Ü C R ETS İZ D İR Bilgiyle, Güvenle, Sağlıkla... 3 SAĞLIK BAKANLIĞI TV PROGRAMLARINA EL ATTI BEBEKLERDE UYKU DÜZENİ NASIL SAĞLANIR 7 10 SIFIR BEDEN Mİ SAĞLIKLI BEDEN Mİ HİPERTANSİYON VE BESLENME ÖNERİLERİ İÇİN 10 ALTIN KURAL 12 www.numunegazetesi.com Bahar geldi, alerjiye dikkat Bahar geldi. Doğa yeni bir canlanma dönemine girdi. Bu dönemde doğada ortaya çıkan yenilenme beraberinde bir dizi problemleri de beraberinde getirdi. Hastanemizde yeni anneler ‘Sevgi Bohçaları’ dağıtıldı. Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi ile Türk Kızılay’ı gerçekleştirdikleri ortak çalışma ile hastanemizde yeni doğum yapan annelere ‘sevgi bohçaları’ dağıtımı gerçekleştirildi. “Sevgi Bohçası Projesi” ile maddi durumu yetersiz ailelere doğum sonrasında destek olunacak. Yeni doğan bebeklerin ve annelerinin temel ihtiyaçları Türk Kızılayı tarafından karşılanacak. sayfa 11’de Özellikle her yerde çiçeklerin açması, havada polenlerin uçuşması gibi dış etkenlere karşı hassas olan bünyelerde alerji çanları çalmaya başlandı. Alerji, Yunanca 'değişik iş veya değişik reaksiyon' anlamına gelen bir kelime olup tıbbi olarak beklenmeyen “aşırı duyarlılık reaksiyonları”nı anlatmak için kullanılmaktadır. Yani, normal şartlarda vücudun reaksiyon vermesini beklemediğimiz bazı maddelere reaksiyon vermesini tanımlar. Alerjik hastalıklar bulgu olarak sanki tek bir organı ya da sistemi ilgilendiriyormuş gibi dursa da, aslında sistemik bir hastalık tüm vücudu ilgilendirir. ÇOCUKLARDA AĞIZ KOKUSU .............. 3 DİYABET HER YAŞTA GÖRÜLEBİLİR ... 4 ONKOLOJİ HEMŞİRELERİ PANELİ ....... 9 KANSERLİ HASTALAR KONGRESİ ...... 13 YETERLİ VE DENGELİ BESLENME ..... 14 KALP HASTALIĞI VE STRES ................ 15 Genel olarak alerjik şikayetlerin; yer, mevsim (mevsimsel, yılboyu), çevre faktörleri ile ilişkisi, diğer aile üyelerinde benzer alerjik şikayetlerin (atopik bünye) görülmesi gibi özellikleri de önem taşımaktadır. BEBEKLERDE İSHAL ........................... 17 Avrupa Onkoloji Hemşireliği Derneği (EONS) Başkanı Yrd. Doç. Dr. Sultan KAV: ÖKSÜRÜK DEYİP GEÇMEYİN SİGARANIN ZARARLARI ........................ 2 Bu hastalıklar; göz, deri, solunum ve sindirim sistemi gibi birçok sistem ve organı etkilemektedir. sayfa 8’de 14 Y IL :1 SAY I:4 N İSAN 2010 “EONS, 29 Avrupa ülkesinde 22.000 hemşireyi temsil etmektedir.” sayfa 5’de GÖZ DAMLALARI ................................ 16 DR. MUSTAFA AYDIN ÇEVİK .................. 18 Doç. Dr. Nurullah Zengin Baþyazý n.zengin@numunegazetesi.com Kanser Haftası ve Düşündürdükleri Ülkemizde 1971 yılından bu yana Nisan ayının ilk haftası Kanser Haftası olarak kabul edilir. Çeşitli etkinliklerle önemi her geçen gün artan bu sağlık sorunu ele alınır ve toplum düzeyinde farkındalığın artırılması amaçlanır. sayfa 11’de 0 2 Nis a n 2 0 1 0 N u m u n e G a z et es i H A B ERLER Sigaranın Zararları Aysun PALALI Yarın a.palali@numunegazetesi.com Sigaranın, vücudun çeşitli organlarında yaptığı tahribat ve kanserin yanında cilt sağlığı ve güzelliğinize de zararları vardır. İşte sigaranın zararları: Ağız kokusu yapar, diş ve diş eti hastalıklarına yol açar. Dudak, yanak ve gırtlak kanserine neden olur. Hatta sigarayı yakmadan dudağında taşıyan yada tütün çiğneyenlerde de ağız için kanserleri görülür. Dilde, tat alma duyusunda bozulmalar olur. Beyin hücrelerinin ölümüne yol açar. Öğrenme bozuklukları, hafıza zayıflığı ve erken bunama görülür. Göz merceğinin saydamlığının azalmasına yani katarakta sebep olur. Cildin yapısının bozulmasına neden olur. Leke ve kırışıklık oluşur. Selülitlere sebep olur. Burunda koku alma duyusu azalır. Sinüzit, farenjit, bademcik ve orta kulak iltihabı gibi üst solunum yolu hastalıklarına yol açar. Damar sertliğini hızlandırır. Beyin ve kalpte damar tıkanıklığına neden olur. Kalp krizi ve tansiyon yükselmesi görülür. Erkeklerde iktidarsızlığın başlıca sebeplerindendir. Ayrıca mesane kanserinin önemli nedenlerindendir. Akciğerlerde çeşitli hasarlara, astım ve kronik bronşit gibi hastalıklara neden olur. Bronşlarda ve akciğerlerde birçok çeşit kanserin oluşmasına neden olur. Gastrit, ülser ve reflü hastalığına sebep olur. Mide ve yemek borusu kanserine yol açar. Gebelikte tüketilen sigara düşük doğumlara ve bebekte gelişme geriliğine neden olur. Erken menopoz ve rahim kanserinin sebebidir. Parmaklarda sararmaya ve tırnaklarda zayıflamaya yol açar. Kemik erimesine neden olur. Burger hastalığına sebep olur. Bu hastalık, el ve ayaklardan başlayarak tıkanıklığa yol açar ve uzuvların kesilmesi gerekir. Vücutta yorgunluk, uykusuzluk hali, stres, gerilim, performansta düşme ve reflekslerde azalma görülür. Pankreas kanseri riski artar. Hastalık, yara ve ameliyat tedavileri uzun sürer. Kullanılan ilaçları etkisizleştirebilir. Bütçenize yük olur, çevre kirliliğine yol açar, yangınların en önemli sebeplerindendir. Çocuklarınız kanseri önleyen genlerden yoksun hayata gelir. Hamilelerde %10–15 eksik kiloda doğuma ve bebek zeka eksikliğiyle doğar. Çevrenizdekileri de bu zararları verirsiniz. Çocuğunuzun sigaraya başlama oranı daha fazladır. Dumansız Hava Sahası için sizde destek verin “Sigara içmek öldürür” “Hamile iken sigara içmek bebeğe zarar verir” “Sigara içmek kan akışını yavaşlatır ve cinsel iktidarsızlığa neden olur” Yukarıdaki cümleler, sigara paketlerinin üzerinde alenen yazıyor… Bu cümlelere rağmen sigara içme oranı ülkemizde hala çok yüksek düzeyde seyrediyor. Son yıllarda getirilen bazı düzenlemeler ile sigara içme oranı düşüşe geçmekle birlikte bu azalış hala yeterli oranda değildir. Bilindiği gibi sigara başta olmak üzere tütün tüketimi ve pasif içici olarak ortamda içilen bu tütünlerin dumanına maruz kalma çok ciddi hastalıklara, sakatlıklara ve hatta ölümle sonuçlanabilecek sorunlara neden olmaktadır. Bu doğrultuda birçok gelişmiş ülke de olduğu gibi, ülkemizde de sigaraya karşı yeni düzenlemeler yapılmakta, önlemler alınmaktadır. Ülkemizde Sağlık Bakanlığı’nın başlattığı ‘Dumansız Hava Sahası’ projesi bireylerin ve dolayısıyla toplumun yaşam kalitesini yükselten çok yerinde bir uygulama olmuştur. Bu proje ile artık halkın ortak kullandığı, kapalı mekânlarda sigara içme yasağı başlamıştır. Bu düzenleme ile yaklaşık bir yıldır kapalı alanlarda temiz hava soluma hakkımıza kavuştuk, %100 Dumansız Hava Sahasına kavuştuk. gereksiz bilgiler :) BUNLARI BİLİYOR MUSUNUZ ? Yapılan bir deney sonucunda sigara içindeki katran maddesinin bir farenin sırtına sürüldükten sonra, farenin sırtındaki o bölgede kanser oluştuğunu. Türkiye’de her 25 kişiden birinin astım hastası olduğunu. Hawaii alfabesinde sadece 12 harfin bulunduğunu. İnsan saçının 3 kg. ağırlık kaldırabilecek esneklikte olduğunu. Beethoven’ın beste yapmadan önce kafasını soğuk suya soktuğunu. Dört tane gözü olan köpek balıklarının olduğunu. Yengeçlerin altındaki keselerinde yüzlerce yengeç yavrusu olduğunu. Şempanzelerin en sevdiği yiyeceğin karınca olduğunu ve bu karıncaları yerden bir çubuk bulup o çubuğu tükürükleyip daha sonra çubuğu karınca yuvasına sokup çekerek karıca tuttuğunu ve yediğini. Bu projeye, başta bir kısım sigara içenler öncelikli olmak üzere hizmet sektöründe faaliyet gösteren (lokanta, cafe, kahvehane v.b. gibi) bazı esnaflarda ekonomik kaygılarını öne sürerek karşı çıkmaktadırlar. Bu çevreler bu yasakların kendi hizmet bölgelerini kapsayacak şekilde esnetilmesini, yumuşatılmasını talep ediyorlar… Bu kişilere sormak lazım, toplum sağlığı onların ekonomik kazançlarından daha mı önemsiz veya önceliksizdir? Ve yine onlara sormak lazım kendi çocuklarının sigara içmedikleri halde pasif içici olmalarına razılar mı? Eğer bir ülkenin halkına zarar veren kitlesel bir sorun söz konusu ise, bireyler kendi çıkarlarını göz ardı edebilmelidir. Her zaman ülkem ve milletimiz ‘ben’ den daha kıymetli olmalıdır. Şu an farkına varılmasa da ileride yeni nesil gençler gittikleri mekânlarda sigara ve dumanına maruz kalmayarak sigarayı örnek almayacak, içmediği halde dumanından zarar görmeyecektir. Orta ve hatta kısa vadede yeni nesil sigaradan uzak duran daha sağlıklı bireyler olacaktır. Bu kampanyanın başarılı bir şekilde devam etmesi ile bugünü ve geleceği çok daha sağlıklı bir Türkiye ve sağlıklı nesiller yetişecektir... Bizim, ailemizin, çocuklarımızın, sevdiklerimizin soluduğu havayı hiç kimsenin kirletme hakkı yoktur. Tertemiz bir Türkiye ve sağlıklı bir gelecek nesil için, Dumansız Hava Sahasını tüm kalbimle destekliyorum. İnsanları ve ülkesini seven her vatandaşın da bu kampanyaya destek vermesini bekliyorum… Ve son söz; gittiğimiz mekanlarda bu kampanyayı esnetmeye, delmeye çalışanları uyaralım, temiz havamıza sahip çıkalım. N u m u n e G a z et es i Sağlık Bakanlığı TV programlarına el attı Sağlık Bakanı Prof. Dr. Recep Akdağ, halkı direkt yönlendiren ve etkin bilgilendirme platformu olabilecek alan olarak görülen televizyonlarda yayınlanan film, dizi, sağlık programları v.b. gibi yayınlarda ‘sağlıkta doğru bilgilendirme yapılması’ için çalışmalara başladı. Bu kapsamda Bakan Akdağ, ilk olarak bu yayınların yöneticileri ile bir araya gelerek neler yapılabileceğini, Sağlık Bakanlığı olarak nasıl katkı yapabileceklerini anlattı. Söz konusu bu toplantılarda Sağlık Bakanlığı olarak her türlü yardıma hazır olduklarını ifade eden Bakan Akdağ, Temel Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü bünyesinde kurulan Sağlığın Teşviki ve Geliştirilmesi Daire Başkanlığı’nın danışmanlık hizmeti verebileceğini ifade etti. Akdağ; film, dizi senarist ve yapımcılarıyla buluştu Sayın Bakanımız Prof. Dr. Recep AKDAĞ, dizilerin ve filmlerin senarist ve yapımcılarıyla bir araya geldi. Dizilerde ve filmlerde meydana gelen tıbbi hataların tartışıldığı toplantıya son günlerde çok izlenen birçok dizinin yapımcı ve senaristleri de katıldı. Sayın Bakanımız; Film ve dizilerde işlenen tıbbi konuların halkımız tarafından yanlış anlaşılmalara meydan vermeyecek şekilde yer alması hususunda dizilerin ve filmlerin, senarist ve yapımcılarına büyük görev düştüğünü belirtti. Akdağ; sağlık programı temsilcileri ile bir araya geldi Sağlık Bakanı Prof. Dr. Recep AKDAĞ, yazılı ve görsel medyada yer alan sağlık programı temsilcileri ile bir araya geldi. Ülkemizde ulusal düzeyde yayın yapan televizyon kanallarında yer alan ve izlenme oranları yüksek olan sağlık programlarının yönetmen, yapımcı ve sunucularının katıldığı toplantıya bazı dergilerin temsilcileri ile sağlık alanında faaliyet gösteren internet sitesi editörleri de katıldı. Toplantıda, televizyonlarda yayınlanan sağlık programları ile dergi ve internet sitelerinde yer alan yayınların halkın sağlığı üzerinde yaptığı etkilere ilişkin görüş alışverişinde bulunuldu. Yapılan yayınların halkın sağlık bilinci üzerinde oluşturduğu olumlu etkilerle beraber, bazı yayınlarda karşılaşılan olumsuz örneklerin de tartışıldığı toplantıda, vatandaşın doğru sağlık bilgisine ulaşması konusunda özellikle televizyonlarda yer alan sağlık programları üzerine büyük sorumluluklar düştüğü ifade edildi. Çocuklarda Ağız Kokusu önlenebilir bulundurularak, normal düşme zamanı gelmemiş tüm süt dişleri ve daimî dişler mutlaka tedavi edilmelidir. Çocuklarda erişkinlere göre daha seyrek görülmekle birlikte dişeti iltihaplanmalarına bağlı da kötü ağız kokusu olur. Sıvı tüketiminin azlığı ve bazı ilaçların kullanımına bağlı olarak gelişen ağız kuruluğu Ağız kokusu özel ve sosyal yaşamımızı olumsuz etkileyen, ağız ve diş sağlığı kadar genel sağlık hakkında da önemli ipuçları veren bir olgudur. Çocuklarda ağız boşluğu kaynaklı kötü ağız kokusunun sebepleri ve tedavi yöntemleri ise aşağıdaki gibidir. Ağız hijyeninin yapılmaması ya da eksik uygulanması Çocuklarda alerjik kökenli rahatsızlıkların tedavisinde sıklıkla kullanılan antiallerjik ilaçlar tükürük akış hızını azaltarak ağız kuruluğuna sebep olur. Sıvı tüketiminin arttırılması ve şekersiz sakız çiğnenmesi ile tükürük akışının artırılması ilacın kullanıldığı dönemde görülen ağız kuruluğunu büyük oranda engeller. Mentollü pastiller ise ilk etapta kokuyu giderir gibi görünse de ağız kuruluğunu daha da arttırdığı için dikkatli kullanılmalıdır. Dil kökündeki mantar enfeksiyonları Dil yüzeyinin fırçalanması ve medikal tedavi ile engellenebilir. Yalancı emzik ve biberonun uzun süre ağızda tutulması Çocuğunuzun diş ve dil yüzeyinde biriken besin artıkları normal ağız florasında bulunan bakteriler tarafından kullanılması ve bunun sonucunda açığa çıkan sülfürlü bileşikler kötü ağız kokusuna neden olmasıdır. Dişlerin 2 dakika boyunca hiç diş yüzeyi atlamadan fırçalanması ile ağız kokusu giderilebilir. Diş yüzeyleri ile birlikte mutlaka dil de fırçalanmalıdır. Çünkü dil yüzeyinde oldukça fazla bakteri birikir. Bakteri çoğalmasını hızlandırdığı için ağız boşluğunda istenmeyen kokulara neden olabilir. Çocuğun beslenmesinde ve sakinleştirmesinde kullanılan malzemenin dezenfeksiyonuna özen gösterilmeli, hasar görmüş bölgelerde bakteri üreyebileceği için gerektiğinde bu ürünler yenisi ile değiştirilmelidir. Ağız hijyeninin uzun süre ihmal edilmesi Sindirim gerçekleşene kadar kötü ağız kokusuna neden olur. Bu durumda da diş çürüklerinin ve diş eti iltihaplanmalarının oluşması kaçınılmazdır. Diş çürükleri patojen mikroorganizmalar için zengin ve temizlenmesi zor bölgeler olduğu için ağız kokusu diş çürüğü varlığında daha da şiddetlenir. Ağız kokusunun yanı sıra ağrı ve enfeksiyon gibi diğer ciddi problemlere de neden olabileceği göz önünde Ni san 2010 H A B ERLER Tüketilen kokulu gıdalar Ağız boşluğunda gelişen tümörler En son düşünülmesi gereken neden olup tümöre bağlı oluşan yaralar sonucu kötü ağız kokusuna yol açabilir. Böyle bir durumda şişlik, ağrı gibi diğer belirtilerin de değerlendirilmesi gerekir. 03 Doç. Dr. Hürrem BODUR Editörden h.bodur@numunegazetesi.com Hastane Enfeksiyonları Gerek ulusal gerekse uluslar arası yazılı ve görsel basında sık sık haber konusu olan hastane enfeksiyonları tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de giderek artan önemi ile özellikle hastanelerde yatan hastalar için zaman zaman yaşamı da tehdit edebilen sorunlara neden olabilmektedir. Nedir Hastane Enfeksiyonu? Neden bu kadar önemlidir? Hastane enfeksiyonu adından da anlaşılacağı üzere hastanede kazanılan, hastane ortamında bulunan mikroorganizmaların etken olduğu enfeksiyonlardır. Burada, hastane ortamında genellikle antibiyotiklere dirençli mikroorganizmaların kullanılan antibiyotikler ve dezenfektanlar nedeni ile dirençli olanlarının hakim mikroflorayı oluşturmasının yanında, altta yatan hastalığın ve uygulanan tedavi yöntemlerinin de büyük önemi vardır. Özellikle Üniversite ve Eğitim Araştırma Hastaneleri gibi 3. basamak hastanelerde; yoğun bakımlarda, yeni doğan servislerinde ve cerrahi girişim yapılan hastalarda sorun olur hastane enfeksiyonları. Bunun yanında hastane enfeksiyonları kanser hastalarında, organ yetmezliği olanlarda, kemoterapi veya radyoterapi uygulanmış hastalarda daha ağır seyreder ve hayatı tehdit edici boyutta sorunlara neden olabilir. Hastane enfeksiyonları önemli, çünkü; Hastane enfeksiyonları hastanede kalış süresini uzatmakta, yatak işgal oranını artırmakta, maliyet artışına neden olmakta, iş gücü kaybına yol açmakta, hasta ve yakınlarının psikolojisini olumsuz etkilemekte ve en önemlisi de hastanın sakat kalmasına veya hayatını kaybetmesine neden olabilmektedir. Hastane enfeksiyonlarının doğurduğu olumsuzlukları mümkün olduğunca önlemeye, en azından azaltmaya yönelik “Enfeksiyon Kontrol Komiteleri” marifeti ile hastane enfeksiyonlarını önlemeye yönelik tedbirler alınmaktadır. Bu komiteler, hastaneye tanı ve tedavi için yatan hastalara hastane enfeksiyonu etkeni mikroorganizmaların bulaşmasını önlemeye yönelik tedbirleri almakla görevlidir. Ayrıca hastane temizliğinden, tıbbi atıkların toplanmasına, hastane enfeksiyonu ile ilgili kayıtların tutulmasından, etken mikro organizmaların tespit edilmesine, kullanılacak uygun antibiyotiklerin seçilmesinden, hastane enfeksiyonu gelişmiş hastaların izolasyonuna kadar bir dizi kuralları belirlemek ve hastane çalışanlarını bu kurallara uyma konusunda eğitmek gibi sorumlulukları vardır. Peki hastane enfeksiyonları konusunda hasta ve hasta yakınları ne yapmalı ne yapmamalıdır? Bir sonraki sayımızda bu konuya değinmek umuduyla... 0 4 Nis a n 2 0 1 0 N u m u n e G a z et es i H A B ERLER Diyabet (Şeker) Hastalığını yakından tanıyalım Doç. Dr. Celil GÖÇER Diyabet her yaşta görülebilir Dr. Sevgin BİÇER DİYABET NEDİR? (Şeker Hastalığı) Yediğimiz besinlerin sindirimi sonucu oluşan ve kana geçen şekerin kandan hücre içine giremeyip sürekli olarak kanda kalması sonucu kanda şeker miktarının yükselmesiyle kendini gösteren, ömür boyu süren bir hastalıktır. Yiyeceklerle alınan şekerlerin vücutta yakılarak enerjiye dönüşme sisteminin bozukluğudur. ŞEKERİN HÜCRE İÇİNE GİRMESİ NASIL OLUR? Yiyeceklerde bulunan karbonhidratlar (çoklu şekerler) sindirim kanalında parçalandıktan sonra glikoz (basit şeker) olarak kana geçer. Vücudumuzda pankreas adı verilen, midenin arka tarafında yer alan bir organ vardır. Bu organ insülin denilen bir hormon salgılar. Normalde insülin kana geçen bu şekerle birleşerek şekerin hücre içine girmesini, dolayısıyla yakıt olarak kullanılmasını sağlar. Yani kanımızdaki şeker miktarı insülin hormonu tarafından dengede tutulur. BİZ ŞEKERİ HANGİ BESİNLERDEN ALIRIZ? Biz şekeri ya şekerli yiyeceklerden yada ekmek, patates, makarna pirinç gibi şeker (karbonhidrat ) içeren besinlerden alırız. Ayrıca şeker karaciğer denilen organımız tarafından da üretilir. ŞEKER İÇEREN GIDALAR ALINDIKTAN SONRA NE OLUR? Şeker içeren gıdalar ağızdan alındıktan sonra kandaki şeker miktarı yükselir. Buna cevap olarak pankreastan insülin salgılanır. İnsülin kana geçen bu şekerle birleşerek şekerin hücre içine girmesini, dolayısıyla yakıt olarak kullanılmasını sağlar. DİYABETTE ŞEKER NEDEN HÜCRE İÇİNE GEÇEMEZ? Pankreas denilen organımızdaki bozukluk sonucu insülin denilen hormon üretilemez veya üretilir ama üretilen insülin görevini tam yapamaz (İnsülin denilen hormon yeterli miktarda salgılanamaz, yada salgılanan insülin dokularda yeterince etkili olamaz- vücut hücreleri pankreasın salgıladığı insüline yeterince cevap veremez). Yani şekerin bağlanıp taşınacağı madde ya yoktur yada yapısında bozukluk vardır. Bu nedenle de şeker kendini taşıyacak bir madde bulamadığı için kandan hücrelere geçemez. İnsülin hücre girişlerini anahtar gibi açar şekerin hücre içine girmesini sağlar. İnsülin olmazsa bu hücre girişleri açılamaz ve şeker hücre içine giremez ŞEKER KAN DAMARLARININ İÇİNDE KALIRSA NE OLUR? Arabaların çalışması için enerjiye ihtiyacı vardır. Bu enerji benzinden sağlanır. Vücudumuzun çalışması, yani günlük aktivitesini (yürümek, koşmak, oturmak v.s. ) yapabilmesi için de enerjiye ihtiyaç vardır. Vücudumuz da bu enerjiyi şekerden sağlar. Şekerin enerji verebilmesi için hücre içine girmesi lazımdır. Şeker hücre içine girer, hücre tarafından yakılarak enerji verir. Şeker hastalarında insülinin yetersiz veya eksik olmasından dolayı glikoz (şeker) hücre içine giremez. Yani şeker hastalarının hücrelerinde şeker enerjiye dönüştürülemez. Bunun sonucunda hücrelerin ihtiyacı olan enerji karşılanamaz. Hücreler enerji olmadığı için çalışamazlar. Yani şeker hastalarının günlük aktivitesini (yürümek, koşmak, oturmak v.s. ) yapabilmesi zorlaşır. Bunun sonucunda da yorgunluk, halsizlik olur. Ayrıca glikoz denilen şeker hücre içine giremediği için de kanda birikmeye başlar ve kan şekeri de aşırı miktarda yükselir. Bunun sonucunda da aşırı miktarda biriken şekerin atılabilmesi için idrar yapma ihtiyacı artar. Çok fazla miktarda idrar yapınca vücudun su ihtiyacı artar. Hücrelerin kendi ihtiyaçları için gerekli olan şekeri alamamaları nedeni ile kaslarda yorgunluk, zayıflık ortaya çıkar. Hücreler gereken enerjiyi bu kez başka yerden bulmaya çalışırlar Vücudumuzdaki yağları yakmaya başlarlar. Bu da kilo kaybına sebep olur. DİYABET HANGİ YAŞLARDA GÖRÜLÜR? Diyabet her yaş grubunda görülebilir. KAÇ ÇEŞİT DİYABET VARDIR? Başlıca 3 çeşit diyabet vardır. Bunlar: • Tip1 Diyabet, • Tip2 Diyabet, • Gestasyonel diyabet dediğimiz gebelikte görülen diyabettir. TİP1 DİYABET NEDİR? Genellikle genç yaşlarda görülen, pankreasta insülin salgılayan hücrelerin harabiyeti sonucu mutlak insülin eksikliği ile ortaya çıkan diyabettir ve ömür boyu sürer. TİP1 DİYABETİN TEDAVİSİ NEDİR? Tip1 diyabetli olan hastaların pankreasları insülin üretmediğinden tedavi şekli ömür boyu insülin kullanımıdır(İnsülin iğnesi yapılmasıdır). TİP 2 DİYABET NEDİR? Genellikle ileri yaşlarda görülen diyabet tipidir. Pankreastan insülin salgılanmaktadır. Ancak salgılanan insülin miktarı ya vücudun normal fonksiyonlarını yerine getirmek için gerekenden azdır yada insülin çeşitli nedenlerden dolayı gereken etkiyi gösterememektedir. TİP 2 DİYABETİN TEDAVİSİ NEDİR? Ağızdan ilaç alımı veya bazı vakalarda insülin iğnesi yapılmasıdır. DİYABET TEDAVİSİ SADECE İNSÜLİN VE AĞIZDAN ALINAN İLAÇLARDAN İBARET MİDİR? Diyabetin tedavisinin ilk basamağı uygun zamanda ve uygun miktarda beslenmedir. Diyabetin tedavisinin ikinci basamağı ise uygun zamanda ve uygun dozda ilaçların ağızdan alınımı ve/veya insülin kullanımıdır. ŞEKER HASTALIĞININ BELİRTİLERİ NELERDİR? Çok su içme Çok idrar yapma Ağızda kuruluk Halsizlik Genç yaş grubundaki hastalar komada gelebilirler. Erişkin yaş grubundaki şeker hastalarında belirtiler çok açık olmayabilir. Beyaz Köşe c.gocer@numunegazetesi.com Hekimlerin Sahibi Yok mu? Bir meslek düşünün, baştan sona fedakarlık üzerine kurulu. Mesai kavramı yok, acil hastası olduğunda gece gündüz demeden acil serviste, ameliyathanede görev başında. Bu görevi yaparken asla yüksünmez, alışmıştır asistanken, internken 36 saat çalışmaya. Her yardım istendiğinde hayır demek aklının ucundan dahi geçmez. Hekimlik tabi ki bu meslek, bizim mesleğimiz, yaşam biçimimiz, her şeyimiz. Peki hastaların iyileşmesi söz konusu olduğunda hassasiyeti tartışılmaz olan hekimler kendi özlük hakları olduğunda neden bu kadar duyarsızlar? Bütün sağlık sisteminin olumsuzluklarının kendi üstüne yıkılmasına, 40 yıllık fedakar çalışma hayatından sonra 1400 lira emeklilik maaşına bağlanmalarına niçin ses çıkarmazlar. Hadi diyelim maaşı az ama part-time çalışarak hekimlik itibarına az çok uyacak bir gelir elde ettikleri için sessiz kalıyorlardı. Peki bu part-time çalışma hakları karşılığında hiçbir şey verilmeden ellerinden alındığında niçin sessiz kaldılar veya tepkileri hekimlik gücüne hiçbir şekilde uymayacak oranda cılız kaldı? Ben cevabını biliyorum: Tepki vermek için bağırıp çalışmak, vasıfsız bir şekilde sokağa çıkmak hekimliğin ağırlığına uygun değildir. Hekimler istediler ki, haklarının mücadelesini meslek örgütleri olan tabip odaları ve Türk Tabipleri Birliği versin. Ama olmadı. Neden olmadığını da biliyor hekimler. Çünkü hekimlerin meslek örgütü olan Türk Tabipleri Birliği’nin gücü hekimlik ağırlığını taşıyamıyor. Çünkü Türk Tabipleri Birliğimiz, mensuplarının yani hekimlerin özlük haklarından, azaltılan itibarından daha çok başka konularla ilgileniyor, siyaset yapıyor. Basit bir google taramasıyla TTB başkanının faaliyetlerini incelememiz bunu göz önüne sermek için yeterlidir. Hekim özlük haklarını düzeltmek, hekimlerin ağır çalışma koşullarını iyileştirmek için ilgili kurumlarla yapıcı diyalog kurmak yerine keskin militan ağzı ile köprüleri atıyorlar. Hal böyle olunca her söyledikleri, bunlar zaten ideolojik önyargı ile hareket ediyorlar şeklinde algılanıyor. Türk Tabipleri Birliğimizin yöneticilerinin elbette kendilerini ait hissettikleri bir ideolojileri olabilir, olmalı da, ancak bu siyasi söylemlerini hekimlerin meslek örgütünün çatısı altında dillendiremezler. Siyasi söylemin yeri siyasi partilerdir. Meslek odamızın siyasi görüntüsü en çok hekimlere zarar vermektedir, hekimleri sahipsiz bırakmaktadır. Fıkra bu ya, bir İngiliz temizlik işçisine sormuşlar, bir gün başbakan olsan neler yapardın diye. İşçi, biraz düşündükten sonra önce çöplerin düzenli toplanmasını, ayrıştırılmasını sağlarım. Pilleri ayrı, plastikleri ayrı, kağıtları ayrı toplatır, doğaya zarar verilmesini önlerim, sonra geri dönüştürme tesislerinin sayısını yeterli hale getiririm… Uzun uzun sıralamış yapacaklarını, yapacakları da hep kendi işiyle ilgiliymiş, anlatırken de bir taraftan sokağı süpürmeye devam etmiş. Fıkra devam ediyor, aynı soruyu Türk işçiye sormuşlar, bir gün başbakan olursan neler yaparsın? İşçimiz süpürgeyi elden bırakıp rahat şekilde bağdaş kurmuş, bir de sigara yakmış. Sigarasını tellendirirken başlamış anlatmaya, ben başbakan olursam, önce enflasyonu tek haneli rakamlara düşürürüm, kişi başına düşen milli geliri en az iki katına çıkartırım, okullardaki sıkışıklığı azaltırım, herkese ücretsiz sağlık hizmeti sağlarım… Böyle devam edip gitmiş. Yaklaşan Tabip Odası seçimlerinde hekimlerin rahatlıkla mesleğimizin odasıdır diyebileceği, marjinal siyasi uğraşılarla değil sadece hekimlerin sorunları ile ilgilenecek, hekimliğin ağırlığını temsil edebilecek bir meslek odası yönetimine kavuşmasını dilerim. Hekimlik siyasetten üstündür… N u m u n e G a z et es i RÖ PO RTAJ Ni san 2010 05 Avrupa Onkoloji Hemşireliği Derneği (EONS) Başkanı Yrd. Doç. Dr. Sultan KAV: “EONS, 29 Avrupa ülkesinde 22.000 hemşireyi temsil etmektedir.” Numune Gazetesi: Onkoloji Hemşireliği ilk branşlaşan hemşirelik alanlarından birisi. Onkoloji Hemşireliğinin genel hemşirelik uygulamalarına göre ne gibi farklı özellikleri vardır? KAV: Onkoloji hemşiresi; kanserli birey ve ailesinin bakımı ve tedavisinde özelleşmiş hemşiredir. Kanserden korunma, erken tanı, tedavi, rehabilitasyon ve palyatif bakım aşamalarında birey ve ailenin en üst düzeyde işlevlerini sürdürme ve yaşam kalitesini artırmaya yönelik fiziksel, psikolojik, sosyal ve spritüel boyutlarıyla /bütüncül yaklaşımla bakımı planlama, uygulama ve değerlendirmeden sorumlu özel dal hemşiresidir. Onkoloji hemşireliğinin fiziksel, psikolojik, sosyal ve spirituel bakımı bütünleştirmesi beklendiğinden bu hemşirelik alanında; G Kanserle yaşamaya uyum sağlamada hasta ve aileye yardım etmek, G Kanser tedavisini uygulama ve yoğun kanser tedavi programları süresince destek bakım sağlamak, G Kanser ve tedaviye bağlı sorunları önlenmek ve yönetmek, G Tekrarlamış ve ileri evre hastalığı olan bireyler için semptom yönetimi; fiziksel, psikolojik ve sosyal destek sağlamak, G Kanser bakım hizmetlerini en uygun bakımı sunacak biçimde yönetmek, G Kanser bakımında hemşirelik uygulamalarını değerlendirmek ve araştırma yapmak, G Diğer sağlık çalışanlarına öneri, bilgi ve eğitim vermek, G Onkoloji hemşireliği uygulamalarının gelişimine yönelik liderlik yapmak gibi öğeler tanımlanmıştır: Numune Gazetesi: Türkiye’de ve Dünyada Onkoloji Hemşireliği yapılanmasıyla ilgili bilgi verirmisiniz? KAV: Onkoloji hemşireliğinde özelleşme ilk olarak 1950’li yıllarda başladığı söylenebilir. Amerika’da 1947 yılında Colombia Üniversitesi Nelson Öğretmenler Koleji tarafından master düzeyinde ilk onkoloji hemşireliği kursu verilmiş ve Onkoloji Hemşireliği Master Programı ilk olarak 1968 yılında Pittsburgh Üniversitesinde başlamıştır. Amerika’da ilk ulusal kanser hemşireliği konferansı 1973 yılında gerçekleştirilmiş ve 1975 yılında Amerikan Onkoloji Hemşireliği Birliği (ONS) kurulmuştur (Hagopian, 2000). Halen 37 binin üzerinde üyesi olan güçlü bir organizasyondur. Avrupa Onkoloji Hemşireliği Birliği (European Oncology Nursing Society: EONS) 1984 yılında; Avrupa ülkelerindeki kanser hemşireliği uygulamalarını geliştirerek kanserli hastalara sağlanan bakım kalitesini arttırmak ve özel bir dal olarak kanser hemşireliğinin gelişimini desteklemek ve güçlendirmek amaçlarını gerçekleştirmek için kurulmuştur. Halen 29 Avrupa ülkesinden 33 onkoloji hemşireliği derneği EONS’a üyeliğini sürdürmektedir ve EONS yaklaşık 22.000 hemşireyi temsil eden bir kuruluştur. Diğer ülkelerde olduğu gibi Ülkemizde de onkoloji hemşireliğinin kanser alanındaki ve hemşirelik mesleğindeki gelişmelere paralel bir gelişim gösterdiği söylenebilir. Ülkemizde mezuniyet sonrası Onkoloji Hemşireliği Master programı ilk olarak Dokuz Eylül Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulunda başlatılmış ve sonra Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulunda ikinci bir program açılmıştır. Bu iki üniversitede onkoloji hemşireliği master programına devam edilmektedir. Ülkemizde hemşirelere yönelik ilk onkoloji eğitimi 1987 yılında yapılmıştır ve bu toplantıya Amerika Ilınois Üniversitesinden katılan Marian Frederics Sayın Prof. Dr. Leman Birol’ü 1988 yılında Londra’da düzenlenen “Primer Sağlık Bakım Çalıştayı ve 5. Uluslararası Kanser Hemşireliği Konferansı” na davet etmiştir. Onkoloji Hemşireliği Derneği 13 Ekim 1989 tarihinde “Onkoloji Hemşireliği anlayışını ve bilgisini geliştirmek, bu bilgi ve anlayışı yaymak” amacı ile Ankara’da Sayın Leman Birol Başkanlığında 12 üye tarafından kurulmuştur. ilaçlarla çalışan sağlık personelinde sağlık risklerini belirleyebilecek izlemlerin yapılmaması. Derneğin tüzüğünde yer alan diğer amaçlarımız ise; G Hemşirelere onkoloji konusunda eğitim vermek ve erken tanı konusunda bilinçlendirmek, G Toplumu kanser konusunda bilinçlendirmek, G Kongre, konferans, seminer ve kurs düzenlemek G Onkoloji hemşireliğinde araştırmalar yapmak ve yapılan araştırmaları desteklemek, G Onkoloji ile ilgilenen ulusal ve uluslararası kurum ve kuruluşlarla işbirliği yapmak, G Onkoloji hemşireliğindeki yeni gelişmeleri üyelerle paylaşmak, G Yurt içi ve yurt dışı toplantılarda derneği temsil etmek, G Onkoloji hemşireliği konusunda yayın yapmaktır. KAV: EONS ‘un vizyonu; Avrupa da Kanser Hemşireliği potansiyelini fark ettirmek için birlikte ilerlemektir. EONS’un misyonu ise; kanserden etkilenen bireyler için, iyi eğitimli, anlayışlı ve yetkin kanser hemşireliği bakımından yararlanmasını güvence altına almak ve daha sağlıklı bir gelecek sunmaktır. Numune Gazetesi: Türkiye de onkoloji hemşireliğinin sorunları nelerdir ve bu sorunun çözümüne yönelik önerileriniz nelerdir? KAV: Onkoloji hemşireliği alanında özelleşmeyi sağlayacak, sertifikaya dayalı standart ve sistematik eğitim programlarının olmaması. Onkoloji ünitelerinde çalışan hemşirelerde antineoplastik ilaçların güvenli kullanımı ile ilgili temel bilgi, motivasyon ve uygulama eksikliklerinin olması; bu Onkoloji hemşirelerinin yasalar çerçevesinde yapılmış iş tanımlarının olmaması; profesyonel uygulama ve çalışma standartlarının olmaması. Onkoloji ünitelerinde ekip çalışması anlayışının istenen düzeyde olmaması. Numune Gazetesi: Avrupa Onkoloji Hemşireliği Derneği Başkanı olarak hedefleri nelerdir? Çalışma grupları ve güncel Uluslararası kongreler onkoloji hemşirelerini, özellikle gelişmekte olan ülkelerdeki onkoloji hemşirelerini son gelişmelerle buluşturan bir ortam sağlar. EONS aynı zamanda eğitim, araştırma ve politik müzakerelerde onkoloji hemşirelerinin özgün, pratik bakış açısını getirir Kısaca EONS Avrupa da kanser hastaları ve ailelerinin iyi eğitimli, anlayışlı ve yetkin kanser hemşireliği bakımından yararlanmasını garanti eder. EONS olarak öncelikli konularımız; G Avrupa da kanser hemşireliği rollerinde özelleşme ve kapsam çeşitlilikleri çok geniş: herkesin gereksinimlerini karşılayabilecek miyiz? G Avrupa da sürekli mesleki gelişmeleri ulaşılabilir kılmak, G Eğitimde dil engelleri, G Farklı ortamlarda kanser bakımı farkındalığını arttırmak, G Ülkelerin çoğunda hemşireliğin mesleki gelişimi tanınması ve standardizasyonundaki eksikliklerin giderilmesi oluşturmaktadır. Hedeflerimiz ise; G Avrupa daki diğer organizasyonlarla birlikte çalışarak Kanser hemşireliği adına Avrupa Birliği politikalarını etkileyebilecek güçlü bir ses olmak, G EONS un geliştirdiği mezuniyet sonrası eğitim müfredatını uygulamak ve yaymak, G Kongre ve kurslara katılımı arttırmak için destek sağlamak, G EONS için çalışacak diğer meslektaş/üyelere mentorluk yapmaktır. EONS Avrupa’daki diğer organizasyonlarla birlikte iki yılda bir düzenlenen Avrupa Kanser Kongrelerinde hemşirelik programını organize etmekte ve iki yılda bir kendi kongresi olan Bahar Kongresi’ni gerçekleştirmektedir. Bu yıl 7. sini düzenlediği kongre Hollanda’nın Lahey kentinde düzenlenecektir. Bu kongreye Avrupa Ülkelerinde 800 hemşirenin katılımı beklenmekte; ülkemizden ilk kez 60 bildiri gönderildi, şu ana kadar 50 meslektaşımız kayıtlı olduğu bilgisi bizi çok sevindirdi. Numune Gazetesi: Uluslar arası alanda başarılarınızı tebrik ediyor ve temsil ettiğiniz görevinizde sizlere başarılar diliyoruz. Gazetemize zaman ayırdığınız için teşekkür ederiz. KAV: Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi gibi köklü bir geçmişi olan hastanenin halk sağlığı için böyle bir yayın çıkarmasından dolayı kutlarım. Gazetenize bu konuya ilgi duymasından dolayı ben teşekkür ederim. 0 6 Nis a n 2 0 1 0 N u m u n e G a z et es i B A S IN DAN N u m u n e G a z et es i Bebeklerde uyku düzeni nasıl sağlanır Bebeğinizi mayıştığında uyanıkken yatağına koyun. Bu bebeğinizin uykuya dalma süreciyle yatak arasında ilişki kurmasına yardımcı olacaktır. Bebeğinizi sırt üstü, başı yana gelecek şekilde yatırın ve yatağında boğulmasına neden olacak battaniye, tülbent gibi yumuşak nesneler bulundurmayın. Bebeğinize yatışması için biraz zaman verin. Bebeğiniz uykuya dalmak için en rahat pozisyonu bulmadan önce sızlanabilir ya da ağlayabilir. Ağlaması durmazsa, bebeğinizle sakin sakin konuşun ve sırtını sıvazlayın. Yeni anne-babalar için inanması çok güç olsa da bebeklerde uyku düzeni programlanabilir. Bunun için aşağıdaki tavsiyelere bir göz atın... Düzen oluşturun. Yeni doğan bebekler gün boyunca 16 saatten fazla uyurlar. Ancak, her iki saatte bir karınları acıktığı için uyanırlar. Bu durum başlangıçta düzensiz olmasına rağmen, bebeğinizin sinir sistemi geliştikçe ve beslenme aralarındaki süre uzadıkça daha tutarlı bir uyku programı aniden ortaya çıkacaktır. 3 aya kadar, birçok bebek, geceleri her seferinde en az 5 saat uyurken, 6 aylık olduğunda ise gece uykusu aralıksız 9 ile 12 saate kadar çıkabilir. Uyku alışkanlığı kazandırın. İlk birkaç ay için, gece yarısı beslenmeleri ailelerin ve bebeklerin uykusunu bölüyor. Fakat bebeğinize iyi bir uyku alışkanlığı kazandırarak buna yardımcı olabilirsiniz. Gün boyu çocuğunuzun hareket halinde olmasını sağlayın. Bebeğiniz uyanıkken bebeğinizle konuşarak, şarkı söyleyerek ve oyun oynayarak oyalanmasını sağlayın. Bebeğinizin yanında ışık açın ve evde gürültü olmasına özen gösterin. Bebeğinizi kendi odasında soyutlamayın. Gün boyunca süren uyarımlar bebeğinizin gece daha rahat uyumasını sağlar. Bebeğinizin uyukladığı zamanları gözlemleyin. Düzenli uyuklamalar önemlidir, fakat gün boyunca uzun süren uykular bebeğinizin gece uyanık kalmasına neden olur. Tutarlı uyku rutini izleyin. Banyo, şarkı söylemek, kitap okumak ya da sarılmak gibi rahatlatıcı yöntemler deneyin. Yakında bebeğiniz bu yöntemlerle uyumaya alışacaktır. Eğer bebeğinizi uyuturken müzik çalacaksanız, bebeğinizi beşiğine koyun ve her seferinde aynı müziği çalın. Gevezenin biri, konuşma sanatını öğrenmek için Sokrates'in okuluna kayıt olmak ister. Emzik vermeyi deneyebilirsiniz. Eğer bebeğiniz sakinleşmekte zorluk çekiyorsa, emzik bebeğinizi oyalayabilir. Gerçekte, uyku boyunca emzik kullanmak ani bebek ölümü riskini azaltabiliyor. Fakat, burada gizli tehlikeler de var. Eğer bebeğiniz uyumak için emzik kullanıyorsa, gece yarısı emzik ağzından düştüğünde ağlayabilir. Bebekler uykusunda sık sık sallanabilir, kıvranabilir ve bacaklarını karnına çekebilir. Bunlar gürültülü de olabilir. Bazen mızıklama ya da ağlama yatışma belirtisi olabilir. Bebeğinizin aç ya da rahatsız olmadığından eminseniz, birkaç dakika ne olacağını bekleyin. Bebeğinizin gece boyunca ilgiye ve beslenmeye ihtiyacı olduğunda, loş bir ışıkta, yumuşak bir ses tonuyla ve sakin hareketlerle bunu yapın. Bu şekilde davranmanız, çocuğunuza oyun değil, uyku zamanı olduğunu anlatır. Bebeğinizi uyurken asla yatağınıza almayın. Bu bebeğinizin kendi kendine uykuya dalmasını zorlaştırır ve ani bebek ölümü riskini artırabilir. Bazı bebekler, uzun süre aralıksız uyuyabilir, sadece karınları acıkınca uyanırlar. Diğerleri ise tekrar uykuya dalmakta zorluk çeker. Bebeğinizin uyku düzenini ve iletişim şeklini anlamak biraz zaman alabilir. Fakat Sokrates, diğer öğrencilerinden istediğinin iki katı para isteyince, geveze adam itiraz eder. Sokrates adamın sözünü keser ve şöyle der: "Sana bir değil, iki şey öğreteceğim. Birincisi konuşmayı; ikincisi ise susmayı! Bu yüzden iki kat para istiyorum." Ni san 2010 H A B ERLER Bebeğinizin uyku alışkanlığı hakkında endişeleniyorsanız, bir çocuk doktorunun önerilerini dinleyebilirsiniz. Bebeğinizin gece boyunca uyuması, anne-babanın yeteneklerini göstermez. Bu sizin çalışarak, farklı yöntemleri deneyerek öğreneceğiniz basit bir süreçtir. Her şey yoluna girdiğinde herkes için iyi bir gece uykusu olacaktır. 07 Dr. Abdulkadir ÖZBEK Empati a.ozbek@numunegazetesi.com Hekimler İçin Çözüm Zamanı Doğrudan insan sağlığına hizmet eden bir mesleğin mensubu olarak ülkemin insanlarına hizmet ediyorum. Ülkemin bütünlüğünü, bayrağımı, inancımı, insanımızı seviyor; böyle olmaktan onur ve gurur duyuyorum. Bizi savunmak, haklarımızı, hukukumuzu korumak için kurulan meslek örgütümüzün içinde aktif olarak çalışmaya da gönül vermiş bir hekimim. Fakat üzülerek görüyorum ki, Türk Tabipleri Birliği hekimlerin ilgisinden uzaklaşmış; ayrımcılığın tırmandırıldığı ve hakimiyeti marjinal grupların elinde olan bir yer haline dönmüştür. Bu durum öylesine acınacak bir haldedir ki, bu gruplar kendi ideolojik beklentilerini tatmin etmek uğruna hekim kitlesini hiçe saydılar. Çözüm üretilmesi gereken yerlerle uygun bir dil ve üslupla harekete etmeleri gerekirken hekimlerle ilgili en kritik kararların alındığı dönemlerde verilen yasa tasarılarına karşı sessiz kaldılar. Bu birliği, adına ve kuruluş amacına uygun faaliyetlerde bulunan, hekimlerin birliğini ve gücünü temsil eden, etkili bir meslek örgütü olma konumundan yoksun bıraktılar. Şimdi hekimler mevcut durumlarında gözle görülür bir iyileştirme yapılmasının beklentisi içindeler. Emeklilikle ilgili yapılacak yeni düzenlemenin, yasanın çıktığı günden itibaren emekli olacak bütün hekimleri kapsamaması önemli bir hayal kırıklığı yarattı. Hekimler performansa bağlı olarak elde ettikleri döner sermaye gelirlerinin devamlılığıyla ilgili kaygı duyuyorlar ve temel maaşta yapılan iyileştirmeleri yetersiz buluyorlar. Hekimlerin yasal meslek örgütü olan TTB yönetiminin meslekteki gelişmelerle ilgili çelişkili duruşu ve hekimlerin özlük haklarını savunmaktaki zayıflık ve ilgisizliği birliğe duyulan güveni yok etmiştir. Hekimler kendilerini sahipsiz hissetmektedirler. Bu durum böyle devam edemez, etmemelidir. Artık çözüm zamanıdır. Artık hekimlerin kendi sorunlarının çözümü için meslek örgütlerinde etkin olma, görev alma zamanıdır. Zaman artık gayret gösterme, sorumluluk alma zamanıdır… 0 8 Nis a n 2 0 1 0 N u m u n e G a z et es i H A B ERLER Alerjik hastalıkları daha yakından inceleyelim… Bahar geldi, alerjiye dikkat Uzm. Dr. Sema DEMİR ANEAH Göğüs Hastalıkları Bölümü Alerji ve Alerjik Hastalıklar Alerji, Yunanca 'değişik iş veya değişik reaksiyon' anlamına gelen bir kelime olup tıbbi olarak beklenmeyen “aşırı duyarlılık reaksiyonları”nı anlatmak için kullanılmaktadır. Yani, normal şartlarda vücudun reaksiyon vermesini beklemediğimiz bazı maddelere reaksiyon vermesini tanımlar. Alerjik hastalıklar bulgu olarak sanki tek bir organı ya da sistemi ilgilendiriyormuş gibi dursa da aslında sistemik bir hastalık tüm vücudu ilgilendirir. Bu hastalıklar; göz, deri, solunum ve sindirim sistemi gibi birçok sistem ve organı etkilemektedir. Genel olarak alerjik şikayetlerin; yer, mevsim(mevsimsel, yılboyu), çevre faktörleri ile ilişkisi, diğer aile üyelerinde benzer alerjik şikayetlerin (atopik bünye) görülmesi gibi özellikleri de önem taşımaktadır. Alerjik hastalıkları ve bulgularını kısaca başlıklar halinde özetleyecek olursak; 1. Alerjik rinit ( saman nezlesi) 2. Alerjik konjonktivit (göz alerjisi) 3. Alerjik astım 4. Atopik dermatit (deri alerjisi) 5. Ürtiker (kurdeşen) - anjioödem 6. Alerjik gastroenteropati (mide barsak sistemini ilgilendiren alerjiler) 7. Anafilaksi 8. İlaç alerjisi 9. Böcek alerjileri Alerjik rinit En sık görülen alerjik hastalıktır. Saman nezlesi, bahar alerjisi, burun alerjisi gibi isimleri de vardır. Hapşırma, burun akıntısı (su gibi), burunda kaşıntı ve burunda tıkanıklık bulgularının en az iki tanesinin günde en az bir saatten fazla sürmesi şeklinde bulguları vardır. Bu hastalık polenlere bağlı olarak bahar mevsimlerine özel olabilir, ya da ev tozu akarları (mite) veya hayvan alerjenlerine bağlı olarak tüm yıl boyu sürebilir. Hastalık genel olarak alerjik konjonktivit ve/veya sinüzit bazen de alerjik astım ile beraber görülür. Alerjik konjonktivit Gözlerde kaşıntı, kızarıklık, sulanma ile seyreder, az önce bahsedildiği gibi alerjik rinit ile sıklıkla beraber görülebilir. Daha çok mevsimsel olarak polenlere bağlı görülür. Nefesi iyi kullanmak için pratik bilgiler Nefes Alma Çok derin nefes almayın, böylece nefes alma işiniz kolaylaşacaktır, Bir iş yaptığınızda mutlaka dinlenin ve nefesiniz sakinleştikten sonra yeni bir hareketi yapmayı deneyin, Bunları nefes darlığınız olmasa bile ilke edinin ve uygulayın. Nefes Verme Nefes verme sesinizi dinleyin, daha az güç harcama yoluna gidin, ve çıkan sesi azaltmaya çalışın, Ne kadar hızlı nefes alıp verdiğiniz konusunda huzursuz olmayın. Bu noktalara dikkat ettikçe nefesinizi kontrol etmeyi öğreneceksiniz. Solunum Egzersizleri Kendinize rahat bir pozisyon seçin (bir sandalyede oturun ya da başınızın ve dizlerinizin altına yastık koyun), Bir elinizi önde göğüs kafesinizin hemen altına diğer elinizi de göğüs kemiğinin üzerine koyun, nefes alıp verin ve solunum kasının hareketini izleyin, Yavaş, derin bir nefes alın ve kontrollü olarak verin, Dinleni, 2–3 kez tekrarlayın. Alerjik astım Klinikte en sıklıkla görülen alerjik hastalıklar solunum yolunun alerjik hastalıklarıdır. Bunlardan saman nezlesi ve astım birlikte görülebileceği gibi ayrı ayrı birer hastalık olarak da karşımıza çıkabilir. Saman nezlesi olan hastaların büyük bir çoğunluğunda astım gelişebileceği unutulmamalıdır. Bu hastalarda saman nezlesi şikayetleri ile birlikte öksürük, hırıltı, nefes darlığı gelişmesi astımı düşündürmelidir. Astım solunum yollarının en ciddi alerjik hastalıklarından biridir. Genel olarak yıl boyu alerjik rinitli kişilerde karşımıza çıkmakla beraber, mevsimsel alerjik rinite de eşlik edebilir. Ayrıca daha az da olsa hiçbir şekilde rinit ve/veya konjonktivit olmadan yalnız başına da görülebilir. Hastalarda tüm alerjik hastalıklarda olduğu gibi alerjenle temas sonrası şikayetler başlar. Ürtiker Vücutta kaşıntı, deriden kabarık, kaşıntılı, kızarık lezyonlar şeklinde karşımıza çıkar. Çoğunlukla kısa süreli olup (6 haftadan daha az süren şekilde) bu duruma akut ürtiker denilir. Gıdalar ve ilaçlar akut ürtikerin en sık sebebi olan alerjenlerdir. Şikayetler 6 haftadan daha uzun sürüyorsa bu durumda kronik ürtikerden bahsedilir. Bu hastalarda alerjik sebeplerden ziyade başkaca hastalıklar bu duruma sebep olur. Bu durumda romatizmal hastalıklardan gizli kalmış enfeksiyon hastalıklarına kadar bir çok sebep taranmalıdır. Anafilaksi Alerjen alınmasından çok kısa süre sonra ortaya çıkan ve maalesef dramatik sonuçlar doğurabilen bir durumdur. İlaçlar, gıdalar ve arı zehiri gibi alerjenler en sık sebep olarak karşımıza çıkar. İç sıkıntısı, el ayasında ve ayak tabanında kaşınma, yaygın kaşıntı, tansiyon düşüklüğü ve şok, soluk borusunda şişme ve nefes darlığı gibi bulgular çok ani olarak gelişir ve hastanın en yakın zamanda bir sağlık kuruluşuna gitmesini gerektirir. Alerjik deri hastalıkları Deride kaşıntı, pullanma, renk değişiklikleri, derinin kalınlaşması şeklinde karşımıza çıkan atopik dermatit, hem sık görülmesi, hem de çocuklukta başlayan bu durumun gelecekte saman nezlesi ve astım gibi hastalıkların ön habercisi olması nedeniyle önemli bir alerjik hastalıktır. Derinin ikinci önemli alerjik hastalığı ürtikerdir. Ürtiker, yukarıda da bahsedildiği gibi akut ve kronik olarak iki formda karşımıza çıkabilir. Yuvarlak veya oval, beyaz veya kırmızı şişlikler şeklinde karşımıza çıkar. Lezyonlar birkaç milimetreden birkaç santim büyüklüğüne kadar olabilir. Ürtikerial lezyonlar genellikle 24 saat içinde kaybolurlar. Eğer 24 saatten fazla aynı yerde kalıyorsa vaskülit gibi farklı tanılar düşünülmelidir. Angioödem ise göz kapakları, dudaklar gibi cilt altı yumuşak dokunun daha gevşekçe olduğu bölgelerde şişlik şeklinde karşımıza çıkar. Şişlik olan bölgelerde kaşıntıdan ziyade daha çok hafif ağrı şikayeti vardır ve tipik olarak asimetriktir. Temas yoluyla olan deri alerjileri de bir diğer tipi oluşturur. Çeşitli ilaçlar, metaller, makyaj malzemeleri gibi pek çok nedene bağlı olarak genellikle 24–48 saat süren bir bekleme süreci sonrasında deriden kabarık, kaşıntılı, kızarık lezyonlar gelişir. Geç tip aşırı duyarlılık olarak tanımlanan bu durumda da hastanın alerjenden uzak durması temel kaidedir. Sindirim sisteminin alerjik hastalıkları Besinlere bağlı alerjiler de ağız içi veya ağız çevresinde lezyonlar, ishal, kusma, burunda akıntı, deride şişlik kızarıklık, astım ile karşımıza çıkabilir. Bu durumda hastalar genel olarak kendilerine dokunan gıdayı ayırt edebilirler. Bu gıdanın bulunduğu herhangi bir yiyeceğin alınmaması temel çözümü oluşturur. Böcek alerjileri Birçok böcek zehiri ile ortaya çıkabilen bir durum olmasına karşın, en sık karşılaşılanı arı sokması ile ortaya çıkan alerjik reaksiyonlardır. Reaksiyon bazen maalesef ölüme kadar gidebilen anafilaksi tablosunu da oluşturabilir. Bu tür durumlarda genel korunma yöntemleri yanında diğer bazı alerjik hastalıklarda da uygulanan alerji aşısı (alerjen immünoterapi) hayat kurtarıcı ve yüz güldürücü sonuçlar doğurur. N u m u n e G a z et es i Ni san 2010 H A B ERLER Onkoloji Hemşireleri panelde bir araya geldi 09 Doç. Dr. Erol GÖKA Buradan Bakınca e.goka@numunegazetesi.com Hekimlerin Diğer Grubu Ankara İl Sağlık Müdürlüğü’nün Başhemşire ve Hizmet İçi Eğitim Hemşirelerine yönelik her ay düzenlediği eğitim programı kapsamında, Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nin ev sahipliğinde Altındağ Belediyesi Meclis Eğitim Salonu’nda 31 Mart 2010 tarihinde “Onkoloji Hemşireliği Paneli ”düzenlendi. Panelde, onkoloji hemşirelerinin yaşadığı sorunlar, çözüm yolları ve dünyadaki örneklerinden kesitler anlatıldı. Sosyoekonomik bakımdan kırsal kesime dayalı olan ve hayatını ailesi ve topluma adamış, mesleğinden başka hiçbir düşünmeyen, yaşamayan daha doğrusu bilmeyen hekim tipinden başka bir hekim tipi daha var, kaba bir sosyal gözlemin görebileceği... Sosyoekonomik bakımdan en üstlerde olanlar, elbette hayatı kuşbakışı görebiliyorlar ve bunun doğal sonucu olarak, çocuklarını hekim falan yapmıyorlar. Ben hemen hiç görmedim sosyoekonomik bakımdan en üstten gelen bir hekimi. Sosyoekonomik bakımdan en ileri olan hekimler, çoğunlukla hekimliğin babadan oğula geçme esasına göre, babası ünlü bir hekim olup da onun yolunu izlemiş olanlardı. Panele hastanemiz başhekimi Doç. Dr. Nurullah Zengin, Kanser Savaş Daire Başkan Yardımcısı Operatör Dr. Nejat Ama özellikle yüksek bürokraside yer alanlar ve durumu iyice olan şehir esnafı, çeşitli nedenlerle çocuklarının hekim olmasını istiyorlar. Hekimlerin diğer grubunu bu orta sınıf ve şehirli ailelerin çocukları oluşturuyorlar. Panelde katılımcılar gazetemize yoğun ilgi gösterdiler ve beğenilerini ilettiler. örnek çalışmalarından dolayı Ankara Numune Eğitim Araştırma Hastanesi ve Kanser Savaş Dairesine teşekkürlerini ifade etti. Altındağ Belediye Başkan Yardımcısı Yunus Keleş ise yaptığı konuşmada, insan hayatında en önemli noktanın sağlık olduğunu vurgulayarak, sağlık ekibinden beklentilerinin olduğunu ve bu toplantının beklentilerine fayda sağlayacağına inandığını belirtti. Öngül, Ankara İl Sağlık Müdür Yrd. Dr. Sedat Gülay, Altındağ Belediyesi Başkan Yardımcısı Yunus Keleş, İl Sağlık Müdür Yardımcısı Dr. Çiğdem Şimşek, Avrupa Onkoloji Hemşireliği Derneği (EONS) Başkanı Yrd. Doç. Dr. Sultan Kav, hastanemiz başhemşiresi Uzm. Hemşire Elvan Salman ve diğer davetliler katıldı. Saygı duruşu ve İstiklal Marşının okunmasıyla başlayan panelde, Hastanemizin 129 yıllık geçmişi ve bu geçmişimizde çalışanlarımızın ortaya koyduğu başarıların anlatıldığı ‘Numune Ruhu’ isimli sinevizyon gösterimi gerçekleştirildi. Ankara Numune Eğitim Araştırma Hastanesi Başhemşiresi Uzm. Hemşire Elvan Salman yaptığı açılış konuşmasında; günümüzde kanser tedavi ve bakımında hemşirenin lider rol oynamasının, onkoloji hemşireliği adıyla anılan bir uzmanlığın doğmasına yol açtığını, onkoloji hemşireliğine özgü mesleki ve etik standartların, rollerin belirlendiğini vurguladı. Hastanemiz Başhekimi Doç. Dr. Nurullah Zengin ise yaptığı konuşmada, “ülkemizde sağlık hizmetlerinin daha ileriye götürülmesinde sorumluluklarımızın olduğuna” dikkat çekip, Sağlık Bakanlığı ve Onkoloji Hemşireleri Derneği ile ortak çalışma yaparak, Türkiye düzeyinde 500 hemşireye Kemoterapi Hemşireliği Sertifikası verdiklerini bununla da hasta ve hasta yakınlarının memnuniyetini artırdıklarını, bu nedenle de hekim odaklı anlayış yerine hemşirelerin daha fazla inisiyatif almaları, kendi alanlarında branşlaşmaları gerektiğini ve Onkoloji Hemşireliğinin merkezinde hemşirenin olduğu bir yapıyı gerektirdiğini ifade etti. Ankara İl Sağlık Müdür Yrd. Dr. Sedat Gülay konuşmasında, eğitim alanında güncel tıbbı bilginin paylaşımının devam etmesini, halk sağlığı açısından kanserin önemli bir konu olduğunu, Kanser Savaş Daire Başkan Yardımcısı Operatör Dr. Nejat Öngül ise yaptığı konuşmada, kanserin önemli bir sağlık sorunu olduğunu, doktor hemşire ve ebelerin Ketem’lerde eşit sorumlulukta çalıştıklarını, kanserde 5-10-20 yıllık planlar yapıldığını, taramalarda Meme – Serviks - Kolorektal CA’larla ilgili ulusal standartların belirlendiğini belirtti. Öngül; Ulusal Kanser Danışma Kurulunun 5 yıllık planının; Kanser Kayıtçılığı, Önleme, Tarama, Kaliteli Tedavi, Palyatif Bakım konularını kapsadığını Onkolojide empatik yaklaşıma, özverili ve içsel bir alan olduğuna dikkat çekti. Avrupa Onkoloji Hemşireliği Derneği (EONS) Başkanı Başkent Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Sultan Kav ise konuşmasında, EONS’un tanıtımı, üye ülkeler ve çalışma koşullarıyla ilgili bilgiler vererek ülkemiz adına Avrupa Onkoloji Hemşireliği Derneği Başkanlığını yürüttüğü için mutluluk duyduğunu ifade etti. Panel sonunda katılımcılara teşekkür belgeleri verildi. Bu grup hekim arkadaşlarımız, aileyi maddi bakımdan kurtarmak misyonuyla yetişmiyorlar. Aileleri onlara genellikle iyi bir ilk ve ortaöğrenim tahsili yaptırıyor. Parlak zekaları var ama zekalarını hayat kavgasında başarılı olmak için hırsla bilemek zorunda değiller. Zekalarının bir kısmını ebeveynini mutlu edecek ve onurlandıracak kadar derslerine ayırıyorlar ve zaten bu kadarı da onların tıp fakültesine girmelerine yetiyor. Zekalarının ve enerjilerinin geri kalanını ise, hayatın diğer alanlarına yatırıyorlar. Daha anaokuluna giderken hobiler edinip hayatın eğlenceli alanlarını tanımaya başlıyorlar. Ortaöğrenimden itibaren de derslerden arta kalan zamanlarında arkadaş ilişkileri, spor ve kültürel meraklarla ilgileniyorlar; çoğunun bir flörtü oluyor ve kız-erkek ilişkilerinin inceliklerini öğrenmeye fırsat buluyorlar. Eğitim dışı ilgilerini fakülte yıllarında da sürdürüyor bu meslektaşlarımız. Kırsal kesimden gelenler, derslere gömülmüşken onlar derslere belli bir süre vakit ayırıyorlar. Hobi ve eğlence kültürleri katlanarak gelişiyor; keyifli geçiyor gençlik yılları. Uzmanlık eğitimi sırasında tercihlerini, kendi isteklerini ön plana alarak ve etraflıca düşünüp taşınarak yapıyorlar; pek öyle heder etmiyorlar kendilerini. Genellikle ilk tercihlerine giremeseler de bir uzmanlık eğitimi yapıyorlar. Bu grup meslektaşlarımızın ayırt edici yanlarından birisi, temel eğitimleri sırasında yabancı dil öğrenmeleri, bu sayede mesleklerinde ve bakışlarında hep bir yurtdışı boyutun yer alması. Bazı kliniklerde kırsal kesimden gelenler, kendilerini hasta muayenesine ve bilimsel çalışmaya vermişken, orta sınıf kökenli bu meslektaşlarımızın yurt dışı bağlantılarla daha çok uğraşmaları hemen dikkat çeker. Evlenmeleri de ailelerinden ziyade kendi tercihlerine dayalıdır; hekimlik dışından birçok çevreyle bağlantıları olduğu için eş tercihlerini hekimlik mesleği dışından kimselerle yapmaları büyük ihtimaldir. Hobi ve eğlence kültürüyle ilgili birikimleri, eş tercihlerinde olduğu kadar aile yaşantısında da kendini gösterir. Onlar, bulundukları çevrelerde genellikle saygın, eğlenceli, çok yönlü kişiler olarak tanınırlar. Kendi ebeveyniyle ilişkileri de eşitlik temeline dayalıdır. 1 0 Nis a n 2 0 1 0 N u m u n e G a z et es i H A B ERLER Sıfır Beden mi Sağlıklı Beden mi Çağımızın en önemli sağlık sorunlarından biri olan şişmanlık (obezite), teknolojinin getirdiği yaşam şekli ve ayaküstü beslenmenin ağırlık kazanmasıyla gün geçtikçe artmakta ve kişilerin yaşam kalitelerini düşürmektedir. Ancak bu durum, büyüme ve gelişmede duraklama, adet yaşında gecikme ve adet düzensizlikleri, iskelet sisteminin gelişiminde anormallikler gibi pek çok sağlık probleminin ortaya çıkmasına neden olabilmektedir. Bir yanda değişen beslenme alışkanlıkları, diğer yanda güzel görünmeyi "sıfır beden" gibi ölçülere indirgeyen anlayışı, özellikle gelişme çağındaki çocuk ve ergenler üzerinde olumsuz psikolojik ve fizyolojik etkiler yaratmaktadır. Manken diyetleri, mucize diyetler, şok diyetler gibi hızlı kilo kaybına neden olan ancak uzun vadede önemli sağlık sorunlarına yol açabilen diyetler, medyatik ve ticari amaçlar nedeniyle yaz aylarına yaklaştığımız şu günlerde sıklıkla gündeme gelmekte ve pek çok genç tarafından sıfır beden olma isteğiyle bilinçsizce uygulanmaktadır. Bilinçsizce yapılan çok düşük kalorili sağlıksız zayıflama diyetleri ayrıca; baş ağrısı, konsantrasyon bozukluğu, yorgunluk, kalp ritminde bozukluk, tansiyon düşüklüğü, adet düzensizlikleri, kabızlık, kansızlık, ciltte kuruluk, saç dökülmesi gibi pek çok sağlık sorunlarına da neden olmaktadır. Ergenlerde bir moda haline gelen sıfır beden tutkusu aslında sağlığı önemli ölçüde tehdit eden bir durumdur. Ergen; kendini kanıtlama, kabul ettirme, beğeni toplama isteğinin en üst seviyede olduğu bir dönemdedir. Ergenlik dönemi, fiziksel büyüme, psikolojik ve sosyal gelişimin olgunluğa eriştiği bir dönemdir ve özellikle 11-16 yaşları arasında boy uzunluğu hızla artmaktadır. Genellikle 2-3 yıl süren bu büyüme atağı sırasında, erişkin hayattaki ağırlığın yaklaşık yarısı ve total kemik kitlesinin de yaklaşık %37'si kazanılır. Bu dönemde yeterli ve dengeli beslenme ve düzenli fiziksel aktivite, büyüme hızını yakından etkilemektedir. Büyüme ve gelişim hızının artması ile birlikte gencin dikkati vücudundaki bu değişime odaklanır. Bu dönemde bedensel açıdan hoşnut olunacak bir vücut yapısına sahip olmak en önemli ihtiyaçlarından birisidir. Özellikle genç kızlar, yaşıtlarınca beğenilen ince bir vücuda sahip olma isteğiyle, bilinçsizce ve kontrolsüzce çevreden duyduğu çok düşük kalorili zayıflama diyetlerini uygulayabilmektedir. Bu diyetler, bireyin bazal metabolizma hızının düşmesine, diyetin bırakılması sonrasında hızla verilen kiloların geri alınması sebebiyle de bireylerin sürekli zayıflama diyeti uygular hale gelmesine neden olmaktadır. Aşırı zayıflık, özellikle bağışıklık sisteminin zayıflamasına ve hastalıklara karşı direncin azalmasına, vücut fonksiyonlarının işleyişinde bozukluklara, kronik yorgunluk ve halsizliğe, çalışma veriminde ve yaşam kalitesinde azalmaya neden olur. Sağlıklı ve ideal vücut ağırlığına ulaşmak ve bu kiloyu korumak için öneriler... Ağırlığınızı (kg) boy uzunluğunuzun (m) karesine bölün ve bu oranın 20-25 arasında olmasına özen gösterin. Kısa sürede kilo kaybını sağladığı öne sürülen ve pek çok yan etkisi bulunan çeşitli ilaçlar, gerçek kilo kaybı yerine vücuttan sadece su kaybına neden olan diüretik (idrar söktürücü) ilaçlar bilinçsizce kullanılmamalıdır. Sağlıklı ve kalıcı kilo kaybı için, genel sağlık kontrolünden geçtikten sonra diyetisyen tarafından yaş, kilo, boy, fiziksel aktivite düzeyi ve beslenme alışkanlıklarınıza özgü hazırlanan zayıflama diyetleri ? uygulanmalıdır. Sağlıklı ve kalıcı ağırlık kaybının haftada en fazla 0.5-1.0 kg olması gerektiğini unutmayın. Öğünlerinizi atlamayın. Düzenli aralıklarla günde 3 ana, 3 ara öğün tüketmeye özen gösterin. Yemeklerde hayvansal yağlar yerine bitkisel sıvı yağları ve zeytinyağını tercih edin. Margarin, kuyruk yağı, içyağı gibi katı yağları kullanmayın. Yemeklerinizi pişirirken haşlama, ızgara veya fırında pişirme gibi sağlıklı yöntemleri tercih edin, kızartma ve kavurma yöntemlerinden kaçının. Mevsimine uygun taze sebze ve meyve tüketimini arttırın. İmkânlar çerçevesinde günde en az 5 porsiyon sebze veya meyve tüketmeye özen gösterin. Güvenli besin tüketimi için aldığınız ambalajlı gıdaların etiketlerini mutlaka okuyun, Tarım ve Köyişleri Bakanlığından üretim izni alınmış olmasına dikkat edin. Yemeklerinizi yerken acele etmeyin, iyice çiğneyin. Unutmayın, tokluk hissi midenizden beyninize yaklaşık 20 dakika içinde ulaşır. Yemek yerken başka bir işle (televizyon seyretme, kitap okuma vb.) meşgul olmak farkında olmadan fazla yemenize neden olabilir. Bu yüzden yemeğinizi tek başına bir olay olarak algılayın ve keyif alın. Yemeklerinizi mümkün olduğunca küçük tabaklarda porsiyonlara bölerek tüketmeye özen gösterin. Vücutta oluşan zararlı maddelerin atımı ve barsak sağlığı için günde en az 2 litre su içmeye özen gösterin. Kan şekerini hızla yükselten ve hızla düşüren besinleri tercih etmeyin. Basit karbonhidrat olan saf şeker ve şekerli besinler yerine kepekli ekmek, makarna, bulgur pilavı gibi lifli besinleri tüketmeye özen gösterin. Haftada en az 3 kez ve 30 dakika süreyle düzenli fiziksel aktivite yapmaya özen gösterin. Doç. Dr. Mahir ÖZMEN Görünen Köy m.ozmen@numunegazetesi.com Meslek Örgütleri Ne iş Yapar? Nisan ayı, mayısın ilk haftasındaki tabip odaları seçimleri için, adayların, listelerin son hazırlıklarını tamamlamaya çalıştıkları oldukça yoğun bir ay. İyi de meslek örgütü -bizim örneğimizde Ankara Tabip Odası(ATO)- gerçekte ne iş yapar? Ankara Tabip Odası’nın internet sitesinde (www.ato.org.tr) yer alan “Tabip odasının yasalarla kendisine verilmiş olan başlıca görev ve yetkileri” şunlar; 1- Hekimlerin haklarını korumak, yeni haklar alınması için mücadele etmek 2- Hekimlerin mesleki gelişimlerini (mezuniyet sonrası eğitim, sürekli eğitim gibi) sağlayıcı çalışmalar yapmak 3- Tıp etiğini korumak, geliştirmek. Tıp etiğine aykırı davranışlarda bulunan hekimleri uyarmak ve cezalandırmak 4- Ülkenin sağlık politikaları hakkında fikir üretmek, bu görüşleri yetkililere iletmek 5- Halk sağlığını koruyucu, geliştirici çalışmaları yürütmek ve bu konunun tarafları ile iş birliği yapmak. Pek çok yönetim geçti. Yukarda yazılı olan görevleri yerine getirmek konusunda özverili çalışmalar yapanlar da oldu, yapılanlara seyirci kalanlar da.. Meslekte iyileştirme olabildi mi sorusuna verilecek yanıtı okuyucuya bırakıyorum. Bugün emekli bir klinik şefi geldi hastaneye... Durumunu anlattı... İçler acısı... Bizlerin aynı durumda olmayacağının bir garantisi var mı? 22 yıllık hekimim aldığım maaş pek çok meslek grubunun daha mesleğe başlarken almaya başladığına eşdeğer. Bu süreçte yapılabilen iyileştirmeler ortada... Yani en önemli işlev pek yerine getirilememiş. Hükümetlerin getirdiği yeni uygulamalara odaların ne kadar katkıda bulunabildikleri ya da karşı çıktıklarında ne kadar etkili olabildikleri de tartışılır... Ya da bazen neden her şeye karşı oldukları da... Seçimlerin atmosferine bakıyoruz, hiç bir değişiklik yok... Siyasal görüşler etrafında gruplaşmış hekimler, listeler yarışıyor. Oysa hekimlerin hakları için, mesleki gelişimleri için, halk için, ülkenin sağlık politikaları için yapılması planlananlar, projeler, ötekileştirilen diğer gruplardan farklılıklar neler? Tamam, sağlık alanındaki uygulamalara yönelik yapılması planlanan her şey de siyasi bir bakış olabilir kabul ama... Sırf siyaseten yakın isimlerden oluşan listeler niye... Niye illa da bir listeye ait olunmalı seçilmek için? Her grup çok sayıda yeni üye kaydı yaptı.. O oyların kendisine döneceğinden nerdeyse emin olarak... En zor sınavlarda en yüksek puanlarla bulundukları yerlere gelen en alttaki ve en üstteki hekimlerin davranış biçimi... Elbette hayır... Seçimler siyasi bir yarış havasından çıkarılmalı, sorunlara çözüm odaklı politikalar üreten, vizyonu ve gelecek projeksiyonları olan, halkın sağlığını önceleştirip, sorunlarımızı içselleştirerek çözüm arayan yönetimlere gereksinim var... Gelecek kuşaklara sorunsuz bir meslek bırakabilmek için... Yoksa hekim olmanın ayrıcalığı da avantajı da kalmayacak gençlerin gözünde... N u m u n e G a z et es i Hastanemizde yeni annelere ‘Sevgi Bohçaları’ dağıtıldı “Sevgi Bohçası Projesi”nin pilot bölgesi olan hastanemizde, yeni doğan ünitelerinde dünyaya gelen ihtiyaç Doç. Dr. Nurullah ZENGİN Başyazı n.zengin@numunegazetesi.com Ülkemizde 1971 yılından bu yana Nisan ayının ilk haftası Kanser Haftası olarak kabul edilir. Çeşitli etkinliklerle önemi her geçen gün artan bu sağlık sorunu ele alınır ve toplum düzeyinde farkındalığın artırılması amaçlanır. Bu yılda İstanbul’da yapılan 5. Asya–Pasifik Kanserden Korunma Organizasyonu Kongresi ve Ankara’da yapılan 5. Kanserli Hastalar Kongresi bu etkinliklerin en önemlilerindendir. “Sevgi Bohçası Projesi” ile maddi durumu yetersiz ailelere doğum sonrasında destek olunacak. Yeni doğan bebeklerin ve annelerinin temel ihtiyaçları Türk Kızılayı tarafından karşılanacak. Proje, hastanemizde Türk Kızılayı Genel Başkanı Tekin Küçükali ve Hastanemiz Başhekimi Doç. Dr. Nurullah Zengin tarafından ilk “Sevgi Bohçaları”nın teslim edilmesi ile başladı. Ankara Pilot Bölge 11 Kanser Haftası ve Düşündürdükleri Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi ile Türk Kızılay’ı gerçekleştirdikleri ortak çalışma ile hastanemizde yeni doğum yapan annelere ‘sevgi bohçaları’ dağıtımı gerçekleştirildi. Projenin ana amacını, bebek sahibi olan ve herhangi bir sosyal güvencelerinin olmadığı tespit edilen, maddi imkansızlık içerisindeki ailelerin sosyal yardım ve temel bebek ve anne bakımına yönelik ihtiyaçlarının karşılanması oluşturuyor. Ni san 2010 H A B ERLER sahibi ailelerin bebeklerinin ve annelerinin öncelikli olarak hijyen, giyim eşyası ve benzeri ihtiyaçları karşılanıyor. Doğumun ardından aileye teslim edilen “Sevgi Bohçası”nın içerisinde anne için gecelik, bebek için giyim eşyası, bebek bezi, pişik kremi, ıslak mendil ve bebek şampuanı mevcut. Projenin devamında bebeklerin uygun koşullarda bakılabilmesi için ailelerin sosyal yardım hizmetlerinden ve bebek bakımı ile ilgili bilgilendirme hizmetlerinden faydalanabilmesi hedeflemekte. Bunun için pilot bölge Ankara’da Türk Kızılay’ı Ankara Şubesi’ne bağlı gönüllüler aileleri evlerinde ziyaret ederek, bebek bezi, aile hijyen seti, temel gıda malzemeleri ve bilgilendirici dokümanları aileye teslim edecekler. Türk Kızılayı’ndan Anne Duyarlılığı Pilot uygulamanın ardından, Türk Kızılayı şubeleri aracılığıyla Türkiye geneline yayılması planlan proje, ilk “Sevgi Bohçaları”nın Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Doğum Kliniği’nde doğum yapan 3 aileye teslim edilmesiyle başladı. Minimum Hastalık, Maksimum Sağlık Sağlık, insan yaşamının sürdürülmesinde, yaşam kalitesinin yükseltilmesinde ve korunmasında özel bir öneme sahiptir. Sağlığın korunması ve geliştirilmesi kişinin öncelikle kendi sağlığına sahip çıkması ve sağlık bilincini geliştirmesi ile mümkün olduğu unutulmamalıdır. Maksimum Sağlık İçin Yeterli ve Dengeli Beslenme Düzenli Fiziksel Aktivite Sigarasız Yaşam Stresten Uzak Durma Düzenli Sağlık Kontrolü şarttır. Optimal sağlık için yaşamın her döneminde Yeterli ve Dengeli Beslenme temel unsurdur. “Sevgi Bohçaları”nı teslim alan ailelerin büyük mutluluk yaşadığı gözlemlenirken Türk Kızılay Genel Başkan Tekin Küçükali, “Türkiye’de ilk defa böyle bir projeyi uygulamaya koyuyoruz. Amacımız her zaman olduğu gibi insan onurunu zedelemeden ihtiyaç sahiplerinin gereksinimlerini karşılamak. Bu projenin uygulanmasında Türk Kızılay’ı şubeleri ve Kadın Kolları önemli rol üstlenecek. Kadın Kolları’ndaki gönüllülerimiz anne duyarlılığı ile ihtiyaç sahiplerine ziyaretler gerçekleştirecek.” şeklinde açıklamada bulundu. Hastanemiz Başhekimi Doç. Dr. Nurullah Zengin ise yaptığı açıklamada “Bu anlamlı yardım etkinliğine imza atan Türk Kızılayı’nı tebrik ediyor, emeği geçen herkese teşekkür ediyorum. Hastane olarak sosyal faydayı amaçlayan bu tür projelere desteklerimiz artarak devam edecektir” dedi. Kanser ülkemiz ve dünya için hem önemli hem de önemi her geçen gün artan bir sağlık sorunudur. Öncelikle tanı konan kanserli hasta sayısı artıyor. Hastalığın neden olduğu sosyal, psikolojik ve işgücü kaybı ciddi boyutlarda. Her bir hastanın tedavi maliyeti her geçen gün artıyor; hasta sayısının artışı da işin içine girince toplam harcamalar daha hızla artıyor. Bütün bunlar bilinçli bir kanserle mücadele programını oluşturmak ve uygulamaya koymayı zorunlu kılıyor. Ülkemizde son yıllarda kanserle mücadelede önemli mesafeler alındığına şahit oluyoruz. Öncelikle kanserle ilgili bilgiler daha sağlıklı tutuluyor. Bu sayede ülkemizde kanserin bilinenden daha sık olduğunu gördük. Türkiye’de her yıl yaklaşık 150 bin yeni kanser tanısı konuyor. Kanser erken tanısı için sağlıklı vatandaşlarımıza tetkik yapan Kanser Erken Tanı Tarama ve Eğitim Merkezleri (KETEM)’nin sayısı her ilde en az 1 tane olmak üzere 120’ye ulaştı. Tedavi aşamasında ise hemen her türlü kanser tedavisi ülkemizde başarı ile uygulanabilmekte. Son dönem kanser hastalarının özellik tanıyan bakımları için ciddi bir çaba harcanıyor. Kanserin farklı alanları ile ilgili 100’ün üzerinde bilim insanını bir araya getiren Ulusal Kanser Danışma Kurulu ülkemiz gerçeklerine uygun raporlar hazırlıyor. Bütün bu çabalar Kanser Savaş Daire Başkanlığı’nın organizasyonları ile Ulusal Kanser Kontrol Programına dönüştürüldü ve yayımlandı. Bütün bu çabaların temelinde kanserin, belli tedbirler alınırsa ve günlük hayatımızda bazı değişiklikler yapabilirse yarıya yakınının hiç oluşmadan önlenebileceği gerçeği yatıyor. Korkulan bir hastalık olan kanser bazı şeyler başarılabilirse pek çok hasta için gerçekten hiç oluşmadan önlenebilir. İşte bu noktada toplum olarak sigara ile mücadelenin önemini ifade etmemiz gerekiyor. Sigara bilinen en önemli kanser nedeni. Hayatımızdan çıkarabilsek gelecek nesiller daha sağlıklı olacak; binlerce insan kanser olmaktan kurtulacak. Branşı kanser tedavisi olan bir uzman olarak bir yandan tüm modern tedavileri kullanırken bu konuda gerçek başarının toplumun bilinçlenerek kanserden korunmanın etkili bir şekilde sağlanmasından geçtiğini ifade etmek istiyorum. 12 Nis a n 2 0 1 0 N u m u n e G a z et es i H A B ERLER Hipertansiyon ve Beslenme Önerileri için 10 ALTIN KURAL Baş Diyetisyen Hipertansiyon nedir? Hipertansiyon, kan basıncının normal kabul edilen değerlerin üzerinde (140/90 mmHg ve üzerinde) olmasıdır. Hipertansiyon hastalığının olumsuz etkilerini ortadan kaldırmak /azaltmak için 10 ALTIN KURAL: Aşırı tuz ve tuzlu besinleri (konserveler, turşular, hazır besinler, salamura besinler, tuzlu kuruyemişler gibi) tüketmeyin. Ancak potasyum içeren meyve ve sebzelerin yeterli miktarda tüketilmesi yüksek tansiyon problemini azaltmaya yardımcı olur. Hipertansiyonu olan bir bireyin günlük tuz (sodyum) tüketimi ortalama 2,5 g/ gün'ü geçmemelidir. Ancak tansiyon probleminin oluşmasını engellemek için potasyum mineralinin de ortalama 4,5 g/gün olacak şekilde alınması gerekir. Sodyum alımını bu düzeylerde tutmak için yemekler tuz konmadan pişirilmeli, ekmeğin de az tuzlu f.saracoglu@numunegazetesi.com Kadın Genital Sisteminin Kanserleri Kadın genital sistemi kanserleri için ortak risk faktörleri arasında sigara kullanmak, erken yaşta cinsel ilişkiye başlamak, çok eşlilik, şişmanlık, şeker hastalığı ve cinsel yolla bulaşan hastalıklar sayılabilir. Ayrıca rahim içi kanserlerinin erken yaşta adet gören, daha geç menapoza giren (>52 yaş), doğum yapmamış kadınlarda daha fazla görüldüğü bilinmektedir. Şişmanlık tek başına hafif olduğunda ( 10–25 kg) 3 kat, fazla olduğunda (25 kg’ın üzeri) 10 misli daha fazla rahim içi kanserine neden olmaktadır. Şişman, doğum yapmamış ve geç menapoza giren bir kadında rahim içi kanseri yaklaşık 5 kat daha fazla görülmektedir. Rahim içi ve yumurtalık kanserlerine karşı doğum kontrol haplarının koruyucu etkisinin olduğu ise uzun zamandır iyi bilinen bir durumdur. Hipertansiyon, genellikle arteriol denen küçük kan damarlarının daralması sonucu kanın damar duvarına daha fazla basınç yapmasıyla ortaya çıkmaktadır. 2- Tuz ve sodyum tüketimi azaltılmalı Tuz, güçlü bir damar büzücüdür ve tansiyonu düzenleyen bazı sistemleri etkiler. Besinlerin pek çoğunun içinde bulunan ve tuzun ana maddesi olan sodyum, vücutta sıvı dengesinin sağlanması ve kan basıncının düzenlenmesinde rol oynayan önemli bir mineraldir. Ancak fazla tuz tüketimi büyük risk faktörü oluşturabilmektedir. Bu yüzden tüketilen tuzun miktarı, aynı zamanda cinsi (iyotlu veya iyotsuz oluşu) büyük önem taşır. Üreme Sağlığı En sık görülen kanserlerden olup ülkemizde kadınlardaki tüm kanserlerin yaklaşık 1/6’sı genital sistemden (yumurtalıklar, rahim ağzı, rahim içi, vajina ve dış genital bölge) kaynaklanmaktadır. Yılda yaklaşık 15000 kadın genital kanseri görülmektedir. Ancak istatistikler ülkemizde görülen kanser sayısının her yıl arttığını göstermektedir. Ayşegül Gül 1- Şişmanlığın önüne geçilmeli, ideal kilo korunmalı Vücut ağırlığının olması gerekenin üzerine çıkması, kolesterolün ve tansiyonun yükselmesine neden olacağından kalp hastalıkları riskini artıracak ve yaşam kalitesini azaltacaktır. Bu yüzden kişi, olması gereken kiloyu korumalı, fazla kilosu var ise mutlaka bir Doktor ve Diyetisyen gözetiminde kilo vermelidir. Doç. Dr. Ferit SARAÇOĞLU olmasına özen gösterilmelidir. Sağlıklı tuz tüketimini için; maydanoz, nane, kekik, dereotu, limon suyu, soğan gibi tat vericilerin yemekte kullanımı, tuzun eksikliğini giderecektir. Ayrıca iyotla zenginleştirilmiş tuzlar tercih edilmelidir. Sofrada daha az tuz kullanmak için; sofrada kullanılan tuzluğun deliğinin küçük olması da yardımcı olabilir. 3- Vitamin ve mineral içeren besinler her gün yeterli miktarlarda alınmalı Yeterli vitamin ve mineral tüketimi, yüksek kan basıncı üzerinde olumlu etkilere sahiptir. Meyve ve sebzeyi düzenli olarak tüketen toplumlarda, yüksek tansiyon görülme olasılığı daha azdır. Gün içerisinde 2 porsiyon sebze ve ortalama 4 porsiyon meyve tüketimi ile kan basıncının düzene girmesi sağlanılabilir. 4- Her gün yeterli miktarlarda süt, yoğurt ve peynir tüketilmeli Süt, yoğurt ve peynirde bulunan kalsiyum (Ca) ve magnezyum (Mg) mineralleri kan basıncının düzenlenmesine yardımcıdır. Bu nedenle süt ve yoğurt grubu besinler 2-3 porsiyon, peynir çeşidi olan besinler günde 60 gram tüketilmelidir. Ancak Kolesterol ve şişmanlık riski açısından baktığımızda; bu besinlerin az yağlı veya yağsız olanları tercih edilmelidir. 5- Tüketilecek yağın cinsine dikkat edilmeli Özellikle hayvansal kökenli doymuş yağlar (tereyağı, sadeyağ, katı margarin, içyağı gibi) kullanılmamalıdır. Bu besinler, kandaki kolesterol düzeyini ve buna bağlı yüksek tansiyon riskini arttırmaktadır. Zeytinyağı ve diğer bitkisel sıvı yağlar tercih edilmelidir. 6- Sigara ve alkol tüketilmemeli Sigara ve alkol hücrelere zarar veren maddelerin oluşumunu hızlandırıp kan basıncının artmasına neden olur. Kan basıncı dışında da daha pek çok olumsuz etkisi olan sigara ve alkolün tüketimi mümkün olduğunca azaltılmalı, hatta bırakılmalıdır. 7- Kahve sınırlı miktarda tüketilmeli Kahve, kan basıncında birkaç saat süren 5-20 mmHg'lik yükselmelere yol açtığından kısıtlı miktarda alınmalıdır. 8- Maden suyu ve sodası tüketimine dikkat edilmeli Maden suyu ve sodası, içerdiği mineraller dolayısı ile böbrek ve tansiyon hastaları için zararlı olabileceğinden tüketimine dikkat edilmeli; mümkün olduğunca tüketilmemeye çalışılmalıdır. 9- Fiziksel aktivite arttırılmalı Düzenli yapılan egzersiz ile şişmanlığın önlenmesi ve tansiyon probleminin azalması sağlanacaktır. Yüksek tansiyonlu kişiye önerilen yüzme, yürüyüş, jogging, bisiklet ve kayak gibi sporlar hafif tip egzersizdir. Ağırlık kaldırma ise ağır tip egzersiz olup önerilmez. Tansiyonu sürekli yüksek olan kişi, hafif tip egzersizleri uygularsa, sistolik ve diyastolik kan basıncıyla, kalp atım hızının düştüğünü görecektir 10- Stresten uzak durulmalı, sakin olunmalı, huzurlu ve mutlu bir ortamda yaşamaya gayret edilmeli Stres ile hipertansiyon arasındaki yakın ilişki yapılan pek çok bilimsel çalışmada da ortaya konulmuştur. En sık görülen genital kanserlerin ortalama görülme yaşları yumurtalık kanseri için 63, rahim içi kanserler için 61, rahim ağzı kanserleri için ise 48 yaştır. 50–70 yaş arasındaki her 1000 kadından 2,6’sında rahim ağzı, 5,8’inde yumurtalık kanseri gelişmektedir Genital kanserlerin en sık görülen belirtileri aşağıdakilerdir; Rahim Ağzı Kanseri: Kötü kokulu, et suyu kıvamında akıntı, kanlı akıntı, ilişkide kanama Rahim İçi Kanseri: Uzamış adet kanamaları, ara kanamalar, menapoz sonrası kanama, menapoz sonrası rahim içi dokularda kalınlaşma Yumurtalık Kanseri: Karında şişlik, karın ağrısı, bulantı, hazımsızlık Dış Genital Organlar: yanma, kaşıntı, kızartı, yara veya ciltten kabarık lezyonların oluşması Genital kanserler erken tanımlandığında tedavi oldukça başarılıyken geç kalındığında çok ölümcül seyretmektedir. Örneğin yumurtalık kanseri erken tanımlandığında 5 yıllık yaşam % 90–95 iken geç vakalarda % 25’tir. Rahim ağzı kanserleri erken tanımlandığında 5 yıllık yaşam % 90 iken geç tanı konulduğunda bu oran % 15 e düşmektedir. Bu nedenle kadınların hiçbir şikayetleri olmasa da her 6 ayda bir kontrol muayenelerinin yapılması, ultrasonografik olarak değerlendirilmeleri ve yıllık olarak smearlerinin yapılması çok çok önemlidir. Smear rahim ağzından bir sürüntü alınarak cam üzerine yayılan hücrelerin bir patoloji uzmanınca incelenmesi ve erken dönemde kansere bağlı hücresel değişikliklerin saptanmasıdır. Gelişecek bir rahim ağzı kanserinin tanısını yıllar önceden gösterebilmektedir. Yumurtalık kanserlerini erken tanısında da ultrasonografik incelemeye ek olarak kanda ca 125 isimli belirteçin ölçülmesi bugün için bilinen en iyi yöntemlerdir. Kadınlarda yumurtalık kanserlerinin yaklaşık 1/10 u aileseldir. Ailesinde yumurtalık kanseri olan kadınlarda bu genetik testlerle de dökümante edildiğinde erken yaşta yumurtalıklar alınarak kanser gelişimi önlenmektedir. Yine günümüzde rahim ağzı kanserlerinden korunmak için geliştirilmiş aşıların etkinliği kesin olup 9 - 45 yaş grubundaki kadınların mutlak aşılanmaları önerilmektedir. Özellikle kansere neden olan HPV virüsüyle karşılaşmadan mümkün olan en erken yaşta aşılama önem taşımaktadır. Kadın genital kanserlerinin temel tedavisi cerrahi olup hastalığın yaygınlığına göre bazı hastalara ek olarak ilaç tedavisi (kemoterapi) yada iç/dış ışınlama (radyoterapi) gerekebilmektedir. Genital kanser ameliyatlarının bu konuda özel eğitim almış cerrahlarca (jinekolog onkolog) imkanları geniş hastanelerde (yoğun bakım, kan bankası, diğer cerrahi branşlar vb) yapılması gerekmektedir. Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ankara’da bu olanaklara sahip, jinekolojik onkologların bulunduğu, çok sayıda kanser ameliyatının yapıldığı önemli hastanelerden birisidir. N u m u n e G a z et es i 5. Ulusal Kanserli Hastalar Kongresi le, hastalığa karşı verilen mücadele ve sonraki süreçler konuşuldu. Türk Kanser Araştırma ve Kanser Vakaları Tüm Dünyada Büyük Bir Hızla Artıyor Dünyada her yıl 12 milyon kişi kansere yakalanmakta ve bu kişilerden 7 milyonu yaşamını yitirmektedir. Yaşam süresinin uzaması, dengesiz ve sağlıksız beslenme, hareketsiz yaşam gibi faktörlere bağlı olarak her yıl kansere yakalananların sayısı artmaktadır. 2030'de her sene dünyada 26 milyon kanser vakası görüleceği ve 17 milyon kişinin kansere bağlı hayatını kaybedeceği öngörülmektedir. Türkiye'de her yıl 150 – 200 000 kişi kansere yakalanmakta, sık görülen kanserlerin erkeklerde sırasıyla akciğer, mide, mesane (idrar torbası), kalın bağırsak, larinks (gırtlak) ve prostat; kadınlarda ise meme, bağırsak, mide, over (yumurtalık), akciğer ve lösemi olduğu kaydedilmektedir. Dünyada her yıl yarım milyon kadının rahim ağzı kanserine yakalanmakta yani her iki dakikada bir kadın, rahim ağzı kanseri nedeniyle hayatını kaybetmektedir. Türkiye'de ise her yıl rahim ağzı kanserine yakalanan bin 500 kadından yarıya yakını yaşamını yitirmektedir. Kanserle mücadelede, hastalığın ortaya çıkmasında genetik özelliklerin dışında çevresel faktörlerin, yaşam biçiminin ve beslenme alışkanlığı çok önemlidir. Özellikle tütünün, kanserlerin yüzde 30'undan sorumlu olduğunu bilinmektedir. Türkiye'de kansere bağlı ölümlerin erkeklerde yüzde 40'ının, kadınlarda ise yüzde 8'inin akciğer kanseri nedeniyle meydana geldiği bilinmekte, soluk borusu, bronş ve akciğer kanserlerinin yüzde 71'inin, gırtlak kanserlerinin yüzde 59'unun, üst solunum ya da sindirim yolları kanserlerinin yüzde 59'unun, idrar torbası kanserlerinin yüzde 27'sinin, böbrek kanserlerinin yüzde 26'sının, pankreas kanserlerinin yüzde 21'inin, lösemilerin yüzde 12'sinin, karaciğer kanserlerinin yüzde 11'inin, rahim ağzı kanserlerinin ise yüzde 3'ünün tütün kullanımı nedeniyle meydana gelmektedir. Kanser Hastalarına Psikolojik Destek Şart Kanserle mücadelede, kanserli hastalara verilecek psikolojik destek çok önemlidir. İnsanlar, kanserin daha adını duyduk- Savaş Kurumu Derneği (TKASK) ile Uluslararası Kanser Savaş Örgütü (UICC) tarafından düzenlenen ve Hacettepe Üniversitesince larında ürkmekte ve hastalığı kimseyle paylaşmak istememektedir. Kanser, kişilerin sosyal yaşantılarını, iş hayatını, arkadaş ilişkilerini olumsuz etkileyebilmektedir. Bunların üstesinden gelmek mümkün ancak bu noktada yakın çevresindekilerin hastaya verecekleri destek çok önemlidir. Bu destek hem duygusal hem de hastanede yapılacak resmi işlemlerin takibinde olmalıdır. Bu süreç de çok zor ve yorucudur, zaten 'kanser' şokunu yaşayan bir kişiye bir de bu tür stresin yüklenmesi ağır olacaktır. Bu nedenle işlemler hasta dışındakilerce yapılmalı ve hastaya her zaman yanında olduğu güvenini vermelidir. Anne, baba, eş, kardeş ya da arkadaş tarafından verilecek moral destek de tedaviyi yapan hekimin yanı sıra profesyonel uzmanlarca da verilebilir. Profesyonel desteğe ihtiyaç duyan hasta, merkezde uygun birimin olması halinde buradan ya da imkanları ölçüsünde özelde hizmet veren bir hekimden destek alabilir. Uzman hekimin gerek görmesi halinde ilaç tedavisi de uygulanabilir. Bu tür imkanlara sahip olmayan hastalar da hekimlerine her türlü soruyu sorabilmeli, iç huzursuzluğunu çekinmeden anlatabilmeli ve hekimiyle birlikte ortak bir çıkış yolu bulmalıdır. Çünkü, paylaşmanın psikolojik stresi azaltacağı unutulmamalıdır. Moralin kanseri yenmede tıbbi tedaviye doğrudan bir etkisi olmadığı, ancak hastanın yaşama tutunmasında çok önemli bir yer tuttuğu unutulmamalıdır. Tedavinin sürekliliğinde hastanın ruhsal bütünlüğü sağlanmalıdır. Hastaya, tedavi sürecinde hekim, hemşire ve diğer sağlık çalışanları olabildiğince anlayışlı olmalı, hastanın sorularına cevap verebilmelidir. Evde ve sosyal yaşantısında ise yakınları, hastanın moralini yüksek tutacak yaklaşım içinde olmalıdır. Bu, hastalığı yok sayarak, hiçbir şey yokmuş gibi bir davranış biçimi şeklinde ve sürekli hastalığı hatırlatacak kişilerle birlikte olma, hikayeler anlatma ya da uyarı mesajları biçiminde de olmamalıdır. Hastanın moral dengesinin korunabilmesi için sosyal yaşamdan kopmaması, yalnızlaşmaması gerekmektedir. Ameliyatın ardından, kemoterapi ya da radyoterapi sonrasında hasta fiziksel olarak yorgun olduğu için aktif yaşamdan kopabilmektedir. Bu zamanlarda kesinlikle zorlanmamalıdır. Ancak, bugünlerin geçici olduğu söylenerek ona güven verilmelidir. 13 Uzm. Dr. Erdal ESKİOĞLU Merhaba e.eskioglu@numunegazetesi.com Ankara’da gerçekleştirildi Bu yıl beşincisi gerçekleştirilen, Ulusal Kanserli Hastalar Kongresi’nde, kanser tüm yönleri ile ele alınarak, hasta ve hasta yakınlarının gözüy- Ni san 2010 H A B ERLER Kronik Yorgunluk Sendromu bilimsel olarak desteklenen 5. Ulusal Kanserli Hastalar Kongresi yaklaşık 700 kişinin katılımı ile gerçekleştirildi. Kongrede, “Kanser tedavisindeki son gelişmeler”, “Kanserden korunma” ''Kanser hakkında genel bilgiler'', ''Kanserde kök hücre Uygulamaları'', ''Alternatif tedaviler'', ''Kök hücre tedavileri'', ''Tütün mücadelesinde son durum'' ve ''Kanserle beslenme'' gibi konular ele alındı. Kongreye Uluslararası Kanser Savaş Örgütü Başkanı Prof. Dr. David Hill, Avrupa Kanser Cemiyetleri Direktörü Wendy Yared’de, Sağlık Bakanlığı Ulusal Kanser Danışma Kurulu Başkanı Doç. Dr. Nurullah Zengin, Türk Kanser Araştırma ve Savaş Kurumu Derneği Genel Başkanı ve Dünya Kanser Örgütü Yönetim Kurulu Üyesi Prof. Tezer Kutluk ve davetliler katıldılar. David Hill, Tüm Dünya’da Kanser Savaşının nasıl kazanılacağını, Dünya Kanser Bildirgesini ve küresel eylem stratejilerini anlattı. Wend Yared ise Avrupa Topluluğunun Avrupa’da kansere karşı İşbirliği projesi ile Avrupa’da kanserin nasıl yenileceğini anlattı. Prof. Tezer Kutluk, kanserin kalp ve damar hastalıklarından sonra insan hayatını tehdit eden en önemli sorun olmaya devam edeceğini belirtti. Doç. Dr. Nurullah Zengin ise yaptığı konuşmada, kanser sorunun boyutlarını, Türkiye’de ve dünyadaki kanserli hasta ve kanserle mücadele eden uzman hekim istatistiklerini karşılaştırmalı olarak anlatarak şöyle dedi: “Kanser zor bir hastalık grubudur. Tedavi başarısı değişken, psikososyal boyutu çok önemli olan, işgücü kaybı fazla, tedavi maliyeti yüksek, giderek sıklığı artan bir hastalık olmakla beraber önemli ölçüde önlenebilir bir hastalıktır”. Kanserli hastalar ve hasta yakınlarının kanser alanında dünyada söz sahibi olmuş konuşmacılara sorularını birinci ağızdan yöneltebildikleri kongre 2 gün sürdü. Çevremizdeki insanlardan, ya da hastalarda en sık duyduğumuz şikayetlerden biriside “Kollarımı bile kaldırmaya gücüm yok” şeklindedir. Bu şikayet belki önemli bir hastalığın belirtisi olabileceği gibi, belki de son yıllarda sık sık sözünü duyduğumuz “Kronik yorgunluk Sendromu”nun bir belirtisi olabilir. Bu hastalık son yıllarda hemen hemen bütün tıp dallarını ilgilendirmiş olmakla birlikte hastalığın tanısı birçok hastalığı dışlamakla konduğu için daha çok İç Hastalıkları Uzmanlarını ilgilendirmesi gereken bir hastalık olarak düşünülmektedir. Hastalık şöyle tanımlanmaktadır: Halsizlik, yorgunluk ile karakterize, farklı ve değişik şiddette klinik belirtilerle ortaya çıkan, yeti yitimine kadar giden değişik klinik bulgularla seyreden bir klinik tablodur. Hastalarda 6 aydan uzun süren, istirahat ile düzelmeyen, mental ve fiziksel egzersiz ile çok daha kötüleşen, genellikle iyilik ve alevlenme dönemleriyle seyreden halsizlikle ortaya çıkan aşırı yorgunluk hali vardır. Bunun yanında baş ağrısı, tekrarlayan boğaz ağrısı, kas-eklem ağrıları gibi herhangi bir hastalık için özgün olmayan pek çok bedensel şikayetle birlikte bazı kişilik bozuklukları ortaya çıkabilir. Bu hastalarda bulunan klinik bulguları özetleyecek olursak; sersemlik hissi, çarpıntı, şişkinlik, sinirlilik, huzursuzluk hissi, kilo kaybı gibi belirtiler olup ki bunlar, kolaylıkla psikolojik bozukluklara bağlanabilecek belirtilerdir. Kronik yorgunluk sendromunun nedenleri arasında, gerginlik doğrudan anılmasa da, dolaylı olarak bu hastalığın bir nedenidir ve çözüm önerilerinde, “stresle baş etmenin önemi” daima vurgulanır. Bunun yanında, sendromun, depresyon ve kaygı bozukluklarıyla karıştırılmaması gerekir. Kronik yorgunluk sendromu, profesyonel hayatın doğurduğu yorgunluk ve hayal kırıklıklarıyla ilişkili bir durum olarak yorumlanmaktadır. Bu sendromların, genellikle iyi eğitimli, gelir düzeyi ortanın üzerinde, çalışan kesimde sıklıkla görülen bir hastalık olduğu bilinmektedir. Bahar aylarında ortaya çıkan ve hepimizde görülen kısa süreli yorgunluk ve halsizlikler; genellikle iklim değişikliklerinin ve gece-gündüz arasındaki ısı farklılıklarının yaptığı ve birkaç gün ile birkaç hafta süren yorgunluk hallerinin kronik yorgunluk sendromu ile karşılaştırılmaması gerekir. Bu hastalık genellikle tedavisiz ve fiziksel aktivite ile geçirilebilmektedir. Kronik yorgunluk Sendromu halsizlik, yorgunluk, bitkinlik ile gelen hastalarda bu belirtileri gösteren önemli hastalıkları ekarte edildikten sonra gözden kaçırılmaması gereken bir hastalık olarak aklımızda bulundurmak gerekir. Bu hastalığın tedavisi için semptomatik destekler yanında psikiyatri uzmanlarının desteğine ihtiyaç vardır. 14 Nis a n 2 0 1 0 N u m u n e G a z et es i B A S IN DAN Öksürük deyip geçmeyin Öksürük, bronşlarda birikmiş olan ifrazatların ya da solunum yollarına kaçan yabancı cisimlerin aşağıdan yukarıya yani ağıza doğru atılmasına yardımcı olan ve refleks yoluyla oluşan, patlayıcı tarzda çok kuvvetli soluk verme hareketidir. Öksürüğe neden olan uyarılar gırtlak da dahil olmak üzere solunum yolları, kulak, farenks ve mideden kaynaklanmaktadır. Genellikle hava yollarına kaçan büyük ya da toz gibi çok küçük partiküller, havayolu mukozasının kimyasal madde ve tahriş edici gazlar ile teması, birikmiş ifrazatlar, havayolunda (tümör gibi) kitlesel lezyonların varlığı, enfeksiyonlarda oluşan enflamasyon gibi olaylar, öksürük uyarılarının bronş mukozasından çıkmasına neden olmaktadır. Öksürüğe sebep olan hastalıklar ve öksürüğün karakteri Öksürüğe neden olan farklı akciğer ve Yeterli ve Dengeli Beslenme Nedir? Beslenme açlık duygusunu bastırmak, karın doyurmak ya da canının çektiği şeyleri yemek içmek değildir. Besin öğeleri vücudun gereksinmesi düzeyinde alınamadığında yetersiz beslenme oluşur. Bu öğelerin herhangi biri alınmadığında, gereğinden az ya da çok alındığında, büyüme ve gelişme engellenir, sağlık bozulur. Gereğinden fazla besin tüketilirse, çok alınan bazı öğeler vücutta yağ olarak depolandığından sağlık için zararlı olur. Bu duruma Dengesiz Beslenme denir. Dengesiz beslenmenin önlenmesinde beslenme eğitimi ile sağlıklı beslenme bilincinin kazandırılması büyük bir önem taşır. Mikroskop Gözüyle s.seckin@numunegazetesi.com KANSER: Neden, Nasıl, Ne Zaman akciğer dışı hastalıklar, öksürüğün karakterinde de farklılıklar yaratmaktadır. Örneğin üst solunum yolu enfeksiyonlarında genellikle kuru öksürük varken; bronşektazi, akciğer absesi gibi hastalıklarda öksürükle birlikte bol iltihaplı balgam çıkarma yakınmaları da mevcuttur. Astım atağında öksürükle birlikte zor ve az miktarda koyu yapışkan balgam çıkarma, nefes darlığı, hışıltılı solunum gibi belirtiler genellikle vardır. Öksürükle ağızdan kan gelmesi genellikle bronşektazi, akciğer kanseri, akciğer absesi, akciğer tüberkülozu, akciğer kist hidatiği, kalp yetersizliği gibi hastalıklarda görülür. Yine akciğer absesi ve bazı bronşektazi olgularında, oksijensiz ortamda üreyen bazı bakterilerin yapmış olduğu enfeksiyon sonucu solukta oluşan çürük kokusu, daha hastanın odasına girer girmez fark edilebilir. İşte öksürüğün karakteri olarak tanımlayabileceğimiz bu özellikler hekime ayırıcı tanı açısından yol göstericidir. Kronik öksürük ve kronik öksürüğe neden olan hastalıklar Beslenme; sağlığı korumak, geliştirmek ve yaşam kalitesini yükseltmek için vücudun gereksinimi olan besin öğelerini yeterli miktarlarda ve uygun zamanlarda almak için bilinçli yapılması gereken bir davranıştır. İnsanın yaşamı için 50’ ye yakın besin öğesine gereksinimi vardır. İnsanın, sağlıklı büyüme ve gelişmesi, sağlıklı ve üretken olarak uzun süre yaşaması için bu öğelerin her birinden günlük ne kadar alınması gerektiği belirlenmiştir. Doç. Dr. Selda SEÇKİN Yeterli ve Dengeli Beslenen Kişiler; Sağlam ve sağlıklı bir görünüştedir. Hareketli ve esnek bir bedene, Muntazam bir cilde, canlı ve parlak saçlara ve gözlere, Kuvvetli, gelişimi normal kaslara, Çalışmaya istekli kişiliğe, Boy uzunluğuna uygun vücut ağırlığına, Normal zihinsel gelişme, Sık sık hasta olmayan bir yapıya sahiptir. Yetersiz ve Dengesiz Beslenenler ise; Hareketleri ağır ve isteksiz Sağlıksız genel görünüşte (aşırı zayıf veya şişman) Pürüzlü, kuru, sağlıksız cilt yapısına, Şişman veya zayıf vücut yapısına, Sıksık baş ağrısından şikayet eden İştahsız, yorgun, isteksiz bir yapıya sahiptir. Kronik öksürük 3 haftadan uzun süren öksürük olarak tanımlanmaktadır. Çok sayıda insanın polikliniklere başvurmasına neden olan bu semptom, hastaların uyku düzenlerini ve yaşam kalitelerini bozmaktadır. Kronik öksürüğün nedenleri incelendiğinde birden fazla sistemin hastalıklarının bu tabloya yol açtığı görülür. Kronik öksürük nedenleri Sinüzit Alerjik nezle ve geniz akıntısı Astım Reflü hastalığı Kronik bronşit Bronşektazi Akciğer kanseri Bazı ilaçların kullanılması Tüberküloz Sarkoidoz İnterstisyel akciğer hastalıkları gibi birçok hastalık, kronik öksürüğe neden olmaktadır. Asıl sorun ise kronik öksürüğü olan hastanın muayenesi, akciğer grafisi ve solunum fonksiyon testlerinde bir anormallik olmamasına rağmen tanıya ulaşmak ve etkili bir tedavi uygulayabilmektir. Yapılan çalışmalarda bu tür hastalarda en sık öksürük sebebi olarak saptanan hastalıklar, astım, alerjik nezle ile geniz akıntısı ve reflü hastalığıdır. Kanser her yerdedir. Yaklaşık her 3 insandan biri yaşamının herhangi bir döneminde kanser tanısı ile karşılaşmaktadır. Bu hiçbir zaman beklenmeyen ve arzu edilmeyen hastalıkla beraber yaşamın akışı değişmekte ve belki de sonlanmaktadır. A.B.D. de her gün 1500 kanser hastasının hayatını kaybettiği bildirilmektedir. Diğer ülkelerde bu sayı muhtemelen daha da yüksektir. Batı toplumlarında insanların ekonomik durumlarının iyi olması, daha sağlıklı koşullarda yaşam sürelerinin uzaması ile birlikte kanserin hala çok belirgin bir sağlık problemi olmaya devam etmesi bilim adamlarını şaşırtmaktadır. Bu durumun pek çok nedeni olabilir. Çünkü kanser denen hastalık, nedenleri, belirti ve bulguları ve muhtemel etkili tedavi yöntemleri açısından çok büyük farklılıklar gösterebilir. Bir başka deyişle, her hastanın kanseri tekdir, özeldir ve bu da problemin bir parçasıdır. Dünyada kanserin belli tipleri arasında görülme sıklığı ve hastalıktan ölüm oranları açısından büyük farklılıklar vardır. Örneğin Japonya’da mide kanserinden ölüm A.B.D. ne göre 7-8 kat daha fazladır. Oysa akciğer kanserinden ölüm oranı A.B.D. de Japonya’dakine göre 2 kat daha yüksektir. Deri kanserlerine bağlı ölüm Yeni Zelanda’da İzlanda’ya göre 6 kat daha sıktır. Bu durum muhtemelen güneş ışınlarına maruziyete bağlıdır. Irklar arasındaki farklılıklardan kaynaklanan kansere yatkınlıklar kesin olarak ekarte edilemese de, bölgelere bağlı farklılıkların büyük ölçüde çevresel etkilerin sonucu olduğuna inanılmaktadır. Çevresel faktörler, yaşam biçimimizde, yiyeceklerimizde, iş yerimizde, kişisel alışkanlıklarımızda kısacası hayatımızdadır. Kanserlerin çoğu yaşamın daha ileri yıllarında ortaya çıkar. Kansere yakalanmada yaşın önemli etkisi vardır. Her yaş grubunda belli kanser türleri için eğilim olduğu söylenebilir. 60–79 yaşları arasında kanserden ölümlerde artış olduğu bilinmektedir. Seksen yaş ve üzerinde kansere bağlı ölümlerin az olduğu belirtilmektedir. Ancak özellikle batı toplumlarında yaşam süresi giderek uzadığından önümüzdeki yıllarda bu eğilimin değişmesi beklenmektedir. Onbeş yaşından küçük kanser hastalarında da ölüm oranı ne yazık ki yüksektir. Sıklıkla merak edildiği üzere ailede kanserli bireylerin olması kişinin kansere yakalanmasında rol oynayabilmektedir. Çevresel faktörlerin yanı sıra sık görülen kanser tipleri de dahil olmak üzere pek çok kanser tipinin gelişmesinde kalıtımsal yatkınlıktan söz edilmektedir. Örneğin akciğer kanserinin çevresel faktörlerden biri olan sigara ile ilişkisi çok açık olarak bilinmekle birlikte, sigara içmeyen akciğer kanserli hastalarda ölüm oranı eğer sigara içen akrabaları varsa 4 kat daha fazla olarak saptanmıştır. Kanser özellikle gelişmiş toplumların en büyük sorunlarındandır. Çeşitli neden ve etkilerle ortaya çıkabilmesi, hem çok eski hem de oldukça yakın zamanlara ait gelişimsel mirasa sahip olması, hastalığa yaklaşımla ilgili gelinen noktada sorunların hiç de basit olmadığını göstermektedir. Ancak bugün erken tanı yöntemleri, farklı tedavi modaliteleri ve özellikle de kanserden korunma ile ilgili bilgilerimiz artmakta ve derinleşmektedir. Belki de en önemlisi kanserden korunmak için yaşam biçimimizde, sosyal davranışlarımızda meydana gelecek olan değişikliklerdir. Örneğin sigarayı bırakmak… N u m u n e G a z et es i Ni san 2010 H A B ERLER Kalp Hastalığı ve STRES ! Romatizma Üzerine -4- Romatizmal Hastalıkların Toplum Sağlığı Açısından Önemi Prof. Dr. Yaşar KARAASLAN Pencere y.karaaslan@numunegazetesi.com Bu ay romatizmal hastalıkların toplum sağlığı açısından önemi üzerinde durmak istiyorum. Romatizmal hastalıkların toplum sağlığı açısından çok önemli olmasının başlıca nedenleri şunlardır: Dr. Vasfi ULUSOY ANEAH 2. Kardiyoloji Klinik Şefi Kalp hastalığı, günümüz dünyasında, insanlığı en fazla sıkıntıya sokan ve acı veren hastalıkların başında gelmektedir. İnsanlık, bu hastalığın teşhisi ve tedavisi için, her yıl milyarlarca dolar para harcamaktadır. Bunca çabaya rağmen, her yıl milyonlarca insanın hayatını kaybetmesine engel olamamaktayız. Kalp hastalığı sonucu insan hayatı kaybı, her yıl giderek artmaktadır. Bunun nedenleri arasında, yaşadığımız modern dünyaya özgü stresler önemli yer tutmaktadır. İnsan esas olarak iki parçadan oluşmuştur. Birincisi beden dediğimiz fiziki varlıktır. İkincisi ise ruh dediğimiz, gözle göremediğimiz ancak her şekilde gördüğümüz, hissettiğimiz, ilahi gücün remzi olan varlıktır. Biz hekimler stres dendiği zaman, her iki varlıkla ilgili stresi birlikte anlarız. Fiziksel veya bedeni stres dediğimiz durum nedir? Çağımızda, bedenimizin çok aşırı yorulup yıpranması kadar, hiç yorulmayıp, hareketsiz bir yaşam sürülmesinin de, fiziksel ve metabolik bir strese neden olduğu anlaşılmış bulunmaktadır. Fiziksel olarak hareketsiz bir yaşam sürmek, vücudumuzun iyi çalışmasını engelleyen bir haldir. Ayrıca fiziksel olarak hareketsiz olmak, hipertansiyon ve şeker hastalığı gibi, kalp hastalığının en önemli nedenleri olan hastalıklara yol açabilmektedir. Bu hastalıkların tedavi edilmemesi halinde, sadece kalp değil, bütün vücut damarlarımızda eskime ve yaşlanma başlamaktadır. İnsanın yaşlanması esas itibariyle damarlarının yaşlanmasıdır. Damarlar yaşlanınca, özellikle kalp, beyin, böbrek ve diğer vücut damarları yaşlanınca, insanda "kocama" dediğimiz hal başlar. Hepimizin malumu olduğu gibi kocamanın sonucu bitiştir. Günümüzde, insan ruhunun en çok karşılaştığı sıkıntının ruhi depresyon olduğu hepimizin malumudur. Çekirdek ailenin hakim olduğu büyük şehirlerin dayattığı yaşam şekli nedeniyle, kişilerin bireysel yaşamak zorunda kalmasının ve iş yaşamında var olan rekabetin, insan ruhuna yüklediği yükün sonucunda, kimi kişilerde ruhsal baskı oluşmaktadır. İnsan vücudu, bu ruhsal yükü kaldırabilmek, bu yüke direnebilmek için, kendi iç salgı bezlerinden, değişik hormonlar salgılamak durumunda kalmaktadır. Bu hormonlar, bazı insanlarda, hipertansiyona ve kan şekeri yükselmelerine yol açabilmektedir. Hani kızıp sinirlenince "kan beynime hücum etti" deriz ya, bu aslında geçici veya kalıcı bir kan basıncı yükselmesinin ve kalp hızı artmasının tarifidir. Kan basıncının her yükselmesi, damarlarımızda yırtılmaya kadar varabilecek değişik derecede hasarlara yol açabilir. Kalp hızının artması ise damarları yıpranmış kalbimizde "infarktüs"e neden olabilir. Dünyamızda en rastlanılan ölüm nedeni "Hipertansiyondur". Çünkü kan basıncının yüksek seyretmesi, damar sertliğinin başlamasını tetiklemekte ve damarlarımızda oluşturduğu bu sertleşmenin ilerlemesine neden olmakta ve sonuçta damarlarımızı yavaş yavaş yaşlandırmaktadır. Hipertansiyon ve şeker hastalığı olan kişilerin ciddi bir şekilde ele alınıp, tedavi edilmeleri ve sürekli kontrolleri gereklidir. Bu nedenlerden dolayı, kalbimizi korumak için bedensel ve ruhsal stresden kendimizi korumamız gerekmektedir. Gerginlikten kaçınarak, gergin ortamlardan uzak durmalıyız. Özellikle hipertansiyon ve şeker hastalığı olan bireylerin hareketsiz yaşamdan sıyrılarak, yaşam şekillerini, fiziksel olarak aktif bir hayat tarzına dönüştürmeleri, tıbben elzemdir. Bizim tavsiyemiz, en kolay ve en ucuz spor olan kendimizi hiç strese sokmadan uygulayabileceğimiz, açık havada, hızlı olmayan olabildiğince uzun yürüyüşlerdir. 15 1- Romatizmal hastalıklar toplumda sık görülürler ve görülme sıklıkları hâlâ artmaya devam etmektedir. Ülkemizde romatizmal hastalıkların görülme sıklığı hakkında kesin epidemiyolojik veriler olmamakla birlikte Amerika Birleşik Devletleri’nde tespit edilen sıklık oranları ülkemize uyarlanacak olursa ülkemizde 4-5 milyon kişide osteoartrit yani kireçlenme tipi romatizma, 1 milyona yakın kişide fibromiyalji yani yumuşak doku-kas romatizması, 300 bine yakın kişide romatoid artrit ve 250 bine yakın kişide ankilozan spondilit yani omurga romatizması olduğu söylenebilir. Kaldı ki ülkemizde osteoartrit, ankilozan spondilit, Behçet ve FMF gibi romatizmal hastalıkların Amerika Birleşik Devletleri’nden daha sık olduğu da bilinmektedir. Bütün romatizmalar dikkate alındığında toplumdaki her 4-5 kişiden birinde romatizma vardır. Son 50 yılda yaşam koşullarının iyileşmesi, çevre ve alt yapının düzelmesi, sigara tüketiminin azalması, aşılama programları, sağlık ve hastalıklar konusunda bilincin artması ve tıptaki gelişmeler sayesinde özellikle endüstrileşmiş batı ülkelerinde başta enfeksiyon hastalıkları, kalp ve damar hastalıkları, kronik akciğer hastalıkları ve hatta kansere bağlı ölümlerde azalmalar olurken yaşam süresinin artması, şişmanlık, hareketsizliğin artması ve uzun süreler bilgisayar kullanımı gibi nedenlerle başta osteoartrit dediğimiz kireçlenme tipi romatizmalar ve tekrarlayan zorlanmalara bağlı karpal tünel sendromu yani el bileğinde sinir sıkışması gibi kas-iskelet sistemi hastalıkları ve gut gibi romatizmal hastalıklarda artış söz konusudur. 2- Romatizmal hastalıklar en çok ağrıya yol açan ve yaşam kalitesini en çok bozan hastalıklardandır. Gerek iltihabi, gerekse iltihabi olmayan birçok romatizmal hastalık kronik ağrı, tutukluk, yorgunluk, yürüme güçlüğü, günlük yaşam aktivitelerinde kısıtlanma, moral bozukluğu, depresyon, uyku bozukluğu ve sonuçta kendi kendine yetememe ve başkalarına muhtaç olma gibi nedenlerle yaşam kalitesini en olumsuz etkileyen hastalıklardandır. Yaşam kalitesinde bozulma ve ağrı-acı çekme açısından romatizmal hastalıklar bütün kronik hastalıklar içinde çok önemli bir yere sahiptirler. 3- Romatizmal hastalıklar toplumda en önemli iş gücü kaybı nedenlerindendir. Romatizma ve ağrı nedeniyle her yıl milyonlarca gün iş kaybı olmaktadır. Bunların bir kısmı hastalığın alevlenme dönemlerinde geçici vasıftaki iş gücü kaybı iken, önemli bir kısmı da sakatlık ve erken emeklilik nedeni ile kalıcı iş gücü kayıplarıdır. ABD’nde iş gücü kaybı açısından romatizmal hastalıkların ikinci sırada geldiği ve kalp-damar sistemi hastalıkları, akciğer hastalıkları, böbrek hastalıkları ve kanserden daha fazla iş gücü kaybı oluşturduğu bildirilmiştir. 4- Romatizmal hastalıklar toplumdaki en önemli sakatlık nedenlerindendir. Romatizmal hastalıklar kronik yani süregen hastalıklar içinde önemli bir yer tutarlar. Kronik hastalıklar içinde romatizmal hastalıkların payının % 40’a, kronik hastalık nedeni ile kalıcı fonksiyon kaybı ve sakatlık gelişimi içindeki payının ise % 50’ye yakın olduğu tespit edilmiştir. Birçok romatizmal hastalık iyi tedavi edilmezse yıllar içinde sakatlıkla sonuçlanır. 20 yıl sonunda iyi tedavi edilmeyen romatoid artritli hastaların % 81’nde sakatlık ve % 19’unda şiddetli sakatlık geliştiği bildirilmiştir. Özellikle iltihabi romatizmal hastalıklar iyi tedavi edilirlerse bu sakatlık gelişimi önlenebilir. Romatizmanın baştan önlenmesi veya iyi tedavi edilerek sakatlık gelişiminin önüne geçilmesi sakatlığın getirdiği ekonomik yük düşünüldüğünde daha etkili ve daha ucuz bir yöntemdir. 5- Romatizmal hastalıklar en sık hekime başvuru, tetkik ve ilaç harcaması nedenlerindendir. Romatizmal hastalıklar gerek sık görülmeleri, gerekse yol açtıkları ağrı ve diğer şikayetler nedeni ile bütün dünyada en başta gelen hekime başvuru nedenlerindendirler. Romatizmal hastalıkların yol açtıkları iş-güç kaybı yanında tanı ve tedavileri için yapılan harcamalar da çok büyüktür. İşin asıl üzücü tarafı yapılan bu harcamaların önemli bir kısmının gereksiz ve faydasız olmasıdır. Örneğin her yıl milyonlarca bel ağrılı hasta hekime başvurmakta, milyonlarca gereksiz tomografi ve MR çekilmekte ve milyonlarca TL değerinde gereksiz ilaç kullanılmaktadır. Maalesef yine yerimiz bitti. Gelecek sayılarda yine görüşmek umudu ile ağrısız, sağlıklı ve verimli bir ay geçirmenizi dilerim. 1 6 Nis a n 2 0 1 0 N u m u n e G a z et es i H A B ERLER Göz Damlaları Dr. Ecz. A. Alper ŞAHİN Bizim Eczane a.sahin@numunegazetesi.com Hasta Reçeteleri Göz bebeğini büyüten damlalar: Muayene sırasında gözünüzün arka kısmının daha iyi değerlendirilmesi amacıyla kullanılırlar. Çocuklarda genellikler gözlük muayenesi için kullanılır. Damla damlatıldıktan sonra belirli bir süre için görmeniz bulanıklaşacak ve parlak ışıktan rahatsız olmaya başlayacaksınızdır. İlaç, hastalıklardan korunma, teşhis, tedavi veya bir fonksiyonun düzeltilmesi ya da insan yararına değiştirilmesi için kullanılan, etken madde veya maddeleri içeren bir üründür. Bu anlamda hastanın uygun olan ilacı doğru dozda ve biçimde almasını ve tüm eczacılık hizmetlerinden en iyi şekilde yararlanmasını sağlamak, eczacının en önemli görevlerindendir. Hastanın, hekimle karşılaştıktan sonra, hekimin önerileri doğrultusunda ilacı kullanması gerekir. Ancak ilaç kullanımında hastanın doğru yönlendirilmesi eczacının sorumluluğundadır. Eczacı, hekimin önerilerini hastaya eksiksiz ve doğru bir şekilde aktarmakla yükümlüdür. İlacın gerek hastane eczanesinden gerekse de dışarıdaki serbest eczanelerden sağlanması mutlaka reçete karşılığında olur. Mevcut yasalarca reçete yazma yetkisi, tıp doktorlarına ve diş hekimlerine verilmiştir. Bazen çocuklara verilen göz bebeğini büyüten güçlü damlalar ateş, kızarma, bulantı, ajitasyon ve uyku eğilimi yapabilir. Bu durumda ilaç derhal kesilmeli ve doktorunuzla irtibata geçmeniz gerekmektedir. İlaçların hastalara uygulanması multidisipliner bir süreçtir ve bir hastaya ilacı vermeden önce, ilaç istemi, istemin alınması, ilacın hazırlanması ve uygulanması gibi bazı basamakların doğru bir şekilde gerçekleştirilmesi gerekir. Reçete yazma ve ilaç isteminden doğan hatalardan doktorlar sorumludur; ilaç hazırlama ve uygulama aşamasındaki hataların sorumluluğu ise hemşireye aittir. Anestezik damlalar: Gözde batma gibi şikayetleri geçirip hastayı büyük ölçüde rahatlatsa da kontrolsüz kullanımı göze ciddi hasarın gelmesine yol açabilmektedir. Reçete harici damlalar: Suni gözyaşı yada çeşitli kızarıklık giderici damlaların uzun süreli kullanımı gözde çeşitli kızarıklıklara neden olabilmektedir. Steroid içeren damlalar: Bu ilaçlar çok güçlü olduklarından göz doktorunuzun bilgisi haricinde kullanılmaması gerekmektedir. Danışılmadan kullanılması hastalığınızı çok daha tehlikeli durumlara sokabilir. Uzun süreli kullanımı glokom ya da katarakta neden olabil-mektedir. Ancak gereken durumlarda bu riskler göz ardı edilerek kullanılması gerekmektedir. Enfeksiyonlara karşı kullanılan ilaçlar: Gözdeki her kızarıklık enfeksiyon demek değildir. Doktorunuz gereken durumlarda çeşitli antibiyotikler kullanacaktır. Birçok durumda tek ilaç yeterli olamamaktadır. Bunun için farklı ilaçlar birlikte kullanılmaktadır. Eğer tedaviye rağmen birkaç gün içerisinde gözde iyileşme olmadıysa doktorunuzla görüşmeniz gerekmektedir. Glokom damlaları: Çeşitli glokom damlaları görmede bulanıklık yapabilmektedir. Bazıları solunum sıkıntılarına özellikle astım, amfizem hastalarında, kalp ritmi bozukluklarına kalp hastalarında neden olmaktadır. İlaca başladıktan sonra benzer şikayetleriniz olursa ilacı hemen kesmeniz ve doktorunuzla görüşmeniz gerekmektedir. Damla Kullanımından Önce Yapılması Gerekenler: 5. Başınızı hafifçe geriye kaydırın. 1. Damla kullanmadan önce ellerinizi su ve sabunla yıkayınız. 6. Alt göz kapağınızı hafifçe aşağıya çekin. 2. Damlalardan bazıları kullanılmadığı zaman dibe çökmektedir. Etiketine bakarak bu tip damlaları kullanmadan çalkalamak gerekir. 7. Damladan bir damla gözünüze damlatın. Yanma veya soğukluk hissettiyseniz damla isabet etmiştir, ikinci kez damlatmayın. 3. Nasıl damlattığınız görmek için damlalarınızı ayna karşısında kullanırsanız daha güvenli olacaktır. 8. Gözünüzü kapayın ve göz kapağınızın burun kökü köşesine bastırın. Bu sayede damlanın genzinize akmasını önler ve damlanın yan etkilerini azaltırsınız. 4. Damlatmadan önce temiz bir bezle gözlerinizi silerek gözdeki akıntıyı temizleyiniz. 5. Damlanın ucuna bakarak kırık veya çatlak olmadığından emin olunuz. 6. Damlanın ucuna elinizi dokunmayın. 7. Damlanın kapağı açıldıktan sonra yere temas etmemelidir. Yere temas ederse mikrop kapabilir. Göz Damlası Nasıl Damlatılır? 1. İlacınızı damlatmaya başlamadan önce ellerinizi yıkayın. 2. Kullanacağınız tüm ilaçları önünüze koyun. 3. Aynı saatte damlatmanız gereken iki veya daha fazla ilaç varsa önce harf sırasına göre küçük olanı damlatın. 4. Damlatacağınız şişenin kapağını açın, kapağı ters çevirip masaya koyun. 9. Birinci damlanın damlatılmasından 10 dakika sonra aynı saatte damlatmanız gereken ikinci bir damla var ise onu da yukarıdaki yolu izleyerek damlatın. Tüm damlalardan sonra gözde yanma, batma ve kızarma meydana gelir. Ancak bu şikâyetleriniz 1 saatten fazla sürüyor ise damla sizde alerjiye yol açmış olabilir. Lütfen doktorunuzu arayın. Damla damlatmayı unuttuysanız ne olabilir ve ne yapmalısınız? Herhangi bir neden ile damlayı damlatmayı unuttuysanız, damlatma saatinden 3-4 saat süre geçtiyse damlanızı kullanabilirsiniz. Ancak sabah kullanmanız gereken damlayı akşam veya tersini kullanmayınız. Çünkü bazı damlalar sabah, bazıları ise akşam etkili olamamaktadır. Pratikte hastalar sürekli olarak kullandıkları ilaçların listesini yanlarında bulundurmalı bu bilgiyi doktorlarla paylaşmalıdır. Reçete yazma her hekimin doğal hakkıdır ama özel indikasyonlarda kullanılan bazı ilaçların yalnızca ilgili uzmanlarca yazılabilmesi söz konusudur. Bazen de bazı ilaçlar sadece hastanede yatan hastalar tarafından kullanılmaktadır. Bu konuda hastalarda hekimlere karşı anlayışlı olmalı ve bu tür ilaçların reçetelendirilmesini hekimlerinden istememelidir. Hastalar “reçetesiz satılabilir” ruhsatı olanlar dışında, hiç bir ilacın reçetesiz satılamayacağını bilmelidir. İlaçların hekimler tarafından düzgün ve doğru biçimde reçeteye yazılması ve kullanımlarının hastalara doğru şekilde açıklanması gerekir. Üzerinde yasal olarak yer alması gereken bilgilerin bulunması koşuluyla, reçete herhangi bir kağıt üzerine yazılabilir. Ancak genellikle üzerinde hastane veya hekim ile ilgili bilgilerin basılı olarak bulunduğu özel reçete formları kullanılmaktadır. İlaçları hastaya vermeden önce eczacının reçetedeki tüm bilgileri kontrol edip, konuyla ilgili bir sorusu varsa hekime danışması gerekir. Günümüzde reçete uygulamalarında birçok ülkede reçetenin geçerli sayılması için bir zaman sınırlaması yoktur. Ancak bu durum ülkemizde farklıdır. Reçetenin yasal önemi bulunduğundan, eczacı eski tarihli reçeteleri vermeme hakkına sahiptir. Ayrıca reçete tarihi geri ödeme koşulları açısından oldukça önemlidir. Bir başka konuda, reçeteye ilaçların çoğu kez müstahzar şeklinde yazılmasıdır. Müstahzar şeklindeki ilaçlar için bazı ülkelerde jenerik isim uygulaması geçerlidir, yani etkin maddenin adı reçeteye yazılır. Ülkemizdeki uygulama ise genellikle ilaçların ticari adları ile reçetelendirilmesidir. Fakat hekim isterse ilacın jenerik adını yani etken maddenin standart adını da reçeteye yazabilir. Ancak bu durumda da vereceği müstahzara eczacının karar verme yetkisi bulunmaktadır. Hekimlerin isteği bu doğrultuda değil ise ve reçeteye ticari adlar yazılmışsa, eczacının da diğer bir ticari müstahzarı vermesi istenmiyorsa, reçetenin üzerine “benzerini vermeyiniz” şeklinde uyarıda bulunması geçerli olacaktır. Çünkü mevcut sisteme göre eczacının reçetede yazılı ilacın farmasötik eşdeğerini yani muadil ilaç verme yetkisi bulunmaktadır. Burada da eczacı, mesleğinin gerekliliğini titizlikle yapmak zorundadır. Unutulmamalıdır ki, ilaç gibi, insan sağlığı üzerinde doğrudan etkili bir ürünün temininden veya kullanılmasından doğacak zararların varlığında, ister üretici, isterse de uygulayıcı, tavsiye edici olsun herkes özel hukuk hükümlerine göre, verdiği zararı tazmin etmekle yükümlüdür. Bu anlamda doğabilecek sorunların çözülmesi için prosedürlerin sadeleştirilmesi, standartlaştırılması ve belirli teknoloji ile uyumlu hale getirilmesi gerekmektedir. Bu tür düzenlemeler ve yapılanmalar da sadece sağlık çalışanlarının isteği değil topluma güvenli sağlık hizmeti sunmanın vazgeçilmez bir gerekliliğidir. N u m u n e G a z et es i Ni san 2010 H A B ERLER 17 Bebeklerde İSHAL İshal, en sık 0-5 yaş grubunda rastlanan ve özellikle ilk 2 yaştaki ölüm nedenlerinin başında gelen bir hastalıktır. Büyük çoğunluğu gelişmekte olan ülkelerde olmak üzere dünyada her yıl ishalden 4-5 milyon çocuğun yaşamını kaybettiği bilinmektedir. Günde üç kereden fazla sayıda sulu dışkılama, ishal olarak kabul edilir. Yalnızca sık dışkılama, kıvam bozuk değilse ishal sayılmaz. İshalde (diyare), bağırsak hareketlerinin artması, su ve mineral emilimin azalması ve/veya bağırsaklara vücuttan su ve mineral salgılanmasının artması sonucu dışkı miktarı fazlalaşır. Günlük dışkı sayısı artar veya dışkı kıvamı bozularak yumuşak, sulu bir görünüm alır. Özellikle küçük bebeklerde beslenme şekline göre dışkılama sayısı değişir. Örneğin yenidoğan döneminde günde 3-5 kez dışkılama normaldir. Bu sayı geçiş kakası döneminde (3-15. günlere arası) günde 8-10’u bulabilir. Bundan sonraki dönemde, ilk yaşın sonuna kadar, dışkı sayısı genellikle günde 2-3’tür. Ancak özellikle anne sütü ile beslenen normal bebeklerde günlük dışkı sayısı 7’ye varabilir. Dışkının miktarı esas alınarak, ishal tanımı daha objektif kriterlere dayandırılabilir. Günlük dışkı miktarının süt çocuğunda 10g/kg/gün, daha büyük çocukta ise 200mg/kg/gün üzerine çıkması ishal kabul edilir. Yenidoğan ve süt çocuklarında ileri yaşlara kıyasla ishal daha kolaylıkla oluşur. Ve daha ağır bir gidiş gösterir. Bu durum, ilk aylardaki çocukların besi bileşimindeki değişikliklere kolay uyum gösterememeleri, ayrıca ishal yapabilen birçok patojen organizmalara henüz bağışıklık kazanmamış olmaları ile açıklanır. Bu yaşta ishal ile birlikte hemen daima kusmalar görülür. Bu da çocuğun durumunu ağırlaştırır. Küçük bebeklerde su ve tuz dengesi iyi korunamaz, aşırı kayıpla ani sıvı kaybı(dehidratasyon) hızla gelişir. İshallerin sıklığı ve nedenleri toplumun sağlık koşullarına göre farklılık gösterir. Ülkemizde enfeksiyonlar ishallere yol açan nedenlerin başında gelir. Evlerin akarsu, uygun tuvalet drenajı gibi hijyenik koşullardan yoksun olması, yemeklerin hazırlanışında temizlik kurallarına dikkat edilmemesi, çocuğa bakan kişilerin kişisel hijyen bilgisinden yoksun oluşu enfeksiyöz ishallerin oluşmasını kolaylaştıran risk faktörleridir. Diğer bir risk faktörü, dengesiz beslenmedir. Dengesiz beslenmeye en sık diyette karbonhidrat fazlalığı olarak rastlanır. Genellikle ilk yaşta unlular veya fazla sulandırılmış, nişasta ve şeker ilave edilmiş sütten oluşan beslenme şekli, protein-enerji azlığına yol açtığı gibi bağırsaklarda fermantasyonu ve sulu dışkılara eğilimi de arttırır. Yanlış beslenme uygulanan çocukların anneleri, genellikle yeterli bilgi alamadıkları için, verilen besinin temizliğine de dikkat etmezler ve bu çocuklarda barsak enfeksiyonları çok görülür. Yedi güne kadar iyileşen ishaller ani, 14 güne kadar uzayan ishaller inatçı, 14 günden uzun süren veya yinelenen ishaller kronik ishal olarak değerlendirilir. Her üç tip ishalin yaklaşım ve tedavisi farklı olduğundan bu ayrımların bilinmesi faydalıdır. Ani ishal: Çocukta dışkı sayısı ve miktarının artmasıdır. Bu ishallerin büyük bir kısmı mikrobik nedenlerden dolayı meydana gelir. Başta virüsler olmak üzere bakteriler ve parazitler ani ishale sebep olabilirler. Gelişmiş ülkelerde ani ishale daha çok virüsler neden olmakla birlikte, diğer ülkelerde bakteri ve parazitlere bağlı ishaller ağırlıklıdır. Boğaz, kulak, idrar yolu enfeksiyonlarında ve zatürre gibi ağır hastalıklar sırasında da ani ishal görülebilmektedir. Enzim eksikliklerine ve beslenmeye bağlı ishaller ani başlayabilmekle birlikte, esasta kronik ishale neden olurlar. İshal ile birlikte çoğunlukla kusma, karın ağrısı, ateş görülmekle beraber, bu bulgular her zaman ishale eşlik etmeyebilir. Ani ishallerde ölümlerin başlıca nedeni, hayatın devamı için gerekli olan su ve minerallerin vücuttan çok fazla kaybedilmesidir. Ani ishalde çocuklar ne kadar su ve tuz kaybeder? 1. Hafif sıvı kaybı: Çocuk canlı, aktif, sıvı alımı normal, gözler çökük değil, gözyaşı mevcut, ağız ve dil nemli, cilt gerginliği azalmamış. Vücut ağırlığının % 5’inden daha azını kaybetmiş. 2. Orta derecede sıvı kaybı: Çocuk huzursuz, şiddetli sıvı alma ihtiyacında. Gözler içeri çökmüş, gözyaşı yok, ağız ve dil kuru, çekilip bırakılınca, cilt eski haline zorlukla geliyor. Vücut ağırlığının % 5-10 arası sıvı kaybetmiş. 3. Ağır sıvı kaybı: Çocuk dalgın, sorulara cevap vermiyor, sıvı ve su içemiyor, çekilip bırakılınca cilt eski haline çok zorlukla geliyor. Şok bulguları (tansiyonu düşük, el ve ayakları soğuk, soluk görünüyor) var. Vücut ağırlığının % 10’undan daha fazla su kaybetmiş. Evde, hafif sıvı kaybında ne yapabilirsiniz; Hazır tuzlu sudan (oral rehidtratasyon sıvısı) bebeğinize içiriniz. Hazır tuzlu su, eczanelerde bulunmaktadır ve çok ucuzdur. Bu sıvı, çocuğa, kusturmamak kaydıyla, aldığı kadar verilebilir. Bebeğiniz anne sütü alıyorsa, emzirmeye devam ediniz.. Mama ile besleniyorsa, mamalarını ishal mamalarıyla değiştirebilirsiniz. Bebeğiniz 6 aydan büyükse ek gıdalarını kesmeyiniz, ancak yüksek şeker içerikleri nedeniyle meyve sularını vermeyiniz. Ne zaman doktorunuzu aramalısınız? 1. Çocuğunuz ağızdan alabildiği sıvıdan daha fazlasını, kusma veya ishal yoluyla kaybediyorsa (Bebeğiniz aşırı huysuz ve huzursuzdur. Ağlarken gözyaşı dökemez ve gözleri içeri çöker, dil ve dudakları kurur. Su kaybı yüzünden bıngıldağı içeri çöker, idrarı azalır ve koyu renkli gelir.) 2. Çocukta şok bulguları varsa: Çocuk dalgın, sorulara cevap vermiyor, beslenmeyi ve ağızdan sıvı almayı reddediyor, tansiyonu düşük, el ve ayakları soğuk, soluk görünüyorsa, Soluk alıp verişi ve nabzı hızlıysa, karın derisi çekilip bırakılınca eski haline hemen dönemiyorsa 3. Kanlı ishali varsa, 4. Yüksek ateşle seyrediyorsa ve ishal ve kusma günde 10’dan fazlaysa hemen çocuk doktorunuzu arayınız ve çocuğunuzu muayene etmesini sağlayınız. İshalden korunma G Temiz olduğuna inandığınız suları içirin. Eğer su konusunda emin değilseniz, suyu en az 10 dakika kaynatın ve oda sıcaklığına geldikten sonra içirin. G Bebeğinizin sildiğiniz ya da banyo ettirdiğiniz suların temiz olup olmadığına dikkat edin. Eğer emin değilseniz, suyu en az 10 dakika kaynatın ve ılıdıktan sonra kullanın. G Çocuğunuza yalnızca pastörize süt ve şişelenmiş meyve suyu verin. Ya da, normal sütü kaynama noktasına geldikten sonra 5-10 dakika daha kaynatın ve soğuduktan sonra içirin. G Taze meyve ve sebzeleri yıkamadan yedirmeyin. G Et, balık ve deniz ürünlerini iyice pişirin. G Peynir, yoğurt, dondurma gibi ürünlerin pastörize sütten yapıldığına emin olun. G Sokaktan yiyecek almamaya dikkat edin. G Yemek yemeden önce ve tuvaletten çıktıktan sonra ellerini yıkamasına özen gösterin. G Kendiniz tuvaletten çıktıktan sonra ve bebeğinizin altını değiştirdikten sonra ellerinizi iyice yıkayın. Tedavi İshalli bebekte beslenme İshal olan bebeklerde genellikle kusma da görülür. Kusma ve ishal nedeniyle su ve tuz kaybeden bebek yorgun düşer ve halsizleşir. Bu yüzden çoğunlukla beslenmeyi reddeder. Böylesi bir durumda eczanelerde bulunan tuz-şeker karışımı elektrolit çözeltilerden kullanmanız faydalı olabilir. Kullanılan bu çözeltilerin tatları bebeklerin pek hoşuna gitmediği için mide bulantısına ve ardından tekrar kusmalara neden olabilir. Bu nedenle çözeltinin 2-3 dakikada bir 1-2 tatlı kaşığı verilmesi gerekiyor. Tedavinin esası, kusma ve ishal yoluyla kaybedilen sıvı ve tuzların, ağız yoluyla hastaya verilmesidir. İshali olan çocuğun sıvı ihtiyacı artacağından ağızdan bol miktarda sıvı verilmelidir. Anne sütü alan bebeğe anne sütü verilmeye devam edilmelidir. Bu dönemde bebeğin beslenmesindeki ana kural su ve tuz kaybının yerine konması. Bu kaybı önlemek için ishal döneminde bebeğinize bol miktarda su içirmelisiniz. Ancak bu yeterli gelmeyebilir. Böyle zamanlarda çay ikinci alternatif olarak görülse de idrarla sıvı kaybını artırdığı için bebeğe çay içirmek pek uygun bulunmuyor. Son tıbbi verilere göre; ishalli çocuğa, yiyebildiği her şey verilmeli fakat özellikle yağlı yiyeceklerden kaçınarak sulu gıda ağırlıklı beslenme sağlanmalıdır. Hazır meyve suları, gazoz ve kolalı içeceklerse çok şekerli olduklarından ishali artırabiliyor. Doktorunuz bebeğinizi muayene ettikten sonra, ağızdan sıvı tedavisini sağlayan tuzlu şekerli tor poşetlerini kullanmanızı önerecek ve tarif edecektir. Ayrıca mikrop öldürücü toz ilaçlardan verir. Ağız yoluyla gerektiği kadar sıvı verilemiyorsa, o zaman damar yoluyla aynı tedavi verilir. Bu ise çocuklarda, hastaneye yatma anlamına gelir. Çocukluk döneminde ishal kesici ilaçların kullanılması doğru değildir. Çünkü bu ilaçların bebeklerde kullanımı bağırsakların çalışmasını engelleyerek ishali durdurabiliyor. Bu durum bağırsaklardaki sıvıları durgunlaştırarak enfeksiyona yol açan bakteri ve virüslerin kana karışmasına neden olur. Kana karışan bakteri ve virüsler çok daha ciddi sağlık sorunlarına neden olabilir. Anne sütü alan bebeklerde emzirmenin sürdürülmesi ve sıklığının artırılması en büyük yararı sağlıyor. Anne sütünün yanı sıra karışık ya da mamayla da beslenen 4-6 aylıktan küçük bebeklerde 1-2 gün süre ile mama veya yarı yarıya sulandırılmış ayran ek olarak veya tek başına verilebilir. Bir diğer önemli nokta da öğünlerin sık aralıklarla ve bebeği zorlanmadan yapılması. Anne sütü almayan 4-6 aylıktan büyük bebeklere enerji açısından zengin, protein içeren, posasız, yumuşak besinler taze hazırlanarak verilebilir, içine ekmek doğranmış ayran veya yoğurt ilave edilmiş sulu pirinç lapası, elma, muz püresi de yedirilebilir. Ayrıca öğün aralarında da bol bol su içirmek ihmal edilmemeli. Bebeğiniz katı gıdalarla beslenmeye geçmişse, pirinç lapası, kuru ekmek, patates ve muz püresi gibi nişastalı yiyecekler verin. 18 Nis a n 2 0 1 0 H A B ERLER N u m u n e G a z et es i Göz Tansiyonu (Glokom) Her 100 kişiden birinin sorunu olan göz tansiyonu ya da glokom, tüm körlüklerin de yüzde 5'inden sorumlu tutuluyor. Yıllarca hiç belirti vermeden ilerleyen glokomun bebekler açısından risk oluşturduğuna işaret edilmektedir. 1 yaş altındaki tüm bebeklerin kontrolden geçirilmesi önerilmektedir. Türkiye'deki istatistikler net olarak bilinmemekle birlikte 40 yaş üzeri her 100 kişiden 1'inde göz tansiyonu saptanmaktadır. Aynı zamanda tüm körlüklerin yaklaşık yüzde 30-35'inden göz tansiyonu sorumludur. Glokom her yaşta görülebilir, ancak 40 yaş üzerinde daha sık tesbit edilmekte ve yaşın ilerlemesi ile birlikte hastalığın görülme oranı artmaktadır. Göz tansiyonu yüksekliği, doğumsal olarak görülebilir. Konjenital glokom olarak tanımladığımız bu hastalık hemen doğumdan sonra, ya da bir süre geçtikten sonra ortaya çıkar. Bebeğin gözlerinin normalin üzerinde yaşarması ve ışıktan rahatsız olması hastalığın ilk belirtileridir. Hastalık ilerledikçe artmış olan göz içi basıncının etkisi ile kornea dediğimiz gözün ön saydam kısmının çapında artma olur ve göz normalden daha büyük görünür. Eğer hastalık hala tanınıp tedavi altına alınmamışsa giderek artan göz siniri hasarı sonucu körlük kaçınılmazdır. Bu yüzden 1 yaş altı bütün bebeklerin herhangi bir göz problemi olmasa dahi bir göz doktorunun kontrolünden geçmesinde yarar var. Göz içindeki işlevlerin yapılabilmesi ve gözün normal sertliğinin korunabilmesi için özel bir sıvı salgılanır. Bu dinamik bir olaydır; yani sıvı bir taraftan salgılanırken, diğer taraftan da özel bir takım bölmelerden gözü terkeder. Eğer boşaltımın olduğu bu bölgelerde herhangi bir sebeple dışa akımda yavaşlama meydana gelirse göz tansiyonu giderek artar ve normalin üst sınırı olan 20 değerini aşar. Görme duyusunu beyine taşıyan sinir hücreleri belirli bir göz içi basıncı değerine kadar sağlıklı çalışmasını sürdürebilir. Eğer göz içi tansiyonu normal değerleri aşarsa sinir hücrelerinde kayıplar başlar. Her bir gözde 1 milyon 200 bin civarında hücre vardır. Bunların tamamı harap olduğunda ise körlük gelişir. Tabii bütün bu olayların gelişmesi için belirli bir süreye ihtiyaç vardır. Bu sürenin uzunluğu ise hastalığın ani mi, yoksa yavaş mı başladığına, göz içi basıncının ne kadar yükseldiğine ve hastadaki damar sertliği gibi göz sinirinin beslenmesini bozan sistemik problemler olup olmamasına göre değişir. Göz tansiyonu, ani olarak yükseldiğinde oldukça çarpıcı belirtilerle karşımıza çıkar. Gözde ve göz arkasına yayılan şiddetli, delici tarzda bir ağrı, bunun yanında görme bulanıklığı, cisimlerin etrafında renkli haleler görme, bulantı ve kusma en belirgin şikayetlerdir. Bu hastalar şikayetlerinin ağırlığına rağmen daha şanslı hastalık grubunu oluştururlar. Çünkü, bu kadar ağır bir tablo oluştuğu için hastalar mutlaka bir hekime görüneceklerinden erken tanı konması söz konusu olacaktır. Ancak ani göz tansiyonu yükselmesi ile karşılaştığımız hasta sayısı tüm hastaların oldukça küçük bir bölümünü oluşturur. Asıl büyük grupta göz tansiyonu yavaş yavaş artar ve göz, bu artışa uyum sağlar, yani ağrı duyulmaz. Hastalık herhangi bir belirti vermeksizin yıllar boyu ilerlemeye devam eder. Belirtiler başladığında yani görmeme şikayeti ortaya çıktığında çoğunlukla geç kalınmıştır. Hastaların çok büyük bir çoğunluğunda son döneme kadar hiç bir bulgu yoktur. Bu yüzden pek çok hasta tesadüfen yakalanır. Muayene sırasında tansiyonun yüksek ölçülmesi, ya da göz sinirinde harabiyet tesbit edilmesi üzerine daha ileri tanı yöntemlerine başvurulur. İlk basamakta yapılması gereken, bilgisayarlı görme alan muayenesidir. Bu test, gözdeki sinir hücrelerinin çeşitli ışık şiddetlerine olan hassasiyetini ölçen ve her bir gözün gördüğü toplam alanı belirleyen bir testtir. Hastalığın tesbitinde ve takibinde büyük önem taşır. Bilgisayarlı görme alanı dışında ayrıntılı ve tabii ki daha pahalı yöntemler de mevcuttur. Bunların en bilinenleri; ultrasonik metodlarla göz sinirine gelen kan akımının ölçülmesi ve özel görüntüleme yöntemleri yardımı ile gözdeki sinir tabakasının kalınlıklarının ölçülmesi yöntemleridir. Göz tansiyonunu tedavi ederken basamak şeklinde bir yol izlenir. Hastalık teşhis edildikten sonra elimizde mevcut olan pek çok ilaç seçeneğinden hastalığın tipine en uygun olanına başlanır ve hasta takibe alınır. Gerekli aralıklarla göz tansiyonu ve görme alanı ölçümleri yapılır. Gereğinde başka ilaçlar eklenir. Bunlara rağmen göz tansiyonu düşmez, görme alanı bulguları ilerlerse ameliyat kararı verilir. Ameliyat lazerle, ya da klasik yöntemle yapılır. Ameliyatın başarı oranı yüzde 80-90 arası değişmektedir. Basamak tedavisi, doğumsal göz tansiyonu yüksekliğinde geçerli değildir. Bu hastalığın tedavisinde tek yol ameliyattır ve ne yazık ki başarı şansı, büyüklerdeki kadar yüksek değildir. Halk arasındaki adı karasu olan glokom geri dönüşümü olmayan bir hastalıktır. Tedavideki amaç, hastalığın yakalandığı evrede durdurulması ve daha fazla harabiyet oluşmasını engellemektir. Teşhis edilip tedavi altına alınmayan glokom, kalıcı körlükle sonuçlanır. İZ B IR A K A N LAR Dr. Mustafa Aydın ÇEVİK (1965–2008) 21.07.1965 tarihinde Çorum'un Osmancık İlçesi'nde doğdu. Sırasıyla, İskilip Misak-ı Milli İlkokulu, İskilip Ortaokulu, İskilip Lisesi ve İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi'ni bitirdi. 1988 yılında İstanbul Tıp Fakültesi'nden mezun olduktan sonra 1989 yılında Bingöl Emniyet Müdürlüğü Kurum Hekimi olarak göreve başladı. 1990 yılında Ankara Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nde Uzmanlık eğitimine başladı, aynı hastanede 1995 yılında Başasistan, 2000 yılında Başhekim Yardımcısı oldu. Başasistanlığı döneminde 1996 yılında Enfeksiyon Kontrol Komitesi'nin kurulmasına öncülük etti. 1998 yılında konu ile ilgili yasal bir yaptırım olmaksızın antibiyotik kısıtlaması yapılmasını organize etti. 2001 yılında Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi 2. Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Kliniği'nde Şef Yardımcısı olarak çalışmaya başladı. Aynı yıl Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkezi (RSHM)'nin en genç Başkanı olarak göreve getirildi. Genç yaşına rağmen lider kişiliği ve analitik zekası sayesinde RSHM Başkanlığı gibi büyük bir kurumu 22 ay süresince başarıyla yönetti ve kurumun tarihine not düşmek adına pek çok ilke imza attı. 2003 yılında RSHM Başkanlığı görevinden ayrılarak, Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde Şef Yardımcısı olarak çalışmaya devam etti. Sekreterliğini başarıyla yürüttü ve kısa süre içinde çok sayıda kurs, sempozyum, eğitim toplantısı ve kongre düzenlenmesini sağladı. Öğretmeyi bir yaşam felsefesi olarak benimsemesi ve bildiklerini sabırla anlatma özelliği ile pek çok meslektaşının yetiştirilmesine büyük emek ve destek verdi. Öngörüsü ve çözüm odaklı yaklaşımı ile ülke genelinde sorun oluşturan enfeksiyon hastalıkları ile ilgili hem resmi kurumlara hem de çok sayıda meslektaşına danışmanlık yaptı ve yol gösterdi. Yurt içi ve yurt dışı kongrelerde 52 bildirisi, yurt içi ve yurt dışı dergilerde 75 makalesi yayımlandı. Çok sayıda kurs, sempozyum ve kongrede konuşmacı olarak yer aldı. Beş bülten, 18 dergi ve 100'den fazla kitap yayımlanmasını organize etti. 2000-2008 yılları arasında 22 kongre, sempozyum, kurs ve eğitim toplantısı organizasyonunda aktif olarak rol aldı. Kırım-Kongo Kanamalı Ateşi ve Hastane Enfeksiyonları konularındaki bilimsel danışma kurullarının yanı sıra Bağışıklama Danışma Kurulu'nda da görev aldı. Burada sayamadığımız daha pek çok esere imza atan Dr. Mustafa Aydın ÇEVİK'in en önemli özellikleri dürüstlüğü, sevgi ve şefkatle dolu kocaman yüreği, paylaşımcı karakteri ve olaylara pozitif yaklaşımı idi. Bunların yanında, sabırlı ve olgun kişiliği, herkesi kucaklayan babacan tavırları, insana güven veren bakışları, samimiyeti, nezaketi, inceliği ve her zaman gülen yüzü… Her fırsatta mesleğini çok sevdiğini ve uzmanlık dalımızı saygın hale getirmek için uzmanlık alanında çalışan hekimlere önemli görevler düştüğünü vurguladı. Uzmanlık dalımızla ilgili sorunlar için çözümler oluşturulmasına çok önemli katkılar sağladı. Hastane İnfeksiyonları ve Kontrolü Derneği, Viral Hepatit Derneği, Dahili ve Cerrahi Bilimler Yoğun Bakım Derneği ile Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Uzmanlık Derneği (EKMUD)’nin kurucu üyesi olan Dr. Mustafa Aydın ÇEVİK, kuruluşundan kendisini kaybettiğimiz 24 Mart 2008 tarihine kadar aralıksız olarak EKMUD'un Genel Geriye dönüp bakınca kısacık ömrüne inanılamayacak kadar çok başarı sığdırmış olduğunu görüyoruz. Eserleri ile yansıttığı ise uzun bir ömür. Hayattaki en önemli şeylerden biri "İz Bırakmak"tı onun için. Yalnızca ona özgü bir tarz ve pek çok iz bıraktı arkasında… Onu çok özlüyoruz… O, her zaman kalbimizde… Nu m u n e G a z et es i Ni san 2010 S U DO KU B U LM ACA 19 Sudoku uzakdoğudan dünyaya yayılmış bir zeka oyunudur. Bulmacadaki her satır, her sütun ve 3x3’lük her kutuya, 1’den 9’a kadar rakamlar yerleştirilecektir. Her satır, her sütun ve 3x3’lük kutu bölümlerinde 1’den 9’a kadar sayılar sadece 1 defa kullanılabilir. 9 1 2 8 2 1 9 5 KOLAY 2 9 4 1 8 3 5 6 4 3 8 2 2 9 3 1 7 3 9 5 6 7 9 5 6 6 4 4 3 9 2 5 9 4 9 3 4 7 3 7 2 8 1 7 5 3 1 9 4 5 7 2 Numune Gazetesi Yıl:1 Sayı:4 Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Adına Yayın Kurulu Başkanı Doç. Dr. Nurullah ZENGİN (Başhekim) Genel Yayın Yönetmeni Doç. Dr. Hürrem BODUR (Başhekim Yrd.) Haber Koordinatörü Uzm. Ecz. Aslıhan BEYAN Yayın Kurulu 1. Doç. Dr. Hürrem Bodur 2. Uzm. Ecz. Aslıhan Beyan 3. Doç. Dr. Celil Göçer 4. Dr. Abdulkadir Özbek 5. Elvan Salman (Baş Hemş.) 1 7 6 5 7 3 3 2 5 1. ABAYLI Ekrem 2. AK Fikri 3. ALLI Nuran 4. ALTIPARMAK Emin 5. ATAN Ali 6. AVŞAR Fatih 7. AYDOĞDU Sinan 8. BALABAN Neriman 9. BELEN Ahmet Deniz 10. BİÇİMOĞLU Ali 11. BODUR (ÇOLAKOĞLU) Hatice 12. CENGİZ Ömer 13. COŞKUN Faruk 14. ÇETİNKAYA Mesut 15. DEDE Doğan 16. DERE Hacı Hüseyin 17. DİKMEN Bayazit 18. DİLBAZ Nesrin 19. DOKUZOĞUZ (KUT) Başak 20. ERDOĞAN Bülent 21. ERYILMAZ Adil 22. ESKİOĞLU Erdal 23. GÖĞÜŞ Nermin 24. GÖKA Erol 25. GÜÇTEKİN Ali 26. GÜL Ülker 27. GÜLER Serdar 28. GÜVENER Engin 8 2 1 4 5 1 4 3 5 9 2 4 8 8 7 6 9 6 6 7 1 1 2 29. HASIRİPİ Hikmet 30. HENGİRMEN Süleyman 31. KAMA Nuri Aydın 32. KARAASLAN Yaşar 33. KARADEMİR Mehmet Alp 34. KOCA Yüksel 35. KOÇ Mahmut 36. KOPARAL Salih Suha 37. KULAÇOĞLU Sezer 38. KURAL Gülcan 39. MEMİŞ Ali 40. ODABAŞ Ali Rıza 41. ÖZBAKIR Şenay 42. ÖZDEM Cafer 43. ÖZET Gülsüm Gülistan 44. ÖZKARA Adem 45. ÖZMEN Mehmet Mahir 46. PEKSOY İrfan 47. SAKINCI Ünal 48. SARAÇOĞLU Ömer Ferit 49. SEÇKİN (ERARSLAN) Selda 50. TABAK Abdullah Yalçın 51. TÜMÖZ Mehmet Ali 52. TÜMÖZ Mübeccel 53. UÇANER Ahmet 54. ULUSOY Feridun Vasfi 55. ÜNAL Adnan 56. YILDIRIMKAYA Mustafa Metin 57. YÜKSEL Enis 6 2 9 8 Bilimsel Danışma Kurulu 1 4 2 6 1 9 8 7 2 4 5 4 1 9 7 6 9 1 4 2 2 5 1 8 9 9 8 3 4 9 2 6 5 3 8 3 6 9 4 5 4 3 1 3 7 1 1 6 8 2 5 8 4 3 6 8 6 6 4 3 6 8 1 1 4 4 7 5 5 9 2 8 9 3 2 3 8 5 7 2 9 5 1 7 5 2 4 6 5 3 6 9 2 6 7 7 1 5 9 4 ZOR 6 9 3 5 Nisan 2010 6 8 7 1 1 4 1 3 8 4 6 2 6 1 3 2 1 7 4 2 7 4 9 O R TA 2 3 8 6 1 2 4 8 8 3 9 6 1 7 9 8 1 6 6 4 5 7 6 4 7 3 9 4 Aysun Yayıncılık Matbaacılık Reklam İnşaat Turizm San. Tic. Ltd. Şti. Adına İmtiyaz Sahibi ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü 1 2 5 8 3 Yönetim Adresi: Mahatma Gandi Caddesi No:105/3 G.O.P. / Çankaya – ANKARA Tel: 0312 436 44 00 Fax: 0312 447 54 59 E-mail: haber@numunegazetesi.com www.numunegazetesi.com Aysun PALALI Genel Yayın Koordinatörü Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi : Tel: 508 40 00 Cumali KÖKTAŞ www.anh.gov.tr Haber Merkezi Taşkın Palalı Ayça Gülşen Karahan AVEC Reklam Organizasyon www.avecreklam.com Numune Gazetesi Basın Meslek ilkelerine uymaya söz vermiştir. Ücretsizdir, para ile satılmaz. Numune Gazetesi’nin tüm içeriği, Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi tarafından hazırlanmakta olan bir sağlık gazetesidir. Yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına, reklamların sorumluluğu ise reklam verene aittir. Numune Gazetesinde yayınlanan makale ve haberler kaynak belirtilmek suretiyle alıntı yapılabilir. Yayın Türü Yaygın Süreli Yayın Baskı: Başak Matbaacılık Tanıtım Hiz. Ltd. Şti. Anadolu Bulvarı No:5/15 Gimat-Yenimahalle Ankara Tel:0312 397 15 17 (22.04.2010) Hukuk Danışmanı Av. Çiğdem Altınışık Mizanpaj SAĞLIK ALANINDA ÖNEMLİ TELEFONLAR Bilgiyle, Güvenle, Sağlıkla... YIL:1 SAYI:4 NİSAN 2010 G Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi 508 40 00 G Hızır Acil Servis 112 G Sağlık Bakanlığı iletişim Merkezi (SABİM) 184 G TC Sağlık Bakanlığı 585 10 00 G Ankara İl Sağlık Müdürlüğü (Rüzgarlı) 309 13 53 G Kızılay Kan Merkezi 362 97 00 G Alo Yangın 110 G Hıfzısıhha Ulusal Zehir Merkezi 0–800–314 79 00 (Ücretsiz ) Kızılderili Şef Seattle'ın A.B.D Başkanına Yazdığı Mektup Washington’daki Büyük Beyaz Reis bizden toprak almak istediğini yazıyor. Bu bizim için büyük bir fedakarlık olur. Büyük Beyaz Reis, bize rahat yaşayacağımız bir yerin ayrılacağını, bize babalık edeceğini, biz kızılderililerin ise onun çocukları olacağımızı söylüyor. Bu önerinizi düşüneceğiz. Ama yine de bunun kolay olmayacağını itiraf ederim. Çünkü bu topraklar bizim için kutsaldır. Nehirlerin ve ırmakların suyu, bizim için sadece akıp giden su değildir; atalarımızın kanıdır aynı zamanda. Bu toprakları size satarsak, bu suların ve toprakların kutsal olduğunu çocuklarınıza öğretmeniz gerekecek. Biz nehirleri ve ırmakları kardeşimiz gibi severiz. Siz de aynı sevgiyi gösterebilecek misiniz kardeşlerimize? Biliyorum, beyaz adam bizim gibi düşünmez. Beyazlar için bir parça toprağın diğerinden farkı yoktur. Beyaz adam topraktan istediğini almaya bakar ve sonra yoluna devam eder. Çünkü toprak beyaz adamın dostu değil, düşmanıdır. Beyaz adam topraktan istedigini alınca başka serüvenlere atılır. 1854 yılında A.B.D. Başkanı yazdığı bir mektupla Amerikaya gelen beyaz göçmenlere toprak bulmak amacıyla Kızılderililer’den toprak istemiş ve bu isteği kabul edilecek olursa, Kızılderililere rahatlıkla yaşayabilecekleri bir bölgenin ayrılacağını bildirmiştir. Topraklarının büyük bir bölümü zaten beyazlar tarafından zorla ellerinden alınmış olan Kızılderili Reisi Seattle bir söyleviyle A.B.D. Başkanına yanıt vermiş ve bu yanıt mektup olarak 1854 yılında A.B.D. başkanına gönderilmiştir. Mektubun aslı Amerika, Seattle, Squamish Müzesinde korunmaktadır. Halkımın üzerine merhamet gözyaşlari döken şu sonsuz gökyüzü bir gün değişebilir. Bugün açık gözüken gökyüzü yarın bulutlarla kaplanabilir. Sözlerim, asla yer değiştirmeyen yıldızlar gibidir. Şef Seattle her ne söylerse, Washington’daki büyük Şef ona, güneşin ya da mevsimlerin dönüşüne inandığı ölçüde inanabilir. Washington’daki büyük Şef bize dostluk ve iyilik dilekleriyle birlikte bizden topraklarımızı satın almak istediğini bildirmiş. Onun, bizim arkadaşlığımıza çok fazla ihtiyacı olmadığını biliyoruz. Beyaz adam annesi olan toprağa ve kardeşi olan gökyüzüne, alıp satılacak, işlenecek, yağmalanacak bir şey gözüyle bakar. Onun bu ihtirasıdır ki toprakları çölleştirecek ve her şeyi yiyip bitirecektir. Beyaz adamın kurduğu kentlerde, bir çiçeğin taç yapraklarının açarken çıkardığı tatlı sesler, bir kelebeğin kanat çırpışları duyulamaz. Son ırmak kuruduğunda, son ağaç yok olduğunda, son balık öldüğünde; beyaz adam paranın yenilemeyen bir şey olduğunu anlayacak. Merak ediyoruz ki; gökyüzünü ve toprağın sıcaklığını nasıl satın alabilir ya da satabilirsiniz? Bunu anlamak bizler için çok güç. Bir zamanlar insanlarımız bu topraklara tıpkı rüzgarda kıvrımlanan deniz dalgalarının kabuklu kuru yüzeyleri kapladığı gibi yayılmışlardı. Çok uzun zaman geçti ve o büyük kabileler artık hüzünlü bir anı oldu. Bu toprakların her parçası halkım için kutsaldır. Çam ağaçlarının parıldayan iğneleri, vızıldayan böcekler, beyaz kumsallı sahiller, karanlık ormanlar ve sabahları çayırları örten buğu; halkımın anılarının ve geçirdiği yüzlerce yıllık deneylerin bir parçasıdır. Ormandaki ağaçların damarlarında dolaşan su, atalarımızın anılarını taşır; biz buna inanırız. Beyazlar için durum böyle değildir. Belki bir vahşi olduğum için anlayamıyorum ama, benim ve halkım için önemli olan şeyler oldukça başka. İnsan bir su birikintisinin etrafına toplanmış kurbağaların, ağaçlardaki kuşların ve doğanın seslerini duymadıkça, yaşamın ne değeri olur? Bir kızılderiliyim ve anlamıyorum. Biz kızılderililer, bir su birikintisinin yüzünü yalayan rüzgarın sesini ve kokusunu severiz. Çam ormanının kokusunu taşıyan ve yağmurlarla yıkanıp temizlenmiş meltemleri severiz. Hava önemlidir bizim için. Ağaçlar, hayvanlar ve insanlar aynı havayı koklar. Beyaz adam için bunun da önemi yoktur. Ancak size bu toprakları satacak olursak, havanın temizliğine önem vermeyi de öğrenmeniz gerekir. Bir beyaz, öldükten sonra yıldızlar alemine göç ettiği zaman, doğduğu toprakları unutur. Bizim ölülerimiz ise bu toprakları unutmaz. Çünkü kızılderili, gerçek anasının toprak olduğuna inanır. Çocuklarınıza havanın kutsal olduğunu öğretmeniz gerekir. Hem nasıl kutsal olmasın ki hava? Atalarımız doğdukları gün ilk nefeslerini onun sayesinde almışlardır. Ölmeden önce son nefeslerini de gene bu havadan almazlar mı? Toprak satmamız için yaptığınız öneriyi inceleyeceğiz. Eğer önerinizi kabul edecek olursak, bizim de bir koşulumuz var: Beyaz adam bu topraklar üzerinde yaşayan bütün canlılara saygı göstersin. Ben bir vahşiyim ve başka türlü düşünemiyorum. Yaylalarda cesetleri kokan binlerce buffalo gördüm. Beyaz adam trenle geçerken vurup öldürüyor bu hayvanları sadece eğlenmek için. Dumanlar püskürten bu demir atın bir buffalo’dan daha değerli olduğuna aklım ermiyor. Biz sadece yaşayabilmek için avlardık buffalo’ları. Bütün hayvanları öldürecek olursanız nasıl yaşayabilirsiniz? Canlıların yok edildiği bir dünyada insan ruhu yalnızlık duygusundan ölür gibi geliyor bize. Unutmayın, bugün diğer canlıların başına gelen yarın insanın başına gelir. Çünkü bütün hepsinin arasında bir bağ vardır. Şu gerçeği iyi biliyoruz: Toprak insana değil, insan toprağa aittir. Ve bu dünyadaki herşey, bir ailenin fertlerini biribirine bağlayan kan gibi, ortaktır ve biribirine bağlıdır. Bu nedenle de dünyanın başına gelen her felaket insanoğlunun da başına gelmiş sayılır. Bildiğimiz bir gerçek daha var: Sizin Tanrınız bizimkinden başka bir Tanrı değil. Aynı Tanrının yarattıklarıyız. Beyaz adam bir gün bu gerçeği de anlayacak ve kardeş olduğumuzu farkedecektir. Siz Tanrınızın başka olduğunu düşünmekte serbestsiniz. Ama hepimizi yaratan Tanrı için kızılderili ile beyazın farkı yoktur. Ve kızılderililer gibi Tanrı da toprağa değer verir. Bu toprağa saygısızlık, Tanrının kendisine saygısızlıktır. Beyaz adamı bu topraklara getiren ve kızılderiliyi boyunduruk altına alma gücünü veren Tanrının adaletini anlayamıyoruz. Tıpkı buffalo’larin öldürülüşü, ormanların yakılışı, toprağın kirletilişini anlamadığımız gibi. Bir gün bakacaksınız gökteki kartallar, dağlari örten ormanlar yok olmuş, yabani atlar ehlileştirilmiş ve her yer insanoğlunun kokusuyla dolmuş. İşte o gün insanoğlu için yaşamın sonu ve varlığını devam ettirebilme mücadelesinin başlangıcı olacak. Gündüz ve gece bir arada olamaz. Kızılderililer her zaman beyazlardan tıpkı sabah sislerinin güneşten kaçtığı gibi kaçmışlardır. Bütün bunlara rağmen, teklifinizi tartışacağız. Ve umuyorum ki, halkım bunu kabul edecek ve Büyük Beyaz Şef’in vaadettiği üzere beraber barış içinde yaşayacağız. Böylece Ay birkaç kez daha doğacak, bir kaç kış daha geçecek. Bu geniş topraklara yerleşmiş ve mutluluk içinde yaşamış olan neslimiz, daha önce bizden daha güçlü ve daha umut dolu yaşamış insanlarımızın mezarları başında yas tutacaklar. Ama, niye insanlarımın kaderi için yas tutayım ki? Tıpkı deniz dalgaları gibi kabileler kabileleri, uluslar ulusları takip ediyor. Bu doğanın düzenidir ve teessüf gerekmez. Yok oluşumuz çok uzak olabilir ama kesinlikle bir gün gerçekleşecek; Son kızılderili yok olup, kabilemin hatıraları beyazlar için bir tarih olduğunda, bu kıyılar kabilemin görünmez cesedleriyle kaynaşacak. Çocuklarınızın çocukları kendilerini bir dükkanda, bir yolda, boş bir yerde yalnız olarak düşündüğünde aslında yalnız olmayacaklar. Dünyanın hiçbir yerinde tamamen ıssız bir yer yoktur. Geceleri, şehir ve kasabalarınızın caddeleri boşalmış gibi görünse de, aslında, bir zamanlar oralarda yaşamış ve bu güzel toprakları gerçekten seven ruhlarla dolu olacaktır. Beyaz adam asla yalnız kalamayacaktır. Beyaz adamın, benim insanlarıma saygı göstermesini sağlamalısınız, çünkü; ölüler güçsüz değildir. Ölü mü dedim? … Ölüm diye birşey yoktur ki, sadece dünya değiştirir insan. Dip not: Şef Seattle'ın ismi kendi bölgesinde kurulan Seattle şehrine verilmiştir. w w w. i p e k o z a l i t . c o m . t r H i z m et ler im iz G Kırtasiye G Dijital Baskı G Tarama (Scanner) G Ozalit ve Plan Kopya Çekimi G Ofis ve Bilgisayar Sarf Malzemeleri G Kartuş Dolumu MERKEZ Tel Fax E-mail G Poster Baskı G Fotokopi G G G G Plotter Baskı Laser Çıktı Ciltleme (Laminasyon) Dünyanın renklerini ayağınıza getiriyoruz... Kaşe Yapımı : Ahmet Mithat Efendi Sokak No: 18 / A ÇANKAYA - ANKARA : 0312 442 18 00 (pbx) : 0312 442 06 05 : cankaya@ipekozalit.com.tr ŞUBE 1 Tel Fax E-mail : Uğur Mumcu Caddesi (Köroğlu) No: 53 / A G.O.P. - ANKARA : 0312 446 29 46 (pbx) : 0312 446 76 06 : gop@ipekozalit.com.tr ŞUBE 2 Tel Fax E-mail : Mustafa Kemal Mahallesi 2127. (Eski 47) Sokak No: 64 / B SÖĞÜTÖZÜ - ANKARA : 0312 219 50 59 - 219 50 80 : 0312 219 53 63 : ipek@ipekozalit.com.tr