PROF. DR. SELAMİ ALBAYRAK Kıymetli okurlar; Değerli İstanbul’da Sağlık okurları Çağımızın en önemli sağlık sorunlarından olan kanser, sebebi bilinen ölümler sıralamasında kalp ve damar hastalıklarından sonra ikinci sırada yer alıyor. Bu yönüyle önemli bir halk sağlığı sorunu olan kanserin, 200’den fazla türü bulunuyor. Tüm doku ve organlarda gelişebilme özelliği taşıyan, kalıtımsal faktörler yanında sigara, çevre kirliliği, yanlış beslenme gibi çevresel faktörlerinde etkisiyle ortaya çıkan kanserin tedavisine yönelik araştırmalar aralıksız sürüyor. Ancak bu araştırmalara rağmen, kanserin halen öldürücü olduğunu, bıraktığı sakatlıklar ve tedavideki yüksek maliyetler nedeniyle ülke ekonomisi ve iş gücünde ağır kayıplara neden olduğunu söyleyebiliriz. Bugün, tüm dünyadaki sağlık otoriteleri akılcı kanser mücadele politikaları geliştirmek için mesai harcıyor. Şu konunun altını çizmek gerekiyor ki; günümüzde kanser sadece pahalı ilaç vb. tedaviler ile kontrol altına alınabilecek bir hastalık olmadığı gibi, sadece tıp otoritelerinin sorumluluğunda bir konu da değildir. Kanseri önlemede ve erken teşhis etmede halen toplum bilinci en önemli kriterdir. Bu anlamda, bireylerin öncelikle kansere yakalanmamak için gerekli önlemleri almaları, hastalığın ön işaret ve belirtilerini takip etmeleri gerekmektedir. İstanbul Sağlık Müdürlüğü olarak, kanser konusunda farkındalık oluşturmak amacıyla çok sayıda sempozyum ve toplantı gerçekleştiriyoruz. Bu toplantıların halkımızın konu hakkındaki duyarlılığının artmasında önemli rolü olduğu kanaatindeyim. Bu toplantılara ek olarak bu sayı 4 Şubat Dünya Kanser Günü olmasından hareketle Türkiyenin kanser mücadelesinde geldiği noktaya mercek tutmak istedik . Geçtiğimiz ay, aynı zamanda sağlık çalışanlarımızın bayram ayı oldu. Vatandaşlarımızın sağlık hizmetlerinden tam manasıyla yararlanabilmeleri için var gücüyle çalışan, gece-gündüz, kar-çamur, bayram-tatil demeden büyük bir özveriyle çabalayan sağlık çalışanlarımızın 14 Mart tıp Bayramını hep birlikte kutladık. Bu kapsamda, vatandaşlarımızı hareketli yaşama teşvik etmek için birçok farklı organizasyon ve etkinlik gerçekleştirdik. Bu etkinlikler kapsamında 13 Mart Pazar günü, II. Abdülhamid Han’ın kurucusu olduğu Şişli Hamidiye Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nden başlayıp, yine II. Abdülhamid Han’ın kurucusu olduğu Mektebi Tıbbiyeyi Şahane’ye bir diğer adıyla Sağlık Bilimleri Üniversitesi’ne kadar süren bir bisiklet turu düzenledik. Başta sağlık yöneticileri ve çalışanlarımız olmak üzere bir çok sivil toplum kuruluşu ve derneğin katılımıyla düzenlenen etkinliğimiz, renkli görüntülere sahne oldu. Söz konusu organizasyonda, emeği geçen tüm çalışanlarımıza teşekkürler. Dergimizde, her sayıda olduğu gibi bu sayıda da çok değişik konu, haber ve ropörtaja yer verdik. İşlevsel, hijyenik, hafif, dayanıklı ve ucuz olması sebebiyle tercih edilen plastiklerin, sağlığımız açısından ortaya koyduğu riskleri sizler için araştırdık. Biberonlardan, su ihtiyacımızı karşıladığımız pet şişelere, gıda saklama kaplarından, köpük bardaklara kadar günlük hayatımızda kullandığımız pek çok plastik eşyanın, sağlığımız açısından hayati risk taşıdığına vurgu yaptık. Umuyorum, bu konuda farkındalık edinmenize katkı sağlayabilmişizdir. Bununla birlikte anevrizmadan, vereme, böbrek hastalıklarından, adet düzensizliğine kadar pek çok farklı konu sayfalarımızda yer bulmayı sürdürdü. Her sayı ilgiyle takip ettiğiniz sağlık çalışanlarımızın meslek hatıraları ve ünlü röportajlarına da yer vermeye devam ettik. Dergimizde merak ettiğiniz pek çok konuya cevap bulacağınızı ümit ediyorum. Ben, tekrar emekleri hiçbir maddi değerle karşılanması mümkün olmayan, sağlık teşkilatımızın 14 Mart Tıp Bayramını kutluyor, başarılı çalışmalarının devamını diliyorum. Sağlık, mutluluk ve huzurla kalın. 5 Sağlık Bakanı Dr. Mehmet Müezzinoğlu’nun 14 Mart Tıp Bayramı Mesajı Hedef boy anne-baba ortalaması! 28 Kanserden değil, geç kalmaktan korkun! 14 Hekimlere yönelik şiddet önlenebilir mi? 6 22 16 Eyvah! Bebeğimin gazı var Dikkat! Gıda yerine plastik tüketiyoruz Sağlıklı yaşam için günde 2 bardak süt Türkiye’de Yaklaşık 2 Milyon İnsanı Tehdit Ediyor! 32 48 SAHİBİ İstanbul Sağlık Müdürlüğü adına İstanbul Sağlık Müdürü Prof. Dr. Selami Albayrak SORUMLU YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ Selcan Yücel selcanyucel@hotmail.com YAZI İŞLERİ Gülşen Mermer EDİTÖR Hilal İnaltekin Mustafa Kaan Bulut Dikkat! Beyninizde saatli bir bomba olabilir 54 58 Sağlık Müdürlüğü’nden Muhakkiklik Eğitimi 38 Mobbing hayatımızla birlikte sağlığımızı da bozuyor 60 Çocuğunuzun öfke nöbetleri ile nasıl başa çıkabilirsiniz? KONSEPT DANIŞMANI Dr. Nurgül Osmanbeyoğlu YAYIN KURULU Uzm. Dr. Çiğdem Yazıcı Ersoy Dr. Bekir Turan Av. Ülker Kuğu Hediye Ünver BİLİMSEL DANIŞMA KURULU Prof. Dr. Fahri Ovalı Prof. Dr. Hamit Okur Prof. Dr. Murat Elevli Prof. Dr. Recep Özturk Prof. Dr. Selami Albayrak Prof. Dr. Yüksel Altuntaş Doç. Dr. Adem Akçakaya Doç. Dr. Mustafa Bilici Doç. Dr. Özgür Yiğit Op. Dr. Sadiye Eren GÖRSEL TASARIM VE YAYINA HAZIRLIK Onüç Reklam Prodüksiyon San. Ve Tic. Ltd. Şti. Nisbetiye Mahallesi Hakkışehithan Sokak No13 B blok, D2 34377 2.Ulus, İstanbul Telefon +90 212 270 54 50 Faks +90 212 270 13 59 www.13reklam.com.tr FOTOĞRAF Umut Erşah REKLAM VE SATIŞ PAZARLAMA Selcan Yüce selcan.yucel@saglik.gov.tr Telefon +90 212 453 07 46 BASKI Hat Baskı Sanatları Litros yolu 2. Matbaacılar Sitesi A Blok Za 5 Topkapı İstanbul Telefon +90 212 567 77 66 YAZIŞMA ADRESİ Basın Bürosu İstanbul Sağlık Müdürlüğü Peykhane Caddesi No10 Çemberlitaş İstanbul Telefon +90 212 453 07 15 Faks +90212 638 30 36 www.istanbulsaglik.gov.tr Yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir. Bu dergide yer alan yazılardan kaynak gösterilerek alıntı yapılabilir. Bu dergi tamamıyla reklam gelirleri ile 3 ayda bir yayınlanmakta ve ücretsiz dağıtılmaktadır. Tıp Bayramı’nda pedallar sağlık için çevrildi bir eseri olarak üniversitesimiz geçen yıl kuruldu. Bu yıl, ilk öğrencilerimizi aramızda göreceğiz, bu vesile ile tüm öğrencilerimize şimdiden başarılar diliyorum. Hepinize katılımlarınızdan dolayı teşekkür ederek, sağlık için pedal çevirdiğiniz için sizleri kutluyorum.” dedi. Sultan Abdülhamit Han’ın bir hastanesi’nden, diğer bir hastanesine İstanbul Sağlık Müdürlüğü’nün, “13 Mart’ta Sağlık İçin Pedal Çeviriyoruz” sloganıyla düzenlediği bisiklet turu 500’ün üzerinde bisikletçinin katılımı ile gerçekleşti. Sağlık Bilimleri Üniversitesi ve Kalbin İçin Pedalla Grubu’nun işbirliği ile düzenlenen tura, İl Sağlık Müdürü Prof. Dr. Selami Albayrak, Kalbin İçin Pedalla Grubu Başkanı Şahidin Aydemir, İl Sağlık Müdürlüğü yetkililerinin yanısıra, çok sayıda sağlık personeli ve vatandaş katıldı. Boğaziçi Köprüsü bisiklet ile geçildi Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nden saat 11:00’de başlayan tur, Boğaziçi Köprüsü üzerinden geçilerek Sağlık Bilimleri Üniversitesi Haydarpaşa Kampüsü’nde tamamlandı. Sağlık Bilimleri Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Cevdet Erdöl, İl Sağlık Müdürü Prof. Dr. Selami Albayrak ve Kalbin İçin Pedalla Grubu Başkan Yardımcısı Afacan Dilekçi’nin konuşmaları ile başlayan etkinlik, emeği geçenlere plaket takdim edilmesi ile sürdü. Katılımcılara çekilişle sürpriz hediyeler verilen törende, Sağlık Bilimleri Üniversitesi’nde sergilenen Osmanlı arşivlerinin yer aldığı “Geçmişten Günümüze Mekkeb-i Tıbbiye” sergisi de gezildi. Etkinlik, müzik dinletisi ve kokteylin ardından etkinlik sona erdi. Sağlık için pedal çevirdiğiniz için sizleri kutluyorum Törende konuşan Sağlık Bilimleri Üniversitesi Rektörü Erdöl, “Modern tıp, 14 Mart 1827’de II. Mahmud tarafından başlatılmış bir eğitimdir. Bu eğitimi 1903 yılında Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane binasına taşıyan II. Abdülhamid Han’dır. O döneme ait Osmanlı arşivlerinden elde ettiğimiz 60 tane belgeyi, sergimizde görebileceksiniz. Diğer bir önemli nokta ise 14 Mart tıp bayramının 1919 yılında işgalcilere bir başkaldırı olarak, Tıbbiyeliler tarafından ortaya konmuş olmasıdır. Tıp Bayramını bu tarihten itibaren geleneksel olarak kutlamaya başlamış bulunuyoruz. Türkiye’de son 10-15 yılda sağlık alanında çok ciddi bir dönüşüm uygulanıyor. Bunun Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi önünde açıklamalarda bulunan Sağlık Müdürü Prof. Dr. Selami Albayrak ise yapılan etkinliğin oldukça renkli ve keyifli bir yarış haline geldiğini belirterek “Kalbin İçin Pedalla grubu ile yaptığımız bu etkinlikle, sağlık çalışanlarımızın 14 Mart Tıp Bayramını kutlamış oluyoruz. Biz bu haftayı bisiklet ile kutlamak istedik. Bisikletin bir spor malzemesinden öte, gündelik hayatın içerisine giydirilmiş bir enstrüman olarak kullanmamız gerektiğini düşünüyorum. Umut ediyorum ki bundan 10 sene sonra artık bir bisiklet turu yapalım demeyeceğiz, çünkü herkes sabah evinden çıkıp işine ya da sosyal etkinliğine giderken bisikleti kullanıyor olacak. Bu farkındalığı yaratmak adına bütün bisiklet severler ile bir araya geldik. Sultan Abdülhamit Han’ın Avrupa yakasında yaptırdığı bir hastanesinden, Anadolu yakasında yaptırdığı diğer bir tıp okuluna Boğaziçi Köprüsünü geçerek ulaşacağız. Tüm bisiklet severler buradalar, güzel bir etkinlik olacağını düşünüyorum.” diye konuştu. Bisiklet bir farkındalık yaratabilir Kalbin İçin Pedalla Grubu Başkan Yardımcısı Afacan Dilekçi, “Sağlık İçin Pedal Çeviriyoruz” etkinliği ile bir farkındalık yaratmaya çalıştıklarından bahsederek, “ Bisikletin, özellikle büyük şehirlerin yaşam şartlarından, hareketsizlikten kaynaklanan sağlık sorunlarına, obeziteye, çevreye, birey ve toplum ekonomisine, kent içi ulaşıma çözüm olabileceğini düşünüyorum. Bu farkındalığı geliştirmek için pedal çevirdiniz. Hepinize katkılarınızdan dolayı teşekkür ediyorum. “ şeklinde konuştu l Sağlık Bakanı Dr. Mehmet Müezzinoğlu’nun 14 Mart Tıp Bayramı Mesajı Ülkemizde, modern ve bilimsel ölçekli ilk tıp eğitiminin başladığı 14 Mart, aynı zamanda milletimizin bağımsızlık uğruna yaktığı ateşin ilk kıvılcımının tarihidir. Tıbbiyeliler, 14 Mart 1919’da İstanbul’u işgal eden düşman kuvvetlerini protesto ederek, milli mücadelemizin öncülüğünü yapmış ve İstiklal savaşımızda önemli bir rol oynamıştır. Hekimlik, tarih boyunca var olan itibarlı ve saygın bir meslektir. Özünde insana hizmet etmek ve hayat kurtarmak olan bu meslek, ancak yoğun bir sevgi ve aşkla icra edilebilir. Bu onurlu mesleğin mensupları olarak da bizler, insanımızın her şeyin en iyisine, en güzeline layık olduğuna inanıyor ve bunun için gayret gösteriyoruz. Bizler bu inançla bu şevkle ülkemizin sağlığını bir adım daha ileriye taşımanın gayreti içinde olurken maalesef birileri de bu güzel tabloyu tersine çevirmenin, akamete uğratmanın derdine düştüler. Bölücü Terör Örgütü başta olmak üzere bütünlüğümüze kast edenler Türkiye’nin güçlü yarınlarını hedef almakta. Onların kan kusan silahlarına, yollara döşedikleri mayınlarına, hastanelerimize isabet eden roketlerine rağmen sağlık çalışanlarımız canları pahasına sağlık hizmetini hiçbir zaman aksatmadı, aksatmayacaktır. Dört sağlık çalışanı kardeşimiz hain terör örgütünün kurşunlarına hedef oldu. Sağlık Memuru Eyüp Ergen ve Ambulans Şoförü Şeyhmus Dursun Şırnak’ta, Aile Hekimi Dr. Abdullah Biroğul ve Eczacı Yunus Koca Diyarbakır’da şehadete yürüdü. Onlara bir kez daha Allah’tan rahmet diliyorum. Bu gün vesilesiyle hepimizi derinden yaralayan, kültürümüzle inançlarımızla bağdaşmayan bir konuya daha değinmek istiyorum. Sağlık çalışanlarımıza yönelik şiddet… Hiçbir meşru gerekçesi olmayan bu ayıbın önüne geçmek için ağır yaptırımlar getiriyoruz. Diğer kurumlarla da işbirliğine giderek gerekli yasal düzenlemeleri en kısa sürede hayata geçireceğiz. Vatandaşlarımızdan da kendi hayatları için ter döken çalışanlarımıza, “Şifa Veren Ele Vefa” diyerek daha anlayışlı yaklaşmalarını istirham ediyorum. Ülkemizin sağlığını bu günlere taşıyan, gece gündüz demeden fedakarca görev yapan tüm sağlık çalışanlarımıza bu ülkenin Sağlık Bakanı, bir ferdi olarak şükranlarımı sunuyorum. Onların bu çabalarının karşılığını verebilmenin, onların daha iyi şartlarda görev yapmalarını sağlamanın gayreti içinde olduk. 14 Mart dolayısıyla hekimlerimiz ve tüm sağlık çalışanlarımızın gerek özlük hakları gerekse uzun zamandır gündemde olan fiili hizmet zammı konusundaki beklentilerinin karşılanması noktasında önemli adımlar attık. Ülke imkanları elverdiğince iyileştirmelerimize devam edeceğiz. Bu duygu ve düşüncelerle büyük özveriyle görev yapan tüm sağlık çalışanlarımızın 14 Mart Tıp Bayramını kutluyor, bu uğurda hayatını kaybeden çalışanlarımıza bu gün vesilesiyle bir kez daha Allah’tan rahmet diliyorum. Dr. Mehmet Müezzinoğlu T.C. Sağlık Bakanı UZM. DR. FULYA ERMAN ROCHE İLAÇ TÜRKİYE MEDIKAL DİREKTÖRÜ Kanserden değil, geç kalmaktan korkun! Ülkemizde her yıl 180 bin yeni kanser tanısı konuluyor. Bu vakaların beşte üçünü erkekler, beşte ikisini ise kadınlar oluşturuyor. Peki bu denli yaygın görülen ve ölümcül sonuçlar doğurabilen kanserin ne kadar farkındayız? Kanserde vücudun verdiği sinyalleri ve korunma yöntemleri hakkında yeterince bilinçli miyiz? Bu soruların cevabını Uzm. Dr. Fulya Erman verdi. Tıp dilinde “kontrolsüzce hücre bölünmesi” olarak tanımlanan kanserin, ölümcül sonuçlar doğrurabilen hayati bir hastalık olduğunu söyleyen Erman, hastalığın yaşam şekli, yaş, cinsiyet ve genetik gibi pek çok faktörle ilişkili olabildiğini belirtiyor. “Hastalar kanserden değil, geç kalmaktan korkmalı” diyen Erman, kansere yönelik bilincin ve farkındalığın artırılması gerektiğine vurgu yapıyor. Türkiye’de kadınlarda en sık görülen kanser türünün meme, erkeklerde ise akciğer kanseri olduğunu ifade eden Uzm. Dr. Fulya Erman, ideal vücut ağırlığını koruma, sağlıklı beslenme, sigara ve alkolden uzak durma gibi yaşam tarzı değişiklikleri ile kanser gelişiminin önüne geçilebileceğini belirtiyor. Erman, 4 Şubat Dünya Kanser Günü kapsamında Türkiye’nin kanser ile mücadelesi, sık görülen kanser türleri ve kanserden korunma yöntemleri hakkında şu bilgiler veriyor. Kadınlarda meme kanseri ilk sırada yer alıyor Türkiye’de cinsiyete göre kanserin sebep olduğu ölümlere bakıldığında; kadınlarda ilk sırada meme kanseri ardından akciğer, mide, kolon-rektum ve serviks kanseri görülüyor. Meme kanseri belirtileri arasında; memede veya koltuk altında ele gelen kitle (sertlik, şişlik), meme başında tek kanaldan kanlı veya şeffaf renkli akıntı, meme başında içe doğru çekilme, çökme veya şekil bozukluğu, meme başı derisinde soyulma veya kabuklanma gibi değişiklikler, meme cildinde yara veya kızarıklık, meme cildinde ödem, şişlik ve içe doğru portakal kabuğu görünümü şeklinde çekintiler olması, memede büyüme, şekil bozukluğu veya asimetri ya da renginde değişiklik, kızarıklık gibi belirtiler yer alıyor. Öksürükle birlikte kan gelmesi akciğer kanserine işaret ediyor Akciğer kanserinde ise hastaların %25’inde kanser hiçbir belirtiye neden olmuyor. Dolayısıyla bu hastalık genellikle akciğer röntgeni çektirildiğinde öğreniliyor. Bu sebeple düzenli olarak kontrol yaptırmak akciğer kanserinin belirlenmesinde hayati öneme sahip. Bu hastalar dışında kalanlarda ise yeni başlamış öksürük, göğüs bölgesinde kesif ve geçmeyen ağrı, öksürükle birlikte kan gelmesi, nefes almada güçlük, nefes alıp vermede hırıltı gibi belirtiler görülebilir. Akciğer kanseri belirtileri; akciğerlerdeki tümöre bağlı olarak hastanın kanında, hormonlarında ve vücudun diğer bölgelerinde kendini gösterebilir. Mide kanseri belirti vermeyebilir Mide kanseri de akciğer kanseri gibi genellikle sinsi seyir gösteren bir hastalıktır ve oldukça geç anlaşılabilir. Karında mide bölgesinde rahatsızlık hissi en sık gözlenen belirtidir. Hastalığın ileri evrelerinde kilo kaybı, karın ağrısı, iştahsızlık, halsizlik, yutma güçlüğü, bulantı, kusma, midede dolgunluk ve şişkinlik hissi diğer belirtilerdir. Rahim ağzı kanseri kanama ile kendini gösteriyor Rahim ağzı kanseri de yavaş ilerleyen bir kanser türü olduğu için ileri aşamalara gelinceye kadar herhangi bir belirtiye yol açmayabilir. Cinsel ilişki sonrası yaşanan vajinal kanamalar rahim ağzı kanserinin en sık görülen belirtisidir. Ek olarak adet dönemi dışında yaşanan kanamalar rahim ağzı kanserine işaret edebilir. Ayrıca menopoz sonrası dönemde meydana gelen kanamalar da dikkat edilmesi gereken belirtiler arasındadır. Rahim ağzı kanseri ilerledikçe rahim ve çevresinde bulunan dokulara zarar vermeye başlar ve idrarı tutmak zorlaşabilir. Kabızlık, iştahın azalması, kilo kaybı, halsizlik gibi belirtiler görülebilir. İdrarda kan, kemik ağrıları, tuvalete çıkma alışkanlıklarında değişimler, böbreklerin şişmesine bağlı olarak yan bölgelerde görülen ağrılar, bacaklarda ödem ve dışkıda kan ilerlemiş rahim ağzı kanserinin diğer belirtileri arasında bulunuyor. Kolon rektum kanserleri ileri evreye kadar belirti vermeyebiliyor Kolon-rektum hastalarının ise bir kısmı, hastalık ileri evreye ulaşıncaya kadar belirtisiz kalabilecekleri gibi, en sık karşılaşılan belirtiler dışkılama düzeninde değişiklik (yeni ortaya çıkmış kabızlık veya ishal, tekrarlayan), rektal kanama, dışkı çapında azalma, dışkılama güçlüğü ve benzeri şikayetler olarak gösterilebilir. Erkeklerde ilk sırada akciğer kanseri var Erkeklerde kanserin sebep olduğu ölümlerde ilk sırayı akciğer kanseri alıyor. Bunu mide, karaciğer, kolon-rektum ve prostat kanseri takip ediyor. Karaciğer kanserinde şişkinlik ve ani kilo kaybına dikkat Karaciğer kanseri olan birçok hastada erken dönemde herhangi bir belirti görülmeyebilir. Bununla birlikte karaciğer kanserleri genellikle karında şişkinlik, ciltte sararma, kaşıntı, karnın sağ üst kısmından başlayıp sırta vuran ağrı, ani kilo kayıpları, haftalar süren iştahsızlık, çok az yemek yenmesine rağmen yemek sonrası tokluk ve şişkinlik hissi, ateş, geceleri terleme, genel sağlıkta ani kötüleşme, idrar renginde koyulaşma ve soluk renkli dışkı gibi sarılık belirtileriyle kendini gösterir. Prostat kanserine idrar yapma problemleri ve sırt ağrısı eşlik ediyor Prostat kanserinin hiçbir belirtisi olmayacağı gibi hastalar; idrar yapma ile ilgili problemler, ereksiyon zorluğu, semende veya idrarda kan ve sırt, bel, kalça ve uyluk ağrıları ile karşılaşabilir. İdrar yapma ile ilgili problemler; idrar yapamama, idrar yapmaya başlama ya da durdurmada zorlanma, sık sık idrara çıkma, geceleri idrara çıkma, idrar akımında zayıflama, kesik kesik zorlanarak idrar yapma, ağrılı idrar yapma şeklinde olabilir. Bu belirtiler kanser dışı nedenlere (prostat büyümesi, enfeksiyon gibi) de bağlı olabilir l Kişiye özel tedavi çağın tedavi şekli olacak Modern tıp; genetiğin, genomiğin ve proteomiğin yanı sıra yeni teknolojilerden gelen anlayışları da birleştirir. Bu, büyük ölçüde sağlık ve hastalık mekanizmaları hakkındaki bilgilerimizi artırdı. Bugün, hastalıkların biyolojisini takip edebiliyoruz ve bu bilgiyi sağlık hizmetlerinde bir sonraki gelişmelere yol açacak ya da yön verecek yeni tedavilere çevirebiliyoruz. Kişiye özel tedavi işte burada başlıyor. Mevcut tedavilere oranla belirgin faydalar sağlayan, klinik açıdan farklılaşmış tedaviler bugün tam da sağlık hizmeti paydaşlarının talep ettiği ve bütçe ayıracağı tedavilerdir. Yeni tanı araçları ve hedefe yönelik tedaviler, tıbbi tedavi alanında somut iyileşmeler getirirken bütün paydaşlar için de değer yaratmaktadır. Kanser görülme oranlarındaki artış ve nedenleri Son yıllarda kanser görülme sıklığında bir artış yaşanıyor. Dünyada her yıl 14 milyon kişi kansere yakalanıyor. Bunlardan 8 milyonu hayatını kaybediyor. Kanserdeki artışta değişen hayat koşulları, beslenmehormonlu gıda tüketimi- alışanlıkları, tütün ve obezitenin etkisi oldukça fazla. Ayrıca hareketsiz yaşam tarzını getiren çalışma biçimi, bilgisayar kullanımı da diğer faktörler arasında yer alıyor. Ancak gerek bu faktörleri ortadan kaldırarak gerekse sağlık alanındaki gelişmelerle, kişiye ve hedefe yönelik tedaviler gibi umut verici gelişmelerle hayatını kaybeden bu 8 milyonun 4 milyonunu kısa dönemde alınacak tedbirlerle, 5 yıl içinde hayatta tutmak mümkün görünüyor. Kanserle mücadelede en önemli nokta “Kişiye özel tedavi” Hastalıklarla mücadelenin artık klasik ilaç tedavisinden çıkıp genetik, biyoteknoloji gibi sofistike alanlarla iç içe geçen kompleks bir yapıya dönüştüğü bir ortamda, ilaç endüstrisinde de çıta her geçen gün yükseliyor. Bu bağlamda, tıp dünyasında “hastalık değil hasta var”. Genetik biliminin de ilerlemesiyle kişiye özel tedavi hız kazanıyor. Kişiye özel tedavi, doğru gruplara doğru zamanda doğru yöntemleri uygulayarak, tedaviyi hastaya uyarlamak anlamına geliyor. Kişiye Özel Tedavi, klinik açıdan farklılaşmış ilaçların ana destekçisidir. Sağlık sisteminin tüm üyelerine sağlam ve sürdürülebilir bir değer sunar. Her hasta aynı ilaca aynı tepkiye vermeyebilir Aynı hastalığın teşhisi konulmuş iki hasta, aynı ilaca farklı tepkiler gösterebilir. Bir hasta uygulanan tedaviden fayda görürken, bir diğeri arzu edilen klinik sonuçlar yerine ilacın istenmeyen yan etkilerinden muzdarip olabilir. Bu değişkenliğin bir kısmı hastalar arasındaki genetik ve diğer bazı biyolojik farklılıklardan kaynaklanabilir. Kişiye Özel Tedavi altında yatan düşünce de, bu farklılıkları moleküler düzeyde değerlendirerek belirli hasta gruplarının ihtiyaçlarına uygun, butik tedavi yöntemleri geliştirmek. Bu yaklaşım, sağlık hizmetlerinin daha iyi, daha güvenli ve daha etkin maliyetli olması konusunda inanılmaz bir potansiyele sahip. Erken teşhis hayat kurtarır Sağlıklı yaşam davranışları, çevresel risk faktörlerinin en aza indirilmesi ile kanser vakalarının görülme sıklığı anlamlı derecede azalabilir. Bunların yanında düzenli kanser tarama programları ve erken teşhis ile kanser vakalarından kaynaklanan ölüm oranları ciddi şekilde önlenebilir. Yine toplumsal bilinçle hava ve çevre kirliliği önlenir, zehirli atıkların önüne geçilmesi sağlanırsa kanser vakalarının görülme oranında ciddi bir düşüş olabilir l Kanserden korunmak için: • Kötü şartlarda hazırlanmış veya üretilmiş besinleri tüketmemek • Alkol ve sigaradan uzak durmak • Stresten uzak fiziksel açıdan aktif bir yaşam sürmeye özen göstermek • Sağlıklı, dengeli ve düzenli beslenme (özellikle Akdeniz diyeti denilen taze sebze-meyve ve kabuklu tahıllardan oluşan örneğin kepekli ekmek gibi gıdalar) alışkanlığı kazanmak kanser vakalarının görülme sıklığını azaltmada büyük önem taşıyor. Gelecek için yenilikler geliştirirken, tıbbi çözümleri hastaların hizmetine hemen sunmanın gereğine inanıyoruz. Hastaların yaşamlarını iyileştirmeye tutkuyla bağlıyız. Aynı bakış açısıyla hastaların hayatlarına dokunup, onları iyileştirmek için çalışan değerli hekimlerimizin ve sağlık çalışanlarımızın 14 Mart Tıp Bayramlarını kutluyoruz. Şeyda Coşkun: “Ne yiyorsak, oyuz” ‘’Formda kalmanın ve sağlıklı olmanın anahtarı haftada 2 gün oruç tutmakta gizli..’’Bu sözler ünlü yaşam koçu Şeyda Coşkun’a ait. 10 aylık Arat isminde tatlı mı tatlı bir oğlu olan Şeyda Coşkun, beden eğitimi fakültesi mezunu. Hamilelik sonrasında hızla eski kilosuna dönen genç anne, günde 30 kilometreye yakın yürüdüğünü söylüyor. Beslenme üzerine master eğitimi alan Şeyda Coşkun, ağırlıklı olarak hayvansal ve bitkisel protein kaynakları ile beslendiğini ve bundan büyük fayda gördüğünü kaydediyor. Çoşkun, ‘’En sevdiğim ve vazgeçemediğim gıdaların başında badem gelir. Sadece bir kase badem yiyerek bir öğün geçirebilirim“ diyor ve ekliyor:“Ne yiyorsak oyuz“ Ekibimizi Ortaköy’de bulunan yeni ofisinde ağırlayan Şeyda Coşkun ile sağlıklı olmak ve sağlıklı kalmak üzerine keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik. İşte o söyleşiden notlar… Öncelikle bize biraz kendinizden bahseder misiniz? Hangi okul mezunusunuz? Ankara Gazi Üniversitesi Beden Eğitimi Fakültesi mezunuyum. Ankara Hacettepe Üniversitesi’nde Beslenme üzerine master yaptım. Doğma büyüme Ankaralıyım. Beslenmeye çocukluktan beri ilgim var. Bir dönem bir kolit rahatsızlığı geçirdim. Bu durum bende müzmin bir kabızlığa sebep oldu. Bu nedenle yediğim bütün gıdaları 15 gün gibi kısa bir süre içerisinde değiştirme kararı aldım. O zamanlar üniversite öğrencisiydim. Bu dönemde patates, ekmek, kırmızı et gibi bir çok gıdayı hayatımdan çıkardım. Fakat iyileştikten sonra bana iyi geldiğine inandığım gıdaları yavaş yavaş beslenme programıma ekledim. Her gıda, her bünyede aynı tepkiyi vermiyor Aslında insan, vücudunu yaş ilerledikçe çözmeye başlıyor. Yediğin gıdaların etkisini tepkisini anlamak için, mutlaka bir süre o gıdayı tüketip çıkan sonuca göre karar vermek gerekiyor. Ben danışanlarıma da öyle yapıyorum. Mesela bir gün sabah yumurta, öğlen somon, akşam somon verip, somonun vücuttaki tepkimesini çözüyorum. O gıda sana iyi geliyorsa çok güzel kilo verdiriyor, ferahlatıyor, bağırsakları temizliyor. Alerjen gıdaların başında süt, yumurta ve gluten içeren yiyecekler var Peki diyet programlarına başlarken sağlık durumunu gösterir bir test yaptırıyor musunuz? Genelde programın başında ve sonunda tahlil yaptırıyoruz. Tam kan sayımı dahil, tiroid, insülin gibi kilo vermeyi etkileyen bazı hormonlara bakıyoruz. Sorun varsa öncelikle doktora yönlendiriyoruz. Program sırasında kolestrol, trigliserit, ürik asit gibi değerlerin düşmesini hedefliyoruz. Diyet çok sağlıklı bir şey ama bu süreçte her bakımdan vücudu takip etmek gerekiyor. Ben diyet programı sonunda benimle çalışan danışanlarıma bir karne veririm. “Vücuduna şu gıdalar, çok iyi geliyor, sonuçları iyi oldu. Şu gıdalara dikkat et gibi“ 10 yıldır bu işi yapan biri olarak diyebilirim ki, insanların vücudunda ortalama allerjik reaksiyon açısından iyi gelmeyen şeylerin başında gluten içeren yiyecekler, yumurta ve inek sütü geliyor. İnek sütü insan vücudunda bir tepkimeye neden oluyor fakat yoğurt olarak tüketildiğinde böyle bir alerjik tablo ile karşılaşılmıyor. Bence peynir ve yoğurt tüketimi desteklenmeli. Kalsiyumdan zengin yeşil yapraklı sebzelerde daha sık tüketilmeli. Mesela asma yaprağının kalsiyum oranı peynir Bu şekilde tüketmek karaciğer açısındanda çok faydalı. Balkabağını buharında kendi kendine pişirip ne zaman yedik ki? Her zaman şeker kattık, üstüne kaymak koyduk, öyle yedik. O yüzden de yaradanın nimetlerinden yeterince faydalanamıyoruz. Bakın, kış mevsimindeyiz. Allah hastalanmamamız için greyfurt, mandalina, portakal gibi meyveleri yaratmış. Bu meyveleri yememek yada farklı şekilde tüketmek hiçde mantıklı değil. Mevsiminde yetişen gıdaları yediğimiz müddetçe, sağlıklı kalmamamız için hiçbir neden yok. Şeker bağımlılık yapan bir madde Peki şeker konusunda görüşünüz ne? ‘Tatlı zehir‘ söylemine katılıyor musunuz? Şeker çok büyük bir zehir. ve sütten daha yüksek. Bununla birlikte sütün gaz yaptığı bilinen bir gerçek. Sütte bulunan laktoz gaz yapabilir, süt proteini olan kazain allerjik reaksiyona sebep olabilir. Bu bakımdan süt tüketimini sınırlamaya çalışıyoruz. Çiğ badem sayesinde folik asitim tavan yaptı En sık tükettiğiniz yiyecek ve içecekler neler? Çiğ bademi çok seviyorum. Badem sütüne, badem yemenin gerekliliğine çok inanıyorum. Hamileliğimden önce bol miktarda çiğ badem yedim. Bu nedenle hamilelikte folik asittim çok yüksekti. Günümüzde çoğu kadında hamile kalamama problemi var. Bu bakımdan her gelen jenerasyon daha sağlıksız geliyor. Ben bunu sağlıksız beslenmeye bağlıyorum. Gıdaları doğru pişirmiyoruz Paketli gıdaların da bunda etkisi olduğunu düşünüyor musunuz? Evet aynen, gıdaların doğal olarak tüketilmesini öneriyorum. Biz gıdaları oynamadan, tarladan geldiği şekliyle pişirmeye çalışıyoruz. Enginarı kendi suyuyla az pişiriyoruz. Günümüzde Türkiye‘de kaç kişi gerçek enginar yiyor ki? Enginarı zeytinyağlı şeker ve tuz katarak yedikleri zaman bütün besin değeri kayboluyor. Enginarı haftada bir kez sadece limonla belki iki baş soğanla pişirip, o şekilde ilaç niyetine yemek gerekiyor. Çalıştığım on kişiden beşi; ‘’Şeyda Hanım, çok tatlı yerim ben. Benim en büyük problemim tatlı sıkıntısı’’ diyor. Bu kişilerin programa başladıktan sonra eli ayağı titriyor. Şeker o kadar bağımlılık yapıyor ki, sanki madde bağımlılığından kurtuluyormuş gibi titreme oluyor. Böyle durumlarda başvurduğumuz ilk şey; protein. Protein ve doğal meyvalarla düzenlenmiş bu programlarda; mutlaka ilk dört gün protein-meyve, protein-sebze şeklinde giderek, hiç bir şekilde beyaz una girmeden vücudun kan şekeri dengesini oluşturmaya çalışıyoruz. Mesela; sabah kahvaltısında meyve (ananas), yulaf, yoğurt, öğle yemeğinde enginar, buharda pişmiş somon, akşam yemeğinde; sadece protein şeklinde bir beslenme programı uyguluyoruz. Sabah işlenmemiş meyve ve proteinimizi alıyoruz, onun enerjisini bütün gün yakarak akşama kadar gidiyoruz. Akşamda en son proteinimizi alıyoruz. Proteini akşam alan vücut gece bile çalışır. Tabiki yediğimiz tavuk organikse daha sağlıklı, etimiz yağsızsa daha sağlıklı. Yediğimiz ilacımız, ilacımız yediğimiz Hipokrat’ın bir sözü var: ‘’Yediğin ilacın, ilacın yediğin.’’ O kadar net ki; ben bir rahatsızlık hissettiğimde ‘ne yedim’ diye hemen düşünürüm. Çocuğumun yüzünde değişik bir allerji gördüğümde önce gıdasından şüpheleniyorum. Bütün hastalıkların temelinde beslenme yatıyor. Şekerin panzehiri acı deniyor. Bu konuda fikriniz ne? Evet. Mide ile ilgili bir problemi yoksa, sağlıklı olan herkes acı tüketebilir. Bu yaratılışımıza uygun bir şey. Biz acıyı millet olarak severek tüketiriz. Ben acının, tatlıdan çok daha dost olduğuna inanıyorum. Şu anki kan grubuyla beslenme konusu Hz. Davut’a dayanan, İbn-i Sina ile günümüze kadar gelen bir konu. İbni Sina ‘’Yediklerimiz bir gün gelecek sonumuz olacak’’ demiştir. Zaten sağlıklı yaşam sırları bizim geçmişimizde var; ne diyor Peygamberimiz ‘’sofradan doymadan kalk’’ Bende danışanlarıma her daim bunu öneririm. Yemek için yaşamak değil, yaşamak için yemek gerek… Siz danışanlarınıza akşam son öğünü kaçta veriyorsunuz? Ben genelde 19:30 da son öğünü verip, 20:30-21:30 arası bir bitki çayı veriyorum. O saatten sonra sadece sıvı almak hiç bir problem oluşturmuyor. Bir insan diyet yapamıyorsa, mutlaka Pazartesi ve Perşembe günü oruç tutmalı Sizce ara öğün olmalı mı yoksa sadece ana öğün yeterli mi? Ben 4 saat aç kalınması gerektiğini düşünüyorum. Sabah aç karnına kalkmışsan doğru beslenmişsin demektir. Sabah tok karnına uyanıp, bir de kahvaltı yapıyorsan o kötü işte. Doğru olan sabah aç karnına kalkıp, kahvaltıda verilen besinleri yemek. Evden kahvaltı yapmadan çıkıp, ayaküstü poğaça yada simitle öğün geçirmek metabolizmayı alt üst ediyor. Hem daha öğlen olmadam tekrar acıkırsın, hem de iş yerinde asla istenilen performansa ulaşamazsın. Çünkü yediğin bünyeye külliyen zarar… Ben danışanlarıma şunu sorarım: ‘hiç oruç tuttunuz mu?’ Benim beslenme sistemim biraz oruç sistemine yakındır aslında. Oruçta sadece akşam yiyorsun. Bende azar azar gidiyorsun. Vücudu eğitiyorsun. Bu işin zorluğu yedi gündür. Yedi gün sonunda vücut yeni sisteme alışıyor. İlk günler oruçta da böyledir. Başın ağrır, ama daha sonra baş ağrısı da geçer. Çünkü vücut seni temizliyor, arındırıyor. Vücut yeni siteme alışınca sana bir enerji gelir ve hareket enerjisiyle karnını doyurabilecek hale gelirsin. Çünkü hormonlar devreye giriyor. Bu hormonları kullanman gerekiyor. Bu kadar tok olursan, hormonları devreye sokamazsın. Bir insan diyet yapamıyorsa, mutlaka Pazartesi ve Perşembe günü oruç tutmalı. Şeker ihtiyacı meyvelerden karşılanmalı Peki çocuğunuzun yiyeceklerinde ne gibi alternatif yiyecekler var? Oğlum Arat 10 ayı bitirdi. Emzirdiğim dönemde bol bol boza içtim. Kalorisi yüksek ancak, çok faydalı. Sütün kalitesini ve miktarını arttırıyor. Şuan ise ek gıdaya geçtik. Arat’ın yemeklerini ben düzenliyorum. Yavaş yavaş, balık, et, az pişmiş ıspanak vermeye başladım. Bir gün ıspanağına pirinç, bir gün bulgur ekliyorum. Mesela sabah kahvaltısında pankek yapmışsak, bütün gün karbonhidrat vermiyorum. İnce çekilmiş yulaf kepeği ve akdarı unu kullanıyorum. Bu unların içinde gluten de free olduğu için rahatlıkla kullanıyorum. Şeker yerine ya hindistan cevizi şekeri (coconat) ya da pekmezi sulandırıp kullanıyorum. Ben şeftali ve ananas çok severim. Özellikle yaz aylarında sabah kahvaltısında yerim. Şeker ihtiyacımı meyvalardan karşılarım. Çocukluğumda da çok elma yerdim. Bu nedenle ergenlik döneminde hiç sivilcem olmamıştır. Bunu meyva yeme alışkanlığına bağlıyorum. Bitki çayı tüketir misiniz? Rezene, anason, melisa, bu çayları çok severim. Yeşil çayda içerim. En iyi yaptığınız yemek nedir? Bize bir tarif verebilir misiniz? Somon köfte. Somonu hafif haşlıyorum. Rende soğan, yumurta beyazı, taze soğan, dereotu ve isteğe bağlı maydanozda koyarak, kimyon, karabiber, kişniş gibi baharatlar ekleyerek yoğuruyorum. Köfte şekline getirip, ızgarada pişiriyorum. Enginarların arasına avakadodan sos yapıyorum. Avakadoya çok az limon, biraz su ilave derek iyice çırpıyorum. Mayonez kıvamında bir sos oluyor. Enginarların içine bu sostan koyup, ortasına somon köfteyi oturtuyorum. Üzerinede diğer enginarı kapatıyorum. Böylece bir nevi somon burger yapmış oluyoruz. Bu tarifin mucidi benim. Tamamen bana ait bir tarif. Peki gece telefonunuzu arayan oluyor mu? Tabi arayanlar oluyor. Zaten bende mutlaka aramalarını istiyorum. Biz programa başlamadan önce danışanlarımızla bir sözleşme imzalıyoruz. Orada ‘Programınız dışında, kontrolümüz olmadan hiç bir şey yiyip içmeyeceksiniz. Eğer tansiyonla yada şekerle ilgili bir problem yaşarsan mutlaka tansiyonunuzu ölçtürüp bize bilgi vereceksiniz‘ şeklinde maddeler var. Zaten biz ona göre gerekli müdahaleleri yapıyoruz. Mesela; daha ilk gün tansiyonu düşen bir danışanım, beni aramadan tuzlu ayran içiyor. Aslında bunun yerine yapması gereken yarım bardak soda içmek. Şeker düştüğü zamanda yarım portakal suyu içmek yeterli. Hayatta asla yapmam dediğiniz bir şey var mı? Hayatta yalan söylemem, büyük risklere girmem. Güçlü olmaktan hoşlanan bir kadınım. Güçsüz bir kadın profiline de, güçsüz olmaya da tahammülüm yok. Yalan söyleyip de yalanı ortaya çıkan güçsüz ve aciz insan profili beni rahatsız eder. Son olarak okuyucalarımıza ne söylemek istersiniz? Onlara Hipokrat’ın sözünü hatırlatmak istiyorum: ‘’ Yediğimiz ilacımız, ilacımız yediğimizdir’’ Ve son olarak ‘’Yürüyün yürüyün yürüyün’’ diyorum. Ben her gün 30 km‘den az olmamak kaydıyla yürüyorum. Şuan vücudumda kas oranım yüzde 30‘un üzerinde. Bunu düzenli yaptığım yürüyüş ve disiplinli beslenmeme borçluyum. Yürümek en akılcı ve en key ifli spordur. Hayatınızda spor ayakkabılara ve harekete yer açın. PROF. DR. NEVZAT TARHAN ÜSKÜDAR ÜNİVERSİTESİ REKTÖRÜ Hekimlere yönelik şiddet önlenebilir mi? Şiddeti körükleyen hasta ve hekim tipleri olduğunu belirten Prof. Dr. Nevzat Tarhan, şiddeti önlemede empati ve iletişim becerileri eğitiminin önemine dikkat çekti. Prof. Dr. Nevzat Tarhan, hekimlere şiddeti Krizi iyi önleme noktasında yönetmek gerekir Hasta kişilerin bu dönemde çok hassas önemli ipuçları da olabileceğini ifade eden Tarhan, sağlık çalışanlarının da aynı hassasiyetle hareket verdi. etmesi gerektiğini söyledi. Tarhan, “Hasta Türkiye’de her yıl 14 Mart, Tıp Bayramı olarak kutlanıyor. Bu özel günde tıp alanında çalışanların hizmet sorunları tartışılırken; bilime katkıları da ödüllendiriliyor. Ülkemizde doktorların karşılaştığı en büyük sorunların başında ise kimi zaman hasta ve hasta yakınlarından gördükleri şiddet geliyor. Yüksek beklenti şiddeti tetikliyor Üsküdar Üniversitesi Rektörü, Psikiyatr Prof. Dr. Nevzat Tarhan, öncelikli olarak iletişim becerilerinin tıp fakültelerinde okutulmasıyla ilgili mevcut bilgilerin gözden geçirilmesi gerektiğini hatırlattı. Hasta ve yakınlarında eskiye oranla birçok şeyin değiştiğine dikkat çeken Tarhan, sağlık hizmeti alanında beklentinin yükseldiğini kaydetti. “Hastaların daha önce hekime reçete yazdırması yeterliyken şimdi hasta ve hasta yakınlarında beklenti çok yükseldi. Bunun Sağlık Bakanlığı’nın kaliteyi önemseyen politikalarından kaynaklandığını söylemek mümkün. Ancak hekimlerin de buna hazır olması gerekiyor. Hekimler adına bazı iyileştirici ve memnuniyeti artırıcı çalışmaların yapılması önemli. Hastanın düşüncesini, beden dilini okumak, ön yargılarını anlamak, onların korkularını gidermek çok önemli onun için de iletişim beceri yöntemlerini iyi bilmek gerekir.” ve yakınları dertli, yaralı insanlardır. Bu kişilere yaklaşma biçimi önemli. O nedenle risk yönetimini bilmek gerekir. Burada kriz hali vardır. Olay çıkaracak hastanın öncülleri vardır ve sağlıkçılar bunu anlayabilir. Kimi sağlık çalışanlarında “Senin söyleyeceklerin beni ilgilendirmiyor” anlayışı var. Bu şekilde yaklaşıldığında hasta bunu anlıyor. Çünkü duygusal okuryazarlık var hasta ve yakınlarında. Ses tonu, söyleyiş tarzı, eşik altı vurgular…vs. den bunu hissedebiliyor. O nedenle hekim güler yüzlü olmalı. Güler yüzü esirgemek birçok olumsuzluğu getirir. Hastayı değersizleştirici yaklaşımların şiddet olarak geri döndüğünü görüyoruz”. İnovasyon kuralı Prof. Dr. Nevzat Tarhan, her meslekte olduğu gibi kesinlikle sağlık alanında çalışan kişilerin inovasyon kuralına uyması gerektiğini belirterek bu kuralı da şöyle açıkladı:“Hasta hekim ilişkisinde yüzde 15 kuralı uygulanmalı. Yaptığı iş hakkında zamanının yüzde 15’ni yaptığı işi düşünmeye ayırmalı. Nasıl ve doğru yapmalıyım diye kendine sormalı. 10 saat çalışıyorsa en az 1- 1,5 saatini yaptığı işi düşünerek geçirmeli kişi. Daha iyiyi nasıl yapabilirim, alternatif neler olmalı gibi. Böylece meslek hataları en asgariye inecektir.” Şiddeti Körükleyen Hasta Tipleri Prof. Dr. Nevzat Tarhan bazı hasta ve hekim tiplerinin şiddeti körükleyebileceğinin de altını çizdi. Tarhan bu tipleri ise şu şekilde tanımladı: Sessiz Hasta: Fazla konuşmaz. Hekimlerin sevdiği tiplerdir. Ancak bu hasta tipleri sonradan konuşur. Pasif-agresif kişilerdir bu kişiler. Onun şikâyet potansiyelinin daha fazla olduğu bilinmeli. Bu kişilere ihtiyacı olduğu kadar zaman ayırmak çok önemli. Sıkıcı Hasta Tipi Kaygılı, huzursuz, aceleci ve sabırsızdır. Girerken saatlerce sizi bekliyoruz hekim bey serzenişinde bulunur bu kişiler. Hekimde öfke uyandıran tiplerdir. O nedenle hekim bunu anlamalı ve hemen “Sizi beklettim farkındayım, kusura bakmayın” şeklinde yaklaşımla gereksiz polemiği önleyebilmeli. Narsist Hasta Tipi: Hekimde öfke uyandıran bir başkâtiptir. Tepeden bakarlar her şeye. Beklentileri çok yüksek ve her şeyi bilirler. Kusur bulduğunda üzerine gider. Özel hastanelerde sık karşılaşılır bu tiplerle. Tatmini zordur bu hastaların. Ancak kaliteli hizmetle kontrol altında tutulabilirler. Eğer bu kişilere bekletildiğinde bilgi verilmemişse sinirlenirler. O nedenle her gerekçe sunularak bilgilendirilmeli. Kişi de bana değer veriyorlar bilgilendiriyor diye düşünerek rahatlar. Bordurline Hasta Tipi: Bir günde 4 mevsimi yaşayan kişilerdir. Gülerken hemen ağlayabilir, sinirlenebilirler. Değişken kişilerdir. Hekimin bu kişilere yaklaşımı çok hassas olmalı. Sağlık çalışanı bu kişilerin duyguları hâkimiyetine girmemeli. Hekim bu kişileri yönetmeli. Sağlık çalışanı nötr ve soğuk kanlı tavrını koruyabilmeli. Teflon tava gibi olmalı. Hastalardaki stresin kendine buluşmasına fırsat vermemeli. Karşısına değil de yanına alıp yönlendirmeyi başarabilmeli. Doktor Tipleri Otokrat Doktor Tipi: Çok bilgili, mesleki yeterlilikleri iyi ancak insani yeterlilikleri yetersiz tiplerdi. Buyurgandırlar. Üretkenliği yüksek fakat hasta memnuniyeti düşüktür. Demokrat Hekim Tipi: Eleştiriye açık hastaya sıcak davranır, çoğulcu, özgürlükçü, katılımcıdır. Üretkenliği düşük fazla hasta göremez. Hasta memnuniyeti yüksektir. Yetersiz Hekim: Söylediği sözde tutarlılık yok verdiği bilgi yetersizdir. İkisi de düşüktür l” DOÇ. DR. ŞİRİN GÜVEN ÜMRANİYE EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ ÇOCUK HASTALIKLARI KLİNİĞİ EĞİTİM SORUMLUSU Eyvah! Bebeğimin gazı var Anne olanlar bilir. Yenidoğan bebeklerde geceler boyu sürebilen sebepsiz ağlamalar ve buna eşlik eden gaz sancıları hayatı kabusa çevirir. Genelde annelerin en zorlandıkları zamanların başında gelen bu dönemde, “Bebeğimin neyi var” sorusuyla acil servislere başvuranların sayısında rekor artış olur. Peki ebeveynleri geceler boyu uykusuz, bebekleri ise mutsuz eden bu gaz sancılarını önlemek mümkün mü? Tıp dilinde infantil kolik adı verilen bu sancıları kontrol altına alabilmek için ne yapmak gerek? Bu sorularının cevabını Doç. Dr. Şirin Güven verdi. Doç. Dr. Güven, yeni doğan bebeklerde genellikle 2. haftadan sonra başlayan gaz sancılarının daha çok akşam saatlerinde ortaya çıktığını belirterek, sindirim sistemini ilgilendiren bu sancıların, bebeğin yaşam tarzı ve beslenmesi gibi kriterlerle doğrudan ilgili olduğunu söylüyor. Gaz sancılarının karında şişlik ve ağrı ortaya çıkararak bebeği mutsuz ettiğini söyleyen Doç. Dr. Güven, evde yapılacak bazı basit uygulamalar ile bu sorunun kontrol altına alınabileceğini ifade ediyor. Genelde 3. aydan itibaren azalıyor Güven, “Bu dönemde bebek sürekli emmek ister. Emdikçe gaz ağrısı devam eder. Sonunda ağlamaktan yorularak uyuyakalır. Tam olarak nedeninin bilinemediği bu süreç bağırsaklarda anne sütü şekerinin tam sindirilememesiyle ilgili olabilir. Anne sütü şekeri tam olarak sindirilemeyince laktoz laktik aside çevrilir ve gaz ortaya çıkar. Laktozu sindiren laktaz enzimi bağırsaklarda 3. ay civarında normal düzeylere erişir ve gaz ağrısı kendiliğinden azalır. Bu mekanizma dışında başka faktörlerinde, gaz sancısını tetikleyebileceği düşünülmektedir” diyor. Doç. Dr. Şirin Güven bu nedenleri ise şöyle sıralıyor: Ağlamanın tipi önemli Gaz sancılarının daha çok erkek bebeklerde görüldüğünü ifade eden Güven, şu bilgileri veriyor: “Kolikli bebek, genelde akşam saatlerinde, yüzünde Yenidoğan bebeklerde ağlama nedenleri *Kolik *Enfeksiyonlar *İdrar yolu enfeksiyonu *Otit *Menenjit Gastrointestinal sitemden kaynaklanan nedenler *Yetersiz beslenme *İnek sütü protein alerjisi *Kabızlık *Gastroesofageal Reflü hastalığı *Anal çatlak Çevresel faktörler *Aşırı sıcak dış ortam *Aşırı gürültü *Uyku düzeninin olmaması kızarma, bacakları karına çekip bırakarak nedensiz ağlar. Birkaç dakika süren nöbet şeklinde ağlama 3 saate kadar devam edebilir. Gaz veya gaita çıkışı ile bebek sakinleşir. Burada önemli olan ağlamanın tipidir. Gün boyunca ağlayan, ateş, kusma, ishal, emmeme gibi bulguları olan bebeklerde kolik olasılığı azdır. Bu bebeklerin ayrıntılı muayene ve ayırıcı tanısı yapılması gerekir. Ağlamanın gaza eşlik eden veya etmeyen bir çok farklı nedeni olabilir. Gereksiz yere mama ve gaz söktürücü ilaç kullanmayın Gaz ağrısı düşünülen bebeğe iyi bir sistematik muayeneden sonra gaz ağrısını azaltabilen bitkisel ilaç kullanılabileceğini kaydeden Güven, “Bu ilaçların tam olarak gaz ağrısını azaltmayabileceği bilinmelidir. Bebeğin karnına masaj yapmak bebeği rahatlatabilir. Bu süreçte annenin desteklenmesi çok önemlidir. Annenin moralinin bozulması, strese girmesi süt salınımını azaltabilir. Evde anneye destek olabilecek birinin olması, bebeğin bakımına yardımcı olunması önemlidir. Yine annenin ara ara bebeğin ağlamasını duymayacağı 1-2 saatlik yürüyüşler yapması ve ortam değiştirmesi kendisini iyi hissetmesini sağlayabilir. Unutulmamalıdır ki infantil kolik ilk 3 ayda selim, kendi kendiliğinden geçen bir durumdur. Sabırlı, sakin olmak ve sevgi dolu bir ortam sağlamak bu sorunla daha kolay baş etmekte yardımcı olacaktır. Gaz sancısı olan bebeklere gereksiz pahalı ilaç başlamak, bebeğin aç kaldığını düşünerek mama başlamak, anneye gereksiz diyetler uygulamak bu süreçte yapılan yanlışların başında gelir. Bununla birlikte idrar yolu enfeksiyonu ve altta yatan anatomik bir hastalığı olup olmadığını araştırmamak da ciddi sorunlara sebep olabilir. Bu nedenle 3 haftadan daha fazla süren ağlamalarda mutlaka bir çocuk hastalıkları hekimine başvurulmalıdır” bilgisini veriyor l Bebeklerde gaz sancısına sebep olan faktörler * İlk aylarda baskın olan Serotonin barsakların kasılmasına neden olmakta, melatonin hormonunun salınımı 3. aydan sonra düzene girmekte ve barsakların gevşemesini sağlamaktadır. *Besin alerjisi, *Gastroesofageal reflü, *Laktoz intoleransı, fazla gaz yapımı *Doğumdan sonra birçok farklı uyarana maruz kalan bebek, bunlara tepkisini ağlayarak gösteriyor. *Gebelikteki stres infantil kolik görülme riskini 3 kat artırıyor. *Gaz sancısı, doğum sonrası depresyonlu anne bebeklerinde daha sık görülmektedir. *Sadece anne sütü alan bebeklerde daha az görülmektedir. *Ebeveyn-bebek ilişkisinin ve iletişimin iyi olan bebeklerde daha az görülmektedir. Pişik Merhemi İlk aylardan itibaren kullanılabilir güvenli yenilikçi formül. Yeni UZM. DR. MEHMET YAVUZ REEM NÖROPSİKİYATRİ MERKEZİ Mesleğinizi beyniniz seçiyor! Meslek seçiminde sağ ve sol beyni kullanmanın da önemli bir belirleyici faktör olduğunu biliyor muydunuz? Vücudumuzun patronu olarak nitelendirdiğimiz beynin sağ ve sol yarımkürelerinin farklı farklı misyonlara sahip olduğundan haberiniz var mı? Uzm. Dr. Mehmet Yavuz, sağ ve sol beyin yarımkürelerinden baskın olan tarafa göre kişinin yeteneklerinin, mesleğinin hatta zekâsının tespit edilebileceğini söylüyor. Sol beynin konuşma ve duygu durum merkezini barındırması sebebi ile sağ beyinden daha önemli görevler üstlendiğini ve daha baskın olduğunu belirten Dr. Yavuz, şu bilgileri veriyor. Sol beyin matematiksel, sağ beyin mühendislik yeteneklerini ön plana çıkarıyor “Dünyada yapılan birçok araştırmanın da gösterdiği üzere sağ ve sol beyin farklı fonksiyonlara sahiptir” diyen Yavuz, sağ beynin baskın olduğu kişilerde bilgiyi şekil ve hayal gücü ile işleme özelliğinin gelişmiş olduğunu belirtiyor ve ekliyor “Yani estetik zeka için sağ beyine ihtiyaç var” Mühendislik, mimarlık, yazarlık, müzisyenlik gibi mesleklere sahip kişilerin sağ beyin özelliklerinin baskın durumda olduğunu önemle vurgulayan Dr. Yavuz, ‘Sağ beyin fonksiyonları iyi olmayan kişilerden iyi şair, besteci, mimar çıkmayabilir.’ yorumunda bulunuyor… Lider kişiler beynini global olarak iyi kullanıyor Beynin iki yarımküresini birbirine bağlayan korpus kallosum adlı sinir lifleri yaptığı köprüsel yapı sayesinde bilgi alışverişinin sağlandığını kaydeden Yavuz, “Korpus kallosum ne kadar iyi gelişmiş ise insanın bir bütün olarak beyinsel yeteneklerini sergilemesi ve beynini bir bütün olarak global maksimum kullanması o kadar artıyor ve üst düzeye çıkıyor” diyor. Dr. Mehmet Yavuz “Eğer korpus kallosum iyi gelişmemişse o zaman sağ ve sol beyinden hangisi baskın ise kişi o özellikleri ön plana çıkararak hayatını sürdürür. Toplumda lider kişilerin, beynini global olarak iyi kullanmayı beceren kişiler olduğunu söyleyebiliriz. Bu kişilerde beyin ve vücut ilişkileri çapraz yürür. Dolayısı ile korpus kallosum un yetersiz geliştiği kişiler, lider olma vasıflarını taşıyamazlar.” bilgisini veriyor. Sağ ve sol el kullanımı meslek seçiminde etkili Sağ ve sol el kullanımı ile hangi beynin daha baskın olduğu arasında önemli bir ilişki olduğunu belirten Dr. Yavuz, şu bilgileri veriyor: “Günlük hayatta sol elini kullanan kişilerin sağ beyinleri baskın durumdadır. Eğer kişi sağ elini kullanıyorsa o zaman da sol beyin baskındır. Bu nedenle şunu diyebiliriz ki, solak olanlarda sağ beyin baskın durumda olacağı için, mimarlık yeteneği ve müzisyenlik kabiliyetleri iyi gelişmiştir. Sağ ve sol beyni baskın kişiler matematiksel yeteneğe sahip olabilir ancak sağ beyin daha çok matematiğin geometri, sol beyin ise cebirsel bölümü ile ilgilenir. Buradan şu netice çıkıyor ki, solak olan bir çocuğun, mimarlığa ya da güzel sanatlara yönlendirilmesi gerekebil ir. Bireyin, fen ya da konuşma becerisi gerektiren avukatlık veya pazarlama gibi bir meslekle uğraşması hata olabi lir. Çünkü sol beyin konuşma becerilerinde rol oynar. Eğer solak bir kişi hukuk mesleğini seçmişse avukatlığı değil estetik muhakeme yeteneğine yönelten sağ beyinden dolayı hakimliği tercih etmelidir.” Hangi beyniniz daha baskın Sağ elini kullanan kişilerde sol beyin özelliklerinin, sol elini kullananlarda ise sağ beyin özelliklerinin baskın olduğunun altını çizen Dr. Mehmet Yavuz, kişilerde hangi beynin daha belirleyici olduğunu gösteren testler olduğunu belirtiyor ve herkesin yapabileceği, basit bir test örneği veriyor l Beyninizin hangi tarafı baskın? Okuldayken hangi dersleri daha çok severdiniz? a) Türkçe, resim, sosyal vb. b) Fenle ilgili olanları. 2-Hangi tip sporları yapmaktan hoşlanırsınız? a) Tek başına yapılan sporları b) Takım sporlarını. 3-Gördüğünüz rüyaları hangi sıklıkta hatırlarsınız? a) Çoğunlukla hatırlarım, b) Ender olarak hatırlarım. 4-Ellerinizi ve mimiklerinizi konuşurken ne sıklıkta kullanırsınız? a) Çok kullanırım b) Çok az kullanırım. 5-İki elinizin parmaklarını birbirine geçirerek kapatın. Hangi elinizin baş parmağı üstte kalıyor? a) Sağ b) Sol 6-Şu an saatin kaç olduğunu tahmin edin, şimdi saate bakın, yanılma payınız ne kadar? a) On dakikadan fazla, b) On dakikadan az. 7-Aşağıdakilerden hangisini daha kolay hatırlarsınız? a) İnsanların yüzlerini, b) İnsanların isimlerini. 8-İki gözünü açık tutarak elinizdeki kalemi, bir cam kenarı veya kapı kenarı ile hizalayın. Önce sol gözünüzü, sonra sağ gözünüzü kapatın. Hangi gözünüzü kapatınca kalem daha az oynuyor? a) Sağ gözümü kapatınca b) Sol gözümü kapatınca Değerlendirme “A” ların sayısı fazla ise, SAĞ beyniniz daha gelişmiştir... Ben SAĞ beyinli biriyim, çünkü... Hayal ederim, sanatı severim, sanatsal becerilerimle şaşırtırım Hissederim, iyi şiir ve roman yazabilirim Koku ve tat gibi duyularım gelişmiştir. Sezgilerimi kullanırım ve içgüdülerim kuvvetlidir Yeni şeyler üretirim Subjektifim Boyutları iyi algılarım Bir bütün olarak görürüm Duygularımla hareket ederim “B” lerin sayısı fazla ise, SOL beyniniz daha gelişmiştir... Ben SOL beyinli biriyim, çünkü... Mantık yürütürüm Sınıflandırma ve tasnife önem veririm Analitik düşünmeye çalışırım Matematiksel işlemlerden sıkılmam Dili iyi kullanırım ve ikna kabiliyetim iyidir Bütünü değil parçayı görürüm Sistemli ve disiplinli çalışırım Objektif davranırım KUDRET LİVAOĞLU KİMYA YÜKSEK MÜHENDİSİ Dikkat! Gıda yerine plastik tüketiyoruz Kimya Yüksek Mühendisi Kudret Livaoğlu, işlevsel, hijyenik, hafif, dayanıklı ve ucuz olması sebebiyle tercih edilen plastikler konusunda uyarıyor. Plastiklerin hammaddesinin doğalgaz, petrol ve kömür olduğunu söyleyen Livaoğlu, bebekler için kullanılan biberonlardan, su ihtiyacımızı karşıladığımız pet şişelere, gıda saklama kaplarından, köpük bardaklara kadar günlük hayatımızda kullandığımız pek çok plastik eşyanın sağlığımız açısından hayati risk taşıdığını belirtiyor. Plastiklerde bulunan kimyasalların, gıda ile temas ettiklerinde gıdaya geçebilecek bir özelliği olduğunu ifade eden Livaoğlu, bu geçişin, yiyeceğin sıcaklığına göre değişiklik gösterdiğini belirtiyor. Livaoğlu, “Plastiklerin yapımında kullanılan BPA kimyasalının içecek şişelerinden insanların vücuduna geçtiği tespit edilmiştir. Vücudumuza giren BPA maddesi prostat, beyin gelişimi, kalp hastalıklarına, kansere, karaciğerde enzim bozukluklarına ve diyabet rahatsızlıklarına sebep oluyor. Bu hastalıklardan korunmak İstiyorsak, işe plastik kullanımını camla değiştirerek başlamalıyız” diyor. Ünlü Kimya Mühendisi Livaoğlu konu hakkında şu bilgileri veriyor: Sıcak ve yağlı gıdaları plastik içinde bekletmeyin! Plastikler, ambalaj malzemesi olarak geniş bir kullanım alanına sahiptir. Bunun yanında otomotiv, beyaz eşya ve inşaat malzemesi olarak kullanımı da giderek artmaktadır. Plastiklerin hammaddesi; doğalgaz, petrol ve kömürdür. Üretim sürecindeki bazı değişikliklerle farklı tür plastikler elde edilmektedir. Bu ürünler doğrudan kullanılabildikleri gibi katkı maddeleri ile esneklik, dayanıklılık, sıcaklığa dayanma, ultraviyoleye dayanma gibi özellikleri arttırılmakta ve bunlardan değişik ürünlerin imalatında yararlanılmaktadır. Ancak bu katkı maddelerinin çoğu ağır metaller içermekte ve insanlara toksit maddeler olarak geçmektedir. Plastik içinde bulunan kimyasallar, gıda ile temas ettiklerinde gıdaya geçerler. Bu transfer sıcaklık arttıkça daha çok artar, düşük sıcaklıklarda daha az olur. Bu nedenle sıcak ve yağlı gıdaların plastiklerde saklanmasından kaçınılmalıdır. İçindeki katkı maddeleri kolaylıkla gıdaya geçebiliyor Katkıların gıdaya transferi; temas yüzeyi, transfer hızı, plastik tipi, sıcaklık ve temas süresi gibi faktörlere bağlıdır. Bu katkı maddelerinin bazılarının alerjik etkilere, karaciğer hasarına ve kansere neden olduğu görülmüştür. Plastiklere esneklik katmak amacıyla katılan plastizerler gıdaya geçmektedir. Günlük hayatımızda sık kullandığımız plastik çeşitleri; PE, PET, PP, PVC, PC Polietilen (PE) Özellikle gıda ürünlerinde paketleme filmi, mutfak eşyalarında, kağıt kaplamalarda, varil ve benzeri taşıma kaplarında iç kaplama malzemesi olarak, tel ve kablo kaplamalarında, oyuncak üretiminde, çöp torbası, şişe yapımında ve yalıtkan olarak kullanılır. Polietilen Terafiat (PET-PETE) Yeniden kullanıma sokulduğunda halı, fıber dolgu maddesi, şişe ve kapların yapımında kullanılmaktadır. Bu şişe ve kaplara yiyecek konulmaz. PET şişelerden yapılmış ürünlere konulan içecekler güneşe maruz kaldığında sıcaklık artışından dolayı kimyasal madde geçişi meydana gelir. Bu nedenle güneşten uzak tutulmalıdır. Polivinil klorür(PVC) Sert plastikten boru yapımında, kapı ve pencere yapımında, yer karoları gibi diğer inşaat malzemelerinin imalatında, ayakkabı yapımında, kağıt ve tekstilde, kaplama işlerinde, şişe yapımında kullanılır. PVC ürünleri yakıldığında tehlikeli hidrojen klorür gazı ve kansorejen etkisi olduğu bilinen toksik dioksin çevreye yayılmaktadır. PVC’den yapılmış malzemeler özellikle esnek olanlar ortama ağır bir koku yayarlar. Bu koku kansorejen etkiye sahip vinil klorürdür. Ayrıca sinir sistemi, bağışıklık sistemi ve başka birçok ciddi sağlık sorunlarına neden olmaktadır. Vinil klorürü en çok yeni arabalar, banyo perdeleri, oyuncaklar ve PVC kapı pencerelerden teneffüs edilmektedir. Kullanmak zaruri ise ilk kullanım zamanı kokusu geçene kadar açık alanda bekletmek gerekir. Polipropilen (PP) Sert, ısıya ve kimyasal etkiye dirençli bir maddedir. Oto akü kaplarının, vidalı kapakların, bazı yoğurt ve margarin kaplarının, mutfak eşyalarının, plastik filmlerin yapımında kullanılmaktadır. Yeniden kullanıma sokulduğunda otomobil parçaları, batarya ve halı yapımında kullanılmaktadır. Polikarbonat(PC) Su damacalarında, çocuk biberonlarında yaygın kullanılmaktadır. Zararlı etkilerinden sakınmak için ısıdan uzak tutulmalıdır ve deterjan malzemesi kullanmadan düzenli temizlenmelidir. Polikarbonatlarda en önemli sıkıntı, Bisfenol A (BPA) içermeleridir. BPA (Bisphenol A) Polikarbon, PVC gibi bazı plastiklerin ve biçimlendirildikten sonra sertleşebilen plastik hammaddelerin üretiminde kullanılan kimyasal bir maddedir. Endokrin bozucu olarak etki ederler. Vücuda alındıklarında hormonları taklit ederek veya engelleyerek vücudun normal işleyişini bozmaktadırlar. Bu maddelerin endokrin dengeyi bozarak büyüme, sinir sistemi, cinsiyet gelişimi, üreme yeteneği, insülin yapımı ve kullanımı ve metabolik hız gibi birçok temel süreci etkiledikleri düşünülmektedir. İnsanların idrar, kan, süt ve dokularında tespit edilmeleri oral, teneffüs ve deri temas yoluyla bu maddelere maruz kaldıklarını göstermektedir. Obeziteye de zemin hazırlıyor Son yıllarda yapılan çalışmalar, endokrin bozucu özellik taşıyan kimyasal maddelerin obezite gelişiminde de rol oynayabileceklerini düşündürmektedir. Türk Toksikoloji Derneği ; ‘Tarafımızdan obezite tanısı konan farklı yaş grubu çocuklarda yapılan çalışmaların sonuçları da, ftalatlar ve BPA’nın obezitede olası rolünü düşündürür niteliktedir.’ şeklinde sonuca ulaştıklarını bildirmektedirler. Güzel kokularla plastik kokladığımızın farkında mıyız? 2002 yılında Harvard Üniversitesinde yapılan araştırmaya göre parfümlerdeki Phthalate’ın sperm DNA’larında hasara neden olduğu tespit edildi. Fitalatlar; Kişisel bakım ürünleri (tırnak cilası (oje), parfüm, losyon ve çözücüler), plastik, boya ve bazı böcek ilaçları (pestisit) içinde kullanılır. Fitalatların toksin geliştirici özelliği vardır. Çocuklarda astım ve kansere sebep olmaktadır. Araştırmalar, hamilelik döneminde ftalat maddesine çok fazla maruz kalan annelerin erkek çocuklarında cinsiyet kayması olabildiği, kız çocuklarında erken ergenliğe geçiş görülmektedir. Biberon seçimi nasıl olmalı? Öncelikli cam biberonlar tercih edilmeli. Kırılma sıkıntısına karşı alınan polikarbon biberonların Bisfenol A (BPA) içermemesine dikkat edilmeli, etiket incelenmelidir. Bisfenol A (BPA),endokrin bozucu etkisi dolayısıyla kansere neden olabileceği nedeniyle AB tarafından biberonlarda kullanımını yasakladı. Tarım ve Köyişleri Bakanlığı, Avrupa Birliği (AB) ile paralel olarak, biberon gibi bebek beslenmesinde kullanılan polikarbonat malzemelerin üretiminde Bisfenol A’nın (BPA) kullanımını 2011 yılında yasakladı. Su Nasıl Saklanmalı Su saklamada en iyi yöntem camdır. Camdan sonra damacanalara göre pet şişeler tercih edilmelidir. Damacanaların yapısında bulunan Bisfenol A (BPA), çözünerek suya geçebilmektedir. Su dolum tesisleri su doldurulan damacanaları güneşe maruz bırakmasıyla da Bisfenol A (BPA) suya daha hızlı geçmektedir. Bu nedenle su satın alırken güneş ışığına maruz kalıp kalmadığına dikkat etmek gerekir. Gıda yerine plastik yiyoruz Hiçbir plastik malzemeye sıcak gıda konmamalı ve dondurulmamalıdır.Plastiklerin içindeki zararlı maddeler ısıyla beraber hızlı bir şekilde bozularak gıdaya geçmekte ve biz gıda ile birlikte plastik tüketmekteyiz. Örneğin dışarıda plastik bardaklarda çay alımı, pilav demlenirken sıcak suda plastik kapta bekletilmesi ve biberonlarda sıcak mamanın soğutulması gibi günlük yaşamda gözden kaçırdığımız hatalar var l Alabileceğimiz basit önlemler * Mümkün olduğunca gıda ile temasta plastik yerine cam tercih edilmeli. * Sentetik kokulardan uzak durulmalı, ya da içeriğinde ftalat ve zararlı madde barındırmayanlar bulunup seçilmelidir. * Genel olarak değerlendirdiğimizde, plastik kullanmanın zaruri olduğu durumlarda gıdalarla temas halinde kullanacağımız plastik seçiminde sırayla PP, PE ve PET malzemelerden yapılmış ürünler tercih edilmelidir. * Atıkların yeniden kullanımı sonucu yapılan renkli poşetlerde muhafazadan kaçınılmalı, esnek plastiklerdense kolay kırılmaz, yırtılmaz ve biçim bozulmasına uğramayan boyasız ürünler tercih edilmelidir. Böylece gıdalarımızı daha sağlıklı ve daha uzun sure ilk tazeliğinde muhafaza edebiliriz. * Ayrıca bakanlıkça onaylı olup olmadığına dikkat edilmelidir. Bakanlık’tan izin alan üreticiler “Gıda Maddeleri ile Temasta Bulunan veya Bulunmak Üzere imal Edilen Plastikler Hakkında Yönetmelik” kurallarına uymak zorundadırlar. Buna göre, gıda maddeleri ile temasta bulunacak plastiklerin yapımında kullanılan mamul hammaddesi ve katkı oranları belirlenen sınırları aşamaz ve üretimde bu yönetmelikte belirlenenlerden başka tür malzeme kullanılamaz. * Plastik malzemeleri kullanmak zorunda isek; dondurmamalı ve ısıdan uzak tutulmalıdır. UZM. DR. MESUT POLAT ZEYNEP KAMİL KADIN DOĞUM VE ÇOCUK HASTALIKLARI / EĞİTİM ARAŞTIRMA HASTANESİ JİNEKOLOJİ POLİKLİNİĞİ Şiddetli ve düzensiz adet kanamaları miyom belirtisi olabilir mi? Kadınların korkulu rüyası rahim miyomları, her zaman belirti vermeyebiliyor. Genelde boyutları 10 cm’ye ulaştığında şiddetli ağrı, fazla ve uzun süren adet kanaması gibi belirtilerle kendini gösteren miyom, kısırlık dahil bir çok sağlık problemine neden olabiliyor. Uzm. Dr. Mesut Polat, rahim içinde çoğu zaman birden fazla sayıda oluşan miyomların, jinekolojik muayene ve ultrason gibi basit tanı yöntemi ile tespit edilebilerek tedavi edilebildiğini söylüyor. En çok 35-45 yaş grubu kadınlarda rastlanılan rahim miyomlarının menapoz ile birlikte küçülmeye başladığını kaydeden Polat, şunları söylüyor. Bir adet döneminde ortalama 20-60 ml. kan kaybedilir. Adet kanamasının aralıklarını ve kanama süresini belirlemek kolay ama kanama miktarını ölçmek zordur. Adet miktarının 80 ml’nin üzerine çıkması şiddetli adet kanaması olarak nitelendirilir. Bu durumda adet kanamasının süresi uzamış veya kanama süresi 7 günle sınırlı kalmasına rağmen kanamanın şiddeti artmış olabilir. Sağlıklı kadınların yaklaşık yüzde 10-15’inde bu sorun gelişebilir Ortalama adet sıklığı 28 günde birdir, 25 günden kısa ve 35 günden uzunsa bir problem olabilir Şiddetli adet kanaması neden kaynaklanır? Adet kanamalarının şiddetli olmasının başlıca nedenleri arasında hormonal denge bozuklukları gelir. Bu tür kanama pelvik veya sistemik bir hastalık olmaksızın ortaya çıkan rahim orijinli aşırı, uzamış veya sık kanamadır. Hiçbir nedenin bulunmadığı, rahim ve rahim içinin tamamen normal yapıda olduğu, hormon ve pıhtılaşma sisteminin normal fonksiyon gördüğü bu grup, disfonksiyonel kanama bozukluğu başlığı altında toplanır. Muayenelerin 1/5’i, cerrahi girişimlerin 1/4’ü bu sebeple yapılır. Böyle bir durumda ayırıcı tanıda akla gebelik, çeşitli ilaç kullanımları, var olan sistemik hastalıklar ile miyom ve polip gibi rahme ait olan patolojik durumlar mutlaka akla gelmelidir. Adenomyosis denilen ve rahmin kas tabakasında endometriozis varlığı ile tanımlanan durum da şiddetli kanamaya yol açabilir. Ayrıca rahim kanserinin kendisi veya öncü lezyonları da bu tip anormal kanamalara yol açabilir. Ayrıca kanın pıhtılaşmasını ve kanamanın durmasını sağlayan pıhtılaşma sistemi bozukluklarında da adet kanamaları şiddetli olabilir. Rahimde bulunduğu yere göre farklı belirtiler gösteriyorlar Kadınların yaklaşık yüzde 25’inde görülen miyomların şiddetli kanama yapıcı etkisi vardır. Miyomlar, rahmin kas tabakasından kaynaklanan iyi huylu urlar olarak tanımlanır. Miyomlar rahimde bulundukları yerlere göre farklı bulgular verirler. Saplı olan ve karnın içerisine doğru büyüyen miyomlar kanama bozukluğuna yol açmazken, rahim duvarını tutan veya rahim boşluğuna doğru büyüyen miyomlar kanama bozukluğunun sık rastlanan nedenlerinden birini oluştururlar. Menapozla birlikte küçülmeye başlıyorlar Miyomlara en çok 35-45 yaş grubu kadınlarda rastlanır. Menopoz döneminde de miyom görülme sıklığı düşüktür ve doğurganlık yaşlarında miyom tanısı almış çoğu kadında menopoza girdiklerinde miyomlarda küçülme izlenir. Doğum yapmamış olmak, ilk adetin erken yaşta başlaması, düzensiz beslenme, obezite, alkol, ailesel yatkınlık gibi faktörler de miyom gelişimini arttıran risk faktörleridir. En belirgin belirtisi kanama ve ağrı Miyomlar belirti vermeyebilir. Rutin jinekolojik muayeneler sırasında tesadüfen tespit edilebilirler. Ancak çoğu zaman büyüme ile orantılı olarak, fazla adet kanamaları, cinsel ilişki sonrası kanama, adet arası dönemde ara kanama, sık sık idrara çıkma, karında şişlik, adet dönemlerinde ya da cinsel ilişki sırasında kuyruk sokumuna doğru ağrı, fazla miktarda kanamalara bağlı kansızlık gibi nedenler miyom belirtileri olabilirler. Bu nedenle bu gibi belirtileri olanlar vakit kaybetmeden bir kadın hastalıkları ve doğum uzmanına başvurmalıdırlar. Her miyom ameliyat gerektirmez Miyomlar küçükse ve herhangi bir şikayete neden olmuyorlarsa ameliyat edilmeksizin 6 ay arayla kontrol muayeneleri yapılabilir. Buna rağmen belirgin şikayet yaratanlar, doğurganlığı etkileyecek kadar büyüklükte olanlar tedavi gerektirirler. Çok başarılı ve yaygın kullanılan bir ilaç tedavisi henüz yoktur. Tedavi için hemen hemen her zaman ameliyat uygulanır. Ameliyatta bazen sadece miyomlar alınır; bazen de miyomların rahimle birlikte tamamen alınması gerekir. Buna hastanın yaşı, çocuk sayısı, miyomların büyüklüğü gibi faktörlere göre karar verilir l DOÇ. DR. MEHMET BOYRAZ TURGUT ÖZAL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ ÇOCUK ENDOKRİNOLOJİ BİLİM DALI Hedef boy anne-baba ortalaması! Bir çocuk için hedef boy; annenin boyu ile babanın boyunun ortalaması! Kız çocukları için anne-baba boyunu toplayıp 13 çıkarılıyor, erkek çocuklarda 13 ekleniyor. Uzmanların “Yüzde 90 tutuyor” dediği bu “büyüme” hedefinde yolunda gitmeyen belirtilerin dikkate alınması gerekiyor. Çocuğun boyu ve yaşı, akranlarına göre geride kalıyorsa, giydikleri küçülmüyorsa bir uzmana başvurmak gerekiyor. Çocuklarda büyümenin takibi ile ilgili Çocuk Endokrinolojisi Uzmanı Doç. Dr. Mehmet Boyraz bilgi veriyor. Büyüme her yaşta aynı hızla devam etmiyor Büyüme bir çocuğun sağlıklı olduğunun göstergesidir. Dünya Sağlık Örgütü de bunu böyle kabul ediyor. Büyüme aslında anne karnında başlıyor. Büyüme her yaş için aynı değil. İlk bir yaştaki büyüme ile 3-4 yaş arasındaki veya daha ileri yaşlardaki büyüme oranı hep farklı. Büyüme derken ‘boyun uzamasından’ bahsediyoruz. Bir çocuk yaklaşık 50 cm boyunda ve 3 kilo 300 ile 3 kilo 500 gr doğuyor. İlk bir yıl hızlı bir büyüme potansiyeli var ve yaklaşık 10-25 cm boy atıyor, 1-2 yaş arasında 10-12 cm ve giderek azalıyor. Daha sonra ergenlikte tekrar bir artış oluyor. Tiroid ve büyüme hormonu çok önemli Büyüme ilk 6 ay hatta ilk 2 yaş beslenmeye bağlıdır. Bir çocuğun büyümesini değerlendirirken normal değerlere göre boyu kısa ise özellikle beslenmeyi sorgulamamız lazım. Çünkü iyi beslenmeyen bir çocuk, ilk iki yaşta daha az büyür. İki yaşından sonra hormonal faktörler devreye giriyor. Özellikle büyüme hormonu ve tiroid hormonu çok önemli. Bundan sonra da ergenlik döneminde ergenlik hormonları; kızlarda östrojen erkeklerde testosteron hormonu büyümede rol oynuyor. Büyümenin takip edilmesi için bebeğin doğduğu andan itibaren belirli periyotlarla bir çocuk sağlığı uzmanı ya da şansınız varsa bulunduğunuz çevredeki sağlık kurumlarından birinde bir çocuk endokrin uzmanı tarafından izlenmesi gerekiyor. Belki bizlere ulaşamayabilirler ama ilk 6 ayda bir aile hekimine ya da çocuk uzmanına ulaşabilirler. Bebeğin aylık boy ve kilo ölçümlerinin yapılması gerekiyor. Altıncı aydan sonra her 2 ayda bir ve 1 yaşından sonra her 3 ayda bir çocukların büyüme ve gelişmesinin takip edilmesi lazım ki büyümesinde problem olan çocuklar, bize aile hekimleri veya çocuk uzmanları tarafından yönlendirilebilsin. Biz de zamanında büyümeye dair sorunları tespit edip önlemlerimizi alalım. Büyüme geriliği genellikle ne zaman farkediliyor? Her yaş için farklı. Aileler genellikle geç geliyorlar çünkü fark edilmiyor. Akranlarına ve okuldaki arkadaşlarına göre kısa olduğunu fark ettiklerinde ya da aldıkları elbisenin 2-3 yıl boyunca küçülmediğini gördüklerinde şüpheleniyorlar. Her yaşta boy kısalığı saptanabilir. Ama aileler bize 10-11 yaşından sonra özellikle ergenlik dönemine yakın başvuruyorlar. Burada önemli olan büyümenin düzenli takibi, fark edildiğinde hemen başvurmak ve erken tanı koyup tedaviye başlamak. Büyüme geriliğine ne yol açar? İlk 2 yaşta büyüme geriliğinin en önemli sebebi beslenmedir. Çocuk düzenli beslenmiyorsa zaten kilo da alamaz boyu da uzamaz. Ailesel yani genetik boy kısalığı dediğimiz bir kısalık da var. Anne- baba kısadır çocukta kısa olabilir. Ama anne baba kısa, çocuk da kısa olacak diye takibi bırakmıyoruz. Boy kısalıkları 2 -3 yaşından sonra fark edilebilir. Bu ailesel olabileceği gibi yapısal dediğimiz boy kısalıkları özellikle büyüme hormonu eksikliği, tiroid hormonu eksikliği bu dönemde araştırılması gereken faktörlerdir. Bunlar haricinde çocukta kronik hastalıklar olabilir. Diyabet, astım, kronik akciğer hastalığı, böbrek hastalıkları gibi. Bu tip kronik hastalıkları araştırdıktan sonra çocukta bir takım hormon eksiklikleri, tiroid hormonu ve büyüme hormonu dediğimiz hormonlar araştırılır. 11 yaşından sonra da büyümeye katkı sağlayan kızlarda östrojen hormonuna, erkeklerde de testosteron hormonuna bakılır. Anne baba boyuna göre hesapladığımız bir boy var. Buna hedef boy diyoruz. Hedef boy nasıl hesaplanıyor? Annenin boyu ile babanın boyunu toplayıp kız çocuklarda 13 çıkartıyor, erkek çocuklarda 13 ekliyor ve ikiye bölüyoruz. Bu bize hedef boyu veriyor. Çocuğun ulaşabileceği boyu tahmin ediyoruz. Bu %90 tutuyor. Büyüme çizelgelerine göre takip hekim tarafından yapılıyor Gelişim çağındaki çocuklarda düzenli doktor takibi büyüme geriliğinin erken tespitinde çok önemlidir. Bizim Türk çocukları için hazırlanan 0-18 yaş aralığında büyüme çizelgemiz var. Önemli olan çocukların büyüme değerleri arasında hangi yüzdelik dilime girdiğidir. Genetik özelliklerine, beslenme şekline bakarak değerlendiriyoruz. Anne sütünün çocuğun boyunun uzamasına katkısı var mı? Anne sütü hiç şüphesiz çok önemli ve bunu herkes biliyor artık. Anne sütü kadar dünyada besin değeri yüksek bir besin yok. İlk 6 ay mutlaka ve sadece anne sütü diyoruz. Çocuğun büyümesi ve zeka gelişimi için de çok önemli. Hatta ileri yaşlarda görülen kronik hastalıkların, obezite gibi sıkıntıların yetersiz anne sütü veya hiç anne sütü alınmaması ile bağlantılı olduğu bilimsel çalışmalarla ispatlandı. Altıncı aydan sonra ek gıdalar verilebilir ama 2 yaşına kadar da anne sütü diyoruz. Kızlarda erken ergenlik boy kısalığı sebebi Kız çocukları için normal ergenlik yaşı ortalama 9-10’dur. Erkek çocukları için de yaklaşık 11-12’dir. Ama son yıllarda biraz daha erken yaşa kaydı maalesef. Sol el bilek filmi çekerek kemik yaşını hesaplıyoruz. Kemik yaşına göre çocuğun boyunun ne kadar uzayabileceğini tahmin edebiliyoruz. Bazı formüllerimiz var. Ama burada da sınırımız var. Kızların 16 yaşına kadar adet görmesi gerekiyor. Kızlarda boyun uzaması yaklaşık 14-15 yaşına kadar sürüyor, erkeklerde 16-17 hatta 18 yaşı bulabiliyor. Kızlar ne kadar geç adet görürse boy o kadar uzun oluyor. Tedavi edilmesi gereken boy kısalığı tanısını endokrin uzmanı koymalı Aileler çocuklarının boylarının akranlarına ve yaşına göre kısa olduğunu düşünüyorlarsa, mutlaka çocuk endokrinoloji uzmanına götürmeliler. Bulundukları bölgede yoksa aile hekimlerine veya çocuk doktorlarına da gidebilirler. Böyle bir durum söz konusu ise en yakın endokrinoloji uzmanına yönlendirileceklerdir. Tanı için önce çocuğun boyunu ve kilosunu ölçerek büyüme grafiklerindeki yerine bakıyoruz. Anne ve babaya bağlı genetik boy kısalığı olabilir. Ardından bütün rutin tetkikleri yapıyoruz; biyokimyasal, kan parametreleri, kemik yaşı. Her şey normal görünüyorsa 6 ay veya 1 yıllık takibe alıyoruz. Yine uzamıyorsa bazı ileri testlere geçiyoruz. Yani, ilk 2 yaş beslenme öyküsünden, büyüme hormonu ve tiroid hormonu tetkiklerine, östrojen ve testosteron dediğimiz hormonlara bakıyoruz. Bitkisel ilaçların boy uzattığı söyleniyor. Bunların böyle bir etkisi var mı ? Bunların kesinlikle boy uzattığına dair bilimsel bir kanıt yok. İçinde ne olduğu belirsiz ilaçlar. Halkımızın duyguları maalesef suistimal ediliyor. ‘İçirdik boyu uzamadı’ diye çocuklarını getirenler var. Hatta bu bitkisel ilaçlar östrojenik etkiyle kemik yaşını hızlı ilerletip boyu kısa da bırakabilir. Büyüme hormonu eksikliği teşhisi koyduğumuzda da hemen tedaviye başlıyor ve çocuğun boyunu uzatabiliyoruz. Ne kadar erken gelirlerse o kadar boyun uzaması söz konusu olabilir. 12-13 yaşında gelen çocuklara fazla bir şey yapılamıyor. Çocuklar bu hormon ilaçlarını belirli bir dönem kullanacak. Ama tiroid hormonunu sorunu varsa sürekli kullanması gerekebilir. Büyüme hormonunu kemik yaşına göre kemiklerde büyüme tamamlanana kadar kullanıyoruz. Bu da suistimal edilebiliyor. Örneğin; 18 -20 yaşlarında bir hasta geldi. ‘Boyum uzar’ diye büyüme hormonu almış. Boyu uzamayınca bana gelmişti. Tabii ki mümkün değil. Boy kısalığı çocukları psikolojik olarak da etkiliyor mu? Kesinlikle. Boyu kısa olan çocuk hem fiziksel olarak hem de psikolojik olarak sıkıntı yaşıyor. Boyun akranları ile yaklaşık olması çok önemli. Bazı kız çocukları geliyor. 17-18 yaşında ‘kısa boyluyum’ diye. Ama o saatten sonra yapacak bir şey yok. Üzülüp gidiyorlar. Mümkün olduğu kadar erken tespit etmek gerekiyor. Özellikle burada ailelere çok iş düşüyor l İstanbul‘da hizmetinizde Siemens’ten Türkiye’de bir ilk! Tüm Vücut MR PET Biograph mMR cihazı siemens.com/mMR Siemens, teknoloji harikası 3T MRI ile entegre moleküler görüntüleme sistemlerini Türkiye’ye gururla sunar. Biograph mMR, hasta görüntüleme, teşhis, tedavi ve takip yöntemlerinizi yeniden tanımlayacak olan, klinik kullanımda eş zamanlı MR ve PET imkanı sağlayan bu çığır açan sistem, şimdi Siemens ile hizmetinizde. Biograph mMR; olağanüstü nitelikte görüntüler alma potansiyeli ile yeni araştırma alanları açarak ve sıradışı klinik uygulamalara imkân vererek tanısal görüntüleme vizyonumuzu genişletecek, sağlık hizmeti sunma yöntemlerini yeni baştan yazacak. Siz ilk olarak ne yapacaksınız? Answers for life. PROF. DR. ÜMIT AYKAN GÖZ HASTALIKLARI UZMANI Türkiye’de yaklaşık 2 milyon insanı tehdit ediyor! Dünyadaki önlenebilir körlük nedenlerinin başında yer alan glokom, sadece Türkiye’de yaklaşık 2 milyon insanın göz sağlığını yakından tehdit ediyor. Glokomun her yaşta görülebilmesinin yanı sıra özellikle 35 yaşından sonra sinsi bir şekilde ilerleyerek körlüğe yol açabildiğini söyleyen Prof. Dr. Ümit Aykan “Göz içi basıncının yüksek seyretmesi ve göz sinirlerinin zayıflaması sonucu oluşan glokom (göz tansiyonu) hastaları ülkemizde ciddi anlamda artış göstermiş durumda. Ancak ne yazık ki birçok hasta bu hastalığa sahip olduğunun farkında bile değil” diyor. 35 yaşından sonra risk arttıyor Belirti vermeden sinsi bir şekilde ilerleyerek gözde geri dönüşü olmayan hasarlar yaratan glokom, Türkiye’de yaklaşık 2 milyon insanı yakından etkiliyor. Rakamın büyüklüğüne rağmen hastaların yalnızca yüzde beşinin hastalığının bilincinde olduğunu söyleyen Prof. Dr. Ümit Aykan “Glokom, 35 yaşından sonra herkeste ortaya çıkabilen ve sinsice ilerleyerek körlüğe neden olabilen ciddi bir hastalıktır. Dünyada önlenebilir körlüğe neden olan hastalıkların başında yer alan glokomda erken teşhis ve tedavi çok önemlidir. Bunun ana sebebi giden görmenin hiçbir şekilde geri dönmemesidir. Hastalığı hangi düzeyde saptarsak, ancak o seviyede tutabiliyoruz. Bu da ancak çok ciddi bir izleme ve dikkatli tedavi ile mümkün olmaktadır” diyor. Sessiz hırsız glokomda genetik faktör öne çıkıyor Belirli bir yaştan sonra herkesin ciddi bir risk taşıdığını belirten Prof. Dr. Ümit Aykan “Göz basıncının artışı göz sinirinde hasara neden olabiliyor, bu nedenle belli aralıklarla göz sinirlerinin ve görme lifleri kalınlığının modern cihazlar ile değerlendirilmesi büyük önem taşıyor. Özellikle aile büyüklerinde ve ailede göz içi basıncı varsa, bu durum daha da önem kazanmaktadır. Görme kaybının sessiz hırsızı olan göz tansiyonu Türkiye’de yaklaşık iki milyon kişide görülüyor. Bu hastaların hepsi de ileride görmelerini kaybetme riskiyle karşı karşıya” diyor. Tansiyonu düşük olanlar ve uyku sorunu yaşayanlar risk altında! Glokomda risk grubunun başında ailesinde glokom geçmişi bulunanların, diyabetlilerin ve miyopi rahatsızlığı olanların geldiğini belirten Prof. Dr. Aykan, tansiyonu düşük seyredenlerin ve gece uyku sorunu yaşayanların da risk bakımından dikkatli izlenmeleri gerektiğine dikkat çekiyor. Glokomun oldukça sinsi bir hastalık olduğunun altını çizen Prof. Dr. Aykan, “Glokom hiç ağrı ve sızı yaşatmadan aniden geri dönüşsüz görme kaybına neden olabilen riskli bir hastalıktır. Bu nedenle 40’lı yaşlara gelene kadar yılda iki kez göz tansiyonu muayenesinin asla ihmal edilmemesi gerekiyor” diyor. İlaçlarla da tedavi edilebiliyor Glokomun göz damlası gibi ilaçlarla da tedavi edilebildiğini söyleyen Prof. Dr. Ümit Aykan, gerektiği takdirde cerrahi ve lazer girişimlerinin de tedavide uygulanabileceğini belirtiyor. Prof. Dr. Aykan “Hastalığın ilk devrelerinde, ilaç hastalığı tedavi için yeterli olacaktır. Ancak burada erken teşhisin önemi çok büyük. Çünkü giden görme asla geri döndürülemez. Bu nedenle kişilerin belirli yaşlardan sonra mutlaka belli aralıklarla göz muayenesi yaptırması gerekiyor. Gerekli vakalarda tedavide cerrahi ve lazer müdahalelere de başvurabiliriz” diyor l SUDAN SEBEPLER YARATIN! Mevsim değişikliklerinde su ihtiyacı artıyor. Vücudun su ihtiyacının arttığı dönemlerin başında mevsim geçişleri geliyor. Sadece sıcak havalardaki terleme değil, soğuk havalardaki üşüme de vücuda su kaybettiriyor. Özellikle mevsim değişiklikleri sırasında yaşanan gün içindeki ani hava değişimlerine uyum sağlamak ve sıcaklığını korumak için vücut daha fazla çaba sarf ediyor ve su ihtiyacı artıyor. Yaz sıcaklarının bastırmasıyla birlikte de terleme kaynaklı su kaybında ve vücudun dışarıdan su alımına duyduğu ihtiyaçta ciddi artış yaşanıyor. Vücudun su kaybını önlemek için günde 8 bardak su tüketmeyi unutmamak gerekiyor. Sabah kalkınca, her tuvaletten sonra, egzersiz yaparken, gece yatarken, gün içinde belli saat aralıklarında su içmeyi alışkanlık haline getirenler mevsim değişikliklerini, özellikle de sıcak yaz günlerini daha rahat ve sağlıklı geçiriyor. Havanın sıcak olduğu aylarda su tüketiminin artırılması vücut ısısını dengeleyerek su kaybı kaynaklı rahatsızlıkların önüne geçiyor. Çay ve meyve suları suyun yerini tutmuyor. Türkiye’de en çok tüketilen içeceklerin başında çay gelse de ne çay, ne asitli içecekler, ne de meyve suları suyun yerini tutuyor. Aksine bu içecekler günlük kalori alımına ortalama 200 kalori ekleyerek yıllık ortalama 10 kiloluk artışı da beraberinde getiriyor. Diğer yandan çay gibi içecekler diüretik etki yaparak vücuttan daha fazla su atılmasına sebep oluyor. Gün içinde bol çay tüketen kişilerin bu sebeplerle daha fazla su içmesi gerekiyor. Bu içeceklerin suyun faydalarını sağlamakta yetersiz olması, hatta vücudun su kaybını desteklemesi düzenli su içmeyi alışkanlık haline getirmeyi daha da önemli kılıyor. Su, metabolizmayı hızlandırıyor. Su içmek metabolizmanın hızını artırdığı için tokluk hissi de yaratıyor. Dolayısıyla gün içinde içilen 8 bardak su kilo vermeye de yardımcı oluyor. Diyet yapmalarına rağmen kilo veremeyenlerin tükettikleri günlük su miktarına özellikle dikkat etmeleri gerekiyor çünkü az miktarda su tüketmek metabolizmayı yavaşlatıyor. Sağlık çalışanlarına güveniyoruz Pazar araştırma şirketi BAREM’in gerçekleştirdiği mesleklere güven araştırması sonuçlarına göre, 10 meslek grubu içinde, geçen yıl olduğu gibi bu yıl da sağlık çalışanları en güvenilen ikinci meslek grubu... Türkiye’de modern tıp eğitiminin başlangıcı olarak ilk cerrahhanenin kurulduğu 14 Mart 1827 tarihi kabul ediliyor. Her yıl 14 Mart sağlık çalışanları arasında bilime katkıların ödüllendirildiği, sorunların tartışıldığı bir paylaşım günü olarak kutlanıyor. Yüzde 73 güveniyor BAREM mesleklere güven araştırmasında 18 yaş ve üzeri Türkiye nüfusunu temsil eden bin kişiyle 2015 yılı Kasım ayında CATI (Bilgisayar Destekli Telefon Görüşmesi) yöntemiyle görüşüldü. Araştırmaya göre Türkiye’de sağlık çalışanlarına güvenirim diyenlerin oranı %73 iken güvenmeyenlerin oranı %24. Cevap vermeyen %3’lük bir kesim de var. 2014 yılında yapılan benzer araştırmada Türkiye’de sağlık çalışanlarına güven, global ortalamadan 16 puan daha yüksekti. Türkiye’de sağlık çalışanlarına güvende erkekler (%78) ile kadınlar (%68) arasında önemli bir fark var. Yaş gruplarına bakıldığında güvenenlerin oranı 35-54 yaş arasında %77’ye, 55-64 yaş grubunda ise %84’e yükseliyor. Üniversite (%81) ve üzeri eğitimli kişiler (%85) sağlık çalışanlarına diğer eğitim gruplardan daha çok güveniyor. 10 meslek grubu irdelendi Araştırmada görüşülen kişilerin Sağlık çalışanlarının yanı sıra yargıçlar, gazeteciler, politikacılar, işadamları, askerler, öğretmenler, polisler, bankacılar ve dini liderlere duydukları güven irdelendi. Meslekleri nedeniyle bir otorite veya bilirkişi durumunda olan ve insanların sürekli karşı karşıya kaldıkları, çözüm bekledikleri, haklarını, canlarını, çocuklarını, sağlıklarını, paralarını emanet ettikleri kişilere duydukları güvenin seviyesi; toplumda rahatlık, huzur ve günlük hayatın akışı bakımından önemli göstergeler olarak düşünülüyor. Doğumdan ölüme her yaşımızda sağlık çalışanlarına ihtiyaç duyuyoruz Tüm bu gruplar içinde sağlık çalışanlarının yeri apayrı, doğumdan ölüme kadar her yaşımızda onlara gerek duyuyoruz. Sağlık sektörünün bugünkü durumunu anlamak için Sağlık Bakanlığı Sağlık İstatistikleri 2014 raporundan birkaç rakama göz atalım l • Türkiye’de doğumların %98’i sağlık kuruluşlarında gerçekleşiyor. • En çok sağlık hizmetine ihtiyaç duyan 65 yaş ve üzeri nüfus oranı 1990 yılında %4,3 iken 2014 yılında %8’e yükseldi. • Türkiye’de 2014 yılı içinde hekime müracaat sayısı 644 milyon, kişi başına yılda ortalama 8,3 kez hekime gidiliyor. • Türkiye’de 135 bini hekim, 23 bini Diş hekimi olmak üzere 760 bin sağlık çalışanı görev yapıyor. • 100 bin kişiye düşen hekim sayısı 175. • Sağlık harcamalarının GSYIH içindeki payı %5,4. • TUİK Sağlık Araştırması’na göre 15 yaş ve üzeri nüfus içinde genel sağlık durumunu çok iyi ve iyi şeklinde ifade edenlerin oranı 2008 yılında %64 iken 2012 yılında %71’e yükseldi. • Benzer şekilde TUİK Yaşam Memnuniyeti 2014 yılı araştırmasında sağlık hizmetlerinden memnuniyet oranı %71. DR. HATİCE KÜBRA DEMİRTAŞ KAVAZ HOSPİTADENT DİŞ HASTANESİ ORTODONTİ UZMANI Tel tedavisinde doğru bilinen 5 yanlış Teknolojinin ilerlemesi ile birlikte ortodontik tedavi talebinde hatırı sayılır bir artış olduğunu söyleyen Ortodonti Uzmanı Dr. Hatice Kübra Demirtaş Kavaz, diş teli tedavilerinde geç kalınmaması konusunda uyarıyor. Hastaların ortodontik tedavilerle ilgili doğru bildiği pek çok yanlış olduğunu dile getiren Demirtaş, “Diş telinin, diş kökü ve kemiklere zarar vereceği, çürük oluşumuna neden olacağı söyleniyor. Bunlar tamamen yanlış ve kulaktan dolma bilgilerdir. Ortodontik tedavi hastanın ağız bakımına azami özen gösterdiği ve 4-6 haftalık periyodik kontrollerine uyduğu sürece ömür boyu sağlıklı ve düzgün dişler sağlayacak, başarılı bir yöntemdir” diyor. Demirtaş, halk arasında tel tedavisi (ortodontik tedavi) hakkında doğru bilinen yanlışları ise şöyle sıralıyor: 1.Çapraşık dişler zamanla düzelir. Hayır düzelmez. Üst çene ve/veya alt çenesi normalden ileri veya geride olan, üst dişleri alt dişlerini çok fazla örten ya da hiç örtmeyen, dişleri çapraşık veya boşluklu olan, diş eksikliği, diş fazlalığı veya gömülü dişleri bulunan bireylerin ortodontik tedavi ihtiyacı bulunmaktadır. 2. Diş teli, çürük ve leke oluşumuna neden olur. Hayır diş teli çürük oluşturmaz. Diş teli takmadan önce nasıl ağız ve diş bakımımıza özen gösteriyorsak aynı özeni diş teli varken de göstermeliyiz. Çünkü ortodontik tedavi süresince ağız içerisinde diş tellerine bağlı olarak gıda artıklarının mesken edineceği daha çok tutucu alan oluşur. Ağız ve diş bakımı tam olarak yapılmaz, dişler fırçalanmaz, hijyen alışkanlığı kazanılmaz ise çürük oluşumu kaçınılmazdır. Kısaca ağız hijyeni tam olarak sağlandığında, diş teli çürük oluşturmaz. Diş teli leke de yapmaz. Halk arasında leke diye tabir edilen aslında etkili fırçalama yapılamaması sonucunda oluşan white spot denilen beyaz nokta çürükleridir. Beyaz nokta bu çürüklerin genel adıdır, bu çürükler sarı turuncu lezyonlar şeklinde de oluşabilir. 3. Dişlerin tel ile yerlerinin değiştirilmesi diş köklerine ve kemiklere zarar verir. Hayır vermez. Öncelikle dişin nasıl hareket ettiğinin bilinmesi gerekir. Ortodonti tedavisinde dişlere en basit tabiriyle itme ve çekme kuvvetleri uygulanır, dişlere uygulanan kuvvetler fizyolojik yani dokuya zarar vermeyen kuvvetlerdir. Bu kuvvetler sayesinde dişin gittiği yerde kemik yıkımı olurken, geldiği yerde ise yeni kemik yapımı olur. Bu sayede tedavi esnasında dişlerde minimal düzeyde sallanmalar olmasına karşın diş yuvasından çıkmaz. Kısaca dişlerin tel ile yerlerinin değiştirilmesi diş köklerine ve kemiklere zarar vermez. 4. Tel tedavisinden sonra dişler eski halini almaz. 2. aşama tedavi olan pekiştirme tedavisi yapılmadığı takdirde dişler eski haline döner. Ortodontide temel bir kural vardır. Dişler daimi tedavi öncesindeki konumlarına dönmek isterler. Bu nedenle, pekiştirme tedavisiyle birlikte mevcut düzelmenin kalıcı hale getirilmesi çok önemlidir. Bu tedavi, dişlerin iç kısımlarına retainer denilen tellerin yapıştırılması ve hastanın aktif tedavi sıklığında olmasa da dönem dönem kontrol edilmesi durumudur. Hastalar pekiştirme tedavisi hakkında en çok “Zaten 1.5 senedir tel takıyorum tam çıktı derken simdi de iç kısma mı tel takacaksınız ?” diye yakınırlar ancak pekiştirme tedavisinde kullanılan teller son derece ince olan ve takıldıktan 3 gün sonra varlıkları dahi hissedilmeyen tellerdir. 5.Yaşça büyük kişiler diş teli takamaz, taksa da işe yaramaz. Hayır, yaşça büyük kişiler de takabilir! Çapraşık dişler yalnızca çocuk yaşlarda düzelir düşüncesi de doğru bilinen bir yanlıştır. Diş teli her yaşta takılabilir. Günümüzde tel tedavisi talebiyle ortodontiste başvuran erişkin hasta sayısı oldukça fazladır. Erişkin hastalarda daimi diş kayıpları sonucu oluşan boşluklara komşu dişler devrilir ve bu durum ideal protez ve/ veya implant yapımını imkansız hale getirir. Bu sebeple günümüzde bu tarz problemler için kısa süreli ortodontik tedavi talebi erişkin hastalar arasında oldukça yaygındır.Ancak çene problemlerinin tedavisi için ağaç yaş iken eğilir atasözü geçerlidir. Erişkin hastalardaki çene problemleri ciddi boyutlarda değilse kompanzasyon denilen maskeleme tedavisi uygulanarak diş hareketleriyle çene problemleri maskelenebilir. Buna rağmen erişkin hastalarda ileri boyuttaki çene problemlerinin tedavisi için cerrahi alternatifler düşünülmelidir l UZM. DR. SEVDA BAĞ İSTANBUL EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ / PSİKİYATRİ KLİNİĞİ Mobbing hayatımızla birlikte sağlığımızı da bozuyor Duygusal taciz, psikolojik şiddet, dışlama, aşağılama, rahatsız etme ve mutsuz etme… Çalışma hayatında sergilenen bu olumsuz davranışların tümü “mobing” kapsamında değerlendiriliyor. İş verimini düşürmenin yanında ruhsal hastalıklara da zemin hazırlayan mobbing, en çok hizmet sektöründe görülüyor. Uzm Dr. Sevda Bağ çalışanlar üzerinde huzursuzluk, korku, utanç, öfke ve endişe gibi duygular ortaya çıkaran mobbingin, uyku bozuklukları, depresyon, yüksek tansiyon, panik atak ve kalp krizine sebep olabileceğini belirterek, mağdurların mobbinge karşı savunma mekanizması geliştirmesi gerektiğine vurgu yapıyor. Mobbing, mesleki anlamda 1980’lerin ortalarından itibaren başlıca stres kaynağı olarak tanımlanmaktadır. Bir çalışma organizasyonu içerisinde ortaya çıkan psikolojik taciz olarak da tanımlanabilen mobbing, çalışanı, çalışma hayatını, ülke ekonomisini ve toplumun huzurunu olumsuz etkileyen bir olgudur. Kelimeyi en iyi şekilde ifade eden Türkçe kavram, “yıldırkaçır”dır. Genel olarak bir işyerinde psikolojik tacizden söz edebilmek için sergilenen olumsuz davranışların bazı unsurları içermesi gerekmektedir: Fiziksel ve psikolojik birçok hastalığa neden olabilir Mobbinge uğrayan kişi işyerinde psikolojik taciz ve damgalamayla karşı karşıya kalmanın yanında, yönetimin devreye girmesi ve işten ayrılma gibi durumlarla da sıklıkla karşı karşıya kalır. İşyerlerinde psikolojik tacizin mağdurlar üzerinde birçok etkisi vardır. Süreklilik arzeden ve artarak devam eden bu durum, mağdur açısından fiziksel ve zihinsel rahatsızlıklara, davranış bozuklularına, sosyal sorunlara ve ekonomik zarara neden olmaktadır. Uyku bozuklukları, ağlama nöbetleri, konsantrasyon bozukluğu, gerginlik ve öfke, alınganlık, yüksek tansiyon, kalıcı uyku bozuklukları, mide ve bağırsak sorunları, aşırı kilo alma veya verme, alkol veya ilaç (madde) bağımlılığı, tedavi masrafları, işyerinden kaçma veya uzaklaşma (sık sık geç kalma, sıkça kullanılan hastalık izinleri), şiddetli depresyon, panik ataklar, kalp krizleri ve diğer ciddi hastalıklar, kazalar, üçüncü kişiye yönelik şiddet, intihar girişimleri bu etkilerden bazıları olarak sayılabilir. İşyerlerinin de performansını düşürüyor Mobbing, işyerleri açısından da pek çok olumsuzluğa neden olur. İşyerinin genel verimliliğini olumsuz etkileyen bu durum, çalışma ilişkileri ve barışın›n bozulmasının yanısıra, çalışan ve yöneticiler arasında uyumsuzluklara da sebep olur. Devamsızlıklar, izinler ve sağlık raporlarında artış görülür. Bununla birlikte yeterlilik ve tecrübe sahibi çalışanların kaybedilmesine yol açar. Tabi bunlarla birlikte konunun işyeri dışına taşınması halinde kurumun saygınlığı ve marka değeri de zarar görür. İş hayatındaki olumsuzluklar, aile ilişkilerine de zarar veriyor Mağdurun işyerinde yaşadığı sorunlar, karı-koca ve ebeveyn-çocuk ilişkilerini, hatta çocukların psikolojik gelişimlerini de olumsuz etkilemektedir. İşyerinde uygulanan psikolojik taciz nedeniyle aileler de bireyler gibi hem psikolojik hem de ekonomik açıdan yüksek maliyetler ödemek durumunda kalabilmektedir. İşveren ve devlete de yük getiriyor İşyerlerinde psikolojik taciz mağdurunun doktor muayenesi, tahliller gibi sağlık harcamaları artmakta; sağlık kontrollerinde harcanan zaman nedeniyle üretim süreçlerinde verimlilik kayıpları yaşanmaktadır. Dolayısıyla, işyerinde psikolojik taciz mağdurun toplumla ilişkisini zedelemekte, işverene ve devlete yük getirmektedir. Sağlık sektöründe Mobbing riski 16 kat daha fazla Mobbing, hastanelerde yaygın olarak görülen ve sağlık çalışanları için tedbir alınmasını gerektiren düzeyde ciddi bir mesleki sağlık ve güvenlik riskidir. Araştırmalar sağlık çalışanlarının mobbinge uğrama riskinin diğer hizmet sektörü çalışanlarına oranla 16 kat daha fazla olduğunu göstermektedir. Mobbinge maruz kalan bireyler; bıktırma, yıldırma, dışlanma, kurumun hizmetlerinden yoksun bırakılma, aşağılanma, izin ve görevlendirilmelerden yararlandırılmama gibi psikolojik tacize neden olabilecek tutum ve davranışlara maruz kalabilmektedir. En çok, hemşire, hekim ve sağlık memurları risk altında Sonuç olarak; maruz kalınan mobbing davranışlarının; kendini gösterme ve iletişim oluşumunu etkileme, sosyal ilişkilere saldırı, kişinin yaşam kalitesi ve mesleki durumuna saldırı ve itibara saldırılar şeklinde olduğu görülmektedir. Mobbinge maruz kalmada mesleki özellikler; mobbinge maruz kalanların daha çok hemşireler, sonrasında ise hekimler ve sağlık memurları oldukları görülmüştür. Acil servis, yoğun bakım, ameliyathane gibi özelleşmiş birimlerde çalışanların daha fazla mobbinge maruz kaldıkları saptanmıştır. Risklere karşı önlemler üst düzeye çıkarılmalı Gerek sağlık hizmetindeki hızlı değişimler gerek yasal uygulamalardaki eksiklikler mobbingin önlenmesinde ve çalışan güvenliği sağlama konusunda boşluklar bırakmaktadır. Amacı insanlara yardım ve tedavi olan hekimlerin ve sağlık çalışanlarının güvenli koşullarda çalışması ve olabilecek şiddet riskinin azaltılması en doğal haklarıdır l Mobbinge • İşyerinde gerçekleşmelidir. • Üstler tarafından astlarına uygulanabileceği gibi, astları tarafından üstlerine de uygulanabilir ya da eşitler arasında da gerçekleşebilir. • Sistemli bir şekilde yapılmalıdır. • Süreklilik kazanmış bir sıklıkla tekrarlanmalıdır. • Kasıtlı yapılmalıdır. • Yıldırma, pasifize etme ve işten uzaklaştırma amacında olmalıdır. • Mağdurun kişiliğinde, mesleki durumunda veya sağlığında zarar ortaya çıkmalıdır. • Kişiye yönelik olumsuz tutum ve davranışlar gizli veya açık olabilir. DİYETİSYEN KÜBRA BAL BAYRAMPAŞA DEVLET HASTANESİ / YÖNETİCİ BAŞHEKİM Dikkat! Bu 8 Besin Acıktırıyor Diyetisyen “Kilo vermek istiyorsanız, iştahınızı arttıran bazı yiyeceklerden sakınmanız gerek.” Glisemik indeksi yüksek besinlerin kan şekerinin hızla yükselmesine ve daha sonra da aynı hızla düşmesine sebep olduğunu söyleyen Diyetisyen Kübra Bal, bu kısır döngünün kilo alımına sebep olduğunu ifade ediyor. Diyetisyen Bal, yükselen kan şekerini düşürmek için vücudun daha fazla insülin hormonu salgılayarak kan şekerinin düşmesine sebep olduğunu, ancak bu düşüş ile birlikte tekrar acıkma halinin ortaya çıktığını belirterek, “Vücut iştah hali devam ederken, daha fazla ve daha sık yemek yemek istiyor. Bu bakımdan kan şekeri seviyenizi dengede tutmak için peynir, düşük yağlı yoğurt, yumurta beyazı, ‘sağlıklı’ etiketli ürünler, çin yemeği, sakız, hazır çorba ve düşük lifli besinleri kontrollü tüketmek gerekiyor” bilgisini veriyor. Diyetisyen Kübra Bal, daha kısa sürede acıktıran besinleri ise şöyle sıralıyor. Yedikçe yediren peynir Sütün içerisinde bulunan kazein bileşiklerinden kazomorfin, peynirdeki yağ ve tuzla bir araya geldiğinde, yedikçe yedirten besinler arasında yer alıyor. Glisemik indeksi düşük olmasına rağmen yeme hissi sürekli acıkma haline sebep olabilir. Peyniri ayakta ya da ekmek arasında atıştırmak şeklinde değil, kahvaltı tabağınıza yiyeceğiniz kadar ölçüde (ortalama 50 gram kadar) alın. Diğer bir alternatif salatalarınız üzerine koyarak, salatanızın doyuruculuğunu artırabilir, öğün yerine geçmesini sağlayabilirsiniz. Doyurmayan düşük yağlı yoğurt Yoğurdun zayıflama üzerine kuşkusuz çok etkisi bulunuyor. Ancak düşük yağlı yoğurtların, karbonhidrat oranı daha yüksek olduğundan hem kan şekerini daha hızlı yükseltiyor hem de doyurucu etkisi tam yağlı olanlara göre daha az olduğundan acıkmaya sebep olabiliyor. Ana yemeklerinizin yanında 1’er kase tüketilebileceği gibi, kahvaltıda yulafla veya ara öğünlerde taze/kuru meyvelerle de yenebilir. Proteinden yüksek yumurta beyazı Yumurta beyazı yüksek protein içerse de sadece yumurta beyazını kullanmak doyurucu değildir. Yumurtanın sarısı içerdiği doymuş yağlarla hem doyurucu etkidedir hem de A ve B vitaminlerinin emilimini artırır. İçerdiği kolin sayesinde karaciğer yağlanmasını azaltır, kas ve beyin sağlığına katkıda bulunur. Yumurtanın beyazını ve sarısını birlikte tüketmeli, omletinizi bu şekilde hazırlamalısınız. “Sağlıklı” ve diyet etiketli ürünler Sağlıklı ve diyet etiketi altında satılan ürünlerin yağ oranları çok düşük ve karbonhidrat oranları yüksektir. Bu nedenle doyurucu etkide değillerdir. Bunların yerine tok tutucu etkide olan badem, ceviz, fındık, kaju gibi protein ve yağ içeriği yüksek kuruyemişlerle ara öğünler yapmak daha sağlıklı bir alternatif. Çin tozu içeren yemekler Çin yemeklerinin içerisinde bulunan monosodyumglutamat lezzet arttırıcı özelliği ile yemeklerin fazla yenmesine neden olur. Tatlı soslardan ve noodle gibi karbonhidratlı yiyeceklerden oluşan Çin yemeklerini sık sık tüketmek uygun değildir. Kendinizi ayda 1 çin yemeği ile ödüllendirebilirsiniz. Sakız acıktırır Sakız çiğnemek, ağzı oyalamak ve bir şey atıştırmayı önlemekten çok, mide asidini artırdığı için acımaya sebep olur. Bu nedenle diyetlerde, besin tüketimini engellemek için sıkça sakız çiğnemek uygun değildir. Hazır çorbalar Ev çorbalarının diyetlerde tok tutucu etkisi yadsınamaz. Ancak, hazır çorbaların içerisinde de bulunan monosodyumglutamat katkı maddesi acıkmanıza neden olur. Sofralarımızdan hiç eksik olmayan, Türk mutfağının başlıca yemeklerinden ev yapımı çorbalar, kansere, sindirime, kolesterole ve bunun gibi birçok hastalığa çare olur. Hazır çorbalar yerine evinizde kendi malzemelerinizle hazırlayacağınız domates, tarhana, brokoli, mercimek, yayla, mısır ve mantar çorbaları ile hem sağlıklı beslenir hem de birçok hastalığa doğal yollarla karşı çıkabilirsiniz. Düşük lifli besinler Lif içeriği düşük besinler, lifli besinlere göre daha hızlı sindirildiğinden mide ve bağırsaklarda kısa kalır ve hızlı kana karışır. Bu durum çabuk acıkmaya sebep olur. Ayrıca yüksek lif, düşük glisemik indeks; düşük lif yüksek glisemik indeks anlamına geliyor. Bu nedenle beyaz un yerine tam buğday unu, pirinç yerine bulgur pilavı ve kuru bakliyatlar beslenmemizde yer almalı l UZM. DR. NURETTİN SAVAŞ ŞEN EYÜP DEVLET HASTANESİ / GÖĞÜS HASTALIKLARI POLİKLİNİĞİ Verem pusuda olabilir. Vücut direncine dikkat! Ateş, gece terlemesi, halsizlik, çabuk yorulma ve iştahsızlık… Bu belirtilerin bir arada ve 2 haftadan uzun süreyle görülmesi vereme işaret ediyor. İnsanlık tarihinin en eski hastalıklarından biri olarak gösterilen verem, dünya nüfusunun üçte birini etkisi altına alan bir hastalık olarak tanımlanıyor. Tıp dilinde Tüberküloz olarak da adlandırılan veremde geç kalmanın ölümcül sonuçlar doğurabileceğine işaret eden Uzm. Dr. Nurettin Savaş Şen, genellikle sessiz ve sinsice seyreden hastalığın daha çok akciğerlerde olmakla birlikte tüm organlarda görülebileceğini söylüyor. Uzm. Dr. Şen, tüberküloz tedavisinin yapılmadığı ya da yarım bırakıldığı durumların ölüme kadar giden çok ciddi sağlık problemlerine sebep olabileceğini belirterek, “Günümüzde tüberküloz halen önemli bir sağlık sorunu olmakla birlikte uygun ilaç tedavisi ile iyileşebilen bir hastalıktır. Tedavi süresi genellikle 6 aydır. Bu süreçte ilaçların düzenli ve eksiksiz alınması ve tedavinin aksatılmadan sürdürülmesi önemlidir. Verilen ilaçlardan herhangi birinin alınmaması ve ilaçların düzensiz bir şekilde kullanılması hastalığın iyileşmesini engelleyeceği gibi hastalığa yol açan basilin dirençli hale gelmesine yol açabilir” diyor. Nefes yolu ile bulaşan bir mikrobun neden olduğu veremin, hapşırma, öksürme ile bulaştığını belirten Şen, şöyle devam ediyor: “Hastaların öksürmesi, hapşırması veya konuşması sırasında havaya karışan mikroplar bir süre havada asılı kalır ve solunum yolu ile mikrop aynı ortamdaki kişiler tarafından alınır. Mikrobu alan kişi enfekte olur, ama enfekte olan kişi mutlaka hastalanmaz. Alınan mikrop vücudun savunma hücreleri tarafından hapsedilir, ölmeden sessiz durumda kalır ve vücut direncinin düşmesi durumunda hastalığa neden olur. Bu şekilde enfekte olan kişilerin %5’i ilk 2 yılda %5’i de yaşamın herhangi bir döneminde aktif olarak hasta olurlar. Özellikle HIV pozitif kişilerde, şeker hastalığı olanlarda, beslenme yetersizliği ve vücut savunmasını baskılayan kortizon gibi ilaçları kullananlarda uyuyan mikropların hastalık yapma riski daha yüksektir” İlaç içen hastanın balgamında basilin temizlenmesiyle bulaştırıcılığı biter Genelde tüberküloz hastalarından hastalığı bulaştıracağı endişesiyle uzak durulduğunu anlatan Şen, ilaç içen hastaların hastalığı bulaştırma ihtimalinin balgamda basilin temizlenmesi ile bittiğine değiniyor. Şen şöyle devam ediyor: “Bulaşmada en riskli grup hasta ile aynı evde yaşayanlar yani ev içi temaslılarıdır. Çalışma ortamında iş arkadaşlarında tüberküloz olduğunda, bulaşmada, işyerinin büyüklüğü, havalandırması gibi faktörler önem taşır. Örneğin çok sayıda işçinin çalıştığı, yüksek duvarları olan bir fabrika ortamında bulaşmanın daha az olması beklenirken; küçük ve havalandırması olmayan bir odada aynı ortamda çalışma sırasında bulaşma olasılığı daha fazla olduğu söylenebilir. Ancak hasta birey tedavi altında ise bulaştırıcılığı çok düşer” Kesin tanı balgam tahlili ile konuyor Hastalığın tanısının balgam tahlili veya histopatalojik inceleme ile konduğunu bildiren Şen, “Akciğer tüberkülozlu hastanın filminde şüphe uyandıran belirtiler olabilir ama asıl tanı; balgamda verem mikrobunun mikroskop altında görülmesi veya özel ortamlarda bu mikrobun üretilmesi ile konur. Mikrobun mikroskopla görülmesi hemen yapılabilir. Mikrobun görülemediği durumlarda kültürde üremesi 4-6 hafta zaman alabilir. Günümüzde farklı hızlı tanı tetkikleri de uygulanmaktadır” Tedbir alınmazsa, aktif verem hastalığına dönüşebilir Tüberküloz vakalarının yüksek sayıda olduğu yerlerde yaşanması, kişisel duyarlılığın yüksek olması ve tüberküloz hastası ile yakın temas öyküsünün olması tüberküloz enfeksiyonu riskini arttırır” diyen Şen, şu bilgileri veriyor: Verem enfeksiyonu son iki yıl içinde gelişmişse, vücut ağırlığınız ideal vücut ağırlığından düşükse, 5 yaşından küçük ya da çok ileri yaşta iseniz, sigara kullanıyorsanız, uyuşturucu kullanıyorsanız, uzun süre kortikosteroid kullandıysanız, bağışıklık sistemini baskılayan bir tedavi gördüyseniz, diyabet, silikozis, HIV enfeksiyonu, lösemi, lenfoma, organ nakli, kronik böbrek yetersizliği varsa verem enfeksiyonu aktif verem hastalığına dönüşebilir. Veremden korkmayın! Sağlıklı yaşam, düzenli egzersiz ve stresten uzak durmak veremden korunmada son derece önemlidir. Bağışıklık sistemi mümkün olduğunca güçlendirilmelidir. Hasta ile aynı evde yaşayanlara verem mikrobunun bulaşma olasılığı yüksektir. Çünkü aynı havayı en uzun süre paylaşmaktadırlar. Hastalık yayıldıkça ve ilerledikçe tedavi edilse bile akciğerde kalıcı hasara neden olabilir. Oysa erken tedavi ile hiçbir iz kalmadan tedavi edilebilir. Günümüzde ilaçla tamamen iyileşebilen veremden korkmaya gerek yoktur l Tedavide dikkat edilmesi gereken noktalar • İlaçların tamamı alınmalı ve belirtilen süre kadar kullanılmalıdır. Aksi takdirde direnç gelişebilir ve bu durumda hastalık yıllarca devam edebilir. • İlaçların tamamı mümkünse sabah aç olarak alınmalıdır. • İlaçlar kullanılırken bulantı, kusma, ciltte sarılık gibi belirtiler olursa mutlaka hekime başvurmalıdır. Bu ilaçların çoğu karaciğeri etkileyebilir. İlaçlara birkaç gün ara verip karaciğer enzimleri düştükten sonra tekrar devam edilebilir. Buna sadece doktorlar karar verebilir. • İlaçlardan biri idrar ve diğer vücut sıvılarını kırmızıya/turuncuya boyarsa, panik yapılmamalıdır. • Tedavi için özel beslenme, özel mekan ve mutlak istirahat gibi uygulamalara gerek yoktur.davranışlar gizli veya açık olabilir. Hikayeler birinci kişi ağzından aktarılmıştır HER TÜRLÜ FETVA VERİLİR Ramazan günü, erkek bir hasta… Yaygın vücut ağrıları, yorgunluk ve halsizlikten yakınıyor. Erkeklerde bu tür yakınmalar az görülür ve ciddi bir şekilde araştırılmalıdır. Hasta ile konuştuğumda oruç tutmakta zorlandığını, tutup tutamayacağını öğrenmek istediğini söyledi. Ben de araştırılması gerektiğini ve oruç kısmı için bir şey söyleyemeyeceğimi anlattım. Bütün tetkikler yapıldı. Akciğer filmi çekildi. Ama sonuçlar normaldi. Hasta bu durumdan pek memnun olmadı. Israrla oruç tutup tutamayacağını soruyordu. Hastaya dönüp: - Bakın yapılan tetkikler normal. Bir hastalığınızı bulsam rahatlıkla oruç tutmamanızı söylerim. Halsizliğiniz bile oruçtan kaynaklanabilecek normal bir durum. Anlıyorum sizi. Benden fetva bekliyorsunuz ama Allah’la aranıza girmeyeyim ben. Dâhiliye ile ilgili bir hastalığız yok, dedim. Hasta, teşekkür edip ayrılmadan : -Üzgünüm turp gibisiniz! diye de ekledim. HASTA İKİ CÜMLEDE… Bazen dakikalarca anlatacağınız bir mevzuyu hasta iki cümlede özetler. Kolesterol, hepinizce malum: Damar sağlığı; dolayısıyla kalp, beyin gibi hayati organlar için önemli bir ölçü. Bunların da kendi aralarında türleri var; HDL ve LDL gibi… HDL düzeyiniz ne kadar yüksekse bu sizin için o kadar iyidir ve genel damar sağlığınız için avantaj getirir. LDL düzeyi de bir o kadar sizin için negatif risk faktörüdür. 40 yaşlarında yeni diyabet teşhisi koyduğum bu hastanın LDL’si çok yüksekti. Durumu anlaması için yukarıda yazdıklarımı hastaya anlatmaya çalışıyordum. Sözümü bitirmeden hasta araya girdi. -Desenize hocam; HDL hayırlı kolesterol, LDL lanetli kolesterol. Hay aklınla bin yaşa dedim. Bu kadar mı güzel anlatılır. İlahi hasta, sen çok yaşa. İLAHİ MÜMESSİL Poliklinikte yine ana baba günü. Saat 15.00 ve hâlâ dışarıda 25 hasta var. Bu yoğunlukta mümessil ziyaretleri, hastaların tepkisini çeker. Böyle bir tartışmaya şahit oldum. Erken saatlerde polikliniğe gelmesine rağmen son sıralarda numara alabilmiş hasta, mümessille konuşuyor... -Aman evladım ne olur girmeyin. Sabahtan beri bekliyorum. Doktora bir ilaç yazdıramadım. Mümessilin cevabı evlere şenlik! -Aman teyze bu da bir şey mi? Ben 5 yıldır bir kutu ilaç yazdıramadım. İlahi mümessil… HAYATIMIN HATALARINDAN BİRİNİ YAPTIM İnspeksiyon, yani hastanın görünümü, biz dâhiliyeciler için çok önemlidir. Acilde; gerçek acil ayrımını, poliklinikte; ayaktaki hastanın derecesini, klinik duyarlılığa göre hastayı görür görmez notunu veririz. Ve çoğu zaman da hasta bu notla reçetesini alır. Ama bazen yanılırız. İşte meslek hayatımın hatası! Poliklinikteyim, 20 yaşlarında bir hanımefendi içeri girdi: -Doktor Bey, sıram değil ama acelem var. İçeri girebilir miyim? , dedi. -Aaa! Tabii buyrun, hamileleri bekletmiyoruz zaten, dedim . Der demez hanımefendi ağlamaya başladı. Ama öyle böyle değil. Hıçkıra hıçkıra! Hasta sakinleştikten sonra: -İşte tam da bu nedenden dolayı geldim doktor bey. Hamile değilim, şişmanım. Evleneli bir sene oldu. Ve çok kilo aldım. Eşim de dalga geçiyor ve herkes beni hamile sanıyor, demez mi... Özür diledim ama çok utandım. O zamandan beri birine hamile misin demeden önce on kere düşünürüm? -Üzgünüm turp gibisiniz! diye de ekledim. ALKIŞLAR “Şikâyetin neydi?” sorusuna, eşine dönüp: Hanım, şikâyetim neydi? , diye soran beyefendiye… ERKEK HASTADAN GELDİ! İsviçreli bilim adamlarının bile aklına gelmemişti. Teklif 78 yaşındaki bir erkek hastadan geldi. “Doktor bey, bulsanız ya şöyle bizi on sekizlik yapacak bir aşı.” İnsanımızın bilinçaltındaki bilime olan ilgiyi göstermesi açısından bu cümle, çok hoşuma gitti. ACİL Ben de: Acil’in yanındaki cafeden kahve alıyorum. Beklerken biri geldi ve önüme geçti. -Konuyla ilgileneceğim. Ama size yetişir mi bilemiyorum dedim. -2 çay. Benimki ACİL! -Olsun, size yarar. -? Benim de hoşuma gitti. Bastık kahkahayı. -Bir şey diyemedim. ACİL! İlahi hasta! İhtiyar delikanlı aşmış kendini: BİRİNİ MANAVDAN, BİRİNİ AKTARDAN --Hocam grip oldum galiba. İlaç kullanmayı sevmiyorum ama ... -Peki , dedim . Aldım kalemi elime. İki ayrı reçete yazdım hastaya uzattım. -Eczaneden mi alacağım hocam? -Hayır. -!!! -Birini manavdan diğerini aktardan alacaksın. 3x1 turunçgiller. 3x1 adaçayı, ıhlamur, kuşburnu, karanfil, tarçını kaynatın ve için. -Hahahahaha, Allah iyiliğinizi versin hocam! HİÇ KİMSEDEN ÇEKMEDİM REFAKATÇİLERDEN ÇEKTİĞİM KADAR 65 yaşlarında bir hastayı şeker yüksekliği, diyabetik ketoasidoz ön tanısıyla yatırdım. Komaya eğilimli hastaların yanında refakatçi olması mantıklı ve bazen de gerçekten işe yarıyor. Bu nedenle, “Hastanın yanında kalabilir miyim?” diyerek izin isteyen hanımefendiye itiraz etmedim. Tedavisini düzenledim ve 1000 cc mayii ekledim. Notumu da düştüm: “12 saatte gidecek şekilde” Aradan iki saat geçmeden hemşire, telaşlı bir şekilde beni hastanın yanına çağırdı. Hastayı gördüğümde yüzü morarmış, nefes alamaz hâldeydi. Muayene bittikten sonra, akut sol kalp yetmezliği tanısı koydum. Etiyolojiyi, nedenini araştırırken, 12 saatte bitmesi gereken mayiinin, serumun 2 saatte bittiğini fark ettim. Hemşireyle durumu konuşurken, refakatçinin korkulu hâli dikkatimi çekti. -Siz oynadınız mı bu serum setiyle, diye çıkışarak sordum. İNANDIRAMADIM Refakatçi, kekeleyerek cevap verdi: 42 yaşında bir bayan hasta, içeri girdi: -Evet, doktor bey... Serum çok yavaş akıyordu. Hızlı akması için açtım, demez mi? -Doktor Murat Bey’i arıyorum. -Buyurun? -Doktor Murat Akbaş’ı ama... -Evet, benim... -Dâhiliye Uzmanı Doktor Murat Akbaş’ı... Serumun bu kadar hızlı akmasının kalp yetmezliğine yol açtığını anlattım. Çok korktuğu belli olan refakatçiyi gönderip başka birinin gelmesini istedim. Her zaman böyle olur. Hastadan çok refakatçiler sorun çıkarır. -Evet, Hanımefendi... Dahiliye Uzmanı Doktor Murat Akbaş benim! -Siz olamazsınız! O, yeşil gözlüydü, dedikten sonra yanıma yaklaşıp: -Ama sizin gözleriniz de güneş vurunca yeşil oluyor doktor bey, demez mi? Yıllardır kullandığım gözlerimin yeşil olduğuna beni ikna eden hanımefendiyi alkışlıyorum... HER KUŞUN ETİ YENMEZ Alkışlar, “Her kuşun eti yenmez.” atasözünü hatırlatan küçük hanımefendiye... İLACA RAPOR Doktor bey, ilaçlarıma rapor alacaktım. -İlaçların yanında mı? -Değil. -Eski raporun yanında mı? -Yok. -Tahlillerin peki? -O da yok, doktor bey. -Böyle rapor çıkmaz ki. -Allah aşkına işi yokuşa sürme. -!!! 12 yaşlarındaki hanımefendinin, öksürük ve nefes darlığı yakınması var... Muayene etmek istedim. -Gel güzelim, çık muayene masasına ve sırtını aç, dedim. Bende hafif renk değişikliğine neden olacak şu cevabı verdi: -Ben senin değil, babamın güzeliyim! Kıssadan hisse: Yaşı kaç olursa olsun, bir Hanımefendiyle konuşurken nezaketi elden bırakmayacaksınız... Babasının güzeli küçük hanımefendiyi alkışlıyorum... MÜSAİTSEN KAYNANAMI MUAYENE EDER MİSİN? HAP OLMAZ İĞNE OLMAZ, FİTİL HİÇ OLMAZ Kapı çaldı. 40 yaşlarında bir erkek, elinde bir paket çikolata... Seni Eyüp hazretleri bile kurtaramaz. 20 yıllık hekimlik hayatım boyunca 300 bine yakın hasta, ve iki katı kadar refakatçi ile muhatap olmuşumdur. Nadiren ne yapacağımı bilemediğim bir hasta çıkar. Bu da onlardan biri. Roman kökenli bir vatandaşımız. Her zamanki gibi sempatik şivesiyle yakınmalarını anlattı. Muayene ettim. Reçetesini yazmak için masaya geçtim. Hasta tekrar konuştu. Bana uzattı: -Doktor bey, size nasıl teşekkür edeceğimi bilemiyorum. Kayınvalidemi, Acil’den yatırmıştınız. Çok emeğiniz geçti. Hakkınızı helal edin, dedi. -Rica ederim, görevimi yaptım. Hanımefendi nasıl? -Vefat etti... Yutkunamadım bile. -Allah rahmet etsin, dedim. Olayı arkadaşlarıma anlattım... Şimdi herkes, kaynanası için benden randevu istiyor. -A be doktorum, Bana hap yazmayasın. Ben hap yutamam. Şurup da istemem. Midem bulanır. İğne hiç olmasın. Canım çok değerlidir. Acıtmayasın Doktor, dedi. Şaşırdım. -İyi de geriye bir şey kalmadı. Bir tek fitil kaldı. Her ilacında fitili yok. -Aaaaaa o hiç olmaz Doktor civanım. Utanırım. SSK’LI MISINIZ? Poliklinikler kalabalık. Hastalar ve doktorla görüşmek isteyenler için sıkıcı bir bekleyiş. Herkes doktora görünüp, bir an önce bu kalabalık ortamdan çıkmak ister. Böyle bir ortamda Randevu saati gelen hastayı çağırdım. 60 yaşlarında bir erkek hasta içeri girdi. Heyecanlı bir şekilde şikayetlerini, hastalık hikayesini, kullandığı ilaçları anlattı. Her halinden “Ya Doktor söyle söyleyeceğini gitmek istiyorum” dediği belliydi. Karın ağrısı vardı. Ultrasonda da karaciğer ile ilgili bir sorun çıkmıştı. MR için bağlı olduğu sağlık güvencesini sordum. -SSK’lı mısın? -Hayır Hocam, Aydınlıyım -!!! :))) Demez mi, -Sağlık güvenceniz hangi kurumdan demek istedim. Soruyu anlayan hasta gülümsedi… -Eeee ne yapıcaz peki? Geriye bir tek Eyüp Sultan kaldı ama o da sana çare olmaz korkarım, dedikten sonra. Kırıldık gülmekten… İlahi esmerim, romanım… EVLERE ŞENLİK YAKINMALAR -Doktor bey, sigara içince öksürüyorum. (Neden acaba?) -Doktor bey, acıkınca midem kazınıyor. (Acıktığından olmasın!) -Doktor bey, yemekten sonra tuvalete çıkıyorum. (Bir de çıkamadığını düşün.) -Doktor bey, diyet yaptım 15 kilo verdim. Hasta mıyım acaba? (Tebrikler!) DOKTOR DEĞİL MİSİN, SEN BİLECEKSİN 65 yaşlarında bir hanımefendi... Kastamonulu... Kapıdan içeri girdi. Yavaş adımlarla geldi, karşıma oturdu. Göz göze geldik. -Doktor bey, terliyorum. (sıcaklık 38 derece) (Size dağ havası öneriyorum.) -Doktor bey, ben ölüyorum. (Bu hasta sabah uyanmış, kahvaltı yapmış minibüse binmiş, randevu almış sırasını beklemiş.) -Doktor bey, koşunca çarpıntım oluyor. -Nedir şikâyetiniz hanım teyze, dedim. (Yürü o zaman!) Teyzem, muzip bir hâlde gülümseyerek cevabı patlattı: -Doktor bey yürümekte zorlanıyorum. -Doktor olan sensin. Sen bileceksin! (Hasta 130 kilo…) Uzmanlık sınavımda bile bu kadar zor bir soru yoktu. TEKZİP İstanbul’da Sağlık Dergisi Temmuz-Eylül 2015 yılı 3. sayısı 60.-61. sayfalarında yer alan “Sağlık Turizmi İl Çalışma Grubu ilk toplantısını yaptı.” bülteninin yazarı Dr. Verda Tunalıgil (MD, MPH, PhD) olup; iki sayfa yazı içeriği ile şema, yazar bildirilmiştir. Şemada başvurulan kaynaklar; T.C. Sağlık Bakanlığı Sağlığın Geliştirilmesi Genel Müdürlüğü Sağlık Turizmi Daire Başkanlığı 1) Türkiye Yabancı Uyruklu Gelen Hasta İstatistiği (2008-2009-2010), 2) Sağlık Turizmi Faaliyet Raporu (2012), 3) Türkiye Medikal Turizm Değerlendirme Raporu (2013) ve 4) Yabancı Uyruklu Hasta Kayıt Sistemi (2014)’dir. PROF. DR. NERİMAN İNANÇ NUH NACİ YAZGAN ÜNİVERSİTESİ SAĞLIK BİLİMLERİ FAKÜLTESİ BESLENME VE DİYETETİK BÖLÜM BAŞKANI Sağlıklı yaşam için günde 2 bardak süt Sağlıklı beslenme deyince aklımıza ilk önce süt gelir. Uzmanlar 7’den 70’e tüm yaş gruplarında sağlıklı bir hayat için günde 2 bardak süt içilmesi gerektiği konusunda uyarıyor. savunma sağlar. Her gün içilen süt dişlerde oluşabilecek çürükleri önlüyor. 5) Kilo Alımını Önler Fazla kilo’ neredeyse çağımızın temel sorunu… Kilo sorununun minimum düzeye inmesi için sağlıklı ve uzun süre tok tutan glisemik indeksi yüksek yiyecekler tüketilmesi öneriliyor. Düzenli olarak her gün içilen iki bardak süt de düzensiz ve sağlıksız beslenmeyle alınan kiloları önlemede önemli. 6) Gebelikte Mineral Kaybını Giderir Sağlıklı bir gebelik için annenin sağlıklı beslenmesi çok önemli. Gebelik döneminde anne vücudunda azalan mineraller, günde 2 bardak süt içilerek karşılanabiliyor. Hayatın her döneminde süt içmek için pek çok sebebimiz olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Neriman İnanç, sütün besin değerinin, benzersiz bir kalsiyum kaynağı olmasının, büyüme ve kemik gelişimi üzerinde etkilerinin bu nedenlerin başında geldiğine dikkat çekiyor. İnanç; özellikle gelişme çağında olan çocuklar için vazgeçilmez bir besin olan sütün aslında hayatın her döneminde mutlaka tüketilmesi gerektiğini vurguluyor. 7) Kemik Gelişimini Sağlar Sütün sağladığı 10 fayda Mevsim değişimiyle birlikte görülen bağışıklık sisteminin zayıflaması sonucu üst solunum yolu enfeksiyonlarında artma olurken, içeriğinde 40’tan fazla besin öğesi bulunan süt tüketiminin grip, soğuk algınlığı, farenjit gibi kış hastalıklarının önlenmesinde önemli rol oynuyor. İnanç’ın verdiği bilgilere göre sütün hayatımızdaki önemini gösteren özellikle 10 başlık şöyle: 1) Kalp Hastalıklarından Korur Kalp hastalıkları tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de önemli bir sağlık sorunu… Süt ve türevlerinin içeriğinde kan yağları ve kan basıncının düşürülmesinde etkili olan protein, kalsiyum, fosfor gibi besin öğelerinin olması nedeniyle, her gün yeterli miktarda tüketimi koroner kalp hastalıklarından korunmada büyük önem taşıyor. Her gün düzenli içilen 2 bardak sağlıklı süt sayesinde hipertansiyon da dengeleniyor. 2) Süt Okuldaki Başarıyı Artırır Ebeveynler açısından çocuklarının sağlığı kadar eğitimi de önemli… Çocukluk döneminde içilen günde 2 bardak süt zeka gelişimi açısından büyük önem taşırken, okul başarısını artırdığı kanıtlanmıştır. 3) Enerji Verir Yeterli ve dengeli beslenebilmek için besin gruplarına ihtiyacımız vardır. Bunlar süt ve türevleri, et, peynir, yumurta, ekmek, sebze ve meyvelerdir. Bu besin grupları içinde yalnızca süt enerji oluşumunda etkili olan karbonhidrat, protein ve yağı bir arada içeriyor. 4) Dişleri Korur Aşırı asitli ve şekerli yiyecekler mikroorganizmaların etkisini artırır. Sütteki kalsiyum ve fosfor bu mikroorganizmalara karşı doğal bir Süt, güçlü kemikler için bire bir.. Düzenli içilen süt çocuklarda güçlü kemiklere neden olur. Yetişkinlerin de daha sağlıklı kemik yapısına ulaşabilmeleri için kalsiyum almaları gerekir, bunun için de kemiklerin yapı taşı kalsiyum açısından en zengin ve vücutta kullanılabilirliği en yüksek besin olan süt düzenli olarak tüketilmeli. 8) Bağışıklık Sistemini Güçlendirir 9) Cildi Güzelleştirir Süt sağlığı olduğu kadar güzelliği de koruyor.. Güzel ve sağlıklı bir cilt için dengeli beslenmenin önemi göz önüne alındığında sütün içeriğinde bulunan vitamin ve mineraller; akne ve cilt inflamasyonu riskini azaltıyor ve cilt sağlığını koruyor. 10) Osteoporozdan Korur Günümüzde 50 yaş ve üstü kadınların yüzde 50’sinde menopoz ile birlikte osteoporoz belirtileri de görülüyor. Düzenli egzersiz yapılmasının, yeterli kalsiyum ve D vitamini alınmasının bu sıkıntının giderilmesinde büyük önem taşırken, kalsiyum deposu olan sütü her gün 2 bardak tüketmek gerekiyor. Sütü sağlıklı içmenin püf noktaları Sağlıklı süt tüketiminin temel kuralının, UHT ambalajlı sütleri tercih etmek olduğunu belirten İnanç, uzun ömürlü sütün tamamen kapalı ortamda ışık ve hava gibi dış etkenlerle teması önleyen aseptik ambalajlara doldurulduğunu söylüyor. Sokaktan alınan sütün, ancak 90 ila 95 derecede 10-15 dakika kaynatılarak mikroplardan arındırılabileceğini söyleyen İnanç, sütün kaynatıldıktan sonra içindeki vitaminler başta olmak üzere besin değerlerinin yüzde 50 ila 90 oranında azaldığını söylüyor l PROF. DR. ZEYNEP ÖZLEM DEMİRÇAY ACADEMIC HOSPITAL / DERMATOLOJİ UZMANI Güneş koruyucuları kışın da kullanın! Güneşin sağlığa zararları konusundaki toplum bilinci gün geçtikçe artıyor. Ancak yapılan çalışmalar henüz güneşten korunma konusunda yeterli önlemleri almadığımızı gösteriyor. Doğru seçildiğinde ve kullanıldığında güneş korucuların etkin ve güvenli korunma yöntemlerinden biri olduğunu söyleyen Prof. Dr. Zeynep Özlem Demirçay, yüksek koruma özelliği bulunan bu koruyucuların sadece yazın değil kışın da kullanılması gerektiğini ifade etti. Güneşin zararlı etkileri hakkında bilgi veren Zeynep Demirçay, güneşe fazla maruz kalındığında güneş yanığı ve güneş çarpması gelişebileceğini, bebeklerin ve yaşlıların güneşten daha kolay etkilendiklerini bildirdi. Güneşin deri kanserine neden olabileceğine dikkat çeken Demirçay, özellikle çok sayıda güneş yanığı geçirenlerin, çocukluk çağından itibaren sık ve yoğun güneşe maruz kalanların risk altında olduğunu, açık tenli kişilerde bu riskin daha da yüksek olduğunu belirtti. Demirçay, güneşin deri yaşlanmasına, deride lekelenmeye ve bazı kişilerde güneş alerjisine neden olduğunu ifade etti. Güneşten koruyucu kremler deri kanserinden koruyor Prof. Dr. Zeynep Demirçay, güneşten bize ulaşan ve gözle görünmeyen ışınlardan ultraviyole B (UVB)’nin güneş yanığından sorumlu olduğunu, ultraviyole A (UVA)’nın ise derinin daha derin tabakalarına kadar ulaşabildiğini, ayrıca hem UVA’nın hem de UVB’nin deri kanserini ve deri yaşlanmasını artırdığını belirtti. Güneşten koruyucu kremlerin üzerinde yazan güneş koruma faktörünün (SPF), ürünün UVB’den ne kadar koruduğunu gösterdiğini ifade eden Demirçay, “Örnek olarak SPF 15 olan güneş koruyucu kremler kullanıldığında UVB’ye bağlı kırmızılık cevabı 15 kat daha uzun sürede ortaya sürede ortaya çıkacaktır. Güneş altında koruyucu sürmeden 10 dakikada kızarıklık beliriyorsa, koruyucu ile bu süre 150 dakikaya uzayacaktır.” dedi. Güneşten koruyucu kremlerin deri kanseriyle ilişkisi hakkında bilgi veren Zeynep Demirçay, koruyucu kremlerin skuamöz (yassı) hücreli cilt kanserinden koruduğunu, ölümcül olabilen malign melanomdan koruyup koruyamadığının ise tartışmalı olduğunu bildirdi. 2011 yılında yayınlanan çalışmaya göre, düzenli olarak güneşten koruyucu krem kullanmanın melanom riskini azalttığını kaydeden Demirçay, güneşten koruyucuların yeni ben oluşumunu önlediğini de söyledi. Prof. Dr. Zeynep Demirçay, güneşten koruyucu krem seçerken ve kullanırken nelere dikkat edilmesi gerektiği konusunda da şu bilgileri verdi: Hangi güneşten koruyucu kremler tercih edilmeli? Prof. Dr. Demirçay, güneşten koruyucuların içeriklerine göre kimyasal ve fiziksel koruyucular olarak iki gruba ayrıldığını belirtti. Fiziksel koruyucuların güneş ışınlarını yansıtan titanyum dioksit ve çinko oksit gibi mineral filtre içerdiğine dikkat çeken Demirçay, “Mineral içerikli ürünler daha az kimyasal içerdikleri için derisi alerjik veya hassas kişilerde tercih edilebilir. Bebeklerde ve gebelerde ise hormon benzeri etkileri konusunda tartışmaların devam ettiği paraben maddesini içermeyen ürünler tercih edilmelidir. Çocukluk çağında geçirilen güneş yanıkları deri kanseri riskini arttırmaktadır. Bu nedenle çocukların güneşten korunmaları çok önemlidir.” diye konuştu. Güneşten koruyucu kremler D vitamini üretimini azaltabilir Vücudumuzda D vitamini üretiminin yüzde 90’ının güneş ışınlarıyla olduğuna dikkat çeken Prof. Dr. Demirçay, teorik olarak yüksek koruma faktörlü koruyucu kremlerin vücudun tüm güneş gören alanlarına düzenli olarak her gün uygulandığında D vitamini eksikliği olabileceğini belirtti. Bu durumda D vitaminin ağızdan alınması gerektiğini vurgulayan Demirçay, “Güneş koruyucu kremler genellikle günlük hayatta bu şekilde tüm güneş gören alanlara yeterli miktarda uygulanmamakta ve çoğu zaman uzun saatler güneşte kalınan tatil dönemlerinde kullanılmaktadırlar. Bu durumda ise D vitamini eksikliğine neden olmamaktadırlar.” dedi l Seçerken ve kullanırken nelere dikkat etmeli? • Hem UVA hem de UVB dalgalarına karşı geniş etkili koruyucu kremlerin olması çok önemlidir. Sadece UVB’yi bloke eden koruyucu kremler deride güneş yanığını engelledikleri için güneşte uzun süre kalınmasına olanak sağlayacak ve zararlı UVA ışınlarından da korumadıkları için faydadan çok zarar verecektir. • Koruma faktörü en az 30 (SPF 30) olan bir ürün seçilmelidir. • Cildi yağlı olanlar jel veya yağsız ve su bazlı ürünleri, cildi kuru olanlar krem bazlı ürünleri seçebilir. Vücut korumasında ise sprey ürünlerin kullanımı daha pratik olabilir. Suya dayanıklı ürünler, terleyince ve suda, etkinliklerini daha uzun süre devam ettirebilir. • Koruyucu kremin güneşe çıkmadan 15-30 dakika önce uygulanması gerekir. • Ürünün kutu üzerinde yazan faktör kadar koruyabilmesi için kalın tabaka olarak sürülmesi gerekir. Bu doz 2 mg/cm² olmalıdır. Çalışmalar genellikle bu miktarın dörtte biri kadar dozun kullanıldığını göstermektedir. Yüz, ense, kulak, kol ve bacakları korumak için gerekli koruyucu miktarı 2 çorba kaşığı kadar olmalıdır. • Koruyucunun iki saatte bir tekrar sürülmesi gerekir. • Güneşten koruyucu krem yüzme ve kurulanma sonrasında tekrar sürülmelidir. • En önemlisi güneş koruyucular bize gereksiz bir güven vermemeli ve güneşte kalma süremizi arttırmamalıdır. BUĞDAYLI KUZU İNCİK Malzemeler 4 kuzu incik 1 adet kuru soğan 1 orta boy havuç 2 defne yaprağı 1 yemek kaşığı domates salçası Zeytinyağı Tuz Su Zemini İçin 2 su bardağı buğday 1 adet kuru soğan 2 yemek kaşığı tereyağı 1 su bardağı et suyu Su Tuz Karabiber Üzeri İçin Yeşil Biber Domates Yapılışı Kuzu incikleri tencereye alıyoruz. Biraz zeytinyağı ilave edip etleri çevirerek kızartıyoruz. Defne yapraklarını ilave ediyoruz. Sıcak suyunu verip, kapağını kapatıp pişmeye bırakıyoruz. Ocakta 1 saat piştikten sonra fırın kabına alıyoruz. Önceden ısıtılmış 180 derecelik fırında lokum gibi olana kadar pişiriyoruz. Buğdayı kaynar suda bekletiyoruz. Şişince süzüp, yıkıyoruz. Buğdayı tencereye koyuyoruz. Sıcak suyunu veriyoruz ve kapağını kapatarak pişiriyoruz. Ayrı bir tencereye zeytinyağı ve tereyağını koyuyoruz. Soğanı yemeklik doğruyoruz ve tencereye koyup kavuruyoruz. Haşlanan buğdayı da suyuyla beraber koyup karıştırıyoruz. Sıcak et suyunu da ekliyoruz. Tuzunu, karabiberini atıp kapağını kapatarak iyice pişiriyoruz. Buğdayın kıvamı çok koyu olursa sıcak suyla kıvamını açabiliriz. Servis tabağına buğdayı koyup, üzerine incikleri diziyoruz. En üstte sosunun gezdirerek döküyoruz. Domatesleri ve biberleri iri iri doğrayıp zeytinyağı döktüğümüz tavada biraz kızartıp servis tabağının kenarına dizi servise sunuyoruz. Afiyet olsun. Malzemeler BAL KABAĞI PASTASI İçi İçin • 200 gr bal kabağı PIRASALI BÖREK • 3 adet yufka Malzemeler •1 kilo pırasa • 1 buçuk paket petibör bisküvi • 3 adet yumurta • 200 gr ceviz • 100 gr rendelenmiş beyaz peynir • 1 paket krem şanti • 1 çay bardağı sıvı yağ • 1 su bardağı süt • Tuz (Peynir tuzlu ise koymaya gerek yok) • 1 su bardağı toz şeker • Karabiber • Kırmızı pul biber Sosu İçin • 2 yemek kaşığı eritilmiş tereyağ • 1 çay bardağı süt • 2 yemek kaşığı yoğur Yapılışı İçi için; pırasaları ince ince doğrayıp, elimizle iyice ovalım. Bir kaba pırasaları, yumurtaları, beyaz peyniri, sıvı yağı, tuzu, karabiberi ve kırmızı biberi koyup iyice karıştıralım. Diğer tarafta sosu için bir kaba tereyağını, sütü ve yoğurdu koyalım ve iyice karıştıralım. Birinci yufkayı düz bir zemin üzerine serelim. Üzerine hazırladığımız sostan sürelim. Sonra yufkanın geniş kısmına pırasalı harçtan koyalım. Daha sonra yufkayı rulo şeklinde sıkmadan saralım. Kalan 2 yufkayı da aynı şekilde hazırlayalım. Hazırladığımız yufkaları yağlı kağıt serili tepsiye yerleştirelim. Yufkaların üzerine sostan sürelim ve önceden ısıtılmış 180° fırında kızarana kadar pişirelim. Pişen pırasalı böreğimizi 3 parmak genişliğinde dilimleyip servis yapalım. Afiyet olsun. Yapılışı Balkabağını küçük küçük doğruyoruz, miktara göre üzerine toz şeker koyup bir gece bekletiyoruz. Suyunu salan kabağı yumuşayıncaya kadar pişiriyoruz. Süt ile krem şanti tarife göre hazırlayıp buzdolabında bekletiyoruz. Diğer yanda bisküvi ve cevizi rondodan geçiriyoruz. Daha sonra kabak bisküvi ve cevizi bir kısmını karıştırıp hamur haline getiriyoruz ve servis kabımıza yerleştiriyoruz. Üzerine krem şanti sürüp ayırdığımız cevizlerle süslüyoruz. Pastamız servise hazırdır. Not: pastayı artan kabak tatlısından da yapabilirsiniz. Afiyet olsun. OPR. DR. VEYSEL ANTAR İSTANBUL EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ BEYİN VE SİNİR CERRAHİSİ KLİNİĞİ Dikkat! Beyninizde saatli bir bomba olabilir Opr. Dr. Veysel Antar, halk arasında baloncuk olarak bilinen anevrizmanın, sinsi seyreden ve çoğunlukla belirti vermeyen tehlikeli bir hastalık olduğunu belirterek, sigara içen, hipertansiyonu ve genetik yatkınlığı olan kişilerin risk altında olduğunu söylüyor. Antar, “Beyinde ne zaman patlayacağı bilinmeyen bir saatli bomba’” olarak nitelendirdiği anevrizmanın yüksek oranda ölüm ve felç gelişimine neden olabileceğine dikkat çekerek, ani ve şiddetli baş ağrısı gelişen hastaların doğrudan bir sağlık merkezine başvurması gerektiğinin altını çiziyor. Geçmiş yıllarda sadece açık beyin ameliyatı ile tedavi edilebilen anevrizmaların, günümüzde kafatası açılmadan anjiyografik yöntemlerle tedavi edilebildiğini söyleyen Antar, deneyimli ekip ve merkezlerde yapılan tedavinin başarı oranını yükselttiğine vurgu yapıyor. Opr. Dr. Antar, konu hakkında şu bilgileri veriyor: Her yaş grubunda ortaya çıkabiliyor Beyindeki damarların içindeki kas tabakasının zayıflığından dolayı damarda oluşan balonlaşmaya beyin anevrizması denir. Bu balonlaşmanı sonucunda damar duvarında incelme oluşur. Bu incelmiş olan bölgeden damarın yırtılması sonucunda kan, beyin zarları arasına dolarak beyin kanamasına sebep olur. Her yaş grubunda karşımıza çıkabilecek bu hastalıktan korunma ve erken tedavi için, bu konuda deneyimli merkez ve hekimlerin kontrolü büyük önem taşıyor. Bu sayede zamanında yapılan tetkikle ortaya çıkarılabilen anevrizmalara doğru müdahale hayat kurtarıyor. Bıçak saplanır gibi bir baş ağrısı anevrizmaya işaret ediyor Kesin olmamak kaydıyla anevrizma hastalarının ortak özellikleri; yüksek tansiyon, sigara kullanımı, genetik yatkınlık, kan damarlarında zedelenme ve bazı enfeksiyonlardır. Genelde anevrizma kanayana kadar bir belirti vermiyor. Ancak gün içinde şiddetli ve bıçak saplanır gibi baş bölgesine giren ağrıları dikkatte almak gerekiyor. Ağrıdan önce kafa içinde bir patlama hissi farkedilmiş olabilir... Bulantı ve kusma da baş ağrısına eşlik edebilir l Bunun yanı sıra bilinç bulanıklığı, dikkatte azalma ve komaya kadar gidebilen bilinç bozuklukları görülebilir. Yırtığın büyüklüğüne ve hastanın tansiyonunun yüksek olup olmamasına göre hafif bir baş ağrısı sonucunda bile ani ölüm ortaya çıkabileceği için, belirtiler ortaya çıkar çıkmaz en yakın sağlık merkezine başvurmak gerekiyor. Yoğun aktivite sonrasında ortaya çıkabiliyor Özellikle yoğun spor, ağır yük kaldırma ve cinsel aktivite sonrasında baş ağrısı gelişmesi durumunda anevrizma varlığından şüphe duyulmalıdır. Bu tür aktiviteler sırasında kan ve kafa içi basınç arttığından beyin damarlarındaki anevrizma yırtılarak beyin kanamalarına neden olabilmektedir. Yaşanan baş ağrısı daha önce yaşanan baş ağrılarından farklı olarak kendini hissettirir. Erken tanı tedavi şansını arttırıyor Beyinde oluşan bu baloncukların tespitinde MR ve bilgisayarlı tomografi ile yapılan incelemeler ön teşhisi sağlamakla beraber, beyin anevrizmalarına kesin tanı beyin anjiyografisi ile konuyor. MR, Tomografi ve kasıktan girilerek yapılan anjiyografi ile belirlenebilen anevrizmanın ne zaman patlayacağı tespit edilememektedir. Baloncuk doğuştan olabileceği gibi daha sonradan yaşanan travmalar, tümör ve enfeksiyon gibi nedenlerle de meydana gelebilir. Anevrizmanın büyüklüğü ve üzerinde kendisinden küçük başka bir baloncuğun varlığı patlama riskini arttırır. Genç yaşta oluşan anevrizmalar ilerleyen yaşla birlikte büyüyeceği için patlama riski fazlalaşır. Baloncuğu büyütecek ve patlamasına neden olabilecek yüksek tansiyon gibi farklı etkenler varsa bunların da kontrol edilmesi gerekmektedir. Cerrahi tedaviler başarı şansını arttırıyor Beyin anevrizmalarına ilk kez 1937 yılında “klips” uygulaması yapılmıştır. İlerleyen yıllar içerisinde klips çeşitliliğinin artması ve mikrocerrahi yöntemlerin kullanılmaya başlanması ile anevrizma hastalarında ilk seçenek olmuştur. Günümüzde damar içinden girilerek yapılan endovasküler tedavi seçeneği sık tercih edilmektedir. Açık cerrahi klipslemeye göre daha avantajlı Hem klipsleme hem de yay uygulaması sırasında ortaya çıkabilecek en tehlikeli durum anevrizmanın yırtılması ve beyin içine kanama olmasıdır. Anevrizmanın yırtılmasıyla beyin içine kanama olur. Bu da inme, koma veya ölüme neden olabilir. Her iki işlem sırasında da ortaya çıkabilecek olan anevrizma yırtılmasına müdahale, açık beyin ameliyatları sırasında daha rahat yapılabilir. Çünkü bu işlem sırasında kanayan yer daha rahat görülebilir ve kanama kontrolü amacıyla buraya daha kolaylıkla müdahale edilebilir. Biz kliniğimizde açık cerrahi ile anevrizma cerrahisini başarı ile uygulamaktayız. Operasyon sonrasında hastalar yoğun bakıma alınmakta ve bir süre orada takıp edilmektedir l Bilimin Öncü Gücüyle Hastaların karşılanmamış ihtiyaçları için birlikte çalışmaya devam edeceğiz. Tüm hekimlerimizin 14 Mart Tıp Bayramı’nı kutluyoruz. AZT-BB-K-5-2016 / 954702011-SUBAT-2016-CC Dolaşımdaki tümör DNA’sı AstraZeneca, kanser teşhisinde, dolaşımdaki tümör DNA’sı kullanımına öncülük etmiştir. DNA parçaları tümörden koparak kan dolaşımına katılırlar. Kan dolaşımındaki bu parçalar, hastanın tümörüyle ilgili genetik bilgi almak üzere analiz edilebilir. Bu sayede sağlık uzmanları, invazif olmayan kan testi aracılığıyla hastaya uygulanacak doğru tedaviye karar verebilir. www.astrazeneca.com.tr Sağlık Müdürlüğü’nden Muhakkiklik Eğitimi daha yetkin hissedecek ve bundan sonra yapacağınız incelemeleri karara bağlarken çok daha net ve kararlı olacaksınız. Biz de böyle bir çalışmaya vesile olmaktan ötürü gurur duyuyor olacağız” Sunumlar ilgiyle takip edildi İstanbul Sağlık Müdürlüğü Sağlık Araştırmaları Şubesi tarafından düzenlenen “Muhakkiklik Eğitimi” 24-25 Aralık tarihlerinde Eresin Topkapı Hotel’de gerçekleşti. İstanbul’da bulunan genel sekreterlikler, ilçe sağlık müdürlükleri, halk sağlığı müdürlükleri ve hastanelerden geniş bir katılımcı kitlesinin katılımıyla gerçekleşen eğitimde, sağlık alanında yürütülen iş ve işlemlerin denetim ve soruşturma süreçleri ele alındı. Toplantıda konuşan İstanbul Sağlık Müdürü Prof. Dr. Selami Albayrak, kamu hizmetlerinin rasyonel ve süratli yürütülmesi için karar verici ve uygulayıcı tarafların görevlerine ilişkin her tür bilgiye hakim olması gerektiğini söyledi. Aksi durumlarda ciddi sorunlarla karşı karşıya kalınabieleceğini anlatan Albayrak, “Genelde idareciler olarak karşılaştığımız idari nedenli sorunları iç disiplin kuralları ile çözmeye çalışıyoruz. Bu noktada siz değerli muhakkiklere ihtiyaç duyuyor ve sizlerden yardım talep ediyoruz. Hepinizin aslı görevleri var ama zaman zaman müdürlüğümüzden gelen yazıyla bir incelemede görevlendirilmiş bulunuyor, asli görevinizin içinde bu işlerede zaman ayırıp, inceleme yapmak durumunda kalabiliyorsunuz. Ben sizlerin yürüttüğü bu görevi hem kamusal, hem de vicdani bir görev olarak tanımlıyorum. Bu görevi hepinizin itiraz etmeden büyük bir titizlikle yaptığınızı da görüyor ve biliyorum“ dedi. Albayrak: “Eksik bilgilerin tamamlanmasını amaçlıyoruz“ İstanbul Sağlık Müdürlüğü’nün idari ve hukuki anlamda çok büyük bir iş yükü olduğuna değinen Albayrak, bu iş yükü içerisinde yapılan muhakkiklik incelemelerin çok büyük bir yer tuttuğuna işaret etti: Albayrak, “Yapılan muhakkiklik incelemelerinde konu ile alakalı bir standardizasyonun sağlanıp, eksik bilgilerin tamamlanması ve bu görevi yapan her arkadaşımızın kurumuyla senkronize olabilmesi amacıyla böyle bir eğitim düzenledik“ diye konuştu. Albayrak şöyle devam etti: “ Hiç şüphesiz böyle bir toplantının konuşmacıları da bu sahanın hocaları olmalı. Bu nedenle huzurlarınızda Bakanlığımızın baş denetçilerine teşekkür etmek istiyorum. Kendileri bugün akşama kadar çok değişik başlıklarla birçok soru işaretini cevaplandıracaklar. Eminim ki, akşam saatlerinde bu toplantıdan ayrılırken kendinizi bu kamusal göreve daha hazır, Albyarak’ın konuşmasının ardından ilk oturumda söz alan Denetim Hizmetleri Başkan Yardımcısı Dr. Rahmi Akpınar “İnceleme ve Soruşturma Esnasında Dikkat Edilmesi Gereken Hususlar” konulu bir sunum gerçekleştirdi. Akpınar’dan sonra söz alan Prof.Dr. Ali İhsan Taşçı ise “Tıbbi Uygulama Hatası ve Komplikasyon” başlıklı bir sunum yaptı. Bu iki sunumun ardınan verilen kahve arasının sonrasında Başdenetçi Bayram İzzet Taşçı “Disiplin Kurulları ve Disiplin Amirleri YönetmeliğiSağlık Bakanlığı Disiplin Amirleri Yönetmeliği” ve “657 Sayılı Devlet Memur Kanunuyla İlgili Açıklamalar (Disiplin)” konulu sunumlarını gerçekleştirdi. Öğle yemeği arasından sonra Başdenetçi Mehmet Korkut “Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması” ve “Ön İnceleme Göreviyle İlgili Genel Açıklamalar - Ceza Muhakemesi Kanunuyla İlgli Açıklamalar” başlıklı sunumlar yaptı. İlk günün son oturumunda Dr.Rahmi Akpınar “Raporlama Çeşitleri ve Raporlama Usül ve Esasları” konulu bir sunum gerçekleştirdi. İlk günün ardından ikinci günün ilk oturumunda Başdenetçi Dr.S.Semih Sağesen’in “Hekimler ve Diğer Sağlık Personelinin Tıbbi Kötü Uygulamalar Konusundaki Mesleki Sorumlulukları” konulu sunumunudan ardından Başdenetçi Ahmet Emeç “Türk Ceza Kanunu (Memur Suçları)” ve “Kabahatlar Kanunu” konulu sunumlarını yaptı. Yemek arasından sonra söz alan Ergin Hakverdi ise “Mal Bildiriminde Bulunulması,Rüşvet ve Yolsuzlukla Mücadele Kanunu ve Konuyla İlgili Açıklamalar” ve “Memurların Mali Sorumluluğu ve Kamu Zararının Tazmini” başlıklı sunumlarını gerçekleştirdi. İki gün süren eğitimin sonunda katılımcılara Sağlık Bakanlığı Denetim Hizmetleri Başkanlığı tarafından güncellenen inceleme ve soruşturma rehberi ve katılım belgesi verildi l UZM. DR. MELEK GÖZDE LUŞ HAYDARPAŞA NUMUNE EĞİTİM ARAŞTIRMA HASTANESİ ÇOCUK PSİKİYATRİ POLİKLİNİĞİ Çocuğunuzun öfke nöbetleri ile nasıl başa çıkabilirsiniz? Çocuklarda genellikle 1,5- 2,5 yaş civarında görülen öfke nöbetleri, ebeveynlerin başa çıkmakta zorlandığı problemlerin başında geliyor. Ağlayıp, inatlaşarak nefesini tutan, etrafla iletişimini keserek kendini yerden yere atan bu çocukları kontrol altına almak oldukça zor. Uzm. Dr. Melek Gözde Luş, öfkelendiğinde tüm dikkatleri üzerine çeken ve isteklerinin hemen yerine getirildiğini keşfeden çocukların, bu durumu kullanmayı alışkanlık haline getirebildiğini söylüyor. Okul öncesi dönemdeki çocukların neredeyse tamamında görülen öfke nöbetlerinin bazı basit yöntemlerle kolaylıkla çözülebileceğini ifade eden Uzm. Dr. Luş, ebeveynlerin sakin tutumunun sorunun çözümüne büyük katkı sağladığını kaydediyor. Ebeveyn yaklaşımı çok önemli Bu durumda ceza vermek ve bağırmak gibi tutumların çocuk üzerinde telafisi mümkün olmayan psikolojik sorunlara sebep olabileceğine işaret eden Luş, çocuk yatışsın düşüncesiyle istediğini yapmanın ya da onunla inatlaşmanın işleri iyice içinden çıkılmaz bir hale getirebileceğini kaydediyor. “Çocuklar öfkelenebilirler, bu normal bir duygu durumudur. Ancak bu durum giderek çocuğun kendini ifade etme ve isteklerini yaptırmada kullandığı bir davranış kalıbı haline gelirse orada çok ciddi bir sorun var demektir. Ebeveynlerin davranışları ve tepkileri buradaki en belirleyici özelliktir” diyen Luş, öfke yaşayan çocuğa karşı nasıl yaklaşılması gerektiği konusunda şu bilgileri veriyor: En önemli neden engelleyici tutum ve davranışlar Öfke nöbetleri çocukların gelişiminin doğal bir süreci olarak ortaya çıkabilir. Bağlanma, bağımsızlaşma süreci içerisinde otonomi kazanmak için hissettiği içsel sıkıntının dışa vurumudur. Özellikle 1.5-2.5 yaş arasında otonomi kazanmak ve çevresi üzerinde üstünlük kurmak ihtiyacı hissederler. Çocuğun fiziksel olarak zorlandığı yada becerisine göre zor olan durumlarda gözlemlenebilir. 2 yaş çocuğunda görülen öfkenin en bilinen nedeni, yaptığı işin durdurulması ve izin verilmemesidir. İki yaş çocuğu başkasının kendisi için bir şey yapmasına direnebilir. Ayrıca uzun süreli hastalıklar, travmatik yaşantılar, çok sık engellenme, aşırı şımartılma, tutarsız eğitim anlayışı da öfke nöbetlerinin ortaya çıkmasına sebep olabilir. Öfke nöbetleri, çoğunlukla 2,5 yaş civarında zirveye ulaşır ve sıklıkla 4 yaş dolduğunda sona erer. Ne zaman uzmana başvurulmalı? Çocuğunuz sık (günde 3 kereden fazla) ve uzun (15 dakikadan uzun ) öfke nöbetleri yaşıyor ve kendi kendine yatışmakta güçlük çekiyorsa, 4 yaşını geçmiş olmasına rağmen öfke nöbetleri devam ediyorsa, öfke nöbetleri sırasında kendisine ve çevresine zarar veriyorsa saldırgan davranışlar sergiliyorsa bir uzmana danışmanız doğru olur l Öfke nöbetleri ile başa çıkmak için 5 öneri * Anne - baba, çocuktaki öfke nöbetine neden olan davranışların geçici bir durum olduğunu bilerek sabırlı davranmalı ve çocuğu katı bir düzene zorlamadan, soğukkanlı davranarak çocukla gereksiz çekişmelere girmemelidir. *Öfke nöbeti sırasında telaşa kapılmamak, kendi kurallarınızı korumak ve ne yaptığınızı bilerek hareket etmek en doğrusudur. * Anne - baba çocuğu korkutarak cezalandırmamalı, öfkeyi dindirmek için çocuğun her istediğini yapmaktan kaçınmalı, özellikle öfke nöbetinin ardından bitişini hızlandırmak için ödüllendirmemeli ve çocuğun öfkeli davranışları anne-babanın öfkesine yol açmamalıdır. Çocuğun ana problemi, sakinleşememektir. Anne, baba da sinirlenirse çocuğun öfkesi beslenir. * Çocuğun öfkesini kaynağından uzaklaştırmak amacıyla disiplin yöntemlerinden biri olan ‘mola yöntemi’ denenebilir. Burada yapılacak olan, çocuğun bulunduğu ortamdan ayrılmak, sakinleşene kadar onu yalnız bırakmak ve daha sonra yanına gelmek şeklinde olmalıdır. Çünkü, sakinleştirmeye çalışmak sanılanın aksine onu daha da hırçınlaştırabilir. *Eğer öfke nöbeti halka açık bir mekanda gerçekleştiyse, çocuğu kucaklayıp, mekanı terk etmek en doğru yoldur. Bunun dışında, öfke nöbeti geçirdiği anlarda, ses, renk, ışık, doku gibi çeşitli uyarıcılardan yararlanılarak dikkatinin hemen başka bir alana yönlendirilmesi de, öfkesinin dağılması için yararlı olmaktadır. PROF. DR. ERDEM YEŞİLADA YEDİTEPE ÜNİVERSİTESİ / ECZACILIK FAKÜLTESİ FARMAKOGNOZİ VE FİTOTERAPİ ANABİLİM DALI Bal: Besin mi, ilaç mı? Doğal enerji kaynağı olarak bilinen bal, birçok sağlık problemini önlemeye ve tedavi etmeye yardımcı oluyor. Balın bu tedavi edici özelliğinden herkesin faydalanması gerektiğini söyleyen Prof. Dr. Erdem Yeşilada, öksürük, kabızlık ve nezle gibi birçok farklı hastalığın tedavisinde doğal ilaç olarak kullanılan balın güçlü bir antioksidan olduğunu ifade ediyor. Prof. Dr. Yeşilada, bazı kanser türlerinin gelişimi ve tedavisinde de faydalanılan bu değerli besinin insan sağlığına katkıları hakkında şu bilgileri veriyor: Tatlı lezzeti ve besleyici özelliği ile değerli bir besin olan bal, aslında yaklaşık yüzde 80’i karbonhidrat ve kalan yüzde 20’ kadarı sudan ibaret bir karışım. Ayrıca düşük oranlarda proteik yapıda bileşikler (binde 2-4), vitamin ve mineraller (binde 1-5) ve polifenolik bileşikler (binde 1-2) taşıyor. Yani, basit anlamıyla “şekerli su” dan başka bir şey değil gibi görünüyor. Ancak özellikle son 15 yılda yürütülen bilimsel araştırmalar balın insan sağlığı bakımından ne kadar değerli olduğunu ortaya koyuyor. Geleneksel tababette binlerce yıldır sağlığın korunmasında ve bazı hastalıkların tedavisinde yararlanılan bir deva olarak bilinen balın serbest radikal hasarını önleyici (antioksidan), iltihap giderici, yara ve yanık iyileştirici, mide ülseri ve gastrit sorunlarının tedavisinde, bağışıklık sisteminin desteklenmesinde ve kanserin önlenmesinde etkili olabileceği son yıllarda yapılan bilimsel araştırmalar ile ortaya konuluyor. Balın etkileri çevredeki çiçek türlerine göre değişiklik gösteriyor Peki, bu şekerli su karışımını bu kadar değerli kılan nedir? Cevabı; içerisinde binde 1 -2 gibi çok düşük oranlarda bulunan ve işçi arıların çiçek çiçek gezerek topladıkları polenlerin içerisindeki polifenolik maddelerdir. İşte gerçek balı, arıların önüne şekerli su konularak üretilen ya da glikoz şurubu ve boyalarla doğrudan hazırlanan sahte ballardan ayıran en önemli fark budur. Şüphesiz balın bu etkileri elde edildiği çevredeki baskın çiçek tipine göre değişiklik göstermektedir; ballar kestane balı, çam balı, narenciye balı, kekik balı gibi isimlerle anılmaktadır. Soğuk algınlığı ve cilt hastalıklarının tedavisinde katkı sağlıyor Halk tababetinde balın soğuk algınlığı ve grip enfeksiyonlarının tedavisinde yardımcı olduğu, boğaz ağrısını hafiflettiği yüzlerce yıldır bilinmektedir. Dünya Sağlık Örgütü (WHO, 2001), balın antimikrobiyal ve lokal yumuşatıcı etkileri nedeniyle, soğuk algınlığı ve öksürük tedavisinde kullanılmasını önermektedir. Çocuklar üzerinde yürütülen bir çalışmada yatmadan önce yaklaşık bir çay kaşığı bal verilmesinin, öksürük krizlerinin önlenmesinde kuvvetli etkili öksürük şuruplarından bile daha etkili olduğu bildirilmektedir. Balın bu etkisinin, yüksek şeker değişimine bağlı ozmotik etkisi ve içerisindeki glikoz oksidaz enzimi vasıtasıyla ortama sağlandığı hidrojen peroksite ve içerdiği bileşenlere (fenolik asitler, flavonoitler, lizozim, katalaz) bağlı olduğu düşünülmektedir. Bu suretle yaraların mikroplardan temizlenmesinde yararlanılan oksijenli su gibi mikrop öldürücü etki yapabilmektedir. Bu bakımdan bal, tarih boyunca yaraların enfeksiyonlardan korunması amacıyla antiseptik olarak kullanılmıştır. Balın diğer birçok dermatolojik problemde; yangılı böcek ısırıkları, alerjik cilt tepkimeleri, egzama, sedef vb. durumlarda tedaviye katkı sağlayabildiği şikâyetleri hafiflettiği görülmektedir. Bitkisel çayların antioksidan etkisi, bal ilave edilmesi ile artıyor! Bilimsel araştırmalar gerek bitki çaylarının ve gerekse balın taşıdıkları antioksidan etkili bileşenlere bağlı olarak birçok akut ve kronik hastalığın gelişiminin önlenmesinde rol oynayabileceğini göstermektedir. Her ikisinin birlikte uygulanması halinde, yani bitki çaylarının içerisine şeker veya tatlandırıcı yerine bal ilave edilmesi ile bitki çayının antioksidan kapasitesinde ne gibi bir değişim olabileceği konusu, ekibimiz tarafından yapılan bir çalışmada incelenmiştir (Özdatlı ve ark., 2014). Bazı bitki çaylarının antioksidan kapasitesinin bal ilavesi ile 54 misli arttığı gözlemlenmiştir. Bazı bitki çaylarında (melisa, adaçayı, ıhlamur, papatya, limonlu zencefil) çam balı ilavesinin, çiçek balına oranla antioksidan etkinin daha fazla yükseldiği görülürken, bazılarında (ekinezya, yeşil çay, beyaz çay, siyah çay) çiçek balı ilavesinin daha etkili olduğu tespit edilmiştir. Bu, muhtemelen bitki çayı ve bal bileşenlerin arasındaki etkileşmeden kaynaklanmaktadır. Bal ve kanser Temel yapısının şekerlerden ibaret olduğu ve şekerlerin kanser hücrelerinin gelişimini sağladığı yönündeki deneysel bulgular göz önüne alındığında, balın kanser gelişimini artırma riski bulunduğu düşünülebilir. Ancak deneysel ve epidemiyolojik bulgular, kanser gelişimi ile bal tüketilmesi arasında ters bir ilişki bulunduğunu göstermektedir. Balın kanser üzerinde etkinliğini değerlendiren önemli bir araştırmanın sonuçları (Öztürk ve ark., 2013) dikkat çekici. Meme kanseri hücreleri üzerinde yürütülen deneysel çalışmada sahte balın meme kanseri hücrelerini büyüttüğü, buna karşılık başta kestane balı olmak üzere çam ve çiçek ballarının kanser hücrelerinin gelişimini önlediği ve gözlemlenmiş. Diğer taraftan, balın kanser kemoterapisinde destekleyici etkileri ile ilgili giderek artan sayıda klinik bulgu bildirimleri bulunuyor. Balın kanser ilaçlarının etkilerini kuvvetlendirdiği bildiriliyor. Ayrıca bal uygulamasının bu grup hastaların kanser tedavisine tahammülünü artırdığı, hastalarda ilacın yol açtığı bazı olumsuz gelişmelerin hafifletilebildiği bildirilmektedir. Sonuç olarak, bilimsel araştırmalar kalite analizi yapılmış gerçek balın bir besin olmanın çok ötesinde şifa kaynağı bir ilaç özelliği taşıdığını ortaya koyuyor. Burada kalite analizi ile vurgulamak istediğim; günümüzde artan çevresel riskler nedeniyle balın tarım ilacı, çevresel toksinler, antibiyotik atığı gibi insan sağlığını olumsuz etkileyecek riskleri taşıyıp taşımadığının mutlaka analiz edilmesi gerekiyor l Kaynak Yeşilada, E., 2015: Apitera; Arıyla Gelen Şifa. Hayykitap Yayınları, İstanbul. Öztürk O. ve ark., 2013: Balın kanser hücreleri üzerindeki etkisini değerlendiren araştırma. İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi, Deneysel Tıp Araştırma Enstitüsü (DETAE). Özdatlı Ş. ve ark., 2014: Bitki çaylarında bal ilavesinin total antioksidan kapasitesine etkisi. Marmara Pharm.J. 19, 147-52. UZ. DR. SELMA SALMAN MEMORİAL HİZMET HASTANESİ DERMATOLOJİ POLİKLİNİĞİ Sivilce izlerinden kurtulmanın 7 yolu Ergenlik dönemi cilt hastalığı olarak bilinen sivilce yani akne sorunu, erişkin yaşlarda da sıklıkla görülebiliyor. Sivilce izleri, kozmetik bir sorun oluşturmasının yanında ruh sağlığını ve sosyal hayatı da olumsuz yönde etkileyebiliyor. Dermatoloji Uzmanı Dr. Selma Salman, sivilce izlerinin kış aylarında rahatlıkla tedavi edilebildiğini belirterek, şu bilgileri veriyor: “Ciltte yoğun sivilcelenme sorununun zamanında ve uzman kişilerce tedavi edilmemesi sivilce izlerine neden olabilmektedir. Akne hastalarının %95’inde iz oluşumu görülürken, bunların %30’u ciddi boyutlardadır.” Tedaviye erken başlanması ve etkin bir yol seçilmesi olumlu sonuçlar vermektedir. Tedavi yöntemleri sivilce izinin tipine göre değişmekte ve kişiye özel uygulanmaktadır. Bazen efektif sonuç almak için yöntemlerin birkaçı birlikte uygulanmaktadır. Tedavide, üst derinin bir kısmının soyularak yenisinin üretilmesini sağlamak amaçlanır ya da alt deri mekanik veya kimyasal yolla yeni destek doku üretmesini sağlamak için uyarılmaya çalışılır. 1. Kış ayları kimyasal peeling için en uygun zaman Cildi yenileyen bazı özel kimyasal maddelerin yüze sürülüp belirli bir süre bekletildikten sonra bol suyla arındırılması işlemidir. Yöntem, bu konuda eğitimli hekim kontrolünde uygulanmalıdır. İşlemde derinin üst tabakasında kontrollü olarak kısmi veya tam hasar oluşturulmaya çalışılır. Bu uygulamanın sonunda ciltte birkaç gün süren soyulma meydana gelebilmektedir. Ardından yenilenmiş alt ve üst deri oluşmaktadır. Esmer tenli kişilerde, iz bırakma riski nedeniyle önerilmeyen kimyasal peeling işleminin ardından bol nemlendirici ve güneş koruyucu kullanılması gerekmektedir. Etkin sonuç için 2 haftada bir 4-6 seans uygulanması gereken işlemin güneşin yoğun olduğu aylarda yapılması uygun değildir. 2. Dermaroller ve dermapen ile cilt yenileniyor Mikro iğneleme sistemi olarak da bilinen “dermaroller” ya da “dermapen” işlemleri de sivilce izlerinden kurtulmak için etkin uygulamalar arasındadır. Üzerinde çok sayıda mikro iğnecik bulunan dermaroller, işlemin yapılacağı alana anestezik kremin sürülmesinden 30 dakika sonra uygulanmaktadır. Ciltte gezdirilen cihazın üzerinde bulunan mikro iğneler sayesinde yüzeyde on binlerce mikro kanal açılmaktadır. Bu mikro kanalların oluşturduğu uyarı ile cilt kendini tamir etmek için yeni bağ dokusu elemanları sentezlemektedir. Dermapen ise bu mikro iğnelerin kalem şeklinde bir cihazla deriye uzunlamasına olarak uygulanmasını sağlayan bir alettir. Akne izlerinin azalması için ayda bir 4 seans uygulama önerilmektedir. 3. Mikrodermabrazyon hasarlı deriyi sağlıklı bir biçimde uzaklaştırıyor Derinin yüksek basınçla hareket eden alüminyum oksit kristalleriyle soyulması işlemidir. Bu sayede cilt yüzeyindeki hasarlı, uzaklaştırılacak hücrelerin ve cilt atıklarının daha hızlı yok edilmesi sağlanır. Yüzeysel akne tedavisinde etkindir. Genelde tekrarlayan uygulamalar ve diğer tedavi seçenekleri ile kombine uygulamalar fayda sağlamaktadır. 4. İçten gelen güzellik: PRP Cilt gençleştirme ve saç dökülmesi durumlarında da uygulanabilen PRP işlemi (Platelet rich plasma) akne izleri tedavisinde de kullanılmaktadır. PRP işleminde uygulama yapılacak kişinin kanı alınır ve özel cihazlarda santrifüj edilerek ayrıştırılır. Bu ayrıştırma sonucunda kanın içindeki trombositten zengin plazma elde edilmiş olur. Elde edilen plazma yaklaşık 1 cm aralarla cilde enjekte edilmektedir. Trombositlerden salınan büyüme faktörleri, kök hücreleri uyararak ciltte yeni hücre sentezi yapmaya yardımcı olmaktadır. Bu sayede sivilce nedeniyle hasarlanmış ve iz oluşmuş derinin yenilenerek düzelmesini amaçlanmaktadır. Uygulama radyofrekans ve dermaroller gibi diğer kozmetik işlemler ile kombine edildiğinde daha başarılı sonuçlar olabilmektedir. 15 gün arayla 3-4 seans PRP yapılması önerilmektedir. 5. Cildinizde altın dokunuşlarını hissedebilirsiniz Halk arasında altın iğne olarak bilinen fraksiyonel radyo frekans uygulaması son dönemde sıkça kullanılan bir yöntemdir. İletkenliği çok iyi olan ve çevre dokuya zarar vermeden kontrollü iletkenlik sağlayan altın iğneler vasıtasıyla cilt altına radyofrekans verilmektedir. Derinin alt tabakalarında meydana gelen ısı artışı sayesinde kontrollü bir hasar oluşturulmaktadır. Deri, bu hasarı onarma yoluna gider ve bağ dokusu sentezini uyararak sivilce izinin onarımını sağlamaktadır. 40-45 dakika süren işlemin ardından kişi 1-2 saat süren kızarıklıktan sonra sosyal yaşantısına devam edebilmektedir. Bu sebeple oldukça etkin ve konforlu bir yöntemdir. Bazen tek seansta bile istenilen sonuç alınabilmektedir. 6. Karbon peeling her mevsim uygulanabiliyor Sivilce izlerinin tedavisi ve gözenek sıkılaştırmada kullanılan karbon peeling uygulaması, karbon partiküllerinin yüze uygulanması sonrası Q switched NdYAG lazerle yapılan bir işlemdir. Lazer uygulaması öncesi karbon solüsyonu ciltte 10 dakika bekletilir. Cilt tarafından emilen karbon maddesinin fazlası temizlendikten sonra lazer atışı ile tüm yüz taranır. Sürülen karbon maddesi, cilt altında lazerin etkinliğini artırmaktadır. Lazer, cilt altında bağ dokusu sentezini uyararak izlerin düzelmesine katkı sağlamaktadır. Her mevsim uygulanabilen karbon peeling yöntemi yüzeysel izlerde etkindir. Ağrısız bir uygulama olan karbon peeling uygulaması kızarıklık ya da morarmaya yol açmadığı için sosyal yaşamı etkilememektedir. 7. İzlerin yeri rahatlıkla doldurulabiliyor Derin sivilce izlerinde çökük olan kısımların altını dolgu maddeleri ile doldurmak da diğer bir seçenektir. Etkin ve geçici bir uygulamadır ve 8-12 ay sonra tekrarlanması önerilmektedir l Basında biz Bunları biliyor musunuz? Dünyadaki beyaz karıncaların toplam ağırlığı insanların 10 katıdır.. Kutup ayıları solaktır. Kuş örümceği sırtında 300 yavrusuyla gezer. Günışığından daha fazla yararlanmak için saat uygulamasını Benjamin Franklin başlatmıştır. Hayvanlar aleminde sadece domuzlar güneşten yanabilir... Venüs saat yönünde dönen tek gezegendir. Salyangozların 25 bine yakın dişi vardır. Yılanlar duyamaz. Bir okyanusun en derin yerinde, demir bir topun dibe çökmesi bir saatten uzun sürer. Rusya’nın dörtte biri ormanlarla kaplıdır. Hindistan’daki yıllık doğum sayısı, Avustralya’nın toplam nüfusundan fazladır. İnsan elinde, en yavaş uzayan tırnak bas parmağınki, en hızlı uzayan tırnak ise orta parmağınkidir. Hawaii alfabesinde sadece 12 harf bulunmaktadır. Geçen 3 bin 500 yılın, sadece 230 yılı barış içinde yaşanmıştır. Yetişkin bir ayı, bir at kadar hızlı koşabilir. Sallanan sandalyede hiç durmadan sallanma rekoru 440 saattir. Salyangozların 25 bin civarında dişi vardır. Rodin’in ünlü ‘Düşünen Adam’ heykeli aslında İtalyan şair Dante’nin portresidir. Norveç’in kuzeyinde, her yaz 14 hafta gece gündüz güneşli geçer. En fazla asfaltlı yola sahip ülke Fransa’dır. Dünyada her dakikada bir iki düşük şiddette deprem olmaktadır. Tarih boyunca yeryüzünde bulunan altının 200 kat daha fazlası okyanuslarda bulunmaktadır.