1 YGS TARİH NOTLARI BİLAL ÇAĞLAR TOKAT GAZİ OSMAN PAŞA LİSESİ, TARİH ÖĞRETMENİ 2 TARİH 9 I. TARİH BİLİMİ TARİHİN TANIMI VE KONUSU: Tarih; insanların geçmişteki siyasi, sosyal, kültürel faaliyetlerini, neden-sonuç ilişkisi içinde yer ve zaman göstererek, belgelere dayalı olarak objektif olarak inceleyen bir bilimdir. Tarihin konusu; insanların geçmişteki siyasi, sosyal, ekonomik, kültürel ve dini faaliyetleridir Tarihte Olay ve Olgu Olay; hayat içinde tek tek meydana gelen, başlangıcı ve bitişi belli olan kısa süreli gelişmelerdir. Örnek; Haçlı Seferleri, Malazgirt Savaşı, İstanbul’un Fethi… Olgu; olayların sonuçlarına bağlı olarak ortaya çıkan uzun süreli, daha soyut ve süreklilik gösteren gelişmelerdir. Örnekler: Olay Olgu Kavimler Göçü > Derebeyliğin Avrupa’da yaygınlaşması, Malazgirt Savaşı > Anadolu’nun Türkleşmesi, Fransız İhtilali > Milliyetçilin yaygınlaşması, Sanayi İnkılâbı > Sömürgeciliğin Hızlanması Tarihte Sebep-Sonuç, Yer-Zaman İlişkisi Tarihi olaylar bir zincirin halkaları gibi birbirine bağlıdır. Olaylar arasında sebep-sonuç ilişkisi vardır. Bir olay kendisinden önceki bir olayın sonucunu ve kendisinden sonraki bir olayın sebebini oluşturabilir. Tarihte her olay belli bir mekânda gerçekleşir. Tarihi olayların oluşumunda coğrafi özelliklerin (mekânın) etkisi vardır. TARİHİN YÖNTEMİ: Tarihin yöntemi fen bilimlerinden farklıdır. Çünkü tarihi olaylar laboratuar ortamında tekrar edilemez, üzerinde deney ve gözlem yapılamaz. Tarih geçmişte yaşanmış, sona ermiş ve aynı şekilde tekrarlanmayan olayları inceler. Tarihin yöntemi; olayların geçmişten günümüze ulaşan izlerini, kalıntılarını (belgelerini) inceleyip değerlendirmektir. Tarihi olayların incelenmesi ve takip edilmesinde gereken yöntem aşamaları şunlardır: 1. Kaynak Arama(Araştırma): Tarihi olaylardan günümüze ulaşan belgelerin tespit edilmesi ve ortaya konmasıdır. Belge (kaynak); geçmişten günümüze kalan ve tarihi olaylar hakkında bilgi veren her türlü malzemelerdir. a. Birinci elden kaynaklar: Tarihi olayın geçtiği döneme ait her türlü belgelerdir. b. İkinci elden kaynaklar: Olaylın geçtiği döneme yakın ya da o dönemin kaynaklarından yararlanılarak meydana getirilen eserlerdir. Ayrıca tarihi kaynakları türüne göre de sınıflandırabiliriz: a. Yazılı Kaynaklar; Her türlü yazılı belgeler b. Sözlü Kaynaklar; Destan, efsane, hikâye, şiir c. Kalıntılar; Arkeolojik buluntular d. Sesli ve Görüntülü Kaynaklar; cd, film, ses kaydı, fotoğraf, resim vb. 2. Verileri Tasnif etme(Sınıflandırma): Verilerin önemine, güvenilirliğine ve kronolojik sıraya göre bir sistem dâhilinde sınıflandırılmasıdır. 3. Verileri Tahlil Etme (Çözümleme, Analiz): Elde edilen bilgilerin yeterli olup olmadığının kontrol edilmesidir. 4. Tenkit Etme (Eleştiri): Verilerin gerçekliği ve bilgi açısından güvenirliliğinin belirlenmesidir. İç tenkit; yazar görüşlerinin eser üzerindeki etkilerinin araştırılması ve verilen bilgilerin farklı kaynaklarda nasıl yer aldığına bakılmasıdır. Dış Tenkit ise; eserin adı, yazarı, basıldığı yer, basım tarihi ve benzeri özelliklerin tespit edilmesidir. Belgelerin orijinalliği, tarihi ve benzeri yönlerinin araştırılmasıdır. 5. Terkip Yapma (Birleştirme): Elde edilen bilgilerin birleştirilerek sonuca ulaşılması aşamasıdır. Tarih Araştırmalarında Dikkat Edilmesi Gereken Hususlar: 1) Konuyla ilgili çeşitli kaynaklardan yararlanılmalıdır. 2) Konuyla ilgili kaynak taraması yapılmalı, bütün belgeler değerlendirilmelidir. 3) Olayın meydana gediği yer ve zaman mutlaka belirtilmelidir. 4) Olaylar arasında neden- sonuç ilişkisi kurulmalıdır. 5) Tarihi olaylarla ilgili kural konulamaz, genelleme yapılamaz. 6) Konular tarafsız bir şekilde incelenmeli ve aktarılmalıdır. 7) Doğru değerlendirmeler yapmak için olayın üzerinden belirli bir süre geçmiş olmalıdır. 8) Tarihi olaylar günümüzün değer yargılarıyla değil, olayın geçtiği dönemdeki şartlar dikkate alınarak yorumlanmalıdır. TARİHİN TASNİFİ: Zamana Göre Tasnif: Tarihi olayların kronolojik sıraya ve çağlara bölünmesiyle yapılan tasniftir. Örnek: Tarih Öncesi, İlk Çağ, Orta Çağ, Yeni Çağ, Yakın Çağ, IV. Yüzyıl, V. Yüzyıl… Mekâna Göre Tasnif: Tarihi olayların geçtiği kıta, bölge, ülke ve şehirlere göre tasnifidir. Coğrafi tasnif de denir. Örnek: Asya Tarihi, Ortadoğu Tarihi, Türkiye Tarihi, Amasya Tarihi… Konuya Göre Tasnif: İnsanların siyasi, sosyal, ekonomik ve kültürel alanlarda gösterdikleri faaliyetlere bakılarak yapılan tasniftir. Örnek: Bilim Tarihi, Sanat Tarihi, İktisat Tarihi, İslam Tarihi, Felsefe Tarihi, Eğitim Tarihi… ZAMAN VE TAKVİM: Zamanı ölçmek için hazırlanan çizelgeye takvim denir. Takvimde yıl, ay, hafta ve gün gibi temel birimler kullanılmıştır. Takvimler genel olarak ay ve güneşin hareketlerine göre düzenlenmiştir. 3 Ay yılı; Ay’ın Dünya etrafındaki 12 defa dönüşü esas alınarak yapılmıştır. Bir Ay yılı 354 gündür. İlk defa Mezopotamya toplumları tarafından kullanılmıştır. 1926 yılından itibaren sadece mali işlerde kullanılmaya devam edilmiş, 1982 yılında, mali yılbaşının 1 Ocak tarihine alınmasıyla kaldırılmıştır. Güneş yılı; Dünyanın Güneş etrafındaki bir defalık dönüş süresi olup 365 gün 6 saattir. Güneş takvimi ilk defa Eski Mısırlılar tarafından kullanılmıştır. Ay yılı ile Güneş yılı arasında bir yılda 11 günlük fark vardır. 5) Miladi Takvim: Güneş yılı esasına gör düzenlenen bu takvimde bir yıl 365 gün 6 saattir. Takvim başlangıcı Hz. İsa’nın doğumudur (milat). Yılbaşı 1 Ocak’tır. Miladi takvimi geliştirenler; Mısırlılar, Julius Sezar ve Papa XIII. Gregorius’tur(1582). Ülkemizde 1 Ocak 1926 tarihinden itibaren kullanılmaya başlanmıştır. Toplumlar kendileri için önemli gördükleri önemli olayları takvim başlangıcı saymışlardır: a) Yahudiler: Yaradılış günü, MÖ 3761, b) Eski Yunan: İlk Olimpiyat yılı, MÖ 776, c) Eski Roma: Roma’nın kuruluş yılı, MÖ 753, d) Hıristiyanlar: Hz. İsa’nın doğumu, Milat (0), e) Müslümanlar: Peygamberimizin Medine’ye Hicreti (Miladi 622). Türklerin Kullandığı Takvimler: 1) 12 Hayvanlı Türk Takvimi: Yıllar hayvan isimleriyle adlandırılmıştır. Bu hayvanlar; Sıçan, Sığır, Pars, Tavşan, Ejder, Yılan, At, Koyun, Maymun, Tavuk, Köpek, Domuz. Güneş yılı esasına göre düzenlenen bu takvimde bir yıl 365 gün 5 saattir. Aylar sayılarla belirtilmiştir. Her 12 yılda bir başa dönülmüştür. İslam öncesi Türk devletlerinde, Çinliler ve Tibetlilerde kullanılmıştır. 2) Hicri Takvim: Ay yılı esasına göre hazırlanan bu takvimde bir yıl 354 gündür. Ay yılı, Ay’ın dünyanın etrafında 12 defa dönmesi sonucunda geçen zamandır. Takvim başlangıcı Hicret’tir (622). Miladi Takvimle arasında bir yılda 11 günlük fark vardır. Bu fark her 33 yılda, bir yıla tekabül eder. İlk kez Hz. Ömer devrinde kullanılmaya başlanmıştır. Türkiye’de 1 Ocak 1926 tarihinden itibaren miladi takvime geçilmiştir. Günümüzde dini günlerin ve bayramların belirlenmesinde kullanılmaktadır. 3) Celali Takvim: Güneş yılı esasına göre yapılmıştır. 1 yıl 365 gün 6 saattir. Büyük Selçuklu hükümdarı Melikşah’ın emriyle, Ömer Hayyam başkanlığındaki bir heyet tarafından hazırlanmıştır. Hicri 471 (Miladi 1079) ramazan ayının 10. gününe rastlayan Nevruz; hem yılbaşı hem de tarih başlangıcıdır. Babürlüler zamanında Takvim-i İlahi adıyla bir süre kullanılmıştır. 4) Rumi Takvim: Bir yıl 365 gün 6 saat olarak kabul edilmiştir. Takvim başlangıcı Hicret’tir. Yılbaşı ise Mart başıdır. Miladi takvimle arasında 584 yıllık fark vardır. Osmanlı İmparatorluğu’nda mali işlerde karşılaşılan güçlükleri(vergi, maaş vb.) ortadan kaldırmak amacıyla 1677 yılından itibaren kullanılmaya başlanmıştır. 1839 (Hicri 1255) yılından itibaren bütün resmi işlerde kullanılmıştır. TARİH ÖĞRETİMİNİN FAYDALARI: a) Tarih, insanlara, vatan ve millet kavramları ile milli ve kültürel değerleri öğretir. b) Milli birlik ve beraberlik anlayışının kuvvetlenmesini sağlar. c) İnsanların geçmişten ders alıp geleceğe yön vermelerini sağlar. d) Devlet yöneticilerine devletin nasıl yönetileceği konusunda yardımcı olur. e) İnsanlara karşılaştıkları durumları tarihi olaylarla bağlantı kurarak mantıklı bir sonuca varma yeteneği kazandırır. f) İnsanların aralarındaki sorunları barış yoluyla çözümlemelerine yardımcı olur. g) Tarih öğretimi bu günkü uygarlığın nasıl meydana geldiğini öğretir. h) Uygarlıkların tüm toplumların katkısıyla oluştuğunu öğretir. i) Geçmişten ders çıkararak geleceğine yön vermeyi sağlar. TARİHİ OLAYLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ: Her tarihi olay, meydana geldiği dönemin sosyal, siyasal ve ekonomik ortamına bağlıdır. Bu nedenle tarihi olayları değerlendirirken, olayın meydana geldiği dönemin koşulları mutlaka göz önünde tutulmalıdır. Tarihçi olayları değerlendirirken mensubu olduğu toplumun değerlerinden bağımsız hareket etmeli, tarafsız olmalıdır. Tarihi Bilgilerin Değişebilir Özelliği: Tarihte bilgiler olayın geçtiği döneme ait verilere dayanır. Zamanla yeni belge ve bulguların elde edilmesiyle hem yeni bilgiler elde edilebilir, hem de mevcut bilgiler değişebilir. TARİH YAZICILIĞININ GELİŞİMİ: İlk tarih yazıcılığını Hititler analler yazarak başlatmışlardır. Tarih anlayışı belli aşamalardan geçerek günümüzdeki bilimsel tarih anlayışına ulaşmıştır. Göktürkler, Orhun Kitabeleri, Ruslar, Kronikler ve Osmanlılar Vakayinameler yazmışlardır. Hikâyeci Tarih: Tarihi olayların neden-sonuç ilişkisi üzerinde durulmadan hikâye tarzında yazılmasıdır. Efsane ve masal türü bilgilere de yer verilmiştir. Herodot’un Historia’sı bu türün ilk örneğidir. Avrupa ve İslam dünyasında XVIII. yüzyıla kadar bu türde eserler yazılmıştır. Öğretici Tarih: Toplumdaki birlik ve beraberliği güçlendirmek, ahlaki değerleri geliştirmek amacıyla kişilerin iyi yönleri ön planda tutularak yazılan eserlerdir. Bu tarzın ilk temsilcisi Thukydides’tir. XIX. 4 yüzyıla kadar Avrupa ve İslam dünyasında bu türde eserler yazılmıştır. Araştırmacı Tarih: 19. yüzyılda doğmuştur. Olayların nedenleri, sonuçları başka olaylar ile ilgisi araştırılarak kaynaklara dayandırılarak ve tarafsız bir biçimde yazılan tarih çeşididir. 2. Türklerde tarih Yazıcılığı: Osmanlılar Döneminde Tarih Yazıcılığı Osmanlılarda tarih yazıcılığında temel amaç, devletin başarılarını gelecek nesillere aktarmaktır. XVIII. yüzyıla kadar olayları devlet tarafından görevlendirilen şehnameci denilen görevliler yazardı. XVIII. yüzyıldan itibaren vakanüvislik ortaya çıkmıştır. Devlet görevlisi olan vakanüvisler, bir yandan kendilerinden önce yazılanları, toplamışlar diğer yandan da kendi dönemlerine ait olayları kaydetmişlerdir. Osmanlılar İslamiyet öncesi Türk Tarihi’ni büyük ölçüde ihmal etmiş İslam merkezli bir tarih anlayışını benimsemişlerdir. Osmanlılardan ilk vakanüvis Naima Efendi’dir. Naima Tarihi adlı bir eseri vardır. Bundan başka Hoca Saadettin Efendi, Peçevi Selaniki ve Ahmet Cevdet Paşa da ünlü tarihçilerdir. Cumhuriyet Döneminde Tarih Yazıcılığı: Cumhuriyet döneminde yeni tarih anlayışının ortaya çıkmasında Atatürk’ün büyük rolü olmuştur. Türklerin İslam’ı kabul etmeden önce de zengin bir kültüre, parlak bir uygarlığa sahip olduklarını, dünya uygarlığına ve siyasetine önemli katkı sağladıkları görüşünü savunan Atatürk, Türklerin tarihini araştırmaya büyük önem vermiştir. Türk milletinin tarihinin araştırılarak ortaya çıkarılması için 1931 yılında Türk Tarih Kurumu’nu kurmuştur. TARİHİN FAYDALANDIĞI BİLİM DALLARI: Coğrafya: Coğrafi mekânın özelliklerinin insan topluluklarının üzerindeki etkilerini ortaya çıkarmak için tarihe yardımcı olur. Arkeoloji: Tarihi kalıntıları ve eserleri ortaya çıkaran kazı bilimidir. Antropoloji: İnsanların fiziki yapısını inceleyerek sistemli ve karşılaştırmalı olarak insan ırklarını sınıflandırır. Etnografya: Toplumların öz kültürlerini, örf ve adetlerini inceler. Hukuk: Toplu halde yaşayan insanların birbirleriyle ve devletle olan ilişkilerini düzenleyen kurallardır. Kronoloji: Tarihi olayların oluş zamanını ve sırasını inceler. Edebiyat: Duygu ve düşünceleri söz veya yazı ile anlatma • sanatıdır. Felsefe: Akıl ve mantık ilkelerine uygun düşünmeyi esas alan bir bilimdir. Olayların doğru tahlili ancak o dönemin felsefesinin doğru bilinmesiyle mümkün olur. Paleografya: Eski yazıların tür ve şekillerini ve uğradıkları değişimleri inceler. Epigrafya: Anıtlar, taşlar ve kitabelerdeki yazıları çözümler ve yorumlar. Kimya: Belgelerin orijinalliğinin ve hangi döneme ait olduğunun belirlenmesinde tarihe yardımcı olur. Karbon 14 metoduyla kalıntıların yaşını tespit eder. Sanat Tarihi: Sanat eserlerinin değerlendirilmesi ve toplumun sanata bakış açısını belirlemeye çalışır. Heraldik: Armaları inceler. Sicillografi: Mühür bilimi, Jeneloji: Soy kütüğü bilimi, Toponimi: Yer adları bilimi Antroponimi: İnsan Adları Bilimi Onomastik: Ad bilimi Sosyoloji: Toplumların özelliklerini ve yaşayışlarını inceler. Filoloji: Diller ve diller arasındaki ilişkileri inceler. Diplomatik: Devletlerin iç ve dış yazışmalarında kullandıkları belgeleri inceler. Nümizmatik (Meskûkât): Geçmişte basılmış paraları inceler. İstatistik: Belirli bir amaç için veri toplama, tablo ve grafiklerle özetleme, sonuçları yorumlama, özellikler arasındaki ilişkiyi araştırma bilimidir. İstatistiksel veriler tarihi bir olayın değerlendirilmesinde önemli bir yere sahiptir. Ekoloji: Canlıların birbirleriyle ve çevreyle ilişkilerini inceler. Doğal dengedeki bozulmanın insan yaşamı, olayların oluşumu ve tarihin akışını nasıl etkilediği konusunda tarihe yardımcı olur. TAKVİM ÇEVİRME Takvim çevirmede bazı formüller kullanılır. Ancak yaklaşık sonuçlar verebilir. Günü gününe çevirmeler için cetvellerden yararlanılır (Faik Reşit Unat, Hicri Takvimleri Miladi Takvime Çevirme Kılavuzu, TTK Basımevi, Ankara, 1988 ). 1. Miladiden Hicriye Çevirme: H= (M - 622) + (M - 622) / 33 Örnek: 2007 yılını Hicri yıla çeviriniz. Çözüm: H=(2007–622) + (2007 – 622) / 33 H=1385 + 1385 / 33 H=1385 + 41,9 > 42 H= 1427 Not: Gerçekte 2007 yılı, Hicri 1428 yılına karşılık gelmektedir. 2. Hicriden Miladiye Çevirme: M= (H + 622) – H / 33 Örnek: 1428 hicri yılını miladi yıla çeviriniz. Çözüm: M= (1428 + 622) – 1428 / 33 M= 2050 – 43 M= 2007 3. Miladiden Rumiye: R= M– 584 4. Rumiden Miladiye: M= R+ 584 1902 Miladi yılını Rumiye çeviriniz. Çözüm: 1902–584=1328 1321 Rumi yılını Miladiye çeviriniz. Çözüm: 1321+584=1902 II. İLKÇAĞ UYGARLIKLARI TARİH ÖNCESİ DEVİRLER: Tarih Öncesi Devirlerin Özellikleri: a) Bu devirler kullanılan araç-gereçlere göre adlandırılmıştır. b) Sırasıyla taş, toprak ve madenler kullanılmış, giderek daha dayanıklı ve kullanılışlı araç-gereçler yapılmıştır. c) Toplumlar arası iletişim yavaş olduğu için bu devirler dünyanın her bölgesinde aynı anda yaşanmamıştır. d) Mısır gibi dış etkilere kapalı toplumlarda sırayla, Anadolu gibi dış etkilere açık toplumlarda savaş, istila, göç ve ticaret gibi gelişmelerin sonucunda birden fazla dönem aynı anda yaşanmıştır. 5 e) Mesela Taş devrinde yaşayan bir toplum, maden devrini yaşayan başka bir toplumla karşılaşırsa madenleri kullanmaya başlar. Eski Taş Devri(Paleolitik) (MÖ 600.000- 10.000): İnsanlar küçük topluluklar halinde avcılık ve toplayıcılık yaparak yaşamışlardır. Mağaralarda yaşayan bu insanlar, mağara duvarlarına resimler yaptılar. Buzul çağlarının yaşandığı bu devirde insanlar soğuktan korunmak için hayvan postlarından giysiler yapmışlardır. Bu dönemden kalan buluntular; çakmak taşından yontulmuş ilkel el baltaları, kemik ve ağaçtan yapılmış araçlar ve silahlardır. Dünyada Paleolitik Dönem İzleri: Altamira(İspanya), Lasque(Fransa). Türkiye’de Paleolitik Dönem İzleri: Karain, Beldibi ve Belbaşı Mağaraları(Antalya), Yarımburgaz Mağarası(İstanbul). Yontma Taş Devri(Mezolitik) (MÖ 10.000- 8.000): Buzul çağı sona ermiş, iklim şartları yumuşamıştır. İnsanlar avcılık ve toplayıcılığa devam etmişlerdir. Mağara yaşamı devam etmiştir. Dönemin sonlarına doğru ateş bulunmuştur. Dünyada Mezolitik Dönem İzleri: Kuldara Bölgesi(Güney Tacikistan), Türkiye’de Mezolitik Dönem İzleri: Beldibi(Antalya), Macunçay(Ankara), Baradiz(Göller Yöresi), Tekkeköy(Samsun) Cilalı Taş Devri(Neolitik) (MÖ 8.000- 5.500): İnsanlar yerleşik yaşama geçmiş, tarımsal faaliyetler başlamıştır. Köylerin kurulması ile toplumsal hayat başlamış, iş bölümü yapılmış ve can ve mal güvenliğinin sağlanması için askerlik anlayışı doğmuştur. Toplumda hukuk kuralları ortaya çıkmıştır. Ortak giderlerin karşılanması için vergiler toplanmaya başlanmış ve mimari faaliyetler başlamıştır. El sanatları başlamıştır (Dokumacılık ve seramik). Toplumlar arası ticari faaliyetleri başlamıştır. Çok tanrılı din anlayışı ortaya çıkmıştır. Türkiye’de Neolitik Dönem İzleri: Çatalhöyük(Konya), Çayönü (Diyarbakır), Sakçagözü (Gaziantep). Maden Devirleri Devirleri(MÖ 5.500- 1.200): Bakır Çağı: İlk işlenen maden bakırdır. Türkiye’deki yerleşim merkezleri; Alacahöyük(Çorum), Beycesultan(Denizli), Kumtepe(Çanakkale), Truva(Çanakkale), İkiztepe(Samsun) Anadolu’da tarihi devirler MÖ 2000- 1800 yıllarında başlamıştır. İlk yazıyı Asurlu tüccarlar getirmişlerdir. Kayseri Kültepe’de Karum denilen Asurlu tüccarlara ait pazaryeri bulunmuştur. Maden Devirleri Devirleri(MÖ 5.500- 1.200): Demir Çağı: Demirin bulunup işlenmesiyle birlikte daha dayanıklı silahlar ve aletler yapılmaya başlanmıştır. Büyük devletler kurulmaya başlanmıştır. Devrin sonunda yazı bulunmasıyla tarih devirlerine geçilmiştir. Anadolu’da tarih öncesinde kurulan bazı yerleşim yerleri varlıklarını daha sonraki devirlerde de devam ettirmişlerdir. Bunlar Hacılar(Burdur), Truva(Çanakkale), Alişar(Yozgat) ve Alacahöyük(Çorum)dur. Kültür: Bir millete ait maddi ve manevi değerler bütünüdür. Bu değerler göç, savaş ve ticaret gibi yollarla dünyanın farklı bölgelerine taşınmış ve kültürler arası etkileşim meydana gelmiştir. Uygarlık Bütün insanlığın benimsediği milletlerarası ortak değerlerdir. MEZOPOTAMYA UYGARLIKLARI: Mezopotamya Mezopotamya, Dicle-Fırat nehirleri arasında kalan bölgedir. Bağdat’ın güneyine Aşağı Mezopotamya (Kalde ülkesi), Bağdat’ın kuzeyine Yukarı Mezopotamya (Asur ülkesi) denir. Taş olmadığından kerpiç kullanılmıştır. Bundan dolayı günümüze kadar fazla bir eser kalmamıştır. Tarihte ilk uygarlıklar burada ortaya çıkmıştır. Mezopotamya Neden Bu Kadar Önemlidir? Göç yolları üzerindedir. Toprakları verimlidir. İklim elverişlidir. Irmaklar sulamada faydalıdır. SÜMERLER (MÖ 4000- MÖ 2350): Mezoptamya’da ilk şehir(site) devletlerini(Ur, Uruk, Larsa, Lagaş) kurmuşlardır. Ziggurat adı verilen tapınakları yedi katlıydı. Gözlemevi olarak da kullanılmıştı. Sitelerin başında Patesi veya Ensi denilen rahip-krallar bulunurdu. Bir patesi çevre sitelere hâkim olursa Lugal, bütün Sümer ülkesine hâkim olursa Lugal Kalma denirdi. Krallar ve rahipler en üst toplumsal sınıfı oluştururdu. Halk hürler ve kölelerden oluşmuştu. Ordu yaya ve savaş arabalı askerlerden oluşmuştu. Tunç Çağı: Bakır ile kalay karıştırılarak tunç bulunmuştur. Bu devirde ilk şehir devletleri kurulmuştur. Mezopotamya’da Sümer, Akad ve Anadolu’da Hitit Devleti ortaya çıkmıştır. Türkiye’deki Tunç çağı merkezleri; Ahlatlıbel(Ankara), Kültepe(Kayseri). Sümerler çok tanrılı bir inanca sahipti. Ahiret inançları yoktu. Gılgamış, Yaratılış ve Tufan destanları Sümerlere aittir. Kara sabanı kullanmışlar, sulama kanalları yapmışlar ve tarımı geliştirmişlerdi. 6 Ay yılı esaslı takvimi geliştirdiler. Matematikte dört işlemi kullanmışlar, bölme ve çarpma cetvelleri hazırlamışlar, yüzey ve hacim ölçmeyi öğrenmişler, daireyi 360 dereceye bölmüşlerdi. Çivi yazısını bulmuşlardır(MÖ 3500). Çivi yazısı mabetlere getirilen ürünlerin tespitiyle doğdu. Rahiplerin yönetimini yıkan Lagaş sitesi kralı Urukagina (MÖ 2375) ilk yazılı kanunları yaptı. Elamlar tarafından yıkıldılar. AKATLAR (MÖ 2350 - MÖ 2100): MÖ 4000’lerde Arabistan’dan gelen ve Orta Mezopotamya’ya yerleşen Samiler tarafından kurulmuştur. Kurucuları I. Sargon’dur. Başkent Agade şehriydi. İlk merkezi büyük imparatorluğu kurdular. İlk düzenli ve sürekli orduyu kurdular. Zafer anıtları günümüze kadar gelmiştir. Sümerler tarafından yıkılmıştır. ELAMLAR (MÖ 3000 - MÖ 640): Sümer ülkesinin doğusuna Elam denilmiştir. MÖ 3000 yıllarında merkezi Sus şehri olan Elam Krallığı kurulmuştur. Elamlılar Sümer egemenliğine son vermişlerdir. Madencilik, çanakçömlek yapımı ve seramik sanatında ilerlemişler ve çivi yasını kullanmışlardı. Asurlular tarafından yıkılmışlardır. BABİLLİLER: I. Babil Krallığı (MÖ 2100–1800): MÖ III. binde Arabistan’dan çıkan Samilerin bir kolu olan Amurrular, Akad ülkesine yerleşerek Babil Krallığı’nı kurdular. 6. hükümdar Hammurabi kendi kanunlarını yapmıştır. Dine dayalı devlet yerine gücünü ordudan alan mutlak krallık anlayışını benimsemiştir. Ceza, mülkiyet ve ticaret alanlarında dönemin en gelişmiş kanunlarını yapmıştır. Kısasa kısas prensibini benimsemiştir. I. Babil Devleti MÖ 1800 yıllarında Hitit kralı I. Mürşil’in saldırısıyla yıkıldı. II. Babil Krallığı (612- 539): Babilliler Medler ile birleşerek Asur devletini yıktılar ve II. Babil Krallığı’nı kurular. Meşhur hükümdar Nabukadnezar Yahudi Devleti üzerine seferler yaparak Kudüs’ü zapt etmiş ve Yahudileri Babil’e sürmüştür. II. Babil devleti Pers kralı Kirus tarafından ortadan kaldırılmıştır (MÖ 539). Babilliler Sümerlerin etkisi altında kalmışlar ve tapınaklarına ziggurat adını vermişlerdir. Babil’in Asma bahçeleri ve Babil Kulesi önemli mimari eserlerdir. ASURLULAR(MÖ 2000- MÖ 609): Arabistan’dan gelerek Yukarı Mezopotamya’ya yerleşmişler ve askeri güce dayanan bir imparatorluk kurmuşlardır. Başkenti Ninova’dır. Koloni ticaretiyle uğraştılar. Asurlular Anadolu’da ticaret kolonileri (Kültepe, Alişar, Boğazköy) kurmuşlardır. Bu kolonilerde Karum adı verilen pazarlar vardı. Asurlular çivi yazısını kullanmışlardır. Anadolu’ya yazıyı Asurlular getirmiştir. Tarihte bilinen ilk kütüphaneyi Ninova’da kurmuşlardır. ORTA ASYA UYGARLIĞI: Orta Asya’da kurulan kültür merkezlerinin tarihi MÖ 5000 yıllarına kadar uzanmaktadır. Yapılan arkeolojik kazılar sonucunda yontma taş çağına kadar uzan kültür bölgeleri ortaya çıkarılmıştır. Bu kültürlerden kuzeyde olan göçebe toplulukların kültürüdür. Diğeri ise, güneyde daha çok akarsu boylarına yerleşmiş toplulukların kültürüdür. Anav Kültürü (MÖ 4500- 1000) Türkmenistan’ın başkenti Aşkabat yakınlarındaki Anav bölgesinde yapılan kazılarda ortaya çıkarılmıştır. Orta Asya’nın en eski kültürüdür. Bu kültürün insanların yerleşik hayata geçmiş, tuğladan yapılmış evler yapmışlardır. Tarım yapmışlar, koyun, keçi, sığır ve deve gibi hayvanları beslemişlerdir. Elde edilen buluntular dokumayı ve seramikten eşya yapmayı bildiklerini göstermektedir. b) Afanasyevo Kültürü (MÖ 3000–1700): Altay ve Sayan dağlarının kuzeybatısındaki bozkırlarda gelişmiştir. Avcı ve savaşçı bir toplumdur. Koyun ve at gibi hayvanları beslediği bilinmektedir. Kartalı kutsal bir hayvan olarak kabul etmişlerdir. Yapılan kazılarda ayrıca çeşitli bakır eşyalar, çakmak taşından yapılmış ok uçları, kemikten yapılmış iğnelerde bulunmuştur. Afanasyevo kültürü geniş bir bölgeyi etkileyerek Orta Asya uygarlığının temelini oluşturmuştur. c) Kelteminar Kültürü (MÖ 3000’ler): Harezm bölgesinde (Aral Gölünün güneyi Ceyhun Nehri havzası) yapılan kazılarda ortaya çıkarılmıştır. Bu kültürün mensuplarının balıkçılık ve hayvancılık ile geçimlerini sağlamışlardır. Yerleşik bir hayat şekli yaşadıkları anlaşılmaktadır. ç) Andronova Kültürü (MÖ 1700–1200): Altay-Tanrı dağları, Güney Sibirya ve Hazar Denizi’nin doğusuna kadar olan bölgede oluşmuş bir kültürdür. Orta Asya kültürleri içinde yayılma alanı en geniş olanıdır. Afanasyevo kültürünün devamı olarak da kabul edilebilir. Bu kültürün insanları, atı binek ve yük hayvanı olarak kullanmışlardır. Bakır, tunç ve altından yapılmış eşyalara bu kültürde rastlanır. Bu kültürün izlerine Batı Türkistan’da da rastlanmaktadır. Bu kültürün en önemli buluntuları; geniş ağızlı kulpsuz ve süslü kaplar, taş kaşıklar, ok uçları, kemik iğneler, kabzalar, hançerler, saplı baltalar ile inci, küpe gibi süs eşyalarıdır. d) Karasuk Kültürü (MÖ 1200–700): Yenisey Irmağı’nın kollarından biri olan Karasuk Nehri’nden adını alan bu kültürdür. Orta Asya uygarlığında demir madeni ilk olarak bu kültürde işlenmiştir. At, deve, koyun ve sığır beslemişlerdir. Yün eğirmesini ve dokumasını, keçeden çadır yapmasını öğrenmişler ve üzeri çadırla örtülü dört tekerlekli arabalar yapmışlar ve kullanmışlardır. e) Tagar Kültürü (MÖ 700–100): Altay dağları bölgesinde (Abakan ve Minnisk-Minusinsk bölgesinde) görülmüş olan bu kültür, en yeni ve gelişmiş olanıdır. Bu kültüre ait tunçtan iki yanı keskin bıçaklar, 7 hançerler, çok sayıda ok uçları, altın süs eşyaları, iğne, tarak gibi eşyalar bulunmuştur. Ayrıca eşya üzerinde görülen kabartma hayvan başları, gelecekteki Orta Asya sanatlarına temel teşkil etmiştir. İSKİTLER (MÖ 700. YY. - MÖ 2. YY.): Önceden Tanrı dağları ile Fergana bölgesinde yaşayan İskitler (Sakalar) daha sonra Karadeniz’in kuzeyine göç ederek burada varlık sürdürmüşlerdir. Medlerle birleşerek Urartu devletini yıkmışlar ve Perslerle savaşmışlardır. Perslerle yaptıkları savaşlar Alp Er Tunga destanına konu olmuştur. Atlı göçebe bir toplum olan İskitler Göktanrı inancına sahiptiler. İskitler, altın ve gümüş işçiliğinde ustaydılar. Sanatta hayvan üslubunu kullanmışlardır. MISIR UYGARLIĞI: Mısır’ın etrafı çöller ve denizlerle çevrilidir. Nil nehri ülkeye hayat verir. Mısır’da ilk zamanlarda Nom adı verilen şehir devletleri ortaya çıkmıştır. MÖ 3000’de kral Menes ülkede siyasi birliği sağlamıştır. Böylece tanrı krallar yönetimi başlamıştır. Mısırlılar, Kuzey Suriye hâkimiyeti için Hitit Devleti ile savaştılar ve tarihte bilinen ilk yazılı antlaşmayı(Kadeş Antlaşması MÖ 1280) yaptılar. Persler, Ege göçleriyle iyice zayıflayan Mısır Devleti’ni yıkarak bir eyalet haline getirdiler. Daha sonra Mısır’a Büyük İskender, Ptoleme Devleti ve Romalılar egemen oldular. Mısır toplumu; kâtipler, rahipler, askerler, tüccarlar, zanaatkârlar, çiftçiler ve köleler olarak çeşitli sınıflara ayrılmıştı. Memurların içinde kâtiplerin önemli bir yeri vardı. Mısırlılar en çok tarımla uğraşıyor, deniz kenarında balıkçılık yapıyor, ülkenin güneyindeki maden yataklarını işletiyorlardı. Uzak ülkelerle denizaşırı ticaret yapıyorlardı. Mısır krallarına firavun denilirdi ve tanrı olarak kabul edilirdi. Bunun yanında Amon, Ra gibi başka tanrılar da vardı. Firavun Akhenaton, devrinde tek bir tanrıya tapılmasını emretti, ancak başarılı olamadı. Mısırlılar resim (hiyeroglif) yazısını kullanmışlardır. Bu yazıyı 1822’de Fransız bilgin Jean-François Şampolyon ilk defa okudu. Mısırlılar, bilim alanında ilerlediler; güneş takvimini geliştirdiler, pi sayısını buldular. Nil’in her yıl taşması, kaybolan tarla sınırlarının yeniden tespiti geometriyi geliştirdi. Ahiret inancından dolayı mumyacılık, tıp ve eczacılık gelişti. Mısırlılar mimarlık alanında da önemli başarılar elde etiler. Büyük tapınaklar (Karnak, Luksor…), kaya mezarları, piramitler(Keops, Kefren ve Mikerinos…) yaptılar. Heykeltıraşlık sanatında çok ilerlediler. MEDLER(MÖ. 7. YY. - MÖ 550): 7. yüzyıl sonlarında İran’ın batı bölgesinde Medlerin başına geçen Keyaksar dağınık halde bulunan boyları topladı. İskitleri Medya’dan çıkardı. Babillilerle birleşerek Asur devletini yıktı. Batıya doğru ilerleyerek Anadolu hâkimiyeti için Lidya kralı Alyat ile çarpıştı; ancak kesin bir sonuç alamadı. Kızılırmak sınır olmak üzere barış yapıldı. Keyaksar’dan sonra Persler, Medlerin başkenti Ekbatan’ı zapt ederek bu devlete son verdiler. PERSLER (MÖ 550-MÖ 331): Devletin kurucusu II. Kirus‘tur. Pers Devleti yaptığı fetihlerle Hindistan’dan Anadolu’ya, Mezopotamya’dan Mısır’a kadar uzanan İlkçağın en geniş imparatorluklarından biri haline geldi. Karadeniz’in kuzeyindeki İskitler ile savaştılar. MÖ 486’da Salamis deniz savaşında Yunan donanmasının Persleri bozguna uğratması Persleri iyice zayıflattı. Büyük İskender çıktığı Asya seferiyle Pers Devletini yıkarak topraklarını ele geçirdi. Anadolu MÖ 543–333 yılları arasında Pers egemenliğinde kalmıştır. Pers Devleti, içinde birçok kavmin yaşadığı bir imparatorluktu. Merkeziyetçi bir devlet olan Pers devletinin başında Ahameniş sülalesinden krallar bulunurdu. Devletin başkenti Persepolis idi. Ülke satraplıklara ayrılmıştı. Şah gözü ve şah kulağı denilen görevliler satraplıkları teftiş ederlerdi. Pers ordusu, kalabalık bir orduydu Pers, Med Turanlı askerlerden oluşurdu. Persler Zerdüştlük dinine inanmışlardı ve ateşgede denilen tapınakları vardı. Bu dinde iyilik tanrısı Hürmüz ve kötülük tanrısı Ehrimen vardı. Persler Mezopotamya ve Yunan sanatlarının etkisinde kalmışlar ve Pers üslubu meydana getirmişlerdir. Kralları için Persepolis ve Sus’ta büyük saraylar yapmışlardı. Nakş-i Rüstem’deki kral mezarları ve Darius’un Bisütun’da bulunan kitabesi önemli anıtlardı. HİNT UYGARLIĞI (MÖ 3000- 2400): Hindistan tarih boyunca birçok kavmin istilasına uğramıştır. İlk uygarlık MÖ 4000’de İndus nehri kıyısında ortaya çıkmıştır. MÖ 1500’lerde Hindistan’a gelen Ariler, nüfusları az olduğu için kast sistemini kurdular. Bu yüzden siyasi birlik sağlanamadı. Hindistan’da Brahmanizm ve Budizm dinleri varlık göstermiştir. Sınıfsal ayrıma yol açan Kast sistemi beş guruba ayrılır: a) Brahmanlar (Din adamları) b) Kşatriyalar (Racalar, askerler, asiller) c) Vaysiyalar (Tüccarlar ve çiftçiler) d) Südralar (Zanaatkârlar ve işçiler) e) Paryalar (Kast sisteminin dışındakiler) ÇİN UYGARLIĞI: Çin uygarlığı, Sarı Irmak ve Gök Irmak çevresinde gelişmiştir. MÖ 3. yüzyılda siyasi birliği sağlamıştır. Orta Asya’ya ve İpek Yolu’na hâkim olmak için Türklerle savaşmışlardır. Türklere karşı Çin Seddi’ni yapmışlardır. Çinliler Göktürk Devleti’ni bölerek egemenlik altına almışlar, sınırlarını İran’dan Kore’ye, Moğolistan’dan Güneydoğu Asya’ya kadar genişletmişlerdir. Tanrının Oğlu unvanını taşıyan imparatorun kutsal olduğuna inanılırdı. Çinliler, ordu, devlet yönetimi ve din konusunda Türklerden etkilenmişlerdir. Çin’de toplumsal yapı soylular (egemen sınıf) ve köylülerden oluşuyordu. Ülke ekonomisi tarıma dayanıyordu. İpek yolu ticareti de önemliydi. Çin’de tarımın dışında ipekli dokumacılık, porselen, madeni eşya imalatı, heykelcilik, tapınak mimarisi çok gelişmişti. 8 Pusula, kâğıt, mürekkep, barut, seramiği ilk kez Çinliler bulmuşlardı. Çin’de Konfüyüsçülük, Taoizm ve Budizm yayılmıştı. DOĞU AKDENİZ UYGARLIKLARI FENİKELİLER Lübnan dağları ile doğu Akdeniz kıyıları arasındaki bölgede yaşayan Fenikeliler, Sami kavimlerdendir. Şehir devletleri (Biblos, Sidon, Tir) halinde yaşamışlardır. Toprakları tarıma elverişli olmadığı için deniz ticareti ve koloniciliğe yönelmişler Karadeniz, Ege ve Akdeniz kıyılarında birçok koloniler kurmuşlardır. Romalılarla uzun zaman mücadele eden Kartaca bu kolonilerin en önemlisiydi. Kartacalı Hannibal Pön savaşlarında Romalılarla mücadele etmiş, fakat başarılı olamamıştır. Harf yazısı (alfabe), cam ve boyayı Fenikeliler buldular. 22 harfli Fenike Alfabesini buldular. İBRANİLER: Sami asıllı bir kavim olan İbraniler, Eski çağda Filistin’e gelerek yerleştiler. 1044 yılında Davut tarafından bir krallık kuruldu. Devletin merkezi Kudüs şehriydi. Süleyman zamanı, en parlak zamanlarıdır. Süleyman’ın ölümünden sonra devlet İsrail ve Yuda devletleri olarak ikiye ayrıldı. İsrail devletine Asurlular Yuda devletine ise Babilliler son verdiler. Bir daha devlet kuramayan İbraniler, sırasıyla Pers, İskender ve Roma egemenliğine girdiler. Roma egemenliği altında çıkardıkları bir isyan sonucunda MÖ 70 yılında yurtlarından sürüldüler. İbraniler ilk kez tek tanrılı bir din olan Musevilik’e inanmışlardı. Ancak bu dini millileştirmişlerdir. Mescid-i Aksa’yı (Süleyman Tapınağı) yapmışlardır. ANADOLU UYGARLIKLARI: HİTİTLER(MÖ 1700- MÖ 700): Hititlerden önce Anadolu’da Hattiler vardı. Hattiler(MÖ 2500MÖ 1700) kültür ve inanç bakımından Hititleri etkilemişlerdir. Hatti kültürüne ait önemli eserler Alacahöyük’te bulunmuştur. Hititler MÖ 2000 yılı başlarında Kafkaslardan Orta Anadolu’ya gelerek Kızılırmak boylarına yerleştiler. Merkezi Hattuşaş olan Hitit Devleti’ni kurdular. Hitit siyasi tarihi üç dönem halinde incelenmektedir: a) Eski Devlet(MÖ 1800- MÖ 1400), b) Yeni Devlet(MÖ 1400- MÖ 1200) ve c) Geç Hitit Şehir Devletleri(MÖ 1200- MÖ 700) Hititler Kuzey Suriye egemenliği için Mısırla savaşmış ve Kadeş Antlaşması’nı(MÖ 1280) imzalamıştır. Hitit kralı aynı zamanda başkomutan, baş yargıç ve baş rahipti. Kralların yetkilerini asillerden oluşan Pankuş Meclisi sınırlardı. Kraliçe (Tavananna) kral olmadığı zaman ona vekâlet ederdi. Sosyal yapı; kral ve ailesi, asiller, rahipler, sanatçılar, askerler, memurlar ve kölelerden oluşuyordu. Heykel ve kabartma sanatlarında gelişmişlerdir. Yazılıkaya ve İvriz kabartmaları en önemli örneklerdir. Hititler, Asurlulardan aldıkları çivi yazısını kullanmışlardır. Tanrılara hesap vermek amacıyla anal denilen yıllıklar yazmışlardır. Mezopotamya'dan aldıkları kanunları geliştirmişler, medeni hukuk ve ceza hukuku alanlarında ilerlemişlerdir. Hititlerin inancı çok tanrılıydı. Bu yüzden Anadolu’ya Bin Tanrı İli denilmiştir. Ahiret inancı zayıftı. En büyük tanrıları Arinna, Teşup ile Hepat’tır. İYONYALILAR(MÖ XII. YY.-VII. YY.): İyonya, İzmir ve Büyük Menderes arasındaki bölgedir. Akalar burada şehir devletleri kurmuşlardır(Efes, Milet, Foça ve İzmir). Deniz ticaretiyle uğraşmış ve Karadeniz kıyısında koloniler(Sinop, Samsun ve Trabzon) kurmuşlardır. İyonya’da bilim ve felsefe gelişmiştir. Homeros (Edebiyat), Ksenefon (Coğrafya), Hipokrat (Tıp), Diojen (Felsefe), Herodot (Tarih) gibi bilim adamları çıkmıştır. Thales ilk güneş tutulmasını hesaplamıştır. Pisagor ilk defa dünyanın yuvarlak olduğunu öne sürmüştür. İyonyalılar mimaride ilerlemişler, İyon Nizamını geliştirmişlerdir. Fenike alfabesini kullanmışlardır. İyonya’da bilimin ve felsefenin gelişmesinde etkili olan faktörler: a) Denizcilikle uğraşan İyon şehir devletlerinin zenginleşmesi, b) Zenginlerin bilginleri ve sanatçıları desteklemeleri, c) Ön Asya’dan gelen ticaret yollarının bitişme noktasında bulunması, d) Demokratik yönetimlerin olması (özgür düşüncenin gelişmesi). URARTULAR (MÖ 900- MÖ 600): Asya kökenli Hurriler tarafından kurulmuştur. Devletin kurucusu I. Sardur ‘dur. Başkenti Tuşpa’dır(Van). Asurlulara karşı mücadele etmişlerdir. Kimmer saldırılarıyla sarsılan Urartular Medler tarafından yıkılmışlardır. Çok tanrılı bir dine inanmışlardır. En büyük tanrıları savaş tanrısı Haldi’dir. Ölümden sonraki hayata inandıkları için mezarlarını ev ve oda biçiminde yapmışlar ve içine ölenleri eşyalarıyla gömmüşlerdir. Temel geçim kaynakları tarım ve hayvancılıktır. Tarımı geliştirmek için sulama kanalları ve bentler yaptılar. Maden işçiliği, kaya oymacılığı ve kabartma sanatlarında ilerlediler. Çivi yazısını kullandılar. FRİGYALILAR (M.Ö. 800–MÖ 676): İlk siyasi birliklerini MÖ 750 yıllarında kuran Frigyalıların başkenti Gordion, bilinen ilk kralı Gordios’tur. Anadolu’ya Boğazlar yoluyla gelmişlerdir. Kral Midas zamanında çok güçlenmişlerdi. MÖ 700 yıllarında Kafkaslardan gelen Kimmer saldırılarıyla iyice zayıflamışlar, Lidya ve Pers egemenliğine girmişlerdi. Ekonomileri tarım ve hayvancılığa dayanıyordu. Tarımı korumak ve geliştirmek için sert kanunlar yapmışlardı. Buna göre saban kırmak ve öküz kesmenin cezası ölümdü. Çok tanrılı bir inançları vardı. En önemli tanrıları bereket tanrıçası Kibele’dir. 9 Kerestecilik, kuyumculuk, kaya mimarisi, maden işlemeciliği, seramik sanatı ve dokumacılık gelişmiştir. Tapates adı verilen halı ve kilim dokumuşlardır. Fabl denilen hayvan hikâyeleri ilk kez burada görülür. LİDYALILAR (MÖ 687– 546): Lidya, Gediz ve Küçük Menderes arasındaki bölgedir. Lidyalılar, MÖ 1200’lerde bölgeye gelerek yerleşmişlerdir. Kral Giges tarafından kurulan devletin başkenti Sardes şehridir. Lidyalılar, ticaretler uğraşmışlar ve Kral Yolu’nu (Sard- Ninova arasında) yapmışlardır. Tarihte ilk kez parayı kullanmışlardır. Orduya önem vermeyip paralı asker kullandıkları için kısa zamanda Persler tarafından yıkıldılar. Kral mezarları yığma tepeler(Tümülüsler) şeklindedir. EGE VE YUNAN UYGARLIĞI Ege ve Yunan uygarlığı; Ege adaları, Yunanistan ve Batı Anadolu’da yaşayan toplumların meydana getirdikleri bir uygarlıktır. GİRİT (MÖ 3500- MÖ 1200): Ege uygarlıklarının ilki Girit adasında kurulmuştur. Şehir devletleri halinde yaşadılar. Bunların en önemlisi Knossos’dur. Dor saldırıları sonucunda yıkıldılar. Ekonomileri balıkçılık, tarım, ticarete dayalıydı. Coğrafi konumundan dolayı çevre kültürlerle yakın ilişkiler kurmuştur. Ahiret inancı vardır. MİKEN (MÖ 2000- MÖ 1200): MÖ 2000 yıllarında Mora yarımadasına ulaşan Akalar Miken şehrini kurdular. Çanakkale boğazına sahip olmak için Truvalılarla savaştılar. Akaların egemenliğine MÖ 1200’lerde Dorlar son verdi. ESKİ YUNAN UYGARLIĞI (MÖ 1200- MÖ 337): Dorlar, Yunanistan ve Ege adalarını ele geçirerek Akaların egemenliğine son verdiler. Yunanistan’da polis adı verilen şehir devletleri (Atina, Isparta, Korint Larissa, Teb) kurdular. Bu şehir devletlerinden Sparta oligarşik, Atina demokratiktir. Tarımsal arazilerin az olması nedeniyle şehir devletleri deniz ticareti yapmışlar ve Ege, Karadeniz ve Akdeniz’de koloniler kurmuşlardır. Koloni; bir devletin kendi toprakları dışında siyasi, ekonomik, dini sebeplerle ele geçirdiği ve yönettiği şehirlere denilir. Halk, siyasi haklara sahip yurttaşlar, siyasi hakları olmayan özgür yurttaşlar, hiçbir hakkı olmayan köylüler ve köleler olarak sınıflara ayrılmıştı. Sınıflar arası mücadeleler sonucunda bir takım hukuki düzenlemeler yapılmıştır. Dragon soyluların ayrıcalıklarını korumaya yönelik yasalar yaptı. Solon soyluların ayrıcalıklarına son verdi. Doğuştan köleliği kaldırdı. Klistenes sınıflar arası farklılıkları kaldırarak demokrasi anlayışını geliştirdi. Eski Yunanlılar çok tanrılı bir inanca (Zeus, Artemis, Apollon, Hera) sahiptiler. Tanrılarını insan şeklinde ve ölümsüz olarak düşünmüşlerdir. Yunanistan’da heykeltraşlık ve mimari gelişmiştir. Yunanlılar tarih, matematik, tıp aritmetik, geometri, astronomi ve felsefe alanlarında çalışmalar yaptılar. Sokrates, Platon ve Aristo ilk filozoflardır. Yunanlılar Fenike alfabesini alarak geliştirmişlerdir. M.Ö. 776’da ilk olimpiyat oyunları Atina’da yapılmıştır. Olimpiyatlar Yunanlılar arasında kültürel birliğin oluşmasında etkili olmuştur. Bu şehir devletleri Yunanistan’ı ele geçirmek isteyen Perslere karşı başarılı oldular. Pers savaşlarından sonra Atina ile Sparta arasında Peleponnes savaşları yapıldı ve Sparta bu savaşlardan üstün çıktı. Makedonyalı Büyük İskender MÖ 337’de Yunan şehir devletlerini hâkimiyeti altına aldı. İSKENDER İMPARATORLUĞU (MÖ 359– MÖ 323): MÖ VII. yüzyılda Yunanistan’ın kuzeyinde kurulan Makedonya devleti II. Filip zamanında Balkanların büyük kısmını ve Yunanistan’ı egemenlik altına alarak Helen birliğini kurdu. Onun ölümünden sonra yerine oğlu Büyük İskender geçti (MÖ 336). Büyük İskender Asya seferine çıkarak Pers devletine son verdi ve topraklarını ele geçirdi. Daha sonra Hayber geçidini aşarak Hindistan’a kadar ilerledi. Ancak ordusundaki isteksizlik nedeniyle Babil’e döndü, Arabistan’a yapacağı sefere hazırlık yaptığı sırada hastalanarak öldü (323). İskender, Persepolis sarayının protokolünü kabul etmişti. Mali alanda yenikliler yapmış ve altın para bastırmıştı. Şehirler kurarak askeri üsler meydana getirmişti. İskender’in ölümüyle İmparatorluk dağıldı ve yeni devletler kuruldu: a) Mısır’da: Ptolemeler (MÖ 321- 30), b) Anadolu’dan Hindistan’a kadar: Selevkoslar (MÖ 321- 64), c) Makedonya’da: Antigonitler (MÖ 279- 16), Selevkos’un MÖ 280’deki ölümü üzerine Anadolu’da yerel krallıklar kuruldu: a) Kuzey Batı Anadolu’da: Bitinya Krallığı, b) Karatenizin güney kıyılarında: Pontus Krallığı, c) Orta Anadolu’da: Kapadokya Krallığı, d) Batı Anadolu’da: Bergama Krallığı, Büyük İskender’in Asya seferi sonucunda Yunan kültürü ve Asya kültürleri kaynaşarak Helenistik Uygarlığı meydana getirmiştir. Helenistik dönem boyunca Bergama, Efes, Milet, Selefkiye, Antakya ve İskenderiye gibi şehirler çok gelişmiş, bilim ve kültür merkezleri olmuştur. ROMA UYGARLIĞI: İtalya’da uygarlık orta taş çağından itibaren başlamış ve MÖ 3000 yıllarında yeni taş çağını yaşamıştır. Yarımadaya zaman içinde büyük göçler olmuştur. Sırasıyla İtalikler, Etrüskler, Fenikleiler ve Yunanlılar gelmişlerdir. Roma şehri M.Ö. 753’de Romulus tarafından kurulmuştur. Krallık (MÖ 753- MÖ 510): Kral, İhtiyarlar Meclisi tarafından teklif edilmiş, Kuria adı verilen halk meclisi tarafından seçilmiştir. Kral Senatoya kaşı sorumluydu. 10 Cumhuriyet (MÖ 510- MÖ 27): Cumhuriyet döneminde devlet konsül adı verilen iki yüksek memur (bir yıllık süre ile) tarafından yönetilmiştir. Konsüller birbirlerine ve senatoya karşı sorumluydular. Başlıca görevleri orduya komuta etmek, senatoyu toplantıya çağırmak, vergilerin toplanmasını sağlamaktı. Cumhuriyet döneminde Roma genişleyerek İtalya yarımadası ve Akdeniz’in batısında bulunan yerleri egemenliği altına almıştır. Daha sonra Makedonya, Suriye ve Mısır’ı zapt eden Roma, Doğu Akdeniz’in fethini tamamlamıştır. Kartacalılarla yaptıkları Pön savaşlarıyla tüm Akdeniz’e egemen olmuşlardır. Roma’da çıkan sınıfsal çatışmalar ve dış saldırılardan yararlanmak isteyen bazı komutanlar ve konsüller yönetimi ele geçirmek istemişlerdi. Bunlardan biri de Julius Caesar’dı. Julius Caesar MÖ 50’de kendini ömür boyu diktatör seçtirmiştir. İmparatorluk (MÖ 27- 395): MÖ 27 yılında Oktavianus’a Augustus unvanı verilerek imparatorluk devri başlamıştır. Bu devirde halkın refah seviyesi yükselmiştir. Ancak III. yüzyıldan itibaren Roma imparatorluğu güç kaybetmeye başlamıştır. Merkezi otoritenin bozulması, kavimler göçü, uzun süren savaşlar ve iç karışıklar gibi nedenlerle imparatorluk 395 yılında ikiye bölünmüştür. a) Batı Roma İmparatorluğu (başkent Roma), b) Doğu Roma İmparatorluğu (395-1453) (başkent İstanbul), Batı Roma İmparatorluğu 475 yılında barbar kavimlerin saldırılarıyla yıkılmıştır. Doğu Roma İmparatorluğu(Bizans): En parlak dönemi Justinyanus dönemidir (527–565). Bizans XI. Yüzyılın ikinci yarısında Büyük Selçuklu devletiyle Malazgirt Savaşı’nı(1071), Anadolu Selçuklu devletiyle de Miryakefalon Savaşı’nı yapmıştı. Türklerle yaptığı savaşlarda yenilerek Anadolu’yu Türklere bırakmıştır. 1453 yılında İstanbul’un Osmanlılar tarafından fethedilmesiyle yıkılmıştır. Krallık döneminde Senato ile Kuria adı verilen halk meclisi kralı seçerdi. Cumhuriyet döneminde senatonun seçtiği iki konsül ülkeyi yönetirdi. Sezar’ın ölümüyle Oktavianus kendini Augustus unvanıyla imparator ilan etmiştir. Roma imparatorluğunun çok geniş sınırlara sahipti. Güçlü ve disiplinli bir ordusu vardı. Ordunun temelini lejyon denilen askeri birlikler meydana getirmiştir. Roma toplumunda halk, Patriciler (asiller), Plepler (zanaatkârlar) ve köleler olmak üzere üçe ayrılırdı. Particiler ile plepler arasında uzun süren çatışmalar sonucunda sınıfsal farklılıkları ortadan kaldırmak için On İki Levha Kanunları yapılmıştır. Böylece plepler de memur ve asker olma hakkını elde etmiştir. Roma hukuku günümüz Avrupa hukukunun temelini oluşturmuştur. Romalılar ilk dönemlerde tarım ve hayvancılıkla uğraşmışlardı. Zamanla Akdeniz ve çevresinin Roma egemenliğine girmesi sonucu, ticari faaliyetler gelişmiştir. Latince konuşan Romalıklar, Yunan kültürü ve edebiyatının etkisinde kalmışlardı. Tarih yazıcılığı ve hitabet sanatında gelişmişlerdi. Latin Alfabesi’ni kullanmışardır. Mısırlıların Güneş Takvimi’ni geliştirerek kullanmışlardır. Hıristiyanlığın Yayılışı: Romalılar önceleri Yunan tanrılarına tapıyorlardı. Daha sonra Hıristiyanlık yayılmaya başlamıştır. Hıristiyanlık, 313 yılında Milano Fermanı ile serbest bırakılmış, 381 yılında Roma’nın resmi dini haline gelmiştir. Kavimler göçünden sonra hızla yayıldı. Hıristiyanlıkta ilk mezhep ayrılıkları 325 İznik Konsülü ile başlamıştır. 451 yılında Kadıköy Konsülü ile İstanbul Kilisesi Roma’dan ayrıldı. Böylece Hıristiyan dünyasında iki ana mezhep ortaya çıktı: a) Katolik Kilisesi (merkezi: Roma, ruhani lideri Papa), b) Ortodoks Kilisesi (merkezi: İstanbul, ruhani lideri Patrik), Bizans İmparatorluğu thema denilen eyaletlere bölünmüştür. Şehirleri tekfur denilen valiler yönetmiştir. Helen kültürünü benimseyen Bizans, Ortodoks mezhebini kabul etmiş ve resmi dil olarak Grekçeyi kullanmıştır. Anadolu’da Roma dönemi Eserleri a) Aspendos Tiyatrosu, b) Bozdoğan Kemeri, c) Augustus Tapınağı, d) Ankara’daki Roma Hamamı e) Çemberlitaş Bizans Devri Eserleri İstanbul’da Ayasofya, Aya İrini, Hora, Sergios, Baküs kiliseleri, Efes’teki Meryem Ana kilisesi, İstanbul’da Binbirdirek ve Yerebatan sarnıçları. III. İLK TÜRK DEVLETLERİ TÜRK ADININ ANLAMI VE KÖKENİ: a) Uygur metinlerinde; güç, kuvvet anlamındadır. b) Kaşgarlı Mahmud’a göre; olgunluk çağı demektir. c) Çin metinlerinde; miğfer anlamına gelir. d) Ziya Gökalp’e göre; türeli; nizamlı, geleneklerine bağlı demektir. e) Arminius Vambery’e göre türeyen, çoğalan f) Genel olarak; güçlü, kuvvetli manasına kullanılır. Türk Adı ilk defa Ne Zaman Kullanıldı? Türk adından ilk olarak Çin yıllıklarında bahsedilmiştir. Bizanslılar, İranlılar ve Araplar VIII. yüzyıldan itibaren Türkçe konuşan topluluklara Türk adı verilmiştir. Hangi Topraklara Türkiye Denildi? VI. Yüzyıl (Bizans Kaynakları): Orta Asya IX. - X. Yüzyıllar: Volga nehrinden Orta Avrupa’ya kadar uzanan bölge XII. Yüzyıldan İtibaren: Anadolu XIII. Yüzyıl: Mısır ve Suriye ORTA ASYA NERESİDİR? Orta Asya; doğuda Kingan dağlarından, batıda Hazar denizi ve İtil boylarına, güneyde Hindikuş ve Karanlık Dağlarından, kuzeyde Sibirya’ya kadar uzanır. 11 Türklerin ilk ana yurdu; Altay-Sayan Dağları’nın kuzeybatısı, Tanrı Dağları’nın kuzeyi, Aral Gölü’nün çevresi ve Hazar Denizi’nin doğusunda kalan bölgedir. Orta Asya, geniş bozkırların ve çöllerini bulunduğu bir bölgedir. Altay dağları, Ötüken dağları, Sayan dağları bölgenin önemli dağlarıdır. Amuderya, Siriderya, Orhun ve İrtiş ırmakları vardır. Karasal iklimin etkili olduğu bölgede yazlar sıcak ve kurak kışlar soğuk geçer. ORTA ASYA KÜLTÜRLERİ Orta Asya’da kurulan kültür merkezlerinin tarihi MÖ 5000 yıllarına kadar uzanmaktadır. Arkeolojik kazılar sonucunda yontma taş çağına kadar uzan kültür bölgeleri ortaya çıkarılmıştır. Yapılan kazılarda bu bölgelerde yaşayan insanların yerleşik hayata geçtikleri, tuğla ve kerpiçten evler yaptıkları, tarımla uğraştıkları, çanak-çömlek yapımını bildikleri, madenleri işledikleri ortaya çıkmıştır. Anav Kültürü (MÖ 4500- 1000): Türkistan’ın Aşkabat yakınları Afanesyevo Kültürü (MÖ 3000- 1700): Altay-Sayan dağlarının kuzey batısı Andronova Kültürü (MÖ 1700- 1200): Hazar Denizinin Kuzey doğusundan Ural dağlarına kadar uzanan geniş bölge Karasuk Kültürü (MÖ 1200- 700): Karasuk nehri kıyısı Tagar Kültürü (MÖ 700- 100): Abakan bölgesi GÖÇLERİNİN SEBEPLERİ VE SONUÇLARI (Başlama: MÖ XVI. yy. Yoğunlaşma: MÖ XII. yy ile MS IV. ve IX. yy.) Göçlerin Sebepleri: a) İklim değişikliğine bağlı olarak kuraklık, salgın hastalıklar, otlakların daralması, b) Nüfus artışı ve toprakların yetersiz kalışı, c) Boylar arası mücadeleler, dış baskılar, yeni yurtlar bulma arzusu, d) Türklerin bağımsızlığına düşkün olmaları Göçlerin Sonuçları: a) Orta Asya’dan göç ederek çok geniş bir coğrafi bölgeye yayıldılar. b) Türkler göç ettikleri bölgelerdeki farklı kültürleri etkilediler ve etkilendiler. c) Bu etkilenmeler sonucunda Türk boyları arasında siyasi, sosyal, kültürel ve dini farklılıklar meydana geldi. d) Göç eden Türk boyları gittikleri yerlerde yeni Türk devletleri kurdular. ASYA HUN DEVLETİ (MÖ 4. YY. - 216) Tarihte bilinen ilk Türk devletidir. Devletin merkezi Ötüken şehriydi. Hunlarla ilgili ilk yazılı belge MÖ 318 tarihli Çin ile yapılan bir antlaşmadır. Teoman Dönemi (MÖ 220–209): Bilinen ilk hükümdarı Teoman’dır. Türk topluluklarını bir bayrak altında toplamıştır. Çin topraklarının bir kısmını ele geçirmiştir. Mete Dönemi (MÖ 209- 174): Onluk sisteme dayanan ilk düzenli orduyu kurdu. İç karışıklıkları önledi. Tunguzlar ve Yüeçilerle savaşarak onları egemenlik altına aldı. Çin’e birçok seferler düzenleyerek yenilgiye uğrattı. Çin ile bir antlaşma yapılmıştır(MÖ 200). Bu antlaşmaya göre Çin kuzeyindeki bozkırları Hunlara bırakmayı ve vergi vermeyi kabul etmiştir. Mete’nin Çin Politikası: Mete Çin’i mağlup etmesine rağmen vergi almakla yetinmiş, Çin’e yerleşmeye karşı çıkmıştır. Çünkü Türklerin milli benliklerini yitireceklerini düşünüyordu. Asya Hun devleti Mete zamanında en geniş sınırlarına ulaşmıştır. Hun Devleti ile Çin İpek yolu egemenliği için sık sık mücadele etmişlerdir. Mete’den sonra iç karışıklıklar ve Çin ile yapılan mücadeleler Hun devletini zayıflatmıştı. Bu dönemde çok güçlenen Çin, Hun devletini yıkmak için Türk boylarını birbirine düşürmüş ve Türk halkını rahata ve lükse alıştırmıştır. Uzun süren Çin savaşları Hun devletini yıprattı. Hunların İpek Yolu egemenliği sona erdi ve taht kavgalarıyla devlet ikiye bölündü: Batı Hunları (MÖ 58- 38): Çi Çi’nin Tanrı Dağları ile Isık Göl bölgesinde kurduğu bir devlettir. Çin tarafından yıkılmıştır. Batı Hun Halkı Aral gölü çevresine göç etmek zorunda kaldı. Güney Hunları (MÖ 58- 48): Güney Hunları ise MS 48’de ikiye ayrıldılar: Kuzey Hunları (48- 156); bir süre Sibirya ve Çungarya bölgelerinde bağımsız yaşadılar, Siyenpi saldırılarıyla yıkıldılar. Daha sonra Batı Hunlarına katıldılar. Güney Hunları (48- 216) ise Çin sınırına yerleşip 216 yılına kadar varlıklarını sürdürdüler. Çin Siyaseti: a) Çin Türklerle mücadele etmek için farklı yöntemler kullanmıştır. Türk akınlarını durdurmak için Çin Seddi'ni yaptırmıştır. b) Çin prenseslerini Hun Hakanlarıyla evlendirerek, prensesin yanında Hun sarayına çok sayıda hizmetçi gönderdiler. Bu hizmetçiler casusluk faaliyetinde bulunarak, Türkler hakkında bilgi topladılar. c) Türk beylerine hediyeler göndererek, onları kendilerine bağlamaya ve ekonomik olarak Çin'e bağımlı yaşamaya alıştırdılar. d) Hediyeleri ve ekonomik yardımları birden keserek Türkleri itaat altına almaya çalıştılar. e) Türk beylerini birbirlerine karşı kışkırtarak parçalanmasını sağladılar. KAVİMLER GÖÇÜ (375): Kavimler Göçü Batı Hunlarının MS 375 yılında Volga (İtil) nehrini aşarak Batı'ya doğru ilerlemeye başlaması üzerine, başlamıştır. Hunların önünde bulunan Germen kavimleri (Ostrogotlar, Vizigotlar, Gepitler, Vandallar) batıya göç etmeye başladılar. Kavimler Göçünün Sonuçları: a) Roma İmparatorluğu; Doğu ve Batı olmak üzere ikiye ayrıldı (395). Batı Roma İmparatorluğu 476 yılında Germen kavimlerinin saldırılarıyla yıkıldı. 12 b) Avrupa'nın etnik yapısı değişerek yeni milletler ortaya çıktı. Bu günkü İngiltere, Fransa, İspanya ve Almanya gibi devletlerin temelleri atılmıştır. c) Türkler Avrupa Hun Devleti’ni kurdular. Türk kültürü Avrupa’da yayılma göstermiştir. d) Avrupa'da feodalite (derebeylik) rejimi ortaya çıktı. e) Avrupa’da kilise güçlenmiş ve skolâstik düşünce egemen olmuştur. f) Kavimler Göçü İlk çağın bitişi, Ortaçağın başlangıcı olarak kabul edilir. AVRUPA HUN DEVLETİ (375-468): Balamir önderliğinde Karadeniz’in kuzeyinden batıya geçerek kısa zamanda Tuna boylarına ulaştılar(375). Uldız döneminde öncelikle Doğu Roma’yı etkisiz hale getirme ve arkasından Batı Roma üzerine yürüme politikası uygulanmıştır. Uldız’ın ölümünden sonra Hunların yönetimine Karaton, Rua daha sonra Attila ve Bleda geçmiştir. Attila Dönemi(434–453): Margos Antlaşması(434): a) Çeşitli nedenlerle ülkelerini terk eden Hunlar Doğu Roma Devleti’ne kabul edilmeyecek. Romalı mülteciler ve esirlerin her biri için Avrupa Hunlarına sekiz altın fidye ödenecektir. b) Romalılar, Hunların hâkimiyetindeki kavimlerle antlaşma yapmayacak. c) Ticari faaliyetler belli sınır kasabalarında devam edecek. d) Romalıların Hunlara verdiği vergi 300 libre altın yerine 700 libre altın olacak. Devletin en parlak dönemidir. Kaynaklarda Attila tanrının kırbacı diye bahsedilir. I. Balkan Seferi(442): Attila, Margos Antlaşmasına uymayan Bizans üzerine sefere çıkarak Trakya üzerinden Bizans’a ilerledi. Bizans’ın isteği üzerine barış yapıldı, Bizans’ın ödediği vergi artırıldı. II. Balkan Seferi(447): Yıllık vergisini vermeyen Bizans üzerine yeniden sefere çıkan Attila, İstanbul yakınlarındaki Büyük Çekmece’ye kadar ilerledi. Yapılan Anatolyos Antlaşması’yla Bizans’ın ödediği vergi üç katına çıkarıldı. Galya Seferi(451): Batı Roma ordusuyla Katalanum savaşını yaptı. Savaşta her iki taraf da ağır kayıplar verdi(451). İtalya Seferi(452): Attila Alp dağlarını aşarak İtalya’ya girdi. Papa’nın ricası üzerine Roma‘ya girmekten vazgeçti. Attila'nın ölümünden sonra Cermen kavimleri ve Bizans’ın saldırıyla Avrupa Hun Devleti yıkıldı. I. KÖKTÜRK DEVLETİ (552 - 659) : Bumin Kağan (552- 553): Devletin kurucusu Bumin Kağan, başkenti Ötüken’dir. Bumin Kağan’ın kardeşi İstemi Yabgu ülkenin batı topraklarını yönetmiştir. Mukan Kağan (553- 572): Kök Türklerin en parlak dönemidir. Ülkenin doğusunu kendisi, batısını amcası İstemi Yabgu yönetmiştir. Avarlar ile savaşarak onların batıya göç etmelerine sebep oldu. Kitanları ve Kırgızları egemenlik altına aldı. Çin hanedanlarını(Çu ve Çi) baskı altına alarak Akhunlar üzerine seferler düzenledi. İstemi Yabgu’nun Batı Siyaseti: İstemi Yabgu İpek yolunu kontrol etmek amacıyla Akhunlara karşı İran'daki Sasani devletiyle işbirliği yaptı. Yapılan savaşlar sonucunda Akhun Devleti yıkılarak toprakları Sasaniler ve Göktürkler tarafından paylaşıldı. Sasanilerin İpek Yolu ticaretini engellemeye başlaması üzerine İstemi Yabgu; bu defa da Sasanilere karşı Bizans ile işbirliği yaparak, Sasani devletinin zayıflamasını sağladı. İstemi Yabgu Orta Asya’nın batı bölgelerinin Türkleşmesini sağlamıştır. Ta-po Kağan (572- 581): Ta-po Kağan ülkenin doğusunu İşbara’nın, batısını da Jo-tan’ın idaresine vermişti. Tapo Kağan, Maniheizmi kabul ederek bu dinin yayılmasına çalıştı. İstemi Yabgu’nun oğlu Tardu Kağan olmak istiyordu. Bu yüzden Tapo Kağan ile arası açıldı. Çin'in kışkırtması ile Doğu ve Batı Göktürk devletleri olarak ikiye ayrıldı: Doğu Köktürk Devleti (582- 630): İşbara Kağan (582- 587), Çin ile yaptığı mücadelede başarılı olamadı. Çin Türkleri asimile etmeye ve Köktürklere bağlı kavimleri ayaklanmaya teşvik etti. Ülkede kıtlık ve salgın hastalıklar ortaya çıktı. Kimin Kağan(600- 609) Çince konuşmaya ve Çinliler gibi yaşamaya başladı. Şi-pi Kağan devrinde devlet yeniden güçlenmiş, ülkede düzen sağlanmış ve Çin’e seferler düzenlenmişti. Çu-lo Kağan devrinde Çinliler tekrar üstünlüğü ele geçirdiler. Doğu Köktürk Devleti, Kie-li Kağan (620- 630) devrinde Çin egemenliğine girdi. Batı Köktürk Devleti (582- 659): Batı Göktürk kağanı Tardu’nun amacı, Doğu Göktürk Devletini de egemenlik altına almaktı. Çıktığı Çin seferinde Çinliler su kuyulularını zehirlediği için ordusunun büyük kısmı zehirlendi. Tardu öldükten sonra, kağanlar Çin baskısına dayanamayıp Çin egemenliğine girdiler (659). II. KÖK TÜRK (KUTLUK) DEVLETİ (682- 744): I. Kök Türk Devleti’nin yıkılmasıyla, Çin’in egemenliğinde yaşayan Türkler, 50 yıl süren bir esaret dönemi yaşadılar. Bu süre içinde defalarca Çin’e karşı ayaklandılar. Bunlardan biri de Kürşad ayaklanmasıydı. Kutluk Kağan (682- 692): 682 Yılında Kutluk Kağan’ın başlattığı ayaklanma başarılı oldu. Türkler yeniden bağımsızlıklarına kavuştular. Kutluk Kağan İlteriş unvanını aldı. Devletin merkezi Ötüken şehriydi. İlteriş Kağan Tonyukuk’u vezir tayin etti. Daha sonra devletin merkezini Karakurum’a taşıdı. Çin’i baskı altında tutmak, devletin yiyecek, giyecek vb. ihtiyaçlarını karşılamak için Çin’e 46 sefer yaptı(682687). Kapgan Kağan (692- 716): İlteriş Kağan’dan sonra kardeşi Kapgan Kağan geçti. 13 Temel amacı Çin’i baskı altında tutarak, bütün Kök Türk boylarını Türk egemenliğinde toplamaktı. Çin’e başarılı yaptığı akınlar sonucunda Çin Türk esirlerini serbest bıraktı. Türklere tohumluk darı, tarım aletleri ve kumaş verdi. Kapgan Kağan döneminde Türk boylarının çoğu egemenlik altına alınmış ve Türk birliği büyük ölçüde sağlanmıştır. Kapgan Kağan’ın sert ve kırıcı tavrı ve Çin’in kışkırtmaları iç isyanlara sebep odu. Kapgan Kağan bu isyanları bastırmaya çalıştığı sırada pusuya düşürülerek öldürüldü. Bilge Kağan (716- 734): II. Kök Türk Devleti en parlak devrini Bilge Kağan zamanında yaşamıştır. Ülkeyi kardeşi Kültigin ve veziri Tonyukuk ile yönetti. Tahta çıktıktan sonra isyanları bastırıp iç karışıklıkları düzelttikten sonra Karlukları, Kırgızları, Türgişleri ve Uygurları yeniden egemenlik altına almıştır. Bilge Kağan Çin ile de savaşmış ancak onlarla barış yapmıştır. 727’de Tonyukuk ve 731’de Kültigin ölmüştür. Bilge Kağan Kitanlara karşı bir zafer daha kazandıktan sonra öldü(734). Bilge Kağan'dan sonra zayıflayan devlet; Karluk, Basmil ve Uygur Türkleri tarafından 744 yılında yıkıldı. Kök Türk Devleti’nin Türk Tarihindeki Önemi: a) Tarihte Türk adıyla kurulan ilk devlettir. b) Orhun Anıtları’nı dikerek (II. Kök Türk zamanında) Türk tarihi ve Türk edebiyatının ilk yazılı kaynaklarını oluşturmuşlardır. c) Milliyetçilik duygusu, Fransız İhtilali’nden 1000 yıl önce Kök Türkler döneminde en yüksek seviyede yaşanmıştır. d) Asya Hun Devleti’nden sonra Türkleri tarihte ikinci defa tek bayrak altında toplamayı başarmışlardır. e) İslam’dan önceki Türk devletleri içinde sınırları en geniş ve en güçlü olanıdır. f) Batı Türkistan’ın Türkleşmesini sağlamışlardır. g) Köktürk alfabesini kullanmışlardır. UYGUR DEVLETİ (744-840): Devletin kurucusu Kutluk Bilge Kül Kağan başkenti Ötüken şehrinden Ordubalık (Karabalgasun) şehrine taşımıştır. Moyen- Çur (747- 759): Moyen-Çor dönemi Uygurların en parlak dönemidir. Moyen-Çur Karluk, Basmil ve Türgişleri kendine bağladı. Müslüman Araplar ile Çinliler arasında yapılan Talas Savaşı’nda(751) Abbasilere yenilen Çinliler güç kaybına uğramışlardı. Bu durumdan yararlanan Uygurlar, Çin’in Tarım havzasını ele geçirdiler. Moyen-Çor, Çin imparatoruna yardım etti ve vergiye bağladı. Moyen- Çur, Türk boyları üzerine seferler yaparak onları yönetimi altına almıştır. Bögü Kağan (759- 780): Çin ile savaşarak pek çok şehrini işgal etmiş ve ganimetler ele geçirmişti. Onun döneminde devlet çok zenginleşmiş ve büyük saraylar yapılmıştır. Çin seferinden dönerken Mani dinini tanıyarak bu dini kabul etti. Zamanla Mani dinini benimseyen Uygurlar mücadeleci ve savaşçı özelliklerini yitirdiler. Bu dinin de etkisiyle yerleşik hayata geçtiler. Baga Tarkan (780- 789) Bögü Kağan’ın veziriydi. Onu öldürerek Kağan oldu. Ülke düzenini sağlamak için kanunlar çıkardı. Daha sonra Çin entrikaları ve diğer kavimlerle mücadeleler yüzünden devlet zayıfladı. Kırgızlar Uygur devletine son verdiler(840). Uygur Devleti’nin yıkılmasından sonra Uygurların çoğunluğu Karluk ülkesine, Çin sınırlarına Beşbalık ve Turfan’a yerleştiler. Kansu (Sarı) Uygur Devleti (840- 1226): Uygurların bir kısmı Kansu bölgesine göç ederek Kansu Uygur Devleti’ni kurdular. Bu devlet, Çin ile ticari ilişkiler kurmuş ve Budizmi benimsemiştir. Ancak siyasi ve askeri açıdan güçlenememiştir. Doğu Türkistan (Turfan) Uygur Devleti (856- 1209): Beşbalık, Turfan, Kuça ve Tanrı Dağları çevresine yerleşerek burada bir devlet kurdular. Ticaret yaparak ekonomik yönden güçlenmişlerdir. Tarım ve sanatta başarı gösterdiler. Mengli Kağan devrinde bağımsızlığı ilan ettiler ancak siyasi yönden etkili olamadılar. Budizmi kabul ederek birçok tapınalar yaptılar. Kâğıt yapımı ve hareketli matbaa tekniğini uyguladılar. 1209’da Moğol egemenliğine girdikten sonra Moğollara devlet teşkilatlanmasında ve Türk kültüründen etkilenmelerinde öncülük etmişlerdir. DİĞER TÜRK DEVLETLERİ Avarlar: Orta Asya’da Avar Devleti’ne Kök Türkler son verince, Avarlar batıya doğru ilerleyerek 558’de Tuna boylarına ulaştılar. Bayan Han önderliğinde 565 yılında Macaristan’da bir devlet kurdular. 619 yılında tek başına, 629 yılında da Sasanilerle ortaklaşa İstanbul’u kuşattılar ancak sonuç alamadılar. İstanbul’u ilk defa kuşatan Türkler Avarlardır. Slav topluluklarının göç etmesine neden olarak, bunların doğu Avrupa ve Balkanlara inmesini sağladılar. Böylece Balkanların Slavlaşmasında etkili oldular. 805 yılında Franklar tarafından yıkıldılar. Bulgarlar: Hunların Ogur Türkleriyle karışımından Bulgarlar ortaya çıkmıştır. Bulgarlar, 630 yılında Kök Türk Devleti’nin yıkılması üzerine Kubrat yönetiminde Büyük Bulgar Devleti’ni kurdular. Hazar saldırılarıyla Bulgar Devleti sona erince Bulgarların bir kısmı Tuna nehri, bir kısmı da Volga nehri kıyılarına göç etmek zorunda kaldı. Tuna Bulgar Devleti (679 – 864): Tuna boylarına (Bulgaristan) göç eden Bulgar Türkleri Asparuh yönetiminde Tuna Bulgar Devleti’ni kurdular. Tuna Bulgarları Bizans ile mücadele etmişler ve Slavları egemenlik altına almışlardır. Kurum Han zamanında Bizans’ı kuşattılar. Boris Han zamanında Hıristiyanlığı kabul ettiler. Nüfuslarının az olması ve Hıristiyanlığı kabul etmeleri nedeniyle Slavların arasında eriyip yok oldular. İdil (Volga) Bulgar Devleti (679- 1018): Büyük Bulgarya Devleti’nin yıkılmasından sonra Volga kıyılarına giden Bulgarlar burada İdil Bulgar Devleti’ni kurdular. Devletin başkenti Bulgar şehriydi. IX. ve XII. yüzyıllar arasında Avrupa’nın en önemli bir ticaret merkezlerinden biriydi. 14 Almış Han zamanında (X. yüzyıl) Müslüman oldular. 1237 yılında Altınorda Devleti tarafından yıkıldı. Altınorda Devleti’nin parçalanmasıyla kurulan Kazan Hanlığı’nın esas kitlesini oluşturdu. Kama Bulgarlarına bugün Kazan Türkleri denilir. Hazarlar: I. Kök Türk Devleti’nin yıkılmasıyla 630 yılında Hazar Denizinin kuzeyi ve Kafkaslar bölgesinde Hazar Kağanlığı kuruldu. BizansSasani savaşlarında Bizans’ı destekleyerek Sasanilerin zayıflamasında etkili oldular. Müslüman Araplar ile Hazarlar arasındaki savaşlar Hz. Osman zamanında başladı ve Emeviler döneminde şiddetlendi. VIII. ve IX. yüzyıllarda Doğu Avrupa’nın en büyük devleti haline geldiler. Balkanlara inerek Bizans ile anlaşıp Peçeneklere ağır bir darbe vurdular(1091). XIII. Yüzyılda Moğol ilerleyişi karşısında Macaristan’a indiler ve Hıristiyanlığı kabul ettiler. Kıpçakların bir kısmı da yurtlarında kalıp Altınorda Devleti’nin hizmetine girdiler ve bu devletin Türleşmesini sağladılar. Kıpçakların birçoğu Eyyubi ve Memluk devletlerinin ordularında görev yaptılar. Karadeniz’in kuzeyindeki topraklara Kıpçak Bozkırları denilmektedir. Kıpçakların Oğuz Türkleriyle yaptığı mücadeleler Dede Korkut Hikâyeleri’nde anlatılır. Codex Cumanicus; Kıpçak Türk şivesi ile yazılan Latin, Fars ve Kuman dilleri üzerine yazılmış bir sözlüktür. Hazarlar Peçenek akınları ile zayıflamış ve ticaret yolları üzerindeki denetimini kaybetmiştir. Hazar Devleti’ne 968 yılında Ruslar son vermiştir. Oğuzlar: Önceleri, Gök Türk ve Uygur egemenliğinde yaşadılar. Uygur Devleti’ni yıkılmasından sonra Seyhun bölgesine yerleştiler. Seyhun bölgesindeki Oğuzların bir kısmı, Kıpçak ve Karluk baskıları sonucunda Karadeniz’in kuzeyine göç ettiler. XI. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Kıpçak ve Rus baskıları yüzünden Balkanlara inmişlerdir. Hazarlar ticareti geliştirdiler. Bölgede huzuru ve ulaşım güvenliğini sağladıkları için bu döneme Hazar Barış Çağı (VII.-IX. yüzyıllar) denilmiştir. Hazar yöneticileri Museviliği benimsediler. Ancak halk arasında Hıristiyanlık ve Müslümanlık da yayılmıştı. Balkanlara inen Oğuzların bir kısmı, Bizans ordusunda görev aldılar ve Malazgirt Savaşında Selçuklu saflarına geçtiler. Seyhun bölgesinde kalan Oğuzlar bu bölgede Oğuz-Yabgu Devleti’ni kurdular. Macarlar: Volga nehri ile Ural Dağları arasında yaşayan Fin-Ugor kavimleri, V. yüzyılda Don nehri kıyılarına ulaştılar. X. yüzyılın sonlarına doğru İslamiyet’i kabul eden Oğuzlar, Büyük Selçuklu Devleti’ni kurdular ve Anadolu’yu fethettiler. Tarihte Türk milletinin siyasi, kültür ve medeniyet alanında en büyük rolü oynayan koludur. 24 Oğuz Boyu vardır. Buradaki Ogur Türkleriyle karışması sonucunda Macar kavmi ortaya çıkmıştır. Avar ve Sibir baskısı sonucunda göç ederek Macaristan’a geldiler ve 896 yılında Macar Devleti’ni kurdular. XI. yüzyılda Hıristiyanlığı kabul ederek bundan sonra Türklük özelliklerini kaybettiler. Macarlar genel olarak konargöçer olup çadırlarda yaşamışlardır. Slavlara ve Ruslara karşı savaşlarda başarılı olmuşlardır. Peçenekler: Önceleri I. Kök Türk Devleti’ne bağlı olarak yaşadılar. Talas Savaşı’ndan sonra Karlukların baskısıyla batıya göç ederek Volga boylarına yerleştiler. Bu bölgeden Hazar ve Oğuz baskıları sonucunda X. yüzyıl sonlarında Karadeniz’in kuzeyine gelerek yerleştiler. Ruslarla yüzyıldan fazla mücadele ederek onların güneye inmesini engellediler. XI. yüzyılın sonlarında Oğuzların saldırıları sonucunda Balkanlara geldiler. Peçeneklerin bir kısmı Bizans ordusunda görev aldılar. Malazgirt Savaşı’nda Bizans ordusundaki Peçeneklerin bir kısmı Selçuklu ordusuna katıldı. Balkanlarda güçlenen Peçenekler Bizans ile şiddetli bir mücadeleye giriştiler. Çaka Beyliği ve Anadolu Selçukluları ile ittifak yaparak Bizans’ı baskı altına aldılar. Ancak Bizans kurnaz bir politikayla, Kıpçaklar’ı Peçenekler üzerine saldırtmış ve Peçeneklerin dağılmasına sebep olmuştur. Kıpçaklar: Önceleri Balkaş Gölü ve İrtiş ırmağı arasındaki bölgede yaşayan Kıpçaklar, X. yüzyılın sonlarında Karahıtayların baskısıyla batıya göç ederek Doğu Avrupa‘ya yerleştiler. Burada Rus prenslikleriyle şiddetli mücadeleler yaptılar. Kıpçakların bir kısmı Sibirler: Issık Gölü civarında Asya Hun Devleti’ne bağlı olarak yaşadılar. Sibirler V. yüzyılda Avarların baskısıyla göç ederek Ural-Altay Dağları bölgesine yerleştiler. VI. Yüzyıl başlarında Doğu Avrupa’ya gelen Sibirler, Sasanilerle anlaşarak, Bizans’a karşı savaştılar. Anadolu’ya ilk Türk akını Avrupa Hunları tarafından, ikinci akın Sibirler tarafından yapılmıştır. Avarlar, Bizanslılar ve Sasaniler ile yaptıkları savaşlar sonucunda zayıflayan Sibirler, İstemi Han zamanında Kök Türk Devleti’ne bağlandılar. Daha sonra Hazarların egemenliğine girdiler. Bugünkü Sibirya adı Sabir Türklerinden gelir. Başkırtlar: Ural Dağlarının çevresinde yaşayan Başkırtlar, IV.- X. yüzyıllar arasında çeşitli Türk boylarına bağlı varlıklarını sürdürdüler. Cengiz Han döneminde Moğol egemenliğine girdiler. XIII. Yüzyılda Altınorda Devleti’ne bağlanarak Müslüman oldular. XVII. Yüzyılda Rus egemenliğine giren Başkırtlar, bağımsızlıklarını kazanmak için zorlu mücadeleler verdiler. Özellikle 1730- 1736 yıllarındaki isyan Ruslar tarafından kanlı bir şekilde bastırıldı. 1872 yılında tamamen Rus egemenliğine giren Başkırtlar, günümüzde Rusya Federasyonu’na bağlı Başkırdistan Özerk Cumhuriyeti olarak varlığını sürdürmektedir. Türgişler: 15 Türgişler, önceleri Kök Türk Devleti’nin egemenliğinde yaşadılar. II. Kök Türk Devleti’nin yıkılmasıyla bağımsızlıklarına kavuştular(717). Bilinen ilk hükümdarları Baga Tarkan’dır. Kendi adına para bastıran ilk Türk hükümdarıdır. Devlet Yönetimi: Devlete il denilmiştir ve kutsaldı kabul edilirdi Doğu-batı, sağ-sol diye ikili teşkilatla yönetilirdi. Ortada (merkezde) asıl hükümdar, sağ ve solda ise hanedan üyelerinden yabgular bulunurdu. Su-lu Kağan zamanında Maveraünnehir bölgesine giren Emevilerle mücadele ederek Orta Asya’nın Müslümanların eline geçmesine engel oldular. Kut Anlayışı: Türkler devleti yönetme yetkisinin tanrı tarafından verildiğine inanıyorlardı. Bu yönetme hakkına Kut diyorlardı. Kut’un kan yoluyla hükümdarın tüm erkek çocuklarına geçtiğine inanılırdı. Bütün hanedan üyelerinin hükümdar olma hakkına sahip olması sık sık taht kavgalarına yol açıyordu. Bu durum Türk devletlerini ya iç savaş sonucu istikrarsızlığa, ya da bölünmeye götürüyordu. Su-lu Kağan’ın ölümünden sonra Sarı ve Kara Türgişler olmak üzere ikiye ayrıldılar. Sarı Türgişler Altay Dağlarının kuzeyinde, Kara Türgişler de Talas vadisinde yaşadılar. 766 yılında Karluklar Türgişlerin siyasi varlıklarına son verdiler. Kırgızlar: Asya Hunları zamanında İrtiş nehri civarında yaşadılar. Daha sonra Yenisey ırmağı bölgesine yerleştiler. Bir süre Kök Türk ve Uygur egemenliğinde kaldılar. 840 yılında Uygur Devleti’ni yıkarak merkezi Ötüken olan bir devlet kurdular. 1207 yılında Cengiz Han zamanında Moğolların egemenliğine girdiler. Kırgızlar, Cengiz Han’a bağlanan ilk Türk kavmidir. XIX. yüzyılda Rus egemenliğine giren Kırgızlar, 1916'da Ruslara karşı milli isyan başlatmışlar, ancak Rus çarı tarafından ağır bir şekilde cezalandırılmışlardır. 1991’de Sovyet Rusya’nın dağılmasıyla bağımsızlıklarını kazandılar. Dünyanın en uzun destanı olan Manas Destanı Kırgızlara aittir. Karluklar: Altay dağlarının batısında Kök Türk egemenliğinde yaşayan Karluklar, Basmil ve Uygurlarla birlikte Kök Türk Devleti’ni yıktılar. Daha sonra Uygur egemenliğine giren Karluklar Uygurlarla anlaşamayınca batıya göç ettiler. 766 yılında Türgiş Devleti’ni yıkarak Talas nehri civarında bir devlet kurdular. Balasagun şehrini başkent yaptılar. Müslüman Araplar ile Çinliler arasındaki Talas Savaşı’nda (751) Çin’e karşı Arapları destekleyerek Çinlilerin yenilmesini sağladılar. Böylece Orta Asya’nın Çinlileşmesini önlediler. İslamiyet’i kabul eden ilk Türk topluluğu olan Karluklar, Karahanlı Devleti’nin kurulmasında etkili oldular. XII. yüzyılda Karahıtayların ve Moğolların egemenliği altına girmişlerdir. Kimekler: VII. yüzyılda Altay Dağlarının kuzeybatısı ile İrtiş Irmağının orta bölgelerinde Kök Türk egemenliğinde yaşadılar. Kök Türk Devletinin yıkılmasından sonra bağımsız hale geldiler. X. yüzyılda Kitanların baskıları sonucunda Ural Dağlarının güney bölgelerine göç etmek zorunda kaldılar. XI. yüzyıla gelindiğinde Kimeklerin boy birliğine dayalı yapısı bozuldu. İyice zayıflayan Kimekler Kıpçakların egemenliğine girdiler. Kimeklerde ülke 11 ile ayrılmış, her ilin başına hakanın soyundan gelen ve tutug denilen yöneticiler görevlendirilmişti. ESKİ TÜRK DEVLETLERİNDE KÜLTÜR VE UYGARLIK Hükümdar: Bütün hanedan üyesi erkeklerin hükümdar olma hakları vardı. Hükümdar unvanları: Şanyü, Tanhu, Hakan, Han, Yabgu, İlteber, İdi-kut, gibi. Türklerde devlet hükümdar ailesinin ortak malı sayılırdı. Ülke hükümdarın sağlığında oğulları arasında paylaştırılırdı. Her prensin (Tekin) hükümdar olma hakkı vardı. Hükümdarın görevleri devleti adaletle yönetmek, ülkede huzur ve düzeni sağlamak, Türk boylarını bir bayrak altında toplamak ve muhtaç insanlara yardım etmekti. Bu durum sosyal devlet anlayışının bir gereğiydi. Hatun denilen hükümdar eşleri de devlet yönetiminde söz sahibiydi. Hükümdar seferde iken devleti idare eder, meclise katılır ve yabancı elçileri kabul ederdi. Kurultay(toy, kengeş) denilen meclis devlet yönetiminde etkiliydi. Kurultayda hükümdarın ölümü, savaş veya milli felaketlerde kurultay toplanırdı. Devlet Yönetimiyle İlgili Bazı Terimler: Ayukı: hükümet, Aygucı(vezir), Yabgu (ülkenin batı kanadını yöneten hanedan üyesi), Buyruk(Bakan), Tamgacı(Dış siyaset işlerini yürüten görevliler), Tigin: (hükümdar çocukları), Şad: (yönetici olarak tayin edilen hanedan mensupları), Tudun(denetim ve vergi işlerinden sorumlu görevli), Apa(sivil yönetici), Tarkan(ordu komutanı). Toplum Tapısı: Türkler önceleri göçebe yaşamışlar, Uygurlarla beraber yerleşik hayata geçmeye başlamışlardır. Aile Türk toplumunun temeliydi. Ataerkil bir aile yapısı vardı. Tek kadınla evlilik yaygındı. Kadın toplumda saygın bir yeri vardı. Türk toplumunda mülkiyet köle sınıfı yoktu. Boy beyleri, töreye göre boyu idare ederlerdi. Yılın belli zamanlarında toy denilen şölenler yapılmıştır. Bu eğlenceler toplumdaki birliği ve dayanışmayı artırmıştır. Türk toplumunu oluşturan birimler: Oguş (Aile), Urug (Soy), Boy, Budun (Millet), İl (Devlet). Ordu: Türk ordusu ücretli değildi. Her Türk aynı zamanda askerdi yani kadın-erkek her an savaşa hazırdı. Türk ordusunun temeli atlı askerlerden meydana geliyordu. Mete onluk sisteme dayanan ilk ordu teşkilatını kurmuştur. Türk ordusunda ok, yay, kement, kılıç, kargı, süngü, kalkan gibi silahlar kullanılmış ve savaşlarda genellikle Turan taktiği uygulanmıştı. 16 Hukuk: Türklerde yazılı olmayan hukuk kurallarına töre denilirdi. Türk hukuku ilk kez Uygurlar tarafından yazılı hale getirilmiştir. Hükümdarın başkanlık ettiği ve siyasi suçlara bakan yüksek mahkemeye yargu adı verilirdi. Yarganlar idaresindeki mahkemeler ise adi suçlara bakarlardı. Kısa süreli hapis cezaları uygulanmıştır. Din ve İnanış: Totemizm(Tabiat kuvvetlerine inanma): Dağ, ağaç, göl, kaya gibi varlıkların gizi güçlere sahip olduklarına inanırlardı. Atalar Kültü: Ölmüş büyüklere ve atalara ait hatıralar kutsal sayılır ve saygı gösterilirdi. Şamanizm: Kam veya şaman adı verilen kişilerin, kötü veya iyi ruhlarla temas sağladıklarını inanılarak, bunların büyücülük ve sihir özelliklerine başvururlardı. Türkler arasında ayrıca Mani dini, Budizm, Musevilik, Hıristiyanlık gibi dinler de yayılmıştı. Göktanrı Dini: Türklerin İslam’dan önceki en yaygın diniydi. Bu dine göre; Gök Tanrı, evreni yaratan ve gökte oturan tek bir tanrıdır. Ahiret inancı olduğu için, ölüleri atı, eşyası ve silahıyla birlikte gömüyorlardı. Cennet’e Uçmağ, cehenneme ise Tamu diyorlardı. Mezarlara(kurgan) ölünün, sağlığında öldürdüğü düşman sayısı kadar balbal adı verilen küçük heykeller dikerlerdi. Ölüleri için yuğ adı verilen cenaze törenlerinde yas tutarlardı. Ölen kişi için yakınlarına yuğ aşı verilirdi. Hunlar, Oğuz Kağan destanı İskitler(Saka), Alper Tunga ve Şu destanları Göktürkler, Ergenekon ve Bozkurt destanları Uygurlar, Göç ve Türeyiş destanları Kırgızlar, Manas destanı Bilim ve Sanat: Türkler 1 yılı 365 gün 5 saat olarak hesaplayarak, 12 hayvanlı Takvim’i oluşturmuşlardır. Bu takvimde yıllara hayvan isimleri(Sıçan, Sığır, Pars, Tavşan, Ejder, Yılan, At, Koyun, Maymun, Tavuk, Köpek, Domuz) verilmiştir. Uygurlar tahta harflerden matbaayı ve pamuktan kâğıdı yapmışlardır. Eşya ve binalarda hayvan üslubu denilen, hayvan figürlerini kullanmışlardır. Kurgan denilen mezarların başına balbal denilen heykeller dikmişlerdir. Halı dokumacılığında ilerlemişlerdir. IV. İSLAM TARİHİ VE UYGARLIĞI İSLAMİYET’İN DOĞUŞU SIRASINDA DÜNYA: Avrupa: İslam’ın doğduğu yıllarda, Avrupa’da Hıristiyanlık yayılmıştı. Kavimler Göçü sonrasında kurulan Ostrogot, Vizigot ve Frank krallıkları kurulmuştu. Orta Doğu ve Balkanlarda Bizans İmparatorluğu hâkimdi. Avrupa’da derebeylik rejimi yaygınlaşmıştı. Ekonomik Hayat: Göçebe bir hayat yaşayan Türklerin temel geçim kaynağı hayvancılıktı. Hayvancılığa bağlı olarak dokumacılık da yapılırdı. İran ve Orta Asya: İran’da Sasaniler devleti vardı ve Mecusilik inancı yaygındı. Orta Asya’da Göktürkler; Göktanrı inancı, Budizm, Mani dini ve Şamanizm inançlarına sahiptiler. Ticaret önemli bir gelir kaynağıydı. Türkler et, deri canlı hayvan, kösele, silah ve madeni ürünler, hayvansal gıdalar ve dokumalar satarlar, tarım ünleri, ipek kumaş ve giyim eşyası alırlardı. Türk ülkeleri İpek Yolu üzerindeydi. Çin-Türk mücadelesinin temel nedeni İpek Yolu’na hâkim olmaktı. Çin, Hindistan ve Japonya: Sui Hanedanının hâkim olduğu Çin’de Konfüçyüs, Taoizm, Budizm inançları yayılmıştı. Siyasi birliğin mevcut olmadığı Hindistan’da Hinduizm, Budizm gibi çeşitli dinler mevcut olup toplum, eşitsizliğe dayanan Kast sistemi ile tabakalara ayrılmıştı. Ayrıca Hazar ve Bulgar ülkelerinden başlayıp, Ural, Sibirya ve Altaylar üzerinden Çin'e giden yola Kürk Yolu deniliyordu. Türkler bu yolla sansar, samur, kunduz, vaşak gibi av hayvanlarının kürklerinin ticaretini yapıyorlardı. Özellikle demircilikte ileri gitmişlerdir. Japonya’da ise, Japonların milli dini Şintoizmin yanında Budizm ve Taoizm inançları yayılmıştı. Yazı, Dil ve Edebiyat: Türkler 38 harfli Göktürk Alfabesi ile 18 harfli Uygur Alfabesini kullanmışlardır. VIII. yüzyıla ait Orhun Kitabeleri II. Göktürk Devleti zamanında Bilge Kağan(735), Kültigin(732) ve vezir Tonyukuk(727) adlarına dikilmişlerdir. Yolluğ Tigin isimli bir Türk prensi tarafından yazılmıştır. Bu yazılar 1893 yılında Danimarkalı bilgin Vilhelm Thomsen tarafından okunmuştur. Törenlerde saz eşliğinde koşuk denilen şiirler söylenirdi. Ölüler için düzenlenen ve yuğ adı verilen törenlerde sagu denilen ağıtlar söylenmiştir. Türk atasözlerine sav denilirdi. Başlıca Türk Destanları: İslamiyet’in Doğuşu Sırasında Arabistan: Büyük bir bölümü çöllerle kaplı Arabistan, Asya’nın güneybatısında bir yarımadadır. Yarımada üç bölgeye ayrılır; Hicaz, Yemen ve Necid. Hicaz ve Yemen bölgeleri yaşamaya elverişli coğrafya ve iklime sahiptir. İslamiyet’ten önce Arabistan’da siyasi birlik kurulamamıştı. Güney Arabistan’da Main, Seba ve Himyeri devletleriyle, Kuzey Arabistan’da Nabati, Gassani, Hire ve Kinde devletleri kurulmuştu. İslam öncesi döneme cahiliye dönemi denir. Bu dönemde putperestlik inancı vardı. Arap toplumu; siyasi, sosyal, kültürel, ekonomik ve ahlaki yönden çöküntü yaşıyordu. Toplumda kadının değeri yoktu; mal gibi alınıp satılırdı. Kız çocukları diri diri toprağa gömülürdü. Arabistan’da kabileler arasında savaşlar, kan davaları, çok kadınla evlilik ve köle ticareti yaygındı. 17 Ekonominin temeli kervan ticareti olup, hayvancılık da önemli bir yer tutardı. Yemen’de tarım yapılırdı. Hicaz bölgesinde üç tane şehir vardı; Mekke, Medine ve Taif. Mekkeliler ticaretle, Medineliler tarımla geçinirlerdi. Taif Mekkeli zenginlerin yazlık şehriydi. Şehirlerde yaşayıp sanat ve ticaretle uğraşanlara medeni, çölde göçebe yaşayıp deve ve koyun besleyenlere bedevi denirdi. Kureyş kabilesinin yaşadığı Mekke’de iki aile ön plandaydı; Haşimoğulları ile Ümeyyeoğulları. Bu iki aile sürekli birbirleriyle iktidar mücadelesi vermiştir. Kabileler arasında haram aylarda savaş yapılmaz, bu aylarda Araplarca kutsal sayılan Mekke’de Ukaz Panayırı düzenlenir; alışveriş, şiir, hitabet ve at yarışları, gibi etkinlikler düzenlenir ayrıca Kâbe’deki putlar da ziyaret edilirdi. Bu etkinlikler Arabistan’da kültürel birliğin oluşmasını sağlamıştı. En yaygın inanç putperestlik olup merkezi Mekke şehriydi. Kâbe’de 360 civarında put vardı. Ayrıca Hıristiyanlık, Musevilik, Haniflik ve Mecusilik inançları da görülmekteydi. HZ MUHAMMED’İN HAYATI: Hz. Muhammed’in Çocukluğu ve Gençliği: Hz. Muhammed 571 yılında Mekke’de doğdu. Babası Abdullah, annesi Amine’dir. Hz. Muhammed Haşimoğulları ailesindendir. Dedesi Abdülmuttalip Mekke’nin ileri gelenlerinden olup Kureyş kabilesinin önderiydi. Hz. Muhammed’in babası doğmadan öldüğü için altı yaşına kadar annesi büyütmüş sonra sekiz yaşına kadar dedesi daha sonra dedesi de ölünce onu amcası Ebu Talip himaye etmiştir. Amcası Ebu Talip’in himayesinde büyüyen Hz. Muhammed ticaret kervanlarıyla Suriye ve Yemen bölgesini tanımış ticari yaşamın yöntem ve kurallarını öğrenmiştir. Hz. Muhammed gençliğinde dürüstlüğü ve güvenilirliği(El-emin) ile tanınmış Mekke’nin zengin hanımı Hz. Hatice ile evlenmiştir. Hz. Muhammed gençliğinde ticaretle uğraşmıştır. Peygamber Oluşu ve Peygamberliği: Hz. Muhammed hiçbir zaman putlara tapmamış, Haniflik inancını tercih etmiştir. Kırk yaşına geldiğinde sık sık Nur dağındaki Hira mağarasına giderek orada günlerce ibadet ve tefekküre dalıyordu. 610 yılında bir gün Hira mağarasında Cebrail meleği ilk vahiyi getirdi. İlk vahiden sonra üç yıl vahiy gelmemiş, üçüncü yıl içinde gelen vahiyle İslam’a davet görevi başlamıştır. Hz. Muhammed, İslam dinini ilk önce kendi yakınlarına tebliğ etti. Hz. Hatice, Hz. Ali, Hz. Zeyd ve Hz. Ebubekir ilk Müslüman olanlardı. Mekke Döneminde: Hz. Muhammed davetini önceleri gizlice(üç yıl), daha sonra açıkça tebliğ etmiştir. Mekkeli Müşrikler İslam’ın yayılmasını engellemek için Müslümanlara baskı ve işkence yapmaya başladılar. Mekkeli müşrikleri İslam’a karşı çıkmalarında; a) Zenginlerin ekonomik çıkarlarını kaybetmekten korkmaları, b) c) d) e) İslam’ın bütün insanları eşit olarak görmesi, İslam’ın putları yasaklaması, Geleneklere bağlılık, Kabile üstünlüğü anlayışı ve kötü alışkanlıklar, etkili olmuştur. Mekkelilerin baskı ve işkenceleri artınca, Müslümanların bir kısmı Habeşistan’a hicret etti. Habeş kralının Müslümanlara iyi davranması üzerine bir yıl sonra başka bir kafile daha Habeşistan’a gitti. İslam’ın Mekke’de yayılmaya devam etmesi üzerine müşrikler, Müslümanlara karşı boykot uygulamaya başladılar. Onlarla her türlü ilişkiyi kestiler. Bu durum üç yıl sürdü. 619 yılında Hz Hatice ve Ebu Talip öldü (Hüzün yılı). 620 yılında İslam’ı yaymak amacı ile Taif’e giden peygamberimiz orada Taifli müşriklerin şiddetli tepkileri ile karşılaşmış ve üzgün bir şekilde Mekke’ye dönmüştü. 621 yılında Medineli 12 kişi ile Akabe’de görüştü(1. Akabe Biatı). 622 yılında 73 erkek 2 kadın (2. Akabe Biatı) görüştü. Hicret ve Medine Şehir Devletinin Kuruluşu: Peygamberimiz, Hz. Ebubekir ile 622’de Mekke’den Medine’ye hicret etti. Peygamberimiz, Mekkeli Müslümanlar (muhacir) ile Medineli Müslümanları (ensar) kardeş ilan etti. Medine’de yaşayan Müslümanlar ile Yahudiler arasında bir vatandaşlık antlaşması yaptı. Peygamberimiz Medine’de bütün kan davalarını kaldırdı. Ardından Mescid-i Nebevi inşa edildi. Peygamberimiz Medine de bir şehir devleti kurmuştu. Bu devletin başkanı, yargıcı ve komutanı kendisiydi. Hicret’in Sonuçları: a) Medine İslam devleti kuruldu. b) İslam’ın yayılması için uygun bir ortam oluşmuştur. c) Hicret, Hz. Ömer’in halifelik döneminde takvim başlangıcı kabul edilmiştir. Vatandaşlık Antlaşması: a) Diyetlerle fidyelere ait kurallara önceden olduğu gibi bundan sonra da uyulacaktır b) Museviler din özgürlüğüne sahip olacaktır. c) Yahudiler ve Müslümanlar üçüncü bir tarafa savaş ilanına mecbur kalırsa birbirlerine yardım edecektir. d) İki taraf da Kureyşli müşrikleri korumayacaktır. e) Medine ye bir saldırı durumunda şehrin korunması için taraflar birlikte hareket edecektir. f) İki taraftan biri bir düşmanla barış yaparsa iki taraf da barış şartlarına uyacaktır. g) Üzerinde ihtilafa düşülen bir konuda, Allah’ın Resulü’ne başvurulacaktır. Hz. Muhammed’in Siyasi ve Askeri Faaliyetleri: Bedir Savaşı (624): Peygamberimiz Müslümanların Mekke’de kalan mallarına karşılık, Suriye’den Mekke’ye dönen bir kervanı ele geçirmek için harekete geçti. Ancak kervanbaşı Ebu Süfyan saldırıya uğrayacağını haber alarak Mekke’den yardım istedi. Mekkeliler 18 bin kişilik bir kuvvetle harekete geçtiler. Bedir’de yapılan savaşı Müslümanlar kazandılar. Savaşın Sonuçları: a) Müslümanların yaptıkları ve kazandıkları ilk savaştır. Müslümanların kendine güveni artmıştır. Mekke’nin Arabistan’daki itibarı sarsılmıştır. b) Ganimet dağıtımı ve esirlere muamele gibi konularda İslam savaş hukukunun temelleri atılmıştır. c) Esir alınan Mekkelilerden zengin olanlar fidye karşılığında, okur-yazar olanlar ise 10 çocuğa okuma yazma öğretmek şartıyla serbest bırakılmışlardır. d) Antlaşmaya uymayan Ben-i Kaynuka Yahudileri Medine’den çıkarılmıştır. Uhud Savaşı (625): Mekkelilerin, Bedir yenilgisinin intikamını almak istemeleri ve Medine Yahudilerinin kışkırtması gibi nedenlerle; Mekkeliler 3000 kişilik bir kuvvetle Medine üzerine yürüdüler. Savaş Uhud dağı eteğinde oldu, Müslümanlar okçuların yerlerini terk etmeleri yüzünden savaşı kaybettiler ve Uhud dağına doğru çekildiler. Mekkeliler de Bedr’in intikamını almış olduklarına inanarak çekip gittiler. b) Müslümanlar Kâbe’yi ertesi yıl hac mevsiminde ziyaret edecek. c) Velisinin izni olmadan Hz. Muhammed’e sığınanlar geri teslim edilecek. Mekke’ye sığınan Müslümanlar geri verilmeyecek. d) Arap kabileleri Mekkeliler ve Müslümanlardan istedikleri tarafı tutabilecekler, ancak Mekkeliler ve Müslümanlar kendilerini destekleyen kabilelere herhangi bir yardım yapmayacaklardı. Hudeybiye Antlaşmasının Önemi: a) Mekkeliler Müslümanları hukuken tanımışlardır b) İki taraf arasında gerginlik azalmış ve İslam Mekkeliler arasında yayılmıştır. c) Mekke kervanları Medine topraklarından geçmeye başlamış, Müslümanların ticari hayatı canlanmıştır. d) Antlaşma gereği Medine’ye alınmayan Müslümanlar, Mekke kervanlarına saldırmaya başlayınca, Mekkeliler Müslümanlara başvurarak antlaşmanın bu maddesinin değiştirilmesini istemişlerdir. Hayber’in Fethi (629): Hendek savaşında Hayber Yahudilerinin Mekkelileri desteklemesi sebebi ile Hayber fethedilmiştir. Savaşın Sonuçları: a) Müslümanların ilk yenilgisidir. Müslümanlar Peygamberimize itaatin önemini kavramışlardır. b) Mekkeliler, Müslümanları tek başlarına yok edemeyeceklerini anlamışlardır. c) Mekkelilerle gizlice anlaşan Ben-i Nadir Yahudileri Medine’den çıkarılmıştır. d) Peygamberimiz savaştan sonra Mekke-Medine arasındaki kabileleri kazanarak Mekke’yi yalnız bırakma gayesi gütmüştür. Hayber’in Fethiyle; a) Medine-Şam ticaret yolu güvenlik altına alınmıştır. b) Arabistan’da Müslümanlara karşı direnebilecek bir Yahudi merkezi kalmamıştır. Hendek Savaşı (627): Mekkelilerin, İslam devletine son darbeyi vurmak istemeleri, Hayber ve Medine Yahudilerinin Mekkelileri kışkırtması gibi nedenlerle, İslam ordusu yüz bin kişilik Bizans ordusuyla yaptığı savaşta yenildi. Halid b. Velid kumandayı eline alarak, daha fazla kayıp vermeden geri çekilmeyi başardı. Mekkeliler çeşitli kabilelerden topladıkları on bin kişilik bir ordu ile Medine üzerine yürüdüler. Selmani Farisi’nin teklifiyle Medine’nin kuzey bölümüne hendekler kazıldı. Mekkeliler ilk defa gördüğü bu savunma taktiği karşısında başarılı olamadılar ve kuşatmayı kaldırıp çekildiler. Savaşın Sonuçları: a) Mekkeliler savunmaya, Müslümanlar taarruza geçmişlerdir. b) Müslümanlar Medine’yi savunacak güce ulaştıklarını ispatlamışlardır. Arap kabileleri arasında İslam yayılmıştır. c) Mekkelilerle işbirliği yapan Ben-i Kureyza Yahudileri Medine’den çıkarılmıştır. Hudeybiye Antlaşması (628): Hz. Muhammet 628 yılında Kâbe’yi ziyaret etmek için 1500 kişiyle yola çıktı. Ancak Mekkeliler Müslümanların şehre girmesini engellediler. Uzun görüşmelerden sonra iki taraf arasında Hudeybiye Antlaşması imzalandı. Buna göre; a) İki taraf arasında on yıl savaş olmayacak. Mute Savaşı (629): Müslümanların Bizans ile yaptıkları ilk savaştır. Bizans’a bağlı Gassaniler’in bir Müslüman keşif kolunu pusuya düşürüp şehit etmeleri üzerine Hz. Muhammed üç bin kişilik bir orduyu Zeyd b. Harise komutasında Suriye’ye gönderdi. Mekke’nin Fethi(630): Mekkelilerin Hudeybiye Antlaşmasına uymamaları üzerine Hz. Muhammed on bin kişilik bir kuvvetle Mekke’yi fethetti. Böylece; Müslümanların karşısındaki en büyük engel ortadan kalktı. Müslümanlar en büyük güç haline geldi. İslam’ın yayılışı hızlandı. Huneyn Savaşı ve Taif Seferi (630): Müslümanları yok etmek için Hevazin ve Sakif kabileleri birleşerek Huneyn vadisinde pusu kurdular. Peygamberimiz on bin kişilik bir orduyla sefere çıktı. İslam ordusu savaşı kazandı. Müşriklerin bir kısmı Taif’e sığındı. Tebük Seferi (631): Bizans’ın büyük bir orduyla Arabistan üzerine yürüdüğü haberi üzerine Hz. Muhammed otuz bin kişilik orduyla Suriye’ye sefere çıktı. Haberin asılsız olduğu anlaşılınca geri döndü. Veda Haccı ve Peygamberimizin Vefatı: Peygamberimiz 632’de veda haccını yaptı. Mekke’ye gelen Hz. Muhammed, Arafat dağının eteğinde kalabalık bir Müslüman topluluğuna bir konuşma yaptı. 19 Peygamberimiz Veda Hutbesi’nde bütün insanların eşit olduğunu, bütün Müslümanların birbiriyle kardeş olduğunu, birbirlerinin canlarına ve mallarına kastetmemelerini, cahiliye döneminde görülen kötü alışkanlıkların, kumarın, kan davalarının ve zulmün kaldırıldığını belirtti. Peygamberimiz, Veda Haccı’ndan sonra Şam ticaret yolunun güvenliğini sağlamak için Bizans üzerine bir sefere karar verdi ve bir ordu hazırladı. Ordunun başına Üsame Bin Zeyd’i tayin etti. Bu sırada hastalanarak 08 Haziran 632 tarihinde 63 yaşındayken vefat etti. DÖRT HALİFE DEVRİ (632-661): Halife: Peygamberimizden sonra İslam devletinin başına geçen ve onun peygamberliği dışındaki devlet başkanlığıyla ilgili tüm yetkilerine sahip olan kişidir. Dört Halife döneminde halifeler seçimle devlet başkanı olmuşlardır. Hz. Ebubekir Dönemi (632- 634) Hz. Ömer’in teklifiyle halife Hz. Ebubekir seçildi. Onun halife seçilmesinde, ilk Müslümanlardan olması, önemli işlerde Hz. Muhammed’in onu vekil yapması, maddi ve manevi en fazla fedakârlık yapanlardan birisi olması etkili oldu. Üsame b. Zeyd komutasındaki ordu Suriye’ye gönderilmiş, yöredeki kabileleri egemenliği altına alarak geri dönmüştür(632). Hz. Ebubekir devrinde yalancı peygamberler ortadan kaldırılmıştır (Müseyleme, Tuleyha, Esved El-ensi, Sicah). Zekât vermeyen kabileler itaat altına alındı. Kur’an-ı Kerim kitap haline getirildi (Zeyd b. Sabit başkanlığındaki heyet). Hz. Ebubekir Dönemi Fetihleri: Halid b. Velid emrindeki ordu Hire bölgesini ele geçirdi. Amr b. As komutasındaki ordu Filistin bölgesinde, Ebu Ubeyde b. Cerrah emrindeki ordu ise Şam’ın güneyinde, fetihlere girişti. Halid b. Velid Bizanslıların üzerine gönderdiği Gassani birliklerini Ecnadin’de bozguna uğrattı. İslam orduları Yermük Savaşını (634) kazandılar, böylece Suriye’nin kapıları açılmış oldu. Hz. Ömer Dönemi (634- 644): Irak, İran ve Horasan’ın Fethi: Kadisiye Savaşı (636): Sa’d b. Ebi Vakkas komutasındaki ordu Kadisiye’de Sasani ordusunu yendi. Irak Müslümanların eline geçti ve İran yolu açıldı. Sasanilerin başkenti Medain ele geçirildi (637). Daha sonra Ahvaz ve ve Huzistan Müslümanların eline geçti. Nihavend Savaşı (642): Numan b. Mukarrin emrindeki İslam ordusu Nihaved savaşını kazanınca Sasani Devleti yıkıldı. İran Müslümanları eline geçti. Suriye, Filistin ve Mısır’ın fethi: Yermük savaşından sonra, Ebu Ubeyde b. Cerrah’ın emrindeki İslam ordusu Şam’ı ele geçirdi. Daha sonra Suriye’nin fethi tamamlandı(639). Suriye’nin fethedildiği yıl Kudüs kuşatıldı. Patriğin isteği üzerine Hz. Ömer bizzat gelerek Kudüs’ü teslim aldı. Amr b. As, 639’da Mısır üzerine yürüyerek 642’de Mısır’ı fethetti. İslam Devleti’nin örgütlenmesi: a) Ülke toprakları idari birimlere ayrıldı ve illere valiler atandı. b) Mali ve askeri divanlar kuruldu. c) Adli teşkilat oluşturularak illere kadılar atandı. d) Düzenli ordu kuruldu. Ordugâh şehirler kuruldu(cünd). e) Devlet hazinesi; Beytülmal oluşturuldu. f) Askeri ikta sisteminin temelleri atıldı. g) Askeri posta teşkilatı kuruldu. h) Hicri takvim kabul edildi. Hz. Osman Dönemi (644- 656): Yapılan Fetihler: 651: Ahnef b. Kays emrindeki İslam ordusu Horasan ve Toharistan’ı fethederek Ceyhun ırmağına ulaştı. Müslümanlar Türklerle ilk defa karşılaştılar. 652: İslam orduları Kafkasları aşarak Hazar ülkesine girdiler. Belencer’de yenilip Kafkasların güneyine çekildiler. 646: İskenderiye önlerinde Bizanslıları Amr b. As mağlup etti. 647: Mısır Valisi Abdullah b. Sa’d, Libya çölünü aşarak Tunus’u ele geçirdi. İlk İslam donanmasını Muaviye b. Ebu Süfyan kurdu. 649- 653: Kıbrıs vergiye bağlandı. 655: Zatüs-Savari deniz savaşında Bizans donanması yenilgiye uğratıldı. Girit ve Malta adalarına seferler yapıldı, Rodos fethedildi. Kur’an-ı Kerim’in Çoğaltılması: Fetihlerle birlikte sınırların genişlemesi, İslam’ın yayılması, insanların dini kaynağından öğrenme ihtiyacının artması üzerine Kur’an çoğaltılarak önemli merkezlere gönderilmiştir. Böylece Kur’an-ı Kerim’in aslı korunmuş, Müslümanların inançlarını kaynağından daha kolay bir şekilde öğrenmeleri sağlanmıştır. İç Karışıklar ve Hz. Osman’ın Şehadeti: Ümeyye ailesinden olan kişilerin yönetimde etkin hale gelmeleri ve bazı valilerin kötü uygulamaları sebebiyle Mısır, Kufe, Basra ve Şam’da isyanlar çıkmıştı. Mısır, Kufe ve Basralı isyancılar Medine’ye gelerek halifeden Mısır valisinin değiştirilmesini istediler. Hz. Osman bu isteği reddedince, isyancılar halifenin evini kuşattılar ve onu şehit ettiler. Hz. Ali Dönemi (656- 661): Hz. Ali dönemi iç karışıklar içinde geçmiş ve bu dönemde fetihler olmamıştır. Hz. Ali halifeliğini kabul etmeyen Hz. Aişe, Talha ve Zübeyir’in başını çektiği muhalif grup ve Şam valisi Muaviye’nin başını çektiği grup ile mücadele etmiştir. Cemel Vakası (656): Bu olayda Hz. Ali, Hz. Aişe, Talha ve Zübeyir’in başını çektiği muhalif grubu yenerek dağıtmıştır. Hz. Aişe’nin devesinin etrafında geçtiği için Cemel (deve) olayı adını almıştır. Bu olaydan sonra Hz. Ali başkenti Kufe’ye taşımıştır. Sıffin Savaşı (657): Hz. Ali, halifeliğini kabul etmeyen Şam valisi Muaviye ile Sıffin’de savaştı. 20 Savaşta kesin sonuç alınamayınca, taraflar kimin halife olması gerektiği konusunu hakemlerin kararına bıraktılar. Ancak hakemlerin verdiği karar da tarafları memnun etmeyince Hz. Ali’nin ordusunda bölünmeler oldu. Böylece üç muhalif grup ortaya çıktı: Hz. Ali taraftarları (Şiiler), Hariciler, Hz. Ali’nin Şehadeti: Hariciler Hz. Ali, Muaviye ve Amr b. As’ı öldürmek için eş zamanlı bir suikast planı hazırladılar. Bu suikastta Hz. Ali, Abdurrahman b. Mülcem adındaki bir harici tarafından şehit edildi. Muaviye ve Amr ise kurtuldular. Hz. Ali’nin şehadetiyle dört halife dönemi sona erdi. EMEVİLER DEVRİ (661-750): Hz. Ali’nin şehadetinden sonra Kufe halkı, Hz. Hasan’ı halife seçti. Ancak Hz. Hasan Muaviye ile mücadele edemeyip bir anlaşma yaparak halifelikten çekildi. Muaviye, Hz. Hasan ile yaptığı anlaşmaya göre; kendisinden sonra, Hz. Hasan’ın küçük kardeşi Hz. Hüseyin’in halife olmasını kabul etmişti. Ancak Hasan’ın ölümünden sonra antlaşmaya aykırı olarak oğlu Yezid’i veliaht tayin etti. Böylece Muaviye döneminde halifelik saltanata dönüştü. Devletin merkezi Kufe’den Şam’a taşındı. Muaviye’nin halife olmasıyla İslam tarihinde Emeviler devri başlamış oldu. Muaviye Dönemi (661- 680): a. Bizans Üzerine yapılan Seferler: b. I. İstanbul Kuşatması (668), Süfyan bin Avf El-Ezdi kumandasında yapıldı. Bu seferde Ebu Eyyub El-Ensari şehit düştü. c. II. İstanbul Kuşatması (674), beş yıl sürdü ve İslam donanması ağır kayıplar verdi. d. 2. Doğuda ve Batıda Yapılan Fetihler: e. Doğuda merkezi Merv olan Horasan vilayeti kuruldu ve 50 bin asker buraya yerleştirildi. f. İslam orduları Maveraünnehir’e girerek Buhara, Semerkant ve Tirmiz şehirlerini vergiye bağladı. g. İslam orduları Tunus’u fethettiler. Ukbe bin Nafi, 670’de Kayravan şehrini kurarak askeri bir üs haline getirdi. Yezid Dönemi (680- 683): Kerbela Olayı (680): Hz. Ali’nin oğlu Hz. Hüseyin, Yezid’in halifeliğini tanımadı. Bu arada Kufeliler Hz. Hüseyin’i halife seçmek için onu Kufe’ye davet ettiler. Ancak Kerbela denilen yerde Hz. Hüseyin ve arkadaşları Yezid’in askerleri tarafından şehit edildiler. Muhtar Es-Sekafi İsyanı: Abdülmelik devrinde, Irak’ta Muhtar, Hz. Hüseyin’in intikamını almak bahanesiyle isyan etti. Ancak Hicaz’da isyan eden Abdullah Bin Zübeyr ile arası açıldı. Abdullah kardeşi Musab emrinde büyük bir orduyu Kufe’ye göndererek Muhtar’ı öldürttü. b) Devlet Teşkilatında Yapılan Yenilikler: Arapça resmi dil ilan edildi, Devlet dairelerinde Araplara görev verildi. İlk İslam parası bastırıldı. Posta teşkilatı kuruldu. I. Velid Dönemi (705- 715): a) Anadolu ve Kafkasya’da yapılan Fetihler: İslam orduları Adana, Ankara, Ereğli ve Amasya’yı aldılar. Azerbaycan ve Kafkasya seferinde Bender ve çevresi ele geçirildi. b) Kuzey Afrika ve İspanya’da Yapılan Fetihler: Musa bin Nusayr emrindeki İslam ordusu Berberileri yenerek Kuzey Afrika’ya hâkim oldu. Tarık bin Ziyad emrindeki 12.000 kişilik İslam ordusu Cebel-i Tarık boğazını geçerek İspanya’ya geçti. Kadiks Savaşı’nda Vizigot kralı Rodrik’i’te yenerek bu krallığa son verdi (711). Daha sonra Müslümanlar bütün İspanya’yı fethettiler ve buraya Endülüs adını verdiler. c) Maveraünnehr ve Türkistan’da Yapılan Fetihler: 705 yılında Horasan valisi Kuteybe bin Müslim Toharistan’a girerek Buhara, Semerkant, Fergana ve Belh şehirlerini fethetti. 712 yılında Emevi orduları Hindistan’ın İndüs bölgesini fethettiler. Ömer Bin Abdülaziz Dönemi (717- 720): Dürüstlüğü ve adaletiyle meşhur olan Ömer, devrinde Şiilere hoşgörülü davrandı. Ehl-i Beyt’e hakaret edilmesini yasakladı. V Vergilerin adil bir şekilde toplanmasına çalıştı. II. Yezid Dönemi (720- 724): Emevilerin çöküş döneminin başladığı bir dönem olarak değerlendirilir. İsyanlar, Arap kabileleri arasındaki rekabet ve savaşlar başladı. Hişam Dönemi (724- 743): Puvatye Savaşı (732): Emevilerin Endülüs valisi Abdurrahman ElGafıki, Frank kralı Charles Martel emrindeki Frank ordusuyla Puvatye’de (Poitiers) yaptığı savaşta yenilerek geri çekildi. Bu savaş, Müslümanların Batı Avrupa’daki fetihlerinde bir dönüm noktası oldu; Müslümanlar Avrupa karşısında gerilemeye başladı. Kerbela Olayı, Emevi hanedanına olan düşmanlığı artırdı. İslam dünyasındaki ayrılıklar (Şii-Sünni) daha da derinleşti. Doğudaki Fetihler: Horasan valisi Nasr bin Seyyar Maveraünnehr’in doğusundaki Türk illerinin bir kısmını zapt etti. Emevilerle Hazarlar arasındaki savaşlar devam etti. Mervan bin Muhammed 737’de Hazarları mağlup etti. 740- 741 yıllarında Bizans’la savaşlar yapıldı. Abdülmelik Dönemi (685- 705): a) İç Karışıklıklar ve Bunların Giderilmesi: Abdullah bin Zübeyr’in Hilafet Davası: Hz. Ebubekir’in torunu Abdullah bin Zübeyir, kendisini Hicaz’da halife ilan etmişti. Abdülmelik’in gönderdiği Haccac bin Yusuf, Mekke’yi muhasara etti. Abdullah bu muhasarada öldü. İç Olaylar: Hz. Hüseyin’in torunu Zeyd Irak’ta isyan etti, fakat isyan bastırıldı. Kuzey Afrika’da Berberiler isyan ettiler. Abbasoğulları Emevilere karşı mücadeleye başladılar. 21 II. Mervan Dönemi (744- 750): Hem Haricilerle hem de Abbasoğullarıyla mücadele etmek zorunda kaldı. Yaptığı mücadelede Haricilerin büyük bir kısmını ortadan kaldırdı. Horasanlı Ebu Müslim’in İran’da çıkardığı isyan genişleyerek İran ve Irak’a yayılmıştı. Ebu Müslim Abbasilerden Ebul-Abbas Abdullah’ı Kufe’de halife ilan etti. II. Mervan, isyancılarla Zap ırmağı kıyısında yaptığı savaşta yenildi ve Mısır’a kaçtı. Orada yakalanarak öldürüldü. Böylece 89 yıl süren Emevi saltanatı sona erdi. İslam tarihinde Abbasi hanedanı iktidarı ele geçirdi. Abbasiler, Emevi hanedanından yakaladıkları herkesi öldürdüler. Emevilerin Yıkılma Sebepleri: a) Arap milliyetçiliği yapmaları, b) Ehl-i Beyt’e ve Şiilere düşmanca davranmaları, c) Haricilerin faaliyetleri, d) Arap kabileleri arasında yeniden ortaya çıkan rekabet ve savaşlar, e) Emevi ailesi arasındaki geçimsizlik, f) Fetihlerin durması. ENDÜLÜS EMEVİ DEVLETİ (756-1031): Devletin Kuruluşu ve Gelişmesi: Devletin kurucusu Emevi hanedanından olan I. Abdurrahman, başkenti Kurtuba’dır. Abdurrahman, iç karışıklıkları önledi. Frank kralı Şarlman ile savaştı. Abbasi halifesi Mansur’un gönderdiği kuvvetleri yenilgiye uğrattı. Ülkede eğitim, bilim, kültür ve tarımın gelişmesine çalıştı. II. Abdurrahman döneminde de devlet kültür ve uygarlık yönünden çok ilerledi. III. Abdurrahman ve Zamanı: III. Abdurrahman dönemi devletin en parlak dönemidir. Bu dönemdeki gelişmeler: III. Abdurrahman önce ülke içindeki iç karışıklıkları giderip huzur ve düzeni sağladı. Hıristiyan krallıkların(Leon ve Navar) saldırılarını durdurdu. Kuzey Afrika’ya ordu göndererek Fas’ı ele geçirdi. İlk defa halife unvanını kullandı. Böylece İslam dünyasında Bağdad, Mısır ve Endülüs’te üç halife ortaya çıktı. Bilim ve sanat faaliyetlerine büyük önem vererek pek çok şehirde medreseler kurdurdu. Devletin Parçalanması: II. Hişam’ın tahttan indirilmesiyle (1031) Endülüs Emevi Devleti dağıldı ve ülkede 14 bağımsız beylik kuruldu. Bu beyliklere Tevaif-i Müluk denir. Tevaif-i Müluk döneminde beylikler arasındaki mücadeleler yüzünden kuzeydeki Hıristiyan krallıkların baskıları ve saldırıları arttı. Bu beylikler bu saldırılara karşı Kuzey Afrika’daki Murabıtlar ve Muvahhidler devletlerinden yardım istediler. Murabıtlar (1061- 1147): Kuzey Afrika’da Berberilerin kurduğu Müslüman bir devlettir. Murabıtlar, buradaki Müslüman beylikleri Hıristiyanların saldırılarından korumuşlardır. Yusuf b. Taşfin, kral Alfons’u Zelleka’da yenmiştir. Muvahhidler(1147- 1212): Muvahhidler de İspanya’daki Müslümanları yüzyıla yakın bir süre Hıristiyanlara karşı korumuşlardır. Ancak Muvahhidler 1212 yılında Hıristiyan ittifakı karşısında yenilgiye uğrayıp Endülüs’ten çekildiler. Muvahhidler Endülüs’ten çekildikten sonra, Hıristiyan krallıklar (Kastilya, Aragon, Navar, Portekiz) birlikte hareket etmeye başladılar. Kastilya kralı Ferdinand Endülüs’ün merkezi Kurtuba’yı aldı. Müslümanlar ülkenin güneyine çekilerek burada Beni Ahmer Devleti’ni kurdular. Beni Ahmer Devleti(1232- 1492): Beylikler içinde en uzun süre yaşayan devlettir. Başkenti Gırnata idi. Siyasi bir güç olmaktan çok, kültür ve medeniye alanında büyük gelişme gösterdi. Endülüs’te İslam Varlığının Sona Erdirilmesi: 1492 yılında Beni Ahmer Devleti yıkılınca Endülüs’teki İslam hâkimiyeti sona erdi. İspanyollar bir taraftan büyük katliamlar yaparken, diğer taraftan da Müslümanların meydana getirdikleri kültür ve sanat eserlerini yok ettiler. Endülüs’ün İslam Kültür ve Medeniyetindeki Yeri: Endülüs Emevileri ve beylikler döneminde kültür ve uygarlık çok gelişmişti. Pek çok Avrupalı öğrenci Endülüs medreselerinde öğrenim görüyordu. İslam uygarlığı Endülüs aracılığıyla Avrupa’ya taşınmıştır. ABBASİLER (750-1258): Ebu’l-Abbas Abdullah (Seffah) Dönemi (750–754): Abbasilerin soyu Hz. Muhammed’in amcası Abbas’a dayandığı için bu hanedana Abbasiler denilmiştir. İlk halife Ebu’l-Abbas Abdullah’tır. İç isyanları bastırmıştır. Devletin merkezini Şam’dan Haşimiye’ye taşımıştır. Ebu Cafer Mansur Dönemi (754–775): İç isyanları bastırarak huzur ve güveni sağlamıştır. Hindistan sınırlarına ve Anadolu içlerine seferler yaptırdı. Bağdad şehri kurularak devletin merkezi haline getirildi. Vezirlik teşkilatı kuruldu ve ilk vezir Halid Bin Bermek oldu. Bilimsel ve kültürel etkinliklere büyük önem verildi. Eski Yunan düşünürlerinin eserleri Arapça’ya çevrildi. Harun Reşid Dönemi (786–808): Abbasilerin en parlak dönemidir. Türklerden oluşan bir hassa ordusu kurularak Bizans sınırında teşkil edilen Avasım eyaletine yerleştirildi. Bu eyalete Diyarbakır, Malatya, Maraş, Antakya, Misis, Adana ve Tarsus şehirleri bağlandı. Bizans üzerine 797, 804 ve 806 yıllarında seferler düzenlenerek yıllık vergiye bağlandı. Bilginler ve sanatkârlar desteklendi. Bağdad dönemin önemli bilim ve kültür merkezi oldu. 22 Frank kralı Şarlman’ın isteği üzerine Hıristiyan hacıların Kudüs’ü serbestçe ziyaret etmelerine izin verildi. Yine bu dönemde Tunus’ta Ağlebiler Devleti ortaya çıktı. Memun Dönemi (813- 833): Bilim ve kültür alanında gelişmeler oldu. Eski İran ve Hint eserleri Arapçaya çevrildi, Beytü’l-Hikme kuruldu, Bağdad ve Şam’da iki rasathane açıldı. Birçok kütüphane açıldı. Matematik ve astronomi bilimleri gelişti. Dünyan yuvarlak olduğu ve yaklaşık olarak hacmi hesaplandı. Yine bu dönemde dini konularda aklı ön planda tutan Mutezile mezhebi güç kazandı. Mutasım Dönemi (833- 842): Annesi Türk olan Mutasım döneminde orduda Türklere önemli görevler verildi. Türklerden oluşan bir ordu kuruldu ve Samarra şehrine yerleştirildi. İç isyanların bastırılmasında ve Bizans’a karşı yapılan savaşlarda Türklerden yararlandı. Mutasım devrinde orduda Türk komutanların etkinliği arttı. Abbasi Devletinin Dağılması: Vasık döneminde de Türklerin etkisi artmaya devam etti ve komutanlara emirü’l-ümera unvanı verildi. Halifelerin otoriteleri gitgide azalmaya başladı. Vasık’tan sonra halife olan Mütevekkil, Türklere karşı askeri birlikler kurmak istedi fakat öldürüldü. Onun ölümünden sonra Abbasi Devleti ağılma sürecine girdi. İslam dünyasında Tevaif-i Müluk denilen devletler kuruldu. Tevaif-i Müluk: a) İdrisiler (789- 974): Hz. Ali soyundan geldiği söylenen I. İdris tarafından Fas’ta kurulmuş, bir süre Endülüs Emevileri egemenliğine giren bu devlete Fatımiler son vermiştir. b) Ağlebiler (800- 909): Harun Reşid döneminde Kuzey Afrika valisi İbrahim bin Ağleb tarafından kurulmuş, Tunus, Cezayir ve Sicilya’ya hâkim olan devlet Abbasilere bağlı olarak yaşamıştır. Fatımiler bu devlete son vermiştir. c) Tolunoğulları (868- 905): Ahmed bin Tolun tarafından Mısır’da kurulan ilk Müslüman Türk devletidir, Abbasiler son vermiştir. d) İhşidiler (935- 969): Muhammed bin Tuğç El-İhşid tarafından Mısır’da kurulan ikinci Türk devletidir. Suriye ve Hicaz bölgelerine hâkim olan bu devlete Fatımiler son verdi. e) Fatımiler (910- 1171): Ubeydulah tarafından Tunus’ta kurulan bu devlet, Mısır, Suriye ve Hicaz’ı ele geçirmiştir. Bu devlete Eyyubiler son vermiştir. f) Tahiroğulları (821- 875): İran ve Horasan’da Tahir bin Hüseyin tarafından devletin merkezi Merv idi. Saffariler Horasan’ı alarak bu devlete son verdiler. g) Saffariler (867- 1500): Yakub bin Leys Es-Saffar tarafından kurulan bu devlet Samanoğulları, Selçuklular, Gurlular, Moğollar ve Timur Devleti’ne bazen bağlı bazen de müstakil olarak 15. yüzyılın sonuna kadar varlığını sürdürdü. h) Samanoğulları (874- 999): Nasr bin Ahmed tarafından kurulan, Horasan ve Maveraünnehr’e hâkim olan bu devletin toprakları Karahanlı ve Gazneli devletleri tarafından paylaşılmış ve egemenliğine son verilmiştir. i) Büveyhiler (945- 1055): İran ve Irak’ta hüküm süren ve Şii mezhebine bağlı olan bu devlet Fatımilerle işbirliği yapmıştır. Bu devlete Selçuklular son vermiştir. TÜRKLERİN İSLAM DÜNYASINDA KORUYUCU ROL ALMALARI: X. Yüzyılda Abbasi Devleti zayıflamış ve dağılmaya başlamıştı. Bu sırada İslam dünyasında siyasi ve dini çatışmalar vardı; Zerdüştlük, Mazdeizm ve Bâtınilik gibi yıkıcı akımlar ortaya çıkmıştı. Bunun yanı sıra Bizans, İslam dünyasını tehdit ediyordu. Devletin karşılaştığı bu meseleler Türklerin yardımıyla düzeltildi. Gerek Bizans’a karşı yapılan savaşlarda gerek iç karışıklıkların düzeltilmesinde Türkler önemli görevler üstlendiler. Türkler Haçlı Seferlerinde İslam dünyasını Haçlı saldırılarından korudular. Ayrıca, Büyük Selçuklu sultanı Tuğrul Bey, 1055 yılında Bağdad’a girerek Abbasi halifesini Büveyhilerin baskısından kurtardı. Böylece İslam dünyası Türklerin koruyuculuğu altına girdi. MOĞOL İSTİLASI VE ABBASİ DEVLETİNİN YIKILIŞI: Selçuklu devletinin parçalanmasından sonra (1157), Abbasiler Harzemşahların tehdidiyle karşılaştılar. 1206 yılında Moğollar Cengiz Han’ın liderliğinde saldırıya geçerek Harzemşahlar devletine son vermişlerdi. Harzemşahların ortadan kalkmasıyla Abbasiler Moğol tehdidiyle karşı karşıya kalmışlardı. İran’da kurulan İlhanlı Devleti’nin hükümdarı Hülagu 1258 yılında Bağdad’ı ele geçirerek büyük bir katliam yaptı ve halifeyi öldürttü. Böylece 508 yıl süren Abbasi Devleti sona erdi. Abbasi hanedanından Mısır’a kaçan Mustansır, Memluk devletinin himayesinde halife ilan edildi. Abbasi halifeliği Osmanlı padişahı Yavuz Sultan Selim’in 1517 yılında Mısır’ı almasına kadar devam etti. İSLAM KÜLTÜR VE MEDENİYETİ Toplum Yapısı: Hz. Muhammed ve dört halife devirlerinde yöneticiler halktan biri gibi davranmıştır. Emeviler yöneticiler lüks ve gösteriş içinde yaşamaya başlamışlardır. Emeviler devrinde Araplar kendilerini diğer Müslümanlardan üstün gördüler Devlet görevleri sadece Araplara verildi. Bu dönemde halk dört sınıfa ayrıldı: Müslüman Araplar, Mevali (Arap olmayan Müslümanlar), Zımmiler (Haraç ve cizye veren gayrimüslimler), Köleler Abbasiler, Arapları üstün gören anlayışı terk ederek onu yerine bütün Müslümanlara eşit ve hoşgörülü davranmışlardır. Yönetimde İranlılara, ordu teşkilatında ise Türklere görev vermişlerdir. Devlet Yönetimi: Hicretten sonra İslam devleti kurulmuş, bu devlet içinde Müslümanların yanında Yahudi ve Hıristiyanlara da haklar tanınmıştı. Devlet başkanı Hz. Muhammed idi. Hz. Muhammed’den sonra devletin başına halife denilen devlet başkanları geçti. Dört halife döneminde halifeler seçimle işbaşına geldiler. 23 Emeviler döneminde halifelik saltanata dönüştü. Emeviler çok güçlü bir merkezi yönetim kurarak ülkeyi eyaletlere ayırdılar. Eyaletlere güvendikleri adamlarını vali olarak atadılar. Yönetimde hep Araplara görev verdiler. İslam’dan önce Araplar arasında var olan kavmiyetçilik Emeviler devrinde yeniden ortaya çıktı. Düzenli çalışan bir posta örgütü kurarak haberleşmeye önem verdiler. Arapçayı resmi dil ilan ettiler. İlk İslam parasını bastırdılar. Abbasiler devrinde vezirlik teşkilatı kuruldu. Devlet işleri divan denilen kurullarda görüşülmeye başlandı. Bu divanlar: a) Divanü’l-Harac: Mali işler, b) Divanü’l-Ceyş: Askerlerin maaş ve ihtiyaçları, c) Divanü’l-Beyti’l-Mal: Gelir ve giderler, d) Divanü’l-Berid: Posta ve casusluk işleri, e) Divanü’l-Mezalim: İdari ve adli meseleler. Ordu: Hz. Muhammed döneminde ordu gönüllülerden oluşuyordu. İlk düzenli ordu Hz. Ömer devrinde kurulmuş, askere maaş ödenmeye başlamıştı. Sınırların genişlemesiyle birlikte fetih alanlarına yakın yerlerde ordugâh şehirler(Kufe, Basra, Şam, Fustat, Kahire) kurulmuştur. Emeviler devrinde ordu sürekli hale getirildi. Orduda Arapların dışında Berberiler, İranlılar ve Türkler de görev almaya başladı. Abbasiler devrinde orduda Türklerin etkinliği arttı. İlk donanma Şam valisi Muaviye tarafından kuruldu ve kısa zamanda Bizans’la boy ölçüşebilecek duruma geldi. Donanma komutanına emirü’l-ma denilirdi. Dil ve Edebiyat: Arapça Abdülmelik döneminde resmi dil olarak kabul edildi, daha sonra fetihler ve İslam’ın yayılmasına paralel olarak yaygınlaştı. Cahiliye devrinde yaygın olan güzel söz ve şiir söyleme geleneği Emeviler devrinde yeniden canlandı. Pek çok meşhur şair yetişti. Eğitim ve Öğretim: İslam dini eğitim ve öğretime büyük önem vermiş, Kur’an ve hadislerde eğitim ve öğretim teşvik edilmiştir. Peygamberimiz, döneminde ashab-ı suffa için Mescid-i Nebevi’nin bir kısmını tahsis etmiş ve onların sadece eğitim ve öğretimle meşgul olmalarını sağlamıştı. Abbasiler devrinde medreseler açıldı. Me’mun zamanın da Bağdad’ta Beytü’l-Hikme kuruldu. Selçklular devrinde Nizamiye Medreseleri açıldı. Endülüs Emevi Devleti eğitim ve öğretime çok önem vermiş ve pek çok şehirde medreseler kurulmuştur. Kurtuba Medresesi döneminin en meşhur bilim kurumlarından biriydi. Bağdad ve Kurtuba kütüphaneleri çok zengindi. Bilim ve Sanat: İslam devleti fetihlerle sınırlarını genişlettikçe İran, Yunan, Mısır, Türk ve Çin uygarlıklarıyla karşılaştı ve bu uygarlıklarla İslam uygarlığı arasında etkileşim başladı. Bunun sonucunda ilk ilmi çalışmalar Emeviler devrinde başlamış, Abbasiler devrinde büyük bir gelişme kaydetmiştir. Özellikle tıp, fen ve felsefe alanlarında pek çok çalışma yapılmıştı. Emeviler devrinde Basra ve Kufe, Abbasiler devrinde Bağdad, Endülüs Emevileri devrinde Kurtuba önemli kültür merkezleri haline gelmişti. İslam uygarlığının doğuşunda Kur’an ve Sünnet temel kaynaklar olduğu gibi, eski Yunan, İran ve Hint uygarlıklarının da etkileri olmuştur. Abbasiler devrinde tercüme faaliyetleri yoğunlaşmıştır. İslam Kültürü Açısından Bilimlerin Tasnifi: Nakli İlimler: Vahye dayalı bilim dallarıdır. Dini bilimler de denilir. Tefsir: Zemahşeri, Razi, Taberi, Kurtubi… Hadis: Buhari, Müslim, Nesai, Tirmizi… Kelam: Gazali, Akli Bilimler: İnsanların yaptığı araştırmalarla ortaya konulan bilimlerdir. Tarih: Taberi, Mes’udi, İbni Haldun, İbnü’l-Esir… Coğrafya: Mes’udi, İbni Batuta, İdrisi, Harezmî, Felsefe: Kindi, Farabi ve İbni Sina Tıbb: İbni Sina, İbni Miskeveyh Astronomi: Bediü’l-Usturlabi, Biruni, Ömer Hayyam Matematik: Harezmî, Abdülhamid İbni Türk, Sabit bin Kurra, Battani, İbni Cemşid, Ali Kuşçu, Kimya: Cabir bin Hayyam, Razi, Biruni, İbni Sina. Bazı Önemli Bilimsel Gelişmeler: a) Eski Yunan, Hind ve İran’ın bilim ve sanat eserleri Arapçaya çevrildi. b) Bağdad’ta halk sağlığı alanında çalışma yapan dünyanın ilk hastanesi açıldı. c) Bediü’l-Usturlabi, usturlab denilen aleti geliştirdi. d) İbni Yusuf ve Ömer Hayyam, halife Hakem onuruna bir astronomi cetveli düzenlediler. e) Matematikçiler Hind kitaplarından trigonometriyi kullanmayı öğrendiler. f) Harezmî ve Abdülhamid İbni Türk cebir ve trigonometriyi geliştirip logaritmayı buldular. g) Ömer Hayyam ikinci dereceden denklemlerin cebir ve geometri yoluyla çözümünü buldu. Sanat: İslam sanatında en çok mimarlık alanında gelişme olmuş; camiler, medreseler, türbeler, kütüphaneler, saraylar, köprüler, hanlar, çeşmeler, kervansaraylar gibi eserler yapılmıştır. İlk mescit Kuba Mescidi’dir. Şam, Kudüs camileri, Kayrevan Seydi Ukba Camii, Medinetüzzehra Camii, Tuleytula ve Bib-Mardun Camii önemli camilerdir. Gırnata El-Hamra Sarayı, Medinetüzzehra’daki halifelik sarayı önemli sivil mimari örnekleridir. Bu yapılar arabesk ile süslenmiştir. Askeri mimari eserleri; surlar, kaleler ve gözetleme kuleleridir. 24 İslam’ın resim ve heykeli yasaklaması, bu sanatların gelişmesini engellemiştir. Bunun yerine minyatür, hat, oymacılık, kakmacılık, sedef işlemeciliği, dokumacılık, halıcılık gibi sanatlar ile şiir ve müzik gelişmiştir. Ekonomik Hayat: Hz. Muhammed devrinde ekonominin temeli ticaret, hayvancılık ve tarıma dayanıyordu. Hulefa-i Raşidin, Emeviler ve Abbasiler devirlerinde ise vergiler ve ganimetler ekonominin kaynağını oluşturmuştur. İlk İslam parası Abdülmelik zamanında bastırıldı. Devletin gelirleri beytülmalde (devlet hazinesi) toplanırdı. Başlıca gelir kaynakları; zekât, öşür, haraç, cizye ve ganimetlerdi. Zekât: Zengin Müslümanların mallarının verdikleri mallarının 1/40’ı oranında verdikleri vergidir. Öşür: Müslümanlardan 1/10 oranında alınan ürün vergisi. Haraç: Gayrimüslimlerden alınan toprak vergisi Cizye: Hıristiyan ve Yahudilerden alınan baş vergisi Ganimet: Savaşlarda düşman ordusundan ele geçirilen maldır. Bunun 1/5’i beytülmale bırakılırdı. Tarım; verimli tarım alanlarının fethiyle önem kazanmış, Abbasiler döneminde bir devlet politikası haline gelmiştir. Ticaret yolları üzerindeki şehirler gelişmişti. Ticareti geliştirmek amacıyla yollar üzerinde hanlar ve kervansaraylar yapılmıştı. Buhara, Semerkant, Şam, Bağdad, Basra, İskenderiye, Kayravan, Kurtuba ticaret yolları üzerindeki önemli merkezlerdi. Sanayide özellikle dokuma sanayii, madencilik, kuyumculuk, dericilik, seramik, parfüm, ilaç yapımı, cam, gemi yapımı ve silah sanayi gelişmişti. Müslümanların Çinlilerden öğrendiği kâğıt yapımı, Haçlı seferleri sırasında Avrupa’ya geçmiştir. Müslüman tacirler Basra körfezi ve Kızıldeniz yoluyla Hindistan ve Çin’e şeker, pamuk, yünlü ve ipekli dokumalar, kâğıt, mobilya, seramik, madeni ve cam eşya götürüyor, dönüşte ipek, baharat ve ıtriyat getiriyorlardı. İslam Kültürünün Diğer Kültürler Arasındaki Yeri ve Avrupa’ya Etkileri: İslam kültür ve medeniyetinin temeli, Kur’an ve sünnete dayanır. Bununla birlikte Eski Yunan, Hind, Çin ve İran kültürlerinden de etkilenmiş ve tamamen kendine has bir medeniyet meydana getirmiştir. İslam medeniyeti çağının en ileri medeniyeti olmuş ve bu medeniyet Endülüs Emevileri ve Sicilya Müslümanları vasıtasıyla Avrupa’yı etkilemiştir. Kâğıt, matbaa ve pusula gibi buluşlar Haçlı seferleri sırasında Avrupa’ya taşınmış ve Rönesans’ın başlamasında etkili olmuştur. V. MÜSLÜMAN TÜRK DEVLETLERİ TÜRKLERİN MÜSLÜMAN OLUŞU: Dört Halife döneminde Türk-Arap İlişkileri: a) Hz. Osman devrinde İran’ın fethini tamamlayan İslam orduları Ceyhun ırmağına ulaştılar ve Türklerle karşılaştılar. b) Ayrıca Kafkaslar’da Hazarlar ile savaşlar başladı. Emeviler Döneminde Türk-Arap İlişkileri: a) Emeviler döneminde Türk-Arap mücadeleleri hızlandı. b) Muaviye’nin Horasan valisi Ubeydullah b. Ziyad, Maveraünnehir’e girerek Buhara Semerkant ve Tirmiz şehirlerini vergiye bağladı. c) Abdülmelik’in Horasan valisi Kuteybe b. Müslim Maveraünnehir’deki Türk şehirlerini ele geçirdi. d) Kuteybe’nin ölümünden sonra Türgeş hükümdarı Sulu Kağan, Maveraünnehir’deki şehirleri geri aldı. e) Hişam’ın Horasan valisi Nasr b. Seyyar Maveraünnehir’in doğusundaki şehirleri ele geçirdi. Abbasiler Dönemi Türk-Arap İlişkileri: a) Abbasiler döneminde Türk-Arap ilişkileri dostane bir tarzda gelişmiştir. Bunda, Talas Savaşının etkisi ile Abbasilerin Arap milliyetçiliği yapmamaları etkili olmuştur. b) Çinliler ile Araplar arasında yapılan Talas Savaşı’nda (751) Türkler Müslüman Arapları destekleyerek savaşı Müslümanların kazanmasını sağladılar. Talas Savaşı, Türk-İslam tarihinde bir dönüm noktasıdır. Bu savaştan sonra Türk-Arap ilişkileri olumlu yönde gelişti ve Türklerin Müslüman olmalarında etkili oldu. Karluk, Yağma ve Çiğil Türkleri İslam’ı kabul eden ilk Türk boylarıdır. Türkler IX. yüzyılda Müslüman olmaya başladılar, X. yüzyılda kitleler halinde Müslüman oldular, İlk Müslüman Türk Devletleri, Karahanlılar ve İdil Bulgarlarıdır. Türklerin Müslüman Olma Sebepleri: a) Siyasi ve Askeri: Orta Asya’nın Çin egemenliğine girmesine karşı Türklerin Talas Savaşında Müslüman Arapları desteklemeleri b) Sosyal: Türklerde ve Müslümanlarda toplusal sınıf farkının bulunmaması, Aileye büyük önem verilmesi c) Dini: Türklerin Gök tanrı inancı ile İslam arasındaki benzerlikler (tek tanrı, cennet, cehennem, ahiret), Türk ve İslam ahlakı arasındaki benzerlikler, Türklerin fetih anlayışıyla İslam’ın cihat anlayışı arasındaki benzerlik, Türklerde ve İslam’da temizliğe büyük önem verilmesi. Türklerin İslam’a Hizmetleri: a) Türkler Abbasi Devleti’nde çıkan isyanların bastırılmasında, Bizans üzerine yapılan seferlerde, ülkede dirlik ve düzenin sağlanmasında etkili oldular. b) Avasım eyaletine yerleştirilen Türkler İslam dünyasını Bizans saldırılarına karşı korudular. c) Abbasi Devleti’nin zayıfladığı bir dönemde halifeyi Büveyhoğullarının baskılarına karşı korudular. d) Haçlı Seferleri sırasında, İslam dünyasını Haçlı saldırılarına karşı korudular (Anadolu Selçuklu, Eyyubive Memluk devletleri). e) Hindistan, Türkistan, Anadolu ve Balkanlar’da İslam dinini yaydılar. f) Bilim ve kültür alanında yaptıkları çalışmalarla (Harezmî, Biruni, Farabi, İbn-i Sina, Gazali) İslam kültür ve uygarlığının gelişmesine katkıda bulundular. TOLUNOĞULLARI (868-905): Devletin kurucusu Tolunoğlu Ahmet; Abbasi Devleti’nin Mısır valisiydi. 868’de devletini kurdu. Devletin başkenti Fustat şehriydi. 25 Bu devlet Mısır’da kurulan ilk Müslüman Türk devletidir. Yöneticileri Türk idi ve halkın büyük çoğunluğu Araplardan oluşmaktaydı. Tolunoğlu Ahmet Suriye, Lübnan, Filistin ve Bingazi’yi fethetti. Bizans ile iyi ilişkiler kurdu. Tolunoğlu Ahmet ölüne yerine oğlu Humaraeyh geçti. Humaraeyh döneminde isyanlar çıktı. Daha sonra çıkan taht kavgalarından yararlanan Abbasiler Mısır’ı ele geçirdiler ve Tolunoğulları devletine son verdiler(905). Tolunoğlu Ahmet Mısır’ı sosyal ve ekonomik yönden kalkındırdı. Nil Nehri üzerine bentler ve sulama kanalları yaparak tarımı geliştirmiştir. Ulu Camii ve Tolunoğlu Ahmet Camii yaptırmıştır. 1090 yılında Selçuklu egemenliğine, 1130 yılında Karahitayların egemenliğine girdi. 1211’de son hükümdarın ölümüyle siyasal varlığı sona erdi. Devletin ilk hükümdarı sayılan Tamgaç Buğra Han adil bir hükümdardı. Kutadgu Bilig bu hükümdara sunulmuştur. b) Batı Karahanlılar Devleti (1042- 1212): Sınırları, batıda Aral Gölü’nden doğuda Çimkent ve Özkent’e kadar uzanıyordu. Başkenti önceleri Özkent iken daha sonra Semerkant oldu. 1074 yılında Melik Şah döneminde Selçuklu egemenliğine girdi. 1141 Katvan savaşından sonra Karahıtayların egemenliğine girdi. 1212 yılında Harzemşahlar tarafından yıkılmıştır. İHŞİDİLER (935- 969): Tolunoğulları Devletinin yıkılmasından 30 yıl sonra Abbasi devletinin Mısır valisi Muhammed Bin Toğac tarafından 935 yılında kuruldu. Başkent Fustat şehri idi. GAZNELİLER(963- 1187): Devletin kurucusu Alp Tigin Samanoğulları devletinin Horasan valisiydi. Samanoğulları Devleti’nin (819-1005) dağılmaya başladığı dönemde Gazne şehrini ele geçirerek Gazne Devleti’ni kurdu(963). Muhammed aslen Fergana Türklerindendir. Halife Razi Billah ona Akşit (Sultanlar Sultanı) unvanını vermişti. Alp Tigin’den sonra gelen Sebük Tigin’in hükümdar olmasıyla birlikte Gazneliler bağımsız devlet haline geldi. Muhammed, Mısır’da adaletli bir yönetim kurmuş, Suriye, Filistin ve Lübnan’ı ele geçirmiş ve Hicaz’ı kendine bağlamıştı. Muhammed’in ölümünden sonra yerine oğlu Unuçur geçti. Ancak çocuk olduğu için naipliğini Habeşli Kafur üstlendi. Devlet yıkılıncaya kadar etkili oldu. Daha sonra çıkan taht kavgaları devleti zayıflattı. Fatımiler tarafından 969 yılında yıkıldı. Bu nedenle devletin asıl kurucusu Sebük Tigin kabul edilir. Hükümdarlık babadan oğula geçmeye başlamıştır. Sebük Tigin’den sonra yerine oğlu Mahmut hükümdar oldu. İhşidiler her alanda Tolunoğullarını taklit etmişler ancak siyasi istikrar ve ekonomik refah bağımından Tolunoğullarının seviyesini yakalayamamışlardır. KARAHANLILAR (840-1212): Orta Asya’da kurulan ilk Müslüman Türk devletidir. Uygur devletinin yıkılmasından sonra Karluk, Yağma, Çiğil ve Tuhsi Türkleri tarafından kurulmuştur. Başkent Balasagun şehridir. Bu devlet Türk devlet geleneğine uygun olarak Doğu ve Batı olarak iki koldan yönetilmiştir. Resmi dili Türkçeydi. Bilinen ilk hükümdarı Bilge Kül Kadır Han’dır. Satuk Buğra Han, Müslüman oldu ve Abdul Kerim adını aldı. Batı Karahanlı ülkesini yönetimine alarak İslam’ı yaymak için mücadele etti. Ebu Nasr Ahmed zamanında kardeşi Nasr Ali (İlighan), Gaznelilerle birlikte Samanoğlu devletini ortadan kaldırarak topraklarını paylaştı. İki devlet arasında Ceyhun nehri sınır oldu. Karahanlılar Gazneliler ile de sık sık savaştılar. Ancak hanedan üyeleri arasında çıkan anlaşmazlıklar nedeniyle devlet ikiye bölündü. a) Doğu Karahanlı Devleti (1042- 1211): Sınırları Kaşgar, Fergana ve Balkaş Gölü civarına kadar uzanmıştı. En önemli şehirleri Balasagun, Talas ve Kaşgar idi. Başkenti Balasagun idi. Sultan Mahmud Dönemi (998- 1030): Sultan Mahmut dönemi devletin en güçlü dönemidir. Karahanlılar ile ittifak yaparak Samanoğulları devletini yıktı ve topraklarını Karahanlı devleti ile arasında paylaştı. Şii Büveyhiler üzerine sefer yaparak Abbasi halifesini Şii tehlikesine karşı korudu. Bundan dolayı halife ona sultan unvanını verdi. Böylece İslam dünyasının liderliği ve koruyuculuğu politikasının temelini attı. Gazneli Mahmut, sırasıyla Horasan, Afganistan ve Belucistan’ı tamamen egemenlik altına aldı. Maveraünnehir, Ceyhun’un ötesi ve Harezm’e kadar sınırlarını genişletti. Hindistan’a 17 sefer yaparak Kuzey Hindistan’ı fethetti. Kazandığı başarılar şöhretini arttırdı. Seferler sonucunda pek çok ganimet ve fillerle döndü. Bu seferler sonucunda İslamiyet Hindistan’da yayıldı. Gazneli Mahmut, Horasan’a girmeye çalışan gittikçe güçlenen Selçuklu Türkleri ile de mücadele etti. Selçuklu yabgusu Aslan’ı hile ile yakalatıp Kalincar kalesine hapis etti(1025). Dandanakan Savaşı (1040): Hindistan başarılı seferler yapan Sultan Mesud, Selçukluların Horasan’a yerleşmeleri üzerine büyük bir orduyla harekete geçti. Üç gün süren Dandanakan Savaşında, Gazneliler yenildi. Gazne ordusunun bütün hazinesi, silahları ve malları Selçukluların eline geçti. Dandanakan Savaşı’nın Sonuçları: 26 a) Gazneliler Devleti zayıflayarak yıkılış sürecine girdi. b) Büyük Selçuklu Devleti kuruldu. c) Selçuklu Türklerinin batıya doğru ilerleyişleri hızlandı. 1071’te Bizans ile Malazgirt Savaşı yapıldı. Selçuklu ordusu zafer kazandı. Sultan Alparslan çıktığı Maveraünnehir seferinde esir alınan bir kale komutanı tarafından şehit edildi. Devletin Yıkılışı: Gazneliler, Dandanakan Savaşından sonra Hindistan’a çekilmek zorunda kaldılar. Afgan asıllı Gurlular 1187 yılında Gazneliler devletine son verdiler. Malazgirt Savaşının Sonuçları: a) Anadolu’nun kapıları Türk’lere açıldı. b) Türkler Anadolu’ya yerleşmeye başladı(Bu durum Haçlı seferlerine neden oldu). c) Bizans’ın İslam dünyası üzerindeki baskıları sona erdi. d) Anadolu’da Türk beylikleri kuruldu. Türkiye tarihi başladı. Devletinin egemenliği altında Afgan, Hint, Fars ve Türk toplulukları gibi çeşitli etnik unsurlar yaşamaktaydı. Bu durum Gazne Devleti’ni siyasi, kültürel ve toplumsal yönden etkilemiştir. BÜYÜK SELÇUKLULAR(1040- 1157): Selçukluların Kökeni: Selçuklu Devleti adını, Selçuklu hanedanının atası Selçuk Bey’den almıştır. Selçuklular Oğuzların Kınık Boyuna mensuptur. Oğuzlar, X. Yüzyılda Aral Gölü ile Hazar Denizi arasındaki bölgede Oğuz Yabgu Devleti’ni kurdular. Yenikent başkentiydi. Devletin başında bir yabgu bulunurdu. Yabgu vekiline külerkin, ordu komutanına subaşı denirdi. Selçuk Bey Oğuz Yabgu Devleti’nde subaşıydı. Oğuz yabgusuyla arası açılınca Oğuz Yabgu Devleti’nden ayrıldı ve Seyhun nehri kıyısındaki Cent şehrine gelerek yerleşti. Burada Müslüman olan Selçuk Bey, kendisine diğer Türk boylarının katılmasıyla iyice güçlendi. Selçuklular Karahanlı ve Gaznelilere karşı Samanoğullarını desteklediler. Selçuk Bey’den sonra başa geçen oğlu Aslan Yabgu Gazneli Mahmut tarafından yakalanıp Kalincar kalesine hapis edildi ve orada öldü(1025). Tuğrul ve Çağrı Beyler Dönemi: Aslan Yabgu’dan sonra yeğenleri Tuğrul ve Çağrı Beyler Selçukluların başına geçmiştir. Selçuklular Gazneliler ile yaptıkları 1040 Dandanakan Savaşını kazandılar. Dandanakan Savaşı Sonuçları: a) Büyük Selçuklu Devleti kuruldu. Başkent Rey oldu. Tuğrul Bey sultan oldu. b) Horasan’ın fethi tamamlandı. Gazneliler zayıflamaya başladı. c) Tuğrul Bey, Anadolu’nun fethi için bazı komutanlarını görevlendirdi. Bizans-Gürcü kuvvetlerine karşı Pasinler Savaşı(1048) kazanıldı. Bu savaştan sonra Anadolu’ya Türk akınları hızlandı. 1055’te Tuğrul Bey Bağdat’a girerek Abbasi halifesini, Büveyhoğulları’nın baskısından kurtardı. Tuğrul Bey Doğu’nun ve Batı’nın Sultanı unvanını aldı. Bu olaydan sonra: Selçuklular Türk İslam dünyasının koruyucusu oldular. Sultan Alparslan (1064-1072): 1064 Kafkasya seferinde Ani kalesini ele geçirip Kars’ı aldı. Bu fetihten dolayı halife ona Ebul-Feth unvanını verdi. 1067 yılında kardeşi Kirman meliki Kavurd’un isyanını bastırdı. Suriye Selçuklular’a bağlandı. Melikşah (1072-1092): Devletin en güçlü dönemidir. Bu dönemde devlet en geniş sınırlara ulaşmıştır. Komutanlardan Atsız Kudüs ve Şam’ı ele geçirdi. Melikşah düzenlediği seferle Kafkasya ve Trabzon sahillerini fethetti. Kutalmışoğlu Süleyman Şah, 1077 yılında Büyük Şelçuklulara bağlı olarak Anadolu Selçuklu Devleti’ni kurdu. Melikşah döneminde devletin sınırları Orta Asya’dan İstanbul Boğazı’na, Umman Denizinden Aral Gölü’nün kuzeyine kadar genişlemiştir. Doğu ve Batı Karahanlılar Selçuklu Devletine Bağlandı. Arabistan fethedildi. Batıni ayaklanmaları başladı. İkta sistemi uygulanmaya konuldu. Takvim-i Celali, Ömer Hayyam ve İfsizari tarafından düzenlendi. Melikşah’ın ölümünden sonra oğulları arasında taht kavgaları başladı (1091-1118). Mahmut, Berkyaruk, Muhammed Tapar ve Sencer arasındaki bu taht mücadelesinde sırasıyla Berkyaruk, Tapar ve Sencer tahta çıktılar. Berkyaruk (1093-1104): Kardeşi Mahmut’u yenerek tahta geçti. Amcası Tutuş isyanını bastırdı. Kardeşi Azerbaycan valisi Mehmet Tapar ile iktidar mücadelesine girişti. Mehmet Tapar (1105-1118): Bu dönem’de Bâtınilerin yıkıcı faaliyetleri hızlandı. Haçlı seferlerinde Antakya, Urfa ve Kudüs Haçlıların eline geçti. Hem Haçlılar hem de Bâtıniler üzerine kuvvet gönderildi. Sultan Sencer (1118-1157): Sencer döneminde iki büyük tehlike devleti tehdit etmeye başlamıştı: Haçlılar ve Karahitaylar. Sultan Sencer Karahitaylar ile mücadeleye önem verdi. Bu yüzden başkenti Merv’e taşıdı. Karahanlılar, Gazneliler ve Gurlulara üstünlüğünü kabul ettirdi. Harezm valisi Atsız’ın isyanlarını bastırdı. Yeğeni Mahmut Irak Selçuklu devletini kurdu. 1141’de Karahitaylar ile yaptığı Katvan savaşında yenildi. a) Bu yenilgi Selçukluları güçsüz duruma düşürdü. b) Harezmşahlar ve Gurlular Selçuklu topraklarını bir kısmını işgal ettiler. c) Haçlılar bu yenilgiyi memnuniyetle karşıladılar. Katvan savaşından sonra sultan Sencer devleti yeniden toparladı işgal edilen yerleri geri aldı. Oğuz İsyanını bastırmak için yaptığı seferde esir düştü. Sultan Sencer’in ölümünden sonra Büyük Selçuklu devleti yıkıldı(1157). 27 Büyük Selçuklu Devletinin Yıkılışının Nedenleri: a) Hanedan üyelerinin tahtta hak iddia etmeleri, b) Sık sık çıkan taht kavgalarını merkezi otoriteyi zayıflatması, c) Merkezi otoritenin zayıflamasıyla bağlı beyliklerin ve Atabeylerin bağımsız rekabet etmeleri, d) Abbasi halifelerinin güçlerini arttırmak için düşman devletlerle iş birliği yapmaları, e) Bâtınilerin yıkıcı faaliyetleri, f) Devlet görevinin Oğuzlara değil İranlılara verilmesi. Oğuzların devlete küstürülmeleri, Bağlı Devletler (Selçuklu hanedan üyeleri tarafından kurulmuştur): a) Irak ve Horasan Selçukluları(1119-1194): Berkyaruk’un kardeşi Mahmut tarafından Merv’ de kurulmuştur. Harezmşahlar tarafından yıkılmıştır. b) Kirman Selçukluları(1048-1187): Kavurd tarafından Kirman’da kurulan devlet Melik Dinar tarafından yıkıldı. c) Suriye Selçukluları(1069-1118): Tutuş tarafından Suriye’de kurulan bu devletin merkezi Şam idi. d) Anadolu Selçukluları(1077-1308): Kutalmış oğlu Süleyman Şah tarafından Anadolu’da kurulan bu devletin merkezi İznik şehriydi. Selçuklu Başkentleri: Nişabur =>Rey =>Isfahan =>Merv. Atabeylikler: Büyük Selçuklu devletinde meliklerin devlet yönetiminde tecrübe kazanmaları için yanlarına verilen bilgili ve deneyimli kişilere atabey denir. Devlet zayıfladıktan sonra atabeylikler kurulmuştur. a) Salgurlar- Fars Atabeyliği (1147-1284): Sungur tarafından Şiraz merkezli kurulmuştur. b) İldeniz oğulları- Azerbaycan Atabeyliği (1146-1255): Azerbaycan’da Şemseddin İldeniz tarafından kurulan beyliğin merkezi Tebriz’di. c) Begtekin oğulları- Erbil Atabeyliği (1146-1232): Zeyneddin Ali Küçük tarafından Erbil’de kurulmuştur. d) Börililer- Şam Atabeyliği (1128-1154): Atabey Tuğtekin tarafından Şam’da kurulmuştur. e) Zengiler- Musul Atabeyliği (1127-1259): İmadeddin Zengi tarafından Musul’da kurulmuştur. TÜRK-İSLAM DEVLETLERİNDE KÜLTÜR VE UYGARLIK Toplum Yapısı: Türklerin Müslüman olmasından sonra Türklerin siyasi, sosyal ve kültürel yaşantısı önemli ölçüde değişti. Bununla birlikte Türkler kendilerine has özellikleri korumaya devam ettiler. Türk-İslam devletlerinde toplum yapısı şehirlerde yaşayanlar ile göçebelerden oluşmaktaydı. Şehirlerde yaşayanlar sanat ve ticaretle, göçebeler ise hayvancılıkla geçinirlerdi. Türklerde toplumsal sınıf farkı yoktu. Herkes kanun önünde eşitti. Toplumda yardımlaşma ve dayanışmayı sağlayan sosyal kurumlar; vakıflardı. Vakıflar; eğitim-öğretim, sosyal yardımlaşma, sağlık ve kamu yararına yönelik hizmetleri yürütürlerdi. Devlet Yönetimi: Selçuklu devlet teşkilatı; Türk devlet geleneğinin temelini oluşturmuştur. Karahanlı, Samanlı, Gazneli ve Abbasi devlet teşkilatlarından yararlanmıştır. Hükümdar: Töre ve kurumların tanıdığı haklarla devletin tek hâkim idi. Sultan merkezde oturur, ülke toprakları hanedan mensupları tarafından idare edilirdi. Kut anlayışı Türler Müslüman olduktan sonra da devam etmiştir. Bu durum sık sık taht kavgalarına sebep olmuştur. Hükümdar unvanları; sultan, sultan-ı âlem, sultanul-maşrık velmağrib idi. Karahanlılarda; hakan ve han (doğuda arslan han, batıda buğra han), kadır, kara ve ilig’tir. Hakimiyet sembolleri; hutbe okutmak, para bastırmak, çetr, tuğ, nevbet, sancak, taht ve otağ (saltanat çadırı) idi. Hükümdarın Özellikleri: Hükümdarın özellikleri; adalet, cesaret, fazilet ve bilgelikti. Hükümdarın görevleri; Adaleti sağlamak, ülkenin huzur ve güvenini sağlamak, halkın ihtiyaçlarını karşılamak, savaşlarda ordunun başında sefere çıkmaktı. Hükümdarlar adaletin işlemesine büyük önem verirlerdi. Saray ülkenin yönetildiği ve hükümdarın yaşadığı bir Memleket işlerinin konuşulup karara bağlandığı bir divan (divan-ı saltanat) vardı. Yönetim Birimleri: eyalet-kaza-köy Bazı Terimler: Atabey; Meliklerin hocaları, Melik; Hükümdar ailesine mensup olan kişiler, Amil; Vergi toplayan memur, Amid; Yönetimden sorumlu sivil görevliler. Muhtesip; Ticari ve ekonomik hayatı denetleyen memurlar, Kadı; Hâkim. Ulag, cufga; Posta teşkilatı memurları. Kadıl- kudat; Kadıların başı. Ordu: Ordunun özellikleri: Türk ordusu disiplinli, teşkilatlıydı. Kullanılan silahlar; ok, yay, kılıç, kalkan, mızrak, bıçak, hançer, kargı, mancınık, kule, koçbaşı ve neft makinesiydi. Savaşlarda ekseriyetle hilal taktiğini kullanırlardı. Savaşan birlikler; okçular, mızrakçılar, gürzcüler, sopacılar, neftçiler, lağımcılar, meşaleciler, bayraktarlardan oluşurdu. Geri hizmet birlikleri ise; harem, hazine, silah ve hayvanların muhafızları, mutfak görevlileri ve sakalardı. İkta Sistemi: Devletin, gelirleriyle asker beslenmesi karşılığında bazı kişilere bir kısım topraklarını vermesiydi. Bu tür topraklara ikta arazisi, bu toprakların gelirleriyle beslenen askerlere de ikta askerleri denilmiştir. İkta sisteminin amaçları; a) Oğuzları yerleşik hayata geçirmek, b) Büyük devlet adamlarını ve komutanları ödüllendirmek, 28 c) Devleti asker ve komutanların maaşlarını ödeme külfetinden kurtarmak, d) Toprağın işlenmesini ve üretimin artırılmasını sağlamaktı. Gulam Ordusu: Değişik milletlerin çocuklarından seçilerek eğitilen ve sultanın yanında bulunan her an savaşa hazır orduydu. Hassa Ordusu: Sultana bağlı olan ve iktalardan elde edilen vergi gelirleriyle beslenen orduydu. Türkmenler: Ordunun tamamlayıcı unsuru olan, genellikle uçlara yerleştirilen ve gerektiğinde savaşlarda yararlanılan gruplardı. Toprak Yönetimi: Has; hükümdar ve ailesine ait olan, gelirleri doğrudan hazineye aktarılarak hükümdar ve ailesine harcanan arazidir. İkta; melik, emir ve komutanlara asker beslenmesi karşılığında verilen arazidir. Bu toprakların mülkiyeti devlete aitti. Haraci; Gayrimüslimlerin sahip oldukları araziden alınan vergiydi. Vakıf; hayır amaçlı işler için ayrılan topraklardır. Mülk; alınıp satılan, çocuklara miras olarak bırakılan topraklardır. Hukuk: Hukuk sistemi şer’i ve örfi hukuk diye iki kısma ayrılırdı. Şer’i hukuk, İslam hukuku, örfi hukuk ise gelenek ve göreneklerden oluşurdu. Mahkemelerde davalara kadılar bakardı. Kadıların başkanı, Kadıl-kudat Bağdad’ta otururdu. Örfi davalara bakan mahkeme başkanlarına emir- dad denirdi. Ağır suç işleyen kişilerin davalarına hükümdarın başkanlık ettiği divan-ı mezalim denirdi. Dil ve Edebiyat: Karahanlılarda resmi dil Türkçeydi. Ancak, Gazneliler ve Selçuklularda edebiyat dili Farsça, bilim dili Arapça halkın konuştuğu dil ise Türkçeydi. Bu dönemde verilen eserler: Karahanlılarda; Kutatgu Bilig (Yusuf Has Hacib) Divan-ı Lügatit-Türk (Kaşgarlı Mahmud) Atebetü’l- Hakayık (Ahmed Yükneki) Divan-Hikmet(Hoca Ahmed Yesevi) Satuk Buğra Han Destanı. Gaznelilerde; Şehname (Firdevsi). Harezmşahlara; Türkçe-Farsça Sözlük(Muhammed b. Kays) Mukaddemetü’l- Edeb (Mahmud Zemahşeri). Ekonomik Hayat: Türkler Müslüman olduktan sonra Maveraünnehir, Harezm ve Horasan bölgelerine yerleştiler ve tarım yaptılar. Tolunoğulları devrinde tarım ve ticarete önem verilmiş, Mısır ekonomik yönden gelişmiştir. Karahanlılar ve Gazneliler ticaret yollarını kontrol sayesinde güçlendiler. Büyük Selçuklu Devleti’nin başlıca gelirleri; öşür, haraç, cizye, gümrük ve maden vergileri savaş ganimetleri ve bağlı devletlerin vergilerdi. Selçuklular ticaret yollarına çok önem verdiler ve zarara uğrayan tüccarın malını tazmin ettiler. Abbasilerin fütüvvet teşkilatı Türklerde ahilik adını almıştır. Melikşah ve Sencer dönemlerinde sulama kanalları açılmıştır. Selçuklular Tuğrul Bey, Alparslan, Melikşah ve Kavurd devirlerinde altın para bastırmışlardır. Devletin vergi gelirleri; asker ve memur maaşları, sefer giderleri, sosyal tesislerin yapımı, şehir ve yolların bakımına harcanmıştır. Bilim: Hükümdarlar, bilim ve sanatın gelişmesi için çaba harcamışlardır. Böylece Semerkant, Buhara, Kaşgar, Belh, Nişabur, Herat, İsfahan, Merv şehirleri gelişerek bilim ve kültür merkezleri olmuştur. Birçok bilgin, edip, sanatçı ve mutasavvıf yetişmiş, şehirlerde medreseler kurulmuştur. Bağdad’taki Nizamiye Medreseleri’ni Selçuklu veziri Nizamülmülk kurdurmuştur. Eğitim ve öğretim vakıflar tarafından desteklenmiştir. Türk-İslam devletlerinde yetişen âlimler, edipler, sanatkarlar, ve mutasavvıflar; Harezmi(matematik), İbn-i Türk(cebir), Farabi(felsefe, müzik), Ebu Reyhan El-Biruni(tarih, matematik), İbn-i Sina(tıp, felsefe, eğitim), Gazali(felsefe, din), Ömer Hayyam(Matematik), Fahreddin Razi(tefsir), Zemahşeri(tefsir), Utbi(tarih). Sanat: Türklerin en çok sanat eseri verdiği dallar; hat, tezhip, minyatür, seramik, taş işçiliği ve kuyumculuktur. Minyatür Uygurlardan Moğollara, onlardan da Osmanlılara geçmiştir. Türkler yerleşik hayata geçtikten sonra mimarlık alanında birçok eserler vermişlerdir. Bazı mimari erserler: Tolunoğlu Ahmed Camii(Mısır) Şir Kebir Camii(Karahanlı, X. yy.) Arap Ata Türbesi(Karahanlı) Zafer Kuleleri(Gazneli) Leşkeri Bazar Ulu Camii(Gazneli) Mescid- i Cuma(İsfahan) Haydariye Mescidi (Kazvin) Tuğrul Bey Türbesi(Rey) Sultan Sencer Türbesi(Merv). VI. TÜRKİYE TARİHİ (11- 13. YÜZYIL) ANADOLU’YA TÜRK AKINLARI: 29 Anadolu’ya yerleşmek amacıyla yapılan ilk Türk akınlarını Büyük Selçuklular başlatmışlardır. Malazgirt Savaşından sonra Türkler Anadolu’ya göç etmeye başladılar. Moğol istilası bu göçleri hızlandırdı. Oğuz-Yabgu devletinden ayrılarak Maveraünnehr’e ve Horasan’a inen Selçuklular bu bölgede Karahanlılar ve Gazneliler arasında sıkışmışlardı ve yurt arıyorlardı. ANADOLU’DA KURULAN İLK TÜRK BEYLİKLERİ: a) Saltuklular(1072–1202): Erzurum ve çevresi b) Mengücekliler(1080–1228): Erzincan, Kemah ve Divriği’de c) Danişmentliler(1080–1178): Sivas, Tokat, Amasya, Kayseri d) Artuklular(1102–1409): Hasankeyf, Harput ve Mardin’de e) Çaka Beyliği(1081–1093): İzmir ve çevresi f) Sökmenliler: Ahlat ve Van Gölü havzası g) İnaloğulları: Diyarbakır ve çevresi h) Çubukoğulları: Harput ve çevresi i) Dilmaçoğulları: Bitlis ve çevresi j) İnançoğulları: Ladik’te (Denizli) k) Tanvermişoğulları: Efes ve çevresi Çağrı Bey Anadolu’ya ilk akınını keşif amaçlı olarak 1016’da yaptı. Selçuklu Devleti kurulduktan sonra, Tuğrul Bey Oğuzları yurt bulmak amacıyla Anadolu’ya akınlar yapmaya teşvik etmiştir. Bunun için birçok komutanı Anadolu’nun fethiyle görevlendirdi. İbrahim Yınal’ı Anadolu’ya gönderdi. Pasinler Savaşı (1048): Savaşın sebebi Selçuklu meliki Hasan’ın pusuya düşerek şehit olmasıydı. İbrahim Yınal ile Kutalmış 1048’de Pasinler Savaşı’nda Bizans’ı yendiler. Savaşta Gürcü kralı Liparit esir düştü. Pasinler Savaşı Selçuklularla Bizans arasında yapılan ilk önemli savaştır. Savaş sonunda Bizans’la anlaşma yapıldı. Antlaşmaya göre; a) Bizans, Emeviler döneminde İstanbul’da yaptırılan caminin tamir ettirilmesini b) Bizans topraklarındaki camilerde Abbasi halifesi ve Tuğrul Bey adına hutbe okutmayı kabul etti. Tuğrul Bey 1054’de Anadolu’ya geçerek Muradiye ve Erciş’i aldı. Selçuklu komutanı Dinar Malatya ve çevresini fethetti. Alp Arslan, Gümüştekin, Ahmet Şah ve Afşin’i Anadolu’nun fethiyle görevlendirdi. Malazgirt Savaşı (26 Ağustos 1071): (Bizans, Peçenek, Uz, Kıpçak, Hazar, Slav, Frank, Got, Ermeni ve Gürcü- Selçuklu): Bizans İmparatoru Romen Diyojen Türk akınlarını durmak ve Türkleri Anadolu’dan atmak istiyordu. Romen Diyojen çeşitli milletlerden topladığı 200 bin kişilik bir ordu ile harekete geçti. 26 Ağustos 1071’de Selçuklu ordusu ile Bizans ordusu arasında yapılan savaşı Selçuklular kazandı. Savaşın Sonuçları: a) Bu zaferle Anadolu’nun kapıları Türklere açıldı. Türkler Anadolu’ya yerleşmeye başladı. b) Bizans’ın İslam dünyası üzerindeki baskıları sona erdi. c) Anadolu’da ilk Türk beylikleri kuruldu. d) Anadolu’nun Türklerin eline geçmesi Haçlı seferlerine sebep oldu. Selçukluların Anadolu’yu Yurt Edinme Nedenleri: a) Karahanlıların ve Gaznelilerin baskıları; b) Selçuklu Devleti’nin Oğuzlara yurt bulmak istemesi c) Anadolu’da nüfusun az olması burada yaşayan halkın Bizans yönetiminden memnun olmaması, d) Bizans’ın zayıf olması ve Türklere direnecek güçte olmaması. 11. yüzyılda Anadolu’da Bizans İmparatorluğu hâkimdi. Ancak Sasaniler ve Araplarla yaptığı mücadelelerle iyice zayıflamıştı, Doğu Anadolu halkı batıya göç etmişti. Saltuklular (1072-1201): Ebul-Kasım Saltuk tarafından kuruldu. Beyliğin merkezi Erzurum’dur. Saltuklular Danişmentlilerle birlikte Haçlılara karşı savaştılar. Ayrıca Gürcülerle Gürcülerle savaşlar yapıldı. Anadolu Selçuklu Devleti hükümdarı II. Rükneddin Süleyman Şah 1201’de Gürcistan seferinde dönerken bu beyliğe son verdi. Moğolların önünden kaçan Türkmenlerin ilk uğrak yeri Erzurum’du. Önemli bir ticaret merkeziydi. Tepsi Minare, Saat kulesi, Kale camii, Mama Hatun Kervansarayı, Ulu Camii hala ayakta olan eserlerdir. Mengücekliler(1080-1228): Mengücek Ahmet Gazi tarafından Erzincan’da kuruldu. Rumlarla ve Gürcülerle savaştı ve şehit oldu. Oğlu İshak Bey’in ölümünden sonra beylik ikiye ayrıldı: Erzincan-Kemah Kolu: İshak’ın oğlu Davud kurmuştur. II. Davut Bey Eyyubiler ve Harzemşahlarla işbirliği yapınca 1228’de I. Alaaddin Keykubat son verdi. Divriği Kolu: İshak’ın oğlu Süleyman kurdu. Ahmet zamanı en parlak zamanıdır. 1252’de Anadolu Selçuklularına bağlandı. Divriği Kale Camii, Ulu Camii, Kayıtbay Camii, Divriği Külliyesi önemli eserlerdir. Erzincan’daki depremler ve Moğol istilasından dolayı bazı eserler günümüze kadar gelmedi. Danişmentliler (1080-1178): Melikşah’ın komutanlarından Danişmend Ahmet Gazi tarafından Sivas’ta kuruldu. Tokat, Amasya, Malatya ve Kayseri’yi aldı. Anadolu Selçuklularıyla birlikte Haçlılara karşı savaştı. Emir Gazi damadı I. Mesut’un tahta çıkmasına yardım etti. Malatya’yı geri aldı. Antakya Haçlı Prensliği ve Kastamonu’yu işgal eden Bizans kuvvetleriyle çarpıştı. Emir Gazi dönemi en parlak dönemidir. 1134’de yerine oğlu Melik Muhammed geçti. Beylik, Sivas, Kayseri, Malatya kollarına ayrıldı. II. Kılıçarslan Kayseri’yi aldıktan sonra 1178’de beyliğe son verdi. 30 Tokat ve Niksar’da Yağıbasan medreseleri Anadolu’daki ilk medreselerdir. Emir Gazi Kümbeti ve Kayseri Ulu Cami mimari eserlerdir. Artuklular (1102- 1409): Artuk Bey’in oğulları Sökmen ve İlgazi tarafından Güneydoğu Anadolu’da kurulmuştur. Beylik daha sonra üç kola ayrılmıştır: Hasankeyf Artukluları(1102- 1231): Artuk Bey’in oğlu Sökmen tarafından Diyarbakır’da kuruldu. 1231’de Eyyubiler tarafından yıkıldı. Harput Artukluları(1185- 1234): İmadeddin Ebu Bekir tarafından 1185’de kuruldu. Zamanla Moğol ve Eyyubilerin egemenliğine giren bu beylik 1234’de Alaaddin Keykubat tarafından ortadan kaldırıldı. b) Bulundukları bölgeleri Bizans, Gürcü, Ermeni ve Haçlı güçlerine karşı korumuşlardır. c) Anadolu’da birçok yerleşim merkezi kurup buralara Türkçe isim vermişlerdir. d) Yaptıkları eserlerle Anadolu’yu bayındır hale getirmişlerdir. ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ (1077-1308): Kuruluş Dönemi (1077–1155): Süleyman Şah (1077–1086): Süleyman Şah kardeşi Mansur ile birlikte Anadolu’ da fetihler yapmış ve daha sonra İznik’i ele geçirmişti. Melikşah da onu Türkiye Selçuklu hükümdarı olarak tanıdı. Bu tarih Türkiye Selçuklu Devleti’nin kuruluş yılı olarak kabul edilir (1077). Mardin Artukluları(1108-1409): 1108’de Artuk Bey’in oğlu İlgazi tarafından Mardin’de kuruldu. Boğaz’ın Anadolu yakasını kontrolüne aldı. Boğazdan geçen gemileri vergiye bağladı. Bizans ile antlaşma yapılarak Kocaeli yarımadasındaki Dragos Çayı sınır kabul edildi. 1200’den itibaren Eyyubiler, arkasından Anadolu Selçukluları ve Moğol egemenliğine girdiler. 1409’da Karakoyunlu hükümdarı Kara Yusuf bu kola son verdi. Halep’i kuşatması üzerine Suriye Selçuklu Meliki Tutuş ile Halep yakınlarında yaptığı savaşta öldü(1086). Süleyman Şah Caber kalesine gömüldü. Diyarbakır’daki Artuklu Sarayı Batman suyu üzerindeki Malabadi Köprüsü, Halep’teki Medrese, Mardin Ulu Cami, önemli eserlerdir. Melikşah, Süleyman Şah’ın oğulları Kılıç Arslan ve Kulan Arslan’ı alarak Isfahan’a götürdü. Çaka Beyliği (1081–1093): Oğuzların Çavuldur kolundan olan Çaka Bey, Bizans İmparatorluğu’na düzenlenen akınlar sırasında esir düştü ve İstanbul’a götürüldü. Çaka Bey bir fırsatını bulup İstanbul’dan kaçtıktan sonra İzmir ve çevresini ele geçirip beylik kurdu. Çaka Bey kurduğu donanma ile Midilli, Rodos, Sakız ve İstanköy adalarını fethetti. Çaka bey kızını Anadolu Selçuklu sultanı I. Kılıç Arslan ile evlendirdi. Bizans’ın kışkırtmaları sonucunda I. Kılıç Arslan kayınpederi Çaka Bey’i öldürttü. Çaka Bey’in ölümünden sonra Bizans İzmir ve çevresini ele geçirerek bu beyliğe son verdi. Çaka Beyliği denizcilik faaliyetlerinde bulunan ilk Türk beyliğidir. Anadolu’da Kurulan Diğer Beylikler: Sökmenliler: Kutbeddin İl Arslan’ın komutanlarından Sökmen tarafından Ahlat ve Van Gölü havzasında kurulmuştur. İnaloğulları: Türkmen komutanı Sadr tarafından Diyarbekir ve çevresinde kurulmuştur. Çubukoğulları: Melikşah’ın komutanlarından Çubuk Bey tarafından Harput ve çevresinde kurulmuştur. Dilmaçoğulları: (Togan Arslanoğulları): Sultan Alparslan’ın komutanlarından Dilmaçoğlu Mehmet bey tarafından Bitlis ve civarında burulmuştur. İnançoğulları: Mehmet Bey tarafından Lâdik’te (Denizli) kurulmuştur. Tanvermişoğulları: Tanrıvermiş adlı bir Türkmen beyi tarafından Efes ve çevresinde kurulmuştur. Anadolu’da Kurulan İlk Beyliklerin Özellikleri: a) Anadolu’nun fethedilmesinde ve Türkleşmesinde önemli rol oynamışlardır Taht Boşluğu: Melikşah’ın 1092’de ölmesiyle Süleymanşah’ın oğulları Kılıç Arslan ve Kulan Arslan Anadolu’ya geldiler. Kılıçarslan Türkiye Selçuklu Devleti tahtına oturdu. I. Kılıç Arslan (1092–1107): Önce Bizans üzerine baskı kurdu. Batı sınırını güvence altına aldıktan sonra doğuya yöneldi. Malatya’yı kuşattığı sırada, Haçlı seferleri başladı. Bunun üzerine kuşatmayı kaldırarak İznik’e döndü. I. Haçlı Seferi’nde İznik’i Bizans’a bırakıp devlet merkezini Konya’ya taşıdı. Daha sonra doğudaki fetihlere devam etti. Danişmentlilerden Malatya’yı aldı. Daha sonra Musul’u ele geçirdi. Bunun üzerine Emir Çavlı komutasındaki Büyük Selçuklu ordusuyla yaptığı savaşta yenildi. Atıyla Habur ırmağını geçerken boğularak öldü(1107). Taht Boşluğu: Emir Çavlı I. Kılıç Arslan’ın oğlu Şahinşah’ı ve ailesini esir alarak İsfahan’a götürdü. Anadolu Selçuklu tahtı ikinci defa boş kaldı. Daha sonra Mesud, Danişmentli Emir Gazi’nin yardımıyla Selçuklu hükümdarlığını ele geçirdi(1116). I. Mesut (1116–1155): I. Mesut Danişmentli Emir Gazi’nin damadıydı. I. Mesud Danişmentlilerin elinde bulunan Anadolu hâkimiyetini tekrar Selçuklulara kazandırdı. Ankara, Çankırı ve Kastamonu’yu ele geçirdi. Türkleri Anadolu’dan atmak isteyen Bizans imparatoru Manuel Komnenos’u yenilgiye uğrattı(1146). 31 Bu sırada Anadolu’ya gelen II. Haçlı ordusuna karşı Danişmentlilerle beraber başarılı mücadeleler verdi. Bundan sonra Çukurova’da bazı kale ve şehirleri ele geçirdikten sonra öldü(1155). Batı kaynaklarında Anadolu ilk defa Türkiye adı ile I. Mesud zamanında anıldı. Yükselme Devri (1155–1243): II. Kılıç Arslan (1155–1192): Miryakefalon Savaşı(1176): Bizans imparatoru Manuel Komnen Türkleri tamamen Anadolu’dan atmak için harekete geçti. Denizli yakınlarında Miryokefalon (Kumdanlı) vadisinde yapılan savaşta II. Kılıç Arslan karşısında bozguna uğradı. Savaşın Sonuçları: a) Türklerin Anadolu’dan atılamayacağı anlaşıldı. b) Bizans savunmaya Türkler taarruza geçti. c) Anadolu’nun bir Türk yurdu olduğu ispatlandı. 1178’de Danişmentlilere son verdi. 1186 yılında ülkeyi 11 oğlu arasında paylaştırdı. Bu durum melikler arasında taht kavgalarına neden oldu ve devlet zayıfladı. Bundan dolayı III. Haçlı seferinde istenilen mücadele olmadı. II. Kılıç Arslan 1192’de öldü. Rükneddin Süleyman Şah (1196–1204): Kardeşi I. Gıyaseddin Keyhüsrev ile yaptığı iktidar mücadelesini kazanarak sultan oldu. Türk birliğini yeniden kurmaya çalıştı. Bizans ile mücadele etti. Gürcistan Krallığı ile savaştı fakat yenildi. Bu seferden dönerken Erzurum’u alarak Saltuklulara son verdi (1202). Ermeniler üzerine sefere çıkarak onları Anadolu Selçuklu Devleti’ne bağladı. Onun ölümünden sonra kardeşi I. Gıyaseddin Keyhüsrev yeniden Selçuklu tahtına çıktı. I. Gıyaseddin Keyhüsrev, 2. Defa (1205–1211): I. Gıyaseddin Keyhüsrev fetih politikasını ekonomik ve ticari hedeflerine göre belirledi. Önce İznik İmparatoruyla bir anlaşma yaparak batı sınırlarını güvence altına aldı. Daha sonra Trabzon Rum İmparatoru üzerine sefer düzenledi. Samsun ve çevresini ele geçirdi ve Karadeniz ticaretini güvenlik altına aldı. 1207’de Antalya’yı alarak ticaret limanı haline getirdi. Venediklilerle ilk kez ticaret anlaşması yaptı. Bir donanma kurarak denizcilik alanında faaliyet gösterdi. Vergisini ödemeyen İznik imparatoru ile Alaşehir’de yaptığı savaşta şehit oldu. Eyyubiler üzerine çıktığı sefer esnasında Malatya’da öldü(1220). I. Alâeddin Keykubat (1220–1237): Dönemi Anadolu Selçuklu Devleti’nin en parlak dönemidir. I. Alâeddin Keykubad Moğollara karşı bazı tedbirler aldı. Sivas, Kayseri ve Konya gibi büyük ve önemli şehirlerin sur ve kalelerini tamir ettirdi. Eyyubilerle dostluk kurdu. Moğollarla iyi geçinmeyi tercih etti. Alınan bu tedbirlerden sonra I. Alâeddin Keykubad fetihlere başladı. Alanya Kalesi’ni fethetti (1223). Gönderilen kuvvetler Kırım’daki Suğdak’ı ele geçirdi. Kıpçak beyleri ve Rus Knezleri itaat altına alındı. Doğuda ilk önce Erzincan’ı alarak Mengüceklilere(1228), ardından Harput’u alarak Artukluların Harput Koluna son verdi. Trabzon kuşatıldı. Yassıçimen Savaşı (1230): Alâeddin Keykubat Moğol tehlikesine karşı Harezmşahlar ve Eyyubiler ile işbirliği yapmak istiyordu. Fakat Celaleddin Harezmşah’ın Ahlât’ı yakıp yıkması iki devlet arasındaki ilişkilerin bozulmasına yol açtı. Alâeddin Keykubat, Celaleddin Harezmşah’a karşı Eyyubi meliki Eşref ile anlaştı. Yassıçimen’de yapılan savaşta Harezmşahlar yenildi(1231). Bu savaştan sonra Harezmşahlar Devleti yıkıldı ve Anadolu Selçuklu Devleti ile Moğollar komşu oldular. Moğollara Karşı Tedbirler: a) Moğolların 1231 yılında Sivas’a kadar ilerlemesi üzerine, Ögeday Han’a elçi gönderilerek Moğollarla barış yapıldı. Moğollara karşı tedbirler alındı. b) Ahlât, Van, Bitlis ve Adilcevaz alındı ve doğudaki kaleler tamir edildi. c) Doğu Anadolu’da bulunan Harezmli askerlerin beyleriyle görüşmeler yapılarak Selçuklu hizmetine girmeleri sağlandı. d) Eyyubiler ve Harput Artukluları ile de savaş yapılarak Harput ele geçirildi. e) Alâeddin Keykubat Eyyubiler üzerine sefer hazırlıklarına başladığı sırada Kayseri’de elçilere verdiği bir ziyafet esnasında zehirlenerek öldürüldü (1237). II. Gıyaseddin Keyhüsrev(1237–1246): Zayıf kişiliği devlet yönetiminin bozulmasına ve devletin zayıflamasına yol açtı. Tahta çıkmasında büyük rolü olan Sadettin Köpek’in kışkırtmasıyla birçok devlet adamı ve komutanı öldürttü. I. İzzeddin Keykavus (1211–1220): I. Gıyaseddin Keyhüsrev’in ölümünden sonra devletin başına I. İzzeddin Keykavus geçti. Kardeşlerinin isyanını bastırdı. Ticaretin gelişmesi için çalıştı. Kıbrıs ve Venedik devletleri ile ticari antlaşmalar yaptı. Baba İshak İsyanı(1240): Bu sırada Güney Doğu Anadolu’da Baba İshak peygamberlik iddiasıyla isyan etti. İsyan Tokat ve Amasya’ya yayıldı. Amasya subaşısı Armağanşah, Baba İshak’ı öldürttü(1240). Ancak isyan devam etti ve Armağanşah şehit düştü. Konya’ya doğru ilerleyen isyancılar, Kırşehir yakınlarında tamamen yok edildiler. 1214 yılında Sinop’u fethetti, Trabzon İmparatorunu ve Çukurova’daki Ermenileri vergiye bağladı. Artuklu ve Erbil hükümdarlarını hâkimiyetine aldı. Kösedağ Savaşı (1243): Baba İshak isyanının güçlükle bastırılması, Türkiye Selçukluları’nın eski gücünde olmadığını gösterdi. 32 Baycu Noyan komutasındaki Moğol ordusu Sivas’ın 80 km doğusundaki Kösedağ’da Selçuklu ordusuyla karşılaştı. II. Gıyasettin Keyhüsrev’in hatasıyla Selçuklu ordusu yenildi. Savaşın Sonuçları: a) Türkiye Selçuklu Devleti Moğol egemenliğine girdi. b) Çukurova Ermenileri ve Trabzon İmparatorluğu da Moğollara bağlandılar. c) Moğol tahribatı nedeniyle ticari ve ekonomik hayat durgunlaştı. d) Birçok şehirde bilim ve kültür faaliyetleri durdu. e) Moğolların devlet adamları üzerindeki baskısı arttı. Anadolu’da merkezi otorite zayıfladı. f) Türkmenler Moğol baskısıyla batıya göçtüler. Uçlarda Türk nüfusu arttı. Beylikler yeniden kurulmaya başlandı. Yıkılış Dönemi (1243–1308): II. Gıyasettin Keyhüsrev’in ölümünden sonra üç oğlu (IV. Kılıç Arslan, II. İzzettin Keykavus ve II. Alaattin Keykubat) arasında çıkan taht kavgaları yüzünden ülke üç parçaya bölündü. Bir süre sonra kardeşlerini bertaraf eden IV. Kılıç Arslan İlhanlılara bağlı olarak tahta çıktı. Ancak bütün devlet işlerini vezir Süleyman Pervane yürütüyordu. Süleyman Pervane bir süre sonra Moğollarla anlaşarak IV. Kılıç Arslan’ı öldürttü ve yerine sultanın çocuk yaştaki kardeşi III. Gıyasettin Keyhüsrev’i tahta çıkardı. Ülkeyi Süleyman Pervane tek başına yönetmeye başladı. Bu durumdan rahatsız olan Anadolu Türkmen beylikleri Moğollara karşı Memluk hükümdarı Baybars’tan yardım istediler. Baybars bir süre sonra Anadolu’ya geldi. Ancak Moğollardan korkan Türkmen beylikleri Baybars’a destek vermeyince Baybars ülkesine geri döndü. Bu duruma sinirlenen Moğollar Anadolu’ya girerek binlerce insanı kılıçtan geçirdiler. Moğollar ülkenin idaresini son Selçuklu hükümdarı II. Mesut’a verdiler. II. Mesut zamanında Türkiye Selçuklu Devleti adeta Moğol İlhanlı Devleti’nin bir eyaleti haline geldi. II. Mesut’un 1308’de ölümü üzerine Türkiye Selçuklu Devleti resmen sona erdi. Moğollar Anadolu’yu bir süre valiler göndererek idare ettiler. İlhanlı Devleti’nin 1336’da yıkılmasıyla Anadolu’daki Türkmen beylikleri bağımsız konuma geldiler. Anadolu Selçuklu Devletinin Türk Tarihindeki rolü: a) Anadolu’da Türk birliğini sağlayan ilk Türk devletidir. b) Türkmenleri bir çatı altında toplamıştır. c) Anadolu’da Türk kültürünün gelişmesini ve devamını sağlamıştır. d) Anadolu’yu ve İslam dünyasını Haçlılara ve Bizans’a karşı korumuştur. e) Anadolu’yu canlı bir ticaret merkezi haline getirmiştir. Uçlarda Hayat: Selçuklular Anadolu’ya göç eden Türkmenleri sınırlara (uç) yerleştirmişler ve Anadolu’nun üç yönünde uç bölgeleri kurmuşlardır. Batıda Bizans’a, kuzeyde Trabzon Rum İmparatorluğu’na, güneyde ise Çukurova Ermenileri ile Kıbrıs Krallığı’na karşı uç teşkilatı kurulmuştur. Buralara atanan beylere emir-i vilayet-i uç veya sahib-i etrak denirdi. Uçlar üçe ayrıldı: a) Sinop- Samsun ucu (Merkez: Kastamonu) b) Afyon- Kütahya- Eskişehir ucu (Merkez: Denizli) c) Alanya ucu (Merkez: Antalya) Uçlarda bulunan Türkmenler ülkenin düşman saldırılarına karşı korunmasında ve düşman ülkelerine akınlar düzenlenmesinde etkili olmuşlardır. Anadolu Beylikleri: Kösedağ Savaşı’nda n sonra Anadolu Selçuklu Devleti’nin zayıflaması beyliklerin kurulmasına yol açtı. Moğol istilası Anadolu’ya Türkmen göçlerini hızlandırdı. Uçlardaki Türkmen nüfusu hızla arttı. Yeni topraklara duyulan ihtiyaç, gaza geleneğiyle birleşince Bizans üzerine yapılan akınlar arttı. Uç beylikleri giderek daha da güçlendiler. Moğolların Anadolu valisi Timurtaş bağımsızlığını ilan etti fakat Moğolların Anadolu’ya ordu göndermesi üzerine kaçarak Memluk Devleti’ne sığındı. Timurtaş Mısır’a kaçarken Anadolu’nun yönetimini Eretna Bey’e bırakmıştı. Fakat Eretna Bey Anadolu’da tam bir hâkimiyet kuramadı. İlhanlıların 1336’da yıkılmasıyla beylikler tamamen bağımsız hale geldiler. Kösedağ Savaşından Sonra Kurulan Beylikler: a) Karamanoğulları (1256- 1487), Konya ve Karaman’da b) Candaroğulları (1292- 1461), Kastamonu ve Sinop’ta c) Karesioğulları (1304- 1461), Balıkesir’de d) Osmanoğulları (1299- 1922), Söğüt’te e) Germiyanoğulları (1299- 1429), Kütahya’da f) Saruhanoğulları (1313- 1410), Manisa’da g) Aydınoğulları (1308- 1426), Aydın ve Birgi’de h) Menteşeoğulları, Muğla ve Milas’ta i) Hamitoğulları (1300- 1423), Antalya’da j) Ramazanoğulları (1353- 1608), Çukurova’da k) Dulkadiroğulları (1337- 1515), Malatya ve Adıyaman’da l) Eretna Devleti (1335- 1381), Sivas ve Kayseri’de Beyliklerin Genel Özellikleri: a) Anadolu Selçuklu Devleti’nin zayıflama ve yıkılma dönemlerinde halkın dirlik ve düzenini sağlanmasında önemli rol oynamışlardır. b) Moğol baskısıyla batıya göç eden Türkmenlerin yerleşik hayata geçmesini sağlamışlar ve Batı Anadolu’daki Türkmen nüfusun artmasında rol oynamışlardır. c) Anadolu’yu bayındır hale getirmişlerdir. d) Bizans’a karşı fetihler yapmışlardır. e) Denizlere kıyısı olan beylikler Türk denizciliğini geliştirmişlerdir. 33 ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ’NDE KÜLTÜR VE UYGARLIK: Devlet Yönetimi: Türkiye Selçuklu Devleti birçok alanda Büyük Selçuklu Devleti’ni örnek almıştır. Din ve İnanış: Selçuklu yönetiminde İslam’ın gaza fikri ile Türklerin fetih anlayışı birleşmişti. Ülke topraklarının hükümdar ailesinin ortak malı olduğu anlayışı geçerli olmuştur. Sık sık saltanat kavgaları görülürdü. Devleti yönetecek şehzadeler daha küçük yaşta iyi bir eğitim görür, daha sonra atabey gözetiminde melik unvanıyla eyaletlere yönetici olarak gönderilirdi. Hükümdarlar dindar oldukları gibi büyük bir hoşgörüye de sahiptiler. Gayrimüslimlere din ve inanç özgürlüğü tanımışlardı. XIII. yüzyıldan itibaren Anadolu’da Mevlevilik, Bektaşilik, Ekberilik, Nakşibendîlik, Kadirilik ve Rufailik tarikatları ortaya çıktı. Hükümdarlık alametleri tuğ, çetr, sancak, otağ, nevbet ve mühür vb. Yeni hükümdara Abbasi halifesi hükümdarlık fermanı ve değerli hediyeler gönderirdi. Türkiye Selçuklularında merkezi otorite daha güçlüydü. Hükümdarlar Farsça unvanlar (Keykavus, Keyhüsrev, Keykubat gibi) kullanmışlardır. Bu mutasavvıflardan Muhyiddin Arabî, Mevlana Celaleddin Rumi, Yunus Emre, Sadreddin Konevi görüş ve düşünceleriyle daha sonraki zamanları da etkilemiş, tasavvufun gelişmesinde, Anadolu’nun Türkleşmesinde ve İslamlaşmasında önemli rol oynamışlardı. Ordu Teşkilatı: Anadolu Selçuklu Ordusu beş kısma ayrılmıştı: a) Hassa Askerleri (Hükümdarın şahsına bağlı kapıkulu askerleri), b) Sipahi Askerleri (İkta sahiplerinin yetiştirdiği kuvvetlerdi ve tamamen Türklerden oluşuyordu), c) Türkmenler (uç bölgelerinde yaşayan ve her an savaşa hazır olan askerler), d) Bağlı devletlerin kuvvetleri ve ücretli askerler. Asayiş ve güvenliği sağlayan subaşılar aynı zamanda tımarlı sipahilerin komutanlarıydı. Türkiye Selçukluları donanmaya önem verdiler. Sinop, Alaiye, Antalya ve Samsun gibi yerlerde tersaneler kurdular. Türkiye Selçuklularında ordu komutanına emirü’l ümera, donanma komutanına ise reis’ül bahr veya melikü’s sevahil denirdi. Toprak Yönetimi: Devlete ait topraklara miri arazi denilirdi ve dört bölüme ayrılıyordu. Has Arazi: Geliri hükümdara ayrılan topraklardı. İkta Arazi: Ordu mensuplarına ve devlet memurlarına hizmet ve maaş karşılığı olarak verilen topraklardı. İkta sahipleri bu toprakların vergi gelirleriyle hem kendi geçimlerini sağlar hem de atlı asker beslerdi. Vakıf Arazi: Miri veya mülk arazilerden gelirleri ilmi veya sosyal kuruluşların masraflarına tahsis edilen topraklardır. Mülk Arazi: Devlet adamlarına başarılarından dolayı mülk olarak verilen topraklardır. Hukuk Sistemi: Selçuklu adalet teşkilatı şer’i ve örfi hukuk olmak üzere ikiye ayrılıyordu. Şer’i hukuk sisteminde davalara kadılar bakardı. Kadıların başkanına başkadı (kazi’l kuzat) denirdi. Başkadı devlet merkezi olan Konya’da otururdu. Örfi hukuk asayişi bozan ve yasaları çiğneyenlerle ilgili davaları kapsardı. Örfi davalara bakan kimseye emir-i dad denirdi. Emir-i Dad gerektiği zaman vezir ve divan üyelerini de yargılardı. Askeri davalara ise kadı asker (kadı-yı leşker) denilen ordu kadıları bakardı. Sosyal Hayat: Malazgirt savaşından sonra Türkler Anadolu’ya yerleşmeye başladılar. Cami, medrese, hastane, yol, köprü ve saraylar yaparak şehirleri bayındır hale getirdiler. Anadolu’da birçok yer adlarına Türkçe isimler verdiler. Hıristiyan-Müslüman ayrımı gözetmeden tüm halka adil bir yönetim uyguladılar. Türkiye Selçukluları döneminde Halk şehirliler ve köylüler ve göçebeler olmak üzere üç kısma ayrılırdı: Ahîlerin aralarında kurdukları teşkilata ahîlik denirdi. Ahî teşkilatı ticareti ve ticaret ahlakını düzenleyen, üretim kalitesini yükselten ve kaliteli eleman yetiştirilmesini sağlayan bir teşkilattı. Ekonomik Hayat: Ekonomi tarım, ticaret ve sanayiye dayanmaktaydı. Tarım ve hayvancılık göçebelerin ve köylülerin geçim kaynağı idi. Ticaret devletin ana politikasını belirleyen başlıca konulardan biriydi. Türkiye Selçukluları ticaretin gelişmesi amacıyla tüccarların konaklaması için hanlar ve kervansaraylar yaptırmışlar, Avrupalı tüccarlara düşük gümrük vergisi uygulamışlar, Sinop, Alanya ve Antalya gibi liman şehirlerini fethetmişlerdir. Ayrıca tüccarların mallarını, zarar görmelerine karşı koruyan sigorta sistemini uygulamışlardır. Kıbrıs Krallığı, Venedik, Trabzon Rum Devleti ile ticaret antlaşmaları yapmışlardır. Dil ve Edebiyat: Türkiye Selçukluları zamanında bilim dili Arapça, resmi dil ve edebiyat dili Farsça beylikler resmi dil olarak Türkçe idi. Karamanoğlu Mehmed Bey 1277 tarihinde Konya’da yayınladığı fermanla Türkçeyi resmî dil ilan etmiştir. Halk edebiyatının önemli ürünlerinden biri destanlardır. Bunların başında Battalname (XII. ve XIII. Yüzyıl) ve Danişmendname gelir. Anadolu’da Türkçe'nin gelişmesinde Moğol saldırısının büyük etkisi oldu. Pek çok şair, yazar ve bilgin Anadolu’ya gelerek yerleşti. 34 Şeyh Ahmed Gülşehri, Âşık Paşa, Mevlâna Celaleddin Rumi (1207–1273) ve Yunus Emre bunlardan bazılarıdır. Mevlâna I. Alâeddin Keykubad’ın daveti üzerine Konya’ya yerleşmiştir. Konya’ya yerleşen Muhyiddin Arabî, Türkiye’de tasavvufun gelişmesine öncülük etti. Sadreddin Konevi, Arabî’nin düşüncelerinin yayılmasını sağladı. Sanat: Türkiye Selçukluları cami, medrese, imaret, kervansaray, kümbet gibi birçok mimari eserler yaptılar. Yapılan eserlerde taş işlemeciliği, yazılar, geometrik şekiller ve süslemeler ön plandadır. Camiler: a) Alâeddin Camileri (Konya ve Niğde), b) Ulu Cami (Sivas ve Malatya, çok sütunlu camilere örnektir), c) Taş Mescit, Sırçalı Mescit ve Karatay Mescidi (Konya), d) Erzurum Ulu Camii (Saltuklu), e) Divriği Ulu Camii (Mengücekli), f) Ulu Camii (Artuklu) Medreseler: Medreseler hemen hemen her şehirde vardı. Anadolu’da bilenen en eski medrese Danişmentli Tokat ve Niksardaki Yağıbasan Medreseleridir. Günümüze kadar gelen medreselerden bazıları şunlardır; a) Karatay ve İnce Minareli Medrese (Konya), b) Şifaiye Medresesi, Gök Medrese, Buruciye Medresesi, Çifte Minareli Medrese (Sivas), c) Hunad Hatun ve Hatuniye Medreseleri (Kayseri), d) Çay Medresesi (Afyon- Çay ilçesi), e) Caca Bey Medresesi (Kırşehir) Türbeler: Türbe: Dört duvarının üzeri kubbeyle örtülü olan önemli kişilerin mezarlarıdır. Kümbet: Silindirik veya çokgen gövdeli, konik ya da piramit çatıyla örtülü olanlarına denilir. Bunların en önemlileri; a) Emir Saltuk (Erzurum), b) Site Melik (Divriği), c) Melik Danişment Gazi ve Döner Kümbet (Kayseri), d) II. Kılıç Arslan (Konya), e) Hüdavend Hatun (Niğde), f) İzzettin Keykâvus (Sivas), g) Mama Hatun kümbeti (Tercan). Külliyeler: Külliye cami ile birlikte kurulan medrese, kütüphane ve hastane gibi yapıların bütününe denir. Selçukluların ilk külliyesi Kayseri Hunad Hatun Külliyesidir. İkinci Selçuklu külliyesi ise yine Kayseri’de Hacı Kılıç Külliyesidir. Anadolu’nun en eski külliyesi Mengücekliler tarafında yaptırılan Divriği Külliyesidir. Tekke ve Zaviyeler: XIII. yüzyıldan kalma en ünlü dini yapılar arasında Konya’ da Sırçalı Sultan Miskinler Tekkesi ve Konya Sahip Ata Hankâhı ile Tokat Sümbül Baba ve Halifet Gazi Zaviyesidir. Kervansaraylar ve Hanlar: Bunlar yolların emniyetini sağlamak, ticaret hayatını canlandırmak ve insanların yolculuğunu kolaylaştırmak anlayışı ile yapılmıştır. Bunların Başlıcaları: a) Aksaray-Kayseri yolu üzerindeki Alay Han, b) Antalya- Isparta yolu üzerindeki Evdir Han, c) Konya- Aksaray yolu üzerindeki Sultan Hanı, d) Kayseri-Sivas yolu üzerindeki Sultan Hanı, e) Antalya- Alanya yolu üzerindeki Alaca Han, Darüşşifalar: Bu yapılar günümüzün hastaneleridir. Darüşşifalardan bazıları; a) Gevher Nesibe ve Gıyasiye Darüşşifaları (Kayseri), b) I. Keykavus Şifahanesi (Sivas), c) Turan Melik Darüşşifası (Divriği) Ayrıca kaleler, surlar ve köprüler, Süsleme Sanatları; çinicilik, halıcılık ve el sanatları. VII. ORTAÇAĞDA AVRUPA FEODALİTE (DEREBEYLİK): Kavimler Göçü (375) sonrasında Avrupa’da meydana gelen karışıklılar sebebiyle halk ve büyük toprak sahipleri hayatlarını devam ettirebilmek için güçlü kişilerin koruması altına girmiştir. Halkın himayesi altına girdiği kişilere süzeren, himayeyi kabul edenlere vassal denildi. Senyörler vassallara kira karşılığında toprağı işleme hakkını verdiler. Böylece feodalite ortaya çıktı. Senyörlerin içinde yaşadıkları kaleleri (şato) vardı. Feodalite Ortaçağ boyunca devam etti. Feodal toplum düzeninde sınıflar: Asiller: En imtiyazlı sınıftır. Kendi aralarında şöyle sıralanırlardı: Kral, Dük, Kont, Baron, Vikont, Şövalye. Asiller devlet işleri ve askerlikle uğraşırlardı. Rahipler: Papaya ağlı olarak çalışırlar, vergi vermezler. Kiliselerde din işleri ile uğraşırlardı. Aforoz, enterdi ve krallara taç giydirme yetkileri vardı. Burjuvalar: Şehir ve kasabalarda yaşarlar, ticaret ve sanayi ile uğraşırlardı. Senyörlere vergi vererek onların himayesinde yaşarlardı. Köylüler: Serbest ve köle (serf) köylüler olmak üzere ikiye ayrılırdı. Serflerin hiçbir hakkı yoktu ve toprakla birlikte alınır ve satılırlardı. HIRİSTİYANLIK: Hıristiyanlık, Hz. İsa tarafından Filistin’de vahyedilen ilahi bir dindir. Roma İmparatorluğu’nda Milano Fermanı(313) ile serbest bırakıldı. 381 yılında Roma’nın resmi dini oldu. Kavimler göçünden sonra Kilise sayesinde Avrupa’da hızla yayıldı. İlk mezhep ayrılıkları 325 İznik Konsülü ile başlamıştır. Bu mezhepler Arianizm, Nasturizm ve Monofisizm’dir. 35 451 yılında Kadıköy Konsülü’yle İstanbul Kilisesi Roma’dan ayrıldı. Böylece Hıristiyanlık dünyasında iki büyük mezhep ortaya çıktı: a) Katolik Kilisesi (merkezi: Roma, ruhani lideri: Papa) b) Ortodoks Kilisesi (merkezi: İstanbul, ruhani lideri: Patrik). Ortaçağda Papalık bir devlet olarak varlığını sürdürdü. Papaların krallara taç giydirme, Katolik kiliseleri denetleme yetkileri vardı. Bu sebeple papalarla krallar arasında sürekli mücadele yaşanmıştır. ORTAÇAĞDA BİLİM VE SANAT: Ortaçağ Avrupası, eğitim ve bilim alanında doğuya göre çok geriydi. Yalnız din adamları okuma ve yazma bilirlerdi. Çünkü eğitim ve öğretim kilisenin elinde idi. Eğitim dili Latince’ydi. Bilim alanında Skolâstik düşünce egemendi. Skolâstik düşünce kaynağını Hıristiyanlık ve eski Yunan düşüncesinden alıyordu. Özgür düşünmeye kapalı, dogmatik düşünceydi. Sanat tarzı olarak Roman ve Gotik tarzında mimari eserler verilmiştir. Avrupa’da bazı okullarda İslam filozoflarının eserleri okutuluyordu (Farabi, İbni Sina, İbni Rüşd gibi). SİYASİ YAPI: Ortaçağda Fransa'da; Frank İmparatorluğu, İstanbul'da; Bizans İmparatorluğu en güçlü devletlerdi. Frank İmparatorluğu’nun parçalanmasından sonra kurulan Mukaddes Roma-Germen İmparatorluğu ile Papa arasında tevcih (din adamlarını atama) kavgaları yaşandı. Frank İmparatorluğu’nun temeli Merovenjler zamanında atıldı Bu hanedan zamanında İspanya Müslümanları, Puvatye Savaşında(732) Franklara yenildiler. Daha sonra Karolenjler yönetime egemen oldular. Karolenjler yönetiminde kardeş kavgalarına Strazburg Yemini ile son verilmesine rağmen savaşlar yeniden başladı. Verdün Anlaşması (843) ile Frank İmparatorluğu parçalandı ve bugünkü Fransa, Almanya ve İtalya devletlerinin temeli atıldı. Haçlı Seferlerinin Sebepleri: a) Hıristiyanların kutsal saydıkları şehirleri (Kudüs, Antakya, Urfa) Müslümanlardan almak istemeleri, b) Papaların ve din adamlarının halkı Müslümanlara karşı kışkırtmaları, c) Kluni tarikatının çalışmaları, d) İslam dünyasının zenginliğine karşı Avrupalıların yoksul olması ve doğunun zenginliğine ulaşmak istemeleri, e) Bizans’ın Avrupa’dan yardım istemesi, f) Avrupa’daki derebeylerin şan ve şöhret kazanmak istemeleri ve macera arayışları, g) Papaların Hıristiyanları birleştirip nüfuz alanlarını genişletmeyi düşünmeleri, I. Haçlı Seferi(1096–1099): Keşiş Piyer L’Hermit komutasındaki ilk düzensiz Haçlı ordusu Bizans tarafından Anadolu’ya geçirildi. Bu Haçlı kuvvetleri Anadolu Selçukluları tarafından yok edildi. Fransız Senyörü Godfruva dö Buyyon komutasındaki 600.000 kişilik ikinci Haçlı ordusu, Bizans ile anlaşarak Anadolu’ya geçti. I. Kılıç Arslan Haçlıları yenemeyeceğini anlayınca İznik’ten Konya’ya çekildi. Böylece Türkiye Selçuklu devleti başkenti Konya oldu. Haçlılar büyük kayıplar vererek Anadolu’dan geçebildiler. I. Haçlı Seferi sonunda; Bizanslılar Antalya-Eskişehir hattına kadar tüm Batı Anadolu’yu ele geçirdiler. Daha sonra Kudüs’e ulaştılar. I. Haçlı Seferi başarıya ulaştı ve Haçlılar Kudüs, Antakya, Urfa, Trablusşam ve Yafa şehirlerinde küçük devletler kurdular. II. Haçlı Seferi (1147- 1149): Musul Atabeyi İmadeddin Zengi’nin 1144’de Urfa’yı Haçlılardan alması 2. Haçlı seferine sebep oldu. Alman İmparatoru III. Konrad ve Fransa Kralı VII. Louis bu sefere katıldılar ve Anadolu’ya geldiler. Alman imparatoru I. Mesut tarafından büyük bir bozguna uğratıldı. Selçuklu ülkesinden geçmenin imkânsız olduğunu anlayan Fransa kralı Efes, Denizli ve Antalya yönünden ilerledi. Frank İmparatorluğunun parçalandığı IX. yüzyılda Normanlar kuzeyden gelerek Avrupa'yı istilaya başladılar. Normanlar, Feodalitenin İngiltere ve İtalya'ya geçmesine neden oldular. Burada Haçlıların bir kısmı gemilere binerek Suriye’ye ulaştılar, Şam’ı kuşattılarsa da başarılı olamadılar. II. Haçlı Seferine ilk defa krallar ve imparatorlar katılmıştır. MAGNA CARTA (1215): Kavimler Göçüyle birlikte İngiltere'de yedi krallık kuruldu (Briton, İskoç, Galler gibi). Yurtsuz John, halkın baskısıyla 1215 yılında Magna Carta’yı (Büyük Şart) ilan etti. Bu fermandan sonra İngiltere’de Parlamento açıldı(1295). III. Haçlı Seferi (1189- 1192): Selahaddin Eyyubi’nin Hıttin Savaşı’nı kazanarak(1187) Kudüs’ü Haçlılardan geri alması üzerine düzenlendi. Buna göre halkın rızası olmadan vergi alınmayacak, özgürler haksız yere tutuklamayacak, hapis ve sürgün edilemeyecekti. Bu belge Avrupa’da ilk demokrasi hareketi ve ilk anayasa olarak kabul edilir. HAÇLI SEFERLERİ (1096–1270): Hıristiyan Avrupalıların kutsal yerleri ele geçirmek için İslam Dünyası üzerine yaptıkları seferlerdir. Sekiz Haçlı Seferi yapılmıştır. Bu sefere Alman imparatoru Frederik Barbarossa, Fransa kralı Filip Ogüst ve İngiltere kralı Arslan Yürekli Richard katıldı. Haçlılar karadan ve denizden harekete geçtiler. Alman İmparatoru Anadolu’da II. Kılıç Arslan’ın gerilla savaşıyla yıprandı ve Silifke nehrinde boğuldu. Deniz yoluyla gelenler ise Akka’yı ele geçirerek Kudüs’ü almak için savaştılar ancak başarılı olamadılar. IV. Haçlı Seferi(1202- 1204): 36 Filistin’deki Yafa ve sahil şeridindeki bazı kalelerin Eyyubilerin eline geçmesi üzerine Papa III. İnosent’in çağrısıyla 4. Haçlı seferi düzenlendi. İngiltere’de yüzyıl savaşlarındaki yenilgiden sonra iç savaş çıktı. 30 yıl süren Çifte Gül (1455-1485) savaşında derebeylik rejimi zayıfladı. Haçlılar Bizans tahtından indirilen İzak Ancelos’un yardım isteği üzerine İstanbul’a gelerek onu ve oğlu IV. Aleksios’u tahta çıkardılar. OSMANLI TARİHİ Fakat İstanbul’da bir isyanın çıkması üzerine Haçlılar İstanbul’u yağmaladılar ve bir Latin İmparatorluğu kurdular. I. BEYLİKTEN DEVLETE (1299–1453) Bizans hanedan üyelerinden bazı kimseler Anadolu’ya kaçarak İznik İmparatorluğu (1204–1261) ve Trabzon Rum İmparatorluğu’nu (1204–1461) kurdular. DEVRİN ÖZELLİKLERİ: a) Osmanlı Devleti XIV. yüzyıl başlarında Batı Anadolu’da Bizans sınırında küçük bir uç beyliği olarak kuruldu. b) Ancak, kısa sürede güçlendi ve 150 yılda yakın doğuda güçlü bir devlet haline geldi. c) Orhan Bey döneminden itibaren Rumeli’ye geçilerek Rumeli ve Balkanlar fethedildi. İskân politikası uygulanarak Balkanlar Türkleştirildi. d) Bu dönemde bir taraftan Balkan toprakları fethedilirken diğer yandan Anadolu Türk birliği sağlanmaya çalışıldı. e) Timur ile yapılan Ankara Savaşı devletin otoritesini sarstı ve devlet dağılma tehlikesi geçirdi, ancak Çelebi Mehmed devleti toparladı. f) II. Murad döneminde Balkanlarda Türk egemenliği kesinleşti. İznik İmparatorluğu 1261 yılında Latin İmparatorluğu’na son vererek Bizans’ı yeniden canlandırdı. Trabzon Rum İmparatorluğu ise Fatih’in Trabzon’u almasına kadar devam etti. IV. Haçlı Seferinden sonra dört büyük haçlı seferi daha düzenlenmiş ancak bu seferler Anadolu üzerinden yapılmamış ve Haçlılar bir başarı elde edememişlerdir. Haçlı Seferlerinin Sonuçları: a) Kilise ve din adamlarına güven azaldı. b) Skolâstik düşünce zayıfladı. Kilise ve Papanın otoritesi sarsıldı. c) Seferler sırasında pek çok haçlı askeri, senyör ve şövalye öldü. Sağ kalanların bir kısmı topraklarını kaybetti. Böylece feodalite rejimi zayıfladı. d) Merkezi krallıklar güç kazanmaya başladılar. e) Türklerin batıya doğru ilerleyişleri bir süre için durdu. f) Bizans batı Anadolu’daki toprakların bir kısmını ele geçirdi. g) Haçlılarla yapılan mücadeleler, İslam dünyasını Moğol saldırısı karşısında güçsüz bıraktı. h) Doğu-Batı ticareti gelişti. Marsilya, Cenova, Venedik gibi Akdeniz limanları önem kazandı. i) Avrupalılar dokuma, deri ve cam işleme sanatını öğrendiler. j) Papaların ve kralların seferlere mali destek sağlamak için İtalyan bankerlerine başvurmaları bankacılığı geliştirdi. k) Avrupa’da hayat standardı yükseldi. Ticaretle uğraşmaya başlayan şehir halkı zenginleşerek burjuva sınıfını oluşturdular. l) Anadolu, Suriye ve Filistin zarar gördü. m) Pusula, barut, kâğıt ve matbaa gibi buluşlar Avrupa’ya taşındı. Bunlar Avrupa’da bilim ve teknik alanında gelişmelere yol açtı. n) Avrupalılar İslam medeniyetini yakından tanıdılar ve faydalandılar. o) Avrupa’da kültürel hayat canlandı. YÜZYIL SAVAŞLARI (1337- 1457): İngiltere’nin Fransa topraklarına göz koyup saldırıya geçmesiyle başlayan ve 116 yıl süren bu savaşların başlangıcında İngiltere başarılı olarak Fransa’nın bir bölümünü işgal etti. Kresy savaşında(1346) İngilizler ilk defa topu kullandılar. Zaman zaman ara verilen savaşlar sırasında Jan Dark adlı genç bir kızın milli ruhu canlandırmasıyla Fransızlar galip geldi. Yüzyıl savaşlarında Fransa’da derebeylik güç kaybetti. Derebeyleriyle mücadele sonucunda mutlak krallık kurularak siyasi birlik sağlandı. DEVRİN PADİŞAHLARI: 1) Osman Gazi (1299–1324) 2) Orhan Gazi (1324–1362) 3) I. Murad (Hüdavendigar) (1362–1389) 4) I. Bayezid (Yıldırım) (1389–1402) 5) I. Mehmed (Çelebi) (1413–1421) 6) II. Murad (1421–1451) XIV. YY. BAŞLARINDA YAKINDOĞU VE AVRUPA: Anadolu’da Türkiye Selçuklu Devleti, Bizans İmparatorluğu, Trabzon-Rum İmparatorluğu vardı. Anadolu’da siyasi birlik bozulmuş ve beylikler yeniden kurulmuştu: Karamanoğulları (Karaman, Konya) Germiyanoğulları (Kütahya) Candaroğulları (Kastamonu, Sinop) Karesioğulları (Balıkesir) Osmanoğulları (Söğüt) Saruhanoğulları (Manisa) Aydınoğulları (Aydın) Menteşeoğulları (Muğla) Hamidoğğulları (Antalya) Ramazanoğuları (Adana) Kadı Burhaneddin Devleti (Sivas) Dulkadiroğulları (Maraş, Elbistan) Mısır’da Memluk Devleti, İran’da İlhanlılar, Karadeniz’in kuzeyinde Altınorda Hanlığı vardı. Balkanlarda siyasi birlik yoktu. Mezhep mücadeleleri vardı. Macar, Sırp ve Bulgar krallıkları; Bosna, Hersek ve Arnavutluk prenslikleri; Eflak ve Boğdan voyvodalıkları ve Mora despotluğu bulunuyordu. KAYI BOYU: Osmanlılar Oğuzların Kayı boyuna mensupturlar. Kayı Boyu, 1071 Malazgirt Savaşı’ndan sonra Anadolu’ya geldi. Kayı, güç ve kudret demektir. Kayılar, I. Alâeddin Keykubat döneminde 37 Ankara Karacadağ’a yerleştirildiler. Kayılar, bir süre sonra Söğüt’ü kışlak, Domaniç’i yaylak olarak kullanmaya başladılar. Bu dönemde Kayıların başında Ertuğrul Gazi bulunuyordu. 1281 yılında Ertuğrul Bey’in ölümünden sonra oğlu Osman Bey boyun başına geçti. Bursa’nın Fethi (1326): Orhan Bey döneminde Bursa fethedildi ve beyliğin merkezi oldu. İpek sanayinin merkezi olan Bursa’nın fethi ile hazineye önemli bir gelir kaydedildi. Bizans’ın Marmara’nın güneyindeki etkinliği kırılmış oldu. Devletin Kurulduğu Sırada Anadolu: 1243 Kösedağ Savaşı’ndan sonra Anadolu Selçuklu Devleti İlhanlı egemenliğine girerek iyice zayıflamış ve Anadolu’da otorite boşluğu meydana gelmişti. Bu dönemde Anadolu’da beylikler yeniden kurulmuştu. Bu beyliklerden Karamanoğulları, Anadolu Selçuklu Devletinin bıraktığı boşluğu doldurmaya çalışıyordu. Maltepe (Pelekanon) Savaşı (1329) (Osmanlı- Bizans): Bizans’ın Osmanlıların İznik kuşatmasını sonuçsuz bırakmak ve Türk kuvvetlerinin İstanbul Boğazı’na yaklaşmalarını önlemek istemesi üzerine yapılan Maltepe savaşını Osmanlılar kazandı. Bizans’ın Durumu: Bizans bu sırada Anadolu’ ve Rumeli’deki topraklarının büyük kısmını kaybetmişti. Merkezde taht kavgaları vardı. Şehirlerde Tekfurlar halka baskı uyguluyorlardı. OSMAN BEY DÖNEMİ (1281–1326) Eskişehir yakınlarındaki Karacahisar alınarak merkez yaptı. Şeyh Edebalı’nın kızı Bala Hatun’la evlendi ve Ahilerin desteğini aldı. Tekfurların Osman Bey’i ortadan kaldırmak için plan yapmaları üzerine 1298’de Yarhisar ve Bilecik’i alarak beyliğin merkezini Bilecik’e taşıdı. Bilecik’teki demir madeni işlenerek ordunun silah ihtiyacı karşılanmıştır. İlhanlı Hükümdarının Anadolu Selçuklu Sultanı III. Alâeddin Keykubat’ı tahttan indirerek İran’a götürmesi üzerine iktidar boşluğu oluşmuştu. Bundan yararlanan Osman Bey 1299’da bağımsızlığını ilan etmiştir. 1301’de Yundhisar ve Yenişehir topraklarını fethetti. Osman Bey fethedilen toprakları kardeşlerine dirlik olarak vermiştir. Koyunhisar Muharebesi (1302): Osman Bey’in Sakarya havzasında ilerlemesi ve İzmit’e yaklaşması üzerine Bursa, Orhaneli ve Kestel tekfurları aralarında anlaşarak Osmanlı Beyliğine savaş açtılar. Sonuçları: 1) İzmit yolu Türklere açıldı. 2) Bursa üç taraftan çevrilmiştir. 3) İlk Osmanlı-Bizans savaşıdır. Devletin Teşkilatlanması: İlk akçe Osman Bey döneminde bastırılmıştır. Karamanlı Dursun Fakih Karacahisar’a kadı tayin edilmiştir. Osmanlı Devleti’nin Kısa Zamanda Gelişmesinin Nedenleri: a) Uç bölgesinde kurulması ve Moğol baskısından uzak bulunması, b) Başlangıçta Türk beylikleriyle mücadele etmemesi, c) Merkezi yönetim anlayışı, d) Başarılı iskân siyaseti, e) Gaza ve cihat geleneği, f) Hükümdarlarının üstün özelliklere sahip olmaları. g) Fethedilen topraklarda adil ve hoş görülü yönetim uygulamaları ORHAN BEY DÖNEMİ (1326–1362) Osman Bey’in ölümünden sonra yerine Orhan Bey geçmiştir. Orhan Bey, babasının Bizans’a karşı yürüttüğü yayılma siyasetini aynen devam ettirdi. Sonuçları: 1) İznik(1331) ve İzmit(1337) fethedildi ve 2) Kocaeli yarımadasının fethi tamamlandı. 3) Bizans’ın Anadolu’daki varlığı sona erdi. Karesi Beyliği’nin Osmanlılara Katılması (1345): Orhan Bey Karesi beyliği içindeki karışıklardan yararlanarak bu beyliği Osmanlı topraklarına katmıştır. Sonuçları: 1) Anadolu Türk birliğini sağlama yolunda ilk adım atılmıştır. 2) Karesi bey ve komutanları Osmanlı hizmetine girmiştir. 3) Karesi donanması Osmanlıların emrine girdi. 4) Osmanlıların Rumeli’ye geçişleri kolaylaşmıştır. Rumeli’ye Geçiş (1353): Orhan Bey, Bizans içindeki taht kavgalarında Kantakuzen’e yardım etmiş ve Bizans da bu yardım karşılığında Çimpe kalesini vermiştir(1353). Çimpe kalesi Osmanlıların Rumeli’deki ilk askeri üssüdür. Bundan sonra Süleyman Paşa emrindeki Osmanlı Kuvvetleri Gelibolu, Tekirdağ, Bolayır, Tekirdağ, Keşan, Malkara ve Çorlu ve Lüleburgaz’ı fethetti. Devletin Teşkilatlanması: a) Divan teşkilatının kurulması ve ilk vezir tayini, b) Şehirlere kadı ve subaşı tayini edilmesi, c) İznik’te ilk medresenin açılması, d) Yaya ve Müsellem Teşkilatının oluşturulması, e) Karamürsel’de ilk tersanenin kurulması, f) Gümüş paranın bastırılması, I. MURAT DÖNEMİ (1362–1389) Orhan Bey’den sonra padişah olan I. Murad Rumeli’deki fetihlere devam etti. Öncelikli amacı Bizans-Batı bağlantısını kesmekti. Edirne’nin Fethi (1363): Balkanlarda ilerleyebilmek için öncelikle Edirne’nin fethedilmesi gerekiyordu. Sazlıdere Savaşı’nda Bizans ve Bulgar birleşik kuvvetlerini yenerek Edirne’yi fethetti. Böylece; 1) Edirne alınarak başkent yapıldı. 2) Bizans’ın Bulgar ve Sırplarla olan bağlantısı kesildi. 3) Balkanların kapısı Osmanlılara açıldı. Osmanlıların Rumeli’de İskân Siyaseti: Daha önce Rumeli’de Süleyman Paşa’nın fethettiği yerleri Bizans’ın geri alması üzerine, I. Murad, sefere çıkarak Dedeağaç, Lüleburgaz, Dimetoka, Kırklareli ve Çorlu’yu fethetti. 38 Osmanlı Devleti fethettiği Rumeli topraklarında sadece askeri yöntemlerle tutunamayacağını anladığı için Anadolu’dan getirdiği Türkmenleri buraya yerleştirdi. İskân yerleştirme demektir. Osmanlı Devleti Balkanlarda fethettiği topraklara Anadolu’dan getirdiği Türkmenleri yerleştirmiştir. İskân politikasının amacı; fethedilen yerleri Türkleştirmek, yönetimini kolaylaştırmak, fethedilen yerlerde kalıcı olmak ve Türk ve İslam kültürünü yaymaktı. İskân Nasıl Yapılırdı? a) Gönüllü ve sürgün olmak üzere iki şekilde gerçekleştirildi. Göçmenler, iskân yerlerine yakın bölgelerden seçilirdi. Göçmen alınan bölgelerde sosyal ve ekonomik düzenin bozulmamasına dikkat edilirdi. b) Göçmen aileler seçilirken özellikle anlaşmazlık içinde olan ailelerden birisi seçilirdi. Bundaki amaç kan davalarını engellemekti. c) Göç eden ailelere toprak verilir ve bir süre vergi alınmazdı. Göç edenler yeni yerleşim yerlerini terk edemezlerdi. d) Fethedilen yerlerdeki yerli halktan ayaklanma çıkarma ihtimali olanlar başka yerlere göç ettirilirdi. Sırp Sındığı Savaşı (1364) (Osmanlılar X Haçlılar: Sırp, Bulgar, Eflak, Bosna, Macar beyleri): Savaşın Sebepleri: a) Osmanlıların Edirne ve Filibe’yi ele geçirmeleri, b) Haçlıların Türkleri Rumeli’den atmak istemeleri, Papa V. Urban’ın teşvikiyle oluşturulan Haçlı ordusu, Macar kralı Layoş öncülüğünde Edirne’ye kadar yaklaştı. Hacı İlbey’in gece baskınıyla bozguna uğratıldı. İlk Osmanlı-Haçlı savaşıdır. Bu savaşın önemi; Osmanlı Devleti’nin bu kadar büyük bir orduya karşı yaptığı ilk savaştır. Savaşın Sonuçları: 1) Sırplar yeniden Osmanlı üstünlüğünü kabul etti. 2) Kuzey Sırbistan yolu Osmanlılara açıldı. 3) Tuna’nın güneyindeki Balkan topraklarında Osmanlılara karşı koyabilecek bir güç kalmadı. 4) Balkanlarda Türk egemenliği pekişti. Anadolu’daki Siyasi Birliği Sağlama Faaliyetleri: Murat döneminde Anadolu’da Türk birliğini sağlamada barışçı bir politika izlendi. a) Karamanoğlu’nun teşvikiyle Ahilerin eline geçen Ankara geri alındı(1362). b) Germiyanoğulları Beyi Süleyman Şah, kızını Yıldırım Bayezid ile evlendirdi. Kütahya, Tavşanlı, Emet ve Simav çeyiz olarak Osmanlı Devleti’ne geçti. c) I. Murat Hamitoğulları Beyliği’nden Akşehir, Beyşehir, Seydişehir, Yalvaç ve Isparta’yı 80 bin altın karşılığında satın aldı. d) Candaroğulları beyliğindeki taht kavgalarına müdahale edilmiş ve II. Süleyman’ın beyliğin başına geçmesi sağlanmıştır. Böylece beylik Osmanlılara bağımlı hale getirilmiştir. e) Karamanoğulları Beyliği ile savaşlar I. Murad döneminde başlamıştır(1387). I. Murad kızını Karamanoğlu Alâeddin Ali Bey ile evlendirdi. Ancak Alâeddin Ali Bey’in Beyşehir’i ele geçirmesi üzerine sefere çıkılarak Karamanoğulları yenilgiye uğratıldı (1387) ve Beyşehir yeniden Osmanlı yönetimine girdi. Savaşın Sonuçları: 1) Edirne ve Batı Trakya daha emniyetli hale geldi. 2) Meriç ırmağı Osmanlı kontrolüne girdi. 3) Balkanlarda kolay ilerleme imkânı ortaya çıktı, fetihler hızlandı. 4) Balkanlardaki Macar etkisi kırıldı. Devletin Teşkilatlanması: a) Yeniçeri Ocağının Kurulması (Pençik sistemi), b) Tımar sisteminin kurulması, c) Vezir-i azamlık, defterdarlık ve kazaskerlik makamlarının oluşturulması, d) Rumeli Beylerbeyliği’nin kurulması, e) ‘Ülke padişah ve oğullarının malıdır’ anlayışının benimsenmesi Çirmen Savaşı (1371) (Osmanlı X Birleşik Sırp kuvvetleri): Sırp Sındığı yenilgisini telafi etmek isteyen Sırplar Osmanlı kuvvetlerine karşı harekete geçti. Çirmen’de yapılan savaşı Osmanlı kuvvetleri kazandı. I. BAYEZİD DÖNEMİ (1389–1403) II. Murad’ın I. Kosova savaşında şehit olmasından sonra Yıldırım Bayezid tahta çıktı. O da babası gibi Balkanlarda ilerlemek ve Anadolu Türk birliğini sağlamak için çalıştı. Savaşın Sonuçları: 1. Makedonya’nın fethi kolaylaştı. 2. Bulgar kralı, Makedonya’daki Sırp prensleri ve Bizans imparatoru Osmanlı hâkimiyetini tanıdı. İstanbul Kuşatmaları (1391, 1395, 1401): Birinci Kuşatma (1391): Bizans imparatorunun rehin tutulan oğlu Manuel’in, babasının ölümü üzerine habersiz olarak İstanbul’a gitmesi ve Macar kralıyla haberleşmesi üzerine İstanbul kuşatıldı. Manuel’in Avrupa’dan yardım istemesi üzerine Niğbolu Savaşı yüzünden kuşatma kaldırıldı. I. Kosova Savaşı (1389) (Osmanlı X Haçlılar: Sırp, Boşnak, Macar, Eflak, Arnavut, Leh, Çek kuvvetleri): Lala şahin Paşa komutasındaki Osmanlı akıncıları Ploşnik’te Sırp ve Boşnak kuvvetleri tarafından yenilince Balkan devletleri bir haçlı ordusu hazırladılar. Osmanlı Devleti’ni Balkanlardan çıkarmayı amaçlayan Haçlı ordusunu, Kosova’da I. Murad ağır bir yenilgiye uğrattı. I. Murad savaş meydanını gezerken bir Sırplı tarafından şehit edildi. İkinci Kuşatma (1396): Niğbolu Savaşından sonra İstanbul yeniden kuşatıldı. Bu kuşatma sırasında 1397 yılında Anadolu Hisarı inşa edildi. Üçüncü Kuşatma (1401): İstanbul 1401’de yeniden kuşatıldı. Doğuda Timur tehlikesinin ortaya çıkması üzerine Bizans ile bir antlaşma yapılarak kuşatma kaldırıldı: Bu Antlaşmaya göre; 39 a) Bizans Osmanlı Devleti’ne verilen haraç artırılacak, b) İstanbul’da bir Türk Mahallesi kurulacak ve bir cami yaptırılacak, c) Müslümanlar ile Rumlar arasındaki davaları halletmek üzere bir kadı tayin edilecekti. İstanbul Kuşatan Osmanlılar; Yıldırım Bayezid, Musa Çelebi, II. Murat, Fatih Sultan Mehmet Anadolu Hisarı; 1397 tarihinde Yıldırım Bayezid tarafından İstanbul Boğazı’nı denetlemek ve İstanbul kuşatmalarında Bizans’a Karadeniz’den yardım gelmesini engellemek amacı ile yaptırılmıştır. Niğbolu Savaşı (1396): (Osmanlılar X Fransız, İngiliz, Alman, Macar ve diğer Balkan milletleri) Yıldırım Bayezid 1393’te Bulgar krallığını ortadan kaldırarak topraklarını ilhak etti. Osmanlı Devleti’nin Balkanlarda ilerlemesi ve İstanbul’u kuşatması üzerine Papa IX. Bonifas’ın girişimleriyle bir Haçlı ordusu oluşturuldu. Macar kralı Sigismund’un komutasındaki Haçlı ordusu Niğbolu Kalesi’ni kuşattı. Bu sırada Osmanlı ordusu İstanbul kuşatmasındaydı. Durumu haber alan padişah kuşatmayı kaldırarak hızla Niğbolu’ya hareket etti. Yapılan savaşta Osmanlı ordusu Haçlıları büyük bir bozguna uğrattı. Savaşın Sebepleri: a) Osmanlıların İstanbul’u kuşatması ve Bizans’ın Avrupa’dan yardım istemesi, b) Osmanlıların Bulgar krallığına son vermeleri, c) Osmanlıların Balkanlarda ilerlemeleri, d) Osmanlı sınırlarının Macaristan’a kadar dayanması Savaşın Sonuçları: 1) Halife Osmanlı padişahına Sultan-ı İklim-i Rum (Anadolu’nun Sultanı) unvanını verdi. 2) Osmanlı Devleti’nin Avrupa üzerindeki baskısı arttı. 3) Macarlar etkisiz hale getirildi. 4) Eflak ve Boğdan Osmanlı hâkimiyetini kabul etti. Bulgar krallığına tamamen son verildi. 5) Balkanlarda güvenliği sağlayan Yıldırım Bayezid, Türk Birliğini sağlamak için Anadolu’ya yöneldi. Anadolu’daki Siyasi Birliği Sağlama Faaliyetleri: Yıldırım Bayezid döneminde Anadolu’daki Türk birliğini sağlama faaliyetleri daha da hızlandı. Anadolu Türk birliği savaş yoluyla sağlanmaya çalışıldı. a) Bu amaçla; Saruhan, Aydın, Menteşe, Germiyan, Karaman, Hamit, Eretna beylikleri ve Candaroğullarının Kastamonu kolu Osmanlı topraklarına katıldı. Böylece Anadolu Türk birliği büyük ölçüde sağlanmış oldu. b) 1398’de Kadı Burhaneddin Beyliği toprakları ele geçirildi. c) 1399’da Dulkadiroğulları Beyliğinden Malatya, Elbistan, Darende ve Besni alınarak sınırlar Orta Fırat’a kadar genişledi. Osmanlı-Karaman rekabetinin ana sebebi; Karamanoğullarının kendilerini Türkiye Selçukluları’nın mirasçısı saymaları ve iki beyliğin de Anadolu Türk birliğini kurmak istemeleriydi. Ankara Savaşı (1402): Savaşın Sebepleri: a) Yıldırım Bayezid ile Timur arasındaki üstünlük mücadelesi, b) İki devletin birbirine sınır komşusu olması, c) Çin seferine çıkmak isteyen Timur’un, batı sınırında güçlü bir Osmanlı Devleti’ni istememesi, d) Her iki hükümdara sığınan beylerin yaptıkları kışkırtmalar, e) Timur’un istekleri (Anadolu beyliklerinin yeniden kurulması, Karakoyunlu Hükümdarı Kara Yusuf ile Bağdad hükümdarı Ahmet Celayir’in kendisine teslim edilmesi, Bir şehzadenin kendi yanına gönderilmesi, gönderdiği kemer ve külahın kabul edilmesi) Sebepleriyle başlayan Ankara Çubuk ovasındaki savaşta Osmanlı ordusu yenildi ve Yıldırım Bayezid Timur’a esir düştü. Osmanlı ordusunun yenilme sebepleri; savaş sırasında önce Kara Tatarların, sonra Anadolu beyliklerinden toplanan askerlerinin Timur’un tarafına geçmesi, Timur’un ordusunda fillerin olması, Yıldırım Bayezid’in savaşı dağlık bölgede kabul etmemesi ve Ankara’ya geldiğinde Timur’un ordusunun hazırlıksız olduğunu gördüğü halde saldırmamasıdır. Ankara Savaşının Sonuçları: 1) Anadolu Türk birliği bozuldu, beylikler yeniden kuruldu. 2) Timur, Osmanlı topraklarını şehzadeler arasında paylaştırdı ve şehzadeler arasında taht kavgaları başladı. Böylece Osmanlı Devleti Fetret dönemine girdi. 3) Balkanlarda Osmanlı ilerleyişi durdu, Bizans’ın alınması gecikti. 4) Osmanlı Devleti’nin Anadolu’daki bir kısım toprakları elinden çıktı. 5) Anadolu’da sosyal ve ekonomik düzen bozuldu. 6) Akkoyunlu Devleti güçlenerek Osmanlıları tehdit etmeye başladı. FETRET DEVRİ (1402–1413) Ankara Savaşı’ndan sonra Yıldırım Bayezid’in oğulları arasında taht kavgaları başladı. Bu durum, Çelebi Mehmet’in 1413 yılında tek başına tahta çıkması ile sona erdi. Fetret devrinde Osmanlı Devleti, Balkanlarda fazla toprak kaybı yaşamadı. Ancak Anadolu’da çok güç kaybetti ve yıkılma tehlikesi geçirdi. MEHMET ÇELEBİ (1413–1421) Mehmet Çelebi’nin amacı; Taht kavgalarına son verip merkezi otoriteyi yeniden sağlamak, Anadolu birliğini yeniden sağlayarak kaybedilen toprakları geri almaktı. Mehmet Çelebi Osmanlı Devleti’nin ikinci kurucusu sayılır. Anadolu’da Siyasi Birliğin Yeniden Sağlanması: Mehmet Çelebi sefere çıkarak Aydınoğulları Beyliği’nden İzmir’i, Karamanoğulları Beyliği’nden Akşehir, Beyşehir ve Seydişehir’i aldı. Daha sonra Menteşe ve Hamit beylikleri de Osmanlılara bağlılıklarını bildirdiler. Saruhan Beyliği tamamen ortadan kaldırıldı. Candaroğulları Beyliği’nden Samsun alındı. Böylece Osmanlı Devleti Akkoyunlu ve Karakoyunlu devletleriyle komşu oldu. Şeyh Bedreddin İsyanı (1420): Batı Trakya’da Samona kalesinde doğan Şeyh Bedreddin küçük yaşlardan itibaren ilim tahsili yapmış, Mısır ve Suriye’ye giderek devrin büyük âlimlerinden dersler almıştı. Ancak bu seyahatleri sırasında Bâtınilik akidesinden etkilenmişti. 40 Şeyh Bedreddin Anadolu’ya döndükten sonra, fikirlerini yaymaya başladı. Ortak mülkiyeti ve eşitliği savunan şeyhin asıl amacı, Osmanlı Devleti’ni yıkarak yeni bir devlet kurmaktı. Fikirleri, fetret devrinin getirdiği siyasi ve sosyal karmaşa içinde yayıldı. Batı Anadolu ve Rumeli’de, tımarları ellerinden alınan sipahiler yoksul halk kesimleri Hıristiyanlar Bedreddin’in etrafında toplandılar. Müritlerinden Börklüce Mustafa, İzmir civarında, Yahudi dönmesi Torlak Kemal de Manisa’da isyan ettiler. Padişah tarafından İznik’te oturmaya mecbur edilen şeyh, gizlice kaçarak Rumeli’ye geçti. Dobruca ve Deliorman’da isyan etti. Sadrazam Bayezid Paşa, Börklüce Mustafa ve Torlak Kemal’i öldürterek müritlerin isyanlarını bastırdı. Daha sonra Rumeli’ye geçerek Şeyh Bedreddin’i yakalayıp etrafındaki kuvvetlerini dağıttı. Şeyh Bedreddin Serez’de yargılanarak idam edildi. Şehzade Mustafa Çelebi İsyanı (1420): Timur, Yıldırım Bayezid’in oğlu Mustafa Çelebi’yi Ankara Savaşı sonunda yanında Semerkant’a götürmüştü. Timur’un ölümü üzerine Mustafa Çelebi geri döndü ve tahta çıkmak amacıyla isyan etti. Mehmet Çelebi’ye yenilen Mustafa Çelebi, Bizans’a sığındı. Mehmet Çelebi Bizans ile bir antlaşma yaptı. Buna göre Bizans, Mehmet Çelebi hayatta olduğu sürece Mustafa Çelebi’yi hapis tutacak Osmanlı Devleti de Bizans’a her yıl üç yüz bin akçe ödeyecekti. İlk Osmanlı- Venedik Deniz Savaşı (1416): Venediklilerin Osmanlı gemilerine saldırması üzerine Çalı Bey komutasındaki Osmanlı donanması Akdeniz’e açıldı ve Venedik gemilerine saldırılar düzenledi. Ertesi yıl Gelibolu açıklarında yapılan deniz savaşında Osmanlı donanması yenildi ve Çalı Bey şehit düştü. Bu savaş; Osmanlıların daha henüz Venedik ile boy ölçüşebilecek güçte olmadığını göstermiştir. Balkanlarda Fetihler: Erdel, Macaristan ve Mora’ya akınlar düzenlendi. Akçahisar ve Avlonya fethedildi (1417). Eflak ve Bosna’da Osmanlı egemenliği kuruldu. II. MURAT DÖNEMİ (1421–1451) Mehmet Çelebi’nin ölümünden sonra yerine oğlu II. Murat tahta çıktı. Padişahlığının ilk zamanlarında şehzade isyanlarıyla mücadele etmek zorunda kaldı. Düzmece Mustafa İsyanı (1422): II. Murat tahta çıktığında Bizans, Mustafa Çelebi’yi serbest bırakarak isyan etmesini sağladı. Mustafa Çelebi Bizans tarafından serbest bırakıldıktan sonra, Edirne’yi ele geçirerek padişahlığını ilan etti. Mustafa Çelebi, Bursa üzerine yürüdü. II. Murad bu mücadelede, Rumeli askerini ve uç beylerini kendi yanına çekmeyi başardı. Kuvvetleri dağılan Mustafa Çelebi Edirne’ye çekildi ve Eflâk’a kaçmaya çalışırken yakalanarak idam edildi. İstanbul Kuşatması (1422) II. Murat, amcası Mustafa Çelebi’yi tahta çıkarmak isteyen Bizans’ı cezalandırmak için İstanbul’u kuşattı. Bizans imparatoru Kuşatmadan kurtulabilmek için padişahın küçük kardeşi 13 yaşındaki şehzade Mustafa’yı isyan ettirdi. Şehzade Mustafa Olayı (1423): Küçük Mustafa, Karaman ve Germiyan kuvvetleriyle birlikte Bursa’yı kuşattı. Daha sonra İznik şehrini ele geçirdi. Mihaloğlu’na yenilerek Bizans’a sığındı. Daha sonra İznik önünde yapılan şiddetli çarpışmalar sonuncunda Şehzade Mustafa yakalanarak öldürüldü. Osmanlı-Venedik Savaşı (1430): Osmanlı Devleti’nin Balkanlarda kalıcı olabilmesi için Venedik’in elindeki Selanik ile Makedonya’nın tamamının alınması gerekiyordu. Bu durum Osmanlı Devleti ile Venedik arasında 1430 yılına kadar süren savaşlara sebep oldu. Bu savaş sonucunda Selanik, Yanya ve Serez Osmanlı Devleti’ne katıldı. Böylece Orta ve güney Arnavutluk’ta Osmanlı yönetimi oluşturuldu. Balkanlarda Fetihler: Osmanlı- Venedik savaşından sonra Sırplar Belgrad’ı Macarlara verdiler. Eflak ve Bosnalılar da Osmanlıya bağlılığı kabul etmediler. Böylece Macar kralı Sigismund, Sırp, Bosna ve Eflak ile Osmanlıya karşı ittifak yaptı. Daha sonra Kral Sigismund ölünce Macaristan’da taht mücadelesi başladı. Osmanlı kuvvetleri bozulan dengeyi sağlamak için harekete geçerek Semendire’yi alarak Sırp despotluğuna son verdiler. Bosna ve Hersek’i alarak vergiye bağladılar. Belgrad’ı kuşattılar ise de alamadılar. Balkanlarda Geçici Başarısızlıklar: 1440- 1444 yılları arasında Osmanlılar Balkanlarda zor bir dönem geçirdiler. Yeni Macaristan kralı Ladislas’ın tayin ettiği Erdel voyvodası Hunyadi Yanoş, saldırıya geçerek Osmanlı akıncılarını yenilgiye uğrattı. Hünyadi Yanoş'un bu başarıları, Türklere karşı yeni bir Haçlı ordusunun (Macar, Sırp, Eflak) kurulmasına sebep oldu. Haçlı ordusu Tuna’yı geçerek Niş civarında Osmanlıları yendi. II. Murad, Haçlı ordusunu İzladi Geçidi’nde durduramadı. Haçlı ordusu Yalvaç civarında yapılan savaşta Osmanlı ordusu yenildi. Osmanlıların Haçlılara yenilmesi ve Karamanoğullarının Osmanlı topraklarına saldırması üzerine II. Murat Haçlılara barış teklif etti Edirne-Segedin Antlaşması (1444): 1) Bulgaristan’daki Osmanlı egemenliği tanınacak. 2) Sırp despotluğu tekrar kurulacak ve Osmanlılara vergi verecek. 3) Eflak beyliği Macar egemenliğinde kalacak, Osmanlılara vergi vermeye devam edecek. 4) Tuna nehri taraflar arasında sınır olacak. 5) Antlaşmanın süresi 10 yıl olacak. Varna Savaşı (1444): (Osmanlı- Macar, Erdel, Eflak, Leh, Venedik, Sırp, Alman) II. Murad Karamanoğulları üzerine sefer çıkarak Akşehir, Konya ve Beyşehir’i aldı. Karaman Beyliği ile barış yapıldı. II. Murad tahtı II. Mehmed’e bırakarak Manisa’da dinlenmeye çekildi. 41 Osmanlı tahtına 12 yaşındaki bir çocuğun çıkması üzerine, Haçlılar Segedin Antlaşması’nı bozarak saldırıya geçtiler. II. Murad devlet adamlarının isteğiyleEdirne’ye gelerek ikinci defa tahta çıktı. 1444’de Osmanlı ordusuyla Haçlılar arasında yapılan Varna Savaşı’nı Osmanlılar kazandı. Savaşın Sonuçları: 1. Osmanlıların Balkanlarda adlığı yenilgilerin izleri silindi. 2. Osmanlıların Balkanlardaki hâkimiyeti güçlendi. Varna zaferinden sonra II. Murad tekrar Manisa’ya çekildi. Bu arada yeniçeriler, para ayarının düşüklüğünü ileri sürerek Edirne’de ilk defa isyan ettiler (Buçuktepe İsyanı). Devlet adamlarının girişimleri üzerine II. Murad üçüncü defa tahta çıktı. II. Kosova Savaşı (1448) (Osmanlı- Macar, Erdel, Eflak, Leh, Alman): II. Murad Mora despotuna hâkimiyetini yeniden kabul ettirdi. İskender Bey’in üzerine yürüyerek Akçahisar’ı kuşattı. Bu sırada Hünyadi Yanoş, Varna bozgununun izlerini silmek amacıyla büyük bir Haçlı ordusunun başında Sırbistan’ı işgal ederek Osmanlı topraklarına girdi. Kosova’da yapılan savaşta Osmanlılar büyük bir zafer kazandılar. Savaşın Sonuçları: 1) Balkanlarda Türk egemenliği kesinleşti. 2) Haçlılar savunmaya çekilirken Osmanlılar taarruza geçtiler. 3) Haçlılar Osmanlıları Balkanlardan çıkaramayacaklarını anladılar. 4) Osmanlıların İslam dünyasındaki itibarı arttı. Devletin Teşkilatlanması: a) Devlet adamı yetiştirmek amacıyla Edirne’de Enderun Mektebi açıldı. b) Devşirme sistemi kanun haline getirilerek uygulanmaya başlandı. c) Komşu ülkelerden birçok âlim İstanbul’a getirilmiş, Arapça ve Farsça bazı eserler Türkçe’ye tercüme edilmiştir. Bilim ve kültür hayatı canlanmıştır. II. ÜNİTE: DÜNYA GÜCÜ OSMANLI DEVLETİ (1453–1579) DEVRİN ÖZELLİKLERİ: 1) Fatih döneminde, Osmanlı Devleti Anadolu’da Türk birliğini sağlama yolunda büyük başarılar kazanmış, Balkan yarımadasını ve Ege adalarını ele geçirmiştir. Donanmasını giderek güçlendirerek Venedik ve Ceneviz gibi İtalyan devletlerine karşı üstünlük sağlamıştır. Karadeniz kıyısında Fetihler yapan Osmanlı Devleti Karadeniz’i bir Türk gölü haline getirmiş ve Boğazları egemenlik altına almıştır. 4) Kanuni dönemi Osmanlıların zirvede olduğu dönemdir. Osmanlı Devleti Orta Avrupa’da Avusturya sınırına dayanmış ve Avrupa’nın en güçlü devleti Almanya’ya karşı meydan okumuştur. Doğuda İran ile yapılan mücadeleler sonucunda İran’a karşı üstünlüğü sağlamışlardır. Osmanlılar denizlerde yaptıkları savaşlar ve fetihlerle Akdeniz’de üstünlüğü ele geçirmişlerdir. 5) II. Selim döneminde Osmanlı Devletinin kara ve denizlerdeki üstünlüğü devam etmiştir. DEVRİN PADİŞAHLARI: 7) II. Mehmed(Fatih) (1451–1481) 8) II. Bayezid, (1481–1512) 9) I. Selim(Yavuz) (1512–1520) 10) I. Süleyman(Kanuni) (1520–1566) 11) II. Selim (1566–1574) 12) III. Murad (1574–1595) 13) III. Mehmed (1595–1603) II. MEHMET DÖNEMİ (1451–1481) Fatih’in amacı; İstanbul’u fethetmek, Anadolu’da Türk birliğini sağlamak ve Karadeniz ticaret yoluna hâkim olmaktı. Fatih, Yükselme Dönemi’nin ilk padişahıdır. Fatih döneminde ilk Osmanlı altın parası basılmıştır. Karamanoğlu Üzerine Sefer Yapılması: II. Mehmed, Karamanoğlu İbrahim Bey’in Venedik ile anlaşma yapması ve Anadolu beyliklerini Osmanlılara karşı kışkırtması üzerine sefere çıktı. Karamanoğlu barış istedi; Akşehir, Beyşehir ve Seydişehir’i Osmanlılara bırakmayı ve savaşlarda asker vermeyi kabul etti. İstanbul’un Fethi (6 Nisan–29 Mayıs 1453) İstanbul’un fethinin sebepleri: a) İstanbul’un Osmanlı Devleti’nin Anadolu ve Rumeli topraklarını birleştiren bir noktada bulunması (stratejik sebep), b) (siyasi sebep) c) Bizans’ın, Avrupa devletlerini kışkırtarak Haçlı seferlerine sebep olması (siyasi sebep), d) Bizans, Osmanlıların Rumeli’den Anadolu’ya, Anadolu’dan Rumeli’ye asker geçişine engel olması e) İstanbul’un önemli kara ve deniz ticaret yollarının üzerinde bulunması sebebiyle ticari önem taşıması (ekonomik sebep), f) Peygamberimizin İstanbul’un fethedileceğini haber veren ve bu şehri fetheden komutanı öven hadis-i şerifi (dini sebep). Osmanlı Devleti’nin fetih için yaptığı hazırlıklar: a) 2) II. Bayezid döneminde Cem Sultan olayının uluslar arası bir sorun haline gelmesi Osmanlı Devleti’nin pasif bir politika gütmesine sebep olmuştur. Bu dönemde Memluk Devletiyle savaşlar olmuştur. II. Bayezid’in son zamanlarında Şah İsmail’in Anadolu’daki faaliyetleri Osmanlı Devleti’ni tehdit etmeye başlamıştır. 3) Yavuz Sultan Selim döneminde Safevi tehlikesi önlenmiş, Memluk Devleti ortadan kaldırılarak Suriye, Filistin, Mısır ve Arabistan Osmanlı egemenliğine girmiştir. Osmanlı Devleti İslam dünyasının en güçlü devleti haline gelmiştir. Karadeniz’den gelecek yardımları önlemek ve kuşatma sırasında üs olarak kullanılmak üzere Anadolu Hisarı’nın karşısına Boğazkesen adı verilen Rumeli Hisarı yapıldı. b) Bizans’ın İstanbul dışındaki toprakları (Silivri ile Vize kaleleri) alınarak batı ile bağlantısı kesildi. c) Surları aşmak için yürüyen tekerlekli kuleler yapıldı. d) Kuşatmayı denizden desteklemek için 400 gemiden oluşan donanma hazırlandı. Gemilere toplar yerleştirildi. e) Saruca, Muslihiddin ve Macar Urban gibi top ustalarının teklifleriyle Edirne’de büyük toplar döküldü. Bu topların en büyüğüne şahi denilmiştir. f) Avrupa’dan gelecek saldırılara karşı Mora ve Balkanlara kuvvet gönderildi. 42 Bizans’ın hazırlıkları: a) İmparator XI. Konstantin, Katolik ve Ortodoks kiliselerini birleştirmek istedi. Böylece papanın yardımıyla Avrupa devletlerinin desteğini sağlamak istiyordu. b) Haliç’in girişi kalın zincirle kapatıldı. c) Halk silahlandırılıp surlar tamir edildi. d) Grejuva (Rum ateşi) adı verilen bir silah geliştirildi. İstanbul Kuşatması (6 Nisan- 29 Mayıs1453): 6 Nisan 1453 tarihinde kuşatma başladı. 54 ünlük bir kuşatmadan sonra şehir ele geçirildi. Padişah, Ayasofya Kilisesi’ne giderek burada; halka can ve mal güvenliğinin sağlandığını bildirdi. Din ve inanç özgürlüğü sağladı ve Ortodoks Kilisesi’ni himayesi altına aldı. Şehri yeniden imar etti, ekonomisini canlandırmak ve Türk nüfusu artırmak için çalıştı. Türk tarihi açısından sonuçları: a) Osmanlı Devleti için yükselme dönemi başladı. b) İstanbul Osmanlı Devleti’nin başkenti oldu. c) Boğazlar Osmanlı hâkimiyetine girdi. d) Karadeniz ticaret yolu Osmanlıların eline geçti. e) Türklerin Avrupa’ya yerleşmeleri hızlandı. f) II. Mehmet, Fatih unvanını aldı. g) Osmanlıların Rumeli ve Anadolu’daki toprakları bütünleşti. h) Osmanlıların İslam dünyasındaki saygınlığı arttı. Dünya tarihi açısından sonuçları: 1) Şehirleri çevreleyen surların toplarla yıkılacağı anlaşıldı. Avrupalı krallar derebeylerinin şatolarını toplar ile yıkarak Ortaçağ feodalite rejimine son verdiler. 2) İpek ve baharat yolları Türklerin eline geçince Avrupalı denizciler başka deniz yolları aramak zorunda kaldılar ve coğrafi keşifler başladı. 3) 1058 yıllık Doğu Roma İmparatorluğu’nun yıkılmasıyla Roma imparatorluğu tarihe karıştı. 4) İstanbul’un fethinden sonra İtalya’ya kaçan bilginler orada Rönesans hareketini başlattılar. 5) İstanbul’un fethi Ortaçağ’ın sonu, Yeniçağ’ın başlangıcı olarak kabul edilir. Anadolu’da Yapılan Fetihler: Fatih’in amacı, Anadolu Türk birliğini sağlamak ve Karadeniz ticaretini kontrol altına almaktı. 1460’da Cenevizlilerin elinde bulunan Amasra alındı. 1461’de Sinop ele geçirilerek İsfendiyar Beyliği’ne son verildi. 1461’de Trabzon Rum Devleti’ne son verildi. 1466 yılında sefere çıkan Fatih, Konya ve Karaman’ın bir kısmını Osmanlılara kattı. Otlukbeli Savaşı (1473): Savaşın sebepleri: a) Akkoyunluların Uzun Hasan zamanında çok güçlenmesi, b) Uzun Hasan’ın yanına kaçan Pir Ahmed’i desteklemesi, c) Venedik ile Osmanlı aleyhine ittifak yapması, Sebepleriyle sefere çıkan Osmanlı ordusu, Erzincan Otlukbeli mevkiinde Akkoyunlu ordusunu birkaç saat içinde bozguna uğrattı. Uzun Hasan savaş meydanından kaçmak zorunda kaldı. Bu zaferle Akkoyunlu Devleti dağılma sürecine girdi. Ege Adalarının Fethi: a) Fatih, Akdeniz ve Karadeniz ticaret yollarına egemen olmak, b) Avrupa’yı ekonomik yönden Osmanlı Devletine bağımlı hale getirmek, c) Boğazların ve Ege kıyılarının güvenliğini sağlamak istiyordu. Bunun için Osmanlı donanmasının Venedik ve Ceneviz devletleriyle mücadele etmesi gerekiyordu. Donanma güçlendirilerek denizlerde fetihlere başlandı. 1456’da Cenevizlilerden; İmroz, Taşoz, Limni, Bozcaada Gökçeada, Limni, Semadirek alındı. Venediklilerden Midilli (1462) ve Eğriboz (1479) adaları alındı. Osmanlı-Venedik Savaşı (1463–1479): Osmanlıların Ege adalarını ele geçirmeleri Venedik’in doğu ticaretine zarar veriyordu. 16 yıl süren savaş sonunda Eğriboz başta olmak üzere birçok ada ele geçirildi. Venediklilerin isteği üzerine barış yapıldı. 1) Arnavutluk’taki Kroya ve İşkodra Türklere bırakıldı. 2) Venedik savaş aldığı yerleri vermeyi ve tazminat ödemeyi kabul etti. 3) Türkler, Dalmaçya, Arnavutluk ve Mora’da Venedik’ten aldıkları yerleri geri verecekti. 4) Venedik, İstanbul’da bir elçi (balyos) bulundurmayı ve Osmanlı ülkesinde ticaret yapma hakkını elde etti. Böylece Fatih döneminde Veneklilere kapitülasyonlar verilmiştir. Bunun sebebi, Venedik’in Avrupa Hıristiyan birliğine girmesini önlemek ve Osmanlı limanlarını canlandırmaktı. Fatih döneminde fethedilen Balkan ülkeleri; Sırbistan 1454, Mora 1460, Eflak 1462, Bosna-Hersek 1463, Arnavutluk 1479’da fethedildi. Fatih, Mora ve Trabzon’u alarak Bizans’ın yeniden dirilme umutlarını sona erdirmiştir. Kırımın Fethi (1475): Fatih Karadeniz ticareti ve İpek Yolu limanlarına sahip olmak için Gedik Ahmed Paşa emrinde bir donanmayı Kırım’a gönderdi. Gedik Ahmed Paşa önce Kefe, Azak ve Menküb kolonilerini ele geçirdi(1475). Daha sonra Kırım’ı Osmanlı Devleti’ne bağladı (1477). Böylece; 1) Karadeniz bir Türk gölü haline geldi. 2) Karadeniz kıyılarındaki doğu ticaret yolları Osmanlıların eline geçti. Yunan Adalarının Alınması: 1479 yılında sefere çıkan Osmanlı donanması Zenta, Kefalonya, Ayamavra adaları fethedildi. Otranto Seferi (1480): Venedik ile Napoli Krallığı arasındaki savaştan yararlanmak için gönderilen Gedik Ahmed Paşa emrindeki Osmanlı donanması Otranto’yu fethetti. Ancak Fatih’in ölümüyle sefer yarıda kaldı. Osmanlı-Memluk İlişkilerinin Bozulması: a) Osmanlıların İstanbul’un fethiyle birlikte İslam dünyasındaki gücünü artırması, b) Osmanlıların Dulkadiroğullarının iç işlerine karışmaları, c) Osmanlıların Hicaz su kuyularını tamir etmek istemeleri, 43 d) Memluklerin Akkoyunlularla işbirliği yapması, Gibi sebeplerle Osmanlı Devletiyle Memluk Devleti arasındaki ilişkiler bozuldu. Ancak iki taraf arasında savaş olmadı. II. BAYEZİD (1481–1512) Cem Olayı: Fatih öldüğünde büyük oğlu Bayezid Amasya valisi, küçük oğlu Cem ise Konya valisiydi. Devşirme kökenli devlet adamlarının desteğiyle II. Bayezid padişah oldu. Ancak kardeşi şehzade Cem, bunu kabul etmedi ve saltanat mücadelesine girişti. Başarılı olmayarak Memluklara sığındı. Daha sonra bir kez daha mücadele eden şehzade Cem yine başarılı olamadı ve Rodos şövalyelerine sığındı. Şövalyeler Cem Sultan’ı Papa’ya teslim ettiler. Avrupalı devletler Cem Sultan’dan yararlanmaya çalıştılar. Papa, Cem Sultan’ın komutasında Türkler üzerine bir Haçlı seferi düzenleyecekti. Bu teklifi Cem Sultan kabul etmeyince zehirlenerek öldürülmüştür (1495). Cem olayı başlangıçta Osmanlı Devleti’nin bir iç sorunu iken daha sonra uluslararası bir soruna dönüştü ve Osmanlı Devleti’nin dış politikada pasif bir siyaset izlemesine sebep oldu. Boğdan Seferi (1484): Boğdan Beyliğinin Macarlarla işbirliği yapması üzerine sefere çıkılarak Kili ve Akkerman kaleleri ele geçirildi. Böylece; 1) Karadeniz’in batı kıyılarında Osmanlı egemenliği sağlandı. 2) Balkanlardaki Osmanlı toprakları Kırım toprakları ile birleşti. 3) Boğdan yıllık vergi vermeyi kabul ederek Osmanlı egemenliğine girdi. Karamanoğlu Beyliğine Son Verilmesi: Karamanoğlu Kasım Bey’in Cem Sultanı desteklemesi üzerine yapılan bir seferle beyliğe son verildi ve toprakları Osmanlı devletine katıldı(1487). Osmanlı- Memluk Savaşı (1485–1491): a) Memluklerin, şehzade Cem’i desteklemesi, b) Karamanoğlu Kasım Bey ile işbirliği yapması, c) Dulkadiroğlu Beyliğinin içişlerine karışmaları, d) Ramazanoğulları Beyliğini egemenlik altına almak istemeleri, e) Hindistan hâkimi II. Mahmut Şah’ın Osmanlılara yolladığı hediyelere Memluklerin el koyması, II. Bayezid döneminde Çukurova bölgesinde Memlukler ile yapılan savaşlar altı yıl sürdü. Taraflar birbirine üstünlük sağlayamadı. Tunus hükümdarının arabulucuğuyla anlaşma yapıldı. Osmanlı Devleti savaşta aldığı Adana ve Tarsus’u Hicaz bölgesinin vakıf toprağı olduğu için geri vermeyi kabul etti. Osmanlı-Venedik Savaşı (1499–1502): Venedikliler Mora halkını Osmanlılara karşı isyana teşvik ediyorlardı. Yapılan deniz seferi ile İnebahtı, Modon, Koron ve Navarin kaleleri Osmanlılara geçti. II. Bayezid’in Müslüman ve Yahudilere Yardımı: Kastilya ve Aragon krallıklarının birleşmesinden sonra birliği sağlayan İspanyollar yarımadanın en güney ucundaki Beni Ahmer Devleti’ni yıkmışlar ve burada bulunan Müslüman ve Musevilere baskı ve işkencelere başlamışlardı. Endülüs Müslümanlarının Osmanlılardan yardım istemesi üzerine Kemal Reis emrindeki Osmanlı donanması İspanya’ya giderek Burada bulunan Müslümanları Kuzey Afrika’ya, Musevileri de İstanbul ve Selanik’e taşıdı(1505). Şahkulu İsyanı (1511): Akkoyunlu Devleti’nin yıkılmasından sonra, İran, Azerbaycan ve Doğu Anadolu’da Safevi Devleti kurulmuştu(1502). Devletin kurucusu olan Şah İsmail’in, dedesi Erdebil şeyhi Safiyyüddin’in ismine izafeten bu devlete Safevi Devleti denildi. Şah İsmail, Şii mezhebini yaymak ve Anadolu’yu ele geçirmek istiyordu. Anadolu’ya adamlarını göndererek Şiilik mezhebini yaymaya başladı. Bunun sonucunda Şahkulu büyük bir isyan çıkardı(1511). İsyancılar Antalya, Elmalı, Burdur ve Keçiborlu’yu ele geçirdiler. Osmanlı kuvvetleri bu isyanı güçlükle bastırdılar ve Şahkulu öldürüldü. Şahkulu isyanın güçlükle bastırılması II. Bayezid’in etkisini kaybetmesine ve otoritesinin sarsılmasına sebep oldu ve şehzadeler arasında taht mücadelesi başladı. Şehzadeler Arası Taht Mücadelesi: II. Bayezid’in üç oğlundan Ahmed Amasya’da, Korkut Manisa’da, Selim de Trabzon’da sancak beyi idiler. Tahta geçen şehzadenin diğer kardeşlerini öldüreceği düşüncesi Selim’i harekete geçirdi. Selim, Rumeli’de kendisine sancak verilmesini istedi. Bu isteği reddedilince kayın pederi Kırım hanı Mengli Giray’dan aldığı kuvvetlerle Trakya’ya geldi ve Karıştıran ovasında yaptığı savaşta yenilerek Kefe’ye kaçtı. II. Bayezid yerine Ahmed’i tahta geçirmek için İstanbul’a çağırdı. Ancak yeniçerilerin Selim’in padişah olmasını istemeleri üzerine II. Bayezid tahtı oğlu Selim’e bırakmak zorunda kaldı (1512). I. SELİM DÖNEMİ (1512–1520) Selim padişah olduktan sonra kardeşlerini ortadan kaldırarak iktidarını sağlamlaştırdı. Yavuz Sultan Selim, doğu siyasetine önem verdi. Bu yüzden Avrupa devletleriyle dostane ilişkiler kurdu. Sultan Selim’in amacı, Türk-İslam dünyasını bir yönetim altında toplamaktı. Bunun için Safevi Devleti’ni yıkarak Türkistan’a ulaşmayı ve İpek yolunu kontrol altına almayı amaçlıyordu. Ayrıca, Mısır seferiyle İslam dünyasını ele geçirip ve Baharat yolunu kontrol altına almak istiyordu. Çaldıran Savaşı (1514): Şah İsmail’in Şii mezhebini Osmanlı topraklarında yaymak ve Osmanlı devletini yıkarak Anadolu’yu ele geçirmek istemesi üzerine padişah sefere çıktı. Çaldıran ovasında yapılan savaşı Osmanlılar kazandı. Sonuçları: 1) Doğu Anadolu Osmanlı idaresi altına girdi. 2) Dulkadiroğlu beyliğine son verildi ve toprakları Osmanlı hâkimiyetine girdi. 3) Tebriz-Halep, Tebriz-Bursa İpek yolu Osmanlı kontrolüne geçti. 4) Şah İsmail hazinesini bırakarak kaçtığı için Osmanlılar büyük ganimet elde ettiler. 5) Şiiliğin Anadolu’da yayılması geçici olarak önlenmiştir. Turnadağ Savaşı (1515) (Osmanlı- Dulkadiroğlu): Yavuz Sultan Selim Çaldıran seferine giderken Dulkadiroğulları kuvvetlerinin yanında yer almasını istemiş, Dulkadiroğulları bu teklifi kabul etmemişlerdi. Sefer dönüşünde bu beyliğe son verildi. Böylece; Dulkadiroğulları toprakları Osmanlılara katıldı. Osmanlılar Memluklerle komşu oldular. Anadolu Türk birliği kesin olarak sağlanmıştır. 44 Mısır Seferi: Mercidabık Savaşı (1516) (Osmanlı-Memluk): Savaşın Sebepleri: a) Yavuz’un İslam dünyasının liderliğini ele geçirmek istemesi, b) Hint Okyanusu’ndaki Portekiz korsanlarının İslam’ın kutsal şehirlerine saldırmaları, c) Osmanlıların Baharat yolunu eline geçirmek istemeleri, Sonuçları: 1) Suriye, Filistin ve Lübnan Osmanlıların eline geçti. 2) Mısır yolu Osmanlılara açıldı. 3) Ramazanoğulları Osmanlılara katıldı. 4) Kansu Gavri öldürüldü. Ridaniye savaşı (1517) (Osmanlı-Memluk): Yavuz Sultan Selim Memluklere son darbeyi vurmak üzere Sina yarımadasını geçerek Mısır’a girdi. Kahire fethedilerek Memluk Devleti’ne son verildi. Mısır Seferinin Sonuçları: 1) Mısır, Suriye, Filistin, Lübnan ve Hicaz Osmanlı topraklarına katıldı. 2) Kutsal emanetler, Mekke ve Medine’nin anahtarları Osmanlılara teslim edildi. Halifelik Osmanlılara geçti. 3) Baharat ticaret yolu Osmanlılara geçti (Ancak coğrafi keşiflerin yapılmasından dolayı Osmanlılar Baharat yolundan istedikleri gibi faydalanamamışlardır). 4) Mısır seferi sonunda Osmanlı hazinesi doldu. 5) Venedikliler Kıbrıs için Memlukler’e verecekleri vergiyi bundan sonra Osmanlılara ödemeye başladılar. 6) Mısır’ın fethi ile Kuzey Afrika seferleri için önemli bir üs elde edildi. 7) Yavuz, savaştan sonra halife ve akrabalarını idari tedbir olarak, İstanbul’a getirdi. I. SÜLEYMAN DÖNEMİ (1520–1566) 46 yıl padişahlık yapan Kanuni dönemi Osmanlıların en güçlü dönemidir. Bu dönemde Osmanlı Devleti doğuda ve batıda rakipsiz güçlü bir devlet haline geldi. İç İsyanlar: Canberdi Gazali İsyanı: Memluk kumandanlarından Canberdi Gazali Memluk Devleti’ni yeniden kurmak için Şam’da isyan etti ise de isyan bastırıldı. Ahmet Paşa İsyanı: Sadrazam olması gerekirken Mısır valiliğine atanmış ve burada isyan etmiştir. İsyan bastırıldı. Kalenderoğlu İsyanı: Maraş civarında çıkan dini karakterli bir Şii isyanıdır. Bu isyana tımarlarının ellerinden alınmasını bahane eden Dulkadiroğlu sipahileri de katılmıştır. İsyan bastırılmış, Kalenderoğlu İran’a kaçmıştır. Baba Zünnun İsyanı: Vergilerinin ağırlığını bahane eden Baba Zünnun Yozgat (Bozok)’ta isyan ettiyse de isyan bastırılmıştır. Belgrat’ın Fethi (1521): Avrupa üzerinde baskı kurabilmek ve siyasi-askeri gelişmelere anında müdahale edebilmek için Macaristan’ın önemli bir kalesi olan Belgrat’ın fethi gerekliydi. Fatih Sırbistan seferinde Belgrat hariç bütün Sırbistan’ı fethetmişti (1459). Kanuni, Belgrat’ı, 1521’de Tuna’dan ve karadan kuşatarak fethetti. Önemi: 1) Belgrat Orta Avrupa’ya yapılacak seferler için önemli bir üs olmuştur. 2) Macaristan yolu Türklere açıldı. 3) Belgrat’ın fethiyle Osmanlılar Balkanlarda kesin olarak hâkimiyet kurmuş oldu. Mohaç Meydan Muharebesi (29 Ağustos 1526): Savaşın Sebepleri: a) Macar Kralının düşmanca tutumu, b) Pavia Savaşı’nda Alman İmparatoru Şarlken’e esir düşen Fransız kralı Fransuva’yı kurtarmak, c) Kanuni Fransuva’yı kurtararak Avrupa’daki Haçlı birliğine Fransa’nın katılmasını engellemek Savaşın Sonuçları: 1) Macar ordusu yenilgiye uğratıldı ve Macar Kralı II. Layoş savaş meydanında öldü. 2) Macaristan’ın ele geçirildi ve Osmanlı Devleti’ne bağlı bir krallık haline geldi. 3) Madrid Antlaşması ile I. Fransuva serbest bırakıldı. 4) Orta Avrupa’da Osmanlı egemenliği güçlendi. 5) Osmanlı Devleti ile Avusturya sınır komşusu oldu ve uzun yıllar devam edecek Osmanlı- Avusturya savaşları başladı. I. Viyana Kuşatması (1529): Yanoş Zapolya’nın Macar kralı olmasını Avusturya arşidükü Ferdinad’ın istemiyordu ve Ferdinand, Budin’i ele geçirdi. Kanuni sefere çıkarak Budin’i geri aldı ve arkasından Osmanlı ordusu Viyana’yı kuşattı. Ancak ordu, kuşatma için hazırlıksız gelmişti ve kış mevsimi yaklaşmıştı. Bu sebeple Osmanlı ordusu İstanbul’a geri döndü. Alman Seferi (1533): a) Alman imparatoru Şarlken’in desteğini alan Avusturya kralı Ferdinand’ın, Kanuni’ye elçi göndererek kendisinin Macar kralı olarak tanınmasını istemesi, b) Ferdinand’ın Budin’i kuşatması, c) Kanuni’nin, Şarlken’in Ferdinand üzerindeki desteğini kesin bir şekilde ortadan kaldırmak istemesi, Avusturya kralı Ferdinand, Macar kralı olmak için tekrar Budin’i kuşatması üzerine Kanuni tekrar sefere çıkarak Avusturya ve Almanya içlerine kadar ilerledi. Osmanlı ordusunun karşısına Ferdinand veya Şarlken çıkmadığı için ordu geri döndü. İstanbul Antlaşması (1533)(Osmanlılar- Avusturya): 1) Avusturya kralı protokol bakımından Osmanlı sadrazamına denk olacaktır. 2) Avusturya, Yanoş’un Macar kralı olmasını kabul etti. 3) Avusturya, Osmanlılara yılda 30 bin duka altın vermeyi kabul etti. 4) Avusturya, elinde bulundurduğu Macar toprakları için Osmanlı Devleti’ne yılda 30 bin duka altın vergi verecektir. Macaristan’ın Osmanlılara Katılması: Ölen Macar kralı Yanoş’un yerine küçük yaştaki oğlu Sigismund geçti. Ferdinand Sigismund’un krallığını tanımayarak antlaşmayı bozdu. Sigismund’un annesinin yardım istemesi üzerine Kanuni tekrar sefere çıkarak Macaristan’ı tekrar fethetti. Ferdinand’ın barış isteği kabul edilerek Macaristan üç bölgeye ayrıldı(1541): Kuzey Macaristan Avusturya’ya, 45 Orta Macaristan Erdel beyliği adı altında Osmanlı himayesindeki Sigismund’a, Güney Macaristan ise Budin Eyaleti olarak Osmanlı Devleti’ne bağlandı. c) Macaristan Seferi (1543): Ferdinand’ın Osmanlı egemenliğindeki Macaristan topraklarını istemesi ve isteği kabul edilmeyince Budin’i kuşatması üzerine sefere çıkan Osmanlı ordusu Estergon ve İstoni- Belgrat kalelerini fethetti. 1547’de antlaşma yapılarak savaşa son verildi. Erdel Seferi (1551): Ferdinand’ın 1551’de yeniden Erdel’in içişlerine karışmasıyla Osmanlı kuvvetleri Segedin ve Temeşvar kaleleri önünde Avusturya kuvvetlerini yendiler. Ferdinand’ın isteğiyle 1562’de yeniden antlaşma yapıldı. Bunun üzerine Kanuni İran üzerine sefere çıktı. Önce sadrazam İbrahim Paşa ordusuyla Tebriz’e girdi. Arkasından padişah da Tebriz’e geldi ve Azerbaycan’ı ele geçirdi. Kanuni daha güneye inerek Bağdad’ı fethetti(1534). Sonuçları: 1) Bu seferde Van, Tebriz ve Bağdad, Osmanlı topraklarına katıldı. 2) İpek yolu ticareti kontrol altına alındı. 3) Hint Deniz ticaret yolunun Basra Körfezi kısmı Osmanlı denetimine girdi. 4) Türk şairi Fuzuli Osmanlı hizmetine girdi. Zigetvar Seferi (1566): Avusturya’nın barışı bozarak Erdel’e saldırması üzerine sefere çıkan padişah Zigetvar kalesini kuşattı. Kuşatma sırasında padişah öldü fakat sadrazam Sokullu Mehmed Paşa onun ölümünü gizledi. Kuşatmaya devam edilerek kale zapt edildi. II. İran Seferi (1548): Safeviler Van ve Tebriz’i alması ve bu sırada şah ile kardeşi arasında taht mücadelesinin başlaması üzerine Kanuni yeniden sefere çıktı. Van, Tebriz ile Gürcistan’daki bazı kaleleri alarak geri döndü. Fransa’ya Kapitülasyonların Verilmesi (1535): Kanuni Sultan Süleyman’ın Mohaç Meydan Muharebesi ile I. Fransuva’yı Şarlken’den kurtarması, Osmanlı Devleti ile Fransa’yı birbirine yakınlaştırmıştı. Osmanlı Devleti ile Fransa arasında bir ticaret antlaşması imzalandı. Bu antlaşmaya göre Osmanlılar Fransa’ya kapitülasyonlar verdiler. III. İran Seferi (1553): Şah Tahmasb’ın Muş’a kadar olan yerleri ele geçirmesi üzerine Kanuni üçüncü defa İran seferine çıktı. İran şahı yine kaçtı. Osmanlı kuvvetleri Nahcivan, Revan ve Karabağ’ı ele geçirdi. Kış mevsiminin yaklaşması üzerine Osmanlı ordusu Amasya’ya döndü. Şah Tahmasb elçi göndererek barış teklif etti. Kapitülasyonların Verilme Sebepleri: a) Fransa’yı kendi yanına çekerek Avrupa Hıristiyan birliğini bozmak, b) Akdeniz ticaretini canlandırmak, c) Osmanlı ticaret mallarını Fransızlar aracılığıyla pazarlamak, Amasya Antlaşması (1555): 1) Doğu Anadolu, Azerbaycan, Tebriz ve Bağdad Osmanlı Devleti’nde kalacaktı. 2) Osmanlı Devleti ile İran arasında yapılan ilk resmi antlaşmadır. Osmanlı-Fransız Ticaret Antlaşması: 1) Fransız ticaret gemileri Osmanlı sularında serbestçe dolaşabilecek ve istedikleri limanlara girebilecektir. 2) Fransız tüccar diğer tüccara göre daha düşük vergi ödeyecektir. 3) Fransız vatandaşları arasındaki davalara Fransız hâkim bakacak. 4) Fransız vatandaşları ile Türkler arasındaki davalara Türk hâkim bakacak, ancak davada Fransız tercüman bulunacak. 5) Osmanlı topraklarında ölen veya gemisi batan Fransız tacirlerin malları Fransa’daki varislerine verilecek. 6) Fransa topraklarında bulunan Osmanlı tüccarı da aynı haklardan yararlanacak. 7) Bu antlaşma her iki hükümdarlar hayatta kaldığı sürece geçerli olacaktı. Denizlerde Fetihler: Rodos’un Fethi (1522): a) Rodos adasında bulunan Saint Jan Şövalyelerinin korsanlık yaparak Akdeniz ticaretine engel olmaları b) Batı Anadolu kıyılarını tehdit etmeleri c) Osmanlıların Mısır ve Suriye’den Anadolu’ya ulaşan deniz yolunun güvenliği sağlamak istemeleri d) Doğu Anadolu’da iki devlet arasındaki hâkimiyet mücadelesi, Bitlis beyi Şeref Han’ın Safevilere, İran beylerinden Olama Paşa’nın da Osmanlılara sığınması. Sebepleriyle Kanuni sefere çıkarak adayı zorlu bir kuşatmadan sonra zapt etti. Rodos adası Türk sancağı haline geldi. Şövalyeler, Şarlken tarafından Malta adasına yerleştirildi. Kapitülasyonlar 1740 yılında sürekli hale getirilmiş ve başka devletlere de verilmiştir. Bu da Osmanlı ekonomisinin çökmesine sebep olmuştur. Lozan anlaşması ile kaldırılabilmiştir. Cezayir’in Osmanlılara Katılması(1533): Bir Türk denizcisi olan Hızır Reis kardeşi Oruç ile birlikte Cezayir’i İspanyollardan alarak burada bir hükümet kurmuşlardı. Kanuni Sultan Süleyman, Şarlken’e ve onun desteğindeki Haçlı donanmasına karşı mücadele edebilmek için Hızır Reis’i İstanbul’a çağırdı ve kaptan-ı deryalık ve Cezayir beylerbeyliği görevine getirdi. Böylece Cezayir, Osmanlı topraklarına katılmış oldu. Osmanlı-İran Savaşları: I. İran Seferi (Irakeyn Seferi) (1534–1535): Sebepleri: a) Şah Tahmasb’ın Osmanlıya karşı, Avusturya ve Almanya’ya ittifak teklifinde bulunması, b) Anadolu’daki bazı beyleri Osmanlılara karşı kışkırtması, Preveze Deniz Savaşı (1538): Sebepleri: a) Osmanlı Devleti ile Avrupa devletleri arasında Akdeniz’deki hâkimiyet mücadelesi, b) Türk donanmasının Ege denizindeki ait bazı kaleleri alıp İtalya kıyılarına baskınlar düzenlemesi, 46 Venedik, Malta, İspanya ve Portekiz kuvvetlerinden oluşan birleşik Haçlı donanmasının başına Andrea Doria getirildi ve haçlı donanması Korfu adasında toplandı. Barbaros Hayreddin Paşa komutasındaki Türk donanmasıyla Haçlı Donanması Preveze önlerinde karşılaştı. Haçlı donanması büyük bir yenilgiye uğradı. Andrea Doria kaçmak zorunda kaldı. Şavaşın Sonuçları: 1) Şarlken’in Akdeniz’deki üstünlüğü sona erdi. 2) Akdeniz’de üstünlük Osmanlılara geçti. 3) Venedik anlaşma yaparak Mora ve Dalmaçya kıyılarındaki bazı kaleleri Osmanlılara bıraktı. 4) Türk tarihinin en büyük deniz zaferidir. Preveze Deniz Savaşı’nın tarihi olan 28 Eylül, Türk Denizcilik Günü olarak kutlanmaktadır. Trablusgarp’ın Alınması (1551): Saint Jan Şövalyelerinin elinde bulunan Trablusgarp’ı Turgut Reis fethetti. Buranın beylerbeyi oldu ve daha sonra Korsika adasını ele geçirdi (1553). Cerbe Deniz Savaşı (1560): Turgut Reis’in İspanyolların elindeki Cerbe adasını kuşattığı sırada Andrea Doria komutasındaki Haçlı donanmasının Cerbe önlerine gelmesi durumu zorlaştırdı. Turgut Reis Trablusgarp’a çekilerek İstanbul’dan yardım istedi. Kaptan-ı Derya Piyale Paşa komutasındaki Osmanlı donanması da Cerbe önlerine geldi ve burada yapılan savaşı Osmanlı donanması kazandı. Sonuçları: 1) Cerbe adası fethedildi. 2) Batı Akdeniz ve Kuzey Afrika’daki Türk egemenliği kesinleşti. 3) Cerbe zaferi, Preveze zaferinden sonra Türklerin ikinci büyük zaferdir. Hint Deniz Seferleri (1538–1553): Portekizlilerin Basra Körfezi’ni kapatarak Baharat yolunu kontrol etmeleri ve Hint Okyanusu’ndaki Müslüman ticaret gemilerine saldırmaları üzerine Kanuni deniz seferlerini başlattı. Bunlar: 1) Hadım Süleyman Paşa (1538) 2) Piri Reis (1551) 3) Murad Reis (1552) 4) Seydi Ali Reis (1553) Seferlerin Sonuçları: 1) Kızıldeniz, Basra Körfezi, Eritre, Sudan ve Habeşistan’ın bir kısmı Osmanlı topraklarına katıldı. 2) Hint deniz seferleri başarılı olamamış ve Hint Denizinde Portekizlilerin üstünlüğüne son verilememiştir. Hint deniz seferlerinin başarılı olmamasında; a) Osmanlı devlet adamlarının seferlere gereken önemi vermemeleri, b) Osmanlı gemilerinin Okyanus sularına dayanıklı olmaması, c) Hindistan’daki Müslüman devletlerin Osmanlı Devleti’ne gereken desteği vermemeleri etkili olmuştur. II. SELİM DÖNEMİ (1566–1574) II. Selim savaşlara katılmamış ve ömrünü genelde sarayda geçirmiştir. Döneminde veziriazam Sokullu Mehmet Paşa devlet işlerini yürütmüştür. Yemen İsyanı (1568): Kanuni zamanında Zeydiyye ailesinden İmam Mutahhar’a bazı imtiyazlar verilmişti. Sana beylerbeyi Murad Paşa’nın bu imtiyazları geri almaya çalışması üzerine İmam Mutahhar isyan etti. Serdar Sinan Paşa ve Habeşistan beylerbeyi Özdemiroğlu Osman Paşa tarafından isyan bastırıldı. Yemen bir eyalet haline getirilerek Özdemiroğlu Osman Paşa vali olarak tayin edildi. Endonezya Seferi (1569): Sumatra adasında bulunan Açe Sultanlığı Portekiz baskısı sebebiyle Osmanlı Devleti’nden yardım istedi. Süveyş kaptanı Kurdoğlu Hızır Reis emrindeki Osmanlı donanması Sumatra’ya gönderildi. Açe Sultanlığı’na çok miktarda silah ve silah ustası gönderildi. Kıbrıs’ın Fethi (1571): Kıbrıs Venediklilerin elindeydi ve adada bulunan korsanlar Türk gemilerine saldırıyorlardı. Doğu Akdeniz ticaret yolunun güvenliği açısından Kıbrıs’ın fethi şarttı. Ancak Sokullu Mehmed Paşa Avrupa devletlerinin Osmanlıya karşı ittifak kurmasından kaygılandığı için adanın fethedilmesine karşıydı. Buna rağmen Padişah adanın fethedilmesi için Lala Mustafa Paşa’yı görevlendirdi. Bir yıllık bir kuşatmadan sonra ada zapt edildi. Adaya Konya, Karaman, Niğde, Kayseri ve Bozok sancaklarından getirilen Türkler iskân edildi. İnebahtı Savaşı (1571): Osmanlıların Kıbrıs’ı fethetmeleri üzerine Papa önderliğinde İspanya ve Malta, Venedik ve diğer İtalyan devletleri bir Haçlı donanması oluşturdular. Don Juan komutasındaki Haçlı donanması İnebahtı’da Osmanlı donanmasını yakarak imha etti. Osmanlı donanmasının yenilmesinde, kaptan-ı derya Müezzinzade Ali Paşa’nın deniz askeri (levent) ile değil kara askeri ile savaşa katılması etkili oldu. Cezayir beylerbeyi Uluç Ali Paşa kalan gemileri kurtararak İstanbul’a getirdi. Bu başarısından dolayı Kılıç unvanı verilerek kaptan-ı deryalığa getirildi. İnebahtı yenilgisinden sonra Osmanlı Devleti daha güçlü bir donanmayı hazırlayarak Akdeniz’e indirdi. Tunus’un Alınması (1574): Kaptan-ı Derya Kılıç Ali Paşa, yeni donanmayla Akdeniz’e açılarak İspanyolların eline geçmiş olan Tunus’u fethetti. Böylece, Kuzey Afrika Osmanlı egemenliğine girdi. II. Selim ve III. Murad Dönemi Kanal Projeleri: Süveyş Kanalı Projesi: Akdeniz ile Kızıl deniz arasında bir kanal kazıyarak birleştirme projesiydi. 1568 yılında girişimde bulunulmuş; bölgede incelemeler yapılmış ancak uygulamaya geçilememiştir. Fransızlar 1869 yılında kanalı açmışlardır. Osmanlı Devleti bu proje ile; a) Hindistan üzerindeki Portekiz baskısını önlemeyi, b) Baharat Yolu’nu Akdeniz’e çevirerek Osmanlı ekonomisini canlandırmayı, c) Hint deniz yolunu kısaltmayı amaçlamıştır. 47 Don Volga Kanal Projesi: Osmanlı Devleti Don ve Volga ırmaklarını bir kanal kazıyarak birleştirmek istedi. Kanal mesafesinin üçte biri kazıldı ancak kış mevsiminin yaklaşması, asker arasında erzak sıkıntısı, Kırım hanının isteksiz davranması ve Rusların saldırıları sebebiyle teşebbüs yarıda kaldı. Kanal ancak 1952 yılında Ruslar tarafından açıldı. Osmanlı Devleti bu proje ile; a) İpek yolunu canlandırmayı, b) İran savaşlarında donanmadan yararlanmayı, c) Rusya’nın güneye doğru yayılmasını önlemeyi, d) Orta Asya’daki Türklerle yakın ilişkiler kurmayı amaçlamıştır. a) Marmara Kanal Projesi: Bu proje ile Marmara Denizi- İznik Gölü- Sapanca Gölü arasında bir kanal açılması öngörülüyordu. Böylece, Marmara Denizi ile Karadeniz arasında yeni bir bağlantı sağlanacak, gemi yapımı için Doğu Karadeniz’den gelecek kereste bu yolla sağlanacak ve İstanbul Boğazı’nın trafiği rahatlayacaktı. III. MURAT DÖNEMİ (1574–1595) Lehistan’ın Osmanlı Topraklarına Katılması (1575): Osmanlı Devleti Fransa’nın desteğini alarak Erdel prensi Baturi’yi kral seçtirdi. Böylece Lehistan, Osmanlı himayesine girdi (15751587). Osmanlı Devleti’nin hâkimiyet sahası Baltık Denizi kıyılarına kadar ulaştı. Fas’ın Osmanlı Himayesine Girmesi (1578): Ramazan Paşa emrindeki Osmanlı donanması, Portekiz kralını Tanca yakınlarında Kasrülkebir (Vadiüsseyl) savaşında yenilgiye uğrattı (1578). Böylece Fas’ta Osmanlı hâkimiyeti kuruldu. Osmanlı sınırları Atlas Okyanusu’na ulaştı. İngiltere’ye Ticari İmtiyazların Verilmesi: II. Murad devrinde, İngiltere’ye bazı ticari imtiyazlar verildi. Osmanlı- İran Savaşı (1578–1590): Sebepleri: İran’ın Osmanlı sınırlarına saldırması, daha sonra şahın ölümü üzerine taht kavgalarının yaşanması, Osmanlı Devleti’nin yapacağı doğu seferlerinde; asker desteği sağlamak için Kırım ile doğudan kara bağlantısı kurmak ve Kafkasları ele geçirerek Rusların güneye inmesini engellemek istemesi. Lala Mustafa Paşa ve Özdemiroğlu Osman Paşa komutasındaki Türk ordusu İran üzerine gönderildi. 1578’de Çıldır ovasında Safeviler mağlup edilerek Tiflis alındı. Meşaleler savaşında büyük bir zafer kazandı. Bu savaşta tüm Gürcistan fethedilerek Tiflis Osmanlı vilayeti durumuna getirildi (1578). Aynı yıl Şirvan da Osmanlı topraklarına katıldı. Bu gelişmeler üzerine İran barış istemek zorunda kaldı. Ferhad Paşa Antlaşması (1590): 1. Gürcistan, Şirvan, Tebriz, Karabağ ve Dağıstan Osmanlı Devleti’nde kalacaktı. 2. Bu antlaşma ile Osmanlı devleti doğuda en geniş sınırlarına ulaşmış oluyordu. Osmanlı-Avusturya Savaşları (1593–1606): a) Avusturya’nın ödemesi gereken vergiyi ödememesi, b) Osmanlı sınırlarına saldırması, c) d) Eflak, Boğdan ve Erdel beylerini Osmanlı Devleti’ne karşı kışkırtması, Bosna beylerbeyi Telli Hasan Paşa’nın öldürülmesi, Sebepleriyle Sadrazam Koca Sinan Paşa emrindeki Osmanlı ordusu Avusturya üzerine sefere çıktı. Sadrazam Koca Sinan Paşa başlangıçta bazı başarılar kazandı. Ancak Eflak, Boğdan ve Erdel beylerinin isyan etmeleri Osmanlıları zor duruma düşürdü. III. MEHMET DÖNEMİ (1595–1603) III. Murad’ın ölümü üzerine Manisa’da sancak beyi olan oğlu III. Mehmed, 1595’de tahta çıktı. III. Mehmed, Anadolu’da sancak beyliği yapan son padişahtır. Osmanlı-Avusturya Savaşları: III. Mehmed tahta çıktığında Osmanlı-Avusturya savaşları devam ediyordu. Avusturya kuvvetlerinin Estergon ve Vişegrad kalelerini ele geçirmesi ve Avusturya cephesindeki bu başarısızlıklar üzerine devlet erkânı ve yeniçerilerin baskısıyla padişah III. Mehmed sefere çıktı. Osmanlı ordusu 1596 yılında Eğri kalesini zapt etti. Haçova Meydan Muharebesi (1596): Osmanlı 15 Ekim 1596 günü Haçova'da büyük bir Haçlı ordusu (Avusturya, Alman, Erdel, İspanyol, Fransız, Çek ve Leh) ile karşılaştı. Avusturya Arşidükü Maximilien komutasındaki düşman ordusu ile yapılan savaş kaybedilmek üzereyken, saray çalışanları ve geri hizmet bölüklerinin de savaşa katılması üzerine düşman ordusu dağıldı ve Osmanlı ordusu büyük bir zafer kazandı. Kanije Müdafaası (1600): Damat İbrahim Paşa, Kanije kalesi'ni kuşatarak ele geçirdi (1600). Kale komutanlığına Tiryaki Hasan Paşa getirildi. Avusturya önderliğindeki yeni bir Haçlı ordusu kaleyi geri almak için kuşattı. Tiryaki Hasan Paşa emrindeki az sayıda bir kuvvetle, kaleyi düşmana karşı kahramanca savundu ve yaptığı karşı hücumla düşman ordusunu Kanije kalesi önünde yenilgiye uğrattı (18 Kasım 1601). Bu zaferden sonra İstoni-Belgrad ve Estergon, 1603'de de Uyvar fethedildi. Osmanlı-İran Savaşları (1603–1611): İran şahı I. Abbas Anadolu’daki Celali isyanlarını fırsat bilerek Ferhat Paşa Antlaşmasıyla kaybettiği toprakları geri almak istiyordu. Bu amaçla Tebriz(1603), Nahcivan ve Revan’ı ele geçirdi. YENİÇAĞDA AVRUPA (1453–1789) YENİÇAĞIN BAŞLARINDA AVRUPA’NIN ÇEHRESİNİ DEĞİŞTİREN GELİŞMELER: 1. Ferdin bütün özellikleriyle kendi göstermiştir. 2. Feodalitenin yıkılmış ve milli monarşiler kurulmuştur. 3. Papa-krallar mücadelesi krallar lehine sonuçlanmıştır. 4. Modern Avrupa milletlerinin oluşum süreci başlamıştır. 5. Hümanizm ve Rönesans hareketleriyle modern insanı yaratacak düşünce inkılâbı başlamış ve Skolâstik düşünce yıkılmıştır. 6. Reform hareketlerinin, Katolik kilisesini sorgulaması ile yeni mezhepler ortaya çıkmıştır. 48 7. Katolik kilisesinin kendi varlığını sürdürecek tedbirler almıştır. YENİ BULUŞLAR: Yeni Buluşlar; Barut ve top, kâğıt ve matbaa ve pusuladır. Bunların Avrupa’da kullanılması Avrupa’nın siyasi, sosyal ve kültürel hayatında önemli değişikliklere sebep olmuştur. Barutun Ateşli Silahlarda Kullanılması: Yeniçağın başlarında Almanya’nın hariç diğer Avrupa ülkelerinde feodalite rejimi gücünü kaybetmiş, merkezi krallıklar güçlenmiştir. Bu gelişmelerde barut ve topun savaşlarda kullanılmasının çok büyük etkisi vardı. Haçlı Seferleri sonucunda Avrupalıların barutu ateşli silahlarda kullanmaları feodal beylerin şatolarını yıkmış, böylece derebeylik rejimi zayıflamış mutlak krallıklar güçlenmeye başlamıştır. XIV. yüzyılda Avrupa’da monarşiler güçlenirken imparatorluklar zayıflamıştır. Papalığın gücü zayıflamaya başlamıştır. Pusula ve Gemicilik Teknolojisindeki Gelişmeler: Avrupalılar pusula sayesinde yeni ticaret yolları bulmuşlar bu da coğrafi keşiflere sebep olmuştur. Kâğıt ve Matbaanın Kullanılması: Kâğıt ve matbaanın kullanılması Avrupa’nın kültürel alanda gelişmesini sağlamış, bu da Rönesans ve Reform hareketlerini başlatmıştır. COĞRAFİ KEŞİFLER Avrupalıların XIV. yüzyıldan başlayarak yeni yerler keşfetmek için yaptıkları kara ve deniz yolculuklarına coğrafi keşifler denir. Avrupa’nın coğrafi keşiflerle başlayan yayılma hareketleri XV. yüzyılın ikinci yarısında ekonomik amaçlara yönelmiştir. Ticaretin gelişmesi, pazarın esası olan değerli madenlere olan ihtiyacı artırmış zenginliğin ölçüsü toprak sahipliğinden madenlere hâkim olmak şeklinde değişmiştir. Avrupalılar değerli madenlere ulaşabilmek için Asya ve Amerika’ya seferler düzenlemişlerdir. Coğrafi Keşiflerin Sebepleri: a) Avrupalıların pusulayı öğrenmeleri gemicilik ve coğrafya bilgilerinin artması, b) Avrupalıların doğunun zenginliklerine ulaşabilmek amacıyla yeni ticaret yolları aramaları, c) İstanbul’un fethinden sonra Türklerin doğu ticaret yollarına hâkim olmaları ve Avrupalıların açık denizlere çıkma ihtiyacı hissetmeleri, d) Avrupa’da değerli madenlerin az bulunmasından dolayı kralların (İspanyol ve Portekiz) gemicileri desteklemesi, e) Avrupalıların Hıristiyanlığı yaymak istemeleri, Coğrafi Keşifler: 1) Bartelmi Diyaz’ın Ümit Burnu’nun Bulunması (1487), 2) Kolomb’un Amerika yolculuğu (1492), 3) Vasko Dö Gama’nın Hindistan’a ulaşması (1498), 4) Amerigo Vespuçi’nin yeni kıtayı (Amerika) keşfi (1507), 5) Fernando Cortez’in Meksika yolculuğu (1519–1521), 6) Macellan’nın dünyanın dolaşması (1519–1522), Keşiflerin Sonuçları: 1. Yeni kıtalar, adalar ve denizler keşfedildi. 2. Avrupa devletleri keşfettikleri yerleri sömürgeleştirerek sömürge imparatorluklar kurdular. 3. Yeni bitki ve hayvan türleri (mısır, tütün, patates, domates, portakal, vanilya, kakao gibi) keşfedildi. 4. Keşfedilen yerler yağmalandı. Avrupa’ya bol miktarda altın ve gümüş taşındı. Böylece Avrupa’da hayat seviyesi yükseldi. 5. Avrupa’dan keşfedilen yerlere göçler oldu. Avrupa kültürü ve Hıristiyanlık yayıldı 6. İpek ve Baharat yolları ve Akdeniz limanları önemini kaybetti. Yeni yollar ve Atlas Okyanusu kıyısındaki şehirler önem kazandı. Osmanlı Devleti olumsuz etkilendi ve gümrük gelirleri azaldı. 7. Deniz taşımacılığı sayesinde zengin bir burjuva sınıfı ortaya çıktı. Bunlar kültür ve sanat hareketlerini desteklediler. Böylece Rönesans’ın yayılması hızlandı. 8. Avrupalılar Amerika ve Afrika yerlilerine tam bir soykırım yaptılar. 9. Dünyanın yuvarlak olduğu anlaşıldı. 10. Sömürgelerden getirilen altın ve gümüş gizlice Osmanlı pazarlarına sokuldu, böylece Osmanlılarda ilk enflasyon başladı. Coğrafi Keşiflere Karşı Osmanlı Devleti'nin Aldığı Önlemler: 1) Fransa’ya Kapitülasyonlar vermesi 2) Akdeniz hâkimiyetinin sağlanması 3) Hint deniz seferleri 4) Süveyş Kanalı'nı açma teşebbüsü 5) Don-Volga nehirlerini birleştirme projesi RÖNESANS Haçlı Seferleri ve Coğrafi Keşiflerin de etkisiyle XV. ve XVI. yüzyıllarda Avrupa'da bilim, sanat, edebiyat ve felsefe alanlarındaki gelişmelere Rönesans adı verilir. Önce İtalya'da başlamış daha sonra Fransa, Almanya, İngiltere ve diğer Avrupa ülkelerinde görülmüştür. a) Rönesans'ın Nedenleri: a) Ortaçağdaki güzel sanatların XV. ve XVI. yüzyıllarda daha da gelişmesi, b) Matbaanın ve kâğıdın kullanılması ile yeni buluş ve düşüncelerin kolayca yayılması, c) XV. ve XVI. yüzyılda Avrupa’da birçok düşünürün ortaya çıkması, d) Avrupa'da sanat ve edebiyattan zevk alan bir kesimin ortaya çıkması, Mesen sınıfının sanatçıları desteklemesi, e) İstanbul’un fethi nedeniyle buradaki bazı bilginlerin İtalya’ya gelerek Yunancayı ve ilkçağ eserlerini öğretmeleri, f) Coğrafi Keşifler nedeniyle insanların düşünce ve ufkunun gelişmesi İslam dünyasının etkisi, b) Rönesans Niçin İtalya'da Başladı? a) Coğrafi konumu, b) En önemli ticaret yollarının kesişim noktasında bulması ve güzel sanatlara ilgi duyulması, c) Eski Roma ve Yunan uygarlıklarına ait birçok eserin İtalya’da bulunması, d) Roma’nın dini merkez olması nedeniyle birçok büyük mimari yapı ve sanat eserinin yapılması, e) Birbirinden bağımsız birçok küçük krallığın bulunması nedeniyle halkın diğer insanlara göre daha özgür yaşaması. 49 Rönesans Hareketlerinin Öteki Avrupa Ülkelerine Yayılması Fransa'da Rönesans: Bizzat krallar Rönesans’ın kurucusu oldular, sanatçıları ve hümanistleri korudular. Rable, Ronsar, Montaigne gibi hümanistler Fransız Dili ve Edebiyatının doğmasını sağladılar. Mimari alanında da gelişmeler oldu. Luther sarayı yapıldı. Almanya'da Rönesans: Almanya’da Rönesans, Reform’la birlikte gelişti. Erasmus, Röklen ve Luther başta gelirler. Mimari çok gelişmiş Gotik tarzıyla Köln belediye binası ve Heidelberg şatosu yapıldı. İngiltere'de Rönesans: İngiliz Rönesansının en önemli ismi Shakespeare’dir. Eserlerinin konusunu eski çağ tarihlerinden alan dram ve trajediler yazdı. En ünlü eseri Hamlet, Othello, Romeo ve Juliet’tir. c) Rönesans'ın Sonuçları: 1) Skolâstik düşünce yıkıldı ve serbest düşünce ortamı doğdu. 2) Deney ve gözleme dayalı pozitif düşünce ortaya çıktı. 3) Kilise otoritesi zayıfladı, Reform’a zemin hazırlandı. 4) Bilim, sanat, edebiyat alanında birçok yeni eserler oluşturuldu. 5) Avrupa’da sanat ve edebiyattan zevk alan bir sınıf oluştu. 6) Rönesans’ın en tanınmış simaları İtalya’da Vinci, Rafael, Donatello ve Mikelanj Fransa’da Montaigne, Almanya’da Albert Dürer ve İngiltere’de Shakespeare'dir. REFORM XVI. yüzyılda Rönesans hareketinin de etkisiyle Katolik Kilisesinde ortaya çıkan yeniden yapılanma faaliyetlerine Reform denir. Reformun temel nedeni Katolik kilisesinin bozulmasıydı. Bu bozulmanın temelinde din adamlarının kendilerini tanrı ile kul arasında aracı olarak görmesi ve görev ve yetkilerini kötüye kullanmaları yatıyordu. Reform'un Nedenleri: a) Halkın kiliseye olan güveninin sarsılması Endüljans sayesinde kilisenin çok zenginleşmesi b) Rönesans'ında etkisiyle insanların her şeyin esasını arama ve bulma arzusu sonunda Hıristiyanlığın aslından uzaklaştığının anlaşılması, c) Katolik Kilisesi'nin Hıristiyanlığın esaslarını saptırması ve belli bir zümrenin çıkarlarına uygun hareket etmeye başlaması, d) Matbaa sayesinde Avrupa dillerine çevrilen İncil’in herkes tarafından okunup anlaşılması, Reform niçin Almanya’da ortaya çıkmıştır? a) Alman halkının İtalya'daki halka göre daha fakir olmasının kilise merkezine karşı kin duymasına neden olması, b) Kilise'nin desteklediği Katolik Avusturyalı kralların Alman Kralı ve prenslerini baskı altında tutmak istemesi Reformun Yayılışı Martin Luther, Almanya’da 1517’li yıllarda kilise ve papanın uygulamalarına karşı çıkarak düşüncelerini 96 maddelik bir bildiri halinde yayınladı. Luther tanrı ile kul arasına hiç kimsenin giremeyeceğini, kulların günahlarını ancak tanrının affedebileceğini iddia etti. İncil’i tercüme etti ve rahiplerin gereksizliğini bildirdi. Bu tavırlar Luther’in aforoz edilmesine neden oldu. Luther ölüme mahkûm edildi. Luther’in görüşleri Alman prensleri arasında yayıldı, İmparator V. Charles, Luther ve yanlılarına savaş açtı. Ancak Saksonya Elektörü Luther’i korudu. Şarlken de Protestanlığın daha fazla yayılmaması için bazı tedbirler aldı. Halk Şarlken'in bu tavrını protesto etti. Böylece yeni mezhebin adı Protestanlık oldu. Şarlken, Türk fetihlerinin Avrupa’da hızlanması karşısında aciz kalmış ve 1555 Ogsburg Antlaşmasıyla Protestanları tanımıştır. Ogsburg Antlaşması (1555): 1) Protestanlık mezhebi ve kilisesi kesin olarak kabul edildi. 2) Alman prensleri mezhep seçme ve halklarına kabul ettirme özgürlüğüne kavuştular ve din işlerinin mutlak hâkimi haline geldiler. Luther'den sonra Calven'de Fransa'da bu yeni mezhebi kabul etti. Fransa'dan çıkarılan Calven kendi adıyla kilisesini Cenevre’de kurdu. Fakat Calvenizmin Fransa’da yayılması çok kolay olmadı. Binlerce Calvenist öldürüldü. Mezhep savaşları Fransa’da Nant Fermanı’yla sona ermiş ve Calvenizm resmen tanınmıştır (1598). İngiltere’de Kral VIII. Henry, Anglikan Kilisesi’ni kurarak kontrolü altına aldı. Reform Sonuçları: 1) Katolik kilisesi parçalandı; Protestanlık, Kalvenizm ve Anglikanizm gibi yeni mezhepler ortaya çıktı. 2) Katolik Kilisesi’nin otoritesi sarsıldı ve kendini yenilemeye çalıştı. 3) Kurulan Engizisyon Mahkemeleri ile Katolik Kilisesi'nin otoritesi devam ettirilmek istendi. 4) Protestanlığı kabul eden ülkelerde, eğitim kilisenin elinden alındı, laik eğitime geçildi. Kilise malları yağmalandı. 5) Yeni mezhepler nedeniyle Avrupa'da siyasi birlik zayıfladı, bu nedenle Osmanlı devleti daha kolay ilerleyebildi. OTUZ YIL SAVAŞLARI (1618–1648) Alman İmparatoru II. Ferdinand’ın Almanya’da mezhep birliğini sağlamak ve Protestanları ortadan kaldırmak istemesi üzerine çıkmıştır. Avrupa’da meydana gelen bu mezhep savaşları daha sonra Almanya- Fransa savaşlarına dönüşerek siyasi bir karakter kazanmıştır. Almanlar birbirleriyle savaşırken savaşa Fransa, İsveç, Danimarka ve Hollanda karıştı. Savaşta Almanya yenilerek Westfalya Antlaşması (1648) imzalandı. Antlaşmanın bazı önemli maddeleri: 1) Alman prenslerine dini ve siyasi özgürlük tanındı. 2) Hollanda’nın bağımsızlığı tanındı. 3) Almanya, Fransaya Alsas Loraine bölgesini bıraktı. 4) Bu antlaşma ile dini nitelikli savaşlar sona ermiştir. Westfalya barışını İspanya tanımadı. Bu yüzden Orta Avrupa’da savaş bittiği halde Fransa ile İspanya arasında savaş on yıl daha devam etti. Yapılan Pirene Antlaşmasıyla (1659) İspanya, Fransa’nın üstünlüğünü kabul etmiştir. XVII. VE XVIII. YÜZYILLARDA AVRUPA DEVLETLERİ 1. Almanya: Kutsal Roma-Germen adını taşıyan Almanya'da yüzlerce prenslik vardı. Aralarında siyasi birlik yoktu. Otuz Yıl 50 savaşlarında Almanya yenilmiş ve ülkedeki prensliklere mezhep özgürlüğü tanımıştı. XVIII. yüzyıl başlarında Prusya en güçlü prenslik olarak krallık haline geldi ve lider durumuna yükseldi. 2. İngiltere: XVII. yüzyıl sonlarında İngiltere’de meşruti krallık kuruldu (1688). XVIII. yüzyıla güçlü bir şekilde giren İngiltere her alanda gelişme gösterdi. Yedi Yıl Savaşları’nda Fransa’dan büyük sömürgeler elde etti. İngilizler Amerika'da 13 koloni kurdular. Daha sonra bu kolonilerin bağımsızlığını Versay Antlaşmasıyla (1783) tanıdılar. 3. Fransa: XVII. yüzyılda Avrupa’nın en güçlü devleti durumuna geldi, İspanya Veraset Savaşları’nda Almanya ve İngiltere ile mücadele etti. Bu savaşlar Fransa’yı olumsuz yönde etkiledi. 4. Lehistan: XVII. yüzyılın sonlarına doğru Kutsal İttifak’a katılarak Osmanlı Devleti’yle mücadeleye girişti, iç ve dış nedenler siyasi alanda etkili olmasına engel oldu. XVIII. yüzyılda iyice güçsüzleşen Lehistan; Rusya, Prusya ve Avusturya arasında üç kez bölüşülerek ortadan kaldırıldı (1772, 1793, 1795). XVIII. yüzyılın sonlarına doğru Lehistan’ın ortadan kalkması ile Rusya hem İsveç hem de Osmanlı Devleti için çok büyük bir tehlike durumuna geldi. 5. Hollanda: İspanya’dan bağımsızlığını kazanan Hollanda’da krallık kuruldu. Kısa zamanda sömürgecilikte ilerledi ve zengin bir duruma geldi. 6. Rusya: Rusya, XVII. yüzyılın sonlarında (1682) Çar I. Petro’nun yönetimine girdi. Petro’nun iki amacı vardı: Karadeniz'e ve Baltık kıyılarına ulaşmak. Petro, Rusya’yı bir Avrupa devleti haline getirmeye çalıştı. 1700 İstanbul Antlaşması’yla Karadeniz’e inen Rusya, Küçük Kaynarca ile de Kırım’ı alarak kuvvetli bir devlet haline gelmiştir. 7. Avusturya: Karlofça Antlaşması’yla Macaristan’ı ve Erdel’i alarak büyümüştür. Avusturya XVIII. yüzyıl boyunca Rusya ile birlikte Osmanlı Devleti’ne karşı savaşmıştır. Ancak 1798 Fransız İhtilali Avusturya’nın büyümesinin önünde büyük bir engel olmuştur. Fransa kısmen başarısızlığa uğradıysa da yeniden üstünlük sağladı, böylece İspanya Krallığını garantiye aldı. 1701 yılında başlayan savaşlar, 1712 yılına kadar devam etti. Fransa'nın yenilgisiyle sonuçlanan İspanya Veraset Savaşı, Utrecht Barışı ve İspanya'nın paylaşılmasıyla sona erdi. b) Lehistan Veraset Savaşları (1733–1738) (Fransa, İspanya, Savoy Dükalığı–Avusturya, Rusya, Saksonya) Lehistan’ın jeopolitik yapısı, Avrupalı devletlerin sık sık iç işlerine karışmalarına neden olmuştur. Her devlet Lehistan’a kral seçtirmek istemiştir. 1733’te II. Ogüst ölünce Fransa ile Rusya ve Avusturya karşı karşıya gelmişlerdir. Lehliler de iki sınıfa ayrılmışlardır. Rusya ile Avusturya III. Ogüst’ü zorla kral seçtirince Fransa ile rekabet başlamıştır. Fransa başlayan savaşta Osmanlı devletinden yararlanmak isteyerek Osmanlı’yı savaşa kışkırtmıştır. Fakat Osmanlı Devleti Fransa’ya güvenemediğinden, yazılı bir bağlaşma yapılmasını teklif etti. Fransa'nın yanında veraset savaşlarına katılmayan Osmanlı Devleti 1736'da Rusya ve Avusturya’yla savaşa girdi, Fransa bu durumdan yararlanarak Avusturya'ya karşı üstünlük sağladı. YEDİ YIL SAVAŞLARI (1756–1763) (Prusya, İngiltere, Portekiz- Fransa, Rusya, İsveç, İspanya, Sardunya) Avrupa devletleri arasında çıkan Yedi Yıl Savaşları’nda İngiltere, Fransa ve İspanya’yı yenilgiye uğrattı. Yapılan Paris Antlaşması‘yla (1763) Hindistan’ı, Amerika kıtasındaki Misisippi nehrinin doğusunu ve Kanada’yı ele geçirdi. Paris Antlaşmasıyla İngiltere, dünya çapında deniz üstünlüğünü ve sömürgeciliğini pekiştirmiş ve Fransa güç kaybederken, İngiltere denizlerdeki üstünlüğünü sağlamlaştırılmıştır. Yedi yıl savaşları Fransa’da ihtilalin başlamasına, İngiltere’de ise Amerika’da bulunan 13 kolonisi ile arasının açılmasına neden oldu. Prusya ise Avrupa’nın en güçlü kara devleti haline geldi. 8. İsveç: Otuz Yıl Savaşları’ndan başarı ile çıkmıştır. Poltova Savaşı’yla Rusya’ya yenilmiştir. ARAYIŞ YILLARI (1579–1699) 9. İtalya: İtalya’da siyasi birlik yoktu. XVIII. yüzyılda da bu özelliğini devam ettiren İtalya'da en büyük devlet Sardunya Krallığı idi. Venedik eski önemini yitirmeye başlamıştı. XIX. yüzyılda, Sardunya Krallığı İtalyan birliğini kurmuştur. XVII. YÜZYILDA AVRUPA VE ASYA’NIN DURUMU XVII. yüzyılda Avrupa’da mutlak krallıklar vardı. Özellikle İngiltere ve Fransa merkezi güçlerini artırmıştı. İngiltere, Fransa, İspanya, Hollanda ve Portekiz gibi devletler coğrafi keşiflerin ardından sömürgeler elde etme yarışına girdiler. Uzak Doğu ve Hindistan ve Atlas Okyanusu limanları yeni gözde paylaşım bölgeleri oldu. Bu yarış devletler arasında savaşlara(Otuz Yıl Savaşları) yol açmıştır. XVIII. YÜZYILDA AVRUPA'DA VERASET SAVAŞLARI a) İspanya Veraset Savaşları (1701–1712) (Fransa, İspanya – Avusturya, İngiltere, Hollanda) Avrupa devletleri arasında akrabalık bağları yüzünden birçok siyasal sorun çıkmış ve bu yüzden zaman zaman taht kavgaları olmuştur. Bu taht kavgalarının ilki İspanya’da çıkmıştır. İspanya Kralı II. Şarl’ın erkek çocuğu yoktu. Kral, ölümünden sonra yerine imparatorluğun geleceği için Fransa kralı Lui’nin torunu Filip’in geçmesini vasiyet etti. 1700 yılında Filip İspanya tahtına oturdu. Bunu Avusturya imparatoru ve bağlı dükler kabul etmediler. Bunun üzerine Avusturya, İngiltere ve Hollanda ile İspanya ve Fransa arasında savaşlar başladı. Bu savaşlarda XVII. yüzyılda Rusya güçlenerek Karadeniz’in kuzeyi ve Orta Asya’ya doğru egemenlik alanını genişletmeye başlamıştır. Orta Asya’da ise Altınorda Hanlığının dağılmasından sonra toprakları üzerinde Özbekler güçlenmiş; Hive, Buhara ve Hokand hanlıkları kurulmuştu. Yine bu dönemlerde Kazak, Kırgız ve Kaşgar hanlıkları hüküm sürüyordu. Hindistan’da ise Babür Devleti önemli bir siyasi güçtü. XVII. YÜZYILDA OSMANLI DEVLETİ’NİN DURUMU 51 a) b) c) d) e) f) Osmanlı Devleti XVII. yüzyılda doğuda ve batıda en geniş sınırlarına ulaştı. Ancak bu dönemde devlet teşkilatında bozulmalar da başladı. Bu döneme duraklama dönemi de denilir. Başkent, Anadolu ve uzak eyaletlerde isyanlar çıktı. Bu isyanlar güçlükle bastırıldı. Osmanlı Devleti Avrupa’da meydana gelen bilimsel ve teknik gelişmeleri takip edemedi. Osmanlı Devleti, doğuda İran, batıda Avusturya, Lehistan ve Venedik devletleriyle savaşlar yaptı. Orta Avrupa’da Avusturya karşısındaki üstünlüğünü kaybeden Osmanlı Devleti, dönemin sonunda II. Viyana Kuşatması’nda büyük bir bozgun yaşadı. Padişahlar ve devlet adamları duraklamanın ve devlet teşkilatındaki bozulmanın sebeplerini araştırdılar ve devleti eski gücüne kavuşturmak için ıslahat yaptılar. Ancak Avrupa’nın gerisinde kalındığını göremediler. Yapılan ıslahatta Kanuni dönemini örnek aldıkları için yeterince başarı sağlayamadılar. DEVRİN PADİŞAHLARI 14) I. Ahmed (1603–1617) 15) I. Mustafa (1617–1618) + (1622–1623) 16) II. Osman (1618–1622) 17) IV. Murad (1623- 1640) 18) I. İbrahim (1640–1648) 19) IV. Mehmed (1648–1687) 20) II. Süleyman (1687–1691) 21) II. Ahmed (1691–1695) 22) II. Mustafa (1695–1703) DURAKLAMANIN SEBEPLERİ İç sebepler: Osmanlı Merkez Yönetiminin Bozulması: a) Tahta çıkan bazı padişahların çocuk yaşta ve tecrübesiz olmaları, b) Saray kadınları ve bazı devlet adamlarının devlet işlerine karışması, c) Devlet görevlerinin rüşvet ve iltimasla verilmesi d) Bazı yöneticilerin halka kötü davranması, Ordu ve Donanmanın Bozulması: a) Kanuna aykırı olarak yeniçeri ocağına askerlikle ilgisi olmayan kişilerin alınması, b) Yeniçerilerin kanuna aykırı hareket etmeleri, devlet idaresine müdahale etmeleri, devletin imkânlarını kendi çıkarları için kullanmaya çalışmaları, c) Tımar sisteminin bozulması ve buna bağlı olarak eyalet askerlerinin eski işlevlerini yerine getirememeleri, d) Devletin Avrupa’daki askeri ve teknolojik gelişmeleri takip edememesi, e) Donanmaya önem verilmemesi, Maliyenin Bozulması: a) Savaşların uzun sürmesinden dolayı masrafların artması, b) Saray masrafları, lüks ve israfın artması, c) İpek ve Baharat yollarının önemini kaybetmesi, d) Kapitülasyonların etkisiyle gümrük gelirlerinin azalması, e) Ulufe ve cülus bahşişlerinin artması, f) Coğrafi Keşifler sonrasında Avrupa’ya gelen altın ve gümüşün çeşitli yollarla gümrüksüz olarak Osmanlı ülkesine girmesi ve Osmanlı parasının değer kaybetmesi İlmiye Teşkilatının Bozulması: a) Avrupa’daki bilimsel ve teknik gelişmelerin takip edilmemesi, b) Fen bilimlerinin tedrisatının kaldırılması, c) Beşik ulemalığının çıkması a) a) b) c) Dış Sebepler: İmparatorluğun doğal sınırlara ulaşması, Avrupalıların bilim ve teknikte ilerlemeleri, Coğrafi keşiflerin yapılması İÇ İSYANLAR: İstanbul İsyanları: Yeniçeri ve kapıkulu sipahilerinin çıkardığı isyanlardır. İsyanların Sebepleri: a) Kapıkulu askerlerinin ulufelerinin zamanında ödenmemesi, düşük ayarlı akçeyle ödenmesi, b) Kapıkulu teşkilatının bozulması, c) Kapıkulu askerlerinin menfaatlerine ters düşen padişah ve devlet adamlarını görevden almak istemeleri, d) Cülus bahşişi dağıtımındaki aksaklıklar, e) Bazı devlet adamları ve saray kadınlarının kapıkulu askerlerini kışkırtması İsyanların Sonuçları: 1) Devlet merkezinde huzur ve güven bozulmuştur. 2) İlk defa bir Osmanlı Padişahı öldürülmüş ve yeniçerilerin etkinliği artmış padişahların etkinliği azalmıştır. 3) Devlet adamları devlet otoritesini sağlamak için sert tedbirler almışlardır. Celali İsyanları: XVII. yüzyılda Anadolu’da siyasi, sosyal ve ekonomik sebeplerden dolayı çıkan isyanlardır. En önemlileri; Karayazıcı, Deli Hasan, Canbolatoğlu ve Kalenderoğlu isyanlarıdır. Celali İsyanlarının Sebepleri: a) Tımar sisteminin bozulması ve iltizamın yaygınlaşması, b) Halktan alınan vergilerin ağırlaşması ve köylünün toprağını terk etmesi, c) Uzun süren savaşların etkisi, d) Devşirme kökenli devlet adamlarının Anadolu’da halk ile kaynaşamaması, e) Merkezi otoritenin zayıflaması ve devlet adamlarının yetersizliği, f) Kadı ve sancak beylerinin halktan kanunsuz para toplamaları, g) Haçova Meydan Savaşı’ndan kaçan askerlerin Anadolu’ya gitmeleri Celali İsyanlarının Sonuçları: 1) Anadolu’da huzur ve bozulmuş, can ve mal güvenliği kalmamıştır. 2) Halkın devlete olan güveni sarsılmıştır. 3) Anadolu’da ekonomik hayat durgunlaşmış, üretim azalmış ve vergiler toplanamadığı için devletin gelirleri azalmıştır. 4) Köylü toprağını terk ederek şehirlere göç etmiştir. c) Eyalet İsyanları: Erzurum valisi Abaza Mehmet Paşa ile Sivas valisi Varvar Ali Paşa isyanları önemli olanlarıdır. Ayrıca uzak eyaletlerde liderliğini yerli hanedanların çıkardığı isyanlar da 52 çıkmıştır. Bu eyaletler Yemen, Bağdad, Kırım, Eflak, Boğdan ve Erdel’dir. üzerine Genç Osman ordunun başında sefere çıktı. Hotin kalesi kuşatıldı, fakat yeniçerilerin isteksizliği yüzünden alınamadı. I. AHMET DÖNEMİ (1603–1617) I. Ahmet döneminde Kuyucu Murad Paşa Celali isyanlarını kuvvet ve şiddet yoluyla bastırmıştır. Avusturya ve İran ile savaşlar devam etmiştir. Mimar Sedefkâr Mehmet Ağa Sultanahmet Cami’ni yapmıştır. Hotin Antlaşması: 1) Hotin Kalesi Osmanlılara bağlı olan Boğdan’da kalacak. 2) İki devlet birbirinin topraklarına saldırmayacak. 3) Lehistan Kırım’a kırk bin düka altın vergiyi vermeye devam edecek. Osmanlı-İran savaşları (1603–1611): Osmanlı-İran Savaşları III. Mehmed döneminde başlamıştı. İran şahı Anadolu’daki Celali isyanlarını fırsat bilerek Ferhat Paşa Antlaşmasıyla kaybettiği toprakları geri almak istiyordu. Bu amaçla Tebriz(1603), Nahcivan ve Revan’ı ele geçirdi. Genç Osman’ın Reform Çabaları: Genç Osman Hotin seferi dönüşünde yeniçeri ocağını kaldırmak istedi fakat çıkan bir yeniçeri isyanında öldürüldü. Tebriz'i geri almak için yapılan savaşta Osmanlı ordusu, Şah Abbas'ın ordularını Selmas yörelerinde yendi. Ancak, Erzurum Beylerbeyi Sefer Paşa'nın çekilen düşman kuvvetlerini izleyip asıl ordudan ayrılmasını fırsat bilen Şah Abbas, ordu merkezine ani bir saldırıda bulundu. Yenilgiye uğrayan Sinan Paşa önce Van'a, daha sonra da Diyarbakır'a çekildi. Şah Abbas Şirvan, Şemahi ve Gence'yi kolaylıkla ele geçirdi. Osmanlı Devleti’nin Avusturya ile anlaşma yapması ve içeride Celali isyanlarını bastırıp İran savaşlarına eğilmesi, şah Abbas’ı barış istemek zorunda bıraktı. Nasuh Paşa Antlaşması (1611): 1) Ferhat Paşa Ant ile alınan yerler İran’a bırakıldı. 2) İran, Osmanlıya 200 deve yükü ipek verecek. Osmanlı-Avusturya Savaşı (1593–1606): I. Ahmed tahta çıktığında Osmanlı-Avusturya savaşı devam ediyordu. 1605’de Estergon ve Vişegrad kaleleri Avusturya’dan geri alınınca, Eflak, Boğdan ve Erdel beyleri yeniden Osmanlı egemenliğini tanıdılar. Bunun üzerine Avusturya barış istemek zorunda kaldı. Zitvatoruk Antlaşması (1606): 1) Eğri, Kanije, Estergon Osmanlılarda kalacak. 2) Avusturya her yıl ödediği 30 bin düka vergi kaldırıldı. 3) Avusturya, savaş tazminatı ödeyecek, fakat protokol bakımından Osmanlı padişahına denk sayılacak ve yazışmalarda Sezar unvanını kullanacak. IV. MURAT DÖNEMİ (1623–1640) IV. Murad 11 yaşında padişah olmuştu. Saltanatının çocukluk döneminde saray kadınları ve devlet adamlarının etkisinde kaldı. Bu dönemde ülkede isyanlar ortaya çıkmış ve İran ile savaşlar başlamıştı. Yeniçeriler sık sık isyan ediyordu. Olgunluk çağında; yönetime hâkim olan IV. Murad, saray kadınlarının ve ağalarının etkisinden kurtularak devlet idaresini ele aldı. Yaptığı ıslahatlarla ülkede dirlik ve düzeni sağladı devletin otoritesini güçlendirdi. Osmanlı-İran Savaşları (1624–1639): İran’ın Bağdat’ı ele geçirmesi üzerine IV. Murad, İran üzerine iki sefer yaptı: Revan Seferi ile Revan ve Tebriz’i aldı(1635). Bağdad Seferi ile de Bağdad’ı ele geçirdi (1638). İran’ın barış istemesi üzerine antlaşma yapıldı. Kasr-ı Şirin Antlaşması (1639): 1) Bağdat Osmanlılarda, Azerbaycan ve Revan Safevilerde, kaldı. 2) İki devlet arasındaki Zağros dağları sınır kabul edildi. 3) Kafkaslar Osmanlı Devleti ile İran arasında paylaşıldı. 4) Bugünkü Türk-İran sınırı büyük ölçüde bu antlaşmayla çizilen sınır esasına dayanır. İBRAHİM DÖNEMİ (1640–1648) Dönemi, sarayda birçok entrikanın ve makam kavgasının döndüğü bir devir oldu. 1648’de çıkan bir isyan sonucu I. İbrahim tahttan indirildi ve boğularak öldürüldü. Bu antlaşma ile Osmanlı Devleti, Avusturya karşısındaki üstünlüğünü kaybetmiştir. Girit Kuşatması (1645): Venedik’in elinde bulunan Girit adasının korsan yatağı olması ve korsanların Osmanlı gemilerine saldırması sebebiyle Girit adası kuşatılarak Hanya zapt edildi. Ancak adanın tamamı ele geçirilemediği için kuşatma uzadı ve savaş yıllarca sürdü. II. OSMAN DÖNEMİ (1618–1622) Osman-İran Savaşı (1617–1618): Sadrazam Halil Paşa İran seferine çıktı. Sefere katılan Kırım kuvvetlerinin Serav ovasında İran ordusuna yenilince Halil Paşa Erdebil üzerine yürüdü. Şah Abbas’ın isteğiyle antlaşma yapıldı. IV. MEHMET DÖNEMİ (1648–1687) Padişahlığının ilk yıllarında devlet idaresi, büyük valide Kösem Sultan ile annesi Turhan Sultan’ın elinde kaldı. Bu sırada devlet güç durumdaydı. Girit savaşı devam ediyordu. Gelirler azalmış, ordu ve donanma bozulmuş, saray masrafları artmıştı. Serav Antlaşması: 1) Nasuh Paşa Antlaşması geçerli olacak. 2) İran’ın ödemesi gereken iki yüz deve ipek yarıya indirilecekti. Sadrazamlığa getirilen Tarhuncu Ahmed Paşa, aldığı tedbirlerle aşırı masrafları kısarak devletin giderlerini azaltmaya, denk bütçe yapmaya çalıştı. Osmanlı-Lehistan Savaşı (1621): Lehistan’ın Eflak, Boğdan ve Erdel’in iç işlerine karışması ve Osmanlı topraklarına saldıran Ukrayna Kazaklarını koruması Köprülü Mehmed Paşa’nın Sadrazamlığı: IV. Mehmed, Köprülü Mehmed Paşa’ya sadrazamlık teklif etti. Köprülü Mehmed Paşa için bazı şartlar ileri sürdü: a) Padişaha sunacağı arz ve tekliflerin kabul edilmesi, b) Yapacağı tayin ve azillerde kendisine baskı yapılmaması, 53 c) d) Vezirler hakkında çıkabilecek söylentilere inanılmaması ve vezirlerin tarafsızlığına engel olunmaması, Hakkında bir şikâyet olursa savunması alınmadan işlem yapılmaması Köprülü Ailesi Sadrazamları: a) Köprülü Mehmet Paşa (1656- 1661) b) Fazıl Ahmet Paşa (1661- 1676) c) Fazıl Mustafa Paşa (1687- 1691) Köprülü Mehmed Paşa sadrazam olduğunda ilk iş olarak İstanbul’da güvenliği sağladı. Çanakkale Boğazını Venedik ablukasından kurtarıp Girit’e yardım gönderdi. Erdel beyi Rakoçi’nin isyan ederek Avusturya’ya sığınması üzerine Köprülü Mehmed Paşa sefere çıkarak Yanova kalesini ele geçirdi. Erdel, Eflak ve Boğdan beylerini değiştirdi. Fazıl Ahmet Paşa’nın Sadrazamlığı: Fazıl Ahmet Paşa Avusturya üzerine sefere çıkarak Uyvar kalesi ele geçirildi. Avusturya’nın isteğiyle antlaşma yapıldı: Vasvar Antlaşması (1664): 1) Uyvar ve Novigrad kaleleri Osmanlılarda kalacak, Zerinvar kalesi ise Avusturya’ya bırakılacak. 2) Erdel Osmanlı Devleti’ne bağlı kalacak. 3) Osmanlı Devleti ve Avusturya Erdel’den kuvvetlerini çekecek. 4) Avusturya 200 bin kuruş savaş tazminatı ödeyecek. Girit Adasının Fethi (1669): Girit’e sefer düzenleyen Fazıl Ahmed Paşa Kandiye kalesini alarak adanın fethini tamamladı(1669). Girit kuşatmasının 24 yıl sürmesi Osmanlı donanmasının eskisi kadar güçlü olmadığını göstermektedir. Osmanlı- Lehistan İlişkileri: Lehistan’ın Osmanlı yönetimindeki Ukrayna Kazaklarına saldırması ve Hotin Antlaşması’nı bozması üzerine padişah IV. Mehmed, sadrazam Fazıl Ahmet Paşa ile birlikte sefere çıktı. Osmanlı ordusunun art arda başarılar kazanması üzerine Leh kralı barış istedi. Bucaş Antlaşması (1672): 1) Lehistan Podolya’yı Osmanlı Devleti’ne bıraktı. 2) Ukrayna Kazakların idaresine bırakıldı. 3) Lehistan yılda 22 bin altın vergi vermeyi kabul etti. Bu antlaşma ile Osmanlı Devleti batıda en geniş sınırlara ulaşmıştır. Merzifonlu Kara Mustafa Paşanın Sadrazamlığı: Merzifonlu Kara Mustafa Paşa, Rusya üzerine sefere çıkarak Çehrin kalesini ele geçirdi. Bahçesaray Antlaşması (1678): 1) Dinyeper ırmağı iki devlet arasında sınır olacak. 2) Kiev şehri Ruslarda kalacaktı. Bu antlaşma Osmanlı devletiyle Rusya arasında yapılan ilk antlaşmadır. II. Viyana Kuşatması (1683): Katolik Avusturya’nın Protestan Macarlara baskı yapması üzerine, Tökeli İmre liderliğinde isyan eden Macarlar Osmanlı Devleti’nden yardım istediler. Merzifonlu, Macarların yardım isteğini kabul etti. Merzifonlu, büyük bir orduyla Avusturya seferine çıktı. Osmanlı ordusuna Eflak, Boğdan, Erdel ve Kırım birlikleri de katıldı. Merzifonlu, Avusturya’nın başkenti Viyana üzerine yürüdü ve şehri kuşattı. Avusturya İmparatoru Avrupa’dan yardım istedi. Papanın teşvikiyle Alman, Fransız ve Lehlerden oluşan 80 bin kişilik yardım ordusu Lehistan Kralı Jan Sobieski’nin komutasında hareket etti. Bu ordunun Tuna’yı geçmesine Kırım hanı Murad Giray engel olamadı. Kuşatmayı sürdüren Osmanlı ordusu iki ateş arasında kaldı. Yapılan şiddetli çarpışmalar sonucunda Osmanlı ordusu dağıldı. Merzifonlu ordunun bütün ağırlıklarını Viyana önlerinde bırakıp Belgrad’a çekildi ve burada padişahın emriyle idam edildi. Kutsal İttifak Savaşları (1683–1699): Viyana bozgunundan sonra Avrupa devletleri Türkleri Avrupa’dan atmak için aralarında Kutsal İttifak (Avusturya, Venedik, Lehistan, Malta ve Rusya) kurdular. Kutsal İttifak ile Osmanlı Devleti arasında 16 yıl süren savaşlar oldu ve Osmanlı Devleti bu savaşlarda yenildi. Viyana Bozgununun Sebepleri: a) Kuşatma için gerekli topların getirilmemesi, b) Avrupalı devletlerin Avusturya’nın yardımına gelmeleri, c) Merzifonlunun son yürüyüşü sürekli geciktirmesi, d) Şehrin güçlü surlarla çevrilmiş olması II. Viyana Kuşatmasının Sonuçları: a) Osmanlı ordusu, tarihimizdeki en büyük bozgunlarından birine uğradı. b) Osmanlı Devleti'ne karşı Avrupa'nın güçlü devletleri Kutsal İttifak kurarak saldırıya geçtiler. c) Osmanlının Avrupa’daki ilerleyişi sona erdi. d) Türklerin Sakarya Savaşı'na kadar sürecek bir geri çekilme süreci başladı. II. SÜLEYMAN DÖNEMİ (1687–1691) IV. Mehmet’in tahttan indirilmesi sonucu Osmanlı tahtına çıktı. 4 yıllık saltanatı boyunca Lehistan, Venedik ve Avusturya savaşları devam etti. II. AHMET DÖNEMİ (1691–1695) Salankamen Yenilgisi(1691): Kutsal İttifak devletleriyle savaşlar devam etti. Kırım kuvvetlerini beklemeden Petervaradin'de düşmana ani bir darbe vurmak isteyen Köprülü Fazıl Mustafa Paşa, şiddetli çarpışmaların olduğu Salankamen’de şehit oldu. Sadrazamın şehit olması üzerine Osmanlı ordusu bozguna uğradı (1691). II. MUSTAFA DÖNEMİ (1695–1703) II. Mustafa kendisine Kanuni’yi örnek almıştı. Kaybedilen yerleri geri almak için Avusturya’ya karşı üç sefer düzenlendi. Zenta Bozgunu (1697): Birinci ve ikinci seferlerde Avusturya’ya karşı başarılı olan Osmanlı kuvvetleri, üçüncü seferde Zenta’da bozguna uğradı. 54 Padişah hazinesini ve ağırlıklarını savaş alanında bırakmak zorunda kaldı. Viyana yenilgisinden sonra oluşturulan Kutsal İttifak’a katılan Rusya, Karadeniz’e açılmak için Azak kalesini ele geçirdi (1696). Karlofça Antlaşması (1699): 1) Temeşvar ve Banat dışında bütün Macaristan Avusturya’ya bırakıldı. 2) Ukrayna ve Podolya Lehistan’a bırakıldı. 3) Mora ve Dalmaçya kıyıları Venedik’e bırakıldı. 4) Antlaşma 25 yıl sürecek ve Avusturya’nın garantisi altında bulunacak. İstanbul Antlaşması,1700(Osmanlı-Rusya): 1) Azak Kalesi ve çevresi Rusya’ya bırakılacak. 2) Rusya İstanbul’da bir elçi bulunduracaktı. Karlofça Antlaşması’nın Getirdiği Sonuçları: 1) Osmanlı Devleti ilk defa toprak kaybına uğradı. 2) Avrupa’daki Türk ilerleyişi durdu ve geri çekilme süreci başladı.(Sakarya Savaşı’na kadar). 3) Askerlik ve savaş tekniğinde Avrupa’nın gerisinde kalındığı anlaşıldı. 4) Rusya, Azak çevresini elde ederek Karadeniz'e çıkma imkânına kavuştu. 5) Macaristan'ın kaybedilmesiyle Osmanlı Devleti'nin Orta Avrupa egemenliği sona erdi. 6) Duraklama devri bitti ve Gerileme devri başladı. XVII. YÜZYIL ISLAHATLARI XVII. Yüzyıl Islahatlarının Genel Özellikleri: 1. Olayların sebeplerine inilemediğinden duraklamaya çözüm getirilememiştir. 2. Kuvvet ve şiddet yoluyla asayiş sağlanmaya çalışılmıştır. 3. Islahatlarda Avrupa değil Kanuni dönemi örnek alınmıştır. Devlet adamları, devleti eski gücüne döndürmek için ıslahatlar yapmışlardır. 4. Islahatlar şahıslara bağlı kalmış, çıkarları elden giden çevrelerin tepkileri yüzünden başarısız olmuştur. I. Ahmed Dönemi: 1. Ekber ve erşed sistemini getirdi. Sancağa çıkma usulünü kaldırdı. Kafes usulünü getirdi. 2. Sadrazam Kuyucu Murad Paşa Celali isyanlarını kuvvet ve şiddet yoluyla bastırdı. II. Osman Dönemi: 1. Saray dışından evlilik yaparak sarayı halka açtı. 2. Şeyhülislamın fetva dışındaki yetkilerini elinden aldı. İlmiye sınıfının devlet işlerine karışmasını engelledi. 3. Hotin seferinden sonra Yeniçeri ocağını kaldırarak yeni bir ordu kurmak istedi, fakat başarılı olamadı. IV. Murad Dönemi: 1. Yeniçeri ve sipahi zorbalarını ortadan kaldırarak İstanbul’da asayişi sağladı. 2. İçki ve tütünü yasakladı, gece sokağa çıkma yasağı getirdi. 3. İran seferlerinde Anadolu’daki Celalileri ortadan kaldırarak emniyet ve asayişi sağladı. 4. Duraklamanın sebepleri ve çareleri konusunda devlet adamlarından raporlar istedi. Koçi Bey, Risale’sini padişaha takdim etmiştir. 5. Tımarlar hak edenlere verildi. Anadolu ve Rumeli’deki tımarlı sipahilerin yoklaması yapıldı. Haksızlık ve zorbalık yapan devlet memurları cezalandırıldı. IV. Mehmet Dönemi: Tarhuncu Ahmed Paşa Islahatı: 1. Hazineye borcu olan kişilerden bu borçları tahsil etti. 2. İlk defa mali yılın bütçesini önceden hazırladı. 3. Sarayın masraflarını ve lüks harcamaları kıstı. 4. Divan üyeler ve yöneticilerden hazineye para aktardı. 5. Bazı illerin gelirlerini iltizama verdi ve bir kısım dirlik gelirlerini de hazineye aktardı. Köprülü Mehmed Paşa Islahatı: 1. Dini yönden fikir ayrılığına düşen ulemayı başka yerlere göndererek kargaşaya son verdi. 2. Çanakkale Boğazı’ndaki Venedik ablukasını kaldırarak Limni, Bozcaada ve Gökçeada’yı geri alıp Akdeniz yolunu açtı ve Girit kuşatmasına yardım gönderdi. 3. Erdel Beyi Rakoçi ve Abaza Hasan Paşa isyanlarını bastırarak asayişi sağladı. 4. Maliyeyi düzene sokarak gereksiz harcamaları kıstı. Köprülü Fazıl Ahmed Paşa Islahatı: 1. Giderleri azaltarak bütçe açığını azalttı. 2. Orduyu yeniden düzenleyerek topçu sınıfını güçlendirdi. Köprülü Fazıl Mustafa Paşa Islahatı: 1. Halka ağır gelen vergileri kaldırdı. 2. Önemli görevlere dürüst ve yetenekli kişileri getirerek devlet işlerine çabukluk kazandırdı. 3. Ordunun eğitimi ile ilgili okullar açtırdı. İstanbul’da baruthane ve bazı vilayetlerde barut imalathaneleri kurdurdu. DİPLOMASİ VE DEĞİŞİM (1699–1792) XVIII. YÜZYILDA AVRUPANIN DURUMU: XVIII. yüzyılda Avrupa’da merkeziyetçi mutlak krallıklar bulunuyordu. Bu dönemde Avrupa devletleri arasındaki ilişkilerde diplomasi ve ittifaklar önem kazanmıştır. Devletlerin çıkarları ve dini yakınlıklar ittifakların oluşmasında belirleyicidir. Avrupa devletleri Makyavelizm anlayışıyla hareket etmişleridir. Bu anlayışa göre amaca ulaşmak için her yol mübahtır. İngiltere: XVIII. yüzyılda Avrupa’nın en büyük sömürge imparatorluklarından biriydi. Bir yandan Güneşin Batmadığı İmparatorluğu kurmak için sömürgelerini artırmaya çalışırken diğer yandan Rusya’nın sıcak denizlere inme hedefine ve Fransa’nın Akdeniz’de ve Mısır’da hâkimiyet kurmasına engel olmaya çalışıyordu. Bu yüzden Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğünü koruma politikasını başlatmıştı. Fransa: XVIII. yüzyılda yeni sömürgeler elde etmek için çalıştı, ancak Yedi Yıl Savaşlarında birçok sömürgesini İngiltere’ye bırakmak zorunda kaldı. Avrupa ve Akdeniz’de İngiltere ile hâkimiyet mücadelesi içindeydi. Osmanlı Devleti’ne karşı ikiyüzlü bir politika izledi. Bir taraftan iyi ilişkileri devam ettirirken diğer taraftan Mısır’ı işgal etti. Daha sonra Rusya ile 55 Eflak ve Boğdan’ın Rusya’ya verilmesini amaçlayan Tilsit Antlaşması’nı yaptı. Avusturya: XVIII. yüzyıl boyunca Rusya ile de ittifak yaparak Osmanlı Devleti’ne karşı savaştı. Amacı Orta Avrupa ve Balkan hâkimiyetini sağlamaktı. Ancak Fransız İhtilali ile yayılan milliyetçilik ve özgürlük akımları çok uluslu bir devlet olan Avusturya’yı tehdit etmeye başladı. Ayrıca Rusya’nın Balkanlardaki Panislavist siyaseti de Avusturya’nın Osmanlı Devleti’ne karşı politikasını değiştirmesine neden oldu ve 1791 Ziştovi Antlaşması’yla savaştan çekildi. Rusya: XVIII. yüzyıldan itibaren Çar I. Petro’nun yaptığı reformlarla kısa zamanda güçlü bir devlet haline geldi. Rusya’nın sıcak denizlere inmek için İsveç, Lehistan ve Osmanlı Devleti’yle savaşması gerekiyordu. Rusya bu hedeflere ulaşabilmek için kuzeyde İsveç ve Lehistan güneyde Osmanlı Devleti’yle savaşması gerekiyordu. Rusya Avusturya ile de ittifak yaparak Osmanlı Devleti’ne karşı sürekli savaşacaktı. Aslında Rusya’nın genişleme politikası XVI. yüzyılda başlamış ve bu yüzyılda Karadeniz’in kuzeyindeki Türk hanlıklarını işgal etmiştir. XVIII. yüzyılda Karadeniz’e açılma siyaseti güderek Kırım’ı işgal etmişti. XIX. yüzyılın ilk yarısında Kafkaslara yerleşen Rusya, bu yüzyılın ikinci yarısında Orta Asya’daki Türk hanlıklarını işgal etmiştir. a) b) c) XVIII. YÜZYILDA OSMANLI DEVLETİ’NİN DURUMU: a) Osmanlı Devleti, XVIII. yüzyılın başlarında, Karlofça ve İstanbul Atlaşmalarıyla kaybettiği toprakları geri alabilmek için Rusya, Venedik ve Avusturya ile savaşlar yaptı. Bu savaşlarda Avusturya’ya yenilerek Pasarofça Antlaşmasını imzaladı ve yeni topraklar kaybetti. b) Osmanlı Devleti Pasarofça Antlaşması’ndan sonra Avrupa karşısındaki savaşçı politikasını değiştirerek barışçı bir politika izlemeye başladı. Avrupa devletleriyle diplomatik ilişkilerini geliştirdi. c) Rusya, XVIII. yüzyılda Osmanlı Devleti’nin karşısında güçlü bir rakip olarak ortaya çıktı. Sıcak denizlere inme hedefi yüzünden Osmanlı Devletiyle sürekli olarak savaştı. d) Osmanlı Devleti, Rusya ve Avusturya ittifakına karşı İsveç ve Lehistan ile ittifak kurarak mücadele etti. e) Osmanlı Devleti İran ile yaptığı savaşlarda da istediği sonucu alamadı. 1746 Kerden Antlaşması ile İran savaşları sona erdi. f) Devlet adamları, bu devirde Avrupa’nın gerisinde kalındığını görerek Avrupai tarzda ıslahat yaptılar. Ancak bu ıslahat çeşitli sebeplerden dolayı başarılı olamadı ve gerileme süreci devam etti. XVIII. YÜZYIL PADİŞAHLARI 23) III. Ahmed (1703–1730) 24) I. Mahmud (1730–1754) 25) III. Osman (1754–1757) 26) III. Mustafa (1757–1774) 27) I. Abdülhamid (1774–1789) 28) III. Selim (1789–1807) 29) IV. Mustafa (1807–1808) III. AHMET DÖNEMİ (1703- 1730): Osmanlı- Rus ilişkileri: XVIII. yüzyıl başlarında Rusya güçlü bir rakip olarak ortaya çıkmıştı. Bu sırada Rusya’nın başında bulunan Çar I. Petro, Rusya’yı büyük devlet haline getirebilmek için tarihi hedefler belirlemişti: a) Kuzeyde Baltık Denizi’ne açılmak, b) Lehistan üzerinde egemenlik kurmak, c) Sıcak denizlere inmek (Bunun için Balkanlarda egemenlik kurmak, Karadeniz’e açılmak, Kırım’a yerleşmek, Boğazları ele geçirmek, Kafkaslarda egemenlik kurmak…) XVI. Yüzyıl: Kazan Hanlığı (1552), Astarhan Hanlığı(1556) XVIII. Yüzyıl: Sibirya (1742), Balkan ve Kafkaslarda yayılma istekleri (1770), Küçük Kaynarca ile Kırım’ın Bağımsızlığı (1774), Kırım’ın işgali (1783), Yaş Antlaşması (1792) XIX. Yüzyıl: Balkan Hanlığı (1807), Karabağ Hanlığı (1822), Nahcivan’ın İşgali (1825), Revan’ın İşgali (1826), Ruslar Horasan’ın doğusunda (1859), Hokand’ın işgali (1864), Taşkent’in işgali (1865), Türkmenistan’ın işgali (1869). Prut Savaşı (1711): İsveç kralı XII Şarl, I. Petro ile yaptığı Poltova Savaşı’nda yenilince yaralı olarak Osmanlı topraklarına sığınmıştı (1709). Savaşın sebepleri: a) İsveç kralını yakalamak isteyen Rus kuvvetlerinin de Osmanlı topraklarına girmesi, b) Rusya’nın, Eflak ve Boğdan beylerini isyana kışkırtması, c) Kırım hanı Devlet Giray’ın I. Petro’nun düşmanca hareketlerini bildirmesi, d) İsveç kralının Osmanlı Devleti’ni savaşa kışkırtması, e) Osmanlı Devletinin Rusya’ya bıraktığı toprakları geri almak istemesi, Gibi sebeplerle Osmanlı Devleti Rusya’ya savaş ilan etti (1711). Sadrazam Baltacı Mehmet Paşa emrindeki Osmanlı ordusu sefere çıktı. Osmanlı ordusu Tuna ırmağını geçerek Eflâk’a girdi. Osmanlı ordusu Rus ordusunu Prut ırmağı kıyısında kuşattı. Zor durumda kalan Rus Çarı I. Petro barış istedi. Rusya ile Prut Antlaşması imzalandı. Prut Antlaşması (1711): 1) Azak Kalesi ve çevresi Osmanlılara teslim edilecek, 2) Ruslar İstanbul’da elçi bulundurmayacak, 3) Rusya Lehistan’ın içişlerine karışmayacak, 4) İsveç kralı XII. Şarl ülkesine serbestçe dönebilecek. 5) I. Petro ve ordusu serbest bırakılacak. Antlaşmanın Önemi: İstanbul Antlaşması(1700) ile Rusya’ya verilen haklar geri alındı. Bu da Karlofça Antlaşması ile kaybedilen toprakların geri alınabileceği ümitlerini güçlendirdi. Osmanlı–Venedik ve Avusturya Savaşı (1716–1718): a) Osmanlı Devleti’nin Karlofça Antlaşması ile kaybettiği toprakları geri almak istemesi, b) Venedik’in Karadağ halkını Osmanlılara karşı kışkırtması, c) Akdeniz’deki Osmanlı donanmasına saldırması, Sebepleriyle Osmanlı Devleti Mora’yı geri almak için Venedik’e savaş açtı. Osmanlı donanması kısa zamanda Mora’yı ele geçirdi. Avusturya, Venedik’ten alınan yerlerin geri verilmesini isteyince 56 Osmanlı Devleti Avusturya’ya savaş açtı. Sadrazam Silahdar Ali Paşa’nın Petervaradin’de şehit olması üzerine Osmanlı ordusu dağıldı ve Belgrad’a çekildi. böylece iktidarını sağlamlaştırdı (1731). I. Mahmut döneminde Osmanlı Devleti bir taraftan İran ile savaşırken diğer taraftan Rusya ve Avusturya karşısında başarılı oldu. Pasarofça Antlaşması (1718): 1) Kuzey Sırbistan, Belgrad, Banat ve Eflâk’ın batısı(Oltu ırmağına kadar) Avusturya’ya verildi. 2) Mora yarımadası Osmanlılarda kaldı. 3) Arnavutluk, Hersek ve kıyılarındaki bazı kaleler Venedik’e bırakıldı. Böylece Venedik Ege ve Osmanlı sınırlarından uzaklaştırıldı. Osmanlı- İran İlişkileri: Lale devrinde İran üzerine sefer yapılması düşünülmüş, ancak sadrazam Damat İbrahim Paşa istemediği için sefer yapılamamıştı. Patrona Halil isyanından sonra İran üzerine yapılan seferde Osmanlı ordusu Tebriz ve Hemedan’ı geri aldı. Şah II. Tahmasb’ın barış istemesi üzerine doğu serdarı Ahmed Paşa’nın adıyla bir antlaşma yapıldı. Pasarofça Antlaşması’nın Önemi: Bu antlaşmayla Osmanlılar, Orta Avrupa’nın kapısı durumundaki Belgrad kaybedilmesiyle Avrupa’da güçler dengesi Avusturya lehine değişti. Belgrad’ı ele geçiren Avusturya, Balkanlarda gücünü artırmaya başladı. Ahmet Paşa Antlaşması (1732): 1) Gence, Tiflis Revan ve Dağıstan Osmanlılarda kalacak, 2) Tebriz, Hemedan, Kirmanşah ve Luristan İran’a bırakılacaktı. Osmanlı Devleti bu gelişme karşısında bazı tedbirler aldı: a) Osmanlı Devleti fetih savaşlarından vazgeçerek barışçı bir politikayı benimsedi ve Avrupa devletleriyle diplomatik ilişkilerini geliştirmeye başladı. b) Balkan topraklarında merkezi otoritesini güçlendirmeye çalıştı. Balkanlarda savunma tedbirleri aldı. c) Osmanlı Devleti antlaşmada arabuluculuk yapan Hollanda ve İngiltere’ye daha önceden verilen kapitülasyonları genişletti. d) Osmanlı Devleti Karlofça Antlaşması ile kaybettiği Mora’yı geri aldı ve Ege denizindeki güvenliğini sağladı. e) Bu antlaşmayla Batı’nın üstünlüğü kabul edilmiş ve Lale devrinde Batılı tarzda ıslahatlara başlanmıştır. Lale Devri (1718–1730): Pasarofça Antlaşması’ndan Patrona Halil isyanına kadar geçen döneme Osmanlı tarihinde Lale Devri adı verilir. Osmanlı Devleti’nde Batılılaşma hareketi Lale Devri ile başlar. Eğlence dönemi olarak bilinen bu dönem, Avrupa’ya yakınlaşma dönemi olarak da kabul edilir. Dönemin padişahı III. Ahmed ve sadrazamı Nevşehirli Damat İbrahim Paşa barış yanlısı kişilerdi. İstanbul Antlaşması (1724): İran’da iktidar ve mezhep çatışmalarının başlaması üzerine bu durumdan yararlanmak isteyen Rusya, İran’ın Kafkas topraklarına girdi. Bunun üzerine Osmanlı orduları da Kafkasya’ya girdi. Kafkasya’da Osmanlı-Rus ordularının karşı karşıya gelmesi üzerine Fransa’nın arabuluculuğuyla iki devlet arasında İstanbul Antlaşması yapıldı. Bu antlaşmayla İran’ın Kafkasya’daki toprakları Rusya ile Osmanlı Devleti arasında paylaşıldı. Osmanlılar ile Ruslar arasında imzalanan ilk dostluk antlaşmasıdır. Patrona Halil İsyanı (1730): Halktan ve esnaftan yeni vergilerin alınması, Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’nın akrabalarını yüksek devlet görevlerine getirmesi, lüks ve israf sebepleriyle yeniçeriler isyan ettiler. Nevşehirli Damat İbrahim Paşa idam edildi. İsyancılar III. Ahmet’i tahttan indirip yerine I. Mahmut’u padişah yaptılar. Patrona Halil isyanı Lale Devri’ni sona erdi. I. MAHMUD DÖNEMİ (1730–1754) I. Mahmud, Patrona Halil ve arkadaşlarını, İran sorununu görüşme bahanesiyle saraya davet ederek idam ettirdi ve Bu antlaşma her iki tarafı da memnun etmedi, Osmanlılarda sadrazamın, İran’da Şah’ın değişmesine sebep oldu. Avşar Türklerinin lideri Nadir Han, Şah II. Tahmasb’ın yerine çocuk yaştaki III. Abbas’ı geçirdi, kendisi de vekil olarak idareyi ele aldı. Daha sonra Bağdad üzerine yürüdü fakat yenildi (1733). Osmanlı Devleti bu sırada Rusya ve Avusturya ile savaştığı için anlaşmayı kabul etti. İstanbul Antlaşması (1736): Bu antlaşmaya göre Ahmed Paşa antlaşmasındaki esaslar geçerli oldu ve Osmanlı Devleti Nadir Han’ı İran şahı olarak kabul etti. Nadir Han Osmanlılarla tekrar savaşa girdi. Kafkaslarda bazı başarılar kazandıysa da kesin sonuç alamadı ve her iki devlet arasında Kasrı Şirin anlaşması esaslarının geçerli olduğu Kerden Antlaşması (1746) imzalandı. 1776’da İran saldırılarıyla savaş yeniden başladı, 1779’da İran’ın aldığı yerlerden geri çekilmesiyle Osmanlı-İran savaşları sona erdi ve günümüze kadar sürecek olan barış dönemi başladı. Osmanlı- Rus ve Avusturya Savaşları(1736–1739): Osmanlı Devleti ile İran arasındaki savaş devam ederken, Rusya da Avusturya ile ittifak yaptı. Rusya’nın amacı; Kırım’ı ele geçirmek, Karadeniz’e inmek ve Balkan milletlerini denetim altına almaktı. Avusturya ise Sırbistan ve Bosna-Hersek’i almak istiyordu. Osmanlı Devleti, her iki devlete karşı başarıyla mücadele etti. Avusturyalılar Bosna beylerbeyi Hekimoğlu Ali Paşa kuvvetlerine yenilerek Sırbistan ve Eflâk’tan çıkarıldılar. Sadrazam İvaz Paşa emrindeki Osmanlı ordusu Niş’i geri aldı. Belgrad önünde Avusturya ordusu mağlup edildi. Osmanlı kuvvetleri, Rusları da Kırım’dan çıkardı. Fransa’nın araya girmesiyle Osmanlı Devleti ile Avusturya ve Rusya arasında Belgrad antlaşmaları imzalandı (1739). Belgrad Antlaşması (1739): 1) Avusturya Banat dışında, Pasarofça Antlaşması ile aldığı yerleri(Kuzey Sırbistan, Belgrad ve Eflâk’ın batısı) geri verdi. 2) Rusya, savaşta aldığı yerleri geri verecek. Karadeniz'de savaş ve ticaret gemisi bulundurmayacaktı. 3) Azak Kalesi yıkılmak şartıyla Ruslarda kalacaktı. 57 Belgrad Antlaşmalarının Önemi: a) Osmanlı Devleti’nin XVIII. yüzyılda imzaladığı son kazançlı antlaşmalar oldu. b) Belgrad antlaşmaları ile Karadeniz bir Türk gölü olmaya devam etti. c) Osmanlı Devleti ittifakların önemini kavradı ve ilk kez İsveç ile ittifaka girdi. Böylece batı ile 30 yıl sürecek olan bir barış dönemi başladı. d) Anlaşmalarda arabuluculuk yapan Fransa kapitülasyonların daha da genişletilmesini ve süresiz hale gelmesini sağladı (1740). III. MUSTAFA DÖNEMİ (1757–1774) III. Mustafa döneminin sadrazamı Koca Ragıp Paşa siyasette barıştan yanaydı. Devletin iç durumunu ve ordunun yetersizliğini anlamıştı. Avusturya ve Rusya’ya karşı Prusya’nın yardımına güveniyor ve Avrupa devletleri arasındaki rekabetten faydalanmayı düşünüyordu. Bu sırada Avrupa devletleri arasında Yedi Yıl Savaşları vardı. III. Mustafa döneminin en önemli olayı Osmanlı-Rus Savaşıdır. Lehistan Sorunu ve Osmanlı Rus Savaşı (1768–1774): Rusya’nın başında Çariçe II. Katerina Kırım’ı ve Kafkasya’yı almak, Karadeniz’de donanma bulundurmak, Boğazlardan geçiş sağlamak ve Balkanlarda Rusya’dan yana devletler kurmak istiyordu. Rusya Prut Antlaşması’na aykırı olarak Lehistan’ın içişlerine karıştı ve ölen Leh kralının yerine zorla kendi adayı Stanislas Poniatowski’yi kral seçtirmişti. Ruslara karşı isyan eden başarılı olamayan Leh milliyetçilerinin bir kısmı Osmanlı topraklarına sığındılar. Lehleri takip eden Rusların Osmanlı sınırını ihlal etmeleri üzerine Osmanlı Devleti; Rusya’ya savaş ilan etti. Ruslar beş koldan saldırıya geçerek Kafkasya, Gürcistan, Ukrayna ve Besarabya üzerine yürüdüler. Bir Rus ordusu Hotin kalesini aldıktan sonra Boğdan ve Eflâk’ı istilaya başladı. Yaş ve Bükreş Rusların eline geçti. İsmail kalesi yakınlarında yapılan savaşta Osmanlı ordusu askerin disiplinsizliği yüzünden ağır bir yenilgiye uğradı. Tuna’yı geçen Ruslar bir taraftan da Kırım’a girdiler. Bu sırada Baltık Denizi’nden kalkan bir Rus donanması İngilizlerin yardımıyla Cebelitarık Boğazı’ndan geçerek Mora kıyılarına geldi ve Mora Rumlarını isyan ettirdi. Rus donanması Çeşme’de demirli bulunan Osmanlı donanmasını yaktı (1770). I. ABDÜLHAMİD DÖNEMİ (1774–1789) I. Abdülhamid, tahta geçtiğinde Osmanlı-Rus Savaşı devam ediyordu. I. Abdülhamid, savaşı mümkün olduğunca az zararla bitirmeyi düşünüyordu. Küçük Kaynarca Antlaşması (1774): 1) Kırım’a bağımsızlık verilecek. 2) Kabartay arazisi, Azak kalesi ve çevresi Ruslara verilecek Buğ ırmağı iki devlet arasında sınır olacak. 3) Rusya savaşta ele geçirdiği Eflak, Boğdan ve Besarabya’yı geri verecek. 4) Rus ticaret gemileri Karadeniz ve Akdeniz’de serbest dolaşabilecek. 5) Ruslar İstanbul’da daimi bir elçi bulundurabilecek ve Balkanlarda istediği yerlerde konsolosluklar açabilecek. 6) 7) 8) Rusya kapitülasyonlardan yararlanabilecek. Ruslar Osmanlı yönetimindeki Ortodoksların haklarını koruyabilecek. Osmanlı devleti Rusya’ya savaş tazminatı ödeyecek. Antlaşmanın Önemi: a) Osmanlı Devleti ilk kez bir Müslüman-Türk toprağını terk etmek zorunda kaldı. Ayrıca Kırım kaybedilince Karadeniz Türk gölü özelliğini kaybetti. b) Balkanlar Rus tehlikesine açık haline gelmiştir. Balkanlarda Panslavizmin uygulanması için zemin hazırlamış oldu. c) Rusya, Osmanlı Devleti’nin içişlerine karışma hakkını elde etti. d) Ayrıca Böylece Osmanlı Devleti ilk defa savaş tazminatı ödemek zorunda kaldı. Kırım’ın Kaybediliş Aşamaları: a) 1774 Küçük Kaynarca Antlaşması ile Kırım bağımsız hale getirildi. b) 1779 Aynalıkavak Tenkihnamesi ile Osmanlı Devleti Kırım’daki Rus yanlısı yönetimi onayladı. c) 1783 Rusya Kırım’ı fiilen işgal etti. d) 1792 Yaş Antlaşması (1792) ile Osmanlı Devleti Kırım’ın Rusya’ya ait olduğunu kabul etti. Osmanlı-Rus ve Avusturya Savaşları (1787–1792): 1783’de Kırım’ı işgal eden Rusya, Avusturya ile anlaşarak Osmanlı Devleti’ni bölmek ve paylaşmak için plan yaptı. Bu Plana Göre; a) Bizans İmparatorluğu yeniden kurularak başına Çariçe II. Katerina’nın torunu Konstantin getirilecek, b) Sırbistan, Bosna ve Hersek Avusturya’ya bırakılacak, c) Eflak ve Boğdan’da Rusya ve Avusturya’ya bağımlı bir Dakya Devleti kurulacaktı. İki ayrı cephede savaşmak zorunda kalan Osmanlı ordusu Ruslara yenilmeye başladı. III. SELİM DÖNEMİ (1789–1807) III. Selim tahta çıktığında Rusya ve Avusturya ile savaşlar devam ediyordu. Avusturya, Fransız İhtilali sonrasında yayılmaya başlayan milliyetçiliğin ülke bütünlüğünü tehdit etmesi üzerine, Rusya’dan ayrılarak Osmanlı Devleti ile Ziştovi Antlaşması’nı imzaladı. Ziştovi Antlaşması (1791): 1) Avusturya, savaşta Osmanlı Devleti’nden aldığı yerleri geri verecek, 2) Osmanlı Devleti; Orsova ve Unna ırmakları çevresinde bazı yerleri Avusturya’ya bırakacaktı. III. Selim döneminde Rusya ile savaş devam etti. Ancak Osmanlı kuvvetleri Balkan ve Kafkas cephelerinde yenilgiye uğradı. İki devlet arasında yapılan antlaşmayla savaş sona erdi. Yaş Antlaşması (1792): 1) Osmanlı Devleti, Kırım’ın Rusya’ya ait olduğunu ve Rusya’nın Gürcistan’daki egemenlik hakkını kabul etti. 2) Dinyester nehri iki devlet arasında sınır kabul edildi. 3) Rusya, Prut ile Dinyester ırmakları arasında kalan toprağın dışındaki yerleri (Bender, Akkerman, Kili ve İsmail kaleleri) geri verecekti. 58 4) 5) 6) Rusya savaş tazminatı almayacaktı. Eflak ve Boğdan’ın (Küçük Kaynarca Antlaşması’yla verilen) ayrıcalıkları devam edecekti. Osmanlı Devleti Rus ticaret gemilerini Cezayir ve Tunus korsanlarına karşı koruyacaktı. Koruyamazsa zararı Osmanlı Devleti ödeyecekti. III. Selim’in başlattığı Nizam-ı Cedid ıslahatı; yeniçeriler, ulema ve esnaf tarafından hoş karşılanmadı. Islahatı çıkarlarına aykırı gören bu zümreler, yeniliklere karşı çıkmaya başladılar. Napolyon’un Mısır’ı İşgali (1798): İngiltere ile savaşan Fransa, İngilizlerin sömürgelerine giden yolu ele geçirerek Akdeniz’deki çıkarlarına darbe vurmak için Mısır’ı ele geçirmek istiyordu. Kabakçı Mustafa liderliğinde isyan eden asiler III. Selim’i tahttan indirip yerine IV. Mustafa’yı çıkardılar. III. Selim’i tekrar tahta geçirmek için İstanbul’a gelen Alemdar Mustafa Paşa, Kabakçı ve adamlarını öldürttü. Ancak bu sırada IV. Mustafa, yeniden tahta çıkma ihtimali olan III. Selim’i öldürtmüştü. Bu gelişme üzerine Alemdar Mustafa Paşa IV. Mustafa’yı tahttan indirip yerine II. Mahmud’u çıkardı. Napolyon Bonapart komutasındaki Fransız ordusu, 1798 yılında Mısır’ı işgal etti. Osmanlı Devleti, İngiltere ve Rusya ile bir antlaşma yaparak Fransa’ya savaş ilan etti. İngiliz ve Rus donanmaları Akdeniz’e girdi. Amiral Nelson emrindeki İngiliz donanması ani bir baskınla Ebukır Limanında bulunan Fransa donanmasını batırdı. Donanması yok olan Napolyon Osmanlı Devleti’ni barışa zorlamak için Suriye üzerine yürüdü. Burada Akka kalesini kuşatan Napolyon, buradaki Nizam-ı Cedid askerlerine yenildi. XVIII. OSMANLI DEVLETİNDE DEĞİŞİM Osmanlı Devlet teşkilatının temeli olan Divanıhümayun toplantıları XVI. yüzyılda haftada dört güne, XVII. Yüzyılda haftada iki güne indirilirken XVIII. yüzyılda üç ayda bir yapılmaya başlanmıştır. Bu arada divan başkanlığını yapan sadrazamlarının gücü artmıştır. Divan toplantıları Babıâli (yüce kapı) denilen sadrazam konaklarında yapılmaya başlanmıştır. Daha önceden divanda bulunan defterdar ve nişancı kalemleri (Hademe-i Babıâli) sadrazam konağına nakledildiler. 1801’de yapılan El- Ariş Antlaşması ile Mısır yeniden Osmanlı idaresine girdi. Böylece İngiltere sömürgelerini tehdit eden Fransa’yı etkisiz hale getirerek Akdeniz’de üstünlük sağlamayı başardı. III. Selim, Avrupa devletleriyle olan ilişkilerinde denge siyaseti izledi. XVIII. yüzyılda Osmanlı Devleti ile Avrupa devletleri arasındaki diplomatik ilişkilerin gelişmesi reisülküttaplık makamını etkili hale getirmiştir. 1806–1812 Osmanlı-Rus Savaşı: Rusya, Ege denizinden çıkmak istemiyor ve Balkan devletlerini Osmanlılara karşı kışkırtıyordu. Napolyon’un kendisini imparator ilan etmesinden sonra, Osmanlı-Fransız dostluğu yeniden başladı. Osmanlı Devleti, Rusya’ya ve İngiltere’ye karşı, Fransa’ya yaklaştı. Napolyon’un Rus ve Avusturya kuvvetlerini yenmesi üzerine bundan cesaret alarak Eflak ve Boğdan beylerini görevden alıp Boğazları Rusya’ya kapattı. Rusya Eflak ve Boğdan beylerinin görevlerine iadesini ve Boğazların yeniden açılmasını istedi. Osmanlı Devleti bu istekleri kabul etmek zorunda kaldı. Rusya, savaş ilan etmeden Eflak ve Boğdan’ı işgale başladı. Rusya’nın müttefiki İngiltere, Osmanlı Devleti’nden Fransa ile ilişkilerini kesmesini, Eflak ve Boğdan’ı Rusya’ya bırakmasını istedi. Osmanlı Devleti bu isteği kabul etmedi. Bu sırada Napolyon Rusya’yı yenmiş ve Çar ile Tilsit Antlaşması’nı yapmıştı. Tilsit Antlaşması (1807) (Fransa-Rusya): 1) Fransa Osmanlı Devleti ile Rusya arasında arabuluculuk yapacak. 2) Fransa Eflak ve Boğdan’ın Rusya’ya verilmesini sağlayacak. Bu gerçekleşmezse, Rusya’ya askeri yardımda bulunacaktı. Kale-i Sultaniye Antlaşması (1809) (Osm-İng): Tilsit antlaşmasına karşılık olarak İngiltere ile Osmanlı Devleti aralarındaki anlaşmazlıklara son vermeyi, siyasi, ticari ilişkilerini geliştirmeyi kabul ettiler. Kabakçı Mustafa İsyanı (1807): XVIII. yüzyıldan itibaren iltizam sisteminden vazgeçilerek malikâne sistemine geçilmiştir. Bu sistemde mukataa topraklar muaccele denilen satış bedeli karşılığında kişilere ömür boyu kiralanıyordu. Ancak İstanbul'da oturan malikâne sahipleri malikânelerini mültezimler aracılığıyla idare etmeye başladılar. Mültezimler genellikle malikâne mahallinde yaşayan ayanlardı. Ayanlar zamanla malikâneleri ele geçirdiler ve zamanla mütesellimlik ve voyvodalık gibi resmi görevlere yükselerek Osmanlı Devleti’nin merkez ve taşra teşkilatında etkili olmaya başladılar. XVIII. YÜZYIL ISLAHATI XVIII. Yüzyıl Islahatının Genel Özellikleri: a) Osmanlı Devleti bu yüzyılda Avrupa’yı örnek alarak ıslahatlar yapmıştır. b) Islahatı padişah ve devlet adamları yapmış, halkın ıslahat konusunda talebi ve desteği olmamıştır. c) Savaşların yenilgiyle sonuçlanması sebebiyle daha çok askeri alanda ıslahat yapılmıştır. d) Islahat, gösterilen tepkiler yüzünden (yeniçeriler) devamlı olmamıştır. e) 17. yüzyıl ıslahatına göre daha kapsamlı ıslahat yapılmış, ancak istenilen amaçlara ulaşamamış ve devlet çöküntüden kurtarılamamıştır. Lale Devri Islahatı (1718–1730): III. Ahmed ve sadrazamı Damat İbrahim Paşa bu dönemin önemli simalarıdır. Bu dönemde İstanbul’da parklar, bahçeler, saraylar ve köşkler yapılmış, Avrupa’nın üstünlüğü kabul edilerek çeşitli ıslahat yapılmıştır: 1) 2) 3) Avrupa’daki gelişmeleri takip etmek Avrupa’nın önemli merkezlerinde(Paris, Viyana, Moskova, Lehistan) geçici elçilikler açıldı. Said Efendi ve İbrahim Müteferrika tarafından ilk Türk matbaası 1727’de kuruldu. Tulumbacılar Teşkilatı kuruldu. 59 4) 5) 6) 7) 8) Yalova’da bir kâğıt imalathanesi kuruldu. İstanbul’da bir kumaş ve çini imalathanesi açıldı. İlk defa çiçek aşısı uygulandı. Doğu klasiklerinden bazı eserler Türkçeye çevrildi. Kütüphaneler(en önemlileri Enderun ve Yeni Cami Kütüphaneleri) açıldı. 9) Resim, minyatür, edebiyat ve az da olsa bilimsel gelişmeler oldu. 10) Askeri alanda sınırda bazı kaleler ve istihkâmlar tamir edildi. İstanbul surları onarıldı. 11) Avrupa’dan Rokoko ve Barok tarzında yeni mimarlık eserleri yapıldı. I. Mahmud Dönemi Islahatı (1730–1754): Bu dönemde Humbaracı Ahmed Paşa (Comte De Boneval) önemli ıslahat yapmıştır: 1) Humbaracı ve topçu sınıfını ıslah etti. 2) Ordunun ıslahı için raporlar hazırladı. 3) Subay yetiştirmek amacıyla 1734’de Kara Mühendishanesi’ni kurdu. 4) Emrindeki kıtaları Avrupa ordularının düzenine göre teşkilatlandırdı. Bölük, tabur ve alay teşkilatlarını teşkil etti. Osmanlı Devleti’nde Avrupa tarzında ilk askeri ıslahatlar bu dönemde yapılmış ve ıslahatın etkisiyle 1736- 1739 Osmanlı – Rus ve Avusturya savaşları kazanılmıştır. III. Mustafa Dönemi Islahatı (1757–1774): Bu dönemin ıslahatını sadrazam Koca Ragıp Paşa ve Baron De Tott yapmıştır: 1) III. Mustafa gereksiz masrafları keserek maliyeyi düzene soktu. İlk kez bu dönemde Esham sistemi (iç borçlanma) uygulandı. 2) Fransızcadan matematik ve astronomiyle ilgili kitaplar tercüme edildi. 3) Baron Dö Tot, topçu ve istihkâm ocaklarını ıslah etti. 4) Sürat topçu ocağı kuruldu ve geliştirildi. 5) Tophane ıslah edildi. 6) Deniz subayı yetiştirmek için 1773’te Deniz Mühendishanesi kuruldu. 7) Çeşme faciasından sonra tersane ıslah edilerek yeni bir donanma kuruldu. I. Abdülhamid Dönemi Islahatı (1774–1789): I. Abdülhamid döneminde ordunun ıslahı için Avrupa’dan pek çok mühendis ve uzman getirildi. I. Abdülhamid yabancı uzmanların Müslüman olma şartını kaldırdı. Bu devrin ıslahatçı devlet adamları Halil Hamit Paşa ile Cezayirli Hasan Paşa’dır. 1) Halil Hamid Paşa sürat topçu ocağını genişleterek mevcudunu artırdı. 2) İstihkâm Okulu açıldı. Lağımcı ve Humbaracı ocakları geliştirildi. 3) Yeniçerilerin sayımı yapıldı. 4) Ulufe alım ve satımı yasaklandı. III. Selim Dönemi Islahatı (1789–1807): Bu dönemde yapılan ıslahata genel anlamda Nizam-ı Cedid adı verilmiştir. 1) Yeniçerilerden ve Anadolu’dan toplanan askerlerle Nizam-ı Cedid ordusu kuruldu. Bu ordunun giderleri İrad-ı Cedid hazinesinden karşılandı. 2) III. Selim donanmaya önem vererek tersaneyi ıslah etti. 3) Deniz ve Kara Mühendishaneleri genişletildi. 4) 5) 6) 7) Avrupa’daki gelişmeleri takip etmek için Paris, Viyana, Londra ve Berlin’e daimi elçiler tayin edildi. Paranın değerini korumak için yerli malı kullanımı özendirildi. Resmi devlet matbaası kuruldu. İlmiye sınıfı ıslah edildi. Yeni kitaplar tercüme edildi. Fransızca resmi yabancı dil olarak kabul edildi. YAKINÇAĞDA AVRUPA (1789-) AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ’NİN KURULUŞU XVIII. yüzyılda Kuzey Amerika’nın doğu kıyılarında İngiltere’ye bağlı 13 İngiliz kolonisi vardı. Yedi Yıl Savaşları sırasında İngiltere bozulan ekonomik durumunu düzeltmek için kolonilere yeni vergiler koymak istedi. Bu durum üzerine Amerikan kolonileri İngiliz mallarını boykot etmeye başladılar ve Boston limanına gelen İngiliz gemilerindeki çayları denize döktüler. I. Philadelphia Kongresi (1774): Koloni temsilcileri kendi onayları olmadan hiçbir vergi konulmamasını ve ticareti engelleyen yasaların kaldırılmasını İngiltere’den istediler. Ancak İngiltere bu istekleri reddetti. II. Philadelphia Kongresi (1776): Toplanan ikinci kongrede 13 koloni bağımsızlık ilan ederek İngiltere ile savaşa karar verdiler. Bu arada İnsan Hakları Bildirisi ilan edildi. Buna göre; Bütün insanlar özgür doğarlar ve özgür yaşarlar. Devlet ancak bu özgürlükleri korumak ve bunlardan herkesi eşit derecede yararlandırmak için vardır. Bu özgürlüklere dokuna devlet, kendi varlık nedenlerini yitirir. 1776’da bağımsızlığını ilan eden koloniler ile İngiltere arasında yedi yıl süren bu savaşta Fransa, İspanya ve Hollanda Amerikan kolonilerini destekledi. Savaşı kazanan koloniler 1783’de İngiltere ile Versay Antlaşması’nı imzaladılar: Versay Antlaşması (1783): 1) İngiltere Amerikan kolonilerinin bağımsızlığını tanıdı. 2) Florida ve Minorka adası İspanya’ya bırakıldı. 3) Kanada sınırında Misisippi nehrine kadar olan bölge Amerika’ya bırakılacak. 1787 yılında George Washington başkanlığında toplanan kongre, anayasayı hazırlayarak Amerika Birleşik Devletleri’ni kurdular. Devlet başkanlığına George Washington seçildi. Başkent Washington oldu. Monroe Doktrini: Amerikan başkanı Monroe (1817- 1825) bir bildiri yayımlayarak Amerika’nın Avrupa’nın siyasi işlerine karışmayacağını Avrupa’nın da Amerika kıtasına müdahalelerine izin vermeyeceğini ilan etti. Amerika bu doktrinle yalnızlık politikası uygulamıştır. Avrupa’daki mücadelelere karışmayıp ekonomisini güçlendirmiş, Orta ve Güney Amerika’da etkisini artırmıştır. FRANSIZ İHTİLALI (1789) 60 İhtilalin Sebepleri: a) Krallık rejiminin baskısı, b) Toplumdaki eşitsizliğe dayanan düzen, c) Fransız aydınlarının etkisi(Montesqieu, Rousseau, Voltaire), d) Mali zorluklar ve vergilerin ağırlığı, e) Eta Jenero’nun toplanmas ı(5 Mayıs 1789), f) ABD’nin bağımsızlığını kazanması, g) İngiliz meşrutiyetinin etkisi, h) Aydınlanmacı düşünürlerin etkisi, 2) 3) 4) 5) 6) 7) Aydınlanmacı Düşünürlere Göre Devlet: Aydınlanmacı düşünürlere göre devlet; kutsal değildir. Toplumsal sözleşme ile oluşmuş, halkın hizmetinde olan bir teşkilatlanmadır. Devletin görevi bireylerin hak ve özgürlüklerini korumak ve onların rahat ve mutlu yaşamalarını sağlamaktır. İhtilalin Aşamaları: Fransa kralı XVI. Louis, ülkede ekonomik durumun iyice kötüleşmesi üzerine Eta Jenero’yu toplantıya çağırdı. 5 Mayıs 1789’da toplanan mecliste, soylular ve rahipler ile halk temsilcileri arasında anlaşmazlık çıktı. Soylular, halk temsilcileriyle aynı mecliste toplanmayı kabul etmediler. Bunun üzerine halk temsilcileri, halkın çoğunu kendilerinin temsil ettiklerini ileri sürerek Eta Jenero’yu Milli Meclis ilan ettiler. a) b) 1) 2) 3) 4) 5) 6) b) Kurucu Meclis: Milli Meclis, onayı alınmadan vergilerin toplanmaması kararı aldı. Bunun üzerine Milli Meclis, Kurucu Meclis durumuna geldi. Kral yabancı askerlerle meclisi dağıtmak isteyince, Paris halkı ayaklanarak mutlakıyetin sembolü olan Bastil Hapishanesi’ni basarak mahkûmları serbest bıraktı (14 Temmuz 1789). Kurucu Meclis, soyluların ve rahiplerin ayrıcalıklarına son verdi. Derebeylik kaldırıldı. Eşitlik kabul edildi. İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi ilan edildi (28 Ağustos 1789): Özgürlük başkasına zarar vermeden her şeyi yapabilmektir. Egemenlik milletindir. Hiçbir kişi kuruluş, milletçe verilmeyen bir egemenliği kullanamaz. Herkes din, inanç, düşünce, düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetine sahiptir. Mülkiyet hakkı kutsal ve dokunulmaz bir haktır. İnsan ve vatandaş haklarının güvence altına alınması bir kamu gücünün varlığını zorunlu kılar. Herkes suçlu olduğu kanıtlanıncaya kadar suçsuz sayılır. Fransız İhtilali çalkantılı dönemler geçirdikten sonra Napolyon Bonapart’ın imparator olmasıyla sonuçlandı (1804). İhtilal Savaşları (1792–1815): Fransız İhtilali sonucunda mutlakıyetin yıkılıp cumhuriyetin kabul edilmesi Avrupa krallıklarını telaşa düşürdü. Avrupa devletleri Fransa’ya karşı birleşti. Fransa ile Avrupa devletleri arasında yapılan savaşlarda Fransa Avrupa’nın büyük bir kısmını ele geçirdi. Avrupa coğrafyası büyük ölçüde değişti. Savaşlar Napolyon’un Waterloo yenilgisi ile sonuçlandı. Fransız İhtilali’nin Sonuçları: 1) Fransız İnsan ve Yurttaşlık Hakları Bildirisi yayınlandı. Milliyetçilik Eşitlik, adalet, hürriyet, ilkeleri yaygınlaştı. Milliyetçilik fikrinin yayılması ile imparatorluklar dağılma sürecine girdi. Mutlak monarşi yıkılarak, egemenliğin halktan geldiği kabul edildi. İmparatorlukların yıkılması ile milli devletler kurulmaya başladı. Dağınık halde bulunan milletler siyasi birliklerini kurmaya başladılar. Fransız İhtilali ile yeniçağ sona erdi, yakınçağın başladı. Fransız İhtilali’nin ortaya çıkardığı fikirler (Milliyetçilik, hürriyet, eşitlik, adalet) bir taraftan Osmanlı devletinde demokratikleşme hareketlerine neden olurken diğer taraftan Balkanlar’da ayrılık hareketlerine neden oldu. VİYANA KONGRESİ (1815) Napolyon savaşları yüzünden bozulan Avrupa’nın siyasal durumunu düzenlemek üzere İngiltere, Rusya, Avusturya ve Prusya Viyana Kongresini topladılar. Avusturya Başbakanı Prens Meternich kongreye başkanlık etti. Viyana Kongresi Kararları: 1) Fransa ele geçirmiş olduğu yerlerden çekilecekti. 2) Belçika ve Hollanda birleştirilecekti. 3) Germen Konfederasyonu kuruldu. 4) İsveç ve Norveç krallıkları birleştirilerek İsveç-Norveç Krallığı kurulacak. 5) İsviçre bağımsız ve tarafsız bir devlet haline getirildi. 6) Napolyon’un hükümetlerine son verdiği hükümdarlar ve krallar tekrar memleketlerine ve tahtlarına sahip olacaklardı. Viyana Kongresinden Sonra Avrupa (1815–1830): Viyana Kongresi’nden sonra İngiltere, Rusya, Prusya ve Avusturya kendi çıkarlarına göre ve bu çıkarların uyuşması oranında Avrupa’da yeni bir statü kurmuşlardı. Bu devletler Avrupa düzenini korumak, krallık rejimine karşı yapılacak ihtilal hareketlerini bastırmak ve Avrupa’yı mutlak krallık rejimiyle yönetmek için aralarında bazı antlaşmalar yaptılar. Avrupa tarihinde bu devreye Restorasyon devri denilmiştir. Avrupa’nın büyük devletleri, Viyana Kongresi kararlarını yürütmek amacıyla, iki ayrı bağlaşma kurmuşlardır. 1. Kutsal İttifak (1815): Bu ittifak Rusya, Avusturya ve Prusya arasında yapılmıştır. Kutsal İttifakın amacı Fransız İhtilali’ne karşı bir tepki olmuş ve mutlakıyetçiliği güçlendirmeyi esas almıştır. Fransa da sonradan katılmıştır. 2. Dörtlü İttifak (1815): İngiltere, Rusya, Avusturya ve Prusya arasında yapılmıştır. Bu ittifakın kurucusu Prens Meternich’tir. Bundan dolayı buna Meternich Sistemi de denir. Dörtlü İttifak, Kutsal ittifakın yetersizliği üzerine ortaya çıkmıştır. Bu dört devlet, başka düşüncelerin yayılmasını silah gücüyle durdurmayı kararlaştırmışlardır. Böylece her türlü özgürlük hareketi bastırılacaktır. Fakat gittikçe gelişen özgürlük akımları soncunda meydana gelen ihtilallerin önü alınamamıştır. 61 Osmanlı Devleti’nde 1821’de çıktı Meternich, Rum isyanının beraberce bastırılmasını teklif etti. Buna karşılık Rusya, Fransa ve İngiltere Rumlara yardım ederek Navarin’de bulunan Osmanlı donanmasını yaktılar. Böylece kendi prensiplerini kendileri yıktılar. Restorasyon devri 1827 yılına kadar sürmüştür. 1) 2) 3) 4) 1830 İHTİLALLERİ Meternich Sistemi Avrupa toplumlarında tepki meydana getirdi. Mutlakıyet yönetimlerine karşı güçlenen liberal tepki 1830 yılında bütün Avrupa’yı sarsan isyanlara dönüştü. 1830 ihtilalleri Fransa, Belçika ve İspanya gibi ülkelerde liberalizmin başarısıyla sonuçlandı. Viyana Kongresiyle kurulan Avrupa statüsü büyük ölçüde değişerek, Avrupa’da güçler dengesi değişti. 1848 İHTİLALLERİ Milliyetçilik hareketlerinin ve liberalizmin gittikçe kuvvetlenmesi ve bunların bağımsızlığa dönüştürülmek istenmesi, sanayi inkılâbı ile işçi sınıfının ortaya çıkarak bir takım haklar istemesi Avrupa’da isyanlara yol açtı. 1848 İhtilallerinin Sonuçları: a) Fransa’da önce cumhuriyet ve bir süre sonra da imparatorluk kurulmuştur. b) İtalya, Prusya, Hollanda ve Belçika’da krallar uyruklarına bir takım haklar ve imtiyazlar vermek zorunda kalmışlardır. c) Almanya ve İtalya’da birlik hareketleri için ilk esaslı adımlar atılmıştır. d) Liberal yönetimler ağırlık kazanmışlardır. e) Mutlakıyetler ya sona ermiş veya iyice yumuşamıştır. f) Sosyalist ve komünist akımlar güçlenmiştir. İTALYAN BİRLİĞİNİN KURULMASI (1870) Viyana Kongresi İtalya’yı yedi hükümete ayırmıştı. Piyemonte bunlar içerisinde en kuvvetlisi idi. Ülkenin bir kısmı Avusturya’nın işgali altındaydı. Fransız İhtilali’yle birlikte İtalya’da milliyet ve hürriyet fikirleri yayılmağa başlamıştı. İtalyan aydınları ülkede birliği kurmak ve yabancı işgalinden kurtulmak amacıyla Karbonari adlı gizli cemiyet kurdular. İtalyan birliğinin kurulması Avusturya’nın ülkeden çıkarılmasına bağlıydı. Bunun için bir dış devletin yardımına ihtiyaç vardı. Piyemonte, Kırım Savaşı’na iştirak ederek Fransa’nın desteğini sağlamayı başardı. 1859 yılında yapılan savaşta Avusturyalılar mağlup edildi. Bu zafer İtalya siyasi birliğine giden yolu açtı. İtalyan birliği 1870’de gerçekleşti. Roma yeni kurulan İtalya’nın başkenti ilan edildi. İtalya, siyasi birliğini kurduktan sonra sömürgecilik hareketlerine başladı. Kısa zamanda Avrupa politikasında söz sahibi devletlerden birisi oldu. Papalık siyasi gücünü kaybetti. ALMAN BİRLİĞİNİN KURULMASI (1871) Alman birliğinin kurulmasında Prusya Krallığı’nın büyük rolü oldu. Prusya başbakanı Bismark’ın gerekli ıslahatları yaparak Prusya’yı güçlü bir yapıya kavuşturdu. Fransa’nın Sedan’da kesin bir yenilgiye uğratılması sonucunda Alman Birliği kuruldu (1871). Prusya Kralı l. Wilhelm Alman imparatoru oldu. Alman Birliği'nin kurulması uluslararası politika açısından önemli sonuçlar doğurdu. Viyana Kongresi’nden sonra kurulmuş olan Avrupa güç dengesi değişti. Fransa ve Avusturya etkinliklerini büyük ölçüde kaybettiler. Almanya Avrupa’nın kuvvetli devletlerinden biri oldu ve sömürgecilik hareketlerine başladı. Avrupa’da bloklaşma başladı. BLOKLARIN KURULMASI 1. Üçlü İttifak (1883): Alman Birliği’nin kurulması Avrupa dengesinde önemli değişikliklere neden oldu. Almanya, İtalya ve AvusturyaMacaristan İmparatorluğu arasında üçlü ittifak kuruldu. 2. Üçlü İtilaf (1907): Üçlü İttifak’ın kurulması üzerine Fransa, Rusya ve daha sonra İngiltere’nin katılımıyla kuruldu. SANAYİ İNKILÂBI Sanayi inkılâbı, üretimde kol gücünün yerini makine gücünün almasıdır. Bu tarz üretim XVIII. yüzyılda müspet bilimlerin üretime uygulanmasıyla İngiltere’de, özellikle dokuma sektöründe ortaya çıkmış, daha sonra diğer alanlara yayılmıştır. VIII. yüzyılın ortalarında buhar gücüyle çalışan makineler bulundu. Bunlar fabrikalarda, madencilikte ve ulaşım alanında kullanılmaya başlandı. Üretimin şekli değişti ve miktarı arttı. Üretim milli ve milletlerarası boyutlara ulaştı. Maliyetler düştü. Bu durum ilk kez pamuklu dokuma sanayisinde açık bir şekilde görüldü. İngiliz sömürgelerinden getirilen pamuk yeni geliştirilen modern tezgâhlarda dokunarak piyasaya sürüldü. Dokuma sanayisi ile sınırlı kalınmayıp tarım, kimya ve madencilik gibi diğer alanlarda da gelişmeler kaydedildi. Ulaşım sistemi gelişti. Özellikle demiryolu ve deniz ulaşımında önemli ilerleme kaydedildi. Büyük kapasiteli, okyanus şartlarına dayanıklı filolar hizmete girdi. 1869’da Süveyş Kanalı ve 1914’te Panama Kanalı’nın açılması deniz ulaşımını cazip hale getirdi. Artık çok uzak ülkelerden bile bol ve ucuz mal getirebilmek imkân dâhiline girdi. Bu durum iç ve dış ticareti canlandırdı. Özellikle Avrupa’ya önemli mal akışı oldu. Sanayi İnkılâbının Sonuçları: 1) Üretim hızlandı, maliyet ucuzladı. 2) Avrupa’da refah düzeyi yükseldi ve nüfus arttı. 3) Köyden kente göç başladı ve işçi sınıfı oluştu. 4) Sermaye tekelleşti ve büyük şirketler kuruldu. 5) Buharlı trenler ve buharlı gemiler yapıldı. Demiryolu ve deniz yolu ulaşımı gelişti. 6) Hammadde ve pazar ihtiyacı arttı. Bu durum sömürgecilik yarışını hızlandırdı. 7) Emperyalizm, kapitalizm ve sosyalizm gibi fikir akımları doğdu. Sanayi İnkılâbı Osmanlı Devleti’ni olumsuz yönde etkilemiştir. Osmanlı pazarları XIX. yüzyılın ortalarından itibaren Avrupa mallarının istilasına uğramıştır. Sonuçta Osmanlı Devleti dışarıya hammadde satan ve dışarıdan mamul madde alan bir ülke haline gelmiştir. 62 Sömürgecilik Yarışı: Bir devletin kendi sınırları dışında egemenlik kurarak yönettiği, ekonomik ve siyasi çıkarlar sağladığı yere sömürge denir. Sanayi inkılâbı sömürge yarışını hızlandırdı. XIX. yüzyılda dünyanın yaklaşık yüzde 85’i sömürgeleştirilmişti. Sömürgecilik faaliyetleri İtalya ile Almanya’nın siyasi birliklerin sağlamalarından sonra daha da hızlandı. Büyük Devletlerin Bazı Sömürgeleri: a) İngiltere: Hindistan, Birmanya, Belucistan, Kıbrıs, Malta, Mısır, Sudan, Oranj, b) Fransa: Cezayir, Tunus, Madagaskar, Fas, Suriye, Lüpnan, Çin, Hindistan ve Sudan’ın bir kısmı, c) Almanya: Güney Batı Afrika, Uganda, Kenya, Kamerun, Karolin, Maryon, Marşal takımadaları ile Gine’nin bir kısmı, d) İtalya: Eritre ve Trablusgarp, e) Rusya: Sibirya, Japon denizi kıyıları ve Türkistan BİLİM VE DÜŞÜNCE ALANINDA GELİŞMELER Avrupa tarihinde XVII. yüzyıl akıl çağı olarak kabul edilir. Bu yüzyılda düşüncede akıl ön plana çıkmıştır. XVIII. yüzyıl felsefesine aydınlanma felsefesi denir. XVIII. yüzyıl aydınlanması İngiliz düşünür John Locke ile başlar. İngiliz düşünürü Candillac ve Fransız düşünürleri Montesquie, Voltaire, Jean Jacques Russeau bu düşünce akımının önemli temsilcileridir. Aydınlanma Çağı eskinin bütün düşünce kalıplarını değiştirdiği için hem Fransız İhtilali ve ABD’nin kurulması gibi önemli olayların meydana gelmesine neden olmuştur. Emmanuel Kant’a göre insanın kendi aklını kendisinin kullanmaya başlamasıdır. Aydınlanma düşüncesi tabiatüstü ve tabiat dışı her şeyi ret eder. İnsanın tabiatın bir parçası olduğunu, aklı ile parçası olduğu bütün kavrayabileceğini ve aklın kullanılmasıyla doğru bilgiye ulaşılabileceğini ileri sürer. a) b) c) d) e) Aydınlanma düşüncesi, aklın, özgür düşüncenin ve bilimin önündeki engelleri kaldırmıştır. Toplumların kültür düzeyini yükseltmiş, milli egemenlik, demokrasi ve insan hakları gibi değerler toplumları büyük ölçüde etkilemiştir. Aydınlanma düşüncesiyle, bilimde deney ve gözlem yönetimi ortaya çıkmış, Yönetimde demokrasi benimsenmiş, Kilisenin devlet ve toplum üzerindeki etkisi azalmış laik anlayış yaygınlaşmıştır. Aydınlanmacı düşünürlerden John Locke ekonomide liberalizmi savunmuştur. Adam Smith, ülkelerin refaha ulaşmasının tarım, ticaret ve endüstri ile mümkün olduğunu belirtmiştir. Gurne, ticarette liberal sistemi savunmuştur. Kerna, servetin kaynağını toprak olduğunu savunmuştur. Dekart, Volter, Monteskiyo ve Russo gibi düşünürler toplumsal konuları işleyerek baskı ve zulme karşı mücadele etmişlerdir. Henry Bergson, bilimin üstünlüğünü kabul etmekle birlikte, bilim aşamayacağı sınırlar olduğunu kabul etmiştir. Lamarck, çevrenin etkisiyle canlı ve cisimlerin değiştiği teorisini ortaya atmıştır. EN UZUN YÜZYIL (1792–1922) XIX. YÜZYIL BAŞLARINDA ASYA VE AVRUPA’NIN DURUMU XIX. YÜZYILDA OSMANLI DEVLETİ’NİN DURUMU a) Bu dönem Osmanlı Devleti için birçok olayların ortaya çıktığı dönemdir. b) Osmanlı Devleti, XIX. yüzyılda varlığını sürdürmek ve mevcut topraklarını koruyabilmek için, Avrupa devletlerine karşı denge politikası izlemiştir. Bu politikada anlaşma yaptığı devletlere daha çok imtiyazlar vermiştir. c) Osmanlı Devleti XIX. yüzyılda ömrünü uzatmak için Batılı tarzda daha köklü ıslahat yapmıştır. Bu ıslahat II. Mahmud döneminde başlamış; Tanzimat ve Meşrutiyet dönemlerinde devam etmiştir. d) Avrupa devletleri Osmanlı Devletini parçalamak için azınlık hakları, kapitülasyonlar ve alacaklarını bahane ederek içişlerine karışmışlardır. e) Bu yüzden ülkede çıkan iç sorunlar büyüyerek uluslar arası boyut kazanmıştır. DAĞILMA DÖNEMİ PADİŞAHLARI 30) II. Mahmud (1808–1839) 31) Abdülmecid (1839–1861) 32) Abdülaziz (1861–1876) 33) V. Murat (1876–1876) 34) II. Abdülhamid (1876–1909) 35) V. Mehmed Reşad (1909–1918) 36) VI. Mehmed Vahdeddin (1918–1922) II. MAHMUD DÖNEMİ (1808–1839) Alemdar Mustafa Paşa, III. Selim’in ölümüne sebep olan Kabakçı Mustafa isyanını bastırdıktan sonra II. Mahmud’u tahta çıkardı, kendisi de sadrazam oldu. Sened-i İttifak (1808): 1) Padişahın otoritesi devletin temel dayanağıdır. 2) Ayanlar devletin eyaletlerden asker almasına karşı gelmeyecektir. 3) Ayanların bulunduğu yerlerde hazine gelirlerinin ayanlar tarafından toplanması sağlanacaktır. Ayanlık haklarının babadan oğula geçmesi sağlanacaktır. 4) Padişah ağır vergiler koymayacak, eşit ve adaletli vergi alacaktır. 5) Sadrazama saygı gösterilecek ve emirlerine uyulacaktır. 6) İstanbul’daki yeniçeri ve diğer ocaklarda isyan çıktığında ayanlar İstanbul’a gelerek isyanı önleyeceklerdir. Sened-i İttifak’ın Önemi: a) Bu belge ile ilk kez padişahın mutlak otoritesi sınırlandırılmış ve ayanların hakları ve varlığı tanınmıştır. b) Ayanların gücü padişah tarafından resmen tanınmıştır. c) Ayanların merkeze bağlanmaları sağlanmış ve devletin eyaletler üzerindeki otoritesi yeniden kurulmuştur. Bükreş Antlaşması (1812) (Osm-Rus): 1806 yılında başlayan Osmanlı-Rus Savaşı devam ettiği sırada Fransa da Rusya’ya savaş ilan etmişti. Napolyon’a yenilen Rusya’nın barış istemesi üzerine Osmanlı-Rus savaşına son verilerek Bükreş Antlaşması imzalandı. Bükreş Antlaşmasına göre; 1) Besarabya Ruslara bırakıldı. 2) Eflak ve Boğdan Osmanlı Devleti’ne geri verildi. 63 3) 4) Prut nehri iki ülke arasında sınır oldu. Osmanlılar Bosna ve Eflâk’tan iki yıl vergi almayacak, Sırplar kendi içlerinde serbest kalacaktı. Sırp İsyanı: Fransız İhtilali’nin yaydığı milliyetçilik akımı Osmanlı Devleti’ni de etkilemiş, Balkan topraklarında Sırp ve Yunan isyanları çıkmıştı. Sırp isyanının çıkmasında; a) Milliyetçilik fikrinin yayılması, b) İngiltere, Fransa ve Rusya’nın kışkırtmaları c) Merkezi otoritenin zayıflaması, d) Bölgedeki yeniçerilerin sorumsuzca davranışları, Sırplar III. Selim devrinde Kara Yorgi liderliğinde ayaklanarak Belgrad’ı ele geçirdiler (1804). Osmanlı Devleti Sırp isyanını 1812’den sonra ancak bastırılabildi. Savaş sonrasında imzalanan Bükreş Antlaşması’yla Sırplara özerklik verdi. Sırplar 1815’te Miloş Obronoviç liderliğinde yeniden isyan ettiler. Rusya’nın olaya karışmasını istemeyen Osmanlı Devleti Sırplara bazı yeni haklar tanıdı. Sırpların Bağımsızlık Aşamaları: a) 1812 Bükreş Antlaşması (Sırplara ayrıcalık) b) 1829 Edirne Antlaşması (Yarı bağımsızlık) c) 1878 Berlin Antlaşması (Tam bağımsızlık) Yunan İsyanı: Fatih devrinde Osmanlı egemenliğine giren Rumlar, diğer azınlıklıklara göre ayrıcalıklı bir kavim olarak Mora yarımadası ve çevresindeki adalarda yaşıyorlardı, dil, din ve ticaret özgürlüğüne sahiptiler. İstanbul’da oturan Rumlardan bazıları ise Eflak ve Boğdan voyvodalıklarına tayin edilirler, divan-ı hümayun ve elçilik tercümanlığı da yaparlardı. Rum İsyanının Sebepleri; a) Milliyetçilik akımı ve Rusya’nın kışkırtması, b) Etnik-i-i Eterya cemiyetinin çalışmaları, c) Rumların Megali İdea hedefi d) Fener Rum Patrikhanesinin kışkırtmaları, e) Rum aydınlarının fikirleri, Rumlar önce 1820’de Eflâk’ta, daha sonra 1821’de Mora’da isyan çıkardılar. Avrupalı devletler bu isyana destek verdiler. Osmanlı kuvvetleri isyanı bastıramayınca padişah II. Mahmud, Mısır valisi Kavalalı Mehmed Ali Paşa’dan yardım istedi. Mısır valisinin gönderdiği ordu ve donanma isyanı kısa sürede bastırdı. İngiltere, Fransa ve Rusya, Osmanlı Devleti’nden Yunanistan’a özerklik verilmesini istediler. Osmanlı Devleti bu isteği reddedince bu üç devlet, Navarin’de bulunan Osmanlı donanmasını yaktı(1827). Navarin Olayı’ndan sonra başlayan Osmanlı-Rus savaşında (1828) Osmanlı orduları Kafkasya ve Tuna cephelerinde Ruslara yenildi. Rusya Osmanlı Devleti barış istemek zorunda kaldı. Edirne Antlaşması (1829): 1) Yunanistan’a bağımsızlık verilecek. 2) Sırbistan’a özerk yönetim hakkı tanınacak. 3) Doğuda Ahıska, Anapa ve Poti Rusya’ya bırakılacak. 4) 5) Rus ticaret gemileri boğazlardan serbestçe geçebilecek ve Rusya Osmanlı topraklarında ticaret yapabilecek. Osmanlı Devleti Rusya’ya savaş tazminatı ödeyecek. Kavalalı Mehmed Ali Paşa İsyanı: Fransızların Mısır’ı işgali üzerine buradaki Osmanlı ordusunda asker olarak bulunan Kavalalı Mehmed Ali Paşa, gücünü artırarak Mısır’a hâkim olmuş, Osmanlı Devleti de onun Mısır valiliğini tanımıştı (1805). Kavalalı, yaptığı reformlarla Mısır’da güçlü bir yönetim kurmuştu. Mora isyanını bastıramayan Osmanlı Devleti, Mısır valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa’dan yardım istemiş, o da Girit ve Mora valiliklerinin verilmesi şartıyla yardım etmişti. Mısır valisinin gönderdiği donanma isyanı kısa sürede bastırmıştı. Edirne Antlaşması’yla Yunanistan bağımsızlığını kazanıp Mora’nın bu ülkeye verilmesi üzerine Kavalalı, Mora valiliğine karşılık Suriye valiliğini istedi. II. Mahmud, Kavalalı’nın daha da güçlenmesinden çekindiği için bu isteği kabul etmedi. Bunun üzerine Kavalalı isyan etti ve oğlu İbrahim Paşa emrindeki Mısır ordusu Osmanlı kuvvetlerini peş peşe yenerek Kütahya’ya kadar ulaştı. Zor durumda kalan II. Mahmud, İngiltere ve Fransa’dan istediği desteği sağlayamayınca Rusya’dan yardım istedi. Rusya’nın bu istek üzerine donanmasını İstanbul’a göndermesi İngiltere ve Fransa’yı harekete geçirdi. İngiltere ve Fransa, Rusya’nın Akdeniz’e inmesini istemedikleri için Osmanlı Devleti ile Kavalalı arasında Kütahya Antlaşması’nın yapılmasını sağladılar. Kütahya Antlaşması (1833): Kavalalı Mehmet Ali Paşa’ya Mısır ve Girit valiliklerine ek olarak Şam valiliği, oğlu İbrahim Paşa’ya Cidde valiliği ile Adana muhassıllığı verildi. Hünkâr İskelesi Antlaşması (1833): II. Mahmud kendini güvence altına almak için Rusya ile de Hünkâr İskelesi Antlaşması’nı imzaladı. 1) Osmanlılar saldırıya uğrarsa, masrafları karşılanmak üzere Rusya askeri yardımda bulunacak, 2) Rusya saldırıya uğrarsa Osmanlı Devleti Boğazları Rusya’nın savaştığı devletlere kapatacak, 3) Bu antlaşma sekiz yıl boyunca yürürlükte kalacak, Antlaşmanın Önemi: a) Osmanlı Devleti’nin Boğazlar üzerindeki egemenlik haklarını kullanarak imzaladığı son antlaşmadır. b) Ayrıca Ruslar bu antlaşma sayesinde Karadeniz’de güvenliklerini sağlamış oluyorlardı. c) Antlaşmada Rusya’nın Osmanlı Devleti’nden Boğazları kapatmasını istemesi Boğazlar Sorunu’nu ortaya çıkarmıştır. Kütahya Antlaşması her iki tarafı da memnun etmediğinden savaş yeniden başladı. Osmanlı kuvvetleri Nizip’te tekrar yenildi. ABDÜLMECİD DÖNEMİ (1839–1861) Tanzimat Fermanı (3 Kasım 1839): Tanzimat Fermanı (Gülhane Hatt- ı Hümayunu) Mustafa Reşid Paşa tarafından hazırlandı. 3 Kasım 1830 tarihinde Gülhane Parkı’nda yöneticiler, halk ve yabancı elçiler önünde okunmuştu. 64 Mısır Sorunu’nun Çözümü: Rusya’nın Mısır sorununa karışmasını istemeyen Avrupa devletleri (İngiltere, Rusya, Avusturya ve Prusya) sorunu çözmek için 1840 yılında Londra’da bir konferans düzenlediler. Londra Protokolü (1840): 1) Mısır hukuki yönden Osmanlılara bağlı kalacak, vergiler padişah adına toplanarak muayyen bir kısmı İstanbul’a gönderilecek, 2) Mısır’ın idaresi Mehmet Ali Paşa ve oğullarına bırakılacak, 3) Suriye, Girit ve Adana valilikleri Osmanlılara geri verilecek. Protokolün Önemi: a) Mısır, Osmanlı Devleti’ne bağlı imtiyazlı bir eyalet haline geldi. b) Osmanlı Devleti’nin Mısır valisini seçme ve tayin etme hakkı ortadan kalktı. Baltalimanı Ticaret Antlaşması (1848): Osmanlı Devleti’nin Mısır isyanını bastırmak için İngilizlerin yardımına ihtiyacı vardı. Buna karşılık İngiltere’nin de büyük ayrıcalıklar elde etme düşüncesi vardı. Bu antlaşmanın bazı maddeleri: a) Tekel sistemi kaldırıldı. İngilizlere diledikleri miktarda hammaddeyi satın alma imkânı verildi. b) İç ticarete Osmanlı vatandaşlarının yanı sıra İngilizlerin de katılması öngörüldü. c) İngiliz vatandaşları malları Osmanlı tâcirlerle aynı vergi şartlarıyla satın alma hakkına sahip oldular. d) İngilizlerle olan transit ticaretten alınan vergi kaldırıldı. e) İngiliz tüccarları Osmanlı sınırları içinde ticaret yaparken Türk tüccarlardan bile daha az gümrük vergisi ödeyeceklerdi. 1838-1841 yıllarında buna benzer antlaşmalar diğer Avrupa devlerleriyle de imzalandı ve Osmanlı sanayine büyük bir darbe vurdu. Osmanlı İmparatorluğu'nun diğer devletlere borçlanmasına yol açtı ve mali çöküntüsünü hızlandırdı. Boğazlar Sorununun Çözümü (1841): Mısır Sorunu sırasında Osmanlı Devleti’nin Rusya’dan yardım istemesi Boğazlar Sorunu’nu çıkarmıştı. İngiltere, Fransa, Rusya, Avusturya, Prusya ve Osmanlı Devleti’nin temsilcilerinin katıldıkları, 1841 yılında Londra’da toplanan konferansta Boğazlar Sorunu ele alındı. Boğazlar Sözleşmesi (1841): 1) Boğazlar Osmanlı Devleti’nin yönetiminde kalacak. 2) Osmanlı Devleti barış halindeyken Boğazlardan yabancı savaş gemisi geçemeyecek. Sözleşmenin Önemi: a) Boğazlar uluslararası bir statü kazandı. b) Osmanlı Devleti’nin Boğazlar üzerindeki egemenlik hakları sınırlandı. c) Rusya Hünkâr İskelesi Antlaşması ile kazandığı avantajları kaybederken İngiltere ve Fransa karlı çıktı. Mülteciler Sorunu (1848): Mülteci; çeşitli baskılar nedeniyle yaşadıkları bölgelerden kendi istekleriyle ayrılıp başka ülkelere sığınan insanlardır. Macar milliyetçilerinin bağımsızlık için isyan etmeleri üzerine Avusturya Rusya’nın Macar milliyetçilerini katletti. Bir kısım mültecilerin Osmanlı Devleti’ne sığınması mülteci sorununu çıkardı. Avusturya ve Rusya mültecileri istediyse de Osmanlı Devleti bu isteği reddetti. Mülteci Sorunu’nda İngiltere ve Fransa Osmanlı Devleti’ni destekledi. Mülteciler meselesi Osmanlı Devleti’nin uluslar arası itibarını artırmış, İngiltere ile Fransa’nın Kırım Savaşı’nda Osmanlı Devleti’ni desteklemelerine sebep olmuştur. Kutsal Yerler Sorunu: Osmanlı Devleti, Hz. İsa’nın doğduğu Kudüs civarındaki mukaddes yerlerin bakımı, tamiri ve korunmasını ilk olarak da Fransa’ya vermişti. Bu görev Katoliklerle Ortodokslar arasında rekabete sebep oldu veFransa ile Rusya böyle bir rekabete girdi. Rus elçisi Prens Mençikof İstanbul’a gelerek isteklerini Osmanlı Devleti’ne ultimatom şeklinde bildirdi: 1) Kutsal yerler sorununun Ortodokslar lehine çözümlenmesi, 2) Osmanlı ülkesindeki Ortodoksların Rusya’nın himayesine bırakılması, 3) Boğazlarla ilgili Rusya’nın lehine düzenlemelere gidilmesi, Kırım Savaşı (1853–1856): Savaşın Sebepleri: a) Rus çarı I. Nikola’nın ‘Hasta Adam’ olarak nitelediği Osmanlı Devleti topraklarını ele geçirip tarihi amaçlarına ulaşmak istemesi, b) Rusya’nın kutsal yerler sorununu gündeme getirmesi, c) Rus elçisi Prens Mençikof’un Osmanlı Devleti’nden kabul edilemeyecek isteklerde bulunması, Rusya’nın Eflak ve Boğdan’ı işgal etmesi üzerine Osmanlı Devleti Rusya’ya savaş ilan etti. Rus donanması Sinop’ta bulunan Osmanlı donanmasını yaktı. Bu durum karşısında İngiltere ve Fransa Osmanlı Devleti ile ittifak yaparak Rusya’ya karşı savaş ilan ettiler (1854). Müttefikler (İngiltere, Fransa, Osmanlı Devleti ve Piyemonte Hükümeti) Rusya’yı barışa zorlamak için Kırım’a asker çıkardılar. Müttefikler Sivastopol şehri ele geçirdiler. Paris’te Osmanlı Devleti, Rusya, İngiltere, Fransa, Piyemonte Hükümeti, Avusturya ve Prusya temsilcilerinin katıldığı kongrede yapılan görüşmeler sonucunda Paris Antlaşması imzalandı (1856). Paris Antlaşması (1856): 1) Osmanlı Devleti bir Avrupa devleti sayılacak, Avrupa devletler hukukundan yararlanacak ve toprak bütünlüğü Avrupalı devletlerin garantisi altında olacak. 2) Boğazlar konusunda 1841 Londra Boğazlar Sözleşmesi geçerli olacak. 3) Karadeniz tarafsız hale getirilecek, Osmanlı Devleti ve Rusya Karadeniz’de donanma bulundurmayacak ve tersane kuramayacak. 4) İki taraf savaşta aldıkları yerleri geri verecek. 5) Avrupalı devletler Islahat Fermanı’nı memnuniyetle karşılamışlar ve Osmanlı Devleti’nin içişlerine karışmama sözü vermişlerdir. 65 Islahat Fermanı’nın antlaşmada yer alması, Osmanlı Devleti’ni bağlamış ve Avrupalı devletlerin Osmanlı Devleti’nin içişlerine karışmasına ortam hazırlanmıştır. Paris Antlaşması’yla güneye inmesi engellenen Rusya, doğu politikasına yönelmiş ve Asya’da genişlemeye devam etmiştir. Osmanlı Devleti ilk kez Kırım Savaşı sırasında borç para almıştır. ABDÜLAZİZ (1861–1876) Panislavizm Hareketleri ve Balkan Bunalımı: Panislavizm; Bütün Slavları Rusya’nın liderliği altında toplamayı amaçlayan bir düşüncedir. Rusya’nın amacı, Avusturya ve Osmanlı Devletini yıkarak Balkanlarda Slav birliğini kurmaktı. Bu amacına ulaşabilmek için Balkan uluslarını Osmanlı Devletine karşı kışkırtmaya başladı. Rusya’nın kışkırtmalarıyla Balkanlarda isyanlar çıktı. İlk isyan Bosna- Hersek’te (1875) arkasından Sırbistan ve Bulgaristan’da da isyanlar çıktı. Osmanlı Devleti bu isyanlarla uğraşırken Sırp ve Karadağlıları Osmanlı Devletine karşı kışkırttı. Osmanlı ordusu bu isyanları bastırarak düzeni sağladı. Yeni bir savaş çıkmasını istemeyen Avrupa devletleri durumu görüşmek üzere İstanbul’da bir konferans toplamaya karar verdiler. Abdülaziz döneminde Osmanlı aydınları meşrutiyet fikrini savunmuşlardı. Ancak Abdülaziz bu fikre sıcak bakmadığı için askeri bir darbeyle tahttan indirilerek öldürüldü. II. ABDÜLHAMİD (1876–1909) Meşrutiyetin İlanı (1876): Sultan II. Abdülhamid tahta çıkmadan önce Meşrutiyeti ilan edeceğini vaat etmişti. 23 Aralık 1876’da Osmanlıların ilk anayasası olan Kanun-i Esasi ilan edildi. Seçimler yapılarak Meclis-i Mebusan açıldı. İlk Mebusan Meclisi’nde 69 Müslüman, 46 gayrimüslim olmak üzere toplam 115 mebus vardı. Osmanlı-Rus savaşı ve Meclis’teki mebusların aralarındaki çekişmeleri yüzünden meclis çalışamaz hale geldi. II. Abdülhamit Meclis’i tatil ettiğini açıkladı (1878). İstanbul Konferansı (23 Aralık 1876): İngiltere’nin girişimiyle, Avusturya, Almanya, İngiltere, Fransa, Rusya, Osmanlı Devleti ve İtalya temsilcilerinin katılımıyla Balkan uluslarının isyanlarını yatıştırmak Osmanlı-Rus anlaşmazlığını çözmek için İstanbul’da bir konferans toplandı. Konferans devam ederken Osmanlı Devleti, Meşrutiyeti ilan etti. Avrupa devletleri konferansta; a) Bosna-Hersek ve Bulgaristan’da muhtar yönetimler kurulması, b) Sırbistan ve Karadağ’dan Türk askerlerinin çekilmesi, c) Balkanlarda ıslahat yapılmasını istiyorlardı. Osmanlı- Rus Savaşı (1877–1878): Osmanlı Devleti, İstanbul Konferansında Avrupalı devletlerin isteklerini kabul etmeyince Rusya Osmanlı Devletine savaş ilan etti. Savaş, Rusların Balkanlarda Tuna’yı geçerek Osmanlı topraklarına saldırmasıyla başladı. Kafkas cephesinde, Arpaçay’ı geçen Ruslar, Kars ve Ardahan’ı ele geçirdiler. Rus ordusunu Gazi Ahmet Muhtar Paşa Erzurum’da durdurdu. Balkan cephesinde ise, Gazi Osman Paşa Plevne’de Rus saldırılarına uzunca bir süre başarıyla karşı koydu ancak gerekli yardımı alamadı. Ruslar Plevne ve Şıpka’yı geçtiler. Böylece Edirne yolu Ruslara açıldı. Rus Ordusu’nun Yeşilköy’e kadar gelmesi üzerine Osmanlı Devleti barış istedi. 1878’de Osmanlı Devleti ile Rusya arasında imzalanan Ayastefanos Antlaşması ile Rusya; Rusya Osmanlı Devleti'ni istediği gibi parçalamıştı. Panislavizm politikasında başarılı olmuş ve Bulgaristan üzerinden sıcak denizlere ulaşma imkânını elde etmiştir. Avrupalı devletler bu antlaşmaya itiraz ettiler. Berlin’de toplanan konferanstan sonra Berlin Antlaşması imzalandı. Berlin Antlaşması (1878): 1) Karadağ, Sırbistan ve Romanya bağımsız olacak. 2) Bosna-Hersek hukuken Osmanlı Devleti’ne bağlı olacak, fakat yönetimi bir süre Avusturya’ya bırakılacak. 3) Bulgaristan, üç kısma ayrılmıştır: a. Bulgar Prensliği (Osmanlı egemenliği altında muhtar olacak) b. Makedonya (Islahat yapılması şartıyla Osmanlı Devleti’ne bırakılacak) c. Doğu Rumeli (Padişahın beş yıl için atayacağı Hıristiyan bir vali tarafından yönetilmesi şartıyla Osmanlı Devleti’ne bırakılacak) 4) Kars, Ardahan, Batum, Ruslara bırakılacak, fakat Doğu Beyazıt Osmanlı Devleti’nde kalacak. 5) Ermenilerin azınlıkta bulunduğu Doğu Anadolu’da ve Girit’te ıslahat yapılacak. 6) Tesalya Bölgesi Yunanistan’a verilecek. 7) Osmanlı Devleti, Rusya’ya 60 milyon ruble savaş tazminatı ödeyecek. Berlin Antlaşması’la; a. İngiltere Rusların Bulgaristan üzerinden Akdeniz’e inmesine engel olmuş ve Akdeniz’deki çıkarlarını korumuştur. b. Berlin Konferansı’ndan sonra Osmanlı denge politikasında İngiltere’nin yerini Almanya almıştır. c. Osmanlı Devleti’nin dağılması hızlanmıştır. Berlin Atlaşması’ndan sonra; 1878 Kıbrıs İngiltere’ye üs olarak verilmiştir, 1881 Fransa Tunus’u işgal etmiştir, 1882 İngiltere Mısır’ı işgal etmiştir, Bulgaristan Doğu Rumeli’yi topraklarına katmıştır. Girit Sorunu ve Osmanlı-Yunan Savaşı (1897): Yunanistan’ın Megalo İdea’yı gerçekleştirmek amacıyla Girit’i topraklarına katmak istemesi ve Girit’e asker çıkarması üzerine Osmanlı Devleti Yunanistan’a savaş açtı. Tesalya bölgesinde yapılan Dömeke Meydan Muharebesi’nde, Gazi Ethem Paşa komutasındaki Osmanlı Kuvvetleri Yunanlıları bozguna uğrattı (1897). Yunanistan barış istedi ve Avrupalı devletlerin araya girmesiyle İstanbul’da antlaşma yapıldı. İstanbul Antlaşması (1897): 1) Osmanlı askerleri Tesalya’yı boşaltacak, 2) Yunanistan savaş tazminatı verecek, 3) Girit, Osmanlı yönetiminde kalacak ancak padişahın atayacağı Hıristiyan bir vali Yunanistan tarafından onaylanacak, 66 Ermeni Sorunu: Ermeniler, Kafkasya ve Doğu Anadolu topraklarına sonradan gelip yerleşmiş bir kavimdi. Eski çağda Anadolu ve Kafkaslara verilen Armenia adı coğrafi bir terim olup, bugünkü Ermeni toplumuyla bir ilgisi yoktur. Tarihin hiçbir döneminde bu bölgede güçlü bir devlet kuramayan ve büyük devletlerin egemenliğinde varlıklarını sürdüren Ermeniler; sırayla Pers, İskender, Selevkos, Roma ve Bizans egemenliğinde yaşamışlar ve Türklerin Anadolu’yu fethinden sonra da Selçuklu ve Osmanlı egemenliğine girmişlerdi. IV. yüzyıl başlarında Hıristiyanlığı kabul eden Ermeniler, XIX. yüzyıl sonlarına kadar Osmanlı Devleti’ne bağlılıklarını sürdürmüşler, diğer uluslar isyan ederken onlar isyan etmedikleri için millet-i sadıka denilmişti. Ermeniler sanat ve ticaretle uğraşmış ve çok rahat bir hayat sürdürmüşlerdi. Ermeni sorunu ilk defa 1877- 1878 Osm-Rus savaşında(93 Harbi) gündeme geldi. Ermeni sorununun ortaya çıkmasında; a) Milliyetçilik akımının etkisi, b) Balkanlardaki Hıristiyan toplulukların bağımsızlıklarını ilan etmeleri, c) Ayastefanos Anlaşması’nın 16. ve Berlin Antlaşması’nın 61. maddelerinin Ermenilerle ilgili ıslahatlar yapılmasını hükme bağlaması, d) Rusya, İngiltere ve Fransa’nın kendi çıkarları için Ermenileri kullanmaları etkili olmuştu Rusya’nın Ermenileri desteklemesinin sebebi, kurulacak Ermenistan üzerinden güneye inerek Akdeniz’e ulaşmaktı. İngiltere’nin düşüncesi ise, bağımsız bir Ermenistan’ın kurulmasını sağlayarak Rusların Akdeniz’e inmesini engellemekti. Büyük devletlerin kışkırtmaları sonucunda bağımsız bir devlet kurma hevesine kapılan Ermeniler, ihtilalci komiteler kurdular. Hınçak Komitesi 1887’de İsviçre’de ve Taşnak Komitesi de 1890’da Tiflis’te kuruldu. Bu komitelerin amaçları; Ermeni milliyetçiliğini yaymak, Ermenileri silahlandırmak ve Doğu Anadolu’da bağımsız bir Ermeni devleti kurmaktı. Daha sonra bu komiteler birleşerek terör hareketlerine giriştiler ve isyanlar başlattılar. İlk defa Erzurum ve İstanbul’un Kumkapı semtinde olaylar çıkardılar. Daha sonra Merzifon, Yozgat, Kayseri, Çorum, Van ve Bitlis’in Sason bölgelerinde isyanlar çıkardılar. 1896’da İstanbul’da Osmanlı Bankası’nı basan Ermeniler Avrupa devletlerinin olaya müdahale etmesini istediler. Ayrıca 1905 yılında II. Abdülhamit’e suikast düzenleyen Ermeniler 1909’da Adana’da büyük bir isyan çıkardılar. Düyun-ı Umumiye (1881): II. Abdülhamid döneminde Osmanlı Devleti dış borçlarını ödeyemeyince Avrupalı devletler alacaklarını tahsil etmek için Düyun-ı Umumiye (Genel Borçlar) idaresini kurdular. Bu idare tütün, ispirto, pul, tuz ve orman gelirlerine el koydu. Bosna-Hersek’in Avusturya’ya Bağlanması: Berlin Antlaşmasında Bosna-Hersek geçici olarak Avusturya idaresine bırakılmıştır. Avusturya, II. Meşrutiyet döneminde görülen karışıklıklardan faydalanarak Bosna-Hersek’i ilhak etmiştir (1908). II. Meşrutiyet (1908): II. Abdülhamid’in ülkeyi tek başına idare ettiği dönemde, meşrutiyet yanlısı aydınlar İttihad ve Terakki Cemiyeti’ni kurarak istibdat yönetimine karşı harekete geçtiler. Cemiyete bağlı subaylar Makedonya’da silahlı isyan başlattılar. Cemiyet Kanun-ı Esasi’nin uygulanmasını istedi. İsyanı bastırmak için görevlendirilen Osmanlı birlikleri başarı sağlayamadı. İsyanın daha fazla büyümesini istemeyen II. Abdülhamid Meşrutiyeti ilan etti. II. Meşrutiyet döneminde Türkçülük politikası güçlendi. Seçimler yapılarak Meclis-i Mebusan açıldı. İttihad ve Terakki Fırkası mecliste çoğunluğu sağlayarak yönetimde söz sahibi oldu. Anayasada köklü değişiklikler yapılarak meclisin gücü artırıldı, padişahın yetkileri azaltıldı Temel hak ve özgürlükler genişletildi ve parlamenter sisteme geçildi. II. Meşrutiyet’in getirdiği karışıklık ortamında; a) Bulgaristan bağımsızlığını ilan etti. b) Avusturya Bosna-Hersek’i ilhak etti. c) Yunanistan Girit adasını topraklarına kattı. 31 Mart Olayı (13 Nisan 1909): Meşrutiyetin yeniden ilanından sonra çeşitli gruplar arasında çekişmeler ve tartışmalar başlamıştı. Meşrutiyete karşı olanlar avcı taburları ile birleşerek İstanbul'da büyük bir isyan başlattı. Selanik'ten gelen Hareket Ordusu bu isyanı bastırdı. Tarihimize 31 Mart vakası olarak geçen bu olaydan sonra İttihat ve Terakki Partisi daha da güçlendi ve bu olaydan dolayı sorumlu tutulan Sultan II. Abdülhamit tahttan indirilerek yerine V. Mehmed Reşad padişah oldu. Fikir Akımları: 1. Osmanlıcılık: Tanzimat Dönemi'nde (1839- 1876) kurulan Genç Osmanlılar Cemiyeti bu düşüncenin savunuculuğunu yaptı. Bu akımın çıkış nedeni, Osmanlı devletinde çıkan milliyetçi isyanlardır. Bu fikrin amacı, Osmanlı İmparatorluğunda yaşayan bütün milletleri adalet, eşitlik ve hürriyet ölçüleri içinde bir arada tutmak ve Osmanlılık duygusu ile Osmanlı toplumunu oluşturmaktı. Temsilcileri Ziya Paşa, Mithat Paşa, Namık Kemal’dir. Bu akımının etkisiyle meşrutiyet ilan edilmiştir. Balkan milletlerinin Osmanlıdan ayrılmasıyla geçerliliğin kaybetmiştir. 2. İslamcılık: Bu akımın çıkış nedeni, Balkanlardaki Panslavizm politikasını etkisizi hale getirmek, Müslümanların devlete bağlılığını sağlamaktır. Amacı, imparatorluğun parçalanması tehlikesine karşı Müslüman toplumları halifelik makamının bütünleştirici etkisi altında bir çatı altında toplamaktı. Temsilcileri Mehmet Akif, Said Halim Paşa, Ahmet Hamdi Akseki’dir. I. Dünya Savaşı’nda Arapların İngilizlerle hareket etmeleri üzerine geçerliliğini kaybetmiştir. 67 5) 4. Türkçülük: Çıkış nedeni, İttihat ve Terakki döneminde imparatorluk içinde yaşayan Türkleri dil ve kültür birliği etrafında birleştirme isteğidir. Bu akımın amacı, Türkleri milli bir duygu ile birleştirerek Osmanlı bayrağı altında kuvvetli bir unsur olarak yeniden dünya devletleri arasına sokmaktı. Temsilcileri Ziya Gökalp, Mehmet Emin Yurdakul, Yusuf Akçura, Ömer Seyfettin’dir. Balkan Savaşları sonunda güçlenen bu akım Kurtuluş Savaşı'nın kazanılmasında önemli rol oynamıştır. 3. Batıcılık: Bu akımın çıkış nedeni, Batının her alanda Osmanlı Devletinin önüne geçmesi, devlet ve toplumun Batının değerlerini benimsemesiyle güçlenebileceği düşüncesiydi. Amacı, Türk toplumuna batıda gelişen düşünce yönetim biçimi ve yaşam tarzını getirerek ülkenin gelişmesini ve kalkınmasını sağlamaktı. Akımın temsilcileri Tevfik Fikret, Celal Nuri’dir. Batının sadece bilim ve tekniğinin alınması gerektiğini savunan anlayış yeni Türk devletinin kuruluşunda etkili olmuştur. 5. Âdem-i Merkeziyetçilik: Prens Sabahattin tarafından savunulmuştur. Bu akım ile liberal bir ekonomi modeli önerilmiştir. Merkezi hükümetin yetkilerinin azaltılması ve imparatorluk içindeki çeşitli unsurların yönetime katılmasının artırılması amaçlanmıştır. V. MEHMET REŞAD DÖNEMİ (1909–1918) Trablusgarp Savaşı (1911): 1900’lerde Osmanlının elinde Kuzey Afrika’da sadece Trablusgarp toprağı kalmıştı. Savaşın Sebepleri: a) Sömürgeci İtalya’nın Trablusgarp’ı sömürgeleştirmek istemesi, b) Trablusgarp’ın İtalya’ya yakınlığı, c) Trablusgarp’ın hammadde kaynaklarının zengin olması, d) Avrupalı devletlerin İtalya’yı desteklemesi, e) Osmanlı Devleti’nin Trablusgarp’ı savunacak gücünün olmaması, Sebepleriyle İtalya buraya asker çıkardı. Osmanlı Devleti Mısır’ın İngilizlerin elinde olmasından dolayı karadan yardım gönderemedi. Gizlice gönderilen bazı subaylar gönderildi (Mustafa Kemal ve Enver Bey) halkı örgütleyerek İtalyanları kıyıdan içerilere sokmadı. Derne, Tobruk ve Bingazi’de İtalyanlar yenildi. İtalyanlar Osmanlı Devleti’ni barışa zorlamak için On İki Ada’yı işgal ettiler. Bu sırada Balkan Savaşı çıktığı için İtalyanlarla Osmanlı Devleti arasında Uşi Antlaşması imzaladı. Uşi Antlaşması (18 Ekim 1912): 1) Trablusgarp ve Bingazi İtalya’ya bırakıldı. 2) On İki Ada geçici olarak İtalyanlara bırakıldı. 3) Trablusgarp dini bakımdan halifeye bağlı kalacak. 4) İtalyanlar vakıfların idaresine karışmayacaklardı. 6) İtalya, Trablusgarp ve Bingazi’nin Düyun-ı Umumiye’ye ödemesi gereken borçlarını ödeyecekti. Bölgede görev yapacak kadılar şeyhülislam tarafından seçilecek ve maaşlarını İtalya ödeyecekti. Savaşın Sonuçları: a) Osmanlı Devleti, Kuzey Afrika’daki son toprağını kaybetti. b) On İki Ada’yı ele geçiren İtalya, Ege Denizi’nde etkin bir güç haline geldi (İtalya On İki Ada’yı II. Dünya Savaşı’ndan sonra Yunanistan’a vermiştir). c) Osmanlı Devleti Trablusgarp ile dini yönden bağlantısını devam ettirdi. d) Osmanlının güçsüzlüğü iyice anlaşıldı. Bu durum Balkan savaşlarına ortam hazırladı. Balkan Savaşları: I. Balkan Savaşı (1912–1913): Balkan devletleri (Karadağ, Sırbistan, Yunanistan, Bulgaristan); milliyetçilik akımının etkisi, Rusya’nın kışkırtması ve Osmanlı Devletinin Balkanlarda kalan topraklarını ele geçirmek amacıyla Osmanlı devletine savaş açtılar. Osmanlı Devleti savaşta bütün cephelerde yenildi ve Çatalca’ya kadar çekilmek zorunda kaldı. Yenilginin Sebepleri: a) Büyük devletlerinin Balkan devletlerini desteklemesi, b) Ordunun siyasete bulaşması sebebiyle disiplinin bozulması, c) Savaştan önce Osmanlının 65.000 askeri terhis etmesi, d) Ulaşım ve ikmal imkânlarının elverişsiz elindeki erzakın yetersiz olması, e) Osmanlı Devletinin birçok cephede birden savaşmak zorunda kalması, Londra Antlaşması (30 Mayıs 10913): I. Balkan Savaşı sonunda Osmanlı Devleti Balkan Devletleriyle Londra Antlaşması’nı imzaladı ve Midye, Enez’e kadar tüm yerleri kaybetti. Bu antlaşmaya göre; 1) Edirne, Kırklareli, Kavala, Dedeağaç ve Trakya’nın tamamı Bulgaristan’a verilecek ve Osmanlı Devleti’nin batı sınırı Midye-Enez Hattı olacak, 2) Yunanistan Selanik, Güney Makedonya ve Girit’i alacak, 3) Sırbistan Orta ve Güney Makedonya’yı alacaktı, 4) Arnavutluk ve Ege adalarının geleceği büyük devletlerin kararına bırakılacak, I. Balkan Savaşının Sonuçları: a) Savaş sonucunda Osmanlı Devleti Edirne ve Kırklareli dâhil tüm Balkan topraklarını kaybetti, Midye-Enez çizgisinin doğusuna çekildi. b) Osmanlı Devleti Ege Denizi’ndeki üstünlüğünü kaybetti. c) Arnavutluk bağımsızlığını ilan ederek Osmanlı Devleti’nden ayrıldı. d) Bulgaristan Trakya’nın büyük bir bölümünü ele geçirdi ve Ege Denizi’ne ulaştı. e) Osmanlı Devleti’nin batıda sadece Bulgaristan ile sınırı kaldı. Osmanlı Devleti’nin Balkanlarda kaybettiği topraklardan yüz binlerce Türk göçmen Anadolu’ya göç etti. f) Ordunun siyasete bulaşmasının doğru olmadığı ortaya çıktı. g) Osmanlıcılık fikri önemini kaybederek milliyetçilik fikri önem kazandı. h) Bab-ı Ali Baskını ile İttihat ve Terakki yönetime geldi. II. Balkan Savaşı (29 Haziran 1913): 68 I. Balkan Savaşı sonucunda Bulgaristan’ın diğer devletlerden daha fazla toprak alması sebebiyle diğer devletler Bulgaristan’a savaş açtılar. II. Balkan Savaşına Romanya da katıldı. Osmanlı Devleti bu durumdan faydalanarak Edirne’yi geri aldı. Bulgaristan bütün cephelerde yenilerek barış istedi. Bükreş Antlaşması (10 Ağustos 1913) (Bulgaristan ile Diğer Balkan Devletleri): 1) Silistre, Tutrakan ve Güney Dobruca Romanya’ya bırakıldı. 2) Epir, Selanik, Kavala, Drama ve Güney Makedonya’nın önemli bir bölümü Yunanistan’a verildi. 3) Plava ve Cakova Karadağ’a verildi. 4) Manastır, Priştine, Üsküp ve İstip Sırbistan’a verildi. 5) Makedonya’nın küçük bir bölümü ve Dedeağaç Bulgaristan’a bırakıldı. Bu antlaşmadan sonra da Bulgaristan Dedeağaç üzerinden Ege Denizi ile bağlantısını devam ettirdi. İstanbul Antlaşması (29 Eylül 1913) (Osmanlı Devleti ile Bulgaristan): 1) Meriç nehri iki ülke arasında sınır kabul edildi. 2) Edirne, Kırklareli ve Dimetoka Osmanlılara bırakıldı. 3) Kavala ve Dedeağaç Bulgaristan’a bırakıldı. 4) Bulgaristan’da kalan Türkler isterlerse dört yıl içinde göç edebileceklerdi. 5) Bulgaristan’daki Türkler, Bulgarlar ile eşit haklara sahip olacaklardı. 6) Türklere; mülkiyet hakkı verilecek, ilk ve ortaokullarda eğitim dili Türkçe olacak, din ve mezhep hürriyeti sağlanacaktı. Atina Antlaşması (14 Kasım 1913) (Osmanlı-Yunan): 1) Osmanlı Devleti, Yanya, Selanik ve Girit’in Yunanistan’a ait olduğunu kabul etti. 2) Yunanistan’da kalan Türklerin hakları belirlendi. 3) Ege adalarının geleceği büyük devletlerinin hakemliğine bırakıldı. Büyük devletler, Ege adalarıyla ilgili görüşlerini 14 Şubat 1914’te Osmanlı Devleti’ne bir nota ile bildirdiler. Bu karara göre; 1) Meis adası hariç On İki Ada İtalya’ya, 2) İmroz (Gökçeada) ve Bozcaada hariç bütün Ege adaları Yunanistan’a bırakıldı. Sonuç olarak; Meis, Kaş, İmroz ve Bozcaada Osmanlı Devleti’ne bırakıldı. Yunanistan Anadolu sahillerine yakın Ege adalarını silahlandırmamayı kabul etti. İstanbul Antlaşması (13 Mart 1914) (Osmanlı-Sırp): Bu antlaşmayla Sırbistan’da kalan Türklerin hakları ve taşınmaz malları belirlendi. Balkan Savaşlarının Genel Sonuçları: 1) Osmanlı Devleti Batı Trakya, Makedonya, Arnavutluk ve Ege adalarını kaybetti. 2) Balkanlarda Türk azınlığı ortaya çıktı. 3) Balkanlardan Anadolu’ya göçler oldu. 4) İttihat ve Terakki orduyu gençleştirecek düzenlemeler yaptı. Almanya’dan subaylar getirildi, yeni silahlar satın alındı. 5) Balkan bunalımı Birinci Dünya savaşının yakın nedenlerinden biri oldu. Birinci Dünya Savaşı (1914–1918): Savaşın Nedenleri: a) Fransız İhtilali sonrasında ortaya çıkan milliyetçilik akımı, b) Sanayi inkılâbıyla ortaya çıkan sömürge rekabeti, c) Fransa’nın Almanya’ya kaptırdığı Alsas-Loren kömür havzasını geri almak istemesi, d) Balkanlarda, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ile Rusya arasındaki hâkimiyet mücadelesi, e) İngiltere’nin sömürgelerini korumak ve rakip Almanya’yı saf dışı bırakmak istemesi, f) Sömürgecilikte geç kalan İtalya’nın Akdeniz’de hâkim olmak istemesi, g) Silahlanma yarışı ve bloklaşmalar, h) Avusturya-Macaristan İmparatorluğu veliahdının Saray Bosna’da bir Sırplı tarafından öldürülmesi, İttifak ve İtilaf Gruplarının Oluşması: a) İttifak Devletleri (1883): Almanya, Avusturya-Macaristan, İtalya(Savaşta taraf değiştirmiştir), Bulgaristan ve Osmanlı Devleti b) İtilaf Devletleri (1907): İngiltere, Fransa, Rusya, Sırbistan, Japonya, İtalya, ABD, Romanya, Yunanistan. Savaşın Başlaması ve Gelişmesi: Avusturya-Macaristan veliahdı Ferdinand, Saraybosna’da bir Sırplı öğrenci tarafından vurulunca, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu Sırbistan’a savaş açtı (28 Haziran 1914). Bu gelişme üzerine Rusya Sırbistan’ı, Fransa da Rusya’yı destekledi. Almanya, Fransa ve Rusya’ya karşı savaş ilan etti. Böylece savaş Avrupa’ya birden yayıldı. Almanlar savaşta önce Fransa’yı saf dışı bırakmak için yaptıkları Marn savaşlarını kaybedince müttefik arayışına girdiler. Almanya ayrıca Rusya’ya saldırdı ve başarılar kazanmaya başladı. Diğer taraftan Japonya uzak doğudaki Alman sömürgelerini ele geçirdi. Böylece savaş bütün dünyaya yayıldı. Osmanlı Devleti’nin Savaşa Girmesi: Osmanlı Devleti savaş başlayınca tarafsızlığını ilan etti. Osmanlı devlet adamları İtilaf devletleri ile ittifak yapmak için girişimde bulundu ise de İngiliz ve Fransızlar bunu kabul etmedi. Osmanlı Devleti kapitülasyonların kaldırılmasını, Rodos ve On İki ada ile Mısır sorununun çözümlenmesini istemiş, bunları İtilaf devletleri kabul etmediği gibi, İngiltere parası ödenen iki gemiyi de göndermemişti. Bu durum karşısında Osmanlı Almanya’ya daha fazla yanaşmaya başladı. Almanya’yla Osmanlı Devleti 2 Ağustos 1914’te bir antlaşma yaptılar. Almanya’nın Osmanlı Devleti’ni kendi yanında savaşa sokma sebepleri: a) Yeni cepheler açarak savaş yükünü hafifletmek, b) Halifenin dini gücünden faydalanarak, İngiltere ve Fransa sömürgeleriyle Rusya’da isyanlar çıkarmak, c) Osmanlı Devleti’nin jeopolitik konumundan faydalanarak, boğazları ve İngiltere’nin Uzak Doğu’ya giden sömürge yollarını elde tutmak, d) Berlin-Bağdat demiryolu hattını kurarak Musul ve Kerkük 69 petrollerinden faydalanmak Osmanlı Devleti’nin savaşa girme sebepleri: a) Devlet adamlarının savaşı Almanya’nın kazanacağına inanmaları, b) Trablusgarp ve Balkan savaşlarında kaybettiği toprakları geri almak istemesi, c) Osmanlı Devleti’nin kapitülasyonlar ve Düyun-ı Umumiye borçlarından kurtulmak istemesi, d) Osmanlı Devletinin siyasi yalnızlıktan kurtulmak istemesi, e) İttihatçıların Turancılık politikasını gerçekleştirmek istemeleri Birinci Dünya savaşının başlamasından bir süre sonra Akdeniz’de bulunan iki Alman savaş gemisi, Goben ve Breslav; İngiliz donanmasından kaçarak Osmanlı devletine sığındı (11 Ağustos 1914). Osmanlı Devleti gemileri satın aldığını açıkladı. Gemilerin isimleri Yavuz, Midilli olarak değiştirildi. Bir süre sonra Amiral Suchon komutasındaki bu gemiler Karadeniz’e açılarak Rus limanlarını bombalayınca Rusya Osmanlı Devleti’ne savaş ilan etti. Böylece Osmanlı Devleti Birinci Dünya Savaşı’na girmiş oldu. Osmanlı Devleti’nin Savaşa Girmesiyle; a) Yeni cepheler açıldı ve savaş alanı genişledi, b) Almanya kısmen rahatladı, c) İngiltere Kıbrıs’ı topraklarına kattığını açıkladı, d) Osmanlı Devleti kapitülasyonları kaldırdığını ilan etti, e) Osmanlı toprakları İtilaf devletleri arasında yapılan gizli antlaşmalarla paylaşıldı. Osmanlı Devleti’nin Savaştığı Cepheler: a) Kafkas (Taarruz), b) Çanakkale (Savunma), c) Irak (Savunma), d) Kanal (Taarruz), e) Filistin (Savunma) ve Suriye (Savunma), f) Hicaz-Yemen (Savunma), g) Galiçya, Romanya ve Makedonya (Müttefiklere yardım amacıyla), Kafkasya Cephesi: 1 Kasım 1914’de Rusların saldırısı başarıyla durdurulduktan sonra Enver Paşa’nın emrindeki Türk ordusu karşı harekât başlattı. Türk taarruzunun amaçları: a) İran ve Afganistan üzerinden Türkmenistan’a varmak ve Türkleri birleştirmek, b) Bakü petrollerini ele geçirmek, 22 Aralık 1914’de başlayan Sarıkamış Harekâtı başarısızlıkla sonuçlandı. Ağır kış şartlarından dolayı Türk ordusundan sadece soğuktan dolayı 30 bin kişi öldü. Karşı saldırıya geçen Ruslar, 1916 yılı başlarında Erzurum, Muş, Bitlis, Trabzon ve Erzincan’ı ele geçirdiler. Ruslar daha sonra Doğu Karadeniz sahillerine de hâkim oldular. Ermeniler, Ruslarla birlik olup Türklere saldırması üzerine 1915 yılında göç ettirildiler. Osmanlı Devleti’nin Kafkas cephesinde başarısız olmasında ulaşımın yetersizliği ve kış şartlarının dikkate alınmaması etkili oldu. Çanakkale cephesinden sonra doğu cephesine tayin olan Mustafa Kemal Paşa Muş ve Bitlis’i Ruslardan geri aldı. Rusya, Ekim 1917’de ihtilal çıkınca, 3 Mart 1918’deki Brest-Litowsk antlaşmasıyla savaştan çekildi. Kars, Ardahan ve Batum da dâhil olmak üzere işgal ettiği yerleri geri verdi. Doğudaki Osmanlı birlikleri Rusların Kafkaslarda boşalttığı yerleri doldurarak Bakü’ye kadar ilerledi. Kısa bir süre sonra Osmanlı Devleti savaşı kaybedince ele geçirdiği yerleri boşaltmak zorunda kaldı. Birinci Dünya Savaşı’nda Ermeni Sorunu: Ruslar Kafkas cephesinde ilerlemeye başlayınca Ermenilere isyan fırsatı doğdu. Ermeni çeteleri isyan ettiler (17 Ağustos 1914). İsyana Maraş’taki Ermeniler de katıldı. Bu isyanlarda Ermeniler bölgedeki Müslüman halka katliamlar yapmaya başladılar. Ermenilerin isyan ve katliamları, Ruslarla savaşı güçleştiriyor, can mal kaybına sebep oluyordu. Ermenilerin yaptığı katliamların artması üzerine, Osmanlı Dâhiliye Nezareti 24 Nisan 1915 tarihinde Ermeni komite merkezlerinin kapatılması, belgelerine komite ele başılarının tutuklanmasına dair bir genelge yayınladı. Bu genelgeye uygun olarak Hınçak ve Taşnak komitelerinin elebaşılarındn 2345 kişiyi tutuklamıştır. Ermenilerin her yıl soykırım günü olarak andıkları 24 Nisan Günü meselesi genelgenin yayınlandığı tarihe işaret eder. Alınan bu önlemler sonuç vermeyince 27 Mayıs 1915 tarihinde Tehcir Kanunu çıkarıldı. 1912 yılında yapılan nüfus sayımına göre, Osmanlı topraklarında 1.300.000 Ermeni yaşamaktaydı. Bu kanunla bölgedeki Ermenilerin sadece isyan hareketlerine karışanlar savaş bölgesinden alınıp göç ve yerleşime tabi tutulmuşlardır. 702.900 Ermeni Musul Vilayeti, Zor Sancağı(Fırat boyunda, merkezi Deyr kasabası olan sancak), Urfa’nın şehir hariç, güneyindeki kesimler, Halep vilayetinin doğu ve güney doğu kesimleri, Suriye vilayetinin doğusunda hükümetçe tayin edilecek yerlere göç ettirilerek yerleştirilmiştir. Osmanlı Dâhiliye Nezareti yayınladığı yönetmeliklerle göçün nasıl yapılacağını en ince ayrıntılarına kadar planlamıştır. Doğu Anadolu’dan Suriye’ye göç sırasında Ermenilerin bir kısmı tabiat şartları ve asayişsizlikten dolayı hayatlarını kaybettiler. Bu durum çıkarı olan bazı devletlerin ve Ermenilerin Türkleri soykırım ile suçlamasına sebep olmuştur. Ancak savaş şartları içinde bulunan Osmanlı Devleti’nin durumu iyi incelenip değerlendirilirse; tehcirin bir soykırım olmadığı, Devletin ve bölgedeki Müslüman halkın can ve mal güvenliğini sağlamaya yönelik bir tedbir olduğu anlaşılır. Rus belgelerine göre Ermeniler doğu Anadolu'da 600.000 Türkü katlettiler ve 500.000 kişiyi de göçe zorladılar. Kanal Cephesi: Sebepleri: a) İngiltere’nin elindeki Süveyş Kanalı’nı ele geçirip sömürgeleri ile bağlantısını kesmek, b) İngiltere’nin 1882’de işgal ettiği Mısır’ı geri almak, Almanya’nın isteği ile açılan bu cephede Cemal Paşa’nın 70 idaresindeki Osmanlı birlikleri Süveyş Kanalı’na iki kez taarruz yaptığı halde başarılı olamayıp yenilmiştir (1915). Osmanlı ordusu önce Sina’ya, daha sonra Filistin’e geri çekilmek zorunda kaldı. İngilizlerle anlaşan Araplar da Türk askerlerine karşı savaştılar. İngilizlerin asker ve silah yönünden üstün olması, Arapların İngilizlerle anlaşıp Osmanlılara karşı isyan etmesi ve Almanlardan gerekli yardımın sağlanamaması bu cephedeki yenilginin sebeplerindendir. Çanakkale Cephesi: Sebepleri: a) İngiltere ve Fransa’nın boğazları ve İstanbul’u ele geçirerek Osmanlı devletini barışa zorlamak istemesi. Böylece Osmanlı Devleti’nin Süveyş Kanalı ve Hint Okyanusu üzerindeki baskısı kalkacaktı. b) İtilaf devletlerinin Rusya’ya yardım ulaştırmak istemeleri. c) İtilaf devletlerin Balkan devletlerini kendi yanlarında savaşa sokmak istemeleri d) Balkanlarda yeni bir cephe açarak İttifak devletleri arasındaki bağlantıyı kesmek istemeleri e) İngiltere’nin Süveyş Kanalı’na yapılacak harekâtı öğrenerek bu saldırıyı önlemek istemesi. İtilaf devletleri donanması 19 Şubat 1915’den itibaren Çanakkale Boğazı’nı geçmek için boğazın iki yakasındaki Türk istihkâmlarını topa tutmaya başladı. 18 Mart 1915’de boğazdan geçme teşebbüsü başarısızlıkla sonuçlandı. Karadaki Türk kuvvetlerini mağlup etmeden Boğazları geçemeyeceklerini anlayan İngilizler, 25 Nisan 1915’de Gelibolu yarımadasına asker çıkardılar. Bu bölgede 19. tümen komutanı olan Mustafa Kemal, Arıburnu ve Anafartalar’da, SeddülbahirMorto limanlarının savunulmasında, Çimentepe’ye doğru ilerleyen düşman kuvvetlerinin püskürtülmesinde ve Conkbayırı’nda düşman kuvvetlerinin atılmasında önemli rol oynadı. Çanakkale’nin karadan da geçilemeyeceğini anlayan İtilaf devletleri, Ocak 1916’da Gelibolu’yu boşaltıp çekildiler. Irak Cephesi: Sebepleri: a) İngilizlerin Abadan petrollerini korumak istemeleri, b) İngilizlerin daha kuzeye çıkarak Ruslarla birleşmek ve Türk kuvvetlerinin İran üzerinden Hindistan’ı tehdit etmek istemesini önlemek istemeleri, İngiltere Kasım 1914’de çıkarma yaptı. Irak’ta ilerlemeye başlayan İngiliz kuvvetleri Selmanıpak ve Kutül-Amare’de yenildiler ve General Townshend ile birlikte 13 bin İngiliz askeri esir edildi (29 Nisan 1916). Lakin bir müddet sonra İngilizler, Türk kuvvetlerini yenerek kuzeye doğru ilerledirler, 1917’de Kutül-Amare ve Bağdat’ı işgal ettiler. Irak cephesindeki mücadele İngilizlerin üstünlüğüyle sonuçlandı. Filistin ve Suriye Cepheleri: Kanal Harekâtı’nda başarılı olan İngilizler, 1916’dan itibaren kuzey yönünde ilerleyerek Kudüs’ü işgal edip ve Filistin’i ele geçirdiler. Araplar Müslüman olmalarına rağmen İngilizlerle işbirliği yaptılar. Suriye cephesinde Yıldırım orduları grubu komutanı General Liman Von Sanders idi. Yıldırım ordularına bağlı 7. Ordu, Mustafa Kemal Paşa emrinde başarılı savunmalar yaptı. Bu mücadeleler sırasında Türk kuvvetleri Halep’e kadar çekildiler. Yemen-Hicaz Cephesi: Bu cephede, Türk kuvvetleri mukaddes yerleri korumak için Birinci Dünya Savaşının sonuna kadar savaştı. Medine’yi Fahrettin Paşa savundu. Bu cephede Osmanlı birlikleri İngilizler ve Araplarla savaştı. Makedonya, Romanya ve Galiçya Cepheleri: Galiçya cephesinde; Osmanlı kuvvetleri, Karadeniz kıyılarına çıkarma yapıp ilerleyen Ruslara karşı Bulgar kuvvetleriyle birlikte başarılı savunma savaşları yaptılar. Romanya cephesinde; Romanya’nın Avusturya’ya savaş açması üzerine, bölgedeki Bulgarları korumak için gönderilen Osmanlı kuvvetleri ve Almanlar; Dobruca, Bükreş ve Tuna’da savaştılar. Makedonya cephesinde; Sırplar ve onları desteklemek amacıyla Selanik’e gelen Fransız kuvvetlerine karşı Serez’de Osmanlı ve Bulgar kuvvetleri birlikte savaştılar. Osmanlı İmparatorluğu’nu Paylaşma Tasarıları: Boğazlar Antlaşması (1915) (İngiltere, Fransa Rusya, İtalya): Çanakkale cephesinin açılmasıyla birlikte İngiliz ve Fransız donanmaları boğazları tehdit etmeye başlayınca, Rusya bu devletlere bir nota vererek boğazların kendisine verilmesini istedi. Bu antlaşma ile; 1) İngiltere ve Fransa; boğazlar ve çevresinin Rusya’ya vermeyi kabul ettiler. 2) Buna karşılık Rusya da diğer Osmanlı topraklarının İngiltere ve Fransa tarafından paylaşılmasını kabul etti. Londra Antlaşması (26 Nisan 1915) (İngiltere, Fransa, Rusya ve İtalya): 1) Bu atlaşma ile On İki Ada, Antalya ve çevresi İtalya’ya bırakıldı. 2) Ayrıca Osmanlı devletinin Trablusgarp’taki hak ve ayrıcalıkları İtalya’ya geçti. Böylece İtalya İtilaf devletlerinin yanında savaşa girdi. Petrograd Protokolü (Mart 1916) (İngiltere, Fransa ve Rusya): 1) İngiltere ve Fransa bu protokolle, boğazlara ek olarak Trabzon’a kadar doğu Karadeniz kıyıları ile Erzurum, Van ve Bitlis’i Rusya’ya bıraktılar. 2) Rusya da taslağı yapılan ve daha sonra imzalanacak olan Sykes-Picot Antlaşması’nı kabul etti. Sykes-Picot Antlaşması (23 Ekim 1916) (İngiltere ve Fransa): Osmanlı Devleti’nin topraklarının İngiltere ve Fransa arasında paylaşıldığı bir antlaşmadır. Antlaşmaya göre Filistin’de uluslararası bir yönetimin kurulması ve Arapların çoğunlukta olduğu yerlerde halifeliğin Araplarda olmasının kabul edilmesi Arapların İngilizlerle birlikte hareket etmelerine sebep oldu. Sykes-Picot Antlaşması şartlarını Rusya kabul etti. Ancak antlaşmadan sonradan haberdar olan İtalya tepki gösterdi. 1) Adana, Antakya bölgesi, Suriye kıyıları ve Lübnan Fransa’ya, Musul hariç Irak İngiltere’ye bırakıldı. İngiltere 71 2) 3) ve Fransa bu bölgelerde istediği gibi bir yönetim kurabilecekti. Suriye’nin diğer bölgeleriyle Musul ve Ürdün’de Büyük Arap Krallığı kurularak İngiltere ve Fransa’nın koruyuculuğu altında bulunacaktı. Filistin’de diğer müttefikler ve Şerif Hüseyin tarafından kararlaştırılacak uluslar arası bir yönetim kurulacaktı. Sen-Jan de Maurienne Antlaşması (19 Nisan 1917) (İngiltere Fransa ve İtalya): 1) İtalya, Sykes-Picot antlaşmasını kabul etti. 2) Antalya, Konya, Aydın ve İzmir İtalya’ya verildi. 3) İngiltere ve Fransa’nın İzmir’de, İtalya’nın ise Mersin, İskenderun, Hayfa ve Akka’da serbest limanlarının olması kabul edildi. 4) Antlaşmanın kesinleşmesi Rusya’nın onaylaması şartına bırakıldı. Bu antlaşmayı Rusya onaylamadığı için İngiltere ve Fransa bu antlaşmayı yürürlüğe koymadılar. Böylece İtalya ile iki devlet arasında anlaşmazlıklar ortaya çıktı. Mac-Mahoon Antlaşması (Mac Mahoon- Şerif Hüseyin): Bu antlaşmaya göre İngiltere’nin Mısır valisi Mac Mahoon Arapların Osmanlı idaresine karşı isyan etmeleri halinde Arap bağımsızlığını tanımayı kabul etti. Bu gizli antlaşmalar, savaştan sonra Rusya’daki Bolşevikler tarafından dünya kamuoyuna duyuruldu. Bu antlaşmalara en büyük tepki Wilson ilkelerinin yayınlanmasıydı. Tarafsız Devletlerin Savaşa Girmesi: İtalya’nın Savaşa Girmesi (20 Mayıs 1915): Daha önceleri İttifak grubunda yer alan ve savaş başladığında tarafsızlığını ilan eden İtalya, Avusturya’yla sınır sorunları ve İtilaf devletlerinin Londra antlaşmasıyla Anadolu’dan İtalya’ya pay vermeleri sebebiyle taraf değiştirip İtilaf devletlerinin yanında savaşa girdi. Bulgaristan’ın Savaşa Girmesi (12 Ekim 1915): Bulgaristan, Balkan savaşlarında Yunanistan, Romanya ve Sırbistan’a kaptırdığı toprakları geri almak istiyordu. Çanakkale savaşında Osmanlı devletinin başarılı olması üzerine, Bulgaristan İttifak devletleri yanında savaşa girdi. Romanya’nın Savaşa Girmesi (28 Ağustos 1916): Romanya konumu itibariyle Rus-Avusturya cephesinin güney ucunda bulunduğu için askeri yönden büyük öneme sahipti. Her iki blok da Romanya’nın kendi yanında savaşa girmesini istiyordu. Romanya Avusturya-Macaristan’dan Transilvanya, Banat ve Bukovina’yı, Rusya’dan ise Besarabya’yı almak istiyordu. Bu isteklerini İtilaf devletleri kabul edince, Romanya İtilaf devletlerinin yanında savaşa girdi. Yunanistan’ın Savaşa Girmesi (26 Ekim 1917): Yunanistan’da kral İttifak blokunun yanında, başbakan Venizelos ise İtilaf blokuyla birlikte savaşılmasını istiyordu. Bulgaristan’ın İttifak devletleriyle birlikte savaşa girmesi üzerine İngiltere ve Fransa Selanik’e asker çıkardılar. Bu duruma itiraz etmeyen Venizelos’u kral görevden alınca Venizelos Selanik’e giderek orada ayaklanma çıkarıp yeni bir hükümet kurdu. 1917 Haziranında Atina’ya giren İngiliz ve Fransız kuvvetleri Krala baskı yapıp tahttan çekilmesini sağladılar. Yeni kurulan Venizelos hükümeti İtilaf devletleri yanında savaşa girdi. ABD’nin Savaşa Girmesi (2 Nisan 1917): Savaşta ABD, tarafsızlığını ilan etmekle birlikte İtilaf devletlerine yadımlarını sürdürdü. Alman denizaltıları ticaret gemilerini batırınca ABD İtilaf devletleri yanında savaşa katıldı ve savaşın kaderini değiştirdi. 1918 başlarında ABD askerlerinin Avrupa’ya gelerek İngiliz ve Fransız kuvvetlerini takviye etmeleri üzerine Almanların batı cephesi çöktü. Avusturya- Macaristan’da iç karışıklıklar başladı. Almanya’dan yardım alamayan ve teçhizat yönünden zayıf olan Osmanlı Devleti, Suriye ve Irak’ta zor duruma düştü. Bu gelişmeler İttifak devletlerinin savaştan çekilmesine yol açtı. Müttefiklerin Yenilme Sebepleri: a) Almanya’nın denizlere hâkim olmaması, b) Avusturya-Macaristan içinde pek çok millet bulunması ve kapalı bir devlet durumunda olması, c) Bulgaristan’ın sadece köprü durumunda olması, d) Osmanlı Devleti’nin ise ekonomik yapısının zayıf olması, VI. MEHMED VAHDEDDİN (1918–1922) Padişah olduğunda I. Dünya Savaşı bitmek üzereydi. Osmanlı Devleti Mondros Ateşkes Antlaşması’nı imzalayarak savaştan çekildi. İtilaf devletleri ülkeyi işgal etmeye başlayınca padişah Vahdeddin, vatansever subayları Anadolu’ya mücadeleyi başlatmak için Anadolu’ya gönderdi. Mustafa Kemal Paşa da bu subaylardan biriydi. Bu dönemde Sevr Antlaşması (10 Ağustos 1920) imzalandı. Anadolu’daki milli mücadele başarıya ulaşınca Ankara Hükümeti 1 Kasım 1922’de çıkardığı bir kanunla saltanatı kaldırdı. Böylece 622 yıllık Osmanlı Devleti sona erdi. TBMM’nin Osmanlı hanedan üyelerinin yurt dışına çıkması kararını alması üzerine 17 Kasım 1922’de Malaya adlı bir İngiliz zırhlısı ile ayrılarak önce Malta’ya sonra Hicaz’a gitti. Bir süre sonra da İtalya’nın San Remo şehrine giderek orada yerleşti. Sultan Mehmed Vahdeddin, San Remo’da kalp yetmezliğinden dolayı 15 Mayıs 1926 günü 65 yaşında vefat etti. Suriye Devlet Başkanı Ahmed Nami Bey, cenazesini Suriye’ye getirterek Sultan Selim Camii’nin bahçesine gömülmesini sağladı. I. Dünya Savaşı’nı Sona Erdiren Ateşkes Antlaşmaları: a) Almanya ile Rethondes, 11 Kasım 1918, b) Osmanlı ile Mondros, 30 Ekim 1918, c) Avusturya-Macaristan ile Villa Gusti, 3 Kasım 1918, d) Bulgaristan ile Selanik, 29 Eylül 1918, Mondros Ateşkes Antlaşması (30 Ekim 1918): Birinci Dünya Savaşı’ndan Sonra Osmanlı Devletinin Durumu: Bulgaristan’ın 29 Eylül 1918’de savaştan çekilmesiyle Osmanlı Devleti’nin Almanya ile bağlantısı kesildi ve yardım alma imkânı kalmadı. Filistin ve Suriye cephelerinde İngiliz birlikleri sürekli ilerliyordu. Sadrazam Talat Paşa, istifa edince yerine İzzet paşa hükümeti kuruldu. Artık Osmanlı Devleti’nin mağlubiyeti kesinleşmişti. İttihatçılar, savaşın sorumluluğunun üzerlerine yükleneceğini ve Divan-ı Harp’te yargılanacaklarını bildikleri için gizlice ülkeden kaçtılar. Yeni kurulan Ahmet İzzet Paşa Hükümeti, İtilaf devletlerinden barış istedi. Devlet adamlarının çoğu Wilson İlkelerine 72 güveniyorlardı. Buna göre çoğunluğu Türk olan bölgelerin egemenliğini Türklere bırakılacağı kanısındaydılar. Ateşkes görüşmeleri, Limni adasının Mondros limanında Agamemnon gemisinde yapıldı. Osmanlı Devleti adına bahriye nazırı Rauf Bey, dışişleri müsteşarı Reşat Hikmet ve askeri danışman Sadullah Bey ile İtilaf devletleri adına İngiltere’nin Akdeniz filosu komutanı Amiral Calthrope katıldı. Toplam 25 maddedir. Antlaşmanın belli başlı hükümleri: 1) İstanbul ve Çanakkale boğazları İtilaf devletlerine bırakılacaktır. 2) İtilaf devletleri güvenliklerini tehlikede gördükleri her hangi bir stratejik bölgeyi işgal edebileceklerdir (7. madde). 3) Vilayat-ı Sitte’de(Erzurum, Van, Diyarbakır, Elazığ, Sivas ve Bitlis) herhangi bir karışıklık çıktığında İtilaf devletleri bu illeri işgal edebileceklerdir (24. madde). 4) Bütün haberleşme istasyonları(telsiz, telgraf ve kablo) İtilaf devletlerinin denetimine bırakılacaktır. 5) Osmanlı ordusu terhis edilecektir. 6) Osmanlı savaş gemileri teslim olacak ve Osmanlı limanlarında gözetim altında bulundurulacaktır. 7) Trablusgarp ve Bingazi’deki Türk subayları İtalyan garnizonlarına, Hicaz, Suriye ve Irak’ta bulunan askeri birlikler İtilaf devletlerine teslim olacaktır. 8) İtilaf devletleri bütün cephane, top ve diğer silahlara el koyacaklardır. 9) Boğaz istihkâmları İtilaf devletlerine bırakılacaktır. 10) İtilaf devletleri bütün liman ve tersanelerden faydalanabileceklerdir. 11) Toros tünelleri, demiryolları ve deniz işletmeleri İtilaf devletlerine bırakılacaktır. Osmanlı Devleti bu antlaşmayı imzalayarak kayıtsız, şartsız İtilaf devletlerine teslim olmuş ve fiilen sona ermiştir. İtilaf devletlerinin vereceği karara razı olmuş ve işgali kabullenmiştir. I. Dünya Savaşı’nı Sona Erdiren Antlaşmalar: Versailles Antlaşması (28 Haziran 1919): Versay Antlaşması Almanya’nın kayıtsız şartsız teslim olmasına ve daha sonraki yıllarda II. Dünya Savaşı’nın tohumlarının atılmasına sebep oldu. Bu antlaşmayla; 1) Almanya, Alsas-Loren’i Fransa’ya, topraklarının bir kısmını da Belçika’ya bıraktı 2) Bazı topraklarını, yeni kurulan Çekoslavakya, Polonya ve Litvanya’ya bıraktı 3) Sar havzası kömür madenlerini Fransa’ya verdi 4) Avusturya ile birleşmemeyi kabul etti 5) Sömürgeleri galip devletlerarasında paylaşıldı 6) Ordu ve donanması azaltılarak silah sanayi kurması yasaklandı. Ayrıca askeri ve ekonomik sınırlamalar getirildi 7) Savaş tazminatı ödemeyi kabul etti. Saint Germain Antlaşması (10 Eylül 1919): Bu antlaşma ile Avusturya, eski gücünü kaybetti. Topraklarının genişliği 576 bin kilometre kareden 84 bin kilometre kareye, nüfusu da 50 milyondan 7 milyona düştü. 1) Avusturya-Macaristan İmparatorluğu parçalanarak toprakları paylaşıldı 2) Avusturya ve Macaristan ayrı birer devlet haline geldi 3) Avusturya; Macaristan, Çekoslovakya ve Yugoslavya’nın 4) 5) 6) bağımsızlığını tanıdı Avusturya’da mecburi askerlik kaldırıldı Avusturya, ağır ekonomik yükümlülükler altına girdi Milletler Cemiyeti’nin onayı olmadan Almanya ile birleşmemeyi kabul etti. Neuilly Antlaşması (27 Kasım 1919): 1) Bu antlaşmayla Bulgaristan; Güney Dobruca’yı Romanya’ya, Batı Trakya’yı Yunanistan’a, bazı topraklarını da Yugoslavya’ya bıraktı 2) Mecburi askerlik kaldırıldı. Ordusu 25 bin kişi olacak deniz ve hava kuvveti bulunmayacaktı 3) Balkan savaşları sonunda Bulgaristan Ege Denizi’ne ulaşmıştı. Ancak, Batı Trakya’yı Yunanistan’a bırakmakla Ege Denizi ile bağlantısı kesildi. Trianon Antlaşması (4 Haziran 1920): Bu antlaşmayla Macaristan da Avusturya gibi savaş suçlusu sayılıp arazi kaybına uğradı. 1) 3,5 milyon Macar, yabancı devletlerin boyunduruğu altına girdi 2) Topraklarının büyük bir kısmını Çekoslavakya, Yugoslavya ve Romanya’ya terk etti 3) Macaristan’da mecburi askerlik kaldırıldı 4) Macaristan, deniz ve hava kuvveti bulundurmamayı kabul etti 5) Macaristan ağır mali yükümlülükler altına girdi. Birinci Dünya Savaşı’nın Genel Sonuçları: 1) Osmanlı, Almanya, Avusturya-Macaristan imparatorlukları ve Rus Çarlığı parçalandı. 2) Polonya, Çekoslavakya, Yugoslavya, Litvanya, Macaristan ve Türkiye gibi yeni devletler kuruldu. 3) Dünya barışını korumak amacıyla Cemiyet-i Akvam kuruldu. Sömürgeciliğin yerini mandacılık aldı. 4) Sınırların çizilmesinde milliyetçilik ilkesine dikkat edilmediği için azınlıklar sorunu çıktı. 5) Cumhuriyet rejimleri ağırlık kazandı. Bazı ülkelerde rejim değişiklikleri oldu. Almanya, Türkiye, Bulgaristan ve Avusturya’da cumhuriyet, Rusya’da ise sosyalist yönetimler kuruldu. 6) Savaş sonucunda meydana gelen değişiklikler, Orta Doğu ve Avrupa’da dengelerin bozulmasına ve otorite boşluğuna neden oldu. 7) İngiltere ve Fransa, en önemli rakipleri Almanya’yı saf dışı ettiler. Savaşta en karlı çıkan İngiltere olurken Almanya gücünü yitirdi. 8) ABD, bir süre Avrupa ve Orta Doğu politikasında etkili hale geldi. 9) Ümmetçilik anlayışı sona erdi, Araplar Osmanlı devletinden ayrıldı. 10) İlk kez kimyasal silahlar, denizaltılar ve tanklar bu savaşta kullanıldı. Kimyasal silahların kullanılması sivil savunma teşkilatının kurulmasına sebep oldu. 11) Savaş sonunda Almanya’ya çok ağır şartlarda antlaşma imzalatılması ve İtalya’ya savaş içinde vaat edilen toprakların verilmemesi İkinci Dünya Savaşı’na sebep oldu. XIX. YY. ISLAHATLARI Yüzyıl Islahatının Amaçları: 1) Merkezi otoriteyi güçlendirmek, 2) Toprak kayıplarını önlemek, 73 3) 4) 5) 6) Azınlıkların imparatorluktan ayrılmalarını önleyerek ülke bütünlüğünü korumak, Ekonomik sorunları çözmek, Avrupalı devletlerin iç işlerine karışmalarını engellemek, Devletin modernleşmesini ve demokratikleşmesini sağlamak II. Mahmud Dönemi Islahatı: a) Devlet Teşkilatında: Divan kaldırılarak nazırlıklar kuruldu. Sadrazamlık başvekâlete dönüştürüldü. Devlet memurlukları dâhiliye ve hariciye diye ikiye ayrıldı. Memurlara fes ve pantolon giymeleri zorunlu hale getirildi. Padişah portreleri devlet dairelerine asıldı. Memurların tayin, terfi ve görevden alınmaları esasa bağlandı. Memurlar maaşa bağlandı. Tımar sistemi kaldırıldı. Müsadere usulü kaldırıldı. Ayanlıklar kaldırılıp muhtarlıklar kuruldu. Büyük eyaletler illere ayrılıp merkezden gönderilen valiler atandı. Askeri amaçlı ilk nüfus sayımı ve vergiye esas olmak üzere mülk sayımı yapıldı. Posta ve karantina teşkilatları kuruldu. b) d) e) Eğitim ve Öğretim: İlköğretim zorunlu hale getirildi. Avrupa’ya öğrenci gönderildi. Medreselerin yanında Batı tarzında okullar açıldı (kültür çatışması): Rüşdiyeler (yüksek öğretime öğrenci yetiştirmek), Mekteb-i ulum-ı Edebiye (Lise), Mekteb-i Maarif-i Adliye (Devlet memuru yetiştirmek), Mekteb-i Tıbbiye (Tıp Fakültesi), Mekteb-i Harbiye (Harp Okulu), Muzıka-yı Hümayun (Bando Okulu), Askeri alanda; Sekban-ı Cedid ve Eşkinci ocakları kuruldu. Yeniçeri ocağı kaldırılarak Asakir-i Mansure-i Muhammediye ordusu kuruldu. Ekonomi alanında; Yerli malı kullanılması teşvik edildi. Ordunun elbise ve ayakkabı ihtiyacı için fabrikalar kuruldu. Yeli tüccarın yabancılarla rekabeti için gümrük kolaylığı sağlandı. Yol yapımına önem verildi. Abdülmecid Dönemi Islahatı(1839–1861) Tanzimat Fermanı (3 Kasım 1839): Abdülmecit zamanında Gülhane’de Mustafa Reşit Paşa ilan etmiştir. İlan Edilme Sebepleri: a) Devleti çöküntüden kurtarmak için reform yapmak, b) Mısır meselesinin çözülmesinde Fransa ve İngiltere’nin desteğini almak, c) İmparatorluğun dağılmasını önlemek, d) Müslüman ile gayrimüslimler arasında eşitliği sağlamak, Fermanın Maddeleri: 1) Hıristiyan-Müslüman bütün vatandaşların eşitliği, can, mal ve namus güvenliği sağlanacak. 2) Kimse yargılanmadan cezalandırılamayacak, öldürülmeyecek, mahkemeler herkese açık olacak ve yasalar eşit olarak uygulanacak. 3) Vergiler herkesin kazancına göre ve belirli yöntemlere göre toplanacak. 4) Askere alma ve terhis işlemleri belirli esaslara göre yapılacak. 5) 6) 7) Herkes mal-mülk edinebilecek, dilerse bunları satabilecek ya da evladına miras olarak bırakabilecek. Rüşvet ve iltimas kaldırılacak. Müsadere usulü kaldırılacak. Islahat Fermanı (1856): İlan Edilme Sebepleri: 1) Kırım harbi sonunda imzalanacak Paris Antlaşmasında azınlıklarla ilgili bir madde konulmasını önlemek, 2) Azınlık isyanlarını önlemek, 3) Devleti çöküntüden kurtarmak, 4) Avrupa’nın azınlıklar yüzünden içişlerimize karışmasına engel olmak, Fermanın Maddeleri: 1) Mahkemeler açık olarak yapılacak, herkes kendi dinine göre yemin edecek, yasalar eşit olarak uygulanacak, karakol ve hapishaneler ıslah edilecek. 2) Herkes şirket ve banka kurabilecek. 3) Gayrimüslimler de devlet memurluklarına, askeri hizmetlere ve okullara alınacak. 4) İşkence, dayak ve angarya kaldırılacak. 5) Vergilerin toplanmasında iltizam usulüne son verilecek. 6) Gayrimüslim halka din ve vicdan özgürlüğü sağlanacak; patrikhane, kilise, okul ve hastane gibi binalar tamir ve inşa dilecek. 7) Resmi yazışmalarda gayrimüslimleri tahkir eden ve aşağılayan söz ve deyimler kullanılmayacak. 8) Rüşvet ve iltimas kaldırılacak. 9) Gayrimüslimler belediye ve il genel meclislerine üye seçilebilecek, askerlik için nakdi bedel ödeyecek. 10) Yabancı uyruklular vergisini vermek şartıyla mal- mülk edinebilecek. Sonucu: Islahat Fermanı Tanzimat Fermanının genişletilmiş şekliydi. Fakat Islahat Fermanı dış baskılar sonucunda ilan edildi. Müslümanların tepkisine sebep olmuştur. Abdülaziz Dönemi Islahatı: Eğitim Alanında: 1) Mekteb- i Mülkiye-i Tıbbiye 2) Eczacı Mektebi 3) Kaptan ve Çarkçı Mektebi 4) Darülmuallimat Maarif-i Umumiye Nizamnamesi’nin kabul edilmesi: Nizamnameye Göre Öğretim Kademeleri: a) Sıbyan(hazırlık), b) Rüşdiye(ilkokul), c) İdadi(ortaokul), d) Sultani(lise), e) Darülfünun(üniversite) 5) 6) 7) 8) 9) Bahriye Nezaretinin kurulması, Modern donanma oluşturulması, Deniz Ticaret Kanunu’nun çıkarılması, Düstur’un (Kanun Dergisi) yayınlanmaya başlanması, Mecelle’nin Hazırlanması II. Abdülhamid Dönemi Islahatı: 1) Meşrutiyetin İlanı, 2) Bağdad ve Hicaz Demiryollarının yaptırılması, 3) Telgraf Hatlarının Kurulması, 74 4) 5) Yeni Okulların açılması(Ziraat Mektebi, Baytar Mektebi) Matbaa ve basılan kitap sayısının artması, Meşrutiyetin İlanı: Meşrutiyet; Hükümdarla yönetilen bir ülkede, hükümdarın başkanlığı altında meclis yönetimine dayan hükümet içimidir. Böylelikle halk padişahın yanında yönetime katılır. Meşrutiyetle idare edilen devletlerde genellikle anayasa hazırlanarak devlet idaresi anayasaya göre yürütülür. Meşrutiyetin İlan Edilme Sebepleri: a) Yeni Osmanlıların Fransız İhtilali’nin etkisiyle gelişen milliyetçilik, özgürlük, eşitlik, haklar, meşrutiyet gibi fikirlerden etkilenmeleri, b) İstanbul Konferansı’nda Osmanlı Devleti aleyhine karar alınmasını önleme düşüncesi, c) Azınlıkların da ülke yönetimine katılmalarını sağlayarak imparatorluğun dağılmasının önlenmek istenmesi, Kanun-ı Esasi (1876): Osmanlı Devleti’nin ilk anayasasıdır. Mithat Paşa başkanlığında bir heyet tarafından hazırlanmıştır. Önemli Maddeleri: 1) Saltanat ve hilafet hakkı Osmanoğulları soyunun en büyük erkek evladına aittir. 2) Devletin din İslam’dır. Kanunlar dini hükümlere aykırı olamaz. 3) Yasama görevi Ayan Meclisi ve Mebusan Meclisi’ne verilmiştir. 4) Ayan Meclisi üyeleri padişah tarafından ölünceye kadar tayin edilebilecektir. Mebusan Meclisi üyeleri dört yılda bir yapılan seçimle her elli bin Osmanlı erkek vatandaşının seçeceği milletvekillerinden oluşur. 5) Yürütme yetkisi başında padişahın bulunduğu Heyet-i Vükela’ya verilmiştir. 6) Kanun teklifini sadece hükümet yapabilecektir. 7) Bakanlar Kurulu’nun başkan ve bakanlarını padişah seçer, tayin eder ve gerektiğinde azleder. 8) Mebusan Meclisi başkanı ve iki yardımcısı meclisin gösterdiği adaylar arasından padişah tarafından seçilir. 9) Meclisi açma ve kapatma yetkisi padişaha aittir. 10) Hükümet meclise karşı değil padişaha karşı sorumludur. 11) Anayasada kişi hürriyeti, öğretim ve öğrenim özgürlüğü, mülkiyet hakkı, din hürriyeti, basın hürriyeti, konut dokunulmazlığı, vergi eşitliği, kanuni eşitlik ve dilekçe hakkı gibi temel haklar yer almıştır. 12) Padişah devlet güvenliğini bozduğu gerekçesiyle polis araştırması yaptırabilecek ve suçlu görülen kişileri sürgüne gönderebilecektir. Kanun-ı Esasi’nin Özellikleri: a) Türk tarihinin ilk anayasasıdır. b) Prusya ve Belçika anayasaları incelenerek hazırlanmıştır. c) Padişahın meclisi kapatabilmesi, bakanların padişaha karşı sorumlu olması, padişahın izni olmayan konuların mecliste görüşülmemesi, ayan meclis üyelerini padişahın seçmesi demokrasi kavramlarıyla bağdaşmaz. II. Meşrutiyet (1908): Sebepleri; İttihad ve Terakki’nin çalışmaları, İttihatçı subayların Makedonya’da silahlı faaliyetlere girişmeleridir. II. Meşrutiyet döneminde siyasi partiler (İttihad ve Terakki, Ahrar, Hürriyet ve İtilaf fırkaları) kuruldu. Kanun-ı Esasi’de Yapılan Önemli Değişiklikler: 1) Padişah, Mebusan Meclisi’nde anayasaya bağlılık yemini edecektir. 2) Padişah yalnızca bakanlar kurulunun başkanını seçmekle yükümlüdür. 3) Bakanlar Kurulu Mebusan Meclisi’ne karşı sorumludur. 4) Mebusan Meclisi başkanını kendi seçer. 5) Ekonomi, ticaret ve barış antlaşmaları Mebusan Meclisi’nin onayından sonra yürürlüğe girer. 6) Mebusan Meclisi ve Ayan Meclisi padişahın izni olmadan kanun teklifi hakkına sahiptir. 7) Padişah, veto ettiği bir kanun tasarısı mecliste aynen kabul edilirse bu tasarıyı onaylamak zorundadır. 8) Padişahın Meclisi feshetme yetkisi oldukça zorlaştırılmıştır. 9) Padişah mecliste anayasaya bağlılık yemini etme yükümlülüğü altına girmiş, ödenekleri kanuna bağlanmıştır. Kanun-ı Esasi’de yapılan bu değişikliklerle; a) Padişahlık makamı sembolik hale gelmiştir. b) Padişahın yönetimdeki etkinliği azalırken halkın yönetime katılımı artmıştır. c) Demokrasi ve millet egemenliği kavramları gelişmiştir. OSMANLI KÜLTÜR VE UYGARLIĞI OSMANLI DEVLET ANLAYIŞI Osmanlı devlet anlayışı örf ve şeriata dayanmaktaydı. Osmanlı yönetim sistemi; adalet, hoşgörü ve himaye üzerine kurulmuştur. Bu sayede Osmanlı halkı, asırlarca barış ve huzur içinde yaşamıştır. Osmanlı devlet anlayışında sömürgecilik yoktur. Osmanlı Devleti merkeziyetçi bir devletti. Diğer Türk hanedanlarından farklı olarak ülkeyi hanedan üyeleri arasında paylaştırmamış, fethedilen toprakları komutanlara vermemiş, böylece merkezi otoriteyi güçlendirerek uzun süre yaşayabilmiştir. Bu merkeziyetçi ve mutlak yapı giderek güçlenmiştir. I. Murat, ülke padişah ve oğullarının ortak malıdır anlayışını benimseyerek merkezi otoriteyi güçlendirmiştir. Fatih Sultan Mehmet çıkardığı kanunname ile padişah olan kişiye, rakip olan kardeşlerini öldürme yetkisi vermiştir. I. Ahmet çıkardığı bir kanunla Osmanlı hanedandan ekber ve erşed(en büyük ve en olgun) olanın tahta geçmesi usulünü getirmiştir. Ekber ve erşed sistemi taht kavgalarını önlemiştir. Tanzimat dönemine gelindiğinde, halk devlet için değil, devlet halk için görüşü ağırlık kazanmış kanun üstünlüğü ilkesi benimsenerek padişahın yetkileri kısıtlanmıştır. Meşrutiyet döneminde ise, devlet anlayışında önemli değişiklikler yapılarak parlamenter sisteme geçilmiş ve halkın yönetime katılması sağlanmıştır. Osmanlı kuruluş devrinde yönetim merkezleri, genellikle batı istikametinde değişmiştiri. Bursa, İznik ve Edirne şehirleri Osmanlı Devleti’ne başkentlik yapmışlardı. Yükselme döneminden itibaren başkent İstanbul olmuştu. İstanbul’un idari düzeninden doğrudan sadrazam sorumluydu. 75 c) Osmanlılarda devleti yönetme hakkı Osmanlı hanedanına ait sayılmış ve bu durum devletin yıkılışına kadar sürmüştür. Egemenlik hakkı hanedanın erkek üyelerine ait olup kız çocuklarına bu hak tanınmamıştır. Osmanlı Devleti’nde yönetim mutlak monarşi ve teokratik bir özelliğe sahipti. Padişahlar Yavuz Sultan Selim’den itibaren halife unvanını aldılar ve bu unvanı devletin yıkılışına kadar taşıdılar. MERKEZ TEŞKİLATI Osmanlı Devleti’nin merkez teşkilatı saray ve bölümlerinden oluşurdu. Mutlak otorite Padişaha aitti. Osmanlılarda hükümdar olma hakkı Osmanlı ailesine aitti. Yönetimin temeli şer’i ve örfi hukuka dayanırdı. Devletin başkenti İstanbul idi. Şehrin güvenliği ve düzeninden sadrazam sorumluydu. Sadrazam sefere gittiği zaman yerine sadaret kaymakamı bakardı. Padişah: Ülkenin mutlak hâkimi olup ordu ve ülke yönetimi doğrudan kendisine bağlıydı. Tahta çıkan şehzadeye biat edilir, cülus töreni yapılır ve Eyüp Camii’nde kılıç kuşanırdı. Hükümdar unvanları; bey, gazi, hüdavendigar, han, hakan, sultan, padişahtı. Padişahlar memleket işlerinin divanda görülmesini sağlardı. Şer’i ve örfi hukuka uygun olarak yetkilerini kullanırlardı. Örfi hukuk alanında kanunlar (kanunname, ferman) yaparlardı. Hükümdarlık sembolleri; hutbe, sikke, davul, sancak ve tuğ’dur. Padişah çocuklarına çelebi, şehzade ve efendi denilmiştir. Şehzadeler lala gözetiminde sancakbeyliği yaparak devlet tecrübesi kazanmıştır. Sancağa çıkma usulünü III. Mehmet kaldırmıştır. Bu tarihten itibaren şehzadeler sarayda kafes hayatı yaşamaya başladılar. Saray: Padişahın devlet işlerini idare ettiği ve özel hayatını sürdürdüğü saray, aynı zamanda devletin merkez teşkilatıydı. İstanbul’un başkent olmasından sonra Topkapı Sarayı XIX. yüzyıla kadar devletin idare merkezi olmuştu. Osmanlı sarayı üç bölümden oluşuyordu: Birun: Sarayın dış bölümüydü. Padişah burada hem devlet işlerini görür, törenleri izler, bayramlaşır ve kapıkullarına maaş dağıtırdı. Birun içinde sarayın dış hizmetlerine bakan memurlar bulunurdu. Bunlar; doğrudan padişaha bağlı olan yeniçeri ağası, altı bölük halkı, topçular ve cebeciler, müteferrikalar, çaşnigirler, çavuşlar-kapıcılar, seyisler, çakırcılar, terziler, eminler, hekimler ve müneccimlerdi. Enderun: Devşirme sistemiyle saraya alınan çocukların Türkİslam geleneklerine göre eğitilip asker ve idari görevleri yürütecek kadroların yetiştirildiği bir saray okuluydu. Buradaki eğitimin amacı; saraya alınan kişileri üst düzey devlet adamı, asker ve seçkin kişiler olarak yetiştirmekti. Bu odalarda başarılı olanlar padişahın Enderun’daki odalarında şahsi hizmetlerinde görevlendirilirlerdi. Bu odalarda eğitimlerini tamamlayanlar, çıkma usulüyle birun ve taşrada önemli görevlere tayin edilirlerdi. Enderun’daki hizmet odaları şunlardı: a) Büyük ve Küçük Odalar: Enderun mektebine alınan iç oğlanlarının ilk eğitimlerini aldıkları odaydı. b) Seferli Odası: Mukallit, musikişinas ve berber gibi hizmetlilerin bulunurdu. d) e) f) Doğancılar Odası: Padişahın av hizmetlerinden sorumlu olduğu odaydı. Kiler Odası: Padişahın sofra hizmetlerine bakan görevlilerin bulunurdu. Hazine Odası: Buradaki iç oğlanları padişahın hazinesi ve değerli eşyalarına bakarlardı. Has Oda: Padişahın günlük işlerine bakan görevlilerin bulunduğu odaydı. Bu odadaki görevlilerden; has odabaşı giyinip ve kuşanması, silahdar silahlarının bakımı ve muhafazası, çuhadar padişahın dış giyimi, dülbentçi iç çamaşırlarıyla, rikabdar ise ayakkabılarıyla ilgilenirlerdi. Harem: Hükümdar ve ailesinin yaşadığı dışarıya kapalı bölümdü. Haremdeki kadınlar da Enderun’daki gibi eğitimden geçirilir, halife denilen kadın hocalar tarafından eğitilirlerdi. Padişahın hanımlarına kadın efendi, analarına da valide sultan denilirdi. Haremde yetiştirilen cariyelerden bazıları saray dışına tayin edilen kapıkullarıyla evlendirilirlerdi. Haremin yöneticisi harem ağasıydı. Divan-ı Hümayun: Divan devlet işlerinin görüşülüp karara bağlandığı, savaş ve barışa karar verildiği bir kurul olup aynı zamanda hukuki sorunların nihai çözüme kavuşturulduğu en yüksek mahkemeydi. Bütün Osmanlı vatandaşlarına açık olan divanda son söz padişaha aitti. Divanda padişah kararları kesin olup değiştirilemezdi. Osmanlı devletinde bütün vatandaşlar Divan-ı Hümayun’a başvurur dilek ve şikâyetlerini iletebilirdi. Bu durum, Osmanlı Devleti’inin yönetimde hoşgörü ve sosyal adalet ilkelerini benimsediğinin göstergesiydi. Orhan Bey devrinde kurulan divan başkanlığını kuruluş devrinde padişah yapardı. Fatih, divan başkanlığını sadrazama bırakarak divan toplantılarını kafes arkasında izlemeye başlamış, sadrazamı geniş yetkilerle donatmıştır. Divanda siyasi, idari, adli ve mali işler görüşülüp karara bağlanırdı. Divan üyeleri başta padişah, sadrazam, Kubbealtı vezirleri, şeyhulislam, kazasker, defterdar, nişancı ve kaptanıderya idi. Kaptanıderya ve yeniçeri ağası İstanbul’da iseler divan toplantısına katılırlardı. Şeyhülislam gerektiğinde görüşü alınmak üzere toplantıya çağrılırdı. Divan, Topkapı Sarayı’nda Kubbealtı denilen yerde toplanırdı. Divan toplantıları XVI. yüzyılda haftada dört güne, XVII. yüzyılda iki güne indirilmiştir. XVIII. yüzyılda ise üç ayda bir yapılmaya başlanmış ve eski önemini kaybetmiştir. Kubbealtı vezirliği ve Divan-ı Hümayun sistemi kaldırılmış, divan toplantıları sadrazam konağında yapılmaya başlanmıştır. Sadrazam konağı Babıâli (Yüksek Kapı) adını alarak devlet yönetiminin merkezi haline gelmiştir. Divan-ı Hümayun’da bulunan defterdar ve nişancı kalemleri (büroları) Babıâli’ye nakledildi ve Hademe- i Babıâli adını aldı. Babıâli’deki divan toplantıları vezir-i azam’ın başkanlığında ve ihtiyaç duyduğu zamanlarda şeyhulislam, yeniçeri ağası, kazasker, reisülküttab, defterdar, nişancı ve İstanbul kadısının katılımıyla yapılırdı. II. Mahmud döneminde divan toplantıları haftanın bir günü sadrazam konağında diğer günü şeyhulislam konağında iki kere yapılacak şekilde düzenlendi. Divan Üyeleri: 76 1) Padişah: Padişah divanın tabii başkanı olup Fatih devrinden itibaren toplantıya katılmayıp gerektiği zaman kafes arkasından takip ederdi. 10) Yeniçeri Ağası: Divan toplantılarına katılmaz ancak divanda alınan kararları yeniçerilere bildirir, divana yeniçerilerle ilgili bilgi verirdi. 2) Vezir-i azam: Padişahın en büyük yardımcısı olup padişahın mührünü taşırdı. Sadrazamın sözü padişah buyruğu kabul edilirdi. Devletin kurulduğu dönemde vezir sayısı tek iken I. Murat devrinde ikiye çıkmış, bunlardan birincisine vezir-i azam denmiştir. Vezir olabilmek için Müslüman olmak ve Türkçe bilmek gerekliydi. Vezir-i azamlar önceden ilim ehlinden seçilirken Fatih devrinden itibaren devşirme kökenli vezirlerden seçilmeye başlanmıştır. Sadrazam konaklarına paşa kapısı veya Babıâli denirdi. Sadrazam, konağında ikindi divanını toplayarak divan-ı hümayunda bitirilmeyen veya padişaha arzı gerekli görülmeyen işleri hallederdi. Sadrazam padişahın katılmadığı seferlere serdar-ı ekrem olarak katılırdı. Merkez Teşkilatındaki Değişiklikler: XVIII. yüzyılda Divan-ı Hümayunun yerini Babıâli aldı. Osmanlı merkez teşkilatı II. Mahmut devrinde değişmiştir. II. Mahmut, 1826’da sadrazamlığı kaldırarak yerine başvekâlet makamını teşkil etti. Yürütme yetkileri nazırlıklara bırakıldı. Sadaret kethüdalığı Dâhiliye Nezareti’ne, reisülküttaplık Hariciye Nezareti’ne, darphane hazinesi ile hazine-i amire Maliye Nezareti’ne çevrildi. Ayrıca Evkaf ve Ticaret Nezaretleri kuruldu. 3) 4) 5) Vezirler: Divanda sadrazamın sağında kıdem sırasına göre otururlardı. Görevleri sadrazama yardımcı olmaktı. Vezir sayısı Orhan Bey devrinde bir, I. Murat devrinde iki, I. Bayezid devrinde üç ve Kanuni devrinde yediye çıkmıştı. Vezir olabilmek için sancak beyliği, beylerbeylik ve son olarak Rumeli beylerbeyliğinde bulunmak gerekliydi. Kubbealtı vezirlerinden bazıları 16. yüzyıldan itibaren büyük eyaletlere beylerbeyi olarak tayin edilmişlerdi. Kazasker: Divanda askeri ve şer’i işlere bakan kazaskerler, müderrisleri ve kadıları tayin ederler, adalet eğitim ve kültür işlerine bakarlardı. Kazaskerin Türk soyundan gelmesi esastı. İlk kazaskerlik teşkilatı I. Murat devrinde 1362’de kurulmuştu. Daha sonra sayısı Anadolu ve Rumeli kazaskeri olarak ikiye çıkmıştır. Rumeli kazaskeri baş kazaskerdi. Defterdar: Devletin mali işlerinden sorumlu olup gelir ve giderleri tespit eden ve bütçeyi hazırlayarak padişaha sunan görevliydi. Defterdar sayısı önceleri bir iken işlerin artmasıyla ikiye çıkmıştır. Bunlar Anadolu ve Rumeli defterdarıydı. Rumeli defterdarı baş defterdardı. 6) Nişancı: Divanda sadrazamın sağında oturur; ferman, berat ve name gibi belgelere padişahın tuğrasını çekerdi. Kanunları, tapu ve kadastro işlerini düzenler, yeni fethedilen toprakların kaydını yapar ve dirlik defterlerini tutardı. 16. yüzyıldan itibaren reisülküttap nişancıya bağlı olarak görev yapmaya başladı. Reisülküttabın önemi 17. yüzyıldan itibaren artmış ve devletin dış işlerinin sorumluluğunu üstlenmiştir. 7) Kaptan-ı Derya: Donanmanın başkomutanı olup İstanbul’da bulunduğu zamanlarda divan toplantılarına katılırdı. 8) Şeyhülislam: Divanın bir üyesi olup gerektiğinde toplantılara katılır ve divanda alınan kararların dine uygun olup olmadığına dair fetva verirdi. 9) Reisülküttap: Divandaki kâtiplerin başıdır. Önceleri nişancıya bağlı iken 16. yüzyıldan sonra dışişleri ile ilgili yazışmalardan sorumlu olan divan üyesi olmuştur. II. Mahmut devrinde Avrupai tarzda devletin teşkilatlanması ve yapılacak ıslahatların planlanması için meclisler ve kuruldu: a) Dar-ı Şura-yı Askeri (Askerlik işleri düzenlemek), b) Dar-ı Şura-yı Bab-ı Ali (mülkiye işlerini planlamak), c) Meclis-i Vala-yı Ahkâm-ı Adliye (adli işleri düzenlemek) Tanzimat döneminde eğitim ve öğretim işleri için Maarif Nezareti, bayındırlık işleri için Nafia Nezareti, askeri işler için Seraskerlik teşkilatları kuruldu. Şeyhülislamın siyasi yetkileri azaltıldı. Tanzimat döneminde çeşitli yönetmelik ve tüzükleri hazırlamak ve bir üst mahkeme gibi görev yapmak amacıyla kurulan Meclis-i Vala-yı Ahkâm-ı Adliye’nin görev ve fonksiyonlarının artması üzerine Meclis-i Ali-i Tanzimat kuruldu. Yönetmelik hazırlama görevi Meclis-i Ali-i Tanzimat’a verildi. 1861’de bu iki meclis birleştirildi. 1868 yılında Şura-yı Devlet ve Divan-ı Adliye kuruldu. İstanbul’un Yönetimi: Başkentin idaresinden birinci derecede sadrazam sorumlu idi. Güvenliğine yeniçeri ağası ve subaşılar, belediye hizmetlerine şehremini, adalet işlerine İstanbul kadısı bakardı. TAŞRA TEŞKİLATI Osmanlı taşra teşkilatı eyalet, sancak, kaza ve köy şeklinde teşkilatlanmıştı. Eyalet: Taşra teşkilatının en büyük birimiydi. Sancakların birleşmesiyle oluşurdu. Beylerbeyi tarafından yönetilirdi. Beylerbeyi kendi bölgesinde hükümdarın temsilcisiydi. Anadolu Beylebeyliği’nin merkezi Kütahya, Rumeli Beylerbeyliği’nin merkezi Manastır şehriydi. Adli ve hukuki işlere kadılar bakardı. Eyalet işleri beylerbeyinin kendi divanında görüşülürdü. Hazineye ait işlere mal defterdarı, zeamet işlerine tımar kethüdası, tımar ile ilgili işlerine de tımar defterdarı bakardı. Anadolu beylerbeyi terfi ederse Rumeli beylerbeyi, Rumeli beylerbeyi terfi ederse Divan-ı Hümayun’da sonuncu vezir olurdu. Taşrada görev yapan alt kademe görevlileri; muhtesipler (ürünlerin kalitesini, fiyatlarını denetleyen görevliler), kapan eminleri(pazarlarda ürünlerin tartılması ve dağıtım işlerini yürüten görevliler), gümrük ve bac eminleri(vergi toplayan memurlar) idi. Sancak: Yöneticisi sancak beyi idi. Sancak beyi sancaktaki tımarlı sipahilerin ve zeamet sahiplerinin komutanı idi. Sancakta adli işlere kadılar bakardı. 77 Kaza: Yöneticisi askerlik işleri dışında kadı idi. Belediye ve adliye işleri, merkezden istenen şeylerin temini ile ilgili görevleri vardı. Subaşılar kazanın güvenliğinden sorumluydu. XVII. yüzyılda tımar sistemi bozulmaya başlamış ve iltizam yaygınlaşmıştı. Devlet, tımar dışında kalan topraklarının vergi gelirlerini açık artırma yoluyla mültezimlere kiralıyordu. Köy: En küçük yönetim birimiydi. Köy yöneticisi köy kethüdasıydı. Güvenlik işlerinden yiğitbaşı, adaletin sağlanmasından kadı naibi sorumluydu. XVIII. yüzyıldan itibaren iltizam uygulamasından vazgeçilerek malikâne sistemine geçildi. Malikâne sistemiyle mukataa topraklar, muaccele denen satış bedeli karşılığında, hayat boyu şartıyla kiralanıyordu. Ancak İstanbul’da oturan malikâne sahipleri malikânelerini, mültezimlerle idare etmeye başladılar. Mültezimler mukataa mahalline yerleşmiş olan ayanlardı. Ayanlar daha sonra mütesellimlik, voyvodalık ve muhassıllık gibi görevlere yükselerek devletin merkez, taşra ve ordu yönetiminde etkili olmaya başladılar. Özellikle III. Selim döneminde Nizam-ı Cedit ordusunun kuruluş döneminde Osmanlı-Rus Savaşı’nda Rumeli’nin güvenliğini sağlayarak siyasi güç kazandılar. Tımar Sistemi: Osmanlı Devleti Anadolu Selçukluları’nın uyguladığı ikta sistemini geliştirdiler. Osmanlılarda hizmet karşılığında devlet görevlilerine ve savaşlarda yararlılık gösteren askerlere tahsis edilen gelir kaynaklarına dirlik denilirdi. Dirlikler has, zeamet ve tımar olmak üzere üçe ayrılırdı. Dirlik sahibi kendisine dirlik geliri tahsis edilen kişiydi. Dirlik sahibinin görevleri; a) Savaş zamanı beslediği atlı askerler ile orduya katılmak, b) Reayanın toprağı işlemesini sağlamak, c) Boşalan topraklara başkalarını yerleştirmek ve d) Yeni toprakları üretime açmak, e) Bulunduğu bölgede asayişi sağlamak, vergileri toplamak ve üretimin artmasını sağlayacak tedbirleri almaktı. Böylece tımar sistemiyle bölgelerin imarı ile ekonomik ve sosyal hayatın da düzeni sağlanmaktaydı. İltizam Sistemi: XVI. yüzyıldan itibaren uygulanmaya başlayan ve Tanzimat döneminde kaldırılan bu sistemde, devlet vergi gelirlerini belirli bir süre için ve açık artırma yoluyla mültezim denilen kişilere satardı. Mültezimler, devlete peşin olarak ödedikleri paranın karşılığını vergi mükellefi olan kimselerden tahsil ederlerdi. Devlet nakit sıkıntısını bu sayede giderirdi. Bu uygulamayla, dirlik sahiplerine tanınan haklar mültezimlere de tanındığı için, mültezimler iltizamını aldıkları bölgelerin yöneticisi durumuna geldiler. Bu sistem mültezimlerin keyfi davranışları ve ihmalleri yüzünden bozulmuştur. Eyaletler üç bölüme ayrılır: a) Merkeze bağlı yıllıksız eyaletler (Salyanesiz): Dirlik sisteminin uygulandığı eyaletlerdi. Bu eyaletler has, zeamet, tımar olarak bölümlere ayrılmıştır. Salyanesiz eyaletler; Rumeli, Budin, Bosna, Anadolu, Karaman, Sivas, Musul, Bağdat, Erzurum idi. b) Yıllıklı eyaletler (Salyaneli): Tımar sisteminin uygulanmadığı eyaletlerdi. Bu eyaletlerden elde edilen gelirler doğrudan merkeze aktarılırdı. Toplanan gelirin bir bölümüyle eyaletteki görevlilerin maaşları ödenir, kalan bölüm hazineye gönderilirdi. Salyaneli eyaletler; Mısır, Habeş, Yemen, Tunus Cezayir ve Trablusgarp’tı. c) Özel Yönetimi Olan Eyaletler: Bu eyaletler iç işlerinde serbest, dış işlerinde Osmanlılara bağlıydılar. Bu eyaletlerin yöneticileri kendi halkından seçilir ve padişahın onayı ile atanırdı. Bunlardan Eflak, Boğdan ve Erdel Osmanlı Devleti’ne vergi vermek ve savaşlarda asker göndermekle yükümlüydü. Kırım Hanlığı vergi vermez ancak savaşlarda asker gönderirdi. Hicaz bölgesi kutsal olduğu için, buradan vergi ve asker toplanmazdı. Taşra Teşkilatındaki Değişikliler: II. Mahmud döneminde 1909 Sened-i İttifak belgesiyle ayanların varlığı resmen tanındı. 1864 yılında çıkarılan Vilayet Nizamnamesi ile taşra yönetim birimleri eyalet, sancak, kaza, nahiye ve köy olarak belirlendi. Eyalet yöneticisi vali, sancak yöneticisi mutasarrıf (1871), kaza yöneticisi kaymakam (1871) nahiye yöneticisi nahiye müdürü (1871) ve köy yöneticisi muhtar oldu. OSMANLI ASKERİ TEŞKİLATI Kuruluş devrinde ordu gönüllülerden oluşuyordu. Devletin düzenli bir ordusu yoktu. Orhan Gazi zamanında yaya ve müsellem teşkilatı kuruldu. Osmanlı Ordusu; kara ordusu ve donanmadan oluşuyordu. Devşirme Sistemi: Devlet adamı yetiştirmek ve kapıkulu ocağının asker ihtiyacını karşılamak için Balkanlardaki Hıristiyan çocuklarının belli bir usul ile toplanarak yetiştirildiği sistemdir. Devşirme kanununa göre; Balkanlardaki köy ve kasabalar dolaşılır, Hıristiyan aile çocuklarından, ihtiyaç nispetinde 3–5 yılda bir defa, sağlıklı, fiziği düzgün ve yetenekli olanlar seçilirdi. Bir çocuğu olan aileden devşirme yapılmazdı. Devşirilen gençler önce Müslüman olup, sünnet ettirilir, Türkçe’yi ve Türk örf ve adetlerini öğrenirlerdi. Sonra Acemi oğlanlar ocağına alınırlardı. Kara Ordusu: Kapıkulu Ocakları Padişahın şahsına bağlı olan askerlerdir. Görevleri; her an padişahı korumaktır. Devşirme sistemiyle yetiştirilmişlerdir. Üç ayda bir ulufe denilen maaş alırlar. Merkezde görev yaparlar. 1. a) Kapıkulu Piyadeleri: Acemi oğlanlar: Devşirilen gençler bu ocakta bir süre askeri eğitim aldıktan sonra çıkma ile saraydaki Enderun mektebine ve diğer ocaklara alınırlardı. b) Yeniçeriler: Savaşta padişahın yanında ve merkezde savaşan güçlü ve disiplinli bir orduydu. Üç ayda bir ulufe alırlardı. Başka bir iş yapmaları yasak olup evlenemezlerdi. Komutanları Yeniçeri Ağasıydı. Devşirme kökenli olmayanların ocağa alınması, disiplinin bozulması ocağın bozulmasına sebep olmuştur. II. Mahmut döneminde, Yeniçeri Ocağı’nı kaldırıp (1826) Asakir-i Mansure-i Muhammediye ordusunu kurmuştur. 78 c) d) e) f) g) Cebeciler: Silah yapımı ve tamirini yaparlardı. Topçular: Top ve top mermisi imal eder, savaşlarda topu kullanırlardı. Top arabacılar: Topları taşıyan arabaları kullanırlardı. Humbaracılar: Havan topu, mermisi ve bomba imal ederlerdi. Lağımcılar: Kalelere tünel kazınması, top fitillerinin ateşlenmesi ve köprü inşaatıyla ilgilenirlerdi. 2) Kapıkulu Süvarileri (Altı Bölük Halkı): Enderun Okulu ve Yeniçeri ocağından terfi ile seçilirdi. İstanbul’un emniyetini sağlarlar ve her padişah değişikliğinde cülus bahşişi alırlardı. Bunlar; a) Sipahiler ve Silahtarlar: Savaşta padişahın sağında ve solunda bulunurlar ve çadırını korurlardı. b) Sağ ve Sol Ulufeciler: Savaşta saltanat sancaklarını korurlardı. c) Sağ ve Sol Garipler: Ordunun ağırlıklarını ve hazineyi taşırlardı. Eyalet Askerleri: Tımarlı Sipahiler: Dirlik arazilerin gelirlerini görev karşılığı alan tımarlı sipahi hem kendi geçimini sağlar hem de atlı asker beslerdi. Tımarlı sipahi beslediği askerle birlikte sancak beyinin emrinde savaşa katılırdı. Barış zamanında bulunduğu bölgenin emniyetini sağlardı. Türklerden oluşurdu. tersaneler bulunuyordu. Kanuni devrinde Doğu Akdeniz’in en önemli gücü haline geldi. Donanma komutanına Kaptan-ı Derya deniz askerine levent denirdi. Firkateyn, kalyon, çekdiri, karamürsel, kalite, kadırga ve mavna gibi gemiler vardı. 16. yüzyılda Hayrettin Paşa, Salih Reis, Piri Reis, Seydi Ali Reis, Murat Reis gibi önemli denizciler yetişmiştir. MALİYE TEŞKİLATI Defterdar: Osmanlı Devleti’nde vergileri toplamak, gelir ve giderleri tespit etmek ve kayıtları düzenlemek defterdarın göreviydi. Maliye teşkilatı I. Murat devrinde kuruldu. Fatih devrinde Defterdar sayısı ikiye çıktı. Rumeli defterdarı baş defterdarolup Anadolu defterdarından daha üstündü. Defterdarın görevleri; hazineyle ilgili işlerde hüküm yazmak, rütbe, dirlik verilecek kişileri padişaha teklif etmek, akçenin değerini korumak ve bütçeyi hazırlayıp padişaha sunmaktı. Defterdar bu görevleri, kâtiplerin bulunduğu bazı kalemler vasıtasıyla yerine getirirdi: Defterdara Bağlı Olarak Çalışan Kalemler(Bürolar): a. Ruznamçe Kalemi: Burada vergi gelirleri günlük olarak kaydedilirdi. b. Maliye Emirleri Kalemi: Maliye ile ilgili fermanlar yazılıp ilgili yerlere gönderilirdi. c. Tarihçi Kalemi: Maliye ile ilgili belgelerinin tarihlendirildiği büroydu. Niçin önemini kaybetmiştir? a) Dirliklerin hak etmeyen kişilere verilmesi, b) Yeniçerilerin tımarları ele geçirmesi, c) Sipahilerin sayılarının azaltılması, d) Dirlik gelirlerinin düşmesi ve mukataa yoluyla hazineye aktarılması, e) XVII. yüzyıldan itibaren tımarlı sipahilerin geri hizmetlerde görevlendirilmesi Reisülküttap ve nişancıya bağlı olarak çalışan kalemlerden Beylikçi Kalemi; divanın bütün yazışmalarını tutardı. Tahvil kalemi; yüksek mevkideki görevlilerin özlük işleriyle ilgili kayıtları tutar ve tımar sistemiyle ilgili yazışmaları yürütürdü. Rüus Kalemi, Tahvil Kalemi dışındaki tüm devlet görevlilerinin özlük işleriyle ilgili kayıtları tutardı. Amedi Kalemi ise sadrazam ve padişah arasındaki yazışmalar ile dış ilişkilerine ait yazışmaları yapardı. Defterhane-i Amire’de ise tımar sistemiyle ilgili tahrir defterleri tutulurdu. Akıncılar: Sınır boylarında görev yapan atlı askerlerdi. Bahar aylarında düşman üzerine akınlar yapar, keşif hizmetinde bulunur, savaş zamanında ordunun önünden giderek güvenliği sağlardı. Maliye teşkilatının taşradaki memurları; eyaletlerde mal defterdarı, sancaklarda beytülmal emini, gümrük ve bac eminleri idi. Bunlar taşrada kamu haklarını korur ve vergileri toplarlardı. Azaplar: Bekâr erkeklerden oluşurdu. Yeniçerilerin önünde bulunur, savaş başlayınca yanlara açılarak yeniçerilerin önünü açarlardı. Hazine: Osmanlı hazinesi iç ve dış hazine olmak üzere iki kısma ayrılırdı. Ayrıca yaya ve müsellemler ordunun geri hizmetinde bulunur, yol açma, köprü tamir etme gibi işler yaparlardı. Deliler sınırları koruyan birliklerdi. Yörükler konargöçerlerin oluşturduğu yardımcı birliklerdi. Beşliler her beş aileden bir kişi seçilirlerdi. Sınır boylarında görev yaparlar ve kaleleri korurlardı. Sakalar ise ordunun su ihtiyacını karşılarlardı. İç Hazine; padişahın şahsi servetinin bulunduğu hazine olup padişahın maliyeden gelen ödeneği, Mısır’dan gelen paralar ve eyaletlerden gelen vergilerden oluşurdu. Savaş ve fevkalade durumlarda ihtiyaçlar iç hazineden karşılanırdı. Dış Hazine; devletin asıl hazinesi olup idaresinden sadrazam ve defterdar sorumluydu. Gelir kaynakları şer’i ve örfi vergilerdi. Yardımcı Kuvvetler: Eflak, Boğdan, Erdel Kırım Hanlığı ve Arnavutluk’un savaşta Osmanlı ordusuna kattıkları kuvvetlerdi. Osmanlı Devleti’nin gelirleri XVI. yüzyıl sonlarına kadar sürekli arttı. Duraklama devrinden itibaren maliye teşkilatı bozulmaya başladı. Donanma: İlk deniz gücü Karesi beyliğinin alınması ile oluştu. Devlet kuruluş devrinden itibaren denizciliğe çok önem verdi ve donanmayı güçlendirdi. Gelibolu, İstanbul, Süveyş ve Rusçuk’ta Maliyenin Bozulma Sebepleri: a) Coğrafi keşifler sonucunda İpek ve Baharat yollarının canlılığını kaybetmesi, b) Savaşların uzun sürmesi, 79 c) d) e) Padişahların sık sık değişmesine bağlı olarak ödenen cülus bahşişleri, Tımar sistemindeki bozulmalar, Vergilerin iltizam usulüyle toplanması, Osmanlı Devleti mali güçlükleri aşmak için ilk defa Kırım Savaşı’nda 1854 yılında İngiltere’den borç aldı. 1876 yılına kadar Avrupalı bankerlerden yüksek faizlerle borçlanmaya devam etti. Devlet aldığı bu borç paraları ekonomiyi canlandıracak faaliyetler yerine, çalışanların maaşlarına, saray inşaatı ve donanmaya harcadı. Devlet zamanla borçların faizlerini dahi ödeyemez hale gelince, Avrupalı alacaklı devletlerin isteğiyle 1881 yılında borçların ödeme şartlarını belirleyen Muharrem Kararnamesi çıkarıldı. Buna göre borçların miktarı indirilecek, Düyun-ı Umumiye İdaresi kurulacak (1881) ve bu idare alacaklı devletlerin temsilcileri tarafından idare edilecekti. a) b) c) 2) 3) 4) Osmanlılarda Alınan Başlıca Vergiler: Şer’i Vergiler: Öşür: Müslümanlardan alınan toprak ürünü vergisidir. Elde edilen ürünün onda biri vergi olarak alınırdı. Haraç: Müslüman olmayanlardan alınan vergiydi. İkiye ayrılıyordu: Harac- ı Mukaseme; elde edilen üründen alınırdı. Harac- ı Muvazzafa; toprak vergisiydi. Cizye: Müslüman olmayan erkeklerden, askerlik görevi karşılığı alına vergidir. Örfi Vergiler(Raiyet Rüsumu): Çift resmi: Çiftçinin toprağının büyüklüğüne (60–150 dönüm) ve medeni durumuna göre sipahiye ödediği vergidir (22–57 akçe). Çiftbozan: Toprağını izinsiz olarak terk eden veya üç yıl üst üste ekmeyenlerden alınan vergi. Ağnam: Hayvandan sayısına göre alınırdı. Avarız: Büyük felaketler ve savaşlar gibi olağanüstü durumlarda alınan vergidir. Zamanla sürekli vergi haline getirilmiştir. Niyabet Rüsumu: Yöneticilerin yaptıkları hizmete karşılık reayadan aldıkları vergidir. Bad- ı Hava da denir. Suçluların ödediği cerime bu grup içinde yer alır. Peşkeş: Halkın devlet memurlarına verdiği vergidir. Bac: Çarşı ve pazar yerlerinden toplanırdı. Resm-i Mücerred: Bekârlardan alınan vergi. Bennak: Evlilerden alınan gelir vergisidir. İspenç: Ziraatla meşgul Hıristiyanlardan alınan vergidir. Derbent Resmi: Dağ geçitlerinden yol ve köprülerden alınan vergidir. Diğer Gelir Kaynakları: Halktan alınan vergiler, gümrük, maden, orman ve tuzla gelirleri, savaşlardan elde edilen ganimetlerin beşte biri, bağlı beyliklerden ve yabancı devletlerden alınan vergi ve hediyelerdi. Osmanlıların Başlıca Giderleri: Devlet memurlarına ödenen maaşlar, kapıkulu askerlerine ödenen ulufeler, savaş masrafları ve donanma giderleri, askerlere padişah değişiminde dağıtılan cülus bahşişleri, bayındırlık ve imar faaliyetlerine harcanan paralardır. Toprak Yönetimi: Miri Topraklar (Devlete Ait Topraklar): 1) Dirlik: Gelirleri devlet hizmetleri veya atlı asker (tımarlı sipahi- cebeli) yetiştirmek şartıyla, komutanlara ve yüksek devlet memurlarına dağıtılan topraklardır. Gelirlerine göre Has, Zeamet ve Tımar olmak üzere üç bölüme ayrılır. 5) 6) Has: Yıllık geliri 100 bin akçeden fazla olan topraklardır. Padişah ve ailesine, şehzadelere, divan üyelerine beylerbeyi ve sancak beylerine verilirdi. Gelirinin her beş bin akçesi için (kılıç hakkı) Cebelü denilen bir atlı asker beslemek zorundaydılar. Zeamet: Yıllık geliri 20 bin akçe ile 100 bin akçe arasında olan topraklardır. Orta dereceli devlet memurlarına verilirdi. Tımar: Yıllık geliri 0- 20 bin akçe arasında olan topraklardır. Savaşlarda yararlılık gösteren sipahilere verilirdi. Vakıf Arazi: Bu topraklardan alınan vergiler cami, medrese, imarethane, hastane, kervansaray ve köprü gibi dini, eğitim-öğretim ve sosyal kuruluşlara ayrılırdı. Satılamaz, devredilemezlerdi. Ocaklık: Geliri kale muhafızları ve tersane giderlerine ayrılan topraklardır. Yurtluk: Sınır boylarındaki topraklar olup bu amaçla Türkmen boylarına verilirlerdi. Mukataa: Geliri doğrudan doğruya veya mültezimler aracılığı ile devlet hazinesine giren topraklardır. Paşmaklık Arazi: Vergi gelirleri padişahların kızları ve ailelerine bırakılan topraklardır. Mülk Topraklar: Devlet hizmetinde ve askeri alanda üstün başarı gösteren kimselere devletin bağışladığı topraklardır. Bunlar satılıp, miras bırakılabilir veya vakfedilebilirdi. 1) 2) Öşri Topraklar: Müslümanlara ait topraklar olup ürün üzerinden onda bir oranında vergi alınırdı. Haraci Topraklar: Gayrimüslimlere ait topraklar olup haraç vergisi alınırdı. OSMANLI HUKUK TEŞKİLATI Kazaskerler: Osmanlı hukuk sisteminin başında olan kişilerdi. Görevleri; Kadı, müftü ve müderrisleri atamak, divandaki toplantı ve duruşmalara katılmaktı. Kadılar: Sancak ve aza merkezlerinde görev yaparlardı. Kadılar; Şer’i ve örfi davalara bakar, asayişin sağlanması, vakıfların denetlenmesi, vergilerin toplanarak hazineye aktarılması belediye hizmetleri gibi görevleri vardı. İslam hukukunu uygular, kişiler arası ihtilafları halleder; miras, ticaret ve nikâh işlemlerini karara bağlardı. Kadıların görev süreleri 18 ay - 3 yıl idi. Şer’iye sicilleri; mahkeme kayıtlarının tutulduğu defterlerdi. Hukuk sisteminin dayandığı esaslar: Osmanlı Hukuk Sistemi şer’i ve örfi hukuka dayanırdı. Şer’i hukukun kaynakları Kuran ve Sünnet idi. Örfi hukuk ise, şer’i hukuka ters düşmemek kaydıyla padişahın koyduğu kurallardan oluşurdu. Bu kurallara ferman denirdi. Örfi hukuk alanında çeşitli kanunnameler yapılmıştı. İlk kanunname, Kanunname-i Al-i Osman’dır. Din âlimlerinin başkanı olan şeyhülislam devlet işlerinin İslam’a uygun olup olmadığı hususunda fetva verirdi. Yargılama yetkisi yoktu. Vakıf Sistemi: Vâkıf, bir kimsenin malını dini veya sosyal bir hizmete ömür boyu tahsis etmesidir. Vakfedilen mala mevkuf denilir. Vakfiye; vakfın kuruluş belgesi, mütevelli; vakıf yöneticisidir. Osmanlı 80 Devleti’nde dini, sosyal ve kültürel hizmetler vakıflar eliyle yürütülmüş ve pek çok vakıf kurulmuştu. İLMİYE TEŞKİLATI İlmiye Sınıfları: İfta(Fetva): Yapılan işlerin şeriata uygun olup olmadığı hususunda fetva vermeye ifta denirdi. Şeyhülislam fetva makamının başında bulunurdu. 1453’ten itibaren İstanbul müftüsüne şeyhülislam denildi. Şeyhülislam, veziriazamdan sonra ikinci önemli kişi idi. Padişahın tahta çıkarılması veya indirilmesi ile ilgili fetva vermiştir. Tanzimat devrinde adalet, maarif ve evkaf nazırlıklarının kurulmasıyla şeyhülislamların etkinliği azalmıştır. Nakibüleşraf; görevi padişaha kılıç kuşatmak, seyyid ve şeriflerin işlerine bakmak ve doğum ve ölümlerini kaydeden kişilerdi. Kaza(Yargı): Yargı teşkilatının başında kazaskerler bulunurdu. Kazaskerler kadıları, kadı naiplerini ve müderrislerini atar, divandaki davalara bakarlardı. Kadılar ise sancak ve kaza merkezlerinde yargıçlık görevini ifa ederlerdi. Kadı naipleri ise nahiyelerde kadıya vekâlet ederlerdi. Eğitim-Öğretim(Tedris): Osmanlılarda en önemli eğitim ve öğretim kurumları medreselerdi. Müderrisler medreselerde devlet memurlarını ve din görevlilerini yetiştirirlerdi. Medreselerde hem dini hem de fenni bilimler okutulurdu. Medreselerde öğretim ücretsizdi. Medreseler vakıflar tarafından kurulurdu. OSMANLI TOPLUMU Osmanlı Toplumunu oluşturan Etnik Sınıflar: Osmanlı Devleti’nin kurulduğu yıllarda nüfusun çoğunluğu Türklerden oluşuyordu. Devlet fetihlerle genişlemeye başlayınca etnik yapı değişti ve pek çok topluluk dâhil oldu: a) Türkler (Müslüman) b) Araplar (Müslüman) c) Acemler (Müslüman) d) Boşnaklar (Müslüman) e) Arnavutlar (Müslüman) f) Rumlar (Ortodoks Hıristiyan) g) Ermeniler (Monofizit Hıristiyan) h) Bulgarlar (Ortodoks Hıristiyan) i) Romenler (Ortodoks Hıristiyan) j) Slavlar (Ortodoks Hıristiyan) k) Sırplar (Ortodoks Hıristiyan) l) Macarlar (Ortodoks Hıristiyan) m) Yahudiler (Musevi) Osmanlı Toplumunun Etnik Yapısı: Osmanlı Devleti’nde hâkim unsur devletin kurucusu olan Türklerdi. Osmanlı Devleti’nde dini esaslara dayanan bir millet sistemi vardı. Buna göre her dini inanç sahibi topluluk, bir millet olarak kabul edilmiştir. Müslümanlar; nüfusun çoğunluğunu oluştururlardı. Gayrimüslimler; Hıristiyan ve Museviler bu gruptan idi. Devlete cizye vergisi verir, buna karşılık askerlik yapmaz, din ve ibadetlerini serbestçe yapar, sanat ve ticaretle uğraşırlardı. Osmanlı Toplumunun Sosyal Yapısı: Osmanlı toplumunda katı bir sınıf ayrımı yoktu. Devlete hizmet karşılığında reaya sınıfından askeri sınıfına geçmek mümkün idi. Osmanlı toplumu sosyal açıdan iki sınıfa ayrılırdı: 1) Yönetenler (Askeriler) 2) Yönetilenler (Reaya) Yönetenler(Askeriler): Seyfiye: Yönetim ve askerlik hizmetlerini yürüten sınıftı. Sadrazam, vezirler, beylerbeyi, sancak beyleri, kapıkulu askerleri, subaşılar, kale korucuları gibi görevliler bu sınıftandı. İlmiye: Eğitim-öğretim, yargı ve fetva görevlerini yürüten sınıftı. Şeyhülislam, kazasker, kadılar, müderrisler bu sınıftan idiler. Kalemiye: Osmanlı bürokrasisini oluşturan sınıftı. Defterdarlar ve nişancılar, reisülküttap ve kâtipler bu sınıftandı. Yöentici olmak için Müslüman olma şartı vardı. Yönetilenler(Reaya): Göçebeler(Yörükler): Hayvancılıkla geçinir, adet-i ağnam, ağıl, yaylak ve kışlak vergilerini öderlerdi. Şehir ve kasabaların et, süt, yoğurt ve peynir gibi ihtiyaçlarını karşılarlardı. Devlet göçebeleri toprağa yerleştirmek için çalışmıştır. Köylüler: Osmanlı nüfusunun büyük çoğunluğu köylülerden oluşurdu. Köylü devletin kendisine tahsis ettiği toprağı işler, vergisini devletin gösterdiği tımarlı sipahiye veya vakfa öderdi. Elindeki topağı satamaz ve devredemezdi. Üst üste iki yıl ekmeyen köylünün toprağı elinden alınır ve çift bozan vergisi öderdi. 16. yüzyılda tımar sisteminin bozulmaya başlaması iltizam sisteminin yaygınlaşması, reayanın durumunu kötüleştirdi ve köylü toprağını bırakarak şehirlere göç etti. Bunu sonucunda tarımsal üretim azaldı. Şehirliler: Osmanlı şehirleri sanayi faaliyetleri ve ticaretin yapıldığı, çeşitli sosyal kurumların örgütlendiği, idari, askeri ve dini işlerin yürütüldüğü merkezlerdi. Şehir halkını askerler, tacirler ve esnaf oluşturuyordu. Askerler vergi vermeyen idarecilerdi. Tacirler, ticaretle uğraşır reftiye (ihraç mallar üzerinden) ve amediye (ithal mallar üzerinden) vergileri öderlerdi. Yerel üretim ve ticaret esnaf tarafından, bölge ve ülkeler arası ticaret ise tüccar tarafından yapılırdı. Şehirler genellikle 8–10 bin nüfusa sahipti. Cami, hamam, medrese, imaret ve çeşme gibi yapılar inşa edilmişti. Şehirlerde esnaf loncalarda örgütlenmişti. Bir kimsenin esnaf olabilmesi için çıraklık, kalfalık ve ustalık eğitiminden geçmesi gerekirdi. OSMANLI EKONOMİSİ Tarım: Osmanlı ekonomisinin temeli tarımdı. Toprağın boş kalmaması çok önemliydi. Devlet her çiftçiye yetecek kadar toprak vermişti. Toprağını üç yıl üst üste boş bırakanın elinden toprağı elinden alınır ve çift bozan vergisi öderdi. En çok yetiştirilen tarım ürünleri; buğday, arpa, nohut, mercimek, pirinç ve mısırdı. Yağı için kendir, kenevir, pamuk ve susam yetiştirilirdi. XVII. yüzyılda toprak düzeninin bozulması ve iç isyanlar köylünün toprağını terk ederek şehirlere göç etmesine sebep oldu. Tanzimat döneminde tımar sistemi kaldırıldı ve 1858’de Arazi Kanunnamesi ile toprağın özel mülkiyete geçmesi sağlandı. Hayvancılık: 81 Tarımla birlikte hayvancılık da gelişmişti. Göçebeler hayvancılıkla geçinir, şehir ve kasabaların et, süt, yağ ve peynir ihtiyaçlarını karşılarlardı. Bazı yerlerde hayvan çiftlikleri kurulmuştu. Koyun, keçi, sığır, manda, at, katır, eşek ve deve beslenirdi. Hayvanların kıl, yapağı ve derileri sanayide hammadde olarak kullanılırdı. Ayrıca ipekböceği ve arıcılık da yapılırdı. Madencilik: Maden yatakları devlet ve özel sektör tarafından işletilmiştir. Madenlerin mülkiyeti devlete aitti. İhtiyaç fazlası madenler ihraç edilirdi. Madenleri işleten kişiler gelirin beşte birini hazineye verirlerdi. Devletin maden sahiplerinden yüzde 25 hisse almasını öngören 1861 Maadin Nizamnamesi başarılı olamamış ve başka yasalar da çıkarılmıştır. Daha sonra ülkede maden işleten yabancıların sayısı artmıştır. Sanayi: Osmanlı sanayii XVII. yüzyıla kadar Avrupa’dan ileri düzeyde idi. Sanayi üretimi el tezgâhlarında yapılmaktaydı. Silah sanayi ve tersaneler devletin elindeydi. Özel sektörün elindeki en önemli sanayi dalı tekstildi. Dokuma sanayi merkezleri; Bursa, Denizli, Kıbrıs, Balıkesir, Akşehir, Konya, Ankara, Antep, Malatya, Halep, Şam ve Selanik idi. Dericilik, boyacılık, tuğla ve kiremit sanayi, halıcılık, çinicilik, bakırcılık gibi sanayi dalları da gelişmişti. Kütahya çinicilikte, Uşak halıcılıkta öndeydi. XVI. yüzyılda devletin tophane, baruthane, demirhane, saraçhane gibi imalathaneleri vardı. Avrupa’da sanayi devrimi ve İngiltere ile yapılan 1838 Baltalimanı Ticaret Antlaşması ile Osmanlı sanayisi çöktü. Osmanlı Devleti sanayileşmiş Avrupalı devletlerin hammadde ve Pazar kaynağı haline geldi. Osmanlı devleti Avrupa mallarıyla rekabet edebilmek ve yerli sanayii güçlendirmek için bazı tedbirler aldı. Devlet eliyle büyük imalathaneler (Feshane, Bakırköy Bez Fabrikası, Hereke Dokuma Fabrikası, Yalova Kâğıt Fabrikası) açıldı. 1840 yılında kurulan Islah-ı Sanayi Komisyonu, esnafın şirketler bünyesinde örgütlenmesi için çalıştı. Ayrıca kapitülasyonlar da Osmanlı sanayisinin gelişmesini önledi. Lonca Sistemi: Zanaatkârların kendi aralarında birleşerek kurdukları dini ve ekonomik teşkilata Ahi Teşkilatı denirdi. Bu teşkilat içinde zanaat çeşitlerinin her biri bir esnaf şubesini teşkil ederdi. Tek bir üretim dalının oluşturduğu Ahi şubelerine lonca denirdi. Ayakkabıcı, kuyumcu, fırıncı, derici… Ahi teşkilatı ve loncanın görevleri: a) Sanat koluna ait bütün işlerin yapılması, hammadde temini ve dağılımı, b) Üyeler arasındaki anlaşmazlıkların halli, c) Devlet ile üretici esnaf arasındaki bağlantının sağlanması, d) Üretilen malın kalitesinin kontrolü, e) Yeni yetişen insanlara dükkân açma ve çalışma izni verme. f) Satış bedeli(narh) ve ücretlerin tespiti, Narh, üretilen malın kar oranının da katılarak lonca ve devlet tarafından fiyatının tespit edilmesiydi. Loncalar aynı zamanda çırak-kalfa-usta hiyerarşisi içinde eğitim yapan kurumlardı. Esnaf olmak isteyen kişi önce çırak (şakirt) olarak eğitime başlardı. Mesleği iyi bilmek, dürüst ve ahlaklı olmak gerekirdi. Üretimde belli standartlara uymak zorunluydu. Her loncanın 6 kişilik bir yönetim kurulu vardı. Şeyh bu kurulun başkanı, kethüda günlük işleri yapar, yiğitbaşı cezaları uygular, işçibaşı standartları denetlerdi. Ayrıca ehl-i hibre(bilirkişiler) yeni üyeleri seçer ve ürünlerin kalitesini tüketicilerin çıkarları açısından denetlerdi. Muhtesipler ise, malın üretim aşamasında istenen kalitede olması için loncaları denetler ve esnaf yöneticileriyle birlikte narha uyulup uyulmadığını kontrol ederdi. Para Politikası: İlk para 1324’de Osman Bey tarafından bastırıldı. XIX. yüzyıla kadar altın(sikke-i hasene) ve gümüş(akçe) paralar kullanıldı. 1839’da ilk kâğıt para (Kaime-i Nakdiye-i Mutebere) bastırıldı. Devlet zor zamanlarda bankerlerden borç aldı. Abdülmecit döneminde mecidiye (20 kuruş) basıldı. 100 kuruş 1 Osmanlı lirası olarak belirlendi. İthalatın artması ve ihracatın azalması paranın değerinin kaybolmasına sebep oldu. Osmanlı Bütçesi: Osmanlı bütçesinde XVI. yüzyıla kadar gelirler giderlerden fazla iken bu yüzyılın sonlarından itibaren denge bozuldu ve bütçe açık vermeye başladı. Devlet adamları (Tarhuncu Ahmet Paşa Köprülü Mehmet Paşa) bütçeyi denkleştirebilmek için bazı tedbirler aldılar. Tımar sisteminin bozulması, uzun süren savaşlar ve vergilerin toplanamaması maliyenin bozulmasına sebep oldu. XIX. yüzyılda devlet Avrupa’dan borç para almaya başladı. Bankacılık: 1847’de paranın değerini korumak amacıyla Bank-ı Dersaadet kuruldu. 1856’da merkezi Londra’da olan Bank-ı Osmanî kuruldu ve bu bankaya para basma yetkisi verildi. 1868’de çiftçinin kredi sorununu çözmek için Ziraat Bankası kuruldu. 1883’de tütünün alınıp satılması ve işletilmesi Reji (AlmanFransız) şirketine verildi. OSMANLILARDA TİCARET Osmanlı Devleti, halkın ihtiyaçlarının karşılanması ve ülkede bolluk ve refahın temin edilmesini temel gaye edinmiştir. Ticaretin gelişmesi için yolların güvenliği sağlanmış, zarar gören tüccarın malları devlet garantisi altına alınmıştır. Yollar işlek hale getirilmiş, hanlar ve kervansaraylar yaptırılmıştır. Ticari vergiler indirilmiş, ticaret erbabı sıkı kurallarla organize edilmiş ve denetlenmiştir. Sanatkârlar daha çok üretim için desteklenmiştir. Osmanlı ülkesinde ticaret Ehl-i Hirfetin ürettiği malları dükkânlarında pazarlaması ve Osmanlı ülkesinde iç ticaret ile ithalat ve ihracat şeklinde yapılırdı. Osmanlı devletinde büyük sermaye sahibi tüccara hace denirdi. Çiftçilik ve esnaflıkta kar oranı yüzde 10–20 arasında iken ticaret erbabı serbestçe kâr oranını belirleyebiliyordu. Ticaret teşkilatı: Menzil Teşkilatı: Yol ağının her biriminde, taşımacılığın en hızlı şekilde yapılmasını sağlayan örgüttür. Yol üzerinde at hızıyla 18 saatlik mesafelerde menzil denilen dinlenme yerleri vardı. Burada at değiştirilirdi. Menzil örgütü haberleşmeyi de sağlamıştır. 82 Derbentçiler: Ana yolların denetimini yapıp güvenliğini sağlayan teşkilat olup bazı vergilerden muaf idiler. Şehzadegan Mektebi; padişah çocuklarının lala denilen hocalar tarafından eğitildiği bir okuldu. Mekkari Taifesi: Ticaret yolları üzerinde taşımacılık yapan kişilerdi. Mekkarilerin malları yükleme ve boşalmaları sırasında, kadı denetiminde sayım yapılırdı Ayrıca Harem de saraydaki kadınların eğitim gördüğü bir okuldu. OSMANLILARDA EĞİTİM VE ÖĞRETİM Osmanlı Eğitiminin Hedeflediği İnsan Tipi Osmanlı Devleti’nin eğitim hedefi; dinine bağlı, dürüst, çalışkan, hoşgörülü ve devletine bağlı insan yetiştirmekti. Osmanlı eğitim sistemi; halk eğitimi, örgün eğitim ve mesleki eğitimden oluşurdu. Halk Eğitimi: Halk Eğitimi Kurumları; camiler, mescitler, darülmesneviler, tekke ve zaviyeler, ulema evleri, kahvehanelerdi. İlköğretim: İlkokullara sıbyan mektebi denirdi. Her mahallede bulunan bu okullarda okuma yazma, dini bilgiler, Arapça ve Farsça gibi dersler verilirdi. Okulların ihtiyaçları ve öğretmen maaşları vakıflar tarafından karşılanırdı. Orta ve Yüksek Öğretim: Medrese orta ve yüksek öğretim seviyesindeki okuldu. Medrese hariç, dâhil ve sahn olmak üzere üç kısma ayrılırdı. Hariç ilkokul, dâhil orta ve lise, sahn yüksek okul seviyesinde öğretim yapan bölümlerdi. Sahn talebesine danişment veya softa denirdi ve medrese eğitimini tamamladığında icazetname (diploma) alarak mezun olurdu. Medresede ders veren hocaya müderris, yardımcılarına da muid denirdi. Eğitim parasız olup masraflar vakıflar tarafından karşılanırdı. Medreselerde Okutulan Bilimler: Medreselerde hem dini ilimler(Kuran, Kıraat, Hadis, Fıkıh, Kelam, Tefsir) hem de fenni ilimler(Fizik, Kimya, Matematik, Biyoloji, Tıp, Astronomi, Felsefe, Coğrafya) okutulurdu. Medreseler XVII. yüzyıldan itibaren bozulmaya başlamış ve Osmanlı Devleti’nin Avrupa karşısında geri kalmasına sebep olmuştur. Batı tarzında okulların açılması, eğitimde ikiliğin doğmasına sebep olmuştur. Medreselerin Bozulma Sebepleri: a) Pozitif bilimlere yeterince önem verilmemesi, b) İlmiye mensuplarının hak etmediği halde terfi ettirilmesi, c) Rüşvet ve iltimas, d) Softaların mezuniyetten sonra iş bulamayıp Celali isyanlarına katılması, e) Okumuş kitlenin memuriyet dışında bir mesleğe yönlendirilememesi, Mesleki Eğitim: Enderun: Enderun, II. Murat zamanında kurulan bir saray okulu olup sarayın bölümlerinden biriydi. Harp sanatı, mesleki beceriler ve güzel sanatların kazandırıldığı bir eğitim kurumuydu. Enderun’a devşirme sistemiyle öğrenci alınırdı. Enderun’a alınan içoğlanları koğuş denilen odalara alınır ve bu odalarda belirli bir süre eğitim görürlerdi. Bir odada eğitimini tamamlayan öğrenci bir üst odaya geçer ve en son Has Oda’ya yükselir ve burada padişahın hizmetini görürdü. Buradan çıkma usulüyle taşraya sancak beyi olarak tayin edilirdi. Esnaf Teşkilatında Eğitim: Lonca teşkilatı esnaf ve sanatkârları yetiştiren bir okuldu. Loncalar, üyelerine mesleki eğitimin yanında ahlaki ve kültürel eğitim de verirdi. Mesleğe yeni giren genç (çırak) belli bir eğitimden geçirilir, başarılı olursa kalfalığa yükselirdi. Kalfalık döneminden (3 yıl) sonra ustalığa yükselirdi. Usta olan kişiye peştamal bağlanır ve dükkân açma hakkı elde ederdi. Ahi teşkilatında üyelerin uymakla yükümlü olduğu kurallar vardı. Bu kurallara uymayanlar cezalandırılırdı. Cezalar; dükkân kapatma, selam ve yardımı kesme, ikram yapmama gibi cezalardı. Lonca teşkilatları, sanayi devriminden sonra etkisini kaybetti. Azınlık Okulları: Yabancı ülkelere tanınan din, ayin ve okul açma özgürlüğü Hıristiyan misyonerlerin Osmanlı ülkesine gelmesine sebep oldu. Önce misyonerler ve daha sonra cemaatler kiliselerin bünyesinde okullar açtılar. Bu okullar bir süre sonra amaçları dışına çıkarak yıkıcı ve bölücü okullar haline geldiler. Tanzimat devrinde, yabancı devletlerin açtıkları bu okulların sayısında büyük artış oldu. Batılı devletler, Osmanlı içindeki azınlıkları bu okullarda eğiterek milliyetçilik fikirlerini aşıladılar. Ayrıca, Osmanlı Devleti üzerindeki siyasi, kültürel ve ekonomik etkinliklerini artırmak için bu okulları araç olarak kullandılar. Bazı Azınlık ve Yabancı Okulları: a) Heybeliada Rahip Mektebi 1844 b) Musevi Asri Mektebi 1854 c) Saint Benoit d) Saint Louis e) Notre Dame De Sion f) Robert Koleji g) Amerikan Kız koleji h) Tarsus Amerikan Koleji i) Merzifon Amerikan Koleji Maarif Teşkilatının Kurulması: 1845’te Meclis-i Maarif-i Muvakkat kurularak eğitim programını yapmakla görevlendirildi. 1851’de kurulan Encümen-i Daniş’in görevi, orta ve yüksek öğretimde okutulacak ders kitaplarını hazırlamak ve bilimsel çalışmalar yapmaktı. 1846’da Meclis-i Maarif-i Umumiye, 1857’de Maarif-i Umumiye Nezareti kuruldu. Bakanlık açılan okulların müfredatı ve ders araç ve gereçlerinden sorumluydu. 1869’da Maarif-i Umumiye Nizamnamesi çıkarıldı. Bu nizamname ile resmi devlet okulları ile Türkiye’de faaliyet gösteren azınlık ve yabancı okullarının faaliyetleri belli esaslara bağlandı. Ayrıca öğretim kademeleri; a) Sıbyan Mektebi, b) Rüştiye, c) İdadi, d) Sultani e) Darülfünun şeklinde belirlendi. OSMANLILARDA KÜLTÜR VE SANAT Dil: Osmanlı devrinde Arap Alfabesi kullanıldı. Osmanlı Devletinin resmi dili Türkçe idi. XIV. yüzyıla kadar Türkçe çok 83 etkiliydi. Bu yüzyıldan itibaren Türkçe, Arapça ve Farsça kelime ve terkiplerin karışımı olan karma bir dil ortaya çıktı. Bu dile Osmanlıca denir. Bu dil saray ve çevresinde konuşulmuştu. Halk sade Türkçeyi kullanmıştır. 1860 yılına kadar edebiyat üç kola ilerlemiştir: Divan Edebiyatı, Halk edebiyatı, Tasavvuf Edebiyatı. Divan Edebiyatı: Saray ve çevresinde Arap ve Fars edebiyatının etkisiyle gelişen bir edebiyattır. Kaside, gazel, mesnevi gibi nazım türlerinde birçok şiir yazılmıştır. Aşk, güzellik ve dini konular yer almıştır. Düşünceden çok duygu, içerikten çok biçim ağır basar. Bu edebiyatın önemli temsilcileri; Ahmedi, Süleyman Çelebi, Baki, Fuzuli, Nef’i, Nedim’dir. Halk Edebiyatı: Halk edebiyatının temeli âşık veya şairler tarafından atılmıştır. Şairler halkın duygu ve düşüncelerini sade bir dille anlatmışlardır. Doğa, aşk sevgisi, siyasi ve sosyal olayları ve dünyadaki gelişmeleri de işlemişlerdir. Halk edebiyatının önde gelen şairleri Köroğlu, Pir Sultan Abdal, Karacaoğlan, Erzurumlu Emrah, Dertli ve Dadaloğlu bunlar arasındadır. Tekke Edebiyatı: Tarikat, zaviye ve dergâhlar çevresinde gelişmiştir. Dini konulara ağırlık vermiştir. Mevlana, Hacı Bektaş ve Yunus Emre Hacı Bayram Veli, Eşrefoğlu Rumi, Pir Sultan Abdal, Aziz Mahmut Hüdai, Erzurumlu İbrahim Hakkı bu edebiyatın meşhur simalarıdır. Batı Etkisinde Gelişen Türk Edebiyatı: Tanzimat Devri: Tanzimatın getirdiği yenilikler edebiyata da yansıdı. Edebiyatımız XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Batı edebiyatından etkilendi. Dilde sadeleşme ön plana çıktı. Roman, hikâye, tiyatro, makale gibi türlerde eserler verilmeye başlandı. Şinasi’nin Şair Evlenmesi ilk tiyatro, Şemseddin Sami’nin Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat’ı ilk roman, Namık Kemal’in Cezmi’si ilk tarihsel romandır. Ayrıca, Sami Paşazade Sezai’nin Sergüzeşt’i, Recaizade Mahmut Ekrem’in Araba Sevdası, Nabizade Nazım’ın Karabibik romanı da önemli örneklerdir. Servet-i Fünun Devri: Servet-i Fünun yeni bir edebiyat oluşturmak için bir araya gelenlerin kurduğu derginin adıdır. ‘Sanat sanat içindir’ anlayışını benimseyen Servet-i Fünun şairleri, çoğunlukla bireysel konuları işlemişler ve şiirde aruz veznini kullanmışlardır. Servet-i Fünun şairleri; Tevfik Fikret, Cenap Şehabeddin, Süleyman Nazif, Halid Ziya, Mehmet Rauf ve Hüseyin Cahid’tir. Fecr-i Ati Devri: Servet-i Fünun’un dağılmasıyla Ahmet Haşim ve Refik Halid gibi aydınlar bu topluluğu kurmuşlardır. Hamdullah Suphi, Yakup Kadri ve Neyzen Tevfik diğer önemli kişilerdir. Milli Edebiyat Devri: 1911–1923 arası dönemdir. Milliyetçilik duygularının canlandığı bu dönemde edebiyatçılar, Türk kültürüne ve Türk diline sahip çıkmayı amaç edinmişlerdi. Türk Derneği, Türk Yurdu, Türk Ocağı gibi dernekler kurdular ve Genç Kalemler, Türk Yurdu, Halka Doğru gibi dergiler çıkardılar. Osmanlıda Basın Ve Yayın: Osmanlı ülkesinde Müslümanlardan önce gayrimüslimler matbaayı kurmuşlardı. İlk matbaa Lale devrinde 1727 yılında Sait Efendi ve İbrahim Müteferrika tarafından İstanbul’da kuruldu. İlk basılan eser Vankulu Lügati idi. Hattatların gelir kaybına uğramalarını önlemek için şeyhülislamın fetvasıyla din dışı eserlerin basımına izin verildi. Matbaanın kurulmasından sonra, düşünce hayatı gelişti ve yeni bir Osmanlı aydın zümresi doğdu. Bu aydınlar, matbaa sayesinde milliyetçilik ve hürriyet gibi fikirleri yaydılar. OSMANLILARDA BİLİM Bütün Türk-İslam devletlerinde olduğu gibi, Osmanlı Devleti de ilmi çalışmaları desteklemiş, bilim adamlarını Osmanlı ülkesine davet ederek çalışma ortamı sunmuş ve ilim adamların maddi destek sağlamıştır. Osmanlılarda bilim; nakli ve akli olmak üzere iki gruba ayrılmıştı. Bilimin öğrenme, öğretme ve aktarılma yeri medreselerdir. Medreselerde hem nakli hem de akli ilimler okutulmuştur. XIV. yüzyılda İznik medresesinin açılmasıyla ilmi çalışmalar başlamıştır. XV. yüzyılda Fatih dönemi bilim ve kültür alanında ilerleme dönemidir. Fatih bilime önem vermiş ve Sahn-ı Seman Medresesi açılmıştır. Bu dönemin bilim adamları Ali Kuşçu(matematik), Sabuncuoğlu Şerafeddin (Tıp), Altunizade (tıp), Amasyalı Şükrüllah(Tarih), Tursun Bey’dir(tarih). XVI. yüzyılda bilimsel çalışmalar azalırken coğrafya çalışmaları artmıştır. Piri Reis dünyanın bu günkü bilimsel ölçülere yakın haritasını çizmiştir. Ayrıca Kitab-ı Bahriye’yi yazmıştır. Seydi Ali Reis, Muhit ve Miratül-Memalik eserlerini yazmıştır. Matrakçı Nasuh Kanuni’nin Belgrat seferinin ayrıntılı ve resimli haritasını çizmiştir. Kanuni döneminde Süleymaniye Medresesi açılmıştır. III. Murat döneminde astronomi bilgini Takiyyüddin, Tophane’de bir rasathane kurmuştu(1578). XVII. yüzyılda sosyal bilimlerde Kâtip Çelebi ve Evliya Çelebi yetişmiştir. IV. Murat döneminde Hezarfen Ahmet Çelebi kanat takıp uçmuş, Lagari Hasan Çelebi de dünyada ilk defa roketli füze uçuşunu gerçekleştirmiştir. XVIII. yüzyılda Avrupa’nın bilim ve tekniğinden yararlanmaya başlanmıştır. Matbaanın açılması, Türkçe eserlerin basımı, yabancı dillerdeki ilmi eserlerin çevrilmesiyle bilim ve teknik seviye yükselmiştir. Bu yüzyılın önemli kişileri; matematikte İsmail Gelenbevi, matbaacı İbrahim Müteferrika, çok yönlü bir âlim olan Erzurumlu İbrahim Hakkı Efendi, çiçek aşısı uygulamasını tanıtan Şanizade Ataullah, Doktor Mustafa Behçet Efendi’dir. XIX. yüzyılda II. Mahmut döneminden itibaren Avrupa’daki bilimsel ve teknik gelişmelerden yararlanmak için Avrupa’ya öğrenci gönderilmiş ve Avrupai tarzda yeni okullar açılmıştır. XIX. Yüzyılda Osmanlı Devleti Bilimi Geliştirmek İçin Yaptığı Çalışmalar: a) Bilim ve eğitim işlerini yürütecek yeni örgütlenmeye gidilmiş ve kanuni düzenlemeler yapılmıştır. b) Medreselerin dışında Avrupai tarzda yeni okullar açılmıştır. c) Bilim alanında faaliyet gösteren resmi ve özel kurumlar ve dernekler kurulmuştur. d) Bilimi ve bilgiyi yaygınlaştırmada çok etkili basın gelişmiş ve güçlenmiştir. Birçok gazete ve dergi çıkarılmıştır. 84 e) f) Yabancı dillerde öğretim yapan okullar açılmış ve Avrupa’ya öğrenci gönderilmiştir. Ayrıca Avrupa’dan getirilen uzmanlar bilim ve eğitim kurumlarında görevlendirilmiştir. GÜZEL SANATLAR Osmanlı Mimarisi: Erken Dönem: Osmanlı mimarisi başlangıçta Selçuklu mimarisinin etkisinde kalmıştır. 1300–1453 yılları arası erken dönem mimarisi olarak kabul edilir. Selçuklu ve beylikler dönemi özelliklerini taşır. Kuruluş Döneminin ilk önemli eserleri İznik’te Hacı Özbek Camii ve Yeşil Camii, Bursa’da Yıldırım Bayezid Ulu Camii, Hüdavendigar Camii, Yeşil Camii, Edirne’de Çelebi Mehmed Ulu Camii, Üç Şerefeli Camii’dir. Klasik Dönem: Osmanlı mimarisi Fatih döneminden itibaren gelişmeye başlamış ve XVI. yüzyılda en olgun dönemine ulaşmıştır. Fatih döneminin en önemli eseri Fatih Külliyesi’dir. Topkapı Sarayı, sivil mimarinin en güzel örneklerinden biridir. Sivil mimarinin yanı sıra askeri mimari de gelişmiştir. Anadolu Hisarı, Rumeli Hisarı ve Topkapı Sarayı surları bunlara örnektir. Ayrıca II. Bayezid Camii(İstanbul), Bayezid Külliyesi(Edirne) önemli eserlerdir. Ayrıca, Kürkçü Hanı(İstanbul), Yeni Han(TokatSivas yolu üzerinde) hanlara örnektir. Osmanlı mimarisi, Mimar Sinan(1489–1588) ile en yüksek zirvesine ulaşmıştır. Yavuz, Kanuni, II. Selim ve III. Murad devirlerinde mimarbaşılık yapan Mimar Sinan, 300’den fazla eser yapmıştır. En önemli üç eseri; İstanbul Şehzadebaşı Camii çıraklık, İstanbul Süleymaniye Camii kalfalık, Edirne Selimiye Camii ustalık dönemi eserleridir. XVII. yüzyılda Mimar Mehmed Ağa Sultan Ahmed Camii’ni yapmıştır. İstanbul Eminönü Meydanı’ndaki Yeni Camii 17. yüzyılda yapılan klasik eserlerdendir. Topkapı Sarayı içinde yapılan Revan ve Bağdad köşkleri de bu yüzyılın sivil mimari örneklerindendir. Geç Dönem: XVIII. yüzyıl Lale Devri’nde Türk mimarisi kendi üslubundan uzaklaşmaya başlamış ve Avrupa mimarisinden etkilenmiştir. Barok ve Rokoko tarzları mimarimize girmiştir. Valide Camii, Laleli Camii ve Nuruosmaniye Camii Batı mimarisinin etkisiyle yapılmıştır. XIX. yüzyılda geleneksel Osmanlı mimarisinden tamamen uzaklaşılmıştır. Avrupa sarayları örnek alınarak Dolmabahçe, Yıldız, Beylerbeyi ve Çırağan sarayları inşa edildi. II. Abdulhamid döneminde yaptırılan Haydarpaşa Tren İstasyonu ve Numune Hastanesi’nde Alman mimarisinin etkisi görülür. Tokat’ta Bulunan Bazı Osmanlı Eserleri: 1) Tokat Hisariye Medresesi (1411) 2) Tokat Hamza Bey Mescidi (1411) 3) Tokat Pir Ahmed Bey Türbesi (1419) 4) Tokat İvaz Paşa Camii 5) Tokat Hacı Turhan Mescidi (1471) 6) Tokat Gülbahar Hatun Camii (1474) 7) Tokat Gülbahar Hatun İmareti (1474) 8) Tokat Ali Paşa Camii (1572) 9) Tokat Alaca Mescid (1505) 10) Tokat Kazancılar Mescidi (I. Selim zamanı) 11) Tokat Behzad Camii (1535) 12) Tokat Ulu Camii (1678 tarihli bir kitabesi var) 13) 14) 15) 16) 17) 18) 19) 20) 21) 22) 23) 24) 25) 26) 27) 28) 29) 30) 31) 32) 33) Tokat Takyeciler Camii (1871 tarihli tamir kitabesi) Tokat Mahmud Paşa Camii (17. yüzyıl) Tokat Kadı Hasan Camii (15. yüzyıl) Turhal Ulu Camii (1543) Tokat Mevlevihane (18. yüzyıl) Tokat Paşa Hamamı (1437) Tokat Ali Paşa Hamamı (1572) Tokat Çay Hamamı Tokat Taşhan (Voyvoda Hanı) (1631) Tokat Sulu Han Tokat Develik Han (15. ve 16. yüzyıl) Tokat Paşa Han (1752) Tokat Yazmacılar Hanı Tokat Saat Kulesi (1902) Erbaa Silahtar Ömer Paşa Camii (Akça Köyü, 18. yüzyıl) Pazar Hacı Sinan Camii (1534) Zile Hoca ishak Camii (1475) Zile Boyacı Hasan Ağa Camii (1479), Zile Elbaş Camii (1796) Zile Çifte Hamam (17. yüzyıl) Zile Yeni Hamam (16. yüzyıl) Minyatür Sanatı: El yazmalarını süsleyen resimlere minyatür, bu sanat ile uğraşanlara nakkaş denilmiştir. Nakkaş Osman, Nakkaş Hasan Paşa ve Levni’dir. Ayrıca tezhip (kitapların altınla yaldızlanması ve süslenmesi), çini (kilin süslenerek fırında pişirilmesi), hat(güzel yazı), ebru (kâğıt süsleme sanatı) gibi sanatlar gelişmiştir. XIX. yüzyılda resim sanatı gelişmeye başlamış ve Sanayi-i Nefise mektebi açılmıştır. Osman Hamdi Bey ve Şeker Ahmet Paşa önemli ressamlardır. Minyatür sanatının konuları; İslam ve Osmanlı edebiyatı, sultan ve vezirlerin hayat hikâyeleri, seferleri ve portreleri, dini konular, bilimsel konular ve peyzajlardır. Musiki Sanatı: Anadolu’da Türk müziği; tasavvuf müziği, askeri müzik(mehter), ve halk müziği türlerinde gelişmiştir. Osmanlı Devleti’nde Mehter Takımı askeri müziği ortaya çıkarmıştır. Mustafa Itri Neva-kar makamını bulmuştur. XVIII. yüzyılda Türk müziğinde Batının etkileri görülmeye başlamıştır. II. Mahmut askeri bando okulunu kurmuştur. Bu yüzyılda, Dede Efendi, Hacı Arif Bey önemli müzisyenlerdir. TC İNKILÂP TARİHİ I. 1881’DEN 1919’A MUSTAFA KEMAL MUSTAFA KEMAL’İN HAYATI Mustafa Kemal, 1881 yılında Selanik’te Ahmet Subaşı mahallesinde doğdu. Babası Ali Rıza Efendi, annesi Zübeyde Hanım’dır. Fatma, Ahmet, Ömer, Mustafa, Makbule ve Naciye adlarında çocukları olmuştur. Mustafa Kemal’in babası Ali Rıza Efendi (Kırmızı Hafız Ahmet Efendi’nin oğlu), 1876–1877 yıllarında Selanik’te Asakir-i Milliye taburunda üsteğmen rütbesiyle görev yapmış, daha sonra 85 Vakıflar idaresinde ikinci kâtip ve Rüsumat idaresinde gümrük memurluğu görevlerinde bulunmuştur. Daha sonra kereste ticaretiyle uğraşmıştır. Mustafa’nın doğduğu Selanik şehri, XIX. yüzyılın sonlarında Osmanlı Devleti’nin sınırları içinde bulunuyordu ve kozmopolit bir yapıya sahipti. Şehirde; Türkler, Rumlar, Yahudiler yaşıyorlardı ve Avrupa’daki siyasi, ekonomik ve kültürel gelişmeler Osmanlı aydınlarını etkiliyordu. Öğrenim Hayatı: Okuduğu Okullar: a) Şemsi Efendi Mektebi, b) Selanik Mülkiye Rüştiyesi, c) Selanik Askeri Rüştiyesi (1893), d) Manastır Askeri idadisi (1896), e) İstanbul Harp Okulu (1899), f) Harp Akademisi (1902), Eğitim Hayatı: Mustafa, okul çağına gelince önce Mahalle Mektebi’ne arkasından Şemsi Efendi Okulu’na devam etmiştir. Daha sonra Selanik Askeri Rüşdiyesi’nde eğitimine başlamış ve çok başarılı olmuştur. Özellikle Matematik dersindeki başarısından dolayı, matematik hocası ona Kemal adını verdi. Mustafa Kemal, askerî rüşdiye’yi bitirdikten sonra Manastır Askerî İdadisi’ne başladı. Mustafa Kemal, 1899’da, İstanbul’da Harp Okulu’na kaydoldu. 1902’de Teğmen rütbesi ile Harp Akademisi’nde öğrenimine başladı. Akademideki eğitimini tamamlayan Mustafa Kemal, 11 Ocak 1905’te Kurmay Yüzbaşı oldu. Askerlik Hayatı: 1905’de Kurmay yüzbaşı rütbesiyle Şam’daki 5. Orduya atanmıştı. 20 Haziran 1907 yılında kolağası olarak Şam’daki ordunun kurmay başkanlığına getirildi. 1907 yılında merkezi Manastır’da bulunan 3. Ordu Karargâhına atandı. 13 Nisan 1909’da 31 Mart Olayını bastırmak üzere Selanik’te hazırlanan Hareket Ordusunun kurmay başkanlığına getirildi. Binbaşı olan Mustafa Kemal, 1911’de Trablusgarp savaşında görev yapmış; Derne ve Tobruk’ta İtalyanlarla savaşmıştı. Balkan Savaşında Çanakkale Boğazı’nı savunmakla görevli Bolayır Kolordusu’nun Harekât Şubesi Müdürlüğünü yaptı. Balkan savaşlarından sonra 1913’de Sofya Ataşemiliterliğine atandı. I. Dünya Savaşı’nda; Tekirdağ’da teşkil edilen 19. Tümen Komutanlığı’na tayin edildi. 19. Tümen, Gelibolu’da Maydos’a nakledilince emrindeki birliklerle burada İtilaf devletleri askerlerine karşı savaşlar yaptı. Çanakkale Savaşından sonra Edirne’de bulunan 16. Kolordu Komutanlığı’na tayin edildi. Daha sonra bu ordu Diyarbakır’a nakledildi. Mirliva Mustafa Kemal, Bitlis ve Muş’u Rus işgalinden kurtardı. 1917’de Şehzade Vahdettin ile birlikte Almanya’ya gitti. 1918’de 7. Ordu Komutanı olarak Halep’e geldi. Nablus’ta 8. ordunun İngiliz taarruzu karşısında yarılması üzerine 4. ve 7. ordular Halep’e çekilmek zorunda kaldı. Mondros Ateşkesi’nin imzalanmasından sonra 7. ordunun lağvedilmesi üzerine İstanbul’a çağrıldı. Mustafa Kemal Paşa İstanbul’da devlet adamlarıyla vatanın kurtuluşu için görüşmeler yaptı. 19 Mayıs 1919’da 9. Ordu Müfettişliği göreviyle Samsun’a çıktı. Öğrenim Gördüğü Okullar: 1) Mahalle Mektebi, 1886 2) Şemsi Efendi Mektebi 3) Askeri Rüştiye (Ortaokul) 4) Mülkiye Rüştiyesi (Ortaokul) 5) Manastır Askeri İdadisi (Lise) 6) Harp Okulu 7) Harp Akademisi Atatürk’ün Eserleri: 1) Nutuk (15–20 Ekim 1927 CHP II. büyük kongresinde okunmuştur) 2) Cumalı Ordugâhı (1909) 3) Zabit ve Kumandan ile Hasbıhal (1909) 4) Geometri (1937) 5) Vatandaş İçin Medeni Bilgiler Kişisel Özellikleri: Atatürk, bir asker olduğu kadar aynı zamanda bir devlet adamıdır. Çok yönlü bir kişiliğe sahiptir. Toplumun bütün meseleleriyle ilgilenmiş, görüşler ileri sürmüştür. a) Vatanseverliği: Ancak kendinden sonrakileri düşünebilenler; milletlerini yaşatmak ve ilerletmek imkânına kavuşurlar. Atatürk denince akla vatan gelir. b) İdealistliği: En büyük eserin nedir? Denildiğinde “Bana yaptıklarımı değil yapacaklarımı sorun” demiştir. c) Gerçekleri Arama Gücü: Bilim ve aklın rehberliğine inanmasıdır. Mantığa önem verir. d) Yaratıcı Zihniyeti: 5 yılda yapılması planlanan harf inkılâbını 3 ayda tamamlamıştır. e) İleri Görüşlülüğü: En güzel örnek 1930’larda Rusya’nın yıkılacağını görebilmesidir. f) Mantıklılığı: Ümitsizliğe en zor anlarda dahi kapılmazdı. Akıl ve mantığın halledemeyeceği sorun yoktur derdi. ‘Yolunda yürüyen bir yolcunun yalnız ufku görmesi yetmez. Mutlaka ufkun ötesini de görmesi ve bilmesi lazımdır. Biz ilhamımızı gökten ve gaipten değil, doğrudan doğruya hayattan alıyoruz. Hürriyet ve bağımsızlık benim karakterimdir. Ben milletimin ve büyük atalarımın en kıymetli miraslarından olan bağımsızlık aşkı ile yaratılmış bir adamım.’ II. MİLLÎ MÜCADELE HAZIRLIK DÖNEMİ XX. Yüzyıl Başlarında Osmanlı Devleti’nin Durumu: Osmanlı Devleti XIX. yüzyılda parçalanma ve çöküş sürecine girmişti. Mevcut durumunu koruma ve toprak kayıplarını önleme için denge politikası izlemişti. Dağılmayı önlemek için Tanzimat ve 86 Islahat fermanlarını çıkarmış, meşrutiyeti ilan etmiş fakat dağılma sürecini durduramamıştı. Osmanlı ekonomisi kapitülasyonlar ve alınan dış borçlar yüzünden çökmüş ve bu yüzden Düyun-ı Umumiye idaresi kurulmuştu. Sosyal yaşam da değişmeye başlamıştı. Göçlerle şehirlerin nüfusu artıyordu. Nüfus artışı ile birlikte teknoloji de yaşamı değiştiriyordu. Avrupa’nın etkisi hayatın her alanda görülmeye başlanmıştı. Mondros Ateşkes Antlaşmasının Uygulanması: İtilaf devletleri, Mondros Ateşkesi’nin hemen ardından gizli antlaşmaları uygulamaya koyarak Türkiye’yi işgale başladılar. a) İngiltere; Musul(ilk işgal edilen yer), İskenderun, Urfa, Antep, Maraş, Kars ve Batum’u işgal etti. Ayrıca İzmit, Eskişehir, Afyon, Samsun ve Merzifon’a asker gönderdi. (Paris Barış Konferansı’ndan sonra Urfa, Antep ve Maraş’ı Fransa’ya bırakmıştır.) b) Fransa; Dörtyol, Mersin, Adana ve çevresi ile Afyon istasyonunu işgal etti. c) İtalya; Antalya, Konya, Bodrum, Kuşadası, Fethiye ile Marmaris’i işgal etti. d) Yunanistan; Uzunköprü ve Hadımköy İstasyonunu işgal etti. İstanbul’un İşgali: 13 Kasım 1918’de 60 parçadan oluşan İtilaf devletleri donanması İstanbul’u fiilen işgal etti. İşgaller sırasında azınlıklar bağımsız devlet kurmak için faaliyetlere giriştiler. İşgallere ve azınlıkların taşkınlıklarına karşı, Türk halkı direniş cemiyetleri kurdu. İşgallerin yaygınlaşması ve İtilaf devletlerinin baskılarının artması üzerine sık sık hükümet değişiklikleri oldu. a) Talat Paşa Hükümeti (8 Ekim 1918), b) İzzet Paşa Hükümeti (8 Ekim 1918, 8 Kasım 1918), c) Tevfik Paşa Hükümeti (11 Kasım 1918, 4 Mart 1919), d) Damat Ferit Paşa Hükümeti (4 Mart 1919, 30 Eylül 1919), Wilson İlkeleri (8 Ocak 1918): ABD başkanı Wilson, Birinci Dünya Savaşı sonrasında yapılacak barışın esaslarını belirlemek amacıyla 14 maddelik bir bildiri yayınlamıştır: 1) Devletler arası antlaşmalar gizli değil, açık yapılacak. 2) Karasuları dışında, savaş ve barışta denizlerde mutlak serbestlik olacak. 3) Uluslar arası ekonomik engeller kaldırılacak. 4) Ülkeler, silahlanmayı bırakacak ve iç güvenlik seviyesine indirilmesi için birbirlerine garanti verecek. 5) Sömürgeler üzerindeki istekler incelenecek ve bölge halkının hakları gözetilecek. 6) Almanya, Alsas- Loren’i Fransa’ya geri verecek. 7) Ulusların siyasi bağımsızlıkları için Milletler Cemiyeti kurulacak. 8) Galip devletler, mağlup devletlerden toprak ve savaş tazminatı alamayacak. 9) Osmanlı Devleti’nde Türklerin çoğunlukta olduğu yerlerin bağımsızlığı sağlanacak. 10) Türk egemenliği altında yaşayan diğer uluslara da kendi kendini yönetme hakkı verilecek. 11) Boğazlar bütün devletlerin gemilerine açık olacak ve bu durum milletler arası garantiye sahip olacak. Paris Barış Konferansı (18 Ocak 1919): Konferansın amacı; I. Dünya Savaşı’nda yenilen devletlerle yapılacak antlaşmalarını hazırlamak ve Osmanlı Devleti’nin topraklarını kendi aralarında yeniden paylaşmaktı. İngiltere ve Fransa, konferansa Yunanlılar, Ermeniler ve Arapları da çağırarak, çoğunlukta olduklarını iddia ettikleri bölgelerde haklarını savunmalarını istediler. Gizli antlaşmalarla İtalyanlara bırakılan İzmir ve çevresi, İngilizlerin isteğiyle İzmir Yunanlılara bırakıldı. İtalya buna tepki gösterdi. Konferansta Yunanlılar, İzmir’in çoğunluğunun Türk olmadığını, Türklerin Rumlara zulüm yaptığını iddia ettiler. İzmir’in işgaline karar verildi. Konferansa ABD başkanı Wilson da katılmıştır. Konferanstan sonra ABD, Monroe Doktrini’ne göre Avrupa siyasetinden çekildi. Konferansta görüşülen konular ve alınan kararlar: 1) İzmir ve çevresi Yunanistan’a verildi. 2) Yunan, Ermeni ve Arap delegelerin sahte belgelerine gerçek belge gibi değer verildi. 3) Uluslar arası barışın korunması için Milletler Cemiyeti’nin kurulmasına karar verildi. 4) İtilaf devletleri, Wilson İlkelerine ters düşmemek için savaş tazminatı yerine savaş onarımı, sömürgecilik yerine himayecilik (mandacılık) sistemini kabul ettiler. 5) Doğu Anadolu’da bağımsız bir Ermeni devletinin kurulması kabul edildi. 6) Gizli antlaşmalar gereği İngiltere, Antep, Urfa ve Maraş’ı Fransızlara bıraktı. Irak ve Filistin’de İngiliz, Urfa, Antep, Maraş, Suriye ve Lübnan’da Fransız mandasının kurulması kabul edildi İzmir’in İşgali (15 Mayıs 1919): Mondros Ateşkesi’nin 7. maddesine dayanarak Yunanlılar İzmir’i işgal ettiler (15 Mayıs 1919). İşgalden bir gün önce Türkler işgale karşı Redd-i İlhak Cemiyeti’ni kurdular. Yunan işgaline karşı ilk kurşunu Hukuk-u Beşer gazetesinin başyazarı Hasan Tahsin (Osman Recep Nevres) attı. Ama şehit edildi. Yunanlılar İzmir’de katliama giriştiler. Askerlik şube Başkanı Albay Süleyman Fethi Bey de dâhil olmak üzere 2000 kişiyi öldürdüler. İzmir’in işgalinin sonuçları: a) Redd -i İlhak Cemiyeti kuruldu. b) Şehrin Yunanlılar tarafından işgali, yerli Rumların taşkınlıklarını artırdı. c) İzmir’in işgali Anadolu’nun değişik yerlerinde mitinglerle protesto edildi. d) ABD’li amiral Bristol başkanlığında İngiliz, Fransız ve İtalyan generallerinden oluşan bir heyet bölgeye gönderildi. Amiral Bristol Raporu (11 Ekim 1919): İzmir’in işgalinden sonra, Yunan saldırıları sebebiyle Osmanlı Devleti bölgeye bir heyet gönderilmesini istedi. Amerikalı Amiral Bristol başkanlığındaki heyet Paris Barış Konferansı’na sunulmak üzere bir rapor hazırladı: a) Yunanlıların katliam bildirilerinin gerçek olmadığı, Hıristiyan 87 halkın güvenliğinin tehlikeye düşmediği anlaşılmıştır. b) İşgalden sonra batı Anadolu’da yapılan katliamların sorumlusu Yunanlılardır. Olayın gerçek nedeni din düşmanlığıdır. c) İzmir ve çevresinde nüfusun çoğunluğu Türklerden oluşmaktadır. Bölgenin milliyet prensibine göre Yunanistan’a katılması söz konusu olamaz. d) Yunan askeri derhal geri çekilmeli ve yerlerine İtilaf devletlerinin askerleri gönderilmelidir. Bu raporun önemi; Türk milli mücadelesinin haklılığının ilk kez milletlerarası bir heyetçe kabul edilmesidir. Kuva-yı Milliye ve Özellikleri: Kuva-yı Milliye, Milli Mücadele’de düzenli ordu kuruluncaya kadar işgal güçlerine karşı silahlı mücadele eden direniş güçlerini temsil eder. Kuva-yı Milliye birliklerine toplumun her kesiminden(subay, esnaf, memur, çiftçi, eğitimci hatta eşkıya ve asker kaçakları) katılanlar oldu. Kuva-yı Milliye’nin Oluşma Sebepleri: a) Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Savaşı’nda yenilmesi, b) Mondros Ateşkesi gereği Türk ordusunun terhis edilmesi, c) Osmanlı hükümetinin Türk halkının can ve mal güvenliğini koruyamaması, d) İtilaf devletlerinin ateşkes antlaşmasının hükümlerini tek taraflı uygulaması, e) Anadolu’nun işgal edilmesi, İşgallere Karşı İlk Direnişler: Güney cephesi(Dörtyol): Fransızlara karşı başlatılmıştır. Ayvalık cephesi: Yunanlılara karşı, Yarbay Ali Çetinkaya’nın emrindeki 172. alayın direnişiyle başladı. Bundan sonra Bergama, Soma, Akhisar, Nazilli, Ödemiş ve Salihli cepheleri kuruldu. İzmir’in işgalinden sonra batı Anadolu’daki milli kuvvetler arasındaki birlik ve beraberliği sağlamak amacıyla, Ali Fuat Paşa başkanlığında Balıkesir Kongresi toplandı. Daha sonra bölgede Alaşehir ve Nazilli kongreleri yapıldı. Sivas Kongresi’nden sonra Ali Fuat Paşa batı Anadolu’daki Kuvayı Milliye birliklerinin komutanı tayin edildi. Böylece Batı Cephesi kuruldu. Bu kuvvetler daha sonra düzenli ordunun temelini oluşturmuştur. Kuva-yı Milliye’nin Milli Mücadele’ye Faydaları ve Özellikleri: a) Düşmanın rahatça ilerlemesini durdurdular. Çete savaşlarıyla kayıplar verdirdiler. b) Türk köylerini Rum ve Ermeni çetelerinin saldırılarına karşı korudular. c) TBMM ve düzenli ordunun kurulması için zaman kazandırdılar. İç isyanları bastırdılar. d) Ulusal bilincin uyanmasını sağladılar. e) Güney cephesinde Antep, Maraş ve Urfa’yı Fransız işgalinden kurtardılar. f) Kuva-yı Milliye birlikleri arasındaki ilişki az olup kendi bölgelerini savunmuşlardır. İhtiyaçlarını halkın desteğiyle karşılamıştır. Kuva-yı Milliye birliklerinin kaldırılma sebepleri: a) Düzenli düşman ordularını durduracak güçten yoksun olmaları. b) Suçlu gördükleri kişileri hukuka aykırı olarak kendileri cezalandırmaları, c) Halktan zorla para ve mal toplamaları Memleketin İç Durumu ve Cemiyetler: Mondros Ateşkesi’nden sonra İtilaf devletlerinin Anadolu’yu işgal etmeleri, azınlıkların Türk milleti aleyhine faaliyetleri Anadolu’da bir çok cemiyetin kurulmasına neden oldu. Azınlıkların Kurduğu Cemiyetler: Azınlıkların gayesi güvenliği bozarak 7. maddeye göre ülkenin işgaline zemin hazırlamaktı. Bu cemiyetlerin kurulmasında kilise ve yabancı okulların rolü büyüktür. 1. Mavri Mira Cemiyeti: Amacı; Trakya, İstanbul, batı ve orta Anadolu’da Büyük Yunanistan’ı kurarak Bizans İmparatorluğu’nu yeniden canlandırmaktı. İstanbul’daki Fener Rum patrikhanesi tarafından kuruldu. Rumları silahlandırıp çeteler kurmuşlardı. Yunan Kızılhaçı, Rum Göçmenler Komisyonu, Rum okullarının izcilik kolları ve Anadolu’daki Rum kiliseleri bu cemiyete bağlıydı. Doğu Trakya’yı Yunan egemenliğine almak amacıyla Yunan Komitesi ve Trakya Komitesi adlarıyla cemiyetler kurulmuştu. 2. Etnik-i Eterya Cemiyeti: 1894’de Yunan subayları tarafından kurulan cemiyetin amacı; Rumların yaşadığı bütün toprakların Yunanistan’a katılmasını ve Rum-Bizans İmparatorluğu’nun kurulmasını sağlamaktı. Cemiyetin çalışmaları sonucunda Girit’te isyan çıktı. Bu isyandan faydalanmak isteyen Yunanistan Girit’e asker çıkardı ve bu yüzden Osmanlı-Yunan savaşı başladı(1897). Bu cemiyet Mondros Ateşkesinden sonra da Yunanistan’ın menfaatleri için çalıştı. Samsun ve Trabzon dolaylarında bir Pontus Devleti kurmak için çalışmıştı. 3. Kordos Cemiyeti: Yunanistan tarafından gizlice kurulan bu cemiyet amaçlarını ve gerçek adını gizlemek için Rum Göçmenleri Merkez Komisyonu adıyla faaliyet gösterdi. Görevleri; İstanbul, Trakya, Trabzon, Marmara kıyıları ve İzmir yöresinde düzeni bozmak, Yunanistan’dan gelen özel görevlileri göçmen gibi göstererek Karadeniz bölgesine yerleştirerek Rum azınlığın sayısını artırmaktı. 4. Pontus-Rum Cemiyeti: 1904’de Merzifon’da kuruldu. Amacı eski Pontus devletini yeniden kurmaktı. İstanbul’daki Rum patrikhanesi bu cemiyetin merkeziydi. Cemiyetin amacı; İnebolu’dan Batum’a kadar uzanan ve Kastamonu, Çankırı, Yozgat, Sivas, Tokat, Amasya, Çorum, Gümüşhane ve Erzincan’ı da içine alan Karadeniz topraklarında Pontus Rum Devleti’ni kurmaktı. Yunan emellerinin gerçekleşmesi için çalışan cemiyet, eski Trabzon-Rum İmparatorluğunu canlandırmak için bölgedeki Rum okullarını ve kiliselerini silah deposu haline getirdi. Mustafa Kemal Paşa Samsun’a çıktığında bölgede faaliyet gösteren 40 kadar Rum çetesi faaliyet gösteriyordu. 5. Ermeni Hınçak ve Taşnak Cemiyetleri: Bu cemiyetler Berlin antlaşmasından sonra Avrupa’da kuruldu. Amaçları Doğu Anadolu’da altı il ve Kilikya’da bir Ermeni devleti kurmak idi. XIX. yüzyıl sonlarında silahlanan bu cemiyetler kurdukları çetelerle Müslüman halka büyük zararlar vermeye başladılar. 88 6. Alyans (İsrailit-Makabi) Cemiyeti: İstanbul’da yaşayan Museviler tarafından kuruldu. İlk zamanlar Gençlik teşkilatı adıyla kurulan cemiyet daha sonra Makabi Yahudi Cemiyeti’ne katılmıştı. Amacı İsrail birliğini kurmaktı. Kışkırtıcı faaliyetlerde bulunmuş ve ülkede karışıklıklar çıkarmaya çalışmıştır. Azınlıkların Kurdukları Cemiyetlerin Ortak Özellikleri: a) İtilaf devletleri tarafından kışkırtılmış ve desteklenmişlerdir. b) Osmanlı Devleti’nin parçalanması için faaliyet göstermişler ve işgaleri kolaylaştırmışlardır. c) Cemiyetlerin kurulmasında ve çalışmalarında Ermeni, Rum patrikhaneleri ile Musevi Hahamhanesi etkili olmuşlardır. d) Çete faaliyetleriyle halkımızı zor duruma düşürmüşlerdir. Milli Varlığa Düşman Cemiyetler: 1. Sulh ve Selameti Osmaniye Fırkası: 1919’da Sulh ve Selamet Cemiyeti ile Selamet-i Osmaniye Fırkasının birleşmesiyle kurulmuştur. Kurucuları Fazıl Efendi, Mehmet Ali Fesçi, Hüseyin Hakkı ve Hukuk-ı Beşer gazetesi sahibi Osman Nevres bulunuyordu. Cemiyetin amacı, vatanın kurtuluşunun padişah ve halifenin emirlerine sıkı sıkıya uyulmasıyla sağlanacağı inancıyla hareket etmiştir. Damat Ferit Paşa hükümetine tam destek veren cemiyet, İttihat ve Terakki düşmanlığı yapmış, Hürriyet ve İtilaf Fırkası ile uyum içinde olmuştur. 2. Kürdistan Teali Cemiyeti: 1919 Mayıs’ında kurulan cemiyetin merkezi İstanbul’du. Diyarbakır, Bitlis ve Elazığ’da şubeler açmıştı. Amacı Wilson ilkelerine dayanarak doğuda (Erzurum, Van, Elazığ, Diyarbakır ve Bitlis) bir Kürt devletini kurmaktı. Cemiyet, Milli Mücadele’ye karşı çıkmış, İngilizlerle yakın ilişkiler kurmuştur. 3. Teali İslam Cemiyeti: 1919 yılında İstanbul’daki medrese hocaları tarafından kurulan cemiyet, hilafet ve ümmetçilik esaslarını benimsemiş ve Anadolu’nun kurtuluşunun dini esaslara sıkı sıkıya bağlı kalmakla sağlanacağını savunmuştur. Anadolu’daki Milli mücadeleye karşı çıkmıştır. 4. Trabzon ve Havalisi Âdem-i Merkeziyet Cemiyeti: Saltanat ve Hilafete bağlı olup, Milli Mücadele’nin karşısındaydı. 5. İngiliz Muhipleri Cemiyeti: 1919’da İstanbul’da İngilizlerin desteğiyle kurulan, üyeleri arasında bazı eski bakanlar ve kumandanların bulunduğu cemiyetin amacı, İngiltere ve Osmanlı Devleti arasındaki ilişkileri geliştirmek ve Osmanlı Devleti’nin İngiliz himayesine girmesi için çalışmıştı. İngiliz paralarıyla kurulan cemiyet, ülkede karışıklık ve isyanlar çıkarmaya çalışmıştır. 6. Wilson İlkeleri Cemiyeti: Amerikan mandasını savunan yazar ve gazeteciler tarafından 4 Ocak 1919’da kurulan cemiyetin amacı, ülkenin Amerikan mandasına girmesini sağlamaktı. 7. Hürriyet ve İtilaf Fırkası: 1911 yılında İttihat ve Terakki Fırkası’na karşı kurulmuş bir partiydi. Amacı, ülkede çok partili liberal bir yönetim kurmaktı. Milli Mücadele’nin karşısında yer alarak ayaklanmalarda kışkırtıcı rol oynamıştır. Milli Cemiyetler: 1. Trakya-Paşaeli Cemiyeti: 2 Aralık 1918’de Edirne’de kurulan cemiyetin amacı, Trakya’nın Yunanistan’a katılmasını önlemekti. Çatalca, Tekirdağ, Kırklareli ve Gelibolu’da şubeler açan cemiyet, Trakya’daki Yunan ilerleyişini durdurmak için cephe kuran Cafer Tayyar Paşa kuvvetlerine yardım etmiştir. Cemiyet, İstanbul’daki Trakya Komitesi ile işbirliği yapmış, Osmanlı Devleti’nin parçalanması halinde Trakya Cumhuriyeti kurmayı da planlamıştı. Sivas Kongresi’nden sonra Anadolu’daki milli cemiyetlerle birleşmiş, bu arada Lüleburgaz(31 Mart- 2 Nisan 1920) ve Edirne(9- 13 Mayıs 1920) kongrelerini düzenleyerek muhtemel Yunan işgaline karşı silahlı direniş kararı almıştı. 2. Şarki Vilayetleri Müdafaa-yı Hukuk Cemiyeti: 4 Aralık 1918’de merkezi İstanbul’da Süleyman Nazif başkanlığında kurulan cemiyetin amacı, Doğu illerindeki Müslüman halkın haklarını korumaktı. 10 Mart 1919’da açılan Erzurum Müdafaa-yı Hukuk Şubesi, Doğu Anadolu’nun Ermenistan’a verilmesini engellemek için çalışmıştır. Mustafa Kemal, Kazım Karabekir ve Rauf Orbay gibi Milli Mücadelenin liderlerini de bünyesine alarak merkeze bağlılıktan kurtulmuş ve Erzurum Kongresi’ni yapmıştır. Kongre sonrasında Şarki Anadolu Müdafaa-yı Hukuk Cemiyeti adıyla çalışmalarını sürdürdü. Cemiyetin aldığı kararlar: 1) Hiç bir surette göç edilmeyecek, 2) Derhal bilim, iktisat ve din alanlarında teşkilatlanılacak, 3) Doğu vilayetlerinin uğrayacağı bir saldırıya karşı mukavemet edilecek, 4) Doğu Anadolu’nun bir Türk yurdu olduğu neşriyat yoluyla bütün dünyaya duyurulacak. 3. İzmir Müdafaa-yı Hukuk-ı Osmaniye Cemiyeti: Mondros Ateşkesi’nden sonra İzmir’in Yunanlılara verileceği söylentiler üzerine İzmirli yurtseverler tarafından 1 Aralık 1918’de kuruldu. Amacı İzmir’in Türk olduğunu dünyaya ispatlamak ve bu konuda Paris Barış Konferansı’nda gerekli girişimlerde bulunmaktı. 17- 19 Mart 1919’da İzmir’de Müdafaayı Hukuk Kongresi’ni toplayan cemiyet, bir süre sonra Redd-i İlhak Cemiyeti’ne katılmış, İzmir’in işgalinden sonra faaliyetleri kısıtlandığı için İstanbul’a giderek, buradan Anadolu’ya silah kaçırması işinde yer almıştır. 4. Redd-i İlhak Cemiyeti: İlk adı Müdafaa-yı Vatan olan cemiyet, İzmir’in işgalinden sonra Redd-i İlhak cemiyeti adını almıştır. Amacı, İzmir’in işgalini önlemek, İzmir ve çevresinin Türklere ait olduğunu dünyaya duyurmaktı. İşgalden sonra silahlı direnişe geçerek Kuva-yı Milliye birliklerinin kurulmasında, Alaşehir ve Balıkesir kongrelerinin toplanmasında etkili olmuştur. 5. Trabzon Muhafaza-i Hukuk-i Milliye Cemiyeti: 12 Şubat 1919’da merkezi Trabzon’da kurulan cemiyet, Karadeniz bölgesinin çeşitli il ve ilçelerinde şubeler açmıştır. Amacı Trabzon ve çevresinin Rumlara verilmesini önlemek ve bir Pontus Devleti’nin kurulmasını engellemekti. İkinci kongresinde silahlı direniş kararı almış ve padişaha çektiği telgraflarla Trabzon’un Türk yurdu olduğunu dile getirmiştir. Erzurum Kongresi’nin toplanmasına yardım etmiştir. 6. Kilikyalılar Cemiyeti: Fransız ve Ermenilerin Adana ve çevresindeki emellerine ve işgallerine karşı 21 Aralık 1918’de Ali Fuat Paşa’nın girişimleriyle İstanbul’da kuruldu. Adana’nın 89 Fransız işgaline karşı savunulmasında etkili oldu. 7. Milli Kongre Cemiyeti: Milli Talim ve Terbiye Cemiyeti üyeleri tarafından 29 Kasım 1918’de İstanbul’da partiler üstü bir cemiyet olarak kuruldu. Amacı, Türklere karşı dünyada yapılan propagandalara yayın yoluyla karşı koymak, Türk milletinin haklarını ve uğradığı haksızlıkları dünyaya duyurmaktı. 1919 yılında Türkler hakkında tanınmış yazarların sözlerini, dünya kamuoyunda Türklerin durumunu ve Ermenilerin Türklere yaptıkları zulümleri belgelerle yayınlamıştır. Kuva-yı Milliye tabirini ilk defa bu cemiyet kullanmıştır. Bu cemiyetlerin dışında İstanbul ve Anadolu’da birçok cemiyet kurulmuştur. Bu cemiyetler İstanbul’dan Anadolu’ya gizlice silah ve cephane kaçırmışlar, haber ulaştırmışlardır. Bunların başında Karakol Cemiyeti, Mim Mim Teşkilatı, Felah grupları vardı. Ayrıca Sivaslı kadınlar, 5 Kasım 1919’da Anadolu Kadınları Müdafaa-yı Vatan Cemiyeti’ni kurmuşlardır. Milli Cemiyetlerin Ortak Özellikleri: a) Bölgesel amaçlarla kurulmuşlardır. b) Kuruluşlarında milliyetçi düşüncesi etkilidir. c) Bulundukları bölgenin haklarını ve işgallerin haksızlığını dünya kamuoyuna neşriyat yoluyla duyurmuşlardır. d) İşgallere karşı gerektiğinde silahlı direniş kararı almışlardır. e) Cemiyetlerin tabanını genellikle eski ittihatçılar oluşturmuştur. f) Sivas Kongresi’nde birleşerek Anadolu ve Rumeli Müdafaa-yı Hukuk Cemiyeti’ni oluşturdular. Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’a Çıkışı: Ateşkesin imzalandığı sırada Mustafa Kemal Paşa, Yıldırım Orduları Grup Kumandanı olarak Suriye cephesinde bulunuyordu. Daha sonra bu ordu kaldırılarak Mustafa Kemal Paşa İstanbul’a çağrılınca 13 Kasım 1918’de (İstanbul’un işgal edildiği gün) İstanbul’a geldi. Bu sırada, padişah ve devlet adamlarıyla görüşmeler yapmıştı. Bu görüşmelerden şu sonuçları çıkarmıştı: a) Yurtsever kişiler tarafından kurulan cemiyetlerin hiçbiri temelli bir kuvvete dayanmamaktadır. b) Temel kuvvet millete dayanmalıdır. c) İstanbul’daki gelişmelerden ve durumun ağırlığından milletin haberi yoktur. İstanbul’da oturarak milleti kötü gidişattan haberdar etmek mümkün değildir. d) İstanbul’dan çıkarak milletin içine girmek gerekir. Rum çetelerinin Samsun ve çevresinde olaylar çıkarması üzerine Osmanlı Devleti geniş yetkilerle donatılmış bir komutanını 30 Nisan 1919’da 9. Ordu Müfettişi olarak bölgeye göndermeye karar verdi ve Mustafa Kemal Paşa’yı görevlendirdi (6 Mayıs 1919). Mustafa Kemal Paşa’nın bu göreve seçilmesinde; a) Birinci Dünya Savaşı’na karşı çıkarak İttihatçılarla ters düşmesi, b) Vahdettin’in Almanya seyahatinde Mustafa Kemal Paşa’yı yanında götürmesi ve yakından tanıması, c) Mustafa Kemal Paşa’nın Birinci Dünya Savaşı’nda kazandığı başarılar etkili olmuştu. Mustafa Kemal Paşa’nın görevleri şunlardı: a) Görev bölgesinde güvenliğin sağlanması, b) Asayişsizliğin çıkış sebeplerinin araştırılması, c) Bölgedeki silah ve cephanenin toplanması, d) Vatandaşa silah dağıtan kuruluşlar varsa bunların ortadan dağıtılması, Müfettişliğinin merkezi Erzurum’du. 3. ve 15. Kolordu da kendine bağlıydı. Görev alanı içinde askeri ve sivil yetkililere emretme yetkisi verildi. Mustafa Kemal Paşa 16 Mayıs 1919’da 23 kişilik maiyetiyle birlikte Bandırma Vapuru ile İstanbul’dan yola çıktı ve 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıktı. Bu sırada memleketin içine düştüğü durumdan kurtulabilmesi için ileri sürülen kurtuluş çareleri Nutuk’ta şöyle sıralanmıştır: a) İngiltere mandasını isteyenler, b) Amerikan mandasını isteyenler, c) Bölgesel kurtuluş yolları araştıranlar, Mustafa Kemal Paşa’ya göre çare; Milli egemenliğe dayanan kayıtsız, şartsız, bağımsız yeni bir Türk Devleti kurmaktı. Bunun için de tüm ulusun beraberce mücadele etmesi gerekiyordu. Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun Raporu (22 Mayıs 1919): 1) Samsun çevresinde Rumlar siyasi emellerinden vazgeçerlerse asayiş kendiliğinden düzelir. 2) Türklerin Yabancı kontrolüne tahammülü yoktur. 3) Yunanlıların İzmir’de hakları yoktur. Bu işgal geçici ve haksızdır. Yunanlılar İzmir’i terk etmelidir. 4) Millet, milli hâkimiyet esasını ve Türk milliyetçiliğini kabul etmiştir. Genelgeler ve Kongreler: Havza Genelgesi (29 Mayıs 1919): Mustafa Kemal Paşa karargâhını 25 Mayısta Havza’ya taşıdı. Burada askeri sivil makamlara genelge gönderdi: 1) Büyük ve heyecanlı mitinglerle işgallerin protesto edilmesi, 2) Bu mitingler sırasında düzenin korunmasına dikkat edilmesi ve Hıristiyan halka karşı saldırı ve düşmanlık yapılmamasına önem verilmesi, 3) Büyük devletlerin temsilcilerine ve İstanbul hükümetine uyarı telgraflarının çekilmesi, Havza genelgesinin yayınlanmasından 30 Mayıs’ta Havza’da miting yaptı. Havza Genelgesi’nden sonra Anadolu’nun birçok yerinde işgalleri protesto eden mitingler yapılmıştır. İngilizlerin Karadeniz ordusu başkomutanı General Milne’nin baskısıyla hükümet Mustafa Kemal Paşa’yı geri çağırdı. Amasya Genelgesi (22 Haziran 1919): Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları Rauf(Orbay), Ali Fuat(Cebesoy), Refet(Bele), Kazım (Karabekir) ve Cemal Paşa telgrafla haberleşerek Amasya Genelgesi’ni hazırladılar. Mustafa Kemal Paşa’nın yaveri Cevat Abbas kaleme aldı. Gizli olarak yayınlanan bu genelgede; 1) Vatanın bütünlüğü ve Milletin bağımsızlığı tehlikededir. Kurtuluş savaşının gerekçesidir. Resmi bir belgeyle vatanın içinde bulunduğu kötü durum millete duyurulmuştur. Bu kararla, bölgesel kurtuluşu çare olarak gören vatanseverlere uyarı yapılmıştır. 90 2) Osmanlı Hükümeti üzerine aldığı sorumluluğu yerine getirememektedir. Bu durum Milletimizi yok duruma düşürmüştür. İstanbul Hükümeti’ne ilk defa karşı çıkılarak görevini yapmadığı millete duyurulmuştur. Kurtuluş Savaşı’nın gerekçelerinden birinin de İstanbul Hükümeti’nin millete karşı görevini yerine getirememesi olarak açıklamıştır. 3) Milletin bağımsızlığını yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır. Bu maddeyle Kurtuluş savaşının yöntemi belirtilmiştir. Millet egemenliğinden ilk defa bu genelgede bahsedilmiş ve milli egemenlik için ilk adım atılmıştır. 4) Her türlü etki ve denetimden uzak bir milli bir kurul oluşturulmalıdır. Temsil kurulu oluşturulmasının gereği ilk kez Amasya Genelgesi’nde ima edilmiştir. Kurtuluş mücadelesi kişisellikten çıkarılarak kurumsallaştırılmaya çalışılmıştır. 5) Anadolu’nun her bakımdan en güvenli yeri olan Sivas’ta milli bir kongre toplanacaktır. 6) Bu genelge bir sır olarak tutulmalı, delegeler gerekli görülen yerlerde değişik adlarla yolculuk yapmalıdır. Amasya Genelgesi’nin Sonuçları: a) Türk inkılâbının aksiyon safhası başlamıştır. Amasya Genelgesi’nin yayınlanması Anadolu’da ihtilalin başladığını göstermektedir. b) Türk ulusu bağımsızlık mücadelesine çağrılmıştır. c) Amasya Genelgesi’nin yayınlanması üzerine İtilaf devletleri tepki göstermiş ve Mustafa Kemal Paşa İstanbul’a çağrılmıştır. Erzurum Kongresi (23 Temmuz- 7 Ağustos 1919): Şarki Anadolu Müdafaa-i Hukuk ile Trabzon Muhafaza-yı Hukuk cemiyetleri doğu illeri delegelerinin toplanmasıyla oluşan bir kongre toplamaya çalışıyorlardı. Erzurum Kongresi’nin Toplanma Sebepleri: a) Mondros Ateşkesi’ne göre doğu illerinin tehlike altına girmesi, b) Doğu illerinde Ermeni devletinin kurulmasını engellemek, c) Sadrazam Damat Ferit Paşa’nın Doğu Anadolu’nun Ermenilere katılması konusunda teslimiyetçi bir politika izlemesi 3) Osmanlı Hükümeti vatanı koruyamaz ve istiklalini sağlayamazsa geçici bir hükümet kurulacaktır. İlk defa yeni bir hükümetin kurulmasından bahsedilmiştir. Kararların uygulanması için bölgesel bir Temsil Heyeti teşkil edilmiştir. 4) Kuva-yı Milliye’yi amil, milli iradeyi hâkim kılmak esastır. Saltanatın kaldırılarak mili egemenliğe dayalı bir devletin kurulacağı açıklanmıştır. Kuva-yı Milliye’nin milli iradeyi hâkim kılacağı açıklanmıştır. 5) Hıristiyan ahaliye siyasi hâkimiyetimizi ve sosyal dengemizi bozacak ayrıcalıklar verilemez. Ancak bu vatandaşların can, mal ve ırzları her türlü saldırıdan korunacaktır. Asıl amacın tam bağımsızlık olduğu belirtilmiştir. 6) Manda ve himaye kabul edilemez. 7) Ulusal irade ve ulusal güçler padişahlık ve halifelik makamını kurtaracaktır. Milli irade anlayışına ters düşen bir kararın alınmasının temel sebebi, ortamın böyle bir değişikliğe hazır olmamasıydı. 8) Mebusan Meclisi’nin derhal toplanmasına ve hükümet icraatlarının meclis tarafından kontrol edilmesi için çalışılacaktır. Bu karar, milli egemenliğe önem verildiğini göstermektedir. Erzurum Kongresi’nin Sonuçları: a) Kongre, alınan kararları uygulamak üzere 9 kişiden oluşan bir Temsil Heyeti seçmiştir. b) Kongre kararları ülkenin her yerine ve İstanbul’daki işgal kuvvetlerine yabancı devlet temsilciliklerine gönderildi. c) Amacı, toplanış şekli ve yapısı bakımından mahalli bir kongredir. Ancak alınan kararlar yönünden milli bir kongredir. d) Kongre kararlarıyla ilk kez milli sınırlardan Osmanlı Hükümeti dışında bir hükümet kurulmasından bahsedilmiştir. e) Manda ve himaye fikri ilk kez Erzurum Kongresi’nde reddedilmiştir. f) Mebusan Meclisi’nin açılması konusunda Osmanlı Hükümeti’ne baskı yapılmıştır. Kongrede Alınan Kararlar ve Önemi: 1) Milli sınırlar içinde vatan bir bütündür, asla bölünemez. Bu madde Misak-ı Milli’de yer almıştır. İlk defa milli sınırlardan bahsedilmiştir. Balıkesir Kongresi (26–30 Temmuz 1919): Hacim Muhittin Çarıklı’nın başkanlığında Balıkesir’de toplanmıştır. Kuzey Batı Anadolu’nun müdafaası için seyyar bir birlik kurulmuştur. Bölgesel bir kongre olup Batı Anadolu’yu ilgilendiren kararlar alınmıştır. Amasya Genelgesi’ni benimsemiş, Padişaha bağlılığını da bildirmiştir. İngiltere, Amerika, Fransa ve İtalya’nın temsilcilerine telgraflar çekilerek Anadolu’nun boşaltılması istenmiştir. Kongrede alınan kararlar: a) Yunan hareketi sürdükçe seferberlik devam edecektir. b) Herkes askerlik göreviyle mükelleftir. c) Askerlikten kaçanlar yakalandıklarında yurt dışına sürgüne veya Yunan tarafına gönderilecektir. d) Hareketi bir elden idare etmek için Merkez Heyeti kurulacaktır. 2) Her türlü işgal ve yabancı müdahalesine karşı Osmanlı Hükümeti’nin iş yapamaz hale gelmesi halinde millet topyekûn kendini savunacaktır. İşgalci güçlere karşı güç oluşturmak için doğu illerindeki yararlı cemiyetler Doğu Anadolu Müdafaa-yı Hukuk bünyesinde toplanmıştır. Alaşehir Kongresi (16–25 Ağustos 1919): Ege Bölgesindeki cemiyet ve kuruluşların bir çatı altında toplanması için toplanmıştır. Kongrede Afyonkarahisar-İnegöl hattının batısında kalan bölgede düşmanın ülkeden çıkarılması için sonuna kadar Erzurum Kongresi 23 Temmuzda toplandı. Kongrede Mustafa Kemal kongreye başkan seçildi. Kongre; Erzurum, Bitlis, Sivas, Trabzon ve Van illerinden gelen 54 delege ile toplandı. Elazığ, Diyarbakır ve Mardin delegeleri Ali Galip ve Diyarbakır valisinin engellemelerinden dolayı kongreye katılamadılar. 91 savaşılmasına karar verdi. Batı Anadolu’da Balıkesir, Nazilli ve Alaşehir olmak üzere 3 cepheye ayrılmıştır. Kongrede Alınan Kararlar: 1) Yunanlılara karşı işgaller sona erinceye kadar direniş devam edecektir. 2) Silahlanma ve askere alma işlemleri hızlandırılacaktır. 3) Yunanlılara karşı gerekirse İtilaf devletlerinden yardım istenecektir. 4) İtilaf devletlerinin bölgeyi geçici işgaline ve yardımına sıcak bakılmasının sebebi Yunanlıların halka yaptığı zulüm ve işkencelerdir. 5) Batı cephesinin teşkilatlanmasında etkili olan kongre, İstanbul Hükümeti’ne de karşı çıkmıştır. Sivas Kongresi (4–11 Eylül 1919): Bu kongrenin toplanmasına Amasya Genelgesi’nde karar verildi. Kongre öncesinde işgal kuvvetleri ile Elazığ valisi Ali Galip kongreyi engellemeye çalıştıysalar da başarılı olamadılar. Mustafa Kemal’in amacı ulusal güçleri birleştirmek ve Milli Mücadele’yi yürütecek örgütü kurmaktı. 38 delege katılımıyla başlayan kongrede Mustafa Kemal başkan seçildi. Erzurum Kongresi kararları, tüzük ve manda yönetimi konuları tartışıldı. Sivas Kongresi’nin Amaçları: a) Bütün milli cemiyetleri birleştirerek mili bütünlüğü sağlamak ve yapılacak mücadeleyi tek merkezde toplamak, b) Erzurum Kongresi kararlarını millete mal etmek, c) Kongrede Milli Mücadele’yi yürütecek Temsil Heyeti’ni seçmek. Sivas Kongresi Kararları: 1) Devletin ve milletin bağımsızlığı, vatanın bütünlüğü zedelenmemek kaydıyla her hangi bir devletin ekonomik yardımı kabul edilebilecekti. 2) Temsil Heyeti sadece doğu illerini değil bütün vatanı temsil edecekti. Temsil Heyeti’nin üye sayısı 15’e çıkarılmış ve başkanı Mustafa Kemal olmuştur. Milli Mücadele’yi yürütme yetkisi, Temsil Heyeti’ne verilmiş ve bu heyet; TBMM açılıncaya kadar hükümet gibi görev yapmıştır. Temsil Heyeti ilk yürütme yetkisini Ali Fuat Paşa’yı Kuva-yı Milliyle kumandanlığına tayin ederek kullanmıştır. 3) Gayrimüslimlere siyasi egemenliğimizi ve sosyal dengemizi bozacak ayrıcalıklar verilemeyecekti. manda sistemini istemiş, fakat kongre sonucunda manda sistemi reddedilmiştir. 8) 15 günde bir yayınlanmak üzere İrade-yi Milliye gazetesi çıkarılacaktı. Sivas Kongresi’nin Sonuçları: a) Ülkenin her yerinden seçimle gelen delegelerin katılmasıyla toplanmış milli bir kongredir. b) Milli hâkimiyet ilkesinin saltanat ve hilafeti kurtaracağı görüşü ortaya çıkmıştır. c) İşgallere karşı çıkılması ve direnişe devam edilmesi bir kez daha vurgulanmıştır. d) Misak-ı Milli’nin esasları belirlenmiştir. e) Sivas Kongresi Temsil Heyeti ve Mebusan Meclisi’nin açılması çalışmalarını hızlandırmıştır. f) Kuva-yı Milliye birliklerinin birbirleriyle ilişkilerini sağlama ve güçlü direnme cepheleri oluşturulması için çalışılmıştır. Temsil Heyeti’nin çalışmaları ve İstanbul ile ilişkilerin kesilmesi sonucu Damat Ferit Paşa Hükümeti yıkıldı. Yerine milli mücadeleye daha yakın olan Ali Rıza Paşa Hükümeti kuruldu. General Harbord Raporu: ABD başkanı Wilson, Ermeni sorunu ve Türkiye mandası ile ilgili olarak General James G. Harbord’u görevlendirdi. General Harbord, Anadolu’da yaptığı incelemeler sonucunda bir rapor hazırladı. Bu rapora göre; a) Ermeniler konusundaki iddiaların asılsız olduğu belirtildi, b) Milliyetçilerin Anadolu’yu savunma konusunda kararlı olduğu, bunun için de 400- 500 bin kişilik bir orduya ihtiyaç olduğu açıklandı. c) Anadolu’nun kaynak yönünden fakir olduğu, mandanın kabulü halinde Türkiye’nin ABD’ye ekonomik yük olacağı belirtildi. Bu sebeple ABD kongresi manda konusunu reddetti. Amasya Görüşmeleri (20–22 Ekim 1919): Ali Rıza Paşa Hükümeti’nin, Bahriye Nazırı Salih Paşa ile Temsil Heyeti arasında yapılan görüşmeler sonucunda önemli kararlar alındı. Amasya protokolünü Mustafa Kemal, Rauf Orbay ve Bekir Sami beyler hazırlamıştır. 6) Milli Mücadele’yi yürüten cemiyetler; Anadolu ve Rumeli Müdafaa-yı Hukuk Cemiyeti adıyla birleştirildi. Alınan kararlar: a) Türk vatanının bütünlüğü ve bağımsızlığı korunacaktır. b) Gayrimüslim azınlıklara devletin siyasi egemenliğini ve sosyal dengesini bozacak imtiyazlar verilmeyecektir. c) Anadolu ve Rumeli Müdafaa-yı Hukuk Cemiyeti Osmanlı Hükümeti tarafından tanınacaktı. d) İtilaf Devletleriyle barış antlaşması amacıyla toplanacak konferansa Temsil Heyeti tarafından uygun görülen temsilciler gönderilecekti. e) Mebusan Meclisi’nin İstanbul’da değil, Anadolu’da güvenli bir yerde toplanmalıdır. 7) Manda ve himaye kesinlikle reddedildi. Manda; devletler hukukunda, bir ulusun bağımsız yaşama yeteneği kazanıncaya kadar, Milletler Cemiyeti’nin tayin ettiği bir devletin himayesi altında bulunmasıdır. Amerikan mandası kongrede en çok konuşulan konu olmuştur. 38 üyeden 25’i Amasya Görüşmesi’nin Sonuçları: a) İstanbul Hükümeti, Temsil Heyeti’ni ve milli mücadeleyi resmen tanıdı. b) Taraflar ilk defa birlikte hareket etmişler ve aralarındaki anlaşmazlık ortadan kalkmıştır. 4) Osmanlı Mebusan Meclisi’nin toplanması için çalışmalara devam edilmesi kararlaştırıldı. 5) Erzurum Kongresi kararları bazı değişiklik ve ilavelerle kabul edildi. Erzurum Kongresi kararları onaylanarak millete mal edilmiş, Erzurum ve Sivas kongre kararları Milli Mücadele ve Misak-ı Milli’nin esasını oluşturmuştur. 92 c) İstanbul Hükümeti meclisin açılması ve seçimlerin yapılması dışındaki kararları kabul etmemiştir. d) Seçimler serbest bir ortamda yapılmış, İtilaf devletleri seçimlere karışmamıştır. e) Meclisin İstanbul dışında toplanması kararlaştırılmıştır. f) Salih Paşa bu kararları hükümete kabul ettiremezse istifa edeceği sözünü verdi fakat Mebusan Meclisi’nin toplanması dışındaki kararları kabineye kabul ettiremedi. Komutanlar Toplantısı (16 Kasım 1919): Meclisin İstanbul’da toplanması kesinleşince, Mustafa Kemal ve arkadaşları Sivas’ta toplanarak aşağıdaki kararları aldılar: a) Meclise seçilecek milletvekilleri durum hakkında aydınlatılacak, mili teşkilatın takip edeceği programın mecliste müdafaası için bir grup teşkil edilecektir. b) Meclisin güven içinde serbestçe çalıştığı görülünceye kadar Temsil Heyeti Anadolu’da kalarak görevine devam edecektir. c) Paris Barış Konferansı’nda Anadolu hakkında olumsuz karar alınması halinde milli iradeye başvurularak gereken yapılacaktır. Temsil Heyetinin Ankara’ya Gelmesi (27 Aralık 1919): Erzurum milletvekili seçilen Mustafa Kemal Mebusan Meclisinin güven içinde çalıştığı görülene kadar Temsil Heyeti ile birlikte genel durumu yakından izlemek üzere 27 Aralık 1919 tarihinde Ankara’ya geldi. Ankara’nın milli mücadelenin fiili merkezi seçilmesinde; a) Ankara’nın Batı Anadolu’da yapılacak savaş alanlarına yakın olması, b) Güvenli bir konumda olması, c) Demiryolu ulaşımı ve haberleşme imkânlarının iyi olması, d) İstanbul’daki gelişmeleri yakından takip etmek imkânı, e) Savunmasının kolay olması, f) Halkın Kuva-yı Milliye’ye destek olması etkili oldu. 10 Ocak 1922’den itibaren mili mücadele kararlarını halka duyurmak, menfi propagandalara karşı halkı bilinçlendirmek, milli birlik ve beraberliği sağlamak amacıyla Hâkimiyet-i Milliye gazetesi yayınlanmaya başladı. Mebusan Meclisi’nin Toplanması (12 Ocak 1920–11 Nisan 1920): Amasya’da ortaya çıkan Erzurum ve Sivas kongreleri ile gücünü gösteren milli iradenin üstünlüğü karşısında Mebusan Meclisi’nin toplanması kabul edilmişti. Bu amaçla 7 Kasım 1919’da Türkiye’de genel seçimler yapıldı. Seçimleri genellikle müdafaa-yı hukuk cemiyetlerine üye olanlar kazandılar. Mustafa Kemal Erzurum milletvekili seçildi. İstanbul Hükümeti ve İtilaf devletleri bu seçimlerin yapılmasına müdahale etmediler. Bu durumun sebepleri; a) İstanbul’un İtilaf devletlerinin denetiminde bulunmasından dolayı, kararların kendi istekleri doğrultusunda alınacağına inanmaları, b) İstanbul dışındaki bir parlamentonun Temsil Heyeti’nin denetimine girebileceği endişesiydi. Mustafa Kemal, Mebusan Meclisi’nin İstanbul’da toplanmasının kesinleşmesi üzerine görüşülecek konuları tespit etmek amacıyla müdafaa-yı hukuk cemiyetleri üyelerinden milletvekili seçilenleri Ankara’ya davet etti. Mustafa Kemal’in Vekillerden İstediği Hususlar: a) Mustafa Kemal’i meclis başkanı seçmek, b) Mebusan Meclisi’nde müdafaa-yı hukuk grubu kurmak, c) Misak-ı Milli’nin mecliste kabul etmesini sağlamak, Meclis 12 Ocak 1920 de İstanbul’da toplandı. Mustafa Kemal meclis başkanı olarak seçilemedi ve müdafaa-yı hukuk grubu kurulamadı, ancak Felah Grubu kuruldu. Bu durum, mebusların görüşlerini değiştirdiklerini ve çoğunluğun saltanata bağlı olduğunu göstermektedir. Misak-ı Milli Kararları (28 Ocak 1920): 28 Ocak 1920 de Meclis-i Mebusan’ın gizli oturumunda Misak-ı Milli (Milli Ant) kabul edildi. 1) Osmanlı Devleti’nin Mondros Mütarekesi’ni imzaladığı 30 Ekim 1918 tarihinde işgal altında bulunan Arap memleketlerinin durumu halkın serbestçe vereceği oyla belirlenmelidir. 2) Mondros Ateşkesi’nin imzalandığı tarihte Türk ordusunca korunan işgale uğramamış olan topraklar bir bütündür, asla bölünemez. 3) Halkın oylarıyla anavatana katılan üç sancakta (Kars, Ardahan ve Batum) gerekirse halkoyuna başvurmalıdır. 4) Batı Trakya Türklerinin geleceği halkının vereceği oy ile belirlenecektir. 5) İstanbul ile Marmara Denizi’nin güvenliği her türlü tehlikeden korunmalıdır. 6) Azınlık hakları, komşu memleketlerdeki Müslüman halkın aynı haklardan yararlanmaları şartıyla kabul edilecektir. 7) Siyasi, adli ve mali gelişmemizi engelleyen kapitülasyonlar kaldırılmalıdır. Misak-ı Milli’nin Önemi: a) Milli sınırlarımız kesin olarak belirlenmiştir. b) Erzurum ve Sivas Kongrelerinde alınan kararlar Osmanlı Mebusan Meclisi’nde onaylanmıştır. c) Türk milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü sağlama konusundaki kararlılığı ve kabul edebileceği barış şartları dünyaya ilan edilmiştir. Misak-ı Milli Türk milletinin ulusal sınırlar içinde bağımsız yaşama yeminidir. d) Milli mücadelenin siyasi programı ve hedefi açıklanmıştır. İstanbul’un İşgali (16 Mart 1920): İtilaf devletleri, Misak-ı Milli’yi kabul etmediler ve Meclis başkanını tutukladılar. 16 Mart 1920’de İstanbul’u resmen işgal ettiler, Meclis-i Mebusan’ı basarak milletvekillerini tutuklayıp Malta adasına sürdüler. İtilaf devletleri işgalden hemen sonra bir bildiri yayınladılar: İstanbul’un işgalinin kendileri hakkında oluşacak olumsuz tepkileri yok etmek amacıyla bir bildiri yayınlamışlardır: a) İşgal geçicidir, b) İtilaf devletlerinin amacı, saltanatın nüfuzunu kırmak değil aksine Osmanlı idaresinde kalacak memleketlerdeki nüfuzunu kuvvetlendirmektir, c) Taşrada isyan çıktığı veya katliam yapıldığı takdirde, İstanbul Türklerden alınacaktır. d) Herkesin saltanat makamı olan İstanbul Hükümeti’nin emirlerine uyması gerekir. İşgale Karşı Anadolu’nun Tepkisi: Mustafa Kemal Paşa, İstanbul’un işgali üzerine İtilaf devletlerini protesto ederek şu tedbirleri almıştır: 93 a) İstanbul ile bütün haberleşmeler kesilecektir. b) İstanbul’daki tutuklamalara karşılık Anadolu’daki İtilaf devletleri subayları tutuklanacaktır. c) İstanbul ve Adana’dan Anadolu’ya İtilaf Devletleri askerlerinin sevkiyatını önlemek için, Geyve ve Ulukışla civarındaki demiryolları tahrip edilecektir. d) Anadolu’daki resmi kuruluşların her türlü para ve kıymetli eşyaları İstanbul’a gönderilmeyecektir. İstanbul’un Resmen İşgalinin Sonuçları: a) İstanbul’un işgali Mustafa Kemal Paşa’yı görüşlerini haklı çıkarmıştır. b) İstanbul’un işgali, Anadolu’daki Milli mücadele’ye katılımı artırmış, pek çok aydın, asker ve milletvekili Anadolu’ya geçmiştir. c) İşgalden sonra İtilaf devletlerinin baskısı artmıştır. Meclis son toplantısını 18 Mart 1920’de yaptı. d) İtilaf devletleri meclisi dağıtmakla, milli iradeyi yok etmeyi amaçlamışlardır. e) İşgal, Padişah ve İstanbul Hükümeti’nin tamamen İtilaf devletlerinin denetimine girmesine neden olmuştur. f) Mebusan Meclisi’nin kapanması, TBMM’nin Ankara’da açılmasına zemin hazırlamıştır. TBMM’nin Açılması (23 Nisan 1920): İtilaf devletleri İstanbul’un işgalinden sonra Osmanlı Mebusan Meclisi’ni kapatmışlar, bu durum; Türk Milletini haklarını koruyacak bir meclisten mahrum bırakmıştı. Mustafa Kemal Paşa, 19 Mart 1920’de bir genelge yayınlayarak Ankara’da olağanüstü yetkilere sahip yeni bir meclisin açılması için, hemen seçimlerin yapılmasını, her sancaktan 5 üyenin seçilerek 15 gün içinde Ankara’da toplanmalarını istedi. Genelgede Mebusan Meclisi üyeleri de meclise katılmaya çağrılıyordu. Ankara’ya gelen milletvekilleri üç gruptan oluşuyordu: a) Mustafa Kemal Paşa’nın genelgesiyle yapılan seçimle belirlenenler, b) Osmanlı Mebusan Meclisi’nce seçilmiş olanlar, c) Sürgünden gelen 14 milletvekili. I. TBMM’nin açılmasıyla; ulusal güçlerin birleştirilmesi, düzenli bir ordu kurularak ülkenin işgalden kurtarılması ve ulusal iradenin hâkim hale getirilmesi amaçlanmıştı. 23 Nisan 1920’de, 120 milletvekilinin katılımıyla ilk meclis açıldı (toplam üye sayısı 390). Meclis üyeleri; memur, aydın, asker, din görevlileri, çiftçi, tüccar ve aşiret reisi gibi gruplardan oluşuyordu. Mustafa Kemal Paşa, meclisin yetkileri ve hükümetin kurulması konusunda bir önerge verdi: 1) Mecliste toplanmış olan milli iradeyi doğrudan vatanın geleceğine hâkim kılmak temel ilkedir. TBMM’nin üstünde bir güç yoktur. Saltanat iradesine karşı çıkılmış ve TBMM’nin bir güç olmadığı belirtilerek Osmanlı Hükümeti yok sayılmıştır. Ülke yönetiminde tek egemen gücün millet olduğu belirtilmiştir. Böylece ulus egemenliğine dayalı bir yönetim anlayışı benimsenmiştir. 2) TBMM yasama ve yürütme yetkisine sahiptir. İlk mecliste güçler birliği ilkesi benimsenmiştir. Milli mücadelenin fevkalade şartlarından dolayı bu ilke kabul edilmiştir. Amaç acil kararlar alıp zaman yitirmeden bunları uygulayabilmektir. Meclis gerektiği zaman İstiklal Mahkemeleri kurarak yargı gücünü de kullanmıştır. 3) Hükümeti kurmak gereklidir. İstanbul Hükümeti dışında yeni bir hükümetin kurulması sağlanmış ve milli hâkimiyet esasına dayandırılmıştır. 4) Geçici kaydıyla bir hükümet reisi tanımak veya padişah kaymakamı atamak doğru değildir. Meclis kararlarında bağımsız olması gerektiği ve sürekli olacağı vurgulanmıştır. 5) Mecliste seçilecek bir heyet, meclise vekil olarak hükümet işlerini görür. Meclisin reisi, hükümetin de reisidir. Meclis Hükümeti sistemi kabul edilmiştir. Buna göre Bakanlar Kurulu üyeleri Meclis içinden tek tek oylanarak seçilmiştir. Meclis Başkanı Hükümetin de başkanı olmuş, ayrıca bir başbakan atanmamıştır. Meclis Başkanı aynı zamanda devletin de başkanı sayılmıştır. Bu durum güçler birliğinin sonucudur. 6) Padişah ve halifenin geleceği, işgalcilerin baskısı bittikten sonra Meclis tarafından belirlenecektir. Ulusal egemenlik anlayışına ters düşen böyle bir karar alınmasının temel nedeni, ortamın böyle bir değişikliğe hazır olmaması ve halkın tepki göstereceği endişesidir. Vatanın kurtuluşuna önem verildiği için ayrılık çıkaracak tavırlardan kaçınılmıştır. İlk TBMM’nin Özellikleri: a) Millet egemenliğine dayanan yeni Türk devleti resmen kurulmuştur. TBMM’nin açılmasıyla Temsil Heyeti’nin görevi sona ermiştir. b) Aslında kurucu meclis olan TBMM için, farklı görüşte olan milletvekilleri arasında birliği bozmamak için olağanüstü yetkilere sahip meclis denilmiştir. c) Egemenliğin kaynağını değiştirmeyi öngördüğünden ihtilalci bir karaktere sahiptir. d) Farklı görüşlerin savunulmasına ortam hazırlaması nedeniyle demokratik ve çok seslidir. e) Güçler Birliği ilkesini benimsediği için olağanüstü yetkilere sahiptir. f) Azınlıklara yer vermediği, Misak-ı Milli’yi ilke edindiği ve İstiklal Marşı’nı kabul ettiği için ulusal nitelik kazanmıştır. TBMM’ye Karşı Çıkan İsyanlar: İstanbul Hükümeti ile İtilaf devletlerinin kışkırtmaları ve azınlıkların çalışmaları sonucunda TBMM’ye karşı isyanlar çıkmıştır. 1919’da başlayan isyanlar, 1920’de yaygınlaşmış ve 1921 yılı sonlarında büyük ölçüde bastırılmıştır. İsyanların sebepleri: a) Anadolu üzerindeki otoritesini kaybetmek istemeyen İstanbul Hükümeti’nin kışkırtmaları, b) İngilizlerin, Milli Mücadele’yi padişah ve halifenin karşısındaymış gibi propaganda etmeleri, c) İngilizlerin, Boğazların her iki yakasında da tampon bölge oluşturmak istemeleri, d) Asker kaçaklarının Anadolu’daki otorite boşluğundan yararlanmak istemeleri, e) İstanbul Hükümeti’nin milli mücadeleyi İttihatçı ve Bolşevik olarak nitelendirmesi, f) Kuva-yı Milliye birliklerinin düzenli orduya katılmak 94 istememeleri, g) Azınlıkların işgallerden faydalanarak kendi devletlerini kurmak için silahlı faaliyetlerde bulunmaları, İstanbul Hükümeti’nin Çıkardığı İsyanlar: 1) Anzavur İsyanı: Ahmet Aznavur, Balıkesir yöresinde isyan çıkardı. Birinci isyan (2–25 Kasım 1919) Kuva-yı Milliye birlikleri tarafından, ikinci isyan (16 Şubat 1920) Çerkez Ethem tarafından bastırıldı. 2) Kuva-yı İnzibatiye İsyanı: İngilizlerin teşviki ile İstanbul Hükümeti’nin kurduğu Süleyman Şefik Paşa komutasındaki Kuva-yı İnzibatiye; Geyve’de isyan çıkardı (8 Mayıs 1920). İsyan üç ay sürdü. Batı cephesi komutanı Ali Fuat Paşa isyanı bastırdı. Bu iki isyanın sebebi İngilizlerin Boğazlar ile Anadolu arasında tampon bir bölge oluşturmak istemesiydi. İstanbul Hükümeti ve İşgal Güçlerinin Çıkardığı İsyanlar: Kurtuluş Savaşı boyunca çok yaygın olarak çıkan bu isyanların sebepleri; işgal ettikleri yerleri korumak, boğazları denetim altında tutmak, milli mücadeleyi engellemek ve azınlıklardan yararlanmaktı. 1) Bolu, Düzce, Hendek ve Adapazarı İsyanları: 13 Nisan 1920’de başlayan isyan kısa sürede yayılmış ve İngilizlerce desteklenmiş Çerkez Ethem’in yardımlarıyla Ali Fuat Paşa’nın emrindeki birlikler tarafından bastırılmıştır. 2) Yozgat İsyanı: Yeni Han, Yozgat ve Boğazlıyan’da Çapanoğlu ailesi tarafından 15 Mayıs’ta çıkarılan isyanı Çerkez Ethem 27 Ağustos’ta bastırmıştır. 3) Zile İsyanı: Zile’de Aynacıoğlu ailesinin başlattığı isyanı, Çerkez Ethem’in kuvvetleri tarafından bastırıldı. 4) Afyon İsyanı: Çopur Musa adlı bir kişi ‘Din elden gidiyor’ diye isyan başlattı. Çivril’de Milli kuvvetlere yenilerek Yunanlılara sığındı. 5) Konya Ayaklanması: İstanbul Hükümeti’nin kışkırtmasıyla Delibaş Mehmet Ekim 1920 ‘de Çumra’da isyan etti ve Konya işgal edildi. Kısa zamanda Beyşehir ve Akşehir’e yayılan isyanda, Delibaş Mehmet Kasım 1920’de yenildi ve Fransızlara sığındı. 6) Milli Aşireti İsyanı: Urfa’nın Fransız işgalinden kurtarılmasında Kuva-yı Milliye ile işbirliği yapan Milli Aşireti, Fransızların kışkırtmasıyla Viranşehir’de isyan etti (8 Haziran 1920). Fransızların bölgesine çekilmesiyle isyan bastırıldı (26 Haziran 1920). İkinci isyan Ağustos 1920’de başladı askeri birliklerin ve bağlı aşiretlerin işbirliği sonucunda 7 Eylül 1920’de bastırıldı. Bunlardan başka; Ali Batı (Midyat ve Nusaybin), Şeyh Eşref (Bayburt), Koçkiri (Koçhisar, Zara ve Erzincan), Cemil Çeto (Garzan ve çevresi) isyanları da çıkmıştır. Azınlıkların Çıkardığı Ayaklanmalar: Ermeniler, Doğu Anadolu’da bir Ermeni devleti kurmak için özellikle Fransız işgali altındaki yerlerde Ermeni intikam alayları kurarak saldırıya geçmişlerdi. Mondros Ateşkesi’nden sonra Taşnak komitecileri Doğu Anadolu’da pek çok Müslüman’ı katletmişlerdi. TBMM tarafından Doğu Cephesi Komutanlığı’na tayin edilen Kazım Karabekir Paşa, Ermenileri yenerek Kars’ı geri aldı(30 Ekim 1920). Türk kuvvetleri Erivan’a yaklaşınca Ermeniler ateşkes istediler ve TBMM Hükümeti ile Gümrü Antlaşmasın’ı imzaladılar. Rumlar, Karadeniz bölgesinde bir Pontus devleti kurmak için isyan ettiler (Aralık 1920). Samsun’dan Trabzon’a kadar yayılan bu isyanda Rum çetelerini Amasya metropoliti Yermanos ile Samsun Tütün Fabrikası müdürü Tokomanidis yönetiyorlardı. Amasya Merkez Komutanı Nureddin Paşa isyanı bastırdı. Suçlular yakalanıp İstiklal Mahkemesi’nde yargılandı. Merzifon Amerikan Koleji basılarak Amerikan idarecileri yurt dışına çıkarıldılar. 6 Şubat 1923’te isyan tamamen bastırıldı. Kuva-yı Milliye Gruplarının İsyanları: Düzenli ordunun kurulmasından sonra, düzenli orduya katılmak istemeyen bazı Kuva-yı Milliye birliklerinin çıkardığı isyanlardır. 1) Demirci Mehmet Efe İsyanı: Denizli, Burdur, Dinar ve Çal civarında düzenli orduya karşı çıkan isyan Refet Bele tarafından bastırıldı(30 Aralık 1920). 2) Çerkez Ethem İsyanı: Milli Mücadele’de çok büyük faydaları olan Çerkez Ethem, 27 Aralık 1920’de Kütahya, Gediz ve Demirci civarında isyan etti ve İsmet Bey’in kuvvetlerine yenildi. İsyanlara Karşı Alınan Tedbirler: a) Hıyanet-i Vataniye Kanunu(29 Nisan 1920) çıkarıldı. b) İstiklâl Mahkemeleri(11 Eylül 1920) kuruldu. Üyeleri, meclis üyeleri arasında seçilmiş ve kararları hemen uygulanmıştır. c) Kuva-yı Milliye kaldırılarak düzenli orduya geçildi. d) İstanbul Hükümeti’yle her türlü haberleşme kesildi. e) Ankara Müftüsü Rıfat Börekçi, İstanbul müftüsünün fetvasına karşı fetva yayınladı. f) Anadolu Ajansı ve Hâkimiyet-i Milliye gazetesi aracılığıyla halk aydınlatıldı. İsyanların Sonuçları: 1) Meclisin yıpranmasına rağmen devlet otoritesi korundu. 2) Milli mücadelenin uzamasına sebep oldu. 3) Anadolu’nun uzun süre düşman işgalinde kalmasına sebep oldu. 4) Yunanlılar Anadolu’nun iç bölgelerine kadar yayılma fırsatı bulmuştur. 5) Kardeş katli ve mücadelesine sebep olmuştur. 6) Milli kaynak kaybı meydana gelmiş ve kuvvetler birbirine karşı kullanılmıştır. 7) Düzenli ordunun kurulması hızlanmıştır. Sevr Antlaşması (10 Ağustos 1920): İtilaf Devletleri Osmanlı Devleti ile imzalayacakları barış antlaşmasını geciktirdiler. Çünkü Osmanlı topraklarını nasıl paylaşacaklarına karar verememişlerdi. İngiltere, Fransa ve İtalya San Remo’da toplanarak (18–26 Nisan 1920) barış şartlarını görüştüler. Osmanlı Hükümeti temsilcisi Tevfik Paşa ‘Antlaşma şartlarının bağımsız bir devlet anlayışıyla bağdaşması mümkün değildir’ diyerek barış şartlarını kabul etmedi. İtilaf devletleri antlaşmanın imzalanmasını kolaylaştırmak için Yunanlıları harekete geçirerek işgalleri hızlandırdılar. Yunanlıların kısa zamanda başarılı olmalarında; 95 a) b) c) d) Türk ordusunu terhis edilmesi, Cephelerde henüz disiplin ve dayanışmanın sağlanamaması, Anadolu’da isyanların çıkarılması, Milli birliğin yeterince gerçekleşmemesi etkili oldu. Bu gelişmeler üzerine Mebusan Meclisi olmadığı için Saltanat Şurası toplanarak antlaşmayı kabul etmeye karar verdi. Paris’e giden heyet (Bağdatlı Hadi Paşa, Rıza Tevfik ve Reşat Halis Bey); antlaşmayı imzaladılar. Siyasi Hükümler ve Sınırlar: 1) Doğu Trakya ve Batı Anadolu(İzmir ve civarı) Yunanlılara verilecekti. 2) Mardin, Urfa, Antep ve Suriye Fransızlara bırakılacak, Adana’dan Kayseri ve Sivas’ın kuzeyine kadar olan bölge Fransız nüfuzunda olacaktır. 3) Arabistan ve Musul dâhil Irak, İngiltere ve Fransa arasında paylaştırılıp manda altına alınacaktır. 4) Rodos ve 12 Ada İtalyanlara, diğer Ege adaları Yunanlılara bırakılacaktı. 5) Giresun, Ordu, Samsun, Tokat, Amasya, Sinop, Çorum, Kayseri’nin doğusu, Çankırı, Ankara, Eskişehir, Bolu, Zonguldak ve Bilecek Osmanlı Devleti’ne bırakılacaktı. 6) İstanbul, başkent olarak kalacak, ancak Osmanlı Devleti barış şartlarına uymazsa İstanbul da Türklerden alınacaktır. 7) Boğazlar savaş zamanında bile bütün devletlerin gemilerine açık olacaktır. Uluslar arası bir Boğazlar Komisyonu kurulacaktı. Türk üyesi bulunmayan bu komisyonun ayrı bir bütçesi ve ayrı bir bayrağı olacaktı. 8) Osmanlı Devleti’nde yaşayan her topluluk dil, din, mezhep özgürlüğünü kullanabilecek ve herkes eşit olacaktı. Askeri Hükümler: 9) Hicaz bağımsız bir devlet olacaktı. Osmanlı Devleti Mısır üzerindeki haklarından feragat edecekti. 10) Doğu Anadolu’da iki yeni devlet kurulacaktı. 11) Osmanlı ülkesinde mecburi askerlik kaldırılacaktı. 12) Askeri kuvvet 50.700 kişiden oluşacak ve ordunun ağır silahları bulunmayacaktır. 13) Deniz gücü sınırlı olacak, 13 küçük gemiyi geçmeyecekti. Ekonomik Hükümler: 14) Adli ve mali kapitülasyonlar tüm müttefik devletlere açık olacaktı. 15) Osmanlı maliyesi tamamen İtilaf devletlerinin kontrolü altında olacaktır. İngiliz, Fransız İtalyan ve Osmanlı üyelerinden oluşan bir komisyon bütçeyi hazırlayacaktı. Osmanlı üyeler komisyonda danışman olarak bulunacaklardı. 16) Osmanlı Devleti savaş sonrası tazminat ödeyecekti. Sevr Antlaşması’nın Önemi: a) Bu antlaşma bir meclis tarafından onaylanmadığı için hukuki geçerliliği yoktur. b) Antlaşmanın ağır hükümler içermesi milletin mücadele gücünü artırmıştır. c) Son Osmanlı Mebusan Meclisi’nde vatanın bütünlüğü ilke olarak kabul edilmiş, ancak İstanbul Hükümeti bu antlaşmayı imzalayarak bu ilkeye ters düşmüştür. d) TBMM’nin antlaşmayı tanımadığını açıklamış, imzalayanları ve onaylayanları vatan haini ilan etmiştir. III. KURTULUŞ SAVAŞI’NDA CEPHELER Düzenli Ordunun Kurulması: Mondros Ateşkesi ile Osmanlı ordusu terhis edildiği için Kurtuluş Savaşı’nı Kuva-yı Milliye birlikleri başlatmıştı. Doğu Anadolu’da Kazım (Karabekir) Paşa emrindeki 15. Kolordu kalmıştı. Düzenli ordunun silah ihtiyacı; İtilaf devletlerinin depolarından silahları kaçırarak, Rusya’dan silah satın alarak, basit imalathanelerde silah yaparak temin etmiştir. Ordudaki subay sayısı; İstanbul’dan kaçan subayların gelmesiyle, emekli subaylara yeniden görev verilerek ve Ankara’da üç aylık subay okulu açılarak artırılmıştır. Kurtuluş savaşında İngilizler ve İtalyanlarla savaş yapılmamıştır. Boğazlar işgal altında olduğu için Doğu Trakya’da askeri cephe oluşturulamamış, bu bölgenin kendi imkânlarıyla mücadele etmesi sağlanmıştır. Kurtuluş Savaşı içte; saltanata, isyancı Ermeniler ve Rumlara, Kuva-yı Milliye liderlerine dışta ise; İngiltere, Fransa ve İtalya gibi işgalci devletlere karşı yapılmıştır. Kurtuluş Savaşı’nın amacı; yurdumuzu işgalden kurtarmak, milli egemenliğe dayan tam bağımsız bir devlet kurmaktı. 1. DOĞU CEPHESİ: Kurtuluş Savaşı’nda Ermeni Sorunu: Osmanlı Devleti 1878 Berlin Antlaşması’yla kaybettiği Kars, Ardahan ve Batum’u 1918 Brest-Litowsk anlaşmasıyla geri almıştı. Ancak bu toprakları uzun süre elinde tutamadı, 1918 Mondros Ateşkesi’yle, 1914 yılındaki sınırlarına geri çekilmek zorunda kaldı. Bu sırada Rusya’da 1917 İhtilali yaşanmış ve Kafkas cumhuriyetleri (Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan) bağımsızlıklarını kazanmışlardı. Ermeniler Doğu Anadolu’da bir Ermeni devleti kurmak için çalışıyorlardı. Bölgede nüfusun çoğunluğunu oluşturdukları iddiasıyla Paris Barış Konferansı’na katıldılar. Ancak ABD başkanı W. Wilson’un Doğu Anadolu’ya gönderdiği General Harbord raporu Ermeni iddialarını yalanlıyordu. Harbord raporuna rağmen İngiltere Ermenilere destek vererek Sevr Antlaşması’nda bir Ermeni devletinin kurulmasını öngören bir madde koydurttu. Bu gelişme üzerine, Ermeniler Doğu Anadolu’yu ele geçirmek için saldırıya geçtiler. Van, Bitlis, Erzurum, Kars ve Nahcivan’a saldırdılar. Ermeni katliam ve zulümleri artmaya başladı. Doğu cephesi komutanı Kazım Karabekir Paşa emrindeki Türk ordusu 28 Eylül 1920’de taarruza geçerek Sarıkamış(29 Eylül), Kars(30 Ekim) ve Gümrü(7 Kasım) ele geçirerek Erivan’a doğru ilerledi. Direnemeyeceklerini anlayan Ermenilerin barış istemeleri üzerine Gümrü Antlaşması imzalandı. Gümrü Antlaşması(3 Aralık 1920, TBMM-Ermenistan): 1) Doğu sınırı Aras nehri- Çıldır Gölü hattına kadar uzanacaktır. 2) Kars, Sarıkamış, Kağızman ve Iğdır Türk devletine 96 verilecektir. 3) Ermenistan Hükümeti, TBMM Hükümeti tarafından geçersiz sayılan Sevr Antlaşması’nı tanımayacaktır. 4) Düşman ordusuna katılarak Türklere karşı silah kullanmış veya öldürme olaylarına katılmış olanların dışında kalan Ermeniler, en geç 6 ay içinde Türkiye’ye dönebileceklerdir. 5) Ermenistan Türkiye’ye karşı hiçbir düşmanca harekette bulunmayacaktır. Antlaşmanın Önemi: a) Yeni Türk devletinin yabancı bir devletle imzaladığı ilk antlaşmadır. b) Türk ordusunun ilk askeri başarısıdır Misak-ı Milli’nin bir kısmı gerçekleşmiştir. c) Ermenistan, TBMM’nin siyasi varlığını tanıyan ilk devlet olmuştur. d) Ermeniler Türk topraklarındaki iddialarından vazgeçmişlerdir. e) Doğu cephesinin kapanmasıyla askerlerin bir kısmı batıya kaydırılmıştır. f) Antlaşmada Osmanlı Devleti adı kesinlikle geçmemiş, uluslar arası bir belgede Türkiye adı kullanılmıştır. 5 Aralık 1920’de Ermenistan, Sovyet işgaline uğrayınca antlaşma yürürlüğe girmedi ancak Kars Antlaşması’na temel oldu. Ermenistan ve Gürcistan ile yapılan antlaşmalar Moskova Antlaşması’ndan (16 Mart 1921) sonra kesinleşti. 13 Ekim 1921’de Kafkas cumhuriyetleriyle Kars Antlaşması yapıldı. Batum Antlaşması (23 Şubat 1921): TBMM Hükümeti, Gümrü Antlaşması’ndan sonra Gürcistan’a bir nota verdi. Gürcistan Batum Antlaşması’yla Ardahan, Artvin ve Batum’u Türk Devleti’ne bıraktı. 2. GÜNEY CEPHESİ: Bu cephede işgallere karşı Kuva-yı Milliye birlikleriyle mücadele edilmiş, düzenli ordu birlikleri kullanılmamıştır. Güneyde ilk silahlı direniş Hatay Dörtyol’da başladı. Mondros Ateşkesi’nden sonra Urfa, Maraş ve Antep İngilizler tarafından işgal edilirken, Fransızlar da Adana ve dolaylarını işgal etmişlerdi. İngiltere ve Fransa aralarında yeni bir antlaşma yaparak Orta Doğu’yu manda yönetimi kurmak için aralarında paylaştılar. Buna göre Irak ve Filistin İngiliz mandasına Urfa, Maraş ve Antep Fransız mandasına bırakıldı. Fransızlar bölgeyi elde tutmak için Türklere karşı baskı ve zulümlerini artırdılar. Aynı zamanda Mısır ve Suriye’den getirdikleri Ermenileri teşkilatlandırıp Türklere saldırttılar. Bu haksız durum karşısında bölgede Kuva-yı Milliye birlikleri kurularak direnişe geçildi. Sivas Kongresi’nde Güney Cephesi’nde mücadele eden Kuva-yı Milliye birliklerinin desteklenmesine karar verilmiş ve Güney Cephesi’ne komutanlar gönderilmiştir. Güney cephesinde Maraş’ta Sütçü İmam, Antep’te Şahin Bey direnişin sembolü olmuşlardır. TBMM 6 Şubat 1921’de Antep’e Gazi, 1973’te Maraş’a Kahraman, 1984’de Urfa’ya Şanlı unvanını vermiştir. Güney Cephesi’nde Kuva-yı Milliye birliklerine karşı başarılı olamayan Fransızlar Maraş(11 Şubat 1920) ve Urfa’dan(10 Nisan 1920) çekilmek zorunda kaldılar. Sakarya zaferinden sonra TBMM Hükümeti’yle Ankara Antlaşması’nı(20 Ekim 1921) yaparak güney illerinden çekildiler. Bu antlaşmayla Hatay dışındaki bugünkü Suriye sınırlarımız çizilmiş oldu. Böylece güney cephesi kapanarak bölgedeki birlikler batı cephesine kaydırıldı. Antalya bölgesinde bulunan İtalyanlar ile çatışma olmamıştır. Türk Devleti’nin batı cephesinde kazandığı başarılar İtalyanları işgal ettikleri yerlerden Sakarya zaferinden önce çekilmelerine sebep olmuştur. 3. BATI CEPHESİ: Milli mücadelede büyük savaşlar batı cephesinde Yunanlılara karşı yapılmıştır. Mondros Ateşkesi’nden sonra başlayan işgallere karşı İstanbul Hükümeti’nin sessiz kalması Kuva-yı Milliye’nin doğmasına zemin hazırlamıştı. Sivas Kongresi’nden sonra Batı Cephesi Kuva-yı Milliye birliklerinin başına Ali Fuat Paşa tayin edilmişti. Meclis açılmadan önce Temsil Heyeti’ne bağlanan ve meclisin açılmasından sonra Milli Savunma Bakanlığı’na bağlanan bu birlikler askeri düzen ve disiplinden mahrum idiler. İşgalci Yunanlılara karşı Kuva-yı milliye direnişi ilk defa Ayvalık’ta başlamış; Bergama, Soma, Akhisar, Salihli, Aydın ve Nazilli gibi mahalli cephelerde devam etmiştir. 8 Kasım 1920’de İsmet Bey’in Batı Cephesi komutanlığına tayin edilmesiyle düzenli ordunun kurulması kararı alınmış ve Yunan kuvvetlerine karşı düzenli orduyla mücadele edilmiştir. Düzenli Ordunun Kurulması: Mondros Ateşkes Antlaşmasına göre Osmanlı orduları terhis edildiği için Kurtuluş Savaşı’nı Kuva-yı milliye birlikleri başlatmıştı. Doğu Anadolu’da 15. Kolordu kalmıştı. 15. Kolordu Komutanı Kazım (Karabekir) Paşa baskılara rağmen bu orduyu dağıtmamıştı. Türk milletinin dünyanın güçlü devletleri ile mücadele edebilmesi için düzenli ordular kurması şarttı. Düzenli Orduyu Kurma Sebepleri: a) Kuva-yı Milliye birliklerinin işgalleri engelleyememeleri, b) Kuva-yı Milliyecilerin hukuk devleti anlayışına ters hareket etmeleri, c) Kuva-yı Milliye birliklerinin eğitim, disiplin ve düzen yönünden eksik olmaları, kendi başlarına buyruk hareket etmeleri ve otorite altına girmek istememeleri, halktan zorla para ve mal toplamaları. d) 22 Haziran 1920’de saldırıya geçen Yunan kuvvetlerinin durdurulamayarak geniş toprakların kaybedilmesi, e) Vatanı en kısa sürede işgalden kurtarma mecburiyeti Gediz Savaşı: 24 Ekim 1920’de Yunanlılara karşı yapılan Gediz taarruzunda Kuva-yı Milliye birlikleri ile Çerkez Ethem’in Kuva-yı Seyyare kuvvetleri arasında yeterli iş birliği olmaması yenilgiye sebep oldu. Bu olay düzenli orduya geçişi hızlandırdı. Çerkez Ethem ile arası açılan Batı cephesi komutanı Ali Fuat (Cebesoy) Moskova’ya elçi olarak atandı. Batı cephesi ikiye ayrılarak kuzeyine İsmet (İnönü) Bey, güneyine Refet (Bele) Bey tayin edildi. Düzenli orduya geçilmeye başlandı(8 Kasım 1920). İsmet Bey, 10 Kasım 1920’de Bilecik’e giderek emrindeki kuvvetleri düzenli ordu birlikleri haline getirmeye başladı. 97 Düzenli orduya geçiş aşamasında İstiklal Mahkemeleri kurularak firarlar önemli ölçüde engellendi. Ancak meclisin otoritesine girmek istemeyen bazı Kuva-yı Milliyle birlikleri isyan ettiler. Çerkez Ethem ve Demirci Mehmet Efe bu dönemde TBMM’ye karşı isyan etti(27 Aralık 1920). Fakat bu isyanlar kısa sürede bastırıldı. I. İnönü Savaşı (6–10 Ocak 1921): a) Yunanlılar; Demir yollarının kavşak noktası olan Eskişehir ile Ankara’yı ele geçirmek, b) Çerkez Ethem isyanından faydalanmak ve Türk ordusunun güçlenmesini engellemek, c) İngiltere’nin desteğini devam ettirmek, d) Düzenli orduya fırsat vermeden sona erdirmek, Ankara’ya ulaşarak TBMM’ne son vermek ve güçlerini Avrupalılara kanıtlamak Amacıyla Bursa-Eskişehir yönünden harekete geçtiler. 6 Ocak 1921’de saldırıya başlayan Yunanlılar İnönü’de yenilerek geri çekildiler. Çerkez Ethem olayı: Çerkez Ethem Bandırmalı bir çiftçinin oğlu olup atı Cephesi’nde Kuva-yı Seyyare birlikleriyle düşmana darbeler vurmuş, isyanların bastırılmasında önemli rol oynamıştı. Gediz savaşında Ali Fuat Paşa (Cebesoy) ile arası açıldı. Düzenli orduya katılmak istemediği için isyan etti. I. İnönü Muharebesi’nin arkasından düzenli orduya yenilerek 5 Ocak’ta Yunanlılara sığındı. I. İnönü Muharebesi’nin Sonuçları: a) Düzenli ordunun Yunanlılara karşı ilk başarısıydı. Türk milletinin meclise ve orduya güveni artmıştır. b) Albay İsmet, generalliğe terfi etmiştir. c) Yeni Türk devletinin ilk anayasası(Teşkilat-ı Esasiye) ilan edilmiştir. d) İstiklal Marşı kabul etmiştir(12 Mart 1921). e) TBMM Londra Konferansı’na davet edilmiştir. f) Afganistan ile dostluk ve yardımlaşma, Sovyet Rusya ile Moskova antlaşmaları imzalanmıştır. Londra Konferansı (23 Şubat 1921): İtilaf devletleri; Türk ordusunun I. İnönü zaferini kazanması üzerine Londra Konferansı’nı düzenlediler. Türkler arasında ikilik çıkarmak için hem Osmanlı Devleti’ni hem de TBMM Hükümeti’ni davet ettiler. İtilaf devletlerinin konferanstaki amacı; Yunan kuvvetlerinin toparlanması için zaman kazandırmak, Sevr Antlaşması’nı küçük değişikliklerle TBMM Hükümeti’ne kabul ettirmekti. TBMM Hükümeti’nin amacı ise; İşgallerin haksızlığını, dünya kamuoyuna duyurmak ve barış taraftarı olduğunu göstermekti. Konferansta Osmanlı Hükümeti’ni sadrazam Tevfik Paşa, TBMM Hükümeti’ni İçişleri bakanı Bekir Sami Bey temsil etti. Tevfik Bey, ‘Türk Milletinin gerçek temsilcisi TBMM temsilcisidir’ diyerek sözü TBMM delegesine bıraktı. İtilaf devletleri İzmir’i Türklere geri vermeyi fakat idaresini Milletler Cemiyeti’nin kontrolüne bırakmayı, Türk ordusunun mevcudunu artırmayı teklif etmiş ancak Sevr Antlaşması’nın diğer maddelerinde bir değişiklik getirmemişlerdi. Bekir Sami Bey ise Misak-ı Milliyi anlatmıştır. Konferans sonuçsuz dağılmıştır. Londra Konferansı’nın Önemi: a) TBMM, savaş yanlısı olmadığını göstermiştir. b) TBMM’nin konferansa davet edilmesi, İtilaf devletlerince hukuki olarak tanındığını göstermektedir. c) Vatanın kurtuluşunun sadece diplomasiyle gerçekleşmeyeceği kesin olarak görülmüştür. d) Konferansın sonuçsuz dağılması, Yunanlıları tekrar harekete geçirmiştir (2. İnönü Muharebesi). Yeni Türk Devletinin İlk Anayasası (20 Ocak 1921): I. İnönü Muharebesi’nin kazanılmasından sonra 13 Eylül 1920 tarihinde Mustafa Kemal Paşa’nın meclise sunduğu bir önerge; 20 Ocak 1921 tarihinde Teşkilat-ı Esasiye Kanunu (23 madde) adıyla ilk anayasa olarak kabul edilmiştir. 1) Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir. İdare usulü halkın kendi kendini yönetmesidir. Milli egemenliğe dayalı idarenin kurulacağı belirtilmiştir. Ancak o günün olağanüstü şartları içinde parçalanmaya sebep olacağından cumhuriyet adı kullanılmamıştır. 2) İcra kuvveti ve kanun yapma yetkisi, milletin tek ve gerçek temsilcisi TBMM’de toplanır ve belirir. Olağanüstü şartlardan dolayı çabuk karar almak ve hemen uygulayabilmek için güçler birliği ilkesi kabul edilmiştir. İstiklal Mahkemeleri meclis içindeki üyelerden kurulmuştur. Böylece TBMM yargı gücünü de kullanmıştır. 3) Türkiye Devleti, TBMM tarafından yönetilir ve hükümet, TBMM Hükümeti adını alır. Bu maddeyle meclis sistemi kabul edilmiş fakat daha sonra yürütmenin yavaşlamasına ve işlerin aksamasına sebep olmuştur. 4) TBMM, iller halkınca seçilen üyelerden kurulur. 5) TBMM’nin seçimi iki yılda bir yapılır. Milletvekilliği süresi iki yıldır ve yeniden seçilebilirler. Yeni bir seçim yapılmayacağı anlaşılırsa, toplantı dönemi yalnız bir yıl uzatılabilir. Üyeler, kendilerini seçen ilin ayrıca vekili olmayıp tüm milletin vekilidir. Türk halkı egemenliği vekiller kanalıyla kullanmaktadır. 6) TBMM Genel Kurulu, Kasım başında çağrısız toplanır. 7) Ahkâm-ı Şer’iyyenin yerine getirilmesi; bütün yasaların konulması, değiştirilmesi, kaldırılması, antlaşma ve barış yapılması, savaş kararı verilmesi gibi temel haklar TBMM’nindir. Yasalar ve tüzükler düzenlenirken halkın işine en uygun ve zamanın gereklerine en elverişli din ve hukuk hükümleriyle töreler ve önceki işlemler temel alınır. Bakanlar Kurulu’nun görev ve sorumluluğu özel yasayla belirtilir. Dini hükümlerin yerine getirilmesini meclisin üstlenmesi, 1921 Anayasası’nın laik olmadığını göstermektedir. 8) TBMM genel kurulunca seçilen başkan, bir seçim dönemi süresince meclisin başkanıdır. Bu kimlikle meclis adına imza atmaya ve Bakanlar Kurulu kararlarını onaylamaya yetkilidir. Bakanlar Kurulu üyeleri içlerinden birini kendilerine başkan seçerler. Ancak TBMM başkanı Bakanlar 98 Kurulu’nun da başkanıdır. 9) TBMM, ülkeyi kendi içinden seçtiği bakanlar vasıtasıyla yönetir. Meclis yürütme işleri için bakanlara yönerge verir ve gerektiğinde bunları değiştirir. 2) 10) Kanun-ı Esasi’nin işbu maddelerle çelişmeyen hükümleri eskiden olduğu gibi yürürlüktedir. 1921 Anayasası tüm ihtiyaçlara cevap verecek nitelikte değildir. 4) 3) 5) 1921 Anayası’nın Özellikleri: a) 1921 Anayasası, yeni Türk devletinin kuruluşunun hukuki ve siyasi belgesidir. b) Bu anayasada kişi hak ve özgürlükleri yer almamıştır. c) Bu anayasa; milli egemenlik, güçler birliği ve meclisin üstünlüğü gibi temel ilkelere dayandırılmıştır. Ankara’da Hâkimiyet-i Milliye gazetesi çıkarıldı. Anadolu Ajansı kuruldu. 7 Şubat 1921’de Ceride-i Resmi (Resmi Gazete) gazetesi çıkarıldı. İstiklal Marşı’nın Kabulü (12 Mart 1921): Milli Eğitim Bakanlığı, İstiklal Savaşı’nın anlamını belirtecek ve yeni bir devletin bağımsızlığının sembolü olacak bir milli marş için 1921 yılı başlarında 500 lira ödüllü bir yarışma açmıştı. Yarışmaya 724 şiir katıldı. Mehmet Akif Ersoy, yarışma para ödüllü olduğu için katılmamıştı. Milli Eğitim bakanı Hamdullah Suphi Tanrıöver’in aracılığıyla yarışmaya girmiş İstiklal Marşı’nı yazmıştır. 12 Mart 1921’de kabul edilen İstiklal Marşı’nı 1930 yılında Cumhurbaşkanlığı Orkestrası şefi Zeki Üngör bestelemiştir. Türk-Afgan Dostluk Antlaşması (1 Mart 1921): Türk heyetinin Moskova’da bulunduğu sırada TBMM ve Afgan hükümetleri arasında imzalanmıştır. 1) TBMM’nin ilk kez bir Müslüman devlet tarafından tanındığı bu antlaşmayla; 2) TBMM Hükümeti Afganistan’ın bağımsızlığını tanımıştır. 3) Taraflardan birinin saldırıya uğraması durumunda diğeri tüm imkânlarıyla yardım edecektir. 4) TBMM Hükümeti Afganistan’a kültürel açıdan yardım etmeyi subay ve öğretmen göndermeyi garanti etmiştir. Moskova Antlaşması (16 Mart 1921): Rusya 1917 ihtilaliyle rejim değişikliği yaşamış ve Birinci Dünya Savaşı’ndan çekilmişti. İktidara gelen Bolşevikler gizli antlaşmaları dünya kamuoyuna duyurunca İtilaf devletleriyle araları açılmıştı. Bu durum Sovyet Rusya ile TBMM Hükümeti’ni birbirine yakınlaştırmıştır. Moskova Antlaşması’nın imzalanmasında; a) İki yeni devletin de ortak düşman karşısında bulunması, b) Türkiye ve Sovyet Rusya’nın diplomasi alanında birbirine ihtiyaç duyması c) TBMM Hükümeti’nin arka arkaya başarılar kazanması d) Rusya’nın Ermenilerle ilgili taleplerden Türkiye lehine vaz geçmesi e) Rusya’nın yeni Türk hükümetinin İtilaf devletleriyle yakınlaşmasını istememesi gibi nedenler ortam hazırlamıştır. Antlaşmanın Maddeleri: 1) Her devlet kendi geleceğine kendisi karar verecektir. Her iki 6) 7) 8) 9) devlet birbirlerinin bağımsızlıklarına saygılı olacaklarına dair güvence vermişlerdir. İki taraftan birinin tanımadığı bir antlaşmayı diğeri de tanımayacaktır. Sovyet Rusya, Misak-ı Milli’yi tanıyacaktır. Sovyet Rusya Misak-ı Milli’yi tanıyan ilk Avrupa devletidir. Sovyet Rusya kapitülasyonların kaldırıldığını kabul edecektir. Kapitülasyonlardan ilk vaz geçen devlet Sovyet Rusya olmuştur. Osmanlı Devleti ile Çarlık Rusya’sı arasında yapılmış antlaşmalar geçersiz sayılacaktır. Her iki taraf, toprakları üzerinde karşı tarafın hükümet rejimini yıkmayı amaçlayan örgütlerin kurulmasına izin vermeyecektir. Sovyet Rusya, Batum’un Gürcistan’a verilmesi şartıyla, TBMM’nin Ermenistan ve Gürcistan ile imzaladığı antlaşmalara göre belirlenen sınırı tanıyacaktır(Batum’un Gürcistan’a bırakılması, Misak-ı Milli’den ilk tavizdir). Taraflar arasında ekonomik ve kültürel ilişkiler sıklaştırılarak diplomatik alanda işbirliği yapılacaktır. Kurtuluş Savaşı süresince dış yardımın büyük kısmı Sovyet Rusya tarafından gerçekleştirilmiştir. Bu yardımlarla Türk ordusunun eksiklikleri tamamlanmıştır. Boğazların uluslararası ticarete açılması için Karadeniz’e kıyısı olan devletlerin katılacağı bir konferans toplanacaktır. Moskova Antlaşması’nın Önemi: Sovyet Rusya TBMM Hükümeti’ni tanımıştır. Milli Mücadele için gerekli askeri ve ekonomik yardımı almaya imkân sağlanmıştır. Batı cephesi güçlendirilmiş ve batılı devletlere karşı pazarlık gücü artmıştır. II. İnönü Savaşı (23 Mart- 1 Nisan 1921): Londra Konferansı’ndan kısa süre sonra tekrar saldırıya geçen Yunanlıların amaçları; a) I. İnönü Muharebesi’nde kaybettikleri itibarlarını yeniden kazanmak, b) Stratejik noktaları (Eskişehir, Kütahya, Afyon gibi) ele geçirmek, c) Türk ordusunun fazla güçlenmesini engellemek, d) Sevr Antlaşması’nı TBMM’ye zorla kabul ettirmek, Yunanlılar 23 Mart 1921’de iki kol halinde Bursa üzerinden Eskişehir’e, Uşak üzerinden Afyon’a doğru saldırıya geçtiler. Yunanlıların amacı Eskişehir ve Kütahya’yı ele geçirerek Ankara’ya ulaşmak ve TBMM Hükümeti’ni dağıtmaktı. Yunanlılar Bursa ve Uşak üzerinden saldırıya geçtiler. Fakat başarılı bir savunma karşısında ağır kayıplar vererek geri çekildiler. Bu savaş esnasında Anadolu’da Pontus ve Koçkiri ayaklanmaları çıkmıştı. Bu yüzden Yunanlılar takip edilememiştir. Bu da Türk ordusunun taarruz gücünün olmadığının göstergesidir. II. İnönü Muharebesi’nin Sonuçları: a) Türk milletinin TBMM’ye ve düzenli orduya güveni artmıştır. b) İtilaf devletleri TBMM’nin gücünü kabullenmeye başlamışlardır. c) İngilizler barış şartlarını yeniden görüşmek için girişimlerde bulunmuşlar ve Malta adasındaki tutukluları serbest bırakmışlardır. d) Fransızlar anlaşma yolları arayıp işgal ettikleri 99 e) f) g) Zonguldak’tan çekilmişlerdir. İtalyanlar Anadolu’da işgal ettikleri yerleri boşaltmışlardır. İnönü muharebeleri düşmanı oyalayarak milli mücadeleye zaman kazandırmıştır. Mustafa Kemal, İsmet Paşa’ya gönderdiği telgrafta ‘…Siz orada yalnız düşmanı değil, milletin makûs talihini de yendiniz.’ diyerek zaferin önemini belirtmiştir. 2) 3) 4) 5) Eskişehir ve Kütahya Muharebeleri (10- 24 Temmuz 1921): Yunanlılar İnönü muharebelerinin intikamını almak, TBMM Hükümeti’ni ortadan kaldırıp Milli Mücadele hareketini engellemek, Sevr Antlaşması’nı Türk milletine kabul ettirmek, amacıyla İngiltere’den aldıkları silah ve askeri malzemelerle hazırlıklarını tamamladıktan sonra 10 Temmuz 1921’de geniş bir alanda taarruz başlattılar. Cepheye gelerek saldırıyı başlatan Yunan Kralı Konstantin, gazetecilere Ankara’da randevu vermişti. Yunan saldırısı karşısında yeterli silah ve cephaneye sahip olmayan Türk ordusu geri çekilmeye başladı. Mustafa Kemal Paşa’nın emriyle daha fazla kayıp vermemek ve yeniden toparlanmak için Sakarya ırmağının doğusuna çekildi. Yunan ordusu Afyon, Bilecik, Kütahya ve Eskişehir’i ele geçirdi. Muharebenin Sonuçları: a) Bu yenilgi Türk ordusunun Kurtuluş Savaşı’ndaki tek yenilgisidir. b) Mecliste sert tartışmalar olmuş, iyimser hava ortadan kalkmış, Mustafa Kemal Paşa’ya karşı tepkiler yoğunlaşmıştır. c) Meclisin Kayseri veya Sivas’a taşınması gündeme gelmiştir. Maarif Kongresi’nin Toplanması(15 Temmuz 1921): Kütahya– Eskişehir Muharebeleri sürerken Ankara’da maarif kongresi toplanmıştır. Mustafa Kemal Paşa kongrede ‘Silahıyla olduğu gibi beyniyle de mücadele etmek zorunda olan milletimizin, birincisinde gösterdiği gücü ikincisinde de göstereceğine asla şüphem yoktur. Çocuklarımız ve gençlerimiz yetiştirilirken yabancı unsurlarla mücadele gereği ve milli düşünceleri boğmaya çalışan her karşı fikre şiddetle karşı koyma gereği onlara öğretilmelidir.’ demiştir. Başkomutanlık Kanunu’nun Çıkarılması(5 Ağustos 1921): Eskişehir-Kütahya muharebelerindeki yenilgi üzerine mecliste sert tartışmalar yaşanmıştı. TBMM, 5 Ağustos 1921’de Mustafa Kemal’e 3 ay için Başkomutanlık yetkisi verdi. Bu kanunla Mustafa Kemal’e; yasama, yürütme, yargı yetkileri verildi. Bu yetki 20 Temmuz 1921’de süresiz hale getirilmiş cumhurbaşkanı olmasıyla ortadan kalkmıştır. Mustafa Kemal başkomutanlık yetkisiyle devlet işlerinde tek başına hareket edebilme gücüne sahip oldu. Böylece Milli Mücadelede daha hızlı kararlar alınabilmesini sağlamıştır. Tekâlif-i Milliye Emirleri (7–8 Ağustos 1921): Mustafa Kemal Paşa ordunun ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla Tekâlif-i Milliye Emirlerini (milli sorumluluklar) yayınladı: 1) Her aile birer takım çamaşır, bir çift çorap, bir çift çarık verecek. 6) Tüccarların ve halkın elinde bulunan her türlü giyim ve gıda maddelerinin yüzde 40’ına bedeli sonra ödenmek üzere el konulacak. Halkın elinde bulunan araçlar aylık 100 kilometre askeri ulaşım yapacak. Halkın elindeki bütün silah ve cephane üç gün içinde orduya teslim edilecek. Ülke içindeki zanaatkârlar (demirci, dökümcü, nalbant, marangoz, terzi vb.) ordunun emrinde çalışacak. Halkın elindeki binek hayvanlarının(deve, öküz, at ve katır) yüzde 20’sine el konulacak. Bu emirleri uygulanması için her ilçede bir Tekâlif-i Milliye Komisyonu kuruldu. Çıkabilecek güçlükleri ortadan kaldırmak için İstiklal Mahkemeleri görevlendirilmiştir Sakarya Meydan Muharebesi (23 Ağustos–2 Eylül 1921): Kütahya–Eskişehir Savaşlarının ardından İngiltere’nin de desteğini alan Yunanlılar, Sakarya’yı geçip Ankara’yı almak ve böylece Milli Mücadele hareketini kesin olarak başarısızlığa uğratmak amacıyla çok geniş bir alanda taarruza başladılar. Kral Konstantin’in emriyle saldırıya geçen Yunan ordusu, 23 Ağustos’ta Sakarya ırmağının doğusuna geçti. Savaş 110 kilometrelik bir hat üzerinde yapıldı. Burada çok şiddetli çarpışmalar yaşandı. Türk savunma hatlarını aşan Yunan ordusuna karşı yeni hatlar oluşturuldu. Ankara’nın 50 km güneyine kadar çekilen Türk ordusu düşmanın taarruz gücünü kırdı ve karşı taarruza geçti(10 Eylül). Mustafa Kemal Paşa bu savaşta ‘Hattı müdafaa yoktur. Sathı müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı vatandaşın kanıyla ıslanmadıkça terk olunamaz.’ demiştir. 5 Eylül’de düşmanın taarruz gücü kırıldı. 13 Eylül’de Sakarya’nın doğusunda düşman temizlendi. Savaş 22 gün 22 gece sürdü. Yunanlılar geri çekilirken geçtikleri yerleri yakıp yıktılar. Türk ordusu yıprandığı için, düşman takip edemedi. Sakarya Meydan Muharebesi’nin Sonuçları: 1) Türklerin II. Viyana Kuşatması’ndan beri devam eden gerileyişi sona erdi. 2) Kurtuluş Savaşı’nın son savunma muharebesidir. Yunanlılar taarruz gücünü kaybettiler. 3) İtilaf devletleri, Sevr Antlaşması’nı Türk milletine zorla kabul ettiremeyeceklerini anladılar. 4) Fransızlarla Ankara Antlaşması(20 Ekim 1921) yapıldı. 5) Azerbaycan, Ermenistan ve Gürcistan cumhuriyetleriyle Kars Antlaşması (13 Ekim 1921) yapılmış ve doğu sınırımız kesinlik kazanmıştır. 6) İtilaf devletlerinin Sevr Antlaşması’nın taslağı niteliğindeki barış teklifleri kabul edilmedi. 7) Halkın Türk ordusuna ve meclise güveni arttı. Mustafa Kemal Paşa’ya mareşallik ve gazilik unvanı verildi(19 Eylül 1921). Kars Antlaşması (20 Ekim 1921): Sakarya zaferinden sonra Moskova Antlaşması’nın sınırlarımızla ilgili maddelerini yeniden düzenlemek ihtiyacı oluştu. Sovyet Rusya’nın Kafkas Cumhuriyetleriyle(Ermenistan, Gürcistan ve Azerbaycan) yapılan bu antlaşmayla Ardahan Türkiye’de Batum 100 Gürcistan’da kalmak şartıyla doğu sınırımız bu günkü haliyle kesinleşmiştir. Ankara Antlaşması (20 Ekim 1921): Türk ordusunun Sakarya muharebesini kazanması Fransa’nın Anadolu’daki ümitlerini sona erdirdi ve barış istemesini zorunlu kıldı. Antlaşmaya göre: 1) Sakarya Meydan Savaşı’ndan sonra TBMM Hükümeti ile Fransa arasında imzalanmıştır. 2) Ankara Antlaşmasına göre; 3) Fransızlar Güney doğu Anadolu’dan çekilecekler ancak özerk bir yönetim kurulması şartıyla İskenderun-Hatay Fransız mandası altındaki Suriye’de kalacaktır. 4) Buradaki Türk halkına kültürlerini geliştirmek için her türlü kolaylık gösterilecek, Türkçe resmi dil olarak kalacaktır. 5) İki taraf savaş durumuna son verecek ve savaş esirlerini serbest bırakacaktır. 6) Antlaşmanın imzalanmasını izleyen iki ay içinde Türk kuvvetleri belirlenen hattın kuzeyine, Fransız birlikleri ise güneyine çekilecektir. 7) Süleyman Şah’ın mezarının bulunduğu Caber Kalesi, Türk bayrağı altında Türk mülkü olarak kalacaktır. Ankara Antlaşması’yla; a) İlk defa bir İtilaf devleti TBMM ile antlaşma yaparak yeni Türk devletini tanıdı. İtilaf devletleri bloğu parçalandı. b) Doğu Cephesi’nden sonra Güney Cephesi de tasfiye edildi. Böylece güneydeki birlikler batıya kaydırıldı. c) Fransa’nın desteğini kaybeden Ermenilerin Kilikya üzerindeki hayalleri yıkıldı. d) Fransa, Ankara Antlaşması ile Misak-ı Milli’yi tanıdı. Hatay, Misak-i Milli’den verilen ikinci tavizdi. İtilaf Devletlerinin Barış Teklifleri: İtilaf Devletleri 22 Mart 1922’de Türkiye ile Yunanistan’a ateşkes çağrısında bulundular. Amaçları, Yunanistan’a zaman kazandırmaktı. Bu teklife göre; a) İki taraf arasında askerden arındırılmış 10 kilometrelik tampon bölge bırakılacak. b) İki taraf da ordularını takviye etmeyecek. c) İtilaf Devletleri tarafından kurulan bir komisyon iki tarafın ordusunu denetleyecekti. TBMM Hükümeti, bağımsızlık ilkesine ters düştüğü için bu teklifleri reddetmiştir. Büyük Taarruz (26 Ağustos 1922): Sakarya Meydan Muharebesi’nden sonra taarruz gücünü kaybeden Yunan ordusu; Eskişehir-Kütahya-Afyon hattına çekilip savunma tedbirleri almaya başlamıştı. Türk ordusu Yunan ordusunu yok edecek güçte olmadığı için eksikliklerinin giderilmesine çalışıldı. Bu amaçla Tekâlif-i Milliye Emirleri uygulanarak ülkenin tüm kaynakları ordunun emrine verildi. Doğu ve güney cephelerindeki birlikler batı cephesine kaydırıldı. Silah ve cephane ihtiyacı tamamlanmaya çalışıldı. Orduya taarruz eğitimi verildi ve asker mevcudu artırıldı. Mustafa Kemal Paşa, Akşehir’de Genel Kurmay Başkanı Fevzi Çakmak Paşa ve Batı Cephesi komutanı İsmet Paşa ile görüşüp taarruz planı ve hazırlıklarını son kez gözden geçirdi(20 Ağustos 1922). Türk ordusunun taarruz planı Yunan ordusuna büyük bir darbe vurup, geride cephe bırakmasını engellemek böylece kesin sonuca ulaşmak şeklinde hazırlanmıştı. Yaklaşık altı ay süren hazırlıklar sonunda 26 Ağustos 1922’de Büyük taarruz, Yunanlıların Eskişehir istikametinden taarruz beklemesinden dolayı Afyon üzerinden başlatıldı. 27 Ağustostan itibaren Türk kuvvetleri üstünlüğü ele geçirdi ve Yunan kuvvetleri geri çekilmeye başladı. 30 Ağustos 1922 günü Yunan ordusu Dumlupınar’da kuşatıldı. Düşmanın ana kuvvetleri bu bölgede imha edildi. Bu muharebe tarihimize Başkomutanlık Meydan Muharebesi olarak geçti. 31 Ağustos’ta Eskişehir bölgesindeki Yunan kuvvetleri de bozguna uğratıldı. Dağılan düşman birlikleri bozgun halinde kaçmaya başladı. Mustafa Kemal Paşa, 1 Eylül 1922 sabahı Çal ilçesinde ‘Ordular ilk hedefiniz Akdeniz’dir, ileri!’ emrini verdi. 2 Eylülde Uşak yakınlarında Yunan komutanı General Trikopis esir alındı. Türk ordusu 6 Eylülde Balıkesir’e, 9 Eylülde İzmir’e girdi. 18 Eylül 1922’de batı Anadolu’da Yunan askeri kalmadı. Büyük Taarruzun Sonuçları: 1) Anadolu’da Yunan işgali sona erdi. 2) Kurtuluş savaşının askeri safhası sona erdi, diplomatik ilişkiler önem kazandı. 3) İtilaf devletleri TBMM arasında Mudanya Ateşkes Antlaşması imzalandı. 4) Türk kuvvetleri Çanakkale ve İzmit çevresinde İngiliz kuvvetleriyle karşılaştılar ve taraflar arasında savaş durumu ortaya çıktı. Mudanya Ateşkes Antlaşması (11 Ekim 1922): Türk ordusu Çanakkale ve İstanbul üzerine yürüyünce İtilaf Devletleri telaşlandı. Fransa ve İtalya Çanakkale’deki askerlerini çekince İngiltere tek başına kaldı. 23 Eylül 1922’de İtilaf devletleri aralarında bir konferans yapılması hususunda anlaştılar. 3 Ekim 1922’de ateşkes antlaşması görüşmeleri için Türkiye, Fransa ve İtalya temsilcileri Mudanya’da bir araya geldiler. Konferansta TBMM’yi İsmet Paşa, İngiltere’yi Harrington, Fransızları Charp, İtalya’yı Monbelli temsil etti. Yunan temsilcisi Mazarakis, Mudanya’da bekledi. Antlaşmaya Göre; 1) Ateşkes 14-15 Ekim gecesi yürürlüğe girecektir.. 2) Yunanlılar Meriç nehrine kadar olan Edirne dâhil Doğu Trakya’yı 15 gün içinde boşaltacaklardır. 3) Boşaltmanın tamamlanmasından sonra 30 gün içinde Doğu Trakya İtilaf Devletlerince TBMM Hükümeti’ne devredilecektir. 4) Yunanlıların boşalttığı bölgeye güvenliği sağlamak için 8 bin kişiyi aşmayan Türk jandarma birliği gönderilecektir. 5) Yunanlılar çekildikleri yerleri İtilaf devletlerinin 101 temsilcilerine, onlar da TBMM Hükümeti memurlarına terk edeceklerdir. Bu işlem 30 gün içinde tamamlanacaktır. 6) İstanbul, Boğazlar ve çevresinin idaresi TBMM Hükümeti’ne bırakılacaktır. İtilaf devletleri barış yapılıncaya kadar İstanbul’da kuvvet bulunduracaktır. 7) Barış antlaşması yapılıncaya kadar Türk silahlı kuvvetleri Çanakkale ve İzmit yarımadasında belirlenen çizgiyi geçmeyecektir. Mudanya Ateşkes Antlaşması’nın Sonuçları: a) Askeri zafer diplomatik zaferle tamamlanmış, Türk-Yunan savaşı sona ermiştir. b) Doğu Trakya ve İstanbul diplomatik yollarla kurtarılmıştır. c) İngiltere ve İtalya TBMM Hükümeti ile ateşkes antlaşmasını imzalayarak yeni Türk devletinin siyasi varlığını tanımışlardır. d) TBMM Hükümetine İstanbul ve Boğazların yönetiminin bırakılması Osmanlı Devletinin hukuken sona erdiğini göstermektedir. e) Savaş yapılmadan Doğu Trakya ve İstanbul ele geçirilmiştir. IV. TÜRK İNKILÂBI İnkılâp Kavramı ve Özellikleri: İnkılâp: Halk hareketiyle düzenin zor kullanarak yıkılması ve yıkılan düzenin yerine çağın ihtiyaçlarını karşılayacak yeni bir düzenin kurulmasıdır. Yapılan hareket ileriye dönük bir düzen getiriyorsa inkılâp, geriye dönük bir düzeni getirmeyi amaçlıyorsa irtica olarak değerlendirilir. İnkılâp hareketi üç aşamada gerçekleşir: 1. Fikri Hazırlık Aşaması: Düşünürlerin ve aydınların yenilik fikirlerini halka anlatıp toplumu yönlendirdikleri evredir. Bu evrede yapılacak değişiklik toplum tarafından benimsenmeye başlar. Toplumun geneli tarafından benimsenmeyen bir inkılâp hareketi başarıya ulaşamaz. 2. Aksiyon Aşaması(İhtilal): Eski düzeni temsil eden kurumların halk ayaklanması sonucu değiştirildiği evredir. Bu evrede şiddet vardır ve eski düzen yıkılır. İhtilal mevcut kurumların yıkımını, inkılâp ise yeniden kurumlaşmayı ifade eder. 1789Fransız İhtilali ve 1917 Bolşevik İhtilali buna örnektir. 3. Yeni Düzenin kurulması Aşaması: İnkılâp hareketinin tamamlandığı aşama olup eski düzenin yerine yeni düzenin kurulmasıdır. Islahat(Reform): Islah etmek; devletin bozulan kurumlarını düzeltmek, iyileştirmek anlama gelir. Mevcut düzenin devamı için yapılan iyileştirme çalışmalarıdır. Köklü bir değişiklik getirmez. Osmanlı tarihindeki ıslahatlar buna örnektir. İsyan: Toplum içinde belli bir grubun veya herhangi bir teşkilatın amacına ulaşmak için devlete karşı baş kaldırmasıdır. Hükümet Darbesi: Devletin emri altındaki herhangi bir gücün mesela ordunun mevcut hükümeti devirip iktidarı ele geçirmesidir. Hükümet darbeleri sadece iktidardaki kişileri değiştirir, devletin yapısına müdahale etmez. Türkiye’de 1960 ve 1980 yıllarında ordunun yönetime el koyması örnektir. İnkılâbın Sonuçları: a) Olumlu: İlerlemeyi sağlar. Yeni kurumlar getirdiği için yaşam şartlarını iyileştirir. b) Olumsuz: Alışkanlıkları terk etmek zor olduğu için, eski düzene dönmek isteyenler iç huzuru bozabilir. Atatürk’ün İnkılâp Anlayışı: Atatürk’e göre inkılâp; mevcut kurumları zorla değiştirerek Türk milletini son asırlarda geri bırakan kurumların yerine çağdaş ve en yüksek medeni icaplara göre yeni kurumların teşkil edilmesidir. Türk İnkılâbının Genel Özellikleri: a) Dışarıda işgalcilere içeride saltanata karşı yapılmıştır. b) Teorik ve ideolojik bir hazırlığı yoktur. c) Toplumun her kesiminden insanların katılımıyla gerçekleşen bir halk hareketidir. d) Türk inkılâbını hazırlayanlar ve uygulayanlar aynı kişilerdir. e) Türk inkılâbının temel amacı bağımsızlıktır. f) Bağımsızlık yolunda savaşan toplumlara(sömürge uluslar) örnek olmuştur. g) Sadece yönetim şeklinin değişmesiyle sınırlı olmayıp kültürel alanda da batılılaşmayı ve modernleşmeyi hedeflemiştir. h) Demokratik yollarla yürütülmüştür. (Örnek; kongrelerin düzenlenmesi, TBMM’nin açılması) i) Oluşumunda Atatürk’ün önderliğinin büyük rolü vardır. Türk İnkılâbının Diğer İnkılâplardan Farkı: a) Fransız ve Rus inkılâpları sadece yönetime karşı (krallık, çarlık, soylular) yapılmasına karşılık Türk inkılabı hem egemenlik (padişah ve halifeye karşı), hem de bağımsızlık (sömürgeciliğe karşı) mücadelesidir. b) Diğer inkılâbın hazırlayıcı ve uygulayıcıları farklıdır. Ama Türk inkılâbını hazırlayan ve uygulayanlar aynı kişilerdir. c) Diğer inkılâplarda yeni kültür çevresine girme yoktur. Ama Türk inkılâbı batı kültürünü benimsemiştir. Atatürk İnkılâbının Hedefleri: a) Türkiye’yi muasır medeniyet seviyesinin üzerine çıkarmak, b) Modern Avrupa devletleriyle Türkiye’yi bütünleştirmek, c) Türk milletinin refah seviyesini yükseltmek, d) Demokrasinin Türkiye’de yerleşmesini sağlamak, e) Osmanlı Devleti’nden kalan ve halkın ihtiyaçlarına cevap vermeyen müesseselerin yerine çağdaş müesseseler kurmak, f) Türkiye’de milli egemenlik ilkesini yerleştirmektir. Türk İnkılâbını Hazırlayan Gelişmeler: a) Fransız İhtilali’nin etkileri (anayasa, demokrasi, milliyetçilik, insan hakları), b) Osmanlı devletinde yapısal sorunların başlaması (siyasi, sosyal ekonomik sorunlar), c) Avrupa devletlerinin Osmanlı Devleti üzerindeki sömürgeci faaliyetleri, d) Yenileşme çabalarının başarısız olması ve Osmanlı Devleti’nin parçalanma sürecine girmesi, SİYASİ ALANDA YAPILAN İNKILÂPLAR: Saltanatın Kaldırılması (1 Kasım 1922): 102 23 Nisan 1920’de açılan TBMM ile milli egemenliğe dayalı yeni devlet kurulmuştu. 20 Ocak 1921 Anayasası ile padişah ve halife siyasal, dinsel ve hukuksal yetkilerden yoksun bırakılmıştı. Asıl amaç, artık ulusal egemenliği tam anlamıyla gerçekleştirmek, önündeki engelleri ortadan kaldırmaktı. İtilaf devletleri Lozan görüşmelerine hem Osmanlı Devletini hem de TBMM’ni çağırarak iki hükümeti birbirine düşürmek istediler. 1 Kasım 1922 tarihinde TBMM saltanatı kaldırdı. 17 Kasım 1922’de Padişah Vahdettin, İngiliz gemisiyle önce Malta’ya sonra Hicaz’a gitti. 20 Kasım 1922’de Abdülmecit halife seçildi. Saltanatın Kaldırılmasının Sonuçları: a) 622 yıllık Osmanlı Devleti’nin varlığı sona erdi. Böylece Türkiye’de iki başlılık durumu sona ermiştir. b) Son Osmanlı padişahı VI. Mehmet Vahdettin 17 Kasım 1922’de ülkeyi terk etmiştir. c) TBMM Abdülmecid Efendi’yi halife seçerek halifeliği devam ettirmiştir. d) Devletin laikleşmesi konusunda ilk aşama gerçekleştirilmiştir. e) TBMM’nin siyasi alanda gerçekleştirdiği ilk büyük inkılâptır. f) İtilaf Devletleri’nin Lozan’da ikilik çıkarma planları bozulmuştur. g) Milli egemenliğin önündeki en büyük engel olan kuruma son verilmiştir. h) Saltanatın kaldırılması, Atatürk’ün milli egemenlik ve cumhuriyetçilik ilkelerine uygundur. Lozan Antlaşması (24 Temmuz 1923): İtilaf devletleri TBMM Hükümeti’ni Lozan’da toplanacak konferansa davet ettiler. Türkiye İsmet İnönü başkanlığındaki bir heyeti(21 delege) Lozan’a gönderdi. TBMM Hükümeti’nin Lozan’a Katılma Amaçları: a) Misak-ı Milli’yi ve Türk milletinin kayıtsız şartsız bağımsızlığını kabul ettirmek, b) Doğu Anadolu’da bağımsız bir Ermeni devletinin kurulmasını engellemek, c) Kapitülasyonları kaldırmak, d) Türkiye ile Yunanistan arasındaki sorunları(Doğu Trakya, Ege adaları, nüfus değişimi, savaş tazminatı) çözmek, e) Türkiye ile Avrupa devletleri arasındaki siyasi, ekonomik ve hukuki sorunları çözmek. Türkiye; bağımsızlığının kabulü, Ermeni devletinin kurulmaması ve kapitülasyonların kaldırılması hakkında anlaşma sağlanamazsa görüşmelerin kesilmesi kararını almıştı. Lozan Konferansı’na Katılan Devletler: a) Daveti yapan devletler: İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya. Bu devletlerin amacı Türkiye’ye Sevr Antlaşması’nı kabul ettirmek ve çıkarlarını devam ettirmekti. Japonya ise ekonomik çıkarlarını artırmayı ve Boğazlar üzerinde söz sahibi olmayı amaçlıyordu. b) Bütün Görüşmelere Davet Edilen Devletler: Türkiye, Yunanistan, Romanya ve Yugoslavya. Bu görüşmelerde Romanya ve Yugoslavya kendi çıkarları için İngiltere ve Fransa’yı desteklemeyi amaçlıyordu. c) Gözlemci Devlet: ABD d) Boğazların Statüsünü Görüşmek İçin Davet Edilen Devletler: Sovyet Rusya ve Bulgaristan e) Ticaret ve Yerleşme Görüşmelerine Katılmak İçin Davet Edilen Devletler: Belçika ve Portekiz. Lozan Görüşmeleri (20 Kasım 1922- 24 Temmuz 1923): 20 Kasım 1922’de başlayan Lozan görüşmeleri çetin tartışmalarla geçti. Osmanlı borçları, Türk-Yunan sınırı, Boğazlar, Musul, azınlıklar ve kapitülasyonlar üzerinde uzun görüşmeler yapıldı. Ancak kapitülasyonların kaldırılması, İstanbul’un boşaltılması ve Musul konularında anlaşma sağlanamadı. Temel konularda tarafların tavize yanaşmaması ve ciddi görüş ayrılıkları yüzünden görüşmeler kesildi. 23 Nisan 1923’te görüşmeler yeniden başladı. Yunanistan tazminata karşılık Karaağaç’ı Türkiye’ye bıraktı. 24 Temmuz 1923’te kesin anlaşma sağlandı. Lozan Barış Antlaşması’nın Maddeleri 1) Sınırlar: a) Rus sınırı: Moskova ve Kars antlaşmalarında belirlenen sınır kabul edilmiştir. Sevr Antlaşması’nda kurulmasına karar verilen Ermeni devletinin kuruluşundan vazgeçilmiş ve bölgenin Türk toprağı olduğu kabul edilmiştir. b) İran sınırı: 1639 Kasrışirin Antlaşması’nda belirlenen şekliyle kabul edilmiştir. c) Suriye sınırı: 1921 Ankara Antlaşması’nda belirlenen sınırlar kabul edilmiştir. Hatay Türkiye sınırları dışında kalmış ancak Atatürk’ün ölümünden sonra Türkiye topraklarına katılmıştır. d) Irak sınırı: Musul-Kerkük konusundaki anlaşmazlık yüzünden belirlenememiştir. 9 ay içerisinde Türkiye ile İngiltere arasında yapılacak ikili görüşmelerle belirlenmesi, anlaşma sağlanamazsa sorunun Milletler Cemiyeti’ne götürülmesi kabul edilmiştir. e) Bulgaristan sınırı: 1913 İstanbul Antlaşması ile Nöyyi Antlaşması’yla belirlendiği şekliyle kalmıştır. f) Yunanistan sınırı: Mudanya Ateşkes Antlaşmasıyla belirlenen Meriç nehri iki ülke arasında sınır kabul edildi. 2) Ege Adaları: Gökçeada ve Bozcaada Türkiye’ye, Oniki Ada İtalya’ya, diğer Ege adaları Yunanistan’a bırakıldı. Ancak Yunanistan adaları silahlandırmayacaktı. 3) Kapitülasyonlar: Tüm kapitülasyonlar kesin olarak kaldırılmıştır. Türkiye’de bulunan yabancı ticaret kuruluşlarına Türk kanunlarına uyma zorunluluğu getirilmiştir. 4) Azınlıklar: Türkiye’deki bütün azınlıkların Türk vatandaşı olduğu, Türk kanunları ile güvence altında bulunduğu, bu sebeple dışarıdan herhangi bir nedenle koruyucularının bulunamayacağı kararı kabul edilmiştir. 103 5) Nüfus Mübadelesi: İstanbul hariç, Rumların Yunanistan’a gönderilmesi, buna karşılık Batı Trakya hariç Yunanistan’da yaşayan Türklerin ise Türkiye’ye gönderilmesine karar verilmiştir. 6) Savaş Tazminatı: Yunanistan savaş tazminatı olarak Karaağaç’ı Türkiye’ye verecektir. 7) Borçlar: a) Düyun-ı Umumiye İdaresi kaldırılacaktır. b) Osmanlı Devleti’nden ayrılan devletlere Osmanlı borçlarından hisse verilecektir. c) Osmanlı borçlarının büyük bölümünü TBMM ödeyecektir. d) Borçlar Türk lirası ya da Fransız Frangı olarak taksitler halinde ödenecektir. 8) Boğazlar: a) Boğazların idaresi başkanlığını bir Türkün yapacağı uluslar arası bir komisyona bırakılmıştır. b) Boğazların her iki yakasında 20’şer kilometrelik askerden arındırılmış bölge oluşturulmuştur. c) Oluşturulan askersiz bölgeye olağanüstü bir durum yaşandığında Türkiye’nin asker sokabileceği kararlaştırılmıştır. d) Boğazlardan ticaret gemilerinin serbestçe geçmesine karar verilmiş, savaş gemilerine ise sınırlama getirilmiştir. e) Boğazlar Komisyonu’nun kaldırılamaması Türkiye’nin bağımsızlık ve hâkimiyetini sınırlandırılmıştır. 9) İstanbul’un Durumu: TBMM’nin antlaşmayı onaylamasından altı hafta sonra işgal güçlerinin şehri boşaltmaları kararlaştırılmıştır. (İtilaf devletleri 2 Ekim 1923 tarihinde İstanbul’u terk etmiş, Türk ordusu 6 Ekim 1923’te İstanbul’a girmiştir.) 10) Yabancı Okullar: Yabancı okullar Türk kanunlarına ve diğer okulların bağlı bulunduğu tüzük ve yönetmelik hükümlerine bağlı olacaklardır. Türk Hükümeti bu okulların öğrenimini düzenleyecektir. 11) Patrikhane: Fener Patrikhanesi’nin yabancı kiliselerle ilişki kurmaması şartıyla Türkiye’de kalması kabul edilmiştir. Patrikhanenin siyasi ayrıcalıkları kaldırılmıştır. Lozan Antlaşması’nın Önemi: a) İtilaf devletleri Misak-ı Milli’yi ve yeni Türk Devleti’nin bağımsızlığını tanıdılar. b) Yunanistan ile Türkiye arasındaki sorunlar çözüldü. c) Günümüze kadar geçerliliğini korudu. d) Adalar, azınlıklar, Musul, borçlar meseleleri sonradan sorun olmuştur. e) Türk bağımsızlık savaşının başarıya ulaşması sömürge altında bulunan milletleri harekete geçirmiştir. İkinci TBMM (11 Nisan 1923–1 Ekim 1927): 23 Nisan 1920’de kurulan I. TBMM Kurtuluş Savaşı’nı başarıya ulaştırmış ve milli egemenliği gerçekleştirmişti. 1 Nisan 1923’de seçimlere karar verilerek meclis yenilendi. II. TBMM 11 Ağustos 1923’te açıldı. 1 Ekim 1927’ye kadar çalışan II. TBMM’ye İnkılâp Meclisi de denilmiştir. II. TBMM (11 Nisan 1923–1 Ekim 1927): a) b) c) d) e) II. TBMM, 23 Ağustosta Lozan Antlaşması’nı onayladı. 13 Ekimde Ankara’yı başkent ilan etti. 29 Ekim’de cumhuriyeti ilan etti. 3 Mart 1924’de halifeliği kaldırdı. 1924 Anayasası, Takrir-i Sükûn Kanunu, Medeni Kanun gibi 1927’ye kadar önemli inkılâp hareketlerinin yasalarını kabul etti. Ankara’nın Başkent Olması(13 Ekim 1923): Lozan Barış Antlaşması’nın onaylanmasından sonra işgal kuvvetleri 6 Ekim 1923’te İstanbul’u boşalttı. Bu durum yeni Türk devletinin başkentinin neresi olacağı konusunu gündeme getirdi. Ankara’nın başkent olması ile ilgili İsmet İnönü’nün 14 arkadaşıyla birlikte sunduğu kanun teklifi 13 Ekim 1923’te TBMM’de kabul edildi ve Ankara yeni Türk devletinin başkenti oldu. Ankara’nın başkent olmasında Anadolu’nun orta yerinde yer alması, konumu gereği savunulması ve idaresinde avantajlı oluşu, milli mücadelenin merkezi olması Anadolu’nun her yeriyle ulaşım ve haberleşme imkânlarının bulunması gibi faktörler etkili olmuştur. Cumhuriyetin İlanı (29 Ekim 1923): 23 Nisan 1920’te kurulan TBMM Hükümeti aslında millet egemenliğine dayanan bir devletti. 1921 Anayasası’nda egemenliğin millete ait olduğu belirtilmişti. Cumhuriyetin İlan Edilmesinde; a) Milli egemenliği gerçekleştirmek, b) Saltanatın kaldırılmasından sonra ortaya çıkan devlet başkanlığı sorununu çözmek, c) Yeni Türk Devleti’nin rejimini belirlemek ve bu konudaki tartışmalara son vermek, d) 1923 sonbaharında ortaya çıkan hükümet bunalımı, yeni hükümetin seçilememesi ve yürütme işlerindeki aksaklıkları gidermek. Mustafa Kemal Türk ve dünya kamuoyuna cumhuriyetin ilanı edileceğini duyurdu. İsmet İnönü’nün 1921 Anayasası’nda hazırladığı ‘Türkiye devleti’nin hükümet şekli cumhuriyettir’ şeklindeki değişiklik önergesi 29 Ekim 1923 tarihinde TBMM tarafından kabul edildi. Cumhuriyetin İlanının Sonuçları: 1) Rejim tartışmaları sona erdi. Yeni Türk devletinin yönetim şekli cumhuriyet oldu. 2) Devlet başkanlığı sorunu halledildi. Mustafa Kemal Cumhurbaşkanı, İsmet İnönü Başbakan Fethi Okyar da meclis başkanı oldu. 3) Meclis Hükümeti sistemi sona erdi. Kabine sistemine geçildi. Böylece yürütme işleri hızlandı. 4) Milli mücadelenin başından beri amaçlanan milli egemenlik gerçekleşti. Meclis Hükümeti Sitemi Nedir? Güçler birliğinin sonucu olan bu sistemde başbakan yoktur. Meclis başkanı aynı zamanda hükümetin de başıdır. Bakanlar tek tek meclisin salt oyuyla belirle belirlenir ve meclisin kesin denetimi altındadır. Bu durum hükümetin kurulmasını ve 104 çalışmasını zorlaştırmıştır. 25 Ekim 1923’te hükümetin istifa etti. 28 Ekim 1923 akşamına kadar kadar hükümet kurulamadı. Bu olay Mustafa Kemal Paşa’ya cumhuriyeti ilan etmek için beklediği fırsatı verdi. Kabine Sistemi Nedir? Cumhuriyetin ilanıyla birlikte hükümet şekli olarak kabine sistemi benimsenmiştir. Kabine sisteminde yürütmenin başı cumhurbaşkanıdır. Yürütme organı, cumhurbaşkanı ve onun atadığı başbakan ve bakanlar kuruludur. Hükmet meclisten aldığı güvenoyu ile göreve başlar. Cumhurbaşkanı, başbakan ve meclis başkanı ayrı ayrı kişilerdir. Halifeliğin Kaldırılması (3 Mart 1924): Saltanatın kaldırılması ve sultan Vahdettin’in ülkeyi terk etmesinden sonra TBMM Abdülmecit Efendi’yi halife olarak seçmişti. TBMM 3 Mart 1924 tarihinde çıkardığı bir kanunla halifeliği kaldırdı. Abdülmecit ve Osmanlı soyu yurtdışına çıkartıldı. Halifeliğin Kaldırılma Sebepleri: a) Devlet başkanı olarak cumhurbaşkanı ile halifenin birlikte bulunmasının sakıncalı olması (dünyevi ve dinsel iki ayrı makamın çatışması), b) Halife Abdülmecit Efendi’nin devlet başkanı gibi hareket etmesi, c) Halifelik kurumunun laiklik ve cumhuriyet rejimine ters düşmesi, d) Eski düzen yanlılarının halifenin etrafında toplanması, e) Bazı milletvekillerinin halifeyi meclisin üzerinde bir güç olarak görmeleri, f) Hindistan Müslümanlarından Ağa Han ve Ali Han’ın halifenin durumun korunması için İsmet Paşa’ya mektup yazmaları, Halifeliğin kaldırılması konusunda Hindistan’daki Ağa Han (İsmailiye mezhebinin imamı) ve Seyit Emir Ali Han’ın (Londra İslam Cemiyeti başkanı) halifenin siyasi durumunun korunması için İsmet Paşa’ya mektup yazmaları ve mektubun muhalefeti temsil eden Tanin Gazetesi’nde yayınlanması bardağı taşıran son damla olmuştur. Halifeliğin Kaldırılmasının Sonuçları: a) Laik devlet düzenine geçişin en önemli aşamasıdır. b) Ulusal egemenlik daha da pekişmiştir. c) Yeniliklerin önü açılmış, inkılâp süreci hızlanmıştır. d) Ümmetçilik arayışları sona ermiştir. e) Halifeliğin kaldırılması sömürgelerde çok sayıda Müslüman’ın yaşadığı devletlerde tepki toplamıştır. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Kurulması(3 Mart 1924): Osmanlı Devleti’nde bütün vakıfların, medreselerin ve ibadethanelerin denetim ve yönetimi, çıkarılan kanunların şeriata uygunluğu Şeriye ve Evkaf Vekâleti (Şeriat ve Vakıflar Bakanlığı) tarafından yerine getiriliyordu. a) Kanunla Hukuki işlemlere ait hükümlerin yasama ve yürütme yetkisi TBMM ve hükümete devredilerek Vakıflar Genel Müdürlüğü kuruldu. b) İslam dininin inanç ve ibadetlerle ilgili hükümlerinin yürütülmesi ve dini kurumların yönetimi için Diyanet İşleri Başkanlığı kuruldu. Başkanlığa Ankara müftüsü Rıfat Börekçi getirildi. Genel Kurmay Başkanlığı’nın Kurulması(3 Mart 1924): Mecliste alınan kararla Erkan-ı Harbiye Vekâleti (Savaş Bakanlığı) kaldırıldı. Yerine Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Reisliği (Genel Kurmay Başkanlığı) kuruldu. Çok Partili Hayata Geçiş Denemeleri: Atatürk, siyasal partilerin kurulmasını sağlamış ve sağlığında iki defa çok partili hayata geçmek için deneme yapmıştır. Ancak çok partili hayat için gerekli ortamın oluşmaması, süreç içinde meydana gelen gelişmelerin rejimi tehdit eder hale gelmesi bu denemelerin sona ermesine sebep olmuştur. TBMM’de İlk Gruplar: İlk mecliste farklı görüşlere sahip olan bu milletvekillerinin ortak hedefi Misak-ı Milli’yi gerçekleştirmekti. Bu mecliste; Tesanüt Grubu, İstiklal Grubu, Müdafaa-yı Hukuk Grubu, Islahat Grubu gibi gruplar vardı. Cumhuriyet Halk Fıkrası(9 Eylül 1923): Mustafa Kemal, 9 Eylül 1923’te Halk Fırkası’nı kurmuştur. Partinin adı 1935’te Cumhuriyet Halk Partisi olmuştur. CHP kurulan partidir. Mustafa Kemal ölümüne kadar bu partinin başkanlığını yapmış, bütün inkılâplar bu partiye dayanılarak yapılmıştır. CHP 1950 yılına kadar ülkeyi tek başına idare etmiştir. Partinin dokuz ilkesi; saltanatın kaldırılması, milli egemenlik, ülkede güvenliğin sağlanması, mahkemelerin adil olması, ekonomik kalkınma (tarım, hayvancılık, sanayi, madencilik), şehit ailelerine yardım, memurların çalışma şartlarının iyileştirilmesi ve özel sektörün desteklenmesiydi. Cumhuriyet Halk Partisi; a) Herhangi bir zümrenin değil halkın partisi olması amaçlanmıştır. b) Ekonomide devletçiliği benimsemiştir. c) Mustafa kemal yapmayı tasarladığı yenilikleri parti programına koymuş, parti programını hükümet programı gibi uygulamıştır. d) Cumhuriyet Halk Partisi 1950’ye kadar tek parti olarak iktidarda kalmıştır. Ordunun Siyasetten Ayrılması(19 Aralık 1924): I. TBMM ve II. TBMM’de askerler milletvekili seçilebiliyorlardı. Bir kişinin hem subay hem de milletvekili olması doğru değildi. Mustafa Kemal, milletvekillerinin ordudan ayrılmasını istedi. 1924’de Kazım Karabekir, Refet Bele gibi komutanlar ordudan ayrılırken; Fevzi Paşa, Cevat Paşa, hemen ordularının başlarına döndüler. Askerlerin resmi görevlerini yaparken milletvekili olamayacaklarına dair kanun 19 Aralık 1924’te kabul edildi. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası (17 Kasım 1924): Cumhuriyet döneminin ilk muhalefet partisidir. Kazım Karabekir’in başkanı olduğu olan partide Rauf Orbay, Dr. Adnan Adıvar, Ali Fuat Cebesoy ve Refet Bele gibi isimler vardı. 29 milletvekiline sahip partinin kuruluş bildirisinde; Diktatörlüğe karşı olduğunu, yönetimin ve hükümetin sıkı 105 şekilde denetleneceğini, Cumhuriyeti ve demokrasi ilkelerini ve ekonomide liberalizmi benimsediğini, Aynı zamanda dini inançlara saygılı olduğunu belirtmiş, Ayrıca cumhurbaşkanının aynı zamanda parti başkanı olmasına karşı çıkmıştır. Halka daha fazla özgürlük verilmesini ve CHP’nin meclise baskı yapmamasını istemiştir. Serbest Cumhuriyet Halk Fırkası’nın Kurulmasında; a) Dünya ekonomik krizinden Türkiye’nin de etkilenmesi sebebiyle mevcut hükümete ekonomi alanında yeni görüşler üretme düşüncesi, b) Demokrasiyi tüm kurum ve kurallarıyla yürütme isteği, c) Halkın istek ve görüşlerinin mecliste yansıtılmasını sağlama düşüncesi etkili olmuştur. Yeniliklere karşı çıkanlar, eski İttihatçılar, saltanat ve hilafet yanlılarının toplandığı bu partinin sert muhalefeti ülke bütünlüğünü tehlikeye düşürmüştü. Nitekim bu parti 2 Haziran 1925’te Şeyh Said isyanında rolü olduğu gerekçesiyle kapatılmıştır. Serbest Cumhuriyet Halk Fırkası; a) Ekonomide liberalizmi ve devletin müdahale etmemesini, b) Tek dereceli seçim sistemini, c) Cumhuriyete bağlılığı ve laik düşünceyi, d) Kadınlara da siyasi haklar verilmesini savunmuştur. Şeyh Sait İsyanı (13 Şubat 1925): Şeyh Said İsyanının Çıkmasında; a) Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın izlediği politikaların rejim muhaliflerini cesaretlendirmesi, b) Rejim karşıtlarının din elden gidiyor şeklindeki propagandaları, c) İngilizlerin kışkırtmaları ve Musul ve Türkiye arasında tampon bir Kürt devleti kurmak istemeleri etkili olmuştur. Kısa zamanda rejim aleyhtarlarının kümelendiği bir parti haline gelmiş ve Fethi Bey 17 Kasım 1930’da partisini kapatmıştır. İsyan, Elazığ’ın Eğil bucağının Piran köyünde başladı ve kısa zamanda Elazığ, Bitlis ve Muş’a yayıldı. İsyancılar kuzeyde Erzurum, güneyde Diyarbakır’a ulaştılar. Fethi Okyar Hükümeti isyanı bastıramayınca istifa etti. Yeni hükümeti kuran İsmet İnönü aldığı tedbirlerle isyanı bastırdı ve Şeyh Sait idam edildi. Şeyh Sait İsyanı’nın Sonuçları: 1) Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası kapatıldı. 2) Türkiye’de çok partili hayata geçiş ortamının uygun olmadığını gösterdi. 3) Çok partili hayata geçiş denemesi başarısızlıkla sonuçlandı. 4) Doğu Anadolu’da çıkan isyanı bastırmak için Takrir-i Sükûn Kanunu çıkarıldı (4 Şubat 1925). 5) Türkiye Cumhuriyeti’ni yıkmayı amaçlayan ilk isyandır. 6) Ali Fethi Okyar Hükümeti isyan ederek İsmet İnönü Hükümeti kuruldu. 7) Türkiye yıprandığından dolayı İngiltere Musul sorununun çözümünde büyük avantaj sağladı. 8) İstiklal Mahkemeleri tekrar harekete geçirildi. Mustafa Kemal’e Suikast Girişimi (16 Haziran 1926): İzmir Suikastı eski İttihatçıların Mustafa Kemal’i öldürmek için hazırladıkları bir plandır. Plana göre Mustafa Kemal’i İzmir ziyareti sırasında öldürdükten sonra motorla Sakız adasına kaçacaklardı(16 Haziran 1926). Suikast motorcu Giritli Şevki’nin ihbarıyla ortaya çıktı. Ziya, Hurşit, Şükrü Bey ve İsmail Canbulat gibi elebaşları yakalandı. Suikastı planlayanlar İstiklal Mahkemesinde yargılanarak cezalandırıldı ve 19 kişi idam edildi (13 Temmuz 1926). Mustafa Kemal suikast ile ilgili olarak ‘Benim naçiz vücudum elbette bir gün toprak olacaktır. Fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır’ demiştir. Serbest Cumhuriyet Fırkası(12 Ağustos 1930–17 Aralık 1930): Mustafa Kemal’in görevlendirdiği Fethi Okyar tarafından kurulmuştur. Menemen Olayı (23 Aralık 1930): Derviş Mehmet adlı bir kişi 23 Aralık 1930’da Menemen’e gelerek çevresine topladığı kişilerle ‘Din elden gitti, şeriat isteriz’ diyerek isyan çıkarttı. İsyanı önlemeye çalışan Asteğmen Mustafa Fehmi Kubilay isyancılar tarafından şehit edildi. Olayın haber alınması üzerine Menemen’e gelen askeri birlikler isyanı bastırdılar. Suçlular yakalanarak idam edildiler. Şeyh Sait ve Menemen olayları Türkiye’de henüz demokrasinin oluşmadığını göstermiştir. II. Dünya Savaşı’nın yaklaşması, inkılâpların yerleşip kökleşmesi için ülkenin bir süre daha tek partiyle yönetilmesini zorunlu hale getirmiştir. Türkiye’de Çok Partili Hayata Geçiş: II. Dünya Savaşı sonrasında Türkiye’nin devletlerarasında yerini alabilmesi ve Birleşmiş Milletler Teşkilatı’nda söz sahibi olabilmesi için çok partili hayata geçmesi gerekiyordu. Bu yüzden İsmet Paşa ikinci bir partinin kurulmasına izin verdi. Demokrat Parti’yi CHP’den ayrılan Celal Bayar, Adnan Menderes, Fuat Köprülü ve Refik Koraltan kurdular. 1946’da yapılan seçimi uygulanan açık oy gizli tasnif sistemiyle CHP kazandı. 1950 seçiminde ise Demokrat Parti 416 milletvekili kazandı. CHP ise 69 milletvekilini meclise sokabildi. HUKUK ALANINDA İNKILÂPLAR: Hukuk, bireylerin birbirleriyle ve devletle ilişkilerini düzenleyen kurallar bütünüdür. Devlet ve toplum hayatının düzenlenmesi hukuk kurallarına bağlıdır. Hukuk inkılâbının temelini laik hukuk oluşturmuştur. Hukukun laik olması, devletin kanun koyarken dini esaslara göre değil akıl ve bilim ışığında hareket etmesidir. Devlet bütün inanç sahiplerine eşit mesafede durur. Laik hukuk din ve inanç özgürlüğünün de güvencesidir. Osmanlı Devletinde Hukuk: Osmanlı hukuk sistemi, şer’i ve örfi olmak üzere iki temele dayanıyordu. Şer’i hukukun kaynağını Kuran ve sünnet oluşturuyordu. Örfi hukukun kaynağını ise töre oluşturuyordu. Padişahın şeriata aykırı olmamak kaydıyla örfi hukuk alanında kanun yapma 106 yetkisi bulunuyordu. Osmanlı Devletinde hukuk birliği yoktu. Şer’i mahkemelerin yanında batı tarzında mahkemeler ve kapitülasyonlara göre çalışan mahkemeler de vardı. 3) 4) 5) Tanzimat döneminde Fransız kanunlarından faydalanılarak hukuki karışıklıklar giderilmeye çalışılmış 1840’ta Ceza Kanunu, 1850’de Ceza Kanunu, Deniz Ticaret Kanunu çıkarılmış ve Danıştay kurulmuştu. XIX. yüzyılın sonlarında Ahmet Cevdet Paşa başkanlığında bir heyet tarafından İslam hukukuna dayanan Mecelle adlı medeni kanun çıkarılmıştı. Devletin Laikleşme Aşamaları: 1) Saltanatın Kaldırılması (1 Kasım 1922): laiklik alanındaki ilk aşamadır. TBMM ülkedeki tek siyasi kurum haline gelmiştir. 2) Halifeliğin Kaldırılması (3 Mart 1924): TBMM’nin üstünde dini bir kurumun olamayacağı ispatlanmıştır. İnkılâpların yapılması hızlanmıştır. 3) Ser’iyye ve Evkaf Vekâleti’nin Kaldırılması(3 Mart 1924): Diyanet İşleri Başkanlığı ve Vakıflar Genel Müdürlüğü kurulmuştur. 4) Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun Çıkarılması (3 Mart 1924): Eğitim ve öğretim birleştirilmiş ve laikleştirilmiştir. Medreseler kapatılmıştır. 5) Tekke ve Zaviyelerin Kapatılması (30 Kasım 1925): Böylece halkın dini duygularının sömürülmesi önlenmiştir. 6) Medeni Kanun’un Kabulü (17 Şubat 1926): Hukuk alanında laikliğe geçilmiştir. 7) Anayasadan ‘Devletin dini İslam’dır’ Maddesinin Çıkartılması (10 Nisan 1928): Böylece devlet laikleşmiştir. 8) Laikliğin Anayasaya Konulması (5 Şubat 1937): Böylece laikliğe geçi aşaması tamamlanmıştır. Hukuk Alanındaki İnkılâpların Sebepleri: a) Ülkede hukuk birliğinin sağlanamaması, b) Halkın evlenme, boşanma ve miras gibi konularda kendi dini kuralarını uygulaması, c) Ceza hukukunun modern ceza hukukuna uymaması, d) Mahkemelerde tek yargıcın (kadı) bulunması, e) Kadın haklarıyla ilgili kanunların yetersiz olması, f) İktisadi ve ticari hayatı düzenleyen kanunların yetersiz olması, g) Gayrimüslimlerin şahıs ve aile hukukuyla ilgili sorunları kendi dini kurallarına göre çözmeleri, h) Cumhuriyetin Batı uygarlığını hedeflemesi, i) Devletin laik bir karakter kazanması mecburiyetidir. 1924 Anayasası (20 Nisan 1924): 1921 Anayasası Kurtuluş Savaşı'nın acil ihtiyaçları göz önüne alınarak hazırlanmıştı. Bu anayasada yalnız TBMM’nin görevleri, meclisi oluşturan milletvekillerinin durumları belirtilmiş, kişi hak ve özgürlüklerine yer verilmemişti. 6) 7) 8) (1924 anayasası ilk haliyle laik bir anayasa değildir). Egemenlik kayıtsız, şartsız milletindir. Yasama, yürütme ve yargı yetkisi meclisin kontrolündedir. Meclis yürütme yetkisini hükümet aracılığıyla kullanır. Yargı yetkisini ise bağımsız mahkemeler kullanır. TBMM üyeleri dört yılda bir seçilir, seçme yaşı 22, seçilme yaşı ise 30’dur. Cumhurbaşkanı, 4 yıllık bir süre için meclis içinden ve meclis tarafından seçilir. Seçme ve seçilme hakkını sadece erkekler kullanır. Bütün Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları kanun önünde eşittir. 1924 Anayasası’nda Daha Sonra Yapılan Değişiklikler: a) 1928’de devletin dini İslam’dır ifadesi kaldırılmış, 1937’de bunun yerine laiklik ilkesi getirilmiştir. b) Kadınlara; 1930’da belediye, 1933’te muhtarlık, 1934’de milletvekili seçme ve seçilme hakkı verilmiştir. c) Seçmen yaşı 18’den 22’ye çıkarılmıştır. d) 1937 yılında Atatürk ilkeleri anayasaya girmiştir. Böylece anayasanın laikleşmesi aşaması tamamlanmıştır. e) 1945’te anayasanın dili sadeleştirilmiş, ancak1952’yeniden eski haline çevrilmiştir. Medeni Kanun’un Kabulü (17 Şubat 1926): Evlenme, boşanma ve miras haklarını belirleyen aile hukukuna medeni hukuk denir. XIX. yüzyılda Mecelle-i Ahkâm-ı Adliye denilen Osmanlı medeni kanunu hazırlandı. Ancak yeni Türk Devleti laikliği amaçladığı için Mecelle’yi uygulayamazdı. TBMM bu konuda çalışmalara başlayarak Avrupa milletlerinin kanunları incelendi. İleri ve laik bir medeni kanun olan İsviçre medeni kanunu, 17 Şubat 1926’da TBMM tarafından Türk Kanun-ı Medenisi adıyla kabul edildi. İsviçre Medeni Kanunu’nun alınmasında; a) Avrupa’daki medeni kanunların içinde en yeni ve en modern olması, b) Sorunlara akılcı ve pratik çözümler getirmesi, c) Demokratik olması, d) Kadın-erkek eşitliğine dayanması, e) Laik bir anlayışla düzenlenmiş olması, Medeni Kanun Neler Getirdi? 1) Hukuk alanında birlik ve düzen sağlanmıştır. 2) Tek eşle evlilik ve resmi nikâh mecburiyeti getirilmiştir. 3) Evlenmede yaş sınırı getirilmiş ve eşlerin isteği esas alınmıştır. 4) Mirasta kız ve erkek çocukların eşit pay almaları sağlanmıştır. 5) Kadın istedikleri mesleğe girme hakkı tanınmıştır. 6) Boşanmada serbestlik kaldırılarak belli şartlara bağlanmıştır. 7) Mahkemelerde tanıklıkta kadın-erkek eşitliği getirilmiştir. Cumhuriyetin ilanından sonra yeni bir anayasaya ihtiyaç duyuldu. 20 Nisan 1924’de yeni anayasa kabul edildi. Bu anayasa 1961 anayasasına kadar geçerli oldu. 1924 Anayasası yasama ve yürütme yetkisini meclise, yargı yetkisini bağımsız mahkemelere vermiştir. Gayrimüslim topluluklar Lozan Antlaşması’nda kendilerine tanınan haklardan vazgeçtiklerini ve Türk Medeni Kanunu’na uymak istediklerini bildirmişler ve hükümet bu isteği kabul etmiştir. 1924 Anayasası’nın Önemli Maddeleri: 1) Devletin yönetim şekli cumhuriyettir. 2) Devletin dini İslam, başkenti Ankara, dili Türk’çedir Medeni Kanun’un kabulü laiklik ve halkçılıkla ilgilidir. Laiklikle ilgili yönü; hukuk kurallarının din yerine akıl ve bilime dayanmasıdır. Halkçılıkla ilgili yönü ise; sosyal haklar konusunda 107 kadın-erkek eşitliğinin sağlanmasıdır. Hukuk Alanındaki Diğer Düzenlemeler: Medeni Kanun’un kabulünden sonra diğer hukuk mevzuatının da laik esaslara göre düzenlenmesi için İsviçre’den Borçlar Kanunu (8 Mayıs 1928), Almanya’dan Ticaret kanunu (10 Mayıs 1928) ve İtalya’dan Ceza Kanunu (1 Temmuz 1928) alınarak uygulamaya konulmuştur. Türk Kadınına Siyasi Haklarının Verilmesi: Medeni Kanun ile kadınlara hukuki ve sosyal alanlarda eşitlik sağlanmıştı. Ancak tam bir eşitlik için kadına siyasi haklarının da verilmesi gerekiyordu. Bu amaçla; 1) 30 Nisan 1930 yılında kabul edilen Belediye Kanunu ile belediye seçimlerine katılma hakkı, 2) 26 Ekim 1933’te muhtar seçme ve köy ihtiyar heyetine seçilme hakkı, 3) 5 Aralık 1934’te milletvekili seçme ve seçilme hakkı tanınmıştır. Türk kadını siyasi haklarını birçok gelişmiş ülkeden daha önce elde etmiştir. Kadınlara oy verme hakkı Fransa’da 1944’te, Japonya’da 1950’de, İsviçre’de 1970’de verilmiştir. İtalya’da kadınlar 1948’de parlamentoya girebilirken, ülkemizde 1935 seçimlerinde 18 kadın milletvekili TBMM’ye girmiştir. EĞİTİM VE KÜLTÜR ALANINDA YAPILAN İNKILÂPLAR: Eğitim ve kültür alanlarındaki inkılâpların yapılmasında; eğitim ve öğretimdeki çatışmayı ortadan kaldırarak birlik beraberliğin sağlamak, eğitim ve öğretim faaliyetlerini çağdaş ve laik hale getirmek, eğitimi yaygınlaştırmak ve kolaylaştırmak ve her alanda yeterli eleman yetiştirmek, eğitim ve öğretimde fırsat eşitliğini sağlamak, Türk dilini ve tarihini araştırmak gibi amaçlar etkili olmuştur. Eğitim Politikası: Eğitim milli olmalıdır. Atatürk; milli eğitim esas olduktan sonra onun dilini, yöntemini ve araçlarını da milli yapmak zorunluluğu tartışmaktan uzaktır demiştir. Eğitim çağdaş olmalıdır. Eğitim faaliyetlerinin amacı, yöntemleri ve araçlarının bilimsel olması gerekir. Milli Eğitim Sisteminde Gözetilecek Esaslar: a) Türk milli eğitiminde belirlenen amaçlara ulaşmada Atatürk ilkeleri esastır. b) Eğitimde birlik sağlanmalıdır. c) Eğitim yaygınlaştırılmalı ve kolaylaştırılmalıdır. d) Kız ve erkek çocukları arasında eşitlik sağlanmalıdır. e) Eğitim programları bilimsel olmalıdır. f) Eğitim üst düzeyde meslek elmanı yetiştirilmelidir. g) Eğitim uygulamalı olmalıdır. h) Eğitim ve öğretimde birlik olmalıdır. i) Eğitim fikir ve hareketi birlikte yürütülmelidir. Tevhid-i Tedrisat Kanunu (3 Mart 1924): XIX. yüzyıla gelindiğinde Osmanlı Devleti’ndeki başlıca eğitim kurumları; mahalle mektepleri ve medreseler, yabancı ve azınlık okulları, Tanzimat ve Meşrutiyet dönemlerinde açılmış Avrupa tarzında eğitim veren okullardan oluşuyordu. Bu kurumlarda farklı eğitim verilmesinden dolayı, toplumda kültür çatışmaları ortaya çıkıyordu. Türkiye Cumhuriyeti, eğitim faaliyetlerini tek elden planlamak, yürütmek ve bu alandaki kargaşayı önlemek amacıyla Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nu (Eğitimin birleştirilmesi) çıkarmıştır (3 Mart 1924). Tevhid-i Tedrisat Kanunu’na Göre; 1) Türkiye dâhilindeki bütün eğitim ve bilim kuruluşları Milli eğitim Bakanlığı’na bağlıdır. 2) Şeriyye ve Evkaf Vekâleti veya özel vakıflar tarafından yönetilen bütün medreseler ve okullar Milli Eğitim Bakanlığı’na devredilir. 3) Şeriyye bütçesinde mektepler ve medreseler için konmuş olan ödenekler Milli Eğitim bütçesine geçirilir. 4) Milli eğitim Bakanlığı yüksek din uzmanları yetiştirilmek üzere üniversitede bir ilahiyat fakültesi kurar. İmamlık, hatiplik gibi din hizmeti görecek memurların yetişmesi için de yarı mektepler açacaktır. 5) Bu kanunun yayın tarihinden sonra, eğitim ve öğretimle meşgul olup Milli Savunmaya bağlı olan askeri, rüşdiye ve idadiler, Sağlık Bakanlığına bağlı yetim mektepleri bütçeleri ve öğretim üyeleriyle beraber Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlanmıştır. Kanunun kabul edilmesiyle; 1) Bütün eğitim ve öğretim kurumları Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlandı. 2) Tüm eğitim kurumları devlet denetimi altına alınarak öğretim birliği sağlandı. 3) Yabancı okulların ders programlarına Türkçe kültür dersleri konularak bu dersleri Türk öğretmenlerin okutmaları sağlandı. 4) Azınlık ve yabancı okulların dini ve siyasi amaçlarla öğretim yapmaları yasaklandı. Bu okulların sınıflarında ve ders kitaplarındaki dini semboller ve işaretler kaldırıldı. Böylece yabancı ve azınlık okullarının zararlı faaliyetleri önlendi. 5) Eğitim milli ve çağdaş bir nitelik kazandı. 6) Okullarda verilen farklı eğitimden dolayı ortaya çıkan kültür çatışması önlendi. Medreselerin Kapatılması: 3 Mart 1924’te kabul edilen Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile bütün eğitim ve öğretim kurumları Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlandığından medreseler de bağlanmıştı. Ancak din görevlisi yetiştirmek amacıyla ilahiyat fakülteleri ve imam hatip okullarının açılması kanunla öngörüldüğü için medreselerin kapatılması zorunlu hale gelmişti. Bu sebeple medreseler kapatılmıştır. Medreselerin kapatılmasıyla Türk eğitim sistemi demokratik, laik ve çağdaş bir kimliğe kavuşmuştur. Medreselerin kapatılmasıyla eğitim alanındaki ikilik ortadan kalkmıştır. Maarif Teşkilatı Hakkında Kanun(2 Mart 1926): Bu kanunla eğitim sistemi milli olacak şekilde ilk ve ortaöğretim programları belirlenmiş ve okulların açılması bakanlığın iznine bağlanmıştır. Müfredat programları ihtiyaçlar doğrultusunda hazırlanmıştır. Yeni Türk Harflerinin Kabulü (1 Kasım 1928): Okuyup yazmayı kolaylaştırmak, eğitim ve öğretim işlerini modernleştirip yaygın hale getirmek için TBMM 1 Kasım 1928 tarihinde çıkardığı Türk Harfleri Hakkında Kanun ile Latin 108 harflerini kabul etmiştir. Yeni Türk Harflerinin Kabulü ile birlikte; 1) Okur-yazar sayısı artmış ve bilimsel çalışmalar hızlanmıştır. 2) Arap kültürünün Türk kültürüne etkisi önlenmiştir. 3) Batı dünyası ile yakınlaşma yolunda önemli bir adım atılmıştır. 4) Okuma-yazma oranı sürekli artarken kitap sayısında da büyük artış olmuştur. 5) Yetişkinlere, yeni harflerle okuma yazma öğretmek amacıyla millet mektepleri açılmıştır(1 Ocak 1929). 6) 24 Kasım 1928’de Atatürk’e Millet Mektepleri’nin Başöğretmeni unvanı verilmiştir Türk Tarih Kurumu’nun Kurulması(12 Nisan 1931): Atatürk; Türk milletinin, milletler ailesi içinde binlerce yıllık bir tarihi geçmişe sahip olan büyük bir millet olduğunu, dolayısıyla Türk tarihinin İslam tarihiyle sınırlı kalmaması gerektiğini düşünüyordu. Atatürk’ün Türk tarihiyle ilgili araştırmalar başlatmasında; a) Türklerin sarı ırktan olduklarına dair yazılan yanlış bilgiler, b) Türk milletinin medeni kabiliyet ve istidattan yoksun olduğu iddiaları, c) Türk toprakları üzerindeki yabancıların iddiaları, d) Türk tarihini ilk dönemlerinden itibaren aydınlatma düşüncesi, e) Ümmetçi ve hanedancı tarih anlayışından milli tarih anlayışına geçmek istenmesi gibi nedenler etkili olmuştur. Atatürk milli bir tarih oluşturarak Türk milletinin kabiliyet ve dünya medeniyetine katkılarını ortaya koymak amacıyla 12 Nisan 1931’de Türk Tarih Kurumu’nu kurmuştur. Bu kurum, günümüze kadar Türk ve dünya tarihiyle ilgili önemli çalışmalar yapmış ve birçok eserler yayınlamıştır. Mustafa Kemal Türk Tarih Kurumu’ndan; a) Anadolu’nun en eski halkı kimlerdir? b) Anadolu’da ilk medeniyetler kimler tarafından ve nasıl kurulmuştur? c) Türklerin dünya medeniyetine katkıları nelerdir? Sorularının araştırılmasını istemiştir. Mustafa Kemal Türk Tarih Kurumu’ndan; 1) Anadolu’nun en eski halkı kimlerdir? 2) Anadolu’da ilk medeniyetler kimler tarafından ve nasıl kurulmuştur? 3) Türklerin dünya medeniyetine katkıları nelerdir? Sorularının araştırılmasını istemiştir. b) Aydınların diliyle halkın dili, yazı dili ile konuşma dili arasındaki farklılıkları ortadan kaldırmak, c) Atılan kelimelerin yerine Türkçenin kendi kurallarına göre türetilmiş kelimeler getirerek Türkçeye milli bir gelişme yolu çizmek, d) Dil üzerinde yapılan araştırmalarla Türkçe’nin zenginliğini ortaya koymak, e) Türkçeyi medeni ihtiyaçları karşılayabilecek işlek bir dil haline getirmek, f) Türkçe’nin bilim dili haline gelmesini sağlamaktır. Atatürk bu hedefleri gerçekleştirmek için 12 Temmuz 1932’de Türk Dil Kurumu’nu kurmuştur. Bu kurum milliyetçilik ilkesiyle yakından ilişkilidir. Türk Dil Kurumu açıldıktan sonra; 1) 26 Eylül 1932’de I. Dil Kurultayı toplanarak dil üzerinde yapılacak çalışmalar planlanmıştır. 2) Halk dilindeki sözcükler toplanarak derlemeler yapılmıştır. 3) Konuşma dili ile yazı ve bilim dili arasındaki ayrılıkların giderilmesinde önemli gelişmeler sağlanmıştır. 4) Sanat, bilim ve teknoloji alanlarında karşılığı olmayan yeni kavramlar üretilmiştir. Eğitim ve Kültür Alanında Yapılan Diğer Yenilikler: 5) 1924 yılında Topkapı Sarayı müze haline getirilmiş, aynı yıl Ankara’da Musiki Muallim Mektebi açılmıştır. 6) 1925’te açılan Ankara Hukuk Mektebi, Hukuk Fakültesi adını almıştır. 7) 1930’da Ankara’da Etnografya Müzesi açılmıştır. 8) 1933’te Darülfünun kaldırılarak yerine İstanbul Üniversitesi kurulmuştur. 9) 1933’te Yüksek Ziraat Enstitüsü kurulmuştur. 10) 1936’da Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi açılmıştır. 11) İstanbul’daki Sanayi-i Nefise Mektebi, Güzel Sanatlar Akademisi’ne dönüştürülmüştür. 12) 1936’da Ankara Devlet Konservatuarı açılmıştır. 13) 1937 yılında Dolmabahçe Sarayı’nın bir kısmı müze haline getirilmiştir. 14) Eğitim ve öğretimi yaygınlaştırmak için çok sayıda ilk, orta, lise ve öğretmen okulu açılmıştır. TOPLUM VE SAĞLIK ALANINDA YAPILAN İNKILÂPLAR: Hukuk ve eğitim alanlarında yapılan inkılâplar toplumsal yaşayışın düzenlenmesini de beraberinde getirmişti. Çünkü devlet ve hukuk kurallarının temel amacı toplumsal hayatı düzenlemek ve bu düzenin sağlıklı işleyişini sağlamaktır. Atatürk, dönemin Türk tarihçilerine Türk Tarihinin Anahatları adıyla bir eser yazdırmıştır. Okullar için dört ciltlik Genel Tarih serisi hazırlanmıştır. Toplumsal Alanda İnkılâpların Yapılmasında; a) Avrupa milletleriyle düzenli ve sağlıklı ilişkiler kurmak, b) Türk milletini her yönüyle çağdaşlaştırmak, c) Toplumda birlik ve beraberliği sağlamak, d) Çağın gerisinde kalmış örgütleri yenilemek ve Türkiye’yi modernleştirmek, e) Sınıfsız imtiyazsız ve kaynaşmış bir toplum meydana getirmek, f) Uluslar arası alanda kabul edilmiş standartları benimsemek gibi nedenler etkili olmuştur. Türk Dil Kurumu’nun Kurulması(12 Temmuz 1932): Dil İnkılâbının Hedefleri: a) Türkçe’yi halk tarafından benimsenmemiş kelime ve kurallardan arındırmak, Tekke Zaviye ve Türbelerin kapatılması (30 Kasım 1925): Mustafa Kemal, tekke, zaviye ve türbeler hakkında şöyle diyordu. ‘Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler ve müritler memleketi olamaz. En doğru ve en gerçek tarikat medeniyet Atatürkçü tarih görüşü, insanlığı geniş bir aile olarak kabul eder. İnsanları ayıran ve bölen savaşlar yerine dikkatleri insanlığın ortak malı olan kültür ve medeniyet eserlerine çekerek birleştirici rol oynamıştır. 109 tarikatıdır.’ diyordu. Tekke, zaviye ve türbeler 30 Kasım 1925 tarihinde çıkarılan bir kanunla kaldırıldı. Yine aynı kanunla şeyhlik, dervişlik, müritlik, dedelik, seyitlik, çelebilik, babalık, emirlik, halifelik, paşalık, falcılık, büyücülük, üfürükçülük, muskacılık, türbedarlık unvanlarının kullanılması yasaklandı. Bu kanunla; Toplumsal yaşayışın laikleşmesi yolunda önemli bir adım atılmıştır. Kıyafette Değişiklik: Osmanlı toplumu kıyafet birliğine sahip değildi ve herkes ayrı bir kıyafet taşıyordu. Bu durum ilk defa son vermek isteyen II. Mahmut memurlara fes, ceket, pantolon giymeyi mecbur kılmıştır. Şapka Giyilmesi Hakkındaki Kanun 25 Kasım 1925’te mecliste kabul edildi. Bu kanuna göre; fes, başlık, kavuk, takke, yasaklanmış, yerine şapka ya da kasket giyilmesi kabul edilmiştir. Yine 3 Aralık 1934 yılında çıkarılan bir kanunla din adamlarının mabetler ve ayinler haricinde dini kıyafetleriyle dolaşmaları yasaklandı. Sadece Diyanet İşleri Başkanı, Rum ve Ermeni patrikleri ve Yahudi hahambaşı dini kıyafet giyebileceklerdi. Soyadı Kanununun Kabulü(21 Haziran 1934): 21 Haziran 1934 tarihinde kabul edilen Soyadı Kanunu’yla herkesin soyadı alması mecburiyeti getirildi. Mustafa Kemal de Atatürk soyadını aldı. Bu kanuna göre; 1) Her aile bir soyadı alacak ve soyadları Türkçe olacaktı. 2) Rütbe, memurluk, yabancı ırk millet adları ile ahlaka aykırı ve gülünç kelimeler soyadı olarak kullanılamayacaktı. 3) 29 Kasım 1934 yılında çıkarılan bir kanunla da; ağa, hacı, hoca, hafız, hoca efendi, bey, paşa, hanım, hanımefendi gibi eski toplum zümrelerini belirten unvanlar kaldırılmıştır. 4) Yine aynı kanunla eski Osmanlı idarecilerinin verdiği nişan ve rütbeleri taşımak yasaklanmıştır. 5) 24 Kassım 1934 tarihinde çıkarılan özel bir kanun ile Mustafa Kemal’e Atatürk soyadı verildi. Ayrıcalık işareti olan unvanların yasaklanması imtiyazsız, sınıfsız ve kaynaşmış bir ülke oluşturma amacına yöneliktir. Bu durum Atatürk’ün halkçılık ilkesiyle doğrudan ilgilidir Takvim, Saat ve Ölçülerde Değişiklik: Osmanlı döneminde Hicri Takvim, mali işlerde 1839 yılından itibaren Rumi Takvim ve alaturka saat kullanılıyordu. Bu durum özellikle dış ülkelerle ticari ilişkilerin başlamasından sonra, bazı güçlüklerin çıkmasına sebep oluyordu. Bu güçlükleri ortadan kaldırmak için 26 Aralık 1925’te Rumi Takvim yerine Miladi Takvim, alaturka saat yerine uluslararası saat sistemi kabul edildi. Bu yenilikler 1 Ocak 1926 tarihinden itibaren yürürlüğe girdi. TBMM 1935’de yılında çıkarılan bir kanunla Pazar günü hafta tatili olarak benimsenmiştir. Batılı ülkelerle ticari ilişkilerde birliği sağlamak amacıyla 1931 yılında çıkarılan bir kanunla uzunluk ölçüsü olarak metre, ağırlık ölçü birimi olarak kilogram kabul edilmiştir. Sağlık ve Tıp Alanında Gelişmeler: 2 Mayıs 1920’de Sağlık Bakanlığı kurulmuştur. Ülke genelinde birçok hastane açılmış devlet sağlık sorunlarıyla yakından ilgilenmiştir. Bakanlığın çalışmalarıyla birçok bulaşıcı hastalık kontrol altına alınmıştır. 21 Şubat 1925’te Kızılay Hemşire Okulu açılmıştır. 1931 yılında Merkez Hıfzısıhha Müessesesi kurulmuştur. Nüfus Politikası: Osmanlı Devleti’nin son zamanlarında yaşanan savaşlar ülke nüfusunun iyice azalmasına sebep olmuştu. Cumhuriyetin ilk yıllarında nüfusun yüzde 75’i kırsal alanda yaşamakta ve çoğunluğunu çocuk kadın ve yaşlılar oluşturmaktaydı. Nüfusu artırmak için yapılan çalışmalar: 1) 1929’da fazla çocuk sahibi olan aileler yol vergisinden muaf tutuldu. 2) 1930’da Ülkenin birçok yerine doğumevi kuruldu, fakirlere ücretsiz ilaç dağıtıldı. 3) 1931’de altı ya da daha fazla çocuklu ailelere vergi muafiyeti getirildi. 4) 1932’de nüfus artışını istenen seviyeye çıkarmak, anne ve bebek ölüm oranlarını düşürmek için alınması gereken tedbirleri araştırmak üzere nüfus komisyonu kuruldu. 5) 1934’de Türkiye’ye göçleri teşvik etmek amacıyla göçmenlere gümrük muafiyeti getirildi. 6) 1936’da çok çocuklu ailelere, hazineye ait topraklardan tarla bağışlandı. 7) 1936’da doğum kontrolünü sağlayan ilaç ve araçların kullanılması yasaklandı. 1927–1950 yılları arasında nüfus artışını teşvik edici politikalar yürütülmüştür. II. Dünya Savaşından sonra nüfus artmaya başlamıştır. Nüfus Sayımlarına Göre Türkiye Nüfusu: 1) 1927 Nüfus Sayımı: 13.648.270 2) 1935 Nüfus Sayımı: 16.158.018 3) 1950 Nüfus Sayımı: 20.947.188 4) 1965 Nüfus Sayımı: 31.391.421 5) 1980 Nüfus Sayımı: 44.736.975 6) 1997 Nüfus Sayımı: 62.865.574 7) 2010 Nüfus Sayımı: 73.722.988 EKONOMİ ALANINDA YAPILAN İNKILÂPLAR: Cumhuriyetin İlk Yıllarında Ekonomik Durum: Cumhuriyetin ilk yıllarında ekonomik alanda büyük sıkıntılar vardı. Bunlar; a) Uzun süren savaşlar ekonomik kaynakları tüketmişti. b) Kapitülasyonlar nedeniyle ülke dışa bağımlı kalmıştı ve sanayi gelişememişti. c) Köylerin nüfusunun savaşlarda azalması nedeniyle arazilerin büyük bölümü boş kalmıştı. d) Tarım ilkel yöntemlerle yapılıyordu. e) Kara ve deniz ulaşım araçları yetersizdi. f) Devlet gelirleri azdı. g) Ekonomik kalkınmayı sağlayacak uzmanlar yetişmemişti. h) Sermaye birikimi oluşmamıştı. i) Osmanlı Devleti’nden kalan borçlar devlet bütçesi için yük oluşturmaktaydı. Milli Ekonomi İlkesi ve Uygulaması: Kurtuluş Savaşı’nı kazanan Türkiye’nin siyasi bağımsızlığını 110 ekonomik bağımsızlıkla güçlendirmesi gerekiyordu. Bunun içi milli ekonominin kurulması lazımdı. TBMM ekonomik faaliyetlerin başlıca noktalarını şöyle tespit etmişti: a) Sanayiyi canlandırmak, b) Ormanları iyileştirmek, c) Sosyal kuruluşları ve iktisadi teşebbüsleri devletleştirmek, d) Madenleri işletmek, e) Sanayi dallarını himaye etmek, f) Devletin ekonomik bağımsızlığını sağlamak için her şeyden önce bütçeyi, ekonomik yapı ile uygun hale getirmek. İzmir İktisat Kongresi (17 Şubat 1923): Kongrenin toplanma amacı; milli ekonominin hedeflerini ve bu hedeflere ulaşmak için izlenecek yöntemleri kararlaştırmaktı. Lozan’da barış görüşmelerinin kesildiği bir sırada Türkiye İktisat Kongresi toplandı. Atatürk kongreyi açarken yaptığı konuşmada; ‘Siyasi zaferler ne kadar büyük olursa olsun, ekonomik zaferle taçlandırılmadığı takdirde, kazanılacak başarılar yaşayamaz, az zamanda söner.’ demişti. Çiftçi, sanayici, tüccar ve işçi kesimlerinin temsilcilerinden 1135 kişinin katıldığı bu kongrede bütün ekonomik meseleler görüşülmüştür. Kongrede Misak-ı İktisadi (Ekonomi Yemini) kabul edilmiştir: Türk milletinin bağımsızlığından asla taviz vermeden, ekonomik kalkınmanın gerçekleştirilmesi gerektiği belirtilmiştir. Temel ilke; bağımsızlığın her kesim tarafından titizlikle korunmasıdır. Kongrede Alınan Önemli Kararlar: 1) Anonim şirketlerin kurulmasını kolaylaştırılması, 2) Milli bankaların kurulması, 3) Yerli malı kullanılması, 4) Demiryolları yapımının hükümetçe bir programa bağlanması, 5) Teknik eğitimin geliştirilmesi, 6) Hammaddesi yurt içinde olan endüstri kollarının kurulması, 7) Küçük imalattan süratle fabrika üretimine geçilmesi, 8) Özel sektör tarafından yapılamayan teşebbüslerin devletçe gerçekleştirilmesi, 9) Özel teşebbüslere kredi sağlayacak bir devlet bankasının kurulması, 10) İşçilerin yaşam şartlarının düzeltilmesi Tarım Alanındaki Gelişmeler: Cumhuriyetin başlarında ekonomi büyük ölçüde tarıma dayanıyordu. Nüfusun yüzde 80’i kırsal alanda yaşıyordu. Tarımın ihmal edilmesi sebebiyle halkın büyük bölümü yoksuldu. Atatürk köylünün Türk toplumundaki yerini; Türkiye’nin gerçek sahibi, efendisi köylüdür diye ifade etmişti. Cumhuriyet Döneminde Tarımı Geliştirmek İçin; 1) Aşar vergisi kaldırılmıştır(17 Şubat 1925). Köylü için ağır külfet olan bu vergi devletin bütçesinin yüzde 40’ını oluşturmasına rağmen kaldırılmıştır. 2) Atatürk 5 Mayıs 1925 tarihinde Atatürk Orman Çiftliği’ni kurmuştur. Bu çiftliğin kurulma amacı; modern tarım tekniklerini çiftçilere uygulamalı olarak göstermekti. 3) Tarımı geliştirmek ve çiftçiye kredi sağlamak amacıyla Ziraat Bankası’nın kredi imkânları artırılmıştır. 4) Çiftçiye tohumluk, gübre ve kredi desteği sağlamak için 5) 6) 7) 8) Tarım Kredi Kooperatifleri kurulmuştur. 8 Haziran 1929’da çıkarılan bir kanunla, köylüyü topraklandırmak amacıyla, bedeli yirmi yılda geri ödenmek üzere toprak dağıtılmıştır. Çiftçilere ucuz ve kaliteli tohumluk ve fidan sağlamak amacıyla tohum ıslah istasyonları, numune çiftlikleri kurulmuştur. Traktör kullanımı teşvik edilerek ucuz alet ve makine dağıtılmıştır. Yüksek Ziraat Enstitüsü(1933) ve Veteriner Yüksek Okulu açılarak tarımla ilgili bilimsel araştırmalar yapılmasına imkân hazırlanmıştır Ticaret Alanındaki Gelişmeler: Osmanlı Devleti zamanında ülkenin iç ve dış ticareti, daha çok yabancılar ve yerli azınlıkların elindeydi. Batılı devletler, Türkiye ile ticari ilişkilerinde kapitülasyonlardan ve azınlıkların aracılığından yararlandıkları için, Türk tüccarın iş yapabilme imkânı çok kısıtlıydı. Ticaretin Gelişmesi İçin Yapılan Çalışmalar: 1) İşverenlere kredi sağlamak amacıyla 1924 yılında İş Bankası (ilk özel banka) kuruldu. 2) 1 Temmuz 1926’da Kabotaj Kanunu çıkarılarak, Türk karasularında gemi işletme hakkı sadece Türklere bırakılmıştır. Böylece milli ekonomi ilkesi doğrultusunda önemli bir adım daha atılmıştır. 3) Para politikasını düzenlemek amacıyla Merkez Bankası kurulmuştur(11 Haziran 1930). Osmanlı Devleti zamanında kapitülasyonlardan yararlanılarak kurulan yabancılara ait birçok işletme devlet tarafından satın alınarak millileştirilmiştir. 4) İhracatta kalite kontrolüne önem verilerek bozuk mal satımını yasaklayan kanun çıkarıldı. Sanayi Alanındaki Gelişmeler: Kapitülasyonlar ve sanayi inkılâbı Osmanlı Devleti’nde küçük el tezgâhlarının kapanmasında etkili olmuş ve sanayinin gelişmesini engellemişti. Osmanlı Devleti sanayileşmiş Avrupalı devletlerin hammadde kaynağı ve pazarı haline gelmişti. Kurtuluş Savaşı’nın sonunda İstanbul, İzmir ve Adana’da birkaç dokuma fabrikası ile İstanbul’da bir askeri fabrika ülkenin sanayi gücünü oluşturuyordu. Milli sanayimizi geliştirmek amacıyla; 1) Türk Hava Kurumu (Türk Tayyare Cemiyeti)16 Şubat 1925 tarihinde Atatürk’ün emriyle kurulmuştur. Kurum ilk olarak Tayyare Makinist Mektebi’ni(1926), ardından da TOMTAŞ Uçak ve Motor Fabrikası’nı(Kayseri) hizmete açmıştır. 2) 1926 yılında, Osmanlı döneminden kalan sanayi tesislerini onarmak ve işletmek amacıyla Sanayi ve Maden Bankası kurulmuştur. 3) 28 Mayıs 1927’de Teşvik-i Sanayi Kanunu (Sanayiyi Özendirme Kanunu) çıkarıldı. Bu kanunla sermaye birikimine devlet desteği sağlandı ve özel teşebbüse yatırım yapmada birçok kolaylıklar sağlandı. 4) 1929’dan itibaren ithal mallarından alınan gümrük vergisi yükseltilerek yerli üretimin dış rekabette korunması amaçlanmıştır. 5) Cumhuriyet döneminde temel tüketime malzeme sağlamak amacıyla, üç beyaz(un, şeker ve pamuk) ile üç siyah(kömür, demir ve akaryakıt) projesine ağırlık verilmiştir. 111 Ancak Teşvik-i Sanayi Kanunu ile beklenen hedeflere ulaşılamamış sadece Uşak Şeker Fabrikası açılmıştır. Yeni Türk devletinin kuruluşundan 1933’e kadar geçen dönemde sanayileşme istenilen seviyede gerçekleşmemiştir. Bu durumun başlıca sebepleri; a) Gelir seviyesinin çok düşük olması, b) Özel sektörün yaptığı yatırımların yetersiz olması, c) 1929 dünya ekonomik bunalımının olumsuz etkileri, d) Teknik bilgi yetersizliği, Sanayileşmenin istenilen seviyede gerçekleşmemesi yüzünden 1933’ten itibaren ekonomide devletçilik politikasına geçilmiştir. Birinci Beş Yıllık Plan (1934–1937): Bu plana göre özel sektörün gerçekleştiremeyeceği yatırımlar devlet eliyle yapılmaya başlandı. Plan doğrultusunda dokuma, demir, kâğıt, cam ve kimya alanlarında 16 fabrika kuruldu. Fabrikaların işletmeye açılmasıyla dışarıdan alınan mallar yüzde elli oranında azaldı. İkinci Beş yıllık Plan: II. Dünya Savaşı’ndan dolayı uygulanamadı. Sümerbank’ın açılması, yeni kuruluşların açılmasını teşvik etmiştir. Maden işleriyle uğraşan Etibank ve Maden Tetkik Arama Enstitüsü (1935) kurulmuştur. Böylece devletçilik ilkesi iyice yerleşmiştir. Sanayi planlarının gerçekleşmesinde Sümerbank önemli rol oynamış; Kayseri, Ereğli, Nazilli ve Malatya’da pamuklu dokuma fabrikaları, Bursa’da merinos fabrikası kurulmuştur. İzmit’e kâğıt, Gemlik’te ipek fabrikası, İstanbul Paşabahçe’de şişe ve cam, Beykoz’da deri fabrikası kuruldu. Maden sanayinde ilk defa Karabük Demir-Çelik Fabrikası 1939’da açıldı. Bu arada özel sektör Uşak’ta ilk şeker fabrikasını kurmuştur Ulaşım Alanındaki Gelişmeler: Karayolları: Osmanlı’dan cumhuriyet Türkiye’sine 18.335 kilometre karayolu kalmıştı. Cumhuriyet döneminde karayollarının uzunluğu 1933’te 37000 kilometreye, 1948’de 45000 kilometreye ulaşmıştır. Demiryolları: Osmanlı Devleti’nden kalan demiryollarının uzunluğu 3350 km kadardı. İlk aşamada yabancı şirketlerin elinde bulunan demiryolları satın alınarak devletleştirilmiştir. İkinci aşamada ise, 1938’e kadar 3000 kilometreyi aşan demiryolu yapılmıştır. Denizyolları: 1 Temmuz 1926’da çıkarılan Kabotaj Kanunu’yla Türk karasularında gemi işletme hakkı sadece Türklere bırakılmıştır. Türk armatörlere kredi kolaylığı sağlanarak özel sektör gemi inşaatı ve işletmeciliği teşvik edilmiştir. Gemi sayısı 1933’te 1220 adet iken 1929’da 1692’ye çıkmıştır. Havayolları: Ülkemizde 1933’te kurulan Milli Hava Ulaştırma Teşkilatı, 1938 yılında Devlet Hava Yolları Genel Müdürlüğü adını almıştır. V. ATATÜRKÇÜLÜK VE ATATÜRK İLKELERİ ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE SİSTEMİ Atatürkçülüğün Tanımı ve Nitelikleri: Türk milletinin bu gün ve gelecekte tam bağımsızlığı, huzur ve refaha kavuşması, milli egemenlik, aklın ve bilimin öncülüğünde Türk kültürünün çağdaş uygarlık düzeyine çıkarılması amacıyla, temelleri Atatürk tarafından belirlenen devlet ve toplum hayatıyla ilgili gerçekçi düşünce ve ilkelere Atatürkçülük denir. Atatürkçülük bir bütündür: Atatürkçülük birbirine bağlı olan ve birbirini tamamlayan, aynı hedefe yönelmiş uyumlu ve tutarlı işleyen düşünce ve ilkelerin oluşturduğu bir bütündür. Atatürkçülük, yabancı siyasi ideolojilerle izah edilemez: Atatürkçülük Türk milletinin tarihi gerçeklerinden ve ihtiyaçlarından doğmuş ulusal bir düşünce sistemidir. Türk milletinin çağdaş uygarlık düzeyinin üzerine çıkarmayı hedefler. Atatürk İlkeleri: 1935 yılında toplanan CHP kurultayında kabul edilen altı Atatürk ilkesi, 5 Şubat 1937’de yapılan bir değişiklikle 1924 Anayasası’na girmiştir. Amacı; Aklın ve bilimin öncülüğünde Türk milletini medeni milletlerin seviyesine çıkarmaktır. a) b) c) d) e) f) Cumhuriyetçilik, Milliyetçilik, Halkçılık, Devletçilik, İnkılâpçılık, Laiklik. Atatürk ilkelerinin Oluştuğu Ortam: Atatürk ilkeleri, XIX. yüzyılın sonlarına doğru Osmanlı Devleti’nin dağılmakta olduğu bir dönem içinde belirmeye başlamıştır. Osmanlı Devleti dağılmanın engellemek ve ülke bütünlüğünü koruyabilmek için birçok ıslahatlar yapmış ancak başarılı olamamıştır. I. Dünya Savaşı sonunda dağılmıştır. Atatürk ise Türk milletinin bağımsızlığının ancak ulusal egemenliğe dayalı bir devletin kurulmasıyla mümkün olabileceğini görmüştür. Türk milletinin Kurtuluş Savaşı’nı kazanarak vatanı düşman işgalinden kurtarmasından sonra, sıra milletin çağdaş uygarlık seviyesine yükseltilmesine gelmişti. Atatürk İlkelerinin Ortak Özellikleri: a) Atatürk ilkeleri birbirini tamamlayan ve güçlendiren kendi aralarında bir bütün oluşturan ilkelerdir. b) Türk toplumunun ihtiyaçlarından doğmuştur. c) Devletin temelini oluşturur. d) Bilimsel ve akılcı bir temele dayanır. Atatürk İlke ve İnkılâplarının Dayandığı Temel Esaslar: 1. Milli tarih bilinci, 2. Vatan ve millet sevgisi, 3. Milli dil bilinci, 4. Bağımsızlık ve özgürlük, 5. Milli egemenlik, 6. Milli kültürün gelişmesi, 7. Çağdaş uygarlık düzeyinin üzerine çıkmak, 8. Türk milletine inanmak ve güvenmek, 112 9. Milli birlik ve beraberlik, 10. Ordu, okul ve dini politikanın dışına çıkarma, TEMEL İLKELER: 1. Cumhuriyetçilik: Cumhuriyetçilik; bir yönetim biçimi olarak cumhuriyeti benimsemek ve savunmaktır. Cumhuriyet ise, egemenliğin bir kişiye veya bir zümreye değil, halka ait olduğu devlet şeklidir. Cumhuriyet yönetiminde devlet başkanı belli bir süre için halk tarafından seçilir. Devleti yönetenler gücü milletten alırlar. Bu sebeple gerçek bir cumhuriyet demokratik hayatla gerçekleşir. Cumhuriyetçilik İlkesinin Özellikleri: a) Cumhuriyet idaresinde temel ilke seçimdir. b) Cumhuriyet, devlet başkanlığında ve diğer kademelerde hayat boyu kalmaya karşıdır. c) Egemenlik kayıtsız, şartsız milletindir. d) Cumhuriyet rejimi demokratik devlet şeklidir. e) Türk milletinin karakterine uygundur. f) Sosyal devlet anlayışını ve güçler ayrılığını esas alır. g) Anayasanın birinci maddesinde; ‘değiştirilemez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez’ şeklinde yer almıştır. h) Atatürk’ün diğer ilkelerinin uygulanmasını sağlar. Atatürk’ün taviz vermediği ilkelerden birincisidir. d) Her türlü saldırganlığa ve sömürgeciliğe karşıdır. e) Kalkınmak ve çağdaş ülkeler düzeyine ulaşmak için milli ekonominin kurulması ve güçlenmesi gerektiğini savunur. f) Akılcı ve bilimseldir. g) Türk milletinin manevi değerlerine(dil, tarih, kültür) sahip çıkar. h) Türk milletinin refahını, zenginliğini ve mutluluğunu yüceltmeyi amaçlar. i) Din, mezhep, soy ve dil farkı gözetmeden herkesi Türk olarak kabul eder, ırkçılığa karşıdır. Milliyetçilik İlkesi Doğrultusunda Yapılan İnkılâplar: 1) TBMM’nin açılması, 2) Kabotaj Kanunu’nun çıkarılması ve denizyollarının millileştirilmesi, 3) İzmir İktisat Kongresi’nin toplanması, 4) Kapitülasyonların kaldırılması, 5) Türk Tarih Kurumu’nun kurulması, 6) Türk Dil Kurumu’nun kurulması. Milliyetçiliğin Türk Topluna Sağladığı Yararlar: a) Kurtuluş Savaşı’nın kazanılması, b) Milletin iç ve dış tehditler karşısında bütünleşmesi, c) Milli birlik ve beraberliğin güçlendirilmesi sağlanmıştır. Milli birlik ve beraberliği güçlendiren unsurlar; ortak kültür, dil, tarih, ülkü, manevi değerler ve Misak-ı Milli’dir. Cumhuriyetçilik İlkesi Doğrultusunda Yapılan İnkılâplar: 1) TBMM’nin açılması, 2) 1921 ve 1924 anayasalarının hazırlanması, 3) Saltanatın kaldırılması, 4) Cumhuriyetin ilanı, 5) Siyasi partilerin kurulması, 6) Ordunun siyasetten ayrılması, 7) Kadınlara seçme ve seçilme haklarının verilmesi. 3. Halkçılık: Bir milleti oluşturan çeşitli mesleklerin ve sosyal grupların içinde bulunduğu insanlara halk denir. Cumhuriyetçiliğin Türk Toplumuna Sağladığı Yararlar: a) Bütün vatandaşların devlet idaresine eşit şekilde katılmasını sağlamıştır. b) Demokrasinin kurulmasına ortam hazırlamıştır. c) Türk toplumunun çağdaşlaşmasını ve ilerlemesini sağlamıştır. d) Düşünce özgürlüğü güvence altına alınmıştır. Halkçılık birbirini tamamlayan üç unsurdan oluşur: a) Siyasi Demokrasi(Halk Yönetimi): Halkçılık ulusal egemenlik ilkesine dayanır. Atatürk halkçılık ile demokrasiyi aynı anlamda kullanmıştır. b) Kanun Önünde Herkesin Eşit Olması: Hiçbir zümreye veya kimseye, ayrıcalık tanınamaz. Herkes kanun önünde eşit haklara sahiptir. c) Sınıf Çatışmalarının kabul Edilmemesi ve Toplumsal dayanışma İçinde Olunması: Atatürkçü düşünce sistemi sosyal adalete, sosyal güvenliğe, toplumun ekonomik yönden zayıf kesiminin korunmasına ve adil gelir dağılımına önem verir, sınıf mücadelesini reddeder. 2. Milliyetçilik: Kişilerin ait olduğu milletin varlığını sürdürmesi ve yüceltmesi için diğer bireylerle birlikte çalışmaya, bu bilinci gelecek kuşaklara da yansıtmaya milliyetçilik denir. Milliyetçiliğin en önemli unsuru millettir. Atatürk’e göre millet; zengin bir hatıra mirasına sahip, birlikte yaşamak hususunda samimi olan, sahip olduğu mirası birlikte koruyan, sevinçte ve üzüntüde beraber olan bir insan topluluğudur. Atatürk milliyetçiliği, Türk milletinin her alanda güçlü olmasını, yücelmesini hedefler ve milletin çıkarlarını her şeyin üstünde tutar. Atatürk Milliyetçiliğinin Başlıca Özellikleri: a) Atatürk Milliyetçiliğinin Başlıca Özellikleri: b) Bölücü değil birleştiricidir. Her türlü ayrımcılığa karşıdır. c) İnanç hürriyetine saygılıdır ve laiktir. Halkçılık ise, halkın iradesini temel almak, yönetimde halka dayanmak, halktan güç alarak ona hizmet etmek demektir. Millet içindeki çeşitli insan gruplarının yararına bir siyaset izlenmesi ve halkın kendi kendini yönetmeye alıştırılmasıdır. Halkçılık İlkesinin özellikleri: a) Cumhuriyetçilik ve milliyetçilik ilkeleriyle doğrudan ilgilidir. b) Kanun önünde eşitliği kabul eder. c) Bütünleyici ilkelerden milli egemenlikle doğrudan ilgilidir. d) Hiçbir sosyal grubun ve zümrenin ayrıcalığı yoktur. e) Sınıf mücadelesini reddeder ve sosyal dayanışmayı öngörür. f) Ekonomik alanda hem halka hem de devlete sorumluluklar yükler. Halkçılığın Türk toplumuna Sağladığı Yararlar: 1) Milli egemenlik tam olarak gerçekleşmiş ve demokrasinin yerleşmesine katkıda bulunmuştur. 2) Toplumda barış ortamının kurulması sağlanmıştır. 3) Türk toplumu yönetime katılma, kanunlar önünde eşit olma 113 ve devlet imkânlarından eşit olarak yararlanma hakkını kazanmıştır. 4) Kalkınmayı hızlandırmış ve zayıf bir ekonomik miras devralınarak güçlü bir Türkiye oluşturulmuştur. 4. Devletçilik: Devlet; toplum halinde yaşayan insanların, aralarında düzeni kurmak ve sürdürmek için oluşturdukları güçtür. Devlet toplumda düzeni sağlamak ve korumak için kanunlar yapar ve uygular. Devlet otoritesini yürüten ve kullanan organa hükümet denir. Devletçilik anlayışına göre devlet; ekonomik sosyal ve kültürel kalkınmanın temel faktörü olup bu alanlardaki geniş faaliyetleri yürütmekle görevli güçlü ve geniş yetkilere sahiptir. Devletçilik dar anlamda; devletin ekonomik alanda doğrudan doğruya müdahale ettiği sistemdir. Devletçiliğin ekonomik alana yansıması karma ekonomi şeklinde yansımıştır. Devletçilik İlkesinin Özellikleri: a) Devletçilik halkçılığın zorunlu bir sonucudur. b) Devletçilik güçlü ve çağdaş bir devlet meydana getirmeyi amaçlar. c) Cumhuriyetin ilk yıllarında, halkın elinde yeterli sermaye olmamasından dolayı zorunlu olarak ekonomide devletçilik ilkesi uygulanmıştır. d) Atatürk’e göre devletçilik özel teşebbüs hürriyetinin ve piyasa ekonomisinin reddi değildir. e) Devletçilik planlı ekonomiyi zorunlu hale getirmiştir. Atatürkçü Düşünce Sisteminde Devletin Başlıca Görevleri: 1) Ülkede adalet ve güvenliği sağlayarak vatandaşların haklarını garanti altına almak, 2) Başarılı bir dış politika takip ederek milletin bağımsızlık ve egemenliğini korumak, 3) Ekonomik alanda devlet ile özel teşebbüs arasındaki ilişkileri dengeli yürütmek, 4) Bayındırlık, eğitim, sağlık, sosyal yardım, sanat ve ticaret işleriyle uğraşmaktır. Devletçilik İlkesinin Türk Toplumuna Sağladığı Yararlar: a) Türkiye’de ilk defa planlı ekonomiye geçilmiştir. b) Devlet eliyle önemli yatırımlar gerçekleştirilmiştir. c) Teknik eleman açığının kapatılmasını sağlamıştır. d) Ekonomik kalkınmada bölgeler arası farklılıkların giderilmesinde önemli rol oynadı. e) Türk çiftçisinin ürünlerini en iyi şekilde değerlendirmesi sağlandı. f) Sanayileşmenin devlet eliyle gerçekleştirilmesiyle, işçi hakları devlet güvencesi altına alınmıştır. 5. Laiklik: Laiklik; devlet düzeninin ve hukuk kurallarının dine değil, akla ve bilime dayandırılmasıdır. Ancak kişinin din ve vicdan hürriyetine karışılmamasıdır. Laiklik İlkesinin Genel Özellikleri: a) Din ve devlet işleri birbirinden ayrılmıştır. b) Laik bir devlette yönetim toplumun ihtiyaçlarını din kurallarına göre değil, akılcı ve bilimsel metotlarla gidermeye çalışır. c) Laiklik kişilere din ve ibadet hürriyeti tanır. d) Laiklik ilkesine göre devlet gerçek bir kişi olmadığı için resmi bir dini de olamaz. Devlet bütün din ve mezheplere eşit mesafede yaklaşır, bir dini ötekine üstün tutmaz. e) Herkes din ve mezhep ayrımı gözetilmeksizin kanun önünde eşittir. f) Devletin egemenlik gücü; ilahi kaynağa değil, millet iradesine dayanır. g) Bu ilke Türk toplumunun batılılaşması ve çağdaşlaşması için ortam hazırlamıştır. h) Bu ilkeyle dini faaliyetlerin çıkar amacıyla kullanılması önlenmiştir. Laiklik Doğrultusunda Yapılan İnkılâplar: 1) Saltanatın kaldırılması, 2) Halifeliğin kaldırılması, 3) Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun çıkarılması, 4) Medreselerin kapatılması, 5) Şer’iyye ve Evkaf Vekâleti’nin kaldırılması ve yerine Diyanet İşleri Başkanlığı ve Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün kurulması, 6) Tekke, zaviye ve türbelerin kapatılması, 7) Medeni Kanun’un kabulü, 8) 1928’de anayasadan ‘Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin dini İslam’dır’ maddesinin çıkarılması, 9) 1924 Anayasası’na laiklik ilkesinin girmesi(1937). Laiklik İlkesinin Türk Toplumuna Sağladığı Yararlar: a) Din ve mezhep farklılıkları ortadan kaldırılarak toplumsal alanda kaynaşma sağlandı. b) Türkiye’de hukuk birliğinin sağlanmasında etkili oldu. c) Toplum hayatında dine ve insana saygı ve hoşgörü ortamı oluştu. d) Laiklik ilkesi sayesinde yabancı devletlerin azınlıkları bahane ederek devletin içişlerine karışmaları engellendi. e) Türkiye’nin çağdaşlaşması ve ilerlemesi hızlandı. f) Din ve vicdan hürriyeti sağlandı. g) Türkiye’de akla, bilime ve özgürlüğe dayanan modern bir devlet ve toplum düzeni kuruldu. 6. İnkılâpçılık: İnkılâp; Türk milletini son asırlarda geri bırakan müesseseleri yıkarak yerine milletin en yüksek medeni icaplarına göre ilerlemesini sağlayacak müesseseleri kurmaktır. İnkılâpçılık, Türk inkılâbının korunması, aklın ve bilimin rehberliğinde çağın ihtiyaçlarına göre sürekli yenilenmesi ilkesidir. İnkılâpçılık çağdaşlaşma ve batılılaşma yolunda daima en ileriye yönelmektir. İnkılâpçılık sadece inkılâpları savunmayı değil, geliştirmeyi ve çağdaş hayatın gereklerine uydurmayı da içine alır. Atatürk inkılâpçılık ilkesiyle diğer ilkelerin sürekli canlı kalmasını ve devamını sağlamıştır. Türk İnkılâbının Genel Özellikleri: a) Türk inkılâbı ve Atatürk ilkeleri birbirini tamamlayarak mükemmel bir bütün oluşturur. b) Türk inkılâbı milletin her alanda ilerlemesini ve çağdaşlaşmasını amaçlar. c) Türk inkılâbı insan merkezli olup insanların mutluluğunu amaç edinir. d) Türk inkılâbı aklı ve bilimi temel aldığı için her zaman kendi kendini yenileme (dinamik olma) imkânına sahiptir. 114 İnkılâpların Türk Toplumuna Sağladığı Yararlar: a) Türk toplumuna her yönden gelişme ve ilerleme yolunu açtı. b) Saltanata son verilerek millet egemenliği kuruldu. c) Türk devleti yeni kurumlarıyla çağdaş ve dinamik bir yapıya kavuştu. d) Sosyal hayatta, eğitimde, kültürde ve ekonomik alanda Türk toplumuna yeni ufuklar açmıştır. B. BÜTÜNLEYİCİ İLKELER: Temel ilkelerin anlamlarını tamamlayan, açıklayan ilkelerdir. Gerçekte bütünleyici ilkeleri temel ilkelerden ayrı düşünmemek gerekir. d) Diğer devletlerin içişlerine karışmamak ve kendi içişlerine karışılmasına fırsat vermemek, dış politikada gerçekçi olmak, e) Devletlerarası sorunları hukuki ve barışçı yollarla çözmek, f) Gerçekleşmesi imkânsız hayaller peşinde koşmamak, g) Dış politikayı iç siyasetle uyumlu sürdürmek, h) Milletin hayatı tehlikede olmadığı sürece savaşa girmemek, i) Milli sınırlar içinde her şeyden önce kendi kuvvetine dayanarak varlığını sürdürmek. 1923–1932 DÖNEMİ DIŞ OLAYLARI: Lozan Barış Antlaşması’ndan sonra, 1923–1930 yılları arasında Türkiye’nin dış politika gündemini Lozan’dan kalan sorunların çözümlenmesi oluşturmuştur. Milli Egemenlik: Egemenliğin millete ait olmasıdır. Milletin kendi kendini yönetmesi, kendini seçecek temsilcileri seçmesidir. Milli egemenlik cumhuriyetçilik ilkesinin bütünleyicisidir. Bu dönemde komşu devletlerle iyi ilişkiler kurmak, ortaya çıkan sorunları barışçı yollarla çözmek ve büyük devletlerle olan ilişkileri normalleştirmek amaçlanmıştır. Milli Bağımsızlık: Başka bir devlete veya uluslararası kuruluşa bağlı kalmadan bağımsız yaşamaktır. Atatürk ‘Ya istiklal ya ölüm!’ demiştir. Milli egemenlik ise ülke içinde ulus hâkimiyetini ifade eder. 1930’lardan itibaren Türkiye Batı ülkeleriyle sorunlarını hallederek ilişkilerini geliştirmeye başlamıştır. Almanya ve İtalya’nın yayılmacı politikalarına karşı bölgesel güvenlik ve işbirliği sağlamaya çalışmıştır. Milli Birlik ve Beraberlik, Ülke Bütünlüğü: Milletçe birlikte yaşamayı; milleti oluşturan bireylerin sevgi ve saygı ile birbirine bağlanmasını, ortak ideallere yönelik olarak varlığını devam ettirmesini amaçlar. Milliyetçilik ilkesinin doğal sonucudur. Türk-Yunan İlişkileri ve Nüfus Mübadelesi(10 Haziran 1930): Lozan Antlaşması’na göre; İstanbul’daki Rumlarla Batı Trakya’daki Türkler dışında, Türkiye’deki Rumlarla Yunanistan’daki Türkler karşılıklı yer değiştireceklerdi. Akılcılık ve Bilimsellik: Türk inkılâbının temel özelliklerinden biri de akılcılığa ve bilimselliğe dayanmasıdır. Akılcılık gerçeği arayıp bulmayı sağlayan yol, bilimsellik ise devlet, toplum ve bilim hayatında bilimin ölçülerine göre hareket etmektir. Laiklik ve inkılâpçılık ilkelerini tamamlar. Çağdaşlık ve Batılılaşma: Türk inkılâbının temel amaçlarından biri de, devlet ve toplum hayatını çağdaş Batı normlarına kavuşturmaktır. İnkılâpların birçoğu bu ilkeye göre yapılmıştır. İnkılâpçılık ilkesini tamamlar. Yurtta Barış, Dünyada Barış: Barış içinde yaşamaktır. Bu ilkenin temel amacı; dış politikada bağımsızlığımıza saygı duyan devletlerle iyi ilişkiler kurmak, uluslar arası barışa katkıda bulunmak, ülke içinde de huzur ve barışı sağlamaktır. Halkçılık ilkesini tamamlar. İnsan ve İnsanlık Sevgisi: Türk inkılâbı hümanist (insancıl) bir karaktere sahiptir. Türk inkılâbı insana ve insanlık sevgisine değer verir. İnsan gerçek değerlerin sahibidir. Bu ilke milliyetçilik ve halkçılık ilkelerinin doğal sonucudur. VI. ATATÜRK DÖNEMİ TÜRK DIŞ POLİTİKASI ATATÜRK DÖNEMİ TÜRK DIŞ POLİTİKASININ ESASLARI: a) Her türlü duygusallıktan uzak akılcı ve gerçekçi davranmak, b) Yapıcı ve barışçı olmak (Yurtta sulh, cihanda sulh) c) Türkiye’nin bağımsızlığına ve sınırlarına saygı duyan devletlerle iyi ilişkiler kurmak, Değişime tabi tutulacak kişilerin şartları belirlenerek mübadele komisyonu kuruldu. Ancak, Türkiye ile Yunanistan arasında yerleşik(etabli) kavramının farklı şekillerde yorumlanmasından dolayı sorun ortaya çıktı. İstanbul’da çok sayıda Rum bırakmak isteyen Yunanistan hükümeti, 30 Ekim 1918 tarihinden önce İstanbul’da bulunan her Rum’un yerleşik sayılmasını ve mübadele dışında tutulmasını istiyordu. Böylece Büyük Yunanistan idealini gerçekleştirmeyi, Türkiye’nin içişlerine müdahale etmeyi ve göç edecek Rumları iskân etme probleminden kurtulmayı amaçlıyordu. Türk Hükümeti ise İstanbul’a yerleşmenin kanunlarla olacağını, etabli deyiminin burada sürekli oturanlar için geçerli olacağını, 30 Ekim 1918’den önce geçici olarak gelenlerin bu deyimin kapsamı içinde olmayacağını belirtmişti. Antlaşma sağlanamayınca Milletler Cemiyeti Uluslararası Adalet Divanı’nın görüşünü istedi, ancak Divan’ın yaptığı yorum da anlaşmazlığı halledemedi. Bir süre Türk-Yunan ilişkileri gerginleşti. Ancak anlaşmazlık silahlı bir çatışmaya dönüşmeden yumuşadı ve 10 Haziran 1930 tarihinde antlaşma yapıldı. Bu antlaşmayla yerleşme yerlerine ve doğum tarihlerine bakılmaksızın İstanbul Rumları ile Batı Trakya Türklerinin hepsi yerleşik sayıldı. Nüfus Mübadelesi sorununun halledilmesi iki devlet arasındaki ilişkileri yumuşattı ve karşılıklı iyi ilişkiler kuruldu. Yunan başbakanı Venizelos Türkiye’ye geldi. Türk-Yunan ilişkileri 1954 yılına kadar sürecek iyi ilişkiler dönemine girdi. Yabancı Okullar Sorunu: 115 Osmanlı Devleti’nde azınlıklar ve bir çok devlet kapitülasyonlara dayanarak okullar açmışlardı. Amaçları; açtıkları bu okullarda kendi kültürlerini yaymak, misyonerlik faaliyetlerinde bulunmak, azınlıklıkları milliyetçilik şuuruyla devlete karşı isyan ettirmekti. Lozan Antlaşması’na göre yabancı okullar, Türk kanunlarına ve diğer okulların bağlı bulundukları yönetmeliklere uyacaklardı. 1925-1926 öğretim yılında hükümet bir yönetmelik çıkararak yabancı okulların uyacakları esasları belirledi. Buna göre yabancı okullarda tarih ve coğrafya dersleri Türk öğretmenler tarafından okutulacak, dini tören ve derslere ancak okulun mensup olduğu dinden öğrenciler girecek ve ders kitaplarında Türkiye aleyhine yazılar bulunmayacaktı. Bu durum Fransa ile anlaşmazlıklara sebep olmuştu. Türk Hükümeti bunu bir iç mesele olarak gördüğü için görüşmeyi reddetmiştir. Borçlar Sorunu: Lozan Antlaşması’nda çözülemeyen Osmanlı Devleti’nden kalan borçlar sorunu, anlaşma sonrasında ödeme şekli devletlerarasında alınacak kararlara bırakılmıştı. Alacaklı devletler içinde en fazla paya sahip ülke olan Fransa, Türkiye’yi çok uğraştırmıştır. 1928 yılında Türkiye ile alacaklı devletler adına Duyun-ı Umumiye İdaresi arasında bir antlaşma imzalanmış ve buna göre borçların miktarı ve ödeme şekli belli bir esasa bağlanmıştı. Ancak 1929 Dünya Ekonomik Buhranı Türkiye’yi de etkilediği için borçların ertelenmesini istedi. kaybedildi. b) Türkiye-Irak sınır çizgisi tespit edilmiştir. c) Musul Türklerinin nasıl korunacağı konusunda esaslı bir çözüm getirmemesi antlaşmanın en önemli eksikliğiydi. d) Türkiye 500 bin İngiliz lirası karşılığında petrol geliri üzerindeki hakkından vazgeçmiştir. Türk-Sovyet İlişkileri: 1917 İhtilali ile Çarlık rejimini yıkan Bolşevikler, Sovyetler Birliği’ni kurmuşlar ve I. Dünya Savaşı’ndan çekilmişlerdi. İtilaf devletlerinin Anadolu’yu da işgal etmeleri TBMM Hükümeti ile Sovyetler Birliğini birbirine yakınlaştırmıştı. Kurtuluş Savaşı’nda Sovyet Rusya, Türkiye’ye para ve silah yardımında bulunmuştu. I. Dünya savaşı galiplerinin Locarno Antlaşması’nı yapmaları, ayrıca Musul Sorunu’nda Milletler Cemiyeti’nin tutumu Türkiye’yi Sovyet Rusya’ya yakınlaştırmış ve iki devlet arasında 1925 yılında Paris’te Tarafsızlık ve Saldırmazlık Antlaşması imzalanmıştı. 1928’de saldırı savaşını yasaklayan Birand-Kellog Paktı’na Türk ve Sovyet Hükümetleri de katılmışlardı. 1930’lardan itibaren Türkiye Batı ülkeleriyle sorunlarını hallederek ilişkilerini geliştirmeye başlamıştır. 1932–1939 DÖNEMİ TÜRKİYE’NİN DIŞ POLİTİKASI: 1933’te Paris’te yapılan bir antlaşmayla borçların taksitle ödenmesi kararlaştırıldı. Böylece borçlar sorunu çözümlendi ve Türkiye 1954’e kadar bütün borçlarını ödedi. Türkiye’nin Milletler Cemiyeti’ne Girişi (18 Temmuz 1932): Türkiye Cumhuriyeti’nin dış politikası barışçı esaslara dayanıyordu. Bu sebeple Rusya Tarafsızlık ve Saldırmazlık Antlaşması, İngiltere ile Ankara Antlaşması ve Afganistan ile kültür ve dostluk antlaşmaları yapmış ve Yunanistan’la dostane ilişkiler kurmuştu. Türk-İngiliz İlişkileri, Irak Sınırı ve Musul Sorunu: Lozan Antlaşması’na göre Türkiye- Irak sınırı, dokuz ay içinde Türkiye ile İngiltere arasında barışçı yollarla çözülecek, çözülemezse Milletler Cemiyeti’ne götürülecekti. Türkiye’nin barışçı girişimleri diğer ülkeler tarafından memnuniyetle karşılanmıştı. 1930’dan sonra uluslar arası işbirliğinin önem kazanması, Milletler Cemiyeti’ne ilgiyi artırmıştı. Irak’ta manda yönetimi kuran İngiltere, zengin petrol yataklarından dolayı Musul’u bırakmak istemiyordu. Türkiye ise, halkın ekseriyetinin Türk olması sebebiyle Musul ve Süleymaniye bölgelerinin Türkiye’ye bırakılmasını istiyordu. İngiltere, Türkiye’nin bölgede bir halkoylaması yapılması isteğini reddetti. 18 Temmuz 1932’de İspanya’nın teklifi ve Yunanistan’ın desteğiyle Türkiye Milletler Cemiyeti’ne üye olmuş, iki yıl sonra da konsey üyeliğine seçilmiştir. Anlaşmazlığı çözmek amacıyla İstanbul’da yapılan konferansta (19 Mayıs 1924), bir sonuç alınamadı. Musul sorunu ikili görüşmelerle çözümlenemeyince Milletler Cemiyeti’ne götürüldü. Bu sırada Şeyh Sait İsyanı çıktığı için,Türkiye Musul’u geri alma teşebbüsünde bulunmadı. Ankara Antlaşması (5 Haziran 1926): 1) Musul ve Kerkük Irak’a bırakıldı. 2) Irak Hükümeti, Musul’a karşılık petrol gelirinin yüzde 10’unu 25 yıl süreyle Türkiye’ye vermeyi kabul etti. 3) Hakkâri sınırında Türkiye lehine düzeltme yapıldı. Antlaşmanın Önemi: a) Bu antlaşmayla Misak-ı Milli içinde bulunan Musul Balkan Antantı (9 Şubat 1934): 1933’de Faşist İtalya ile Nazi Almanya’sının güçlenmesi ve Ege ve Akdeniz’de yayılma emelleri üzerine Yunanistan, Türkiye, Yugoslavya ve Romanya Atina’da Balkan Antantı’nı imzaladılar. (Arnavutluk, İtalya’nın baskısıyla, Bulgaristan ise Makedonya konusunda Yunanistan ve Yugoslavya ile anlaşmazlığı yüzünden pakta katılmadılar.) Balkan Antantı’na Göre; 1) Taraf devletler sınırlarını karşılıklı olarak garanti edecekler, 2) Birbirlerine danışmadan herhangi bir Balkan devletiyle siyasi antlaşma yapmamayı taahhüt edeceler, 3) Üye ülkeler ekonomik konularda karşılıklı çıkarları göz önünde bulundurmak şartıyla işbirliği yapmayı kabul edeceklerdi. Balkan Antantıyla; Balkanlarda İtalya ve Almanya’ya karşı bir güvenlik oluşturuldu. Türkiye batı sınırlarını güvence altına aldı. 116 II. Dünya Savaşı’yla Balkan Antantı dağılmıştır. dışında kalmıştı. Montrö Boğazlar Sözleşmesi (20 Temmuz 1936): Lozan Antlaşması’nda Boğazların bir komisyon tarafından idaresi Türkiye’nin Boğazlar üzerindeki egemenliğini sınırlandırmıştı. 1933’ten sonra İtalya, Almanya ve Rusya’nın silahlanması, İtalya’nın Habeşistan’a, Japonya’nın Mançurya’ya saldırması, Almanya’nın da askersiz bölge olan Ren’e girmesi Milletler Cemiyeti tarafından engellenemedi. II. Dünya Savaşı’nın yaklaşması üzerine Fransa 1936’da Hatay’ı Suriye’ye bıraktı. Bunun üzerine Türkiye, Milletler Cemiyeti’ne başvurarak Hatay’ın Türkiye’ye verilmesini istedi. Türkiye ayrıca Fransa’dan İskenderun’un bağımsızlığının tanınmasını istedi, fakat Fransa reddetti. Türkiye Boğazlar üzerindeki güvenliğini garanti altına almak ve sınırlamaları kaldırmak için Lozan Antlaşması’nı imzalamış olan devletlere egemenlik haklarının korunması için Boğazlarla ilgili hükümlerin düzeltilmesini istedi. İsviçre’nin Montreux şehrinde toplanan konferansa Türkiye, İngiltere, Fransa, Sovyetler Birliği, Japonya, Yunanistan ve Yugoslavya katıldı. Konferans sonunda Montrö Boğazlar Sözleşmesi imzalandı. Montrö Boğazlar Sözleşmesine göre; a) Boğazlar Komisyonu kaldırılarak bütün yetkileri Türk Devleti’ne geçti. b) Lozan Antlaşması’na göre Boğazların her iki yakasında askersiz hale getirilen bölgede Türkiye asker bulundurabilecek ve tahkimat yapabilecekti. c) Boğazlardan ticaret gemilerinin her iki yönde geçişi serbest olacaktı. d) Savaş gemilerinin geçişi zaman ve ağırlık bakımından sınırlanacaktı. e) Türkiye bir savaşa girer veya tehlikeli bir durum ile karşılaşırsa, Boğazları istediği gibi açıp kapatabilecekti. Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin Önemi: a) Türk Devleti’nin Boğazlar üzerindeki hükümranlık haklarını sınırlayıcı hükümler kaldırıldı ve tam egemenlik sağlandı. b) Marmara ve İstanbul’un güvenliği garanti altına alındı. c) Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki durumu güçlendi. d) Türk-Sovyet ilişkilerinde ayrılığın ilk adımı oldu. e) Türkiye’nin uluslar arası saygınlığı arttı. 7. Sadabat Paktı (8 Temmuz 1937): İtalya’nın Doğu Akdeniz ve Ortadoğu’ya yönelik genişleme politikası sebebiyle Türkiye, İran, Afganistan ve Irak arasında, Tahran’daki Sadabat sarayında dörtlü bir pakt oluşturuldu. Paktın amacı, İtalya’nın Orta Doğu’ya yönelen istilacı politikasına karşı ortak bir savuna sistemi kurmaktı. Sadabat Paktına göre dört devlet; dostluk ilişkilerini devam ettirecekler, birbirlerinin içişlerine karışmayacaklar, ortak çıkarları ilgilendiren konularda birbirlerine danışacaklar ve Milletler Cemiyeti’nin kararlarına uyacaklardı. Paktın imzalanmasından sonra Ortadoğu’da barış ve güvenlik sağlanmış ve Türkiye doğu sınırlarını güvence altına almıştır. Sadabat Paktı II. Dünya Savaşı’ndan sonra önemini kaybetmiş ve 1980’de İran-Irak Savaşı’nın başlamasıyla geçerliliğini kaybetmiştir. Hatay Sorunu ve Hatay’ın Anavatana Katılması (1939): Lozan Antlaşması’nda Suriye sınırı, 1921’de imzalanan Ankara Antlaşması esaslarına göre belirlenmiş ve Hatay, Türkiye sınırları Milletler Cemiyeti ise İskenderun’un içişlerinde bağımsız, dışişlerinde Suriye’ye bağlı olmasını kabul etti. Hatay sancağının toprak bütünlüğü Türkiye ve Fransa’nın garantisi altında olacaktı. Bu dönemde Hitler Avusturya’yı ilhakından sonra Avrupa’da güçler dengesi bozulmaya başlamıştı. Bu gelişmeler üzerine Fransa Hatay konusundaki tutumunu yumuşattı. Yapılan seçimler sonucunda bağımsız Hatay Cumhuriyeti kuruldu (2 Eylül 1939). 23 Haziran 1939’da yapılan antlaşma ile Hatay’ın Türkiye’ye katılması kabul edildi. VII. ATATÜRK’ÜN ÖLÜMÜ Atatürk’ün Son Günleri ve Ölümü Atatürk'ün sağlığı 1937 yılından itibaren bozulmaya başladı. 22 Ocak 1938 günü Atatürk'ü muayene eden Dr. Nihat Reşat Belger, siroz teşhisi koydu. Paris Tıp Fakültesi'nden Profesör Fissinger Ankara'ya gelerek Atatürk'ü muayene etti ve o da aynı teşhisi koydu. Fransız doktor Fissinger Atatürk'e ‘Efendim, büyük savaşlar kazanmış olabilirsiniz ancak bu olayda vaka sizsiniz ve bende sizin komutanınızım, lütfen bu hususu unutmayınız’ telkininde bulunmuştu. Atatürk tüm dünyaya sağlıklı olduğunu göstermek için 19 Mayıs 1938 günü Ankara Stadyumu'nda halkın karşısına çıktı. Atatürk Mersin ve daha sonra Adana'ya geçerek törenlere katıldı. Atatürk, bir süre Savarona yatında kaldı. Yaz sıcakları üzerine tekrar Dolmabahçe Sarayı'na döndü. Bu arada Hatay Sorunu da çözüldü ve Türk Ordusu Temmuz ayı başlarında Hatay'a girdi. Vasiyeti: 5 Eylül 1938 günü Atatürk vasiyetini yazdı ve bütün malvarlığını belirli şartlarla, Cumhuriyet Halk Partisi'ne bıraktı. Kız kardeşine ve manevi çocuklarına, İsmet İnönü'nün çocuklarına para yardımı yapılmasını belirtti. Ayrıca Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumu'na da belirli miktarlarda yardım yapılmasını istedi. Komaya Girmesi: 16 Ekim 1938 günü öğleden sonra Atatürk ağır bir komaya girdi. Ancak girdiği komadan 21 Ekim günü çıktı. Atatürk'ün TBMM beşinci dönem dördüncü yasama yılını açış konuşmasını da 1 Kasım 1938'de Başbakan Celâl Bayar okudu. Vefatı: Atatürk, 10 Kasım 1938 perşembe sabahı saat 9'u 5 geçe, İstanbul Dolmabahçe Sarayı'nda hayatını kaybetti. Atatürk'ün ölümünün ertesi günü toplanan TBMM, İsmet İnönü'yü 348 milletvekilinin oy birliği ile cumhurbaşkanlığına seçti. Cenaze Töreni: 117 Atatürk'ün cenazesi 16 Kasım 1938 günü Dolmabahçe Sarayı tören salonunda katafalka konuldu. İstanbul halkı önünden saygıyla geçti. Atatürk'ün cenaze namazı 19 Kasım 1938 günü Dolmabahçe Sarayı'nda kıldırıldı. Aynı gün cenaze Yavuz Zırhlısı ile İzmit'e oradan da aynı gün Ankara'ya getirildi. 21 Kasım 1938 günü çok büyük bir cenaze töreni ile Atatürk'ün cenazesi Ankara Etnografya Müzesi'ndeki geçici kabrine konuldu. Anıtkabir'e Nakli: 1944 yılında yapımına başlanan Anıtkabir 1953 yılında tamamlandı. Ölümünden 15 yıl sonra, 10 Kasım 1953'te Atatürk'ün cenazesi Ankara Etnografya Müzesi'nden alınarak törenle Anıtkabir'e getirildi.