bankacılar - Türkiye Bankalar Birliği

advertisement
ISSN 13-0217
BANKACILAR
T ÜRKİYE B ANKALAR B İRLİĞİ
MAKALE
Prof. Dr. Cevat Sarıkamış
Ülkemizde Finansal Analizin Başlangıcı
Prof. Dr. Ekrem Erdem
Osmanlı Para Sistemi ve Tağşiş Politikası: Dönemsel Bir Analiz
Yrd. Doç. Dr. Ali Coşkun
Bankaların Stratejik Performans Yönetiminde
Performans Karnesi Kullanımı
BANKACILIKTA İYİ UYGULAMALAR
Alparslan Çakır
Bankacılıkta Operasyonel Risklerin Etkin Yönetiminde
Risk Bazlı Müşterini Tanı İlkelerinin Önemi
Oktay Üstün
Karapara Aklama ve Terörizmin Finansmanını Önleme Standartlarını
Değerlendirme Metodolojisinde Finansal Kuruluşların Yükümlülükleri
AVRUPA BİRLİĞİ
Türkiye Bankalar Birliği
Avrupa Birliği’nin İpotekli Konut Kredilerine İlişkin Politikası
ÇEVİRİ
Basel Bankacılık Denetim Komitesi
Finansal Hizmetlerde Dışarıdan Hizmet Temini
MART
2006
KONFERANS-PANEL
Kredi Kartları Çalışma Grubu
Banka Kartları ve Kredi Kartları Kanunu’nun Getirdikleri
SAYI
56
MEVZUAT
Bankacılığa İlişkin Mevzuat ve Yeni Düzenlemeler
BANKACILAR
Yayın türü
Basım yeri
Yılı
Sayısı
: Yerel süreli
: İstanbul
: 17
: 56 -Mart 2006
Türkiye Bankalar Birliği adına
İmtiyaz Sahibi ve Sorumlu Yazı İşleri
Müdürü:
Doç. Dr. Ekrem KESKİN
Genel Yayın Yönetmeni:
Melike MUMCU
Yayın Danışmanları:
Tülin ERSEL
Ali GÜNGÖR
Prof. Dr. Ahmet KIRMAN
Prof. Dr. Seza REİSOĞLU
B. Cahit SABIR
Abdullah TAŞÇIOĞLU
Özcan ULUDAĞ
İdare Merkezi:
Nispetiye Caddesi
Akmerkez B3 Blok Kat:13
34340 Etiler-İSTANBUL
Tel : 212-282 09 73
Faks : 212-282 09 46
Web sitesi: www.tbb.org.tr
Baskı-Yapım
Graphis Matbaa San. ve Tic. Ltd Şirketi
Yüzyıl Mahallesi Matbaacılar Sitesi
1. Cadde No.139 Bağcılar 34560, İstanbul
Tel: 212-629 06 07 Faks: 212-629 03 85
Bankacılar Dergisi 3 ayda bir yayımlanır.
Para ile satılmaz.
ISSN 1300-0217
Bankacılar Dergisi
- Bankacılar dergisi, finans ve bankacılık
konularında yapılan çalışmaları ilgili çevrelerin bilgisine sunmak amacıyla yayımlanmaktadır.
- Dergide yayımlanacak yazılara karar verilmesinde, Yayın Danışmanları ve Birlik
uzmanlarının değerlendirmelerine ve/veya
konunun uzmanı hakemlerin görüşlerine
başvurulabilir.
- Dergiye gönderilecek yazının daha önce
hiçbir yerde yayımlanmamış olması gerekmektedir.
- Basılması istenilen yazılar derginin arka iç
kapağında belirtilen biçim kurallarına uygun
olarak hazırlanmalı ve değerlendirmeye girmek üzere,
Bankacılar Dergisi
Türkiye Bankalar Birliği
Bankacılık ve Araştırma Grubu Başkanlığı
Nispetiye Cad. Akmerkez B3 Blok Kat.13
Etiler- İSTANBUL
adresine gönderilmelidir.
- Dergide yayımlanan yazılar Türkiye Bankalar Birliği’nin resmi görüşlerini yansıtmaz,
yazar ve görüş sahiplerini bağlar.
- Dergide yer alan çalışmalar kaynak gösterilmek suretiyle izinsiz yayımlanabilir.
- Yayımlanacak yazılarda yazım kurallarına
ve biçime ilişkin değişiklikler yapılabilir veya bunların yapılması yazardan istenebilir.
- Dergide yayımlanmayan yazılar geri gönderilmez.
- Yazılar yayımlanmak üzere kabul edildiği
takdirde Bankacılar dergisi yazılı ve elektronik ortamda olmak üzere tüm yayın haklarına sahiptir.
Bankacılar Dergisi, Sayı 56, 2006
İçindekiler
sayfa
MAKALE
Prof. Dr. Cevat Sarıkamış
Ülkemizde Finansal Analizin Başlangıcı
Prof. Dr. Ekrem Erdem
Osmanlı Para Sistemi ve Tağşiş Politikası: Dönemsel Bir Analiz
Yrd. Doç. Dr. Ali Coşkun
Bankaların Stratejik Performans Yönetiminde
Performans Karnesi Kullanımı
3
10
28
BANKACILIKTA İYİ UYGULAMALAR
Alparslan Çakır
Bankacılıkta Operasyonel Risklerin Etkin Yönetiminde
Risk Bazlı Müşterini Tanı İlkelerinin Önemi
40
Oktay Üstün
Karapara Aklama ve Terörizmin Finansmanını Önleme Standartlarını
Değerlendirme Metodolojisinde Finansal Kuruluşların Yükümlülükleri
51
AVRUPA BİRLİĞİ
Türkiye Bankalar Birliği
Avrupa Birliği’nin İpotekli Konut Kredilerine İlişkin Politikası
69
ÇEVİRİ
Basel Bankacılık Denetim Komitesi
Finansal Hizmetlerde Dışarıdan Hizmet Temini
73
KONFERANS-SEMİNER
Türkiye Bankalar Birliği Kredi Kartları Çalışma Grubu
Banka Kartları ve Kredi Kartları Kanunu’nun Getirdikleri
94
MEVZUAT
Bankacılığa İlişkin Mevzuat ve Yeni Düzenlemeler (1 Ocak-31 Mart 2006)
123
1
Türkiye Bankalar Birliği’nin
2005 yılındaki yayınlarında (yayımlanan ya da yayımlanmayan)
hakem olarak görev aldıkları ve değerli katkıları nedeniyle
teşekkürlerimizi sunarız.
Abdülkerim Daştan, T.C. Karadeniz Teknik Üniversitesi İ.İ.B.F. Araştırma Görevlisi
Prof. Dr. Ahmet Kırman,T. İş Bankası A.Ş. Yönetim Kurulu Başkanı
Alparslan Çakır, Türk Ekonomi Bankası A.Ş. Yönetici
Avni Hedili, Koçbank A.Ş. Genel Müdür Yardımcısı
Prof. Dr. Burak Saltoğlu, Marmara Üniversitesi İngilizce İktisat Bölümü, Öğretim Üyesi
Hasan Candan, T. İş Bankası A.Ş. Risk Yönetimi Müdürü
İsmail Yanık, Türk Ekonomi Bankası A.Ş. Yönetim Kurulu Üyesi
Kasım Akdeniz, Yapı ve Kredi Bankası A.Ş. Bölüm Yönetmeni
Korhan Orbay, Viyana Üniversitesi Öğretim Görevlisi
Prof. Dr. Mehmet Bolak, Galatasaray Üniversitesi, Öğretim Üyesi
Mustafa Eray Yücel, TC Merkez Bankası Araştırma Genel Müdürlüğü, Araştırmacı
Necati Aksoylu, T. İş Bankası A.Ş. Hukuk Müşaviri
Ömer Çelebi, T. İş Bankası A.Ş. Müdür
Önder Halisdemir, Akbank T.A.Ş. Müdür
Serdar Erol, T. Vakıflar Bankası T.A.O. Risk Yönetimi Başkanı
Sertan Kargın, Yatırım Finansman A.Ş. Başekonomist
Prof. Dr. Seza Reisoğlu, Türkiye Bankalar Birliği, Hukuk Başdanışmanı
Varol Şenel, Citibank A.Ş. Hukuk Başmüşaviri
Prof. Dr. Yaman Öztek, Galatasaray Üniversitesi Öğretim Üyesi
Bankacılar Dergisi, Sayı 56, 2005
Ülkemizde
Finansal Analizin Başlangıcı
Prof. Dr. Cevat Sarıkamış*
Ülkemizde iş hayatında finansal analizin ilk uygulandığı kurum 1950 yılında kurulan
Türkiye Sınai Kalkınma Bankası’dır. Orta veya uzun süreli yatırım kredisi kullanmak isteyen
sınai kuruluşlarının bu gereksinmelerini karşılamak görevini üstlenen Banka, kredinin
taşıyacağı riski ölçmek durumunda idi. Bunun için de firmanın geçmiş dönemlere ait finansal
durum tabloları ile kredinin açılmasından sonraki beş yıla ait tahmini finansal durum
tablolarını analiz etmek kaçınılmazdı. İşte bu nedenle, Banka faaliyete geçtiği günden itibaren
kredi talep eden firmanın bir fizibilite raporu hazırlamasını ve bu raporu son beş yıla ait fiili
finansal durum tabloları ile birlikte kredi talep mektubuna eklemesini istemiştir. Bu uygulama, Banka uzmanlarınca finansal analiz tekniklerinin kullanılmasını kaçınılmaz yapmıştır.
Böylece ülkemizde finansal analiz tekniklerinin, risk ölçümü amacı ile uygulamaya konulması
başlatılmıştır. Kullanılan finansal analiz tekniği “oranlar yöntemi”dir. Oranların hesaplanarak
yorumlanması sırasında “fon akışı tabloları” da kullanılmaya başlanmıştır.
Finansal analiz tekniklerinin öğrencilere ve uygulamacılara öğretilmesi görevini ise
1954 yılında kurulma kararı alınarak iki yıllık bir hazırlıktan sonra 1956 yılında “Orta Sevk
ve İdarecilik Programı – Middle Management Program” ile öğretim faaliyetine başlayan
İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesine bağlı İşletme İktisadı Enstitüsü üstlenmiştir. Gerçi
Enstitünün eğitime başlamasından önce de finansal analiz teknikleri, o zamanki Yüksek
İktisat ve Ticaret Yüksek Okullarında ve İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nde “Envanter
ve Bilanço” derslerinde konu ediliyordu, ancak kapsamlı bir finansal analiz eğitimi verilmemekte idi. Konunun kapsamlı olarak ders programına alınması Orta Sevk ve İdarecilik
Programı ile başladı. Orta Sevk ve İdarecilik Programı üç aylık bir programdı ve firmaların
orta kademede görev yapan idarecilerini eğitimden geçirme amacı ile faaliyete geçirilmişti.
Vak’a yöntemi ile eğitim veren bu program içinde yer alan finans dersi oran analizi yöntemi
kullanılarak firmaların finansal yeterliliklerinin belirlenmesi becerisini kursiyerlere vermeyi
amaçlamakta idi. Böylece finansal analiz teknikleri eğitim programına dahil edilmiş oldu.1958-59 ders yılında İşletme İktisadı Enstitüsünce faaliyete geçirilen ve üniversite
mezunlarına üniversite üstü işletmecilik eğitimi verme maksadını taşıyan “İşletmecilik İhtisas
Programı” içerisinde yer alan finans dersi özellikle 1960-61 ders yılından itibaren daha
kapsamlı finansal analizlerin öğretilmesine olanak sağladı.
Türkiye Sınai Kalkınma Bankası finansal analiz tekniklerinden sadece birini, oran analizlerini, kullanmıştır. Bu kullanımdan maksat kredi talep eden firmanın bugünkü ve kredi
kullanımının devam edeceği süredeki kredi riskini ölçmektir. Analiz tekniklerinin bu kullanım
dışında, firma çalışma etkinliğinin ölçülmesi, firmanın aktif ve finansal yapısının planlanması
ve firmanın piyasa değerinin hesaplanması gibi maksatlarla kullanılması henüz gündeme
gelmemiştir.
* İstanbul Üniversitesi, İşletme Fakültesi Emekli Öğretim Üyesi.
Bu çalışmayı, Türkiye Bankalar Birliği’nin o dönemdeki Genel Sekreteri Rahmetli Vecdi Ünay Beyin anısına
armağan ediyor, kendisini rahmet ve saygı ile anıyorum.
3
Prof. Dr. Cevat Sarıkamış
50’li yıllarda iş aleminde bir iki büyük firma dışında finanasal analiz teknikerini kullanan firma bulunmamakta idi.
Kısa süreli işletme kredisi veren ticaret bankaları kredi talep eden firmalardan, Bankalar Kanunu’nun hükmü gereğince, bilanço ve kar zarar hesabını içine alan bir “Hesap
Vaziyeti” istemekte idiler. Fakat alınan finansal tablolar oranlar veya başka herhangi bir
yöntem kullanılarak analiz edilmemekte ve firmanın finansal durumu hakkında bu veriler
yardımı ile yorum yapılmamakta idi. Kredi kararı alınırken firma sahiplerinin veya yönetici
ortaklarının iş ahlakı ve kabiliyetleri ile varlıkları göz önünde bulunduruluyordu. Bu
konularda bilgi toplama görevi banka istihbaratçıları ile şube müdürüne verilmişti. Firma içi
ve firma dışı varlıkların , özellikle taşınmaz mallar olması istenilmekte idi.
Kredi yeterliliğini ölçmeden firmalara kısa süreli kredi kullandırılmasının ticaret bankalarını büyük bir kredi riski altına sokmadığı düşünülüyordu. Kanımca, bu düşüncenin
temelinde şu iki nedenin yattığını söylemek yanlış olmayacaktır. Bunlardan birincisi açılan
kredinin mutlak surette maddi teminata bağlanmakta olmasıdır. Diğer neden ise açılan
kredilerin, kısa süreli kredi niteliği taşımasına rağmen firmanın ödeme gücünde bir zayıflama
olduğu yönünde bir istihbarat alınmadığı veya ekonomide bir daralma sonucu banka
kaynağında bir sıkışma olmadığı sürece bankanın, kredinin yıl içinde belirli kısa sürelerde
sıfırlanmasını veya tasfiyesini istemesi herhangi bir mantıklı düşünce olarak algılanamazdı.1
Üçer aylık dönem sonlarında, krediye tahakkuk ettirilmiş faizin ödenmesi aksamadığı takdirde
bankanın kullandırmakta olduğu krediyi, müşteri firmadan, yıl içinde belirli bir süre sıfırlamasını istemesi için hiçbir neden yoktu. Senet karşılığı kredi kullanan firmanın bankaya
teminata verdiği müşteri senetleri vadelerinde bankaca tahsil edildiğinde kredi müşterisinin
borcu kendisine tanınan kredi limitinin altına düşüyordu. Bu da açılan kredinin kısa süreli
kredi olduğunun bir göstergesi idi. Ama yetersiz sermaye ile çalışan ve dış kaynağa devamlı
gereksinme duyan firma aynı gün bir senet bordrosu düzenleyerek bankadan kredi limitine
kadar nakit çekebiliyordu. Bankanın bu uygulamayı askıya alması ancak firmanın istihbaratının çok kötü olması veya bankanın kredi verilebilir fonlarının yetersiz kalması durumunda söz
konusu olabilirdi. Zira böyle bir davranış firmanın iflasına giden yolu açabilirdi.
Birden fazla bankada kredisi olan firma bankalardan birine kredi faizini ödeme zamanında veya mal alımları nedeni ile satıcıya verdiği senetlerinin vadesi geldiğinde, yeterli
nakde sahip olmasa dahi kredi borcu limitin altına düşmüş olan diğer bankadan kredi
kullanarak bu ödemeleri yapabiliyordu. Krediyi kullandıran banka için ödeme kaynağının
önemi yoktu. Bu uygulama, birden fazla bankadan kredi kullanabilme olanağı veren bankacılık sisteminin varlığı ve kredi kullanan firmaların teminat olarak bankaya ciro ettikleri müşteri
senetlerinin bankalar tarafından TC Merkez Bankası’na reeskonta verilerek kaynak yaratabilmelerinin bir ürünü idi. Hassas bir denge kurulmuştu. Bankaların ekonomiye veya diğer bir
etkene bağlı olarak, (bu TC Merkez Bankası’nın reeskont kredilerine kısıt getirmesi olabilir),
bankanın kredi verilebilir fonlarının azalması sonucunda, limitin altına inen kredi borcunun
limite doğru yükseltilmesine olanak verecek kredi kullandırma yapılamadığı bir durumda,
zaten yetersiz sermaye ve likidite ile çalışan firmalar ödemelerini yapamaz duruma gelebilmekte idiler.
Kredi müşterisi firmanın taşıyabileceğinden fazla borç yükü altına girip girmediğini
banka, bilanço analizi yapmadığı halde bilebilmekte idi. Bu durumun bankalarca bilinmesine
rağmen neden aşırı borçlanmaya olanak veriliyordu? Sorunun yanıtı kredi müşterilerine ve
mevduat sahiplerine uygulanan faiz oranlarının geçerli enflasyon oranının altında olmasında
ve bankaların aşırı borçlanmanın yükleyeceği riski azaltma ve enflasyona karşı kendilerini
4
Bankacılar Dergisi
koruma yönünde uygulamalarda bulunabilmelerinde aranmalıdır. Faiz oranlarının TC Merkez
Bankası tarafından belirlendiği bu yıllarda kredilere ve mevduata uygulanan faiz oranları
genellikle yıllık enflasyon oranının altında oluşmaktadır. Enflasyon oranından düşük kredi
faiz oranı ile kredi veren bankalar enflasyon zararı ile karşı karşıya değillerdi. Zira kredi
vermek için kullanılan kaynaklar bankanın öz varlık kaynakları değildi. Toplanan mevduat ve
öz varlık dışındaki pasif kalemler açılan kredilerin kaynaklarını oluşturuyor, bankanın öz
varlıktan oluşan kaynakları ise bankayı enflasyona karşı koruyucu olarak nitelenen banka
taşınmazlarına yatırılıyordu. Hemen hemen tüm bankaların bilançolarında duran varlık
yatırımlarının öz sermaye toplamı ile başa baş olduğu, o döneme ait banka bilançolarında
gözlenmektedir. Kaldı ki bankalar kredi faiz oranını çeşitli manipülasyonlarla TC Merkez
Bankası’nın belirlediği faiz oranının üzerine çıkarabiliyorlardı. Ayrıca, Bankalar Yasası,
gayrimenkul teminatlı kredi kullandırılmasına olanak vermemekle beraber, bankalar kredi
müşterisinden dolaylı yoldan gayrimenkul teminatı alarak kendilerini teminata alabiliyorlardı.
Banka sermayesinin enflasyona karşı korunması ve açılan kredilerin dolaylı bir biçimde
taşınmaz mal ipoteği ile teminata alınması aşırı borç yükü olan firmaların kredi kullanmalarını
kolaylaştıran nedenleri oluşturmakta idi
Diğer taraftan, kredi talep eden firmanın kaldırabileceğinden daha yüksek krediyi birden fazla bankadan tedarik etme olanağına sahip olması da o firmaya sermayesini en düşük
tutarak ve dönemsel karlarını firma dışında gayrimenkul yatırımlarına tahsis ederek enflasyondan korunma olanağı veriyordu
27 Mayıs 1960 tarihinde gerçekleştirilen askeri harekat ekonomide ve bankacılık uygulamasında kurulmuş olan bu hassas dengeyi bozdu. Türkiye’de Demokrat Parti iktidarının
son iki yılında, o zaman için büyük sayılabilecek, bir enflasyon yaşandı. 27 Mayısta iktidarı
devir alan askerler, enflasyonla mücadele önlemleri alırken, ekonomide para arzını frenlemek
amacı ile, ticaret bankalarının TC Merkez Bankası’ndan kullandıkları reeskont kredilerini
durdurdular. Kaynak sıkıntısına düşen bankalar vadesi gelen ticari kredileri yenilemekten
veya krediyi kullandırmaktan sakındılar. Bu durum çok düşük sermaye ile çalışan, banka
kredisine bağımlı firmaları zor duruma soktu. Bankaların tahsil edilemeyen kredilerinde bir
artış ortaya çıktı. 1962 Yılı başlarında, İşletme İktisadı Enstitüsü’nün Eş-Direktörü Profesör
Clarence B. Nickerson, bir toplantıda, T. İş Bankası Genel Müdürü Bülent Yazıcı’ya
bankaların içine düştüğü sıkıntının, kredi kararı alınırken müşteri firmanın finansal yapısının
analiz edilmemesinden kaynaklanabileceğini belirterek, kredi talep eden firmadan analize
elverişli hesap vaziyeti istenmesi ve bu hesap vaziyetinde yer alan finansal durum tablolarının
analiz edilerek risk ölçümü yapılmasını tavsiye etti. Bu uygulama kredi kararının kalitesini
artırabilecekti. Finansal analiz zaten Türkiye Sınai Kalkınma Bankası tarafından 1950
yılından beri kredi kararlarında önemli yer tutuyordu ve Sayın Yazıcı bu Bankanın Yönetim
Kurulu Başkanı olarak bu uygulamayı bilmekte idi. Finansal analizin ticaret bankaları
tarafından da uygulamaya konulmasını Bankalar Birliği yönetim kurulunda gündeme
getirmesi, konunun kurulda görüşülerek uygulamaya geçilmesi kararının çıkmasını sağladı.
Bunun üzerine Türkiye Bankalar Birliğince finansal analiz uygulamasına geçiş hazırlıklarına
başlanıldı. Profesör Nickerson, hesap vaziyeti hazırlanması hususunda kendisine Türkiye
Bankalar Birliği Genel Sekreterliğince yapılan teklifi Türkiye’den ayrılmak üzere olduğu
gerekçesi ile kabul etmeyince görev İşletme İktisadı Enstitüsü’nde muhasebe öğretmeni
olarak görev yapan ve o günlerde askerlik görevi nedeni ile Ankara’da bulunan Dr. Mustafa
A. Aysan’a verildi.2
Dr. Aysan tarafından hazırlanan ve büyük bankaların muhasebe servislerinden yetkili
yöneticilerin katılımı ile oluşturulan toplantılarda müzakere edilen “Hesap Vaziyeti Örneği ve
5
Prof. Dr. Cevat Sarıkamış
İzahnamesi” ile “Hesap Vaziyeti İnceleme Tabloları ve Tahlil Esasları” başlıklı taslak Türkiye
Bankalar Birliği Yönetim Kurulunun 20.12.1962 tarihinde yaptığı toplantıda görüşüldü ve
yeni hesap vaziyetinin 1963 yılı başından itibaren uygulamaya konulmasına karar verildi.3
Hesap vaziyetinin uygulanmasında ve bu hesap vaziyetinde yer alan bilanço ve gelir
tablolarının analizinde banka yöneticilerinin karşılaşabilecekleri zorluklara çözüm getirmek
ve yöneticileri eğitmek amacı ile Bankalar Birliği Yönetimi bir seri seminerler düzenlenmesini uygun bularak bu seminerleri yönetme görevini Dr. Mustafa A. Aysan ve Cevat Sarıkamış’a verdi.4 Seminerlerde İş Bankasından Alp Gürus da görev aldı. Bu seminerlerde anlatılan
konularla ilgili olarak seminer yöneticilerince hazırlanan tebliğler Bankalar Birliği tarafından
yayınlandı5 Adı geçen bilgilendirme seminerinin ilki Ankara’da 18-22 Şubat 1963 tarihleri
arasında gerçekleştirildi. İkinci seminer ise 4-8 Mart 1963 tarihleri arasında İstanbul’da
yapıldı. Seminerlere çok sayıda banka müdürü katıldı. Kredi kararı alınırken firmanın taşıdığı
kredi riskini ölçme ve kredi kararı oluşturulurken diğer etkenler yanında firmanın mali
tablolarının da incelenmesi böylece uygulamaya konulmuş oldu. Bankaların istihbarat
müdürlükleri içinde mali tahlil birimleri oluşturuldu ve bu birimlerde çalışacak uzmanların
yetiştirilmesi amacı ile başta T. İş Bankası olmak üzere bazı bankalar tarafından “mali tahlil”
seminerleri düzenlendi. Bu seminerler daha sonra Türkiye Bankalar Birliği tarafından da
düzenlenmeye başlanıldı ve seminer çalışmaları devamlılık kazandı.
Ticaret bankalarının, yeni hesap vaziyetini kredi kullanan firmalardan alırken bazı
güçlüklerle karşılaştıklarını burada belirtmek gerekir. Bu güçlüklerden birisi ve belki de en
önemlisi özellikle Anadolu’da faaliyet gösteren küçük firmaların bu hesap vaziyetini
doldurmaya olanak verecek muhasebe düzenlerine ve muhasebe elemanlarına sahip olmamaları idi. Hesap vaziyeti isteme uygulamasına geçildikten sonra bu illerde çoğu zaman hesap
vaziyetinin banka şube müdürü tarafından doldurulduğu bir gerçektir. Ayrıca iş adamlarının
çoğunun, işletmelerine ait muhasebe bilgilerinin üçüncü kişilerin eline geçmesinin aleyhlerine
durumlar yaratabileceği doğrultusunda bir inanca sahip olmaları da hesap vaziyetini ve
özellikle açıklayıcı bilgiler tablolarını yeni şekli ile almanın önündeki bir diğer zorluğu
oluşturuyordu.
Kredi kullanan bir çok firmada muhasebe işlemlerinin “işletme defteri” olarak bilinen
bir defterde takip edilmesi, çift yanlı kayıt sisteminin uygulandığı durumlarda alım ve
satımların tek bir mal hesabına kayıt edilmesi, satılan mal maliyeti hesabının kullanılmaması
ve en önemlisi “gelir tablosu”nun bilinmemesi hesap vaziyetinin doğru olarak doldurulmasının önündeki önemli bir engeldi. İşletme İktisadı Enstitüsü’nün üç aylık Orta Sevk ve
İdarecilik Programı’na katılan ve çeşitli firmalarda sorumlu muhasebeci veya muhasebe
müdürü olarak görev alan kursiyerlerin en çok itiraz ettikleri ve kabul etmekte zorlandıkları
tablonun “Satılan Malın Maliyeti (SMM) Tablosu” olduğunu hatırlıyorum. Nitekim uygulamanın yaratacağı olumsuzlukları göz önünde bulunduran Türkiye Bankalar Birliği Yönetim
Kurulu, 61 sayılı kararı ile “Toplamı, bankanın ödenmiş veya Türkiye’ye tahsis edilmiş
sermayesi ile yedek akçeleri toplamının yüzde 10’unu geçmemek üzere 150,000 liraya kadar
olan kredilerden ‘Mali Tahliller Tablosu’ ile ‘Gelir Durumu İnceleme Tablosu’nun istenmesini kredi veren bankanın takdirine” bırakmıştır.
Bankaların yeni uygulamaya geçmiş olmalarına rağmen finansal analiz sonuçlarını
kredi kararlarında birinci kriter olarak görmeleri ve teminat alma alışkanlığını bırakmaları
olanaklı olamadı. Bunun nedenlerinden biri eski alışkanlıkların devam ettirilmesi ise bir diğeri
de müşterilerden alınan hesap vaziyetindeki bilgilerin doğruluğuna güvenin olmaması idi.
Kayıt dışının var olduğu bir ekonomide bilanço ve kar zarar hesaplarına yansıyan rakamlar ne
6
Bankacılar Dergisi
dereceye kadar firmanın durumunu yansıtabilirdi? İşte bu nedenlerle kredi analizlerine olanak
veren hesap vaziyetinin uygulamaya konulduğu 1963 yılından sonraki yıllarda da kredi kararı
alırken bankaların mali tahlil sonucu çıkan bulgular yanında firmanın firma dışı varlıklarını
göz önünde bulundurmaya ve firma sahip veya ortaklarının şahsi teminatlarını almaya devam
ettikleri gözlenmektedir. 1970’li yıllarda genel müdür müşaviri olarak kısa bir süre görev
yaptığım bir devlet bankasının genel müdürü, bankadan kredi talep eden bir iş adamının
kendisine kocaman bir çanta ile geldiğini ve içi tapu senetleri ile dolu çantayı açarak senetler
arasından teminat olarak almak istediklerini seçmesini önerdiğini anlatmıştı. Bu şunu
gösteriyordu ki hala gerek bankalar gerek kredi kullanan iş adamları gayrimenkul teminatından vaz geçememişlerdi.
Dünyada finansal analizin uygulandığı ilk ülke olarak Amerika Birleşik Devletleri
bilinir. Bu ülkede banka kredisi kararı alınırken firma bilançosunun ve diğer finansal
verilerin kullanılması ilk bankanın kurulmasından 89 yıl sonra başlamıştır. İlk ticaret
bankasının kuruluş tarihi 1781’dir. Finansal analizin kredi riskinin ölçülmesi maksadı ile
kullanılması gerekliliğinin telaffuz edilmeye başlanılması ise 1890’lı yılların başlarıdır. Arada
geçen zamanda kredi uygulaması ülkemizde kurulu olan ticaret bankalarının 1963 yılına kadar
ki uygulamalarına benzemektedir. Bu nedenle ABD’deki ilk uygulamalara bakmak yararlı
olabilir.
6
ABD’de bankalar, kredi talep eden firmalardan 1870 yılına gelininceye kadar herhangi
bir finansal tablo talep etmemişlerdir. Firma sahibinin veya ortaklığın ortaklarının firma dışı
varlıkları ve kredi talebinde bulunulan bankanın uygun bulacağı diğer teminatlar kredi
açılması için yeterli bulunmuş, kredi teminatı olarak firmadan iki imzalı bir taahhütname veya
ticari kağıt alınması ile yetinilmiştir. Aynı teminat uygulaması tüccarlar arasında da geçerlidir.
Kredili satış yapan bir toptancı tüccar kredili mal talep eden firmanın sahibi veya ortaklarının
muhitlerinde dürüst ve varlıklı kişiler olarak tanınmalarını satış yapmak için yeterli bulmuştur.
Koloniyal dönemde ve iç savaşın neden olduğu ekonomik, sosyal ve politik krizin
başlamasına kadar, kredili satış yapan tüccarlara müşterileri hakkında kredi ile ilgili bilgiler
şu iki yolla verilmekte idi. Birinci olarak kredili mal almak isteyen tüccar, satıcıya mal
siparişi verirken, referans ve tavsiye mektupları vermek durumunda idi. Tavsiye mektubu
arkadaşlardan, mahalli yöneticiden, tanıdık tüccarlardan vbg alınmalı idi. İkinci durum
satıcının alıcının dürüstlüğü ve ticari ahlakı hakkında, o tüccarı tanıyan diğer tüccarlar ile
müşterilerinden bilgi toplaması durumu idi. Bilgi toplama bu işi yapmayı meslek edinmiş
kişilerce yapılmakta idi. 1829 ile 1853 zaman aralığında Thomas Wren Ward’ın İngiliz ticaret
bankalarına istihbarat bilgileri veren “Baring Brothers&Company”ye gönderdiği, İngiltere’den emtia ithal eden Amerikan firmaları hakkındaki raporlar bu uygulamanın ilk örneklerini oluşturmaktadır. 19. yüzyılın başlarında doğu yakasındaki tüccarların mal almak için
toptancılara verdikleri referans ve tavsiye mektupları bazen tüccarın kredi değerliliği
hakkında yanlış bilgi veriyorlardı. İşte bu nedenle 1841 de New York şehrinde kurulan “The
Mercantile Ageny” ve 1849 yılında Cincinnati’de kurulan “Bradstreet Company” özel olarak
kredi istihbaratı yapma görevini üstlendiler.7 İstihbarat bilgileri toplayan bireyler ve yukarıda
anılan iki istihbarat firması tüccarlara verdikleri istihbarat raporlarına istihbaratı yapılan
firmanın bilanço ve gelir tablosu gibi finansal tablolarını koymuyorlardı. Raporlara firmaların
finansal tablolarının konulmamasının nedeni firmaların bu tabloları hazırlamamalarından
kaynaklanmamakta idi. Gerek şahıs firmaları gerek ortaklıklarda muhasebe kayıtları tutuluyor
ve dönem sonlarında bilanço hazırlanıyordu. Sonradan “Dun and Bradstreet” unvanı ile
7
Prof. Dr. Cevat Sarıkamış
çalışmaya devam eden “The Mercantile Agency” firması 1870 yılında kredi kullanan ticaret
erbabının düzenlemesi için bir bilanço formatı hazırladı.
Ticaret bankaları kuruluşlarından itibaren firmalara kısa süreli kredi vermeye
başlamışlardı. Zaten kuruluş amaçları bu idi. Bu kredilerin açılışında kredi talep eden
firmanın bilançosu veya diğer muhasebe verileri istenilmiyordu. Kredinin teminatını, alınan
iki imza taşıyan teminat senedi8 ve ticari senet oluşturuyordu. Kredinin bu kıymetli kağıtlarla
garanti altına alınması yanında banka teminat olarak federal devlet veya eyalet tarafından
çıkarılmış menkul kıymetleri, emtia, ciro edilmiş ticari alacaklar ve gerçek ticari ilişkileri
temsil eden ticari kabul veya ticari kağıtları da teminata alabiliyordu. Bu dönemde tek imza
ile kredi verme uygulamasını Massachusetts Bankası başlattı. Banka emtia ya da menkul
kıymet rehni ile desteklenmesi durumunda firma sahibinin tek imzası ile kredi vermeye
başlamıştı. Bu bankayı Bank of North America ve Bank of New York takip etti. Onlar da
aynı koşullarda kredi vermeye başladılar. Yine de iki imzalı kredi verme bu bankalarda
devam ediyordu.
Kredi talep eden firmaya firmanın bilançosunu istemeden iki imzalı bir taahhütname
veya ticari kağıt karşılığında kredi açılması, yukarıda anılan üç istisna dışında 70’li yılların
başına kadar devam etti. O tarihten itibaren kredi talepçisinden bilanço ve gelir tablosu
istenilmeye başlandı. New York City’de faaliyet gösteren “Importers and Traders National
Bank of New York City” peşin para ile iskontolu emtia alabilmelerini sağlamak amacı ile
müşterilerine kendilerine tanınmış kredi limitleri dahilinde kredi açmaya başlayarak bir ilke
imza attı. Bu uygulama müşteri firmalardan, analiz edilmek üzere son yıla ait bilanço ve gelir
tablosu istenilmesini gündeme getirdi. Bankanın bu uygulaması diğer bankerler tarafından
kuşku ile izlendi ve kredi vermede iki imzaya dayalı sistem devam etti. 8 Şubat 1895 günü
New York kenti Bankacılar Birliği (The New York State Bankers’ Association) yürütme
organı, Birliğe üye bankaların kredi talebinde bulunan firmalardan, Birlikçe hazırlanmış
formatta firma yetkililerince imzalanmış aktif ve pasiflerini gösteren bir tablo talep etmeleri
tavsiyesinde bulundu. 11 Temmuz 1895 günü yapılan ikinci genel kurulun öncesinde Birlik
New York eyaletini dokuz coğrafi bölgeye ayırdı. Bölgelerdeki bankalar, Birlikçe tavsiye
edilen formatta finansal tablo istemeye başladılar. Ancak bazı bankacılar çeşitli nedenlerle iki
imzaya dayalı kredi verme sistemini terk etmek istemiyorlardı.
Ticari kredi talebinde bulunan firmaların bankalara verdikleri bilançoların analiz
edilmesinin gerekliliğini ilk savunan bankacı, Fourth National Bank of New York’un Başkan
yardımcısı James G. Cannon oldu. James G. Connon 1892’den itibaren yayınladığı makaleler
ve verdiği konferanslarda kredi analizlerinin kaçınılmaz olduğunu savundu.
Bankaların kredi müşterilerinden Bankacılar Birliği tarafınan hazırlanmış finansal
durum tabloları alınması uygulamasını Pennsylvania Bankacılar Birliği 16 Aralık 1896
tarihinde yaptığı yıllık genel kurul toplantısında bu yönde karar alarak başlattı. Amerikan
Bankacılar Birliği’nin (The American Bankers’ Association) 1899 yılı Eylül ayında
Cleveland, Ohio da yapılan yirmi beşinci yıllık toplantısında Birlik tarafından hazırlanmış
standard hesap vaziyetinin bütün eyaletlerde Birliğe üye bankalarca kullanılmasına karar
verildi. O dönemde 2700 üyesi ile güçlü ve büyük bir kurum olan Kredi Adamları Milli
Birliği (National Association of Credit Men) de Bankacılar Birliği’nin Standard formunun
uygulanmasının uygun bulunduğunu belirtti. 23 Aralık 1913 tarihinde çıkartılan “The Federal
Reserve Kanunu” ile kurulan merkez bankalarının bankaların müşteri senetlerini reeskonta
alırken senetlerin reiskonta alınmasının uygun olduğunun anlaşılması için senedi veren kredi
8
Bankacılar Dergisi
müşterisi firmanın finansal durumunu gösteren bilgileri de istemesi muhasebe sistemlerinin
ıslah edilmesi ve analiz edilebilir finansal durum tablolarının hazırlanmasını kaçınılmaz kıldı.
Avrupa ülkelerinde ticaret bankalarının kurulma tarihi 1600’lü yılların başlarına kadar
gider. Modern anlamda kurulan ilk banka Amsterdam Bankası’dır. Bu bankanın kuruluş tarihi
1609’dur. Diğer Avrupa ülkelerinde de modern bankaların kuruluşu aynı tarihlerde olmuştur.9
Bu bankaların ABD’deki bankalardan çok önce kurulmuş olmalarına rağmen kredi uygulamasında mali tahlil uygulamasına geçişleri, 20. yüz yılın başlarında olmuştur.
Günümüzde gerek ABD’de gerek diğer gelişmiş ülkelerde, finansal analiz teknikleri
sadece kredi riskinin ölçülmesi için kullanılan teknikler olma ötesinde firma yöneticilerine
karar aşamalarında yol gösteren ve yatırımcılara yapmayı düşündükleri yatırımların kalitesi
hakkında fikir veren verileri analiz etme olanağı sağlayan bir teknikler olarak algılanmaktadır.
Oran analizlerine ek olarak geliştirilmiş diğer analiz araçları banka risk analizcileri ve
diğerleri tarafından kullanılmaktadır.
Ülkemizde bankaların finansal analiz yöntemini kullanmaya başlaması bu yöntemin
firmalar ve yatırım analizcileri tarafından da kullanılmasının önünü açmış, özellikle firmaların
muhasebe sistemlerinin geliştirilmesine büyük katkıda bulunmuştur. Tekniğin bankalarda
uygulamaya konulmasının üzerinden kırküç yıl geçmiştir. Ticaret bankalarımızın kredi
müşterilerinin hesap vaziyetlerini en iyi şekilde değerlendirecek bilgi, beceri birikimleri ve
uzman kadroları oluşmuştur. Ancak bugün hala kredi kararı alınırken teminat ve firma
yöneticilerinin “moraliteleri” öncelik taşımaktadır. Bu önceliğin sorumluluğunu bankalarımıza yüklemek haksızlık olur. 1963 yılından bugüne kadar geçen süre zarfında ülke ekonomisi o
kadar belirsizlikler içinde kalmış, ekonomik dalgalanmalar ve artan riskler yakın geleceği bile
rahatlıkla görmeyi engellemiştir. Böyle bir ekonomik istikrarsızlık ve enflasyonist bir ortamda
bankaların sadece mali tahlile güvenerek kredi kullandırmalarını beklemek safdillik olurdu.
Dipnotlar
1
ABD’de ticaret bankaları kredi müşterilerinin kendilerinden başka bir banka ile kredi ilişkisine girmesini
istemedikleri gibi firmanın mâli yapısının banka kredisine devamlı bağımlı olmadığını gösterme anlamında yılda
en az bir ay banka kredisi kullanmadan çalışmasını talep ederler. Ülkemizde, o yıllarda ve halen birden fazla
bankadan kredi kullanma olanağı bulan firmalar devamlı krediye bağımlı olmayı bir sakınca olarak görmemektedirler.
2
Türkiye Bankalar Birliği Yönetim Kurulu’nun 29.8.1962 tarih ve 26 sayılı kararı.
3
Türkiye Bankalar Birliği Yönetim Kurulu’nun 20.12.1962 tarih ve 61 sayılı kararı.
4
Türkiye Bankalar Birliği Yönetim Kurulu’nun 4.1.1963 tarih ve 4 No.lu kararı.
5
Bkz. Türkiye Bankalar Birliğinin 20 No.lu yayını. Yayın tarihi 1963.
6
ABD’deki uygulama hazırlanırken Roy A Foulke’ın “Practical Financial Statement Analysis” adlı eserinin 5.
basımından yararlanılmıştır. McGraw-Hill Book Company , 1955 yılı basımıdır.
7
R.G. Dun & Company olarak bilinen The Mercantile Agency 1933 yılında The Bradstreet Company’i
bünyesine kattı ve bu birleşmeden “Dun & Bradstreet. Inc.” doğdu.
8
Accommodation Paper: teminat olarak kullanılabilecek, hiçbir borç alacak ilişkisinden kaynaklanmayan ve
verene her hangi bir mâli yük getirmeyen kıymetli kâğıt.
9
Bkz. Dr. Mehmet Tarkan, Bankacılık, geliştirilmiş ilaveli 2. baskı, Nobel Yayın Dağıtım, 2002 sh.3
9
Bankacılar Dergisi, Sayı 56, 2006
Osmanlı Para Sistemi ve Tağşiş Politikası:
Dönemsel Bir Analiz
Prof. Dr. Ekrem Erdem*
1. Giriş
Osmanlı İmparatorluğu’nda uygulanan para sistemini anlamak için, hem o dönemde
dünyada geçerli para sistemini hem de İslamiyet’in temellerini dikkate almak zarureti vardır.
Zira, uygulanan para sistemi, cari dünya ekonomik konjonktürünün gerekleri doğrultusunda
yürütülmüş, ama devlet sisteminin özünü oluşturan islami esaslar da büyük ölçüde gözetilmiştir. O nedenle, bu konularda yapılan çalışmaların hem o dönemin dünya konjonktürünü ve uluslararası para sistemini hem de islami esasları ve geçmiş islam devletlerinin uygulamalarını
birlikte dikkate alması gerekmektedir. Bu alanda belki çok sayıda diyemesek de, özellikle son
yıllarda iktisat tarihçileri tarafından yerli ve yabancı kaynaklar dikkate alınarak bazı çalışmalar
yapılmaktadır. Bu çalışmaların artması, asırlar boyu büyük bir devlet olarak geniş bir coğrafyada hüküm sürmüş olan Osmanlı Devletinin medeniyet çizgisini ve onun önemli bir unsuru olan
para sistemini ve politikasını daha iyi kavrayabilmek ve geçmişe dönük inşa ettiğimiz köprünün ayaklarının daha sağlam bir zemine oturmasını sağlamak için son derece önemlidir.
Bu çalışmada amacımız, yukarıda bahsedilen tarih köprüsünün üzerinden geçen ulusal
ve uluslararası ticaretin ödemelerinin hangi koşullar altında hangi araçlarla yapıldığının tespit
edilmesi ve elde edilen sonuçların mümkün olduğunca dönemin uluslararası konjonktürünü de
dikkate alarak, iktisat politikaları açısından bir analiz yapmaktır. O nedenle, çalışmada, esas
olarak bir iktisat tarihçisi kimliği yerine, iktisat politikacısı kimliği öne çıkmaktadır. Bu amaca
hizmet etmek maksadıyla, var olan çalışmalardan hareketle, Osmanlı döneminde uygulanan
para sisteminin ve politikasının ana hatları önce genel ilkeler halinde, ardından da belli dönemler halinde analiz edilecektir.
2. Osmanlı Para Sisteminin Temel Özellikleri
Osmanlı Devletinde uygulanan para sistemi ve politikasının temel özelliklerine baktığımızda, şu hususlar öne çıkmaktadır (Tabakoğlu, 1999: 199, 205):
(i)
İslamın ilk dönemlerinden itibaren diğer müslüman ülkelerin yaptığı gibi, Osmanlılar da –zaman zaman genel ekonomik ve sosyal istikrarsızlıklardan dolayı bazı aksamalar olsa
da- geçiş dönemi diyebileceğimiz ilk yılların ardından1 genellikle kendi sikkelerini bastırmışlar
ve kendilerine özgü istikrarlı bir para sistemi kurmaya çalışmışlardır. Bu uygulamanın altında o
dönemlerin hiç de yadsınamayacak şu sebepleri yatmaktadır:
-
Sikke bastırmanın, (hutbe okutmakla birlikte) egemenliğin vazgeçilmez bir gereği olması.
Ülke içinde vergi ve diğer devlet gelirlerinin toplanması ve ödemelerin yapılmasında kendi
parasını kullanmanın kıvancını yaşamak.
Uluslararası ticari ödemelerin yapılmasında kendi para birimini kullanma isteği ve gereği.
*
Erciyes Üniversitesi, İ.İ.B.F., İktisat Bölümü, Öğretim Üyesi.
10
Bankacılar Dergisi
(ii)
Genellikle, paradan bir finansman aracı olarak yararlanılmıştır. Bunun başlıca
dört uygulama şekli olmuştur:
-
-
Devlet, harcamalarının finansmanında ihtiyaç duyduğunda, mevcut kıymetli madenlerden ya da eski sikkelerden yeni sikkeler kestirerek, para arzını artırırdı. Örneğin,
Fatih döneminde bu maksatla 1451, 1460-61, 1470-71, 1475-76 ve 1481-82 yıllarında
yeni akçe çıkarılmıştır.
Kanuni Sultan Süleyman dönemine kadar (1520-66), tahta yeni çıkan padişah, eski
sikkeleri yasaklayıp kendi adına bastırdığı sikkeleri tedavüle sürmüştür (tecdid-i sikke
siyaseti).
Zaman zaman sikkelerin ayarlarında değişikliğe gidilmiş (tashih-i sikke siyaseti);
altın ve gümüş sikkelerin bakır oranı artırılmış veya sikkelerin hacmi küçültülmüştür
(tağşiş siyaseti).
Her zaman olmasa da, sikkelerin hazineye giriş ve çıkış kurları farklılaştırılarak ek
gelir elde edilmiştir.
(iii) Diğer islam devletlerinde olduğu gibi, Osmanlı’da da madeni paraların sadece
parasal işlevleri yerine getirmesi istenmiş, eşya ve iddihar (yastık-altı nakdi tasarruf) olarak
kullanılması arzu edilmemiştir.
(iv)
Ülkeye değerli madenlerin girişi teşvik edilmiş, çıkışı istenmemiş; böylece, para
arzının yeterli seviyede tutulması amaçlanmıştır.
(v)
Çift ya da çoklu metal sisteminin uygulandığı dönemlerde, bazen altın ve gümüş
(veya bazen bakır) paralar arasında, bazen de iki ayrı altın para (özellikle nisbeten değeri düşük
Mısır altınları ile değeri yüksek İstanbul altınları) arasında ‘kötü para iyi parayı kovar’ şeklinde
ifadesini bulan Grasham Kanunu etkili olmuştur.
(vi)
Ülkede zaman zaman ortaya çıkan altın ve gümüş darlığı, para arzının ve toplam
talebin darlığını beraberinde getirdiği için, ekonomik daralmaya ve deflasyona yol açmıştır.
(vii) Kıymetli maden arzının darlığı, diğer şartlar veri iken, tağşiş politikalarını ve
akçedeki gümüş oranını artırmıştır (kızıl akçe).
(viii) Darphaneler birer mukataa2 niteliğinde idi. İmparatorluğun önemli merkezlerinde darphaneler kurulmuştur. Ancak, para krizlerinin yoğun olarak yaşandığı dönemlerde taşradakilerin çoğunluğu kapatılmış olsa da3, İmparatorluk sınırları içerisinde genellikle darp hürriyeti korunmuştur4.
(ix)
Osmanlılar, sınırlarının genişlemesi üzerine, merkeze uzak bölgelerde para bölgeleri oluşturmak suretiyle; o bölgeleri daha önce kullandıkları para birimini kullanmaları konusunda serbest bırakmışlardır.
3. Para ve Tağşiş Politikalarının Dönemsel Analizi
İktisat tarihçileri, doğal olarak 600 yılı aşkın süren imparatorluk döneminde uygulanan
para sistemini değişik alt dönemlere ayırarak incelerler. Bu dönemleri aşağıdaki gibi tasnif etmemiz mümkündür5:
11
Prof. Dr. Ekrem Erdem
3.1. Birinci Dönem: Gümüşe Dayalı İstikrarlı İlk Yıllar
İmparatorluğun başlangıcından Fatih döneminin sonlarına yakın (1477-1479) süren bu
dönemde, gümüş akçeye6 dayanan monometalist (tek madeni paraya dayalı), istikrarlı bir para
sistemi hakimdir. Aslında, İmparatorlukta ilk sikkenin Osman Bey zamanında bastırıldığına
dair son yıllarda önemli kanıtlar elde edilmiş olsa da (Sahillioğlu, 1989: 225; H. Kazgan vd.,
1999: 79), ilk paranın gümüş sikke7 olarak Orhan Bey zamanında 1326-27 (H. 727) tarihinde
Bursa’da bastırıldığı geniş kabul görmüş bir bilgidir. Zaten ilk sikkeler çoğunlukla Bursa, Edirne ve Marmara havzasında basılmıştır8. Bu tarihten sonra, devlette tek gümüş sistemi uygulanmaya başlanmıştır. Daha sonra Birinci Murat döneminde (1362-1389) bozuk para ihtiyacını
karşılamak üzere mangır ya da pul denen bakır paralar tedavüle girmiştir9.
Monometalist olarak addedebileceğimiz bu dönemde tahta çıkan her padişah sikkeyi
kendi adına bastırmıştır. Tecdid-i sikke olarak adlandırılan bu para politikası uygulaması boyunca akçenin ağırlığı her defasında (bir buğday tanesi kadar, 48 mg) azaltılmıştır. Madeni para sisteminin uygulandığı dönemlerde madeni paranın altın ya da gümüş içeriğinin; yani, saflık
derecesinin (ki, burada henüz sadece gümüş akçe söz konusudur) azaltılmasına tağşiş denilmektedir ki, bugünkü ifade ile o günün devalüasyonu olarak kabul edebiliriz. Tağşiş yapmakla,
devletin –en azından fiyatların yükselmesi yönünde baskı yapacağı zamana kadar bir müddetsöz konusu madeni para cinsinden yükümlülükleri azalıyor ve aynı miktar altın ya da gümüşle
daha fazla ödeme yapma imkanı doğuyordu.
Bu ilk dönemde tecdid-i sikke ve tağşiş uygulamalarına en fazla Fatih döneminde rastlıyoruz. Fatih Sultan Mehmet ilk tecdid-i sikke uygulamasına 1444’teki ilk cülûsunda müracaat
etmiştir. Daha sonra 1451’deki ikinci cülûsunda ve 1460-61, 1470-71, 1475-76 ve 1481 yıllarında bu uygulamayı tekrarlamıştır. Tağşiş sonucu piyasaya yeni para sürülmesiyle birlikte, eski paralar devlet tarafından yüzde 20 düşük fiyattan kabul edilmiştir (Akyıldız, 1996: 23). İktisat tarihi kaynaklarında bu dönemde başvurulan tağşişlerin en önemli sebepleri olarak; devletin
artan bütçe açıklarını finanse etme gereği, ticari işlemlerdeki genişlemeye bağlı olarak artan
para talebini karşılamak istemesi, yıpranan sikkelerin tedavülden çekilmesi ve darphanelerin
kötü işletilmesi gibi hususlar belirtilse de, esas sebep birincisidir, yani, devlete ek gelir sağlamaktır. Bu tağşiş uygulamaları sonucunda devletin senyoraj geliri artmıştır; ancak zaman zaman halkın ve yeniçerilerin tepkisine yol açarak, yönetime karşı güvenin azalmasına da neden
olmuştur.
3.2. İkinci Dönem: Güçlü ve Çoklu Para Sistemi, Para Tedavül Bölgeleri ve Fiyat
Devrimi
Bu dönem, 1479’da ilk altın sikkenin bastırılmasından 1585-86’daki büyük tağşişe kadar geçen dönemi kapsamaktadır. Bu dönem, İmparatorluğun diğer alanlarda olduğu gibi iktisadi alanda da gelişmeye devam ettiği, dolayısıyla güçlü bir ekonomik ve parasal yapıya geçtiği
dönemdir. Fatih döneminde Osmanlılar özellikle Doğu Akdeniz havzasında uzun mesafeli ticari faaliyetleri geliştirmek; böylece, kara ve deniz ticaret yollarında hakimiyet kurmak istiyorlardı. Fakat, bu denli güçlü bir uluslararası ticari faaliyet ve onun getireceği geniş mübadele
hacmi için, güçlü bir ödeme aracına sahip olma ihtiyacı hissediliyordu. Bu ihtiyaca binaen, Fatih Sultan Mehmet tarafından ilk defa 147910 yılında altın para bastırılmış ve böylece çift metal
sistemi yürürlüğe girmiştir. İmparatorluğun bu ilk altın parasına sultanî denilmiştir (çok sonraları eşrefî ve daha sonraları şerifiye olarak anılmaya başlanmıştır).
12
Bankacılar Dergisi
16. yüzyılın ilk çeyreğine gelindiğinde, ülke sınırları içinde işlevleri nispeten farklılaşmış altın, gümüş ve bakır paralardan oluşan üçlü bir para sistemi uygulamaya girmiştir. Altın
sikkeler, bir parada bulunması beklenen mübadele aracı, hesap birimi ve servet biriktirme aracı
olma işlevlerinin tamamına sahip ve genellikle toplumun ekonomik ve sosyal statüsü yüksek
tüccar ve bürokratları tarafından kullanılıyordu. Osmanlı para sisteminin temelini oluşturan
gümüş akçeler ise, daha çok mübadele aracı ve hesap birimi olma işlevlerini yerine getiriyor ve
geniş halk kitleleri tarafından kullanılıyordu. Öte yandan, I. Murat döneminden itibaren genellikle basıla gelmiş olan bakır mangırlar ise, özellikle küçük alış verişlerde tedavül aracı ve hesap birimi olarak bozuk para ihtiyacını karşılamak, bazı dönemlerde de akçeyi ikame etmek
amacıyla kullanılan, devletin tayin ettiği itibari değerler üzerinden tedavül eden paralar idi.
Uygulanan bu para isteminin nasıl ifade edileceği, aslında tartışma götürür niteliktedir. Pek de
istikrarlı olmayan ve zaman zaman uygulama alanı bulan bakır parayı da dikkate aldığımızda,
bu bir üçlü metal sistemi yani, trimetalizmdir; bakır parayı dikkate almadığımızda, bu bir çift
metal sistemi yani, bimetalizmdir; diğer paraların değerlerinin de temel ödeme aracı olan gümüş akçe ile ifade edildiği dikkate alındığında ise, bu bir tek metal sistemi, yani
monometalizmdir.
Ancak, fetihler devam ettikçe, merkeze uzak bölgelerde yukarıdaki para düzenini aynen
muhafaza etmek mümkün olmamıştır. Genellikle İmparatorluğa yeni dahil olan bölgelerde eskiden kullanılan para birimlerine de dokunulmadan kullanılmış; böylece, farklı para tedavül
bölgeleri oluşmuştur. Bu bölgelerin başlıcaları şunlardır: Balkanlar, Doğu Anadolu, Kırım, Mısır ve Kuzey-Batı Afrika (Tunus, Cezayir ve Trablusgarp) bölgeleri. Sultanî, İmparatorluk genelinde temel para birimi haline getirilirken, bölgesel sikkeler yerel düzeyde kullanılmaya devam edilmiş, üzerlerine sadece dönemin Osmanlı padişahının adı eklenmiştir.
Hatta, diğer ülkelerin kullandıkları para birimlerinin ülke içinde kullanımı bile ülke içinde altın ve gümüş miktarını artırmak maksadıyla özendirilmiştir. Nitekim Doğu’da İran
Şâhîsi, Mısır’da Pâre, Eflak-Boğdan, Erdel ve Macaristan civarında Penz, Kırım’da Kafevî akçe tedavül etmiştir. Bunlardan başka, Venedik Dükası, Ceneviz Altını, İspanyol Riyali, Hollanda Esedisi, Polonya Zotası, Avusturya Taleri v.s hep birlikte piyasada dolaşımda olmuştur. Ancak, Osmanlı akçesi diğerlerine nispeten daha yüksek ayarda olduğu için, genelde tercih edilmiş ve yurtdışına kaçırılmaya çalışılmıştır. Çalışmamızın daha başında da işaret edildiği gibi,
Osmanlı para politikası uygulamalarında genellikle ülkeye para girişi teşvik edilirken, ülkeden
para çıkışı önlenmeye çalışılmıştır. Ülkeden para çıkışı her zaman mal ticaretinden kaynaklanmıyordu. Özellikle para darlığının yaşandığı dönemlerde, bazı açıkgözlü kişiler külçe gümüşü
ya da piyasadan topladıkları yeğni (hafif) akçeleri yasak olmasına rağmen musakkalleştirerek
(ağırlaştırarak) hem yurtiçi hem de yurtdışı piyasalara gerçek kıymetlerinin çok üzerinde sürmeye çalışmışlardır. Şam, Bağdat, Basra ve hatta Hindistan gibi doğu memleketlerine gidildikçe Osmanlı altın ve gümüş paraları ve mücevheratı çok daha yüksek fiyattan satıldığı için,
halktan bazı insanlar da bu amaçla spekülatif kazanç sağlamak üzere ellerindeki külçe ve madeni eşyaları ağırlaştırılmış sikke haline dönüştürdükten sonra yurt dışına satmak istemesi, para
darlığı sorununu ciddi boyutlara taşımıştır. Tabii, bu durum kaçınılmaz olarak Osmanlı illerinde nakit sıkıntısına ve mübadelelerde ödemelerin zora girmesine neden olmuştur. Bu karmaşa
ortamında bir kısım fırsatçıların para kalpazanlığına soyundukları da görülmüştür. Bu durumda
Osmanlı şehirlerine mal satmaya gelen uluslararası tüccarların (bilhassa da İranlı tüccarların),
karşılığında Osmanlı akçesi götürmelerine devlet zaman zaman yasaklama getirip, sattıkları
mal karşılığında ülkelerine buradan alacakları başka mallarla dönmelerini istemişse de, yeterince başarılı olduğu söylenemez (Akdağ, 1995: 275-78). Çünkü, bu tür yasaklamalar, rüşvet, kaçakçılık, hilekarlık, para kalpazanlığı ve fiyatların yükselmesi gibi olumsuzlukları da beraberinde getirmiştir. Böyle bir ortamda sorunu çözmeye dönük bazı özendirici politikalarının yanı
13
Prof. Dr. Ekrem Erdem
sıra, devlet büyüklerinin ellerindeki altın ve gümüş gibi kıymetli madenler darphaneye gönderilerek paraya dönüştürülse de (Akyıldız, 1996: 23), uzun süre istenen sonuç alınamamıştır.
Bu dönemde para darlığının yol açtığı sorunlardan biri de, fiyat devrimi olarak bilinen
kabaca 16. yüzyılın başlarından 17. yüzyılın ortalarına kadar Avrupa ülkelerinde ve tabii bu
arada Osmanlı devletinde de kendini hissettiren fiyat artışlarıdır11. Yıllar geçtikçe akçenin ağırlığının ve değerinin sürekli olarak düştüğü anlaşılmaktadır. Nitekim, 1453-1559 yılları arasında, resmi olarak gümüş akçenin değerinde yüzde 21, altınınkinde ise yüzde 50’ye varan düşüşler yaşanmıştır (Akdağ, 1995: 279).
Bu dönem zarfında fiyat artışları ülkeden ülkeye, bölgeden bölgeye yüzde 100 ile yüzde
600 arasında değişmiştir. Bu yıllarda yaşanan enflasyonist sürecin sebepleri üzerinde derin tartışmalar yapılmış; ancak, içlerinde en fazla kabul göreni, 1568 yılında ünlü merkantilist düşünür Jean Bodin’in tezi olmuştur. Bodin’e göre, Yeni Dünya’nın (Amerika) keşfinden sonra Avrupa’ya (özellikle de İspanya’ya) getirilen kıymetli madenler, Avrupa ülkelerinde (ve tabii bu
arada Osmanlı İmparatorluğu sınırları içerisinde de) fiyatların yükselmesine sebep olmuştur.
Zira, Avrupa’ya getirilen altın ve gümüş, kıtada sadece kıymetli maden stokunu artırmakla
kalmamış, aynı zamanda kıtada para stokunu da artırmıştır. Bundan dolayı Jean Bodin, paranın
miktar teorisi’ni ilk tespit eden kişi olarak bilinir12.
İktisat tarihçileri, aynı dönemde Osmanlı İmparatorluğu’nda fiyat artışlarının nedenleri
olarak, kıymetli maden ve dolayısıyla para arzındaki artışın yanı sıra, tağşişleri13, nüfus artışını,
paranın tedavül hızındaki değişiklikler ile kredi mektupları ve poliçeler gibi para türlerinin ortaya çıkışını da sayarlar (Pamuk, 2000a: 137). Doğal olarak, söz konusu dönemdeki yüksek fiyat artışları, İmparatorluğun mali yapısıyla birlikte zirai ve sınai üretim yapısı üzerinde de fevkalade olumsuz etkiler yapmıştır.
Aslında, yukarıda tartıştığımız para darlığının ve bunun yol açtığı temel sorunların kaynağında, devletin harcamalarının giderek hızla artması; buna karşılık, bu harcamaları finanse
edecek asli gelir kaynaklarının yeterince oluşturulamaması ve istikrarlı bir biçimde artırılamamasıdır. Burada kanaatimize göre, İslam devlet geleneğinde öteden beri vergi artışına hem teorik olarak hem de ilk dönem uygulamalarında iyi bakılmaması14, bunun yanında monetizasyonun bir finansman kaynağı olarak görülmeye başlanması, hemen hiç bitmeyen savaşların ve
sürekli genişleyen toprakların getirdiği mali yük ve sağlıklı, sürdürülebilir bir ekonomik büyüme ve onun getireceği sağlam ve geniş vergi tabanının olmayışı, para sorunlarının çözümünü
güçleştiren nedenler arasında sayılabilir. Aslında, devletin yeterli kaynak yaratmak için çeşitli
yollara başvurduğunu da biliyoruz; ancak, bunların yeterli olmadığı da bir gerçektir15.
Bu dönemde devletin harcamalarını finanse edeceği asli gelirlerini yeterince oluşturamadığı ve bunları sürdürülebilir bir şekilde istikrarlı olarak artıramadığı anlaşılmaktadır. Nitekim, o dönemde Bursa iline ait veriler bunu teyit eder mahiyettedir. Örneğin, kölelikten âzâd
edilmiş olanlar anlamına gelen “Çingene ve Âzâdegân Mukataası” denen vergiler 1497’de 156
667 akçe iken, 1506’da 78 333 akçe, 1573’de de 126 667 olarak gerçekleşmiştir. Yine, bugünkü anlamda meyve halinde toptan satışlardan alınan vergi anlamına gelen “Bursa Kaptan
Mukataası”, 1485’de 266 667 akçe iken, 1512’de 410 000 akçe, 1574’te ise 206 666 akçe olmuştur. Bursa Darphanesi Mukataası” gelirleri ise, 1518’de 100 000 akçe iken, 1553’de 70 000
akçeye gerilemiştir. “Bursa Boza Mukataası” gelirleri ise, 1473’de 440 000 akçe iken, 1570’de
33 000 akçeye gerilemiştir. Diğer bir örnek, hububat pazarı olarak bilinen “Galle Pazarı”ndan
toplanan vergi miktarları ile ilgilidir. Buradan yıllık olarak toplanan vergiler 1492’den 1573’e
80 yılda 103 340 akçeden 226 667 akçeye yükselmiştir. (Akdağ, 1995: 282-89).
14
Bankacılar Dergisi
3.3. Üçüncü Dönem: Parasal İstikrarsızlık ve Tağşişler
Bu dönem, 1585-86’da yapılan büyük tağşiş ile 1690 yılları arasındaki dönemi kapsar.
Daha önce büyük ölçüde istikrarlı sayılabilecek bir dönemden hemen her alanda ve tabii bu arada parasal alanda da istikrarsızlığın damgasını vurduğu bir dönem başlar. Zaten 17. yüzyıl,
tarihte sosyal huzursuzlukların ve isyanların kendini iyice hissettirdiği bir dönem olarak bilinir.
Tağşişle birlikte gümüş akçenin hem ayarı hem de ağırlığı büyük ölçüde değişmiştir. Tağşişin
hemen öncesinde 1584’te 100 dirhemden kesilen akçe miktarı 450 iken, tağşişten hemen sonra
1586’da 800’e çıkmıştır. Akçenin ağırlığı da, aynı yıllarda 0,68 gramdam 0,38 grama düşmüştür. 1669 yılına gelindiğinde ise, akçe iyice küçülmüş ve incelmiştir. Artık 100 dirhemden 1400
akçe kesilmeye başlanmış; ağırlığı da 0,23 grama düşmüştür (Pamuk, 2000a: 143-61). Akçenin
gümüş içeriği yoğun savaş yıllarının da zorladığı şartlar neticesinde resmi standartların çok altına inip, fiyatlar hızla artmaya başlayınca, devlet akçenin resmi standartlarını yeniden belirlemeye çalışmıştır. Bu uygulamaya tashih-i sikke (devalüasyon) politikası denmektedir16.
Gümüş akçenin altın para karşısında hızlı değer kaybı ile birlikte, ‘iyi para’ konumuna
geçen altın para, piyasayı büyük ölçüde gümüş paraya terk etmiştir (Grasham Kanunu). Fakat,
tashih-i sikke politikaları sonucunda, akçenin satın alma gücü daha da zayıflıyor ve fiyatlar
yükseliyordu17. Ardından da, yeni mal fiyatlarını gösteren narh cetvelleri yayınlanıyordu.
Osmanlı idaresini gümüş akçenin 1585-86 büyük tağşişini yapmaya sevk eden ana faktörler şunlardır (Pamuk, 2000a: 143-61):
-
-
Savaş teknolojisindeki gelişmeler (ateşli silahlara geçiş) ve yeniçerilerin sayısındaki
büyük artış18 nedeniyle artan askeri harcamalar ve savaşların finansman güçlüğü.
İmparatorluğun Avrupa-Asya ticaret yolları üzerinde yer alması nedeniyle, Avrupa’dan
Asya’ya akan altın ve gümüş trafiğini yeterince kontrol edememe ve bunun meydana
getirdiği iç parasal istikrarsızlık (para krizi).
O dönemde İran’da gerçekleşen bir tağşiş uygulamasından dolayı oraya kayması muhtemel gümüşü engelleme çabası.
Uzun süren Celali isyanları nedeniyle, özellikle tarımsal üretimin ve bundan dolayı
devlet gelirlerinin zayıflaması.
Artan isyanlardan dolayı, merkezi hükümetin toplaması gereken vergilerin bir kısmına
taşradaki yerel güçler tarafından el konulması nedeniyle, devletin vergi gelirlerinin
düşmesi.
Avrupa’dan Asya’ya deniz yolunun bulunmasından sonra, İmparatorluk üzerinden geçen transit kara ticaret yollarının okyanuslara kayması nedeniyle, buralardan elde edilen
gelirlerin düşmesi.
Yeni Dünya’dan gelen büyük miktarda altın ve gümüşten sonra, Osmanlı gümüş madenlerinin (üretilemez hale gelmesi nedeniyle) giderek gerilemesi ve kapanması.
Devlet vergi gelirlerini güneş takvimine, harcamalarını ise ay yılını esas alan Hicri takvime göre yaptığı için, ikincisi birincisinden 11 gün kısa olduğundan dolayı, Hazinenin
her 34 yılda bir ödemelerinin gelirlerini aşması ve bu yüzden özellikle savaş yıllarında
Hazinenin mali olarak sıkışması.
Hazineye ek gelir sağlamak istenmesi.
Bu son maddeden hareketle, tağşiş uygulamalarının temelinde, esasında devletin kamu
açıklarını asli gelirleriyle kapatmakta zorlanmasının olduğu söylenebilir. Özellikle de mali buhranların sık sık yaşandığı ve bunların nispeten uzun sürdüğü dikkate alındığında, tağşiş politikasının uygulayıcıların bunu alışkanlık haline getirmelerinin yanı sıra, bir anlamda ekonomik
15
Prof. Dr. Ekrem Erdem
çaresizliğin de kaçınılmaz bir sonucu olarak gerçekleştiği anlaşılmaktadır. O nedenle, yukarıdaki hususlar aynı zamanda Osmanlı devletinde zaman zaman mali sistemde yaşanan buhranın
temel sebepleri olarak da düşünülebilir19.
1550-1560 döneminde Osmanlı İmparatorluğu’na büyük miktarda altın ve gümüş girmesine rağmen, bu dönemde büyük tağşişlerin yapılmasına neden gereksinim duyulduğu bir
çelişki gibi gözükmektedir. Ancak, yukarıda da belirtildiği gibi, bu dönemde özellikle artan askeri harcamalar nedeniyle, hem devlet harcamaları artmış hem de ülkede fiyatlar yükselmiştir.
Böylece para talebi artmıştır. Altın ve gümüş paraların piyasada olduğu bimetalist para sisteminde para arzını artırmanın iki yolu vardır. Birincisi, ülkedeki net maden stokunu artırmak;
ikincisi, ise para biriminin içerisindeki maden miktarını değiştirmektir. Bu dönemde Osmanlı
İmparatorluğu’na büyük miktarda maden girişi olduğu, ancak bunların bir kısmının doğuya kaçırıldığı bilinmektedir. Net maden stokunu artırarak artan para talebini karşılamanın mümkün
olmadığı böyle bir durumda, para talebi fazlalığını ortadan kaldırmanın tek yolu, paranın içindeki maden miktarını azaltmaktır. Büyük tağşişin ardında yatan teorik temel de budur (Çizakça,
1976-1977: 21-25).
Ancak, yukarıda bahsi geçen 16. ve 17. yüzyıllarda yapılan tağşişlerin 15. yüzyılda II.
Mehmet döneminde yapılan tağşişlerden en temel farkı, önceki dönemlerde yapılan tağşişlerin
uzun vadeli bir strateji çerçevesinde; daha sonrakilerin ise, mali bunalımlara karşı kısa vadeli
bir çözüm olarak başvurulmasıdır (Pamuk, 2000a: 156).
1585-86 tağşişinden sonra 17. yüzyılın ortalarına kadar yaklaşık olarak 0,7 gramdam
0,3 grama gerileyen gümüş akçe, sadece hesap birimi işlevini yerine getirir hale gelmiştir. Bu
dönemde devlet yeterince bakır para da üretememiştir20. Bunun yerine, mübadele aracı olarak
piyasalarda bol miktarda Avrupa’nın altın ve özellikle de gümüş sikkeleri kullanılmaya başlanmıştır. Hatta, bazı Avrupalı tüccarlar Avrupa darphanelerinde bastırdıkları yabancı sikkeleri
Osmanlı piyasalarına getiriyorlar ve kendilerine yapılacak ödemelerin bu paralarla yapılmasını
istiyorlardı. Yani, Osmanlı piyasalarında bir anlamda günümüzde para ikamesi denilen bir süreç başlamış oluyordu21. Bu durum karşısında taşradaki Osmanlı darphaneleri teker teker kapanmaya başlamıştır. Öyle ki, 17. yüzyılın başlarında 40 kadar olan darphane sayısı, yüzyılın
ortalarına gelindiğinde 4’e düşmüştür.
Ancak, yüzyılın ortalarına gelindiğinde, bu kadar farklı yerli ve yabancı sikkenin dolaştığı piyasada kalp sikkeler adeta cirit atmaya başlamıştır. Aslında, Osmanlı piyasalarının şiddetle bozuk paraya ihtiyacı vardı. Fakat, devlet bu ihtiyacı bakır paralar bastırmak suretiyle
karşılayamayınca, piyasalar bu ihtiyacı maalesef genellikle yurda sokulan yabancı kalp paralarla karşılama yoluna gitmiştir22. Bilindiği üzere, 11 Eylül 1683’de o tarihe kadar İmparatorluğun en ağır mağlubiyeti olan Viyana bozgunu ile devlet çok kıymetli hazinelerini kaybetmiştir
ve duraklama devri fiilen başlamıştır. Batılı devletlerle yapılan o tarihe kadar ki galibiyetlerin
yerini artık genellikle mağlubiyetler takip edecektir. Bütün bu olumsuzluklar karşısında, diğer
alanlardaki istikrar arayışlarının yanı sıra Padişah II. Süleyman döneminde 1688’de bol miktarda mangır veya pul denilen bakır paralar üretilmeye başlanmış ve bundan önemli bir ek gelir
bile sağlanmıştır. Ancak bu paraların değeri itibaridir. Yani maden değeri ile nominal değeri
arasında büyük fark vardır. Dolayısıyla devlet bunların basılmasını sınırlı tutmuştur. Bu noktadan hareketle altın ve gümüşte olduğu gibi, isteyenin darphaneye külçe götürüp bakır sikke
bastırma hakkı olmamıştır. Nominal değeriyle maden değeri arasında bir farkın oluşması ve
kolay kâr elde edilebilmesi, kısa sürede kalpazanların dikkatini çekmiştir. Bunun üzerine dışardan gemiler dolusu kalp bakır sikke memlekete sokulmuş bunun; yarattığı enflasyon neticesinde ise, 1691 senesinde bakır sikke tedavülden kaldırılmıştır (Akyıldız, 1996: 23).
16
Bankacılar Dergisi
3.4. Dördüncü Dönem: Nisbi İstikrar ve Tağşişlerden Vazgeçme
17. yüzyılın sonlarından başlayıp 19. yüzyılın ortalarına kadar (1690-1844 arası) devam
eden bir buçuk asırlık bu dönem, Osmanlı para sisteminde istikrarsız bir dönemin ardından
nisbi bir istikrarın sağlandığı ve büyük çaplı bir milli paraya dönüş hareketinin yaşandığı zaman aralığını kapsar. Zira, İstanbul’daki darphane uzun aradan sonra 1685’de yeniden faaliyete
geçmiş ve 1688’den itibaren yeniden ve eskisine göre külliyetli miktarda mangır (ya da
mankur), 1690’dan itibaren de gümüş sikkeler üretmeye başlanmıştır. Bu yeni Osmanlı parası
(gümüş sikkeler), zamanla değerinde aşınmalar olsa da, 18. yüzyıl boyunca İmparatorluğun para sisteminin merkezinde yer almıştır. Bilindiği gibi, 1699’da imzalanan Karlofça Antlaşması
ile birlikte Osmanlı Devleti Avrupa’daki aktif konumunu yitirmiş, merkez ile taşra arasındaki
bağlar zayıflamış ve gerileme dönemi başlamış olmasına karşın, Anadolu’da baş gösteren isyanlar bastırılmış; 18. yüzyıl boyunca parasal alanda göreceli bir istikrar yakalanmış ve İstanbul ile taşra vilayetler arasındaki parasal bağlar yeniden güçlenmeye başlamıştır.
Fakat, bilhassa mekanik darphane aletlerinin devreye sokulması ve sayılarının artmasıyla birlikte, aşırı mangır emisyonuyla kamu finansmanı, ülkeye haddinden fazla yasak bakır
para girişine yol açmış, kalpazanlık faaliyetleri artmış, yine piyasada kötü paralar hakim olmaya başlamış (Grasham Kanunu) ve enflasyon hızla yükselmiştir. Mali yapıyı tahrip eden bu gidişatı durdurmak amacıyla, mangır II. Ahmet tarafından 1691’de tedavülden kaldırılmıştır. Ardından da yeniden yoğun bir altın ve gümüş para basımına gidilmiş. Nitekim, aynı yıldan itibaren üretilmeye başlanan Zolta ve Sülüs denilen gümüş paralarla Tuğralı (1703), Zincirli (1713),
Fındık (1716) ve Zer-i Mahbub (1729) denilen altın paralar bu dönemin uygulamalarıdır
(Tabakoğlu, 1985: 280-83).
Daha önce bahsettiğimiz devletin gelirlerinin yetersiz kalması sorunu, aslında bu dönemde de kısmen devam etmiş, ancak ülke genelinde sağlanan göreceli siyasal ve ekonomik
istikrar, para politikasında da istikrarın yeniden sağlanmasına yardımcı olmuştur. Yoksa bu dönemde genel olarak mukataa, cizye, avârız ve celebkeşan ağnâmı gelirlerinde devletin harcamalarını finanse etmeye yetecek gerekli artışların sağlanamadığı anlaşılmaktadır23. Ancak, her
şeye rağmen devlet bu dönemde kamu finansmanında bazı köklü denebilecek ıslahat tedbirlerine müracaat etmiştir. Bunların bir kısmı tasarruf tedbirleriyle alakalı iken, diğer bir kısmı devlete yeni gelir sağlayacak alanlarla alakalıdır. Tasarruf tedbirleri olarak, hem cari harcamaları
azaltma hem de hazine borçlarını erteleme üzerinde durulmuştur. Yeni finansman imkanları
olarak da, (i) yeni vergiler ve vergi artışları, (ii) bir finansman kaynağı olarak paradan yararlanma, (iii) zor durumdaki halkın vergilerinin ise zaman zaman düşürülmesi, hatta geçici olarak
tamamen kaldırılması, (iv) üretim artışının teşviki ve (v) devlet adamlarının (özellikle askeri
zümreye mensup kişilerin) servetlerine yönelik gerek duyulduğunda müsadereye ve diğer ek
mükellefiyetlere24 baş vurulması sayılabilir (Tabakoğlu, 1985: 120-67; 259-99).
18. yüzyılın başlarından itibaren altın sikkeler de yeniden bastırılmaya başlanmış ve
bunların kur değeri büyük ölçüde serbest piyasaya bırakılmıştır. Bunun dışında zaman zaman
çoklu ödemeler (poliçe vs.) de devreye girmiştir. Ancak, III. Selim’in ilk yıllarında Rusya ve
Avusturya’ya karşı yürütülen savaşın finansmanı, tutturulan göreceli istikrarı bozmuş ve
1789’da büyük bir tağşiş kararı alınmıştır. Bu tağşiş kararıyla, kuruşun gümüş içeriği (9,4
gramdan 6,9 grama) ve ağırlığı (17,4 gramdan 12,8 grama) yaklaşık üçte bir oranında düşürülmüştür (Pamuk, 2000a: 178). Osmanlı kuruşunun dönemin itibarlı parası İngiliz Sterlini karşısındaki değeri de giderek azalmış; 1740’da 5,7 olan kur, 1844’de 110 olarak gerçekleşmiştir
(Çakır, 2001: 85). Bu dönemde daha sonraki yıllarda narh uygulamalarına da gidilmiştir.
17
Prof. Dr. Ekrem Erdem
Bu dönemde parasal alanda yaşanan önemli bir gelişme de, Kahire (1834), İstanbul
(1844) ve Tunus’un (1847) 19. yüzyılın ortalarına doğru altın ve gümüş sikkeler arasında sabit
kura dayalı çift metal sistemine geçme ve tağşişlerden vazgeçme kararlarıdır. Ancak, devlete ek
gelir sağlama amacıyla tağşişlerden vazgeçilmesi, her üç hükümete de pahalıya mal oldu; bunun yerine yüzyılın ortalarından itibaren dış borçlanma yolu kaçınılmaz hale geldi, ama sonuçta bu uygulama bir anlamda kendileri için sonun başlangıcı oldu (Pamuk, 2000a: 203).
3.5. Beşinci Dönem: Mali Sistemin Krizi, Borçlanma ve Bankacılığın Gelişmesi
18. yüzyıl boyunca İmparatorluk özellikle Rusya ve Avusturya cephelerinde hemen hiç
bitmeyen ve çoğunlukla da mağlubiyetlerle sonuçlanan savaşlarla boğuşmak zorunda kalmıştır.
III. Selim’in yeni tahta oturduğu 1789 yılı içerisinde her iki orduyla girişilen savaşlar hemen
tüm cephelerde ağır yenilgiyle sonuçlanınca, aynı yıl Fransa, İspanya ve Hollanda gibi bazı
Avrupalı devletlerden dış borç alma girişimi oldu ise de, söz konusu devletler bu teklifi geri
çevirmişlerdir (Pamuk, 2000a: 208).
İmparatorlukta hızla devam eden gerileme ve hatta çöküşü durdurmak için III. Selim tarafından başlatılan yenileşme hareketleri, II. Mahmut döneminde de devam etmiştir. Ancak,
tüm hızıyla devam eden bu gerileme ve yenileşme girişimlerinin yanı sıra, Hazinenin finansman sıkıntısı da hızla derinleşmekte idi. Dış borçlanma ile kapatılamayan finansman açığı,
1809-1831 yılları arasında sürekli olarak başvurulan tağşişler sayesinde kapatılmaya çalışılmıştır. Fakat, bu tağşiş uygulamaları, adeta ‘parayı pul etmiştir’. Zira, 1808’de 5,9 gram olan
Osmanlı kuruşunun gümüş içeriği, 1831’e gelindiğinde 0,5 grama gerilemişti. Paranın satın alma gücündeki bu şiddetli düşüşe karşılık, mal fiyatları sürekli yükseliyordu. II. Mahmut döneminde değişik altın sikkeler üretildi, ama bunlardaki tağşişler gümüşe nisbetle sınırlı kaldı.
II. Mahmut döneminde başvurulan tağşiş uygulamalarının devlete ek gelir sağlamasına
karşılık, beraberinde getirdiği önemli maliyetler de vardı. Çünkü, genellikle;
-
Tağşişler sonrasında paranın satın alma gücü azalır ve ulusal paraya güvensizlik başlar.
Nominal para arzında aşırı bir artış olacağından, fiyatlar yükselir.
Halkın ulusal paraya güveni sarsılınca, mübadelelerinde yabancı para kullanımını tercih
etmeye başlar; yani, para ikamesi ortaya çıkar ki bu durum ilgili ülkeye ek para transferi
anlamına gelir.
Vergi gelirleri reel olarak azalacağından bütçe dengeleri bozulur.
Düşük ayarlı sikkeleri taklit etmek daha kolay olduğu için, para kalpazanlığı artar. Böylece
devletin tağşişten beklediği ek gelirin bir kısmı, bazı kalpazanlarca paylaşılmış olur.
Ulusal para biriminin geleceğine dair belirsizlik, kamu iç borçlanmasında risk primini artırır. Dolayısıyla, kamu finansmanında iç borçlanma iyice güçleşir ve maliyeti artar.
Toplumun çeşitli sosyal ve ekonomik katmanlarından gelen muhalefet artar ve hatta kitlesel
isyanlara dönüşebilir25.
Osmanlı Devleti’nin 16. yüzyıldan beri (bilhassa kısa vadeli) mali sıkıntılarını aşma konusunda çaldığı kapılardan biri de, sarraflardan26 iç borçlanma idi. Galata civarında toplanmış
bu Yahudi, Rum ve Ermeni sarraflarına daha sonraları Galata Bankerleri denilmiştir. Galata
Bankerleri, sadece devlete kendileri borç vermekle kalmıyor, (özellikle 19. yüzyılda ve yoğun
olarak da yüzyılın ortalarından itibaren) aynı zamanda devlete Avrupa piyasalarından/ülkelerinden kısa vadeli borç temin ediyorlar (bir anlamda Osmanlıya yabancı mali sermaye akışını yönlendiriyorlar), gerektiğinde padişahın ve önde gelen bürokratların servetlerini yönetiyorlar, Fransız tüccarlarının yerini alarak poliçe ticaretini ellerine geçiriyorlar ve üyelerinin
18
Bankacılar Dergisi
bir kısmı, Darphane-i Amire gibi27, devletin en üst düzey para ve finans kurumlarının yöneticiliğini yapıyorlardı (Pamuk, 2000a: 219-20).
II. Mahmud’un 1839 yılında ölümünden ve aynı yıl açıklanan Tanzimat Fermanı’ndan
sonra, bir çok alanda olduğu gibi Osmanlı para sisteminde de köklü değişikliklere gidilmiştir.
Tanzimat, uzun süredir devam eden batılılaşma ve sekülerleşme hareketinin kapsamlı olarak
resmen tescilidir. Bu tarihten sonra, devlet para politikalarını belirlerken dini ilkelerden daha
bağımsız ve Avrupa’lı ülkelere benzer davranmaya başlamıştır. Devletin para, bankacılık ve
faiz konularında daha serbest davranmaya başladığı rahatlıkla söylenebilir28. Nitekim, İmparatorluk tarihinde bankalar 1840 sonrasında kurulmaya ve gelişmeye başlamıştır.
Nitekim, 1840 yılında Osmanlı Devleti ilk olarak İstanbul yöresinde kaime ya da kaimei mutebere-i nakdiye29 ya da daha sonraları sehim denilen toplam 40 milyon kuruş değerinde
kağıt paraları (esham) basmaya başlamıştır30. Bugünkü dille “para yerine geçen kağıt” anlamına gelen bu kağıt paralar, aslında bugünkü anlamda “bir para olmaktan çok, Fransa’daki
assignatlar gibi, faiz getiren borç senetleri ya da hazine bonosu niteliğindeydi” (Tekeli ve İlkin,1997: 45). İlk kaimelerin her biri 500 kuruş değerinde, 8 yıl vadeli ve yılda yüzde 12,531
faiz geliri sağlıyordu (Pamuk, 227). Daha sonra bunları faizsiz kaimeler izledi. Bankerlerin elindeki faizli kağıt paralar prim yaparken, faizsizler dörtte bir değerine düştü32 (H. Kazgan vd.,
2000: 35).
1840’da kaime basımına geçişi hazırlayan koşullar arasında özellikle II. Mahmut döneminde yaşanan savaşlar, iç isyanlar ve Yeniçeri Ordusu’nun kaldırılarak yerine kurulan Asakiri Mensure-i Muhammediye’nin teşkili için artan mali yük ve dolayısıyla artan hazine açıkları
sayılabilir. Ayrıca, en fazla ve en hızlı sikke tağşişinin yapıldığı II. Mahmut döneminden sonra,
artık paranın tağşişe tahammülü kalmamıştır (Akyıldız, 2003: 39-40). Dolayısıyla, birinci kaime uygulamasında amaç, her türden ödemelerde mübadele aracı sağlamanın yanı sıra, asıl olarak devletin iyice sıkışan maliyesine tipik bir iç borç senedi rolüyle ek gelir sağlamaktı. Zira,
Tanzimat reformlarının yerine getirilmesi, bir miktar finansmana ihtiyaç duyuyor idi. Ancak,
kaimelerin kupürlerinin büyüklüğü33 nedeniyle mübadele aracı olmaktan çok, değer saklama
aracı olarak kullanılmaya başlandığı için, nakit sıkıntısı baş göstermiştir. Ayrıca, kaimelerin
sadece iç piyasada kullanıma dönük oldukları unutulmamalıdır. Dış ödemelerde, madeni paralar üzerinden poliçeler kullanılıyordu (Tekeli ve İlkin,1997: 46). Esasında ilk kaimeler alt yapı
bakımından hazırlıksız ve hızlı bir şekilde piyasaya çıktığı için son derece basit, taklide müsait
ve tedavüle uygun olmayan tuhaf bir şekil ve boyutta imal edilmişti. Bu durum kısa süre içinde
kalpazanların dikkatini çekmiş ve kaimeler taklit edilmişti (Akyıldız, 1996: 87).
1844 yılına gelindiğinde, halkın kaimelere alışması ve kaimelerin kabul görmeye başlaması dolayısıyla yeterince güvenin tesis edildiği düşünülerek, kaimelerin faiz oranı yarıya
indirildi. Bir müddet sonra kolay bir şekilde gerçekleşebilen kalpazanlık sorunu başladı ve
yüzyıllarca değerli madeni paralara alışmış halkın aslında bu paralara fazla itibar etmediği anlaşıldı. Nitekim, 1844 başında alınan bir kararla, yeniden madeni paraya dönülmüştür. Buna
göre, para sistemi esas olarak kuruş sistemine dayalı bir çift metal sistemi olacak ve 100 kuruş
1 altına eşit olacaktır34 (Tekeli ve İlkin, 1997: 46).
Giderek taklitleri çoğalan kaimeler, 1852 yılında yoğun bir toplama kampanyasıyla (iane-i umumiye) birlikte Beyazıt meydanında yakılmıştır. İki yıl sonra 1854’te Kırım Savaşı’nın
finansmanı için faizsiz ordu kaimesi adı verilen yeni kaimeler piyasaya sürülmüş olsa da, fazla
rağbet görmemiştir. Ordu kaimeleri sadece savaşın geçtiği bölgeler olan Silistre, Vidin, Erzurum, Van ve Trabzon eyaletlerinde tedavülde olmaları için çıkarılmış olmalarına rağmen, za19
Prof. Dr. Ekrem Erdem
manla diğer eyaletlere de yayılmış olması nedeniyle, amaçlananın dışında bir tedavül alanı oluşturmuştur. Ordu kaimesi uygulamasına 1857 yılında son verilmiştir (Akyıldız, 2003: 55-57).
Ordu kaimesi uygulamasıyla, gerekli finansmanı temin edemeyen İmparatorluk, aynı yıldan
başlamak üzere yoğun bir dış borçlanma trafiğine sahne olacaktır.
Kırım Savaşı’nın İmparatorluğu soktuğu mali yükün ordu kaimesiyle finanse edilememesi üzerine, yeni kaynaklar aranmaya başlanmıştır. Alternatifler arasında yeni kaime basımı
ve Avrupa’dan borç alınması vardır. Ancak kaime basımına, kaimenin itibarına daha fazla zarar
getirmemek için başvurulmamıştır. Avrupa’dan borçlanma sürecinde yaşanacak müzakerelere
de Hazinenin dayanması söz konusu olmadığı için, Avrupa’dan borç alınıncaya kadar cari harcamaları karşılamak üzere İstanbul Emtia Gümrüğü malından esham-ı mümtâze çıkarılması kararlaştırılmıştır. Yeni eshamın çıkarılmasındaki amaç Avrupa’dan alınacak borcun hafifletilmesi, Hazine’nin acil kaynak ihtiyacının sağlanması ve kaimenin itibarının korunmasıydı. Bu hedeflere kısmen ulaşılması üzerine, 1854 yılında çıkarılan 70.000 keselik esham-ı mümtâze, tedavül süresi olan üç senenin sonunda mutasarrıflarına hazine tahvili verilerek piyasadan çekilmiştir. Ancak, alınan bu tedbirlerin hazinenin cari ihtiyaçlarına cevap verememesi ve alınan dış
borçların ödeme zamanının yaklaşması nedeniyle 1859’da yeni bir esham olan esham-ı cedide
piyasaya sürülmüştür (Akyıldız, 2003: 73-76).
1852 yılına kadar nispeten başarılı gözüken kaime uygulaması, bu tarihten itibaren faiz
geliri sağlamayan kaimelerin piyasaya sürülmesi ve itibari değerlerinin hızla azalması sonucu,
enflasyonu körüklediği ve yaygın protestolara neden olduğu gerekçesiyle 1862’de piyasadan
tamamen kaldırılmıştır. İlk kaimeler tedavülde olduğu sürece, bu etkilerinden başka Galata
Bankerleri’nin spekülatif kazanç elde etmelerine, piyasada bozuk para sıkıntısının yaşanmasına
ve yoğun biçimde kalpazanlık faaliyetlerine yol açmıştır. Bu nedenlerden dolayıdır ki, kaimelerin kaldırıldığı 1862 Eylülünde Osmanlı halkı adeta bayram etmiştir. Ancak kaimelerin olumsuz etkileri tedavülden kaldırıldıktan sora da devam etmiştir. Özellikle kaimelerin tedavülde
olduğu dönemden kalan alacak-verecek davaları, önceki dönemden kalan borç anlaşmaları,
maaşlarda gerileme ve işlemlerin nakitle yapılmaya dönmesiyle piyasada yaşanan nakit sıkışıklığı, bunların başlıcalarıdır. Bütün bunlara rağmen, kaimenin kaldırıldığı tarihten sonra, mali
açıdan gelir-gider dengesizliğinin önemli ölçüde azaldığı da görülmektedir (Ak yıldız, 2003:
151-154).
İkinci kaime denemesi, 1876’da35 moratoryum36 ilanından sonra başlamış ve ancak birkaç yıl sürebilmiştir (Pamuk, 2000a: 228-29). Bu defaki kaime denemesi, esas olarak Osmanlı
Bankası’nın da nezaretinde, 93 Harbi olarak bilinen 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında
gerçekleşmiştir. Savaş giderlerinin finansmanını sağlamak amacıyla ilk olarak 2 milyon kaime
27 Ağustos 1876 tarihinde İstanbul’da esham faizlerinin ve memurların ödenmemiş maaşlarının Maliye hazinesinden ödenmesiyle tedavüle çıkmıştır. Ancak, bu miktarın ihtiyacı karşılamaması üzerine, 1 milyon değerinde ihtiyat kaimeleri 11 Kasım 1876 tarihinde piyasaya sürülmüştür. Bununla birlikte, hükümet artan askeri harcamaları karşılamak ve mali açığı azaltmak amacıyla kamuoyunu gönüllü olarak devlete yardıma çağırmış ve nitekim halktan para
desteği de gelmiştir. Ancak, savaşın devam etmesi nedeniyle paraya olan ihtiyaç da artmaya
devam etmiştir. Bunun sonucunda, 23 Şubat 1877 tarihinde 7 milyon liralık yeni tertip kaimeler
piyasaya sürülmüştür. Savaşın genişlemesiyle beraber, artan askeri harcamalar ve düzenli toplanamayan gelirler, paraya olan ihtiyacı daha da artırmıştır. Nitekim, Tanzimat’tan o ana kadar
geçen süre içerisinde devletin gelirleri ile giderleri arasındaki negatif fark (açık), bazı yıllar oldukça yüksek seyretmiştir (Çakır, 2001: 58). Bunun neticesinde, 26 Ağustos 1877 tarihinde 6
milyon liralık yeni kaime çıkarılması karara bağlanmıştır. Böylece, piyasadaki toplam kaime
miktarı 16 milyon liraya çıkmıştır.
20
Bankacılar Dergisi
Bu kaimeler tedavülde olduğu süre zarfında piyasada kalpazanlık, enflasyon ve pahalılık, ödemeler dengesinde bozulma ve nakit para sıkıntısı gibi birinci uygulamaya benzer sonuçlar ortaya çıkarmıştır. Söz konusu kaimeler beklenen karşılığı bulamadıkları gerekçesiyle,
çok geçmeden toplanmış ve yine Beyazıt meydanında 1878 tarihinde halkın huzurunda yakılmıştır. Ancak, bu kaimelerin kaldırılması, birincisi kadar kolay olmamıştır. Nitekim, kaldırılmasının üzerinden onaltı sene geçmesine rağmen, söz konusu kaimelerin hâlâ imha edilememiş
olması bunun bir göstergesidir (Akyıldız, 2003: 241). Bu kaime denemesinin başarısız olmasının sebepleri olarak; bu kaimelerin faizsiz basılması, 1875 yılında yapılan moratoryum ilanının
gerek iç ve gerekse dış sermaye piyasalarında Osmanlı tahvillerine karşı güveni çok köklü biçimde sarsmış olması ve birinci kaime uygulamasının halk gözünde dumura uğraması gösterilmektedir (Akyıldız, 1996: 172).
Son kaime uygulaması ise, Birinci Dünya Savaşı döneminde devreye sokulacaktır.
Dünya savaşının geniş boyutları nedeniyle Osmanlı Devleti de diğer devletler gibi savaşın finansmanı için 1915 yılında kaime uygulamasına gitmiştir. Ancak, bu son kaime uygulamasının
diğerlerinden farklı yönleri olduğunu belirtmekte fayda vardır. Birincisi ve en önemlisi, bu uygulamada kaimelerin çok sağlam bir karşılığa sahip olmalarıydı. Bir diğer önemli farklılık ise,
halkın gözünde saygın bir yere sahip olan Düyûn-u Umûmiye İdaresi gibi güçlü bir kuruluşun
işin içine dahil edilmesi ve kaimenin bu kurumun denetimi altında çıkarılmasıdır. 1915 kaimesi
de öncekiler gibi değer kaybına uğramış, kalpazanlık faaliyetlerine konu olmuş ve savaşın da
etkisiyle enflasyona yol açmıştır. Bu kaimeler, Osmanlı Devleti’nden sonra da devam etmiştir.
Türkiye Cumhuriyeti, İstiklâl Savaşı’nın yaralarını sarıncaya kadar bu paraların tedavülüne
müsaade etmiştir. Nitekim, bu yaralar sarılır sarsılmaz kendi parasını basmak için girişimlerde
bulunmuş ve 4 Eylül 1928 tarihinde Osmanlı kaimeleri tamamen ortadan kalkmıştır (Akyıldız,
1996: 248).
Dikkat edilecek olursa, Osmanlının son döneminde yaşanan kağıt para (kaime) uygulamaları, hep olağan-dışı dönemlerde –genellikle de savaş dönemlerinde- finansman amaçlı olarak gündeme gelmiştir. Savaşların halk nezdindeki kutsallık anlayışı, muhtemelen devleti bu
yolla finansman temini konusunda cesaretlendirmiştir.
Halk tarafından değersiz olarak görülen kağıt paralar, değerli maden sikkelerin yerine
piyasada çokça tedavül etmeye başladığında, Grasham Kanunu işlemeye başlamıştır
(Noviçev,1979: 106). Kaime uygulamasının beklenildiği gibi gitmediği anlaşılınca da, yeniden
madeni paralara geçilmiştir. Örneğin, 1843 yılında yeniden altın sikke, ertesi yıl da gümüş sikke üretimine başlanmıştır37. Bu, aslında Osmanlı parasında standardı sağlamak amacıyla gerçekleştirilen yeni bir tashih-i sikke işlemidir. Ancak, bu durumun, tağşişleri hazineye ek gelir
kaynağı olmaktan çıkarması, dış borçlanmayı biraz daha kaçınılmaz hale getirmiştir (H.
Kazgan vd., 2000, 23). Belli bir altın/gümüş oranının (15,09) sabitleştirildiği bu uygulamayla
birlikte, 1879’da yayınlanan Meskukat-ı Osmaniye Kararnamesine kadar esas itibariyle çift
metal sistemi niteliğindeki para sistemi, tek metal sistemi uygulamasına geçmiştir. Bu tarihten
itibaren tağşiş uygulamasına da son verilmiş ve sikkeler 1922 yılına kadar aynı standartta kalmıştır. Bu dönemde bozuk para gereksinimini karşılamak üzere 5, 10 ve 20 paralık bakır sikkeler ve 1910 yılından itibaren de nikel sikkeler üretilmiştir. 1881 yılında ise, İmparatorluk çift
metal sistemini esas itibariyle terk etmiş, onun yerine altın standardını benimsemiştir. Ancak,
mevcut gümüş sikkeler yurt içi ticarette kullanılmaya devam ederken, uluslararası ödemelerde
daha itibarlı altın sikkeler kullanılmıştır. Böylece, fiilen bir topal standart ya da topal mikyas
dönemi başlamıştır (Pamuk, 225-26, 235-36). Bir anlamda, dahilde gümüş, hariçte altın uygulaması söz konusu olmuştur. Fakat, İmparatorluğun son dönemlerinde de yine çeşitli para bölgeleri varlığını korumaya devam etmiştir.
21
Prof. Dr. Ekrem Erdem
Bize göre, Osmanlının Batılı devletler kadar zengin olmadığı halde altına geçmesi, aslında o dönemde iktisaden gelişme treninin gerisinde kalmış olsa da, batıya olan ödemelerinde
biraz zorunluluktan biraz da ülkenin uluslararası kredibilitesini ve onurunu koruma kaygısından
kaynaklanmıştır.
İmparatorluk, bir önceki yüzyıldan beri kendisini sürekli olarak yoğun bir şekilde uğraştıran Kırım Savaşı sırasında 1854 yılında ilk olarak Londra, Paris ve Viyana gibi Avrupa
finans piyasalarından uzun vadeli tahvil satışıyla borçlanmaya başladı. Yirmi yıl kadar bu tarz
dış borçlanmayı sürdürdükten sonra, 1876’ya gelindiğinde, alınan borçların toplamı 200 milyon
sterlini bulmuş ve geri ödemesi yapılamaz hale gelmiştir. Uzun müzakereler sonunda 1881’de
bu borçların itibari değeri yarıya indirilmiştir.
Yalnız, bu arada 1856 yılında bir İngiliz sermaye grubu tarafından Osmanlı Bankası kurulmuş ve banka özel ticari bankacılık faaliyetleriyle birlikte, hazine işlemleri ve devlete kısa
vadeli borç temini işlevlerinin yanı sıra, devletin emisyon bankacılığı görevini de üstlenerek,
paranın arz ve tedavülü ile yukarıda belirtilen dış borçların ödenmesinden de sorumlu tutulmuştur. Dış borçların geri ödenmesi ciddi sorun haline gelince de, Düyûn-u Umûmiye İdaresi
kurulmuş ve Osmanlı dış borçlarının ödenmesi konusu, bu kurumun sorumluluğuna bırakılmıştır. Buna göre, bu kurum devletin gelirlerinin önemli bir kısmını Birinci Dünya Savaşı’na
kadar geçecek 30 yıllığına denetimi altında tutacaktır.
Ancak, yüzyılın sonlarına doğru İmparatorluk, Avrupa finans piyasalarından yeniden
borçlanmaya başlayacaktır. Zira, bu yıllarda devletin sürekli büyüyen mali açıklarının finansmanında, kağıt para basmak ve dış borçlanma dışında bir seçeneği kalmamıştı (Pamuk, 2000a:
232).
Osmanlı para sistemiyle ilgili belki de en son ve en önemli olaylardan biri de, Birinci
Dünya Savaşı devam ederken 1916 yılında yürürlüğe giren Tevhid-i Meskûkat Kanunu’dur. Bu
Kanunla getirilen düzenlemeler şunlardı (Pamuk, 2000a: 241):
-
1844 öncesinden kalma sikkelerin tedavülden kaldırılması.
1 altın liranın 100 gümüş kuruşa eşitlenmesi.
Devlete yapılan ödemelerde gümüş paranın kullanılması halinde, tavanın 300 kuruş olarak belirlenmesi.
Gümüşle yapılan ödemelerde, taşrada geçerli değişik kur değerlerinin iptal edilmesi.
Sistemin topal ayağı olan gümüş paranın artık tamamen devreden çıkıp, para biriminin
sadece altın üzerinden tanımlanmasıdır (altın standardına dönüş).
Böylece, Birinci Dünya Savaşı süresince kağıt para uygulaması, tüm dünyada olduğu
gibi Osmanlı Devletinde de savaş sonrasında yerini yeniden altın standardına bırakmıştır. Ama,
çok geçmeden bundan da vazgeçilmiştir. Tekrarlamak gerekirse, demek ki, Tanzimattan Cumhuriyete kadar 1844-1862, 1876-1878 (veya 1880) ve 1915-192338 olmak üzere, değişik dönemlerde kağıt para (kaime) uygulamasına gidilmiştir.
Bu arada, savaş döneminde fiyatlar da bir yandan mal arzı yetersizliği nedeniyle, bir
yandan da aşırı parasal genişleme nedeniyle hızla yükselerek, 1914’ün ortalarından 1918’in
sonlarına kadar 18 kat artmıştır.
22
Bankacılar Dergisi
4. Sonuç
Bu çalışmada, Osmanlı İmparatorluğu’nun hüküm sürdüğü altı asırdan uzun süre zarfında uygulanan para sisteminin ve değişik dönemlerde icra edilen para politikalarının hangi
koşullar altında nasıl uygulandığı ve ne gibi sonuçlar doğurduğu incelenmiştir. Çalışmada, önce bu çok uzun dönem zarfında geçerliliğini büyük ölçüde koruyan bu ilkeler, aslında Osmanlı
öncesi diğer Müslüman devletlerde de değişmeyen bir gelenek halini almış ilkelerdir. Fakat,
altı asrı aşkın bir zaman zarfında doğal olarak yeknesak bir para sisteminden bahsetmek mümkün olmayacaktır. Çünkü, para sistemini belirleyen sosyal, ekonomik ve politik koşullar zamanla değiştikçe, uygulanan para politikaları da değişmeye mahkum kalacaktır. O nedenle, biz
de çalışmamızı daha analitik olması bakımından beş ana döneme ayırdık.
Bu dönemlerden birincisi, İmparatorluğun başlangıcından, Fatih döneminin sonlarına
yakın süren nispeten istikrarlı bir dönemdir. Bu dönemin ayırt edici özelliği, gümüşe dayalı tek
metal sisteminin hakim olması ve II. Mehmet döneminde devlete gelir sağlamak amacıyla altı
defa büyük tağşiş uygulamasına müracaat edilmesidir.
İkinci dönem, ilk altın sikkenin bastırıldığı 1479 yılından 1586-87 büyük tağşiş kararının alındığı tarihe kadar geçen dönemi kapsamaktadır. Bu dönemin temel özellikleri olarak;
güçlü altın paranın tedavülde olmasının yanı sıra, diğer ülkelerin paralarının da kullanımıyla
çoklu metal sistemine geçilmesi ve hatta İmparatorluğun merkeze uzak bölgelerinde farklı para
tedavül bölgelerinin oluşması ve son olarak da, iktisat tarihçilerinin ‘fiyat devrimi’ dediği zaman içerisinde enflasyonist ortamın doğmasıdır.
Üçüncü dönem, 1586-87 büyük tağşiş kararından yaklaşık olarak 17 yüzyılın sonlarına
kadar geçerli olan bir dönemdir. Bu döneme damgasını vuran, 1586-87 büyük tağşiş kararı olmuştur. Zira, bu karar, devletin para sitemini kısa vadeli sikke tashihi politikalarına kurban etmiştir; yabancı ülke paraları yerli parayı ikame etmeye başlamış, ‘pul’ olarak addedilen bakır
paralar piyasada bollaşmış ve para kalpazanlıkları revaç bulmuştur. 17. yüzyılın sonlarından
19. yüzyılın ortalarına kadar süren dördüncü dönem, yeniden milli paraya dönüş ve nispi olarak
istikrarın yakalandığı yıllar olmuştur. Ancak, bu dönemde özellikle II. Mahmut döneminde yapılan bir dizi gereksiz tağşiş uygulaması, devletin para sistemini ve mali yapısına büyük tahribat vermiş ve ardından da tağşiş uygulamalarından ebediyen vazgeçilmiştir.
Son dönem ise, 19. yüzyılın ortalarından İmparatorluğun sonuna kadar geçen süreyi
kapsar. Bu döneme damgasını vuran özellik, devletin finansman kaynağı olarak tağşiş politikasını terk etmesiyle birlikte, çöküş döneminin ve kaybedilen savaşların getirdiği giderek artan
finansman sorununa yeni bir kaynak olarak başvurulan kaime uygulamaları, başarılı netice
vermemiş, kağıt ve madeni paralar arasında sık sık git-gel politikaları yaşanmıştır. Bu politikalar, ulusal ve uluslararası düzeylerde para sistemine olan güveni büyük ölçüde yok etmiş ve dış
borçlanma giderek tek finansman kaynağı olarak görülmeye başlanmıştır. Ancak, bu da çözüm
olmak yerine, İmparatorluğun emperyalist devletlerin pençesine düşüş sürecini daha da hızlandırmıştır.
Dipnotlar
1
Peygamber döneminde ne Mekke’de ne de Medine’de özel olarak para basımına gidilmemiş; daha önceden
Kureyş döneminde buralarda tedavülde bulunan paralardan Rum/Bizans altın dinarı “Rûmiyye veya Herakliyye”
ile Fars/Sasani gümüş dirhemi “Kisreviyye” ve yemen dirhemi “Himyeriyye” (Kallek, 1997: 54; Cipolla, 1993:
21) ve bu devletlerin kullandığı ölçüler kullanılmıştır. Çünkü, altın ve gümüş o dönemde Arap yarımadasında ve
23
Prof. Dr. Ekrem Erdem
çevre ülkelerde devletler arasında mübadele ve değer ölçüsü olarak kullanılan para birimi idi. Yani, o dönemde bir
tür çift metal sistemi yürürlükte idi. Ayrıca, bu dönemde İslamiyetin yerleşmesine önem verilmiş, yöre halklarının
yerleşik geleneklerine müdahale edilmek istenmemiş; dinin özüyle çatışmayan gelenekler konusunda serbestiyet
tanınmıştır. Nitekim, Peygamber’in hanımlarına verdiği mehir ile zekatın ölçüsünü dirhem ve dinar cinsinden tayin ettiği sahih hadis kitapları tarafından doğrulanmaktadır. Hatta, Peygamberin sikkelerin kırpılmasını (ya da
bunlardan parçalar koparılmasını; yani, resmi veya gayri resmi tashih-i sikke ya da tağşiş uygulamasını) kesin olarak yasakladığını; çünkü, bu işlemin “hile ile o sikkenin ağırlığını eksiltmek” olarak kabul ettiğini görüyoruz. Bu
konuda Kur’an’da ve Peygamber’in hadislerindeki ölçü ve tartıyla ilgili genel ilkelerin para hususunda da esas
alındığı anlaşılmaktadır. İlk İslami sikkelerin hangi halife döneminde basıldığı konusunda ihtilaf vardır. Kimilerine göre, ilk sikkeler Halife Ömer zamanında Suriye ve Mezopotamya’da gerçekleştirilen ilk fetihlerden sonra eski
sikkelerden hiç farklı olmayan bir şekilde (tabii arkasından gelen halifeler de benzer uygulamaları takip etmiş);
kimilerine göre ise, ilk İslam sikkeleri, Fars dirhemlerinin mağşuş olması nedeniyle, Emevi Halifesi Abdülmelik b.
Mervan tarafından 694’te (h. 75) basılmıştır. Hatta, Halife Abdülmelik’in Bizans paraları üzerindeki karakterleri
değiştirmiş ve “Allah şahittir ki, Allah’tan başka tanrı yoktur” ibaresini yazdırmıştır (El-Haseni, 1996: 59-61;
Hamidullah, 2003: 985-86; Cipolla, 1993: 22). Fakat, Hz. Ömer döneminden itibaren mevcut Bizans ve Sasani
paraları kullanılmaya devam edilmekle birlikte, üzerlerine kendilerine ait bazı ibareler de eklenmiştir (Kallek,
1997: 55). Aynı şekilde, Osmanlıların da ilk yıllarda Selçukluların parasını veya İlhanilerin akçesini kullandıklarını anlıyoruz (Uzunçarşılı,1982: 547).
2
Mukataa, Osmanlı bütçelerinde yer alan temel gelir kaynaklarından biridir. “Bunlar doğrudan devlet işletmeleri,
devlete ait bir gelir payının tahsili işi, inhisar (tekel) haline getirilen her hangi bir kuruluşun işletme hakkı veya
üretilen malı satın alma tekeli (monopson) oluşturma gibi özellikler taşıyabilirler. Kara ve deniz gümrükleri, darphaneler, maden ve şaphaneler buna örnek olarak verilebilir. .... Mukataalar başlıca üç yöntemle işletilirdi. Bunlar;
iltizam, emanet ve XVII. yüzyılın sonlarından itibaren malikanedir” (Tabakoğlu, 1986: 269). Darphaneler, üçer
yıllık dönemler itibariyle iltizam yöntemiyle belli bir bedel karşılığında özel teşebbüs tarafından işletilirdi.
3
İmparatorlukta para krizlerinin çok fazla yoğunlaştığı ve dolayısıyla darphanelerin kapandığı yıllar, 17. yüzyıla
rastlar. İleriki alt bölümlerde bu konuda etraflı bilgi verilecektir.
4
Yani, elinde külçe altınla, eski sikke ile ya da standardı bozulmuş madeni para ile gelen herkesin belli bir komisyon ödedikten sonra, yeni sikke bastırma/değiştirme hakkı vardı.
5
Burada dikkate alınan tasnif, büyük ölçüde Sahillioğlu (1978), Pamuk (2000a) ve Tabakoğlu (1986) dikkate alınarak yapılmıştır.
6
Akçe, “beyaz, parlak, temiz” manalarına gelmektedir. Nitekim, “ak akçe kara gün içindir” atasözü de bunu teyit
etmektedir. Aslında, İslam geleneğinde gümüş sikkelere dirhem, altın sikkelere ise dinar veya miskal denilmiştir.
Bunların adları da ağırlıklarındaki tartı birimlerinden geliyordu; gümüş para şer’i dirhem (2.97 gram), altın para
ise miskal ağırlığında (4.25 gram) idi. Ancak, belki de ilk Osmanlı paraları bu ölçülere uymadığı için, akçe olarak
adlandırılmıştır (Sahillioğlu, 1989: 224-25).
7
Buna daha sonraları Moğolca’dan alınan akçe ya da Akçe-i Osmânî veya Osmânî denilmiştir (Uzunçarşılı,1982:
348).
8
Osmanlılar bu tarihe kadar Selçukluların parasını veya İlhanilerin akçesini kullanmışlardır (Uzunçarşılı,1982:
547).
9
Paralara tuğra ile isim yazılması ilk olarak I. Murad ve Emir Süleyman’ın sikkelerinde görülmüştür
(Uzunçarşılı,1982: 348).
10
Bu tarih, (Pamuk, 2000a: 66)’da 1477-78; H. 882 olarak verilmiştir.
11
Avrupa ülkelerinde bu tarihlerden daha öncesini ve sonrasını da içine alan fiyat hareketleri ve paranın değeri
konusunda Cipolla (1993)’ün V. ve VI. bölümlerine bakılabilir. Kitabın özellikle 87. sayfasında değişik ülkelerde
1 pounda tekabül eden saf gümüş miktarının nasıl arttığına dair örnekler verilmektedir. Örneğin, bu miktar 15001800 yılları arasında İngiltere’de 172 gramdan 330 grama, Fransa’da 22 gramdan 390 grama, Milano’da 9 gramdan 390 grama ve Venedik’te 6 gramdan 390 grama yükselmiştir.
12
Bu görüşe karşı olanlar, Yeni Dünya’dan gelen kıymetli madenlerin sadece gümüş olduğunu ve bunun da sadece
Avrupa’ya değil, tüm Asya’ya ve özellikle de Çin’e aktığını; altının ise, tam tersi yönde aktığını iddia etmişlerdir
(daha fazla bilgi için, Pamuk, 2000a: 125).
13
Akçenin fiili tağşiş dolayısıyla kenarının kırpılması veya bölünmesi şeklinde olmuştur.
14
Bu konuda daha geniş bir tartışma ve analiz için bakınız: Erdem, 2005.
15
Bu konuda daha fazla bilgi için bakınız: Akdağ, 1995: 291-94.
16
Bu dönemde tashih-i sikkeye müracaat edilen yıllar konusunda iktisat tarihçileri farklı tarihlerden bahsetmektedirler. Örneğin, Tabakoğlu’na göre bu yıllar 1606, 1618, 1659 ve 1666 iken (Tabakoğlu, 1986: 303); Pamuk’a
göre söz konusu yıllar 1600, 1618, 1624 ve 1640’tır (Pamuk, 2000a: 153). Sahillioğlu’na göre, akçenin gümüşünün resmen ayarlanma tarihi 1697’dir (Sahillioğlu, 1989: 226). Bu kaynağa göre, akçenin zamanla ağırlığında
meydana gelen düşüşler aşağıdaki gibidir:
24
Bankacılar Dergisi
Tablo 1: Zamanla Akçenin Ağırlığında Meydana Gelen Düşüş
Yıllar
100 Dirhemden
Üretilen Adet
1431
260
1460
330
1480
400
1491
420
1572
450
1584-86
800
1600
950
1618, 1624, 1641
1000
1685
1250
1688
1700
1692
2300
1696
1900
1697
1800
1705
1900
Kaynak: Sahillioğlu, 1989: 226.
Gram
1.181
0.931
0.768
0.731
0.682
0.384
0.323
0.307
0.256
0.188
0.139
0.169
0.178
0.169
17
Nitekim, o dönemin doları diyebileceğimiz Venedik Dukası’nın akçe karşısındaki değerinde zamanla meydana
gelen değişimi anlamak için, aşağıdaki tabloya bakmak yeterlidir:
Tablo 2: Bir Venedik Dukası’nın Akçe Olarak Değeri
Akçe
Yıl
Akçe
Yıl
Akçe
35
1509
55
1653
180
36
1529
57
1659
220
40-42
1547
60
1660
300
45
1585
110
1665
330-250
47
1587
120
1690
330 sağlam
400 çürük
1486
48
1618
150-120
1707
360
1487
49
1624
400-120
1721
375
1491
52
1640
250-120
1728
400
1496
54
1645
160
1737
440
Kaynak: Sahillioğlu, 1989: 227.
Yıl
1431
1436
1467
1475
1481
18
Yeniçerilerin sayısı, 16. yüzyılın ikinci yarısında 13 binden 38 bine çıkmıştır (Pamuk, 2000a: 143-61).
Zira, Tabakoğlu Osmanlı maliyesiyle ilgili belli bir döneme özgü araştırmasında bu sebepleri ana başlıklar olarak; (i) askeri harcamalardaki artışlar, (ii) üretim yetersizliği ve gelir düşüklüğü, (iii) iç güvensizlik, (iv) İç ve dış
konjonktürel gelişmeler, ve (v) merkezi para ekonomisine geçişin hızlanması olarak sıralar (Tabakoğlu, 1985:
203-55).
20
Nedenleri konusunda bakınız: Pamuk, 2000a: 159.
21
Bu dönemde Osmanlı topraklarında yerli para birimini ikame ederek tedavül eden yabancı para birimlerinin
başlıcaları şunlardı: Hollanda taleri (esed-i guruş), İspanya’nın sekiz reallik büyük gümüş sikkesi, Avusturya Taleri, Polonya Zolotası, Venedik Dükası ve Macar Altını (Pamuk, 2000a: 161).
22
Piyasaların bozuk para ihtiyacını ifade için o döneme ait meşhur bir deyim vardır; “füls-i ahmere (kızıl renkli
bakır sikkeye) muhtaç olmak” diye.
23
Örneğin, mukataa gelirleri 1692’den 1734’e kadar net olarak yaklaşık 285 milyon akçeden 391 milyon akçeye
yükselmiştir (özellikle 1710’dan sonra ciddi ölçüde düşmüştür). Genel bütçe içerisinde bazı yıllar yarıya yakın
denecek kadar önemli bir paya sahip olan cizye gelirleri ise, 1690’dan 1750’ye yaklaşık 312 milyon akçeden 669
milyon akçeye yükselmiş, fakat hem yıldan yıla istikrarsızlıklar olmuş hem de 1700’lerin başlarında fazla artmamıştır. Diğer yandan, bütçe gelirlerinin yüzde 10 dolayında kısmını oluşturan avarız (düzensiz ve olağan-dışı) gelirleri, bu dönem zarfında neredeyse sürekli azalmış; 1691’de 186 milyon akçe iken, 1742’de 134 milyon akçeye
düşmüştür. İstanbul’a getirilen koyunlarda alınan Celebkeşan Ağnamı vergileri ise, dönem boyunca hemen hemen
değişmemiş, 11 milyon akçe dolayında kalmıştır (Tabakoğlu, 1985: 120-67).
24
Bunlar; pişkeş denen hediye, vezaret veya tuğ-ı hümayun câizesi ve sefer bedelleri gibi kalemlerdir Daha geniş
bilgi için bakınız: Tabakoğlu, 1985: 298-99.
19
25
Prof. Dr. Ekrem Erdem
25
Nitekim, Osmanlı döneminde tağşişler sonrasında bir çok defa esnaf ve yeniçeri ayaklanmaları görülmüştür.
Hatta, çok yakınlardan bir örnek olarak; 19 Şubat 2001’de patlak veren ve döviz kurunun piyasada dalgalanmaya
bırakılma kararıyla birlikte ortaya çıkan para krizinin hemen ardından, özellikle esnaf kesiminin ülkenin hemen
her yanında sergilediği çok şiddetli gösteriler verilebilir. Hele güçlü işçi sendikalarının olduğu ülkelerde tağşiş ya
da devalüasyon sonrasında çalışanların protestosu çok şiddetli olabilmektedir. Nitekim, özellikle 1990’lı yılların
ikinci yarısında para krizi yaşayan ülkelerde (hele de Arjantin başta olmak üzere, Latin Amerika ülkelerinde)
günlerce süren geniş halk ayaklanmaları olmuş ve ardından uzun süren siyasal istikrarsızlıklar baş göstermiştir.
Nitekim, Türkiye’de de alınan tüm devalüasyon kararlarının ardından o iktidarların koltuğu sallanmış; ya sonraki
seçimleri kaybetmiş ya da kısa-orta vadede onu bir askeri darbe takip etmiştir. 7 Eylül 1946’da devalüasyon kararı
alan CHP’si, 1950’de iktidarı kaybetmiş ve bir daha da tek başına iktidara gelememiştir. 4 Ağustos 1958’de devalüasyon kararı alan Adnan Menderes’in Demokrat Parti’si ise, iki yıl sonra acı bir askeri darbe ile iktidardan
uzaklaştırılmış, ardından dönemin başbakanı ve bazı bakanları idam edilmiş ve parti bir daha açılmamak üzere
kapatılmıştır. 10 Ağustos 1970’de devalüasyon kararı alan Süleyman Demirel’in AP’si de, 12 Mart 1971 Askeri
Muhtırası ile iktidardan uzaklaştırılmış ve bir daha tek başına iktidara gelememiştir. 24 Ocak 1980’de devalüasyon
kararı alan yine Süleyman Demirel’in başbakanlığını yaptığı AP ve MHP azınlık hükümeti ise, aynı yıl içinde gerçekleşen 12 Eylül 1980 Askeri Darbesi ile iktidardan uzaklaştırılmış ve ardından partileri kapatılmıştır. Hatta, bu
partilerden AP yasal olarak bir daha siyasi faaliyetlerine devam edemeyecektir; MHP ise, ancak yıllar sonrasında
yasal olarak yeniden siyasi faaliyetlerine devam edebilecektir. Her iki parti de iktidarı ancak 10 ve 20 yıl sonra
görebilmişlerdir. Son olarak, 5 Nisan 1994’te devalüasyon kararı alan Tansu Çiller’in başbakanlığını yaptığı
DYP’si ve SHP (daha sonra birleşerek CHP ismini almıştır) de, sonraki yılda yapılan ilk seçimde iktidardan uzaklaşmışlar ve DYP, ardından kurduğu iktidarlarda başarılı olamamış ve 28 Şubat 1997 kararları sonrası bir daha
iktidara gelememiştir. Esasında devalüasyon olarak nitelendirilemez ise de, 21 Şubat 2001 tarihinde dalgalı kur
rejimine geçiş kararı alan DSP-MHP-ANAP iktidarı ise, 2002 seçimlerinde ağır yenilgi ile iktidardan uzaklaşmıştır.
26
Bu sarraflar zamanla bir lonca etrafında birleşmişlerdir. Sarraf loncasının 1750’de 72, 1835’de ise 89 üyesi vardı (Pamuk, 2000a: 218).
27
Örneğin, Darphane-i Amire’nin yönetimi 1820’lere kadar Ermeni Düzoğlu ailesinin elinde idi. Hatta, bundan
sonra da, kurumun başına yine bir Ermeni aileden gelen Artin Kazaz atanmıştır (Pamuk, 2000a: 219-20).
28
Bu durumu yadırgamamak gerekir. Zira, Avrupa ülkelerinde de durum farklı gelişmemiştir. Dünyada ve o ülkelerde bankacılığın gelişmesine bakılırsa; bunun esas olarak büyük sekülerleşme hareketi olan 1789 Fransız İhtilali sonrasında başladığı ve hızla geliştiği görülecektir. Çünkü, dinin devlet ve toplum üzerinde bağlayıcı etkisinin
olduğu bir ülkede ve çağda, resmi faiz politikalarının uygulanmasını beklemek pek kolay olmayacaktır. Çünkü,
bilindiği gibi tüm semavi (ve genellikle diğer) dinler faizi kesin olarak yasaklamıştır.
29
30 Mart 1915’de çıkarılan bir kanunla Evrak-ı Nakdiye denilmiştir (H. Kazgan vd., 2000: 15).
30
İlk kaimeler elle yazılırdı. Onun için kolayca taklit edilebiliyordu. Bu nedenle, 1843’de ilk defa basılı kaimeler
tedavüle sürüldü (H. Kazgan vd., 2000: 24).
31
Bu oran, (H. Kazgan vd., 2000: 35)’de ve (Tekeli ve İlkin, 1997: 45)’de %8 olarak verilmiştir.
32
Esasen Osmanlı İmparatorluğu’nda ilk esham uygulaması 1775 yılında, 1768 yılında başlayan ve başarısızlıkla
sonuçlanan savaşların Devletin merkezi gücünü azaltması, mali bunalımı artırması ve fiyatları yükseltmesi nedeniyle bir iç borçlanma türü olarak karşımıza çıkmaktadır. Buna da bir nevi kağıt para uygulaması olarak bakılabilir. Ancak yukarıda da belirtildiği gibi, Osmanlı’da kağıt para uygulaması resmen Tanzimat’la başlamıştır (Ateşli,
2001: 197).
33
İlk kaimelerin kupür büyüklükleri 50, 100, 250, 500 ve 1000 kuruşluk idi; ancak daha sonra 10 ve 20 kupürlükler de çıkarılmıştır (Tekeli ve İlkin, 1997: 45).
34
1844 yılındaki bu gelişmenin bir diğer sebebi de, sık sık yapılan tağşişler nedeniyle ortaya çıkan belirsizlik ortamından dış ticaretin de olumsuz etkilenmesidir (Ateşli, 2001: 201).
35
Bu tarih, (H. Kazgan vd., 2000: 36)’da 1875 olarak verilir.
36
Moratoryum, devletin dış borç yükümlülüklerini zamanında yerine getiremeyeceğini, dolayısıyla ödemelerini
durdurmak zorunda olduğunu ilan etmesidir.
37
Bu sikkelere, Sultan Abdülmecit döneminde bastırıldıklarından dolayı mecidiye adı verilmiştir.
38
1911-12 yıllarında Trablusgarp Savaşı esnasında da kısa süreliğine kağıt para uygulamasına gidildiği söylenmektedir (Pamuk, 2000a: 242).
26
Bankacılar Dergisi
Kaynakça
-
AKDAĞ, M. (1995), Türkiye’nin İktisadi ve İçtimai Tarihi: Cilt 2 (1453-1559), Cem Yayınevi, İstanbul.
AKGÜNDÜZ, A. ve S. Öztürk (1999), Bilinmeyen Osmanlı, Osmanlı Araştırmaları Vakfı Yayını, İstanbul.
AKYILDIZ, A. (1996), Osmanlı Finans Sisteminde Dönüm Noktası: Kağıt Para ve Sosyo-Ekonomik
Etkileri, Eren Yayıncılık ve Kitapçılık, İstanbul.
AKYILDIZ, A. (2003), Para Pul Oldu: Osmanlı’da Kağıt Para, Maliye ve Toplum, İletişim Yayıncılık,
İstanbul.
ATEŞLİ, E. (2001), “Tarihsel Süreç İçinde Osmanlı İmparatorluğu’nda Tağşiş (Develüasyon), Borçlanma
Uygulamaları ve Sonuçlar”, Yaklaşım Dergisi, S. 201, ss. 195-203.
CIPOLLA, Carlo M. (1993), Akdeniz Dünyasında Para, Fiyatlar ve Medeniyet, Çev. A. İhsan Karacan,
Bağlam Yayınları, İstanbul.
ÇAKIR, Coşkun (2001), Tanzimat Dönemi Osmanlı Maliyesi, Küre Yayınları, İstanbul.
ÇİZAKÇA, M. (1976-1977), “Osmanlı Ekonomisinde Akçe Tağşişinin Sebepleri Üzerine Kısa Bir İnceleme”,
Boğaziçi Üniversitesi Dergisi, C. 4-5, ss. 21-27.
ERDEM, E. (2005), “İslam ve Piyasa Üzerine Düşünceler”, İslam ve Çalışma Hayatı Sempozyumu, İzmir.
KALLEK, C. (1997), Asr-ı Saadette Yönetim-Piyasa İlişkisi, İz Yayıncılık, İstanbul.
KAZGAN, G. (1999), Tanzimat’tan XXI. Yüzyıla Türkiye Ekonomisi, Altın Kitaplar Yayınevi, İstanbul.
KAZGAN, H. (1999), Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Şirketleşme, Vakıfbank/Creative Yayıncılık ve Tanıtım,
İstanbul.
KAZGAN, H. vd. (1999), Osmanlı’dan Günümüze Türk Finans Tarihi, C. 2, IMKB/Creative Yayıncılık
ve Tanıtım, İstanbul.
KAZGAN, H. vd. (2000), Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası, TCMB/Creative Yayıncılık ve Tanıtım,
İstanbul.
NOVİÇEV, A.D. (1979), Osmanlı İmparatorluğu’nun Yarı Sömürgeleşmesi, Çev. Nabi Dinçer, Onur Yayınları, Ankara.
PAMUK, Ş. (2000a), Osmanlı İmparatorluğu’nda Paranın Tarihi, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul.
PAMUK, Ş. (2000b), İstanbul ve Diğer Kentlerde 500 Yıllık Fiyatlar ve Ücretler: 1469-1998, DİE yayını,
Ankara.
SAHİLLİOĞLU, H. (1978), “Osmanlı Para Tarihinde Dünya Para ve Maden Hareketlerinin Yeri (13001750)”, ODTÜ Gelişme Dergisi, özel sayı.
SAHİLLİOĞLU, H. (1989), “Akçe” iç. İslam Ansiklopedisi, C. 2, ss. 224-227, Türkiye Diyanet Vakfı, İstanbul.
SANUS, B.Z. (1956), Para Ekonomisi, C. I, İstanbul Matbaacılık, İstanbul.
TABAKOĞLU, A. (1985), Gerileme Dönemine Girerken Osmanlı Maliyesi, Dergah Yayınları, İstanbul.
TABAKOĞLU, A. (1986), Türk İktisat Tarihi, Dergah Yayınları, İstanbul.
TABAKOĞLU, A. (1999), “İktisat Sistemi”, iç. Osmanlı Dünyayı Nasıl Yönetti, ss. 159-242, Yeni Şafak/İz
Yayıncılık, İstanbul.
TEKELLİ, İ. Ve S. İlkin (1997), Para ve Kredi Sisteminin Oluşumunda Bir Aşama: Türkiye Cumhuriyet
Merkez Bankası, TCMB yayını, Ankara.
UZUNÇARŞILI, İ.H. (1982), Osmanlı Tarihi, C. 1, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara.
27
Bankacılar Dergisi, Sayı 56, 2006
Bankaların Stratejik Performans Yönetiminde
Performans Karnesi Kullanımı
Yrd. Doç. Dr. Ali Coşkun*
Giriş
Performans ölçümü, yönetimin kontrol işlevinin en önemli faaliyetidir. Performans ölçümü, bir işletmenin tamamı için sistematik bir şekilde yapılabileceği gibi, geçici bir süre veya belirli bir amaç için de yapılabilir. Her organizasyonun performans ölçümü yapmak için
kendine özgü bazı nedenleri vardır. İşletmeler genellikle müşterilerinin isteklerini karşılayıp
karşılayamadıklarını belirleyebilmek, yaptıkları faaliyetler hakkında bildiklerinin doğruluğunu onaylayabilmek ve neleri bilmediklerini ortaya çıkarmak; genel olarak başarılı olup olmadıklarını belirlemek; kararların, duygusal veya varsayımlara dayalı olarak değil de, gerçek verilere dayanarak alındığından emin olmak; sorunlu alanları ortaya çıkarmak veya gelişme olabilecek alanları belirlemek gibi nedenlerden dolayı performans ölçümü yapmaktadır. (Parker,
2000)
Performans kavramına yaklaşımlar, yıllar içinde değişim göstermiştir. İş dünyası,
1990’lı yılların başlarında performans kavramına bütüncül bir yaklaşım getirerek, performans
yönetiminde önemli bir dönüm noktası olan performans karnesi (balanced scorecard) ile tanışmıştır. Dünya çapında kabul görmüş bir yönetim muhasebesi aracı olan performans karnesi, finansal performans ölçütlerinin yanında finansal olmayan performans ölçütlerinin de kullanılmasını önererek kurumsal performansın çok boyutlu olarak ölçülmesini ve kurumun
stratejilerine odaklanmasını sağlamıştır. Performans karnesi, maddi varlıklar ile birlikte maddi
olmayan varlıkların değerini de dikkate almakta, performans yönetim sisteminin stratejik hedefler üzerine kurulmasını sağlamaktadır. (Kaplan ve Norton, 2004 b)
Performans karnesi, bir işletmenin stratejilerinin ve vizyonunun eyleme dönüşmesini
sağlamaktadır. Performans karnesi sayesinde, kurumsal stratejiler birimler tarafından benimsenmekte ve kurum içi bütünlük sağlanmaktadır. Performans karnesi, tepe yönetimi tarafından
hazırlanan stratejileri belirgin, anlaşılır ve odaklanmış stratejik hedefler haline dönüştürmektedir.
Son on beş yılda farklı ülkelerdeki bir çok sanayi, ticaret ve hizmet sektörü işletmesi
performans karnesini uygulamaya başlamıştır. Bu çalışmada, performans ölçümü ve yönetimi
ile performans karnesi kavramsal olarak incelenmekle birlikte, performans karnesinin bankacılık sektörlerdeki uygulamalarına dünyanın değişik bölgelerinden ve Türkiye’den örnekler
verilecektir.
1. Performans Ölçümü ve Yönetimi
Performans hedeflerini belirlemek, performansı ölçmek, belirlenen hedefler ile ulaşılan performansı karşılaştırmak, ulaşılan performans ile belirlenen hedefler arasındaki farkları
hesaplamak ve bu farkların ortadan kaldırılması için harekete geçmek yönetiminin kontrol
*
Fatih Üniversitesi, İ.İ.B.F., İşletme Bölümü, Öğretim Üyesi.
28
Bankacılar Dergisi
işlevini yerine getirmesinin gereğidir. Ulaşılan performans ile hedeflerin karşılaştırılması sonucunda, eğer performans yeterli görülürse bir sonraki dönemde de aynı performansın devamı
için çalışılır. Eğer performans yeterli görülmez ise, sorunun kaynağı araştırılır ve sorun çözülerek performansın arttırılmasına çalışılır.
Bir performans ölçüm sisteminin başarılı olabilmesi için, öncelikle ana hedefler belirlenmeli ve sistem içinde herkes ne yapacağını bilmelidir. Her grup, ana hedeflerle bağlantılı
olarak kendi performans hedeflerine sahip olmalıdır. Kişilerin ve çalışma gruplarının hedefleri
açık, anlaşılır ve ulaşılabilir olmalıdır. Sistem, performans hedeflerine yaklaşılıp yaklaşılmadığının kolayca izlenebilmesi için, açık ve sade bir şekilde tasarlanmalıdır. (Carney, 1999)
Kurumun performansa dayalı olarak yönetilmesi ve bu performansın sürekli olarak ölçülmesi gerekmektedir. Performans ölçüm sistemi, örgüt yapısı içindeki hiyerarşiye ve faaliyetlere uyumlu bir şekilde tasarlanmalıdır. Performans ölçüm sistemlerinin başarı ile uygulanabilmesi için, yöneticilerin performans ölçümünü görevlerinin doğal ve gerekli bir parçası
olarak görmesi gerekmektedir. Performans ölçümü yapmanın esas amacının performansı geliştirmek olduğu unutulmamalıdır.
Performans ölçütleri seçilirken organizasyonun stratejileri ile uyum içinde olması gerekmektedir. Birimlerin performans ölçütleri ile kurumun tamamını ilgilendiren ölçütler bir
bütünlük içinde uyum göstermelidir. Etkin bir performans ölçümü, sonuçları oluşturan süreçler içindeki faaliyetleri yansıtmak yerine, sadece sonuçları yansıtmalıdır. Performans ölçütleri,
herkes tarafından kolayca anlaşılabilecek şekilde açık, güvenilir ve sağlıklı olmalıdır. (Parker,
2000) Performans ölçüm sistemi, hem geçmiş dönemlerdeki performansı gözlemleyebilecek,
hem de gelecek dönemdeki performansı planlayabilecek verileri içermelidir. Sistem içindeki
bütün performans ölçütleri, birbirini desteklemeli ve aralarında uyumsuzluk olmayacak bir
şekilde tasarlanmalıdır. (Neely, v.d., 1996)
Performans ölçüm sistemleri, kurumun performansını çok farklı boyutlarda ve bu boyutlar arasındaki karmaşık ilişkileri ölçebilecek bir şekilde tasarlamalıdır. (Akal, 2002) Performans ölçüm sisteminin işletme çevresi ile ilişkisi de sistemin başarısını etkilemektedir.
Performans ölçüm sistemi, kurumun stratejilerini desteklemeli, organizasyonun kültürüne uyum göstermeli, teşvik sistemleri ile uyuşmalıdır. Performans yönetiminin sonuçlarına göre,
ödüllendirme veya ceza sistemleri geliştirilebilir. Bankanın üst yönetimi veya birimlerin yöneticileri, kurumun sorumlu oldukları alanlarda yüksek performans göstermesi durumunda
ödüllendirilebilirler. Performans odaklı kurumlarda, maaş ve terfi sistemleri performansa
bağlı olarak geliştirilmektedir. (Williamson, 1996) Ancak, yöneticilerin kısa vadeye odaklanmalarına ve kurumun stratejik hedeflerini göz ardı etmelerine izin vermeyecek bir ödüllendirme sistemi geliştirilmelidir.
Bankalar, performans yönetim sistemlerini son yıllarda teknolojik gelişmelere ve ekonomik ortamda yaşanan değişime paralel olarak yeniden düzenlemeli ve bu düzenlemeleri
yüksek katma değer yaratma, talebe göre hizmet sunma, esneklik ve pazara uyum, süreç kontrolü, hizmet süresinin kısaltılması, israfın önlenmesi ve çalışanların performansını arttırma
gibi konuları da dikkate alarak yapmalıdır.
Yönetim anlayışının yüksek performansa odaklanmasının kuruma sağlayacağı birçok
fayda vardır. İşletme yönetimi, performans yönetimi ile, kazanç fırsatlarını daha iyi görerek
yüksek gelirler elde edebilir, geri-beslemeyi kullanarak sonraki yıllarda daha yüksek performans hedefleri belirleyebilir, kaynakları daha etkili bir şekilde kullanabilir, değişen piyasa
29
Yrd. Doç. Dr. Ali Coşkun
koşullarına daha hızlı cevap verebilir, yönetim kararlarını zamanında ve tutarlı bir şekilde alabilir ve örgüt içinde sürekli iyileştirme kültürünün yerleşmesini sağlayabilir. (Barutçugil,
2002: 13-14)
Performans ölçütleri, finansal olanlar ve olmayanlar olarak ikiye ayrılabilir. Yöneticiler, değerlendirme yaparken ve karar verirken genellikle ölçülmesi kolay olan ve ölçme sistemi kurulu olan göstergeleri kullanmaktadır. Genellikle finansal ölçütlere yoğunlaşan yöneticiler, kurumun performansını büyük ölçüde etkileyen, ancak ölçülmesi çok kolay olmayan
bazı önemli boyutları ihmal etmektedir. Bunun sonucu olarak, muhasebe sistemi tarafından
hazırlanan ve geçmiş dönemde verilmiş kararların sonuçlarını gösteren finansal göstergelere
fazla önem verilirken, gelecekteki performansın nasıl olacağına yönelik ölçütlere gerekli önem verilmemektedir. (Kaplan ve Atkinson, 1998) Geleneksel diyebileceğimiz bu yaklaşımlarda performans ölçümü, kar ve verimlilik üzerinde odaklaşmaktadır. Günümüzde ise, fırsatları görme gücü, öğrenme hızı, yenilikçilik, kalite, esneklik, güvenilirlik ve sorumluluk gibi
unsurlar da çok önem kazanmıştır. Bu nedenle, performans ölçüm ve yönetim sisteminin bu
unsurları dikkate alarak oluşturulması ve hem bireysel; hem de kurumsal performans hedeflerinin buna göre tasarlanması gerekmektedir.
2. Performans Karnesi (Balanced Scorecard)
Birden fazla performans bileşeninin ölçülmesi ve her bir performans ölçüm sonucuna
belirli bir ağırlık verilerek özet bir şekilde raporlanmasına dayanan performans karnesi, performans yönetimine bütüncül bir yaklaşım getirmiştir. Performans karnesi, kurumun misyonunu ve stratejilerini kapsamlı bir performans ölçütleri setine dönüştürerek stratejik performans ölçümü ve yönetimi için bir çerçeve oluşturan, ölçme esasına dayalı bir stratejik performans yönetim sistemidir. (Kaplan ve Norton, 1996a)
Performans karnesi, finansal performans ölçütlerinin yanında uzun vadede kurum performansını etkileyecek müşteri memnuniyeti veya kalite gibi finansal olmayan performans
ölçütlerini ön plana çıkarmaktadır. Performans karnesinde, bu performans ölçütleri birbiri ile
ilişkili birden fazla boyut kullanılarak gruplanmaktadır. Performans karnesi finansal ve
finansal olmayan ölçütleri tek bir rapor içerisinde “dengeli” bir şekilde içermektedir. Bu nedenle, kurumsal performans ölçülürken performans karnesinin bütün boyutlarındaki performans ölçütlerine dengeli bir ağırlık verilmektedir. (Horngren, Datar ve Foster, 2003)
Performans yönetimi üç seviyede ele alınabilir: Kurumsal (stratejik), iş süreçleri ve
çalışanlar. (Kırım, 2002) Performans karnesinde de, en üst düzey yöneticilerden, en alt düzeyde çalışan bireylere kadar her düzeydeki bireyler tarafından kontrol edilebilir ve yönlendirilebilir performans ölçütleri belirlenmektedir. (Rousseau ve Rousseau, 1999: 25-29) Bu nedenle, işletmelerde sadece üst düzey yöneticilere ait tek bir performans karnesi bulunmamakta, birimler ve bireyler için de ayrı ayrı karneler oluşturulmaktadır. Kurumsal performans karnesi, bireysel süreçlerle ilgili performans karnelerinden başlayarak, işletmenin en üst düzeyine
kadar farklı süreçler ve birimler için her düzeyde farklı performans karnelerinden oluşmaktadır. (Ritter, 2003: 46) Bir çok işletmede kurumun tamamına ait, birimlere ait, gruplara ait ve
bireylere ait olmak üzere farklı düzeyler için farklı performans karneleri hazırlanmaktadır.
Örneğin, General Electric Lightining Business Group’a ait performans karnesi, kurumsal performans karnesi, grup performans karnesi, birim performans karnesi, fabrika performans karnesi ve çalışan performans karnesi olmak üzere farklı düzeylerden oluşmaktadır. (Davis,
1996: 14-18)
30
Bankacılar Dergisi
İlk olarak Kaplan ve Norton (1992) tarafından geliştirilen performans karnesinde geleneksel olarak finansal boyut, süreçler boyutu, müşteri boyutu ve öğrenme ve gelişme boyutu
olmak üzere dört performans boyutu bulunmaktadır. Performans karnesi kullanan işletmelerin
çoğunda performans karnesi bu dört boyut değiştirilmeden uygularken; bazı uygulamalardaki
performans karnelerinde işletmenin yapısı veya sunulan ürünlerin veya hizmetlerin özellikleri
nedeniyle farklı sayılarda ve farklı adlarda performans boyutlarının da kullanıldığı görülmektedir.
Performans karnesi yıllar içinde geliştirilmiş ve boyutlar arasında sebep-sonuç ilişkisi,
“strateji haritası” ile daha açık bir şekilde ortaya konmuştur. Strateji haritasında performans
karnesinin dört boyutunun her biri ile ilgili stratejik amaçlar yer almaktadır. Strateji haritasındaki performans karnesi boyutlarında tanımlanan amaçlara ulaşılıp ulaşılmadığını ölçmek için
performans ölçütleri belirlenmektedir. Strateji haritası, çalışanların yaptıkları iş ile kurum
stratejileri arasındaki bağlantıyı açık bir şekilde görmelerini sağlamaktadır. (Kaplan ve
Norton, 2004a; Kaplan ve Norton, 2000)
Performans karnesi, 1992 yılında ortaya çıkmasına rağmen, çok hızlı bir şekilde yayılmış ve dünyanın bir çok bölgesinde farklı iş kollarında faaliyet gösteren bir çok işletme tarafından kabul görmüş ve bir performans yönetim aracı olarak kullanılmaya başlanmıştır. Son
yıllarda, işletmelerin kullandıkları yönetim araç ve yöntemlerini belirlemeye yönelik olarak
uluslararası düzeyde yapılan araştırmalarda görülmektedir ki, 1990’lı yılların sonundan itibaren performans karnesi kullanımı artarak yaygınlaşmaktadır.
ABD’de 1999 yılı sonunda bankalar, sigorta şirketleri ve benzeri finans kurumlarının
yöneticilerinin cevapladığı bir ankete göre, anketi cevaplandıran 140 kurumun yüzde 20’sinin
performans karnesi kullandığı belirlenmiştir. Bu araştırma sonuçlarına göre, anketi cevaplandıranların yüzde 11’i performans karnesi uygulamak için hazırlık çalışmaları yapmakta olduğunu, yüzde 17’si performans karnesi uygulamayı düşündüğünü belirtmiştir. Anketi cevaplandıranların yüzde 51’i ise, performans karnesi kullanmayı düşünmemektedir. (Ittner,
Larcker ve Randall, 2003)
1998’de yapılan bir araştırmaya göre, İngiltere’deki en büyük 20 bankanın 9’unun performans karnesi kullandığı belirlenmiştir. (Broady-Preston ve Preston, 1999)
“Bain & Company” tarafından yapılan “yönetim araç ve teknikleri” konulu araştırma
anketini 2002 yılında cevaplandıran dünyanın çeşitli bölgelerinden 708 işletmenin yöneticisinin yüzde 62’si, işletmelerinde performans karnesi kullandıklarını belirtmiştir. (Rigby, 2003)
Bain & Company’nin aynı konulu anketinin 1999 yılı sonuçlarına göre, ABD’de performans
karnesinin kullanım oranının yüzde 43,9 olduğu belirlenmiştir. (Rigby, 2001)
2004 yılı sonunda İstanbul Sanayi Odası’nın “Türkiye’nin en büyük 500 sanayi işletmesi (İSO 500)” raporunda üretimden satışlar sıralamasının ilk 500’de yer alan işletmelere
yönelik yaptığımız anketin sonuçlarına göre, Türkiye’deki büyük sanayi işletmelerinin yüzde
18,69’u performans karnesi yöntemini kullanmaktadır. Aynı araştırmaya göre, performans
karnesi kullanmayanların yüzde 25’i, kısa veya orta vadede performans karnesi kullanmayı
planlamaktadır. Bu ankette performans karnesi kullanmayanların, yüzde 39,71’nin “bu yöntem hakkında bilgi sahibi olmadıklarını” belirtmeleri ise, performans karnesi konusunda bir
eğitim ve bilgilendirme eksikliğinin olduğunu göstermektedir. (Coşkun, 2005)
31
Yrd. Doç. Dr. Ali Coşkun
Türkiye’de performans karnesi uygulamalarının yaygınlaşmasına rağmen, “balanced
scorecard” kavramının Türkçe’ye çok farklı şekillerde tercüme edildiği görülmektedir. Bu
kavrama karşılık olarak, “Başarı Karnesi”, “Denge Kontrol Paneli”, “Dengeli Değerleme
Kartı”, “İşletme Karnesi”, “Kurumsal Karne”, “Puankartı”, “Strateji Karnesi” veya “Verimlilik ve Başarı Karnesi” gibi 25 farklı Türkçe ifadeden biri kullanıldığı gibi, “balanced
scorecard” kavramını tercüme etmeden aynen kullananlar da bulunmaktadır. (Coşkun, 2006)
3. Performans Karnesinin Bankacılık Sektöründe Uygulanması
Performans karnesi, finans sektöründe, özellikle bankalarda bir performans yönetim aracı olarak kullanılmaktadır. Örneğin, Metro Bank performans karnesini gelirleri arttırmak ve
verimliliği arttırmak olmak üzere iki temel strateji üzerine kurmuştur. (Kaplan ve Norton,
1996a: 151-156) Bu stratejiler, performans karnesindeki finansal boyut, müşteri boyutu, süreçler boyutu ve öğrenme ve gelişme boyutundaki stratejik amaçların gerçekleşmesi yani performans ölçütleri için belirlenen hedeflere ulaşılması ile eyleme dönüşmektedir. (Tablo 1)
Tablo 1: Metro Bank’ın Performans Karnesi
Performans
Boyutları
Stratejik Amaçlar
Finansal
Boyut
• Getiriyi arttırmak
• Gelir karmasını çeşitlendirmek
• Maliyetleri azaltmak
Müşteri
Boyutu
• Ürünler ve hizmetler ile müşteri
memnuniyetini arttırmak
• Satış sonrası memnuniyeti arttırmak
Süreçler
Boyutu
Öğrenme ve
Gelişme
Boyutu
•
•
•
•
Performans Ölçütleri
• Yatırımların getirisi
• Gelirdeki artış
• Mevduat hizmetlerinin maliyetindeki
değişim
• Gelir karması
• Müşteri biriminin payı
• Müşteri ilişkilerinin derinliği
• Müşteri devamlılığı
• Müşteri memnuniyeti araştırması
Müşterilerimizi anlamak
Yenilikçi ürünler geliştirmek
Ürünlerin çapraz satışı
Müşterileri daha az maliyetli satış
kanallarına çekmek
• Faaliyetlerle ilgili sorunları en aza
indirmek
• Taleplere iyi cevap vermek
•
•
•
•
•
•
•
Yeni ürünlerden elde edilen gelirler
Ürün gelişim süreci
Müşterilerle geçen süre
Çapraz satışların oranı
Satış kanallarının karmasındaki değişim
Hizmetlerdeki hata oranı
Müşteri isteklerini yerine getirme süresi
• Stratejik yetenekleri geliştirmek
• Stratejik bilgileri sağlamak
• Kişisel amaçları uyumlu hale
getirmek
•
•
•
•
•
Çalışanların memnuniyeti
Çalışan başına düşen gelir
Stratejik işleri tamamlama oranı
Stratejik bilgilere ulaşma oranı
Kişisel hedeflerin uyum yüzdesi
Kaynak: Kaplan ve Norton, 1996a, s.155.
Stratejileri eyleme dönüştürmek için tasarlanmış olan performans karnesinin boyutları
kurumun vizyonunu ve stratejisini desteklemektedir. Performans karnesinin her boyutunun
içinde, o boyutla ilgili stratejik amaçlar oluşturulmuş ve bu amaçların gerçekleşip gerçekleşmediğini ölçmek için performans ölçütleri belirlenmiştir. Her performans ölçütü için hedefler
konmuş ve hedef performansa ulaşmak için yapılması gereken girişimler belirtilmiştir. (Kaplan ve Norton, 1996a: 9) Performans karnesi içinde kullanılan hedef performans verileri, rakiplerle kıyaslanarak belirlenebilir. Hedefler, müşterilerin ihtiyaçlarını karşılamak, rekabet
32
Bankacılar Dergisi
etkinliği sağlamak ve finansal amaçlara ulaşmak için gerekli performans değerleridir.
(Horngren, Datar ve Foster, 2003: 449-450)
The Commerce Bank’ın performans karnesinde finansal, müşteri, süreçler ve öğrenme
ve gelişme boyutları kullanılmaktadır. Bankanın performans karnesindeki performans ölçütleri belirlenirken ilk önce finansal hedefler, müşteriler, süreçler ve varlıklarla ilgili girdiler tanımlanmaktadır. Sonraki aşamada, finansal hedeflerle müşteriye sunulan değer arasındaki,
müşteriye sunulan değer ile değer oluşturan süreçler arasındaki ve müşteriye sunulan değer ile
süreçlerde kullanılan varlıklar arasındaki ilişkiler açıklanmaktadır. Son olarak performans
karnesinin dört boyutu ile ilgili performans ölçütleri belirlenmektedir. (Brewer, Davis ve
Albright, 2005)
Şekil 1: The Commerce Bank’ın Performans Karnesindeki Performans
Ölçütlerinin Neden Sonuç İlişkisi İçinde Oluşturulması
E-bankacılık müşteri
memnuniyeti
(e-bankacılık müşteri
sayısı, ve menuniyet
oranları)
Problem çözme verimliliğinin artması
(verimlilik oranı)
Müşterilere uygun
hizmetlerin daha
fazla sunulması
(müşteri
araştırmaları)
Müşteri başına düşen ürün
sayısının artması
(ürün ve müşteri sayıları)
Daha fazla
Müşteri kayıpla- Daha fazla çapraz satış
müşteri önerisi rının azaltılması ve havale yapılması
alınması
(kapanan hesap (başarı ile gerçekleşen
(müşteri teşvik
çapraz satış ve
sayısı)
havale sayısı)
programı)
Problem çözme verimliliğinin artması
(verimlilik oranı)
Faiz dışı gelirlerdeki artış Mevduatlardaki ve krediler(faiz dışı gelirlerdeki
deki artış
yüzdelik artış)
(yüzdelik artış)
Finansal
Ölçütler
Mevcut müşterilerden elde
edilen gelirlerdeki artış
(gelirlerdeki yüzdelik artış)
Müşterilere sunulan Daha fazla işletme
hizmetlerin iyileşti- içi pomosyon uyrilmesi
gulanması
(araştırmalar ve gizli
(promosyon
müşteri denetimleri)
sayısı)
Müşterilerle ilgili
Ölçütler
Müşteriye sunulan yeni ürünler
(yeni ürünlerin
toplam sayısı)
Arama merkezi çalı- Kredi bölümü çalışanşanlarının eğitim
larının ve veznedarladüzeylerinin artması rın eğitim düzeyinin
artması
(eğitim süreleri)
(eğitim süreleri)
Süreçlerle ilgili
Ölçütler
Bilgisayar yazılımı
ve donanımının
güncellenmesi
(Bilgi İşlem
harcamaları)
Öğrenme ve
Gelişme Ölçütleri
Projelerin etkili
şekilde yönetilmesi
(Planlama
performansı)
Kaynak: Brewer, Davis ve Albright, 2005, s.34.
The Commerce Bank’ın performans karnesinin dört boyutu ve neden-sonuç ilişkisi
içinde birbiri ile bağlantıları Şekil 1’de gösterilmiştir. Stratejik amaçların ölçümünde kulla33
Yrd. Doç. Dr. Ali Coşkun
nılan performans ölçütü de her bir stratejik amacın altında parantez içinde verilmiştir. The
Commerce Bank’ın performans karnesinde performans boyutları içindeki stratejik amaçlar
arasındaki neden-sonuç ilişkileri oklar ile gösterilmiştir. Örneğin, eğer öğrenme ve gelişme
boyutundaki kredi bölümü çalışanlarının ve veznedarların eğitim düzeyi artarsa, süreçler boyutundaki müşterilere sunulan hizmetlerde iyileşme olacaktır. Eğer, süreçler boyutundaki
müşterilere sunulan hizmetlerde iyileşme olursa, müşteri boyutundaki müşteri kayıpları azalacaktır. Eğer, müşteri boyutundaki müşteri kayıpları azalırsa, yine müşteri boyutundaki problem çözme verimliliğinin artması sonucunu doğuracaktır. Müşteri boyutundaki problem çözme verimliliğinin artması da, finansal boyuttaki mevduatlardaki ve kredilerdeki yüzdelik artışa neden olacaktır.
Performans karnesi uygulamaya konduğunda, belirli dönemlerde kurumun gerçek performansı, performans karnesinde belirlenen ölçütlere göre ölçülmekte ve hedef performanslarla karşılaştırılmaktadır. Her bir performans ölçütünün ölçümü sonucunda bulunan parasal
tutar veya sayısal miktar performans karnesinin sonuçlarında yer almaktadır. Ayrıca, her bir
performans ölçütü için en düşük olabilecek taban değeri, en yüksek olabilecek tavan değeri ve
bu ölçüt için belirlenen hedef değer belirtilmektedir. Performans karnesinde her bir boyutun
toplam içinde yüzdelik bir ağırlığı vardır ve bütün boyutların ağırlıklarının toplamı yüzde
100’e eşittir. Ayrıca her bir boyutun içindeki her bir performans ölçütünün de bir ağırlığı vardır ve her boyut içindeki performans ölçütlerinin ağırlıklarının toplamı da yüzde 100’e eşittir.
Her bir performans ölçütü, belirlenen hedefe ulaşma oranına göre bir skorla derecelendirilmektedir. Daha sonra, performans ölçütlerinin sonuçları, o performans ölçütü için belirlenen
yüzdelik ağırlık ile çarpılmaktadır. Bütün performans ölçütleri için elde edilen bu çarpım sonuçları toplanarak önce her bir boyutun performansı, daha sonra da kurumun toplam performansı hesaplanmaktadır. (Youngblood ve Collins, 2003)
İnternet bankacılığının gelişmesi ile bankaların yeni stratejiler geliştirmesi ve uygulaması gerekmektedir. İnternet bankacılığına geçmeyi planlayan Venture Bancorp, stratejilerini
eyleme dönüştürmek için performans karnesi kullanmaya başlamıştır. Bu banka, performans
karnesi kullanımı ile mevcut performans ölçümü sistemini geliştirmeyi ve kullanıdığı performans ölçütlerinin arasındaki ilişkileri güçlendirmeyi hedeflemiştir. Bu banka, finansal, müşteri, süreçler ve öğrenme ve gelişme boyutlardan oluşan bir performans karnesi kullanmaktadır.
Venture Bancorp’un performans karnesinde, verimlilik oranı, varlıkların karlılığı, net kazançlar, toplam varlıklar ve varlıkların çalışanlara oranı gibi kısa vadeli performans ölçütleri
bulunmakla birlikte; aşağıdaki uzun vadeli performansı ölçmeye yarayan performans ölçütleri
de bulunmaktadır: (Frigo, Pustorino ve Krull, 2001)
-
Stratejik konularda verilen eğitim saati
Üst yönetimin stratejik konuları konuşmak için harcadığı zaman
İnternet girişimlerini destekleyen elektronik ağın altyapısına harcanan para tutarı
İçeride ve dışarıda düzenlenen pazarlama faaliyetlerinin sayısı
Çalışanlara internetteki bankacılık hizmetlerini tanıtmak için harcanan eğitim zamanı
Kıyaslama yapmak için rakiplerin web sayfalarının incelenmesi ve karşılaştırma yapılması
İngiltere merkezli 15 milyon müşterisi ile büyük bir finans grubu olan Lloyds TSB
Group, performans karnesi uygulamasına 2003 yılında başlamıştır. performans karnesi sayesinde Lloyds’un yönetiminin belirlediği stratejik amaçlar, 80,000 çalışanına ulaşması sağlanmıştır. Lloyds’un kullandığı performans karnesi, finans, bayilik ağındaki (franchise) büyüme,
34
Bankacılar Dergisi
risk, müşteri hizmetleri ve çalışan gelişimi olmak üzere beş boyuttan oluşmaktadır. (Ward,
2005)
ABD’nin Boston eyaletinde faaliyet gösteren ve bir fon tarafından yönetilen Ourtown
Community Bank’ın performans karnesinde, finansal boyut, müşteri boyutu, süreçler boyutu
ve öğrenme ve gelişme boyutu olmak üzere dört performans boyutu bulunmaktadır. Ourtown
Community Bank’ın performans karnesinde yer alan performans boyutları ve her bir boyut
içindeki stratejik amaçlar Tablo 2’de görülmektedir. (Frigo, Pustorino ve Krull, 2000)
Tablo 2: Ourtown Community Bank’ın Performans Karnesi
Performans Boyutları
Finansal Boyut
Müşteri Boyutu
Süreçler Boyutu
Öğrenme ve Gelişme Boyutu
Stratejik Amaçlar
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
Karlılığı arttırmak
Gelir olanaklarını arttırmak
Müşteriye sunulan hizmet çeşitliliğini arttırmak
Maliyetleri azaltmak
Seçkin müşteri hizmetleri sunmak
Müşterilere çapraz ürün satışları yapmak
Ticari hesapları geliştirmek
Ticari müşterilerle iyi ilişkiler kurmak
Müşterilere sunulacak yeni ürünler geliştirmek
Müşterilere çapraz ürün satışları yapmak
Müşterileri maliyeti düşük olan ürünlere çekmek
•
•
•
•
Çapraz ürün satışı ile ilgili eğitimler vermek
Çalışan memnuniyetini arttırmak
Çalışanların işten ayrılmamalarını sağlamak
Bilgi teknolojilerini geliştirmek
Kaynak: Frigo, Pustorino ve Krull, 2000
2000 yılında performans karnesi uygulamasına başlayan Tri-cities Community Bank,
ABD’de iki bölgede 10 şube ile faaliyet gösteren bir bankadır. Bu bankanın performans karnesinde, finansal boyut, müşteri boyutu, süreçler boyutu ve öğrenme ve gelişme boyutu olmak
üzere dört performans boyutu ve toplam 17 performans ölçütü bulunmaktadır. (Albright,
Davis ve Hibbets, 2001)
Avrupa bankacılık piyasasının küçük bir bankasının yöneticileri, bilgi sistemlerindeki
yeniliklerin ve rakip bankaların piyasaya sunduğu yeni ürünlerin ve hizmetlerin etkisi ile
müşterilerini kaybetmeye başlamaları ve gelirler azalırken maliyetler artması nedeni ile performans karnesi uygulamasına başlamaya karar vermişlerdir. Banka yönetimi, maliyet liderliği ve dağıtım kanalları ile ilgili belirledikleri stratejik amaçlarını eyleme dönüştürmek için
performans karnesi yöntemini kullanmışlardır.(Van Der Zee ve Berend, 1999)
Hong Kong’da faaliyetlerini yürüten ABC Bankası da performans karnesi kullanmaktadır. ABC Bankası, Hong Kong piyasasında muhafazakar bir banka olarak bilinen, yüksek
düzeyde nakit kaynağı olan ve karşılıksız alacağı çok az olan başarılı bir bankadır. ABC Bankası’nın performans karnesinde Kaplan ve Norton’un önerdiği dört boyut aynen kullanılmaktadır. (Ko ve Lee, 2000)
Performans karnesi, XYZ Bank’da çalışanlara ödenecek primlerin hesaplanmasında
kullanılmak üzere bir performans ölçüm aracı olarak 1995 yılında kullanılmaya başlamıştır.
Bu bankanın performans ölçümünde, performans karnesinde yer alan finansal boyut, insan
35
Yrd. Doç. Dr. Ali Coşkun
boyutu ve faaliyetler boyutu olmak üzere üç boyutta belirlenen performans ölçütleri kullanılmıştır. Performans karnesinin insan boyutunda, müşteri hizmetleri, çalışanlarla ilişkiler ve
toplumla ilişkilerle ilgili performans ölçütleri yer alırken; faaliyetler boyutunda, denetimlerle
ve kontrollerle ilgili ölçütler yer almaktadır. Bankanın performansı, banka düzeyinde, şubeler
düzeyinde ve bireyler düzeyinde her üç ayda bir ölçülmektedir. (Shih-Jen ve Mckay, 2002)
XYZ Bankası, performans karnesini üç buçuk yıl kullandıktan sonra bırakmış ve başka bir ödüllendirme sistemini kullanmaya başlamıştır. (Albright, Davis ve Hibbets, 2001) Performans karnesi kullanımında karşılaşılan en büyük sorun, farklı bölgelerdeki şubelerin faklı
uygulamalar yapmalarından kaynaklanmıştır. Bazı bölgelerde şube müdürleri bir araya gelerek performans karnesi sonuçlarını tartışarak ortak karar alırken, bazı bölgelerde sonuçları
değerlendirmek şube müdürlerine bırakılmıştır. Bu nedenle, prim ödemelerinde yaşanan farklılıklar sonucunda, çalışanlar arasında performansın performans karnesi ile objektif bir şekilde
ölçülmediği kanısını doğmuştur. Şube müdürleri, yapısal olarak sübjektif olmaya açık olan
bankalarının performans karnesini, ayrıca iş yüklerini de arttırdığı için, etkin olmayan bir performans ölçüm yöntemi olarak nitelemişlerdir. Ancak bu belirtilen nedenlerin yanında, yeni
yasal düzenlemeler sonucunda, bankanın stratejilerini değiştirmesi nedeni ile yeni bir ödül
planı uygulaması gerekmiştir. Banka, sigorta ve sermaye piyasası ürünlerinde pazar payını
olabildiğince arttırmaya çalışarak, satış merkezli bir strateji izleme yolunu seçmiştir. Bu nedenle çalışanların daha çok satış yapmalarını teşvik etmek için, performans karnesi yerine satışlara yönelik bir ödüllendirme sistemi kurmuştur. XYZ Bank örneğinde görüldüğü gibi, kurum stratejilerini esas alan bir performans yönetim sistemi olarak uygulanmayan performans
karnesinin başarılı olması zordur.
4. Performans Karnesi Uygulamasında Dikkat Edilmesi Gerekenler
Bir yöntem ne kadar iyi olursa olsun, eğer uygulaması iyi yapılmıyorsa başarılı olması
ve kurum için fayda sağlaması zordur. Bu nedenle, performans karnesinin başarı ile uygulanabilmesi ve performans karnesi uygulamasından beklenen sonuçların alınabilmesi için dikkat
edilmesi gereken bazı konular vardır.
Performans karnesi uygulamasının başarılı olabilmesi için bir “değişim” programı olarak uygulanması gerekmektedir. Sadece ölçüm sistemi olarak uygulamaya konan performans
karnesi programları genellikle başarısız olmaktadır. (Kaplan ve Norton, 1996b)
Performans karnesinin bir performans yönetim sistemi olduğu unutulmamalıdır. Yani,
performansın sadece raporlanması yeterli değildir, her performans ölçütünün bir hedefi olmalı
ve her performans ölçütünden sorumlu bireyler belirlenerek performanstaki gelişim izlenmelidir. Performans karnesi uygulaması için seçilen bilgisayar yazılımının da performans yönetimine uygun olması gerekmektedir. (Rousseau ve Rousseau 1999) Performans karnesi uygulaması sırasında, kurum içindeki değişik düzeylerdeki performans karnelerinin birbiri ile
bağlantısının kurulduğu bir altyapı oluşturulmalıdır. Farklı birimlerin ve süreçlerin performans karnelerinin birbirleri ile ilişkileri tanımlanmalı ve sonuç olarak ortak bir kurumsal performans raporu oluşturulmalıdır.
İşletmenin mevcut finansal ölçütlerinin yanına bazı finansal olmayan ölçütleri eklemek bir performans karnesinin oluşturulması için yeterli değildir. Her kurumun ve her biriminin kendine özgü stratejik hedefleri vardır ve performans ölçüt seti bu stratejik hedeflerle ilişkili şekilde oluşturulmalıdır. (Kaplan ve Norton, 2001) Performans karnesi ile performans ölçümü yapılırken, stratejiden, değerlerden ve misyondan sapmadan, doğru şeyleri ölçmek ge36
Bankacılar Dergisi
rekmektedir. Ölçütler, ulaşılmak istenen stratejik hedeflerle ilgili sonuçlar vermelidir. Performans karnesinde kullanılan performans ölçütlerinin stratejik önceliklerle uyumlu olması, karar vermede geçerli olması, oluşturulmasının ve kullanımının kolay olması, anlaşılır olması ve
kurumdaki gelişmeleri destekleyici olması gerekmektedir. (Lawton, 2002)
Performans karnesi uygulamasının sonuçlarının çalışanlara yansıtılması gerekmektedir. Çalışanların ödüllendirilmesinde bireysel hedeflerin belirlenmesi, dikkat edilmesi gereken
önemli bir konudur.
Performans karnesi hazırlanırken ve uygulanırken yöneticiler ve çalışanlar arasında iyi
bir diyalog olması çok önemlidir. Yöneticiler ve çalışanlar, strateji haritası oluşturulurken,
bağlantılar kurulurken, performans hedefleri belirlenirken, sonuçlar analiz edilirken ve sonuç
çıktıları faaliyete dönüştürülürken, sürekli iletişim içinde olmalıdır.
Performans karnesi tasarlanırken, stratejinin görsel hale getirilmesine ve çalışanlar tarafından kolayca anlaşılabilmesine dikkat edilmelidir. Bu da strateji haritaları yardımı ile olabilmektedir. Strateji haritaları, stratejilerin sadece tepe yöneticileri tarafından değil, organizasyonun her yerindeki çalışanlar tarafından da bilinmesine ve desteklenmesine ve dolayısıyla
stratejilerin eyleme dönüştürülmesine yardım etmektedir. Eğer performans karnesinin bu işlevi öne çıkarılmazsa ve stratejiler çalışanlar tarafından anlaşılmazsa, bazı çalışanlar performans
karnesini sadece mevcut performansı ölçmenin yeni bir yolu olarak görebilmekte ve performans karnesinden beklenen sonuçların alınması zor olabilmektedir. Hatta bazı çalışanların,
performans karnesini sadece raporlama yüklerini artıracak anlamsız bir araç olarak görme
tehlikesi vardır. (Olve, v.d., 2004)
Performans karnesi uygulaması, bilgi teknolojileri desteği ile yapılmalıdır. Microsoft
Excel ve Powerpoint yardımı ile tablolar hazırlanıp sunumlar yapılabileceği gibi, hazır bir bilgisayar yazılımı da kullanılabilir. Performans karnesi uygulamasında kullanılacak bilgisayar
programının, strateji haritaları oluşturmaya, değişik düzeylerdeki karneleri birbirine bağlanmasına, hedef belirlemeye ve hedefleri sürekli izlemeye olanak sağlayacak bir yapıda olması
gerekmektedir. (Olve, v.d., 2004) Performans karnesi uygulamasının başarılı olmasında kurumun bilgi işlem sisteminin ve çalışanlarının önemli bir payı vardır. Ancak bu durum bazen
performans karnesi sisteminin, bilgi işlem çalışanları tarafından yönlendirilmesine neden olmaktadır. Bu nedenle, performans karnesinin hazırlanması, bilgi sistem çalışanlarına bırakılmamalıdır. Performans karnesi, yönetimin sürekli gözetimi altında, farklı alanlarda çalışan
kişilerden oluşan karma bir ekip tarafından oluşturulmalıdır. (Rousseau ve Rousseau 1999)
Sonuç
Performans ölçümü sonuçları, banka ortakları, yöneticiler, yatırımcılar ve kredi verenler gibi kurum içinden ve dışından birçok pay sahibinin kurum ile ilgili verdiği kararları
etkilemektedir. Kurumsal performans ölçümünün tam olarak yapılabilmesi için, finansal ve
finansal olmayan unsurlara ait performansların dengeli bir şekilde ölçülmesi gerekmektedir.
Performans karnesi, kurumun misyonunu ve stratejilerini kapsamlı bir performans ölçütleri
setine dönüştürerek, finansal performans ölçütleri ile birlikte finansal olmayan performans
ölçütlerini dengeli bir şekilde kullanmakta ve işletmenin maddi varlıkları ile birlikte maddi
olmayan varlıklarının değerini de dikkate almaktadır. Performans yönetim sisteminin stratejik
hedefler üzerine kurulmasını sağlayan performans karnesi, performans yönetimine kapsamlı
bir yaklaşım getirmiştir.
37
Yrd. Doç. Dr. Ali Coşkun
Performans karnesi, tüm dünyada olduğu gibi, Türkiye’deki bankalar ve finans sektöründeki diğer kurumlar için performans ölçüm ve yönetim sistemleri uygulamalarına yeni bir
yaklaşım sunmaktadır. Bu çalışmada performans karnesi kavramı açıklanmış ve bankalardaki
uygulama örnekleri incelenmiştir. Bu yöntemi başarı ile uygulayan kurumlara bakıldığında,
performans yönetiminde performans karnesi yaklaşımına yer verilmesinin, Türkiye’deki bankaların performans ölçüm ve yönetim sistemlerinde iyileşmeler sağlayacağı görülmektedir.
Kaynakça
-
38
AKAL, Z. (2002) İşletmelerde Performans Ölçüm ve Denetimi: Çok Yönlü Performans Göstergeleri,
Ankara, Milli Prodüktivite Merkezi Yayınları.
ALBRIGHT, T., DAVIS, S. ve HIBBETS, A. (2001), “Tri-cities community bank: A balanced scorecard
case”, Strategic Finance, Sayı: 4, s.54-59.
BARUTÇUGİL, İ. (2002), Performans Yönetimi, İstanbul, Kariyer Yayıncılık.
BREWER, P. C., DAVIS, S. ve ALBRIGHT, T. (2005), “Building A Successful Balanced Scorecard Program”, Cost Management, Sayı: 1, s.28- 37.
BROADY-PRESTON, J. ve PRESTON, H. (1999), “Demonstrating quality in academic libraries”, New
Library World, Sayı: 1148, s.124–129.
CARNEY, K. (1999), “Successful Performance Measurement: A Checklist”, Harvard Management Update, s.4-5.
COŞKUN, A. (2005), İşletmelerde Performans Yönetimi: Bir Yönetim Muhasebesi Aracı Olarak Performans Karnesi, İstanbul, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İşletme Anabilim Dalı
Muhasebe Bilim Dalı, Yayınlanmamış Doktora Tezi.
COŞKUN, A. (2006), “Stratejik Performans Yönetiminde Performans Karnesi Kullanımı: Türkiye’deki
Sanayi İşletmeleri Üzerine Bir Araştırma”, Muhasebe Bilim Dünyası Dergisi, Sayı:1.
DAVIS, T.R.V. (1996), “Developing and employee Balanced Scorecard: Linking Frontline Performance to
Corporate Objectives”, Management Decision, Sayı: 4, s.14-18.
FRIGO, M. L., PUSTORINO, P. G. ve KRULL JR., G. W. (2000) “The balanced scorecard for community
banks: Translating strategy into action”, Bank Accounting & Finance, Sayı: 3, s.17-23.
FRIGO, M. L., PUSTORINO, P. G. ve KRULL JR., G. W. (2001), “Internet Banking: Translating eBusiness Strategy into Action”, Bank Accounting & Finance, Sayı: 4, s.29-35.
HORNGREN, C. T., DATAR, S. M. ve FOSTER, G. (2003), Cost Accounting: A Managerial Emphasis,
New Jersey, Prentice Hall International.
ITTNER, C. D., LARCKER, D. F. ve RANDALL, T. (2003), “Performance implications of strategic performance measurement in financial services firms”, Accounting, Organizations and Society, Sayı: 7-8,
s.715-741.
KAPLAN, R. S. ve ATKINSON, A. A. (1998), Advanced Management Accounting, New Jersey, Prentice
Hall.
KAPLAN, R. S. ve NORTON, D. P. (1992), “The Balanced Scorecard - Measures that Drive Performance”,
Harvard Business Review, Sayı: 1.
KAPLAN, R. S. ve NORTON, D. P. (1996 a), Translating Strategy into Action: The Balanced Scorecard, Boston, Harvard Business School Press.
KAPLAN, R. S. ve NORTON, D. P. (1996 b), “Linking the Balanced Scorecard to Strategy”, California
Management Review, Sayı: 1, s.53-79.
KAPLAN, R. S. ve NORTON, D. P. (2000), “Having trouble with your strategy? Then map it”, Harvard
Business Review, Sayı: 5, s.167-176.
KAPLAN, R. S. ve NORTON, D. P. (2001), “Leading change with the balanced scorecard”, Financial Executive, Sayı: 6, s.64-66.
KAPLAN, R. S. ve NORTON, D. P. (2004 a), “How Strategy Maps Frame an Organization's Objectives”,
Financial Executive, Sayı: 2, s.40-45.
KAPLAN, R. S. ve NORTON, D. P. (2004 b), “Plotting Success with 'Strategy Maps”, Optimize, Sayı: 2,
s.61-64.
KIRIM, A. (2002), Farklılığınızı Ölçebildiğiniz An …: Kurumsal Başarının Yol Haritası, İstanbul, Sistem Yayıncılık.
KO, A. S. O. ve LEE, S.F. (2000), “Implementing the strategic formulation framework for the banking industry of Hong Kong”, Managerial Auditing Journal, Sayı: 9, s.469-477.
LAWTON, R. (2002), “Balance your balanced scorecard”, Quality Progress, Sayı: 3, s.66-71.
Bankacılar Dergisi
-
NEELY, A., MILLS, J., PLATTS, K., GREGORY, M. ve RICHARDS, H. (1996), “Performance measurement system design: Should process based approaches be adopted?”, International Journal of Production
Economics, Sayı: 46-47, s.423-431.
OLVE, N., PETRI, C., ROY, J. ve ROY, S. (2004), “Twelve years later: Understanding and realizing the
value of balanced scorecards”, Ivey Business Journal, Sayı: 5, s.1-7.
PARKER, C. (2000), “Performance Measurement”, Work Study, Sayı: 2, s.63-66.
RIGBY, D. (2001), “Management tools and techniques: A survey”, California Management Review, Sayı:
2, s.139-160.
RIGBY, D. (2003), Management Tools 2003, Brain & Company, www.bain.com.
RITTER, M. (2003), “The use of balanced scorecards in the strategic management of corporate communication”, Corporate Communications: An International Journal, Sayı: 1, s.46.
ROUSSEAU, Y. ve ROUSSEAU, P. (1999), “Turning strategy into action in financial services”; CMA
Management, Sayı: 10, s.25-29.
SHIH-JEN K. H. ve MCKAY, R. B. (2002), “Balanced scorecard: Two perspectives”, The CPA Journal,
Sayı: 3, s.20-25.
VAN DER ZEE, J. T. M. ve BEREND, D. (1999), “Alignment is not Enough: Integrating Business and Information Technology Management with the Balanced Business Scorecard”, Journal of Management Information Systems, Sayı: 2, s.137-156.
WARD, A. (2005), “Implementing the Balanced Scorecard at Lloyds TSB”, Strategic HR Review, Sayı: 3,
s.16-19.
WILLIAMSON, D. (1996), Cost & Management Accounting, London, Prentice Hall.
YOUNGBLOOD, A. D. ve COLLINS, T. R. (2003), “Addressing balanced scorecard trade-off issues between performance metrics using multi-attribute utility theory”, Engineering Management Journal, Sayı:
1, s.11-17.
39
Bankacılar Dergisi, Sayı 56, 2006
Bankacılıkta Operasyonel Risklerin Etkin Yönetiminde
Risk Bazlı Müşterini Tanı İlkelerinin Önemi
Alparslan Çakır*
1. Giriş
Son yıllarda yapılan araştırmalar, dünya geneli gözetildiğinde, klasik suçlarda durağanlık ve/veya azalma görülürken, finansal dolandırıcılık ve para aklama gibi ekonomik suçlarda önemli ölçüde artışlar olduğunu göstermiştir.1 Özellikle “çıkar amaçlı” ve “temeli ekonomi" olan suçlar, yasalarla belirlenmiş kuralları, evrensel ahlaki erdemleri veya serbest piyasa ekonomisinin temel kurallarını ihlal ederek hukuk dışı kalmak suretiyle çok para veya güç
kazanma hırsından kaynaklanmaktadır.2
Yasadışı faaliyetlerden elde edilen rantların ve dolayısıyla gelirlerin yüksekliği, bu
suçların işlenmesine olan cazibeyi artırdığı gibi, faillerin bu suçtan dolayı cezalandırılma veya ele geçirilme riskini gözardı etmelerine de sebebiyet verebilmektedir.
Ekonomik suçlar suçu işleyen açısından incelendiğinde suç ya bireysel ya da organize
gruplar tarafından işlenmektedir. Sahtekarlık, dolandırıcılık, kalpazanlık, hırsızlık, zimmet,
mülki hakların ihlali, suistimal, vergi kaçakçılığı gibi suçlar bireysel, her türlü kaçakçılık, terör, adam kaçırma, kumar, haraç gibi suçlar ise daha ziyade organize suçlar olarak karşımıza
çıkmaktadır.3
1900’lü yıllara geldiğimizde ekonomik ve sosyal nedenlerin etkisi altında bireysel olarak işlenen veya dağınık şekilde çalışan yerel gruplardan, değişik tipte suç işleyen ve sıkı bir
şekilde örgütlenmiş çıkar amaçlı suç şebekelerine doğru bir değişim gerçekleşmiştir. Suç işlenmesinde hukuk kurallarının ve/veya uygulamalarının ihlalinin ekonomik sonuçlarının önemi ya da bu sonuçların suçun tekrar işlenmesindeki etkinliği giderek artarak; gelir elde etmek için suç işlemek ve bunu sürekli ve gizli bir şekilde sürdürmek şeklindeki yasadışı gelirsuç dualitesini beraberinde getirmiştir.4
Ekolojik Girişim (Şikago Üniversitesi Sosyoloji Okulu) Amerika’da kentlerin büyümesi, sanayileşme, göçler, Birinci Dünya Savaşının yarattığı sorunlar, içki yasağı, Dünya Ekonomik Bunalımının suçlulukta artış, ahlaki çöküntü ve suç çeteleri gibi olumsuzluklara neden olduğunu ortaya koymuşlardır.5 Hukuk devletini tahrip eden, diğer yandan siyaset ve
kamu yönetimi gibi alanlara nüfuz edilmesinde bir güç unsuru olarak kullanılan organize
suçluluk, ilk kez 1920’li yıllarda ABD’de sosyal, ekonomik, hukuki ve siyasi açıdan yeni bir
fenomeni tanımlamak için kullanılmıştır.6
Örgütlü suçluluğun en belirgin özelliği, bu suçluluk türünün illegalitesinin açık bir biçimde görülemez oluşudur. Gerçekten, örgütlü suçluluğun adli soruşturmaları sonuçsuz bırakmak için kullandıkları en önemli araç maskeleme ve kamuflaj yöntemi olup, suçlardan elde
edilen kazançlar meşru kanallara akıtılmakta, meşru ekonomik piyasalarda ikinci bir ayak o*
Türk Ekonomi Bankası A.Ş., Yönetici.
40
Bankacılar Dergisi
luşturularak, hukuka aykırı fiillerin örtülmesi, gizlenmesi amacıyla para aklama operasyonları
gerçekleştirmektedir.
Konuya kamu ekonomisi açısından bakıldığında; suçu önlemek ve suçtan korunmak
üzere yapılan kamu ve özel harcamalar ile suçların sebep olduğu zararlar dolayısıyla ekonomi
önemli oranda dışsallığa maruz kalmaktadır. Piyasalarda gitgide yaşanan ahlaki bozulma sonucunda adalet ve güvenlik hizmetlerinin ve kamu yatırımlarının maliyetleri artmaktadır
Devletlerin gelir kaybı ve kamu kaynaklarının israfı nedeniyle organize suçların katalizörü olan yolsuzluk ve rüşvet, ekonomilerde gizli bir vergi gibi mali yük oluşturmaktadır.
Rüşvet ekonomide kaynakların verimli bir şekilde kullanımını engellemekte, uzun vadeli yerli
ve yabancı yatırımcıları frenlemekte, rant sağlamaya yönelik faaliyetler teşvik edilmekte,
sektörel öncelikler ve teknolojik tercihler olumsuz etkilenmektedir. Toplumun ortak çıkarları
ihlal edilerek kamu kaynakları israf edilmekte, kayıtdışı ekonomi büyümekte ve büyük vergi
kayıplarına neden olmaktadır.7
20. yüzyılın ilk yarısından itibaren cezai yaptırımların insan davranışları üzerinde sınırlı etkiye sahip olduğu görüşünü temsil eden bir kısmı psikolog olan çok sayıda araştırmacı
tarafından yapılan çalışmalar cezai yaptırımların gerçekte suçları önlemek veya kişilerin suçlarını tekrar etmelerine engel olmak bakımından mütevazi bir role sahip olduğunu göstermiştir.8 Bu realite, 80’li yıllara geldiğimizde çıkar amaçlı suç örgütlerinin neden olduğu uyuşturucu madde ticareti, silah, patlayıcı, nükleer madde ve insan kaçakçılığı, yasadışı organ ticareti ve terörizm gibi özellikle uluslararası örgütlü suçların sayısı ve niteliğinin hızla artmasını
açıklamaktadır.
Çünkü suçla mücadelede sadece hapis ve para cezası gibi geleneksel yaptırımlar etkili
olmamakta, net kârlar, hem suç işlemenin gerekçesini -kişisel zenginleşme- ve yeni suçlar
işlemenin vasıtasını- döner sermaye- oluşturmaktadır. Bu nedenle günümüzde çıkar amaçlı
suç örgütleri ve suçlulukla mücadelede suçun amacı ve tekrar işlenmesinde ana unsur olan suç
gelirlerinin (Karapara) ele geçirilmesi önemli bir caydırıcı unsur olarak karşımıza çıkmaktadır.
Ekonomik bir kavram olan karaparanın aklanmasının engellenmesi, uyuşturucu ticareti
ve diğer çıkar amaçlı bireysel ve örgütlü suçla en etkili silah olarak görülmeye başlanmasıyla
birlikte hukukun ilgi alanına girmiş, 20. yüzyılın son çeyreğinde suç örgütlerinin fiillerinden
doğan kazançların yasal ekonomi içine dahil edilerek aklanmasının engellenmesi, öncül suçlarla bağlantısının tespit edilerek el konulması için kimi ülkeler ayrı bir yasa ile kimi ülkelerde mevcut yasalarında değişikliklere giderek karaparanın aklanmasını ciddi ve müstakil bir
suç olarak tanımlamaya başlamışlardır.
Bununla birlikte, maddi menfaat tarih boyunca suçun önde gelen motivlerinden biri
olma özelliğini korumuş, tüm menfaatleri temsil edecek bir standartın yani paranın bulunması
ile birlikte bu ilişki daha da somutlaşmıştır.9 Bankacılık sektöründe parasal aktif ve pasiflerin
bilanço içindeki payları yüksek olduğundan, diğer iş kollarına göre; bankaların aktiflerini,
hizmet kanallarını ve müşterilerinin varlıklarını hedef alan finansal dolandırıcılık ve para aklama gibi mal varlığı değerlerine karşı işlenen suç girişimleri ve bunların sonucunda karşılaşılan kayıplar çok daha yüksek olabilmektedir.
Sahtekarlık, dolandırıcılık, kalpazanlık, hırsızlık, zimmet, para aklama olayları, bilgi
işlem sistemleri ve elektronik bankacılık platformuna izinsiz girişler, çıkar çatışmaları, yasal
41
Alparslan Çakır
yetki sınırlarının ve yükümlülüklerin ihlal edilmesi gibi riskler, bankaların programlarındaki
uygulama zayıflıklarından, etkin olmayan kontrol yöntemlerinden ve müşteri inceleme uygulamalarındaki başarısızlıktan kaynaklanmakta,10 diğer riskleri tetikleyebilmekte ve büyük
miktarda kayıpların ortaya çıkmasına neden olabilmektedir.
Karaparanın aklanması ile mücadele konusundaki yasal düzenlemelerin hayata geçirilmesi, uluslararası alanda mücadelenin yaygınlaşması ile birlikte yasadışı işlerle uğraşan
müşterilerinin, müşteri tanı sistem ve uygulamalarındaki zayıflıktan kaynaklanan nedenlerle
aklama amacıyla yaptığı işlemlere maruz kalan finansal kurumların ve çalışanların itibar kaybı ve karapara akışına bağlı yoğunlaşmaya bağlı olarak mali yapılarının büyük oranda zarar
gördüğü, hapis ve para cezası gibi ile yaptırımlara maruz kaldığı görülmektedir.
Bankacılık mesleğinin temeli güven, itibar ve istikrardır. Toplumda fon arz eden ve
fon talep eden taraflar arasında birleştiricilik ve aracılık rolü oynayarak ülke ekonomisinde
önemli bir rol oynayan bankaların aynı zamanda karlılık ve verimlilik ilkelerini amaç edinmiş
olmaları, mesleki ve örgütsel alanda kamu otoritesinin koyduğu yasa, yönetmelik ve etik ilkelerine bağlı olarak çalışmaları zorunluluğunu getirmektedir.
Fakat, tüm önemli para aklama işlemleri bankaların hizmet kanallarının kullanılmasını gerektirmektedir. Bu nedenle bir banka hakkındaki karapara aklama iddiası o bankanın ulusal ve uluslararası düzenleyici ve denetleyici bankacılık otoriteleri, müşterileri, ortakları, yurtdışı muhabirleri ve kamuoyunda güvenilirliğine ve saygınlığına ulusal ve uluslararası itibarına
büyük bir darbe olmaktadır. Karapara aklama soruşturma ve davaları olayın uluslararası boyutu nedeniyle uzun yıllar almaktadır. Bu ise, iddiaya muhatap bankaları yıpratmakta, bazen
Batı’da örnekleri görüldüğü üzere iflasa kadar varan sonuçlara yol açmaktadır.11
Bu nedenle; günümüzde bankacılık düzenleme ve denetleme otoriteleri, finansal dolandırıcılık ve para aklama risklerinin önlenmesinin ancak, bankaların etkin ‘müşterini tanı’
prosedürlerini uygulamaları ile mümkün olduğuna ikna olmuşlardır. Bankalar, sadece varlık
kaynağı ve fonlarının yasal olduğu makul şekilde bilinen kişileri müşteri olarak kabul etmek
için gerekli özeni gösterecektir.12
Bankacılık sisteminin bütünlüğü, güvenliği ve sağlamlığı açısından sağlam ‘müşterini
tanı’ politika ve prosedürleri kritik önem taşımaktadır. ‘Müşterini tanı’ standartlarının yetersizliği veya hiç olmaması bankaların saygınlığının azalmasına, operasyonel, yasal ve yoğunlaşma riskleri gibi ciddi müşteri ve kredi riskleri ile karşı karşıya kalmalarına neden olmaktadır. Bu risklerden herhangi bir tanesi bankalara önemli maliyetler (örneğin, mevduat sahiplerinin mevduatlarını çekmeleri, bankalar arası kolaylıkların sona ermesi, bankaya karşı iddiaların araştırma maliyetleri, aktif satışları ve aktiflerin dondurulması ve kredi zararları yükleyebileceği gibi, yönetimin zamanını ve enerjisini bu sorunların çözümüne ayırmasına neden olabilir. 13
Dünyada ve ülkemizde bankacılık uygulamalarını doğrudan etkileyen FATF tavsiyeleri ve Basel Bankacılık Denetim Komitesi bildirilerine göre; “Müşteri Tanı İlkesi”, basit hesap
açma ve kayıt tutmanın ötesinde, bankaların risk bazlı müşteri tanı uygulamalarını geliştirmesini gerektirmekte, yüksek risk içeren kişi ve kurumlar için üst düzey yönetici onayı dahil detaylı yazılı müşteri tanı ve kabul kurallarını oluşturulmasını, müşteriden ve hesap türünden
beklenen normal işlemler dışındaki şüpheli faaliyetlerin izlenmesini zorunlu kılmaktadır.
42
Bankacılar Dergisi
FATF tarafından finansal kuruluşların karapara aklamaya ve terörizmin finansmanına
ilişkin karşı programlar geliştirmeleri istenmiştir. Programlar asgari olarak; finansal kuruluşların bünyelerine, idare şekillerine ve yürürlükteki mevzuata uygun dahili politika, prosedür
ve kontrol yöntemlerini ve bu görevler için uygun ve yüksek nitelikli personel istihdamının
sağlanmasını, çalışanlara yönelik olarak süreklilik gösteren bir eğitim programı hazırlanmasını, sistemi kontrol edecek bir denetim fonksiyonu kurulmasını içermelidir.
Tavsiyelerin “B” bölümündeki müşterini tanı ilkesi (Customer Due Dilligence) ve kayıtların saklanması, şüpheli işlemlerin bildirimi ve uyum ile karapara aklama ve terörizmin
finansmanını engelleyecek diğer tedbirler üzerinde durulmaktadır. Bu önleyici düzenlemeler
ve uyarı sistemleri, 1988 tarihli Basel ilkeleri, 1990 tarihli Avrupa Konseyi Sözleşmesi ve Avrupa Birliği Direktifleri gibi uluslararası belgelerden esinlenen yükümlülüklerdir.
Tavsiyeye göre, müşterini tanı ilkesinin gerektirdiği tedbirler;
ƒ
ƒ
ƒ
ƒ
ƒ
Kimlik tespiti yapmak ve kimlik bilgilerini güvenilir, geçerli belge, veri ya da bilgiler
kullanarak teyit etmek,
Finansal işlemlerden nihai yararlanıcı konumunda olan kimselerin–lehdarın-(beneficial
owners) kim olduğunu belirlemek ve lehdarın kimliğinin doğru olup olmadığı konusunda
herhangi bir şüphe taşımamak.
Tüzel kişiler ve ortaklıklarda mülkiyetin kime ait olduğunu ve bunların kontrolünün
kimlerin elinde olduğunu belirlemek.
Tesis edilmek istenilen işlemin türü ve gerçekleştirme amacı hakkında bilgi edinmek,
Yapılan işlemin, finansal kuruluşun müşterisine, işine, risk profiline ve gerektiğinde fon
kaynaklarına dair bilgiler ile uyumlu olmasını sağlamak bakımından müşteri
konusundaki takip ve incelemeyi iş ilişkisi ve işlem süresince sürdürmek.
olarak özetlenebilir.
Basel Bankacılık Denetim Komitesi ise müşteri tanı ilkelerine FATF’in yaklaşımına
göre; daha geniş ve ihtiyatlı bir bakış açısı kazandırmayı hedeflemektedir Komite tarafından,
‘Müşterini tanı’ politika prosedürlerinin bankacılıkta sağlam risk yönetiminin önemli bir parçasını oluşturduğu kabul edilmiştir.
2. Risk Bazlı Müşteri Tanı İlkeleri
Bankalar, normalden fazla risk içeren kişi ve kurumları müşteri olarak kabul etmek için üst düzey yönetici onayı dahil açık ve anlaşılır yazılı politika, prosedürler ve uygulama
kılavuzları oluşturmalıdır. Bu politika ve prosedürler banka genelinde süreklilik arzedecek
şekilde uygulanmalıdır.
Ağırlaştırılmış detaylı müşteri tanı ve kabul politikası;
1.
2.
3.
4.
Riskli Ülke ve Bölgeler,
Hassas Sektör, Faaliyet Konusu veya Meslekler
Yüksek Varlık Sahibi Kişiler
Riskli Işlem Türleri
üzerine odaklanmalıdır.14
43
Alparslan Çakır
Bankalar müşterilerini sadece tanımakla kalmayıp, aynı zamanda müşteriden veya hesap türünden beklenen normal işlemler dışındaki faaliyetleri de izlemelidir. ‘‘Müşterini tanı’
programları bankanın risk yönetimi ile kontrol prosedürlerinde temel unsur olmalı ve bu
program düzenli inceleme ve iç denetimlerle tamamlanmalıdır. Ayrıca, bu programlar mevcut
risklere göre yeniden şekillendirilmelidir.
FATF ve Basel Bankacılık Denetim Komitesi, kritik önemde gördükleri “Müşteri Tanı” ilkelerinin bankacılık, sigorta ve menkul kıymetler sektöründe uygulanmasına yönelik yükümlülüklerin ülkeler tarafından yasal düzenlemelerle belirlenmesini ve etkin denetim mekanizmalarının oluşturulmasını istemektedir.
Bu nedenle, Eylül 2005 tarihinde TBB-MASAK Çalışma Grubu tarafından suç gelirlerinin aklanması ve terörizmin finansmanı ile mücadelede bankalar arasında uygulama standardının sağlanması ve FATF Tavsiyeleri, Basel Bankacılık Denetim Komitesi Çalışmaları
ve Avrupa Birliği ülkelerinin bankacılık uygulamalarına paralellik sağlanması amacıyla “Suç
Gelirlerinin Aklanması ve Terörizmin Finansmanı ile Mücadelenin Önemi ve Türk Bankacılık
Sisteminde Uygulama Klavuzu” ile 118 adet şüpheli işlem tipini kapsayan “Şüpheli İşlem
Kategorileri” listesi hazırlanarak bankalarımıza duyurulmuştur.
Risk Bazlı Müşteri Tanı İlkeleri iki temel yapıdan oluşmaktadır.
a) Müşterini Tanı (KYC-Know Your Customer)
İlk bölüm müşteri edinim aşamasında müşteri tiplerine göre sistematik bir kimlik tespit ve müşteri tanı prosedürlerinin oluşturulmasını ve yüksek risk içeren kişi ve kurumlar için
üst düzey yönetici onayı dahil detaylı yazılı müşteri tanı, kabul kuralları ve uyarı mekanizmalarının oluşturulmasını gerektirmektedir.
b) Risk Oluşturan Hesap ve İşlemlerin İzlenmesi (Know Your Transaction)
İkinci yapı ise; müşterinin gelir düzeyi, faaliyet alanı, mesleği ve hesap türünden beklenmeyen anormal işlemlerin bilgi işlem destekli programlar vasıtasıyla izlenmesi, incelenmesi ve uyarı mekanizmalarının kurulmasını zorunlu kılmaktadır.
2.1. Müşterini Tanı (Know Your Customer)
2.1.1. Kimlik Tespiti
Müşteri tanımanın ilk adımı kimlik tespiti ve beyan edilen adreslerin tespiti ile başlamaktadır. Kimlik tespiti;
44
-
Müşterinin yasal varlığını ve yapısını, adını veya unvanını, adresini, yöneticilerini,
hükmi şahsı bağlayan yetki düzenlemesi ile ilgili şartlar hakkındaki şirket belgelerini,
kamu kayıtlarından elde edilen ve müşteriden alınan bilgilerle doğrulamak,
-
Müşteri adına hareket ettiğini iddia eden şahsın yetkili olduğunu doğrulamak ve bu
şahsın da kimliğini tespit etmek,
-
Kimlik tespiti yaparken yasalarda belirtilen geçerli belge türleri ler ve yükümlülüklerle
uyumlu bir şekilde işlem yapmaktır.
Bankacılar Dergisi
Kimlik tespiti sırasında, basit kimlik tepitinin yanında müşterinin işlem profili ve mali
profilinin belirlenmesine yönelik bilgiler de edinilmelidir. Bunlar, müşterinin uyruğu, adres
ülkesi, iletişim bilgileri, gelir aralığı, faaliyet alanları, mesleği, eğitim durumu ve eğitim aldığı
alan, referansları, daha önceki çalıştığı bankalar, başlıca alıcı ve satıcıları, beklenen işlem
hacmi, müşteri ilişkisinin kuruluş şekli ve hesap açılışına konu fonların geleceği kaynaklar ve
hesap açma amacı gibi bilgileri içeren tanıtıcı belge ve formlar alınmalıdır.
Tüzel kişiler ve ortaklıklarda mülkiyetin kime ait olduğu ve şirketin kontrolünün kimlerin
elinde olduğunu belirlenmelidir. Bu amaçla tüzel kişilerde yüzde 25 ve üzeri ortaklık payı olan
kişilerin ve şirketi temsile yetkili kişilerin yetki düzeyi ve kimlikleri de tespit edilmelidir.15
Bununla birlikte; müşterilerin kişisel bilgileri, işlem ve mali profillerini gösteren bilgilerin kodlu bilgi olarak elektronik ortamda saklanması çok önemlidir. Çünkü bu bilgiler bilgi işlem destekli programlar vasıtasıyla müşteri üzerine risk kodlarının otomatik olarak konulması, müşterinin kişisel ve mali profiline dair bilgiler ile uyumlu olmayan dolandırıcılık ve
karapara aklama işlemlerine ilişkin kontrol, izleme ve uyarı mekanizmalarının oluşturulmasında
kritik rol oynamaktadır. Bu bilgiler aynı zamanda resmi kurumların bilgi taleplerinin kısa sürede karşılanması, bankanın mevcut müşteri yapısının ve dağılımının pazarlama, verimlilik ve
risk amaçlı analizlerin yapılmasında da kullanılabilecektir.
Kimlik bilgilerinin güvenilir, geçerli belge, veri yada bilgiler kullanarak teyit edilmesi
için kimlik tespiti yapan banka çalışanları müşteri tarafından sunulan belgelerin gerçekliğini
ve müşteri tarafından verilen bilgilerin teyidini yapabilecek şekilde yeterli eğitime sahip
olmalıdır. Müşteriyi kabul eden personel sahte kimliklerin özellikleri, suçlu davranışları ve
şüpheli işlem tipleri konusunda standart bilgi düzeyine sahip olmalıdır. TC Kimlik No. ve
Vergi Numaraları gibi müşteriye ait bilgilerin kamu kayıtlarından teyit ve kontrol edilmesi
sağlanmalıdır. Kendi müşteri olmak talebi ile gelen kişi ve kurumların iletişim bilgilerinin
doğruluğu teyit edilmeli, gerekirse ziyaret yapılmaldır. Bankanın bu konularda kılavuzlar
hazırlatması uygun olacaktır.
Müşteri edinimi sırasında müşteri olmak talebi ile gelen kişi ve kurumların ulusal ve
uluslararası otoritelerce yayımlanmış ambargo, karapara, terör listeleri ve sakıncalı kişilerle
karşılaştırmasının yapılmasını sağlayacak yazılımlar kullanılmalıdır.
2.1.2. Detaylı Müşteri Tanı ve Kabul Politikaları
Finansal kurumların suç gelirlerinin aklanması amacıyla kullanılması riski, bazı coğrafi alanlarla bağlantılı işlemlerde, bazı iş kollarında faaliyet gösteren müşterilerde ve bazı bankacılık işlemlerinde çok daha yüksektir. Bu işlem ve müşterilerin kabulü için gerekli ‘müşterini tanı’ ilkelerinin yeterli ölçüde uygulandığını güvence altına alacak yazılı prensipler ve
uyarı mekanizmaları oluşturulmalı, işlemler daha sık raporlanmalı ve müşteri kabulü üst düzey yönetici onayına tabi tutulmalıdır.16
i) Riskli Coğrafi Alanlarda Yerleşik veya Bağlantılı Müşteri İşlemleri
Her bankanın aşağıdaki kategorilere giren yurtdışı ve içinde kendi riskli bölge ve alan
tanımlarını yapıp, bu bölgelerde yerleşik veya ilişkili müşterilerini ağırlaştırılmış tanıma-onay
ve izleme prensipleriyle takip etmesi uygun olacaktır.
45
Alparslan Çakır
ƒ
İşbirliği Yapmayan Ülkeler (FATF-Non-Cooperative Countries and
Territories - NCCTs)
Finansal kuruluşlar, FATF Tavsiyelerini uygulamayan ya da eksik uygulayan ve bu
nedenle FATF’ın İşbirliği Yapmayan Ülke Listesi’nde yer alan ülkelerin vatandaşları, şirketleri ve finansal kuruluşları ile girecekleri iş ilişkilerine ve işlemlere özel dikkat göstermeleri
önemlidir. Bu işlemlerin görünürde hukuki ve ekonomik amacı yoksa, işlemlerin esası ve amacının araştırılması ve bulguların yetkili makamlara yardımcı olabilecek şekilde yazılı kayda geçirilmesi hususlarına dikkat edilmelidir.
ƒ
Gri Alanlar
Küreselleşen ve sermaye dolaşımının serbestleştiği dünyamızda organize suçlar ve terörizmle mücadelede, uluslararası işbirliği için en önemli zemini oluşturmaktadır. Fakat dünya yüzeyinde “Gri Alanlar” olarak adlandırılan, hukuk düzeninin uygulanamadığı bazı antidemokratik bölgeler, hala varlığını sürdürmekte ve mücadelenin önünde büyük bir engel oluşturmaktadır.
Banka, yasadışı uyuşturucu üretim-dağıtım yolları ile üzerinde bulunan, kaçakçılık, terör gibi suçların oranı, yolsuzluk ve rüşvetin yaygın olduğu anti-demokratik ülkeler ve bölgelerde yerleşik müşteriler veya ilişkili işlemleri için güçlendirilmiş müşterinin tanınması, onay
ve izleme standartları uygulanması önemlidir.17
ƒ
Sınır Ötesi Merkezler, Serbest Bölgeler ve Finans Merkezleri
Bankaların, sağladıkları bankacılık sırrı, vergi avantajı ve yargı bağışıklığının bir sonucu olarak organize suçlardan kazanılan veya terörizmin finansmanında kullanılan fonların
saklanma ihtiyacı için bir çekim merkezi oluşturan sınır ötesi merkezler, (offshore) serbest
bölgelerde ve katı bankacılık gizlilik yasalarının uygulandığı uluslararası finans merkezlerinde yerleşik müşteriler ve bağlantılı işlemler için güçlendirilmiş müşterinin tanınması, onay ve
izleme standartları uygulamaları önerilmektedir.
Bu bölgelerin özelliklerine uyan hükümlerine tabi kurumlarla güçlendirilmiş özel çalışma prosedürleri belirlenmeli, fiziki varlığı bulunan ve suç gelirleri konusundaki hassasiyeti
bu prensiplere göre yeterli olan normal yargı çevresinde yerleşik bir kurumun iştiraki olmasının gözetilmesi uygun olacaktır.
ii) Suç Gelirlerinin Aklanmasında Hassas Sektör ve İş Kolları
Bankaların müşteri olarak kabul ettikleri veya işlemlerine aracılık ettikleri diğer
finansal kurumların veya başkalarının fonlarını yöneten aracıların “müşterini tanı” ilkeleri
kapsamında yeterli özeni gösterdikleri, faaliyet gösterdikleri alanlardaki yasal düzenlemelerin
FATF kriterlerine uygunluğu, bu konudaki politika ve prosedürlerinin yeterliliği konusunda
yeterli bilgi düzeyine sahip olmaları uygun olacaktır. Bu konularda bilgi talebine yönelik
olarak taraf olan finansal kurumdan bu özeni gösterdiğine dair doldurulmuş bilgi formunun
temin edilmesi faydalı olacaktır. Özellikle riskli coğrafi alanlarda yerleşik veya FATF ile
işbirliği yapmayan ülkelerin mali kurumlarına hesap açılışında bu ilkelerin uygulanması önem
arz etmektedir.
46
Bankacılar Dergisi
ƒ
Muhabir Bankacılık
Banka, suç geliri aklama veya terörizmin finansmanı yönünden soruşturma geçirip
geçirmedikleri ve ceza alıp almadıkları hususları da dahil olmak üzere karşı finansal kurum
hakkında;
-
İş konusu, itibarı ve üzerindeki denetim yeterliliği konusunda kamuya açık bilgilerden
yararlanarak sıhhatli bilgi edinmek,
Kuruluşun suç geliri aklama ve terörizmin finansmanına dair kontrollerini değerlendirmek,
Yeni muhabir ilişkiler kurmadan önce üst düzey yöneticinin onayını almak, her kuruluşun sorumluluklarını ayrı ayrı belgeye bağlamak,
Muhabir hesaplarla ilgili olarak, bankanın, müşterinin kimlik bilgilerini teyit ettiği ve
muhabir bankanın hesaplarına doğrudan ulaşabilen müşterilere ait dikkat yükümlülüğünün yerine getirildiği ve talep üzerine ilgili müşterinin kimlik bilgilerinin muhabir
bankaya sunulabileceği konusunda emin olmak,
şeklindeki sıralanabilecek tedbirleri de almalıdır. Bu amaçla bankalar muhabir hesabı açma
talebinde bulunan diğer finansal kurumlardan yukarıda belirtilen bilgilerin yazılı olarak yer
aldığı bir anket formu talep etmek dahil olmak üzere özel müşteri kabul kuralları ve üst düzey
yöneticilerin onayının arandığı iş akışları tesis ederler.
Bu prensipler, genellikle merkez bankaları gibi FATF üyesi ülkelerin finansal otoriteleri, Uluslararası Para Fonu, Dünya Bankası, IFC gibi uluslararası finansal otoriteler ve bölgesel oluşumlar için uygulanmaz.18
Ülkeler, tabela (shell banks) bankaların kurulmasına onay vermemeli ve işlemlerini
sürdürmelerini kabul etmemelidirler. Finansal kuruluşlar da, paravan bankalarla muhabir banka ilişkisine girmemeli veya böyle bir ilişkiyi sürdürmemelidir. Finansal kuruluşlar, hesaplarının paravan bankalar tarafından kullanılmasına izin veren muhatap yabancı finansal kuruluşlarla iş ilişkisi kurmaktan sakınmalıdırlar. 19
ƒ
Siyasi Nüfuz Sahibi Kişiler (PEP’s)
FATF terminolojisine göre siyasi nüfuz sahibi kişiler; yabancı bir ülkede, uhdesinde
üst düzeyde kamu görevi bulunan devlet yada hükümet başkanı, üst düzey siyasiler, hükümet
görevlileri, adli yada askeri personel, önemli mevkideki siyasi parti temsilcileri ve kamu
kurumu yöneticisi niteliğindeki kişileri ifade etmektedir.
Siyasi nüfuz sahibi kişilerle ilgili olarak, uygulanması gereken müşterini tanı ilkesinin
gerektirdiği tedbirlere ilaveten bankalar;
-
Müşterinin siyasi nüfuz sahibi bir kişi olup olmadığının belirlenmesi için uygun risk
yönetimi sistemlerini geliştirmeli,
Bu tür müşterilerle işlem tesis etmek için üst seviyedeki yöneticisinin onayının
arandığı iş akışlarını tesis etmeli,
fonların ve mal varlıklarının kaynaklarını tespit için gerekli tedbirler almalı,
Sürekli ve sağlıklı bir gözetim fonksiyonu gibi tedbirleri uygulamalıdır.
47
Alparslan Çakır
ƒ
Yüksek Net Varlık Sahibi Müşteriler
Bankalar, sadece varlık kaynağı ve fonlarının yasal olduğu makul şekilde bilinen kişileri müşteri olarak kabul etmek için gerekli özeni gösterecektir. Müşterinin kendi adına işlem
yaptığından emin olunmalıdır.20 Müşteri varlıklarının bir başka kişi adına vekaleten yönetildiği anlaşıldığında veya vekaletle açılan hesaplarda, bankacı bu kişilere ait detaylı bilgilerin ilk
talepte bankaya sunulmasını istemelidir.
ƒ
Vakıf ve Dernekler (Gönüllü Bağış ve Yardım Kurumları)
FATF’in dokuz özel tavsiyesinin sekizincisine göre; ülkeler, terörizmin finansmanı amacıyla kötüye kullanılabilen varlıklarla ilgili kanun ve yönetmeliklerin yeterliliğini yeniden
gözden geçirmelidir. Kar amacı gütmeyen yardım kuruluşları özellikle istismara açıktır ve
ülkeler bunların;
-
terörist örgütler tarafından yasal varlık süsü verilerek,
varlıkların dondurulması önlemlerinden kaçmak amacı da dahil olmak üzere, terörizmin finansmanının sağlanması amacıyla kendi çıkarları doğrultusunda kullanılarak,
yasal amaçlı fonların el altından terörist örgütlere saptırılmasını gizleyerek veya saklayarak,
kötüye kullanılmasını engelleyecek tedbirleri almalıdır. Bankalar, söz konusu kurumlara hesap açarken kurumun veya kişinin açık kimliği, faaliyet konusu, hesap açma amacı, beklenen
hesap faaliyeti ve verilecek hizmetler, hesap açılış şekli ve gelen giden fonlara ilişkin kişi/kurum/kaynak/yönlendirildiği merkezler (Nakit, EFT, Swift,Yurtiçi ve Dışı), kurucu ve
temsile yetkili şahısların ve üst düzey yöneticilerinin özgeçmişleri hakkında bilgi sahibi olmalıdır.
Bu kuruluşlarla müşteri ilişkisine girilirken güçlendirilmiş müşteri tanı ve onay prosedürleri uygulanması, bu kurumlarla ilgili resmi düzenlemelerine uygun hareket edilmesini
sağlayacak tedbirler alınması, kurum faaliyetlerinin dikkatle izlenmesi uygun olacaktır.
ƒ
Diğer Hassas Sektör ve İş Kolları
Bankaların, nakit yoğun ve nakde çevrilmesi kolay olan sektörlerde faaliyet gösteren
para değişimi ve değerli taş ve maden ticareti yapan müşterileri ile finansal aracılık faaliyetleri, gazinolar, talih oyunları salonları ile otopark işletmecileri, restoranlar, akaryakıt, piyango
ve gazete bayileri, nakliye ve dağıtım şirketleri ile girecekleri müşteri ilişkilerinde ve hesap
açılışlarında özel önem gösterilmesi, müşteri kimlik ve tanıtıcı belgelerinin, sektör bilgilerinin
dikkatle ve eksiksiz bir şekilde kaydedilmesi ve müşteri hesaplarının dikkatle izlenmesi önerilmektedir.
2.2. Risk Oluşturan Hesap ve İşlemlerin İzlenmesi (Know Your Transaction)
Sebebi bilinemeyen aktivitelerden kaynaklanan ve iştigal konusu ile doğrudan
ilişkilendirilemeyen, genelde nakit işlemler, hamiline ürünler ve elektronik fon transferlerinden kaynaklanan müşteri fonları ve işlemlerinin güçlendirilmiş prosedürlerle takip edilmesi
uygun olacaktır.
48
Bankacılar Dergisi
i) Müşterinin Kişisel Bilgileri, İşlem ve Mali Profiline Uymayan İşlemler
Banka müşterinin kişisel bilgilerine, işlem profiline, mali durumuna ve hesap türüne
uygun olmayan işlemleri bilgi işlem destekli rapor ve uyarı mekanizmaları ile izlemelidir.
Riskin çok yüksek olduğu özellikle müşteri varlıklarını hedef alan finansal dolandırıcılık ve
ağır karapara şüphesi olduğu durumlarda gerektiğinde olası zararların engellenmesi ve gerekli
araştırma yapılabilmesi için işlemlerin ve varlıkların geçici bir süre bloke edilmesi yoluna gidilebilir. Örneğin müşterinin sürekli iş yaptığı veya para gönderdiği adresler dışındaki adres
ve hesaplara, riskli bölgelere şüpheyi gerektirecek şekilde önemli ölçüde para transfer etmesi21 müşteri işlem profiline uygun olmayan anormal işlemlere örnek verilebilir. Bu konuda
hazırlanan yazılımlar müşteri hesaplarında üç ay zarfında oluşan tarihi datayı analiz ederek
müşterinin işlem profilini oluşturabilmektedir.
ii) Riskli Bankacılık Ürünleri
ƒ
Nakit İşlemler
Bankaların ve çalışanlarının suç geliri aklayıcılarından korunmaları için nakit işlemlere karşı hassas olmaları ve dikkat çekici sıklıkta veya yüksek tutarlı nakit işlemleri eş anlı veya periyodik olarak raporlayarak kontrol etmeleri tavsiye edilmiştir.
ƒ
Elektronik Transferler
FATF tarafından yayımlanan dokuz özel tavsiyeye göre; üye ülkeler mali kurumlarının fon transfer işlemleriyle ilgili mesajlarda havale amir ve lehdarlarına ilişkin bilgilerin (isim, adres, hesap numarası) yer almasını sağlamak için önlemler alınmalıdır. Bu tavsiyelere
uyum amacıyla, bankanın kendi aracılığıyla gönderilen transfer işlemlerinde havale amirlerinin tam ad ve adres bilgilerinin, lehdarların ise tam ad ve adres bilgileri ve/veya hesap numaralarının transfer mesajlarında yer almasına ilişkin tedbirleri alması uygun olacaktır.
Karşı mali kurumlardan gelen transfer mesajlarında amir ve lehdara ait belirtilen bilgileri eksik olanlara özel önem gösterilerek, şüpheli işlemler kapsamında dikkatli bir incelemeye tabi tutulması, bu havalelerin ödendiği lehdarlara ilişkin ödemeyi yapan birim tarafından ödeme yapılan kişi ve kurumların kimlik ve adres tespitinin dikkatli şekilde yapılarak
muhafaza edilmesi esastır.
Banka müşterisi olmayan üçüncü şahısların, bankada yatırım hesabı bulunan müşteri
adına veya bizzat mudinin kendisinin herhangi bir banka şubesi nezdinde bulunan yatırım hesaplarına, başka banka veya aracı kurumdan EMKT (Elektronik Menkul Kıymet Transferi’
sistemi aracılığıyla gelen hazine bonosu ve devlet tahvili virman işlemlerinde; gönderen banka, amir ve lehdar bilgilerinden şüphe duyulması halinde dikkatli bir incelemeye tabi tutulması uygun olacaktır.
ƒ
Yabancı Bankalar Üzerine Keşideli Şahıs Çeklerinin Tahsile Alınması
Müşteri ilişkisine yabancı para cinsinden yurtdışı bankalar üzerine keşide edilmiş şahıs çeklerinin tahsile alınması işlemleri ile başlanmasından kaçınılmalıdır. Tahsile veya iştiraya dövizli çek alınması hizmetinin; köklü-ticari geçmişi ve itibarı olan, aynı zamanda iştiraya
alınan çek tutarları ile iş hacmi ve maddi varlıkları arasında bir denge bulunan, ticari işlemleri
49
Alparslan Çakır
ve iş ahlakı hakkında detaylı bilgi sahibi olunan firma ve şahıslara verilmesine özen gösterilmelidir.
ƒ
Internet, Call Center ve ATM İşlemleri
Banka çalışanları ile yüz yüze gelmeden işlem yapılmasını sağlayan bu ürünleri kullanan müşterilerin işlemleri müşteriyi kabul eden ünite yetkilileri ve iç denetim birimleri tarafından dikkatle izlenmelidir.
Müşterilerin hesap açılışlarında ibraz ettikleri bilgi ve belgelerde yer alan hususlara
göre işlemlerinin uygunluğu takip edilmeli, şüpheli işlemlerin ortaya çıkarılmasına yönelik
olarak hesap hareketleri periyodik olarak gözden geçirilmelidir. Bu kanallar aracılığıyla yapılan işlemlerin kontrolü, güvenliği, dolandırıcılık girişimlerinin ve suç geliri aklanmasının engellenmesine yönelik konulan işlem limit ve saatleri ve şifre uygulamalarının titizlikle tespit
edilmesi ve uygulanması önem arz etmektedir.
Kurumun sözkonusu operasyonel risklerden korunması, tüm banka çalışanlarının; yasal mevzuata, banka içi risk önleyici yazılı iş kurallarına ve sektörel displinlere tam uyumu
gözeterek, kendilerine tanınan hareket esnekliğini bu kurallar çerçevesinde optimum riskgetiri sağlayacak şekilde kurumun yararına kullanması ile sağlanabilecektir.
Fakat, riskin varlığı ve ona karşı bireylerin duyarlılığı ve davranışları farklılık gösterdiğinden; belirlenen risk politikalarının kurum bünyesine gerektiği gibi nufüz edebilmesi için
ortak bir risk anlayışına dayanan bir kurum kültürü oluşturulması önemli bir unsur olarak karşımıza çıkmaktadır.
Dipnotlar
1
Adler, 1991; Das, 1997
Arslan, 2001; Williams, 1996
3
Sedat Güner, Organize Suç Örgütleri Karapara ve Aklanması, Bilgi Yayınları-2003, S.30.
4
Karaparanın Aklanması Suçu ile Mücadele ve Bankaların Yükümlülükleri, TC Maliye Bakanlığı Mali Suçları
Araştırma Kurulu ve Türkiye Bankalar Birliği Çalışma Grubu, 2003
5
Sokullu, Akıncı, 133,VD. Prof.Dr. Timur Demirbaş, www.kriminoloji.com 2002
6
Michael Woodiwiss, "Crime's Global Reach, " Frank Pearce ve Miclıael Woodiwiss (eds.) GIobal Crime
Connections, Dynamics and Control (London: The Macmillan Press, 1993), ss. I-31 (s. 8 ve s. 12).
7
Ahmet Fazıl Özsoylu, Yeraltı Ekonomisi, Ankara 1999, s.114
8
Prof.Dr. Timur DEMİRBAŞ, www.kriminoloji.com 2002
9
Masak Yayın No.1, “Karapara Aklama”, S: 5, Ankara-2001
10
Basel Bankacılık Denetim Komitesi, Bankaların Müşterilerini İncelemesi, Ocak-2001
11
Ergin Ergül, Karapara Aklama Endüstrisi ve Aklama Suçu, s: 46-47, Ankara 2001
12
Özel Bankacılık İle İlgili Wolfsberg Prensipleri
13
Basel Bankacılık Denetim Komitesi, Bankaların Müşterilerini İncelemesi, Ocak-2001
14
FATF, Consultation with the Banking and Securities Sectors, Executive Summary, 8-9 Aralık-Bürüksel
15
FATF, 40 Tavsiye, Tüzel Kişilerin ve Anlaşmaların Şeffaflığı, Tavisye: 33
16
Türkiye Bankalar Birliği-MASAK Çalışma Grubu, “Suç Gelirlerinin Aklanması ve Terörizmin Finansmanı ile
Mücadelenin Önemi ve Türk Bankacılık Sisteminde Uygulama Klavuzu” Eylül-2005
17
MASAK 2 No.’lu Şüpheli İşlem Tebliği, Şüpheli İşlem No.2
18
Muhabir Bankacılık Üzerine Wolfsberg Prensipleri,
19
Paravan banka (shell bank): Fiziki adresi bulunmayan ve normal bankacılık işlemleri için gerekli olan somut
donanımlara ve şartlara sahip olmayan, sadece unvanı ile bilinen ve bankacılık hizmetleri sunduğu izlenimi veren kuruluş. FAFT, 40 Tavsiye, Tavsiye 18
20
Özel Bankacılık İle İlgili Wolfsberg Prensipleri
21
Mali Suçları Araştırma Kurulu 2 ve 4 Sıra No.’lu Genel Tebliği, Şüpheli İşlem Tipi 4
2
50
Bankacılar Dergisi, Sayı 56, 2006
Karapara Aklama ve Terörizmin Finansmanını Önleme
Standartlarını Değerlendirme Metodolojisinde
Finansal Kuruluşların Yükümlülükleri
Oktay Üstün
A. Metodoloji Hakkında Genel Bilgi
Karapara Aklama ve Terörizmin Finansmanını Önleme Standartlarını Değerlendirme
Metodolojisi (Methodology For Assessing Compliance with Anti Money Laundering and
Combating The Financing of Terrorism Standards - AML/CFT), ülkelerin karapara aklama ve
terörizmin finansmanının önlenmesine yönelik olarak kabul ettikleri ve uyguladıkları hukuki,
finansal, operasyonel ve uluslararası işbirliği kapsamındaki tedbirlerin değerlendirilmesinde
kullanılmak amacıyla Mali Eylem Görev Gücü (Financial Action Task Force - FATF) tarafından Şubat 2004 de yayınlanmıştır.
FATF tavsiyeleri (Kırk tavsiye ve dokuz özel tavsiye) esas alınarak oluşturulan kriterlere dayanan Metodoloji dokümanında her tavsiye, temel kriterlere bölünmüş ve bazı tavsiye maddeleri de temel kriterlere ilaveten ek unsurlarla desteklenmiştir.
Metodolojideki temel kriterler, değerlendirmecilerin (assessors)1 ilgili ülkenin
AML/CFT sistemini kavramaları bakımından doğrudan dikkate alacakları esas kıstasları, ek
unsurlar ise temel kriterlere ilave olarak AML/CFT sistemini daha da güçlendireceği düşünülen seçenekleri göstermektedir.
FATF üçüncü tur ülke değerlendirmelerinde kullanılacak olan AML/CFT Metodolojisindeki kriterler değerlendirmeciler için temel rehber konumundadır.
Metodoloji kriterleri esas alınarak yapılacak olan değerlendirme sürecinde her bir tavsiye maddesi için dört
muhtemel uyum derecesi belirlenmiştir: Uyumlu, büyük ölçüde uyumlu, kısmen uyumlu ve
uyumsuz. Buna göre;
Uyumlu
: Tavsiyenin tüm temel kriterler bakımından uyumlu olduğunu,
Büyük Ölçüde Uyumlu
: Temel kriterlerin büyük ölçüde yerine getirilmekle beraber bazı
küçük eksikliklerin bulunduğunu,
Kısmen Uyumlu
: Bazı temel adımlar atıldığını ve bazı temel kriterlere uyum gösterildiğini,
Uyumsuz
: Temel kriterlerin çoğunun gereğinin yerine getirilmemiş olduğunu
ve önemli eksikliklerin bulunduğunu,
Uygulanamaz
: Ülkenin yapısal, hukuki ve kurumsal özelliği gereği yükümlülüğün tamamen yada kısmen uygulanabilir olmadığını,
ifade etmektedir.
51
Oktay Üstün
Değerlendirme sürecinde, ilgili mevzuatın (kanun, tüzük, yönetmelik, tebliğ, genelge,
yönerge, mukteza, rehber vb.) kriterleri karşılayıp karşılamadığı ve kriter gereklerinin uygulanıp uygulanmadığı test edilir. Finansal sektörle ilgili olarak metodoloji;
1. Bankacılık, sigorta ve menkul kıymetler sektöründeki kuruluşlar için önleyici yükümlülükler getiren mevzuatın, denetim süreci vasıtasıyla uygulanabilir kılınmasını,
2. Basel Komite, Uluslararası Menkul Kıymetler Komisyonu, Uluslararası Sigorta Murakabe
Birliği tarafından yayınlanan temel denetim esaslarının da ilgili mevzuata uyarlanmasını
öngörmüştür. Bir fikir vermesi bakımından metodolojideki FATF tavsiyelerine tekabül eden
kriterler, sayısal olarak aşağıda tablo halinde gösterilmiştir.
Tavsiye
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
31
32
33
34
35
36
37
38
39
40
52
Kategorisi
Hukuk
Finansal
Finans Dışı Faaliyetler
Finansal
Finans Dışı Faaliyetler
Hukuk
Finansal
Uygulama (Operasyonel)
Finansal
Uygulama (Operasyonel)
Finans Dışı Faaliyetler
Uygulama (Operasyonel)
Uluslararası işbirliği
Temel Ek Unsur
Kriter Sayısı
Sayısı
7
1
5
6
1
1
18
4
2
5
2
5
3
3
2
4
1
2
1
4
1
3
2
4
3
1
2
2
3
2
1
7
2
2
10
2
4
2
4
3
1
1
1
2
1
3
1
2
1
1
1
7
1
2
5
1
4
1
9
2
Bankacılar Dergisi
Özel Tavsiye
Kategorisi
1
2
3
4
5
Uluslararası işbirliği
Hukuk
6
7
8
9
Finansal
Uluslararası işbirliği
Uygulama
(Operasyonel)
Finansal
Uygulama (Operasyonel)
Temel Ek Unsur
Kriter Sayısı
Sayısı
2
4
13
2
5
2
4
5
1
7
3
13
2
1
2
B. Finansal Kuruluşlar ve Getirilen AML/CFT Yükümlülüklerinin Önemi
Uluslararası literatürde finansal kuruluşlar, “Temel Prensipler”e tabi olan kuruluşlar itibariyle; i) bankalar, ii) menkul kıymet piyasalarında faaliyet gösteren kurumlar ve iii) sigorta
şirketleri olmak üzere üç ana grupta ele alınmaktadır.
Bu kurumların tabi olduğu “Temel Prensipler”;
-
Basel Komitenin, Bankacılık Denetimi hakkında yayınladığı “Etkin Bankacılık Denetimi için Temel Prensipleri”,
Uluslararası Menkul Kıymetler Komisyonu tarafından yayınlanan “Menkul Kıymet
Düzenlemeleri için Amaçlar ve Prensipleri”,
Uluslararası Sigorta Murakabe Birliği tarafından yayınlanan “Sigorta Murakabe Prensipleri”
belirtmektedir.
Ancak AML/CFT Metodolojisinde finansal kuruluşların kapsamı daha geniş tutulmuş
ve bu kuruluşlar sayılmak suretiyle belirlenmiştir. Buna göre bir finansal kuruluş, müşterisi
adına veya müşterisi için;
1.
2.
3.
4.
5.
6.
7.
Mevduat veya geri ödenebilir fon kabulü,
Borç verme,
Finansal kiralama
Para ve değer transferi
Ödeme araçlarını ihraç ve yönetim,
Finansal garanti ve taahhüt,
Para piyasası araçları, döviz, değişim, faiz oranları ve indeks araçları, transfer
edilebilir menkul kıymetler, mal “future” piyasası ticareti,
8. Menkul kıymet ihracı ve bu işlemle ilgili finansal hizmet tedariki,
9. Ferdi veya toplu portföy yönetimi,
10. Bir başkası adına nakit veya likit değerlerin muhafazası ve idaresi,
11. Hayat sigortası ve sigorta ile ilgili diğer araçların uygulaması,
12. Para ve döviz değişimi,
13. Bir başkası adına fonların her türlü yatırım, tasarruf ve yönetimi
işlerini bir meslek olarak icra eden şahıs veya kuruluş olarak tanımlanmıştır.
53
Oktay Üstün
Metodolojide finansal kuruluşlar için getirilen yükümlülükler, karapara aklama ve terörün finansmanının bu kuruluşlar aracılığı ile gerçekleşmesini engellemeye yönelik proaktif
tedbirlerdir.
Müteakip bölümde detayları açıklanan bu tedbirlerin alınması, aynı zamanda finansal
kuruluşların özellikle bankaların maruz kalabileceği bazı temel riskleri de önleyecektir.
AML/CFT kapsamında bu riskler; yasal risk, itibar riski ve operasyonel risk olarak sayılabilir.
Karapara aklama ve terörün finansmanı bakımından bu risklerin özellikleri ve muhtemel sonuçları şöyledir:
a- Yasal risk: Yasal risk, yasal düzenlemelere uyulmaması veya bu düzenlemelerin
ihlali dolayısıyla finansal kuruluşun (bankanın) karşılaşacağı riski ifade eder. Bu risk kapsamında bir bankanın karşılaşabileceği dava açılması, yargılanması ve yaptırım uygulanması
gibi durumlar o banka için bir kayıp veya zararla sonuçlanabilir. Bir bankanın karapara aklama ile mücadele kapsamındaki yükümlülüklere uymaması veya bu yükümlülükleri ihlalinden
dolayı para cezasına muhatap olması yada ihlalin tekerrürü halinde faaliyet izninin (lisansının)
iptali gibi yaptırımlarla karşılaşması bu risk türüne örnek olarak gösterilebilir.2
b- İtibar riski: İtibar riski, bankaların, AML/CFT yükümlülüklerine uymaması,
karapara aklama veya terörizmin finansmanına karıştığı şüphesi taşıyan kişi ve kuruluşlarla iş
ilişkisine girmesi gibi yanlış faaliyetleri sonucunda sektörde ve kamuoyunda kendisine duyulan güvenin zayıfladığını gösterir.
Bu risk kapsamında, güven esasına göre faaliyet gösteren bankaların geleceğe yönelik
operasyonlarının gelişme ve genişleme seyri düşeceği gibi mevcut faaliyetleri de olumsuz etkilenecektir. Örneğin muhabir bankacılık ilişkilerine yönelik taleplerinde engellerle karşılaşabilecektir. Uluslararası platformda itibar riskinin getireceği olumsuzluklara en belirgin örnek
olarak FATF’ın yayınladığı NCCT (İşbirliği Yapmayan Ülke ve Bölgeler) listesinde yer alan
ülkelerin finansal kuruluşlarının durumu gösterilebilir. Nitekim FATF’ın, “Finansal kuruluşlar, FATF tavsiyelerini uygulamayan ya da eksik uygulayan ülkelerin vatandaşları, şirketleri
ve finansal kuruluşları ile girecekleri iş ilişkilerine ve işlemlere özel dikkat göstermelidir. “
şeklinde vurguladığı 21’nci tavsiyesi de, bu hususun önemine dikkat çeken bir uyarı niteliğindedir.
c- Operasyonel risk: Operasyonel risk, bankaların AML/CFT yükümlülükleri kapsamındaki iç kontrol sistemindeki yetersizlikten ve eksiklikten kaynaklanan zararını ifade eder.
İç kontrollerdeki yetersizlik veya eksiklik, yanlışlık ve usulsüzlüklerin zamanında tespit edilememesine yol açacak ve böylece bankanın zarara uğraması kaçınılmaz olacaktır. Örneğin kimlik tespitinin hiç veya usulüne göre yapılmaması durumunda, banka sahte kimlikle
başvuran bir kişiye ait bir işlem gerçekleştirmiş (ödeme veya havale yapmış) olabilir. Bu durumda bankanın somut bir kaybı söz konusudur.
C. Finansal Kuruluşların Tabi Olduğu Yükümlülükler
AML/CFT Metodoloji kapsamında finansal kuruluşlar için getirilen yükümlükler şu
ana başlıklar altında toplanabilir:
1. Müşterinin Tanınması
54
Bankacılar Dergisi
2.
3.
4.
5.
6.
7.
8.
9.
10.
11.
Şüpheli İşlemlerin Bildirilmesi
Muhafaza ve İbraz
Siyasi Nüfuz Sahibi Kişilere Özel Dikkat Gösterilmesi
Muhabir Bankacılık Konusundaki Yükümlülükler
Üçüncü Kişilere Güvenilmesi
Hassas Durumlara Özel Dikkat Gösterilmesi
Riskli Ülkelere Özel Dikkat Gösterilmesi
Önleyici İç Tedbirlerin Alınması
Fon Transferleri İçin Özel Dikkat Yükümlülüğü
Yükümlülüklerin Yurt Dışında da Uygulanması
1. Müşterinin Tanınması
Metodolojide finansal kuruluşlar için getirilen yükümlülüklerin en önemlilerinin başında müşterinin tanınması yükümlülüğü gelmektedir. Müşterinin tanınması, sadece hesap
açma esnasında kimlik tespiti yapılması ve kimlik bilgilerinin muhafazası ile sınırlı bir
yükümlülük değildir.
Bu yükümlülük; müşteri kabul politikalarının belirlenmesi, müşteri tanımlama programı hazırlanması, bunlara bağlı risk alanlarının tespiti ve gerektiğinde, şüpheli işlem bildirimleri için kriterler oluşturulmasını da içeren geniş bir tedbirler bütününü kapsamaktadır.
Metodoloji de detayları verilen müşterinin tanınması yükümlülüğünün ana hatları
aşağıda açıklanmıştır.
1.1. Müşterini Tanı İlkesinin Gerektirdiği Tedbirler
AML/CFT Metodolojisinde müşterini tanı ilkesinin gerektirdiği tedbirler;
-
Kimlik tespiti yapılması,
Kimliğin teyit edilmesi,
Müşteri adına işlem yapanlara ve tüzel kişilere özel dikkat gösterilmesi
İşlemin amacı ve müşteri profili hakkında bilgi sahibi olunması
Güçlendirilmiş tedbirlerin uygulanması
Hususlarını içermektedir.
a. Kimlik Tespiti Yapılması:
Finansal kuruluşlar;
-
sürekli veya geçici, gerçek veya tüzel kişi konumunda olup olmadığına bakmaksızın
bütün müşterilerinin,
müşteri adına hareket etme yetkisi olduğunu iddia eden kişilerin,
işlemin nihai yararlanıcısı durumunda olan kişilerin (işlemin gerçek sahibi- lehtarın)
kimliğini tespit etmek zorundadır.
Basel Komite çalışmalarına 3 göre bankacılık işlemleri için;
Gerçek kişilerin kimlik tespitinde müşterinin;
55
Oktay Üstün
-
tam yasal isminin, tam ve doğru daimi adresinin, telefon- fax numarası ve e- mail adresinin,
doğum tarihi ve yerinin, tabiiyetinin, işinin, iş konumunun ve/veya işverenin isminin,
resmi kimlik numarasının veya pasaport, kimlik kartı, ikamet izni, sosyal güvenlik veya sürücü belgesi gibi müşterinin fotoğrafını taşıyan geçerli bir resmi belgede yer alan
ayırt edici bir bilginin,
hesabın tipinin ve bankacılık ilişkisinin mahiyetine dair bilgilerin ve imzasının,
-
Tüzel kişilerin kimlik tespitinde kurumun;
-
isminin, faaliyet merkezinin, e-mail adresinin, irtibat telefonunun ve faks numarasının,
vergi kimlik numarası gibi kurum kimliğini belirleyici numaranın,
şirket tasdikine dair belge suretinin,
hesap üzerinde tasarrufa yetkili olanlara, işin mahiyetine amacına ve yasal statüsüne
dair bilgilerin elde edilmesi gerektiği belirtilmiştir.
b. Kimliğin Teyit Edilmesi:
Finansal kuruluşlar; Gerçek ve tüzel kişi olan müşterilerinin ve işlemin nihai
yaralanıcısının (lehtar) kimliğini, geçerli, güvenilir belge ve bilgilere dayanarak işlem
yapılmadan önce veya işlem tesis edilirken, seyrek karşılaşılan müşterileri için işlem tesis
edilirken teyit etmelidir.
Finansal kuruluşlar, tüzel kişi konumunda olan müşterilerinin teyit işleminde;
-
Müşteri adına hareket etmekle yetkili olduğunu iddia eden kişinin böyle bir yetkisi
olup olmadığını ve bu şahsın kimliğini,
İsim, adres, yöneticileri ve tabi olduğu düzenlemeler hakkında bilgi ve bulguları elde
ederek, yasal statüsünü
-
araştırmak durumundadır. İşlem yapılmadan önce veya işlem tesis edilirken yapılması
gereken teyit işlemi;
-
makul ölçüde pratik olması
iş ilişkisinin normal akışını kesintiye uğratmaması
kara para aklama riskinin yönetilebilmesi
şartıyla işlem başlatıldıktan sonra tamamlanabilir.
Basel Komite dokümanlarına4 göre bankacılık işlemlerinde gerçek kişilerin teyit işlemi için;
-
56
geçerli kimlik belgesinden doğum tarihinin tespiti,
fatura, vergi makbuzu, banka dekontu, remi kurum mektubu gibi belgelerden daimi ikametgah adresinin kontrolü,
bir hesap açıldıktan sonra sunulan bilgiyi teyit için müşteri ile telefonla irtibatı kurulması,
Bankacılar Dergisi
-
yetkili bir kişinin (noter, büyükelçilik görevlisi gibi) onayını alarak resmi belgelerin
geçerliliğinin tespiti
gibi yöntemler kullanılabilir.
Aynı konuda tüzel kişiler için yapılacak teyit işleminde;
-
En son rapor ve hesapların bir kopyasını tetkik etmek,
İşletmeler için bilgi hizmeti sunan bir kurum veya sektörde belirli bir mevkii olan avukat veya muhasebeci firması vasıtasıyla araştırma yapmak,
İlgili işletmenin gerçekten mevcut olup olmadığı, faal olup olmadığı, sona erip ermediği, fesholup olmadığı, iflas edip etmediği, tasfiyeye girip girmediği yönünde ticari
statüsüne yönelik araştırma yapmak,
Kamu ve özel sektör veri tabanlarındaki objektif ve bağımsız bilgilerden yararlanmak,
Bir önceki banka referanslarına müracaat etmek,
Mümkünse ilgili kurumu ziyaret etmek veya telefon ya da e-posta yolu ile iletişim
kurmak
gibi yöntemlere başvurulabilir.
c. Müşteri Adına İşlem Yapanlara ve Tüzel Kişilere Özel Dikkat Gösterilmesi:
Finansal kuruluşlar, tüm müşteriler için, müşterinin bir başka kişi adına hareket edip
etmediğini tespit etmeli ve adına hareket edilen kişinin kimlik bilgilerinin teyidinde
kullanılacak yeterli kimlik verilerini elde etmek için gerekli önlemleri almalıdır.
Bu konuda tüzel kişiler için; tüzel kişiliğin mülkiyet durumunun, kimler tarafından ve
nasıl kontrol edildiğinin bilinmesi ve gerçek sahiplerinin veya onu kontrol eden kişilerin tespit
edilmesi önemlidir. Bu konuda;
-
şirketler için, şirketin çıkarlarını kontrol eden ve şirket yönetimini oluşturanların kim
olduklarının tespit edilmesi,
kayyım kurumları için, kurucunun, kayyımın ve lehtarın kim olduklarının tespit edilmesi
örnek olarak verilebilir.
d. İşlemin Amacı ve Müşteri Profili Hakkında Bilgi Edinilmesi:
Finansal kuruluşlar, tesis edilmek istenilen işlemin ne niyetle yapıldığı, yapısı ve
gerçekleştirme amacı hakkında bilgi edinmelidir.
Bu kapsamda;
-
finansal kuruluş nezdinde yapılan işlem, müşterinin işine, risk profiline ve gerektiğinde fon kaynaklarına dair bilgiler ile uyumlu olmalı, bu hususları sağlamak bakımından
müşteri konusundaki takip ve inceleme iş ilişkisi ve işlem süresince sürdürülmeli,
özellikle yüksek risk kategorisindeki müşteriler ve iş ilişkileri için, mevcut bilgiler
güncellenmeli ve düzenli olarak gözden geçirilmelidir.
57
Oktay Üstün
e. Güçlendirilmiş Tedbirlerin Uygulanması:
Finansal kuruluşlar yüksek risk sınıfındaki müşteriler için, güçlendirilmiş tedbirleri
uygulamalıdır. Yüksek risk sınıfına;
-
Yerleşik olmayan müşteriler,
Özel bankacılık,
Tüzel kişiler ve düzenlemeler (kayyım kurumları gibi),
Temsil yetkisine sahip veya temsil eden hissedarlara ve hamiline yazılı senetlere
sahip olan şirketler,
örnek olarak gösterilebilir.
Basel Komite çalışmalarına5 göre, bu hususta bankalar;
-
-
Yüksek riskli müşterilerinin hesaplarını etkin bir şekilde izlemek, analiz etmek, tanımlamak için yönetici ve uyum görevlilerinin yeterli işletme bilgisine sahip olmalarını temin etmeli,
Özel bankacılık işlerinden sorumlu olan üst yönetim, bankanın yüksek riskli müşterilerinin kişisel durumlarını bilmeli ve üçüncü taraf bilgisine karşı dikkatli olmalıdır. Bu müşteriler tarafından gerçekleştirilen önemli işlemler bir üst yönetici tarafından onaylanmalı ve
Bankalar politik nüfuzu olan kişiler ve bunlarla bağlantılı yüksek profilli kişi ve
şirketlerle olan bankacılık ilişkilerini göz önüne alınarak şeffaf politika, iç kılavuz,
prosedür ve kontroller geliştirmelidir.
1.2. Müşterini Tanı İlkesinin Gerektirdiği Tedbirlerin Uygulanacağı Durumlar
Finansal kuruluşlar;
-
Bir işlem başlatırken,
Belirli bir eşik miktarın (15000$/€) üzerinde arızi işlem gerçekleştirirken (Bu
işlem tek bir işlemi ya da birbiri ile bağlantılı olan birden fazla işlemi de
içerebilir.)
Arızi elektronik fon transferi gibi işlemleri gerçekleştirirken,
Herhangi bir muafiyet ve veya eşik miktarını dikkate almaksızın, karapara aklama
ve terörizmin finansmanı konusunda bir şüphe duyduğunda,
Daha önce elde edilen müşteri kimlik bilgilerinin yeterliliği ve doğruluğu hakkında
şüphe duyduğunda
müşterini tanı ilkesinin gerektirdiği tedbirleri uygulamalıdır.
1.3.Müşterini Tanı İlkesinin Gerektirdiği
Durumlarda Yapılması Gerekenler
Tedbirlerin
Uygulanamadığı
Finansal kuruluşların, müşterini tanı ilkesinin gerektirdiği;
- kimlik tespiti yapılması,
- kimliğin teyit edilmesi,
- müşteri adına işlem yapanlara ve tüzel kişilere özel dikkat gösterilmesi
58
Bankacılar Dergisi
- işlemin amacı ve müşteri profili hakkında bilgi sahibi olunması
tedbirlerini uygulayamadığı durumda veya uygulamasına engel olacak bir durumla
karşılaştığında;
-
hesap açma işlemi yapmaması,
işlem tesis etmemesi,
işlemi gerçekleştirmemesi ve
teşebbüs edilen bu işlemle ilgili olarak şüpheli işlem bildiriminde bulunması
gerekmektedir.
2. Şüpheli İşlemlerin Bildirilmesi
2.1. Bildirimin Konusu
Finansal kuruluşların fonların;
- yasadışı yollardan elde edildiği veya
- terörizm, terörist eylemler, terörist organizasyonlar veya terörizmi finanse eden
kişilerle bağlantılı veya ilgili olduğu yada
- belirtilen faaliyetlerde kullanıldığı
konusunda şüphelenmesi yada şüphelenmeleri için makul nedenler bulunması durumunda bu
şüphelerini derhal ve doğrudan mali istihbarat birimine6 bildirmelidir.
Metodoloji uygulamasında fon terimi; maddi veya gayri maddi, soyut veya somut,
menkul veya gayrimenkul her çeşit malvarlığını ve bu mal varlığını tevsik eden belge ve araçları ifade etmektedir.
2.2. Bildirim ile İlgili Diğer Hususlar
-
Tüm şüpheli işlemler, işleme konu olan parasal miktar ne olursa olsun bildirilmelidir.
Tüm şüpheli işlemler teşebbüs aşamasında dahi bildirilmelidir.
Şüpheli işlem bildirimi, işlemlerin vergi nitelikli olup olmadığına bakılmaksızın
uygulanmalıdır.
Finansal kuruluşlar, bunların yöneticileri, yetkilileri ve çalışanları, şüpheli bir işlemin veya ilgili bilginin mali istihbarat birimine bildirildiğini açıklamamalıdırlar.
3. Muhafaza ve İbraz
3.1. Muhafaza
Finansal kuruluşlar; ulusal ve uluslararası işlemlere ilişkin gerekli tüm kayıtları, işlemin tamamlanmasını müteakip en az 5 yıl süreyle (veya yetkili makamlardan özel durumlarda
gelecek talepler için daha uzun bir süreyle) saklamalıdır.
İşlemlere ilişkin kayıtların gerekli unsurlarına;
59
Oktay Üstün
- müşteri veya lehtarın ismi, adresi,
- işlemin mahiyeti ve tarihi,
- işleme konu olan para miktarı,
- işlem konusu hesabın tip ve numarası
örnek gösterilebilir.
3.2. Diğer Hususlar
Finansal kuruluşlar; kimlik tespiti verileri, hesap dosyaları ve ticari haberleşme ile ilgili kayıtları, hesabın kapanması ve işlem tesisinin sona ermesini müteakip en az 5 yıl süreyle
(veya yetkili makamlardan özel durumlarda gelecek talepler için daha uzun bir süreyle) saklamalıdır.
İşlem kayıtlarının, suç fiillerinin soruşturulmasında delil olacak şekilde ve bireysel işlemlerin yeniden tesisine imkân verecek yeterlikte olması gerekmektedir.
Finansal kuruluşlar tüm belge ve bilgileri yetkili otoritelerin talebi üzerine zamanında
ibraz etmelidir.
4. Siyasi Nüfuz Sahibi Kişilere Özel Dikkat Gösterilmesi
Metodoloji terminolojisinde, “siyasi nüfuz sahibi kişiler”; devlet veya hükümet
başkanları, üst düzey siyasiler, hükümet görevlileri, adli veya askeri personel, önemli
mevkideki siyasi parti temsilcileri ve kamu kurumu yöneticisi konumundaki kişiler gibi
yabancı ülkede uhdesinde önemli kamu görevi bulunan kişileri ifade etmektedir.
4.1. Siyasi Nüfuz Sahibi Kişiler İçin Özel Risk Yöntemleri Geliştirilmesi
Finansal kuruluşlar, müşterini tanı ilkesinin gerektirdiği tedbirlere ilaveten, potansiyel
müşteri veya lehdarın siyasi nüfuz sahibi kişiler olup olmadığını tespit edebilmek için uygun
risk yönetimi sistemleri geliştirmelidir.
Böyle bir risk yönetimi için, kamuya açık bilgi kaynaklarına başvurulması veya siyasi
nüfuz sahibi kişilere ilişkin elektronik ticari veri bankasına erişim sağlanması örnek olarak
verilebilir.
4.2. Üst Yönetimden Onay Alınması
Finansal kuruluşlar, siyasi nüfuz sahibi kişilerle işlem tesis etmek için üst seviyedeki
yöneticisinden onay almalıdır. Finansal kuruluşlar, müşteri olarak kabul ettikleri kişi ya da
lehtarın daha sonra bir siyasi nüfuz sahibi kişi olduğunu tespit ettiğinde, işlemi sürdürmek için
yine üst seviyedeki yöneticinin onayını almalıdır.
4.3. Diğer Hususlar
60
Finansal kuruluşlar, siyasi nüfuz sahibi müşterileriyle ilgili olarak, malvarlıklarının ve
fonlarının kaynağını tespit etmek için gerekli önlemleri almalıdır.
Siyasi nüfuz sahibi kişilerle iş ilişkisinde bulunan finansal kuruluşlar sürekli ve
sağlıklı bir gözetim fonksiyonu tesis etmelidir.
Bankacılar Dergisi
5. Muhabir Bankacılık Konusundaki Yükümlülükler
“Muhabir bankacılık”, bir muhabir banka (correspondent bank) tarafından diğer bir
banka (respondent bank- karşı banka) için sağlanan bankacılık hizmetlerini ifade etmektedir.7
5.1. Bilgi Sahibi Olunması
Muhabir bankanın;
a- Karşı bankanın, karapara aklama veya terörün finansmanı yönünden soruşturma
geçirip geçirmediği ve ceza alıp almadığı hususları da dahil olmak üzere; iş konusu, itibarı ve
üzerindeki denetim yeterliliği konusunda kamuya açık bilgilerden de yararlanarak bilgi
edinmesi,
b-Karşı bankanın tabi olduğu karapara aklama ve terörün finansmanına dair
önlemlerini değerlendirmesi ve bunların uygun ve etkin olduğundan emin olması
gerekmektedir.
5.2. Onay Alınması ve Tevsik
Muhabir bankacılık ilişkilerine başlamadan önce üst düzey yöneticinin onayını
almalıdır.
Her iki konumdaki bankanın karapara aklama ve terörizmin finansmanıyla mücadele
ve müşterini tanı ilkesine ilişkin sorumluluklarını tevsik edilmelidir.
5.3. Paravan Bankalar Konusundaki Hassasiyet
Paravan bankalar (shell banks),
-
belirli ve sabit bir adresi bulunmaması,
belirli bir çalışma saatine tabi eleman istihdam etmemesi,
bankacılık işlemleri ile ilgili kayıtları olmaması,
gibi özellikleri dolayısıyla fiziki mevcudiyeti olmayan “tabela” bankalarını ifade eder.
Bu özellikleri dolayısıyla muhabir bankacılık uygulaması bakımından paravan bankaların faaliyetlerini gözetlemek, takip etmek, kayıtlarını kontrol etmek, elemanları ile irtibat
kurmak mümkün bulunmamaktadır.
Bu itibarla bankalar, paravan bankalarla muhabir bankacılık ilişkisine girmemeli ve
hesaplarının paravan bankalar tarafından kullanılmasına izin veren muhatap yabancı finansal
kuruluşlarla işlem tesis etmemelidir.
5.4. Diğer Tedbirler
Doğrudan doğruya üçüncü taraflar tarafından kendi adlarına işlem yapmak üzere kullanılan muhabir hesapların işletilmesini gerektiren muhabir bankacılığın söz konusu olduğu
durumda muhabir banka;
61
Oktay Üstün
-
karşı bankanın, muhabir finansal kuruluşun hesaplarına doğrudan ulaşan müşterileri
hakkında “müşterini tanı tedbirlerinin” uygulandığından,
karşı bankanın, ilgili müşteriye ait kimlik bilgilerini, talebi üzerine kendisine sunulabileceği konusunda emin olmalıdır.
6. Üçüncü Kişilere Güvenilmesi
6.1. Güvene Esas olan Hususlar
Finansal kuruluşlar, müşterini tanı prensibinin gerektirdiği,
-
müşteri ve işlemin gerçek sahibine (lehtar) ait kimlik tespiti ve teyidi,
müşteri adına işlem yapanlara ve tüzel kişilere dikkat,
yapılmak istenen işlemin amacı hakkında bilgi edinilmesi,
hususlarını yerine getirmek veya işlem başlatmak için üçüncü kişiler ve aracıların bu işlemleri
yerine getirmesine izin verebilir.
6.2. Güven Şartları
Finansal kuruluşlar, ancak aşağıda belirtilen şartların yerine getirilmesi kaydıyla üçüncü kişilere ve aracılara güvenebilir.
-
Üçüncü kişilere güvenen finansal kuruluşlar, müşterini tanı ilkesi kapsamındaki gerekli bilgileri bu kişilerden derhal temin etmelidir.
Finansal kuruluşlar, kimlik bilgilerinin ve müşterini tanı tedbirlerine ilişkin diğer dokümanların kopyalarının istendiğinde üçüncü kişiler tarafından gecikmeksizin hazır edilmesi hususunda gerekli tedbirleri almalıdır.
Finansal kuruluşlar, üçüncü kişilerin karapara aklama ve terörizmin finansmanının
önlenmesiyle ilgili düzenleme ve denetimlere tabi olduğundan ve müşterini tanı ilkesine ve kayıtların saklanmasına yönelik tedbirleri aldığından emin olmalıdır.
Müşteri kimlik tespiti ve teyidindeki nihai sorumluluk üçüncü kişiye güvenen finansal
kuruluşun kendisindedir.
6.3. Özellik Arzeden Durumlar
Metodoloji, üçüncü kişiye güven konusunun;
-
finansal kuruluşlarla müşterini tanı ilkesinin gerektirdiği tedbirleri yerine getirmek üzere bir sözleşmeye dayalı olarak kurulan acentelik ilişkisini ve
muhabir bankacılık ilişkisinde olduğu gibi, müşterileri bakımından finansal kuruluşlar
arasındaki iş ilişkilerini, hesapları ve işlemleri kapsamadığını, bu uygulamanın;
genellikle aynı finansal hizmeti sunan grubun diğer üyesi tarafından gerçekleştirilen
işlemler bakımından yapılabileceğini veya
sigorta şirketleri ile sigorta acentaları arasında veya ipotek (mortgage) hizmeti sunanlarla simsarlar arasındaki iş ilişkisinde olabileceğini
belirtmiştir.
62
Bankacılar Dergisi
7. Hassas Durumlara Özel Dikkat Gösterilmesi
7.1. Gelişen Teknolojiye Dikkat
Finansal kuruluşlar, yeni ve gelişen teknolojilerin getirdiği kimlik bilgilerini gizlemeye imkan veren karapara aklama tehlikesine karşı özel dikkat göstermeli ve bu teknolojilerin
karapara aklama ve terörün finansmanı amacıyla kullanılmasını önlemek için gereken tedbirleri almalıdır.
Bu kapsamda özellikle elektronik bankacılık konusu ön plana çıkmaktadır. Basel Komite’nin bu konuda yaptığı bir çalışmaya göre8 elektronik bankacılık konusunda bankaların
dikkat etmesi gereken hususlar şöyle sıralanmıştır:
-
Elektronik bankacılık faaliyetlerinin etkili yönetim ve gözetimi,
Kapsamlı bir güvenlik kontrol süreci,
Üçüncü taraflar aracılığıyla yürütülen işlemler için kapsamlı bir dikkat ve gözetim süreci,
Elektronik banka müşterilerinin gerçekliği,
Elektronik bankacılık işlemleri için hesap verilebilirlik,
Görev paylaşımını sağlayan uygun tedbirler,
Elektronik bankacılık sistemleri, veri tabanları ve uygulamalar içinde uygun yetki
kontrolleri,
Elektronik bankacılık işlemleri, kayıtlar ve bilgi için veri bütünlüğü,
Elektronik bankacılık işlemleri için açık hesap denetim yöntemleri,
Anahtar banka bilgisinin gizliliği,
Elektronik Bankacılık hizmetleri için uygun bildirim,
Müşteri bilgisi gizliliği,
Elektronik bankacılık sistem ve hizmetlerini sağlamak için kapasite, iş sürekliliği, ihtimal planlaması,
Muhtemel olaylara karşı önlem planlaması.
-
7.2. Yüz Yüze Gerçekleştirilmeyen İşlemlere Dikkat
Finansal kuruluşların yüz yüze gerçekleştirilmeyen iş ilişkileri ve işlemler için riskleri
gösteren prosedür ve politikaları olmalıdır.
Yüz yüze gerçekleşmeyen işlemlere, ,
-
internet veya diğer interaktif bilgisayar sistemleri aracılığıyla yürütülen işlemler,
ATM makinelerinin kullanılarak yapılan işlemler,
telefon bankacılığı,
talimat ve başvuruların faksla yapıldığı işlemler,
değer yüklenebilen veya hesaba bağlı kartlarla yapılan ödemeler
örnek olarak gösterilebilir.
Yüz yüze gerçekleştirilmeyen işlemlere dair risk yönetimi, “müşterini tanı ilkesine” ilişkin prosedürleri de içermelidir. Bu prosedürler;
63
Oktay Üstün
-
sunulan belgelerin tasdikli olması,
yüz yüze işlemler için gerekli olan belgeleri tamamlayıcı mahiyette ilave belgelerin
talep edilmesi,
müşteriyle kurum dışı irtibat kurulması,
üçüncü kişilere güven müessesesinin işletilmesi ve
ilk ödemenin müşterinin ismine açılmış ve müşterini tanı ilkesini uygulayan bir bankadaki hesaptan yapılmasının talep edilmesi
hususlarını içerebilir.
7.3. Olağandışı İşlemlere Dikkat
Finansal kuruluşlar, görünürde yasal ve ekonomik amacı olmayan bütün karmaşık, olağandışı büyük ölçekli işlemlere özel dikkat göstermelidirler.
Bu tür işlemlere;
-
belirli limitlerin üzerindeki işlemler,
bilanço büyüklüğü ile uyumlu olmayan çok yüksek miktarda hesap devir ve havalesi,
hesap hareketlerinin normal seyrine uymayan işlemler
örnek olarak gösterilebilir.
Finansal kuruluşlar, bu tür işlemlerin esasını ve amacını mümkün olduğunca araştırmalı ve bulgularını yazılı olarak tespit etmelidir. Finansal kuruluşlar, bu tür bulguları yetkili
birimlere ve denetçilere sunmak için en az 5 yıl süre ile saklamalıdır.
7.4. İsimsiz veya Hayali İsimlere Ait Hesaplar
Finansal kuruluşlar, isimsiz veya hayali isimlere ait hesapları tutmamalıdır. Numaralı
hesaplar kullanılıyorsa, bu hesaplar, FATF tavsiyelerine uygun olacak şekilde tutulmalıdır.
Örneğin, finansal kuruluş, usulüne uygun olarak kimlik tespiti yapmalı ve bu tespite ilişkin
kayıtları uyum görevlisinin, diğer kurum yetkililerinin ve yetkili makamların kullanımına
hazır bulundurulmalıdır.
8. Riskli Ülkelere Özel Dikkat Gösterilmesi
Finansal kuruluşlar, FATF tavsiyelerini uygulamayan yada eksik uygulayan ülkelerin
vatandaşları, şirketleri ve finansal kuruluşları ile girecekleri iş ilişkilerine ve işlemlere özel
dikkat göstermelidir. Bu işlemlerin görünürde hukuki ve ekonomik amacı yoksa, işlemlerin
esası ve amacı araştırılmalı ve bulgular mümkün olduğu ölçüde yetkili makamlara (denetleyiciler, yasa uygulama birimleri ve finansal istihbarat birimine) ve denetleyicilere yardımcı olabilecek şekilde yazılı kayda geçirilmelidir.
İlgili ülke, FATF tavsiyelerine uymamaya yada yeterli olarak uyum göstermemeye
devam ederse, ülkeler buna karşı uygun önlemleri uygulamaya haiz olmalıdırlar.
Alınacak karşı önlem örnekleri şunlar olabilir:
64
Bankacılar Dergisi
-
-
FATF tavsiyelerini uygulamayan (veya yeterince uygulamayan) ülke ve bölgelerin
vatandaşları ve kuruluşlarıyla işlem tesis etmeden önce işlemin gerçek sahibinin
(lehdarın) kimlik tespitine yönelik olarak finansal kuruluşlara güçlü danışmanlık hizmeti sunulması ve bu husustaki kimlik tespiti için sıkı yükümlülükler ihdas edilmesi.
Bu konumdaki ülke ve bölgelerle ülkelerle gerçekleştirilen finansal işlemlerin daha
şüpheli olacağından hareketle, finansal işlemlerin sistematik bildiriminin veya konu
ile ilgili bildirim mekanizmalarının güçlendirilmesi.
İşbirliği yapmayan ülke ve bölgelerdeki kuruluşlarla gerçekleştirilen işlemlerin
karapara aklama riski taşıyabileceği konusunda finansal olmayan sektör işletmelerinin
uyarılması.
Bu konumdaki ülke ve bölgelerde bulunan kişilerle iş ilişkilerinin veya finansal işlemlerin sınırlanması.
9.Önleyici İç Tedbirlerin Alınması
9.1. Tedbirler ve Kapsamı
Finansal kuruluşlar, karapara aklama ve terörizmin finansmanını önlemek için dahili;
prosedür, politika ve kontrol mekanizmaları tesis etmeli, sürdürmeli ve bunları çalışanlarına
açıklamalıdır.
Bu kapsamdaki çalışmalar asgari olarak;
-
müşterini tanı ilkesinin gerektirdiği bütün hususları,
kayıt tutulmasını,
dikkat çeken ve şüpheli işlemlerin tespit edilmesini ve
bildirim yükümlülüğünü
içermelidir.
9.2. Uyum Görevlisi Atanması
Finansal kuruluşlar, AML/CFT Metodolojisinde finansal kuruluşlar için getirilen yükümlülüklerin yerine getirilmesi bakımından uygun uyum yönetim düzenlemeleri geliştirmeli
ve idari düzeyde uyum görevlisi atamalıdır.
Finansal kuruluşlarda tespit edilen şüpheli işlemleri ilgili mali istihbarat birimine bildirmekle görevli ve yetkili olan uyum görevlisi ve diğer yetkililer, müşteri kimlik bilgileri ile
diğer müşteri takip bilgilerine, işlem kayıtları ve ilgili bilgilere her zaman erişebilmelidirler.
9.3. Kontrol ve Bilgilendirme
Finansal kuruluşlar;
a. Belirlenen politika, prosedür ve denetimlere uyumu test etmek için yeterli kaynağa
ve bağımsız denetim mekanizmalara sahip olmalıdır.
b. Elemanlarına;
- karapara aklama ve terörizmin finansmanı konularında teknik, yöntem ve trendler
hakkındaki yeni gelişmeleri,
65
Oktay Üstün
-
AML/CFT yükümlülüklerinin bütün kapsamını, özellikle müşterini tanı ilkesinin
ve şüpheli işlem bildirimin gerektirdiği tedbirleri
detaylı olarak açıklamalıdır.
c. Eleman istihdamında yüksek standartları sağlamak için gerekli izleme prosedürlerini uygulamalıdır.
Eğitim kapsamında karapara aklama ve terörizmin finansmanı konularındaki teknik ve
trendlerle ilgili olarak tipoloji çalışmalarından yararlanılması ve bu kapsamda mali istihbarat
birimleri ile finansal kuruluşlar arasındaki işbirliği önem arzmektedir.
10. Fon Transferleri İçin Özel Dikkat Yükümlülüğü
10.1. Fon Transferlerinde Yer Alacak Bilgiler
a.1000 USD veya EUR üzerindeki tüm elektronik transferlerde transfer talimatı verilen finansal kuruluşların, fon transferi yaptıran kişinin (göndericinin); isim, hesap numarası
(eğer hesap numarası yoksa belirleyici bir referans numarası) ve adresine9 dair bilgileri alıp
muhafaza etmeleri ve bu bilgilerin doğru ve anlamlı olmalarını teyit etmeleri gerekmektedir.10
b.1000 USD veya EUR üzerindeki sınır ötesi elektronik transferler için transfer talimatı verilen finansal kuruluşlar, tüm bu bilgilerin havale ve ödeme zincirinde bulunmasını
sağlamalıdır.
c. Yurt içi transferler için de yukarıdaki yükümlülük geçerli olmakla birlikte eğer yukarıda belirtilen transfer yapan kişiye ait bütün bilgiler, transferin yapıldığı finansal kuruluşa
ve yetkililerin bilgisine üç iş günü içinde sunulacak şekilde ibraz edilmesi kaydıyla sadece
göndericinin hesap numarası havale ve ödeme zincirinde bulunabilir.
d. Ödeme zincirinde yer alan aracı veya lehtar finansal kuruluş, elektronik fon transferine eşlik eden göndericiye ait bilginin transfer ile birlikte iletilmesini sağlamalıdır.
10.2. Diğer Tedbirler
Lehtar finansal kuruluşlar, göndericiye ait tam bilginin eşlik etmediği transferleri belirlemek ve değerlendirmek için risk esaslı prosedürler geliştirmelidir.
Geliştirilecek prosedür şu hususları ihtiva edebilir:
a. Lehtar finansal kuruluşun, elektronik transferi gönderen finansal kuruluştan göndericiye ait eksik bilgilerini talep etmesi,
b. Eksik bilgi kısa zamanda tamamlanamayacaksa, lehtar finansal kuruluşun, göndericiye ait bilgi eksikliğinin, bu transferle veya ilgili işlemlerle ilgili bir şüphe doğurup doğurmadığını dikkate alması ve bu transferin şüpheli olduğuna kanaat getirirse, bu durumu mali
istihbarat birimine bildirmesi. (Ayrıca bu durumda transferin yapılmamasına karar verilebilir.)
66
Bankacılar Dergisi
c. Uygun durumlarda, lehtar finansal kuruluşlar, bu kapsamda belirtilen yükümlülüklere uyum göstermeyen finansal kuruluşlarla iş ilişkisini sınırlandırmayı veya sona erdirmeyi
dikkate alması.
10.3. Harici Durumlar
Fon transferlerine özel dikkat yükümlülüğü, aşağıda yer alan ödeme biçimlerini kapsamamaktadır.
-
Kredi ve banka kartları numaralarının işlemden kaynaklanan tüm transferlerde kullanıldığı sürece, kredi ve banka kartları kullanılarak yapılan işlemlerle gerçekleştirilen
tüm transferler. (Ancak banka ve kredi kartının bir para transferini sağlayacak bir ödeme aracı olarak kullanılması durumunda, ilgili finansal kuruluş yukarıdaki yükümlülüklere tabi olacaktır.)
-
Hem havale yapan hem de havale yapılanın kendi adlarına hareket eden finansal kuruluşlar olması kaydıyla, bir finansal kuruluştan diğer bir finansal kuruluşa yapılan
transfer ve mutabakat işlemleri.
11. Yükümlülüklerin Yurt Dışında da Uygulanması
11.1. Konu
Finansal kuruluşlar, yurtdışı şube ve bağlı birimlerinin de AML/CFT tedbirleri ve
FATF tavsiyelerine (şube ve bağlı birimlerinin bulunduğu ülke mevzuatının izin verdiği ölçüde) uymasını sağlamalıdır.
Bu kapsamda, finansal kuruluşlar, FATF tavsiyelerini hiç uygulamayan veya eksik
uygulayan ülkelerde bulunan şube ve bağlı birimleri bakımından bu hususun gözetildiğine
özel dikkat göstermelidir.
11.2. Diğer Hususlar
Şube ve bağlı birimlerinin bulunduğu ülkedeki yasal düzenlemeler nedeniyle karapara
aklama ve terörizmin finansmanıyla mücadele tedbirlerine uyulmaması durumunda, finansal
kuruluşlar bulunduğu ülkedeki denetim ve gözetim mercilerine bu durumu bildirmelidir.
Finansal kuruluşun bulunduğu ülke ile yurtdışı şube ve bağlı birimlerinin bulunduğu
ülkenin AML/CFT yükümlülükleri farklı ise, yurtdışı şube ve bağlı birimler (bulunduğu ülke
mevzuatının izin verdiği ölçüde) en yüksek standardı uygulamalıdır
D. Yükümlülüklere Uyulmaması
Yukarıdaki bölümde AML/CFT Metodolojisinde finansal kuruluşlar için getirilen yükümlülükler gruplandırılarak sıralanmış ve her yükümlülük grubu ile ilgili olarak metodolojinin finansal kuruluşlar için getirdiği hususlar açıklanmıştır.
FATF tavsiyeleri esas alınarak oluşturulmuş olan kriterlere dayanan metodoloji, yükümlülüklere uyulmaması durumunda yaptırım uygulanmasını da öngörmektedir.
67
Oktay Üstün
Bu kapsamda metodoloji,
-
-
FATF tavsiyeleri bakımından yükümlü olan gerçek veya tüzel kişilerin karaparanın
aklanması ve terörün finansmanı ile mücadele yükümlülüklerine uymamaları durumunda cezai, hukuki veya idari kapsamda etkili, ihlal edilen yükümlülük ile orantılı ve
caydırıcı mahiyette yaptırımlar uygulanması,
Bu yaptırımları uygulamak üzere denetim ve gözetim birimleri veya mali istihbarat birimi gibi yetkili bir makamın tayin edilmesi,
gerektiğini belirtmiştir.
Metodoloji ayrıca söz konusu yaptırımların;
-
Sadece finansal kuruluşlar veya işletmelerin tüzel kişiliğine matuf değil aynı zamanda
bunların idareci veya üst düzey yöneticilerine de uygulanmasını,
Para cezasını ve mümkün olduğu takdirde finansal kuruluşların faaliyetlerini durdurma, sınırlandırma veya askıya alma
gibi özel cezalandırma usullerini de kapsamasını öngörmüştür.
Dipnotlar
1
Değerlendirmeciler (assessors), FATF’ın karşılıklı ülke değerlendirme sürecinde (mutual evaluation process)
çalışmak üzere üye ülkelerin hukuk, finans ve yasa uygulama uzmanlarından seçilen elemanlar olup, değerlendirilecek ülkenin yerinde denetimini (on-site visit) gerçekleştirir, gerekli raporu hazırlar ve değerlendirmelerini
genel kurulda aktarırlar.
2
Müeyyide uygulaması misal olarak verilmiştir. Ülke mevzuatından kaynaklanan bir örnek değildir.
3
“General Guide to Account Opening and Customer Identification”
4
“General Guide to Account Opening and Customer Identification”
5
“Customer Due Diligence for Banks”
6
Mali İstihbarat birimi, şüpheli işlem bildirimlerini alan analiz eden ve soruşturma veya yasa uygulama birimlerine intikal ettiren kurumlardır.
7
AML/CFT metodoloji dokümanında genel bir terim olarak “financial institution (finansal kuruluş)” kullanılmış
olmakla birlikte bu çalışmada bu yükümlülük konusunda banka teriminin kullanılması tercih edilmiştir.
8
“Risk Management Principles for Electronic Banking”
9
İlgili ülke uygulamasına göre vatandaşlık kimlik numarası, müşteri numarası doğum tarihi ver yeri de kullanılabilir.
10
Her elektronik transfer işlemi için finansal kuruluşların gönderici bilgilerini alması ve teyit etmesine gerek
yoktur. İlgili finansal kuruluş daha evvel alınmış olan gönderici bilgilerinin değişmeden doğru olarak kaldığı
hususunda emin ise elindeki mevcut bilgilere itimat edebilir.
68
Bankacılar Dergisi, Sayı 56, 2006
Avrupa Birliği’nin
İpotekli Konut Kredisi Piyasalarına İlişkin
Politikası*
1. Avrupa Birliği’nde ipotekli konut kredisi piyasaları:
Avrupa Birliği nezdinde ipotekli kredi piyasalarına müdahaleyi tartışmak ve değerlendirmek, Komisyon’un AB’nin rekabet gücünü artırmayı amaçlayan “Lisbon” hedeflerine
ulaşma taahhüdünün önemli bir unsurudur. Bu, genel olarak finans hizmetlerinin ve özel
olarak perakende finans hizmetlerinin entegrasyonunu hedefleyen Komisyon politikasının da
çok önemli bir parçasını oluşturmaktadır.1 Entegrasyonun artırılması sonucunda daha verimli
ve daha rekabetçi bir ipotekli kredi piyasasının oluşturulmasının, AB ekonomisinin büyümesine katkıda bulunacağı öngörülmektedir. Böyle bir piyasa, bir yandan, giderek yaşlanan bir
nüfus yapısı dikkate alındığında, AB tüketicilerinin uzun vadeli geleceklerini güvenceye
almalarını kolaylaştırma ve onların uygun koşullarla konut edinme olanaklarını azami düzeye
yükseltme, bir yandan da, işgücünün serbest dolaşımını kolaylaştırma potansiyeline sahiptir.
İpotekli kredi piyasaları, tüketicilerin de yer aldığı en karmaşık piyasalar arasındadır.
Bir ipotek işleminin ‘değer zinciri’nin her aşamasında, farklı ve uzmanlaşmış piyasa
oyuncuları bulunabilir. Bir tüketicinin tek bir ev satın alma işlemine, ipotek aracıları, ürün
paketleyicileri, uzman/genel kredi kurumları, menkul kıymet ve tahvil ihraççıları ve alıcıları
(global yatırımcılar da dahil), sigorta şirketleri ve hatta resmi kurum ve idareler de katılabilir.
AB ipotekli kredi piyasalarında yakın geçmişin, şimdiki ve gelecek ekonomik iklim ve ortam
üzerindeki önemi ve etkisi azımsanmamaktadır.
İpotekli konut kredileri, karmaşık ve yüksek değerli ürünlerdir, birçok yönden hukuk
ve politikalarla ilgilidir. AB ekonomisinin önemli bir yüzü olan ipotekli konut kredisi
piyasaları AB üyesi devletlerin tümünde de genel ekonominin çok önemli ve kritik bir
unsurunu oluşturmaktadır.
AB ipotek piyasalarının çoğu, son yıllarda hızla büyümekte ve gelişmektedir. 2004
yılı sonunda, henüz geri ödenmemiş ipotekli konut kredilerinin değeri, AB toplam
GSYİH’sının yaklaşık yüzde 40’ını temsil etmektedir. Üye Devletlerin çoğunda, GSYİH’ya
ya da ailelerin harcanabilir gelir düzeyine kıyasla, mevcut ipotek borçları tarihsel en yüksek
düzeyindedir. İpotekli kredilerdeki bu artış, hem makro-ekonomik faktörlere hem de AB
finans piyasalarında liberalleşme ve entegrasyon artışı gibi yapısal gelişmelere bağlıdır.
Bununla birlikte, bazı ortak özellikleri ve trendleri paylaşmalarına rağmen AB ipotekli kredi
piyasalarının birbirlerinden çok ayrı ve farklı oldukları da gerçektir. Büyüme oranı gibi,
piyasaların nispi büyüklükleri de farklıdır. Ürün çeşitliliği, borçlu profilleri, dağıtım yapıları,
kredi vadeleri/süreleri, ev sahipliği oranları ve fonlama mekanizmalarında önemli farklar
vardır.
İpotek ve konut piyasalarındaki bu farklar, Üye Devletlerin düzenleme/mevzuat, ekonomi tarihi ve kültürel faktörlerle ilgili davranış farklılıklarını yansıtmaktadır. Sonuçlardaki
*
Türkiye Bankalar Birliği, Bankacılık ve Araştırma Grubu tarafından derlenmiştir.
69
Türkiye Bankalar Birliği
farklar; devletin konut piyasalarına doğrudan müdahalesi (örneğin, ev sahibi olanlara sunulan
mali teşviklerle), ihtiyatlı ve tedbirli kanun hükümleri (örneğin, kredi meblağı-değer
oranlarına kanunlarla getirilen tavan ve sınırlamalar), ipotek piyasalarında rekabet düzeyi,
konut kira piyasasının koşulları (sosyal konutların var olup olmaması da dahil) ve ipotekli
kredilerin risk algılamaları (özellikle, temerrüt halinde kredi teminatının değerini nakde
çevirmek için gereken süre ve masraf düzeyi) gibi faktörlere bağlı ve bu faktörlerle ilişkilidir.
2. AB’nin ipotekli konut kredileri piyasasını değerlendirme süreci2:
Avrupa Komisyonu ipotekli konut kredileri piyasasının entegrasyonun önündeki engellerin tespit edilmesi ve alınacak aksiyonların belirlenmesi amacıyla dört aşamalı bir
çalışma başlatmıştır. İlk olarak Mart 2003’de bir Forum Grup oluşturmuştur. Forum Grup
tarafından hazırlanan ve AB ipotekli konut kredileri piyasasının gelişimine yönelik 48 tavsiye
içeren rapor Aralık 2004’de yayımlanmıştır.3 Komisyon, söz konusu tavsiyeleri baz alarak
Temmuz 2005’de Yeşil Raporunu4 yayımlamış ve konsültasyon sürecini başlatmıştır.
Değerlendirme sürecinin bir diğer aşamasını ise, bu piyasaların entegrasyonunu artırmanın
maliyet ve faydaları hakkında yapılan ve Komisyon tarafından fonlanan bir araştırma
oluşturmuştur.5
Diğer yandan Komisyon Mart 2001’de tavsiye niteliğinde yayımlamış olduğu “Konut
Kredileri İçin Sözleşme Öncesi Bilgilere İlişkin İhtiyari Davranış Kuralları” (Avrupa Standart
Bilgi Föyü)6 kanalıyla, AB seviyesinde sözleşme öncesi bilgilendirmenin standardize edilmesi
için bir emsal oluşturmuştur. Komisyon, uygulamanın tatmin edici düzeyde olmadığını
gösteren bir araştırma7 da dahil, Davranış Kurallarını gözden geçirme çalışması başlatmıştır.
Komisyon, Davranış Kuralları hakkında nihai karar vermeden önce yukarıda bahsedilen
konsültasyon sürecinin sonuçlarını bekleyecektir.
3. AB ipotekli konut kredileri piyasasının entegrasyonunun maliyet ve faydaları
hakkında araştırma:
Komisyon’un ipotekli konut kredileri piyasasında entegrasyonunu artırmanın maliyet
ve faydaları hakkında London Economics’e yaptırdığı araştırma, daha önce başka yerlerde
ışık tutulmuş bulunan bu potansiyel faydaların sunulması ve düzeylerinin tespit edilmesine
yöneliktir.
Çalışmada, entegrasyonun artırılmasının önümüzdeki on yıl için AB ekonomisine olacak katkısı 94,6 milyar euro (bu miktar AB toplam GSYİH’nın 0,89’una tekabül etmektedir)
olarak öngörülmektedir. Entegrasyon artışının 2015 itibariyle AB GSYİH’nda yüzde 0,7’lik,
özel tüketimde ise yüzde 0,5’lik bir artış sağlayacağı tahmin edilmektedir. Çalışmada ayrıca,
yabancı kreditörlerin ipotekli konut kredileri sunumu için de tüketiciler cephesinde ciddi bir
iştah olduğunu belirtilmektedir. Kreditörlerin ise gerek şube açmak ya da iştirak edinmek
suretiyle gerekse de birleşme ve devralmalar yoluyla diğer üye ülkelerdeki faaliyetlerini
artırmak yönünde önemli sinyaller verdiği belirtilmektedir.
Çalışmaya göre, ipotekli konut kredisinin genel toplam maliyetinin daha düşük olması,
asli ve önemli bir potansiyel fayda olabilir. Hem bağlantılı ürünlerde (örneğin, ipotek sigortası
ürünleri) hem de temel ipotekli kredi ürünlerinde ürün tamlığının ve bütünlüğünün artırılması
da bir potansiyel faydadır. Komisyon, bu yaratıcı ve yenilikçi ürünlerin ortaya çıkışını ilgiyle
izlemektedir (bu ürünler şu anda bazı Üye Devletlerde mevcuttur) ve ortaya çıkan bu
ürünlerle birlikte yüksek düzeyde bir tüketici korumasına gereksinim duyulduğunun da tam
70
Bankacılar Dergisi
olarak farkındadır. Prime-altı düzeydeki borçlular (yani, düşük veya eksik kredi derecesi
olanlar) gibi, şu anda AB ipotekli kredi piyasalarının çoğunda marjinal sayılan kesimler de
dahil olmak üzere daha fazla sayıda borçluyu kredilendirme potansiyeli olması başka bir
önemli fayda olarak gözükmektedir. Diğer finans hizmetleri sektörlerindeki entegrasyonlarda
olduğu gibi, bu entegrasyonla da ölçek ekonomilerinin geliştirilmesi ve artırılması kesinlikle
mümkün olacaktır. Sermaye piyasalarının ve sigorta piyasalarının artan kullanımı yoluyla ve
sınır ötesine taşan çeşitlendirme ile kredi riskinin düşürülmesine destek sağlanacaktır. Son
olarak, sermaye verimliliğinin artırılması, yani sermayenin en çok ihtiyaç duyulan ve en çok
karşılık alınan piyasalara gitme kapasitesinin artırılması potansiyeli bulunmaktadır.
4. Yeşil Rapor: İpotekli konut kredileri piyasası8
Komisyon, AB ipotekli kredi piyasalarının entegrasyonu için, Forum Grubu’nun tüm
görüşlerini paylaşmakta ve yeşil raporda aşağıda yer alan hususlar incelenmekte ve irdelemektedir.
1. Tüketicinin korunması; en önemli alanlardan birisi olup, bu başlık altında
kreditörlerin kredi alanlara sağlaması gereken bilgilerin neler olması gerektiği konusu
incelenmektedir. Komisyon şu iki soruya cevap aramaktadır; i) Yıllık Yüzde Oran
(APR) için hem hesaplama yöntemini hem de hesaplamaya dahil edilen maliyet unsurlarını kapsayan bir AB standardı olmalı mıdır? ii) Davranış Kuralları, bağlayıcı
mevzuatla değiştirilmeli mi yoksa ihtiyari ve isteğe bağlı mı kalmalıdır? iii) Erken geri
ödeme bir yasal hak mı yoksa bir seçim ve tercih konusu mu olmalıdır?
2. Bilgiye erişim; İpotekli ürünler karmaşık ve yüksek değerli ürünlerdir. ii) Tüketiciler
ipotekli ürünler hakkında nasıl bilgi edinebilirler? ii) Borçluya tavsiye ve danışmanlık
hizmeti verilmesi zorunlu mu tutulmalı, yoksa bir seçim ve tercih konusu mu olmalıdır?
3. Hukuki sistem; Tüketici ipotekli kredi sözleşmelerine uygulanacak hukuk için özel bir
rejim belirlenebilir mi? Kredi müşterilerinin risklerinin değerlendirilebilmesi için gerekli veri tabanlarına sınır ötesi erişim sağlanabilir mi?
4. Engeller; vergi, düzeltme prosedürleri, faiz oranı farklılıkları vb.
5. Fonlama; Avrupa ipotekli kredi piyasasında fonlama havuzu nasıl derinleştirilebilir?
Ne gibi enstrümanlar kullanılabilir? Bankalar ve konut finansman kuruluşları dışında
başka kurumlar da ipotekli kredi verebilir mi?
Komisyon, Yeşil Rapora konu olan tüm sorunlar hakkında, AB ipotekli kredi piyasalarının entegrasyonunu ve verimliliğini artırmak için önemli görülen diğer sorunlar hakkında ve
bu sorunların öncelik sırası hakkında Aralık 2005’e kadar görüşleri almıştır. Komisyonun
konsültasyon çalışmasını tamamlamasının ardından 2006 yılı ortalarında Beyaz Raporu
yayımlaması öngörülmüştür.
5. Konut Kredilerinde Avrupa Komisyonu’nun Tavsiye Ettiği Davranış
Kuralları:9
Avrupa Komisyonu’nun 1 Mart 2001 tarihli “Konut Kredileri İçin Sözleşme Öncesi
Bilgilere İlişkin İhtiyari Davranış Kuralları Hakkındaki Tavsiyesi”, Avrupa’daki Tüketici
71
Türkiye Bankalar Birliği
Birlikleri ile Avrupa Kredi Sektörü Birlikleri tarafından kabul edilen ve konut kredisi veren
kuruluşlarca uygulanması tavsiye edilen “ihtiyari davranış kurallarını (etik kurallar)”
içermektedir.
Etik kurallar iki bölümden oluşmaktadır:
Birinci bölümde ilkelerin uygulanması ve izlenmesine ilişkin koşullar bulunmaktadır.
İkinci bölümde ise ilkelerin içeriği; tüketicilere sağlanacak bilgilerin içeriği hakkındaki hususlar yer almaktadır. Bu bölümdeki bilgiler şunlardır;
- Sunulan konut kredileri hakkında genel bilgiler. (Ek I)
- Avrupa Standart Bilgi Föyü” kapsamında ön sözleşme aşamasında tüketicilere
sunulması gereken bilgiler. (Ek II)
Etik ilkelerin amacı bilginin şeffaflığı ve karşılaştırılabilirliğinin sağlanmasıdır. Etik
ilkelerin uygulama kapsamında yurtiçi ve yurtdışından temin edilen konut kredileri hakkındaki tüketici bilgileri yer almaktadır.
Etik ilkelerin uygulama alanında bulunan konut kredisi tanımı; bir tüketiciye sahip
olmayı amaçladığı ya da sahip olduğu özel bir taşınmaz mülkiyetin satın alınması ya da
değiştirilmesi amacıyla sunulan ve taşınmaz mülkiyet üzerine bir ipotekle veya bir üye ülkede
yaygın olarak kullanılan bir teminat ile menkulkıymetleştirilen krediler şeklinde yapılmaktadır. AB’nin 87/102 sayılı direktifinde tanımlanmış kredi sözleşmeleri bu tavsiye metninin
kapsamı dışında bırakılmıştır.
Dipnotlar
1
European Commission, (2005), “Green paper on financial services policy,” 2005-2010.
AB’nin ipotekli konut kredisi piyasaları değerlendirme sürecindeki çalışma ve raporları için bkz.
http://europa.eu.int/comm/internal_market/finservices-retail/home-loans/index_en.htm
3
Mortgage Credit Forum Group, (13 Aralık 2004), “Report: The Integration of the EU Mortgage Credit
Markets”.
4
European Commission, (19 July 2005), “Green Paper on mortgage credit in the EU”.
5
London Economics, (Ağustos 2005), “The Costs and Benefits of Integration of EU Mortgage Markets, report
for the European Commission”, (DG Internal Market and Services).
6
European Commission, (1 Mart 2001), “Commission Recommendation on pre-contractual information to be
given to consumers by lenders offering home loans” , No. 477 (2001/193/EC).
7
Institute for Financial Services, (2003), “Monitoring the uptake and effectiveness of the voluntary code of
conduct on pre-contractual information for home loans”.
8
Dokümanın Türkçe çevirisi TBB web sayfasında (www.tbb.org.tr) yer almaktadır.
9
Dokümanın Türkçe çevirisi TBB web sayfasında (www.tbb.org.tr) yer almaktadır.
2
72
Bankacılar Dergisi, Sayı 56, 2006
Mali Hizmetlerde Dışarıdan Hizmet Temini*
Basel Bankacılık Denetim Komitesi
1. Yönetici Özeti
Dünyanın her tarafındaki mali hizmetlerle ilgili işletmeler, normal olarak kendilerinin
üstlenecekleri faaliyetleri yürütmek için, üçüncü tarafları gittikçe daha fazla kullanmaktadırlar. Düzenleyiciler tarafından yapılan endüstri araştırmaları ve anketleri, mali firmaların, düzenlemeye tabi olan ve olmayan faaliyetlerinin önemli kısmını dışarıdan temin ettiklerini
göstermektedir. Destek hizmetleri olarak da adlandırılan dışarıdan temin faaliyetine yönelik
düzenlemeler de, gittikçe daha karmaşık hale gelmektedir.
Dışarıdan hizmet temini, düzenlemeye tabi olmayabilen ve kıyı bölgelerinde faaliyet
gösterebilen üçüncü taraflara, riski, yönetimi ve uyumu geçirme potansiyeline sahiptir.
Bu durumlarda, mali hizmet işletmeleri, kendi işletmelerinden sorumlu olarak kaldıklarına ve kendi iş risklerini kontrol ettiklerine nasıl güvenebilirler? Onlar, düzenleme ile ilgili
sorumluluklarına uymakta olduklarını nasıl bilebilirler? Düzenleyiciler sorduğunda, bu işletmeler, bu sorumluluklarına uymakta olduklarını nasıl gösterebilirler?
Bu soruların cevaplandırılmasına yardımcı olmak ve düzenlemeye tabi kuruluşlara yol
göstermek için, Ortak Forum, dışarıdan hizmet teminine ilişkin yüksek seviyede ilkeler geliştirmek amacıyla bir çalışma grubu kurmuştur.
Bu dokümanda, temel meseleler ve riskler belirtilmektedir ve temel ilkeler öne sürülmektedir. Bu ilkeler, bankacılık, sigorta ve menkul kıymetler sektörleri için geçerlidir ve her
bir sektörle ilgili uluslararası komiteler1, daha belirli ve odaklanmış rehberlik sunmak için, bu
ilkelerden yararlanabilirler, Seçilmiş uluslararası olay incelemeleri (Ek A’ya bakınız), bu soruların neden önemli olduğunu göstermektedir.
Dışarıdan mal ve hizmet temini, günümüzde, hem maliyetleri düşürmenin, hem de
stratejik amaçları gerçekleştirmenin bir aracı olarak gittikçe daha fazla kullanılmaktadır. Onun
potansiyel etkisi, bilgi teknolojisi (örneğin, uygulamaların geliştirilmesi, programlama ve
kodlama), belirli faaliyetler (örneğin, finansman ve muhasebenin bazı yönleri, arka ofis faaliyetleri ve işlem ve idare) ve sözleşme fonksiyonları (örneğin, çağrı merkezleri) da dahil olmak üzere, birçok işletme faaliyetlerinde görülebilir. Endüstri raporları ve endüstri uygulamalarına ilişkin düzenleyici anketler göstermektedir ki, mali firmalar, diğer firmaların (bir
kurumsal grup bünyesindeki ilgili firmaların ve üçüncü taraf hizmet sağlayıcıların) işletmenin
düzenlemeye tabi olan ve olmayan faaliyetlerinin önemli kısımlarını yürüttükleri düzenlemelere girmektedirler2.
* BIS, (Şubat 2005), “The Joint Forum: Outsourcing in financial services”, Basel Committee on Banking Supervision, Bank for International Settlements, www.bis.org
73
Basel Bankacılık Denetim Komitesi
Bir örgüt içindeki faaliyetler ve fonksiyonlar, çeşitli şekillerde yapılır ve sunulurlar.
Bir kurum, ürün imalatı, pazarlama, arka ofis ve dağıtım gibi fonksiyonları, düzenlenen kurumun bünyesinde bölebilir. Düzenlenen kurumun, böyle düzenlemeleri kurum içinde tuttuğu
fakat bazı faaliyetleri çeşitli yerlerden işlettiği durumlarda, bu, dışarıdan temin olarak sınıflandırılmaz. Bu nedenle bu kurumun, bunun sunduğu riskleri, kendi normal risk yönetim çerçevesi içinde karşılaması beklenir.
İlgili kuruluşlar bazı faaliyetleri yürütürken, ilişkili olmayan hizmet sağlayıcıların diğer faaliyetleri yürütmesini sağlayan, gittikçe daha karmaşık düzenlemeler geliştirilmektedir.
Ortak Forum ilkeleri, hizmet sağlayıcının düzenlemeye tabi bir kuruluş olması veya olmaması
halinde geçerli olacak şekilde tasarlanmıştır.
Endüstri ve düzenleme ile ilgili çeşitli raporlarda, dışarıdan teminin, genellikle sınır
ötesi bazda risk devri yönetimi ile ilgili meseleler ortaya çıkardığı belirtilmiştir ve faaliyetlerin dışarıdan temin edilmesine artan ölçüde dayanılmasının, düzenlenen kuruluşların kendi
risklerini yönetme ve düzenleyici gereksinimlere uyumlarını izleme yeteneklerini etkileyebileceği, endüstri ve düzenleyiciler tarafından tasdik edilmektedir. Ayrıca, düzenleyiciler, dışarıdan teminin, düzenlenen kuruluşların, kendi risklerini yönetmek ve geçerli yönetmeliklere
uymak için uygun adımlar atmakta olduklarını düzenleyicilere (örneğin, incelemeler vasıtasıyla) kanıtlama yeteneklerini potansiyel olarak nasıl etkileyebileceği konusunda kaygılıdırlar.
Dışarıdan temin faaliyetlerinin ortaya çıkardığı kaygılar arasında, düzenlenen bir kuruluşun varlığını ve müşterilere karşı olan yükümlülüklerini sürdürmeye devam etmesi açısından kritik öneme sahip olan dışarıdan temin faaliyetlerine aşırı dayanma olasılığı vardır.
Düzenlenen kuruluşlar, kapsamlı ve net dışarıdan temin politikaları hazırlamak, etkin
risk yönetimi programları tesis etmek, dışarıdan hizmet temin firmasından beklenmeyen durum planlaması istemek, uygun dışarıdan hizmet temin sözleşmeleri müzakere etmek ve hizmet sağlayıcının mali ve altyapı kaynaklarını analiz etmek üzere (ilkelerde tartışıldığı şekilde)
adımlar atmak suretiyle, bu riskleri azaltabilirler.
Düzenleyiciler, sistem ile ilgili riskler ele alındığında üçüncü taraf sağlayıcılarda yoğunlaşma risklerini hesaba katarken, münferit firmalara ilişkin değerlendirmelerinde dışarıdan
teminin yeterince dikkate alınmasını temin etmek suretiyle de, kaygıları azaltabilirler.
Düzenleyicilerin özellikle ilgilendikleri bir konu, düzenlenen kuruluşta güçlü kurumsal yönetişimin muhafaza edilmesidir. Bu bakımdan, bir dışarıdan hizmet temin firmasının
yönetiminin, düzenleme ile ilgili sorumluluklarını yerine getirmesini engelleyen dışarıdan temin faaliyetleri, düzenleyiciler açısından bir kaygı kaynağıdır. Hızlı BT yenilik oranı ile birlikte dış hizmet sağlayıcılarına aşırı dayanılması, piyasa ve düzenlemenin bir bileşimi ile sınırlandırılmadıkça, sistemle ilgili problemlere yol açma potansiyeline sahiptir.
Bu dokümanda, bu kaygılar daha ayrıntılı olarak belirtilmeye ve firmalara ve düzenleyicilere, firmaların verimlilik ve etkinliğini engellemeksizin bu kaygıları daha iyi azaltmalarına yardımcı olmak için onlara yol gösteren bir dizi ilke geliştirmeye çalışılmaktadır.
2. Kılavuz İlkeler – Genel Bakış
Ortak Forum, aşağıda verilen yüksek seviyedeki ilkeleri geliştirmiştir. İlk yedi ilke,
düzenlenen kuruluşlar faaliyetlerini dışarıdan temin ettiklerinde onların sorumluluklarını kap74
Bankacılar Dergisi
samaktadır ve son iki ilke ise, düzenleyici rolleri ve sorumlulukları kapsamaktadır. Burada, bu
ilkelere bir genel bakış sunulmaktadır. Daha fazla ayrıntı, 9. bölümde bulunabilir.
I. Dışarıdan faaliyetler temin etmek isteyen bir düzenlenen kuruluş, o faaliyetlerin dışarıdan
nasıl uygun bir şekilde temin edilebileceğinin ve temin edilip edilemeyeceğinin değerlendirilmesine yol gösterecek kapsamlı bir politika yerleştirmelidir. Dışarıdan temin politikası
ve o politika altında üstlenilen faaliyetlere ilişkin genel sorumluluk, yönetim kuruluna veya eşdeğer bir organa aittir.
II. Düzenlenen kuruluş, dışarıdan temin faaliyetlerini ve hizmet sağlayıcısı ile ilişkiyi ele almak için kapsamlı bir dışarıdan temin risk yönetimi programı tesis etmelidir.
III. Düzenlenen kuruluş, dışarıdan temin düzenlemelerinin, müşterilerine ve düzenleyicilere
karşı olan yükümlülüklerini yerine getirme yeteneğini azaltmamasını ve düzenleyiciler tarafından etkin denetimi engellememesini temin etmelidir.
IV. Düzenlenen kuruluş, üçüncü taraf hizmet sağlayıcılarını seçerken, gereken incelemeyi
yapmalıdır.
V. Dışarıdan temin faaliyetleri, tüm tarafların hakları, sorumlulukları ve beklentileri de dahil
olmak üzere, dışarıdan temin düzenlemesinin tüm önemli yönlerini açıkça tarif eden yazılı
anlaşmalara tabi olmalıdır.
VI. Düzenlenen kuruluş ve onun hizmet sağlayıcıları, felaketten sonra iyileşme ve yedek tesislerin periyodik olarak test edilmesini içeren beklenmeyen durum planlarını tesis ve idame ettirmelidirler.
VII. Düzenlenen kuruluş, hizmet sağlayıcılarından, hem düzenlenen kuruluşun, hem de müşterilerinin gizli bilgilerini, bilerek veya bilmeyerek yetkisiz kişilere ifşa edilmeye karşı korumasını istemek için uygun adımlar atmalıdır.
VIII. Düzenleyiciler, dışarıdan temin faaliyetlerini, düzenlenen kuruluşun devam eden değerlendirilmesinin ayrılmaz bir parçası olarak dikkate almalıdırlar.
Düzenleyiciler, dışarıdan temin düzenlemelerinin, düzenlenen bir kuruluşun düzenleme ile
ilgili yükümlülüklerini yerine getirme yeteneğini engellemeyen uygun araçlar ile, kendi
kendilerine güvence sağlamalıdırlar.
IX. Düzenleyiciler, çok sayıda düzenlenen kuruluşun dışarıdan temin faaliyetlerinin, sınırlı
sayıdaki hizmet sağlayıcılarında yoğunlaştığı durumda oluşan olası risklerin farkında olmalıdırlar.
3. Tanım
Bu dokümanda dışarıdan temin, düzenlenen bir kuruluşun şimdi veya gelecekte, normal olarak kendisi tarafından üstlenilecek faaliyetleri devamlı olarak ifa etmesi için üçüncü
bir tarafı (kurumsal grup bünyesindeki bir yan kuruluşu veya kurumsal grubun dışındaki bir
kuruluşu) kullanması olarak tanımlanmaktadır.
75
Basel Bankacılık Denetim Komitesi
Dışarıdan temin, bir faaliyetin (veya o faaliyetin bir kısmının) düzenlenen bir kuruluşta üçüncü bir tarafa ilk devri veya bir faaliyetin (veya onun bir kısmının) bir üçüncü taraf
hizmet sağlayıcısından başka birine ilave devri olabilir; ki bu, bazen “taşerona verme” olarak
anılır. Bazı ülkelerde, ilk dışarıdan temin de, taşerona verme olarak anılmaktadır.
Firmalar, bu ilkeleri, dışarıdan temin tanımına giren faaliyetlere uygularken, birkaç
faktörü gözönüne almalıdırlar. Birinci olarak, bu ilkeler, dışarıdan temin edilen faaliyetin,
firmanın işi açısından önem derecesine göre uygulanmalıdırlar. Bu faaliyetin önemli olmaması halinde bile, dışarıdan hizmet temin eden kuruluş, bu ilkeleri uygulamanın uygunluğunu ele
almalıdır. İkinci olarak, dışarıdan hizmet temin eden kuruluş ile hizmet sağlayıcısı arasındaki
bağlı kuruluş ilişkisini veya diğer ilişkiyi düşünmelidirler. Dışarıdan Temin İlkelerini bağlı
kuruluşlara uygulamak gerekli olmakla birlikte, onları, grup içindeki dış temine ilişkin farklı
risk dereceleri potansiyelini gözönüne alacak şekilde değiştirerek benimsemek uygun olabilir.
Üçüncü olarak, firma, hizmet sağlayıcısının, bağımsız denetime tabi bir düzenlenen kuruluş
olup olmadığını gözönüne almalıdır.
Bu tanıma göre, dışarıdan temin, satınalma sözleşmelerini kapsamayacaktır; ancak, dışarıdan teminde olduğu gibi, firmalar, satınalmakta oldukları şeyin, düşünülen amaca uygun
olmasını temin etmelidirler. Diğer tanımların yanı sıra, satınalma, satınalan firmanın, müşterilerine ilişkin olan, halka açık olmayan mülkiyet altındaki bilgiler veya kendi iş faaliyetleri
ile ilgili diğer bilgiler devredilmeksizin, bir satıcıdan hizmet, mal veya tesisler iktisap edilmesi olarak tanımlanmaktadır.
Bu dokümanda, düzenlenen kuruluş, bir düzenleyici tarafından, düzenlenen bir faaliyet
için yetkili kılınan kuruluş olarak anılacaktır. Bu dokümanda belirtilen ilkeler, böyle kuruluşları hedeflemektedir.
Üçüncü taraf veya hizmet sağlayıcısı, düzenlenen kuruluş adına, dışarıdan temin edilen faaliyeti üstlenen kuruluş olarak anılmaktadır.
Düzenleyici terimi, firmalara, herhangi bir düzenlenen faaliyeti üstlenme izni veren ve
o faaliyeti denetleyen tüm denetleyici ve düzenleyici makamlar olarak anılmaktadır.
4. Endüstri Uygulamasındaki Gelişmeler ve Motivasyon
Kanıtlar, esas olarak anekdot niteliğinde ve kısmi nitelikte olmakla birlikte, son yıllarda dışarıdan temin faaliyetinin hızla büyüdüğüne işaret etmektedir.
Örneğin, Deloitte, 2004’ten itibaren beş yıl içinde, ABD mali hizmetler endüstrisinden
356 milyar doların kıyı bölgelerinden temin edileceğini tahmin etmiştir3. Deloitte’ye göre, bu,
bu endüstrinin güncel maliyet tabanının yüzde 15’ini temsil etmektedir. Dışarıdan Temin
Enstitüsü, çeşitli şirketlere ve kuruluşlara dışarıdan temin faaliyetlerine ilişkin anketler uygulamıştır. Bu Enstitünün 5. Yıllık Dışarıdan Temin Endeksine göre, anketi yanıtlayanlar tarafından dışarıdan temin edilmekte olan faaliyetler, aşağıdakileri içermektedir:
Grafik 1, BT (bilgi teknolojisi) ile ilgili hizmetlerin, en sık olarak dışarıdan temin edildiğini göstermektedir; ki bu, diğer çalışmalardan edinilen tecrübe ve Ortak Forum üyelerinin kendi tecrübeleri ile uyumludur. Bir tahmine4 göre, 2003 yılında küresel olarak BT için
harcanan 340 milyar doların, 120 milyar doları veya üçte biri, üçüncü taraflara emanet edilmiştir. Ancak, bu grafik ayrıca, insan kaynakları ve finansman da dahil olmak üzere şimdi dı76
Bankacılar Dergisi
şarıdan temin edilmekte olan diğer faaliyetlerdeki büyümeyi de göstermektedir. Bu büyüme,
belirli görevlerin dışarıdan temin edilmesinden, dışarıdan stratejik hizmet teminine doğru bir
büyüme şeklinde gelişen bir eğilimin bir parçası olarak görülebilir (aşağıdaki dışarıdan temin
eğilimlerine bakınız).
Grafik 1: Dışarıdan Temin Edilen Faaliyetler
1.
2.
3.
4.
5.
6.
7.
8.
9.
10.
Taşıma
Emlak/Tesis Yönetimi
Satış/Pazarlama
İrtibat/Çağrı Merkezleri
İmalat
İnsan Kaynakları
Finansman
Dağıtım ve Lojistik
İdare
Bilgi Teknolojisi
Grafikte sonuçlar yukarıdan aşağıya aynı sıralamayla verilmiştir.)
Kaynak: Dışarıdan Temin Enstitüsü, 5. Yıllık Dışarıdan Temin Endeksi
Dışarıdan temin için zorlayıcı birçok nedenler vardır; ki bunların en azından birisi,
hizmetlerin, belirli bir işlemsel alanda ölçek ekonomisi geliştirmeyi başarmış olan bir işletmeciden veya başka bir ülkede daha düşük işçilik maliyetine erişebilen bir işletmeciden temin
edilmesi suretiyle önemli maliyet tasarrufu potansiyelidir. Belirli faaliyetlerin dışarıdan temini
için verilen ana nedenler, bir sonraki sayfada yer alan tabloda belirtilmektedir.
Grafik 2: Dışarıdan Temin Nedenleri
1.
Yönetimi zor olan veya kontrol dışı fonksiyon
2.
Kıyı bölgesi imkanlarından yararlanmak
3.
Riskleri paylaşmak
4.
Pazarlama süresini azaltmak
5.
Yeniden tasarlama yararlarını hızlandırmak
6.
Kurum içinde mevcut olmayan kaynaklar
7.
Dünya çapında imkanlara erişmek
8.
Kaynakları, diğer projeler için serbest bırakmak
9.
İşletme giderlerini azaltmak ve kontrol etmek
10.
Şirketin odaklanmasını iyileştirmek
(Grafikte sonuçlar yukarıdan aşağıya aynı sıralamayla
verilmiştir.)
Kaynak: Dışarıdan Temin Enstitüsü – 5. Yıllık Dışarıdan Temin Endeksi 2004
77
Basel Bankacılık Denetim Komitesi
Avrupa Merkez Bankası, tarafından dışarıdan temin nedenlerine ilişkin bir anket yapmış olup, AB için coğrafi bakımdan daha belirgin ayrıntılar mevcuttur.
Grafik 3: AB Bankalarının Dışarıdan Temin Nedenleri (Yüzde)
Maliyeti düşürmek
Yeni teknolojiye/daha iyi yönetime erişim
Temele odaklanma
Ölçek ekonomileri
Kaynakları serbest bırakmak
Kalite/hizmet
Değişim/esneklik
Kaynak: Avrupa Merkez Bankası 2004
Dışarıdan teminin önemi, üç mali sektörde artmış olmakla birlikte, dışarıdan temin
kalıpları, her sektörde aynı değildir. Özellikle fon yönetimi ve sigorta sektörleri, bir süredir,
temel fonksiyon sayılabilecek olan faaliyetleri dışarıdan temin etmektedirler. Bunlar, aşağıdakileri içermektedir:
-
Yatırım yönetimi: Birçok sigortacı ve fon yöneticisi, şimdi yatırım yönetimi hizmetini
dış taraflardan ve/veya ilgili grup kuruluşlarından temin etmektedirler.
Birim fiyatlama ve emanet: Birçok durumlarda, birim bağlantılı fonlar ve ürünler ile
ilgili birim fiyatların belirlenmesi ve emanet (koruma) düzenlemeleri ile ilgili hizmetler, üçüncü taraflardan temin edilmektedir.
Aracılık yüklenimi ve hasarların ödenmesi: bazı aracılık yüklenicileri, sigorta aracılarının, kendi adlarına belirli aracılık yüklenimi risklerini kabul etmelerine ve hasar taleplerini işleme koymalarına izin vermektedirler.
Bu eğilim için gerçek nedenler vardır (yeni bir pazara girerken temel uzmanlığın önemi ve ölçek ekonomisinin yararları gibi); fakat Ek A’daki Olay İncelemesi 3’te gösterildiği
gibi, düzenlemeler yine de yanlış yönde gelişebilir.
5. Dışarıdan Temin ile İlgili Güncel Eğilimler
Mali firmalar, yakın geçmişte görülen derecede olmamakla birlikte, uzun bir süredir
dışarıdan temin düzenlemelerine girmişlerdir. Örneğin, menkul kıymetler endüstrisinde, firmalar, 1970’lerden beri, kayıtların basılması ve saklanması gibi katiplik işlerine benzeyen faaliyetleri dışarıdan temin etmişlerdir. Bu, maliyet tasarrufu nedeniyle yapılmıştır.
Teknoloji geliştikçe, bilgi hizmetlerinin dışarıdan temini daha yaygın hale gelmiştir.
1980’lerde ve 1990’larda böyle işlemler büyük çaplı olma eğilimindeydi ve genellikle, mali-
78
Bankacılar Dergisi
yete ve hızla gelişen teknolojide günceli yakalamanın önemine dayalı olarak, tüm BT bölümlerinin dışarıdan teminini içermekteydi.
Müteakiben, insan kaynakları gibi daha stratejik alanlarda dışarıdan teminin arttığı görüldü ve bazen, “ticari işlem hizmetinin dışarıdan temini” (BPO), yani, bir ticari hattın veya
işlemin, uçtan uca tümüyle dışarıdan temin edilmesi eğilimi gözlendi. BPO’lar ayrıca şu anlama gelmektedir: dışarıdan hizmet temin eden ile üçüncü taraf arasındaki ilişki, üçüncü taraf,
geleneksel bir tedarikçiden ziyade bir stratejik ortak haline geldikçe, biraz değişmektedir.
Dışarıdan temin konusunda ivme kazanmış görünen diğer bir önemli eğilim, “kıyı
bölgelerinden mal ve hizmet teminidir”, yani faaliyetlerin, ulusal sınırların dışından temin edilmesidir. Birçok holding şirket, işlemlerin işlemden geçirilmesini ve çağrı merkezlerini kıyı
bölgelerinde konuşlandırmak suretiyle, küresel verimlilikler yaratmaya çalışmaktadırlar. Bu
düzenlemeler bazen ilişkili olmayan taraflarla yapılmakta, diğer durumlarda ise, dışarıdan temin firması, hizmetler sağlamak için kendi kıyı üssünü kurmaktadır (yani, bir yan şirket vasıtasıyla).
Sadece Hindistan’da, bir dizi kuruluş, aşağıdaki tabloda yer alan örnek firmalar ile
gösterildiği şekilde, dışarıdan temin düzenlemeleri tesis etmişlerdir. (Yaklaşık personel sayıları, parantez içinde belirtilmektedir.)
Tablo 1: 2003’te Hindistan’daki Mali Hizmetler Şirketleri
ABN Amro (300+)
Axa (380)
Deutsche Bank (500)
HSBC (2000)
Mellon Financial (240)
Standard Chartered (3,000)
Amex (1000+)
Citigroup (3,000)
GE (11,000)
JP Morgan Chase (480)
Merrill Lynch (350
Kaynak: Federal Reserve Sisteminin Governörler Kuruluna Deloitte’nin sunuşu, Bankalar Tarafından
Kıyı Bölgelerinden ve Sınır Ötesi Dış Hizmet Temini, 30 Mart 2004.i
Anekdot niteliğindeki kanıtlar, Çin, Malezya ve Filipinlerin de arzu edilen dışarıdan
temin yerleri olarak görüldüklerini ima etmektedir.
Deloitte tarafından hazırlanan bir 2004 raporuna5 göre, bu on yıl boyunca, kıyı bölgelerinden mal ve hizmet temini artmaya devam edecektir. Bu rapordaki tahmine göre, kıyı tesislerine sahip olan küresel mali hizmet şirketlerinin yüzdesi, 2002’de yüzde 29’dan, 2003’te
yüzde 67’ye çıkmıştır. Raporda ayrıca, 2005 yılına kadar, endüstri maliyetlerinin 210 milyar
dolar kadarının kıyı bölgelerinde olacağı ve 2010 yılında bunun 400 milyar dolara veya endüstrinin toplam maliyet tabanının yüzde 20’sine çıkacağı tahmin edilmektedir.
Bu raporda, büyük firmaların yüzdesinin, küçük firmalara kıyasla önemli ölçüde daha
yüksek olduğu ve firmaların, gittikçe, kıyı bölgelerinde kendi operasyonlarını kurmakta oldukları ve bu eğilimin, dışarıdan teminin kendisindeki büyümeden ayırt edildiği not edilmektedir.
Pratik seviyede, kıyı bölgelerinden hizmet teminindeki bu büyüme, “ülke riskinin” düzenli olarak izlenmesi ihtiyacına yol açmıştır; ki bu, şu anlama gelmektedir: dışarıdan hizmet
temin eden bir kuruluş, bir hizmet sağlayıcısı ile akdi ilişkiye sahip olduğu ülkedeki yabancı
hükümetin politikalarını ve siyasi, sosyal, ekonomik ve hukuki durumları izlemeye ihtiyaç
79
Basel Bankacılık Denetim Komitesi
duyacaktır. O ayrıca, uygun beklenmeyen durum planları ve çıkış stratejileri de geliştirmelidir. Kuruluş, işin devamı ile ilgili meseleleri ele alma ihtiyacının bir parçası olarak, uç durumlarda proseslerin hızla ana vatana geri döndürülüp döndürülemeyeceğini düşünmelidir.
6. Düzenleyici Gelişmeler
Düzenleyiciler, dışarıdan hizmet temininin, hem ulusal, hem de uluslararası seviyede
ortaya çıkardığı meseleleri tanımışlardır. Ortak Forum, tüm mali sektörler için geçerli olan bu
ilkeler takımının geliştirilmesinde, birtakım diğer uluslararası çalışma gruplarıyla irtibat kurmuşlardır. Diğer uluslararası çalışma akımları arasında aşağıdakiler yer almaktadır:
-
Ortak Forum, menkul kıymet şirketlerine yönelik bir dizi dışarıdan temin ilkesi üretmiş
olan IOSCO daimi komitesi ile yakın bir şekilde çalışmıştır. Bu iki ilkeler takımı, birbirini
tamamlayıcı şekilde tasarlanmakta olup, Ortak Forum, tüm sektörler için bir temel işlevi
görebilecek olan yüksek seviyeli ilkeler takımı sağlamakta ve bunlar, IOSCO’nun sektöre
özgü ilkeleri ile desteklenmektedir.
-
Basel Komitesi ve IAIS, gelişmekte olan dışarıdan temin uygulamalarını ve düzenleyici
tepkileri izlemektedir.
-
Avrupa Bankacılık Denetleyicileri Komitesi (CEBS), “Groupe de Contact” tarafından
başlatılan çalışmayı daha ileriye götürmüştür. O, Nisan 2004’te halkla istişare konusunda
dışarıdan hizmet temini ile ilgili bir dizi ilke yayınladı.
-
Avrupa Menkul Kıymetler Düzenleyicileri Komitesi (CESR), Mali Araçlar Direktifine
Dahil Pazarlar (MIFID) içindeki dışarıdan temin ile ilgili AB mevzuatının uygulaması konusunda tavsiye geliştirmektedir. İstişare döneminin ardından, MFID’nın 2006 yılı ortalarında uygulanması beklenmektedir.
-
Avrupa Sigorta ve Mesleki Emekli Aylıkları Denetçileri Komitesinin (CEIOPS) de bu alanla ilgilenmesi muhtemeldir.
Birtakım ulusal düzenleyiciler, halihazırda, dışarıdan temin ile ilgili standartlara veya
mevzuat kontrollerine sahiptirler. Ulusal yaklaşımlara ilişkin geniş bir örnek, aşağıda yer almaktadır:
Tablo 2: Dışarıdan Temin ile ilgili Ulusal Yaklaşımlar
Avustralya
Bankalar için dışarıdan temin ile ilgili standartlar, 1 Temmuz 2002’den itibaren
geçerli olmak üzere uygulamaya konulmuştur. Sigorta sektörüne, onların resmen
uygulamaya konulmasına kadar, onların da bu standartlara uymalarının beklendiği
bildirilmiştir.
Belçika
Haziran 2004’te, CBFA, CEBS istişari belgesine dayalı olarak, hem bankacılık,
hem de yatırım hizmetleri sektörü için bir ortak yol gösterici genelge yayınladı.
Bunların sigorta sektöründe uygulanması için istişare başlatılmıştır.
Kanada
Mayıs 2001’de, OSFI, dışarıdan temin ile ilgili beklentileri belirten kılavuz ilke B10’u uygulamaya koydu. Bu kılavuz ilkenin revize edilen bir şekli, Aralık 2003’te
yayınlandı. Federal olarak düzenlenen tüm kuruluşların, 15 Aralık 2004’e kadar,
revize edilen bir kılavuz ilkeye uymaları beklenmekteydi.
Fransa
2005’in başlarında, kredi kuruluşlarındaki ve yatırım firmalarındaki iç kontrol ile
80
Bankacılar Dergisi
ilgili yönetmelik 97-02 uygulamaya konuldu. Bu hükümler, önemli olan ve olmayan dışarıdan temini kapsamakta ve “temel” faaliyetlerin dışarıdan teminine özgü
gereksinimleri belirtmektedir. Dışarıdan temin, yazılı bir sözleşme ile tesis edilmeli ve bu sözleşme, mali kuruluş ve Komisyon bankeri tarafından yerinde ziyaretler yapılmasına izin vermelidir. Dışarıdan temin edilen faaliyetler ve onlara
ilişkin riskler, yönetim kuruluna verilen raporların bir parçasını oluşturmalıdır.
Almanya
Aralık 2001’de, Alman makamları, tüm kredi kuruluşlarını ve mali hizmet kurumlarını kapsayan kılavuz ilkeler yayınladılar. Bu kılavuz ilkeler, dışarıdan temin
gereksinimlerini tarif etmektedir. Buna göre, operasyonel faaliyetlerin dışarıdan
temininin, (1) böyle iş veya hizmetlerin düzenliliğini, (2) yöneticilerin faaliyetleri
yönetme ve izleme yeteneğini veya (3) BaFin’in kendi yetkisi altındaki kredi kurumlarını denetleme ve izleme yeteneğini zaafa uğratmaması temin edilmelidir.
Japonya
Nisan 2001’de, Bank of Japan, mali kuruluşlar için, dışarıdan temin ile ilgili risk
yönetimi beklentisini belirten bir uygulama belgesi yayınladı.
Mali Hizmetler Kurumu, mali kuruluşlar için teftiş elkitapları yayınlar. Bu elkitaplarında, dışarıdan temin düzenlemeleri için, risk yönetimi kontrol noktaları
tespit edilir.
Hollanda
1 Nisan 2001’de, De Nederlandsche Bank (kredi kuruluşlarının basiretli denetçisi)
Organizasyon ve Kontrol Yönetmeliğini yayınladı. Bu yönetmeliğin 2.6. bölümü,
iş süreçlerinin (veya onların bileşenlerinin) dışarıdan temini ile ilgilidir. 1 Şubat
2004’te, Pensionen & Verzekeringskamer (Hollanda Emekli Aylığı ve Sigorta
Denetim Kurumu) (sigorta şirketlerinin ve emekli aylığı fonlarının basiretli denetçisi), Sigorta Şirketleri tarafından Dışarıdan Hizmet Temini Yönetmeliğini yayınladı.
İsviçre
Ağustos 1999’da, İsviçre Federal Bankacılık Komisyonu (SFBC), bankalar ve
menkul kıymet firmaları için SFBC’nin izni olmaksızın dışarıdan hizmet teminine
izin veren “Dışarıdan Temin Kılavuz İlkelerini” uygulamaya koydu.
Bu kılavuz ilkelere uyum, yıllık dış denetime tabidir. Dışarıdan temin, yazılı bir
sözleşme ile tesis edilmelidir ve bir mali kurumun iç kontrol sistemi kapsamında
dışarıdan temin edilen faaliyetlerin entegre edilmesini gerektirmektedir. Bir dışarıdan temin sözleşmesi, mali kurumlar, onun iç ve dış denetim firması ve SFBC
tarafından ziyaretler ve kontroller yapılmasına açıkça izin vermelidir.
Yönetim kurulunun fonksiyonları ve mali kurumun yönetiminin merkezi fonksiyonları için dışarıdan hizmet teminine izin verilmemektedir.
Birleşik Krallık
Denetim Otoritesi FSA, bankalara yönelik Ara Basiretli Kaynak Kitabında, bankalar ve konut kredisi veren mali kuruluşlar için kılavuz ilkeleri belirtmektedir.
Sigortacılara yönelik olan Ara Basiretli Kaynak Kitaptaki kılavuz ilke not P3, aynı
konuyu kapsamaktadır.
Bu kılavuz ilkeler, önemli olan ve olmayan dışarıdan temini kapsamakta; fakat
dışarıdan önemli hizmet teminine ağırlık vermektedir. Bir firma, önemli bir dışarıdan temin düzenlemesine girmeden önce, daima FSA’ya bilgi vermelidir.
Aralık 2004’te, FSA elkitabına yeni bir fasıl olan SYSC 3A.7’de yeni kılavuz ilkeler uygulamaya konulacaktır.
ABD (Menkul Kıymetler
Firmaları)
Genel olarak, menkul kıymet düzenleyicilerinin, dışarıdan hizmet temini meydana
gelmeden önce geleneksel olarak menkul kıymet firmalarının bünyesinde yer alan
belirli süreçlerin ve prosedürlerin dışarıdan temin edilmesine itiraz etmemeleri
gerekmektedir.
New York Menkul Kıymetler Borsasının (ki birçok büyük firma bu borsanın üye-
81
Basel Bankacılık Denetim Komitesi
sidir) 342, 346 ve 382 no.lu kuralları, dışarıdan hizmet teminini, tümüyle veya
sadece düzenlenen kişilere yönelik olarak sınırlandırdığı veya engellediği şeklinde
yorumlanmıştır.
1934 tarihli Menkul Kıymetler Borsası Kanunu, herhangi bir kişi veya kuruluşun,
önce ABD Menkul Kıymetler ve Borsa Komisyonuna kaydolmaksızın, başkalarının hesabına menkul kıymet işlemleri yapma işi ile iştigal etmesini genel olarak
yasaklamaktadır. “Başkalarının hesabına menkul kıymet işlemleri yapma işi ile
iştigal etme” ifadesi, geniş olarak, birçok faaliyeti içerdiği şeklinde yorumlanmıştır.
ABD (Bankalar)
ABD mali kuruluşları ile ilgili beş düzenleyici kurumun şemsiye örgütü olan
FFIEC, bankaların, BT ile ilgili dışarıdan temin ilişkilerine ilişkin risk yönetimi
görevlerini açıklamak ve inceleyicilere yol göstermek amacıyla, bir dizi kılavuz
ilkeler ve bültenler yayınlamıştır. Son güncellemeler, üçüncü taraf ilişkilerinde
bilgi güvenliği risklerini ele almaktadır. Dışarıdan temin konusunda temel güncel
ABD banka düzenleme rehberliği, aşağıdakileri içermektedir:
OCC Bülteni 2001-47, Üçüncü Taraf İlişkileri: Risk Yönetimi İlkeleri (Kasım
2001).
Dışarıdan Temin Edilen Teknoloji Hizmetlerinin Risk Yönetimi ile ilgili FFIEC
Rehberliği (Kasım 2000).
FDIC’nin şu üç teknoloji bülteni: Hizmet Sağlayıcısının Seçimi için Etkin Uygulamalar; Teknoloji Sağlayıcısının Performans Riskini Yönetme Araçları: Hizmet
Seviyesi Anlaşmaları; ve Çoklu Hizmet Sağlayıcılarını Yönetme Teknikleri (Haziran 2001).
Teknoloji Hizmet Sağlayıcısı ilişkilerinin denetimine ve yönetimine riske dayalı
bir denetim yaklaşımını özetleyen “Teknoloji Hizmet Sağlayıcılarının Denetimi
Kitapçığı” (Mayıs 2003) başlıklı FFIEC BT Elkitabı.
2004 yılının ortalarında, ABD banka denetçileri, Teknoloji Hizmetlerinin Dışarıdan Teminine ilişkin FFIEC BT İnceleme Elkitabının güncellenmiş bir şeklini
sonuçlandırdılar. Bu elkitabı, BT hizmetinin dışarıdan teminini tesis etmek, yönetmek ve izlemek üzere, bir mali kuruluşun risk yönetimi süreçlerinin değerlendirilmesinde inceleyicilere yardımcı olacak rehberlik ve inceleme prosedürleri
sağlayacaktır.
ABD (Sigorta)
ABD’de, sigortacılar tarafından faaliyetlerin dışarıdan temin edilmesi, eyalet sigorta denetçileri tarafından çeşitli şekillerde ele alınmaktadır. Elzem fonksiyonların dışarıdan temin edilmesi, denetçiye verilen ilgili yasal yetki vasıtasıyla ele
alınmaktadır. Bunun örnekleri arasında, genel temsilcilerin ve üçüncü taraf idarecilerin yönetimine ilişkin kanunlar yer almaktadır. (NAIC Genel Temsilcileri Yönetme Modeli Kanunu, Üçüncü Taraf İdareci Modeli Kanununda belirtilmektedir).
Dışarıdan temin edilen diğer faaliyetler, yerinde piyasa davranışını inceleme sürecinde ele alınacaktır; ki burada, bir şirketin iş kontrolleri incelenecektir (yani, hasar taleplerinin işleme konulması veya yatırım yönetimi) ve adil olmayan hasar
tasfiyesini ve adil olmayan ticari uygulamaları önlemek için, ihlaller, denetçinin
yetkisi vasıtasıyla ele alınacaktır.
NAIC Piyasa Düzenleme ve Tüketici İşleri (D) Komitesi, halihazırdaki düzenleme
yetkisinin, sigorta şirketlerinin üçüncü taraf hizmet sağlayıcılarını kullandığı belirli alanlara uzanmadığı durumları ele almak için, bir Üçüncü Taraf Satıcı Çalışma Grubu oluşturmuştur. Bu Grubun, NAIC’ın Piyasa Davranışları İnceleyicileri
Elkitabına dahil edilmek üzere tavsiyeler üretmesi beklenmektedir.
82
Bankacılar Dergisi
7. Dışarıdan Hizmet Temininin Temel Riskleri
Belirli faaliyetlerin dışarıdan temin edilmesi bir mali hizmet kuruluşuna birtakım yararlar sağlayabilirken, etkin bir şekilde yönetilmesi gereken birtakım riskler vardır. Bu temel
risklerin bazıları, aşağıdaki tabloda eşleştirilmektedir.
Tablo 3: Dışarıdan Hizmet Teminindeki Bazı Temel Riskler
Risk
Stratejik Risk
İtibar Riski
-
Uyum Riski
-
Operasyonel Risk
-
Risk
Çıkış Stratejisi Riski
-
Karşı Taraf Riski
Ülke Riski
Akdi Risk
Erişim Riski
-
Yoğunlaşma ve
Sistem Riski
1.
2.
Ana Kaygılar
Üçüncü taraf, düzenlenen kuruluşun genel stratejik hedefleriyle tutarsız olan
faaliyetleri, kendi adına yürütebilir.
Dışarıdan hizmet sağlayıcısının uygun bir şekilde denetlenmemesi.
Hizmet sağlayıcısını denetlemek için yetersiz uzmanlık.
Üçüncü taraftan kötü hizmet alınması.
Müşteriyle etkileşimin, düzenlenen kuruluşun genel standartlarıyla tutarlı
olmaması.
Üçüncü tarafın uygulamalarının, düzenlenen kuruluşun belirtilen uygulamalarına (ahlaki veya başka şekilde) uygun olmaması.
Gizlilik kanunlarına uyulmaması.
Tüketici ve basiretli davranış ile ilgili kanunlara yeterince uyulmaması.
Dışarıdan hizmet sağlayıcının, uyum sistemlerinin ve kontrollerinin yetersiz
oluşu.
Teknoloji arızası.
Yükümlülükleri yerine getirmek ve/veya telafi sağlamak için yetersiz mali
kapasite.
Hile veya hata.
Ana Kaygılar
Firmaların, teftiş yapmayı zor/pahalı görme riski
Uygun çıkış stratejilerinin yerleştirilmemiş olması riski. Bu, şunlardan ortaya
çıkabilir: tek bir firmaya aşırı dayanma, kurumda ilgili becerilerin kaybedilmesi ve bunun, onu bu faaliyeti tekrar kurum içine getirmesini engellemesi ve
hızlı bir çıkışı, yasaklayacak kadar pahalı hale getiren sözleşmeler.
Personel eksikliği veya entellektüel mazinin kaybı nedeniyle hizmetleri ana
vatana geri getirme yeteneğinin sınırlı olması.
Uygun olmayan aracılık yüklenimi veya kredi değerlendirmeleri.
Alacakların kalitesi azalabilir.
Siyasi, sosyal ve hukuki ortam, ilave risk yaratabilir.
İşin devamı ile ilgili planlamanın daha karmaşık olması.
Sözleşmeyi uygulamaya koyma yeteneği.
Kıyı bölgelerinden hizmet temini için, geçerli hukuk seçimi önemlidir.
Dışarıdan temin düzenlemesi, düzenlenen kuruluşun, düzenleyicilere zamanında veriler ve diğer bilgiler vermesini engellemektedir.
Düzenleyicinin, dışarıdan hizmet sağlayıcısının faaliyetlerini anlaması daha
güçtür.
Tüm endüstrinin, dış hizmet sağlayıcısında önemli riski vardır. Bu yoğunlaşma riskinin, aşağıdakileri içeren birtakım yönleri vardır:
Münferit firmaların hizmet sağlayıcısı üzerinde kontrole sahip olmaması
Endüstrinin tümü açısından sistem ile ilgili risk.
8. İlkelere Yaklaşım Meseleleri
Tanım: Ortak forumun çalışma grubu (grup) dışarıdan teminin yeterli bir tanımını hazırlarken epeyce tartıştı. Temel kaygı meseleleri, su veya büro mobilyası gibi, normal olarak
mali denetçilerin yetki alanı dışında olan görevlerin kapsanmasından kaçınmanın önemi kabul
83
Basel Bankacılık Denetim Komitesi
edilirken, bu tanımın mümkün olduğu kadar geniş ve kısa tutulmasıydı (bu hizmetlerin denetçileri ilgilendirebileceği teorik fakat uç senaryolar üretmek mümkün olmasına rağmen). Bu
amaçla, grup, Avrupa Bankacılık Denetçileri Komitesi (CEBS) ve Uluslararası Menkul Kıymetler Komisyonları Örgütü (IOSCO) tarafından yapılan çalışmadan epeyce yararlandı. Bu
ikincisi, grubun, düzenlenen bir kuruluşun sürekli olarak üstlenmesini beklediği faaliyetleri
özetlemek suretiyle, pozitif bir yaklaşımın tespit edilmesine yardımcı oldu. İlki ise, grubun,
hariç tutulması gereken temel satınalma sözleşmeleri ile ilgili anlayışının tanımlanmasında
yardımcı oldu.
Yan Şirketler: Grup, bu tanımın, yan şirketlerden hizmet alımını içerip içermemesi gerektiğini tartıştı. Grup, oybirliğiyle, dahil edilmesi gerektiğine karar verdi. Ancak grup, kendileri düzenleyici veya diğer yasal amaçlarla kurulmuş olabilen yan şirketleri kapsayacak ilkelerin belirtilmesi konusunda dile getirilen kaygıları kabul etmektedir. Bu kaygı, Ortak Forumun istişare uygulaması esnasında defalarca dile getirildi ve bunun bir sonucu olarak, ek bir
yolgösterici metin, tanıma dahil edildi. Burada belirtilen önerilerin, yan şirketler için zaten
uygulanıyor olmasının çok muhtemel olması düşüncesi, grubu biraz rahatlattı.
Maddilik: Grup, maddi olan ve olmayan faaliyetler arasında ayrım yapmanın ve maddilik seviyesine göre farklı uyum seviyeleri olmasının faydasını tartıştı. Başlangıçta, maddiliğin farklı sektörler ve ülkelerde farklı anlamlara geleceği kabul edilerek, bu yol seçilmedi.
Ancak, istişare çalışmamızın bir sonucu olarak, maddilik seviyesinin dikkate alınması gerektiğini açıklayan bir ifadenin dahil edilmesi kararlaştırıldı, fakat bunun kesin tanımı ulusal makamların takdirine bağlıdır. Ortak Forum, her durumda, ilkelerin, firmaları, kendi risk yönetim süreçlerinin belirlenmesinde maddilik seviyesini dikkate almaya teşvik ettiklerini ve buna
yardımcı olmak için bazı esaslar verdiklerini not etti.
Firma yönetiminin sorumluluğu: Ortak Forum, ilkelerde, firmaların üst yönetiminin
– dışarıdan temin edilen veya edilmeyen – bütün faaliyetlerden sorumlu olmalarının vurgulanması gerektiği görüşünde birleşti. İstişare sürecinde alınan görüşlerin bir sonucu olarak,
dışarıdan temin eden firmanın açıkça tanımlanmış rolleri ve sorumluluklarıyla uygun bir yönetişim yapısının hizmet sağlayıcı ile anlaşma yapılmadan önce ve yapıldıktan sonra mevcut
olması gerektiğini açıklayan bir metin III. İlkeye eklendi.
Belirli faaliyetlerin yasaklanması: Bazı temel faaliyetlerin dışarıdan temin edilmesini
yasaklamanın faydası ve uygulanabilirliği konusunda tartışma yapıldı. Ancak, bu ilkelerin geniş kapsamı ve kendileri için tasarlanmış oldukları sektörlerdeki farklılıklar göz önüne alınarak, sınırlayıcı bir yaklaşım kabul edildi. Buna göre, bazı faaliyetlerin dışarıdan temin edilmesini yasaklamak için Ortak Forum ilkeleri üzerinde daha ayrıntılı sektörel ilkeler oluşturulabileceği dikkate alınarak, belirli herhangi bir faaliyet yasaklanmayacaktı.
Sistemik konular: Bu ilkeler mikro firma seviyesinde dışarıdan temin risklerine karşı
tasarlanmış olsalar da, Ortak Forum, dışarıdan temin etmenin yaratabileceği sistemik konuların risklerinin tamamıyla bilincindeydi. Bu amaçla, grup, üçüncü taraf sağlayıcılarında yoğunlaşma risklerinin ve oradaki sistemik risklerin izlenmesinde denetleyicilere yardım etmek
için özel bir ilke dahil etmek gerektiğini düşündü.
9. Yol Gösterici İlkeler
Ortak Forum aşağıdaki yüksek seviyeli ilkeleri geliştirdi. Bölüm ikide bir özet bulunabilir.
84
Bankacılar Dergisi
I. Faaliyetleri dışarıdan temin etmeyi düşünen bir düzenlenen teşkilat, bu faaliyetlerin dışarıdan temin edilebilirliği ve uygun şekilde nasıl temin edilebileceği konusundaki değerlendirmeye yol göstermek üzere kapsamlı bir politikaya sahip olmalıdır.
Yönetim kurulu veya buna eşdeğer organ, dışarıdan temin politikası için sorumluluğu
ve bu politika çerçevesinde girişilen faaliyetler için genel ilgili sorumluluğu elinde tutar.
Faaliyetlerin dışarıdan temin edilmesi öncesinde, bir düzenlenen teşkilat, dışarıdan
temin hakkında kararlar verilmesi için özel politikalar ve kriterler oluşturmalıdır. Bunların
içinde, ilgili faaliyetlerin dışarıdan temin edilmeye uygun olup olmadıkları ve ne ölçüde uygun oldukları konusunda bir değerlendirme olmalıdır. Risk yoğunlaşmaları, dışarıdan temin
edilen faaliyetlerin kabul edilebilir genel seviyesi üzerinde sınırlar ve çeşitli faaliyetlerin aynı
hizmet sağlayıcıdan temin edilmesinin riskleri dikkate alınmalıdır.
Bir düzenlenen teşkilat faaliyetlerinden herhangi birini dışarıdan temin etmek isterse,
onun yönetimi, ilgili faydalar ve maliyetler konusunda kapsamlı bir anlayış geliştirmelidir.
Bunun için, teşkilatın temel yetkinlikleri, yönetimsel güçlü ve zayıf tarafları ve müstakbel amaçlar hakkında bir değerlendirme yapılması gerekir.
Düzenlenen teşkilat, dışarıdan temin edilmekte olan faaliyeti etkili biçimde denetleme
kabiliyetini sağlayan politikalara da sahip olmalıdır (bkz. III. İlke). Dışarıdan temin eden firmanın açıkça tanımlanmış rolleri ve sorumluluklarıyla uygun bir yönetişim yapısı, bütün taahhüt sürecinde ve sözleşme döneminde mevcut olmalıdır.
Düzenlenen teşkilat, hem kendi ülkesindeki, hem de yabancı ülkedeki yasal ve düzenleyici gereklere uyma yeteneğini sağlamak için uygun adımlar atmalıdır.
Düzenleyici makamın düzenlenen teşkilatın işini değerlendirme hakkına veya denetleme yeteneğine zarar verecek ise, bir faaliyet dışarıdan temin edilmemelidir (Bkz. III. İlke).
Düzenlenen teşkilatın Yönetim Kurulu (veya buna eşdeğer organı) düzenlenen teşkilatça alınan bütün dışarıdan temin kararlarının ve üçüncü taraflarca taahhüt edilen bütün faaliyetlerin teşkilatın dışarıdan temin politikasıyla uyumlu olmalarını sağlamak için genel sorumluluğa sahiptir. İçsel denetimin rolü de bu açıdan önemli olacaktır.
II. Düzenlenen teşkilat, dışarıdan temin edilen faaliyetlere ve hizmet sağlayıcı ile
ilişkiye yönelik kapsamlı bir dışarıdan temin risk yönetim programı oluşturmalıdır.
Bir dışarıdan temin risk yönetim programı oluşturulması esnasında, bir düzenlenen
teşkilatta dışarıdan temin riskinin değerlendirilmesi birkaç faktöre bağlı olacaktır: dışarıdan
temin edilen faaliyetin kapsamı ve maddiliği; düzenlenen teşkilatın (genel operasyonel risk
yönetimi dahil) dışarıdan temin riskini ne kadar iyi yönettiği, izlediği ve kontrol ettiği; ve
hizmet sağlayıcının operasyonun potansiyel risklerini ne kadar iyi yönettiği ve kontrol ettiği.
Bir risk yönetim programında maddiliğin düşünülmesine yardım edebilecek bazı faktörler arasında şunlar vardır:
-
Bir hizmet sağlayıcının faaliyeti yeterli biçimde gerçekleştirmemesinin düzenlenen teşkilat üzerinde finans, itibar ve operasyon açılarından etkisi;
Hizmet sağlayıcının görevini yapmaması halinde bir düzenlenen teşkilatın müşterilerine
ve onların muhataplarına yönelik potansiyel zararlar;
85
Basel Bankacılık Denetim Komitesi
-
Faaliyeti dışarıdan temin etmenin düzenlenen teşkilatın düzenleyici gereklere ve bunlardaki değişmelere uyma yeteneği ve kapasitesi üzerindeki sonuçları;
Maliyet;
Dışarıdan temin edilen faaliyetin düzenlenen teşkilat içindeki başka faaliyetler ile ilişkisi;
Düzenlenen teşkilat ve hizmet sağlayıcı arasındaki yakınlık veya başka ilişki;
Hizmet sağlayıcının düzenleme statüsü;
Gerekirse alternatif bir hizmet sağlayıcı seçmenin veya iş faaliyetini teşkilatın içine almanın zorluk derecesi ve gerektirdiği süre; ve
Dışarıdan temin düzenlemesinin karmaşıklığı. Örnek olarak, bir uçtan diğer uca bir dışarıdan temin çözümü sunmak için birden fazla hizmet sağlayıcının işbirliği ettikleri bir durumda riskleri kontrol etme yeteneği.
Veri koruma, güvenlik ve başka riskler, bir dış hizmet sağlayıcının coğrafi yerinden
olumsuz etkilenebilir. Bu amaçla, esas ülkenin dışına götürülen dışarıdan temin düzenlemelerine girerken ve onları yönetirken, örneğin, siyasi veya hukuki şartlara ilişkin ülke riskinin
değerlendirilmesinde özel risk yönetim uzmanlığı gerekebilir.
Daha genel olarak, kapsamlı bir dışarıdan temin risk yönetim programında, dışarıdan
temin düzenlemelerinin bütün ilgili yönlerinin devamlı olarak izlenmesi ve kontrol edilmesi,
ve belirli olaylar meydana geldiğinde yapılacak düzeltici eylemlere yol gösteren prosedürler
öngörülmelidir.
III. Düzenlenen teşkilat, dışarıdan temin ile ilgili düzenlemelerin, müşterilere ve
düzenleyicilere karşı yükümlülüklerini yerine getirme yeteneğini azaltmamasını ve düzenleyicilerin etkin denetimine engel olmamasını sağlamalıdır.
Dışarıdan temin düzenlemeleri, müşterinin ilgili kanunlar çerçevesinde telafi elde etme yeteneği dahil, müşterinin düzenlenen teşkilata karşı haklarını etkilememelidir.6
Dışarıdan temin düzenlemeleri, düzenleyici makamın (bir düzenlenen teşkilatın gereğince denetlenmesi gibi) düzenleme sorumluluklarını yerine getirme yeteneğini zayıflatmamalıdır.
IV. Düzenlenen teşkilat, üçüncü taraf hizmet sağlayıcılarının seçiminde uygun
inceleme ve araştırma yapmalıdır.
Bir düzenlenen teşkilat, belirli bir hizmet sağlayıcıyı kullanmak ile bağlantılı potansiyel risk faktörleriyle birlikte, üçüncü taraf hizmet sağlayıcının dışarıdan temin edilen faaliyetleri etkili, güvenilir bir biçimde ve yüksek bir standart ile gerçekleştirme kapasitesi ve yeteneğini – seçim öncesinde – değerlendirmesine imkan veren kriterler geliştirmelidir.
Uygun inceleme ve araştırma şunları içermelidir: (1) dışarıdan temin edilen işi yapmak
için ehliyetli olan ve yeterli kaynaklara sahip hizmet sağlayıcıların seçilmesi; (2) hizmet sağlayıcının düzenlenen teşkilatın faaliyet konusundaki hedeflerini anladığı ve bunlara uyabileceğinden emin olmak; ve (3) hizmet sağlayıcının yükümlülüklerini gerçekleştirmek için mali
sağlamlığını görmek. Coğrafi bakımdan dağınık faaliyetler için hizmet verilmesi gibi özel ihtiyaçlar tespit edilmeli ve benzer erişime veya kabiliyete sahip üçüncü taraflar kullanmak yoluyla karşılanmalıdır.
86
Bankacılar Dergisi
Kriterleri yerine getirmeyen bir hizmet sağlayıcıya, dışarıdan temin yoluyla faaliyetler
yaptırılmamalıdır.
Bir hizmet sağlayıcı dışarıdan temin edilen faaliyeti gerçekleştirmez veya gerçekleştiremez ise, alternatif çözümler bulmak maliyetli veya problemli olabilir. Bu nedenle, geçiş
maliyetleri ve potansiyel iş aksamaları da dikkate alınmalıdır.
Bir faaliyetin yurt dışından temin edilmesi durumunda, göz önünde tutulacak başka
hususlar da vardır. Örneğin, bir olağanüstü durumda, düzenlenen teşkilat, zamanında uygun
karşılıklar vermeyi daha zor bulabilir. Dolayısıyla, bir düzenlenen teşkilatın üst yönetimi,
hizmet sağlayıcının düzenlenen teşkilat için etkili ve verimli biçimde hizmet sağlama yeteneğini olumsuz etkileyebilecek ekonomik, hukuki ve siyasi şartları değerlendirmelidir.
V. Dışarıdan temin ilişkileri, bütün tarafların hakları, sorumlulukları ve beklentileri dahil, dışarıdan temin düzenlemesinin bütün maddi yönlerini açıkça belirleyen yazılı sözleşmelere tabi olmalıdır.
Dışarıdan temin düzenlemeleri, açıkça yazılmış bir sözleşmeye tabi olmalıdır. Bu
sözleşmenin niteliği ve ayrıntıları, düzenlenen teşkilatın mevcut işine göre dışarıdan temin
edilen faaliyetin maddiliğine (önemine) uygun olmalıdır. Yazılı bir sözleşme önemli bir yönetim aletidir ve uygun sözleşme hükümleri, ifa etmeme riskini veya sağlanacak hizmetin
kapsamı, niteliği ve kalitesine ilişkin anlaşmazlık riskini azaltabilir. Bu sözleşmenin bazı temel hükümleri şöyle olmalıdır:
- Sözleşme, uygun hizmet ve performans seviyeleri dahil, hangi faaliyetlerin dışarıdan temin edileceğini açıkça tarif etmelidir. Hizmet sağlayıcının hem nicel, hem nitel bakımdan performans gereklerini karşılama yeteneği önceden değerlendirilebilir olmalıdır;
- Sözleşme, düzenlenen teşkilatın düzenleme yükümlülüklerini karşılamasına ve düzenleyici makamın da düzenleme yetkilerini kullanmasına engel olmamalıdır;
- Düzenlenen teşkilat, dışarıdan temin edilen faaliyet ile ilgili olarak hizmet sağlayıcının
bütün defterlerine, kayıtlarına ve bilgilerine erişebilmelidir;
- Sözleşme, gerekli düzeltici tedbirlerin derhal alınabilmesi için, hizmet sağlayıcının düzenlenen teşkilatça devamlı olarak izlenmesi ve değerlendirilmesini öngörmelidir;
- Gerekli bulunur ise, bir fesih maddesi ve fesih hükmünü işletmek için asgari süreler dahil
edilmelidir. Fesih süresini işletmek için asgari süreler, dışarıdan temin edilen hizmetlerin bir
başka üçüncü taraf hizmet sağlayıcıya transfer edilmesine veya düzenlenen teşkilat içine alınmasına olanak verecektir. Fesih maddesinde, borç ödeyemezlik haliyle veya şirketin biçimindeki diğer önemli değişimlerle ilgili hükümler olmalı ve, düzenlenen teşkilata bilgi iadesi
(bkz. aşağıda VI. ilke) ve sözleşmenin feshinden sonra geçerli olmaya devam eden sair ödevler dahil, fesih sonrasında fikrî mülkiyet sahipliği açıkça belirlenmelidir,
- Dışarıdan temin düzenlemesine özgü olan maddi konular anlamlı bir biçimde düzenlenmelidir. Örneğin, hizmet sağlayıcı yurt dışında ise, sözleşme, taraflar arasındaki ihtilafların
belirli bir ülkenin yasalarına göre çözülmesini öngören yargı yetkisi taahhütleri, anlaşma taahhütleri ve hukuk seçimiyle ilgili hükümler içermelidir;
87
Basel Bankacılık Denetim Komitesi
- Uygun olduğu takdirde, sözleşme, dışarıdan temin edilen bir faaliyetin tamamen veya
kısmen üçüncü taraf hizmet sağlayıcı tarafından alt-yükleniciye devrinin şartlarını içermelidir.
Uygun hallerde, servis verilen veya sunulan bir faaliyetin hizmet sağlayıcı tarafından tamamen veya kısmen alt-yükleniciye yaptırılması düzenlenen teşkilatın onayına tabi olmalıdır.
Daha genel olarak, sözleşme, düzenlenen teşkilata, bir hizmet sağlayıcı başka üçüncü taraflardan hizmet aldığında riskler üzerinde orijinal dış temin düzenlemesinde olduğu gibi kontrol
sürdürebilme olanağını vermelidir.
VI. Düzenlenen teşkilat ve onun hizmet sağlayıcıları, yedek tesislerin periyodik olarak test edilmesi ve felaket telafisi için bir plan dahil, olasılık planları oluşturmalı ve
idame etmelidirler.
Düzenlenen teşkilatlar, olasılık planlamasına yönelik genel bir kurumsal politikaya sahip olmalıdırlar. Bununla birlikte, münferit iş konularında yapıldığı gibi, her dış temin düzenlemesi için daha özel olasılık planları ayrıca geliştirilmelidir. Bir düzenlenen teşkilat, hizmet sağlayıcıdaki bir iş aksamasının veya başka problemin olası sonuçlarını değerlendirmek
ve gidermek için uygun adımlar atmalıdır. Özellikle, hizmet sağlayıcıda olasılık planlarını;
hem düzenlenen teşkilatta, hem hizmet sağlayıcıda olasılık planlarının eşgüdümlenmesini; ve
hizmet sağlayıcının görevini yapmaması halinde düzenlenen teşkilatın olasılık planlarını düşünmelidir.
Hizmet sağlayıcının ve düzenlenen teşkilatın kapsamlı olasılık planlarına sahip olmamasıyla birlikte, tekrarlanan performans sorunları, istenmeyen kredi risklerine, mali zararlara,
iş fırsatlarının kaçırılmasına ve firma itibarıyla ilgili ve yasal sorunlara yol açabilir.
Sağlam bilgi teknolojisi güvenliği bir ihtiyaçtır. Bilgi teknolojisi kapasitesinde bir arıza, düzenlenen teşkilatın diğer piyasa katılımcılarına karşı yükümlülüklerini yerine getirme
yeteneğine zarar verebilir, müşterilerinin mahremiyet haklarını zayıflatabilir, düzenlenen teşkilatın itibarını bozabilir ve, nihai olarak, düzenlenen teşkilatın genel işleyiş risk profili üzerinde etkili olabilir. Düzenlenen teşkilatlar, hizmet sağlayıcıların uygun bilgi teknolojisi güvenliği ve, uygun hallerde, felaket telafi kabiliyetleri idame etmelerini sağlamaya çalışmalıdırlar.
Olasılık planları, performansın kötüleşmesi halinde, alternatif seçeneklerin maliyetlerini dikkate almalıdır. Hizmet sağlayıcının yetersiz hizmet vermesiyle karşı karşıya olduğunda
bir düzenlenen teşkilatın seçenekleri arasında, hizmet sağlayıcının değiştirilmesi, faaliyetin
kurum bünyesine aktarılması veya bazen işten çıkılması bile vardır. Bunlar çok pahalı seçenekler olabilir ve genellikle ancak bir son çare olarak kullanılır. Yine de, bu olasılıklar ve ilgili maliyetler, müzakere sürecinde değerlendirilmeli ve sözleşmede belirlenmelidir. Mevcut
sözleşmeler yenilenirken bu gibi maddeler ilave edilmelidir.
VII. Düzenlenen teşkilat, hem kendisinin, hem de müşterilerinin gizli bilgilerinin
yetkisiz kişilere kasıtlı veya kasıtsız olarak ifşa edilmesini önlemek için, hizmet sağlayıcıları bu türden gizli bilgilerin korunmasıyla yükümlü kılmak üzere uygun adımlar atmalıdır.
Dışarıdan hizmet temin eden bir düzenlenen teşkilat, gizli müşteri bilgilerini korumak
ve bunların yanlış kullanılmadığını veya suiistimal edilmediğini doğrulamak için uygun adımlar atmalıdır. Bu türden adımlar arasında, üçüncü taraf ile yapılan sözleşmede, hizmet
sağlayıcının ve temsilcilerinin, düzenlenen teşkilata veya onun müşterilerine ait özel bilgileri
88
Bankacılar Dergisi
(sözleşme konusu olan hizmetlerin sağlanması için veya düzenleyici ve yasal gerekliliklere
uyulması için gerekli olmadıkça) başkalarına ifşa etmemelerini veya kullanmamalarını öngören hükümlere yer verilmesi olabilir. Düzenlenen bir teşkilat, geçerli olabilecek düzenleyici
veya yasal hükümler dikkate alındığında, müşteri verilerinin bir hizmet sağlayıcıya iletilebileceğini müşterilere bildirmenin uygun olup olmadığını da düşünmelidir.
VIII. Düzenleyici makamlar, dışarıdan hizmet temin etme faaliyetlerini, düzenlenen teşkilata yönelik sürekli değerlendirmenin ayrılmaz bir parçası olarak dikkate almalıdırlar.
Düzenleyici makamlar, dışarıdan hizmet temin etme düzenlemelerinin, düzenlenen teşkilatın düzenleyici gerekliliklere uyma yeteneğine engel olmadıkları konusunda
uygun yollardan kendilerini ikna etmelidirler.
Düzenleyici makamlar, dışarıdan hizmet temin etme faaliyetlerini, bir düzenlenen teşkilata yönelik sürekli değerlendirmenin bir parçası olarak görmelidirler.
Bir düzenlenen teşkilatın dışarıdan temin politikası ve dışarıdan temin risk yönetim
programını değerlendirebilmek ve izleyebilmek için, düzenleyici makamlar, talep üzerine süratli bir şekilde, dışarıdan temin edilen faaliyete ilişkin defterler ve kayıtları (bunlar, ister dışarıdan hizmet temin eden firmanın, ister üçüncü taraf hizmet sağlayıcının elinde olsunlar) ve
dışarıdan temin edilen faaliyetler hakkında ilave bilgileri elde edebilmelidir. Bir düzenleyici
makamın bu defterler ve kayıtlara erişimi dolaysız veya dolaylı olabilir, fakat düzenlenen teşkilat bunlara her zaman dolaysız erişim imkanına sahip olmalıdır. Bunun için, defterler ve kayıtların düzenleyici makamın ülkesinde tutulmaları veya hizmet sağlayıcının, talep edildiğinde, defterler ve kayıtların asıllarını veya nüshalarını düzenleyici makamın ülkesine göndermesi gerektiği öngörülebilir.
Düzenleyici makamlar, dışarıdan temin edilen faaliyetlerin gerçekleştirilmesi konusunda hizmet sağlayıcının defterleri, kayıtları ve bilgilerine erişimi desteklemeye yönelik uygun yönetmelikler ve tedbirler uygulanmasını düşünmelidir. Bu kapsamda, düzenlenen teşkilatların, dışarıdan hizmet temin etme düzenlemelerinde, hizmet sağlayıcının dışarıdan temin
edilen faaliyetler ile ilgili defterleri ve kayıtlarına düzenlenen teşkilatın erişme imkanına ve
bunları denetleme hakkına sahip olmasını ve ayrıca hizmet sağlayıcının, dışarıdan temin edilen faaliyetlere ilişkin defterleri, kayıtları ve diğer bilgileri, talep edildiğinde, düzenleyici makama sunmak ile yükümlü olmasını öngören sözleşme hükümlerine yer vermeleri gerekli tutulabilir.
IX. Çok sayıda düzenlenen teşkilatın dışarıdan temin edilen faaliyetlerinin sınırlı
sayıda hizmet sağlayıcılarda toplaşması durumunda ortaya çıkabilecek riskler düzenleyici makamlarca bilinmelidir.
Sınırlı sayıda hizmet sağlayıcılar (bazen sadece tek bir hizmet sağlayıcı) çok sayıda
düzenlenen teşkilata dışarıdan hizmet temin ettiğinde, operasyonel riskler aynı ölçüde yoğunlaşır ve bir sistemik tehdit yaratabilirler. Öte yandan, çok sayıda üçüncü taraf dışarıdan hizmet
sağlayıcılar, iş devamlılık hizmetleri alanında tek bir hizmet sağlayıcıya bağımlı olurlar ise
(örneğin, ortak bir felaket telafi sahası), bu teşkilatlar içinden birçoğunu etkileyen bir aksama,
iş devamlılık hizmetlerinde bir kapasite yetersizliğine sebep olabilir.
89
Basel Bankacılık Denetim Komitesi
Firmalar daha yüksek verimlilik ve ölçek ekonomileri arayışında dışarıdan hizmet temin etme yöntemini kullandıkça bir tür yoğunlaşma riskinin kaçınılmaz olduğu kabul edilerek, bir düzenlenen teşkilatın dışarıdan temin politikası ve risk yönetim programını değerlendirir ve izlerken, düzenleyici makamlar, yoğunlaşmanın getirdiği potansiyel riskin düzenleyici
teşkilat tarafından nasıl hesaba katıldığına özel dikkat göstermelidir.
Yoğunlaşma riskleri var olmakla birlikte, bunun potansiyel sistemik riskine karşı hafifletici araçlar mevcuttur. Bunlar arasında, esas olarak, düzenlenen teşkilatlar içinde yeterli
olasılık planlaması (bkz. VI. ilke) ve ayrıca, devamlı izleme ve farkındalık programları, denetleyici programlar, risk değerlendirmeleri ve diğer eylemler gibi başka denetleyici hafifletme aletleri vardır.
Ek: A
Olay İncelemesi 1: Alman kredi fabrikası
Almanya’da, gittikçe artan sayıda kredi kurumları, ödünç verme işlemlerini, “kredi
fabrikaları” adıyla bilinen uzmanlaşmış, düzenlenmeyen hizmet sağlayıcılara yaptırmaktadır.
Bu hizmet sağlayıcılar, kredi ve ipotekler ile ilgili arka büro hizmetlerinde uzmanlaşmıştır ve,
bazı durumlarda, bir kredi verilip verilmeyeceğine karar verirler.
2003 yılında, bir kredi kurumu, sadece kredilerin servis işlemlerini değil, standart perakende ödünç faaliyetinde ve standart olmayan faaliyette 2,5 milyon Avroya kadar kredi
verme kararını da dışarıya yaptırmak istedi. Denetleyicinin yaptığı değerlendirmenin sonucuna göre, standart olmayan faaliyette, kredi kurumu, kredi fabrikasının verdiği kredileri izleme
ve gözetleme imkanına sahip olamayacaktı. İşletme, ondan doğan riski taşıyan kredi kurumunca yönetilse de, kredileri verme kararı hizmet sağlayıcı tarafından alınmıştı.
Bu senaryo kapsamında ortaya çıkan konular arasında şunlar bulunuyordu:
-
Yeni riskler altına girilmesiyle ilgili kararların dışarıya aktarılabilmesi için, yönetimin
riskleri yeterince yönetme kabiliyetinin bundan zarar görmemesi şarttır.
Bu şartın yerine getirilmesi için de, hizmet sağlayıcının kesin ve doğrulanabilir değerlendirme kriterleri uygulamayı düzenlenen teşkilata mutlak surette taahhüt etmesi gerekir.
Finans sektöründe halen kullanılan sistemler ile, böyle bir uygulama yalnızca standart perakende ödünç verme işlerinde olabilir.
Olay İncelemesi 2: Avustralya düzenleme makamı bankaların dışarıdan hizmet temin
uygulamalarını araştırıyor
Avustralya bankaları, diğer faaliyetler yanında, bilgi teknolojisi, kredi kartı hizmetleri,
tedarik, çek ve diğer elektronik takas hizmetleri, ipotek ve bordro işlemleri gibi bazı faaliyetleri dışarıya yaptırma yoluna gitmişlerdir. Bu uygulama, müşteri bilgilerinin mahremiyeti konusunda endişelere yol açtığı gibi, bir hizmet sağlayıcının problemler yaşaması veya hizmet
vermeye devam edememesi halinde bankaları finans ve itibar risklerine maruz kılmaktadır.
Ocak 2002’de, Avustralya İhtiyat Düzenleme Makamı (AİDM) bankaların dışarıya hizmet
yaptırma uygulamaları konusunda bir incelemeyi tamamladı ve 1 Temmuz 2002’den itibaren
geçerli olmak üzere ayrıntılı ihtiyat standartları koydu.
90
Bankacılar Dergisi
AİDM, dışarıya hizmet yaptırma düzenlemelerinin çeşitli biçimlerde yönetilmekte olduklarını tespit etti. Daha büyük olan kurumlar, genelde, kurumun dışarıya hizmet yaptırma
politikasının tutarlı bir şekilde uygulanmasını sağlamaktan sorumlu özel bir birime sahiptiler.
Ancak, bazı kurumlar, dışarıya hizmet yaptırma sorumluluğunu işletme birimlerine devretmişti. Bu durumlarda, risklerin uygun bir tarzda belirleneceği ve değerlendirileceği garantisi
yoktu ve dışarıya hizmet yaptırma düzenlemelerini izlemek için herhangi bir merkezi nokta
mevcut değildi.
Araştırılan kurumların üçte birinden daha azının dışarıya hizmet yaptırma konusunda
resmi bir politikası vardı. Çoğu durumda, bankalar, dışarıya yaptırılabilecek faaliyet türlerini
ve bir faaliyetin dışarıya yaptırılmasının gerekçelerini tespit edebiliyordu, fakat bu konular
biçimsel bir çerçeveye bağlanmamıştı.
Olay İncelemesi 3: Yönetilen fonlar için birim fiyatlamasını dışarıya yaptırmak
1999 yılında, büyük bir Avustralyalı kurum, birim fiyatlama ve saklama faaliyetlerini,
grup içinde yer alan bir saklayıcı kuruluşa yaptırmaya başladı. Saklayıcı kuruluş daha sonra
bir başka tarafa satıldı, fakat dışarıya yaptırma düzenlemesi devam etti.
Ocak 2004’te, birkaç yıl boyunca ilgili fonlar için vergi mahsuplarının talep edilmemiş
olduğu ve birim fiyatların bu nedenle eksik tahmin edilmiş olduğu anlaşıldı. Problem ortaya
çıktığında, kurum yatırımcılara 90 milyon Avustralya Doları tutarında tazminat ödemek zorunda kaldı ve düzenleyici makam, problemin tekrarlanmaması için sistemlerini ve usullerini
genel bir değerlendirmeye tabi tutması yönünde kuruma talimat verdi.
Ortaya çıkan başlıca konular:
-
Üçüncü taraf hizmet sağlayıcı ve kurum arasında yeterli kontroller ve denetleme mekanizmaları yoktu.
Kurum, üçüncü taraf hizmet sağlayıcıdaki usulleri kolayca değiştirme yeteneği konusunda
endişeliydi, çünkü hizmet seviyesi anlaşmalarının müzakere edildiği dönemde hizmet
sağlayıcı henüz gruptan ayrılmamıştı.
Böyle bir faaliyeti bir üçüncü taraf hizmet sağlayıcıya yaptırmak suretiyle kurum kendi
itibarıyla ilgili önemli bir risk almaktaydı.
Olay İncelemesi 4: Bir bankaya ve bir hizmet sağlayıcıya karşı OCC eylemi
2002 yılında, ABD Para Kontrolörlük Bürosu (OCC), bir Kaliforniya bankasına ve
ona çalışan bir üçüncü taraf hizmet sağlayıcıya karşı cezai işlem yaptı. Hizmet sağlayıcı, 18
eyalette ve Columbia ilçesinde banka tarafından muhasebesi yapılan bazı kredileri başlatmakta, servis etmekte ve tahsilatını yapmaktaydı.
Başka şeyler yanında, hizmet sağlayıcı, müşteri kredi dosyalarını korumamıştı. Bankanın defterlerinde taşınan kredileri temsil eden bu dosyalar, 2002 yılında çöpe atılmıştı.
OCC, kredi dosyalarının uygunsuzca atılması sonucunda yasa ve yönetmelik ihlalleri meydana geldiğini iddia ediyordu.
91
Basel Bankacılık Denetim Komitesi
OCC, hizmet sağlayıcının güvenli ve sağlıklı olmayan uygulamalar içinde bulunduğunu, bir yandan bankanın politika ve usullerini takip ettiğini, diğer yandan bankanın kredi
dosyalarını kötü bir biçimde yönettiğini de tespit etti. Bu olay, bankaların, yetkilerini üçüncü
taraf satıcılara kiraladıklarında ve sağlam denetim uygulamayı ihmal ettiklerinde, kendilerini
hangi risklere maruz bıraktıklarını gösteriyordu.
OCC, bankanın hizmet sağlayıcı ile münasebetini güvenli ve sağlıklı bir tarzda yönetmediğini tespit etti. Eşit Kredi Fırsatı Yasasını ve Ödünç Vermede Doğruluk Yasasını ihlal
etmesi yanında, banka güvenlik ve sağlamlık standartlarını ve Gramm-Leach-Bliley Yasasının
mahremiyet güvencelerini de ihlal etmekteydi. Söz edilen ikinci yasa, müşteri bilgilerinin
mahremiyetini korumak ve sürdürmek için standartlar koymaktadır.
Bu ihlaller ve güvenliksiz ve sağlıksız uygulamalar nedeniyle, banka aleyhine bir emir
çıkarıldı. Söz konusu emre göre, bankanın tazminat ödemesi ve hizmet sağlayıcı ile münasebetine son vermesi gerekiyordu.
Hizmet sağlayıcı da bir ceza ödedi ve OCC’nin onayı olmaksızın bir ulusal bankaya
veya onun bağlı kuruluşlarına hizmet sağlamak için herhangi bir anlaşmaya girmemesi emredildi.
Müşterilerin mahremiyet haklarını korumak için, emirde, kredi dosyaları kaybolan bütün
müracaatçılara banka tarafından bildirim yapılması da isteniyordu. Bu bildirimde, potansiyel kimlik
hırsızlığına karşı ne gibi işlemler yapılabileceği konusunda müşteriye bilgi verilmesi gerekiyordu.
Olay İncelemesi 5: ABD’de üçüncü taraf hizmet sağlayıcılara yönelik ortak incelemeler
Banka Hizmet Şirketi Yasası (Yasa) kapsamında, Federal Düzenlenen Kurumlar İnceleme Konseyini (FFIEC)7 içeren ABD Federal Bankacılık Ajansları bankaların üçüncü taraf
hizmet sağlayıcılarını incelemek yetkisine sahiptirler. Yasa, bir banka hizmet şirketinin (bunun tanımına bir Teknoloji Hizmet Sağlayıcısı veya THS de girer) ondan hizmet alan bankanın düzenleyici makamınca inceleme ve düzenlemeye tabi olduğunu öngörür. Buna ek olarak,
bazı FFIEC ajansları THS’lere karşı cezai işlemler yapmışlardır. FFIEC ajanslarının Yasayı
banka hizmet sağlayıcılarına nasıl uygulamış olduklarını gösteren bir örnek aşağıda verilmiştir.
Bir hizmet sağlayıcı, birden fazla ajansın düzenleme yetkisine tabi olan çok sayıda
teşkilat için kritik uygulamalara ait işlemler yapıyor ve böylece yüksek bir sistemik risk derecesi oluşturuyor ise veya farklı coğrafi bölgelerde bulunan belli sayıda veri merkezinden gelen işlerin muamelesini yapıyor ise, ortak inceleme için dikkate alınır. İlgili ajanslar bu incelemelerin kapsamı, zamanlaması ve personeli üzerinde hep birlikte karar verirler ve sonuçta
hazırlanan inceleme raporu, bütün üye ajanslara, incelenen hizmet sağlayıcıya ve onun müşterisi olan düzenlenen teşkilatlara gönderilir. FFIEC ajansları, düzenlenen teşkilatların ve
THS’lerin bilgi teknolojisiyle ilgili risklerini değerlendirmek ve derecelendirmek için kapsamlı ve tekdüze bir derecelendirme sistemi (URSIT-Bilgi Teknolojisi Tekdüze Derecelendirme Sistemi) kullanırlar. Bilgi teknolojisi incelemelerinin sıklığı, THS’nin risk profiline göre, tipik olarak 18 ve 36 ay arasında değişir. Ulusal ve bölgesel programlar halen yaklaşık 160
hizmet sağlayıcıyı izlemekte olup, FFIEC inceleme görevlileri tarafından yapılan risk değerlendirmeleri temelinde, bunlardan 130 tanesi düzenli olarak incelenir.
92
Bankacılar Dergisi
2003 yılında, FFIEC üyesi ajanslar, bir global teknoloji hizmet sağlayıcının ABD bölge ofislerine yönelik bilgi teknolojisi incelemelerine müştereken katıldılar. Risk odaklı incelemelerin kapsamında, faaliyetler, muamele işlem hizmetleri, takas ve tasfiye, bilgi güvenliği,
iş devamlılık planlaması ve URSIT bileşenleri (yönetim, denetim, geliştirme ve edinme, destek ve teslimat) bulunmaktaydı. Her durumda, THS’lerdeki bilgi teknolojisi incelemelerine ait
FFIEC tekdüze inceleme raporunun formatını kullanan ortak inceleme raporları şeklinde, inceleme bulguları yayımlandı. Destek fonksiyonlarının teşkilatın esas bölgesel hizmet merkezleri dışında oldukları durumlarda, destek faaliyetlerine yönelik sınırlı kapsamda incelemeler de yapıldı.
Kaydetmek gerekir ki uluslararası denetleyiciler, başka ülkelerdeki düzenlenen teşkilatlara hizmet veren THS’ler üzerine inceleme raporlarına erişim talebinde bulunmuşlardır.
MDPS programından kaynaklanan incelemelerin raporlarını uluslararası denetleyiciler ile
paylaşma konusu üzerinde düşünülmektedir.
Dipnotlar
1
Basel Bankacılık Gözetim ve Denetim Komitesi (BCBS), Uluslararası Menkul Kıymetler Komisyonları Örgütü (IOSCO) ve Uluslararası Sigorta Denetçileri Birliği (IAIS).
2
Banka Bilgi Teknolojisi Sekreterliği (BITS) BT Hizmet Sağlayıcısı İlişkileri ile ilgili Teknoloji Riskini Yönetmek için Çerçeve, II. Versiyon, Kasım 2003, s.2.
3
Federal Reserve Sisteminin Governörler Kuruluna Deloitte’nin sunuşu, Bankalar Tarafından Kıyı Bölgelerinden ve Sınır Ötesi Dış Hizmet Temini, 30 Mart 2004
4
www.banktech.com 27 Şubat 2003
5
Deloitte’nin ikinci yıllık kıyı anketi Titanlar Yerleşiyor
6
Bir düzenlenen teşkilat, elbette ki, bir üçüncü taraf hizmet sağlayıcıya karşı sahip olabileceği yasal hakları kullanabilir.
7
FFIEC üyesi kurumlar: Federal Rezerv Sistemi Yöneticiler Kurulu, Federal Mevduat Sigortası Kurumu, Ulusal
Kredi Birliği, Tutumluluk Denetleme Bürosu ve Para Kontrolörlük Bürosu.
93
Bankacılar Dergisi, Sayı 56, 2006
Banka Kartları ve Kredi Kartları Kanunu
Değerlendirme Toplantısı
TBB Kredi Kartları Çalışma Grubu
Türkiye Bankalar Birliği tarafından 18 Mart 2006 tarihinde İstanbul’da Banka Kartları ve Kredi Kartları
Kanunu’na ilişkin olarak TBB Kredi Kartları Çalışma Grubu temsilcilerinin konuşmacı olarak katılımıyla bankacılara yönelik bir değerlendirme toplantısı düzenlenmiştir. Birliğimiz Hukuk Başmüşaviri Prof. Dr. Seza
Reioğlu başkanlığında yapılan toplantıda, T. İş Bankası A.Ş. Hukuk Müşaviri Buket Himmetoğlu, Yapı ve Kredi
Bankası A.Ş. Hukuk Müşaviri Gülsün Sop, T. Garanti Bankası A.Ş. Hukuk Müşaviri Cem Gürkan Alpay, T. İş
Bankası A.Ş. Kredi Kartları Müdürü Uğur Çelebioğlu, T. Garanti Bankası A.Ş. Risk Yönetimi Müdürü Ali Murat Baydaş ve Yapı ve Kredi Bankası A.Ş. Kredi Kartları Finansal Planlama ve Risk Yönetmeni Selim Tezel’in
konuşmacı olarak katılımları sağlanmıştır. Toplantının ilk bölümünde Kanun metnine ilişkin olarak yapılan sunumlara aşağıda yer verilmiştir.
Buket Himmetoğlu
A. Genel Olarak
Banka Kartları ve Kredi Kartları Kanunu 1 Mart 2006 tarih ve 26095 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak, 49. maddesi hükmü uyarınca yayımı tarihi itibariyle yürürlüğe girmiştir.
Banka Kartları ve Kredi Kartları Kanununa ilişkin taslak çalışmalarına ilk olarak 1993 yılında
Türkiye Bankalar Birliği nezdinde T .İş Bankası A.Ş.,Yapı ve Kredi Bankası A.Ş., Akbank
T.A.Ş. ve Türkiye Vakıflar Bankası T.A.O. tarafından oluşturulan bir komisyon tarafından
başlanılmış, 1995 yılından itibaren ise Bankalararası Kart Merkezi A.Ş. nezdinde çalışmalara
devam edilmiştir. 1996 yılında oluşturulan taslak metin, o tarihte bankaların denetim ve gözetimi ile görevli T.C. Hazine Müsteşarlığına teslim edilmiş ve Müsteşarlık metni aynen benimsemiştir.
1999 yılında yürürlüğe giren 4389 sayılı Bankalar Kanunu ile kurulan BDDK taslak
metin üzerinde önemli değişiklikler yaparak 23 Şubat 2005 tarihinde taslağı tartışmaya açmıştır. 23 Şubat 2005 tarihli taslak metin üzerinde Türkiye Bankalar Birliği ve diğer ilgili kamu kurumları ile yapılan görüşmeler sonrası oluşturulan yeni metin, 5411 sayılı Bankacılık
Kanununun 1 Kasım 2005 tarihinde yasalaşmasının hemen ardından 21 Kasım 2005 tarihinde
Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Başkanlığına sevk edilmiş ve TBMM Avrupa Birliği
Uyum Komisyonu ile Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu
tarafından incelenmek suretiyle Genel Kurula sevk edilmiş, bir gecede Genel Kurulda geçerek
yasalaşmıştır.
B. Kanunun Kapsamı
-
Kanununun 2. maddesinde,
kartlı sistem kuran kuruluşların,
kart çıkaran kuruluşların,
üye işyeri anlaşması yapan kuruluşların,
üye işyerlerinin ve
kart hamillerinin kanun kapsamında olduğu hükme bağlanmıştır.
Maddenin 2. fıkrasında,
94
Bankacılar Dergisi
-
kendi işyerleri ile sınırlı olmak üzere, mal veya hizmetlerin vadeli satışı ile alıcının
borç alacak durumunun izlenmesi amacıyla kart çıkaran veya sistem oluşturan veya
herhangi bir kredilendirme işlemi yapılmaksızın veya hesaba bağlı olmaksızın önceden belirlenen bir tutarla sınırlı olmak üzere kart düzenleyen gerçek veya tüzel kişilerin bu Kanun hükümlerine tâbi olmadığı öngörülmüştür.
-
Kanunun 43. maddesinde de, tacirlere verilen kurumsal kredi kartları hakkında Kanunun
-
8. maddesinin ikinci fıkrası (asgari tutarın ödenmemesi halinde kart iptali),
9. madde (kart limiti),
12. madde (kartın haksız kullanımı ve sigortalanması),
24. madde (sözleşme şartları),
25. madde (sözleşme değişikleri),
26. madde (faiz hesaplanması ) ve
44. madde(yetkili mahkeme ve merciler) hükümlerinin uygulanmayacağı hükme
bağlanmıştır.
Kurumsal kredi kartları 4077 sayılı Kanun kapsamında değil iken, bu kanun ile sınırlı
olarak kapsama girmiş bulunmaktadır.
C. 5464 Sayılı Kanun ile 4077 Sayılı Kanun Hükümlerinin Karşılaştırılması
Ülkemizde 1968 yılında çıkarılan ve son yıllarda oldukça hızlı bir gelişim gösteren
kredi kartları, ilk olarak 4077 Sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanunla değişiklik yapılmasına ilişkin 4822 sayılı Kanunun ile 4077 sayılı Kanun kapsamına alınmıştır. Bilindiği
üzere, 4077 sayılı Kanuna ilave edilen 10/A Madde ve bu maddenin yaptığı atıf ile 10. maddenin ikinci fıkrasının (a) (b) (h) ve( ı) bentleri ile 4. fıkrası hariç 10. madde hükümlerine tabi
kılınmıştır.
5464 sayılı Kanunun yasalaşma sürecinde, Türkiye Bankalar Birliği olarak Tasarının
Banka Kartları ve Kredi Kartlarına ilişkin özel bir düzenleme olması nedeniyle, 4077 sayılı
Kanunun 10/A maddesinin yürürlükten kaldırılması gerektiği ifade edilmiş ise de, değişiklik
talebi özellikle Sanayi ve Ticaret Bakanlığı tarafından benimsenmemiştir. Sonuç olarak, banka kartları açısından sadece 5464 sayılı Kanun, kredi kartları için ise 5464 sayılı Kanun hükümleri yanında 4077 sayılı Kanunun 10. ve 10/A Madde hükümleri de uygulanmaya devam
edecektir.
4077 sayılı Kanunun 10/A maddesinde kredi kartlarına uygulanmayacak düzenlemeler belirtilirken 10. maddenin 3 ve 5. fıkrası hariç bırakılmamış ise de,taksitlerden birinin veya
bir kaçının ödenmemesi halinde kalan borcun tümünün ifasının istenebilmesi için tüketicinin
birbirini izleyen en az iki taksidi ödemede temerrüde düşmüş olması ve kredi verenin en az bir
hafta vererek muaceliyet uyarısında bulunması gerektiğine ilişkin üçüncü fıkrası ile kredi verenin belirli bir marka bir mal veya hizmet satın alınması ya da belirli bir satıcı veya sağlayıcı
ile yapılacak satış sözleşmesi şartı ile vermesi durumunda, kredi verenin satılan malın veya
hizmetin hiç ya da zamanında teslim veya ifa edilmemesi halinde tüketiciye karşı satıcı veya
sağlayıcı ile müteselsil sorumlu olacağına ilişkin dördüncü fıkrasının, kredi kartı sisteminin
işleyişindeki özellikler (hesap özetlerinin taksit olarak nitelendirilmesinin mümkün olmaması,
bakiye borcun bulunmaması, kredi kartı ile yapılacak satış işlemlerinin bağlı kredi olarak de95
TBB Kredi Kartları Çalışma Grubu
ğerlendirilmesinin söz konusu olmaması) nedeniyle uygulama alanı bulmadığını düşünüyorum.
Kredi kartlarının 4077 Sayılı Kanun kapsamına alınmış olması nedeniyle kredi kartları
hakkında uygulanan hükümleri ile 5464 sayılı Kanun hükümleri karşılaştırıldığında, çoğu
hükmün benzer olduğunu görüyoruz. 5464 sayılı Kanunun daha yeni tarihli ve özel kanun olması nedeniyle, çelişen hükümler açısından 5464 sayılı Kanun hükümlerinin, 5464 sayılı Kanunda düzenlenmemiş konularda ise 4077 sayılı Kanun hükümlerinin uygulanacağı sonucuna
ulaşılmaktadır.
4077 sayılı Kanunda öngörülen kredi kartları sözleşmesinin yazılı şekilde yapılması ve
bir nüshasının tüketiciye verilmesi zorunluluğu 5464 sayılı Kanunun 24. maddesinde hüküm
altına alınmıştır. 24. maddede ilave olarak, sözleşmenin bir örneğinin kefile de verilmesi ve
sözleşme hükümleri ve kartın kullanımı hakkında kart hamiline ayrıntılı bilgi verilmesi zorunluluğu getirilmiştir.
4077 sayılı Kanunun 10. maddesinin 1. fıkrası uyarınca kredi kartı sözleşmesinde öngörülen kredi şartları faiz oranı haricinde tüketici aleyhine değiştirilemez iken 5464 sayılı Kanunun “sözleşme değişiklikleri” başlıklı 25. maddesinde, sözleşmede yapılacak değişikliklerin
kart hamiline bildirileceği ve değişikliklerin bildirimin yapıldığı döneme ilişkin son ödeme
tarihinden itibaren hüküm ifade edeceği, bildirimin ait olduğu döneme ilişkin son ödeme tarihinden sonra kartın kullanılmaya devam olunması halinde, sözleşmede meydana gelen değişikliklerin müşteri tarafından kabul edildiğinin addolunacağı ifade edilmiştir.
4077 sayılı Kanunun 10. maddesinin 2. fıkrası uyarınca sözleşmede, faizin hesaplandığı yıllık oran,ödeme tarihleri, ana para,faiz,fon ve diğer masrafların ayrı ayrı belirtildiği ödeme planı,istenecek teminatlar,akdi faiz oranının yüzde otuzunu geçmemek üze gecikme faiz
oranı, borçlunun temerrüde düşmesinin hukuki sonuçları yer almak zorundadır. 5464 sayılı
Kanunun 24. maddesinde, “kart çıkaran kuruluşların kart hamilleri ile akdedeceği sözleşmelerin şekil ve içeriğinde yer alması gereken asgarî hususlar Kurulca belirlenir” hükmü yer almaktadır. Buna göre, Kurulca konu ile ilgili belirleme yapılıncaya kadar 4077 sayılı Kanunun
10. maddesinin 2. fıkrası uygulanmaya devam edecektir.
Diğer yandan, 5464 sayılı Kanunun “faiz hesaplaması” başlıklı 26. maddesinin son
fıkrasında, 4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanunun 10. maddesinin ikinci fıkrasının (f) bendinin kredi kartları için uygulanmayacağı hükme bağlanmıştır. Buna göre, artık
sözleşmelerde öngörülen temerrüt faizi oranı değil, aynı maddenin 3. fıkrasına göre TC Merkez Bankası tarafından üç ayda bir tespit edilerek, açıklanacak gecikme faiz oranları uygulanacaktır.
4077 sayılı Kanunun 10/A maddesinin 2. fıkrasına göre, kredi veren tarafından tüketiciye gönderilen hesap özetleri ödeme planı olarak kabul edilmektedir. Dönemsel hesap özetinde yer alan asgari ödeme tutarının vadesinde ödenmemesi halinde, banka sadece gecikme
faizi talep edebilecek, tüketiciye herhangi bir yükümlülük getirilemeyecektir. Bilindiği üzere,
bu düzenleme bankaların hesap özetlerinde öngörülen tutarın geç ödenmesi halinde gecikme
komisyonu gecikme cezası gibi muhtelif adlar altında aldıkları tutarların alınmasının engellenmesi amacıyla getirilmiştir. 5464 sayılı Kanunun 24. maddesinin 3. fıkrasında da “Hesap
özetinde yer alan asgarî ödeme tutarı son ödeme tarihinde ödenmediği takdirde kart hamili
ödenmeyen tutar için sözleşmede öngörülen gecikme faizi dışında bir yükümlülük altına sokulamaz” hükmüne yer verilmek suretiyle aynı düzenleme muhafaza edilmiş bulunmaktadır.
96
Bankacılar Dergisi
4077 sayılı Kanunun 10/A maddesinin 3. fıkrasına göre, kredi veren kredi kartı faiz oranını, otuz gün önceden haber vermek suretiyle artırabilecektir. Ancak, faiz oranı artışı geriye dönük olarak uygulanmayacak, tüketici bildirim tarihinden itibaren altmış gün içinde tüm
borcu ödeyip kredi kartı borcunu kapatabilecektir. 5464 sayılı Kanunun 25. maddesinin 1. fıkrasında “Faiz oranının artırılması durumunda ise bu değişikliğin hüküm ifade edebilmesi için
otuz gün önceden kart hamiline bildirilmesi zorunludur. Kart hamili faiz artırımına ilişkin bildirim tarihinden itibaren en geç altmış gün içinde tüm borcunu ödeyip kredi kartını kullanmaya son verdiği takdirde faiz artışından etkilenmez” hükmüne yer verilmek suretiyle aynı hüküm benimsenmiştir.
4077 sayılı Kanunun 10. maddesinin 2. fıkrasında, şahsi teminat alındığı takdirde, asıl
borçluya başvurmadan kefilden borcun ifasının istenmeyeceği öngörülmüştür. 4077 sayılı yasada 4822 sayılı yasa ile yapılan değişikliklerden uygulamada en çok tereddüt uyandıran düzenlemelerden biri bu madde olmuştur. Madde metninde kefaletin adi kefalet olduğu yönünde
açık bir hüküm olmaması karşısında, banka sözleşmelerinin bir kısmında hala müşterek ve
müteselsil kefalet hükümlerine yer verildiği görülmektedir. Maddenin yorum farklılıkları nedeniyle kanun koyucu, Sanayi ve Ticaret Komisyonu çalışmaları sırasında, 24. maddede yer
alan “Kart hamilinin borcu kefile bildirilmedikçe, kefil için temerrüt durumunun oluşmayacağı sözleşmede gösterilir. Sözleşme hükümlerinde kefilin sorumluluğunu artırıcı nitelikteki değişikliklere ve kartın kullanım limitinin yükseltilmesine ilişkin olarak kefilin ilave şartlara
dair sorumluluğunun başlaması için kefilin yazılı onayının alınması şarttır” hükmüne ilaveten
“Kredi kartı kullanımlarındaki kefalet, Borçlar Kanununda belirtilen adi kefalet hükümlerine
tâbidir. Asıl borçluya başvurulup borcun tahsili için tüm yollar denenmeden kefilden borcun
ifası istenemez” cümlesini maddeye ilave etmiştir.
4077 sayılı Kanunun 10. maddesinin son fıkrasına göre, kredi kartı için teminat olarak
kıymetli evrak alması söz konusu olmayacaktır. 5464 sayılı Kanunda bu konuda bir düzenleme bulunmadığı için 10. maddenin bu hükmü geçerliliğini devam ettirmektedir.
5464 sayılı Kanunun 24. maddesinde daha dar kapsamlı bir düzenleme getirilmiş olduğundan, kredi kartı sözleşmeleri, 4077 sayılı Kanunun Haksız Şartlara ilişkin 6. maddesine
uygulanmaya devam edecektir. 4077 sayılı Kanunun 23. maddesine göre, bu kanunun uygulanması ilgili olarak çıkacak uyuşmazlıklarda tüketici mahkemeleri yetkili kılınmış iken, 5464
Bu Kanunun uygulanmasıyla ilgili uyuşmazlıklarda kart hamilinin tüketici olması halinde,
yine sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanunun 22 ve 23. maddesi hükümleri uygulanacağı, ancak kart çıkaran kuruluşlar tarafından kart hamilleri aleyhine açılacak davalarda
1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun görev ve yetkiye ilişkin hükümleri uygulanacağı öngörülmüştür.
D. Kart Çıkaran Kuruluşların Yükümlülükleri
Madde 8-Kart Çıkarma ve buna ilişkin yükümlülükler
1. Fıkra:
5464 Sayılı Kanunun 8. maddesinde, kart çıkaran kuruluşların, talepte bulunmayan
veya sözleşme imzalamayan kişiler adına hiçbir şekil ve surette kart veremeyecekleri öngörülmüştür. Bu düzenlemeye göre, bir kişiye gerek kredi kartı gerekse banka kartı verilebilmesi
97
TBB Kredi Kartları Çalışma Grubu
için müşterinin kart çıkaran kuruluşa ya talepte bulunması yada sözleşme imzalamış olması
gerekmektedir.
Türkiye Bankalar Birliği tarafından hazırlanan tasarı metninde yer almayan bu düzenleme, müşterilerden, herhangi bir talep olmaksızın resen kart düzenlemesi uygulamasına duyulan tepki ve konu ilgili şikayetlerin yoğunlaşması üzerine 23 Şubat 2005 tarihli tasarı metninde “kart çıkaran kuruluşlar, yazılı, elektronik ortamda, güvenli elektronik imza veya telefon ile talepte bulunmayan kimseler adına hiçbir şekil ve surette kart veremezler” şeklinde yer
almıştı. Türkiye Bankalar Birliği olarak, özellikle maaş anlaşmalı kurumlar ile yapılan sözleşmeler çerçevesinde resen banka ve kredi kart düzenlendiği hususu dikkate alınarak, talep
olmasa bile uygulamada sözleşme imzalatıldığı hususu izah edilmek suretiyle maddenin bu
şekli alması sağlanmıştır. Burada talebin yazılı olması zorunluluğu olup olmadığı tartışılabilir.
Kanun koyucu talep için yazılı şekil şartı getirmemiştir. Ayrıca, Kanunun 3 . maddesinde
“Bildirim, talep, şikayet ve itirazlar”, “kart hamilinin yazılı olarak, elektronik ortamda veya
telefon ile yapacağı bildirim, talep, şikayet ve itirazları” olarak tanımlanmıştır. Bu durumda
talep, yazılı olarak, elektronik ortamda veya telefon ile alınabilir. Ancak talebin mevcudiyetinin ispatlanabilir olması önem taşımaktadır.
BDDK’nun, Kanunun yürürlüğe girdiği 1 Mart 2006 tarihinden itibaren maddeye aykırı davranış halinde idari para cezası uygulamaya başlayacağını açıkça ifade ettiği düzenleme, birinci fıkranın ikinci cümlesinde yer almaktadır. maddede, kart çıkaran kuruluşlarca genel müdürlük veya şube haricinde kredi kartı talebi toplanabilecek yerlerin Kurumun uygun
görüşü alınarak Türkiye Bankalar Birliği ve Türkiye Katılım Bankaları Birliği tarafından
müştereken belirleneceği hüküm altına alınmıştır. Bu düzenleme, ilk olarak 23 Şubat 2005
tarihli tasarı metninde yer almıştır. 23 Şubat 2005 tarihli tasarı metninde “Bu kuruluşlarca genel müdürlük veya şube haricinde kredi kartı toplanabilecek yerler Kurumca belirlenir” şeklinde yer almış iken, yine Türkiye Bankalar Birliğinin önerisi üzerine madde metni “Kurumun
uygun görüşü alınarak Türkiye Bankalar Birliği ve Katılım Bankaları Birliği tarafından müştereken belirlenir” şeklinde değiştirilmiştir.
Kart çıkaran kuruluşlarca kredi kartı başvurusu toplanabilecek yerler, henüz Kurumun
uygun görüşü alınmak suretiyle Türkiye Bankalar Birliği ve Türkiye Katılım Bankaları Birliği
tarafından müştereken belirlenmediğinden, bu belirleme yapılıncaya kadar genel müdürlük
veya şube haricinde bir yerde kredi kart başvurusu toplanamayacaktır.
Kart çıkaran kuruluşlar, kamuoyuna yansıyanın aksine, aşağıda belirtilen mecralarda
kart dağıtmamakta, kart başvurusu toplamaktadır. Kart çıkaran kuruluşlar, başvurunun alınma
mecrasına bağlı olmaksızın Banka Kartları ve Kredi Kartları Kanunu'nun 9. maddesinde zorunlu kılınan modelleme ve skorlamaya bağlı risk ve kredi değerlendirme süreçlerini işletmektedirler.
Bankalardan konu ile ilgili olarak alınan görüşler çerçevesinde oluşturulan liste
BDDK’nun uygun görüşü alınmak üzere Türkiye Bankalar Birliği Yönetim Kurulunun onayına sunulmuştur. Türkiye Bankalar Birliği Yönetim Kurulunun onayına sunulan liste aşağıda
yer almaktadır:
1. Müşteri ve potansiyel müşteri ziyaretleri,
2. Telefon, çağrı merkezi,
3. Bankaların elektronik işlem cihazları, (Otomatik Ödeme Makinesi/Automated Teller
Machine-ATM, kiosklar)
98
Bankacılar Dergisi
4. Internet bankacılığı,
5. Kart çıkaran kuruluşların internet sayfaları,
6. Kısa Mesaj Servisi (Short Message Service-SMS), elektronik posta, mektup,
7. Şube önleri (5 metre ile sınırlı olmak üzere),
8. Üye işyerleri,
9. Maaş ödemesi yapılan resmi veya özel kuruluşlar,
10. Özel ve resmi kurum, kuruluş, birliklerin idari merkez ve şubeleri ile üretim ve sosyal
tesisleri,
11. Kamuya açık kapalı alanlar; Alışveriş merkezi, kongre, fuar, konser, seminer salonları,
sinemalar, tiyatrolar, kültür/sanat ve gösteri merkezleri gibi kitlesel katılımlı ticari veya sanatsal ya da eğitsel organizasyonlar,
12. Sponsor firmalardaki etkinlikler; Spor kulüpleri, sportif faaliyet alanları,
13. Havaalanı ve oteller,
14. Üniversiteler,
15. Süresi kırkbeş iş gününü geçmemek ve Geçici olmak üzere, mevduat veya fon kabulü
veya diğer bankacılık işlemleri ile uğraşmayan her türlü sabit ya da seyyar büro ve araçlar,
16. Kartlı Geçiş Sistemi (KGS), Otomatik Geçiş Sistemi (OGS) gibi karayollarından geçişe ilişkin kamu hizmetlerinden yararlanılan açık alanlar.
2. Fıkra:
Maddenin 2. fıkrasında, kart çıkaran kuruluş tarafından asgarî tutarın son ödeme tarihini takip eden üç ay içinde ödenmemesi durumunda kart hamiline yapılacak bildirimden itibaren bir aylık süre içerisinde bu tutarın ödenmemesi ya da banka kartı ile kredi kartı kullanımından dolayı adli cezaların uygulanması halinde, ilgili kart çıkaran kuruluşça kart hamiline
verilen kredi kartlarının iptal edileceği ve borcun tamamı ödeninceye kadar yeni kredi kartı
düzenlenemeyeceği öngörülmektedir.
Maddenin 23 Şubat 2005 tarihli tasarı metninde, asgarî tutarın üç ay süre ile ödenmemesi yanında, bir yıl içinde dört kez ödenmemesi hali de madde kapsamına alınmış, ayrıca bu
halde sadece ilgili kart çıkaran kuruluş tarafından verilen kartlar değil, kart hamilinin tüm
kartlarının iptal edileceği ve iki yıl süre ile kredi kart düzenlenmeyeceği öngörülmüştü.Yine
Türkiye Bankalar Birliğinin önerisi doğrultusunda, tasarı metninden, bir yıl içinde dört kez
ödenmemesi hali çıkarılmış, kart hamiline verilen tüm kredi kartları yerine ilgili kuruluşça
verilen kartların iptali öngörülmüş, iki yıllık yasak süresi çıkarılmıştır.
Bu düzenleme ile ilgili olarak ilk akla gelen soru, asgari ödeme tutarını ödemeyen kart
hamilinin kredi kartının iptali ve hakkında yasal takibe geçilmesi için maddede öngörülen dört
aylık sürenin beklenilmesinin şart olup olmadığıdır. İlk olarak 23 Şubat 2005 tarihli tasarı
metninde karşımıza çıkan bu düzenlemeye ilişkin gerekçede herhangi bir açıklık bulunmamaktadır. Ancak, madde metni incelendiğinde, kart hamillerinin ödeme güçlüğüne düşmeleri
veya banka kartı veya kredi kartı kullanımı nedeniyle adli cezaya maruz kalmaları halinde,
kart çıkaran kuruluş tarafından kartın en geç ne zaman iptal edilmesi gerektiğinin düzenlemek
istendiği sonucuna varılmaktadır. Yine kamuoyunda hakim olan, temerrüde düşen kredi kart
hamillerinin kredi kartlarının uzun süre kullanıma kapatılmadığı ve kart hamillerinin mağdur
olduğu düşüncesinden hareketle madde düzenlemesine yer verildiği anlaşılmaktadır. Bu düşünceden hareketle, madde düzenlemesinde yer alan dört aylık süre azami bir süre olup, kart
çıkaran kuruluşun daha önceden kredi kartı hamilinin kredi kartını veya tüm kartlarını kullanıma kapatması ve şartları var ise yasal takibe geçmesi mümkündür.
99
TBB Kredi Kartları Çalışma Grubu
Madde metninde asgari tutarın ödenmemesi yanında, kart hamilinin banka kartı veya
kredi kartı kullanımından dolayı adli ceza alması hali de kartının iptali için yeterli olarak kabul edilmiştir. Adli Cezalar bu Kanunun 36 ila 41. maddeleri arasında düzenlenmiştir. Ayrıca
bilindiği üzere, Türk Ceza Kanunun 245. maddesinde de banka veya kredi kartının kötüye
kullanılması cezalandırılmış bulunmaktadır.
Bu madde uygulaması ile ilgili sorun, kart hamilinin banka kartı veya kredi kartı uygulaması ile ilgili aldığı adli cezaların nasıl takip edileceğidir. Bir başka kart çıkaran kuruluştan aldığı banka kartı veya kredi kartı sebebiyle adli ceza alan şahsın kredi kartı kapatılmak
zorunda mıdır? Yoksa adli cezaların sadece kredi kartını kullandığı banka ile ilişkisinden
kaynaklanması mı gerekir?
Madde düzenlemesine göre, kart hamilinin borcunun tamamı ödeninceye kadar, kart
hamili adına yeni bir kart verilemez. Burada ek kart verilip verilemeyeceği sorusu akla gelebilir. Kanun koyucunun kart hamilini cezalandırma iradesi olduğu dikkate alındığında, borcun
tamamı ödenmeden ek kart da verilemeyeceğini düşünüyorum.
3. Fıkra:
Maddenin 3. fıkrasında, kart çıkaran kuruluşların, kartların düzenli ve güvenli kullanımı ile bildirim, talep, şikâyet ve itirazlara ilişkin gerekli tedbirleri almaya yönelik sistemi
kurmak ve kesintisiz olarak açık tutmakla yükümlü oldukları öngörülmüştür. Bu madde düzenlemesinin gereğinin halihazırda kart çıkaran kuruluşlarca 24 saat hizmet veren merkezleri
tarafından yerine getirildiği bilinmektedir. Tasarının ilk metinlerinde de yer alan bu düzenleme Hükümet metninde kısalarak yer almıştır.
5464 sayılı Kanunun 8. maddesinin ilk üç fıkrasına aykırılığın müeyyidesi aynı kanunun 35. maddesinin (a) bendinde düzenlenmiştir. Bu fıkralara aykırılık halinde, iki bin Yeni
Türk Lirasından on bin Yeni Türk Lirasına kadar idari para cezası tahakkuk ettirilecektir.
4. Fıkra:
Bu madde de, kart çıkaran kuruluşların, kartın verilmesi anında kart hamilini yeteri derecede bilgilendirmek ve talep edilmesi halinde, gerçekleştirilmiş işlemlere ait kayıtları otuz
günü geçmemek üzere işlemin mahiyetine uygun bir süre zarfında sağlamakla yükümlü oldukları, yurt dışı işlemlerinde bu sürenin altmış gün olarak uygulanacağı hükme bağlanmıştır.
Madde metninde, kart çıkaran kuruluşlar tarafından yapılacak bilgilendirme konusunda açıklık bulunmamakta, “yeteri derecede” ibaresinin kullanıldığı görülmektedir. Maddenin
23 Şubat 2005 tarihli taslak metne uygun olarak hazırlanmış madde gerekçesinde, kartın verilme aşamasında, kartın verilme şekli, kartın kullanım sınırı, kartın kullanımından doğan
borçların ödenme şartları ve usulü, sorumluluk halleri ve hesap özetinin öğrenilmesi yöntemi
hususlarında bilgilendirilecekleri ifade edilmiştir. Uygulamada, müşterilerin “yeteri derecede”
bilgilendirilmesi hususunun, kartın teslimi sırasında müşteriye teslim edilen kart taşıyıcı ile
sağlanabileceğini düşünüyorum.
Maddenin 23 Şubat 2005 tarihli taslak metninde, otuz ve atmış günlük süreler yok iken, daha sonra yurt içi işlemler için otuz günü yurt dışı işlemler için ise altmış günlük süreler
öngörülmüştür. Uygulamada kart hamilleri tarafından sadece hesap özetleri değil, fiziken
100
Bankacılar Dergisi
bankada bulunmayan (yurt içi ve yurtdışında faaliyet gösteren üye işyerlerinde tutulan) harcama belgelerinin temin edilmesi gerekeceğinden, bu sürelerin yeterli olmayacağını düşünüyorum.
5. Fıkra:
Kanunun aykırılığı halinde hapis cezası öngördüğü maddelerden birisi 5. fıkrada yer
almaktadır. Bu maddeye göre, kart çıkaran kuruluşlar, kartların kullanılması bir kod numarası,
şifre ya da kimliği belirleyici başka bir yöntemin kullanılmasını gerektiriyorsa, bu tür bilgilerin gizli kalması amacıyla gerekli önlemleri almak ve harcama ve alacak belgesinin müşteri
nüshası üzerinde ve yazışmalarda kart numarasının açıkça yer almasını engellemekle yükümlüdür.
Bu madde ile ilgili olarak karşılaşılacak zorluk, kart numarasının harcama ve alacak
belgesinin müşteri nüshası üzerinde ve yazışmalarda açıkça yer almasını engellemekte karşımıza çıkmaktadır. Uygulamada, uzun zamandır POS tan üretilen harcama belgelerinde kart
numarasının tamamı yer almamakta ise de, az da olsa ‘imprinter’ cihazının kullanıldığı durumlarda ve ‘mail order’ uygulamalarında kart numarasının tamamının yer aldığı bilinmektedir. Kart çıkaran kuruluşların bu teknik uygulamalar nedeniyle müeyyideler ile karşılaşmaması bakımından konu hakkında BDDK’na bilgi verilmesi uygun olacaktır. Ayrıca, maddede geçen “yazışmaların” kapsamının da belirlemeye ihtiyacı olduğunu düşünüyorum. Uygulamada,
bankaların özellikle kredi kartına dayalı olarak yapılan yasal süreçte kredi kartı numarasına
yer verdiği bilinmektedir. Hemen uygulanacak bir tedbir olarak müşterilere noter marifetiyle
gönderilen ihtarlarda kredi kartı numarasını tamamına yer verilmemesi uygun olacaktır.
Kanunun 39. maddesinde, bu fıkraya aykırılık halinde kuruluşların işlerini fiilen yöneten görevlileri ve işlemi yapan kişilerin, bir yıldan üç yıla kadar hapis ve bin güne kadar
adlî para cezası ile cezalandırılacakları öngörülmüştür.
6. Fıkra:
Uygulamada bankaları zorlayacak maddelerin başında altıncı fıkra düzenlemesi gelmektedir. Kart çıkaran kuruluşların, banka kartı ve kredi kartlarının asıl kart hamiline teslim
edilmesini sağlayacak önlemleri almakla yükümlü oldukları hükme bağlanmıştır.
Kart çıkaran kuruluşların kredi kartı tesliminde sözleşme imzalanma durumu söz konusu değil ise özellikle yenilemelerde, kart hamillerinin Tebligat Kanununa göre tebligat yapılabilecek kişilere (anne baba, kardeş, eş, 18 yaşından büyük çocuk, amir veya sekretere) de
teslim ettirdikleri bilinmektedir.
Maddenin yorumundan, kanunun yürürlüğe girmesi ile asıl kart teslimatlarının mutlaka kart hamillerine yapılması zorunluluğu getirdiği dolaysıyla kurye şirketleri tarafından kart
hamillerinin yakınlarına teslimat yapılamayacağı sonucuna ulaşmak mümkün olduğu gibi,
maddede,reşit olmayan ek kart hamilleri adına düzenlenen banka ve kredi kartları için “asıl
kart hamillerine teslimini sağlamakla yükümlüdür” ibarelerinin kullanılmasına karşın, asıl
kart hamilleri için “sağlayacak önlemleri almak” ibarelerinin kullanılmış olması nedeniyle
mevcut uygulamaya devam edilebileceği sonucuna da ulaşmak mümkündür.
Madde gerekçesinde, banka kartları ve kredi kartlarının bilinçli ve amacına uygun olarak “ehil ellerde” kullanılabilmelerini teminen kart çıkaran kuruluşların, banka kartları ve
101
TBB Kredi Kartları Çalışma Grubu
kredi kartlarının asıl kart hamiline teslim edilmesini sağlayacak önlemleri almakla yükümlü
oldukları ifade edilmiş olup, m adde yorumunda katkı sağlamamaktadır.
Bu maddeye aykırılığın herhangi bir cezası bulunmamaktadır.
Madde 9-Kart Limiti
1. Fıkra:
Maddenin birinci fıkrasının ilk cümlesinde, kart çıkaran kuruluşların, kredi kartı almak
isteyen kişilerin yasaklılık veya engel durumunu, ekonomik ve sosyal durumunu, aylık veya
yıllık ortalama gelirini, diğer kart çıkaran kuruluşlarca bu kişilere tahsis edilen kredi kartı limitini, bir model veya skorlama sistemi sonuçlarını, müşterini tanı ilkeleri ile 29. madde çerçevesinde temin edilecek bilgileri dikkate alarak yapacakları değerlendirmeye istinaden kullanım limiti tespit etmek zorunda oldukları hükme bağlanmıştır.
Bankaların çoğunun kart hamillerinin limitini belirlerken esas itibariyle madde de öngörülen siteme uydukları bilinmektedir. Dolaysıyla ilk cümle açısından maddenin uygulamasında bir zorluk bulunmamaktadır. Maddede, diğer hususların yanı sıra 29. madde çerçevesinde temin edilecek bilgileri dikkate alarak yapacakları değerlendirmeye istinaden kullanım limiti tespit etmek zorunda oldukları ifade edilmiştir. Bu düzenlemeden kredi kartı limiti tespitinde Kredi Kayıt Bürosu A.Ş. (KKB)’den temin edecekleri dikkate almak zorunda oldukları
noktasına gelinmektedir.
Maddenin ikinci cümlesinde, kart çıkaran kuruluşların kart limitlerini bu hüküm çerçevesinde güncelleyebilecekleri,üçüncü cümlesinde ise kart hamilleri talep etmedikçe kart
limitlerinin artırılamayacağı öngörülmüştür. Bu iki cümle arasındaki çelişki, tasarının Türkiye
Büyük Millet Meclisi (TBMM) Sanayi ve Ticaret Komisyonu çalışmaları sırasında üçüncü
cümlenin, ikinci cümle çıkarılmadan değiştirilmiş olmasından kaynaklanmaktadır.
23 Şubat 2005 tarihli tasarı metninde “kart hamilinin yazılı, elektronik ortamda, güvenli imza veya telefon ile yapacağı talep olmaksızın kredi kartı limiti artırılamaz” şeklindeki
ikinci cümlesi, TBMM’ne sunulan Başbakanlık metnin de,
“Kart çıkaran kuruluşlar kart limitlerini bu hüküm çerçevesinde güncelleyebilirler.
Kart çıkaran kuruluşlar, kart hamilleri talep etmedikçe kart limitlerini artıramazlar.”
şeklini almış, TBMM Sanayi ve Ticaret Komisyonu çalışmaları sırasında, ikinci cümle çıkarılmadan üçüncü cümle “Kart çıkaran kuruluşlar, kart hamilleri talep etmedikçe kart limitlerini artıramazlar” şeklinde değiştirilmiştir.
Madde değişikliğine ilişkin önerge gerekçesinde, kart limitinin artırılmasını istemeyen
kart hamiline, k art çıkaran kuruluşa başvuru konusunda ekstra yükümlülük getirilmemesinin
amaçlandığı ifade edilmektedir. Sonuç olarak, maddenin ikinci cümlesi fiili durumda uygulanamaz bir düzenleme olarak karşımıza çıkmaktadır.
Kart çıkaran kuruluşların limit artırımı konusunda müşterilerinden ikinci bir talimatına
kadar belirli aralıklar ile belirli oranlarda limit artırımı yapılması konusunda peşin bir talimat
alınması suretiyle, her limit artırımında müşteriden yeni bir talimat alma yükümlülüğünün aşılabileceğini düşünüyorum. Konuya ilişkin ikinci çözüm, kart limitinin bir sözleşme şartı ol102
Bankacılar Dergisi
duğu varsayımı ile 25. madde çerçevesinde limit artırımının gerçekleştirilmesidir. Ancak bu
ihtimalde, limit artırımına ilişkin kanunda özel düzenleme olduğu gerekçesi ile 25. maddenin
uygulanma imkanı olmadığı yönde gelebilecek itirazları göz ardı etmemek gerekir.
TBMM Genel Kurul çalışmaları sırasında ilk fıkraya, kart hamillerinin harcamalarıyla
kart limitlerini aşmaları halinde, aşılan miktara işlem tarihi ile ödeme tarihi arasındaki süre
için, akdi faizden başka herhangi bir ücret talep edilemeyeceğine ilişkin bir düzenleme ilave
edilmiştir. Bu düzenlemeden, kart çıkaran kuruluşların kart hamillerinin limit aşımlarında
maktu veya nispi oranlarda aldıkları “kart limit aşım ücretini”alamayacakları, buna karşın limit aşımı halinde limit aşımı tarihi ile ödeme tarihi arasında geçen süre için akdi faizi tahakkuk ettirebilecekleri sonucuna ulaşılmaktadır.
Önerge gerekçesinde, kart çıkaran kuruluşların kart limiti aşımında yüksek oranda faiz
aldıkları, bunun önlenmesi amacıyla akdi faiz alınabileceğinin öngörüldüğü ifade edilmiş ise
de uygulamada bankaların tahsil ettikleri limit aşım komisyonlarının faiz ile bir bağlantısı
bulunmamaktadır.
Akla ilk gelen soru kanunun bu düzenlemesi karşısında sözleşmelerde herhangi bir
düzenleme olmadan kanun hükmüne dayanılarak akdi faiz tahsil edilip edilmeyeceğidir. Bana
göre, sözleşmelerde 25. madde çerçevesinde yapılacak bir değişiklikten sonra kart hamillerinden akdi faiz tahsilatı söz konusu olabilecektir.
Bu maddeye aykırılık halinde, ikibin Yeni Türk Lirasından onbin Yeni Türk Lirasına
kadar idari para cezası tahakkuk ettirilecektir.
2. Fıkra:
Maddenin 2. fıkrasında, kart çıkaran kuruluş tarafından bir gerçek kişinin sahip olduğu
tüm kredi kartları için tanınacak toplam kredi kartları limitinin, ilk yıl için, ilgilinin aylık ortalama net gelirinin iki katını, ikinci yıl için ise, dört katını aşamayacağı öngörülmüştür.
TBMM’ne sunulan tasarı metninde, bir kart çıkaran kuruluş tarafından bir kişiye ilk
yıl için verilecek kredi kartı limiti aylık ortalama gelirinin iki katını aşamayacağına ilişkin düzenleme,
TBMM Sanayi ve Ticaret Komisyonu çalışmaları sırasında, bir kişinin tüm kart çıkaran kuruluşlardan alacağı limit olarak değiştirilmiş ve nihayet; TBMM Genel Kurul çalışması
sırasında da, ikinci yıl için dört kat gelir sınırlaması getirilmiştir. Bu fıkra bugünkü teknik alt
yapı çerçevesinde uygulaması en güç olan ve en çok tartışılacak düzenleme olarak karşımıza
çıkmaktadır.
Bu düzenlemenin uygulanmasına ilişkin en önemli sorun, maddenin 1 Mart 2006 tarihi
itibariyle yürürlüğe girmesine karşın, KKB sorgulamasını her bankanın yapmaması, KKB’na
her bankanın bilgi vermek zorunluluğu bulunmaması ve KKB’ndaki bilgilerin yasa maddesinin uygulamasına imkan verecek güncellikte olmamasıdır. Bu çerçevede, kart için başvuran
kişinin gerek sektördeki yaşının gerekse mevcut limitinin tespitinde başvurulacak alt yapı
tam olarak hazır değildir.
İkinci sorun, madde kapsamına girecek kişilerin tespitinde ortaya çıkmaktadır. Kanunun bu maddesinin, kartlı ödeme sistemine 1 Mart 2006 tarihinden itibaren girecek kişilere
103
TBB Kredi Kartları Çalışma Grubu
uygulanacağı yorumu yapılabileceği gibi, 1 Mart 2006 tarihinden itibaren ikinci yılında olanlara gelirin dört katı sınırının uygulanacağı sonucuna da varılması da mümkündür. Şahsi görüşüm, kanunların yürürlüğe girdiği tarihten sonraki sözleşmelere uygulanacağı kuralından hareketle, bu düzenlemenin, kartlı ödeme sistemine 1 Mart 2006 tarihinden itibaren girecek kişilere uygulanması gerektiği yönündedir.
Madde metninde yine uygulamada çok zorluklar ile karşılaşılacak başka bir düzenleme yer almaktadır. Fıkranın ikinci cümlesinde; kart çıkaran kuruluşlarca kredi kartı limiti tespitinde, bin Yeni Türk Lirasına kadar limitler hariç olmak üzere, kart hamili tarafından beyan
edilen ve ilgili kuruluş tarafından teyit edilen net aylık veya yıllık ortalama gelirin esas alınacağı hükme bağlanmaktadır. Kart hamili tarafından beyan edilen gelirin bir üçüncü kişi tarafından teyit edilmesi zorunluluğu, teyit alınması söz konusu olamayacak olaylarda kart çıkaran kuruluşları limit tespitleri açısından oldukça zorlayacaktır.
Zira tarım kesiminde olduğu gibi gelirini belgeleyemeyecek veya teyit ettiremeyecek
sektörde çalışan kişilerin limit tespitlerinde güçlük yaşanacaktır. Madde uygulaması ile ilgili
diğer bir konu alınacak teyitlerin yazılı olup olmayacağıdır. BDDK tarafından yapılacak denetimlerde ispat açısından teyidin yazılı olması gerekecektir. Bu fıkraya aykırılık halinde, ikinci fıkrasına aykırılık halinde beşbin Yeni Türk Lirasından az olmamak üzere, aykırılık oluşturan tutarın yüzde biri tutarına kadar idari para cezası öngörülmüştür.
3. Fıkra:
Maddenin 3. fıkrasında, kart hamilinin talebi üzerine üçüncü kişiler adına asıl karta
bağlı ve asıl kart limitini aşmamak kaydı ile ek kredi kartı düzenlenebileceği öngörülmektedir.
4. Fıkra:
Maddenin son fıkrasında da, Kurulun, ikinci fıkrada yer alan sınırlama da dahil olmak
üzere, kart çıkaran kuruluşların genel ve bireysel risk sınır ve oranlarını belirlemeye yetkili
olacağı hükme bağlanmıştır. Madde gerekçesinde, kart çıkaran kuruluşların maruz kalacağı
risklerin belirli bir düzeyde kalmasını sağlamak amacıyla genel ve bireysel risk sınır ve oranlarını belirlemeye yetkisi verildiği ifade edilmektedir.
Cem Gürkan Alpay
A. Genel Olarak
1 Mart 2006 tarihinde yürürlüğe giren 5464 sayılı Banka Kartları ve Kredi Kartları
Kanununun geneli hakkında bir kaç söz etmeden geçemeyeceğim.
Kredi kartları yaklaşık 15 milyon kullanıcısı, 750.000 kart kabul eden işyeri ve yaklaşık 85 Milyar Yeni Türk Lirası yıllık işlem hacmi ile günümüzün vazgeçilmeyen ödeme araçlarından biri olmuştur.
Gerek kart hamillerine, gerek kart kabul eden işyerlerine gerekse devlete sağladığı avantajlar onun vazgeçilmezliğini hep ortaya koymuştur.
1993 yılından bu yana hakkında yapılmaya çalışılan kanunda onun bu vazgeçilmezliğine layık olmak amacı ile de ince elenmiş sık dokunmuştur.
104
Bankacılar Dergisi
Kredi Kartları, ekonomide önemli bir rol oynamasına, bireylere önemli avantajlar
sağlamasına rağmen başka bir bankacılık enstrümanı yoktur ki böylesine yerden yere vurulsun, ekonomideki olumsuzlukların sorumlusu ilan edilsin ve son olarak da yaşanan ölümlerin
nedeni olarak gösterilsin. Aslında böylesine şansız da bir enstrüman.
Tüm bu baskılar altında hazırlanması nedeni ile bazı düzenlemeleri, ekonomik gerçekliklerden uzak, hukuki tartışmaları çözmek yerine yeni hukuksal sorunlara neden olabilecek bir kanun ile karşı karşıyayız. Ancak buna rağmen kredi kartı ilişkisinin tüm taraflarının
tabi oldukları kuralları ortaya koyan ve yapılış tarzı itibariyle örnek bir kanun. Zira yapılması
aşamasında görüşüne başvurulmayan hemen hemen herhangi bir kesimin kalmadığı da bir kanun 5464 sayılı Banka Kartları ve Kredi Kartları Kanunu.
Ben bugün söz konusu kanunun kartın haksız kullanımı ve sigortalanmasına ilişkin 12.
maddesi, harcama ve alacak belgelerini düzenleyen 19. maddesi, İmza gerektirmeyen işlemleri düzenleyen 20. maddesi, Sözleşme şartlarını düzenleyen 24. maddesi, sözleşme değişikliklerini düzenleyen 25. maddesi ve faiz hesaplanmasına ilişkin 26. maddesi hakkında genel bir
değerlendirme yapacağım.
B. Kanun Maddeleri; 12, 19, 20, 24, 25, 26
1. Kanun’un 12. Maddesi :
12. Madde; Kartın haksız kullanımı ve sigortalanması başlığını taşımaktadır izin verirseniz madde ve gerekçesini peşpeşe okumak istiyorum.
Madde 12– Kartın ya da 16. maddede belirtilen bilgilerin kaybolması veya çalınması
halinde kart hamili, yapacağı bildirimden önceki 24 saat içinde gerçekleşen hukuka aykırı
kullanımdan doğan zararlardan yüz elli Yeni Türk Lirası ile sınırlı olmak üzere sorumludur.
Hukuka aykırı kullanımın, hamilin ağır ihmaline veya kastına dayanması veya bildirimin yapılmaması hallerinde bu sınır uygulanmaz.
Kart çıkaran kuruluş, yapılacak talep ve ilgili sigorta prim bedelinin ödenmesi koşulu
ile kart hamilinin birinci fıkrada belirtilen yüz elli Yeni Türk Lirası tutarındaki sorumluluğunun sigortalanmasını sağlamakla yükümlüdür. Kartların sigortalanması ve sorumluluğun
paylaşılmasına ilişkin usûl ve esaslar Kurul tarafından çıkarılacak yönetmelikle belirlenir.
Madde gerekçesine baktığımızda da gerekçe;
Kartın ya da kod numarasının, şifrenin veya kimliği belirleyici başka bir yöntemin
kullanılması halinde bu bilgilerin çalınma veya kaybolma nedenleriyle yetkisi olmayan kişilerin ellerine geçmesi ve hukuka aykırı kullanımın söz konusu olabileceği durumlarda, hem kart
sahibinin hem de kart çıkaran kuruluşun sorumluluklarının belirlenmesi gereksinimi bulunmaktadır.
Kart hamili tarafından çalınma veya kaybolma durumunun kart çıkaran kuruluşa yapılacak bildirim ile kesilmesi hakkaniyet icabıdır. Bu husus; özellikle Yargıtayın kartın kaybı
veya çalınması halinde, kart hamilinin bu durumu öğrenir öğrenmez kart çıkaran kuruluşa yapacağı ve daha sonra yazılı bildirimle teyit edilecek olan sözlü bildirim tarihinden sonraki
105
TBB Kredi Kartları Çalışma Grubu
kullanımlardan kart hamilinin değil, kart çıkaran kuruluşun sorumlu olacağı hususundaki
yerleşik içtihadında da yer edinmiştir.
Kaybolma ve çalınmanın gerçekleştiği tarih ile kart hamili tarafından bu durumun fark
edilip kart çıkaran kuruluşa bildirimin yapıldığı tarihe kadar geçen süre zarfında hukuka aykırı kullanımdan doğan zarara ilişkin sorumluluk, kart hamiline aittir. Bununla birlikte bireylerin modern hayatın önemli bir parçası ve günlük hayatın giderek vazgeçilmez bir unsuru olan
bu kartın kullanımından mahrum edilmesi gelişmiş bir toplum yapısıyla uyumlu olmayacağı
gibi bu araçları kullanan bireylerin karşılaşabilecekleri tehlikelerden korunması da gelişmiş
toplum hayatında kamu vicdanı gereğidir. Bu husus bir yandan kart hamilinin uğrayabileceği
zararın sınırlandırılmasını bir yandan da hakkaniyet gereği kart çıkaran kuruluşun kart hamilinin ağır ihmal veya kastına dayalı eylemlerinden kaynaklı zararlardan korunmasını gerektirmektedir.
Bu itibarla maddenin birinci fıkrasında, AB mevzuatı ve ülke uygulamaları da göz önünde bulundurularak, kart sahibinin kayıp ve çalınma durumunda kart çıkaran kuruluşa yapacağı bildirimden önceki 24 saat içinde gerçekleşen sorumluluğu yüz elli Yeni Türk Lirası
ile sınırlandırılmıştır. Buna mukabil kart çıkaran kuruluş lehine de bu sınırlı sorumluluk kart
hamilinin vakit geçirmeksizin bildirim yapmış olmasına veya çalınma ya da kaybın kart sahibinin kastına veya ağır ihmaline dayanmaması esasına bağlanmıştır.
Günümüz dünyasında, kişilerin karşılaşabilecekleri çeşitli risklerden doğacak zararlarının karşılanması veya azaltılması amacına yönelik olarak sigorta uygulamaları önemli bir
risk yönetim aracını oluşturmaktadır. Bu nedenle gelişmiş birçok ülkede de görülen çağdaş
uygulamalara paralel olarak, maddenin ikinci fıkrasında, kart çıkaran kuruluş, söz konusu sınırlı sorumluluğa ilişkin tutar için kart hamilinin isteği ve ilgili sigorta prim bedelinin ödenmesi koşulu ile kartın sigortalanmasını sağlamakla yükümlü tutulmuştur. Ayrıca kartların sigortalanması ve sorumluluğun paylaşılmasına ilişkin usul ve esasların Kurum tarafından çıkarılacak yönetmelikle belirlenmesi öngörülmüştür.
Gerek 5464 sayılı Kanunun düzenlemeleri gerek yargının bu güne değin verdiği kararlar kart hamilinin sorumluluğunu net olarak ortaya koymaktadır. Nitekim Kanunun 16.
maddesinin 1. fıkrası; “Kart hamili, kendisine tevdi edilen kartı ve kartın kullanılması bir kod
numarası, şifre veya kimliği belirleyici başka bir yöntemin kullanılmasını gerektiriyorsa bu
bilgileri güvenli bir şekilde korumak ve başkaları tarafından kullanılmasına engel olacak önlemleri almak, kartın kaybolması, çalınması veya iradesi dışında gerçekleşmiş herhangi bir
işlemi öğrenmesi halinde kart çıkaran kuruluşu derhal haberdar etmek zorundadır.” derken
Kanun’un 15. maddesi “Kart kullanımından doğan sorumluluk, sözleşme imzalandığı ve kartın zilyetliğine geçtiği veya fizikî varlığı bulunmayan kart numarasının öğrenildiği andan itibaren, kart hamiline aittir” demektedir. Nitekim Medeni Kanunun iyi niyete sonuç bağlayan
düzenlemeleri de, kendisinden beklenen ihtimamı sarfetmeyen kişinin iyi niyet iddiasında
bulunamayacağını ortaya koymaktadır.
Tüm bunlar ışığı altında Kanun Koyucu kart hamillerine, kartlarının ya da 16. madde
de belirtilen kod numarası, şifre veya kimliği belirleyici diğer bilgilerinin kaybolması, çalınması halinde derhal bildirim yapma yükümlülüğü getirmektedir.
Bu tespitlerden sonra kart hamilinin gerek kartını gerekse bilgilerini koruma ve bunların kaybolması, çalınması hallerinde derhal bildirme gibi bir özen yükümlülüğünün olduğu
ortadadır. Nitekim istisnalar ve yasadaki sınırlama dışında kalan tutar için söz konusu zarar106
Bankacılar Dergisi
lardan kart hamilinin sorumlu olduğunu söyleyebilmemizin temelinde kart hamilinin bu özen
yükümlülüğüne aykırı davranması yatmaktadır.
Kart hamilinin bu yükümlülüğü karşısında kart çıkaran kuruluşlarında, bildirimden 24
saat önce yapılan kullanımların 150 Yeni Türk Lirası olan kısmı hariç, kalan tutarı kart hamilinden talep etmeme yükümlülüğü olduğu ortadadır.
Bu düzenlemeler karşısında, kart çıkaran kuruluşların bu sorumluluğu, bildirim anından geriye dönük 24 saatlik sürenin bittiği andan itibaren sona ermekte ve bu andan önce yapılan kullanımlardan da kart hamilinin sorumlu olduğunu söylemek mümkündür.
Söz konusu düzenleme yurt dışı düzenlemeler ile de paralellik arz etmekte nitekim bir
çok Avrupa ülkesinde de, kart hamilinin bildirim anından itibaren sorumlu olmadığı, bildirim
anı öncesinde ise 50 ila 150 Euro arasında değişen bir sorumluluğunun söz konusu olduğu
görülmektedir. Burada üzerinde durulması gereken konulardan biriside 5464 sayılı Kanunla
getirilen ve kart hamilinin sorumsuzluğunun söz konusu olduğu 24 saatlik süre içerisinde yapılan kullanımlar içerisinde şifre kullanılmak suretiyle yapılan harcamalar ya da nakit çekim
işlemlerinin yer alıp almadığı ile gerek madde başlığının gerekse madde içerisinde yer alan
“kart” deyiminin kredi kartlarının yanısıra banka kartlarını kapsayıp kapsamadığıdır.
Kart deyiminde herhangi bir ayrım yapılmaması nedeni ile kredi kartlarının yanısıra
banka kartlarının da 12. madde kapsamına girdiğini söylemek mümkündür.
Diğer taraftan “hukuka aykırı kullanım” terimi, kartın kullanımının sadece mal ve
hizmet alımı ile sınırlı olmadığını, nakit çekim işlemleri içinde söz konusu olduğunu söylemek mümkündür. Dolayısıyla 24 saatlik süre içerisinde yapılan nakit çekim işlemlerinden de
kart hamilinin sorumlu olmadığının ileri sürüldüğü uyuşmazlıklarla karşı karşıya kalacağımız
aşikardır.
Söz konusu 12. madde düzenlemesi Kanunun 43. maddesi gereğince tacirlere verilen
kurumsal kredi kartları için uygulanmayacaktır. Sigorta maddesinin banka kartları için geçerli
olduğunu varsayarsak, Kanunun 43. maddesinde yer alan düzenleme nedeni ile tacirlere verilen banka kartları için sigorta hükümlerinin geçerli olacağını ileri sürmekte mümkün olacaktır.
2. Kanun’un 19 ve 20. Maddeleri :
Üzerinde durmayı arzu ettiğim konulardan bir diğeri de Harcama ve Alacak belgesi
başlıklı 19. madde ve buna bağlı olarak devamında düzenlenen imza gerektirmeyen işlemler
başlıklı 20. maddeler.
19. madde “Üye işyerleri, mal ve hizmet bedellerinin banka kartı ya da kredi kartı ile
ödenmesi veya nakit talep edilmesi halinde, 20. madde hükümleri saklı kalmak kaydıyla, elektronik ya da mekanik cihazları kullanarak harcama belgesi veya nakit ödeme belgesi düzenlemek ve aslını sözleşmede belirtilen süre içinde muhafaza etmek ve bir nüshayı da kart
hamiline vermek zorundadır. Bu hükme aykırılık halinde satılan hizmet veya mal bedeli üye
işyeri anlaşması yapan kuruluştan talep edilemez.
Üye işyerleri kart kullanılarak satın alınmış bir malın iadesi veya hizmetin alımından
vazgeçilmesi veya yapılan işlemin iptali halinde, alacak belgesi düzenleyerek bir nüshasını
107
TBB Kredi Kartları Çalışma Grubu
kart hamiline verdikten sonra diğer bir nüshayı da muhafaza etmekle yükümlüdür.” şeklindedir.
Madde gerekçesi, söz konusu madde ile hemen hemen aynı şekilde yazıldığından tekrar okuyarak vaktiniz almak istemem.
Yapılan düzenlemeler ile üye işyerleri nezdinde gerçekleşen mal ve hizmet alımları
veya nakit çekim işlemleri nedeni ile harcama belgesi veya malın iadesi ya da işlemin iptali
halinde alacak belgesi düzenleme zorunluluğu kanun ile hüküm altına alınmıştır. Yine üye
işyerlerine söz konusu belgeleri sözleşmede belirtilen süre içerisinde saklama yükümlülüğü
getirilmiştir. Yapılan düzenlemenin en önemli özelliği de buradadır. Kanun öncesinde söz konusu belgeleri saklama yükümlülüğü kanunen kart çıkaran kuruluşlarda iken bu düzenleme ile
bu yükümlülük üye işyerlerine bırakılmıştır. Her ne kadar, kart çıkartan kuruluşlar anılan belge saklama yükümlülüğünü yaptıkları sözleşmeler ile üye işyerlerine bıraksalar da, kanundan
kaynaklanan bu yükümlülüklerini bertaraf edememekte ancak kendisinin bu nedenle zarar uğraması halinde bir rücu sebebi olarak ileri sürmekte idiler.
Diğer taraftan sözleşmede belirtilen süre ile bu belgeleri saklama yükümlülüğünde olan üye işyerlerinin bu yükümlülüğü, sözleşmelerde daha uzun bir süre belirtilmediği taktirde
Türk Ticaret Kanunu’nun 68. maddesi gereğince 10 yıldan aşağı olamayacaktır.
Bu madde ile bağlı olarak değineceğim bir başka madde de, Kanun’un “İmza gerektirmeyen işlemler” başlığını taşıyan 20. maddesidir.
“İmza gerektirmeyen işlemler”
Madde 20- İşlemin niteliği nedeniyle harcama ve alacak belgesi düzenleme imkânı
olmayan hallerde kartlar, hamil tarafından çeşitli iletişim araçları ile kart numarası bildirilmek
veya imza yerine geçen kod numarası, şifre ya da kimliği belirleyici benzeri başka bir yöntemle işlem yapılmak suretiyle de kullanılabilir.
şeklinde düzenlenmektedir.
Yasa gerekçesi de “Teknolojide sağlanan gelişmeler sayesinde günümüzde satış belgesi olmadan ve/veya imza gerekmeksizin kartlar ile işlem yapılabilmektedir. ATM'lerdeki bazı
işlemler, çipli kartlar aracılığıyla imza gerektirmeksizin yapılanlar ile telefon ve internet yolu
ile siparişte bulunmak suretiyle gerçekleştirilen işlemler bu duruma örnek olarak gösterilebilir. Söz konusu madde ile işlemin niteliği itibarıyla harcama ve alacak belgesi düzenleme imkanı olmayan hallerde kartların, kart hamili tarafından çeşitli iletişim araçları ile kart numarası
bildirilmek veya imza yerine geçen kod numarası, şifre ya da kimliği belirleyici benzeri başka
bir yöntemle kullanılabilmesi hüküm altına alınmıştır” şeklinde ifade edilmektedir.
Bu durumda, sırf “işlemin niteliği” kavramını esas aldığımız taktirde, harcama ve alacak belgesi düzenleme imkanı olmayan hallerde yani kart hamili ile üye işyerinin yüz yüze
gelemediği, örneğin internet veya telefon vb. araçlarla işlem yapıldığı durumlarda veya kart
hamilinin kimliğinin bir kod numarası şifre veya kimliği belirleyici başka bir yöntemle belirlendiği haller dışında sliplerde imza olması aranmaktadır. Nitekim şifre girilen işlemlerde işlem, kartın POS terminalinden geçirilmesi ve şifrenin POS’a girilmesi suretiyle gerçekleştirildiğinden, Satış belgesi düzenleme imkanı olmayan bir halin varlığından söz etmek mümkün
gözükmemektedir.
108
Bankacılar Dergisi
Bir başka deyişle, işlemin niteliği nedeni ile harcama ve alacak belgesi düzenleme imkanı olan ve kart hamilinin kimliğinin bir kod numarası, şifre veya kimliği belirleyici başka
bir yöntemle belirlendiği haller dışında sliplerde imza olmasını zorunlu kılmıştır gibi bir sonuca ulaşılabilir.
Diğer taraftan Harcama Belgesi, Kanun’un “Tanımlar” maddesinde “Kartlı yapılan
işlemler ile ilgili olarak üye işyeri tarafından düzenlenen, kart hamilinin işlemden doğan borcu ile diğer bilgileri gösteren ve kart hamilinin kimliğinin bir kod numarası, şifre veya kimliği
belirleyici başka bir yöntemle belirlendiği haller dışında kart hamili tarafından imzalanan belgeyi,” ifade eder şeklinde düzenlenmiştir.
Gerek işlemin niteliği kavramı gerekse harcama belgesi tanımlarını bir arada değerlendirdiğimizde, kart hamili ile üye işyerinin yüz yüze, karşı karşıya, olduğu hallerde, düzenlenen sliplere kart hamilinin imza alınmasının bir zorunluluk olup olmadığı sorunu karşımıza
çıkmaktadır.
Harcama belgesi tanımından hareketle, kart hamili ile üye işyerinin karşı karşıya olduğu durumlarda kart hamilinin kimliğinin bir kod numarası, şifre veya kimliği belirleyici başka
bir yöntemle belirlenmesi halinde sliplere imza alınmasına gerek olmadığı sonucuna ulaşılmaktadır.
Ancak burada meselenin tam olarak analiz edilmesi için karşımıza, imza taşıyan
sliplerin kart çıkaran kuruluşlara verdiği haklar üzerinde durma zorunluluğu çıkmaktadır.
Bilindiği üzere slipler; kart hamilinin bankaya olan borçlarını beyan ettikleri ve üzerinde yazan tutar kadar Bankaya ödeme yapmayı taahhüt ettikleri ve bu tutar kadar bir bedeli
ilgili üye işyerine ödeme yapma konusunda bankayı yetkili kıldıkları belgelerdir. Kısaca slip,
kart hamilinin bankaya ödeme yapma taahhüdünü içerdiğinden bu alacağın banka açısından
ispat edilebilmesi önem taşımaktadır. Bununla birlikte POS terminalleri aracılığı ile üretilen
sliplerin düzenlenmesi bir şekil şartına tabi tutulmamış olup bunlar Türk Ticaret Kanunu anlamında bir kıymetli evrakta değildirler.
Bu durumda meselenin ispat hukuku açısından değerlendirilmesi gerekmektedir.
Kart çıkaran kuruluşlar ile kart hamilleri arasında imzalanan Kredi Kartı Üyelik Sözleşmesi ve Bankacılık Hizmetleri Sözleşmelerinde “Şifre kullanılmak suretiyle işlem yapılması halinde işlemin kart hamili tarafından yapılmış işlem sayılacağına ve işlem bedellerinin hesaplarına borç kaydedilmesini kabul ettiklerine” dair hükümler yer almakta ve banka defter ve
kayıtlarının taraflar arasında kesin delil teşkil edeceğine dair bir delil sözleşmelerine yer verilmiş bulunmaktadır.
Diğer taraftan Kanun’un 32. maddesinde yer alan “Mikrofilmlerden veya mikro fişlerden alınan kopyalar ya da elektronik veya manyetik ortamlardan çıkarılan bilgileri içeren belgeler, bu kopya ve belgelerin birbirlerini teyit etmeleri kaydıyla asıllarına gerek kalmaksızın
İcra ve İflas Kanununun 68. maddesinin birinci fıkrasında belirtilen belgelerden sayılır” şeklindeki düzenleme, söz konusu mikrofilm veya mikro fişlerden alınan kopyaları veya manyetik ortamlardan çıkartılan belgeleri; imzası ikrar ve noterlikçe tasdik edilen borç ikrarını içine
alan bir senet yahut resmi dairelerin veya yetkili makamların yetkileri dahilinde ve usulüne
göre verdikleri bir makbuz veya belge hükmünde saymaktadır. Ancak burada sözü edilen se109
TBB Kredi Kartları Çalışma Grubu
net kavramının da, anılan harcama belgesinin borçlu elinden çıkmış ve onun imzası taşıyan
bir yazılı belgeyi kapsamadığını ortaya koymak gerekir. Nitekim ortada bir yazılı belge olmasına rağmen bir imza, daha doğrusu kart hamilinin itirazına neden olabilecek bir imza ve kart
hamilinin elinden çıkmış bir belge bulunmamaktadır.
Aksi taktirde, 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 288. maddesinde
yer alan “Bir hakkın doğumu, düşürülmesi, devri, yenilenmesi, ertelenmesi, ikrarı ve itfası
amacı ile yapılan işlemlerin, yapıldıkları zaman ki miktar ve değeri 400.000.000.TL’sını aştığı
taktirde senetle ispat olunması gerekir” şeklindeki düzenleme ile çelişen bir ifade ile karşı
karşıya kalındığı düşünülebilir ki, 32. madde de yapılan düzenleme ile, kanun koyucunun da
amacının bu olmadığı açıkça ortaya konulmaktadır. Zira 32. madde de yapılan bu düzenleme
ile Kanun koyucu, kart hamilinin elinden çıkmış imzalı bir belge aramamakta, tam tersine
mikrofiş ve mikrofilmlerin kart hamili ya da üye işyeri nezdindeki harcama belgesi ile birbirini teyit etmesini yeterli görmüştür.
Bununla da, kart hamilinin şifresini POS terminaline girdiği anda borcun doğduğunu
ve bankaya karşı bir ödeme taahhüdünün varlığını ileri sürerek alacaklarımızı ispat edebilme
imkanı doğduğu düşünülmektedir.
Bu düzenlemeler karşısında şifre girilen işlemlerde ayrıca bir imzaya gerek olmadığını
ileri sürmek mümkündür.
Sonuç olarak, banka kartları ile yapılan işlemlerde slip üzerine imza alınmadan sadece
şifre ile işlem yapılması, kart hamilinin tıpkı banka ATM’lerinde veya İnternet bankacılığında
olduğu gibi hesabında mevcut tutarın, 3’ncü bir şahsa aktarılması veya nakit çekilmesi şeklindeki bir talimatının yerine getirilmesi olarak değerlendirilmeli ve mevcut yasal düzenlemeler
esas alınarak Şifrenin girilmesi durumunda imza; zorunlu olmamalıdır.
Nitekim; uluslararası ‘chargeback’ uygulamaları da şifre girilmek sureti ile yapılan
işlemleri, imzasız slip şeklinde değerlendirmemekte ve bu hususu ‘chargeback’ sebebi olarak
görmemektedir.
3. Kanun’un 24 ve 25. Maddeleri :
Üzerinde durulması gereken bir başka bölüm ise sözleşme şekli ve genel işlem şartlarını düzenleyen 24 ve 25. maddeler olacaktır.
“Sözleşme şartları”
Madde 24 – Kart çıkaran kuruluşlar ile kart hamilleri arasındaki ilişkiler, bu Kanun ve
ilgili diğer mevzuat çerçevesinde en az oniki punto ve koyu siyah harflerle hazırlanacak yazılı
sözleşme ile düzenlenir. Sözleşmenin bir örneği, kart hamiline ve varsa kefile verilir. Sözleşme hükümleri ve kartın kullanımı hakkında kart hamiline ayrıntılı bilgi verilmesi zorunludur.
Kart çıkaran kuruluşların kart hamilleri ile akdedeceği sözleşmelerin şekil ve içeriğinde yer alması gereken asgarî hususlar Kurulca belirlenir.
Sözleşmede belirtilen asgarî tutar, dönem borcunun yüzde yirmisinden aşağı olamaz.
Hesap özetinde yer alan asgarî ödeme tutarı son ödeme tarihinde ödenmediği takdirde kart
110
Bankacılar Dergisi
hamili ödenmeyen tutar için sözleşmede öngörülen gecikme faizi dışında bir yükümlülük altına sokulamaz.
Kart hamilinin yaptığı işlemler nedeniyle, sözleşmede yer almayan faiz, komisyon veya masraf gibi adlar altında hiçbir şekil ve surette ödeme talep edilemez ve kart hamilinin hesabından kesinti yapılamaz. Sözleşmede kart hamilinin haklarını zedeleyici ve kart çıkaran
kuruluş lehine tek taraflı haksız şartlar sağlayan hükümlere yer verilemez.
Kart hamilinin borcu kefile bildirilmedikçe, kefil için temerrüt durumunun oluşmayacağı sözleşmede gösterilir. Sözleşme hükümlerinde kefilin sorumluluğunu artırıcı nitelikteki
değişikliklere ve kartın kullanım limitinin yükseltilmesine ilişkin olarak kefilin ilave şartlara
dair sorumluluğunun başlaması için kefilin yazılı onayının alınması şarttır. Kredi kartı kullanımlarındaki kefalet, Borçlar Kanununda belirtilen adi kefalet hükümlerine tâbidir. Asıl
borçluya başvurulup borcun tahsili için tüm yollar denenmeden kefilden borcun ifası istenemez. şeklindedir. Yapılan düzenlemelerin çok önemli bir kısmı 4077 sayılı Tüketicin Korunması Hakkındaki Kanunda da yer alan düzenlemelerdir. Bu madde ile kart çıkaran kuruluşlara
sözleşme hükümleri ve kartın kullanımı hakkında ayrıntılı bilgi verme yükümlülüğü getirilirken, BDDK’ya da sözleşmelerin sahip olması gereken şekil ve içeriğinde yer alması gereken
asgari hususları belirleme yetkisi getirmektedir.
Bu madde ile yapılan en önemli düzenlemelerden birisi de Sözleşmede belirtilen asgari tutarın, dönem borcunun yüzde 20’sinden aşağı olamayacağıdır. Bu husus kart çıkaran kuruluşların asgari tutarı daha yukarda belirlemesini kısıtlamamaktadır.
Kefalete ilişkin düzenlemelerde 4077 sayılı Kanunla getirilmek istenen düzenlemelerle paralellik arz etmektedir. Kefilin sorumluluğunu artırıcı değişiklikler için kefilin yazılı
onayının alınması şart koşulmuştur.
Kanunun sözleşme değişikliklerini düzenleyen 25. maddesi de “Sözleşmede yapılacak
değişiklikler kart hamiline bildirilir. Bu değişiklikler bildirimin yapıldığı döneme ilişkin son
ödeme tarihinden itibaren hüküm ifade eder. Bildirimin ait olduğu döneme ilişkin son ödeme
tarihinden sonra kartın kullanılmaya devam olunması halinde, sözleşmede meydana gelen değişikliklerin kabul edildiği addolunur. Faiz oranının artırılması durumunda ise bu değişikliğin
hüküm ifade edebilmesi için otuz gün önceden kart hamiline bildirilmesi zorunludur. Kart
hamili faiz artırımına ilişkin bildirim tarihinden itibaren en geç altmış gün içinde tüm borcunu
ödeyip kredi kartını kullanmaya son verdiği takdirde faiz artışından etkilenmez.
Kart hamili, talep etmek suretiyle kartı iptal ettirmek ve sözleşmeyi feshetmek hakkına
sahiptir.” şeklindedir. Faize ilişkin düzenlemeler 4077 sayılı Kanunla getirilmek istenen düzenlemelerle paralellik arz etmektedir. Sözleşme değişikliklerinin kart hamiline bildirilmesi
esası getirilerek, söz konusu değişikliğin bildirimin yapıldığı döneme ilişkin son ödeme tarihinden itibaren ve ancak kartın kullanılması halinde geçerli olması benimsenmiştir. Yapılan
bu düzenlemelerden sözleşme değişikliklerinin geçerli olması için bildirimin yeterli olmadığı,
kart hamilinde kartını kullanması gerekliliği ortaya çıkmaktadır. Diğer taraftan söz konusu
değişikliğin, son ödeme tarihinden sonra olmak üzere, kart hangi tarihte kullanılırsa kullanılsın, değişikliğin bildirildiği tarihi takip eden son ödeme tarihinden itibaren geçerli olacağı düşünülmektedir.
4. Kanun’un 26. Maddesi :
111
TBB Kredi Kartları Çalışma Grubu
Üzerinde durulması gereken ancak yürürlüğe giriş tarihinin 1 Haziran 2006 olması nedeni ile henüz uygulanmayan Faiz hesaplamasına ilişkin 26. madde hakkında da birkaç şey
söylemek istiyorum. 26. madde “Bir hesap dönemine ilişkin toplam borç tutarı veya hesap
bakiyesi üzerinden, o döneme ilişkin hesap özetinin düzenlendiği hesap kesim tarihinden önceki bir tarih itibarıyla faiz yürütülebileceğine ilişkin kayıtlar hükümsüzdür. Nakit kullanımına ilişkin borçlar hakkında işlem tarihi esas alınabilir. Nakit kullanımı kapsamında değerlendirilecek işlemler Kurulca belirlenir.
Dönem borcunun bir kısmının ödenmesi halinde kalan hesap bakiyesi üzerinden faiz
hesaplanır. Kalan hesap bakiyesine, asgarî tutar ve üzerinde ödeme yapılması durumunda akdi
faiz, asgarî tutarın altında ödeme yapılması durumunda ise gecikme faizi uygulanır. Temerrüt
hali de dahil olmak üzere, kart uygulamasından doğan borçlarda bileşik faiz uygulanmaz.
Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası, azami akdi ve gecikme faiz oranlarını tespit etmeye yetkilidir ve belirlediği bu oranları 3 ayda bir açıklar.
Hesap kesim tarihi ile son ödeme tarihi arasında on günden az bir süre olamaz.
Katılım bankaları açısından bu Kanun uygulamasında yer alan faiz kâr payı, gecikme
faizi ise gecikme cezası olarak uygulanır.
4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanunun 10. maddesinin 2. fıkrasının (f)
bendi “kredi kartları için uygulanmaz” şeklindedir. Yapılan düzenleme ile kart çıkaran kuruluşlara yeknesak bir uygulama getirilmek arzu edilmiştir. Ancak yapılan düzenlemenin bu
yeknesaklığı ne kadar sağlayacağı zaman içerisinde kart çıkaran kuruluşların uygulamaları
netleştikçe ve ortaya konuldukça görülecektir. Komisyon çalışmaları esnasında gündeme getirilen ve Fransa uygulamasından da esinlenerek hazırlanan, akdi faiz oranlarını ve temerrüt
faizi oranlarını belirleme yetkisini Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasına veren düzenlemede
Bankalar Birliği ile BDDK görüşmeleri esnasında gündemde olmayan bir düzenlemedir. Komisyon çalışmaları esnasında azami akdi faiz oranının, kart çıkaran kuruluşların ağırlıklı faiz
ortalamalarının yüzde 25’nden fazla olmayacağı ve temerrüt faiz oranının da azami akdi faiz
oranın yüzde 25’ini geçemeyeceği şeklinde bir düzenleme söz konusu iken Meclis Genel Kurulunda yapılan görüşmeler esnasında nihai halini alan bu düzenlemede Türkiye Cumhuriyet
Merkez Bankasının söz konusu faiz oranlarını belirleme esaslarında yer verilmemiştir.
Bu madde de yapılan bir düzenlemede de 4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanunun 10. maddesinin 2. fıkrasının (f) bendi kredi kartları için uygulanmayacağı ifade
edilmiş ve kart çıkaran kuruluşların sözleşmelerinde akdi faiz oranının yüzde 30’unu geçmemek üzere gecikme faizi uygulayabileceklerine dair düzenlemeye yer vermelerine gerek kalmamıştır.
5. Kanun’un 44. Maddesi:
5464 sayılı Kanunla getirilen ve uygulamada yaşanan bir çok sıkıntının önüne geçeceğini düşündüğüm bir başka madde de, Bankalar Birliği komisyon çalışma grubunun bu yasaya
girmesinde çok emeği olduğuna inandığım 44. maddesidir.
“Yetkili mahkeme ve merciler”
112
Bankacılar Dergisi
MADDE 44 – Bu Kanunun uygulanmasıyla ilgili uyuşmazlıklarda kart hamilinin tüketici olması halinde, 4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanunun 22 ve 23. maddesi hükümleri uygulanır.
Kart çıkaran kuruluşlar tarafından kart hamilleri aleyhine açılacak davalarda 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun görev ve yetkiye ilişkin hükümleri uygulanır.
Maddenin ikinci fıkrası hükmüyle, kart çıkaran kuruluşlar tarafından kart hamilleri aleyhine açılacak davalarda, davacının tüzel kişi olması münasebetiyle bu davaların tüketici
mahkemelerinde görülmesi yerine 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun görev
ve yetkiye ilişkin hükümleri çerçevesinde takip edilmesi amaçlanmıştır.
Gülsün Sop
A. Genel Olarak:
Kartlı sistemde yasal bir düzenlemeye gidilme ihtiyacının ilk kez gündeme getirildiği
Türkiye Bankalar Birliği’nde 1993 yılı başlarında bir araya gelen ilk çalışma grubumuz kimi
zaman Ankara ve İstanbul’da haftada ikiye varan sıklıkta toplanarak Taslak hazırlama çalışmalarını sürdürdü. Bir süre sonra aynı grup başka katılımlarla çalışmalarını bir süre BKM
bünyesine taşıdı. Yapılan hazırlıklarda her aşamada banka ve ilgili kurum ve kuruluşların görüşleri alındı. 1996 yılında tamamlanarak Hazine Müsteşarlığı’na gönderildi ve Müsteşarlıkça
da benimsendi. Aynı yıl Bankalararası Kart Merkezi A.Ş. (BKM)’nin Abant’ta düzenlediği
Panelde, Taslağı Yüksek Yargı üyelerine, bankalara ve tüm ilgili Kurum ve Kuruluş temsilcilerine tanıtma fırsatı bulduk.
Ancak kartlı sistemdeki yasal düzenleme ihtiyacı tüm ilgili çevrelerce ifade edilmesine
karşın Taslağımız uzun bir süre yasalaşma sürecine giremedi. Bu arada kredi kartlarına ilişkin
ilk yasal düzenleme 2003 yılında bambaşka bir platformda gerçekleşti. 4822 sayılı Yasa ile
Tüketicinin Korunması Hakkında Kanuna, ilk kez kredi kartlarını düzenleyen 10/a maddesi
eklendi. Tabii, yine aynı yasada kredi kartı borçlarını ilgilendiren Geçici 1. maddeyi de unutmamak lazım. Ancak 10/a maddesi, daha çok 2001 krizinin kredi kartı borçlarına etkisini giderme kaygısı taşıyan, biraz da aceleye gelmiş bir düzenleme niteliğinde idi. Bu yüzden de
kartlı sistemin özel bir düzenlemeye kavuşturulma ihtiyacını karşılamaktan uzak kaldı.
Banka Kartları ve Kredi Kartları Yasa Tasarısı çalışmaları, BDDK tarafından 2004 yılı
ortalarında canlandırıldı. Türkiye Bankalar Birliği, BKM, ilgili resmi kuruluşlar ve özellikle
2003 yılındaki yasa değişikliği sonrası etkinlikleri artan sivil toplum örgütlerinin görüşleri
alınarak bir dizi değişikliğe uğradı.
Çalışma Grubumuz Türkiye Bankalar Birliği nezdinde, zaman zaman yeni katılımlarla
bu süreçte de etkin rol aldı. BDDK ile yapılan toplantılarda Taslağa, uluslararası kartlı sistem
ilkelerine uygun ve sistemin işlerliğini olumsuz yönde etkilemek yerine sistemi güçlendirmeye yönelik bir yapı kazandırılmaya çalışıldı.
Tasarı son hali verilerek BDDK tarafından 2005 sonunda TBMM’ne gönderildi. AB
Uyum Komisyonundan ana komisyon olan Sanayi Ticaret Enerji Tabii Kaynaklar Bilgi ve
Teknoloji Komisyonunda görüşüldü. Türkiye Bankalar Birliği olarak BKM’nin de katılımı ile
komisyon toplantılarına katıldık. Son aşamaya kadar görüşlerimizi bildirmeye ve katkıda bu113
TBB Kredi Kartları Çalışma Grubu
lunmaya devam ettik. Son olarak da bildiğiniz gibi, Tasarı Genel Kurulda verilen bir kısım
önergelerle de değişikliğe uğrayarak 23 Şubat’ta yasalaştı.
Az önce, Tasarının 13 yıl önceki ilk halinden oldukça farklı bir biçimde yasalaştığından söz etmiştim. Ancak yine sevinerek belirtmeliyim ki, özellikle ‘tanımlar’, ‘tarafların kartlı
sistem içindeki hak ve yükümlülükleri’, ‘kartlı sistemin işleyiş esasları’ bakımından ilk çalışmalara oldukça bağlı kalındı. Hazırladığımız ilk taslakların, kartlı sistemin yasal bir formasyona kavuşması adına bu yasada derin etkilerini görüyoruz.
İşte 5464 Sayılı Yasa, bu geniş katılımlı ve uzun soluklu çalışmaların bir ürünü. Öncelikle, 5464 sayılı Banka Kartları ve Kredi Kartları Kanunundan bahsederken, ‘Kanun’ yerine, ‘Tasarı’ ifadesini kullanırsam beni bağışlayacağınızı umuyorum. Çünkü geçen 13 yıllık bu
süreçte, Türkiye’deki kartlı sistemi ilgilendiren bu düzenlemenin, biz Çalışma Grubu Üyeleri
arasındaki adı hep ‘Taslak’ olarak kaldı. Bu süreçte Taslağın sadece adı değişmedi dersek
yanlış olmaz.
B. 5464 Sayılı Yasa Geçici Maddeleri
5464 Sayılı Yasanın geçici maddelerinin özellikle 2 ana noktada önem kazandıklarını
görüyoruz.
-
Mevcut uygulamaların Yasaya uyum süreçleri ve yöntemleri,
-
İşlerliğini yitirmiş durumdaki mevcut kredi kartı borçlarının düşük bir yıllık faiz üzerinden uzun bir taksitlendirme sürecinde ödenme imkanı
Geçici 1. Madde :
Açıklamalarımı genellikle Geçici 3 ve 4. maddeler üzerinde yoğunlaştırmakla birlikte,
bütünlük arzetmesi açısından 1.ve 2. Geçici Maddelere de kısaca değinmekte yarar var.
Geçici 1. madde, Yasa kapsamına giren kuruluşların durumlarını 1 yıl içinde bu Yasa
hükümlerine uygun hale getirmelerini öngörüyor.
Hemen belirtelim, bu madde Yasada hüküm altına alınan uygulamalara yönelik değil.
Uygulamaları ilgilendiren uyum süreçleri Geçici 3. maddede düzenlenmiş durumda. Burada,
yani Geçici 1. maddede, Yasa kapsamına giren faaliyetleri yürüten kuruluşların durumlarına
yönelik bir uyum süreci ifade ediliyor. Diğer deyişle, Kanunun 4. maddesinde sözü edilen,
-
Kartlı sistem kurma,
-
Kart çıkarma,
-
Üye işyerleri ile anlaşma yapma,
-
Bilgi alışverişi,
-
Takas ve mahsuplaşma
faaliyetlerinde bulunan kuruluşlar.
114
Bankacılar Dergisi
Yine aynı maddede 7 bent halinde sayılan koşulları 1 yıl içinde yerine getirmek zorundalar. Bunlara uygun olmayan bir durumları varsa, bunu gidermek için ve uyumlu hale getirmek için 1 yıllık geçiş sürecine sahipler. Aksi takdirde 7. madde uyarınca Kurul’dan izin
almaları mümkün olmayacak, halihazırda izinleri varsa 5. madde uyarınca bu iznin iptal edilmesi söz konusu.
Geçici 2. Madde :
Yasanın Geçici 2. madde hükmü, Kartlı Sistem içinde yine 4. maddede belirtilen;
-
Kartlı sistem kurma,
Kart çıkarma,
Üye işyerleri ile anlaşma yapma,
Bilgi alışverişi,
Takas ve mahsuplaşma
faaliyetlerini halihazırda sürdüren kuruluşlara, Kurum tarafından çıkarılacak Yönetmeliği takiben 3 ay içinde Kurum’a izin başvurusunda bulunma zorunluluğu getiriyor.
Halen kartlı sistem kurma, kart çıkarma ve üye işyeri anlaşması yapma faaliyetlerini
sürdüren Bankalar, bu zorunluluktan muaf tutulmuş.
Halihazırda bankaların ortak ve üye bulundukları, bilgi alışverişi ve Takasmahsuplaşma faaliyeti gösteren Bankalararası Kart Merkezi A.Ş. ve Kredi Kayıt Bürosu
A.Ş.’nin, ortaklarının bankalardan oluşması nedeniyle 4. maddede hüküm altına alınan koşulları yerine getirseler, dolayısıyla da Geçici 1. maddeden etkilenmeseler dahi, bu Kuruluşlarımızın Geçici 2. madde uyarınca izin almalarının gerekeceği söylenebilir.
Geçici 1 ve 2. maddelerin, ‘İzne Tabi İşlemler’ başlıklı 4, 5, 6 ve 7. maddeleri ile birlikte ortak bir amaca hizmet ettikleri söylenebilir. Bu da, Yasa Koyucunun Kartlı Sistem içinde faaliyet gösteren kuruluşları, ciddi ve uluslararası standartlara uygun bir platforma taşımak
ve burada görmek istemesi.
Geçici 3. Madde :
Geçici 3. madde, Yasanın özellikle bankalarımızın mevcut kart uygulamalarına getirdiği yenilik ve değişiklikler için öngördüğü uyum süreçleri yönünden önemli bir madde.
Yeni Yasa, az önce Buket Hanım ve Cem Bey’in değindikleri bir takım değişiklikler
getiriyor Kart Sistemimize. Bunların en önemlileri;
-
Kredi kartı başvurularının toplanacağı yerlere, asgari tutarları belli bir süre ödenmeyen
kartların iptaline ilişkin 8. madde,
-
Kart limitlerinin belirlenmesi, sınırlandırılması ve güncellenmesine, limit aşım ücretinin kaldırılmasına ilişkin 9. madde,
-
Çalıntı kartlarda kart hamilinin bildirim öncesi sorumluluğuna sınır getiren ve sigorta
öngören 12. madde,
115
TBB Kredi Kartları Çalışma Grubu
-
Asgari tutarın dönem borcu içindeki asgari sınırını belirlemesi yönünden 24. madde
-
Kredi Kartında faiz esaslarını düzenleyen 26. madde.
olarak sayılabilir.
İşte Geçici 3. madde bu hükümlerle çelişkili olarak nitelendirilebilecek uygulamalar
varsa, bunların giderilmesi için Kanuna uyum sürecini belirliyor.
Maddeye göre, bu süre, faiz hesaplamasına ilişkin uygulamalar için 3 ay, diğer uygulamalar için 1 yıl olarak öngörülmüş.
Hiç kuşkusuz bu süreler, azami süreleri ifade ediyor. Yasa hükümleri ile çelişkili nitelikte görülebilecek uygulamanın mahiyetine göre, daha kısa sürelerde gerçekleştirilmeleri söz
konusu olabilir.
Örneğin, kart başvurularının toplanabileceği yerlerin bir an önce 8. madde hükümlerine göre belirlenmesi gerekiyor ki, bu bankaların pazarlama stratejilerinin yeniden belirlenmesi
açısından da çok önemli.
Diğer taraftan, - eğer halihazırda yoksa - limit belirleme ve güncelleme işlemleri için
öngörülen tanı ilkeleri ve skorlama sistemlerinin geliştirilip kullanılmaya başlanması veya
mevcut limitlerin Kanuna uygun hale getirilmesi, azami sürenin kullanılmasını gerektirebilecek.
Maddenin 2, fıkrasında, asgari tutarın dönem borcunun yüzde 20’sinden az olamamasına ilişkin 24. madde ile getirilen hüküm için istisnai bir düzenlemeye gidilmiş.
Buna göre, asgari tutar 6 ay boyunca dönem borcunun yüzde 10’u olarak uygulanacak.
Tabii bu da asgari bir oran. Yani, eğer bankanın uygulamasında halihazırda asgari tutar dönem borcunun yüzde 10’undan fazla bir oranda uygulanıyorsa bunun yüzde 10’a çekilmesine
gerek yok. Çünkü kanun koyucunun nihai amacı, dönem borcunun faize tabi olan ödenmeyen
kısmının artmasını önlemek. Dolayısıyla kart hamilinin faiz yükünün artmasını engellemek.
Hal böyle olunca, halen asgari tutarın dönem borcunun yüzde 10’unun altında kaldığı
bankaların, bu oranı 6 ay boyunca yüzde 10’a yükseltmeleri, bu sürenin sonunda da en az
yüzde 20 ye çıkarmaları gerekecek.
Maddenin 2. fıkrasında öngörülen kademeli geçiş sürecinin nedenlerinden biri bankaların sistem ve stratejilerinin yeniden belirlenmesine zaman tanımak olduğu kadar, asıl amaç
kart hamiline kolaylık sağlamak. Borcunun belli bir kısmını ödemeye şartlanmış, bütçesini
buna göre ayarlamış kart kullanıcısının durumunu birdenbire ağırlaştırmamak.
Geçici 3. madde ile ilgili son olarak tarihçesinden söz etmek istiyorum. Madde Ana
Komisyona geldiğinde yasalaştığı halinden farklı idi :
‘Kart çıkaran kuruluşlar ile kart hamilleri arasında akdedilmiş sözleşmelerdeki faiz
hesaplanmasına ilişkin hükümlerin 1 ay, diğer hükümlerin ise 1 yıl içinde bu Kanun hükümlerine uygun hale getirilmesi’ şeklindeydi.
116
Bankacılar Dergisi
Türkiye Bankalar Birliği olarak katıldığımız Sanayi ve Teknoloji Komisyonu çalışmaları sırasında karşıt bir önerge verilmesine ve bu hükmün değişmesine katkıda bulunduk.
Aksi halde mevcut milyonlarca sözleşmenin değişmesi yönünde yanlış yorumlara sebebiyet
verilecekti. Oysa burada önemli olan uygulamaların kanuna uyumlu hale getirilmesi idi. Kanunun yürürlüğünü takiben imzalanacak yeni sözleşme metinlerinde gerekli revizelerin yapılması yeterli olacaktı. Nitekim bu görüşlerimiz kabul edilen önerge ve madde gerekçesine
de aynen yansıdı.
Geçici 4. Madde :
Hepimizin bildiği gibi, bu madde, düzenini kaybetmiş, temerrüde düşmüş kredi kartı
borçlarının, kolaylaştırılmış şartlarla yeniden yapılandırılmasına ilişkin ilk düzenleme değil.
Yine bildiğimiz gibi, tam üç yıl önce, Mart 2003’de ayında yürürlüğe giren 4822 Sayılı Kanunun Geçici 1. maddesi de, o dönemde temerrüt halinde bulunan kart borçlarına yüzde 50 faiz ile 12 ay ödenme kolaylığı sağlamıştı.
Doğal olarak, bu tür geçici hükümleri, daha çok, çıkarıldıkları döneme özgü koşullar
çerçevesinde değerlendirmek gerekir. Dolayısıyla bunlardan birinin, diğerine kesin bir örnek
teşkil etmesi, hepsinin birlikte değerlendirilmeleri bizi her zaman doğru sonuçlara götürmez.
Ancak, 4822 Sayılı Yasanın Geçici 1. maddesi, geçtiğimiz 3 yıllık süreçte gerek bankaları ve tüketicileri gerekse adli mercileri yoğun şekilde meşgul etti. Sonuçta, özellikle bu
madde uygulaması ile ilgili geçmişteki tecrübelerimiz ve Yüksek Yargının bu maddeye ilişkin
kararları, bu kez 5464 Sayılı Kanunun Geçici 4. maddesi hükümlerinin yorumu ve uygulamasında bize ışık tutabilir.
Diğer taraftan, Kurum tarafından TBMM’ne gönderilen Tasarıda bu madde mevcut
değildi. Tasarının ilk olarak görüşüldüğü AB Uyum Komisyonu Raporu ile, Ana Komisyon
olan Sanayi ve Teknoloji Komisyonu’na, ödenme güçlüğü içinde bulunan kredi kartı borçlarına ilişkin bir yeniden yapılandırma maddesi eklenmesi yönünde, öneride bulunulduğunu görüyoruz.
Ana Komisyon görüşmelerinin başında bir üye milletvekilinin konu ile ilgili bir saptamasını anmadan geçemeyeceğim.
‘Elimizde kartlı sistemi düzenleyen ve yasal formasyon kazandırmaya yönelik bir Tasarı var, ancak buradaki 50 ye yakın hüküm bir tarafa bırakılmış, kamuoyunun ve medyanın
dikkati af yönünde çıkarılacak bir madde beklentisine odaklanmış durumda. Komisyonumuzun, sisteme zarar vermeden ve sağduyu içinde bunun üstesinden gelmek zorunda olduğunu
unutmayalım’ demişti. Bu gerçekçi ve doğru bir saptamaydı.
Nitekim Ana Komisyonda icra takibine konu edilmiş kart borçlarının yeniden yapılandırılmasına yönelik olarak Geçici 4. madde’nin ilk hali, bir önerge ile metne ilave edildi. Yeniden yapılandırma hükümlerinin sistemin işleyişine ve kart portföylerine zarar getireceği düşüncesinde olmamıza rağmen, hiç değilse kapsam ve uygulamanın olabildiğince somutlaştırılması açısından, bu önergeye Türkiye Bankalar Birliği olarak katkıda bulunduk.
Ancak Geçici 4. maddenin ilk iki fıkrası, Genel Kurul görüşmeleri sırasında verilen önergelerle farklı bir boyut kazandı. Ve madde bu şekilde yasalaştı.
117
TBB Kredi Kartları Çalışma Grubu
Maddeyi incelerken izlemeyi düşündüğüm yöntem, maddeyi öncelikle fıkralara bölüp
incelemek. Yeri geldikçe de, hükümlerin yorumuna katkı sağlamak üzere, 4822 kapsamında
yargı kararları ve uygulamalarımıza gönderme yapmak.
1. Fıkra:
Maddenin ilk fıkrasında, Geçici Maddeden yararlanma imkanı verilen borçların kapsamının belirlenmeye çalışıldığını görüyoruz.
Burada üç kategorideki borçlulardan bahsediliyor ki, bunlardan ilki ‘‘dönem sonu borcunun ödenmesi için ihtar çekilmiş’’ olanlar.
Buradaki ‘dönem sonu borcu ’ ifadesi, genel kredi kartı uygulaması yönünden çelişkili
görünebilir. Dönem sonu, kart uygulamasında esasen hesap kesim dönemini ve bu tarihteki
borcu ifade eder. İhtarname çekilmesinin ise hesap kesim dönemi ile doğrudan bir ilgisi yok.
Asgari tutar ödenmediği takdirde Bankalar belli bir süre bekleyip, bu arada müşteriye
çeşitli yollardan ulaşıp borcunu ödemesi yönünde ikazlarda bulunduktan sonra hesabı katedip
toplam borç üzerinden ihtarname keşide ediyorlar. Kanunun 8. maddesi bu dönemi 3 ay olarak ifade ediyor, yapılması öngörülen bildirimle birlikte bu süre 1 ay daha uzuyor.
Bazı banka uygulamalarında Tüketici Kanununun 10. maddesi çerçevesinde asgari
tutar iki dönem ödenmez ise borcun tamamının muaccel kılınması için ihbar öneli gönderiliyor.
Ancak her koşulda ihtarname tarihinin, kredi kartı hesap kesim tarihi ile örtüşmesi gerekli değil. Dolayısıyla, maddenin bu fıkrasında geçen ‘dönem sonu borcunun’ teknik anlamda kullanılmadığını düşünüyoruz.
Diğer taraftan ihtarnamenin ekinde, harcama ve nakit çekim tutarları, bunlara işlemiş
faizlere ayrıştırılmış şekilde ihtarname tarihi itibarıyla toplam borcu gösteren hesap özeti gönderiliyor.
Bu durumda, kapsamdaki ilk borçlu kategorisini, ‘katedilen hesabın toplam borcunun
ödenmesi için ihtar çekilmiş’ olanlar şeklinde anlamak gerekiyor.
Bu yorum esasen, 4822 sayılı Kanun kapsamında çıkan ihtilaflarda verilen Yargıtay
12. ve 13. Hukuk Daireleri kararları ile de uyumlu. 13. Hukuk Dairesinin 2005/7009 E.,
11715 Sayılı kararındaki bir bölümü okumak istiyorum.
‘’Kural olarak, Borçlar Kanunu’nun 101. maddesine göre kesin vadeli sözleşmelerde
temerrüt sözleşmede belirtilen günün hitamı ile gerçekleşir. Banka tarafından gönderilen hesap özetlerinde ödeme günü belirtilmekte ise de, bu ödeme gününde borcun tamamı değil,
belli bir kısmının ödenmesi gerektiği bildirildiğinden, kredi kartı borçları Borçlar Kanunu’nun 101/2 maddesinde öngörülen miktarı önceden belli kesin vadeli borç niteliğinde değildir. Bu nedenle kredi kartı borçlarında temerrüt tarihi bakımından anılan madde uygulanmaz. Kredi kartının bu özelliği nedeniyle borçlunun temerrüdü, banka tarafından akdi ilişkinin sona erdirilerek hesap katedildikten sonra, borçluya gönderilen ihtarnamenin tebliğinden
veya ihtarda süre verilmiş ise bu sürenin bitiminden itibaren oluşur.’’
118
Bankacılar Dergisi
1. fıkraya göre kapsama giren ikinci kategori borçlular, ‘’haklarında icra takibi başlatılmış’’ olanlar.
Hemen belirtmek gerekir ki, Komisyon’dan Genel Kurul’a gelirken Geçici 4. madde
hükmünün kapsamı sadece bu durumdaki borçlularla sınırlı tutulmuştu.
Türkiye Bankalar Birliği delegasyonu olarak kapsamın bu şekilde belirlenmesine katkıda bulunmuştuk. Çünkü buradaki tek kaygımız, 4822 dönemindeki kapsama ilişkin ihtilafları gözeterek kapsamın hiç bir çelişkiye meydan vermeden en somut biçimde ortaya konulmasıydı.
Maddeye göre, bu durumdaki borçluların 18 taksitte ödeyecekleri borçlarına, takip ve
dava masraf ve harçları ile yasal vekalet ücreti de dahil edilecek. Bunun belirtilmesine gerek
var mıydı, düşüncesi doğabilir. Vardı, çünkü 4822 döneminin başında, maddede bu yönde bir
hüküm bulunmadığı için borçlunun bunlardan muaf tutulmasına ilişkin bir kaç yerel mahkeme
kararına rastladık. Daha sonra Sanayi ve Ticaret Bakanlığı Genelgesi ve Yargıtay kararları ile
bu kalemlerin de borca dahil olduğu kesinleşmişti.
Kapsama giren 3. grup borçlar ise aynı fıkraya göre, ‘’31.1.2006 tarihine kadar temerrüde düşmüş’’ olanlar.
Esasen tereddüt bu durumdaki borçlular için ortaya çıkıyor. ‘Kredi kartında temerrüde
düşülmesi’ neyi ifade ediyor ?
Az önce de belirttiğim gibi Yargıtaya göre temerrütten bahsedilebilmesi için hesabın
katedilip ihtarname çekilmiş olması gerekiyor.
Ancak 1, fıkrada, ihtar çekilmiş ve icra takibi başlatılmış borçlular açıkça belirtildiğine
göre, ‘temerrüde düşmüş olanlar’ dan, farklı durumdakilerin kastedildiği açık. Bunun yorumunu yaparken birkaç noktadan hareket etmek mümkün.
4822 döneminde, ‘bankaların yasa kapsamını daraltmak için uzun bir dönem borçlulara ihtarname göndermedikleri, hesapları açık tuttukları yönünde bazı eleştiriler gündeme getirildi. Hatta bunların, bazı yerel mahkeme kararlarına bile yansıdığını gördük. Bizce bu değerlendirmeler doğru değildi. Yine de bu görüşlerin Daire kararlarını bir ölçüde etkilediği söylenebilir.
Şöyle ki, az önce belirttiğim 13.Hukuk Dairesi kararında temerrüt için ihtar çekilmiş
olması zorunlu görülmekle birlikte, kararın devamında şöyle bir ifadeye de yer verilmişti.
‘’...Banka tarafından borçluya ihtarname gönderilmemiş, hesap katedilmemiş ise,
gönderilen son hesap ekstresinde belirtilen ödeme tarihinin temerrüt tarihi olarak kabulü gerekir’’.
Bu kararda, biraz önce belirttiğim kaygılar yanında, bir kısım bankaların hiç ihtar
çekmeksizin son hesap özeti üzerinden icra takibi başlatmaları da etkili olmuş olabilir.
Diğer taraftan, Tüketici Kanununun 10. maddesi çerçevesinde, iki dönem üstüste asgari tutar ödenmediğinde ihbar öneli göndererek borcun tamamını muaccel kılan Banka uygulamaları da var.
119
TBB Kredi Kartları Çalışma Grubu
Ayrıca, 5464 sayılı Kanunun 8. maddesinde, asgari tutar 3 ay içinde ödenmez ise,
borçluya bildirimde bulunulması, 1 aylık süre de ödemesiz geçerse kartın iptal edilmesi öngörülüyor.
Tüm bu değerlendirmelerin ışığında, kapsamdaki 3.grubun, asgari tutarı peşpeşe 3 dönem boyunca ödemeyen, kredi kartı bu nedenle kapatılmış ancak henüz hesabı katedilip ihtarname çekilmemiş durumdaki borçlular olduğu yorumunu yapmak mümkün.
Bu yorum esasen kart müşterisinin de lehine. Çünkü, borcun ödenme kolaylığı yanında Kanun kapsamına girmenin uzun vadedeki diğer sonuçlarını da gözardı etmemek gerekiyor.
Ödemesinde kısa süreli düzensizlik yaşayan ancak kart hesabı açık ve işler durumdaki
bir müşteriye yüzde 18 faizle 18 ay taksitlendirme ilk anda cazip gelebilir. Ancak Bankaların
yasa kapsamına giren borçlularını, hesabı işleyen kart müşterileri ile aynı konumda değerlendirmeyecekleri açık. Dolayısıyla TC Merkez Bankası ve KKB bildirimlerinin yapılması söz
konusu. Böylece kişinin uzun vadede bankalarla ilişkilerinin zedelenmesi kaçınılmaz olacak.
Nitekim 4822 kapsamına giren borçluların dahi yeniden kart almak için yoğun çaba gösterdiklerini gördük.
Dolayısıyla, halen kısa süreli ödeme düzensizliği olan ancak kart hesabı açık ve işlerliğini sürdüren müşterilerin Geçici 1. madde kapsamında olmadıkları, esasen bunun kendi
menfaatlerine de uygun olduğu sonucuna varıyoruz.
Tüketici Kanunu 10. maddesi kapsamında iki dönem üstüste ödeme yapmayan borçlulara, borcun tamamı muaccel kılınmak üzere ihbar gönderilen durumlarda da, borçlunun
kapsama girdiği sonucuna varılabilir.
1. Fıkradaki Diğer Hususlar :
Bu tespitlerden sonra, 1. fıkrada yer alan diğer bazı noktalara da kısaca değinmek istiyorum.
İcra takibinde bulunanlar açısından, avukata da müracaat edilebileceğinin belirtilmesi,
faydalı olmuştur. 4822 döneminde icra takibindeki borçluların avukatlara özellikle müracaat
etmemeleri, sivil toplum örgütlerinin bu konudaki yönlendirmeleri bankalarda büyük yığılmalara neden olmuştu.
Başvurularda güncel tebligat adresinin belirtilme zorunluluğu da işlevi olan bir hüküm. Yine 4822 döneminde bunun sancısı yaşanmış, sadece yazılı bir müracaat fakslayan
borçluya bir daha ulaşma ve ödeme planı gönderme, dolayısıyla tahsilat imkanı bulunamamıştı.
Ödeme planının imzalanması ve ilk taksidin ödenmesinin de yararlanma koşulu olarak
getirilmesi çok faydalı. 4822 döneminde, böyle bir şartın aranmaması büyük eksiklikti. Borçlu
sadece müracaatla yararlanma hakkı kazanıyordu, Duruma ciddiyet kazandırma yönünde bile
olsa hiç bir ödeme şartı konulmamıştı. Bu durum yoğun ihtilaflara neden oldu. Ödeme niyeti
bulunmayan kötü niyetli borçluların, bu sayede borçlarını daha da sürüncemede bıraktıklarına
şahit olmuştuk. Yeni Geçici maddedeki bu hükmün maddenin kendi amacına hizmet edeceğine inanıyoruz.
120
Bankacılar Dergisi
Belirtmem gerekir ki, bu hükümlerin maddeye eklenmesine Bankalar Birliği delegasyonu olarak, Komisyon toplantıları sırasında önemli katkımız oldu.
2. Fıkra :
Geçici 4. maddenin 2. fıkrasında bu kez anapara kavramının konu edildiğini görüyoruz. Burada ‘temerrüt tarihindeki anapara’ yani yüzde 18 yıllık faize esas teşkil edecek tutar
açıklanırken, temerrüt tarihi açıkça belirli değil. ‘...o tarihte gönderilen’ denilmekle
yetinilmiş. ‘O tarih’ yani ‘temerrüt tarihi nedir ?
Az önce kredi kartı borcunun temerrüdünden söz etmiştim. Yargıtayın, kredi kartı borcunun BK 101/1 kapsamında ve kesin vadeli borç olmadığı, borçlunun mütemerrit kılınması
için kat ihtarnamesi gerektiği görüşünde olduğunu belirtmiştim.
Borçlar Kanununun 101/2 maddesi anlamında kesin vadeden bahsedebilmek için hangi tarihte hangi tutarın ödeneceğinin önceden kararlaştırılmış olması gerekir. Örneğin kullandırıldığı tarihte taksitleri ve vadeleri kesin surette belirtilmek suretiyle ödeme planına bağlanan bireysel kredilerde durum böyle.
Kredi kartında ise kartın kullanımına bağlı olarak ödenecek tutar değişiyor. Hesabın
katedildiği tarihe kadar gönderilen ekstrelerde, o ekstreye özgü dönem borcu ve bunun ödenmesi gereken asgarisi belirtiliyor. Dolayısıyla ödeme yapılmadığı takdirde, ihtar keşidesinden
önce dönem borcu veya toplam borç değil, olsa olsa bu asgari tutar yönünden temerrüt halinden bahsedilebilir.
Dolayısıyla, Yargıtay kararları da gözetildiğinde, görüşümüz, geçici madde kapsamındaki ihtar çekilmiş veya icra takibine konu olmuş borçlarda, temerrüt tarihi ve anapara yorumunda, borçluya gönderilen ihtarın tebliğ tarihi veya borçluya bir süre verilmiş ise bu sürenin
bitiminin temerrüt tarihi, ihtarda belirtilen toplam borç tutarının da anapara olarak esas alınması yönünde.
Peki, üçüncü grup borçluda – yani ihtar çekilmemiş, icra takibi yapılmamış, ancak
Kanunun deyimiyle ‘temerrüde düşmüş’ borçlarda - ne yapılacak? Bu borçlar için de, borçluya gönderilen son dönemsel hesap özeti yani ekstredeki toplam borcun anapara, bu ekstrede
gösterilen son ödeme tarihinin de temerrüt tarihi olarak kabulü gerekecek. Tabii burada artık
ekstrenin dönem borcundan değil, eğer taksitli alışveriş yapılmış ise vadesi gelmemiş taksitlerin de dahil olduğu, aynı ekstredeki toplam borçtan söz ediyoruz.
3-4-5-6 ve 7. Fıkralar :
Geçici 4. maddenin devam eden fıkralarını bir arada ve kısaca değerlendirmek istiyorum. Çünkü, bunların tümü aslında 4822 döneminde bankalar, tüketiciler ve yargı mercileri
olarak hep birlikte yaşanan belirsizlik ve ihtilaflardan edinilen tecrübelerle, bunların bir kez
daha yaşanmaması amacına yönelik hükümler. Hemen belirtmeliyim ki, bunların tümünde
Türkiye Bankalar Birliği olarak Komisyonda verdiğimiz bilgi ve görüşlerin büyük katkısı oldu.
3. fıkraya göre, yeniden yapılandırma hükümlerinden yararlanan borçlu ödeme planındaki taksit ve vadelendirmeye uymak zorunda. Bu taksitlerden herhangi biri ödenmez ise, artık Geçici maddenin sağladığı imkanlardan yararlanma hakkının ortadan kalkacağı, 6. fıkrada
121
TBB Kredi Kartları Çalışma Grubu
tekrar vurgulanıyor. Bu takdirde, Kanunun 26. maddesinde belirtilen gecikme faizi üzerinden
takip işlemlerine devam edilecek.
Bunu bir örnekle biraz açmakta fayda var. Borcu taksitlendirmeye uymasa dahi, örneğin icra takibi 5 yıl önce yüzde 240 gecikme faizi üzerinden açılmış ise, bu orandan değil, ihlal tarihinde T.C. Merkez Bankasının o dönem için açıkladığı gecikme faiz oranı üzerinden
takibe devam edilecek.
Ayrıca, 4. fıkraya göre, borçlu, taksitli borç ödeme planına karşı, ancak ödemelerini
aksatmamak koşulu ile itiraz edebilecek. Ancak borçlunun ödemelerini ihtirazi kayıtla yapıp,
itirazı sonunda haklı çıkarsa istirdat talebinde bulunmasına hukuki engel yok, hiç kuşkusuz.
Taksitlere uyulması konusunda ciddiyet ve devamlılık öngören bu hükümler yanında,
takip hukuku açısından belirlilik sağlayan hükümlerin de getirildiğini memnuniyetle görüyoruz.
Bu kapsamda, 3. fıkrada, taksitlendirme süreci boyunca ve ödemelere riayet edildiği
sürece, halihazırda yapılmış işlemler baki kalmak üzere icra işlemlerinin duracağı ve İcra İflas
Kanununda belirtilen sürelerin işlemeyeceği öngörülmüş. Örneğin haciz yapmışsanız, bu baki
kalacak, satış isteme süresi işlemeyecek. Burada maaş hacizlerinde tereddüt doğabilir. Bu
halde de haciz baki kalmak üzere maaş kesintileri taksit süresince durdurulabilir veya kesintiler taksit tutarları gibi ayarlanabilir.
Yine 5. fıkrada, takip hukuku açısından konuya somutluk sağlayan bir hüküm var.
Borçlu ödeme planını imzalamış ise, önceki dönemde borca karşı ileri sürdüğü itirazlar ortadan kalkıyor. Oysa 4822 Geçici 1. madde uygulamasındaki belirsizlik yüzünden bu konuda
sorun yaşanmış, bazı mahkemeler borçlunun dosyaya vaki itirazlarına ilişkin davaları sürdürmüş, bazıları da bunu bir sulh sözleşmesi saymış, ancak ödeme yapılmasa da ancak yüzde 50
üzerinden takibe devamı öngörmüştü.
4822 döneminde, halihazırda ödenip bitmiş veya yüzde 50 faizin üzerinde tahsilat yapılmış dosyalarda, istirdat talepleri ile karşılaşmıştık. Gerçi bunlar gerek yerel mahkemeler
gerekse Yargıtayca reddedilmişti. 5464 sayılı Kanunun Geçici 4. maddesinin son fıkrasında,
bu konunun ihtilafa yer vermeyecek şekilde açıkça ifade edilmiş olması da sevindirici.
Bildiğiniz gibi, eski geçici maddedeki belirsizlikler nedeniyle, ödeme planlarına karşı
onbinlerce ihtilaf doğmuş, davalar açılmış, Tüketici Mahkemeleri ve Yargıtay Daireleri yıllarca meşgul edilmiş, bu arada borcun ödenip ödenmediği hiç araştırılmaksızın kararlar tesis
edilmiş, hatta hiçbir ödeme yapmayan borçlulara karşı icra takibinin devamında, sırf başvuru
var diye yüzde 50 den takibe devam yününde kararlar çıkmıştı. Sonuçta da 4822 sayılı Kanunun Geçici 1. maddesi amacına ulaşmamış, ödeme yapma niyeti ve gayreti olmayan kötü niyetli borçluların, durumu sürüncemede bırakma çabalarına yol açmıştı. Az önce de açıkladığım çerçevede, 3, 4, 5, 6 ve 7. fıkra hükümleri gerçekten de 4822 dönemindeki yaşadığımız
pek çok ihtilafı bertaraf edecek nitelikte.
Toplantımızın bana düşen, geçici maddelere ilişkin açıklamalarımı burada bitirirken,
hepinize Kanunun uygulamasında ve çalışmalarınızda başarılar, kolaylıklar diliyor, saygılar
sunuyorum.
122
Bankacılar Dergisi, Sayı 56, 2006
Bankacılığa İlişkin Mevzuat
ve
Yeni Düzenlemeler*
(Ocak-Mart 2006)
1. Bankacılık Kanununa İlişkin Düzenlemeler
31 Ocak 2006 tarih ve 26066 sayılı Resmi Gazete’de;
ƒ Maden kaynaklarının araştırılması ve değerlendirilmesine ilişkin 6 nolu Türkiye Finansal
Raporlama Standardının yürürlüğe konulmasını teminen Maden Kaynaklarının Araştırılması ve Değerlendirilmesine İlişkin Türkiye Finansal Raporlama Standardı (TFRS 6)
Hakkında Tebliğ Sıra No: 18 yayımlanmıştır.
1 Şubat 2006 tarih ve 26067 sayılı Resmi Gazete’de;
ƒ Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu personelinin sicil amirlerinin belirlenmesini
teminen Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu Sicil Amirleri Yönetmeliği yayımlanmıştır.
ƒ Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu personelinin disiplin amirlerinin belirlenmesini teminen Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu Disiplin Amirleri Yönetmeliği yayımlanmıştır.
2 Şubat 2006 tarih ve 26068 sayılı Resmi Gazete’de;
ƒ Ara dönem finansal raporlamaya ilişkin 34 nolu Türkiye Muhasebe Standardının yürürlüğe konulmasını teminen Ara Dönem Finansal Raporlamaya İlişkin Türkiye Muhasebe
Standardı (TMS 34) Hakkında Tebliğ Sıra No: 19 yayımlanmıştır.
10 Şubat 2006 tarih ve 26076 sayılı Resmi Gazete’de;
ƒ 29 Kasım 2004 tarih ve 25655 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan Özel Finans Kurumlarınca Uygulanacak Tekdüzen Hesap Planı ve İzahnamesi Hakkında Tebliğde Değişiklik Yapılmasına Dair Tebliğ yayımlanmıştır.
15 Şubat 2006 tarih ve 26081 sayılı Resmi Gazete’de;
ƒ Karşılıklar, koşullu borçlar ve koşullu varlıklara ilişkin 37 nolu Türkiye Muhasebe Standardının yürürlüğe konulmasını teminen Karşılıklar, Koşullu Borçlar ve Koşullu Varlıklara İlişkin Türkiye Muhasebe Standardı (TMS 37) Hakkında Tebliğ Sıra No: 20 yayımlanmıştır.
123
Türkiye Bankalar Birliği
19 Şubat 2006 tarih ve 26085 sayılı Resmi Gazete'de
ƒ Bankaların döviz varlık ve yükümlülükleri arasındaki ilgi ve dengelerin kurulmasını ve
özkaynakları ile uyumlu bir seviyede döviz pozisyonu tutmalarını temin etmek üzere, döviz
yönetimlerinde uygulayacakları yabancı para net genel pozisyon/özkaynak standart oranına
ilişkin usul ve esasların tespit edilmesini teminen Yabancı Para Net Genel Pazisyon /
Özkaynak Standart Oranının Bankalarca Konsolide ve Konsolide Olmayan Bazda Hesaplanması ve Uygulanması Hakkında Yönetmelik yayımlanmıştır.
24 Şubat 2006 tarih ve 26090 sayılı Resmi Gazete’de;
ƒ Kiralama işlemlerine ilişkin 17 nolu Türkiye Muhasebe Standardının yürürlüğe konulmasını teminen Kiralama İşlemlerine İlişkin Türkiye Muhasebe Standardı (TMS 17) Hakkında Tebliğ Sıra No: 21 yayımlanmıştır.
ƒ Tarımsal faaliyetlere ilişkin 41 nolu Türkiye Muhasebe Standardının yürürlüğe konulmasını teminen Tarımsal Faaliyetlere İlişkin Türkiye Muhasebe Standardı (TMS 41) Hakkında Tebliğ Sıra No: 22 yayımlanmıştır.
28 Şubat 2006 tarih ve 26094 sayılı Resmi Gazete’de;
ƒ "Türkiye Katılım Bankaları Birliği Statüsü"nün yürürlüğe konulmasını teminen Türkiye
Katılım Bankaları Birliği Statüsü Hakkında 2006/10018 sayılı Karar yayımlanmıştır.
1 Mart 2006 tarih ve 26095 sayılı Resmi Gazete’de;
ƒ Banka kartları ve kredi kartlarının çıkarılmasına, kullanımına, takas ve mahsup işlemlerine ilişkin usul ve esasları düzenlemek suretiyle kartlı ödemeler sisteminin etkin çalışmasının
sağlanmasını teminen Banka Kartları ve Kredi Kartları Kanunu (Kanun No: 5464) yayımlanmıştır.
1 Mart 2006 tarih ve 26095 sayılı Resmi Gazete’de;
ƒ Emeklilik fayda planlarında muhasebeleştirme ve raporlamaya ilişkin 26 nolu Türkiye
Muhasebe Standardının yürürlüğe konulmasını teminen Emeklilik Fayda Planlarında Muhasebeleştirme ve Raporlamaya İlişkin Türkiye Muhasebe Standardı (TMS 26) Hakkında Tebliğ Sıra No: 23 yayımlanmıştır.
3 Mart 2006 tarih ve 26097 sayılı Resmi Gazete’de;
ƒ Bölümlere göre raporlamaya ilişkin 14 nolu Türkiye Muhasebe Standardının yürürlüğe
konulmasını teminen Bölümlere Göre Raporlamaya İlişkin Türkiye Muhasebe Standardı
(TMS 14) Hakkında Tebliğ Sıra No: 24 yayımlanmıştır.
14 Mart 2006 tarih ve 26108 sayılı Resmi Gazete’de;
ƒ Bankacılık Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair 5472 sayılı Kanun yayımlanmıştır.
124
Bankacılar Dergisi
16 Mart 2006 tarih ve 26110 sayılı Resmi Gazete’de;
ƒ Satış amaçlı elde tutulan duran varlıklar ve durdurulan faaliyetlere ilişkin 5 nolu Türkiye
Finansal Raporlama Standardının yürürlüğe konulmasını teminen Satış Amaçlı Elde Tutulan
Duran Varlıklar ve Durdurulan Faaliyetlere İlişkin Türkiye Finansal Raporlama Standardı (TFRS 5) Hakkında Tebliğ Sıra No: 25 yayımlanmıştır.
17 Mart 2006 tarih ve 26111 sayılı Resmi Gazete’de;
ƒ Maddi olmayan duran varlıklara ilişkin 38 nolu Türkiye Muhasebe Standardının yürürlüğe
konulmasını teminen Maddi Olmayan Duran Varlıklara İlişkin Türkiye Muhasebe Standardı (TMS 38) Hakkında Tebliğ Sıra No: 26 yayımlanmıştır.
ƒ Yatırım amaçlı gayrimenkullere ilişkin 40 nolu Türkiye Muhasebe Standardının yürürlüğe
konulmasını teminen Yatırım Amaçlı Gayrimenkullere İlişkin Türkiye Muhasebe Standardı (TMS 40) Hakkında Tebliğ Sıra No: 27 yayımlanmıştır.
18 Mart 2006 tarih ve 26112 sayılı Resmi Gazete’de;
ƒ Varlıklarda değer düşüklüğüne ilişkin 36 nolu Türkiye Muhasebe Standardının yürürlüğe
konulmasını teminen Varlıklarda Değer Düşüklüğüne İlişkin Türkiye Muhasebe Standardı (TMS 36) Hakkında Tebliğ Sıra No: 28 yayımlanmıştır.
25 Mart 2006 tarih ve 26119 sayılı Resmi Gazete’de;
ƒ Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonunun idare ve temsili ile hizmet birimleri ve görevlerine
ilişkin esas ve usullerin düzenlenmesini teminen 2006/10169 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ve
eki Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu Teşkilat Yönetmeliği yayımlanmıştır.
ƒ Bankalar ve benzeri finansal kuruluşların finansal tablolarında yapılacak açıklamalara ilişkin 30 nolu Türkiye Muhasebe Standardının yürürlüğe konulmasını teminen Bankalar ve
Benzeri Finansal Kuruluşların Finansal Tablolarında Yapılacak Açıklamalara İlişkin
Türkiye Muhasebe Standardı (TMS 30) Hakkında Tebliğ Sıra No: 29 yayımlanmıştır.
28 Mart 2006 tarih ve 26122 sayılı Resmi Gazete’de;
ƒ Gelir vergilerine ilişkin 12 nolu Türkiye Muhasebe Standardının yürürlüğe konulmasını
teminen Gelir Vergilerine İlişkin Türkiye Muhasebe Standardı (TMS 12) Hakkında
Tebliğ Sıra No: 31 yayımlanmıştır.
ƒ Hisse başına kazanca ilişkin 33 nolu Türkiye Muhasebe Standardının yürürlüğe konulmasını teminen Hisse Başına Kazanca İlişkin Türkiye Muhasebe Standardı (TMS 33) Hakkında Tebliğ Sıra No: 32 yayımlanmıştır.
ƒ Çalışanlara sağlanan faydalara ilişkin 19 nolu Türkiye Muhasebe Standardının yürürlüğe
konulmasını teminen Çalışanlara Sağlanan Faydalara İlişkin Türkiye Muhasebe Standardı (TMS 19) Hakkında Tebliğ Sıra No: 33 yayımlanmıştır
125
Türkiye Bankalar Birliği
2. Türk Parası Kıymetini Koruma Hakkında Düzenlemeler
6 Mart 2006 tarih ve 26100 sayılı Resmi Gazete’de;
ƒ Türk Parası Kıymetini Koruma Hakkında 32 Sayılı Karar ile Başbakanlık Hazine
Müsteşarlığının 91-32/5 Sayılı Tebliğine İlişkin Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası
Genelgesi (Sayı: 2006/1) yayımlanmıştır.
28 Mart 2006 tarih ve 26122 sayılı Resmi Gazete’de;
ƒ 2006/10179 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ve eki Türk Parası Kıymetini Koruma Hakkında 32 Sayılı Kararda Değişiklik Yapılmasına Dair Karar yayımlanmıştır.
3. Vergi Kanunlarına İlişkin Düzenlemeler
4 Şubat 2006 tarih ve 26070 sayılı Resmi Gazete’de;
ƒ Borsada rayici olmayan yabancı paraların ve bu paralarla olan senetli ve senetsiz alacak ve
borçların değerlemesinde 2005 yılı sonu itibariyle uygulanacak kurlara ilişkin Vergi Usul
Kanunu Genel Tebliği (Sıra No: 355) yayımlanmıştır.
2 Mart 2006 tarih ve 26096 sayılı Resmi Gazete’de;
ƒ
Vergi Usul Kanunu Genel Tebliği (Sıra No: 357) yayımlanmıştır.
4. Sermaye Piyasalarına İlişkin Düzenlemeler
21 Ocak 2006 tarih ve 26056 sayılı Resmi Gazete’de;
ƒ 31 Temmuz 1992 tarih ve 21031 sayılı Mükerrer Resmi Gazete'de yayımlanan Seri: VI,
No: 4 sayılı Yatırım Ortaklıklarına İlişkin Esaslar Tebliğinde Değişiklik Yapılmasına
Dair Tebliğ (Seri: VI, No: 19) yayımlanmıştır.
ƒ 19 Aralık 1996 tarih ve 22852 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan Seri: VII, No: 10 sayılı
Yatırım Fonlarına İlişkin Esaslar Tebliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Tebliğ (Seri:
VII, No: 27) yayımlanmıştır.
2 Şubat 2006 tarih ve 26068 sayılı Resmi Gazete’de;
ƒ 31 Ocak 1992 tarih ve 21128 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan Aracılık Faaliyetinde
Belge ve Kayıt Düzeni Hakkında Tebliğde Değişiklik Yapılmasına Dair Tebliğ (Seri: V,
No: 85) yayımlanmıştır.
10 Şubat 2006 tarih ve 26076 sayılı Resmi Gazete’de;
ƒ 19 Şubat 1996 tarih ve 22559 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan İstanbul Menkul Kıymetler Borsası Teşkilat, Görev ve Çalışma Esasları Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik yayımlanmıştır.
126
Bankacılar Dergisi
3 Mart 2006 tarih ve 26097 sayılı Resmi Gazete’de;
ƒ 14 Temmuz 2003 tarih ve 25168 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Seri: I, No: 31 sayılı
Birleşme İşlemlerine İlişkin Esaslar Tebliğinin Birleşme İşlemlerine İlişkin Esaslar Tebliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Tebliğ (Seri: I, No: 33) yayımlanmıştır.
ƒ 19 Şubat 1996 tarih ve 22559 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Seri: I, No: 26 sayılı
Hisse Senetlerinin Kurul Kaydına Alınmasına ve Satışına İlişkin Esaslar Tebliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Tebliğ (Seri: I, No: 34) yayımlanmıştır.
ƒ 14 Temmuz 1992 tarih ve 21284 mükerrer sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Seri: II,
No: 13 sayılı Tahvillerin Kurul Kaydına Alınmasına İlişkin Esaslar Tebliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Tebliğ (Seri: II, No: 21) yayımlanmıştır.
ƒ 27 Aralık 1994 tarih ve 22154 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Seri: IV, No: 9 sayılı
İhraçcıların Muafiyet Şartlarına ve Kurul Kaydından Çıkarılmalarına İlişkin Esaslar
Tebliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Tebliğ (Seri: IV, No: 37) yayımlanmıştır.
ƒ 7 Eylül 2000 tarih ve 24163 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Seri:V, No: 46 Aracılık
Faaliyetleri ve Aracı Kuruluşlara İlişkin Esaslar Hakkında Tebliğde Değişiklik Yapılmasına Dair Tebliğ (Seri: V, No: 86) yayımlanmıştır.
ƒ 11 Ağustos 2001 tarih ve 24490 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Seri: VIII, No: 34
sayılı Sermaye Piyasasında Faaliyette Bulunanlar İçin Lisanslama ve Sicil Tutmaya İlişkin Esaslar Hakkında Tebliğde Değişiklik Yapılmasına Dair Tebliğ (Seri: VIII, No: 46)
yayımlanmıştır.
6 Mart 2006 tarih ve26100 sayılı Resmi Gazete’de;
ƒ Sermaye piyasası mevzuatına tabi ortaklıkların, sermaye piyasası kurumlarının ve
ihraçcıların sermaye piyasası mevzuatı uyarınca yaptıracakları değerleme işlemlerinde verilen
değerleme hizmetlerine ilişkin esasların belirlenmesini teminen Sermaye Piyasasında Uluslararası Değerleme Standartları Hakkında Tebliğ (Seri: VIII, No: 45) yayımlanmıştır.
5. Diğer Düzenlemeler
14 Ocak 2006 tarih ve 26049 sayılı Resmi Gazete’de;
ƒ 9 Nisan 2003 tarih ve 25074 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 2003/1 sıra numaralı
Çekle Ödemelerin Düzenlenmesi ve Çek Hamillerinin Korunması Hakkında Kanuna
İlişkin Tebliğde Değişiklik Yapılmasına Dair Tebliğ (Sıra Numarası: 2006/1) yayımlanmıştır. Tebliğ ile, süresinde ibraz edilen çekin karşılığının bulunmaması halinde bankanın ödemekle sorumlu olduğu tutar üçyüzyetmiş Yeni Türk Lirasına yükseltilmiştir.
17 Ocak 2006 tarih ve 26052 sayılı Resmi Gazete’de;
ƒ Bilgi edinme hakkının kullanımıyla ilgili yıllık rapora ilişkin 2006/2 Sayılı Başbakanlık
Genelgesi yayımlanmıştır.
127
Türkiye Bankalar Birliği
4 Şubat 2006 tarih ve 26070 sayılı Resmi Gazete’de;
ƒ 6 Ocak 2005 tarih ve 25692 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan Elektronik İmza Kanununun Uygulanmasına İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik yayımlanmıştır.
14 Şubat 2006 tarih ve 26080 sayılı Resmi Gazete’de;
ƒ 27 Nisan 2004 tarih ve 25445 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan "Bilgi Edinme Hakkı
Kanununun Uygulanmasına İlişkin Esas ve Usuller Hakkında Yönetmelik"in 31/10/2005 tarih
ve 2005/9585 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile değişik 22 nci maddesin hükmü gereği, "Bilgi
ve Belgeye Erişim Ücret Tarifesi"nin belirlenmesini teminen Bilgi ve Belgeye Erişim Ücreti
Genel Tebliği (Sıra No: 1) yayımlanmıştır.
17 Şubat 2006 tarih ve 26083 sayılı Resmi Gazete’de;
ƒ Başbakanlık, bakanlıklar, bağlı, ilgili, ilişkili kurum ve kuruluşlar ile diğer kamu kurum
ve kuruluşları tarafından hazırlanacak kanun, kanun hükmünde kararname, tüzük, yönetmelik,
Bakanlar Kurulu kararı eki kararlar ve diğer düzenleyici işlemlerin taslak metinlerinin hazırlanmasına ilişkin usul ve esasların düzenlenmesini teminen 19/12/2005 tarih ve 2005/9986
sayılı Bakanlar Kurulu Kararı eki Mevzuat Hazırlama Usul ve Esasları Hakkında Yönetmelik yayımlanmıştır.
4 Mart 2006 tarih ve 26098 sayılı Resmi Gazete’de;
ƒ Sosyal Güvenlik Prim Alacaklarının Yeniden Yapılandırılması ve Bazı Kanunlarda
Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun (Kanun No: 5458) yayımlanmıştır.
23 Mart 2006 tarih ve 26117 sayılı Resmi Gazete’de;
ƒ Sigorta ve reasürans şirketleri ile emeklilik şirketlerinin mevcut ve potansiyel riskleri nedeniyle oluşabilecek zararlarına karşı yeterli miktarda özsermaye bulundurmalarının sağlanmasını teminen Sigorta ve Reasürans İle Emeklilik Şirketlerinin Sermaye Yeterliliklerinin Ölçülmesine ve Değerlendirilmesine İlişkin Yönetmelik yayımlanmıştır.
25 Mart 2006 tarih ve 26119 sayılı Resmi Gazete’de;
ƒ Sigorta sözleşmelerine ilişkin 4 nolu Türkiye Finansal Raporlama Standardının yürürlüğe
konulmasını teminen Sigorta Sözleşmelerine İlişkin Türkiye Finansal Raporlama Standardı (TFRS 4) Hakkında Tebliğ Sıra No: 30 yayımlanmıştır.
29 Mart 2006 tarih ve 26123 sayılı Resmi Gazete’de;
ƒ 26 Haziran 2004 tarih ve 25504 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 10/6/2004 tarih ve
5188 sayılı "Özel Güvenlik Hizmetlerine Dair Kanun" çerçevesinde faaliyette bulunan özel
hukuk kişileri ile özel güvenlik şirketlerinin, istihdam ettikleri özel güvenlik görevlilerinin
üçüncü kişilere verecekleri zararların tazmini amacıyla yaptırması zorunlu üçüncü şahıs mali
sorumluluk sigortasına uygulanacak tarife ve talimatın belirlenmesini teminen Özel Güvenlik
Mali Sorumluluk Sigortası Tarife ve Talimatı yayımlanmıştır.
128
Download