mühür kimdeyse süleyman odur - İstanbul İl Sağlık Müdürlüğü

advertisement
PROF. DR. SELAMİ ALBAYRAK
algınlığı ilaçları ile ortalama 1 hafta içerisinde
iyileşebilmektedir. Bu bakımdan hekiminiz
önermediği müddetçe basit soğuk algınlığı
ve gribal enfeksiyonlar için asla antibiyotik
kullanmayınız. Sık antibiyotik kullanımının daha
sık enfeksiyon ve daha fazla hastalık anlamına
geldiğini unutmayınız.
Değerli
İstanbul’da
Sağlık okurları
Kış mevsiminin gelmesi ile birlikte soğuk
algınlığı ve enfeksiyon kaynaklı hastalıklarda
artış gözlendi. Sert kış soğuk yüzünü
henüz yeni yeni göstermeye başlamışken
sağlık tesislerimize grip ve soğuk algınlığı
şikayeti ile başvuran hasta sayısı katlanarak
arttı. Bu durum biz sağlık çalışanları için
her yıl tekrarlanan ve beklenen bir tablodur.
Zira havanın soğuması ile birlikte çoğalan
virüsler kapalı ve kalabalık ortamlarda
yayılmaya başlar ve gerekli tedbirler
alınmadığı müddetçe yayılım hızı artarak
devam eder. Bu virüslerin çoğalması ve
yayılmasını engellemek tamamen hasta ve
çevresindekilerin sorumluluğundadır. Bu
bakımdan hasta ve yakınlarının oluşturacağı
koruma bariyeri toplum sağlığı açısından
hayati öneme sahiptir.
Şunu belirtmek gerekirki grip, nezle, zatürre
ve farenjit başta olmak üzere kışın sık görülen
hastalıklara genelde soğuk havalar değil,
tedbirsizlik neden olur. Konuya buradan
bakılınca çoğu zaman soğuk hava değil
dikkatsizliğin hasta ettiğini söylemek pek
de yanlış olmaz. Bu hastalıkların en önemli
bulaşım yolu kirli ellerdir. Eğer toplum olarak
bu hastalıklardan korunmak istiyorsak
öncelikle el temizliğine dikkat etmemiz,
hastalıklı kişilerin olduğu kapalı ortamlardan
ve yakın temastan kaçınmamız, soğuğa
karşı kişisel önlemler almamız gerekiyor.
Bununla birlikte vücut direncini arttırmaya
yönelik besin ve vitamin değeri yüksek
gıdalarla beslenmenin de önemli olduğunu
unutmamalıyız.
Bir sağlık çalışanı olarak şu konuya da
değinmeden geçemeyeceğim. Kış
hastalıklarının birçoğunda hekim gerek
görmese bile yoğun antibiyotik kullanıldığını
gözlemliyoruz. Buradan tekrar belirtmek
isterim ki antibiyotiğin soğuk algınlığı nezle
gibi birçok hastalığın tedavisinde herhangi
bir etkeni yoktur. Daha doğrusu bu tip
hastalıklarda antibiyotiğe ihtiyaç da yoktur.
Kişiler bir uzman tarafından reçete edilen
ağrı kesiciler, vitamin desteği ve bazı soğuk
Bu sayıda yine sağlık alanında yürütülen
çalışmalar hakkında çeşitli haber ve röportajlar
yapmayı sürdürdük. Hipertansiyon, diyabet,
kalp, kolesterol yüksekliği ve kanser gibi
kapsamlı hastalıklarla doğrudan ya da dolaylı
olarak ilişkisi olduğu belirlenen obezite, bu ay
kapak konumuz oldu. Başta karaciğer böbrek
ve kalp olmak üzere tüm organlarda hasara yol
açan obezitenin tanı ve tedavisine yönelik son
tıbbi yaklaşımlar sayfalarımızda detaylı olarak
yer buldu. Obezitenin kapakta yer aldığı bir
sayımızda spor ve hareketin faydalarına ilişkin
bir haber yapmasak olmazdı. Bu bakımdan tıbbi
otoritelerce en faydalı spor olarak tanımlanan
yürüyüşün vücudumuz üzerindeki etkilerine ilişkin
son derece kapsamlı bir haber çalışmamız oldu.
Keyifle okuyacağınızı sanıyorum.
Bunların yanısıra son dönemlerde biz büyükler
kadar çocukların da hayatına giren teknoloji
bağımlılığına ilişkin bir haber çalışması yaptık.
Teknoloji bağımlılığının bihassa çocuk yaş
grubunda ortaya çıkardığı ruh ve beden
sorunlarına mercek tuttuk. Bu konuda
ebeveynlerin alabileceği önlemleri masaya
yatırdık.
Bu ay ülkemize sığınan yabancıların sağlık
haklarının ele alındığı bir sempozyum
düzenledik. Suriye’de beş yılı aşkındır süren iç
savaş sebebiyle evsiz ve vatansız kalan Suriye’li
kardeşlerimize sunduğumuz sağlık hizmetlerinin
niteliklerini masaya yatırdık. Konu hakkında
tüm paydaş kuruluşlar ile görüş alışverişinde
bulunduğumuz bu toplantıya ilişkin haberi de
sizlerle paylaştık.
Bununla birlikte sağlık çalışanlarımızın meslek
hatıralarına yer vermeyi sürdürdük. Bu ay
112 hava ambulans pilotlarımızdan Ali Feza
Tunç’la kimi zaman hüzünlendiren kimi zaman
ise tebessüm ettiren bir söyleşi yaptık. Merakla
okuyacağınızı düşünüyorum.
Söz konusu haber ve çalışmalarımızın sağlıklı
bir hayat sürdürmenize katkı sağlaması
temennisiyle, yeni yılınızı kutluyor, sağlık,
mutluluk ve huzur getirmesini temenni ediyorum.
4
Süt içerken
dikkat
Atılan bir adım
10 fayda sağlıyor
22
İlker Ayrık
Sporun
tazeleyici ve
yenileyici bir
etkisi var
20
14
Çocuklarda
teknoloji bağımlılığına
dikkat
16
Bademcik iltihabı,
vücudun savunma
mekanizmasını
bozuyor
Bel fıtığında
geç kalmak felce
neden olabilir!
36
Böbrek taşı
endoskopik
yöntemlerle sorun
olmaktan çıkıyor
SAHİBİ
İstanbul Sağlık Müdürlüğü adına
İstanbul Sağlık Müdürü
Prof. Dr. Selami Albayrak
SORUMLU
YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ
Selcan Yücel
selcanyucel@hotmail.com
YAZI İŞLERİ
Hacer Çokluk
Mustafa Kaan Bulut
Hamile kalmayı
planlıyorsanız,
bu testleri
mutlaka yaptırın!
24
KONSEPT DANIŞMANI
Dr. Nurgül Osmanbeyoğlu
Öfkenizi
kontrol etmek
elinizde
40
44
Tedavi
edilmeyen boğaz
enfeksiyonları kalbi
vuruyor
34
İşte
Dişe Zarar Veren
Yiyecekler !
46
Onların işi,
gece gündüz
durmaksızın
hayat
kurtarmak
YAYIN KURULU
Uzm. Dr. Çiğdem Yazıcı Ersoy
Dr. Şahin Çınar
Dr. Bekir Turan
Av. Ülker Kuğu
Hediye Ünver
BİLİMSEL DANIŞMA
KURULU
Prof. Dr. Fahri Ovalı
Prof. Dr. Hamit Okur
Prof. Dr. Murat Elevli
Prof. Dr. Recep Özturk
Prof. Dr. Selami Albayrak
Prof. Dr. Yüksel Altuntaş
Doç. Dr. Adem Akçakaya
Doç. Dr. Mustafa Bilici
Doç. Dr. Özgür Yiğit
Op. Dr. Sadiye Eren
GÖRSEL TASARIM VE
YAYINA HAZIRLIK
Onüç Reklam Prodüksiyon
San. ve Tic. Ltd. Şti.
Nisbetiye Mahallesi
Hakkışehithan Sokak No13
B blok, D2 34377
2.Ulus, İstanbul
Telefon +90 212 270 54 50
Faks +90 212 270 13 59
www.13reklam.com.tr
FOTOĞRAF
Umut Erşah
REKLAM VE SATIŞ
PAZARLAMA
Nazlı Deniz Gözeler
nazli.gozeler@13reklam.com.tr
Telefon +90 212 270 54 50
BASKI
Uniprint Basım Sanayi
ve Ticaret A.Ş.
Ömerli köyü, Hadımköy
İstanbul Caddesi, No: 159
34555 - İstanbul
Telefon +90 212 798 28 40 pbx
Faks +90 212 798 20 63
YAZIŞMA ADRESİ
Basın Bürosu
İstanbul Sağlık Müdürlüğü
Peykhane Caddesi No10
Çemberlitaş İstanbul
Telefon +90 212 453 07 15
Faks +90212 638 30 36
www.istanbulsaglik.gov.tr
Yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Bu dergide yer alan yazılardan
kaynak gösterilerek alıntı yapılabilir.
Bu dergi tamamıyla reklam gelirleri ile
3 ayda bir yayınlanmakta ve
ücretsiz dağıtılmaktadır.
PROF. DR. NERİMAN İNANÇ
NUH NACİ YAZGAN ÜNİVERSİTESİ SAĞLIK BİLİMLERİ FAKÜLTESİ /
BESLENME VE DİYETETİK BÖLÜM BAŞKANI
Süt içerken
dikkat!
Doğduğumuz
andan itibaren
aldığımız ilk besin
olan süt, başta
gelişme çağındaki
çocuklar, hamileler,
emzirenler ve
yaşlılar olmak üzere
7’den 70’e herkesin
vücudu için gerekli
olan bir madde. Peki
günlük kalsiyum ve
protein ihtiyacımızın
karşılanmasında bu
denli önemli olan bir
besin maddesinin
tüketim ve saklama
koşulları konusunda
ne kadar bilinçliyiz?
Tükettiğimiz her
süt sağlıklı mıdır
ya da sağlıklı süt
nasıl anlaşılır? Bu
soruların cevabını
Prof. Dr. Neriman
İnanç verdi.
Sütün yaşamsal bir sıvı olduğunu ve
yaşamın her evresinde önemli bir yeri
bulunduğunu söyleyen İnanç, bu mucizevi
sıvının vücudu enfeksiyonlara karşı
koruduğunu belirtiyor. Sütteki temel besin
maddelerini protein, yağ, süt şekeri, mineral
ve vitamin olarak sıralayan İnanç, her gün
düzenli olarak içilen iki bardak sütün çocuk
ve yetişkinlerin günlük mineral ihtiyacının
tamamını karşıladığını kaydediyor. Prof.
Dr. İnanç, sütün içerisinde bulunan yağın
çok zengin bir enerji kaynağı olduğunu
da dile getirerek, bu yağ asitlerinin insan
vücudunun doğru ve sistemli çalışmasına
büyük katkı sağladığına işaret ediyor.
Süte yabancı madde
bulaşması çok kolay
Sütün, memede bulunduğu dönemde
genel olarak steril olduğunu, ancak sağım
sırasında ve sonrasında çeşitli aşamalarda
süte mikroorganizmalar bulaşabildiğini
söyleyen İnanç, “Süt sağıldığında içerdiği
mikrobiyolojik florası ne olursa olsun,
en iyi koşullar sağlanmış olsa bile süte
hayvanın meme kanalı, meme başları ve
meme lobunun dış yüzeyi, sağım aletleri ve
sütü tüketiciye ulaştırana kadar bekletme
koşulları nedeniyle mikroorganizmalar hızlı
bir şekilde üreyebilir. Bu mikroorganizmalar
süt içerisinde gelişip çoğalarak sütün
görüntüsünde, tadında bozulmalara
neden olabilir. Çünkü süt; doğası gereği
daha sağılma aşamasından başlayarak,
yabancı madde karışımına son derece
yatkın bir besin kaynağıdır. Süte yabancı
madde karışması ise, daha çok geleneksel
yöntemlerle toplanma ve ulaştırma
aşamalarında meydana gelir” diyor.
UHT işlemi neden
gerekli?
sağlıklı ve ambalajlı süt tüketmelerini
öneriyoruz”
Sokakta satılan
sütlerin kaynağından
ve kalitesinden emin
olamazsınız
Ülkemizde halen yaklaşık 700 milyon
litre sütün sokak sütçüleri aracılığıyla
tüketicilere ulaştırıldığı bildiriliyor. Sokak
sütlerinin katilerinin son derece düşük
olduğu ve insan sağlığı için büyük riskler
taşıdığını da özellikle belirtmek istiyoruz.
Üniversitelerimizin zaman zaman yaptığı
araştırmalar da aynı sonuçları ortaya
koyuyor.
Sokak sütleri
neden riskli ?
Örneğin; Hacettepe Üniversitesi’nin
sokakta satılan açık sütler ile ilgili
yaptığı araştırmalar (2001 ve 2010)
sokak sütlerinin risklerine dikkat çekiyor.
İki araştırmaya göre de;
Bu nedenle, sokak sütlerinin taşıdığı risklere
ilişkin toplumu bilgilendirmek gerektiğini
bildiren Prof. Dr. Neriman İnanç, “Şunu
güvenle söyleyebilirim ki; sağlıklı süt
tüketmek istiyorsak, ambalajlı ürünler ilk
tercihimiz olmalı. Çünkü; tükettiğimiz sütün
bakteri yükünden arınması şarttır. Bugün
sütün bizlere daha sağlıklı ulaşması için,
ambalajlı sütlerde, devrim sayılan ve en
önemli teknoloji olarak kabul edilen UHT
işlemi gerçekleştiriliyor. Nedir UHT işlemi?
Kısaca anlatmak gerekirse, UHT işleminde;
süt 2-6 saniye süreyle 135˚C-150˚C ısıya
tabi tutulduktan sonra hızla oda sıcaklığına
soğutuluyor ve bu işlem ile sütteki sağlığa
zararlı tüm mikroorganizmalar yok oluyor.
UHT işlemi son derece hızlı bir şekilde
gerçekleştirildiği için, sütün tadında,
görünümünde ve besin değerinde bir
kayıp ya da değişim de meydana gelmiyor.
UHT işlemi uygulanan süt daha sonra
ambalajlanmak üzere aseptik ortama
aktarılıyor. Burada sütün ambalajlanması
kapalı ortamda, kesintisiz ve tek işlem
halinde gerçekleştiriliyor. UHT işleminden
geçen süt, aseptik ambalajlama sayesinde
herhangi bir koruyucu madde ilave
edilmesine gerek kalmaksızın ve besleyici
değerini yitirmeden ambalajlandığı andaki
kalitesini uzun süre koruyor” bilgisini
veriyor.
Ambalajlı süt, güvenli
ve sağlıklı süttür
Prof. Dr. Neriman İnanç, sağlıklı, kaliteli,
güvenilir içme sütü üretimi için ilk şartın
temiz bir ortamda, iyi beslenen, sağlıklı
ineklerden süt elde edilmesi olduğunu
belirterek, şu bilgileri veriyor: “UHT sütlerin
üretiminde kaliteli çiğ süt kullanılıyor. Çünkü
ancak yüksek kaliteli, az sayıda bakteri
içeren sütler UHT ısıl işlemine uygun
olabiliyor. Bir bardak UHT süt, vitamin ve
mineraller açısından en temel besin kaynağı
oluşturuyor. Bu nedenle hem çocuklara
hem de yetişkinlere UHT işleminden geçmiş
Oysa yukarıda da değindiğimiz gibi
ambalajlı sütler; kaynağı belli, kaliteli,
sağılma aşamasından tüketiciye ulaşmasına
kadar bütün aşamaları kontrol edilen
sağlıklı ve besin değerlerinde kayıp
olmayan sütlerdir. Bu sebeple ben bir
akademisyen olarak tüketicilere güvenli ve
sağlıklı gıda tüketimi için süt satın alırken
öncelikle ürünün steril ambalajlı olmasına,
gıda kodeksine uygunluğuna, gerekli
tescilleri taşıdığına ve izin belgelerine sahip
olduğuna dikkat etmelerini öneriyorum •
Her iki yılda da tüm sokak sütlerinde
ölçülen bakteri sayısı standartlarca
kabul edilmeyen değerlerde iken,
UHT sütlerde ise hiç bakteri tespit
edilememiştir.
Sokak sütlerine 2010 yılında 2001 yılına
göre %55 oranında su, nişasta gibi
uygun olmayan maddelerin katıldığı
görülmüştür.
Sokak sütlerinin %69’u kalori ve besin
öğelerini bakımından yeterli iken,
pastörize ve UHT sütlerde bu oran
%100 olarak tespit edilmiştir.
Ayrıca sokak sütlerinde kaynatma
işlemi ile B1, B6, B12, gibi vitaminlerin
%60-100 oranlarına kaybolduğu da
görülmüştür.
UZM. DR. İLKAY ÇAKIR
BAĞCILAR EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ / ENDOKRİNOLOJİ VE
METABOLİZMA KLİNİĞİ
Bu hastalık
tüm organlara hasar veriyor!
Hipertansiyon,
diyabet, kalp,
kolesterol yüksekliği
ve kanser… Tüm
bu hastalıklarla
doğrudan ya da
dolaylı olarak
ilişkili olan obezite,
başta karaciğer
böbrek ve kalp
olmak üzere tüm
organlarda hasara
yol açıyor. Ağırlıklı
olarak yetersiz fizik
aktivite ve sağlıksız
beslenme sonucu
ortaya çıkan obezite,
sadece sağlık
sorunlarını değil,
sosyal ve psikolojik
problemleri de
beraberinde
getiriyor. Uzm.
Dr. İlkay Çakır
önlenebilir sağlık
problemleri
arasında sigaradan
sonra ikinci sırada
yer alan obezitenin,
21. Yüzyılın en ciddi
sağlık problemi
olduğuna dikkat
çekiyor.
Bireylerin sadece kilo almamaya dikkat
ederek 30’ün üstünde hastalıktan
korunabileceğine işaret eden Çakır, obezite
tedavisinin mucize bir yolunun olmadığının
altını çiziyor. Son yıllarda çocukları bile
tehdit altına alan obezitenin, teknolojinin
getirdiği rahatlık ve hareketsizlik ile
doğrudan bağlantılı olduğunu vurgulayan
Çakır, şu bilgileri veriyor.
Vücutta aşırı yağ
birikmesi obezite
habercisi
Obezite, şişmanlık vücutta aşırı yağ
birikmesi olarak tanımlanabilir, normal
şartlarda vücut ağırlığının erkeklerde % 1520, kadında %25-30 kadarını yağ oluşturur.
Ancak bu miktarın artması psikolojik, sosyal
sorunların yanı sıra kalp-damar hastalıkları,
eklem rahatsızlıkları, şeker hastalığı, kanser
gibi ciddi sağlık sorunlarına yol açmaktadır.
Kişinin obez olup olmadığının tanımlanması
için basit bir oran kullanılmaktadır; kişinin
kg cinsinden kilosu, metre cinsinden boyu
ölçülür, kilonun boyun karesine bölümü ile
bir oran elde edilir, bu oran 25-29,9 kg/m2
arasında ise fazla kilolu, 30 kg/m2 üzeri ise
obez olarak tanımlanır.
Yaş ilerledikçe obezite
artıyor
Obezite görülme sıklığı, yaşam tarzının
değişmesi, kalori alımının artması ile artık
hem gelişmiş, hem de gelişmekte olan
toplumlarda ciddi oranda artmıştır, giderek
de artmaya devam etmektedir. Ülkemizde
90’lı yıllarda yapılan çalışmalarda
10 kadından 3 ila 4’ü, 10 erkekten 1
ila 2’si obez iken; 2010’lu yıllardaki
çalışmalar 2 kadından 1’inin 5 erkekten
3’ ünün obez olduğunu göstermiştir.
Obezite yaş ilerledikçe
artmaktadır. Kabaca
toplumumuzdaki 3
kişiden biri obezdir ve
obezitenin getirdiği
sağlık, sosyal ve
psikolojik sorunlarla karşı
karşıyadır.
Önlenebilir sağlık
problemleri arasında 2.
sırada
Obezite neden olduğu sağlık problemleri
ile ülkelerin sağlık bütçelerine de ciddi
yükler getirmektedir. Önlenebilir ölümlerin
sigaradan sonraki 2. nedenidir. Obezite,
temelde 2 yolla sağlık problemlerine yol
açmaktadır. Yağ dokusunun kitlesinin
artması kişide depresyon, özgüven
eksikliği gibi psikolojik problemlerin yanı
sıra eklemlere getirdiği yükle yırtılmalara,
kireçlenmelere neden olmaktadır, ayrıca
yutak etrafında yağ birikmesi solunum
yollarında tıkanmalara kadar gitmektedir
Vücuttaki yağlanma
arttıkça, hastalıkta
arttıyor
Obezitede tek sorun ağırlık artışı değildir.
Yağ dokusundan salgılanan bazı hormon
benzeri maddeler ciddi hastalıkların
gelişimine zemin hazırlamaktadır. Bu
hastalıklar arasında tip 2 diyabet; ki
obezitenin başlattığı insülin direnci
zemininde çok daha erken yaşlarda ve
daha ciddi şekilde ortaya çıkmaktadır.
Göz, böbrek, kalp-damar, sinir sistemi
gibi birçok organda hasarla gitmekte ve
toplumun en ciddi sağlık problemlerinin
başında gelmektedir. Yağ dokusundan
salgılanan maddeler ayrıca damar
duvarında da bozukluklara yol açıp, kan
pıhtılaşmalarını artırmaktadır. Yine tansiyon
ve kalp hastalıkları obezlerde daha sık
görülmektedir. Meme kanserinin de
obezlerde daha fazla olduğu bilinmektedir.
Obezite ile mücadelede
eylem planımız hazır
Obezite ile mücadele hem bireysel hem
de toplumsal tedbirler gerektirmektedir.
Ülkemizin ev sahipliğinde 15-17 Kasım
2006 tarihinde yapılan Avrupa Obezite ile
Mücadele Bakanlar Toplantısında karar
verilerek DSÖ Avrupa Bölgesi Direktörü ve
Avrupa ülkeleri Sağlık Bakanları tarafından
imzalanan “Avrupa Obezite ile Mücadele
Belgesi” bu konuda tüm ülkelere yol
gösterici olmuştur. T.C. Sağlık Bakanlığı
bu amaçla sektörler arası bir yaklaşımla
“Türkiye Obezite ile Mücadele ve Kontrol
Programı”nı oluşturmuş ve 2010 yılında
uygulamaya koymuştur. Program; politika,
kontrol programı ve 2010-2014 eylem planı
ana başlıklarını içermektedir.
Tedavide mucize bir
yöntem yok
Obezite tedavisinin mucize bir yolu yoktur.
Tüm yaşam boyunca sürecek, hayat
tarzı değişiklikleri ve diyet alışkanlıkları
kazanmak tedavinin temelini oluşturur.
Ağırlık kaybını sağlamada bilimsel olmayan,
özellikle düşük yağlı, düşük karbonhidratlı
ve çok düşük enerjili popüler diyetlerin
neden olduğu vücut ağırlık kaybının sağlık
üzerinde ciddi olumsuz etkileri vardır.
Diyet programları
bireysel hazırlanmalı
ve tüm besin grupları
dengeli ve yeterli
miktarda alınmalıdır.
Egzersiz programları
da ideal olarak her gün
30-45 dakika süren orta
düzeyde egzersizleri
içermelidir.
Tedavi ilaçla
desteklenebiliyor
Obezitenin ilaçlarla tedavisi konusunda
bugüne dek birçok ajan önerilmiş, ancak
birçoğu neden olduğu yan etkiler ve ani
ölümler sebebiyle kullanımdan kaldırımıştır.
Hali hazırda Sağlık Bakanlığı’nca da
onaylanan ilaçlar mevcuttur. Bu ilaçlar
ya yağ emilimini bozarak ya da mide
boşalmasını geciktirerek kilo kaybına
neden olabilmektedir. Diyabet tedavisinde
kullanılan ağız yoluyla alınan veya
günlük enjeksiyonlar şeklinde uygulanan
bazı ilaçların da kilo kaybı sağladıkları
bilinmektedir.
Cerrahi tedavi için her
hasta uygun değil
Son yıllarda popüler olan cerrahi
tedavide amaç, gıda alımını ve alınan
gıdaların emilimini azaltmaktır. Bu
operasyonlarda teknik, bakım ve izlemde
çok büyük ilerlemeler olmasına karşın,
risk ve perioperatif komplikasyonlar sıfıra
indirilememiştir. Uzun dönem sonuçları ile
ilgili veriler de kısıtlıdır. O nedenle uygun
hasta ve uygun teknik seçimi çok önemlidir.
Sonuç olarak; obezite tek faktörlü bir
hastalık değildir, bu nedenle tedavi
de bozulmuş olan tüm faktörlerin
düzeltilmesine yönelik olmalı ve birey aile,
arkadaş ve toplum tarafından bu süreçte
desteklenmelidir •
Obezite ile mücadele
için yapılması
gerekenler:
1. Güne uyanır uyanmaz 1 bardak
su içerek başlayın. Uyandıktan sonra
kahvaltınızı ilk yarım saat içerisinde
yapmaya özen gösterin. Bu şekilde
metabolizmanız hızlanacaktır. Kahvaltı
menünüze tam taneli tahılları ekleyin,
kızartmaları, ağır sosları hayatınızdan
çıkartın.
2. 2,5-3 saatte bir beslenerek,
metabolizmanızın düzenli çalışmasını
sağlayın. Yemek yerken veya atıştırma
esnasında televizyon izlemeyin, dikkat
dağıtıcı aktivitelerden kaçının.
3. Çay ve kahve tüketimini sınırlayın.
Su tüketiminizi artırın, belki de
düşündüğünüzden daha az
tüketiyorsunuz, 2 litreye ne kadar
yakınsınız? Bunun değerlendirmesini
yapın ve suyunuzu yanınızdan
ayırmayın.
4. Hamur işleri metabolizmanızı
ağırlaştırır, o nedenle tüketmekten
kaçının. Özellikle lifli besinler tercih
edin. Et, tavuk, balık, yumurta,
süt, yoğurt gibi protein ağırlıklı
beslenme metabolizmanızı hızlandırır.
Ancak protein miktarının günlük
gereksiniminize göre ayarlanması çok
önemlidir.
5. Haftada 5 kez, minimum 30 dakika
olacak şekilde, bireysel hazırlanmış,
orta yoğunlukta fiziksel aktivite yapın.
6. Meyve ve kuru yemişlerden oluşan
ara öğünler yapın.
7· Akşam yemeğinin saatini öne çekin.
8· Hamurlu tatlı ve çikolata yerine, sütlü
ve meyveli tatlıları az porsiyonlarda
tüketin.
9. Diyet ürünler adı altında satılan
mamüllerin kalorisiz olduğu, kilo
aldırmayacağı algısı yanlıştır. Bu
ürünlerde kalori daha az olmakla
beraber fazla miktarda tüketildiğinde
kilo bile aldırabilirler. Bu nedenle hiçbir
gıda maddesini aşırı tüketmeyin
%60-100 oranlarına kaybolduğu da
görülmüştür.
İlker Ayrık:
Sporun
tazeleyici ve
yenileyici bir
etkisi var
Oyuncu, sunucu,
yönetmen…
Genç yaşına
rağmen yetenek
gerektiren bu
işlerin hepsini bir
arada yürütebilen
İlker Ayrık, her
daim güler yüzlü
her daim espirili…
Sempatikliğiyle
komşunun yerinde
duramayan
muzip çocuğunu
andıran genç
oyuncu, bizden,
ailemizden biri gibi.
Mizah yeteneğini
doğallığına borçlu
olduğunu söyleyen
Ayrık, günlük
yaşamında ekranda
olduğumdan çok da
farklı biri değil.
1979 Balıkesir Doğumlu oyuncu, sağlığını
bol bol bisiklete binmeye borçlu olduğunu
beliterek, “Fırsat buldukça haftanın 5 günü
bisiklete biniyorum. Eğer o gün spora
vakit ayırabildiysem, tüm günüm çok
daha enerjik ve pozitif geçiyor. Sporun
yenileyici ve tazeleyici etkisine sonuna
kadar inanıyorum” diyor. 3 yaşında Ferit
adında şirin mi şirin bir erkek çocuğu
babası olan İlker Ayrık ile keyifli bir
söyleşi yaptık. İşte o söyleşiden notlar…
Bize biraz kendinizden
bahseder misiniz?
Özel hayatınızda nasıl
vakit geçirirsiniz? En
çok ne yapmaktan
hoşlanırsınız?
Küçük bir mahallede çok büyük
bir çocukluk geçirdim. Geçirdiğim
bu muhteşem çocukluk sayesinde
Akrabalarımızdan çok başarılı bulduğum
ve beğendiğim bir abim vardı. Endüstri
mühendisiydi ve hep takdir edilirdi. Onu
kendime örnek almıştım herhalde. Ama
endüstri mühendisinin ne iş yaptığını
bilmiyordum, hala da bilmem.
Yıllardır hiç merak
etmediniz mi?
Herkes bir şey söylüyor, kafam karışıyor.
Dolayısıyla endüstri mühendisi iki nokta
üst üste diye bir tanımlama yok aklımda.
Peki, neden endüstri
mühendisi olmadınız?
Lisede okul tiyatrosuna dahil oldum.
Sahneye çıktım ve işte buradayım! Sahne
tozu hikayesi işte; hem çok klişe hem de
şiirsel. Keşke anlatacağım spesifik bir
hikayem olsaydı da etkileyici olsaydım.
birçok disiplini öğrendim. Ben eğitim
almaya mahallede başladım kısacası.
Aslında sıradan
bir hayatım var ve
genellikle çok sıradan
şeyler yaparım. En
çok seyahat etmekten
hoşlanırım, bir de
arkadaşlarımla,
ailemle beraber
vakit geçirmekten.
Oğlum Ferit ve eşimle
vakit geçirmeyi çok
severim.
Ayrıca yemek yapmaya ve bu yemekleri
sevdiklerime yedirmeye bayılırım. Tabi
işten vakit kaldığı kadar…
Balıkesir’in
havasından suyundan
sizde de izler var mı?
Olmaz mı? Balıkesirliler gayet mütevazı
insanlardır. Balıkesir küçük, kendi yağıyla
kavrulmaya çalışan bir memlekettir.
Bende izleri hep durur; yaşadığım
dönemle, o dönemi paylaştığım
insanlarla, arkadaşlarımla, dostlarımla,
akrabalarımla..
Küçükken endüstri
mühendisi olmak
istiyormuşsunuz.
Neden?
Çok yoğun bir
programınızın
olduğunu ve
çoğunlukla düzenli
yemek yeme fırsatı
bulamadığınız
biliyoruz. Bu yoğunluk
içerisinde nasıl
besleniyorsunuz?
Ağırlıklı hangi
besinleri
tüketiyorsunuz?
Yalnız değilim. Büyük bir ekip var
etrafımda. Biz zırhlı birlik gibi yürüyoruz.
Ekran önünde sadece ben olduğum
için hepsini tek başıma yapıyormuşum
gibi görünüyor. Ama tabii ki öyle değil.
Yardımcılarım var, arkadaşlarım var,
dostlarım var. Onlar sayesinde işleri
hallediyoruz. Tabii ki yoğun bir tempoda
çalışıyorum. İyi bir programlama ve iyi
bir zamanlama gerekiyor. Başka türlü
yetişmek mümkün değil. Ancak tabii ki
kendimi dinlendirmem gerektiğini de
düşünüyorum zaman zaman. Mesela
bu yaz kendimi tazelemek adına bir
şeyler yapacağım. Birkaç ay çalışmayı
düşünmüyorum. Aileme de vakit ayırmam
gerekiyor.
Ben genelde çalışırken
yemek yemeyi
unutanlardanım. Birisi
hatırlatmasa yemek
yemek aklımın ucundan
geçmez. Onun dışında
evde çok sağlıklı bir
mutfağımız var.
severim…
Düzenli sağlık
taraması yaptırır
mısınız?
Evet senede bir kez check-up
yaptırıyorum.
Sporla aranız nasıl?
Ne tür sporlarla
ilgilisiniz?
Az önce de anlattığım gibi kilo ile spor
arasında direkt bir bağlantı var. Sporla
aram iyi sayılmaz. Ne zaman aram
iyileşiyor çok daha sağlıklı oluyorum,
daha iyi uyuyorum, daha ideal bir kilom
oluyor. Ne zaman aram açılsa da tersi.
En sevdiğim spor bisiklet
ve basketbol. Tempo
yakaladığım zamanlarda
haftada 5 gün bisiklet
bindiğim oluyor,
tempoyu kaçırdığımda
da ayda 1.
Eşimin yemekleri gerçekten çok
sağlıklıdır. Dışarıda abur cubur diye tabir
ettiğimiz hazır yemek ile evdeki sağlık
menüleri birbirlerini tamamlıyorlar işte.
Peki hiç diyet yaptınız
mı? Sizce ideal bir
diyet nasıl olmalı?
Diyet yapmayanı
sınır dışı ediyorlar.
Diyet yapmayan
var mı? Tabi ki
yaptım, yapıyorum,
yapacağım :)
Benim yaptığım
diyetler diyetisyen
tavsiyelerinden ziyade
kendi oluşturduğum
beslenme
disiplinlerinden
oluşuyor. Tamamen
iradeyle ilgili.
Diyet yaparsam kilo veririm. Şimdiye
kadar hiç sekmedi… İdeal diyette
her türlü makarna, börek, kebap ve
tüm yağlı gıdalar olmalı ama kişi kilo
verebilmeli. Böyle bir diyet olamayacağı
için maalesef ideal diyet diye bir şey
yok. Olsaydı başlamak için pazartesi
günlerini beklemezdik. İyi bir beslenme
alışkanlığı oluşturmak lazım. Diyete ihtiyaç
duymamak lazım.
Günde kaç saat
uyuyorsunuz?
Memleketteki kilo
sorunumuz az
diyetten ya da çok
yemekten değil sanırım.
Hareketsiz ve spor
sevmeyen bir memleket
olduğumuzdan
kaynaklanıyor. Milletçe
bıraksalar tuvalete bile
arabayla gideceğiz.
Hareket etmeyi pek
sevmiyoruz. Sanki bir
çok sorun bu sebeple
ortaya çıkıyor…
Ortalama 5 - 6 saat.
Yemek yapmayı sever
misiniz? En sevdiğiniz
yemek hangisi?
Yemek yapmaya bayılırım. En sevdiğim
de bu yemekleri dostlarıma yedirmek.
Fırında fesleğen soslu kuzu inciği çok
güzel yaparım. Ben şahsen yemek
seçmem. Her türlü yemeği severim.
Kapuskadan bamyaya, köfteden
karnabahara, bamyadan kuru fasülye
nohuta kadar tüm yemekleri çok
Eğer oyuncu
olmasaydınız, şuan ne
yapıyor olurdunuz?
Çocuklarınızın da
sizinle aynı mesleği
seçmesini ister
misiniz?
Oyuncu olmasaydım müzikle uğraşmak,
müzisyen olmak çok isterdim.
Çocuklarımın da keyfi bilir. Benim özel bir
isteğim yok. Ben istediği mesleği yapan
şanslı kişilerden biriyim. Umarım onlar da,
tüm çocuklar da öyle olur.
Son okuduğunuz
kitap hangisi? Düzenli
olarak hangi gazete
ve yazarları takip
edersiniz?
Son okuduğum kitap ‘Kuyucaklı Yusuf’.
Sabahları tüm gazetelerin internet
sitelerine girer bakarım.
Hayatta asla yapmam
dediğiniz bir şey var
mı?
Hayat büyük konuşmak için doğru bir yer
değil :)
Sağlık Bakanlığı’nın
yürüttüğü “Dumansız
Hava Sahası”
ve “Obezite”
kampanyalarına
ünlülerimizden de
büyük destek geldi.
Bu projeler sigara
ve hareketsiz yaşam
konularında önemli
farkındalıklar sağladı.
Bakanlığımızın
yürüttüğü bu
çalışmaları nasıl
buluyorsunuz?
Sizce daha fazla
neler yapılmalı ya da
yapılabilir?
Bu çalışmaları tüm kalbimle destekliyorum.
Günde 3 paket içerken 15 ay önce sigarayı
bırakmış ve bu kadar geç bıraktığı için
kendine kızan, dumansız yaşamayı seçtikten
sonra hayatında birçok şey değişen biri
olarak tabi ki bütün kalbimle destekliyorum.
Daha fazla neler
yapılabilir bilmiyorum
ama hem sigara
hem de uyuşturucu
kullanma yaşının bu
kadar düşük olduğu
memleketimizde
dumansız hava
sahası ve sporu
yaygınlaştırmak için
çocuklarımızı ne kadar
küçük yaşta eğitirsek o
kadar iyi.
Son olarak hastalara
ne mesaj vermek
istersiniz?
Programlarımda
defalarca verdiğim
selamı yinelemek
istiyorum. ‘Hastalara ve
refakatçilerine, teskere
bekleyen askerler,
özgürlük bekleyen kader
mahkumlarına selam
olsun!’ •
DR. İNCİ ŞEN
YETİŞKİN, ERGEN VE ÇOCUK PSİKİYATRİ VE PSİKOTERAPİ UZMANI
Çocuklarda
teknoloji bağımlılığına dikkat!
Büyükler kadar
çocukların da
hayatına giren
teknoloji, onları
gerçek dünyadan
koparırken; fiziksel
gelişimlerine,
ruh ve beden
sağlıklarına
zarar veriyor.
Çocuklarda
sık rastlanılan
teknolojik
bağımlılık
konusunda
ebeveynlerin
dikkatli olması
gerektiğini
söyleyen Uzm.
Dr. İnci Şen, konu
hakkında alınması
gereken önlemleri
şöyle sıralıyor:
Modern hayat bize bir sürü güzellikler ve
kolaylıklar getirirken, insanlık tarihinin daha
önceden hiç tanımadığı ve tecrübelemediği
olguları da yanında getirdi. Bunların
başında teknoloji var, makineler, aletler,
bilgisayarlar, cep telefonları var. Bu
teknolojik ürünler o kadar hayatımızın içine
girdiler ki artık neredeyse onlarsız adım
atamaz olduk.
kültürünü sanallıktan
yana kullanıp tamamen
gerçek dışı bir alemde
yaşıyorlar.
Çocukların gerçekle hayal ya da oyun
dünyasını ayırt etme yaşının 11-12
yaşa kadar geliştiğini düşünürsek,
bu durumunun ne denli bir tehdit
oluşturduğunu dana net anlayabiliyoruz.
Bilgisayar teknoloji
bağımlılığını
anne- baba nasıl
anlayabilir?
Eğer çocuğunuzun bilgisayar dışında
ilgi alanları giderek azalıyorsa;
- Yeme içme ekran başında sağlıksız
atıştırmaya dönüşmüşse
- Görme bozuklukları ve duruş
bozukluğu oluşmuşsa,
- Hareket ve spor yapmıyorsa ve buna
bağlı olarak obezite vb. sorunlar ortaya
çıkmışsa,
-Bilgisayar, hayatının büyük bir
bölümünü kapsıyorsa, bilgisayar başına
oturmak için çeşitli bahaneler ileri
sürüyorsa,
- Bilgisayarda geçirilen süre günlük
hayatı etkiliyorsa,
- Sosyal ilişkiler, arkadaşlık ilişkileri, aile
ilişkileri bile zarar görmeye başlamışsa,
Çocuklar ve gençler
bilgisayardaki çok çeşitli
ve eğlenceli oyunların
büyüsüne kapılıp,
hayatlarını, normal oyun
Aile yapısı ve kültürü çok önemlidir.
Birbirleriyle ilgili, paylaşımcı, sıcak,
sevgi dolu ilişkileri olan ailelerde temel
sağlam olduğu için zarar görülse bile
çabuk toparlanılır.
Çocuklar kontrolsüz, kendi başlarına
serbest bırakılmamalıdırlar.
Çocuğun bilgisayarda hangi içeriklerle
uğraştığı kontrol edilmelidir.
Bu amaçla tehlikeli yayınlara kilitleme
sistemi kurulabilir.
Televizyonda ve bilgisayarda geçirilen
zaman kısıtlanabilir. Örneğin en fazla
2 saat.
Çocuğunuzun bilgisayarıyla odasına
inzivaya çekilmesine izin vermeyin,
sizinle aynı ortamda olsun.
Bilgisayarın gizli tehlikeleri üzerine
çocuğunuzu bilgilendirin. Örneğin;
sanal arkadaşlığın tehlikeleri üzerine.
Hep birlikte ailecek vakit
geçirebileceğiniz eğlenceli zamanlar
ayarlamak. Örneğin; birlikte sinema,
tiyatro, konser, sportif faaliyetlere
katılmak veya çocuğun tekrar bu yönde
ilgisini uyandırmak.
- Artık çocuğunuza çok az veya hiçbir
şekilde erişemiyorsanız, iletişiminiz
sıfırlanmışsa,
- Çocuğun, gencin yüzü solgun ve
sağlıksız görünüyorsa
- Gündüz gece ritmi birbirine karışıp
çocuğunuz siz uyuduktan sonra bile
gizlice bilgisayar başına geçip, sabah
okula uykusuz gidiyorsa, teknoloji
bağımlılığından söz edilebilir
Çocuklar gerçek dışı
sanal bir alemde
yaşıyorlar
Günümüzde toplumu, gençleri ve
çocukları zehirleyen en önemli tehlikelerin
başında teknoloji bağımlılığı geliyor.
Bu tür bir alışkanlık,
bağımlılık
gözlemlendiğinde
neler yapılabilir?
Siz bunlardan bir tanesini bile çocuğunuzda
görmüşseniz, çocuğunuza hemen yasaklar
getirmeden onu izlemeye, gözlemlemeye
alın. Çünkü internetin bilgi erişimini evlere
ve okullara getirmesi nedeniyle çocukların
eğitimi üzerinde olumlu etkisi büyüktür.
Ancak bizim dikkatimiz daha çok internetin
doğru kullanılmadığı ve bilgi erişimi yerine
sadece oyun, sosyalleşmek gibi bağımlılığı
tetikleyen durumlar üzerinde toplanmalıdır.
Başa çıkamıyorsanız,
destek alın
Eğer her şeye rağmen
başa çıkamıyorsanız,
mutlaka bir çocuk ve
ergen psikiyatristine
başvurun.
Aksi takdirde gelecekte sosyalleşmemiş,
insanlardan uzak, bencil, hiçbir
hayati tecrübesi olmayan, hayatını
yaşayamayan, sanal bir hayat süren,
gerçeklerden kopmuş, isteklerini ve
dürtülerini erteleyemeyen, duygusallığını
kullanamayan ( insan ilişkileri çok kısıtlı
olduğundan) kendini ve başkasını
anlayamayan bir insan tiplemesiyle karşı
karşıya kalınacaktır •
Prof. Dr. Suat Turgut
Emsey Hospital / Kulak Burun Boğaz HastalIkları Uzmanı
Bademcik iltihabı,
vücudun savunma
mekanizmasını bozuyor
Bademcik iltihabı
ve farenjit, kış
aylarında diğer
aylara göre daha
sık karşılaşılan
hastalıklar olarak
öne çıkıyor.
Bulaşıcı olabilen
ve kalabalık
ortamlarda
fazla zaman
geçirenlerin risk
grubunda olduğu
bu hastalıklar,
vücudun bağışıklık
sisteminde
güçsüzlüğe neden
olarak kişinin
sağlığını tehdit
ediyor.
Doğru teşhis ve tedaviyle bu
hastalıkların kolayca etkisiz hale
getirilebileceğini ifade eden Emsey
Hospital’dan Kulak Burun ve Boğaz
Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Suat
Turgut, konuyla ilgili şunları söylüyor.
Bademcik mikropları
tutan bir yapıya
sahiptir
Bademcik tıbbi adıyla tonsil, ağız
içinde solunum yolunun başlangıcında
bulunan, her iki tarafta birer tane yer
alan, vücudun savunma sistemine ait
organlardır. Bu organlar, mikropların
(bakteri ve virüsler) ilk olarak tutulduğu
yerdir. Vücut direncinin düşmesi
durumunda bademcik (tonsil) tarafından
tutulan mikroplar, bu organ tarafından
yok edilemez ve organı hasta eder.
Bademcik iltihabı
vücudu halsiz ve
güçsüz bırakacak
belirtiler veriyor
Bademcik dokusu iltihaplanınca,
mikroplara ait toksinlerin kana karışması
sonrası vücutta bazı belirtiler ortaya
çıkar. Bu belirtile; ateş, boğaz ağrısı,
halsizlik, vücutta yaygın kas ağrısı,
iştahsızlık olarak sayılabilir. Bunun
yanında, bademciklerin iltihaplanmasına
bağlı olarak ağızda tat bozukluğu ve
kötü koku da ortaya çıkar.
Vücut direnci
düştüğü zaman
ortaya çıkıyor
Bademciklerin iltihaplanması genellikle
vücut direncinin düşmesi, aşırı
yorgunluk, aşırı fiziksel egzersiz,
uykusuzluk, yetersiz beslenme gibi
durumlarda ortaya çıkar. Bu gibi
durumlarda, vücutta zararsız olan
fırsatçı bakteriler enfeksiyona yol açar.
Ayrıca enfeksiyona
yakalanmış bir kişiden
de tensel temas veya
damlacık enfeksiyonu
şeklinde bulaşma
olabilir. Bulaşma,
genellikle eller
yoluyla olur. Hasta
kişilerin ellerine temas
edilmesiyle hastalık
bulaşır.
Tedavide istirahat ve
bol sıvı alımı şart
Bademcik tedavisi, vücudun kendi
savunma mekanizmasını güçlendirmekle
başlar. Bunun için yatak istirahati,
yeterli sıvı alımı ve beslenme ön şarttır.
Ateş olduğunda ılık suyla duş almak,
vücuda alkol ve soğuk su ile ıslatılmış
pamuk ve kompreslerin uygulanması
işe yarar. Bunlar yeterli olmazsa,
ateş düşürücü ilaçlar kullanılabilir.
Bakteriyel enfeksiyonlarda antibiyotik
tedavileri gerekebilir. Tablonun ağır
olduğu bademciklerin aşırı iltihapla
şişmesi, hava yolunu kapatması sonucu
ağızdan beslenme güç olabilir. Bu
gibi durumlarda hastaneye yatılması,
serum ve antibiyotik tedavisi yapılması
gerekebilir.
Bademcikte ameliyat
ne zaman gerekir?
Vücudun savunma organı olan
bademcikler (tonsiller) sık enfeksiyon
geçirmesi sonucu, mikropların yerleştiği,
koruma fonksiyonu kaybeden bir organ
haline gelir. Vücut direncinin düştüğü
her anda iltihaplanır ve vücutta birçok
organın hastalanmasına yol açabilir.
Bademcikte üreyen mikroplar eklemlere
yayılarak eklem romatizmasına,
böbreklere yayılarak böbrek
iltihaplarına, en tehlikeli olarak da kalp
kapakçıklarına ve zarına yayılarak kalp
iltihabına yola açabilir.
Bu risklerden dolayı senede 5-6
kezden fazla bademcik iltihabı geçirme
durumunda hastalara ameliyat öneririz.
Çocuklarda da genellikle 3 yaşın
altında ameliyat önerilmez. Ancak sık
bademcik enfeksiyonu geçirme yanında,
bademciklerin aşırı büyümesine bağlı
olarak horlama, uykuda nefes kesilmesi
gibi uyku apnesi hastalığı belirtileri
varsa, 3 yaşın altında da ameliyat
yapılabilir. Ancak genellikle 3 yaş,
ameliyat için alt sınır kabul edilir.
Bademcikler alınınca
bağışıklık sistemi
zayıflamaz
Bademcikler alınınca, vücudun savunma
mekanizması zayıflamaz. Yapılan
bilimsel çalışmalarla bu kanıtlanmıştır.
Savunma sistemine ait hormonlarda hiç
bir azalma olmaz. Üst solunum yolunda,
Waldeyer halkası adı verilen bademcik
dokusuna benzer dokular mevcuttur.
Bunlar üst solunum yolunu daire
şeklinde çevreler. Dil kökünde genizde
bademcik dokuları vardır. Bademcik
dokusu alınınca, bunlar görevi kompanze
ederek üstlenir ve vücutta bademciklerin
eksikliği hissedilmez.Bademcikler
tamamen alınınca yeniden büyümez.
Ancak bademcik tamamen alınmazsa,
parça bırakılırsa tekrar büyüyebilir.
Farenjit nedir, nasıl
oluşur?
Farenjit, bademcik iltihabından farklı
bir durumdur. Bademcik iltihabına
göre daha hafiftir. Hastalar çoğunlukla
bademcik iltihabıyla karıştırır ve
doktorları yanlış yönlendirir. Bu nedenle
de gereksiz bademcik ameliyatlarına
yol açabilirler. Bu gibi durumlarda,
ameliyattan sonra şikayetler daha da
artar.
Farenjit, üst yutak
bölgesinin (farenks)
iltihabıdır. Boğazda
yanma, kesilme tarzında
ağrı, sürekli boğazda
gıcık ve takılma hissi
oluşur.
Hastalar sürekli olarak bu rahatsızlığı
ortadan kaldırmak için, boğaz kazıma ve
temizleme hareketi yapar. Soğuk, sıcak
ve baharatlı gıdaları alınca rahatsızlık
artar.
Tedaviye başlamadan
alerji ve reflü
şikayetleri de
incelenmeli
Bazen farenjit, reflü hastalığı ile beraber
görülür. Reflü hastalığı tedavi edilince,
farenjit de düzelir. Bu nedenle, kronik
farenjiti olanların mide ve yemek
borusunu kontrol ettirmeleri, mide
kapakçığındaki probleme bağlı reflü
hastalığı varsa öncelikle bunu tedavi
ettirmeleri gerekir. Allerjik bünyelerde
de farenjit tablosu ortaya çıkabilir. Bu
durumda, yukarda sayılan belirtilere
ilave olarak boğazda ve damakta
kaşıntı hissi olur. Eğer alerji tespit
edilirse, önce alerji tedavisi hastalığın
iyileşmesini sağlayabilir. Ayrıca burun
ve sinüslerdeki problemlere bağlı olarak
sürekli ağız solunumu yapma da farenjite
zemin hazırlayabilir. Farenjit belirtileri
olanların, burun ve sinüslerinin kontrol
ettirmelerinde fayda vardır.
Farenjit tedavisi hastalığa
neden olan burun kemik
eğriliği, sinüzit, alerji
ve reflü gibi durumlar
varsa bunların tedavi
edilmesiyle başlar.
Farenjit tedavisinde aşırı
sıcak ve soğuk, baharatlı
gıdalardan kaçınma
önerilir.
Bunun yanında, boğaz kültürü ile bakteri
tespit edilen hastalarda antibiyotik
tedavileri, bunun yanında boğazı
rahatlatıcı pastiller ve ağrı kesiciler
faydalı olur. Sigara içen hastaların
bu alışkanlığı bırakmaları hastalığın
tedavisine olumlu etki eder. Tozlu ve
hava kirliliği olan ortamlardan da uzak
durmak gerekir.
Bademcik iltihabı
ve farenjit en çok el
yoluyla bulaşıyor
Bütün enfeksiyon hastalıklarda en
belirgin bulaşma yolu ellerdir. Yapılan
çalışmalarda, el yıkayarak %60-70
oranında enfeksiyonlardan korunabildiği
gösterilmiştir. Hasta kişilerin
salgılarındaki mikroplar ellere bulaşır ve
bu yolla yayılır. Ayrıca öksürük balgam
ve damlacık yoluyla da bulaşma olabilir.
Ancak bu yolla bulaşma daha azdır.
Bunun yanında, yeterli dinlenme ve
beslenme de hastalıklardan korunmada
önemlidir. El yıkamanın enfeksiyon
hastalıklarında koruyucu etkisi yapılan
bilimsel çalışmalarda kesin olarak
gösterilmiştir •
OPR. DR. ERKAN YILDIRIM
ÜSKÜDAR DEVLET HASTANESİ / BEYİN CERRAHİ POLİKLİNİĞİ
Bel fıtığında
geç kalmak felce
neden olabilir!
Obezite, hareketsiz
yaşam, sigara
kullanımı gibi
faktörler sonucunda
oluşan bel fıtığı, en
sık 30 ila 60 yaş
arasında görülüyor.
Bacak ağrısı,
uyuşma, yürüme ve
oturmada güçlük
gibi belirtilerle
kendini gösteren
hastalık, tedavi
edilmediği takdirde
ciddi sağlık
sorunlarına sebep
olabiliyor. Bel
fıtığında bilinçsiz
yaklaşımın kişinin
sakat kalmasına
neden olabileceğine
dikkat çeken Opr.
Dr. Erkan Yıldırım,
tedavide erken
teşhisin önemine
vurgu yapıyor.
Opr. Dr. Yıldırım, bel fıtığı tedavisinde
geç kalmanın ağır kuvvet kayıpları hatta
felce kadar gidebilecek sağlık sorunlarına
sebep olabileceğini belirterek, “Ciddi iş
gücü ve maddi kayıplara neden olan bel
fıtığı, insanların gündelik yaşamlarını ve
hayat kalitelerini önemli ölçüde etkileyen bir
hastalıktır. Bu nedenle dikkatli olunması ve
‘beldir, ağrır geçer’ diyerek ihmal edilmemesi
gerekmektedir” diyor.
Her bel ağrısı fıtık
değildir
Bel ağrılarının ancak %3’ü’nün ameliyat
edilmesi gerekli bel fıtıklarından
kaynaklandığını belirten Yıldırım, “Bel
fıtığında doktor muayenesi sonuçlarına
göre ilaç, yatak istirahati, fizik tedavi
ve belde enjeksiyona dayalı ağrı
tedavileri planlanmaktadır. Ayrıca
uygun endikasyonlu bel fıtıklarında lazer
tedavileri ve radyofrekans uygulamaları
da yapılabilmektedir. Alınan bu önlemlere
karşın geçmeyen ağrı, geçip tekrar başlayan
ve kişinin hayatını etkileyerek iş ve yaşam
kalitesini düşüren ağrı, ayakta güç kaybı ve
idrar veya büyük abdesti kontrol edememe
gibi durumlar varsa cerrahi yöntemlere
başvurulması gerekmektedir” bilgisini
veriyor. Her bel ağrısının bel fıtığı olarak
nitelendirilmesinin yanlış olduğunu ifade
eden Yıldırım konu hakkında şu bilgileri
veriyor.
Omurlar arası kıkırdağın
kayması sonucu ortaya
çıkıyor
Omurganın bel kısmı beş adet omur
ve diskten meydana gelir. Bu bölge
vücut ağırlığını en çok taşıyan yer
olarak bilinir. Omurlar ise omuriliği
sararak hasar görmesini engeller.
Bel fıtığı, omurlar
arasındaki kıkırdağın
şiddetli zorlama (ağır
kaldırma, uzun süre
aynı pozisyonda kalma,
strese maruz kalma,
düşme, fazla kilo ve çok
doğum) sonucu yerinden
kayması ve yırtılması ile
omurilikten çıkan sinirleri
sıkıştırması ile meydana
gelir.
Bel fıtığının belirtileri:
• Bel ağrısı
• Bacaklara vuran ağrılar
• Ayaklarda uyuşma
•Hareket kabiliyetinin kısıtlanması
• Yürümede ve oturmada güçlük
• Çabuk yorulma
• İdrar tutamama
• Denge kaybı
• İktidarsızlık
Çekme ve germe
yöntemi hafifleme
sağlayabilir
Bel fıtığında traksiyon (çekme, germe)
yöntemi bazı hastalarda ağrının bir nebze
hafiflemesini sağlayabilir; ancak bu tedavinin
mutlaka bir fizik tedavi uzmanı ya da
fizyoterapist tarafından uygulanması gerekir.
Aksi takdirde bu uygulama geri dönüşü
olmayan zararlara yol açabilir.
Ameliyat 2 cm’lik küçük
kesilerle yapılabiliyor
Bel fıtığı tedavilerinde son çare ameliyattır.
Ameliyatının amacı fıtıklaşmış diskin sinirlere
baskı yaparak tahrişini ve bu şekilde
ağrı, kuvvet kaybı gibi şikayetlere sebep
olmasını önlemektir. Bel fıtığı ameliyatında
en yaygın uygulanan yönteme diskektomi
denir. Bu yöntem fıtıklaşmış diskin bir
kısmının çıkarılmasıdır. Sinire bası yapan
disk parçası çıkartıldıktan sonra sinirdeki
tahriş kısa zamanda yok olarak tam
iyileşme sağlanabilir. Günümüzde bu
işlem yaygın olarak bir endoskop ya da
mikroskop kullanılarak küçük cerrahi kesiler
ile yapılabilmektedir. Her iki ameliyatta 2
cm’den küçük kesi yapılmaktadır ve hasta
için son derece konforludur. Hastalar 6
saat sonra yürütülüp, bir geceyi hastanede
geçirdikten sonra taburcu edilmektedir.
Hangi yöntemin seçileceği hastaya göre
belirlenmektedir.
Hissizlik gelişmesi acil
ameliyat belirtisi
Bel fıtığı tedavisinde erken teşhis önemlidir.
Sinir sıkışmasının yerine ve şiddetine göre
hafif ağrı ve uyuşukluktan, ağır kuvvet
kayıpları, hatta felce kadar gidebilecek
geniş bir klinik yelpaze oluşabilmektedir.
Müdahalede geç kalınan
durumlarda hareket ve
yürüme kayıpları, idrar ve
büyük abdest tutamama
ya da yapamama, cinsel
fonksiyon bozukluğu
şikayetleri kalıcı şekilde
gelişebilmektedir.
Bel fıtığı belirtilerinin yanında ani gelişen
kuvvet kaybı, idrar veya büyük abdest
tutamama ya da yapamama, hissizlik
gelişmesi durumunda acil olarak ameliyat
gerekebilmektedir. Bu ameliyatın yapılma
zamanı hastaların iyileşme döneminde
belirleyici faktörlerin başında gelmektedir.
Eğer bu şikayetlerden birini veya birkaçını
kendinizde gözlemlediyseniz, vakit
geçirmeden bir beyin ve sinir cerrahisi
polikliniğine başvurunuz •
DOÇ. DR. HALDUN ORHUN
MEMORİAL ATAŞEHİR HASTANESİ /ORTOPEDİ VE TRAVMATOLOJİ BÖLÜMÜ
Atılan
bir adım
10 fayda sağlıyor
Düzenli yapılan
yürüyüş kasların
kuvvetlenmesi,
şişmanlık, stresin
azalması ve
yaşlanmanın
gecikmesi gibi
birçok avantaj
sağlıyor. Sağlıklı
ve kaliteli bir
yaşam için düzenli
yürüyüşleri yaşam
biçimi haline
getirmek gerekiyor.
Kalça kaslarınızı kasıp
gevşetin
Memorial Ataşehir Hastanesi Ortopedi ve
Travmatoloji Bölümü’nden Doç. Dr. Haldun
Orhun sağlıklı bir yaşam için düzenli
yürüyüşlerin önemi hakkında bilgi verdi.
Gün içerisinde yürürken, otururken, kalça
kaslarının en az 30 kez kasıp, gevşetmek
de oldukça faydalıdır.
Dakikada 6 kalori
harcanabilir
Düzenli yürüyüşler, vücudun oksijeni
kullanma kapasitesini artıran, büyük
kas grupların dinamik ve ritmik olarak
çalışmasını sağlayan aktivitelerdir. Sağlıklı
ve kaliteli bir yaşam için yapılan düzenli
yürüyüşler dakikada 6 kalori harcanmasını
sağlamaktadır. Kilo almayı engelleyerek,
vücutta yağ oranının azalmasına yardımcı
olur. Yürüyüş; kemiklerinizin güçlenmesini,
kilonun korunmasını, kalp ve akciğer
sağlığının kontrol altına alınmasını
kolaylaştıracak bir egzersizdir.
Bir adımın 10 faydası
1. Uykusuzluğu azaltır
2. Sindirimi kolaylaştırır
3. Kan basıncını düzenler
4. Yorgunluk hissini engeller
5. Solunum kapasitesini artırır
6. Kemiklerin sertleşmesini ve
kuvvetlenmesini sağlar
7. Vücutta doğal keyif verici hormonların
(Endorfin) salınımı sağlar
8. Eklem ve kasların esnekliğini artırarak, bel
ve boyun ağrılarını hafifletir
9. Beyine oksijen sağlanmasını artırarak,
zihinsel keskinlik ve yaratıcı düşünce
potansiyelini yükseltir
10. HDL/LDL (İyi huylu-kötü huylu kolesterol)
dengesini düzenler. Kan yağlarının
(Trigliserid) düzeyini düşürür
Yürüyüşe ısınma hareketleriyle yavaş yavaş
başlanmalıdır.
Saniyede bir adım atarak
dakikada 2-6 kalori,
iki adım ile dakikada
5-7 kalori harcanabilir.
Aynı şekilde yine
yavaş yavaş yürüyüş
sonlandırılmalıdır. Bu
yürüyüş programı
düzenli bir beslenme
planı ile yılda 5-6
kilo verilmesini
sağlayabilmektedir.
Sağlıklı yürüyüş için
öneriler
Yürüyüş kan akımını ve kan damarlarının
miktarını artırarak, dolaşımı iyileştirir
ve kalp-damar, beyin gibi damarsal
hastalıkların riskini de azaltmaya yardımcı
olmaktadır. Kırk yaş ve üstü kişiler mutlaka
doktor kontrolünde yürüyüş programlarına
başlamalıdır. Hipertansiyon, diyabet
gibi hastalıkları olan kişiler sık sık doktor
kontrollerini ihmal etmemelidirler.
Yürüyüşte bunlara
dikkat!
Yürüyüş, hafif bir
yemekten en az iki saat
sonra yapılmalı, yürüyüş
öncesi ve sonrasında
bol su tüketilmelidir. Ağır
bir yemek sonrası hızlı
ve yorucu yürüyüşlerden
kaçınılmalıdır.
Yürüyüşler için ince tabanlı ve makosen
ayakkabılar doğru tercihtir. Eğer yürüyüşler
açık alanda yapılacaksa sabah erken
saatler seçilmelidir. Çok sıcak havalarda
yürüyüş yapmak ve yürüyüş sırasında
herhangi bir sıkıntı hissedildiğinde yine de
yürüyüşe devam etmek doğru değildir. Yine
kilo vermek amacıyla yürüyüş yaparken
vücuda naylon, muşamba ve benzeri
maddelerin sarılmasının bir faydası yoktur •
Doğru yürümenin püf
noktaları:
• Sırtınız dik olsun. Kambur durmayın.
• Yürüyüş sırasında gövdenizin öne ya
da arkaya doğru eğilmediğinden emin
olun.
• Yürürken sürekli ayaklarınıza
bakmayın.
• Gözleriniz, yaklaşık 20 adım ilerideki
bir mesafede olsun.
• Dirsekleriniz 90 derece bükülü ve
parmaklarınız kapalı pozisyondayken,
kolunuzu hafif sallayarak yürüyün.
• ürüyüş sırasında ayağınıza binen
vücut ağırlığınızı, ayak tabanına
eşit bir şekilde dağıtacak ve ayak
arklarınızı destekleyecek hafif yürüyüş
ayakkabılarını kullanınız.
• Küçük adımlar atarak yürüyün. Büyük
adım atmaktan kaçının.
• İlk başlarda 5 dakikada 300-500 adım
atmak size ideal bir yürüyüş temposu
sağlayacaktır.
• Tempolu yürüyüşün, kalbinizi
sıkıştırmadan ve sanki yürüyüş
sırasında yanınızda biri olsa, onunla
nefes nefese kalmadan konuşarak
yürüyebilecekmişsiniz gibi hissettiğiniz
en yüksek tempolu yürüyüş hızına
ulaşmak olduğunu unutmayın.”
UZM. DR. GÜLER ATEŞER
İSTANBUL EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ /KADIN HASTALIKLARI VE DOĞUM KLİNİĞİ
Hamile kalmayı
planlıyorsanız,
bu testleri
mutlaka yaptırın!
Sağlıklı bir hamilelik
dönemi ve doğum
süreci için anne
adaylarının hamile
kalmadan birkaç
ay önce doktor
kontrolünden
geçmesi gerektiğini
söyleyen Uzm. Dr.
Güler Ataşer, bu
süreçte yapılan
testlerin bebek ve
annenin sağlığı
açısından önemli
olduğunu söylüyor.
Anne adaylarının
erken aşamada
bilinçli davranarak
bebeklerini bazı
enfeksiyonlardan,
hastalıklardan,
besin
eksikliklerinden
ve çevresel
hasarlardan
koruyabileceğini
kaydeden Uzm.
Dr. Ataşer, gebe
kalmayı planlayan
tüm anne
adaylarının folik
asit desteği alması
gerektiğini ifade
ediyor.
Hamilelikte organlarda
ek bir yük oluşuyor
başvurarak gebeliğe hazırlanırken nelerin
önemi olduğunun bilgisini alması yararlı
olacaktır.
Gebelik anne yaşamındaki en
önemli fizyolojik olaydır. Annenin tüm
sistemlerinde, bebeğin anne karnında
sağlıklı gelişimini ve doğum sonrası
doğacak ihtiyaçlarını karşılayacak
değişiklikler oluşur. Haliyle çeşitli
organlarda normale göre ek bir yük oluşur.
Gebelik ve doğum öncesi bakım hizmetleri
yürüten kurumlar, anneye bu önemli
dönemde rehberlik yapar ve doğuma
hazırlar. Sağlık elemanları gerçekleşecek
bu fizyolojik olayların sağlıklı bir şekilde
olup olmayacağının izler ve doğabilecek
sorunların erken tanısı ve tedavisini sağlar.
Bu görüşme sırasında
beslenme ve yaşam
alışkanlıkları, çalışıyorsa
iş koşulları, sigara
alkol gibi alışkanlıklar,
anne yaşı, eşiyle
varsa akrabalık
derecesi, ailede kalıtsal
hastalıkların var olup
olmadığı, bunların
gebelikteki geçişleri,
herhangi bir hastalık
olup olmadığı ve bu
hastalık için kullanılan
ilaçlar ve tedavisinde
bir değişiklik gerekip
gerekmeyeceği
konusunda bilgi
alınmalıdır.
Beslenme ve yaşam
alışkanlıkları tekrar
düzenlenmeli
Ailelerin gebeliklerini kendilerine en
uygun dönemde planlayarak ve tıbbı
yardım alarak gerçekleştirmeleri bu güzel
olayı kötü sürprizlerle karşılaşmadan
yaşamalarını sağlar. Gebe kalma kararı
verildiğinde her şeyden önce, sosyal
güvence imkânlarının gözden geçirilmesi
varsa bir sorun çözümü için gerekli işlemler
başlatılmalıdır. Her ne kadar ülkemizde
gebelerin izlem ve doğumu minimal
giderlerle sağlansa da sahip olunan sosyal
güvencelerin gebelik öncesi düzenlemesi
aileyi rahat ve güvenli kılacaktır. Tıbbi
açıdan ise en az üç ay önceden annelerin
kendilerine en yakın sağlık kuruluşlarına
Daha önce gerçekleşmiş gebelik ve
doğumlarda karşılaşılmış problemler varsa
bu gebelikte tekrarlama riski öğrenilmelidir.
Gebelikte folik asit
ihtiyacı 3-4 kat artar
Gebenin doğal ve dengeli besinlerle
gebelikte doğan günlük kalori ihtiyacına ek
500 kcal yi karşılayan bir diyet beslenmesi
yeterlidir.
Vejetaryen olan
annelerin gebelikte
protein ihtiyacını
nasıl karşılayacağını
diyet uzmanlarından
öğrenmesi gerekir.
Pastörize edilmemiş süt,
taze peynir, çiğ et gibi
gıdalardan kaçınmak
gerekmektedir. Yeterli
beslenen kadınlarda
genellikle vitamine
ihtiyaç yoktur.
Fakat folik asit ihtiyacı bu durumda bir
istisnadır. Gebelikte folik asit ihtiyacı 3-4
kat artar. Bu nedenle gebelikten 3 ay önce
başlanarak gebeliğin ilk 14 haftasına kadar
günde 100-400mcg folik asit verilmesi
önerilmektedir. Folik asit kullanımı nöral tüp
defekti denen anomalileri de azaltmaktadır.
D vitamini eksikliği ve
demir eksikliği, takviye
gerektirir
Yine yeterince güneşten yararlanamayan
kadınlarda vitamin D ihtiyacı da olabilir. Hb
değeri 11,5gr/dl nin altında olan annelere
demir takviyesi de gerekir. Bebekte
intrauterin gelişme geriliği, matürasyon
bozukluğu yaptığından ve yeni doğanda
bazı hastalıklara, zihinsel gelişimde
problemlere neden olduğundan, gebelik
öncesi sigara ve alkol alışkanlığının
bırakılması için yardım alınmalıdır.
Evde evcil hayvan
besleyen anneler dikkat
etmesi gerekli konuları
danışmalıdır.
Kedi besleyen annelerin fetusda zekâ
geriliğine neden olabilecek tokoplazma
hastalığı bulaşma riski nedeniyle, atıkların
bulaşmayı önleyecek şekilde eldivenle ve
24 saati geçirmeden temizlenmesine dikkat
etmesi gerekecektir.
Annenin hastalık
geçmişi önemli
Annede şeker hastalığı,
hipertansiyon, kalp
hastalığı, böbrek ve
üriner sistem hastalıkları,
solunum hastalıkları,
kan hastalıkları, nörolojik
hastalıklar, psikiyatrik
hastalıklar, troid
hastalıkları, maliğnite gibi
sorunları olabilir.
Sistemik böyle bir hastalığın varlığında, bu
hastalıkla ilgili uzman hekimine başvurarak
hastalığının düzeyini, gebeliğin getireceği
ek yükün karşılanıp karşılanamayacağını,
gebelik için en uygun zamanın ne zaman
olduğunu öğrenmeli ve bu alanda gerekli
istenilen tetkikler yaptırılmalıdır. Bazen
bu hastalıklar için kullanılan ilaçların
değiştirilmesi, gebelikte kullanılabilecek
başka bir ilaca geçilmesi veya dozlarını
değiştirilmesi gerekebilir. Gebelikte diş
çürümeleri ve diş eti hastalıkları arttığından
gebe kalmadan önce diş muayenesi olmak
yararlı olacaktır. Gereken tedaviler böylece
gebelik öncesi sağlanacaktır.
Kızamıkçık ve suçiçeği
geçirmeyen anneler
mutlaka aşılanmalı
Ortopedik sorunu olan anneler, gebelikte
oluşan duruş değişikliğinin getireceği
şikâyetleri, önlem ve yardımları, giyecek
desteklerini öğrenerek gebeliğini daha
rahat geçirebilir. Bacaklarında varisleri
olan anneler gebelikte artan şikâyetlerini
azaltacak tıbbı yardım ve giysi desteği
bilgisini edinir. Gebelikte yapılmayan
ve ilgili hastalığın gebelik sırasında
geçirilmesinde ciddi fetal zararlanmaların
görüldüğü kızamıkçık ve suçiçeği
hastalıkları, geçirilmemiş veya bu hastalıklar
için daha önce aşılanılmamışsa, gebelik
öncesi anne adaylarına bu aşıların
yapılması ve 3 ay aşı sonrası gebe
kalınmaması önerilir.
Jinekolojik muayene
şart
Gebelik öncesi kadın doğum uzmanına
başvurarak jinekolojik muayene olmak
gerekir.
Bu muayene sırasında
gebelikte sorun
yaratabilecek genital
enfeksiyonların tedavisi
verilecektir. Rahim ağzı
kanseri erken tarama
testi olan smear alınacak
varsa bir patolojinin
gebelik öncesi tedavi
ve çözümü daha kolay
olacaktır.
Herhangi bir genital organ yapısal
anomalisi veya bir kitlenin varlığı önceden
tanınabilecektir. Bu sorunların bir kısmının
tedavisi gebe kalmadan önce yapılması
gerektiği gibi bir kısmı da gebelik
takibinde belirli dikkat ve kontrollerle
izlenebilmektedir. Bu muayene sırasında
gebelik öncesi yapılması gereken testlerde
yapılacaktır •
Gebelik öncesi
yapılması gereken
testler:
1. Kan grubu ve Rh tayini, uyuşmazlık
durumunda antikor varlığı
2. Tam idrar testi
3. Kan sayımı
4. Hepatit antijen tayini
5. Sifiliz tarama testi
6. Rubella (kızamıkçık) antikor testi
7. Orak hücreli anemi ve talessemi riskli
hastalarda gerekli testler
8. Risk grublarında HİV testi
Hikayeler
birinci kişi ağzından
aktarılmıştır
BU YÖNTEM
2013 NOBEL
TIP ÖDÜLÜNÜ ALIR
Metabolik hastalıkların çoğu beraberdir. Yani şekeri olanın
hem tansiyonu, hem kolesterolü veya kalp beyin tıkanıkları
olur. Haliyle hastalık arttıkça tedavi için kullanılan ilaç da artar,
ve ne yazık ki ilaç sayısı arttıkça yan etki sayısında da artış
olur. En çok mide- bağırsak yakınmaları ile uğraşırız.
Poliklinikte karşılaştığım Hanımefendi bir 50 yıl daha doktorluk
yapsam aklıma gelmeyecek bir yöntem önerdi.
Şöyle ki;
-Buyurun Hanımefendi. Nasıl yardımcı olabilirim?
-Doktor Bey bağırsaklarımın ve midemin yıkanmasını istiyorum.
-Neden?
-Çok ilaç içiyorum Doktor Bey, midem, bağırsaklarım şişiyor,
kirlendi; yıkayın da temizlensin istiyorum.
BİR İZİN VER
HANIM KONUŞAYIM
YAAAA
Türk aile yapısının ana direği kadındır. Benim için bu
tartışılmaz bir gerçek. Nereden mi biliyorum:
Çocuklarının kulaklarından, eşlerinin ellerinden tutup
“Ben iyiyim“ diyenlere bile, “Yok yok sen hastasın”
diyerek zorla polikliniğe getiren kadınlardan. Onlarca
örnek yaşadım.
Kız çocuk,
-Ya Doktor Bey yok bir şeyim. Kilo almamak için fazla
yemiyorum annem sen kilo alamıyorsun kesin hastasın
diyerek zorla getirdi.
Baktım anneye,
-Doktor Bey ama çok zayıf,
Başka bir erkek çocuk,
-Aman Hanımefendi yemek tabağı mı midemiz yıkayalım
geçsin. Ben şimdi size mide koruyucular yazıyorum.
Geçmezse gelin ilaçlarınızı değiştiririz.
-Ya Hocam yok bir şeyim dediğim halde
kulaklarımdan çekerek getirdi resmen annem!
İlahi hasta. Nobel ödülüne aday olurun sen!
Erkekler, kadınlara göre daha çok terler.
Metabolizmaları daha yüksek!
5 YIL BİTTİ.
AÇIKLIYORUM!
Hepimizin ihtiyaç duyduğu ve çoğumuzun da mutlaka yaptığı
sıradan bir olay yüzünden günlerce uyuyamadım. Olay
şu; bir arkadaşım bir polis arkadaşı için gittiği yabancı dil
kursuna verilmesi için geçmişe dönük, farklı günler için 3 ayrı
rapor verebilir misin, diyerek aradı beni. Ben de geçmişe
dönük ve hasta olmadan verilecek raporların bana problem
olacağını söylememe rağmen, raporların resmi olmasına
gerek olmadığını, ofisten kaşeli bir kâğıda yazılsa yeteceğini
söyleyip ısrarcı olunca kıramayıp raporları verdim. Vermez
olaydım. 3 ay sonra İstanbul Valiliği’nden gelen bir yazıyla,
Amerika’da eğitimde olan bir Emniyet Müdür Yardımcısına
benim istirahat açtığımı ve belirlenen tarihte ifade vermemi
isteyen bir mektup geldi. Korktum tabii. Devlet memuruyum.
Ne olacağını bilemezsin. İyilik diyerek yaptığım bela oldu yani.
Avukatımla gittim ifadeye. 2 müfettiş açtığım raporların bana
ait olup olmadığını sordu. Evet yazılar benim, dedim. Resim
gösterdiler bu şahsı tanımıyorum, dedim. Nasıl yani? Bu şahıs
rapor verdiğiniz şahıs. Ben yine tanımadığımı ifade ettim. Bu
sırada avukat, bir doktorun şahsın kimliğini kontrol etmesine
gerek olmadığını, beyanın yeterli olduğunu söyleyip kişi
Cüneyt Arkın’ım demesi durumunda bile o isimle anılacağını
söyledi. Müfettişlerden biri iyi polisti. Sıradan bir olay olduğunu
söylerken diğeri kötü polisi oynuyordu. Olayın sahtekarlıktan
yargılanmaya kadar gidebileceğini söylüyordu.Neyse ki olay
büyümedi. Bir hafta boyunca kabuslar ve ifadelerle geçti.
Sorun çıkmadı.
Demem o ki, kimse benden bir daha Amerika’daki arkadaşı
için rapor istemesin!
Diğer bir örnek:
Polikliniğe eşi ile beraber gelen Beyefendiye şikayetini
sordum. Eşi başladı anlatmaya, soluksuz konuşuyor.
Ben de araya girdim.
-İzin verirseniz hasta konuşsun,
-Ama Hocam ona sorarsanız bir şeyi yoktur.
- Bir izin ver hanım konuşayım yaaaa. Doktor Bey, yok
bir şeyim. Her erkek gibi terliyorum. Daha önce de
araştırıldı her şey normal. Eşim anlamamışlar diyerek
sizin de görmenizi istiyor.
Tetkikleri inceledim. Her şey normal!
Gülümsedim.
Kadınlar ailenin temel direğidir. Ama biraz da
abartmasalar diyorum.
SAKIN ANNENİZİ
ÜZMEYİN!
Mide yakınmaları olan hasta bulantı ve kusmalarının
olduğunu anlatıyor. Sebebini sorduğunda gastritten
olduğunu anlattım. Gençlerde stresin mide asidini
arttırdığını bunun da bu şikayetlere neden olabileceğini
izah ettim.
-Annemin bedduası tuttu Doktor Bey, dedi.
-Annemle tartıştık, o da “Yediğin içtiğin burnundan gelsin”
diye beddua etti. Her halde ondan kusuyorum ben!
Kırıldım gülmekten.
HEMŞİRENİN BABASI
HASTA
YAKIŞTIRAMADIM
DOKTOR BEY
Servisimizin sorumlu hemşiresinin babası hasta, serviste
yatıyor. Gözümüzün önünde eriyor adam.
Hastaya 1 yıl önce diyabet teşhisi konmuş. Polikliniğe
gelen hastaya
Yapılan bütün tetkikler normal. Ama hastanın kliniği
kötü! Ciddi bir hastalığı olduğu ortada! Böyle durumlar
oldukça can sıkıcıdır. Bu tür hastalar için toplantılar yapılır,
konseyler toplanır. Bu hasta içinde konsey toplandı. 3 ay
önce yapılan bir Gastroskopi olmasına rağmen konsey
tekrarlanmasını önerdi. Yapıldı. Şüpheli küçük bir alandan
Biopsi alınmış. Patoloji hızlıca inceledi ve nihayet sonuç
geldi.
-Şekeriniz çok yüksek ilaç kullanıyor musunuz?
Hasta mide kanseri.
-Aa haberiniz yok bu aralar Avrupa’da son moda
diyabet…
Bunu duyan Hocamız da neredeyse sevinçten uçacak.
Hemen sorumlu hemşireyi çağırmamı istedi.
Hemşire Hanımla beraber Hocanın odasına girdik. Hocamız
teşhisin konmasına çok sevinmiş olacak ki,
-Kullanıyordum. Bıraktım.
-Neden?
-Bilmeeemmm. Yakıştıramadım kendime bu hastalığı
Doktor
Bey,
Esprisi üzerine
-Aaaaa, o zaman ben de kullanayım ilaçları Hocam…
-Hemşire Hanım müjde teşhis kondu. Babanız mide
kanseri,demez mi.
Hemşireyi ayıltmak yarım saatimizi aldı.
HEP BENİ HATIRLA
Bazı insanların varlığı bile gülümsememize yeter. İste böyle
bir arkadaşım var. Muayenehanemi yeni açmışım. Cep
delik cepken delik!
Hesapta olmayan bir sürü masraf. Ben de yardımcı olurlar
diye nazımın geçtiği arkadaşları arayıp
DİPLOMASIZ
PROFESÖR
47 yaşlarında bayan hasta. Diyabet ve Kolesterol yüksekliği
teşhisi konmuş. Aradan bir yıl geçmiş. Yaygın ağrıları var.
Belli ki sinir uçlarında tahribat oluşmuş, Nöropati gelişmiş.
Sordum:
-Muayenehane açtım, sizi hatırlatacak hediyeler
bekliyorum, diyerek takılıyorum.
Bu muzip arkadaşımı aradım.
-Hay hay Muratcığım hediyem en yakın zamanda sende,
dedi.
İki gün sonra kargo geldi. Kocaman bir paket geldi.
Heyecanla açtım. Ne göreyim!
-Gittim
Arkadaşım vesikalık resmini büyütüp çerçeveletip “Gün
boyu beni hatırlaman dileği ile” diyerek bir de not düşmüş.
Donakaldım. Şaşkınlık geçtikten sonrada bastım kahkahayı.
-Peki Doktor tedaviye başlamadı mı?
Allah iyiliğini versin emi.
-Daha önce doktora gitmediniz mi?
-İlaç verdi doktor
-Kullandın mı?
-Kullanmaya gerek görmedim.
-!!!
Nasıl yani. Doktor ilaç verdi ama sen kullanmadın öyle mi?
-Evet, nereden bileyim. Şikayetim çok yoktu gerek
görmedim işte
-!!!
Yani uzman doktor sana ilaç yazıyor sen de profesörsün
gerek duymuyorsun öyle mi?
-Hasta üzgün bir şekilde öyle oldu, dedi ama ne yazık ki bu
davranışı ömür boyu çekeceği Nöropatik ağrılara ve daha
nerelerde olduğunu bilmediğimiz damar tıkanıklarına neden
oldu.
Bilene ve bilgiye saygı, kazanç getirir.
BİR İSTEYENE BİR
BEDAVA
Kalabalık bir poliklinik günü!
Yaygın ağrı ve halsizlikten yakınan bir Hanımefendi.Yapılan
bütün tetkikler normal çıkınca. Şaşırarak
-Ne yani boşuna mı uğraştık şimdi?
Deyince,
-!!!
Nasıl yani hastalık çıkmadığına sevinmediniz mi?
İsterseniz size bir Zatürre yanına da bir Tansiyon verelim,
dedim gülümseyerek.
Öyle hastalar var ki, “her şey normal”
Sözünü duymak için varını yoğunu vermeye hazır. Söylediklerimi anlayan hasta
-Haklısınız Doktor Bey. Şükürler olsun, diyerek poliklinikten
ayrıldı…
PİLİM BİTTİ
Poliklinik her zamanki gibi yoğun! Sırada beklemeyi
öğrenemeyen insanımız, kendi sağlığının diğer insanlardan
daha önemli olduğunu düşünüp sırasını beklemeyenlerin
yoğunlukta olduğu bir gün. Klasik bir Devlet Hastanesi’nden
bir gün yani. Odada bir hastanın anamnezini alırken içeri
dalan bir bayan hastayı,
KRONİK
HASTALARDA
Kronik Hastalarda, hasta bir de yaşlıysa hemen doktoru
içselleştirme çabası gelişir.
-Sen de benim oğlum gibisin.
-Hanımefendi lütfen sıranızı bekler misiniz diyerek uyardım.
-Kardeşim sayılırsın
-Hocam pilim bitti. Bekleyemem.
Gibi sözlerde bu çabanın eseridir. Ancak böylesini
duymamıştım. Olayı yaşayan bir aile hekimi:
-Lütfen Hanımefendi herkes gibi sıranızı bekleyin.
-Hayır Hocam düşündüğünüz gibi değil. Kalp pili takılı, o
bitti.
50’li yaşlarda bir bayan yanında da 20’sinde genç bir kız.
Çapa’ya yetişmem lazım. İlacımı yazar mısınız, diyerek
cevapladı.
-Doktor Bey, bu kızın işsiz güçsüz bir arkadaşı var. Babası
ölsem de bu adama vermem diyor. Baba vermese, bu
kız kaçacak. Ailemizde tek okumuşu da sensin. Sence ne
yapalım versek mi kızı?
Gülümsedim.
-Allah piline güç versin. Beyefendi çıksın da pilin bitmeden
yazayım ilacını. Enerjiniz tükenmez olsun!
KAHVELER
HASTANEMİZİN
İKRAMDIR
50 yaşlarında erkek hasta acilden yatırılmış. Sabah vizite
esnasında mide yakınmaları var. İyi geldiğini ve tedaviye
eklenmesini istediği Antepsin adlı şurubu yazmamı istedi.
Mahsuru olmayacağını düşündüğüm için tedaviye ekledim.
Öğleden sonra hasta odama geldi. Şurubun gelmediğini söyledi.
Tesadüf bu ya o gün Antepsin çalışan mümessil beni ziyarete
gelmiş ve numune bırakmıştı. Numuneyi hastaya uzattım.
Eczaneden ilaç gelene kadar bunu kullanmasını söyledim.
Aradan yarım saat geçmedi hasta tekrar odama geldi.
-Ya hocam bu şurubun tadı bir garip, kahveye benziyor.
-Olur mu öyle şey diyerek ilacı istedim. Kutuyu incelediğimde
üzerinde “numune doktor kullanımı için kahve içerir” yazısını
görünce
Kahveler hastanemizin ikramıdır dedim.
Anne söze başladı
Siz olsanız ne derdiniz!
ÜZERİNE HİÇ
ALINMIYOR
50 yaşlarında erkek hasta. Göz göze geldik.
-Buyurun şikayetiniz neydi?
-Benim bir şikayetim yok Hocam. Bunların var, diyerek eşini
ve kızını gösterdi.
Baktım, eşi konuştu:
-Hocam inanılmaz horluyor. Salonda bile uyuyamıyoruz.
Nefessiz kalacak diye korkuyoruz.
Hastaya döndüm,
-Hiç üzerinize alınmıyorsunuz
Dedim gülümseyerek…
-Horlarken uyumuş oluyorum ben Hocam, demez mi,
İlahi umursamaz!
Hasta ile beraber bastık kahkahayı…
MÜHÜR KİMDEYSE SÜLEYMAN ODUR
Kalabalık bir poliklinik günü, sayılar 120 kişiyi gösteriyor. Son hastaya da baktım. Çıkmak için toparlanmaya başladım. Kapının önünde
genç bir Hanımefendi duruyor. Utana sıkıla içeri girdi.
-Doktor Bey, bir şey rica edebilir miyim?, annem hasta ancak size numara kalmamış. Rica etsem muayene edebilir misiniz?
Ben de randevunun bittiğini acil bir sorun yoksa yarın gelmelerini istedim.
Ancak Hanımefendi sempatik bir tavırla,
-Doktor Bey, mühür kimdeyse Süleyman odur. Siz isterseniz numara verdirebilirsiniz, demez mi!
Ben de Süleyman olmanın motivasyonuyla hastayı muayene ettim.
O gün bu gündür hasta her bana kontrole geldiğinde Dr. Sülümen esprisini yaparız.
Not: İlgili hikayeler Dr. Murat Akbaş’ın “Unutulmaz Replikler İlahi Hasta“ isimli kitabından alınmıştır.
İstanbul’un sağlık yöneticileri
‘Teröre Hayır’ dedi
Haziran ayından bu yana tırmanışa geçen terör olayları ve sağlık
çalışanlarına yönelik saldırıların artması üzerine İstanbul Sağlık
Müdürlüğü önünde bir basın açıklaması yapıldı.
İstanbul Sağlık Müdürü Prof. Dr. Selami
Albayrak tarafından yapılan açıklamada
Halk Sağlığı Müdür Yardımcısı Dr. Mustafa
Özdemir, Beyoğlu Bölgesi Genel Sekreteri
Uzm. Dr. Güven Bektemür, Çekmece
Bölgesi Genel Sekreteri Prof. Dr. İhsan
Bakır, Fatih Bölgesi Genel Sekreteri Prof.
Dr. Hamza Müslümanoğlu, Bakırköy Bölgesi
Genel Sekreteri Doç.Dr. Kadriye Kart Yaşar,
Anadolu Kuzey Bölgesi Genel Sekreteri
Doç. Dr. Kemal Memişoğlu ve Anadolu
Güney Bölgesi Genel Sekreteri Doç. Dr.
Ahmet Lütfullah Orhan da yer aldı.
Albayrak: “Sağlık
çalışanlarımız hedef
alındı”
Albayrak yaptığı açıklamada, Haziran
ayından bu yana tırmanışa geçen
saldırılarda, genç - yaşlı, çocuk - bebek
demeden tüm halkı hedef alan terör
örgütünün, sağlık çalışanlarımıza,
ambulanslarımıza ve hastanelerimize
yönelik saldırıların devam ettiğine dikkat
çekerek, “3 sağlık çalışanımız terör
örgütünün gerçekleştirdiği alçakça
saldırılarda hayatını kaybetti.
Aile Hekimimiz Dr.
Abdullah Biroğul
memleketi Diyarbakır’da,
Sağlık Memurumuz Eyüp
Ergen ve Ambulans
Şoförü Şeyhmus
Dursun memleketleri
Şırnak’ta uğradıkları
silahlı saldırı sonucu
şehit edildiler. Onlarca
çalışanımız alıkonuldu,
ambulanslarımıza,
hastanelerimize ateş
edildi; sağlık hizmetleri
aksatılmaya çalışıldı.
Son olarak Hakkari Şemdinli’deki Devlet
Hastanemiz bombalı saldırı sonucunda
neredeyse kullanılamaz hale getirildi.
En büyük zararı Şemdinli’de bizlerden
sağlık hizmeti bekleyen halkımız gördü.
Vatandaşımızın en temel haklarından olan
sağlık hakkının engellemesine yönelik
bu çirkin saldırıları planlayanları ve
gerçekleştirenleri şiddetle lanetliyoruz“
dedi.
Kardeşlik diyen
gönüller, şifa veren
eller kazanacak
“Tek amaçları hayat kurtarmak,
insanımızın sağlığına hizmet etmek
olan çalışanlarımızın bu tür saldırılara
maruz kalması asla kabul edilemez“
diyen Albayrak şöyle devam etti: “Sağlık
hizmetlerini engelleyerek devlet kurumlarını
itibarsızlaştırmayı amaçlayan bu saldırılar
en çok da bölge insanımıza zarar vermekte,
onların en temel ve en doğal insani
hakkı olan sağlık hizmetlerine ulaşımını
güçleştirmektedir. Çalışanlarımızın ve
masum insanların hayatlarına kastedilerek
gerçekleştirilen bu eylemler, terör
örgütünün insani değerlerden ne kadar
uzaklaştığının da kanıtı niteliğindedir.
Hiçbir dinde, hiçbir kültürde yeri olmayan
acizlik göstergesi bu saldırılar ve bu
çağdışı anlayış, dünya medeniyetine
önderlik etmiş bu topraklarda kendine
yer edinemeyecektir. Hastanelerimizde
çalışanlarımızın güvenliği için gereken
tedbirler alınıyor, güvenlik güçlerimiz terör
örgütüne yönelik operasyonlarına aralıksız
devam ediyor. Ancak unutmayalım ki teröre
karşı en büyük cevap, en büyük mücadeleyi
birlik ve beraberlik içinde hareket ederek,
birbirimize sımsıkı kenetlenerek verebiliriz.
Bizler tüm engellemelere
rağmen; din, dil, ırk
ayrımı gözetmeden
insanımıza hizmet
etmeye devam
edeceğiz. Bu
topraklarda binlerce
yıldır kardeşçe
yaşayan insanımızın
sağlığını daha ileriye
taşıma gayreti içinde
olacağız. Terör bizi
asla yıldıramayacak
ve asla amacına
ulaşamayacaktır.
Son tahlilde terör değil; kardeşlik diyen
gönüller, şifa veren eller kazanacak” •
DT. OĞUZ KARA
BAĞCILAR HOSPİTADENT DİŞ HASTANESİ BAŞHEKİMİ
İşte
Dişe Zarar Veren
Yiyecekler !
Sağlıklı dişlere sahip
olmak için günde
2 kere dişlerimizi
fırçalamamız, diş
ipi kullanmamız ve
düzenli aralıklarla
diş hekimi
kontrolüne gitmemiz
gerektiğini belirten
Dt. Oğuz Kara,
dişlere en çok
karbonhidrat ve asitli
içeceklerin zarar
verdiğini söylüyor.
“Dişlerimize hangi
gıdaların ne kadar
zarar verdiğini
bilmemiz gerekir”
diyen Dt. Kara konu
hakkında şu bilgileri
veriyor: “Dişler
için en zararlı ve
uzak durulması
gereken şey yiyecek
ve içeceklerin
içerisindeki asittir.
Asit, gıdaların içinde
direk bulunabileceği
gibi aldığımız
besinlerdeki
karbonhidratların
ağızdaki bakteriler
tarafından aside
dönüşmesiyle de
oluşur. Sağlıklı
dişlere sahip olmak
için , dişlere en
çok zarar veren
karbonhidrat ve
asit içeren gıda
ve içeceklerden
mümkün olduğu
kadar uzak
durulması gerekiyor”
Sağlıklı bir gülümse
için uzak durulması
gerekenler:
1. Sigara: Diş ve diş etlerine zarar verir,
ağız kokusuna neden olur.
2. Alkol: Tükürük ağızımızdaki
plağın ve asidin etkisini azaltacak
ilk savunmamızdır. Bu yüzden ağız
kuruluğuna sebep olacak her şey diş
için zararlıdır. Alkol de ağız kuruluğuna
sebep olacağı için kullanılmaması
gereken bir içecektir.
3. Meyve Suları: ph ‘ı 7 den düşük olan
gıdalar dişlere zarar verir. PH ‘I 2,5
olduğu için meyve suları da dişlere
zararlıdır
4. Limon: ph ‘ı 2 olduğu için dişler için
zararlıdır.
5. Kola: En zararlı içeceklerden biridir.
Çünkü hem fosforik asit hem şeker hem
de sitrik asit içerir.
6. Enerji içeceği: Sitrik asit ve şeker
içerdiklerinden dolayı dişler için
zararlıdırlar.
7. Yapışık gıdalar (lokum, jeli bon vb.):
Tatlı şekerlemelerden daha zararlıdır.
Çünkü daha fazla şeker verirler ve aynı
zamanda sitrik asit içerirler.
8. Kuru Meyve: Kuru meyveler
karbonhidrat ihtiva eder. Aynı zamanda
kuru meyveler yapışkanlığı sebebiyle
ağız içinde daha uzun süre kalır.
Sürekli kuru meyve yiyip dişlerinizi
fırçalamamanız dişlerinizin çürümesine
sebep olur.
9. Buz: Buz çiğnemek iyi bir fikir
değildir. Buz çok serttir. Eğer eski
büyük dolgularınız varsa buz yediğiniz
zaman çok kolay bir şekilde dişleriniz
kırılabilir. Soğuk aynı zamanda
dişlerinizin kamaşmasına sebep da
olabilir.
10. Beyaz Ekmek: Tükürükte bulunan
amiloz enzimi karbonhidratları şekere
çeviren enzimdir. Fakat şekeri zararlı
kılan şey ağızdaki bakterilerin şekeri
yemesi ve asit ortaya çıkarmasıdır. Eğer
ağızda hiç plak yoksa şekeri aside
çevirecek ve diş çürüğü oluşturacak bir
şey de yoktur.
OP. DR. EYÜP VELİ KÜÇÜK
ÜMRANİYE EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ / ÜROLOJİ KLİNİĞİ /İDARİ SORUMLUSU
Böbrek taşı
endoskopik
yöntemlerle
sorun olmaktan çıkıyor
Opr. Dr. Eyüp Veli
Küçük, gelişen
modern cerrahi
ve görüntüleme
yöntemleriyle
birlikte böbrek taşı
ameliyatlarının
çok daha kolay ve
güvenli bir şekilde
yapılabildiğini
belirterek,
bu yöntemler
sayesinde böbrek
taşında açık cerrahi
ameliyatların
ortadan kalktığını
söylüyor.
Vücudun, filtre sistemi olarak çalışan
böbreklerin taş oluşumuna müsait bir
yapısının olduğunu belirten Küçük,
böbrekte oluşan taşların büyüklüğünün
ufak bir pirinç tanesinden bir mandalinaya
kadar değişebildiğine dikkat çekiyor. Opr.
Dr. Küçük, böbrek taşı ameliyatlarında
kullanılan endoskopik yöntemler hakkında
şu bilgileri veriyor:
Doğum sancısından
daha şiddetli ağrı
yapabiliyor
Böbrek taşı hastalığı
ciddi ağrılara yol
açabilen bir hastalıktır.
Taş düşüren hastaların
ifadesi ile doğum
sancısından daha
şiddetli bir ağrı olduğu
ifade edilmektedir.
Çok uzun zamandan beri insanların
problemi olan bir hastalık, gerek
beslenme alışkanlıkları ile gerek yaşam
değişiklikleri ile gün geçtikçe daha sık
görülmektedir. Son yıllarda giderek artan
teknolojik gelişmeler ile artık hemen
hemen bütün taşlar kapalı yöntemlerle
tedavi edilmektedir. Taşların konumuna
ve boyutuna göre farklı kapalı yöntemler
kullanılmaktadır. Taşlar böbrekte, böbrekten
süzülen idrarın atıldığı kanalda(üreter),
idrar torbasında(mesane), son idrar
kanalında(üretra)’da olabilir.
5 mm altındaki
taşlar kendiliğinden
düşebiliyor
Taş düşüren hastaların büyük bir kısmında
bulgu yoktur. Hastalık sinsi bir şekilde
oluşabilmektedir. Hastaların bir kısmında
ise bel bölgesinden başlayarak kasığa
kadar yayılabilen ağrı ve idrar yolu
enfeksiyonu, idrardan kan gelmesi, bulantı,
kusma şikâyetleri olabilir.
Taşların bir kısmı
kendiliğinde düşmekle
birlikte, bir kısmında
kapalı yöntemlerle tedavi
gereklidir. Özellikle
5 mm altındaki taşlar
bol sıvı tüketimi ve
hareket ile kendiliğinden
düşebilmektedir.
Tedavide kapalı
yöntemlerin rolü büyük
Bu boyuttan büyük taşlar ise dışarıdan şok
dalgaları ile taş kırma (ESWL) veya idrar
kanalından herhangi bir kesi olmadan
kapalı olarak tedavi edilmektedir. Dışarıdan
taş kırma yöntemi çoğunlukla başarı
olmakla birlikte yine bu tedaviye rağmen
kırılamayan taşlar kapalı olarak tedavi
edilebilmektedir. İdrar kanalından girilerek
yapılan operasyonlarda taşlar genellikle
lazer vb. yöntemler ile parçalanarak doğal
delikten kapalı olarak tahliye ediliyor. Son
idrar kanalı ve idrar torbasındaki taşlar da
yine kapalı olarak bu yöntemler ile tedavi
edilebilmektedir.
Tedavi yöntemi hastaya
göre seçiliyor
Böbrek ve idrar yolu taşlarının kapalı
metotlarla tedavisinde çeşitli tedavi
alternatifleri mevcuttur.
Hangi yöntem hastaya
daha az zarar verir
ve taşsızlığı sağlarsa
o yöntemin hastaya
kullanılması tercih
edilir. Seçilecek olan
tedavi şeklini taşların
yeri, böbreğin ve idrar
yollarının anatomik
yapısı ve hastanın genel
durumu belirler.
Böbrekteki 2 cm boyutuna kadar olan
taşlar, idrar kanalından girilerek böbreğe
kadar müdahale şansı veren esneyebilen
(fleksibl) yöntemlerle parçalanılarak tahliye
edilebilmektedir. Böbrekte 2 cm’den büyük
taşlar için ise perkütan diye adlandırılan
sırttan böbreğe kalem ucu küçüklüğünde
bir delik ile ulaşım imkanı veren yöntem ile
yine kapalı olarak tedavi edilebilmektedir.
Bu yöntemde taşlar pnomatik (hava), lazer
veya ultrasonik yöntemler ile parçalanarak
tahliye edilmekte ve hastalar dikkatle
bakıldığında bile belirlenmeyen çok ufak bir
kesi ile şifa bulabilmektedirler.
Az sıvı alımı ve tuz
tüketimine dikkat
edilmemesi durumunda
tekrar oluşabiliyor
Böbrek taşları endoskopik yöntemlerle
tedavi edilerek, hastalar bir gün
içerisinde ayağa kalkıp, kısa sürede
normal hayatlarına dönebilmektedir.
Tahliye edilen taşların
analizi yapılarak
tekrarlamaması için
önlem alınması önemli
bir basamak olmakla
birlikte taşlar az sıvı alımı
ve tuz tüketimine dikkat
edilmemesi durumunda
tekrar edebilmektedir.
Tekrar eden tüm taşlar da gerek
anestezi gerektirmeyen ESWL, gerek
diğer endoskopik tedaviler, gerekse
perkütan yöntemler ile rahatlıkla tedavi
edilebilmektedir.
Endoskopik yöntemler
sayesinde açık
cerrahiye gerek
kalmadı
İdrar yolu taşlarının her türünde açık cerrahi
yapılmaksızın, PCNL (Perkütan böbrek
taşı ameliyatı), Flexibl URS (endoskopik
taş kırma) gibi kapalı (endoskpik)
metotlarla tedaviler, Ümraniye Eğitim
ve Araştırma Hastanemizde modern
teknolojinin gerektirdiği tüm imkanlarla,
yüksek tecrübeli kamu personeli uzman
akademisyen kadrolarıyla ve hiçbir ücret
alınmaksızın yapılabilmektedir •
Suyun vücudumuza
sağladığı 10 fayda
Su içmek insan
sağlığı açısından
büyük önem taşır.
Fiziksel ve zihinsel
sağlığımızı korumak
için her gün 8
bardak su içmeye
özen göstermeliyiz.
Mevsim geçişlerinde
vücudumuzun
su ihtiyacı artar.
Suyun görev ve
faydalarını daha
iyi anlayabilmek
için bize sağladığı
faydaları 10
maddede
sıralayabiliriz.
içmek için susamayı beklememek bize bu
sağlıklı alışkanlığı daha kolay kazandıracak
yöntemler arasındadır.
1-Suyun ilk görevi taşımadır.
Vücudumuza aldığımız karbonhidrat,
protein ve vitamin gibi önemli besin
öğeleri su sayesinde vücut içerisinde
gerekli bölgelere ulaşır.
2-Su, alınan ilaç ve vitaminlerin
gerekli yerlere ulaşmasını sağladıktan
sonra oluşan artık maddelerin ve
vücut içerisinde birikmiş zehirlerin
toplanmasına ve vücuttan atılmasına
yardımcı olur. Böbrekleri toksinlerden
arındırır.
3-İçtiğimiz su bağırsak hareketlerini
hızlandırır, besinlerin sindirimine
yardımcı olur ve kabızlığı önler.
4-Eklem sağlığına da faydası bulunan
su, eklemlerin daha kaygan olmasını
sağlar ve sakatlanma riskini azaltır.
5-Yeterli su alımı vücut ısısının denetimi
için de büyük önem taşır. Su, vücut
ısısını dengelerken kanı sağlık açısından
yeterli hacimde tutar.
6-Hava değişimleri ve hareket ederek
kaybettiğimiz nem bize su sayesinde
geri döner. Su içmek cildimizin nem
dengesini korur, cildi yumuşatır, ağız ve
burunun nemli kalmasını sağlar.
7-Su, vücudumuzda kan basıncını
kontrol eden elektrolitlerin taşınmasında
ve dengelenmesinde görev alır.
8- Su içmek doygunluk hissi yaratır,
böylece iştahı keserek zayıflama
sürecine katkıda bulunur.
9-Sindirimi hızlandıran su,
metabolizmanın da daha iyi çalışmasına
yardımcı olduğundan dolayı kilo
vermeyi kolaylaştırır.
10- Su içmek kanı sulandırdığından
kalp ve beyin damarlarında pıhtılaşmayı
önler. Kalp krizi ve felce karşı koruyucu
rol oynar.
Suyun vücudumuza sağladığı yararlardan
faydalanabilmek için ihtiyacımız olan günlük
su miktarını karşılamamız gerekir. Sıcak
günlerde, mevsim geçişlerinde ve egzersiz
yaptığımızda bu miktar 8 bardaktan fazla
olmaktadır. Kendimize su içme alışkanlığını
kazandırmak için ise aşağıdaki basit ama
etkili yöntemleri takip edebiliriz.
Su içme alışkanlığı
kazanmak için basit
yöntemler
Uyanır uyanmaz ilk iş olarak su içmek,
sade suyu limon, çilek gibi meyvelerle
tatlandırmak, çalışırken su molaları vermek,
yanımızda devamlı su şişesi taşımak,
çalışma masamızda bir bardak suyu hazır
bulundurmak, telefon alarmını kurmak ve su
Açlık kolayca susuzluk hissiyle
karışabildiğinden dolayı yemekten önce
içilen bir bardak suyun iştahı kestiğini
ve dolayısıyla az yemek yemeye sebep
olduğunu da unutmamak gerekir.
Kilo verme ve fazla
kilolarla savaşmada
en büyük yardımcı
su içmektir, bunu
hatırlamak da kişiyi
motive edecek faktörler
arasındadır.İçilen su
miktarını artırmak zaman
alabilir. Birden bire
yükleme yapmak yerine
içilen günlük su miktarını
yavaş yavaş artırmak
kişi üzerindeki baskıyı
azaltacağından daha
faydalı sonuç verecektir.
Sporcu dostu ‘0’
kalorili içecek “su”
Nestlé Pure Life’ın “Obeziteye Karşı Hareket
Zamanı” projesi kapsamında destek verdiği
37.İstanbul Maratonu fuarında konuşan
kampanya elçisi Milli Sporcu ve Dünya
Dalış Rekortmeni Şahika Ercümen de
sporculara sağlık ve beslenme önerilerinde
bulundu.
Söyleşisinde dünya çapında önemli bir
sağlık sorunu olan obeziteye de değinen
milli sporcu bol su tüketimi ve hareketin
obeziteye karşı olmazsa olmazlardan
olduğunu, spor yapamayanların günde en
az 10 bin adım atması gerektiğini söyledi.
Ercümen, Nestlé Pure Life’ın 2013 yılından
bu yana sürdürdüğü “Obeziteye Karşı
Hareket Zamanı” projesinin de destekçisi.
Obeziteye karşı
“Hareket Zamanı”
Dünya çapında önemli bir sorun haline
gelen obeziteye karşı sosyal sorumluluk
projesi yürüten Nestlé Pure Life, Türkiye’de
“Obeziteye Karşı Hareket Zamanı” ismiyle
hayata geçirdiği çalışmalar için 2013’ten bu
yana Türkiye Obezite Araştırma Derneği ile
işbirliği içinde çalışıyor. Bu proje ile obezite
ile mücadelede su içmenin önemi ve
sağlıklı beslenme konularında kamuoyunu
bilinçlendirmeyi amaçlayan marka, Proje
kapsamında Türkiye’nin farklı kentlerinde
bilinçlendirme etkinlikleri ve spor aktiviteleri
aracılığıyla yeterli su tüketimi ve hareket
etmenin önemini anlatılıyor.
Nestlé Pure Life, Vodafone 37. İstanbul
Maratonu, Runatolia, İstanbul Yarı Maratonu
gibi önemli spor etkinliklerine de proje
kapsamında destek veriyor. Böylece sporu
ilgi çekici kılarken harekete geçmenin
obeziteyi engellemedeki önemini anlatmak
için çalışıyor.
Vodafone 37.
İstanbul Maratonu Su
Sponsorluğu
Nestlé Pure Life 2014 yılından beri su
sponsorluğunu üstlendiği Vodafone
İstanbul Maratonu’na bu yıl da destek verdi.
37.İstanbul Maratonu’na su sponsoru olarak
herkesi hareket etmeye davet eden Nestle
Pure Life, ayrıca bu yıl Ankara Koşuyor, Bu
Kızlar Nereye Koşuyor?, Hareket Candır!,
Koşu Kadını, Marathonist, Rundiamo
ve Running Academy koşu grupları
tarafından kurulan “Engelsiz Sporcuyum”
platformuna da destek oldu. Nestlé Pure
Life adına koşan sporcuların topladığı
bağış ise Türkiye Omurilik Felçlileri Derneği
(TOFD)’ne bağışlandı •
DOÇ. DR. MUSTAFA SOLMAZ
BAĞCILAR EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ / PSİKİYATRİ KLİNİĞİ / EĞİTİM SORUMLUSU
Öfkenizi
kontrol etmek
elinizde
Tamamen sağlıklı
ve insani bir
duygu olan öfke,
kontrolden çıktığı
zaman bireyin ve
toplumun yaşam
kalitesini bozarak,
yıkıcı bir boyuta
varabiliyor. Peki
suça ve şiddete
yönelmede baş
aktör olarak
gösterilen öfke,
nasıl kontrol
altına alınır? Kişi
öfkelendiği zaman
ne yaparak, kendini
rahatlatır? Bu
soruların cevabını
Doç. Dr. Mustafa
Solmaz verdi.
Öfkenin doyurulmamış isteklere, arzu
edilmeyen sonuçlara ve yerine getirilmeyen
beklentilere verilen duygusal bir tepki
olduğunu dile getiren Doç. Dr. Solmaz,
öfkenin, kontrol edildiğinde işe yarayan
bir duygu iken, kontrol edilemediğinde
hem birey hem de bireyin etrafındakiler ve
çevresi için çeşitli zararlara yol açabilen
bir duygu durumu olduğunu ifade ediyor.
Diğer duygularda olduğu gibi öfkeye de
fizyolojik ve biyolojik değişikliklerin eşlik
ettiğini kaydeden Solmaz, “Öfkelendiğiniz
zaman kalp atımınız ve tansiyonunuz
yükselir; adrenalin ve noradrenalin gibi
enerji hormonlarınız patlama yapar” bilgisini
veriyor.
Öfkeyi bastırmak
sağlıklı bir çözüm değil
Solmaz, “Günümüzde yaşanan aile içi
şiddet vakalarında, kişiler arası kavgalarda,
terör olaylarında, trafikte araç kullanırken
kişinin kendisini sağlıklı ifade etmede
zorlandığı öfkenin etkisi görülmektedir.
Öfkeyi bastırmak, inkar etmek sağlıklı bir
çözüm değildir. Öfkeyi anlamak, farkında
olmak sağlıklı olandır” diyor ve ekliyor:
“Öfke duygusu bizim ruhsal sağlamlığımızla
ilgilidir. Eğer öfke potansiyelimiz fazlaysa,
profesyonel destek alıp terapiden
geçmemiz gerekir”. Doç. Dr. Solmaz, konu
hakkında şu bilgileri veriyor:
Ana sorun öfke
farkındalığı edinilip,
edinilemediği…
Zor hayat koşulları, ekonomik ve sosyal
problemler, güvenlik sorunları, gelecek
kaygıları bireyleri daha öfkeli, sinirli, sıkıntılı,
gergin ve çaresiz hissettirmektedir. Öfkenin
boyutu, büyüklüğü, kişinin öfkesi üzerinde
farkındalığı ve kontrolü burada önem
kazanmaktadır.
Öfkenin hedefi zaman
zaman değişmekte
bazen kişinin kendisine
bazen çevresine,
yaşadığı sürece,
olaylara ve yönetime
dönmektedir.
Kontrolden çıkan öfke
saldırganlık ve şiddeti
kronikleştiriyor
Öfke, genellikle suça ve şiddete yönelik
davranışlarla ilgili olarak eş ve çocuk tacizi
örneklerinde, toplu şiddet olgularında
kendini göstermektedir. Bunun yanında
öfke, kişilerarası sorunlu ilişkilere,
boşanmaya, çalışma hayatında üretkenliğin
ve işlevselliğin bozulmasına, fiziksel ve
ruhsal sağlıkta önemli sorunlara neden
olabilmektedir. Öfke hem kaynağını hem de
yöneldiği hedefi olumsuz bir yaşantı içine
sokar.
Saldırganlık olarak
tanımlanabilecek
şiddet durumları
öfkenin davranışsal
ve kontrolsüz olarak
ortaya çıkması için
kullanılırken, düşmanlık
ise öfkenin daha
kronikleşmiş haline
işaret etmektedir.
Öfkenin en tehlikeli sonucu olan şiddet
içerikli davranışların, öfkenin yoğunluğu
ile yakından alakalı olduğu açıktır. Diğer
taraftan öfkenin tüm olumsuz sonuçlarına
rağmen, aslında, kişiyi uyarıcı, koruyucu
veya harekete geçirici olan işlevleri, bu
duygusal yaşantının, yaşamın devamı
için ne kadar önemli olduğuna işaret
etmektedir.
Çoğunlukla öfkenin
altında başka duygular
yatıyor
Öfkenin anksiyete, suçluluk, depresyon,
bağımlılık ve cinsellikle ilgisi çeşitli
çalışmalarda etkisi olduğu gösterilmiştir.
Aslında kızgınlık, öfke gibi duyguların daha
çok ikincil duygular olduğu; kırılma, alınma,
gücenme, anlaşılmama, reddedilme,
engellenme, korku, kaygı, hayal kırıklığı,
yalnızlık gibi acı veren temel duygulara
ikincil olarak oluştuğunun birey tarafından
anlaşılması önemlidir. Öfke, kabul
görmemiş veya anlaşılmamış kızgınlıkların
topluca yaşanması ve ortaya dökülmesi
olarak da ortaya çıkabilir.
Bazen altta yatan
depresyon, bipolar
bozukluk, yas, madde
ve alkol bağımlılığı gibi
ruhsal bozuklukların
yanı sıra, ağrılı ve
kronik seyirli bir fiziksel
hastalığa sahip olma
da kişide kronik öfke
duygularına neden
olmaktadır.
Yoğun öfke fiziksel
sağlık problemlerini de
tetikliyor
Yoğun öfke kişide saldırgan davranışları
tetikleyebilmektedir. Saldırgan
davranışlarda ise temelde başkasına zarar
verme niyeti söz konusudur ve hem sözel
hem de sözel olmayan biçimlerde ortaya
çıkabilir.
Saldırgan ve öfkeli
bireyler ciddi sağlık
sorunlarına ve
özellikle kalp damar
hastalıkları, yüksek
tansiyon, yorgunluk
ve anksiyetenin eşlik
ettiği psikosomatik
bozukluklar, ülser
ve baş ağrısı gibi
hastalıklara yatkın gibi
gözükmektedir.
Öfkeyi inkar etmek ya
da bastırmak çözüm
değil
Öfke açıkça ve doğrudan gözlenebilen
sözel ve davranışsal belirtiler (tokat atma,
vurma, küfür etme, suçlama, alay etme,
önyargıyla yaklaşma, sözel ve fiziksel
tacizler gibi) yoluyla gösterilebileceği
gibi, yine davranışsal ya da sözel olarak,
doğrudan olmayan yollarla (başkalarından
uzak durma, sessizlik, unutkanlık, işbirliğine
girmeme, çekingen davranma, aşırı
alttan alma, ağlama, mutsuzluk, gerginlik,
gücenme gibi) da ifade edilebilir.
Öfkenin sağlıklı ve işe
yarar olabilmesi için
öncelikle varlığının
kabul edilmesi ve
tanınması gerekir.
Bazı kişiler bu tür
duygularını bastırmayı,
yok saymayı ya da
inkar etmeyi tercih
ederken, diğerleri
öfkeyi bir süre bastırıp
daha sonradan
patlamalar şeklinde
ifade eder.
Bir kısım birey ise öfke ile davranmayı bir
yaşam biçimi haline getirmiştir. Bunlar
öfkenin sağlıksız biçimde ifade edildiğine
işaret etmektedir. Aslında öfkenin
ifadesinde sadece ortaya koyma ya da
bastırma tarzında iki seçenek yoktur,
kişilerin kendi öfkelerini, kaynaklarını ve
öfkeyi ortaya koyma biçimlerini anlaması
çok önemlidir.
Çözüm için pek çok
farklı yol var
Öfke davranışını kontrol etme yönündeki
bir kısım çalışmalarda, kişinin öfkeli ve
saldırgan olabilen davranışlarını besleyen
çevresel özelliklerin değiştirilmesi, daha
uygun davranışların kazanılması, düşmanca
ve suça yönelik fantezilerin azaltılması
ya da durdurulması, öfkenin sonuçlarının
ve kaynaklarının kaydedilmesi, saldırgan
davranışların dikkatin dağıtılması ya da
espri yoluyla azaltılması gibi sonuçlar
hedeflenmektedir. Öfkeyle baş etme
becerilerinin yetersizliği durumlarında,
stresle baş etme, engellenmeye
tahammülün arttırılması ve gevşeme gibi
yöntemler kullanılarak öfke davranışı
azaltılmaya ve kontrol edilmeye çalışılır •
Öfkeyi kontrol
etmenin yolları:
Rahatlama ve farkındalık oluşturma:
Derin bir soluk ve rahatlatan bir
görüntü gibi basit rahatlama araçları
öfke duygusunu yatıştırabilir. Cevap
vermeden önce derin ve yavaş bir nefes
alın.
Bilişsel yapılandırma: Mantık öfkeyi
yener, çünkü öfke, haklı bir tepki
olduğunuza inandığınız durumlarda
bile, çok kısa bir süre içinde mantık
dışına çıkar. Olabildiğince mantıklı
olmaya çalışın.
Sorun yaratmayın; sorun çözün:
Kriz durumlarında, soruna değil,
çözüme odaklanın. Sorun ile nasıl baş
edeceğimiz ve en az zararı görecek
şekilde nasıl bir strateji belirlememiz
gerektiği fikri öfkelenmenizin önüne
geçer.
Soğukkanlı ve sakin bir iletişim
kurun: Öfkeli insanlar hemen sonuca
odaklanıp, eyleme geçme eğilimindedir.
Ne var ki bu sonuçların bazıları doğru
olmayabilir. Çok ateşli bir tartışmanın
içindeyseniz, önce sakin olmaya çalışıp
tepkilerinizi denetim altına alın.
Mizaha yer verin: Espri yapmak, stresli
bir ortamdaki gerginliği azaltabilir.
Espiriler öfkeyi pek çok açıdan
yatıştırır. Daha dengeli bir perspektif
kazanmanıza yol açar.
Çevrenizi değiştirin: Bazı durumlarda
insanları içinde bulunduğu ortam
öfkelendirebilir. Bu gibi durumlarda
kendinize mola verin. Stres yüklü
anlardan ve kişilerden uzaklaşın
Empati kurun: Kendinizi karşınızdakinin
yerine koyun, Olaylara onun gözüyle
bakmaya çalışın
Sağlık çalışanlarında
obezite farkındalık
sempozyumu gerçekleşti
İstanbul Sağlık
Müdürlüğü “Sağlık
Çalışanlarında
Obezite
Farkındalığı” konulu
bir sempozyum
düzenledi. Sağlık
Araştırmaları
Şubesi tarafınan
düzenlenen
sempozyum,
Fatih’de bulunan
Ali Emiri Efendi
Kültür Merkezi’nde
yapıldı. Özellikle
aile hekimleri,
diyabet ve eğitim
hemşirelerinin
yoğun ilgi
gösterdiği
sempozyumda,
obezitenin neden ve
sonuçları kapsamlı
olarak masaya
yatırıldı.
Sempozyumun açılış konuşmasını yapan
Sağlık Araştırmaları Şube Müdürü Nevin
Baycar, Dünya’da ve Türkiye’de obezitenin
yol açtığı sorunlara dikkat çekerek,
“Beslenme anne karnında başlayan ve
yaşamın sonlandığı ana kadar devam eden
temel bir ihtiyaçtır. Bu süreçte doğruyu ve
yanlışı birbirinden ayırıp bilinçli beslenmek
ise sağlıklı yaşamın vazgeçilmezidir. Peki
biz sağlık yöneticileri ve çalışanları olarak
nasıl davranmalıyız? Bugün bu soruya
birbirinden değerli hocalarımız sayesinde
daha net bir yanıt verebileceğimize
inanıyorum” dedi. Baycar, katılımlarından
ötürü herkese teşekkür etti.
Sempozyumun ilk konuşmacısı “Obezite
Nedir” konulu sunumuyla Öğr. Gör. Dr.
Aylin Erdim oldu. Erdim’in ardından söz
alan Doç. Dr. Yunus Yavuz ise “Obezitenin
Dünyada ve Türkiye’deki Durumu
Nedir” konulu bir sunum gerçekleştirdi.
İlk oturumun son konuşmacısı ise
“Beslenmenin Önemi” konulu sunumuyla
Yrd. Doç. Dr. Nihal Erdem oldu.
İlk oturumun sona ermesinden sonra
verilen aranın devamında Prof. Dr. Yıldız
Akvardar “Obezite ve Yeme Alışkanlıklarının
Psikolojik Temellleri” başlıklı bir sunum
gerçekleştirdi. Ardından söz alan Doç.
Dr. Özgür Kasımay Çakır “Fiziksel
Egzersizin Önemi” konulu sumunu yaptı.
İkinci oturumun son konuşmacısı Prof.
Dr. Dilek Gogas Yavuz ise “Metabolik Bir
Hastalık Olarak Obezite” başlıklı bir sunum
gerçekleştirdi.
Sempoyumun son oturumunda ise Prof. Dr.
Asım Cingi “Obezitenin Cerrrahi Tedavisi,
Ne Zaman, Kime Uygulanır, Etkinliği Nedir?”
ve Prof. Dr. Dilek Gogas Yavuz “Tip 2 Şeker
Hastalığı ve Diğer Metabolik Hastalıklar
ile Obezite İlişkisi” konulu sunumlarını
gerçekleştirdiler. Sunumların bitiminden
hemen sonra ise moderatörlüklerini Prof.
Dr. Asım Cingi, Uzm. Dr. Samet Yardımcı
ve Öğr. Gör. Dr. Aylin Erdim’in yaptığı
“Daha Önce Obezite ve Metabolik Cerrahi
Ameliyatı Olmuş Hastalarla Buluşma”
konulu bir soru cevap oturumu yapılarak
sempozyuma son verildi •
DOÇ. DR. ŞENNUR ÜNAL
SİYAMİ ERSEK GÖĞÜS VE KALP DAMAR CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ/
KARDİYOLOJİ KLİNİĞİ /EĞİTİM GÖREVLİSİ
Tedavi edilmeyen
boğaz enfeksiyonları
kalbi vuruyor
Doç. Dr. Şennur
Ünal, çocuklarda
tekrarlayan üst
solunum yolu
enfeksiyonlarının
kalıcı kalp
hastalıklarına yol
açabildiğine işaret
ederek, bu konuda
dikkatli davranılması
gerektiğini söylüyor.
Çocuklarda boğaz enfeksiyonlarının
sık görüldüğünü ve bu nedenle aileler
tarafından yeterince önemsenmediğini dile
getiren Doç. Dr. Ünal, Beta mikrobundan
kaynaklanan bademcik enfeksiyonlarının,
eklem rahatsızlıkları ve ileriki dönemlerde
kalp romatizmasına sebep olabileceğine
dikkat çekiyor.
Ünal, Beta mikrobunun özellikle kış ve
ilkbahar aylarında bademcik iltihabı, sinüzit,
orta kulak iltihabı ve zatürreye neden olan
bir bakteri türü olduğunu belirterek, “Tedavi
edilmediği takdirde hayatı tehdit edici
enfeksiyonlara neden olan Beta, zamanla
kalp kapaklarını tutarak, kalp romatizmasına
neden olabilir. Bu nedenle çocuklarda
ateşli üst solunum yolu enfeksiyonundan
sonra ortaya çıkan eklem ağrılarının mutlaka
ciddiye alınması ve takip edilmesi gerekiyor”
diyor.
Doç. Dr. Şennur Ünal, Beta streptekok
enfeksiyonlarına bağlı gelişen kalp
romatizmasının ülkemizde hala sorun
olmaya devam eden bir hastalık türü
olduğunu belirterek, konu hakkında şu
bilgileri veriyor:
Tedavi edilmeyen ateşli
boğaz enfeksiyonları
Kalp Romatizmasına
sebep oluyor
Halk arasında kalp romatizması olarak
bilinen Akut Romatizmal Ateş hastalığı A
grubu beta hemolitik streptokok (kısaca
beta) adını verdiğimiz mikropların yol
açtığı bir hastalıktır. Çocuk ve genç yaş
gruplarında (5-15 yaş) sıkça görülen
bu rahatsızlık ileri yaş dönemlerinde
oluşturabileceği kalp hastalıkları açısından
büyük önem taşımaktadır. Tedavi edilmemiş
yüksek ateş, şiddetli boğaz ağrısı, yutma
güçlüğü ve genel durum bozukluğu
yaratan üst solunum yolu hastalıklarından
yaklaşık 2-3 hafta sonra Akut Romatizmal
Ateş meydana gelir. Her üst solunum
yolu hastalığının Akut Romatizmal Ateş
yapmadığını hatırlatırken, ilk hastalık
meydana geldikten sonra ki 5 yıl içinde
hastalığın tekrarlama olasılığının 5 yıldan
sonra tekrarlama olasılığından daha yüksek
olduğuna da dikkat çekmek isterim.
Kalple birlikte
eklemlerde de tutulum
yapıyor
olur. Bu durum yakın takip edilmezse kalp
büyümesine, kalp yetersizliğine ve ölüme
yol açabilir. Erken yaşlarda Romatizmal
ateş geçirmiş olan ve ilerleyen yıllarda kalp
tutulumu olan hastalarımızda çabuk yorulma,
çarpıntı, göğüs ağrısı, nefes darlığı gibi
şikayetlere sıkça rastlıyoruz. Bu şikayetlerle
bize başvuran hastalara yaptığımız ayrıntılı
fizik muayene ve görüntüleme teknikleri ile
kalp kapaklarında ki ve kalp kaslarında ki
problemleri net olarak açığa çıkarıyoruz.
Romatizmal ateş hastalığı tıpta eklemleri
yakalayan kalbi ısıran hastalık olarak bilinir.
Kalp dışında vücudun birden fazla bölgesini
tutar. Hastalığın en sık karşılaşılan bulgusu
eklem tutulumudur.
Tedaviye erken
başlamak başarı oranını
arttırıyor
Romatizmal
denmesinin bir nedeni
de hastalığın eklemleri
tutmasındandır. Farklı
zamanlarda bir çok
eklemde örneğin el,
ayak, diz gibi büyük
eklemler de hareket
kısıtlılığı ve ağrı,
kızarıklık, şişlik şeklinde
kendini göstermektedir.
Eklem tutulumu
genellikle kalıcı hasar
bırakmaz.
Kapaktaki darlığı veya yetmezliği kalp
fonksiyonlarını bozmadan önce saptamak
ve gerekli önlemleri almak için kalp doktoru
tarafından yakın takip gerekmektedir. Bu
önlemler kapağa ve hastalığın derecesine
göre değişebilir. Başlangıçta ilaç tedavisi
yeterli olurken ilerleyen yıllarda kalp
kapaklarına gerek balon uygulama gerekse
operasyon uygulayarak kalp kapaklarını
değiştirmek zorunda kalabiliyoruz. Bu
aşamada doğru ameliyat zamanlaması
hastalarımızın yaşam kaliteleri ve yaşam
süreleri açısından oldukça önemlidir.
Kalp kapaklarında
büyük hasara yol açıyor
Hastalık sırasında dirsekte ve el bileğinde
sıklıkla görülen sert, hareket ettirilebilen,
ağrısız kitlelere ve ortası beyaz etrafı
pembe-kırmızı renkte, kaşıntı yapmayan
döküntülere de rastlamak olasıdır. Akut
Romatizmal Ateş’in merkezi sinir sistemini
etkilenmesinden ötürü bazı olgularda
sakarlık, ellerde, yüzde istemsiz hareketlere
de rastlanabilir. Bir diğer tuttuğu organ
kalptir. Kalp tutulumu tüm Akut Romatizmal
Ateş geçiren hastaların yaklaşık yarısında
görülür. Erken dönemde çok belirgin
belirti vermezken özellikle ilerleyen yıllarda
kalp kapaklarında şekil bozukluğuna,
kalınlaşmaya, kireçlenmeye ve kapakların
sağlıklı çalışamamasına yol açabilir.
Tedavi edilmediği
takdirde ölüme yol
açabiliyor
Hareket kabiliyetini kaybeden kapaklar
yeterince açılamaz ve gereği gibi
kapanamaz; bir veya birden fazla kapakta
darlık veya yetmezlik gelişmesine sebep
Boğaz
enfeksiyonlarında
mutlaka boğaz kültürü
alınması gerekiyor
Aslında romatizmal ateşin neden
olduğu kalp kapak hastalıklarının
oluşmasını engellemek imkansız değildir.
Örneğin çocukların üst solunum yolları
enfeksiyonlarında daha dikkatli olmak ve
mutlaka boğaz kültürü ile beta mikrobunu
arayıp kesin tedavi yoluna gitmek hastalığın
engellenmesinde en basit yoldur. Hastalık
teşhis edildikten sonra, tedavisinde hangi
ilaçların hangi dozda, ne kadar süreyle
alınacağı mutlaka doktorunuz tarafından
belirlenmelidir. Yoksa bilinçsiz kullanılan
ilaçların kendimiz ve yakınlarımız için büyük
tehlike oluşturacağı kuşkusuzdur.
Boğaz
enfeksiyonlarından
sonra oluşan, eklem
ağrılarına dikkat!
Özetleyecek olursak, yukarıdaki bilgiler
doğrultusunda bir üst solunum yolu
enfeksiyonundan sonra ortaya çıkan eklem
ağrılarının hafif de olsa ciddiye alınmalarının
önemini bir kez daha hatırlatmak isterim.
Bu ağrıların olası sebeplerinden birinin
Akut Romatizmal Ateş olabileceği ve
tedavi edilmezse ilerleyen yıllarda ciddi
kalp kapak rahatsızlıklarına yol açabileceği
unutulmamalıdır •
Pİlot Alİ Feza Tunç
112 Hava Ambulans Ekİbİ Pİlotu
Onların işi,
gece gündüz
hayat kurtarmak
112 sağlık çalışanların ömürleri zamanla yarışarak hayat kurtarmak için
savaşarak geçiyor. Her birinin hayatı acı tatlı bin bir hatırayla dolu… 112
hava ambulansı pilotlarından Ali Feza Tunç’ta bunlardan biri...
Uzun yıllar askeri pilotluk yapan Feza Bey,
emekli olduktan sonra 112 acil ekiplerinin
hava operasyon organizasyonuna dahil
olmuş. Sağlık Bakanlığı’nın hava ambulans
filosunun pilotları arasında yer alan Ali Feza
Tunç, sayısız hastanın şifa bulmasına vesile
olmuş.
Bu süreçte birçok tehlike atlatan tecrübeli
pilot, yaşadıkları ve edindiği deneyimleri
anlatırken duygulanıyor. “Bir insanı hayata
ve sevdiklerine kazandırmak her tür maddi
tatminden önde gelir” diyen Tunç’la kimi
zaman güldüren kimi zaman hüzünlendiren
bir röportaj gerçekleştirdik. İşte o röportaj…
Öncelikle bize biraz
kendinizden bahseder
misiniz?
Ben 1987 yılında Deniz Harp Okulu’na
girdim. 1991’de Teğmen olarak mezun
olduktan sonra 1992 yılında Amerikalılar
tarafından vurulan TCG Muavenet
Muhribinde, müteakiben de TCG Gemlik
Fırkateyninde görev yaptım. 1995’in Şubat
ayında Deniz Kuvvetleri tarafından Kara
Havacılık Okulu’ndaki pilotaj eğitimine
seçildim. 1 senelik eğitim sonucunda
1996 yılında helikopter pilotu olarak Deniz
Kuvvetleri Komutanlığı’nın Kocaeli’de yer
alan Deniz Hava Komutanlığı’na katıldım.
2014 yılına kadar çeşitli kademelerde görev
yaptım. Bu görevler esnasında Birleşmiş
Milletler ve NATO’nun birçok operasyonuna
katıldım. Libya, Lübnan ve Somali
operasyonlarında uçucu pilot olarak aktif
görev yaptım. 2014 yılının Şubat ayında
emekliye ayrıldım. Aynı yılın Nisan ayında
Sağlık Bakanlığı’nın acil sağlık operasyon
ekibine ambulans helikopter pilotu olarak
katıldım.
Peki askeri pilotluktan
sonra neden Sağlık
Bakanlığı acil hizmet
pilotluğu diye sorsak?
Ben tabiat olarak “İnsanı yaşat ki devlet
yaşasın” politikasını benimseyen bir
insanım. Yaptığım işin zorluklarını
biliyorum ama manevi olarak bir insana
hayatından daha kıymetli bir şey hediye
edemeyeceğimizi de biliyorum. Emekli
olduktan sonra birçok farklı hava yolunda
görev yapabilirdim. Bu işler, maddi olarak
çok daha yüksek imkan sunan, buradaki
görevime nazaran çok daha rahat işlerdi.
Business helikopter pilotluğu yapmam
içinde her tür şartı taşıyordum. Açıkçası
şuan içinde bulunduğum iş bana çok daha
anlamlı geldi. Dünyadaki hiçbir maddi
tatmin sizi kalbi durma noktasına gelen bir
bebeği hastaneye yetiştirip, onu hayata
döndürmek kadar mutlu etmiyor.
Yaptığımız iş sonuç
olarak duygusal bir iş.
Yeri geliyor yeni doğan
bir bebeği, yeri geliyor
trafik kazasında kolu
bacağı kopan bir hastayı
taşıyorsunuz. Bunun çok
büyük bir duygusal yönü
var. İlk başlarda da her
hastayı kendi yakınım
yerine koyuyor bir an
önce yetişmesi için
gayret ediyordum.
O hasta sizin çocuğunuz, eşiniz, anneniz,
babanız da olabilir.Hala bir operasyon
görevi verildiğinde “Ya benim yakınımsa”
diye düşünmeden edemiyorum. Çünkü
giderken o hastanın kim olduğunu
bilmiyorsunuz. Ben bugüne kadar
yaşamasına vesile olduğum her hasta için
mutlu oldum. Kaybettiğimiz her hasta için
ise inanınki çok üzüldüm. Bu çok insani
bir şey. İnsana yaşadığını ve bir gün bu
yaşamın son bulacağını daima hatırlatan
bir durum. Bu nedenle yaptığım işi çok
mukaddes buluyorum. İyi ki buradayım. İyi
ki insanların hayata tutunma mücadelesine
azda olsa bir katkım var.
Tabi yaptığınız iş
son derece riskli?
Hava muhalefeti veya
helikopter kullanmanın
ortaya çıkardığı bir
çok risk var. Bunları
üstesinden nasıl
geliyorsunuz?
Özellikle kış döneminde meteorolojik şartlar
bizi çok zorluyor. Bazen şartlar görev
yapmamıza müsaade etmediği için geri
döndüğümüz vakalar da olabiliyor. Bir
kişiyi kurtarırken 4 kişinin hayatını tehlikeye
atmak istemiyoruz. Sırf ekibimizde yer alan
4 kişiyle de kalmıyor. Onların aileleri de var.
Ekibimiz 2 pilot, 1 doktor ve bir de yardımcı
sağlık personelimizden oluşuyor. 2 pilot
olmasının sebebi pilotlardan birine havada
ters bir şey olursa diğer pilotun devreye
girerek helikopteri güvenle indirebilmesidir.
Çok örnekleri var. Daha yakın zamanda
bir hava yolunda pilotlardan biri kalp krizi
geçirdi ve hayatını kaybetti. Diğer pilot
uçağı kumanda ederek yolcuları emniyetle
indirdi. Sonuçta hasta taşıyoruz. Artı
ekibimizin can güvenliği açısından böyle
olması gerekiyor.
Bize biraz çalışma
sisteminizden
bahseder misiniz?
Nasıl bir çalışma
sistemimiz var?
Buradaki mesai düzenimiz sabah gün
doğumundan 30 dakika öncesi başlıyor.
Yazın sabah 4:30 gibi mesaiye başlayıp,
akşam gün batımı saati olan 20:30’a
kadar nöbetimizi aralıksız sürdürüyoruz.
Bu zaman dilimi kışın daha farklı tabi.
Kışın havanın geç doğup erken kararması
sebebiyle genellikle sabah 7:00 akşam
16:30 arasındaki zaman diliminde
çalışıyoruz. Biz gündüz şartlarında görev
yapıyoruz. Biz pilotlar ya da helikopterimizin
imkan kabiliyeti açısından gece görev
yapmamızda bir sıkıntı yok. Önümüzdeki
aylar içerisinde Bakanımızın açıkladığı gibi
Çanakkale ve Bursa’da gece uçuşuna
başlayacağız. Bir sonraki sırada ise mega
kent İstanbul var.
Peki bir hastaya
hava ambulansı ile
müdahale ve nakil
yapılması için ne gibi
şartlar gerekiyor?
Hava ambulansları, kara yoluyla hastaneye
ulaştırılması mümkün olmayan ya da
daha hızlı ulaştırılması gereken hastalarda
kullanılan bir sistemdir. Aslında uygulama
olarak hiçbir fark yok. 112 Komuta Merkezi
kendisine iletilen vakaların durumuna
göre hava ambulansı tahsis edilip
edilmeyeceğine ilgili doktor karar veriyor.
Genelde biz organ
nakli, trafik kazası,
ağır yanık vakaları,
yeni doğan bebeklerin
ameliyat için ilgili
hastanelere taşınması
gibi durumlarda daha
sık kullanılıyoruz. Hasta
nakli dışında organ nakli
ekibi de taşıyoruz.
İstanbul’da iki yaka arasında hasta nakli
bazen kara ambulansı ile 2 buçuk saat
sürerken, bu hava yoluyla yapılırsa 10
dakikada yapılabiliyor.
Kara ambulans ekipleri
ile konuştuğumuzda
onların en çok
yaşadıkları sıkıntı
trafik. Peki sizde?
Bizim en büyük sıkıntımız bazı hastanelerde
iniş alanımızın olmayışı. Avrupa’da hemen
hemen her hastanenin üstünde helikopter
iniş alanı var. Türkiye’de ise maalesef
bu imkan çok az hastanede var. Burada
hastayı kara ambulansı hastaneden alıp
bize getiriyor. Biz hastayı alıp gideceği
hastanenin en yakın olacağı noktaya
götürüyoruz. Yine bir kara ambulansı
gelip bizden teslim alıyor ve hastaneye
naklediyor. Bugün yeni yapılan özel
hastanelerin hemen hemen yüzde
80’inde helikopter iniş alanı yapılmış
vaziyette. Bence bu iniş alanları yeni
kamu hastaneleri içinde oluşturulmalı.
Benim hastayı alıp ilgili hastaneye
doğrudan bırakmam lazım. Yeni yapılacak
hastanelerde bu imkanın sağlanması
gerekiyor. Yine bir diğer sorun Bağcılar
Eğitim ve Araştırma Hastanesi Helikopter
Pistinde çalıştığımız için Atatürk Hava
Limanı’nın kontrol sahası içerisinde yer
almamızdan kaynaklanıyor. Özellikle
uçuşların yoğun olduğu saatlerde iniş
ve kalkışlarımız da sorunlar olabiliyor.
Bu durum bazen uçuş rotalarımızın
uzamasına sebep olabiliyor, buda bizim
için son derece değerli olan zaman
kaybına yol açıyor.
Kolu kopan bir hastayı
kısa sürede hastaneye
yetişdirdik
Eminiz bu süreçte bir
çok değişik vakayla
karşılaşmışsınızdır.
Bizimle başınızdan
geçen ilginç birkaç
olayı paylaşabilir
misiniz?
Size unutamadığım 2 anımdan bahsedeyim.
Görev başladığımda ilk vakamız Ağva’da
tarlada kolu kopan bir çiftçiydi. Tarlada
kullandığı çapa motoruna taş sıkışıyor.
Çapa motorunu kapatmadan taşı çıkarmak
için elini sokuyor. Taş sıkıştığı yerden
kurtulunca kapanmayan çapa motoru
çalışıp kolunu koparıyor. Bize görev verilir
verilmez direkt olay yerine gittik. Tarlaya
indik. Primer bir vakaydı. Gittiğimizde
112 kara ambulans ekipleri de oradaydı.
Onlar ilk müdaheleyi yapmışlar ancak
hastanın kolunun kurtulabilmesi için acil
tam teşekküllü bir hastaneye getirilmesi
gerekiyordu. Durumu çok ciddiydi.
Hasta şoka girmişti.
Çok ciddi kan kaybı
mevcuttu. Tabi çok
etkilendim. Ne kadar
geçmişiniz asker de olsa
böyle bir şey görünce
bir anda el ayak
kesiliyor. Hep aynı şeyi
düşünüyorsunuz. Bu
hastayı yetiştirebilecek
miyim?
O gün hastayı o tarladan alıp havalanırken,
hastanın annesinin babasının yaptığı duaları
asla unutamıyorum.
Hasta ve yakınlarının
duasıyla buralardayız
Biz her gün birçok badire atlatıyoruz.
Havada karada çok değişik olaylar cereyan
ediyor. Eğer bugün biz hayattaysak,
gönülden yapılan bu duaların sayesinde
olduğuna inanıyorum. Herkes sizin
gözünüzün içine bakıyor. O an hasta
ameliyat olacak mı kurtulacak mı diye
herkes size ümit bağlıyor. Dolayısıyla
bütün yükü ekip olarak omuzlarımızda
hissediyoruz. Hastayı Ümraniye Eğitim
Araştırma Hastanesi’ne 18 dakika gibi kısa
bir zaman zarfında intikal ettirdik. Şimdi bu
vakaya kara ambulansı 2,5 saatten önce
gidemezdi. Zamanla yarışılan bir vaka. Her
hastalıkta değil, ama uzuv kaybı gibi primer
vakalarda zaman çok önemlidir. Bugün
eğer o hastanın kolu yerine dikilebildiyse,
hayatının geri kalanını tek kollu bir
insan olarak geçirmediyse, bunda hızlı
hareket etmenin çok büyük rolü olduğunu
düşünüyorum.
Az daha yere
çakılıyorduk
Yine 2015 Şubat ayında Edirne’de bir
vaka verdiler. 34 yaşlarında siroz sonucu
karaciğer yetmezliği oluşan genç bir
hasta için havalandık. Meteorolojik şartları
değerlendirdik. Şubat ayı mevsim geçiş
dönemi olduğu için biraz sıkıntılıydı. Ama
gidilemeyecek bir hava yoktu. Giderken
bir sıkıntı yaşamadık. Yerden 150 metre
yüksekte emniyetle uçtuk. Edirne Üniversite
Hastanesinden zaman kaybetmeden 5
dakika içinde hastayı aldık.
Kalkıştan maksimum
5 dakika sonra henüz
yerden 30 metre
yükselmiştik ki bir anda
bulut içi olduk. Bulut
içi olmak pilotlukta en
tehlikeli şeylerden biridir.
Planlayarak girseniz, hazırlıklı olursanız
sıkıntı yaşamayabilirsiniz. Helikopterimizin
oto pilot sitemlerini devreye sokabilirsiniz.
Ama biz tamamen hazırlıksız, kalktıktan
yaklaşık 5 dakika sonra bulut içi olunca
çok sıkıntılı bir durumda kaldık. 30 metre
havaaracı için çok yüksek bir mesafe değil.
Bu nedenle karşınıza bulut içindeyken
direk mi çıkacak, ağaç mı var, bina mı var
bilemediğiniz için zorlanıyorsunuz. Hiçbir
şey görmüyorsunuz. O anda arkamızın bizi
buluttan çıkaracağını düşünerek gerisin
geriye döndüm. O bulutun içinde 20-30
saniye kadar kaldık ama inanın 20-30 yıla
bedeldi. Oradan tekrar çıkıp yer görüşümü
sağlamak çok zor oldu. O gün bizi orada
Allah ve sevenlerimizin duaları korudu.
Peki burada veya
Silahlı Kuvvetlerde
yaşadığınız olaylardan
sonra pilotluğu
bırakmayı hiç
düşünmediniz mi?
Hayır hiç düşünmedim. Trafikte her gün
hava yolundan kat be kat daha fazla, belki
yüzlerce kaza oluyor. Ama buna rağmen
herkes araba kullanmaya devam ediyor.
Benim bırakıp kaçmam bu uğurda canını
veren arkadaşlarımızın anısına saygısızlık
olurdu. Ben mesleğimi hayat kurtarmaya
adadım. Onun için pilotluğu bırakmayı hiç
düşünmedim.
Son olarak neler
söylemek istersiniz?
Bizim yaptığımız işte ekip çok önemlidir.
Zira ekip olmazsanız bırakın hayat
kurtarmayı, kendi hayatınızı bile
koruyamazsınız. Biz buradaki İl Hava
Ambulans Merkezinde 3 pilot, 2 doktor,
2 yardımcı sağlık personeli, 1 teknisyen,
2 hizmetli ile hayat kurtarmaya her daim
hazırız. 112 hava ambulans ekipleri olarak
bize ihtiyaç duyulan her yerde sağlık
hizmeti vermekle gurur duyuyoruz •
UZM. PSİKOLOG HANDE SİNİRLİOĞLU ERTAŞ
ÜSKÜDAR ÜNİVERSİTESİ NP İSTANBUL NÖROPSİKİYATRİ HASTANESİ
Gece oburluğunun
nedeni psikolojik!
Gecenin ilerleyen
saatlerinde
ortaya çıkan ve
“kontrolsüz yeme
davranışı” olarak
tanımlanan gece
oburluğunun stres
ya da depresyon
gibi psikolojik
nedenler yüzünden
ortaya çıktığını
belirten uzmanlar,
gece oburluğunu
önlemek için
bazı önerilerde
bulunuyor.
Uzman Klinik Psikolog Hande Sinirlioğlu
Ertaş, gece oburluğunun kontrolsüz yeme
davranışı olarak tanımlandığını belirterek
şunları söyledi: “Gece oburluğu aslında
kendi kendini tanımlayan bir davranım
şeklidir. Gecenin ilerleyen saatlerinde
başlayan açlık hissi ve durdurulamayan,
kontrolsüz yeme davranışını içerir.
Bu durum genellikle kişinin sabah
uyandığında pişmanlık duymasına neden
olur ancak çoğunlukla bu pişmanlığın
ardından yine gece kontrolsüz yemeleri
gelir.”
Genelde 19’dan sonra
yemeye başlıyorlar
Gece oburluğunun iki şekilde ortaya
çıktığını belirten Ertaş, “Birinci grup
uyku aralıklarını kullanır, sık sık uyanarak
atıştırır. İkinci grup gecenin ortasında bir
kez uyanır ve kontrolsüz yeme davranışını
gerçekleştirir. Gece oburluğu çeşitli
nedenlere bağlanmaktadır. Birincil neden
metabolizmaya bağlanır. Kişi yediklerini
hızlı tüketir ve sık sık açlık hissi çekebilir.
Bu tür nedene bağlı oburluk sadece
gece değil gün içinde de devam eder.
Norveç’te yakın zamanda yapılan bir
araştırma sonucuna göre, “gece yarısı
oburluğuna” na yakalananlar, genelde
sabah kahvaltısında hiç iştahı olmayan,
günün diğer öğünlerini ise saat 19.00’dan
sonra yiyen kişiler.
Bu kişiler, gecenin bir
vakti, aniden uyanıp
mutfağa yöneliyor ve
genelde kek börek
gibi karbonhidratları
tüketiyorlar.
Çoğunluğu çabuk
strese giren ve
oburluk riski
yüksek olan kişiler.
Araştırmaya göre
stres hormonu
“kortizol” un
salgılanması, gece
yarısı oburlarında
farklılıklar gösteriyor.
Hissedilen açlık
gerçek değil!
Gece oburluğunun diğer bir boyutu
ise dürtü kontrolü veya depresyon gibi
psikolojik nedenlere bağlanmaktadır.
Aslında bu tür durumlarda hissedilenin
gerçek açlık değildir. Ayrıca diyette
olunması veya akşam yemeğinin atlanmış
olması gece oburluğu için bir bahane
olarak kabul edilememektedir. Gece
oburluğu sürekli var olan bir davranıştır,
yani psikolojik bir açlık olarak başlayan
gece oburluğu giderek karşı konulmaz
kötü bir alışkanlık haline gelivermiştir.
Gece derin uykudan uyandıracak kadar
güçlü hissedilen bu açlığın sebebi
ise genellikle kişinin stres altında
olmasını ve yiyerek bir miktar da olsa
bu kötü düşüncelerin bastırılması
çabasıdır. Uykuda bile sorunlarından
kaçamayacağını anlayan kişi çözümü,
ne kadar geç olursa olsun üşenmeden
mutfağa gidip bir şeyler atıştırmakta
bulur.
Psikolojik destek şart
Zaman zaman hepimizin gecenin ilerleyen
saatlerinde bir şeyler atıştırdığı ya da
gece uykudan uyanarak yemek yediği
olmuştur. Gece oburluğu tanımını bu
durumdan ayırmak önemlidir. Gece
oburluğunda kişi bunu sürekli olarak
tekrarlar ve ertesi sabah pişmanlık
duyguları ile uyanır. Eğer bu davranış
kontrolden çıkıp, kişinin günlük yaşamını
da gerek duygusal gerekse fiziksel olarak
etkiliyorsa, psikolojik bir destek önerilir.
Psikolojik destekli bir çalışma, kişiyi
gece oburluğuna götüren sebepler, stres
yaşantıları üzerine odaklanacaktır •
Gece
oburluğuna karşı
yapılabilecekler:
• Akşam yemeği mutlaka yenmeli,
saati biraz geciktirilip, hafif gıdalar
tüketilmelidir.
• Uykuları düzenlemek amacı ile
uyku saatlerini belirleyin ve buna
uymaya gayret edin.
• Gece uykularını bölebileceği
düşünülen ağır yemek ile kahve,
çay, alkol gibi uyarıcı nitelikli
içeceklerden uzak durun.
(Özellikle bu içeceklerin belirli
bir saatten sonra tüketimi uyku
düzenine zarar vererek, kişiyi
alıştığı davranışı yapmaya
itecektir.)
• Evde atıştırmaya yönelik,
karbonhidrat içerilik; çikolata,
kurabiye, bisküvi, tatlı v.b gıdaları
bulundurmamaya çalışın.
• Kontrolü kaybedeceğiniz
kaygısı yaşıyorsanız, yanınıza
kalorisi düşük gıdalar, süt veya
su gibi içecekler alarak yatağa
gidin. Böylelikle davranışı
kontrol altına alana kadar geçen
sürede pişmanlık duygusunu aza
indirgemiş olacaksınız.”
DOÇ. DR. CEVDET KOÇOĞULLARI
SİYAMİ ERSEK GÖĞÜS VE KALP DAMAR CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ /KALP DAMAR
CERRAHİSİ KLİNİĞİ /EĞİTİM GÖREVLİSİ
Göğüs kafesi
açılmadan
kalp ameliyatı
Günümüzde
göğüs kafesi
ikiye ayrılarak
gerçekleştirilen
kalp ameliyatlarının
yerini, 7 cm
den küçük kesi
ile yapılabilen
operasyonlar aldı.
“Minimal İnvaziv”
adı verilen bu
yöntemler, hastalar
açısından pek çok
avantajı içinde
barındırmakla
birlikte, ameliyat
sonrası oluşan
enfeksiyon riskini
de düşürüyor.
Doç. Dr. Cevdet Koçoğulları, küçük
bir kesi ile kalbe ulaşılarak yapılan bu
ameliyatların, hastaların hastanede yatma
ve iyileşme süreçlerini oldukça kısalttığını
söylüyor. Son 15 yıldır kullanılmaya
başlanan bu yöntemin, ameliyat sonrası iz
kalma korkusunu da ortadan kaldırdığını
dile getiren Doç. Dr. Koçoğlulları, şu
bilgileri veriyor:
Amaç daha küçük
kesilerle ameliyatı
gerçekleştirmek
Minimal invaziv kalp cerrahisi, geleneksel
kalp ameliyatlarının göğüs duvarında
daha küçük kesiler kullanılarak
yapılmasıdır. Normalde göğüs kemiğinin
ortadan ikiye kesilmesi ile yapılan kalp
ameliyatlarından bazıları göğüs kemiğinin
daha küçük bir parçasının kesilmesi ile
veya kaburgaların arasından yapılan
küçük kesiler ile gerçekleştirilebilir. Bu
şekilde uygulanan ameliyatlardan sonra
hastalar daha az ağrı duymakta ve
daha hızlı bir şekilde eski yaşantılarına
dönmektedir.
Hangi kalp ameliyatları
bu yöntemle
yapılabiliyor?
- Koroner bypass operasyonları
- Atrial septal defekt onarımı
- Mitral kapak değişimi/onarımı
- Aort kapak değişimi/onarımı
- Triküspit kapak değişimi/onarımı
Minimal invaziv
kalp cerrahisinin
avantajları:
Ameliyat sırasında ve sonrasında
daha az kan kaybı olur. Böylece kan
ürünü kullanımı azalır. Hastalar kan
naklinin istenmeyen yan etkilerinden
korunmuş olur.
Hastalar geleneksel yöntemlere göre
daha az ağrı duyarlar. Bu sayede
daha az ağrı kesici ilaç ihtiyacı olur.
İyileşme süreci daha hızlı
gerçekleşir. Hastaların hastanede
yatış süresi kısalır. Hastalar
geleneksel yöntemlerle yapılan kalp
ameliyatlarından sonra ortalama
5-7 gün hastanede yatarlarken,
minimal invaziv yöntemlerle yapılan
ameliyatlardan sonra ortalama
hastanede yatış süresi 3-4 gündür.
Hastalar günlük yaşantılarına daha
hızlı dönerler. Göğüs kemiğinin
tamamen kesildiği ameliyatlardan
sonra 6-8 haftada gerçekleşen tam
iyileşme süresi, minimal invaziv kalp
ameliyatlarından sonra ortalama 2-4
haftadır.
Ameliyatlardan sonra görülebilecek
enfeksiyon olasılığı geleneksel
yöntemlere göre daha düşüktür.
Kozmetik olarak daha iyi bir sonuç
elde edilir.
Tüm bu sebeplerden dolayı, minimal
invaziv olarak gerçekleştirilen
ameliyatların toplam maliyeti daha
düşüktür.
Her hasta için uygun
değil
Minimal invaziv yöntemler kalp
cerrahisinin korkulan yüzünü
yumuşatması yönünüden bir çığır
açmaktadır, ne var ki bu tekniklerin her
zaman her hasta için uygun olacağını
beklemek yanlıştır. Hastanın vücut ağırlığı
ve vücut tipi, yaşı, tıbbi özgeçmişi,
yapılacak ameliyatın tipi ve hastanın
beklentileri göz önüne alınarak; ameliyat
öncesinde yapılan bazı tetkiklerin ışığında
bu yöntemle ya da klasik yöntemle cerrahi
kararı verilmektedir. Dolayısı ile bütün
kalp ameliyatlarının minimal invaziv kalp
cerrahisi tekniği ile yapılması bugunkü
mevcut teknoloji ile mümkün değildir.
Cerrahi ekibin ve
merkezin deneyimi
çok önemli
Minimal invaziv kalp
cerrahisinde beklenen
başarının ve olumlu
sonuçların elde
edilebilmesi için cerrahi
ekibin ve ameliyatın
yapılacağı merkezin
konudaki tecrübesi çok
önemlidir. Deneyimsiz
merkezlerde yapılan
ameliyatlar kimi zaman
faydadan çok zarar
getirmekte, hastanın
tedavisinin artık
klasik yöntemlerle de
yapılamaması riskini
taşımaktadır.
Ameliyatlarda karşılaşılan bir
komplikasyon sonucu her zaman klasik
yönteme geçiş ihtiyacı doğabilir ve
ameliyathane ortamının ve cerrahi ekibin
klasik yöntemi uygulamaya da hazır
olması gerekmektedir •
DİYETİSYEN OKAN KIRAN
ESENYURT DEVLET HASTANESİ / DİYETİSYEN POLİKLİNİĞİ
Sağlıklı
karbonhidrat
nedir?
Son yıllarda
karbonhidrat
tüketimin zararlarına
ilişkin pek çok farklı
açıklama yapıldı.
Kimileri sağlıklı
beslenmenin en
temel şartının basit
karbonhidrat ve
şekerden uzak
durmak olduğunu
söylerken, kimileri
ise karbonhidratın
beslenmeden
tamamen çıkarılması
gerektiğini
savundu. Peki
karbonhidrat türü
beslenme gerçekten
sakıncalımı? Basit
karbonhidrat nedir?
Hangi gıdalar basit,
hangileri kaliteli
karbonhidrat
içerir? Bu soruların
cevabını Diyetisyen
Okan Kıran veriyor.
Sağlıklı karbonhidratları, rafine işlemi
görmemiş, glisemik indeksi düşük
ve lif içeriği yüksek gıdalar olarak
nitelendiren Kıran, kuru bakliyatlar, bulgur,
meyve ve sebzelerin bu kategoride
değerlendirilebileceğini ifade ediyor.
Rafine işlemlerden sonra soframıza
gelen beyaz un, pirinç, erişte, makarna,
şeker, reçel, marmelat gibi yiyeceklerin
ise lif içeriği düşük, glisemik indeksleri
yüksek ve yağa dönüşme hızları daha
fazla olduğu için kalitesiz karbonhidratlar
olarak sınıflandırılabileceğini belirten Kıran,
besinlerin rafineleştikçe vücuda verdiği
zararların arttığına vurgu yapıyor. Dyt.
Kıran, bu durumun kişilerin sinir sistemi
sağlığını bozmakla birlikte uykusuzluk
ve depresyon gibi hastalıklara zemin
hazırlayabileceğine dikkat çekerek, şunları
söylüyor:
Enerjinin
yaklaşık %50-60’ı
karbonhidratlardan
gelmeli
Karbonhidrat denildiğinde ilk aklımıza gelen
‘’ekmek’’ diyet denildiğinde ise ilk aklımıza
gelen ‘’ekmeği kesmek’’. Şekerler, tatlılar,
meyveler, tahıllar, hamurlar ve bunların
hepsinin yapı yaşı olan vücudumuzun
birincil enerji kaynağı olan karbonhidratlara
vücudumuzun düzenli ve ciddi bir miktarda
ihtiyacı var. Kaslarımızın ve beynimizin
sağlıklı çalışması için yediklerimizden
gelen enerjinin yaklaşık %50-60’ı
karbonhidratlardan gelmeli. Beynimizin
şeker yani glikoz ile çalıştığını hepimiz
biliyoruz.
Öncelikle şekeri
hayatımızdan
çıkarmalıyız
Peki kimilerine göre zehir olarak
nitelendirilen şekerden yetişkin bir insan
günlük ne kadar şeker ve şekerli besinler
almalı diye soracak olursanız ben bu soruyu
‘Eğer mümkün ise hiç almayalım!” diye
cevaplandırırım. Zira; tükettiğimiz serbest
şekerler insülin direnci yaratarak diyabete,
kandaki serbest yağları artırarak kolesterol
ve kalp damar hastalıklarına, ve dolaylı
yolardan ise yüksek tansiyona sebep
veriyor.
Ayrıca diş çürükleri,
böbrek taşları, ülser,
astım romatizma kronik
yorgunluk sendromu ve
kemik erimesi de şeker
ve şeker şurubu denilen
ürünlerin sebep olduğu
hastalıklardan sadece
birkaçını oluşturuyor.
Sağlığımızı korunmak
için neler yapabiliriz?
Mümkünse şeker, tatlı, hamur işi, şeker
ve yapay tatlandırıcıları, şeker şurubu,
glikoz früktoz şurubu içeren yiyecekleri hiç
tüketmeyelim. Özellikle gıda sanayisinde
ucuz ve hızlı üretim için kullanılan şeker
şurubu dediğimiz ve %90’ı GDO’lu mısırdan
üretilen yapay früktoz-glikoz şurubu içeren
hazır yiyeceklerden kaçınmak diyabetten
korunmak için çok önemli. Ketçaptan
patates kızartmasına, lokumdan baklavaya,
biradan gofrete kadar, daha tatlı ve ucuza
üren elde etmek için katılan bu şuruplar;
insanın pankreasını aşırı derecede
yorup; yoğun insülin salgılanmasına ve
günümüzde şaşırarak tanık olduğumuz
erken yaşlardaki diyabete sebep olabiliyor.
Mısır şurubu, fruktoz
ve glukozlu ürünlerin
tüketiminden kaçının
Tükettiğimiz ürünlerde bulunan NBŞ
(nişasta bazlı şeker) tüketimini mümkün
olduğunca sınırlamak elimizde. Satın
aldığımız her ürünün mısır şurubu, glikozfruktoz şurubu içerip içermediğini kontrol
ederek satın alabiliriz.
Tatlı ihtiyacımız
karşılamak için ise
gerçek ve doğal
bal iyi bir alternatif
olabilir. Soğuk baskı
ile hazırlanmış katkısız
pekmez türleri ise basit
şekerlere göre daha
fazla ve çeşitli besin
öğesi içerdiğinden tatlı
ihtiyacımızı karşılamak
için güzel bir seçenek
olabilir.
Tatlandırıcı kullanırkan
dikkat!
Sorbitol, ksilitol, mannitol, sükraloz gibi
yapay ve kalorisi olmayan şekerleri tercih
etmek sağlıklı gözüken bir seçenek gibi
gözükebilir. Fakat son yıllarda yapılan
araştırmalar ise bu tarz yapay şekerlerin
dahi; insülin salgısını ve dolayısı ile insülin
direncini artırıp diyabete (şeker hastalığı)
sebep olabileceğini gösteriyor. Ayrıca
yüksek dozlarda tatlandırıcı kullanımı
kanserojen etkileri olduğu bilinen başka
bir gerçek. Yani şekersiz ve kalorisiz diye
sıfır olarak etiketlenen kolalı içecekler dahi
kilo almaya ve uzun vadede obezite ve
diyabete sebep olabilir. Stevya denilen
ve doğal bitki özlerinden hazırlanan
tatlandırıcılar ise günümüzde masum olarak
görebileceğim nadir ve çok düşük kalorili
tatlandırıcı bir madde.
Şeker ihtiyacınızı
hurma ile karşılayın
Tatlı yerine meyve tercih etmek hem daha
çok sıvı ve posa almamıza yardımcı olur
ve kaslarımızın ve beynimizin ihtiyacı olan
karbonhidrata kolayca ve keyifli bir yoldan
ulaşmanızı sağlar. Yetişkin bir birey günde
4-5 porsiyon kadar (2 mandalina, 1 büyük
armut ve bir elma) meyve tüketebilir.
Aşırı tatlı ihtiyacı
hissedilen durumlarda
ise kuru meyveleri veya
meyve pestillerini tercih
edebiliriz. Hurma ise
hem iyi bir ara öğün
hem de tatlı ihtiyacımızı
karşılayacak şahane bir
meyve olarak günlük
diyetimizde sürekli yer
alabilir.
Sınırsız ekmek tüketimi
obeziteye sebep oluyor
Beyaz ekmek ve beyaz un ile üretilen
hamur işleri obezitenin bir numaralı etkeni
olabilir. Kepekli ekmek türleri ise aynı
hamurdan sadece kepek ilave edilerek
yapıldığı için tercih edilmemeli. Kilo veya
diyabet sıkıntısı olmayanlar tam tahıllı veya
çavdarlı ekmekleri tüketebilir. Her yerde
bulabileceğiniz istanbul halk ekmek üretimi
olan organik buğday ekmeği ise piyasada
bulabileceğiniz en güzel ve sağlıklı
ekmeklerden.
1 dilim ekmek nelere
eşit?
1 kepçe çorba
2 yemek kaşığı pilav-makarna-eriştebulgur-kısır
1 orta boy patates haşlaması
½ haşlanmış mısır
4 yemek kaşığı patates yemeği
1 avuç beyaz leblebi
2 adet tatlı diyet bisküvi
¼ simit
Sağlıklı ve zinde kalmak için şekerli, yapay
şuruplu yiyeceklerden uzak durup bol taze
meyve sebze yememiz, yeterli miktarda
sıvı tüketip hafif yürüyüşler yapmamız
gerekiyor. Ama öncelikle yemek ve yiyecek
satın alma alışkanlıklarımızı gözden
geçirmemiz en önemlisi •
PROF. DR. AHMET KONROT
ÜSKÜDAR ÜNİVERSİTESİ DİL VE KONUŞMA TERAPİSİ BÖLÜM BAŞKANI
Kekemelik bir hastalık değil,
yeter ki kronikleşmesin!
Konuşmanın doğal akışının istemsiz olarak kesintiye uğraması
olarak tanımlanan kekemelik daha çok 2-5 yaş arasında ortaya
çıkıyor. Kekemeliğin bir hastalık olmadığının altını çizen uzmanlar,
erken müdahale ile yönetilmeyen kekemeliğin, kronik-inatçı
kekemeliğe dönüşebileceği konusunda uyarıyor.
Yetişkinlerde yüzde 2, çocuklarda yüzde 5
oranında görülen kekemeliğe dikkat çekmek ve
doğru bilgilendirme yapmak amacıyla 22 Ekim
tüm dünyada Kekemelik Günü olarak anılıyor.
Üsküdar Üniversitesi Dil ve Konuşma Terapisi
Bölüm Başkanı Prof. Dr. Ahmet Konrot,
“Konuşmanın doğal akışının istemsiz biçimde
kesintiye uğraması” olarak tanımladığı
kekemeliğin üç temel belirtisi olduğuna dikkat
çekerek önemli uyarılarda bulundu:
“Bu tip konuşma bozukluklarında hece/ses
tekrarları, bloklar ya da ses uzatma tarzında üç
temel belirti söz konusudur. Konuşma gelişimi
sırasında çocukların çoğunluğunda akıcı
olmayan konuşma davranışları gözlenmektedir.
Kekemelikte gözlenen konuşma davranışları,
akıcısızlıklardan farklıdır. Kekemelikte gözlenen
akıcısızlık sorunları, sözcüğün tamamında değil,
bir parçasında gözlenir.
Konuşma sırasında sözcenin bir bölümünde
tekrarlar, bloklar (konuşma yolunda meydana
gelen “tıkanma” sonucunda konuşma seslerini
söyleyememe, zorlanma vb.), uzatmalar
gözleniyor ve bu tür davranışlar hem sık sık
yaşanıyor, hem de göze batacak kadar belirgin
oluyorsa, aileler kekemelikten şüphe edebilirler.”
6 aydan uzun sürerse
dikkat edilmeli
Kekemeliğin normalde dil gelişiminin ilk
evrelerinde, en çok da iki-beş yaş arasında
ortaya çıktığını belirten Prof.Dr. Konrot, “Bu
dönemde 100 çocuktan ortalama dördünde
kekeleme davranışı gözlenir. Bunlardan
üçünde, gözlenen kekemelik davranışı her
hangi bir müdahaleye gerek duymadan altı
ay ile iki yıl içerisinde kendiliğinden ortadan
kalkabilir. Ancak, altı aydan uzun süren
kekemeliklerde yardımsız gelişim olasılığı
azalmaktadır. Erken dönemde kendiliğinden
geçmemesi ya da erken müdahale ile
yönetilmemesi durumunda, kekemeliğin kronik/
inatçı kekemeliğe dönüşme olasılığı yüksektir.
Beklemeden özellikle erken dönem kekemelik
konusunda uzman bir dil ve konuşma
terapistine başvurulmalıdır. Aileler bekleme
kararını bir uzmana danışarak verirlerse, daha
doğru olur. ” dedi.
Kekemelik çok boyutlu
bir sorun
Kekemeliğin nedenlerine ilişkin kesin bir
bulguya henüz ulaşılamadığını belirten Prof.Dr.
Konrot, “ Kekemelik çok yönlü, çok boyutlu bir
sorundur. Kekemeliğin genetik alt yapı, nöroanatomik ve nörofizyolojik etmenler, özellikle
kontrolsüz farkındalığın ortaya çıkmasıyla birlikte
eşlik eden psikolojik faktörler ile ilişkili olduğunu
söylemek mümkündür.” diye konuştu.
Kekemeliğin yönetimi
önemli
Kekemeliğin kolay teşhis edilebildiğinin altını
çizen Prof.Dr. Konrot, “Her hangi bir kişi
bu sorunu dile getirebilir. Ama kekemeliğin
yönetimi söz konusu olduğunda durum değişir.
Tedavi yerine yönetim terimini daha uygun
buluyorum, çünkü kekemelik bir hastalık
değildir. Kekemeliğin, özellikle erken dönem
kekemeliğin yönetim planlaması açısından
teşhisi, bu konuda eğitimli, bilgili ve deneyimli
bir dil ve konuşma terapisti tarafından
yapılmalıdır. Kekemelik terapisi yoğun ve
karmaşık bir süreçtir. Terapi süreci ve süresi
kişinin yaşına, koşullarına, kişilik özelliklerine,
kişinin iletişim-dil-konuşma performansının
değerlendirilmesi sonucunda çıkan tabloya,
bu tabloya eşlik eden başka sorunların olup
olmadığına göre değişir.” diye konuştu.
Kekeme çocuğa
yaklaşım nasıl olmalı?
- Çocukla konuşurken aceleci, telaşlı
olmamalıdır. Konuşma sırasında duraklamalar
yapılarak konuşma sırasında aceleye gerek
olmadığı hissi yansıtılmalıdır. Bu tür örnek
davranışlar, konuşmaya yönelik sözel uyarılardan
daha etkilidir.
- Tüm ilginin çocuğa verildiği rahat dinlemekonuşma ortamları oluşturulmalıdır.
- Çocuğun nasıl konuştuğuna değil, ne
söylediğine odaklanılmalıdır.
- Çocuğun sadece konuşmasına değil, diğer
güçlü olduğu alanlara odaklanmalı; örneğin,
spor etkinlikleri, düzenli olma, bir işi kendi başına
yapma gibi konuşmayla doğrudan ilgili olmayan
diğer alanlardaki güçlü yanları takdir edilmelidir.
- Takdir, açıklayıcı olmalıdır. Sadece “Aferin!”
demek yerine, açıklayıcı takdir sözleriyle örneğin,
“Odanı ne güzel topladın. Bana çok yardımcı
oldun!” diyerek çocuğun neyin takdir edildiğini
anlaması sağlanmalıdır. Böylece çocuğun
özgüven gelişimi de sağlanmış ve desteklenmiş
olacaktır.”
Balık Çorbası
Malzemeleri
• 1 adet levrek
• 1 adet soğan
• 1 adet havuç
• 2 adet patates
• Yarım limonun suyu
• 7 su bardağı su
• 1 adet defne yaprağı
• Yarım çay bardağı pirinç
• 2 dal maydanoz
• 1 çay bardağı mısır tanesi
• Tuz
• Karabiber
Hazırlanışı
Balığı temizleyelim ve tencereye
koyalım. Hemen üzerine iri doğranmış
bir adet soğanı koyalım. Küp küp
doğradığınız patatesleri tencereye
ekleyelim. Limonun suyunu ve suyu
ilave edelim. Son olarak defne yaprağını
katıp sebzeler yumuşayıncaya kadar
pişirelim.
Sebzeler yumuşadıktan sonra tencereyi
ocaktan alıp, balığı ayrı bir yayık kaba
koyalım. Balığın etini derisinden ayırıp,
tekrar tencereye ilave edin. Pirinci
ekleyip yumuşayıncaya kadar pişirelim.
Tuzunu karabiberini ve maydanozu
ekleyip, mısır taneleri ile süsleyerek
servis yapabilirsiniz. Dilerseniz
maydanozu mısır taneleriyle
beraber atıp biraz canlı kalmasını
sağlayabilirsiniz. Bu yöntem hoş kokusu
ile balığın kokusuna baskın gelecektir.
Afiyet olsun...
Balık Buğulama
Malzemeler
• 500 gr. beyaz etli balık
Sebze Yatağında
Izgara Balık
Malzemeler
Sebze Sote İçin
• 1 adet orta boy soğan
• 2 baş kuru soğan
• 2 adet orta boy domates
• 1 adet patates
• 1 adet yeşil sivri biber
• 1 adet domates
• 1 adet havuç
• 2 adet yeşil sivribiber
• 1 çay bardağı kadar bezelye
• 5-6 adet çiftlik mantarı
• karabiber, dal kekik, kırmızı biber
• 1/2 demet maydanoz
• 5 yemek kaşığı zeytinyağı
• 1 adet limon
• 1 tatlı kaşığı salça
• 2 tatlı kaşığı su
Balık İçin
• 1 çorba kaşığı zeytinyağı
• 1/2 yaprak defne
• Yeterince tuz, karabiber
• (3-4 kişilik)
Hazırlanışı
Soğanı, patatesi ince halka halka
kıyın. Kapaklı yassı tabağı yağlayın.
Soğanların yarısını tabağa dizin.
Üzerine balıkları yerleştirin. Kalan
soğanı, patatesi balıkların üstüne,
arasına koyun. Kıyılmış maydanozu
üzerine serpin. İnce kıyılmış sivribiberi,
rendelenmiş domatesi, ikiye üçe
bölünmüş mantarları ilave edin. Su,
zeytinyağı, kabukları soyulmuş halka
limon dilimlerini ekleyin. Kapağı aralıklı
olarak kapatın. Mikrodalga orta yüksek
(med high) ya da (750W) gücünde 8
dakika pişirin. 4 dakika dinlendirip ikram
edin.
Afiyet olsun...
• 6 adet orta boylarda alabalık
• 1 tatlı kaşığı zeytinyağ
• tuz arzu edilen baharatlar
Hazırlanışı
Öncelikle balıkları iyice temizleyip orta
kılçığını çıkartın ardından zeytinyağı
tuz ve baharatlarla harmanlayıp
dolapta bekletmeye alın. Sebze
soteyi yapacağınız tencereyi ocağa
alın. Ardından yağı koyup ısıtın küp
küp doğranmış soğanı ekleyin ve
hafif pembeleşinceye kadar kavurun.
Havucu soyup ince ve küçük bir şekilde
dilimleyin. İnceliği kolay pişmesini
sağlayacaktır. Biberleride küp şeklinde
doğrayıp ekleyerek kavurmaya
devam edin. Salçayı da ekleyerek
aroma vermesini sağlayın. Bezelyeleri
ekledikten sonra yine küp küp
doğranmış domatesi ekleyin ve kapağını
kapatıp dinlenerek pişmesini sağlayın.
Daha rahat pişmeleri için 1 fincan kadar
su ile baharatlarını karıştırın . Bu arada
balıklarınızı dolaptan çıkartın ister teflon
tavada isterseniz tost makinesinde
yüksek derecede ısıtın ve balıklarınızı
ters yüz ederek kızartın.Servis yaparken
sebze soteleri tabağa alıp üzerlerine
kızaran balıklardan ekleyin süslemek
için nane yaprağı ve limon dilimleri
kullanmanız şık bir sunum yapmanızı
sağlayacaktır.
Afiyet olsun…
Suriyeli mültecilerin
sağlık sorunları tartışıldı
İstanbul Sağlık Müdürlüğü Sağlık Araştırmaları Şubesi tarafından 10
Aralık Perşembe günü düzenlenen “Ülkemize Sığınan Yabancıların
Sağlık Hakları” konulu sempozyum Fatih’te bulunan Ali Emiri Efendi
Kültür Merkezi’nde gerçekleşti.
Sempozyuma Aile ve Sosyal Politikalar
İl Müdürü Önal İnaltekin, Sağlık Müdür
Yardımcısı Uzm.Dr. Çiğdem Yazıcı Ersoy,
sivil toplum kuruluşları temsilcileri ve sağlık
çalışanları katıldı.
Açılış konuşmasını yapan Sağlık Müdür
Yardımcısı Ersoy; sempozyumun 10
Aralık İnsan Hakları Günü ile aynı günde
düzenlenmesinden duyduğu memnuniyeti
belirterek “Hem Türkiye’nin hem de dünyanın
gündeminde olan bu konuyu çok kısa
bir zaman diliminde de olsa ele almaya
çalışacağız. Böylelikle bilgilerimizi tazeleyip,
farkındalık yaratacağımıza inanıyorum” dedi.
En fazla çocuklar,
kadınlar ve yaşlılar
etkileniyor
Ersoy’dan sonra kürsüye gelen Aile ve
Sosyal Politikalar İl Müdürü Önal İnaltekin
göçün asırlardır süregelen bir olgu olduğunu
dile getirerek, kimi zaman ekonomik
nedenlerle kimi zaman ise savaşlar, baskılar
ya da afetler yüzünden insanların göç etmek
zorunda kaldığını söyledi. İster zorunlu
ister gönüllü olsun göç süreçlerinde en
fazla çocuklar, kadınlar ve yaşlı kişilerin
etkilendiğini aktaran İnaltekin, Bakanlığa
bağlı kuruluşlarından bir tanesinin sadece
refakatsiz sığınmacı çocuklara yardım için
tahsis edildiğini söyledi. Öte yandan her
toplumda olduğu gibi Suriyelilerin içinde de
artniyetli insanlar olabileceğine dikkat çeken
İnaltekin bu azınlığın tüm Suriyeli misafirlere
mal edilmemesi gerektiğini dile getirerek
sempozyumun tüm paydaşlar için faydalı
geçmesini temenni etti.
Öncelik koruyucu sağlık
tedbirleri olmalı
Protokol konuşmalarının sonrasında ilk
oturumun moderatörlüğü üstlenen Biruni
Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi
Dekanı Prof.Dr. Haydar Sur; sağlık ve
sosyal hizmetlerin bir arada düşünülmesi
gereken konular olduğunu söyleyerek:
“İl Sağlık Müdürlüğü ile Aile ve Sosyal
Politikalar Müdürlüğü yetkililerinin bir arada
bulunmasından büyük mutluluk duyuyorum”
dedi. Mülteci, sığınmacı ve göçmen
kavramları arasındaki farklılıklara da değinen
Sur, bu kişilere yönelik sunulacak sağlık
hizmetinde öncelikli hedefin koruyucu sağlık
tedbirleri olması gerektiğini vurguladı.
Sunumlar dikkatle takip
edildi
Sur’un konuşmasından sonra Aile ve
Sosyal Politikalar İl Müdürlüğü’nden Müdür
Yardımcısı Neslihan Çapar “Sığınmacı Kadın
ve Çocuk Hakkı” konulu sunumunda Aile ve
Sosyal Politikalar İl Müdürlüğü çerçevesinde
yapılan hizmetlerden bahsetti. Bağlı
kuruluşlarda refakatsiz kalan çocuk sayıları
ve hukuki metinlerdeki çocuk haklarından
da bahseden Çapar’ın sonrasında İl Göç
İdaresi Müdürlüğü’nden Göç Uzmanı
Fatih Öztürk “Sığınmacıların Yaşam Hakkı
(Eğitim, Barınma,Yiyecek vb.) başlıklı bir
sunum gerçekleştirdi. Öztürk ilgili kanunlar
ve bu kanunlardan doğan sağlık, eğitim,
sosyal yardım ve hizmetlere erişim gibi farklı
başlıklar hakkında bilgilendirme yaptı.
İlk oturumun üçüncü konuşmacısı Beyoğlu
Kamu Hastaneler Birliği’nden Tıbbi
Hizmetler Başkanı Uzm.Dr.Mehmet Taşkın
Eğici oldu. Eğici “ Kamu Hastanelerinde
Yaşanan Sıkıntılar ve Çözüm Önerileri”
başlıklı sunumunda İstanbul geneli
hastanelerdeki Suriyeli hastaların poliklinik,
acil, ameliyat ve doğum oranları hakkında
istatistiki bilgiler verdi. Eğici, ayrıca ortak
akılla birlikte yaşanan sorunların en aza
indirgenebileceğinin önemine dikkat çekti.
İlk oturumun son konuşmacısı İstanbul
Barosu Sağlık Hukuku Merkezi’nden “Hasta
Haklarına İlişkin Yaşanan Sıkıntılar” başlıklı
sunumuyla Av.Funda Işık Özcan oldu.
Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu
ve Geçiçi Koruma Yönetmeliği hakkında bilgi
veren Özcan bu konuların ardından Temel
Sağlık Hakları’ndan bahsetti.
Özcan’ın sunumunun ardından verilen kahve
arasından sonra ikinci oturuma geçildi.
İkinci oturumun moderatörlüğünü İstanbul
Sağlık Müdürlüğü’nden Kamu Yataklı Sağlık
Hizmetleri Şube Müdürü Dt. Aslı Zakire
Yüksel üstlendi ve de “Geçici Koruma Altına
Alınanlara Verilecek Sağlık Hizmetlerine Dair
Esaslar” hakında bir sunum yaptı.
Yüksel’den sonra söz alan İstanbul Halk
Sağlığı Müdürlüğü’nden Müdür Yardımcısı
Uzm. Dr. Bülent Herek ise İstanbul’da
sığınmacılara verilen birinci basamak sağlık
hizmetleri ile ilgili bir sunum gerçekleştirdi
ve de İstanbul’da Suriyelilerin yaşadığı dil
sorunundan hareketle oluşturulan “Göçmen
Sağlığı Birimleri” hakkında rakamlar verdi.
Panelin son konuşmacısı Birleşmiş Milletler
Mülteciler Yüksek Komiserliği’nden Av. Elif
Selen Ay oldu. Ay “Sığınmacılara İlişkin
Yaşanan Yasal Sorunlar” başlıklı sunumunda
bu hizmetlere erişimin yasal dayanağı ve
geçici koruma altına alınanlara verilecek
sağlık hizmetlerine dair esaslar hakkında
bilgilendirmeler yaptı •
DR. ÖNDER TAYLAN ÇİFÇİ
ANESTEZİ VE REANİMASYON UZMANI
Babet ayakkabılar
topuk dikenine sebep oluyor
Ayak sağlığını
olumsuz etkileyen
topuklu ayakkabılar
kadar, düz olduğu
için tercih edilen
babet ayakkabıların
da, topuk dikenine
sebep olduğu
belirtiliyor.
Topuk dikeninin;
düztabanlarda,
yüksek kavisli
ayaklarda, kilo
problemi olanlarda,
topuklu ayakkabı
ve babet ayakkabı
kullananlarda
görüldüğü
vurgulanıyor.
Topuk dikeni, kişide fiziksel aktivitelerde
kısıtlılık, eklemlerde kireçlenme ve
istenmeyen kiloya neden oluyor. Bunun
yanı sıra, komşu eklemleri ve omurgayı
etkilemeye başlayan topuk dikeni, diz
ekleminde menisküs yırtığına, diz ve kalça
eklemlerinde kireçlenmeye, omurgada
postür bozukluğuna bağlı kronik ağrıya,
omurga eğriliğine ve bel fıtığına yol
açabiliyor.
Topuk dikeninin önemine değinen Anestezi
ve Reanimasyon Uzmanı Dr. Önder Taylan
Çifçi, topuk ağrısının düztabanlarda, yüksek
kavisli ayaklarda, kilo problemi olanlarda,
topuklu ayakkabı ya da babet tarzı düz
ayakkabı kullananlarda, diyabetiklerde,
çeşitli romatizmal hastalıklarda ortaya
çıkabildiğine dikkat çekti. Dr. Önder Taylan
Çifçi topuk dikeni ile ilgili şöyle konuştu:
“Topuk Dikeni hastalığı, topuğunda ağrı
şikâyeti olan hastalarda çekilen röntgende
topuk kemiğinde bir çıkıntı oluştuğunun
görülmesiyle adı konan bir rahatsızlıktır.
Ancak topukta görülen bu çıkıntının ağrının
oluşmasında bir önemi yoktur. Hatta topuk
ağrısı çeken hastada röntgende topuk
dikeni görülmeyebilir veya topuk dikeni
olan bir kişi hiç topuk ağrısı duymayabilir.
Ağrının sebebi ‘’Plantar Fasiit’’tir. Yani ayak
tabanını ve ayak kavsini destekleyen bağ
dokusunun rahatsızlığıdır. Hastalar tipik
olarak sabah yataktan kalktıktan sonra ilk
birkaç adımda topuk ağrısı ile karşılaşırlar
ve bu ağrı kendiliğinden yürüme ile azalır.
Bir yerde uzun süre oturduktan sonra ilk
kalkmada oluşan ağrı ve gün sonu ağrıları
çok tipiktir ve tanı koydurucudur. Hastalar
çok uzun süre yürüdüklerinde veya ayakta
kaldıklarında topuk ağrısından şikâyet
ederler. İlerleyen zamanla ayakta şişme,
çeşitli kemik deformiteleri, ayak bileğinde
ağrı gibi sorunlar tabloya eklenir.
Eğer topuk dikeni
rahatsızlığı tedavi
edilmezse, kronik bir
duruma dönüşebilir ve
kişinin yürüyüş şeklini
değiştireceği için
zamanla ayak, diz, kalça
ve omurga problemlerine
yol açabilir.
Nasıl Tedavi Ediliyor?
Dr. Çifçi, topuk dikeni hastalarında
uygulanan tedavilerin başında aşil germe
egzersizlerinin geldiğini, kişiye özel
hazırlanan tabanlıklar kullanılarak basma
esnasında hissedilen ağrıların azaltılmasının
sağlandığını ve ağrı kesici ilaçlarının yanı
sıra buz uygulamasının önerildiğini söyledi.
Uygulamaların altı hafta gibi bir sürede fayda
sağlamaması durumunda ise fizik tedaviye
başlandığını belirtti.
Topuk dikenini
önlemek için:
• İstirahat çok önemlidir (Gerekli
durumlar dışında ayakta kalmamak uzun mesafe yol yürümemek gerekir ),
• Düzenli olarak egzersiz yapılmalıdır,
• Kaliteli, sağlıklı, tabanı yumuşak
ortopedik ayakkabı kullanmalıdır,
• Fazla kilo varsa zayıflamak
topuklarınıza binecek yükün azalmasına
yardımcı olacaktır.
En Etkili Tedavi
Yenileyici Enjeksiyon
Yöntemi
Dr. Çifçi, topuk dikeni tedavisinde başlangıç
uygulamalarından sonraki aşamaların,
doktorun tercihine göre kortizon ya da
prp enjeksiyonları olduğunu ama bu
iki yöntemin de olumsuz ya da yetersiz
olduğunu belirterek şöyle konuştu:
“Kortizon enjeksiyonu zaten zayıf ve gergin
olan bağ dokusunun kemiğe tutunmaya
çalışan kısmını daha da zayıflatır ve taban
çökmesine zemin hazırlar. Prp enjeksiyonu
ise tedavi konusunda daha isabetli bir
tercih olmakla birlikte genellikle yetersizdir.
Topuk Dikeninde en
etkili tedavi Rejeneratif
(yenileyici) enjeksiyon
yöntemidir. Ayak tabanını
oluşturan ve ayak
kubbesini destekleyen
plantar fasyanın
güçlendirilmesi tedavinin
ana hedefidir. Seanslar
halinde uygulanan
proliferan solüsyonlar
o bölgede vücudun
savunma mekanizmasını
harekete geçirerek bir
tamir süreci başlatır. 3
haftada bir uygulanan
seanslarla birlikte
hastaya evde uygulamak
üzere egzersiz programı
verilmelidir. Ortalama 4-6
seans enjeksiyon tedavisi
ile vücudun ağırlığını
taşımakta zorlanan zayıf
plantar fasya doğal
yoldan güçlendirilerek
kalıcı bir iyileşme ve ağrı
kontrolü sağlanır. Plantar
fasya güçlendirildiği için
sonuçlar kalıcıdır. Ağrı
genellikle nüksetmez.
Böylece uzun vadede
oluşabilecek, diz ve bel
rahatsızlıklarının önüne
geçilmiş olur.”
UZM. DYT. ELİF TUĞBA ÇİLİNGİR
İSTANBUL SAĞLIK MÜDÜRLÜĞÜ
Haftada en az
2 kez balık
tüketin!
Dyt. Elif Tuba
Çilingir, balığın insan
sağlığı açısından
son derece önemli
ve faydalı bir besin
maddesi olduğunu
belirterek, özellikle
kış aylarında
haftada en az 2 kez
balık tüketilmesi
gerektiğini söylüyor.
Balığın başta fosfor
olmak üzere, iyot
demir ve kalsiyum
gibi madensel tuzlar
yanında A, D ve B 12
vitaminleri açısından
da zengin bir besin
etinin sindirimi kolaydır. Balık eti, bitkisel
besinlerde bulunan selüloz ya da lif gibi zor
kaynağı olduğunu
sindirilen maddeleri, diğer hayvan etlerinde
karşılaşılan kıkırdak veya sinirleri içermez ve
dile getiren Dyt.
bu nedenle diğer besin kaynaklarına göre
daha kolay sindirilir.
Çilingir, balık eti
İçindeki yağ beyni
yemenin faydalarını
besliyor
şöyle sıralıyor.
Balık eti kırmızı ete göre daha az yağlıdır
Balık beslenmemizde önemli ve besleyici
bir yere sahiptir. Şanslıyız ki, üç tarafı
denizlerle çevrili ülkemiz balık çeşitliliği
açısından zengindir. Fakat bu zenginliğe
rağmen ülkemizde yeterli miktarda balık
tüketilmemektedir. Özellikle kış aylarının en
güzel besinlerinden olan balığın sağlığımız
açısından pek çok faydası vardır. Yapılan
birçok araştırma sonucu düzenli balık
tüketiminin fiziksel ve ruhsal sağlığımıza iyi
geldiği tespit edilmiştir. Bu yüzden haftada
en az iki kez balık tüketiyorsanız, sağlığınızı
koruyorsunuz demektir.
Balık etinin sindirimi
daha kolay
Etin balıktan daha iyi bir protein kaynağı
olduğuna dair yanlış bir inanış vardır. Balık
proteinleri vücut dokularının korunması ve
gelişmesi için gerekli tüm amino asitleri
içerir. Balığın içerdiği bu elzem aminoasitler
bitkisel proteinlerde de bulunur, fakat daha
düşük miktarlardadır. Yanlış olmasına
rağmen genellikle etin balıktan daha iyi
bir protein kaynağı olduğuna inanılır. Balık
ve EPA-DHA adı verilen özel yağ asitlerini
içermektedir. Diğer hayvansal (et, süt, peynir
gibi) besinlerde bu yağ asitleri yoktur. Bu
yağ asitleri kanın pıhtılaşmasını önleyerek
atardamarın tıkanmasına engel olur. Balığın
diğer hayvan etlerinden farkı içerdiği yağının
özelliğidir. Diğer hayvan etlerinin yağı,
çoğunlukla doymuş yağlardan oluşurken,
balık etinin yağı doymamıştır. Zeytin ve diğer
bitkisel yağların da yağı doymamıştır. Ancak,
balıktaki doymamış yağ bitkilerden farklıdır.
Balığın yağında bitkilerde bulunmayan
ve Omega-3 adı verilen bir yağ tür
bulunmaktadır. Balık yağında sağlığımız için
özellikle önemli olan 2 çeşit doymamış yağ
asidi bulunmaktadır: EPA (eikosapentaeonik
asit) ve DHA (dokosaheksaenoik asit). EPA
ve DHA önemli omega-3 yağ asitlerini içeren
çoklu doymamış yağ asitleri olarak bilinirler.
Omega-3 ve omega-6 yağ asitleri vücutta
üretilmediği dışarıdan alınması zorunludur.
Konsantrasyon
gücümüzü arttırıyor
Omega-3 yağ asitleri bitkisel yağlarda
bulunmasına rağmen bu omega-3 yağ
asitleri insan sağlığı için az etkilidir. Fakat
deniz planktonları omega-3’ü EPA’ya
DHA’ya çevirmede oldukça etkilidir.
Balıklar planktonları yediğinde EPA
ve DHA açısından daha zengin hale
gelirler. Bu da sonuçta balıkları bu hayati
derecede önemli yağ asitleri bakımından
en zengin kaynaklardan biri haline getirir.
Omega-3 bireylerin konsantrasyon gücünü
artırdığı gibi enerji düzeylerini de artırır.
Beynimizdeki yağın temel bileşimi omega-3
yağ asitlerini içeren DHA’dır.
Vücudun kolestrol
yükünü azaltıyor
Balıktaki omega-3 yağ asitlerinin kandaki
basıncı, kolesterolü ve trigliseritleri azaltarak
kardiyovasküler hastalıkları engellediği kabul
edilmektedir. Omega-3 yağ asitleri ayrıca
oksijeni kırmızı kan hücrelerinde taşıyan ve
besinlerin hücre zarından geçişini kontrol
eden hemoglobin molekülünün üretilmesinde
önemli rol oynar. Bunlara ek olarak, yağların
vücuda zararlı olan tahrip edici etkilerini
önlerler.
Anne karnında beyin
ve sinirlerin düzenli
gelişmesini sağlıyor
Omega-3 yağ asitlerinin fetüsün ana
rahminde ve yeni doğmuş bebeklerin
gelişmesinde çok önemli etkilerinin
olduğuna dair birçok çalışma bulunmaktadır.
Omega-3’ün en büyük önemi beynin
ve sinirlerin hamilelik boyunca ve erken
bebeklik döneminde düzenli gelişmesine
etki etmesidir. Bilim adamlarının anne
sütünün önemini özellikle vurgulamalarının
nedeni doğal ve mükemmel bir omega-3
deposu olmasıdır. Beyin, retine, testis ve
spermin yapısal bir bileşiği olan DHA, doku
fonksiyonlarının uygun şekilde işlevi ile
ilgilidir. Son çalışmalar prematüre bebeklerin
dokularındaki DHA düzeyinin, normal sürede
doğan bebeklerden daha az olduğunu
göstermiştir. Beslenmelerinde omega-3 yağ
asitleri olmayan bebeklerin, görme ve sinir
dokularının gelişimi yetersizdir.
Kendisi kadar kılçığı da
faydalı
Pişirme yöntemi besin
değeri açısından önemli
Her balığı her mevsim bulamadığımız
gibi, her balığın avlanma ayı ve lezzetli
oldukları aylar farklıdır. Her balığın besin
değerleri yani içeriğinde ki vitamin,
mineral ve diğer besin öğelerinin miktarı
farklıdır. Yağlı balıklar daha fazla omega-3
içerdiği için sağlığa daha yararlı olduğu
yapılan çalışmalarla kanıtlanmıştır. Balığın
kendisi olduğu kadar kılçığının faydaları
da saymakla bitmiyor. Balık kılçığında
yüksek oranda bulunan kalsiyum ve fosfor
kemik sağlığı ve dayanıklılığı açısından çok
önemlidir.
Çiğ balık ve deniz ürünleri parazitler, bazı
bakteri ve virüsler açısından risk oluşturur.
Ayrıca, B1 vitamininin yetersizliğine yol
açması nedeniyle balığın çiğ veya az pişmiş
şekliyle tüketimi sakıncalıdır. Balık pişirilirken
ızgara, buğulama veya fırında pişirme
yöntemleri tercih edilmelidir. Kızartma
yöntemi tercih edildiğinde omega-3 yağ
asitlerinin büyük bir kısmının yapısı bozulur
ve balığın sağlık için olumlu etkileri azalır.
Balık içerdiği omega-3 yağ asidinden dolayı
sağlık için bir kalkandır ve düzenli olarak
tüketilmesi durumunda kalp hastalıkları
riskini azaltır ve bağışıklık sistemini
güçlendirir.
Balık Seçerken;
Taze balığın gözleri parlak ve dışa bombelidir. Balık tazeliğini yitirmeye başlayınca
gözleri buğulanmaya başlar ve daha sonra içeri çöker.
*Taze balığın derisi gergin ve parlaktır.
*Taze balığa parmakla dokununca meydana gelen çukurluk hemen düzelir. Fakat
bayatlamış balıklarda bu iz kalır.
*Taze balığın solungaçları canlı kırmızıdır. Balık bayatladıkça bu renk değişir.
*Taze balık hemen hemen kokusuzdur. Bayatlamaya başlayınca asit kokusu yaymaya
başlarlar.
*Pullu balıkların pulları tazeyken vücuda sıkıca yapışıktır. Elimizi kafadan kuyruğa
doğru sürtünce pulların gelmemesi gerekir.
*Konserve balık satın alırken mutlaka etiket bilgisi okunmalı, son kullanma tarihi, Tarım
ve Köyişleri Bakanlığı’ndan üretim/ithalat izni bulunmasına, kutuda delik, hasar veya
bombeleşme olmamasına dikkat edilmelidir.
Balığın derisini
yemeyin!
Denizlerin kirliliği nedeniyle ağır metallerin ve
endüstriyel kimyasalların balıklarda biriktiği
doğrudur ve bu da insan sağlığı açısından
tehlikelidir. Özellikle sinir sisteminde kalıcı
hasarlara neden olabilmektedir. Amerika
Sağlık Birliği önerilerine göre; balığın derisini
ve karnındaki yağlı bölgeyi temizleyerek
ızgara yada fırında pişirerek, kimyasallar
%90 azaltılabilir. Fakat ağır metaller balıkların
kaslarında biriktiği için pişirme ile azaltma
şansımız yoktur. Civa gibi ağır metallerin
sağlığı olan negatif etkilerinden korunmak
için balık tüketirken derin su balıkları yerine
yüzey balıkları tercih edilmelidir •
Bunları
biliyor
musunuz?
Dünyadaki ilk
telefon rehberinde
sadece elli isim
yer almıştı.
Taklitçi ahtapot isimli ahtapot,
sadece renk değiştirmekle
kalmıyor, aynı zamanda dil
balığı, aslan balığı ve deniz
yılanı gibi hayvanların şekline
de bürünebiliyor.
1960’larda CIA, Rus
konsolosluklarında casusluk
için, Akustik Kedicik ismini
verdiği programında,
cerrahi yöntemle kedilerin
içine mikrofon, pil ve anten
yerleştirerek kedileri dinleme
cihazına dönüştürdü.
Dünyanın en zengin
3 ailesi, en fakir
48 ülkenin toplam
servetinden daha fazla
servete sahip.
Everest Dağı’nda
200’den fazla
dağcı cesedi
bulunuyor.
Dünyanın en uzun süren
trafik sıkışıklığı 12 gün
sürdü, 100 km kuyruk
oluştu ve araçlar günde 1
kilometre ilerleyebildiler.
Bir denizanasının
%95’i sudan
oluşmaktadır.
Leonardo Da Vinci aynı
anda bir eliyle yazı
yazıp diğer eliyle resim
yapabiliyordu.
Dünyadaki insanların
üçte ikisi hiç kar
görmedi.
Sağ elini
kullananlar sol elini
kullananlardan
ortalama 9 yıl daha
uzun yaşıyor.
Bir erkek aslan
yönetimi ele
geçirince tüm yavru
aslanları infaz eder.
Karda gizlenmeye
çalışan bir kutup
ayısı, siyah burnunu
pençesiyle kapatır.
İnsan uzun süre bir
böbrek ve bir akciğerle,
midesiz, dalaksız
yaşayabilir, ama
karaciğersiz bir dakika
bile yaşayamaz.
Geceleri sabaha
göre 1 cm daha
kısa olursunuz.
İnsan yılda en az
1460 rüya görür.
Charles Osborne
isimli bir adamın
hıçkırığı 69 yıl
sürdü.
Bir kadının bugüne
kadar sahip olduğu
en fazla çocuk sayısı
69’dur
Artık nesli
tükenmiş olan
‘Yünlü mamut’
isimli mamut
türünün canlıları
Mısır Piramitleri
inşa edilirken
varlardı.
Birinci Dünya
Savaşında Fransa
ülkedeki tüm taksileri
devraldı ve askerler
cepheye bu taksilerle
taşındı.
Sivrisineklerin 47 tane
dişi vardır.
Bir yılan 3 yıl
uyuyabilir..
Klinik ölüm sonrası
insan 5 dakika içinde
hayata geri getirilebilir.
5 dakika sonra beyin
hücreleri ölmeye
başlar, ama yine de bu
süreyi 5 dakika daha
uzatmak mümkündür.
Dünyadaki ısı 1900
yılından itibaren 0.7
derece arttı.
Download