kant`ın ontolojik argümanı eleştirisi

advertisement
T.C.
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ (DİN FELSEFESİ)
ANABİLİM DALI
KANT’IN ONTOLOJİK ARGÜMANI ELEŞTİRİSİ
Yüksek Lisans Tezi
Fatma Nur AĞCA
Ankara-2014
T.C.
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ (DİN FELSEFESİ)
ANABİLİM DALI
KANT’IN ONTOLOJİK ARGÜMANI ELEŞTİRİSİ
Yüksek Lisans Tezi
Fatma Nur AĞCA
Tez Danışmanı
Prof. Dr. Mehmet Sait REÇBER
Ankara-2014
T.C.
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ (DİN FELSEFESİ)
ANABİLİM DALI
KANT’IN ONTOLOJİK ARGÜMANI ELEŞTİRİSİ
Yüksek Lisans Tezi
Tez Danışmanı: Prof. Dr. Mehmet Sait REÇBER
Tez Jürisi Üyeleri
Adı ve Soyadı
İmzası
Prof. Dr. Mehmet Sait REÇBER
…………………….
Prof. Dr. Muammer ESEN
…………………….
Yrd. Doç. Dr. Zikri YAVUZ
…………………….
Tez Sınavı Tarihi: 19.08.2014
TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ MÜDÜRLÜĞÜNE
Bu belge ile, bu tezdeki bütün bilgilerin akademik kurallara ve etik davranış
ilkelerine uygun olarak toplanıp sunulduğunu beyan ederim. Bu kural ve ilkelerin
gereği olarak, çalışmada bana ait olmayan tüm veri, düşünce ve sonuçları andığımı
ve kaynağını gösterdiğimi ayrıca beyan ederim.(……/……/2014)
Tezi Hazırlayan Öğrencinin
Adı ve Soyadı
Fatma Nur AĞCA
İmzası
……………………
ÖNSÖZ
İnsan zihnini kurcalayan en önemli sorulardan biri Tanrı’nın varlığı konusudur.
İnsanlık tarihi kadar eski olmasına rağmen ilk günkü hararetini kaybetmeyen bu
tartışmada lehte ve aleyhte farklı argümanlar ileri sürülmüştür.
Bu argümanların bir kısmı dış dünyaya ilişkin çeşitli tecrübelerden yola çıkarak
Tanrı’nın varlığını ispat etmeye çalışırken, bunlardan farklı olarak ontolojik argüman
tecrübeden bağımsız olarak Tanrı kavramının kavramsal çözümlemesinden hareketle
Tanrı’nın varlığını ispat etmeye çalışmıştır. Kullandığı bu farklı yöntemden dolayı
çok sayıda savunucusu olan ontolojik argümanın eleştireni de oldukça çoktur.
Ontolojik argümana yöneltilen en ciddi eleştiri ise Immanuel Kant’ın eleştirisi
olarak kabul edilmektedir. Bir giriş ve iki bölümden oluşan bu çalışmamızda Kant’ın
ontolojik argümanı eleştirisi eleştirel yönden incelenmeye çalışılmıştır. Giriş
bölümünde Kant’ın bilgi felsefesine değinilmiş, birinci bölümde Kant öncesi
ontolojik argüman savunmalarına ve tartışmalara yer verilip Kant’ın eleştirilerine
maruz kalan ontolojik argümanın nasıl bir argüman olduğu ortaya konmaya
çalışılmıştır. İkinci bölümde ise, Kant’ın diğer teistik argümanları eleştirisi, bu
eleştiriler arasında ontolojik argümana eleştirisinin nasıl bir yer tuttuğu, Kant’ı bu
eleştiriye yönelten temel sâikler ve eleştirisinde ileri sürdüğü temel tezler etraflıca
incelenip, bu itirazların tutarlı olup olmadığı sorgulanmıştır. Yine aynı şekilde ikinci
bölümde, Kant sonrası dönemdeki ontolojik argüman savunmalarına yer verilip,
Kant’a ne tür cevaplar verildiği ve Kant’ın bu eleştirilerinde başarılı olup olmadığı
tartışılmıştır. Sonuç bölümünde ise Kant’ın eleştirileri genel bir değerlendirmeye tâbî
tutulmuştur.
Son olarak, tez konusunun seçiminden, şekil ve içeriğin oluşumuna kadar her
konuda tavsiyeleriyle bana yol gösteren danışman hocam Prof. Dr. Mehmet Sait
REÇBER’e ve her türlü fedakarlığı ve desteği esirgemeyen aileme teşekkürü bir borç
bilirim.
Fatma Nur AĞCA
Ankara, 2014
II
KISALTMALAR
a.g.e.
: Adı geçen eser
a.g.m.
: Adı geçen makale
AÜİFD
: Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi
Bkz.
: Bakınız
C.
: Cilt
Çev.
: Çeviren
Ed.
: Editör
İÜİFD
: İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi
No.
: Numara
s.
: Sayfa
Vol.
: Volume
Yay.
: Yayınları
III
İÇİNDEKİLER
ÖNSÖZ……………………………………………………………………………….I
KISALTMALAR…………………………………………………………………..III
İÇİNDEKİLER…………………………………………………………………….IV
GİRİŞ
KANT VE TEİSTİK ARGÜMANLAR……………………………….…………..1
I. BÖLÜM
ONTOLOJİK ARGÜMAN: TARİHSEL ARKA PLAN……………………..…18
II. BÖLÜM
KANT VE ONTOLOJİK ARGÜMAN ELEŞTİRİSİ…………………………...40
1. Kant’ın Ontolojik Argümanı Eleştirisi……………………………………………40
a) Hiçbir Varlık İddiası Analitik Olamaz………………………………………40
b) Varlık Gerçek Bir Yüklem Değildir………………………………………...46
c) Kant’ın İtirazlarının Anselm ve Descartes’ın Argümanıyla İlişkisi………..57
2. Kantçı Eleştiriden Sonra Ontolojik Argüman…………………………………….67
SONUÇ……………………………………………………………………………..79
KAYNAKÇA………………………………………………….…………..………..84
ÖZET……………………………………………………………………………….95
IV
GİRİŞ
KANT VE TEİSTİK ARGÜMANLAR
Tanrı’nın akılla bilinip bilinemeyeceği ve bu bağlamda teistik argümanlar ve bu
argümanların imkânı din felsefesinin en önemli konularından biridir. Bu konuda
üzerinde durulması gereken filozoflardan biri, felsefi sistemini bilgiye sınır getirme
çabası olarak görebileceğimiz Immanuel Kant’tır.
Kant’ın teistik argümanları eleştirisi, onun felsefi sistemiyle özellikle de bilgi
felsefesiyle çok yakından ilişkilidir. Bu noktada Kant’ın geleneksel metafiziği
eleştirisini bilmek oldukça önemlidir. Saf Aklın Kritiği’nin son bölümlerinde teistik
argümanları eleştiren Kant, daha önceki bölümlerde bu eleştirilerin dayanağı olan
bilgi felsefesini ortaya koyar.
Kant, bilgiyi kavramlar üzerinde temellendiren rasyonalistler ve duyulara
dayanan algılar üzerinde temellendiren empiristlerden farklı birtakım sonuçlara
varmıştır. Bilginin iki ayrı yönü olduğuna dikkat çeken Kant, bu düşüncesini meşhur
“Algısız kavramlar (içeriksiz düşünceler) boş, kavramsız algılar kördür.”1 sözüyle
ifade etmiştir. Buna göre rasyonalistlerin iddia ettiği şekilde sadece kavramlar
herhangi bir bilgi ifade etmezler, bilginin oluşması için somut algılar da gereklidir.
Kant algının gerçekleşmesi için de “madde” ve “form” olmak üzere iki şart ileri
1
Immanuel Kant, Critique of Pure Reason, Çev. Paul Guyer ve Allen W. Wood, Cambridge
University Press, Cambridge 1998, B75-A51 (s. 193-194).
sürmüştür. Madde bize sadece a posteriori olarak verilebilirken, form zihinde a
priori olarak bulunmaktadır. 2
Algıda a priori bir yönün olduğunu kabul etmesiyle Kant, algıyı sadece duyu
organlarının aldığı duyu verilerinin bir yığını olarak gören ampiristlerden de
ayrılmıştır.
Kant’a göre “zaman” ve “mekân” algının iki temel formudur. Bu formlar, bütün
algılardan önce gelen algının önkoşullarıdır. Bunlar a priori, Kant’ın deyimiyle “salt
algılar”dır. 3
Kant için zaman ve mekân içindeki dünya sadece bir görünüş dünyasıdır. Zaman
ve mekân da duyulara bağlı olan bu dünyanın genel ve zorunlu formlarıdır. İşte
Kant’ın “transendental idealizm” adını verdiği bu felsefi sistemi, bizim duyular
yoluyla algıladığımız şeylerin bir gerçekliğinin bulunduğu, fakat bu gerçekliğin
genellik ve zorunluluk temelini, bilen öznenin koşullar sisteminde bulduğu tezine
dayanmaktadır. 4 Görüldüğü üzere Kant, Kopernik Devrimi’nin getirdiği bakış
açısıyla nesnelerin zihne uymak zorunda olduğu, belirleyici olanın zihin olduğu
tarzında anti-realist sayılabilecek bir bakış açısına sahiptir.
Kant’ın deneyimlerin a priori bir yönü bulunduğu düşüncesiyle bağlantılı bir
diğer konu da onun kategoriler öğretisidir. Kant, bu konuyu “Transendental Analitik”
adlı bölümde tartışmıştır. Aristoteles’ten beri ciddi bir tartışma konusu olan
2
Kant, Critique of Pure Reason, B34-A20, (s. 155-156).
3
Heinz Heimsoeth, Kant’ın Felsefesi, Çev. Takiyettin Mengüşoğlu, Doğu Batı Yay., Ankara 2012, s.
79.
4
Heimsoeth, a.g.e., s. 82.
2
kategoriler, Kant’la yeni bir boyut kazanmıştır. Aristoteles’te kategoriler varlığa ait
iken, Kant’ta yalnızca düşüncenin özelliğidir, yani zihne aittir. Bunlar zihinde
tecrübeden önce bulunurlar ve bilgi ancak bunlar vasıtasıyla elde edilir. 5 Bir anlamda
düşünceyi yöneten yasalar olarak tanımlayabileceğimiz kategoriler, nitelik, nicelik,
ilişki ve kiplik başlıkları altında toplanabilir. 6
Kategorileri bilginin mümkün olmasının şartı olarak gören Kant, oldukça
tartışmalı olan bir görüş ortaya atar. Buna göre kategoriler, sadece fenomenal yani
duyulur alana uygulanabilir. Numen alanın yani duyulur olmayan alanın bilgisini
bize vermesi mümkün değildir. 7 Yani Kant’ın deyimiyle “Zihin, a priori prensiplerin
yalnız empirik kullanımını yapabilir.” 8
Kavramlarla deneyin işbirliği sayesinde bilginin mümkün olabileceğini söyleyen
Kant'ın, bu şekilde bir sentez yaparak her iki geleneğe de hakkını verdiği iddia edilebilir.
Ancak onun rasyonalist geleneğe gerçek anlamda hakkını verdiğini söylemek pek
mümkün
değildir.
Kavramlar,
deneye
hayat
verirken;
deney,
kavramları
sınırlandırmaktan başka bir şey yapmamaktadır. Ayrıca kategoriler, rasyonalist
geleneğin kabul ettiği anlamda doğuştan değillerdir. Zorunluluğun deney verilerinden
hiçbir şekilde elde edilemeyeceği şeklindeki rasyonalist görüşe katılan ve bu amaçla
5
Necati Öner, Klâsik Mantık, Ankara Üniversitesi Basımevi, Ankara 1986, s. 32-33.
6
Kant, Critique of Pure Reason, A70-B95, (s. 206).
7
Kant, Prologemena To Any Future of Metaphysics, ed. by Paul Carus, The Open Court Publishing
Company, Chicago 1949, s. 252.
8
Kant, Critique of Pure Reason, A238, (s. 340).
3
kategoriler öğretisini geliştiren Kant, kategorilerin kaynağını göstermek noktasında ise
elle tutulur bir iddia ortaya koyamamıştır. 9
Kant’ın felsefî sisteminin,
bilgiye sınır getirme çabasının en önemli
dayanaklarından biri onun numen-fenomen ayrımıdır. Etimolojik olarak fenomen,
duyularımıza açık olan, numen ise sadece saf akılla bilinebilen şey anlamına
gelmektedir.10 Kant’ın numen olarak ifade ettiği, varlıkları insan zihninden bağımsız
olan, biz onları kavrasak da kavramasak da var olan kendinde şeylerdir. Fenomen
olarak ifade ettiği ise, tecrübe edilebilir dünya yani görünüşlerdir. Yani buradan
Kant’ın fenomeni, zaman ve mekân içinde olan, numeni ise tam tersi şey olarak
düşündüğü sonucuna varabiliriz. “Biz objeleri görünüşler olarak veya duyumumuzla
ilgisi açısından ele aldığımızda zamansal ve mekansal bir forma sahiptirler,
kendilerinde (bizâtihî) ele aldığımızda ise bu zamansal ve mekânsal formdan yoksun
olmaktadırlar.”11
Daha sonra numeni pozitif ve negatif manada ayıran Kant, kendisinin negatif
manada numenle ilgileneceğini belirtir. Pozitif numeni “duyusal olmayan sezginin bir
nesnesi” olarak tanımlarken, negatif numeni ise “duyusal sezgimizin nesnesi
olmayan bir şey” olarak tanımlar. 12 Pozitif anlamda numen duyusal olmayan anlamda
bilinebilen bir şey iken, negatif anlamda numen duyusal anlamda bilinemeyen bir şey
olmaktadır. Yani Kant, görünüşler alanı dışında bir alanın bizim için boş olduğu
9
Necmettin Tan, Immanuel Kant’ın İman Anlayışı, Doktora Tezi, Ankara 2008, s. 217.
10
James Van Cleve, Problems From Kant, Oxford University Press, New York 1999, s. 134.
11
Cleve, a.g.e., s. 8.
12
Kant, Critique of Pure Reason, B307, (s. 360-361).
4
kanaatindedir. Dolayısıyla numen kavramı duyarlılığın iddialarını sınırlayan
“sınırlayıcı bir kavram” olmaktadır. 13
Peki Kant nesneleri numen-fenomen, dünyayı da duyu dünyası ve zihin dünyası
olarak ayırırken haklı bir temele sahip midir? Kant’ın bu görüşünü temellendirirken
kullandığı argüman oldukça ilginçtir. Ona göre, görünüşler kavramının bizâtihî
kendisi numenin gerçekliğini sağlar ve nesneleri numen-fenomen olarak ayırmamızı
haklı çıkarır.14 Ancak açıktır ki, Kant burada numenin varlığını kendisi ispatlanmaya
muhtaç bir şeyle yani fenomenle ispatlamaya çalışmakta ve kaçınılmaz olarak da bir
döngüsellik meydana gelmektedir. Walsh’ın da ifade ettiği gibi, “biz neden fenomen
kavramını kullanmak zorunda olalım veya bu şekilde bir hakka sahip olmamızın
temeli nedir?”15
Kant’ın numen alanın varlığını bu şekilde temellendirmeye çalışması onun
kategoriler anlayışıyla da bir çelişki oluşturmaktadır. Bahsi geçtiği üzere Kant
kategorilerin sadece fenomen alana uygulanacağı fikrine sahipti. Eğer Kant bu
düşüncesinde haklıysa, numen hakkındaki söylemlerinin temelini kendisi çürütmüş
olacaktır. Çünkü bu durumda numen hakkında konuşma, herhangi bir bilişsel iddiada
bulunmanın imkânı da ortadan kalkacaktır. 16 Ve yine kavramlarımız görünüş ve
tecrübe dünyasının ötesine, yani numene uygulanamazsa bir numen olan Tanrı’ya da
uygulanamayacak ve Tanrı hakkında konuşmak da mümkün ve anlamlı
13
Kant, a.g.e., B311, s. 362.
14
Kant, a.g.e., A249, s. 347.
15
W. H. Walsh, Kant’s Criticism of Metaphysics, Edinburgh University Press, Edinburgh 1997, s.
163.
16
Mehmet Sait Reçber, Tanrı’yı Bilmenin İmkânı ve Mâhiyeti, Kitâbiyât, Ankara 2004., s. 73.
5
olmayacaktır.17 Ancak açıkça görülmektedir ki, Kant’ın kendisi numen hakkında
çeşitli kategorileri uygulayarak pek çok yargıda bulunmaktadır. Numenin varlığından
bahsederken “varlık” kategorisini, zamanda olmadığını söylerken “olumsuzlama”
kategorisini uygulamakta, hatta kategorilerin numene uygulanamayacağını söylerken
bile “imkân” ve “olumsuzlama” kategorilerini uygulamaktadır. Dolayısıyla numen
çelişkili bir şey olmaktadır.18 Kategorileri kendisi fenomenal dünyanın ötesine
uygulayan Kant, eğer tutarlı olacaksa ya bu iki dünya arasındaki yani numenal ve
fenomenal dünya arasındaki kavranabilir ilişkiyi görmezden gelmek zorundadır ya da
bilinemeyenler kavramını tamamen bırakmak zorundadır. 19
Kant felsefesinin temel taşlarından birisi de onun analitik-sentetik ve a priori-a
posteriori ayrımıdır. Bu ayrımı ilk defa açık bir şekilde Kant dile getirmiştir. Kant’a
göre, analitik bir önerme, “yüklemi konusunda zaten örtük olarak içerilen” bir
önerme iken, sentetik bir önerme, tam tersine, “yüklemi konuyla ilişkili olsa da konu
tarafından
içerilmeyen”
önermedir.
Örneğin,
“Tüm
cisimler
yer
kaplar.”
önermesinde, “yer kaplamak” kavramı, “cisim” kavramı tarafından içerildiğinden
analitiktir; “cisim” kavramının içeriğini anlayan bir kimse “yer kaplama”nın onun
tanımsal içeriğinin bir parçası olduğunu ve dolayısıyla bu iki şeyin birbirinden
ayrılmayacağını bilir. Oysa “Tüm cisimler ağırdır.” önermesinde “ağırlık” kavramı,
“cisim” kavramının bir parçası olmadığından bu önerme sentetik bir önermedir.
17
Plantinga, Warranted Christian Belief, Oxford University Press, New York 2000, s. 10.
18
Graham Priest, Beyond the Limits of Thought, Cambridge University Press, New York 1995, s. 90-
91.
19
Leroy T. Howe, “Existence As A Perfection: A Reconsideration of the Ontological Argument”,
Religious Studies, Vol. 4, s. 83.
6
Ancak bu ayrımla ilgili karşımıza birtakım problemler çıkmaktadır. Her şeyden önce
“cisim” kavramı ampirik bir kavramdır ve neyi tam olarak içerip içermediğini
söyleyemediğimizden dolayı bizim onun tam manasıyla tanımını yapmamız mümkün
değildir. Gelecekte ağırlığın cisimlerin bir parçası olduğu veya yer kaplamanın
cisimlerin bir parçası olmadığı sonucunun çıkması ihtimal dâhilindedir. 20 Ayrıca
Kant’ın analitikliği ve sentetikliği sadece konu-yüklem bağlamında açıklaması,
kendinden sonrakilerce çok dar ve yetersiz bulunmuş, analitiklik ve sentetiklik
ayrımının sadece konu-yüklem önermelerinde değil daha geniş önermeler kümesinde
de bulunduğu ileri sürülmüştür.21
A priori-a posteriori ayrımı ise daha çok epistemolojik bir ayrımdır. A priori,
deneyden bağımsız olarak bilinen yargıları ifade ederken, a posteriori bunun tam
tersini, yani deneyle bilinebilirliği ifade etmektedir. Kant’a göre a priori yargının
‘evrensellik’ ve ‘zorunluluk’ olmak üzere iki temel özelliği vardır. 22 Bu yargıların en
güzel örneğinin matematiksel yargılar olduğunu ifade eden Kant, bunların
doğruluğunun tamamen deneyden bağımsız olduğunu savunur. Ancak bu yargılar her
ne kadar zorunlu olsa da, analitiklik ve zorunluluk her zaman birbirini
gerektirmediğinden dolayı analitik değil sentetiktirler. Çünkü matematiksel
yargılarda yüklem konunun içerisinde içerilmiş hâlde değildir. Örneğin, “7+5=12”
önermesinde 12’nin 7+5’te içerildiği söylenemez. Bir kişinin 12 rakamını kavramsal
olarak çözümlemesi sonucunda 7+5’e ulaşması mümkün değildir. 23
20
Walsh, a.g.e., s. 9.
21
Richard Swinburne, “Analyticity, Necessity and Apriority”, Mind, Vol. 84, No. 334, 1975, s. 225.
22
Kant, Critique of Pure Reason, B4, s. 137-138.
23
Kant, a.g.e., B15-B16, (s. 144).
7
Kant’ın özellikle üzerinde durduğu yargı türü ise sentetik a priori yargılardır. Bu
yargılar daha önce verilen tanımlardan da anlaşılacağı üzere, hem bilgimizi
genişleten hem de deneyden bağımsız, zorunlu ve evrensel yargılardır. Ancak
sentetik a priori yargıların mümkün olup olmadığı meselesi tartışmalıdır. Kant’a göre
üç önemli bilgi alanında sentetik a priori yargılarla karşılaşmaktayız. Bunlar:
Matematik, fizik ve metafiziktir. Fizik ve matematikte yargıların sentetik a priori
olduklarında şüphe yoktur, ancak metafizikte durum aynı değildir. Kant’a göre,
metafiziğin güvenli bilgi olma iddiasını gerçekleştirmesi için sentetik a priori
yargılarda bulunması gerekmektedir.24 Metafiziğin sentetik a priori yargıda bulunma
şartını gerçekleştiremediği tezi Kant’ın metafizik eleştirisine de temel oluşturmuştur.
Peki Kant’ın sentetik a priori yargı anlayışında tutarlı olduğu söylenebilir mi?
Kant’a sentetik a priori yargı noktasında yapılan eleştiriler daha çok Kant’ın bu
noktada net olmadığı, meseleyi tam olarak ele almadığı yönünde yoğunlaşmıştır.
Strawson’un da belirttiği gibi, Kant bize hiçbir şekilde sentetik a priori’nin açık seçik
ve genel bir tanımını vermemiştir.25 Bu yüzden Kant’ın sentetik a priori’nin haklı bir
savunmasını yaptığını söylemek oldukça güç görünmektedir.
Kant’ın Tanrı anlayışı, temelde onun sırf akılla Tanrı hakkında herhangi bir
çıkarımda bulunamayacağımız düşüncesine dayanmaktadır. Bu noktada rasyonalist
felsefeyi karşısına alan Kant, metafizik sahada aklın hem teistik kanıtlara hem ateist
sonuçlara, hem insanın özgür bir varlık olduğuna hem determinizme rahatlıkla
24
Heimsoeth, a.g.e., s. 74-76.
25
P. F. Strawson, The Bounds of Sense, Routledge, New York 2006, s. 43.
8
ulaşabildiğini savunmuştur.26 İşte bu alanlardaki antinomilerin varlığı Kant’ı
metafizik alanda saf aklın işlerliğini eleştirmeye götürmüştür.
Kant, aşkın bir kavram olan Tanrı kavramını en gerçek varlık (ens realissimum)
kavramıyla açıklamaktadır. En gerçek varlık aynı zamanda her şeyin kaynağıdır (ens
originarium), en yüce varlıktır (ens summum) ve bütün her şeyin aslı olması
bakımından varlıkların varlığıdır (ens entium).27 Bu kavram yani Tanrı kavramı
bizim zihnimizdeki zorunlu bir fikirdir, çünkü o bütün her şeyin temelidir. Fakat asıl
problem bizdeki bu fikrin nesnel bir gerçekliğe sahip olup olmaması, yani
zihnimizdeki Tanrı kavramına karşılık gelen bir varlığın gerçekte olup olmadığıdır.
Kant, Tanrı kavramında herhangi bir çelişkinin olmaması durumunun sadece bu
kavramın mantıksal imkânını ispatladığını düşünmektedir. 28
Kant, Saf Aklın Kritiği adlı eserinde bilgiyi sadece gözlemlenebilir yani
fenomenal alanla sınırladıktan sonra teistik argümanları eleştirisine geçer. Onun
teistik argümanları eleştirisini anlayabilmek için öncelikle ontolojik argümanı
eleştirisini anlamak gerekmektedir. Çünkü kozmolojik ve teleolojik argümana
yönelttiği eleştiriler temel olarak ontolojik argümana yönelttiği eleştirilerle
bağlantılıdır.
Kant’a göre kozmolojik argüman tıpkı teleolojik argüman gibi temel olarak
ontolojik argümanın öncüllerine dayanmakta, bu argümanı varsaymaktadır.
26
27
Heimsoeth, a.g.e., s. 67-68.
Kant, Lectures on Philosophical Theology, Çev. Allen Wood ve Gertrude M. Clark, Cornell
University Press, New York 1986, s. 43.
28
, Kant, a.g.e., s. 44-46.
9
“Kozmolojik argüman mutlak zorunlulukla en yüksek gerçekliğin bağlantısını devam
ettirir, fakat en yüksek gerçeklikten varlığın zorunluluğunu çıkarmak yerine,
önceden belirli mutlak bir varlığın zorunluluğundan bu varlığın sınırsız gerçekliğine
ulaşır.”29
Eleştirisine Leibniz’in kozmolojik argümanını temel alan Kant, bu argümanı şu
şekilde formülleştirir: “Eğer herhangi bir şey varsa bu durumda mutlak zorunlu
varlık da olmak zorundadır. Şimdi en azından ben varım, o hâlde mutlak zorunlu
varlık da vardır. Burada küçük önerme bir tecrübe, büyük önerme ise tecrübeden
çıkarılan bir sonucu içermektedir. Dolayısıyla bu argüman tecrübeden hareket ettiği
ve bütün mümkün tecrübelerin nesnesi de “âlem” olarak nitelendiği için kozmolojik
argüman olarak isimlendirilir. Kozmolojik argüman, tecrübeye konu olan nesneleri
niteliklerinden soyutladığından, duyulur dünyanın gözleminden yararlanan teleolojik
argümandan farklılık gösterir.”30 Kant zorunlu varlığın sadece bütün mümkün
nitelikleri bakımından yani tam olarak kavramı vasıtasıyla ortaya konulabileceği
kanaatindedir. Bunu da ona göre sadece ens realissimum (en gerçek varlık)
kavramıyla yapmak mümkündür. Öyleyse en gerçek varlık zorunlu varlığın tek
düşünülme biçimi ise en yüce varlık vardır. 31
Kant asıl eleştirisini kozmolojik argüman hakkındaki bu açıklamalarından sonra
dile getirir. Ona göre, nitelikleri açısından bu varlık hakkında argümanın tecrübî
temeli bir şey öğretmez, daha ziyade akıl burada mutlak zorunlu varlığın ne tür
29
Kant, Critique of Pure Reason, A604-B632, (s. 569-570).
30
Kant, a.g.e., A605-B633, (s. 570).
31
Kant, a.g.e., A606-B634, (s. 570).
10
niteliklere sahip olabileceği konusunda devreye girer. Bir kişi burada en yüksek
gerçeklik kavramının mutlak zorunlu varlık kavramı için yeterli olduğu, en yüksek
gerçeklik kavramından mutlak zorunlu varlığın çıkarılabileceği sonucuna ulaşabilir.
Böylece kozmolojik argüman ontolojik argümanın öne sürdüğü önermeleri
varsaymış olmaktadır. Bu durumda tecrübe burada oldukça gereksiz bir duruma
düşmekte, mutlak zorunlu varlığın imkânı için sadece kavramları incelemek
gerekmektedir. İşte bu yolla mutlak zorunlu varlığın imkânı anlaşıldığında varlığı da
temellendirilmiş olacaktır.32 Kant burada kozmolojik argümanın iddiasının yani
mümkün varlıklardan mutlak zorunlu varlığa ulaşmanın ancak zorunlu varlığın
varlığını temellendirdikten sonra savunulabileceğini düşünmektedir. Dolayısıyla
ontolojik
argümana
yönelttiği
eleştirilerin
kozmolojik
argümana
da
yöneltilebileceğini savunmaktadır.
Ancak Kant’a bu noktada kendisinin zorunlu varlığı sadece mantıksal olarak
zorunlu olması şeklinde anladığından dolayı itiraz edilebilir. Oysa kozmolojik
argümanda bahsedilen zorunluluk daha ziyade ontolojik bir zorunluluktur,
önermelerle ilgili olmaktan ziyade varlıkla ilgilidir. Yani kozmolojik argümanda
“Tanrı vardır.” önermesinin zorunlu olduğu iddia edilmemekte, Tanrı’nın zorunlu
varlık olduğu belirtilmektedir. Kant’ın burada zorunluluğu önermelere yüklemesi
onun genel felsefesiyle bağlantılıdır. Çünkü Kant’a göre varlıksal önermeler zorunlu
değildir, bir şeyin varlığını düşünmek mümkün olduğu kadar yokluğunu düşünmek
de mümkündür. Ayrıca bir başka itiraz noktası, zorunlu varlığın ontolojik argümanda
32
Kant, a.g.e., A607-B635, (s. 571).
11
çıkış noktası olması iken, kozmolojik argümanda “mümkünü var kılan” olmasıdır.33
Bu bakımdan Kant’ın kozmolojik argümanın ontolojik argümana dayandığı ve
tecrübeye dayanmadığı yönündeki itirazı pek isabetli görünmemektedir.
Kant’ın kozmolojik argümana bir diğer eleştirisi sebep kavramını ve sebeplilik
ilkesini yerinde kullanmadığı yönündedir. Ona göre hem tecrübeye dayalı bir akıl
yürütmede bulunmak hem de kullanılan bu tecrübî terimleri aşkın bir alana taşımak
birbiriyle bağdaşmaz. Âlemde görülen sebep-sonuç ilişkisinden yola çıkarak Tanrı’yı
“âlemin sebebi” olarak ortaya koymak mümkün değildir. Tecrübe dünyasında her
şeyin bir sebebinin olduğu şeklindeki sebeplilik ilkesi düzenleyici bir ilke iken,
kozmolojik argüman bu ilkeyi bize bilgi veren, bilgi kuran bir ilke olarak
kullanmaktadır.34 Ancak Kant’ın sebep kavramının tecrübe dünyasının dışında
kullanılamayacağı, aşkın alana taşınamayacağı şeklindeki görüşü felsefî sistemi göz
önünde bulundurulduğunda oldukça problemli görünmektedir. Çünkü kategorilerin
uygulama alanının sadece duyusal alanla sınırlı olması, kategorilerin bizzat kendisi
hakkında konuşmanın ve bir bilgiye sahip olmanın mümkün olmaması anlamına
gelmektedir.35
Kant’ın eleştiri yönelttiği bir diğer argüman teleolojik argümandır. Kant, “fizikoteleolojik argüman” olarak adlandırdığı bu argümanı çeşitli açılardan eleştirse de
olumlu yönlerinden de bahsetmiştir. Ona göre, bu argüman her zaman saygıyla
anılmayı hak etmektedir. Çünkü en eski, en açık ve insan aklına en uygun
33
Michael Peterson vd., Akıl ve İnanç, Çev. Rahim Acar, Küre Yay., İstanbul 2009, s. 119; Mehmet
Aydın, a.g.e., s. 59.
34
Mehmet S. Aydın, Din Felsefesi, 11. Baskı, İzmir İlahiyat Vakfı Yayınları, İzmir 2007, s. 57.
35
Aydın, a.g.e., s. 59.
12
argümandır. Tabiat incelemelerini canlandırdığı gibi kendisi de bu incelemelere
dayanır. Gözlemlerle anlaşılamayan bazı gayeleri ortaya çıkarır ve tabiat hakkındaki
bilgimizi artırır ve karşı konulmaz bir inançla yüce yaratıcıya inanmayı sağlar.36
Kant’ın da anladığı şekilde bu argüman âlemdeki güzellik, düzen ve uyumdan
akıllı bir sebebin varlığına ulaşır. Yani mevcut dünyanın yapısından yaratıcısının
mâhiyetini (tabiatını) çıkarır. 37 Argümanda ilk aşamada bu akıllı sebebin varlığı haklı
çıkarılmaya çalışılır. İkinci aşamada ise bu sebebin en gerçek varlık (ens
realissimum) olduğu gösterilmeye çalışılır. Argümanın birinci aşamasıyla herhangi
bir problemi olmayan Kant, eleştirilerini ikinci aşama üzerinde yoğunlaştırır. Kant
âlemdeki bu düzenin bizi hikmetli bir yaratıcıya götürdüğünü kabul eder, ancak
bunun hiçbir zaman mutlak gerçek varlığa olan inancı haklı çıkaramayacağını
savunur. Çünkü mutlak gerçek varlık aklın bir idealidir. Âlemin mükemmel
düzeninden hikmetli bir yaratıcının varlığı çıkarılabilir, ancak sonsuz ve son derece
bilgili ve güçlü bir varlığa ulaşılamaz. Yani bu delil bize yaratıcının tabiatı hakkında
hiçbir şey söylemez. Bu noktada en gerçek varlığı (ens realissimum) ispatlamak için
tecrübî delil bir kenara bırakılır ve aşkınsal bir çıkarım içerisine girilir. Bu şekilde
Tanrı’nın varlığının a priori argümanlara dayanmaksızın temellendirilemeyeceğini
göstermek isteyen Kant, teleolojik argümanı da tıpkı kozmolojik argümana
benzetmektedir. Kant’ın düşüncesinde kozmolojik argüman ontolojik argümana
36
Kant, Critique of Pure Reason, A623-B651, (s. 579-580).
37
Kant, Lectures on Philosophical Theology, s. 36.
13
dayandığından ve ontolojik argüman da sözde sağlam olmadığından bütün teistik
argümanlar çürütülmüş olmaktadır. 38
Kant’ın kozmolojik ve ontolojik argümanları eleştirisinin başarılı sayılabilmesi
ontolojik argümanı çürütmesine bağlıdır. Yine aynı şekilde teistik argümanları
eleştirisinin başarılı sayılabilmesi için kozmolojik argümanın ontolojik argümana
dayandığı varsayımının ve teleolojik argümanın da kozmolojik argümanı
varsaydığının ispat edilmesi gerekmektedir. Aksi takdirde Kant’ın bu argümanları
eleştirisi temelsiz kalacaktır.
Ancak Hartshorne burada çok önemli bir noktaya temas etmektedir. Ona göre
“Kant bu argümanların karmaşıklığını yanlış yorumlamıştır ve böylece bunların
arasındaki karşılıklı ilişkiyi fazlaca basite indirgemiştir. Kozmolojik argümanın ikna
edici olmak için ihtiyaç duyduğu ontolojik yönü, ilkinin en kuvvetli yönüdür ve
bunun tersi de doğrudur. Böylece bu argümanlar birbirlerine en zayıf noktalarında
yardım etmektedirler.”39 Dolayısıyla, Kant’ın kozmolojik argümanda bir eksiklik
olarak sunduğu zorunlu varlığın imkânının açıklanması için kavramların incelenmesi
durumu kozmolojik argümanın etkililiğini daha da artırabilecek bir özelliktir. Bu, a
priori ve a posteriori argümanların birbirini dışlayıcı değil, birbirini tamamlayıcı
olduğu anlamına gelmektedir.
Teistik argümanları bu şekilde eleştirdikten sonra Kant asıl tezini ortaya koyar.
Buna göre, Tanrı duyulur dünyanın ötesinde olduğundan dolayı bilginin konusu
38
Allen W. Wood, Kant’s Rational Theology, Cornell University Press, London 1978, s. 130-132.
39
Charles Hartshorne, “Six Theistic Proofs”, Monist, 54:2, 1970, s. 164.
14
değildir. En yüce varlık kavramı pek çok açıdan faydalı olsa da, 40 O’nun varlığını saf
akılla ispat etmek mümkün değildir, ona inanmak tamamen bir iman meselesidir. Bu
düşüncelerini Kant açık bir biçimde “İmana yer açmak için bilgiyi inkâr etmek
zorunda kaldım.”41 ifadeleriyle dile getirir.
Kant Tanrı’yı ispat etmenin tek yolunun ahlâk alanından yola çıkarak yapılacak
ispat olduğunu iddia eder. Ona göre, en yüce varlık aklın spekülatif kullanımında
nesnel gerçekliği ne ispatlanabilen ne de çürütülebilen kusursuz bir ideal olarak
kalmaya devam eder. Ancak bir ahlâk teolojisi bu eksikliği giderebilir. 42 Tanrı
kavramı ahlâkî bir kavramdır ve pratik olarak zorunludur.43
Kant’a göre “bir ahlâk teisti mutlak bir kesinlikle böyle bir varlığın var olduğunu
ispatlamanın imkânsız olduğunu ileri sürer. Fakat o kesin bir biçimde bu varlığın var
olduğundan da emindir ve pratik temellerde tüm şüphelerin ötesinde bir imana
sahiptir. İmanını kurduğu temel, tüm insanlık onu yıkmak için bir araya gelse bile
sarsılmaz ve asla yıkılmaz bir niteliktedir. O ahlâkî bir insanın hiçbir atılma korkusu
yaşamadan sığınabileceği bir kaledir. Çünkü ona yapılacak her saldırı başarısızlıkla
sonuçlanacaktır. Dolayısıyla bu temel üzerine kurulu Tanrı’ya iman, matematiksel
bir kanıt kadar kesindir.” 44
40
Kant, Critique of Pure Reason, A601-B629, (s. 568).
41
Kant, a.g.e , BXXX, ( s. 117).
42
Kant, a.g.e., A641-B669, (s. 589).
43
Kant, Lectures on Philosophical Theology, s. 110.
44
Kant, a.g.e., s. 40.
15
Kant’a göre, bizim ahlâkî inancımız pratik bir postulattır. Bunun inkâr edilmesi
durumunda pratik bir saçmalığa (absurdum praticum) düşmek kaçınılmazdır.
Mantıksal saçmalık (absurdum logicum) önermeler arasındaki tutarsızlık iken
buradaki pratik saçmalık onu inkâr edenin kötü birisi olacağını ifade eden bir
saçmalıktır. Dolayısıyla ahlâk argümanı da bir saçmaya indirgemedir (reductio ad
absurdum). Ancak önermelerin tutarsızlığına yol açan mantıksal bir saçmaya
indirgeme değil, ahlâkî bir varlık olarak kişinin kendisi hakkında istenmeyen
sonuçlara yol açan pratik bir saçmaya indirgemedir. Kant’ın bu saçmaya indirgemeyi
nasıl temellendirdiğinin görülmesi için “inanma” ve “yapma” arasındaki ilişkinin
gözden geçirilmesi gerekmektedir.
Görüldüğü üzere Kant insanın ahlâkî varlık olduğu noktasından hareket
etmektedir. Ona göre Tanrı’nın ve ahiret hayatının varlığı inkâr edildiğinde pratik bir
saçmalığa düşmek kaçınılmazdır. Yine aynı şekilde bu durumda en yüksek iyinin
(summum bonum) gerçekleşmesini düşünmek de mümkün değildir. 45 Çünkü ahlâkî
bir toplumun gerçekleşebilmesi için insanların dışında kural koyucu bir varlığın
olması gerekmektedir.46 Dolayısıyla Kant ahlâk metafiziğinde en yüksek iyinin
gerçekleşmesi için Tanrı’nın varlığını zorunlu olarak görmektedir. 47
Kant’ın ahlâk argümanı diğer teistik argümanlardan farklı olarak objektif bir
geçerlilik iddiasında değildir. Bu da Kant’ın Tanrı’nın varlığını bilgi meselesi olarak
45
Wood, Kant’s Moral Religion, Cornell University Press, New York 1970, s. 29.
46
Kant, Religion within the Bounds of Bare Reason, İng. Çev. Werner S. Pluhar, Hackett Publishing
Company, Indianapolis 2009, s. 108.
47
Kant’ın ahlâk argümanı ile ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. Mehmet S. Aydın, Kant ve Çağdaş İngiliz
Felsefesinde Tanrı Ahlâk İlişkisi, Umran Yay., Ankara 1981, s.28-49.
16
değil iman meselesi olarak görmesiyle alakalıdır. Bu konuyla ilgili düşüncelerinin
anlaşılabilmesi için Kant’ın sanma (opinion), inanma (believing) ve bilme (knowing)
kavramları arasında yaptığı ayrıma bakmak gerekmektedir. “Sanma” bir şeyin hem
subjektif hem objektif açıdan yetersiz olması durumunda, “inanma” subjektif açıdan
yeterli, objektif açıdan yetersiz olması durumunda, “bilme” ise bir şeyin hem objektif
hem de subjektif açıdan yeterli olması durumunda söz konusudur. 48 Buna bağlı
olarak Kant üç tür bilişsel şey olduğunu belirtir: Sanma şeyleri, olgu şeyleri ve iman
şeyleri. Sanma, sadece deneysel şeyler hakkındadır ve bu konuda a priori
önermelerde bulunmak herhangi bir anlam ifade etmemektedir. Olgu şeylerini ise
hem teorik hem pratik akılla temellendirmek mümkündür. Bu şeyler hakkında
matematik ve geometride olduğu gibi a priori veya deneysel bilimlerde olduğu gibi a
posteriori bilme söz konusudur. İman şeyleri ise, pratik akılla ilişkisi bakımından a
prioridir. Tanrı’nın varlığı, ruhun ölümsüzlüğü gibi konular iman şeyleri içerisine
dâhildirler. 49
Kant’ın ahlâk argümanı ne objektif olarak geçerli bir argüman olmayı ne de bir
şüpheciye Tanrı’nın varlığını ispatlamayı amaçlar. Daha ziyade onların ahlâkî
düşüncelerinin tutarlı olması için pratik aklın maksimleri arasında böyle bir
varsayımın içerilmesi gerektiğini ispatlamayı amaçlar. Dolayısıyla bu ahlâkî varlıklar
için yeterli subjektif bir argüman olmaktadır. 50
48
49
Kant, Critique of Pure Reason, A822-B850, (s. 686).
Kant, Critique of the Power of Judgement, Çev. Paul Guyer ve Eric Matthews, Cambridge
University Press, New York 2000, s. 331-333.
50
Kant, a.g.e., s. 316.
17
I. BÖLÜM
ONTOLOJİK ARGÜMAN: TARİHSEL ARKA PLAN
Tanrı’nın varlığını ispatlamak için öne sürülen argümanları tecrübeden bağımsız
olarak ispat etmesi bakımından a priori, tecrübeden yola çıkması bakımından a
posteriori şeklinde sınıflandırmak mümkündür. Kozmolojik ve teleolojik argüman
tecrübeden yola çıktığı için a posteriori nitelik gösterirken, ontolojik argüman diğer
tüm teistik argümanlar içerisinde tecrübeye başvurmama özelliğiyle ayrıcalıklı bir
yer tutmaktadır. Ontolojik argümanı, Tanrı’nın varlığını a priori öncüllere dayanarak
tümdengelim yoluyla ispatlama çabası olarak görmek mümkündür.
Ontolojik argümanı savunanların çoğu, Tanrı’nın tanımından var olduğu
sonucunun çıkarılabileceği düşüncesinden hareket etmiştir. Önermesel zorunluluktan
ontolojik zorunluluğa geçilebileceği anlamına gelen bu görüş argümana yöneltilen
eleştirilerin de odak noktası olmuştur.
Tanrı’nın varlığını bu yolla ispatlama çalışmalarına pek çok düşünürde
rastlanmıştır. Ancak klasik haliyle ontolojik argümanı ilk defa biçimlendiren kişi
Aziz Anselm (1033-1109) olarak kabul edilmektedir. Fârâbî (870-950) ve İbn Sînâ
(980-1037)
51
ile
başlatılması
gerektiğini
düşünenler
de
az
değildir. 51
Ayrıntılı bilgi için bkz. Mehmet S. Aydın, Din Felsefesi, s. 29; Mehmet Bayrakdar, “Fârâbî ve İbn
Sînâ’da Ontolojik Delil Üzerine”, İslam Düşüncesi Yazıları, Elis Yay., Ankara 2004; İbrahim Hakkı
Aydın, “Yetkinlik Delili ve Fârâbî”, Uluslararası Fârâbî Sempozyumu Bildirileri, Elis Yay., Ankara
2005; Majid Fakhry, “İslam Felsefe Geleneğinde Ontolojik Kanıt: Fârâbî Örneği”, Çev. Ömer Mahir
Alper, İÜİFD, 6 (2002).
Fârâbî ve İbn Sînâ argümanlarında özellikle “Zorunlu Varlık” kavramı üzerinde
durmuştur. Fârâbî, öncelikle varlığı vâcib ve mümkün olarak ikiye ayırır. Buradan
bir sebeplilik zinciri ile mümkün varlıkların kendi başlarına var olamayacakları
tezinden hareketle Vâcibu’l-Vücûd’a, yani Zorunlu Varlık’a ulaşır. Ona göre “İlk
Mevcut diğer mevcutların sebebidir. O bütün eksikliklerden münezzehtir. Ondan
başkasının bir veya birden fazla eksikliği bulunur, halbuki onun hiç eksikliği yoktur.
Onun varlığı, varlıkların en üstünü ve ilkidir; varlığından üstün ve daha önce bir
varlığın bulunmasına imkân yoktur. O en mükemmeldir. İlk Mevcudun herhangi bir
suretle mevcut bulunmamasına da imkân yoktur. Bu yüzden o ezelidir.”52
Görüldüğü üzere Fârâbî, Tanrı’nın mükemmelliğine Tanrı dışındaki varlıkların
noksanlıklarından hareketle ulaşır. Tanrı dışındaki varlıkların göreli olarak
mükemmelliğe sahip olması, bizi bu varlıklardaki mükemmelliğin kendisinden
geldiği bir “En Mükemmel”e götürür ki bu da Tanrı’dır. Fârâbî’ye göre Tanrı’yı
zihinde mükemmel olarak düşünmek zorunlu olduğu gibi, Tanrı da bizâtihî bu
şekilde, yani en mükemmel olmakla zorunludur.53 Tanrı özü itibariyle hak yani
gerçektir. Hak, var olmaya karşılık gelir. Varlığın en mükemmeli ise, haktan yani
gerçeklikten payını alan varlıktır.54
Dikkatle bakıldığında Fârâbî’nin klasik anlamda ontolojik argümanda öne
sürülen tezlerle bir kanıtlamada bulunmadığını görmek mümkündür. Ontolojik
argümanın Tanrı kavramını çözümleme, çıkış noktası olarak Tanrı’yı alma ve Tanrı
52
Ebu Nasr el- Fârâbî, el-Medînetu’l Fâzıla, Çev. Nafiz Danışman, Maarif Basımevi, İstanbul 1956, s.
3.
53
Bayrakdar, a.g.e., s. 74-76.
54
Fârâbî, el-Medînetu’l Fâzıla, s. 10.
19
dışındaki varlıklara başvurmama gibi temel özelliklerinin Fârâbî’nin argümanında
bulunmadığı görülür. Çünkü Fârâbî, Tanrı dışındaki varlıkların noksanlıklarından
hareket eder ve tıpkı kozmolojik argümanda olduğu gibi sebeplilik ilkesini kullanır.
Ayrıca ontolojik argümanın temel sezgisi olan Tanrı’nın mâhiyetinin varlığından ayrı
düşünülemeyeceği, varlığını zorunlu kılan bir mâhiyetinin olduğu tezi Fârâbî’nin
Tanrı’nın basitliği tezi ile uyuşmamaktadır.55 Çünkü ontolojik argüman temelde
varlık-mâhiyet ayrımını öngörmektedir.
Ontolojik argümanı savunup savunmadığı tartışmalı olan bir diğer İslam filozofu
ise İbn Sînâ’dır. Bazı düşünürler İbn Sînâ’nın ontolojik argümanı Anselm ve
Descartes’tan daha güçlü bir şekilde kullandığını savunurken56, bazıları ise İbn
Sînâ’nın
argümanının
ontolojik
argüman
olarak
isimlendirilemeyeceğini
savunmaktadırlar. 57
İbn Sînâ argümanını Vâcibu’l-Vücûd’un tahlili ve bizzat varlık fikrinin apaçık
olması üzerine kurar. Öncelikle varlığı Fârâbî gibi kiplere ayırır. Ona göre varlık üç
çeşittir: Zorunlu varlık (vâcibu’l-vücûd), mümkün varlık (mümkinu’l-vücûd) ve
55
Reçber, “Fârâbî ve Tanrı’nın Basitliği Meselesi”, Uluslararası Fârâbî Sempozyumu Bildirileri, Elis
Yay., Ankara 2005, s. 223-224.
56
Ayrıntılı bilgi için bkz. Bayrakdar, a.g.e., s. 77-80; Mehmet Dağ, “Ontolojik Delil ve Çıkmazları”,
AÜİFD, c. XXIII, Ankara 1978, s. 290-292; Parviz Morewedge, “A Third Version of the Ontological
Argument in the Sinian Metaphysics”, Islamic Philosophical Theology, New York 1979, s. 188-222;
Toby Mayer, “İbn Sînâ’nın ‘Burhânu’s-Sıddîkîn’i”, Çev. Temel Yeşilyurt, Fırat Üniversitesi İlahiyat
Fakültesi Dergisi, C. 8 (2003), s. 255-276.
57
Bu argüman “imkân kanıtı” olarak da değerlendirilmektedir. Bkz. Reçber, a.g.e., s. 164. Ayrıca
farklı bir yaklaşım için bkz. Engin Erdem, “İbn Sînâ’nın Metafizik Delili”, AÜİFD, , 52:1, Ankara
2011, s. 97-119.
20
imkânsız varlık (mümteniu’l-vücûd). Hangi kip kavramın daha öncelikli olduğu
sorusuna cevap arayan İbn Sînâ, mümkün ve imkânsız kavramlarını da zorunlunun
kapsamında değerlendirmektedir.58 Ayrıca bu kavramları tarif etmede bir kısırdöngü
olduğunu düşünen İbn Sînâ, bunların birbiriyle tarifinden başka bir çıkar yol
olmadığı kanaatindedir. 59 Zorunlu varlık, yokluğu farz edildiğinde kendisine
imkânsızlık ilişen varlık iken, mümkün varlık yokluğu veya varlığı farz edildiğinde
ondan bir saçmalık doğmayan, kendisine imkânsızlık ilişmeyen varlıktır. 60 Buna göre
her varlık zâtı bakımından ya zorunludur ya da değildir. Eğer bir varlık zorunlu ise, o
varlık gerçek bir varlıktır. Var olmak için herhangi bir şeye ihtiyacı yoktur, yani illeti
yoktur, varlığı kendisiyle kâimdir. Eğer varlık mevcut fakat varlığı zorunlu değilse,
bu durumda o mümkün varlıktır. Herhangi bir şeyin var olması için bir sebep yoksa
bu da imkânsızdır. Varlığı mümkün olan her şeyin varlığı başkasındandır. 61 Mümkün
varlıklar özü itibariyle mümkün (mümkün bizâtihî), başkası sebebiyle zorunludur
(vâcib ligayrihî). Buna göre bu mümkün varlıklar silsilesinin sonsuza kadar gitmesi
mümkün değildir, onların yokluktan varlığa çıkmasını sağlayan bir neden olmalıdır.
Bu nedenin de mümkün varlık olması ve bu mümkünler zincirinin sonsuza kadar
gitmesi de mümkün değildir, bu zincir bir zorunlu varlıkta yani Tanrı’da son
bulmalıdır. 62 Zira mümkünler zincirinin sonsuza kadar sürmesi aynı zamanda
58
M. Cüneyt Kaya, Varlık ve İmkân, Klasik Yay., İstanbul 2011, s. 161.
59
Kaya, a.g.e., s. 164.
60
İbn Sînâ, En-Necât, Çev. Kübra Şenel, Kabalcı Yay., İstanbul 2012, s. 203.
61
İbn Sînâ, İşaretler ve Tembihler, Çev. Ali Durusoy, Muhittin Macit, Ekrem Demirli, Litera Yay.,
İstanbul 2005, s. 127;
62
İbn Sînâ, a.g.e., s. 128.
21
varlığın olmamasına da eşit demektir. Varlığın olduğunda da bir şüphe olmadığı için
Tanrı’nın varlığı bu şekilde kanıtlanmış olmaktadır.
İbn Sînâ’nın argümanını iki aşamada sergilediği söylenebilir. Birinci aşamada
zorunlu varlığın neden bir nedeni olmaması gerektiğini, mümkün varlığın da neden
bir nedeni olması gerektiğini ortaya koymaktadır. İkinci aşamada ise varlığın
apaçıklığı üzerinde durmuştur.63 Ona göre, ortada bir varlığın olduğunda şüphe
yoktur ve varlığın durumunu incelemek, Tanrı’nın var olduğuna şahitlik eder. Tanrı,
her şeyin var olduğunun delilidir. 64
Argümanını bu şekilde varlık kategorileri arasındaki farklara dayandıran İbn
Sînâ’ya göre, İlk’in mâhiyeti yoktur, yalnızca varlığı (inniyyeti) vardır. Zorunlu
varlığın mâhiyetinin olması ve varlığın zorunluluğunun bu mâhiyetin gereği olması
mümkün değildir. Çünkü ona göre mâhiyet sahibi her şey malûldür ve zorunlu varlık
dışındaki diğer şeylerin mâhiyetleri vardır. Mümkün varlıklar mâhiyetleri dolayısıyla
mümkündür ve varlık onlara ancak dışarıdan ilişmektedir. 65 Bu durumda zorunlu
varlığın varlığı ve mâhiyeti aynı şey olmakta, zorunlu varlık olmaktan başka bir
mâhiyeti olmamaktadır.66 Görüldüğü üzere İbn Sînâ varlık-mâhiyet ayrımını hem
63
Ömer Mahir Alper, “İbn Sînâ’da Tanrı’nın Kanıtlanması Sorunu: O Gerçekten Kelâmcılardan
Etkilendi mi?”, İÜİFD, 7 (2003), s. 69.
64
İbn Sînâ, İşaretler ve Tembihler, s. 133.
65
İbn Sînâ, Kitâbu’ş-Şifâ: Metafizik II, Çev. Ekrem Demirli, Ömer Türker, Litera Yay., İstanbul 2005,
s. 89-91.
66
Bu konudaki eleştiriler için bkz. Reçber, “Vâcibu’l-Vücûd’un Mâhiyeti Meselesi”, Uluslararası İbn
Sînâ Sempozyumu Bildirileri, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür A.Ş., İstanbul 2008, s. 307-315.
22
mümkün ve zorunlu varlığın ayırt edilmesinde kullanmakta, hem de zorunlu varlığın
ispatını da bir açıdan buna dayandırmaktadır.
Peki İbn Sînâ’nın bu görüşleri bağlamında ontolojik argümanı kullandığı iddia
edilebilir mi? Onun Anselmci ve Descartesçı anlamda bir ontolojik argüman
kullandığından söz etmek pek mümkün görünmemektedir. Zira İbn Sînâ ne Anselm
gibi “kendisinden daha büyüğü düşünülemeyen varlık”tan bahsetmiştir, ne de
Descartes gibi varlığı mükemmelliğin bir gereği olarak görmüştür. O önce varlığı
kategorilere ayırmış sonra bu kategoriler arasındaki ilişkilerden hareketle Tanrı’nın
varlığını ispatlamaya çalışmıştır. Anselm ve Descartes ise belirledikleri Tanrı
tanımından, Tanrı’nın mâhiyetinin varlığını gerektirdiğinden hareketle Tanrı’nın
varlığına ulaşmıştır.
İbn Sînâ’nın mümkün varlığın bir nedeninin bulunduğu, zorunlu varlığın ise bir
nedene ihtiyaç duymayacağı fikri, bizi argümanının ontolojik karakterde olmaktan
ziyade kozmolojik karakterde olduğu düşüncesine götürmektedir. Dolayısıyla İbn
Sînâ’nın bu delili Tanrı’dan daha çok el-Evvel diye bahsettiği, mümkün varlıkları ve
sebeplilik ilkesini devreye soktuğu için a priori karakterde olmaktan daha ziyade a
posteriori karakterde olmaktadır.
Klasik olarak ontolojik argümanın kendisine atfedildiği Anselm, argümanını
ayrıntılı bir biçimde Proslogion adlı eserinin II. ve IV. bölümleri arasında ele
almıştır.67 Anselm’in bu bölümlerde sunduğu argümanlar ve bu argümanların birliği
67
St. Anselm, The Proslogion, Chapter II-IV, Complete Philosophical and Theological Treatises of
Anselm of Canterbury, İng. çev. Jasper Hopkins, Herbert Richardson, The Arthur J. Banning Press,
Minneapolis 2000, s. 93-95.
23
kendinden sonrakiler tarafından ciddi biçimde tartışılmıştır. Bazı filozoflar tarafından
Anselm’in Proslogion’un II. ve III. bölümlerinde dile getirdikleri tek argüman
şeklinde yorumlanırken, bazıları tarafından ise birbirinden farklı iki argüman
şeklinde yorumlanmıştır. Bu görüşe göre, II. bölümde Tanrı’nın varlığı konu
edilirken, III. bölümde Tanrı’nın zorunlu varlığı konu edilmiştir. 68
Anselm argümanında saçmaya indirgeme yöntemiyle, var olmamasının bir çelişki
barındırdığını göstererek Tanrı’nın varlığını kanıtlamaya çalışır. Buna göre, Tanrı
kavramının anlamını kavrayan bir kişi Tanrı’nın varlığını kabul etmek zorunda
kalacaktır. Tanrı’yı “kendisinden daha büyüğü düşünülemeyen varlık” olarak
tanımlayan Anselm, bu fikrin Tanrı’yı inkar eden bir aptalın zihninde dahi
bulunduğu noktasından hareket eder. Ona göre, eğer “kendisinden daha büyüğü
düşünülemeyen şey” sadece zihinde bulunuyorsa, o zaman “kendisinden daha
büyüğü düşünülemeyen şey”, “kendisinden daha büyüğü düşünülebilen bir şey” olur.
Bu ise apaçık imkânsızdır. O halde, “kendisinden daha büyüğü düşünülemeyen şey”,
hiç kuşkusuz hem zihinde hem de gerçeklikte vardır. 69
Görüldüğü üzere Anselm öncelikle kanıtlamak istediği varlığı tanımlamakla işe
başlamakta, daha sonra kanıtlamak istediği şeyin zıddını, yani var olmaması
durumunu öne sürerek bunun kendi kendisiyle çelişkili olduğunu göstermektedir.
Buna göre, Tanrı’nın “kendisinden daha büyüğü düşünülemeyen varlık” olduğunu
anlayan bir kişinin onu inkâr etmesi söz konusu olamaz.
68
John Hick, Arguments For The Existence of God, Herder and Herder, New York 1971, s. 84; Brian
Davies, Philosophy of Religion: A Guide and Anthology, Oxford University Press, New York 2000, s.
305.
69
St. Anselm, a.g.e., s. 93-94; Hick, a.g.e, s. 71.
24
Anselm’in bu şekilde ortaya koyduğu argümanına ilk eleştiri çağdaşı
Gaunilo’dan gelmiştir. Gaunilo’nun Anselm’in argümanına yönelik temel eleştirisi,
bir şeyin zihinde var olmasının onun gerçekte de var olduğunu ispatlamayacağıdır.
Gaunilo, kesin bir argümanla ispatlanana kadar o şeyin gerçekte var olduğunun kabul
edilemeyeceğini söylemektedir. Bu yüzden ona göre ilk olarak yapılması gereken
şey, “kendisinden daha büyüğü düşünülemeyen şey”in gerçekte var olduğunun
ispatlanmasıdır. Ancak Gaunilo’ya göre Anselm bunun tam tersini yapmakta, önce
zihindeki varlığı mükemmel olarak nitelemekte, daha sonra bunun gerçekte de var
olmasıyla “kendisinden daha büyüğü düşünülemeyen varlık” olacağını iddia
etmektedir.70 Argümana Kant tarafından yöneltilen eleştirilerin odak noktalarından
birisi tam da bu noktadır. Bu konuda Kant’ın Gaunilo’dan esinlendiğini görmek
mümkündür. Kant da bir şeyin varlığının ispatı için kendi içinde çelişki
barındırmamasını yeterli görmez. Kendisinden sonra da epey destekçi bulan bu
görüşe göre, bir şeyin varlığını ispat etmek için gerçek dünyaya başvurulmalı,
kavramların dışına çıkılmalıdır. Ancak ontolojik argümanda sadece kavramsal
tutarlılığa dayanarak Tanrı’nın varlığı ispat edilmeye çalışılmamaktadır. Burada
bahsedilen Tanrı kavramının tutarlılığı olduğu kadar Tanrı’nın bizim zihnimizden
bağımsız olan zorunlu varlığıdır.
Gaunilo’nun bununla bağlantılı bir diğer eleştirisi “kendisinden daha büyüğü
düşünülemeyen” kavramı üzerinedir. Onun meşhur “Kayıp Ada” örneğinin bu
görüşü desteklemek için ortaya atıldığı söylenebilir. Bu örneğinde Gaunilo, tıpkı
ontolojik argümanda kullanıldığı gibi saçmaya indirgeme yöntemini kullanarak,
70
Gaunilo, “On Behalf Of The Fool”, Anselm of Canterbury: The Major Works, Ed. Brian Davies, G.
R. Evans, Oxford University Press, New York 1998, s. 108.
25
deyim yerindeyse “paralel bir ontolojik argüman” 71 ile bu argümanın gerçek olmayan
şeylerin varlığını ispatlamak için de kullanılabileceğini göstermek istemiştir.
Gaunilo, eleştirisinde bizden her bakımdan zengin ve bolluk içerisinde, diğer tüm
adalardan mükemmel bir ada hayal etmemizi ister. Anselm’in argümanını uygularsak
bunu hayal etmemizin mantıksal sonucu, o adanın zihinde olduğu gibi gerçekte de
olmak zorunda olacağıdır. Çünkü eğer “kendisinden daha büyüğü düşünülememe”
kavramı Tanrı’nın varlığına işaret ediyorsa, adanın da varlığına işaret edecektir. 72
Ancak Anselm bunun haksız bir eleştiri olduğu kanaatindedir. Çünkü, bu
argüman yokluğu düşünülebilen, başlangıcı ve sonu olan, sınırlı, eksik ada gibi
varlıkların ve buna benzer şeylerin varlıklarını ispatlamak için kullanılamaz. Eğer
ada “her şeyden daha büyük” olsaydı, bu argümanı onun için kullanabilirdik. 73
Dolayısıyla burada Tanrı’nın özel bir durumunun olduğunu kabul etmemiz
gerekmektedir. Tanrı burada “ada” gibi herhangi bir türün mükemmel örneği
değildir, var olan her şeyin en mükemmelidir.
Günümüz din felsefecilerinden Plantinga (1932- ) da Gaunilo’yu ada benzetmesi
noktasında
eleştirmektedir.
Plantinga’ya
göre
“kendisinden
daha
büyüğü
düşünülemeyen ada” fikri, tıpkı en büyük mümkün doğal sayı fikri gibi tutarsızdır.
71
Stephan T. Davis, God, Reason and Theistic Proofs, Wm. B. Eerdmans Publishing Company,
Grand Rapids, 1997, s. 28.
72
Gaunilo, a.g.e., s. 109.
73
St. Anselm, Reply to Gaunilo, Anselm of Canterbury: The Major Works, s. 115.
26
Çünkü bizim bu adaya her zaman yeni bir ağaç ekleme ya da ağaçlarının kalitesini
artırma imkânımız vardır.74
Anselm’in ontolojik argümanına bir diğer eleştiri de St. Thomas Aquinas (12251274)’dan gelmiştir. Aquinas’ın eleştirisinin kalkış noktası, Tanrı’nın varlığının a
priori olarak ispatlanamayacağı tezidir. Apaçıklık kavramı üzerinde duran Aquinas,
iki tür apaçıklık olduğunu belirtir: Birincisi, kendinde apaçık olan ancak bize apaçık
olmayan, ikincisi ise hem kendinde apaçık olan hem de bize apaçık olan. Tanrı’nın
mâhiyeti de kendinde apaçıktır, fakat bize apaçık değildir, biz O’nun mâhiyetinden
değil, ancak etkilerinden yola çıkarak a posteriori yollarla Tanrı’yı bilebiliriz. Ayrıca
“Tanrı” kelimesini duyan herkesin zihninde de “kendisinden daha büyüğü
düşünülemeyen” ifadesinin canlanmadığını, belki Tanrı’yı bir cisim olarak
düşündüğünü belirten Aquinas, “kendisinden daha büyüğü düşünülemeyen”
ifadesinin canlandığını düşünsek bile bundan Tanrı’nın gerçekte var olduğu sonucuna
ulaşamayacağımızı, ancak zihinde var olduğu sonucuna ulaşacağımızı düşünür. 75
Yani zihnen zorunlu olmanın varlığın oluşması için yeterli olmadığı, dolayısıyla bu
argümanın sonucunun ancak ona tekâbül eden bir obje var olması durumunda geçerli
olduğu kanaatindedir. Dolayısıyla Aquinas’ın bu eleştirisi, Anselm’in argümanının
Tanrı’nın tanımına tekâbül eden bir varlığın varlığını önceden varsaydığını iddia
74
Alvin Plantinga, God, Freedom and Evil, Wm. B. Eerdmans Publishing Company Grand Rapids,
Michigan 2002, s. 90-91.
75
St. Thomas Aquinas, Summa Theologica, İng. Çev. Fathers of the English Dominican Province,
Benziger Bros. edition, New York 1947, s. 12-13.
27
etmektedir.76 Bu durumda aslında Aquinas ispatlamak istediği şeyi zaten önceden
varsaydığından dolayı Anselm’in argümanında bir döngüsellik olduğunu ifade
etmeye çalışmaktadır.
Ontolojik argümana yönelik temel eleştirilerden biri olan Tanrı’nın varlığının sırf
akılla ispatlanmasının imkânsızlığı tezi Kant’la birlikte iyice sistemleşmiştir. Aklın
duyulur alanın dışındaki işlevini geçersiz hâle getirmek Tanrı hakkındaki
konuşmanın imkânını ve anlamını giderecek, sadece ontolojik argümanı değil diğer
teistik argümanları savunmayı da zorlaştıracaktır.
Ontolojik argümanda yer tutan bir diğer önemli konu “Zorunlu Varlık”
kavramının çözümlemesidir. Anselm’in Proslogion adlı eserinin III. bölümünde yer
alan ikinci argümanın Tanrı’nın sadece varlığını değil, zorunlu varlığını da ispat için
geliştirildiği şeklindeki yorumu özellikle Malcolm (1911-1990) gündeme getirmiştir.
Aslında dikkatli bir biçimde incelendiğinde görülecektir ki, Anselm’in II. bölümde
kurduğu ispatlama biçimi III. bölümde söyledikleri için bir temel teşkil etmektedir.
Bu bölümde Anselm, “kendisinden daha büyüğü düşünülemeyen şey”in gerçekte
varlığının ispatına ek olarak, onun var olmaktan yoksun olmasının düşünülmesinin
bile imkansız olduğunu eklemektedir. Buna göre “Tanrı öyle bir şekilde gerçekten
vardır ki, O’nun yok olması düşünülemez.” 77
Kısaca argümanın mantık örgüsü şu şekilde özetlenebilir: Yokluğunu
düşünemediğimiz şey, yokluğu düşünülebilen şeyden daha büyüktür. Bu yüzden
76
Kevin J. Harrelson, The Ontological Argument From Descartes to Hegel, Humanity Books, New
York 2009, s. 21.
77
St. Anselm, a.g.e., s. 94.
28
“kendisinden daha büyüğü düşünülemeyen şey” yokluğu düşünülebilen bir şey
olamaz. Eğer yokluğu düşünülebilseydi “kendisinden daha büyüğü düşünülemeyen
şey” olamazdı. Dolayısıyla “kendisinden daha büyüğü düşünülemeyen şey” zorunlu
olarak vardır. Görüldüğü üzere argümanın bu ikinci versiyonunda ağırlık, birinci
versiyondakinden farklı olarak “var olma” ile “var olmama” arasındaki mukayeseye
değil, “zorunlu olarak var olma” ile “zorunlu olarak var olmama” mukayesesine
dayanır.78
Tanrı’nın varlığını a priori biçimde ispatlamaya çalışan bir diğer ontolojik
argüman savunucusu da Descartes (1596-1650)’tır. Tezini kendisinin “doğuştan
ideler” ve “açıklık-seçiklik” doktrini üzerine kuran Descartes, basit ama oldukça
güçlü öncüllerle Tanrı’nın varlığını ispatlama girişiminde bulunmaktadır. Ona göre,
bizde asla duyular yoluyla gelmeyen, bizim tarafımızdan uydurulmuş olmayan,
zaruri olarak doğru olan, tabiatı gerçek ve değişmez pek çok şeyin bilgisi vardır. 79
Bizdeki Tanrı fikrinin de en az şekil ve sayı fikri kadar açık ve seçik olduğunu
belirten Descartes, buradan Tanrı’nın varlığının matematiksel hakikatler kadar kesin
kabul edilmesi gerektiğini savunur.
Varlığı bir mükemmellik olarak gören Descartes’a göre, en mükemmel varlık
olan Tanrı tüm mükemmelliklere sahiptir ve dolayısıyla var olmaması bir çelişkidir.
Çünkü Tanrı’da varlık ve mâhiyet ayrımından söz etmemiz de mümkün değildir.
Buna göre, varlık fikri de Tanrı’nın mâhiyetinden -tıpkı bir dik üçgenin
78
Aydın, Din Felsefesi, s. 29.
79
René Descartes, Metafizik Düşünceler, Çev. Mehmet Karasan, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul
1962, s. 186.
29
mâhiyetinden onun üç açısının toplamının iki dik açıya eşit olduğunun ayrılmadığı
gibi veya dağ fikriyle dere fikrinin ayrılmadığı gibi- ayrılamaz. Deresiz bir dağ
fikrini idrak edemediğim gibi, varlıksız bir Tanrı fikrini de idrak edemem. Yani bu
durumda varlık Tanrı için zorunlu bir nitelik olmaktadır. Descartes’a göre ben var
olmayan bir Tanrı düşünmekte hür değilim, çünkü O’nun zorunluluğu benim
düşüncemin koyduğu bir zorunluluk değildir, aksine benim Tanrı’yı varlıksız olarak
düşünememem O’nun zorunluluğundan ileri gelmektedir. 80 Yani ben düşündüğüm
için Tanrı var değildir, aksine Tanrı var olduğu için ben O’nu düşünüyorum. Bu
şekilde Descartes aslında nesneleri zihnin belirlediği tezine de karşı çıkmıştır.
Dolayısıyla aslında burada Kant’ın iddia ettiği gibi zihindeki bir kavrama varlık
ekleyerek onun varlığını ispat etmekten ziyade, var olan bir şeyi düşünmek söz
konusudur.
Descartes’ın argümanının formülasyonunu kısaca şu şekilde verebiliriz:
1. En mükemmel varlık vardır.
2. En mükemmel varlık yoktur.
3. En mükemmel varlık tüm mükemmelliklere sahiptir.
4. Varlık bir mükemmelliktir.
80
Descartes, Metafizik Düşünceler, s. 190-191; Descartes, Metod Üzerine Konuşma, Çev. Mehmet
Karasan, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1989, s. 39.
30
5. O halde en mükemmel varlık vardır.81
Descartes’ın argümanına belli başlı noktalarda eleştiriler yöneltilmiştir.
Argümana yöneltilen en ciddi eleştiri Immanuel Kant (1724-1804)’tan gelmiştir. Bu
tezin ana konusu olması hasebiyle Kant’ın eleştirilerinden sonraki bölümlerde
ayrıntılarıyla bahsedilecektir.
Bununla birlikte Descartes başka filozoflarca da eleştirilmiştir. Örneğin Pierre
Gassendi (1592-1655), varlığın ne Tanrı’da ne de başka herhangi bir varlıkta bir
mükemmellik olduğunu, aksine varlığın olmadığı durumda bir mükemmellikten
bahsedemeyeceğimizi ifade etmiştir.82 Böylece Gassendi herhangi bir niteliğe sahip
olmak için varlığı bir ön koşul olarak görmüştür. Ve ontolojik argümanda iddia
edilen varlıktan yoksun olmanın bir eksiklik olduğu tezine de karşı çıkmıştır. Çünkü
ona göre varlık hiçbir şey olduğu için herhangi bir eksikliğe veya mükemmelliğe yol
açmaz. Gassendi’nin bu görüşleriyle Kant’a öncülük ettiği yaygın bir kanaat olmakla
beraber çıkış noktalarının farklı olduğu ve varlık kavramına farklı anlam verdikleri
gerekçesiyle argümanlarının da farklı olduğunu savunanlar olmuştur. Buna göre
Gassendi varlığın bir nitelik olmadığından bahsederken, Kant varlığın “gerçek
yüklem” olamayacağından bahsetmiştir.83
81
Jordan Howard Sobel, Logic and Theism Arguments For and Against Beliefs in God, Cambridge
University Press, New York 2003, s. 32.
82
Hick, a.g.e., s. 80.
83
J. William Forgie, “How is the Question ‘Is Existence a Predicate?’ Relevant to the Ontological
Argument?”, International Journal of Philosophy of Religion, Sayı: 64, 2008, s. 126.
31
Argümana yönelik bir diğer eleştiri ise Johannes Caterus (1590-1657)’tan
gelmiştir. Caterus’un eleştirisi, en mükemmel varlık kavramının mâhiyetinin varlığı
barındırsa da bundan bu varlığın gerçekte var olduğu sonucunun çıkarılamayacağı
üzerinde odaklaşmıştır. Yani Caterus’a göre, bir şeyin kavramının içeriği hakkındaki
öncüllerden, sadece o kavramın içeriği hakkındaki sonuçlar çıkarılabilir. Ancak bu
eleştiriye Descartes’ın cevabı oldukça etkileyicidir. Ona göre, bu öncüller “bir şeyin
hakiki ve değişmez mâhiyetine ait olan şeyler” hakkındadır, “sadece zihnin hayaliyle
nitelendirilen şeyler” hakkında değildir. Yani sadece kavramların içeriği hakkında
değil, zihin dışı gerçeklikler hakkındadır. 84
Anselm’in ve Descartes’ın argümanları karşılaştırıldığında, her iki argümanın da
tüm mükemmelliklere sahip olan bir Tanrı tanımından hareket ettiği, Tanrı ve diğer
varlıklar arasındaki büyük farka dayandığı ve her iki argümanda da mâhiyetten ya da
kavramdan varlığı çıkarmanın sadece Tanrı’ya özgü bir durum olduğu görülür.85
Ancak Descartes’ın Tanrı tanımı Anselm’inkinden farklılık arz etmektedir.
“Kendisinden daha büyüğü düşünülemeyen” yerine Descartes “en mükemmel
varlık”tan bahsetmektedir. Descartes’ın bu argümana asıl katkısı ise Kant’ın meşhur
itirazına neden olan varlığın bir nitelik ya da yüklem olduğu varsayımı olmuştur. Ona
göre “varlık”, kendisine sahip olunması yoksun olunmasına tercih edilen bir
mükemmelliktir. 86 Anselm, başlangıçta belli bir varlık moduna (zihinde var olma)
sahip olduğunu varsaydığı “kendisinden daha büyüğü düşünülemeyen” bir varlık
84
Brian Leftow, “The Ontological Argument”, The Oxford Handbook of Philosophy of Religion, Ed:
William Wainright, Oxford University Press, New York 2005, s. 102.
85
Harrelson, The Ontological Argument From Descartes to Hegel, s. 19.
86
Hick, Arguments For The Existence of God, s. 79.
32
hakkında konuşurken, Descartes varlığın mükemmel varlık fikrinde içerildiğini
söylemektedir.
Ontolojik argüman denilince akla gelen bir diğer önemli filozof da Spinoza
(1632-1677)’dır. Spinoza’ya göre Tanrı’nın varlığını kanıtlamada apaçık olan kanıt,
a priori olan kanıttır. Ancak bazı kimseler bu kanıtlamanın apaçıklığını
kavrayamadıkları için, dış nedenlerle meydana gelmiş olan şeyleri göz önüne alarak
Tanrı’nın varlığını kanıtlama yoluna giderler.87
Etika adlı eserinde Tanrı’nın varlığını ayrıntılı olarak inceleyen filozofun
argümanını anlayabilmek için onun cevher teorisini anlamak oldukça önemli bir
koşuldur. Spinoza’ya göre cevher, kendi başına var olan ve kendisi ile tasarlanan,
yani kendisini teşkil edecek başka hiçbir fikre sahip olmaksızın hakkında fikir
edinilen şeydir.88 Ona göre zorunlu olarak yalnızca bir tek cevher vardır. Âlemde
aynı tabiatı ya da aynı sıfatı olan iki ya da birçok cevher olamaz. 89 Spinoza’nın tek
olarak tasavvur ettiği cevher, tüm olumlu niteliklere sahip, üstün bir varlık hâline
getirilmektedir. Çünkü cevher, kendi kendisinin nedeni ve var olması başka bir
şeyden dolayı değil, yalnızca kendi kendisinden dolayı olduğu için üstün bir
kavramdır. Bu nedenle, bütün öteki kavramlar ancak cevher kavramı altına
konabilmektedir ve cevher kavramını kurmak için başka bir şeyin kavramına gerek
duyulmamakta, cevheri de başka kavramdan türetilememektedir. Cevher dışında
87
Spinoza, Etika, çev. Hilmi Ziya Ülken, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, Ankara 1945, Önerme XI,
s. 38.
88
Spinoza, a.g.e., Tanım III, s. 27.
89
Spinoza, a.g.e., Önerme V, s. 32.
33
kalan tüm şeyler ise ya bu cevherin sıfatları ya da bunun görünüşleri olan tavırları
olmaktadır. 90
Bahsedilen cevher anlayışı bağlamında Spinoza, Tanrı’dan başka cevher
olamayacağını ve tasarlanamayacağını ifade eder. 91 Spinoza’ya göre de tıpkı Anselm
ve Descartes’ta olduğu gibi Tanrı’nın varlığı apaçıktır. Nasıl ki dört köşeli bir
üçgenin var olduğu düşünülemezse, Tanrı’nın yokluğu da aynı şekilde düşünülemez.
Nitekim cevherin tabiatında, onun varlığının nedeni vardır. Çünkü O’nun tabiatı ya
da özü varlığını gerektirir. 92 Spinoza, ontolojik argümanı iki ilkeye dayanarak izah
eder: 1. Tanrı kavramının bizâtihî kendisine. 2. Var olabilmenin bir güç olmasına. 93
Spinoza’da ontolojik argümanın esası, cevherin zorunlu olarak var olduğu ve
Tanrı’nın da cevher olması hasebiyle zorunlu olarak var olması gerektiğinin ispatı
üzerinedir.
Birinci ilkeye göre, Tanrı kavramının bizâtihî kendisi Tanrı’nın varlığını
onaylamayı gerektirmektedir. Çünkü var olmayan kusurlu bir varlık fikri kendi
içinde çelişkilidir. Bir, tek ve sonsuz olan Tanrı, varlığı zorunlu olan bir cevherdir.
Buna göre Tanrı fikrinin varlığı, O’nun yokluğunun düşünülememesini zorunlu
kılmaktadır. Ayrıca bir şeyin varlığını var olmaktan alıkoyan bir neden yoksa, o şey
90
Kazım Arıcan, Spinoza’nın Tanrı Anlayışı, İz Yayıncılık, İstanbul 2004, s. 57.
91
Spinoza, a.g.e., Önerme XIV, s. 43.
92
Spinoza, a.g.e., Önerme XI, s. 38.
93
Arıcan, a.g.e., s. 98.
34
zorunlu olarak vardır. Tanrı’nın varlığını alıkoyan hiçbir sebep olmadığı için, Tanrı
zorunlu olarak vardır.94
İkinci olarak Spinoza, ontolojik argümanda “Var olabilmek bir güçtür/To be able
to exist is power.” prensibinden hareket eder. Ona göre, var olmamak bir
güçsüzlüktür. Aksine olarak, var olabilmek ise bir güçtür. Sonsuz ve zorunlu olan
Tanrı’nın tabiatı, bir gücü temsil etmektedir. O hâlde, özü var olmayı gerektiren ve
mutlak olarak sonsuz olan Tanrı, bu ilke gereğince zorunlu olarak vardır ve O’nun
mutlak gücü kendisinden geldiği için mutlak olarak vardır. 95
Spinoza’ya göre de tıpkı Descartes’ta olduğu gibi Tanrı’nın mâhiyeti bizim
zihnimize bağlı değildir. Tanrı’nın ya da cevherin, özsel olarak bağımsız şekilde
tanımlanması durumunda var olmak zorunda olduğu da görülecektir. 96
Ayrıca Spinoza’nın argümanı, var olmayan Tanrı fikrinin kendi içerisinde
çelişkili olduğunu iddia etmesi bakımından Anselm’in ontolojik argümanına, var
olabilmenin bir güç ve mükemmellik olduğunu iddia etmesi bakımından da
Descartes’in ontolojik argümanına benzemektedir. Bu açıdan Kantçı eleştiriye
Spinoza’nın argümanı da muhatap olmaktadır.
Bir diğer rasyonalist filozof Leibniz (1646-1716)’in ontolojik argümana bakış
açısı ise bahsi geçen diğer filozoflardan biraz farklıdır. Leibniz’e göre sırf
tanımlardan kalkılarak, şeylerin gerçek olup olmadığı veya bir çelişki barındırıp
94
Spinoza, a.g.e., Önerme XI, s. 39.
95
Spinoza, a.g.e., Önerme XI, s. 39-40.
96
William A. Earle, “The Ontological Argument in Spinoza”, Philosophy and Phenomenological
Research, XI (1951), Sayı: 4, s. 551-552.
35
barındırmadığı bilinmeksizin varlıkları hakkında bir çıkarımda bulunulamaz. 97
Leibniz diğer filozoflardan farklı olarak Tanrı kavramının içsel olarak tutarlı ve
mümkün olup olmadığı noktasında odaklanmıştır.
Ontolojik argümanı ne tamamıyla kabul eden ne de tamamıyla reddeden
Leibniz’in üç ana noktada yoğunlaştığı görülmektedir:
1. Kartezyen ontolojik argüman versiyonu tamamlanmamıştır, ilaveye
ihtiyacı vardır. Tanrı’nın varlığının mümkün olduğunun gösterilmesi
durumunda Tanrı’nın varlığı kanıtlanabilecekken, bu argüman hiçbir kanıt
olmaksızın
Tanrı’nın
varlığının
mümkün
olduğunu
önceden
varsaymaktadır.
2. İmkânsız olduğu ispatlanmadığı sürece Tanrı’nın varlığının mümkün
olduğu varsayılabilir.
3. Tanrı’nın varlığının mümkün olduğu ispatlanabilir niteliktedir. 98
Görüldüğü üzere Leibniz’e göre klasik ontolojik argümana, ispat etmeye çalıştığı
Tanrı’nın mümkünlüğüne, var olabilirliğine dair bir argüman getirilmedikçe bu
argüman eksik olarak kalacaktır. Tanrı’nın mümkün olduğunun ispatı ise O’nun
zorunlu varlığını beraberinde getirecektir. Çünkü “Yalnız Tanrı (Zorunlu Varlık),
mümkün olması durumunda zorunlu olarak var olması gerektiği ayrıcalığına sahiptir.
97
Gottfried Wilhelm Leibniz, Philosophical Papers and Letters, ed. and trans. Leroy E. Loemker,
Kluwer Academic Publishers, Hollanda 1969, s. 293.
98
Robert Merrihew Adams, Leibniz: Determinist, Teist, Idealist, Oxford University Press, New York
1994, s. 135.
36
Hiçbir şey sınırsız, zıddı bulunmayan ve dolayısıyla çelişkisi bulunmayanın imkânını
engelleyemeyeceği için, tek başına bu, Tanrı’nın varlığını a priori bir biçimde
temellendirmemiz için yeterlidir.” 99
Tanrı’nın varlığını modern ontolojik kanıt savunucularının benimsediği biçimde
“imkân ve zorunluluk” kavramları üzerinden ispat etmeye çalışan Leibniz’in akıl
yürütmesinin temelinde varlık-mâhiyet konusundaki görüşleri yatmaktadır. Tanrı’nın
varlığı ve mâhiyeti arasındaki ilişkinin varlığın Tanrı’nın mâhiyetinin bir parçası
veya onun özsel veya tanımlayıcı bir niteliği şeklinde anlaşılmaması gerektiği
görüşünde olan Leibniz, Tanrı’nın mâhiyetinin zorunlu olarak gerçekleşmesini
savunur ve böylece mâhiyetin varlığı içermesi görüşüne karşı çıkar. 100 Kendinden
önceki ontolojik argüman versiyonlarından farklı olarak “zorunlu gerçekleşme /
(necessary exemplification)” üzerine kurulan Leibniz’in argümanı, bu tezin konusu
olan Kant’ın varlığın yüklem olamayacağı eleştirisine muhatap olmaktan da
kurtulmaktadır. Varlığın yüklem olmadığı tezinin kabul edilmesi durumunda bile,
ontolojik argümanın temel sezgisi olan Tanrı’nın varlığı ve mâhiyeti arasındaki
ilişkinin açıklanması mümkün görünmektedir. 101
Son olarak, Tanrı’nın varlığını a priori biçimde kanıtlama çabası olarak
tanımlanabilecek olan ontolojik argümanın temel sezgisi, diğer teistik delillerden
farklı olarak Tanrı’yı çıkış noktası olarak ele alıp Tanrı’dan başka bir şeye
başvurmadan sırf Tanrı’nın tanımından hareket ederek O’nun varlığına ulaşmaktır.
99
Leibniz, Monadology and Other Philosophical Writings, Çev. Robert Latta, Oxford University
Press, London 1898, s. 242.
100
101
Adams, a.g.e., s. 164.
Reçber, a.g.e., s. 163.
37
Ontolojik argüman savunucuları, insan zihninde bulunan “kendisinden daha büyüğü
düşünülemeyen”, “mükemmel varlık”, “zorunlu varlık” gibi kavramları çözümlerler.
Anselm,
“kendisinden daha
büyüğü
düşünülemeyen”in
sadece
zihinde
bulunmasının çelişkili olduğundan hareketle saçmaya indirgeme yöntemiyle
Tanrı’nın varlığına ulaşırken, bir diğer önemli ontolojik argüman savunucusu
Descartes, varlığın bir mükemmellik olduğundan, en mükemmel olan Tanrı’nın da
bundan yoksun olamayacağından hareketle Tanrı’nın varlığına ulaşır. Spinoza ise
ontolojik argümanını cevher teorisi üzerine kurar, cevherlerin zorunlu olarak var
olduklarını ve tek cevher olan Tanrı’nın da zorunlu olarak var olması gerektiğini
düşünür. Son olarak Leibniz ise, özellikle ontolojik argümanın Kartezyenci
versiyonunun eksik olduğu, tamamlanması gerektiği noktasından hareket ederek
diğer ontolojik argüman versiyonlarından farklı birkaç husus ortaya koyar. Ona göre
yapılacak ilk iş, Tanrı’nın imkânına dair argümanlar ortaya koymaktır. Tanrı’nın
imkânının ortaya konması bizi Tanrı’nın zorunlu varlığına götürecektir.
Fârâbî ve İbn Sînâ gibi filozoflarda ontolojik argümanın olup olmadığı meselesi
ise oldukça tartışmalıdır. Fârâbî ve İbn Sînâ, varlığı kiplere ayırarak ve varlığın
apaçıklığı prensibinden hareket ederek bir kanıtlama yoluna gitmişlerdir. Bu
bakımdan onların Anselm ve Descartes’ın savundukları biçimde bir argüman
savunmadıkları
kesindir.
Çünkü
Anselm
ve
Descartes
Tanrı
kavramını
çözümleyerek, sırf mantıksal çıkarımlarla Tanrı’nın varlığını ispat etmeye,
mâhiyetinden varlığını çıkarmaya çalışmıştır. Fârâbî ve İbn Sînâ ise Anselm ve
Descartes gibi saçmaya indirgeme yöntemi kullanmaktan ziyade Tanrı’yı diğer
38
varlıkların nedeni olarak nitelemişler ve argümanlarını varlık kategorileri arasındaki
bu sebeplilik zincirine dayandırmışlardır.
39
II. BÖLÜM
KANT VE ONTOLOJİK ARGÜMAN ELEŞTİRİSİ
1. Kant’ın Ontolojik Argümanı Eleştirisi
Teistik argümanları eleştirisinde ontolojik argümanın ne kadar önemli bir yer
tuttuğu görüldükten sonra Kant’ın bu argümanı eleştirisine geçilebilir. Ontolojik
argümana en ciddi eleştiriyi yönelten kişi olarak kabul edilen Kant’ın eleştirilerini iki
aşamada sergilediğini söylemek mümkündür:
a) Hiçbir Varlık İddiası Analitik Olamaz
Bir şeyin gerçek varlığının o şeyin kavramsal çözümlemesinden çıkarılamayacağı
tezi, Kant’ın ontolojik argüman eleştirisinin temellerinden birini oluşturmaktadır.
Buna göre, eğer biz bir kavrama varlık atfedeceksek mutlaka o kavramsal düzlemin
dışına çıkmak zorundayız. Ancak tecrübeyle bir şeye ait olduğunu tasavvur ettiğimiz
niteliklerin gerçekte olup olmadığını tespit edebiliriz. Bunu a priori yolla tespit
etmek hiçbir zaman mümkün değildir. Zorunlu varlık kavramı saf aklın bir
kavramıdır ve sırf akılla bu fikrin nesnel gerçekliğini ispat etmek mümkün değildir.
Kavramların zihni yeni nesnelere genişletmekten ziyade ona sınır koymaya yaradığı
kanaatinde olan Kant, ontolojik argümanda bunun tam tersinin yapıldığını, fakat
böyle bir durumda zihnin kurallarını karşımızda bulacağımızı düşünmektedir.102
102
Kant, Critique of Pure Reason, A592-B620, (s. 563-564).
“Üçgen üç açıya sahiptir” gibi geometrinin tüm önermelerinin mutlak olarak
zorunlu olduğunu ifade eden Kant, bu örneklerin zorunluluğunun onların varlığından
değil önermelerden çıkarılmış olduğunu ve önermelerin mutlak zorunluluğunun
şeylerin (nesnelerin) mutlak zorunluluğu ile aynı olmadığını savunmaktadır. Çünkü
ona göre, “Önermelerin mutlak zorunluluğu sadece nesnelerin koşullu zorunluluğu
veya sadece önermenin bir yüklemidir.”103 Bu da şu anlama gelmektedir: Önerme
bize üç açının mutlak olarak zorunlu olduğunu söylememektedir, onun bize söylediği
şey ancak bir üçgenin var olması durumunda üç açının da zaten zorunlu olarak var
olacağıdır.104 Yani Kant, önermelerin zorunluluğunu şartlı zorunlulukla bir tutarken,
nesnelerin zorunluluğunu mutlak zorunlulukla bir tutmaktadır. Burada mantıksal
zorunluluk ve ontolojik zorunluluk ayrımı yapan Kant’a göre, mantıksal olarak
zorunlu olan şey, ancak ve ancak mevzubahis olan o şeyin mevcut olması durumunda
ontolojik olarak zorunlu olur. Yani açılar ancak üçgen varsa zorunludur. Aynı durum
Tanrı için de geçerlidir. 105
Yukarıdaki örnekle bağlantılı olarak yine Kant’a göre, özdeş ya da analitik bir
önermede konuyu reddetmeksizin yüklemi reddetmek bir çelişki doğurabilir, fakat
önermenin hem konusu hem yüklemi reddedildiğinde ortada çelişki doğuracak bir
şey kalmamaktadır. Descartes’a bir yanıt niteliğinde olan meşhur üçgen örneğinde
belirttiği gibi, üçgenin varlığını kabul edip açılarını reddetmek çelişkilidir, fakat hem
üçgen hem açıları reddedilirse çelişki de ortadan kalkmaktadır. Tanrı’nın varlığı
meselesinde de durum tıpkı bu şekildedir. Mesela, “Tanrı kadirdir” önermesi zorunlu
103
Kant, a.g.e., A594-B622, (s. 564).
104
Kant, a.g.e., A594-B622, (s. 564-565).
105
Harrelson, a.g.e., s. 175-176.
41
bir önermedir. Burada Tanrı öznesi kabul edildiği zaman zorunlu olarak mutlak
kudret sahibi olduğunu da kabul etmek gerekir. Fakat sıfatlarıyla birlikte Tanrı’nın
varlığını reddetmede, yani “Tanrı yoktur” önermesinde herhangi bir çelişki söz
konusu değildir. 106
Ontolojik argüman taraftarlarının burada savundukları şey ise, varlığa dair sadece
bir analitik önerme bulunduğu ve bunun da Tanrı kavramının mâhiyetindeki bir
özellikten dolayı müstesna bir durum teşkil ettiğidir. Yokluğu savunulduğunda veya
kavramının objesi iptal edildiğinde kendi içinde çelişki oluşan bir tek kavram vardır
ve o da “Tanrı” kavramıdır. Oppy’nin de ifade ettiği gibi, Kant’ın bu itirazı
başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Çünkü teistlerin sadece bir analitik önerme bulunduğu
ve bunun da Tanrı’nın varlığını ileri sürme konusunda olduğu inancını bıraktıracak
makul bir neden ortaya konamamıştır.107
Kant kendisine bu şekilde bir itirazın geleceğinin farkındadır ve bu itiraza cevabı
ya bunun bir totoloji olduğu ya da varlığa dair tüm önermelerin sentetik olduğunun
kabul edilmesi noktalarında odaklanmaktadır. “Bir şey vardır” önermesinin analitik
mi veya sentetik mi olduğunu soran Kant, bu önermenin analitik olması durumunda
bir şeyin var olduğunu söylemenin o şeye herhangi bir şey ilave etmediğini,
varlığının onun dâhilî imkânından çıkarıldığını ve bu yüzden bir totoloji olduğunu,
sentetik olması durumunda ise varlık yükleminin inkârının bir çelişki doğuracağının
106
Kant, Critique of Pure Reason,, A595-B623, (s. 565).
107
Graham Oppy, Ontological Arguments and Belief in God, Cambridge University Press, New York
1995, s. 31.
42
iddia edilemeyeceğini, çünkü bu tarz bir ayrıcalığın yalnız analitik önermelere ait
olduğunu ifade eder.108
Mackie,
Kant’ın
ontolojik
argüman
eleştirisini
“ontolojik
argümanın
imkânsızlığı” başlığı altında sunmasını çok iddialı bulmakta ve ona bazı noktalarda
eleştiriler yöneltmektedir. Ona göre, Kant’ın ontolojik argümana bir özdeşlik
önermesinde hem konunun hem yüklemin reddedilmesi durumunda ortada çelişki
doğuracak bir şey kalmayacağı yönündeki eleştirisi başarılı değildir. Çünkü Kant,
“Tanrı var değildir (God is non-existent)” önermesini çelişkili bulmakta, “Tanrı
yoktur (There is no god)” önermesinde ise herhangi bir çelişki olmadığını
düşünmektedir. Mackie ise, Kant’ın “X yoktur” şeklindeki negatif varlıksal
önermelerin çelişkili olamayacağından ve “X vardır” şeklindeki varlık bildiren
önermelerin de analitik olamayacağından çok da emin olmaması gerektiğini
belirtmektedir.109
Kant’ın bu eleştirisi aynı zamanda varlıksal önermelerin mantıksal olarak zorunlu
görülmesine de bir karşı çıkıştır. Çünkü eğer bütün varlıksal önermeler sentetikse,
yüklemin konuda içerilmiş olması zorunlu olmadığından ontolojik argümanda
savunulduğu gibi bir varlık iddiasının değillemesinin çelişkili olduğuna dayanılarak
ispatlamada bulunmak da anlamsız olacaktır.
Kant’ın varlıksal önermelerin analitik/zorunlu olamayacağı görüşünde kendi
sistemiyle de çelişen belli noktalar vardır. Çünkü Kant’a göre, matematiğin pek çok
108
Kant, a.g.e., A597-B625, (s. 565-566).
109
J. L. Mackie, The Miracle of Theism: Arguments For and Against the Existence of God, Clarendon
Press, Oxford 1982, s. 44.
43
doğrusu varlıksaldır. Örneğin, “Yetmiş ile yirmi arasında bir asal sayı vardır”,
“Altıdan sonra gelen sayı beşten büyüktür” önermeleri Kant’ın da dile getirdiği gibi
varlıksaldır. Öyleyse zorunlu önermeler, sadece Kantçı anlamda analitik önermeler
değildir. Kant’ın kendisinin de ifade ettiği gibi bazı önermeler varlığı dile
getirmesine rağmen zorunlu olabilmektedir.
Bir başka yönden bakıldığında, Tanrı’nın varlığının zorunlu oluşunun da analitik
olmayan zorunlu gerçekliklere dahil olmasının önünde herhangi bir engel
bulunmamaktadır. Analitiklik açıklanması zor ve tartışmalı bir kavram olduğu gibi,
zorunluluğun da tek açıklaması değildir. İnanan bir kimse için Tanrı’nın varlığı
zorunlu bir gerçekliktir. Ancak bu zorunluluk sadece mantıksal zorunluluk değildir.
Tanrı’nın varlığının zorunlu oluşuyla Tanrı hakkındaki düşüncelerin zorunlu
oluşunun birbirine karıştırılmaması gerekmektedir. Zorunluluk, Tanrı hakkındaki
iddiaların bir niteliği değil, Tanrı’ya atfedilen bir niteliktir. 110 Dolayısıyla “Tanrı
vardır” ifadesine zorunluluk veren bizim düşüncelerimiz değildir, Tanrı’nın gerçekte
zorunlu oluşudur.
Kant’a göre, ontolojik argümanda olduğu gibi bir varlık hiçbir kusuru olmayan,
en yüksek gerçeklik olarak düşünüldüğünde, onun var olup olmadığı sorusu hala
cevapsız kalmaktadır. Bu da onun tecrübe dünyasının bir parçası olarak var olup
olmadığıyla bağlantılıdır. Bu soruya açık bir cevap, Tanrı’nın bu şekilde var
olmadığı şeklinde olacaktır. Tanrı bu dünyanın bir parçası değildir ve tecrübenin de
bir objesi değildir. Bu basit bir biçimde Tanrı’nın olumsal varlıktan yoksun olduğu
110
Yeşilyurt, “ ‘Tanrı Vardır’ İfadesinin Mantıkî Statüsü”, Fırat Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
Dergisi, C. 4 (1999), s. 176-182.
44
anlamına gelir. Ancak bu Tanrı’nın durumunda bir eksiklik değildir, çünkü eğer O
olumsal varlığa sahip olursa, Tanrı veya genel olarak bu terimden anlaşılan şey
olmayacaktır.111
Ancak bu konuda Kant gibi düşünenlerin sayısı hiç de az değildir. Örneğin
Alston, zihinde var olan mükemmel bir varlığı sonsuz, âlim, âdil, merhametli vs.
şeklinde nitelemede bir sorun olmadığını, ancak bunlara “gerçekten vardır”
eklendiğinde durumun aynı olmadığını savunur. Ona göre, varlığın ileri sürülmediği
durumlarda fikirlerin ya da kavramların alanı içinde kalınmakta, fakat gerçek varlık
ileri sürüldüğünde bu alanın dışına adım atılmaktadır. Bunun ise sadece içeriklerin
incelenmesiyle yapılması mümkün değildir, dışarı bakma ve orada var olan şeyi
görme zorunluluğu vardır. Zihinde var olan şeyi incelemek, gerçekte olan şeyi
söylemez. Bu, Alston’a göre rüyaları analiz etmenin içerikleri hakkında bir şey
söyleyecek olması veya kilide gözlerini dikip bakmakla bir kapının açılması
gibidir. 112
Yine aynı şekilde Alston’a göre, “Anselm’in zorunlu doğru olarak sunduğu
önerme, zihindeki bir varlık hakkında doğrudur. Ve önermelerin mantıksal
özelliklerini sergilediğinden zihinsel varlığın önceden varsayılmasına dayanır. Bu
özelliklerin arasında şunlar bulunmaktadır: (I) Bu ancak düşünce ile test edilebilir.
(II) Zihinde varlık, varlığın diğer gerçek olmayan modlarıyla şu özellikleri paylaşır:
Gerçek olmayan moddaki her iki varlık için de iki tür gerçek varlık modu
111
S. Morris Engel, “Kant’s Refutation of the Ontological Argument”, Philosophy and
Phenomenological Research, Vol. 24, No. 1, s. 34.
112
William P. Alston, “The Ontological Argument Revisited”, The Philosophical Review, Vol. 69,
No. 4, 1960, s. 462-463.
45
belirtilebilir. Her ne zaman rüyalarda bir şeyler var olsa, gerçek bir rüya durumu
bilinci vardır. Rüyadaki dağların çok keskin zirvelere sahip olduğunu söylemek,
coğrafi herhangi bir şeye delâlet etmez. Aynı şekilde, zihinde olan bir şeye bir
yüklem eklemenin de o kişinin ona veya belli düşüncelere sahip olduğu dışında
gerçek dünyada bir delâleti yoktur.”113
Alston’un bu düşüncelerine Gaunilo’nun ada eleştirisine yöneltilen itirazlarla
karşı çıkmak mümkündür. Argümanda Tanrı dışındaki varlıkların kavramsal
analizinden yola çıkılıp bu tarz zorunlu olmayan varlıkların ispatı söz konusu olsaydı
Alston’un rüya benzetmesi geçerli olabilirdi. Ancak yokluğu düşünüldüğünde çelişki
oluşturabilen tek kavram Tanrı kavramıdır ve sadece Tanrı bu yolla ispatlanabilme
ayrıcalığına sahiptir.
Görüldüğü üzere bir şeyin varlığının ancak onun kavramının dışına çıkılarak,
gerçek dünyada ispatlanabileceği tezi bu eleştirilerin temelini oluşturmaktadır. Fakat
bu düşüncede olanların göremediği, her şeyin varlığının bu yöntemle ispat
edilemeyeceğidir. Bu yöntem yalnızca dış dünyadaki duyularla algılayabildiğimiz
somut varlıklar için geçerlidir. Bu şekilde algılayamadığımız varlıkların olmadığı
veya onları bilemediğimiz şeklindeki bir düşünce oldukça eleştiriye açıktır.
b) Varlık Gerçek Bir Yüklem Değildir
Ontolojik argüman, Tanrı’nın tanımından hareket ederek O’nun var olmak
zorunda olduğunu göstermeyi amaç edinir. Kant ise varlığın Tanrı’yı tanımlayıcı bir
113
Alston, a.g.m., s. 467-468.
46
özellik olduğu bir durumun olamayacağını, çünkü “vardır”ın “gerçek” ya da
“belirleyici” bir yüklem olmadığını iddia etmiştir. 114
Kant’ın bu eleştirisinin temellerini “kendisini dogmatik uykusundan uyandıran
şahıs” olarak nitelendirdiği David Hume’da da görmek mümkündür. Ona göre:
Varlık fikri ile var olarak düşündüğümüz şey aynıdır. Basit bir biçimde bir şey
üzerinde düşünmek ve onu var olarak düşünmek (as existent), birbirinden farklı
şeyler değildir. Bu varlık fikri herhangi bir objenin fikrine katıldığında ona bir
ekleme yapmamaktadır.115
Shaffer’ın da haklı olarak ifade ettiği gibi, “Hume’un burada “kavramanın
varlığı” ile “kavranılan şeyin varlığı”nı birbirine karıştırdığı oldukça açıktır. Onun
bir diğer iddiası olan şeylerin var olduğuna dair yargılar oluşturmada canlı ve etkin
bir şekilde sadece o şeyin fikri üzerinde düşünülür şeklindeki iddiası, onu varlık
fikrinin düşünebildiğimiz şeylerin üzerinde veya ötesinde olamayacağını söylemeye
götürmüştür ve dolayısıyla “Düşünülebilen her ne varsa onların var olması
düşünülür” demeye de götürecektir. Böyle bir doktrin, negatif varlıksal yargıların ne
olabileceğini daha belirsiz yapmıştır. Bir şeyin tanımı, bu şeyin var olduğu kavramını
içermek zorundaysa, bu tanımdan yola çıkılarak bu şey var olur ve bu zorunlu olarak
böyledir. Bunun var olduğunu reddetmek, tıpkı bu şeyin diğer tanımlayıcı özelliklere
sahip olduğunu reddetmek gibi çelişkilidir. Ve eğer bizim şeyleri kavramamız
nesnelerin zorunlu niteliği olarak varlığı içeriyorsa, varlığı inkârın hiçbiri bir anlam
114
Varlığın yüklem olup olmadığı tartışmasını Kant’tan daha önce İbn Sînâ ve Fârâbî gibi filozoflarda
da görmek mümkündür. Ayrıntılı bilgi için bkz. Nicholas Rescher, “A Ninth-Century Arabic Logician
on: Is Existence a Predicate?”, Journal of the History of Ideas, Vol. 21, No. 3, 1960, s. 428-430.
115
David Hume, A Treatise of Human Nature, Wildside Press LLC, 2007, Book I, Part II, Section 6,
s. 71.
47
ifade etmeyecektir. Hume “Düşündüğümüz her ne varsa, var olarak düşünürüz”
düşüncesinde hatalıdır. Çünkü bir kişinin bir şeyi var olmayan/non-existent olarak
düşünmesi mümkündür.”116 Görüldüğü üzere Hume’un varlığı bir hiç olarak
algılaması yokluk ifade eden önermeleri anlamlandırmanın önünü kapatmaktadır.
Hume bunları söylerken açık bir biçimde Anselm veya ontolojik argüman
üzerine yorum yapmamıştır. Fakat bazı düşünürlerce bunların Anselm’in iddia
ettikleriyle doğrudan bir ilişkisi vardır. Buna göre Hume’un söyledikleri iki biçimde
yorumlanabilir. Birinci yorumlama şekli; varlık fikrinin sadece Tanrı fikrine değil,
her şeyin fikrine katıldığı şeklindedir. Yani Tanrı’nın düşünülmesi mümkün olduğu
gibi, tek boynuzlu at (unicorn) gibi var olmadıkları bilinen şeylerin düşünülmesi de
mümkündür. Hume’a göre, herhangi bir şey düşünüldüğünde zaten var olarak
düşünülür. Bundan onun gerçekten var olduğu sonucu çıkmaz. Burada Tanrı’yı
düşünmekle tek boynuzlu atları düşünmek tam olarak paraleldir. Ve eğer Anselm’in
argümanı Tanrı’nın varlığını kanıtlıyorsa, aynı şekilde tek boynuzlu atların varlığını
da kanıtlayacaktır.
Hume’un söyleminde kastedebileceği ikinci bir yorum daha vardır. Hume’un
kastı, varlık fikrinin diğer tüm fikirlere eklenebilen bir fikir değil, fakat diğer hiçbir
fikre eklenmeyen bir fikir olduğu şeklinde de olabilir. Hiçbir ekleme yapmayan bir
fikrin hiçbir surette gerçek bir fikir olmadığı düşünülebilir. Eğer “var olarak/as
existing” düşünmek en mükemmel varlık düşüncesine herhangi bir ekleme
yapmıyorsa, bu durumda açık bir biçimde onu var olarak düşünme, onu yalın olarak
116
Jerome Shaffer, “Existence, Predication and the Ontological Argument”, Mind, Vol. 71, No: 283,
1962, s. 316-317.
48
düşünme ile aynı olacaktır. Anselm, “var olarak”ı sadece düşüncede olandan en
mükemmel varlığın gerçek varlığına bir köprü olarak kullanmak istemiştir. Fakat
Hume’un yorumları bu şekilde ele alınırsa gösterdiği şey, bunun bir köprü olduğu
fakat sadece Tanrı’nın düşüncede olan varlığıyla gerçek varlığını değil,
düşünebildiğimiz her şeyin düşüncede olan varlığıyla gerçek varlığını bağlayan bir
köprü olduğu şeklindedir. Diğer bir şekilde ise, bu hiç bir şeyi, Tanrı’nın düşüncede
olan varlığı ile gerçek varlığını bile bağlayamayan bir köprüdür.117
“Varlık” pek çok anlamda kullanılabilen bir terimdir. Örneğin varlığın “İnsan
düşünen bir varlıktır” cümlesindeki kullanımıyla “Düşünen insanlar vardır”
cümlesindeki kullanımı aynı değildir. Birinci kullanımda “varlık” şey veya nesne
anlamındayken, ikinci kullanımda yüklem fonksiyonu görmektedir. Bu iki anlam
Türkçe’de “varlık/mevcut” ile “var olma” şeklinde ifade edilebilir. İngilizce’de ise
bu ayrımı “being” ve “existence” kelimeleri karşılamaktadır. Kant’ın düşüncesinde
“varlık” da şey veya nesne anlamında değil, yüklem anlamında kullanılmıştır. Ancak
Kant’ın yüklemden kastı, semantik ve sentaktik bir ifadeden daha çok nitelik
anlamındadır.118
Kant’ın düşüncelerini kendi ifadeleriyle belirtecek olursak;
Varlık sadece bir yargının bağlacıdır (copula). ‘Tanrı her şeye gücü yetendir’
önermesi, her biri kendi objesine sahip olan –Tanrı ve her şeye gücü yetmek- iki
kavramı ihtiva etmektedir. ‘-dır (is)’ kelimesi, herhangi bir yeni yüklem ilave
etmemektedir, fakat sadece yüklemi öznesiyle ilişkisi bakımından varsaymaya
hizmet etmektedir. Şimdi, eğer biz özneyi (Tanrı) tüm yüklemleriyle birlikte (içinde
117
Nicholas Everitt, The Non-Existence of God, Routledge, New York 2004, s. 35-36.
118
İlhan İnan, “Kant’ın Varlık Kavramı Üzerine”, Cogito, Kant Özel Sayısı, 2005, s. 107.
49
her şeye gücü yetme de vardır) alırsak, ve ‘Tanrı -dır/God is’ ya da ‘Bir Tanrı
vardır/There is a God’ dersek, Tanrı kavramına herhangi bir yeni yüklem ilave etmiş
olmayız, fakat sadece tüm yüklemleriyle ilişkisi bakımından özneyi varsaymış
oluruz.119
Burada Kant’ın “-dır (is)” kelimesinin yüklem ve varlık anlamlarını birbirine
karıştırmış olduğunu, bu düşüncenin oldukça zayıf olduğunu görmek gayet kolaydır.
Ayrıca Kant “konuyu varsayma”nın ne olduğuna dair herhangi bir açıklamada
bulunmamıştır. Bu tarz bir açıklamanın yokluğu durumunda da buna “konunun
varlığını varsayma” anlamının verilmesi mümkün bir durumdur. 120
Peki Kant’ın eleştirisinin temelini oluşturan “gerçek” yüklemden kastı nedir?
Kant bunu “konunun kavramına bir şey ekleyen, onu genişleten herhangi bir şey” 121
olarak tanımlamıştır. Yani gerçek bir yüklem sayılabilmek için, bir ifade konu
kavramında belirtilenin ötesine geçmek zorundadır. Dolayısıyla, eğer ben “Daireler
yuvarlaktır”
dersem,
“yuvarlaktır”
sadece
mantıksal
bir
yüklem
olarak
kullanılmaktadır, konu kavramı “daireler”in ötesine geçmemiştir. Fakat “Tabaklar
yuvarlaktır” dersem, “yuvarlaktır” burada gerçek veya belirleyici yüklem olarak
kullanılmaktadır, çünkü sadece konu kavramı olan tabak kavramını incelemekle
tabağın yuvarlak olup olmadığını belirleyemeyiz.
Kant, “vardır”ın gerçek bir yüklem, yani konunun kavramına bir şey ekleyen bir
yüklem olmadığı iddiasını desteklemek için hangi argümanları sunmuştur? Eğer
“vardır” gerçek bir yüklem olsaydı, varlık ifade eden önermeler totoloji ve varlık
119
Kant, Critique of Pure Reason, A599-B627, (s. 567).
120
Everitt, “Kant’s Discussion of the Ontological Argument”, Kant-Studien, 86:4, 1995, s. 396.
121
Kant, a.g.e., A599-B627, (s. 567).
50
ifade eden önermelerin inkârı da kendi kendisiyle çelişme (self-contradiction)
sonucunu doğuracaktı. Yani tüm olumlu varlıksal önermeler mantıksal olarak
zorunlu, tüm olumsuz varlıksal önermeler de mantıksal olarak imkânsız olacaktı. Bu
görüşe göre, varlık gerçek bir yüklem olmaktan ziyade mantıksal bir yüklemdir,
nesneleri niteleyen bir yüklem olmaktan ziyade yüklemleri niteleyen (predicate of
predicates) bir yüklemdir.122
Yine Kant’a göre, bazı şeylerin var olduğunu iddia ettiğimizde bu şeylere dair
kavramlarımızı değiştirmiş olacaktık, dolayısıyla başladığımızdan çok farklı bir
kavramla sonuçlanacaktı. Şu durumda yeni ve farklı bir kavrama sahip
olduğumuzdan dolayı orijinal konunun varlığını iddia edemeyecektik. Dolayısıyla
eğer “vardır” gerçek bir yüklem olsaydı, benim kavramımın gerçek objesinin var
olduğunu söyleyemeyecektik. Fakat açık bir biçimde biz bunu söyleyebiliyoruz,
öznenin var olduğunu söylediğimizde öznenin kavramına herhangi bir şey eklemiş
olmuyoruz ve dolayısıyla “vardır” gerçek bir yüklem değildir. Kant’ın kendi
ifadeleriyle belirtecek olursak;
Aksi belirtilmedikçe, gerçek olan sadece mümkün olandan daha fazla bir şey
içermez. Yüz gerçek taler, yüz mümkün talerden en ufak fazla bir para bile içermez.
Çünkü ikincisi kavrama ve birincisi de objeye (nesneye) ve kavramın varsayılmasına
işaret ettiğinden eğer birincisi ikincisinden daha fazla şey içerseydi, bu durumda,
kavramım bütün objeyi ifade edemeyecekti ve dolayısıyla yeterli bir kavram
olamayacaktı. Ancak, benim ekonomik durumum, yüz gerçek talerle sadece onların
kavramı olandan (yani, sadece onların imkânından) daha fazla etkilenecektir. 123
122
R. E. Allen, “The Ontological Argument”, The Philosophical Review, Vol. 70, No. 1, 1961, s. 59-
60.
123
Kant, a.g.e., A599-B627, (s. 567).
51
Kant, burada var olan yüz taler ile var olmayan yüz talerin görünüşte farklı
kavramlar olsalar da, aslında aynı miktarda paranın kavramı olduklarını
düşünmektedir. Aslında sadece yüz taler kavramı vardır ve buna var olma veya var
olmama yüklemlerini eklemek kavramda hiçbir değişikliğe yol açmaz. 124 Bu açıdan
bakıldığında, Hume’un “Biz bir şeyi ancak var olarak düşünürüz.” şeklinde ifade
ettiği düşüncesiyle Kant’ın bu yüz taler örneği ile benzer düşünceleri paylaşmaktadır.
Ancak bu argüman Hume’un herhangi bir şeyi ancak ve ancak var olarak
düşünebileceğimiz gibi psikolojik bir varsayımdan hareket etmesi dolayısıyla ikna
edicilikten uzak görünmektedir. Kant’ın yüz taler örneği de oldukça yetersizdir.
Çünkü hiç kimse varlığın bu şekilde bir şey eklediği görüşünü savunmamıştır.
Kant’ın argümanı, ekonomik durumun yüz gerçek talerle sadece kavramı olandan
daha fazla etkilenmesi düşüncesinde olduğu için aynı zamanda kendi kendini de
çürütmektedir.125
Kant’ın yüz taler örneğinin ardında yatan düşünce birtakım düşünürler
tarafından da isabetli bulunmamıştır. Çünkü Kant birincisinin ikincisinden daha fazla
bir şey içermemesi açısından objeler ve kavramları birbiriyle karşılaştırmıştır. Fakat
bir karşılaştırma olacaksa bu obje-kavram arasında değil, kavram-kavram arasında
olmalıdır. 126 Ayrıca, örneğin “Sokrates yorgundur” şeklindeki bir önermede Sokrates
hakkında konuşulmaktadır ve onun hakkında yeni bir şey söylenmektedir. Aynı
şekilde yüz talerin sadece basit bir düşünce olmadığı, fakat çantada bulunduğu da
124
İnan, a.g.m., s. 113.
125
Jonathan Barnes, The Ontological Argument, The Macmillan Press, London and Basingstoke 1972,
s. 47-48.
126
Everitt, “Kant’s Discussion of the Ontological Argument”, s. 396.
52
yüz taler hakkındadır ve yine onun hakkında yeni bir şey söylemektedir. Bu hakkında
konuşulan şeye ne daha fazla taler ekler ne de onun tam bir tanımını verir, fakat onlar
hakkında daha fazla bir şey yani var olduklarını söyler. 127
Bununla birlikte, onun önemli başka bir doktrini olan varlıksal önermelerin
genelde sentetik olduğu görüşüyle uyuşmazlığa yol açması nedeniyle varlığın gerçek
bir yüklem olmadığı görüşünde olan Kant için oldukça çelişkili durumlar vardır.
Sentetik önermeler, “öznenin kavramına onda herhangi bir suretle düşünülmeyen bir
şey ekleyen” önermelerdir. Ve eğer varlıksal önermeler genelde sentetikse, bu
durumda “vardır”ın konunun tanımına bir şeyler ekleyen gerçek bir yüklem olması
lazımdır. Bu durumda Kant’ın problemi, birbiriyle bağdaşmaz olan şu üç iddiayı
uzlaştırmaya ihtiyaç duyması olmaktadır:
1) “Vardır” yalnız mantıksal bir yüklem olarak kullanılabilir ve dolayısıyla
konunun kavramına ne eklenebilir ne de onu genişletebilir.
2) “Vardır” sadece sentetik yargılarda bulunur.
3) Sentetik yargılarda, yüklem her zaman konunun kavramına eklenir.
Dolayısıyla, Kant’ın ismi özellikle “vardır” gerçek bir yüklem değildir iddiasıyla
ilişkili olsa da, bu tezin ikna edici bir savunmasını yapması zordur. Aslında, Kant’ın
kendi kelimeleri bu tezi savunduğu kadar inkâr ettiğini de göstermektedir. 128
Hartshorne da Kant’ın itirazlarında bir karışıklık olduğu kanaatindedir. Ona
göre, asıl mesele varlığın genel bir yüklem olup olmadığı sorusundan bağımsızdır.
127
Gerard J. Hughes, The Nature of God, Routledge, New York 1995, s. 10-11.
128
Everitt, The Non-Existence of God, s. 52.
53
Varlığın sadece ilâhî tabiatta yüklem olduğu, bir öncül değil sonuçtur. Bunu genel bir
kural olarak ifade etmek gerekirse, varlık bir yüklem (niteleyici) değildir. Ancak
Tanrı bunun dışındadır. Anselm bunun sebebini açık bir biçimde belirtmiştir. Çünkü,
Tanrı diğer varlıklar gibi değildir. 129 Ontolojik argümanın en önemli dayanak noktası
da Tanrı’nın diğer varlıklar gibi olmamasından dolayı bu tarz bir ispatlama
ayrıcalığına sahip olmasıdır. Varlığın yüklem olmadığı şeklinde bir itiraz bu yolla
herhangi olumsal bir varlığı ispatlamanın olduğu durumlarda söz konusu olabilir.
Çünkü varlık yüklem olmasa dahi zorunlu varlık bir yüklemdir.
Varlığın yüklem olup olmadığı meselesinde önemli bir görüş de G. Frege (18481925) ve B. Russell (1872-1970) tarafından öne sürülmüştür. Buna göre varlık,
nesnelere yüklenebilen ikinci derecede bir yüklemdir (second-order predicate).
Kavram ve nesne arasında bir ayrım yapılması gerektiğini söyleyen Frege’ye göre,
“Varlık sayılara benzemektedir. Varlığın olumlaması da sıfır rakamının inkârından
başka bir şey değildir.” 130 Dolayısıyla sayılar nesnelerin değil kavramların bir
niteliğidir. Aynı şekilde varlık da nesnelerin değil kavramların bir niteliğidir. Bu
yüzden Frege’ye göre ontolojik argüman başarısızlığa uğramıştır. Eğer varlık ikinci
derecede bir yüklemse, “Pegasus (kanatlı at) yoktur” şeklindeki hayali varlıklar
hakkındaki önermelerin durumu konusunda Frege farklı bir açılım getirmiştir.
Frege’ye göre, kavramlar hakkında ileri sürülen şeyin nesneler hakkında ileri
sürülmesi yanlış değildir, anlamsızdır ve hatta imkânsızdır. “Julius Ceasar
129
Hartshorne, “Six Theistic Proofs”, s. 162.
130
Gottlob Frege, The Foundations of Arithmetic: A Logico-Mathematical Enquiry into the Concept of
Number, Çev. J. L. Austin, Harpers & Brothers, New York 1960, s. 65.
54
mevcuttur” önermesi ne doğru ne yanlıştır, tıpkı “Julius Ceasar 42’dir” önermesinde
olduğu gibi anlamsızdır.131
Mackie de varlığı yüklem olarak değil, varlıksal niceleyici (existential quantifer)
olarak görenler arasındadır. Örneğin Mackie’ye göre, “Bedensiz ruhlar vardır (exist)”
yerine “Bedensiz ruhlar bulunmaktadır (there are…)” ifadesi kullanıldığı zaman, bu
yüklemin gerçekleştiğini veya örneksendiğini ifade etmektedir. 132 Bu görüşün
sonucu, varlığın ayrıca sahip olunması gereken bir nitelik olmasından ziyade, var
olan her şeyin aynı kümede bulunmasından kaynaklanan ikincil bir nitelik olduğudur.
Dolayısıyla bu görüşe göre, “zorunlu varlık” veya “mükemmel varlık” gibi
tanımlamasal içeriklerden hareketle, kavramların dışına çıkmadan Tanrı’nın varlığını
ispatlamak, bu kavramların kümesinin zorunlu olarak bir elemana sahip olduğunu
iddia etmek mümkün görünmemektedir.133 Bu durumda ontolojik argümanda
sorgulanması gereken şey, varlığın mükemmel varlık olan Tanrı’yı niteleyip
nitelemediği değil, en mükemmel varlığın varlık kümesi içinde örneksenip
örneksenmediğidir. Bu görüşte olanlara göre, ontolojik argümanda gramatik
yüklemle gerçek yüklem, şartlı varlıkla gerçek varlık birbirine karıştırılmıştır. 134
Varlığın yüklem olup olmadığı meselesine ilginç bir katkı da “vardır”ın özel bir
karakteri olduğu görüşü olmuştur. Buna göre varlık zorunlu olarak evrenseldir ve
tanımlayıcı bir yüklem olmaktan ziyade mantıksal olarak değişmez niteliktedir. Bu
131
Barnes, a.g.e., s.52.
132
Mackie, a.g.e., s. 46.
133
Reçber, Tanrı’yı Bilmenin İmkânı ve Mâhiyeti, s. 161-162.
134
Michael Palmer, The Question of God, Routledge, New York 2002, s. 15.
55
bir anlamda varlık yükleminin gereksiz olduğu anlamına da gelmektedir.
135
Ancak
varlığa hiçbir şekilde yüklem değildir demek de doğru değildir. Çünkü varlık yüklem
niteliği taşımayanlardan da farklılık gösterir. Varlık kavramının tikellerdeki
kullanımının önemine vurgu yapan Kearns, varlık kavramının çok daha temel
kavramlara indirgenemeyeceğine ve kendi ayakları üzerinde durabilen bir yüklem
olduğuna işaret eder.136
Ontolojik argümana dair itirazlar varlığın yüklem veya nitelik olmadığı yönünde
yoğunlaşmaktadır. Ancak argümandan ziyade argümana yöneltilen itirazlarda ciddi
karışıklıkların olduğunu görmek mümkündür. Zira yüklemlik kavramına yeterince
açıklık getirilmemiştir. Yüklem olmanın ontolojik ve semantik kriterlerine açıklık
getirilmediği müddetçe ontolojik argümana yönelik eleştirilerin geçerliliği ikna edici
olmaktan uzak olacaktır.137
Görüldüğü üzere, varlığın yüklem olup olmadığı meselesi tartışmaya açık bir
meseledir. Eğer varlık yüklem değilse, bir şeyin varlığını veya yokluğunu ifade eden
önermelere bir anlam vermek mümkün olmayacaktır. Yine aynı şekilde, varlığın
yüklem olmaması durumunda sadece zihinde bulunan “Kafdağı” gibi kurgusal
varlıklarla gerçek varlıklar arasındaki fark da göz ardı edilmiş olacak ve tüm varlık
135
Ayrıntılı bilgi için bkz. George Nakhnikian, Wesley C. Salmon, “ ‘Exists’ as a Pradicate”, The
Philosophical Review, Vol. 66, No. 4 (1957), s. 535-542.
136
J. T. Kearns, “The Logical Concept of Existence”, Notre Dame Journal of Formal Logic, Vol. 9,
1968, s. 322-323. Benzer bir yaklaşım için bkz. Barry Miller, “In Defence of Predicate ‘Exists’ ”,
Mind, New Series, Vol. 84, No. 335, 1975, s. 338-354.
137
J. W. Forgie, “Existence Assertions and the Ontological Argument”, Mind, New Series, Vol. 83,
No. 330, 1974, s. 262.
56
kategorileri (zorunlu, mümkün, imkânsız) eşit kabul edilmiş olacaktır. Onun diğer
yüklemler gibi bir yüklem olmadığı açıktır. Kant’tan beklenen de bu noktada varlığın
yüklem olmadığı şeklinde genel bir yargıyla ontolojik argümanı eleştirmek değil,
“Tanrı vardır” önermesinde varlığın bu özel durumunun olmadığını göstermektir.
c) Kant’ın İtirazlarının Anselm’in ve Descartes’ın Argümanıyla İlişkisi
Ontolojik argümana yönelik eleştiriler, görüldüğü üzere değişik şekillerde ortaya
konulmuştur. Bazı itirazlar argümanın belli formlarına yönelik iken, bazıları da genel
olarak argümanın bütününe yönelik olmuştur. Kant’ın bu eleştirilerinin ontolojik
argümanın geneline mi, Anselm’in argümanına mı yoksa Descartes’ın argümanına
mı yönelik olduğu konusunda da farklı görüşler mevcuttur. Bazı düşünürler bu
eleştirilerin Descartes’a yönelik olduğunu ama Anselm’in argümanına da aynı
şekilde uygulanabilir olduğunu iddia etmekte, bazıları ise Anselm’in argümanıyla bir
ilişkisi olmadığını düşünmektedir.
Kant’ın eleştirilerinin Anselm’in argümanı ile ilişkili olmadığını düşünenlerden
en önemlisi Plantinga’dır. Ona göre, “Anselm’in Kant’a kendi yolundan ilerlediği
için teşekkür etmesi gerekir. Çünkü Anselm bazı kavramları tanımlayan nitelik
listesinin içerisine var olmayı da ekleyerek Tanrı’yı tanımlamaya çalışmamıştır. Bu
Anselm’in prosedürü içinde böyleyse -kontenjan (olumsal) niteliklerin uygulandığı
kavrama basitçe var olmayı da ekleyerek yapıyorsa- gerçekten o zaman o, Kant’ın
eleştirisine maruz kalacaktır. Fakat Anselm bu şekilde yapmamıştır.”138
138
Plantinga, God, Freedom and Evil, s. 97.
57
Plantinga’ya göre, “Kant’ın argümanının gösterdiği şey, bir kimsenin “şeyleri
varlık içinde tanımlayamayacağı (cannot define things into existence)”dır; bu da bir
kimsenin hiç değilse olumsal olarak uygulamaya sahip olan bir kavrama varlığı
eklemekle, zorunlu olarak örneksenen bir kavram edinemeyeceğimizi gösterir. Eğer
Anselm hiç değilse olumsal olarak örneksenen bazı kavramlarla başlasaydı ve daha
sonra da ona varlığı ekleseydi, bu durumda muhakkak argümanı Kant’ın eleştirisinin
konusu olurdu. Fakat öyle değildir. O olumsal bir kavrama varlık yüklemini eklemek
suretiyle zorunlu bir varlık elde etmemiştir. Kant’ın itirazı, ne zorunlu varlıksal
önermelerin olmadığını ne de Tanrı vardır önermesinin zorunlu olmadığını
göstermiştir. Onun itirazının gösterdiği, 50 ile 55 arasında bir asal sayı olduğunun
olumsal bir önerme olduğunu göstermekten daha fazla bir şey değildir.”139
Gareth Matthews de Kant’ın eleştirisini Anselm’in argümanıyla ilişkili bulmaz.
Çünkü ona göre Anselm, Tanrı kavramına varlık kavramının veya gerçekte varlık
kavramının eklenmesinden bahsetmemektedir. Bunun yerine bizden istediği, sadece
zihinde olan bazı şeylerle gerçekte olanları karşılaştırmamızdır.140
Plantinga varlığın gerçek bir nitelik olup olmadığı tartışmasında önce bir niteliğin
gerçek olmasının ne olduğunu açıklar. Buna göre, bir P niteliği nitelikler listesine
eklenildiğinde ilk listedekiyle tanımlandığından daha farklı tanımlanması durumunda
gerçektir. Dolayısıyla, eğer biz P niteliğini gerçek olarak ele almak istiyorsak, ilk
olarak belli bir nitelikler listesi oluşturmalıyız. Bu liste, bir kavramı tanımlayacaktır.
139
Alvin Plantinga, “Kant’s Objection to the Ontological Argument”, The Journal of Philosophy, Vol.
63, No. 19, s. 545-546.
140
Gareth B. Matthews, “The Ontological Argument”, The Blackwell Guide to the Philosophy of
Religion, Ed. William E. Mann, Blackwell Publishing, 2005, s. 90.
58
Bu kavramı C olarak isimlendirelim. Daha sonra P’yi nitelikler listesine ekleyelim.
Sonuçlanan liste aynı zamanda bizim C+ diye isimlendirdiğimiz kavramı tanımlar.
Sonuç olarak “C ve C+ eşit midir?” diye sorarız, Eğer eşitse, ve bu P’yi eklediğimiz
herhangi bir liste için meydana gelecekse, P gerçek bir yüklem değildir. Diğer
yandan, C olana uygulanabilen fakat C+ olana uygulanamayan bir objenin olması
mümkünse, bu durumda kavramlar eşit değildir ve P gerçek bir yüklemdir.141 Bu
şekilde iki ayrı kategori oluşturan Plantinga, varlığın gerçek bir yüklem olup
olmadığını varlık kavramını eklediğimizde bu kategorilerde bir değişim olup
olmadığına bağlamaktadır.
Örnekle açıklamak için şu nitelikler listesini değerlendirelim:
Yuvarlaktır
Olgundur
Bu liste yuvarlak olma ve olgun olma kavramını tanımlamaktadır. Kırmızı
niteliğinin gerçek olup olmadığını bilmek istediğimizi farz edelim. Kırmızıdır’ın
gerçek bir yüklem olduğunu görebiliriz, çünkü onu listenin altına eklersek, yeni liste
yuvarlak olma ve olgun olma kavramına eşit olmayan bir kavramı tanımlar. Eski
liste, masamın üzerindeki yeşil elmaya uygulanabilir, fakat yeni liste,
Yuvarlaktır
Olgundur
Kırmızıdır
141
Chris Heathwood, “The Relevance of Kant’s Objection to Anselm’s Ontological Argument”,
Religious Studies, Vol. 47, 2011, s. 348-349.
59
uygulanamaz. Kırmızılığı listeye eklediğimizde eşit olmayan bir kavramı
tanımladığımızdan dolayı, kırmızılık gerçek bir yüklemdir. 142
Şimdi de ya bir kedi olma ya da bir kedi olmama niteliğini ele alalım. Bunu
listenin altına eklediğimizde şu sonuç ortaya çıkar:
Yuvarlaktır
Olgundur
Kırmızıdır
Ya bir kedidir ya da bir kedi değildir
Listedeki ilk üç özelliğe sahip olan fakat dördüncüsüne sahip olmayan bir
objenin bulunması imkânsızdır. Ayrıca dört üyeli bu liste ilk üç üyeli listede
tanımlanana eşit olmayan bir kavramı tanımlamakta başarısız olur. Bu ya bir kedi
olma ya da bir kedi olmama’nın önemsiz bir nitelik olmasının bir sonucudur;
herhangi bir şeyin bundan yoksun bulunması imkânsızdır.
Zorunlu bir biçimde her şey ya bir kedidir ya da bir kedi değildir, ya bir kedi
olma ya da bir kedi olmama’nın herhangi bir nitelik listesine eklenmesinin, benzer
şekilde yeni bir kavramı tanımlamada başarısız olacağı sonucu açıktır. Bundan da ya
bir kedi olma ya da bir kedi olmama’nın gerçek bir nitelik olmadığı sonucu çıkar.
Kant’ın da söylediği gibi, biz pek çok yüklemi bir şey olarak düşünürüz ve bir şeyin
ya bir kedi olduğunu ya da olmadığını söylediğimizde bir şeye en ufak bir eklemede
bulunmayız. 143
142
Heathwood, a.g.m., s. 349.
143
Heathwood, a.g.m., s. 349.
60
Peki varlık hakkında ne söylenebilir? Aynı nedenlerle, Plantinga’ya göre varlık
da gerçek bir nitelik değildir. Bir önceki listeye varlığın eklenmesinin sonucunu
değerlendirelim:
Yuvarlaktır
Olgundur
Kırmızıdır
Vardır
Zorunlu olarak bütün bu yuvarlak, olgun ve kırmızı olan şeyler, aynı zamanda
yuvarlaktır, olgundur, kırmızıdır ve vardır. Çünkü bir şeyin var olmadan yuvarlak,
olgun ve kırmızı olması düşünülemez. Bu durum genelleştiğinden dolayı, kendisine
varlığın eklendiği hiçbir liste, farklı bir kavramı tanımlamaz. Bu yüzden Plantinga’ya
göre varlık gerçek bir yüklem değildir. 144
Ancak bunun doğruluğu tartışılabilir. Kant’ın eleştirilerinin Anselm’in
argümanıyla ilişkili olduğunu savunanlar da bu noktanın üzerinde durmuşlardır.
Felsefede negatif varlıklar problemi olarak geçen ve Meinong’un ilginç bir çözüm
sunduğu görüşe göre, bazı şeylerin diğer tüm niteliklere sahip olmasına karşın
varlıktan yoksun olabilmesi mümkündür. Buna göre Kant’ın eleştirilerinin Anselm’in
argümanıyla ilgili olduğunu savunanlar, Anselm’in argümanının, tıpkı Meinong’unki
gibi, varlığın bazı şeylerin sahip olabileceği ve diğerlerinin yoksun olabileceği, bir
144
Heathwood, a.g.m., s. 350.
61
şeye “bir ekleme yapan” gerçek bir nitelik olduğu fikrine bağlı olduğu düşüncesine
dayanırlar.145
Meinong öncelikle zihinde var olma ve gerçekte var olma ayrımı yapar.
Meinongculuğa göre gerçekte var olma gerçek bir yüklemdir, çünkü bazı kavramları
genişletmektedir. Aşağıda birtakım nitelikler listesi vardır: Biz bir kavramı gerçekte
var olmayı (exist in reality) listeye ekleyerek tanımladığımızdan daha farklı
tanımlayabiliriz. Çünkü Meinongculuğa göre, bazı şeyler gerçekte var olmaksızın
sadece zihinde var olabilir. Gerçekte var olma önemsiz bir nitelik değildir.146
Aşağıdaki listeyi değerlendirelim:
Neşelidir
Kuzey Kutbu’nda yaşar
Yılbaşında hediyeler bırakır
Zihinde vardır
Bu listeye ‘S’ diyelim. Şimdi de ‘S+’ listesini değerlendirelim:
Neşelidir
Kuzey Kutbu’nda yaşar
Yılbaşında hediyeler bırakır
Zihinde vardır
Gerçekte vardır
145
Heathwood, a.g.m., s. 350.
146
Heathwood, a.g.m., s. 353.
62
Meinongculuğa göre, S’de tanımlanan kavramla S+’da tanımlanan kavram
birbirine eşit değildir. S’nin bütün üyelerine sahip olup, S+’nın bütün üyelerine sahip
olmayan bir obje düşünülebilir. Meinongcu görüşe göre, biz gerçekte var olma
özelliğine sahip olmaksızın diğer tüm özelliklere sahip olabilen bir objeye sahip
olabiliriz ve bu şeyin mevcut olduğunu söylediğimizde (is), o şeye ekleme yapmış
oluruz.147
Bütün bu değerlendirmelerden sonra Kant’ın itirazının Anselm’in argümanının
hangi öncülüne yönelik olduğu tartışmasına geçebiliriz:
1) Tanrı zihinde vardır fakat gerçekte yoktur.
2) Gerçekte varlık sadece zihinde varlıktan daha büyüktür.
3) Tanrı’nın gerçekte varlığı kavranılabilirdir.
Kant’ın itirazının Anselm’in argümanıyla ilgili olduğu görüşünde olan
düşünürler genel olarak bu itirazın 1. varsayıma yönelik olduğunu düşünmektedirler.
Yani, bu eğer Tanrı’nın varlığını reddediyorsa, bir kimsenin 1. varsayımı kabul
etmek zorunda olduğu iddiasına yönelik bir itirazdır. Kant’a göre, bir kimse 1.
varsayımı kabul etmek suretiyle de Tanrı’nın varlığını reddedebilir ve aşağıdakini
kabul edebilir:
0) Tanrı yoktur
1) Tanrı zihinde vardır fakat gerçekte yoktur.
147
Heathwood, a.g.m., s. 354.
63
Anselm’in 0’dan 1’e geçmesini Meinongculuk olarak isimlendirdiğimiz negatif
varlıklar problemine sunulmuş çözümü destekler şekilde görebiliriz. Meinongculuk
ontolojik bir tez veya tezler serisidir:
i)
İki tür varlık vardır: Gerçekte varlık ve zihinde varlık.
ii)
Bazı şeyler gerçekte var olmaksızın zihinde vardır; diğer şeyler ise
hem gerçekte hem de zihinde vardır.
Meinongcu ontolojiye dayanarak şu semantik teze ulaşmak mümkündür:
Negatif varlıklar problemine Meinongcu çözüm: ‘x yoktur’ formundaki bir
önerme doğrudur, ancak ve ancak x zihinde var fakat gerçekte yoksa. 148
Kant’ın görüşü, varlığın gerçek bir nitelik olmadığını söyler. Büyük olasılıkla
Kant’ın görüşü, gerçekte var olmanın gerçek bir nitelik olmadığı anlamına gelir.
Açıkça bu şekilde yorumlanan Kant’ın görüşü, 0’dan 1’e çıkarım yapmakla şu
şekilde ilgili olabilir. Bir kimse şunu ileri sürer:
0) Tanrı yoktur
Anselm bundan,
1) Tanrı zihinde vardır fakat gerçekte yoktur.
sonucunu çıkarmak için, iki tür varlık çeşidi olduğunu ve 0’ın doğru olmasının
konunun bu iki varlık çeşidinden birine (zihinde varlık) referansta bulunmasını
gerektirdiğini fakat diğerine (gerçekte varlık) gerektirmediğini öne sürer. Yani,
148
Heathwood, a.g.m., s. 351-352.
64
negatif varlıklar problemine Meinongculuk gibi bir çözüm sunar. Fakat eğer
Meinongculuk gibi bir teori doğruysa, gerçekte var olma gerçek bir yüklem olacak
ve Kant’ın görüşü kendi kendisiyle çelişiyor olacaktır. Çünkü Meinongculuğa göre
gerçekte var olma bazı kavramları genişlettiği için gerçek bir yüklemdir. 149
Görüldüğü üzere Kant’ın ontolojik argümana yönelttiği eleştiriler, hem Kantçı
felsefenin varsayımları açısından hem de ontolojik argümanın mantığı açısından
tartışmaya oldukça açıktır. Kant’ın teistik argümanları, özellikle de ontolojik
argümanı eleştirisinin kabul edilmesi için öncelikle onun felsefesindeki temel
varsayımların kabul edilmesi gerekmektedir. Ancak onun kategorilerin kullanımı,
numen-fenomen ayrımı için öne sürdüğü gerekçeler ve bilimsel bilginin şartı olarak
sentetik a priori yargı görüşü kendisine mantıkî bir temel bulamamıştır. Bilgiyi
duyulur alanla sınırlandırma amaçlı öne sürdüğü bu varsayımlar, gerek
rasyonalistleri gerek ampiristleri tatmin etmeyi başaramamıştır.
Bu varsayımlar üzerine kurduğu Tanrı’nın saf akılla ispatlanamadığı, onun
pratik aklın bir konusu olduğu, bilginin konusu olmadığı tezi ise onu Tanrı’nın
varlığının sırf imanın konusu olduğunu söylemeye götürmüştür. Bu ise onun
varoluşçu bir yaklaşım içinde olup olmadığı sorusunu akla getirmiştir. Ayrıca klasik
tesitik argümanları eleştirdikten sonra Tanrı’nın varlığını ahlâktan yola çıkarak ispata
çalışması, onu Tanrı’yı ispatlamak için değil kendi felsefesindeki bir boşluğu
doldurmak için bu yola başvurduğu eleştirilerine maruz bırakmıştır.
Kant’ın ontolojik argümanı çürüttüğü tezi de isabetli görünmemektedir. Çünkü
Kant Tanrı’yı bilme konusunda onu duyu dünyasının kavrayabileceği bir şey olarak
149
Heathwood, a.g.m., s. 353.
65
düşünmüş, O’nu diğer olumsal varlıklarla aynı kategoriye sokmuştur. Oysa ontolojik
argümanda iddia edilen, Tanrı’nın diğer varlık kategorilerinden ayrıcalıklı bir
konuma sahip olduğudur.
Yine varlığın yüklem olamayacağı tezini zaten Kant’ın kendi felsefî sistemi
çürütmektedir. Çünkü varlığın yüklem olamayacağı tezi, bütün varlıksal önermelerin
sentetik olması gerektiği tezi ile uyuşmamaktadır. Bu durumda Kant’ın eleştirilerinin
etkili olabilmesi için bütün varlıksal önermelerin sentetik olduğu şekliyle ontolojik
argümana eleştiri yöneltmekten ziyade, Tanrı’ya dair bir varlıksal önermenin neden
analitik olamayacağını
göstermesi gerekmektedir.
Zira ontolojik argümanı
savunanlar, bu yolla bir şeyin varlığını ispatlamanın yalnız Tanrı için geçerli olduğu
kanaatindedir. Yine aynı şekilde Kant’ın varoluşsal önermelerin neden zorunlu
olamayacağına da makul bir açıklama getirmesi gerekmektedir. Aksi takdirde
ontolojik argümana yönelttiği eleştiriler ikna edici olmayacaktır.
Dikkatle bakıldığında görülecektir ki, Kant varlık kavramını genel bir bakış
açısıyla yüzeysel biçimde incelemiştir. Varlık genel manada belli niteliklere sahip
olmanın ön koşulu olabilir. Ancak Kant varlığın zorunlu olarak var olmak veya
olumsal olarak var olmak, zihinde var olmak veya gerçekte var olmak gibi bazı
durumlardaki belirleyici rolünü göz ardı etmiştir. Ontolojik argümandaki mantık
örgüsüne, kendisinden daha büyüğü düşünülemeyenin yokluğunu düşünmenin
çelişkili olduğuna dair varlığın yüklem olmadığı şeklindeki iddia elle tutulur bir
cevap niteliği taşımamaktadır.
66
2. Kantçı Eleştiriden Sonra Ontolojik Argüman
Kant’ın eleştirilerinden sonra ontolojik argümana ağır darbe vurulduğu iddia
edilse de, kendisinden sonra bazı filozoflarca bu argüman ciddi biçimde
savunulmuştur. Hartshorne, Malcolm ve Plantinga’nın da aralarında bulunduğu bu
filozoflar modern mantığı temel alarak ontolojik argümanlarını geliştirmişlerdir.
Kant’ın varlığın gerçek bir yüklem olmadığı eleştirileri birtakım filozofları bu
eleştirinin uygulanamadığı bir argüman geliştirmeye yöneltmiştir. Bunlardan biri
olan Hartshorne, Anselm’in Proslogion adlı eserinde iki farklı versiyon
bulunduğundan hareketle bir ontolojik argüman geliştirmiştir. Buna göre,
Proslogion’un III. bölümünde II. bölümünden farklı olarak Tanrı’nın varlığından
ziyade, Tanrı’nın zorunlu varlığı konu edinilmiştir. 150
Hartshorne ve Malcolm’a göre, Anselm’in argümanında modal bir versiyon
bulunmaktadır. Ancak bu kanaatte olmayan Barnes, Oppenheimer ve Zalta gibi bazı
düşünürler
Anselm’in
argümanında
modal
bir
versiyon
bulunmadığını
savunmaktadır. Onlara göre bu argüman, “x gibi bir şey mevcuttur” demekle “x
varlık niteliğine sahiptir” demek arasındaki farka dayanmaktadır. Bu ayrım aynı
zamanda x’in varlığı (being of x) ve mevcudiyeti (existence of x) ayrımına da tekabül
etmektedir.151
150
Daniel A. Dombrowski, Rethinking the Ontological Argument, Cambridge University Press, New
York 2006, s. 13.
151
Paul E. Oppenheimer, Edward N. Zalta, “On the Logic of the Ontological Argument”,
Philosophical Perspectives, Vol. 5, 1991, s. 1-2.
67
Hartshorne’a göre, Tanrı veya mükemmellik kavramı olumsal değildir. O ya
imkânsızdır ya da zorunludur. Hiçbir şey doğası gereği çelişkili veya anlamsız
olmadıkça imkânsız olamayacağı için ve Tanrı da anlamsız olmadığı için zorunlu
olarak vardır. 152 Dolayısıyla Hartshorne’un düşüncesinde ontolojik argüman,
Tanrı’nın olumsal olması durumunun anlamsız olduğunu içerir. Tanrı’nın imkânsız
olması durumu olmadığı için de zorunlu olarak var olduğu sonucuna ulaşır.
Hartshorne’un argümanı şu şekilde formüle edilebilir:
1. En mükemmelin varlığı ancak ve ancak zorunlu olabilir.
2. En mükemmelin zorunsuzluğu, onun zorunsuzluğunun zorunluluğunu
gerektirir.
3. İkincisinin yanlışlığının zorunluluğu, birincisinin yanlışlığının zorunluluğunu
gerektirir.
4. En mükemmel ya zorunlu olarak vardır ya da imkânsızdır. (1 ve 2’den)
5. En mükemmelin varlığı imkânsız değildir.
6. En mükemmel zorunlu olarak vardır. (4 ve 5’ten) 153
Hartshorne buradaki en problemli öncülün 5. öncül olduğunu belirtir. Ancak 5.
öncül olmasa dahi, akıl yürütmenin en mükemmel olanın varlığının veya yokluğunun
olumsal olarak olamayacağını kanıtlar. O’nun varlığı ya zorunludur ya da mantıksal
152
Hartshorne, The Logic of Perfection and Other Essays in Neoclassical Metaphysics, Open Court
Publishing Company, LaSalle 1962, s. 69.
153
Hartshorne, “The Logic of the Ontological Argument”, The Journal of Philosophy, Vol. 58, No.
17, 1961, s. 471.
68
olarak varlıktan yoksundur. Dolayısıyla “ampirik teizm” ve “ampirik ateizm” mantık
dışı olmaktadır.154
Hartshorne ve Malcolm’un göstermek istediği şey, “Eğer Tanrı varsa zorunlu
olarak vardır” şeklindeki önermenin içerisinde bir çelişki barındırdığıdır. Çünkü,
“zorunlu” terimi Tanrı’nın yokluğunun imkânsızlığına işaret ederken, “eğer/if”
Tanrı’nın yokluğunun imkânına işaret etmektedir. Yani, “eğer” ve “zorunlu”
kavramları aynı önerme içinde kullanılmamalıdır.155 Böylece bu iki filozof da
Kant’ın “Önermelerin mutlak zorunluluğu, şeylerin şartlı zorunluluğuna eşittir.”156
görüşüne karşı çıkmıştır. Bu da aynı zamanda Kant’ın üçgen örneğine bir itiraz
demektir.
Çünkü,
bu
önermedeki konunun
inkârının
olabilirliğine
zemin
hazırlamaktadır. Malcolm’un da haklı bir biçimde ifade ettiği gibi, “Üçgen üç açıya
sahiptir” ve “Tanrı zorunlu varlıktır” önermeleri her ikisi de a priori olmasına karşın
herhangi bir uyumdan söz etmek mümkün değildir. “Üçgen üç açıya sahiptir”
önermesini “Eğer bir üçgen varsa (ki olmaması da mümkündür), üç açıya sahiptir”
şeklinde şartlı olarak ifade etmek mümkündür. “Tanrı zorunlu varlıktır” önermesini
ise, herhangi bir çelişkiye düşülmeksizin şartlı olarak ifade etmek mümkün
değildir. 157
154
Hartshorne, a.g.m., s. 472.
155
Donald Wayne Viney, Charles Hartshorne and the Existence of God, State University of New
York Press, New York 1985, s. 49.
156
Kant, Critique of Pure Reason,, A594-B622, s. 564.
157
Norman Malcolm, “Anselm’s Ontological Arguments”, The Philosophical Review, Vol. 69, No.1,
1960, s. 58-59.
69
Hartshorne’un bu argümanına “zorunlu” teriminin kullanımının belirsizliğinden
dolayı
eleştiriler
yöneltilmiştir.
Zorunluluğun
anlamlarından
biri,
analitik
önermelerin mantıksal zorunluluğu, diğeri ise ontolojik veya gerçek zorunluluktur.
Hartshorne, burada argümanında kastettiği zorunluluğun mantıksal zorunluluk
olduğunu ifade etmiştir. Ancak Hick’e göre, Anselm’in kastettiği zorunluluk ise
mantıksal zorunluluk değil ontolojik zorunluluktur.158
Hick, bu durumda Anselm’in argümanının şu şekilde ifade edilebileceğini
belirtir:
1. “Tanrı vardır” ifadesi, Tanrı’nın sonsuz olarak var olduğu anlamına gelir.
2. Tanrı ya sonsuz bir şekilde vardır ya da Tanrı’nın sonsuz bir şekilde var olduğu bir
durum yoktur.
3. Tanrı’nın sonsuz bir şekilde var olmadığı, Tanrı’nın var olmadığı sonsuz bir
durumun olduğu anlamına gelir.
4. Tanrı ya sonsuz olarak vardır ya da Tanrı’nın var olmadığı sonsuz bir durum vardır.
5. Tanrı’nın var olmadığı sonsuz bir durumun olması, Tanrı’nın sonsuz olarak var
olmadığı anlamına gelir.
6. Tanrı ya sonsuz olarak vardır ya da Tanrı’nın var olmadığı sonsuz bir durum
vardır.159
Ancak Hick’e göre, burada zorunluluk ontolojik veya olgusal olarak
yorumlanırsa argüman bundan sonra ilerleyemez. 6. önermeyi çözümleyerek sonsuz
bir varlığın var olup olmadığı sonucunu çıkarmak mümkün değildir. İlahi tabiat
sonsuz olarak tanımlandığı için ya olgusal olarak zorunlu (sonsuz olarak var olduğu)
ya da olgusal olarak imkânsız olduğu (sonsuz olarak var olmadığı) ispatlanmıştır.
158
Hick, a.g.e., s. 95-96.
159
Hick, a.g.e., s. 96.
70
Hartshorne ise bu noktadan sonra olgusal zorunluluktan mantıksal zorunluluğa geçiş
yapmıştır. Argüman bundan sonra şu şekilde ilerlemektedir:
6. Ya “Tanrı vardır” mantıksal olarak zorunludur ya da “Tanrı yoktur” mantıksal olarak
zorunludur.
7. “Tanrı yoktur” mantıksal olarak zorunlu değildir.
8. “Tanrı vardır” mantıksal olarak zorunludur.
9. “Tanrı vardır”ın mantıksal olarak zorunlu olması, “Tanrı vardır”ı içerir.
10. Tanrı vardır.
Hick’e göre, ontolojik argümanın bu ikinci versiyonu da birinci versiyona
yöneltilen Kant’ın gerçek varlığın sırf kavramlardan çıkarılamayacağı eleştirisinden
kurtulamamaktadır.160 Ancak bir kavramın dışına çıkılarak varlık ispat etmenin daha
çok mümkün varlıklar için geçerli olduğu burada da ifade edilebilir. Bu yolla ancak
Tanrı’nın zorunlu varlığını ispat etmek mümkündür.
Ontolojik argümanın son dönem savunucularından Malcolm da Hartshorne’un
argümanına büyük ölçüde benzer bir argüman geliştirmiştir. Ona göre de Anselm iki
farklı versiyon geliştirmiştir. Birincisinde Tanrı’nın varlığından bahsederken,
ikincisinde Tanrı’nın zorunlu varlığından bahsetmiştir.
Malcolm, Anselm’in Proslogion adlı eserinin II. bölümündeki ontolojik
argümanın varlığın bir mükemmellik ve dolayısıyla gerçek bir yüklem olduğu tezine
dayandığı için hatalı olduğunu düşünür. Ancak bu eleştirinin Anselm’in ontolojik
argümanının diğer formuna uygulanamayacağını belirtir. 161 Buna göre, Anselm
160
Hick, a.g.e., s. 96-97.
161
Malcolm, a.g.m , s. 44.
71
ikinci argümanında varlığı değil, yokluğunun mantıksal imkânsızlığını mükemmellik
olarak belirtmiştir. Yani zorunlu varlığı mükemmellik olarak görmüştür.162
Malcolm’un argümanı şu şekilde formüle edilebilir:
1. Eğer Tanrı var değilse, O’nun varlığı mantıksal olarak imkânsızdır.
2. Eğer Tanrı varsa, O’nun varlığı mantıksal olarak zorunludur.
3. Dolayısıyla, Tanrı’nın varlığı ya mantıksal olarak zorunlu ya da mantıksal
olarak imkânsızdır.
4. Eğer Tanrı’nın varlığı mantıksal olarak imkânsız ise, Tanrı kavramında
çelişki var demektir.
5. Fakat Tanrı kavramının çelişkili olduğu ispatlanamamıştır.
6. Dolayısıyla Tanrı’nın varlığı mantıksal olarak zorunludur.
Malcolm’a göre, Anselm’in kanıtlamak istediği şey, olumsal varlık veya olumsal
yokluk kavramlarının Tanrı’ya uygulanabilirliğinin olmadığıdır. Tanrı’nın varlığı ya
mantıksal olarak zorunludur ya da mantıksal olarak imkânsızdır. Dolayısıyla
Tanrı’nın kâdir olduğundan ziyade zorunlu olarak kâdir olduğundan, âlim
olduğundan ziyade zorunlu olarak âlim olduğundan bahsedilmesi gerekmektedir. Bu
durumda zorunlu varlık da Tanrı’nın zorunlu kâdir veya zorunlu âlim olması gibi
O’nun bir niteliğidir. 163
Varlığın bir mükemmellik olduğu tezinin ilginçliğine değinen Malcolm, varlığın
karakter olarak çok farklı olduğunu düşünür. Örneğin gelecekteki evimin yalıtım
162
Malcolm, a.g.m., s. 46.
163
Malcolm, a.g.m., s. 49-50.
72
yapılmış hâlinin yalıtım yapılmamış hâlinden daha iyi olacağı anlamlı olabilir. Fakat
gelecekteki evimin var olduğu hâlinin var olmadığı hâlinden daha iyi olacağını
söylemek anlamlı olmayacaktır. Aynı durum Tanrı için de geçerli olacaktır.
Tanrı’nın var olduğu durumda var olmadığından daha mükemmel olması buna
benzerdir. Varlığın gerçek bir yüklem olmadığı konusunda Kant’a katılan Malcolm,
Anselm’in
ilk
argümanının
geçersiz
olduğu,
Tanrı’nın
zorunlu
varlığını
temellendirdiği ikinci argümanının geçerli olduğu kanaatindedir. 164
Malcolm, konunun iptal edilmesi durumunda yüklemin de reddedilebileceği
tezine karşı çıkar. Zira Anselm’in de ifade ettiği gibi Tanrı kavramının anlamını
gerçekten anlayan birisinin bu kavramı reddetmesi düşünülemez. 165
Malcolm, ontolojik argümandaki karışıklıklardan birinin “Tanrı zorunlu olarak
vardır” önermesinin varlıksal bir önerme olup olmadığı olduğunu belirtir. Ancak ona
göre, varlık bildiren bütün önermelerin aynı tür varlık bildirdiğini düşünmek
yanlıştır. Bahsedilen konuların çeşidi kadar varlıksal önermelerin de çeşidi vardır. 166
Kant’ın bu varlıksal önermelerin sentetik olduğu görüşüyle yakından ilgili bir
diğer görüş de, bütün varlıksal önermelerin olumsal olduğu görüşüdür. Bu görüşe
göre, varlıksal önermeler
herhangi bir
mantıksal çelişkiye düşülmeksizin
reddedilebilir. Hiçbir varlıksal önerme mantıksal olarak zorunlu olamaz. Tanrı’nın
164
Malcolm, a.g.m., s. 43-44.
165
Malcolm, a.g.m., s. 51.
166
Malcolm, a.g.m., s. 52-53..
73
varlığı da buna dâhildir.167 Bu görüşü savunanlardan biri Findlay’dir. Ona göre,
Tanrı’nın varlığı mantıken imkânsızdır. Tanrı’nın varlığıyla ilgili argümanları
zihindeki birtakım yasalarla veya olgularla temellendirmek mümkün değildir.
Tanrı’nın varlığı ancak teistik çerçevede zorunlu olabilir. Düşünce açısından
Tanrı’nın varlığının zorunluluğundan bahsetmek mümkün değildir. Zorunluluk ancak
önermelere mahsus bir durumdur, dilin kullanımıyla ilgilidir. 168
Malcolm, Findlay’in Tanrı’nın varlığının ya anlamsız ya da imkânsız olduğu
görüşüne bunun bir açıklamasını veremeyeceği gerekçesiyle karşı çıkmaktadır.
Çünkü o bu görüşünün hiçbir şeyin zorunlu niteliklere sahip olamayacağı sonucunu
açıklayamayacaktır. Bu görüş matematiğin ve onun yargılarının da anlamsız ve
imkânsız olduğu sonucunu da gerektirecektir ki, bu kimsenin istemediği bir
sonuçtur.169
Malcolm’un argümanına eleştiri yöneltenlerden birisi de Plantinga’dır. Plantinga,
zorunlu varlık kavramını birkaç büyüklük oluşturacak nitelikten sadece birisi olarak
görür. Ona göre, bir şeyin zorunlu olması diğerlerinden büyük olması için tek başına
yeterli değildir. Ayrıca bu argüman, söz konusu varlığın gerçek dünyada var
olduğunu değil, var olabilirliğini göstermektedir ve bu sonuç yetersizdir. 170
167
Malcolm, a.g.m., s. 53.
168
Aydın Topaloğlu, Teizm ya da Ateizm: Tanrıtanımazlığın Felsefî Boyutları, Kaknüs Yay., İstanbul
2001, s. 156.
169
Malcolm, a.g.m., s. 55.
170
Plantinga, God, Freedom and Evil, s. 104-105.
74
Plantinga da ontolojik argümana felsefî sisteminde ayrıcalıklı bir yer tanıyan
filozoflardandır. Ona göre, bu argüman Anselm’in formülasyonundan beri filozofları
büyülemiştir. Pek çok filozof bu argüman hakkında bir şeyler söyleme ihtiyacı
hissetmiştir. İlk olarak, felsefenin karmaşık ve zor birçok problemi bu argümanda
toplanmıştır: Varlık bir nitelik midir? Varoluşsal önermeler zorunlu olarak doğru
mudur? Negatif varlıksal önermeleri nasıl anlamalıyız? Var olmayan bazı nesneler
var mıdır? Varsa bunlar bazı özelliklere sahip midir? Onlar var olan şeylerle
karşılaştırılabilir mi? Bu ve buna benzer pek çok problem Anselm’in argümanı ile
birlikte ortaya çıkmaktadır. İkinci olarak, argümanında yanlış olduğu iddia edilen
şeyi tam olarak söylemek zordur. Herkesi ikna edecek genel bir eleştiriyi hiçbir
filozofun ortaya koymadığı bir gerçektir. Filozofların çoğu, kavramsal alandan
gerçek dünyaya köprü oluşturulamayacağını ve Kant’ın “Varlık bir yüklem değildir”
şeklindeki düşüncelerini belirtmişlerdir. Fakat Kant da Plantinga’ya göre, varlığın
yüklem olamayacağını ve Anselm’in argümanının bunu gerektirdiğini tam olarak
açıklayamamıştır. 171
Plantinga, modal mantığı kullanarak diğer ontolojik argüman versiyonlarından
daha farklı bir ontolojik argüman geliştirmiştir. Anselm’in argümanını mümkün
dünyalar semantiği açısından yeniden formüle eden Plantinga, Anselm’in
argümanının
en
iyi
reductio
ad
absurdum
(saçmaya
indirgeme)
olarak
anlaşılabileceğini ifade eder.172
171
Plantinga, God, Freedom and Evil, s.85-86; Plantinga, The Nature of Necessity, Clerandon Press,
Oxford 1974, s. 196.
172
Plantinga, The Nature of Necessity, s. 198.
75
Plantinga, Anselm’in kabaca şunu ifade etmeye çalıştığını düşünür: Herhangi bir
x varlığı ve W ve W* dünyaları ele alındığında, eğer x, W dünyasında var olup W *
dünyasında var olmazsa, bu durumda x’in W dünyasındaki büyüklüğü W *
dünyasındaki büyüklüğünü aşar. Ya da, x bir W dünyasında var değilse, bu durumda
x’in W’deki büyüklüğünü aştığı en azından bir dünya vardır. 173
Plantinga’nın argümanı mümkün dünyalar semantiği esas alınarak şu şekilde
ifade edilebilir:
1. Tanrı gerçek dünyada var değildir.
2. Herhangi bir varlık için x ve herhangi bir dünya için W diyelim; eğer x, W’de var
değilse, o zaman x’in W*’deki büyüklüğünün x’in W’deki büyüklüğünü aştığı bir W*
dünyası vardır.
Mümkün dünyalar açısından 3 numaralı öncül yeniden ifade edilecek olursa;
3. Tanrı’nın var olduğu mümkün bir dünya vardır.
4. Eğer Tanrı gerçek dünyada var değilse, bu durumda Tanrı’nın W*’deki
büyüklüğünün Tanrı’nın gerçek dünyadaki büyüklüğünü aştığı bir W* dünyası
vardır.
5. Bundan dolayı, Tanrı’nın W*’deki büyüklüğünün Tanrı’nın gerçek dünyadaki
büyüklüğünü aştığı bir W* dünyası vardır.
6. Böylece, x’in Tanrı’nın W*’deki büyüklüğünün Tanrı’nın gerçek dünyadaki
büyüklüğünü aştığı mümkün bir x varlığı ve W* dünyası vardır.
7. Bu nedenle, var olan Tanrı’dan daha büyük bir varlığın olması mümkündür.
8. Öyleyse, kendisinden daha büyük bir varlığın olmasının mümkün olmadığı bir
varlıktan daha büyük bir varlığın olması mümkündür.
9. Ancak kendisinden daha büyük bir varlığın olmasının mümkün olmadığı bir
varlıktan daha büyük bir varlığın olması mümkün değildir.
173
Kemal Batak, Tanrı’yı Bilmek, İz Yay., İstanbul 2008, s. 54.
76
Sonuç olarak, gerçek dünya kendisinden daha büyük bir varlığın olmasının
mümkün olmadığı bir varlığı içermektedir. 174
Plantinga’nın bu argümanına da çeşitli eleştiriler yöneltilmiştir. Argümana dair
en önemli eleştiriler M. Martin ve Mackie tarafından gelmiştir. Argümana yönelik
eleştiriler genellikle “Maksimum büyüklüğün gerçekleştiği bir mümkün dünya
vardır” öncülünün kabul edilebilirliği üzerinde yoğunlaşmıştır. Martin’e göre,
Plantinga oluşturduğu bu argümanın Tanrı’nın varlığının kesin bir kanıtlaması
olduğuna inanmaz. Çünkü bu öncül rasyonel bir şekilde oluşturulmadığından,
rasyonel kişiler tarafından reddedilmesi mümkündür. Ancak bu öncül akla karşıt da
değildir. Dolayısıyla Plantinga bu argümanıyla teizmin doğruluğunu değil, onun
“rasyonel kabul edilebilirliğini” temellendirmiştir. 175
Yine Martin Gaunilo’nun eleştirisine benzer bir şekilde bu argüman formunun
kullanılarak hayali varlıkların varlığının da rasyonel olarak kabul edilebilirliğinin
gösterilebileceğini belirtir. Dolayısıyla Martin’e göre, Plantinga’nın bu argümanı da
daha önceki ontolojik argüman versiyonlarından daha başarılı değildir. 176
Mackie de, önceden teizmi kabul etmeyen bir kişinin Plantinga’nın “Maksimum
büyüklüğün gerçekleştiği bir mümkün dünya vardır” öncülünü kabul etmesi için bir
neden olmadığını savunur ve Plantinga’yı bir karşı argümanla eleştirir. Ona göre, bir
kişi Plantinga’nın bu öncülünün karşıtı olarak hiçbir maksimumluğa sahip olmama
174
Plantinga, God, Freedom and Evil, s. 100-101.
175
Michael Martin, Atheism: A Philosophical Justification, Temple University Press, Philadelphia
1990, s. 93.
176
Martin, a.g.e., s. 94-95.
77
durumunun mümkün bir şekilde örneklendiğini savunabilir. Bu durumda, hiçbir
maksimumluğa sahip olmama durumunun örneklendiği ve maksimum büyüklüğün
örneklenmediği mümkün bir dünya olacaktır. Ancak maksimum büyüklük tüm
dünyalarda örneksenmemişse hiçbirinde örneksenmemiştir. Dolayısıyla maksimum
büyüklüğün örneklendiği hiçbir mümkün dünya yoktur ve maksimum büyüklük
mümkün değildir.177 Dolayısıyla Mackie’ye göre, Plantinga bu iki zıt öncülden
birisini tercih etmek için herhangi bir neden göstermemiştir.
Plantinga’nın argümanı diğer ontolojik argüman versiyonlarından varlığı veya
zorunlu varlığı bir yüklem olarak kabul edip etmeme noktasında ayrılmaktadır. Buna
göre, varlık bir yüklem olmaktan ziyade maksimum büyüklük ve maksimum
mükemmelliğin gerçekleşmesi için bir ön koşuldur. Çalışmamızın sınırlarını aşması
dolayısıyla Plantinga’nın argümanına bu kadar değinmenin kâfî olacağını
düşünmekteyiz. Görüldüğü üzere Plantinga da ontolojik argüman hakkındaki
tartışmalara yeni ve farklı bir ivme kazandırmıştır.
177
Mackie, a.g e., s. 59.
78
SONUÇ
Tanrı’nın varlığını ispat etmek için geliştirilen ontolojik argüman, felsefenin pek
çok çetrefilli meselesini içinde barındırdığı için geçmişte olduğu gibi bugün de
dikkatleri üzerine çekmeye devam etmektedir.
Tanrı’nın varlığının açık ve seçik olarak akılla bilinip bilinemeyeceği konusuyla
da yakından alakalı olan bu argüman birçok filozofun eleştirisine maruz kalmıştır.
Bu eleştirilerin en önemlisi sayılabilecek olan Kant’ın eleştirisi, Tanrı’nın varlığının
a priori yollarla sırf akılla ispat edilmesine bir karşı çıkıştır. Klasik teizmin
varsayımlarından oldukça farklı varsayımlarla hareket eden Kant teist gelenekte
önemli bir yer tutan, ontolojik kanıta da kısmen kaynaklık eden “doğuştan bilgi”
anlayışına ve dolayısıyla Tanrı’nın açık ve seçik olarak bilinebilmesine de karşı
çıkmıştır.
Kant’ın felsefi sistemini bilgiye sınır getirme çabası olarak görmek mümkündür.
Bilginin duyusal alanla sınırlandırılması gerektiğini savunan Kant’ın bu konudaki en
önemli dayanaklarından biri numen-fenomen ayrımıdır. Duyusal alanın dışındaki
alanı numen olarak adlandıran Kant’a göre bu alanın bilgisine ulaşmamız mümkün
değildir. Tanrı da bu alana dâhil olduğundan dolayı Tanrı hakkında bilgiye sahip
olmamız da mümkün değildir. Tanrı kavramı oldukça faydalı bir kavramdır ancak
aklın değil imanın meselesidir. Kant’ın bilgiyi duyusal alanla sınırlandırma
konusunda yeterli dayanağının veya böyle bir hakkının olup olmadığı ise ciddi
tartışma konusudur.
İşte Kant’ın ontolojik argümanı eleştirisi de temelde Tanrı’nın bilinemezliği
varsayımına dayanmaktadır. Kant’a göre, ontolojik argümanın iddiası olan Tanrı
kavramında herhangi bir çelişkinin bulunmaması, sadece o kavramın mantıksal
imkânını kanıtlar. Asıl problem, Tanrı kavramına nesnel bir karşılık olup olmadığı
meselesidir ve bir şeyin gerçek varlığını o şeyin kavramsal çözümlemesinden
çıkarmak imkânsızdır, o kavramın dışına çıkılarak gerçek dünyada ispatlanmalıdır.
Ancak her şeyin varlığını bu yöntemle ispatlamak mümkün değildir. Bu yöntemle
ancak dış dünyada algılayabildiğimiz somut varlıkları ispatlamak mümkündür. Bu
şekilde algılayamadığımız varlıklar hakkında konuşma imkânını ortadan kaldırmak
isabetli görünmemektedir.
Kant’ın itirazları, hiçbir varlık iddiasının analitik olamayacağı ve varlığın gerçek
bir yüklem olmadığı tezine dayanmaktadır. Kant’a göre kavramlar zihnimizi yeni
nesnelere genişletmekten ziyade onlara sınır koymaya yarar. Ancak ontolojik
argümanda bunun tam tersinin yapıldığını düşünen Kant, mantıksal zorunluluktan
ontolojik zorunluluğa geçmenin imkânsız olduğunu savunur. Kant’a göre, mantıksal
olarak zorunlu olan şey, o şeyin gerçek dünyada var olması durumunda ontolojik
olarak zorunludur. Ayrıca özdeş bir önermede konuyu reddetmeksizin yüklemi
reddettiğimizde bir çelişki ortaya çıkabilir, ancak hem konuyu hem yüklemi
reddettiğimizde çelişki ortadan kalkmaktadır. Tanrı’nın durumu için de bu geçerlidir.
“Tanrı kadirdir” önermesinde Tanrı öznesini kabul ettiğimizde zorunlu olarak kadir
olduğunu da kabul ederiz. Ancak sıfatlarıyla birlikte Tanrı’nın varlığını
reddettiğimizde,
yani
“Tanrı
yoktur”
önermesinde
herhangi
bir
çelişki
bulunmamaktadır.
Burada şuna işaret etmek lazımdır ki, yokluğu savunulduğunda veya konu iptal
edildiğinde çelişki oluşturacak tek bir kavram vardır ve o kavram da “Tanrı”
kavramıdır. Ontolojik argümanda iddia edilen de Tanrı’nın bu konuda istisna
80
olmasıdır. Dolayısıyla Kant’ın eleştiri yöneltmesi gereken nokta Tanrı’nın varlığına
dair önermenin neden analitik olamayacağı olmalıdır.
Ayrıca
zorunluluğu
sadece
analitiklikle
açıklamak
da
çok
isabetli
görünmemektedir. Tanrı’nın varlığının da analitik olmayan zorunlu gerçekliklere
dahil edilmesi mümkündür.
Kant’ın ontolojik argümanı eleştirisinde deyim yerindeyse slogan hâline gelmiş
ikinci tezi ise varlığın gerçek bir yüklem olmadığı şeklindedir. Kant’a göre varlık
gerçek bir yüklem olsaydı, varlık ifade eden önermeler totoloji, tüm olumsuz
varlıksal önermeler de mantıksal olarak yanlış olacaktı. Ayrıca bazı şeylerin var
olduğunu söylediğimizde bu şeylere dair kavramlarımızı değiştirecektik. Meşhur var
olan yüz taler ve var olmayan yüz taler örneğinde Kant, birincisinin ikincisinden
daha fazla bir şey içermediğini iddia etmiştir. Ancak Kant’ın burada objeleri ve
kavramları birbirine karıştırdığı aşikardır. Obje ve kavram arasında bir karşılaştırma
yapmak oldukça hatalıdır.
Kant’ın ontolojik argümana yönelik iki temel eleştirisi -varlıksal önermelerin
sentetik olduğu ve varlığın gerçek bir yüklem olmadığı- aslında birbiriyle oldukça
çelişmektedir. Çünkü eğer varlıksal önermeler sentetikse, bu durumda “vardır”ın
konuya bir şeyler ekleyen gerçek bir yüklem olması lazımdır. Dolayısıyla Kant’ın
meşhur varlığın yüklem olmadığı tezi Kant’ın kendisi tarafından reddedilmiş
olmaktadır.
Varlığın diğer yüklemler gibi bir yüklem olmadığı açıktır. Kant’ın burada
yapması gereken varlığın yüklem olmadığı şeklinde bir yargıyla ontolojik argümanı
eleştirmek değil, “Tanrı vardır” önermesinde varlığın durumunu incelemek olmalıdır.
Ayrıca Kant’ın eleştirileri kendi felsefi varsayımlarına dayanmaktadır ki, bu
81
varsayımların genel geçerliği de oldukça tartışmalıdır. Kant öncelikli olarak bu
varsayımlarının bir haklı çıkarımını yapmak zorundadır.
Görüldüğü üzere, Kant’ın eleştirileri ontolojik argümanı çürütmekten ziyade
Kant’ın kendi çelişkilerini gün yüzüne çıkarma konusunda yardımcı olmuştur.
Kant’ın eleştirileri sonrası ontolojik argüman iddia edilenin aksine bir çöküş
göstermemiştir. Pek çok filozof tarafından dikkatle incelenmeye ve savunulmaya
devam etmektedir. Aralarında Hartshorne, Malcolm ve Plantinga’nın da bulunduğu
bu filozoflar modal mantığı temel alarak çeşitli ontolojik argüman versiyonları
geliştirmişlerdir.
Hartshorne ve Malcolm, Tanrı kavramının çelişkili olmadığı için imkânsız
olmadığından ve Tanrı için mümkünlük durumunun olamayacağından yola çıkarak
Tanrı’nın zorunlu olarak var olduğu sonucuna ulaşır. Buna göre, “varlık” gerçek bir
yüklem olmasa dahi “zorunlu varlık” gerçek bir yüklemdir ve argümanın bu
versiyonu Kant’ın eleştirilerine muhatap olmamaktadır. Bir diğer ontolojik argüman
savunucusu Plantinga ise, Kant’ın varlığın yüklem olamayacağı ve Anselm’in
argümanının bunu gerektirdiği tezini tam olarak açıklayamadığını iddia etmiştir.
Tanrı’nın varlığını mümkün dünyalar semantiği açısından yeniden ele alan Plantinga,
maksimum büyüklüğün gerçekleştiği bir mümkün dünyanın olduğunu iddia
etmektedir.
Kant’ın eleştirilerine bir cevap ve Anselm’in argümanındaki eksiklikleri
tamamlama
niteliğindeki
bu
argümanlar
ontolojik
argüman
konusundaki
tartışmaların hâlâ ciddi biçimde devam ettiğinin ve Kant sonrasında da cazibesini
kaybetmediğinin en açık delilidir.
82
Epistemolojik açıdan bilgi ve imanı ayıran Kant’ın bu tavrı kendisinden sonra
pek çok düşünce akımına da kaynaklık etmiştir. Ahlâkî açıdan pragmatizme şiddetle
karşı çıkan Kant’ın Tanrı konusunda pragmatik bir tavır içinde olduğunu görmek
oldukça şaşırtıcıdır. Ahlâktan yola çıkarak Tanrı’nın varlığını temellendiren Kant’ın
Tanrı’dan yola çıkarak ahlâkı temellendirmesi beklenirdi.
Tanrı’nın varlığı meselesinde agnostik bir tavır sergileyen ve bunu subjektif
iman boyutuna indirgeyen Kant Tanrı’nın varlığı hakkında öne sürülen a priori ve a
posteriori argümanların imkânını yadsısa da bu rasyonel bir din felsefesi yapmanın
imkânını ortadan kaldıramamıştır. Zira görüldü ki Kant’ın varsayımları da
sorgulanamaz türden kesin ve doğru kabuller değildir. Kantçı bilinemezci
düşüncenin cevaplaması gereken en önemli sorulardan birisi belki de bilinemeyen ve
üzerine konuşulamayan bir Tanrı’ya inanmanın değerinin olup olmadığıdır.
Epistemik değeri olan bir Tanrı inancıyla epistemik değeri olmayan bir Tanrı
inancının birbirinden çok farklı olduğu aşikardır.
83
KAYNAKÇA
Adams, Robert Merrihew.
Leibniz: Determinist, Teist, Idealist, Oxford University
Press, New York 1994.
“The Ontological Argument”,
Allen, R. E.
The Philosophical
Review, vol. 70, No. 1, 1961.
Alper, Ömer Mahir.
“İbn Sînâ’da Tanrı’nın Kanıtlanması Sorunu: O
Gerçekten Kelâmcılardan Etkilendi mi?”, İstanbul
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 7 (2003).
Alston, William P.
“The
Ontological
Argument
Revisited”,
The
Philosophical Review, Vol. 69, No. 4, 1960.
Anselm, St.
The Proslogion, Chapter II-IV, Complete Philosophical
and Theological Treatises of Anselm of Canterbury,
İng. çev. Jasper Hopkins, Herbert Richardson, The
Arthur J. Banning Press, Minneapolis 2000.
.
Reply to Gaunilo, Anselm of Canterbury: The Major
Works, Edit: Brian Davies, G. R. Evans, Oxford
University Press, New York, 1998.
Aquinas, St. Thomas.
Summa Theologica, İng. çev. Fathers of the English
Dominican Province, Benziger Bros. edition., New
York 1947.
84
Arıcan, Kazım.
Spinoza’nın Tanrı Anlayışı, İz Yayıncılık, İstanbul
2004.
Aydın, Mehmet S.
Din Felsefesi, 11. Baskı, İzmir İlahiyat Vakfı Yayınları,
İzmir 2007.
.
Kant ve Çağdaş İngiliz Felsefesinde Tanrı-Ahlâk
İlişkisi, Umran Yay., Ankara 1981.
Aydın, İbrahim Hakkı.
“Yetkinlik Delili ve Fârâbî”, Uluslararası Fârâbî
Sempozyumu Bildirileri, Elis Yay., Ankara 2005.
Barnes, Jonathan.
The Ontological Argument, The Macmillan Press,
London and Basingstoke 1972.
Batak, Kemal.
Tanrı’yı Bilmek, İz Yay., İstanbul 2008.
Bayrakdar, Mehmet.
“Fârâbî ve İbn Sînâ’da Ontolojik Delil Üzerine”, İslam
Düşüncesi Yazıları, Elis Yay., Ankara 2004.
Cleve, James Van.
Problems From Kant, Oxford University Press, New
York 1999.
Dağ, Mehmet.
“Ontolojik Delil ve Çıkmazları”, Ankara Üniversitesi
İlahiyat Fakültesi Dergisi, c. XXIII, Ankara 1978.
Davies, Brian.
Philosophy of Religion: A Guide and Anthology,
Oxford University Press, New York 2000.
85
Davis, Stephan T.
God, Reason and Theistic Proofs, Wm. B. Eerdmans
Publishing Company, Grand Rapids 1997.
Descartes, René.
Metafizik Düşünceler, çev. Mehmet Karasan, Milli
Eğitim Basımevi, İstanbul 1962.
.
Metod Üzerine Konuşma, çev. Mehmet Karasan, Milli
Eğitim Basımevi, İstanbul 1989.
Dombrowski, Daniel A.
Rethinking the Ontological Argument, Cambridge
University Press, New York 2006.
Earle, William A.
“The Ontological Argument in Spinoza”, Philosophy
and Phenomenological Research, XI (1951), Sayı: 4.
Engel, S. Morris.
“Kant’s Refutation of the Ontological Argument”,
Philosophy and Phenomenological Research, Vol. 24,
No. 1.
Erdem, Engin.
“İbn Sînâ’nın Metafizik Delili”, AÜİFD, , 52:1,
Ankara 2011.
Everitt, Nicholas.
.
The Non-Existence of God, Routledge, New York 2004.
“Kant’s Discussion of the Ontological Argument”,
Kant-Studien, 86:4, 1995.
86
Fakhry, Majid.
“İslam Felsefe Geleneğinde Ontolojik Kanıt: Fârâbî
Örneği”, Çev. Ömer Mahir Alper, İstanbul Üniversitesi
İlahiyat Fakültesi Dergisi, 6 (2002).
Fârâbî, Ebu Nasr.
el-Medînetu’l Fâzıla, Çev. Nafiz Danışman, Maarif
Basımevi, İstanbul 1956.
Forgie, J. William.
“How is the Question ‘Is Existence a Predicate?’
Relevant to the Ontological Argument?”, International
Journal of Philosophy of Religion, Sayı: 64, 2008.
.
“Existence Assertions and the Ontological Argument”,
Mind, New Series, Vol. 83, No. 330, 1974.
Frege, Gottlob.
The Foundations of Arithmetic: A Logico-Mathematical
Enquiry into the Concept of Number, Çev. J. L. Austin,
Harpers & Brothers, New York 1960.
Gaunilo,
“On Behalf Of The Fool”, Anselm of Canterbury: The
Major Works, Ed. Brian Davies, G. R. Evans, Oxford
University Press, New York 1998.
Harrelson, Kevin J.
The Ontological Argument From Descartes to Hegel,
Humanity Books, New York 2009.
Hartshorne, Charles.
“Six Theistic Proofs”, Monist, 54:2, 1970.
87
.
The Logic of Perfection and Other Essays in
Neoclassical Metaphysics, Open Court Publishing
Company, LaSalle 1962.
.
“The Logic of the Ontological Argument”, The Journal
of Philosophy, Vol. 58, No. 17, 1961.
Heathwood, Chris.
The Relevance of Kant’s Objection to Anselm’s
Ontological Argument, Religious Studies, Vol. 47,
2011.
Heimsoeth, Heinz.
Kant’ın Felsefesi, Çev. Takiyettin Mengüşoğlu, Doğu
Batı yay., Ankara 2012.
Hick, John.
Arguments For The Existence of God, Herder and
Herder, New York 1971.
Howe, Leroy T.
“Existence As A Perfection: A Reconsideration of the
Ontological Argument”, Religious Studies, Vol. 4.
Hughes, Gerard J.
The Nature of God, Routledge, New York 1995.
Hume, David.
A Treatise of Human Nature, Wildside Press LLC,
2007.
İbn Sînâ,
İşaretler ve Tembihler, Çev. Ali Durusoy, Muhittin
Macit, Ekrem Demirli, Litera Yay., İstanbul 2005.
88
.
Kitâbu’ş-Şifâ: Metafizik II, Çev. Ekrem Demirli, Ömer
Türker, Litera Yay., İstanbul 2005.
.
En-Necât, Çev. Kübra Şenel, Kabalcı Yay., İstanbul
2012.
İnan, İlhan.
“Kant’ın Varlık Kavramı Üzerine”, Cogito, Kant Özel
Sayısı, 2005.
Kant, Immanuel.
Critique of Pure Reason, Çev. Paul Guyer ve Allen W.
Wood, Cambridge University Press, Cambridge 1998.
.
Critique of the Power of Judgement, Çev. Paul Guyer
ve Eric Matthews, Cambridge University Press, New
York 2000.
.
Prologemena To Any Future of Metaphysics, ed. by
Paul Carus,
The Open Court Publishing Company,
Chicago 1949.
.
Lectures on Philosophical Theology, Çev. Allen Wood
ve Gertrude M. Clark, Cornell University Press, New
York 1986.
.
Religion within the Bounds of Bare Reason, İng. Çev.
Werner S. Pluhar, Hackett Publishing Company,
Indianapolis 2009.
Kaya, M. Cüneyt.
Varlık ve İmkân, Klasik Yay., İstanbul 2011.
89
Kearns, John T.
“The Logical Concept of Existence”, Notre Dame
Journal of Formal Logic, Vol. 9, 1968.
Leftow, Brian.
“The Ontological Argument”, The Oxford Handbook of
Philosophy of Religion, Ed: William Wainright, Oxford
University Press, New York 2005.
Leibniz, Gottfried Wilhelm. Philosophical Papers and Letters, ed. and trans.: Leroy
E. Loemker, Kluwer Academic Publishers, Holland
1969.
.
Monadology and Other Philosophical Writings, Çev.
Robert Latta, Oxford University Press, London 1898.
Mackie, John L.
The Miracle of Theism: Arguments For and Against the
Existence of God, Clarendon Press, Oxford 1982.
Malcolm, Norman.
“Anselm’s Ontological Arguments”, The Philosophical
Review, Vol. 69, No.1, 1960.
Martin, Michael.
Atheism:
A
Philosophical
Justification,
Temple
University Press, Philadelphia 1990.
Matthews, Gareth B.
“The Ontological Argument”, The Blackwell Guide to
the Philosophy of Religion, Ed. William E. Mann,
Blackwell Publishing, 2005.
90
Mayer, Toby.
“İbn Sînâ’nın ‘Burhânu’s-Sıddîkîn’i”, Çev. Temel
Yeşilyurt, Fırat Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi,
C. 8 (2003).
Miller, Barry.
“In Defence of Predicate ‘Exists’ ”, Mind, New Series,
Vol. 84, No. 335, 1975.
Morewedge, Parviz.
“A Third Version of the Ontological Argument in the
İbn
Sinian
Metaphysics”,
İslamic
Philosophical
Theology, New York 1979.
Nakhnikian, George.
“ ‘Exists’ as a Pradicate”, The Philosophical Review,
Salmon, Wesley C.
Vol. 66, No. 4, 1957.
Oppenheimer, Paul E.
“On the
Zalta, Edward N.
Philosophical Perspectives, Vol. 5, 1991.
Oppy, Graham.
Ontological Arguments and Belief in God, Cambridge
Logic
of the
Ontological Argument”,
University Press, New York 1995.
Öner, Necati.
Klâsik Mantık, Ankara Üniversitesi Basımevi, Ankara
1986.
Palmer, Michael.
The Question of God, Routledge, New York 2002.
Peterson, Michael vd.
Akıl ve İnanç, Çev. Rahim Acar, Küre Yay., İstanbul
2009.
91
Plantinga, Alvin.
God, Freedom and Evil, Wm. B. Eerdmans Publishing
Company Grand Rapids, Michigan 2002.
.
Warranted Christian Belief, Oxford University Press,
New York 2000.
.
The Nature of Necessity, Clerandon Press, Oxford
1974.
.
“Kant’s Objection to the Ontological Argument”, The
Journal of Philosophy, Vol. 63, No. 19.
Priest, Graham.
Beyond the Limits of Thought, Cambridge University
Press, New York 1995.
Reçber, Mehmet Sait.
Tanrı’yı Bilmenin İmkânı ve Mâhiyeti, Kitâbiyât,
Ankara 2004.
.
“Fârâbî ve Tanrı’nın Basitliği Meselesi”, Uluslararası
Fârâbî Sempozyumu Bildirileri, Elis Yay., Ankara
2005.
.
“Vâcibu’l-Vücûd’un Mâhiyeti Meselesi”, Uluslararası
İbn Sînâ Sempozyumu Bildirileri, İstanbul Büyükşehir
Belediyesi Kültür A.Ş., İstanbul 2008.
Rescher, Nicholas.
“A Ninth-Century Arabic Logician on: Is Existence a
Predicate?”, Journal of the History of Ideas, Vol. 21,
No. 3, 1960.
92
Shaffer, Jerome.
“Existence,
Predication
and
the
Ontological
Argument”, Mind, Vol. 71, No: 283, 1962.
Sobel, Jordan Howard.
Logic and Theism: Arguments For and Against Beliefs
in God, Cambridge University Press, New York 2003.
Spinoza, B.
Etika, Çev. Hilmi Ziya Ülken, Milli Eğitim Bakanlığı
Yayınları, Ankara 1945.
Strawson, P. F.
The Bounds of Sense, Routledge, New York 2006.
Swinburne, Richard.
“Analyticity, Necessity and Apriority”, Mind, Vol. 84,
No. 334, 1975.
Tan, Necmettin.
Immanuel Kant’ın İman Anlayışı, Doktora Tezi, Ankara
2008.
Topaloğlu, Aydın.
Teizm
ya
da
Ateizm:
Tanrıtanımazlığın
Felsefî
Boyutları, Kaknüs Yay., İstanbul 2001.
Viney, Donald Wayne.
Charles Hartshorne and the Existence of God, State
University of New York Press, New York 1985.
Walsh, W. H.
Kant’s Criticism of Metaphysics, Edinburgh University
Press, Edinburgh 1997.
Wood, Allen W.
Kant’s Rational Theology, Cornell University Press,
London 1978.
93
.
Kant’s Moral Religion, Cornell University Press, New
York 1970.
Yeşilyurt, Temel.
“ ‘Tanrı Vardır’ İfadesinin Mantıkî Statüsü”, Fırat
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, C. 4 (1999).
94
ÖZET
Tanrı’nın varlığı konusunda ortaya atılan argümanlar a priori ve a posteriori
olmak üzere iki kısımda ele alınmaktadır. Ontolojik argüman a priori özellik taşıma
konusunda diğer argümanlardan farklılık göstermektedir. Kozmolojik ve teleolojik
argümanların aksine ontolojik argüman sırf akıldan yola çıkmakta ve tecrübeye
başvurmamaktadır. Bu argüman Tanrı kavramının çözümlemesiyle başlamakta ve
Tanrı kavramının ne anlama geldiğini anladığımızda Tanrı’nın var olduğu sonucuna
ulaşacağımızı iddia etmektedir.
Bu argümanın sağlamlığı felsefe tarihi boyunca tartışma konusu olmuştur.
Argümana en ciddi eleştiri ise Immanuel Kant tarafından yöneltilmiştir. Kant’ın
itirazları, hiçbir varlık iddiasının analitik olamayacağı ve varlığın gerçek bir yüklem
olmadığı tezine dayanmaktadır. Buna göre bir şeyin varlığını ispat etmek için
kavramsal çözümleme yapmak yeterli değildir.
Bu tez, öncelikle Kant’ın ontolojik argümana yönelik eleştirilerinin betimsel ve
eleştirel bir değerlendirmesini sunmaktadır. Ontolojik argüman hakkındaki son
dönem tartışmalar ele alındıktan sonra, bunların Kantçı eleştirileri bertaraf ettiği öne
sürülmektedir. Böylelikle ontolojik argümanın hâlâ savunulabileceği sonucuna
ulaşılmıştır.
95
ABSTRACT
The traditional arguments for the existence of God can be classified in two forms:
A priori and a posteriori. The ontological argument differs from the other theistic
arguments as being a priori in character. The ontological argument, unlike the
cosmological argument or the teleological argument, doesn’t appeal to experience as
it starts with purely conceptual premises. It begins with the analysis of the concept
of God and maintains that one’s understanding of the meaning (concept) of God is
sufficient for concluding that he exists.
The soundness of the ontological argument has been discussed throughout the
history of philosophy and the most critical objections were raised by Immanuel Kant.
Kant’s objections are based on the categorical assertions that no existential
statements are analytic and that existence is not a real predicate. Hence he concludes
that the analysis of a concept is not sufficient for demonstrating that something
exists.
The thesis first provides a descriptive account of Kant’s objections to the
ontological argument and then gives a critical examination of these objections.
Having considered the later debate on the ontological argument it then maintains that
it can significantly sidestep the Kantian objections. It therefore concludes that the
ontological argument can still be defended.
96
Download