve kırsal
alanlardan Ģehirlere göçün her geçen gün arttığı düĢünüldüğünde artan
tüketim hızına karĢılık gelecek bir üretim potansiyelinin olmayacağı
ortadadır. Siqueira ve ark. (2001) 2050 yılı itibariyle Brezilya‟da hava
sıcaklığında 3-5 o C lik bir azalıĢın ve yağıĢlardaki %11‟lik bir artıĢın
olacağını ve bu değiĢimin buğday (%30) ve mısır (%16) üretimini
443
azaltacağını ve soya üretimini (%21) artıracağını belirtmiĢlerdir. Bu
değiĢimin ayrıca erozyonu artıracağını, tarımsal iĢlemlerde (toprak iĢleme,
sulama, ilaçlama vs.) güçlükler hastalıkların artması ve kontrollerinin
zorluğu gibi etkilere yol açarak tarım ürünlerinin verimini ve kalitesini
olumsuz yönde etkileyeceğini belirtirken, önemli oranlarda yiyecek
sıkıntısının ve açlığın baĢ göstereceğini belirtmiĢlerdir. Bir taraftan da diğer
koĢullar optimum olduğu durumlarda atmosferde artan CO2 konsantrasyonu
bitkilerin su kullanım etkinliklerini ve fotosentetik aktivitelerini teĢvik
edeceğinden dolayı ürün verimlerini %10-50 oranında artırması
beklenmektedir. Ancak artan sıcaklık genel olarak tarım ürünleri üzerine
olumsuz yönde etki edecek ve bitkilerde görülen hastalıklarda sıcaklıkla
birlikte bir artıĢ meydana gelecektir. Bu yüzden kurak bölgelerdeki çiftçiler
hem daha çok sulama yapacak hem de daha fazla tarım ilacı kullanacaktır.
Örneğin artan sıcaklık çeltik bitkisi için artan terleme oranı, vegetatif geliĢim
eksikliği ve dane dolum dönemine olumsuz etkilerde bulanacak ve çeltik
geliĢimini olumsuz yönde etkileyerek verim kayıplarına neden olacaktır
(Pathak ve Wassmann, 2007). Ayrıca, artan sıcaklık ile beraber dünya
üzerinde su sıkıntısının da yaĢanması kaçınılmazdır. Goyal (2004),
Hindistan‟da sıcaklığın 1 o C artması durumunda bile evapotranspirasyonun
15 mm artacağını, bunun ise tüm Hindistan için 313.12 mcm (million cubic
metres) büyük bir su ihtiyacı doğuracağını belirtmiĢlerdir. Artan su ihtiyacı
özellikle kurak ve yarı kurak bölgelerde karĢılanamadığı takdirde önemli
verim azalıĢlarına neden olacağı için su kayıplarının önlenmesi, su
rezervlerinin korunması ve yeni az su tüketen bitki çeĢitlerinin geliĢtirilmesi
üretkenliğin ve sürdürülebilirliğin sağlanması açısından son derce önemlidir.
Su anda 1.1 milyar insan temiz içme suyu bulamamakta ve 800 milyon insan
beslenme güçlüğü çekmekte ve dünyanın nüfusunun yiyecek ihtiyacının
gelecek birkaç on yıl sonra ikiye katlanacağı düĢünülmektedir. Ġklim
değiĢiminin sonucu olarak orta ve yüksek enlemlerde üretkenlik artarken,
tropikal ve subtropikal bölgelerde verim oldukça azalacaktır. Bunun sonucu
olarak da kırsal nüfusun büyük çoğunluğu olumsuz yönde etkilenecektir.
BulaĢıcı hastalıklar için kötü beslenme önemli bir faktör haline gelecektir.
Ġkilim değiĢimi, Hindistan, Asya ve Afrika gibi düĢük enlemlerde de görülen
yiyecek sıkıntısını Ģiddetlendirecek ve açlık ve kıtlık ciddi bir biçimde ortaya
çıkacaktır. 2025 yılı itibari ile kırsal alanlardan devam eden göç nedeniyle
dünya nüfusunun % 61‟inin Ģehirlerde yaĢaması beklenmektedir. Çevresel
bozulmalar, nüfus artıĢı ve yiyecek sıkıntısı insanlar ve hayvanlar için
göçlere neden olacak, bu sağlıksız göçler sonucunda hastalıklar ve ölümler
artacaktır (Khasnis ve Nettleman, 2005)
Tarımsal girdiler, iklim değiĢimi tarafından en çok etkilenen
unsurdur. DeğiĢen iklim, tarımsal uygulamaları değiĢtirebilmektedir2012
yılında AB'nin toplam sera gazı emisyonlarında tarımın payı %10 olmuĢtur.
444
Çiftlik hayvanı sayısındaki kayda değer bir düĢüĢ, gübrelerin daha etkin bir
Ģekilde uygulanması ve daha iyi bir gübre yönetimi, 1990 ve 2012 arasında
AB'deki tarım kaynaklı emisyonları %24 oranında düĢürmüĢtür.
Ancak, dünyanın geri kalanında tarım ters yönde ilerlemektedir.
2001 ve 2011 arasında, mahsul üretimi ve hayvancılıktan kaynaklanan
küresel emisyonlar %14 oranında artmıĢtır. Bu artıĢ, ağırlıkla geliĢmekte
olan ülkelerde toplam tarımsal üretimdeki artıĢa bağlı olarak meydana
gelmiĢtir. Bu durum, küresel gıda talebindeki artıĢ ve bazı geliĢmekte olan
ülkelerdeki gelir artıĢına bağlı olarak gıda tüketim modellerindeki
değiĢimlerle tetiklenmiĢtir. Bağırsak fermantasyonundan kaynaklanan
emisyonlar bu dönemde %11 oranında artmıĢ ve 2011'de sektörün toplam
sera gazı üretiminin %39'unu oluĢturmuĢtur.
Bu tür verimlilik kazanımlarına ek olarak, tüketimdeki değiĢiklikler
gıdayla bağlantılı sera gazı emisyonlarının daha fazla düĢürülmesine
yardımcı olabilir. Genel olarak, et ve süt ürünleri, herhangi bir gıdanın
kilogramı baĢına en yüksek oranlarda küresel karbon ayak izi, ham madde ve
su içerir. Sera gazı emisyonları açısından, hayvancılık ve hayvan yemi
üretiminin her biri 3 milyar tondan fazla CO2 eĢdeğeri üretir. Çiftlik sonrası
ulaĢtırma ve iĢleme, gıdayla bağlantılı emisyonların yalnızca küçük bir
kısmını oluĢturur. Atık gıdaların ve emisyon bakımından yoğun gıda
ürünlerinin tüketiminin azaltılmasıyla, tarımdan kaynaklanan sera gazı
emisyonlarının azaltılmasına katkıda bulunabilir.
Mahsullerin büyümek için toprağa, suya, güneĢ ıĢığına ve sıcaklığa
ihtiyacı vardır. Sıcaklıkların yükselmesi Avrupa'nın geniĢ kesimlerinde
büyüme mevsiminin uzunluğunu etkilemiĢtir. Tahıl ürünlerinin çiçeklenme
ve hasat tarihleri artık mevsim içinde birkaç gün öncedir. Bu değiĢikliklerin
çoğunun bölgede devam etmesi beklenmektedir.
Genel olarak, kuzey Avrupa tarımsal üretimi, büyüme mevsiminin
ve donmanın yaĢanmadığı dönemin uzaması nedeniyle artabilir. Yüksek
sıcaklıklar ve daha uzun büyüme mevsimleri, aynı zamanda yeni ürünlerin
ekilmesine olanak verebilir. Güney Avrupa'da, aĢırı ısı olayları ile yağıĢ ve
su
mevcudiyetindeki azalmaların
mahsul üretimini engellemesi
beklenmektedir. Ayrıca mahsul veriminin, Ģiddetli hava olayları ile haĢere ve
hastalık gibi diğer faktörler nedeniyle yıldan yıla giderek değiĢime
uğranması beklenmektedir.
Akdeniz bölgesinin bazı bölgelerinde, yaz aylarındaki aĢırı ısı ve su
gerilimi nedeniyle, bazı yaz mahsulleri kıĢın yetiĢtirilebilir. Batı Fransa ve
güneydoğu Avrupa gibi diğer bölgelerde, mahsul üretimini kıĢa kaydırma
olasılığı olmaksızın geçen sıcak ve kuru yaz ayları nedeniyle verim düĢüĢü
beklenmektedir.
445
Dünyada toplam iĢlenebilir tarım arazisi 3,2 milyar hektardır. Son
yıllarda kiĢi baĢına düĢen tarım arazisinde azalmalar gözlenmektedir.
GeliĢmiĢ ülkelerde bu azalıĢ % 14,3 iken, geliĢmekte olan ülkelerde %
40‟tır. KiĢi baĢına düĢen tarım arazisi 0,23 hektar olup, 2050‟de bu oran
küresel ısınmaya bağlı olarak 0,15 hektara düĢecektir. Aynı Ģekilde Afrika
ve Orta Asya gibi kurak bölgelerde tarım üretiminin % 50 azalacağı
belirtilmektedir.
4.SONUÇ
Son yılarda küresel ısınma gerçeğinin farkına varan dünya ülkeleri,
iklim politikalarını, sürdürülebilir kalkınma stratejilerine, enerji, ulaĢım ve
tarım gibi iktisadi sektörlere dahil etmeye baĢlamıĢlardır. Bu da bize enerji
kullanımında daha etkin kullanımın mümkün olabileceğini, böylece daha az
enerji kullanımı ve daha az salımla aynı düzeyde kalkınmanın
gerçekleĢebileceğini göstermektedir. Küresel ısınmaya yönelik çalıĢmalar
yapan birçok kuruluĢ temel olarak küresel ısınmanın önüne geçebilmek için,
enerji, sanayi, ulaĢım ve tarım sektörlerinde, baĢta fosil yakıt kullanımının
azaltılması yoluyla, gerekli politika değiĢikliklerine gidilerek sera gazı
üretiminin sınırlandırılmasının gerekli olduğunu bildirmektedirler. Türkiye,
yüksek miktarda yeni ve yenilenebilir enerji kaynaklarına (güneĢ enerjisi,
jeotermal enerji, rüzgar enerjisi ve biomas gibi) sahiptir. Tarım sektöründe
de bu kaynaklardan etkin olarak 48 yararlanılabilir. Bunu sağlayabilmek
içinde mutlaka enerji sektöründe yenilenebilir enerji kaynakları üzerinde
çalıĢmalar yapılmalı ve etkinliği artırılmalıdır. Yenilenebilir enerji
kaynaklarının kullanılmasının artırılması hava, toprak, su gibi doğal
dengenin korunması ve sürdürülebilirliğin sağlanması açısından yarar
sağlayacağı gibi konvansiyonel enerji uygulamalarının yavaĢlatılmasını da
beraberinde getireceğinden çevre üzerine önemli olumlu etkiler sağlayarak
enerjinin de etkin kullanımını mümkün kılacaktır. Buna ilave olarak,
ormanların korunması, bilinçli tarımsal uygulamalar (gübreleme, ilaçlama
vs.) ve sera gazları salınımının azaltılması için ciddi yaptırımları olan
vergiler konulması küresel ısınmanın azaltılmasına yardımcı olabilir.
Nüfusun belli bölgelere yığılması engellenmelidir. Su kaynakları
açısından, su kırılganlığının nispeten az olduğu bölgelere göç teĢvik
edilmelidir. Ülke çapında daha az bölgeselliği olan bir nüfus dağılımı su
potansiyelini azaltma ihtimali yüksek olan iklim değiĢikliği kaynaklı
kırılganlığı azaltacaktır. Su kaynakları tasarruflu kullanılmalı, tarıma
aktarılan su miktarı tasarruf sağlayan sulama teknikleri uygulanarak
azaltılmalıdır. Tasarruflu tekniklerin kullanıldığı sulanan arazilerin alanı
artırılmalıdır. Gıda güvenliği açısından, önemli tarım ürünlerinin üretim
alanlarının bölgeselliği azaltılmalı, daha fazla dağılıma sahip bir yapı
hedeflenmelidir. Ürün desenleri iklim değiĢikliği dikkate alınarak
planlanmalıdır. Sıcaklığa ve kuraklığa dayanıklı ağaçların bulunduğu orman
446
alanları artırılmalıdır. Enerjide arz güvenliğinin korunması Ģartıyla
yenilenebilir enerji kaynaklarına ağırlık verilmelidir. KüreselleĢen dünyada
gerçek anlamda “bağımsız” ülkelerden bahsetmek zordur. Yerel ve bölgesel
iklimsel afetler küresel etkiler meydana getirebilmektedir. Örneğin, büyük
tarım ülkelerindeki geniĢ tarım arazilerinin kuraklıktan etkilenmesi gıda
fiyatlarını artırabilmektedir. Böyle durumlara hazırlıksız yakalanmamak
toplumların huzuru açısından son derece önemlidir. Ġklim ve iklim
değiĢikliği araĢtırmaları sadece yerel ölçekte değil küresel ölçekte de
yapılmalı, ve bu araĢtırmalar, toplumsal yansımaları olabilecek risklerin
önceden belirlenmesinde etkin bir Ģekilde kullanılmalıdır. Örneğin,
dünyadaki tarım üretim alanları kuraklık açısından takip edilerek gıda
fiyatlarındaki olası değiĢimler önceden belirlenerek gıda güvenliği açısından
tedbirler alınabilir. Türkiye sadece içeriye yönelik projeksiyonlar değil
bölgesel hatta küresel ölçekli mevsimsel ve daha uzun süreli projeksiyonlar
oluĢturmayı öğrenmelidir. Türkiye kuraklık gibi büyük alanları etkisi altına
alabilen afetlere karĢı tedbir amaçlı olarak baĢka ülkelerde tarım alanları
iĢletme yoluna da baĢvurabilir
KAYNAKÇA
(Foster and G.L.Rohling E.J.2013) Relationship between sea level and
climate forcing by CO2 on geological
timescales,PROC.NALT.ACAD.SCĠ.,110(4),1209-1214
(Goyal, R.K., 2004). Sensitivity of Evapotranspiration to Global Warming:
A Case Study of Arid Zone of Rajasthan (India). Agricultural Water
Management 69: 1–11
(Khasnis, A.A., and Nettleman, M.D., 2005). Global Warming and
Infectious Disease. Archives of Medical Research 36, 689–696
(Pathak, H.,and Wassmann, R., 2007). Introducing Greenhouse Gas
Mitigation as A Development Objective in Rice-Based Agriculture: I.
Generation of Technical Coefficients. Agricultural Systems 94:807–825
(KürĢat k.,2007,) Küresel Isınma Ve Tarımsal Uygulamalara Etkisi Aralık
2007 arastırma.tarim.gov.tr
Tarım ve Ġklim DeğiĢikliği www.eea.europa.eu/tr (03.11.2015)
(BÜġRA D.2012)Ġklim DeğiĢikliğinin Tarıma Etkisi https://yesilgazete.org
(31.12.2012)
www.mgm.gov.tr iklim değiĢikliği
447
448
EPĠGENETĠK
Muhammed DĠNÇ,BüĢra ĠLBEĞĠ
Çukurova Üniversitesi Zootekni Bölümü
Çukurova Üniversitesi Tarım Ekonomisi Bölümü
ÖZET
Biyolojide DNA dizisinde ki değiĢiklerden kaynaklanmayan, ama
aynı zamanda ırsi (kalıtımsal) olan gen ifadesi değiĢikliklerini inceleyen
bilim dalıdır. Diğer bir deyiĢle kalıtımsal olup, genetik olmayan fenotip
varyasyonlarını incelemektedir. DNA dizilimleri aynı, fakat zaman içinde
genlerin çalıĢması değiĢir.
Yanıtlamaya çalıĢtığı sorular:
1. Çok hücreli bir organizmada; örneğin bir karaciğer hücresi ile bir
kas hücresi, tamamen aynı genotipi paylaĢırlarken, nasıl olur da,
apayrı – yine de stabil – gen ifade profillerine ve de farklı ve
bağımsız hücre fonksiyonlarına sahip olabilmektedirler?
2. Fibroblastlar veya lenfositler gibi farklılaĢmamıĢ hücreler, nasıl
hücre bölünmesi yoluyla fenotiplerini stabil bir Ģekilde
korumaktadırlar?
3. Nasıl, bir farklılaĢmamıĢ kök hücre, bazen bölündüğünde iki yeni
kök hücre verirken, bazen de bir kök hücre ve de bir farklılaĢmıĢ
hücre verebilmektedir?
4. Memelilerin, bizim de dahil olduğumuz Eutheria altsınıfına ait diĢi
bireylerinin her hücresinde; ayni nükleoplazma içinde bulunan ve
de neredeyse özdeĢ DNA dizinlerine sahip iki X kromozomundan
biri inaktive edilmektedir. Ġki X kromozomundan hangisinin
inaktive edileceği nasıl belirlenmektedir ve de inaktivasyon hangi
yolla/yollarla gerçekleĢmektedir?
5. Tamamen aynı genotipe sahip tek yumurta ikizlerinin, nasıl olur da
hastalıklara genetik yatkınlıkları farklı olur?
6. Çevremiz ve de yaĢam tarzımız bizi (gen ifademizi dolayısıyla bizi)
ne kadar, nasıl etkiler?
7. Bu etkiler bizden sonraki kuĢaklara da aktarılır mı?
Çevre, besleme, beslenme, uyku, stres, yetiĢtirilme koĢulları, çocuğu
besleme, sigara ve alkol tarzı maddele, sperm/yumurta kalitesini etkilediği
gibi, doğacak çocuğun üzerinde de etkilidir. Bebeğin doğmadan önce ki
çevreside etkilidir. Bunun yanı sıra doğacak çocukta olan ve yaĢamı
449
boyunca, yaĢayacağı etkiler bir sonra ki generasyona da aktarılır.
Ebeveynlerin yaĢamıĢ olduklarını çocuğun ve torunlarının üzerinde de
etkisinin gösterdiğini, fareler üzerinde yapılan deneylerde bu etkinin dört
generasyon sonrasında dahi etkisinin gösterdiği saptanmıĢtır.
ANAHTAR KELĠMELER: Epigenik, Çevre, genetik,genotip
GĠRĠġ
Epigenetik ; biyolojide, DNA dizisindeki değiĢikliklerden kaynaklanmayan,
ama aynı zamanda ırsi olan, gen ifadesi değiĢikliklerini inceleyen bilim
dalıdır.
Diğer
bir
deyiĢle,
ırsi
(kalıtımsal)
olup
genetik
olmayan fenotipik varyasyonları incelemektedir. Bu değiĢiklikler hücreyi ya
da organizmayı doğrudan etkilemektedir ancak, DNA dizisinde hiçbir
değiĢiklik gerçekleĢmemektedir.
Yanıtlamaya ÇalıĢtığı Sorular:
1- Çok hücreli bir organizmada; örneğin bir karaciğer hücresi ile bir kas
hücresi, tamamen aynı genotipi paylaĢırlarken, nasıl olur da, apayrı – yine de
stabil – gen ifade profillerine ve de farklı ve bağımsız hücre fonksiyonlarına
sahip olabilmektedirler?
2- Fibroblastlar veya lenfositler gibi farklılaĢmamıĢ hücreler, nasıl hücre
bölünmesi yoluyla fenotiplerini stabil bir Ģekilde korumaktadırlar?
3- Nasıl, bir farklılaĢmamıĢ kök hücre, bazen bölündüğünde iki yeni kök
hücre verirken, bazen de bir kök hücre ve de bir farklılaĢmıĢ hücre
verebilmektedir?
4- Memelilerin, bizim de dahil olduğumuz Eutheria alt sınıfına ait diĢi
bireylerinin her hücresinde; ayni nukleoplazma içinde bulunan ve de
neredeyse özdeĢ DNA dizinlerine sahip iki X kromozomundan biri inaktive
edilmektedir. Ġki X kromozomundan hangisinin inaktive edileceği nasıl
belirlenmektedir ve de inaktivasyon hangi yolla/yollarla gerçekleĢmektedir?
5- Tamamen aynı genotipe sahip tek yumurta ikizlerinin, nasıl olur da
hastalıklara genetik yatkınlıkları farklı olur?
6- Çevremiz ve de yaĢam tarzımız bizi (gen ifademizi dolayısıyla bizi) ne
kadar, nasıl etkiler?
7- Bu etkiler bizden sonraki kuĢaklara da aktarılır mı?
DiĢilerde X kromozomu inaktivasyonu:
Epigenetik konusundaki bilgimiz henüz çok az olduğu için istem dıĢı
sonuçlar konusunda çok dikkatli olmamız gerekir. Besinleri metil yönünden
zengin olanları seçmek bazen iyi sonuçlar doğurmayabilir. Çünkü hangi geni
nasıl etkileyeceğini bilmiyoruz. Epigenetikte yolun daha baĢındayız.
Kadınlarda eĢey kromozomları XX, erkeklerde XY‟ dir.Memelilerde
X ve Y kromozomları genetik içerik olarak birbirinden farklıdır. X
450
kromozomu geniĢ ve binden daha fazla gen içerirken Y kromozomu daha
kısadır ve yüzden daha az gen içerir. X Kromozomu inaktivasyonu, diĢi
memeli hücrelerinde iki adet bulunan X kromozomlarından birinin inaktive
edilmesi iĢlemidir. . DNA metilasyonu ile X kromozomlarından biri
heterokromatin hale gelerek kromozomun üzerinde bulunan genlerin ifade
edilmesi önlenir. Böylece, sadece bir X kromozomuna sahip erkeklerle, iki X
kromozomuna sahip diĢiler arasındaki X kromozomu dengesi sağlanmıĢ
olur. Ġnsan ve fare gibi geliĢmiĢ memelilerde, inaktive edilecek kromozomun
seçimi rastgele yapılır (Hangi X kromozomunun inaktif olacağı yine
epigenetik mekanizmalara bağlı olabilir) ve inaktive edilmiĢ X kromozomu,
içinde bulunduğu hücrenin yaĢamı boyunca inaktif olarak kalır. HerĢeye
rağmen inaktif X kromozomunun kodladığı genlerin yaklaĢık % 30‟ unun
ifade edildiği düĢünülmektedir. X kromozomundaki bu yapısal değiĢiklik
susturulması gereken genlerin ifade edilmesi sonucunu doğurabilir. Bu da
ilgili genin fazla ifade edilmesi ile sonuçlanarak hastalık sebebi olabilir. Bazı
hastalıkların inaktif X kromozomundan kaynaklanma ihtimali vardır.
Epigenetik mekanizmalar ikiye ayrılır:
• Doğrudan gen ifadesini kontrol eden veya etkileyen mekanizmalar
•
Dolaylı yoldan gen ifadesini kontrol eden veya etkileyen
mekanizmalar
Dolaylı yoldan etkiyen mekanizmalar
• Dolaylı yoldan gen ifadesine etkiyen mekanizmalar posttranskripsyonel (transkripsiyon sonrası, yani ana DNA
molekülünden RNA molekülü elde edildikten sonra) mekanizmaları
özellikle de nonkoding RNA‟nın (RNAi vb.) kodlayıcı RNA
(mRNA) üzerine etkiyerek protein sentezini engellemesini içerir.
Doğrudan etkiyen mekanizmalar:
Bu mekanizmalar da ikiye ayrılır:
• DNA düzeyindeki modifikasyonlar
•
Kromatin düzeyindeki modifikasyonlar
Bu modifikasyonlar hem kovalent hem de nonkovalent olabilirler.
Genlerin sessizleĢmesine neden olurlar. Bu da geni inaktive edici bir
mutasyon veya delesyon gibi genetik bir mekanizmayla eĢdeğerdir
DNA üzerinde birbirini takip eden Sitozin- Guanin baz
dizilerinden Sitozine, metil grubunun (CH3) DNA metil transferaz enzimi
yardımıyla bağlanması ile gerçekleĢir. DNA metilasyonu ilgili genin
ifadesini baskılar. Metil grupları beslenme ile alınarak DNA‟ ya aktarılır.
DüĢük ya da fazla metil alındığında DNA metilasyonunda dengesizlikler
451
olabilir. Metil yönünden zengin besinler çevrede yaygındır ve soğan,
sarımsak, pancar ve hamile kadınlara verilen besin destekleri dahil bir çok
gıdada bulunur. Bazı genlerin etkisiz olması daha iyiyken, 7 gün 24 saat
görev baĢında olması gerekenler de vardır. Ne kadar az metilasyon oluĢursa,
gen o kadar aktif olur. Her zaman tetikte olmasını istediğimiz gen dizisi,
tümörleri bastıran ve DNA‟ yı onaran dizidir. Bu genler etkisiz hale gelirse,
kanser hücrelerinin önünde bir engel kalmaz. Sigara içen insanlarda akciğer
ve prostat kanseri ile savaĢması gereken genler hipermetilasyona (fazla
metilasyon) uğramıĢtır.
Histon proteinlerinin kuyruklarında yer alan aminoasitlere; asetil,
metil, fosfat, ubikitin veya sumo gruplarının kovalent bağlanmasıyla oluĢan
değiĢiklikler nükleozom yapısının sıkılığını değiĢtirerek gen ifadesinin
düzenlenmesinde rol oynar. Histon modifikasyonları gen ifadesinde hem
baskılayıcı hem de etkinleĢtirici rol oynar.
Epigenetik Bozuklukların Klinik Sonuçları:
Epigenetik modifikasyonlar, uzun dönem gen ifadesinin
susturulmasında kullanılan bir mekanizmadır ve dokuya ya da geliĢim
evresine özgül farklı gen ifadesi paternlerinin sağlanmasında önemli bir rol
oynamaktadır. Epigenetik patern geliĢim sürecinde oluĢturulur ve normalde
bireyin tüm yaĢamı boyunca korunur. Döllenmenin hemen ardından, paternel
genomda hızlı bir demetilasyon ve histon modifikasyonları görülür.
Maternal genomda ise kademeli bir demetilasyon görülür ve sonuçta
yeni bir embriyonik metillenme paterni oluĢturulur. Sonuç olarak, ebriyodaki
her hücre kendine özgü bir epigenetik paterne kavuĢur ve bu sayede de
hücreye özgü gen ifadesi sağlanmıĢ olur. Çok dikkatli bir Ģekilde
düzenlenmiĢ olan bu epigenetik paternlerde meydana gelebilecek
dalgalanmalar konjenital bozukluklara, multisistem pediyatrik sendromlara
ya da sonradan ortaya çıkabilecek kanser ve nörodejenerasyonlara yatkınlık
sağlayabilir.
Epigenetik Bozuklukların sonuçlarına örnekler:
Kanser : Zeitgeist 2011 versiyonunda verilen bir araĢtırmaya göre
meme kanseri olan 100 kadından sadece 7 tanesi kanser geni taĢıyormuĢ.
Yani diğerleri, kanser geni taĢımadıkları halde, hasta olmuĢlar. Kanser,
genetik ve epigenetik hataların birikimiyle ortaya çıkan ve normal hücrenin
hızla yayılan tümör hücresine dönüĢmesiyle sonuçlanan çok basamaklı bir
olaydır. DNA metilasyonundaki değiĢiklikler kanserle iliĢkili genlerin
ifadesinde değiĢikliklere neden olur. DNA metilasyonun normalden az
olması kanser hücrelerini aktive eder ve kromozom yapısının kararlılığını
yitirmesine neden olurken, DNA‟ nın normalden fazla metillenmesi ise
tümörlerin çoğalmasını engelleyen genlerin çalıĢmasını baskılar.
Epigenomdaki değiĢikliklerin tersine çevrilebilir olması kanser tedavisinde
yeni bir umut ıĢığı yakmaktadır. Epigenetik değiĢimlerde görev alan
452
enzimleri görev dıĢı bırakarak ya da artmalarını sağlayarak genlerin
çalıĢmasını düzenlemek için gerekli ilaçların geliĢtirilme çalıĢmaları
baĢlamıĢtır.Epigenetik yalnız kanser terapisinde değil, tanısında da yeni
yaklaĢımların oluĢmasını sağlamıĢtır.
Nöropsikiyatrik bozukluklar: Birçok psikiyatrik hastalığın ortaya
çıkmasında kalıtımsal yatkınlık ve çevresel etmenler birlikte rol
oynamaktadır. Hastalık geliĢiminde kalıtımsal ve çevresel etmenlerin birlikte
oynadığı rol Caspi ve arkadaĢlarının (2003) yaptıkları bir çalıĢmada ortaya
konmuĢ, çocukluk döneminde maruz kalınan istismar veya eriĢkin
yaĢamdaki stresli yaĢam olaylarının bazı kiĢilerde depresyona neden olduğu
gösterilmiĢtir. Gen ifadesini değiĢtirerek, içsel ve çevresel sinyallerin
genomda bütünleĢtirilmesini sağlayan epigenetik düzenlemeler, psikiyatrik
hastalıkların geliĢiminde etkin rol oynayabilir ve yeni tedavi seçenekleri için
hedef belirlemede yol gösterebilir.
Stresli anne baba= mutsuz çocuk: Anne babaları aĢırı stresli olan
çocuklar depresyona daha meyillidir ve daha zayıf bir özdenetime sahiptir.
Anne babaları daha rahat olan çocuklar daha mutlu ve sağlıklıdır.
Epigenetik mekanizmaların sinir hücrelerinin geliĢimi, öğrenme,
bellekte rol oynadığına dair çok sayıda veri bulunmaktadır. Bununla birlikte
sinir sistemiyle ilgili olan stres, depresyon, Ģizofreni, epilepsi, MS,
Alzaymır, Parkinson, madde bağımlılığı, biliĢsel iĢlev bozuklukları (beyinle
ilgili bozukluklar) gibi ruhsal bozukluklarda epigenetik mekanizmalar rol
oynamaktadır. Üstün zekanın oluĢumu da epigenetik mekanizmalara bağlıdır
ve belirtileri erken yaĢta ortaya çıkabileceği gibi geç de görülebilir. Bunlar
için epigenetik mekanizmaları hedef alan tedavi stratejileri belirlenmiĢ ve
denenmeye baĢlanmıĢtır. Ama ek çalıĢmalara ihtiyaç vardır.
Annenin gebeliği sırasında açlıkla karĢılaĢtığı durumda doğan
çocuklarda
yetiĢkinliklerinde
çoğunlukla obezolmaya
ve insülin
direnci geliĢtirmeye eğilimli olmakta; bu özellik daha sonraki nesillere
aktarılabilmektedir. Buna tutumlu genler hipotezi denir. Yani, kötü beslenen
fetüsler (bebeğin anne karnındaki hali) enerji biriktirme eğilimindedir. Bu
özellikleri doğduktan sonra da devam ederek az beslenseler bile daha kolay
kilo alırlar.
YaĢlanmada epigenetik değiĢiklikler: DNA metilasyonundaki
azalma ya da artmaların yaĢlanma süreciyle iliĢkili olduğu görülmektedir.
Bu, yaĢlanmaya bağlı epigenetik değiĢikliklerin yaĢlı bireylerde
görülen kanser, sinir harabiyeti hastalıkları ve bağıĢıklık sistemindeki
bozukluklarda rol oynadığı düĢünülmektedir. YaĢlı bireylerde görülen aĢırı
ya da az metilasyonun gen ifadelerinde aksamalara neden olduğu ve bu
nedenle yaĢa bağlı hastalıkların oluĢumuna zemin hazırladığı
düĢünülmektedir.
453
Obezite: Obesite enerji dengesinin bozulmasıyla ortaya çıkan bir
durumdur. Enerji alımı, sürekli olarak enerji harcamasını aĢıp lipit (yağ)
depolanması baĢlayınca yağ hücreleri artar ve geniĢler. Epigenetik
mekanizmalar da obesite geliĢme riski üzerinde etkili olabilmektedir.
Örneğin, Ġrlanda (1845-1849), Finlandiya (1866-1868) ve Pima yerlilerinin
(1870-1930) yaĢadığı büyük açlıklar sırasında pek çok ölen olmuĢ, ancak
bazı ailelerin genomları enerji depolamayı öğrenmiĢtir. Gözlemler açlıktan
kurtulduktan sonra bu yapının daha sonraki nesillerde besinin çok olduğu
zamanda obeziteye neden olduğunu göstermektedir.
Annenin gebeliği sırasında açlıkla karĢılaĢtığı durumda doğan
çocuklarda
yetiĢkinliklerinde
çoğunlukla obezolmaya
ve insülin
direnci geliĢtirmeye eğilimli olmakta; bu özellik daha sonraki nesillere
aktarılabilmektedir. Buna tutumlu genler hipotezi denir. Yani, kötü beslenen
fetüsler (bebeğin anne karnındaki hali) enerji biriktirme eğilimindedir. Bu
özellikleri doğduktan sonra da devam ederek az beslenseler bile daha kolay
kilo alırlar.
YaĢlanmada epigenetik değiĢiklikler: DNA metilasyonundaki
azalma ya da artmaların yaĢlanma süreciyle iliĢkili olduğu görülmektedir.
Bu, yaĢlanmaya bağlı epigenetik değiĢikliklerin yaĢlı bireylerde
görülen kanser, sinir harabiyeti hastalıkları ve bağıĢıklık sistemindeki
bozukluklarda rol oynadığı düĢünülmektedir. YaĢlı bireylerde görülen aĢırı
ya da az metilasyonun gen ifadelerinde aksamalara neden olduğu ve bu
nedenle yaĢa bağlı hastalıkların oluĢumuna zemin hazırladığı
düĢünülmektedir.
Annenin gebeliği sırasında açlıkla karĢılaĢtığı durumda doğan
çocuklarda
yetiĢkinliklerinde
çoğunlukla obez
olmaya
ve insülin
direnci geliĢtirmeye eğilimli olmakta; bu özellik daha sonraki nesillere
aktarılabilmektedir. Buna tutumlu genler hipotezi denir. Yani, kötü beslenen
fetüsler (bebeğin anne karnındaki hali) enerji biriktirme eğilimindedir. Bu
özellikleri doğduktan sonra da devam ederek az beslenseler bile daha kolay
kilo alırlar.
YaĢlanmada epigenetik değiĢiklikler: DNA metilasyonundaki
azalma ya da artmaların yaĢlanma süreciyle iliĢkili olduğu görülmektedir.
Bu, yaĢlanmaya bağlı epigenetik değiĢikliklerin yaĢlı bireylerde
görülen kanser, sinir harabiyeti hastalıkları ve bağıĢıklık sistemindeki
bozukluklarda rol oynadığı düĢünülmektedir. YaĢlı bireylerde görülen aĢırı
ya da az metilasyonun gen ifadelerinde aksamalara neden olduğu ve bu
nedenle yaĢa bağlı hastalıkların oluĢumuna zemin hazırladığı
düĢünülmektedir.
Epigenetik düzenlenmenin depresyon, Ģizofreni, madde bağımlılığı,
biliĢsel iĢlev bozuklukları gibi hastalıklarda ve nörogenezis, nöronal
plastisite, öğrenme ve bellekte rol oynadığına dair çok sayıda delil
454
bulunmaktadır. Bu olaylarda rol oynayan histon modifikasyonları ve DNA
metilasyonundaki değiĢiklikler hem genlerde hem de genlerin promotor
dizilerinde tespit edilmiĢtir. Hatalı epigenetik düzenlemeler ciddi biyolojik
sonuçlara neden olabilir ve hastalıklara katkıda bulunabilir. Örneğin beyinkaynaklı nörotrofik faktör geninin (BDNF) promotorundaki kromatin
yeniden modellenmesi, nöbetler, kronik stres, kokain bağımlılığı, Rett
sendromu ve nöronal aktiviteyle iliĢkilidir. Kromatin yeniden modellenmesi
çok sayıda geni etkilemektedir. Bu yüzden bunların hem post-mortem insan
beyin dokusunda hem psikiyatrik koĢullar sağlanmıĢ hayvan modellerinde
çalıĢılması oldukça önemlidir
Amerikan Bilimler Akademisi‟nin resmi dergisi Proceedings of
National Academy of Sciences‟ın 2005 yılı Temmuz ayı sayısında
yayımlanan bir makale, uzun süre kafamı kurcalayan ikizler sorusuna açıklık
getirdi. Amerikalı, Ġngiliz, Ġsveç ve Ġspanyol bilim insanlarından oluĢan
uluslarası bir grup araĢtırmacı, yaĢları 3 ile 74 arasında değiĢen 15‟i kız ve
25‟i erkek, 40 çift ikiz üzerinde geniĢ kapsamlı bir araĢtırma yapmıĢlardı.
Ġkizlerin aynı DNA‟yı taĢıdıkları bilindiği için bu araĢtırmacılar onların
DNA‟larının
dizilimlerini
değil,
genlerinin
çalıĢma
düzeylerini
karĢılaĢtırmıĢlardı. Sonuçlar çarpıcıydı. YaĢamın ilk yıllarında ikizlerin
genlerinin çalıĢması birbirine çok yakındı. Ancak yaĢ ilerledikçe farklılıklar
ortaya çıkmıĢtı. Yani ikizlerin DNA‟larının dizilimi tıpatıp aynı kalmıĢtı ama
zaman içerisinde genlerinin çalıĢması değiĢmiĢti. AraĢtırmayı gerçekleĢtiren
bilim insanlarının yorumu Ģöyleydi: “Ġkizlerin bulundukları çevre,
yaĢamlarının ilk yıllarında hemen hemen aynıdır ve bu çevre koĢulları
genlerin çalıĢmasını benzer Ģekilde etkiler. Ama yaĢ ilerledikçe ikizler
birbirlerinden ayrılmakta ve sonuçta ortamları da değiĢmektedir. Farklı
özelliklere sahip çevrelerde yaĢamaları, onların farklı çevre koĢullarına
maruz kalmalarıyla sonuçlanır. Beslenme alıĢkanlıkları, sigara içip
içmedikleri veya fiziksel etkinlik düzeyleri gibi faktörler bu farklılıklardan
önemli olan birkaçıdır. ĠĢte yaĢam boyu dıĢ dünyalarındaki bu farklılıklar,
ikizlerin genlerinin çalıĢmasına da yansımaktadır.” Aynı kabul ettiğimiz ana
rahminde dahi farklılıklar söz konusu. Beslenmenin genlerin çalıĢmasındaki
etkisi dikkate alınınca, aynı DNA‟ya sahip ikizler arasındaki farklılıkların ilk
çevre olan ana rahminden itibaren baĢladığı kesin.
KAYNAKLAR:
- YaĢamın Sırrı DNA ( Bahri KARAÇAY)
- Prof. Dr. Hayat Erdem Yurter ., HacettepeÜniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi
Biyoloji Anabilim Dalı,Ankara
- Serkan ORCAn Ankara Üniversitesi 2006
- https://tr.wikipedia.org/wiki/Epigenetik
-Epıgenetıc Mechanısms ın the Development of Psychıatrıc Dısordes
455
- Edwards TM, Myers TP. Environmental Exposures and Gene Regulation in
Disease Etiology. Environ Health Perspect 2007; 115:1264–1270.
-http://genetikveepigenetik.blogspot.ru/2013/04/epigenetik-clgnlg.html
-http://yunus.hacettepe.edu.tr/~mergen/derleme/d_epigenetik.pdf
456
ÖKÜZGÖZÜ VE BOĞAZKERE ÜZÜM ÇEġĠTLERĠNĠN
DEMĠR STRESĠNE TEPKĠLERĠNĠN SU KÜLTÜRÜ
KOġULLARINDA ĠNCELENMESĠ
Berivan BĠLGĠÇ 1 Dilan SÖNMEZ1 Nevin ġEKER 1
Gültekin ÖZDEMĠR 1
1
Dicle Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bahçe Bitkileri Bölümü
ÖZET
Bağcılıkta en yaygın beslenme noksanlıklarından birisi kireç içeriği
yüksek topraklarda yetiĢtirilen asmalarda görülen demir (Fe) noksanlığıdır.
Ülkemizde yapılan çalıĢmalarda Fe noksanlığının tarım yapılan alanlardaki
topraklarda %25 düzeyine ulaĢtığı saptanmıĢtır. Bu noksanlık üzüm
yetiĢtiriciliğinde verim ve kalitede önemli kayıplara neden olabilmektedir.
Bu çalıĢma Öküzgözü ve Boğazkere üzüm çeĢitlerinin demir stresine
tepkilerinin su kültürü koĢullarda incelenmesi amaçlanmıĢtır.
Bu amaçla, Öküzgözü ve Boğazkere üzüm çeĢitlerine ait bitkiler üç
farklı demir içeriğine sahip su kültürü ortamında yetiĢtirilmiĢtir. Bu
ortamlar; 1) Yeterli Demir (Hoagland besin çözeltisinde önerilen optimum
demir miktarı %100 Fe kabul edildi) 2) Yetersiz Demir (Hoagland besin
çözeltisinde önerilen optimum demir miktarı %50 azaltıldı) ve 3) Demirsiz
(yetiĢtirme ortamına hiç demir eklenmedi) olacak Ģekilde ayarlanmıĢtır.
ÇeĢitlerin farklı demir içeriğine sahip bu ortamlarda yetiĢtirildiklerinde
meydana gelen değiĢimleri belirlemek amacıyla kloroz Ģiddeti (1-5 skalası),
sürgün uzunluğu (cm), kök uzunluğu (cm), yaprak sayısı (adet bitki-1 ), bitki
yaĢ ağırlığı (g bitki-1 ), bitki kuru ağırlığı (g bitki-1 ), klorofil miktarı (SPAD),
yaprakların toplam Fe (ppm) ve aktif Fe (ppm) miktarları saptanmıĢtır.
AraĢtırma sonucunda Öküzgözü ve Boğazkere üzüm çeĢitlerine ait
bitkilerin büyüme ve geliĢme ile besin element alımlarının yetiĢtirildikleri
ortamda bulunan demir içeriğinde meydana gelen düĢüĢe bağlı olarak
azaldığı saptanmıĢtır.
Anahtar Kelimeler: Üzüm, Öküzgözü, Boğazkere, Demir Stresi, Büyüme
ve GeliĢme
1. GĠRĠġ
Bağcılık için en elveriĢli iklim kuĢağı üzerinde bulunan ülkemiz,
asmanın gen merkezi olmasının yanı sıra, son derece eski ve köklü bir
bağcılık kültürüne sahiptir. Bitki gen merkezlerinin dünya üzerindeki
dağılımı ile ilgili çalıĢmalar sonucunda 8 gen merkezinden ikisi (Yakın
Doğu ve Akdeniz) ülkemiz toprakları üzerinde kesiĢmektedir. Bununla
457
birlikte Anadolu yarımadasının kuzeydoğu bölümünü de kapsayan
Karadeniz ve Hazar Denizi arasındaki bölge, asmanın en önemli türü olan
Vitis vinifera L.‟nin gen merkezi ve kültüre alındığı bölge olarak kabul
edilmektedir. Bu nedenle, ülkemiz yaklaĢık 6000 yıllık bir bağcılık kültürüne
ve hem yabani asma (Vitis vinifera ssp. sylvestris) ve hem de kültür asmasına
(Vitis vinifera ssp. sativa) ait olmak üzere çok zengin bir asma gen
potansiyeline sahiptir (Çelik ve ark.1998; Çelik 2005; Çelik ve ark., 2010).
Ülkemiz, sofralık, kurutmalık, Ģaraplık ve Ģıralık olmak üzere yerli
ve yabancı kökenli birçok üzüm çeĢidinin baĢarı ile yetiĢtirilmesi için çok
elveriĢli ekolojilere sahiptir. ġu anda ticari olarak yetiĢtirilen ve standart
olarak kabul edilebilecek niteliklere sahip üzüm çeĢidi sayısı yaklaĢık 80
dolayında olmasına rağmen 1200‟ün üzerinde farklı üzüm çeĢidinin olduğu
bildirilmektedir (Uzun, 2004; Çelik 2006; Çelik ve ark., 2010).
Bu araĢtırmaya konu olan üzüm çeĢitlerinden Boğazkere ve
Öküzgözü ülkemizin en kaliteli Ģaraplık üzüm çeĢitlerindendir. Boğazkere
Diyarbakır ilinden Çermik ve ÇüngüĢ ilçelerinde yaygın olarak
yetiĢtirilmektedir. Öküzgözü ise Elazığ merkez Sün köyü ve ilçelerinde
yaygın olarak yetiĢtirilmektedir. Ayrıca Ģarap fabrikalarının bulunduğu
Denizli gibi illerde de bu çeĢitlerden yeni bağlar kurulmuĢtur. Ülkemizde
üretilen kırmızı Ģarapların önemli bir kısmı bu iki çeĢitten sağlanmaktadır.
Üzüm çeĢitlerinin abiyotik ve biyotik stress faktörlerine dayanımları
birbirinden çok farklıdır. Bölgemize adapte olmuĢ ve genellikle kendi
kökleri üzerinde yetiĢtiriciliği yaygın olarak yapılan Öküzgözü ve Boğazkere
üzüm çeĢitlerinin farklı stress koĢullarına dayanım düzeylerinin önceden
bilinmesi yetiĢtiricilikte kaliteli ürün elde edilmesi dolayısıyla verimlilik
bakımından son derece önemlidir (Özdemir, 2005).
Bu durum göz önüne alınarak yürütülen bu araĢtırma ile Öküzgözü
ve Boğazkere üzüm çeĢitlerinin demir stresine tepkileri üç farklı demir
içeriğine sahip su kültürü koĢullarında yetiĢtirilerek araĢtırılmıĢtır.
2. MATERYAL VE YÖNTEM
AraĢtırma, 2015 yılında Dicle Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bahçe
Bitkileri Bölümüne ait tam otomasyonlu sera ile bitki fizyolojisi
laboratuvarında yürütülmüĢtür.
2.1. Bitkisel Materyal
AraĢtırmada incelenen Boğazkere üzüm çeĢidine ait çelikler
Diyarbakır ili Çermik ilçesi ElifuĢağı Köyünde bulunan, goble sisteminde
terbiye edilmiĢ, kendi kökü üzerinde yetiĢtirilen, sulama yapılmayan, 10
yaĢındaki asmalardan 02.04.2015 tarihinde alınmıĢtır.
Öküzgözü üzüm çeĢidine ait çelikler ise Diyarbakır ili Dicle ilçesi
Bademli Köyünde bulunan, kendi kökü üzerinde, telli terbiye sisteminde,
dama sulama, gübreleme ve hastalık zararlı kontrolü düzenli olarak yapılan
15 yaĢındaki asmalardan 02.04.2015 tarihinde alınmıĢtır.
458
Asmaların bir yaĢlı dallarından alınan çelikler demetler halinde Dicle
Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bahçe Bitkileri Bölümü serasına getirildikten
sonra üç gözlü olacak Ģekilde hazırlanmıĢ ve 03.04.2015 tarihinde perlit
ortamına dikilmiĢtir. Dikimden yaklaĢık 25 gün sonra ilk yapraklar çıkmıĢ ve
ilk kökçükler oluĢmaya baĢlamıĢtır. Bu aĢamadan sonra üzerinde 3-5 yaprak
bulunduran köklenme baĢlangıcındaki bitkilikler su kültürü ortamına
aktarılmıĢ ve denemeye alınmıĢtır (Özdemir, 2005; Özdemir ve Tangolar,
2007b).
2.2. Demir Uygulamaları
Öküzgözü ve Boğazkere üzüm çeĢitlerine ait bitkilere farklı demir
uygulamaları gerçekleĢtirilmiĢtir. Su kültürü koĢullarında kullanılan temel
besin çözeltisi olan Hoagland çözeltisinde (Hoagland ve Arnon, 1938 ;
Hothem ve ark., 2003) kullanılan demir Fe III-EDTA konsantrasyonu %100
kabul edilmiĢ ve demir uygulamaları bu konsantrasyonun %0 ve %50
oranında farklı dozları kullanılarak gerçekleĢtirilmiĢtir. Bu uygulamalar; 1)
Yeterli Demir (Hoagland besin çözeltisinde önerilen optimum demir miktarı
%100 Fe kabul edildi) 2) Yetersiz Demir (Hoagland besin çözeltisinde
önerilen optimum demir miktarı %50 azaltıldı) ve 3) Demirsiz (yetiĢtirme
ortamına hiç demir eklenmedi) olacak Ģekilde ayarlanmıĢtır. Bu amaçla
bitkiler Hoagland (Hoagland ve Arnon, 1938) besin çözeltisi içeren
saksılarda su kültürü ortamına aktarılmıĢtır. Her saksıda iki bitki olacak
Ģekilde deneme kurulmuĢtur. Saksılarda buharlaĢma ile kaybolan su 2 günde
bir tamamlanmıĢtır. Ayrıca saksılardaki besin çözeltileri her hafta
yenilenmiĢtir.
2.3. Ġncelenen Özellikler
Öküzgözü ve Boğazkere üzüm çeĢitlerinin farklı demir içeriğine sahip
bu ortamlarda yetiĢtirildiklerinde meydana gelen değiĢimlerini belirlemek
amacıyla kloroz Ģiddeti (1-5 skalası), sürgün uzunluğu (cm), kök uzunluğu
(cm), yaprak sayısı (adet bitki-1 ), bitki yaĢ ağırlığı (g bitki-1 ), bitki kuru
ağırlığı (g bitki-1 ), klorofil miktarı (SPAD), yaprakların toplam Fe (ppm) ve
aktif Fe (ppm) miktarları saptanmıĢtır (Özdemir, 2005).
3. BULGULAR VE TARTIġMA
Farklı demir uygulamalarının Öküzgözü üzüm çeĢidine ait bitkilerin
büyüme ve geliĢmesi ile besin element alımı üzerine olan etkileri Çizelge
1‟de verilmiĢtir.
459
Çizelge 1. Öküzgözü üzüm çeĢidine ait sonuçlar.
Yeterli Demir
Yetersiz Demir
(%100 Fe)
(%50 Fe)
Kloroz şiddeti (11.1
2.3
5)
Sürgün uzunluğu
14.88
13.50
(cm)
Kök uzunluğu
26.08
23.38
(cm)
Yaprak
6.38
6.26
sayısı(cm)
Bitki
yaş
4.14
3.86
ağırlığı(g)
Bitki
kuru
1.55
1.0
ağırlığı(g)
Klorofil miktarı
23.05
22.42
(spad)
Toplam
Fe
132.84
104.73
miktarı(ppm)
Aktif
Fe
74.21
54.16
miktarı(ppm)
Demirsiz
(%0 Fe)
3.4
13.07
14.43
5.51
3.37
0.68
21.33
90.44
44.97
Farklı miktarda Fe içeren su kültürü ortamlarında yetiĢtirilen bitkiler
incelenen tüm özelliklerde farklı tepkiler vermiĢtir. Kloroz Ģiddeti değerleri
incelendiğinde ortamda bulunan demir miktarı azaldıkça bu değerlerin
yükseldiği saptanmıĢtır. Yeterli demir içeren ortamda kloroz Ģiddeti 1.1
olurken yetersiz demir içerende 2.3 ve demirsiz ortamda yetiĢtirilen
bitkilerde ise 3.4 değerine ulaĢmıĢtır. Sürgün uzunluğu yeterli demir içeren
ortamda yetiĢtirilen bitkilerde ortalama 14.88 cm olurken yetersiz demir
içeren ortamda yetiĢtirilen bitkilerde ortalama 13.50 cm ve demirsiz ortamda
yetiĢtirilen bitkilerde ise ortalama 13.07 cm olarak belirlenmiĢtir. Ortamdaki
demir miktarı azaldıkça ortalama sürgün ve kök uzunluğunun da azaldığı
saptanmıĢtır. Yeterli demir içeren ortamda yetiĢtirilen bitkilerde ortalama
yaprak sayısı 6.38 iken demir miktarı %50 azaltıldığında ortalama yaprak
sayısı 6.26 demirsiz ortamda ise ortalama 5.51 olarak sayılmıĢtır.
Farklı Fe uygulamalarının Boğazkere üzüm çeĢidinin kök, sürgün ve
yaprakları ile besin element alımı üzerine olan etkileri Çizelge 2‟de
verilmiĢtir.
460
Çizelge 1. Boğazkere üzüm çeĢidine ait sonuçlar.
Yeterli Demir
Yetersiz
(%100 Fe)
Demir
(%50 Fe)
Kloroz şiddeti (1-5)
1.1
2.4
Sürgün uzunluğu
24.48
23.34
(cm)
Kök uzunluğu (cm)
25.38
21.55
Yaprak sayısı(cm)
9.88
8.79
Bitki yaş ağırlığı(g)
4.47
4.24
Bitki kuru ağırlığı(g)
1.89
1.62
Klorofil
miktarı
24.15
22.64
(spad)
Toplam
Fe
134.03
112.84
miktarı(ppm)
Aktif
Fe
74.21
69.42
miktarı(ppm)
Demirsiz
(%0 Fe)
3.4
21.34
20.28
6.53
3.14
1.24
21.08
96.42
51.02
Boğazkere üzüm çeĢidinde yeterli demir içeren ortamda yetiĢtirilen bitkinin
ortalama kök uzunluğu 25.38 cm iken ortamdaki demir miktarı %50
azaltıldığında ortalama kök uzunluğu 21.55 cm ve demir içermeyen ortamda
yetiĢtirilen bitkinin ortalama kök uzunluğu ise 20.28 cm olarak
belirlenmiĢtir. Yaprak sayısı demir uygulamalarından önemli düzeyde
etkilenmiĢtir. Asmalar yeterli demir içeren ortamda yetiĢtirildiğinde ortalama
yaprak sayısı 9.88 iken hiç demir uygulanmayan bitkilerde ortalama yaprak
sayısı 6.53 olarak saptanmıĢtır. Kök, sürgün ve çelik yaĢ ve kuru ağırlık
değerleri ortamdaki demir miktarındaki azalıĢa bağlı olarak azalıĢ
göstermiĢtir. Bitkiler yeterli demir içeren ortamda yetiĢtirildiğinde
yapraklarda belirlenen toplam demir miktarı 134.03 ppm olarak tespit
edilirken yetiĢtirme ortamında bulunan demir miktarı %50 azaltıldığında bu
değerin 21.19 ppm‟lik bir düĢüĢle 112.84 ppm oludğu belirlenmiĢtir.
4. SONUÇ VE ÖNERĠLER
Bu araĢtırma ile Diyarbakır ve Elazığ illerinde yaygın olarak kendi
kökleri üzerinde yetiĢtirilen ülkemizin en kaliteli Ģaraplık üzüm çeĢitlerinden
Öküzgözü ve Boğazkere çeĢitlerine ait asmaların demir stresine tepkileri su
kültürü koĢularında araĢtırılmıĢtır.
461
AraĢtırma sonucunda bitkilerin yetiĢtirildikleri ortamda bulunan
demir içeriğinde meydana gelen azalmanın bitkilerin büyüme ve geliĢmesi
ile besin element alımını olumsuz yönde etkilediği saptanmıĢtır.
Bu sonuçlar dikkate alınarak Öküzgözü ve Boğazkere üzüm çeĢitleri
ile yeni tesis edilecek bağlarda mutlaka toprak analizi sonucu saptanan
makro ve mikro element eksiklikleri dikkate alınmalı ve bu eksiklikleri
giderici gübreleme proğramları oluĢturulmalıdır. Aksi taktirde araĢtırma
sonucu saptanan büyüme ve geliĢmedeki azalmalar çeĢitlerde önemli verim
ve kalite düĢüklüklerine neden olabilecektir.
Modern bağcılıkta filoksera zararlısı ile tek etkin mücadele Ģekli
olan Amerikan asma anaçlarının kullanımı zorunlu olduğu için bu
çalıĢmanın devamında Öküzgözü ve Boğazkere üzüm çeĢitlerinin farklı
asma anaçları üzerine aĢılı bitkilerinde demir eksikliğinde meydana gelen
değiĢimlerin incelenmesi ve bu çalıĢmalardan elde edilecek sonuçlara göre
önerilerde bulunulması yararlı olacaktır.
KAYNAKLAR
Çelik H., (2006). Üzüm ÇeĢit Kataloğu ve Sun Fidan A.ġ. Mesleki Kitaplar
Serisi:3, 165s. Ankara.
Çelik S., (2005). Bağcılık (Ampeloloji) Cilt:1 Anadolo Matbaa Ambalaj San
Ve Tic. Ltd. ġti. DüzeltilmiĢ Baskısı, 426s. Tekirdağ
Çelik H., Kunter B., Söylemezoğlu G., Ergül A., Çelik H., KarataĢ H.,
Özdemir G., Atak A., (2010). Bağcılığın GeliĢtirilmesi
Yöntemleri ve Üretim Hedefleri, Türkiye Ziraat Mühendisliği
VII. Teknik Kongresi, Bildiriler Kitabı 1, 493-513, Ankara.
Çelik H., Y.S Ağaoğlu., Y Fidan., B Marasalı., G Söylemezoğlu., (1998).
Genel Bağcılık. SUN Fidan A.ġ. Mesleki Kitaplar Serisi: 1, 253
s, Ankara.
Hoagland, D R., and Arnon, D., (1938). The water culture method for
growing plants without soil. Journal Circular California
Agricultural Experiment Station . No. 347.
Hothem S.D., and Marley K.A. and Larson R.A. (2003). Photochemistry in
Hoagland‟s nutrient solution. Journal of Plant Nutrition. 26,4,
845–854.
Özdemir, G., (2005). Farklı kireç içerikli topraklarda yetiĢtirilen asma
genotiplerinde değiĢik uygulamaların Fe alımı üzerine etkilerinin
morfolojik ve fizyolojik yönden incelenmesi. Çukurova Üniv.
Fen Bil. Ens. Doktora Tezi, 186s. Adana
Ozdemir, G., and Tangolar, S., 2007b. Effect of Iron Applications on Fe,
Zn, Cu and Mn Compositions of Grapevine Leaves, Asian
Journal of Chemistry, 19(3): 2438-2444.
Uzun, Ġ.,( 2004). Bağcılık El Kitabı. Hasad Yayıncılık Ltd. ġti. Yayınları.
156s.
462
ĠNCĠRLERDE DÖLLENME BĠYOLOJĠSĠ
Eyüp TOLUCAN 1
Sema Nur KAYA2 Hülya GÜMÜġ3
1-Dicle Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarla Bitkileri Bölümü
2-Dicle Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bahçe Bitkileri Bölümü
3-Dicle Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bitki Koruma Bölümü
ÖZET
Kültür incirlerimizde diĢi çiçeklerle erkek çiçekler, iki cinsi temsil
eden erkek incirlerle diĢi incirler üzerinde, ayrı ayrı ağaçlarda
bulunmaktadır. Genel olarak, bu Ģekilde dioik olan meyve türlerimizde
tozlanma rüzgarlarla olduğu halde incirlerde, erkek ve diĢi çiçeklerin incirin
kapalı bir Ģekilde bulunan çiçek tablası içerisinde bulunması nedeniyle bu
mümkün olmamaktadır. Bu nedenle kültür incirlerimizden meyve
bağlamaları için zorunlu olarak döllenmeye ihtiyaç gösteren tiplerde,
döllenmeye ilek arıcığı denilen ve erkek incirlerimizde simbiyotik halde
yaĢayan bir böcek aracı olmaktadır. Bununla birlikte bazı tip incir çeĢitleri
de vardır ki, döllenmeden meyve verebilir. DiĢi incirlerde partenokarpi,
doğal bir geliĢmenin sonucu olduğu gibi istisnai hallerde uyarım yoluyla da
ortaya çıkabilir. Burada döllenmeden partenokarp meyve yapan ve
pomolojide adi incir tipi olarak ayrılan incirlerin, ilekleme ile dolgun
çekirdekli meyveler verdiklerini de belirtmek gerekir. Bu tip incirlerde
döllenmenin meyvelerin renk, büyüklük, meyve kabuğunun yapısı, etin Ģeker
ve su miktarları ile nihayet meyvenin dayanma niteliği üzerinde değiĢtirici
etkiler yaptığı ileri sürülmektedir.
Ġncir Ağacında Ġlekleme Nedir, Nasıl Yapılır :
Ġncirde meyvenin tutup geliĢebilmesi için ilek meyvelerindeki çiçek
tozlarının ilek arıcığı tarafından incire taĢınması gereklidir. Bunun
gerçekleĢebilmesi için erkek ağaçlardaki ilek meyvelerinin diĢi ağaçlara
asılması iĢlemine ilekleme denir.
ANAHTAR KELĠMELER:Döllenme , ilekleme , partenokarpi
GĠRĠġ
Kültür incirlerimizde diĢi çiçeklerle erkek çiçekler, iki cinsi temsil
eden erkek incirlerle diĢi incirler üzerinde, ayrı ayrı ağaçlarda
bulunmaktadır.
463
Genel olarak, bu Ģekilde dioik olan meyve türlerimizde tozlanma
rüzgarlarla (anemofil) olduğu halde incirlerde, erkek ve diĢi çiçeklerin
incirin kapalı bir Ģekilde bulunan çiçek tablası (reseptakulum) içerisinde
bulunması nedeniyle bu mümkün olmamaktadır.
Bu nedenle kültür incirlerimizden meyve bağlamaları için zorunlu olarak
döllenmeye ihtiyaç gösteren tiplerde, döllenmeye ilek arıcığı (Blastophaga
psenes) denilen ve erkek incirlerimizde simbiyotik halde yaĢayan bir böcek
aracı olmaktadır. Bununla birlikte bazı tip incir çeĢitleri de vardır ki,
döllenmeden (partenokarpik) meyve verebilir. Bu yönden, yani döllenme
biyolojisi bakımından diĢi kültür incirlerimizi dört tipe ayırmak mümkündür.
Döllenmeye gerek göstermeden, partenokarpi yoluyla normal
yemeklik ilkbahar ve yaz ürünü verenler ( Siyah Orak, Horasan vb.)
Ürün vermek için mutlaka döllenmeye ihtiyaç gösterenler (Sarılop, Bursa
Siyahı, Sarı Zeybek, Morgüz vb.)
lkbahar ürünü için döllenmeye ihtiyaç göstermedikleri halde, yaz ürününü
olgunlaĢtırmak için döllenmeye ihtiyaç gösterenler (Beyaz Orak)
Ġlkbahar ürünü için döllenmeye muhtaç olduğu halde yaz ürününü
döllenmeden olgunlaĢtıranlar (Adriyatik tipi).
DiĢi incirlerde partenokarpi, doğal bir geliĢmenin sonucu olduğu gibi istisnai
hallerde uyarım yoluyla da ortaya çıkabilir. Burada döllenmeden partenokarp
meyve yapan ve pomolojide adi incir tipi olarak ayrılan incirlerin, ilekleme
ile dolgun çekirdekli meyveler verdiklerini de belirtmek gerekir. Hatta bu
tiplerde çekirdek sayısı 500-1300 adet arasında tespit edilmiĢtir. Bu tip
incirlerde döllenmenin meyvelerin renk, büyüklük, meyve kabuğunun yapısı,
etin Ģeker ve su miktarları ile nihayet meyvenin dayanma niteliği üzerinde
değiĢtirici etkiler yaptığı ileri sürülmektedir.
Ġlek arısı ile döllenmeleri sağlanan diĢi incirlerin, erkek incirlerin gal
çiçeklerinde olduğu gibi larva bulundurmaması ise diĢi incirlerdeki normal
diĢi çiçeklerin iğnelerinin (stilus) uzunluğundan ileri gelmektedir. Ġlek
arısının yumurtlama iğneleri (ovipositör) ancak incirlerdeki kısa stiluslu gal
çiçeklerinin yumurtalıklarına ulaĢır ve bunlara yumurta bırakabilirler. Bunun
yanında diĢi incirlerin uzun stiluslu diĢi çiçeklerine yumurta bırakamazlar.
Aslında arılar üreme içgüdüsü ile içine girdikleri diĢi incir meyvelerinin diĢi
çiçeklerine yumurtlama iğnelerini (ovipositör) batırdıkları zaman; uzun
stiluslu olan bu çiçeklerin yumurtalıklarına ulaĢamadıkları için bunlara
yumurtlamada baĢarılı olamazlar. Bu nedenle bir çiçekten öteki çiçeğe
denemeye uğraĢırken bunların tozlanmalarını sağlarlar. En sonunda ise ya
dıĢarıya çıkabilirler (%1-10) ya da içeride kalarak ölürler.
464
Ġncir Ağacında Ġlekleme Nedir, Nasıl Yapılır :
Ġncirde meyvenin tutup geliĢebilmesi için ilek meyvelerindeki çiçek
tozlarının ilek arıcığı tarafından incire taĢınması gereklidir. Bunun
gerçekleĢebilmesi için erkek ağaçlardaki ilek meyvelerinin diĢi ağaçlara
asılması iĢlemine ilekleme denir.
Erkek incirlerin diĢi incir bahçelerinde yetiĢtirilmesi uygun değildir çünkü
bu durumda kontrolsüz bir döllenme olması sebebiyle meyve kalitesi
düĢmektedir. Bu nedenle ilek incirlerinin ayrı bir bahçede yetiĢtirilmesi
uygundur. Ülkemiz ilek incirleri varyasyonu açısından da zengindir. Bunlara
örnek Elma, Kıbrıslı, Hamza, Konkur, Ak ilek , Kara, Kuyucak ileği vb.
verilebilir.
SONUÇ
Erkek incirlerde aranılacak özellikler Ģunlardır: Düzgün Ģekilli
olmalıdır; bol miktarda çiçek tozu içermeli, temiz ve sağlıklı olmalıdır ve
yeterli sayıda ilek arıcığı bulundurmalıdır. Boğa, ilek ve ebe meyve
doğuĢları tam olmalı, olgunlaĢma zamanı dölleyeceği çeĢitle örtüĢmelidir;
ilek arıcığından baĢka zararlı barındırmamalıdır.
Aydın‟ın Sarılop incirleri gibi meyve bağlamak için mutlaka
döllenmeye ihtiyaç gösteren incir tiplerinde, dölleme durumu ile ilek arıcığı
arasındaki biyolojik iliĢkiler, biyolojinin en karıĢık ve hayret verici
örneklerinden birini teĢkil eder. Bir meyve ürününden çıkan ilek arısının,
bunu takip eden meyve ürününe veya diĢi incirdeki meyve ürünlerine
gittikleri bu zamanda, yani diĢi çiçeklerin döllenme olgunluğuna varmıĢ
bulundukları aĢamada, incir meyveleri istekli (receptif) dir. Yani ostiolü
kapayan pullar kalkarak ağzı açılmakta ve bu olgunluk zamanında meyveler
(çiçek tablası) sakızımsı bir koku yaymaktadır. Ġlek arısının henüz pulları iyi
açılmamıĢ incirlere zorla, kanatlarının kopması pahasına girmesini bu
kokuya yormak ve bu gibi doğal olaylara bağlamak mümkündür. Mevsimin
seyrine göre Haziran baĢı veya Haziran ortalarında iri fındık boyutuna gelen
ve parlak bir görünüm kazanan incir meyvelerine birer hafta ara ile iki defa
ilek atımı yapılmalıdır. Ġki haftanın sonunda iĢi biten ilekler toplanarak imha
edilmelidir.
Erbeyli Ġncir AraĢtırma Enstitüsü Müdürü Mehmet Bozkurt, ''Bu yıl
yağıĢlar incirde ilekleme yani incir ağaçlarına asılan erkek incirlerin
sineklerinin yayılmasına engel oldu. Bu nedenle ilekleme üç kez
yapılmalı'' dedi.
AraĢtırma Enstitüsü‟nde görevli Yüksek Ziraat Mühendisi Berrin
ġahin ise''Bu yıl yağıĢlar ilkeleme sezonuna rastladı. YağıĢlar incir ağaçları
465
için olumlu ilekleme için zararlı incir üreticileri bahçelerine her yıl iki kez
yaptıkları ilkelemeyi üç kez yapmalıdırlar'' diye konuĢtu.
KAYNAKLAR
Anonim,(2001).Ġncir ÇeĢit Kataloğu,T.C. TARIM VE KÖYĠġLERĠ
BAKANLIĞI Tarımsal Üretim ve GeliĢtirme Genel Müdürlüğü,ANKARA
Kabasakal, A.,(1990). Ġncir YetiĢtiriciliği,TAV TARIMSAL
ARAġTIRMALARI DESTEKLEME VE GELĠġTĠRME VAKFI,Yayın No.:
20, YALOVA
Özen, M.,(2007). Ġncir YetiĢtiriciliği, T.C. Tarım ve KöyiĢleri
Bakanlığı,Tarımsal AraĢtırmalar Genel Müdürlüğü,Erbeyli Ġncir AraĢtırma
Enstitüsü Müdürlüğü,Ġncirliova/YALOVA
Özbek, S., (1978). Özel Meyvecilik. Çukurova Üniversitesi, Ziraat Fakültesi
Yayınları:128, Ders Kitabı:11, 485 s
APELASYON,(2016). Ġncirlerde Döllenme Biyolojisi,
http://www.apelasyon.com/Yazi/110-incirlerde-dollenme,(EriĢim Tarihi:
23.03.2016)
.
466
TOHUMLA TAġINAN PATOJENLERĠN MÜCADELESĠNDE
TOHUM UYGULAMALARININ ÖNEMĠ
1
1,2
Okan TOPAL
2
BarıĢ ÇIBIKÇI
Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bitki Koruma Bölümü
ÖZET
Günümüzde, tarımsal üretimin baĢlangıcından ürünlerin iĢlenmesine
kadar olan süreçte, insan sağlığının, çevre ve biyolojik çeĢitliliğin korunması
ön plana çıkmıĢtır ve buna bağlı olarak, bitkilerde sorun yaratan
mikroorganizmaların
kontrolünde,
sürdürülebilir
tarımsal
üretim
tekniklerinin kullanılması zorunlu hale gelmiĢtir. Bu nedenle tarımsal üretim
basamaklarında kullanılacak yöntemlerin hem üretim aĢamasında hem de
sofralarımızda tehlike yaratmaması gerekmektedir.
Bitkisel üretimin baĢlangıç materyalini oluĢturan tohum, ülkelerin
tarım sektörleri için stratejik bir öneme sahiptir. Tarımsal girdi olmasının
yanında aynı zamanda teknoloji kullanılarak elde edilen ve yüksek gelir
getiren ekonomik değere sahip bir üründür. Bitki koruma faaliyetlerinin en
temel ve önemli basamağı olan temiz üretim materyali ile üretime baĢlama
kriterini göz önünde bulundurarak tohumların, fizyolojisine zarar
vermeksizin çeĢitli yöntemlerle muamele ederek hastalık etmenleriyle
bulaĢık olma olasılığını ortadan kaldırmak ve sonuçları pratiğe aktarmak
büyük önem taĢımaktadır.
Bu uygulamalar üretim sırasında karĢımıza çıkacak hastalıkları
engellemek ve gelecekte oluĢacak hastalıklar yüzünden kullanacağımız
pestisitlerin kullanımını, en baĢından elemine etmemize katkı sağlaması
açısından çok önemlidir. Bu sayede de sürdürülebilir tarımda hastalıklarla
mücadele adına baĢlangıçta önemli bir adım atılmıĢ olacaktır.
Anahtar Sözcükler: Tohum uygulamaları, patojen kontrolü, sürdürülebilir
tarım
1.GĠRĠġ
Dünya üzerinde 7 milyarı aĢan nüfusun yaĢamlarını sağlıklı bir
biçimde sürdürebilmeleri için ihtiyacı olan gıdaları almaları gerekmektedir.
Ġnsan sağlığı için gerekli olan bu gıdaların güvenilirliği ve kontrolü son
derece önemlidir. Bu sebepler tarım sektörünün dünya üzerindeki önemini
daha da arttırmaktadır.
467
Tarımsal üretimin baĢlangıcındaki ana materyal tohumdur. Tohum
insanların temel ihtiyacı olan gıda zincirinin ilk halkasını oluĢturur. Söz
konusu insan sağlığı olmasından dolayı kullanılacak tohumluğun önemi
gündeme gelmektedir. Yani sertifikalı tohumluk kullanmak bu açıdan büyük
önem taĢımaktadır. Sertifikalı tohum fiziksel, genetik ve biyolojik açıdan
özellikleri belirlenmiĢ ve resmi makamlarca onaylanmıĢ materyaldir.
Sertifikalı tohumluk kullanmak üretimde verimi arttırmak ve maliyeti
düĢürmek için tarım sektöründe oldukça büyük öneme sahiptir (Anonim,
2014).
Üretim ve verimin arttırılması için geliĢtirilen teknolojik
yöntemlerin, gübreleme, sulama, mekanizasyon, tarımsal mücadele gibi
modern tekniklerin kullanılmasının yanı sıra, üzerinde belirli uygulamalar
yapılarak hastalık yapan patojenlerden arındırılmıĢ nitelikli ve sağlıklı tohum
seçmek te son derece etkilidir. Sağlıklı ve hastalık etmeni olan patojenlerden
arındırılmıĢ bir tohum kullanarak verim ve kalitede %20-25 değerlerinde
artıĢ gözlenmektedir (Erkan, 1998).
Bitkisel üretim materyali olan tohum ülkeler için stratejik bir
ekonomik değere sahiptir. Uluslararası ticaretin çok olduğu günümüz
dünyasında bitkisel üretim materyalinin de dolaĢımı çok fazladır. Bu dolaĢım
süresince hastalık yapan mikroorganizmaların taĢınmasında tohum
baĢroldedir. Hastalık etmeni olan patojenler tohumun yüzeyinde veya tohum
içerisinde taĢınabilmektedir. Bitki ve bitkisel üretimde patojen ve zararlı
olan mikroorganizmaların ülkeler arasında yayılmasını önlemek için bu
ticarette çok dikkatli olmak gerekmektedir. Eğer bu dolaĢımda gereken
önlemler alınmazsa belirli bölgelerde bulunmayan ya da çok fazla yaygınlık
göstermeyen hastalık ve zararlıların bitkisel üretim materyali olan tohum
ithalatı ile o bölgelere giriĢi olabilir.
Tüm bu faktörleri göz önünde bulundurduğumuzda tarım sektöründe
sürdürülebilirliği sağlamak adına uluslararası tohum ticaretinde titizliğe
sahip olmak vehastalık yapan patojenlerden arındırılmıĢ sağlıklı ve nitelikli
tohum kullanmak son derece önemlidir. Tohumlardaki bu patojenleri
arındırmak için yapılan uygulamaların etkili olduğu bilinmektedir. Bunlar
kimyasal, fiziksel, biyolojik ve mekanik uygulamalardır. Bu çalıĢmada da
tarım da sürdürülebilirliği sağlamak amacıyla bitki hastalık etmeni olan
patojenlerin mücadelesinde çeĢitli tohum uygulamalarının önemi ortaya
konmaktadır.
468
2.TOHUM PATOLOJĠSĠNĠN ÖNEMĠ
Tohumda etkin olan patojenler doğrudan ya da dolaylı olarak
üretimde alınacak verim ve kaliteyi etkilemektedir. Üretim periyodunda
tohum kaynaklı patojenler bitkiye farklı açılardan olumsuz etkiler
yaratmaktadır.
2.1.Tohum Çimlenmesine ve Çürümesine Etkisi
Tohum kaynaklı patojenlerin, tohumun çürümesine neden olmakla
birlikte çimlenme dönemi ya da fide döneminde de etkisini gösterebilmekte
ve bitkiyi olumsuz yönde etkileyebilmektedir. Özellikle de fide
dönemindeyken bitkilerin ölümüne sebep olan fungal hastalık olan çökerten
buna örnek olarak gösterilebilir.
Kop bölgesi Ģekerpancarı ekim alanlarında yapılan incelemelerde
ekili alanın her yıl farklı yoğunlukta olmak üzere ortalama %10-15'inde
çökerten hastalığının olduğu tespit edilmiĢtir. Hastalıklı bitkiler izole edilmiĢ
ve çoğunluk olarak Fusarium spp.'ye ; az oranda da Rhizoconia'ya
rastlanmıĢtır. Kayseri'de yapılan Ģekerpancarı ekim alanlarında da benzer
sonuçlar görülmüĢ ve izolatlarda %60 oranında Fusarium spp.'ye
rastlanmıĢtır.(Ulu ve Boyraz, 2012 )
2.2.Bitkisel Üretimdeki Verim DüĢüĢü
Bitkisel üretimde yetiĢtirilen birçok bitki tohumla üretilmektedir.
Yüksek bir Ģekilde artan insan nüfusunun beslenmesinde önemli yer tutan
çoğu bitki tohum kaynaklı patojenler tarafından zarara uğramakta ve ciddi
anlamda ürün kaybına neden olmaktadır.
Örneğin, F.oxysporum, mercimek tohumu için en zararlı toprak
kaynaklı patojenlerden birisidir ( Tosiand Cappelli, 2001 ). Bu patojen
mercimekte %5-10 oranında verim kaybına neden olmaktadır ( Chaudhary
and Amarjit, 2002 )
2.3.Tohumlarda Renk ve ġekil DeğiĢimi
Tohum kaynaklı bazı patojenlerin ise tohumda renk ve Ģekil
bakımından değiĢikliğe sebep olmaktadır. Virüs, tohumun renk ve Ģekil
açısından değiĢikliğe uğramasının baĢlıca etmenlerinden birisidir.
Yapılan incelemeler sonucunda Soybean dwarf virüsünün ( SbDVYS ) soya tohumlarında sararmaya ve Ģekil bozukluğuna sebep olduğu
anlaĢılmıĢtır. ( K.M.Makkouk and A.Daaloul ,2003 )
469
3.TOHUM UYGULAMALARININ ÖNEMĠ
Tohum uygulamaları, tohum ve toprak kökenli mikroorganizmaların
zararını önlemek veya azaltmak için yapılan yöntemlerdir. Tohum
uygulamalarının temel amacı ileride hastalık oluĢturacak tohum kaynaklı
patojenlerin oluĢturacağı hastalıkları önlemek ve dolayısıyla da sağlıklı
fideler yetiĢtirip verim ve kaliteyi arttırmaktır. Tohum uygulamaları fiziksel,
mekanik, biyolojik ve kimyasal yöntemler olmak üzere dörde ayrılır.
3.1.Fiziksel Yöntemler
Fiziksel yöntemlerin temel amacı tohum kaynaklı patojenleri farklı
sıcaklık uygulamaları ile önleme ilkesine dayanır. Bu uygulamalar yapılırken
dikkat edilmesi gereken en önemli husus uygulanan sıcaklık yönteminin
tohum yapısını bozmayacak Ģekilde olmasıdır.
3.1.1. Sıcaklık Su Uygulaması
Sıcak su uygulamalarında temel prensip tohum yapısının
bozulmamasına dikkat ederek, tohumdaki patojenleri öldürecek sıcaklıkta ve
sürede tohumları suda bekletme ve bu uygulamadan sonra tohumları
kurutma ilkelerine dayanmaktadır.
Havuçta kara çürüklüğe neden olan Alternaria radicina tohum
patojenine karĢı sıcak su uygulaması yapılmıĢtır. Öncelikle havuç
tohumlarına Alternaria radicina patojeni inokule edilmiĢ ve tohumlar 55
0
C'deki suda 10 dakika bekletilmiĢtir. Bu sıcak su uygulaması sayesinde
tohumlarda patojenik etkinin azaldığı ve çimlenme oranının arttığı
gözlemlenmiĢtir. ( Farrar et al, 2004 )
3.1.2.Kuru Sıcaklık Uygulaması
Kuru sıcaklık uygulamasında temel prensip; uygun süre ve kuru
sıcaklıkla muamele edilmesi ve tohum üzerindeki patojenlerin inaktif
edilmesi üzerinedir.
Adi yonca tohumlarında çimlenmeye negatif etkisi olan Salmonella
Typhimurium patojenine karĢı 60, 70 ve 80 0 C derecelerindeki kuru hava
uygulamaları 0, 12, 18 ve 24 saat sürelerinde uygulanmıĢtır. Ardından %2
H2 O2 solüsyonu 10 dakika boyunca uygulandı. Bunun sonucunda, kuru
sıcaklık uygulamasına tabi tutmak adi yonca tohumlarında patojen
etkinliğini azaltmıĢ ve çimlenme oranının %97 olduğu tespit edilmiĢtir. (
Bang et al, 2010 )
470
3.1.3.Buhar Uygulaması
Buhar uygulaması, basınçlı buharın tohumlara uygulanması
prensibine dayanır. Bu tohum uygulaması, tohumun kabuğuna diğer tohum
uygulamalarına nazaran daha az zarar verdiğinden daha güvenilir olduğu
söylenebilir.
Çizelge1.Bazı tohumlara uygulaması yapılarak kontrol edilen tohum
kaynaklı bakteriler ile funguslar ve uygulama özellikleri (Erkan, 1998)
Bitki
Patojen
Uygulama Şekli
Buğday
Septorianodorum
52-62 Co
30 dakika
Mısır
Drechsleramaydis
54-55 Co
17 dakika
Marul
Septorialactucae
54.4 Co
20-25 dakika
Kereviz
Septoriaapiicola
56 Co
30 dakika
Mercimek
Ascochytalentis
45-75 Co
30 dakika
3.1.4.Radyasyon Uygulaması
Radyasyon uygulamaları, ıĢınların kullanılarak tohum üzerindeki
patojenleri inaktif etme amacıyla yapılır.
Kuru fasulyede tohumla taĢınan ve bakteriyal bir patojen olan
Xanthomonas axonopodis'e karĢı mikrodalga radyasyonunun etkisi
incelenmiĢtir. 50-60 s. aralığında ve 0-40 s. aralığında radyasyon
uygulamaları yapılmıĢtır. Bunun sonucunda radyasyon uygulamasının,
patojen enfeksiyon etki alanının düĢtüğü gözlemlenmiĢtir. Fakat, 50-60 s.
aralığında uygulanan radyasyon uygulamasında çimlenme oranında %12-25
oranında; 0-40 s. aralığında uygulanan radyasyon uygulanmasında da %10
471
oranında tohum çimlenmesinin düĢtüğü gözlemlenmiĢtir. ( A.P. Friesen ve
arkadaĢları, 2014 ).
3.2.Mekanik Yöntemler
Tohumların yapısında patojenlerin yapmıĢ olduğu enfeksiyon
sonucu bazı renk, Ģekil ve görünüm değiĢiklikleri görülmektedir. Bu oluĢan
enfeksiyonların mekanik olarak çeĢitli yollarla temizlenmesi sonucu tohum
kaynaklı patojenlerin inokulumunun azaldığı gözlenmektedir.
Örneğin, marul mozayık virüsü ağırlığı az olan tohumlarda bulunmaktadır.
Buna bağlı olarak patojen içeren marul tohumlarını suda yüzdürme ya da
hava akımı kullanarak sağlıklı tohumlardan uzaklaĢtırmak mümkündür. (
Ryder, 1974 )
3.3.Biyolojik Yöntemler
Biyolojik yöntemde, tohum üzerindeki patojenlerin etkisini veya
inokulum yoğunluğunu bir baĢka organizma kullanılarak azaltma
yöntemidir.
Mısırda, tohum kaynaklı bazı patojenleri biyolojik yöntemle kontrol
altında tutmak ve baskılamak üzere Streptomyces spp. kullanılmıĢtır. Mısır
tohumlarına inokule edilen Streptomyces spp.; özellikle de Asper gillus spp.,
Curvularia lunata ve Drechslera maydis üzerinde etkili ve baskın olmuĢ, bu
patojenlerin geliĢimini durdurmuĢtur. (Bressan, 2002)
3.4. Kimyasal Yöntemler
Kimyasal yöntemlerin uygulanmasındaki amaçlar tohum kaynaklı
patojenlerin öldürülmesi ve bunlara karĢı önlem alınmasını sağlamaktır.
Kimyasal maddelerle muamele ederek çimlenmekte olan tohumları
patojenlerden koruruz. Kimyasal maddelerin daha çok tohumlardaki fungal
etmenleri kontrol etmek üzere uygulandıkları görülmektedir. Tohum
kaynaklı virüslerin ve bakterilerin önlenmesinde tohumlara kimyasal madde
uygulamasından daha az yararlanılmaktadır.
Yapılan çalıĢmada bazı rizobakterilerin kavun bitkisinde fide ve
tohum üzerine etkileri değerlendirilmiĢtir. INR-7, GBO3 ve IPC-11
ırklarının Fusarium spp. ve Didymella bryonioe‟ye karĢı etkili olduğu, SE34 ve T-4 izolatlarının ise Myrothecium sp.‟nin oluĢturduğu simptomları
472
azaltarak tohum çimlenmesi ve fide geliĢmesi üzerine olumlu etki sağladığı
belirlenmiĢtir (Lokesh ve ark., 2007)
4.SONUÇ
YaĢamın temel kaynağı olan bitkisel üretim günümüzde bazı
sorunlarla karĢı karĢıyadır. GeliĢen dünya nüfusu daha çok besin ihtiyacı
doğurmaktadır. Fakat tarım alanlarının geniĢleyememesi bitkisel üretimi
arttırmak için baĢka yollara baĢvurmayı gerektirmektedir. Bu yollardan biri
bitkisel üretimin ana materyali olan tohum kaynaklı patojenlerden dolayı
oluĢan verim kaybını azaltmak ve ürün kalitesini sağlamaktır
Verim kaybını azaltmak ve ürün kalitesini sağlamak amacıyla
sürdürülebilirlik kavramı çerçevesinde yapılacak ilk adımlardan biri de
tohum uygulamalarıdır. Tohum uygulamaları sürdürülebilir tarımda son
derece önem taĢımaktadır. Çünkü tohum aĢamasında yapılan uygulamalar
bitkinin vejetasyon döneminde karĢılaĢabileceği hastalıkları büyük oranda
azaltmaktadır. Bu yapılan uygulamalar sayesinde de gereksiz ilaç kullanımı
engellenmekte
ve
sürdürülebilir
tarımın
amaçlarından
birisine
ulaĢılmaktadır.
KAYNAKÇA
Anonim, 2014. Tohumculuk Sektör Raporu. Tohum ĠĢletmeleri Genel
Müdürlüğü (TĠGEM). http://www.tigem.gov.tr/Documents/c23079bf-ae824d00-8b28-c1ca15bd9247.pdf
Chaudhary, R.G. and K. Amarjit. 2002. Wiltdisease as a cause of
shiftfromlentilcultivation in
Sangod Tehsil of Kota,
Rajasthan. Ind. J. PulsesRes. 15: 193-194.
Erkan S., 1998. Tohum Patolojisi . Ege Üniv. Ziraat Fak. Yayınları,
Bornova, Ġzmir.
Farrar et al, 2004. In vivo evaluation of essential oils and biocontrol agents
combined with hot watertreatments on carrot seeds against Alternaria
radicina.
Harman, G.E., 1992. Development and benefits of rhizosphere competent
fungi for biological control of plant pathogens. J. Plant Nutr. 15: 835–843
473
J. Bang, H. Kim, H. Kim, L.R. Beuchat, J.H. RyuCombinedeffects of
chlorinedioxide,
drying,
anddryheattreatments
in
inactivatingmicroorganisms on radishseedsFoodMicrobiol., 28 (2010), pp.
114–118
Lokesh, S., B.G. Bharath, V.B. Raghavendra, M. Govindappa. 2007.
Importance
of
plantgrowth-promotingrhizobacteria
in
ehhancingtheseedgerminationandgrowth
of
watermelonattackedbyfungalpathogens. ActaAgronomicaHungarica, Vol.
55, No. 2, 243-249.
Najar,A.,S.G.Kumari, K.M.MakkoukandA.Daaloul (2003) A survey of
virusesaffectingfababean (Viciafaba) in Tunisiaincludesfirstrecord of
Soybeandwarfvirus. PlantDis. 87: 1151.
Ryder, E.J. and Johnson, A.S., 1974. A method for indexing lettuce seeds for
seed-borne lettuce mosaic virus by air-stream seperation of light from heavy
seeds. Pl.Dis.Reptr. 58: 1037-1039.
Tosi, L. and C. Cappelli. 2001. First report of Fusariumoxysporum f. sp.
lentis of lentil in Italy. PlantDis. 85: 562.
Tylkowska, K.Turek, M, Prieto, R.B. , 2010. Health, germationandvigour of
commonbeanseeds in relationtomicrowaveirrodition. Phytopathology 55, 512.
Ulu, O. ,N, Boyraz, 2012. Kayseri Ġli ġekerpancarı Ekim Alanlarındaki
Fitopatolojik Sorunların Tespiti ve Tanılanması.1. Uluslararası ġekerpancarı
Sempozyumu , 20-22 Eylül 2012, Kayseri
474
SÜRDÜRÜLEBĠLĠR TOPRAK VERĠMLĠLĠĞĠ
*Esma ORÇAN
Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarım Ekonomisi
ÖZET
Dünya‟da olduğu gibi ülkemizde de toprak kaynaklarının alansal bir
sınırı vardır. Doğal olarak oluĢumu binlerce yıl süren toprakların ve tarım
alanlarının kısa sürede arttırılması mümkün değildir. Bu nedenle, kesintisiz
gıda üretimi için temel varlık niteliğinde olan toprakların, gelecek
nesillerinde tarımsal üretim yapabilmelerini sağlayacak Ģekilde kullanılması
gerekmektedir. Mevcut tarım topraklarının kullanılamaz hale gelmesini
sağlayan iki temel yapay etmen vardır. Bunlardan birincisi tarım arazilerinin
tarım dıĢı amaçla kullanımıdır ki bu toprakların yok edilmesini doğrudan
sağlamaktadır. Diğeri ise toprakların üretim anında kötü kullanımıdır.
Binlerce yıl zaman sonrasında dengeye ulaĢan toprak ekosistemi oldukça
kırılgandır. Farklı toprakların sahip oldukları farklı ekosistemlerine uyum
sağlayan bitki örtüsü, temel yaĢamsal gereksinimlerini topraktan
sağlamaktadır. Toprak verimliliğini etkileyen toprak, bitki ve iklim faktörleri
ile insan faktörünün yer aldığı tarımsal yönetim sistemleri, toprak kalitesi ve
toprak
verimliliğinin
sürdürülebilirliğine
yön
veren
önemli
uygulamalardır.Ancak hatalı toprak iĢleme, yoğun gübre ve tarım ilacı
kullanma, atıkların alıcı ortamı olarak kullanılması sonucunda hassas toprak
ekosistemi üzerinde canlıları barındıramayacak değiĢikliklere uğramaktadır.
Bu durumda verimlilikleri çoğu zaman azalmakta ya da tamamen
kaybolmaktadır. Son yıllarda uygulanmasına baĢlanılan, iyi tarım ve organik
tarım uygulamaları, toprak verimliliğini koruyabilecek kullanım Ģekli olarak
gösterilebilir.
ANAHTAR KELĠMELER: Dünya, ekosistem, toprak kaynakları, insan
faktörleri
1.GĠRĠġ
Sağlıklı ve kaliteli bir toprak kolay drene olan, baharda çabuk ısınan,
ekimden sonra kabuk bağlamayan, Ģiddetli yağıĢları kolay emebilen,
bünyesinde iyi su tutabilen, çok az kesekli ve geçirimsiz alt tabaka
içermeyen, derin, erozyon ve besin maddesi kayıplarına dirençli, toprak
organizmalarını destekleyen, yüksek verim için fazla gübrelemeye ihtiyaç
göstermeyen, iyi bir toprak kokusuna sahip, yüksek kaliteli ve verimli ürün
alınabilen topraktır (Cramer, 1994).
475
Gelecekte dünya nüfusu arttıkça su ve enerji gibi gıdanın da önemi
daha da artacaktır. Dünyada 37. büyüklük sırasında olan ülkemizin ancak
%33.24‟ünde tarım yapılabilmektedir (Çizelge 1).
2. FERTĠGASYON
Gübrenin sulama suyu ile birlikte gerektiği miktarda, gerekli olan
noktaya ve gerektiği zaman verilmesine imkan veren bu yöntemin seracılık
dıĢında da yaygınlaĢtırılması teĢvik edilmelidir. Nitekim Altınekin Ġlçesi‟nde
2009 ve 2010 yıllarında yürütülen ĠTU (Ġyi Tarım Uygulamaları) projeleri
sonucunda toprak analiz sonuçlarına göre damla sulamalı gübrelemelerle
genel olarak ürünlerde %20-30‟luk bir verim artıĢı elde edilirken, gübrede
%17, suda %30-35, enerjide %46 ve iĢçilik giderlerinde ise %85‟lik bir
azalma meydana gelmiĢtir (Soylu ve ark., 2010).
3.EROZYON
Türkiye tarım arazilerinin 465.913 ha‟ında rüzgar erozyonu
mevcuttur (Anonymous, 2007). II., III. ve IV. sınıf arazilerin 15.859.455
ha‟ında orta, Ģiddetli ve çok Ģiddetli su ve rüzgar erozyon vardır (TÜĠK,
2013).
Erozyon kuraklık ve toprakta yetersiz organik madde nedeniyle baĢ
göstermektedir. Toprağı örtülü tutmak,rüzgar yönüne dik olarak Ģeritsel
ekimler yapmak, tarla sınırlarını ağaçlandırmak, meraları kontrollü
otlandırmak rüzgar erozyonu için çare olabilir.Türkiye topraklarının %90'ı
su erozyonu, %1'i de rüzgâr erozyonuna maruz kalmaktadır. Tarım
topraklarında bu oran su erozyonu için %75 civarındadır. Türkiye'deki
erozyon sonucunda yılda 500 milyon ton verimli toprak kaybedilmektedir.
476
4.ETKĠLĠ TOPRAK ĠġLEME
Hububat tarımının yaygın olarak yapıldığı yarı kurak iklim
bölgelerinde her yıl aynı derinlikten toprak iĢleme ile suni olarak geçirimsiz
pulluk taban taĢı oluĢabilir. Onun için her yıl toprak iĢleme farklı
derinliklerde yapılmalı ve mısır gibi derin köklü bitki ekimi veya bağ-bahçe
yapımı öncesinde dip kazan çekilmelidir. Bu katman rahat bir bitki geliĢimi
için yeterli kök oluĢumuna izin vermez ve taban suyunu tutarak havasızlık
yaratır. Jeolojik devirler içerisinde zamanla oluĢan kireçli kümüloz materyal
(kist), tarımı engelleyecek kadar yüzeye yakın ve ince bir katman ise
mutlaka dip kazan ile kırılarak veya ocakvari ekim/dikimde delinerek tarım
yapılmalıdır.
WWF‟nin 2006 yılında yayınlanan „Akdeniz‟de Kuraklık‟ raporunda
tüm Akdeniz Havzası‟nda yağıĢların son 25 yılda %20 azaldığı rapor
edilmiĢtir. 2050 yılında; Türkiye‟nin özellikle yarı kurak iklim bölgeleri olan
Akdeniz, Ege ve Orta Anadolu‟da yağıĢlarda ciddi azalmalar beklenmektedir
(Giannakopoulos et al., 2005).
5.ARAZĠ KULLANIMI VE TOPLULAġTIRMASI
Tarım arazilerinin yol, hava alanı, sanayi tesisleri, yerleĢim alanı,
mezarlık, baraj, maden ocakları gibi alanlara tahsis edilmesine tarım
alanlarının amaç dıĢı kullanımı denilmektedir. Değerli tarım topraklarının
maden ocağı olarak kullanılması, demir ve karayolunun verimli topraklardan
geçirilmesi, sahillerdeki meyve bahçelerinin kesilerek turistik inĢaat alanı
olarak kullanılması gibi amaç dıĢı toprak kullanımı ülkemizde yaygın bir
problemdir.
2005 yılında çıkarılan 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi
Kullanımı Kanunu ile amaç dıĢı kullanım zorlaĢtırılmıĢtır. Kentlerimizde
kentsel geliĢim maalesef çoğunlukla tarım arazilerine doğrudur. Konutlar 6.
veya 7. sınıf arazilere kurulabilir, ancak tarım bu sınıf topraklar üzerinde
yapılamaz (Zengin ve Gezgin, 2011).
6.ÇÖZÜM VE ÖNERĠLER
Ülkemiz tarım topraklarının önünde duran dört önemli engel yüksek
pH ve kireç, düĢük organik madde ve ağır bünyeliliktir. Bunların önüne
geçmek için toprak ve gerekirse yaprak analiz sonuçlarına göre yeterli ve
dengeli organik ve inorganik gübreleme yapılmalıdır. Bitkisel üretimde
birim alandan daha fazla ve kaliteli ürün elde edilebilmesi için sertifikalı
tohum kullanımı, toprak yapısı ile bitki ihtiyacına göre gübre kullanımı ve
damla sulama sistemlerinin yaygınlaĢtırılması sağlanmalıdır. Toprakların
verimliliğini artırıcı önlemler alınmalı, yeĢil gübreleme yaygınlaĢtırılmalı ve
477
anız yakılmasının önüne geçilmelidir. Ahır gübresi, yeĢil gübre, kompostlar
gibi organik gübre ve materyallerin tarımda yaygın olarak kullanımını
artıracak önlemler hemen alınmalıdır. Katı kimyasal gübreler gibi yüksek
besin element içerikli sıvı kimyasal gübrelerin de üretimi ve tüketimi
sağlanmalıdır. Mikrobiyal gübreleme ile ilgili araĢtırmalara ve bu gübrelerin
bitkisel üretimde kullanımına önem verilmelidir. Yıllık yağıĢ toplamı 450
mm‟nin altında olan yerlerde nadaslı tarım yapılmalı ve nadas toprak
iĢlemesi uygun yapılmalıdır.
Özellikle kuru tarım alanlarında tohum ve gübrenin aynı yere
bırakılmasının doğurduğu sorunlar önemli kayıplara neden olmaktadır.
Kirecin kötü etkisini azaltıcı ve demir, çinko, mangan ve bor gibi mikro
besin elementlerinin bitkilerce alınımının artırılması için tabana toz kükürt
kullanımı yaygınlaĢtırılmalı ve bu materyalin tarlaya kolay atılmasını
sağlayacak ekipmanlar geliĢtirilmelidir. Ülkemizde araziler parçalı
olduğundan rantabl gübre kullanımı mümkün olamamaktadır. Halbuki
geliĢmiĢ ülkelerde araziler çok büyük parseller halinde olduğundan gübre
firmaları tarafından toprak analiz sonuçlarına göre o parselde yetiĢtirilecek
bitkilere özel paçal gübre hazırlanarak araziye gönderilmektedir. Ülkemizde
bir an evvel arazi toplulaĢtırması tamamlanmalıdır.
Tarım topraklarımızın korunması için arazilerimize Arazi Kullanım
Kabiliyeti (AKK) Sınıflarının gerektirdiği ölçüde yük verilmeli, bunun için
de 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu‟na uyulmalı ve
çiftçi eğitim seminerlerine önem verilmelidir. (Zengin M.)
Afrika „da çiftçi
Yacouba Sawadogo, Burkino Faso‟nun
kuzeyindeki tarım arazilerinde uzun süredir devam eden çölleĢmeyi
durdurmayı baĢardı.
Ġhtiyar çiftçi 120 dönümlük araziyi kullandığı oldukça eski
yöntemlerle 60 ayrı tür ağaçtan oluĢtan yeĢil bir alana dönüĢtürdü.
Sawadogo‟nun kullandığı eski Afrika tarım pratiği olan „Zai‟ tekniğine göre,
önce sertleĢmiĢ toprağa büyük bir çukur açılıyor, sonra içine bitki artıkları ve
gübreden oluĢan bir karıĢım yerleĢtiriliyordu. Ardından bölge Ģartlarına
uygun dayanıklı ağaç türlerinin tohumları konuluyordu (Bavra M.)
KAYNAKLAR
Cramer, C., 1994. Test Your Soils „Health-First in A Series. The New Farm.
January 1994, p.17-21.
Giannakopoulos, C., Bindi, M., Moriondo, M. and Tin, T., 2005. Climate
Change Impacts in the Mediterranean Resulting form A 2 °C Global
Temperature Rise. A Report for WWF, July 2005.
478
Soylu, S., Boyraz, N., Zengin, M., ġahin, M., Kaya, A., Kutluca, M.C.,
ġener, M., Ünal, Y., 2010. Konya Ġlinde Kırsal Kalkınma Ġçin Örnek
Uygulama: Altınekin Modeli
TÜĠK, 2013. Türkiye Ġstatistik Kurumu TÜĠK Yıllığı 2013 Kayıtları.
Ankara.
Zengin, M. and Gezgin, S., 2011. Konya Ġli‟nde Toprak ve Gübreleme
Sorunları. TMMOB I. Konya Kent Semp., Bildiriler Kitabı, 26-27 Kasım
2011, Sf: 371-384, Konya.
Zengin, M., Tarımda Toprak Verimliliği Nasıl Arttırılır? (www.igsas.com.tr)
(EriĢim tarihi: 19.03.2016)
Bavra M., Olmaz Denileni BaĢardı.. (haber.marmara.edu.tr) (EriĢim tarihi :
31.03.2016)
479
480
ĠKLĠM DEĞĠġĠKLĠĞĠ VE TARIM
Nazlı YAVUZ1
1
2
Melike ÖNCÜL2
Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarım Ekonomisi Bölümü
Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarım Ekonomisi Bölümü
ÖZET
Ġklim değiĢikliği karĢılaĢtırılabilir bir zaman periyodunda gözlenen
doğrudan ya da dolaylı olarak küresel atmosferin bileĢimini bozan insan
etkinlikleri sonucunda gerçekleĢmekte olan bir olaydır.
Envanter sonuçlarına göre, 2013 yılında toplam sera gazı emisyonu
CO2 eĢdeğeri 459,1 milyon ton (MT) olarak hesaplandı. 2013 yılı
emisyonlarında CO2 eĢdeğeri olarak en büyük payı yüzde 67,8 ile enerji
kaynaklı emisyonlar alırken, bunu sırasıyla yüzde 15,7 ile endüstriyel
iĢlemler ve ürün kullanımı, yüzde 10,8 ile tarımsal faaliyetler ve yüzde 5,7
ile atık takip etti.
Hızla artan dünya nüfusu ve kontrolsüz sanayileĢme süreci, sağlıksız
kentleĢme doğal yapının alansal ve nitelik kaybına neden olmaktadır. Doğal
yapının önemli bir karbon yutağı olduğu bilinmektedir. Özellikle kentleĢme
sera gazı etkisini arttırmaktadır. DeğiĢen iklim koĢulları, tarımsal ürün
desenini değiĢtirebilmektedir. Küresel ısınma hidrolojik döngüde bulunan
suyun miktarını azaltıp, toprak verimliliği ve ürün çeĢitliliğinin değiĢmesine
neden olmaktadır. Bu da yaĢamlarını doğrudan tarımsal üretime bağlı olarak
sürdürmek zorunda olan ülkeleri büyük ölçüde etkileyecektir. Kuraklık ve
sel sıklığının artmasının, ancak kendine yeterli olan alçak enlemlerdeki
tarımsal ve doğal yapının olumsuz etkilenmesine neden olacağı
beklenmektedir.
Ülkemizin iklim değiĢikliğine karĢı olası kuraklık yönetimi
senaryolarını hazırlaması gerekmektedir. Bu amaçla ulusal düzeyde iklim
değiĢikliği inceleme merkezleriyle uzun yıllar gözlemlerin yapılması,
özellikle tarımsal üretim alanlarının etkilenme düzeylerinin tahminlenmesi
ve tarımsal üretimin devam ettirilmesi için senaryolar üretilmesi
gerekmektedir. Ġklim değiĢikliğinin topak kalitesini olumsuz etkileyeceği
muhakkaktır. DeğiĢen toprak özelliği ve su kıtlığı koĢullarını dirençli ürün
değerlerinin belirlenmesi oldukça önemli önlemler olarak benimsetilmesi
gerekmektedir.
ANAHTAR KELĠMELER: Ekosistem, ,Canlı Yaşamı, Küresel Isınma,
İklim, Emisyon
481
1.ĠKLĠM DEĞĠġĠKLĠĞĠ VE TARIM
Ġnsanların tarih sahnesine çıkıĢına kadar olan süreçte, dünyanın
coğrafî özellikleri bir kaç defa değiĢmiĢtir. Belirli dönemlerde, dünyamızın
unsurları arasındaki doğal dengenin çeĢitli nedenlerle bozulmasına bağlı
olarak, iklimde de büyük değiĢmeler olmuĢtur. Doğal etkenlerle iliĢkili olan
bu değiĢmelere, 19. yüzyılın ortalarından itibaren, insan etkilerinin de
katkısı olduğu kesindir. Bugün hemen bütün iklim bilimciler tarafından,
dünya iklimi sisteminde bir bozulmanın olduğu kabul edilmektedir. Doğal
dengenin bozulmasına neden olan insanların, gerekli önlemler alınmadan
çeĢitli etkinliklerinin devam etmesi hâlinde, iklimdeki bu bozulmaların
artarak, sonucu çok olumsuz olabilecek, küresel ısınmaya bağlı iklim
değiĢikliklerinin yaĢanacağı, kesin bir dille ifade edilmektedir. Çünkü beĢerî
nedenlerle, atmosferdeki sera gazı birikimlerinde ve partiküllerde meydana
gelecek artıĢ, doğal çevrenin tahribi, ozon tabakasındaki incelme, küresel
boyutta sıcaklık artıĢına neden olacaktır.
Zamanımızdan 20.000 yıl kadar önce kuzey yarım küreyi etkileyen
soğuklar, Avrupa kıtasının kuzey kesimlerinin tamamen buzullarla
kaplanmasına ve deniz seviyesinden bugünküne göre 125 m alçalmasına
neden olmuĢtur.
Her yıl ortalama buzul kaybının en çok yaĢandığı yerler Grönland ve
Antarktika olarak belirlendi. Dünyanın en büyük adası Grönland ve
yeryüzünün en güneyindeki kıta olan Antarktika‟daki yıllık buzul kaybı
toplam 148 milyar ton. Bu iki yerin yakınlarındaki bölgelerde yaĢanan
toplam erime miktarı ise 385 milyar ton.
Günümüzde dünya tarım topraklarının yüzde 4‟ü kuraklıktan
etkileniyorken, yüzyıl sonunda bu oranın yüzde 18‟e çıkması
bekleniyor. Uzmanlar 30 derecenin üzerine çıkan sıcaklığın tarım ürünleri
482
üzerinde olumsuz etkisi olduğunu söylüyor. Örneğin, hava sıcaklığı bu eĢiği
aĢtığında ABD‟deki mısır ve soya fasulyesi üretiminde ciddi bir düĢüĢ
gözleniyor. ABD dünyanın en büyük mısır ve soya fasulyesi üreticisi. Isı
artıĢı nedeniyle verim azalması halinde üretim biraz daha kuzeye
kaydırılabilir.
Son 30 yılda iklim değiĢikliğinin etkisi karasal ekosistemlerde de
yoğun olarak görülmektedir. Karasal ekosistemleri için çok önemli olan bitki
türleri, yalnızca belirli iklim koĢulları altında baĢarılı bir Ģekilde üreyip,
büyüyebilmektedir. Bu koĢullar değiĢtiği takdirde, bu türler ya adapte olacak
ya da göç etmek zorunda kalacaktır. BaĢta yüksek rakımlarda ve kuzey
bölgelerinde yaĢayanlar olmak üzere bazı türler açısından göç etmek
genellikle zordur. Bu iki seçenekten hiçbiri olanaklı değilse, türlerin yerel
popülasyonlarının nesli tükenir. Bitki türlerinin zenginliğinde meydana gelen
azalma, tüm biyolojik çeĢitliliği sınırlandırmakta olup, bu durum ekosistem
istikrarının azalmasına yol açabilmektedir.
ABD‟deki bir araĢtırma Ģirketi tarafından yapılan “küresel iklim
değiĢikliği” araĢtırmasının sonuçlarına göre, 2050‟li yıllarda, insanların
bugün üzerinde yaĢadığı alanların yaklaĢık yüzde 70‟inin sular altında
kalacağı tahmin ediliyor.
Bunun da aĢırı sıcaklık, kuraklık ve savaĢların tetiklediği göç
dalgalarına, yaĢam alanlarının sular altında kalmasından kaynaklanan yeni
göçlerin ekleneceğini gösterdiği tespiti yapılıyor.
(Güney Fransa'da, sel yüzünden sular altında kalmış ve nükleer santrale
yakın olan bir köy. 2003'te aynı bölge kuraklıkla karşı karşıya kalmıştı. İklim
değişikliği, kuraklık ve sel gibi aşırı uçlarda hava koşullarına yol
açabiliyor.)
483
Geçtiğimiz yıllarda ortaya çıkan sıcak hava dalgaları (örneğin
Kuzeybatı Avrupa, Amerika BirleĢik Devletleri, Rusya, Pakistan ve
Hindistan‟da) ve aĢırı su basmaları olağan hale gelecek ve birçok yaĢlı, hasta
ve yoksulun sıcaklıkla bağlantılı sebeplerle ölümlerine yol açacak. AĢırı
yağıĢların sıtma taĢıyan sivrisinekler gibi hastalık taĢıyıcı türleri besleyip
koruması ve dang humması gibi baĢka hastalıkları getirmesi de olası. Ama
en büyük risk iklim değiĢikliğinin sebep olduğu doğal felaketlerden
kaynaklanıyor. Daha Ģiddetli kasırgalar, seller, toprak kaymaları, çığlar,
orman yangınları ve iklim değiĢikliğinin diğer yıkıcı birçok sonucundan
insanlığın en az yarısı etkilenebilir. Ġnsanın yaĢam ortamı üzerindeki bir dizi
etki Ģimdiden tanımlanabiliyor.
1.TÜRKĠYE’DE ĠKLĠM DEĞĠġĠKLĠĞĠ VE TARIM
Türkiye karmaĢık iklim yapısı içinde, özellikle küresel ısınmaya
bağlı olarak görülebilecek bir iklim değiĢikliğinden en fazla etkilenecek
ülkelerden biridir. Doğal olarak üç tarafından denizlerle çevrili olması,
parçalanmıĢ bir topografyaya sahip bulunması ve orografik özellikleri
nedeniyle, Türkiye‟nin farklı bölgeleri iklim değiĢikliğinden farklı biçimde
ve değiĢik derecelerde etkilenecektir.
Olası bir iklim değiĢikliğinin ülkemizdeki sonuçlarını aĢağıdaki Ģekilde
özetlemek mümkündür:
1. ġüphesiz iklim değiĢikliğinin, ülkemizdeki doğal ekolojik
sistemlerin bileĢimini ve üretkenliğini bozacağı ve biyolojik
çeĢitliliği azaltacağı kaçınılmaz olacaktır. Tek tek türler iklimdeki
değiĢikliğe ve bozulan iklimsel rejimlere (örneğin ; yağıĢ,
buharlaĢma ve sıcaklık rejimlerine) farklı düzeyde ve farklı biçimde
tepki vereceğinden, bir çok eko sistemin yapısı, bileĢimi, üretkenliği
ve coğrafî dağılıĢı bozulacaktır. Artan olumsuzluklar (salgın
hastalıklar ve yangınlar), biyolojik çeĢitlilikte azalmaya ve yaramaz
(istenmeyen) türlerde artıĢlara yol açabilecek, habitatlardaki
bölünmeler, iklime bağımlı türlerin göçü için yeni engeller
yaratabilecektir.
2. Ormanlar yangın, yerleĢme ve tarım için alan açma nedeniyle sürekli
olarak azalmaktadır. 1961- 1996 yılları arasında çıkan 15.596 orman
yangınında 2.293.390 hektar orman yandığı düĢünülürse, sorunun ne
kadar büyük ve ne kadar vahim olduğu anlaĢılabilir.
484
3. Küresel ısınmadan dolayı oluĢacak iklim değiĢiklikleriyle, özellikle
su kaynaklarının azalması, orman yangınları, kuraklık ve çölleĢme
ile bunlara bağlı ekolojik bozulmalardan ülkemizin olumsuz
etkileneceği belirtilmektedir.
Ortalama yağıĢın azalması yanında, yağıĢ rejimindeki sapma da
dikkat edilmesi gereken bir olaydır. YağıĢ rejimindeki sapmalar,
tarımsal üretimi olumsuz yönde etkilemektedir.
4. Tarım alanlarının kötü kullanımı, su yönetim eksiklerine bağlı su
baskınları, tuzlanma, çoraklaĢma, aĢırı pestisit ve gübre kullanımına
bağlı kirlenme bunların baĢında gelmektedir. Ülkemizin bazı önemli
hububat üretim merkezlerinde, ürün kayıplarının % 40- 50 oranına
ulaĢtığı gözlenmektedir. Türkiye‟de yağıĢ rejiminde meydana gelen
azalıĢların ve yağıĢ rejimindeki sapmaların, tarımsal üretimde
olumsuz etkisi , kıĢlık ekimde daha fazla olmaktadır. YağıĢ rejiminin
bahar aylarına doğru kayma göstermesi, yazlık ekimlerde bir avantaj
gibi görülebilirse de üretim açısından önemli riskleri de beraberinde
taĢıdığı düĢünülmektedir.
Tarımsal araĢtırmalar genel müdürlüğü (TAGEM), 2000-2001 yılı
ekim dönemi ile ilgili olarak, mayıs baĢı itibarıyla yaptığı
incelemeler sonucunda; Konya, Karaman, Yozgat illerinde yetersiz
yağıĢlar nedeniyle ekim yapılan alanlarda %80- 90 oranında
kuraklığa bağlı zararın meydana geldiği, daha bir çok ilin de %2762 oranında kuraklıktan etkileneceği belirtilmiĢtir.
485
Yeni iklim değiĢiklikleri, çiftçilerin ürettikleri ürünleri değiĢtirmeye
zorlayacak, ekim ve dikim tarihlerinde ve ürün türlerinde önemli
değiĢiklikler olabilecektir
Ġklimde meydana gelen değiĢme, sulanan ve sulanmayan alanlarda
özellikle buğday, mısır, soya fasulyesi gibi daha bir çok ürünün
üretiminde verim düĢüklüğü ortaya çıkabilecektir.
5. Ġklimde meydana gelebilecek herhangi bir değiĢme yağıĢ,
buharlaĢma, yüzey akıĢ ve topraktaki kullanılabilir suyun miktarını
değiĢtirecektir. Mevsimler ve yıllık yağıĢlarda görülecek değiĢmeler
hem su kaynaklarının depo edilmesi, hem de topraktaki nem
rejiminin düzenlenmesi açısından oldukça önemlidir. Bitkilerin
çiçeklenme, tozlanma,meyve oluĢumu ve tane dolumu sırasında
meydana gelebilecek su yetersizliği verimin önemli ölçüde
düĢmesine neden olacaktır.Sıcaklıkların artması nedeniyle, toprakta
meydana gelen buharlaĢma ve bitkide olan terlemenin
(Evapotranspirasyon) artmasıyla beraber bitki strese gireceğinden,
kuraklığa dayanıklı bitki türlerinin geliĢtirilmesi zorunlu hâle
gelecektir.
Emisyonların temel sektörlere dağılımına bakıldığında %70‟inin enerji
kaynaklı olduğu, %14 ile sanayinin ikinci büyük paya sahip olduğu, %8 pay
ile tarım ve %4 pay ile atık sektörünün takip ettiği envanterden
anlaĢılmaktadır (Grafik-1).
486
1.ÇÖZÜM ÖNERĠLERĠ VE SONUÇ
Son yılarda küresel ısınma gerçeğinin farkına varan dünya ülkeleri,
iklim politikalarını, sürdürülebilir kalkınma stratejilerine, enerji, ulaĢım ve
tarım gibi iktisadi sektörlere dahil etmeye baĢlamıĢlardır. Bu da bize enerji
kullanımında daha etkin kullanımın mümkün olabileceğini, böylece daha az
enerji kullanımı ve daha az salımla aynı düzeyde kalkınmanın
gerçekleĢebileceğini göstermektedir.
Küresel ısınmaya yönelik çalıĢmalar yapan birçok kuruluĢ temel
olarak küresel ısınmanın önüne geçebilmek için, enerji, sanayi, ulaĢım ve
tarım sektörlerinde, baĢta fosil yakıt kullanımının azaltılması yoluyla, gerekli
politika değiĢikliklerine gidilerek sera gazı üretiminin sınırlandırılmasının
gerekli olduğunu bildirmektedirler.
Ormanların korunması, bilinçli tarımsal uygulamalar (gübreleme,
ilaçlama vs.) ve sera gazları salınımının azaltılması için ciddi yaptırımları
olan vergiler konulması küresel ısınmanın azaltılmasına yardımcı olunabilir.
Türkiye‟nin içinde bulunduğu bölgenin su kıtlığı, kuraklık ve toprak
erozyonu sorunları ile karĢı karĢıya olması da, Türkiye‟yi küresel ısınmanın
zararlı ve Ģiddetli etkilerini en önce yaĢayacak ülkeler arasına sokmaktadır .
Küresel ısınma nedeniyle Türkiye‟nin yaĢayacağı en önemli felaket
kuraklıktır. Kar ve yağmur (özellikle de kar) yağıĢının azalması yeraltı
sularının seviyesinin düĢmesine, dolayısıyla akarsu ve göllerin kurumasına
neden olmaktadır. Bu da, Türkiye‟nin kalkınması ve geçimi için son derece
önemli olan tarıma büyük darbe vuracak ve ülkemiz büyük bir açlık ve
kuraklık tehlikesi ile karĢı karĢıya kalacaktır. Muhtemelen tüm zamanların
en sıcak yılı olacak olan 2007‟de, sulu tarım yapılan Çukurova ve benzeri
yöreler kuraklık nedeniyle verim kaybına uğrayacaktır. 2003‟de yine küresel
487
ısınmaya bağlı sıcak dalgaları nedeniyle Avrupa tarımı büyük darbe almıĢ,
Fransa % 20, diğer bazı Avrupa ülkeleri de % 10-80 arasında verim kaybına
uğramıĢtır.
Artan atmosfer sıcaklığı ve sera gazları konsantrasyonu düĢük yağıĢ
ile birleĢtiğinde bitkilerin solunumlarını ve stomal fonksiyonlarını hem de
toprakların organik karbon içeriğini olumsuz yönde etkilemektedir. Bu
nedenlerle toprakların doğru ve verimli kullanılarak, organik karbon
oluĢumunun ve tutulmasının arttırılmasının, küresel ısınma, açlık, erozyon,
çölleĢme, ormansızlaĢma ve tarım alanı kaybı gibi sorunların çözümü için
yarar sağlayabilir.
Ġklim değiĢiminin sonucu olarak orta ve yüksek enlemlerde
üretkenlik artarken, tropikal ve subtropikal bölgelerde verim oldukça
azalacaktır. Bunun sonucu olarak da kırsal nüfusun büyük çoğunluğu
olumsuz yönde etkilenecektir. BulaĢıcı hastalıklar için kötü beslenme önemli
bir faktör haline gelecektir. Ġkilim değiĢimi, Hindistan, Asya ve Afrika gibi
düĢük enlemlerde de görülen yiyecek sıkıntısını Ģiddetlendirecek ve açlık ve
kıtlık ciddi bir biçimde ortaya çıkacaktır. 2025 yılı itibari ile kırsal
alanlardan devam eden göç nedeniyle dünya nüfusunun % 61‟inin Ģehirlerde
yaĢaması beklenmektedir. Çevresel bozulmalar, nüfus artıĢı ve yiyecek
sıkıntısı insanlar ve hayvanlar için göçlere neden olacak, bu sağlıksız göçler
sonucunda hastalıklar ve ölümler artacaktır.
KAYNAKLAR
Görmez, K., (1991) ġehir ve Ġnsan. Milli Eğitim BasımeviG.Ü Gazi Eğitim
Fakültesi Dergisi Cilt 22 , Sayı 1 (2002) 47-65 51
Greenpeace
(2014).
Ġklim
Etkileri
http://www.greenpeace.org/turkey/tr/campaigns/enerji/etkiler/ ( EriĢim tarihi
: 22.03.2016)
Harmantime (2013). Ġklim değiĢikliği tarımı nasıl etkileyecek
http://www.harmantime.com/haber/487/iklim-degisikligi-tarimi-nasiletkileyecek.html
?
( EriĢim tarihi : 30.03.2016)
Önder Algedik. (2013) Türkiye‟nin 2012 Ġklim Karnesi: Yapılmaması
Gerekeni Yapmak! http://www.onderalgedik.com/envanter2012/ ( EriĢim
tarihi : 31.03.2016)
488
GENÇLĠK ve TARIM
1
1
Emrah ĠLHAN
1
Merve BÜYÜK
Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Toprak Bilimi ve Bitki Besleme
ÖZET
Ülkemiz gerek coğrafi konumuyla gerek iklim yapısıyla sulu, susuz
tarım ve sera üretimine uygun bölgedir. Ancak ülkemizde tarım plansız ve
bilinçsiz yapıldığı için ekonomik kayıplara yol açmaktadır. Örneğin
ihtiyaçtan fazla üretilen ürünler çöpe atılırken bazı ürünleri ithal etmek
zorunda kalıyoruz. Bu nedenle ülkemizin genç ve bilinçli üreticilere ihtiyacı
vardır. Ülkemizde tarım özendirici olmayıp, çiftçilerimiz sosyal anlamda
diğer üretim kollarına oranla daha geri durumundadır. Örneğin en düĢük
emekli maaĢını tarım bağ-kurlusu almaktadır. Hem ekonomik güçlükler hem
de vize sorunları nedeniyle Dünyanın birçok ülkesinde düzenlenen tarım ve
hayvancılık fuarlarını ziyaret etmek üreticilerimiz açısında zorlaĢmaktadır.
Oysa çiftçilerimizin bu fuarları gezip, değerlendirip, bilinçlenmesi
gerekmektedir.
Ülkemizde gençlerimiz tarıma olumlu bakmaktadır. Tarım arazileri
miras yoluyla parçalandığı için kardeĢler arazileri bölerek küçük çiftçi
konumuna geliyor veya araziler parçalandığı için genç çiftçilerimiz geçim
zorluğu çektiği için baĢka mesleklere yönelerek köyleri terk ediyorlar.
Bu yüzden gerek devlet tarafından, gerek üreticiler açısından ve
gerekse öğrencisi olduğum ve üzerinde sorumluluğunu hissettiğim
üniversiteler olarak üretici kardeĢlerime gereken destek verilmelidir.
ANAHTAR KELĠMELER: Bilinçli Çiftçi, Üretici Gençlik, Sürdürülebilir
Üretim, Güvenli Gıda, Tarımsal Destek
GĠRĠġ
Tarım sektörü, çeĢitli besin maddelerini üreten, bu maddeleri
iĢleyerek besin maddelerini çeĢitlendiren, bireylerin de bu maddelere olan
ihtiyacını karĢılayan dolayısı ile toplumların sağlığı ve kalkınması üzerinde
önemli etkiye sahip bir sektördür. Ġnsanoğlunun hayatını devam ettirebilmesi
için besin ihtiyacı vazgeçilmez bir unsurdur. Toplum sağlığı ve sosyoekonomik kalkınma, yeterli ve dengeli beslenme ile mümkündür. Bireylerin
de yeterli ve dengeli beslenebilmesi için öncelikle istedikleri miktar ve türde
489
besin maddelerini bulması, daha sonra ise bu maddeleri satın alabilecek bir
gelire sahip olması gerekmektedir. Tarım sektörü, günümüze kadar ülkelerin
ekonomik ve sosyal geliĢiminde çok önemli görevler üstlenmiĢ, gelecekte de
bu görevleri üstlenmeye devam edeceği beklenmektedir. Tarım; ülke
nüfusunun yaĢamını sürdürebilmesi, milli gelire ve istihdama katkısı, diğer
sektörlere hammadde ve sermaye sağlaması, ihracata doğrudan ve dolaylı
olarak etkisi ve biyolojik çeĢitlilik ile ekolojik dengeye olan katkısı
nedeniyle tüm dünyada vazgeçilmez bir sektör niteliğindedir. Bu nedenle
tarım sektörü, ekonomik, sosyal ve çevresel boyutlarıyla, toplumun bütün
kesimlerini yakından ilgilendirmektedir.
Türkiye'de tarım, istihdam, ihracat ve mili gelire yaptığı katkı ile
önemli bir sektördür. Tarım sektörü, 6,1 milyon istihdam, 62,7 milyar dolar
gelir ile önemli bir ekonomik faaliyettir (2011). Türkiye 2014 yılında 190
ülkeye, 18,7 milyar $ değerinde, 1707 tür tarım ürünü ihraç etmiĢtir.
Ülkemizde tarım, avcılık ve ormancılık sektörünün toplam GSYH
içindeki payının zaman
içinde azaldığı, 2005 yılında %9,1 seviyesinde olan söz konusu payın 2014
yılında %7,1‟e
gerilediği görülmektedir. Diğer taraftan, Tarım sektörü istihdamının toplam
istihdam içindeki payı 2005 yılında %25,5 düzeyinde iken 2014 yılında
%21,1 seviyesine gerilemiĢtir. Görülmektedir ki nüfusun önemli kısmı
geçimini tarım sektöründen sağlamaktadır. Bununla birlikte, tarım
sektöründe istihdam edilenlerin gelirleri diğer sektörlere göre daha düĢüktür.
Bunun sonucu ortaya çıkan kır kent farklılığı, köyden kente yoğun göçe
sebep olmaktadır.
2. GEREÇ VE YÖNTEM
2.1. Tarım Sektörünün Sorunları
Günümüzde tarım sektörünün içerisinde bulunduğu baĢlıca sorunları
aĢağıdaki gibi sıralamak mümkündür:

Ülkemizde uygulanmakta olan miras hukuku, tarım arazilerinin
parçalanarak küçülmesine neden olmaktadır. Tarım arazilerinin
parçalanması, iĢletme büyüklüklerinin küçülmesine ve dolayısı ile
tarımsal verimliliğin azaltılmasına yol açmaktadır. Tarım
iĢletmelerinin küçülmesi önemli oranda ölçek ekonomisi
problemlerine neden olmakta, üretim azalan verimlere doğru
yönelmektedir. Sonuç olarak küçük iĢletmeler yetersiz gelirleri ile
490










artan üretim maliyetlerini karĢılayamadığından tarımsal faaliyetleri
bırakmak zorunda kalmaktadır.
Ülkemizdeki tarım iĢletmelerinin yaklaĢık %70‟inde hayvansal ve
bitkisel üretimin birlikte yapıldığı dikkate alındığında, tarım
iĢletmelerinde uzmanlaĢma yaygın değildir.
Gübre, tarım ilaçları, tohumluk, tarım makineleri ve mazot gibi
temel üretim girdilerindeki aĢırı fiyat artıĢları, tarım iĢletmelerinin
karlarını önemli ölçüde düĢürmüĢtür. Bu durum bazı tarım
iĢletmelerinin zarar etmesine yol açmıĢtır.
Devletteki küçülme politikaları sonucunda, geçmiĢte çiftçilere
baĢarılı hizmetler sunan; zirai mücadele, toprak-su gibi bazı
kurumların ortadan kaldırılması, çiftçinin hizmet alımının
aksamasına yol açmıĢ, dolayısı ile verimlilikte azalıĢlar ortaya
çıkmıĢtır.
Uluslararası Para Fonu (UPF: IMF), Dünya Bankası (DB: WB) ve
Avrupa Birliği gibi kuruluĢların ülkemiz tarımına yapmıĢ olduğu
dolaylı müdahaleler, tarım iĢletmelerini olumsuz yönde
etkilemektedir.
GeçmiĢte girdi bazında verilen devlet desteği, zamanla doğrudan
gelir desteği haline dönüĢtürülmüĢ, bu durum sonucunda toprağı
olup tarımsal faaliyetlerde bulunmayan kiĢilere gelir desteği
sağlamıĢ, gerçek üreticilere önemli bir katkı sağlamamıĢtır.
Çiftçilerin eğitimi ve modern tarım teknolojilerinin kullanımında
istenilen seviyeye ulaĢılamamıĢtır. Bu nedenlerden dolayı çiftçilerin
bilgi ve sermaye birikimi yetersiz kalmıĢ, tarım ile ilgili güncel
geliĢmeler yakından takip edilememiĢtir. Bunun bir diğer nedeni de;
küçük ölçekli tarım iĢletmelerinin modern tarımsal araç ve gereçler
ile modern tarımsal üretim teknikleri için gerekli olan finans
kaynaklarına sahip olamayıĢlarıdır.
Hayvan hastalıkları ile mücadelelerde yetersiz kalınmıĢtır.
Çiftçiler içinde bulundukları örgütsüzlük nedeniyle çoğu zaman
mamullerini pazarlayamamıĢ, aracılar tarafından düĢük fiyatlar ile
alınan mamuller tüketiciye yüksek fiyatlar ile satılmıĢ, bu durum
hem üreticiyi hem de tüketiciyi olumsuz etkilemiĢtir.
Üretim planlaması yapılamadığından çiftçilerin üretmiĢ oldukları
mamuller zaman zaman satılamamıĢ, bu durum sonucunda çiftçi
zarar etmiĢ ve tarımsal faaliyetleri bırakmak zorunda kalmıĢtır.
Türkiye'nin tarım sektörüyle ilgili en önemli sorunlarından biri de,
geliĢmiĢ ülkelere nazaran ortalama tarımsal arazilerin daha küçük
491
olması ve kırsal kesimlerdeki iĢsizliğin varlığıdır. Miras yoluyla
devamlı olarak küçülmekte olan ortalama tarımsal iĢletme
büyüklüğü, özellikle son dönemlerde tarım reformunun önemini
vurgulamıĢ ve çok boyutlu önlemlerin ön plana çıkmasını
sağlamıĢtır.
2.2. Kırsalda Gençlik
FAO verilerine göre, 2050 yılına kadar küresel nüfusun 9 milyara
ulaĢacağı tahmin edilirken, bu nüfus içerisinde 15- 24 yaĢ arasındaki
gençlerin sayısının 1,3 milyara ulaĢacağı bekleniyor.
Beklenen bu genç nüfusun çoğu, nüfusunun yarıdan fazlası kırsal
alanlarda yaĢayan Afrika ve Asya kıtalarındaki geliĢmekte olan ülkelerde
doğacak olanlardır (UNDESA, 2011). Kırsaldaki genç nüfus sosyal ve
ekonomik olarak oldukça ciddi zorluklarla karĢı karĢıyadırlar.
Sektöre göre istihdam edilenlerin oranı incelendiğinde, Türkiye
genelinde 2013 yılında hizmet sektöründe istihdam edilenlerin oranı %50,
sanayi sektöründe istihdam edilenlerin oranı %26,4, tarım sektöründe
istihdam edilenlerin oranı ise %23,6 oldu.
Sektöre göre istihdam edilen gençlerin oranı incelendiğinde ise,
gençlerin %47,8‟inin hizmet sektöründe, %31,5‟inin sanayi sektöründe,
%20,7‟sinin ise tarım sektöründe istihdam edildiği görüldü.
Kırsal alandaki gençlerin tarım sektörünü ürettikleri ve gelir
sağlayarak yaĢam koĢullarını iyileĢtirdikleri bir çalıĢma alanı olarak
görmelerini gerektirmektedir. Ancak dünyanın her yerindeki kırsal alanlarda
yaĢanan ortak sorun, gençlerin bu sektöre aktif katılım sağlamaktaki
isteksizlikleridir. Kırsaldaki gençliğin bu isteksizliklerinin altında yatan
baĢlıca zorluklara bakacak olursak;
 Kırsaldaki gençlerin ve özellikle genç kadınların kırsal iĢgücü
piyasasının ihtiyaçlarını karĢılamada gerekli olan tarımsal
üretimdeki becerilerini geliĢtirecek yeterli niteliklere sahip
olmamaları,
 Kırsaldaki gençliğin tarımsal eğitim ve öğretime eriĢim zorluğu ve
dolayısıyla giriĢimci yönlerini geliĢtirememeleri,
 GeliĢmekte olan ve az geliĢmiĢ ülkelerin kırsalındaki genç
kadınların miras hukuku ve bazı geleneksel kurallar nedeniyle tarım
yapabileceği arazilere sınırlı eriĢim sağlayabilmeleri,
492
 Kırsaldaki gençliğin finans konusundaki bilgi yetersizlikleri ve
teminat sorunları nedeniyle finans kaynaklarına ulaĢmada zorluk
yaĢamaları,
 Kırsalda tarımsal üretim faaliyetlerinden elde edilen gelirin
gençlerin istedikleri düzeydeki sosyoekonomik yaĢam koĢullarını
sağlamadaki yetersizliği,
 Kırsaldaki gençlerin tarım sektörüne iliĢkin politikaların yapılması
sürecine sınırlı düzeyde katılım sağlamalarıdır.
Kırsal alandaki gençlerin tarım sektörüne aktif katılımlarının
sağlanması için; bu zorlukların aĢılmasına iliĢkin çözüm önerileri yaĢ,
cinsiyet ve coğrafik bölgeye göre oluĢturulan genç nüfus istatistikleri dikkate
alınarak oluĢturulmalıdır.
Kırsaldaki gençlerin kırsal alanların geliĢmesine aktif olarak
katılımlarının gerçekleĢmesinde yapılabilecek baĢlıca aktiviteleri Ģu Ģekilde
sıralayabiliriz:
 Kırsalda tarımsal faaliyetlerde bulunacak olan gençlerin ihtiyaçları
olan ve hayati öneme sahip olan doğru bilgiye ulaĢmalarının
sağlanması,
 Modern tarım sektörünün ihtiyaçlarına cevap verebilecek olan
entegre eğitim yaklaĢımlarının geliĢtirilmesi,
 Kırsalda elde edilen tarımsal ürünlerin katma değerini arttırmaya
yönelik gıda iĢleme ve paketleme gibi alanlarda gençlerin eğitilmesi,
 Kırsaldaki genç giriĢimciler tarafından üretilen ve katma değeri
yüksek olan tarımsal ürünlerin pazar imkânlarının araĢtırılması ve bu
pazarlara ulaĢımın kolaylaĢtırılması,
 Kırsaldaki gençlerin tarım sektörüne aktif olarak katılmalarını teĢvik
edecek biliĢim teknolojileri, gençlik projeleri ve programlarının
oluĢturulması,
 Kırsaldaki gençliğin tarımsal üretimde kendilerini geliĢtirebilmeleri
için teknik ve iĢ eğitim merkezlerinin oluĢturulması,
 Kırsal alanların kalkınmasında gençlerin aktif olarak katılımlarının
sağlanması için, tarımsal örgütlerin ve diğer sivil toplum
kuruluĢlarının rollerinin güçlendirilmesine yönelik adımların
atılması,
 Kırsaldaki gençliğin tarımsal örgütlenmeye aktif olarak
katılmalarının ve özellikle yönetimde söz sahibi olmalarının teĢvik
edilmesi,
 Kırsalda özellikle tarımsal üretici örgütleri aracılığı ile tarım
sektöründe genç giriĢimciliğin teĢvik edilmesi,
493
 Kırsaldaki gençler arasında tarımsal aktivitelerle ilgili iĢbirliği ve
iliĢkileri güçlendirecek bir internet ağının oluĢturulması,
 Devletlerin, yerel yönetimlerin ve özel sektörün gençlerin de dahil
olacağı tarım sektörünün kalkınma ve sürdürülebilirlik sürecine
katılımlarının sağlanması,
 Devletlerin gençlerin kırsal alandan Ģehirlere göç etmelerini
azaltacak ve tarım sektörüne ilgilerini arttıracak uygun gençlik
kalkındırma programlarının hazırlanarak gençlerin güçlendirilmesi
yönündeki çalıĢmalara ağırlık verilmelidir.
Kırsaldaki gençliğe yönelik olarak yukarıda sıralanan çalıĢmaların
hayata geçirilmesiyle, gençler tarım sektörü ile ilgili politikaların ve
programların
hazırlanmasında,
uygulanmasında,
izlenmesinde
ve
değerlendirmesinde aktif olarak yer alacaklardır. Böylece, dünyadaki artan
küresel nüfus ve azalan tarımsal üretime karĢı, kırsaldaki gençlik gelecek
kuĢakların gıdaya daha kolay eriĢimlerinde ve kırsal alandaki yaĢam
standartlarının sosyoekonomik açıdan yükselmesinde hayati rol
oynayacaklardır.
3.TARTIġMA VE SONUÇLAR
Tarım sektörü, ülkelerin geliĢmiĢlik düzeyi hangi seviyede olursa
olsun, tüm ülkelerin ekonomik hayatlarında önemli bir yere sahiptir. Çünkü
insanların yaĢamlarını sürdürebilmesi için gereken gıda maddeleri ile
kullandıkları hammaddelerin büyük bir bölümünün temini, tarım sektörüyle
sağlanmakta ve bu sektörün ikamesi bulunmamaktadır.
Ülkemizin geleceği olarak gördüğümüz gençlerimiz, yarınlarımızın
en büyük güvencesidir. Onların bedensel ve ruhsal yönden sağlıklı bireyler
olmaları için yapılan her bir yatırım, ülkemizin geleceği için yapılmıĢ
yatırımlardır. Bu nedenle etkin ve uygulanabilir gençlik politikalarının
üretilmesi ve gençlerin karĢılaĢtıkları sorunların çözümüne yönelik adımlar
atılması büyük önem arz etmektedir. Bu yönde atılacak ilk ve en önemli
adım ülkemizdeki gençlerin bugünkü durumlarına iliĢkin istatistiklere sahip
olmaktır. BirleĢmiĢ Milletler Nüfus Fonu (UNFPA) tarafından, her yıl 11
Temmuz Dünya Nüfus Günü‟nde, nüfusun önemli konularını ele alan bir
tema belirlenmekte ve bu temaya iliĢkin farkındalık yaratmaya yönelik
çalıĢmalar yapılmaktadır. UNFPA, 2014 yılı temasını “Gençlere yapılacak
yatırımlar yarınlara yapılacak yatırımlardır” olarak belirlemiĢtir.
494
4. KAYNAKLAR
http://www.tarimdanhaber.com/haber/tarim/kirsalda-tarim-ve-genclik
http://tocbirsen.org.tr/haber/memur-senden-turkiye-genclik-profiliarastirmasi-784
http://www.haberler.com/demir-genc-nufusu-tarimda-tutmanin-tek-yolukirsal-8251894-haberi/
http://www.tzob.org.tr/Bas%C4%B1n-Odas%C4%B1/G%C3%BCncelHaberler/ArtMID/649/ArticleID/62/d252nya-tar%C4%B1m-n252fusu
http://www.izto.org.tr/portals/0/argebulten/aral%C4%B1k/t%C3%BCrkiye%
20%C4%B0%C5%9Fsizlik%20oran%C4%B1_erdem%20alptekin.pdf
http://www.tarim.gov.tr/SGB/Belgeler/yayinlar/turkiyede_tarim.pdf
http://www.tepav.org.tr/tr/yayin/s/591
https://tr.wikipedia.org/wiki/T%C3%BCrkiye'de_tar%C4%B1m?previous=y
es
495
496
SÜRDÜRÜLEBĠLĠR KALKINMA HEDEFLERĠNDE
ARAZĠ BOZUNUMU
*Tolgahan YUR
*Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Toprak Bilimi ve Bitki Besleme Bölümü
ÖZET
Toprak, yaĢamın kaynağı, ekosistemin öğesidir. Nüfus artıĢı sonucu
yeni yerleĢim yerlerinin yerleĢime açılması, orman arazilerinden yeni tarım
alanlarının kazanılması için alan açma, buna bağlı olarak ortaya çıkan
erozyon sorunları ve bir çok faktöre bağlı olarak erozyonla toprak kaybı ve
strüktürel degradasyon toprağın nitelik ve niceliğini bozulmaktadır. Yine
yoğun toprak iĢleme, toprak organik maddesinin mineralizasyonunu
artırmaktadır. Organikmaddenin agregatlaĢma için; toprağın su tutma,
havalanma kapasitesi, su ve havanın toprak içinde hareketi, kök geliĢimi ve
dağılımı ile mikrobiyal aktivitede etkili olması yoğun toprak iĢlemenin
olması negatif etkilerini yansıtmaktadır. Öte yandan CO 2 ve NO2 atmosfere
sera etkisini artıran gazlardır. Toprağın bozunumu ve çölleĢme geniĢ
anlamıyla toplumsal bir olgudur. Toprağı kullanma pratikleri çölleĢmeyi
etkilemektedir. Toprağın bozunumu ve çölleĢme geçimini topraktan
sağlayan insanları sürecin kurbanı yapmıĢtır.
Su ve rüzgar erozyonu ; Toprağın fiziksel, kimyasal, biyolojik ve
ekonomik niteliklerinin azalması, bitki örtüsünün uzun süreli kaybı gibi
doğal veya insan faaliyetleri nedeni ile orijinal doğal ve ekolojik görevinin
veya ekonomik iĢlevinini sürdürürememektedir. Ġklim ile toprağın birbiri ile
çok yakından ilgili doğal varlıklar olduğu ve atmosferde meydana gelen
iklim olaylarının, toprak oluĢumuna ve doğal erozyona neden olduğu
gerçektir.
Arazi bozulması, kırsal yoksulluğun baĢlıca nedenlerinden
olmakla birlikte aynı zamanda da bir sonucudur.
BirleĢmiĢ Milletler tarafından 2002 yılında belirlenmiĢ olan Binyıl
Kalkınma Hedefleri kapsamında, bu hedeflerden arazi bozunumu ve
çölleĢme konusunda ; Ekosistemin korunması, yeniden oluĢturulması ve
sürdürülebilir biçimde kullanılması; çölleĢmeye karĢı mücadele edilmesi;
toprak bozunumunun kontrolü ve tersine çevrilmesi; biyolojik çeĢitlilik
kaybının durdurulması Ģeklindedir. Bu hedeflerden arazi bozunumu ve
çölleĢme konusunda alt hedef: 2030 yılına kadar, çölleĢme ile mücadele
edilmesi, çölleĢme, kuraklık ve sellerden etkilenen araziler dahil bozulmuĢ
arazi ve toprakların rehabilite edilmesi, dünyanın arazi bozunumu
dengelenmesinde çaba göstermesi Ģeklindedir.
497
Sürdürülebilir tarımsal ve ekonomik faaliyetler; toplumun bir alt
kümesi olduğu ve bu faaliyetlerin doğanın kendini yenileme sürecinin
sınırladığı çerçevede gerçekleĢmesi gerekmektedir.
ANAHTAR SÖZCÜKLER: Arazi bozunumu, çölleşme,erozyon
GĠRĠġ
Toprak Bozunumu;
1)Toprağın Kirlenmesi
2)Su ve Rüzgar Erozyonu
3)Tuzluluk ve Alkalilik
4)Drenaj Problemi
5)Organik Maddenin Azalması ile AgregatlaĢmnın ve Strüktürün Bozunması
ve Verim DüĢüĢü
Toprağın bozunumu ve çölleĢme geniĢ anlamıyla toplumsal bir
olgudur. Ġnsanın toprakla olan iliĢkisi temel olarak ikili bir özellik
taĢımaktadır. Birincisi, insanın toprağı kullanma pratikleri çölleĢmeyi
etkilemektedir. Ġkincisi, toprağın bozunumu ve çölleĢme geçimini topraktan
sağlayan insanları bu sürecin kurbanı haline getirmektedir.
Toprak, yaĢamın kaynağı, ekosistemin öğesidir. Nüfus artıĢı,
erozyonla toprak kaybı ve strüktürel degradasyon toprağın nitelik ve
niceliğini bozmaktadır. Yoğun toprak iĢleme,
organik maddenin
mineralizasyonunu artırmaktadır. AgregatlaĢma; toprağın su tutma,
havalanma kapasitesi, su ve havanın toprak içinde hareketi, kök geliĢimi ve
dağılımı ile mikrobiyal aktivitede etkilidir. CO 2 ve NO2 atmosfere sera
etkisini artıran gazlardır. Toprağın bozunumu ve çölleĢme geniĢ anlamıyla
toplumsal bir olgudur. Toprağı kullanma pratikleri çölleĢmeyi
etkilemektedir. Toprağın bozunumu ve çölleĢme geçimini topraktan
sağlayan insanları sürecin kurbanı yapmıĢtır (Yılmaz, ve Alagöz, 2005)
1. ÇölleĢme: ÇölleĢme küresel bir sorunu olup toprak bozunumunun
bir sonucudur. Dünya yüzeyinde her yıl 6 milyon hektar alan çölleĢmekte,
yaklaĢık 750-800 milyon kiĢi çöl ve çöl benzeri yerlerde açlık sınırında
yaĢamaktadır. Oysa BM Çevre Programı UNEP'e göre; küresel düzeyde,
çölleĢmeden doğrudan etkilenen bölgelerde yıllık gelir kaybı 42 milyar
dolarken, çölleĢme ile mücadelenin yıllık bedeli sadece 2,4 milyar dolardır
(TZOB 2013, TEMA 2008).
498
BirleĢmiĢ Milletler, 1994 yılı Aralık ayında aldığı kararla, 17
Haziran tarihini “Dünya ÇölleĢmeyle Mücadele Günü” olarak ilan etmiĢtir.
TEMA Vakfı, 1995 yılında ülkemizde yapılan ilk etkinliğin ev sahipliğini
üstlenmiĢ ve her yıl geleneksel olarak çölleĢme sorununa dikkat çekmek, bu
yönde ülkemizde gerçekleĢtirilen baĢarılı çalıĢmaları ve baĢaranları
halkımıza tanıtmak, sorunlu bölgeler için halkın ve iktidarların desteğini
almak üzere gerek çeĢitli konferans ve paneller gerekse Konya Karapınar,
Ankara Nallıhan, Burdur Akyaka ve Iğdır Aralık örneklerinde olduğu gibi bu
soruna maruz kalan bölgelerde etkinlikler düzenlemiĢtir.( TEMA 2008 )
2. Su ve rüzgar erozyonu ; Toprağın fiziksel, kimyasal, biyolojik
ve ekonomik niteliklerinin azalması, bitki örtüsünün uzun süreli kaybı gibi
doğal veya insan faaliyetleri nedeni ile orijinal doğal ve ekolojik görevinin
veya ekonomik iĢlevinini sürdürürememektedir. Ġklim ile toprağın birbiri ile
çok yakından ilgili doğal varlıklar olduğu ve atmosferde meydana gelen
iklim olaylarının, toprak oluĢumuna ve doğal erozyona neden olduğu
gerçektir.
Arazi bozulması, kırsal yoksulluğun baĢlıca nedenlerinden
olmakla birlikte aynı zamanda da bir sonucudur (REC 2005).
Türkiye, 500 milyonu tarım alanlarından olmak üzere her yıl 1
milyar 400 milyon ton toprağını erozyonla kaybetmektedir. Ancak bu ciddi
tehdide rağmen Türkiye halen arazi planlamasını yapmıĢ değildir. Bu
nedenle tarım arazilerinin üzerine sanayi tesisleri kurulmakta, ormanlar
yakılıp veya iĢgal edilip yapılaĢmaya açılmakta veya tarlaya çevrilmekte,
suyun olmadığı yerde çok su ihtiyacı duyulan ürünler yetiĢtirilmekte, sulak
alanlar kurutularak tarlaya çevrilmektedir (TEMA 2008).
Ġklim ile toprağın birbiri ile çok yakından ilgili doğal varlıklar
olduğu ve atmosferde meydana gelen iklim olaylarının, toprak oluĢumuna ve
doğal erozyona neden olduğunu unutmamak gerekir.
Ġnsan faaliyetlerinin bir sonucu olarak atmosfere salınan sera gazları,
iklim değiĢikliğinin temel nedenlerinden biri olarak Kabul edilmektedir.
Yine insan faaliyetlerinin sonucunda gerçekleĢen, bu faaliyetlere olanak
sağlayan arazi kullanımı, diğer arazi bozunumu türleri yanında hızlandırılmıĢ
erozyona neden olmaktadır. Yani toprağın yanlıĢ kullanımı ve kaybı
atmosfere daha fazla sera gazının salımına neden olur (REC 2005).
BirleĢmiĢ Milletler tarafından 2002 yılında belirlenmiĢ olan Binyıl
Kalkınma Hedefleri kapsamında, bu hedeflerden arazi bozulumu ve çölleĢme
konusunda ; Ekosistemin korunması, yeniden oluĢturulması ve sürdürülebilir
biçimde kullanılması; çölleĢmeye karĢı mücadele edilmesi; toprak
bozulmasının durdurulması ve tersine çevrilmesi; biyolojik çeĢitlilik
kaybının durdurulması Ģeklindedir. Bu hedeflerden arazi bozulumu ve
çölleĢme konusunda alt hedef: 2030 yılına kadar, çölleĢme ile mücadele
499
edilmesi, çölleĢme, kuraklık ve sellerden etkilenen araziler dahil bozulmuĢ
arazi ve toprakların rehabilite edilmesi, dünyanın arazi bozunumu
dengelenmesinde çaba göstermesi Ģeklindedir (TEMA 2008).
3. Sürdürülebilir Tarım Nedir?
Sürdürülebilir tarım bir üretim alanında(çiftlik) ekosistem
hizmetlerine herhangi bir zarar vermeden gıda üretebilme kabiliyetini
kapsamaktadır. Konu iki boyutludur. Birinci boyut biyofiziksel olup, ürün
verimliliği için toprak özellikleri ve süreçleri üzerindeki farklı uygulamaların
uzun vadeli etkilerini kapsamaktadır. Diğer boyutu ise sosyo-ekonomik
boyuttur ve çiftçilerin uzun vadede girdi elde etme ve kaynakları yönetme
kabiliyetini kapsamaktadır (TEMA 2008).
Yıllar içinde, yeni teknolojiler, mekanizasyon, uzmanlaĢma ve
üretimi artırmaya yönelik yönetimpolitikaları nedeniyle tarım uygulamaları
değiĢmiĢtir. Bu değiĢimlerin üst toprak kaybı, yer altı sularının kirlenmesi ve
kırsal alanlarda ekonomik ve sosyal koĢulların bozulması gibi ağır bedelleri
olmuĢtur. Son 20 yılda, bu çevresel ve sosyal sorunlara yol açan tarımsal
uygulamalar sorgulanır olmuĢtur. Bugün sürdürülebilir tarım hareketi 3
temel hedefi kapsamaktadır: çevre sağlığı, ekonomik karlılık, sosyal ve
ekonomik adalet. Çiftçilerden tüketiciye farklı kesimlerden insanlar artık bu
anlayıĢı benimsemekte ve desteklemektedir. Sürdürülebilir tarım birçok
çevresel ve sosyal soruna çözüm sunmanın yanı sıra, aynı zamanda gıda
üretim ve tüketim sisteminde yer alan çitfçiler, tüketiciler, politikacılar ve
diğerleri için ekonomik ve yenilikçi fırsatlar sunmaktadır ((TEMA 2008).
4. Arazi Bozunumuyla Mücadele
Toprak iĢleme, toprak verimliliği sürdürülebilirliği için etkin
gübreleme toprağa organik madde kazandırılması amacı ile hayvan
gübrelerini ve erozyonu azaltıcı veya önleyici yöntemlerin uygulanması
gerekmektedir. Toprağın verimini yeniden kazanmak veya korumak için
sürdürülebilir tarım yegane yöntemdir. Bu noktada uygun gübre kullanımı ve
uyumlu kompostun hazırlanması çok önemlidir . Kompost bitki artıklarından
hazırlanır: hayvan gübresi, tarımsal atıklar(saman) ve biyolojik ev atıkları,
Su sümbülleri, nehirlerde zarar verebilirken, toprağa kompost olarak
besleyici madde sunar hale getirilebilir. Bir çukurda birçok hafta sonra, ısı ve
nemle birlikte humus üretilir. Daha sonra ekinlerin arasına serpilerek
tohumlar ekilmeden önce toprağı hazırlamakta kullanılabilir. Organik madde
ile yeniden kazanılan toprak böylece daha üretken olacaktır. Toprağın
yeniden yapılandırılması toprağın verimini korumak açısından oldukça etkin
ve sürdürülebilir bir yoldur. Hayvanların varlığı da toprağı zenginleĢtirir.
Hayvanlar, ekin artıklarını (darı, mısır) tüketerek toprağı azot açısından
500
zenginleĢtiren dıĢkılarıyla toprağın besleyici ögelerini geri kazandırırlar.
(TEMA 2008).
SONUÇ:
Sorunun kökeninde insanın doğanın hâkimi olduğu düĢüncesi ile
biçimlenen üretim biçimleri ve tüketim alıĢkanlıkları yer almaktadır. Her
geçen yıl artarak devam eden arazi bozunumunu önlemek ve toprağı
korumak için toplumda çölleĢmeyle mücadele bilincinin oluĢturulması, çevre
sorunlarına karĢı duyarlı olunması ve gerekli önlemlerin alınması gerekir.
Geleceğimizin güvence altına alınması için üreticiden tüketiciye, toplumun
her kesiminin çölleĢmeyle mücadele konusuna gereken hassasiyeti
göstermesi ve üzerine düĢen görevi yapması önem arz etmektedir(1).
Sürdürülebilir tarımsal ve ekonomik faaliyetler; toplumun bir alt
kümesi olduğu ve bu faaliyetlerin doğanın kendini yenileme sürecinin
sınırladığı çerçevede gerçekleĢmesi gerekmektedir.
KAYNAKLAR
Yılmaz, E., ve Alagöz, Z., (2005). Organik madde uygulamasının toprakta
agregat oluĢumu ve stabilitesine etkisi. Akdeniz Üniversitesi Ziraat Fakültesi
Dergisi, 18(1): 131-138
TEMA ( 2008 ). 17 Haziran Dünya ÇölleĢmeyle Mücadele Günü”
“Sürdürülebilir Tarım için Arazi Bozunumuyla Mücadele”
http://www.tema.org.tr/web_14966TZOB (2013). Dünya ÇölleĢmeyle Mücadele Günü.
http://www.tzob.org.tr/Bas%C4%B1nOdas%C4%B1/Haberler/ArtMID/470/ArticleID/1035/D252nya199246lle%C5%9Fmeyle-M252cadele-G252n252 (EriĢim tarihi 21.03.2016)
REC (2005). Arazi Bozulumu. Hanifi Avcı.
http://www.rec.org.tr/dyn_files/32/255-MoEF-collesme.pdf (EriĢim tarihi
26.2.2016)
501
502
ANTĠBESĠNSEL MADDELER VE YEMEKLĠK TANE
BAKLAGĠLLERĠN BESLEYĠCĠ DEĞERLERĠ
1
Gülseren BOZATOĞRUL 2 Mustafa DAĞLI
1
Erciyes Üniversitesi Seyrani Ziraat Fakültesi Tarla Bitkileri Bölümü
2
Erciyes Üniversitesi Seyrani Ziraat Fakültesi Tarla Bitkileri Bölümü
ÖZET
Tahıllardan sonra insan beslenmesinde önem taĢıyan bitkisel
kaynaklı besinlerden biriside baklagillerdir. Baklagillerin protein oranı
bakımından zengin ve protein sindirilebilirliği bakımından yüksek olması
beslenmede tercih edilmesinin nedenlerinden biridir. Diğer besinler ile
karĢılaĢtırıldığında ise besin değeri açısından birçok üstünlüğe sahiptirler.
Baklagillerin besleyici değerleri üzerinde bazı olumlu veya olumsuz etkileri
olan bileĢenler bulunmaktadır, bunlardan yüksek protein, düĢük yağ içeriği,
vitaminler, mineral maddeler ve diyetsel lifler beslenme ve sağlık üzerine
olumlu, enzim inhibitörleri, lektinler, gaz yapan faktörler, polifenoller,
tanenler, fitik asit, saponinler gibi antibesinsel faktörler de olumsuz etkilere
sahiptir. Antibesinsel faktörler baklagil tüketiminde birçok soruna neden
olur. Baklagillerin besin değerinin ve sindirilebilirliğinin artırılması gibi
amaçlarla baklagillerin yararlılığını artırma giriĢimlerinde, ıslatma,
kaynatma, otoklavlama, ıĢınlama, piĢirme, kabuk soyma, çimlendirme,
fermantasyon gibi çok geniĢ bir iĢleme tekniği kullanılmaktadır. Antibesinsel
faktörlerin azaltılması ya da uzaklaĢtırılması üzerinde etkili proseslerin
baĢında ıslatma, çimlendirme, fermantasyon ve otoklavlama gelmektedir.
Anahtar Kelimeler: Yemeklik tane baklagiller, antibesinsel maddeler,
besleme değeri, beslenme
GĠRĠġ
Fasulye, bezelye, mercimek börülce, nohut ve baklayı içine alan
yemeklik tane baklagiller binlerce yıldır insanların diyetlerinin önemli bir
kısmını oluĢturmuĢlardır. Yemeklik tane baklagillerin, antik dönemlerde
Akdenizliler, Mezopotamyalılar, Mısırlılar, Macarlar Truvalılar ve Ġngilizler
tarafından beslenmede kullanıldığı, geçmiĢlerinin 5000 yıl öncesine
dayandığı çeĢitli delillerle ortaya çıkmıĢtır. (PekĢen E., Artık C., 2005)
503
Yemeklik tane baklagillerde besleme değeri bakımından kalite
bileĢenleri ise üç ana baĢlıkta toplanabilir.
a)Tüketicinin dikkate aldığı faktörler: Bu kalite bileĢenleri tüketici talepleri
ile iliĢkilidir. Bunlar fiziksel faktörler (tohumun görünüĢü, rengi, kokusu,
büyüklüğü), piĢme süresi, besin olarak kullanımındaki çeĢitliliktir.
b)Besleme değerini olumlu yönde etkileyen bileĢenler: Kalite
bileĢenlerinden bir diğeri ise besleme değeri ile ilgili olanlardır. Bunlardan
yüksek protein ve düĢük yağ içeriği, vitaminler, mineral maddeler besleme
değeri ile diyetsel lifler ise sağlıkla iliĢkili olan bileĢenlerdir.
c)Besleme değerini olumsuz yönde etkileyen bileĢenler: Bu maddeler de
besinsel değeri olmayan antibesinsel faktörler ve beslenme ile ilgili faktörler
olarak iki grupta incelenebilir.
1.Antibesinsel faktörler: Enzim inhibitörleri, lektinler, gaz yapan faktörler,
polifenoller, tanenler, fitik asit, saponinler ve diğerleri.
2.Besleme değeri ile iliĢkili olanlar: Protein sindirilebilirliği, kükürtlü
amino asitlerin yetersizliği, karbonhidratların biyo yarayıĢlılığıdır (Bressani,
1989).
Buradan sonraki kısımda, tüketiciler tarafından dikkate alınan kalite
bileĢenlerine değinilmeden, yalnızca yemeklik tane baklagillerin besleyici
değerleri üzerine etkili olan olumlu ve olumsuz bileĢenler üzerinde
durulacaktır.
Yemeklik tane baklagillerde beslenme değeri üzerinde olumlu yönde etkili
olan bileĢenler Ģunlardır;
PROTEĠNLER -YAĞLAR (LĠPĠDLER) - VĠTAMĠNLER -MĠNERAL
MADDELER-KARBONHĠDRATLAR ve DĠYETSEL LĠFLER-Çözünebilir
Diyetsel Lifler (Pektinler, Zamklar ve Bazı Hemiselülozlar)- Çözünemez
Diyetsel Liflerdir (Lignin, Selüloz ve Bazı Hemiselülozlar).
Yemeklik tane baklagil tohumlarında bulunan antibesinsel maddelerin
baĢlıcaları aĢağıda belirtilmiĢtir;
Enzim inhibitörleri: Proteaz (trypsin, chymotrypsin) ve amilaz inhibitörleri
Oligosakkaritler (Gaz yapıcılar): Stachyose, raffinose, verbascose
Fenolik bileĢikler: Tanenler, izoflavonoidler, flavonoidler, Lektinler
(Hemaglutininler) Siyanogenik glikozitler (HCN) Saponinler Fitik asitFitatlar Vicine ve Convicine (Favizm faktörleri)
504
Proteaz Ġnhibitörleri (Trypsin ve Chymotrypsin): Çiğ baklagillerin pek
çok antifizyolojik faktörleri vardır ve bunlar belli protein parçalayan
enzimlerin fonksiyonlarına engel olurlar, böylece protein sindirimi
tamamlanamaz. Bu maddeler piĢirme ve kavurmasırasında ısı ile
parçalanırlar.
Amilaz Ġnhibitörleri: Baklagil bitkileri, sindirimi yavaĢlatan ve sonunda
kan Ģekeri ve insuline tepkileri değiĢtiren değiĢik miktarda alfa amilaz
inhibitörleri içerirler (Lajolo ve ark.,1991). Bu etkiler Ģeker hastaları için
yararlı olup, günümüzde alfa amilaz inhibitörlerini içeren diyabetik ürünleri
geliĢtirmek için çok fazla miktarda araĢtırma yapılmaktadır. Sing ve ark.
(1982) incelemiĢ oldukları nohut çeĢitlerinin amilaz inhibitörlerinde küçük
varyasyonlar bulunduğunu, 10 dakika kaynatıldığında bunların tamamen
etkisiz hale geldiğini bildirmiĢlerdir. (PekĢen E., Artık C., 2005)
OLĠGOSAKKARĠTLER
Gaz Üreten Faktörler: Baklagiller sindirim gazlarının üreticisi olarak
bilinirler. Fenolik bileĢikler bitkilerde fazla miktarda bulunur. Böcek ve
hayvan zararlarına karĢı bitkiyi korurlar. Bitkilerde bulunan fenolik asitler,
flavonoidler, isoflavonoidler ve tokoferoller baĢlıca fenolik bileĢiklerdendir.
Fenolik bileĢikler, çinko gibi bazı mineral maddelerin yararlanılabilirliğini
azaltmaktadır. Isı iĢlemi süresince, fenolik bileĢikler oksidasyona maruz
kalır. Böylece oluĢan kinonlar gibi okside olmuĢ fenolik bileĢikler amino
asitler ile birleĢebilir ve besin maddelerinin yararlanabilirliğini
azaltırlar(Ergün ve ark., 2002).
Tanenler: Tohumun özellikle kabuk kısmında yoğunlaĢmıĢlardır.
Ġzoflavonlar: Bunlar rafine edilmemiĢ tahıl taneleri, yemeklik tane
baklagiller, bazı meyveler ve sebzeler gibi bitkilerde değiĢik miktarlarda
bulunan, insanlarda hem ostrogenik hem de antiostrogenik aktiviteler
gösteren fitoostrogen benzeri bileĢiklerdir (Kelly ve ark., 1998).
LEKTĠNLER (Hemaglutininler)
Lektin, kırmızı kan hücrelerinin pıhtılaĢmasını sağlar. Fasulye, bezelye ve
mercimek lektin içeriği bakımından oldukça zengindir ve bu madde ısı yolu
ile parçalanır (Devos, 1988).
ĠYANOGENĠK GLĠKOZĠTLER (HCN)
Büyük ölçüde çeĢitlilik gösteren bitkiler, hidroliz sonucunda açığa çıkabilen
HCN (hidrosiyanhidrik asit)‟den oluĢan glikozitler içermesi nedeniyle toksik
potansiyele sahiptirler. Nohut çok düĢük miktarda HCN içermekte olup, bu
505
miktar müsaade edilen toksite sınırlarının oldukça altındadır (Pak ve Barja,
1974). Özellikle Lima fasulyesi ve baklanın renkli tohum kabukları
potansiyel bir siyanür kaynağı diye bilinmektedir. Siyanür ısı yolu ile
parçalanamaz ve piĢirme ya da yıkama sırasında baklagilden ayrılacağından
ıslatma suyunu dökmek yararlıolacaktır (Devos, 1988).
SAPONĠNLER
Baklagiller kolesterol düĢürücü etkileri nedeniyle üzerinde hala çalıĢılan
saponinlerin baĢlıca kaynağı durumundadırlar. Saponinler kolesterol ile
bağlanabilme yeteneğindedir, böylece emilimleri azalır (Sidhu ve
Oakenfull,1986).
FĠTĠK ASĠT – FĠTATLAR
Fitik asit ve fitatlar, bitki tohumlarında, dane yemlerde, kök ve
yumrularda yaygın olarak farklı düzeylerde (%0.1-6.0) bulunurlar. Yemeklik
baklagiller diyetsel bir fitat kaynağıdırlar (Ergün ve ark.,2002). Fitik asit,
esansiyel minerallerinbiyoyarayıĢlılığının azalmasından ve ince bağırsakta
sindirim ve emilimi daha az olan çözünemez bileĢiklere dönüĢümünden
sorumludurlar (Desphande ve Cheryan, 1984).
VĠCĠNE ve CONVĠCĠNE (Favizm Faktörleri)
Hemolitik bir hastalık olan favizmin, hassas bireylerde taze veya
piĢmiĢ bakla tüketimini takiben ortaya çıktığı çok eski devirlerden beri
bilinmektedir. Hastalık belirtileri yorgunluk hissi, kusma, baĢ dönmesi ve
kan karıĢmasının bir belirtisi olarak koyu turuncu renkli idrar yapmadır.
Hastalık genelde kısa sürede geçer. Ancak uzun sürerse ölümcül olabilir.
SONUÇ
Yemeklik tane baklagiller insan beslenmesinde çok önemli bir yere
sahiptirler, fakat fazlaca besin değeri olmayan, uzun süreli ve tek yanlı
tüketilmeleri halinde önemli sorunlara yol açan antibesinsel maddeler bazı
olumsuzluklara neden olmaktadır. Farklı uygulamalarla bunların olumsuz
etkileri kısmen veya tamamen ortadan kaldırılabilir. ÇeĢit özelliği, iĢleme
Ģartları tüketilen baklagilin tanen ve trypsin içeriğini ve genel anlamda
kalitesi etkileyen baĢlıca faktörlerdir (Plahar ve ark.,1997). Bu amaçla
baĢvurulan uygulamaların bazıları Devos (1988), Jangchud ve Bunnag
(2001) ve Bressani (2002)‟den yeniden düzenlenerek aĢağıda verilmiĢtir.
506
Sıcak su ile ısıl iĢlemler
• Tanenler ve diğer anti-besinleri azaltır,
• Protein ve karbonhidrat sindirilebilirliğini ve kalitesini artırır,
• Kontrollü piĢirme yapılmazsa katılan tuz ve suda ıslatma protein kalitesini
düĢürebilir.
Kuru ısıl iĢlemler
• Yüksek sıcaklıkta kısa süreli piĢirme su ile piĢirmeye benzer etkilere neden
olur,
• Yüksek sıcaklıkta kısa süreli kavurma besleyici değerinde azalmalar
meydana getirir.
Çimlendirme ve fermantasyon
• Vitamin içeriğini, özellikle de C vitamini içeriğini artırır,
• Midede gaz yapan faktörleri azaltır,
Tohum kabuğunu soyma ve piĢirme
• Protein sindirilebilirliği artar,
• Protein kalitesi artar,
• PiĢme süresi kısalır.
Öğütme
• PiĢirme süresi kısalır,
• Karbonhidratların yapısal özelliklerini
değiĢtirir.
Ve
Diğer uygulamalar.
Bu maddelerin olumsuz etkileri organizmanın türüne, yaĢına,
fizyolojisine, sağlık durumuna göre değiĢmekle birlikte özellikle hassas
bireylerde daha belirgindir. Her öğünde bir avuç yemeklik baklagil tüketmek
vücudun ihtiyacı olan lifleri karĢılamak açısından faydalıdır. (PekĢen E.,
Artık C., 2005)
507
KAYNAKLAR
Bressani, R., 1989. Revision sobre la calidad del grano de frijol. Archivo
latinoamericano de nutriciòn 39: 419-442.
Ergün, A., Tuncer, ġ.D., Çolpan, Ġ. Yalçın, S., Yıldız,G., Küçükersan, M.K.,
Küçükersan, S., Önol, A.G., Muğlalı, Ö.H. ve ġehu, A., 2002. Yemler, Yem
Hijyeni ve Teknolojisi. A.Ü. Veteriner Fakültesi, Hayvan Besleme ve
Beslenme Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara, 465 s.
Desphande, S. and Cheryan, M., 1984. Effect of phytic acid, divalent cations
and their interactions on α- amilase activity. J. Food Sci., 49: 516-519
Devos, P., 1988. Mercimek ve nohutun besin değeri ve proses sırasındaki
değiĢiklikler (Nutritional value of lentils and chickpeas and changes during
processing), Herkes Ġçin Mercimek Sempozyumu (Lentils for Everyone
Symposium) (29-30 Eylül 1988), Marmaris/Muğla, 174-196
Kelly, G., Husband, A. and Waring, M., 1998.Monograph: Phenolic
Phytoestrogens. Nat. Prod.Res. Consult. pp: 8.
Lajolo, F.M., Filho, F.F. and Menezes, E.W., 1991. Amylase inhibitors in
Phaseolus vulgaris beans. Food Tech. 45: 119-121
Pak, N. and Barja, I., 1974. Composition, content of toxic substances,
protein quality and protein value of greenpeas, chickpeas and lentils grown
in chile. Ciencia Investigacion Argaria 1: 105-111.
Sidhu, G.S. and Oakenfull, D.G., 1986. A mechanism for
hypocholesterolaemic activity of saponins. Br. J. Nutr. 55: 643-649.
the
PekĢen Erkut, Artık Cengiz, OMÜ Zir. Fak. Dergisi, 2005,20(2):110-120
508
KAYSERĠ ĠLĠNDE TIBBĠ VE AROMATĠK BĠTKĠLERĠN
YETĠġTĠRĠLME DURUMLARI
Hatice Kübra ZOR
Erciyes Üniversitesi Seyrani Ziraat Fakültesi Tarımsal Biyoteknoloji
ÖZET
Tıbbi ve aromatik bitkilerin ilaç olarak kullanımı insanlık tarihi
kadar eskidir. Bitkinin özsuyunu yarasına süren ve olumlu sonuç verdiğini
gören ilk insanla birlikte halk hekimliği baĢlamıĢtır. Tadından ve
kokusundan Ģifalı veya zehirli olduğunu anlamıĢlardır. Türkiye tıbbi
aromatik bitki ihracatında 100 milyon dolar gelir sağlamaktadır. En önemli
olanları: adaçayı, anason, çemen, çörek otu, defne, ıhlamur, kekik, nane,
kimyon, kiĢniĢ ve sumaktır. Tıbbi ve aromatik bitkiler yaygın olarak gıda,
eczacılık, beslenme, kozmetik ve parfümeri sektöründe kullanılmaktadır.
Kayseri ilinde Erciyes Üniversitesi bünyesinde tıbbi ve aromatik bitkiler ile
ilgili birçok çalıĢma yapılmaktadır. Bu çalıĢmalar, Kayseri ilinde tıbbi ve
aromatik bitki yetiĢtiriciliği için çiftçilere ve gelecek bilimsel çalıĢmalara
ıĢık tutmaktadır. Kayseri ilinde istatistiklere bakıldığında çemen ve kimyon
yetiĢtiriciliği yapılmaktadır. 2014 yılında kimyon bitkisinde ekilen alan 500
da, üretim ise 30 ton iken 2015 yılında kimyon bitkisinde ekilen alan 500 da,
üretim 30 ton, çemen bitkisinde ise ekilen alan 110 da, üretim ise 17 ton
olmuĢtur. Bu çalıĢmada, Kayseri ilinde tıbbi ve aromatik bitkilerin üretim
durumları hakkında derleme bilgiler verilmiĢtir.
ANAHTAR KELĠMELER: Tıbbi aromatik bitkiler, halk hekimliği, çemen,
kimyon
1.GĠRĠġ
Tıbbi ve aromatik bitkiler hastalıkların önlenmesi, sağlığın
sürdürülmesi ve hastalıkların iyileĢtirilmesi için ilaç olarak geleneksel ve
modern tıpta kullanılmaktadır..Aynı zamanda besin takviyeleri, bitkisel
çay,tat, çeĢni olarak da faydalanılmaktadır.Parfüm, vücut bakım ürünleri
olarak parfümeri ve kozmetikte kullanılmasının yanı sıra, parlatıcılar hatta
böcek ilacı olarak sanayinin farklı kollarında geniĢ bir kullanım alanı
bulmaktadır.Bu bitkilerin drog denilen kurutulmuĢ, belirli ölçüde
hazırlanmıĢ bitki kısımlarından (kök,kök-sap,yumru,gövde veya odunsu
yapı,kabuk,yaprak,çiçek,meyve,tohum ve
herbal)
yararlanılmaktadır.
Türkiye tıbbi ve aromatik bitkiler bakımından dünyanın en zengin
509
ülkelerinden biridir.Endemikler baĢta olmak üzere Türkiye‟de yaklaĢık 500
kadar bitki türünden halk hekimliği veya geleneksel tıp uygulamaları
kapsamında faydalanılmaktadır. Ancak ticareti yapılanların sayısı 350 kadar
olup bunlardan 140ının dıĢ satımı da yapılmaktadır. Erciyes Üniversitesi
Tarımsal AraĢtırma ve Uygulama Merkezi (ERÜTAM) da 2015 yılı içinde
30 dönüm adaçayı,melisa,ekinezya,tıbbi papatya,civan perçemi,kantaron, 4
çeĢit tıbbi nane, 2 çeĢit tıbbi kekik,lavanta gibi tıbbi ve aromatik bitki
ekilmiĢtir.Önümüzdeki yıl 100 dönüme bir sonraki yıl 300 dönüme ekim
yapılacaktır.Ticari özelliği ağırlıklı olan bitkiler ekilecek bölgeye uyacağı
düĢünülen, hem ulusal hem uluslar arası payı yüksek olan kekik ekimi
öncelikli olacaktır.Erciyes üniversite olarak tıbbi bitkileri topluma tanıtmak
ve çiftçiye yeni endüstriyel alan oluĢturmak istenmektedir.
Tıbbi ve aromatik bitkiler bu kadar önemli kullanım alanlarına sahip
olan bu bitkilerin ülkemizde bu kadar bulunmasına rağmen bu konuda yeterli
araĢtırma bulunmamaktadır.Tıbbi bitkiler üzerinde yapılan ıslah ve deneme
çalıĢmaları ülkemizde sınırlıdır.Türkiye, dünya da özellikle kekik, defne,
adaçayı, kimyon ve anason ihracatında çok önemli bir yere sahiptir.100 den
fazla ülkeye tıbbi, aromatik, keyf ve baharat bitkileri ihracatı yapan
Türkiye‟nin en önemli pazarı ABD, Rusya, Japonya, Çin ve baĢta Almanya
olmak üzere AB ülkeleridir.Türkiye‟nin yıllık ithalatı ise yaklaĢık 10 milyon
dolar olup, en fazla adaçayı, biberiye, çörekotu, çöven, ekinezya, harnup,
ıhlamur, kahve, kakule, karabiber, karanfil, kimyon, kiĢniĢ, muskat, rezene,
sumak, vanilya,yenibahar, zencefil ve zerdeçal ithal edilmektedir.Türkiye
tıbbi ve aromatik bitkiler ihracatında ise yılda yaklaĢık 100 milyon dolar
gelir sağlamaktadır.Ülkemizin ihraç etiği en önemli tıbbi, aromatik ve
baharat bitkileri; adaçayı, anason, biberiye, çörek otu, çemen, çöven, dağ
çayı, defne, ıhlamur, kapari, kekik, kırmızı biber, kimyon, kiĢniĢ, mahlep,
meyan kökü, nane, oğul otu, rezene, sumak ve bazı soğanlı ve yumrulu
bitkilerdir. FAO(Food and agriculture organization) tarafından 1970 li
yıllarda yapılan araĢtırmalara dayanılarak dünyada 21.000 kadar tıbbi bitki
olduğu rapor edilmekle birlikte 2000‟li yıllarda yapılan araĢtırmalara göre
dünyada yayılıĢ gösteren mevcut 422,000 kadar çiçekli bitki türünden
yaklaĢık %17‟sine tekabül eden 72.000 kadarının tıbbi değer taĢıdığı
yönündedir. Bunlardan da yaklaĢık 5,000 tanesinin dünya ticaretinde dıĢ
alımı ve dıĢ satımı yapılan ürünler olduğu kaydedilmektedir. Tıbbi bitkiler
ihracatında Türkiye 110 ülke arasında 8. sırada bulunmaktadır. Türkiye
Doğu ve Güney Doğu Avrupa ülkeleri arasında ise ihracatında 5. sırada iken
ithalatında 8. sıradadır.
Tıbbi
ve
aromatik
bitkiler
yaygın
olarak
gıda,eczacılık,beslenme,kozmetik
ve
parfümeri
sektöründe
kullanılmaktadır.Kayseri ilinde Erciyes Üniversitesi bünyesinde tıbbi ve
510
aromatik
bitkiler
ile
ilgili
birçok
çalıĢma
yapılmaktadır.Bu
çalıĢmalar,Kayseri ilinde tıbbi ve aromatik bitki yetiĢtiriciliği için çiftçilere
ve gelecek bilimsel çalıĢmalara ıĢık tutmaktadır. Kayseri ilinde istatistiklere
bakıldığında çemen ve kimyon yetiĢtiriciliği yapılmaktadır. 2014 yılında
kimyon bitkisinde ekilen alan 500 da, üretim ise 30 ton iken 2015 yılında
kimyon bitkisinde ekilen alan 500 da, üretim ise 30 ton, çemen bitkisinde ise
ekilen alan 110 da, üretim ise 17 ton olmuĢtur. Bu çalıĢmada, Kayseri ilinde
tıbbi ve aromatik bitkilerin üretim durumları hakkında derleme bilgi
vermiĢtir.
KĠMYON (Cuminum cyminum):Kimyon mutfaklarda çok yaygın olarak
kullanılmasına rağmen eski çağlardan itibaren alternatif tıpta hastalıkların
tedavi edilmesinde
de kullanılmıĢtır.Mükemmel bir demir deposu olan
kimyon anemi hastalığına neden olan unsurların ortadan kalkmasında önemli
rol oynar.Cilde ve saç sağlığına fayda lıdır, kan Ģekerini dengeler, demir
deposudur, astımla savaĢır, bağıĢıklık sistemini güçlendirme gibi birçok
faydaları vardır.Türkiye de ihracatı 2015 yılı mart ayın da,2014 yılının aynı
ayına göre %14,4 azalarak 12 milyar 570 dolar, ithalat %6,1 azalarak 18
milyar 723 milyon dolarak olarak gerçekleĢti.Kayseri de kimyon bitkisinde
2015 yılında ekilen alan 500(da),üretim 30(ton) dur.
ÇEMEN (Trigonella foenum-graecum): Çemen bitkisi gerek tıbbi ve baharat
bitkisi olarak değerlendirilmesi, gerek diğer kullanım alanlarının geniĢliği
bakımından önemli bir bitkidir.Kayserinin sevilen bitkisi olan çemen
pastırma yapımında, kahvaltılık ara öğünlerde,yemeklerde, turĢularda,
soslarda kullanımı oldukça yaygındır. Anadolu da köken alan bir kültür
bitkisidir. Adaptasyon yeteneğine sahiptir. Çemen, antidiyabetik (kandaki
Ģeker düĢürücü), kandaki kolesterol ve trigliseridi düĢürücü, yağ
metabolizmasını sağlayıcı, kan akıĢkanlığını arttırıcı, kanı sulandırıcı gibi
faydaları bulunmaktadır.Kayseri de çemen bitkisi 2015 yılında ekilen alan
110(da), üretim ise 17(ton) dur.
NANE (Methna suaveolens): Baharat olarak kullanılan nane genotipleri,
Türkiye de kültürü yapılmakta ve biyolojik aktivitelerden dolayı halk
arasında bitki çayı, baharat, kozmetik ve tıbbi amaçlar için
kullanılmaktadır.Nane iĢtah açar, ateĢ düĢürür, kusmayı, mide bulantısını ve
ağrısını önler, strese ve baĢ ağrısına iyi gelir gibi bir çok faydaları
vardır.Kayseri de nane bitkisi 2015 yılı içersinde ekilen alan 6(da), üretim
3(ton) dur.
ADAÇAYI: Anadolu'da çoğu adaçayı türünden kuru yaprak olarak baĢta çay
ve baharat olarak yararlanılır.Adaçayı yağı, antiseptik ve antibiyotik etkisi
çok güçlü olan bir uçucu yağdır. Bu nedenle özellikle boğaz enfeksiyonları,
diĢ iltihaplanmaları ve ağız yaraları için yapılan ilaçların katkı maddesidir.
511
Adaçayı yaprakları ve uçucu yağı halk hekimliğinde yatıĢtırıcı, ağrı kesici,
ter kesici, balgam söktürücü, soğuk algınlığını önleyici, adale ağrılarını
giderici, midevi ve dezenfektan baĢta olmak üzere pek çok amaçlar için
yaygın Ģekilde kullanılır.
DEFNE: Yaprakları ve meyveleri baharat olarak ve bütün organları
geleneksel tıpta ilaç olarak değerlendirilir. Örneğin meyvelerinden elde
edilen çay, kadınlarda regl ağrılarını dindirmek ve doğum yapmayı
kolaylaĢtırmak için kullanılır. Kabuk ve yapraklarından yapılan çaylar
böbrek ve solunum rahatsızlıklarında, yapraklarından ve meyvelerinden
damıtılan defne yağı ve defne suyu ise mide ağrılarının ve sindirim
sorunlarının giderilmesinde kullanılır.
FESLEĞEN: Hem taze, hem de kurutularak kullanılan fesleğenin özellikle
Akdeniz ve Uzakdoğu mutfağında özel bir yeri vardır. Pizza, salata, sos,
çorba, sirke ve peynir aroması gibi çeĢitli gıda maddelerinin yapımında
kullanılmaktadır.
BĠBERĠYE: Taze ya da kurutulmuĢ yaprakları koku ve tat vermek amacıyla
et, balık, sebze yemeklerine ve çorbalara katılır. Biberiyenin uçucu yağı
(Oleum Rosmarini) özellikle parfüm, kozmetik ve aromaterapide çok
değerlidir. Biberiye uçucu yağından cilt bakım kremleri ve losyonları
hazırlanır. Doğal parfüm yapımında diğer uçucu yağlarla karıĢtırılır.
Dinlendirici, sakinleĢtirici ve kas gevĢetici aromatik banyo sularına, selülit
ve karın çatlaklarını önleyici masaj yağlarına, nefes açıcı ve ağız kokusunu
giderici ağız sularına katılır.
SONUÇ
Organik üretimi yapılan bitkilere ve droglara olan ilgi ve talep her
geçen gün artmaktadır. Türkiye‟de 2003-2007 yıllarını kapsayan beĢ yıllık
verilere göre, organik üretim yapılan alan ortalama 147.589 ha olup bu alan
içinde tıbbi bitkiler üretim alanı 1.977 ha‟dır. Tıbbi bitkilerin toplam alan
içindeki payı ise %1.3‟tür. Üretim miktarları bakımından aynı döneme ait
ortalama organik ürün üretim miktarı 308.014 tondur. Toplam üretim içinde,
tıbbi ve aromatik bitki üretimi 12.928 ton, payı ise %4.5‟tir. Yıllara göre
değiĢmekle birlikte, adaçayı, anason, kekik, keçiboynuzu, biberiye ve rezene
gibi tıbbi ve aromatik bitkiler gerek iç pazar gerekse dıĢ pazar için organik
olarak üretilmektedir. Türkiye‟ de organik tıbbi ve aromatik bitkilerin
üretimi 2008 yılı için incelendiğinde, 1.682.41 ton ile kekik, 1.243.39 ton ile
rezene ve 500.67 ton ile biberiye öne çıkmaktadır. Ülkemizde yirmiye yakın
ilde tıbbi ve aromatik bitkiler organik olarak üretilmektedir.
512
KAYNAKLAR
Erman Beyzi ve ark Çemen ve Genel Özellikleri, Erciyes Ünv. Fen Bil. Ens.
Dergisi, Cilt 26, sayı 4, Aralık 2010, Kayseri
Ekim, T., Koyuncu, M., Erik, S. Ġlarslan, R. 1989. Türkiye‟nin Tehlike
Altındaki Nadir ve Endemik Bitkileri, Türkiye Tabiatını Koruma Derneği
Yayınlar
Bulut, G. 2005. Narman (Erzurum) ve Köylerinde Halk Ġlacı Olarak
Kullanılan Bitkiler
Türkiye Ġstatistik Kurumu (TÜĠK) Bitkisel Üretim verileri
Tıbbi ve aromatik bitkiler sektörün bugünü ve geleceği. Borsanomi. Antalya
Ticaret borsası yayın organı. Mart-Nisan. 2009. Sayı 21.
Bayram, E., Kırıcı, E., Tansi, S., Yılmaz, G., Arabacı, O., Kızıl, S., Telci, Ġ.,
2010, Tıbbi ve Aromatik Bitkiler Üretiminin Arttırılması Olanakları, Ziraat
Mühendisliği VII. Teknik Kongresi, Bildiriler Kitabı-1, 11-15 Ocak 2010
Ankara, Say. 437-457.
Ahmet YÜCER, A. A. (2012). Türkiye‟nin Tıbbi ve Aromatik Bitkiler
Politikaları. Tokat: Tıbbı ve Aromatik Bitkiler Sempozyumu 13-15 Eylül
2012 Tokat
http://www.tarimtv.gov.tr/HD5174_eru-den-tibbi-ve-aromatik-bitki-uretimi
513
514
MOLEKÜLER MARKÖRLERĠN BĠTKĠ ISLAHINDAKĠ
ÖNEMĠ
*Mehmet Sönmez
Erciyes Üniversitesi Seyrani Ziraat Fakültesi
Tarımsal Biyoteknoloji Bölümü
ÖZET
Hızla artan Dünya nüfusunun besin ihtiyacını karĢılamak, tarımsal
biyoteknolojinin temel ve en önemli amaçlarından biridir. Agronomik ve
ekonomik önem arz eden bir veya birden fazla gen veya lokus tarafından
kontrol edilen özelliklerin hızlı bir Ģekilde aktarımı sağlamak, verimli ve
kaliteli ürün elde etmek için klasik ıslah çalıĢmaları ile biyoteknolojinin
birleĢtirilmesi, moleküler ıslah çalıĢmalarına hız kazandırmaktadır.
Moleküler markörler (RFLP, RAPD, AFLP, SSR, SNP vb.) bu amaçla ıslah
programlarımda yaygın olarak kullanılmaktadır. Bu markörler, genom
analizi, filogenetik analizler, ilgili gen veya QTL (Quantitative Trait Loci)
bölgelerinin belirlenmesi, arzu edilen genotiplerin seçimi, haritalama, MAS
(Marker Assisted Selection) gibi pek çok alanda kullanılmakta ve ıslah
çalıĢmalarına hız kazandırmakta, etkinliğini artırmaktadır. Bu çalıĢma,
moleküler markörlerin bitki ıslahında ki önemi ve kullanım alanları hakkında
bir derleme çalıĢmasıdır.
ANAHTAR KELĠMELER: Tarımsal biyoteknoloji, Bitki ıslahı, Moleküler
markörler
GĠRĠġ
Moleküler markörler, farklılığı DNA düzeyinde ölçen ve araĢtırılan
genotiplerde istenen bir geni ya da özelliği izlemek için kullanılabilen
markörlerdir (1). Aynı zamanda moleküler markörler, gözlenebilir
karakterlere dayanan morfolojik markörlere ve temeli proteine dayanan
biyokimyasal markörlere göre oldukça güvenilirdir. Sayıları fazladır,
çevreden etkilenmezler, bitki geliĢimin herhangi bir evresinde kolayca
gözlenebilirler ve lokuslar arası interaksiyon oluĢmamaktadır. Bu nedenlerle
DNA markörleri ıslah çalıĢmalarında bitki materyallerinin seleksiyonu için
en iyi araçtır (2)Moleküler markörler yardımıyla bahçe bitkilerinde kültür
çeĢitlerinin tanımlanması, filogenetik analizler, genetik akrabalıkların
belirlenmesi, genetik haritalama, QTL analizleri ve markör destekli
seleksiyon gibi birçok alanda baĢarılı çalıĢmalar yapılmaktadır.. Moleküler
markör teknikleri, bireyler arasındaki DNA dizilerinin farklarını ortaya
çıkarmakta kullanılan ve son yirmi yılda biyolojik bilimlerde devrim etkisi
yapmıĢ uygulamalardır. BaĢka bir ifadeyle moleküler markör, genom içinde
515
bir DNA parçasının farklılıklarını temsil eder ve bu farklılıklar eklenmeler,
silinmeler, yer değiĢtirmeler, duplikasyonlar gibi olaylardan meydana
gelebilir. DNA temelli moleküler markörler taksonomi, fizyoloji,
embriyoloji, genetik mühendisliği vb. alanlarda kullanılan çok yönlü
araçlardır(3) Moleküler markörlerin geliĢtirilmesiyle birlikte morfolojik ve
biyokimyasal markörlerden daha üstün, çabuk sonuç alına bilinen ve zaman
sınırlaması olmayan çalıĢmalar yapılmaya baĢlanmıĢtır (4). Moleküler
markörler hastalıklara dayanıklılık genlerinin belirlenmesinde de sıklıkla
kullanıl-maktadır. Bu tür çalıĢmalar ıslah çalıĢmalarının baĢlatılmasında
veya çalıĢma esnasında materyal ve zaman tasarrufu sağlaması bakımından
önem arz etmektedirler. Kaymak vd. (5) Moleküler markörler sayesinde gen
kaynaklarının tüm genetik kökenleri ile ilgili oldukça faydalı bilgiler elde
edilmektedir. Bu bilgiler ıslahçılar için, yapacakları çalıĢmalarda özellikle
nadir bulunan genleri içeren gen kaynaklarının kullanılıp kullanılmayacağına
karar vermede önemlidir (6). Moleküler markörlerden faydalanarak farklı
genetik yapıdaki bitkiler tespit edilerek koruma altına alınabilmektedir. Çok
hızlı polimorfik markör üreten RAPD, SSR ve AFLP gibi markörler doğal
popülasyondaki varyasyonu yaklaĢık olarak temsil edecek genetik
kaynakların oluĢturulmasında etkili rol oynamaktadır (7).
GEREÇ-YÖNTEM
BĠTKĠ ISLAHINDA KULLANILAN MARKÖR TĠPLERĠ
Seleksiyonda kullanılacak belirteç tipleri Ģunlardır; morfolojik belirteçler,
biyokimyasal belirteçler, DNA belirteçleri. Bunlar
içinde en güvenilir ve en çok kullanılanı DNA belirteçleridir. BaĢlıca DNA
belirteçleri 2‟ye ayrılır (8):
1. Sekansa spesifik olmayanlar: Rastgele çoğaltılmıĢ polimorfik DNA
(RAPD), ÇoğaltılmıĢ parça uzunluk polimorfizmi
(AFLP).
2. Sekansa spesifik olanlar: Basit dizi tekrarı (SSR), Basit sekans
tekrarlamaları arası polimorfizm (ISSR) ve bu tekniklere ,ilaveten son
yıllarda kullanılan; Organel mikrosatellitleri, Sekansı karakterize edilmiĢ
(belirlenmiĢ) çoğaltılmıĢ bölgeler (SCAR), Bölünerek çoğaltılmıĢ polimorfik
diziler (CAPS), Rastgele çoğaltılmıĢ mikrosatellit polimorfizmi (RAMP),
Sekansa bağlı çoğaltılmıĢ polimorfizm (SRAP), Hedef bölge çoğaltma
polimorfizmi (TRAP), Tek iplik konformasyon polimorfizmi (SSCP).
DNA belirteçlerinin avantajları Ģöyledir (8):
• Moleküler belirteç sistemlerini kullanmanın fenotipik karakterler
yoluyla ıslah çalıĢmalarına temel üstünlüğü bu sistemlerin biotik ve
abiotik stres koĢullarından bağımsız olmalarıdır.
516
• Moleküler belirteçler yoluyla ıslah tekniği tahıllar ve diğer
ürünlerde kolaylıkla adapte olmuĢ teknikler arasındadır.
• Moleküler belirteç sistemleri ıslah çalıĢmalarına hız sağlarlar.
• Doğrulama ya da tanımlama, genetik kaynakların tespiti ve
tanımlanması, genetik çeĢitliliğin belirlenmesi gibi amaçlarla
kullanılabilmektedir.
Islah programları sadece fenotipik ya da moleküler bilgilere dayanabildiği
gibi her ikisini de birleĢtirebilir.
DNA MARKÖRLERĠNĠN BĠTKĠ ISLAHINDAKĠ ROLÜ










Genetik Kimlik Tanısı ve Akrabalık
Düzeylerinin
Belirlenmesi
Hibrit Bitki Tanısı
Belirteç Yardımı ile Seleksiyon (Marker Assisted Selection,
MAS)
Bulk Segregasyon Analizi
Tohum Islahı
Genetik ÇeĢitliliğin Belirlenmesi
ÇeĢit Tescili
Gen Kaynaklarının Genetik Kökeni
Genetik ÇeĢitliliğin Belirlenmesi
Tarımsal Performansın ve
Adaptasyon Yeteneğinin
Tahmini
SONUÇ
Markör destekli seleksiyon tekniği, özellikle tahıllarda yabani gen
kaynaklarından gen transferleri, resesif allellerin yönlendirilmesi ve
seleksiyonu, gen piramitlerinin oluĢturulması, geri melez ıslahında, erken
seleksiyon gibi kullanımının yanı sıra gen izolasyonu ve klonlanmasında da
kullanılabilir. Bu teknik oldukça hızlı, etkin, doğru ve ekonomik bir
seleksiyon tekniğidir. Ancak bu teknik, tek baĢına klasik ıslah metotlarının
yerine kullanılabilecek bir yöntem değil, aksine klasik ıslahın baĢarısını
artırıcı tamamlayıcı ve yardımcı bir tekniktir. Yapılan ve bundan sonra
yapılacak olan çalıĢmaların, markör destekli seleksiyon tekniğini daha ucuz
ve daha etkili konuma getireceği düĢünülmektedir. Moleküler markörler
diğer ıslah çalıĢmalarında olduğu gibi meyve ıslahında da yeni bir döne-min
açılmasını sağlamıĢtır. Moleküler markörlerin kullanımı sayesinde uzun
süren meyve ıslah çalıĢmalarını kısa süreye indirmek mümkün olabilmektedir. Gen kaynaklarımızın korunması, belirlenmesi ve kayıt altına
alınmasında moleküler markörler kullanılmaktadır. Moleküler markörlerin
517
kullanıldığı birkaç örnek ile de kullanımlarını anlamaya çalıĢırsak aĢağıdaki
örnekler inceleyelim ;
Çay bitkisi için ilk (gen) bağlantı haritası RAPD belirteçleri
kullanılarak yapılmıĢtır ve belirteçlerin, tehanine içeriği, tomurcukların
filizlenme tarihleri, antraknoza karĢı direnç ve soğuğa karĢı toleransla
iliĢkileri belirlenmiĢtir (9).
Antep fıstığında Simple Sequence Repeats (SSR) primeri geliĢtirmek
için Kerman çeĢidnin DNA‟sını kullanarak genomik kütüphane
oluĢturmuĢlardır. AraĢtırıcılar CA, CT ve CTT tekrarlarırını kullanarak
sekanslamaya hazır klonlar elde etmiĢlerdir. Bu kütüphanelerden
faydalanarak dizayn edilen primer çiftlerinden 25 tanesinin sentezinin
yapıldığı ve prmerlerin değiĢik orijinli Antep fıstığı çeĢitlerinde Li-Cor
sekanslama ünitesi kullanılarak test edildiğini bildirmiĢlerdir (10)
KAYNAKLAR
1.Yıldırım A. 2007. Moleküler Genetik Ders Notları.
2.Ovesna J, Polakova K and Leisova L. 2002. DNA analyses and their
Applications in Plant Breeding. Czech J. Genet. Plant Breed. 38 (1): 29–40.
3.Schlotterer, C., 2004. The evolution of molecular markers-just a matter of
fashion? Nat. Rev. Genet., 5, 63-69.
4.Yıldırım A, Kandemir N, 2001. Bitki Biyotekno-lojisi II. Genetik
Mühendisliği ve Uygulamaları. (Ed: Özcan S, Gürel E, Babaoğlu M,)
Genetik Markörler ve Analiz Metodları. Selçuk Üniversi-tesi, Vakıf
Yayınları, KONYA.
5.Kaymak S, ġahin-Çevik M, Çevik B, 2009. Elma Genetik Kaynaklarının
Vf Kara Leke (Venturia inaequalis (Cke.) Wint.) Dayanıklılık Genine
Spesifik Moleküler Markörlerle Taranması, Tür-kiye III. Bitki Koruma
Kongresi Bildirileri, 15-18 Temmuz 2009, s:230.
6.ÇalıĢkan M, 2005. Rapd Analizi ile Güllerde (Rosa spp.) Genetik
Tanımlama. Ankara Üniver-sitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, Doktora Tezi,
ANKARA.
7.Baird WV, Ballard RE, Rajapakse S, Abbott, AG, 1996. Progress in
Prunus Mapping and Application of Molecular Markers to Germplasm
Improvement. HortScience 7:1099-1106.
8.fenbilimleri.ege.edu.tr/files/dersler/fen/9129Dokt.htm
9.Kafkas S, Perl-Traves R, Kaska N. Unusual Pistacia atlantica Desf.
(Anacardiaceae) monoecious sex type in the Yunt Mountains of the Manisa
Province of Turkey. Israil J Plant Sci, 2000; 48: 277- 80.
10.Ahmad R, Ferguson L, Southwick SM. Identification of Pistachio
(Pistacia vera L.) nuts with microsatellite markers. J Amer Soc Hort Sci,
2003; 128 (6): 898- 903.
518
SÜRDÜRÜLEBĠLĠR TARIMDA SERA BEYAZSĠNEĞĠNĠN
(Trialeurades vaporariorum, Westwood) Encarsia formasa) PARAZĠTĠ
ĠLE BĠYOLOJĠK MÜCADELESĠ VE ROLÜ
*Rafet GÜZEL
*Erciyes Üniversitesi, Seyrani Ziraat Fakültesi, Bitki Koruma
ÖZET
Günümüz araĢtırıcıların üzerinde çalıĢtıkları konuların baĢında
beslenme ve çevre kirliliği gelmektedir. Bugün milyonlarca insan yetersiz
beslenmeyle karĢı karĢıya olup, bunun yanı sıra ekosistemlerin çeĢitli
nedenlerle hızla kirletilmesiyle doğal denge bozulmakta ve insanoğlunun
geleceği tehlikeye sokulmaktadır. Tarımsal zararlıların yol açtığı sorunlar
üzerinde çeĢitli çalıĢmalar yapılmakta ve uygulanmaktadır bu uygulamaların
baĢında kimyasal mücadele gelmektedir. Kimyasal mücadelenin kısa sürede
fayda sağlamasının yanında ekosistemler üzerinde olumsuz bazı etkiler
yaptığı da bir gerçektir. Yapacak olduğum bu posterde kimyasal
mücadelenin meydana getirdiği bu zararlıları en aza indirmek için sera
beyazsineğiyle doğal bir mücadele yöntemi olan nasıl bir biyolojik mücadele
uygulamamız gerektiğinden bahsedilecektir. Beyazsineğin erginleri 1 mm
boyunda larvaları 0.3-0.7mm boyundadır. Erginler bitkilerin büyüme
noktalarında bulunurlar. Yumurtadan çıkan larva çok hareketlidir. Yılda 915 döl verir. Larva ve erginler bitki özsuyunu emerek beslenirler emgi
sonucu yapraklarda sararma meydana gelir. Zararlı beslenme sırasında tatlı
bir madde salgıladığından yapraklar üzerinde siyah bir tabaka oluĢur bu
kısımlar özümleme yapamaz bu nedenle bitki zayıflar ve kalite düĢer. Virüs
hastalıklarını taĢırlar. Beyazsineğin en uygun konukçusu domates, patlıcan,
hıyar olup; biber, kabak, kavun, fasulye gibi sebzelerde, tütün, pamuk ve süs
bitkilerinde zarar yapar. Seralarda mevsim boyunca görülebilir. Sera beyaz
sineği ülkemiz seralarında önemli bir zararlı etmeni olup, mücadele
edilmediği taktirde önemli zararlara yol açmaktadır.
ANAHTAR KELĠMELER: Sürdürülebilir tarım , Trialeurades
vaporariorum Westwood ve kontrolü, Biyolojik mücadele, Tarımsal
zararlılar.
GĠRĠġ
Konvansiyonel tarımda kimyasal mücadelede kullanılan pestisitlerin
çevreye ve insan sağlığına etkileri pestisit kullanımının azaltılması çabalarını
doğurmuĢtur. Pestisitlere alternatif doğal metotlardan biri de organik tarımda
519
doğal düĢmanların kullanıldığı biyolojik mücadeledir. Organik tarım,
çevresel ve ekonomik olarak sürdürülebilir tarımsal üretim sistemini
oluĢturmayı amaçlayan bir yaklaĢım olarak tanımlanabilir. Organik tarımda
biyolojik mücadele, uygun diğer mücadele yöntemleri ile birlikte
uygulandığında çok etkilidir. Son yıllarda seralarda biyolojik mücadele
çalıĢmalarına ayrı bir önem verilmiĢtir.
Seralarda genellikle sebze ve süs bitkileri yetiĢtirilmektedir.
Bunların kısa aralıklarla ve hızla tüketime sunulması nedeniyle pestisit
kalıntıları insan sağlığı açısından büyük bir tehlike oluĢturmaktadır. Bu
nedenle seralarda biyolojik mücadele ağırlıklı bir yöntem geliĢtirilmeli ve
kullanımı da zorunlu hale getirilmelidir.
Trialeurades vaporariorum seralarda yetiĢtirilen birçok sebze ve süs
bitkisinin en önemli zararlılarından birisidir. Bu zararlıya karĢı biyolojik
mücadele yöntemi olarak günümüzde de etkinliği artmakta olan Encarsie
formosa paraziti kullanılabilir. E. formosa‟nın kullanımı çok eskilere
dayanmaktadır. Bu asalak 1973 yılından itibaren Finlandiya, Ġsveç ve
Norveç‟te domates seralarında Beyaz Sineğe karĢı savaĢımda kullanılmaya
baĢlanmıĢtır (Stenseth, 1976). Bugün hemen tüm Avrupa ülkelerinde E.
formasa seralarda Beyaz Sineğe karĢı biyolojik mücadele olarak
kullanılmaktadır. Asalak ülkemizde de yaygın olarak bulunmasına rağmen,
uygulanmaya yönelik kapsamlı bir çalıĢma yapılmamıĢtır (ÖneĢ 1977). E.
formosa sera beyazsineğinin larva, prepupa ve pupa dönemlerini
parazitlemektedir.
b
ġekil 1. T. vaporariorum
zararlısı (a) ve biyolojik mücadelesinde
a
kullanılan Encarsia formasa paraziti (b).
GEREÇ – YÖNTEM
Her geçen gün hızla tükenen doğal kaynaklar dengeli kullanılmalı ve
doğal dengenin korunması gerekmektedir. Özellikle çevre kirliliğinin büyük
boyutlara ulaĢtığı ve çevre bilincinin ön plana çıktığı günümüzde,
520
sürdürülebilir tarım ve biyolojik mücadele daha bir önem kazanmıĢtır. Son
yıllarda seralarda biyolojik mücadele çalıĢmalarına ayrı bir önem verilmiĢtir.
Sera beyazsineğinin biyolojik mücadelesinde kullanılan E. formasa ergininin
aktivitesi, sera beyazsineği aktivitesiyle uygunluk göstermektedir. Özellikle
seralarda sıcaklığın nispeten düĢük olduğu sabah saatlerinde asalağın
aktivitesi düĢüktür. Sıcaklık yükseldikçe aktivite artmaktadır. DiĢi parazit
bitki üzerinde dolaĢarak konukçusunu aramakta, bulduğu konukçuyu
antenleri ile araĢtırarak yumurta koymak için uygun olup olmadığını
incelemektedir. Uygun larva ve pupalara ovipozitörünü batırarak
yumurtasını koymaktadır.
ParazitlenmiĢ olan Sera beyazsineği larva ve pupaları bir süre sonra
siyahlaĢmaya baĢlamakta, dolayısı ile genelde beyaz renkli olan
parazitsizlerden kolayca ayrılabilmektedir.
c
ġekil 2. ParazitlenmiĢ T.
siyahlaĢmıĢ hali (c, d).
vaporariorum’un larva ve pupalarının
GeliĢmesini tamamlayan Ergin E. formasa, ağız parçaları yardımıyla
konukçunun dorsalinde yuvarlak bir delik açarak dıĢarı çıkmaktadır. . Her
parazitli sera beyaz sineği larva ve pupasında sadece bir E.formasa
geliĢmektedir. E.formasa Thelytokie Ģeklinde parthhenopenetik olarak
çoğaldığı için erkekler ender, olarak görülmekte ve ortalama 5-6 gün
yaĢamaktadır.
521
d
ġekil 3. T. vaporariorum zararlısının domates meyvesin de meydana
getirdiği zarar ve beslenmesiyle oluĢturduğu lekeler (e). T. vaporariorum
çoğunlukla yaprağın alt yüzeyinden be slenirler ve yaĢarlar (f).
SONUÇ
Çevre dostu bir üretim tarzı olan organik tarım ve biyolojik
mücadele uygulamaları, çevre kirliliğinin önlenmesi, kaynakların geri
dönüĢümle kazanımı, temiz ve kaliteli gıda üretimini olanaklı ve sürekli
kılacaktır. Biyolojik mücadele uygulamaları ile tarımda kimyasal ilaçların
kullanımı azalacak, insan ve çevre sağlığına olumsuz etkilerinden
korunulacaktır. Tarımda sürdürülebilirliği sağlamak için; kimyasal mücadele
ağırlıklı konvansiyonel tarıma alternatif olan biyolojik mücadele ve organik
tarım ile sürdürülebilir tarım uygulamalarına gereken önem verilmeli ve
desteklenmelidir. Bu tarım sistemi, toprak-su kaynaklarını ve havayı
kirletmeden, çevre, bitki, hayvan ve insan sağlığını en iyi Ģekilde
koruyacaktır.
KAYNAKÇA
Stenseth 1976.
ÖneĢ 1977.
GOÜ. Ziraat Fakültesi Dergisi, 2008, 25(2), 19-27
Türkiye 1. Biyolojik Mücadele Kongresi (12-14 ġubat 1988) Adana
https://en.wikipedia.org/wiki/Encarsia_formosa
http://www.tarimmarketi.com/Zar_BeyazSinek.aspx
522
SÜRDÜRÜLEBĠLĠR TARIMDA DOMATESDE SOLGUNLUK
HASTALIĞI(Fusarium oxysporum schl. f.sp. lycopersici)
*DerviĢ Yusuf DEMĠR
*Erciyes Üniversitesi Seyrani Ziraat Fakültesi Bitki Koruma Bölümü
ÖZET
Hızla büyüyen dünya nüfusu, her geçen gün daha çok besine ihtiyaç
duymaktadır. Buna karĢılık, ekilebilir alanların geniĢleme olanakları çok
kısıtlıdır. Bu durumda tarımsal üretimi artırmanın tek yolu birim alandan
daha çok ürün alınmasıdır. Ancak bu yönde yapılan çalıĢmalar ve uygulanan
yöntemler bazı olumsuzlukları da beraberinde getirmektedir. Sık iĢleme
nedeniyle toprağın verimliliği azalmakta, gübreleme ve bitki koruma
amacıyla kullanılan kimyasallar, ürünü ve doğayı olumsuz yönde
etkileyebilmektedir. Fusarium türü fungal hastalıklar da kullanılan
fungisitlere direnç kazanmakta sürdürülebilir tarımı da tehdit etmektedir.
Domates bitkisi dünyada ve ülkemizde önemli bir üretim alanına
sahiptir. Ülkemizde domates üretiminde hastalık ve zararlıların yapmıĢ
olduğu olumsuz etki ile üretimde büyük kayıplar meydana gelmektedir.
Fusarium türleri, nekrotrofik, toprak kökenli bir patojen mantar olup, birçok
türü dünya çapında ciddi bitki hastalıklarına neden olur. F.oxysporum, F.
moniliforme ve baĢka 12 tür daha tanımlanmıĢtır. Dünyada bildirilen
olguların çoğu Kuzey Amerika ve Akdeniz ülkelerindendir.
Fusarium toprakta konukçu bulunmasa da varlığını miselyum ya da
spor olarak sürdürür. Hastalık etmeni tohum ve toprak kökenlidir. Sulama
suyu, toprak iĢleme aletleri ve bulaĢık bitkiler ile yakın ve uzak mesafelere
taĢınabilir. Solgunluk etmeni, tropoik ve suptropik iklim koĢulları, özellikle
kumlu topraklarda daha zararlıdır.
ANAHTAR KELĠMELER:Domates Yetiştiriciliği, Fusarium oxysporum
Schl. f.sp. Lycopersici,Sürdürülebilir Mücadele Yöntemleri.
GĠRĠġ
Domates (Solanum
lycopersicum), patlıcangiller (Solanaceae)
familyasından, anavatanı Güney ve Orta Amerika olan, meyvesi yenebilen
otsu bir bitki türüdür.Domates, yaygın olarak tüketim ve buna bağlı olarak
da ticari olarak üretilen bir besin maddesidir.
Ülkemiz ekonomisinde çok önemli bir yeri olan domates,
yetiĢtiriciliği yapılan bölgelerde çiftçimizin önemli gelir kaynaklarından
birini oluĢturmaktadır. Domates yetiĢtiriciliği özellikle Marmara, Ege ve
Akdeniz Bölgelerinde yoğun olarak yapılmaktadır.
523
Ülkemiz iklim Ģartlarının bu sebzenin yetiĢtirilmesi için uygun
oluĢu, sebze iĢleme sanayinin 1970‟li yıllardan itibaren hızla artmıĢ olması,
domatese olan yönelmeyi hızlandırmıĢ ve ülkemiz domates üretiminde
dünya ülkeleri arasında alt sıralardan hızla üst sıralara tırmanarak Amerika
ve Ġtalya gibi üretim devlerinin arasına girmiĢtir (Vural 2000). Bu nedenle
daha kaliteli ve fazla üretim ihtiyacı doğar. Üretimi arttırmak için bitkiye
olumsuz olarak etki eden hastalık etmenlerinin ekonomik kayba neden
olmadan önce ortadan kaldırılması gerekir. Bu hastalıkların baĢında en çok
kayba neden olan fungal hastalıkların baĢında solgunluk (F. oxysporium )
gelir.
ġekil 1: Çiçeklenme döneminde solgunluk hastalığı görülen bir domates
fidesi.
GEREÇ-YÖNTEM
F. oxysporum f. sp. lycopersici (Sacc.) (Snyder & Hansen) toprak
kökenli bir fungus olup domateste solgunluğa neden olmaktadır. Bu fungus
köklerin iletim demetlerine enfekte olup su taĢınmasını engelleyerek bitkinin
hızlı bir Ģekilde ölümüne neden olmaktadır (McGrath vd., 1987; Malhotra ve
Vashistha, 1993). Fungusun neden olduğu solgunluk ve sonrasındaki ölümle
mücadele çoğunlukla kimyasal uygulamanın da içinde yer aldığı kültürel
tedbirlerle yapılmaktadır.
Solgunluk etmeni, tropoik ve suptropik iklim koĢulları, özellikle
kumlu topraklarda daha zararlıdır. Fungal hastalık etmeni olan fungus
toprakta misel ve spor formunda, özellikle de dayanıklı sporları olan
klamidiospor olarak olumsuz koĢulları geçirirler. Hastalık etmeni tohum ve
toprak kökenlidir. Ġnfekteli bitkilerden elde edilen tohumların yaklaĢık % 3'
ünün bulaĢık olduğu belirlenmiĢtir ve fungus tohum kabuğu altına
yerleĢmektedir. Uzun mesafeli taĢınmalar genellikle bu yolla olabilir.
524
Sulama suyu, toprak iĢleme aletleri ve bulaĢık bitkiler ile yakın ve uzak
mesafelere taĢınabilir.
ġekil 2:Fusarium sporları.
Fungusun 3 çeĢit eĢeysiz sporu var, çok rastlanan mikrokonidiler 12, makrokonidiler 3-4 bölmeli ve klamidiosporları 1-2 bölmeli ve kalın hücre
duvarlıdır. Makrokonidiler incelendiğinde muz gibi kıvrık sporları ile en iyi
Ģekilde tanınırlar.
Fide devresinde hastalık belirtisi ilk önce solgunluk olarak kendini
gösterir ve daha sonra fideler ölebilir. YaĢlı bitkilerde oluĢturduğu belirtiler
ise, yaprak damarlarının açılması, bitkilerin bodurlaĢması, alt yapraklarının
sararması, adventif kök oluĢumu (yeni kök oluĢumu),yaprak ve dalların
solması ve yaprak kenarlarında nekrozların oluĢumu Ģeklindedir.
Sera koĢullarında solgunluk belirtileri genellikle gün ortasında ve
sıcak havalarda kendini belli eder. Gözlenen bu belirtiler genellikle bitkinin
veya yaprağın bir yarısında görülmektedir. Ġletim dokusu hastalığı olduğu
içinde bitkiler canlı iken etmenin bitki üzerinde misel ve sporlarını
oluĢturmayabilir. Hastalığın Ģiddetli ve sık olduğu bölgelerde bitkiler
üzerinde açık pembe renkte spor ve misellerine rastlanabilir.
Köklerdeki belirtiler ise özellikle küçük yan köklerin siyah bir renk
almasına, daha sonrada çürümesine neden olabilir. Köklerin ölmesinden
dolayı da bitkiler sararır ve solarlar. Bitkinin toprak yüzeyine yakın
gövdesinden enine kesite bakıldığında, iletim demetlerinde kahverengi bir
halka görülür.
525
ġekil 3: Ġletim demetleri enfekteli olan bir domates kök bölgesi.
SONUÇ
Sürdürülebilir tarımı uygulamanın en iyi yolu entegre mücadele tekniklerini
uygulamaktır.
ENTEGRE MÜCADELE:
• Hastalık, zararlı ve yabancı otların çevre ile iliĢkilerini
dikkate alarak tüm mücadele metotlarının birbiriyle
uyumlu bir Ģekilde kullanılması ile popülasyon yoğunluklarını
Ekonomik Zarar Seviyesinin altında tutan
zararlı yönetim sistemidir.
• Ekonomik Zarar Seviyesi: Zararlı Organizmaların
ekonomik zarara neden olduğu en düĢük popülasyon
yoğunluğudur.
• Ekonomik Zarar EĢiği: Zararlı organizmaların ekonomik
zarar seviyesine ulaĢmasına engel olmak için mücadeleye
karar verildiği yoğunluktur.
YARARLARI:
• Sürdürülebilir üretimi sağlar
•
DıĢ ticarette istikrarı sağlar ve üreticilerin olası gelir kaybını önler
•
Kaliteli ve ilaç kalıntı riski az olan ürün elde etmeyi sağlar
•
Ġnsan sağlığı ve çevrenin korunmasını sağlar
•
Mücadele maliyetlerini azaltır
•
Zehirlenme riskini düĢürür
526
BAZI TEMEL UYGULAMALAR
• Dayanıklı çeĢit kullanımı
•
Sağlıklı fide, fidan, tohum kullanımı
•
Ekim nöbeti (münavebe)
•
Ekim zamanını ayarlama
•
Toprak tahlili ve dengeli gübreleme
•
Dengeli sulama
•
Önleyici tedbirler
•
Örnekleme ve kontrol yöntemleri
•
Zararlıların ve hastalıklı bitki artıklarının toplanıp yok edilmesi
•
Yabancıotların çapa ile yok edilmesi
•
Solarizasyon
•
Biyoteknik mücadele, tuzak kullanımı
•
Doğal düĢmanların korunması
•
Biyolojik mücadele etmenlerinin kullanımı
•
Zararlı organizmaları görür görmez değil, mücadele eĢiğine
geldiğinde ilaç uygulanması
Kültürel Mücadele:
1. Sera ve tohum yataklarında hastalıktan ari toprak, su ve alet-ekipmanı
kullanılmalı.
2. Dezenfekte edilmemiĢ çiftlik gübresi kullanılmamalıdır.
3.Kireç uygulaması fusarium solgunluğunun etkisini azaltmaktadır
4.Toprağa aĢırı fosfor veya magnezyum uygulamasından kaçınılmalıdır.
5.Örtü altı yetiĢtiriciliğinde sonradan bulaĢmayı önlemek için toprağın
tamamen örtülmesi önerilmektedir.
6. Hümik asit ve silisik asit uygulamaları F. Oxyporum Ģiddetini azalttığı
belirlenmiĢtir.
(Gülser ve ark. 2013)
527
Kimyasal Mücadele
Kullanılan Kimyasal Ġlaçlar (Fungisid)
Bakır Oksiklorid WP 50%
Kullanım Miktarı (100
Litre)
500 g fidelik
Benomyl Wp 50 %
100 g
Bordo Bulamacı Sıvı
500+1000 g fidelik
Captan WP 50 %
250 g Fidelik
Captan+PCNB Toz 10+10 %
Formaldehit EM 400 g/l
Mancozeb WP 80%
Maneb WP 80%
40 g/ m2 Toprak
4 lt (m2 ye 150 cc)
200 g
200 g/100kg tohum
Maneb WP 80%
Methyl Bromide Gaz 98%
PCNB Toz 18%
Propineb WP 70%
250 g fidelik
60 g m2 toprak
35 g/m2 toprak
250 g fidelik
Thiram WP 80%
Tolclofos Methyl WP 50 %
200 g/100kg tohum
100 g
Hymexazol SC 360 g/l
150 cc
KAYNAKLAR
• PINAR H, 2013. Batı Akdeniz Tarımsal AraĢtırma Enstitüsü Derim
Dergisi, 2013, 30 (1):15-23
•
Gülser E, Tüfenkçi ġ & Demir S.(2013) Yüzüncü Yıl Üniversitesi
Tarım Bilimleri Dergisi 2014, 24(1): 16-22
•
Ozan S & Maden S. (2004) BİTKİ KORUMA BÜLTENİ 2004, 44
(1-4):105-120
•
http://www.entofito.com/domateste-solgunluk-hastaligi-fusariumoxysporum-f-sp-lycopersici/
•
http://www.bitkisagligi.net/Domates_Fusarium_Hastalik_Etmenleri.
htm
•
http://www.tarim.gov.tr/GKGM/Belgeler/Bitki%20Sa%C4%9Fl%C
4%B1%C4%9F%C4%B1%20Hizmetleri/uretici_bilgi_kosesi/brosur
ler/entegre_liflet.pdf
528
KANATLI HAYVAN GÜBRESĠ
1
Abdullah ġEN
2
Berna KARA
Selçuk Üniversitesi Ziraat Fakültesi
Toprak Bilimi ve Bitki Besleme Bölümü
2
Selçuk Üniversitesi Ziraat Fakültesi Zootekni Bölümü
1
ÖZET
Gübre, tarımsal üretim için gerekli temel besin maddelerinin
kimyasal veya fiziksel ortamlarda, toprağın veya bitkinin kullanımına hazır
hale getirilmesidir. Çevreye zarar vermeden birim alandan bol ve kaliteli
ürün almak ve gelir düzeyini yükselmektedir. Birim alandan daha çok ürün
alınmasında etkili olan bu önlemler içerisinde gübrelemenin rolü baĢta
gelmektedir. Bu nedenle gübrelemenin zamanında ve usulüne uygun olarak
yapılması sağlanmaktadır. Kimyasal gübrelerin toprak ve su kaynakları
üzerine önemli derecede kirletici etkilerinin olması nedeniyle üreticilerde
organik gübre kullanımına daha çok yönelmiĢtir. Organik gübreler,
içerisinde bulunan bileĢenler toprağa ve bitkiye direnç kazandırır. Son
yıllarda kullanılan organik gübreler içerisinde bulunan ahır gübresinin
önemli bir yeri vardı, fakat son yıllarda hayvancılığın gerilemesi sonucu ahır
gübresinin temininde güçlükler yaĢanmıĢtır. Bu durumda kanatlı hayvan
gübresi kullanımı yaygınlaĢmaya baĢlamıĢtır. Organik gübreler içerisinde
„‟Kanatlı Hayvan Gübresi‟‟ kendine önemli yer bulmuĢtur. Kanatlı hayvan
gübresi toprağa organik madde kaynağı olması yanında özellikle azot içeriği
daha zengindir. Kanatlı hayvan gübresi hayvanın cinsine, yaĢına, beslenme
durumuna, temizlik Ģartlarına göre farklılık göstermektedir. Kanatlı
hayvanların bağırsakları kısa ve boĢaltımı tek organdan yapıldığı için
gübreleri oldukça kalitelidir.
GĠRĠġ
Tarımsal üretimde amaç, çevreye zarar vermeden birim alandan bol
ve kaliteli ürün almak ve gelir düzeyini yükseltmektir. Bu da; yüksek verimli
tohum, uygun toprak iĢleme ve etkin tarımsal mücadele, sulama gibi tarımsal
girdilerin kullanılmasının yanında etkin ve doğru bir gübreleme ile mümkün
olabilmektedir. Tarımsal üretimde gübrenin payının %50-65 arasında olduğu
kabul edilmekte ve gübreleme yapmadan yüksek ve kaliteli verim almanın
imkansız olduğu çeĢitli araĢtırmacılar tarafından ortaya konulmaktadır. Son
yıllarda artan bilinçsiz kimyasal gübre kullanımı beraberinde toprak
tuzluluğu, toprak yapısının bozulması, toprakta bazı elementlerin birikmesi
ve bu birikimin diğer besin maddeleri aleyhine geliĢmesinin yanında toprak
ve su kaynakları üzerine önemli derecede kirletici etkilerin olması nedeniyle
üreticileri alternatif gübre kullanımı yoluna itmiĢtir.
529
AMAÇ
Sürdürülebilir tarımda toprak organik maddesinin ayrı bir önemi
bulunmaktadır. Organik gübreler içerisinde ahır gübresi ilk sırada gelmesine
karĢın ülkemizde hayvancılığın çeĢitli nedenlerden dolayı gerilemesi sonucu
ahır gübresinin temininde güçlükler yaĢanmaktadır. Bu durumda ahır
gübresine alternatif olarak kanatlı hayvan gübresi kullanımı yaygınlaĢmaya
baĢlamıĢtır ve organik gübreler içerisinde kanatlı hayvan gübresinin
kullanım payı giderek artmıĢtır.
Organiktavuk gübresinin faydaları : Tavuk gübresi toprağın tarıma
elveriĢli olmasını ve su tutma kapasitesini yükseltir. Organik tavuk piliç
gübresi uzun süre toprakta kalarak, bitki besin maddesi olarak etkisini
gösterir. Bitkilerin yukarıda tabloda belirtmiĢ olduğumuz element
ihtiyaçlarını karĢılar. Toprağın besin kalitesini arttırır. Organik kanatlı
hayvan gübresi, tarımda ürün artıĢı sağlamasına yardımcı olur. Organik
kanatlı hayvan gübresini organik tarım veya tarımla uğraĢan çiftçiye iyi
anlatılarak kullanılmasını sağlamamız gerekmektedir. Aynı zamanda kanatlı
hayvan gübresinin bazı önemli özelliklerinden dolayı mera ıslahında
kullanılması uygundur. Örneğin Toprakta uzun süre özelliğini kaybetmeden
kalması.
Ülkemizde yumurta yönlü tavukçuluk yapılan yörelerde tavuk
gübresi iĢleme tesisleri kurulmuĢ, iĢlenmiĢ olan organik tavuk gübreleri
torbalanarak satılmaktadır.
SONUÇ
Tarımda kaliteli ve bol ürün alabilmek için toprak organik
maddesinin önemi Ģüphesizdir. Ülkemiz tarım topraklarının büyük kısmının
organik madde içeriği „Az‟ sınıfında yer almaktadır. Tarım topraklarının
organik madde ihtiyaçlarını
karĢılama konusunda kanatlı hayvan
dıĢkılarından kompostlanarak elde edilen organik formdaki gübrelerden
faydalanmak hem kanatlı hayvan dıĢkısının bertaraf edilmesi hem de
toprakların fiziksel, kimyasal
ve biyolojik özelliklerinin iyileĢtirilmesi
açısından son derece önemlidir. Bu gübrelere toprak analiz sonuçlarına göre
mutlaka sonbaharda dekara 100-500kg arasında uygulanarak derin bir
sürümle kök bölgesine karıĢtırılmalıdır.
KAYNAKLAR
-Tarım Bilimleri Dergisi 1996.
-Sezen, Y. 1996 Gübreler ve Gübreleme
-Tablo Kaynak Sezen, Y. 1984
-Türem
-GaziosmanpaĢa Bilimsel AraĢtırma Dergisi
530
ÖLÜMSÜZLÜK MANTARI
Makbule Rumeysa OMAY 1
AyĢe Hümeyra OMAY 1
Selçuk Üniversitesi Ziraat Fakültesi
Toprak Bilimi ve Bitki Besleme Bölümü
1
ÖZET
Tıbbi mantarlar arasında yer alan Polyporaceae familyasından
Ganoderma lucidum, genellikle Uzakdoğu ülkelerinde yetiĢen ve Japonca‟
da reishi yani ölümsüzlük mantarı olarak bilinen bir türdür. Genellikle meĢe
ve erik ağacı kütüklerinin üzerlerinde yaklaĢık 9 aylık gibi bir sürede
yetiĢtirilir. Ülkemizde de Çanakkale sınırları içersinde yer alan, endemik
türlere ev sahipliği yapan Kazdağları‟nda keĢfedilmiĢtir. Bunun yanı sıra ne
kadar bölge köylerinde henüz tanınmadığı için ilgi görmeyen bir tür olsa da
ülkemizdeki çeĢitli firmalarca iĢlenerek çay, kapsül ya da sıvı olarak
piyasada satılmaktadır. Tahta gibi sert ve acı bir tada sahip olduğundan
dolayı yenilebilir bir tür değildir. Genellikle taze veya kurutulmuĢ olarak
ince toz haline getirilir ve suda çözdürülerek kullanılır. Çin tıbbında yaklaĢık
4000 yıldır ilaç olarak kullanılan bu mantar, içerdiği çok sayıda ve yüksek
dozda tıbbi maddelerden ve bunlara bağlı yan etkilerinden dolayı doktor
gözetiminde kullanılması gerekmektedir. Reishi mantarı, kansere karĢı
koruyucu özellik göstermesinin yanında birçok hastalığa iyi gelmektedir ve
son zamanlarda çeĢitli alanlarda kullanımı yaygınlaĢmaktadır.
ANAHTAR KELIMELER: Reishi Mantarı, Kazdağları, Kanser
1.GĠRĠġ
Tıbbi mantarlar arasında yer alan Polyporaceae familyasından
Ganoderma lucidum, nadiren bulunan doğal bir tür ve yüksek derecede
değerli bir mantardır. Kırmızı reishi mantarının latince ismi Ganoderma
Lucidum‟dur. “Gan” parlak, “Derma” kabuk ve “Lucidum” göz alıcı
anlamına gelir ve Latincede meyvemsi gövde görünüĢlü anlamını ima eder.
Çince‟de “hayalet bitki” anlamına gelen Ling Zhi ve Japonca‟da
''Ölümsüzlük mantarı'' anlamına gelen Reishi isimleri kullanılmaktadır.
“Ölümsüzlük Bitkisi”, ''Ölümsüzlük mantarı'', “Ruhsal Gücün Bitkisi” ve
“On Bin Yıllık Mantar” gibi isimler yaygın olarak bilinen ve bu mantarın
mutluluğu, bilgeliği ve uzun yaĢamı destekleyen, sağlamlaĢan zihin ve vücut
içindeki itibarı için verilen isimlerdir.
531
Ölümsüzlük mantarı olarak bilinen Kırmızı Reishi mantarı
geleneksel Çin ve Japon tıbbında kullanılan, genellikle Uzakdoğu
ülkelerinde yetiĢen en eski mantar türüdür ve 2000 yılı aĢkın süredir
kullanılmaktadır. Uzakdoğu‟nun en değerli efsanevi Ģifalı bitkisi olarak
sınıflandırılmıĢtır. Reishi mantarının 6 çeĢidi ve rengi vardır fakat yaygın
olarak kullanılan ve Kuzey Amerika, Çin, Japonya, Tayvan ve Kore‟de ticari
olarak ekilen çeĢidi Kırmızı Reishi‟dir. Çok nemli ormanlık alanda içerisine
az ıĢık geçiren, çürümeye yüz tutmuĢ meĢe, kestane, kayın, erik gibi ağaç
kütükleri üzerinde 9 aylık bir süre içinde yetiĢir. Sınırlı bir yetiĢme alanı
olduğu için maddi değeri oldukça yüksek olan bir mantar türüdür. Reishi
geniĢ, oldukça dayanıklı, odunsu ve ĢiĢe mantarımsı bir mantardır. Reishi
mantarının %75‟i su iken diğer mantarların çoğunluğu %90 civarında sudur.
Tahta gibi sert ve acı bir tada sahip olduğundan dolayı yenilebilir bir tür
değildir. Genellikle taze veya kurutulmuĢ olarak ince toz haline getirilir ve
suda çözdürülerek kullanılır.
Kırmızı Reishi mantarı sağlığa olan yararları eski Çin tıbbi
metinlerinde kaydedilmiĢ ve bunlar yüzlerce bilimsel araĢtırmalara konu
olmuĢtur. Eski Çin kayıtlarında “uzun dönemli kullanımda, yaĢam süresini
arttıran Cennetin bitkisi ” olarak ifade edilmekte ve genç yaĢamın kaynağı
olarak kabul edilmektedir. Ġnsan vücudunun bağıĢıklık sistemini
güçlendirmek, vücudu zararlı toksitlerden arındırmak, metabolizmaya
canlılık kazandırmak, kalp ve dolaĢım sisteminin düzenlenmesine katkıda
bulunmak, yaĢlanma etkilerini azaltmak ve yaĢlanmayı geciktirmek,
konsantrasyon bozukluklarını yok etmek, uyku düzenini sağlamak amacıyla
kullanılmaktadır. Son yıllarda kanserli hücreler üzerindeki etkileri nedeni ile
de kanser tedavilerinde ve kemoterapinin olumsuz etkilerini azaltmak
amacıyla kullanımı yaygınlaĢmıĢtır.
2.REĠSHĠ MANTARININ TARĠHÇESĠ
Çin, Japonya, Kore ve Amerikan Bilim adamları araĢtırmalarını
küresel platforma taĢımak için uluslararası Ganoderma AraĢtırma Birliğini
kurmuĢlardır. Özellikle Japonya, Çin ve Kore‟de bu mantarlar üzerinde
yapılan birçok bilimsel çalıĢmanın sonucu olarak, geleneksel kullanımlarının
çoğu doğrulanmıĢ ve yeni uygulamalar geliĢtirilmiĢtir. Çin'de 2000 yıllık
folklorik bir geçmiĢe sahip olan bu mantarı ilk kullanan imparator Çin
Seddi'ni yaptıran Shih-Huang‟dır (M.Ö. 259-210). Çinli bilim adamları,
Ganoderma Lucidumun kimyasal donanımını ve tıbbi etkilerini incelemeye
1950‟lerde baĢlamıĢtır. Klinik çalıĢmalarla bulgularını desteklemiĢlerdir.
Reishi mantarının 1970′li yıllara kadar belirli bir bölge dıĢında dünyada pek
bilinmemesinin nedeni doğada çok nadir olarak bulunan bu değerli mantar
532
türünün yetiĢtirildiği bölge dıĢına çıkmamıĢ olmasıdır. 1990‟lı yıllardan
sonra iletiĢim ve teknolojinin geliĢmesi tıbbi mantara uluslar arası ilginin
artmasına ve tıbbi ve egzotik mantar türlerinin tüm dünya çapında
tanınmasını ve ilginin artmasını sağlamıĢtır. Özellikle 1980‟li yıllardan sonra
yetiĢtiriciliği hızla artmıĢtır. Dünyada üretimi 1995 de 500 ton olan Reishi
mantarı 2005 yılında 6 000 tona ulaĢmıĢtır. 20.yüzyılın son çeyreğinde
doğal ortamlarda organik tarım yöntemiyle üretimine baĢlanması neticesinde
dünya bu mucizevi mantar türü ile tanıĢmıĢtır. Son bir kaç yıldır ülkemizde
de bilimsel çevrelerce rağbet görmüĢ ve kullanımına baĢlanmıĢtır.
Ülkemizde ise 2000 yılında Agromantarcılık (AGROMA) tarafından
Denizli‟de üretimine baĢlanmıĢ ve üretimi halen yaygınlaĢtırılarak devam
etmektedir.
3. REISHI MANTARININ SAĞLIKTAKĠ ÖNEMĠ
3.1 Kanser: Kırmızı reishi mantarı, olası kanser riskini azaltmaktadır.
Kanserli hastalarda, kanserli hücrelerle savaĢtığı gibi, kanser nedeniyle
bağıĢıklık sistemi zayıfladığından diğer hastalıklara karĢı koruyucu destek
sağlamaktadır. Kırmızı reishi mantarı içerisinde 154 çeĢit antioksidan, betaglukan, lentinan ve organik germanyum içermektedir. Bu içerikleri
sayesinde kansere karĢı çok etkili bir silah halini almaktadır. Vücut direncine
yardımcı olarak hücreleri korumakta ve kanseri yok etmektedir.
3.2 Kalp Rahatsızlıkları: Reishi, kalp hastalıkları ve inme gibi durumları
önleyici etki göstermektedir. Doğal adenozin ve triterpenoids ( kanser
hücrelerinin çoğalmasını engeller) ganoderic asit sayesinde yüksek tansiyon,
yağlanma ve damar sertliğini önlemektedir.
3.3 Enerji verir: Kırmızı Reishi mantarı içindeki organik germanyum
sayesinde hücrelerdeki oksijen miktarı ve vücudun enerjisi artmaktadır.
3.4 Obezite: Kırmızı Reishi mantarı yağ hücrelerindeki glukoz hareketini
durdurarak obeziteyi önlemektedir.
3.5 Diabet ( Ģeker hastalığı ): Reishi metabolizmanın doymuĢ yağ ve
doymamıĢ yağ oranları ile glukoz iliĢkisini düzenleyici etki göstermektedir.
3.6 Stres: Günümüzdeki bir çok hastalığın nedeni sayılmaktadır. Reishi
mantarının içeriğindeki bileĢiklerin sinerjisi sayesinde reishi rahatlama
sağlamakta, stres ve anksiyeteyi azaltmaktadır.
Bunların yanı sıra; sağlıklı yaĢlanma, kilo verme, cilt bakımı,
kireçlenme (ramatoid artrit), kemikler, kolestrol, kan Ģekeri, yüksek
tansiyon, gastrit, kabızlık, alzheimer, parkinson hastalığı, bağımlılık, migren,
meme kanseri, karaciğer hastalığı, böbrek hastalığı, gıda zehirlenmesi,
533
bağıĢıklılık, soğuk algınlığı ve grip, astım, ülser, saç dökülmesi, uçuk-virüs
ve diğerleri, alerji, doğuĢtan gelen bağıĢıklılık sorunları, HIV (AIDS) gibi
çeĢitli rahatsızlıklar üzerinde de etkili sonuçlar vermektedir.
Kimler Kullanmamalı?
Bazı hassas bünyelerde, Reishi mantarı tüketildikten sonra 1-2 gün
sürebilen hafif mide bulantısı, baĢ dönmesi, eklem ağrısı ve deri döküntüsü
gibi semptomlar görülebilmektedir. Mantar alerjisi olanların, hemofili
hastalarının, kanı sulandırma etkisi nedeniyle ameliyat öncesi ve sonrasında
1 hafta süreyle kullanması önerilmemektedir. 10 yaĢ altındaki çocuklar,
hamile ve emziren kadınlar doktorlarının bilgisi dahilinde kullanmalıdırlar.
4. REISHI MANTARININ YETĠġTĠRĠCĠLĠĞĠ
YetiĢtiricilikte iki yöntem kullanılmaktadır.
4.1 Bitkisel Atık (TalaĢ) Kültürü
4.2 Kütükte YetiĢtiricilik
4.1 TalaĢ Kültürü: YetiĢtirme ortamı olarak sert ağaç (meĢe, kayın, gürgen)
talaĢları kullanılmaktır. Hazırlanan yetiĢtirme ortamları ısıya dayanıklı
torbalara 1-2 kg olacak Ģekilde doldurularak, torbaların ağzı pamuk tıkaçla
kapatılır. Bu iĢlemden sonra torbalar 121 °C‟de 1.5 saat otoklavda tutularak
sterilize edilir. Torbaların sıcaklığı 20-25 °C‟ye düĢtükten sonra steril
odalarda misel ekimi yapılır. Misel aĢılanan torbalar mantar üretim odasına
yerleĢtirilecek, karanlık koĢullarda 25-30 °C‟de misel sarması için gerekli
koĢullar sağlanır. Misel geliĢimini tamamlayan torbalarda karpofor
oluĢumunu teĢvik için oda 100-200 lux ıĢıkla aydınlatılır (Chen, 2004).
Primordium görülen torbaların üzeri açılarak ve oda düzenli bir Ģekilde
nemlendirilip, havalandırılmaya baĢlanılır, oda sıcaklığı 25±2°C olacak
Ģekilde ayarlanır. Primordiumlar görülmeye baĢladıktan sonra torbaların üst
kısımları mantar geliĢmesini teĢvik ve çıkıĢları sağlamak için kesilerek açılır.
Mantarlar geliĢim dönemi boyunca dikkatle incelenerek en uygun hasat
zamanında hasat edilir.
4.2 Kütükte YetiĢtiricilik: Bu yöntemde ise meĢe kütüğü 15 cm
uzunluğunda, 15 cm çapında kesilerek hazırlanır. Kütüklere 5 cm
derinliğinde ve 2 cm geniĢliğinde 6-10 delik açılır, bu açılan deliklere
miseller yerleĢtirilir ve üzerleri bal mumu ile kapatılır. Misel aĢılanmıĢ
kütükler 25 °C sıcaklık ve %70 neme ayarlanmıĢ odada 6 ay muhafaza edilir.
Miseller kütükleri sardıktan sonra serada organik maddece zenginleĢtirilen
toprağa kütükler gömülür ve sıcaklık 25-30 °C ve nem %70-90 olacak
534
Ģekilde ayarlanır. Seranın direkt güneĢ ıĢığı alması engellenir ve
havalandırmaya dikkat edilir. Mantarlar oluĢum sırasında dikkatle incelenir
ve en uygun hasat zamanında hasat edilir.
Ülkemizde kütükte yetistiricilik iklimsel özelliği nedeni ile pek
uygun bir yetiĢtiricilik yöntemi değildir. Ganodermanın sunni talaĢ
kütüklerinde ve iklimlendirilmiĢ kapalı ortamlarda yetiĢtiriciliği daha çok
baĢarılı olmaktadır.
Yüksek kaliteli Ganoderma lucidum üretmek için diğer özel koĢullar;
1) Verimi en yüksek ırk seçilmelidir,
2) Doğru yetiĢtiricilik metodu kullanılmalıdır,
3) Ürün doğru zamanda hasat edilmelidir
4) Hasat sonrası ürüne uygun bir biçimde muamele yapılmalıdır.
REĠSHĠ MANTARININ GELĠġĠMĠNDEKĠ ETKEN FAKTÖRLER
Sıcaklık: Ganoderma lucidium için sıcaklık çok önemlidir. Kültür mevsimi
sıcaklık isteğine göre ayarlanmalıdır. Meyve oluĢumu için yüksek sıcaklık
gereklidir. Misel geliĢimi için 12-36 °C sıcaklık gerekirken, en uygun
sıcaklık 24-30° C‟tır. Meyve oluĢumu için uygun sıcaklık 20-30° C‟tır.
ġapka geliĢimi için 22 °C üzerinde sıcaklık iyi büyümeyi sağlamaktadır.
Nem: Misel geliĢimi, buton ve meyve oluĢumu substratın su içeriği ile
iliĢkilidir. Substratın su içeriği misel büyümesi için yaklaĢık % 60 olmalıdır.
Meyve büyümesi sırasında, nem % 80-90 arasında olmalıdır.
Havalandırma: Ganoderma lucidium aerobik bir mantardır. YaĢam
boyunca sürekli soluma gösterdiğinden, taze havaya sürekli ihtiyaç gösterir.
Karbondioksit konsantrasyonu % 0,1‟den yüksek olması halinde meyvede
deformasyon oluĢur. Bundan dolayı kültür yerinde iyi havalandırma
olmalıdır.
IĢık: Ganoderma lucidium üzerinde ıĢık etkisi farklı dönemde farklı
Ģekillerde olmaktadır. Misel, tamamen karanlıkta yetiĢmektedir. Yüksek ıĢık,
özellikle sarı ıĢık, geliĢmede yavaĢlamaya neden olur. Meyve geliĢimi için
bir miktar ıĢık gereklidir.
pH: Ganoderma lucidium miselleri düĢük asit ortamlarından hoĢlanır.
Büyüme için gerekli pH 3,0-7,5 değerleri arasıdır, fakat en uygun değerler
4,0-6,0 değerleri arasıdır.
535
5.SONUÇ
Reishi mantarının insan sağlığına olan bir çok faydası yapılan
araĢtırmalar ve çalıĢmalar ile kanıtlanmıĢtır. Sadece hasta olan insanların
değil normal sağlıklı bireylerinde dengeli bir Ģekilde tüketmeleri tavsiye
edilmektedir. Bu sayede insan bünyesi daha dirençli bir yapıya sahip
olmakta ve herhangi bir rahatsızlık durumunda hastalık etmeni ile daha rahat
mücadele edebilmektedir. Bu mantarın bu güne kadar tespit edilmiĢ bir yan
etkisi bulunmamaktadır. Japon Sağlık Bakanlığı tarafından kanser
tedavisinde kullanılabilecek yardımcı bitkisel ilaç olarak kabul edilen tek
mantar türüdür. Kanser tedavisinde kullanılan radyoterapi ve kemoterapinin
vücuttaki yan etkilerini bertaraf ettiği belirlenmiĢtir. TanınmıĢ bir mantar
türü olmadığı ve yüksek fiyata sahip olduğu için üretimi ve kullanımı
ülkemizde çok yaygın değildir. Bazı firmalar tarafından üretiminin
yapılmasıyla beraber geçtiğimiz aylarda Çanakkale sınırları içerisinde yer
alan Kazdağları‟ nda keĢfedilmiĢtir. Reishi mantarı ticari açıdan iyi bir gelir
kaynağı olarak görülmektedir. Ülkemizde tanınmasıyla beraber üretimi ve
tüketiminin yaygın hale geleceği düĢünülmektedir.
KAYNAKÇA
Aralık 10, 2015 / tarlasera (aylık tarım ve kültür dergisi)
Ocak 12, 2015 / tarlasera (aylık tarım ve kültür dergisi)
D-Sliva,PhD.Ganoderma lucidium(Reishi) in Cancer treatment.Ġntegrative
cancer therapies 2(4):2003.pp.358-364
Heilpilze:Reishi.
Pilzheilkunde.
MykoTroph
A.G.
Institüt
für
Ernaehrungs-
und
Uzman Diyetisyen Gamze ġanlı Ak (MAKALE)
Yrd.Doç.Dr.M.Ertuğrul Ġlbay, 2008, Ganoderma lucidum REISHI (Efsanevi
mantar), Ankara.
(tarlasera 2015) http://tarlasera.com/haber-10679-kaz-daginda-olumsuzlukkesfedildi!
(agroma) http://www.agromantar.com/mantarlar/reishiuretimi.html
(ganoexcel)
icin-30-neden/
http://www.ganoexcelbursa.com/reishi-mantari-kullanmaniz-
536
TÜRKĠYE’DE HAYVANCILIĞA VERĠLEN
DESTEKLERDEKĠ GELĠġMELER
ġeref Kayalar1
1
Dursun Boğa1
Tufan Bal1
Süleyman Demirel Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarım Ekonomisi Bölümü,
Isparta.
ÖZET
Hayvancılık toplumun dengeli beslenmesinde vazgeçilmez bir sektör
olup, ayrıca ülke ekonomisine istihdam, kırsal alanda yaĢam standartlarının
iyileĢtirilmesi ve ülkeye döviz gibi katkıları dolayısıyla önemi yüksek bir
sektördür. TÜĠK istatistiklerine göre Türkiye 2015 yılında yaklaĢık olarak
14,1 milyon büyükbaĢ, 41,9 milyon küçükbaĢ varlığına sahip iken, aynı yıl
18,5 milyon ton süt, 1 milyon ton et, 17 milyar yumurta, 1,9 milyon ton
tavuk eti, 102 bin ton bal, 80 ton yaĢ koza üretilmiĢtir. GTHB raporlarına
göre, 2015 yılında Türkiye‟de hayvancılık sektörüne baĢta anaç sığır ve
manda için desteği, buzağı için desteği, anaç koyun ve keçi için desteği,
tiftik keçisi yetiĢtiriciliği ve üreticiliği için desteği, çiğ süt üretimi için
desteği, arılı kovan için desteği, bombus arısı kullanımı için desteği, ipek
böceği yetiĢtiriciliği desteği, ürün desteklemeleri, yem bitkileri üretimi
desteklemesi, programlı aĢı uygulamaları, hayvan genetik kaynaklarının
korunması ve geliĢtirilmesi, projeli damızlık koyun keçi desteklemeleri
olmak üzere birçok alanda destek verilmektedir. 2002-2014 yıları arasında
verilen bu desteklerin miktarı 15 Milyar TL‟ye ulaĢmıĢtır. Hayvancılığa
verilen desteklerin toplam tarım destekleri içindeki payı 2002‟de %4.45 iken
2015‟te %29.19‟a yükselmiĢtir.
Bu çalıĢmada Türkiye‟de hayvancılığın ülke ekonomisine katkısı ve
hayvancılık sektörüne verilen destekleri incelemiĢtir. Ayrıca konuyla ilgili
literatür çalıĢmaları yardımıyla sektörün sorunları tespit edilerek bu
sorunların çözümüne yönelik öneriler geliĢtirilmiĢtir.
ANAHTAR KELĠMELER: Hayvancılık, Tarımsal Destekler, Türkiye,
Büyükbaş, Küçükbaş
1.GĠRĠġ
Tarım kendine has özelliklerinden dolayı desteklenmesi gereken bir
sektördür. Bu yüzden tüm ülkelerde tarıma destek verilmektedir. Tüm
ülkelerde olduğu gibi ülkemizde de, uygulanan tarım politikalarının
üreticinin gelir ve refah seviyesini artırma, ülkenin gıda ihtiyacını karĢılama,
537
kırsal kalkınma ve dıĢ ticaret geliri elde etme gibi çeĢitli amaçları vardır
(Tan, 2011). 1980 sonrası Avrupa Birliği‟nde hayvancılık iĢletmelerinin
sayısı azalma gösterirken, iĢletme baĢına düĢen ortalama hayvan sayısı ise
artmakta yani iĢletme ölçeği daha da büyümektedir (Demir, 2012).
Onuncu Kalkınma Planında da değinildiği gibi Türkiye‟de hayvancılık
iĢletmeleri genelde küçük ölçekli olup yem bitkileri üretimi ile çayır ve
meraların korunma ve ıslahı yetersiz, suni tohumlama sayısı uluslararası
ortalamaların altında ve hayvan hareketleri ile hayvan sağlığına yönelik
önlemler yeterlilikten uzak bir durumdadır. Bu bağlamda, Plan döneminde
hayvancılık desteklemeleri miktar ve çeĢit olarak artırılmıĢ ve bölgesel
projeler uygulamaya konulmuĢ, bu destekler son yıllarda et ve süt üretiminde
artıĢ meydana getirmiĢtir. Diğer taraftan, aynı dönem içerisinde et
üretiminde arz açığı doğuran geliĢmeler ve tüketim artıĢı et fiyatlarında
dalgalanmalara neden olmuĢ ve bu kapsamda 2010 yılında baĢlatılan
kasaplık canlı hayvan ve et ithalatı azalarak da olsa devam etmiĢtir (Anonim,
2013a). Türkiye‟deki tarımsal destekleme politikalarında en büyük
değiĢiklik 2000‟li yılların baĢında uygulanan Doğrudan Gelir Desteği
(DGD)‟ni kapsayan Tarım Reformu Uygulama Projesi (ARIP) ile
gerçekleĢmiĢtir. DGD, uygulanan tarımsal destekleme politikalarına
alternatif olarak sunulmuĢtur. DGD, diğer bazı desteklemelerin
sonlandırılmasına sebep olmuĢ ve doğrudan desteklemelerin tüm destekler
içerisindeki payı 2002 yılında %78 seviyesine ulaĢmıĢtır. Ancak 2006-2010
Tarım Kanunu ve Strateji Belgesinde DGD için ayrılan %78‟lik bütçe
payının aĢamalı olarak %45‟e indirilmesi kararı alınmıĢtır (Karaman ve
Yavuz, 2012).
Hayvancılık faaliyetin genelde kırsal alanda yapılması, kırsal alanda
yaĢayan nüfusun gelir kaynakların baĢında gelmesi ve yörede yaĢayanlara
istihdam imkânı sağlaması açısından da sosyo-ekonomik bir fonksiyonu
bulunmaktadır. Ayrıca dünyada nüfus artıĢına paralel olarak artan beslenme
ve gıda sorunu her geçen gün hayvancılığın stratejik önemini artırmaktadır
(Akpınar ve ark., 2012). Türkiye gerek AB ile uyum süreci gerekse uzun
vadeli ulusal çıkarlar açısından kendine iyi bir hedef belirleyerek hayvancılık
alt sektöründe önemli yasal düzenlemeler yapmak zorundadır. Özellikle bu
yasal düzenlemelerin kaliteli ve düĢük maliyetli üretim yapılmasını zorlayıcı
yönde olmasında yarar olacaktır (Aksoy ve Yavuz, 2008).
Ekolojik ve doğal kaynaklar açısından hayvancılığa elveriĢli bir ülke
olan ülkemizde hayvancılık politikaların yetersiz oluĢu ve bunun sonucu
olarak hayvancılık faaliyetinin doğaya bağlı geleneksel yöntemlerden tam
olarak kurtulamaması, hayvan baĢına verimliliğin düĢük oluĢu ve sektörde
oluĢan yapısal bozukluklar sonucunda, hayvancılık sektöründe istenilen
düzeye ulaĢılamamıĢtır (Akpınar ve ark., 2012). Türkiye‟de hayvancılık
sektörü, 1923 yılından bugüne kadar çeĢitli politikalarla desteklenmektedir.
538
Pazarlama faaliyetlerine devlet müdahalesi ise 1950‟li yıllarda Süt Endüstrisi
Kurumu (SEK), Et Balık Kurumu (EBK), Yem Sanayi (YEMSAN) gibi
Kamu Ġktisadi TeĢebbüsler (KĠT) ile devreye sokulmuĢtur (Yurdakul ve ark.,
1999). Ancak, hayvancılıkla ilgili desteklemeler, bitkisel üretim sektörüyle
kıyaslandığında süreklilik arz etmediği ve destekleme politikalarının
uygulanması için yeterli alt yapının bulunmayıĢı nedeniyle hayvancılıkta
istenen üretim artıĢı sağlanamamıĢ, hayvancılığın sorunları giderilememiĢtir
(Yavuz, 1999; Sayın, 2002). Türkiye‟nin hemen hemen tüm bölgelerinde
hayvancılık faaliyeti yapılmakta olup, bu sorunlar giderildiği takdirde
ekonomiye katkısı çok yüksek olması kaçınılmazdır.
ÇeĢitli Ģekillerde desteklenen bu sektörde en önemli amaç
hayvancılığın karlı bir sektör olmasını sağlamaktır. Doğal koĢulların, mer‟a
ve hayvan varlığı ile hayvancılığa elveriĢli bir potansiyele sahip olan ülkede,
hayvancılığın geliĢmesi ve ihtiyaçların karĢılanmasında verimlilik artıĢının
yanı sıra, uygun üretim bölgelerinin saptanması ve bölgeler itibariyle üretim
planlaması hedeflerinin ortaya konulması gerekmektedir (Yavuz ve Keskin
1996). Hayvancılıkta kaynak kullanımının en yüksek düzeye çıkarılabilmesi
için devletin istikrarlı bir tarım politikası uygulaması gerekmektedir.
Ġstikrarlı politikaların olması sektör hakkında ülke ve bölge bazında
sorunların bilimsel bir bakıĢ açısıyla analiz edilmesiyle mümkündür. Bu
çalıĢmada Türkiye‟de hayvancılık sektörüne verilen desteklerin bir genel
değerlendirmesi yapılması amaçlanmıĢtır.
2.MATERYAL VE YÖNTEM
Bu çalıĢmada baĢta FAO ve TÜĠK olmak üzere çeĢitli ikincil
verilerden ve bu konuda yapılmıĢ bilimsel makale, rapor ve tezlerden
faydalanarak Türkiye‟de hayvancılığa verilen destekler incelenmiĢ ve
mevcut sorunların çözülmesine yönelik öneriler geliĢtirilmiĢtir.
3.BULGULAR VE TARTIġMA
Türkiye‟de tarımsal destekler; alan bazlı destekler, bitkisel üretim
destekleri, hayvancılık destekleri, kırsal kalkınma destekleri ve diğer
destekler (tarım sigortası, ÇATAK vb) Ģeklinde uygulanmaktadır.
Türkiye‟de hayvancılığa verilen destek miktarlarında ve çeĢitlerinde son
yıllarda önemli artıĢlar neticesinde hayvan sayılardan bir artıĢ
gözlenmektedir (ġekil 1). 1980‟li yıllarda dıĢa açık ekonomi politikalarını
sonucu hayvan sayılarındaki azalmaların ardından 2000‟li yıllardan sonra
uygulanan politikalardaki değiĢmelerden dolayı hayvan sayısında artıĢlara
neden olmuĢtur. GTHB 2013 yılındaki hazırladığı Stratejik Plan 20132017‟de hayvansal üretimde arz dengesinin sağlanmasında yüksek verimli
etçi, sütçü, kombine ırkların yaygınlaĢtırılması ve küçükbaĢ hayvancılığa
539
yönelik üretim teĢvik edilecek, kanatlı et ürünleri ve su ürünleri ihracatı
geliĢtirileceğini beyan etmiĢtir.
ġekil 1.Türkiye‟de hayvan sayılarındaki değiĢmeler (www.tarim.gov.tr)
Hayvancılığa yönelik süt ve buzağı desteği olmak çok farklı destekler
verilmektedir Çizelge 1‟de de görüleceği üzere destek çeĢitlerinin etkisiyle
2003-2014 döneminde hayvancılığa toplam 15 Milyar TL (Anonim, 2015)
destek verilmiĢtir. Bu desteklerin etkisiyle hayvan sayısında, hayvansal
ürünlerin üretiminde, hayvancılık faaliyeti yapan iĢletmelerin yapısında ve
üreticilerin refah seviyesinde önemli değiĢmeler olmuĢtur.
540
Yukarıda bahsedilen bu destekleme kalemlerinin uygulanması ile özelde
hayvancılık destekleri olmak üzere, genel tarım destekleriyle ilgili
desteklemenin değeri ve çeĢitlerinde artıĢ olmuĢ, 2002‟de %4,45 olan
hayvancılığa yapılan desteklerin toplamı genel tarım destekleri içindeki payı
2015‟de %29,19 gibi yüksek bir orana ulaĢmıĢtır (Çizelge 2). 2015 yılı
itibariyle 10.044.33 (bin TL) olan genel tarım desteklerinin 2.932.187 (bin
TL)‟si hayvancılık desteklerine ayrılmıĢtır. Verilen desteklerin etkinliği ve
istenen hedeflere ulaĢıp ulaĢmadığı ayrı bir tartıĢma konusu olsa da verilen
desteklerdeki artıĢ sonucu hayvancılığa yönelik yatırımlarda artıĢlar
gözlendiği söylenebilir.
4.SONUÇ
Son yıllarda uygulanan tarım politikaları ve yapılan destekleme
ödemelerinden en dikkati çekenlerinden biri de hayvancılık sektörüne
verilen desteklemelerdir. Son yıllardaki desteklemelerdeki artıĢların etkisi
görülmüĢ ve hayvancılık sektörüne ilgi ve bunun sonucu olarak sektöre
yapılan yatırımlar artmıĢtır. Hayvancılık sektörünün mevcut sorunları ve
çözüm önerileri aĢağıdaki gibi özetlenebilir:

Hayvancılığa verilen destekler kısa dönem için sorunu hafifletse de
uzun dönemde iĢletmelerin üretim maliyetlerini düĢürücü,
verimliliği arttırıcı, pazar sinyallerine uygun destekleme
politikalarının yaygınlaĢtırılmasına özen gösterilmelidir.
541




Hayvancılık faaliyet kolunda en önemli maliyet unsurlarından birisi
olan meraları kayıt altına almak, verimliliğini artırmak,
hayvancılığın hizmetine sunmak, tarımsal kaynak olarak
sürdürülebilirliğini sağlamak amacıyla mera, yaylak ve kıĢlakların
tahsisleri konusundaki politikalara hız verilmelidir.
GeliĢmiĢ batılı ülkelerde gittikçe önemini arttıran hayvan refahı
kavramına daha fazla önem vermek gerekmektedir. Bunun için
gerek hayvan sağlığı, gerekse tüketicilerin daha sağlıklı hayvansal
ürün tüketebilmeleri için hayvan ve hayvan ürünlerinin uluslararası
hijyen kurallarına uygun üretilmesi için etkin hayvan sağlığı
tedbirlerinin uygulanması gerekmektedir.
Hayvancılık iĢletmelerinin en büyük sorunları arasında mera sorunu,
pazarlama sorunu ve yem sorunu gelmektedir. Bu konuda daha
rasyonel politikalar geliĢtirilmelidir.
Desteklerin üreticiye ulaĢtırılmasında üretici birliklerin rolüne son
yıllarda verilen önem devam etmelidir. Desteklerin üretici birlikleri
üzerinden verilmesi politikasında eksik olan kısımlar giderilmeli,
üreticilerin gerçek anlamda örgütlenerek kendi ayaklarının üzerinde
durmalarına yönelik politikalar geliĢtirmek gerekmektedir.
5.KAYNAKLAR
Akpınar, R , ÖzĢan, M, TaĢçı, K. (2012). Doğu Anadolu Bölgesi‟nde
Hayvancılık Sektörünün Rekabet Edebilirliğinin Analizi” Sosyal
Bilimler Elektronik Dergisi, Sayı 5
Aksoy, A., Yavuz, F. (2008). Hayvancılık ĠĢletmelerinin Avrupa Birliğine
Uyumu ve Rekabet Edebilirliği; Doğu Anadolu Örneği. Tarım
Ekonomisi 2008; 14 (1): 37- 45.
Anonim,(2013a). Onuncu Kalkınma Planı. T.C. Kalkınma Bakanlığı Ankara.
Anonim,(2013b). Stratejik Plan (2013-2027). 2013. Gıda Tarım ve
Hayvancılık Bakanlığı Yayınları. Ankara.
Anonim, (2014). T.C. Kalkınma Bakanlığı Onuncu Kalkınma Planı,
Hayvancılık Özel Ġhtisas Komisyon Raporu. Ankara.
Anonim, (2015). Tarımsal Destekler Bülteni. Gıda Tarım ve Hayvancılık
Bakanlığı, Strateji GeliĢtirme BaĢkanlığı Yayınları, Sayı:2. Ankara.
542
TARIMDA ARILARIN ETKĠLERĠ VE ÖNEMĠ
Alper Cessur1
Can Karacan2
Yağmur Bulut3
1.Süleyman Demirel Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarımsal Biyoteknoloji
Bölümü
2.Süleyman Demirel Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarımsal Biyoteknoloji
Bölümü
3.Süleyman Demirel Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarımsal Biyoteknoloji
Bölümü
ÖZET
Doğada bitkilerin tozlaĢmasında pek çok faktör etkilidir. Bu
faktörlerden en önemlisi arılardır. Arılar bitkilerin hem tozlaĢmasına
yardımcı olarak verim artıĢına neden olmakta hem de tarımsal ekosisteme
büyük katkılar sağlamaktadır. Özellikle arıların tozlaĢmada büyük öneme
sahip olduklarından yetiĢtiriciliği de yapılmaktadır. Fakat düĢük sıcaklık ve
ıĢıkta, kültürü yapılan birçok tüplü bitki türünde yeterince verimli
olamadıkları için farklı arılar tercih edilmektedir. Yapılan bir araĢtırmaya
göre arıların azalması dünya tarımını tehdit etmektedir. ÇeĢitli ülkelerde
arıların tozlaĢmadaki verimini arttırmak amacıyla pek çok çalıĢma
yapılmıĢtır. Ülkemizde bu alandaki çalıĢmalar son yıllarda daha da önem
kazanmıĢtır. Arıların varlığında yapılan etkili tozlaĢmada ürünün kalitesinin
ve veriminin arttığı araĢtırıcılar tarafından kanıtlanmıĢtır. Bu araĢtırmaların
sonuçları da arıların doğal ve tarımsal ekosisteme olan katkılarının önemini
vurgulamıĢtır. Bitkilerde kullanılan kimyasal tarım ilaçları bal arıları ile
yaban arılarını olumsuz yönde etkilemektedir. Her bitkinin özellikleri farklı
olduğu için özelliklerine uygun arılar kullanılmalıdır. Birçok farklı arı türü
olması ve bu türlerin 300‟e kadar farklı cinslerinin bulunması ise büyük bir
avantajdır.
ANAHTAR KELĠMELER: Tozlaşma, Agroekosistem, Arıcılık, Arılar
Olmazsa
1.GĠRĠġ
Tarımsal ekosistemler doğal yolla değil, insan eliyle oluĢturulan
ekosistemlerdir. Arılar, özellikle besin gereksinimlerini karĢılamak amacıyla
çiçekli bitkiler ve meyve ağaçlarından polen ve nektar toplarken bitkilerin
döllenmesine ve ürün artıĢına katkıda bulunan önemli böceklerdir. Tarımsal
üretimde arılar ürün kalitesinin artmasını ve bitki popülasyonunun
543
devamlılığını sağlarlar. Günümüz tarımında özellikle pestisitlerin
kullanılması yabani tozlayıcıların sayısını önemli ölçüde azaltmakta ve
bunun sonucu olarak tarım alanları ve yabani bitki popülasyonları da önemli
ölçüde azalmaktadır. Bu azalmayı önlemek içinde popülasyonda bu görevi
yine arılar üstlenmektedir. Arılar dünya üzerinde tamamen yok olması
insanlığın dört yıl içinde kaybolması araĢtırmalar sonucu açıklanmıĢtır.
2. ARILARILARA ZARAR VEREN FAKTÖRLER
2.1. Böcek Ġlaçlarını Kullanımı
40 yıl önce DDT ve diğer zararlı tarım ilaçları dünyanın büyük bir
kısmında yasaklanmıĢtı. Onların yerine “zararsız” tarım ilaçları olarak geçen
neonikontinoidler kullanılmaya baĢlandı. Bugün gelinen noktadaysa
araĢtırmalar, bu ilaçların zannedildiği kadar masum olmadığını ortaya
koyuyor; artık biliyoruz ki neonikontinoidler çok sayıda omurgasızın ve
arının ölümüne neden oluyor. Bu tozlaĢtırıcı unsurlar olmadığı takdirde de
dünyada tarımın devamı mümkün görünmüyor.
Neonikontinoidlerden beslenen arılar hemen ölmüyor ve bu zararlı
maddeyi kovandaki balda depoluyor. Bir süre sonra arılarda beslenme
sorunlarına ve iĢçi arı ölümlerine neden oluyor. Kovan, iĢçi arı ölümlerini
daha çok iĢçi arı üreterek kapatıyor ancak bir sonraki sene ana arı da
zehirleniyor ve kovan tamamen yok oluyor.
Arılara zararları ön planda olsa da karıncalar, termitler ve sucul
böceklerin larvaları da bu ilaçlardan büyük zarar görüyor. Bu, tarım
ilaçlarının kullanılmaya devam etmesi durumunda, ileride ekosistemde insan
da dâhil daha çok canlının birikimden kaynaklı hastalıklardan payını
alabileceği anlamına geliyor. Dünyadaki karasal hayatın devamı büyük
ölçüde arıların ve tozlaĢmayı sağlayan canlıların varlığına bağlı.
2.2.Arılara Zarar Veren Canlılar
TozlaĢtırmada arılar ne kadar önemliyse, arı zararlıları da
küçümsenemeyecek kadar önemlidir. Arı biti; bal arılarının gıdalarına ortak
olan, polen, bal ve arı sütü ile beslenen bir bal arısı zararlısıdır. Parazit
yaĢamalarına rağmen uygun geliĢme ortamlarında varroa kadar tehlikeli
olabilirler. Varroa bal arılarının üzerinde yaĢayarak kan sıvıları ile beslenen
bir dıĢ parazittir. Kolonilerin geliĢme hızının azalmasına, hastalıklar,
enfeksiyonlar gibi ciddi sorunlar getirirler.
544
3.ARILAR SAYESĠNDE DOĞANIN DEVAMI VE TOZLAġMANIN
ÖNEMĠ
TozlaĢmayı sağlayan birçok faktör vardır. Ama özellikle de arıların
denetimi ve yetiĢtiriciliği insanlar tarafından yapılabildiği için diğer
böceklere oranla tozlaĢma çalıĢmalarında etkili olarak kullanılmaktadır.
Dünyanın her yerinde tozlaĢma için çalıĢmalar sürmektedir. Ülkemizde ise
son yıllarda bitki üreticileri arı kolonileri kullanarak tozlaĢmaya etkili bir
Ģekilde katkı sağlamaya baĢlamıĢlardır. Meyve bahçelerinde de kurulan arı
kovanları kalite ve meyve sayısında önemli artıĢlar gözlenmektedir. Diğer
bir araĢtırmada ise tozlaĢması istenilen bitkiye Nassanof feromonu
uygulanmıĢ ve bu kokular sayesinde arıların aynı bitkiyi tekrar tekrar ziyaret
etmeleri sağlanmıĢ kolonideki diğer arılarında aynı yere yönelmeleri
sağlanmıĢtır. Ġstenilen bitkiye nassanof feromonu uygulanması bitki
çeĢitliliğini ve verimini artırır.
Bal Arılarının bir tür bitki üzerinde denemeler sonucu arı
kolonilerine yakın ağaçlarda görülen ürün sayısının koloniye uzak olan aynı
bitki türünde ki ürün sayısında % 40 Lara yakın verim kaybı oluĢtuğu
görülmüĢtür. Bal arıları diğer arı türlerine karĢı koloni kurma ve tozlaĢmada
daha iyi durumdadır. Büyük derecede verim ve kaliteyi değiĢtirdiği
görülmüĢtür. Bal arılarının bitki tozlaĢmasındaki öneminden dolayı birçok
Ülkelerde yetiĢtiriciler bitkilerin çiçeklenme döneminde arı kovanları
kiralayarak balarılarından büyük ölçüde yaralarmıĢlardır.
Balarıları gibi bombus arıları da bitkilerde tozlaĢmaya yardımcı
olurlar. Bombus iri yapılı, tüylü ve göz alıcı renklere sahiptir. laboratuvar
koĢullarında yetiĢtirilmeye uygun, büyük bir koloniye sahiptir. Türün
yayılma alanı çok geniĢ olduğu için tarlalarda çok sayıda bitki türünü ziyaret
etmektedirler.
4.SONUÇ
Yapılan araĢtırmalar sonucunda tozlayıcı olarak arıların
kullanılmasına büyük oranda gereksinim duyulmaktadır. Meyveler ve
bitkilerde arılar yüksek oranda ürün artıĢına sebep olmaktadır. Yapılan bu
çalıĢmalarda ulaĢılan sonuçlar tozlaĢanın tarımsal ve ekonomik önemini
açıkça ortaya koymaktadır. Arıların ekosisteme, tarıma ve ekonomiye
sağladığı katkılar küçümsenemeyecek kadar önemlidir. TozlaĢmada görev
yapmaları hem bitki popülasyonlarının devamlılığını sağlar hem de
meyvelerin verimliliğini artırmaktadır. Bu nedenle ülkemizde de arı
yetiĢtiriciliğine daha da önem verilmeli ve tarımda arıların kullanılması
bilinci halka kazandırılmalıdır.
545
KAYNAKÇA
1.Magma dergisi (2015)
2. Kuvancı, Arıcılık AraĢtırma Dergisi Sayı:2 2009
3. Ulusal Cevre Simpozyumu Tebliğ Metinleri Adana, Tubitak
4. Kultur bitkilerinin tozlasmasında bal arısı. Atatürk Üniv. Zir.Fak. Derg
5. Doğadan Toplanan Bambus Ana Arılarının Laboratuvar KoĢullarında
Koloni OluĢturma ve Koloni GeliĢimi Özellikleri, Veterinary and Animal
Science 23(1999)
6. Çankaya, Samsun Tarım Ġl Müdürlüğü Çiftçi Eğitimi ve Yayım ġubesi
Yayını,2008.
7. , Insect Pollination of Crops. 2ndedn.London, Academic Press,1993.
546
SARIMSAĞIN ANTĠMĠKROBĠYEL HAZĠNESĠ
BüĢra SONKAYA
Süleyman Demirel Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bahçe Bitkileri
ÖZET
Sarımsak zambakgiller familyasından olan bir türdür. Allium cinsi
içerisinde yer almaktadır. Sarımsak eski çağlardan beri yemeklerde lezzet
verici olarak kullanmanın yanında birçok hastalığı tedavi etmek amacıyla da
kullanılmaktadır. Sarımsağın sırrı ona kokusunu veren allisin maddesinden
geldiği bilinmektedir.Yapılan çalıĢmalar ile sarımsağın içerisinde
antioksidan, antibakteriyel ve antifungal etkileri bulunmuĢtur. Sarımsağın
antimikrobiyel özelliği ilk olarak 1958 yılında Louıs Posteur tarafından
bulunmuĢtur. Sarımsağın bakterileri, mantarları, parazitleri öldürmek, kan
basıncını, kan Ģekerini ve kolesterolü düĢürmek, karaciğeri korumak ve
antitümör maddeleri ihtiva etmek gibi harika özellikleri bulunmaktadır.
ANAHTAR KELĠMELER :Sarımsak, Antimikrobiyal, Antioksidan, Allisin
GĠRĠġ
Sarımsak zambakgiller familyasından olan bir türdür. Allium cinsi
içerisinde yer almaktadır. Latice adı “Allium sativum” dur. Sarımsağın
tarihi, arkeolojik kayıtlardan tarihin ilk çağlarında Sümerlerin , sarımsağı
bildikleri ve ilaç olarak kullandıkları anlaĢılırken , eski Mısırlar‟ın da aynı
Ģekilde kullandıkları bilinmektedir.
GELĠġME
Ekonomik Önemi, Anavatanı ve Yayılma Alanları
Sarımsak ülkemizin her tarafında yetiĢtirilen bir sebzedir. Sarımsak
çevre Ģartlarına iyi adapte olabilen yapısından dolayı ülkemizin her tarafında
yetiĢtirilmekle birlikte ideal üretim alanlarının deniz ikliminden kara
iklimine geçilen yöreler olduğu kolayca görülür. Kastamonu, Amasya, Tokat
illerimizde önemli boyutlarda sarımsak üretimi baĢarıyla sürdürülmektedir.
Sarımsağın Türkiye‟de ne zamandan beri yetiĢtirildiği yolunda kesin
bir kayıt bulunmamaktadır. Ancak Evliya Çelebi Seyahatnamesinde
sarımsakla ilgili kayıtlar bulunmaktadır. Türklerin Orta Asya‟dan göç
etmeden önce sarımsağı kullandıkları da bilinmektedir. Sarımsağın
anavatanının Akdeniz ülkeleri, Ġran ve Afganistan olduğu bir çok araĢtırıcı
tarafından bildirilmiĢtir. Sarımsağın M.Ö. I. Ve II. Yüzyıllarda Çin‟de ilaç
547
olarak kullanıldığı verilen bilgiler arasındadır. Bayraktar, 1970 Firavun
mezarlarında sarımsak baĢlarının bulunduğunu bildirmektedir. Sarımsağın
Avrupa‟daki 15. Ve 16. Yüzyıllarda baĢlamıĢtır. Sarımsağın insan sağlığında
oynadığı rolün belirlenmesinden sonra sarımsak kullanımı engelleyen
kokusu üzerinde çalıĢmalar yoğunlaĢmıĢ, bunun sonucunda da sarımsak
üretim ve tüketimi önemli boyutlarda artmıĢtır. Bugün ABD‟de sarımsak son
derece kıymetli bir sebze olup önemli miktarlarda üretilmekte ve
tüketilmektedir
Sarımsağın Ġnsan Sağlığı Açısından Önemi
Sarımsak salgın hastalıklara karĢı kalkandır. Kanser , kalp ve Damar
hastalıkları gibi en önemli hastalıklara karĢı koruyucudur. Ġnsan sağlığı
açısından sarımsağın en önemli faydaları ölümlere sebep olan atardamar
kireçlenmesine iyi geliyor. Yara ve çıbanları iyileĢtiriyor. Krampları yok
ediyor. Akciğeri, karaciğeri , safra kesesini ve kalbi kuvvetlendiriyor.
Bağırsak kurtlarını ve diğer parazitleri yok ediyor. Mide ve bağırsakları
dezenfekte ediyor. ĠĢtah açıyor. Tansiyonu düĢürüyor. AteĢi düĢürüyor.
Sarımsak yıllardır kardivasküler hastalıkların tedavisi için kullanılmaktadır.
Kolestrol ve kan basıncını düĢürdüğü bilinmektedir. Sarımsağın en önemli
biyokimyasal özelliklerinden biri antioksidan potansiyelidir.
Sarımsak orta çağda vere ve veba hastalığında kullanılmıĢ ve
baĢarılı olunmuĢtur. Yüzyıllar boyunca hastalıklara çare olarak
kullanılan sarımsağın antimikrobiyel,antifungal etkisi bildirilmiĢtir.
Türkiye, Dünyada sarımsak üretimi yönünden %4‟lük pay ve 7.
Sırada yer almaktadır. Ülkemizde sarımsak Ege , Karadeniz , Akdeniz ve Ġç
Anadolu bölgelerinde yetiĢtirilmektedir.
SONUÇ
Sarımsağın antimikrobiyel özelliğini ilk olarak 1858 yılında Louis
PASTEUR tespit etmiĢtir. Daha sonra yapılan çok sayıda çalıĢma ile
sarımsağın antifungal , antibakteriyel ve antivirutal etkileri bulunmuĢtur.
Sarımsaktaki Allisin miktarı %0.2-0.4 sınırları arasındadır.
KAYNAKÇA
www.diyadinnet.com
Sonunbaslangici.blogcu.com
Gencziraat.com/bahcebitkileri/sarımsak-yetiĢtiriciliği.
htmlhttp://www.ziraatciyiz.biz/
Mustafa Evren1*, Mustafa Apan2 , Canan Albayram3 SARIMSAĞIN
ANTĠMĠKROBĠYEL ÖZELLĠKLERĠ MAKALESĠ
548
TOPRAKSIZ TARIM KÜLTÜRLERĠ
Ebrar ALTIKARDEġ
Süleyman Demirel Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bahçe Bitkileri Bölümü
ÖZET
Ġlk kez 1930 yılında Ġngiltere'de temelleri atılan bu yöntem Hollanda
tarafından geliĢtirdi. Türkiye'de ise ilk olarak 1995' de Antalya'da
kullanılmaya baĢladı.
Topraksız tarım, her türlü tarımsal üretimin besin eriyikleri ile
beslenmiĢ özellikle seralarda oluĢturulan katı ortamlarda yapılan güncel
tarım yöntemleridir.
Topraksız tarımın amacı; Bitkilerin besin madde ve su gereksinimlerini
bitkiyi strese sokmadan bitki solüsyonları ile ekonomik bir Ģekilde
yetiĢtirilmektedir Su tasarrufu ve daha az masrafla bire beĢ verim kalitesiyle
seralarda daha çok tercih edilmektedir. Topraksız tarım su kültürü ve katı
ortam kültürü olmak üzere iki gruba ayırarak inceleriz.
ANAHTAR KELĠME;Topraksız Tarım,Su Kültürü ,Katı Ortam Kültürü ,
Besin Ortamları
GĠRĠġ
Topraktan kaynaklanan sorunların çözümü için alternatif yöntem
olan topraksız ortamlarda bitki yetiĢtiriciliği konusunda ilk çalıĢmalar 19.
yüz yılın ortalarına dayanmaktadır. Ancak bu konudaki ilk olumlu sonuçlar
1940‟lı yıllarda alınmaya baĢlamıĢ bitki yetiĢtiriciliğinde kullanılabileceği
konusunda umutlar doğmuĢtur. Yöntemin seralarda kullanılmaya baĢlanması
1950‟li yıllarda hızla yayılma eğilimi göstermiĢtir .
Bugün seracılıkta çok önemli bir yeri olan Hollanda‟da sera
sebzeciliğinin tümü ; Ġngiltere, Belçika, Almanya, Fransa gibi ülkelerde de
% 30-90 arasındaki kısmı topraksız tarım biçiminde yapılmaktadır.
Topraksız kültür yetiĢtiriciliğinde 50 yıldır çok sayıda yöntem
denemesine rağmen, halen kullanılan topraksız yetiĢtiricilik yöntemlerinden
iki biçimi önem kazandırmıĢtır.
1) Su Kültürü (Hidroponik)
NFT (Besleyici Film Tekniği=Nutrient Film Technique):
Aeroponik
549
Durgun Su Kültürü
Akan Su Kültürü
2) Katı Ortam Kültürü (Agregat Kültürü):
2.1. Substrateler
2.1.1. İnorganik Substratler
a) Kum
b) Çakıl
c) Perlit
d) Ponza (Volkan Tüfü)
e) Vermikulit
f) Kaya yünü
g) Cam yünü
h) Cüruf
ı) Plastik köpük (Styromul=Polystyrene)
2.1.2. Organik Substratler
a) Turba (=Torf)
b) Ağaç Kabuğu
c) TalaĢ
Ortamlarda Bulunması Gereken Temel Özellikler
1. Ortamı teĢkil eden materyallerin hacmi, kuru ve yaĢ iken
değiĢmemelidir. BaĢka bir deyiĢle kuruduğunda aĢırı bir Ģekilde
büzülmemelidir. Aksi takdirde son derece hassas olan çelik kökçükleri ile
narin süs bitkilerinin kökleri kolayca zarar görebilir.
2. Su tutma yeteneği iyi olup sık sık sulama gerektirmemelidir.
3. Havalanma koĢulları iyi olmalıdır. Bol oksijenli ortamda kök
geliĢimi daha iyi olur.
4. Toplam %95 civarında gözenekliliğe (porozite) sahip olmalıdır.
5. Hava ve su kapasitesi dengesinin (ince ve kaba gözenekleri
dengeli) uygun olması gerekir.
6. Ortamın asiditesi yetiĢtirilecek bitkiye uygun olmalıdır.
7.Yeterli miktarda bitki besin maddeleri içermeli, yorgun olmamalı
yada dıĢarıdan beslenmeye dayalı bir üretim sistemi için de kullanılıyorsa
gübreleme ile serilen bitki besin maddeleri kolayca bitki tarafından
alınabilecek özellikte olmalıdır.
550
8. Nematodlara, mantarlara, böceklere, yabani otlara ve tohumlarına
karĢı steril olmalı/steril edilmiĢ olmalıdır.
9. Ortamın gaz değiĢim kapasitesi (KDK) iyi olmalıdır.
10. Tampon kapasitesi yüksek olmalıdır.
11. Organik madde miktarı yüksek olmalıdır.
12. Geçirgen olmalıdır.
13. Stabilitenin yüksek olması (biyolojik, fiziksel ve kimyasal
parçalanmaya dayanıklı olması) gerekir.
14. Bol ve kolay temin edilmelidir.
SONUÇ
Diğer üretim sektörlerinde olduğu gibi tarım ve ormancılıkta da son
yıllarda
hızlı geliĢmeler görülmektedir. Plastiklerin kullanımının
yaygınlaĢması ile hızla geliĢen seracılıkta bu durum daha da belirgin hale
gelmiĢtir.
Topraksız yetiĢtirme, fertigation olarak adlandırılan sulama ile
birlikte gübreleme tekniklerinin geliĢtirilmesi, ayrıca iklim düzenlemelerinde
bilgisayar kullanımı bu üretim alanına bir endüstri kolunun görünümünü
kazandırmıĢtır.
Ülkemizde gerek tarım gerekse ormancılıkta yöreye özgü
topraksız yetiĢtirme ortamı alternatiflerinin türe ve üretim noktalarına göre
belirlenmesi ürün ve kalitede olumlu geliĢmeler doğuracağı açıktır.
KAYNAKLAR
AYAN , S . Fidan Üretiminde Topraksız Kültür Ortamı Alternatifleri.
Gazi Üniversitesi Orman Fakültesi Orman Müh. Bölümü
37200
KASTAMONU
551
552
TOHUM ÇĠMLENMESĠNDE ETKĠLĠ OLAN ÇEVRESEL
FAKTÖRLER VE BAZI ÖN UYGULAMALAR
Habibe BĠÇER
Süleyman Demirel Üniversitesi, Ziraat Fakültesi Bahçe Bitkileri Bölümü
ÖZET
Bitki yetiĢtiriciliğinde ilk aĢama tohum ekimi ve çimlendirilmesidir.
Bu iĢlemden sonra tohum çimlenmesinin baĢlaması ve devam etmesi farklı
bitki tür ve çeĢitlerin tohumlarının niteliği ve özel isteğine göre değiĢmekle
birlikte önemli çevresel faktörlerin (su, sıcaklık, oksijen ve ıĢık) istenen
seviyede ortamda bulunmasına bağlıdır. Bu çalıĢmada tür ve çeĢitlere göre
değiĢmekle birlikte tohumların çimlendirilmesi için uygun ortam oluĢturmak
veya kontrollü Ģartlarda tohum çimlenmesini ve buna bağlı olarak dolaylı
Ģekilde bitki büyümesini olumlu yönde etkileyen çeĢitli uygulamalar (osmo
ve hidropriming, düĢük ve yüksek sıcaklık uygulamaları, çeĢitli bitki
büyümesinde etkili hormon uygulamaları, su ile ıslatma ve kurutma
uygulamaları, bazı kimyasala maddeler ile uygulama, sıvı ekim uygulaması,
bu uygulamaların kombinasyonları ve diğer bazı özel uygulamalar gibi) ve
konuda yapılmıĢ araĢtırmalarda kullanılan özel teknikler ve elde edilen
sonuçlar değerlendirilmiĢtir.
ANAHTAR KELĠMELER: Tohum, çevresel faktörler, çimlenme, bitki
büyümesi, ön uygulamalar
GĠRĠġ
Çimlenme ana bitkiden ayrılmıĢ bulunan tohumda büyüme
faaliyetinin baĢlaması embriyodan yeni bir bitkinin oluĢması olayıdır.
Çimlenme sonucu oluĢan yeni bitki çöğür yoz veya fide diye adlandırılır.
Bitkisel üretimde, yetiĢtiriciliğin ilk aĢaması, tohum ekilmesi ve
bunların uygun koĢullarda çimlendirilmesidir. Çimlenme için üç esas Ģartın
bulunması gerekir. Bunlar: Embriyonun canlı ve çimlenme yeteneğinde
olması, tohumun mutlaka uygun çevre Ģartları içinde bulunması, çimlenmeyi
engelleyen iç etmenlerin ortadan kalkmıĢ olması gerekir. Çimlenme olayı
tohumun bünyesinde oluĢan birçok biyokimyasal ve fizyolojik
değiĢikliklerden oluĢan bir olaydır. Bu aĢamada oluĢan olumsuz ekolojik
koĢullar, teknik hatalar (düĢük toprak sıcaklığı, toprakta kaymak tabakası
553
oluĢumu gibi) ve tohumun yapısından kaynaklanan olumsuzluklar çimlenme
ve fide çıkıĢını olumsuz yönde etkilemektedir.
Çimlenme olayı ortamda mevcut suyun tohum tarafından emilmesi
ile baĢlar. Suyun etkisiyle tohum kabuğunun yumuĢaması protoplazmanın
sulanması ile tohum ĢiĢer ve kabuğu çatlatır. Çimlenen tohumda suyun
alınmasını izleyen solunum hızının artıĢıdır. Çimlenmenin devamı için suda
çözünmez halde bulunan karmaĢık (kompleks) yapıdaki maddelerin enzimler
yardımıyla çözünebilir basit maddeler haline geçmesi ve büyüme noktalarına
taĢınması gerekir. Bu maddeler büyüme noktalarında büyüme için gerekli
enerjiyi sağlamada kullanılır. Bunların bir kısmı da yeni hücrelerin yapı
maddesi haline dönüĢür. Büyüme noktalarındaki hücrelerin bölünme
büyüme ve farklılaĢması ile genç bitki oluĢmaya baĢlar. Bu bitki kendi
yaprakları yeterli miktarda fotosentez yapıncaya kadar geliĢmesi için
tohumdaki yedek besin maddelerini kullanır.
Tohumun çimlenmesi karmaĢık bir olaydır. Bundan dolayı çimlenme
dinlenme halindeki tohumda metabolik faaliyetin (aktivite) artmasına neden
olan ve embriyodan bir bitkinin oluĢumunu baĢlatan olaylar dizisi olarak
dikkate alınabilir. Çimlenen tohumda çimlenmenin sona erdiği ve
büyümenin baĢladığı esas devreyi tayin etmek son derece güçtür. Çünkü
tohumda çimlenme radisil (kökçük) sürgün ve koleoriza gibi embriyo
kısımlarından birisinin tohum içinde oluĢan büyüme sonucu tohum
kabuğunu delerek dıĢarı çıkmasıyla saptanmaktadır. Birçok bitkinin
tohumlarında tohum kabuğunu delerek ilk dıĢarı çıkan embriyo bölümü
radisildir. Bu nedenle genellikle tohum kabukları arasından radisil
çıkıntısının görülmesi çimlenme olarak kabul edilmektedir. Meyve
ağaçlarının tohumlarında embriyonun çimlenip çimlenmediği radisilin
geliĢme durumu izlenerek saptanır. Radisili 5 mm veya daha fazla uzamıĢ
olan embriyolar çimlenmiĢ olarak dikkate alınır.
Çimlenme mekanizması Ģu Ģekilde olur:







ġartlar uygun olduğunda tohum su alarak ĢiĢer ve tohum kabuğu
çatlar.
Alınan su tohumda absisik asit etkinliğini kırar.
Alınan suyun etkisi ile endosperm hücreleri giberillin üretir.
Giberillin absisik asidin etkinliğini azaltırken amilaz etkinliğini
artırırır.
Amilaz etkisi ile niĢasta glikoza parçalanır.
OluĢan glikoz çatlayan kabukla beraber alınan fazla miktardaki O2
kullanılarak solunumda harcanır.
Çimlenme ile beraber tohumda ağırlık azalması gerçekleĢir.
554
 Metabolizmanın hızlanması ile beraber hücre bölünmesi hızlanır.
 Meristem etkisi ile bitkiye yeni hücre ve dokular katılır.
 Bitki uç meristemi ile boyca kambiyum ile ence kalınlaĢarak büyür.
MATERYAL VE YÖNTEM
Tohum dormansisi ve çimlenme arasındaki iliĢkiyi belirlemek için
pek çok çalıĢma yapılmıĢtır. Genel olarak birçok meyve türünün olgunlaĢmıĢ
sağlam tohumları sıcaklık, nem, oksijen ve ıĢık gibi çevre koĢullarının uygun
olmasına rağmen çimlenmezler. Bu olaya dormansi denir ve kayısı, badem,
erik, Ģeftali, kiraz gibi hemen hemen tüm ılıman iklim meyve türlerinin
tohumlarında görülür. Embriyonun bünyesinde ve dıĢ kabuğun etkisiyle
oluĢan dormansi birbirinden farklıdır. Embriyoyu çevreleyen katmanların
uzaklaĢtırılması dıĢ kabuğun oluĢturduğu dormansiyi kaldırmaktadır.
Embriyonun geliĢme potansiyelinin dıĢ kabuğun mekanik sınırlamasından
daha güçlü olan tohumlarda çimlenme baĢlar. Dormant tohumlar çimlenme
için gerekli Ģartlar yeterli olmadığından çimlenemez. Dormant olmayan
tohumlar eğer çimlenme için gerekli Ģartlar sağlanırsa çimlenirler. Bazı bitki
türlerinin tohumları için su yeterlidir. Diğer bazı türlerde ıĢık, toprak Ģartları,
sıcaklık dalgalanmaları gibi ilave faktörlerde önemlidir. Eğer bu faktörler
olmazsa çimlenme engellenir ve tohumlar zorunlu dinlenmeye (yalancı
dinlenme) girerler. Dormansi durumu içsel Giberalik asit (GA) ve Absisik
asit (ABA) ile iliĢkilidir. Ġçsel hormon noksanlığı gösteren mutant bitkilerde
GA ve ABA uygulamalarının çimlenmede önemli etkiler gösterdiği
belirlenmiĢtir. Dormansiyi kırmak ve uygunsuz koĢullarda ekilen tohumların
düzgün bir çimlenme ve çıkıĢ sağlayabilmeleri için hasat sonrası ve ekim
öncesi bazı uygulamalar yapılmaktadır. Bu uygulamalar arasında
tohumların; katlamaya tabi tutulması, iriliklerine göre sınıflandırılmaları,
ekim öncesi ıslatma, büyümeyi düzenleyiciler, asitlerle aĢındırma,
vitaminler, besin maddeleri veya osmotik çözeltilerde tutma, çimlendikten
sonra jel halinde ekilmesi, kaplama ve bantlama gibi priming olarak
adlandırılan uygulamalar sayılabilir.
BULGULAR:
Tohum Çimlenmesini Etkileyen Çevresel Faktörler
1. Su: Tohum çimlenmesinin baĢlaması ve oluĢan bitkiciklerin yaĢamını
devam ettirmesi en önemli ana faktörlerden biridir. Topraktaki osmotik
potansiyel bulunan tuzların varlığı suya bağlıdır. Çimlenme ortamında
yüksek tuz bulunması ortamda nem düĢük olduğunda olumsuz etki
yapabilmektedir. Bazı tohumlar bünyelerinde engelleyici madde
bulundurmaları ve müsilajlı madde ile kaplı olmaları nedeniyle
yıkanmaya gerek duymaktadırlar.
555
2. Sıcaklık: Çimlenme süresini düzenleyen en önemli faktörlerden birisidir.
Dormansinin kontrolünde doğrudan iliĢkilidir. DüĢük sıcaklıklarda çimlenme
oranı genellikle düĢüktür. Ilıman iklimdeki bitkilerin tohumları optimum 2430°C‟de çimlenirken4,5-40°C arasında geniĢ sıcaklık aralığında
çimlenebilme yeteneğine sahiptirler. Ayrıca bu kuĢaktaki bitkilerin
tohumlarının çimlenebilmesi için tür ve çeĢide göre değiĢen belli sürelerde
düĢük sıcaklıkta (3-4°C) katlamaya tabi tutulmaları gerekmektedir.
3. Oksijen: çimlenme ortamı ve embriyo arasındaki gaz alıĢveriĢi hızlı ve
üniform çimlenme için çok önemlidir. Oksijen çimlenen tohumların
solunumu sürecinde rol oynamaktadır. OluĢan metabolik aktivite miktarı
arttığında oksijen alımı da artmaktadır. Ortamda aĢırı su olduğunda
oksijen birikimi sınırlanmaktadır.
4. IĢık: Yapılan araĢtırmalarda bazı bitkilerde dormansiyi uyarırken, bazı
bitkilerde buetkiyi kaldırdığı belirlenmiĢtir. Yapılan çalıĢmalarda suda
bir süre bekletilen tohumların kırmızı ıĢığa maruz bırakıldıklarında
çimlenme oranlarında artıĢ olduğu, kızıl ötesi ıĢığın ise engelleyici etki
yaptığı belirlenmiĢtir. Bitkilerde tohum kabuğu ve embriyonun ıĢığa
hassasiyet
gösteren
sensör
özelliğinde
oldukları,
bunların
uzaklaĢtırıldıklarında ıĢığın etkisinin kaybolduğu saptanmıĢtır.
A.Osmotik Çözeltilerde (Osmopriming) ve Suda (Hidropriming)
Bekletme
Tohumların osmotik çözeltilerde tutulması, 1970 ve sonrasında
kullanılan ekim öncesi uygulamalarından birisidir. Bu uygulamalarda amaç,
tohum içindeki su ile dıĢındakiçözeltinin osmotik basınçları arasında fark
yaratmak ve böylece çimlenmeyi baĢlatacak kadar suyun giriĢini
sağlamaktır. Teorik olarak çimlenmesi uyarılmıĢ tohumlar hızlı ve yüksek
oranda çıkıĢ gösterirler. Hidropriming uygulaması suya doyurulmuĢ bir
atmosferde (%100 oransal neme sahip bir ortamda) su alınımının ilk
safhasında tohumların bünyelerine çok yavaĢ su giriĢi sağlayan bir çimlenme
öncesi uygulamadır. AraĢtırıcılar farklı türlerde Basu ve Pal pirinç
tohumlarında, marul tohumlarında, Sivritepe bezelye, Sivritepe ve DemirtaĢ
soğan ve çetinel 150 biber tohumlarında hidropriming uygulamalarının
yararlı etkilerini ortaya koymuĢlardır. Çimlenmesi geç ve zor olan küçük
embriyolu bazı sebze tohumlarının olumsuz toprak koĢullarında
çimlenmelerini iyileĢtirmek ve homojen fide çıkıĢını sağlamak amacıyla
yapılan çalıĢmalarda, havuç baĢta olmak üzere kereviz, pırasa, soğan ve
maydanoz gibisebze tohumlarının ekim öncesi bazı tohum uygulamaları
(Priming) sonunda özellikledüĢük ve yüksek toprak sıcaklıklarında hem
çimlenme hem de çıkıĢ oranlarının arttığı, hemde erken ve homojen fide
çıkıĢı sağlandığı belirlenmiĢtir. Yapılan bir çalıĢmada 273 gr/lt, -10 bar‟lık
556
osmotik basınca sahip PEG-6000 ve 70gr/lt, -20 bar‟lık osmotik basınca
sahipKH2PO4 15 °C‟de 10 gün süre ile havuç tohumlarında yapılan
uygulamada çimlenme oranlarında artıĢ belirlenmiĢtir.
B. Hormon Uygulanması
Bitki büyüme ve geliĢmesinde rol oynayan en önemli içsel
faktörlerden birisi olan bitki hormonlarının keĢfi ile bitki büyümesini ve
büyüme ile ilgili birçok faaliyetleri kontrol altına almak mümkün olmuĢtur.
Bunlardan oksinler, gibberalinler, absisik asit (ABA) ve sitokininler çok
çeĢitli fizyolojik etkilere sahiptir. Gibberalinler tohum ve tomurcuk
dormansisinin ortadan kaldırılması, tohum çimlenmesinin kontrolü ve
uyarılmasında çok önemli rol oynarlar. GeliĢen tohumlarda yüksek oranda
bulunurlar. Özellikle dikotiledon bitkilerin daha olgun tohumlarında miktarı
daha düĢüktür. Gibberalinler tohum çimlenmesi üzerinde bu süreçte rol alan
enzimlerin uyartılması ve çimlenmenin sonraki aĢamasında embriyodan
endosperme taĢınarak α-amilaz enzimini uyararak gerekli enerjiyi sağlamak
için niĢastanın Ģekere dönüĢmesinde rol oynamaktadır. GA embriyonun
büyüme potansiyelini uyarır ve embriyoyu çevreleyen yapıları zayıflatır.
GA‟ya bağlı olarak endospermde üretilen endo-β-mannanaz endosperm
hücre duvarlarının bozulmasını sağlayarak çimlenmeye yardımcı
olabilmektedir. Doğal olarak oluĢan ABA sadece tohum çimlenmesinde
değil aynı zamanda bitki büyümesinde engelleyici rol oynamaktadır. ABA
çiçek ve meyvelerde absisyona neden olma, tomurcuk ve tohumlarda
dormansinin teĢvik edilmesi, strese adaptasyon mekanizmasının
geliĢmesinde etki göstermektedir.
Meyvenin olgunlaĢmasıyla miktarı artar. Embriyonun zayıf
geliĢmesinden sorumlu olduğu belirtilmektedir. Tohum geliĢiminde oksin ve
sitokininlerin rolü fizyolojik durum ve içsel hormon seviyesi arasındaki
iliĢkiyle sınırlanmıĢtır. Özellikle tohum çimlenmesinde sitokininlerin, ABA
gibi engelleyicilerin etkisini azaltıcı veya kaldırıcı etki yaparak dolaylı
Ģekilde olumlu etki yaptığı belirtilmektedir.
C. Su ile Islatma- Kurutma Uygulamaları
Bu uygulama Ģekli aslında yeni bir yöntem değildir. Üreticiler bu
yöntemi çok eskiden beri bilinçli ve bilinçsiz olarak uygulamaktadırlar. Su
ile ıslatma-kurutma uygulaması araĢtırıcılarca laboratuarda kontrollü
Ģartlarda yapılmaktadır. Belli ağırlıktaki tohum kurutma kâğıdı veya bez
arasında belli bir süre ıslatılır ve yine aynı süre ile kurutulur. Bu iĢlem 3-4
kez tekrarlanır. Örneğin 24 saat ıslatma, 24 saat kurutma iĢlemi 3-4 kez
tekrarlanır. Bu uygulamalar genelde 15 °C sıcaklıkta yapılır. Uygulama
anında sıcaklığın 15 °C‟nin üzerine çıkması durumunda hemen kökçük çıkıĢı
olur ki bu tohumun ölmesi anlamına gelir. Çünkü uygulama sonrası tohumlar
557
kolay ekilebilsin diye kurutulurlar. Uygulama anında kökçük çıkmıĢ ise
kurutma sırasında tohum canlılığını kaybeder.
D. DüĢük ve Yüksek Sıcaklık Uygulaması
Çimlenme oranları düĢük, küçük tohumlu bitkiler 3 ay süre ile 0 °C
ve 5 °C‟de nemli kâğıtlarda tutulurlar. Yüksek sıcaklık uygulaması soğuk
uygulamanın ardından 45 °C‟de 48 saat bekletme Ģeklinde yapılmaktadır.
Soğuk uygulama ile birlikte ayrıca dinlenmeyi ortadan kaldırdığı bilinen
GA3‟ün farklı dozları değiĢik sürelerde uygulanarak çimlenme oranları
artırılabilmektedir.
E. Bazı Kimyasal Maddeler ile Uygulamalar
ÇeĢitli Asitlerle AĢındırma Uygulamaları
Tohumları kalın ve geçirimsiz bir kabukla çevrili olan genellikle sert
çekirdekli meyve türlerinde tohumlar H2SO4, HCL, HNO3 gibi asitlerle
muamele edilerek bir ölçüde sert kabuğun zedelenmesiyle daha iyi çimlenme
sağlanabilmektedir.
SONUÇ
Bitki geliĢimin ilk aĢaması olan tohum çimlenmesi, tohumun kendi
bünyesindeki engelleyici maddeler, tohumun sert ve geçirimsiz bir yapıda
olması ve tohum ekimi sırasında yapılan çeĢitli teknik hatalar ve olumsuz
çevresel faktörler sonucunda azalmakta veya hiç oluĢmamaktadır. Bu
nedenle bitki tür ve çeĢitlerine göre değiĢen tohum özellikleri ve çevre
Ģartları dikkate alınarak tohum çimlenmesini optimum düzeye çıkaracak bazı
ön uygulamaların yapılması doğrudan tohum çimlenmesini ve dolaylı olarak
bitki geliĢimini olumlu yönde etkileyebilecektir.
KAYNAK:
http://hayatimizokul.blogspot.com.tr/2011/04/tohumun-cimlenmesitohumun-cimlenmesine.html
http://ucmaz.home.uludag.edu.tr/PDF/ziraat/2010-24(2)/M11.pdf
http://ebadersleri.com/cimlenmeye-etki-eden-cevresel-faktorler/
http://www.tohumcu.org/?page=enler&pid=27
http://dergipark.ulakbim.gov.tr/akufemubid/article/download/5000134855/5
000123650
558
KÜRESEL ĠKLĠM DEĞĠġĠKLĠĞĠ ĠLE BĠRLĠKTE
GELECEKTEKĠ TÜRKĠYE
Remziye TÜRKMEN
Süleyman Demirel Üniversitesi Ziraat Fakültesi
Toprak Bilimi Ve Bitki Besleme
ÖZET
Ġklimsel değiĢiklikler,çoğu bitkinin ve hayvanın coğrafik yayılıĢ
alanını etkilediğinden,dünyanın iklimindeki büyük ölçekli herhangi bir
değiĢiklik,biyosferi büyük ölçüde etkiler.
Fosil yakıtların yakılması,ormanların yok edilmesi,atmosferde
CO2 konsantrasyonunu ve diğer sera gazlarını arttırmaktadır.Sonuç
olarak,dünya 1900 yılından beri ortalama 0.8 °C ısınmıĢtır ve 2100 yılına
kadar 1.6°C kadar daha ısınacağı öngörülmektedir.Gelecekteki iklimsel
değiĢikliklerin coğrafik alanlar üzerindeki olası etkileri tahmin etmenin bir
yolu,son buzul çağının sona ermesinden beri ılıman bölgelerde meydana
gelmiĢ olan değiĢikliklere bakmaktır.Bu değiĢikliklerin ayrıntılı kaydı,göller
de ve gölcüklerdeki tortullar içerisindeki yer alan fosil polenlerden elde
edilmiĢtir.
Eğer canlıların günümüzdeki dağılımlarının iklimsel sınırlarını
saptayabilirsek devam eden iklimsel ısınma ile bu dağılımların nasıl
değiĢebileceğinin tahminini yapabiliriz ve bu amaçla her türün yayılıĢ alanını
kaydırmayı sürdürmek için tohumların yeterince hızlı yayılıp
yayılmayacağını saptayabiliriz
ANAHTAR KELĠMELER: İklim,küresel,gelecek,Türkiye
GĠRĠġ
ĠKLĠM DEĞĠġĠKLĠĞĠ NEDĠR?
Ġklim, uzun yıl ortalamalarıyla belirlenen bir olaydır. Uzun yıllar
içerisinde ısıdaki değiĢiklikler bir bölgenin iklim durumunu belirler. Eskiden
daha soğuk ve yağıĢlı olan bir bölge, uzun yıllar sonra daha ılık ve az yağıĢlı
bir duruma gelebilir.
559
KÜRESEL ISINMA NEDĠR?
Küresel ısınma, uzun yıllar ortalamalarına göre dünyamızın ısısının
eskiye göre artmasıdır. Bu da yeryüzünde yağıĢların etkilenmesine, hava
olaylarının bitki örtüsüne, deniz seviyesinin yükselmesine, yaban
hayvanlarının ve insanların yaĢamlarına ciddi etkisi olacağı anlamına
gelmektedir.
TÜRKĠYE’DE GELECEK ĠKLĠM DEĞĠġĠKLĠĞĠ
Türkiye‟nin güney ve batı kısımları için gelecekte önemli oranlarda
yağıĢ azalması simüle edilmektedir. Türkiye, Kuzey Atlantik kaynaklı
fırtınalara daha çok yılın soğuk yarısında maruz kalmaktadır. KıĢ
yağıĢlarındaki değiĢim (Türkiye‟nin güneyinde azalma, kuzeyinde ise artma)
tamda bu fırtınaların yörüngelerinde kuzeye doğru bir kaymanın meydana
geleceğine iĢaret etmektedir. Yaz mevsiminde kuzeyli rüzgarlar nedeniyle
Türkiye‟nin sadece kuzey kısmı yağıĢ alır.
Hadley döngüsünün çöken kolu altında oluĢan yüksek basınç
alanının yazın biraz daha kuzeye kayacak olması bu kuzeyli rüzgarların
zayıflamasına ve Karadeniz‟e paralel dağlar boyunca yağıĢların azalmasına
neden olacaktır.
Daha önce de belirtildiği gibi son 40-50 yıldaki gözlemler
Türkiye‟de yaz sıcaklıklarının kıĢ sıcaklıklarına göre daha fazla artıĢ
gösterdiğini ortaya koymaktadır. Görülen o ki, bu durum gelecekte de devam
edecektir.
Türkiye’yi Neler Bekliyor?
Mevsimsel olarak; mesela Adana veya Mersin‟deki hava olayları Ġç
Anadolu bölgemizde yaĢanılmaya baĢlayacaktır.
Beslenme ve kıyı erozyonu kötüleĢecek. Tatlı su kaynaklarına tuzlu
su karıĢımı nedeniyle azalma olacaktır. Deniz seviyesinin yükselmesi
ekonomik sektörlere zarar verecektir. Beslenme ile ilgili olarak kıyı
bölgelerindeki balıkçılık ve tarım üretimi özellikle risk altındadır. Deniz
seviyesindeki yükselme sonucu düz alanlar sular altında kalarak kıyı üretim
alanları zarar görecektir.
Ormanların oranında önemli bir azalıĢ meydana gelmeye baĢladı ve
önlem alınmadıkça daha da hızlanacaktır.
2070‟de Türkiye genelinde sıcaklıklar 6 derece kadar yükselecek,
Karadeniz Bölgesi dıĢında yağıĢlar iyice azalacak. Ekosistem değiĢince,
birçok canlı türü de yok olma tehlikesiyle karĢı karĢıya kalacak.
560
KÜRESEL ĠKLĠM DEĞĠġĠKLĠĞĠN SONUÇLARI NELERDĠR?
Isınan havalarla birlikte baz ı canlıların yaĢam alan ı olan buzullar
erimeye baĢladı ve gün geçtikçe de erimeye devam etmektedir.
Ekvator kuĢağının gün geçtikçe geniĢlediği tespit edilmiĢtir.Bu olay
ılıman iklim kuĢaklarında tropikal iklimin yaĢanacağı anlama gelir.
Sıcak hava böcekler ve diğer hastalık taĢıyıcıların yayılmasına
imkân tanımaktadır.Seller nedeniyle sular altında kalan alanlardaki
toplulukların göçe zorlanmaları sonucu bulaĢıcı hastalıklar,psikolojik
rahatsızlıklar ve diğer hastalıkların riski artacak,sosyal ve ekonomik
değiĢikliklere neden olabilecekt
Download