numune-gazete-SAYI-4-sayfa-1-9:Layout 1.qxd

advertisement
Ü C R ETS İZ D İR
Bilgiyle, Güvenle, Sağlıkla...
3
SAĞLIK
BAKANLIĞI TV
PROGRAMLARINA
EL ATTI
BEBEKLERDE UYKU
DÜZENİ NASIL SAĞLANIR
7
10
SIFIR
BEDEN Mİ
SAĞLIKLI
BEDEN Mİ
HİPERTANSİYON VE
BESLENME ÖNERİLERİ İÇİN
10 ALTIN KURAL
12
www.numunegazetesi.com
Bahar geldi,
alerjiye dikkat
Bahar geldi. Doğa yeni bir canlanma
dönemine girdi. Bu dönemde doğada
ortaya çıkan yenilenme beraberinde
bir dizi problemleri de beraberinde
getirdi.
Hastanemizde
yeni anneler
‘Sevgi Bohçaları’
dağıtıldı.
Ankara Numune Eğitim ve
Araştırma Hastanesi ile Türk
Kızılay’ı gerçekleştirdikleri ortak
çalışma ile hastanemizde yeni
doğum yapan annelere ‘sevgi
bohçaları’ dağıtımı gerçekleştirildi.
“Sevgi Bohçası Projesi” ile
maddi durumu yetersiz ailelere
doğum sonrasında destek
olunacak. Yeni doğan bebeklerin ve annelerinin temel
ihtiyaçları Türk Kızılayı tarafından karşılanacak.
sayfa 11’de
Özellikle her yerde çiçeklerin açması,
havada polenlerin uçuşması gibi dış
etkenlere karşı hassas olan bünyelerde alerji çanları çalmaya başlandı.
Alerji, Yunanca 'değişik iş veya
değişik reaksiyon' anlamına gelen bir
kelime olup tıbbi olarak beklenmeyen
“aşırı duyarlılık reaksiyonları”nı anlatmak için kullanılmaktadır. Yani,
normal şartlarda vücudun reaksiyon
vermesini beklemediğimiz bazı maddelere reaksiyon vermesini tanımlar.
Alerjik hastalıklar bulgu olarak sanki
tek bir organı ya da sistemi ilgilendiriyormuş gibi dursa da, aslında
sistemik bir hastalık tüm vücudu ilgilendirir.
ÇOCUKLARDA AĞIZ KOKUSU .............. 3
DİYABET HER YAŞTA GÖRÜLEBİLİR ... 4
ONKOLOJİ HEMŞİRELERİ PANELİ ....... 9
KANSERLİ HASTALAR KONGRESİ ...... 13
YETERLİ VE DENGELİ BESLENME ..... 14
KALP HASTALIĞI VE STRES ................ 15
Genel olarak alerjik şikayetlerin; yer,
mevsim (mevsimsel, yılboyu), çevre
faktörleri ile ilişkisi, diğer aile
üyelerinde benzer alerjik şikayetlerin
(atopik bünye) görülmesi gibi özellikleri de önem taşımaktadır.
BEBEKLERDE İSHAL ........................... 17
Avrupa Onkoloji Hemşireliği
Derneği (EONS) Başkanı
Yrd. Doç. Dr. Sultan KAV:
ÖKSÜRÜK
DEYİP
GEÇMEYİN
SİGARANIN ZARARLARI ........................ 2
Bu hastalıklar; göz, deri, solunum ve
sindirim sistemi gibi birçok sistem ve
organı etkilemektedir.
sayfa 8’de
14
Y IL :1 SAY I:4 N İSAN 2010
“EONS, 29 Avrupa
ülkesinde 22.000
hemşireyi temsil
etmektedir.”
sayfa 5’de
GÖZ DAMLALARI ................................ 16
DR. MUSTAFA AYDIN ÇEVİK .................. 18
Doç. Dr.
Nurullah Zengin
Baþyazý
n.zengin@numunegazetesi.com
Kanser Haftası ve
Düşündürdükleri
Ülkemizde 1971 yılından bu yana Nisan
ayının ilk haftası Kanser Haftası olarak kabul
edilir. Çeşitli etkinliklerle önemi her geçen gün
artan bu sağlık sorunu ele alınır ve toplum
düzeyinde farkındalığın artırılması amaçlanır.
sayfa 11’de
0 2 Nis a n 2 0 1 0
N u m u n e G a z et es i
H A B ERLER
Sigaranın Zararları
Aysun PALALI
Yarın
a.palali@numunegazetesi.com
Sigaranın, vücudun çeşitli organlarında
yaptığı tahribat ve kanserin yanında cilt
sağlığı ve güzelliğinize de zararları
vardır.
İşte sigaranın zararları:
Ağız kokusu yapar, diş ve diş eti
hastalıklarına yol açar.
Dudak, yanak ve gırtlak kanserine
neden olur. Hatta sigarayı yakmadan
dudağında taşıyan yada tütün
çiğneyenlerde de ağız için kanserleri
görülür.
Dilde, tat alma duyusunda bozulmalar olur.
Beyin hücrelerinin ölümüne yol açar.
Öğrenme bozuklukları, hafıza zayıflığı
ve erken bunama görülür.
Göz merceğinin saydamlığının azalmasına yani katarakta sebep olur.
Cildin yapısının bozulmasına neden
olur. Leke ve kırışıklık oluşur. Selülitlere sebep olur.
Burunda koku alma duyusu azalır.
Sinüzit, farenjit, bademcik ve orta
kulak iltihabı gibi üst solunum yolu
hastalıklarına yol açar.
Damar sertliğini hızlandırır. Beyin
ve kalpte damar tıkanıklığına neden
olur. Kalp krizi ve tansiyon yükselmesi
görülür.
Erkeklerde iktidarsızlığın başlıca sebeplerindendir. Ayrıca mesane kanserinin önemli nedenlerindendir.
Akciğerlerde çeşitli hasarlara, astım
ve kronik bronşit gibi hastalıklara neden olur. Bronşlarda ve akciğerlerde
birçok çeşit kanserin oluşmasına neden
olur.
Gastrit, ülser ve reflü hastalığına
sebep olur. Mide ve yemek borusu
kanserine yol açar.
Gebelikte tüketilen sigara düşük doğumlara ve bebekte gelişme geriliğine
neden olur.
Erken menopoz ve rahim kanserinin
sebebidir.
Parmaklarda sararmaya ve tırnaklarda zayıflamaya yol açar.
Kemik erimesine neden olur.
Burger hastalığına sebep olur. Bu
hastalık, el ve ayaklardan başlayarak
tıkanıklığa yol açar ve uzuvların kesilmesi gerekir.
Vücutta yorgunluk, uykusuzluk hali,
stres, gerilim, performansta düşme ve
reflekslerde azalma görülür.
Pankreas kanseri riski artar.
Hastalık, yara ve ameliyat tedavileri
uzun sürer.
Kullanılan ilaçları etkisizleştirebilir.
Bütçenize yük olur, çevre kirliliğine
yol açar, yangınların en önemli sebeplerindendir.
Çocuklarınız kanseri önleyen genlerden yoksun hayata gelir.
Hamilelerde %10–15 eksik kiloda
doğuma ve bebek zeka eksikliğiyle
doğar.
Çevrenizdekileri de bu zararları
verirsiniz. Çocuğunuzun sigaraya
başlama oranı daha fazladır.
Dumansız Hava Sahası için
sizde destek verin
“Sigara içmek öldürür”
“Hamile iken sigara içmek bebeğe zarar verir”
“Sigara içmek kan akışını yavaşlatır ve cinsel
iktidarsızlığa neden olur”
Yukarıdaki cümleler, sigara paketlerinin üzerinde
alenen yazıyor… Bu cümlelere rağmen sigara içme
oranı ülkemizde hala çok yüksek düzeyde
seyrediyor. Son yıllarda getirilen bazı düzenlemeler
ile sigara içme oranı düşüşe geçmekle birlikte bu
azalış hala yeterli oranda değildir.
Bilindiği gibi sigara başta olmak üzere tütün
tüketimi ve pasif içici olarak ortamda içilen
bu tütünlerin dumanına maruz kalma çok
ciddi hastalıklara, sakatlıklara ve hatta ölümle
sonuçlanabilecek sorunlara neden olmaktadır. Bu
doğrultuda birçok gelişmiş ülke de olduğu gibi,
ülkemizde de sigaraya karşı yeni düzenlemeler
yapılmakta, önlemler alınmaktadır.
Ülkemizde Sağlık Bakanlığı’nın başlattığı
‘Dumansız Hava Sahası’ projesi bireylerin ve
dolayısıyla toplumun yaşam kalitesini yükselten
çok yerinde bir uygulama olmuştur. Bu proje ile
artık halkın ortak kullandığı, kapalı mekânlarda
sigara içme yasağı başlamıştır. Bu düzenleme ile
yaklaşık bir yıldır kapalı alanlarda temiz hava
soluma hakkımıza kavuştuk, %100 Dumansız
Hava Sahasına kavuştuk.
gereksiz bilgiler
:)
BUNLARI
BİLİYOR MUSUNUZ ?
Yapılan bir deney sonucunda sigara içindeki katran
maddesinin bir farenin sırtına sürüldükten sonra,
farenin sırtındaki o bölgede kanser oluştuğunu.
Türkiye’de her 25 kişiden birinin astım hastası
olduğunu.
Hawaii alfabesinde sadece 12 harfin bulunduğunu.
İnsan saçının 3 kg. ağırlık kaldırabilecek esneklikte
olduğunu.
Beethoven’ın beste yapmadan önce kafasını soğuk
suya soktuğunu.
Dört tane gözü olan köpek balıklarının olduğunu.
Yengeçlerin altındaki keselerinde yüzlerce yengeç
yavrusu olduğunu.
Şempanzelerin en sevdiği yiyeceğin karınca
olduğunu ve bu karıncaları yerden bir çubuk bulup
o çubuğu tükürükleyip daha sonra çubuğu karınca
yuvasına sokup çekerek karıca tuttuğunu ve yediğini.
Bu projeye, başta bir kısım sigara içenler öncelikli
olmak üzere hizmet sektöründe faaliyet gösteren
(lokanta, cafe, kahvehane v.b. gibi) bazı esnaflarda
ekonomik kaygılarını öne sürerek karşı
çıkmaktadırlar. Bu çevreler bu yasakların kendi
hizmet
bölgelerini
kapsayacak
şekilde
esnetilmesini, yumuşatılmasını talep ediyorlar…
Bu kişilere sormak lazım, toplum sağlığı onların
ekonomik kazançlarından daha mı önemsiz veya
önceliksizdir? Ve yine onlara sormak lazım kendi
çocuklarının sigara içmedikleri halde pasif içici
olmalarına razılar mı?
Eğer bir ülkenin halkına zarar veren kitlesel bir
sorun söz konusu ise, bireyler kendi çıkarlarını göz
ardı edebilmelidir. Her zaman ülkem ve milletimiz
‘ben’ den daha kıymetli olmalıdır.
Şu an farkına varılmasa da ileride yeni nesil
gençler gittikleri mekânlarda sigara ve dumanına
maruz kalmayarak sigarayı örnek almayacak,
içmediği halde dumanından zarar görmeyecektir.
Orta ve hatta kısa vadede yeni nesil sigaradan
uzak duran daha sağlıklı bireyler olacaktır.
Bu kampanyanın başarılı bir şekilde devam etmesi
ile bugünü ve geleceği çok daha sağlıklı bir Türkiye
ve sağlıklı nesiller yetişecektir... Bizim, ailemizin,
çocuklarımızın, sevdiklerimizin soluduğu havayı
hiç kimsenin kirletme hakkı yoktur.
Tertemiz bir Türkiye ve sağlıklı bir gelecek nesil
için, Dumansız Hava Sahasını tüm kalbimle
destekliyorum. İnsanları ve ülkesini seven her
vatandaşın da bu kampanyaya destek vermesini
bekliyorum…
Ve son söz; gittiğimiz mekanlarda bu kampanyayı
esnetmeye, delmeye çalışanları uyaralım, temiz
havamıza sahip çıkalım.
N u m u n e G a z et es i
Sağlık Bakanlığı
TV programlarına
el attı
Sağlık Bakanı Prof. Dr. Recep Akdağ,
halkı direkt yönlendiren ve etkin bilgilendirme platformu olabilecek alan
olarak görülen televizyonlarda yayınlanan film, dizi, sağlık programları v.b.
gibi yayınlarda ‘sağlıkta doğru bilgilendirme yapılması’ için çalışmalara
başladı.
Bu kapsamda Bakan Akdağ, ilk olarak
bu yayınların yöneticileri ile bir araya
gelerek neler yapılabileceğini, Sağlık
Bakanlığı olarak nasıl katkı yapabileceklerini anlattı.
Söz konusu bu toplantılarda Sağlık
Bakanlığı olarak her türlü yardıma hazır
olduklarını ifade eden Bakan Akdağ,
Temel Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü bünyesinde kurulan Sağlığın
Teşviki ve Geliştirilmesi Daire Başkanlığı’nın danışmanlık hizmeti verebileceğini ifade etti.
Akdağ; film, dizi senarist
ve yapımcılarıyla buluştu
Sayın Bakanımız Prof. Dr. Recep
AKDAĞ, dizilerin ve filmlerin senarist
ve yapımcılarıyla bir araya geldi. Dizilerde ve filmlerde meydana gelen tıbbi
hataların tartışıldığı toplantıya son günlerde çok izlenen birçok dizinin yapımcı
ve senaristleri de katıldı.
Sayın Bakanımız; Film ve dizilerde işlenen tıbbi konuların halkımız tarafından
yanlış anlaşılmalara meydan vermeyecek şekilde yer alması hususunda
dizilerin ve filmlerin, senarist ve yapımcılarına büyük görev düştüğünü belirtti.
Akdağ; sağlık programı
temsilcileri ile bir araya geldi
Sağlık Bakanı Prof. Dr. Recep AKDAĞ,
yazılı ve görsel medyada yer alan sağlık
programı temsilcileri ile bir araya geldi.
Ülkemizde ulusal düzeyde yayın yapan
televizyon kanallarında yer alan ve
izlenme oranları yüksek olan sağlık
programlarının yönetmen, yapımcı ve
sunucularının katıldığı toplantıya bazı
dergilerin temsilcileri ile sağlık alanında
faaliyet gösteren internet sitesi editörleri
de katıldı. Toplantıda, televizyonlarda
yayınlanan sağlık programları ile dergi
ve internet sitelerinde yer alan yayınların halkın sağlığı üzerinde yaptığı
etkilere ilişkin görüş alışverişinde
bulunuldu.
Yapılan yayınların halkın sağlık bilinci
üzerinde oluşturduğu olumlu etkilerle
beraber, bazı yayınlarda karşılaşılan
olumsuz örneklerin de tartışıldığı
toplantıda, vatandaşın doğru sağlık bilgisine ulaşması konusunda özellikle
televizyonlarda yer alan sağlık programları üzerine büyük sorumluluklar
düştüğü ifade edildi.
Çocuklarda Ağız Kokusu önlenebilir
bulundurularak, normal düşme zamanı gelmemiş tüm süt
dişleri ve daimî dişler mutlaka tedavi edilmelidir. Çocuklarda erişkinlere göre daha seyrek görülmekle birlikte dişeti
iltihaplanmalarına bağlı da kötü ağız kokusu olur.
Sıvı tüketiminin azlığı ve bazı ilaçların
kullanımına bağlı olarak gelişen
ağız kuruluğu
Ağız kokusu özel ve sosyal yaşamımızı olumsuz etkileyen,
ağız ve diş sağlığı kadar genel sağlık hakkında da önemli
ipuçları veren bir olgudur. Çocuklarda ağız boşluğu kaynaklı
kötü ağız kokusunun sebepleri ve tedavi yöntemleri ise
aşağıdaki gibidir.
Ağız hijyeninin yapılmaması
ya da eksik uygulanması
Çocuklarda alerjik kökenli rahatsızlıkların tedavisinde sıklıkla kullanılan antiallerjik ilaçlar tükürük akış hızını azaltarak ağız kuruluğuna sebep olur. Sıvı tüketiminin
arttırılması ve şekersiz sakız çiğnenmesi ile tükürük akışının
artırılması ilacın kullanıldığı dönemde görülen ağız kuruluğunu büyük oranda engeller. Mentollü pastiller ise ilk
etapta kokuyu giderir gibi görünse de ağız kuruluğunu daha
da arttırdığı için dikkatli kullanılmalıdır.
Dil kökündeki mantar enfeksiyonları
Dil yüzeyinin fırçalanması ve medikal tedavi ile engellenebilir.
Yalancı emzik ve biberonun
uzun süre ağızda tutulması
Çocuğunuzun diş ve dil yüzeyinde biriken besin artıkları
normal ağız florasında bulunan bakteriler tarafından kullanılması ve bunun sonucunda açığa çıkan sülfürlü bileşikler
kötü ağız kokusuna neden olmasıdır. Dişlerin 2 dakika
boyunca hiç diş yüzeyi atlamadan fırçalanması ile ağız
kokusu giderilebilir. Diş yüzeyleri ile birlikte mutlaka dil de
fırçalanmalıdır. Çünkü dil yüzeyinde oldukça fazla bakteri
birikir.
Bakteri çoğalmasını hızlandırdığı için ağız boşluğunda istenmeyen kokulara neden olabilir. Çocuğun beslenmesinde
ve sakinleştirmesinde kullanılan malzemenin dezenfeksiyonuna özen gösterilmeli, hasar görmüş bölgelerde bakteri
üreyebileceği için gerektiğinde bu ürünler yenisi ile değiştirilmelidir.
Ağız hijyeninin uzun süre ihmal edilmesi
Sindirim gerçekleşene kadar kötü ağız kokusuna neden olur.
Bu durumda da diş çürüklerinin ve diş eti iltihaplanmalarının oluşması kaçınılmazdır. Diş çürükleri patojen
mikroorganizmalar için zengin ve temizlenmesi zor bölgeler
olduğu için ağız kokusu diş çürüğü varlığında daha da şiddetlenir. Ağız kokusunun yanı sıra ağrı ve enfeksiyon gibi
diğer ciddi problemlere de neden olabileceği göz önünde
Ni san 2010
H A B ERLER
Tüketilen kokulu gıdalar
Ağız boşluğunda gelişen tümörler
En son düşünülmesi gereken neden olup tümöre bağlı oluşan
yaralar sonucu kötü ağız kokusuna yol açabilir. Böyle bir
durumda şişlik, ağrı gibi diğer belirtilerin de değerlendirilmesi gerekir.
03
Doç. Dr.
Hürrem BODUR
Editörden
h.bodur@numunegazetesi.com
Hastane Enfeksiyonları
Gerek ulusal gerekse uluslar arası yazılı ve görsel
basında sık sık haber konusu olan hastane
enfeksiyonları tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde
de giderek artan önemi ile özellikle hastanelerde
yatan hastalar için zaman zaman yaşamı da
tehdit edebilen sorunlara neden olabilmektedir.
Nedir Hastane Enfeksiyonu? Neden bu kadar
önemlidir?
Hastane enfeksiyonu adından da anlaşılacağı
üzere hastanede kazanılan, hastane ortamında
bulunan mikroorganizmaların etken olduğu
enfeksiyonlardır.
Burada,
hastane
ortamında
genellikle
antibiyotiklere dirençli mikroorganizmaların
kullanılan antibiyotikler ve dezenfektanlar
nedeni ile dirençli olanlarının hakim mikroflorayı
oluşturmasının yanında, altta yatan hastalığın ve
uygulanan tedavi yöntemlerinin de büyük
önemi vardır.
Özellikle Üniversite ve Eğitim Araştırma
Hastaneleri gibi 3. basamak hastanelerde;
yoğun bakımlarda, yeni doğan servislerinde ve
cerrahi girişim yapılan hastalarda sorun olur
hastane enfeksiyonları. Bunun yanında hastane
enfeksiyonları kanser hastalarında, organ
yetmezliği olanlarda, kemoterapi veya radyoterapi
uygulanmış hastalarda daha ağır seyreder
ve hayatı tehdit edici boyutta sorunlara neden
olabilir.
Hastane enfeksiyonları önemli, çünkü; Hastane
enfeksiyonları hastanede kalış süresini
uzatmakta, yatak işgal oranını artırmakta,
maliyet artışına neden olmakta, iş gücü kaybına
yol açmakta, hasta ve yakınlarının psikolojisini
olumsuz etkilemekte ve en önemlisi de hastanın
sakat kalmasına veya hayatını kaybetmesine
neden olabilmektedir.
Hastane
enfeksiyonlarının
doğurduğu
olumsuzlukları mümkün olduğunca önlemeye,
en azından azaltmaya yönelik “Enfeksiyon
Kontrol Komiteleri” marifeti ile hastane
enfeksiyonlarını önlemeye yönelik tedbirler
alınmaktadır.
Bu komiteler, hastaneye tanı ve tedavi için
yatan hastalara hastane enfeksiyonu etkeni
mikroorganizmaların bulaşmasını önlemeye
yönelik tedbirleri almakla görevlidir. Ayrıca
hastane
temizliğinden,
tıbbi
atıkların
toplanmasına, hastane enfeksiyonu ile ilgili
kayıtların
tutulmasından,
etken
mikro
organizmaların tespit edilmesine, kullanılacak
uygun antibiyotiklerin seçilmesinden, hastane
enfeksiyonu gelişmiş hastaların izolasyonuna
kadar bir dizi kuralları belirlemek ve hastane
çalışanlarını bu kurallara uyma konusunda
eğitmek gibi sorumlulukları vardır.
Peki hastane enfeksiyonları konusunda hasta ve
hasta yakınları ne yapmalı ne yapmamalıdır?
Bir sonraki sayımızda bu konuya değinmek
umuduyla...
0 4 Nis a n 2 0 1 0
N u m u n e G a z et es i
H A B ERLER
Diyabet (Şeker) Hastalığını yakından tanıyalım
Doç. Dr.
Celil GÖÇER
Diyabet
her yaşta görülebilir
Dr. Sevgin BİÇER
DİYABET NEDİR?
(Şeker Hastalığı)
Yediğimiz besinlerin sindirimi sonucu
oluşan ve kana geçen şekerin kandan
hücre içine giremeyip sürekli olarak
kanda kalması sonucu kanda şeker miktarının yükselmesiyle kendini gösteren,
ömür boyu süren bir hastalıktır.
Yiyeceklerle alınan şekerlerin vücutta
yakılarak enerjiye dönüşme sisteminin
bozukluğudur.
ŞEKERİN HÜCRE İÇİNE
GİRMESİ NASIL OLUR?
Yiyeceklerde bulunan karbonhidratlar
(çoklu şekerler) sindirim kanalında
parçalandıktan sonra glikoz (basit şeker)
olarak kana geçer.
Vücudumuzda pankreas adı verilen, midenin arka tarafında yer alan bir organ
vardır. Bu organ insülin denilen bir hormon salgılar. Normalde insülin kana
geçen bu şekerle birleşerek şekerin
hücre içine girmesini, dolayısıyla yakıt
olarak kullanılmasını sağlar.
Yani kanımızdaki şeker miktarı insülin
hormonu tarafından dengede tutulur.
BİZ ŞEKERİ HANGİ BESİNLERDEN ALIRIZ?
Biz şekeri ya şekerli yiyeceklerden yada
ekmek, patates, makarna pirinç gibi
şeker (karbonhidrat ) içeren besinlerden
alırız. Ayrıca şeker karaciğer denilen organımız tarafından da üretilir.
ŞEKER İÇEREN GIDALAR
ALINDIKTAN SONRA NE OLUR?
Şeker içeren gıdalar ağızdan alındıktan
sonra kandaki şeker miktarı yükselir.
Buna cevap olarak pankreastan insülin
salgılanır. İnsülin kana geçen bu şekerle
birleşerek şekerin hücre içine girmesini,
dolayısıyla yakıt olarak kullanılmasını
sağlar.
DİYABETTE ŞEKER NEDEN
HÜCRE İÇİNE GEÇEMEZ?
Pankreas denilen organımızdaki bozukluk sonucu insülin denilen hormon
üretilemez veya üretilir ama üretilen insülin görevini tam yapamaz (İnsülin denilen hormon yeterli miktarda
salgılanamaz, yada salgılanan insülin
dokularda yeterince etkili olamaz- vücut
hücreleri pankreasın salgıladığı insüline
yeterince cevap veremez). Yani şekerin
bağlanıp taşınacağı madde ya yoktur
yada yapısında bozukluk vardır. Bu nedenle de şeker kendini taşıyacak bir
madde bulamadığı için kandan
hücrelere geçemez.
İnsülin hücre girişlerini anahtar gibi
açar şekerin hücre içine girmesini
sağlar. İnsülin olmazsa bu hücre
girişleri açılamaz ve şeker hücre
içine giremez
ŞEKER KAN DAMARLARININ
İÇİNDE KALIRSA NE OLUR?
Arabaların çalışması için enerjiye ihtiyacı vardır. Bu enerji benzinden sağlanır.
Vücudumuzun çalışması, yani günlük
aktivitesini (yürümek, koşmak, oturmak
v.s. ) yapabilmesi için de enerjiye
ihtiyaç vardır. Vücudumuz da bu enerjiyi şekerden sağlar. Şekerin enerji verebilmesi için hücre içine girmesi
lazımdır.
Şeker hücre içine girer, hücre
tarafından yakılarak enerji verir.
Şeker hastalarında insülinin yetersiz
veya eksik olmasından dolayı glikoz
(şeker) hücre içine giremez. Yani şeker
hastalarının hücrelerinde şeker enerjiye
dönüştürülemez.
Bunun sonucunda hücrelerin ihtiyacı
olan enerji karşılanamaz. Hücreler enerji olmadığı için çalışamazlar. Yani
şeker hastalarının günlük aktivitesini
(yürümek, koşmak, oturmak v.s. ) yapabilmesi zorlaşır. Bunun sonucunda da
yorgunluk, halsizlik olur.
Ayrıca glikoz denilen şeker hücre içine
giremediği için de kanda birikmeye
başlar ve kan şekeri de aşırı miktarda
yükselir. Bunun sonucunda da aşırı miktarda biriken şekerin atılabilmesi için
idrar yapma ihtiyacı artar.
Çok fazla miktarda idrar yapınca
vücudun su ihtiyacı artar. Hücrelerin
kendi ihtiyaçları için gerekli olan şekeri
alamamaları nedeni ile kaslarda yorgunluk, zayıflık ortaya çıkar. Hücreler
gereken enerjiyi bu kez başka yerden
bulmaya çalışırlar Vücudumuzdaki
yağları yakmaya başlarlar. Bu da kilo
kaybına sebep olur.
DİYABET HANGİ YAŞLARDA
GÖRÜLÜR?
Diyabet her yaş grubunda görülebilir.
KAÇ ÇEŞİT DİYABET VARDIR?
Başlıca 3 çeşit diyabet vardır. Bunlar:
•
Tip1 Diyabet,
•
Tip2 Diyabet,
•
Gestasyonel diyabet dediğimiz
gebelikte görülen diyabettir.
TİP1 DİYABET NEDİR?
Genellikle genç yaşlarda görülen,
pankreasta insülin salgılayan hücrelerin
harabiyeti sonucu mutlak insülin eksikliği ile ortaya çıkan diyabettir ve ömür
boyu sürer.
TİP1 DİYABETİN TEDAVİSİ
NEDİR?
Tip1
diyabetli
olan
hastaların
pankreasları insülin üretmediğinden tedavi şekli ömür boyu insülin kullanımıdır(İnsülin iğnesi yapılmasıdır).
TİP 2 DİYABET NEDİR?
Genellikle ileri yaşlarda görülen diyabet
tipidir. Pankreastan insülin salgılanmaktadır. Ancak salgılanan insülin miktarı
ya vücudun normal fonksiyonlarını yerine getirmek için gerekenden azdır yada
insülin çeşitli nedenlerden dolayı
gereken etkiyi gösterememektedir.
TİP 2 DİYABETİN TEDAVİSİ
NEDİR?
Ağızdan ilaç alımı veya bazı vakalarda
insülin iğnesi yapılmasıdır.
DİYABET TEDAVİSİ SADECE
İNSÜLİN VE AĞIZDAN ALINAN
İLAÇLARDAN İBARET MİDİR?
Diyabetin tedavisinin ilk basamağı
uygun zamanda ve uygun miktarda
beslenmedir. Diyabetin tedavisinin ikinci basamağı ise uygun zamanda ve
uygun dozda ilaçların ağızdan alınımı
ve/veya insülin kullanımıdır.
ŞEKER HASTALIĞININ BELİRTİLERİ NELERDİR?
Çok su içme
Çok idrar yapma
Ağızda kuruluk
Halsizlik
Genç yaş grubundaki hastalar komada
gelebilirler.
Erişkin yaş grubundaki şeker hastalarında belirtiler çok açık olmayabilir.
Beyaz Köşe
c.gocer@numunegazetesi.com
Hekimlerin Sahibi Yok mu?
Bir meslek düşünün, baştan sona fedakarlık üzerine
kurulu. Mesai kavramı yok, acil hastası olduğunda
gece gündüz demeden acil serviste, ameliyathanede
görev başında. Bu görevi yaparken asla yüksünmez,
alışmıştır asistanken, internken 36 saat çalışmaya.
Her yardım istendiğinde hayır demek aklının
ucundan dahi geçmez. Hekimlik tabi ki bu meslek,
bizim mesleğimiz, yaşam biçimimiz, her şeyimiz.
Peki hastaların iyileşmesi söz konusu olduğunda
hassasiyeti tartışılmaz olan hekimler kendi özlük
hakları olduğunda neden bu kadar duyarsızlar?
Bütün
sağlık
sisteminin
olumsuzluklarının
kendi üstüne yıkılmasına, 40 yıllık fedakar çalışma
hayatından sonra 1400 lira emeklilik maaşına
bağlanmalarına niçin ses çıkarmazlar. Hadi diyelim
maaşı az ama part-time çalışarak hekimlik itibarına
az çok uyacak bir gelir elde ettikleri için sessiz
kalıyorlardı. Peki bu part-time çalışma hakları
karşılığında hiçbir şey verilmeden ellerinden
alındığında niçin sessiz kaldılar veya tepkileri
hekimlik gücüne hiçbir şekilde uymayacak oranda
cılız kaldı? Ben cevabını biliyorum: Tepki vermek için
bağırıp çalışmak, vasıfsız bir şekilde sokağa çıkmak
hekimliğin ağırlığına uygun değildir. Hekimler
istediler ki, haklarının mücadelesini meslek örgütleri
olan tabip odaları ve Türk Tabipleri Birliği versin.
Ama olmadı. Neden olmadığını da biliyor hekimler.
Çünkü hekimlerin meslek örgütü olan Türk Tabipleri
Birliği’nin gücü hekimlik ağırlığını taşıyamıyor.
Çünkü Türk Tabipleri Birliğimiz, mensuplarının yani
hekimlerin özlük haklarından, azaltılan itibarından
daha çok başka konularla ilgileniyor, siyaset yapıyor.
Basit bir google taramasıyla TTB başkanının
faaliyetlerini incelememiz bunu göz önüne sermek
için yeterlidir. Hekim özlük haklarını düzeltmek,
hekimlerin ağır çalışma koşullarını iyileştirmek için
ilgili kurumlarla yapıcı diyalog kurmak yerine keskin
militan ağzı ile köprüleri atıyorlar. Hal böyle olunca
her söyledikleri, bunlar zaten ideolojik önyargı ile
hareket ediyorlar şeklinde algılanıyor. Türk Tabipleri
Birliğimizin yöneticilerinin elbette kendilerini ait
hissettikleri bir ideolojileri olabilir, olmalı da, ancak
bu siyasi söylemlerini hekimlerin meslek örgütünün
çatısı altında dillendiremezler. Siyasi söylemin yeri
siyasi partilerdir. Meslek odamızın siyasi görüntüsü
en çok hekimlere zarar vermektedir, hekimleri
sahipsiz bırakmaktadır.
Fıkra bu ya, bir İngiliz temizlik işçisine sormuşlar,
bir gün başbakan olsan neler yapardın diye. İşçi,
biraz düşündükten sonra önce çöplerin düzenli
toplanmasını, ayrıştırılmasını sağlarım. Pilleri ayrı,
plastikleri ayrı, kağıtları ayrı toplatır, doğaya
zarar verilmesini önlerim, sonra geri dönüştürme
tesislerinin sayısını yeterli hale getiririm… Uzun uzun
sıralamış yapacaklarını, yapacakları da hep kendi
işiyle ilgiliymiş, anlatırken de bir taraftan sokağı
süpürmeye devam etmiş. Fıkra devam ediyor, aynı
soruyu Türk işçiye sormuşlar, bir gün başbakan
olursan neler yaparsın? İşçimiz süpürgeyi elden
bırakıp rahat şekilde bağdaş kurmuş, bir de sigara
yakmış. Sigarasını tellendirirken başlamış anlatmaya,
ben başbakan olursam, önce enflasyonu tek haneli
rakamlara düşürürüm, kişi başına düşen milli geliri
en az iki katına çıkartırım, okullardaki sıkışıklığı
azaltırım, herkese ücretsiz sağlık hizmeti sağlarım…
Böyle devam edip gitmiş.
Yaklaşan Tabip Odası seçimlerinde hekimlerin
rahatlıkla mesleğimizin odasıdır diyebileceği, marjinal
siyasi uğraşılarla değil sadece hekimlerin sorunları ile
ilgilenecek, hekimliğin ağırlığını temsil edebilecek bir
meslek odası yönetimine kavuşmasını dilerim.
Hekimlik siyasetten üstündür…
N u m u n e G a z et es i
RÖ PO RTAJ
Ni san 2010
05
Avrupa Onkoloji Hemşireliği Derneği
(EONS) Başkanı Yrd. Doç. Dr. Sultan KAV:
“EONS, 29 Avrupa
ülkesinde 22.000
hemşireyi temsil
etmektedir.”
Numune Gazetesi: Onkoloji
Hemşireliği
ilk
branşlaşan
hemşirelik alanlarından birisi.
Onkoloji Hemşireliğinin genel
hemşirelik uygulamalarına göre
ne gibi farklı özellikleri vardır?
KAV:
Onkoloji
hemşiresi;
kanserli birey ve ailesinin bakımı
ve tedavisinde özelleşmiş hemşiredir. Kanserden korunma, erken
tanı, tedavi, rehabilitasyon ve
palyatif bakım aşamalarında birey
ve ailenin en üst düzeyde işlevlerini sürdürme ve yaşam kalitesini artırmaya yönelik fiziksel,
psikolojik, sosyal ve spritüel
boyutlarıyla /bütüncül yaklaşımla
bakımı planlama, uygulama ve
değerlendirmeden sorumlu özel
dal hemşiresidir.
Onkoloji hemşireliğinin fiziksel,
psikolojik, sosyal ve spirituel
bakımı bütünleştirmesi beklendiğinden bu hemşirelik alanında;
G Kanserle yaşamaya uyum sağlamada hasta ve aileye yardım
etmek,
G Kanser tedavisini uygulama ve
yoğun kanser tedavi programları
süresince destek bakım sağlamak,
G Kanser ve tedaviye bağlı sorunları önlenmek ve yönetmek,
G
Tekrarlamış ve ileri evre
hastalığı olan bireyler için semptom yönetimi; fiziksel, psikolojik
ve sosyal destek sağlamak,
G Kanser bakım hizmetlerini en
uygun bakımı sunacak biçimde
yönetmek,
G Kanser bakımında hemşirelik
uygulamalarını değerlendirmek ve
araştırma yapmak,
G Diğer sağlık çalışanlarına öneri,
bilgi ve eğitim vermek,
G Onkoloji hemşireliği uygulamalarının gelişimine yönelik liderlik yapmak gibi öğeler tanımlanmıştır:
Numune Gazetesi: Türkiye’de ve
Dünyada Onkoloji Hemşireliği
yapılanmasıyla ilgili bilgi verirmisiniz?
KAV: Onkoloji hemşireliğinde
özelleşme ilk olarak 1950’li yıllarda başladığı söylenebilir.
Amerika’da 1947 yılında Colombia Üniversitesi Nelson Öğretmenler Koleji tarafından master
düzeyinde ilk onkoloji hemşireliği
kursu verilmiş ve Onkoloji
Hemşireliği Master Programı ilk
olarak 1968 yılında Pittsburgh
Üniversitesinde başlamıştır.
Amerika’da ilk ulusal kanser
hemşireliği konferansı 1973
yılında gerçekleştirilmiş ve 1975
yılında Amerikan
Onkoloji
Hemşireliği Birliği (ONS) kurulmuştur (Hagopian, 2000). Halen
37 binin üzerinde üyesi olan güçlü
bir organizasyondur.
Avrupa Onkoloji Hemşireliği Birliği (European Oncology Nursing
Society: EONS) 1984 yılında;
Avrupa ülkelerindeki kanser hemşireliği uygulamalarını geliştirerek
kanserli hastalara sağlanan bakım
kalitesini arttırmak ve özel bir dal
olarak kanser hemşireliğinin
gelişimini desteklemek ve güçlendirmek amaçlarını gerçekleştirmek için kurulmuştur.
Halen 29 Avrupa ülkesinden 33
onkoloji hemşireliği derneği
EONS’a üyeliğini sürdürmektedir
ve EONS yaklaşık 22.000 hemşireyi temsil eden bir kuruluştur.
Diğer ülkelerde olduğu gibi
Ülkemizde de onkoloji hemşireliğinin kanser alanındaki ve
hemşirelik mesleğindeki gelişmelere paralel bir gelişim gösterdiği
söylenebilir.
Ülkemizde mezuniyet sonrası
Onkoloji Hemşireliği Master
programı ilk olarak Dokuz Eylül
Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulunda başlatılmış ve sonra
Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulunda ikinci bir program
açılmıştır. Bu iki üniversitede
onkoloji hemşireliği master programına devam edilmektedir.
Ülkemizde hemşirelere yönelik ilk
onkoloji eğitimi 1987 yılında
yapılmıştır ve bu toplantıya
Amerika Ilınois Üniversitesinden
katılan Marian Frederics Sayın
Prof. Dr. Leman Birol’ü 1988
yılında Londra’da düzenlenen
“Primer Sağlık Bakım Çalıştayı ve
5. Uluslararası Kanser Hemşireliği
Konferansı” na davet etmiştir.
Onkoloji Hemşireliği Derneği 13
Ekim 1989 tarihinde “Onkoloji
Hemşireliği anlayışını ve bilgisini
geliştirmek, bu bilgi ve anlayışı
yaymak” amacı ile Ankara’da
Sayın Leman Birol Başkanlığında
12 üye tarafından kurulmuştur.
ilaçlarla çalışan sağlık personelinde sağlık risklerini belirleyebilecek izlemlerin yapılmaması.
Derneğin tüzüğünde yer alan diğer
amaçlarımız ise;
G Hemşirelere onkoloji konusunda eğitim vermek ve erken tanı
konusunda bilinçlendirmek,
G Toplumu kanser konusunda bilinçlendirmek,
G Kongre, konferans, seminer ve
kurs düzenlemek
G Onkoloji hemşireliğinde araştırmalar yapmak ve yapılan araştırmaları desteklemek,
G Onkoloji ile ilgilenen ulusal ve
uluslararası kurum ve kuruluşlarla
işbirliği yapmak,
G Onkoloji hemşireliğindeki yeni
gelişmeleri üyelerle paylaşmak,
G Yurt içi ve yurt dışı toplantılarda
derneği temsil etmek,
G Onkoloji hemşireliği konusunda
yayın yapmaktır.
KAV: EONS ‘un vizyonu; Avrupa
da Kanser Hemşireliği potansiyelini fark ettirmek için birlikte
ilerlemektir. EONS’un misyonu
ise; kanserden etkilenen bireyler
için, iyi eğitimli, anlayışlı ve
yetkin kanser hemşireliği bakımından yararlanmasını güvence
altına almak ve daha sağlıklı bir
gelecek sunmaktır.
Numune Gazetesi: Türkiye de
onkoloji hemşireliğinin sorunları
nelerdir ve bu sorunun çözümüne
yönelik önerileriniz nelerdir?
KAV: Onkoloji hemşireliği
alanında özelleşmeyi sağlayacak,
sertifikaya dayalı standart ve sistematik eğitim programlarının olmaması.
Onkoloji ünitelerinde çalışan
hemşirelerde antineoplastik ilaçların güvenli kullanımı ile ilgili
temel bilgi, motivasyon ve uygulama eksikliklerinin olması; bu
Onkoloji hemşirelerinin yasalar
çerçevesinde yapılmış iş tanımlarının olmaması; profesyonel
uygulama ve çalışma standartlarının olmaması.
Onkoloji ünitelerinde ekip çalışması anlayışının istenen düzeyde
olmaması.
Numune Gazetesi: Avrupa
Onkoloji Hemşireliği Derneği
Başkanı olarak hedefleri nelerdir?
Çalışma grupları ve güncel Uluslararası kongreler onkoloji hemşirelerini, özellikle gelişmekte olan
ülkelerdeki onkoloji hemşirelerini
son gelişmelerle buluşturan bir
ortam sağlar.
EONS aynı zamanda eğitim,
araştırma ve politik müzakerelerde onkoloji hemşirelerinin
özgün, pratik bakış açısını getirir
Kısaca EONS Avrupa da kanser
hastaları ve ailelerinin iyi eğitimli,
anlayışlı ve yetkin kanser hemşireliği bakımından yararlanmasını
garanti eder.
EONS olarak öncelikli konularımız;
G Avrupa da kanser hemşireliği
rollerinde özelleşme ve kapsam
çeşitlilikleri çok geniş: herkesin
gereksinimlerini karşılayabilecek
miyiz?
G Avrupa da sürekli mesleki
gelişmeleri ulaşılabilir kılmak,
G Eğitimde dil engelleri,
G Farklı ortamlarda kanser bakımı
farkındalığını arttırmak,
G Ülkelerin çoğunda hemşireliğin
mesleki gelişimi tanınması ve
standardizasyonundaki eksikliklerin giderilmesi oluşturmaktadır.
Hedeflerimiz ise;
G Avrupa daki diğer organizasyonlarla birlikte çalışarak Kanser
hemşireliği adına Avrupa Birliği
politikalarını etkileyebilecek güçlü bir ses olmak,
G EONS un geliştirdiği mezuniyet
sonrası eğitim müfredatını uygulamak ve yaymak,
G Kongre ve kurslara katılımı arttırmak için destek sağlamak,
G EONS için çalışacak diğer
meslektaş/üyelere mentorluk yapmaktır.
EONS Avrupa’daki diğer organizasyonlarla birlikte iki yılda bir
düzenlenen Avrupa Kanser Kongrelerinde hemşirelik programını
organize etmekte ve iki yılda bir
kendi kongresi olan Bahar Kongresi’ni gerçekleştirmektedir.
Bu yıl 7. sini düzenlediği kongre
Hollanda’nın Lahey kentinde
düzenlenecektir. Bu kongreye
Avrupa Ülkelerinde 800 hemşirenin katılımı beklenmekte; ülkemizden ilk kez 60 bildiri gönderildi, şu ana kadar 50 meslektaşımız kayıtlı olduğu bilgisi bizi
çok sevindirdi.
Numune Gazetesi: Uluslar arası
alanda başarılarınızı tebrik ediyor
ve temsil ettiğiniz görevinizde sizlere başarılar diliyoruz. Gazetemize zaman ayırdığınız için
teşekkür ederiz.
KAV: Ankara Numune Eğitim ve
Araştırma Hastanesi gibi köklü bir
geçmişi olan hastanenin halk
sağlığı için böyle bir yayın çıkarmasından dolayı kutlarım.
Gazetenize bu konuya ilgi duymasından dolayı ben teşekkür
ederim.
0 6 Nis a n 2 0 1 0
N u m u n e G a z et es i
B A S IN DAN
N u m u n e G a z et es i
Bebeklerde uyku
düzeni nasıl sağlanır
Bebeğinizi mayıştığında uyanıkken
yatağına koyun. Bu bebeğinizin
uykuya dalma süreciyle yatak arasında
ilişki kurmasına yardımcı olacaktır.
Bebeğinizi sırt üstü, başı yana gelecek
şekilde yatırın ve yatağında boğulmasına neden olacak battaniye, tülbent
gibi yumuşak nesneler bulundurmayın.
Bebeğinize yatışması için biraz
zaman verin. Bebeğiniz uykuya dalmak için en rahat pozisyonu bulmadan
önce sızlanabilir ya da ağlayabilir. Ağlaması durmazsa, bebeğinizle sakin sakin
konuşun ve sırtını sıvazlayın.
Yeni anne-babalar için inanması çok
güç olsa da bebeklerde uyku düzeni
programlanabilir. Bunun için aşağıdaki
tavsiyelere bir göz atın...
Düzen oluşturun. Yeni doğan bebekler
gün boyunca 16 saatten fazla uyurlar.
Ancak, her iki saatte bir karınları acıktığı için uyanırlar. Bu durum başlangıçta
düzensiz olmasına rağmen, bebeğinizin
sinir sistemi geliştikçe ve beslenme
aralarındaki süre uzadıkça daha tutarlı
bir uyku programı aniden ortaya çıkacaktır. 3 aya kadar, birçok bebek,
geceleri her seferinde en az 5 saat
uyurken, 6 aylık olduğunda ise gece
uykusu aralıksız 9 ile 12 saate kadar
çıkabilir.
Uyku alışkanlığı kazandırın. İlk
birkaç ay için, gece yarısı beslenmeleri
ailelerin ve bebeklerin uykusunu
bölüyor. Fakat bebeğinize iyi bir uyku
alışkanlığı kazandırarak buna yardımcı
olabilirsiniz.
Gün boyu çocuğunuzun hareket
halinde olmasını sağlayın. Bebeğiniz
uyanıkken bebeğinizle konuşarak, şarkı
söyleyerek ve oyun oynayarak oyalanmasını sağlayın. Bebeğinizin yanında
ışık açın ve evde gürültü olmasına özen
gösterin. Bebeğinizi kendi odasında
soyutlamayın. Gün boyunca süren
uyarımlar bebeğinizin gece daha rahat
uyumasını sağlar.
Bebeğinizin uyukladığı zamanları
gözlemleyin. Düzenli uyuklamalar
önemlidir, fakat gün boyunca uzun
süren uykular bebeğinizin gece uyanık
kalmasına neden olur.
Tutarlı uyku rutini izleyin. Banyo,
şarkı söylemek, kitap okumak ya da
sarılmak gibi rahatlatıcı yöntemler
deneyin. Yakında bebeğiniz bu yöntemlerle uyumaya alışacaktır. Eğer bebeğinizi uyuturken müzik çalacaksanız,
bebeğinizi beşiğine koyun ve her seferinde aynı müziği çalın.
Gevezenin biri, konuşma sanatını öğrenmek için
Sokrates'in okuluna kayıt olmak ister.
Emzik vermeyi deneyebilirsiniz. Eğer
bebeğiniz sakinleşmekte zorluk çekiyorsa, emzik bebeğinizi oyalayabilir.
Gerçekte, uyku boyunca emzik kullanmak ani bebek ölümü riskini azaltabiliyor. Fakat, burada gizli tehlikeler de
var. Eğer bebeğiniz uyumak için emzik
kullanıyorsa, gece yarısı emzik ağzından düştüğünde ağlayabilir.
Bebekler uykusunda sık sık sallanabilir, kıvranabilir ve bacaklarını
karnına çekebilir. Bunlar gürültülü de
olabilir. Bazen mızıklama ya da ağlama
yatışma belirtisi olabilir. Bebeğinizin aç
ya da rahatsız olmadığından eminseniz,
birkaç dakika ne olacağını bekleyin.
Bebeğinizin gece boyunca ilgiye ve
beslenmeye ihtiyacı olduğunda, loş bir
ışıkta, yumuşak bir ses tonuyla ve sakin
hareketlerle bunu yapın. Bu şekilde
davranmanız, çocuğunuza oyun değil,
uyku zamanı olduğunu anlatır.
Bebeğinizi uyurken asla yatağınıza
almayın. Bu bebeğinizin kendi kendine
uykuya dalmasını zorlaştırır ve ani
bebek ölümü riskini artırabilir.
Bazı bebekler, uzun süre aralıksız
uyuyabilir, sadece karınları acıkınca
uyanırlar. Diğerleri ise tekrar uykuya
dalmakta zorluk çeker. Bebeğinizin
uyku düzenini ve iletişim şeklini anlamak biraz zaman alabilir.
Fakat Sokrates, diğer öğrencilerinden istediğinin
iki katı para isteyince, geveze adam itiraz eder.
Sokrates adamın sözünü keser ve şöyle der:
"Sana bir değil, iki şey öğreteceğim.
Birincisi konuşmayı; ikincisi ise susmayı!
Bu yüzden iki kat para istiyorum."
Ni san 2010
H A B ERLER
Bebeğinizin uyku alışkanlığı hakkında
endişeleniyorsanız, bir çocuk doktorunun önerilerini dinleyebilirsiniz. Bebeğinizin gece boyunca uyuması,
anne-babanın yeteneklerini göstermez.
Bu sizin çalışarak, farklı yöntemleri
deneyerek öğreneceğiniz basit bir
süreçtir. Her şey yoluna girdiğinde
herkes için iyi bir gece uykusu olacaktır.
07
Dr. Abdulkadir
ÖZBEK
Empati
a.ozbek@numunegazetesi.com
Hekimler İçin
Çözüm Zamanı
Doğrudan insan sağlığına hizmet eden bir
mesleğin mensubu olarak ülkemin insanlarına
hizmet ediyorum. Ülkemin bütünlüğünü,
bayrağımı, inancımı, insanımızı seviyor; böyle
olmaktan onur ve gurur duyuyorum.
Bizi savunmak, haklarımızı, hukukumuzu
korumak için kurulan meslek örgütümüzün
içinde aktif olarak çalışmaya da gönül vermiş bir
hekimim. Fakat üzülerek görüyorum ki, Türk
Tabipleri Birliği hekimlerin ilgisinden uzaklaşmış;
ayrımcılığın tırmandırıldığı ve hakimiyeti
marjinal grupların elinde olan bir yer haline
dönmüştür.
Bu durum öylesine acınacak bir haldedir ki, bu
gruplar kendi ideolojik beklentilerini tatmin
etmek uğruna hekim kitlesini hiçe saydılar.
Çözüm üretilmesi gereken yerlerle uygun bir
dil ve üslupla harekete etmeleri gerekirken
hekimlerle ilgili en kritik kararların alındığı
dönemlerde verilen yasa tasarılarına karşı sessiz
kaldılar.
Bu birliği, adına ve kuruluş amacına uygun
faaliyetlerde bulunan, hekimlerin birliğini ve
gücünü temsil eden, etkili bir meslek örgütü
olma konumundan yoksun bıraktılar.
Şimdi hekimler mevcut durumlarında gözle
görülür bir iyileştirme yapılmasının beklentisi
içindeler. Emeklilikle ilgili yapılacak yeni
düzenlemenin, yasanın çıktığı günden itibaren
emekli olacak bütün hekimleri kapsamaması
önemli bir hayal kırıklığı yarattı.
Hekimler performansa bağlı olarak elde ettikleri
döner sermaye gelirlerinin devamlılığıyla ilgili
kaygı duyuyorlar ve temel maaşta yapılan
iyileştirmeleri yetersiz buluyorlar.
Hekimlerin yasal meslek örgütü olan TTB
yönetiminin meslekteki gelişmelerle ilgili çelişkili
duruşu ve hekimlerin özlük haklarını savunmaktaki
zayıflık ve ilgisizliği birliğe duyulan güveni yok
etmiştir.
Hekimler kendilerini sahipsiz hissetmektedirler.
Bu durum böyle devam edemez, etmemelidir.
Artık çözüm zamanıdır.
Artık hekimlerin kendi sorunlarının çözümü için
meslek örgütlerinde etkin olma, görev alma zamanıdır.
Zaman artık gayret gösterme, sorumluluk alma
zamanıdır…
0 8 Nis a n 2 0 1 0
N u m u n e G a z et es i
H A B ERLER
Alerjik hastalıkları daha yakından inceleyelim…
Bahar geldi,
alerjiye dikkat
Uzm. Dr. Sema DEMİR
ANEAH Göğüs Hastalıkları Bölümü
Alerji ve Alerjik Hastalıklar
Alerji, Yunanca 'değişik iş veya değişik
reaksiyon' anlamına gelen bir kelime olup
tıbbi olarak beklenmeyen “aşırı duyarlılık
reaksiyonları”nı anlatmak için kullanılmaktadır. Yani, normal şartlarda vücudun reaksiyon vermesini beklemediğimiz bazı
maddelere reaksiyon vermesini tanımlar.
Alerjik hastalıklar bulgu olarak sanki tek bir
organı ya da sistemi ilgilendiriyormuş gibi
dursa da aslında sistemik bir hastalık tüm
vücudu ilgilendirir.
Bu hastalıklar; göz, deri, solunum ve
sindirim sistemi gibi birçok sistem ve organı etkilemektedir. Genel olarak alerjik
şikayetlerin; yer, mevsim(mevsimsel, yılboyu), çevre faktörleri ile ilişkisi, diğer aile
üyelerinde benzer alerjik şikayetlerin
(atopik bünye) görülmesi gibi özellikleri de
önem taşımaktadır.
Alerjik hastalıkları ve bulgularını
kısaca başlıklar halinde özetleyecek
olursak;
1. Alerjik rinit ( saman nezlesi)
2. Alerjik konjonktivit (göz alerjisi)
3. Alerjik astım
4. Atopik dermatit (deri alerjisi)
5. Ürtiker (kurdeşen) - anjioödem
6. Alerjik gastroenteropati (mide barsak sistemini ilgilendiren alerjiler)
7. Anafilaksi
8. İlaç alerjisi
9. Böcek alerjileri
Alerjik rinit
En sık görülen alerjik hastalıktır. Saman nezlesi, bahar alerjisi, burun alerjisi gibi isimleri de vardır. Hapşırma, burun akıntısı (su
gibi), burunda kaşıntı ve burunda tıkanıklık
bulgularının en az iki tanesinin günde en az
bir saatten fazla sürmesi şeklinde bulguları
vardır. Bu hastalık polenlere bağlı olarak
bahar mevsimlerine özel olabilir, ya da ev
tozu akarları (mite) veya hayvan alerjenlerine bağlı olarak tüm yıl boyu sürebilir.
Hastalık genel olarak alerjik konjonktivit
ve/veya sinüzit bazen de alerjik astım ile beraber görülür.
Alerjik konjonktivit
Gözlerde kaşıntı, kızarıklık, sulanma ile
seyreder, az önce bahsedildiği gibi alerjik
rinit ile sıklıkla beraber görülebilir. Daha
çok mevsimsel olarak polenlere bağlı
görülür.
Nefesi iyi kullanmak için
pratik bilgiler
Nefes Alma
Çok derin nefes almayın, böylece nefes alma işiniz kolaylaşacaktır,
Bir iş yaptığınızda mutlaka dinlenin ve nefesiniz sakinleştikten sonra
yeni bir hareketi yapmayı deneyin,
Bunları nefes darlığınız olmasa bile ilke edinin ve uygulayın.
Nefes Verme
Nefes verme sesinizi dinleyin, daha az güç harcama yoluna gidin,
ve çıkan sesi azaltmaya çalışın,
Ne kadar hızlı nefes alıp verdiğiniz konusunda huzursuz olmayın.
Bu noktalara dikkat ettikçe nefesinizi kontrol etmeyi öğreneceksiniz.
Solunum Egzersizleri
Kendinize rahat bir pozisyon seçin (bir sandalyede oturun ya da başınızın
ve dizlerinizin altına yastık koyun),
Bir elinizi önde göğüs kafesinizin hemen altına diğer elinizi de göğüs
kemiğinin üzerine koyun, nefes alıp verin ve solunum kasının hareketini
izleyin,
Yavaş, derin bir nefes alın ve kontrollü olarak verin,
Dinleni,
2–3 kez tekrarlayın.
Alerjik astım
Klinikte en sıklıkla görülen alerjik hastalıklar solunum yolunun alerjik hastalıklarıdır.
Bunlardan saman nezlesi ve astım birlikte
görülebileceği gibi ayrı ayrı birer hastalık
olarak da karşımıza çıkabilir. Saman nezlesi
olan hastaların büyük bir çoğunluğunda
astım gelişebileceği unutulmamalıdır. Bu
hastalarda saman nezlesi şikayetleri ile birlikte öksürük, hırıltı, nefes darlığı gelişmesi
astımı düşündürmelidir. Astım solunum
yollarının en ciddi alerjik hastalıklarından
biridir. Genel olarak yıl boyu alerjik rinitli
kişilerde karşımıza çıkmakla beraber,
mevsimsel alerjik rinite de eşlik edebilir.
Ayrıca daha az da olsa hiçbir şekilde rinit
ve/veya konjonktivit olmadan yalnız başına
da görülebilir. Hastalarda tüm alerjik
hastalıklarda olduğu gibi alerjenle temas
sonrası şikayetler başlar.
Ürtiker
Vücutta kaşıntı, deriden kabarık, kaşıntılı,
kızarık lezyonlar şeklinde karşımıza çıkar.
Çoğunlukla kısa süreli olup (6 haftadan
daha az süren şekilde) bu duruma akut ürtiker denilir. Gıdalar ve ilaçlar akut ürtikerin
en sık sebebi olan alerjenlerdir. Şikayetler
6 haftadan daha uzun sürüyorsa bu durumda
kronik ürtikerden bahsedilir. Bu hastalarda
alerjik sebeplerden ziyade başkaca hastalıklar bu duruma sebep olur. Bu durumda romatizmal hastalıklardan gizli kalmış
enfeksiyon hastalıklarına kadar bir çok
sebep taranmalıdır.
Anafilaksi
Alerjen alınmasından çok kısa süre sonra
ortaya çıkan ve maalesef dramatik sonuçlar
doğurabilen bir durumdur. İlaçlar, gıdalar
ve arı zehiri gibi alerjenler en sık sebep
olarak karşımıza çıkar. İç sıkıntısı, el
ayasında ve ayak tabanında kaşınma,
yaygın kaşıntı, tansiyon düşüklüğü ve şok,
soluk borusunda şişme ve nefes darlığı gibi
bulgular çok ani olarak gelişir ve hastanın
en yakın zamanda bir sağlık kuruluşuna
gitmesini gerektirir.
Alerjik deri hastalıkları
Deride kaşıntı, pullanma, renk değişiklikleri, derinin kalınlaşması şeklinde karşımıza
çıkan atopik dermatit, hem sık görülmesi,
hem de çocuklukta başlayan bu durumun
gelecekte saman nezlesi ve astım gibi
hastalıkların ön habercisi olması nedeniyle
önemli bir alerjik hastalıktır.
Derinin ikinci önemli alerjik hastalığı ürtikerdir. Ürtiker, yukarıda da bahsedildiği gibi
akut ve kronik olarak iki formda karşımıza
çıkabilir. Yuvarlak veya oval, beyaz veya
kırmızı şişlikler şeklinde karşımıza çıkar.
Lezyonlar birkaç milimetreden birkaç santim büyüklüğüne kadar olabilir. Ürtikerial
lezyonlar genellikle 24 saat içinde kaybolurlar. Eğer 24 saatten fazla aynı yerde
kalıyorsa vaskülit gibi farklı tanılar
düşünülmelidir.
Angioödem ise göz kapakları, dudaklar gibi
cilt altı yumuşak dokunun daha gevşekçe
olduğu bölgelerde şişlik şeklinde karşımıza
çıkar. Şişlik olan bölgelerde kaşıntıdan
ziyade daha çok hafif ağrı şikayeti vardır ve
tipik olarak asimetriktir.
Temas yoluyla olan deri alerjileri de bir
diğer tipi oluşturur. Çeşitli ilaçlar, metaller,
makyaj malzemeleri gibi pek çok nedene
bağlı olarak genellikle 24–48 saat süren bir
bekleme süreci sonrasında deriden kabarık,
kaşıntılı, kızarık lezyonlar gelişir. Geç tip
aşırı duyarlılık olarak tanımlanan bu durumda da hastanın alerjenden uzak durması
temel kaidedir.
Sindirim sisteminin alerjik hastalıkları
Besinlere bağlı alerjiler de ağız içi veya ağız
çevresinde lezyonlar, ishal, kusma, burunda
akıntı, deride şişlik kızarıklık, astım ile
karşımıza çıkabilir. Bu durumda hastalar
genel olarak kendilerine dokunan gıdayı
ayırt edebilirler. Bu gıdanın bulunduğu herhangi bir yiyeceğin alınmaması temel
çözümü oluşturur.
Böcek alerjileri
Birçok böcek zehiri ile ortaya çıkabilen bir
durum olmasına karşın, en sık karşılaşılanı
arı sokması ile ortaya çıkan alerjik reaksiyonlardır. Reaksiyon bazen maalesef ölüme
kadar gidebilen anafilaksi tablosunu da
oluşturabilir. Bu tür durumlarda genel korunma yöntemleri yanında diğer bazı alerjik
hastalıklarda da uygulanan alerji aşısı (alerjen immünoterapi) hayat kurtarıcı ve yüz
güldürücü sonuçlar doğurur.
N u m u n e G a z et es i
Ni san 2010
H A B ERLER
Onkoloji Hemşireleri
panelde bir araya geldi
09
Doç. Dr.
Erol GÖKA
Buradan Bakınca
e.goka@numunegazetesi.com
Hekimlerin Diğer Grubu
Ankara İl Sağlık Müdürlüğü’nün
Başhemşire ve Hizmet İçi Eğitim
Hemşirelerine yönelik her ay düzenlediği eğitim programı kapsamında,
Ankara Numune Eğitim ve Araştırma
Hastanesi’nin ev sahipliğinde Altındağ
Belediyesi Meclis Eğitim Salonu’nda 31
Mart 2010 tarihinde “Onkoloji Hemşireliği Paneli ”düzenlendi. Panelde,
onkoloji hemşirelerinin yaşadığı sorunlar, çözüm yolları ve dünyadaki örneklerinden kesitler anlatıldı.
Sosyoekonomik bakımdan kırsal kesime dayalı
olan ve hayatını ailesi ve topluma adamış,
mesleğinden
başka
hiçbir
düşünmeyen,
yaşamayan daha doğrusu bilmeyen hekim
tipinden başka bir hekim tipi daha var, kaba bir
sosyal gözlemin görebileceği...
Sosyoekonomik bakımdan en üstlerde olanlar,
elbette hayatı kuşbakışı görebiliyorlar ve bunun
doğal sonucu olarak, çocuklarını hekim falan
yapmıyorlar. Ben hemen hiç görmedim
sosyoekonomik bakımdan en üstten gelen bir
hekimi. Sosyoekonomik bakımdan en ileri olan
hekimler, çoğunlukla hekimliğin babadan oğula
geçme esasına göre, babası ünlü bir hekim olup da
onun yolunu izlemiş olanlardı.
Panele hastanemiz başhekimi Doç. Dr.
Nurullah Zengin, Kanser Savaş Daire
Başkan Yardımcısı Operatör Dr. Nejat
Ama özellikle yüksek bürokraside yer alanlar ve
durumu iyice olan şehir esnafı, çeşitli nedenlerle
çocuklarının hekim olmasını istiyorlar. Hekimlerin
diğer grubunu bu orta sınıf ve şehirli ailelerin
çocukları oluşturuyorlar.
Panelde katılımcılar gazetemize yoğun ilgi gösterdiler ve beğenilerini ilettiler.
örnek çalışmalarından dolayı Ankara
Numune Eğitim Araştırma Hastanesi ve
Kanser Savaş Dairesine teşekkürlerini
ifade etti.
Altındağ Belediye Başkan Yardımcısı
Yunus Keleş ise yaptığı konuşmada,
insan hayatında en önemli noktanın
sağlık olduğunu vurgulayarak, sağlık ekibinden beklentilerinin olduğunu ve bu
toplantının beklentilerine fayda sağlayacağına inandığını belirtti.
Öngül, Ankara İl Sağlık Müdür Yrd. Dr.
Sedat Gülay, Altındağ Belediyesi
Başkan Yardımcısı Yunus Keleş, İl
Sağlık Müdür Yardımcısı Dr. Çiğdem
Şimşek, Avrupa Onkoloji Hemşireliği
Derneği (EONS) Başkanı Yrd. Doç. Dr.
Sultan Kav, hastanemiz başhemşiresi
Uzm. Hemşire Elvan Salman ve diğer
davetliler katıldı.
Saygı duruşu ve İstiklal Marşının okunmasıyla başlayan panelde, Hastanemizin
129 yıllık geçmişi ve bu geçmişimizde
çalışanlarımızın
ortaya
koyduğu
başarıların anlatıldığı ‘Numune Ruhu’
isimli sinevizyon gösterimi gerçekleştirildi.
Ankara Numune Eğitim Araştırma Hastanesi Başhemşiresi Uzm. Hemşire
Elvan Salman yaptığı açılış konuşmasında; günümüzde kanser tedavi ve
bakımında hemşirenin lider rol oynamasının, onkoloji hemşireliği adıyla
anılan bir uzmanlığın doğmasına yol
açtığını, onkoloji hemşireliğine özgü
mesleki ve etik standartların, rollerin belirlendiğini vurguladı.
Hastanemiz Başhekimi Doç. Dr. Nurullah Zengin ise yaptığı konuşmada,
“ülkemizde sağlık hizmetlerinin daha
ileriye götürülmesinde sorumluluklarımızın olduğuna” dikkat çekip, Sağlık
Bakanlığı ve Onkoloji Hemşireleri
Derneği ile ortak çalışma yaparak,
Türkiye düzeyinde 500 hemşireye Kemoterapi Hemşireliği Sertifikası verdiklerini bununla da hasta ve hasta
yakınlarının memnuniyetini artırdıklarını, bu nedenle de hekim odaklı anlayış yerine hemşirelerin daha fazla
inisiyatif almaları, kendi alanlarında
branşlaşmaları gerektiğini ve Onkoloji
Hemşireliğinin merkezinde hemşirenin
olduğu bir yapıyı gerektirdiğini ifade etti.
Ankara İl Sağlık Müdür Yrd. Dr. Sedat
Gülay konuşmasında, eğitim alanında
güncel tıbbı bilginin paylaşımının
devam etmesini, halk sağlığı açısından
kanserin önemli bir konu olduğunu,
Kanser Savaş Daire Başkan Yardımcısı
Operatör Dr. Nejat Öngül ise yaptığı
konuşmada, kanserin önemli bir sağlık
sorunu olduğunu, doktor hemşire ve
ebelerin Ketem’lerde eşit sorumlulukta
çalıştıklarını, kanserde 5-10-20 yıllık
planlar yapıldığını, taramalarda Meme –
Serviks - Kolorektal CA’larla ilgili
ulusal standartların belirlendiğini belirtti. Öngül; Ulusal Kanser Danışma
Kurulunun 5 yıllık planının; Kanser
Kayıtçılığı, Önleme, Tarama, Kaliteli
Tedavi, Palyatif Bakım konularını kapsadığını Onkolojide empatik yaklaşıma,
özverili ve içsel bir alan olduğuna dikkat
çekti.
Avrupa Onkoloji Hemşireliği Derneği
(EONS) Başkanı Başkent Üniversitesi
Hemşirelik Yüksekokulu Öğretim Üyesi
Yrd. Doç. Dr. Sultan Kav ise konuşmasında, EONS’un tanıtımı, üye ülkeler
ve çalışma koşullarıyla ilgili bilgiler vererek ülkemiz adına Avrupa Onkoloji
Hemşireliği Derneği Başkanlığını yürüttüğü için mutluluk duyduğunu ifade etti.
Panel sonunda katılımcılara teşekkür
belgeleri verildi.
Bu grup hekim arkadaşlarımız, aileyi maddi
bakımdan kurtarmak misyonuyla yetişmiyorlar.
Aileleri onlara genellikle iyi bir ilk ve ortaöğrenim
tahsili yaptırıyor. Parlak zekaları var ama zekalarını
hayat kavgasında başarılı olmak için hırsla bilemek
zorunda değiller. Zekalarının bir kısmını ebeveynini
mutlu edecek ve onurlandıracak kadar derslerine
ayırıyorlar ve zaten bu kadarı da onların tıp
fakültesine girmelerine yetiyor. Zekalarının ve
enerjilerinin geri kalanını ise, hayatın diğer
alanlarına yatırıyorlar. Daha anaokuluna giderken
hobiler edinip hayatın eğlenceli alanlarını
tanımaya başlıyorlar. Ortaöğrenimden itibaren de
derslerden arta kalan zamanlarında arkadaş
ilişkileri, spor ve kültürel meraklarla ilgileniyorlar;
çoğunun bir flörtü oluyor ve kız-erkek ilişkilerinin
inceliklerini öğrenmeye fırsat buluyorlar.
Eğitim dışı ilgilerini fakülte yıllarında da sürdürüyor
bu meslektaşlarımız. Kırsal kesimden gelenler,
derslere gömülmüşken onlar derslere belli bir süre
vakit ayırıyorlar. Hobi ve eğlence kültürleri
katlanarak gelişiyor; keyifli geçiyor gençlik yılları.
Uzmanlık eğitimi sırasında tercihlerini, kendi
isteklerini ön plana alarak ve etraflıca düşünüp
taşınarak yapıyorlar; pek öyle heder etmiyorlar
kendilerini. Genellikle ilk tercihlerine giremeseler
de bir uzmanlık eğitimi yapıyorlar.
Bu grup meslektaşlarımızın ayırt edici yanlarından
birisi, temel eğitimleri sırasında yabancı dil
öğrenmeleri, bu sayede mesleklerinde ve
bakışlarında hep bir yurtdışı boyutun yer alması.
Bazı kliniklerde kırsal kesimden gelenler,
kendilerini hasta muayenesine ve bilimsel
çalışmaya vermişken, orta sınıf kökenli bu
meslektaşlarımızın yurt dışı bağlantılarla daha çok
uğraşmaları hemen dikkat çeker.
Evlenmeleri de ailelerinden ziyade kendi
tercihlerine dayalıdır; hekimlik dışından birçok
çevreyle bağlantıları olduğu için eş tercihlerini
hekimlik mesleği dışından kimselerle yapmaları
büyük ihtimaldir. Hobi ve eğlence kültürüyle ilgili
birikimleri, eş tercihlerinde olduğu kadar
aile yaşantısında da kendini gösterir. Onlar,
bulundukları çevrelerde genellikle saygın,
eğlenceli, çok yönlü kişiler olarak tanınırlar. Kendi
ebeveyniyle ilişkileri de eşitlik temeline dayalıdır.
1 0 Nis a n 2 0 1 0
N u m u n e G a z et es i
H A B ERLER
Sıfır Beden mi
Sağlıklı Beden mi
Çağımızın en önemli sağlık sorunlarından
biri olan şişmanlık (obezite), teknolojinin
getirdiği yaşam şekli ve ayaküstü beslenmenin ağırlık kazanmasıyla gün geçtikçe
artmakta ve kişilerin yaşam kalitelerini
düşürmektedir.
Ancak bu durum, büyüme ve gelişmede
duraklama, adet yaşında gecikme ve adet
düzensizlikleri, iskelet sisteminin gelişiminde anormallikler gibi pek çok sağlık
probleminin ortaya çıkmasına neden olabilmektedir.
Bir yanda değişen beslenme alışkanlıkları,
diğer yanda güzel görünmeyi "sıfır beden"
gibi ölçülere indirgeyen anlayışı, özellikle
gelişme çağındaki çocuk ve ergenler üzerinde olumsuz psikolojik ve fizyolojik etkiler yaratmaktadır. Manken diyetleri,
mucize diyetler, şok diyetler gibi hızlı kilo
kaybına neden olan ancak uzun vadede
önemli sağlık sorunlarına yol açabilen
diyetler, medyatik ve ticari amaçlar nedeniyle yaz aylarına yaklaştığımız şu günlerde sıklıkla gündeme gelmekte ve pek
çok genç tarafından sıfır beden olma isteğiyle bilinçsizce uygulanmaktadır.
Bilinçsizce yapılan çok düşük kalorili
sağlıksız zayıflama diyetleri ayrıca; baş
ağrısı, konsantrasyon bozukluğu, yorgunluk, kalp ritminde bozukluk, tansiyon
düşüklüğü, adet düzensizlikleri, kabızlık,
kansızlık, ciltte kuruluk, saç dökülmesi
gibi pek çok sağlık sorunlarına da neden
olmaktadır.
Ergenlerde bir moda haline gelen sıfır
beden tutkusu aslında sağlığı önemli
ölçüde tehdit eden bir durumdur. Ergen;
kendini kanıtlama, kabul ettirme, beğeni
toplama isteğinin en üst seviyede olduğu
bir dönemdedir. Ergenlik dönemi, fiziksel
büyüme, psikolojik ve sosyal gelişimin olgunluğa eriştiği bir dönemdir ve özellikle
11-16 yaşları arasında boy uzunluğu hızla
artmaktadır. Genellikle 2-3 yıl süren bu
büyüme atağı sırasında, erişkin hayattaki
ağırlığın yaklaşık yarısı ve total kemik
kitlesinin de yaklaşık %37'si kazanılır.
Bu dönemde yeterli ve dengeli beslenme
ve düzenli fiziksel aktivite, büyüme hızını
yakından etkilemektedir. Büyüme ve
gelişim hızının artması ile birlikte gencin
dikkati vücudundaki bu değişime odaklanır. Bu dönemde bedensel açıdan hoşnut
olunacak bir vücut yapısına sahip olmak
en önemli ihtiyaçlarından birisidir.
Özellikle genç kızlar, yaşıtlarınca beğenilen ince bir vücuda sahip olma isteğiyle,
bilinçsizce ve kontrolsüzce çevreden duyduğu çok düşük kalorili zayıflama diyetlerini uygulayabilmektedir.
Bu diyetler, bireyin bazal metabolizma
hızının düşmesine, diyetin bırakılması
sonrasında hızla verilen kiloların geri alınması sebebiyle de bireylerin sürekli zayıflama diyeti uygular hale gelmesine
neden olmaktadır.
Aşırı zayıflık, özellikle bağışıklık sisteminin zayıflamasına ve hastalıklara karşı
direncin azalmasına, vücut fonksiyonlarının işleyişinde bozukluklara, kronik
yorgunluk ve halsizliğe, çalışma veriminde ve yaşam kalitesinde azalmaya
neden olur.
Sağlıklı ve ideal vücut
ağırlığına ulaşmak ve bu kiloyu
korumak için öneriler...
Ağırlığınızı (kg) boy uzunluğunuzun
(m) karesine bölün ve bu oranın 20-25
arasında olmasına özen gösterin.
Kısa sürede kilo kaybını sağladığı öne
sürülen ve pek çok yan etkisi bulunan
çeşitli ilaçlar, gerçek kilo kaybı yerine
vücuttan sadece su kaybına neden olan
diüretik (idrar söktürücü) ilaçlar bilinçsizce kullanılmamalıdır. Sağlıklı ve
kalıcı kilo kaybı için, genel sağlık kontrolünden geçtikten sonra diyetisyen
tarafından yaş, kilo, boy, fiziksel aktivite
düzeyi ve beslenme alışkanlıklarınıza
özgü hazırlanan zayıflama diyetleri
?
uygulanmalıdır.
Sağlıklı ve kalıcı ağırlık kaybının haftada en fazla 0.5-1.0 kg olması gerektiğini unutmayın.
Öğünlerinizi atlamayın. Düzenli aralıklarla günde 3 ana, 3 ara öğün tüketmeye
özen gösterin.
Yemeklerde hayvansal yağlar yerine
bitkisel sıvı yağları ve zeytinyağını tercih
edin. Margarin, kuyruk yağı, içyağı gibi
katı yağları kullanmayın.
Yemeklerinizi pişirirken haşlama, ızgara veya fırında pişirme gibi sağlıklı
yöntemleri tercih edin, kızartma ve
kavurma yöntemlerinden kaçının.
Mevsimine uygun taze sebze ve meyve
tüketimini arttırın. İmkânlar çerçevesinde günde en az 5 porsiyon sebze veya
meyve tüketmeye özen gösterin.
Güvenli besin tüketimi için aldığınız
ambalajlı gıdaların etiketlerini mutlaka
okuyun, Tarım ve Köyişleri Bakanlığından üretim izni alınmış olmasına dikkat
edin.
Yemeklerinizi yerken acele etmeyin,
iyice çiğneyin. Unutmayın, tokluk hissi
midenizden beyninize yaklaşık 20 dakika
içinde ulaşır.
Yemek yerken başka bir işle (televizyon seyretme, kitap okuma vb.) meşgul
olmak farkında olmadan fazla yemenize
neden olabilir. Bu yüzden yemeğinizi tek
başına bir olay olarak algılayın ve keyif
alın.
Yemeklerinizi mümkün olduğunca
küçük tabaklarda porsiyonlara bölerek
tüketmeye özen gösterin.
Vücutta oluşan zararlı maddelerin
atımı ve barsak sağlığı için günde en az
2 litre su içmeye özen gösterin.
Kan şekerini hızla yükselten ve hızla
düşüren besinleri tercih etmeyin. Basit
karbonhidrat olan saf şeker ve şekerli
besinler yerine kepekli ekmek, makarna,
bulgur pilavı gibi lifli besinleri tüketmeye özen gösterin.
Haftada en az 3 kez ve 30 dakika
süreyle düzenli fiziksel aktivite yapmaya
özen gösterin.
Doç. Dr.
Mahir ÖZMEN
Görünen Köy
m.ozmen@numunegazetesi.com
Meslek Örgütleri Ne iş Yapar?
Nisan ayı, mayısın ilk haftasındaki tabip odaları
seçimleri için, adayların, listelerin son hazırlıklarını
tamamlamaya çalıştıkları oldukça yoğun bir ay.
İyi de meslek örgütü -bizim örneğimizde Ankara
Tabip Odası(ATO)- gerçekte ne iş yapar?
Ankara Tabip Odası’nın internet sitesinde
(www.ato.org.tr) yer alan “Tabip odasının
yasalarla kendisine verilmiş olan başlıca görev
ve yetkileri” şunlar;
1- Hekimlerin haklarını korumak, yeni haklar
alınması için mücadele etmek
2- Hekimlerin mesleki gelişimlerini (mezuniyet
sonrası eğitim, sürekli eğitim gibi) sağlayıcı
çalışmalar yapmak
3- Tıp etiğini korumak, geliştirmek. Tıp etiğine
aykırı davranışlarda bulunan hekimleri uyarmak
ve cezalandırmak
4- Ülkenin sağlık politikaları hakkında fikir
üretmek, bu görüşleri yetkililere iletmek
5- Halk sağlığını koruyucu, geliştirici çalışmaları
yürütmek ve bu konunun tarafları ile iş birliği
yapmak.
Pek çok yönetim geçti. Yukarda yazılı olan
görevleri yerine getirmek konusunda özverili
çalışmalar yapanlar da oldu, yapılanlara seyirci
kalanlar da.. Meslekte iyileştirme olabildi mi
sorusuna verilecek yanıtı okuyucuya bırakıyorum.
Bugün emekli bir klinik şefi geldi hastaneye...
Durumunu anlattı... İçler acısı... Bizlerin aynı
durumda olmayacağının bir garantisi var mı?
22 yıllık hekimim aldığım maaş pek çok meslek
grubunun daha mesleğe başlarken almaya
başladığına eşdeğer. Bu süreçte yapılabilen
iyileştirmeler ortada... Yani en önemli işlev pek
yerine getirilememiş.
Hükümetlerin getirdiği yeni uygulamalara
odaların ne kadar katkıda bulunabildikleri ya da
karşı çıktıklarında ne kadar etkili olabildikleri de
tartışılır... Ya da bazen neden her şeye karşı
oldukları da...
Seçimlerin atmosferine bakıyoruz, hiç bir
değişiklik yok... Siyasal görüşler etrafında
gruplaşmış hekimler, listeler yarışıyor. Oysa
hekimlerin hakları için, mesleki gelişimleri için,
halk için, ülkenin sağlık politikaları
için
yapılması planlananlar, projeler, ötekileştirilen
diğer gruplardan farklılıklar neler?
Tamam, sağlık alanındaki uygulamalara yönelik
yapılması planlanan her şey de siyasi bir bakış
olabilir kabul ama... Sırf siyaseten yakın isimlerden
oluşan listeler niye... Niye illa da bir listeye ait
olunmalı seçilmek için? Her grup çok sayıda
yeni üye kaydı yaptı.. O oyların kendisine
döneceğinden nerdeyse emin olarak... En zor
sınavlarda en yüksek puanlarla bulundukları
yerlere gelen en alttaki ve en üstteki hekimlerin
davranış biçimi... Elbette hayır...
Seçimler siyasi bir yarış havasından çıkarılmalı,
sorunlara çözüm odaklı politikalar üreten,
vizyonu ve gelecek projeksiyonları olan, halkın
sağlığını önceleştirip, sorunlarımızı içselleştirerek
çözüm arayan yönetimlere gereksinim var...
Gelecek kuşaklara sorunsuz bir meslek bırakabilmek
için... Yoksa hekim olmanın ayrıcalığı da
avantajı da kalmayacak gençlerin gözünde...
N u m u n e G a z et es i
Hastanemizde yeni annelere
‘Sevgi Bohçaları’ dağıtıldı
“Sevgi Bohçası Projesi”nin pilot bölgesi olan hastanemizde, yeni doğan
ünitelerinde dünyaya gelen ihtiyaç
Doç. Dr.
Nurullah ZENGİN
Başyazı
n.zengin@numunegazetesi.com
Ülkemizde 1971 yılından bu yana Nisan ayının
ilk haftası Kanser Haftası olarak kabul edilir.
Çeşitli etkinliklerle önemi her geçen gün artan
bu sağlık sorunu ele alınır ve toplum düzeyinde
farkındalığın artırılması amaçlanır. Bu yılda
İstanbul’da yapılan 5. Asya–Pasifik Kanserden
Korunma
Organizasyonu
Kongresi
ve
Ankara’da yapılan 5. Kanserli Hastalar Kongresi
bu etkinliklerin en önemlilerindendir.
“Sevgi Bohçası Projesi” ile maddi durumu yetersiz ailelere doğum sonrasında destek olunacak. Yeni doğan
bebeklerin ve annelerinin temel
ihtiyaçları Türk Kızılayı tarafından
karşılanacak. Proje, hastanemizde
Türk Kızılayı Genel Başkanı Tekin
Küçükali ve Hastanemiz Başhekimi
Doç. Dr. Nurullah Zengin tarafından
ilk “Sevgi Bohçaları”nın teslim edilmesi ile başladı.
Ankara Pilot Bölge
11
Kanser Haftası
ve Düşündürdükleri
Ankara Numune Eğitim ve Araştırma
Hastanesi ile Türk Kızılay’ı gerçekleştirdikleri ortak çalışma ile hastanemizde yeni doğum yapan annelere
‘sevgi bohçaları’ dağıtımı gerçekleştirildi.
Projenin ana amacını, bebek sahibi
olan ve herhangi bir sosyal güvencelerinin olmadığı tespit edilen, maddi
imkansızlık içerisindeki ailelerin sosyal
yardım ve temel bebek ve anne bakımına yönelik ihtiyaçlarının karşılanması oluşturuyor.
Ni san 2010
H A B ERLER
sahibi ailelerin bebeklerinin ve annelerinin öncelikli olarak hijyen, giyim
eşyası ve benzeri ihtiyaçları karşılanıyor. Doğumun ardından aileye
teslim edilen “Sevgi Bohçası”nın
içerisinde anne için gecelik, bebek için
giyim eşyası, bebek bezi, pişik kremi,
ıslak mendil ve bebek şampuanı mevcut. Projenin devamında bebeklerin
uygun koşullarda bakılabilmesi için
ailelerin sosyal yardım hizmetlerinden
ve bebek bakımı ile ilgili bilgilendirme
hizmetlerinden faydalanabilmesi hedeflemekte. Bunun için pilot bölge
Ankara’da Türk Kızılay’ı Ankara
Şubesi’ne bağlı gönüllüler aileleri evlerinde ziyaret ederek, bebek bezi, aile
hijyen seti, temel gıda malzemeleri ve
bilgilendirici dokümanları aileye teslim
edecekler.
Türk Kızılayı’ndan
Anne Duyarlılığı
Pilot uygulamanın ardından, Türk
Kızılayı şubeleri aracılığıyla Türkiye
geneline yayılması planlan proje, ilk
“Sevgi Bohçaları”nın Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi
Doğum Kliniği’nde doğum yapan 3
aileye teslim edilmesiyle başladı.
Minimum Hastalık,
Maksimum Sağlık
Sağlık, insan yaşamının sürdürülmesinde, yaşam kalitesinin yükseltilmesinde
ve korunmasında özel bir öneme sahiptir.
Sağlığın korunması ve geliştirilmesi kişinin öncelikle kendi sağlığına sahip
çıkması ve sağlık bilincini geliştirmesi ile mümkün olduğu unutulmamalıdır.
Maksimum Sağlık İçin
Yeterli ve Dengeli Beslenme
Düzenli Fiziksel Aktivite
Sigarasız Yaşam
Stresten Uzak Durma
Düzenli Sağlık Kontrolü şarttır.
Optimal sağlık için yaşamın her döneminde Yeterli ve Dengeli Beslenme temel
unsurdur.
“Sevgi Bohçaları”nı teslim alan
ailelerin büyük mutluluk yaşadığı
gözlemlenirken Türk Kızılay Genel
Başkan Tekin Küçükali, “Türkiye’de
ilk defa böyle bir projeyi uygulamaya
koyuyoruz. Amacımız her zaman
olduğu gibi insan onurunu zedelemeden ihtiyaç sahiplerinin gereksinimlerini karşılamak. Bu projenin
uygulanmasında Türk Kızılay’ı şubeleri ve Kadın Kolları önemli rol
üstlenecek. Kadın Kolları’ndaki gönüllülerimiz anne duyarlılığı ile ihtiyaç
sahiplerine ziyaretler gerçekleştirecek.” şeklinde açıklamada bulundu.
Hastanemiz Başhekimi Doç. Dr. Nurullah Zengin ise yaptığı açıklamada
“Bu anlamlı yardım etkinliğine imza
atan Türk Kızılayı’nı tebrik ediyor,
emeği geçen herkese teşekkür ediyorum. Hastane olarak sosyal faydayı
amaçlayan bu tür projelere desteklerimiz artarak devam edecektir” dedi.
Kanser ülkemiz ve dünya için hem önemli hem
de önemi her geçen gün artan bir sağlık
sorunudur. Öncelikle tanı konan kanserli hasta
sayısı artıyor. Hastalığın neden olduğu sosyal,
psikolojik ve işgücü kaybı ciddi boyutlarda. Her
bir hastanın tedavi maliyeti her geçen gün
artıyor; hasta sayısının artışı da işin içine girince
toplam harcamalar daha hızla artıyor. Bütün
bunlar bilinçli bir kanserle mücadele programını
oluşturmak ve uygulamaya koymayı zorunlu
kılıyor.
Ülkemizde son yıllarda kanserle mücadelede
önemli mesafeler alındığına şahit oluyoruz.
Öncelikle kanserle ilgili bilgiler daha sağlıklı
tutuluyor. Bu sayede ülkemizde kanserin
bilinenden daha sık olduğunu gördük.
Türkiye’de her yıl yaklaşık 150 bin yeni
kanser tanısı konuyor. Kanser erken tanısı
için sağlıklı vatandaşlarımıza tetkik yapan
Kanser Erken Tanı Tarama ve Eğitim Merkezleri
(KETEM)’nin sayısı her ilde en az 1 tane olmak
üzere 120’ye ulaştı. Tedavi aşamasında ise
hemen her türlü kanser tedavisi ülkemizde
başarı ile uygulanabilmekte.
Son dönem kanser hastalarının özellik tanıyan
bakımları için ciddi bir çaba harcanıyor.
Kanserin farklı alanları ile ilgili 100’ün üzerinde
bilim insanını bir araya getiren Ulusal Kanser
Danışma Kurulu ülkemiz gerçeklerine uygun
raporlar hazırlıyor. Bütün bu çabalar Kanser
Savaş Daire Başkanlığı’nın organizasyonları ile
Ulusal Kanser Kontrol Programına dönüştürüldü
ve yayımlandı.
Bütün bu çabaların temelinde kanserin, belli
tedbirler alınırsa ve günlük hayatımızda bazı
değişiklikler yapabilirse yarıya yakınının hiç
oluşmadan önlenebileceği gerçeği yatıyor.
Korkulan bir hastalık olan kanser bazı
şeyler başarılabilirse pek çok hasta için
gerçekten hiç oluşmadan önlenebilir.
İşte bu noktada toplum olarak sigara ile
mücadelenin önemini ifade etmemiz gerekiyor.
Sigara bilinen en önemli kanser nedeni.
Hayatımızdan çıkarabilsek gelecek nesiller daha
sağlıklı olacak; binlerce insan kanser olmaktan
kurtulacak.
Branşı kanser tedavisi olan bir uzman olarak bir
yandan tüm modern tedavileri kullanırken bu
konuda gerçek başarının toplumun bilinçlenerek
kanserden korunmanın etkili bir şekilde
sağlanmasından geçtiğini ifade etmek istiyorum.
12
Nis a n 2 0 1 0
N u m u n e G a z et es i
H A B ERLER
Hipertansiyon ve
Beslenme Önerileri için
10 ALTIN KURAL
Baş Diyetisyen
Hipertansiyon nedir?
Hipertansiyon, kan basıncının normal kabul edilen değerlerin üzerinde (140/90 mmHg ve üzerinde)
olmasıdır.
Hipertansiyon hastalığının olumsuz etkilerini ortadan kaldırmak
/azaltmak için 10 ALTIN KURAL:
Aşırı tuz ve tuzlu besinleri (konserveler, turşular, hazır besinler,
salamura besinler, tuzlu kuruyemişler gibi) tüketmeyin. Ancak
potasyum içeren meyve ve sebzelerin yeterli miktarda tüketilmesi
yüksek tansiyon problemini azaltmaya yardımcı olur.
Hipertansiyonu olan bir bireyin
günlük tuz (sodyum) tüketimi ortalama 2,5 g/ gün'ü geçmemelidir.
Ancak tansiyon probleminin oluşmasını engellemek için potasyum
mineralinin de ortalama 4,5 g/gün
olacak şekilde alınması gerekir.
Sodyum alımını bu düzeylerde tutmak için yemekler tuz konmadan
pişirilmeli, ekmeğin de az tuzlu
f.saracoglu@numunegazetesi.com
Kadın Genital Sisteminin Kanserleri
Kadın genital sistemi kanserleri için ortak risk faktörleri arasında
sigara kullanmak, erken yaşta cinsel ilişkiye başlamak, çok eşlilik,
şişmanlık, şeker hastalığı ve cinsel yolla bulaşan hastalıklar
sayılabilir. Ayrıca rahim içi kanserlerinin erken yaşta adet gören,
daha geç menapoza giren (>52 yaş), doğum yapmamış
kadınlarda daha fazla görüldüğü bilinmektedir. Şişmanlık tek
başına hafif olduğunda ( 10–25 kg) 3 kat, fazla olduğunda (25
kg’ın üzeri) 10 misli daha fazla rahim içi kanserine neden olmaktadır. Şişman, doğum yapmamış ve geç menapoza giren bir
kadında rahim içi kanseri yaklaşık 5 kat daha fazla görülmektedir.
Rahim içi ve yumurtalık kanserlerine karşı doğum kontrol
haplarının koruyucu etkisinin olduğu ise uzun zamandır iyi
bilinen bir durumdur.
Hipertansiyon, genellikle arteriol
denen küçük kan damarlarının
daralması sonucu kanın damar duvarına daha fazla basınç yapmasıyla ortaya çıkmaktadır.
2- Tuz ve sodyum tüketimi
azaltılmalı
Tuz, güçlü bir damar büzücüdür ve
tansiyonu düzenleyen bazı sistemleri etkiler. Besinlerin pek çoğunun içinde bulunan ve tuzun ana
maddesi olan sodyum, vücutta sıvı
dengesinin sağlanması ve kan
basıncının düzenlenmesinde rol
oynayan önemli bir mineraldir.
Ancak fazla tuz tüketimi büyük
risk faktörü oluşturabilmektedir.
Bu yüzden tüketilen tuzun miktarı,
aynı zamanda cinsi (iyotlu veya
iyotsuz oluşu) büyük önem taşır.
Üreme Sağlığı
En sık görülen kanserlerden olup ülkemizde kadınlardaki tüm
kanserlerin yaklaşık 1/6’sı genital sistemden (yumurtalıklar, rahim
ağzı, rahim içi, vajina ve dış genital bölge) kaynaklanmaktadır.
Yılda yaklaşık 15000 kadın genital kanseri görülmektedir. Ancak
istatistikler ülkemizde görülen kanser sayısının her yıl arttığını
göstermektedir.
Ayşegül Gül
1- Şişmanlığın önüne geçilmeli,
ideal kilo korunmalı
Vücut ağırlığının olması gerekenin
üzerine çıkması, kolesterolün ve
tansiyonun yükselmesine neden
olacağından kalp hastalıkları
riskini artıracak ve yaşam kalitesini azaltacaktır. Bu yüzden kişi,
olması gereken kiloyu korumalı,
fazla kilosu var ise mutlaka bir
Doktor ve Diyetisyen gözetiminde
kilo vermelidir.
Doç. Dr.
Ferit SARAÇOĞLU
olmasına özen gösterilmelidir.
Sağlıklı tuz tüketimini için; maydanoz, nane, kekik, dereotu, limon
suyu, soğan gibi tat vericilerin
yemekte kullanımı, tuzun eksikliğini giderecektir. Ayrıca iyotla
zenginleştirilmiş tuzlar tercih
edilmelidir. Sofrada daha az tuz
kullanmak için; sofrada kullanılan
tuzluğun deliğinin küçük olması
da yardımcı olabilir.
3- Vitamin ve mineral içeren
besinler her gün yeterli
miktarlarda alınmalı
Yeterli vitamin ve mineral tüketimi, yüksek kan basıncı üzerinde
olumlu etkilere sahiptir. Meyve ve
sebzeyi düzenli olarak tüketen
toplumlarda, yüksek tansiyon
görülme olasılığı daha azdır.
Gün içerisinde 2 porsiyon sebze ve
ortalama 4 porsiyon meyve tüketimi ile kan basıncının düzene
girmesi sağlanılabilir.
4- Her gün yeterli miktarlarda
süt, yoğurt ve peynir tüketilmeli
Süt, yoğurt ve peynirde bulunan
kalsiyum (Ca) ve magnezyum
(Mg) mineralleri kan basıncının
düzenlenmesine yardımcıdır. Bu
nedenle süt ve yoğurt grubu besinler 2-3 porsiyon, peynir çeşidi olan
besinler günde 60 gram tüketilmelidir. Ancak Kolesterol ve şişmanlık riski açısından baktığımızda;
bu besinlerin az yağlı veya yağsız
olanları tercih edilmelidir.
5- Tüketilecek yağın cinsine
dikkat edilmeli
Özellikle hayvansal kökenli doymuş yağlar (tereyağı, sadeyağ, katı
margarin, içyağı gibi) kullanılmamalıdır. Bu besinler, kandaki kolesterol düzeyini ve buna bağlı
yüksek tansiyon riskini arttırmaktadır. Zeytinyağı ve diğer bitkisel
sıvı yağlar tercih edilmelidir.
6- Sigara ve alkol tüketilmemeli
Sigara ve alkol hücrelere zarar
veren maddelerin oluşumunu hızlandırıp kan basıncının artmasına
neden olur. Kan basıncı dışında da
daha pek çok olumsuz etkisi olan
sigara ve alkolün tüketimi mümkün olduğunca azaltılmalı, hatta
bırakılmalıdır.
7- Kahve sınırlı miktarda
tüketilmeli
Kahve, kan basıncında birkaç saat
süren 5-20 mmHg'lik yükselmelere yol açtığından kısıtlı miktarda alınmalıdır.
8- Maden suyu ve sodası
tüketimine dikkat edilmeli
Maden suyu ve sodası, içerdiği
mineraller dolayısı ile böbrek ve
tansiyon hastaları için zararlı olabileceğinden tüketimine dikkat
edilmeli; mümkün olduğunca
tüketilmemeye çalışılmalıdır.
9- Fiziksel aktivite arttırılmalı
Düzenli yapılan egzersiz ile şişmanlığın önlenmesi ve tansiyon
probleminin azalması sağlanacaktır. Yüksek tansiyonlu kişiye önerilen yüzme, yürüyüş, jogging,
bisiklet ve kayak gibi sporlar hafif
tip egzersizdir. Ağırlık kaldırma
ise ağır tip egzersiz olup önerilmez.
Tansiyonu sürekli yüksek olan
kişi, hafif tip egzersizleri uygularsa, sistolik ve diyastolik kan
basıncıyla, kalp atım hızının
düştüğünü görecektir
10- Stresten uzak durulmalı,
sakin olunmalı, huzurlu ve
mutlu bir ortamda yaşamaya
gayret edilmeli
Stres ile hipertansiyon arasındaki
yakın ilişki yapılan pek çok bilimsel çalışmada da ortaya konulmuştur.
En sık görülen genital kanserlerin ortalama görülme yaşları
yumurtalık kanseri için 63, rahim içi kanserler için 61, rahim ağzı
kanserleri için ise 48 yaştır. 50–70 yaş arasındaki her 1000
kadından 2,6’sında rahim ağzı, 5,8’inde yumurtalık kanseri
gelişmektedir
Genital kanserlerin en sık görülen belirtileri aşağıdakilerdir;
Rahim Ağzı Kanseri: Kötü kokulu, et suyu kıvamında akıntı,
kanlı akıntı, ilişkide kanama
Rahim İçi Kanseri: Uzamış adet kanamaları, ara kanamalar,
menapoz sonrası kanama, menapoz sonrası rahim içi dokularda
kalınlaşma
Yumurtalık Kanseri: Karında şişlik, karın ağrısı, bulantı,
hazımsızlık
Dış Genital Organlar: yanma, kaşıntı, kızartı, yara veya ciltten
kabarık lezyonların oluşması
Genital kanserler erken tanımlandığında tedavi oldukça
başarılıyken geç kalındığında çok ölümcül seyretmektedir.
Örneğin yumurtalık kanseri erken tanımlandığında 5 yıllık yaşam
% 90–95 iken geç vakalarda % 25’tir. Rahim ağzı kanserleri
erken tanımlandığında 5 yıllık yaşam % 90 iken geç tanı
konulduğunda bu oran % 15 e düşmektedir. Bu nedenle
kadınların hiçbir şikayetleri olmasa da her 6 ayda bir kontrol
muayenelerinin yapılması, ultrasonografik olarak değerlendirilmeleri ve yıllık olarak smearlerinin yapılması çok çok
önemlidir. Smear rahim ağzından bir sürüntü alınarak cam
üzerine yayılan hücrelerin bir patoloji uzmanınca incelenmesi
ve erken dönemde kansere bağlı hücresel değişikliklerin
saptanmasıdır. Gelişecek bir rahim ağzı kanserinin tanısını yıllar
önceden gösterebilmektedir. Yumurtalık kanserlerini erken
tanısında da ultrasonografik incelemeye ek olarak kanda ca 125
isimli belirteçin ölçülmesi bugün için bilinen en iyi yöntemlerdir.
Kadınlarda yumurtalık kanserlerinin yaklaşık 1/10 u aileseldir.
Ailesinde yumurtalık kanseri olan kadınlarda bu genetik testlerle
de dökümante edildiğinde erken yaşta yumurtalıklar alınarak
kanser gelişimi önlenmektedir. Yine günümüzde rahim ağzı
kanserlerinden korunmak için geliştirilmiş aşıların etkinliği kesin
olup 9 - 45 yaş grubundaki kadınların mutlak aşılanmaları
önerilmektedir. Özellikle kansere neden olan HPV virüsüyle
karşılaşmadan mümkün olan en erken yaşta aşılama önem
taşımaktadır.
Kadın genital kanserlerinin temel tedavisi cerrahi olup hastalığın
yaygınlığına göre bazı hastalara ek olarak ilaç tedavisi (kemoterapi) yada iç/dış ışınlama (radyoterapi) gerekebilmektedir. Genital kanser ameliyatlarının bu konuda özel eğitim almış
cerrahlarca (jinekolog onkolog) imkanları geniş hastanelerde
(yoğun bakım, kan bankası, diğer cerrahi branşlar vb) yapılması
gerekmektedir. Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi,
Ankara’da bu olanaklara sahip, jinekolojik onkologların
bulunduğu, çok sayıda kanser ameliyatının yapıldığı önemli
hastanelerden birisidir.
N u m u n e G a z et es i
5. Ulusal Kanserli
Hastalar Kongresi
le, hastalığa karşı verilen mücadele ve sonraki süreçler
konuşuldu.
Türk Kanser Araştırma ve
Kanser Vakaları
Tüm Dünyada Büyük
Bir Hızla Artıyor
Dünyada her yıl 12 milyon kişi kansere
yakalanmakta ve bu kişilerden 7 milyonu
yaşamını yitirmektedir. Yaşam süresinin
uzaması, dengesiz ve sağlıksız beslenme,
hareketsiz yaşam gibi faktörlere bağlı
olarak her yıl kansere yakalananların sayısı
artmaktadır. 2030'de her sene dünyada 26
milyon kanser vakası görüleceği ve 17 milyon kişinin kansere bağlı hayatını kaybedeceği öngörülmektedir.
Türkiye'de her yıl 150 – 200 000 kişi
kansere yakalanmakta, sık görülen
kanserlerin erkeklerde sırasıyla akciğer,
mide, mesane (idrar torbası), kalın bağırsak, larinks (gırtlak) ve prostat; kadınlarda ise meme, bağırsak, mide, over
(yumurtalık), akciğer ve lösemi olduğu
kaydedilmektedir. Dünyada her yıl yarım
milyon kadının rahim ağzı kanserine
yakalanmakta yani her iki dakikada bir
kadın, rahim ağzı kanseri nedeniyle hayatını kaybetmektedir. Türkiye'de ise her yıl
rahim ağzı kanserine yakalanan bin 500
kadından yarıya yakını yaşamını yitirmektedir.
Kanserle mücadelede, hastalığın ortaya
çıkmasında genetik özelliklerin dışında
çevresel faktörlerin, yaşam biçiminin ve
beslenme alışkanlığı çok önemlidir. Özellikle tütünün, kanserlerin yüzde 30'undan
sorumlu olduğunu bilinmektedir. Türkiye'de kansere bağlı ölümlerin erkeklerde
yüzde 40'ının, kadınlarda ise yüzde 8'inin
akciğer kanseri nedeniyle meydana geldiği
bilinmekte, soluk borusu, bronş ve akciğer
kanserlerinin yüzde 71'inin, gırtlak kanserlerinin yüzde 59'unun, üst solunum ya da
sindirim yolları kanserlerinin yüzde
59'unun, idrar torbası kanserlerinin yüzde
27'sinin, böbrek kanserlerinin yüzde
26'sının, pankreas kanserlerinin yüzde
21'inin, lösemilerin yüzde 12'sinin,
karaciğer kanserlerinin yüzde 11'inin,
rahim ağzı kanserlerinin ise yüzde 3'ünün
tütün kullanımı nedeniyle meydana
gelmektedir.
Kanser Hastalarına
Psikolojik Destek Şart
Kanserle mücadelede, kanserli hastalara
verilecek psikolojik destek çok önemlidir.
İnsanlar, kanserin daha adını duyduk-
Savaş Kurumu Derneği
(TKASK) ile Uluslararası
Kanser Savaş Örgütü (UICC)
tarafından düzenlenen ve
Hacettepe Üniversitesince
larında ürkmekte ve hastalığı kimseyle
paylaşmak istememektedir. Kanser, kişilerin sosyal yaşantılarını, iş hayatını,
arkadaş ilişkilerini olumsuz etkileyebilmektedir. Bunların üstesinden gelmek
mümkün ancak bu noktada yakın
çevresindekilerin hastaya verecekleri
destek çok önemlidir. Bu destek hem duygusal hem de hastanede yapılacak resmi
işlemlerin takibinde olmalıdır. Bu süreç de
çok zor ve yorucudur, zaten 'kanser'
şokunu yaşayan bir kişiye bir de bu tür
stresin yüklenmesi ağır olacaktır. Bu nedenle işlemler hasta dışındakilerce yapılmalı ve hastaya her zaman yanında olduğu
güvenini vermelidir.
Anne, baba, eş, kardeş ya da arkadaş
tarafından verilecek moral destek de tedaviyi yapan hekimin yanı sıra profesyonel
uzmanlarca da verilebilir. Profesyonel
desteğe ihtiyaç duyan hasta, merkezde
uygun birimin olması halinde buradan ya
da imkanları ölçüsünde özelde hizmet
veren bir hekimden destek alabilir. Uzman
hekimin gerek görmesi halinde ilaç tedavisi de uygulanabilir. Bu tür imkanlara
sahip olmayan hastalar da hekimlerine her
türlü soruyu sorabilmeli, iç huzursuzluğunu çekinmeden anlatabilmeli ve
hekimiyle birlikte ortak bir çıkış yolu bulmalıdır. Çünkü, paylaşmanın psikolojik
stresi azaltacağı unutulmamalıdır. Moralin
kanseri yenmede tıbbi tedaviye doğrudan
bir etkisi olmadığı, ancak hastanın yaşama
tutunmasında çok önemli bir yer tuttuğu
unutulmamalıdır.
Tedavinin sürekliliğinde hastanın ruhsal
bütünlüğü sağlanmalıdır. Hastaya, tedavi
sürecinde hekim, hemşire ve diğer sağlık
çalışanları olabildiğince anlayışlı olmalı,
hastanın sorularına cevap verebilmelidir.
Evde ve sosyal yaşantısında ise yakınları,
hastanın moralini yüksek tutacak yaklaşım
içinde olmalıdır.
Bu, hastalığı yok sayarak, hiçbir şey yokmuş gibi bir davranış biçimi şeklinde ve
sürekli hastalığı hatırlatacak kişilerle birlikte olma, hikayeler anlatma ya da uyarı
mesajları biçiminde de olmamalıdır.
Hastanın moral dengesinin korunabilmesi için sosyal yaşamdan kopmaması,
yalnızlaşmaması gerekmektedir. Ameliyatın ardından, kemoterapi ya da radyoterapi sonrasında hasta fiziksel olarak
yorgun olduğu için aktif yaşamdan kopabilmektedir. Bu zamanlarda kesinlikle zorlanmamalıdır. Ancak, bugünlerin geçici
olduğu söylenerek ona güven verilmelidir.
13
Uzm. Dr.
Erdal ESKİOĞLU
Merhaba
e.eskioglu@numunegazetesi.com
Ankara’da gerçekleştirildi
Bu yıl beşincisi gerçekleştirilen, Ulusal Kanserli Hastalar Kongresi’nde, kanser tüm
yönleri ile ele alınarak, hasta
ve hasta yakınlarının gözüy-
Ni san 2010
H A B ERLER
Kronik Yorgunluk Sendromu
bilimsel olarak desteklenen
5. Ulusal Kanserli Hastalar
Kongresi yaklaşık 700
kişinin katılımı ile gerçekleştirildi.
Kongrede, “Kanser tedavisindeki son gelişmeler”,
“Kanserden korunma” ''Kanser hakkında genel bilgiler'',
''Kanserde kök hücre Uygulamaları'', ''Alternatif tedaviler'', ''Kök hücre tedavileri'',
''Tütün mücadelesinde son
durum'' ve ''Kanserle beslenme'' gibi konular ele alındı.
Kongreye Uluslararası Kanser Savaş Örgütü Başkanı
Prof. Dr. David Hill, Avrupa
Kanser Cemiyetleri Direktörü Wendy Yared’de, Sağlık
Bakanlığı Ulusal Kanser
Danışma Kurulu Başkanı
Doç. Dr. Nurullah Zengin,
Türk Kanser Araştırma ve
Savaş Kurumu Derneği
Genel Başkanı ve Dünya
Kanser Örgütü Yönetim Kurulu Üyesi Prof. Tezer Kutluk
ve davetliler katıldılar.
David Hill, Tüm Dünya’da
Kanser Savaşının nasıl
kazanılacağını, Dünya Kanser Bildirgesini ve küresel
eylem stratejilerini anlattı.
Wend Yared ise Avrupa Topluluğunun Avrupa’da kansere
karşı İşbirliği projesi ile
Avrupa’da kanserin nasıl yenileceğini anlattı. Prof. Tezer
Kutluk, kanserin kalp ve
damar hastalıklarından sonra
insan hayatını tehdit eden en
önemli sorun olmaya devam
edeceğini belirtti. Doç. Dr.
Nurullah Zengin ise yaptığı
konuşmada, kanser sorunun
boyutlarını, Türkiye’de ve
dünyadaki kanserli hasta ve
kanserle mücadele eden
uzman hekim istatistiklerini
karşılaştırmalı olarak anlatarak şöyle dedi: “Kanser
zor bir hastalık grubudur. Tedavi başarısı değişken,
psikososyal boyutu çok
önemli olan, işgücü kaybı
fazla, tedavi maliyeti yüksek,
giderek sıklığı artan bir
hastalık olmakla beraber
önemli ölçüde önlenebilir bir
hastalıktır”.
Kanserli hastalar ve hasta
yakınlarının kanser alanında
dünyada söz sahibi olmuş
konuşmacılara sorularını birinci ağızdan yöneltebildikleri kongre 2 gün sürdü.
Çevremizdeki insanlardan, ya da hastalarda
en sık duyduğumuz şikayetlerden biriside
“Kollarımı bile kaldırmaya gücüm yok”
şeklindedir. Bu şikayet belki önemli bir hastalığın
belirtisi olabileceği gibi, belki de son yıllarda sık
sık sözünü duyduğumuz “Kronik yorgunluk
Sendromu”nun bir belirtisi olabilir. Bu hastalık
son yıllarda hemen hemen bütün tıp dallarını
ilgilendirmiş olmakla birlikte hastalığın tanısı
birçok hastalığı dışlamakla konduğu için daha
çok İç Hastalıkları Uzmanlarını ilgilendirmesi
gereken bir hastalık olarak düşünülmektedir.
Hastalık şöyle tanımlanmaktadır: Halsizlik,
yorgunluk ile karakterize, farklı ve değişik
şiddette klinik belirtilerle ortaya çıkan, yeti
yitimine kadar giden değişik klinik bulgularla
seyreden bir klinik tablodur. Hastalarda 6 aydan
uzun süren, istirahat ile düzelmeyen, mental ve
fiziksel egzersiz ile çok daha kötüleşen, genellikle
iyilik ve alevlenme dönemleriyle seyreden
halsizlikle ortaya çıkan aşırı yorgunluk hali
vardır. Bunun yanında baş ağrısı, tekrarlayan
boğaz ağrısı, kas-eklem ağrıları gibi herhangi bir
hastalık için özgün olmayan pek çok bedensel
şikayetle birlikte bazı kişilik bozuklukları ortaya
çıkabilir.
Bu hastalarda bulunan klinik bulguları
özetleyecek olursak; sersemlik hissi,
çarpıntı, şişkinlik, sinirlilik, huzursuzluk
hissi, kilo kaybı gibi belirtiler olup ki
bunlar, kolaylıkla psikolojik bozukluklara
bağlanabilecek belirtilerdir.
Kronik yorgunluk sendromunun nedenleri
arasında, gerginlik doğrudan anılmasa da,
dolaylı olarak bu hastalığın bir nedenidir ve
çözüm önerilerinde, “stresle baş etmenin
önemi” daima vurgulanır. Bunun yanında,
sendromun, depresyon ve kaygı bozukluklarıyla
karıştırılmaması gerekir. Kronik yorgunluk
sendromu, profesyonel hayatın doğurduğu
yorgunluk ve hayal kırıklıklarıyla ilişkili bir
durum olarak yorumlanmaktadır.
Bu sendromların, genellikle iyi eğitimli, gelir
düzeyi ortanın üzerinde, çalışan kesimde sıklıkla
görülen bir hastalık olduğu bilinmektedir.
Bahar aylarında ortaya çıkan ve hepimizde
görülen kısa süreli yorgunluk ve halsizlikler;
genellikle iklim değişikliklerinin ve gece-gündüz
arasındaki ısı farklılıklarının yaptığı ve birkaç gün
ile birkaç hafta süren yorgunluk hallerinin kronik
yorgunluk sendromu ile karşılaştırılmaması
gerekir. Bu hastalık genellikle tedavisiz ve
fiziksel aktivite ile geçirilebilmektedir.
Kronik
yorgunluk
Sendromu
halsizlik,
yorgunluk, bitkinlik ile gelen hastalarda bu
belirtileri gösteren önemli hastalıkları ekarte
edildikten sonra gözden kaçırılmaması gereken
bir hastalık olarak aklımızda bulundurmak
gerekir. Bu hastalığın tedavisi için semptomatik
destekler yanında psikiyatri uzmanlarının
desteğine ihtiyaç vardır.
14
Nis a n 2 0 1 0
N u m u n e G a z et es i
B A S IN DAN
Öksürük
deyip
geçmeyin
Öksürük, bronşlarda birikmiş olan
ifrazatların ya da solunum yollarına
kaçan yabancı cisimlerin aşağıdan
yukarıya yani ağıza doğru atılmasına
yardımcı olan ve refleks yoluyla
oluşan, patlayıcı tarzda çok kuvvetli
soluk verme hareketidir.
Öksürüğe neden olan uyarılar gırtlak da
dahil olmak üzere solunum yolları,
kulak, farenks ve mideden kaynaklanmaktadır. Genellikle hava yollarına
kaçan büyük ya da toz gibi çok küçük
partiküller, havayolu mukozasının
kimyasal madde ve tahriş edici gazlar
ile teması, birikmiş ifrazatlar, havayolunda (tümör gibi) kitlesel lezyonların
varlığı, enfeksiyonlarda oluşan enflamasyon gibi olaylar, öksürük uyarılarının bronş mukozasından çıkmasına
neden olmaktadır.
Öksürüğe sebep olan
hastalıklar ve öksürüğün
karakteri
Öksürüğe neden olan farklı akciğer ve
Yeterli ve Dengeli
Beslenme Nedir?
Beslenme açlık duygusunu bastırmak,
karın doyurmak ya da canının çektiği
şeyleri yemek içmek değildir.
Besin öğeleri vücudun gereksinmesi
düzeyinde alınamadığında yetersiz
beslenme oluşur.
Bu öğelerin herhangi biri alınmadığında, gereğinden az ya da çok
alındığında, büyüme ve gelişme engellenir, sağlık bozulur.
Gereğinden fazla besin tüketilirse,
çok alınan bazı öğeler vücutta yağ
olarak depolandığından sağlık için
zararlı olur. Bu duruma Dengesiz
Beslenme denir.
Dengesiz beslenmenin önlenmesinde
beslenme eğitimi ile sağlıklı beslenme
bilincinin kazandırılması büyük bir
önem taşır.
Mikroskop Gözüyle
s.seckin@numunegazetesi.com
KANSER:
Neden, Nasıl, Ne Zaman
akciğer dışı hastalıklar, öksürüğün
karakterinde de farklılıklar yaratmaktadır. Örneğin üst solunum yolu enfeksiyonlarında genellikle kuru öksürük
varken; bronşektazi, akciğer absesi gibi
hastalıklarda öksürükle birlikte bol iltihaplı balgam çıkarma yakınmaları da
mevcuttur. Astım atağında öksürükle
birlikte zor ve az miktarda koyu
yapışkan balgam çıkarma, nefes darlığı, hışıltılı solunum gibi belirtiler
genellikle vardır. Öksürükle ağızdan
kan gelmesi genellikle bronşektazi, akciğer kanseri, akciğer absesi, akciğer
tüberkülozu, akciğer kist hidatiği, kalp
yetersizliği gibi hastalıklarda görülür.
Yine akciğer absesi ve bazı bronşektazi
olgularında, oksijensiz ortamda üreyen
bazı bakterilerin yapmış olduğu enfeksiyon sonucu solukta oluşan çürük
kokusu, daha hastanın odasına girer
girmez fark edilebilir. İşte öksürüğün
karakteri olarak tanımlayabileceğimiz
bu özellikler hekime ayırıcı tanı açısından yol göstericidir.
Kronik öksürük ve
kronik öksürüğe neden olan
hastalıklar
Beslenme;
sağlığı
korumak,
geliştirmek ve yaşam kalitesini yükseltmek için vücudun gereksinimi
olan besin öğelerini yeterli miktarlarda ve uygun zamanlarda almak için
bilinçli yapılması gereken bir
davranıştır.
İnsanın yaşamı için 50’ ye yakın besin
öğesine gereksinimi vardır. İnsanın,
sağlıklı büyüme ve gelişmesi, sağlıklı
ve üretken olarak uzun süre yaşaması
için bu öğelerin her birinden günlük
ne kadar alınması gerektiği belirlenmiştir.
Doç. Dr.
Selda SEÇKİN
Yeterli ve Dengeli
Beslenen Kişiler;
Sağlam ve sağlıklı bir görünüştedir.
Hareketli ve esnek bir bedene,
Muntazam bir cilde, canlı ve parlak saçlara ve gözlere,
Kuvvetli, gelişimi normal kaslara,
Çalışmaya istekli kişiliğe,
Boy uzunluğuna uygun vücut ağırlığına,
Normal zihinsel gelişme,
Sık sık hasta olmayan bir yapıya
sahiptir.
Yetersiz ve Dengesiz
Beslenenler ise;
Hareketleri ağır ve isteksiz
Sağlıksız genel görünüşte (aşırı
zayıf veya şişman)
Pürüzlü, kuru, sağlıksız cilt
yapısına,
Şişman veya zayıf vücut yapısına,
Sıksık baş ağrısından şikayet eden
İştahsız, yorgun, isteksiz bir
yapıya sahiptir.
Kronik öksürük 3 haftadan uzun süren
öksürük olarak tanımlanmaktadır. Çok
sayıda insanın polikliniklere başvurmasına neden olan bu semptom, hastaların uyku düzenlerini ve yaşam
kalitelerini bozmaktadır. Kronik öksürüğün nedenleri incelendiğinde birden fazla sistemin hastalıklarının bu
tabloya yol açtığı görülür.
Kronik öksürük nedenleri
Sinüzit
Alerjik nezle ve geniz akıntısı
Astım
Reflü hastalığı
Kronik bronşit
Bronşektazi
Akciğer kanseri
Bazı ilaçların kullanılması
Tüberküloz
Sarkoidoz
İnterstisyel akciğer hastalıkları
gibi birçok hastalık, kronik öksürüğe
neden olmaktadır. Asıl sorun ise kronik
öksürüğü olan hastanın muayenesi, akciğer grafisi ve solunum fonksiyon testlerinde bir anormallik olmamasına
rağmen tanıya ulaşmak ve etkili bir tedavi uygulayabilmektir.
Yapılan çalışmalarda bu tür hastalarda
en sık öksürük sebebi olarak saptanan
hastalıklar, astım, alerjik nezle ile geniz
akıntısı ve reflü hastalığıdır.
Kanser her yerdedir. Yaklaşık her 3 insandan biri
yaşamının herhangi bir döneminde kanser tanısı ile
karşılaşmaktadır. Bu hiçbir zaman beklenmeyen ve
arzu edilmeyen hastalıkla beraber yaşamın akışı
değişmekte ve belki de sonlanmaktadır. A.B.D. de her
gün 1500 kanser hastasının hayatını kaybettiği
bildirilmektedir. Diğer ülkelerde bu sayı muhtemelen
daha da yüksektir. Batı toplumlarında insanların
ekonomik durumlarının iyi olması, daha sağlıklı
koşullarda yaşam sürelerinin uzaması ile birlikte
kanserin hala çok belirgin bir sağlık problemi olmaya
devam etmesi bilim adamlarını şaşırtmaktadır. Bu
durumun pek çok nedeni olabilir. Çünkü kanser
denen hastalık, nedenleri, belirti ve bulguları ve
muhtemel etkili tedavi yöntemleri açısından çok
büyük farklılıklar gösterebilir. Bir başka deyişle, her
hastanın kanseri tekdir, özeldir ve bu da problemin bir
parçasıdır.
Dünyada kanserin belli tipleri arasında görülme sıklığı
ve hastalıktan ölüm oranları açısından büyük farklılıklar
vardır. Örneğin Japonya’da mide kanserinden ölüm
A.B.D. ne göre 7-8 kat daha fazladır. Oysa akciğer
kanserinden ölüm oranı A.B.D. de Japonya’dakine
göre 2 kat daha yüksektir. Deri kanserlerine bağlı
ölüm Yeni Zelanda’da İzlanda’ya göre 6 kat daha
sıktır. Bu durum muhtemelen güneş ışınlarına
maruziyete bağlıdır. Irklar arasındaki farklılıklardan
kaynaklanan kansere yatkınlıklar kesin olarak ekarte
edilemese de, bölgelere bağlı farklılıkların büyük
ölçüde çevresel etkilerin sonucu olduğuna
inanılmaktadır. Çevresel faktörler, yaşam biçimimizde,
yiyeceklerimizde, iş yerimizde, kişisel alışkanlıklarımızda kısacası hayatımızdadır.
Kanserlerin çoğu yaşamın daha ileri yıllarında ortaya
çıkar. Kansere yakalanmada yaşın önemli etkisi vardır.
Her yaş grubunda belli kanser türleri için eğilim
olduğu söylenebilir. 60–79 yaşları arasında kanserden
ölümlerde artış olduğu bilinmektedir. Seksen yaş ve
üzerinde kansere bağlı ölümlerin az olduğu
belirtilmektedir. Ancak özellikle batı toplumlarında
yaşam süresi giderek uzadığından önümüzdeki
yıllarda bu eğilimin değişmesi beklenmektedir. Onbeş
yaşından küçük kanser hastalarında da ölüm oranı ne
yazık ki yüksektir.
Sıklıkla merak edildiği üzere ailede kanserli bireylerin
olması kişinin kansere yakalanmasında rol oynayabilmektedir. Çevresel faktörlerin yanı sıra sık görülen
kanser tipleri de dahil olmak üzere pek çok kanser
tipinin gelişmesinde kalıtımsal yatkınlıktan söz
edilmektedir. Örneğin akciğer kanserinin çevresel
faktörlerden biri olan sigara ile ilişkisi çok açık olarak
bilinmekle birlikte, sigara içmeyen akciğer kanserli
hastalarda ölüm oranı eğer sigara içen akrabaları
varsa 4 kat daha fazla olarak saptanmıştır.
Kanser özellikle gelişmiş toplumların en büyük
sorunlarındandır. Çeşitli neden ve etkilerle ortaya
çıkabilmesi, hem çok eski hem de oldukça yakın
zamanlara ait gelişimsel mirasa sahip olması, hastalığa
yaklaşımla ilgili gelinen noktada sorunların hiç de
basit olmadığını göstermektedir. Ancak bugün erken
tanı yöntemleri, farklı tedavi modaliteleri ve özellikle
de kanserden korunma ile ilgili bilgilerimiz artmakta
ve derinleşmektedir. Belki de en önemlisi kanserden
korunmak için yaşam biçimimizde, sosyal davranışlarımızda meydana gelecek olan değişikliklerdir.
Örneğin sigarayı bırakmak…
N u m u n e G a z et es i
Ni san 2010
H A B ERLER
Kalp Hastalığı ve
STRES !
Romatizma Üzerine -4-
Romatizmal
Hastalıkların
Toplum Sağlığı
Açısından Önemi
Prof. Dr. Yaşar
KARAASLAN
Pencere
y.karaaslan@numunegazetesi.com
Bu ay romatizmal hastalıkların toplum
sağlığı açısından önemi üzerinde durmak istiyorum. Romatizmal hastalıkların toplum sağlığı açısından çok
önemli olmasının başlıca nedenleri
şunlardır:
Dr. Vasfi ULUSOY
ANEAH 2. Kardiyoloji Klinik Şefi
Kalp hastalığı, günümüz dünyasında, insanlığı en fazla sıkıntıya sokan ve acı veren
hastalıkların başında gelmektedir. İnsanlık,
bu hastalığın teşhisi ve tedavisi için, her yıl
milyarlarca dolar para harcamaktadır. Bunca
çabaya rağmen, her yıl milyonlarca insanın
hayatını kaybetmesine engel olamamaktayız.
Kalp hastalığı sonucu insan hayatı kaybı, her
yıl giderek artmaktadır. Bunun nedenleri
arasında, yaşadığımız modern dünyaya özgü
stresler önemli yer tutmaktadır.
İnsan esas olarak iki parçadan oluşmuştur.
Birincisi beden dediğimiz fiziki varlıktır.
İkincisi ise ruh dediğimiz, gözle göremediğimiz ancak her şekilde gördüğümüz, hissettiğimiz, ilahi gücün remzi olan varlıktır.
Biz hekimler stres dendiği zaman, her iki varlıkla ilgili stresi birlikte anlarız. Fiziksel veya
bedeni stres dediğimiz durum nedir?
Çağımızda, bedenimizin çok aşırı yorulup
yıpranması kadar, hiç yorulmayıp, hareketsiz bir yaşam sürülmesinin de, fiziksel ve
metabolik bir strese neden olduğu anlaşılmış bulunmaktadır.
Fiziksel olarak hareketsiz bir yaşam sürmek,
vücudumuzun iyi çalışmasını engelleyen bir
haldir. Ayrıca fiziksel olarak hareketsiz
olmak, hipertansiyon ve şeker hastalığı gibi,
kalp hastalığının en önemli nedenleri olan
hastalıklara yol açabilmektedir.
Bu hastalıkların tedavi edilmemesi halinde,
sadece kalp değil, bütün vücut damarlarımızda eskime ve yaşlanma başlamaktadır.
İnsanın yaşlanması esas itibariyle damarlarının yaşlanmasıdır.
Damarlar yaşlanınca, özellikle kalp, beyin,
böbrek ve diğer vücut damarları yaşlanınca,
insanda "kocama" dediğimiz hal başlar. Hepimizin malumu olduğu gibi kocamanın sonucu
bitiştir.
Günümüzde, insan ruhunun en çok
karşılaştığı sıkıntının ruhi depresyon olduğu
hepimizin malumudur. Çekirdek ailenin
hakim olduğu büyük şehirlerin dayattığı
yaşam şekli nedeniyle, kişilerin bireysel
yaşamak zorunda kalmasının ve iş
yaşamında var olan rekabetin, insan
ruhuna yüklediği yükün sonucunda, kimi
kişilerde ruhsal baskı oluşmaktadır.
İnsan vücudu, bu ruhsal yükü kaldırabilmek,
bu yüke direnebilmek için, kendi iç salgı bezlerinden, değişik hormonlar salgılamak durumunda kalmaktadır.
Bu hormonlar, bazı insanlarda, hipertansiyona ve kan şekeri yükselmelerine yol açabilmektedir. Hani kızıp sinirlenince "kan
beynime hücum etti" deriz ya, bu aslında
geçici veya kalıcı bir kan basıncı yükselmesinin ve kalp hızı artmasının tarifidir.
Kan basıncının her yükselmesi, damarlarımızda yırtılmaya kadar varabilecek
değişik derecede hasarlara yol açabilir. Kalp
hızının artması ise damarları yıpranmış
kalbimizde "infarktüs"e neden olabilir.
Dünyamızda en rastlanılan ölüm nedeni
"Hipertansiyondur". Çünkü kan basıncının
yüksek seyretmesi, damar sertliğinin başlamasını tetiklemekte ve damarlarımızda oluşturduğu bu sertleşmenin ilerlemesine neden
olmakta ve sonuçta damarlarımızı yavaş
yavaş yaşlandırmaktadır.
Hipertansiyon ve şeker hastalığı olan kişilerin
ciddi bir şekilde ele alınıp, tedavi edilmeleri
ve sürekli kontrolleri gereklidir. Bu nedenlerden dolayı, kalbimizi korumak için bedensel
ve ruhsal stresden kendimizi korumamız
gerekmektedir. Gerginlikten kaçınarak, gergin ortamlardan uzak durmalıyız.
Özellikle hipertansiyon ve şeker hastalığı
olan bireylerin hareketsiz yaşamdan
sıyrılarak, yaşam şekillerini, fiziksel olarak
aktif bir hayat tarzına dönüştürmeleri,
tıbben elzemdir.
Bizim tavsiyemiz, en kolay ve en ucuz spor
olan kendimizi hiç strese sokmadan uygulayabileceğimiz, açık havada, hızlı olmayan
olabildiğince uzun yürüyüşlerdir.
15
1- Romatizmal hastalıklar
toplumda sık görülürler ve
görülme sıklıkları hâlâ artmaya
devam etmektedir.
Ülkemizde romatizmal hastalıkların
görülme sıklığı hakkında kesin epidemiyolojik veriler olmamakla birlikte
Amerika Birleşik Devletleri’nde tespit
edilen sıklık oranları ülkemize
uyarlanacak olursa ülkemizde 4-5
milyon kişide osteoartrit yani
kireçlenme tipi romatizma, 1 milyona
yakın kişide fibromiyalji yani yumuşak
doku-kas romatizması, 300 bine yakın
kişide romatoid artrit ve 250 bine
yakın kişide ankilozan spondilit yani
omurga romatizması olduğu söylenebilir. Kaldı ki ülkemizde osteoartrit,
ankilozan spondilit, Behçet ve FMF
gibi romatizmal hastalıkların Amerika
Birleşik Devletleri’nden daha sık
olduğu da bilinmektedir. Bütün romatizmalar dikkate alındığında toplumdaki her 4-5 kişiden birinde
romatizma vardır.
Son 50 yılda yaşam koşullarının iyileşmesi, çevre ve alt yapının
düzelmesi, sigara tüketiminin azalması, aşılama programları, sağlık ve
hastalıklar konusunda bilincin artması
ve tıptaki gelişmeler sayesinde özellikle
endüstrileşmiş batı ülkelerinde başta
enfeksiyon hastalıkları, kalp ve damar
hastalıkları, kronik akciğer hastalıkları
ve hatta kansere bağlı ölümlerde azalmalar olurken yaşam süresinin artması, şişmanlık, hareketsizliğin artması
ve uzun süreler bilgisayar kullanımı
gibi nedenlerle başta osteoartrit
dediğimiz kireçlenme tipi romatizmalar ve tekrarlayan zorlanmalara
bağlı karpal tünel sendromu yani el
bileğinde sinir sıkışması gibi kas-iskelet
sistemi hastalıkları ve gut gibi romatizmal hastalıklarda artış söz konusudur.
2- Romatizmal hastalıklar en
çok ağrıya yol açan ve yaşam
kalitesini en çok bozan
hastalıklardandır.
Gerek iltihabi, gerekse iltihabi olmayan birçok romatizmal hastalık kronik ağrı, tutukluk, yorgunluk, yürüme
güçlüğü, günlük yaşam aktivitelerinde
kısıtlanma, moral bozukluğu, depresyon, uyku bozukluğu ve sonuçta kendi
kendine yetememe ve başkalarına
muhtaç olma gibi nedenlerle yaşam
kalitesini en olumsuz etkileyen
hastalıklardandır. Yaşam kalitesinde
bozulma ve ağrı-acı çekme açısından
romatizmal hastalıklar bütün kronik
hastalıklar içinde çok önemli bir yere
sahiptirler.
3- Romatizmal hastalıklar
toplumda en önemli iş gücü
kaybı nedenlerindendir.
Romatizma ve ağrı nedeniyle her yıl
milyonlarca gün iş kaybı olmaktadır.
Bunların
bir
kısmı
hastalığın
alevlenme dönemlerinde geçici vasıftaki iş gücü kaybı iken, önemli bir
kısmı da sakatlık ve erken emeklilik
nedeni ile kalıcı iş gücü kayıplarıdır.
ABD’nde iş gücü kaybı açısından romatizmal hastalıkların ikinci sırada
geldiği ve kalp-damar sistemi hastalıkları, akciğer hastalıkları, böbrek
hastalıkları ve kanserden daha fazla iş
gücü kaybı oluşturduğu bildirilmiştir.
4- Romatizmal hastalıklar
toplumdaki en önemli sakatlık
nedenlerindendir.
Romatizmal hastalıklar kronik yani
süregen hastalıklar içinde önemli bir
yer tutarlar. Kronik hastalıklar içinde
romatizmal hastalıkların payının
% 40’a, kronik hastalık nedeni ile
kalıcı fonksiyon kaybı ve sakatlık
gelişimi içindeki payının ise % 50’ye
yakın olduğu tespit edilmiştir.
Birçok romatizmal hastalık iyi tedavi
edilmezse yıllar içinde sakatlıkla
sonuçlanır. 20 yıl sonunda iyi tedavi
edilmeyen romatoid artritli hastaların
% 81’nde sakatlık ve % 19’unda şiddetli sakatlık geliştiği bildirilmiştir.
Özellikle iltihabi romatizmal hastalıklar
iyi tedavi edilirlerse bu sakatlık gelişimi
önlenebilir.
Romatizmanın baştan önlenmesi veya
iyi tedavi edilerek sakatlık gelişiminin
önüne geçilmesi sakatlığın getirdiği
ekonomik yük düşünüldüğünde daha
etkili ve daha ucuz bir yöntemdir.
5- Romatizmal hastalıklar en sık
hekime başvuru, tetkik ve ilaç
harcaması nedenlerindendir.
Romatizmal hastalıklar gerek sık
görülmeleri, gerekse yol açtıkları ağrı
ve diğer şikayetler nedeni ile bütün
dünyada en başta gelen hekime
başvuru nedenlerindendirler.
Romatizmal hastalıkların yol açtıkları
iş-güç kaybı yanında tanı ve tedavileri
için yapılan harcamalar da çok büyüktür. İşin asıl üzücü tarafı yapılan bu
harcamaların önemli bir kısmının
gereksiz ve faydasız olmasıdır.
Örneğin her yıl milyonlarca bel ağrılı
hasta hekime başvurmakta, milyonlarca gereksiz tomografi ve MR çekilmekte ve milyonlarca TL değerinde
gereksiz ilaç kullanılmaktadır.
Maalesef yine yerimiz bitti.
Gelecek sayılarda yine görüşmek
umudu ile ağrısız, sağlıklı ve verimli
bir ay geçirmenizi dilerim.
1 6 Nis a n 2 0 1 0
N u m u n e G a z et es i
H A B ERLER
Göz Damlaları
Dr. Ecz.
A. Alper ŞAHİN
Bizim Eczane
a.sahin@numunegazetesi.com
Hasta Reçeteleri
Göz bebeğini büyüten damlalar: Muayene sırasında gözünüzün arka kısmının daha iyi
değerlendirilmesi amacıyla kullanılırlar. Çocuklarda genellikler
gözlük muayenesi için kullanılır.
Damla damlatıldıktan sonra belirli
bir süre için görmeniz bulanıklaşacak ve parlak ışıktan rahatsız
olmaya başlayacaksınızdır.
İlaç, hastalıklardan korunma, teşhis, tedavi veya bir fonksiyonun
düzeltilmesi ya da insan yararına değiştirilmesi için kullanılan, etken
madde veya maddeleri içeren bir üründür. Bu anlamda hastanın
uygun olan ilacı doğru dozda ve biçimde almasını ve tüm eczacılık
hizmetlerinden en iyi şekilde yararlanmasını sağlamak, eczacının
en önemli görevlerindendir.
Hastanın, hekimle karşılaştıktan sonra, hekimin önerileri
doğrultusunda ilacı kullanması gerekir. Ancak ilaç kullanımında
hastanın doğru yönlendirilmesi eczacının sorumluluğundadır.
Eczacı, hekimin önerilerini hastaya eksiksiz ve doğru bir şekilde
aktarmakla yükümlüdür. İlacın gerek hastane eczanesinden gerekse
de dışarıdaki serbest eczanelerden sağlanması mutlaka reçete
karşılığında olur. Mevcut yasalarca reçete yazma yetkisi, tıp
doktorlarına ve diş hekimlerine verilmiştir.
Bazen çocuklara verilen göz bebeğini büyüten güçlü damlalar
ateş, kızarma, bulantı, ajitasyon
ve uyku eğilimi yapabilir. Bu durumda ilaç derhal kesilmeli ve
doktorunuzla irtibata geçmeniz
gerekmektedir.
İlaçların hastalara uygulanması multidisipliner bir süreçtir ve bir
hastaya ilacı vermeden önce, ilaç istemi, istemin alınması, ilacın
hazırlanması ve uygulanması gibi bazı basamakların doğru bir
şekilde gerçekleştirilmesi gerekir. Reçete yazma ve ilaç isteminden
doğan hatalardan doktorlar sorumludur; ilaç hazırlama ve
uygulama aşamasındaki hataların sorumluluğu ise hemşireye aittir.
Anestezik damlalar: Gözde
batma gibi şikayetleri geçirip hastayı büyük ölçüde rahatlatsa da
kontrolsüz kullanımı göze ciddi
hasarın gelmesine yol açabilmektedir.
Reçete harici damlalar: Suni
gözyaşı yada çeşitli kızarıklık
giderici damlaların uzun süreli
kullanımı gözde çeşitli kızarıklıklara neden olabilmektedir.
Steroid içeren damlalar: Bu
ilaçlar çok güçlü olduklarından
göz doktorunuzun bilgisi haricinde kullanılmaması gerekmektedir. Danışılmadan kullanılması
hastalığınızı çok daha tehlikeli durumlara sokabilir.
Uzun süreli kullanımı glokom ya
da katarakta neden olabil-mektedir. Ancak gereken durumlarda bu
riskler göz ardı edilerek kullanılması gerekmektedir.
Enfeksiyonlara karşı kullanılan
ilaçlar: Gözdeki her kızarıklık
enfeksiyon demek değildir. Doktorunuz gereken durumlarda
çeşitli antibiyotikler kullanacaktır.
Birçok durumda tek ilaç yeterli
olamamaktadır. Bunun için farklı
ilaçlar birlikte kullanılmaktadır.
Eğer tedaviye rağmen birkaç gün
içerisinde gözde iyileşme olmadıysa doktorunuzla görüşmeniz
gerekmektedir.
Glokom damlaları: Çeşitli
glokom damlaları görmede bulanıklık yapabilmektedir. Bazıları
solunum sıkıntılarına özellikle
astım, amfizem hastalarında, kalp
ritmi bozukluklarına kalp hastalarında neden olmaktadır.
İlaca başladıktan sonra benzer
şikayetleriniz olursa ilacı hemen
kesmeniz ve doktorunuzla görüşmeniz gerekmektedir.
Damla Kullanımından
Önce Yapılması Gerekenler:
5. Başınızı hafifçe geriye kaydırın.
1. Damla kullanmadan önce ellerinizi su ve sabunla yıkayınız.
6. Alt göz kapağınızı hafifçe
aşağıya çekin.
2. Damlalardan bazıları kullanılmadığı zaman dibe çökmektedir.
Etiketine bakarak bu tip damlaları
kullanmadan çalkalamak gerekir.
7. Damladan bir damla gözünüze
damlatın. Yanma veya soğukluk
hissettiyseniz damla isabet etmiştir, ikinci kez damlatmayın.
3. Nasıl damlattığınız görmek için
damlalarınızı ayna karşısında kullanırsanız daha güvenli olacaktır.
8. Gözünüzü kapayın ve göz kapağınızın burun kökü köşesine
bastırın. Bu sayede damlanın genzinize akmasını önler ve damlanın
yan etkilerini azaltırsınız.
4. Damlatmadan önce temiz bir
bezle gözlerinizi silerek gözdeki
akıntıyı temizleyiniz.
5. Damlanın ucuna bakarak kırık
veya çatlak olmadığından emin
olunuz.
6. Damlanın ucuna elinizi dokunmayın.
7. Damlanın kapağı açıldıktan
sonra yere temas etmemelidir.
Yere temas ederse mikrop kapabilir.
Göz Damlası
Nasıl Damlatılır?
1. İlacınızı damlatmaya başlamadan önce ellerinizi yıkayın.
2. Kullanacağınız tüm ilaçları
önünüze koyun.
3. Aynı saatte damlatmanız
gereken iki veya daha fazla ilaç
varsa önce harf sırasına göre
küçük olanı damlatın.
4. Damlatacağınız şişenin kapağını açın, kapağı ters çevirip
masaya koyun.
9. Birinci damlanın damlatılmasından 10 dakika sonra aynı
saatte damlatmanız gereken ikinci
bir damla var ise onu da yukarıdaki yolu izleyerek damlatın.
Tüm damlalardan sonra gözde
yanma, batma ve kızarma meydana gelir. Ancak bu şikâyetleriniz 1 saatten fazla sürüyor ise
damla sizde alerjiye yol açmış
olabilir. Lütfen doktorunuzu
arayın.
Damla damlatmayı
unuttuysanız ne olabilir
ve ne yapmalısınız?
Herhangi bir neden ile damlayı
damlatmayı
unuttuysanız,
damlatma saatinden 3-4 saat süre
geçtiyse damlanızı kullanabilirsiniz.
Ancak sabah kullanmanız gereken
damlayı akşam veya tersini kullanmayınız. Çünkü bazı damlalar
sabah, bazıları ise akşam etkili
olamamaktadır.
Pratikte hastalar sürekli olarak kullandıkları ilaçların listesini
yanlarında bulundurmalı bu bilgiyi doktorlarla paylaşmalıdır.
Reçete yazma her hekimin doğal hakkıdır ama özel indikasyonlarda
kullanılan bazı ilaçların yalnızca ilgili uzmanlarca yazılabilmesi söz
konusudur. Bazen de bazı ilaçlar sadece hastanede yatan hastalar
tarafından kullanılmaktadır. Bu konuda hastalarda hekimlere karşı
anlayışlı olmalı ve bu tür ilaçların reçetelendirilmesini hekimlerinden
istememelidir. Hastalar “reçetesiz satılabilir” ruhsatı olanlar dışında,
hiç bir ilacın reçetesiz satılamayacağını bilmelidir.
İlaçların hekimler tarafından düzgün ve doğru biçimde reçeteye
yazılması ve kullanımlarının hastalara doğru şekilde açıklanması
gerekir. Üzerinde yasal olarak yer alması gereken bilgilerin
bulunması koşuluyla, reçete herhangi bir kağıt üzerine yazılabilir.
Ancak genellikle üzerinde hastane veya hekim ile ilgili bilgilerin
basılı olarak bulunduğu özel reçete formları kullanılmaktadır. İlaçları
hastaya vermeden önce eczacının reçetedeki tüm bilgileri kontrol
edip, konuyla ilgili bir sorusu varsa hekime danışması gerekir.
Günümüzde reçete uygulamalarında birçok ülkede reçetenin geçerli
sayılması için bir zaman sınırlaması yoktur. Ancak bu durum
ülkemizde farklıdır. Reçetenin yasal önemi bulunduğundan, eczacı
eski tarihli reçeteleri vermeme hakkına sahiptir. Ayrıca reçete tarihi
geri ödeme koşulları açısından oldukça önemlidir.
Bir başka konuda, reçeteye ilaçların çoğu kez müstahzar şeklinde
yazılmasıdır. Müstahzar şeklindeki ilaçlar için bazı ülkelerde jenerik
isim uygulaması geçerlidir, yani etkin maddenin adı reçeteye yazılır.
Ülkemizdeki uygulama ise genellikle ilaçların ticari adları ile
reçetelendirilmesidir. Fakat hekim isterse ilacın jenerik adını yani
etken maddenin standart adını da reçeteye yazabilir. Ancak bu
durumda da vereceği müstahzara eczacının karar verme yetkisi
bulunmaktadır. Hekimlerin isteği bu doğrultuda değil ise ve
reçeteye ticari adlar yazılmışsa, eczacının da diğer bir ticari
müstahzarı vermesi istenmiyorsa, reçetenin üzerine “benzerini
vermeyiniz” şeklinde uyarıda bulunması geçerli olacaktır. Çünkü
mevcut sisteme göre eczacının reçetede yazılı ilacın farmasötik
eşdeğerini yani muadil ilaç verme yetkisi bulunmaktadır. Burada
da eczacı, mesleğinin gerekliliğini titizlikle yapmak zorundadır.
Unutulmamalıdır ki, ilaç gibi, insan sağlığı üzerinde doğrudan etkili
bir ürünün temininden veya kullanılmasından doğacak zararların
varlığında, ister üretici, isterse de uygulayıcı, tavsiye edici olsun
herkes özel hukuk hükümlerine göre, verdiği zararı tazmin etmekle
yükümlüdür.
Bu anlamda doğabilecek sorunların çözülmesi için prosedürlerin
sadeleştirilmesi, standartlaştırılması ve belirli teknoloji ile
uyumlu hale getirilmesi gerekmektedir. Bu tür düzenlemeler ve
yapılanmalar da sadece sağlık çalışanlarının isteği değil topluma
güvenli sağlık hizmeti sunmanın vazgeçilmez bir gerekliliğidir.
N u m u n e G a z et es i
Ni san 2010
H A B ERLER
17
Bebeklerde
İSHAL
İshal, en sık 0-5 yaş grubunda rastlanan ve özellikle ilk 2 yaştaki ölüm
nedenlerinin başında gelen bir
hastalıktır. Büyük çoğunluğu
gelişmekte olan ülkelerde olmak
üzere dünyada her yıl ishalden 4-5
milyon çocuğun yaşamını kaybettiği
bilinmektedir.
Günde üç kereden fazla sayıda sulu
dışkılama, ishal olarak kabul edilir.
Yalnızca sık dışkılama, kıvam
bozuk değilse ishal sayılmaz.
İshalde (diyare), bağırsak hareketlerinin artması, su ve mineral emilimin azalması ve/veya bağırsaklara
vücuttan su ve mineral salgılanmasının artması sonucu dışkı miktarı fazlalaşır. Günlük dışkı sayısı
artar veya dışkı kıvamı bozularak
yumuşak, sulu bir görünüm alır.
Özellikle küçük bebeklerde beslenme şekline göre dışkılama sayısı
değişir. Örneğin yenidoğan döneminde günde 3-5 kez dışkılama
normaldir. Bu sayı geçiş kakası
döneminde (3-15. günlere arası)
günde 8-10’u bulabilir. Bundan sonraki dönemde, ilk yaşın sonuna
kadar, dışkı sayısı genellikle günde
2-3’tür. Ancak özellikle anne sütü
ile beslenen normal bebeklerde günlük dışkı sayısı 7’ye varabilir.
Dışkının miktarı esas alınarak, ishal
tanımı daha objektif kriterlere
dayandırılabilir. Günlük dışkı miktarının süt çocuğunda 10g/kg/gün,
daha
büyük
çocukta
ise
200mg/kg/gün üzerine çıkması ishal
kabul edilir.
Yenidoğan ve süt çocuklarında ileri
yaşlara kıyasla ishal daha kolaylıkla
oluşur. Ve daha ağır bir gidiş gösterir. Bu durum, ilk aylardaki çocukların besi bileşimindeki değişikliklere kolay uyum gösterememeleri, ayrıca ishal yapabilen birçok
patojen organizmalara henüz
bağışıklık kazanmamış olmaları ile
açıklanır. Bu yaşta ishal ile birlikte
hemen daima kusmalar görülür. Bu
da çocuğun durumunu ağırlaştırır.
Küçük bebeklerde su ve tuz dengesi
iyi korunamaz, aşırı kayıpla ani sıvı
kaybı(dehidratasyon) hızla gelişir.
İshallerin sıklığı ve nedenleri
toplumun sağlık koşullarına göre
farklılık gösterir. Ülkemizde enfeksiyonlar ishallere yol açan nedenlerin başında gelir. Evlerin akarsu,
uygun tuvalet drenajı gibi hijyenik
koşullardan yoksun olması, yemeklerin hazırlanışında temizlik kurallarına dikkat edilmemesi, çocuğa
bakan kişilerin kişisel hijyen bilgisinden yoksun oluşu enfeksiyöz
ishallerin oluşmasını kolaylaştıran
risk faktörleridir. Diğer bir risk faktörü, dengesiz beslenmedir. Dengesiz beslenmeye en sık diyette
karbonhidrat fazlalığı olarak rastlanır.
Genellikle ilk yaşta unlular veya
fazla sulandırılmış, nişasta ve şeker
ilave edilmiş sütten oluşan beslenme şekli, protein-enerji azlığına yol
açtığı gibi bağırsaklarda fermantasyonu ve sulu dışkılara eğilimi de
arttırır. Yanlış beslenme uygulanan
çocukların anneleri, genellikle
yeterli bilgi alamadıkları için, verilen besinin temizliğine de dikkat etmezler ve bu çocuklarda barsak
enfeksiyonları çok görülür.
Yedi güne kadar iyileşen ishaller
ani, 14 güne kadar uzayan ishaller
inatçı, 14 günden uzun süren veya
yinelenen ishaller kronik ishal
olarak değerlendirilir. Her üç tip
ishalin yaklaşım ve tedavisi farklı
olduğundan bu ayrımların bilinmesi
faydalıdır.
Ani ishal: Çocukta dışkı sayısı ve
miktarının artmasıdır. Bu ishallerin
büyük bir kısmı mikrobik nedenlerden dolayı meydana gelir. Başta
virüsler olmak üzere bakteriler ve
parazitler ani ishale sebep olabilirler. Gelişmiş ülkelerde ani ishale
daha çok virüsler neden olmakla birlikte, diğer ülkelerde bakteri ve
parazitlere bağlı ishaller ağırlıklıdır.
Boğaz, kulak, idrar yolu enfeksiyonlarında ve zatürre gibi ağır hastalıklar sırasında da ani ishal görülebilmektedir. Enzim eksikliklerine ve
beslenmeye bağlı ishaller ani
başlayabilmekle birlikte, esasta kronik ishale neden olurlar.
İshal ile birlikte çoğunlukla kusma,
karın ağrısı, ateş görülmekle beraber, bu bulgular her zaman ishale
eşlik etmeyebilir. Ani ishallerde
ölümlerin başlıca nedeni, hayatın
devamı için gerekli olan su ve minerallerin vücuttan çok fazla kaybedilmesidir.
Ani ishalde çocuklar ne
kadar su ve tuz kaybeder?
1. Hafif sıvı kaybı: Çocuk canlı,
aktif, sıvı alımı normal, gözler
çökük değil, gözyaşı mevcut, ağız
ve dil nemli, cilt gerginliği azalmamış. Vücut ağırlığının % 5’inden
daha azını kaybetmiş.
2. Orta derecede sıvı kaybı: Çocuk
huzursuz, şiddetli sıvı alma ihtiyacında. Gözler içeri çökmüş,
gözyaşı yok, ağız ve dil kuru, çekilip bırakılınca, cilt eski haline zorlukla geliyor. Vücut ağırlığının
% 5-10 arası sıvı kaybetmiş.
3. Ağır sıvı kaybı: Çocuk dalgın,
sorulara cevap vermiyor, sıvı ve su
içemiyor, çekilip bırakılınca cilt eski
haline çok zorlukla geliyor. Şok bulguları (tansiyonu düşük, el ve ayakları soğuk, soluk görünüyor) var.
Vücut ağırlığının % 10’undan daha
fazla su kaybetmiş.
Evde, hafif sıvı kaybında ne yapabilirsiniz; Hazır tuzlu sudan (oral
rehidtratasyon sıvısı) bebeğinize
içiriniz. Hazır tuzlu su, eczanelerde
bulunmaktadır ve çok ucuzdur. Bu
sıvı, çocuğa, kusturmamak kaydıyla, aldığı kadar verilebilir. Bebeğiniz anne sütü alıyorsa,
emzirmeye devam ediniz.. Mama ile
besleniyorsa, mamalarını ishal mamalarıyla değiştirebilirsiniz. Bebeğiniz 6 aydan büyükse ek
gıdalarını kesmeyiniz, ancak yüksek
şeker içerikleri nedeniyle meyve sularını vermeyiniz.
Ne zaman doktorunuzu
aramalısınız?
1. Çocuğunuz ağızdan alabildiği
sıvıdan daha fazlasını, kusma veya
ishal yoluyla kaybediyorsa (Bebeğiniz aşırı huysuz ve huzursuzdur.
Ağlarken gözyaşı dökemez ve gözleri içeri çöker, dil ve dudakları
kurur. Su kaybı yüzünden bıngıldağı
içeri çöker, idrarı azalır ve koyu
renkli gelir.)
2. Çocukta şok bulguları varsa:
Çocuk dalgın, sorulara cevap vermiyor, beslenmeyi ve ağızdan sıvı
almayı reddediyor, tansiyonu düşük,
el ve ayakları soğuk, soluk görünüyorsa, Soluk alıp verişi ve nabzı
hızlıysa, karın derisi çekilip
bırakılınca eski haline hemen dönemiyorsa
3. Kanlı ishali varsa,
4. Yüksek ateşle seyrediyorsa ve
ishal ve kusma günde 10’dan fazlaysa hemen çocuk doktorunuzu
arayınız ve çocuğunuzu muayene
etmesini sağlayınız.
İshalden korunma
G Temiz olduğuna inandığınız suları
içirin. Eğer su konusunda emin
değilseniz, suyu en az 10 dakika
kaynatın ve oda sıcaklığına geldikten sonra içirin.
G Bebeğinizin sildiğiniz ya da
banyo ettirdiğiniz suların temiz olup
olmadığına dikkat edin. Eğer emin
değilseniz, suyu en az 10 dakika
kaynatın ve ılıdıktan sonra kullanın.
G Çocuğunuza yalnızca pastörize
süt ve şişelenmiş meyve suyu verin.
Ya da, normal sütü kaynama noktasına geldikten sonra 5-10 dakika
daha kaynatın ve soğuduktan sonra
içirin.
G Taze meyve ve sebzeleri yıkamadan yedirmeyin.
G Et, balık ve deniz ürünlerini iyice
pişirin.
G Peynir, yoğurt, dondurma gibi
ürünlerin pastörize sütten yapıldığına emin olun.
G Sokaktan yiyecek almamaya
dikkat edin.
G Yemek yemeden önce ve tuvaletten çıktıktan sonra ellerini yıkamasına özen gösterin.
G Kendiniz tuvaletten çıktıktan
sonra ve bebeğinizin altını değiştirdikten sonra ellerinizi iyice
yıkayın.
Tedavi
İshalli bebekte beslenme
İshal olan bebeklerde genellikle
kusma da görülür. Kusma ve ishal
nedeniyle su ve tuz kaybeden bebek
yorgun düşer ve halsizleşir. Bu yüzden çoğunlukla beslenmeyi reddeder. Böylesi bir durumda
eczanelerde bulunan tuz-şeker karışımı elektrolit çözeltilerden kullanmanız faydalı olabilir. Kullanılan bu
çözeltilerin tatları bebeklerin pek
hoşuna gitmediği için mide bulantısına ve ardından tekrar kusmalara
neden olabilir. Bu nedenle çözeltinin 2-3 dakikada bir 1-2 tatlı kaşığı
verilmesi gerekiyor.
Tedavinin esası, kusma ve ishal
yoluyla kaybedilen sıvı ve tuzların,
ağız yoluyla hastaya verilmesidir.
İshali olan çocuğun sıvı ihtiyacı artacağından ağızdan bol miktarda
sıvı verilmelidir. Anne sütü alan bebeğe anne sütü verilmeye devam
edilmelidir.
Bu dönemde bebeğin beslenmesindeki ana kural su ve tuz kaybının
yerine konması. Bu kaybı önlemek
için ishal döneminde bebeğinize bol
miktarda su içirmelisiniz. Ancak bu
yeterli gelmeyebilir. Böyle zamanlarda çay ikinci alternatif olarak
görülse de idrarla sıvı kaybını
artırdığı için bebeğe çay içirmek pek
uygun bulunmuyor.
Son tıbbi verilere göre; ishalli
çocuğa, yiyebildiği her şey verilmeli
fakat özellikle yağlı yiyeceklerden
kaçınarak sulu gıda ağırlıklı
beslenme sağlanmalıdır.
Hazır meyve suları, gazoz ve kolalı
içeceklerse çok şekerli olduklarından ishali artırabiliyor.
Doktorunuz bebeğinizi muayene ettikten sonra, ağızdan sıvı tedavisini
sağlayan tuzlu şekerli tor poşetlerini
kullanmanızı önerecek ve tarif edecektir. Ayrıca mikrop öldürücü toz
ilaçlardan verir.
Ağız yoluyla gerektiği kadar sıvı
verilemiyorsa, o zaman damar
yoluyla aynı tedavi verilir. Bu ise
çocuklarda, hastaneye yatma anlamına gelir.
Çocukluk döneminde ishal kesici
ilaçların kullanılması doğru değildir.
Çünkü bu ilaçların bebeklerde kullanımı bağırsakların çalışmasını engelleyerek ishali durdurabiliyor.
Bu durum bağırsaklardaki sıvıları
durgunlaştırarak enfeksiyona yol
açan bakteri ve virüslerin kana
karışmasına neden olur. Kana
karışan bakteri ve virüsler çok daha
ciddi sağlık sorunlarına neden olabilir.
Anne sütü alan bebeklerde emzirmenin sürdürülmesi ve sıklığının
artırılması en büyük yararı sağlıyor.
Anne sütünün yanı sıra karışık ya da
mamayla da beslenen 4-6 aylıktan
küçük bebeklerde 1-2 gün süre ile
mama veya yarı yarıya sulandırılmış
ayran ek olarak veya tek başına verilebilir.
Bir diğer önemli nokta da öğünlerin
sık aralıklarla ve bebeği zorlanmadan yapılması.
Anne sütü almayan 4-6 aylıktan
büyük bebeklere enerji açısından
zengin, protein içeren, posasız, yumuşak besinler taze hazırlanarak
verilebilir, içine ekmek doğranmış
ayran veya yoğurt ilave edilmiş sulu
pirinç lapası, elma, muz püresi de
yedirilebilir. Ayrıca öğün aralarında
da bol bol su içirmek ihmal
edilmemeli.
Bebeğiniz katı gıdalarla beslenmeye
geçmişse, pirinç lapası, kuru ekmek,
patates ve muz püresi gibi nişastalı
yiyecekler verin.
18
Nis a n 2 0 1 0
H A B ERLER
N u m u n e G a z et es i
Göz Tansiyonu
(Glokom)
Her 100 kişiden birinin sorunu olan göz
tansiyonu ya da glokom, tüm körlüklerin
de yüzde 5'inden sorumlu tutuluyor. Yıllarca hiç belirti vermeden ilerleyen glokomun bebekler açısından risk oluşturduğuna işaret edilmektedir. 1 yaş altındaki
tüm bebeklerin kontrolden geçirilmesi
önerilmektedir.
Türkiye'deki istatistikler net olarak bilinmemekle birlikte 40 yaş üzeri her 100 kişiden 1'inde göz tansiyonu saptanmaktadır.
Aynı zamanda tüm körlüklerin yaklaşık
yüzde 30-35'inden göz tansiyonu sorumludur.
Glokom her yaşta görülebilir, ancak 40
yaş üzerinde daha sık tesbit edilmekte ve
yaşın ilerlemesi ile birlikte hastalığın
görülme oranı artmaktadır.
Göz tansiyonu yüksekliği, doğumsal
olarak görülebilir. Konjenital glokom
olarak tanımladığımız bu hastalık hemen
doğumdan sonra, ya da bir süre geçtikten
sonra ortaya çıkar. Bebeğin gözlerinin
normalin üzerinde yaşarması ve ışıktan
rahatsız olması hastalığın ilk belirtileridir.
Hastalık ilerledikçe artmış olan göz içi
basıncının etkisi ile kornea dediğimiz
gözün ön saydam kısmının çapında
artma olur ve göz normalden daha büyük
görünür. Eğer hastalık hala tanınıp tedavi
altına alınmamışsa giderek artan göz siniri
hasarı sonucu körlük kaçınılmazdır.
Bu yüzden 1 yaş altı bütün bebeklerin
herhangi bir göz problemi olmasa dahi bir
göz doktorunun kontrolünden geçmesinde yarar var.
Göz içindeki işlevlerin yapılabilmesi ve
gözün normal sertliğinin korunabilmesi
için özel bir sıvı salgılanır. Bu dinamik bir
olaydır; yani sıvı bir taraftan salgılanırken,
diğer taraftan da özel bir takım bölmelerden gözü terkeder. Eğer boşaltımın
olduğu bu bölgelerde herhangi bir sebeple dışa akımda yavaşlama meydana
gelirse göz tansiyonu giderek artar ve normalin üst sınırı olan 20 değerini aşar.
Görme duyusunu beyine taşıyan sinir
hücreleri belirli bir göz içi basıncı değerine
kadar sağlıklı çalışmasını
sürdürebilir.
Eğer göz içi tansiyonu normal değerleri
aşarsa sinir hücrelerinde kayıplar başlar.
Her bir gözde 1 milyon 200 bin civarında
hücre vardır. Bunların tamamı harap
olduğunda ise körlük gelişir. Tabii bütün
bu olayların gelişmesi için belirli bir süreye ihtiyaç vardır. Bu sürenin uzunluğu
ise hastalığın ani mi, yoksa yavaş mı
başladığına, göz içi basıncının ne kadar
yükseldiğine ve hastadaki damar sertliği
gibi göz sinirinin beslenmesini bozan sistemik problemler olup olmamasına göre
değişir.
Göz tansiyonu, ani olarak yükseldiğinde
oldukça çarpıcı belirtilerle karşımıza çıkar.
Gözde ve göz arkasına yayılan şiddetli,
delici tarzda bir ağrı, bunun yanında
görme bulanıklığı, cisimlerin etrafında
renkli haleler görme, bulantı ve kusma en
belirgin şikayetlerdir. Bu hastalar şikayetlerinin ağırlığına rağmen daha şanslı
hastalık grubunu oluştururlar. Çünkü, bu
kadar ağır bir tablo oluştuğu için hastalar
mutlaka bir hekime görüneceklerinden
erken tanı konması söz konusu olacaktır.
Ancak ani göz tansiyonu yükselmesi ile
karşılaştığımız hasta sayısı tüm hastaların
oldukça küçük bir bölümünü oluşturur.
Asıl büyük grupta göz tansiyonu yavaş
yavaş artar ve göz, bu artışa uyum sağlar,
yani ağrı duyulmaz. Hastalık herhangi bir
belirti vermeksizin yıllar boyu ilerlemeye
devam eder. Belirtiler başladığında yani
görmeme şikayeti ortaya çıktığında
çoğunlukla geç kalınmıştır.
Hastaların çok büyük bir çoğunluğunda
son döneme kadar hiç bir bulgu yoktur.
Bu yüzden pek çok hasta tesadüfen
yakalanır. Muayene sırasında tansiyonun
yüksek ölçülmesi, ya da göz sinirinde
harabiyet tesbit edilmesi üzerine daha ileri
tanı yöntemlerine başvurulur.
İlk basamakta yapılması gereken, bilgisayarlı görme alan muayenesidir. Bu test,
gözdeki sinir hücrelerinin çeşitli ışık şiddetlerine olan hassasiyetini ölçen ve her
bir gözün gördüğü toplam alanı belirleyen
bir testtir. Hastalığın tesbitinde ve takibinde büyük önem taşır. Bilgisayarlı
görme alanı dışında ayrıntılı ve tabii ki
daha pahalı yöntemler de mevcuttur.
Bunların en bilinenleri; ultrasonik metodlarla göz sinirine gelen kan akımının
ölçülmesi ve özel görüntüleme yöntemleri
yardımı ile gözdeki sinir tabakasının kalınlıklarının ölçülmesi yöntemleridir.
Göz tansiyonunu tedavi ederken
basamak şeklinde bir yol izlenir. Hastalık
teşhis edildikten sonra elimizde mevcut
olan pek çok ilaç seçeneğinden hastalığın
tipine en uygun olanına başlanır ve hasta
takibe alınır. Gerekli aralıklarla göz tansiyonu ve görme alanı ölçümleri yapılır.
Gereğinde başka ilaçlar eklenir. Bunlara
rağmen göz tansiyonu düşmez, görme
alanı bulguları ilerlerse ameliyat kararı
verilir. Ameliyat lazerle, ya da klasik yöntemle yapılır. Ameliyatın başarı oranı
yüzde 80-90 arası değişmektedir.
Basamak tedavisi, doğumsal göz tansiyonu yüksekliğinde geçerli değildir. Bu
hastalığın tedavisinde tek yol ameliyattır
ve ne yazık ki başarı şansı, büyüklerdeki
kadar yüksek değildir. Halk arasındaki adı
karasu olan glokom geri dönüşümü olmayan bir hastalıktır. Tedavideki amaç,
hastalığın yakalandığı evrede durdurulması ve daha fazla harabiyet oluşmasını
engellemektir. Teşhis edilip tedavi altına
alınmayan glokom, kalıcı körlükle
sonuçlanır.
İZ B IR A K A N LAR
Dr. Mustafa
Aydın ÇEVİK
(1965–2008)
21.07.1965 tarihinde Çorum'un Osmancık
İlçesi'nde doğdu. Sırasıyla, İskilip Misak-ı
Milli İlkokulu, İskilip Ortaokulu, İskilip Lisesi
ve İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi'ni bitirdi. 1988 yılında İstanbul Tıp
Fakültesi'nden mezun olduktan sonra 1989
yılında Bingöl Emniyet Müdürlüğü Kurum
Hekimi olarak göreve başladı.
1990 yılında Ankara Eğitim ve Araştırma
Hastanesi'nde Uzmanlık eğitimine başladı,
aynı hastanede 1995 yılında Başasistan,
2000 yılında Başhekim Yardımcısı oldu.
Başasistanlığı döneminde 1996 yılında Enfeksiyon Kontrol Komitesi'nin kurulmasına
öncülük etti. 1998 yılında konu ile ilgili
yasal bir yaptırım olmaksızın antibiyotik
kısıtlaması yapılmasını organize etti.
2001 yılında Ankara Numune Eğitim ve
Araştırma Hastanesi 2. Enfeksiyon
Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Kliniği'nde Şef Yardımcısı olarak çalışmaya
başladı.
Aynı yıl Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkezi
(RSHM)'nin en genç Başkanı olarak
göreve getirildi. Genç yaşına rağmen lider
kişiliği ve analitik zekası sayesinde RSHM
Başkanlığı gibi büyük bir kurumu 22 ay
süresince başarıyla yönetti ve kurumun tarihine not düşmek adına pek çok ilke imza
attı.
2003 yılında RSHM Başkanlığı görevinden
ayrılarak, Ankara Numune Eğitim ve
Araştırma Hastanesi’nde Şef Yardımcısı
olarak çalışmaya devam etti.
Sekreterliğini başarıyla yürüttü ve kısa süre
içinde çok sayıda kurs, sempozyum, eğitim
toplantısı ve kongre düzenlenmesini sağladı.
Öğretmeyi bir yaşam felsefesi olarak benimsemesi ve bildiklerini sabırla anlatma özelliği
ile pek çok meslektaşının yetiştirilmesine
büyük emek ve destek verdi. Öngörüsü ve
çözüm odaklı yaklaşımı ile ülke genelinde
sorun oluşturan enfeksiyon hastalıkları ile ilgili hem resmi kurumlara hem de çok
sayıda meslektaşına danışmanlık yaptı ve
yol gösterdi.
Yurt içi ve yurt dışı kongrelerde 52 bildirisi,
yurt içi ve yurt dışı dergilerde 75 makalesi
yayımlandı. Çok sayıda kurs, sempozyum
ve kongrede konuşmacı olarak yer aldı. Beş
bülten, 18 dergi ve 100'den fazla kitap
yayımlanmasını organize etti. 2000-2008
yılları arasında 22 kongre, sempozyum,
kurs ve eğitim toplantısı organizasyonunda
aktif olarak rol aldı.
Kırım-Kongo Kanamalı Ateşi ve Hastane
Enfeksiyonları konularındaki bilimsel danışma kurullarının yanı sıra Bağışıklama
Danışma Kurulu'nda da görev aldı.
Burada sayamadığımız daha pek çok esere
imza atan Dr. Mustafa Aydın ÇEVİK'in
en önemli özellikleri dürüstlüğü, sevgi
ve şefkatle dolu kocaman yüreği, paylaşımcı karakteri ve olaylara pozitif
yaklaşımı idi. Bunların yanında, sabırlı ve
olgun kişiliği, herkesi kucaklayan babacan
tavırları, insana güven veren bakışları,
samimiyeti, nezaketi, inceliği ve her zaman
gülen yüzü…
Her fırsatta mesleğini çok sevdiğini ve uzmanlık dalımızı saygın hale getirmek için uzmanlık alanında çalışan hekimlere önemli
görevler düştüğünü vurguladı.
Uzmanlık dalımızla ilgili sorunlar için
çözümler oluşturulmasına çok önemli
katkılar sağladı. Hastane İnfeksiyonları ve
Kontrolü Derneği, Viral Hepatit Derneği,
Dahili ve Cerrahi Bilimler Yoğun Bakım
Derneği ile Enfeksiyon Hastalıkları ve
Klinik Mikrobiyoloji Uzmanlık Derneği
(EKMUD)’nin kurucu üyesi olan Dr.
Mustafa Aydın ÇEVİK, kuruluşundan kendisini kaybettiğimiz 24 Mart 2008 tarihine
kadar aralıksız olarak EKMUD'un Genel
Geriye dönüp bakınca kısacık ömrüne
inanılamayacak kadar çok başarı sığdırmış
olduğunu görüyoruz. Eserleri ile yansıttığı
ise uzun bir ömür. Hayattaki en önemli
şeylerden biri "İz Bırakmak"tı onun
için. Yalnızca ona özgü bir tarz ve pek çok
iz bıraktı arkasında…
Onu çok özlüyoruz… O, her zaman
kalbimizde…
Nu m u n e G a z et es i
Ni san 2010
S U DO KU B U LM ACA
19
Sudoku uzakdoğudan dünyaya yayılmış bir zeka oyunudur. Bulmacadaki her satır, her sütun ve 3x3’lük her kutuya, 1’den 9’a
kadar rakamlar yerleştirilecektir. Her satır, her sütun ve 3x3’lük kutu bölümlerinde 1’den 9’a kadar sayılar sadece 1 defa kullanılabilir.
9
1
2
8
2
1
9
5
KOLAY
2
9
4
1
8
3
5
6
4
3
8
2
2
9
3
1
7
3
9
5
6
7
9
5
6
6
4
4
3
9
2
5
9
4
9
3
4
7
3
7
2
8
1
7
5
3
1
9
4
5
7
2
Numune Gazetesi
Yıl:1 Sayı:4
Ankara Numune Eğitim ve
Araştırma Hastanesi Adına
Yayın Kurulu Başkanı
Doç. Dr. Nurullah ZENGİN
(Başhekim)
Genel Yayın Yönetmeni
Doç. Dr. Hürrem BODUR
(Başhekim Yrd.)
Haber Koordinatörü
Uzm. Ecz. Aslıhan BEYAN
Yayın Kurulu
1. Doç. Dr. Hürrem Bodur
2. Uzm. Ecz. Aslıhan Beyan
3. Doç. Dr. Celil Göçer
4. Dr. Abdulkadir Özbek
5. Elvan Salman (Baş Hemş.)
1
7
6
5
7
3
3
2
5
1. ABAYLI Ekrem
2. AK Fikri
3. ALLI Nuran
4. ALTIPARMAK Emin
5. ATAN Ali
6. AVŞAR Fatih
7. AYDOĞDU Sinan
8. BALABAN Neriman
9. BELEN Ahmet Deniz
10. BİÇİMOĞLU Ali
11. BODUR (ÇOLAKOĞLU) Hatice
12. CENGİZ Ömer
13. COŞKUN Faruk
14. ÇETİNKAYA Mesut
15. DEDE Doğan
16. DERE Hacı Hüseyin
17. DİKMEN Bayazit
18. DİLBAZ Nesrin
19. DOKUZOĞUZ (KUT) Başak
20. ERDOĞAN Bülent
21. ERYILMAZ Adil
22. ESKİOĞLU Erdal
23. GÖĞÜŞ Nermin
24. GÖKA Erol
25. GÜÇTEKİN Ali
26. GÜL Ülker
27. GÜLER Serdar
28. GÜVENER Engin
8
2
1
4
5
1
4
3
5
9
2
4
8
8
7
6
9
6
6
7
1
1
2
29. HASIRİPİ Hikmet
30. HENGİRMEN Süleyman
31. KAMA Nuri Aydın
32. KARAASLAN Yaşar
33. KARADEMİR Mehmet Alp
34. KOCA Yüksel
35. KOÇ Mahmut
36. KOPARAL Salih Suha
37. KULAÇOĞLU Sezer
38. KURAL Gülcan
39. MEMİŞ Ali
40. ODABAŞ Ali Rıza
41. ÖZBAKIR Şenay
42. ÖZDEM Cafer
43. ÖZET Gülsüm Gülistan
44. ÖZKARA Adem
45. ÖZMEN Mehmet Mahir
46. PEKSOY İrfan
47. SAKINCI Ünal
48. SARAÇOĞLU Ömer Ferit
49. SEÇKİN (ERARSLAN) Selda
50. TABAK Abdullah Yalçın
51. TÜMÖZ Mehmet Ali
52. TÜMÖZ Mübeccel
53. UÇANER Ahmet
54. ULUSOY Feridun Vasfi
55. ÜNAL Adnan
56. YILDIRIMKAYA Mustafa Metin
57. YÜKSEL Enis
6
2
9
8
Bilimsel Danışma Kurulu
1
4
2
6
1
9
8
7
2
4
5
4
1
9
7
6
9
1
4
2
2
5
1
8
9
9
8
3
4
9
2
6
5
3
8
3
6
9
4
5
4
3
1
3
7
1
1
6
8
2
5
8
4
3
6
8
6
6
4
3
6
8
1
1
4
4
7
5
5
9
2
8
9
3
2
3
8
5
7
2
9
5
1
7
5
2
4
6
5
3
6
9
2
6
7
7
1
5
9
4
ZOR
6
9
3
5
Nisan 2010
6
8
7
1
1
4
1
3
8
4
6
2
6
1
3
2
1
7
4
2
7
4
9
O R TA
2
3
8
6
1
2
4
8
8
3
9
6
1
7
9
8
1
6
6
4
5
7
6
4
7
3
9
4
Aysun Yayıncılık Matbaacılık
Reklam İnşaat Turizm
San. Tic. Ltd. Şti. Adına
İmtiyaz Sahibi ve
Sorumlu Yazı İşleri Müdürü
1
2
5
8
3
Yönetim Adresi:
Mahatma Gandi Caddesi No:105/3
G.O.P. / Çankaya – ANKARA
Tel: 0312 436 44 00
Fax: 0312 447 54 59
E-mail: haber@numunegazetesi.com
www.numunegazetesi.com
Aysun PALALI
Genel Yayın Koordinatörü
Ankara Numune Eğitim ve
Araştırma Hastanesi :
Tel: 508 40 00
Cumali KÖKTAŞ
www.anh.gov.tr
Haber Merkezi
Taşkın Palalı
Ayça Gülşen Karahan
AVEC Reklam Organizasyon
www.avecreklam.com
Numune Gazetesi Basın Meslek
ilkelerine uymaya söz vermiştir.
Ücretsizdir, para ile satılmaz.
Numune Gazetesi’nin tüm içeriği,
Ankara Numune Eğitim ve Araştırma
Hastanesi tarafından hazırlanmakta
olan bir sağlık gazetesidir. Yayınlanan
yazıların sorumluluğu yazarlarına,
reklamların sorumluluğu ise reklam
verene aittir. Numune Gazetesinde
yayınlanan makale ve haberler kaynak
belirtilmek suretiyle alıntı yapılabilir.
Yayın Türü
Yaygın Süreli Yayın
Baskı: Başak Matbaacılık Tanıtım Hiz. Ltd. Şti.
Anadolu Bulvarı No:5/15 Gimat-Yenimahalle
Ankara Tel:0312 397 15 17 (22.04.2010)
Hukuk Danışmanı
Av. Çiğdem Altınışık
Mizanpaj
SAĞLIK ALANINDA ÖNEMLİ TELEFONLAR
Bilgiyle, Güvenle, Sağlıkla...
YIL:1 SAYI:4 NİSAN 2010
G
Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi 508 40 00
G
Hızır Acil Servis 112
G
Sağlık Bakanlığı iletişim Merkezi (SABİM) 184
G
TC Sağlık Bakanlığı 585 10 00
G
Ankara İl Sağlık Müdürlüğü (Rüzgarlı) 309 13 53
G
Kızılay Kan Merkezi 362 97 00
G
Alo Yangın 110
G
Hıfzısıhha Ulusal Zehir Merkezi 0–800–314 79 00 (Ücretsiz )
Kızılderili Şef Seattle'ın A.B.D
Başkanına Yazdığı Mektup
Washington’daki Büyük Beyaz Reis bizden
toprak almak istediğini yazıyor. Bu bizim için
büyük bir fedakarlık olur. Büyük Beyaz Reis,
bize rahat yaşayacağımız bir yerin ayrılacağını,
bize babalık edeceğini, biz kızılderililerin ise
onun çocukları olacağımızı söylüyor. Bu önerinizi düşüneceğiz. Ama yine de bunun kolay olmayacağını itiraf ederim. Çünkü bu topraklar
bizim için kutsaldır. Nehirlerin ve ırmakların
suyu, bizim için sadece akıp giden su değildir;
atalarımızın kanıdır aynı zamanda. Bu toprakları
size satarsak, bu suların ve toprakların kutsal
olduğunu çocuklarınıza öğretmeniz gerekecek.
Biz nehirleri ve ırmakları kardeşimiz gibi severiz. Siz de aynı sevgiyi gösterebilecek misiniz
kardeşlerimize? Biliyorum, beyaz adam bizim
gibi düşünmez. Beyazlar için bir parça toprağın
diğerinden farkı yoktur. Beyaz adam topraktan
istediğini almaya bakar ve sonra yoluna devam
eder. Çünkü toprak beyaz adamın dostu değil,
düşmanıdır. Beyaz adam topraktan istedigini
alınca başka serüvenlere atılır.
1854 yılında A.B.D. Başkanı yazdığı bir
mektupla Amerikaya gelen beyaz göçmenlere
toprak bulmak amacıyla Kızılderililer’den
toprak istemiş ve bu isteği kabul edilecek
olursa, Kızılderililere rahatlıkla yaşayabilecekleri bir bölgenin ayrılacağını bildirmiştir.
Topraklarının büyük bir bölümü zaten beyazlar
tarafından zorla ellerinden alınmış olan
Kızılderili Reisi Seattle bir söyleviyle A.B.D.
Başkanına yanıt vermiş ve bu yanıt mektup
olarak 1854 yılında A.B.D. başkanına
gönderilmiştir. Mektubun aslı Amerika,
Seattle, Squamish Müzesinde korunmaktadır.
Halkımın üzerine merhamet gözyaşlari döken şu
sonsuz gökyüzü bir gün değişebilir. Bugün açık
gözüken gökyüzü yarın bulutlarla kaplanabilir.
Sözlerim, asla yer değiştirmeyen yıldızlar
gibidir. Şef Seattle her ne söylerse, Washington’daki büyük Şef ona, güneşin ya da mevsimlerin dönüşüne inandığı ölçüde inanabilir.
Washington’daki büyük Şef bize dostluk ve iyilik dilekleriyle birlikte bizden topraklarımızı
satın almak istediğini bildirmiş. Onun, bizim
arkadaşlığımıza çok fazla ihtiyacı olmadığını
biliyoruz.
Beyaz adam annesi olan toprağa ve kardeşi olan
gökyüzüne, alıp satılacak, işlenecek, yağmalanacak bir şey gözüyle bakar. Onun bu ihtirasıdır ki toprakları çölleştirecek ve her şeyi
yiyip bitirecektir. Beyaz adamın kurduğu
kentlerde, bir çiçeğin taç yapraklarının açarken
çıkardığı tatlı sesler, bir kelebeğin kanat çırpışları duyulamaz. Son ırmak kuruduğunda,
son ağaç yok olduğunda, son balık öldüğünde;
beyaz adam paranın yenilemeyen bir şey
olduğunu anlayacak.
Merak ediyoruz ki; gökyüzünü ve toprağın sıcaklığını nasıl satın alabilir ya da satabilirsiniz? Bunu anlamak bizler için çok güç.
Bir zamanlar insanlarımız bu topraklara tıpkı
rüzgarda kıvrımlanan deniz dalgalarının kabuklu
kuru yüzeyleri kapladığı gibi yayılmışlardı. Çok
uzun zaman geçti ve o büyük kabileler artık
hüzünlü bir anı oldu. Bu toprakların her parçası
halkım için kutsaldır. Çam ağaçlarının parıldayan iğneleri, vızıldayan böcekler, beyaz kumsallı sahiller, karanlık ormanlar ve sabahları
çayırları örten buğu; halkımın anılarının ve
geçirdiği yüzlerce yıllık deneylerin bir
parçasıdır. Ormandaki ağaçların damarlarında
dolaşan su, atalarımızın anılarını taşır; biz buna
inanırız. Beyazlar için durum böyle değildir.
Belki bir vahşi olduğum için anlayamıyorum
ama, benim ve halkım için önemli olan şeyler
oldukça başka. İnsan bir su birikintisinin etrafına
toplanmış kurbağaların, ağaçlardaki kuşların ve
doğanın seslerini duymadıkça, yaşamın ne
değeri olur? Bir kızılderiliyim ve anlamıyorum.
Biz kızılderililer, bir su birikintisinin yüzünü
yalayan rüzgarın sesini ve kokusunu severiz.
Çam ormanının kokusunu taşıyan ve yağmurlarla yıkanıp temizlenmiş meltemleri severiz. Hava önemlidir bizim için. Ağaçlar,
hayvanlar ve insanlar aynı havayı koklar. Beyaz
adam için bunun da önemi yoktur. Ancak size bu
toprakları satacak olursak, havanın temizliğine
önem vermeyi de öğrenmeniz gerekir.
Bir beyaz, öldükten sonra yıldızlar alemine göç
ettiği zaman, doğduğu toprakları unutur. Bizim
ölülerimiz ise bu toprakları unutmaz. Çünkü
kızılderili, gerçek anasının toprak olduğuna
inanır.
Çocuklarınıza havanın kutsal olduğunu öğretmeniz gerekir. Hem nasıl kutsal olmasın ki hava?
Atalarımız doğdukları gün ilk nefeslerini onun
sayesinde almışlardır. Ölmeden önce son nefeslerini de gene bu havadan almazlar mı? Toprak
satmamız için yaptığınız öneriyi inceleyeceğiz.
Eğer önerinizi kabul edecek olursak, bizim de bir
koşulumuz var: Beyaz adam bu topraklar üzerinde yaşayan bütün canlılara saygı göstersin.
Ben bir vahşiyim ve başka türlü düşünemiyorum. Yaylalarda cesetleri kokan binlerce buffalo
gördüm. Beyaz adam trenle geçerken vurup
öldürüyor bu hayvanları sadece eğlenmek için.
Dumanlar püskürten bu demir atın bir buffalo’dan daha değerli olduğuna aklım ermiyor.
Biz sadece yaşayabilmek için avlardık buffalo’ları. Bütün hayvanları öldürecek olursanız
nasıl yaşayabilirsiniz? Canlıların yok edildiği
bir dünyada insan ruhu yalnızlık duygusundan
ölür gibi geliyor bize. Unutmayın, bugün diğer
canlıların başına gelen yarın insanın başına
gelir. Çünkü bütün hepsinin arasında bir bağ
vardır. Şu gerçeği iyi biliyoruz: Toprak insana
değil, insan toprağa aittir. Ve bu dünyadaki
herşey, bir ailenin fertlerini biribirine bağlayan
kan gibi, ortaktır ve biribirine bağlıdır. Bu nedenle de dünyanın başına gelen her felaket insanoğlunun da başına gelmiş sayılır.
Bildiğimiz bir gerçek daha var: Sizin Tanrınız
bizimkinden başka bir Tanrı değil. Aynı Tanrının yarattıklarıyız. Beyaz adam bir gün bu
gerçeği de anlayacak ve kardeş olduğumuzu
farkedecektir. Siz Tanrınızın başka olduğunu
düşünmekte serbestsiniz. Ama hepimizi yaratan
Tanrı için kızılderili ile beyazın farkı yoktur. Ve
kızılderililer gibi Tanrı da toprağa değer verir. Bu
toprağa saygısızlık, Tanrının kendisine saygısızlıktır. Beyaz adamı bu topraklara getiren ve
kızılderiliyi boyunduruk altına alma gücünü
veren Tanrının adaletini anlayamıyoruz. Tıpkı
buffalo’larin öldürülüşü, ormanların yakılışı,
toprağın kirletilişini anlamadığımız gibi. Bir gün
bakacaksınız gökteki kartallar, dağlari örten ormanlar yok olmuş, yabani atlar ehlileştirilmiş ve
her yer insanoğlunun kokusuyla dolmuş. İşte o
gün insanoğlu için yaşamın sonu ve varlığını
devam ettirebilme mücadelesinin başlangıcı olacak. Gündüz ve gece bir arada olamaz.
Kızılderililer her zaman beyazlardan tıpkı sabah sislerinin
güneşten kaçtığı gibi kaçmışlardır. Bütün bunlara
rağmen, teklifinizi tartışacağız. Ve umuyorum ki,
halkım bunu kabul edecek ve Büyük Beyaz
Şef’in vaadettiği üzere beraber barış içinde
yaşayacağız. Böylece Ay birkaç kez daha doğacak, bir kaç kış daha geçecek. Bu geniş topraklara yerleşmiş ve mutluluk içinde yaşamış olan
neslimiz, daha önce bizden daha güçlü ve daha
umut dolu yaşamış insanlarımızın mezarları
başında yas tutacaklar. Ama, niye insanlarımın
kaderi için yas tutayım ki? Tıpkı deniz dalgaları
gibi kabileler kabileleri, uluslar ulusları takip
ediyor. Bu doğanın düzenidir ve teessüf gerekmez. Yok oluşumuz çok uzak olabilir ama
kesinlikle bir gün gerçekleşecek; Son kızılderili
yok olup, kabilemin hatıraları beyazlar için bir
tarih olduğunda, bu kıyılar kabilemin görünmez
cesedleriyle kaynaşacak.
Çocuklarınızın çocukları kendilerini bir
dükkanda, bir yolda, boş bir yerde yalnız olarak
düşündüğünde aslında yalnız olmayacaklar.
Dünyanın hiçbir yerinde tamamen ıssız bir yer
yoktur. Geceleri, şehir ve kasabalarınızın caddeleri boşalmış gibi görünse de, aslında, bir zamanlar oralarda yaşamış ve bu güzel toprakları
gerçekten seven ruhlarla dolu olacaktır. Beyaz
adam asla yalnız kalamayacaktır. Beyaz adamın,
benim insanlarıma saygı göstermesini sağlamalısınız, çünkü; ölüler güçsüz değildir. Ölü mü
dedim? …
Ölüm diye birşey yoktur ki, sadece dünya
değiştirir insan.
Dip not: Şef Seattle'ın ismi kendi bölgesinde
kurulan Seattle şehrine verilmiştir.
w w w. i p e k o z a l i t . c o m . t r
H i z m et ler im iz
G
Kırtasiye
G
Dijital Baskı
G
Tarama (Scanner)
G
Ozalit ve Plan Kopya Çekimi
G
Ofis ve Bilgisayar Sarf Malzemeleri
G
Kartuş Dolumu
MERKEZ
Tel
Fax
E-mail
G
Poster Baskı
G
Fotokopi
G
G
G
G
Plotter Baskı
Laser Çıktı
Ciltleme (Laminasyon)
Dünyanın renklerini
ayağınıza getiriyoruz...
Kaşe Yapımı
: Ahmet Mithat Efendi Sokak
No: 18 / A
ÇANKAYA - ANKARA
: 0312 442 18 00 (pbx)
: 0312 442 06 05
: cankaya@ipekozalit.com.tr
ŞUBE 1
Tel
Fax
E-mail
: Uğur Mumcu Caddesi
(Köroğlu) No: 53 / A
G.O.P. - ANKARA
: 0312 446 29 46 (pbx)
: 0312 446 76 06
: gop@ipekozalit.com.tr
ŞUBE 2
Tel
Fax
E-mail
: Mustafa Kemal Mahallesi
2127. (Eski 47) Sokak No: 64 / B
SÖĞÜTÖZÜ - ANKARA
: 0312 219 50 59 - 219 50 80
: 0312 219 53 63
: ipek@ipekozalit.com.tr
Download