T.C SAĞLIK BAKALIĞI ĐSTABUL EĞĐTĐM VE ARAŞTIRMA HASTAESĐ AĐLE HEKĐMLĐĞĐ Koordinatör Şef Uzm. Dr. Cüneyt MÜDERRĐSOĞLU TĐP II DĐABETES MELLĐTUSLU HASTALARDA TĐROĐD DĐSFOKSĐYOLARII DEĞERLEDĐRĐLMESĐ Dr. Mehmet Han ALĐŞA AĐLE HEKĐMLĐĞĐ UZMALIK TEZĐ ĐSTABUL 2009 TEŞEKKÜR Aile Hekimliği ihtisasım sırasında yetişmemde emeği geçen koordinatör şefimiz Sayın Uzm. Dr. Cüneyt MÜDERRĐSOĞLU’ na, Rotasyonlarımın birer klinik tecrübe ve bilimsel havuza dönüşmesi için çaba harcayan hocalarım 1. Cerrahi klinik şefi Doç. Dr. Acar AREN, Kadın Hastalıkları ve Doğum klinik şefleri Prof. Dr. Serpil BOZKURT ve Doç Dr. Birtan BORAN, Şişli Eğitim ve Araştırma Hastanesi Psikiyatri klinik şefi Doç. Dr. Oğuz KARAMUSTAFALIOĞLU, Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk Hastalıkları klinik şefi Prof Dr. Murat ELEVLĐ’ ye en derin teşekkür ve saygılarımı sunarım. Hastanemizde daha güzel bir ortamda, daha kaliteli bir eğitim alabilmemiz ve kaliteli hizmet verebilmemiz için çalışan sayın başhekimimiz Dr. Özgür YĐĞĐT’ e, Rotasyon yaptığım kliniklerdeki tüm şef yardımcılarına, uzmanlara, iyi ve kötü günleri birlikte geçirdiğimiz sevgili asistan arkadaşlarıma, Hayatımın her anında yanımda olan, mesleğimin yoğunluğunu anlayışla karşılayan, varlığından sonsuz mutluluk duyduğum eşim Bedia ALĐŞAN ve hayatımın anlamı olan, yoğun geçen asistanlık günlerimde onlara yeterince vakit ayıramadığım çocuklarım Ömer Faruk ve Yusuf Talha’ ya çok teşekkür ederim. Mehmet Han ALĐŞAN Đstanbul 2009 i ĐÇĐDEKĐLER Sayfa No TEŞEKKÜR………………………………………………………………………….. i ĐÇĐNDEKĐLER………………………………………………………………………..ii KISALTMALAR………………………………………………………………….......iv TABLOLAR……………………………………………………………………..........v GRAFĐKLER……………………………………………………………………….....vi ÖZET…………………………………………………………………………...……..vii GĐRĐŞ ve AMAÇ………………………………………………………………………1 GENEL BĐLGĐLER……………………………………………………………………3 DĐABETES MELLĐTUS……………………………….………………….3 Tarihçesi …………………………………… ……………..………….......4 Sınıflama……………………………… ……………..……………………5 Epidemiyoloji…………………………………… ……………..…….......12 Diabetes Mellitus Đçin Tanı Kriterleri…………………………………….13 Tip 2 DM ..............………………………………………………………..18 Klinik bulgular…………………………………………………………….23 Komplikasyonlar.................................................................................... .....24 Diabetes Mellitusun Tedavisi……………………………………...……...25 TĐROĐD........................................................................................................28 Tiroid bezi anatomisi ve histolojisi………………………………………..28 Tiroid hormonlarının fizyolojik etkileri…………………………………..30 Tiroid bezi fonksiyonunun regülasyonu…………………………………..33 Hipotiroidizm……………………………………………………………...33 Hipotiroidizm sebepleri……………………………………………………34 Hipotiroidizm klinik belirtileri……………………………………............35 Hipotiroidizm tanısı……………………………………………………….38 ii Tirotoksikoz ve hipertiroidizm ……………...............................................38 Graves hastalığı………………………………………………………......40 Subklinik tiroid hastalıkları…………………………………………… …42 Subklinik hipotiroidi………………………………………………………42 Subklinik hipertiroidi…………………………………………………......44 Tiroiditler……………………………………………………………........45 Otoimmün tiroiditler………………………………………………………46 MATERYAL METOD…………………………………………………………………50 BULGULAR…………………………………………………………………….. ……52 TARTIŞMA…………………………………………………………………………….60 SONUÇ…………………………………………………………………………. …….67 KAYNAKLAR……………………………………………………………………........68 iii KISALTMALAR ADA : American Diabetes Association (Amerikan Diyabet Birliği) DM : Diabetes Mellitus WHO : Dünya Sağlık Örgütü GDM : Gestasyonel Diabetes mellitus IGT : Bozulmuş glikoz toleransı IFG : Bozulmuş açlık glukozu OAD : Oral Antidiabetik OGTT : Oral Glukoz Tolerans Testi TRH : Tirotropin Salgılatıcı Hormon TSH : Tiroid Stimülan Hormon T3 : Triiodotironin T4 : Tiroksin sT3 : Serbest Triiodotironin sT4 : Serbest Tiroksin TFT : Tiroid fonksiyon testleri iv TABLOLAR LĐSTESĐ Tablo 1 : DM ‘un etyolojik sınıflaması ( ADA 2003 )…………………………………...7 Tablo 2 : DM tanı kriterleri………………………………………………………………13 Tablo 3 : OGTT endikasyonları………………………………………………………….14 Tablo 4 : Glukoz toleransının sınıflaması………………………………………………..15 Tablo 5 : WHO Kriterlerine göre OGTT yorumu……………………………………….16 Tablo 6 : National Diabetes Data Group (NDDG) kriterlerine göre OGTT yorumu…....16 Tablo 7 :Gebelerde 100 gr glikoz ile OGTT yorumu…………………………………....17 Tablo 8 :HbA1c değerleri ile ortalama plazma glukozu arasındaki korelasyon……...….17 Tablo 9 : Đnsülin salgılanmasında bozukluğa yol açan faktörler…………………….…...19 Tablo 10: Hiperglisemi semptomları…………………………………………………..…23 Tablo 11: Gruplar arasında yaş ve cinsiyet dağılımı…………………………………...…52 Tablo 12:Gruplar arasındaki HbA1C, AKŞ, sT4, TSH ortalamaları…………………..…53 Tablo 13: Gruplar arasındaki tiroid hastalığı alt grupları dağılımı………………….……56 Tablo 14: Gruplar arasındaki tiroid fonksiyonları dağılımı………………………………56 Tablo 15: Tip 2 diyabet hastalarında tiroid fonksiyon bozukluklarının cinsiyet dağılımı..57 Tablo 16:Tiroid fonksiyon bozukluklarının diyabet yaşı, AKŞ ve HbA1C ilişkisi………58 v GRAFĐKLER LĐSTESĐ Grafik 1: Gruplar arasında yaş ve cinsiyet grafiği………………………………….…53 Grafik 2: Gruplar arasındaki sT4 ve TSH oranı grafiği……………………………….54 Grafik 3: Tip 2 diyabet hastalarda kan şekeri regülasyonu…………………………....54 Grafik 4: Tip 2 diyabet ve kontrol grubu HbA1C oranları grafiği…………………….55 Grafik 5: Tip 2 diyabet ve kontrol grubu AKŞ oranları grafiği……………………….55 Grafik 6: Gruplar arasındaki tiroid fonksiyonları oranları……………………………..57 Grafik 7: Tip 2 diyabet hastalarında tiroid fonksiyon bozukluğu ile AKŞ ilişkisi……..58 Grafik 8: Tip 2 diyabet hastalarında tiroid fonksiyon bozukluğu ile HbA1C ilişkisi….59 vi ÖZET Diyabetik hastalarda tiroid disfonksiyonunu gösteren çok sayıda çalışma rapor edilmiştir. Bizim bu çalışmadaki amacımız Tip 2 DM hastalarında tiroid disfonksiyonu sıklığını saptamak, tiroid disfonksiyonu ile diyabet regülasyonu arasındaki ilişkiyi göstermek ve bunu literatürlerdeki prevalansla kıyaslamaktır. Çalışmaya Đstanbul Eğitim ve Araştırma Hastanesi Dahiliye ve diyabet polikliniklerinde takip edilmekte olan, 30 yaş ve üzerinde Tip 2 Diabetes Mellitus tanısı alıp diyet, oral hipoglisemik ajanlar ve/veya insülin tedavisi görmekte olan hastalardan seçilen 536 kadın, 464 erkek toplam 1000 kişi alındı. Bu hastaların yaşları 34 - 93 arasında (ortalama 63,07 ± 10,09 ) ve bilinen diyabet süreleri 1 – 35 yıl arasında (ortalama 9,12± 6,76 ) değişim gösteriyordu. Tip 2 DM ve kontrol gruplarının hasta yaşı ortalamaları istatistiksel farklılık göstermemiştir (p=0,956). Tip 2 DM ve kontrol gruplarının cinsiyet dağılımları istatistiksel farklılık göstermemiştir (p=0,273). Tip 2 DM grubunun HbA1c ortalamaları kontrol grubundan istatistiksel olarak anlamlı farklılık göstermiştir (p=0,0001). Tip 2 DM grubunun açlık kan şekeri ortalamaları kontrol grubundan istatistiksel olarak anlamlı farklılık göstermiştir (p=0,0001). Tip 2 DM grubunun sT4 ortalamaları kontrol grubundan istatistiksel olarak anlamlı farklılık göstermiştir (p=0,005). vii Tip 2 DM ve kontrol grubunun TSH ortalamaları arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık göstermemiştir (p=0,152). Çalışmaya alınan 1000 Tip 2 diyabetik hastanın % 19,5’ inde HbA1c < 7 (iyi glisemik kontrollü) bulundu. HbA1c ≥ 7 olanların (kötü glisemik kontrollü) oranı % 80,5 olarak bulundu. Tip 2 DM ve kontrol gruplarının tiroid hastalıkları alt gruplarının dağılımları istatistiksel farklılık göstermemiştir (p=0,309). Tip 2 DM ve kontrol gruplarının TFT (Tiroid fonksiyon testleri) normal, hipertiroidi, hipotiroidi dağılımları istatistiksel farklılık göstermemiştir (p=0,360, p=0,150). Tip 2 DM grubunda hipotiroidi varlığı 45 (%4,5) iken kontrol grubunda 3 (%2,4), Tip 2 DM grubunda hipertiroidi varlığı 59 (%5,9) iken kontrol grubunda 3 (%2,4) olduğu dikkati çekmiştir. Tip 2 DM grubu ile kontrol grubunda hipotiroidi dağılımları istatistiksel farklılık göstermemiştir (p=0,360), Tip 2 DM grubunda hipotiroidi olma olasılığı kontrol grubuna göre OR:0,83 bulunmuştur. (OR:odds ratio:olma olasılığı). Tip 2 DM grubu ile kontrol grubunda hipertiroidi dağılımları istatistiksel farklılık göstermemekle birlikte (p=0,150), Tip 2 DM grubunda hipertiroidi olma olasılığı kontrol grubuna göre OR:2,06 bulunmuştur. TFT normal, hipotiroidi ve hipertiroidi gruplarının cinsiyet dağılımları istatistiksel farklılık göstermemiştir (p=0,191). TFT normal, hipotiroidi ve hipertiroidi gruplarının hasta yaşı ortalamaları istatistiksel farklılık göstermiştir (p=0,043). Hipertiroidi grubunun yaş ortalaması TFT Normal ve hipotiroidi gruplarından istatistiksel olarak anlamlı derecede yüksek bulunmuş (p=0,041, p=0,045), diğer gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı fark gözlenmemiştir (p>0,05). TFT normal, hipotiroidi ve hipertiroidi gruplarının diyabet yaşı ortalamaları istatistiksel farklılık göstermiştir (p=0,022). Hipotiroidi grubunun diyabet yaşı ortalaması TFT normal gruptan istatistiksel olarak anlamlı derecede düşük bulunmuş (p=0,048), Hipertiroidi grubunun diyabet yaşı ortalaması hipotiroidi grubundan istatistiksel olarak anlamlı derecede yüksek bulunmuş (p=0,016), diğer gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı fark gözlenmemiştir (p>0,05). TFT normal, hipotiroidi ve hipertiroidi gruplarının HbA1C ortalamaları istatistiksel farklılık göstermiştir (p=0,022). Hipertiroidi grubunun HbA1c ortalaması TFT normal gruptan istatistiksel olarak anlamlı derecede yüksek bulunmuş (p=0,046), diğer gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı fark gözlenmemiştir (p>0,05). viii TFT normal, hipotiroidi ve hipertiroidi gruplarının açlık kan şekeri ortalamaları istatistiksel farklılık göstermiştir (p=0,022). Hipertiroidi grubunun açlık kan şekeri ortalaması TFT normal ve hipotiroidi grubundan istatistiksel olarak anlamlı derecede yüksek bulunmuş (p=0,004, p=0,005), diğer gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı fark gözlenmemiştir (p>0,05). Biz bu çalışmamız sonrasında özellikle diyabet regülasyonunda zorlanılan hastalarda olmak üzere yıllık tiroid fonksiyon testi yapılmasının doğru bir yaklaşım olacağını düşünmekteyiz. ix GĐRĐŞ VE AMAÇ Diabetes Mellitus ve tiroid hastalıkları toplumda sık görülen endokrin hastalıklarıdır. Yaklaşık 19 milyon Amerikalı ve tüm dünyada 150 milyon kişi diyabet hastasıdır ve 2025 yılında bu rakamın ikiye katlanacağı düşünülmektedir (1). Diyabet prevalansı endişe verici bir hızla artmaktadır. Amerika Birleşik Devletlerinde tüm yetişkinlerin %9’undan fazlasına, 60 yaş ve üstündeki yetişkinlerin de %20’ sine diyabet tanısı konmaktadır. Bozulmuş açlık glukozu olanlar da eklendiğinde ABD’ deki yetişkin popülasyonun yaklaşık üçte birinde glukoz metabolizmasının anormal olduğu ortaya çıkmaktadır (1). Dünyada tüm yaş grupları için diyabet prevalansının 2000 yılında %2,8 olduğu tahmin edilmekte ve ileriki yıllarda artması beklenmektedir (2,3,4,5). Diabetes mellitus prevalansı farklı toplumlar arasında oldukça değişkendir (3,6,7,8). Türkiye’de 1997-98 yılları arasında yapılan ve 20 yaş üzeri 24788 kişinin katıldığı Türkiye Diabet Epidemiyolojisi (TURDEP) çalışmasında Tip 2 DM prevalansı %7,2 ve IGT (Bozulmuş Glukoz Toleransı) prevalansı ise %6,7 olarak saptanmıştır (7,8). Diyabet ve tiroid hastalıkları arasındaki ilişki gösterilmiştir (9,10). Diyabetik hastalarda tiroid disfonksiyon prevalansını gösteren çok sayıda çalışma rapor edilmiştir. 1 Aşikar ya da subklinik olsun tiroid hastalıkları hem tip 1 hem de tip 2 DM’ de % 10–15 prevalansla rölatif olarak sık görülmektedir (11,12,13). Kadınların erkeklerden daha sık etkilendiği ve hipotiroidinin hipertiroididen daha sık olduğu görülmüştür. Subklinik hipotiroidi yaklaşık her 20 tip 2 diyabetik kadından birini etkilemektedir (12). Tip 1 DM ile tiroid hastalıklarının birlikteliği açıkça gösterilmişken, Tip 2 DM hastalarında tiroid hastalığı birlikteliği ile ilgili daha az bilgi vardır (6,14,15). Bizim bu çalışmadaki amacımız Tip 2 DM hastalarında tiroid disfonksiyonu sıklığını saptamak, tiroid disfonksiyonu ile diyabet regülasyonu arasındaki ilişkiyi göstermek ve bunu literatürlerdeki prevalansla kıyaslamaktır. 2 GEEL BĐLGĐLER DĐABETES MELLĐTUS Amerikan Diyabet Cemiyeti Uzmanlar Komitesinin Diabetes Mellitusun tanı ve sınıflamasına ait bildiride, tip 2 diyabet göreceli bir insülin yetersizliği ile birlikte hakim olan insülin direncinden, hakim olan bir insülin sekresyon defekti ile birlikte olan insülin direncine kadar değişen bir tablo içerisinde tanımlanmıştır (16). Diğer bir tanımla Diabetes Mellitus (DM); Đnsülin sekresyonu, insülin etkisi veya her ikisindeki defektlerden kaynaklanan, yağ, protein ve karbonhidrat metabolizması bozukluğuyla birlikte olan, kronik hiperglisemi ile karakterize, multipl etyolojili kronik bir metabolik hastalık olarak tanımlanır (17,18,19). DM’ un etkileri çeşitli organlarda uzun süreli hasar, fonksiyon bozukluğu ve yetersizliği içerir. Klinik olarak karakteristik belirtileri olan susama, poliüri, görme bulanıklığı ve kilo kaybı ile ortaya çıkabilir. En ağır formları ise ketoasidoz ve hiperosmolar nonketotik komadır ve tedavi edilmezse stupor, koma, hatta ölümle sonuçlanabilir. DM’ un uzun dönemdeki etkileri, progresif gelişen spesifik 3 komplikasyonlara yol açar. Bunlar mikrovasküler komplikasyonlar (potansiyel körlüğe gidebilen retinopati, renal yetersizlikle sonuçlanabilen nefropati ve nöropati) ve makrovasüler komplikasyonlar (miyokard infarktüsü, inme ve periferik arter hastalığı) olarak 2 grupta incelenebilir (20,21). Diyabet gelişiminde çeşitli patogenetik mekanizmalar rol oynar. Bunlar mutlak insülin eksikliğine yol açan pankreas β hücre harabiyeti ve insülin direncine yol açan diğer nedenlerdir. Karbonhidrat, yağ ve protein metabolizmasındaki anormallikler, insülin eksikliği veya duyarlılığında azalma sonucu insülinin hedef dokulardaki etkisinin yokluğuna bağlıdır. Bugün artık anlaşılmıştır ki diabetes mellitus, glukoz intoleransının ortak payda olduğu genetik ve klinik olarak heterojen bir grup bozukluğu içermektedir (26,27,28,29). DĐABETES MELLĐTUS’U TARĐHÇESĐ Diyabetes mellitus’ a tarih yapraklarında ilk kez M.Ö. 1500 yıllarında Mısır papirüslerinde rastlanmıştır. Bu papirüslerde bol su içme ve aşşırı idrara çıkma ile seyreden bir hastalıktan bahsedilmektedir. M.Ö. 5. yüzyılda Hint uygarlığında “Medhumeh” adı verilen, aşırı susama ve ağız kokusu ile birlikte “ballı idrarla” seyreden bir hastalıktan bahsedilmiştir. Hastalığa ilk kez diyabet adını M.S. 130 – 200 yılları arasında yaşayan Kapadokyalı hekim Arataeus vermistir (22). Büyük Türk Đslam alimi Đbn-i Sina’da şeker hastalığını M.S. 1000 yıllarında bugünkü tanıma yakın şekilde tarif etmiş, ve eserleri M.S. 1500 yıllarına kadar tıp okullarında ders kitabı olarak okutulmuştur (23). Thomas Willis 1600’lü yılların sonunda diyabetik hastaların idrarlarının tatlı olduğğunu göstermiş ve hastalığa Diyabetes Mellitus adını vermiştir. 1980’li yıllardan sonra başlayan pankreas adacık transplantasyonu, yapay pankreasın bulunması, vede diyabetin etyopatogenezinde immünitenin bulunması ve immünsüpresif tedavilerin gelistirilmesi yeni bir çığır açtı. Çok kısa etkili rekombinan insülin olan Lys-pro’nun ve çok uzun etkili geralgine insülinin günlük kullanıma girmesinden sonra günümüzde halen çalısmaların ağırlık noktası oral insülin, immünoterapi ve pankreas transplantasyonu olarak görülmektedir (24). 4 SIIFLAMA Diabetes mellitus için kabul gören geniş kapsamlı ilk sınıflama 1980’ de WHO tarafından yayınlanmıştır ve 1985’ de yenilenmiştir. 1980’de yapılan sınıflamada WHO Diabetes Mellitus Exper Komitesi diyabeti 2 sınıfa ayırmaktadır: 1)Đnsüline bağımlı Diabetes Mellitus (IDDM) veya Tip 1 Diabetes Mellitus 2) Đnsüline bağımlı olmayan Diabetes Mellitus (NIDDM) veya Tip 2 Diabetes Mellitus. 1985’ de yapılan yenilemede sınıflamaya “Malnutrisyona bağlı diabet” terimi eklenmiştir. Günümüz eksper komitesi ise son yapılan araştırmalar ve gelişmeleri göz önüne alarak bu sınıflamaya bazı değişiklikler getirilmesini önermiştir (17). “Đnsüline bağımlı Diabetes Mellitus (IDDM)” ve “Đnsüline bağımlı olmayan Diabetes Mellitus (NIDDM)” terimlerinin daha fazla kullanımı önerilmemektedir. Bu terimler hem kafa karıştırmaktadır hem de hastaları patogenezden çok uygulanan tedavi şekline göre sınıflamaktadır. Tip 1 ve Tip 2 terimlerinin kulanımı devam etmektedir. Tip 1 etyolojik terimi esas olarak pankreatik adacık hücre yıkımına bağlı olan ve ketoasidoza eğilimli vakaları içermektedir. Tip 1, etyolojisi ve patogenezi tam olarak bilinmeyen (idiopatik) ve otoimmnun proçese dayanan vakaları içerir. Pankreasta otoimmun olmayan β hücre yıkımına veya yetersizliğine neden olan spesifik nedenleri kapsamaz (örneğin kistik fibrozis, mitokondrial defektler, vb). Bu tipe sahip bireyler “diabetes mellitus” dan önceki klinik evrelerde tanınabilirler. Tip 2 Diabetes Mellitus; hemen her zaman insülin rezistansı ile beraber olan insülin sekresyonundaki defekt(ler)den kaynaklanan, diyabetin en sık görülen formudur. “Malnütrisyona bağlı Diabetes Mellitus (MRDM)” teriminin kaldırılması önerilmektedir. Malnütrisyon bazı diyabet tiplerinin ekspresyonunu etkileyebiliyor gibi görünse de, malnütrisyon ve protein eksikliğinin diyabete neden olduğunu gösteren kanıtlar ikna edici değildir. MRDM’ nin subtipi olan “Protein-düşük Pankreatik Diyabet (PDPD veya PDDM)” inmalnütrisyonun module veya modifiye ettiği bir diyabet formu olduğu düşünülebilir, ancak daha fazla çalışma gereklidir. MRDM’ nin diğer formu olan Fibrokalkülöz Pankreatik Diyabet (FCPD) artık ekzokrin pankreasın diyabete neden olabilen bir hastalığı (Fibrokalkülöz pankreatopati) olarak sınıflandırılmaktadır. 5 “Bozulmuş glukoz toleransı (IGT)” sınıfı; kendisinin diyabet olmadığı ve herhangi bir hiperglisemik bozuklukda görülebileceği gösterildiğinden beri artık bozulmuş glukoz regülasyonunun bir evresi olarak sınıflanmaktadır. Bozulmuş açlık glisemisi (IFG) klinik evresi; açlık glukoz değerleri normal sınırın üzerinde olan, fakat diyabet için tanısal değerin altında bulunan bireylerin sınıflaması için geliştirilmiştir. Gestasyonel diyabet terimi kalmaktadır fakat artık daha önce Gestasyonel Bozulmuş Glukoz Toleransı (GIGT) ve Gestasyonel Diabetes Mellitus olarak sınıflanan grupları da içermektedir. Amerikan Diabet Cemiyeti (ADA)’ nin, büyük ölçüde Diabetes Mellitus Exper Komitesi’ nin 2003’ te sunduğu diyabet tanı ve sınıflama kılavuzunun verilerine dayanarak yayınladığı raporda önerilen diğer değişiklikler (25). Tip 1 DM geliştirme riski yüksek olan bireyler pankreatik adacıklarda otoimmun patolojik olayın serolojik kanıtıyla ve genetik markırlarla sıklıkla tanınabilir. Tip 2 DM’ da ise tanı konmadan önceki asemptomatik dönemde, açlık halinde veya oral glukoz yüklemesini takiben plazma glukozunun ölçümü ile karbonhidrat metabolizmasındaki anormalliğin saptanması mümkündür. ETYOLOJĐK SIIFLAMA (Tablo 1) 2003’ de ADA’ nin yayınladığı kılavuza (25) göre diyabet 4 klinik sınıfa ayrılmıştır: 1. Tip 1 DM (mutlak insülin eksikliğine yol açan β hücre destrüksiyonuna bağlı). 2. Tip 2 DM (insülin rezistansıyla beraber progresif insülin sekresyon defektine bağlı). 3. Diğer nedenlere bağlı spesifik diabet tipleri: Genetik β hücre fonksiyonu defektleri, insülin etkisinde genetik defektler, ekzokrin pankreas hastalıkları (kistik fibrozis gibi), ilaç veya kimyasal maddelere bağlı (AIDS tedavisinde veya organ transplantasyonundan sonra kullanılan ilaçlar gibi). 4. Gestasyonel DM (GDM) (gebelik sırasında tanısı konan) 6 Tablo 1 : Diabetes Mellitus’un Etyolojik Sınıflaması (ADA 2003) 1. Tip 1 diyabet (Genelde mutlak insülin eksikliğine sebep olan β-hücre yıkımı vardır.) 1. Đmmün aracılıklı 2. Đdyopatik 2. Tip 2 Diyabet ( Đnsülin direnci zemininde ilerleyici insülin sekresyon defekti ile karakterizedir.) 3. Diğer spesifik diyabet tipleri 1. Beta hücre fonksiyonunda genetik defektler 1. MODY 3 ( kromozom 12, HNF-1 a ) 2. MODY 2 ( kromozom 7, glukokinaz ) 3. MODY 1 ( kromozom 20, HNF-4 a ) 4. Mitokondrial DNA 5. Diğerleri 2. Đnsülin etkisinde genetik defektler Tip A insülin rezistansı, lepreçaunizm, Rabson- Mendenhall Sendromu, Lipoatrofik diyabet, diğerleri 3. Ekzokrin pankreas hastalıkları Pankreatit, travma/pankreatektomi, neoplazi, kistik fibrozis, hemokromatozis, fibrokalkülöz pankreatopati, diğerleri 4. Endokrinopatiler Akromegali, Cushing sendromu, glukagonoma, feokromositoma, hipertiroidizm, somatostatinoma, aldesteronoma, diğerleri 5. Đlaç ya da kimyasal ajanlar Vakor, pentamidin, nikotinik asit, glukokortikoidler, tiroid hormonu, diazoksit, betaadrenerjik agonistler, tiazidler, dilantin, alfa-interferon, diğerleri 6. Đnfeksyonlar Konjenital rubella, CMV, diğerleri 7. Đmmün aracılıklı nadir görülen diyabet formları Stiff-man sendromu, anti-insülin reseptör antikorları, diğerleri 8. Diyabetle birlikte olan diğer genetik sendromlar Down sendromu, Klinefelter sendromu, Turner sendromu, Wolfram sendromu, Friedreich ataksisi, Huntington koresi, Laurence-moon-biedl sendromu, myotonik distrofi, porfiri, Prader – willi sendromu, diğerleri 4. Gestasyonel diyabetes mellitus 7 1.Tip 1 DM (Genellikle mutlak insülin yetersizliğine sebep olan β-hücre yıkım vardır.) a) Đmmun aracılıklı diyabet Önceden insüline bağımlı diabetes mellitus (IDDM), Tip 1 DM veya juvenil başlangıçlı diyabet olarak da ifade edilen bu diyabet formu, tüm diyabetlilerin %5-10’ unu oluşturur ve pankreatik β hücrelerinin hücresel aracılıklı otoimmun destrüksiyonu sonucu gelişir. Βeta hücrelerinin immun yıkımının markırları islet cell (adacık hücre) otoantikorları, insülin otoantikorları, glutamik asit dekarboksilaz antikorları (AntiGAD65) ve tirozin fosfataz IA-2 ve IA-2β otoantikorlarıdır. Açlık hiperglisemisi ilk saptandığı zaman bu otoantikorlardan biri veya daha fazlası vakaların %85-90’ ında mevcuttur. Ayrıca hastalık DQA ve DQB genleriyle bağlantılı güçlü bir HLA birlikteliğine (ilişkisine) sahiptir ve DRB genlerince etkilenir. Bu HLA-DR/DQ allelleri predispozan veya protektif olabilir. Diyabetin bu formunda β hücre destrüksiyonunun hızı oldukça değişkendir; bazı bireylerde hızlı iken (özellikle infantlar ve çocuklarda) bazılarında ise yavaştır (özellikle erişkinlerde). Bazı hastalar (özellikle çocuklar ve adolesanlar) hastalığın ilk prezentasyonu olarak ketoasidozla başvurabilirler. Đmmun racılıklı diyabet sıklıkla çocukluk ve adolesan dönemde ortaya çıksa da, her yaşta, hatta 8.ve 9.dekadlarda bile görülebilir. Β hücrelerinin otoimmun destrüksiyonunun birden fazla genetik predispozisyonu vardır ve halen çok azı tam aydınlatılmış çevresel faktörlerle ilişkilidir. Bu tip diyabetli hastalar nadiren obez olsalar da obezitenin varlığı tanıyla uyuşmaz değildir (olmazsa olmaz değildir). Bu hastalar ayrıca çeşitli otoimmun hastalıklara eğilimlidirler (Graves, Hashimoto, Addison, vitiligo, çölyak, otoimmun hepatit, myastenia gravis ve pernisiyöz anemi). b) Đdyopatik diyabet Tip 1 diyabetin bazı formlarının nedeni bilinmemektedir. Bu hastaların bazılarında kalıcı insülinopeni ve ketoasidoza eğilim mevcuttur, ancak otoimmuniteye ait kanıt yoktur. Tip 1 DM’ luların küçük bir kısmı bu gruba girer ve bunların çoğu Afrika ve Asya kökenlidir. Bu tip diyabete sahip bireyler ciddi ketoasidoz epizodları geçirirler ve ataklar arasında değişen derecelerde insülin yetersizliği gösterirler. Bu tip diyabet güçlü bir şekilde kalıtsaldır, β-hücre otoimmunitesinin immunolojik kanıtları 8 yoktur ve HLA birlikteliği bulunmamaktadır. Hastalarda insülin replasman tedavisine mutlak ihtiyaç gelir ve gider. 2.Tip 2 DM (Đnsülin direnci zemininde ilerleyici insülin sekresyon defekti ile karakterizedir.) Daha önce insüline bağımlı olmayan diyabet (NIDDM), Tip II diyabet veya erişkin başlangıçlı diyabet olarak isimlendirilen ve diyabetlilerin %90-95’ ini kapsayan bu diyabet formu, insülin rezistansı ve genellikle mutlakdan ziyade relatif insülin eksikliğine sahip bireyleri içerir. En azından başlangıçta ve sıklıkla hayatları boyunca bu bireyler yaşamak için insülin tedavisine ihtiyaç duymazlar. Bu diyabet formunun pek çok muhtemel farklı nedeni vardır. Spesifik etyolojileri bilinmese de, beta hücrelerinin otoimmun destrüksiyonu burada söz konusu değildir ve yukarda veya aşağıda listelenen diyabet nedenleri hastalarda bulunmaz. Bu tip diyabeti olan bireyler sıklıkla obezdir ve obezite çeşitli derecelerde insülin direncine yol açar. Vücut ağırlığı kriterine göre obez bulunmayan hastalar abdominal bölgede yoğunlaşmış artmış vücut yağ oranına sahip olabilirler. Bu tip diyabette ketoasidoz nadiren görülür, görülürse infeksiyon gibi bir başka hastalığın yarattığı stresle ilişkilidir. Bu diyabet formu sıklıkla yıllarca tanısı konmadan ilerler, çünkü hiperglisemi tedrici olarak gelişir ve erken evrelerde hastada diyabet semptomları oluşturabilecek derecede şiddetli değildir. Bununla beraber hastalarda mikro ve makrovasküler komplikasyonların görülme riski artmıştır. Bu tip diyabeti olan hastalar normal veya yüksek insülin düzeylerine sahip olabilirler ve beta hücre fonksiyonları normal olan hastalarda yüksek glukoz seviyeleri yüksek insülin düzeylerine yol açabilir. Bu hastalarda insülin sekresyonu defektiftir ve insülin rezistansını konpanse edemez. Đnsülin rezistansı kilo verilmesi ve/veya hipergliseminin farmakolojik tedavisi ile düzelebilir, fakat nadiren normale döner. Bu tip diyabetin görülme riski yaş, obezite ve fiziksel inaktivite ile artar. Önceden gestasyonel diyabeti olan kadınlarda, hipertansiyon veya dislipidemisi olan bireylerde daha sık görülür ve sıklığı farklı ırk/etnik gruplarda değişkenlik gösterir. Sıklıkla güçlü genetik predispozisyonla beraberdir (Tip 1 diyabetin otoimmun formundan daha sık). Bununla birlikte bu diyabet formunun genetiği komplekstir ve açıkça tanımlanmamıştır. 9 3. Diğer spesifik diabet tipleri a)Genetik β hücre defektleri Diyabetin bazı formlarında monogenetik geçişli β hücre fonksiyon defektleri saptanmıştır. Bunlar sıklıkla erken başlangıçlı (genellikle 25 yaşından önce) hiperglisemiyle karakterizedirler ve erişkin yaşta ortaya çıkan gençlerin diyabeti (MODY) olarak adlandırılırlar. MODY’ li bireylerde bozulmuş insülin sekresyonu mevcuttur, ancak insülin etkisi normaldir veya minimal bozuktur. Otozomal dominant kalıtım gösterirler. Bugün için, farklı koromozomlarda lokalize 6 genetik lokusta anormallikler tanımlanmıştır. Bunlardan en sık görüleni 12. kromozomda bulunan hepatosit nüklear faktör (HNF)-1α olarak isimlendirilen bir hepatik transkripsiyon faktöründeki mutasyondur. Diğer bir sık görülen mutasyon, defektif glukokinaz enzimine ile sonuçlanan 7. kromozomun kısa kolunda bulunan glukokinaz genindeki mutasyondur. Mitokondrial DNA’ daki nokta mutasyonlar da diabetes mellitus ve sağırlıkla ilişkili bulunmuştur. b)Đnsülin etkisinde genetik defektler Diyabet nedenleri içerisinde insülinin etki mekanizmasının genetik defeklerine nadiren rastlanır. Đnsülin reseptörlerinin mutasyonlarına bağlı metabolik anormallikler hiperinsülinemiyle beraber bulunan hafif hiperglisemiden ile ciddi diyabete kadar uzanan bir spektrumu kapsar. Bu mutasyonlara sahip bazı bireylerde Akantozis nigrikans mevcuttur. Kadınlarda virilizasyon ve büyümüş kistik overler bulunabilir. Eskiden bu sendrom tip A insülin rezistansı olarak adlandırılırdı. Leprechaunism ve Rabson-Mendenhall Sendromu insülin reseptör mutasyonlarıyle ilişkili ve ileri derecede insülin rezistansıyla karakterize 2 pediatrik sendromdur. c)Ekzokrin pankreas hastalıkları Pankreasa diffüz olarak zarar veren her hastalık diyabete yol açabilir. Edinsel proçesler pankreatit, travma, injeksiyon, pankreatektomi ve panreatik karsinomdur. Karsinom dışındaki nedenlerin diyabete yol açabilmesi için panreasda yaygın hasara yol açmış olmaları gerekir, adrenokarsinomlar pankreasın küçük bir kısmını tutmuş olsalar da diyabete neden olabilirler. Kistik fibrozis ve hemokromatozis yeterli 10 β hücre hasarı yaptıklarında diyabete yol açabilirler. Fibrokalkülöz pankreatopati sırta vuran karın ağrısı ve karın grafisinde pankreatik kalsifikasyonlarla beraberdir. d)Endokrinopatiler Đnsülinin etkisine zıt etki gösteren çeşitli hormonlar vardır (Büyüme hormonu, kortizol, glukagon ve epinefrin gibi). Bu hormonların vücutta aşırı miktarda bulunması (Sırasıyla akromegali, Cushing sendromu, glukagonoma ve feokromasitoma) diyabete yol açabilir. Hiperglisemi hormon fazlalığının ortadan kaldırılması ile tipik olarak düzelir. Somatostatinoma ve Aldesterona bağlı hipokalemi de insülin sekresyonunu inhibe ederek diyabete neden olabilir. e)Đlaç ve kimyasallara bağlı diabet Pek çok ilaç insülin sekresyonunda bozukluğa yol açabilir. Bu ilaçlar kendileri diyabete neden olmayabilirler, ancak insülin direnci olan bireylerde diyabeti presipite edebilirler. Bazı vakalarda sınıflama belirsizdir, çünkü β hücre disfonksiyonu ve insülin direncinin sırası veya relatif önemi bilinmemektedir. Vacor (bir fare zehiri) gibi bazı toksinler ve intravenöz pentamidin kalıcı pankreatik β hücre hasarı yapabilir. Neyse ki ilaç reaksiyonları nadirdir. Ayrıca insülin etkisini bozan birçok ilaç ve hormon vardır (Nikotinik asit ve glukokortikoidler gibi). α-Đnterferon verilen hastalarda pankreatik adacık hücre antikorlarıyla ilişkili insülin yetersizliği ve diyabet geliştiği bildirilmiştir. f)Đnfeksiyonlar Bazı virüsler β hücre yıkımıyla ilişkilidir. Konjenital Rubella, Koksaki virüs, Adeno virüs ve Kabakulak virüsü en sık görülen ajanlardır. g) Đmmun aracılıklı diabetin nadir görülen formları Bu kategoride iyi bilinen 2 durum yer alır, diğerleri muhtemel olası nedenlerdir. Stiff-man sendromunda aksiyal kaslarda ağrılı spazm ve sertlikle karakterize merkezi sinir sisteminin otoimmun bir bozukluğudur. Genellikle AntiGAD otoantikorlarıbulunur ve hastaların yaklaşık 1/3’ ünde diyabet gelişir. Anti-insülin reseptör antikorları insülin reseptörlerine bağlanır ve bu yolla insülinin hedef dokulardaki reseptörlerine bağlanmasını inhibe ederek diyabete yol açar. Bununla beraber bazı vakalarda bu antikorlar reseptörlere bağlandıktan sonra bir insülin agonisti gibi etki ederek 11 hipoglisemiye yol açabilirler. Anti-insülin reseptör antikorları genellikle Sistemik Lupus Eritematozus’ lu ve diğer otoimmun hastalıklara sahip bireylerde bulunurlar. h) Diyabetle bazen birlikte olan genetik sendromlar Artmış diyabet insidansıyla beraber olan pek çok genetik sendrom vardır. Bunlardan bazıları Down Sendromu, Klinefelter sendromu, Turner sendromu ve diabetes insipitus, hipogonadizm, optik atrofi ve sinirsel tipte sağırlığın diyabetle beraber bulunabildiği Wolfram sendromu’ dur. 4.Gestasyonel Diabetes Mellitus (GDM) GDM ilk defa gebelik sırasında tanı konan herhangi bir derecedeki glukoz intoleransıdır. Tanım, tedavi olarak insülin veya sadece diyet kullanılsa da veya gebelikten sonra durum devam etse bile geçerlidir. Gebelikten önce veya gebelikle eş zamanlı başlayan tanısı konmamış glukoz intoleransı bulunma olasılığı dışlanamaz. GDM, Amerika’ da tüm gebeliklerin %4’ ünü etkiler ve her yıl 135.000 vaka görülür. Gebelikte prevalansı çalışılan populasyona göre %1-14 arasında değişir. GDM diyabetle komplike olan tüm gebeliklerin yaklaşık %90’ ında görülür (25). EPĐDEMĐYOLOJĐ DM, günümüzün en önemli sağlık problemlerinden biridir. Tüm dünyada çok sayıda insanı etkilemektedir (31) ve birçok ülkede ölüme neden olan ilk 5 hastalık içerisinde yer almaktadır. Üstelik DM’ a ölüm raporları içerisinde yer verilemediğinden mortaliteye etkisi olduğundan daha az hesaplanmaktadır (32). 2000 yılında yapılan bir analizde dünyada 141.9 milyon tip 2 DM’ lu hasta olduğu ifade edilmiştir ki, bu rakam erişkin dünya nüfusunun %3.8’ ine karşılık gelmektedir (33). Tüm DM vakalarının %85’ ini oluşturan tip 2 DM’ un prevalansının batı dünyasında tüm erişkinlerin %1015’ ini oluşturduğu tahmin edilmektedir. 2002’ de yapılan bir çalışmada ABD’ nde tüm yaş gruplarında diabet prevalansı %6.3’ tür (18.2 milyon kişi) ve her yıl 1.3 milyon yeni vaka saptanmaktadır (34). Tip 2 diyabetes mellitus prevalansı etnik gruplar arasında farklılıklar göstermektedir. ABD’de beyazlarda açlık kan glukozu değeri tanı kriteri olarak 12 kullanıldığı zaman prevalans %3.1 bulunurken, siyah ırkta ve Đspanyol kökenli Amerikalılarda daha yüksek değerler dikkati çekmektedir . Pima Kızılderelileri ile Polinezya adalarında yaşayan Nauranlarda prevelans %55 saptanmıştır (40). Uluslararası Diabet Federasyonu tarafından, 2025’ te dünyada tip 2 DM’ lu hasta sayısının tahminen 334 milyona yükseleceği bildirilmiştir ( 33). Türkiye’ de Onat ve arkadaşları tarafından 1990 yılında gerçekleştirilen TEKHARF çalışmasında toplumumuzda diabet prevalansı erkeklerde %8.1, kadınlarda %8.9 bulunmuştur. Çalışmanın 2001’ deki güncelleştirmesinde ise DM prevalansının geçen 10 yıl içinde her yıl ortalama %6.7 oranında arttığı anlaşılmıştır (35). TAI KRĐTERLERĐ ADA’ ya göre diyabetin en basit tanısı açlık durumunda en az 2 defa ardışık olarak ölçülen venöz plazma örneğinde glukoz düzeyinin ≥126 mg/dl olması ile konur. Yine açlık veya tokluk durumuna bakılmaksızın günün herhangi bir zamanında ölçülen venöz plazma örneğinde glukoz düzeyinin ≥200 mg/dl olmasıyla beraber poliüri, polidipsi, polifaji ve açıklanamayan kilo kaybı gibi diyabet semptomlarının varlığı ile de diyabet tanısı konulabilir. ADA tarafından diyabet tanısı için belirlenen kriterler tablo 2’ de belirtilmiştir (21,27,28,36). Tablo 2 : Diyabet tanı kriterleri (ADA) 1. Diyabet semptomlarıyla beraber random plazma glukozu ≥ 200 mg/dl (1.1 mmol/l). “Random” günün herhangi bir saatinde ve son yenen yemekten sonra geçen zaman dikkate alınmaksızın olarak tanımlanır. Klasik diyabet semptomları poliüri, polidipsi polifaji ve açıklanamayan kilo kaybıdır. VEYA 2. Açlık plazma glukozu ≥126 mg/dl (7.0 mmol/l). “Açlık” kalori almaksızın geçen en az 8 saat olarak tanımlanır. VEYA 3. OGTT’ de 2 saatlik plazma glukozu ≥ 200 mg/dl (1.1 mmol/l) OGTT; WHO’ nun tanımlandığı şekilde 75 g suda çözünen glukoza Eşdeğer glukoz yüklemesi ile yapılmalıdır. 13 Açlık plazma glukoz düzeyi 100 mg/dl altında olan ve diyabet açısından yüksek risk taşıyan bireylerde belirli aralıklarla oral glukoz tolerans testi (OGTT) yapılarak bozulmuş glukoz toleransı veya diyabet aranmalıdır. Açlık kan şekeri tek başına tanı kriterlerini karşılıyorsa OGTT'ye gerek yoktur. Ayrıca bozulmuş glukoz toleransı tanısı varsa OGTT gerekir. Aycrıca açlık plazma glukozu normal olan, ancak diyabet açısından yüksek riskli grubunda bulunan bireylerde (Tablo 3) OGTT ile IGT ve diyabet tanısı konulabilir. ADA, açlık plazma glukoz düzeyi 100 mg/dl ile 126 mg/dl arasındaki değerler için bozulmuş açlık glukozu adını verdiği yeni bir tanımlama önermiştir (37) (Tablo 4). Tablo 3 : OGTT Endikasyonları • • • • • • • • • • • Ailede DM hikayesi Obezite Tarama testlerinde açlık kan şekerlerinin 100 mg/dl ‘nin üzerinde olması Đzah edilemeyen retinopati, erken ateroskleroz, hiperkolesterolemi, hipertrigliseridemi, koroner arter hastalığı, periferik arter hastalığı, serebrovasküler hastalık ve özellikle bu patolojilere 50 yaşın altında rastlanması halinde Açlık kan şekeri normalken glukozüri olması Yüksek bir postprandial kan şekeri varlığı Anemnezde spontan abortus, prematüre doğum, ölü doğum, neonatal ölüm, büyük bebek ( doğum ağırlığı 4 kg’ın üzerinde ), hidramnios veya toksemi olan kadında hamilelikte Gestasyonel diyabetin araştırılması amacıyla MODY tipi diyabetli kişi bulunan ailelerde Operasyon, stres, travma, infarktüs, steroid kullanımı veya gebelik esnasında hiperglisemi veya glukozüri saptanan olgularda Reaktif hipoglisemiyi düşündürecek semptomlar varlığında Bozulmuş Glukoz Toleransı (IGT) ve Bozulmuş açlık Glukozu (IFG) IGT ve IFG terimleri normal glukoz dengesi ile diyabet arasındaki evreleri açıklamaktadır. IFG açlık glukoz seviyeleri >100 mg/dl, fakat <126 mg/dl olan hastaları, IGT ise; OGTT sonrası 2. saat plazma glukozu >140 mg/dl ve <200 olan hastaları içermektedir. IGT’ li kişilerde standart OGTT’ nde verilen glukoz sonrası hiperglisemi gelişir. 14 Tablo 4 : Glukoz toleransının sınıflaması Açlık plazma glukozu < 100 mg/dl (5.6 mmol/l)……………...Normal glisemi 100-125 mg/dl (5.6-6.9 mmol/l)………Bozulmuş açlık glukozu (IFG) ≥126 mg/dl (7.0 mmol/l)………………Diabetes mellitus OGTT’ de 2. saat plazma glukozu < 140 mg/dl (7.8 mmol/l)……………...Normal glisemi 140-199 mg/dl (7.8-11.1 mmol/l)……..Bozulmuş glukoz toleransı (IGT) ≥200 mg/dl (11.1 mmol/l)…………… .Diabetes mellitus OGTT hazırlığı : 1. Testten en az üç gün evvel hasta günde en az 200 gr karbonhidrat içeren beslenme programına alınmalıdır. 2. Hastanın ağır stres, akut serebral ve kardiyak olaylar, uzun süreli inaktivite (sedanter yaşam) infeksiyon gibi OGTT' yi etkileyebilecek bir sorununun olmamasına dikkat edilmelidir. Akut hastalıkların geçmesi beklenmelidir. 3. Hipopotasemi, gastrointestinal motilite ve emilim bozuklukları, ağır karaciğer ve böbrek yetersizliği, Addison hastalığı, Cushing Sendromu, hipertiroidi, akromegali, feokromasitoma gibi hastalıkların aktif döneminde OGTT yapılmamalıdır. 4. Oral kontraseptifler, diüretikler, kortikosteroidler, difenilhidantoin, tiroksin, nikotinik asit, psikotrop ajanlar ve beta bloker gibi ilaçların kullanımında testten en az bir hafta önce, yüksek doz östrojen içeren oral kontraseptif kullanımında ise en azından bir siklüs önce ilaç kesilmelidir. OGTT yapılması : 1. Hasta 10-16 saatlik açlık sonrası sakin bir odaya alınır. O. dakikada ilk kan örnekleri alınır. 2. 5 dakika içinde 300 ml suda eritilmiş 75 gr glikoz hastaya içirilir. 3. Dünya Sağlık Örgütü'ne göre glukoz verildikten yalnızca 2 saat sonra kan örneği alınması yeterli olmakla birlikte; NDDG (Amerikan Ulusal Diabet Veri Toplama 15 Grubu)' nin önerdiği şekilde 2 saat süreyle 30 dakikada bir (30., 60., 90.,120. dk) kan örneği alınmasında fayda vardır. Reaktif hipoglisemi düşünülen vakalarda test süresi 5 saat kadar uzatılmaktır. 4. Test süresince sigara içmek, fazla dolaşmak ve su dışında yiyecek almak sakıncalı ve yasaktır(39). Tablo 5 : WHO Kriterlerine göre OGTT yorumu Kan glukoz düzeyi GT IGT DM (venöz plazma (normal glukoz (bozulmuş glukoz mg/dl) toleransı) toleransı) Açlık < 110 < 140 ≥140 120 dk < 140 140-199 ≥200 ( diabetik) Tablo 6:ational Diabetes Data Group (DDG) kriterlerine göre OGTT yorumu Kan glikoz düzeyi (venöz plazma mg/dl) GT (normal glikoz toleransı) IGT (bozulmuş glikoz toleransı) DM (diabetik) Açlık ≤115 <140 ≥140 30.,60.,90. dk en az bir değer <200 ≥200 ≥200 120. dk <140 140-200 ≥200 Gestasyonel diyabet tanısı için tüm gebelere gebeliğin 24-28. haftalarında 50 gr glikoz içirilerek tarama testi yapılır. Test öncesi herhangi bir hazırlığa gerek yoktur. Bir saat sonraki kan şeker düzeyi 140 mg/dI veya üstünde ise 100 gr glikozla test yineIenir. 100 gr glikoz ile yapılan testte tablo 7' deki değerlerden ikisinin birarada bulunması gestasyonel diyabet tanısını koydurur. 16 Tablo7 : Gebelerde 100 gr glikoz ile OGTT yorumu Açlık >105 mg/dl 60. dk >190 mg/dl 120.dk >165 mg/dl 180. dk >145 mg/dl Tanı kriterleri içerisinde yer almayan glikolize hemoglobin (HbA1c), diyabet tanısında kan şekerine karşı bir takım avantajlar sunar. Kişinin aç kalmasına veya OGTT için iki saat beklemesine gerek yoktur. Retinopati ile ilişkisi açlık kan şekeri veya iki saatlik tokluk şekeri kadar güçlüdür. Hem açlık hem de tokluk glukozunu yansıttığı için her ikisine karşı bir avantajı olabilir. Buna rağmen uygulamadaki standardizasyon ve mali problemler nedeni ile tanısal değerler üretmek henüz mümkün olmamıştır. Diyabet tanısı koymak için OGTT ‘ne alternatif olmak üzere HbA1c düşünülebilirse de, bu yönde bozulmuş glukoz toleransını tanımlayamamaktadır. Ayrıca anemi, hemoglobinopati ve üremide HbA1c düzeyi etkilenebilir (38). HbA1c normalde total hemoglobinin %4-6 ‘sını teşkil eder ve kan glukozu uzun süre yüksek kalan diabetlilerde bu değer yükselir. Glukolize hemoglobinlerin yarı ömrü, dolaşımdaki eritrositlerin yaşam süresi ile ilişkilidir. Bu nedenle glukohemoglobin, önceki 8-12 haftadaki kan glukoz durumunu yansıtır. Tablo 8’ de HbA1c değerleri ile ortalama plazma glukozu arasındaki korelasyon görülmektedir. Tablo 8:HbA1c değerleri ile ortalama plazma glukozu arasındaki korelasyon HbA1c % 6 7 8 9 10 11 12 Ortalama plazma glukozu mg/dl mmol/l 135 7.5 170 9.5 205 11.5 240 13.5 275 15.5 310 17.5 345 19.5 17 TIP 2 DĐABETES MELLĐTUS FĐZYOPATOLOJĐSĐ Tip 2 diyabet tüm dünyada en sık rastlanan diyabet formudur. Hastalık ilk yıllarında genellikle asemptomatik olduğundan bilinen diyabetlilerin bilinmeyen diyabetlilere oranı 2/1 dır (41). Gelişmekte olan toplumlar başta olmak üzere dünyanın hemen her yerinde tip 2 diyabet epidemisinden bahsedilmektedir. Tahminlere göre 100 milyon civarındaki diyabetik hasta sayısının önümüzdeki 10 yılın sonunda 200 milyona ve 21. yüzyılın ilk çeyreğinde ise 300 milyona ulaşması beklenmektedir (42). A.B.D.' de yapılan çalışmalarda 20-74 yaş grubu toplulukta diyabet prevalansı % 6,6 bulunmuş ve bilinmeyen diyabet olgularının % 50 civarında olduğu bildirilmiştir. Ülkemizde ise 1997-98 yıllarında yapılan “Türkiye Diyabet Epidemiyeloji Çalışması (TÜRDEP)” e göre 20-80 yaş grubu diyabet sıklığı % 7,2 bozulmuş glukoz toleransı ise % 6,7 bulunmuştur (43,44). Tip 2 diyabette belirli risk faktörleri mevcuttur. Đlk olarak tip 2 diyabet sıklığının yaşlanma ile paralel artış gösterdiği bilinmektedir. Diyabet-yaşlanma ilişkisi toplumdaki kümülatif insidense ve mortalite oranına bağlıdır. Đkinci olarak monozigot ikizlerde tip 2 diyabetin % 90' a varan çok yüksek oranda konkordans göstermesi, hastalığın gelişmesinde genetik faktörlerin önemli ölçüde rolü olduğunu düşündürtmektedir. Amerika' da Pima yerlilerindeki diyabet sıklığının bu etnik grupların normal Amerikan toplumu ile karışmış olduğu topluluklara nazaran daha yüksek olduğu gösterilmiştir. Yine bir ailede birinci derece akrabalarda diyabet bulunması, diyabet riskini 2-6 misli arttırır. Ailedeki diyabetli birey sayısı arttıkça diyabet riski yükselir. Çeşitli etnik gruplarda tip 2 diyabetin bazı HLA grupları ile ilişkili olabileceği bildirilmiştir. Ayrıca Tablo 1' den de görüleceği üzere, bazı ailevi özel diyabet formlarında spesifik gen mutasyonları gösterilmiştir. Obezite, tip 2 diyabete sıklıkla eşlik eden bir metabolizma bozukluğu olmanın yanı sıra, kişide diyabet gelişeceğini belirleyen önemli bir risk faktörüdür. Toplumsal araştırmalar diyabet gelişme riskinin BKĐ' den başka vücut yağ kitlesi artışı ile de paralel olarak arttığını ortaya koymuştur. Bu nedenle en azından bel çevresi veya bel/kalça oranı ile abdominal yağ kitlesi tahmin edilmelidir. Obezitenin yanı sıra sedanter yaşam biçiminin de tip 2 diyabet gelişmesinde önemli rol oynadığı bilinmektedir. A.B.D. ve Çin' de yapılan çalışmalarda, düzenli egzersiz yapan kişilerde diyabet görülme sıklığının azaldığı tespit edilmiştir (41,44,45). 18 Heterojen bir hastalık olan insüline bağımlı olmayan diyabetin patogenezinden, beta hücre fonksiyon bozukluğu, insülin direnci ve hepatik glukoz üretim artışı gibi üç ana metabolik bozukluk sorumludur. Đnsülin eksikliği ve/veya insülin direnci ise asıl nedeni oluşturur. Bunun yanında beta hücre fonksiyon bozukluğu ve insülin direnci arasında karşılıklı bir etkileşimin olduğu ve her ikisinin de patogenezde birlikte rol aldığı da ileri sürülmektedir. Tip 2 diyabet’de primer patolojinin beta hücre fonksiyon bozukluğu veya insülin direnci olmasına karşın, etnik farklılıkların, şişmanlığın ve diyabetin heterojenitesinin kısmen de olsa belirleyici olduğu ileri sürülmektedir (46). Yukarıda belirtilen tartışmalardan ayrı olarak son yıllarda Tip 2 diyabet’ in oluşmasında dördüncü bir görüş, primer bozukluğun hiperinsülinemi olduğu ve insülin direncinin hiperinsülinemiye bağlı olarak oluştuğu hipotezi ortaya atılmıştır. Hiperinsülineminin hasta nonoksidatif glukoz kullanımını veya glikojen sentezini bozarak tıpkı NIDDM' de olduğu gibi insülin direncine yol açabileceği ileri sürülmektedir. Fakat tüm bunlara karşın NIDDM' in oluşmasında en önemli iki patogenetik faktör insülin eksikliği ve insülin direncidir . Tip 2 diyabetin patogenezine bakıldığında ilk bozukluk beta hücre fonksiyon bozukluğudur. Đnsülin direnci ile birlikte olsun veya olmasın, eğer mutlak bir insülin eksikliği varsa NIDDM kaçınılmazdır. Đnsülin salgılanmasında bozukluğa yol açan etiyolojik faktörler Tablo 9' da sıralanmıştır. Tablo 9 : Đnsülin salgılanmasında bozukluğa yol açan faktörler 1- Đnsülin salgısında kantitatif bozukluklar a- Đnsülin salgısında kalitatif bozukluklar b- Birinci faz insülin salgısının bozulması 2- Pulsatil insülin salgılanmasının bozulması 3- Proinsülin salgılanmasında anomaliler 4-Düşük doğum ağırlığı (Thrifty fenotip hipotezi) 5-Glikoz toksisitesi 6-Amilin (Adacık amiloid polipeptid) 7-Calcitonin-Gene-Related-Peptid (CGRP) 8-Đnkretinler (Glucagon like peptid-1, GĐP, Galanin) 9-Lipotoksisite 10-Đnsülin salgılanma bozukluğunda genetik nedenler 19 Tip 2 diyabetin patogenezinden birinci derecede sorumlu olan bozukluk insülin direncidir. Đnsülin direnci, normal konsantrasyonlarındaki insülinin normalden daha az biyolojik yanıt oluşturması, başka bir anlatımla glukoz kullanımını uyarma etkisinin azalmasıdır. Đnsülin direncinde insülinin karaciğer, kas ve yağ dokusundaki etkilerine karşı direnç oluşarak hepatik glukoz supresyonu bozulur. Kas ve yağ dokusunda da insülin aracılığı ile olan glukoz kullanımı azalır. Bu durumda oluşan insülin direncini karşılayacak ve dolayısıyla normal biyolojik yanıtı sağlayacak kadar insülin salgısı artışı ile metabolik durum kompanse edilir. Böylelikle hipergliseminin önlenebilmesi için beta hücreleri sürekli olarak insülin salgısını arttırmaya yönelik bir çaba içerisine girer. Sonuçta normoglisemi sağlanırken insülin düzeylerinde de normallere göre 1,5-2 kat yüksek bir seviye oluşur. Bu hiperinsülinemik kompansasyon sürecindeki beta hücrelerinde başlangıçta herhangi bir bozukluk yoktur. Fakat beta hücresinde fonksiyon kaybı başladığında insülin salgısı da giderek azalmakta ve diyabet ortaya çıkmaktadır. Prospektif çalışmalar insülin direnci olan bireylerde sonunda glukoz intoleransı veya tip 2 diyabetin geliştiğini göstermektedir. Đnsülin direnci tip 2 diyabet ve obezitede sık görülmekle birlikte obez olmayan ve normal OGTT' si olan sağlıklı bireylerin % 25' inde ve esansiyel hipertansiyonlu hastaların da %25' inde insülin direnci saptanmıştır (47,48). Đnsülin direncinin iyi bir şekilde tanımlanmamış oluşu klinikte kullanımını sınırlamaktadır. Đnsüline karşı duyarlılık, normal glukoz toleranslı ve görünürde sağlıklı olan insanlarda bile çok geniş bir aralıkta (üç kat ile dört kat arasında) dalgalanmaktadır. Ayrıca insülin duyarlılığının önemli bir belirleyicisi olan vücut yağ oranı, olguların sadece üçte birinde insülin direnci ile ilişkili bulunurken intra abdominal yağ dokusu olguların büyük bir çoğunluğunda insülin direnci ile ilişkil bulunmuştur. Birçok kalıtsal ve edinilmiş faktör insülin duyarlılığını etkileyebilir. Bunlardan bazıları, örneğin cinsiyet kaçınılmazdır. Yine de bölgesel adipozite, iskelet kası kitlesi ve fizik kondisyon durumu ile bağlantılı bazı faktörler potansiyel olarak değiştirilebilecek özelliklerdir. Puberte ve gebelik (ikinci ve üçüncü trimesterler) ile ilgili hormonal değişmeler insülin gereksiniminde sıklıkla önemli artışlara neden olurlar. Yaşlanmanın insülin duyarlılığı üzerine etkisi tartışmalıdır. Tip 2 diyabette insülin direncinin gelişimi 4 dönemde incelenebilir. Đlk dönem preklinik diyabet dönemidir (normoglisemik hiperinsülinemik dönem). Tip 2 diyabetin 20 henüz klinik belirti vermediği bu döneminde beta hücre fonksiyonları nispeten normaldir. Fakat mevcut olan periferik insülin direnci normale göre daha fazla insülin salınarak aşılmaya çalışılır ve bu şekilde açlık ve tokluk kan şekerleri normal sırlar içerisinde tutulur. Açlık ve tokluk insülin düzeyleri ise yüksek bulunur. Bu döneme NIDDM' lerin birinci derece normoglisemik ancak insüline dirençli akrabalarında tanımlandığından, prediyabetik dönem adı da verilmektedir. Bu nedenle preklinik evre diyabetin sık görüldüğü ailelerin sağlıklı bireylerinde araştırılabilir. Amerika'daki Pima yerlilerinde ve Meksikalı Amerikalılarda bu dönemdeki insülin direnci belirgin şekilde gösterilmiştir. Đkinci dönem glukoz intoleransı olarak adlandırılır (postprandiyal hiperglisemik hiperinsülinemik dönem). Diyabet açısından genetik yüklülük ve de şişmanlık gibi yüksek risk grubunda olan bireylerde periferik insülin direncini aşmak için pankreas beta hücreleri üzerinde oluşan aşırı yük zamanla beta hücrelerinde bitkinliğe ve insülin salgısında azalmaya neden olunca glukoz intoleransı başlar ve bu durumda açlık glisemisi normal olduğu halde postprandiyal glisemi yükselir. Bu dönemde genellikle hiperinsülinemi devam etmekle birlikte periferdeki direnci aşabilecek düzeyde insülin salgılanamamaktadır. Bu dönemde tokluk insülin düzeyleri sağlıklı bireylere göre hala yüksek olsa bile birinci döneme göre bir hayli azalmıştır. Daha sonraki dönem erken klinik diyabet dönemidir (hiperglisemik hiperinsülinemik dönem). Normal glukoz toleransı saptanan preklinik birinci dönem ve postprandiyal glukoz intoleransı saptanan ikinci dönemde açlık hiperglisemisi gelişmediğinden bu iki dönemi kompanse periferik insülin direnci dönemi olarak adlandırmak uygun olacaktır. Đnsülin direncinin giderek artması ile kompansasyon bozulmaya başlar ve bu esnada karaciğerde glukoz yapımı artarak açlık plazma glisemisinin yükselmesine yol açar. Postprandiyal hiperglisemi yanında açlık glisemisinin henüz 140 mg/dl altında olduğu bu dönemde insülin salgısı daha fazla artmamaktadır. Son dönem ise klinik diyabet dönemidir (hiperglisemik hipoinsülinemik dönem). Açlık plazma glisemisi 140mg/dl’yi geçince insülin salgısı azalmaya başlar. Fakat yine de insülin direnci devam eder. Đnsülin direncinin zirvede olduğu bu dönemde giderek artan hiperglisemi insülin salgısı artışı ile kompanse edilmediği gibi glukoz toksisitesi nedeni ile beta hücreleri insülin salgısını daha da az salgılamaya başlar. Bu dönemdeki 21 insülin direncinin ağırlaşmasında serbest yağ asitleri artışının da yani lipotoksisitenin de payı vardır (49). Đnsüline bağımlı olmayan diyabetes mellitus' lu hastaların çoğunda hem insülin eksikliği hem de insülin direnci bulunmaktadır. Bununla birlikte bu bozukluklardan hangisinin hastalığın primer nedeni olduğu son derece tartışmalıdır. Bu karışıklığa yol açan en büyük nedenler obezitenin varlığı ve tip 2 diyabetin heterojenitesidir. Gerçekten de obezitenin kendisi, oluşturduğu insülin direnci ve hiperinsülinemi ile beta hücre fonksiyonlarını olumsuz olarak etkileyebilmektedir. Yine insülin eksikliği veya insülin direncinin ön planda olduğu bir takım alt tiplerin tanımlanmasından dolayı diyabetin heterojen bir hastalık olduğunun gösterilmesi de bu karışıklığı büsbütün arttırmaktadır. Bu yüzden tip 2 diyabetin oluşmasında insülin direnci ve genetik olarak programlanmış pankreatik beta hücresi disfonksiyonunun birlikte rol aldığı ve böylelikle aralarındaki karşılıklı etkileşimin daha önemli olduğu bir çok araştırıcı tarafından yoğun olarak araştırılmıştır. Birinci faz insülin salgısının kaybı ve insülin pulsatilitesinin bozulması gibi insülin salgısında kalitatif anomaliler, insülinin dokularda oluşturacağı etkiyi bozarak doğrudan insülin direncine yol açabilir. Ayrıca insülin eksikliği altta yatan insülin direncini şiddetlendirmektedir. Đnsülin direnci de insülin eksikliğine yol açabilmektedir. Uzun süreli belirgin hiperglisemi sonrası oluşan glukoz toksisitesinin beta hücre fonksiyonları üzerine olumsuz etkisi sonucu insülin salgısı azalmaktadır. Plazma glukoz düzeylerindeki ilerleyici artışın, hiperglisemi sırasında kolayca gösterilen beta hücre fonksiyonundaki ilerleyici bozulmanın sonucu olduğu düşünülmektedir. Yoğun insülin tedavisi ile in vivo olarak insülin duyarlılığının belirgin şekilde düzeltilmesi bunu kanıtlamaktadır (50,51). Tip 2 diyabetin patogenezindeki üçüncü ana metabolik bozukluk artmış hepatik glukoz üretimidir. Hepatik glukoz üretimindeki artış açlık kan şekerinin artmasına yol açar. Hatta açlık hiperglisemisinin tamamının karaciğer glukoz yapımındaki artışa bağlı olduğu kabul edilmektedir. Artmış hepatik glukoz üretimi açlık glukoz düzeyi ile pozitif ilişkilidir. Karaciğerden glukoz yapımı glikojenolizis ve glukoneogenez yoluyladır. Hepatik glukoneogenezdeki artışın kesin mekanizması bilinmemekle beraber insülin eksikliği, hepatik insülin direnci, hiperglukogonemi, laktat, amin, gliserol gibi glukoneogenetik prekürsörlerin artışı glukoneogenezi arttırır(52,53) 22 DĐABETES MELLĐTUS’U KLĐĐK BULGULARI Hiperglisemi, çeşitli semptomlara neden olmaktadır Tablo 10 : Hiperglisemi semptomları • Poliüri • Polidipsi • Polifaji • kilo kaybı • halsizlik • candida enfeksiyonları • bulanık görme • vulvovaginit Plazma glukoz yoğunluğu, böbrekte glukoz geri emilim eşiğini aştığı zaman (yaklaşık 180 mg/dl) glukozüri oluşur ve bu da osmotik diüreze sebep olur. Noktüri ve poliüri, bu osmotik diürez sonucu gelişmektedir. Osmotik diürezin sonucu meydana gelen dehidratasyon ve hiperosmolarite, susuzluk ve polidipsiye neden olur. Đdrardaki her gram glukoz yaklaşık 4,5 kcal karşıtıdır. Günde idrarla 100 gr glukoz kaybeden, kontrolü iyi olmayan bir diyabetik günde 450 kalori kaybetmektedir. Bu durum, kilo kaybına ve iştah artışına sebep olmaktadır. Böylece iyi ayarlı olmayan diyabetiklerin başlıca semptomları olan poliüri, polidipsi, polifaji ve kilo kaybı glukozun idrarla kaybı sonucu meydana gelmektedir. Bu semptomlara ek olarak iyi ayarlı olmayan diyabetiklerde görülen osmotik lens şişmesi, geçici bulanık görme yakınmasına sebep olmaktadır ve bu durum diyabetik retinopati ile karıştırılmamalıdır. Bazen görülen candida vaginiti, kandidiazisi veya balaniti plazma glukoz yoğunluğu düşürülmeden antibiyotik tedavisine yanıt vermez. Devamlı hiperglisemik olan diyabetik hastalarda halsizlik de yaygın görülen bir yakınmadır (27). 23 DĐABETES MELLĐTUS’U KOMPLĐKASYOLARI 1. Akut metabolik komplikasyonlar a. Diabetik ketoasidoz b. Hiperozmolar nonketotik koma c. Laktik asidoz d. Hipoglisemi 2. Kronik komplikasyonlar a. Spesifik kronik komplikasyonlar -Diyabetik retinopati -Diyabetik nefropati -Diyabetik nöropati b. Nonspesifik kronik komplikasyonlar -Enfeksiyonlar -Makrovasküler hastalık -Koroner arter hastalığı -Serebro vasküler hastalık -Periferik arter hastalığı -Safra kesesi patolojileri -Palmar fasya kontraktürü Diyabetin komplikasyonları makrovasküler ve mikrovasküler olarak da sınıflandırılabilir: Makrovasküler Komplikasyonlar -Hipertansiyon -Dislipidemi -Miyokard Đnfarktüsü -Đnme -Periferik Arter Hastalığı 24 Mikrovasküler Komplikasyonlar -Diyabetik retinopati -Diyabetik nefropati -Diyabetik nöropati -Diyabetik diyare -Nörojenik mesane -Bozulmuş kardiyovasküler refleksler -Seksüel disfonksiyon (54). DĐABETES MELLĐTUS’U TEDAVĐSĐ Diabetes Control and Complication Trial (DCCT), Kumamoto Trial, United Kingdom Prospective Diabetes Study (UKPDS) çalışmalarının sonuçlarına göre sıkı glisemik kontrol Tip 1 ve Tip 2 DM de uzun dönem mikrovasküler komplikasyonların belirmesini ya da var olan komplikasyonların ilerlemesini geciktirir. Kumamoto çalışmasına göre devam eden izlemlerde komplikasyonlardan korunmak ve geciktirmek için optimal glisemik kontrol HbA1c <%6.5, açlık glukoz düzeyi <110 mg/dl ve 2. saatte postprandial glukoz seviyesi <180 mg/dl olmalıdır (55). Tedavinin başlıca avantajları şunlardır: 1. Hiperglisemi semptomlarını düzeltmek 2. Mikrovasküler ve makrovasküler komplikasyonlardan korumak 3. Normale yakın bir yaşam kalitesi sağlamak ADA ’nın önerisinde HbA1c <%7 açlık glukoz seviyesi 90-130 mg/dl ve tokluk glukoz seviyesi ise <180 mg/dl seviyesinde tutulmalıdır. Amerikan Endokrinoloji Komitesinin (ACE)’nin önerisinde HbA1c <%6,5 açlık glukoz seviyesi <110 mg/dl ve tokluk glukoz seviyesi <140 mg/dl olmalıdır. Tip 1 ve Tip 2 DM’ li bireylerde eğitimin amacı işbirliğini artırmak, glisemik kontrolü optimize etmektir. Tip 1 DM’li hastalar ve yakınları insülin uygulaması, evde kan glukozu ölçümü, idrar glukoz ve keton tayini, egzersiz sırasında insülin dozu ve gıda alımının düzenlenmesi, ketoasidozdan korunma ve hipogliseminin tedavisi ve 25 hastalık durumunda diyabetin yönetimi konularında eğitilmelidirler. Tip 2 diyabetli hastalara da buna benzer beceriler kazandırmakla birlikte, beslenme ve kilo kontrolü konusuna özel önem verilmelidir. Hastalar kullandıkları oral antidiyabetiklerin etki ve yan etkileri konusunda bilgilendirilmeli; zamanla bu ajanların optimal kontrol için yetmeyebileceği ve insülin tedavisine başlanabileceği ifade edilmelidir (56). ADA tarafından kullanılan Medical Nutrition Therapy (MNT) terimi kalori alımıyla diyabet tedavisinin diğer alanlarının (insülin, egzersiz ve kilo verme) optimal koordinasyonunu ifade eder. Tip 2 diyabetli kişilerde yağ alımının azaltılması, orta düzeyde kalori alımı, hiperlipidemi, hiperglisemi, hipertansiyonun düzeltilmesi, fiziksel aktivitenin artırılması ana hedeflerdir (57,58). Diabetes mellitus tanısı konan kişide egzersiz yapılarak kardiyovasküler risk faktörlerinde azalma, kan basıncında düşme, mevcut kas kitlesinin idamesi, vücut yağ miktarında azalma ve kilo kaybı sağlanır. Tip 1 ve Tip 2 diyabette egzersiz, kan şekerini düşürmek ve insülin sensitivitesini artırmak için faydalıdır. Tip 2 ve Tip 1 diyabetli hastalarda asemptomatik kardiyovasküler hastalıklar genç yaşlarda belirebildiğinden egzersiz toleransları değerlendirilmelidir (57,59). Tip 1 diyabetli hastalarda endojen insülin salınımı olmadığı için amaç, mümkün olduğu kadar fizyolojik salınımı taklit etmektir. Bazal insülin uygulaması ile glukojen yıkımı, glukoneogenez, ketogenez ve lipoliz regüle olur. Yemeklerle alınan kısa etkili insülin, normal glukoz kullanımını ve depo edilmesini sağlar. Yoğun insülin tedavisi ile amaç, normal ya da normale yakın plazma glukoz değerleri elde ederek mikrovasküler komplikasyonların ortaya çıkmasını geciktirmek ya da ilerlemesini engellemektir. Bu nedenle konvansiyonel tedaviye göre 3 kat daha fazla hipoglisemiye neden olur. Günümüzde kullanılan insülin preparatları rekombinant DNA teknolojisiyle üretilmiştir. Çoğu hızlı, kısa, orta ve uzun etkili U-100 (100ünite/ml) formundadır. Kısa etkili insülin analogları lispro ve aspart insülindir. Uzun etkili insülin analogları glargin ve insülin detemir, NPH insülinle karşılaştırıldığında etkisi geç başlar, etki süresi uzundur (yaklaşık 24 saat) ve pik yapmaz. Hastanın yaşı, hayat tarzı, motivasyonu, genel sağlık durumu ve tedavinin amaçları belirlenerek hastaya en uygun tedavi rejimi belirlenmelidir. Sık kan şekeri ölçümleri şarttır( 4 ya da 8 kez/gün). Devamlı cilt altı insülin infüzyonu (CSII) diğer bir insülin rejimidir. Bu yöntemin başarısında pompa hakkında iyi bir hasta eğitimi yakın takip ve sık kan şekeri ölçümü şarttır. 26 Tip 2 diyabetin başlangıç tedavisinde genellikle insülin yoktur. Diyet, egzersiz, kilo verme ve oral antihiperglisemik ajanlar başlangıçta glisemik kontrol için yeterli olacaktır. Kombinasyon tedavisine rağmen eğer glisemik kontrol sağlanamazsa insülin tedavisi eklenir. Diyabetin ilerleyici bir hastalık olması nedeniyle insülin kullanımı er ya da geç varılacak noktadır. Tip 2 DM’de insülin tedavisinin hedefleri Tip 1 diyabetteki ile benzerlik gösterir. Hipergliseminin klinik semptomlarının eliminasyonu önemli bir hedeftir ve böylece mikrovasküler ve makrovasküler komplikasyon riski azaltılır. Obezite, hipertansiyon, dislipidemi, kalp damar hastalıkları ve diyabetle ilgili komplikasyonların tedavisine önem verilmelidir. Yeni tanı almış Tip 2 diyabetli hastaların %20- %50’sinde diyabete spesifik komplikasyonlar zaten vardır (57,60). Oral antihiperglisemik ajanlar birbirinden farklı fizyopatolojik süreçleri etkileyerek kan glukozunu düşürürler. Đnsülin sekretegogları: Sülfanilüreler (Chlorpropamid, Glyburide, Glipizide, Glimepirid v.b.) ve nonsülfanilüre insülin sekretegogları Repaglinide ve Nateglinide ATP sensitif K kanallarına bağlanarak insülin sekresyonunu stimüle eder. Biguanidler grubunu temsil eden Metformin hepatik glukoz yapımını azaltır ve periferal glukoz kullanımını bir miktar düzeltir. Alfa-Glukosidaz Đnhibitörleri postprandial karbonhidrat sindirimini geciktirerek etkilidir. Thiazolidinedionlar grubunda Tiroglitazon, Pioglitazon ve Rosiglitazon yer alır. Peroxisome proliferator activated receptor - gama (PPAR-γ) nükleer reseptörüne bağlanırlar. Preadipositlerin adipositlere diferansiyasyonunu hızlandırırlarken artan yağ asidi alımı ve depolaması ile insülin rezistansını azaltırlar. Monoterapide insülin sekretegogları, biguanidler, thiazolidinedionlar (HbA1c’de %1-2 azalma) ve insülin etkilidir. Alfa-glukosidaz inhibitörlerinin etkinliği az olduğu için tek başına pek önerilmez. En sık kullanılan rejimler: 1)Đnsülin sekretegogları ve metformin ya da thiazolidinedionlar 2) Sülfanilüre ve α- glukosidaz inhibitörleri 3) Đnsülin, metformin ya da thiazolidinedionlar Diyet, egzersiz ve multiple oral ajanlarla tedaviye yanıt vermeyen hastada insülin tedavisi endikedir ve bu durumda 0.3- 0.4 U/kg/gün sabah ya da yatarken verilecek orta ya da uzun etkili insülin tedavide yeterli olacaktır. Đnsülin tek başına ya da oral antihiperglisemik ajanlarla birlikte kullanılabilir (57,61). 27 TĐROĐD Tiroid hastalıkları, tiroid bezinin normal fonksiyonunu değiştiren birçok problemi içerir. Bu durumlar, tiroidin inflamatuvar hastalıkları (örneğin tiroidit), tiroidin otoimmün uyarılması (örneğin graves hastalığı), selim nodüler tiroid hastalığı ve tiroid kanserlerini içine alan birçok büyük kategoriye ayrılabilir. Tiroid hastalıkları 200 erişkinde 1’inde görülür, ancak kadınlarda ve ileri yaşlarda daha sıktır. Bireyler ileri yaşlara ulaştığında yaklaşık 20 kişiden 1 ’inde tiroid bezinde anormallik olacaktır (62). TĐROĐD BEZĐ AATOMĐ VE HĐSTOLOJĐSĐ Tiroid bezi boynun ön tarafına C5-T1 omurları arasında yerleşmiş kahverengi kırmızı renkte, damardan zengin bir organdır. Troid bezi endokrin bezlerin en büyüklerinden olup, yaklaşık 20 gr ağırlığındadır. Arıca tiroid bezinin büyüme potansiyeli çok yüksektir. Kadınlarda biraz daha büyük ve ağırdır. Sağ ve sol lob olmak üzere iki lob ile bunları ortada birbirine bağlayan dar istmusdan oluşur (63,64,65). Tiroid glandının kanı iki çift arterden sağlanır. Üst tiroid arterleri, “Arteria Carotis Communis” lerden veya A.Carotis externa’ dan, alt tiroid arterleri “arteria subclavia” dan kaynaklanır. Tirotoksikozda tiroide taşınan kan, dokunun her gramı için dakikada 5 cc’ dir. Bu yüksek kan akımı tiroidin alt kutbunda bir üfürüme neden 28 olabilir. Tiroidin ven kanı üst, alt ve yan tiroid venaları aracılığı ile “Vena Jugularis Đnterna” ve “Vena Subclavia” ya taşınır. Cerrahi girişimlerde kesilme tehlikesi olan “Nervus Laryngeus Recurrens” trakea ile özafagus arasında seyrede. Cerrahi girişimlerde tahrip edilme tehlikesi bulunan paratiroidler, lobların arkasında ve genellikle ikişer adet olarak bulunur (66,67,68) Tiroid bezinin anatomik ve işlevsel durumunun başlıca düzenleyicisi, anterior hipofizden salgılanan tiroid stimülan hormon (TSH) (tirotropin) dur. Tiroid bezi, parafoliküler veya C hücreleri denilen diğer bir hücre tipini de içerir. Bu hücreler kemik metabolizmasında etkili kalsitonin hormonunun sentez ve salınmasından sorumludurlar (69-74). TĐROĐD HORMOLARII SETEZ VE SEKRESYOU Tiroid, salgı ürününün büyük miktarda depolandığı tek endokrin bezdir. Bu birikim hücre dışı kolloidde meydana gelmesi açısından da farklılık gösterir. Đnsanda foliküllerde organizmaya 3 ay yetecek miktarda hormon bulunur (73). Tiroid kolloidi yüksek molekül ağırlıklı (660kD) bir glikoproteinden (tiroglobulin) oluşmaktadır (68,73,74). Tiroid hormonlarının biyosentezi şu aşamalardan oluşur (64,67,68,60); 1-Serum iyodunun tiroid tarafından tutulması 2-Đyodun tirozin yapısına katılması(organifikasyon) 3-Tiroglobulinin iyodinize olmuş tirozil kalıntılarının çiftleşmesi 4-Foliküler tiroglobulinin iyodotironinleri serbestleştirmek üzere proteolitik yıkımı Antitiroid ajanlar ve büyük miktardaki iyot organik bağlanmayı inhibe eder. Ancak iyodun etkisi geçici olup buna iyodun Wolf-Chaikoff etkisi denilir (64,69,70). Organifikasyon proçesi TSH tarafından stimüle edilir. T4 ve T3 sentez edildikten sonra tiroglobulin içerisinde kolloid boşluğunda depo edilir. Normal koşullarda tiroid içindeki T4/T3 oranı 10’dan daha büyüktür. T3’ ün % 80 kadarı perifer dokularda 5’ monodeiyodinaz enzimi vasıtasıyla T4’ ün bir iyot kaybetmesiyle oluşur. Folikül hücresinde proteaz ve peptidazlar aracılığı ile tiroglobulinin proteolitik parçalanması sonucunda T4 ve T3 gerektiğinde kana verilirler. 29 Proteolizis ve tiroid hormonlarının kana verilmesi iyot ve lityum tarafından inhibe edilir. Đyodun etkisi geçici olup, birkaç hafta kadar sürer (64,66,69). TĐROĐD HORMOLARII PLAZMADA TAŞIMASI VE METABOLĐZMASI Normal tiroid bezinin günlük sekresyonu 100 nmol civarında T4, 5 nmol civarında T3, 5 nmol’ den daha az “reverse T3” (rT3) den ibarettir. Dolaşıma verilen T4 ve T3 serbest ve bazı proteinlere bağlı olarak dolaşır. Serbest hormon fraksiyonları total T4(TT4) ve total T3 (TT3)’ ün çok az bir kısmını oluşturur. Ancak metabolik yönden aktif olan fraksiyon serbest tiroid hormonlarıdır (64,68,69,70). Total T3’ ün %20’ den azı tiroid glandı içinde üretilir. Kalan %80-90’ ı, T4’ ün periferik dokularda 5 deiyodinasyonu ile meydana gelir. Deiyodinasyon işlemi karaciğer başta olmak üzere bir çok dokuda oluşur. Biyolojik olarak T3 T4’ten 3–8 misli daha aktiftir. Diğer taraftan rT3 metabolik olarak inaktiftir. Tiroid hormonu bağlayan proteinlerin en önemlisi tiroksin bağlayıcı globulin (TBG) dir. Bu proteine T4 daha iyi bağlanır. T4’ ün %80’ ini ve T3’ ün %55’ ini bağlar (70,74). T3 ve T4 için yüksek afinitesi sayesinde dolaşımdaki tiroid hormonlarının %70-80’ inin taşınmasından sorumludur. Tiroid hormonlarına afinitesi en fazla olan taşıyıcı protein TBG’ dir; ancak bağlama kapasitesi düşüktür. Albüminin ise afinitesi oldukça düşüktür, buna karşılık bağlama kapasitesi en fazla olanıdır. T4 albumine T3’ den daha iyi bağlanır. Albuminden T4 ve T3’ ün süratle ayrılması, albuminin dokular için serbest hormonların başlıca kaynağı olmasını sağlar. Bu proteinlerin üçü de karaciğerde sentezlenir. Bu taşıyıcı proteinler T4’ ün %99.97 ve T3’ ün ise %99,7 kadarını bağlar. T4’ ün T3’ e veya rT3’ e çevrimi, tiroid hormonlarının biyolojik aktivitesinin belirlenmesinde asıl önemli düzenleyici basamaktır (66,68,70). TĐROĐD HORMOLARII FĐZYOLOJĐK ETKĐLERĐ T3’ ün hücre içi tiroid hormon reseptörlerine karşı yüksek bağlanma afinitesi vardır. Sonuçta reseptörlere bağlanan tiroid hormonlarının yaklaşık %90’ ı T3, yalnızca % 10’ u T4’ tür. Tiroid hormon reseptörleri ya DNA genetik ipliklerine bitişik veya hemen onlara yakın bulunur. Tiroid hormonuyla bağlanınca reseptörler aktif hale gelir 30 ve transkripsiyon olayını başlatır. Sonra çok sayıda farklı tiplerde haberci RNA oluşur. Bunu izleyen birkaç dakika ile saatler içinde ise yüzlerce yeni protein tipleri oluşturmak üzere sitoplazmik ribozomlarda RNA translasyonu gözlenir (70,75). Tiroid hormonlarının genomik etkileri çeşitlidir. Bunlar arasında doku büyümesi, beynin olgunlaşması, kısmen Na-K ATP’ az aktivitesindeki artışa bağlı ısı üretiminde ve oksijen tüketiminde artış ile beta adrenerjik reseptörlerde artış sayılabilir (64,69). Bununla birlikte nongenomik reseptörler (plazma membranı ve mitokondrial reseptörler) ile ilgili etkiler gittikçe tanınmakta olup, özellikle kalp, iskelet kası ve beyin gibi spesifik dokularda önemli olmaları muhtemeldir (64). Fetal gelişim üzerine etkileri: Tiroid ve ön hipofizdeki TSH sistemi insan fetüsünde 10–11. haftada görev yapmaya başlar. Plasentanın yüksek Tip 3 5’deiyodinaz içeriği nedeniyle, anne T3 ve T4’ ünün çoğu plasentada inaktivasyona uğrar ve çok az serbest hormon fetüse ulaşır. Böylece, fetüs büyük oranda kendi tiroid salgısına bağımlıdır. Oksijen tüketimi, ısı üretimi ve serbest radikal oluşumuna etkileri: T3 beyin, dalak ve testis hariç bütün dokularda O2 tüketimini ve ısı üretimini arttırır. Bu etkileri bazal metabolik hızdaki artışa katkıda bulunur. Süperoksit dismutaz seviyelerini azaltarak serbest radikal üretiminde artışa neden olur. Kardiyovasküler etkiler: Kalp üzerinde pozitif inotropik ve kronotropik etkileri vardır. Bu sayede hipertiroidizmde kalp debisi ve kalp atım sayısı artarken hipotiroidizmde tersi olur. Sempatik etkileri: Tiroid hormonları kalp ve iskelet kaslarında, yağ dokusunda ve lenfositlerde beta adrenerjik reseptör sayısını artırırken, kalp kasında alfa adrenerjik reseptörleri azaltır. Ayrıca postreseptör seviyede katekolamin etkisini arttırır. Böylece katekolaminlere hassasiyet hipertiroidizmde artar. Pulmoner sisteme etkileri: Solunum merkezinde hipoksi ve hiperkapniye normal cevabı devam ettirir. Şiddetli hipotiroidizmde hipoventilasyon görülür. Hematopoetik etkileri: Hipertiroidizmde O2 için hücre ihtiyacının artması eritropoetin üretiminde ve eritropoezde artışa yol açar. Ancak eritrosit sayısı ve hematokrit, hemodilüsyon ve eritrosit dönüşümündeki yükselmelerin etkisiyle artmaz. 31 Tiroid hormonları eritrositlerdeki 2,3 difosfogliserat içeriğini arttırararak, hemoglobinden O2 ayrılmasını kolaylaştırır. Gastrointestinal etkiler: Tiroid hormonları barsak motilitesini uyarır. Bu sebepten hipertiroidizmde motilite artar ve diyare oluşabilirken hipotiroidizmde tersi görülür. Đskelet sistemine etkileri: Tiroid hormonları kemik dönüşümünü uyararak, kemik yıkımını ve daha az olarak kemik yapımını arttırır. Bu etkilerle uzun süreli hipertiroidizmde osteopeni, hafif hiperkalsemi ve hiperkalsiüri görülür. Đdrarda hidroksiprolin ve piridinolin artar. öromüsküler etkileri: Tiroid hormonları birçok yapısal proteinin yapımını arttırırsa da, hipertiroidizmde protein dönüşümü artarak kas dokusunda kayıp veya miyopati meydana gelir. Ayrıca, kasın kasılma ve gevşeme hızında artış vardır. Böylece hipertiroidizmde hiperrefleksi, hipotiroidizmde tersi görülür. Tiroid hormonları merkezi sinir siteminin normal gelişmesi ve görevi için gereklidir. Fetal dönemde yetersizliği mental retardasyona yol açar. Erişkinlerde hipertiroidizmde hiperaktivite ve hipotiroidizmde hipoaktivite göze çarpar. Karbonhidrat, lipid ve protein metabolizmasına etkileri: Tiroid hormonları karbonhidrat metabolizmasını hemen her yönüyle uyarır. Bunlar glukozun hücreler tarafından tutulmasında artma, glikolizde artma, glikoneojenezde ve glikojenolizde artma, barsaklardan glukoz ve galaktoz emiliminde artma, insülin salgılanmasında artma ve insülin parçalanmasında artmadır. Sonuç olarak hipertiroidizmde DM ağırlaşabilir (64,66). Kolesterol yapım ve yıkımı tiroid hormonları tarafından arttırılır. Son etki daha baskın olduğundan hipertiroidizmde hipokolesterolemi, hipotiroidizmde hiperkolesterolemi görülür. Tiroid hormonları fizyolojik seviyelerde protein sentezini arttırır ve nitrojen atılımını azaltırken, yüksek dozlarda tiroksin plazma, karaciğer ve kas dokusunda serbest aminoasit düzeylerini arttırır (64). Endokrin etkileri: Tiroid hormonları çeşitli hormon ve farmakolojik ajanların metabolizma ve klirenslerini arttırabilir. Hipertiroidik diyabetiklerde insülin ihtiyacı artar. Normal LH ve FSH salgılanması için tiroid hormonları gereklidir (66). Oral glikoz yüklemesinde, bozulmuş açlık glukozundan, aşikar diyabete varan klinik tablolar görülebilir. Plazma insülin düzeylerinde artış vardır. Önceden var olan diabetes 32 mellitusun tirotoksikoz ile şiddetlendiği görüllebilir. Gerek hipertiroidizm ve gerekse hipotiroidizmde ovulasyon bozulabilir ve tedavi ile düzelen kısırlık oluşabilir (64,75). Vitamin metabolizmasına etkileri: Tiroid hormonları koenzimler ve vitaminler için ihtiyacı arttırır. Tirotoksik koşullarda, tiamin, riboflavin, vitamin B12 gibi suda erir vitaminlere ihtiyaç artar ve bunların doku seviyeleri azalır. Yağda eriyen vitaminlerin metabolizması da etkilenir. Vitamin A’ nın karotenden üretimi için gereklidir. Hipotiroidizmde serum karoten düzeyleri yüksektir ve deriye sarımsı bir renk verir. Vitamin A eksikliğinin klinik belirtileri olabilir. Hipertiroidizmde ise vitamin A ihtiyacı arttığından doku düzeyleri azalabilir (64,66,67,69). TĐROĐD BEZĐ FOKSĐYOUU REGÜLASYOU Tiroid fonksiyonunun en önemli regülatörü TSH’ dır. TSH ve tiroid hormonları arasında negatif “ feed back” mekanizması mevcuttur. TSH molekül ağırlığı 28 000 olan glikoprotein yapıda bir ön hipofiz hormonudur. TSH tiroid bezine iyodun taşınması, oksidasyonu, organik bağlanması, iyodotirozinlerin birleşmesi ve tiroid hormonlarının kana verilmesini stimüle eder. TSH’ ın arttığı koşullarda tiroid follikül hücresi hiperplaziye uğrar ve vaskülarizasyonu artar (64,68,69,70). Tiroid fonksiyonlarının ayarlanmasında diğer bir mekanizma tiroidin otoregülasyonudur. Otoregülasyon hipofizer TSH’ dan bağımsız, iyot içeriğindeki değişikliklere uyum sağlayarak tiroid bezinin fonksiyonunu değiştirebilme yeteneğidir (64). HĐPOTĐROĐDĐZM Hipotiroidi, tiroid hormonlarının eksikliği veya etkisizliği sonucu ortaya çıkan bir sendromdur ve metabolizmanın yavaşlaması ile karakterlidir. Subklinik şekilde olabileceği gibi acil tedaviyi gerektiren miksödem koması şeklinde kendini gösterebilir (74,76). Hipotiroidi bebeklikte (kretinizm) ve çocukluk çağlarında (juvenil hipotiroidizm ve jüvenil miksödem) ortaya çıktığında büyüme ve gelişme geriliğine yol açar, erken tanı ve zamanında tedaviye başlanması gerekir . Hipotiroidi primer tiroid patolojisine bağlı olarak (primer hipotiroidi) veya hipofiz hastalığı nedeniyle (sekonder hipotiroidi) veya hipotalamustaki bozukluktan (tersiyer hipotiroidi) ileri gelebileceği gibi nadiren de, tiroid hormonlarının periferik etkisizliğine bağlı olarak ortaya çıkabilir (77,78). 33 HĐPOTĐROĐDĐ SEBEPLERĐ ( 76,77) PRĐMER • Otoimmün hipotiroidizm: Hashimoto tiroiditi, atrofik tiroidit • Đatrojenik I131, subtotal veya total tiroidektomi, boyuna eksternal ışın tedavisi (lenfoma, kanser) Đlaçlar: iyotlu kontraslar, amiodaron. • Konjenital hipotiroidi: tiroid glandının olmaması veya ektopik tiroid bezi, dishormojenezis, TSH mutasyonu • Đyot eksikliği • Đnfiltratif hastalıklar • Geçici Sessiz tiroidit, postpartum tiroidit Subakut tiroidit Đntak tiroidi olan kişilerde tiroksin tedavisinin ani kesilmesi I131 tedavisi veya subtotal tiroidektomi SEKONDER Hipopitüitarizm: tümörler, hipofiz cerrahisi veya ışınlanması, infiltratif • hastalıklar, sheehan sendromu, travma Đzole TSH eksikliği • TERSĐYER • Hipotalamik hastalıklar: tümörler, travma, infiltratif hastalıklar • Đdiyopatik Hipotiroidinin geçici tipinin de oluşu tedavi yönünden önem taşır. Hipotiroidi, hastanın esas sorunu olabileceği gibi, daha ciddi prognoz taşıyan hipofiz veya hipotalamusu ilgilendiren başka bir hastalığın sonucunda da gelişebilir. Hipotiroidili bir hastanın hipotalamo-hipofizer eksene ait belirtiler gösterip göstermediği özellikle incelenmeli, tiroid hastalığı geçirip geçirmediği, tiroidi baskılayan ilaç alıp almadığı soruşturulmalıdır (76). Vakaların yaklaşık %99’ unu primer hipotiroidi oluştururken, %1’ den azı santral hipotiroididir (65). Çok nadir olarak tiroid hormonlarına periferik direnç 34 nedeniyle hipotiroidi oluşabilir. Karakteristik olarak tiroid hormonları (T3 ve T4 ) yüksektir (diğer hipotiroidilerin aksine) ve TSH’ da yüksektir (Refetoff sendromu) veya azalmamıştır (76,77,78). Amiodaron, yüksek iyot içeriği nedeniyle hastaların yaklaşık %8’ inde klinik olarak önemli hipotiroidiye sebep olur. %17’ sinde asemptomatik olarak TSH’ da ılımlı yükseklik olur. Đnterferon-alfa tedavisi hastaların %6’ sında tiroid disfonksiyonuna sebep olur. Kesildikten sonra vakaların yarısından fazlasında spontan düzelme görülür (71). HĐPOTĐROĐDĐ KLĐĐK BELĐRTĐLERĐ Hipotiroidide hidrofilik glikozaminoglikanların yıkımı azalır ve bunlar ara dokuda birikmeye başlayarak interstisyel ödeme yol açarlar. Hastalık tedavi edilmezse su tutulur. PAS pozitif musinöz bir ödem gelişir. Bu derinin şiş, soluk ve kaba bir görünüm almasına yol açar (miksödem). Miksödem gode bırakmaz göz çevresinde, el ve ayakların sırt kısımlarında ve supraklaviküler fossada belirgindir. Saç ve beden kılları kurur, çabuk kırılır ve büyümeleri yavaşlar. Karotenin vitamin A’ ya dönüşümünün azalması derideki solukluğa ilaveten sarımtırak bir rengin belirmesine sebep olur (65,66,77,78). Santral sinir sisteminin (SSS) gelişimi için tiroid hormonları gereklidir. Fetal hayatta veya neonatal dönemde eksiliği beyin gelişiminin duraklamasına yol açar. Kortikal nöronlarda hipoplazi myelinizasyonda gecikme ve damarlanmada azalma ile karakterlidir. Postnatal dönemde erken olarak eksikliği düzeltilmezse irreverzibil zedelenme gelişir. Erişkin yaşta başlayan hipotiroidide SSS’ deki belirtiler daha siliktir, tiroid hormonuyla tedaviye cevap verir; intellektüel fonksiyonlarda genel yavaşlama karakteristiklerinden biridir. Letarji ve somnolans eksiklik şiddetlendikçe belirginleşir. Aşırı soğuğa maruz kalma, infeksiyon, travma, ilaçlar ile stupor ve müdahale edilmezse miksödem koması gelişebilir (78). Kardiyovasküler sistemde pozitif inotropik ve kronotropik etkilerin kaybolması atım hacmini ve hızını azaltır (bradikardi), periferik rezistans artar, kan akımı düşer, bu O2 kullanımındaki azalmayla orantılıdır. Deriye azalan kan akımı solukluğa ve soğukluğa katkıda bulunur. Durum konjestif kalp yetmezliğine benzemekle beraber farklıdır, hipotiroidide egzersizle kalp debisi artar, periferik rezistans azalır. Hipotiroidide koroner arter hastalığı insidansı konusunda değişik görüşler bulunmakla 35 beraber, otopsi çalışmalarında hipotiroidide hiperkolesterolemi yanında hipertansiyon da varsa, koroner arter aterosklerozuna zemin hazırladığı, normotensif hipotiroidilerle kontrol grubu arasında fark bulunmadığı bildirilmektedir. Hipertansiyon hipotiroidili hastaların %10-20’ sinde görülür. Hipotiroidili hastalar tiroid hormonu ile replasman tedavisine alındıklarında sıklıkla angina pektoris ortaya çıkmakta veya mevcut ise şiddetlenmektedir. EKG’ de sinüs bradikardisi, P-R uzaması, voltaj düşüklüğü, ST segment değişiklikleri ve düzleşmiş veya negatifleşmiş T dalgaları gözlenir. A–V tam blok ortaya çıkabilir. EKO’ da perikardiyal sıvı, sistolik kontraksiyonda uzama gözlenir. Serum CPK, AST, LDH seviyeleri artabilir (77,78). Maksimal solunum kapasitesi ve difüzyon kapasitesi azalmıştır. Şiddetli hipotiroidide solunum adelelerinin miksödemli infiltrasyonu ve solunum merkezinin depresyonu alveolar hipoventilasyona ve karbondioksit retansiyonuna yol açar. Obstrüktif uyku apneleri oldukça sıktır. Đştah azalır. Azalmış besin alımı ve barsak peristaltizminin azalması kabızlığın nedenini oluşturur. Fekal impaksiyona yol açabilir; karnın gazla distansiyonu gelişebilir. Karsino embriyojenik antijen hipotiroidi nedeniyle artabilir; asid nadirdir (76). O2 ihtiyacının azalması total eritrosit seviyesinde ve eritropoetin yapımında azalma meydana getirir. Normokrom, normositik anemi gelişebilir. Vakaların 1/3’ ünde gastrik paryetal hücre antikoru tespit edilmekte, %12 vakada klinik belirgin pernisyöz anemi gözlenmektedir. Belirgin anemisi olmayanlarda bile B12 seviyesi düşük bulunmakta ve intrensek faktör vermekle düzelmektedir. Diğer taraftan B12 eksiliği ve malabsorbsiyondan ileri gelen folat yetmezliğine bağlı makrositer anemi gösterenlerin %11,7–14,7 ’sinde belirgin veya subklinik hipotiroidi tespit edilmiştir. Menoraji ve demir absorbsiyon bozukluğuna bağlı hipokrom, mikrositer anemi de gelişebilmektedir. Lökosit ve trombosit sayısı normal, trombosit adesivitesi bozulmuş olabilir (76,78). Hipotiroidide renal kan akımı ve glomerüler filtrasyon hızı azalmıştır. Üre, kreatinin ve elektrolitler genellikle normaldir. Hiperürisemi görülebilir (ekskresyonun azalmasından) orta derecede proteinüri bulunabilir. Hastaların bir kısmında hiponatremi oluşmaktadır (uygunsuz ADH sekresyonuna bağlanmaktadır). Su ekskresyonunda da gecikme vardır. Hidrofilik birikim nedeniyle total beden suyu artmıştır, bu da hiponatremide rol oynar. Tiroid hormonları kemiğin normal maturasyonu için gereklidir. Epifizer disgenezis, lineer büyümede yavaşlama, oransız bir kısa yapı, ekstremitelerin gövdeye 36 oranla aşırı kısalığı ortaya çıkar. Kemik yaşı kronolojik yaşa göre daima geridir. Serum kalsiyum ve fosforu normaldir. Alkalen fosfataz, infantil ve jüvenil hipotiroidide karakteristik olarak düşüktür. Kas krampları, myaljiler ve adale sertleşmesi sık şikayetler arasındadır. Tendon reflekslerinde relaksasyon fazı uzamıştır. Serum kreatinin fosfokinaz seviyesi olağan olarak artmıştır ve izoenzim çalışmaları adale kökenli olduğunu göstermektedir. Artralji, eklemlerde sertleşme ve eklem sinovyalarında kalınlaşma ve effüzyonlar görülebilir ve daha ziyade diz, el ve ayakların küçük eklemlerinde gözlenir (76). Enerji metabolizmasında yavaşlama O2 tüketiminde azalmaya, bazal metabolizmanın düşmesine, iştah kaybolmasına, bazal beden ısısının azalmasına, soğuk intoleransına sebep olur. Protein sentezinde ve degradasyonunda azalış mevcuttur. Sentez azlığı kemik ve yumuşak dokularda büyüme duraklamasına yol açar. Proteinüri gelişebilir. Serum total proteini ve albümini degradasyondaki yavaşlama nedeni ile artmış bulunur. Oral glukoz tolerans testi karakteristik olarak yassıdır ve insülin cevabı gecikmiştir. Glukoz absorbsiyonu yavaşlamıştır, intravenöz verilen glukozun plazmadan kaybolması gecikmektedir (dokuların glukoz alışının yavaşladığını gösterir). Đnsülin degradasyonu da normalden yavaştır, eksojen insüline duyarlılık artmıştır. Diyabetik hastalarda hipotiroidi gelişirse insülin ihtiyacı azalmaktadır (76). Kolesterol yüksekliği primer hipotiroidide en sık rastlanılan bulgulardan biridir (sekonderde görülmez). Trigliseritlerde de artış olabilir. LDL yükselmiş, HDL kolesterol ve serbest yağ asitleri azalmıştır. Her iki cinste de tiroid hormonları seksüel gelişim ve üreme fonksiyonunu etkiler. Prepuberter hipotiroidi pubertenin başlamasını geciktirir; kızlarda puberte sonrası anovulatuar sikluslar izlenir. Paradoks olarak primer hipotiroidide puberte prekoks ve galaktore ile birlikte de bulunabilir. Anovulatuar siklus ve infertilite sıktır; ancak gebelik görülebilir. Uzun süren hipotiroidide sekonder hipofizer yetmezlik gelişebilir. Bu da ovaryumda atrofi ve amenoreye yol açar. Erkeklerde hipotiroidizmde libido azalır, oligospermi ve impotans gelişebilir. Androjenlerin sekresyonu azalır. Uzun süren hipotiroidide testislerde atrofi gözlenir (77). 37 HĐPOTĐROĐDĐ TAISI Hipotiroidi tanısı klinik bulguların laboratuarda doğrulanması ile konur. Yüksek TSH ile düşük serbest tiroksin(sT4) primer hipotiroidizmde tanısal değer taşır. Serum T3 düzeyleri ise tanıda faydalı değildir. Çünkü hafif hipotiroidizmde sıklıkla normaldir. Tiroid dışı hastalıkların sebep olduğu hasta ötiroid sendromda ise belirgin derecede düşüktür ve yanlışlıkla hipotiroidizm tanısına sebebiyet verebilir. Serum rT3 düzeyleri hipotiroidide düşük, tiroid dışı hastalıklarda genellikle yüksektir. Sekonder (hipofizer) ve tersiyer (hipotalamik) hipotiroidizmde TSH seviyesi normal veya azalmış, total T4 veya sT4 düzeyleri normalin altındadır. Tiroid hormonlarına direnç hallerinde ise tiroid hormonları yüksek, TSH da yüksek veya azalmamıştır (76,77). TĐROTOKSĐKOZ VE HĐPERTĐROĐDĐZM Tirotoksikoz, dokuların tiroid hormonlarının aşırı miktarına maruz kalmasıyla oluşan spesifik metabolik ve organların işlevlerindeki fizyopatolojik değişiklikleri ifade eden bir terimdir (71,79). Hipertiroidizm ise, tiroid bezinden tiroid hormonlarının aşırı miktarda yapılması ve salınması anlamına gelir. Örneğin tiroid hormonunun aşırı alınması tirotoksikoza sebep olur, fakat böyle bir hasta hipertiroid olarak tanımlanmayacaktır (hipertiroidisiz tirotoksikoz). Tirotoksikozlu bir hastada hipertiroidi bulunup bulunmadığının belirlenmesi tedavi yönünden önemlidir. Çünkü tiyonamid tedavisi ve ablatif (I 131 ve tiroidektomi) tedavi yöntemleri hipertiroidi durumlarının tedavisinde kullanılır (79). Tiroid’de radyoaktif iyot uptake’ i hipertiroidizmde normalden yüksek, diğer tirotoksikoz hallerinde normalden düşüktür. Tirotoksikozun en sık sebebi Graves hastalığı olup olguların %60-90’ını oluşturur. Diğerlerinin görülme sıklığı şu sıraya göredir: Toksik tiroid nodülleri, tiroidit, tirotoksikoz faktisiya, iyodun sebep olduğu tirotoksikoz, insan koryonik gonadotropini (HCG) ve TSH’ ın sebep olduğu tirotoksikoz (77,78,80,81). 38 Tirotoksikoz Sebepleri (79,80,81) : 1-Tiroid hormon yapımının artmasına bağımlı (hipertiroidili) • Graves hastalığı (toksik diffüz guatr) • Haşitoksikoz • Trofoblastik hastalıklar (Hidatiform mol, koriyokarsinom) • Toksik adenom • Toksik multinodüler guatr • Uygunsuz TSH salgısı: TSH salgılayan ön hipofiz adenomu, tiroid hormonuna doku direnci • Aşırı iyodun sebep olduğu tirotoksikoz (Jod-Basedow fenomeni) • Fonksiyonel tiroid kanseri 2-Tiroid hormon yapımının artmasına bağımlı olmayan (hipertiroidisiz) • Tirotoksikoz faktisiya (tiroid hormonu veya dokusunun fazlaca alınması) • Subakut tiroidit • Sessiz tiroidit • Ektopik tiroid dokusu (struma ovari, foliküler Ca metastazı) Tirotoksikozun Belirti ve Semptomları (Azalan sıklıkta) (70) : Semptomlar: Belirtiler: Hiperaktivite, irritabilite, disfori Taşikardi; yaşlılarda atrial fibrilasyon Sıcak intoleransı ve terleme Tremor Çarpıntı Guatr Yorgunluk ve zayıflık Sıcak, nemli cilt Artmış iştahla birlikte kilo kaybı Kas zayıflığı, proksimal miyopati Diare Göz kapağı retraksiyonu veya geri kalması Poliüri Oligomenore, libido kaybı Yaşlılarda tirotoksikozun belirti ve bulguları maskelenmiş olabilir ve hastalarda başlıca belirtiler yorgunluk ve kilo kaybı olabilir. Buna ‘apatetik hipertiroidizm’ ismi verilir. Tirotoksikoz artan iştaha rağmen açıklanamayan kilo kaybına sebep olabilir. Bununla birlikte iştah artımına bağlı kilo artışı hastaların %5-10’unda görülür. Diğer 39 göze çarpan belirtiler, hiperaktivite, sinirlilik, huzursuzluk ve kolay yorulmadır. Uykusuzluk ve konsantrasyon bozukluğu sıktır. Yaşlılarda apatetik hipertiroidizm depresyonla karıştırılabilir (76). Đnce tremor çok sık görülen bir bulgudur. Sık görülen nörolojik bulgular hiperrefleksi, kas erimesi ve fasikülasyonsuz proksimal myopatidir (80). En sık rastlanılan kardiyovasküler bulgu sinüs taşikardisi olup, ekseri çarpıntı hissi ile birliktedir. Yüksek kalp debisi nabız basıncının artmasına, sıçrayıcı nabıza ve aortik sistolik üfürüme sebep olur ve yaşlılar ile önceden kalp hastalığı olanlarda anjinaya veya kalp yetmezliğine yol açabilir. Atrial fibrilasyon yaşı 50 den fazla olan hastalarda daha sık görülür. Tirotoksik durumun tedavisi hastaların yarısından daha azında atrial fibrilasyonu normal sinüs ritmine geri döndürür. Bu, geri kalan hastalarda altta yatan bir kalp hastalığı olduğunu düşündürür (76,80). Deri genellikle ılık ve nemlidir. Hastalar terleme ve sıcağa tahammüsüzlükten şikayet eder. Saçlar ince ve yumuşaktır. Gastrointestinal geçiş zamanının kısalmasına bağlı sıklıkla hiperdefekasyon bazen diare ve ara sıra hafif steatore olabilir. Kadınlarda oligomenore veya amenore, erkeklerde ise seksüel işlev bozukluğu ve jinekomasti görülebilir. Tiroid hormonlarının kemik rezorbsiyonunu artırmaları uzun süreli tirotoksikozda osteoporoza sebep olur. Hafif hiperkalsemi vakaların %20 kadarında görülebilir, ancak hiperkalsiüri daha sıktır (79,80). Tirotoksikozun birçok belirti ve bulgusu katekolamin fazlalığını akla getirir: terleme, taşikardi, tremor, canlı bakış. Dolaşımdaki katekolamin düzeyleri normaldir. Ancak dokularda katekolaminlere aşırı duyarlılık vardır (76). GRAVES HASTALIĞI Graves hastalığı tirotoksikozun en sık görülen nedenidir. Vakaların %60-90’ ını oluşturur. Prevalans toplumlar arasında iyot alımına bağlı olarak değişir. Đyot alımının yüksek olduğu bölgelerde prevalans artar. Kadınlarda daha sıktır. Kadınlarda %2 sıklıkta görülürken erkeklerdeki sıklığı bunun onda biri kadardır. Her yaşta görülebilirse de en sık 20–50 yaşlar arasında görülür (76,79,80). Canlı bakışa sebep olan üst göz kapağı çekilmesi (retraksiyon) her sebepten tirotoksikozda meydana gelebilir ve sempatik sinir sistemi hormonlarına aşırı 40 duyarlılıktan kaynaklanır. Graves hastalığı, ‘graves oftalmopatisi’ (infiltratif oftalmopati) denilen spesifik göz bulguları ile birliktedir. Oftalmopatinin en erken belirtileri gözlerde batma hissi, ağrı ve aşırı yaşarmadır. Hastaların 1/3’ ünde egzoftalmus görülür (76,79,80). Hastaların %10 kadarında toksik diffüz guatr olmaksızın sadece infiltratif oftalmopati görülür. Buna ötiroid Graves hastalığı (tiroid ilişkili oftalmopati) denilir. Bunların çoğunun otoimmün hipotiroidizmi veya tiroid antikorları vardır (80). DĐĞER TĐROTOKSĐKOZ EDELERĐ Toksik adenomlarda ve toksik multinodüler guatrda, tirotoksikoz tiroidden otonom bir biçimde aşırı hormon salgısı sonucunda gelişir. Trofoblastik hastalıklarda ise salgısı artan hCG, TSH reseptörlerini uyararak hipertiroidizme yol açmaktadır. hCG’nin TSH reseptörlerine düşük afinitesi olsa da çok yüksek serum seviyelerinde tirotoksikoza sebep olabilir (79,80). Jod-Basedow da hipertiroidinin düşük iyot alımı ile baskı altında tutulduğu kişilerde fazla iyot alımı sonucunda ortaya çıkar (81). Hashitoksikozis genellikle kabul edilen biçimiyle, aynı tiroid bezinde hem kronik tiroidit, hem de Graves hastalığının bulunduğunu belirten bir terimdir. TSH salgılayan hipofiz adenomu ve tiroid hormonuna direnç durumunda uygunsuz TSH salgısından bahsedilmektedir. Tirotoksikozis faktisiya dışardan tiroid hormonu alımına bağlı gelişen tirotoksikozdur. Tiroid hormonu ilaç şeklinde alınmış olabileceği gibi, ABD’ de görülmüş olan hamburger epidemisinde olduğu gibi hayvanların tiroid dokusu içeren boyun bölgesi etlerinin fazla miktarda yenmesi yoluyla da alınabilir.Tiroiditlerin (subakut tiroidit, sessiz tiroidit, kronik tiroidit) gidişi sırasında görülen tirotoksikoz, tiroiddeki inflamasyon nedeniyle folikül epiteli bütünlüğün bozulmasına bağlıdır. Bu şekilde tiroid hormonları ve iyodoproteinler folikül dışına sızar ve dolaşıma geçer (78,79). Ektopik tiroid hormonu salgısı struma ovari adı verilen over tümörlerinden ve foliküler tiroid karsinomunun tiroid dışındaki metastazlarından yapılabilir ve hipertiroidisiz tirotoksikoza yol açabilir (71,79). 41 SUBKLĐĐK TĐROĐD HASTALIKLARI Subklinik tiroid hastalığı, tiroid hormonlarının normal sınırlar içinde bulunması yanında, serum TSH düzeyinin laboratuar normal sınırlarının dışında tespit edilmesi olarak tarif edilebilir. Subklinik tiroid hastalıkları, aşikar tiroid hastalıklarına dönüşme riski taşırlar. SUBKLĐĐK HĐPOTĐROĐDĐZM Subklinik hipotiroidizm, hipotiroidizmin belirti ve bulgularının olmadığı veya hafif olduğu sırada, serum TSH değerinin normalin üst sınırının üzerinde, serbest T4 ve T3 düzeyinin ise normal sınırlar içinde bulunmasıdır (82-85). Subklinik hipotiroidizm nedenleri: • Kronik lenfositik tiroidit (Hashimoto tiroiditi) • Tedavi altındaki Graves hastalığı (antitiroid ilaç tedavisi, radyoaktif iyot tedavisi, cerrahi) • Hipotiroidizmin yetersiz tedavisi • Đlaçlar (lityum, iyot, amiodaron, iyot içeren diğer ilaçlar, kontrast maddeler) • Boyuna radyoterapi • Đyileşmekte olan subakut tiroiditler (subakut granülomatöz tiroidit, sessiz tiroidit) Subklinik hipotiroidizm dışı TSH yüksekliği nedenleri: • Tiroid dışı hastalıklar • Pulsatil TSH salınımı • Heterofil antikorlar • Metoklopropamid, domperidon • TSH salgılayan hipofiz adenomu • Laboratuar hatası Subklinik hipotiroidizm, sık rastlanan bir hastalıktır. Sıklık, seks, yaş ve iyot alımına göre %1,3–17,5 arasında değişir. Sıklığı kadınlarda daha fazladır. Yaşla sıklığı artış gösterir (82). Whickam çalışmasında, tüm kadınların %8’ i; 55 yaş üstü kadınların %10’ u ve erkeklerin %3’ ünde subklinik hipotiroidizm tespit edilmiştir (76). 42 ABD’ de bilinen tiroid hastalığı olmayan yetişkinler arasında subklinik hipotiroidi prevelansı %4–8,5 arasındadır. Prevelans yaşla artmakta ve 60 yaş üstü kadınlarda %20’ lere ulaşmaktadır (85). Oniki yaş üstü 17,353 kişinin TSH, T4 ve antitiroid antikorlarının tarandığı NHANES III çalışmasında, %4,6 oranında hipotiroidizm bulunmuştur. Bu sayının %0,3’ü klinik hipotiroidizm, %4,3’ ü ise, subklinik hipotiroidizmden oluşmaktadır. Kadınlarda ve 60 yaş üstünde daha sık olmakla beraber, 74 yaş üstünde kadın (%21) ve erkek (%16) subklinik hipotiroidizm sıklığı birbirine yakın oranlardadır. Hastaların yaklaşık %75’inde, hipotiroidizm hafif derecede tespit edilmiştir (TSH 5-10mIU/L) (76,85). SUBKLĐĐK HĐPOTĐROĐDĐZMĐ SOUÇLARI Subklinik hipotiroidizm, genellikle belirti vermez veya çok az belirti gösterir. Halsizlik yorgunluk gibi subjektif yakınmalar daha fazladır. Bazı araştırmacılar, subklinik hipotiroidi için toplum taraması tavsiye etmekle beraber, çoğu, böyle bir araştırmanın gereksiz ve pahalı olduğunu savunmaktadır. Gebelikte, tanısı konulmamış hipotiroidinin, fetusun nöropsikiyatrik gelişmesi üzerine olumsuz etkisi ve annede hipertansiyon ve toksemi yaratma ihtimali olacağından, gebelik öncesi ve sırasında hipotiroidi taraması yapılmalıdır. Ayrıca subklinik hipotiroidizmin ovulasyon kusuru yaratacağı bilindiğinden, infertilite araştırmasına TSH eklenmelidir (82,83,84,85). Subklinik hipotiroidizm, klinik hipotiroidi gelişmesi bakımından önemli bir risk faktörü olarak kabul edilmiştir (83,85). Subklinik hipotiroidili olguların yılda %2-5’ i aşikar hipotiroidiye gitmektedir. Başlangıç TSH seviyesi 10mIU/L’ den yüksek olan hastalarda hipotiroidi riski daha fazladır. Subklinik hipotiroidizm, sistemik hipotiroidizm semptomları gösterebilir ve tedavi ile semptomlarda iyileşme görülebilir. Başlangıç TSH değeri 5-10mU/L olan hastalarda, TSH değeri >10mU/L olan hastalara göre tedavinin semptomları iyileştirici etkisi daha azdır. Tedavi öncesi ve sonrası kavrama ve hafıza fonksiyonlarının araştırıldığı çalışmalarda, tiroksin tedavisi sonrası anlamlı iyileşme olduğu gösterilmiştir (76). Geniş katılımlı çalışmalarda serum kolesterol seviyesi ile TSH arasında iyi bir korelasyon saptanmıştır. TSH yükselmesi kolesterol yüksekliği ile beraberdir. TSH seviyeleri tiroid hormonuyla düzeltildiği zaman kolesterol seviyeleri de normale dönmektedir. Subklinik hipotiroidizmde, TSH değeri >10 mU/L olan hastalarda 43 tedavinin lipid düzeylerine faydalı etkilerinin, TSH düzeyi <10mU/L olan hastalara göre daha belirgin olması beklenmelidir(82). Bazı çalışmalarda, sol ventrikül relaksayon zamanında yavaşlama, istirahat sırasında vasküler tonus ve eforda sol ventrikül sistolik disfonksiyonu artışı tespit edilmiştir. Subklinik hipotiroidizm, kesin kanıt olmamakla birlikte anksiyete, depresyon ve bipolar hastalık seyrinde kötüleşmeye neden olabilir (76). TSH >10mU/L olan subklinik hipotiroidizmde, replasman tedavisi başlanması konusunda görüş birliği vardır (85). TSH seviyesi 5–10 mIU/L olan hastalarda ise yıllık TSH takibi yeterli bulunmakta ancak takipte TSH 10mIU/L’ nin üzerine çıktığında tedavi önerilmektedir (82). SUBKLĐĐK HĐPERTĐROĐDĐZM TSH düzeyini düşüren tiroid dışı bir hastalığın veya ilacın tespit edilmediği şartlarda, düşük TSH düzeyine rağmen serbest T4 ve T3’ ün normal sınırlar içinde bulunması haline, subklinik hipertiroidizm adı verilir (76,82,85). Subklinik hipertiroidizm tanısı konulmadan önce, en az iki defa TSH analizi yapılmalı ve TSH düşüklüğüne yol açabilen diğer nedenler gözden geçirilmelidir (76). Subklinik hipertiroidizm nedenleri : • Graves hastalığı • Sessiz / postpartum tiroidit • Multinodüler toksik guatr • Otonom toksik nodül • Levotiroksin tedavisi Diğer düşük TSH nedenleri : • Ötiroid hasta sendromu • Đlaçlar (dopamin, kortikosteroidler) • Hipofiz hastalığı • Gebeliğin ilk 3 ayı • Laboratuar hatası 44 NHANES III çalışmasında, subklinik hipertiroidizm prevelansı, TSH alt limiti 0,4 mU/L alındığında %3,2 (erkeklerde1,8; kadınlarda 4,4); 0,1 mU/L alındığında, %0,7 bulunmuştur (76). Sıklığı %0,6 – 16 arasında değişmektedir. Prospektif çalışmalar subklinik hipertiroidi vakalarının %50’ sinde 1 – 4 yıl içerisinde TSH seviyesinin yükseldiğini, %35’ inde değişmediğini, %15 vakada ise aşikar hipertiroidi geliştiğini göstermektedir. Yılık hipertiroidiye gidiş %5 olarak saptanmıştır. Subklinik hipertiroidizm sadece bir laboratuar bozukluğu olarak nitelendirilmemelidir. Üç nedenle bu tablo önemlidir: Aşikar hipertiroidiye gidiş, kardiyak etkileri, iskelet etkileri. Framingham çalışmasında 10 yılık takipte subklinik hipertiroidili hastalarda atriyal fibrilasyon kümülatif sıklığı %28 olarak hesaplanmıştır. Prospektif çalışmalarda TSH seviyesinin 0,1 mIU/L’ den düşük olduğu durumlarda riskin önemli ölçüde arttığını doğrulamaktadır Endocrinologist) önerisi: (82). AACE Hipertiroidizm (American Association semptomları, atriyal of Clnical fibrilasyon, açıklanamayan kilo kaybı ve osteopeni varsa tedavi önermektedirler. Tedavi antitiroid ilaçlar, cerrahi veya RAI tedavisi şeklinde olabilir (85). TĐROĐDĐTLER Tiroiditler tiroid bezinin farklı etiyolojik nedenlerle oluşan ve farklı klinik tablolarla kendini gösteren heterojen inflamatuar hastalıklarıdır. Tiroiditlerin hemen hepsinde tiroid folikülünün normal yapısı bozulur (69,76). Tiroiditlerin sınıflaması (70,76,86): I-Akut tiroiditler II-Subakut tiroiditler • Subakut granülomatöz tiroidit (De Quervain tiroidit) • Subakut lenfositik tiroidit (post partum tiroidit) • Atipik tiroiditler • Amiodaron ile oluşan tiroidit 45 III-Kronik tiroiditler • Otoimmün tiroiditler a- Hashimoto tiroiditi (kronik lenfositik tiroidit) b- Fibröz tiroidit c- Jüvenil tiroidit d- Atrofik tiroidit e- Fokal tiroidit • Riedel tiroiditi-riedel struma • Kronik süpüratif tiroidit • Kronik süpüratif olmayan tiroidit OTOĐMMÜ TĐROĐDĐTLER Otoimmün tiroidit genellikle Hashimoto tiroiditi (kronik lenfositik tiroidit) ile eş anlamlı olarak kullanılır. Ancak otoimmün tiroid hastalığı, hipertiroidizmden hipotiroidizme uzanan geniş bir spektrum içinde değerlendirilebilir. Aynı aileler içinde hem Graves, hem Hashimoto hastalığının görülebilmesi, Graves hastalığında hipotiroidi, Hashimoto hastalığında hipertiroidi gelişebilmesi ve her iki grup hasta da tiroglobulin (TG), tiroidperoksidaz (TPO) ve tirotropin(TSH) reseptör antikorlarının bulunması bu durumu desteklemektedir (87). Dr.Davies ve Amino’ nun önerdikleri diğer bir sınıflandırma (76): Tip 1 Otoimmün tiroidit (Hashimoto hastalığı Tip 1) : • 1A Guatrlı • 1B Guatrsız Klinik: Normal TSH düzeyi vardır ve ötiroittir. Anti-TG ve Anti-TPO antikorları yüksektir. Tip 2 Otoimmün tiroidit (Hashimoto hastalığı Tip 2) : • 2A Guatrlı (Klasik hashimoto hastalığı) • 2B Guatrsız(primer miksödem, atrofik tiroidit) Klinik: Devamlı hipotiroidizm vardır. Anti –Tg ve Anti –TPO antikorları yüksektir. Bazı Tip 2B hastalarda blokan tip TSH antikorları vardır. 46 • 2C Geçici tiroidit aktivasyonu: Geçici destrüktif tirotoksikoz atağı ile başlar (tiroid hormonları yüksek, I 131 uptake düşüktür). Sonra geçici hipotiroidizm olur. Antikorlar yüksektir. Tip 3 Otoimmün tiroidit(Graves hastalığı) : • 3 A Hipertiroid Graves hastalığı • 3 B Ötiroid Graves hastalığı • 3 C Hipotiroid Graves hastalığı HASHĐMOTO TĐROĐDĐTĐ (KROĐK LEFOSĐTĐK TĐROĐDĐT) Hashimoto tiroiditi en sık görülen otoimmün tiroidit formudur. Histopatolojik olarak tiroid glandında yaygın lenfositer infiltrasyon mevcuttur. Lenfoid foliküller ve germinal merkezlerin oluştuğu da tespit edilebilir. Bezin bütününde fibroziste artış mevcuttur (67,86,87) Supressör T hücrelerindeki defekt sonunda helper T hücreleri, B lenfositleri uyarmakta ve hücresel immün cevap olarak tiroid mikrozomal ve tiroglobulin antijenlerine karşı antikorlar üretilmektedir. Otoimmün tiroiditlerdeki doku harabiyetinde poli ve monoklonal mikrozomal antikorların sitotoksik etkileri belirlenmiştir. Folikül epiteli bazal membranında depolanmış immün komplekslerdeki antikorlar doku hasarlanmasına neden olmaktadır . Hastalığın başlangıcında antitiroglobulin antikorları (anti -Tg) aşikar artmışken, ileriki dönemlerde kaybolabilmektedirler. Ancak anti mikrozomal antikorlar(anti- M veya anti -TPO) yıllarca pozitif kalmaktadırlar. Tirotropin engelleyici antikorların mevcudiyeti tirotropinin (TSH) reseptöre bağlanmasını bloke etmektedir. Hashimoto tiroiditinde programlı hücre ölümü yani apopitoz tirosit destrüksiyonunda önemli roldedir. Apopitozis istenmeyen hücrelerin yok edilmesine yarayan vücudun normal bir mekanizmasıdır. Otoimmün olayda hızlanmaktadır. Bunun tipik örneği Hashimoto tiroiditinde gösterilmiştir. Hashimoto tiroiditi hastalarında diğer otoimmün hastalıkların görülme ihtimali daha fazladır. Hashimoto tiroiditinin birlikte görüldüğü diğer otoimmün hastalıklar : Sjögren sendromu, pernisyöz anemi, romatoid artrit, sistemik lupus eritematozus, progressif sistemik skleroz, myastenia gravis, otoimmün hepatit, primer biliyer siroz, 47 vitiligo, alopesia areata, idiyopatik trombositopenik purpura, renal tubuler asidoz, Addison hastalığı, hipoparatiroidizm, tip 1 diabetes mellitus, Graves hastalığı (87,88). Genetik ve immünolojik olarak yatkın bireylerde lityum gibi ilaçların kullanılması hastalığın meydana gelmesinde etkili olabilmektedir. Primer tiroid glandı yetersizliğinin (guatrlı hipotiroidizm) en önde gelen sebeplerindendir (86,88). Sıklıkla 30–50 yaşlar arasındaki kadınlarda tespit edilmekte ve ailevi özellik göstermektedir. Kadınlarda erkeklerden 8–10 misli daha fazla görülmektedir. Ötiroid Hashimoto tiroiditliler eğer aşırı iyot alırlarsa tiroid bezinde iyodun antitiroid etkisinden (Wolff-Chaikoff etki) kaçma olmadığından hipotiroidizme girme eğilimi fazladır. Yine amiodaron kullananlarda iyotla oluşan hipotiroidizm sıktır. Özellikle antikorları pozitif olan olgularda amiodaron aldıktan sonraki 18 ay içinde hipotiroidizm geliştiği saptanmıştır. Lityum kullanan hastalarda da sıklıkla geçici de olsa hipotiroidizm gelişir ve antikor pozitif hastalarda hipotiroidizm gelişme riski daha fazladır (76). Hashimoto tiroiditli hastalarda %2–4 olguda hipertiroidizm de gelişebilir ve buna hashitoksikozis adı verilir. Bu olgularda tiroid stimüle edici immünglobulinler saptanmıştır. Tirotoksik fazdan sonra geçici hipotiroidizm, sonra ötiroidizm fazı ve sonunda kalıcı hipotiroidizm oluşur . Hashimoto tiroiditinden şüphelenildiğinde, tiroid otoantikorları ve tiroid fonksiyon testleri tanıyı desteklemeye yardımcı olur. Tiroid hormonlarının seviyesi fonksiyonel durumu yansıtması açısından önemlidir. Olguların yaklaşık %80’ inde tanı konduğunda normal T4, T3, TSH düzeyleri vardır, ancak TRH’ ya TSH cevabı artmıştır. Bu da tiroid bezi kapasitesinin azalmakta olduğunu gösterir (76,86). Tanıda en önemli laboratuar bulgusu, serumda tiroid antijenlerine karşı yüksek titrede otoantikorların varlığıdır. Anti - TPO daima yüksek titrede pozitif iken, Anti - Tg başlangıçta pozitif olup ileri evrelerde negatifleşmektedir (86). Hastaların yaklaşık %90’ ından fazlasında Anti - TPO antikor pozitifliği saptanırken, yaklaşık %50’ sinde Anti - Tg antikor pozitifliği saptanır (70,87). Tiroid antikorları pozitif olguların %5075’ i ötiroid iken, %25-50’ sinde subklinik hipotiroidizm saptanmıştır (76). Rutin tanısal testlerde RAI uptake taramasının tanısal bir anlamı yoktur. Uptake sonucu artmış, normal veya düşük çıkabilir. Lokal alanlarda yama tarzında uptake farklılıkları bile görülebilir (67,86). 48 Kesin tanıda kuşkusuz en yararlı laboratuar yöntemi, tiroid ince iğne aspirasyon biyobsisi (TĐĐAB) dir. Rutin olarak TĐĐAB yapılmasına gerek yoktur ancak, Hashimoto hastalığına bağlı artık kalan bez dokusundan köken alan sert bir nodül ile adenom veya kanserin ayırıcı tanısının yapılmasında, hızlı büyüyen guatrlı olgularda oldukça önemlidir(86). 49 MATERYAL VE METOD Çalışmaya Đstanbul Eğitim ve Araştırma Hastanesi Dahiliye ve diyabet polikliniklerinde takip edilmekte olan, 30 yaş ve üzerinde Tip 2 Diabetes Mellitus tanısı alıp diyet, oral hipoglisemik ajanlar ve/veya insülin tedavisi görmekte olan hastalardan seçilen 536 kadın, 464 erkek toplam 1000 kişi alındı. Bu hastaların yaşları 34-93 arasında (ortalama 63,07 ± 10,09 ) ve bilinen diyabet yaşları 1-35 yıl arasında (ortalama 9,12± 6,76 ) değişim gösteriyordu. Kontrol grubuna 30 yaş ve üzerinde, bilinen diyabet ve tiroid hastalığı öyküsü olmayan 60 kadın, 64 erkek toplam 124 kişi alındı. Kontrol grubunun yaşları 42-87 arasında (ortalama 63,13± 11,34 ) değişim gösteriyordu. Tiroid fonksiyonlarını etkileyebilecek durumlar dışlama kriteri olarak alındı. Bu nedenle bilinen herhangi bir tiroid hastalığı öyküsü olanlar, boyun bölgesine RT öyküsü olanlar, tiroid fonksiyonlarını etkileyebilecek ilaç (amiodoron, lityum, interferon alfa, beta bloker vb.) kullanım öyküsü olanlar çalışmaya alınmadı. Hastalardan ve kontrol grubundan en az 8 saat açlık sonrası sabah venöz kan örneği alınarak AKŞ (açlık kan şekeri), HbA1C, TSH, serbest T3 ve T4 düzeylerine bakıldı. 50 AKŞ, Abbott Aeroset 2.0 otoanalizatöründe spektrofotometrik olarak çalışıldı (Referans aralığı 70-115 mg/dl). Tiroid fonksiyonları, Roche E170 cihazında Electrochemiluminescence yöntemi ile Elecsys ve cobas e immünolojik test analizörleri kullanılarak çalışıldı (Referans aralıkları: TSH: 0,35-4,94 uIU/ml, sT3: 1,71-3,71 pg/ml, sT4: 0,7-1,48 ng/ml). Tiroid disfonksiyonu ; TSH yüksek , sT3 ve sT4 normal---------- subklinik hipotiroidi TSH yüksek, sT4 düşük -------------------- hipotiroidi TSH düşük, sT3 ve sT4 normal ---------- subklinik hipertiroidi TSH düşük, sT4 yüksek ------------------- hipertiroidi, olarak tanımlandı. HbA1c, Abbott Aeroset otoanalizatörü’nde spektrofotometrik olarak Olympus cihaz ve kiti ile çalışıldı. (Referans aralığı: HbA1c: 4.0-6.0). Diyabetik hastaların HbA1c düzeyi 8,73 ± 2,1 kontrol grubunun HbA1c düzeyi 5,46 ± 0,51 bulundu (p=0,0001). Diyabetik hastaların HbA1c < 7 olanlar iyi glisemik kontrollü, HbA1c ≥ 7 olanlar kötü glisemik kontrollü olarak kabul edildi. Đstatistiksel Değerlendirme: Bu çalışmada istatistiksel analizler NCSS 2007 paket programı ile yapılmıştır. Verilerin değerlendirilmesinde tanımlayıcı istatistiksel metotların (ortalama,standart sapma) yanı sıra gruplar arası karşılaştırmalarda tek yönlü varyans analizi alt grup karşılaştırmalarında Tukey çoklu karşılaştırma testi, ikili grupların karşılaştırmasında bağımsız t testi , nitel verilerin karşılaştırmalarında Sonuçlar, anlamlılık p<0,05 düzeyinde değerlendirilmiştir. 51 ki-kare testi kullanılmıştır. BULGULAR Bu çalışmada S.B. Đstanbul Eğitim ve Araştırma Hastanesi Diyabet ve Dahiliye polikliniklerinde takip edilmekte olan , daha önce Tip 2 DM tanısı almış 1000 Diyabetik hasta ve 124 kişiden oluşan kontrol grubu yer aldı. Tablo 11: Gruplar arasında yaş ve cinsiyet dağılımı Yaş Cinsiyet Erkek Kadın Tip II DM Grubu n:1000 63,07±10,9 464 46,4% 536 53,6% Kontrol Grubu n:124 63,13±11,34 64 51,6% 60 48,4% t:-0,06 p=0,956 χ²:1,2 p=0,273 Tip 2 DM ve kontrol gruplarının yaş ortalamaları istatistiksel farklılık göstermemiştir (p=0,956)(Tablo 11). Tip 2 DM ve kontrol gruplarının cinsiyet dağılımları istatistiksel farklılık göstermemiştir (p=0,273)(Tablo 11). 52 Tip II DM Grubu Kontrol Grubu 70 60 50 40 30 20 10 0 Yaş Erkek Kadın Grafik1: Gruplar arasında yaş ve cinsiyet grafiği Tablo 12: Gruplar arasındaki HbA1C, AKŞ, sT4, TSH ortalamaları Tip II DM Grubu n:1000 8,73±2,1 HbA1C 210,91±85,6 AKS 1,37±0,62 sT4 1,59±1,18 TSH Kontrol Grubu n:124 5,46±0,51 100,86±8,29 1,21±0,41 1,43±0,8 t 17,24 14,30 2,78 1,43 p 0,0001 0,0001 0,005 0,152 Tip 2 DM grubunun HbA1c ortalamaları kontrol grubundan istatistiksel olarak anlamlı farklılık göstermiştir (p=0,0001). Tip 2 DM grubunun açlık kan şekeri ortalamaları kontrol grubundan istatistiksel olarak anlamlı farklılık göstermiştir (p=0,0001). Tip 2 DM grubunun sT4 ortalamaları kontrol grubundan istatistiksel olarak anlamlı farklılık göstermiştir (p=0,005). Tip 2 DM ve kontrol grubunun TSH ortalamaları istatistiksel olarak anlamlı farklılık göstermemiştir (p=0,152)(Tablo 12)(Grafik 2). 53 Tip II DM Grubu Kontrol Grubu 1,8 1,6 1,4 1,2 1 0,8 0,6 0,4 0,2 0 FT4 TSH Grafik 2: Gruplar arasındaki sT4 ve TSH oranı grafiği Çalışmaya alınan 1000 Tip 2 diyabetik hastanın % 19,5’ inde HbA1c < 7 (iyi glisemik kontrollü) bulundu. HbA1c ≥ 7 olanların (kötü glisemik kontrollü) oranı % 80,5 olarak bulundu. 80,5 90 80 70 60 % 50 40 30 19,5 20 10 0 HbA1C <7 HbA1C ≥7 Grafik 3: Tip 2 DM hastalarda kan şekeri regülasyonu 54 HbA1C 9 8 7 6 5 4 3 2 1 0 Tip II DM Grubu Kontrol Grubu Grafik 4: Tip 2 DM ve kontrol grubu HbA1C oranları grafiği Açlık Kan ekeri 250 200 150 100 50 0 Tip II DM Grubu Kontrol Grubu Grafik 5: Tip 2 DM ve kontrol grubu AKŞ oranları grafiği 55 Tablo 13: Gruplar arasındaki tiroid hastalığı alt grupları dağılımı TFT ormal Hipotiroidi Tiroid Subklinik Hipotiroidi Hipertiroidi Subklinik Hipertiroidi Tip 2 DM Grubu n:1000 896 89.6% 9 0,9% 36 3,6% 19 1,9% 40 4% Kontrol Grubu n:124 118 51,6% 1 0,8% 2 1,6% 1 0,8% 2 1,6% χ²:4,45 p=0,309 Tip 2 DM ve kontrol gruplarının tiroid hastalıkları alt gruplarının dağılımları istatistiksel farklılık göstermemiştir (p=0,309) (Tablo 13). Tablo 14: Gruplar arasındaki tiroid fonksiyonları dağılımı Tiroid TFT ormal Hipotiroidi Hipertiroidi Tip 2 DM Grubu n:1000 Kontrol Grubu n:124 896 45 59 118 3 3 89,6% 4,5% 5,9% 95,2% 2,4% 2,4% χ²:3,92 χ²:0,142 p=0,360 OR:0,83 p=0,150 OR:2,06 Tip 2 DM ve kontrol gruplarının TFT normal, hipertiroidi, hipotiroidi dağılımları istatistiksel farklılık göstermemiştir (p=0,360, p=0,150). Tip 2 DM grubunda hipotiroidi varlığı 45 (%4,5) iken kontrol grubunda 3 (%2,4), Tip 2 DM grubunda hipertiroidi varlığı 59 (%5,9) iken kontrol grubunda 3 (%2,4) olduğu dikkati çekmiştir. Tip 2 DM grubu ile kontrol grubunda hipotiroidi dağılımları istatistiksel farklılık göstermemiştir (p=0,360), Tip 2 DM grubunda hipotiroidi olma olasılığı kontrol grubuna göre OR:0,83 bulunmuştur. Tip 2 DM grubu ile kontrol grubunda hipertiroidi dağılımları istatistiksel farklılık göstermemekle birlikte (p=0,150), Tip 2 DM grubunda hipertiroidi olma olasılığı kontrol grubuna göre OR:2,06 bulunmuştur.(Tablo 14) (Grafik 6). 56 Tip II DM Grubu Kontrol Grubu 100% 80% 60% 40% 20% 0% Normal Hipotiroidi Hipertiroidi Grafik 6: Gruplar arasındaki tiroid fonksiyonları oranları Tablo 15: Tip 2 diyabet hastalarında tiroid fonksiyon bozukluklarının cinsiyet dağılımı Yaş Cinsiyet Erkek Kadın TFT ormal n:896 62,9±10,92 464 46,7% 536 53,3% Hipotroidi n:45 61,98±10,23 19 39,6% 29 60,4% Hipertroidi n:59 66,44±10,75 F.3,16 p=0,043 35 56,5% χ²:3,31 27 43,5% p=0,191 TFT normal, hipotiroidi ve hipertiroidi gruplarının cinsiyet dağılımları, istatistiksel farklılık göstermemiştir (p=0,191)(Tablo 15). TFT normal, hipotiroidi ve hipertiroidi gruplarında hasta yaşı ortalamaları istatistiksel farklılık göstermiştir (p=0,043). Hipertiroidi grubunun yaş ortalaması TFT normal ve hipotiroidi gruplarından istatistiksel olarak anlamlı derecede yüksek bulunmuş (p=0,041, p=0,045), diğer gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı fark gözlenmemiştir (p>0,05) (Tablo 15). TFT normal, hipotiroidi ve hipertiroidi gruplarının diyabet yaşı ortalamaları istatistiksel farklılık göstermiştir (p=0,022). Hipotiroidi grubunun diyabet yaşı ortalaması TFT normal gruptan istatistiksel olarak anlamlı derecede düşük bulunmuş (p=0,048), Hipertiroidi grubunun diyabet yaşı ortalaması hipotiroidi grubundan istatistiksel olarak anlamlı derecede yüksek bulunmuş (p=0,016), diğer gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı fark gözlenmemiştir (p>0,05)(Tablo 16). 57 Tablo 16: Tiroid fonksiyon bozukluklarının diyabet yaşı, AKŞ ve HbA1C ilişkisi DM Yaşı (yıl) HbA1C AKŞ TFT ormal n:896 9,12±6,76 Hipotroidi n:45 6,89±4,81 8,68±2,07 209,53±84,14 8,76±2,29 192,62±84,70 Hipertroidi n:59 10,58±7,54 F p 3,85 0,022 9,36±2,36 2,99 245,85±99,98 6,11 0,046 0,002 TFT normal, hipotiroidi ve hipertiroidi gruplarının HbA1c ortalamaları istatistiksel farklılık göstermiştir (p=0,022). Hipertiroidi grubunun HbA1c ortalaması TFT normal gruptan istatistiksel olarak anlamlı derecede yüksek bulunmuş (p=0,046), diğer gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı fark gözlenmemiştir (p>0,05)(Tablo 16)(Grafik 8). TFT normal, hipotiroidi ve hipertiroidi gruplarının açlık kan şekeri ortalamaları istatistiksel farklılık göstermiştir (p=0,022). Hipertiroidi grubunun açlık kan şekeri ortalaması TFT normal ve hipotiroidi grubundan istatistiksel olarak anlamlı derecede yüksek bulunmuş (p=0,004, p=0,005), diğer gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı fark gözlenmemiştir (p>0,05)(Tablo 16)(Grafik 7). Açlık Kan şekeri 250 200 150 100 50 0 TFT Normal Hipotroidi Hipertroidi Grafik 7: Tip 2 diyabet hastalarında tiroid fonksiyon bozukluğu ile AKŞ ilişkisi 58 HbA1C 9,4 9,2 9 8,8 8,6 8,4 8,2 TFT Normal Hipotroidi Hipertroidi Grafik 8: Tip 2 diyabet hastalarında tiroid fonksiyon bozukluğu ile HbA1C ilişkisi 59 TARTIŞMA Diabetes Mellitus tüm dünyada en sık rastlanan endokrin hastalıktır. Karbonhidrat, protein ve yağ metabolizmalarında anormalliklerle ve bunlara eşlik eden klinik ve biyokimyasal bulgularla karakterize kronik bir hastalıktır. Tip 2 diyabet tüm diyabet vakalarının %80-90’ını oluşturur. Sık görülen bu hastalık oluşturduğu komplikasyonlar ile de sosyal ve ekonomik bir afet olarak kabul edilebilir. Tip 2 diyabet sağlık konusunda dünya çapında bir krizdir; Dünya Sağlık Örgütü 2025 yılında insidansının 300 milyon olacağını tahmin etmektedir (89). Diyabetin ekonomik maliyetine bakıldığında, diyabetik olan ve olmayan hastaların tedavi maliyetlerinin karşılaştırıldığı bir çalışmada, diyabetli hastalar için ortalama yılda kişi başına sağlık masraflarının diyabetli olmayan bireylerinkine göre 3,5 kat daha fazla olduğu gösterilmiştir. Bu sonuca göre Amerika Birleşik Devletleri’ nde diyabetli bireylerin bakım masrafları, toplam sağlık bakımı masraflarının yaklaşık olarak %15’ ine karşılık gelmektedir (90). Tiroid hastalığı genel toplumda yaygındır ve yaygınlığı yaşla artar. Tiroid fonksiyon bozukluğunun taranması, bazı risk gruplarında ortaya çıkar, örneğin yaşlılar (62). 60 Hipotiroidizm yetişkinlerde en çok görülen tiroid rahatsızlığıdır ve özellikle yaşlı kadınlarda yaygındır. Amerika’ da yaklaşık 4 milyon kişi hipotiroidizm tanılıdır ve tiroksin yerine koyma tedavisi almaktadır. Buna rağmen hipertiroidizm daha az yaygındır ve kadın : erkek oranı 9:1 ‘dir. Genel popülasyon ile karşılaştırıldığında diyabetiklerde tiroid disfonksiyonunun daha sık olduğu rapor edilmiştir. Güney Asya ve Karayip halkında diyabetiklerde % 40 oranında tiroid disfonksiyonu saptanmıştır. Çünkü bir organ spesifik otoimmün hastalığı olan hastalar, diğer otoimmün rahatsızlığın gelişmesinde risk altındadır (12,13,91,92). Serum TSH için yüksek hassasiyetli immunoassayın geçerliliği, tiroid bozukluğunun tanısında büyük avantaj sağlar. Tiroid fonksiyon bozukluğu için ve hem hipotiroidizm hem de hipertiroidizm de kesin tanıya olanak sağlayan en güvenilir tarama testidir. Ek olarak, belirti vermeyen tiroid fonksiyon bozukluğu yalnız normal olmayan TSH ile tanınabilir, çünkü serum T3 ve T4 normaldir ve hastalar da genellikle semptomsuzdur. Diyabet hastaları yüksek kardiyovasküler hastalık riskinde olduğundan dolayı, subklinik tiroid hastalığının tanı ve tedavisi önemlidir (93). Birçok çalışmada Tip 1 DM’ de tiroid hastalığı sıklığının artmış olduğu (%6–50 oranında) gösterilmiştir(94,95,96,97,98,99). Tip 2 DM’ de de tiroid hastalığı prevalansının artmış olduğunu gösteren çalışmalar vardır, fakat Tip 1 DM’ ye kıyasla daha düşüktür (6,12,13,100,101). Perros ve arkadaşları’nın yaptığı çalışmada, tiroid hastalığı prevalansı % 13,4 bulunmuş ve bu Tip 1 diyabetik kadınlarda %31,4 ile en yüksek, Tip 2 diyabetik erkeklerde % 6,9 ile en az prevalans ile görülmüştür. Taranan popülasyonda yeni tiroid hastalığı % 6,8 (89 hasta) olarak bulunmuştur. En sık tanı subklinik hipotiroidi %4,8 olarak buluınmuştur. Hipotiroidi %0,9, hipertiroidi %0,5 , subklinik hipertiroidi %0,5 olarak bulunmuştur. Tip 1 diyabetik kadınlarda tiroid disfonksiyonu gelişme riski %12,4 ile en yüksek oranda görülmüştür. Fakat tüm diyabetik hasta gruplarında genel popülasyonla karşılaştırıldığında tiroid disfonksiyonu insidansı daha yüksek görülmüştür. Perros ve arkadaşları diyabetik hasta popülasyonunda sıklığı artmış olan asemptomatik tiroid disfonksiyonu tanısı için yıllık olarak tarama yapılmasını önermişlerdir (12). Celani ve arkadaşları’nın yaptığı çalışmada yaş ortalaması 60 olan 290 Tip 2 DM hastası tiroid disfonksiyonu açısından değerlendirilmiştir. Anormal TSH düzeyi 61 %31,4 oranında tespit edilmiş. En sık subklinik hipotiroidi saptanmış (%48,3). Takiben subklinik hipertiroidi (%24,2), hipotiroidi (%23,1) ve hipertiroidi (%4,4) oranında saptanmıştır. Anormal tiroid fonksiyon test sonuçları kadınlarda (%40,9), erkeklere (%19,8) kıyasla anlamlı derecede yüksek saptanmıştır (101). 2005 yılında Avustralya’da Chubb S.A.P ve arkadaşları’nın yetişkin 420 Tip 2 diyabetik kadın hasta grubunda yaptıkları bir çalışmada, çalışma başlangıcında bilinen tiroid hastalığı %8,8 (37/420) oranında saptanmıştır. Tiroid hastalığı ya da tiroid fonksiyonlarını etkileyebilecek ilaç alım öyküsü olanlar dışlandıktan sonra subklinik hipotiroidi prevelansı %8,6 (33/382), subklinik hipertiroidi %1,8 (7/382) bulunmuş, hiçbir hastada aşikar hipotiroidi ya da hipertiroidi saptanmamıştır. 5 yıl sonra tekrar değerlendirilen subgrupta başlangıçta subklinik hipotiroidisi olan hiçbir hastada aşikar hipotiroidi gelişmemiş ve yeni tiroid hastalığı saptanmamıştır. Bu çalışma sonrasında Cubb ve arkadaşları Tip 2 diyabetik hastalarda tiroid disfonksiyonu taranmasına gerek olmadığını ileri sürmüşlerdir (11). Akbar D.H ve arkadaşları yaptıkları çalışmada ortalama 54 yaşında olan Tip 2 diyabet hastası olan 100 hastada % 16 oranında tiroid disfonksiyonu saptamışlardır. Bu tiroid disfonksiyonu hastaların çoğunluğunu subklinik hipotiroidi ve ikinci sıklıkla da hipotiroidi hastaları oluşturmaktadır (6) . Smithson MJ ve arkadaşları diyabet tanısı ile izlenen ve tedavi alan hastalarda tanı almamış tiroid hastalığı prevalansını % 5,5 (bayanlarda % 9,5), tiroid hastalığı olduğu bilinen hastalar da katıldığında prevalansı %10,8 olarak saptamıştır. Bu bulgular sonrasında Smithson ve arkadaşları DM tanısı ile izlenen hastalarda tiroid disfonksiyonu taramasının düşünülmesi gerektiğini önermişlerdir (13). Mouradian ve Abourizk diyabetin hipotiroidi ve hipertiroidi ile birlikteliğinin sık olduğunu, hipertiroidizmin glukoz intoleransını kötüleştirdiğini, bunun birçok mekanizma ile olduğunu ileri sürmüşlerdir. Glukozun barsaktan emiliminin artması, insüline cevabın azalması ve glukoz üretiminin artması bu mekanizmaların başlıcalarıdır. Tirotoksikozda dolaşımdaki insülin düzeyi ölçüldüğünde çelişkili değerler elde etmişlerdir. Tip 1 diyabet hastalarda subklinik hipertiroidi dahil olmak üzere hipertiroidinin prevalansı % 1.7 iken Tip 2 DM hastalarda % 0.3 bulunmuştur. Diyabet hastalarında; kontrolsüz hiperglisemi sırasında yalancı olarak T4 ve T3 ün kan seviyeleri düşük görülebileceğinden tiroid fonksiyonlarının değerlendirilmesine neden olabileceği düşünülmüştür (102). 62 yanlış olarak 2008 yılında Pasupathi ve arkadaşlarının yaptığı çalışmada önceden tiroid fonksiyon bozukluğu tanısı almamış olan ve şu anda da fizik muayenesi normal olan diyabetik hastaları kontrollerle karşılaştırıldığında diabetik hastalarda TSH belirgin düşük iken serbest T4 (sT4), total T4(TT4) yüksek, serbest T3(sT3) ve total T3(TT3) normal bulunmuştur. Çalışılan 100 DM hastasının %28’ inde plazma tiroid hormon seviyesi düşük, %17’ sinde plazma tiroid hormon seviyesi yüksek, %55’ inde normal bulunmuştur. Diyabet’in erken evrelerinde anormal tiroid hormon seviyelerinin saptanmasının, hastaların yaşam kalitelerinin iyileştirilmesine ve morbidite oranının azaltılmasına yardımcı olacağını önermişlerdir. Bu çalışmada diyabetik erkeklerde TSH seviyesi diyabetik kadınlardan oldukça düşük bulunmuştur. Hipertiroidizm insidansı kadınlarda düşük bulunmuştur, fakat kadınlarda hipotiroid vaka sayısı daha fazladır. Bunun sebebi olarak muhtemelen kadın diyabetik hastalarda obezite prevalansının daha yüksek olması düşünülmüştür (103). Dr.Lütfi Kırdar Kartal E.A.H’de Yaman ve arkadaşları 314 Tip 2 diyabetik hastanın incelenmesi sonrasında en sık olarak %7.6 ile subklinik hipotiroidi gözlemişler ve kadınlarda erkeklere göre daha sık görüldüğünü bildirmişlerdir (%9.6 ve 2.1). AKŞ ve HbA1C ile TSH arasında ise bir korelasyon saptanmamıştır. Artmış asemptomatik tiroid disfonksiyonunu tespit etmek için (özellikle tip 2 diyabetik kadınlarda) rutin olarak yılda bir kez tiroid fonksiyonlarının taranması gerektiği önerilmiştir (104). Gonem ve arkadaşları diyabetik hastalar da rutin tiroid disfonksiyonu taraması yapılmasının gerekli olup olmadığını ortaya koymak için yaptıkları çalışmada 959 diyabetik hastanın taranması sonrasında 3 (%0,31) hastada tanı konulmamış klinik hipertiroidi, 32 (%3.3) hastada subklinik hipertiroidi, 5 (%0,52) hastada klinik hipotiroidi, 32 hastada (%3.9) subklinik hipotiroidi saptamışlardır. Beklenenden daha yüksek oranda subklinik hipertiroidi saptadıkları bu çalışma sonrasında sonuç olarak diyabetiklerde tiroid disfonksiyonunun taranması gerektiğini önermişlerdir (105). Biz yaptığımız çalışma sonrasında yapılan analizler sonucunda, Tip 2 diyabetliler arasında hangi tip tiroid fonksiyon bozukluklarının hangi sıklıkla karşılaşıldığını ve bu bozuklukların diğer parametrelerle olan ilişkilerini ortaya koymayı amaçladık. Çalışmamızda Tip 2 diyabetik hastalarda tüm tiroid fonksiyon bozukluklarının sıklığını % 10.4 olarak bulduk. Smithson ve arkadaşları (13), Celani ve arkadaşları (101) tarafından yapılan çalışmalarda teşhis edilmemiş tiroid disfonksiyonu prevalansı 63 %5.5 bulunmuştur. Oysa bizim çalışmamızda teşhis edilmemiş tiroid fonksiyon bozukluğu daha fazla görüldü (%10.4). Bamini Gopinath ve arkadaşları tarafından yapılan çalışmada yaşlı diyabetik hastalarda 5 yıllık bir çalışma sonrasında tiroid bozukluğu ile Tip 2 diyabet arasında bir ilişki saptanmamıştır. Çalışmada yaşlı (49 yaş üstü) Tip 2 diyabet hastalarında tiroid disfonksiyonu %7.1 iken, genç (49 yaş altı) hastalarda tiroid disfonksiyonunun %3.8 olduğu gösterilmiştir (106). Bizim çalışmamızda Tip 2 diyabet grubunun serbest T4 (ST4) ortalamaları kontrol grubundan istatistiksel olarak anlamlı farklılık göstermiştir (p=0,005). ST4, Tip 2 diyabet grubunda yüksek bulunmuştur. Tip 2 diyabet ve kontrol grubunun TSH ortalamaları istatistiksel olarak anlamlı farklılık göstermemiştir (p=0,152)(Tablo 12)(Grafik 2). Tip 2 diyabet ve kontrol gruplarının TFT normal, hipertiroidi, hipotiroidi dağılımları arasında istatistiksel farklılık gösterilmemiştir (p=0,360, p=0,150). Tip 2 diyabet grubunda hipotiroidi varlığı 45 (%4,5) iken kontrol grubunda 3 (%2,4), Tip 2 diyabet grubunda hipertiroidi varlığı 59 (%5,9) iken kontrol grubunda 3 (%2,4) olduğu dikkati çekmiştir. Tip 2 diyabet grubu ile kontrol grubunda hipotiroidi dağılımları istatistiksel farklılık göstermemiştir (p=0,360), Tip 2 diyabet grubunda hipotiroidi olma olasılığı kontrol grubuna göre OR: 0,83 bulunmuştur. Tip 2 diyabet grubu ile kontrol grubunda hipertiroidi dağılımları istatistiksel farklılık göstermemekle birlikte (p=0,150), Tip 2 diyabet grubunda hipertiroidi olma olasılığı kontrol grubundan OR:2,06 fazla bulunmuştur (Tablo 14)(Grafik 6). Tip 2 diyabet ve kontrol gruplarının tiroid disfonksiyonları alt gruplarının dağılımları arasında istatistiksel farklılık gözlenmemiştir (p=0,309)(Tablo13). Diyabetik grupta en sık tiroid disfonksiyonu prevalansını %4 ile subklinik hipertiroidi oluşturmaktadır. Bunu subklinik hipotiroidi (%3.6), hipertiroidi (%1.9), hipotiroidi (0.6) takip etmekteydi. Bu sonuçlar literatürdeki çalışmalarla kıyaslandığında bizim çalışmamızda farklı sonuçlar elde edilmiş olduğu görüldü. Literatürlerde (6,11,12,13,101) diyabetiklerde en sık görülen tiroid disfonksiyonu subklinik hipotiroidi olarak saptanmış iken, bizim çalışmamızda subklinik hipertiroidi saptandı. TFT normal, hipotiroidi ve hipertiroidi gruplarının cinsiyet dağılımları arasında istatistiksel farklılık gözlenmemiştir (p=0,191)(Tablo 15). Kadınlarda hipotiroidi 64 literatürle uyumlu olarak yüksek saptanırken (%60.4), erkeklerde hipertiroidi literatürlerdekinden daha yüksek oranda saptandı (%56.5). Çalışmamızda TFT normal, hipotiroidi ve hipertiroidi gruplarında hasta yaşı ortalamaları istatistiksel farklılık göstermiştir (p=0,043)(Tablo 15). Hipertiroidi grubunun hasta yaşı ortalaması TFT normal ve hipotiroidi gruplarından istatistiksel olarak anlamlı derecede yüksek bulundu (p=0,041, p=0,045), bu sonuç yukarıda belirtilen literatürlerdeki yaşlı diyabetik hastalarda hipotiroidi prevalansının arttığını gösteren çalışmalarla uyuşmamaktadır. Perez L.J ve arkadaşları Tip 2 diyabetik hastalarda tiroid disfonksiyonunu belirgin bir düzeyde daha yüksek bulmuştur (p:0.039). Tiroid disfonksiyonu kadınlarda daha yüksek bulunmuştur (p: 0.02). Tiroid disfonksiyonu hasta yaşı ile pozitif olarak ilişkili bulunmuştur (p:0.01). Tip 2 diyabetik hastalarda tiroid disfonksiyonunun daha yaygın olduğu ve bunun nedeninin hastaların ilerlemiş yaşları ile bağlantılı olabileceğini ileri sürmüşlerdir (107). Bizim çalışmamızda yine literatürlerden farklı olarak TFT normal, hipotiroidi ve hipertiroidi gruplarının diabet yaşı ortalamaları istatistiksel farklılık göstermiştir (p=0,022). Hipotiroidi grubunun diabet yaşı ortalaması TFT normal gruptan istatistiksel olarak anlamlı derecede düşük saptanmıştır (p=0,048), Hipertiroidi grubunun diabet yaşı ortalaması hipotiroidi grubundan istatistiksel olarak anlamlı derecede yüksek saptanmıştır (p=0,016), diğer gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmamıştır (p>0,05)(Tablo 16). 298 Tip 2 diyabet hastasında geriye dönük yapılan çalışmada 38 hastada (%12.7) tiroid disfonksiyonu saptanmıştır. Bunların %10.7’ si hipotiroidi, %2’si hipertiroidi olarak bulunmuştur. Hipotiroidi hastalarının %68.7’ si subklinik hipotiroidi olarak tespit edilmiş. Tiroid disfonksiyonu saptanan diyabetik hastalarda HbA1C düzeyi ve diyabet yaşları arasında hipotiroidi ve hipertiroidi saptanan hastalar arasında farklılıklar saptanmıştır (108). Çalışmamızda TFT normal, hipotiroidi ve hipertiroidi gruplarının HbA1c ortalamaları arasında istatistiksel farklılık saptanmıştır (p=0,022). Hipertiroidi grubunun HbA1c ortalaması TFT normal gruptan istatistiksel olarak anlamlı derecede yüksek saptanmıştır (p=0,046)(Tablo 16)(Grafik 8). Bu bulgumuz literatürlerdeki bulgularla uyuşmaktadır. 65 Yapılmış çalışmalar ile diyabetik hastalarda hipertiroidi gelişmesi ile hastalarda diyabet regülasyonunun bozulduğu ve HbA1c’ nin arttığı raporlanmıştır (109). Çalışmamızda TFT normal, hipotiroidi ve hipertiroidi gruplarının açlık kan şekeri ortalamaları istatistiksel farklılık göstermiştir (p=0,022). Hipertiroidi grubunun açlık kan şekeri ortalaması TFT normal ve hipotiroidi grubundan istatistiksel olarak anlamlı derecede yüksek saptanmıştır (p=0,004, p=0,005)(Tablo 16)(Grafik 7). Önceden var olan diabetes mellitus’un tirotoksikoz ile şiddetlendiği, diyabetli hastalarda hipotiroidi gelişirse insülin ihtiyacını azaltmakta olduğu çalışmalarla gösterilmiştir (110). Tiroid fonksiyon bozukluğunun varlığı diyabet kontrolünü etkiler. Hipertiroidizm tipik olarak glisemik kontrolü kötü etkiler ve insülin ihtiyacını arttırır. Tirotoksikozis latent diyabeti maskeleyebilir. Pratikte, hem diyabet hem de hipertiroidizmli hastalar için bazı karışıklıklar olabilir. Đlk olarak, hiperglisemi tirotoksikozisin tedavisi ile gelişebileceğinden, hipertiroidili hastalarda, glukoz intoleransının tedavisi dikkatli düşünmeyi gerektirir. Đkinci olarak, hipertiroidizm açıklanamayan kötüye giden hiperglisemi durumunda dikkate alınmalıdır. Üçüncü olarak, hipertiroidizmli diyabetik hastalarında, doktorlar glisemik kontrolde kötüleşmeyi beklemeli, tedaviyi ona göre ayarlamalıdırlar (93). Diyabet tedavisi verdiğimiz bazı hastalarımızda diyabet regülasyonundaki zorluğun temel nedeni anormal tiroid fonksiyon bozukluğunu tanımadaki yetersizlik olabilir. Bu nedenle regülasyonunda zorlanılan böyle hastalarda özellikle erken evrelerde tiroid hormanlarının rutin tetkikine ihtiyaç vardır. Serum TSH düzeyine bakmak seçilen tarama testidir. Tip 2 diyabet hastalarında TSH düzeyine bakılmalıdır ve yılda bir tekrarlanmalıdır. 66 SOUÇ Tiroid hastalıkları ve diyabet toplumda yaygın olan iki önemli endokrin hastalıktır. Komplikasyonları nedeni ile diyabet regülasyonuna çok önem verilmesi gerekmektedir. Tiroid fonksiyon bozukluğu önemli fizyolojik etkilere neden olmaktadır. Tiroid fonksiyon bozukluğunun varlığı diyabet kontrolünü etkiler. Tip 1 diyabetiklerin aksine, Tip 2 diyabetik hastalarda tiroid disfonksiyonu ile ilgili yeterli çalışma yoktur. Tip 2 diyabet ve tiroid disfonksiyonları ve diyabet regülasyonu ilişkisini gösteren geniş kapsamlı çalışmalara ihtiyaç vardır. Özellikle diyabet regülasyonunda zorlanılan hastalarda olmak üzere yaşlı diyabetiklerde yıllık tiroid fonksiyon testi yapılmasının doğru bir yaklaşım olacağını düşünmekteyiz. 67 KAYAKLAR 1. Cowie CC, Rust KF, Byrd DD, Eberhardt MS, Flegal KM, Engelgau MM. Prevalence of Diabetes and Impaired Fasting Glucose in Adults in the U.S. Population: National Health and Nutrition Examination Survey 1999–2002.Diabetes Care 2006; 29:1263-1268. 2. Wild S, Roglic G, Green A, Sicree R, King H. Global prevalence of diabetes. Diabetes Care 2004; 27:1047-1053. 3. Wild S.H, Forouhi N.G. What is the scale of the future diabetes epidemic and how certain are we about it. Diabetologia 2007; 50:903-905. 4. Zimmet P, Lefebvre P. The Global NIDDM epidemic. Treating the disease and ignoring the symptom. Diabetologia 1996; 39:1247-1248. 5. Wareham NJ, Forouhi NG. Is there really an epidemic of diabetes. Diabetologia 2005; 48:1454-1455. 6. Akbar DH, Ahmed MM, Al-Mughales J. Thyroid dysfunction and thyroid autoimmunity in Saudi type 2 diabetics. Acta Diabetol 2006; 43:14-18. 7. Đç Hastalıkları, Editörler:G. Đliçin, K. Biberoğlu, G. Süleymanlar, S. Ünal. Diabetes Mellitus Epidemiyolojisi. 2. baskı. Güneş Kitabevi 2003; 2291-2294. 8. Her Yönüyle Diabetes Mellitus, Editör:M.Yenigün, Diabetes Mellitus’un Epidemiyolojisi , 2.baskı. Nobel tıp kitapevleri 2001; 69-83. 9. Gray RS, Irvine WJ, Clarke BF. Screening for thyroid dysfunction in diabetics. Br Med J 1979; 2(6202):1439. 10. Feely J, Isles TE. Screening for thyroid dysfunction in diabetics. Br Med J 1979 ;1(6179):1678. 11. Chubb SAP, Davist A, Inman Z and Davist TME. Prevalence and progression of subclinical hypothyroidism in women with type 2 diabetes:the Frementle Diabetes Study. Clinical Endocrinology 2005; 62:480-486. 12. Perros P, McCrimmon RJ, Shaw G, Frier BM. Frequency of thyroid dysfunction in diabetic patients: value of annual screening. Diabet Med 1995 ;12(7):622-627. 68 13. Smithson MJ. Screening for thyroid dysfunction in a community population of diabetic patients. Diabet Med 1998 ; 15(2):148-150. 14. Matejkova-Behanova M, Zamrazil V, Vondra K, Vrbíkova J, Kucera P, Hill M, Andel M. Autoimmune thyroiditis in non-obese subjects with initial diagnosis of Type 2 diabetes mellitus. J Endocrinol Invest 2002 ; 25(9):779-784. 15. Matejkova-Behanova M. Latent autoimmune diabetes in adults (LADA) and autoimmune thyroiditis. Endocr Regul 2001;35(3):167-172. 16. Report of the Expert Committee on the Diagnosis and Classifikation of Diabetes Mellitus.Diabetes Care 1997; 20:1183-1195. 17. Expert Committee on the Diagnosis and Classification of Diabetes Mellitus. Report of the Expert Commitee on the Diagnosis and Classification of Diabetes. Diabetes Care. 2003 ;26 :5-20. 18. Ed:G. Erdoğan, Diabetes Mellitus Tanım, Klasifikasyon, Tanı, Klinik, Laboratuar ve Patogenez. Klinik Endokrinoloji. Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi ANTIP A.Ş Yayınları, Ankara 2003; 207-231. 19. Çeviri Editörü:Y.Sağlıker. Diabetes Mellitus.Harrison Đç Hastalıkları Prensipleri. 2006; 2109-2138. 20. Disorders of Carbonhydrate and Lipid Metabolism. In Williams Textbook of Endocrinology. Elsevier. 10th edition, 2003; 8: 234-238 21. Pancreatic Hormones and Diabetes Mellitus. In Greenspan’s Basic and Clinical Endocrinoloji. 8th edition. 2008 : 661 -734. 22. Atabek E. Kapadokyalı Arateus. TDC Yayınları. 1973; 4-9. 23. Asita S. Sarrafzadeh, M.D. Nuri Sarafian, PH.D. Almut Von Gladis, PH.D. Ibn Sina(Avicenna):Historical Vignette, Neurosurg Focus 2001; 11 (2). 24. Mustafa Y. Neslihan E. Diabetes Mellitus’un Tarihçesi. Her Yönüyle Diabetes Mellitus. Đstanbul Nobel Tıp Kitapları. 2001; 3-6. 25. Expert Committee on the Diagnosis and Classification of Diabetes Mellitus: Follow-up report on the diagnosis of diabetes mellitus. Diabetes Care. 2003; 26:31603167. 26. Sherwin RS. Diabetes Mellitus. In Cecil, Textbook of Medicine 21 th edition, 2003 ;1263-1285. 27. Editör:M.Yenigün. Her Yönüyle Diabetes Mellitus. 2.baskı. Nobel tıp kitapevleri. 2001; 126-131 69 28. Ed: H.Yazıcı, V.Hamuryudan, A.Sonsuz; DM, Tanı, Epidemiyoloji, Sınıflama. Cerrahpaşa Đç Hastalıkları. Đstanbul Medikal Yayıncılık. 2005; 178-190 29. Diabetes Melitus-Tanı ve Sınıflama. Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Đç Hastalıkları X. Mezuniyet Sonrası Eğitim Kursu. 2007; 29-38. 30. G. Đliçin,K. Biberoğlu,G. Süleymanlar,S. Ünal. M.Arslan. Diabetes Mellitusta Tanı ve Sınıflandırma: Đç Hastalıkları. Güneş Kitabevi. 2.baskı. 2003; 2279-2291. 31. Life in the 21st Century-a Vision for All. In The World Health Report 1998. Geneva, Switzerland: 1998 32. Finch ZF, Zimmet PZ. Mortality from Diabetes. In The Diabetes Annual/4. Elsevier Amsterdam. 1. Edition. 1988; 1-6. 33. Gren A, Hirsch NC. The changing world demohraphy of type 2 diabetes. Diabetes Metab Res Rev. 2003; 19:3-7. 34. Centers for Diasease Control and Prevention: National Diabetes Fact Sheet United States, 2003; www.cdc.gov. cited 2003. 35. Onat A, Yıldırım B, Ceyhan K. Halkımızda diyabet ve glukoz ıntoleransı: koroner mortalite ve morbiditeye prospektif etkisi, prevalansında artma. Türk Kardiyol Dern Arş V. 2001; 5: 29. 36. A. N. Dursun. Tip 2 Diabetin Tanı ve Tedavisi. 6. baskı, Nobel Tıp Kitabevi. 2005; 78-91. 37. Diagnosis and classification of diabetes mellitus. By Diabetes Care 2004; 27: 5-10. 38. Erickson J, Franssila-Kallunki A, Ekstrand A. Early metabolic defects in persons at increased risk for noninsulin-dependent diabetes mellitus. N Engl J Med 1989; 321:337343. 39. Büyükdevrim MT, Yılmaz I, Satman, N.Dinççağ, K.Karşıdağ, Y.Adluntaş, Diabetolojiye giriş,laboratuar ve klinik tanı kriterlerinin standardizasyonu. 1996; 156160. 40. Defination, diagnosis and classification of diabetes mellitus its complications. Part 1: Diagnosis and classifation of diabetes mellitus. World Health Organisation. Department of Noncommunicable Disease Surveillance Geneva 1999; 41. Mitrakou A, Kelly D, Mokan M, Veneman T, Pang-burn T, Reilly J, Gerich J. Role of reduced supression of glucose production and diminished early insulin release in impaired glucose tolerance. N Engl J Mecl 1992;326:22-29. 70 42. Haris MI, Flegal KM, Cowie CC, Eberhardt MS, Goldstein DE, Little RR, Wiedmeyer H-M, Byrd-Holt DD:Pevalence of dibetes, impaired fasting glucose and impaired glucose tolerance in U.S Adults. The Third National Health and Nutrition Examination Survey, 1988-1994. Diabetes Care 1998;21:518-524. 43. Satman I, Yılmaz MT, Baştar I, Şengül A, Sargın M, Salman F, Salman S, Karşıdağ K, Dinççağ N, Yıllar G, Tütüncü Y and TURDEP Group: Diabetes Epidemiology Study in Turkey: first step data results. Diabetes 47 (suppl.1):1998;A384,1480. 44. Neufeld ND, Raffel LJ, Landon C, Ida Chen Y-D, Vadhem CM: Early presantation of type 2 diabetes in Mexican-American youth. Diabetes Care 1998;21:80-86. 45. Valle T, Tuomiletho J, Eriksson J: Epidemiology of NIDDM in Europids. KPMM Alberti, P Zimmet, RA DeFronzo, H Keen (eds), International Textbook of Diabetes Mellitus, 2nd Edition. John Wiley&Sons Ltd. New York 1997; 1:125-142. 46. Groop LC, Widen E, Ferrannini E. Insulin resistance and insulin deficiency in athogenesis of type 2 diabetes. Errors of metabolism or of methods. Diabetologia 1993; 36:1326-1331. 47. Ferrannini E, Buzzigoli G, Bonadonna R. Insulin resistance in essential hypertension. N Engl J Med 1987; 317:350-357. 48. Kahn R. Insulin resistance insensitivity an insulin unresponsiveness. A necessary distinction. Metabolism 1987;27(l2):1893-1902. 49. Yüksel A. Tip 2 Diabetes Mellitus'un Patogenezi. Her Yönüyle Diabetes Mellitus. Đstanbul Nobel Tıp Kitapları 2001; 219-36 50. Kahn SE, Prigeon RL, Mcculloch DK. Quantification of the relationship between insulin sensitivity and B-cell function in human subjects: evidence for a hyperbolic function. Diabetes 1993;42:1663-1672. 51. Turner RC, Holman RR, Mathews DR, Hockaday TDR, Peto J. Insulin deficieny and insulin resistance interaction in diabetes: estimation of their relative contribution by feedback analysis from basal insulin and glucose concentrations. Metabolism 1979;28:1086-1089. 52. DeFronzo RA, Ferrannini E, Simonsen DC. Fasting Hyperglycemia in non-insulin dependent diabetes mellitus: contributions of excessive hepatik glukoz production and impaired tissue glucose uptake. Metabolism 1989;38:387-395. 71 53. Mithieux G, Vidal H, Zitoun C, Bruni N, Daniele N, Minassian C. Glucose-6phosphatase mRNA and activity are increased to the same extent in kidney and liver of diabetic rats. Metabolism 1996; 45:891. 54. Dietz WH. Critical periods in childhood for the development of adiposity. Am J Clin Nut 1994; 59:955-959. 55. Cooppan R, Kahn CR, Weir GC, King GL, Jacobson AM, Moses AC, Smith RJ. General approach to the treatment of diabetes mellitus. In Joslin’s diabetes mellitus. Lippincott Williams&Wilkins Boston. 14th Edition, 2005; 587-596. 56. Beaser RC, Weinger K, Bolduc-Bissell LM. Education in the treatment of diabetes. In Joslin’s diabetes mellitus. Lippincott Williams&Wilkins Boston 14th Edition. 2005; 597- 610. 57. Powers AC. Diabetes Mellitus. In Harrison’s principles of internal medicine. McGraw Hill USA. 16th Edition. 2005;2152- 2180. 58. Calmers KH. Medical nutrition theraphy. In Joslin’s diabetes mellitus. Lippincott Williams&Wilkins Boston 14th Edition. 2005; 611- 632. 59. Steppel JH, Horton ES. Exercise in patients with diabetes mellitus. In Joslin’s diabetes mellitus. Lippincott Williams&Wilkins Boston 14th Edition. 2005; 649- 658. 60. Cheng AYY, Zinman B, Principles of insulin theraphy. In Joslin’s diabetes mellitus. Lippincott Williams&Wilkins Boston. 14th Edition. 2005; 659- 670. 61. Lebovitz HE. Management of hyperglycemia with oral antihyperglycemic agents in type 2 diabetes.In Joslin’s diabetes mellitus. Lippincott Williams&Wilkins Boston. 14th Edition. 2005; 687-710. 62. Hueston WJ, Carek PJ, Çeviri Editörü: A. Kut, Đ.Tokalak, M. Eminsoy, Endokrin Hastalıklar, Current . Aile Hekimliği tanı ve tedavi.Güneş Tıp Kitabevi,2007; 443. 63. Prof. Dr. K. Arıncı, Prof. Dr. A. Elhan; Gl.Thyroidea. Anatomi, 1995; 442-443. 64. EG. Erdoğan. Tiroid bezi, hormonları ve hastalıkları hakkında genel bilgiler. Klinik Endokrinoloji. Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi ANTIP A.Ş Yayınları. Ankara 2003; 67-81. 65. Larsen R. Thyroid. In Williams Textbook of Endocrinology. Elsevier. 10th Edition. 2003; 233-244. 72 66. The Thyroid Gland. Greenspan’s Basic and Clinical Endocrinoloji. 8th Edition. 2007; 209-267. 67. Dillmann WH. The Thyroid. In Cecil, Textbook of Medicine. 21th Edition .2005: 1231-1250. 68. Çeviri Editörü:D. Aslan. Tiroid Fonksiyonu. Klinik Kimyada Temel Đlkeler. Palme Yayıncılık. 2005; 839-842. 69. Editörler: G. Đliçin K. Biberoğlu G. Süleymanlar S. Ünal S. Sayınalp. Tiroid hastalıklarına giriş. Đç Hastalıkları.. Güneş Kitabevi 2. baskı. 2003; 2167-2175. 70. Çeviri Editörü:Y.Sağlıker, Tiroid Bezi Hastalıkları. Harrison Đç Hastalıkları Prensipleri.2006: 2060-2084. 71. Diseases of the thyroid gland. Current Medical Diagnosis and Treatment Lange/McGraw Hill. 42nd Edition. 2003;1081-1107. 72. Richard S.Snell, Çeviri Editörü:Prof. Dr. Mehmet Yıldırım. Glandula Thyroidea. Klinik Anatomi. Nobel tıp kitapevleri. 5th Edition. 2004: 652-653. 73. Ed:Y. Aytekin, S.Solakoğlu. Adrenaller, Langerhans adacıkları, Tiroid, Paratiroidler ve Pineal bez. Temel Histoloji. Nobel Tıp Kitapevleri. Edition. 2006; 21:420-425. 74. Montgomery, Conway, Spector, Chappel Çeviri Editörü: N. Altan. Tiroid hormonları. Biyokimya. Palme Yayıncılık Ankara. 6th Edition. 2000;18: 587-591. 75. Ed: H. Çavuşoğlu. Tiroidin Metabolik Hormonları; Guyton&Hall Textbook of Medical Physıology. Nobel tıp kitabevleri. 9th Edition. 1996; 76: 99-123. 76. Ed: M.Özata, A.Yönem. Endokrinoloji Metabolizma ve Diabet. Tiroid Hastalıkları. Đstanbul Medikal Yayıncılık. 2006; 3: 95-209. 77. Ed:G. Erdoğan, Hipotiroidizm. Klinik Endokrinoloji. Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi ANTIP A.Ş Yayınları. Ankara 2003; 167-176. 78. Ed:G. Đliçin,K. Biberoğlu, G. Süleymanlar, S. Ünal. S. Güllü. Hipotiroidizm. Đç Hastalıkları. Güneş Kitabevi. 2. Baskı. 2003; 2183-2193. 79. Ed:G. Erdoğan, Tirotoksikoz ve hipertiroidi. Klinik Endokrinoloji. Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi ANTIP A.Ş Yayınları. Ankara 2003; 125-143. 80. Ed:G. Đliçin, K. Biberoğlu, G. Süleymanlar, S. Ünal. S. Güllü. Tirotoksikozlar. Đç Hastalıkları. Güneş Kitabevi. 2. Baskı. 2003; 2193-2211. 81. H.H.Hatemi , Ed:H.Yazıcı, V.Hamuryudan, A.Sonsuz. Tiroid ve Hastalıkları. Cerrahpaşa Đç Hastalıkları. Đstanbul Medikal Yayıncılık. 2. Baskı. 2005; 66-78. 73 82. Subklinik Tiroid Hastalıkları. Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Đç Hastalıkları X. Mezuniyet Sonrası Eğitim Kursu. 2005:79-83. 83. Cooper DS. Subclinical Hypothyroidism. N Eng J Med 2001; 345:26-65. 84. Helfand M. Screening for subclinical thyroid dysfunction in nonpregnant adults:a summary of the evidence for the US preventive services task force. Ann Intern Med 2004; 140:128-141. 85. Subklinik hipertiroidi ve hipotiroidizm. 9.Ulusal Đç Hastalıkları kongresi, 2007; 5051. 86. N.Başkal. Kronik Tiroiditler. Koloğlu Endokrinoloji Temel ve Klinik. Nobel Tıp Kitabevleri. 2. Baskı 2005; 270-274. 87. Ed:G. Đliçin,K. Biberoğlu, G. Süleymanlar, S. Ünal, B.O. Yıldız, Tiroiditler. Đç Hastalıkları Koloğlu Endokrinoloji Temel ve Klinik 2. Baskı Güneş Kitabevi 2. Baskı. 2003; 156-165. 88. Ed:G. Erdoğan, Tiroiditler. Klinik Endokrinoloji. Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi ANTIP A.Ş Yayınları. Ankara 2003; 177-189. 89. King H, Rowers M. WHO Ad Hoc Diabetes Reporting Group. Global estimates for prevalence of diabetes mellitus and impaired glucose tolerance in adults. Diabetes Care 1993; 16:157-177. 90. American Diabetes Association. Economic conseguenses of diabetes mellitus in the U.S. in 1997. Diabetes Care 1998; 21: 196-308 91. Fleely J, Isles T.E, Sreening for thyroid dysfunktion in diabetics, Br. Med. J. 1979. View Record in scopus, Cites By in scopus. 92. Gray R.S, Borsey W.J, Irvine J, Natural history of thyroid function in diabetics with impaired thyroid reserve: a four year controlled study, Clin. Endocrinol. 1983; 19 : 445451 93. Wu P.Thyroid disease and diabetes. Clinical Diabetes. 2000;18: No. 1. 94. Falorni A, Brozzetti A. Diabetes-related antibodies in adult diabetic patients. Best Pract Res Clin Endocrinol Metab. 2005 Mar;19(1):119-33. 95. Menon PS, Vaidyanathan B, Kaur M.Autoimmune thyroid disease in Indian children with type 1 diabetes mellitus. J Pediatr Endocrinol Metab. 2001 Mar;14(3):279-86. 74 96. Lorini R, d'Annunzio G, Vitali L, Scaramuzza A. IDDM and autoimmune thyroid disease in the pediatric age group. J Pediatr Endocrinol Metab. 1996 Mar;9 Suppl 1:8994. 97. Burek L, Rose NR, Guire KE, Hoffman WH. Thyroid autoantibodies in black and in white children and adolescents with type 1 diabetes mellitus and their first degree relatives. Autoimmunity. 1990;7(2-3):157-67. 98. Riley WJ, Maclaren NK, Lezotte DC, Spillar RP, Rosenbloom AL. Thyroid autoimmunity in insulin-dependent diabetes mellitus: the case for routine screening. J Pediatr. 1981 Sep;99(3):350-4. 99. Cardoso C, Ohwovoriole AE, KuKu SF. A study of thyroid function and prevalence of thyroid autoantibodies in an African diabetic population. J Diabetes Complications. 1995 Jan-Mar;9(1):37-41. 100. Matejkova-Behanova M, Zamrazil V, Vondra K, Vrbíkova J, Kucera P, Hill M, Andel M.Autoimmune thyroiditis in non-obese subjects with initial diagnosis of Type 2 diabetes mellitus. J Endocrinol Inves. 2002 Oct;25(9):779-84. 101. Celani MF, Bonati ME, Stucci N. Prevalence of abnormal thyrotropin concentrations measured by a sensitive assay in patients with type 2 diabetes mellitus. Diabetes Res. 1994;27(1):15-25. 102. Mouradian M, Abourizk N. Diabetes mellitus and thyroid disease, Diabetic care ,1983; 6: 512-520. 103. Pasupathi P, Bakthavathsalam G, Saravanan G. Sreening for thyroid in the diabetic-non diabetic population. Thyroid sciende, 2008; 8:3-6 104. Yaman Ş.U, Sargın Y, Sargın M, Orbay E. Tip 2 diyabette subklinik hipotiroidi sıklığının araştırılması. Endokrinolojide yönelişler, cilt 12, sayı 2. 105. Gonem Ş,Wall A, De P. Routine screning for thyroid disease in patients with diabetes mellitus : is it wordhwhile?, society for Endokrinology BES 2007; 13: 317. 106. Gopinath B, Wang J:J, Kifley A, Wall J:R, Tip 2 diabetes does not predict incident thyroid dysfonction in the elderly, BMI, 2008. 107. Peres L.J, Ignacio L, Alfonso L, Thyroid disease prevelance in diabetic patients. American Diabetes Association, 1999; 48: 424. 108. http:www.endokrine-abstracts.org/ea/0003/0003p298.htm 109. Textbook of Family Practice.Robert E.Rakel,MD. Sixth edition, 2002.1053,10441045. 75 110. Uzunalimoğlu A, hipotiroidi. Ed: G. Erdoğan, Klinik Endokrinoloji. Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi ANTIP A.Ş Yayınları. Ankara 2003; 211. 76