GÜNEYDOĞU DÜŞÜK YOĞUNLUKLU ÇATIŞMA MEHMET ALİ KIŞLALI ÜMİT YAYINCILIK ANKARA -1996 İÇİNDEKİLER Önsöz 7 BİRİNCİ BÖLÜM Giriş 13 DYÇ Nedir? 25 DYÇ; Dünyadan Örnekler 45 Malaya; 1945-1960 68 ETA 88 IRA Yüzyıllardır Süren Ayaklanma 93 Cumhuriyet Devrinde Kürt işyardan 103 PKK Stratejisi - Karşı Mücadele 150 1984-1996 "Gaflet Half'nden "Kabul Edilir Şiddet Düzeyi"ne 166 Resmi Sivü Değerlendirme 1980-1991... 178 Güvenlik Güçleri Açısından Düşük Yoğunluklu Çatışma-Güneydoğu 187 İKİNCİ BÖLÜM Güneydoğu Olaylarıyla ilgili Askerlerin Değerlendirmesi 211 Güneydoğu Olaylarıyla İlgili Bürokratların Değerlendirmesi 255 Güneydoğu Olaylarıyla İlgili Yabancıların Değerlendirmesi 283 Kaynakça 331 5 ÖNSÖZ Güneydoğuda 1984'ten bu yana süren mücadelenin "Türkiye'nin bir nu­ maralı sorunu" olduğunu kabul edeli aşağı yukarı on yıl oluyor. İlk kez bu bölgede iki kasabada garnizonlara ateş açıldığında pek çok kimse ne olup bittiğini anlayamamıştı. Basın mensupları, Ege sahillerinde tatilini geçirmekte olan zamanın başbakanından tek cümlelik yorum almaya bile gerek görmemişlerdi. Bölgede uygulanmakta olan sıkıyönetim nedeniyle oradan da ayrıntılı bilgi gelmiyordu. Sonraları yetkililer olayların "ikibuçuk eşkıya işi" olduğu değerlendirmesini yaparken, bölük pörçük haberler sürdü gitti. Yıllar sonra zamanın Cumhurbaşkanıyla bölgeye yaptığımız gezi sıra­ sında," PKK saldırıları bir yüzbaşıyı şehit ettiğinde bile, devletin çeşitli istihbarat kaynaklarınca bilgilendirilen bu en yetkili insanda herhangi bir ciddi rahatsızlık hissedilmiyordu. Olaylar tırmanıp, 80'li yıllar sona ererken, Milli Güvenlik Kurulunun bazı asker üyelerinden şu acı değerlendirmeleri duyar olduk: "Kimse olaylara sahip çıkmıyor. Herkes kendi sorumluluk süresinin tamamlanmasını bekliyor. Güneydoğu'dan gelen haberler iyi değil. Halk sahipsiz, devletinin kendisini koruyama­ dığını görüyor. PKK etkisi artıyor. Güvenlik güçlerinden beklediği yakınlığı gö­ remeyen bölge halkını kaybediyoruz." Olayları başından beri çok yakından izlemem, konunun kamuoyuna ge­ rektiği gibi anlatılıp mal edilmediği kanısını bende güçlendirdi. Bir basın men­ subu olarak bu çok önemli sorunu değişik boyutlarıyla hem izlemeye, hem de yakın tarih içerisindeki yerini ve aldiğı şekilleri öğrenmeye çalıştım. 90'lı yılların başından itibaren, konuyla yakından ilgili görevlilerin yanı sıra, yabancı ve Türk uzmanlarla, bazıları saatler süren konuşmalar yapmaya başladım. Beri yandan da bölgedeki gelişmeleri dikkatle izliyor, mahiyetini an­ lamaya çalışıyordum. Olup bitenler dünyada ilk kez Güneydoğu'da sergilenmiyordu. Pek çok yerde örneklerine yüzyıllardır rastlanılmıştı. Hele 2. Dünya Savaşından sonra, yakın tarihte, Asya'da olsun, Afrika'da olsun, Güney Amerika'da olsun birçok ül­ kede benzer mücadeleler yapılmıştı. 7 Başta İngiltere, Amerika Birleşik Devletleri, Fransa, Almanya gibi ülkeler bu konularda yaptıkları mücadelelerle deneyim kazanmışlardı. Esasları değişme­ diği halde günün koşullarına göre yeni şekiller alabilen bu tür mücadeleye kırktan fazla ad verilmişti. En çok kullanılan adlardan biri "Düşük Yoğunluklu Çatışma"(DYÇ) idi. Türkiye bu adı ilk kez mücadelenin başlamasından 8-10 sene sonra işitti. Amerika yeniden keşfediliyordu. Askerlerin sıkıyönetim nedeniyle iç güvenlik konularında sorumluluklar yüklenmelerine fazla alışan Türkiye, bu dönemler sırasında neredeyse her on yılda yinelenen askeri darbelere de sahne olduğundan bu defa mücadelede yeni yollar deneniyordu. Bu konularda çok deneyimli olan İngilizlerin başarıyla kullandıkları bir sis­ temle, sivil otoriteye bağlı güvenlik güçlerinin yetkiyle çalışmalarını mümkün kı­ lacak "Olağanüstü Hal" (OHAL) uygulamasına geçildi. Sıkıyönetim kaldırıldı. Bölgedeki asayiş güçleri olan jandarma ve polis OHAL valisine bağlandı. So­ rumluluk İçişleri Bakanlığındaydı. Genelkurmay kendisini geriye çekti. 1984'te olaylar karşısında devletin gaflet içinde yakalandığını, konuştu­ ğum birçok asker ve sivil yetkili daha sonraları kabul ettiler. Ama durumdan ka­ muoyunun haberi yoktu. Devletin gereken etkili mücadele mekanizmasını 1992'lere kadar kuramadığını araştırmalarım sırasında saptadım. Jandarma da, polis de bu mücadele için uzun süre eğitilmeden kaldılar. Olayların tırmanmasının bir başka nedeni de Körfez Savaşı ile Kuzey Irak'ta doğan otorite boşluğuydu. O sıralarda uygulanan stratejinin ne kadar yanlış olduğunu ağızlar daha sonra itiraf edeceklerdi. en yetkili Demirel Başbakan olduğu sırada söylediği gibi, güvenlik güçleri o zamana kadar gündüz faaliyet gösteriyor, gece olunca karargâhına çekilip meydanı PKK'ya bırakıyordu. Bu yaklaşımın adı antigerilla mücadelesiydi. Daha ziyade PKK'ya karşı savunma esasına dayanıyordu. Sonra strateji yavaş yavaş değişti. Güvenlik güçleri oyunu kurallarına göre oynamaya başladılar. Buradan kontrgerilla stratejisine, yani PKK'ya karşı harekete geçildi. Artık güvenlik güçleri kova­ lamaya, PKK kaçmaya başlamıştı. PKK'nın etkili olduğu bölge önce tabur büyüklüğündeki kuvvetlerce te­ mizleniyor, sonra temizlenen alanlara PKK'nın yeniden dönmesini engellemek için komando eğitimi verilmiş timler bu alanların güvenlik içinde kalmasını sağ­ layan operasyonlar yapıyorlardı. PKK nasıl gündüz saklanıp gece baskın yap­ maya çalışıyorsa, bu timler de gerilla savaşına uygun arazide gündüz gizlenip gece kontrgerilla operasyonları sürdürüyordu. Kentlerde PKK etkisi yok ediliyordu. 8 Artık kepenk kapatma ya da her vesileyle kadın-çocuk halkın sokaklara dökülmesiyle sağlanan gösterilere pek rastlanmıyordu. Ama zaman zaman ke­ narda köşede kalmış bazı korunmasız, korucusuz köylere hâlâ PKK baskınları sürüyordu. Bu durumu Ankara'daki yabancı askeri uzmanlar, "Kabul edilebilir şiddet düzeyi" diye niteliyorlar. Suriye, Irak ve İran'da üslenmiş PKK militanlarının sızmalarına karşı, oyu­ nun kurallarına uygun, kontrgerilla operasyonları da Tunceli gibi halen tam temiz­ lenmemiş, alan kontrolüne tam alınmamış bölgelerdeki harekât da sürüyor. Güvenlik güçleri görevlerini mümkün olduğu kadar yapmaya çalışıyor da devlet güvenlik gerekçesiyle yerlerinden uzaklaştırdığı bir kısım bölge halkına gerektiği gibi elini uzatmıyor. Onlara kalacak yer ve asgari geçim imkânı sağla­ mıyor. Bundan dolayı da haklı olarak eleştiriliyor. Dünyanın birçok yerinde gelişmiş ülkeler yaptıkları mücadelede çoğu zaman sadece güvenlik açısından değil, sorunun bütün boyutlarını birden dikkate alarak hareket ediyorlar.. Ana politikaları saptayıp plan yapıyorlar. Araştırmala­ rımda Türkiye'de bunun yapılmadığını gördüm. Ama bu ihmalin ülkeye neye malolduğu konusunun incelenmesini araştırmalarımın dışında bıraktım. Birçok batılı ülkede olduğu gibi Türkiye'de de, klasik savaşlar için eğitilmiş askerler başlangıçta DYÇ türü mücadele için yepyeni bir eğitimden geçme zo­ runda kaldıklarında bunu yadırgadılar. Şikâyet ediyorlar, bunun bir "pis savaş" olduğunu söylüyorlardı. Çünkü ortada hedef alacakları görünür bir düşman yoktu. Oysa örneğin, ABD 80'li yılların başından itibaren bu konuda yepyeni bir doktrin üretmişti. Buna göre, çeşitli "özel güç"ler oluşturdular. Special Operations Forces (SOF), Green Berets, SEAL, Delta Force, The 160th Army Aviation Task Force ile 4 Özel Hafif Piyade Tümeni ve ClA'nin çeşitli paramiliter güçleri ortaya çıktı. Türkiye bunları uzun süre uzaktan seyretti. Sonra yavaş yavaş Genelkurmay işin içine girdi. Ama yukarıda da işaret ettiğimiz gibi, sorun sadece güvenlik güçleri­ nin sorunu değildi. Türk devletinin sorunuydu. İşe başlamak için en önemli adım, bu konuda "bir devlet politikası" oluşturulması gereğiydi. Bunu kamuoyu görmedi. Sık değişen sivil otoritelerde de bu konuda uzmanlaşma oluşmadı. Medya ko­ nunun üzerine ciddiyetle eğilmediğinden, demokrasilerde olmaması gereken "büyüklerimiz en iyisini bilir" havası sürdü. Güvenlik güçleri, başta TSK olmak üzere gerek halkla ilişkiler, gerek en­ formasyon konusunda tam boşluk içindeydiler. Güneydoğu'da ne olup bittiği hakkında kimse bir şey öğrenemiyordu. Bu durum kötü niyetten, güvenlik güçle­ rinin mücadele sırasında "insan hakları ihlalleri" yaratmalarının gizlenmesi ça­ basından değil, bu iki alanda işlerliği olan bir mekanizmanın kurulamamış olma­ sından ileri geliyordu. Böylece meydan hem yurt içinde, hem de batıda PKK'ya bırakılıyor, sonra da batılı dost ülkelerin Türkiye'yi anlayamadığından söz edili­ yordu. • 9 Türkiye'nin PKK mücadelesinin ne olduğunu anlatmak, görevi bu olmayan ve bu göreve göre yetişmemiş olan Bölge Valisi Ünal Erkan'a kalmıştı. Doğrusu şahit de olduk: Erkan bu konuda elinden geleni yaptı ama ortada etkili bir sistem olmadığından netice alınamadı. Problem çok yönlüydü, işin sosyal, ekonomik, siyasi, kültürel ve psikolojik birçok yanı vardı. Bunlar üzerine ya hiç ya da gereğince eğilinmedi. Sorun, gü­ venlik güçlerine ve büyük çapta Türk Silahlı Kuvvetlerine devredildi. Oysa, 1984'te Amerikan Ordusu Eğitim ve Doktrin Komutanı General Donald R.Morelli, "DYÇ sadece askeri güçle ne durdurulabilir ne de kazanılabilir. Tüm milli gücün çatışmayı yaratan kaynaklar üzerine senkronize edilerek yöneltilmesini gerektirir" diyordu. Bu hususlardan birçoğunun hâlâ görevlilerce anlaşılmış olduğunu gös­ teren işaretlere rastladığımız söylenemez. Kamuoyunun dikkati konu üzerine değişik boyutlarıyla çekilemeyince bu boyutlarla ilgili çözüm de üretilemedi. Güvenlik güçlerinin gerçekleştirdikleri aşa­ malar bile anlaşılamadı. Ortada hep verilen şehit ve öldürülen PKK militan sayı­ ları kaldı. Sorun karşısında kamuoyunda iki cephe oluştu. Bunlardan biri "Kan dökülmesin soruna politik çözüm gerek" derken, diğer taraf da "Sorun sadece güvenlik güçleriyle çözülür" diyordu. Türkiye 1987'de bölgede sıkıyönetim yerine OHAL'i koyup oyunun kural­ larından sadece bir şekli benimserken, ABD'de Başkan Reagan imzaladığı bir gizli direktif ile bu tür mücadeleler için bütün bürokrasinin bir milli strateji oluşturup bunu uygulamasını istiyor/yetkili makamlar bu konuda rapor üstüne rapor hazır­ lıyorlardı. Çatışmalar "düşük", "orta" ve "yüksek" dereceli olarak sınıflandırılı­ yordu. Ülkelerinde komünist ayaklanmacılara karşı mücadele eden hükümetlerin sürdürdükleri savaşa DYÇ deniyor, İran-lrak savaşı "orta", 1. ve 2. Dünya Sa­ vaşları "yüksek" dereceli çatışmalar olarak kabul ediliyordu. DYÇ Bolivya'da uyuşturucu mücadelesi, Beyrut'ta işgal, Granada'da istila, Libya'da 1986'da hava saldırıları şekiini alıyordu. Bunlar dışında bir de görünmeyen, gizli operasyonlar DYÇJye tfahlîedriryörduTAskeri stratejistlere göre, DYÇ bütün mevsimler için bir savaş yöntemiydi. Amerika, böyle bir mücadele sürdüren dost bir hükümet için sadece askeri değil, mutlaka diplomatik ve ekonomik desteğin sağlanması ge­ rektiğini konuyla ilgili en önemli dokümana yerleştirmişti. Bu doktrini kendisiyle yakından ilgili olup ciddi ayaklanma tehdidiyle karşı karşıya kalan El Salvador, Nikaragua, Filipinler, Angola, Kamboçya ve Afganistan gibi ülkelerde uygularken Türkiye'ye daha farklı bir bakış açısıyla yaklaşıyor, zaman zaman "İnsan hakları ihlalleri" bahanesi ABD'nin DYÇ doktrinlerinin önüne geçiyor, mücadelede hayati rol oynayan bazı silahların Türkiye'ye verilmesi engelleniyordu. Türkiye için hayati önemi haiz bu konu üzerinde özgür medya da gerektiği gibi durmadı. Yaklaşımlar daha ziyade önyargılara dayanıyordu. Önceleri, amaçları pek belirli olmayan çevrelerce PKK'nın bölgede gittikçe egemenlik ka­ zanacağı sanıldı. Sonra bunun asla gerçekleşemeyeceği görüldü.Yazılanlar ve 10 TV ekranlarına yansıtılanlar yapımcıların kişisel eğilimlerinden kaynaklanıyor, olayların gerçek mahiyetleri ortaya konup Türkiye'nin nasıl bir tehdit karşısında bulunduğu anlatılamıyordu. Bu alanda devletin ne kadar hazırlıksız olduğu bir kere daha ortaya çıkmıştı. Gerek içte, gerek dışta büyük bir enformasyon ve halkla ilişkiler boşluğu belirdi. Silahlı mücadele alanında arzuladıklarını elde edemeyenler bu boşluktan yararlandılar. Konuyu siyasi alana taşıdılar. Birçok batılı ülkenin on yıllar önce kurup etkinlikle işlettikleri mekanizmayı Türkiye bir türlü kuramadı. Dolayısıyla, haklı olduğu noktaları anlatamadı ve milyonlarca dolara yabancı halkla ilişkiler şirketleri tutmasına rağmen, batı dünyasının gö­ zünde insan hakları ihlalcisi olarak damgalandı. Biz, böylesine bir ortamda olaylara medyanın pek yaklaşmadığı bir açıdan yaklaştık. PKK'ya karşı sürdürülen mücadelenin nasıl bir mücadele olduğunu araş­ tırmak ve bu konuya ilgi duyan okurlara kendi dilimizde bazı bilgiler sunmak bu çalışmanın amacıdır. "DYÇ nedir?" sorusunun cevabı Güneydoğuda sürüp giden olayların anlaşılmasına yardımcı olacaktır. 2. Dünya Savaşından sonra sık uygulanan bu mücadele türüne örneklerle yer verdik.. Özellikle İngiltere'nin, Türkiye'nin de yararlandığı, deneyimleri üzerine ayrıntılı biçimde eğildik. Çeşitli örneklerle bazı ülkelerin güvenlik güçlerinin DYÇ 'lere kendilerini nasıl uydurduklarını sergiledik. Konu Türkiye olduğuna, mücadele bazı Kürt kökenli grupların ayaklanma girişimleriyle ortaya çıktığına göre, Cumhuriyet'in 1920'li 1930'lu yıllarındaki Kürt İsyanlan'na, yabancı kay­ naklardan da yararlanarak, bir bölüm ayırdık. Böylece o olaylarla 1984'ten son­ rakiler arasında bir karşılaştırma imkânı ortaya çıktı. PKK amacına nasıl varmayı planlamıştı? Ne yaptı? Güvenlik güçleri mücadelelerinde hangi aşamalardan geçti? Bu soruların yanıtları da iki bölüm oluşturdu. 1990'lı yılların başından beri araştırmalar sırasında konuştuğum olaylarla ilgili uzman ya da yetkili kişilerin görüşlerinden kitabın çeşitli yerlerinde yararlandım. Ancak bunlardan bazılarını, konuya daha ayrıntılı açıklık getirmek istediğimden, ayrı bir bölüm olarak kitabın son kısmına ekledim. Böylece devletin zaman içinde olayları yorumlarken nere­ den nereye geldiğinin bir ölçüde görülmesi mümkün olur diye düşündüm. PKK terörünün görünür bir gelecek için Türkiye'nin gündeminden kalkma­ yacağı muhakkak. Çünkü DYÇ kurallarının sadece bir bölümü uygulanmakta. Teröristler, diğer suç grupları gibi, kendilerine şu ya da bu sebepten katılacak bir avuç insan bulduklarında eylemlerine devam edebiliyorlar. Dünyanın halen yir­ miden fazla yerinde bu tür faaliyetler sürüyor. İngiltere gibi bu konuda büyük de­ neyim kazanmış bir ülke bile IRA ile 1969'dan beri mücadelesini devam ettiriyor. O halde Türkiye'nin de bu uzun süreli mücadeleye kendini alıştırması ve olaylara çok yönlü yaklaşmayı öğrenmesi gerekiyor. Mehmet Ali Kışlalı 11 9 ı GİRİŞ 1984'ten beri Güneydoğuda adı bir türlü açıkça konmamış bir mücadele sürüp gidiyor. Başta güney komşularımız olmak üzere birçok dış güç tarafından sürekli desteklendikleri bilinen, terörizmi kendine temel taktik olarak kabul etmiş PKK'ya karşı sürdürülen bu mücadele hakkında 12 yıldır çok şey söylendi yazıldı. Ama bunların bir kısmı günlük çatışmaların doğurduğu kayıplarla ilgili rakamlardı. Bir kısmı ise, olayların geneli hakkında, bunların anlaşılmasına yar­ dımcı olacak bilgiler yerine, sadece bir bölümü hakkındaki resmi açıklamalardı. Medyada bu konu hakkında yazan ya da konuşanların hemen hemen hepsi, körlerin fil tarifi gibi olayın sadece küçük bir boyutuna dokunuyorlardı. Önyargıyla hareket ederek inandıkları kesimin propagandası sayılabilecek nok­ taları yineleyip duruyorlardı. Biz konuya başka bir açıdan yaklaşmak istedik. Güneydoğuda özellikle güvenlik yönünden olup bitenleri, okurlara, Türk kamuoyuna şimdiye kadar kendisine sunulmayan bir perspektifle, biraz da ge­ rilla savaşının tarihi terimleriyle anlatmak bu çalışmanın amaçlarından biridir. Oldukça karışık, çok yönlü, başlangıcı yüzyıllar öncesine giden, sadece Türkiye'yi değil, komşuları da dahil, dünyanın birçok süper gücü ile birlikte asker-sivil, düşünen tüm insanları ilgilendiren bir konu bu. Aydınların bile dikkatlerini yüzeysel yanıyla çeken, 1984'ten beri süren; as­ keri, sivil ve diplomatik yanları çok boyutlu olayların, son dönemde daha ziyade güvenlikle ilgili yanı üzerine bir araştırmacı-gazeteci olarak eğilmek istedim. Daha ziyade demokratik ülkelerde, maddi manevi çeşitli sıkıntıları olan insanların yaşadığı çevrelerde, bu insanların durumundan yararlanarak onların desteğini sağlamaya da çalışarak başlayan bu tür teröre dayalı devlete karşı ayaklanmalar, dünyanın birçok yerinde sürüp gidiyor. Bu tür olayların köklerinin kazınması çok zor. Sürüp gitmeleri çok küçük profesyonel grupların faaliyetlerine bağlı olduğu kadar toplumdaki çok boyutlu birçok sorunun çözümlenmesiyle de yakından ilgili olaylar. Devamları dış des­ teklerle de yakından ilgili olduğundan, başka ülkelerde de, bir türlü ortadan kaldırılamıyorlar. Ancak boyutları "kabul edilebilir şiddet düzeyi"ne indirilebi­ liyor. Bunun için de güvenlik önlemleriyle birlikte siyasi, ekonomik, kültürel, sosyal önlemler de almıyor. 13 Türkiye'de durum biraz farklı. Başta yetkililer olmak üzere herkes terörün kökünün kazınmasını istiyor. Yabancı gözlemciler de durumu anlıyor. Türkiye'de ya güvenlik güçleri terör karşısında tam başarı kazanacaklar, ya da bu politikanın geçersizliğinin kabul edileceği bir noktaya gelinecek, diye de düşünülüyor. Şimdiki durum, birincisinin ufukta gözüktüğü şeklindedir. Ancak bu süreç içerisinde en önemli nokta PKK terörü ile Kürt sorununun birbirine karıştırılması ihtimali. Böyle bir durumun ortaya çıkması sorumluluk sahibi bütün devlet adamlarını rahatsız ediyor. Böyle bir olasılığın belirmesini engellemek için tedbirler almalarını gerektiriyor. Bu tedbirlerin neler olabileceği hakkında yavaş yavaş sağduyuya dayalı, iyi niyetli tarüşmaların başlaması gerekiyor. Kanımızca bunların başında da demokratik rejim içerisinde temel kuralla­ ra uygun hareket edecek yeni siyasi oluşumlara ihtiyaç hissediliyor. Bütün dünyada geçerli olan "kabul edilebilir şiddet düzeyi ile birlikte ya­ şama" şeklinde özetlenebilecek bakış açısını Türkiye'nin yakın geleceği için de kabul etmek gerekince ortaya çıkan durum üzerine daha dikkatle ve daha uzun vadeli yaklaşımla eğilmek gerekir. Madem bu durumla uzun süre daha birlikte yaşayacağız, o halde neden durumun ne olduğunu daha iyi anlamak için birçok boyutundan, şimdi gün­ demde olan güvenlik ile ilgili olanı üzerine eğilmeye öncelik verilmesin? Zaman ve yer kısıtlaması nedeniyle Türkiye'deki son Kürt unsurlara dayalı ayaklanma girişimini incelerken olayların Cumhuriyet öncesine gitmedik. Türk okuruna, Güneydoğuda yıllardır sürüp giden, dünyanın birçok ye­ rinde yüzyıllardır örnekleri görülen, bir savaş türü olan bu mücadelenin ne ol­ duğunu, biraz tarihi ve daha ziyade stratejik ve taktik yönleriyle ilgili boyutlarını sunmaya çalıştık. Amacımız, şimdiye kadar okurlara verilmediğini düşündüğümüz bakış açısını vermekti. Siyasi çözüm/savaşla çözüm/demokratik çözüm gibi kavramlarla yaratı­ lan kargaşa havasını bir ölçüde dağıtmaya çalıştık. Bu kargaşa, düşünen, aydın kişileri, ister sivil, ister asker olsunlar, uzun süre parçalamıştı. Oysa ortada yeniden keşfedilecek bir şey yoktu. Yüzyıllardır sergilenen bir mücadele türü çağın koşullan içerisinde yeni­ den görülüyordu. Konuya yaklaşan birçok tartışmacı, olup bitenler hakkında, sayıları batı ülkelerinde çok olan kaynak kitaplara, makalelere göz atacak olsalardı, çok ön­ ceden Güneydoğu hakkında körlerin fil tarifinin ötesine gidebileceklerdi. Böylece 14 yapacakları yorumlarla, bu konuya bakış çok geride kalmış yetkililere bile yar­ dımcı olabileceklerdi. Bu kitabın amaçlarından biri de Güneydoğuda sürmekte olan olayların dünyadaki benzerlerinden de örnekler vererek Türkiye'deki durumun daha iyi anlaşılmasına yardımcı olmaktır. Bu örnekler okunurken herhalde 1984-96 arasında Güneydoğuda sürüp giden mücadelede yetkililerin nereden nereye nasıl geldikleri de görülecektir. Kimi yazarların "ayaklanma" dediği, kiminin "terörizm" ya da "gerilla sa­ vaşı" adını verdiği mücadele yönteminin dünyadaki bazı uygulamaları hakkında verilecek, kısa da olsa bilgilerin Güneydoğudaki çatışma üzerine ışık tutacağına inanıyorum., Bu çatışma türü çeşitli sebeplerden dolayı yer yer ve zaman zaman, dün­ yada bazı haklardan yoksun bırakılmış insanların sosyal, siyasi ve ekonomik he­ deflerini gerçekleştirmek için de başvurdukları bir yöntem olmaktadır. Türkiye'deki durumun sebepleri, tabii sadece bunlar değildir. Ama bu ki­ tabın konusu mücadelenin sebeplerini araştırmaktan çok, içeriği hakkında bilgi vermektir. İkinci Dünya Savaşından sonra, daha belirgin bir şekilde, bu savaş türü döneminin açılmış olduğunu hatırlatmak, göstermek de istedik. Bu yeni dönemi inceleyen uzmanlar Sun Tzu, Makyavel, Clausevvitz ve Mahan gibi askeri strateji uzmanlarının ortaya koyduklarından çok başka hu­ susların bu mücadele karakterini oluşturduğunu belirtiyorlar. John F. Kennedy, Başkanlığı sırasında bu konuya ne kadar önem verdiğini, konunun özünü nasıl gördüğünü 1962'de şöyle özetliyor: "Bu şiddeti bakımından yeni, kökeni bakımından eski, değişik bir savaş, gerillalarca. ' yıkıcı güçlerce, ayaklanmacılarca, katillerce yapılan bir savaş; mu hare be yerine pusularla; hücumlar yerine sızmalarla yapılan bir savaş. Zaferi, düşmanı savaşa mecbur ederek değil, onun takatim keserek ve yavaş yavaş çökerterek arayan bir savaş. . . ona bu koşullar içerisinde karşı koymak için ... ta­ mamıyla yepyeni ve değişik bir stratejiyi, tamamıyla yepyeni ve değişik bir kuvveti, ve bundan dolayı da tamamıyla yepyeni bir askeri eğitimi gerektiriyor. " Bu dünya savunma çevrelerinde her yönüyle bilinen durum, acaba Türki­ ye'de yeterince fark ediliyor mu? Bu soruya 'evet' yanıtını veremiyoruz. 1984'te başlayan mücadelenin en azından ilk on yıllık bölümünde yapılan teşhis hataları kamuoyunun dikkatinden kaçırılmak mı? Tarih hasırının altına süpürülen bir konu olarak mı kalmalı ? Yoksa demokratik bir ülkede, görünür bir gelecek için daima gündemde kalması muhtemel bir sorunun çözümünde yararlı olacak araştırmalar halinde, objektif olarak mı ortaya konmalı? 15 Mücadelenin ilk on yılında da güvenlik güçleri; eğer PKK o yıllardaki Kürt isyanlarının temel taktiğini oluşturan konvansiyonel mücadele şeklini seçmiş olsaydı, yönetimde Atatürk, İnönü, Fevzi Çakmak gibi kişiler bulunsaydı, Tür­ kiye özgür batı dünyası içerisindeki yerini almamış olsaydı, Cumhuriyetin ilk dönemlerindeki gibi başarılı olabilirlerdi. Ama ne PKK eski Kürt isyanlarının taktiklerini kullandı, ne Ankara'da o dönemdeki gibi liderler vardı, ne de dünya koşullan Türkiye'ye o zamanki gibi hareket imkânı veriyordu. Her şey çok değişik olup bir de bu değişikliklerin büyük kısmını fark edip gereğini çağın koşullarına göre yapanlar bulunmayınca, olaylar tırmanarak sürdü. Güneydoğuda halen devam eden, kendisine en az kırk kadar ad verilen "sınırlı savaş"ın ne olduğunu acaba şimdi anlayabiliyor muyuz? 12 yıllık mücadelenin bize neler öğrettiğinin bilincinde miyiz? 12 yıl sonra geriye dönüp baktığımızda olayı ya sadece "güvenlik sorunu" ya da sadece "siyasi sorun" olarak görmekten acaba vazgeçebiliyor muyuz? Sorunun görünür kısmı altında yatan ekonomik, sosyal, siyasi ve kültürel nedenlerle, alevlerin canlı tutulmasını sağlamakta ciddi rol oynayan 'dış tahrik ve dış destek' hakkında gerçekçi değerlendirme yapıp gereken önlemleri alabili­ yor muyuz ? Bu kitap hazırlanırken düşündüğümüz amaçlar arasında ne konuyla ilgili görevlilerin korunması ne de yerilmesi vardı. Sadece, mümkün olduğunca ob­ jektif kalınarak olayların daha ziyade güvenlik ile ilgili yönlerinin incelenmesi, olup bitenlerin böylece ortaya konmasıyla okurların ülke için son derece önemli olan gelişmelerden haberdar edilmesi ön planda dikkate alındı. Türkiye'nin gündeminde uzun yıllar bir numaralı sorun olarak kalan bu konunun, şimdiye kadar pek dokunulmamış yanlarıyla meraklı okurların dik­ katine sunulması ana amaçtı. Ama 12 yıldır bu mücadelede binlerce, on binlerce insan öldü. Çok daha fazla insan yaralandı. Mal mülk tahrip edildi. Yüz binlerce insan mutsuz oldu. Milyarlar, trilyonlar harcandı. Bunlardan ders alınmayacak mı? Alınmamalı mı? Bunun için de öncelikle Güneydoğuda olup bitenleri, mücadelenin özünü anlamak gerekir diye düşünüyoruz. Öğrenecek ve izah edilecek çok şey var. Bölgesel huzursuzlukların temelinde yatan sebepleri iyi incelemek gerekir. Soruna sağlıklı bir çözüm bulmak için de bunlara çağın demokratik ortamının gereğine göre yaklaşarak ortadan kalkmalarını sağlamak gerekir. 16 Dünyadaki benzer olaylar incelendiğinde, bu hususlar yerine getirilmeden girişilecek mücadelelerin gerçek zaferlerle neticelenemeyeceği, bu mücadeleler­ de elde edilecek başarıların sürekli olamayacağı bilinmelidir. Konvansiyonel düşünce sisteminin esiri olmuş askeri yetkililer bu yeni mücadele şeklinin gerektirdiği tekniğe, organizasyonuna ve taktiğine adapte olacaklarına, böylece PKK'nın yarattığı tehdidi usulüne uygun şekilde karşıla­ yacaklarına, eskiye bağlı kalırlarsa PKK'nın yarattığı tür mücadele kesin başarı kazanamasa bile, uzayıp gidecek, gündemden hiç çıkmayacaktır. Mücadelede gereken yöntemlere tam uyulsa, gereken her şey yapılsa bile bilmek gerekir ki konvansiyonel savaşlarda elde edilen son "zafer" bu tür müca­ delede asla ortaya çıkmayacaktır. En iyi ihtimalle kesin askeri çözüm geçici olacaktır. Ta ki gereken öbür önlemler alınsın. Konuya yukarıda işaret ettiğimiz gibi, çok yönlü yaklaşılsın. Bu mücadelede "kazanma" ve "zafer" gibi kavramların konvansiyonel savaşlardaki anlamlara sahip olmadıkları mutlaka bilinmeli ve bu durum demok­ ratik kamuoylarına da anlatılmalıdır. Yoksa özgür medyalara sahip toplumlar, kendilerine yapılan vaatlerin gerçekleşmediğini gördüklerinde yöneticilerine olan güvenlerini kaybedeceklerdir. Kitabın hazırlanışı sırasında bizdeki benzeri mücadele dünyanın 20'den fazla ülkesinde devam etmekteydi. Bunların, mümkün olduğunca çoğunun ge­ lişmelerini yakından izlemek ise, güvenlik yetkilileriyle birlikte, bu konuda yo­ rumlar yapan aydınların, medya mensuplarının görevi olmalıydı. Ama yazık ki, 12 yıldır Türk medyasında bu konu üzerine polemik boyutları dışında, derinlemesine eğilen pek olmamıştır. Son beş yil içerisinde kendileriyle uzun konuşmalar yaptığım, konuyla il­ gili birçok yetkili kişi bile sorularıma verdikleri yanıtlarda konu hakkında fazla bilgiye sahip olmadıklarını ortaya koyacak işaretler vermişlerdir. Ama Türki­ ye'de, hiç olmazsa son iki üç yılda Türk Genelkurmayının olaya gittikçe daha gerçekçi yaklaştığı muhakkak. Genelkurmay Başkanı Org. İsmail Hakkı Karadayı'nın Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ile yaptığı bir konuşmada "1995 içerisinde PKK'ya son darbe indirilir. Bundan sonra devlet kurumlarının bölgede harekete geçip üzerlerine düşeni yapmalarında büyük yarar vardır" tarzında konunun can alıcı yerine do­ kunması, bu yeni yaklaşımın önemli göstergesi sayılmalıdır. Düşük Yoğunluklu Çatışma (DYÇ) doktrini ışığında Türkiye'deki durum incelendiğinde özetle şöyle bir sonuca varılmaktadır; öncelikle PKK terörü kontrol altına alınmalı, ama aynı zamanda Güneydoğuda geniş halk tabakalarını rahatsız eden sosyopolitik, ekonomik ve kültürel sorunların, mümkün olduğunca kısa sü­ rede, ortadan kaldırılması için devletin bütün kurumları harekete geçirilmelidir. 17 Kitabın birinci bölümünü Güneydoğuda sürmekte olan mücadelenin özü­ nün incelenmesine ayırdık. Kendisine kırktan fazla ad verilmiş olan bu mücadele neydi? Yüzyıllardır görülen ve günümüzde özellikle ön plana çıkmış bu tür mü­ cadelenin, çeşitli örneklerinden çıkarılmış ana karakteristiği nelerdi? Bu nokta­ lara kolay anlaşılır yanıtlar aramaya çalıştık. Bu arada da bu tür mücadelelerde deneyim sahibi olmuş ordulardan İngiliz ordusunun bu deneyimlerde hangi aşamalardan geçtiğini inceledik. Bununla da yetinmeyerek, bizimkiyle benzer­ likler taşıyan Malaya olayları üzerine daha fazla eğildik. Kanımızca, Malaya'da İkinci Dünya Savaşının sona ermesiyle birlikte ortaya çıkıp 1950'lerin sonuna kadar süren mücadelenin aşamaları yakından incelendiğinde, ortaya Türkiye için örnek olabilecek bazı hususlar çıkmaktadır. İşte bu düşünceyle araştırmamıza bir bölüm olarak İngiltere'nin Malaya'daki mücadelesinin ilginç noktalarını ekledik Son günlerde bazı eksik ve yanlış yaklaşımlar dolayısıyla, sanki Türkiye için en iyi örnekler olduğu izlenimi verilen IRA (Kuzey İrlanda Cumhuriyet Or­ dusu) ve İspanya'nın ETA mücadelesine genişçe yerler ayırdık. Bunları yaparken de, birçok sözde araştırmacının kendi edinmiş oldukları önyargıları kanıtlamak için kullandıkları gerçeği saptırma gibi çabalar içine düşmemeye gayret ettik. Kitabın ikinci ana bölümünü ise "Bugünü iyi anlamak için geçmişi bilmek gerekir " düşüncesiyle üzerine eğildiğimiz Cumhuriyetsin başlangıç dönemi Kürt isyanları oluşturdu. Anadolu'da yüzyıllardır birlikte, iç içe yaşayan etnik gruplar içerisinde bazı Kürt gruplarının zaman zaman, çeşitli nedenlerle ayaklandıkları bilinir. Bu araş­ tırmada genişçe bir bölümü 1920'li ve 1930'lu yıllardaki Cumhuriyet dönemi "Kürt isyanlarr'na ayırdık. İsyanların bellibaşlılarının neden ve aşamalarını Atatürk'ün Cumhurbaşkanlığında bunlarla nasıl mücadele edilip bastırıldıklarını, cezalandı­ rıldıklarını hatırlatük. Bu bölümü hazırlarken sadece Türkiye'dekilerden değil, İngiliz ve Fransız kaynaklarından da yararlandık. 1920'li ve 1930'lu yıllarda Türkiye'deki Fransız ve İngiliz diplomatlarının, askeri ataşelerinin Paris ve Londra'ya gönderdikleri raporlarına ve bazı yazarla­ rın eserlerine göndermeler yaptık. Bu isyanlar, şimdiki PKK hareketine ne sebepleri ne de uygulanış şekilleri bakımından benzemektedir. PKK şimdi kendisine teröre dayalı bir noktaya çakılıp kalmış bir Mao'cu DYÇ tarzına benzer mücadele tarzını benimserken, 1920 ve 1930'lar olaylarını yaratanlar genellikle klasik (konvansiyonel) mücadele tarzını tercih etmişlerdi. O durumda Türk Silahlı Kuvvetleri de genel olarak nizami savaş yöntem­ leriyle isyanları bastırmış, ancak yeri geldiğinde "eşkıya takibi" taktikleri de uy­ gulamıştı. 18 1984'te PKK'nın başlattığı mücarMede kullanılan yöntemler, uzun süre il­ gili güvenlik güçlerince tam saptanamamış, PKK'nın 1984'ten önce yaptığı ha­ zırlıklar da istihbarat birimlerince tam izlenememiştir. Olaylar başladıktan sonra yedililerin, başta zamanın başbakanı olmak üzere, hemen hemen her kademede değerlendirme hatası yaptıkları sonradan açıkça ortaya çıkmıştır. Bu aşamalarda,-bazı yetkililerin, "kasıtlı" olarak PKK'ya karşı gerekenin yapılmasını engellediği bile öne sürülmüştür. Böylece mücadelenin ilk aşamasında PKK'yı kontrol altına almak daha kolayken, bu noktanın aşılması ve PKK'nın giderek daha yaygın ve etkin bir tehdit yaratır hale gelmesi mümkün olmuştur. İncelemede bu aşamalar üzerinde durulduğu, mücadelenin tam anlamıyla kurallara uygun hale getirilmesinin ise ancak 1990'lardan sonra mümkün olabil­ diği görülecektir. Üçüncü bölüm PKK'nın plan ve çabalarına ayrıldı. Nasıl örgütlenmişlerdi? Amaçlan neydi ? Kendilerine dünyanın başka yerlerinde uygulanmış yöntem­ lerden hangisini örnek almışlardı? Mücadelelerini nasıl ve hangi aşamalardan geçerek sürdürüyorlardı? Bu soruların yanıtlarını aramaya çalıştık. Dördüncü bölümü ise PKK karşısındaki güvenlik güçlerinin mücadelesi ve bu mücadelede geçirdikleri aşamalarla kullandıklan strateji ve taktiklerin in­ celenmesi oluşturdu. 1984'te olayların patlak vermesi sırasında durum neydi? Sonra Körfez Sa­ vaşına kadar ki gelişmeler nasıl oldu? Olaylar nasıl beklenmedik şekilde tırmandı ve Türkiye'yi dışa karşı savunma öncelikli görevi yüklenmiş olan Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) bu önceliğini nasıl değiştirme zorunda kaldı? 1990'dan sonra değişmez sanılan ve Vietnam'a benzetilme yanılgısına düşülen durum nasıl sü­ ratle değişmeye başladı? Bu noktalara, sanıyoruz şimdiye kadar e d i n m e m i ş şekilde yaklaştık. Son beş yılda asker - sivil konuyla ilgili sayılan yüzü aşan uzman, görevli ve yetkiliyle yaptığımız aynntılı konuşmalardan yararlanarak ortaya kolay an­ laşılabilir bir mücadele öyküsü çıkarmaya çalıştık. PKK'ya karşı sürdürülen mücadelenin askeri yönü hakkında kamuoyuna yeterli bilgi verilmediğinden yapılan eleştiriler ve değerlendirmeler eksik kal­ mıştır. Özellikle 1993'ten sonraki uygulamalar, 1990'dan itibaren yavaş yavaş başlayan hazırlıkların da uygulama aşamasına girmesiyle, TSK'nin giderek daha çok DYÇ doktrinini benimsediğinin işaretleri olmuştur. 19 Ama bu sırada konuyu gerektiği kadar incelememiş olan bazı yorumcular "Bu taktik netice almaz. İşte Amerika Vietnam'da başarılı olabildi mi?" derken, kimse Vietnam'da ABD'nin nasıl bir strateji uyguladığını ortaya koymamıştır. Vietnam'da ABD'nin uyguladığı stratejinin DYÇ stratejisi olmadığı açık­ lanmamıştır. Her ülkede cereyan eden olaylar, muhakkak o ülkenin koşulların­ dan etkilenir. Ama olayların cereyan ettiği ülkeler değişik olsa da bunlar arasında bazı ortak noktalar bulunabilir. Türkiye'de bu husus uzun süre pek akla gelme­ miştir. Güneydoğudaki PKK'nın yarattığı olaylara benzer olayların başlangıcın­ da, şiddet daha henüz en üst noktalarına yaklaşmamışken, bunların önlenmesi daha kolay olmaktadır. Yeter ki; durumun daha kötüye gitmesi engellensin, ka­ muoyu eğitilsin, gerekli reformlar vakit geçirmeden yapılsın, polis, adalet siste­ mi, yerel yönetimler daha etkili hale sokulsun ve nihayet gereken tehlikeli böl­ gelerde ordu kontrolü gerçekleştirilsin. Bu durumlarda da etkili bir şekilde müdahale ancak; uyanık bir istihbarat teşkilatı ile tehdidin büyüklüğünün fark edilmesi aynı zamanda bu istihbarata da­ yanarak hemen harekete geçecek kararlı ve güçlü bir hükümetin varlığıyla müm­ kün olabilir. İstihbarat servisi, polis, silahlı kuvvetler ile hükümet düzeyinde iyi bir planlamanın DYÇ 'larda en önemli unsurlar olduğu bu konunun doktrinini yapanlarca sık sık hatırlatılmıştır. Türkiye'de bu hususlara yıllarca gereken dikkatin gösterilmediğine ilişkin çok işaret vardır. O kadar ki Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel "1991 'de iktidara geldiğimizde Cizre Tabur Komutanı, saat 16. OO'dan sonra korunmak için kum torbalarının ardına sipere yatıyordu^ (Akşam gazetesi 18 Mayıs 1995) diyerek olayların başlama tarihi olan 1984'ten itibaren en az yedi yıl bu bölgede nasıl bir yanlış strateji uygulandığını en yetkili ağızdan açıklamış olmaktadır. Bu duruma nasıl düşüldüğünün ayrıntılı aşamalarını, çeşitli kademelerdeki araştırmalarımı­ za rağmen, yazık ki saptama imkânı bulamadık. Bunun sebeplerinden en önemlisi muhakkak o tarihe kadar bölgedeki mücadelenin planlanıp uygulanmasında Genelkurmaydan ziyade oradaki jan­ darma birlikleriyle, bir ölçüde de Jandarma Genel Komutanlığının Bölge Valisi ile. birlikte sorumlu oluşuydu. Yoksa harpokulları ve harp akademilerinde Osmanlı İmparatorluğunun yıkılmasında önemli dönemeçlerden birini gerçekleştiren Albay T. E Lavvrence'ın uygulamalarının bütün ayrmülarıyla okutulmamış ol­ ması mı etkili olmuştu? Lawrence'm klasik olmaktan çok uzak bu savaş türünün temelindeki 'mo­ tivasyona dayalı siyasi ve psikolojik unsurlar acaba hâlâ anlaşılmamış mıydı? Bu tür mücadele karşısında ordular âdeta bütünleriyle kökleri toprağa yerleşmiş hareketsiz bir bitki gibiydiler. Karşısındaki güç ise buhar gibi her yere sızabiliyor ve her yerde kendini gösterebiliyordu. 20 Herhangi bir asker karşısında hedef bulamadığında kendini çaresiz hisse­ diyordu. Bunları keşfedip kullanan Lawrence'den yaklaşık kırk yıl kadar sonra Fransız ordusu Hindiçini'de, Demirel'in bizim askeri 1991'de bulduğu gibi akşam olduğunda, gecenin ürpertici karanlığında, dikenli tel ve beton duvarlarla çev­ rilmiş karargâhı içine çekiliyordu. Orada da gerilla buhar gibi 'her yerde ve hiçbir yerde'ydi. Lavvrence'.... bir ayaklanmaya karşı savaş yapmak çok yavaş ve çok pis bir iş, çorbayı bıçakla yemek gibi. . .' görüşünü benimsediğini belirterek yi­ nelemişti. 1991'de acaba mücadelenin bu yönü, Güneyde hâlâ tam anlaşılmış değil miydi? - PKK'nın Güneydoğuda kendisine dayanacak sağlam bir zemin bulmasın­ da bu bölgenin yıllar yılı hükümetlerce ihmal edilmiş olmasının etkisi olmadığını kim öne sürebilir. 1987 Şubatında Uludere'nin Taşdelen köyüne PKK baskınından sonra git­ tiğimde köylüler kendilerini bildikleri bileli köylerine eşkıyanın ya da kaçakçıla­ rın gelip yiyecek içecek alıp gittiklerini ama devletin oraya ancak PKK katlia­ mından sonra geldiğini söylemişlerdi. O güne kadar ancak bir keçiyoluna sahip köye PKK baskınından sonra jip geçebilecek bir dağ yolu yapılması gündeme gelebilmişti. Bu araştırmanın hedefleri arasında DYÇ mücadelesinde rol alan devlet kurumlarının bünyelerinin incelenmesi yoktur. Ancak olaylar 1984'te patlak verdiğinde, başlarını ve dikkatlerini başka yönlere çevirmiş istihbarat örgütleri, bölgede ciddi bir direniş karşısında kaldık­ larında son derece etkisiz olacak bir polis örgütü, ayaklanmaları bastırma -iç güvenlik taktikleri konusunda hazır olmayan, bunun için eğitilmemiş, ama görev verildiğinde hemen olaylara uyum sağlaması beklenen bir ordunun- jandarmanın- durumlan hatırlanmalıdır. Bu durumda PKK'nın toparlanma, örgütlenme, eğitim ve bölgede yerleş­ me imkânlarına, son derece hayati olan mücadelelerinin en hassas ve zayıf olan başlangıç aşamalarında kavuşmuş olması kimseyi şaşırtmamalıdır. Bununla birlikte, kanımızca en büyük hata dönemin hükümetleri tarafın­ dan yapılmış, Güneydoğu terörünün Türkiye'nin bir numaralı sorunu olduğu gerçeğinin kavranılması ve gerekenin yapılması, en azından Demirel'in dediği gibi 1990'ların başına kadar gecikmiş, yıllar almıştır. Bu süre içinde de, artık her aşaması iyi bilinen Marksist ayaklanma yönte­ minin ilk ve saptandığında elemine edilmesi kolay aşamalarından geçilmiş, PKK bölgede kendisine bir siyasi örgüt oluşturmuştu. Bu örgüt, yer yer ve az sayıda da olsa, beyinleri yıkanmış militanlara, istihbaratta kullanılabilen unsurlara, silah ve yiyecek gizli depolarına ve hatta otoriteleri PKK tarafından yaratılan alternatif yönetimlere sahip görünüyordu. 21 Bir ileri aşamada amaç güvenli bölgeden, kurtarılmış bölgeye geçmekti. O noktaya varılamamış olması güvenlik güçleri için şanstı. Henüz devlet kontrolü altındaki alanlar karşısına "PKK kontrolü altındaki alanlar" çıkarılamamıştı. O noktada en önemli husus PKK'nın silahlı militanlarının öldürülmesinden ziyade bu siyasi örgütün çökertilmesiydi. Aslında bu işin, 1984 olaylarıyla ayaklanma benzeri girişimin ortaya çık­ masından önce tespit edilip gerçekleştirilmesi gerekiyordu. Bu yapılamadığın­ dan devlet güçleri kendilerini psikolojik bakımdan hazırlanmış, iyi motive edil­ miş bir militan kadrosuyla karşı karşıya bulmuşlardı. Artık o noktada uygulanan taktikler daha önce dünyanın birçok başka ye­ rinde uygulanmış Marksist-Leninist ayaklanma taktiklerinin karbon kopyasın­ dan başka şeyler değillerdi. Devlet gücü ve sisteminin sembolü olan okullar, Karayolları gibi kurumlar süratle tahrip edilmeye çalışılıyordu. Devlet yanlısı muhtarlar, yöneticiler ilk hedefler arasına sokuluyordu. Çocuk, kadın erkek, yaşlı genç demeden otorite tesis etmek, dehşet salmak için insanlar insafsızca öldürülüyordu. Bunlar yakın geçmişte dünyanın başka yerlerinde de yapılmıştı. Örneğin Malaya'da 1.865 gü­ venlik mensubuna karşılık komünist ayaklanmacılar 3.283 sivili katletmişlerdi. Güney Vietnam'da daha ayaklanmanın ilk aşaması olan 1960-61 döneminde 6.000'den fazla insanı öldürmüşler, 6.000'den fazlasını da kaçırmışlardı. Psikolojik açıdan bu yapılanlar, devletin gerekeni yapamayıp onları sa­ vunmasız hassas bölgede yaşar bıraktığı geniş bir halk kitlesini kolayca ikna edilir hale getirmeye yetiyordu. Güneydoğuda da 1990 başlarına kadar olan buydu. Devletin vatandaşını koruyamaz durumda olduğu kanısı yerleştirilmeye çalışılıyordu. Dünyanın her yerinde halinden şu ya da bu sebepten memnun olmayan kimseler bulunabileceğinden, bölgedeki köylerde de böylesine insanlar PKK'nın yaratmak istediği havanın öncüleri oluyorlardı. Bunlara sayıları az da olsa, ma­ cera arayan gençler de kolayca katılabiliyordu. Tabii şu veya bu sebepten hak­ sızlıklara uğramış kimseler de militan kadrolarının potansiyel kaynaklarını oluşturuyordu. Bunlara mevcut düzenin parçaları olmadıkları motivasyonu verilip müm­ kün olduğunca çabuk suç sayılabilecek fiiller içine itilmeleri sağlanıyordu. Askeri ve siyasi faaliyetler yoluyla insanların değiştirilmeleri bu tür gerilla savaşının ana unsurları arasındaydı. Türkiye'deki durumun, gereken teşhisin vaktinde konmaması ve gereken uygulamanın yapılmaması dolayısıyla kötüleştiği doğruydu. Ama bu mücade­ lenin güvenlik güçlerinin yenilgisiyle sonuçlanacağı anlamına gelmiyordu. Bu neticeye varabilmek için yakın tarihte, dünyanın başka yerlerinde cereyan etmiş benzer olayları incelemek gerekti. 22 Malaya'daki mücadeleyle ilgili "Menace in Malaya" (Malaya'daki Tehdit) isimli kitabında Harry Miller ayaklanan komünistlerin en az 500.000 ajanca des­ teklendiklerini yazar. Bunlar mücadele süresince gündüzleri köylerinde masum siviller olarak işlerine devam etmiş, ama gece olduğunda ayaklanmacılara her türlü hizmeti ve desteği vermişlerdir. Bu geniş desteğe rağmen sonuç malum: İngilizler uyguladıktan DYÇ yöntemleriyle Malaya Komünist Partisi'nin yarattı­ ğı ayaklanmanın üstesinden gelmişlerdir. Filipinler'deki Huks ayaklanmasına karşı Magsaysay'ın mücadelesinde de benzer durum görülür. Mücadele başladığında Huks 12.000 silahlı militana sa­ hipti. Ayrıca 17.000.000 Filipinliden en az 1.000.000'u Huks hareketini gerek yi­ yecek ve diğer ihtiyaç maddeleri sağlayarak, gerek istihbarat temin ederek ve gene ihtiyaç duyulduğunda militan yetiştirerek destekliyordu. Diğer taraftan Fi­ lipin ordusunun mevcudu ise 30.000 kadardı. Hükümeti aktif olarak destekleyen Filipinli sayısının ise 1.000.000'dan fazla olmadığı belirtiliyordu. Halkın geri kalan büyük kısmı olaylara seyirciydi. Buna rağmen Huks hareketi amacına ula­ şamadı. Türkiye'de de PKK hareketinin hedefine varabilmesi için günün koşul­ ları içerisinde hem mücadelesinin kuvvetli dış destek ile sürdürülmesi, hem de bu sırada Türk kamuoyunun iç ve dış "demokrasi hareketleri"yle yönlendirilmesi gerekti. Bu yöntemler ile Fransızların ve Amerikalıların elleri, Cezayir ve Viet­ nam konularında, hep tutulmak istenmişti. Ama aynı şey denenmekle birlikte, çeşitli sebeplerden dolayı, Türkiye örneğinde arzuladıkları neticeyi, bu satırlar yazıldığı sırada, alabilecek gibi görünmüyorlardı. Bunda muhakkak Türk Silahlı Kuvvetlerimi! yetişme tarzı ile Türkiye'nin demokratik yönetim tarzı içindeki ağırlıklı yerinin rolü vardır. Güneydoğuda 1984'ten beri PKK'nın terör yöntemiyle başlatıp sürdürdü­ ğü DYÇ 'nin sadece güvenlik güçlerince çözümlenecek bir sorun olmadığı çok iyi biliniyor. Fransızların gerek Hindiçini'deki, gerek Cezayir'deki deneyimlerini iyi incelemiş, bu konuların uzmanı olarak yazdığı "Modern VVarfare: A French Vievv of Counterinsurgency" (Modern SavaşTürü; Ayaklanma Bastırma Konusunda Bir Fransız Görüşü) adlı kitabında şöyle demektedir ; "Bu savaş türü siyasi, ekonomik, psikolojik ve askeri yönlerin iç içe olduğu türdür. Geleneksel silahlı kuvvetlerin bu mücadeledeki yerinin ise önemi sınırlıdır. ... İste bundan dolayı, geleneksel olarak çatışmaların daha ziyade sadece askeri yönüyle ilgili olan ordu, savaş sanatı içerisinde bir önemsiz, (ikinci derecede) unsur olarak gördüğü probleme hiçbir zaman ciddiyetle yaklaşmamıştır." Bu görüşlerin ifade edildiği yıllardan sonra tabii askeri alanda durum çok değişti. Dünyanın birçok ülkesinde DYÇ için özel kuvvetler yetiştirildi. Sahra Talimnameleri yazıldı. Doktrinler oluşturuldu. Türkiye de, geç bile olsa bugün hiç olmazsa güvenlik güçleri açısından koşullara uyum aşamasına girdi. Ama 23 aynı şeyi tüm devlet mekanizması için söylemeye imkân yok. Güneydoğudaki sorunun, şiddetin kabul edilebilir bir düzeye güvenlik güçlerince indirilmesiyle birlikte, iyi hazırlanmış bir plana göre, tüm devlet kuruluşlarının katkısıyla çö­ zümlenebileceği gerçeğinin henüz anlaşılmamış olduğu kolayca söylenebilir. Bu aşamaya varılamadığı süre de Güneydoğu olayları Türkiye'nin günde­ minde hep önemli bir yer işgal etmeye devam edecek gibi görünmektedir. 24 DYÇ NEDİR? 15 Ağustos 1984 gecesi Şemdinli ve Eruh'ta jandarma karakollarına ve subay lojmanlarına, gazinolarına ateş açıldı. Bu bir baskındı. Eruh'ta bir er şehit olurken 3'ü sivil, 9 kişi yaralandı. Şemdinli'de ise bir subay, bir assubay ve bir er yaralandı. Son yıllarda gizli hazırlıklarını sürdüren PKK, sadece bu iki kentte değil, tüm ülkede şaşkınlık yaratmıştı. Yıllar sonra bu olayları değerlendiren asker-sivil yetkililer "olaylar bizi tam gaflet içinde yakaladı" diyeceklerdi. 1995 Mayısında ise MHP Genel Başkanı Alpaslan Türkeş kendisine Hür­ riyetin yönelttiği "PKK terörüyle geçen seneler boyunca mücadelede ihmal, maksatlı tutum, yani mücadele ediliyormuş gibi gösterirken beslemek gibi ko­ kular aldınız mı?" şeklindeki soruyu şöyle cevaplamıştır; "O kokular var. Bir defa, meseleyi baştan çok ihmalkârlıkla ele aldık.... ANAP dönemi ve daha önce Konsey döneminde. Basitmiş gibi mesele ele alındı.. Herhalde işin içine kasıt da girmiştir. Şüphelerimiz var. Ama o şüpheleri ifade edemiyoruz. " Türkeş, "Özal açısından bakıldığında sizce kasıt var mıydı?" sorusunu ise . "Onun bu şeyde yanlış bir tutumu olduğu kanaatindeyim. Ölünün arkasından konuşmak istemiyorum" diye yanıtlamıştır. Olaylan Genelkurmayın kilit noktalarından izlemiş olan yetkililer de Tür­ keş gibi, polemik yaratıcı olmamakla birlikte, elle tutulur ifadelerle yorumlamış­ lardı. Olay günlerinde yürürlükte olan "Sıkıyönetim" (SY) bu iki olaya da yayın yasağı koydu. Olayın ayrıntıları ve boyutu kamuoyuna yansımadı. Aradan tam bir ay geçtikten sonra, 15 Eylülde, Genelkurmayın verdiği bilgileri Basın ve Yayın Genel Müdürlüğü bir bülten ile açıkladı. Bültende Eruh ve Şemdinli olaylarıyla ilgili olarak 263 kişinin gözaltına alındığı bildiriliyordu. Oysa Güneydoğuda, Cumhuriyet'in 1920'li ve 1930'lu yıllarmdakileri anımsatan bir Kürt hareketi başlamıştı. 25 Eski hareketlere "Kürt isyanları" denmişti. Yenisi ise "PKK Terörü" olarak anılacaktı. Ancak 1984'ten beri süren mücadeleye ilk ismini 1993'te Genelkurmay Başkanı Org. Doğan Güreş, İngilizce aslı olan "Low-intensity Conflicf'den çevirip ; "Düşük Yoğunluklu Çatışma " (DYÇ) diyecekti. Nizami ordular genellikle "Nizami Savaş" için hazırlanırlar. Oysa DYÇ'lar nizami olmayan savaşlardır. Tarihte bunlara sayısız isim verilmiştir. Çete savaşları, küçük savaşlar, gerilla savaşları, ayaklanmalar, ayaklanma bastırmaları, bölgesel savaşlar, ihtilalci savaşlar, ulusal kurtuluş mücadeleleri, uzayan halk savaşı, verilen isimlerden bazılarıdır. DYÇ ise bu isimlerden günü­ müzde en fazla kullanılanı olmuştur. Askerler ister klasik savaşta, ister DYÇ'de olsun attıkları bütün adımları "Talimname" -Field Manual- ismi verilen el kitaplarında belirtirler. Amerika Birleşik Devletleri (ABD)'nin kara ve hava kuvvetlerince kullanılan 100-20 nu­ maralı talimname DYÇ ile ilgilidir. Bu talimnameDYÇ'yi şöyle tanımlar; "DYÇ bir askeri-siyasi çatışmadır. Devletler arasında alışılmış barış içeri­ sinde sürdürülen rekabet düzeyinin üzerinde, klasik savaşların ise altındaki bir dü­ zeyde gerçekleşir. Devletler, ya da gruplar arasında ortaya çıkar. Sık sık uzayan rekabetlerden, prensip ve ideoloji mücadelelerinden oluşur. DYÇ yıkıcı faaliyetler­ den başlayıp silahlı kuvvetlerin kullanılmasını gerekli kılacak alana kadar uzanan bir çatışma alanını kapsar. Bu tür çatışmada kullanılan imkânlar siyasi, ekonomik, enformasyonel ve askeridir. DYÇ genelde sınırlı bir alanda cereyan eder, ama etki­ leri bölgesel olabildiği gibi, küresel de olur. " DYÇ'ler 1945'ten sonra, üçüncü dünya savaşı ihtimali daha uzaklaşırken modern orduların dikkatlerini, eskisinden daha fazla, üzerine çevirdikleri bir mücadele şekli oldu. Fransızların Hindiçini'de, Cezayir'de, İngilizlerin Filistin, Kıbrıs ve Malaya gibi ülkelerde, ABD'nin Vietnam'da yaptığı mücadeleleri bu kategori içine sok­ mak mümkün. İngiltere'nin Malaya'da Çin'e ve komünistlere karşı elde ettiği başarı DYÇ uygulamaları içerisinde en önde gelenlerden biri olmuştur. Ama daha sonra Vi­ etnam adı alacak olan Hindiçini'de ne Fransızlar, ne de ABD, oyunun kurallarını tam uyguladıklarından ve kendine özgü bölgesel koşullardan dolayı, başarılı olabilmişlerdir. Fransız ve Amerikalı komutanlar mücadelelerinde alışık oldukları klasik yöntemlerin dışında başkasına inanmıyorlardı. O kadar k i ; Vietnam'da bu yüz­ den başarısızlığa doğru giden Amerikan ordusunun bir komutanı "Ben pis bir savaş için ABD ordusunun doktrinini değiştirmem" diyebilmişti. DYÇ'yi inceleyen uzmanların bu tür savaş özellikleriyle ilgili olarak bir­ leştikleri noktalardan, biri, savaşın askeri yönünün yanı sıra, onun kadar önemli 26 bir de siyasi boyutunun bulunuşudur. Dolayısıyla DYÇ sürdürülürken ortaya sürekli olarak "askeri-siyasi boyutlar" kavramı çıkacak, DYÇ'nin sadece askeri yöntemlerle sonuca ulaştırılamayacağı, siyasi yaklaşımlara da gerek olduğu öne sürülecektir. Tarih boyunca gerilla savaşları, partizan savaşları, ayaklanma, ayaklan­ mayı bastırma, gayri nizami savaş türleri uygulanmıştır. Kurtuluş Savaşında uygulanan çete savaşları da bu türler arasında yer alır. Sözcükler, verilen isimler değişse de klasik savaştan farklı bir tür ortada­ dır. Bugün Güneydoğudaki mücadeleyi büyütmek istemeyen Genelkurmay bir "terörist hareket"ten bahsederken, karşı düşünceyle hareket edenler de bunun bir "gerilla savaşı" olduğunu söylemektedir. Klasik savaşlar üzerine yazılmış sayısız doktrin gibi, şimdi de DYÇ dok­ trinleri yazılıyor. Uzmanlar incelemeler sonucu bunların ortak noktalarını saptıyorlar. Bu araştırmacılardan biri olan Dr. Max G. Manwaring, benzer 40 DYÇ'yi inceledik­ ten sonra ortaya bir model çıkarmış. DYÇ'de sadece askeri güç ile başarılı oluna­ mayacağı neticesine varmış. Kendisine karşı ayaklanan gruplara karşı başarı elde etmeleri için devletlerin bazı temel hususları yerine getirmelerinin şart olduğunu öne sürüyor. Bugün uluslararası askeri literatürde üzerinde hemen hemen birleşilen başlıca hususlar şöyle özetlenebilir; 1) Hükümetler ayaklananlara karşı mücadelelerinde mutlaka meşruiyet­ lerini muhafaza etmelidirler. 2) Sürdürdükleri gayretlerinde, bölük pörçük görünümü ortadan kaldırıp, tam bütünlük içinde olmalıdırlar. 3) Ayaklanmaya muhatap olan hükümete sağlanan destek şekli önemli olduğu gibi tutarlı da olmalıdır. 4) Asilere sağlanmış dış destek azaltılmalı, mümkünse tamamıyla ortadan kaldırılmalıdır. 5) Yıkıcı faaliyetlere, ayaklanmalara karşı mutlaka iyi istihbarat sistemi sağlanmalıdır. 6) Hükümetin mücadeleyi sürdürecek güçleri mutlaka yetenekli, disiplinli ve iyi eğitilmiş olmalıdırlar. Dr. Manvvaring saptadığı bu ölçütlerin yorumlanacak olaylara uygulan­ masını önerir. Daha önce cereyan etmiş olanlar incelendiğinde, bu ölçütlere yanıt arandığında neden başarıya ulaştıkları, ya da neden ulaşamadıkları ortaya ç o ­ maktadır. 27 Bu arada gerilla savaşları doktrincilerinin en ustalarından biri olan Mao Tse Tung'm çok geçerli olan bir kuralını unutmamak gerekir. Mao ; "gerilla eğer balık/kabul edilirse, yaşaması için gerekli olan su çev­ resindeki halktır, başarısı için bu halkın desteğini muhafaza etmesi gereklidir, der. Ayaklanmaların bastırılması için de, mutlaka ayaklananların halktan tecrit edilmesi, yani balığın içinde yaşadığı sudan yoksun bırakılması gerektir. Dr. Manwaring Modeli ve Güneydoğu Güneydoğuda 11 yıldır sürüp giden mücadelenin değerlendirilmesi Dr. Manvvaring'in saptadığı ölçütlere göre yapılabilir. 1) Meşrutiyet: PKK'ya karşı mücadeleyi sürdüren Türkiye Cumhuriyeti için de PKK için de Türk ve dünya kamuoyları karşısında mücadelelerinde meş­ ruiyete sahip olmak çok önemli bir husustur. İçte hükümetin meşruiyete sahip olduğu konusunda âdeta bir ittifak var­ dır. Cumhuriyetin birlik ve bütünlüğünün sağlanmasında hükümetlerin birinci derecede sorumluluk sahibi olduğunu Türk kamuoyu kabul etmektedir. PKK'nın sürdürdüğü mücadelenin haksızlığı ve meşru olmadığı kabul edilmektedir. Yurtdışında da genel kanı PKK'nın bir "terör örgütü" olduğu şek­ lindedir. Ama bazı ülkeler ve bazı çevreler olaya daha farklı bakmakta, PKK'yı "hakları ellerinden alınmış bir azınlığın hakkını silahla arayan bir örgüt " olarak gördüklerini de ifade etmekteler. Bu ikinci grup henüz ciddiye alınacak bir ağırlık kazanmış değildir. Ancak birinci grubu oluşturan ülke ve kurumlar Türkiye'ye "Bu mücadele sa­ dece askeri metotlarla çözümlenmez. Yarayı yaratan sorunlara parmak basınız. Soruna demokratik-siyasi-ekonomik-sosyal ve kültürel çözümler de arayınız" de­ mektedirler. Bu yaklaşımlar, üzerlerinde ittifaklar sağlanarak, doktrinler haline gelmiş DYÇ'lerin geneli için geçerli yaklaşımlardır. Ancak Türkiye'de durum biraz farklıdır. PKK'ya karşı mücadeleyi sürdüren güvenlik güçleri konunun temelde bir güvenlik sorunu olduğu noktasından hareketle ' 'Terör örgütü PKK ile olan sorun kontrgerilla savaş doktrinine uygun bir silahlı mücadele sorunudur. Buna asla siyasi ya da demokratik çözüm olmaz" görüşünü dile getirmekteler. Askerlerin ve diğer güvenlik yetkililerinin bu yaklaşımı, ancak kendi mü­ cadeleleri bakımından doğrudur. Ama işin bir de hükümetlerle ilgili siyasisosyal-kül türel ve ekonomik yanı vardır. Bu yanlarla ilgili hususların gerektiği 28 gibi çözümlenmemiş olmasının Güneydoğuda bir çıbana sebep olduğu söylene­ bilir. PKK bu çıbanın başıdır. Çıbanın başı askeri yöntemlerle kopardır. Ama "çıbanın tamamıyla temizlenmesi için bu çıbanı yaratan diğer sebeplerin ortadan kaldırılması gerekir" yaklaşımını kulak ardı ermemek gerekir. Çeşitli gelişmiş batı ülkesi silahlı kuvvetlerinin bu tür savaş talimnamele­ rinde, askerlerin, özel yetiştirilmiş birliklerin gerillaya karşı nasıl savaşacakları ayrıntılı biçimde anlatılırken, öte yanda aynı talimnameler içerisinde bölge halk­ larının sivil sorunlarının çözümlenmesine de nasıl katkıda bulunmaları gerektiği de yer almaktadır. Türk devleti, yukanda işaret edildiği gibi, 1984'ten beri Güneydoğudaki mücadelesinde haklı olduğunu iç ve dış dünyaya gerektiği gibi anlattığından "meşruiyef'ini muhafaza edebilmiştir. Diğer taraftan, bazı ülke liderlerince ve bazı kurumlarca "özgürlük mücadelesi" yaptıkları kabul edilse bile, PKK dün­ yanın ağırlık taşıyan kesimince olduğu gibi içte de, âdeta ittifaka yakın bir şekilde "terör örgütü" olarak tescil edilmiştir. Bu da Türk devletine büyük bir avantaj sağlamıştır. 2) Çaba Birliği: Mücadelede, değişik kuruluşlar, değişik alanlarda rol alıp çaba sarfederler. Bunların tek merkezden yönetilmesi ise "Çaba Birliği"ni oluş­ turur. Çabaların hedefe uyum içinde yöneltilmesi gerekir. Hedef ise mücadele sebebinin ortadan kaldırılması, çatışmanın çözümlen­ mesi, uzlaşma ve neticede bölgeyi yöneten rejimin ayakta kalabilmesidir. Bu hedefe varılabilinmesi için en üstdüzeyde bir organizasyonun, iyi bir plana dayalı olarak, gerçekleştirilmesi gerekiyor. Ulusal boyutta olacak planın askeri olduğu kadar siyasi, sosyoekonomik ve kültürel de olması gerek. Çünkü mücadelenin tek boyutlu olmadığı unutul­ mamalıdır. Böylesine çok boyutlu plan ve organizasyon mücadele sırasında ortaya karmaşık yeni sorunların çıkmasını da önleyecektir. DYÇ'ler üzerinde yapılan geniş incelemeler mücadelelerdeki hükümetlerin ya da onlara karşı ayaklananların "çaba birliği" konusunda yaptıkları hataları pa­ halı ödediklerini gösteriyor. Bu konuda hükümetler ayaklananlara göre daha avantajsız durumdalar; Hele asiler başlangıçta belirgin hedefledi ve örgütlenme ustahklarıyla inisiyatif almışlarsa hükümetler daha da zor durumda kalıyorlar. Çünkü onların koordinasyonunu sağlayacakları kurumları daha fazla. Türkiye'deki durum "çaba birliği" açısından ele alındığında 1984'ten bu yana, bilhassa 1991'e kadar, bütün siyasi iktidarların konuya bilinçli bir kararlı­ lıkla yaklaştıklarını söylemek çok zor. 29 Kasıtlı ve art fikirli yaklaşımlar bir yana, sorunun sadece askeri yoldan çözümü olmadığı gerçeği kabul edilirse, hükümetlerin eksikleri daha açık şekilde ortaya çıkar. Örneğin DYÇ mücadele doktrini gereği Güneydoğuda PKK'ya is­ temeyerek de olsa destek sağlayabilecek köy ve mezralar güvenlik güçlerince boşaltılmış, fakat yerlerinden ayrılan vatandaşlara kalabilecekleri yeni yerleşim bölgeleri gerektiği kadar sağlanmamıştır. Güneydoğuda PKK terörü kontrol altına alınmadan hükümetin birçok alanda birçok şeyi yapamayacağı muhakkaktır. Ancak her şeye rağmen, müca­ dele sırasında yapılabilecek de olduğu gibi yapılabileceklerin ne olduğunun dahi plan dahilinde saptandığını gösteren işaretlere rastlanılamamaktadır. 3) Dış Destek: Dış desteğin mücadele öncesi ve sonrasında ayaklananlara karşı hükümetler için olduğu kadar ayaklananlar için de yaşamsal önemde ol­ duğu kuşkusuz. Birçok DYÇ üzerinde yapılan incelemeler dış desteğin maddi ya da manevi oluşunun etkiyi azaltmadığını göstermiştir. Hele bu destek mücadele sırasında çekildiği takdirde, bundan yoksun kalan taraf üzerinde olumsuz etkisi daha da fazla olmaktadır. İspanya ETA'ya karşı mücadelesinde dönüm noktasına, ancak Fransa'nın ETA'ya verdiği desteği kesmesiy.e varabilmiştir. Malaya'da İngilizler Komünist Partisine karşı mücadelelerinde önemli bir noktayı Çin'in tutum değişikliğiyle yakalamışlardır. • Tayland'da 1965'te başlayan komünist ayaklanmasının başarısızlığa uğra­ masında Çin'den aldığı dış desteğin kesilmesinin büyük rolü olmuştur. Cumhuriyet'in ilk yıllarında Ankara'nın Tahran ve Bağdat ile yaptığı an­ laşmalarla İran ve Irak desteğinin isyanci Kürtlerden çekilmesi olayların nokta­ lanmasında büyük rol oynamıştır. PKK'ya karşı mücadelesinde Türkiye'ye bir süre Irak'ta Saddam rejimi, kendi çıkarlarına uygun olduğundan, işbirliği yaparak yardımcı olmuştur. Böy­ lece PKK uzun süre Kuzey Irak'ta yuvalanamamış, daha ziyade Suriye desteğiyle yetinmiştir. Körfez Savaşından sonra Kuzey Irak'ta ortaya çıkan güç boşluğu nedeniyle PKK buraya yerleşince Türkiye bu avantajdan yoksun kaldığından 35. 000 kişilik bir güçle bu bölgede operasyon yapmıştır. Benzer durum, PKK için de söz ko­ nusu olmuştur. PKK, Suriye desteğiyle Bekaa'da organiza olmuş, güçlenmiş, fakat bir ara Şam'ın çeşitli dış sebeplerden dolayı, bu açık desteği çekmesiyle çok zor durumlara düşmüştür. Dış desteğin önemi sadece mücadele sürdüğü zaman hissedilmez. Askeri alanda hükümetin başarı kazandığı durumlarda bile destek kesildiği takdirde 30 diğer kritik alanlarda beklenen gelişmeler sağlanamıyor. Örneğin istikrarsız böl­ genin sosyoekonomik planlarla huzurlu bir bölge halini alması kolay mümkün olamıyor. Kısa süre sonra terör yoluyla gerilla mücadelesinin yeniden başladığı görülebiliyor. Böylece ülke acı çekmeye, çatışmalara sahne olmaya devam ediyor. Asiler için de şart olan iç destek gibi dıştan da sürekli destek gelmesi ba­ şarılan için şart oluyor. PKK'nın batının dost ülkelerinde nasıl yasal boşluklardan yararlanarak yıllarca maddi manevi dış yardım sağladığı, böylece kendisine sü­ rekli destek sağlayacak örgütlenmeyi kurduğu biliniyor. Türkiye, mücadeleyle ilgili diğer birçok alanda olduğu gibi bu alanda da PKK'ya ge'en dış desteğin kesilmesi için sarfettiği çabalarında çok geç ve etkisiz kaldı. Oysa siyasi ve diplomatik bütün yollar denenerek neticede bir kısım batılı ülkenin PKK'ya karşı tavır alması sağlanınca PKK hem maddi, hem de manevi dış desteğin önemli kısmını yitirdi. Böylesine bir gelişme PKK'nın içteki gücünü de büyük çapta etkiledi. Türkiye sadece Suriye' ile ilgili olarak sarfettiği gayretlerinde bir noktadan ileri gidemedi. İran bile, uzun müzakerelerde^ sonra, bazı PKK mensuplarını ya­ kalayıp Türkiye'ye teslim ederken Suriye PKK'kozundan bir türlü vazgeçmedi. Suriye diplomatları kendileri için en önemli konunun Türkiye ile Fırat su­ larının paylaşılmasıyla ilgili bir anlaşma yapma olduğunu durmadan yinelediler. Ama 1986'da zamanın Başbakanı Turgut Özal ile Şam'da yaptıkları anlaşmaya Suriye sadık kalmadı. Oysa Suriye'ye Fırat suyundan verilecek saniyede 500 metreküp su karşılığında Suriye güvenlik konusunda Türkiye'ye yardımcı ol­ mayı vaat etmişti. Suriye'nin sözünde durmadığını Türk istihbaratı defalarca belgeledi. Kuzey Irak'a yapılan çeşitli askeri müdahale sırasında, aynı şeyin mecbur kalındığı takdirde, "başkaları"na karşı da yapılabileceği uyarısı ilk defa hükümet yetkililerinden duyuldu. PKK'nın kontrol altma alınması, bölgede yaşayan vatandaşların güvenlik­ lerinin sağlanması, ancak PKK'ya verilen dış desteğin kontrol altına alınmasına bağlı olduğu Türk yetkililerce iyice anlaşılmıştı. 4) Destek Sürmeli: PKK'ya karşı mücadelesinde başarılı olabilmesi için Türkiye'ye dıştan verilen maddi manevi desteğin sürmesi gerekiyor. Dünyanın başka yerlerindeki DYÇ incelemeleri bu destek hükümetlerden çekildiği takdirde başarının tehlikeye girdiğini gösteriyor. Bunun için de Ankara'da Güneydoğu olaylarını yakından izleyen DYÇ uzmanı ataşemiliterler Türkiye'nin batı ülkele­ rindeki imajının gerilememesi gereğine işaret ediyorlar. Bunun için de mücade­ lede insan haklarına özen gösterilmesi gerektiği hep hatırlatılıyor. TSK'nin bu hususa ne kadar önem verdiğini ise zamanın Genelkurmay 2. Başkanı Org. Ahmet Çörekçi, 1995 ortasında, "Demokrasi ve insan hakları elimizi kolumuzu bağlıyor" diyerek vurguluyor. 31 5) İstihbarat: DYÇ'lerde istihbarat hem hükümetler, hem de onlara karşı mücadele edenler için hayati önemi içeren bir boyut oluşturur. Teröristler , eğer çevrelerindeki halk desteğine de sahiplerse, büyük bir avantaj sağlayarak gerekli istihbaratı yaparak ellerindeki sınırlı gücü sürpriz unsuruyla birleştirip kullandıklarında önemli sonuçlar elde edebilirler. Hükümetler için ise, istihbarat asilerin bulundukları yerleri saptamak, on­ ları tecrit ve imha etmek, ya da lider kadrolannı ve örgütlerini etkisiz kılmakta kullanılacak vazgeçilmez bir mücadele boyutudur. İncelemeler yeterli istihbarat sistemiyle psikolojik vasıtaların yerli yerine konmadığı, dolayısıyla yıkıcı faaliyet, yıkıcı örgüt ve liderlerinin tespit edilip imhalarına gidilmediği hallerde, çatışmaların şu ya da bu şekilde sonsuza kadar sürüp gidebileceğini ortaya koymaktadır. Türkiye'de PKK ile ilgili istihbaratın uzun yıllar iyi yapılamadığı en yetkili ağızlardan, başbakanlar, içişleri bakanları tarafından resmen açıklanmış bir hu­ sustur. Oysa Güneydoğuda MİT'le birlikte Emniyet ve TSK istihbarat birimleri her zaman aktif olmuştur. Sayıları elli binleri aşan köy korucuları, daima devlet yanlısı olmuş bazı aşiretler ve bölge halkının aslında PKK'ya sempati duymayan büyük kesimine rağmen, gerekli istihbaratın yıllar yılı elde edilememesi, sürdürülen mücadelede daha çabuk ve daha kesin sonucun alınmasını geciktirmiştir. Ancak 1991'den sonra uygulanan strateji ve taktik meyvesini yavaş yavaş vermiş, 1994'ten itibaren, kendisini güvende hisseden, bölge halkından gittikçe daha fazla istihbarat sağlanmaya başlamıştır. Sağlanan istihbaratın daha etkili şekilde kullanılmasıyla daha kesin sonuç alınmasının devletin istihbarat kaynaklarının hepsinin topladığı bilgilerin bir merkezde toplanıp değerlendirilmesinin de rolünün olduğu anlaşılmaktadır. Zamanın içişleri Bakanı Nahit Menteşe, Başbakan Tansu Çiller'in göreve başladıktan sonra ilk üzerinde durduğu konular arasında "istihbaratın birleştirilmesi"nin de yer aldığını ve bu konuda bir koordinasyon merkezinin 1994 or­ tasında kurulduğunu söylemiştir. İstihbaratın önemi dünyanın birçok köşesinde cereyan eden DYÇ'de gö­ rülmüştür. Örneğin Peru'da Sandero Luminoso adıyla aralan Peru Komünist Partisinin, 1980'den bu yana sürdürdüğü ayaklanmada, uzun yıllar hükümet is­ tihbarat bakımından yaya kaldı. 1987-88'e kadar askerin, polisin ve cumhurbaş­ kanlığının istihbarat örgütleri kendi başlarına çabaladılar. Zaman zaman alınan yeterli istihbarata rağmen, yetkililer bir türlü çeşitli örgütlerce toplanan istihba­ ratın birleştirilmesi hususunda ikna edilemedi. Koordinasyon, ancak tehdidin çok ciddi olduğu anlaşıldığında sağlanarak istihbarat gelişti ve iyi kullanılır hale geldi. Sandero'nun kurucu lideri Guzman'ın sağ kolu olan Osman Morote Barri32 onuevo'nun 1988'de Lima'da yakalanması ise Peru hükümeti için çok önemli bir başarı oldu. 6) Hükümet Güçleri; Disiplin ve Yetenekleri: DYÇ'lerde, sonucu etkile­ mesi bakımından, büyük ağırlık taşıyan hususlardan biri de hükümet güçlerinin yetenekleri ve disiplinidir. Hükümet güçleri, silahlı kuvvetler ve polis başta olmak üzere, asilerle mücadele ederken bulundukları bölge halkıyla ilişkilerinde iyi belirlenmiş ku­ rallara göre disiplinli bir uygulama içinde olmak zorundadırlar. Mao'nun daha önce kaydettiğimiz ifadesiyle yönetime karşı ayaklananlar balık gibidirler. Balık için su ne kadar önemliyse, onlar için de bölge halkı o kadar önemlidir. Bundan dolayı eğer ayaklananlara karşı başarı kazanmak istiyorsa, hükü­ met güçlerinin mutlaka bölge halkını kazanması ve ayaklananları onlardan tecrit etmesi gerekir. Bu konuda en önemli hususlardan biri ise güvenlik güçlerinin disiplinidir. Güvenlik güçlerinin yeteneklerinin önemi tartışılamaz. Silahlı kuvvetler ve polisin asilere karşı mücadelelerinde başarı kazanma­ ları doğrudan bu yeteneklerine bağlıdır. Bu alanda başarı kazanmadan mücade­ lenin hükümetten yana sona ermesi beklenilemez. Yapılan incelemeler, aksine polemiklere rağmen, terörü kendileri için baş­ langıç mücadele sistemi kabul eden, daha sonra da gerilla savaşı yoluyla neticeye doğru gidecek olanlara karşı başarının ilk aşamasının "güvenlik güçlerince durdurulmaları " olduğu kabul edilmiştir. Önce terörist, bu aşama geçilmeşse, daha sonra gerilla savaşçısının mutla­ ka güvenlik güçlerince durdurulması, bölge halkına güvenlik sağlanması gerekir. Bu gerçekleşmeden ne siyasi, ne de demokratik çözümlerin hiçbirinin, eğer hü­ kümetler ayaklananların isteklerini ve böylece yenilgiyi kabul etmiyorlarsa, bu­ lunamayacağı muhakkaktır. Asilerin ilk hedeflerinden biri hükümetleri terör veya başka yollarla kış­ kırtarak aşın tepkide bulunmaya zorlamaktır. Böylece hükümetin alacağı aşırı önlemler masum halk ile terörist arasında fark gözetmeyen bir savaşa, acımasız mücadeleye yol açacağından insan hakları ihlalleri yaygınlaşacak, iç ve dış kamuoyunda tepkiler artacak ve hükümetin, yukarıda işaret edilen, meşruiyeti tehlikeye girecektir. Bu da öncelikle bölge halkının, daha sonra da daha geniş kitlelerin ayaklananlara desteğinin artmasına yol açacaktır. İşte bütün bu olumsuz gelişmelerin ortaya çıkmaması için, yetenekli olsa­ lar bile, güvenlik güçlerinin mutlaka disiplinli hareket etmeleri gerekir. 33 PKK'nın 12 Eylül 1980 askeri müdahalesinden sonra ilan edilen sıkıyöne­ tim döneminde kır sal. kesimde, iyi eğitimden geçmemiş bazı jandarma birimle­ rinde kötü davranışa maruz kalmalardan olumsuz etkilenen kitlelerden yarar­ landığı çok öne sürülmüştür. Güneydoğudaki mücadelenin bir bölümünde, DYÇ stratejisinin uygulan­ masına geçildiği 1991-92 yıllarında bile, zaman zaman, kısa sürelerde komando eğitimi gören bazı jandarma birimleriyle özel kuvvet timlerinin disiplin sınırlan dışına taştıklan bazı siyasi çevrelerce iddia edilmişti. Bazı kabine mensuplarının güvenlik güçlerine ağır suçlamaları da oldu. Güvenlik güçlerinin "yargısız infaz" yapıp "köy yaktıkları" da öne sürüldü. Ama bu iddialar sınırlı kalıp zaman içinde hemen hemen tamamıyla unutuldu. PKK'ya karşı mücadele eden, ama bu tür mücadele için özel olarak eğitil­ memiş olan güvenlik güçleri başlangıçta uzun süre kendilerini DYÇ'nin oyun kurallarına uydurmakta hem geç kaldı, hem de buna pek gerek görmeme gafle­ tine düştü. Bunda Cumhuriyet'in ilk yıllarındaki Kürt isyanlannm bashnlmasında kullanılan stratejinin hâlâ akıllardan çıkmamış olmasının da rolü vardı. Son yıl­ larda ise DYÇ kurallan alanında ciddi adımlar atıldı. Böylece güvenlik güçleri tam mücadele ustalığı kazanma yoluna girdi. Araştırmalar DYÇ mücadelelerinde kullanılan kuvvetlerin mücadeleyi için­ de sürdürdükleri toplumlann tepkisini, düşmanlığını kazanarak başanlı olamayacaklannı göstermektedir. Teröristin içinde yaşadığı çevrenin kazanılamaması, mücadelenin şu ya da bu şekilde çok uzun devam etmesine sebep olmaktadır. Türk güvenlik güçlerinin DYÇ kurallarına uyumda gösterdikleri gecikme ve gaflet sadece Türkiye'ye özgü bir durum değildir. / ABD gibi, İngiltere gibi bu konularda geniş deneyimler edinmiş ülkelerde de aynı davranışlar görülmüştür. Amerika, Vietnam mücadelesi sürerken bu hatayı sık sık yapmıştır. İngiltere ise gerek Filistin, gerek Kıbrıs'ta bu eksiklikle­ rinden dolayı uğradığı başarısızlığını Malaya'da, Filipinler'de ve Afrika'da edin­ diği yetenekler ve uyguladığı DYÇ yöntemleriyle gidererek daha sonra büyük başarılar kazanmıştır. Ayaklanmalarla mücadele çok boyutludur. Kesin başarının kazanılması için birçok cephede birden başanlı olmak ge­ rekir. Uzmanlar yukarıda ana hatları belirtilen bütün boyutlarda alman neticele­ rin, ayaklanmalara muhatap olan hükümetlerden yana olması gerektiğini vaz­ geçilmez şart olarak görüyorlar. Bu boyutlardan herhangi birinin eksikliği, ya da çok zayıf bir şekilde ortaya çıkmış olması, hükümet başarısının uzak ihtimal ha­ line dönüşmesine sebep olmaktadır. 34 DYÇ'ye konu olan ayaklanmaların amacı iktidarları askeri-siyasi yöntem­ ler kullanarak yıkmaktır. Asi gruplar sahip oldukları az sayıda kuvveti, örgüt­ lenme ustalıkları, propaganda, gösteri gibi siyasi yöntemlerin yanı sıra, şiddet de kullanarak amaçlarına varmak, yönetenlerin meşruiyet temellerini yıkmak için kullanırlar. Yönetenlerin gözden düşmesini ve halk desteğinin kendilerine kaymasını sağlamaya, uygulanan siyasi sistemin yanlışlığını kanıtlamaya, yöneticilerle po­ litikalarının yanlış, gayri meşru olduğunu göstermeye çalışırlar. Ayaklanmalar sadece gerçekten çağdışı kalmış yönetimleri hedef almaz. Hemen hemen her ülkede ve her rejimde, eğer fırsat bulabilirlerse kendini gös­ terir. Modernize olmuş otokratik sisteme sahip sayılan Suriye'de ve Irak'ta bazı Müslüman grupların yanı sıra, çoğulcu demokrasilerden Almanya, Belçika, Fransa, İspanya, İngiltere gibi ülkelerde anarşist ve Marksist isyancılarla ayrılık­ çıların da ayaklanması görüldü. Angola, Vietnam ve Kamboçya gibi totaliter sistemlerde de aynı tür olaylar ortaya çıktı. Bütün bu olaylardaki ortak nokta, ayaklananların mevcut siyasi sis­ temi radikal bir şekilde değiştirmek istemeleriydi. DYÇ'ye sebep olan ayaklanmalardaki hedef, bazen sistem yerine yönetici­ ler olabiliyor. Baskıcı, yeteneksiz, kokuşmuş görüntüleriyle uyguladıkları sosyal, ekonomik veya siyasi politikalarının toplum içerisinde belirli gruplara farklı uy­ gulandığı noktasından da kaynaklanabiliyor. Gruplar kendilerine haksızlık edil­ diğini öne sürebiliyorlar. Etnik köken farklılıklarına, farklı gruplardan, farklı ırklardan olanlara farklı yaklaşıldığını iddia edebiliyorlar. Kısacası; sonuçta ayaklanmalar, şöyle ya da böyle, bir politik meşruiyet bunalımı yaratıyorlar. Düzene Direniş Sebepleri Mevcut düzene direnişler genellikle, yedi değişik başlık altında yerlerini alırlar; anarşistler, eşitlikçiler, gelenekçiler, çoğulcular, bölücüler, reformistler ve muhafazakârlar. Bunlardan ilk dört kategoriye girenlerin hepsi devrimcidirler. Çünkü mevcut sistemleri kökünden değiştirmek istiyorlardır. Anarşistler; tüm kurumlaşmış siyasi düzenlemeleri ortadan kaldırmak isterler. Bu kurumlarla ilgili ilişkileri gereksiz ve gayri meşru bulurlar. Çarlık Rusyasmda ve Avrupa'da bu yüzyılın başındaki gruplar bu kategoriye girer. Eşitlikçiler; amaçları eski sistemi ortadan kaldırıp yerine eşitliğe dayalı bir sistem koymaktir. Bunlar İkinci Dünya Savaşı sonrası ortaya çıkan şiddet yanlısı Marksist gruplardır. Malaya Komünist Partisi, Filipinler Yeni Halk Ordusu, Güney 35 Vietnam'ın Vietkong'u, Japonya'nın Kızıl Ordusu, İran'ın Fedayin-i Halkı, Peru'nun Sandero Luminoso'su, El Salvador'un Farabundo Marti'si gibi. Gelenekçiler; mevcut sistemi değiştirerek yerine kutsal, kökleri kendi atalarına kadar giden bir dini sistem koymak amacı güderler. Kuzey Yemen'de 1960'ta İmam'ın geri dönmesi için ayaklananlar, Nikaragua'daki Kontralar, Af­ ganistan'daki ılımlı Müslüman gruplar örnek gösterilebilir. Bunların yanında gerici-gelenekçiler denen daha radikaller de var. Suriye'deki Müslüman Kardeş­ ler, Mısır'daki İslami Cihad ve Takfir va Hicra, Lübnan'da Hizbullah sayılabilir. Çoğulcular; siyasal sistemde devrimci değişim isteyenler kategorisinin son grubudur. Otoriter değildirler. Kurmak istedikleri siyasi sistemde kişisel öz­ gürlükler, serbesti ve uzlaşma öne çıkan değerler arasındadır. Baü uygarlığının bu tür ayaklanmalar üzerine kurulmuş olduğu bile söylenebilir. Şimdi Afrika'da esen rüzgârlar da bu gruba sokulabilir. Angola'da UNITA ve Uganda'daki Milli Direniş Hareketi örnekleri en yenilerden sayılır. Ayrılıkçılar; bölücü ayaklanmacıların kesin amacı, yukarıda belirtilen dört grubun amacından daha da ötelere gider. Ayrılıkçılar bir parçası oldukları siyasi toplumun tümünü reddederler. Ondan kopmak, çekilmek yollarını ararlar. Böylece kendilerine bağımsız siyasi yeni bir toplum oluşturmak isterler. Günü­ müzde bu gruba ait örnekleri dünyanın hemen hemen her köşesinde görmek mümkündür. Etyopya'da Eritre ve Afar Kurtuluş Örgütleri, Fas'ın kontrolündeki Batı Sahra'da Polisario, Namibya'da SVVAPO, Sri Lanka'da Tamil Kaplanları, Pakistan-İran ve Afganistan sınır bölgesinde Balucistan Milli Kurtuluş Cephesi, Irak Kürtleri, Fransa'da Korsika ve Brittany Kurtuluş Cephesi, İtalya'da Tirol ve Sardinya Silahlı Hareketi, Kanada'da Quebec Kurtuluş Cephesi, Avrupa, Asya, Amerika ve Afrika'dan örneklerdir. Reformcular; ayaklanmacıların altıncı tipini reformcular oluşturur. Di­ ğerlerine göre en az ihtirasli olan gruptur. 1980'li yılların başında İran Kürtleri, Nikaragua'daki Miskito Kızılderilileri bu gruba girerler. Reformcular, içinde bu­ lundukları toplumu reddetmezler . Ancak kendi grupları için daha fazla siyasi, sosyal ve ekonomik çıkar sağlamak isterler. Ayrılıp bağımsız devlet kurma yeri­ ne, özerklik isteyen ayaklanmacılar da reformcular grubuna sokulmaktadır. Statükocular; diğer altı gruptan temelde ayrılırlar. Çünkü esasta bazı si­ yasi, ekonomik ve sosyal ayrıcalıklara sahip olduklarından mevcut düzenin ko­ runmasından yanadırlar. Bunun için de düzenin değişmesi için niyetlenenlere karşı ayaklanmaktadırlar. Güney Afrika'daki Afrikaner Direniş Hareketi bunlara bir örnektir. Kuzey İrlanda'daki Protestan Ulster örgütleri de bu gruba girer. Kuzey İrlanda'da IRA'nm İngiltere'den ayrılma -değişiklik- hareketine karşı ör­ gütlenmişlerdir. PKK yukarıdaki kategorilerden; eşitlikci-gelenekçi ve bölücü (ayrılıkçı) grupların hedeflerine benzer hedefler taşımaktadır. 36 Politikaları ve Savaşma Biçimleri Ayaklanmacılar, amaçları uğruna siyasi imkânlar ve şiddet kaynakların­ dan yararlanarak iktidardakilere karşı mücadele ederler. Siyasi faaliyetleri içerisinde toplantı, broşür, yayın gibi yöntemleri kulla­ narak propaganda yapma, protesto gösterileri, resmi görevliler arasında taraftar sağlama, ajan eğiterek resmi kuruluşlara sokma, dış güçleri ikna ederek kendile­ rine çok çeşitli destek bulma, fonlar oluşturma ve bunları kullanma, kadınlar, iş­ çiler, köylüler, yazarlar, gençlik örgütleri içinde taraftar edinme, bu arada çevre halkına yardımcı olmaya çalışma da vardır. Olaylara bu açıdan bakıldığında bazı araştırmacıların ayaklanmaları daha ziyade bir "siyasi olay" olarak görmelerini anlayışla karşılamak gerekir. Hal böyle olunca, Mao ve Hoşimin gibi ayaklanma liderlerinin başarısı askeri alanda kazandıklarından daha fazla siyasi alanda görülür. Ayaklanma uygulamaları genellikle ya çok iyi seçilmiş küçük ama seçkin gruplarca yapılır, ki bunlar şiddet hareketleri uygularlar, ya da direnişçi, seç­ kinler, halkın büyük kesimini kendi amaçlan yönünde harekete geçirmeye çalı­ şırlar. Japonya Kızıl Ordu'suyla İtalyan Kızıl Tugayları ve Suriye'deki Müslüman Kardeşler birinci, PKK ise hem birinci, hem de ikinci taktiğe başvuran gruplara örnektir. Hiç şiddete başvurmayan gruplar da vardır. Bunlara Polonya'daki Sov­ yetler Birliği döneminin Dayanışma Hareketi örnek verilebilir. Mücadele Biçimleri Ayaklanmaların şiddete dayalı yönleri çeşitli savaş yöntemleriyle uygu­ lanmaktadır. Bu çeşit organize şiddet hareketleri belirli bir silahlı kuvvete, silaha, taktiğe ve hedeflere göre sınıflandırılmaktadır. Bütün bu tür mücadeleler DYÇ olarak nitelendirmekte ve üç mücadele yöntemini içermektedir; terör, gerilla mücadelesi ve konvansiyonel savaş. Terör; şiddetin, esas olarak sadece harekâta katılan asker ve polise, ya da kamu ve özel kesime ait ekonomik yerlere değil de; savaşçı olmayan -genellikle silahsız siviller- gruplara yöneltilmesiyle ortaya çıkan bir mücadele biçimidir. Terörist gruplar gerilla gruplarından çok daha küçük hücreler halinde faaliyet gösterirler. Suikast, bombalamalar, patlayıcı fırlatmalar, işkence, sabotaj, kundaklama ve kaçırmalar bellibaşlı yöntemleridir. Hedefleri genellikle rastgeledir. Ama bazen olayın siyasi etkisini en üst noktaya çıkarmak için hedefi dikkatle seçerler. 37 Teröristlerin uzun vadeli amaçlan bellidir. Orta vadeli olanlar ise hükü­ metin fiziksel kaynaklarını kurutmaktan ziyade, devletin görevlileri ile mahalli halk ile, dış dünyadaki psikolojik ve maddi desteği, bunlar arasına korku salarak, ortadan kaldırmaya yöneliktir. Bu arada bazı ödünler elde etmek ve reklam - propaganda sağlamak için yaygın karışıklıklar çıkarılarak halk moralinin bozulması da hedef alınabilir. Bunlar yoluyla hükümet baskısını arttıncı girişimler kışkırtılır. Hareketin içindekiler veya dışındakiler üzerinde itaati ve işbirliğini sağla­ yıcı baskılar yapılır. Hareketin kayıplannı giderici girişimlerde bulunulur. Uygulanan terör hareketleri her zaman aynı amaca yönelik değildir. Terör olaylarının incelenmesinde bu hususlar daima dikkate alınmalıdır. Gerilla Mücadelesi; ayaklananların en çok başvurdukları mücadele bi­ çimlerinden biri gerilla savaşıdır. Bu mücadele tarzının esasını vurkaç saldırıları yapan, çok hareketli küçük birimler oluşturur. Bu mücadelede amaç; hükümet güçlerini hırpalamak, giderek bu güçlerin hem mücadelede yeteneklerini, hem de iradelerini eritmektir. Gerillalar önceliği hareketliliğe, hıza ve aldatmaya verirler. Mao Çe Tung konuyla ilgili olarak yaptığı bir özetlemede bu noktalar üzerinde durmuş, daha sonraki dönemlerde Mao'nun sözleri gerilla tanımına dö­ nüşmüştür. Mao'ya göre gerilla saldırısı; sağdan beklendiğinde soldan gelmelidir. Sağlam hedeflere değil, zayıflara saldırılmak, sonra hemen geri çekilmeli, yıldırım gibi darbe indirilmelidir. Gerilla kendinden güçlü düşmanla asla çatışmaya girmeyip çekilmelidir. Daha sonra onu izleyip zayıf anını aramalı, en zayıf noktasına, gerisine veya kanatlarına saldırmak, hırpalamak, yok etmelidir. Gerillanın hedefi, teröristlerinki gibi silahsız siviller değil, asker, polis ve bunların destek kaynaklarıyla, ekonomik hedeflerdir. Bundan dolayı da terörist hücrelerinkinden daha büyük gruplar oluştururlar. Genellikle kırsal kesimde faaliyet gösterirler. Terörizm gibi, gerilla sava;, da zayıflann silahıdır. Sadece hükümet çatışma için gerekli ve yeterince kaynak ayıramadığında, gereken kararlılığı gösteremediğinde gerilla savaşıyla ayaklananlar sonuca gi­ debilirler. Birçok halde gerilla savaşı bazı aşamalardan geçip ancak konvansiyonel kuvvetlerle konvansiyonel savaş halini aldığında kesin başarı elde edilebilir. Sonuç, bu durumlarda, büyük ve düzenli silahlı kuvvetlerin karşılıklı çatışmasıyla alınır. PKK, 1984'te başlattığı terörizm-gerilla savaşı biçimindeki mücadelesinin 1992'de artık, Mao'nun "hareketli savaş" dediği; nizami savaş aşamasına geldiği kanısıyla Kuzey Irak'ta belirli bir klasik kuvvet karargâhı kurmuştu. Buradan Türk topraklarına nizami savaş hazırlığı yaparken TSK'nin giriş­ tiği büyük bir kara ve hava harekâtıyla karargâhı imha edilmiş, binlerce kayıp vermiştir. 38 Bu gelişme 1993 başında PKK'nın "Ateş kes" önerisini ve böylece topar­ lanma çabalarını gerekli kılmıştır. 1993 yazında ise yeniden terör-gerilla faali­ yetlerine dönmek zorunda kalmıştır. Nizami (konvansiyonel) Savaş; yukarıda da işaret edildiği gibi mücade­ lenin ancak son aşamasında kesin sonucun alınması için ayaklananların nizami birlikler oluşturmasıyla yapılır. Mao'nun Çin'de iktidarı böylece ele geçirmesi hareketli savaş olarak da adlandırılan bu savaşa en iyi örnektir. Gerilla savaşına karşı hükümet kuvvetlerinin artık iyice zayıf düştüğüne karar verildiğinde, halk desteği geniş ayaklanmalara dönüştüğünde bu yöntem uygulamaya konulur. Ayaklanmacılar mücadeleleri sırasında birden fazla savaş türü de uygula­ yabilirler. Ama en çok kullanılan, PKK'nın da yaptığı gibi; terör ile birleştirilmiş gerilla savaşıdır. Terörizm terimi çok siyasi ve duygusal olduğundan bu yön­ temlere başvuran birçok grubun kendisine "terörist" yerine "özgürlük savaşçısı" ya da "gerilla" gibi adlar verdikleri de unutulmamalıdır. Başvurulan Stratejiler Ayaklananların amaçlarına varabilmek için, birçok imkâm bir sistem içe­ risinde ve birbiriyle uyumlu olarak kullanma yöntemlerine "strateji" denir. DYÇ konusunda inceleme yapan uzmanlar, çoğunca başvurulan dört strateji olduğunu ortaya koymaktadırlar. 1) Komplo Stratejisi Buna suikast-darbe-fesat stratejisi de denilebilir. Tarihteki en eski strateji­ dir. Komplo amacıyla yapılan gizli anlaşmalara dayanır. Bu yöntemlerle çabuk kuvvet kullanarak iktidardakiler bertaraf edilir. Ne terörizme, ne de gerilla hareketine, bu konuda, ihtiyaç duyulur. Dış desteğe de gerek yoktur. Halkta çeşitli sebeplerden büyük memnuniyetsizlik olduğundan, direnme de beklenmez. Zaten darbeyi yapanlar halkta birikmiş memnuniyetsizliğin ya­ rattığı havadan yararlanırlar. 2) Uzun Sürecek Halk Savaşı Stratejisi Mao tarafından Çin'de başarıyla uygulanmış strateji olduğundan, daha sonra en fazla kopya edilen yöntem haline gelmiştir. Komplo stratejisi Rusya'da, bu ise Çin'de, iki ülke koşullar çok farklı ol­ duğundan, başarıyla uygulanmıştır. 39 Askeri bakımdan bu strateji Çin'de, önce vurkaç yapan gerilla timlerinin hareketi olarak başlamış, sonuçta bazı aşamalardan geçerek, nizami savaş halini almıştır. Stratejinin esasını üç aşama oluşturur; a) Bu bölümde savunma esastır. Düşman saldırıda olduğundan öncelik ayaklananların hayatta kalmasına verilir. Siyasi örgütlenme yapılır. Mücadele de DYÇ şeklindedir. PKK bu aşamayı, 1984 öncesi yıllarda; 1979-84 arasında , gü­ venlik güçlerinin ve istihbarat birimlerinin âdeta gözleri önünde, geçirmiştir. b) Bu ikinci aşama, en uzun sürendir. Ayaklananlar belli bir güç kazan­ dıktan sonra başlar. Gerilla savaşı şeklinde sürer. Gerillanın kazandığı başarı hükümet tarafında moral bozukluklarına, korku ve hareketsizliğe, firarlara yol açar. . . PKK 1984'ten sonra, güvenlik güçleri ve istihbarat kaynaklarının müca­ deleye hazırlıksız yakalanmaları dolayısıyla, hemen girmiş ve çok uzun bir süre meydanı boş bulup faaliyetlerini sürdürmüştür. Zamanın siyasi iktidarı olayları "iki buçuk eşkıyanın işi" gibi yorumlarla, son derece sorumsuz karşılarken ne is­ tihbarat örgütleri, ne de güvenlik güçleri sergilenen terör-gerilla hareketlerini gereken zemine oturtup doğru teşhisi yapabilmişlerdir. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel bu durumu 1995 ortasında kendisini ziyaret eden bazı siyasetçilere açıklayarak; iktidara geldiklerinde güvenlik güç­ lerinin hava karardıktan sonra Güneydoğuda karargâhlarına kum torbaları ge­ risine çekilerek kendilerini savunur halde olduklarını söylemiştir. Demirel'in sözleri Akşam gazetesinde yayımlanmışta". Durum gerçekte Demirel'in işaret ettiğinden biraz farklıdır. TSK, 1990'lar başlarken DYÇ'lere uygun stratejisini saptamış, birliklerini bu stratejiye göre eğitmeye başlamıştı. Bundan dolayı da PKK o yıllara kadar büyük mesafeler almış olmasına rağmen bir türlü üçüncü aşamaya geçememiştir. c) İkinci aşama tamamlandıktan sonra, kurtarılmış bölgeler ve güvenli üsler üzerine yerleşmiş ayaklanmacılar tam halk desteğiyle arbk konvansiyonel savaşa geçebilirler. Mao buna "stratejik saldırı aşaması" da demektedir. Bu aşa­ mada asiler büyük organize kuvvetlerle, geniş çapta saldırılara girişirler, zafer kazanırlar. Saldırıların siyasi ve psikolojik etkilerinin sonuçlan hükümetin yıkıl­ masına ve iktidann ele geçirilmesine kadar gider. Durum Çin'de böyle olmuştur. Aşamalardan birincisinin amacı siyasi seferberliği sağlamaktır. Yapılan dikkatli gözlemler PKK'nın 1984'te bu aşamanın sonunda olduğunu göstermek­ tedir. Mao bu aşamanın çok önemli olduğunu söyler. Ellerindeki silah ve diğer imkânlar çok sınırlıdır, ama eğer halk kitleleri harekete geçirilebilir, ilk örgüt temelleri tutturulabilirse, ilerdeki başarının temeli 40 atılmış olur. Mao bu konuda aşamanın önemini vurgularken "Zafer kazanmayı amaçlamakla birlikte siyasi seferberliği ihmal etmek; güneye gitmek isterken arabayı kuzeye sürmektir" der Bu ilk aşamada hükümet güçleri gereken müda­ haleyi yapabildikleri takdirde ayaklanmalar, en zayıf noktada olduğundan, daha kolayca bastırılabilir. Gelgelelim 1979'dan itibaren bütün Türk hükümetleri konuya gereken teşhisi koyup gereken müdahaleleri yapamadıklarından, PKK 1990'lı yılların ba­ şına kadar oldukça rahat faaliyetlerini sürdürmüştür. Mao stratejisini hem Japonlara, hem de Çankayşek'in Kuomintang'ına karşı uyguladı. > Daha sonra da Cezayir'de, Vietnam'da, Malaya'da, Filipinler'de, Tay­ land'da, Ummanda,PortekizGinesi'ndebu strateji uygulandı. Ama daima ülkenin kendine özgü koşullarına ve zamana göre bazı deği­ şikliklere uğradı. Cezayirliler Mao'nun "kontrolü giderek kırsala yayın" teorisini, esaslarına sadık kalarak kendilerine özgü "yağ lekesi teorisi"ne çevirdiler. Ama Mao gibi, mücadelelerini konvansiyonel savaş aşamasına asla getiremediler. Fransızlar büyük kuvvetler kaydırarak askeri mücadeleyi kazandılar. Ancak siyasi mücadeleyi kaybettiler... El Salvador'da da Farabundo Marti Milli Kurtuluş Cephesi 1985'te, Ango­ la'da da UNITA Mao'nun teorisinde bazı değişiklikler yaptılar. Milli ekonomiyi, sabotajlar yoluyla, tahribe gittiler. Bunu hükümetin itibar kaybetmesinde ve za­ fiyete uğrattırılmasmda başlıca yol olarak kullandılar. Ne kadar şekil değiştirilerek kullanılırsa kullanılsın Mao'nun bu stratejisi kolay gerçekleştirilebilecek bir strateji değildir. Çünkü büyük çapta halk deste­ ğine ihtiyaç gösterir. Büyük ve karmaşık güçlü bir örgütlenme gerektirir. Bunla­ rın gerçekleşmesi için ise ayaklanmacıların öncelikle güvenliği sağlanmış üs alanlarına sahip olmaları ve örgütlerini yerleştirmeleri için geniş zamana ihti­ yaçları vardır. Mücadele uzun sürecektir. Bunun için dayanmak gerekir. Dayanmalan ise ancak hükümetin psikolojik, örgütsel, önlemleri iyi alamamasına, asker ve polisi gerektiği gibi bu mücadelenin şartlarına göre eğitememesine bağlıdır. Hükümet bu alanlarda DYÇ'ye uygun önlemleri aldıkça ayaklananların işi daha da güçleşir. DYÇ kurallarına uyan hükümetlerin nasıl başarılı olduklarına İngilizlerin Malaya - Kenya ve Umman'da sergiledikleri uygulama ve vardıkları neticeler örnek olarak gösterilebilir. Birçok ayaklanmacı Mao'nun bu stratejisinden çıkar yol aramıştır. Ama kendileri için pek uygun olmayan insani ve fiziki koşullar ortaya çıktığında ba­ şarı kazanamamışlardır. Karşılaşılan zorluklara bir de hükümetlerin elindeki 41 teknolojik bakımdan gelişmiş, ateş gücü yüksek yeni keşfedilmiş silahlar, istih­ barat kabiliyeti, ulaşım alanındaki helikopter gibi büyük imkânlar, keşif ve diğer yollardan elde edilen bilgilerin bilgisayarlara yüklenmesiyle ortaya çıkan avantaj ve yetenekler çıkınca, isyancıların işlerinin daha çok güçleştiği görülür. Bu durumlarda ayaklananlar daha fazla çevre halkının ve kamuoylarının desteğine muhtaç olurlar. Maddi 'manevi' siyasi ve diplomatik iç dış destek ihti­ yacı artar. Bu durum ortaya çıktığında da Mao'nun kendi kendine yetme teorisi (Filipinler ve Peru örnekleri dışında) artık geçerli olmaz. PKK'nın uygulamak istediği stratejiye ileride ayrıntılı bir şekilde temas edeceğiz. Ancak PKK stratejisinin de Mao'dan etkilendiğini belirtmek gerekir. Bu stratejinin zayıf noktalan PKK'nın mücadelesinde de ortaya çıkmıştır. 3) Askeri Ağırlıklı Strateji Bu stratejinin daha önceki iki stratejiden temel farkı; onlann önem verdik­ leri siyasi yaklaşımı tamamıyla arka plana itmesidir. Ağırlığı tamamıyla askeri faaliyete vermesidir. DYÇ mücadelelerinde toplum desteği öneminin farkında olmakla birlikte, ayaklananlar bu desteği sağlamak için ne büyük çaba sarfediyorlar, ne de bunun için kırsal kesimde örgütlenmeye gidiyorlar. Bunun yerine ya toplum desteğinin yeterli olduğunu düşünüyorlar, ya da askeri alanda başarı kazandıklannda, hükümet güçlerini savaş alanında yenilgi­ ye uğrattıklarında, nasıl olsa bu desteğin kendiliğinden geleceğini düşünüyorlar. Amerikan iç savaşlarında Güney böyle bir strateji uyguladı. 1967-1970 arasındaki Biafra iç savaşı da bu stratejinin uygulama alanı bul­ duğu bir mücadele. Doğu Nijerya'da egemen etnik grup olan îbo'nun isteği aynlmaktı. Stratejileri ise askeri faaliyete dayanıyordu. Daha ziyade konvansiyonel savaş yöntemleriyle federal devleti yıpratıp böylece ayrılmalarını sağlayabile­ ceklerini düşünüyorlardı. Ama merkezi hükümet aldığı askeri önlemlerle bunu engelledi. Bu stratejiyi uygulayan ayaklanmacıların hepsinin konvansiyonel savaşa başvurduğu söylenemez. Örneğin Küba ayaklanması bu stratejiyi terörist-gerilla savaş yöntemleriyle uyguladı. 1960-70 arasında bu yöntemi Güney Amerika'ya yaymaya çalıştı. Konvansiyonel mücadele elde hazır bir ordunun bulunmasım gerektiri­ yordu. Oysa Küba'da bu yoktu. Castro da, Çe Guevera da, Mao gibi, hükümete karşı kesin zaferi kazanabilmek için mutlaka konvansiyonel bir orduya sahip olma gerektiği kanısını muhafaza ediyorlardı. Üçü de, özellikle son aşamada toplum desteğine öncelik vermiyor, mevcut memnuniyetsizliklerin ayaklan­ mayla, askeri başarılarla birlikte geleceğini düşünüyorlardı. 42 l Bu stratejiye, askeri ağırlıklı anlamıyla; "Military Focus" stratejisi de deni­ lir. Başlangıçta ayaklananların oluşturdukları parti benzeri örgüt aynı zamanda da terörist-gerilla örgütü hüviyetindedir. Burada PKK'nın başlangıç faaliyetleri­ ne benzer bir durum sergilenir. Stratejinin kilit noktaları küçük ve orta büyüklükteki gerilla saldırılarıyla oluşturulan şiddet hareketi, sınırlı bir siyasi örgütlenme ve sınırlı bir halk deste­ ğinden oluşur. Castro'nun, siyasi örgütlenmeye önem vermemesine rağmen, Küba'da Batista rejimine karşı basan kazanması, Batista rejiminin kokuşmuş ve halk nezdinde itibarını kaybetmiş olmasıyla açıklanabilir. Yoksa güçlü ve itibarlı hükü­ metler kendilerine karşı ayaklananları bastırmak için gereken tedbirleri alıp ayaklanmacılara karşı şiddet uygulayabilirler. Burada hükümetlerin başarısında aynı zamanda sisteme güven de rol oynar. Hükümetler askeri mücadelelerin büyük kayıplara yol açacağını görüp, kayıpları azaltmak için, hem siyasi sistemlerinin, hem de toplumlarının bütün­ lüğünü ortadan kaldırmayacak bazı politika değişikliklerine de karar verebilirler. İşte bu noktada, Türk hükümetlerinin, ödünsüz askeri ağırlıklı strateji uygular görünen PKK karşısında, işaret edilen çerçeve içerisinde, politika değişiklikleri yapması telkinleri de pek sık görülmüştür. Ancak Türk hükümetleri, biraz da TSK'nin tavsiyesiyle böyle ödün verici izlenimi yaratan yolları tercih etmemiştir. Daima "Mücadelenin bu şamasında bu istikamette atılacak her adım • PKK'ya cesaret verir" denmiştir. 4) Kent Savaşı Stratejisi Siyasi hedeflere ulaşmak için girişilen terör hareketleri yeni sayılmaz. Ci­ nayetler, adam kaçırmalar ve masum insanların öldürülmesi, çok eski zaman­ larda da görülürdü. Fark, günümüzde teröristlerin bu tür faaliyetlere kentlerde ağırlık vermeleridir. Bu stratejinin yukarıda işaret ettiğimiz stratejilere ilave olarak, ortaya çık­ masının sebebi sadece hedef hükümetler ile ilgili koşulların değişmesi değil, daha ziyade dünyanın birçok yerinde kentleşmenin artmasıdır. Artık birçok ülkede gerillaların ulaşılmaz arazi kesimlerinde üslenip oralardan, cezalandırılmaksızın faaliyette bulunması mümkün değil. Oysa büyük kentlerde, küçük hücreler halinde faaliyette bulunmaları daha kolay olmakta. Kırsal alandan kentlere yönelen göçlerin oluşturduğu gecekondu bölgele­ rinde, maddi manevi güçlükler içinde hayal kırıklıklarına uğrayarak yaşayanla­ rın yarattığı ortam teröre daha uygun düşmektedir. 43 Bu stratejinin önde gelen teorisyenlerinden Carlos Marighella siyasi kriz­ lerin şiddet hareketleriyle silahlı çatışmalara dönüştürülebileceğini öne sürer. Şiddet hareketlerinin, hükümetleri ülkeyi gergin askeri durum havasına sokacak tepkilere iteceğini hesaplar. Bu tutum ise, büyük kitlelerin tepkilerine yol açacak, o noktadan sonra bu kitleler ordu ve polise karşı ayaklanacak ve bunalımlı durum hakkında onları suçlayacaklardır. Kısacası hükümetlerin bu sert tutumları ve artan baskılı rejim, halkı o kadar tedirgin edecektir ki, orta vadede halk da ayaklananlara, şu ya da bu şekilde katılacaktır. Böylesine bir sonuca varabilmek için kent ayaklanmacılarının nelere baş­ vurabilecekleri, Türkiye'nin yakın geçmişinde, 1980 öncesi, çok görülmüştür. Si­ lahlı propagandalar, grevler, iş bırakmalar, silahlı çatışmalar, cinayetler, adam kaçırmalar, işyerlerinin veya radyo TV gibi devlet kuruluşlarının kısa süreli iş­ galleri, bankalar, askeri karargâhlar, karakollar gibi yerlere saldırılar, ekonomik tesislere sabotajlar, hep kent terörü stratejisinin başvurulan örnekleridir. Uygulama hep küçük hücrelerle yapılır. Hücre üyelerinden biri, bir başka hücrenin de üyesidir. Orada irtibat ile görevlidir. Böylece mümkün olduğu kadar gizlilik sağlanmış olur. Terörün amacı güvensizlik ve panik yaratarak hükümete duyulan güvenin azalmasını sağlamaktır. Ama bu strateji Marighella ve Abraham Guillen gibi Güney Amerikalı teorisyenlerin uygulamaya dönüştürmelerine rağmen, kent­ lerde fazla başarı sağlayamamış, neticede mücadele kırsal alana da yönelmek zorunda kalmıştır. Türkiye'de ise polisin deneyim kazanması, halkın teröristlere sempati duymamaları ve demokratik rejimin güçlenmesiyle kent terör stratejisi, 20-30 yıllık deneyden sonra arka plana itilmiştir. 44 DYÇ; DÜNYADAN ÖRNEKLER İngiliz Ordusunun Deneyimleri İngiltere, DYÇ alanında, antigerilla ve kontrgerilla savaşı konusunda dünyanın en deneyimli ülkesi olarak tanınır. Ama bu İngiltere'nin ne birçok ül­ kedeki ayaklanmacılara karşı mücadelesinde, ne de kendi ülkesinde, IRA'ya karşı, güçlükler içinde kalmasını, başarıya ulaşmak için ciddi aşamalardan geç­ mek zorunda kalmasını önleyebilmiştir. İngiltere'nin DYÇ deneyimleri içerisinde Lavvrence'in Arap ülkelerinde Osmanlı İmparatorluğuna karşı sürdürdüğü mücadele de yer alır. Lavvrence, DYÇ'yi, ayaklanmalara karşı savaşmayı şöyle tanımlar; ' 'Ayaklanmalara karşı savaşmak son derece yavaş ve pis bir iştir.Çorbayı bıçakla içmeye benzer." İkinci Dünya Savaşı öncesini bir tarafa bırakalım. İngiltere 1945'ten sonra DYÇ mücadelelerinde çok zor aşamalardan geçerek deneyim sahibi oldu. Önce İngiliz ordusu, profesyonel bir güç olarak, ortaya çıkan değişik görevler karşı­ sında, kendini yeniden düzenledi. Olaylar karşısında ne yapacağını yüksek fi­ yatlar ödeyerek öğrendi. Yeni eğitim metodları, yeni taktikler, ustalık ve başka yetenekler edindi. Filistin'de başarısızlığa uğradı. Malaya'da ise büyük aşama yaptı. İngilizler öncelikle DYÇ'nin tamamıyla askeri olmayan, siyasi yanı daima hissedilen bir mücadele türü olduğunu öğrendiler. Siyasi yanın ağırlığı öncelikle, askerlerin bu mücadelede istedikleri kadar kuvvet kullanmalarını ve düşmanı yok etmek için istedikleri gibi ateş gücüne başvurmalarını engelliyordu. İkinci olarak bu savaşta çok küçük birliklerin kullanılması gereği değişik bir husustu. Daha çok piyade timleri, bölükleri ve en fazla da taburların kullanılması, daha büyük birimlere başvurulmaması gerekiyordu. Düşman genelde görülme­ diği, yeraltında mücadele ettiği için de istihbarat toplanmasına büyük öncelik verilmeliydi. Mücadelenin bir başka özelliği ise psikolojik savaşın, sonucun alınmasındaki önemli rolüydü. Ordu psikolojik savaşa doğrudan karışıyor, içte 45 ve dışta yapılan eleştirilerin önlenmesinin yolları da öğreniliyordu. Tabii bir başka özellik bu mücadelede gayri nizami savaş yöntemlerinin geçerliliğiydi. Bunun için de ordunun mutlaka sabretmesi, uzayıp giden küçük çatışma­ lar karşısında beklerken gayri nizami savaş yöntemlerini öğrenmesi, bu alanda yaratıcı olması ve nihayet düşman ile savaş alanında onların kullandıkları yön­ tem ve imkânları kullanarak onların hareket ettiği arazi kesimi ve iklim şartla­ rında savaşması gerekiyordu. Bu özellikler DYÇ'nin konvansiyonel savaşlardan ne kadar farklı olduğu­ nu açıkça göstermektedir. İngilizler bunu uzun mücadelelerden sonra öğrendiler. Napolyon döne­ minden beri süren yöntemlerinde değişiklikler yaptılar. Filistin'de ortaya çıkan Yahudi ayaklanması karşısında İngilizler bu ayaklanmayı bastırmak için önce kendi geleneksel imparatorluk polisi düşünce sistemini uygulamak istediler. Kontrgerilla harekâtı ise tamamıyla bir askeri harekât olarak görülüyordu. Filistin'de hizmet görecek subaylara bir gerilla savaşı için hazırlanmış talimname verilmişti. Ama burada mücadelenin siyasi yönü hakkında bir şey söylenme­ mişti. Dahası, ordunun karşı karşıya olduğu tehdidin mahiyeti hakkında da fazla bir şey söylenmiyordu. Oysa Filistin'de üç yeraltı örgütü; Haganah, Irgun ve Lechi vardı. Bunlar askeri-siyasi stratejiye dayanan mücadelelerinde, İngilizlerin Fi­ listin'deki yönetimlerini sürdürmek için vazgeçilmez olan haklarını, iradelerini ve yeteneklerini yok etmek istiyorlardı. Bunları ortadan kaldırmak için çalışı­ yorlardı. İngilizler -ne siviller, ne de ordu- Yahudi yeraltı teşkilatlarının ne tür bir savaş sürdürmekte olduklarını bile, uzun süre anlayamadılar. (Aynı durum 1984'ten sonra uzun süre Türk güvenlik makamlarının da başına geldi.) Filistin konusunda yetkili olan Mareşal Montgomery sorunu, geleneksel olarak imparatorluk askeri politikası yaklaşımı çerçevesinde görüyordu. 1938-39 Filistin Arap ayaklanması ile daha önce İrlanda'da edindiği deneyimlerinin ışı­ ğında olaya bakıyordu. Mümkün olduğunca fazla kah ve insafsız askeri yöntem kullanılması taraftarıydı. İngiliz hükümetleri de bu görüşü hep paylaşmıştı. Montgomery'nin aldığı önlemler kısa vadede bazı olumlu sonuçlar yarattı, ama uygulamalar tam bir siyasi boşluk içinde yapıldığından, giderek İngilizlerin durumunun kötülemesini engelleyemedi. Filistin'deki başarısızlığın İngilizleri etkilememesi mümkün değildi. 1947'de İngiliz Harp Akademisi derslerine iç güvenlik harekâtı konusunda yedi günlük bir kurs eklendi. Filistin kampanyasının tarihi tutulmamıştı. Dola­ yısıyla bu seferden sonra başka yerlerde uygulanabilecek genel prensipler ve taktik dersler çıkarılmamıştı. 46 1948'de Malaya'da komünist ayaklanma ortaya çıkağında bu ihtiyaç ken­ dini şiddetle gösterdi. 1949'da yayımlanan iç güvenlik talimnamesi artık Mao modeli ihtilalci savaş hakkında ayrıntılı bir bölüm içeriyordu. Bu bölümde halktaki kıpırdanmaların, siyasi, ekonomik, ırk veya din ile ilgili kökenlerine işaret ediliyordu. Ama bunların nasıl birer propaganda aleti olarak kullanıldıkları hususlarına dokunulmamıştı. Terörizm ne tarif edilmiş, ne de anlatılmıştı. Ayaklanmacıların başarıya ulaşması için mutlaka sağlam bir halk desteği­ ne sahip olmaları ise hiç kaydedilmemişti. Ancak ayaklanma başladıktan bir yıl sonra gözlemciler olup bitenlerin gerçek kökenlerini yavaş yavaş fark etmeye başlayarak sorunun üzerine ehliyet ve kararlılıkla yürüdüler. İngilizlerin modern ayaklanma ve ayaklanmaları bastırma doktrinleri böylece ortaya çıkmaya başladı. İngilizler Malaya'da hem düşünce sistemlerini, hem de istihbarat toplama yöntemlerini doğru istikamete yönelttiler. 1952'ye ge­ lindiğinde CIS rumuzuyla anılan entelijans merkezi artık ayaklanan örgütün mahiyeti hakkında ayrıntılı bir fotoğraf oluşturmuştu.Toplanan istihbarattan Malaya'da ATOM rumuzuyla anılan antiterör harekât talimnamesi (el kitabı) or­ taya çıktı. Bu önemli yapıtta, takım komutanlarına kadar, bütün subaylara Malaya'nın yapısı, politikası ve insanları hakkında, ayaklananların kökenleri, örgüt­ leri, politikaları, stratejileri, taktikleri, güçlü ve zayıf yanları hakkında aynntıh bilgi veriliyordu. Malaya'daki basan İngilizlerin DYÇ konusunda doktrin ya­ ratmalarına neden oldu. Ayaklanma tehdidi artık tanımlanmıştı. İngiliz ordusu komünist ihtilal tekniğini tespit etmişti. Daha sonra başka yerlerde geliştirme imkânı bulduğu bu tekniğin özü; asilerin örgütsel yapıları, askeri-siyasi ve taktiksel yönler ile şekilleniyordu. 1970'lere gelindiğinde, İngiltere bir kere daha IRA tehdidi karşısında kal­ dığında daha önce öğrendikleri Irgun'dan ve Kıbrıs'taki Rum tedhiş örgütü EOKA'dan gördükleriyle cilalamıştı. Teröristlerin kampanyalanmn siyasi hare­ ket ve propagandayla sıkı sıkıya koordine edilmiş bir askeri-siyasi örgüt üzerine bina edildiği açıkça görüldü. Ama eski hatalar tamamıyla unutulmuş da değildi. Malaya'ya gelen, İkinci Dünya Savaşı birçok görmüş komutan, buradaki DYÇ'nin "dört taburlu bir harekât" ile ortadan kaldırabileceğinden bahsedebi­ liyordu. Kuzey İrlanda'da da bu tür hatalar yer yer sergilendi. Yeterli istihbarat ol­ madan ordu IRA tehdidini karşılayamayacaktı. Bu sağlanmadan arttınlan siyasi baskılar karşısında uygulanan -şüphelilerin gözaltına alınması gibi- bazı ön47 lemler, işkence iddialarının artmasına ve IRA'nın bunları propaganda unsuru olarak kullanmasına yardım etti. Sorunun özünü iyi anlamak yetmiyordu. İstihbaratın büyük önemi bir kere daha ortaya çıktı. Filistin'den sonra edi­ nilen deneyimler İngiliz ordusu için çok değerli temel harekât ilkelerinin oluş­ masına yardım etti. Temel Harekât İlkeleri; bunlar Filistin'de sivil otoriteye yardımcı olmak, bunu en az kuvvet kullanarak gerçekleştirmek ve ordu ile sivil otorite arasında yakın koordinasyon sağlamaktı. Askeri güç sivil otoriteye bağlı olarak faaliyette bulunuyordu. Ülkede yerleşik İngiliz yüksek komserinin görevi Filistin'i barış içinde tutmaktı. Bu çerçeve içinde ordunun görevi belirsizdi. Örneğin "Ayaklananları imha edin" denmemesi askerin işini son derece güçleştiriyordu. Ayaklanma karşısında hükümetin açık seçik bir politika saptamamasının yaratüğı zorluklar, benzeri sorunlar Türkiye'de de, 1984'ten sonra uzun süre yaşandı. İngilizler bu durumun sakıncasını en açık şekilde Malaya'da keşfettiler. Ondan sonra da bir dizi harekât ilkesi oluşturdular. Bellibaşlı harekat ilkeleri şunlardı: 1) Sivil otorite açık seçik bir politika saptamalıdır. Kampanyanın siyasi hedefi, ister İngiltere'de, ister seferin sürdüğü ülkede olsun, iyi bilinmelidir. Bu politik direktif, uzun süreli bir siyasi gayretle sürdürülecek olan askeri katkının boyutlarının ne olacağını da saptayacaktır. Malaya konusunda orduya verilen siyasi amaç direktifi açıktı. Sonuçta, Malaya'nm bağımsızlığı hedeflenmişti. Bundan dolayı da amaca yönelik askeri kampanyanın oluşturulması mümkün oldu. Böylece orduya açık seçik siyasi hedef verilmediği takdirde askeri harekâtın bundan olumsuz etkileneceği ilkesi ortaya çıktı. Buna rağmen İngiliz askeri araştırmacılar bu ilkeye her zaman uyulmadı­ ğını da söylerler. Kuzey İrlanda buna bir örnektir. Burada İngilizler ordularının , bir derece istikrarı sağlayarak, zaman kazanmasını, o arada da geçerli bir politik gelişme elde edilmesine çalışılacağını öne sürdüler. Ama bu politik gelişme ancak 1994 sonunda bir oranda sağlandı. IRA terör yoluyla sonuç alamayacağını anlayarak silahını bıraktı. Müzakereler başladı. 2) Sivil otoriteler ile polis ve ordu tam bir işbirliği içerisinde çalışmalıdırlar. Bu ilke tüm DYÇ mücadelesinin bir sivil, ya da sivilleştirilmiş (emekli bir asker vasıtasıyla) bir komutaya bağlanmasıyla gerçekleştirilecekti. 3) Halkın desteğini sağlamak ve bu desteği muhafaza etmek gerekir. 48 Bu ilkeyi, alanında uzman olan Mareşal Templer askeri literatüre yerleş­ tirmiş, şu cümle ile ifade etmiştir; "Mücadelede çözüm, vahşi ormanlara alabil­ diğince daha fazla birlik yığmakta değildir. Başarı Malaya halkının gönüllerini ve kafalarını kazanmaktır..." Tabii aslında bu cümle biraz farklı ifadeyle ilk defa gerilla savaşlarıyla ilgili olarak Mao tarafından kullanılmıştır. Mao'nun ilkesini İngilizler de benimsediler. Ayaklanmaların her türüne karşı sürdürülen psikolojik savaşlarda halkı kazan­ mak çok önemli olduğu gibi, gerillanın da aynı ilkeyi uygulaması, başarılı olmak için faaliyet alanındaki halkın mutlaka desteğini kazanması gerekti. 4) DYÇ'lerde çeşitli istihbarat örgütünün faaliyetlerinin tek noktada top­ lanması da, İngilizlerin uzun tecrübelerden sonra ortaya koydukları bir ilke ol­ muştur. Malaya'daki ordu talimnamelerinde, kampanya sırasındaki istihbaratın önemi gittikçe daha geniş yer almıştır. Ayaklananları hırpalamak, tedirgin etmek ve askeri kanatlarını imha etmek için öncelikle birimlerini tesbit etmek ve ta­ nımlamak gerekirdi. İmha ve ağır darbelerin vurulması için gerekli tedbirler ancak bundan sonra alınacaktı. Bütün bunlar da istihbaratın tek merkezde top­ lanmasıyla yakından ilişkiliydi. 5) DYÇ'ler için birlikler özel eğitim görmelidirler. Askerlerin ve komutan­ larının kafası sorun üzerine yöneltilmelidir. Sorunla ilgili bilgilendirilmeleri, bi­ linçlendirilmeleri gerekir. Kısacası mücadele sırasında operasyonlarda kullana­ cakları temel ustalık ve tekniği edinmeleri gerekmektedir. Bu hususlar hareket ilkeleri olarak İngiliz talimnamelerine girmiştir. Taktik düzeyde, ordu gerillayla çatışmaya girdiğinde ya da onların bazı­ larını yakalamaya giriştiğinde uygulanacak savaşın temel ilkeleri bu talimname­ lerde yer almıştır. Bu ilkeler; sürpriz, güvenliğe öncelik verilmesi, dikkati yoğunlaştırma, el­ deki gücü en tutumlu şekilde kullanma, amacı iyi seçip gözden kaçırmadan iyi muhafaza, esneklik ve moral gibi hususlardır. Bunlara uygun hareket edildiğinde yapılacak operasyonların iki amacı gerçekleştirmesi gerekir ; birincisi halkın korunmasıdır, ikincisi ise asilerin tecrit edilmesidir. Birinci hususun gerçekleşmesi; hükümetin sürekliliğini, yönetimde etkin­ liğini, hukuk devleti olma niteliğini sürdürmesini ve güç kazanmasını sağlar. İkincisi ise asilere karşı etkili hücum harekâtını mümkün kılar. İngilizlerin Malaya'da uyguladıkları ilkelerin başarılı olmasında bir de sivil ve askeri yetkililerin başına, Türkiye'deki Olağanüstü Hal Bölge Valisi gibi, 49 Mareşal Templer'i tayin etmeleri de rol oynamıştır. Templer'in uygulamasının esasını sivil-polis-asker işbirliği teşkil etmiş, başarı bu koordinasyon üzerine ku­ rulmuştur. Templer kurduğu komiteler vasıtasıyla komuta ve kontrol sistemine de yeni bir boyut getirmiştir. Birçok başka ülkede zaman zaman görüldüğü gibi, İngiltere'de de polisordu birlikte faaliyeti bazı güçlükler de getirir. Ordu yapısı gereği, karşısındaki gerillayı tam bir düşman olarak görür ve onu tam yenilgiye uğratmak ister. Polisin yaklaşımı ise, yapısı gereği, farklıdır. Polis İngiltere'de gerillayı son derece iyi organize olmuş, sadece uzun sürecek, araştırmacı yöntemler ve soruş­ turmalarla yasadışı faaliyeti saptanıp mahkemelere sevkedilecek, tehlikeli suç­ lular olarak görmektedir. Bu tanımlama bilhassa İngiltere için geçerlidir. Polisin bu yaklaşımı orada bile ordu mensuplarını çileden çıkarabilir. Tabii Türkiye için bu büyük farklılık pek söz konusu olmaz. Çünkü Tür­ kiye'de polis henüz bu davranış kalıbı içine girecek kadar eğitilmemiştir. Olay­ lara yaklaşım bakımından ordudan pek farklı olmayınca sık sık "yargısız infaz" gibi suçlamalarla karşı karşıya kalmaktadır. Şüphelileri düşman gibi görebil­ mektedir. Templer'in Malaya'da kurduğu komuta kontrol sisteminde komite yönte­ mini İngilizler daha sonra başka yerlerde de uyguladılar. Kenya'daki Mau Mau ayaklanmasının başlamasından altı ay sonra sivilpolis-asker temsilcilerinden oluşan üçlü komuta kontrol sistemi bölgelere kadar uygulandı. Buralara birer askeri danışman tayin edildi. Kampanyanın başında ise harekât başkanı bulunuyordu. Yetkileri değişik kampanyalarda değişik dü­ zeyde oldu. Örneğin Templer'in Malaya'da güvenlikle ilgili yetkileri yanında si­ yasi sorumluluğu da daha fazlaydı. Oysa 1955'te Kıbrıs'a tayin edilen Mareşal Sir John Harding'e o kadar büyük siyasi sorumluluk verilmemişti. Harding askeri harekâtın kontrolünü kurmay başkanına bıraktı. İç güvenlik için ise askerlerle polis ve sivillerin irtibatını kolaylaştırmak için bir müsteşar tayin etti. Kurmay başkanına Bölge Güvenlik Komiteleri yardımcı oluyordu. Ama burada kuvvetler arasında işbirliği değil, tam bir birleşme gerektiği ortaya çıktı. Güneydoğuda oluşturulan Bölge Valiliği denemesinde ve 1992'den sonra uygulanan stratejide İngiliz deneylerinden yararlanıldığını gösteren bazı örnek­ ler vardır. İngiliz Eğitim Yöntemleri DYÇ konusunda uzman İngiliz Tümgeneral Anthony Deane-Drummond 1975'te şöyle diyordu; 5Ü "...ordunun asli görevi olan konvansiyonel askeri operasyonlardan, iç güven­ liğe ve paramiliter görevlere dönmesi ne çabuk mümkün olabilir, ne de kolayca ba­ şarıyla gerçekleştirilebilir. Bu adaptasyon için, birliklerin psikolojik ve taktik olarak hazırlanabilmeleri için yoğun ve zaman alıcı eğitim süreçleri gerekir. Ordulara ve­ rilebilecek bu yeni görev aslında konvansiyonel savaşlara göre daha az kayba sebe­ biyet verebilir. Asker bu savaşta daha az ölüm tehlikesiyle karşı karşıya kalabilir. Ama bu savaş türü, hiç şüphesiz, konvansiyonel savaş kadar stresli ve onun kadar çaba isteyen bir türdür..." İngiliz ordusu 1945'te Filistin'de DYÇ ile karşılaştığında yoğun bir eğitim programı uyguladı. Temel eğitim iki aşamada yapıldı. Başlangıçta birliklere sokak ve ev arama ile bölük büyüklüğündeki hareketli kollarda komuta ve kontrol yöntemleri öğ­ retildi. Sonra kuşatma ve arama operasyonları ile geniş çaptaki ayaklanma giri­ şimlerinin bastırılması usullerine yer verildi. Ama olaylar patlak verdiğinde İn­ giliz birliklerinin eğitimi henüz tamamlanmamıştı. Ordu, eğitim eksikliklerini harekât uygulamaları sırasında, sürekli olarak yaptığı teknik yeniliklerle, gidermeye çalıştı. Örneğin yol kesme ve kontrol tek­ nikleri sürekli geliştirildi. Bu, oldukça süratli hareket edebilen ayaklanmacılara karşı kullanılabilecek en iyi silahtı. Ordu-polis sıkı işbirliği iki sebepten dolayı çok önemliydi. Önce polis ge­ reken düzeyde olmadığından, ordu desteğine çok muhtaçtı. Sonra, iç güvenlik ilkesine göre istenen işbirliği uygulamada her zaman gerçekleştirilemiyordu. 1946 ortasında silahsız birliklerin pasif direnmeyle mücadele konusundaki yetersizlikleri ortaya çıktı. Gizli silahların bulunması için uzmanlar ve özel araç gereçlere ihtiyaç doğdu. İbranice bilen uzmanlaşmış tercüman-sorgutu ihtiyacı belirdi. Operasyonların uygulanmasında gizlilik ve baskın unsurlarıyla yorulan arama timleri yerine görev yapacak ihtiyatların yetiştirilmesi gereği ortaya çıktı. Sürekli eğitim gereği açıktı ama, sürekli operasyonlardan, eğitim için pek zaman yoktu. Malaya ve Filistin İngilizler için farklı deneyimler oldu. Filistin'de tehdit yoğun nüfuslu kentlerdeki terörizmden ileri geliyordu. Oysa Malaya'da ordu vahşi ormanlar içerisinde, ya da yakınındaki gerilla ile karşı karşıyaydı. İngiliz stratejisi gerillayı halktan ayırma esasına dayanıyordu. Önce geril­ laların ana ikmal kaynaklarını oluşturan Çin gecekondu bölgeleri ve köyler bo­ şaltıldı. Ormanlardan uzak, özel korunmaları mümkün yeni iskân bölgelerine nakledildi. (Benzer yaklaşım Türkiye'de Güneydoğuda gerçekleştirildi.) Bu büyük operasyondan sonra güvenlik güçleri gerillayla halk arasına yerleştirildi. Gerillanın lojistik sistemi kesildi. 51 İlk günlerde yeterli güvenlik gücü olmadığından bazı aksamalar oldu. Ama güvenlik güçleri yavaş yavaş bu bölgede gerillaya destek verenleri tespit etmeye ve gerektiğinde yakalamaya başladılar. Yeni iskân bölgeleriyle halk pasifize edilince polis ve ordu koruma bölge­ lerinin dışına çıkıp teröristlerle doğrudan mücadeleye başladılar. Vahşi orman­ ların içine kadar girebildiler. Gerek düşmanın yapısı, gerek içinde mücadelenin sürdüğü arazinin şartları ordunun küçük birlik harekâtına yönelmesine sebep oldu. Çok çabuk fark edilen bir ihtiyaç da askerlerin yeni rollerinde etkili ola­ bilmeleri için özel bir eğitimden geçmeleriyle ilgiliydi. Malaya'ya gelen birlikle­ rin çoğu bu küçük-grup taktiğini bilmiyordu. Biraz bilenler de her şeyi bildikle­ rini zannediyor ve bu savaş türünü küçümsüyorlardı. Ortaya zayıf planlama yeteneği, yetersiz bölge harekât organizasyonu ve gece operasyonları için isteksizlik durumları çıktı. Bunun da ötesinde, tabur se­ viyesinde gerekli eğitim kursları görülmeden, ağır operasyonel görevler verildi. Bu eksiklikleri telafi etmek için bölgede hemen (FARELF) rumuzuyla anı­ lan bir eğitim merkezi kuruldu. Burada orman savaşı için temel kurslar verildi. Öğretmenler daha önce Burma ve Malaya'da deneyim kazanmış Avustralya ve Gurka subaylarıydı. FARELF'de kurslara olağanüstü durum tarihiyle başlanıyor, ayaklanma­ cıların örgüt ve metotları üzerinde duruluyor, güvenlik güçlerinin organizasyo­ nu ve rolleri anlatılıyordu. Vahşi ormanda yaşama, ormanda yön bulma ve sessiz hareket etme, taktikler ve başka yararlı hususlar öğretiliyordu. Bu eğitim hem sınıflarda yapılıyor, hem de uygulama için araziye çıkılı­ yordu.)' Bu örnek Türkiye'de de Eğirdir Dağ Komando Okulunda yıllardır uygula­ nıyor.) Devriye teknikleri ani hareket egzersizleri ve silahlı çatışma metotları tat­ bik ediliyordu. Üzerinde fazlaca durulan bir başka şey de çabuk ve isabetli ateş etme idi. Kurs görenler eğitimleri sonunda ormandan hareket eden Gurka'lar karşısında öğrendiklerini uygulayarak sınavdan geçiyorlardı. Malaya'ya giden taburlar subay ve assubaylarını öncelikle bu kurslara yolladılar. Taburlar Malaya'ya geldiğinde erleri bu yetişmiş subay ve assubaylar, eğitim merkezinin öğretmenleriyle birlikte eğittiler. Tabur eğitimi dört hafta sürüyordu. Ama bu eğitimin sonu demek değildi. Taburlar görev sırasında da sürekli olarak eğitim yapmak zorundaydılar. Çünkü bunlar uzun süre kalamıyor, görev süreleri tamamlanınca yerlerine yenileri geli­ yordu. Bir yandan savaş sürerken bir yandan da karargâhlarda oluşturulan eğitim alanlarında atışlar ile diğer orman savaşı ustalıkları denemesi sürebiliyordu. 52 Bazı birliklerde devriye görevinden ve operasyonlardan dönüşlerde hemen takım seviyesinde eğitime geçiliyordu. Uzun operasyonlardan sonra taburlar da toplanarak tekrar eğitime tabi tutuluyordu. FARELF eğitim merkezi operasyonel sorumlulukların büyük kıs­ mını taşıma durumunda olan küçük rütbeli liderlere de kurslar verdi. Kuvvetleri bütün konvansiyonel silahlarla ilgili teknikler hakkında bilgi sahibi kılmak için de kurslar düzenlendi. Öğretmenler her şeyin öğretilemeyeceğini, sadece temel bilgilerin verilebileceğini söylüyor, asıl deneyimin uygulama sırasında kazanılacağını bildiriyorlardı. Asker ve subay savaş alanında neyin işleyip neyin işlemeyeceğine karar verecekti. Operasyonel deneyim eğitim sistemi.içinde yeralıyor, taktik gelişme İse birliklere kadar uzanıyordu. Birlikler uygulamalar sırasında edindikleri de­ neyimlerden Ordu Eğitim Merkezini haberdar etmeye teşvik ediliyorlardı. Böy­ lece edinilen deneyimler kayıtlara geçecek ve eğitim yöntemleri kurumlaşarak Daşka yerlerde de kullanılır olacaktı. Malaya ve Kenya kampanyalarından İngilizlerin çıkardıkları sonuçlar arasında atıcılığın, gece harekâtının, devriyenin ve silahlı çatışmaların, pusuların önemi önde geliyordu. Başarılı antiterör operasyonlarının katılanların kişisel ustalıklarına, takım­ ların etkinliklerine ve küçük rütbeli liderlerin özgüvenlerine bağlı olduğu da vurgulandı. Gayri nizami savaşta kazanılan deneyimler, bu savaşlar için özel eğitim konularında inceleme ve gözlem makaleleri özendirildi. Malaya'da edinilen de­ neyimlerle yazılan talimname aynen Kenya'da da kullanıldı. Doğu Afrika'da, gelen birliklere gerekli ustalıkları öğretmek için "Savaş Okulu" kuruldu. Gelen subaylar ve öncüler dört hafta boyunca yoğun kurslara tabi tutuldular. Borneo seferi sonunda İngiliz ordusu artık vahşi orman savaş türündeki tekniğini bir sanat düzeyine çıkarmıştı. Ama her çatışma ormanda olmuyordu. Kıbrıs, Aden İrlanda ve Filistin'deki gibi genellikle kentlerde cereyan eden mücadeleler de vardı. Bunlar da ayrı teknik gerektiren olaylardı. Gayri Nizami Kuvvetler İngiltere nizami ordusu yanında, daima gayri nizami kuvvetlere de sahip olmuş bir ülkedir. Birinci Dünya Savaşında Albay Lawrence Osmanlı İmparatorluğuna karşı bu tür mücadele yapabilecek bir Arap kuvveti oluşturup halkı ayaklandırmıştır. Ama geleneksel İngiliz askeri nezdinde, bundan dolayı, itibar kazanmamıştır. 53 Hal böyle olunca Lavvrence'in uyguladığı, yenilik dolu yöntemler ve harekât tarzı hakkında o zaman resmi kayıtlar tutulmamıştır. Bundan dolayı İkinci Dünya Savaşında İngilizler bu konuda işe, bir bakıma, baştan başlama durumunda kal­ mışlardır. Özel kuvvet birimi genel olarak savaş sırasında yetiştirilmiştir. Komando­ lar ve SAS rumuzuyla anılan (Special Air Service) Özel Hava Hizmeti kurul­ muştur. Bunlardan birincisi saldırı kuvveti olarak, ikincisi ise hatların ötesinde ve direniş güçleriyle işbirliği halinde kullanılmışta. Özel kuvvetlerin kuruluşu çoğunlukla bütün ülkelerde tartışma yaratır. Normal komuta-kontrol mekanizması dışına taşıp kendi başına bir kuvvet oluş­ turduğu öne sürülür. Tabii başarılı yanı da dikkatten kaçmaz. İngilizler İkinci Dünya Savaşı sonunda bütün özel kuvvetlerini bu düşün­ celerden dolayı dağıthlarsa da, daha sonra bunlara yeniden ihtiyaç hissettiler. 1947'de SAS yeniden oluşturuldu. Savaş sırasındaki SAS birimlerinin ye­ tenekleri yeniden kazanıldı. Ama rolleri sadece konvansiyonel savaş çerçevesinde düşünülüyordu. Bunun için de DYÇ içinde önce kullanılmadılar. Ordunun yetenekleri resmi ve resmi olmayan çizgilerde geliştirildi. Resmi olmayan bir gelişme 1947'de Filis­ tin'de oldu. Polis gizli antiterör operasyonları için eski komando ve SAS birimlerinde çalışmış olanlardan özel bir birim kurdu. Bu birim Yahudi yeraltı teşkilatına karşı bazı başarılar kazandı. Ama sonra rayından çıktı. Kimliği belli olmuştu ve vahşiyane davranışlara başvurduğu iddiaları or­ taya atılıyordu. Bu birimin çok madalya almış eski SAS elemanlarından biri adam öldür­ mekten muhakeme edildi, ama beraat etti. Bu da İngiliz hükümetini zor duruma düşürdü. Ahlaki ve siyasi ortamın belirsizlik taşıyan gri alanlarında faaliyet gösteren özel birliklere genellikle görevleri, güçleri ve yetki sınırları hakkında açık seçik direktifler verilmemiş olduğundan sorun çıkıyordu. İngiltere'de, bilhassa vahşi ormanlar içerisinde savaşacak bir özel kuvvet oluşmasının ve bu kuvvetin ordu ile polisin giremeyeceği yerlerde faaliyet gös­ termesinin yararlı olacağı 1950'de uzman raporlarıyla tespit edilmiştir. Bu raporları onaylayan üst komutanlar kurulacak küçük çaptaki özel kuvvet birimlerinin diğer birliklerden en iyi adamları seçip almaması, çok küçük birimler olarak tutulmaları ve her şeyden öte bunların hiçbir zaman "özel ordu" haline getirilmemelerini şart koşmuşlardır. Böylece 1950'de ilk birlik Malaya'da 16 subay ile 126 diğer rütbelilerden meydana gelmiştir. 54 Bu birlik iki aylık eğitim ile işe başlamış, gönüllüler aranmış, savaş sıra­ sında SAS birimlerinde görev yapmış olanlar bu yeni birliğe katılmaya özendi­ rilmiş, neticede bir buçuk yıl sonra ortaya bunlardan oluşmuş 906 kişilik bir alay büyüklüğünde bir güç çıkmıştır. Başlangıçta bu alay birliklerini çok küçük ünitelere -timlere- bölerek , uzun süreli devriyeler olarak (ki bunlardan biri 103 gün sürmüştür) ormanın derinliklerine yollamıştır. Bu devriyelerin görevleri arasında ayaklananların izlerinin sürülmesi, pu­ sular kurulup çatışmalara girilmesi vardı. Birlikler kısa sürede uzun süreli orman operasyonları konusunda deneyim kazandılar. Operasyonları sırasında küçük gerilla birliklerini bulup imha ettiler. Bölgede güvenli bir düzen kurarak ayakla­ nanların buralara yeniden bir daha dönememelerini sağlamaya çalıştılar. 1952-53 yıllarında bu alayın görevleri arasına asilerin ikmal yollarını kesme de eklendi. Ayaklanmacılara destek olabilecek ekimler, tarlalar basılıp yakılıyor, yi­ yecek temin etmeleri gittikçe güçleştiriliyordu. Bu arada, ormanda yaşayan ka­ bilelerin kazanılması için de bilinçli bir kampanya yürütülüyor, ilaç, doktor yar­ dımları ve güvenlikleri sağlanıyordu. Bu durumda gerilladan ilişkileri kesilirken ayaklananların çevrelerinden tecrit edilmeleri de gerçekleştirilmiş oluyordu. Bunlar yapılırken özel kuvvetin ana görevi orman derinliklerinde iz sürme, pusu, silahlı çatışma idi. Bu kampanya sırasında görev alan SAS birimleri orman de­ rinliklerinde devriye konusunda yeni buluşlar yaptılar. Şişirilmiş sandallarla nehir devriyesi, lojistik ikmal için helikopter kulla­ nılması yöntemleri getirildi. Asilerin silah ikmallerinde, yiyeceklerini sakladıkları yerlerde de bunlar hem kullanıldı, hem de ormanlardaki haberleşme yerlerinde bubi tuzakları ger­ çekleştirildi. Ama helikopterlerin uçuş sırasındaki gürültüleri yüzünden, daha sonraları ikmal paraşüt ile yapıldı. Bütün bu operasyonlar uzun devrede başarılı oldu, ama bu hiç de kolay ortaya çıkmadı. Sık sık, yeni durumlardan dolayı, taktik değiştirildi. Önce SAS, polis ve Kraliyet Komandolarıyla birlikte seçme hedeflere karşı kullanılıyordu. Sonra bu yöntem küçük devriye gruplarının operasyonlarından daha az etkili bulundu. En etkili oldukları yer ise orman derinliklerinde yapılan operasyonlardı. İngilizler eğitim ile disiplini hep iç içe görmüşlerdir. İlk SAS birlikleri ace­ leyle oluşturulduğundan, başlangıçta eğitim de disiplin de istenildiği gibi olma­ mıştır. Bu birliklere diğerlerinden gelenler, özellikle disiplinin ne kadar zayıf ol­ duğunu görüp şaşırmışlardır. Uzun çalışmalar, önce Malayan Scouts (Malaya İzcileri) ismindeki bu alayın 22 Special Air Service Regiment adını aldığında artık şekillenme tamamlanmış oluyordu. Bu aşamada mensuplarının hizmet süresi iki yıla çıkarıldı. Gönüllüler büyük bir elemeden geçirildikten sonra ormanda yön 55 saptama, havadan ikmal, ormana paraşütle atılma ve ırmakta küçük bot kullan­ ma eğitimine tabi tutuluyorlardı S AS 1958'de Malaya'dan Umman'a gönderildi. 1959 başında kendilerinden defalarca büyük gerilla gruplarının bulunduğu dağlarda, daha önce hiç ulaşıl­ maz sanılan yerlere gece tırmanmaları ile ulaştılar. Gerillaları saldırılarıyla mağ­ lup ettiler. Gizlice uygulanan bu operasyon İngiliz kamuoyuna aylar sonra du­ yuruldu. SAS'ın diğer operasyonlarından fazla itibar sağladı. SAS "sessiz hizmet" veren ve böylece İngiliz diplomasisinin güvenilir gizli askeri kolu haline geldi. Alay 1970'te, başka bir ayaklanma için, yeniden görev başına döndü. Sonra da Borneo'da, Aden'de ve Radfan'da mücadele etti. Bu mücadelelerde SAS'ın rolü uzun menzilli keşifler yapmak, iz sürmek, saldırı birliklerine kılavuzluk yapmak ve düşman devriyelerine pusu kurarak silahlı çatışmalara girmekti. Malaya'da orman gerilla savaşı uzmanlarıyla çatış­ mış, Endonezya sınırlarından içeri yasal olmayan şekilde girerek operasyon yapmış, sınırdaki kabileler içinde entelijans faaliyetlerinde bulunmuşlardı. Güney Arabistan'da SAS iki sefere katıldı. Kırsal Radfan Dağlarındaki kabile ayaklanmaları, daha önceki Umman seferine benzerlik taşır. SAS, keşif devriyeliğine ilave olarak, hedef tespiti operasyonlarında da görev aldı. Bu, ayaklananların hatlarının gerisinde yapılan gizli operasyonlardı. Belirledikleri hedeflere topçu ateşi yöneltiliyordu. Aden'de ise alay ilk defa kent kontr-terörizm savaşı deneyimi edindi. Orada terörist gruplara karşı bir seri sivil-gizli operasyonda bulundu. Fakat bunlarda büyük başarı elde edemedi. Çünkü Kenya'da kullandığı gibi asilerden yakalayıp asilere karşı kullanabileceği terörist unsurlar edinemedi. 1970'te Umman'a dönen SAS, daha ziyade Marksist Güney Yemen'in des­ teklediği, Dofar vilayetindeki ayaklanmaya karşı danışmanlık rolü üstlendi. İngiliz Eğitim Timleri adı altında faaliyette bulunan birçok SAS birimi Firkat'ları (Umman timleri) seçip eğitip mücadelede yönettiler. Teslim olan gerilla­ lardan oluşturdukları birlikte, bunların sayısı mücadele sonunda, 1.000'i bul­ muştu. Firkat'lar ihtilal aleyhtarı güçlerin altyapısını oluşturdu. İstihbarata katkı­ da bulundular. Sivillere yardım dağıttılar. Savunmada, iç güvenlikte, polis rolle­ rini de sürdürdüler. Böylece meşru kuvvetlerin asileri mağlup etmeleri için ge­ rekli zamanın kazanılmasını sağladılar. Bütün bu faaliyetler sırasında SAS'ın rolü tamamıyla görünmezdi. 1972'de SAS Mirbat'ta katıldığı mücadelenin dönüm noktası sayılan bir çatışmada ciddi kayıplar verdi. İngiliz kamuoyu bu kayıplardan çok sonra ha­ berdar oldu. Ama artık bu aşamada SAS'ın DYÇ'deki önemli rolünü İngiliz Sa­ vunma Bakanlığı kesin olarak kabul etmişti. 56 1969 tarihli bir "Ayaklanmaları Önleme Operasyonları" talimnamesi SAS'm bu tür kampanyalardaki önemini resmen kabul etti. Talimname SAS'm görevlerini şöyle saydı; 1) Ayaklanmacı güçlerin bulundukları yer ve hareketleri hakkında bilgi toplama, 2) Ayaklanmacılarla silahlı çatışmalarda bulunup, pusular kurarak onları sürekli olarak tedirgin etmek, 3) Ayaklanmacıların egemen oldukları araziye; sabotaj, cinayet ve tahrip için sızmak, 4) Sınırlan gözetlemek, 5) Toplumla bazı alanlarda ilişkilerde bulunmak, 6) Ortak düşmana karşı savaşan dost gerilla kuvvetleriyle irtibat sağlamak, onları örgütlemek, eğitmek ve kontrol etmek. SAS'ın bu yetenekleri Kuzey İrlanda'da duyulan ihtiyaç için çok uygundu. Ama kısa süre sonra SAS'm gücü kamuoyu üzerinde aleyhine bazı söylentilerin etkili olmasına yol açtı. Bu söylentilerin başında SAS'ın birçok faaliyeti sırasında yasa dinlemediği, acımasızca hareket ettiği geliyordu. Kenya'da da, buna benzer, değişik bir yöntem uygulandı. Ormanda faaliyet gösteren Mau Mau'lar arasına sızarak istihbarat toplamaya yönelik bir düzenleme yapıldı. 1955'te bu düzenleme için İngilizlere sadık olan Kikuyu kabilesi mensuplan ile birlikte teslim olan Mau Mau'lar ve kılık değiştirmiş İngiliz askerleri de kullanıldı. Bunlardan oluşturulan birimler hem ayaklanmacılann yakalanmasında, hem de istihbarat toplamada kullanıldı ve büyük basan kazandılar. Ayaklanmalara karşı yerel halktan oluşturulan açık ya da gizli birliklerin birçok DYÇ'de kullanıldığı bilinmektedir. Güneydoğu Anadolu'daki "Köy Korucuları" yaklaşımı da, bir oranda, -daha önce Malaya'da da uygulanmış- bu deneyimlerden ilham alınarak ortaya konmuş, fakat mahiyeti iyi anlaşılamadığından, alman netice hem beklenen dü­ zeyde olmamış, hem de bazı siyasi partilerin eleştirilerine hedef olmuştur. Oysa İngilizler ve Fransızlar başta olmak üzere birçok sömürgeci ülke sömürgelerindeki ayaklanmaları bastırmak için kendi anavatan kuvvetlerinden zi­ yade o ülkelerde o ülke halklarından oluşturulan kuvvetleri kullanmışlardır. Bunun örnekleri Afrika ve Asya'da çok görülmüştür. Malaya'da teslim olmuş yüzlerce gerilla Özel Harekât Gönüllüler Kuvveti adı altında düzenlenip polis şeflerinin komutasında, askerlerin de katılımıyla, eski arkadaşlarına karşı başarılı işler yapmışlardır. Güneydoğuda da, gerek teslim olanlardan, gerek yakalanıp itirafçı olan­ lardan zaman zaman yararlanıldığı muhakkaktır. Ama bu yaklaşımın'-tam bir 57 sistem halini aldığı ve verimli olduğu söylenememektedir. Buna rağmen PKK için gerek GKK (geçici köy korucuları), gerek bu itirafçılar ilk hedef olarak seçil­ mekle ne kadar etkili olduklarını göstermişlerdir. İstihbarat İngilizler DYÇ konusundaki entelijans -alanında da birçok aşamadan geçtiler. Polis-asker ve sivil istihbarat sistemlerinin koordinasyonu daima sorunlar yaratmıştır. Elde edilen bilgilerin uygulanması ise ayrı bir sorun alanıdır. İngiltere'de İkinci Dünya Savaşından sonra ordu içinde en küçük entelijans biriminin kurulması bile itirazlara sebep olmuştur. Oysa Filistin'de polis yeterli personele sahip değildi. Çok çalışıyordu. Ya­ hudi toplumundan tecrit edilmişti. Ayaklanmacılar polis içine sızmışlardı. Polisi korkutuyorlardı. Uzlaşmaya zorluyorlardı. Bundan dolayı da ordu entelijans konusunda işin içine girmek zorunda kaldı. Orduda taburdan tümene kadar bütün birlikler kendi entelijans subayına sahiptiler. Kudüs'teki ordunun da istihbarat teşkilatı vardı. Görevleri toplanan istihbaratı düzenli olarak birliklere ve kuruluşlara iletmekti. Entelijans değerlendirmelerindeki notlan pek yüksek değildi. Oysa Savunma Güvenlik Bürosu ise Filistin'de uzun süre görev yapan subaylardan oluştuğundan daha doğru rapor­ lar üretebiliyordu. Bu durum neticesinde çabucak ayaküstü düzenlemeler yapıl­ dı. Bazı yüksek rütbeli subaylar Yahudi toplumunun bazı kilit ve etkili unsurla­ rıyla kişisel temaslar kurdular. Ordu birliklerinin genellikle fiziki güvenliğinden sorumlu olan Sahra Güvenlik Bölümü de zaman zaman operasyonel veya özel istihbarat çalışmalarına davet edilmiştir. Bir de askeri polisin Özel Tahkikat Kolu da silah hırsızlığı gibi adi suçlarla ilgili olarak istihbarata katkıda bulunuyordu. Bütün bu istihbarat kuruluşlarının temsilcileri Güvenlik Komiteleri içinde yer alıyorlardı. DYÇ'lerde operasyonlar sırasında en iyi ve değerli istihbarat muhakkak teslim olan gerillalardan elde edilen istihbarattır. Teslim olan gerillaların güven­ lik kuvvetleri için çalışır hale getirilmeleri için çok gayret sarf edilir. Bir kısmı ufak bir çabayla, ordu ve polisi bölgedeki, kısa süre öncesine kadar birlikte sa­ vaştıkları ve sonra kaçtıklarında geride bıraktıkları gerilla birliklerinin kampla­ rına düzenlenen saldırılarda, kılavuzluk yapmaları için ikna ediliyorlardı. (PKK'ya karşı mücadelede aynı yöntemlerin geniş bir şekilde kullanıldığı ve hatta bunlardan ve itirafçılardan anligerilla ve kontrgerilla timleri oluşturul­ duğu, bu timlerin uzun yıllar etkili şekilde PKK'ya karşı yer yer kullanıldığı an­ laşılmaktadır.) 58 İngilizler teslim olan gerillalardan yararlanarak, alınan istihbarat üzerine, mahalli ordu birliklerinden süratle devriyeler çıkarılabiliyor, pusular kurulabili­ yor, silahlı çatışmalara girilebiliyordu. Bu alandaki değerlendirilmelere göre, kaynağı ne olursa olsun, istihbaratın etkili bir şekilde kullanılmasıyla düzenle­ nen devriyelerin, takım ve hatta bölük büyüklüğündeki birliklerin antigerilla veya kontrgerilla operasyonlarından iyi neticeler alınıyordu. Malaya'da DYÇ operasyonlarıyla ilgili gözlemlerde bulunan bir uzman şunları yazdı; • "Malaya'da en iyi komutanlarımız, kendilerine kurdukları düzenle küçük dev­ riye birlikleriyle hareketleri sırasında gerilla ile, de, karşı karşıya gelen ancak iyi istihbarata polis yetkilileriyle, kendilerine uygun şartlar içerisin­ ve bu şartlar içerisinde mücadeleyi sürdürenlerdir. dayalı yöneticilerle, düzenlemelerle yapılabilir. bölgede İyi istihbarat kauçuk ekimi yapanlarla, da kalay Bu da bölgedeki madencile- riyle ve mahalli toplum liderleriyle uzun uzun yapılan konuşmalarla elde edilebili­ yordu. bu Bu konuşmalarla kanallardan istihbarat onları askerle işbirliği yapmaya askeri birliklere ikna ediyorlardı. Böylece akıyordu..." Malaya denemesinden sonra, entelijansm önemi ayaklanmaları bastırma harekâtının başarısında kilit unsur olarak kaldı. İngilizler poliste Special Branch adı altında bütün istihbarat birimlerini birleştirdiler. Tek istihbarat başkanı tayin ettiler. Askeri entelijans ise buraya bir irtibat subayı atadı. Ordunun ayaklanma-bastırma doktrini içerisinde Special Branch güvenilir bir unsur oldu. Daha önce edinilen deneyimlerle, Kıbrıs'ta Genel Vali Harding 1955'te bütün entelijans servislerinin koordinasyonu için İstihbarat Direktörü tayin etti. Bunun çok yararlı olduğu kabul edilir. Ama bu servisin EOKA'nın tamamen or­ tadan kaldırılmasını sağlayamadığı da açıktır. Benzer durum Aden'de ortaya çıktı. Orada Yüksek Komiserin, ordunun ve polisin ayrı ayrı istihbarat örgütleri vardı. Bütün Güney Arabistan'daki istihbarat örgütlerinin sayısı ise onu bulu­ yordu. Bunlar tek başkana bağlı değillerdi. Ama ana istihbarat kaynağı gene Special Branch idi. 1964'te bir karacı tuğgeneral tek direktör olarak tayin edildi. Böylece bir istihbarat merkezi oluşturuldu. Ordu birlikleri de istihbarata öncelik verdiler. Ama Kıbrıs'taki gibi, en önemli hususlardan biri olan yerel halk ile yakın irtibat bir türlü sağlanamadı. Bundan dolayı da istihbarat akışı hiçbir zaman arzulanan düzeye ulaşamadı. Kıbrıs'ta da, Aden'de de istihbarat yükü omuzlarında kalan ordu, çareyi zorlayıcı sorgulama yöntemlerinde aradı. 59 Malaya'da ise, bir yandan Special Branch'ın genişlemesine öncelik verilir­ ken, öte yandan da erken uyarı sisteminin kurulmasına çalışıldı. Bunda önemli rol, SAS'a düşüyordu. Küçük SAS birlikleri havadan orman içlerine, yahut yakınlarına indirili­ yor, oradan düşmana saldırmadan sadece gözetleme yaparak merkeze radyo aracılığıyla düzenli bilgi aktararak haftalarca kalmaları sağlanıyordu. SAS bu görev için kaldığı yerde Sınır İzcileri birliklerinin de yetiştirilmesine katkıda bu­ lundu. Bu birlikler siviller ile çevredeki yerli kabilelerinin gayri nizami kuvvetle­ rinden oluşuyor, kendi halkları içinde yaşıyor ve güvenlik güçlerine muntazam istihbarat veriyorlardı. Bu gruplar ilerde üniformalı ve silahlı milis kuvvetleri haline dönüştürüldüler. Bir yandan kabilelerinin köylerini korudular, bir yandan da ordu devriye­ lerine kılavuzluk yaptılar. Asıl görevleri ise bulundukları bölgede gözcülük ve istihbarat toplama idi. (Köy Korucuları zerlikler taşır.) müessesesi bir bakıma İngilizlerin "Sınır İzcileri"yle ben­ Kuzey İrlanda'da, entelijans konusunda büyük sorumluluk orduya aitti. Birlik düzeyinde öncelik ilk aşamalarda istihbarat toplanmasına verilmişti. Bunun anlamı operasyonların büyük kısmının istihbarat toplamaya yönelik ola­ cağıydı. Ordu, sürekli olarak hem piyade, hem de mekanize devriyelerle, bek­ lenmeyen aramalarla ve araç kontrol noktalarında askerlere tecrübe kazandır­ mayla istihbarat yapmaya önem verdi. Temel istihbarat böyle yapıldı. Bölgenin nüfus sayımı böyle yaptırıldı. Bilinen, ya da kendisinden şüphe edilen teröristler için fişleme yapıldı. Fişlere kimlerle arkadaşlık ettikleri, aileleri ve alışkanlıkları kaydedildi. Böylece yıllar önce Kuzey İrlanda'da şüphelilerle ilgili ilk başvuru­ lacak ciddi kaynaklar oluşturuldu. Bu kaynaklara entelijans özetleri ve raporların kontrolü için de başvurulabilecekti. 1972'de, bir ara, siyasi endişelerle, ingiliz Hükümeti Kuzey İrlanda'da ordunun kontrol mekanizmasını hafifletti. Bunun istihbarata etkisi çok olumsuz oldu. Bu dönemde ağırlık ordunun gizli operas­ yonlarına verildi. MRF rumuzuyla anılan Askeri Keşif Gücü kuruldu. Bunu SAS'm oluşturduğu ve yönettiği söylendi. MRF birimleri küçüktü. Sivil giyimli İngiliz askerlerinden oluşuyorlardı. Bunlar gizli gözetlemeler yapıyorlardı. Ele geçirilmiş asi İrlanda Ordusu (PIRA) mensuplarından, İngilizler için çalışmaya razı olanlardan yararlanarak, onların gösterdikleri hedefleri gözetliyorlardı. Ya­ pılanlar, son derece tehlikeli operasyonlardı. Eski teröristler eski arkadaşlarınca yakalandıklarında işkence ve ölümle karşı karşıya kalıyorlardı. MRF devriyeleri birçok defa birbirlerine ateş etme durumunda kaldılar. Bu arada günahsız seyirciler de zaman zaman çapraz ateş altında kalabiliyordu. 60 En sıkıntılı istihbarat dönemlerinde M R F n i n en etkili entelijans ünitesi "Four Square Laundry" kendisinden kaçan birinin verdiği bilgilerle ortaya çıka­ rıldı. PIRA bu birimin içinde bulunduğu minibüs ile silahlı çaüşmaya girdi, içindeki askerleri öldürdü. Ama bu gizli operasyonlara devam ettiler. Tartışması süren husus bunlann yeterli eğitim alıp almadıklarıydı. Tepkilere sebep olan hususların başında ise, yakalanan veya tutuklanan teröristlerin sorgulanmasında uygulanan yöntemlerdi. İngilizlerin bu tartışma­ lara yol açan derinlemesine sorgu sistemleri Filistin harekâüna kadar gider. İkinci Dünya Savaşı sonrası deneyimler profesyonel uzmanlarca yapılan, merkezileştirilmiş, sorgulama sistemlerinin modasının geçtiğini göstermiştir. Bu sistemlere karşın, daha rahat ortamlarda yapılan, sorgulanan kişinin sosyal çev­ resine daha yakın sorgulayıcıların yürüttükleri sorgulamaların daha olumlu ne­ ticeler verdiği görülmüştür. İngilizler, Kıbrıs ve Aden'de ordularının yaptığı sorgulamalarda çok şid­ detli yöntemler kullanmak suçlanmasıyla karşı karşıya kalmışlardır. İyi istihbarat sağlayacak ortamlar yaratılmayınca sorgulayıcılar operas­ yonlarda işe yarayacak istihbaratı çabuk elde edebilmek için her çareye başvu­ ruyorlardı. Daha sonraları, hele Kuzey İrlanda'ya gelince, soruşturma görevi büyük çapta ordudan alındı, polise verildi. Bu da polisin sorgular sırasında iş­ kence yaptığı iddialarına yol açh. İyi yetiştirilmemiş asker sorgulayıcı, pek yaratıcı olmadığından, sabırsız­ lığından sertliğe başvuruyordu. İngilizler Kore Savaşı sırasında, düşmanın müttefik askerlerinden bilgi almak için uyguladığı geliştirilmiş "grup dinamiği" teknikleri ve bunalım yarat­ ma yöntemleriyle başka baskı usullerini öğrendiler. Bu öğrendiklerini önce kendi askerlerine, Kuzey Korelilerin eline düştüklerinde sorgulamaya dayansınlar diye öğrettiler. Sonra da başka birçok yerde kendileri ele geçirdikleri düşmana uygu­ ladılar. Başka yollardan ele geçirilemeyecek entelijansın, ancak bu yöntemlerle elde edilebileceği öne sürüldü. Ama Kuzey İrlanda'da PIRA İngilizlerin sorgu metotlarının çok acımasızca olduğunu o kadar vurguladı ki, ele geçen bazı PIRA mensupları kendilerine hiçbir baskı yapılmasına gerek kalmadan bildiklerini bülbül gibi itiraf ettiler. Bazı uzmanlara göre sorgulamalan yapılan tutsaklar sadece bilgi vermeye değil, daha iyi yöntemler kullanıldığı takdirde kendi taraflarına köstebek olarak da yerleştirilmeye ikna edilebilirler. Bunun için onlara sorgu sırasında kötü mu­ amele yapılmaması da yararlı olabilir. 61 Enformasyon Servisleri Propaganda savaşı sırasında ; savaş öncesi ve sonrasında düşmana karşı kullanılan çok önemli unsurlardan biri de enformasyon servisleri olmuştur. Bu servisi İngilizler sadece ordularıyla ilgili olarak değil, diğer bütün gü­ venlik unsurlarıyla ilgili olarak da ustaca kullanmışlardır. İkinci Dünya Savaşı sırasında "Siyasi Savaş Yöntemi" olarak adlandırılan savaş bölümü İngiltere'de esasta sivillere ait gibi görülür. Ordu İngiltere'de sadece psikolojik savaş bölümünde rol almıştır. Kuzey İrlanda'da ise, küçük bir enformasyon servisiyle konuya daha fazla ilgi duyduğunu göstermiştir. Filistin'de ayaklanmacıların propagandasına karşı kendini korumaya ça­ lışmıştır. Öncelikle birlik komutanları askerlerine propagandanın amaçlarını, etkilerini anlatmış ve gereksiz yere kışkırtıcı davranışlardan kaçınmalarını öğütlemişlerdir. Her şeyin ötesinde karşılaştıkları olaylara abartılı, olayla orantılı ol­ mayan tepkilerde bulunmamaları tavsiye edilmiştir. Sonra birliklerin basın ile çok iyi ilişkiler içinde olmaları teşvik edilmiştir. Güvenlik kuvvetleri, resmi makamlara kayıtlı olan, basın mensuplarına, operasyonların ve muhabirlerin güvenliklerinin izin verdiği ölçüde, mümkün olan bütün kolaylıkları göstermeye gayret etmiştir. Tugay ve tümenlere, basına yardımcı olmaları için, halkla ilişkiler görevlileri atanmıştır. Muhabirlere sokağa çıkma yasağı saatlerinde ve yasak bölgelerde serbest­ çe hareket etme ve operasyonlara katılma izni verilmiştir. Birçok vesileyle, top­ lama kamplarını ziyaret izni de sağlanmıştır. 1947'ye kadar subayların basın mensuplarına demeç vermeleri, mülakat yapmaları yasaktı. Ama o tarihte operasyon yapılan yerin en üst rütbeli komu­ tanının basının sorularını yanıtlama ve mülakat yapma izni verildi. Söz konusu subaylar operasyonlar hakkında mümkün olduğu kadar geniş bilgi vermeye özendirildiler. Ama verecekleri bilgi sadece gerçekler hakkında olacaktı. Olaylar hakkında politik yorum yapamayacaklardı. Kişisel fikirlerini beyan edemeyeceklerdi. Ordu bazen olayların izlenmesi sırasında haberleri yönlendirme eğilimi içine de girdi. Bazı haberlerin yayılmasının önlenmek is­ tendiği de oldu. Bazen de doğru olmayan haberlerin düzeltilmesine çalışılıyordu. Ayaklanmacılardan önce davranarak basına haber vermenin yararlı olacağını düşünenler oldu. Böylece basın "işin doğrusunu" öğrenmiş olacaktı. Bu ortam içerisinde güvenlik güçlerinin başarılarıyla ilgili ilginç hususla­ rın da basına yansıtılmasına Merkez Güvenlik Komitesi karar veriyordu. Ordu/kendi reklamını yapacak durumda olan basının gözlemleri altında operasyon yapmaya alışık olmadığınden, ortaya bazı güçlükler çıktı. Bu da ordu-basın ilişkilerinin istenen düzeye çıkmasını engelledi. 62 İngiliz muhabirler görevleri sırasında engellendiklerini, üzerlerinin ge­ reksiz yere arandığını, ellerinde serbest giriş kartları olmasına rağmen birçok yere bırakılmadıklarını öne sürüp şikâyet ettiler. Basın da güvenlik güçlerinin pek savunucusu olmadı. Ama bu da kimseyi şaşırtmadı. Basın güvenlik güçleriyle ilgili eleştiriler yapınca, güvenlik mensup­ larının da basına bakışları pek dostça olmadı. Malaya'da İngilizler yoğun psikolojik savaş çabası içinde oldular. Ordu­ nun ilgili birimleri, içlerinde ayaklananların moralini bozucu ve onları isyana özendirici hususların bulunduğu bildiriler hazırlayıp dağıttılar. Havadan uçak­ larla attılar. Başlangıçta basınla sadece en üst rütbeli subayların teması düşünül­ müştü. 1950'den sonra bu görüş biraz değişti. Basının kiminle temas etmesinin daha yararlı olacağı kararı, komutanın onayını alması koşuluyla, halkla ilişkiler görevlisine bırakıldı. Kuzey İrlanda'da, 1969'da, olaylar başladığında ordu halkla ilişkiler ko­ nusunda hazırlıklı değildi. Ayaküstü bazı düzenlemeler yapılmıştı, ama olaylar 1971'de tırmandığında işin ciddiyetine uygun bazı adımlar süratle atıldı. Ordunun kara operasyonlarıyla ilgili talimnamesine hemen "Halkla İlişki­ ler" bölümü eklendi. Burada üç husus üzerinde duruluyordu; 1) Milli ve milletlerarası kamuoyuna ordunun davasının haklı bir dava ol­ duğu konusunda inandırıcı enformasyon verilmeli. Birlikler bulundukları yer­ deki halkla iyi ilişkiler içerisinde olmalılar. Ordunun görüntüsü iyileştirilip bu iyi görüntü korunmalı. Basının doğru, dürüst ve çabuk haber alması, ordunun çı­ karına olduğundan, medyaya herhangi bir yere ulaşmak ve bilgi almakta yar­ dımcı olunmalı. Ama subay ve askerler medya ile konuşurken yanıtları sadece olayların maddi yönleri ve gerçekler hakkında kalmalı. Siyasi, ya da tartışmalı konulara girilmemeli. 2) Ordunun medya ile temasları üzerine konan sınırlamalar gevşetilmeli. Televizyonda rütbesiz bir askerin konuşması, muhtemelen, daha da hoşa gidici ve inandırıcı olacaktır. Bu çerçevede hem ordu, hem de Savunma Bakanlığı en­ formasyon servislerinde görev alacakların eğitimine önem verilmeli. 1971 sonunda 200'den fazla enformasyon görevlisi, televizyonlardaki mü­ lakat yöntemlerini öğreten kurslardan geçtiler. İngiltere'nin şöhretli Sandhurst Askeri Akademisinde 1972 ders yılında medya konusu artık devamlı ders olu­ yordu. 1977'den itibaren birliklere basın subayı olarak tayin edilecek subayların özel kurslardan geçmeleri gerekiyordu. 1982'ye gelindiğinde yılda 400 subay bu eğitimi görüyordu. 3) Ordu 1971 sonunda Kuzey İrlanda'da Enformasyon Politikası Merkezi kurdu. Görevi IRA propagandasındaki gidişi ve medyanın olayları nasıl izledi­ ğini gözlemlemekti. Bu merkezin haberleri güvenlik güçleri için en iyi olacak 63 şekilde verme hususunda da yararlı olacağı düşünüldü. Gazetecilere "yazılmama, sadece bilgi edinme" kaydıyla gibi brifingler verilmeye, onlara kaynak göstermeden kullanabilecekleri bilgiler aktarılmaya başlandı. Bu merkez arada sırada bazı propaganda operasyonu girişimlerinde de bulundu. Ama bunların etkili olmadığı görüldü. Böylece ordu propaganda sa­ vaşında gerekeni yapabilecek şekilde eğitiliyordu. Bu düzen 1975'te Kuzey İrlanda'da Ordu ve Polis Enformasyon Servisleri­ nin yeniden düzenlenmesine kadar sürdü. Güvenlik kuvvetlerinin faaliyetleriyle ilgili durumlarda da özgür basının verdiği ilk ve sansasyonel haberler daima kamuoyları üzerinde en fazla etki yapan haberlerdir. Bunlarda yanlışlık varsa, bu yanlışlıkların etkileri, doğru hu­ suslar ortaya çıktığında bile, devam edebilir. "Doğru olsun, geç olsun" anlayışı özgür basınlı ülkelerde her zaman geçerli değildir. Bu durumu Kuzey İrlanda'da IRA kendi propaganda çıkarlarında kul­ lanmıştır. İngiliz güvenlik güçleri bu konuda aleyhlerine olan birçok durumla Kuzey İrlanda'da karşılaştılar. 1977'de ordu enformasyon politikasını gene değiştirdi. Daha ziyade başarılarını vurgulayan, ancak özel olarak istendiğinde açıklamalar yaparak olayların raporlarını yayımlayan bir yaklaşım edinildi. Ama ne yaparlarsa yapsınlar, IRA'nm parçası olan Katolik toplumla İngiliz ordusunun arası hiçbir zaman iyi olmadı. Ancak birçok deniz aşırı ülkede ordunun enformasyon ve psi­ kolojik savaş uzmanları önemli roller oynadılar. Oralarda halkın ayaklananlara destek vermemeleri hususunda aşamalar gerçekleştirerek gerçekten bu konularda uzmanlık düzeyine ulaştılar. Bu da çok iyi eğitim ile varılan bir nokta oldu. Sonuç Dünyada DYÇ konusunda en fazla deneyimi olan ve başarılı sayılan İn­ giltere bu savaş türüne, büyük çabalar neticesi adapte oldu denilebilir. Bu sürecin kolay gerçekleşmediği muhakkak. Bu gerçeği İngiltere de kabul ediyor. İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki bu gelişimin inişi de çıkışı da var. Ayrıca bu savaş türüne adapte olmak demek her zaman zafer kazandıkları anlamına da gelmiyor. Sonra onların sürdürdüğü DYÇ'ler Güneydoğudakine de benzemiyor. Örneğin DYÇ'leri daha ziyade sömürge ülkelerinde yaptılar. Karşı­ laştıkları ayaklanmayı bastırıyorlar, ama neticede o ülkelere bağımsızlık tanımak zorunda kalıyorlardı. Bu da dünyadaki genel gelişimin eğilimini yansıtıyor. Fi­ listin, Kıbrıs, Malaya, Kenya ve Aden buna örnek. DYÇ çok yönlü bir mücadele şekli. Güvenlik güçlerinin mücadelesi bunun sadece bir yönü. Bu da her DYÇ'ye göre değişik önemler arz ediyor. Örneğin 64 Malaya'da bu yön çok önemli. Filistin'de ise önem ağırlığı başka alana kayıyor. Siyaset yönü ön plana çıkıyor. Malaya'da İngiliz güvenlik güçleri duruma hâkim olduklarından dolayı, orada iktidarın devri düzen içerisinde oluyor. Filistin ve Aden'de ise, iktidar kaos içerisinde devrediliyor. İngilizler bu deneyimlerinden sonra askeri-güvenlik unsurunun çabaları­ nın boşa gitmemesi için siyasilerin mutlaka bir siyasal plan yapmaları gereğini hep vurguluyorlar. Bu planın işe yaraması, uygulanır olması için ayaklananların ya askeri ye­ nilgiye uğramaları, ya da hedeflerine DYÇ yoluyla varamayacaklarını anlamalan gerekiyor. 26 yıllık, son aşamadaki mücadeleden sonra İngiltere, IRA ile siyasi mü­ zakerelere ancak IRA'nın sürekli ateşkesi kabul etmesinden sonra başlayarak bu kuralın en son örneğini verimiş oluyor. (Türkiye'de de hükümetlerin PKK 'yı muhatap almama kararlılığının sebeple­ rinden biri de henüz beklenilen bu aşamaya gelinmemiş, PKK'nın uyguladığı yöntem­ lerin çıkar yol olmadığını anlamamış olması. Hükümetler şiddet durmadan, bölgeye barış ve sükûn gelmeden siyasi-ekonomik ve sosyal bir planın bile uygulanamayacağı düşüncesindeler. Bazı batılı ülkelerin Ankara daki uzman gözlemcileri ise, şiddete karşı güvenlik güçleriyle mücadele edilirken bir yandan da "mümkün olan" siyasi yaklaşım planının hazırlanıp uygulamaya konmasını tavsiye ediyorlar.) İngiliz silahlı kuvvetleri çok geniş kadrolu olmadığından, SAS gibi bazı çok amaçlı özel kuvvetler dışında, DYÇ konusu için uzman bir güç oluşturulup muhafaza edilemiyor. Bu durumda bütün piyade birlikleri başta olmak üzere topçu ve zırhlı birliklerin ve hatta diğer destek birimlerinin de DYÇ konusunda ustalıklar edinmesi gereğine inanılıyor. Bunun için de İngiltere deneyimlerinden yararlanıp talimnamelerini gelişmelere uyduruyor. Böylece ortaya DYÇ doktrini çıkıyor. En önemli sahra talimnamesi ise, sahra operasyonlarından kaynaklanmış, yoksa, Savunma Bakanlığının "doktrin" komitesinden değil. Ordu sürekli olarak "sahrada", mahalli durumlara yönelik, daha önce edi­ nilmiş deneyimlerden de yararlanılan kurslar düzenliyor. Kurslarda, DYÇ ile il­ gili olarak, artık klasik olan her şey öğretiliyor. Hayatta kalabilmek için ne yapmalı? Konuyla ilgili teknik önce öğrenil­ dikten sonra tatbikat birliklere ve askerin kendisine kalıyor. Birlik liderlerinin rolü çok önemli. Birlik sadece kurslarda öğrenilenle mi kalıyor, yoksa bunları en iyi şekilde geliştirip uygulayabiliyor mu? İşte bu noktalarda liderin rolü vurgu­ lanıyor. 65 DYÇ içinde assubaylar ile küçük rütbeli subayların rolleri çok önemli. İn­ gilizler silahlı kuvvetlerinde tesis ettikleri profesyonel davranış, liderlik kalitele­ ri, silahlı eğitimdeki temel ustalıkların geliştirilmesi konularında elde ettikleri neticelerle gurur duyuyorlar. Bu temel standartlar üzerine DYÇ yetenekleri ve­ rilmesinin başarıda ana rolü oynadığını ifade ediyorlar. İngilizler geniş sömürge varlıkları, ya da İngiliz Milletler Camiası söz ko­ nusu olduğundan ve çok geniş silahlı kuvvetlere artık sahip bulunmadıklarından dolayı, ne zaman bir DYÇ ile karşı karşıya kalsalar, hemen mahalli unsurlardan yararlanmak istiyorlar. . Malaya ve Kenya'da "köy korucuları" oluşturup İngiliz kuvvetlerini saldırı harekâtında kullanırken, bnları da sınır izcileri ve kılavuz olarak kullanıyorlar. Bazı durumlarda kendi kuvvetlerine istihbarat önceliğiyle görevler ver­ diklerinde, olumlu netice, operasyonlarda kendini gösteriyor. Çok yönlü kulla­ nılabilen İngiliz SAS birimlerinin oluşturulması önemli bir yenilik. Özellikle DYÇ operasyonlarında böylesine uzmanlaşmış küçük timlerin önemini artık kimse küçümseyemiyor. Bununla birlikte SAS'larm ön plana geçmesi, temel isyan bas­ tırma görevlerini üstlenme durumunda olan taburlar ile ordunun DYÇ'ye adapte olmasının önemini azaltmıyor. İngiltere son yıllarda Kuzey İrlanda'daki deneyimlerinden, ön hatlarda görev yapan taburların eğitimden de geçirildikten sonra, daha karmaşık ve gizli operasyonlarda kullanılabileceklerini de gördü. Bu konuda SAS, uzmanlaşmış yetenekleriyle, söz konusu birliklere verdiği eğitim ile ordu için ne kadar değerli olduğunu gösterdi. Ama İngiliz savunma uzmanları, küçülmekte olan İngiliz ordusu içerisinde SAS'ın kendisine konvansiyonel savaş içerisinde de önemli bir rol edinmesi gerektiğini, sadece gizli polis rolüyle yetinmemesini vurgulayarak söylüyorlar. İngiliz ordusunun DYÇ içerisinde en başarısız olduğu alan psikolojik savaş alanıydı. İngilizler bu alanın sivillere mahsus ve siyasi nitelikte olduğunu düşü­ nürler. Bundan dolayı da ordunun bu alandaki başarısızlığına şaşırmazlar. Ordu Kuzey İrlanda'ya önce barış gücü olarak gitmiş, sonra ayaklanmayı bastına rol almıştır. Ordu başlangıçta sadece kendi askeri görevini yapmaktayken, kurşunlara hedefken, sonraları kurşun ve bombalar yanında kendini bir de pro­ paganda saldırısı karşısında bulunca, bunu karşılayacak bir başka altyapı da bu­ lunmadığından, boşluğu doldurmak için harekete geçme durumunda kalmıştır. (Benzer durum Güneydoğuda on yüdır sürmekte. TSK, bu alana girme hata­ sını da yapmadığından, İngilizlerin durumuna düşmekten de kurtuluyor. Ancak PKK propagandası sürerken güvenlik güçleri bu konuda suskun kalıyor.) Ordunun, İngiltere'de konvansiyonel rolünden uzaklaşıp DYÇ alanına girmiş olmasından endişe duyanlar; "Bu durumda asli göreviyle ilgili ihtiyaçlar ortaya çıkınca ordu ne yapacak?" demişlerdir. 66 Konvansiyonel görev, İkinci Dünya Savaşından sonra, ilk olarak Süveyş ve daha sonra Folkland Adaları konusunda ortaya çıkti. İngilizler Süveyş operasyonunun çok yavaş planlanıp uygulandığı ve et­ kisiz kalındığı kanısmdadırlar. Bu değerlendirme doğru olsa bile, bunun DYÇ'lerle fazla meşgul olma­ sından ileri geldiği söylenebilir mi? Folkland Adalarındaki İngiliz ordusu performansı da aynı şekilde değer­ lendirmeye tabi tutuluyor. Oraya giden birliklerin büyük çoğunluğunun son 25 yıl içerisinde konvansiyonel savaş yapmadıkları hatırlatılıyor. Ama bu durumun birliklerin savaş yeteneklerini olumsuz etkilemediğini düşünenler çoğunlukta. Kısacası İngilizlerin DYÇ doktrinine fazla ağırlık verip konvansiyonel güçlerini ihmal ettikleri görüşü ikna edici olamıyor. Kuzey İrlanda'daki DYÇ deneyiminin İngilizlere assubay ve küçük rütbeli subay kademesinde çok değerli eğitim, deneyim ve liderlik kazandırdığı, onlara gerektiği zaman yararlanabilecekleri az kuvvetle polis görevi yapabilme kabili­ yeti verdiği kabul ediliyor. Ordunun Kuzey İrlanda'daki görevleriyle basın -yayın organları hakkında da deneyim kazandığı muhakkak. Yüksek rütbeli komutanlar düzeyinde DYÇ planlanması sırasında dikkate alınması gereken bir "kamuoyu" fikri de hem daha iyi anlaşılıyor, hem de oluşturulmasına çalışılıyor. Çünkü halkoyuna dayalı de­ mokrasiyle yönetilen ülkelerde tüm devlet faaliyetlerinin kamunun onayını al­ ması gerekiyor. Küçük rütbeli subay ve erler ise, böylece faaliyetlerinin gazete sütunlarıyla televizyon ekranına nasıl yansıdığını görmenin verdiği bir deneyim kazanmış oluyorlar. 67 MALAYA; 1945-1960 İngilizlerin İkinci Dünya Savaşından sonra Malaya'da komünist ayaklan­ macılara karşı sürdürdükleri 12 yıl devam eden (1948-1960) DYÇ başarılı bir mücadele örneğidir. Türk Silahlı Kuvvetleri, 1984'ten yıllar sonra bu mücadeleyle yaratılan DYÇ doktrininden Jandarma Genel Komutanı Org. Eşref Bitlis döne­ minde, gittikçe belirgin bir şekilde, yararlanmaya başlamıştır. Türkiye'deki mü­ cadeleye gerek etkisi, gerek benzerlikleri dolayısıyla İngiltere'nin Malaya müca­ delesinin ayrıntılarını anlatmakta yarar gördük. Malaya'da, bu ülkeyi ve İngiltere'yi doğrudan 15 yıl meşgul edecek ve DYÇ için güzel bir örnek oluşturacak olaylar Japonya'nın teslim olmasından hemen sonra patlak verdi. Japon işgali sırasında işgalcilerin uyguladığı sert yöntemler, başta Malaya Komünist Partisi olmak üzere kitleleri siyasi bakımdan bilinçlendirmişti. Savaş sonrası dönen İngilizler buradaki 5.5 milyon Çinli, Malayalı ve Hintliyi "Malaya Birliği" altında toparlamak istiyorlardı. Bunun için de Çinlilerin ve Hintlilerin siyasi durumlarını geliştirecek adımlar atmak niyetindeydiler. Bu planları kud­ retli Malaya sultanlanyla, iyi organize olmuş Malaya bürokrasisinin direnişiyle başarısızlığa uğradı. Bunun üzerine İngiltere bir federasyon planı hazırladı. İngiltere'nin Malaya'daki DYÇ kampanyaları bu siyasi plan üzerine kuruldu. (DYÇ'1 erde başarı kazanılması için bu tür bir planın mutlaka hazırlanması ve uygulanması gerektiği daima vurgulanmıştır. Güneydoğudaki DYÇ yazık ki, bu ki­ tabın hazırlanması sırasında hala mevcut değildi.) İkinci Dünya savaşı sonrası Malaya Komünist Partisi (MKP) silahlarını gömdü. Görünüşte silahsızlandı. Sadece kadrosunu korudu. Kendisini iktidarı ele geçirecek kadar güçlü bulmuyordu. Ama çok geçmeden propagandaya baş­ ladı. Gösteriler ve grevler gittikçe arttı. Malaya Komünist Partisinin başına geçtiğinde, 1947'de yirmi yedi yaşında olan Chin Peng İngiliz güçlerine karşı mücadelesinde Mao'nun üç aşamalı pla­ nını seçti. Önce, MKP güçlendirilirken, hükümetin yıpratılması için bir sınırlı gerilla savaşı sürdürülecekti. Sonra köy ve kasabalarda kendilerine destek verecek, 68 - balıkların içinde yaşayacakları suyu oluşturacak- "halk üsleri" -güvenli üslerkurulacaktı. Bu sırada artık gerilla bir ordu halini alacaktı. Son aşama ise MKP'nin düzenli ordusu hükümet güçlerini cephede mağlup edecekti. İlk Aşama Ayaklanmaların ilk aşamasında bunların bastırılmasının kolay olduğunu "-French Revolutionary VVarfare From Indochina to Algeria" adli yapıtında Peter Paret şöyle ifade e d e r ; "Ayaklanmaların ilk safhalarında, şiddetin seviyesi henüz düşük iken, kamu­ oyunun enerjik gayretleri, gerekli reformların uygulanması, polis ve yönetim baskısı, yargı organının canlılığı ile bunlara ordunun tehlike bölgelerini kontrolü de ekle­ nince, durumun daha kötüleşmesini önlemek mümkün olur. Etkili hareket için gerekli olan hususların başında uyanık bir istihbarat servisi ve tehdidin vehametini iyi takdir etmiş ve buna uygun olarak davranışlarını düzen­ leyebilecek, uygulama için yeterli yeteneklere ve isteğe sahip olan bir hükümete ihti­ yaç vardır. .." . (PKK'ya karşı mücadelenin 1984 yılıyla başlayan ilk aşamasında Türk hü­ kümetinin tutumu bu tespitin tam aksi olmu^iur. Daha sonraki yıllarda, bilhassa 1991'den sonra, bu hatadan dolayı zamanın Başbakanı Turgut Özal ağır şekilde eleştirilmiştir.) Başlangıçta MKP Malaya'da savaşta kullanılmış gerilla ordusunu vahşi ormanlık bölgede 1947de harekete geçirir. Bunlann sayıları dört bindi. Yüzde 90'ı Çinliydi. Bölük büyüklüğünde birlikler olarak sekiz bölgede kurdukları orman kamplarına yerleştiler. Bu örgüt kendisini halk içinde destekleyecek Min Yuen adı verilen ve beş bin "resmi" taraftarı olan, ama binlerce Çinli kauçuk ve kalay madenleri işçisi tarafından desteklenen, bir sivil örgüt ile tamamlandı. Her köyde komünist hücreler kuruldu. Bunlar gerillaya istihbarat, yeni eleman, gıda, tıbbi yardım, giyecek ve para sağlamakla görevliydi. Min Yuen'in silahlı mensupları gündüz işçi, gece ise gerilla oluyorlardı. Propaganda, sabotaj ve terör görevleri vardı. Kentlerde ise terör yaratacak "Kan ve Çelik Komiteleri" oluşturuldu. Kuru­ lan bu örgütler grev, saldın, bombalama, suikast, zenginlerden zorla para toplama, banka soyma, hırsızlık, polisleri ve devlet görevlilerini öldürme, kundaklama, ka­ uçuk ağaçlarına ve kalay madenlerine sabotaj gibi eylemler yapıyor, yeni militan topluyor, onlara silah sağlıyorlardı. Partinin amacı, böylece ele geçirilecek ve bir sonraki aşamanın temelini oluşturacak "kurtanlmış bölgeler"de halk ayaklanmalan sağlamaktı. 69 Ama öncelikle; a) Kuvvetlerini arttıracak, b) Parti örgütünü genişletip mücadeleye daha uygun hale getirecek, c)"Silahlı mücadele"nin desteklenmesi için kırsal kesimi silahlandırıp or­ ganize edecekti. Uzun vadede ise askeri strateji şöyle tertiplenmişti; Birinci aşamada, gerilla savaşı ve terörizm vasıtasıyla ekonominin ve ula­ şımın yıpratılması, memurların ve polisin öldürülmesi ile mevcut düzene olan güven ve otoritenin sarsılması gerçekleştirilecekti. İkincisinde, "kurtarılmış bölgelerde" komünist hükümetlerin kurulması planlandı. Üçüncü aşamada "kurtarılmış bölgeler" birleştirilecek, kentler ele geçirile­ cek ve genel ayaklanma gerçekleştirilecekti. (PKK da Türkiye'de, ana hatlarıyla buna benzer bir plan yapmıştı. Ama ne "kurtarılmış bölge"yaratabildi, ne de tabii bunların Halkın ayaklandırılması leri özellikle lıkla birleştirilmesi söz konusu için yapılan girişimler kepenk indirme ve protesto oldu. gösteri­ 1992'den sonra uygulanan kararlı planlar sonunda tam bir başarısız­ sonuçlandı.) İlk Deneme ve Başarısızlık MKP Malaya'da neredeyse bu planını başarıyla sonuçlandırıyordu. Malaya'nın bu tür bir DYÇ ile mücadele etmek üzere iyi eğitilmemiş ve iyi silahlandırılmamış dokuz bin polisi vardı. Fazla olmayan askeri birlikleri ise başlangıçta hiç de etkili olacak halde de­ ğillerdi. İngitere ise o günlerde hem içte, hem de İngiliz Milletler Camiasındaki başka sorunlardan dolayı dikkatini Malaya'ya yöneltemeyecek kadar meşguldü. MKP, Moskova'nın ve Yenan'ın da teşvikiyle, ilk başarılarından da cesaret alarak 1948 Ağustosunda Malaya Komünist Cumhuriyetini kurmak üzere hare­ kete geçti. Ama hem halkın, hem de hükümetin tepkisini yanlış değerlendir­ mişlerdi. 1948' sonunda üç yüz kadar gerilla, ilk ve son ciddi girişimlerini yapıp bir bölgeyi ele geçirmek istediler. Ancak kısa süre sonra, alelacele düzenlenmiş ör­ gütleri ve seferberlikleriyle, çok dar görüşle tasarlanmış gerilla savaşı şekliyle hiçbir yere varamayacaklarını anlayıp bundan vazgeçtiler. Alay, tugay oluştur­ ma gibi sözler tamamıyla havada kaldı. Bunları sadece kendi taraftarlarını etki­ lemek için kullandılar. 70 O günlerde (Güneydoğuda PKK'nın da daha sonra başvuracağı bir taktiği kullanmaya başladılar.) güçlerini küçük birimler halinde ve dağınık tuttular. Ancak önemli bir baskında bulunacakları zaman bunları, en büyüğü 300 kişilik gruplar haline getirip baskından sonra güvenlik güçleri gelmeden kaçmak üzere dağıttılar. Ama bu taktikle de önemli neticeler elde edemediler. (PKK bir süre, gerekli önlemler güvenlik güçlerince alınmadığından, bu tak­ tiği bazı sınır karakollarına karşı kullandı. Karakollarda şehitler verildi. Daha sonraları. 1993'ten itibaren gerek uygulanan 'alan kontrolü' taktiği ve gerek Rusya'dan alınan zırhlı araçlardan her karakola verilmesiyle PKK baskınlarında çok büyük azalmalar sağlandı.) MKP mücadelesi sırasında yaptığı hataları düzeltmeye çalışırken Mao'nun derslerine başvurdu. Teoriyi pratik ile birleştirmeye gayret etti. Yedi noktada çözümler aradı; 1) Kitleler ile ilgili yaklaşımlarda, çalışmalarda kitlelerin bu girişimi be­ nimseyip benimsemeyeceklerini dikkate almaya gayret etti, 2) Silahlı çatışmayı geliştirmeye, gerekli silahları düşmandan sağlamaya, saldırıları takım büyüklüğündeki birimlerle ve pusu temel taktiği ile yapmaya başladı, 3) Casuslara karşı yöntemler geliştirilmeye başlandı, 4) İşçi ve köylülerin mücadeleleri yasal olmayan kırsaldaki işçi sendikaları vasıtasıyla ve kentlerdeki yasal işçi sendikalarına sızarak geliştirilmeye başlandı, 5) Birleşik cephe genişletilmeli) "orta büyüklükteki kapitalistler " kazanıl­ mak ilkesine ağırlık verilmek istendi, 6) Polise, Ev Bekçilerine (Home Guard) Malaya Alayına ve bürokrasiye sızmaya gayret edildi, 7) "Malzeme ve yiyecek ikmali"nin akışı sağlam temellere bağlanmalı, is­ yancıların kontrolü altındaki ekim alanları genişletilmeli, yiyecek depolan ge­ nişletilerek yenileri yapılmalı, tavsiyesine uyulmaya çalışıldı. Bunların yanında uygulamaları kendilerine karşı bir hava yaratan; kitlele­ re saldırılar ile kimlik kartlarının toplanması, kauçuk ağaçlarının kesilerek imha edilmesi, dini binaların yakılması, sağlık araçlarının imhası, Kızıl Haç araba ve ambulanslarının imhası gibi girişimlerin durdurulması istendi. Bu direktiflerin iki amacı vardı; a) Mao'nun "yeni demokrasi"sini ortaya koyarak geniş kitlelerin ilgisini çekme ve böylece MKP'nin tabanını genişletme umuluyordu. b) Hedefte seçim yapmayan terörizmden vazgeçme, tarıma dönme yakla­ şımları ile parti kitleler üzerindeki baskıyı azaltmayı amaçlıyordu. Böylece kitle­ lerin siyasi programlarını daha olumlu bulacağı düşünülüyordu. 71 Olağanüstü Hal İngiliz valisi Malaya'da 1948 Haziranında olağanüstü hal ilan etti. Türkiye'deki benzeri; olağanüstü hal yasası yürürlüğe girdi. Özgürlükler bu yasayla sınırlandırıldı. Vali büyük yetkiler aldı. Yasalar çok sertti, ama MKP'nin sürdürdüğü mücadele de çok sertti. Hü­ kümetin yasaları ve düzeni hâkim kılmakta kararlı olduğu belirtildi. O kadar ki, teröristlerin lojistik ikmal imkânlarının sınırlandırılması için herkese yiyecek sağlayabilecekleri, belirli yerlerde ikâmet edebilecekleri, yiye­ cekleri ancak oralarda kendilerine verilecek karne ve kimlikler ile sağlayabile­ cekleri bildirildi. Böylece MKP'ye karşı mücadelede çok önemli ilk adımlar aülıyordu. Hükümet asli görevi olan halkın güvenliğini sağlama ile daha sonra da gerilla ile içinde yaşamaya çalıştığı masum halkı birbirinden ayırma ve sonra da onu tamamıyla imha etme amacına döndü. (Türkiye'de bu adımlar, ancak 1993'ten sonra atılmaya başlandı. Tunceli gibi, PKK'nın arazinin verdiği kolaylıklardan çok yararlandığı bölgelerde köylüler­ den gıda temin edememesi için çok sıkı bir kontrol uygulandı. Köylerine kasabalar­ dan yiyecek götüren köylülere sınırlar konuldu. Yanlarında ancak jandarmadan alacakları izin belgesiyle yiyecek ve başka malzeme nakledebiliyorlardı. Bu sistemin insan haklarına aykırı olduğu, TC'nin Kürt bölge halkını açlığa mahkûm ettiği gibi iddiaların yapıldığı görüldü. Güvenlik güçlerinin uyguladığı bu "PKK'yı gıdadan mahrum etme taktiği"nin ne kadar geçerli bir taktik olduğunu bilen bir büyük Avrupa ülkesinin Ankara'dahi askeri ataşesi bize şunları söyledi;" TSK demokratik bir dün­ yada zorunlu olan etkili enformasyon hizmetinin yararını bilmiyor. Onun için de bu hizmeti vermiyor. Batı dünyasını gerektiği gibi enforme etmiyor. Biz yapılanları an­ lıyoruz. Ama Türkiye'yi ziyaret eden, ya da ülkemizden burada yapılan iddiaları dinleyen parlamenterlerimiz yanlış bilgilendiriliyorlar. Onun için de Türkiye bekle­ diği anlayışı bir türlü göremiyor. . ") Malaya'da hükümetin attığı ilk önemli adım polis gücünü süratle büyütüp arttıran bir programı yürürlüğe koymak oldu. Altı ay içerisinde dokuz bin olan polis sayısı 45.000'e çıkarıldı. Köy korucuları sistemine benzeyen bir "Ev Bekçileri" -Home Guard- sis­ temi geliştirildi. Bunlar da süratle 50.000'e çıkarıldı. Askeri güç de 40.000 oldu. Bunlara İngitere'den gelen 25.000 kişilik grup ile 10.000 Gurka dahildi. Daha sonra askeri güç 55.000'e çıkarıldı. Hükümet gücü böylesine arttırılırken gerilla terör hareketini her yerde sürdürüyordu. Güvenlik kuvvetlerine, kauçuk ve kalay tesislerine, zayıf buldu­ ğu karakollara saldırıyor, evleri yakıyor, insanları tehdit ediyor, soygun yapıyor, zorla para ve yiyecek topluyordu. 72 1948'de gerilla 315 sivil, 89 polis, 60 asker öldürdü. MKP halktan destek sağlıyordu. Ama halkta geniş bir ayaklanma eğilimi görülmüyordu. Bu durumda MKP hemen taktik değiştirdi. Uzayacak bir savaş durumu görünce vahşi orman içinde üslere ihtiyaç doğacaktı. Kuvvetleri buna göre yeniden düzenlediler. Üçte ikisini ormana çektiler. Böylece 1949 yazında olaylar yarıdan aza indi. Daha sonra gene taktik de­ ğiştirip kuvvetlerini ormandan çıkarıp "kurtarılmış bölge" oluşturmaya çalıştılar. 1949'da gerilla 494'ü sivil olan 723 kişiyi öldürdü. 1950 Mayısında terörist olayları 534'e tırmandı. Hükümet bu olaylar karşısında fazla bir şey yapamıyordu. Polis mücade­ leye hazır hale gelemiyordu. Gerilla polis karakollarını basıyor, silahlarını alıyor ve gece dışarı çıkmamalarını sağlıyordu. (Durum, 1980'li yıllardaki Güneydoğuya oldukça benziyordu.) Gerillaya Yanlış Taktik Polisin müttefiki ordunun da durumu pek farklı değildi, harekât güçlük­ leri vardı. Bunlar daha ziyade gerilla taktiklerine karşı konvansiyonel yöntemle­ rin uygulanmasından ileri geliyordu. Asker, gerillayı büyük operasyonlarla bir çırpıda imha etmeye çalışıyordu. Oysa gerillanın, onun uyguladığına benzer taktiklerle parçalara ayrılarak küçük birimlerce imha edilmesi mücadelenin temel kuralıydı. İkinci Dünya Savaşından çıkmış askerler o savaşta uyguladıkları "kuvvetlerin bir yerde -savaş alanında- toplanması" taktiğinin gerilla savaşları için geçerli olmayacağını bir türlü kabul etmek istemiyorlardı. Ama asker edin­ diği deneyimden sonra operasyon yapan birliklerin kontrolünün ademi merkezileştirilmesi gerepmi anladı. Operasyonları yöneten General Clutterbuck daha sonra şunları yazacaktı; " Deneyim kazandıkça, piyade taburlarını bölükler halinde böldük. Her bölük kauçuk bölgesi ve etrafındaki orman alanından sorumluydu. Aynı zamanda o bölgedeki polise de gerektiğinde yardım edecekti... " Tabur komutanları harekât için inisiyatifi bölük komutanlarına, onlar da gerektiğinde takım komutanlarına bırakıyordu. Takım komutanı harekât sıra­ sında takımını küçük birimlere bölerek devriyeye çıkarıyordu. Devriyeler iki üç günlük faaliyetlerinde çavuş ve assubay komutasında hareket ediyorlardı. Bu yeni taktik kısa sürede meyvesini verdi. Askerler giderek yerel görevliler ve polis karakollarıyla sıkı bağlanü ku­ runca istihbarat akımı hızlandı. Genç subaylar inisiyatiflerini arttırınca çabuk ve etkili şekilde olaylara müdahale etme alışkanlığını kazandılar. 73 Tabur harekâtı sırasında orman gürültüler içinde kalır âdeta gerillaya alarm verilirken, küçük birimlerin sessiz harekâtı ormanda kayboluyordu. Borneo'dan gelen Dyak aşiret mensupları iz sürmede büyük katkıda bulunuyorlardı. Böylece gerilla hareketleri izleniyor, pusular kuruluyor, gerilla kampları­ nın yerleri tespit edilebiliyordu. General Briggs Malaya'da hükümet kuvvetlerinin etkilerinin artması 1950 Nisanında Ge­ neral Henry Briggs'in buraya Harekât Başkanı olarak tayin edilmesiyle başladı. Briggs, Boer savaşlarından edindiği deneyimlere dayanan yeni bir harekât konsepti getirdi. Bunun esasını sivil halkın kazanılması, hiç olmazsa gerillanın bu destekten yoksun bırakılması oluşturuyordu. Gerilla çevre halkının desteğine sahip oldukça güvenlik güçleri istihbarat toplayamıyordu. Aksine gerilla hükümet güçlerinin her hareketinden haberdar oluyordu. İşte bu noktada General Briggs, 500.000 kişiyi kapsayacak bir yeniden yerleştirme planı yaptı. Yeni inşa ettirdiği 400 köye bu insanları yerleştirdi. Bu köylülere daha önce bulundukları yerlerde, köylerinde sahip olmadıkları ya­ şama imkânlarını sağladı. (DYÇ doktrininin temel unsurlarından biri Malaya'da böylece uygulamaya kondu. Ayaklanmacılar kendilerini gönülsüz ya da yarı gönüllü destekleyenlerden ayrılmış oluyorlardı. Aynı zamanda hükümet, halkına sorumlu olduğu güveni sağlı­ yordu. Aynı yöntemi TSK de uyguladı. Ancak boşaltılan köylerin halkına güvenli bölgelerde kalabilecekleri konutlar verilemediğinden büyük sıkıntılar ve bu sıkıntı­ ların istismarı mümkün oldu. ) Briggs komuta sistemini de birleştirdi. Sivil, asker ve polis temsilcilerinden bir Savaş Konseyi kurdu. Bu komuta konseyi değil, koordinasyon komitesiydi. Bu önlemlerin hiçbiri bir gecede alınmadı. Sivillerin ölümü hızlandı. Gerilla 1950 içinde 1200 ve 1951'de aralarında Yüksek Komiser Henry Gurney'in (bir yol pususunda) de bulunduğu 1.000 kişiyi öldürdüğünü öne sürdü. Gerillanın kauçuk alanlarına verdiği zarar ise 27. 5 milyon dolar olarak hesaplanıyordu. Moral, genel olarak son derece düşmüştü. Hükümet, 1951 sonbaharında 21, 5 milyon dolar harcayarak 250.000'den fazla insanı yeni yerlere yerleştirmişti. Polis gücü 84.000'e çıkarıldı. Ev Bekçileri sayısı 60.000 oldu. Ordu ise 55. 000 'e ulaştı. Bu kuvvet 25 tabura bölünmüştü. Bunları biri helikopter filosu olmak üzere, birçok uçak filosu destekliyordu. 74 Bu sırada hükümetin uyguladığı af programı gereğince teslim olanlardan üç yüz kadar gerilla ormana dönüp güvenlik güçleriyle eski arkadaşlarına karşı mücadele etmeye razı oldu. (Türkiye'de de bu yöntem uygulandı. Yakalanan, liklerinden teslim olan PKK mensuplarının bir kısmı, birimleri tarafından etkili biçimde kullanıldılar. Fakat bunlarda da zaman zaman komuta-kontrol sorunu çıktı. faaliyetlerinden söz edildi.) ya da itirafçı denilen kendi­ özellikle jandarma istihbarat her özel statülü birim gibi Bu birimlerin yasal olmayan Güvenlik güçleri yavaş yavaş bazı yerleri temizlerken, polis ve asker tar­ lalarda gözükmeye ve köylülerin milisleriyle işbirliği yaparak güvenliği sağla­ maya başladı. Asker orman içindeki harekâta gittikçe alışıyordu. Böylece komü­ nistlerin ikmal ve irtibat hatları üzerine yavaş yavaş bir baskı oluşmaya başladı. 1950'de artık gerilla "alay" büyüklüğündeki kuvvetleri kullanamaz hale gelmişti. 1952'de ise takımlar bile büyük hale geliyor ve daha küçük ünitelere inili­ yordu. Merkezi yönetimi sürdüremez duruma düşmüşlerdi. Kontrol, mahalli komutanlıklara geçerken artık koordineli gerilla müca­ delesi diye bir şey kalmamıştı. Merkezden verilen direktiflerin ormandaki geril­ laya ulaşması bazen haftalar ve aylar alıyor, oradaki gerilla kendi başının çaresi­ ne bakmak, gittikçe güçleşen ikmalini yapabilmek için terörizme başvuruyordu. Önce ihtiyaç maddelerini enflasyondan yükselen fiyatları ödeyerek temin etmeye çalıştılar. Ama güvenlik önlemleri artınca hırsızlık ve tehdit yoluyla para da bu­ lamaz oldular. Gerillaya gönüllü akışı da duraklamıştı. Briggs Planı Briggs güvenliğin, onunla enformasyonun sağlanması için bazı önlemlerin alınıp ciddiyetle sürdürülmesini gerekli bulmuştu. Önlemler arasında aşağıda­ kiler de bulunuyordu; a) İngiltere'nin Malaya'yı hem iç, hem de dış düşmanlara karşı koruma hususundaki kararlılığı mutlaka sergilenmeli. b) Etkili yönetim bütün bölgelere yayılmalı. -Gecekonducuların büyük kısmı, derli toplu gruplar halinde, kontrol al­ tında tutulabilecek şekilde, belirli yerlere yerleştirilmeli. -Yerel yönetimler güçlendirilmeli. -Toplulukların bulunduğu uzak bölgelerdeki yollarla ilgili bazı önlemler alınmalı. -Bu bölgelere polis karakolları konmalı. 75 c) Alınan bu tedbirler hem yapıcı, hem de gerektiğinde yıkıcı propagan­ dayla istismar edilmeli. ç) Ülke, güneyden başlanarak kuzeye doğru, adım adım halkın kendisini güvenlik içinde hissetmesi için gerekli önlemlere kavuşturulmalı. Böylece ope­ rasyonlar için gerekli istihbarat akımı, bütün kaynaklardan, sağlanmalı. d) MKP'yi destekleyen sivil kolu olan Min Yuen'in meskûn bölgelerdeki örgütü dağıtılmalı e) Meskûn bölgelerde böylece eşkıyanın (Malaya'da da -Türkiye'de olduğu gibi- ayaklanan teröristler resmi makamlarca "eşkıya " olarak isimlendiriliyorlar­ dı.) yiyecek ve enformasyon kaynaklarından mahrum kalması, onlardan tecrit edilmesi sağlanmalı. f) Ve nihayet, eşkıyanın kendi alanımızda üzerimize saldırma zorunda bı­ rakılması gerçekleştirilmeli. Briggs'in planının temelinde, Vietnam'da "pasifikasyon" adı verilecek olan bir plan ile Malaya'da isyancıların sahip oldukları halk desteğinden onları mah­ rum etmek yatıyordu. Briggs bu yaklaşımına "framework" (güvenlik 'kafes'i) adını verdi. (Bu Gü­ neydoğuda son yıllarda uygulanan 'alan kontrolü' yle benzerlikleri olan bir yakla­ şımdı.) Bu operasyonlar küçük birliklerin küçük arazi bölümlerinde yaratacakları güvenlik ve sükûn ortamlarıyla ilgiliydi. Amacı sivil hükümetin normal işleyişini sağlayacak ortamı yaratmaktı. Tekniği birbiriyle ilgili birçok unsura dayanıyordu; askerin dikkatli kul­ lanılması, askerlerle polisin yakın işbirliği, her şeyden önce Special Branch'dan doğru ve tam zamanında istihbarat alınması, nihayet, uzun vadeli hükümet amacı olarak; yerel hükümetlerin canlandırılması unsurların önemlileriydi. Bu bütün bölgelerde uygulanacak, daha sonra başka taktiklere başvurulsa bile onlar bu sistemin üzerine bina edilecekti. Oluşturulan çata güvenlik sistemi ileride gerçekleştirilecek "yavaş sıkıştırma" stratejisinin kilidi oldu. Böylece or­ manda operasyon yapan ayaklanmacılar ile onların meskûn bölgedeki destekçi­ leri arasındaki irtibat kesilmeye başladı. Bataklık ve Sivrisinekler Ayaklanma ve gerilla hareketlerinde ayaklananlar ve gerilla daima batak­ lık içerisindeki sivrisineklere benzetilir. "Sivrisinekleri öldürmekle netice alın­ maz, bataklık kurutulmalı" denir. Aynı şeyleri Briggs de Malaya'da söylemiş, kurutulacak bataklık olarak da ülkenin uzak köşelerinde yaşayan köylüler ile kentlerin çevresindeki gecekondularda yaşayan Çinlileri göstermiştir. 76 Bataklıkların kurutulmasında, buralarda oturanların başka yerlere nakle­ dilmesi ile ilgili çeşitli formüller, yukarıda işaret edildiği gibi (Bu formüller dün­ yanın birçok yerinde, Türkiye'de Güneydoğu ile ilgili olarak da kullanılmış, köyler mezralar boşaltılmıştır) uygulanmışür. Ancak Malaya'da bu yapılırken uygula­ ma çok iyi planlanmış, nakledilenlere gereken itina gösterilmiş, tazminat veril­ miş, yeni yerlerinde başta sağlık hizmetleri olmak üzere, kendilerini ülke yöne­ timine bağlamaya yardımcı olacak birçok hizmet sunulmuştur. Briggs'in "framework" formülünü birçok komutan pek benimsemedi. Çünkü onlar kuvveüerin küçük birimler halinde dağıtilmaları prensibine değil, kuvvetlerin büyük birimler halinde birleştirilip büyük "süpürme" harekâtı ya­ pılmasının yararına inanıyorlardı. Kendilerine kontrol için tahsis edilmiş bölgelerinden, uzun süreler için daha geniş bölgelerde operasyon yapmak üzere ayrılıyorlardı. (Güneydoğuda geniş arazida büyük birliklerle büyük "süpürme' 'operasyon­ ları hep yapılagelmiştir. Ama bunların etkinlikleri daima tartışılmış, küçük birlik operasyonlarının DYÇ doktrinine daim uygun olduğu hep yinelenmiştir.) Oysa birlikler kendilerine kontrol için tahsis edilmiş bölgelerden ayrılınca gerilla buraya yeniden dönüp yerel halk üzerindeki etkisini canlandırıyordu. Böylece bölgede tesis edilmiş olan güvenlik tehlikeye giriyordu. (Bu hata Güneydoğuda da uzun süre sergilendi. Ama Org. Doğan Güreş'in Genelkurmay Başkanlığı sırasında, yukarıda değinildiği gibi, ortadan kaldırıldı. Bölüklerden başlayarak büyüyen birliklere belli bölgeleri sürekli kontrol görevi ve­ rildi. Böylece PKK bu yerlere bir daha rahatça dönemez oldu.) Briggs bu yöntemi Malaya'da, Türkiye'den aşağı yukarı kırk yıl önce kul­ lanmıştı. Birliklerine yolladığı 1 numaralı Taktik Direktifin üçüncü sayfasında aynen şöyle diyordu; "... Kuvvetli ve güvenli bir kesim oluşturma, bilhassa eşkıyanın vurkaç yön­ temleri uygulaması halinde, gerçekleştirilmesi gereken bir husustur. Nadiren devriye birliklerindeki ilk birkaç kişiden fazlası çatışmada ateş hareketi imkânı bulabilir. Dahası, bu güvenli kesimin devriyeleri buraları daha kolay ve etkili olarak kontrol edebilirler. Buralara daha kolay adapte olabilirler, daha az gürültücüdürler, bundan dolayı da düşman karşısında daha az zafiyete sahiptirler. Bu özelliklerinden dolayı daha hareketlidirler ve sürpriz yaratma yetenekleri vardır..." K ö y Korucuları Briggs'in getirdiği yöntemlerden biri de, Güneydoğudaki Geçici Köy Ko­ rucuları sistemine benzeyen, Çinli halkı, hükümeti destekleyen birimler haline dönüştürme esasına dayalı Home Guard (Ev Bekçisi) birlikleriydi. 77 Terörün insafsız uygulamalarından nasiplerini almış bazı Çinliler kendi savunmalarına katkıda bulunmak istiyorlardı. Ama işlerini bırakıp güvenlik güçlerine de tam gün katılmak eğiliminde değillerdi. Bunu tespit eden Briggs, her köy ve her mezrada, bölge sorumlusu kişinin sadakatinden emin olduğu hallerde, bir bekçi eğitme yöntemi getirdi. Eğitilen bekçiye bir av tüfeği temin ediliyordu. Köylerdeki mahalle muhtarları bölgeleri­ ne girip çıkanlar hakkında yetkililere bilgi verme zorunluluğundaydılar. Bunla­ rın kayıtlan için de bekçiler yardımcı oluyordu. Ev Bekçileri sistemi uzun vadede başarılı olduysa da kısa sürede birçok değişiklik zorunluluğuyla karşılaşıldı. Bir kere eğitilmiş Ev Bekçileri birliklerinin hepsine verecek kadar yeterli tüfek yoktu. Bunlann bir kısmı sadece sopalarla donatılıyordu. Sivil Savunma yetkilileri tayin edildikten sonra Bekçiler, Sivil Savunma ve sahil koruma örgütüyle birleştirildiler. Onlara daha fazla sorumluluklar verildi. Mahalli polisin kontrolü altında faaliyette bulunmalarına rağmen, eğitim­ leri ayrı bir örgüt tarafından sağlanıyordu. Ev Bekçileri sisteminin tam işler hali alması Briggs'in, Malaya'dan ayrılmasından sonra mümkün oldu. . 1951 Ekiminde yeni bir konsept uygulamaya konuldu. Bunların operas­ yona hazır hale getirilmeleri için üç aşama saptandı. Birinci aşamada Ev Bekçileri eskiden olduğu gibi uygulamalarına devam edeceklerdi. İkinci aşamada; görevleri sırasında verilmiş tüfekleri kullanacak ve ma­ halli polis karakollarına bağlı kalacaklardı. Üçüncü, son aşamada ise polisin tam güvenini kazanmış olan Ev Bekçileri silahlannı evlerinde muhafaza edebilecek ve kendi evlerine yakın bölgelere sız­ malar olduğu takdirde, köyün savunması için, sızanlara karşı hemen harekete geçeceklerdi. Bu plana Malaya sultanları karşı çıktılar. Ama en üstdüzey İngiliz yetkili Templer bunların köy güvenliği sorumluluğunu polisten devralmasına karar verdi. Daha iyi eğitilmiş olanlar da alt küçük birimler oluşturarak isyancılarla mücadelede daha saldırgan görevler aldılar. Böylece Ev Bekçileri bir kısmı statik köy savunmasına, diğer kısmı da on ikişer kişilik birimler halinde, güvenlik güçlerinin yeterli olmadığı yerlerde, aktif mücadeleye katıldılar. Bunlann hepsi gönüllülerden oluşuyordu. Yılda 72 gün aktif görevde ka­ lıyorlardı. Her defasında 48 saatten fazla görev yapmıyorlardı. Verdikleri en ya­ rarlı hizmetlerden biri de, kendi bölgelerindeki güvenlik güçlerine, bölge hak­ kındaki bilgilerinden yararlanarak kılavuzluk yapmalanydı. 78 1954'e gelindiğinde yeni kurulan 150 köy, bu sistemle kendi güvenliğini tamamıyla sağlar hale gelmişti. Genel Vali Templer General Sir Gerald Templer, Malaya'ya 1952 başında hem yüksek komiser (Genel Vali), hem de harekât başkanı olarak tayin edildi. O da Briggs gibi yerlilerden yararlanarak, mücadele için, iki örgüt kurdu; "Kinta Valley Home Guard" (Kinta Vadisi Ev Bekçisi) örgütü ile ;"Special Operations Volunteer Force" (Özel Harekât Gönüllü Gücü). Birincisi kimi bölgelerdeki kalay madenlerini ve ağır makineleri korumak için kurulmuştu ve tamamıyla Çinlilerden oluşuyordu. Faaliyeti hiçbir zaman çok gösterişli olmamakla birlikte bölgenin adamakıllı gelişmiş güvenlik sistemi­ nin korunmasına, kalay madeni üretiminin arttırılmasına yardımcı oldular. İkinci örgüt ise ya kendiliklerinden teslim olmuş, ya da operasyonlar sı­ rasında yakalanmış olup eski arkadaşlarına karşı mücadele etmeye gönüllü olan eski ayaklanmacılardan kuruldu. 1954 başında bunlardan 300'ü her biri yirmi beşer kişiden oluşan on iki takım halinde organize edildi. Her takımın başında bir polis teğmeni vardı. Bunlar asilerin alışkanlıklarını çok iyi bildiklerinden, bilhassa bu konular­ daki istihbarat faaliyetlerinde yardımcı oldular. Kısa sürede 12 ayaklanmacının yakalanmasını da sağladılar. Briggs, Malaya'da doğru harekât planları uygulamıştı. Templer ise müca­ deleye doğru siyasi yaklaşım getirdi. İngiltere Malaya'nın tamamıyla kendi ken­ dini yöneten bir millet olmasına karar verdi. Bu bağımsızlık sözü, kritik bir dönemde olumlu rol oynadı. Templer bu olumlu hava içerisinde iki yıl tam diktatoryal yetkiler kullanarak gerillanın askeri yenilgiye uğrahlmasını sağladı. Bu yıllar içerisinde Türkiye'nin Güneydoğuda 1992-95 arası sağladığı gelişmeye çok benzeyen sonuçlar elde edildi. Güvenlik güçleri sürekli olarak gerillayla temasta kaldı. Küçük çatışmalar gerillanın harekâtını, iletişimini güçleştirip kuvvetlerinin artmasını önleyerek, oldukça et­ kisiz hale getirdi. Templer mücadele konusunda görüşleri olan insanları, polisleri, takım komutanlarını, bölge görevlilerini, kauçuk ekimcilerini dikkatle dinlemesini bi­ liyordu. Savaşın sürdürülmesiyle ülke yönetiminin birbirine sıkı sıkıya bağlı ol­ duğu kanısındaydı. Sivil sorunların askerlerce üstlenilmesini daima reddetti. Harekât başkanı olarak sahip olduğu karargâh hiçbir zaman dokuz subayı geçmedi. Bunlar; dört yarbay, bir er, bir havacı, bir polis ve bir sivil görevliydi. 79 Öncelik Köy Güvenliğine Sahra harekâtı yavaş tempoda sürdü. Öncelik köy güvenliğine verildi. Bu yerel güvenliğin sağlanmasında başarılı olmak için gerekli iki ayaklan­ ma bastırma yöntemlerinden biriydi. Malaya'da neticeye doğrudan etki yapacak taktik unsur askeri birliklerden ziyade (tabii bu birlikler de hayati önem taşıyordu) köylerdeki polis birimleriydi. Bunların mevcudiyeti gerillanın köylere saldırısını büyük ölçüde önledi. Çünkü gerilla saldırıda bulunduğu takdirde, yardım gelene kadar, bu gücün kendisini oyalayacağını biliyordu. (Türkiye'de de köy korucularına bu görev verilmek istendi, ama gerektiği gibi eğitilmemeleri, disiplinli bir güç haline gelememeleri dolayısıyla arzulanan sonuç, başka yararlar sağlanmasına rağmen, elde edilemedi.) 1951 başlarında, köylülerin yeniden iskânı programı yarılanmışken, iyi ko­ runan köylerin inşası buralarda polis gücünün geliştirilmesinin de önüne geçti. Bir iki kötü deneyden sonra Templer polis güvencesinin sağlanmadığı köylere iskânı durdurdu. Güvenliğin sağlandığı köylerde istihbarat akışı hızlandı. Bu, başarı için ikinci önemli husustu. İstihbarat olmaksızın güvenlik güç­ leri körleşiyor ve bu tür mücadele tarzının gerektirdiği taktikleri uygulayamaz hale geliyorlardı. İstihbarat akışı 1951 sonlarında hızlandı. Bu kısmen de olsa, daha çok gü­ venliğin sağlandığı, halka güven duygusunun kısmen de olsa verildiği yerlerde oluyordu. Hükümet kendi insanına elinden geldiği kadar güven vermeye çalışıyor­ du. Güvenlik daha geniş alanlara yayıldıkça sivil yönetimin etkisi de arttı. MKP isyancılarını yıkacak istihbarat akmaya başladı. Bu istihbarat akışında özel olarak oluşturulmuş "Special BranclV'ın (Özel Teşkilatın) büyük rolü oldu. Bu çalışmalarda Çinliler kullanıldı. Özellikle 1952'de son derece parlak neticeler alındı. Artık polis ormanda harekât yapacak timlere de sahip olmuştu. SAS (Special Air Service) adı verilen seçkin komando birlikleri de polisi destekliyordu. Bunlar ormanın derinliklerinde güvenli, sağlam "kaleler" kurdular. Bura­ lardan komünist gerillaların birbirleriyle ve Sakai kabileleriyle irtibatları kesildi. Hükümet muhbirlere verilen ödülleri arttırarak polisin durumunu daha da güçlendirdi. İhbarlar sonucu ele geçen önemli komünist liderlerin her biri için, önemine göre 7.000 dolar ile 2.000 dolar arasında ödül verilmeye başlandı. 80 Küçük Birliklere Öncelik Mücadelenin saldırıyla ilgili bölümü son derece sabır isteyen bir aşa­ maydı. Tabur ve'alay büyüklüğündeki birliklerle yapılan "süpürme" operasyon­ larının yararsız olduğu görüldü. Gerillanın bulunduğundan şüphe edilen açık arazinin Lincoln bombardıman uçakları, Hornet ve Vampir avcı uçaklarıyla bombalanması da çok az etkili oldu. Bunların yerini savaşta genellikle kendi başlarına hareket eden küçük piyade birlikleri aldı. General Clutterbuck varılan noktayı şöyle değerlendiriyordu; ". . . . Malaya'daki en iyi komutanlarımız savaşı öylesine tam içinden yönetir durumda idiler ki. komut alarmda ki küçük birimlere ciddi inisiyatifler vermişlerdi. Bunlar devriye görevleri sırasında sürekli olarak, yarattıkları kendi lehlerine or­ tamlar içerisinde iyi istihbarat yaparak, gerillayla karşı karşıya gelebiliyorlardı. Polis yetkilileriyle, yöneticilerle, kauçuk ekimcileriyle, kalay madencileriyle ve ma­ halli toplum liderlerleriyle temaslar, uzun konuşmalar yapıyorlardı. Onların asker­ lerle işbirliği yaparak kendilerine bilgi akışını sağlamaları için çalışıyorlardı. Bu komutanlar genellikle kendi birliklerinin hep başında bulunuyorlardı. Çoğunlukla takım komutanlarının ardında kalarak savaşı gerçekten anlamaya, kazanılması için nelere ihtiyaç hissedildiğini görmeye gayret ediyorlardı." Savaşın kazanılması için neye ihtiyaç vardı ? Öncelikle, "muharebe" ve "zafer" gibi konvansiyonel taktik düşünce tarzı­ nı ifade eden kavramlardan uzaklaşıp DYÇ'nin kavramları olan "baskı" ve "kazanç" gibi kavramlarla düşünmek gerekti. Bu tür düşünce tarzının konvansi­ yonel savaşlar için yetiştirilmiş insanlara kolay hâkim olması düşünülemez. Bu hataya birçok komutan sık sık düşmüştür. Bir deneyimli Amerikalı uzman, konvansiyonel büyük gücün önemini unutmadığını göstererek daha sonra şunları yazmıştır; "... MKP'nin başarısızlığı gerilla savaşının konvansiyonel askeri standartlar bakımından çok üstün olan bir düşmana karşı zafer kazanamayacağını göstermesi yönünden çok önemlidir. Malaya'da her ne kadar güvenlik güçleri komünistlerle savaşmak gibi zor ve nankör bir görev yapmışlarsa da, çok üstün teknoloji ve kaynakların nizami savaşta olduğu gibi gayri nizami sa\>aşta da aynı avantajı sağlayacağını herkese göstermiş­ lerdir. . " Bu hatalı yaklaşımın Çin, Filipinler, Endonezya, Yunanistan, Fransız Hin­ ve Malaya'da alınan derslere rağmen ABD'de de su yüzüne çıktığı görül­ müştür. Malaya'da sivil ve askeri unsurların karışımıyla oluşmuş bir savaşta üstün teknoloji ve kaynaklar, insan performansından ancak daha sonra ve âdeta izah edilemeyecek bir şekilde, önemli olabilecek roller oynamıştır. Uçak olsun, d i c i n i 81 topçu, psikolojik savaş programı, vahşi orman "kale"si olsun, bunlardan hiçbiri kişilerin halk içerisindeki çalışmasının, kararlılığının ve beyninin kendisi için en iyi silah oluşunun önemine yaklaşamamıştır. Malaya savaşını üstün teknoloji ve üstün kaynaklar kazandırmamıştır. Ama bunlar ancak hükümete orada uyguladığı pasifikasyon programında başa­ rılı olmasını sağlamıştır. Askerlerin de başarısına bu gelişmiş imkânları kullanarak uyguladıkları küçük birlik operasyonları büyük çapta katkıda bulunmuştur. Gerilla tehdidi böylece büyümemiş ve gerilla artık etkili şekilde mücadele edemez olnmuştur. Gerillaya Karşı Taktik Taktik olarak sabır, DYÇ'de aceleciliğin yerini alır. Zaman zaman gerilla­ nın haftalarca, hatta aylarca bir yere gizlenip beklediği görülebilir. Genç bir İngiliz subayı olan Arthur Campbell daha sonra yazdığı "Jungle Green" adlı kitapla batılı askerin burada karşılaştığı yeni taktik tehditleri ülkesine getirmiştir. Vahşi ormandaki böceklerle dolu pis bir bataklıkta elli saatlik gayret ile hazırlanan bir pusunun sadece bir gerillanın öldürülmesiyle sonuçlandığını naklederek mücadelenin bilinmeyen askeri boyutlarını dile getirmiştir. Başka sık sık nakledilen hususlardan biri de uzun emeklerle kurulan bir­ çok pusuda kimsenin ele geçmeyişidir. Bu pusuların bazısında gerilla gözükmüş, fakat gece karanlığı basınca ortadan kaybolmuştur. Bazısında ise pusu çok başa­ rılı olmuş, birçok gerilla öldürüldüğü gibi gerilla kampları da imha edilmiştir. Polis ve askerin bir gerilla kampını uzun zaman gözetleyip aylarca bekle­ dikten sonra en uygun zamanda yaptıkları baskında, kampta hiç kimsenin kal­ mamış olduğunu gördükleri de olmuştur. Böylesine uzun, kişisel özverilere da­ yalı sıkıntılı çalışmalar sonunda ortaya çıkan hayal kırıklıklarının yarattığı havanın ancak üstün yetenekli liderler sayesinde üstesinden gelindiği de bilini­ yordu. Gerilla takibindeyse, böylesine sıkıntılı operasyonların sürmesi halinde netice alınabiliyordu. Gerilla hem görevini tamamlaması, hem de yaşamını sürdürebilmesi için mutlaka günün birinde saklandığı yerden ya bir saldırı için, ya da yeraltındaki taraftarlarından ihtiyacı olan yiyecek desteğini alması için ortaya çıkmak zorun­ daydı. Bu durum en ciddi zafiyetiydi. İşte o noktada karşısındaki taktik güç sa­ bırla beklemesinin neticesini alabiliyordu. Bu da kolay gerçekleşen bir beklenti değildi. Ayaklanmacılar bir yandan güvenlik güçlerinin sabır ve ısrarı, öte yandan küçük sivil ve askeri gayretin sürdüğü geniş bir alanda yaratılan baskı neticesi, yavaş yavaş çökmeye başladılar. Önce gerillanın hareketinin durdurulması is­ tihbarat akışını hızlandırıyor bu durumun gerektiği gibi kullanılmasına imkân 82 veriyordu. Sonra da gayretlerin koordineli komuta düzeni içerisinde sürmesi is­ tihbaratın daha da hızlanmasıyla polis ve askeri taktikler gelişiyor, mücadele daha rahat yürütülmeye başlıyordu. 1952 ile 1954 arasındaki iki yıl içerisinde gerillanın üçte ikisi imha edildi. 1951'de en üst noktasına çıkan terör olayları yüzde 20'ye indirildi. Bir zamanlar gerilla liderleri ıslık çaldığında yeni gerillalar hevesle ortaya çıkarken, bir gün boşuna ıslık çalar hale geldiler. Geri kalanlar kendilerini destekçilerinden son derece uzakta kalmış ve askeri birliklerin baskısı altında hissediyorlardı. Geçen zaman güvenlik güçlerinden yanaydı. Çünkü güçleri, örgütlenmeleri ve tak­ tik yetenekleri artttı. Gerilla bunlarla orantılı olarak daha fazla eziyet çekti. Sürdürülen yöntem son derece yavaş ve pahalıydı. Hükümetin saldırıya dayalı plan uygulama aşaması 1955'e kadar sürdü. Konsolidasyon aşaması ise 1960'a kadar devam etti. On iki yıllık mücade­ lede iki bine yakın güvenlik gücü kaybı oldu. Gerilla 3.000'den fazla sivili kaçırdı veya öldürdü. Madenlere ve kauçuk ekimine milyonlarca dolarlık zarar verdi. Altı bin gerilla kayboldu, 1.752 gerilla teslim oldu. 1.173'ü yakalandı. Dört yüz kadar gerilla, liderleri Chin Peng ile birlikte Malaya-Tayland sınır bölgesine kaçıp daha sonra faaliyetlerine devam ettiler. İngiltere'nin Malaya'daki mücadelesinde başarılı olmasının temelinde polis, istihbarat ve enformasyon servislerinin geliştirilmesi de vardır. POLİS gücünün çok çabuk arttırılması ortaya başlangıçta eğitim ve yöne­ tim eksiklikleri çıkardı. Polisin paramiliter bir güç olarak kullanılması da toplumu polisin kamu yararına verdiği hizmetlerden kısmen mahrum bıraktı. Ama genellikle güvenlik önlemleri meyvelerini vermeye başladığında polisin eksikliklerinin tamamlan­ masına gidildi. Madenleri, gerekli görülen önemli yer ve kişileri korumak için özel bir polis bölümü oluşturuldu. Ama statik durumdaki polis görevlerinde polisin teröristler karşısında güç durumda kaldığı, saldırılar karşısında ya ancak kendini koruyabildiği, ya da öldürüldüğü görüldü. Templer zamanında polisin büyük kısmı, kişi korumaları dışında, Bölge Güvenlik Birimlerine katıldı. Her biri yirmi kişiden oluşan bu birimler ayaklan­ macılara karşı aktif mücadele ediyor, devriyeler çıkarıyor, pusular kuruyor, sıcak temas sağlıyorlardı. Bağlı oldukları merkezlerden fazla uzaklaşmıyorlardı. Bu merkezler ve çıkarılan devriye sayısı da geçmişte yakın çevredeki olayların sayısına göre saptanıyordu. Bu sistem kurulunca özel polis bölümü 10.000'den fazla kesintiye uğradı. Templer'in Bölge Güvenlik Birimleri kısa za­ manda etkili saldırı yeteneği olan ve bilinen kamu hizmetinin dışında ayaklan­ macılarla da mücadele edebilen birlikler haline geldi. İSTİHBARAT servisinin geliştirilmesi çalışmaları Briggs zamanında baş­ lamıştı. O ayrıldığında sayısal olarak arzulanan düzeye gelen Special Branch 83 içinde de poliste olduğu gibi bazı örgütsel sorunlar vardı. Örneğin bu örgütün görevi olan bir araştarmayı zaman zaman birtakım komutanı yapmaya kalkabi­ liyordu. 1950'nin sonlarına kadar askeri devriyeler sadece ayrıntılı istihbarattan çok, hareketlerini önsezilerine ve ayaklanmacıların çevrede nerelerde bulunabi­ leceğine ilişkin yerel bilgilerine dayandırma eğilimi içindeydiler. Templer'in deneyimli bir istihbaratçıyı tüm istihbarat örgütlerinin operas­ yonları ve koordinasyonuyla görevlendirmesi atılan önemli bir adım oldu. Ordu kendisiyle ilgili istihbaratı yapmaya devam etti. Bu daha çok hafif keşif uçakla­ rından yapılan, devriyelerden ve iz sürmelerden elde-edilen görmeye dayalı is­ tihbarattı. Sadece Special Branch'ın gizli ajanları vardı. Asiler hakkında toplanan gizli bilgilerin tutulduğu ve değerlendirildiği tek entelijans merkezi burasıydı. Templer bu örgütün iç düzenini yeniledi. 1948-1949 yıllarında bu örgüt sadece etnik esaslara göre yapılandırılmıştı. Örneğin Çinliler için ayrı, Malayalılar için ayrı yıkıcı faaliyet dosyaları tutulu­ yordu. 1950'de yeni başkan, teşkilatı yan siyasi çizgiye göre yapılandırmaya başladı. Önceleri bir "komünizm masası" vardı. Sonra bu masa dörde bölündü; dış komünizm, eşkiyalık, yeraltı komünizmi ve diğer komünizm gösterileri. 1952'de örgüt daha iyi işler bir duruma geldi. Bir masa sadece Malaya Komünist Partisinin işleyişine ayrıldı. Bir başkası partinin askeri organizasyonuna ayrıldı. Üçüncü ve dördüncü masalar Malayalıların ve Çinlilerin yıkıcı faaliyetleriyle ilgilendi. Bunlar olumlu gelişmelerdi, ama mücadelede asıl ihtiyaç hissedilen istih­ barat öylesine bir istihbarat idi ki, ordu bunu aldığı zaman bu bilgilere dayanarak bir operasyon başlatabilmeliydi. Bu sorun Special Branch'a bir kısım askeri istih­ barat subaylarını katarak çözümlendi. Subayların görevleri Special Branch kanallarından gelen operasyonel is­ tihbaratı toplamak ve çabucak ordu birliklerinin hemen kullanabilecekleri hale dönüştürerek onlara ulaştırmaktı. Böylece büyük bir gelişme sağlandı. 1954'te gerçekleştirilen imha hareketlerinden çoğu Special Branch'ın sağ­ ladığı istihbarata dayanıyordu. Bu istihbarat, ya devriyelerce ya da ordu-Special Branch'ın ayaklananlara uyguladığı yiyecek kaynaklarının kurutulması ve özel operasyonlar yoluyla elde ediliyordu. ENFORMASYON faaliyetleri 1952 yılında birçok değişik hükümet servisi tarafından resmi bildirilerin halka duyurulması şeklinde yürütülüyordu. Bu servislerin içinde Enformasyon Teşkilatı, Olağanüstü Enformasyon Servisleri, Malaya Yayın Servisi ile Malaya Film Ünitesi de vardı. Bunların koor­ dinasyonu için Templer İkinci Dünya Savaşı sırasında Burma'da psikolojik savaş alanında çalışmış bir uzman tayin etti. Koordinatörün iki amacı vardı; MKP'den ko­ münist olmayan sömürgecilik aleyhtarlarını ayırmak ve onlan Malaya Federasyo­ nunun mücadele etmeye değer bir amaç olduğuna ikna etmek ile ayaklanmacıların mücadele güçlerini kırmak ve örgütlerini kaçarak terk etmeye teşvik etmekti. 84 Birinci amaç için federal vatandaşlık oluşturuldu. Federal yerel seçimlerde oy hakkı tanındı. Oldukça etkileyici bir gelişme gösteren ekonomik durum da bu aşamada kullanıldı. Geniş kitlelerin, güvenlik gerekçesiyle, başka kontrol edilebilir yerlere iskân edilmeleri enformasyon görevlileri için eskiden ulaşamadıkları birçok in­ sana ulaşma imkânı yaratmıştı. Bu imkân yeni kurulan köylerde de kullanıldı. Bu alanlarda mevcut olan korumaya akarsu, elektrik, sağlık ocakları, okullar ve dükkânlar eklendi. Bazı sosyal ve ekonomik hastalıkların üzerlerine gidilip işçi­ lere paralı tatil gibi imkânlar sağlandı. Çalışma saatleri düzenlendi. Tefecilik kontrol altına alındı. Eğitim alanında da gelişmeler sağlandı. Bütün ülkede 1941'de 263.400 olan öğrenci sayısı, 1953'te 759. 831'e çıka­ rıldı. Hükümet sadece ayaklananlarla değil aynı zamanda okur yazar olmayan­ larla da mücadele ettiğini ilan etti. Bütün bu gelişmeler enformasyon servislerince halk kitlelerine iletiliyordu. Templer yönetimindeki idarenin halka göstermek istediği ana unsurlardan biri doğru söylediğine onları inandırmaktı. Ayaklanmacılar örgütlerini terk edip hükümet güçlerine teslim oldukları takdirde iyi muamele görüp Malaya'daki yaşama uyum sağlayabileceklerine inandırılmaya çalışıldı. Bunun için de onların özel yaşamlarıyla ilgili olarak top­ lanan birinci sınıf bilgilere dayanan girişimlerde bulunuldu. Psikolojik Savaş Bölümü eski ayaklanmacılardan bu konuda çok yarar­ landı. Çünkü bunlar eski arkadaşlarının psikolojisini çok iyi biliyorlardı. Bu arada ayaklanmacıların yakalanmasına ya da öldürülmelerine yardımcı olan bilgilere verilen ödüller büyük oranda arttırıldı. Briggs zamanında MKP Genel Sekreterini yakalatana vaat edilen ödül 80.000 Malaya dolarıyken, bu rakam 250.000'e çıkarıldı. Buna bağlı olarak bütün ödüller arttırıldı. Örneğin bir ayaklanmacı, eğer kendisi ihbar ettiği kişinin yakalanması için düzenlenen operasyona katılarak gü­ venlik güçleri devriyelerinin eski kampına yaptıkları baskınına, ya da başarıyla sonuçlanan bir pusuya öncülük ediyorsa, tabii sadece kampın yerini haritada gös­ tererek alacağı ödülden çok fazlasını alıyordu. Eski arkadaşlarının yakalanması veya öldürülmesi için büyük miktarda para ödülü alan işbirlikçi asilerin durumu İngiltere'de bazı çevrelerde -daha zi­ yade Komünist Partisi ve İşçi Partisinde- bu işin ahlaka uygun olup olmadığı tartışmasını çıkardı. Psikolojik savaş uzmanları büyük çoğunluğu Çinli olan ayaklanmacıların daha çok rüşvete hassas yanlanna hitap ediyorlardı. Böylece MKP'nin tahribini amaçlıyorlardı. 85 İster ahlaka uygun, ister uygunsuz olsun, bu yöntem asilerin morallerini bozmada son derece başarılı oldu. Daha sonraki 1957-58 yıllarında eski ayaklan­ macılardan çoğunun bu yolla aftan yararlanıp kendi küçük işlerini kurmalarını da sağlayacak itibar kazanma çabalarına başvurmalarına yardım etti. Böylece bu iki yıl içerisinde kitlesel teslimler gerçekleşti. Psikolojik Savaş Bölümü de ayaklanmacılarla iletişim kurma konusunda birçok teknik geliştirdi. Örneğin uçaklarla çok miktarda bildiri atma, o kadar başarılı oldu ki, MKP Politbürosu bu bildirileri alıp okuyan ya da yanında bu­ lunduranlar için ölüm cezası verileceğini ilan etmek zorunda kaldı. Hoparlörler kullanan Dakota ve Auster uçakları 1954'te asilere teslim ol­ maları halinde neler sağlayabileceklerini her hafta ormanın on beş kesiminde yaptıkları yayınlarla anlatıyorlardı. Bu bildiri ve hoparlörlü yayınlar o kadar et­ kili oldu ki, o yıl, daha önceki yıllarda görülmemiş oranda isyancı teslim oldu. Bunlardan yarısından fazlası teslim olma kararlarında hükümetin kendileriyle kurduğu iletişimin etkili olduğunu söyledi. Toplu Cezalar - Beyaz Bölgeler Malaya'da asileri saklandıkları yerlerden çıkarma mecburiyetinde bırakan, altyapılarını bozan yöntemlerden biri asilerin yiyecek bulmalarını önlemekti. Bunu da "Federal Priority Operations" (Federal Öncelikli Harekât) adı verilen teknik gerçekleştirdi. Ancak bu tekniğin tam meyve vermesi büyük kitlelerin köylerinden çıkarılıp yeni yerleşim bölgelerine konmasıyla mümkün oldu. Bu tekniğin gerektiği gibi uygulanabilmesi için kara istihbarat alanında gereken bil­ gileri sağlamak, bunun için de başka bir yöntem gerekiyordu. Templer bu konuda kitlesel ceza sistemini, güvenlik güçleriyle gereken iş­ birliğini yapmayan bölgelerde veya kasabalarda, zaman zaman kullandı. İşbirliği iyi olduğunda buralardaki olağanüstü hal kısıtlamaları kaldırılı­ yordu. Toplu ceza taktiğinin kulalnıldığı yerlerden biri Tanjong Malim kasabası oldu. Bu kasabanın yakınlarında on beş cinayet, beş başarılı beş başarısız pusu, on polis ve asker devriyelerine saldırı, yedi grev, kasabanın su borularına sayısız saldırı olmuş, 6. 000 kauçuk ağacı kesilmiş, sekiz otobüs ve kamyon yakılmış, birçok tren raydan çıkarılmıştı. Daha kötüsü, bunlardan sadece üçü ile ilgili ola­ rak halktan güvenlik güçlerine herhangi bir bilgi yardımında bulunulmuştu. Sonra, 25 Mart 1952'de bir pusuda içlerinde kasaba görevlisinin de bulun­ duğu on iki kişi öldürüldü, sekizi yaralandı. İki gün sonra, bölgede yeni göreve başlamış olan Templer, Tanjong Malim'e gitti. Yörenin ileri gelenlerinden 300'ünü topladı. Onları şiddetle azar­ ladı. En hafif hakareti korkakça suskun kalmış olmalarıydı. "Bu artık sona erecek" 86 dedi. "Masum insanları cezalandırmak beni eğlendirmiyor. Ama çoğunuz masum değilsiniz. Çok korkak olduğunuz için bize vermediğiniz bilgilere sahipsiniz "diye ekledi ve hemen yirmi iki saat sokağa çıkma yasağı ilan etti. Dükkânlar günde sa­ dece iki saat açık kalacaktı. Bütün okullar kapanıyordu. Otobüs hizmetleri durdu­ ruldu. Kimse kasabayiterk edemeyecekti. Herkese karne ile verilen pirinç miktarı da azalülıyordu. Yapılanlara ek olarak Tanjong Malim'in vilayet merkezi olma statüsü de iptal edildi. On gün sonra Tanjong Malim'e verilen cezaların ne kadar süreceğini tespit edecek olan bir araştırma yapıldı. Her ev reisinin yanıtlayacağı bir soru belgesi hazırlandı. Burada güvenlik güçlerinin asilerle mücadelesine katkıda bulunacak bilgiler verilmesi isteniyor­ du. Bilgiler ad vermeden açıklanacaktı. Yanıtlar bir zarfa konup kapatılacak ve mühürlü bir sandığa atılacaktı. Sandıklar muhafızlar nezaretinde Kuala Lumpur'a gönderildi. Orada Templer'in önünde açıldı. Buradan çıkan bilgilerden elde edilen neticelere göre çoğunluğu dükkân sahibi olan otuz kadar Çinli tutuklandı. 26 Nisanda bir seçkin birlik bölgede etkili olan ayaklanmacı lider Long Pin'i, bu sandıklara atılan bilgileri kullanarak, öldürdü. Kısa süre sonra Tanjong Malim etkili bir grup Home Guard yardımıyla güvenli bölge haline getirilmişti. Templer bu yöntemi altı başka yerde başarıyla uyguladı. Special Branch da bu yoldan uzun süre halktan işe yarar bilgi topladı. Templer göreve başladıktan hemen sonra ilk iş olarak görevlilerin moralini yükseltecek disiplin havası sağ­ ladı. Sonra da halka güvenlik sağlamadan onların desteğini alamayacağını bildi­ ğinden bu yolda adımlar artı. Böylece ayaklanmacılar karşısında halkın direnmesini onlara yardımcı ol­ duğu takdirde güvenlik güçlerinin kendilerini cezalandıracağını düşünerek des­ tek isteklerini reddetmelerini sağladı. Templer'in uyguladığı yöntemlerden biri de "Beyaz Bölgeler"le ilgili ola­ nıydı. 1953 Eylülünde Malacca'da bu uygulamaya başladı. Bu bölgede 200 kadar olan ayaklanmacı sayısı Haziranda 50'ye kadar inmişti. Bu durumda oradaki bütün olağanüstü hal ile ilgili tedbirler kaldırıldı. Böylece havuç ve sopa politi­ kasında havuç etkili bir şekilde kullanılmış oluyordu. Tabii bu uygulama sırasında serbestleyen bölgeye ayaklanmacılar yeniden dönebilirlerdi, ama buna bölge halkının izin vermeyeceği, elde ettikleri serbesti­ den kolay vazgeçmeyecekleri, gelecek ayaklanmacıları güvenlik görevlilerine ihbar edecekleri varsayıldı. Nitekim dört asi bölgeye döndüğünde hemen ihbar edildiler. Beyaz Bölge yöntemi tuttu. Templer ayrıldığında 1.336.000 kişi bu bölge­ lerde yaşıyordu. 87 ETA İspanya'nın kuzeybatısındaki dört vilayet ile Fransa'nın bu bölge hudu­ dundaki üç vilayet Bask bölgesini oluşturur. Bask Avrupa'nın en şöhretli mut­ faklarından birine sahip olduğu gibi İspanya kesimi de İspanya'nın en gelişmiş bölgesidir. Burada 7. yüzyıldan bu yana sürekli ayaklanmalar olur. İspanya, Bask bölgesine daima geniş özerklikler vermiştir. Ama halkın bir kısmı bunlarla ye­ tinmek istemez. Daha fazlasını ister. Son zamanlarda Güneydoğudaki PKK ha­ reketiyle Bask'ın ayaklanmayı terör yoluyla sürdüren ETA'sı arasında benzerlik­ ler bulmaya çalışanlar olmuştur. Bu yaklaşımdan dolayı ETA'yı ve Madrid hükümetlerinin ETA'ya karşı sürdürdükleri mücadeleyi "Dünyadaki DYÇ'ler" bölümüne eklemeyi yararlı bulduk. İspanya'nın Bask bölgesinde 2.3 milyon insan yaşar. Bunların yüzde 65'i bu bölgede doğmuştur. Çoğunluğu Madrid'den daha fazla özerklik istemektedir. Bununla birlikte çoğunluğun bu hedefe varmak için ETA'nın terör yöntemlerini benimsemedikleri de muhakkaktır. Bask, İspanya içinde daima ayrıcalıklara sahip olmuş, ülkenin diğer vila­ yetlerine göre daima yarı özerk bir statü kazanmıştır. Fueros denilen kararna­ melerle bu statüyü korumuş, kendilerine ait gümrük ayrıcalıklarını kullanmış­ lardır. Bu durum 9. yüzyılda değişmeye başladı. İspanya bu dönemde merkezileşme, sanayileşme eğilimine girdi. Bu sırada 'fueros'lar değiştirilmeye başlandı. Çoğu iptal edildi. Bölge sanayileşince yabancı işçi akımı halkın yapışım da değiştirdi. 1895'te bu şartlar altında milliyetçilik gelişti ve PNV rumuzuyla anılan Milliyetçi Bask Partisi doğdu. PNV, Euzkadi adını verdiği yeni devleti, bayrağını, Katolik dinini ve Bask dilini ön plana çıkardı. Siyasi amaçlarına şiddet dışı yöntemlerle ulaşmayı kendisine hedef almıştı. Bask ırkının en belirgin vasfı­ nın Bask dili olması gerektiğini öne sürüyorlardı. PNV bu temel ilkelerini, ufak tefek değişikliklerle günümüzde de sürdürmektedir. 1936-1939 yıllan arasındaki İspanyol iç savaşı olmasa, durum belki de böyle sürüp gidecekti. Ama Diktatör Franko'nun 1939-1975 arasındaki yönetimi her şeyi değiştirdi. Franko, sadece Bask dilini yasaklamakla kalmadı, öğretimini de yasaklayıp bütün Bask dilinde yazılmış kitapların yakılmasını emretti. Bu baskı rejimi kolay kabullenilmedi. 1950'lerde bir grup genç milliyetçi PNV'den ayrıldı. Euzkadi ta Azkatasuna (ETA-Bask Milleti ve Özgürlük) hareketini kurdu. Bu Bask bölgesinin bağımsızlığını sağlamayı amaçlayan basit bir milliyetçi hare88 ket idi. ETA bu amaca varmak için silahlı mücadeleyi benimsemedi.Bununla bir­ likte kurulduğunda yıkıcı bir hareket olarak nitelendirildi. 1960'larda ETA liderleri yeraltına indiler. Fransa, Belçika, Cezayir, İrlanda ve Venezuela'ya gittiler. Bu sı­ rada taraftarlarına İspanya'da büyük polis baskısı sürdü. 1966'da yaptıkları Be­ şinci Kongre'de şiddete başvurmaya ve bölgeyi bir komünist ülke haline getir­ meye karar verdiler. Banka soygunları, polis ve askeri tesislere saldırılar başladı. 1968'de Bask polis şefini öldürdüler. Bunun üzerine ilan edilen olağanüstü hal içerisinde polis bunlardan aralarında birçok Katolik din adamının da bulunduğu yüzlercesini tutukladı.Askeri mahkemeler birçok mahkûmiyet kararı verdi. 1970'te Burgos davaları dikkat çekiciydi. Bu davalarda alü militan Bask polis şefini öldürmek suçundan ölüme mahkûm edildiler. Davalar dünya kamuoyunda dikkatle izlendi ve eleştirildi. ETA hareketinin yayılmasına sebep olan olayların başında geldi. Yüzlerce genç Basklı, ETA bayrağının altına koştu. Soygunlara, sui­ kastlara, baskınlara, bombalamalara, adam kaçırmalara katıldılar. Bu eylemlere karşı Franko lehinde gösteriler başladı. Bunlardan birinde Madrid'de beş yüz bin kişi toplandı. Halk teröristlere karşı galeyana geliyordu. Hükümet bunlardan cesaret alarak baskı yöntemlerini arttırdı. Örneğin polis tu­ tukladığı şüphelileri altı aya kadar gözaltında tutabiliyordu. 1972'de dört ETA teröristi Franko'yu kaçırma planlarıyla yakalandılar. Bunu gerçekleştirebilseler Franko'yu 150 ETA tutuklusuyla değiştirmeye Çalışa­ caklardı. Bunu yapamayınca Franko'nun yeni başbakanını Amiral Carrera Blanco'yu 1973 sonlarında geçeceği yolun altına bir tünel kazarak oraya büyük mik­ tarda patlayıcı yerleştirip tam geçeceği anda bunları patlatarak korumaları ve şoförüyle birlikte öldürdüler. Bu olaydan birkaç ay sonra ETA, Altıncı Kongresini yaptığında kongreye sadece otuz altı üye katıldı. Bunlar fikir anlaşmazlığına düşüp ikiye ayrıldılar. Bir kısmı ETA-PM (askeri-politik) hareketini oluşturdu. Bunlar ETA'nm başlangıç­ taki özerkliği siyasi bir geniş taban oluşturarak elde etme amacına bağlı kalan gruptu. Ancak gerektiğinde şiddet kullanmayı da kabul ediyorlardı. İkinci grup ise ETA-M(askeri) adını aldı. Bunlar Bask bağımsız devletini askeri yöntemlerle kurma amacını taşıyorlardı. ETA-M, diğer birçok terörist örgütten farklı bir yöntem kabul ederek sa­ dece seçtikleri, nitelikleri belli, tanınmış kişileri öldürmeyi hedeflediler. Böylece hem kamuya hem de hükümete bir bakıma tutarlı mesajlar vermek istiyorlardı. 1968 ile 1980 arasında ETA-M, 240 kişiyi öldürdü. Bunların üçte ikisi asker ve polisti. Diğer kurbanlar arasında Madrid, Bask vilayetlerinden Guipucoa va­ lileri ile birçok patlamalar sırasında orada tesadüfen bulunan kimseler vardı. ETA tek başına mücadele ediyor değildi. 1975'te kendilerine FRAP rumu­ zuyla anılan bir antifaşist örgütün de destek verdiği görüldü. Bunlardan beşi polisleri öldürmekten kurşuna dizildiklerinde de dünyada geniş tepkiler, pro­ testolar oldu. 89 İki önemli olay ETA'nm durumunu etkiledi. Bunlardan biri 1975'te Franko'nun ölümüydü. Diğeri ise popüler Kral Juan Carlos'un önderliğinde Cortes adı verilen parlamento için serbest seçimlerin yapılmasıydı. Bu olaylar PNV'nin amaçlarına ve daha genişletilmiş özerklik isteğine ulaşmasına yardım edecek olaylardı. Ama ETA bu durumun gelişmesine izin vermedi. Etarras adı verilen ETA militanları yeni hükümete hiç önem vermeyip İspanya'daki demokratikleşme hareketini sözde demokratikleşme olarak vasıflan­ dırdılar. Onlara göre bu sözde demokrasi İspanya'daki gerçek durumu değiştir­ memişti. Bu gerçek durumun güçleri ise askerler, mali oligarşi ile kiliseydi. 1978'de Bask bölgesinde yeni anayasaya gösterilen tepki ETA'nın yalnız olmadığını da ortaya koydu. İspanya genelinde anayasa kabul edildi, ama Bask halkının yüzde 63'ü kendilerine eski özerklik haklarını getirmediği gerekçesiyle anayasaya hayır dediler. Böylece ortaya iki militan parti daha çıktı: Euzkadika Eskerra (EE) ile Herri Batasuna (HB). Bunlardan sonuncusu ETA-M'nin siyasi kanadını oluşturdu. İngiltere'deki IRA'nm siyasi kanadı olan Sinn Fein gibi. Bask okullarında Bask dilinin zorunlu okutulması, İspanyol askeri birlik­ lerinin Bask bölgesinden çekilmesi ve kapitalizme karşı birçok önlemin alınması bunların istekleri arasındaydı. ETA 'tun körüklediği gösteriler ve olaylar zirvesine vardığı 1980'de yapılan seçimlerde bu partiler Bask bölgesinde önemli oranda oy aldılar. Şiddet, İspan­ ya'daki demokratikleşmeye rağmen devam etti. Guardia Civil adı verilen terör ile mücadeleyle görevli jandarma ve polis­ ten öldürmeler sürdü. İspanya'nın en önemli gelir kaynaklarından birini teşkil eden turizmi baltalamak için Akdeniz kıyılarındaki turist merkezlerinde başarı­ sız bombalama olayları yaratıldı. Tanınmış kişiler fidye için kaçırıldılar. Bask bölgesindeki askerler, subaylar öldürüldü. Bunlar Madrid gibi büyük kentlerde de hedef haline getirildiler. 1986'da ETA-M'nin İspanyol Komandoları harekete geçti. Birçok işadamıyla bir vilayetin askeri valisi öldürüldü. Hükümet bu şiddet hareketlerini durdurmak istedi. Franko döneminin şiddet ve merkezi yönetim politikasına karşın, yeni hükümet sadece Bask bölge­ sine değil Katalonya, Galiçya ve Andaluçya gibi bölgelere de kısmi özerklik ver­ meyi kararlaştırdı. 1978 anayasasına göre Basklar ve Katalanlar 1980'de tam özerkliğe kavuşacaklardı. Vergi ve polis konusunda Bask bölgesi büsbütün özerk oluyordu. ETA sağlanan bu gelişmeleri kabul etmedi. Bunun üzerine hükümet hare­ kete geçti. 1980'de yeni antiterör yasaları çıktı. Terörist şüphesiyle yakalananlar on gün gözaltında tutulabilecekti. Güvenlik güçleri yargı izni olmadan evleri arayabilecek, mektupları açabilecek, telefonları dinleyebilecekti. Daha sonraki iki yılda da antiterör yasaları çıktı. Guardia Civil kontrgerilla mücadelesi için özel eğitim verilerek bunlar özellikle Bask bölgesine gönderildi. Bu bölgedeki hizmet sürelerinde ücretleri arttırıldı. 1984'te Felipe Gonzales'in Sosyalist PSOE hükü90 meri iktidara geçtikten sonra Fransa'nın ETA'ya takındığı tavır da değişti. Böyle­ ce ETA'ya dış destek kesiliyor ve terör örgütü en önemli kaynaklarından birinden yoksun oluyordu. Fransa, ETA konusunda daima İspanya'ya karşı güç durumda kalmıştır. Franko rejimini ne Fransız halkının büyük kesimi, ne de Fransız hükümetleri sempatiyle karşılamışlardır. Franko'dan sonraki 'yeni demokrasi'ye de önceleri şüpheyle bakılmıştır. Sınırdaki üç Fransız Bask vilayeti ETA sempatizanlarına hep kucağını açmış, İspanyol Bask bölgesinin bağımsız bir devlet haline gelme­ sini desteklemiştir. Buna Fransız hükümetlerinin ülkelerini siyasi mültecilere açık tutma eğilimleri de yardımcı olmuştur. Bunlara rağmen Fransa, ETA terörü karşısında bu örgütü 1972'de yasakladı, ama ETA mensupları İspanya'ya hiçbir zaman iade edilmedi. Bazı raporlara göre 1980'de Fransa'da sınır bölgesine iki yüz ETA teröristi yerleşmiş durumdaydı. Bu gergin hava içerisinde ETA'ya sü­ rekli haraç vermekten usanan bazı İspanyol işadamları GAL rumuzuyla anılan Anüterörist Kurtuluş Grubu adlı bir sağcı örgütü desteklemeye başladılar.Bu örgüt Fransa'daki ETA üyelerini birer birer öldürüyordu. İspanya'daki yeni sosyalist hükümet, Fransa'nın tutumunu değiştirdi. Mitterrand, ETA üyelerini İspanya'ya iade etmese de bunları Uruguay ve Venezuela gibi ülkelere sürmeye başladı. Bir yandan da İspanya ETA-M militanların­ dan artık şiddete başvurmayacaklarına söz verenlere af önerip onların topluma kazanılması programları hazırlıyordu.Bu af kısa bir süre için ETA faaliyetlerinin duraklamasını sağladı. O sırada İspanya hükümeti görevlileri Marksist ETA karşısındaki 'Milliyetçi ETA'nın liderlerinden biriyle Cezayir'de gizli görüşmeler yaptı.Ama bu kişi öldürülünce temaslar kesildi. ETA'nın terör hareketi başladı. Fransa yargısı birkaç ay sonra dört ETA-M militanının İspanya'ya iadesine karar verince ETA, Fransa'nın İspaya'daki temsilciliklerine karşı tedhiş hareket­ lerine başladı.Arabalara konulan bombalarla terör sistemi başlatıldı.Büyük kentlerin ETA komando gruplarına düzenlenen baskınlar etkili olurken, otomo­ billere konan bombalar sivil ve asker görevlilerin ölümüne neden olmaya başla­ yınca ETA taraftarlarında bile bir rahatsızlık belirdi. ETA'nın terör faaliyetlerini sürdürmesine rağmen 1986'nın ortalarında artık açıkça ETA'nın mücadeleyi kaybetmekte, güvenlik güçlerinin ise duruma hâkim olduğu görülüyordu. Nisanda ETA-M'in Fransa'daki lideri tutuklandı.Gabon'a sürgün edildi. Diğer militanlar Fransız mahkemelerinde yargılanıp ağır hapis cezalarına çarptırıldılar. 1987de de İspanyol güvenlik güçlerinin başarıları sürdü. Bask bölgesin­ deki birçok ETA komando grubu darbeler yedi. Bu başarısızlıklar ETA mensup­ ları arasında ayrılıkların doğmasına yol açtı. Fransa'daki Marksist elemanlar sa­ vaşın uzatılmasını, Cezayir'dekiler ise Madrid ile anlaşma yapılmasını istiyorlardı.1987 Temmuzunda hükümet görevlileri yeniden gizlice Cezayir'de ETA-M ile temasa geçtiler. Hükümete göre görüşmeler sadece şiddet hareketle91 rinin durdurulması amacına yönelikti. Bask bölgesinin geleceğiyle ilgili müza­ kere söz konusu değildi. Öte yandan Fransa da kendi topraklarındaki ETA faali­ yetlerini durdurmaya yönelik gayretlerini sürdürdü. Ekimde bir İspanya-Fransa ortak operasyonu yüzden fazla ETA sanığının yakalanmasını sağladı.Kasımda İspanyol polisi Guipuzcoa eyaletindeki tüm ETA örgütünü çökerttiğini ilan etti. Buna karşılık ETA-M mücadelesinde şiddeti arttırdı.Haziranda Madrid'de bir arabaya yerleştirilen bomba yirmi bir kişinin ölümüne, otuzunun yaralanmasına yol açtı. Bunun üzerine her siyasi eğilimden beş yüz bin Katalanın katıldığı büyük bir protesto gösterisi düzenlendi. ETA-M terörü oto bombalarıyla sürünce tepkiler bütün İspanya'ya yayıldı. Şiddet havası 1988'de de sürdü.Bu sırada Fransa'da da GAL faaliyetlerine tepkiler belirdi. Kokain kaçakçılığının büyük düzeye çıkması da gerginliği tır­ mandırdı.1989'da Cezayir'de süren temaslarda ETA-M ateşkes ilan etti. Ama terör örgütünün kabul edilmes istekleri ortaya çıkınca, martta çatışma yeniden başladı.Madrid mahkemeleri bir pois otobüsünü havaya uçuran dört ETA mi­ litanından her birini 2.232 yıl hapse mahkûm etti. 1990 başlarında Bask parlamentosu bir karar alarak Bask halkının kendi geleceğine kendisinin karar vereceğini, bütün siyasi, ekonomik, sosyal ve kültü­ rel kararlarını tam demokratik yöntemlerle kendisinin alacağını ilan etti. Ama bu gelişmeler göreceli ve "tarihi kontekst" içinde olacaktı. ETA buna beş paket içine yerleştirilmiş bombayla karşılık verdi. Sevil ve dünya fuarlanyla 1992'de İspan­ ya'da yapılacak Olimpiyatlara savaş ilan ettiler. Bazı oto bombalarına rağmen alman güvenlik önlemleri teröristlerin başarılı olmalarını önledi. 1991'de terör devam etti. Bombalar patladı. Güvenlik güçlerinden ve sivil­ lerden ölenler oldu. ETA timleri Roma'da, Milano, Bologna, Münih ve Düsseldorf'da İspanyol diplomatik misyonlarına ve ticari ataşeliklerine saldırılar dü­ zenlediler. İspanya'da da demiryolu sistemini felç etmeye yönelik bombalamalar sürdü. Yüz binlerce insanın yararlandığı sistemler aksatıldı. ETA'nm bu girişimleri "umutsuzluğa kapılmış insanların umutsuzca giriştikleri hareketler" olarak nitelendiriliyordu. ETA örgütlerinin tutuklan­ maları sürdü. Ama örgütün çekirdeği henüz ne tecrit edilmiş, ne de kökü ku­ rutulmuştu. 1993'te ETA'nın yarattığı şiddet "kabul edilebilir düzey"e indirilmişti. Ancak terörün kökü kurutulmuş değildi. Bombalar arada sırada patlamaya devam ediyordu. Ne Madrid'in önerdiği barışçı çözümler, ne Bask parlamento­ sunun aldığı kendi geleceğini tayin kararları ETA teröristlerini tamamen dur­ durmaya yetebilmişti. Bununla birlikte Bask bölgesindeki taraftarlarının sayısın­ da büyük azalmalar olmuştu. Bu da daha sonraki yıllarda yapılan seçimlerde ETA destekçisi siyasi partilerin oylarmdaki ciddi kayıplarla görülecekti. 92 IRA YÜZYILLARDIR SÜREN AYAKLANMA 1916 yılının Paskalya - Pazartesi günü yüzyıllardır süren İrlanda ayaklan­ ması, Dublin'de bir başka aşamaya gelmişti. Irish Republican Brotherhood (IRB) teşkilatının mensuplarından, otuz yedi yaşındaki Padhraic H. Pearse postanenin merdivenlerinden bir yeni ayaklanma nutku verdi. İngiliz yönetiminin artık serbest cumhuriyete yerini bırakarak sona ermesi gerektiğini söyledi. Bu arada bazı taraftarları da kentin bazı kilit kesimlerinde kontrolü ele geçirmişlerdi. Yetkililer kendilerine gelinceye kadar kent merkezine de hâkim olan asiler genel bir ayaklanmayı gerçekleştirme konusunda oldukça umutluydular. Ama genel ayaklanma olmadı. Birçok İrlandalı İngiliz yönetiminden rahatsız olduğu hâlde IRB ve onun yönetimsel kesimi olan Sinn Fein (Sadece Kendimiz) ve İrlandalı Gönüllüleri de çekici bulmuyordu. 60 yıldır iktidar İrlanda Milliyetçi Partisinin ellerinde kaldı. Bu parti ülkeyi House of Commons'da seksen milletvekiliyle temsil etti. Ama bu ayaklanma denemesi dolayısıyla İngiliz hükümeti gereksiz bir sertlik uyguladı. Pearse başta olmak üzere birçok militan tutuklandı. Kurşuna dizilenler oldu. 191 ? d e Başbakan Loyd George bir af çıkardı, ama olan olmuş, gerginlik IRB ta­ rafından istismar edilmişti. Bu durum meşru partinin yerini Sinn Fein'in alma­ sına yol açtı. ingiltere burada mecburi askerlik koymak istedi. Sonra dirençle karşılaşınca vazgeçti. Olay çıkaran Sinn Fein liderleri tutuklandı. Olaylar sürdü ve 1919'da İrlanda Gönüllüleri, İrlanda Cumhuriyetçi Ordusu (IRA) adını alan bir örgüte dönüştü. Böylece sınırlı bir savaş başladı. Sinn Fein ve seçilmiş meclisi Dail, İngiliz hükümetince gayri meşru ilan edildi. IRA'nın gücü üç bini silahlı militan olan on beş bin kişi kadardı. Ellerinde zamanın en iyi hafif silahları bulunuyordu. On beş-otuz kişilik silahlı gruplarla "uçan kollar" oluşturulmuştu. Vurkaç, baskın, tuzak gibi gerilla - terörist taktik­ leri kullanıyorlardı. Bu yoldan İngiltere'nin çekilmesini sağlayacaklarını düşü­ nüyorlardı. Hedefleri polis, asker ve birlik taraftarı olan görevlilerdi. 1920'de 176 polis, 54 asker öldürdüler. Burada görevli İngiliz temsilci Londra'ya Sinn Fein'in gücünün 100. 000 olduğunu ve bunlann alaylar ve tugaylar halinde organize ol­ duklarını yazdı. Güvenlik gücü ise Royal Irish Constabulary (RIC) adında bu tür mücadele için eğitilmemiş on bin kişilik bir polis gücünden oluşuyordu. Bunlara IRA "İngilterenin yeniçerileri" adını taktı. 93 Bu sırada toplumun büyük kısmının hareketin aktif sempatizanı olduğu düşünülüyordu. Yüz bin kişinin aktif destek vermek istediği tahmin edildi. Po­ lisin morali bozuldu. İstifalar arttı. "İrlanda meselesi" Londra hükümetini gittikçe bölüyordu. Bir grup parla­ menter isyancılara iyi davranılmasını isterken, diğerleri aksini savunuyordu. Bu hava içerisinde 1920'de olağanüstü hal yasası çıktı. Yasa Sinn Fein mensubu ol­ duklarından şüphe edilenlerin yargılanmadan tutuklanabilecekleri, gerektiğinde askeri mahkemeye çıkarılabilecekleri yetkisini askeri komutana verdi. 1921'de sıkıyönetim ilan edildi. Bu çok baskılı polis rejiminin sonucu, tam bir başarısızlık oldu. Bölgeye İngiltere'den mücadele için gönderilen iki güç, ayaklanmalara karşı mücadele konusunda eğitilmemiş olduklarından başarı sağlayamadılar. İşin başından iti­ baren İrlanda teröristleri için kolay hedef haline geldiler. Bir olay çıktığında olay yerine gelip suçlu suçsuz herkesi tutukladılar ve sorgulamalar sırasında işkence uyguladılar. 192T'de Loyd George böylesine kuvvet kullanmanın çözüm için çare ol­ madığını kabul etti. Ama o şartlar içerisinde kuvvetten vazgeçmenin şiddete, bölücülüğe, suçlara teslim olma anlamına geleceğini, buna ise hiç hazır olmadı­ ğını söyledi. Bir dostuna "cinayetle el sıkışmam" diyecekti. Ayaklanmacıların terörist taktikleri normal hükümeti tedirgin etti, ama İngilizlerin ülkeden çıkmalarını sağlayamadı. Halk bu durumdan bıkmıştı. Orta yol bulunmasını isteyenler arttı. 1921 Temmuzunda çıkarılan bir yasayla Kanada'da olduğu gibi Güney'de İrlanda Serbest Devleti kuruldu. Buradan İngiliz kuvvetleri çekildi. Ama barış kısa sürdü. 1922 ilkbaharında iç savaş, bu anlaşma taraftarlarıyla karşı olanlar arasında patladı. İrlandalılar, İrlandalılara karşı sa­ vaştı. Ülkenin Protestanların çoğunlukta olduğu ve kendi parlamentoları bulun­ makla birlikte Birleşik Krallığın parçası olarak kalan altı vilayeti merkezi Ulster olan bir Kuzey İrlanda oluşturdu. Bu sırada IRA'nın yüz bin kadar üyesi olduğu tahmin ediliyordu. Bunlar anlaşma taraftarı olan ve olmayanlar diye ikiye ayrılmışlardı. Sonuncu grup İn­ giltere'ye karşı savaş taraftarıydılar. 1922'de bir Dali (Senato) üyesini kaçırınca çıkan olaylarda bin iki yüz IRA mensubu hapsedildi ve bunlardan yetmiş yedisi kurşuna dizildi. 1923'te IRA askeri yenilgiye uğratıldı. Ama çok küçük bir grup hareketi canlı tuttu. Bunlar İngilizleri Kuzey İrlnda'dan atmanın tek yolunun aşırı şiddet olacağına inanıyorlardı. 1937de Serbest Devlet, İrlanda Cumhuriyeti halini alıncaya kadar duruma kuvvetli hükümet önlemleri hâkim oldu. IRA'nın düşüşü sürdü. 1947de sadece iki yüz aktif üyesi olduğu tahmin ediliyordu. Bunlar ertesi yıl Cumhuriyetçi olan Sinn Fein ile İngilizlere karşı gerilla savaşı açmak üzere ittifak oluşturdular. Daha sonraki dört yıl içinde daha ziyade polis karakolların94 dan, askeri kışlalardan yaptıkları baskınlarla olduğu gibi, davalarına sempati duyanlardan silah bulmaya çalıştılar. 1965 sonlarında birimler oluşturulmaya ve Kuzeyde eğitilmeye başlandı. Burada İrlanda halkının üçte biri yaşıyordu. Katolikler halkın üçte biriydiler. Ülke Belfast dışındaki Stormont Şatosundaki Birlikçi parlamentonun kontrolündeydi. Yıllar içerisinde Royal Ulster Constabulary (RUC) adı verilen polis etkili bir hale gelmişti. Bunları yirmi beş bin kişilik gücüyle Ulster Special Constabu­ lary adı verilen birlik destekliyordu. Bunların yerini daha sonra Ulster Defense Regiment (UDR) aldı. IRA timleri geniş sabotaj hareketlerine başlayınca Stormont çıkardığı bir yasayla RUC'un yüzlerce Ulster Cumhuriyetçilerini toparlamasına imkân verdi. Bu kampanya 1962'ye kadar sürdü. Sonra Dublin'deki morali bozulmuş ka­ rargâhları mücadelenin bittiğini ilan etti. IRA'nın başarısızlığı yeni Marksist komutanlarının strateji değiştirmesine yol açtı. O sıralarda gelişmekte olan insan hakları cereyanlarından yararlanmaya başladılar. Katoliklerin Protestan çoğunluk tarafından kötü muameleye tabi tu­ tulması ve Katoliklerin tamamıyla ikinci sınıf insan muamelesi görmeleri, okuma imkânlarının sınırlı kalması, konut ve iş sıkıntısı çekmeleri memnuniyetsizliği üst noktaya çıkardı. Ama gene de 1965'e doğru orta sınıfın çoğunluğu durumun yavaş yavaş değişmesini tercih ederek şiddeti reddediyorlardı. 1967de Kuzey İrlanda Medeni Haklar Derneği (Northern Irland Civil Rights Association NICRA) kuruldu. Bunların faaliyetleri gayri meşru sağcı Protestan Ulster Gönüllüler Gücü (Ulster Volunteer Force UVF) tarafından en­ gelleniyordu. 1968'de medeni haklar gösterileri Protestanlar tarafından engel­ lendi. Katoliklerin dükkânları ve evleri saldırıya uğradı. Güvenlik güçleri (RUC Royal Ulster Constabulary) bu duruma müdahale edip yasal gösteri yapanları korumayınca, IRA bundan yararlanıp gündeme geldi. Böylece süren mücadele bir müddet sonra Stormont hükümetinin gerilemesi, Katoliklere bazı haklar ta­ nıması, reformlar yapması ve hatta 1969'da Toplum İlişkileri Bakanlığı kurması­ na kadar gitti. Bu bakanlık her alanda toplumların eşitliğini sağlamakla görevli olacaktı. Bu sırada bir paramiliter örgüt olan RUC'un meşru polis gücüne dö­ nüştürülmesi İngiliz hükümeti kararıyla mümkün oldu. Bu örgüt Katoliklere daha sempatik hale gelecekti. Ama görevi IRA ile mücadele olunca beklenen gerçekleşmedi. 1969'da IRA Dublin ve Ulster kolları olmak üzere ikiye ayrılmıştı. Dublin ılımlılık taraftarıydı. Belfast'taki aktif üye sayısı ise altmışın altındaydı. 300-500 arası orta yaşlı sempatizan grup yanında kırk kadar da aktif olmayan üyesi vardı. Bunların bir kısmı NICRA'ya sızmış, lider kadrosuna girmiş, hareketi etkiler ol­ muştu. Şiddet tırmandıkça etkileri artıyordu. 95 O zamana kadar asgari rol oynayan ingiliz ordusuna, Protestan sabotajları artınca, elektrik santrallarını ve su depolarını koruma görevi verildi. Ama pasif görevleri kısa süre sonra Katolik gösterileri RUC tarafından bastırılamayınca sona erdi. Bunların neticesinde IRA bölündü. Şiddet taraftarı Provisional (geçici) IRA kuruldu. Adını 1916 yılında Dublin'de kurulan geçici hükümetten almıştı. Yeni örgüt para, silah ve eğitim imkânları bulmaya başladı. Sinn Fein de komünist olan ve olmayan Sinn Fein diye ikiye ayrıldı. Geleneksel IRA önce Katolik bölgeleri RUC, ingiliz ordusu ve Protestan­ lara karşı savunmak, sonra eğer bir IRA mensubu öldürülürse bunun intikamını almak ve nihayet Ulster'in İngiliz işgaline son vermek hedefleri için mücadele ediyordu. 1969'a kadar Katolik toplum gözünde RUC karşısında daha sempatik olan İngiliz ordusunun durumu 1970'ten itibaren değişmeye başladı. Bunun nedeni IRA tahrikiyle başlayan gösteriler üzerine ordunun ev aramalarına başlamasıydı. Elinde petrol bombası görülen herkes vurulup öldürülebilir direktifiyle hareket eden askerler arasında daha fazla şiddetle davrananların artması, askerin iç gü­ venlik konusunda eğitilmemiş olması da sebepler arasındaydı. Hakarete, kışkırt­ maya uğrayan, hayatlarını tehlikede gören genç askerlerin aşın tepkileri arttı. Şid­ det tırmandı. Stormont hükümeti gösterilerde yakalananlara gittikçe ağırlaşan cezalar verdirdi. IRA arnk işsiz ve amaçsız macera arayan Katolik gençleri için fu­ karalıklarından kaçacak bir yer haline dönüşüyor, militan sayısını arttınyordu. 1970'te IRA, Belfast'ta Belfast Tugayını oluşturdu. Bunlar 14 harekât biri­ minden meydana geldi. Kenti 13 bölgeye bölüp harekete geçtiler. Bu yıl sonunda 153 dükkân ve fabrika bombalandı. Neticede asker devriyeleri arttı. Ev aramalan şiddetlendirildi. Araç kontrol noktalarının artması trafiği ve kent hayatını, so­ kaktaki insanı olumsuz biçimde etkiledi. Olaylar gazete manşetlerinden eksik olmayınca şiddet, kamunun dikkatinden uzaklaşmaz oldu. 22 milyon irlanda asıllı Amerikalı, bazı gruplar oluşturarak IRA'yı desteklemeye başladı. IRA Bel­ fast'ta banka soymaya ve Mafya stili para toplamaya, bunlarla daha fazla silah temin etmeye başladı. Ayaklanmalar kendi tırmanan dinamiğini besler. IRA'ya yönelen yeni militan akımı diğer taraftan da sağcı paramiliter grupların büyümesine yol açtı. Bu gidişte önemli rol oynayacak kişi başka ayaklanma b a s t ı n a operasyonlarda deneyim kazanmış Tuğgeneral Frank Kitson idi. Kitson, Belfast'a 1970 Eylülünde ingiliz tugayına komutan olarak geldi. Hemen kuralların değiştirilmesi gereğini gördü. Planı ılımlı Protestan ve Katolik unsurlan hükümeti destekleme husu­ sunda ikna etmekti. Tecrit edilerek kendileriyle gereken şekilde mücadeleye gi­ rişilecek aşırıların giderek etkisizleşeceklerini, bu arada da Stormont hükümeti­ nin gereken reformları yapacağım düşünüyordu. Ama plan uygulanamadı. Bunda ingiliz ve Protestan güçlerinin aşırılıkları da rol oynadı. 1971'de şiddet 96 arttı. IRA'nın Belfast faaliyetleri tırmandı. ABD'den gittikçe daha fazla yardım alan Provisional IRA ordu ve RUC karakollarına, önlerine gelene, meyhanelere saldır­ maya başladı. Buna hükümet kuvvetlerini arttırmak ve daha sert tedbirler almakla karşılık verdi. 1970 Aralığında Ulster'de altı bin İngiliz askeri vardı. Bir yıl sonra bu rakam on dört bin oldu. 1971 ortasında on İngiliz askeri öldürüldü. İngiltere, IRA'da etkili olduğundan kuşkulanılan herkesin yargısız tutuk­ lanmasını mümkün kılan yasa çıkardı. Katolik fakir ve karanlık kent kesimlerine güvenlik güçleri iyi hazırlanmamış planlarla geceleri baskmlar-aramalar düzen­ lemeye başladılar. Evler yakılmaya, insanlar öldürülmeye, terör tırmanmaya başladı. IRA'da eline bir silah geçirerek ateş etmeye can atan genç katılımcıların sayısı artmaya başladı. Ilımlı Katolikler de IRA'ya destek vermeye başladılar. Katolik Kilisesi, Sosyal Demokrat ve İşçi Partileri yasaya karşı çıkıp halkı diren­ meye çağırdılar. Yıl sonunda yirmi iki bin Katolik ev, belediyeye kira ödemeyi reddediyordu. Bombalama ve öldürme olayları 1972'de tırmandı. Ocak sonunda Londonderry'de yapılan bir yürüyüşe İngiliz paraşütçüleri müdahale edince on üç Katolik öldü. Bu çatışma günü, Kanlı Pazar adıyla anılacaktı. Güvenlik güçleri daha şiddetli davranmaya, şüphelileri Katolik bölgelerin içlerine kadar kovala­ maya, sokak devriyelerinde saldırgan olmaya, genellikle pek etkili olmayan ev aramalarını da arttırmaya başladılar. Bunlar bir işe yaramıyor, arasıra bir IRA mensubuna rastlanıyor veya küçük çapta silah bulunuyordu. Aramalar başla­ yınca çocuklar çöp varillerine vurarak IRA gerillalarına haber veriyorlardı. Böylece pusular kurulabiliyordu. Stormont reform yapamadı. Londra'da başbakan istifa etti. Edvvard Heath'in muhafazakâr hükümeti kuruldu. Hükümet, Stormont'un yetkilerini üstlendi. Bu İngiliz ordusunu kamu düzeni konusunda sorumlu kıldı. Böylece daima polisin ön planda görev yapması, ordunun onu bazı durumlarda destek­ lemesi gereken bu gibi durumlarda RUC bir kenara itildi. Ama öbür yanda elli yıllık Stormont iktidarının sona ermesi, Katoliklerce reform gibi görüldü. IRA etkisini kaybetmeye başladı. İngiltere bundan yararlanıp bütün siyasi grupları bir araya getirerek, siyasi yönden geçerli bir Kuzey İrlanda yaratmak istedi. IRA operasyonları yavaşlarken İngiliz ordusu da politikasını değiştirdi. Asker daha az görülür oldu. Bu sivil halk ile sürtüşmeyi azalttı. İngiliz ordu is­ tihbaratı daha ziyade General Frank Kitson'un gayretiyle gelişiyordu. Kendisi Kenya ve Kıbrıs'ta yaptığı gibi düşük düzeyli istihbarat ve Katolik bölgelere kendi asker ajanlarını sokarak topladığı bilgileri etkili bir değerlendirmeye tabi tutarak uyguluyor, böylece RUC vasıtasıyla önemli IRA mensuplarını yakalı­ yordu. Buna karşılık IRA tedhiş yöntemlerini hızlandırdı. Kendisiyle işbirliği yapmayanları ağır şekilde cezalandırıyor, hatta öldürüyordu. Bu durumda Pro­ testanların Ulster Defense Association (UDA) -Ulster Savunma Derneği- ölüm 97 timlerini yeniden ortaya çıkarınca IRA da Protestanları ayrım yapmadan öldür­ meye başladı. Halkta bezginlik başlamıştı. 1972 Mayısında IRA'nın daha ılımlı olan kesi­ mi (Official IRA) esas doktrinine dönerek güvenlik güçlerine karşı ateşkes istedi, Provisional IRA'yı suçladı. Bundan etkilenen Provisional IRA, haziranda ateşkes ilan edip Londra'da yapılan IRA'nın kabul edilmez istekleri dolayısıyla hiçbir neticeye varamayan bir resmi toplantıya katıldı. Provisional IRA, sadece dövüş­ mek için mücadele eder gibiydi. Ortada elle tutulur bir amaç görülmüyordu. Kanlı Cuma, temmuz sonunda yaşandı. Belfast'ta IRA bir günde araç bombalama kampanyasıyla dokuz kişinin ölmesine, çoğunluğu kadın ve çocuk olan 130 kişinin de yaralanmasına yol açtı. Kamu tepkisiyle, ordunun buradaki mevcudiyetini yirmi bir bine çıkarmasıyla sonuçlandı. Yeniden silahlandırılan ve daha aktif hale getirilen RUC ile o zamana kadar pek girilemeyen Katoliklerin yaşadıkları yerlere saldırgan şekilde girildi. Buralardaki IRA etkisi azaltılınca istihbarat akışı hızlandı. Ekim ve kasıma gelindiğinde günde bir IRA mensubu tutuklanıyordu. ABD'den gelen katkılar da azaltıldı. 1972 sonunda IRA, artık İngiltere'nin buradaki yetkilerinden vazgeçme­ yeceğini anlamıştı. 1973 başlarında Belfast'ta İngiliz kuvvetlerinin başına sert Korgeneral Frank King geldi. Kitson'un politikasını sürdüren King, gizli gözet­ lemeyle düşük düzeyli istihbarat toplamaya küçük ve hareket kabiliyetleri fazla birimlerle açık harekâta devam etti. İstihbaratın geliştirilmesi teröristlerin kim­ liklerinin saptanmasını, yakalanmalarını ve mahkûmiyetlerini hızlandırdı. Şimdi Sinn Fein'in lideri olan Gerry Adams, bu sırada yakalanan IRA mensupları ara­ sındaydı. King hiç popüler olmayan evleri arama yerine, toplumla iyi ilişkiler kurulmasına, güvenlik mensuplarının kişisel eğitimlerine ağırlık verdi. Sonuç etkileyici oldu. 1972'de Kuzey İrlanda'da 467 kişi öldü. Bunların 103'ü İngiliz askeri, 17'si polis, 26'sı UDR (Ulster Defense Regiment) askeri, 321'i sivil idi. 1973'te 250 kişi öldü: 58 İngiliz askeri, 13 polis, 8 UDR askeri, 121 sivil. Durum 1974'te politika değiştirilip de mücadelede öncelik polise verilince daha da iyileşti. 215 kişi öldü. 1975 ve 1976'da ölenler 247 ve 297'ye çıktı, ama bunların çoğu IRA'ya saldıran paramiliter Protestan gruplarının eseriydi. Güvenlik güç­ leri IRA kadar UDA, UVF (Ulster Volunteer Force), UFF (Ulster Freedom Fighters) gibi Protestan gruplarıyla da mücadele zorunda kalıyorlardı. UVF ve U F F siyasi amaçlardan ziyade intikam ve mali kaynak için mücadele ediyorlardı. Bunların mensuplarının yüzde 75'i, RUC'e göre adi suçlulardı. 1977den 1992 sonuna kadar yıllık ölü sayısı 54 ile 113 arasında değişti. Oysa aynı dönemde trafik kazalarından ölenlerin sayısı ise yıllık 173 ile 355 arasında değişiyordu. IRA mart ayında bir darbe daha yedi. Kaddafi'nin yolladığı 5 milyon dolar değerindeki silah dolu bir gemiyi İrlanda Cumhuriyeti donanması yakaladı. Si­ yasi çabalar Amerika'daki İrlandalıların yaptıkları yıllık 600.000 dolarlık yardımı 98 160.000 dolara indirdi. İrlanda Cumhuriyeti, Kuzey İrlanda sınırını takviye etti. İngiliz kuvvetleri ile RUC işbirliği arttırıldı. Dublin'de IRA'hm kurmay başkanı yakalandı. Bu durum IRA'nm, on ile on altı yaş arasındaki gençleri de kadrolarına katmak zorunda bıraktı. Gerilla çabalan kırsal kesime de sıçradı. Harekât, İngil­ tere'ye de uzandı. Bu yayılma güvenlik güçlerini zor duruma soktu. İngiltere'de patlayan ilk otomobil bombası bir kişinin ölümüne, 180 kişinin yaralanmasına yol açtı. Bombalar birbirini izledi.. Bu terör olayları gazetelere manşet olurken IRA'nın gittikçe güçleşen du­ rumunu gizleyemiyordu. Bu sırada Ulster Protestanları, Katolikleri ve İngiltere arasında yönetimi paylaşma ve diğer reformlar için girişimler yapılıyordu. Altı Protestan ve beş Katolik bakandan bir hükümet kuruldu. Ama 1974'te Kuzey İr­ landa'yı İngiliz parlamentosunda temsil etmek üzere seçilmiş on iki üye bu plana karşı çıktılar. Bu sırada patlayan bombalar bir akşam otuzaltı kişinin ölmesine, iki yüzden fazla insanın da yaralanmasına sebep oldu. Yerel hükümet istifa etti. Yönetim gene Londra'ya geçti. Bu başarısızlıklara rağmen İngiliz kabinesinin Kuzey İrlanda işlerinden sorumlu bakanı yerel iktidar paylaşımını öngören gayretlerine devam etti. 1977ye gelindiğinde Katolikler yerel meclislerin büyük çoğunluğundaki yerleri­ ni koruyorlardı. Ordu da nefret edilen ev ev arama yöntemini asgariye indirmişti. IRA şiddeti kestiği takdirde gözaltındakilerin yavaş yavaş serbest bırakılacağı sözü verildi. Bu yaklaşımla 1974'te IRA ateşkes yaptı. 1975'te geri kalan tutuklu­ ların bırakılmaları koşuluyla IRA ateşkesi uzattı. Bu güvenlik güçlerinin rahat­ sızlığına yol açtı. 1974'te 215, 1975'te ise 247 kişi öldü. Binden çok kişi yakalandı. Katolikle­ rin IRA sempatisi en altdüzeye inmişti. Ateşkesin sonunda İngiliz ordusu mücadele tekniğini, özellikle istihbarat konusunda adamakıllı geliştirmişti. Ama RUC hâlâ, bilgisayar kullanma gibi konularda teknik bakımdan oldukça gerideydi. R U C ' u n Special Branch'ı karşı­ laştırma ve analiz tekniklerinde beklenen güçlenmeyi sağlamamıştı. RUC, ancak 1976'da Olağanüstü Yetkiler Yasası çıktığında biraz daha gelişti. Bu yasa, IRA şüphelilerinin yargıya çıkarılmadan yedi gün gözetimde kalmalannı mümkün kılıyordu. Son derece sert ve zaman zaman işkenceye varan soruşturma sistem­ leri istihbarat akışını hızlandırdı. 1976 ile 1979 arasında üç bin kadar kişi terörizm ile ilgili suçlandı. Bunlardan çoğu hakkındaki suçlama soruşturmalar sırasında elde edilen bilgilere dayanıyordu. (Yıllar sonra Türkiye'de aynı yöntemlerin uy­ gulanmasından dolayı Türkiye suçlanacaktı.) Mücadeleye katılan RUC ile İngiliz ordusunun ilişkisi, daima gergin kaldı. Nedeni, her iki örgütün de harekât kontrolünü elinde tutmak istemesiydi. Bu nedense, istihbarat akışını ve değerlendirmesini olumsuz etkiledi. (Ayaklanma99 lara, terörizme karşı daha önceki mücadelelerde İngiltere ancak güvenlik güçlerinin tek komutana maması bağlanmasıyla başarılı neticeler almıştı. durumlarındaki başarısızlıklardan Türkiye yasasıyla ortaya çıkan durum hep eleştirildi. lenin belkemiğini sahip olamadığı teşkil Komuta etkilendi. birliğinin sağlana­ Olağanüstü Hal OHAL valilerinin bölgedeki mücade­ eden Jandarma Asayiş biliniyordu. de Askerler sivillerden Kolordusu üzerinde emir almak tam kontrole istemiyorlardı.) Görev alan İngiliz ordusu komutanları hem IRA ile doğrudan temas, hem de onları sınır ötesine kovalama -Hot Pursuit- yetkisi istediler. Yetki istekleri anayasa dolayısıyla reddedildi. Provisional IRA liderleri bir yandan eğitime önem verirken, öte yandan da siyasi güç edinmeye çalışıyorlardı. Batı Alman, Libya, İran ve İspanyol Bask teröristleriyle temas halindeydiler. Bask teröristleri onlara rütbesiz askerleri öl­ dürmemeleri, yüksek rütbelileri, yargıçları, bakanları hedef almaları konusunda nasihat verdiler. IRA'ya bu örgütlerden biraz silah yardımı geldi, ama desteğin esasını 150. 000 dolar ile gene ABD sağlıyordu. Diğer yandan banka soygunları, tehdit ile para toplama gibi yöntemler yılda 1-2 milyon dolar getiriyordu. IRA'nın yeni liderleri de Katolik topluma derli toplu bir siyasi felsefeyle özetlenmiş kolay kavranabilir bir hedef gösteremedi. Katolik bölgelerdeki des­ teğin bile korunabilmesi için baskı yöntemleri kullanıldı. 1976'da IRA, İrlanda'daki İngiliz büyükelçisini öldürünce genel suçlamayla karşılaştı. 1977de yirmi Kuzey İrlanda kentinde turist otellerine bombalı saldırılar yaptılar. Bu saldırı birçok insanı işinden etti. 1977 başında Hollada'daki İngiliz büyükelçisi öldürül­ dü. Bir ay sonra İngiliz Muhafazakâr Partisinin Kuzey İrlanda konularındaki sözcüsü, arabasına yerleştirilen bomba patlayınca parçalandı. Aynı yıl bir IRA timi İkinci Dünya Savaşı kahramanlarından Lord Mounbatten'ı öldürdü. Aynı gün bir başka tim de bir subay ile on yedi askeri öldürdü. Öldürmeler 1982 ve 1983 yıllarında da devam etti. Bu yıllarda IRA tutuklularının açlık grevlerinden on kişi öldü. Bu olaylar Sinn Fein'in güçlenmesine yol açtı. Cezaevinden çıkıp Sinn Fein'in başına geçen Gerry Adams'm gayretiyle 1982'de, kısa süre hayatta kalan Ulster Milli Mecli­ sindeki yetmiş sekiz milletvekilliğinden beşini kazandı. 1983 genel seçimlerinde oyların yüzde 13.4'ünü aldı. Adams, Batı Belfast parlamentosuna seçildi. 1984'te IRA'nın tam faal 250 üyesi vardı. Ama bu tam disiplinli ve eğitilmiş gücü çok geniş sayıda sempatizan destekliyordu. Bunlara ek olarak toplumun çeşitli kademelerine yerleşmiş 1991 ve 1992'deki terör dalgalannın gelmesini bekleyen uykuda ajanlar da vardı. Buna karşılık güvenlik güçleri de çeşitli yer­ lerde edindiği ajanların verdiği istihbarattan yararlanıyordu. Ama mahkemeler gittikçe itirafçıların ve bu ajanların verdikleri bilgilerle mahkûmiyet kararları al­ maktan vazgeçiyorlardı. 100 Devam eden IRA terörü Sinn Fein'in 1986 seçimlerinde oy kaybetmesine yol açtı. Bu da şiddeti artardı. Bu sırada siyasi durum oldukça değişti. 1981 so­ nunda İngiltere ile İrlanda bir işbirliği konseyi kurdular (AIIC). Amaç, düzenli ilişkiler kurarak soruna bir siyasi çözüm bulmaktı. Çözümde esas Kuzey İrlanda halkının çoğunluğunun kabul edeceği bir formül olacaktı. Bu yaklaşım şimdi de değişmedi. Çoğunluk Protestanlarda olduğuna göre, onların kabul etmeyecek­ leri bir çözüm olamayacaktı. Anlaşmaya göre Stormont ile Dublin arasında siyasi konularda, güven­ likle ilgili konularda, yönetim ve adaletle ilgili yasal konularda temas sürecekti. Bu aşamada ABD Hükümeti İngiliz-İrlanda işbirliğini desteklemek için 250 mil­ yon dolarlık bir yardım yaptı. İrlanda Cumhuriyeti de Terörizmin Yokedilmesi Avrupa Konvansiyonunu imzaladı. Anlaşma ne Dublin'in Kuzey İrlanda'daki İngiliz mevcudiyetini onayla­ yan tutumu dolayısıyla Katolikleri, ne de İrlanda Cumhuriyeti'nin Ulster'in işle­ rine karışmasının kabul edilmesi dolayısıyla Protestanları memnun etti. Başla­ yan gösterilerle süren tepkiler Kuzey İrlanda Parlamentosunun 1986 ilkbaharında dağılmasıyla son buldu. Bir kere daha Kuzey İrlanda doğrudan İn­ giliz kontrolüne geçti. Anarşi başladı, Protestan gerilla grupları belirdi. Son yılda 61 kişi öldürüldü, 1.450 kişi yaralandı. Bir kere daha taraflar arasında tam bir savaş başlamıştı. 1987 baharında bir polis karakoluna saldıran IRA, 1920'den bu yana en büyük kaybını verdi. Sekiz IRA mensubu öldürüldü. Karşılık veren IRA, bom­ balarıyla on bir masum sivili öldürdü. Altmış birini de yaraladı. İngiliz-İrlanda konferansı neticeden ziyade lafta kaldı. IRA'ya silah akımı sürdü. Semtex adlı X ışınlı kameranın göremediği patlayıcı da geliyordu. Bu sı­ rada Fransız donanması IRA'ya giden, içinde Rus ürünü SAM-7 füzelerinin de bulunduğu 150 ton silah yüklü bir gemiyi ele geçirdi. RUC kadrolarına yeni beş yüz eleman daha katarak 13.000 kişilik bir güç halini aldı. Bu sırada İngiltere dünyamn en şöhretli özel mücadele güçlerinden biri olan SAS (Special Air Ser­ vice) adlı birliklerini Kuzey İrlanda'ya gönderdi. IRA 1994 Ağustosundaki ateş kesinin sürekli barış anlamına geldiği dü­ şünüldü. Ama aradan 18 ay geçip de 1996 Şubatında IRA Londra'da yüzlerce in­ şam yaralayan ve birçok binayı tahrip eden Canary VVharf da patlamayı gerçek­ leştirdiğinde, bunun taktik bir ateşkes olduğu anlaşıldı. 18 aylık süre zarfında İngiliz hükümeti silahlarım teslim etmesini istemişti. IRA ise bunu kabul etmedi. Ateşkes süresince siyasi ağırlığını arttırırken bir yandan da Katolik kesimde dayak yoluyla çevreyi dehşet salarak kontrolünü sürdürdü. Gerek IRA gerek Sinn Fein nihai amaçlan olan "İrlanda'nın kendi, milli kaderini tayin"den aynlmaktan vazgçmedikleri muhakkaktı. Bunu Kuzey İrlanda halkının çoğunluğuna 101 rağmen yapmak istiyorlardı. Oysa 10 Haziran 1996 tarihinde konuyla ilgili bütün tarafların katılacağı bir konferans için Londra ile Dublin anlaşmışlardı. IRA'nın buraya Sinn Fein'i gönderebilmesi için yeni bir ateşkes ilan etmesi gerekiyordu. Oysa IRA ateşkesi bozma nedeni olarak ingiltere'nin 18 ay içerisinde "IRA silah­ larını teslim etmezse müzakereye başlamam" tavrını gösteriyordu. 10 Haziran Konferansı ile IRA yeni ateşkese razı olmadığından Sinn Fein'siz başladı. Ama IRA bombaları patlamaya devam etti. Haziran başında sahne Manchester idi. 1969'da başlayan son safhasıyla terör K. İrlanda'da 1996'da da devam ederken İngiltere bir yandan bütün güvenlik önlemlerini alıyor, öte yandan da sorunu müzakereler yoluyla çözme girişimlerinden de vazgeçiyordu. I 102 CUMHURİYET DEVRİNDE KÜRT İSYANLARI Raçkotan ve Raman (9-12 Ağustos 1925) - Sason (1925-1937) - Koçuşağı 7 Ekim - 30 Kasım 1926) - Mutki (26 Mayıs-25 Ağustos 1927) - Bicar (7 Ekim - 17 Kasım 1927) - Asi Resul (22 Mayıs -3 Ağustos 1929) -Tendürük (14 - 27 Eylül 1929) Savur (26 Haziranl930) - Zeylan (20 Haziran - 7 Eylül 1930) - Oramar (16 Tem­ muz -10 Ekim 1930) - Pülümür (8 Ekim 14 Kasım 1930) Ayaklanmaları. 1984'te Güneydoğuda başlayan PKK kökenli olayların incelenmesinde ya­ rarlı olacağına inandığımız Cumhuriyet dönemi Kürt isyanlarına kısaca, hafıza­ ları tazelemek için, dokunmayı yararlı bulduk. Şimdiye kadar bu isyanlar hak­ kında, daha ziyade tek taraflı kaynaklara dayanılarak üretilmiş yayınlar yapılmıştı. Biz özellikle bu isyanlardan daha uzun sürmüş ve daha geniş alanları etkilemiş olanları çeşitli kaynaklardan incelemeye çalıştık. Türk, Kürt, ingiliz ve Fransız kaynaklarına ağırlık verdik. Böylece sanıyoruz ilk defa 1920 ve 1930'larda cereyan etmiş olan olaylara yeni bir bakış açısı getirdik. Bu yaklaşımın 1984'ten sonra cereyan eden olayların daha iyi anlaşılmasına da ışık tutacağını sanıyoruz. Nasturi Ayaklanması (12-28 Eylül 1924) 1924'ün 7 Ağustosunda Hakkâri Valisi Halil Rıfat İngilizlerin Musul'a ra­ hatça sahip olabilmek için tahrik ettikleri gruplar içinde olan Nasturilerin yer ve kuvvetlerini yakından görmek için Çölemerik'ten Çal'a hareket etti. Yolda Nas­ turilerin baskınına uğradı. Kendisi esir edildi. Yanındaki jandarmalardan ölenler oldu. Kalanların elinden cephaneleri alındı. Sonra da Irak'ın Umadiye hüküme­ tine teslim edilmek üzere götürülürken yöredeki bazı etkili kişilerin müdahale­ siyle serbest bırakıldı. Çal'a döndü. Ama saldırıda İl Jandarma Komutanı Binbaşı ile üç er şehit olmuştu. Olaydan önce yolculuk sırasında valinin kafilesi İngiliz keşif uçaklarınca izlenmişti. Bu olay ayaklanmış olan Nasturilerin bastırılması için hükümetin harekete geçmesine sebep oldu. Çünkü Ankara dış tahrikle ortaya çıkan isyanın genişle­ mesinden de endişe ediyordu. Valinin baskına uğraması Hangediği yakınlarında olduğundan ayaklanmaya "Hangediği ayaklanması" da denir. Nasturilerin bir kısmı da Türkiye sınırları dışında yaşıyordu. Onların da ayaklanmaya katılması ihtimali dikkate alınarak tedbirler geniş tutuldu. Nastu103 rilere karşı harekât tamamıyla konvansiyonel bir savaş çerçevesinde bölgedeki 7. Kolordu tarafından yürütüldü. Hazırlıklar çok çabuk tamamlandı. Eratın acemi­ liği dikkate alınınca sayılarının arttırılması gerekti. Bazı aşiretlerden de yararla­ nıldı. Bölgedeki asker takviye edildi, ingilizlerin mücadeleye katılmaları ihtimali bile dikkate alındı. Ama bu bir Türk-tngiliz savaşına yol açabilirdi. Ankara, bunu göze aldı. Böylece kuvvet yığınağı daha da arttırıldı. Hava Kuvvetlerinden de izmir'den 8 uçaklı bir bölük Mardin'e geldi. Bu arada Bakanlar Kurulu da 14 Ağustos 1924 günü aldığı kararla ayaklanmayı bastırma yetkisini Genelkurmaya verdi. Ancak yetki, sınırın geçilmemesi ile kısıtlanıyordu. Yapılacak bastırma harekâtının önemi çok fazlaydı. Basan, aşiretler üze­ rinde devletin otoritesini sağlayacaktı. Harekât hazırlığı sırasında, daha sonra bu tür mücadeleler sırasında çok yararlı olacağı bilinen, halk kitleleri üzerine pro­ paganda faaliyetleri de sergilendi. Eşkıyanın nereye giderse gitsin takip edilip cezalandırılacağı, askerlerimize karşı silah kullanmayanlara ateş edilmeyeceği, teslim olanların iyi muamele göreceği belirtildi. Harekâtı 7. Kolordu Komutanı Cafer Tayyar Paşa yönetti. Erlerinin çoğu yeniydi. Muharebeye katılmış kimse yoktu. Eğitim hızlı yapıldı. Dağ savaşlarına alıştırma, askerin ayaklananlar gibi dağlarda rahat hareket edebilme yetenekleri kazanması eğitimin temelini oluşturuyordu. Hakkâri sınırı içindeki Nasturilere, ingilizlerin destek, teşvik ve yönetim vermeleri halinde sorun ağırlaşabilirdi. Bunun için hazırlıklar geniş tutuldu. Mareşal Fevzi Çakmak'm değerlendirmesine göre sınınmız içinde 3 bin kadar tüfekli, sınır dışında ise 4 bin 500 süvari ve tüfekli Nasturi vardı. Mücadele kolay olmayacaktı. Kurtuluş Savaşmın etkileri hâlâ hissediliyordu. Güneydoğu Anadolu'nun aşiretlerin oturdukları bölümünde yasalar ve düzen henüz tam kurulmuş değildi. Ayrıca dış tahrikler sürerken bazı ciddi firar olayları cereyan ediyordu. Harekât, 11 Eylül akşamı 1. Süvari Tümeninin yürüyüşüyle başladı. 20 Eylülde üç İngiliz uçağı Türk birliklerine saldırdı. Daha sonra da süren ingiliz hava müdahalesi ikmal faaliyetlerini güçleştirdi. İkmal geceye dönüştürüldü. Mücadele aşama aşama başarılı devam etti. 28 Eylül 1924'te Nasturiler birçok esir vererek güneye çekildiler. 30 Eylülde Zap doğusunda kimse kalmadığından harekât fiilen son buldu. Askerlik süreleri biten erler topluca terhis oldu. 5 bin kadar Nasturi kaçıp Umadiye'de dağlara sığındı, ingiliz kışkırtması ve desteğiyle süren ayaklanma kesin sonuca ulaşamadı. 104 Şeyh Sait Ayaklanması (13 Şubat-31 Mayıs 1925) İngilizler Musul'u Milletler Cemiyeti vasıtasıyla Misakı Milli sınırları dı­ şında tutmak istiyordu. Bunun için halkoylamasına karar verildi. İngiltere bunu . kaybedeceği düşüncesiyle bir yandan Musul halkının Türkiye ile birleşmek iste­ mediğini, öte yandan da Türkiye'nin iç dalgalanmalar etkisinde olduğunu gös­ termek istiyordu. Bölgedeki Kürtler bu nedenle tahrik ediliyordu. Dahası halife­ liğin kaldırılması konusu da istismar edilerek halk kışkırtılıyordu. Halk arasında yerleşmeyen bir Kürtçülük hareketi de mevcuttu. Birinci Dünya Savaşı sonunda kurulan Kürt Teali Cemiyeti, Cumhuriyetin ilanından sonra İngiliz yardımı ile Sevr'de kendilerine tanınmış imkânları yeniden elde etmek için gayret sarfetti. Cemiyet üyeleri İngiliz entelijans servisiyle temas ararken Türk polisiyle müzakereye girdiklerini fark etmediler. (Behçet Cemal-Şeyh Sait isyanı). Kürtler İngilizlerin Kürt Emirliği kurulmasını desteklemelerini ve fiilen korumalarını istiyorlardı. 1926'da ayaklanıp Diyarbakır'ı ele geçirecekler ve Musul sınırında İngilizler ile temas sağlayacaklardı. Daha sonra kurulacak emirliğe Akdeniz'de bir çıkış verilecekti. Emirliğin başına Seyit Abdülkadir getirilecekti. Bundan sonra İngiliz mali yardımı başlayacaktı. Şeyh Sait isyanı bölgede devam ederken İstanbul'un da ele geçirilmesi isyanın Bursa, Konya ve İzmir'e yayılması için de planlar hazırlan­ mıştı. Cumhuriyet hükümetinin ortadan kaldırılması ile İngilizlerin Vahdettin'i İstanbul'a getirmeleri düşünülenler arasındaydı. Hilafet Komitesi Şeyh Sait ile anlaşmıştı. Kürt bağımsızlık hareketini İs­ tanbul'dan idare eden Seyit Abdülkadir de işin içindeydi. Şeyh Sait, Elazığ'ın Palu ilçesinde, Nakşibendi tarikatının önde gelenlerindendi. Kürt bağımsızlıkçıları ve Vahdettin taraftarlarıyla, sık gittiği Halep'te gö­ rüştü. Oğlu Ali Rıza'yı İstanbul'a temaslar için yolladı. Zaza Kürtleri arasında nüfuz sahibi oldu. M. V. Guinet, isyan ile ilgili yapıtında ayaklanmanın gerçek nedenlerinin temelinde "Eski İslami geleneklerine bağlı Türkiye ile yeni laik ve ilerici Türkiye arasındaki çelişkinin" yattığını öne sürer. Bitlis, Muş ve Erzurum dolaylarında eski Kürt Bağımsızlık Komitesi men­ suplarından eski milletvekili Yusuf Ziya, Musa, Halit, Kerim hakkında soruşturma açılınca ve bunlardan bir kısmı kaçınca bilgi vermesi için mahkemeye çağrılan Şeyh Sait bu çağndan kuşkulandı. Acaba komitenin sırlan ortaya mı çıkmıştı. Oğlunu İstanbul'a yollayıp durumu Seyit Abdülkadir'e bildirdi. Gelişmelerden İstanbul'dakiler de kuşkulanınca ayaklanmanın hemen başlamasına karar verdiler. İlk silah, 13 Şubat 1925 günü Şeyh Sait'in bulunduğu Piran'da patladı. Jandarma, Sait'in yanındaki adamlar arasında olan iki firari mahkûmu almak is­ tedi. Mukavemet gördü. İki jandarma yaralandı. Öteki er ve subaylar esir alındı. 105 Şeyh Sait Piran'da halkı ayaklandırmak için şöyle konuşuyordu; "Medreseler kapandı. Din ve Vakıflar Bakanlığı kaldırıldı. Din okulları Milli Eğitime bağlandı. Gazetelerde birtakım dinsiz yazarlar dine hakaret etmeye, peygamberlerimize dil uzatmaya cüret ediyorlar. Ben bugün elimden gelse, biz­ zat dövüşmeye başlar, dinin yükselmesine gayret ederim." Daha sonra; İstiklal Mahkemesinde ise, ayaklanmaya sadece kendi dü­ şüncesiyle karar verdiğini, çalışmaları tek başına yaptığını söyleyecekti. Oysa gene aynı mahkemede, Genç Valisi İsmail Hakkı'nın sorgulaması sırasında, Çapakçur öğretmenlerinden Mehmet Zeki ile Genç Milletvekili Hamdi'nin İçişleri Bakanlığını önceden ayaklanma hakkında uyardıkları, bu uyarılara başkalarının da katıldığı ortaya çıkacaktı. Şeyh Sait, Piran'daki olayla değil, daha önce ayaklan­ maya karar vermiş idi. 15 Şubat 1925'te olayı Anadolu Ajansı küçük bir haber olarak verdi. 23 Şubatta ise Türk basını olayın 'ço'k daha ciddi olduğunu yazmaya başladı. İstanbul'daki İngiliz askeri ataşesi ise Londra'ya gönderdiği raporunda Türk hükümetinin olayı kendi s i y a s i çıkarı, muhalefeti disiplin altında tutmak için büyüttüğünü yazdı. 16 Şubat günkü Bakanlar Kurulu toplantısında İçişleri Bakanı Cemil Bey Piran olayı hakkında alınan tedbirleri anlatıp meseleye kapanmış gözüyle bakıl­ ması gereğini söyledi. Ama Genelkurmay Başkanlığı 3. Ordu Komutanlığına, Şeyh Sait'e karşı harekâtı yönetme görevi verdi. Valiler harekât bakımından ordu komutanının emrinde olacaklardı. Harekâtı ise fiilen 3. Ordu Müfettişi Kâzım Paşa idare edecekti. Genelkurmay olaya gene tam bir konvansiyonel savaş gibi yaklaşıyor, harekâtta birçok süvari ve piyade alayıyla tümen karargâhları görev alıyordu. Asiler önce Genc'i işgal ettiler. Ama güvenlik güçleri, Sait, doğuya kaç­ masın diye Erzurum ve Van illerinde önlemler aldı. 19 Şubat akşamı Şeyh Sait Diyarbakır'a yürürken önce Lice'ye yöneldi. Ama Ankara'da hükümet hâlâ olayı pek ciddiye almıyordu. İçişleri Bakanı Cemil Bey bir soruya verdiği cevapta, "Genç'te Şeyh Sait diye bir eşkıya ortaya çıktı. Taraftarlarıyla yağmacılığa başladı. Fakat hükümetimizin ciddi tedbirleri so­ nunda yakında bastırılacağı tabiidir" dedi. Atatürk, hükümetin olayı küçük göstermesine rağmen, gelişmeleri ya­ kından izliyordu. Halk Partisi Genel Başkan Vekili İsmet İnönü Heybeli Ada'da istirahat ederken Ankara'ya çağrıldı. 16 Şubatta 500 kadar asi, Diyarbakır'dan Piran'a doğru giden süvari müf­ rezesine saldırdı. Daha sonraki üç gün içinde müfreze ağır kayıplar verdi. Bunun başlıca nedeni, asilerin sığındıkları arazinin çok engebeli olması ile müfrezede piyade bulunmaması ve erlerin genellikle acemi oluşlarıydı. Mücadelede ilk rol 106 alan birlikler çok küçük ve kuvvetsizdi. Bu tespit edilince yenilgilerle yeni moral bozucu durumlara sebebiyet verilmemesi için harekâta katilacak birliklerin en az alay büyüklüğünde olmasına ve her birinin en az iki top ile takviye edilmesine karar verildi. 21 Şubatta bir süvari tümeni Hani'yi kuşattı. 22 Şubatta Hani alındı. Asiler kaçarken süvariler kovaladılar. Bu sırada Hani'de sadece 300 kişilik bir kuvvet kalınca asiler değişik istikametlerden saldırıya geçtiler. Hani'deki kuvvet­ leri esir aldılar. 21 Şubatta Lice yakınlarında Şeyh Sait adamlarıyla hükümet kuvvetleri çatıştı. Esirler ve cephane ele geçirdi. Sonra Hani üzerine döndü. Oradaki ça­ tışmada hükümet kuvvetlerinin Diyarbakır'a doğru çekilmesini sağladı. 26 Şu­ batta Hani'ye geldi. Hükümet gelişmeler karşısında kısmi seferberlik kararı aldı. 21 Şubatta Ankara'ya gelen İnönü'yü Atatürk karşıladı. Çankaya'da ayak­ lanmayı bastırma planı hazırlandı. Asiler ilerliyordu. 23 Şubatta Murat nehrini geçip bir birliği subaylarıyla esir aldılar. 24 Şubatta Elazığ'a saldırdılar. İçişleri Bakanı, Şeyh Sait'in 7000 taraftarıyla mart ayı için büyük bir ayak­ lanma hazırladığını söylüyordu. Gazeteler ayaklanmanın ardında İngiltere'nin olduğunu bildiriyordu. Vatan gazetesi ise kötü yönetimin de ayaklanmaya kat­ kıda bulunduğu görüşündeydi. Elazığ 24 Şubatta düştü. Kent yağmalandı. Asiler "Malatya'ya gidiyoruz" diyorlardı. Atatürk asilerin oraya kadar çarpışarak değil, daha ziyade mensup ve müritlerinin kahlmasıyla geldiğini düşünüyor, "yerli denilen ülküsüz erler"in tutumunun birliklerin başarılı olmasını engellediğini söylüyor; "Asilerin silahı, aldatmayı, bozgunculuğu ve din ile şeriatı vasıta ittihaz ederek bilgisizlikten faydalanmadır" diyordu. TBMM'de Başbakan Fethi Okyar, Muş, Ergani, Dersim, Diyarbakır, Mar­ din, Urfa, Siverek, Siirt, Bitlis, Van, Hakkâri illeriyle Erzurum ilinin Kiğı ve Hınıs ilçelerinde bir ay süreyle ilan edilen sıkıyönetimi onaya sunduktan sonra ılımlı bulunacaktı. İsmet İnönü ise Halk Partisi Meclis grubunda tehlikenin büyüklüğüne işaret ederek ağır önlemler alınmasını öneriyordu. Muhalefet adına Terakkiper­ ver Cumhuriyet Partisi Başkanı General Kâzım Karabekir sıkıyönetimi onayladı. Şeyh Sait hareketinin "vatan ihaneti" olduğunu söyledi. Mecliste çok alkışlandı. Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt ise "Hiyaneti Vataniye Kanunü'na şu maddeyi ekletti; 107 "Dini ve mukaddesatı maksadıyla diniyeyi siyasi gayelere esas veya alet cemiyetler teşkili yasaktır. Bu gibi cemiyetleri teşkil ittihaz etmek edenler veya bu cemiyetlere dahil olanlar vatan haini sayılırlar. Dini veya mukaddesatı diniyeyi alet ittihaz ederek devlet şeklinin değiştirilmesi veya devlet güvenliğinin bozulması veya dini veya mukeddesatı diniyeyi alet ittihaz ederek her ne suretle olursa olsun ahali arasında kargaşalık ve bölücülük için gerek tek başına ve gerek toplu olarak sözlü veya yazılı veya fiili bir şekilde veya konuşarak veyahut yayın yapmak suretiyle ha­ rekette bulunanlar vatan haini sayılır.. " 24 Şubat günü ayaklananların cezalandırılması planım Çankaya'da Ata­ türk Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak, İkinci Başkan General Kâzım Orbay ve inönü ile yaptığı toplantıda şekillendirdi. Plana göre ayaklanma bölgesi en seri şekilde büyük kuvvetlerle sarılacaktı. Yığmak tamamlamncaya kadar geniş çapta taarruz ve takip hareketi yapılmayacaktı. Başbakan Fethi Okyar'ın istifa zorunda kalması ve yerine sertlik taraftarı inönü'nün getirilmesiyle noktalanan gelişmeler Ankara'da şöyle cereyan etti: Okyar ayaklanmaya karşı sıkıyönetim tedbirlerini yeterli bulurken, inönü ve temsil ettiği grup Doğu ayaklanmasını geniş bir karşı ihtilal teşebbüsünün ancak bir safhası olarak anlıyor, rejimi devirmeye yöneltilmiş memleket çapında bir hareketi yok etmek için sert tedbirlere hemen başvurulmasını istiyordu. ihtilal ve devrim hareketine karşı, ya da aykırı yayın yapan dergi ve gaze­ telerin kapatılmasını, bu görüşe sahip yazarların cezalandırılması da isteniyordu. Bu arada muhalefet partisi taşra teşkilatı içinde ayaklanmayı destekleyici hare­ ketler de saptandı. Halk Partisi Meclis grubu konuyu enine boyuna 2 Martta konuştu. Görüş­ meleri Atatürk de Parti Genel Başkanı sıfatıyla izledi. Sonra sertlik taraflılarının hazırladığı önerge 60'a karşı 94 oyla kabul edilince, Fethi Okyar istifa etmek zo­ runda kaldı. 24 Martta inönü kabinesini kurdu, ayaklanmanın bastırılması için şu ted­ birleri alacağını bildirdi; "Sıkıyönetim bölgesindeki suçlar için bir İstiklal Mahkemesi kurulacak. Sıkı­ yönetim bölgesi dışındaki siyasi ve asayiş suçları için bir ikinci İstiklal Mahkemesi Ankara'da kurulacak. Sıkıyönetim bölgesinde alınan idam kararları derhal, Anka­ ra'daki mahkemede alınanlar ise Meclis onayıyla yerine getirilecek. İç politika du­ rumuyla ilgili bütün teşkilat, tesisat ve neşriyat hükümetin isteği ve Cumhurbaşka­ nının onayı ile menedilecek. Bu gibi yayın yapan organlar kapatılacak sahip ve yazarları Ankara İstiklal mahkemesine verilecek.. " Yeni hükümet ve programı 23'e karşı 155 oyla, Takriri Sükûn Kanunu ise 22 'ye karşı 122 oyla kabul edildi. 108 5 Mart 1925'te Atatürk olayları "kanunen suçlu olan bazı nüfuzluların din maskesi altında niteliğim örtmeye çalıştıkları teşebbüsleri" olarak vasıflandırı­ yordu. Bütün vatandaşların "Cumhuriyetin savunması için' 'ayaklandıklarını söylüyordu. Daha sonra sık sık kullanılacak bir formülü de şöyle gündeme geti­ riyordu; "Cumhuriyetin hürriyet ve nimetlerini, Cumhuriyetin kendisini yıkacak yayınlar ve zehirlemelere ve Cumhuriyet ordusunu ve zabıtasını herhangi bir sebeple küçümsemeye ve hafif görmeye vasıta sayacak olanların en şiddetli kanun yargılan ile takip edilmelerine ve bastırılmalarına karar verilmiştir. " Şeyh Abdullah Varto'yu almış, Erzurum'a doğru ilerliyordu. Ergani daha önce asilerin eline düşmüştü. Asilerin hedefleri Diyarbakır'ı alarak Kürdistan'ır| bağımsızlığını ilan etmekti. Şeyh Sait bir yandan bölgedeki şeyh ve ağaları ayaklandırmaya çalışıyor, öte yandan da elindeki kuvvetlerin büyük kısmını Diyarbakır'a yolluyordu. Di­ yarbakır'da Zazaları kazanmıştı. 7 Mart 1925'te Diyarbakır'a dört kapısından birden hücumu emretti. Sal­ dıracak kuvvet 5 bin civarındaydı. 7 Mart akşamı kuzeyden saldırı başladı. Güneyden de saldırı yapıldı. Bu sırada sur dışından ve içinden tekbirler duyuldu. İçerdeki Zazaların açtığı ge­ dikten asilerin bir bölümü kente girdi. Mardin kapısını savunan 63'üncü Alay ile makineli tüfek bölüğü iki ateş arasında kaldı. Ama saldıranlar süngüden ge­ çirildi. 8 Mart sabahı asiler, ilk kez karşılaştıkları bu örgütlü ve kararlı direnme karşısında kaçmaya başladılar. 9 Martta Atatürk 3. Ordu Müfettişliğini kutladı. "Diyarbakır'a tecavüz cü­ retinde bulunan asilerin tenkilinde subay ve erlerimizle, yardımcı kuvvetlerin gösterdikleri fedakârlığı takdir ve ayaklanmanın yakında tamamen yok olmasını bekleyerek hepinize selam ederim" dedi. 23 Şubatta başlayan hazırlıklar ilk meyvelerini Diyarbakır'da verdi. Şeyh Sait bu sırada Dersim ve Muş beylerini yanma almaya çalışıyordu. Diyarbakır çatışması, ayaklanmanın dıştan desteklendiğini ve bazı ülke­ lerde "Kürdistan Krallığı" kurulması beklendiğini ortaya çıkardı. 9 Martta İngiltere'den bazı silah fabrikalannın katalog ve mektuplan Di­ yarbakır'a geldi. Bunların üzerinde "Kürdistan Kraliyeti Harbiye Nazırlığı" ad­ resi vardı. 9 Martta Genelkurmay bölgeye yayımladığı bir bildiride ayaklanmaya katılmayanlann vurulması kararlaştınlan şiddet darbelerinden korunmasını istedi. Asilerin yakalanması, yetkililere teslim edilmesi, ayaklanmaya karşı olanların da harekete geçmesi, kandırılmışların uyarılması da istenenler arasındaydı. 109 Diyarbakır, Varto , Hınıs, Palu-Çermik, Ergani, Çemişkezek kesimlerinde alman yeni tedbirler asilerin gittikçe güç durumda kaldıklarını gösteriyordu. TSK'nin gayretleri; Beyazıt'taki Celali ve Zeylan aşiretlerinin Mardin, Mid­ yat, Savur, Nusaybin, Cizre dolaylarındaki Balli, Dekokiki, Halcan, Ömerkan, Hobige aşiretlerinin, Bitlis ve Siirt çevresindeki aşiretlerin, Dersim civarındaki aşiret­ lerin ayaklanmaya katılmalarını önledi. Ayaklanma bölgesi Genç ili ile Diyarbakır ve Ergani illerinin bir kısmıyla sınırlı kaldı. Bu uzunluğu 2 0 0 , genişliği 150 kilometre olan 3 bin kilometrekarelik bir alandı. ^• Asilere karşı harekât tam bir konvansiyonel savaş harekâtı olarak devam t ' Birlikler kuşatılan bölgeye doğru " ayrı yürüyüp birlikte vurmak" kuralıyla «hareket ediyorlardı. Harekâtın hedefi, asileri önce Çapakçur-Genç-Lice üçgeni içerisine almak ve orada yok etmekti. Harekât sırasında birliklerin açtığı topçu ateşi asilerin dağıtılmasında önemli rol oynuyordu. Harekât sürerken birliklere bazı hususlarda kesin emirler veriliyor, örne­ ğin silahların teslimi için köylülere zaman tanınması, kesinlikle ırza tecavüz edilmemesi, köy yakma cezasının sadece direnen köylere uygulanması, iaşe maddelerinin asla yağma şeklinde yapılmaması, ya parasının ödenmesi, ya da mazbataya bağlanması isteniyordu. Harekât bölgesinde kar ve tipi devam etmekle birlikte 1 Nisanda Lice geri alındı. Diyarbakır bölgesinde temizlik harekâtı sürüyordu. Amaç Şeyh Sait'i canlı yakalamakü. 7 Nisanda İnönü Mecliste yaptığı konuşmada bilgi verdi. Son ay içindeki gelişmeleri anlattı. "Asiler Silvan'ı 7/8 Mart gecesi Diyarbakır'a saldırdılar. aldılar. Mardin'e saldırdılar. Başarılı Palu'ya yöneldiler. Muş'un olamadılar. irtibatını Malatya'ya kadar giderek Çemişkezek'e dayandılar. Eğin'i tehdit ettiler. . tedbirlerle seferberlik ilan edildi. verip Ciddi çarpışmalar oldu. Çok kayıp Sonra kestiler. . Alınan dağlık yerlere çekildiler. 20 Marttan sonra Siverek ve Çemişkezek kurtuldu. Doğuda Silvan ve Beşiri birliklerimizin hâkimiy elindedir. Hani, Lice, Piran gibi Şeyh Sait'in başlıca faaliyet bölgeleri mıştır. işgalimiz Çapakçur'u Asiler şehirler alanda deniyorlar. Davalarından dağların almak civarında Kendilerince vazgeçmediler. kendilerine altındadır. mezar Elazığ'dan giden birliklerimiz Palu'yu al­ başka bir üzereler. denedikleri şanslarını, yenildikten müstahkem Teşkilatlarını olacağını asileri birer birer bulup tepeleyeceğiz. zannettikleri muhafaza anlayacaklardır. " 110 sonra dağlara ediyorlar. Harekât Fakat çekilmişlerdir. er bitmedi. geç bu Dağlarda Kışa rağmen ayaklanma bastırılıp asiler cezalandırılırken San Remo'da bulunan Vahdettin propagandasını yapıyor, düzenlediği basın toplantısında uy­ ruklarının Kuvayi Milliyecilerin baskısından usanıp Padişahın arzuları için ayaklandıklarını söylüyordu. Ayaklanmanın başarılı olmasını, kendisine İstan­ bul'a dönüş yolunu açmasını bekliyordu. Oysa bu sırada ayaklanma bölgesinde süren şiddetli çarpışmalar neticesinde yer yer aşiret reisleri ve şeyhler teslim oluyordu. Asiler arasında bir yandan kıtlık, diğer yandan da Sünnilik ve Şiilik çatışmaları başgöstermişti. Birlikler Genc'e yaklaşmıştı. 9 Nisanda alınan istihbarat Şeyh Sait'in Darahini'den Murat suyunu geçe­ rek kuzeye kaçtığını, kendisini bazı beylerin terk ettiğini bildirdi. 11 Nisanda Senikanlı aşireti çatışmada dağıldı, Raçkotanlılara sığındılar. Bunun üzerine Senikanlı aşiretinden dört, Raçkotan'dan üç köy yakıldı. Ama mücadeleyi yapan 12. Alay, Batmansuyu'nu geçerken pusuya düştü. 300 er kur­ tuldu. Silvan'a geldi. Diğerleri esir edildi. 12 Nisanda 7. Tümen Genç ilinin merkezi olan Darahini'yi aldı. 14 Nisanda Şeyh Sait'in emrindeki Darahini ve Çapakçurlularm çoğu, onu dinlemeyip dağlara kaçmaya başladılar. Bir asi grubunu, Çarpuh'ta bulunan bir müfreze takviye alarak Razkan geçidinden izlemeye başladı. Asiler, Hanşeref Dağı güneyinden doğuya doğru kaçıyorlardı. Alınan bilgilere göre içlerinde Varto Cephesi Komutanı Şeyh Ab­ dullah ile Şeyh Sait ve ayaklanmanın önde gelenleri vardı. 35. Alay, 2. Taburu izlemeyi sürdürdü. Sonra bu taburun bir bölüğüne teslim oldular. Şeyh Sait daha sonra verdiği ifadede kaçarak İran'a geçip oradan İngiliz­ lere katılmak istediğini, ancak Murat'ın geçit vermemesi üzerine planını uygulayamayıp 14/15 Nisan gecesi sıkıştırılıp teslim olduğunu anlattı. 15 Nisanda Şeyh Sait, Varto'ya götürüldü. Yakalandığı her tarafa bildirildi. Genç alınmışh. Asilerin liderleri yakalanmıştı. Cezalandırmanın askeri harekât kısmı sona ermişti. Bundan sonra ayaklanmaya katılmış birçok aşiretin çatışmasız, ikna edile­ rek, teslim alınması operasyonu uygulandı. Direnen aşiretler cezalandırıldı. 20 Nisanı izleyen günlerde de bu durum devam etti. Şeyh Sait isyanının bastırılması için yapılan askeri harekât 13 Şubat 1925'ten 15 Nisan 1925'e kadar 62 gün, Atatürk'ün yönetimi altında devam etti. Atatürk'ün saati saatine gelişmeleri izleyip verdiği emirler hükümet adına Baş­ bakan İsmet İnönü, ordu adına da Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak tarafından uygulandı. Şeyh Sait'in yakalanmasından sonraki temizlik bir ay sürdü. 31 Mayıs 1925'te seferberlik kaldırıldı. Atatürk seferberliğin kaldırılması dolayısıyla halka 111 hitaben yayımladığı bildirgede ordu mensuplanna Mareşal Fevzi Çakmak şah­ sında teşekkür etti. 14 Mayıs ile 23 Mayıs arasında Diyarbakır'daki İstiklal Mahkemesinde asi liderleri yargılandı. Seyit Abdülkadir, Seyit Mehmet, Kemal, Fevzi, Kör Sadi, Hoca Askeri ve Avukat Hacı Ahdi'nin idamına karar verildi. Nakip Bekir Sıtkı, Şeyh Sait ile birlikte yargılanacaktı. İdam mahkûmu olanlar 27 Mayıs 1925 sabahı asıldılar. Şeyh Sait ve arkadaşlarının yargılanmasına 26 Mayısta başlandı. Aralıksız 27 Hazirana kadar devam eden yargılamalar sonunda tekke ve zaviyeler (küçük tekkeler) kapatıldı. Şeyh Sait başta olmak üzere Şeyh Abdullah dahil 29 şeyh ve beyin idamına karar verildi. İdam mahkûmlarından Salih Bey Zade Hüseyin yaş küçüklüğünden, Çapakçur Kaymakamı Çerkez Hüseyin Hilmi de Kuvayi Milliyedeki eski hizmetlerinden dolayı idamdan kurtuldular. İdam mahkûmlarının cezası 28 Haziran 1925 gece yarısı infaz edildi. Fransız kaynaklarına göre isyanın bastırılması sırasında hiçbir gazeteci bu bölgeye sokulmadı. İsyanın bastırılmasından sonraki üç yıl da aynı uygulamaya sahne oldu. Bundan dolayı da batıda Şeyh Sait ayaklanması hakkında fazla bir şey yazılamadı. Hatta Sait'in isyanının kökeninde kaldırılan hilafetin mi, yoksa Kürt bağımsızlığı hareketinin mi yattığı hakkında bile kesin karara varılamadı. Ayaklanmanın arkasında İngiltere'nin bulunduğu iddialarıyla ilgili hiçbir hususun mahkemeler sırasında ortaya çıkmadığını zamanın İstanbul'daki Fransa Büyükelçisi Albert Sarrault Paris'e bildirmişti. İngiliz kayıtlarına göre Rusların bu konuda oynadıkları rol de olumsuz olmuştu. Cibranlı Halit Bey, Urumiye Rus konsolosuna ayaklanmadan önce müracaat etmiş, ama olumsuz yanıt almıştı. İzvestiya'da yayımlanan bir maka­ lede ayaklanma bölgedeki feodal ve karşıdevrimci güçlerin İngilizlerce teşvik edilen ve desteklenen girişimi olarak nitelendirildi. Batılılar bu ayaklanmanın batılı güçlerce desteklenmeyerek başarısızlığa uğramasından dolayı açıkça ha­ yıflandılar. Bu husus 1965'te Virginia Üniversitesi tarafından yayımlanan VVilson Hovvell'in "The Soviet Union and the Kurds, a study of a national minority" adlı yapıtında yer aldı. Türkiye'deki İngiliz Büyükelçiliğinin Londra'ya yolladığı raporlarda Şeyh Sait isyanına bir kısım jandarmanın da katıldığı, Türk basınından aldıkları bilgilere göre isyanda kötü yerel yönetimin de önemli rol oynadığı hususları yer aldı. Tevhid gazetesi başyazısında yöneticileri suçladı. "Görevliler neden isyanı zamanında haber almadı? Dış tahrikler incelenmeli. Fransa da İngiltere de Irak ve Suriye ile Türkiye arasında bir tampon Kürt devleti kurulmasını ister" diye yazdı. Sorunun birinci kısmı 1984'te Güneydoğuda PKK baskını başladığında da sorulmuştu. O zaman da istihbarat örgütlerinin habersiz yakalanmasından bah­ sedildi. Ama basın, sıkıyönetim dolayısıyla eleştirisini rahatça yapamadı. 112 Türk basınında İngilizlerin Şeyh Sait isyanının ardında olduğunu ima eden yazılar çıktığında İngiliz diplomatları bölgedeki gayri memnunların kendilerihe müracaatlarını asla cesaretlendirmediklerini yazdılar. 1925 Mart sonunda hükümetin yan resmi organı olarak bilinen Hâkimiyeti Milli başyazısında aşağı yukarı şimdi söylenenleri yazıyor ve şöyle diyordu: "Cumhuriyet ayaklanmanın bastırılması için bütün önlemleri almıştır. Ve ayaklan­ ma mutlaka bastırılacaktır. Ama bunun ötesinde atılması gereken adımlar, yerine getirilmesi gereken görevler asla ihmal edilmemeli akıllı idari ve sosyal reform ön­ lemleri bir an önce orduların baskısıyla birlikle uygulanarak hastalığın kökü kuru­ tulmalıdır. Bu konuda planların yapılmış olduğu muhakkaktır." İngiliz Büyükelçisi R. C. Lindsay'e göre ayaklanma patlak verdiğine göre Türk hükümeti bunu ülke çapında rejimin radikal ve laik prensiplerine karşı çı­ kanlara karşı kullanacak ve onları bastırarak Mustafa Kemal'in mutlak hâkimiyetini güçlendirecekti. İngilizler Şeyh Sait isyanını izlerken hep isyancıların mücadelelerini yeterli enerji ve kararlılıkla bir 'gerilla savaşı'na dönüştürüp dönüştüremiyeceklerini merak etmiş, böyle olsa bile hükümeti ne kadar sıkıntıya sokabilecekleri üzerin­ de durmuşlardır. Şeyh Sait isyanı bastırılıp, suçlular ağır şekilde cezalandırıldıktan sonra Mustafa Kemal'in Genelkurmay Başkanına yolladığı kutlama mesajı İngilizlerin özellikle dikkatini çekmiş ve Cumhurbaşkanının daima Genelkurmay Başkanına özel bir itina gösterdiği ve Fevzi Paşaya olağanüstü terbiyeli ve nazik davrandığı bu konudaki raporlannda yer almıştır. İsyan sırasında hiçbir Türk gazetesinin bölgede muhabiri bulunmuyordu. Basın bütün olup bitenleri Ankara'da yayımlanan resmi açıklamalardan izliyor­ du. İngiliz B. Elçiliğinin Londra'ya gönderdikleri rapordan anlaşıldığına göre yabancı diplomatlar da olup bitenlerden fazla bilgi edinemiyorlardı. Ancak İn­ gilizler o zaman da Türkiye'nin, güney sınırlarında kurulacak bir Kürt birimin­ den son derece rahatsız olacağının farkındaydılar. Açıkça böyle bir durumu desteklemeseler bile Kürt milliyetçiliğini pekiştirmek için gayret sarf edilmesi gerektiğini İngiliz Büyükelçisi R. C. Lindsay 6 Ekim 1925 tarihli raporunda vur­ guluyordu. 30 Kasım 1925 tarihli raporunda ise Türk-İngiliz ilişkilerinin önün­ deki en büyük engelin Kuzey Irak'ta bir Kürt Milli Evi kurulması ihtimalinin gündemde kalması olduğu bir kere daha belirtildi. Ama İngiltere'nin kendini bazı hususlara angaje ettiği de hatırlatıldı. Bu hususlar şöyle özetlendi: "Kürtlerin arzularından olan kendi topraklarında yönetici olarak kendi Kürt ırkından görevlilerin tayin edilmesi, adaletin dağıtılması, okullarda kendi dillerinde eğitimin yapılması ve Kürtçenin resmi dil olarak kullanılması hususlarına öncelik verilmesi. 113 Ağrı Ayaklanmaları 1. Ağrı Ayaklanması (16 Mayıs -17 Haziran 1926) Beyazıt'taki 28 . Alay, Mayıs 1926 başında, Yusuf Taşo çetesinin Beyazıt'm Muson bucağına bağlı Kalecik köyünden hayvan çalarak Ağrı Dağına götürmesi üzerine, bu çetenin cezalandırılmasıyla görevlendirildi. Alay 17 Mayısta Ağrı Dağında asilerle çatıştı. Asilere başka gruplar da katıldı. İran'ın Sakanlı ve Kızılbaş aşiretlerinden bir grup bunlara eklendi. Çatış­ ma altı saat sürdü. Perişan halde geri çekilen Alay, Beyazıt'a geldi. Başarısızlığın sebebi; Alay Komutanının işgüzarlık yapıp harekattan önce İran sınır komutan­ lığına harekâtın mahiyetini bildirip, merak edilecek bir şey olmadığını söyleme­ siyle baskın gücünün kaybedilmiş olmasıydı. Bir de asilerin başına "teslim ol" çağrısı yapıldığında adam "bana üç gün mühlet verin" demiş ama Alay Komu­ tanı bunu kabul etmemişti. Diğer yandan da Ağrı'da güvenli sanıp karargâhına kılavuz aldığı bazı Kürtler ihanet etmiş asilere casusluk yapmışlardı. Olayı İn­ giltere'nin Trabzon Konsolosu Londra'ya bildirirken "Beyazıt Kürtleri İran'dakilerden aldıkları destekle ayaklandılar. Bir bataryayı imha ettiler ve ma­ halli alayı dağıttılar" dedi. Bir hafta sonra ise bölgedeki kendilerine güvenilme­ yen eski subayların ve ailelerinin bölgeden uzaklaştırıldıklarını, bunlardan bir kısmının Kastamonu'ya geldiklerini yazdı. Bu olay üzerine 3. Ordu, Ağrı bölgesindeki ilk ayaklanmayı bastırma planı hazırladı. Harekât 16 Haziran 1926'da başladı. Bu tamamen konvansiyonel bir harekât idi. Hedef Ağrı eteklerindeki bazı tepelerin öncelikle alınmasıydı. Böy­ lece asilerin ellerindeki kayalık kısımlara hâkim duruma geçildi. Buradan açılan ateş asilerin moralini bozdu. İran'a doğru kaçışları başladı. Sayılarının fazla ol­ madıkları görüldü, İran'dan da gelen olmamıştı. A^lerin hepsi İran'a kaçınca 17 Mayıs harekâtında ellerine geçen silah, teçhizat ve malzeme geri alındı. Trabzon'daki İngiliz Konsolosu 16 Haziran 1926 tarihli raporunda;" Kars ve Erzurum'dan alman bir tümen, Ruslardan kalan 20 top ile bölgeye kaydırıldı. Ayaklanmanın sebeplerinin başında zorunlu nüfus kaydırması olduğu öne sü­ rülüyor. Bölgede büyük çapta köyler boşaltıldı. Ticaret durdu" dedi. Birinci Ağrı ayaklanmasının bastırılması da sona erdi. 2. Ağrı Ayaklanması (13-20 Eylül 1927) Batı kaynakları 1927 ile 1931 yılları arasında Ağrı Dağında bir Kürt Cum­ huriyeti kurulduğundan söz ederler. Buna "Hoybun" (İstiklal) komitesinin ku­ ruluşu başlangıç olmuştur. Bu komitenin kuruluşu hakkındaki bilgiler ise pek açık olmayan kaynaklara dayanır. 114 Kurucularından Celadet Bedir Hanın "La Cjüestion Kurd" adlı yapıtında belirtildiğine göre 1927 ilkbaharında Ağrı Dağında yapılan bir kongrede dört Kürt milliyetçi örgütünün (Kürt Taali Cemiyeti, Kürdüstan Teşkilatı, Kürt Millet Cemiyeti ve istiklal Komitesi) temsilcileri birleşerek Hoybun'u kurmuşlardır. Aslında bu kongrenin Lübnan'ın Bihamdun'unda yapıldığı bilinir. Bunu A. R. Gassemlu da doğrular. Hoybun 1928'de Fransızların müdahalesine kadar icra komitesiyle Halep'te kaldı. İçlerinde İstanbul'dan yönetilen; Bedir Han ailesinden^ Çelalet Bedir Han, Emin Ali Bedir Han, Kâmuran ve Süreyya Bedir Han gibi isimler bu­ lunmuştur. Hoybun, Kürt mücadelecilerine modern bir silah-teçhizat ile yeni savaş kurallarına uygun eğitim vererek işe başlamak istiyordu. Fransız kaynaklarına göre Güney Amerika'daki gerillaların uyguladıkları "ihtilal kaynakları" teorilerini onlardan bir jenerasyon önce keşfetmişlerdi. Bu gerilla mücadelesine dayanarak "Türkler tarafından işgal edilmiş Kürdistan'm dağlanndan birinin üzerinde Türk­ lere karşı mücadelede silah deposu ve eğitim merkezi olarak hizmet görecek bir askeri üs" kuracaklardı. Bu, "Birleşik Kürt kuvvetleri genel komutanlığı" üssü ola­ caktı. Mücadeleyi sonuna dek buradan yöneteceklerdi. Hoybun yöneticileri tam başarı kazanıncaya kadar, Türklere karşı müca­ deleleri sırasında, çevredeki ülkeleri rahatsız edip aleyhlerine çevirecek bir şey yapmamaya özen gösterme kararındaydılar. Dostluk ilişkileri içinde oldukları İran ile iyi ilişkileri korumak istiyorlardı. Ama bu İran'ın bazı hallerde Anka­ ra'nın isteklerini kabul edip destek vermesine engel olamadı. Irak ve Suriye'deki Kürtler manda idarelerinin sağladığı bazı haklardan yararlanıyorlardı. Ama bunlar arasında hiçbir siyasi hak yoktu. Oralarda huzur­ suzluk çıkarmama , İngiltere ile Fransa'nın rahatsızlıklarına sebep olmama poli­ tikalarının esasını oluşturuyordu. Hoybun'un programına göre, Ermeni milletiyle aralarındaki bütün yanlış anlamaları yok etme de hedeflerinden biriydi. Hoybun ile milliyetçi Ermeni partisi "Daşnak" arasında sıkı ilişkiler mev­ cuttu. Hoybun'un kuruluşuna V. Papaziyan adlı bir Daşnak Merkez Komitesi üyesi katılmış, onlara Ağrı ayaklanmasında Tebriz'den silah ve cephane sağlama hususunda vaatlerde bulunulmuştu. Hoybun'un, bilhassa İhsan Nuri'nin öncülüğüyle, bütün otoritesini bölge­ deki Kürtler üzerinde kaybedip sadece batıda Kürt sözcülüğüne devam ettiği ifade edilir. Faaliyetlerine bilhassa Amerika Birleşik Devletlerinde Detroit'te devam etmişlerdir. 115 Iran ve Türkiye'deki batılı ülke diplomatlarının başkentlerine yolladıkları telgraflar 1927'de bütün Doğu Türkiye'nin karışıklıklar içinde bulunduğunu söyler. Bunlara göre Diyarbekir, Hınıs, Muş, Bulanık ve çevresinde şeyhler böl­ gede dehşet salmaktadırlar. Ağrı'nın bir parçası sayılan Bitlis de bu havadan kurtulamamaktadır. 1927 Eylülündeki Zilan vadisinden başlayan bir Türk ordu harekâtı başa­ rısızlıkla sonuçlanmıştır. İran'dan gelen kabilelerin yardımıyla 8 bin kişilik Türk birliğini paniğe uğratmış, 4 top, 35 mitralyöz, 14 subay ve birkaç yüz asker ele geçirmişlerdir. Bunu Tebriz'deki Fransız konsolosu Paris'e yolladığı telgrafta bildirmiştir. Fransız konsolosuna göre Türk birlikleri Diyadin'e çekilmiş, Türk hükü­ meti Tahran nezdinde girişimde bulunarak bu durumu Maku'dan gelen İran Kürtlerinin desteğine bağlamış, Türkiye'den İran'a giren Kürtlerin silahsızlandı­ rılmasını istemiştir. Türk kaynaklarına göre 2. Ağrı Harekâtı olarak nitelendirilen ve 13-20 Eylül 1927 tarihleri arasında cereyan eden olaylar şöyle gelişmiştir; İran'ın Ağrı asilerini teşvik ettiği hakkında bazı haberler vardır. Bu asilere karşı bir harekât hazırlanmaktadır. Ancak harekât başlayınca muhtemelen asiler 1. Ağrı Harekâtında olduğu gibi İran'a kaçacaklardır. Bunun önlenmesi için Türkiye'nin İran nezdinde girişimde bulunması gerekir. Öte yandan askeri hazırlıklar yapılmış olup, 14 Eylülden itibaren Gomik kışlağı ve Serdarbulak civarındaki asilere hücum edilecektir. Harekât hazırlandığı gibi başladı. İran'a kaçması düşünülen olan asilerin yollarının kesilmesi başlıca hedefler arasındaydı. Operasyonlar sırasında 29. Alay, 16 Eylülde yolda baskına uğradı. Bölükler dağıldı. Hayvanların tamamıyla beş makineli tüfek ve beş subay asilerin eline geçti. Buna karşı 18 Eylül sabahı görev alan bazı birlikler Kozlu yolu istikametinde asilere saldırıp hudut dışına attılar. Birkaç gün sonra 29. Alayın esir olan Komutan Muavini Yarbay Tevfik ile 1. Bölük Komutanı Yüzbaşı Nuri ve beş er kaçarak Alaya katıldılar. Böylece kayıp er sayısı 17'ye inmişti. Bütün bu çatışmalar konvansiyonel savaş kurallarına göre, ama son derece sarp kayalıklar arasında ve susuz olan bir bölgede cereyan etti. Su sıkıntısını gidermek için deye ve öküzlerden kurulu su kolları Serdarbulak ve Başkent'ten büyük zorluklarla su taşıma durumunda kaldı. Bütün harekât ağır ve hafif makineli tüfeklerin desteğinde piyadenin süngü kullanmasıyla oldu. Tebriz Fransız konsolosunun verdiği "Türk birliklerinin yenilgisi" haberi doğru değildi. 29. Alayın uğradığı baskın abartılmıştı. Kesin sonuç alınamadığı doğruydu. Bunun sebepleri arasında harekâtta büyük görev alan 9. Kolordu 116 Komutanının, 29. Alay Tabur ve Bölük Komutanlarının hatalan, gafleti tespit edildi. 1928 Eylülü başlarında Ağrı Dağı bölgesinde eşkıyalık olayları sürerken Ermeni-Kürt işbirliği belirtileri de tesbit edildi. Bu İran'dan yapılacak destekle daha ciddi durumlar yaratabilecek bir gelişmeydi. 9. Kolordu Komutanlığı Ağrı'da sözümona bir "Kürt Cumhuriyeti" kurma hayali içinde olup Kürt bayrağı çekmek, şuna buna belge vermek hareketleriyle bir organlaşma siyaseti eğiliminde olduklarını saptamıştı. Komutanlık bu faali­ yetler için büyük kuvvet kullanma yerine, alınacak başka etkili tedbirleri teklif ediyordu. 9. KolorduKomutanının olayların önünün alınması için önerdiği ted­ birler arasında Ağrı çevresinde iyi bir istihbarat ve propaganda düzeni kurulması da vardı. Silah kaçakçılığının önüne geçilmesini istiyordu. Zırhlı araç ihtiyacım dile getiriyordu. İran ve Ermenistan üzerine mutlaka siyasi teşebbüs gereğini vurguluyordu. Asilere, haydutlara yataklık eden köyler mutlaka yakılmalıydı. Öneriler dikkate alındı ve 1 Ekim 1928'de bu görevleri yapacak bir Takip Komu­ tanlığı kuruldu. Bütün bunlar olup biterken Rusya, İran ve Türkiye ile imzaladığı iki anlaşmayla Kürt hareketini desteklememeye söz verdi. Fransa gibi, ama başka sebeplerden dolayı, Rusya da bağımsız bir Kürdistan kurulmasmı bir İngiliz ter­ tibi olarak görüyordu. 1927 Temmuzunda Rusya Dışişleri Komiser Yardımcısı Karahan, Mosko­ va'da eski Büyükelçi Aralof un da hazır bulunduğu bir törende Türkiye adına Zeki Bey ile Kürt hareketine karşı bir anlaşma imzaladı. Daşnak Partisi ile Hoybun yetkililerinin imzaladıkları anlaşma da Sovyet­ lerin Kürtlere karşı husumetlerinin artmasına yardımcı olmuştu. Olayların daha 1927 başındaki noktasında Türkiye, İngiltere'nin İran'dan Türk Kürtlerini ayaklanmaya teşvik ettiğinden kuşkulanıyordu. Bunu Londra'daki Türk Büyükelçisi, İngiliz Dışişleri Bakanı Austen Chamberlain'a ifade ettiğinde bakan, iddiaların tamamen asılsız olduğunu, İngiltere'nin Musul an­ laşmasından sonra Türkiye ile ilişkilerini geliştirmekten başka bir niyet taşıma­ dığını söyledi. Bu sırada Türkiye'deki İngiliz Büyükelçisi Londra'ya yolladığı ra­ porlarda Türkiye'nin Doğudan bazı sorun kaynağı olan en az 20. 000 kişiyi bulacak Kürt ailelerini Batıya kaydırdığım ve bütün doğu bölgesini yabancılara kapadığını yazıyordu. 1927 Aralığında Londra'ya gönderilen bir telgrafta ise Ankara'nın Güney­ doğuya bir "süper vali" tayin ettiği bildirildi. Ankara'nın bu valiye verdiği ad ise "Genel Müfettiş" idi. Bu valinin sadece polis ve jandarma üzerinde değil aym zamanda silahlı kuvvetler üzerinde de -şimdiki Bölge Valisi gibi- olağanüstü yetkileri vardı. Güvenlikle ilgili esas görev jandarmaya veriliyor, onların sayısı iki misli arttınlıyordu. Valinin bölgesine Harput (Elazığ), Urfa, Bitlis, Hakkâri, Siirt, Diyarbekir, Mardin ve Van dahil edildi. Bu bölgenin kuzeyi ise askeri yö117 netim altında kaldı. Bu sırada TBMM'de çıkarılan bir yasayla, daha önce bölge­ den uzaklaştırılmış ailelerden tutumları memnuniyet verenlerin eski yerlerine dönmeleri sağlandı. Asilere de aileleriyle dönmeleri için üç ay süre verildi. Ağrı operasyonları devam ederken, bugün de olduğu gibi, başta İngiltere olmak üzere bazı batılı ülkeler Türkiye'de Kürtlere çok kötü muamele yapıldığını öne sürüyorlardı. İngiliz Büyükelçisi R. H. Hoare, İngiliz Dışişleri Bakanı Chamberlain'a yolladığı raporunda 14 Aralık 1927de şunları yazdı; "Güvenilir bir kaynaktan aldığım habere göre izinli olarak Diyarbakır'da bulunan bir jandarma binbaşısı kendisine oradaki görevlerinden nefret ettiğini, bir an önce o bölgeden uzaklaşmak istediğini, halka çok kötü muamele ettiklerini söyle­ miş. Binbaşı yakalanan birçok tutsağa yaptığı soruşturmada onlara ingiliz etkisi altında mücadeleye girmekle itham etmiş. Ama hepsi bunu reddetmiş. İngilizleri Irak'taki ırktaşlarından duyduklarıyla sevdiklerini söylemişler. Türkiye'deki dinsiz hükümete karşı kendi inisiyatifleriyle ayaklandıklarını bildirmişler." 3. Ağrı Harekâtı (7-14 Eylül 1930) 1929 sonunda Ağrı bölgesinde 3 bin kadar oldukları öne sürülen asiler İhsan Nuri ve Ermeni Zilan tarafından yönetiliyorlardı. İhsan Nuri, yüzbaşı rüt­ besiyle orduda daha önce hizmet yapmış bir subaydı. Ellerinde 6 ağır makineli tüfek ile 9 hafif makineli tüfek vardı. Cephane durumları iyiydi. Hoybun Cemiyeti, dağılmaya yüz tutmuş Ağrı asilerinin du­ rumunu takviye ediyordu. Ağrı, konvansiyonel savaş olanaklarıyla büyük kuvvetlerin savaşacakları bir bölge değildi. Dağlık oluşu uçaklarla sonuç alın­ masını da imkânsız kılıyordu. Askeri uzmanların o günkü değerlendirmeleri, bugünün Düşük Yoğunluklu Çatışma mücadele yöntemlerini andıran öneriler getiriyordu. "Asilere karşı inatla ve fakat hile, baskın ve pusularla karışık, devamlı bir kara harekâtı esastır. Keşfe ve irtibata özellikle önem verilmesi lazımdır. Önceki hareketlerde kıtalarımız bu hususların noksanlığı ve hatta yokluğu yüzünden defalarca baskınlara uğradılar. Bu hareketlerdeki başarısızlıkların başlıca nedeni komutanların eşkıya harekâtında sevk ve idare hatalarıdır. Keşif ve irtibatsızlıkla beraber, askeri harekâtın eşkıyayı İran hududundan ayırarak memleketimiz da­ hilinde imha edecek şekilde tertip ve konsantrik bir etki yapacak surette idare edilmemiş olması, eşkıyanın kolayca sıyrılmasını ve İran'a kaçmasını mümkün kılmıştır. İran hükümetinin de eşkıya yuvasını himaye etmemesini sağlamak ge­ rekir" denilerek isabetli değerlendirmeler yapılıyor, fakat bölgede mücadele eden erlerin çoğunun acemi düzeyinde olması, iyi eğitimden geçirilmemesi beklenen sonuçların her zaman ve her yerde alınmasına engel oluyordu. 28 Aralık 1929'da Bakanlar Kurulu, Cumhurbaşkanı Atatürk başkanlığın­ da, Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak'm da hazır bulunduğu bir top118 lantı yaptı. 1930'da Ağrı'da yapılacak harekât planlandı. Harekât haziran so­ nunda başlayacak, operasyonu 9. Kolordu Komutanı idare edecekti. Ordu hazırlıklarını sürdürürken bazı ingiliz ajanlarının Kürt reis ve ör­ gütleriyle temas halinde olup hudutlarımız boyunda kışkırtmalarda bulunduk­ ları askeri istihbarat tarafından saptandı. Hassas bölgelerin içinde; Ağrı, Çaldıran, Erciş, Gevaş, Pervari, Eruh, Siirt, Viranşehir, Siverek, Suruç, Cerablus, Şemdinan, Çal ve Beytüşşebap vardı. 7. Kolordu Komutanlığı mart başındaki istihbaratında Kürt asilerin ingi­ lizlerden top, uçak ve çok sayıda silah aldığını bildiriyordu, isyanı, İngiliz ajan­ larının idare edeceği, Ermeni ihtilalcilerin de ayaklanmaya katılacakları öğrenil­ mişti. Asilerin morallerini yükseltmek için tek ve zayıf garnizonlara üstün kuvvetlerle hücum etmeleri de bekleniyordu. Şeyh Sait isyanından bu yana aradan çok zaman geçmişti. O zaman hazır­ lıksız TSK karşısında başarı kazanamayan asilerin, şimdi kazanmaları beklenmi­ yordu. Buna rağmen Genelkurmay geniş bir hazırlık içerisinde oldu. Ortaya atılan ayaklanma söylentilerinin daha ziyade TSK'yi kuşkuya dü­ şürüp gereksiz masraf yapmasına yönelik olduğu düşünüldü. Ama gene tedbir alındı. İstihbarata önem verildi. Birlikler muhtemel tehdit göz önüne alınarak yeniden konuşlandırıldı. Asilerin üzerine küçük kuvvet gönderilmemesi, yolla­ nacak kuvvetin en az bir alay büyüklüğünde tutulması kararlaştırıldı. Bu da konvansiyonel savaş kurallarından aynlınmadığını ortaya koyuyordu. Harekât, 9. Kolordu Komutanlığının yaptığı inceleme sonunda en uygun zaman olarak seçilen Eylüle bırakıldı. Bakanlar Kurulu bunu 8 Mayıs 1930 günlü toplantısında kabul etti. 9. Kolordu içerisinde asilerle mücadeleyi küçük birliklerle yapma eğili­ minde olan kurmaylar vardı. Ama Genelkurmay, konvansiyonel savaş kuralla­ rından ayrılma niyetinde olmadığından, 18 Mayısta verdiği emirde "izaç faaliyeti"nin topçu ateşi ve uçak ile yapılmasını bildirdi. Kolordu Ağrı asilerinin İran'a kaçmalarına meydan vermeden imhası için 7 Eylül günü şafakla birlikte saldırıya başlayacaktı. İçlerinde İhsan Nuri, Bro, Abdülkadir Timur, Seyit Resul gibi reislerin de bulunduğu grubun diri ele geçi­ rilmesi isteniyordu. Genelkurmay 8 Eylül günü İçişleri Bakanlığına "Ağrı eşkıyasına karşı ta­ arruzumuz başarı ile devam etmektedir. Ağrı'nın en sarp ve eşkıyanın savun­ masına en elverişli olan kısımları kıtalarımız tarafından işgal edilmiştir" diyor, asilerin perişan halde, daha önce birliklerimiz tarafından tutulmuş olan güney­ doğu istikametine çekildiği bildiriliyordu. 10 Eylül günkü raporda asilerin direndikleri Büyük Ağrı'nın 4000 rakımlı tepesinin de alındığı bildirildi. Genelkurmay 12 Eylülde Ağrı'nın asilerden arın119 dığını, sadece Büyük Ağrı'nın kuzeydoğusundaki karlık bölgeye sığınmış olan­ ların da her taraftan kuşatılmış olduğunu açıkladı. 14 Eylül Genelkurmay açıklamasında "Ağrı tedip harekâtı, eşkıyanın kesin yenilgisiyle son bulmuş ve bir hayli reis öldürülmüştür" diyordu. Bu harekâtın sona erdiği anlamına geliyor ve daha sonra bildiri yayımlanmayacağı ifade edi­ liyordu. 16 Eylülde Atatürk, Mareşal Fevzi Çakmak'ın şahsında bütün silahlı kuv­ vetleri kutladı. Teşekkür etti. 1930 Eylülünde Ağrı çevresindeki harekât bütün şiddetiyle sürerken Sov­ yetler de SovyetErmenistanı'nda devam etmekte olan ayaklanmayı bastırmakla meşguldü. Sovyetlerin Türkiye ile çok sıkı işbirliği yaptığı Fransız kaynaklarmca belirtiliyordu. Sınırı oluşturan Aras'ın Kürt kaçışlarını önlemek üzere Sovyet or­ dusu tarafından dikenli teller ve köpeklerle korunduğu, sınıra düzenli aralıklarla gözetleme kuleleri dikildiği ve süvari devriyelerinin sürekli kontroller yaptıkları kaydediliyordu. Fransız iddialarına göre daha harekât başlamadan, 1930 Temmuzu sonla­ rında 500 süvarilik bir Sovyet birliği Aras yakınlarındaki Davalu'ya gelip birkaç gece kalmışlardı. Sonra da bir gece ortadan kaybolmuşlardı. Tebriz'deki Fransız konsolosunun Paris'e 19 Ağustos 1930'da yolladığı telgrafa göre bunlar daha sonra Türk kuvvetlerine katılarak Kürtlere saldırıyorlardı. Sovyetler Birliği'nin Türkiye yanında Ağrı harekâtına katıldığının kanıtlanamadığını Fransızlar da kabul ediyordu. Ama W. Hovvell "The Soviet Union and the Kurds" de şu yorumu yapıyordu: perde "Ağrı Dağı savaşının ardında Sovyetler Birliği etrafında yeniden örmek isteyen uluslararası emperyalizmi görmek gerekir." bir demir Fransızlara göre Eylül 1930'da Kürtlere karşı sürdürülen Ağrı operasyo­ nu da diğerleri gibi başarısız olmuştu. TSK kışı Beyazıt'ta geçirme zorunda kalmıştı. Batılılar Ağrı ayaklanmalarıyla İhsan Nuri'yi ön plana çıkarırlar. Kürt kaynakları İhsan Nuri'nin TSK içerisinde binbaşı rütbesine sahip olduğunu, 1925'te Botan Dağlarıyla Beytülşebap arasında harekâtta bulunduğunu, sonra da birkaç yüz atlısıyla Ağrı'ya sığındığını yazar. 1927de, aynı kaynaklara göre, Hoybun kongresine Ağrı Dağı delegesi olarak katılmıştır. 1928'de İhsan Nuri iyi eğitilmiş, iyi silahlandırılmış, disiplinli binlerce adamıyla İbrahim Haski Tello'nun başkanlığında bir Kürt devleti kurmuştur. "Ağrı Cumhuriyeti" böyle doğmuş. 16 Nisan 1930'da İngiltere'nin Tahran Büyükelçisi Londra'ya yolladığı bir raporda İran yetkililerinin kendisine "Ağrı Dağı'nda bir Kürt Hükümeti kurul­ muş, dışişleri bakanları bile varmış" dediği aktarılır. 120 21 Mayıs 1930'da ise İstanbul'dan Londra'ya gönderilen raporda, şubat sonunda Ağrı çevresinde 5.000 kadar Kürdün ayaklandığı, bunlardan çoğunun Türk kuvvetleri tarafından öldürüldüğü, sadece 500 kadarının dağlara kaçtığı, ama onların da, Rus Ermenileri ve İran Kürtlerinin de kaçanları desteklemesin­ den endişe eden Türkler tarafından takip edildiği yazılıdır. Trabzon'daki İngiliz diplomatının 29 Nisanda yolladığı rapor ise bu ko­ nuda daha geniş ayrıntı verir. Yukarıdaki bilgilere ek olarak asıl takibin Türk jandarmaları tarafından yapıldığı, ama gerektiğinde ordunun da destek verdiği, ayaklanmanın ise üç yıl önce Bursa'ya sürgün edilen Şeyh Abdullah. Mecid'in oğlu Halis tarafından organize edildiği kaydedilir. Halis iki ay önce yakalanır, fakat Trabzon'a gönderilirken kaçar, İran'a gider, oradan Türkiye'deki Kürtleri diren­ meye teşvik etmektedir. Birliklere kumanda eden Asım Paşaya ise Ankara oradaki bütün asileri yok etme emri vermiştir. Ama arazinin yapısı iki veya üç kolordu kullanılsa bile böyle bir sonucun alınmasına olanak verecek gibi değildir. 21 Mayıs 1930'da Londra'ya gönderilen raporda Genel Müfettiş (bölge va­ lisi) İbrahim Tali Beyin bölgedeki havayı yumuşatmak için uyguladığı planın başarılı olduğu ifade edilerek planın şu esaslara dayandığı kaydedilir; 1. Öncelik tarıma verilecek, bunun için alınacak tedbirlerin başında da beylere ait büyük toprakların köylülere dağıtılması gelecektir. Büyük toprak sahiplerine en fazla 500 dönüm arazi bırakılacaktır. 2. Yol yapma kampanyası başlatılacak, bu so­ runların çözümünde büyük rol oynayacak devlet, böylece şimdiye kadar ulaşı­ lamayan yerlere ulaşabilecektir. Kürtler de kendilerinin yasalara bağlı olabile­ ceklerini böylece hissedeceklerdir. Türk görevliler de Kürtlere daha fazla ulaşma, onları daha iyi anlama ve sorunlarında onlara daha iyi yardımcı olma olanağını elde etmiş olacaklardır. (Rapor uzun süre Bölge Valisi olan Ünal Erkan'ın yaptığına çok benzeyen bir faaliyetin İbrahim Tali Bey tarafından uygulandığını, müfettişin durmaksızın bölgede seyahat edip vali ve kaymakamlarla temas ederek planın uy­ gulanmasına, halkla temasın sağlanmasına çalıştığını kaydediyor.) 3. İbrahim Tali Beyin üçüncü ana politikasını ise, çok geniş ve her türlü eğitim programı oluştu­ ruyor. Bunun anlamı kitlelerin Türkleştirilmeleridir. Hakkâri dışında bütün vi­ layetlerde çeşitli seviyelerde okullar açılır. (İbrahim Tali Beyin gençler arasında masum faaliyetleri ve bilhassa sporu teşvik ettiği, bunu Ocak'lar vasıtasıyla yap­ tığı futbolun çok iyi bir oyun olmasına karşın henüz çevrede yayılmadığı, köylere kadar gitmediği, biraz da boks ve tenis başlangıcı görüldüğü, ama asıl okulun ordu olduğu, buraya gelenlerin okuma yazma ve Türkçe öğrendikleri , süper valiyi bazı valilerin eleştirdikleri, ama sistemin çok başarılı olduğu, askerler işin kirli tarafını hallettikten sonra Genel Müfettiş'in bir uzlaşma politikasıyla, ordu­ nun ve Ankara'nın tam desteğine sahip olarak gelip tam otoritesini tesis ettiği İngiliz raporunda yer alıyor.) Fransız kaynaklar Ağrı'yı şöyle tanımlar; 121 " Küçük ve Büyük Ağrı tepeleri ve yamaçiarıyla Ağrı 960 kilometrekarelik yüzeyiyle tabii bir kale oluşturur. Bu iki tepe birbirinden kuş ucumu 12 kilometre uzaklıktadır. İki tepe 3 bin 396 metre ile 5 bin 157 metre yüksekliktedirler. Birbirine 2 bin 445 metre yükseklikteki Serdarbulak Boğazıyla birleşirler. O zamanlar Türkİran sınırı bu dağların ortasından geçtiğinden Türklere Kürtleri kuşatma imkânı vermemiştir. Küçük Ağrı çölleşmiş bir krater halinde Serdarbulak boynunda 45 de­ rece diklikte olduğundan harekâta uygun değildir. Büyük Ağrı yüzeyi daha da gayri muntazamdır. Kayalarla kaplıdır. İçinde birçok mağara vardır. Rusya tarafındaki en büyüğünde 3 bin asi aileleri ve hayvanlarıyla barınabilmiştir. 1. Dünya Savaşı sı­ rasında Celali Kürtleri buraya sığınarak Rus ve Ermenilere direnebilmişlerdir. 150 kilometre cephenin ardında, tamamıyla Ruslarca işgal edilmiş olan bir arazinin or­ tasında, üç yıl boyunca, Türk ordusu 1918'de ilerleyinceye kadar burada kalabil­ mişlerdir. " Fransız Kaynaklarına Göre Ağrı isyanı Fransız kaynaklan Ağrı'daki 1928'den sonra cereyan eden gelişmeleri şöyle aktarır: "1928'de Türk hükümeti asi Kürtler ile bir uzlaşmaya varmak istiyordu. Zo­ runlu göçü durdurdular. Üç ay içerisinde yerlerine dönen Kürtleri affettiler. Mahkûmları affettiler. Ama Kürtçe yasağı devanı etti. Türk hükümeti Beyazıt Valisi Süreya Beyi asilerle müzakere için görevlendirdi. Vali, Haski Tello'ya yolladığı uzun bir mektupta hükümete karşı ayaklanma hakkında şunları yazar; 'yapılanlar saçmadır, deliliktir. Türk hükümeti altı yüzyıllık hükümettir. Aranızdaki okurlar bunu bilirler. Bu süre zarfında binlerce insan hükü­ mete karşı ayaklanmıştır. . . Netice ne oldu ? Hiç. . Hükümet daima hâkim kaldı'. Sonra da onları ilan edilen aftan yararlanmaya çağırır. Vali, İhsan Nuri hakkında da bir şeyler ekler. Aranızda bir subayın bulun­ duğunu öğrendim. Bir silah arkadaşı olarak, bu genç adama acıyorum. Suçunun da ne olduğunu bilmiyorum. '.. Haski Tello'mın cevabı gururludur. 'Eğer gerçekten bir af çıkacaksa bunun genel olması gerekir. Aynı zamanda çağımızın koşullarına da uygun olmalıdır. Eğer af ile vahşi insanları aldatmaksa gaye, o başka. O zaman bizim gibilere hitap etmeyin. Zira biz oldukça deneyimliyiz. Dünyayı gördük, çok şey öğrendik. . Artık hiçbir yerde vahşi insan yok. Türk hükümetinin yetkilileri artık bu gerçeği kabul etmeliler' der. Türk hükümeti böyle birkaç girişimde bulunarak çıkarılan aftan Kürtlerin yararlanarak düzene dönmelerine çalışmış, ama başarı kazanamamıştır. Türk hü­ kümeti 1928 Eylül ayında Beyazıt'a yeni girişimlerde bulunmak üzere bir heyet daha yolladı. Bu heyette Ankara'dan iki milletvekili, Karakilise Valisi, 29. Alay Komutanı ve Diyadin ile Beyazıt Kaymakamları bulunuyordu. Heyetin amacı doğrudan İhsan Nuri ile görüşmekti. 122 İhsan Nuri ile görüşme Beyazıt'a 30 kilometre mesafede Ağrı'nın doğu yaka­ sında eylül ortasında yapıldı. İhsan Nuri görüşmeye altmış atlısıyia birlikte geldi. Türk heyeti kendisine bütün etrafıyla teslim olup silahlarını verdiği takdirde geniş bir af önerdi. Türkler bu 'Kürt Cumhuriyeti'nin askeri şefine general rütbesi verecek, önemli bir aylık bağlayacaklar ve kendisini tercih ettiği bir Avrupa ülkesine ataşemiliter olarak göndereceklerdi. Görüşmelerde Kürtlerin milliyelleriyle ilgili hiçbir husus dikkate alınmadığından İhsan Nuri teklifleri reddetti. Görüşmeler de bundan dolayı kesildi. 1929 Mart ortalarında, karlar erimeye başladığında Türkler İğdır ve Beya­ zıt'ta iki kolordu (Bunlar 12. 000 ile 15. 000 kişi demekti) otuz kadar uçak toplayıp Salih Paşanın komutasına verdiler. Bu arada tutuklamalar başladı. Şeyh Sait'in oğlu Selahaltin de Erzurum'da tutuklanan 90 kişinin arasındaydı. Muhakeme edilip 15 yıl ağır hapse mahkûm oldu. Fakat tutuklanması sırasında yirmi bir yaşından küçük olduğundan cezası on iki buçuk yıla indirildi. Asıl harekât 11 Haziran 1930'da başladı. Önce Ağrı Kürt Cumhuriyeti'nin sınır karakolları hedef alındı. Haziranın ikinci yarısında Türk ve Kürt kuvvetler Ağrı'nın en sarp bölgesinde karşı karşıya geldiler. Ama çok geçmeden Kürtler son derece iddialı M- saldırıya geçtiler. Türk Iran sınırının iki tarafında yaşayan Kürt aşiretlerinin de desteğiyle İhsan Nuri ve Celali Kürtleri Şefi İbrahim Bey ve eslçi bir Türk binbaşısı olan Mahmut Bey liderliğinde Kürtler Türk birliklerinin arkasından saldırdılar. Kendilerine mahalli halk da yardım ediyordu. Van Gölünün güneyinden geçip Diyarbakır'a doğru yürüdüler. Ortaya 150 kilometrelik bir cephe çıkmıştı. Ağrı'dan başlayıp Van'ın doğusundaki Koşap'a kadar gidiyordu. 5-9 Temmuz günleri arasında Türk ve Kürt kuvvetler Erciş'in kuzeyindeki Zihin Ovasında karşı karşıya geldiler. Kürtler son derece sert bir direnme sergile­ melerine rağmen sonunda kendilerinden birkaç misli fazla sayıda olan ve silah üs­ tünlükleri ezici olan Türklere mağlup oldular. (Bu haber o sırada Ankara'da İngiliz ataşemiliteri olarak bulunan Binbaşı O'Leary'nin raporuna dayandırılmaktadır.) Kürtlerin bir kısmı Van'ın kuzeyinde tecrit edilmiş olarak kaldı. Geri kalan kısmı ise Ağrı üzerinden İran'a kaydı. Kürt kayıpları 900 ölü, 2 bin 400 yaralı ve 360 kayıptı. Türklerin kayıpları ise daha fazlaydı ;2 bin 800 ölü, 4 bin yaralı, 1.700 esir. Kürtler 24 top, 60 makineli tüfek ile 60 bin kurşun ele geçirdiklerini ve on Türk uçağı dü­ şürdüklerini iddia ettiler. Bu rakamlar muhakkak abartılmıştı. Ama Kürt ayaklan­ ması da o zaman Türk basınında iddia edildiği gibi bastırılamamıştı. İşte bu sırada Rosita Forbes isimli bir İngiliz, Ağrı ayaklanması hakkında bir röportaj yaptı. Sovyet Ermenistanına geçemedi. Türk Kürdistanında kaldı. On bir gün asi Kürtlerle beraberdi. Ağrı üzerinde düşürülen Türk uçaklarından birinin fo­ toğrafını çekti. Kürtlerin ele geçirdikleri bir Türk topçu bataryasını gördü. Rosita Forbes de İranlıların Kürtlere verdiği bazı desteği gördü. Şunları yazdı; 'Kürtler ele geçirdikleri topları kullanmasını bilmiyorlardı. Bunun için 123 Azerbaycan'daki İran kuvvetlerinin komutam Zafer ed Dovleh'ten kendilerine topçu temin etmesi konusunda yardım istediler. İranlılar Türklerin gösterebilecekleri tep­ kiden çok korkuyorlardı...'Neticede Zafer edDovleh kendilerine Ermenileri yolladı. Ermeniler de eğer topları kullansalar kendilerini Türklerin, kullanmasalar da Kürt­ lerin öldüreceğinden korkuyorlardı. Rosila Forbes Kürtlerin savaşı, bir eğlence gibi gördüklerini yazdı. Ona göre sanki bütün Kürt kadınlarının sırtlarında bir çocuk, ellerinde ise birer tüfek vardı. Kürtlerin işini bitirme konusunda kararlı görünen Türkler bu alanda ciddi bir engel ile karşılaştılar. Türk-İran sınırı 1914'te çizilmiş haliyle Küçük Ağrı'dan ge­ çiyordu. Bundan dolayı da Ağrı'ya sığpımış olan Kürtleri Türk kuvvetleri çevir emi­ yordu. Onlar da daima kaçıp İran'a sığınabiliyorlardı. Orada İran'dan yardım alı­ yorlardı. Türklerin nihai başarısı bundan dolayı İran'a bağlı kalıyordu. İran sınırı son derece yetersiz olan 800 kişiyle koruyordu. İran kendi Kürdistanında sükûnet içindeydi. Simko mağlubiyetinden sonra kurulan bu dengeyi bozmak, Ağrı asilerine karşı kuvvet kullanmak istemiyordu. Asilerin çoğu İran'da yaşayan aşiretlere men­ suptular. Neticede, Türkiye ile yapmış oldukları daha önceki anlaşmalara rağmen İran Osmanlı Kürtlerinin bağımsızlık hareketlerine karşı tavır takınmıyordu. Sadece Ermeni mîlliy etçil eriyle Kürt milliyetçileri arasına İranlıların karışmasını islemi­ yorlardı. Tebriz Ermeni milliyetçilerinin Maku'ya sınır bölgesine fazla yaklaşma­ masını istiyorlardı. Tüm ayaklanma süresince İran hükümeti 1930'da Ağrı'ya birçok temsilci göndererek şefleriyle irtibatını muhafaza etti. Türk ve İran hükümetleri birbirine bir seri nota verdiler. 1930 Ağustosunda Tahranda Türkiye ile bir savaş çıkması ihtimalinden bahsedilir oldu. Ama bu sırada İranlılar böylesine bir ihtimali karşılamaya hazır durumda değillerdi. (Bu haberler İran'daki Fransız ve İngiliz ataşemiliterlerinin merkezlerine gönderdikleri telgraf­ lara dayandırılmaktadır). Türkler ise temmuz sonu ya da ağustos başı Kürt ayak­ lanmasını bitirme acelesi içindeydiler. 200 ma Irak'ta Barzan'da Şeyh Ahmet 21 Temmuz 1930'da savaşçılarından 100 ile arasındaki bir grubu Oramar yakınlarındaki Türk topraklarına Kürtlere yardı­ yollamıştı. 26 Temmuzdan itibaren Türk hükümeti bu durumu İngiliz hükümeti nezdinde protesto eder. 8 Ağustosa doğru Şeyh Ahmet ikinci bir grup Kürt savaşçısını Türk Kürdistanına yollar. Bunlar hemen Türk kuvvetleriyle çatışırlar. Güneye doğru ge­ tirilen Türk destek kuvvetleri harekelin genişlemesini önler. Fakat Şeyh Ahmet'in Türkiye'deki Kürt ayaklanmasına katılması orada kal­ maz. Eylül 1930'daki ezilmelerinden sonra Türk baskısından kaçan bir grup Kürdü Barzan topraklarına kabul eder. Bunlar da sığındıkları yerlerden zaman zaman Türk topraklarına girerek Türkleri rahatsız etmeyi sürdürürler. 124 1930 Eylülü sonunda Nuri Paşaya Türkiye bir istekte bulunur. Türk kuvvetle­ rinin Irak topraklarına girip Şeyh Ahmet'e sığınmış olan Kürtlerin işini bitirmek is­ temektedirler. Bu 'sıcak takip hakkı' reddedilir. Fakat Şeyh Ahmet'in Türkiye'den gelen Kürtlere yardım etmiş olması başına iş açacaktır. 1931 Aralığında Irak hü­ kümeti kendisine karşı geniş bir harekâta girişir. Suriye'de Hoybun komitesinin desteklediği Haco isimli bir mahalli Kürt lideri sınırı birkaç düzine adamıyla geçip 5 Ağustos 1930'da Nizip yakınlarında bir küçüt köyü işgal eder. Orada Kürt bağımsızlığı hakkında bir bildiri yayımlar. Bütün Kürtleri Ağrı'da ayaklanan ırktaşlarıyla birleşmeye ve onlara yardım etmeye çağı­ rır. Fakat Haco Türkler tarafından çok çabuk Suriye'ye püskürtülür. 7 Ağustosta Culamerk'te. 6 Ağustosta Siirt yakınlarında, ağustos sonu Lice'de, 2 Eylülde Diyar­ bakır çevresinde ayaklanmalar oldu. 1930 Ağustosu ortasından itibaren Türkiye, İran'ın temennilerini bir yana iterek, Salih Paşaya Ağrı üzerine çekilmiş olan Kürtlerin işini bitirmek üzere saldı­ rıya geçmesi emrini verir. Türk birlikleri İran sınırını geçerek Ağrı'nın doğusundaki stratejik pozisyonları işgal etmek ve geri çekilecek olan Kürtlerin önünü kesmek için saldırıya geçerler. 7 Eylül 1930'da Salih Paşa son saldırı emrini Ağrı'nın yalçın tepelerle kaplı kuzeyinde verir. 10 Eylülde Salih Paşa iki Ağrı arasındaki semeri; Serdarbulak Boynunu işgal eder. Bu her şeyin sonudur. Türk kuvvetlerince püskürtülerek yenilgiye uğratılan Kürtler güneye doğru kaçmaya başlarlar. Kürt 'generali'İhsan Nuri İran'a sığınır. 1976 Nisanı ortasında ölünceye kadar da Tahranda yaşar. Ama bütün bunlara rağmen hiçbir şey bitmiş değildir. Türkler olaylar hakkında tarihe geçecek yanlış bilgiler vermişlerdir. Kürt ta­ rihçileri de bu döneme ait, kendileri için pek parlak olmayan bazı olayları iyi araş­ tırmamışlardır. Örneğin İhsan Nuri hangi tarihte kaçıp İran'a sığınmaya karar vermiştir? İran hudut bölgesinde ve Ağrı etrafında bütün 1931 yılı boyunca savaş sür­ müştür. Bazı kaynaklara göre, İhsan Nuri görevinden en kritik bir dönem olan 1930 sonbaharında ayrılıp kaçmıştır. Hoybun kendi seçip Kürtlerin başına yolladığı ko­ mutanın davranışlarından dolayı itibarını yitirdiğinden artık yeni bir komutan seç­ memiş, mahalli Kürtler kendi tayin ettikleri kimselerin komutasında hareket etmiş­ lerdir. Ağrı Kürt Cumhuriyeti'nin bilançosu iç karartıcıdır. Kürtler Zilan'da ve Ağrı'da iki ağır yenilgiye uğramış, kadrolarının büyük kısmını yitirmişlerdir. Ağrı'daki üslerini ve daha önceki yıllarda biriktirdikleri cephane ve silahlarının çok büyük kısmını da kaybetmişlerdir. Burada cereyan eden harekât hakkında ayrıntılı fazla bilgi bulunmamasına rağmen şimdi son derece ağır bir hata işleyerek kon125 vansiyonel savaşı kabul ettikleri, yayamadıkları görülmektedir. onun yerine bütün Kürdistan'a gerilla savaşını Tarih tekerrür etmez ama aşağı yukarı yarım asır sonra Irak'taki mücadele­ lerinde ortaya çıkan büyük benzerlik de gözden kaçmamakladır." Fransız Kaynaklanna Göre 3. Ağrı Harekâtı Sonrası "1931 Martı ortasında Maku bölgesinde bir Kürt saldırısı üzerine Tebriz as­ keri komutanı bölgeye bir general komutasında takviye kuvvetleri yolladı. Tahran'daki maların diplomatlar başlamasını karların erimesinden hemen sonra bölgede çatış­ bekliyorlardı. isteyerek ya da istemeyerek İran hükümeti Kürt politikasını Türk hükümetinin politikasına uygun hale getirmişti. Ağrı ile Sovyet sınırı arasındaki bölgede yaşayan Celali Kürtlerini büyük kitleler halinde sınırdışı ediyordu. 1931 Nisanının başında bölgede bir seyyah on kilometre uzunluğunda Kürt yürüyüş kollarını gördü. Bunlar neredeyse sadece kadın ve çocuklardan oluşuyordu. Hayvanlar tarafından çekilen arabalar içinde, yaya ve hayvanlar üzerinde gidiyor­ lardı. Bundan dolayı sınırdışı edilenlerin gerçek sayısı tespit edilemedi, ama 5 bin civarında olduğu ifade edildi. Celali liderlerinden Halil Ağa köyünü boşaltmak istememiş, adamlarıyla bir­ likte Türkiye'ye iltica etmişti. Aynı zamanlarda Beyazıt ve İğdır'dan geçen bir yolcu da bütün bu bölgenin Türk birlikleriyle dolu olduğunu gördü. Ağrı istikametinden gelen savaş, makineli ve top sesleri duydu. Bu sırada İran topraklarına yirmi kilo­ metre kadar giren Türk birlikleri Kot ur çevresindeki topraklarla Küçük Ağrı'nın değiş tokuş yapılmasını müzakere ediyorlardı. 1931 Mayısı ortalarında İran kuvvetleri Kürtleri sınır bölgesinde sıkıştırdı. Amaçları Celali İsmail Ağa'nın Ağrı asileriyle birleşmesini önlemekti. İsmail Ağa adamlarıyla birlikte Türkiye'ye sığındı. İran da onun geride bıraktığı topraklarını işgal etti. 19 Mayıs 1931 'e doğru, Türkiye'den gelen Kürt savaşçılarından da yardım alan Celali Kürtleri bir İran karargâhına gece saldırısı yaptılar. Türk-İran sınır güvenlik komisyonu şefine göre 124 İran askeri öldürüldü, 200-300 kişi yaralandı. İngiliz diplomatik kaynakları ise kayıp ve yaralı sayısının bunun en az üç misli ol­ duğunu kaydettiler. Artık Kürtlere karşı son derece şiddetli bir politika uygulamakta olan hart, şimdi de Türklerin kendileriyle bu konuda yeterli işbirliğini yapmadıklarını öne sü­ rüyordu. Sınır komutanları Türklerin Kürtlere karşı daha uzlaşmacı politika uygu­ ladıklarını 19 Mart ile 9 Haziran arasında sürdürdükleri askeri operasyonlar sıra­ sında hep tekrarladılar. 126 İki ülke askerleri arasındaki işbirliği bu şikâyetlere rağmen devam etti. Türk ordusu operasyonlarına devam ederken İranlılara üç görev düşüyordu; 1) Bir ta­ raftan diğerine geçişlerin önlenebilmesi için İran sınırı kapatılmalıydı, 2) İran Kürtleri sınır bölgesinden tahliye edilmeliler, Ağrı göçebelere tamamen kapalı ve kimsenin yaşamadığı bir bölge haline getirilmeliydi, 3) İran topraklarındaki Kürt çeteleriyle mücadele edilmeliydi. 1931 Temmuzu başlarında İran kuvvetleri işgal ettikleri Karaim'de Türk ve İran Kürtlerinin baskınına uğrayıp kayıplar verdiler. Ertesi gün Kürtler bir İran köyünde soykırım yaptı, 50 kişi öldürüldü. İranlılar Kürt kıyafetleri giymiş Türk askerlerinin Kürtlere yardım ettiğini öne sürerken Türkler Sovyetlerin Kürtlere silah verdiğini iddia ediyordu. Bu ithamlara rağmen Ankara ile Tahran arasındaki yakın­ laşma hızlanıyordu. İran. Türkiye'nin mümkün olduğunca fazla Kürdü pek fazla dağlık olmayan ve düzlükle hesaplarını daha iyi görebildikleri İran'a sürme politikasını pek beğenmi­ yordu. Buna rağmen 1932 başında İran'a iki resmi Türk heyeti geldi. Türk heyetlerinden birinin başında Celal Boyar vardı. İran ile ekonomik ve finans konulu anlaşmalar yapacaktı. Diğeri Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü başkanlığındaydı. Amacı Küçük Ağrı'yı alıp içinde altı Kürt köyü bulunan bir toprak par­ çasını İran'a vermekti. Rıza Şah'ın müdahalesiyle sorun çok çabuk çözümlendi. Daha önce de Irak Dışişleri Bakanı 1930 ve 1931'de Ankara'ya iki ziyaret yapmıştı. Bu görüşmeler sırasında Türk yetkililer Irak'tan Barzan bölgesindeki aslen Türk Kürdü olan zaman zaman Türkiye'ye karşı girişimlerde, vurkaç eylemlerinde bulunan Kürtleri kontrol altına almalarını istemişti. Irak sınır bölgesinde Kürtlerin hiçbir şekilde sorun çıkarmalarını istemiyor­ du. Bundan dolayı da Türkiye'nin isteklerini memnuniyetle yerine getirdi. Şeyh Ahmet, Barzani üzerine bir harekât düzenledi. 1931 Haziranı ortasında İran 'ın Ankara'daki büyükelçisi İngiliz büyükelçisine üç hükümetin Kürtlere karşı işbirliği içerisinde bulunduğunu söylüyordu. 1937'de Sadabad Paktının imzalanmasından çok önce Kürtler birbirine karşı kullanmayı umut ettikleri üç bölge devletini de aleyhlerine çevirip birleştirmişlerdi. 5 Mayıs 1932'de Türk hükümeti bir yasa çıkardı. Bununla kitlesel nüfus kaydırmalarıyla Doğu vilayetlerinin Kürt karekteri ortadan kaldırılacaktı. Bu yasa şef, bey, ağa ve şeyh gibi unvanları ve kuruluşları ortadan kaldırıyor, mensuplarının batı vilayetlerine naklini mümkün kılıyordu. Böylece sınır bölgelerinde casusluk yapmaları ihtimali olanlarla doğuda ağırlıkları olanlar da bu çerçevede batıya gönderiliyorlardı. 1937 Dersim isyanına kadar doğuda Kürt sorunundan bahsedil­ diği duyulmayacaktı." 127 ingiliz Kaynaklarına Göre Ağrı 'daki Gelişmeler 1930 Nisanı ortasında ingiltere'nin Tahran büyükelçiliği Londra'ya Ağrı çevresinde bir dışişleri bakanına da sahip olan "Kürt Hükümeti denilen bir şey" kurulduğu söylentisini iletti. Mayıs ortasında Trabzon'dan gönderilen bir raporda şu noktalar kayde­ dildi -."Şubat ayında Ağrı çevresinde 5. 000 kadar Kürt'ün Rus ve İran hududunda başlattığı isyan, bunlardan çoğunun Türkler tarafından öldürülmesiyle tamamlan­ mış görünmektedir. Kürtlerden 500 kadarı dağlara kaçmış, fakat Türkler tarafından çok sıkı takibe maruz kalmışlardır... " istanbul ise bu bilgilere şu eklemeleri yaph;"İsyan Şeyh Abdül-Mecid'in oğlu olan Halis isimli bir Kürt tarafından başlatıldı. Halis iki ay kadar önce yakalandı. Fakat Erzurum'dan Trabzon'a gönderilirken İran'a kaçtı. Bölgedeki kuvvetlerin ko­ mutanı Asım Paşa Ankara'dan hareketin tamamen bastırılıp isyancı Kürtlerin yok edilmesi emrini aldıysa da , arazinin çok sarp olması buna, iki veya üç kolordu kul­ lanılsa bile, imkân vermeyecektir. Bölgeye 15.000 kişilik bir güç konuşlandırıldı. Asım Paşa Konya'ya tayin edilip yerine eski Jandarma Genel Komutanı Zeki Paşa getirildi." Gerek Türkiye'den, gerek İran'dan Londra'ya giden haberler 10 ve 19 Ha­ ziranda Türk kuvvetlerinin uçakların da desteğinde Celali aşireti mensubu Kürtlere karşı iki büyük saldırıda bulunduğunu bildirdi. Türk hükümeti Kürt ayaklanmasından, bunlara hoşgörüyle bakan, topraklarına sığınanlara göz yuman ve lojistik destek kaynağı olan İran'ı sorumlu tutuyordu. Vakit gazetesi başyazısında İran'ın bu durumla baş edememesi halinde Türkiye'nin gerekeni yapmasını, hudutta savunmaya elverişli değişiklikler yapılması için girişimde bulunmasını veya İran topraklarında operasyon yapabilmesini önerdi. Bu hava gittikçe gelişecek, sonunda Türk-Iran hududunda önemli bir düzeltme yapılarak Ağrı tamamen Türk kontrolüne geçecekti. Bu dönemdeki Türk-İran gerginliği sırasında İngiliz diplomatları Başba­ kan İsmet Paşanın sertlik, Cumhurbaşkanı Gazinin ise ılımlılık yanlısı olduğu karaşındaydılar. İstanbul'daki İngiliz Büyükelçisi 16 Temmuz 1930 tarihli raporunda Rosita Forbes takma adıyla yazılar yazan gazeteci McGrath'm kendisine gizli olarak verdiği bilgiyi naklederken bu gazetecinin İran'ın ayakla*nan Kürtlere büyük destek verdiğine emin olduğunu da kaydetti. Bu gazeteci "Cephane ve diğer destek malzemesi sürekli olarak İran'dan geliyor" demişti. Ağrı isyanları sırasında Genel Müfettiş sanıyla bölge valisi olarak hizmet yapan İbrahim Tali Beyin bölgenin pasifikasyonu için uyguladığı ekonomiksosyal ve politik plan İngilizlerin çok dikkatini çekmiştir. Onun planının bölgenin 128 ekonomik koşullarının iyileştirilmesi, büyük arazinin beylerin elinden alınıp topraksız köylüye dağıtılması, bölgeye yol yapılması ve geniş bir eğitim kam­ panyasının başlatılması esaslarına dayandığı kaydedilmiştir. 18 Eylül 1930'da ingiltere Büyükelçisi İstanbul'dan Londra'ya yolladığı bir değerlendirmede Kürt isyanı ile ilgili olarak şunları yazdı; "Kış yaklaşıyor. Bu dağlık bölgede uzunca bir süre sükûnet beklenebilir. Ama Kürt milliyetçiliği ve isyanı muhtemelen yeniden patlak verecektir. Ve eğer Türk hü­ kümeti halen sürdürmekte olduğu, tamamıyla sertliğe dayalı politikasının yerine daha makul bir politika koymadığı takdirde Kürtleri Türkleştirme politikasının uy­ gulanması öyle kolay olmayacaktır. Bugün olmuş gibi görünen baş eğmeleri de tam gerçekleşmeyecektir." İngiliz ataşemiliteri ise raporunda şunları yazdı; " Operasyonun son safhası 7 Eylülde Ağrı'nın kuzeyinde başladı. 10 Eylülde Salih Paşa iki Ağrı arasındaki semeri işgal etti. Kürtler arkalarında birçok ölü bı­ rakarak güneydoğuya sürüldü. Bütün direnişin artık son bulduğu söyleniyor." - Ataşemiliter 17 Eylül tarihli bütün askeri operasyonu değerlendirmesinde 1925'ten 1930 May:sına kadar Kürtlerin İbrahim Tali Beyin yönetiminde suskun kalıp uygarlığa doğru ilerlemekte olduklarını kaydetti. İsyanı Celali Kürtlerinden Şeyh Abdülmecit'in oğlu Halis ile Şeyh Sait'in oğlu Selahattin ve Haydaranlı aşi­ reti reisi Kör Hüseyin'in tahrik ettiğini söyledi. Türk hükümetinin uyguladığı son derece sert baskıların bazı aşiretlerin cesaretini kırdığı, bazılarını ise tahrik ettiği iddia edildi. Türk hükümeti işin ciddi olduğunu ancak sonbahara doğru anlamış, sadece ayaklanmayı bastırmayı değil, Kürt sorununu kökünden halletmeyi ka­ rarlaştırmıştı. Ama buna 9. Kolordu Komutanı Sedat Paşa pek inanmadığından daha genç ve enerjik olan 8. Kolordu Komutanı Salih Paşa ile değiştirilmişti. Operasyon için iki kolordu tamamıyla iyi eğitilmiş, deneyimli askerlerden oluş­ turulmuş, Türk ordusunun elindeki bütün uçaklar da doğuya gönderilmişti. Kuvvetin 15. 000 kişi olduğu tahmin ediliyordu. Gerektiğinde kullanılabilecek yedek birlikler de BatıTürkiye'de hazır bekliyorlardı. Aynı günlerde Tahran'dan yapılan bir askeri değerlendirmede şunlar yer aldı; "-Türkler en az beş uçak kaybettiler. -Rusların Türklerle işbirliği yaptığına inanılmaktadır. -Bir İranlı general Ağrı'dan Irak sınırına kadar bütün Kürtlerin gelecek ilk­ baharda silahlanarak ayaklanacaklarını söyledi." 1931 Martında İngilizler Ağrı isyanının sona ermediğine inanıyorlardı. 1930'daki Kürt yenilgisine Salih Paşanın kararlı ve enerjik mücadelesi yanında Kürtlerin gerilla savaşı yöntemi yerine Türk kuvvetleriyle klasik savaş türünü kabul etmiş olmalarının neden olduğu değerlendirmesini yaptılar. Ama 28 Tem129 muz tarihli bir raporlarında bölgede yasaların ve kamu düzeninin sağlandığının görüldüğü bildirildi. Buna ilaveten bölgenin ekonomik bakımdan geliştirilmesi için de ciddi gayretlerin sarf edildiği kaydedildi. Tunceli (Dersim) Ayaklanması (1937-1938) Şeyh Sait isyanından sonra dikkatlerin bir süre üzerine çekildiği Dersim'de 1926 başında saptanan durum şöyleydi; "...Dersim gittikçe Kürtleşiyor, ülküleşiyor ve dolayısıyla tehlike büyüyor. Yeni hükümetin bazen adil davranışı, bazen zayıf ve bazen de sebepsiz ve neticesiz şiddet gösterme gibi dengesiz ve faydasız politikası Dersim'i daimi bir hercümerç yuvası haline getirmiştir... Dersim. Cumhuriyet Hükümeti için bir çıbandır. Bu çıban üzerinde kesin bir ameliyat yapmak ve elim ihtimalleri önlemek, memleket selameti bakımından mutlaka lazımdır... Son derece zeki. kurnaz ve hileci olan halk, hükü­ metin zayıf veya kuvvetli olduğuna göre mütecaviz veya itaatlidir. Okul açmak, yol yapmak, refah sebeplerini sağlayacak fabrikalar kurmak, kendilerini meşgul edecek çeşitli sanayi işleri sağlamak, özet olarak yurt sahibi yapmak veya uygarlaştırmak suretiyle ıslaha çalışmak hayalden başka bir şey değildir... Avam halk; reis, şeyh, bey ve ağanın esir ve oyuncağıdır. Şekavet bunların kışkırtmasıyla olmaktadır. Teennni ve idareyi maslahat politikası bir süre daha devam ederse gelecekte daha büyük karışıklık ve kaynaşmalar beklemek lazımdır." Bu değerlendirmeyi kendisine Dersim'i inceleme görevi verilen Mülkiye Müfettişi Hamdi Bey yapıyordu. Vali Cemal Bey ise halkın büyük kısmının "halis Türk olan Alevi Türkmenler"den oluştuğunu vurgulayarak "Baskılar son bulur ve şuurlu bir şekilde hareket edilirse Dersimliler Cumhuriyetin çok sadık ve fedakâr hadimleri olabi­ lir" diyordu. Dersimlilerin öldürülmekten ve göç ettirilmekten korktuklarım kaydediyordu. Dört yüzyıldan beri Dersim'e hükümet nüfuzu girmemiş, ilmi anlam ve kapsamı ile bir otorite kurulamamıştı. 1876'dan bu yana Dersim on bir askeri operasyona sahne olmuştu. Değerlendirmeye İçişleri Bakanı Şükrü Kaya ile 1. Genel Müfettiş İbrahim Tali ve Genelkurmay da katılınca Dersim için bir ıslahat programı hazırlandı. Karakol inşalarına başlandı. Bu ağa, bey ve aşiret reislerinin hoşuna, gitmedi. Yukarı Abbas Uşağı Aşireti Reisi Seyit Rıza bazı aşiretleri ikna ederek hükümete karşı birleşti. İlk olay 1937'nin 20/21 Mart gecesi Harçik (Darboğaz) Deresi üzerindeki köprünün bazı aşiretlerce yıkılması ve köprü ile Kahmut arasındaki telefon hat­ tının tahrip edilmesiyle başladı. 130 26/27 Mart 1937 gecesi Sin karakolu ile bucağı arasındaki telefon hattı ke­ sildi. Bucak merkezine gece ateş baskını yapıldı. Bu arada bölgeye 500 jandarma ije 7 uçaklı bir hava bölüğü takviye olarak gönderilmişti. Bölgede yeni askeri, düzenleme yapılıyor ve karakollar takviye ediliyordu. Yapılan istihbarat karakollara ateş baskınlarının çoğunun önceden bilin­ mesine yardım ediyordu. 26/27 Nisan gecesi asiler Pah kuzeyindeki bir süvari bölüğüne saldırdı. Bö­ lüğün saldırıyı karşılayacak sadece iki mangası vardı. Diğerleri başka görevlere gönderilmişti. Gece bölük, karargâhına 20-30 metre kadar yaklaşan asilerle baş başa kalmış, kuşatılmıştı. Gönderilen takviyenin aynı gece yetişmesi mümkün de­ ğildi. Başka görevdeki iki manganın yetişmesi durumu kurtardı. Sabah asiler kaç­ tılar. 27 Nisanda bir başka bölüğe saldırı oldu. Artık çatışma şiddetlenmişti. Ayaklanmada birleşen aşiretler üzerine mayıs başında 15 uçağın katıldığı hava saldırısı uygulandı. Bu saldırıya katılanlar arasında Sabiha Gökçen de vardı. Attığı bir 50 kiloluk bombanın kaçmakta olan asi grubunun üzerine düşmesi büyük kayıp yarattı. 1 Mayıstan itibaren asilerin saldırıları sadece TSK tarafından savunmayla , karşılanıyordu. Bu durum asileri yüreklendiriyordu. Bölgeye yeni takviyeler ya­ pıldı. Ankara'dan Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayının usta erleri, süvari bölüğü ve bir dağ bataryası trenle Elazığ'a yola çıkarıldı. Bölgeden gelen raporları Atatürk ve Mareşal birlikte incelediler. Toplanan kuvvetlerle şiddetli ve etkili bir taarruz hareketine başlanması kararını verdiler. Hazırlanan, halkı uyarıcı, ayaklanmaktan vazgeçirici bir bildiri uçaklar ile böl­ geye atılacaktı. Bu çağrıya uyulmaması halinde "... hiç istemediğimiz halde sizi mahvedecek kuvvetler harekete gelecektir. Devlete itaat gerekir" dendi. 9 Mayısta Mareşal Fevzi Çakmak yanında Jandarma Genel Komutanıyla birlikte Elazığ'a geldi. Saldırı harekâtıyla ilgili ayrıntılı emirler verildi. 17-18-19 Mayıs günleri asilere karşı başarılı operasyonlar yapıldı. 26 Mayıstan itibaren resmi makamlara başvurup sadakatlarını bildiren aşiret köylüleri sayısı arttı. Ama bu sırada asiler TSK birlikleri karşısında konvansiyonel savaş yöntemlerini bir yana bırakarak çıkıyorlardı. TSK kıtalarından çıkarılan gözetleme ve keşif müfrezelerine, hareket halindeki ikmal kollarına 5-10 veya 30-40 kişilik gruplarla gizlice yaklaşıp ateş açıyor ve açılan karşı ateş karşısında da kaçıyorlardı. Dersim'in hiç olmazsa bir kesiminde vurkaç esasına dayalı gerilla savaşı yöntemleri sergileniyordu. Ama buna karşı TSK alışık olduğu konvansiyonel savaş kurallarına göre mücadelesini sürdürüyordu. Bundan dolayı da örneğin Muhafız Alayı ve Seyyar Jandarma Alayının bölgede 15, 5 saat süren tespit ve tenkil harekâtında hiçbir ciddi sonuç alınamadığı resmi kayıtlara geçiyordu. 13.1 İngilizler Dersim'de ilk ciddi olayların patlak verdiğini 17 Mayıs 1937 ta­ rihli raporlarıyla Londra'ya bildirdiler. 2.000 kişilik bir birliğin General Abdullah Alpdoğan komutasındaki 3. Piyade Tümenince harekâtı sürdürdüğü kaydedildi, ^Alpdoğan daha sonra Genel Müfettiş olarak hem askeri, hem de sivillere ko­ mutan olacaktı). Onlara 9. Kolordu ile dağ harekâtı için özel surette eğitilmiş jandarma birliklerinin katıldığı da ifade edildi. İngiliz değerlendirmelerine göre Türkler olayları bastırmakta çok büyük güçlüklerle karşılaşacaklardı. 1. 500 kadar Kürt kuvveti Türklere ağır kayıplar verdirmiş dendi. Suriye'yi kontrolleri altında bulunduran Fransa'nın Türkiye ile bazı sorunları olduğundan Fransa'nın Dersim'de çıkan karışıklıklarda parmağı olabileceği tahmini de yapıldı. Hatay sorunu çözülünce Türkiye rahatlayacaktı. Mevcut gücün nasıl süratle arttırıldığı, dört sınıf yedeğin hemen silah altına alındığı, dağlık bölgelerdeki jandarmanın Çanakkale'deki okulda eğitilmişlerle takviye edildiği bildirildi. 18 Haziranda Başbakan İsmet İnönü özel bir trenle Elazığ'a geldi. Jazı bakan ve komutanlarla durumu inceledi. Kıtalara yeni harekât direktifleri verildi. 24 Haziranda bütün birlikler bölgelerinde arama tarama faaliyetlerine başladılar. Birçok asi köyü yakıldı. Sıkıştırılan asi gruplarına ağır kayıplar verdi­ rildi. Çok sayıda küçük-büyük baş hayvan toplandı. İstanbul basını Dersim bölgesinde uygulanacak geniş reform programını yayımladı. Burada köprüler, yollar, okullar ve kışlalar yapılacaktı. Banka kuru­ lacaktı. Feodal sistemin kaldırılacağı, bellibaşh Kürt liderlerin başka bölgelere kaydırılacağı yazıldı. Bu sırada İngiliz diplomatları Londra'ya Dersim huzur­ suzluğunun kaynaklarından birinin de bölgedeki jandarmanın halka kötü mua­ mele yapması olduğunu bildiriyordu. Onların istihbaratına göre Türk kuvvetle­ rinin kaybı Kürtlerinkinden ağır olmuştu. 1937 Temmuzu sonunda o.perasyonun çok başarılı olduğu görülüyordu. Tunceli'nin ayaklanan bütün aşiretlerinin bölgelerinde girilmemiş yer kalma­ mıştı. Ama ayaklanmanın lideri sayılan Seyit Rıza ve Şahin yakalanamamıştı. Bunların aranması için tahsis edilen birlikler harekete geçtiler. 16/17 Ağustos gecesi Birdo ile Sarıoğlan arasında saklandıkları yer tespit edildi. Sarıldı. Çatışma sırasında asilerden 30 kadarı öldürüldü. Seyit Rıza ile ar­ kadaşlarının doğu ve kuzeye kaçmamaları için tedbirler alındı. Tunceli harekâtının hedefi; muhalefet ve ayaklanmanın başlıca tertipçilerinden olan altı aşiret reisi idi. Bunlardan dördü daha önce yakalanmış, adliyeye teslim edilmişti. Şimdi Seyit Rıza ile Bahtiyar aşireti reisi Şahin aranıyordu. Takip müfrezeleri 26 Ağustos 1937'de yaptıkları bir baskında Şahin ile amcası Alişan'ı saklandıkları yerde buldular. Direnmeleri karşısında öldürüldü­ ler. Şimdi hedef Seyit Rıza idi. Harekât devam ederken bölgedeki silahlar da toplanıyordu. 132 9 Eylülde alınan istihbarat Abbas Uşağı Aşireti Reisi Seyit Rıza'nın Dojikbaba Dağı güneyindeki mağaralarda bulunduğunu bildiriyordu. Yakalanması için yeni birlikler görevlendirildi. 10 Eylül günü Seyit Rıza'nın saat 22. 00'de silahsız olarak iki arkadaşıyla birlikte Erzincan jandarmasına teslim olduğu Genel Müfettişliğe bildirilince arama harekâtı durdu. Tarama harekâüna devam edildi. İçişleri Bakanı Şükrü Kaya bu gelişmeyi "Tunceli harekâtında ileri bir merhale " olarak niteleyerek birlikleri kutladı. Atatürk, hükümeti, İsmet İnönü ile 3. Ordu Müfettişi Kâzım Orbay da birliklerin komutanı Genel Müfettiş Alpdoğan'ı kutladılar. Tunceli'de 4 bin 76, Erzincan'da 789, Bingöl'de 126 tüfek toplandı. 22 Ekim 1937'de harekat Genelkurmay emriyle sona erdi. ikinci Tunceli Harekâtı l.Aşama (2 Ocak-7 Ağustos 1938) 1937 Tunceli harekâtının sona ermesi, sorunun çözümlendiği anlamına gelmiyordu. Propaganda, silahlanma, yer yer soygunlar devam ediyordu. Jan­ darma karakolları da zaman zaman saldırılara uğruyor, erler pusuya düşürülü­ yor, şehit oluyordu. 2 Ocak 1938 günü cereyan eden bir olay 2. Tunceli harekâtının başlangıcı sayıldı. Ovacık ilçesi adliyesi ve asker alma şubesinin istediği 1149 kişiyi takip ve yakalamak üzere doğu köylerinde iki aydan beri dolaşmakta olan sabit jandarma müfrezesi, bunlardan 998'i hakkında yasal gerekleri yapmış ve kar yağmaya başladığından geri dönme emri almıştı. Müfreze dönerken Kaçkerek köyüne geldi. Aktaş'ta aranan iki kişiyi almak için giden yedi er pusuya düşürülüp öldürüldü. Daha sonra da başka bir komşu karakoldan iki er şehit edildi. Bölgede hükümete karşı, propagandayla da desteklenen, birleşerek müca­ dele etme havası da yayılıyordu. Yetkililer havanın gittikçe gerginleştiğini sap­ tadılar. Tunceli'de yeni bir askeri harekât gerekli hale gelmişti. 23 Şubatta Başbakan Celal Bayar bölge halkına uyamk olma uyarısında bulundu. Bölgeye kuvvet takviyesine başlandı. Genelkurmay 21 Martta yayımladığı bir emirde haziranda yeni harekâtın başlayacağını bildirdi. Harekâta 7. ve 9. Kolorduya bağlı bazı birliklerle 18 tayyarenin Piyade Atış Okulunun bazı birimleriyle iki tankının katılacağı be­ lirtildi. 133 Operasyonda sayıları 2 bin ile 5 bin arasında olan bir grubun Tunceli dı­ şına nakli, asker bakayası ve kaçaklarının takibi ile silah toplama işlemleri ya­ pılacaktı. Harekâtın üç aşamada gerçekleşerek Ağustos sonuna kadar bitirilmesi istendi. Operasyon, 12 Haziranda başlayacaktı. 28 Hazirana kadar yapılan harekât sonunda TSK'den 33 şehit 60 yaralı, asilerden ise 163 ölü ve yaralı vardı. 60 köy direndiği için yakılmış, 866 asi teslim olmuştu. 15 Temmuzda güvenlik güçleri saldırısı kara ve havadan yeniden başladı. 17 ve 18 Temmuz günleri yapılan şiddetli çatışmalarda 10 şehit ve 17 yaralı verilirken, asilerden 85 kadarı öldürüldü. 20 Temmuz günkü çatışmada 6 şehit 10 yaralı verilirken, 60 kadar asi yok edildi. 21 Temmuzda Laç Deresi civarındaki dağlık-mağaralık bölgedeki çatış­ mada 216 asi imha edildi. 4. Genel Müfettişlik bölgeden 5-7 bin kişinin batıya naklini, sınırları belirnenen bir bölgede iskân yasağı uygulanmasını önerdi. Gelişmeler bir yandan asi önde gelenlerinin yakalanması ve teslim olma­ larına, öte yandan da asilerin moral bozukluklarına yol açıyordu. 1 Ağustosta Haydaran asileri Darboğaz'm sarp batı yamaçlarındaki ma­ ğaralarda sıkıştırıldı. 100'den fazlası imha edildi. 2-3 Ağustosta harekât aynen devam etti. 7 Ağustosta, 2. Tunceli harekâtının birinci aşaması sona erdi. İkinci aşama; 3. Tunceli Harekâtı olarak 10 Ağustosta başladı, 17 Ağustosta sona erdi. Yeni harekâta 43 tabur ile altı süvari alayı katılacakü. Bu tarama harekâtının 10 günde yapılması bekleniyordu. Amaç bölge halkını tamamen si­ lahsız bırakmak ve Tunceli bölgesindeki haydutluğa son vermekti. Görev "kesin, şedit ve en etkili şekilde " yapılacak ,TSK asilerin ne saklan­ masına ne de kaçmasına izin verecekti. 17 Ağustostaki durum şöyle özetlendi; 10 Ağustos 1938'den beri ordu ma­ nevrasının birinci aşaması içinde yasak bölgeyi tarayarak geçen birlikler bu harekât sırasında, adları daha önce 4. Genel Müfettişlikçe belirlenmiş binlerce insanı yakalayarak kafileler halinde emredilen bölgelere sevketmiş, haydutlarla yer yer yapılan çatışmalarda keza binlercesini imha etmiş, bu şerirlerin sığındık­ ları köyleri, komlan, hatta fundalık ve tarlaları yakmışlardır. Bu suretle bir haf­ tadır devam eden harekât sona ermiştir. Plana göre birlikler yarından itibaren Elazığ manevra bölgesine intikale başlayacaklardır. 20 Ağustosta, manevranın ikinci aşamasında bölgelerine ulaşan kolordular bölgelerinde topladıkları tehcire tabi kafileleri daha önce emredilen yerlere sevketmekte, bunlar arasında kaçmak isteyenleri imha etmekte idiler. 134 Manevranın ikinci aşamasının 29 Ağustosta sona erdiği bildirildi. Üçüncü aşama ise 6 ile 16 Eylül arasında yapılacaktı. 2. Tunceli Harekâtı 2. Aşama (6-16 Eylül 1938)) Tunceli harekâtının son bölümünde TSK içerisine "özel teşkilat" olarak adlandırılan bir bölüm eklendiği görülmektedir. Bu arada büyük birliklerin konvansiyonel savaş kuralları uygulamaları yanında ortaya açıkça adı konmayan yeni çatışma yöntemleri çıktığı da anlaşılmaktaydı. Genelkurmay Başkanlığı 30 Ağustos 1938'de birliklere gönderdiği bir emirde şöyle diyordu; "...haydutlar gezici takip kolları tarafından aralıksız takip olunmalıdır. Bu takip kolları, haydutların baskınlarına uğramayacak kadar oynak olmalı, uyanık bulunmalı ve 30'ar kişiden aşağı olmamalıdır. Keza bunlar, gereğinde birbirini takviye edecek surette bir takip komutanlığı emrinde ve. muntazam bir plan dahilinde kullanılmalıdır. Ayrıca bu takip kollarının görev yapacağı yerlere yakın bulunan garnizonlar gereğinde süratle yardım edebilecek şekilde hazır bulunmalı ve durumu dikkatle izlemelidir.." 1938'de geçerli olan bu kural şimdi de güneydoğuda hizmet gören küçük birliklere uygulanıyor. PKK takibine en az iki tim; 23 + 23 kişi ile çıkılıyor. Tim­ lere görev veren birlik komutanlan mümkün oldukça en az iki timin harekâtına izin veriyorlar. 31 Ağustosta Tunceli bölgesinde yapılacak ikinci tarama harekâtı için ordu emri verildi. Harekâtın hedeflerinin başında ilk harekât sırasında Munzur Dağ­ larından kaçtıkları için yakalanamayan Koçlulan yakalamaktı. Böylece Koçuşağı bölgesi tamamen temizlenecekti. Yasak bölgelerde oturmaya yarayacak hiçbir ev, kom ve bu gibi binalar bırakılmayacaktı. Nerede bulunurlarsa bulunsunlar, bi­ rinci taramada ele geçirilemeyen aşiret reisleri, kolbaşları, seyitler, şerirler aileleri ve yakınlarıyla batıya nakle (tehcir) tabi tutulacaklardı. Kalan silahlar toplana­ caktı. Tarama ve aramaya 6 Eylülden itibaren bölgenin her tarafında birden başlanacaktı. 9 Eylülde Genelkurmay harekâün 15 Eylüle kadar devam edeceğini bil­ dirdi. 15 Eylül akşamına kadar birlikler o tarihe kadar kendilerine ayrılan böl­ gelerdeki mağaraları, taş kovuklarını ve bir insanın saklanabileceği her noktayı adım adım aradılar, İstihkam müfrezesi birçok mağarayı tahrip suretiyle yar­ dımda bulundu. Böylece topçu ve piyade ağır silahları yakın desteğinde yapılan 135 çatışmalarda, içlerinde bazı aşiret reislerinin de bulunduğu yüzlerce kişi imha edildi. Kadın ve çocuk grupları da yakalandı. Hayvan ve silahlar ele geçirildi. Asilerin dinlendikleri köyler, tek tek evler, komlar ve hatta tarla ve meşelikler yakıldı. Harekâtın son aşaması da bitti. TSK tarafından Tunceli'de iki defada yapılan toplam 17 gün süren harekât sonuçları arasında şunlar da vardı; bölgeden 7 bin 954 kişi çıkarıldı. Aranan 101 kişiden 73'ü ele geçirildi. 1019 silah toplandı. Ayaklanma tertipçisi reis, kolbaşı, şerir ve seyitler ele geçirilip bölgeden çıkarıldılar. Geride uysal oldukları ve isyana karışmadıkları için bırakılan reis, kolbaşı, seyit ve şerirlerin de potansiyel tahrik unsuru oldukları, o güne kadar hükümet ile halk arasında olumsuz rol oynayan bu kitlenin uzaklaştırılması gerektiği Ordu Müfettişliğince belirtildi. İlçelerin memur kadrolarının, Tuncelili olmamak kaydıyla, seçkin ve muktedir kişilerle doldurulması önerildi. Fransız Kaynaklanna Göre Dersim Operasyonu Fransız kaynakları Tunceli-Dersim olaylarını şöyle aktarmışlardır: "1932'den sonra Türk Kürdistanı üzerindeki baskı olağanüstü arttı. sür altında cereyan etli. Tam san­ Yasak bölge ilan edilen Kürdistan'dan hiçbir haber sızmı­ yordu. Ağrı ayaklanması dolayısıyla kaç bin Kürt tehcire tabi tutuldu? Orada başka ayaklanmalar oldu mu? Cevaplandırılamayan çok 1934'te Türk Paşayı yolladı. Yeraltı soru mukavemet örgütleri yeniden oluşturulabilir miydi? vardı. hükümeti Dört gün süren Şırnak'a komutanı Kenan bombardıman sonunda dağlardaki Kürtlerin Diyarbakır'daki kolordu kitleler halinde ağustos içinde tehciri mümkün oldu. Kenan Paşa 1934-35 yıllarında birçok asi Kürdün idam edilmesini de sağladı. Ama Türk Kürdistanı kubulması üzerindeki önünün kalkması için Dersim ayaklanmasının vu- gerekiyordu. 1937 başında . Türk hükümeti çıkardığı bir kanun ile baskıcı karakterini bir kere daha ortaya başına askeri için açık koydu. valiler tayin çek almışlardı. Sivil yönetim yerine edildi. sıkıyönetim Mahalli mahkemeler Türkçe dışında başka dillerle eğitim yapma yasaktı. saklanmıştı. edildi. Vilayetlerin idam kararları verebiliyorlardı. Yabancı dildeki kitaplar da ya­ Sansür o kadar katı şekilde uygulanıyordu ki. 1937 ilkbaharında Der- sim'de ayaklanma başladığında buna atıfta'bulunan raf 23 ilan Bunlar istedikleri gibi askeri operasyon yapmak Mayıs 1937'de tek istanbul gazetesi 'Son Telg­ hemen kapatıldı. Bugün de 1925 ayaklanması gibi Dersim ayaklanmasının ne kesin tarihi, ne de şefleri hakkında bilgi vardır. 136 Dersim ayaklanması sırasında Ankara'da bulunan diplomatlar asilerin lider­ leri hakkında, belki de sadece bir mahalli lider olan Seyit Rıza'dan başka kimsenin adını bile bilmiyorlardı. Seyit Rıza'nın yanında yıllarca bulunmuş ve Dersim isyanı hakkında tek Kürt yayınını yapmış olan Dr. Nuri Dersimi de fazla biyografik ayrıntı vermemektedir. Ona göre Seyit Rıza, Seyit İbrahim'in oğludur. Dersim'in batısında yaşayan ve Dersim'in en asil kabilelerinden olan Şeyh Hassanan kabilesinin şefidir. Dersim Kürtleri Şiidir. Onlarda. Seyit unvanı bölgedeki Sünni olan Kürtlerin 'Şeyh' unvanlarıyla eşanlamlıdır. Bu unvanlar Irak ve İran'da da aynı şekilde kullanılır. Seyit İbrahim, Deri Ahri köyünde yaşardı. Kitleler üzerinde çok büyük etkisi olan 'Rehber' idi. Yol göstericiydi. Seyit Rıza, İbrahim'in dört oğlundan en küçüğü idi. Babasının ölümünden sonra yerine şeyh oldu. Ağdad köyüne yerleşti. Şeyh Sait isyanından sonra binlerce sığınmacıya yardım etmişti. İngiliz Dışişleri Bakanlığına yolladığı bir mektup du­ rumu nasıl yorumladığını göstermektedir. Seyit Rıza, yıllardır Türk hükümetlerinin Kürt halkını assimile etmekte oldu­ ğunu yazmış, Kürtçe gazete kitap gibi yayınların yasaklandığını, Kürtçe konuşan­ ların cezalandırıldığını, Kürdistan'ın verimli topraklarından Kürtlerin yavaş yavaş yok oldukları batıya sürüldüğünü söylemiş, şöyle devam etmiştir: Türk hükümeti son zamanlarda , daha önce Türk hükümetiyle varılan anlaşmaya göre cezalandır­ malar bölgesinin dışında bırakılmış olan, Dersim'e de girmeye çalışmıştır. Bu durum karşısında, başka yerlere sürülüp de kaybolma tehlikesi karşısında kalan Kürtler kendilerini savunmak için 1930'da Ağrı Dağında ve Zilan ile Beyazıt vadi­ sinde olduğu gibi silaha sarılmışlardır. Üç aydır ülkemde vahşi bir savaş sürmek­ tedir. Savaş imkânlarındaki eşitsizliğe ve bombardıman uçaklarının kullanılmasına, yangın bombalarına, zehirli gaz bombalarına rağmen ben ve vatandaşlarım Türk ordusunu mağlubiyete uğratmaya muvaffak olduk. Direnmemiz karşısında Türk uçakları köyleri bombalamakta, yakmakta, savunmasız kadın ve çocukları öldür­ mekte, böylece Türk hükümeti mağlubiyetinin intikamını bütün Kürdistan halkından almaktadır. Cezaevleri Kürt halkıyla dolmakta, aydınlar kurşuna dizilmekte, asıl­ makta veya Türkiye'nin hücra köşelerine sürgüne gönderilmekledir. Öç milyon Kürt kendi ülkesinde sadece barış içinde, serbestçe, kendi dilini, kültür ve medeniyetini muhafaza ederek yaşamak istemekle ve benim kanalımdan Sayın Ekselanslarına hitap ederek hükümetinizin yüksek etkisinden Kürt milletini yararlandırarak bu zalim haksızlığa son verilmesini dilemektedir. Saygılarımın kabulünü dilerim. İmza: Der­ sim generali Seyit Rıza.' Dr. Nuri Dersimi'ye göre ilk sorunlar 1936'da, Türk ordusu Dersim'in bellibxtşlı yerlerine garnizonlarını kurmaya başladığı zaman çıktı. Seyit Rıza, bu tutuma direnmeye kararlı bir liderdi. 1936'nın belirsiz bir tarihinde dullah Alpdoğan ile Elazığ'da yaptığı bölgedeki Jandarma Komutanı General Ab­ baş başa bir görüşmede Türk hükümetinin 137 savaşçı eğilimim tespit etti. Avrupa'ya Dr. Nuri Dersimi'yi göndererek dünya kamu­ oyunu harekete geçirmeye çalıştı. Bu konuşmadan kısa süre sonra General Alpdoğan bölgedeki aşiretlerden sayılarıyla orantılı olarak toplam 200 bin tüfek toplanmasını emretti. Bu sırada Türk istihbarat servisleri Kürt aşiretlerini birbirine düşürmeye çalışıyorlardı. Bölgede yeni kışlaların inşasına başlanması çalışmaların ilk sebebiydi. İnşaatların devam ettiği yerlerde halk bunlara saldırdı. Muhafızların-silahlarını aldı. Seyit Rıza. General Alpdoğan'dan yayımladığı silahlarla ilgili emri geri al­ masını istedi. Aynı zamanda Dersim'de bir mahalli idare teşkilini ve halkın milli haklarının garantisini istedi. Cevap hemen geldi; hükümet Dersim'e ilave jandarma birlikleri yolladı. Bu sırada 9. Kolordu Dersim sınırlarında toplanıyordu. Türk hava kuvvetlerinin her gün yaptığı keşif uçuşları ise Kürt halkı tahrik ediyor, hava hemen hemen her yerde ısınıyordu. Kışın gelmesi askeri operasyonlara ara verilmesine sebep oldu. Ama Dersim bu sırada tamamıyla kuşatılmış ve çevre ile irtibatı kesilmişti. 1937 ilkbaharında karların erimesiyle askeri harekâtın başlaması bir oldu. Kullanılan bahane halkın silahtan arındırılmasıydı. Jandarma sert hareket ediyordu. Gerginliği artırıcı hareketler daha ziyade Mazgirt çevresinde cereyan ediyordu. 1937 ilkbaharında Seyit Rıza'nın oğullarından biri olan Bra İbrahim, Türk kuvvetlerinin Hozat'taki genel karargâhına gitti. Babası adına kabul edilebilir bir çözüm ve haretâtın durdurulmasını istiyordu. Dönüş yolunda pusuya düşürüldü, Türk subaylar tarafından hükümet ile işbirliği halinde olan Kurgan Kürt aşireti mensuplarının da yardımıyla öldürüldü. İbrahim'in öldürülmesi Türk hükümetiyle Dersim Kürtlerinin mücadelesinin başlangıcı oldu. Seyit Rıza Kurgan topraklarını kuşattı. Oğlunun Türk hükümetince ödüllendirilmiş olan katillerinin kendisine teslim edilmesini istedi. Türkler süratle ayaklanma bölgesine büyük kuvvetler kaydırdılar. Burada 7. Kolordu bulunuyordu. Karargâhı Diyarbakır'daydı. Birlikleri ise Urfa, Siirt, Van ve Elazığ'a 6. Kolordunun bulunduğu Adana'ya doğru yayılmıştı. Alınan tedbirler ayaklanmanın güneye doğru yayılmasını engellemeye ve Suriye Kürtlerinden gele­ bilecek muhtemel bir desteği önlemeye yönelik olduğu anlaşılıyordu. Nitekim Şeyh Sait'in kardeşlerinden biri olan Şeyh Abdürrahim'in bu istikamette bir girişimi de oldu. Ama bunların sayıları fazla değildi. Türkler tarafından hemen bastırıldılar ve çatışma sırasında Abdürrahim öldürüldü. Kürtlere karşı saldırı Erzincan'dan başladı. Saldırıda hava kuvvetleri önemli rol aldı. Bunu hem Seyit Rıza belirtti, hem de Türk Hava Kuvvetlerinde başarıyla rol alan bayan havacı Sabi ha Gökçen'e Dersim'de asilere karşı dağlık bölgede büyük cesaretle alçaktan uçarak bombalama yaptığı için verilen 'şeref diploması' bu du­ rumu doğruladı. Muhtemelen ilk defa burada tanklar Kürtlere karşı kullanıldı. 138 Seyit Rıza bu durum karşısında General Alpdoğan ile temasa geçti. Kendisi eğer Kürtlerin milli haklarına saygı duyulursa ve eğer oğlunun katilleri yargı kar­ şısına çıkarılırsa Türk hükümetine bütün esir olmuş subay ve askerleri ele geçirilen malzemelerle birlikte teslim edeceğini bildirdi. Ama General Alpdoğan kendisinden kayıtsız şartsız bir teslimiyet ile ellerindeki 80 bin mavzeri vermesini bekliyordu. Kürt direnişinin askeri beyni Ali Şer isimli biriydi. Bütün savaş planlarına katkıda bulunuyordu. Seyit Rıza gibi Şeyh Hassanan Aşiretine mensuptu. Koçkırı yakınlarındaki Ümraniye köyünde doğmuş ve Sivas lisesinde okumuştu. 1917'de Rus kuvvetlerinin bölgeden çekilmesinden sonra Türk askeri yetkililer Ovacık bölgesin­ deki Ali Şer faaliyetlerine, yeni olay çıkmasın diye göz yumdular. Ama Ali Şer Kürtcülük faaliyetlerine devam etti. 1920'de Kürdistan Teali Cemiyeti üyesi oldu. 1921 'de Sevr'in uygulanması için kampanya yürüttü. Konferanslar tertipledi. Birkaç ay sonra Koçkırı ayaklanmasına katıldığından dolayı idama mahkûm edildi. Ama kaçmaya muvaffak oldu. 1937'de sadece askeri operasyonlarla ilgilenmekle kalmadı, halkı Seyit Rıza etrafında toparlamak için milliyetçi şiirler yazdı. 1937 Haziranında Seyit Rıza, Ali Şer'e İran veya İrak'a gidip yeniden kan dökülmesini önlemeleri için İngil­ tere ve Fransa nezdinde girişimlerde bulunmalarını istemesini, bunun için de kaç­ masını tavsiye etti. Ama Ali Şer hareketinden hemen önce, General Alpdoğan'ın gi­ rişimiyle, Bağdat'taki karargâhında Seyit Rıza'nın bir yeğeni tarafından öldürüldü. Ali Şer'in öldürülmesi Kürt hareketi için ağır bir darbe oldu. 1937 Haziranının sonunda, 24 Hazirandaki son bir asi grubunun kontrol al­ tına alınmasından sonra, Ankara'da herkes Dersim ayaklanmasının bastırıldığına inanıyordu. Bütün bu harekât hakkında elde ayrıntı yok. Ama diplomatik çevreler bu mücadele sırasında jandarma ve hava kuvvetlerinin büyük kayıplar verdiğini düşü­ nüyordu. Dersim bölgesinden Ankara'ya gelen Bayındırlık Bakanlığı memurların­ dan biriyle yapılan bir konuşmada olayların devam ettiği öğrenildi. Bu memur, Ge­ neral Alpdoğan'ın bölgeyi bu yıl istila etme niyetinde olmadığını, her şeyin tamamlanmasının gelecek yıla bırakıldığını söylemişti. Ali Şer'in ölümünden sonra olayların ağırlık merkezi Bahtiyar Aşiretinin topraklarına kaydı. Ama bastırma hareketi insafsızca sürdü. Türkler çevredeki or­ manı yaktılar. Bahtiyar Aşireti Reisi Şahin'i öldürdüler. İksor Vadisinde binlerce kadın ve çocuk saklandıkları mağaralarda, mağaraların kapısı önünde yakılan ateşlerden çıkan dumanlarla zehirlendiler. Seyit Rıza'nın çocuklarından biri olan Hüseyin Reşit, patlayan bir bomba parçasıyla yaralandığında annesi tarafından Elazığ'da tedavi edilmek üzere bir Türk subayına teslim edildi. Orada işkence görüp öldüğü öne sürüldü. Başlangıçta uygulanan baskı, o zamana kadar çatışmalara tarafsız kalan bazı aşiretleri -Kureyşi aşireti gibi- hatta hükümet yanındaki Kurgan aşireti gibi aşiretleri Seyit Rıza'nın yanına itti. Fakat bu aşiretlerin de başına aynı şeyler geldi ve insafsızca bastırıldılar. Türkler kadınları ve çocukları yakıyor, mahkûrnları kur139 şunluyorlardı. Türk komuta heyeti Seyit Rıza'mn topçu ateşi ve hava bombardıma­ nıyla yıkılan karargâhını tamir ettikten sonra kendisine karargâh haline getirdi. Seyit Rıza bu durum karşısında Ovacık'a kaçmaya çalıştı. Ama Kürtlerin Kozluca'da, kuşatmayı yarmak için sürdürdükleri direniş kendilerine çok pahalıya mal oldu. içlerinde Seyit Rıza'mn eşi ile bir oğlunun ve üç torununun da bulunduğu bin kişi öldü. Kürt kaynaklarına göre Seyit Rıza belirsiz şartlar içinde ortadan kaldırıldı. Yine Kürt kaynaklarına göre 1937 Eylül başında Erzincan valisi hükümetin Dersimlilerin isteklerini yerine getireceğini duyurarak, ateşkes ilan edilmiş ve halka kayıpları tazmin edilmiş. Seyit Rıza bu sözlere güverenek valiyle müzakerelerde bu­ lunmak üzere Erzincan'a gitmiş. Ama vali kendisini 5 Eylülde tutuklatmış. Seyit Rıza'mn mahkemesi Elazığ'da yapıldı. Soruşturması sırasında Seyit Rıza'dan işin içinde Sovyetlerin de bulunduğu, hatta silah ve cephaneyle bunlardan bir yardımcının Dersim'e geldiği öğrenilmeye çalışıldı. Ama Seyit Rıza yabancılara başvurulmadığını iddia etti. Asırlardan beri kendi ırklarının çıkarları için mücadele ediyorlardı. Ama maalesef hiç başarılı olamıyorlardı. 14 Kasımda ölüme mahkûm edildi. Muhakeme dört gün sürdü. On Kürt şefiyle beraber Seyit Rıza 18 Kasımda asıldı. Kureyşi Aşireti Reisi Seyit Hüseyin, Yusufan Aşireti Reisi Ali Ağa ve diğer üç aşiret reisi de kendisiyle birlikte asılanlar arasındaydı. Diğer reislerden dördünün idam cezası otuz yıl hapse çevrildi. Otuz üç diğer sanık da çeşitli cezalara çarptı­ rıldılar. On dördü ise beraat ett. 19 Kasım 1937'de Şam'da asılanlar için bir camide tören yapıldı. Dersim ayaklanmasının kesin bilançosunu çıkarmak mümkün değil. Büyük Millet Meclisinde yaptığı konuşmada Başbakan İsmet İnönü hükümet kuv­ vetlerinin bir subay ve 28 er kaybettiğini, yüz kadarının da yaralandığını, Kürtlerden 265 ölü, 20 yaralı olduğunu söyledi. Ama Fransız Temps gazetesinin Ankara'daki muhabiri Dersim olayının mutlaka ilerde gene patlak vereceğini ve Kürt kaynakla­ rına göre kayıplarının 40 bini bulduğunu yazdı. Bundan sonra da Türkiye Kürdis­ tanı'nın üzerine yeniden sessizlik örtüsü kapandı. Yirmi yıl; 1920-1937, süren İhsan Nuri'nin teslim oluşu bir yana nında öldüler. " mücadelelerinde Kürtler teslim olmadılar. bırakılırsa , diğer Kürt reisleri savaş ala­ Raçkotan-Raman Harekâtı (9-12 Ağustos 1925) Şeyh Sait isyanının bastırılmasından sonra Beşiri bölgesindeki Raman Aşireti ile, Garzan ve Raçkotan Aşiretleri direniyorlardı. Oysa silahlarını teslim etmeleri, reislerinin yerlerinden uzaklaştırılmaları, hükümlülerin toplanması ge­ rekti. Beşiri, Garzan,-Silvan, Kulp, Sason ilçelerinde askeri kuvvetlerle bir ceza­ landırma harekâtı planlandı. Operasyon dört gün içerisinde tamamlandı. 140 Sason Harekâtı (1925-1937) Siirt'in bir kazası olan Sason, Şeyh Sait harekâtı sırasında ayaklanması bastırılıp yasak bölge haline getirilen bir yerdi. Ama aşiret reislerinin kovuştur­ malarının ertelenmesi yasasından sonra burada olaylar başladı. 1930 Ağrı harekâtının başlamasını fırsat bilip bu hareketleri artırınca ikinci hareket 1932'de yapıldı. Üçüncü hareket 1935'te eşkıyaya verdirilen 23 ölü ile son buldu. 1936 yılı harekâtı ise 1935'in devamı sayıldı. 1937'de Kasım başına kadar süren harekâtta kesin sonuç alınamadı. Jandarma 38 şehit verdi. Eşkıyadan ise 273 ölü vardı. 748 kişi kendiliğinden teslim oldu. Sason'un ıslahı programı ha­ zırlandı. Yeni karakollar kuruldu. Jandarma sayısı arttırıldı. Şeyh Sait'in kardeşi Şeyh Abdürrahim çetesi imha edildi. Sason, yasak bölgesinde 100 silahlı asinin kaldığı belirtildi. Koçuşağı Harekâtı (7 Ekim-30 Kasım 1926) Koçuşağı Aşireti mensupları devletin zayıf olduğunu hissettiği her an di­ reniyor, vergi vermiyor, askere gitmiyordu. 19 Eylül 1926'da devlet bu aşireti cezalandırmaya Albay Mustafa Muğlalı'yı memur etti. Hazırlık gizlilik içinde yapıldı. Birlikler Çemişkezek'te toplandı. Harekât 7 Ekimde başladı. 11 Ekimde 1 asilere teslim ol çağrısı yapıldı. Silahlarını 15 Ekime kadar teslim etmeleri istendi. Beklenen olmayınca harekât yeniden başladı. 28 Kasımda Koçuşağı çetesinin son sığınağı olan Kılabuz Deresinin temizlendiği bildirildi. 29 Kasımdaki aramalarda dağlık araziye saklanmış bir miktar asi ve hayvan daha yakalandı. Operasyonda bir subay ve 31 er şehit oldu. On er kayboldu. Asilerin kayıplarının büyük olduğu belirtildi, ama rakam yoktu. Mutki Harekâtı (26 Mayıs-25 Ağustos 1927) Sason harekâtı sırasında bazı eşkıyanın silahı toplanamamışü. Mutki ilçe­ sinde kimlerde silah olduğu tespit edilmiş, fakat alınamamıştı. Bitlis valiliği Mutki'deki 35 köyün nakline gerek görmüş, bu da gerçekleşmemişti. Valilik bu nakli gerçekleştirmek isteyince köyler ayaklandı. Silent ve Mutki olayları başladı. Sason ayaklanmasının tertipçilerinden Mehmet Ali Yunus burada da rol oynuyordu. 26 Mayısta cezalandırma başladı. Fakat Haziran sonuna kadar süren ope­ rasyonlarda birçok başarılı netice alındıysa da M. Ali Yunus yakalanamadı. 19 Haziran gecesi 18. Alayın iki bölüğüne komuta eden Binbaşı Zeki -gerekli emniyet tedbirlerini almadığından- pusuya düşürülüp şehit edildi. 5 Temmuzda harekâtı yöneten 2. Tümen yeni bir girişimde bulundu. As­ kere silah atanların köylerinin yakılıp hayvanlarına el konacağı, silah atmayan141 lara iyi muamele yapılacağı, kaçanların takiple yok edileceği, eşkıyayı koruyan­ ların harp divanına verileceği, kıtaların tedip harekâtı dışında başka işlerle ilgi­ lenmeyeceği, bütün harekât sırasında adil hareket edileceği bildirildi. Binbaşı Zeki olayının Buban aşiretiyle Velo ve Mahmut aşiretlerinin 500600 kadar adamının eseri olduğu tespit edildi. Mutki harekâtının bu aşamasında değişik yöntemler de kullanıldı. Esasta operasyona 2. Tümene bağlı birlikler katılıyordu. 18. Alay takviyeler alarak çev­ reyi sararken Hazo'daki Mustafa Çeto'ya ve on adamına silah verildi. Çermililerden de yararlanıldı. Kürtçe bilen 5-10 ere Kürt elbisesi giydirildi. Çetelerden bazılarıyla, eğer o bölgedeyse M. Ali Yunus'un yok edilmesi için bunlar da kul­ lanıldı. Operasyonun esasını ise, her zaman olduğu gibi tamamıyla konvansiyo­ nel savaş yöntemleri oluşturuyordu. Ama kayıtlardaki ifadelerde birliklerin "eşkıya muharebeleri taktiğine uygun" harekât yaptıkları yer alıyordu. 25 Ağustosta sona eren harekât neticesinde asilerin çoğu yok edilmiş, bir kısmı kaçmış, bir kısmı da yakalanmıştı. "Ayaklanma bölgesinde taranmamış yer kalmadı" dendi. Bicar Ayaklanması (7 Ekim-17 Kasım 1927) Şeyh Sait harekâtından sonra birlikler ayaklanma bölgesinde arama faali­ yetlerinde bulunmuşlarsa da ulaşım imkânından yoksun birçok arazi kesimi ce­ zalandırma hareketi dışında kalmıştı. Bicar cezalandırma harekâtının yapıldığı bölge eşkıya için yalçın dağ ya­ maçları, sık ormanlarıyla saklanmaya uygun bölgeydi. Şeyh Sait'in takibi sıra­ sında kaçanların çoğu buradaki in, mağara ve komlarda saklanarak kurtuldular. Kendi ahalileri onları besleyip birliklerin harekâtı hakkında da bilgi veriyordu. Bir süre sonra yavaş yavaş baskın, soygun, yol kesme, postalara saldırı ile PTT hatlarını kesme eylemlerine girişmişlerdi. 7. Kolordu bu bölgeyle Urfa-Cizre bölgesinden zaman zaman gelen eşkıya faaliyetlerine karşı mücadele ediyordu. Ama takip müfrezeleri asilerin yeri ve hareket istikameti hakkında doğru ve ay­ rıntılı haber alamıyorlardı. Aldıkları haberlerin doğruluğunu araştırıp soruştur­ madan harekete geçiyorlardı. Alman haberler müfrezelere geç ulaşıyordu. O zaman da "meselenin ruhu" olarak vasıflandırılan istihbarata müfreze­ lerin gereken önemi vermedikleri görülüyordu. Resmi kayıtlar bile işlerin "talih ve rastlanti'ya bırakıldığını göstermektedir. Bazı müfrezeler arasında irtibat da iyi sağlanmıyordu. Bundan dolayı da iyi netice elde edilemiyordu. Yanıltılan müfrezeler pusuya düşürülüyordu. 5. Seyyar Jandarma Alayı böyle bir pusuya düşürülmüş subay ve erlerden şehit vermişti. Birçok malzeme ise asilerin eline geçmişti. Buna benzer olaylar eşkıya­ nın moralini artırınca olay büyüdü. 142 7. Kolordu Komutanı General Nazmi Solok ve daha sonra Elazığ Havalisi Komutanı Albay Mustafa Muğlalı bu bölgeye gönderildiler. Muğlalı; Osmaniye, Piran, Hani, Lice, Bicar, Cirbir, Genç, Gökdere, Palu bölgelerini 34 gün dolaştı. Tespit ettiği hususlar, resmi kaynaklara o zaman not edildiğine göre, birkaç yıl öncesi güneydoğuda tespit edilen hususlardan pek farklı değildi. Hükümete sadık ahali artan eşkıya baskısı yüzünden, hükümetin kendilerine yardımcı olamayacağına kanaat getirerek eşkıya nüfuzuna girmişti. Bunlara karşı harekâtı Muğlalı yönetti. Çeteler, halka, şimdi PKK'nın yaptığı gibi her türlü zor kullanarak istediklerini yaptırıyordu. Diğer taraftan bazı çevreler de Kürtçülük, Kürt bağımsızlığı fikrini yaymak için molla ve şeyhlerden de ya­ rarlanıyordu. Askeri kaynakların tespitine göre kaymakam ve bucak müdürü gibi yö­ neticiler gerektiği kadar bölgelerini dolaşıp halka ilgi ve şefkat göstermiyordu. İş için hükümet kapısına gelenler süründürülüyordu. Doğuda birçok üst kademe memur Kürt ülküsü taşıyor, diğerleri de onların oyuncağı oluyordu. Ordunun kendisine verilen eşkıyayı takip ve yok etme görevini yaptığına, halkı memlekete yararlı hale getirme işinin ise sivillere düştüğüne inanılıyordu. 7. ve 8. Kolordulara bağlı birlikler yanında Hezanlı Şeyh Selim Efendi, Şeyh Selamet Köyü, Bicar, Lice, Hani, Çapakçur ve Gödere Milisleri de şimdiki köy korucuları gibi, harekâtta görev aldılar. Bu milislere eşkıya çok zarar vermiş evlerini, köylerini yakmış, hayvanlarını almıştı. Milisler müfrezelere kılavuzluk yaptılar. Silahlı çatışmalara katıldılar. Yakalananlarla ilgili istihbarat çalışmala­ rında yararlı oldular. Harekât, asilerin bulunduğu bölgenin tamamen çevrilmesi ve çemberin sonra yavaş yavaş daraltılmasıyla asilerin imhası şeklinde oldu. Yapılan istihbarat ile sadece dağdaki asilerden ele geçenler değil, onlara yataklık ettikleri belirlenen­ ler, onlarla birlikte dağda çarpıştıktan sonra hiçbir şey yokmuş gibi ertesi gün köydeki evlerine dönenlerden tespit edilenler yakalandıklarında en ağır şekilde cezalandırıldılar. İmha edildiler. Bazı köyler müfrezeler gelmeden, yaşayanlarca boşaltılıyordu. Birlikler köyün etrafındaki araziyi de çok iyi arıyor, buldukları silah, cephane, yiyecek ile birlikte asilere yandaş oldukları anlaşılanları, kadın ve çocuklar ayrılarak, kur­ şuna diziyorlardı. Boytan, Mürtezan, Zengezor bölgesinde 22 köy eşkıya ile tamamen birlik oldukları kesinlikle anlaşıldığından yakıldı. Yanan köylerde birçok mermi ve bombanın patladığı görüldü. Yangın içinden eşkıya cesetleri çıktı. Bu harekât sırasında şimdiye kadar yapılan takiplerden edinilen deney­ lerden yararlanıldı. Takibe uğrayan eşkıya hemen takip yapan birliğin gerisine düşmek suretiyle kendini kurtarıyordu. Bu durumda, en küçük birliğe varıncaya kadar, tarama yapacak birliklerin kademe ile hareket etmesi emredildi. 143 Müfrezeler bir yerden bir yere giderken geçen zamandan, asiler izlerini kaybettirmek için yararlanıyorlardı. Bunun için örtme perdesi yapan birliklerin yerlerinden oynatılmaması esas alındı. Operasyon sırasında Türkiye'nin ilk nüfus sayımı da yapılıyordu. Sayım memurlarına güvenlik için müfreze veriliyordu. Lice'nin Harta köyüne gidenlere köyden ateş açıldı. Köylüler de eşkıyaya katıldılar. 60 kişi kadar oldular. Müfre­ zeyi kuşattılar. Akşama doğru Lice'den gelen bir bölük yetişince eşkıya gece ka­ ranlığından yararlanıp kaçtı. Ama 10-12 kayıp verdi. Bir yüzbaşı ile dört er ya­ ralandı. Bu köy ve civarı daha sonra yakıldı. Bölgedeki Hüveydan'da halkın asilere destek oldukları, takibe gelen bir­ likleri yanıltmaya çalıştıkları operasyonlar sırasında tespit edildi. Genellikle köye yaklaşan müfrezeye birkaç köylü yaklaşıyor, eşkıyadan büyük zarar gördükleri­ ni söyleyip eşkıyanın gittiği istikameti yanlış tarif ediyorlardı. Bu sırada köydeki asiler ve onların destekçileri silahlarını alarak çıkıp askere ateş açıyordu. Bu tak­ tik anlaşılınca gereken tedbir alındı. Köylülerle temas eşkıya takibini engelleme­ di. Köy ablukası sürerken takip de sürdü. Timuri ormanlarında böyle kaçan 38 kişi öldürüldü. Şüpheli olarak yakalanıp Lice'ye mahkeme edilmek üzere gön­ derilen 31 kişi yolda askerlerin elinden silahlarını almaya kalkınca öldürüldüler. Hüveydan bölgesindeki köyler tamamen yakıldı. Bir ay kadar süren cezalandırma harekâtı sonunda 280 köy yakılmış, 2.000'den fazla eşkıya ve destekçisi öldürülmüştü. Asi Resul Ayaklanması (22 Mayıs - 3 Haziran 1929) Olay, Eruh ilçesi jandarma komutanı teğmen ile Lodi bucak merkezinin Tilmişar köyünden Jilyan Aşireti Reisi Resul'un aralarındaki anlaşmazlıktan kaynaklandı. Teğmen, Resul ve kardeşi Akit' le bazı yakınları hakkında silah toplama bahanesiyle tutuklama belgesi sağlayıp adı geçenlerin yaşadığı dört köyde arama yaptı. Silah bulamadı, ama Resul'u yakaladı. Akit'in bulunduğu Goveşil köyünde arama sırasında çatışma çıktı. Bir on­ başıyla dört jandarma eri şehit oldu. Tutuklanan Resul, Tilmişar'dan çıkarılırken baskın yapılıp kaçırıldı. 15 kadar köy halkı korkudan evleriyle tarlalarını bırakarak Midyat ve diğer ilçelere kaçtılar. Olaylara neden olan teğmenle ona destek veren Eruh kaymakam vekili jandarma yüzbaşı açığa alındılar. İkinci Tümen cezalandırma harekâtıyla görev­ lendirildi. Eruh ve Şırnak çevresinde Jilyan Aşiretine karşı olanlardan da yararlanıldı. Harekât başlayıncaya kadar her şey gizli tutuldu. 144 " . . . muti (itaatli) ahalinin hiçbir zarar görmemesi ve iyi muamele yapılması sağlanacaktır" emri verildi. Üç uçaklı bir de filo tahsis edilerek Jilyan aşiretinin silahları istendi. Jandarmaları şehit edenler teslim edilecek (alınacak), Resul ve Akit yakalanacaktı. Aksi takdirde asi kabul edilen köyler yakılacak, mahsule ve hayvanlara el konulacaktı. Harekâtla ilgili ayrıntılı emir 3 Temmuzda verildi. Resul ve yakınları Lod bucağına ait çeşitli köylerde gizlenmekteydiler. 5 Tem­ muzda harekât başladı. 10 Temmuzdan itibaren asiler bozguna uğrayarak kaçış­ maya başladılar. Takip 3 Ağustosa kadar sürdü. Resul yakalanamadı, ama des­ tekçileri ağır bir biçimde cezalandırıldılar. Tendürük Harekâtı (14 - 27 Eylül 1929) İranlı aşiret reisi Şeyh Abdülkadir'e Türk topraklarında yaşama izni ve­ rilmişti. Ama o, bu izni devlet aleyhine kendi çıkarları için kullanıp çevrede hu­ zursuzluk yaratınca Karaköse yetkilileri İranlı şeyhin cezalandırılmasını gerekli gördü. Harekâtta Şeyh Abdülkadir'e karşı olan iki aşiretten de yararlanıldı. Operasyon gizli tutuluyordu, ama İğdır'daki askeri yetkililerin hatası-so­ nunda haber yayıldı. Şeyh oğlunu bilgi toplamak için Karaköse'ye yolladı. Orada kendisine silahlarını teslim edecekleri ve belirlenecek bir yerde ikamet edecekleri söylendi. Yanıt olumluydu, ama iletişim yetersizliği nedeniyle Şeyhin oğlu vilayet jandarması tarafından sıkıştırıldı. Çocuk kaçınca, 18 Eylülde harekât başladı. Aşiret, İran'a doğru çekilirken 20 Eylülde havadan bombalandılar. Şeyh, yakın çevresiyle birlikte İran'a kaçmayı başardı. 23 - 24 Eylülde Ağrı'da bazı ka­ rakollara ateş açılması üzerine dikkatler buraya çevrildi. Harekât, 27 Eylülde sona erdi. Savur Harekâtı (20 Mayıs - 9 Haziran 1930) 13 Mayısta Savur'un 22 kilometre doğusundaki Batuş köyünde, bir olay üzerine yöreye gelen bir seyyar jandarma bölüğüne 100 kadar silahlı köylü ateş açarak kaçtılar. Olay, zaten bölgedeki asayişten hoşnut olmayan yetkililere uyarı oldu ve cezalandırma harekâtı kararı alınarak 7. Kolordu birlikleri görevlendi­ rildi. Plana göre bölge çevrilecek, köylerden silahlar teslim alınacak, bölgede ka­ lınarak aranan diğer suçluların yakalanmasına çalışılacak ve bir uçak müfrezesi de harekâta katılacaktı. Gizlilik çok önemliydi. Birlikler için gerekli olan kıla­ vuzlar harekâttan bir gün önce işe alınacaklardı. Operasyon yalnızca, ama amansız bir biçimde "mücrim ve kabahatlılar aranıyor" havası içinde gerçekleşe145 çekti. "Hükümetin emirlerine boyun eğenlere müşfik davranılması ve korunma­ ları, köylerin aranma zorunluğu hasıl olduğunda ihtiyar heyetlerinin birlikte alınarak, silahtan ve suçsuzlardan başka bir şey aranmadığı ve hiçbir mala el sü­ rütmeyeceği fikrinin kuvvetle telkini, parasız kimseden hiçbir şey alınmaması" müfreze komutanlıklarına bildirildi. Harekât, 26 Mayıs gecesi başladı. Köyler sarıldı. Silahlar toplandı (toplanan silah sayısı 11 Haziranda 503'tü). Ama harekât başarılı olmakla birlikte asayiş sorunu çözülemedi. Zeylan Ayaklanması (20 Haziran - Eylül 1930) 19 Haziran gecesi, birkaç yüz asiden 100 kadarı Erciş'in 20 kilometre ku­ zeyindeki Zeylan bucak merkezini ve jandarma karakolunu bastı. Asiler sının geçmiş, Çaldıran - Beyazıt telgraf hattını kesmişti. Erciş'ten takviye gelirken, Zeylan asiler tarafından ele geçirildi. Takviyeyle birlikte gelen 5. Seyyar Jandar­ ma Alay Komutanı ve beraberindeki kaymakam pusuya düşürüldü. Asiler Erciş üzerine yürüdüler. Erciş'teki 30 kadar er ve halk 60 tüfekle belediye başkanının emrinde mücadele ettiler. Olay sırasında 2 subay, 16 er şehit düştü. 150 er kay­ boldu. 2 ağır, 11 makineli tüfek, 144 piyade tüfeği asilerin eline geçti. Asiler böl­ gede egemen oldu. Kalkan Aşireti asilere katıldı. Erciş-Van, Erciş-Ahlat yollan kesildi. Alay mensupları, eşkıyayla anlaşma yaparak subay ve erlerinin serbest bırakılmalarını sağlamıştı. Halkın daima başarı kazanan taraftan olacağına ina­ nan komutanlar, durumun hemen düzeltilmesi gereğine inandılar. 7. Kolordu­ nun gönderdiği bir tabur düzeni hemen kurdu. 26 Haziranda Muş bölgesi için bir komutanlık kurularak gerekli takviyeler yapıldı. 25 Haziranda Zeylan bölgesindeki asiler ikiye aynldı. Bir bölümü ailele­ rini kaçırmak üzere hareket etti. Diğerleri Gediği-Sarısu bölgesine geçti. Operas­ yonun bir bölümünün sorumluluğunu da 9. Kolordu üstlendi. Ama alman ön­ lemler istenilen sonuçları vermedi. 29 Haziranda 200 kadar atlı ve 80 yayadan oluşan asiler grubu Sürbahan ve Norşin karakollarını bastı. Dört er yaralandı, 25 er kayboldu. Bir hafif maki­ neli, iki sandık cephane, iki hayvan ve bir telefon asilerin eline geçti. Genelkur­ may olan bitenden dolayı çok rahatsızdı. Asiler askerlere, "teslim olursanız size ateş edilmeyecek" propagandası yapmış, göstergelere göre başarılı da olmuştu. Bu olayın diğer kıtalara kötü örnek olacağını düşünen Genelkurmay, "...eşkıya baskınına uğrayan kıtalar son nefes­ lerine kadar silahlarını terk etmeyerek savunmaya devam edecek..." emrini ve­ rirken bunu yapmayanların ağır şekilde cezalandırılacaklarını bildirdi. 9. Kolordu Komutanlığına, "...neden baskına karşı tedbir almadınız?" diye sordu. Baskına uğrayan karakolların bütün erleri kayıp mı olmuştu? 146 Operasyonlar sırasında birtakım köyler kıtalarımızın çevresinde psikolojik bozukluğa neden olabilecek davranışlarda bulunup ellerindeki az sayıda silahla ateş de açıyordu. Bu hususlar hiç dikkate alınmamıştı. 7. ve 9. Kolordu komutanlıkları Genelkurmay eleştirisi karşısında güç du­ rumda kaldılar. Van Gölü, Patnos, Zeylan, Çaldıran, Ahlat, Malazgirt, Erciş bölgelerinde yeni operasyonlar için tertiplendiler. Asiler çok uzaktan ateş edip kaçıyordu. İyi tertiplenmemiş, tedbir almamış kıtaları ise, yan ve gerilerden pusuya düşürmek istiyordu. Ayaklanma sahası içerisinde asilere katılan köyler yakılacaktı. Mareşal Fevzi Çakmak, asi liderlerin sağ ele geçirilmelerini özellikle isti­ yordu. 4 Temmuzda imha hareketinin başlaması kararlaştırıldı. 2 Temmuzda bazı köyler havadan bombalandı. 4 Temmuz sabahı, asiler, 02. 30-07. 00 arasında Karaburun ve Kayaburun karakollarıyla Taşburun'a baskın yaptılar. Karaburun karakolunun subay ve er­ lerinin çoğu şehit oldu. Karakol işgal edildi. Asiler bir Rus topunu götürmek istediler. 7 Temmuzda top geri alındı. 10 Temmuza kadar süren operasyon sırasında 500'den fazla asi imha edildi. Geliş­ meler 15 Temmuza dek sürdü. 18 Temmuzda uçaklara ateş açılınca Halikan Aşireti bombalandı. 21 Tem­ muzda, 9. Kolordu, Zeylan deresinden kaçanlarla birleşen Halikan Aşiretine hava bombardımanıyla ağır kayıp verdirdi. Belikanlı Aşireti hükümete sığındı, "Belirlediğiniz yerde yaşarız" dedi. Kabak Tepe'deki birliğe su ve erzak götürenlere çeşitli saldırılar oldu. Çatışma gün boyu sürdü. 6 şehit, 7 yaralı vardı. Asiler ise 80 kadar ölü verdiler. 29 Temmuzda Zeylan ayaklanmasında liderlik yapanlardan Pabuşkin köyü imamı, 2 Ağustosta isyanın bir başka lideri Haso ve arkadaşları öldürüldü. İmha ve cezalandırma harekâtı eylül başına kadar devam etmesine rağmen, asi­ lerin bir bölümü kaçmayı başardı. Oramar Ayaklanması (16 Temmuz-10 Ekim 1930) Oramar ayaklanması başlamadan önce, Zeylan, Çaldıran, Ağrı bölgelerin­ deki ayaklanmalar bastırılmaya çalışılıyordu. Diyarbakır, Silvan, Sason, Lice, Çapakçur, Garzan ve Muş'ta eşkıyalıkla birlikte Kürtçülük kışkırtmaları da devam etmekteydi. Dışarıdan yardım gören Kürt aşiretleri, din propagandası kisvesi altında halkı kışkırtıp Kürtçülük davası uğruna silahlı ayaklanmaya teş­ vik ediyordu. Hedef, merkezi Ağrı olan ayaklanmanın bütün doğuya yayılmasını sağlamaktı. 147 Şeyh Barzani, 500 kişilik kuvvetiyle Oramar'a böylesine bir ortamda sal­ dırdı. Amacı, Ağn'daki operasyona katılan bir kısım kuvveti üzerine çekmek, Kürtçülük lehine kışkırtmaktı. Ayaklanma, arazinin son derece sarp, 2000-3500 rakımlı olduğu OramarŞat-Şemdinan-Herki yöresinde, 22 Temmuzda başladı. İki aşamalı harekâtın ilk aşamasında Oramar Hudut Bölüğü asilerce kuşatıldı. Hava kuvvetleri ve komşu hudut bölüklerinin yardımıyla bölük kurtarıldı. İkinci aşamada ise, takviyeli bir tugayın katkısıyla, İran hududundaki asiler temizlendi. Hedef, Barzani kuvvet­ leriyle onları destekleyen bölge halkıydı. 16 Temmuzda Oramar'ın 15 kilometre doğusundaki Şaf Dağına gelip böl­ gedeki ağalarla işbirliği yapan Barzani, Oramar bucak merkezindeki hudut bö­ lüğüne saldırdığı takdirde halkın kendisine ayaklanarak destek vereceğini dü­ şünüyordu. Oysa Oramarlı Kasım Ağa ve arkadaşları 21 Temmuzda bölüğe gelip baskın olacağını haber verdiler. Baskın gece saat 21. 00'de başladı. Bölük hazırlık yapmıştı. Saldırı püskür­ tüldü. Kasım Ağa ile Ferhat ve Kerim Ağalar da milisleriyle bölüğü mücadelede desteklediler. 28 Temmuz sabahı uçaklar Oramar'ı kuşatan asileri bombaladılar. Bunu asker ve milislerin saldırısı izledi. Saat 19.00'da Oramar'a girildi. 31 Temmuzda 200 kadar Barzani kuvvetinin Ferhat Ağaya saldırı girişimi Türk birliklerince önlendi. Ağustos ayı boyunca asilerin hareketleri ve karşı operasyonlar devam etti. Barzani, ikamet ettiği Irak'tan geldiğinden, Dışişleri Bakanlığı Bağdat nezdinde girişimde bulundu. 1930'da Türk-Irak ilişkileri iyiydi. Fakat İngiliz mandası altında olduğun­ dan Irak serbest değildi. Bağdat'ın kuzeyindeki aşiretlere de pek hâkim olamı­ yorlardı. Bu durum son İran-Irak savaşı sırasındaki duruma çok benziyordu. Türkiye, Irak'tan sınır bölgesindeki aşiretlere egemen olmasını istiyor, fakat diplomatik girişimler bunu sağlamaya yetmiyordu. Genelkurmay kış gelmeden bölgedeki ayaklanan aşiretlerin temizlenmesi görevini 7. Kolorduya verdi. 27 Eylülde harekât başladı. Harekâta Kerim ve Fer­ hat Ağa milisleri de katıldı. 10 Ekimde harekât, içteki asilerin hükümete sığınmaları, Irak'tan gelenle­ rin de Irak'a kaçmalarıyla son buldu. Pülümür Harekâtı (8 Ekim-14 Kasıml930) Ağrı harekâtı sonrasında bölgeyi gezen Mareşal Fevzi Çakmak raporunda bazı köylerin cezalandırılması gerektiğini belirtti. Bunlardan önce vergi ve asker 148 vermelerinin istenmesini, bunları yerine getirmedikleri takdirde de havadan bombalanarak tahrip edilmelerini önerdi. Bazı Kürt kökenli bölge memurlarının Kürtçülük yapmalarından dolayı başka yerlere nakledilmelerini de önerdi. Kürt asiler çevredeki Türk köylerini sık sık basıyorlardı. Bunların da ön­ lenmesi şarttı. Mareşalin önerileri arasında Pülümür ilçesiyle Erzincan ve Erzurum'un bazı kesimlerinde kıştan önce mutlaka bir cezalandırma hareketinin gerçekleşti­ rilmesi de vardı. Mareşalin önerdiği harekâta neden olan son olay, Pülümür kaymakamının evine, ağaların tahrikiyle, birkaç el ateş edilmesiyle başladı. Tertipçiler ateş edenlerin hükümete teslimini engellediler. 8 Ekim 1930'da Başbakan İsmet İnönü, Mareşala istediği yeşil ışığı yaktı. Söz konusu köyler cezalandırılacaktı. Asilere öncülük edenlerin batıya nakli dü­ şünülecekti. Bazı yerli memurlar da başka yerlere nakledileceklerdi. Pülümür'ü cezalandırma hareketi 25 Ekimde yürüyüşle, 28 Ekim sabahı da saldırıyla başladı, 31 Ekimde durdu. Asilere yöneltilen saldırı, su ve cephane ikmali güçlükleri ve uçakların bombalarının bitmesiyle sonuçsuz kaldı. Birlikler noksanlarını tamamlamaları için Pülümür'de toplandılar. Harekâta katılan 74 subay ile 1664 ere Ömer Halis Paşa komuta ediyordu. 2. Pülümür harekâtı 10 Kasımda uçakların da katılmasıyla başladı. Hedef­ teki Kürt köyü 13 Kasımda yakıldı. Asiler imha edildiklerinde 100 kayıp vermiş­ lerdi. 14 Kasım sabahı harekât tamamlanmıştı. Birlikler garnizonlarına dönüyor­ lardı. 149 PKK STRATEJİSİ - KARŞI MÜCADELE PKK, Güneydoğuda ayaklanma yöntemlerinden, hazırlık-organizasyon dönemi en zor olanını; "Kitleye -Yönelik Ayaklanma"yı seçti. Bu sistem yerleşti­ rildikten sonra en etkili olan sistem olarak kabul edilir. Ancak başarıya ulaşabil­ mesi için mutlaka dıştan desteğe ihtiyacı vardır. Bu tip ayaklanmanın babası Mao Çe Tang'dır. Geniş halk kitlelerinin ha­ rekete geçirilmesi esasına dayanır. Başarılı aşamalardan geçtikten sonra neticede alternatif bir hükümete ve son derece uzmanlaşbrılmış siyasi ve askeri örgütlen­ meye ulaşma hedef alınır. Kitlelerin harekete geçirilmesinde dayanak noktası ise toplumsal rahatsızlıklar, mekanizma bozuklukları ile birlikte insanlara çok çekici gelecek siyasi bir programdır. Bu ayaklanma şekli siyasi ve askeri kaynakları mevcut hükümete saldır­ mak ve yıkmak için birlikte kullanır. Bundan dolayı da kendilerini böyle bir ayaklanmaya karşı koruma durumunda kalan hükümetlerin öncelikle işe bir as­ keri harekât tertiplemesiyle başlamaları gerekmektedir. Söz konusu ayaklanmanın geneldeki yapısı şu unsurları içerir; * Merkezi politika üretecek ve uygulamaları izleyecek bir lider kadrosu örgütü. Bu örgüt genellikle istihbarat örgütlerinin içine sızmasına engel olmak için küçük bölümlere ayrılmıştır. *Halk kitlelerinin lider kadrosuyla bağlamışını kuracak olan sivil kitle ör­ gütleri. Bu örgütler vasıtasıyla lider kadrosu halkı hem kontrol eder, hem de desteğini sağlar. *Açık ya da kapalı veya her iki halde de silahlı mücadele unsurları. Kitleye yönelik ayaklanmaların can alıcı noktası hem kitle örgütlerini, hem de silahlı unsurları yönetecek disiplinli bir siyasi unsurdur. Mao'nun sisteminde siyasi bu unsur Komünist Partisinin merkez komitesiydi. Ayaklanmada Aşamalar Böylesine ayaklanma sisteminde her aşama çok uzun zaman bölümlerine uzanabilir. Başarılı bir ayaklanmanın hazırlanması, başlaması, olgunlaşması ve nihayet başarıya ulaşması on yılları alabilir. Mao'dan kalma bu tür ayaklanmanın klasik aşamaları şunlardır; 150 * Kuluçka dönemi (1. Aşama). * Gerilla savaşı (2. Aşama). * Harekât savaşı. (3. Aşama). Bir ayaklanmada bu aşamaların hepsine gerek olmayabilir, ya da bu aşa­ maların her biri diğerinden açık seçik şekilde ayrı da olmayabilir. 1. Aşama (kuluçka dönemi) içerisinde örgütlenme, eğitim yapılır. Öteki örgütlere sızılır. Partiye şekil verilir. Hükümet mekanizmasına sızılır. Yerel hüc­ reler oluşturulur. Gruplar eğitilir. Siyasi faaliyet daha açık hale getirilir. 2. Aşama (gerilla savaşı) içinde düşük düzeyde şiddet hareketleri, sabo­ tajlar, terör hareketleri, propaganda, kitlelerin harekete geçirilmesi, uluslararası destek sağlama arayışları başlar. Us bölgeleri oluşturulur. Düşük düzeyde gerilla hareketleri başlar. Bu birinci aşamadan sonra üs bölgeleri geliştirilir. Gerilla sal­ dırıları artar. Hükümete meydan okuma açık bir hal alır. Daha sonraki aşamadaysa saldırılarla birlikte siyasi faaliyet de artar. Kullanılan kuvvetler büyür, ge­ nişler. Üs bölgeleri birbiriyle irtibatlanır. 3. Aşama; harekât savaşıdır. Gerilla savaşı devam ederken klasik savaş da başlar. Bu, tam çatışma aşamasıdır. Bunu nihai neticenin alınacağı safha izler. Bu safhada bir normal hükümet kurulur. O zamana kadar kendileriyle işbirliği ya­ pılmış siyasi müttefikler ortadan kaldırılır veya etkisizleştirilir. Askeri-siyasi cephedeki müttefiklerle ilişkiler ise sağlamlaştırıhr. Askeri-siyasi egemenlik güçlendirilir. Eski seçkin siyasiler ya nötralize edilir, ya da ortadan kaldırılır. AMAÇ : Siyasi kontrolün sağlanması ve sosyoekonomik sistemin değişti­ rilmesidir. Kuluçka D ö n e m i Bu aşamada asiler ancak potansiyel bir tehdit oluşturur. Olay ve faaliyetler gittikçe daha sık, daha organize olur. Çok büyük şiddet hareketleri, ya da kontrol edilemeyecek ayaklanma girişimleri patlak vermez. Asiler nispeten zayıf bir du­ rumdan işe başlayarak kampanyalarını organize eder ve onlarla başlayacakları kırsal ya da kentsel hedef bölgelerini seçerler. İdeolojiyle ilgili temel seçimlerini yaparlar. Liderlikle ilgili ana ilişkilerini saptarlar. Bu arada açık ya da gizli ör­ gütler oluştururlar. Bunlar genellikle gizli olur. Bu dönem içerisinde; * Memnuniyetsizlikleri istismar ederler, * Beklentilerin yükselmesini özendirirler, * Halkı etkilemeye çalışırlar, * Ayaklanma üyelerinin sadakatlarını özendirirler, Başlangıç planlarını sağlamlaştırdıkça örgütleri bir gölge hükümete dö­ nüşür. Bundan sonra da şu hususlar üzerinde faaliyetlerini yoğunlaştırırlar; 151 * Halk üzerinde etki kazanma, * Hükümet kurumlarına, ekonomik ve toplumsal kurumlara sızma, * Hükümetin yönetme hakkına meydan okuma, * Silahlı unsurları bulma, organize etme, eğitme. Değişik unsurlar hükümet kuvvetlerine saldırabilir. Küçük askeri operas­ yonlarla korkutma sindirme faaliyetlerinde de bulunabilirler. Bu taktikler halk üzerinde daha fazla etki sağlamalarına yardım eder. Harekete silah da sağlar. Hükümetin kamuoyu üzerindeki imajını da onun kudretsizliğini ve olaylar kar­ şısında halka yeterli güvenlik sağlayamadığını göstererek, olumsuz etkiler. Bu ilk aşamada isyanın yayılması için gerekli geniş dış desteğin sağlanabilmesi husu­ sunda temeller de atılır. Gerilla Savaşı Aşaması Hareket gerilla savaşı aşamasına ancak yeterli yerel dış destek sağladıktan sonra gelir. Hükümete karşı gerilla savaşı şeklinde şiddet hareketi başlar. Once faaliyetler arttırılır. Hem arazi, hem de bölge halkı üzerindeki asi kontrolü ge­ liştirilir, güçlendirilir. Eğer askeri durum izin verirse asiler kontrol ettikleri böl­ gede bir hükümet de kurarlar. Kontrol edemedikleri bölgelerde muhtemel ha­ sımlarını nötralize etmek için faaliyete geçerler. Mevcut hükümet örgütlerine sızmaya çalışırlar. Korku ve tehdit yollarından baskı arttırılır. Asilerin asıl askeri amaçları yeni bölgeleri kontrolleri altına alabilmektir. Böylece hükümetin elindeki kaynakları daha geniş bölgelerin korunması için yaymak zorunda kalmasını sağlamak amaçtır. Ayaklanmacı kuvvetler, hükümet birliklerini statik savunma durumlarına mecbur etmeye, irtibat hatlarını tahribe ve kullanılmasını engellemeye çalışır. Lojistik desteği engeller, ele geçiremezse tahrip eder. Diğer hükümet kaynaklarının da tahribine çalışır. Hareketli Savaş Aşaması Bu aşamaya, ancak ikincisinden sonra, mücadele klasik bir çatışma haline dönüşmüşse geçilir. Asilerin organize kuvvetleriyle hükümetin kuvvetleri karşı karşıya gelir. Bununla birlikte bazı ayaklanmalarda asilerin bu aşamaya gelme­ den başarılı oldukları görülebilir. Birinci ve ikinci aşamalardaki faaliyetler genişleyerek sürer. Gittikçe daha büyük birlikler hükümet kuvvetleriyle, düşmanı mağlup etmek üzere, kilit coğrafik ve siyasi hedeflerin ele geçirilmesi için savaşmaya başlar. 152 Ayaklanmayı Bastırma Nasıl Yapılır? Böylesine bir ayaklanma modeliyle karşı karşıya kalan bir hükümet, bu aşamalardan herhangi birinde ayaklanmayı bastırma hususunda önemli başarı kazanabilir. Yeter ki stratejisini şu ikili hedefe yönelik saptayıp uygulayabilsin. Öncelikle ayaklanma- faaliyetlerinin şiddetlenmesini önlemelidir. Sonunda ayaklanma tehdidini ortadan kaldırmalıdır. İdeal tepki esnek tutulur. Bunda asilerin faaliyetlerinin derecesi ile ülke içindeki koşullar rol oynar. Hükümet bunları dikkate alarak tepkisini duruma en uygun olacak şekilde belirler. Uygu­ lamayı da sonuçlarını da yakından izler. Sadece bunlardan başarıya katkısı olanların devamına karar verir. Hükümet işe ayaklanmanın yinelenmemesi hedefiyle başlayarak yeni programlar hazırlamalıdır. Koşulların geliştirilmesine yardım edici nevcut programların da uygulaması sürmelidir. Aşağıda kitleye yönelik ayaklanmalarda hükümetlerin yapmaları gereken geniş kapsamlı program özeti gösterilmiştir. Bazı ayaklanmaları bastırma faaliyetleri özellikle kuluçka ve başlangıç dönemlerinde önemlidir. Birinci aşamada; *Hükümet geniş bir yaklaşımla siyasi, ekonomik veya toplumsal koşulla­ rın geliştirilmesi, düzeltilmesi için kalkınma atılımlarında bulunur. * Hükümet ile halk arasındaki örgütsel ve psikolojik bağları güçlendirmek için gerekeni yapar. * Asilerin hem halka, hem de kaynaklara ulaşmasını engellemeye çalışır. * Askeri-sivil önlemler alır. * Polisin etkinliğini artırıcı, istihbarat ve karşı istihbarat operasyonlarını geliştirici girişimlerde bulunur. * Psikolojik operasyonlar yapar. * Güvenlik kuvvetlerinin düzeylerini yükseltecek etkinlikleri yoğunlaştırır. * Askeri güçlerin eğitimi arttırılır. İkinci Aşamada Gerilla savaşı aşaması asilerin savaşta tam zamanlı örgütlü kuvvetler kul­ lanmaya başladığında ortaya çıkar. Genellikle yukarıda belirtilen önlemler sür­ dürülürken, durum gereği yenilerinin alınmasına da başlanır. Duruma göre bunların bazılarına öncelik ve ağırlık verilir. * Arazi güvenlik güçleri kuvvetlendirilir. 153 "Halkın ve kaynakların kontrolüyle ilgili önlemler artürılır. Asileri psiko­ lojik ve fiziki bakımdan halktan ayırmaya yönelik psikolojik operasyonlar için önlemler alınır. * Asi silahlı birimlerinin aranıp yenilgiye uğratılması için taktik operas­ yonlar sürdürülür. Üçüncü Aşama Eğer hükümet daha önceki aşamalar sırasında isyanı bastırmayı başaramamışsa, bu hareketli savaş aşamasında bir askeri yenilgi olasılığı ile karşı kar­ şıya kalmaktadır. Bu takdirde hükümetin daha açık iç savunma faaliyetlerine dönmesi ve kendisine desteği de geliştirerek ve asi güçleri yenilgiye uğratmaya gayret ederek onları daha ciddiyetle uygulaması gerekir. Bu üçüncü aşamada klasik savaş düzeyine gelinebilir. Bu durumda konvansiyonel savaş diğer bütün mücadele şekillerine öncelik kazanır. Hükümet Hedefleri Toprakları üzerinde ayaklanma girişimleriyle karşı karşıya kalan hükü­ metlerin çatışmanın nedenlerini ortadan kaldırıcı önlemler alıp toplumlarını ye­ niden düzenlemeleri gerekir. Bir yandan asilere, diğer yandan da halka yönelmek şarttır. İç savunmayla kalkınma kavramları böylece birleşir. Halk alman tedbir­ lerle harekete geçirilir ve ayaklanma tecrit edilerek bastırılır, imha edilir. Hükümet halkın kendini güvende hissetmesini sağlayamazsa, halk, hü­ kümeti ve programlarını desteklemekte kararlı davranmaz. İsteksiz kalır. Bu tu­ tumları ise hükümet ile asiler arasındaki mücadeleye, bundan kimin zaferle çı­ kacağına önem vermez görünmelerine yol açar. Hükümetler mutlaka halkı korumak zorundadırlar. Bunun ardından da dengeli bir kalkınma çabasıyla on­ ların toplumsal, siyasi ve ekonomik sıkıntılarını gidermeye çalışmalıdırlar. Sal­ dırı altında bulunan hükümetler genellikle bütün halkın bütün ihtiyaçlarını bir­ den verecek kaynaklara sahip değillerdir. Bunun aksi olsaydı zaten böyle ayaklanma olaylarıyla karşılaşmazlardı. Hükümet durumu inceleyip kaynakla­ rına sahip olduğu ve uygulandıklarında dengeyi kendi lehine çevirebilecek programları için öncelikler hazırlamalıdır. Ayaklanmaların bastırılması operasyonlarında hükümetin halk ile asileri birbirinden ayırması, halka asiler karşısında güvence sağlaması, asi kontrolüne terk etmemesi esastır. Bunun gerçekleştirilmesi asilerin halk üzerinde etkisiz kalmasını sağlar. Onları ikna, korkutma yollarıyla kontrolü altına almasını önler. Ailerin altyapıdan yoksun kalmaları onları personel ve ikmal malzemesi konu­ sunda güçlüklere iterken istihbarat bakımından da güç durumda bırakır. Asi taktik kuvvetlerinin tabandan kopmaları hükümet güçlerinin koşullarında sava154 şa zorlanmaları, parçalanma olasılığı karşısında kalmaları bu koşullarda oluşur. Hükümetin polisi, askeri güçleri ve diğer unsurları asilerin altyapısını yok eder. Onların savaş veya destek birimlerini dağıtır, ele geçirir. İyi hazırlanıp uygulanan enformasyon programlan ise hem kalkınma hem de savaş operasyonlarını ka­ muoyuna iyi yansıtır. Hükümetin programlarını sadece iyi anlatmakla kalmaz, benimsenmelerine de yardımcı olur. Diğer taraftan ayaklananların halkın gö­ zünde saygınlıklarını yitirmelerine de yarar. Fert olarak asilerin örgütlerinden kopup ayrılmalarına onları özendirir. Güvenlik kuvvetleri ulusal veya bölgesel planlarla ayaklanmalara karşı mücadele yapılırken bu planları desteklemek için önemli büyük operasyonlar yaparlar. Bunların bellibaşlıları pekiştirici operasyonlar ile darbe indirici ope­ rasyonlardır. P e k i ş t i r m e (Sağlamlaştırma) Operasyonları Bu tür operasyonlar askeri-sivil gayretlerin birleştiği operasyonlardır. Ayaklanmaları bastına, hükümet kontrolünü bölgede ve bölge halkı üzerinde sağlamak için sürdürülen faaliyetleri birleştirir. Öncelikle asileri imha veya böl­ geden söküp atma yoluyla ortamı sosyal, siyasi ve ekonomik gelişmeler için uygun hale getirir. Hükümet bu tür operasyonları ayaklanmanın herhangi bir aşamasında kullanabilir. Fakat bu operasyonlann daha başarılı olabilmesi, ayaklanmanın en zayıf olduğu başlangıç dönemlerinde uygulanabilmelerine bağlıdır. Bu harekât ile öncelikle üs alanında tam bir kontrol sağlanır. Sonra bura­ dan gittikçe genişleyen hükümet güçlerinin kontrol edebildikleri bölge oluştu­ rulur. Bunun için de asilerin ellerindeki arazinin ele geçirilmesi ve kontrolün sağlanması gerekir. Kuvvetlerin hedefi topluluk merkezlerinin, tabii ve insan yapımı kaynakların alınması, buralarda kontrolün sürdürülmesi ile iletişim hat­ larının korunmasıdır. Bu sağlanmadan başka adımlar atılamaz. Her şeyden önce güvenlik güçleri bir bölgeyi asilerin taktik kuvvetlerinden arındırdılar mı, hükümetin buraya yeterli kuvvet yığması gerekir. Savunma görevi, durumda gelişme oldukça artık daha çok polis ile jan­ darmaya düşer. Fakat ciddiye alınacak asi tehdidi kaldıkça askeri birliklerin gü­ venlik sağlamaları da gerekir. Polis ve jandarmanın asilerin altyapılarını nötralize etmeleri bölgenin güvenli kalması için şarttır. Dengeli bir gelişme hedef olarak halkın hükümet yanında yer almasıyla sağlanır. Pekiştirme kampanyalarındaki hazırlık döneminde sivil ve askeri güçler operasyonlar için planlama, eğitim, düzenlenme yaparlar. Güçlerini senkronize ederler. Operasyonun saldırı döneminde güvenlik güçlerinin ilk hedefi bölgeyi 155 asilerden temizlemektir. Bunun için de önce görev kuvvetleri operasyon bölge­ sine sürülür. Sonra asilerin taktik güçlerinden bölge temizlenir. Asilerin üs böl­ gelerindeki unsurlar temizlenir. Asilerin siyasi altyapılarının üyeleri saptanıp yakalanır. Mücadele sırasında sadece yeterli ve gerekli kuvvet kullanılarak bölge halkına gereksiz yere zarar verilmemesine çalışılır. Savaş gücü sadece asilerin taktik kuvvetlerine karşı değil de genel olarak kullanılırsa bu halk kitlelerinin hükümete karşı tavır almalarına neden olur ve sarfedilen gayretler bakımından çok yanlış olur. Taktik operasyonlarda büyük ve iyi eğitilmiş gerilla birimlerine karşı büyük kuvvetler kullanılır. Görev kuvvetleri ise pusulu çatışmalar, çevirme ve arama operasyonlarıyla diğer teknikleri kullanırlar. Bu çatışmalarda, genel olarak küçük birlik düzeyinde kalınması gerekir. Bundan dolayı da eğitimlerde küçük birlik operasyonları üzerinde durulmalı, görev kuvveti düzeyinde kalınmalıdır. Görev kuvvetleri ile ileri hava kontrolcülerinin en üstdüzeyde kullanılması hava kuvvetlerinin etkinliğine de yardımcı olur. Polis ve jandarma asilerin halktan ve tabii kaynaklardan yararlanmasını engeller. Asilerin altyapılarındaki üyelerinin belirlenmesini sağlar. Uygun psi­ kolojik operasyonlar uygulanmakta olan yöntemlerin halk kitlelerince daha kolay kabullenilmesine yardımcı olur. Operasyonların gerekliliği halka iyi anla­ tılmalıdır. Hükümet ile halk arasındaki anlaşmanın sağlanması çok gereklidir. Halk zaman zaman kendisini rahatsız eden bu operasyonların gene kendi gü­ venliği ve rahatı için gerekli olduğunu anlamalıdır. İstihbarat servisleriyle polis, bir istihbarat toplama programı uygular. Sorgulamalar yapar. Sadakat elemeleri yapar. Böylece topladıkları bilgilerle asi­ lerin altyapılarındaki üyelerini saptar. Operasyonların daha ileri aşamalarında ise sivil ve askeri güçler kalan asileri temizler. Sağlam hükümet kontrolü oluşturur. Yeniden ayaklanma ihtimalini or­ tadan kaldırır. İç güvenliği sağlar. Kalkınma örgütlerini harekete geçirir. İşte ancak bu aşamalardan sonra ulusal kalkınma alanındaki gayretlere öncelik ve ağırlık verilebilir. Yukarıda işaret edilen aşamada sağlanan güvenlik ortamını güvenlik güçleri korurken küçük askeri birimler halk arasında yaşaya­ rak yerel güvenlik kuvvetleriyle birlikte çalışabilirler. Bu diğer görev kuvvetleri­ nin siyasi, ekonomik sosyal ve psikolojik hareket kadroları olarak etkili bir şekil­ de çalışmalarına olanak verir. Hükümetin gayretleri hakkında sürekli olarak enformasyon ve psikolojik faaliyetler yoluyla halk hükümetin desteklenmesi için motive edilmelidir. 156 Kalkınma faaliyetleri hükümetin halka verdiği önemi gösterir. Bu alandaki projeler basit, son derece kolay görülüp fark edilebilir olmalı. Askeri kaynakların desteğiyle halk tarafından gerçekleştirilebilmen. Güvenlik güçleri faaliyetleri arasında o bölgenin kendi kendini korumak için oluşturacağı kuvvetleri eğitmek de vardır. Bunlar hem bölgelerin korunmasında, hem de kalkınma programları­ nın gerçekleştirilmesinde yardımcı olurlar. Güvenlik güçlerinin devam edecek olan saldırı esaslı taktik operasyonları hâlâ kalmış olan asi unsurları ve onları destekleyen üs bölgelerini ortadan kaldırır. Halkın bulunduğu yerleri, üsleri, te­ sisleri ve benzer bölgeleri sürekli olarak savunmak gerekir. Askeri kuvvetler tüm bölgede devriye görevini sürdürür. Güvenliği sağ­ lanmış bölge etrafındaki bölgeler de kontrol altında tutulur. Polis kuvvetleri ise düzenin korunmasını sağlar. Oradaki personel ve ikmal maddelerini ve kritik gıda ikmalini, bunların hem üretimleri sırasında, hem de depolanması sırasında kontrol eder. Bu aşamaların sağlanması, uygulanan yöntemlerin yerleştirilmesi zaman ve ısrarlı uygulama isteyen bir iştir. Ancak bu sağlandıktan sonra güvenlik güç­ lerinin işi biter. Görev bölgesi sorumlulara devredilir. Ama gene de silahlı güç­ lerin çekilmesi birden olmaz. Ayaklanma girişimlerine karşı güvenlik güçlerinin başvurdukları bir başka harekât tarzı da "darbe" harekâtıdır. Bu, asilerin kontrolleri altındaki yer­ lere, uzaktaki bölgelere veya tehdit altındaki bölgelere yapılan önemli savaş operasyonlarıdır. Amaç düşmanın dağılmasını, moralinin bozulmasını sağlaya­ rak güvenliğe katkıda bulunmaktır. Koşullar uygun olduğunda başvurulan bu darbe harekâtı düzenin yerleştirilmesini sağlayacak operasyonların yapılmasına zemin hazırlar. Bunda istihbaratın en üstdüzeye çıkarılması, kullanılacak şidde­ tin asgari düzeyde tutulması olumsuz kimi sonuçların oluşmasını engeller. Böy­ lesine harekâta katılacak unsurlar kendilerine daha önce verilmiş görevlerden çok önceden alınırlar. Kendilerine yetecek olanaklara kavuşturulmuş görev kuvvetleri olarak uzun sürelerde mücadeleyi devam ettirebilecek düzeyde ve kendi üs bölgelerinden uzak yerlerde kalabilecek kabiliyette olmalıdırlar. Sadece çarpışma yapmakla kalmazlar. Psikolojik operasyonlar, sivil faaliyetler, polis görevleri de yaparlar. Güneydoğuda PKK'ya karşı yürütülen mücadele uzun yıllar, 1920'ler ve 1930'lardakine benzer, konvansiyonel (nizami) savaş türleriyle yürütülmüştür. Ancak son yıllarda oluşan yeni konseptlerle mücadele bir gayri nizami savaş halini almıştır. İşte bu noktada hükümet yetkililerinin ifadesiyle PKK unsurlan gibi dağda yaşayıp onlar gibi mücadele edecek küçük birliklerin oluşumuna ağırlık verilmiştir. Bu birlikler vurucu kuvvet olarak PKK birimlerini arayıp bulup imha etmeye yönelmişlerdir. 1994 yılının bölgeden kalkmayan karına ve ağır koşullarına rağmen PKK'ya ağır darbe vurması beklenen kampanya, ilkba157 harda başlamıştır. PKK yiyecek içeceğiyle birlikte silahlarını dağlık ormanlık bölgede mağaralarda kışın saklamakta olduğundan buralarda çok yoğun bir arama faaliyetine öncelikle girişilmiştir. Bölgede yoğun keşifler yapılmıştır. Vurucu operasyon birliklerinin ele geçirdikleri asilere "iyi muamele" yapması ve böylece onlardan istihbarat bakımından da yararlanması gerektiği üzerinde hep durulur. Bir de masum kişileri asilerden ayırma, onlara yanlışlıkla kötü muamele yaparak karşı cephenin büyümemesine dikkat gösterme hususu Düşük Yoğunluklu Çatışma doktrinlerinin vazgeçilmez kuralları arasında yer almaktadır. PKK aramalarını, çok iyi keşifler yaparak sürdüren küçük birliklerin daha büyük asi grupları saptamaları halinde bölgeye hava desteğiyle birlikte daha büyük takviye kuvvetleri süratle kaydırılır. Bu tür operasyonların başarısında iyi haberleşme ile hareket kabiliyeti önemli rol oynar. Bölgede PKK'ya karşı sürdürülen mücadelede 1994 ve 1995 boyunca uy­ gulanan bu taktiklerde, şimdiye kadar almandan çok daha iyi sonuç alındığı Ankara'daki yabancı askeri uzmanlarca kabul ediliyor. Ancak gerek ele geçirilen şüpheli PKK mensuplarına uygulanan tutum, gerek bölge halkının işbirliğinin derecesi hakkında şüpheler de öne sürülüyor. Daha birkaç yıl öncesine kadar 100-200 kişilik kuvvetler halinde bazı ka­ rakollara saldırabilen PKK'nın küçük birim yöntemlerine döndüğü, saldırmaktan ziyade kendisini izleyen askeri birimlerden kaçmaya çalıştığı, silahlı çatışma zo­ runda kaldığında da ciddi kayıplara uğradığı saptanıyor. Cumhuriyetin kuruluşundan önce ve sonra devlet güçlerinin pek gitme­ diği, bundan dolayı da PKK etkisine açık bölgelere şimdi uzak bölge operasyon­ ları düzenlenebiliyor. Buralarda devlet kontrolü sağlanıyor. Bu durum PKK'nın hareketlerini ya sınırlıyor, ya da tamamıyla durduruyor. Bu uzak bölge operas­ yonları istihbarat bakımından da, bilhassa PKK'nın ilerideki operasyonlarıyla il­ gili bilgi alma bakımından son derece yararlı oluyor. Küçük, hafif ve düzenli ol­ mayan çatışma kuvvetleri genel olarak bu harekâtta kullanılıyorlar. Ama arkalarında gerektiğinde kendilerini hemen destekleyecek son derece hareketli ihtiyatlar da bulunuyor. Bu destek faaliyetinde son yıllarda sayıları artan heli­ kopterler ve elektronik savaş cihazlarıyla da teçhiz edilmiş F-16 uçakları da ge­ rektiğinde çok önemli rol oynayabiliyorlar. Operasyonların gerçekleştirilmesinde çok iyi ve ayrıntılı planlamanın, kordinasyonun ve kontrolün önemi vurgulanıyor. Gerekli en az kuvvetin kulla­ nılması can kaybının ve maddi yıkımın en az düzeyde tutulması bakımından yararlı görülüyor. Bu kural özellikle kentlerdeki mücadelede geçerli oluyor. Türkiye gibi çevresindeki pek dost olmayan bazı ülke topraklarını kendi­ lerine üs olarak kullanabilen bir örgüt ile karşı karşıya olan ülke güvenlik güçleri 158 sınırlarını da iyi kontrol altında tutma zorunda kalıyorlar. Yüzlerce kilometre uzayan sınırların her yerini karış karış kontrol altında tutmaya ulusal kaynaklar yetmeyince nerenin daha önemli olduğunun saptanması gerekiyor. PKK için kolay geçiş noktaları sayılan sarp ve mekanize geçişe izin ver­ meyen bölgeleri nizami kuvvetlerle kontrol etmek zor oluyor. Devriyeler, canlı varlıkların hareketlerini saptayabilen elektronik cihazlar ve insanların geçişlerini engelleyebilecek mekanizmaların seçilmiş bölgelere yerleştirilmesi şart oluyor. Sınırda görev yapacak güvenlik birimlerinin hava gücüne, çok iyi haber­ leşmeye, istihkam birimlerine ve ateş destek gücüne ihtiyaçları oluyor. Bunlarla iyi eşgüdüm sağlayan, deneyimli askeri birliklerin PKK geçişlerine olanak veren sınır bölgelerini mutlaka kontrol altına alması gerektiği tartışılmaz oluyor. İstihbarat Ayaklanmaların bashrılmasında olduğu gibi bütün güvenlik operasyon­ larında istihbaratın önemini kimse inkâr etmiyor. Ama ayaklanmalarda istihba­ ratın önemi daha da artıyor. Güneydoğuda devletin çeşitli istihbarat teşkilatının daha PKK faaliyetleri başlamadan önce yapılan hazırlıkları saptaması gerektiği hususu hep vurgulanmış, bu konuda eleştiriler yapılmıştır. Ayaklanmalan bastına güçlerin ayrıntılı olarak ekonomik, siyasi, kültürel, jeografik, ve emniyetle ilgili hususlarda istihbarata sahip olması gerekiyor. As­ keri istihbarat ise, diğer asilerin savaşan birimleriyle ilgili klasik istihbarat ra­ porlarına ek olarak istihbaratını toplayıp kendi değerlendirmelerini yapıp bun­ ları gereken yerlere dağıtması bekleniyor. İstihbarat çalışmalarının mümkün olduğunca erken başlaması gerekiyor. Bu çalışmalarda asilerin altyapılarının be­ lirlenmesi ilk hedef. Buna göre gerekli harekât planı yapılıyor. Sadece asiler hakkında değil, mücadelenin geçeceği arazi, hava şartları ve bilhassa bölgedeki halk hakkında istihbarat gerekli. Bunu yaparken de karşı tarafın casusluk ile yı­ kıcı faaliyetlerini engelleme, sabotaj ihtimallerini asgari düzeye indirme öncelik alıyor. Yıkıcı faaliyetler ilk fark edilen ayaklanma işareti olurken amaçları halkı hükümete karşı kışkırtma. Bu, mücadelenin bütün aşamalarında sürüyor. Onun için karşı önleminin etkili bir şekilde alınması gerekiyor. Asilerin mevcut ve muhtemel sorunlarını saptayıp sergileme, stratejik is­ tihbaratın parçası. Siyasi, ekonomik ve sosyokültürel istihbarat milli ve bölgesel planlamalarda kullanılarak güvenlik operasyonlannm desteklenmesi sağlanıyor. Konuyla gerek yakından uzman olarak ilgilenenler, gerek uzaktan siyasi eğilim­ leri dolayısıyla ilgilenenlerin ağızlarından eksik etmedikleri "Bu iş sadece askeri tedbirlerle olmaz" sloganının ardındaki sağlam hareket noktası budur. 159 PKK'ya karşı mücadelede istihbaratın yetersizliğinden çok, çeşitli istihba­ rat teşkilatları arasındaki eşgüdümün tatmin edici olmaması ve elde edilen is­ tihbaratın hemen harekete geçilerek etkili bir şekilde kullanılamaması öne sü­ rülmüştür. Oysa istihbarat sisteminin bütün ulus boyutunda işlemesi, merkezi bir bilgisayar kayıt sistemine bağlanması, gene merkezi sistemde kaynakların sağlıklı kontrolünün yapılması, ulusal istihbarat ve karşı istihbarat planlarının hazırlanması gerektiğinde de gizli operasyonların uygulanması gerekir. Güneydoğuda hizmet gören istihbarat elemanlarının genellikle birleştik­ leri noktalardan biri elde edilen istihbaratın bölgedeki ilgili güvenlik birimine en hızlı biçimde aktanmıyla gerekli harekâta hemen geçilememesi olmaktadır. Bunda servislerin topladıkları bilgileri öncelikle kendi merkezlerine vermelerinin rol oynadığı anlaşılmaktadır. Bütün personelin güvenlik istihbaratını mutlaka koruması gerekirken bu alanda gereken eğitimin verilmediği zaman zaman PKK'nın sağladığı bilgilerle güvenlik mensuplarına karşı pusu düzenleyebildiğinde anlaşılmaktadır. Oysa istihbarat el kitapları önemli bilgilerin sadece konuyla doğrudan ilgisi olanlara verilmesini yazar. Gelgelelim bu temel ilke aksine gelişmeler pek inkâr edileme­ mektedir. Sayılan 50 bini bulan yöre halkından seçilmiş Köy Korucusu ile teslim olmuş binlerce eski PKK 'lı ve çok büyük kısmı devletine sadık halkın istihbarat için yeterli kaynağı oluşturamayacağını öne sürmek de kolay değildir. Psikolojik Harekât PKK'ya karşı sürdürülenler içerisinde, herhalde en az basan sağlananı psikolojik operasyonlar olmuştur. Halkın harekete geçirilmesinde bu tarzı PKK'nın bölgede güvenlik güçle­ rinden daha iyi kullandığı inkâr edilemez. Bazı medya yorumculannın gayretle­ rine rağmen durum Güneydoğu dışında güvenlik güçleri lehine gelişmişse de bölgede hava değişik olmuştur. Psikolojik harekâtın başanyla yürütülmesi son derece önemlidir. Kısa vadeli taktik kazançlar pahasına uzun vadeli psikolojik hedeflerin gözetilmesi gerektiği hep önerilir. Ayaklananlar arasında fikir ayrılıklan yaratma, düzenlerini bozma, mo­ rallerini yıkma, aralarından firarlan çoğaltmaya yönelik kampanyalar kadar asi­ leri devlet adına kazanmaya yönelik psikolojik kampanyaların önemi de açıktır. Sivil halkın desteğini sağlama, koruma ve güçlendirme önceliği olan hedeflerdir. Askeri güçlerin morallerinin güçlendirilmesi, sadakatlerinin, disiplinlerinin ve amaca motive edilmelerinin ne kadar kritik unsurlar olduğu bilinir. Ama bu hu­ susların sağlanması için neler yapıldığı hakkında pek fazla işaretin kamuoyuna yansıdığı söylenebilir mi? 160 Mücadelede tarafsız kalmış (nötr kalmış) grupların desteğinin sağlanması için de çok şey yapılmalıdır. Bu hem yurtiçinde, hem de dışında yapılmalıdır. PKK'yı dıştan destekleyen ülkeler üzerine dünya kamuoyunun baskısının sağ­ lanmasının önemi birçok kez vurgulanmıştır. Bir oranda bu kampanyadan sonuç da alınmıştır. Fakat her şeyin tatmin edici olduğunu kim iddia edebilir ? Her şeyden önemlisi hem iç, hem de dış kamuoylanyla PKK'ya sempati ile bakan herkese PKK'nın Türkiye'de silahlı mücadelesinde başarı kazanmasının mümkün olamayacağı mutlaka anlatılmalıdır. Günümüzde teröristlere karşı mücadele yapan güvenlik güçlerinin kamu­ oyları üzerindeki itibarları ve onlardan destek sağlamalarında bu güçlerin dav­ ranışlarıyla ilgili yargılar önemli rol oynamaktadır. Mücadelede rol alan bütün komutanların bilinçlendirilmeleri gereken hususlardan biri gerek operasyonların psikolojik etkileri, gerek operasyonlar sırasındaki birliklerinin davranışları son derece önemlidir. Operasyonların her bakımdan başarılı olması, komutanların onların psikolojik ve siyasi neticelerinin bilincinde olmasına bağlıdır. Bu konuların dikkate alındığını ve görevlilere bu konularda yeterli eğiti­ min verildiğini kim söyleyebilir? . Halkla İlişkiler ve Enformasyon Güneydoğudaki on iki yıllık mücadelede güvenlik güçlerinin başarılı ola­ madıkları bir husus, halkla ilişkiler ve enformasyon konuları olmuştur. Böylesine mücadelelerle ilgili olarak yazılmış kitapların hemen hepsinde bir ayaklanma girişimiyle karşılaşılan, özellikle demokratik ülke liderlerinin halkla ilişkiler ve enformasyon konusuna büyük önem vermeleri gerektiği yer alır. Mücadele ala­ nında olup bitenleri iç ve dış dünya kamuoyuna iletecek olan medya ile ilişki Türkiye'de son derece ilkel ve eksik yöntemlerle sürdürülmüş, genellikle olağa­ nüstü hal bölge valilerinin sırüna bırakılmıştır. Kendilerine bu konuda yabancı dil bilen bir uzman bile verilmemiştir, Iç kamuoyuna seslenecek medya men­ supları bir bakıma görünmeyen sansür altında tutulmuşlardır. Buna bir ara PKK'nın medyaya yönelik yayımladığı "Bölgede faaliyette bulunmayacaksınız. Bürolarınızı kapatacaksınız" tehdidi de rol oynamıştır. Bu tehdidin güvenlik gö­ revlilerini bir oranda memnun ettiği, kendilerini bir de medya mensuplarının güvenliklerini sağlama endişesinden kurtardığı bile söylenebilir. Ayaklanmalara karşı sürdürülen operasyonlar doğası gereği siyasidir. Bundan dolayı da medyamn ilgisini çeker. Olaylan yansıtmak için medya men­ suplarının mümkün olduğunca operasyon çevrelerine yakın olmaları, bilgileri hem resmi, hem de yerel kaynaklardan almaları esastır. Radyo ve TV gibi ku­ rumlar ise olay mahallinden yayını tercih ederler. Bununla birlikte medyanın bu tür mücadeleler sırasında nasıl davranması gerektiği hakkında dünyaca kabul 161 edilmiş kurallar yoktur. Medya mensuplarının asilere istihbarat kaynağı olabile­ ceği savı çok öne sürülmüş, taraftar da kazanmıştır. İyi tertiplenmiş halkla iliş­ kiler planlarının güvenlik güçleri adına kamuoyu oluşturmada ne kadar yararlı olabileceğini söylemeye bile gerek yoktur. Bunlar halk desteğini güvenlik güçle­ rine sağlar. Dolayısıyla parlamentolar da bundan etkilenir. Sürdürülen mücadele millete mal olur. Asilerin elinden bir silahlan daha alınmış olur. Enformasyon konusunda medyanın bilgilendirilmesi bir yanda güvenlik sınırlamaları içeri­ sinde kalma koşuluyla en üstdüzeyde yapılmalı, ne koşul altında olursa olsun, bunlar mutlaka inandırıcı düzeyde olmalıdır. Bu konuda Olağanüstü Hal Bölge Valiliği her gün yayımladığı kayıp bültenlerinde bu inanılırlığı sağlamıştır. PKK'nın Özgür Gündem gazetesi gibi organlarında yayımlanan rakamlara kimse itibar etmemiştir. 1953 yılından beri, bir mensubu olarak içinde yaşadığımız medyanın ciddi, çağdaş bir devlet örgütüne hiçbir zaman kavuşmamış olduğunu bildiğimizden, on iki yıllık PKK mücadelesi içinde bu boşluğun sürmesi bizi hiç şaşırtmamıştır. Oysa benzerleri hemen hemen bütün gelişmiş batılı ülkelerde bulunan bir Halkla İlişkiler ve Enformasyon sistemi Ankara ve Diyarbakır'da kurulabilirdi. Medya ile ilişkilerini güvenilirlik ve dürüstlük temeli üzerinde kuracak böyle bir örgüt, medyayı bilgilendirirken güvenlik koşullarına uymayı da sağlayabilirdi. Böyle­ sine bir örgütün sağlanamamış olması, konuyla ilgili bütün makamların son de­ rece temel bir çağdaş anlayıştan, diğer bazı temel bilgiler gibi, yoksun olduğunun işaretidir. Kısacası; Güneydoğudaki benzeri bütün mücadelelerde güvenlik güçleri daima medya ile sözünü ettiğimiz türden sağlam bir ilişki kurmuştur. Türki­ ye'nin bunu yapamaması kendisine çok pahalıya mal olmuştur. En haklı olduğu konularda bile derdini kimseye anlatamaz hale geldiği de olmuştur. Mücadelede Kilit Noktası; Askeri Operasyonlar Ayaklanmalara karşı mücadele siyasi olduğundan, bunun çeşitli yönleri vardır. Ama bunlardan biri mücadelenin belkemiğini, kilit noktasını oluşturur. Bu da taktik operasyonlan gerçekleştirecek silahlı kuvvetlerdir. Silahlı kuvvetler ile ifade edilen deyimin içerisine polis ile köy korucuları gibi paramiliter güçler de girer. Jandarma ve özel kuvvetler ise kendileri silahlı kuvvetlerin parçalarıdır. Genellikle bu güçler asilerin egemen oldukları bölgelere yönelttikleri harekâtı kendileri için güvenli bir üs oluşturarak yaparlar. Ama Türkiye güvenlik güçleri için "güvenli olmayan" bir bölge olmadığından üsler bütün Güneydoğuya ya­ yılmıştır. Neredeyse artık her dağbaşı karakolu böylesine güvenli bir üs sayıl­ maktadır. Ama bu duruma uzun yıllardan ve gayri nizami savaşta çağdaş konsept yakalanmadan geçen süreden sonra varılmıştır. 162 Taktik operasyonların gerçekleştirileceği karargâhlarda mücadelenin si­ yasi oluşundan ileri gelen boyutlarıyla ilgili faaliyetleri sürdürecek birimlerin de bulunması gerekirdi. Ama yazık ki, mücadele Türkiye'de, klasik mücadele çer­ çevesinde ve genel olarak tek; güvenlik boyutu içerisinde sürdürülmüştür. Bunun tartışmasını yapmak isteyen bazı kademelere de söz hakkı bile tanınma­ mıştır. Güvenlik operasyonlarında hedef asilerin taktik kuvvetlerinin ve üslerinin imha ya da pasifize edilmesidir. Böylece üzerinde artık kalkınma hamlelerinin gerçekleştirilebileceği güvenli bölgeler yaratılabilir. Başbakan Tansu Çiller Gü­ neydoğuda bu durumun 1994 yaz ortasından itibaren yaratılmakta olduğunu ve planın "ikinci bölümü"nün uygulamasına geçilebileceğini temmuz içerisinde söylemeye başlamıştır. Türkiye'de genellikle savunma-güvenlik konularına medyada uzmanlaş­ ma sınırları içinde ilgi gösterilmediğinden Türk kamuoyu PKK ile taktik düzey­ deki mücadelenin bünyesinden bile haberdar olmamıştır. Taktik mücadele gü­ venlik güçleriyle PKK arasındaki silahlı çatışmaları, baskınları, PKK ile temas sağlamak için yapılan hareketi, acele saldırıları, kovalamayı ve kilit tesislerin korunmasını içerir. Ayaklanmalara karşı operasyonların esasını küçük birlik harekâtı oluştu­ rur. Gelgeldim Türk Silahlı Kuvvetleri bu noktaya yıllar sonra gelmiş, yıllar yılı büyük birliklerle küçük PKK birimleri üzerine yürüme esas alınmış, gündüz araziye çıkan büyük birlikler gece karargâhlarına kapanmışlardır. Oysa PKK gibi küçük birliklerle daha ziyade gece hareket etmek büyük PKK birimlerine rastla­ dıkları zaman büyük savaş birliklerinin olay yerine PKK'yı imha etmek üzere ulaştırılması gerekirdi. PKK'nın fazla hareketlilik gösterdiği yerlerde son üç yıl içerisinde uygun bir taktikle ağır topçu ateşi kullanılmıştır. Bu sırada elde tutulan geniş yedek birlikler ise olay yerlerine süratle iletilmiş, böylece sürdürülen birçok çatışmada PKK büyük kayıplar vermiştir. Bölgede tesis edilmek istenen arazi kontrolleri taktik operasyonlarında uygulanan farklı yaklaşımlar, amaç bölgenin kontrol altında tutulması olduğun­ dan, zaman zaman PKK birimlerine farklı yaklaşımları gerektirmiştir. PKK 1984 öncesi de bölgede uzun süre hazırlık yaptığından lojistik bakı­ mından sadece kendisine ya gönülleriyle ya da zorla bağlı olan köyler dışında da gizli silah, cephane ve gıda depolan oluşturmuştu. Güvenlik güçlerinin bunları birer birer bulup imha etmesi ise ancak uygulanan yeni strateji içerisinde ve uzun çabalarla mümkün olmuştur. Bu ise birçok birliği çok değişik istikametlerde farklı amaçlı operasyonlara yöneltmiştir. 163 Güvenlik güçlerinin PKK'ya karşı üstünlük sağladığının açıkça görülmeye başlanmasıyla, özellikle 1994 ilkbaharından itibaren, PKK'ya korkudan lojistik sağlayan köy sayısında önemli azalmalar saptanmıştır. Bu durum PKK'nın daha ziyade gizli sığmak ve depolarına yönelmesini gerektirmiştir. Neticede yetkililer biraz daha rahatlıkla "Köylülerimiz artık PKK'ya destek vermiyor" diyebilmiş­ lerdir. 1994 yazında bölgedeki küçüklü büyüklü birliklerin komutanlarına eratın güvenliği için gerekli bütün önlemler alındıktan sonra, mümkün olduğu kadar PKK üzerindeki baskının ağırlaştırılarak sürdürülmesi emri verilmişti. Bunun anlamı PKK güvenlik güçlerine aktif direnmeyi kesmiş olsa bile onlara karşı baskının devam etmesiydi. Çünkü PKK'nın amaçlarından biri de, kendisinden çok daha güçlü olan güvenlik kuvvetleri karşısında varlığını devam ettirebilmek, hayatta kalabilmektir. Planlanmış operasyonlarda zaman son derece önemli bir unsurdur. Güvenlik kuvvetlerinin PKK'ya asla dinlenme, yeniden düzenlenme ve saldırı operasyonlarına hazırlanma fırsatı vermemesi gerekiyordu. 1994 içeri­ sinde askerlik süresinin "geçici olarak" uzatılmasının ve bölgede 250.000 civa­ rında güvenlik mensubunun sürekli olarak tutulmasının ardında bu yatıyordu. Konuya yabancı olmayanların bildikleri bir husus da bu tür mücadelelerde ba­ şarılı olmak için son derece sabırlı ve kararlı olmak gereğidir. Aynı zamanda, gizli tutulan saldırı eğilimi önemlidir. Darbe yiyen asiler, ancak kendilerine gel­ diklerinde, fırsatı yakaladıklarında yeniden saldırıya geçmek üzere güvenli böl­ gelere çekilirler. Bundan dolayı da mücadeleyi sürdürenlerin gayretlerinde ıs­ rarlı olmaları gerekir ki, 1994 yazında bu yapılmıştır. PKK'ya karşı süren mücadelenin kilit noktalarından birinin de PKK'nın halkla bağının kesilmesi olması gerekirdi. Bunda başarılı olabilmek için bazı köylerin boşaltıldığı anlaşılmaktadır. Bu noktada günahsız köylülerin zarar gör­ memesi için gerekli önlemlerin alınmış olduğu farz edilir. Saldırıya dayalı taktik operasyonlarda PKK'nın organize kuvvetlerinin imhası ya da hazırlıklarının bozulması esas alınmıştır. Böylesine operasyonların başarıyla ve güvenlikle sürdürülebilmesi bunları yapacak kuvvetlerin yeterli ve gerekli eğitimi görmüş olmalarına bağlıdır. Güneydoğudaki 250.000 civarındaki kuvvetin büyük kısmının bu durumda olmadığı da muhakkaktır. Son yıllar içe­ risinde ön plana çıkarılan özel kuvvetler ile, sayıları hızlı artmamakla birlikte, yıllardır yetiştirilen polis özel harekât timleri dışında iki komando tugayı temel harekâtın belkemiğini teşkil etmektedir. Her ne kadar son birkaç yıl içerisinde, bölgede bulunacak bütün kuvvet mensuplarının "komando eğitimi" görmesine karar verilmişse de bu adla yapılan eğitimin yeterliliğine yabancı, gözlemciler inanmamaktadır. Oysa bölgedeki bütün birlikler dağlık ve ormanlık bölgede PKK mensupları gibi hareket edebilecek er ve subaylardan oluşması gerekirdi. Ayrıca, gerektiğinde, bölük büyüklüğündeki birliklerin 20-25'er kişilik timler 164 halinde hareket eder olmaları da arzu edilirdi. Bunun aşamalı bir şekilde 1994 ortalarında sağlanmakta olduğunun işaretleri görülmüştür. Güvenlik güçleri bölgede faaliyetlerini sürdürürken PKK'nın yeniden eğitim yapıp toparlanması­ nın önlenmesi için de önlemler alınmıştır. Ama özellikle küçük birliklerin bütün bölgede geceleri hareket halinde bulunup zaman zaman çatışmalı operasyonlara girmeleri PKK'nın yakın zamana kadar karanlıkta süren rahatlığına son vermiş görünmektedir. PKK türü çatışmalarda onlarla karşılaşan birlik komutanlarının kontrgerilla (bu deyim Türkiye'de son derece yanlış kullanılmaktadır) taktiği kullanarak inisiyatifi yakalamaları ve hasmını sahip olduğu bölgedeki araziyi tanıma avan­ tajından yoksun bırakması gerekir. PKK yer yer organize kuvvet ile yer yer de küçük birimleriyle terörist olarak hareket edip sonuç almaya çalışmıştır. Güven­ lik güçlerinin bu iki tür mücadeleye de her an hazır olmaları gerekir. İlkbaharda başlayan operasyonlarda bölgede halkın, tesislerin ve üslerin korunması, PKK'nın saldırı harekât olanağını azaltıcı tedbirlerin alınması, dıştan girişlerin önlenmesi, kuvvetlerinin imhası ya da tuzağa düşürülmeleri, saldırı harekâtında olumlu koşulların hazırlanması hedefler arasındaydı. 165 1984 -1996 "GAFLET HALİ"NDEN "KABUL EDİLİR ŞİDDET DÜZEYİ"NE 1984 Ağustosunda tüm güvenlik güçlerini tam anlamıyla "gaflet" halinde yakalayan PKK hareketi, daha 1981 başından itibaren kendini açıkça gösteri­ yordu. "Politik Rapor" adıyla yayımlanmış, her isteyenin rahatça elde edebileceği bir yayınında PKK, "Devrimci Şiddet" adını verdiği faaliyetinin gelecekteki sı­ nırlarını çiziyordu Nasıl 1970'li yılların başında Ermeni tedhişi ABD'deki yayınlarıyla ileride neler yapacağının işaretlerini vermiş, bunun karşısında Türkiye'nin ilgili servis­ leri seyirci kalmışlarsa, 1980'li yılların başında da PKK'ya karşı seyirci kaldılar. PKK 27 Kasım 1978'de kurulmuş, 1979 Temmuzunda varlığını Milletvekili Mehmet Celal Bucak'ı öldürmek isteyerek açıkça ilan etmişti. Bucak yaralı kur­ tuldu. Celal Bucak hem milletvekiliydi, hem de saygın bir aşiretin reisiydi. Ken­ disine saldırılması çevrede saldıranların itibarını birden arttırdı. Bölgede insan psikolojisi daima güçlüden yanadır. "Celal Bucak TC sömürgecilerinin Kürdistan'daki en büyük dayanaklarından biridir. Halkımızın talebi üzerine PKK ona saldırmış ve cezalandırmak istemiştir. Bundan sonra da Kürdistan'da bu tür insanları kesinlikle yaşatmayacağız" dendi. PKK faaliyetleri de kırsal ve kent eylemleri olarak ikiye ayrılıp sürdü. Devrimci şiddet savunmasız insanlara karşı başlatıldı. Devlet ne olduğundan habersizken tek tek kimi olaylar sürdü. 12 Eylül 1980 askeri müdahalesinden sonra sinme oldu. Bir kısım militan yurtdışına kaçtı. Sonra bölgede hazırlıklar devam etti. Ancak daha hareketin temel ilkelerinden, felsefesinden henüz açıkça söz edilmiyordu. Bunun için 1981 yılını beklemek gerekti. 1981'deki yayınlarında, o yılın temmuzunda yapılan toplantılarında PKK devrimci şiddetin gerilla savaşına, oradan da halk ayaklanmasına gideceğini söylüyordu. Gerilla savaşına gitmeden siyasi amaçlara ulaşamayacaklarını vurgula­ yanlar, aradan 15 yıla yakın zaman geçtikten sonra hâlâ aynı şeyleri yineliyorlar. 166 Hâlâ Kürtler için bazı haklar elde edilecekse bunların şiddet yoluyla olabileceği­ ni, aksine hareket edip örneğin demokratik mücadele tarzını seçmek isteyenlerin "hain" olduğunu öne sürüyorlar. PKK'nın sürdürdüğü mücadele (DYÇ) karşısında Türkiye'nin sadece gü­ venlik güçleriyle değil, bütün kurumlarıyla ekonomik, kültürel, sosyal, hukuksal, siyasal, eğitsel ve idari alanda koordineli bir planla çıkması gerekiyordu. Ulus­ lararası dilde "Lovv-intensity conflict" adı verilen bu mücadelenin ne olduğu uzun yıllar, neredeyse Körfez Savaşı sonrasına kadar yazık ki Türkiye'de anlaşı­ lamamıştır. Bu durum biraz da 1984'ten sonra olanların 1920-30 Cumhuriyet devri Kürt isyanlarına benzer sanılmasından da çıkmıştır. Oysa o dönemdeki is­ yanlar daha ziyade dıştan İngiltere, Fransa ve Rusya'nın kışkırtmaları, içte ise daha ziyade Ankara'nın mecburi vergi ve askerlik sistemini bölgeye yerleştirmek istemesi gibi bölgede alışılmamış geniş memnuniyetsizlikler doğuran hususlar­ dan da kaynaklanmıştır. 1920'li 30'lu yıllarda devletin isyanlarda uyguladığı yöntemler günümüz­ de geçerli olamadığından, çağın gerektirdiği yöntemler de gerektiği gibi bilinip öğrenilip uygulanmadığından Güneydoğudaki durum her geçen gün daha da kötüye gitmiştir. Bu tür mücadelelerde en önemli unsur olan "halk desteği" başlangıçta ihmal edilmiş, hatta bir kısım güvenlik görevlilerinin hataları dolayısıyla halk, PKK'ya da yönelmiştir. Bu noktada haksızlık etmemek gerekir. Halk desteğinin PKK'ya kayması sadece bu hatalardan doğmamış, daha ziyade PKK'nın uyguladığı acımasız yön­ temlerden de kaynaklanmıştır. Bu durum "PKK'ya ihanetin cezası ölümdür. Devlete ihanetin cezası ise 15 gün tutukevinde kalmaktır" cümlesiyle özetlenmiştir. Bütün bunlara rağmen halkın çok büyük kısmının PKK'ya destek vermediği doğrudur. Ama bu halk desteğinin devlet yanında olduğu anlamına da gelmemektedir. Bölgede devlet­ ten ziyade PKK etkisi hissedilir olunca devletin yanında daha ziyade ekonomik, sosyal ve siyasal ayrıcalıklara sahip gruplar kalmış, bu durum ancak 1993 so­ nundan itibaren göreceli olarak PKK güvenlik güçlerince elle tutulur, ağır dar­ beler yemeye başladıktan sonra değişmeye başlamıştır. Bölgedeki gelişmeleri yakından izleyen bazı devlet görevlilerine göre hata, daha önceki dönemlerde devletin bölgedeki ileri gelenlere, şeyh ve toprak ağalarına dayanmasından kay­ naklanmış, yoksul köylüler ve işsiz fakir bölge halkı ihmal edilmiştir. Neticede halk desteği sağlanmamıştu. Toprak reformu yapılmamıştır. Köy korucuları ku­ rumu temelde yararlı olmakla birlikte daha ziyade aşiret reislerini ayakta tutacak, onlara kaynak sağlayacak bir kurum olarak da görülmektedir. Hatta bu kaynak­ larının kurumamasını isteyenler tarafından karışıklıkların körüklendiği bile iddia edilmektedir. 167 DYÇ hakkında biraz bilgisi olanlar bölgede kırsal alanda etkili olan PKK'nın askeri gücünün etkisiz hale getirilmesinden önce hiçbir şey yapılama­ yacağını, sade vatandaşın rahat nefes almasının mümkün olamayacağını bilirler. Ancak bu noktadan sonra bölge sorunlarının ele alınması, yaraların sarılması aşamasına geçilebilirdi. Ama PKK'nın silahlı propaganda birliklerinin tümünün yok edilmesinin mümkün olmadığı daha 1994 ortasında iyi bilinmekteydi. Önemli olan Org. Güreş'in ifadesiyle "PKK'nın belkemiğinin kırılması"dır. Önemli olan bölge halkının kendini güvencede hissedecek ortamın yaratılması­ dır. Bunun gözle görülür, elle tutulur olması gerekmektedir. Böyle bir ortamın sürekliliğine inanacak halk, o zaman geleceğinden emin olarak devletinin ya­ nında olur. Bu ortam, önce güvenlik güçleriyle sağlanır. Sonra da dünyanın bir­ çok başka yerinde yapılmış uygulamalardan da dersler alınarak bölgesel güven­ lik sistemleri oluşturulur. Neticede orada yaşayan insanlardan, daha önce başka çareleri olmadığından PKK'ya destek vermiş olanlar da meşru düzen içerisine girerler. 1994 operasyonları PKK'nın faaliyet alanlarını son derece daraltmıştır. Fakat gerek PKK lideri Apo'nun hâlâ Suriye himayesinde bölgedeki faaliyetine devam ettiği kanısı, gerek Türk aydını başta olmak üzere dünya kamuoyunun gelişmelerden iyi haberdar edilememesi beklenen ilerlemeyi 1996'ya kadar tam sağlayamamıştır. Bu noktada olayla ilgili bütün kurum ve kuruluşların kendile­ rini çağın gelişmelerine uyduramamış olmaları, "gizlilik" kisvesi altında tutulan plan ve hazırlıkların ne derece ihtiyaca uygun olduğunun anlaşılamamasına da neden olmuştur. İşte bu noktada yıllarca konunun içerisinde yer almış, bölgede gelişmeleri izlemiş bazı uzmanlar PKK hareketine "iki buçuk eşkıya faaliyeti" diyenlerle daha sonraki planları yapıp uygulayanların uzun süre Türk ulusunu "aldattıkları"nı öne sürmekte ve onları ağır şekilde suçlamaktadırlar. Özeleştiri muhakkak Genelkurmay içinde yapılmakta, ama TSK gelenekleri bunun kamu­ oyuna yansımasına da izin vermemektedir. Uzun yıllar Güneydoğuda yasaların uygulanamadığını, hukuk devletinin gereklerinin yapılamadığını, güvenlik görevlilerinin olayların üzerine gitmedik­ lerini hep biliyoruz. Bu çerçeve içerisinde kamuoyu desteğinden yoksun, Ankara'daki TBMM ve yönetim desteğinden yoksun çeşitli güvenlik yetkilisinin böl­ gede, sadece kendini korumak için, çekingen kaldığı da biliniyor. "Sen bana dokunma, ben de sana dokunmayayım" uygulamalarından bile söz edildiği ha­ tırlanıyor. PKK 1980'li yılların başlarında gerek Kuzey Irak'ta, gerek Türkiye'nin Irak sınır bölgesindeki sarp dağlarda, derin vadilerde, arazinin motorlu vasıta kulla­ nılamaz alanlarında serbestçe hareket ediyordu. Çalışmalar dağ koşullarında serbestçe hareket, saklanma, barınma, beslenme, keşif ve istihbarat faaliyetleri ile ilkel anlamda örgütlenme, bölgede müttefik arama şeklindeydi. Buralarda irili 168 ufaklı erzak ve cephane depoları oluşturulmasına da bu yıllarda başlandığı daha sonra anlaşılacaktı. Bu faaliyet çok küçük birimlerle yapılıyor, bölgedeki Türk askeri ve sivil istihbarat örgütlerince pek izlenemiyordu. Daha sonra yapılan in­ celemeler faaliyetlerin daha çok Çukurca, Uludere, Şemdinli ve Sımak bölgele­ rinde olduğunu gösterdi. Bölge halkı, özellikle ulaşılması yolsuzluktan pek kolay olmayan bölgelerde zaman zaman silahlı küçük grupların kendisini ziyaret et­ mesine, yiyecek istemesine alışıktı. Çevrelerinde Türk güvenlik güçlerinden zi­ yade silahlı kaçakçı veya eşkıya grupları belirdiğinde onlarla yaşamasını bili­ yordu. PKK öncülerinin bu dönemde yaptıkları araştırmaları, çalışmaları merkezlerine şöyle bildirdikleri saptandı; "Coğrafya elverişli. Bize her konuda yardımcı oluyorlar. İhbar kesinlikle yok. Kimse devleti de tanımıyor. " 19,83'te PKK'lı sayısının 400'e yaklaştığı, önce 50 kişilik bir grubun, daha sonra da 15'er kişilik grupların Hakkâri, Siirt, Şırnak, Batman, Mardin, Diyarba­ kır, Bingöl, Tunceli, Urfa, Gaziantep, Adıyaman illerine giriş yaptıkları anlaşıldı. Ancak bütün bu uygun ortama rağmen PKK öncülerine sıkı talimat veriliyor, TC'nin haber almasını önlemek için alman tedbirler arasına militanların köylerde gecelememeleri de konuyordu. Militanlar dağlarda, mağaralarda yaşamaya baş­ lıyorlardı. Halk bunların PKK mensubu olduğunu bilmiyordu. Bu saptama ancak olaylar yıllar sonra tırmandığında toplanan istihbaratla yapılabilecekti. Yoksa 15 Ağustos 1984 Şemdinli-Eruh baskınları üzerine "iki buçuk eşkıya" yorumu yapı­ lamazdı. 1984 sonuna doğru PKK Güneydoğuda yöntem değiştirdi. O zamana kadar halktan ne büyük bir ilgi, ne de destek görebilmişti. Artık yeterli hazırlık yapıldığından halk desteğinin ister gönüllü, ister zoraki, arttırılması gerekiyor­ du. Gönüllü destek PKK adına yapılan eylemlerin yarattığı havayla sağlanacak, zoraki olanda ise "Benden olmayan bana karşıdır" formülüyle baskınlar ve cina­ yetler rol oynayacaktı. Pasif halkın PKK eylemlerine karıştırılması da uygulana­ cak yöntemler arasındaydı. PKK'nın 1984 sonundaki faaliyetlerini konunun bir uzmanı şöyle özetledi; "Militanlar bölgelerinde üçer kişilik hazırlık birimleri oluşturdular. Pro­ paganda ile militan teminine çalışırken eğitilmek üzere yurtdışına eleman da yolluyorlardı. Eski sempatizanlar, akraba çevreleri, ailesiyle problemi olan genç­ ler, işsizler, askere gitmek üzere olanlar, 12 Eylül sonrası gözaltına alınmış olan­ lar, ilk planda militan adaylarıydı. 1978-80 arasında yakalanmış sonra da bıra­ kılmış PKK militanları cezaevinde kaldıkları sırada eğitimden geçmişlerdi. Cezaevlerinde yönetici durumundakiler, yatakçı ve tetikçiler yeni döneme piş­ miş olarak katılıyorlardı. 12 Eylülün askeri yönetimi sona erince sivil yönetimde cezaevleri içinde duruma PKK hâkim olmuştu. Artık cezaevleri eğitim merkez­ leri haline dönüşmüştü. Bunu en kesin şekilde saptayanlardan biri de Olağanüs­ tü Hal Bölge Valisi Hayri Kozakçıoğlu oldu. 169 PKK Merkez Komitesi Üyesi Kemal Pir "Kürdistan özgürlük mücadelesi­ nin kalbi Diyarbakır'da, Diyarbakır'ın kalbi de zindanda atmaktadır" demişti. Bölgede PKK'nın şiddete dayalı faaliyeti için Silahlı Propaganda Birlikleri oluşturuldu. Bunlar HRK rumuzuyla anılan Kürdistan Kurtuluş Birliği'ne bağ­ lıydılar. Eruh-Şemdinli baskınlarını da bunlar uyguladı. Türkiye Cumhuriyeti'ne artık açıkça savaş ilan edilmişti. Mitingler yapılı­ yor, kitaplar yazılıyor, hele Avrupa'daki Kürtçe-Türkçe yayınlarda her şey açık açık ilan ediliyordu. Yukarıda da ifade edildiği gibi, 1970'li yıllarda ABD'nin batı yakasında, Kaliforniya'da başlayan Ermeni faaliyetine benzer bir faaliyet sergi­ leniyordu. O zaman Ermeni faaliyetlerine kayıtsız kalan ilgili resmi kurumlar, bu defa da PKK faaliyetlerine kayıtsız kalıyor, Güneydoğuda eylemler tırmanırken bunlar karşısında ciddi adımlar atılmıyordu. 15 Ağustos baskınlarının Ankara'da şok etkisi yarattığını kimse inkâr ede­ miyor. O güne kadar emniyet ve asayişten sorumlu olan kuruluşlar PKK hazırlı­ ğının farkında değillerdi. PKK psikolojik etkileri gittikçe artan eylemlerini sür­ dürdü. Türk kamuövu ne olup bittiğini bilmiyor, medya da yabancısı olduğu bu olayları gerektiği gibi izleyip yansıtmıyordu. Güvenlik güçlerinin PKK'ya karşı mücadelcsindeki temel yanlışlar işte o günlerde başladı. DYÇ el kitaplarında açık açık yazılan hususlar bile dikkate alın­ madı. PKK'nın küçük birimleriyle yaptığı baskınlara karşı büyük sayılacak birlikler kullanıldı. Oysa daha 1946'da zamanın Genelkurmay Başkanı TSK'ye yolladığı bir emirle eşkıyaya karşı nasıl hareket edileceğinin ana hatlarını çizmişti. PKK'nın küçük birimleri vurkaç yaparken bölük ve hatta tabur büyüklü­ ğündeki klasik savaş için eğitim görmüş birlikler, dar bölgelerde, jandarma harekâtına giriştiler. Bu 1920'li ve 30'lu yılların "eşkıya tenkil harekâtı"nı hatıra getiren operasyonların ilk sonuçları bölge halkının, yaş kuru demeden soruştur­ ma ve yer yer baskılara muhatap tutulması oldu. Güvenlik birimleri olaylara alelade zabıta olayları gibi yaklaşıyorlardı. Bu hal uzun süre devam etti. Çeşitli istihbarat kaynaklarından ve teşkilatlarından gelen bilgiler koordine edilemedi. Bu yapılamayınca sağlıklı değerlendirme olanağı da olmadı. Düşük Yoğunluklu Çatışmanın başladığı, gerilla faaliyetinin sürdüğü görülemiyordu. 80'li yılların ortalarında Milli Güvenlik Kurulunda görev yapmış bir kısım asker, yapılan yanlışları görüyor, fakat komuta zinciri içerisinde sesini fazla çıkaramıyordu. Jandarma dahil, TSK operasyonlarında esasta insan hakları ihlali bir yön­ tem değildi. Ama geniş sorgulamalar, haklı haksız ihbarlar, bölgedeki yerel çe­ kişmeler işin içine girmişti. Devlet bu karmaşa içinde, yepyeni oluşum içinde olaylara çağdaş yaklaşamıyordu. DYÇ yöntemlerinden, demokratik ülkelerde mutlaka en önde gelen şekilde kullanılması gereken "Halkla İlişkiler" bir yana itilmişti. Bu konuda, aradan geçen yıllara rağmen, 1995'in sonuna yaklaşılırken bile, ciddi bir mesafe katedildiğini söylemek mümkün değildir. Bölgede olup bi- 170 tenlerin tarafsız, deneyimli ve uzman medya kadrolarıyla izlenmesi hiçbir zaman Türk medyasının da Türk makamlarının da ana politikası olmamıştı. Medya bölgeye en deneyimsiz muhabirlerini yolluyor, en deneyimliler ise ancak oraya devlet ileri gelenleriyle tur için gidiyorlardı. Türk güvenlik güçlerinin sağlıklı bir şekilde tespit edemediği ortam şöy­ leydi; 1) PKK mensupları kendi yaşama koşullan içinde mücadele ediyorlardı. 2) Manevra yapabilecekleri, lojistik destek sağlayabilecekleri, gereğinde geri çekilip takviye alabilecekleri bir geri cephe oluşturmuşlardı. 3) Uluslararasında seslerini duyurabilecekleri, kadroları geniş, potansiyel­ leri fazla, kendilerine maddi destek sağlayan bir Avrupa alanına da sahiptiler. 4) Gerilla mücadelesi için son derece uygun alanları vardı. 5) Karşılarındaki düşman sürdürdükleri mücadelenin niteliğinden, genel ilkelerinden ve çağdaşlaşmış uygulamalarından habersiz ve tamamıyla hazırlık­ sızdı. 6) İçinde mücadele ettikleri mahalli halk çaresiz, kullanılmaya müsait ve dağınıktı. 7) Yıllarca Türk kültüründen nasibini almamış, Türkçe radyo dahi dinle­ yemeyen kitle Kürtçülük propagandalarına da son derece açık hale gelmişti. Bu saptamalara ek olarak PKK başta Suriye olmak üzere uçları Avrupa'nın birçok ülkesine uzanan, hatta ABD'ye giden, bir destek zincirine de sahipti. Bu kaynaklardan hareket ederek DYÇ el kitaplarında yazılan silahlı propaganda fa­ aliyetlerini sürdürüp, bunları gerilla savaşma, oradan da klasik bir hareketli sa­ vaşa dönüştürmek istiyordu. Uzun yıllar Güneydoğudaki mücadelenin içinde yer almış olan bir gü­ venlik mensubu durumu şöyle özetledi; "Devlet süren mücadele hakkında yeterli bilgiye sahip değildi. Daha sonra elde edilen bilgiler de gerektiği gibi kullanıla­ madı. Alınan yanlış doğru tedbirlere karşı PKK'nın yöntemleri kargaşa doğurdu. Bu kargaşa asayiş tedbirlerine yansıdı. Bu durum ise bazı alanlarda sıkışan PKK'ya nefes aldırdı". Oysa bazı örgüt militanları yakalanıyor, bazıları teslim oluyor, PKK'nın yapısı, yönetim biçimi, yerleşim yerleri, iç ve dış irtibatları hak­ kında geniş bilgi toplanıyordu. Ancak bu bilgilere dayanarak gereken planların yapıldığı bugün bile söylenememektedir. Buna rağmen 1.985 sonunda PKK'nın çok sıkıntılı duruma düştüğünü öne süren uzmanlar da vardır. Ama diğer taraf­ tan Apo gelişmeleri olumlu değerlendirerek ERNK rumuzuyla anılan Kürdistan Ulusal Kurtuluş Cephesi'ni kurdu. Bu sırada Avrupa'daki temsilci Hüseyin Yıl­ dırım harekete geçmiş, çeşitli ülke ve kentlerde açlık grevleri, yürüyüş ve mi­ tingler, işgal ve baskınlar düzenlenmişti. Böylece ERNK ilanı Avrupa'da medya­ ya yansıtıldı. Bu faaliyet karşısında Türkiye, tam bir suskunluk içindeydi. Ne 171 olup bittiğini anlayamayanlar, gerçek durumu da Türk ve dünya kamuoylarına tabii yansılamıyorlardı. Bu yansıtmanın önem ve gereğini takdir edip etmedikleri bile şüpheliydi. Güneydoğu mücadelesindeki bir kısım uzman 1985 sonunda TC'nin tam bir rehavet içinde olduğunu söyler. Devlet konuya hâlâ çağdaş yöntemlerle yaklaşamamaktadır. Elde edilmiş bilgiler onaylanmamakta, sonuçlar çıkarılmamak­ ta, kullanılır hale getirilmemektedir. Oysa diğer yanda PKK yapılmayanı yap­ makta, kendisine yeni koşullar içerisinde çekidüzen vermektedir. Kendisine ağır darbeler indirilmesinde rol oynayan koruculuk sistemi ile itirafçılık sisteminin ortadan kaldırılması veya etkilerinin yok edilmesi için tedbirler düşünmektedir. Halk içindeki ihbarcılığın önünün alınması şarttır. Bu konularda acımasız davranılacaktı. Böylece 1986 başında katliamlar başlatıldı. Kendileri cezaevlerinde olan birçok itirafçı ailesi katledildi. İhbarcı sanılanlar öldürüldü. 1986 içinde yapılan kongrede alınan kararla HRK yerine Kürdistan Halk Kurtuluş Ordusu anlamına gelen ARGK kuruldu. Mücadele bölgesi yedi eyalete ayrıldı. Buralarda bölge komiteleri, yerel komiteler oluşturulacaktı. Faaliyetler ayrıntılı ve iddialı biçimde düzenlenecekti. Daha önce tarihte başarılı olmuş bu tür mücadelelerdeki benzeri adlann verildiği planlama bölümleri de yapıldı. Yapılan çalışmaların hayalden öteye gitmeyeceği daha sonra görülecekti. Apo 1984'te Şemdinli'nin, 1985-86 yıllarında ise İran sınırından Büyük Zap vadisine kadar olan bölgenin kurtarılmasını planlamıştı. Başarıya gitmek için bir kez daha bölge halkının baskıyla PKK yanma çekilmesi gündeme geldi. 1987'de gönüllü-yükümlü ve zorunlu askerlik yasası uygulamasına başlandı. Çünkü ye­ teri kadar militanı toplayamamıştı. Birimlerine bölgedeki köylerde her aileden bir kız bir erkek alıp dağda kısa eğitimden geçirip cepheye sürmelerini istedi. Bunlar TC güvenlik güçlerince öldürülünce ailelerinde oluşacak devlet aleyhtarı havaya da umut bağladı. APO'nun bu önlemleri sonuç verdi. PKK militan sayısı arttı. Bilhassa BOTAN bölgesinde (Şırnak-Hakkâri ile-Van, Bitlis ve Siirt illerinin bir kısmını kapsar) 50-100 kişilik gruplar rahatça dolaşır oldular. Bunların yaptıkları katli­ amlar PKK'ya gazete manşetlerinde kalma olanağı sağladı. Başlangıçta güvenlik güçleri duruma egemen olamayınca bölge halkının devlete güveni azaldı. Ama halk iki taraf arasında sıkışacağını, böylece asıl ezilenin kendisi olacağını da biliyordu. 1988 için PKK'nın amaçları şöyle saptanmıştı; Gaziantep-Urfa bölgesinde tabur büyüklüğünde bir gerilla birliği oluşturmak. Dersim Eyaleti (Tunceli) 750 kişilik gerilla gücüne ulaşmak. Botan Parti-Cephe-Ordu (PKK-ERNK-ARGK) merkezi olacak. Bu bölge kurulacak olan "Bağımsız, Birleşik Demokratik KürdistaıV'ın prototipi olacak. ARGK'nin gerilla tugayı burada 1988 içinde kurula­ cak. Bu plan daha sonra genişletildi. Gerilla tugayı yerine gerilla tümeni adı be172 lirlendi. Lübnan'daki Mahsun Korkmaz Akademisinin adı Harp Akademisine çevrilerek kurtarılmış alana, buraya getirilecekti. Ama 1988 içinde bu hedefler­ den hiçbirine ulaşılamadı. Ancak PKK'nın varlığını göstermesi için gerekli olan eylemler sürdü. 1989 planlamasında Botan gene PKK için ön plandaydı. Öteki eyaletlerde gerilla savaşının sürmesi, ama Botan'da direnişin son aşaması sayılabilecek "Hareketli Savaş"a geçilmesi planlandı. Bu aşamada artık gerillanın yerini dü­ zenli ordu alacaktı. Bu ordu ile "düşman" imha edilecek ve Botan kurtarılmış bölge olacaktı. Bunun için de diğer bölgelerde PKK birimleri mutlaka başarılı olacaklardı. Botan'daki kuvvet bir tümen gücünde olacaktı. Alay gücündeki kuvvetlerle bölüklere, karakollara saldırılacak, büyük pusular kurulacaktı. Düş­ man aşiretlere de saldırılar düzenlenecekti. İmha eylemleri olacaktı. PKK yanlı­ larının tümünün dönmemek üzere dağlara çekilmesi planlanıyordu. Ama bu hedefler de 1989 içinde gerçekleştirilemedi. 1990'm hazırlık ve planları Kuzey Irak ve İran'da yapıldı. Bu sırada Türki­ ye'de olayların neden hâlâ bastırılamadığı tartışılıyor, ortaya sorular atılıyordu. Bölge halkı ise genelde bir yandan PKK'ya, öte yandan da devlete güven vererek kendini güvence altına almak ister gibiydi. Bölgede uzun incelemeler yapan bir istihbaratçı o günlerle ilgili olarak şu değerlendirmeyi yaptı; "Bölgedeki başı boş insanlar, sorunlular, işsizler, idealist gençler ve genç öğrencilerin durumu baş­ kaydı. Onlar olayların daha çok film ve roman konusu gibi idealize edilmiş yönle­ rine ilgi duyuyorlardı. Bu hava içerisinde 'bahar atılımları' hazırlandı. Irak, Suriye ve İran'dan girişler yapıldı. 'Halk eylemleri' Cizre ve Nusaybin ilçelerinde patlak verdi. Silopi ve başka yerlere de yayıldı. Kepenk kapama eylemleri genişledi. Ka­ dınlar ve çocuklar gösterilerde öne sürüldü. Ama bu olayları ne medya ne de siyasi partiler ciddi bir şekilde bütün boyutlarıyla ele alıp inceleyebiliyorlardı. 1990'm büyük hedeflerinden biri de koruculuk sisteminin ortadan kaldı­ rılmasıydı. Korucularla ilgili hususların imhası yanında köy karakollarına, bö­ lüklere ve hatta taburlara saldırılar tasarlandı. Operasyon birliklerine pusular arttırıldı. PKK'nın amacı askeri birlikleri zamanla bir yere, merkezlere hapsetmek böylece askeri birlikleri büyük çaplı operasyonlar dışında, kendilerine zarar ve­ recek küçük birlikli harekâttan alıkoymaktı. Böylece birlikler büyük operasyonlar dışında zamanlarını kendilerini korumak için karakollarına, karargâhlarına ka­ panarak geçireceklerdi. PKK da gündüzleri ortalıkta gözükmeyecek, geceleri bol bol karakol baskını yaparak vur-kaçlarla eylemlerini sürdürecekti. PKK'nın bir başka hedefi de bölgede ulaşımı engellemek, kentlerarası karayollarını kullanıl­ maz hale getirmekti. Karayolları yanında demiryolları da mayınlanıyor, pusular kuruluyor, ikinci derecedeki yolları gündüzleri de kullanılmaz hale getirmek is­ tiyorlardı. Önemli ekonomik tesisler de hedefler arasındaydı. Okulların kapatıl­ masına çalışılıyordu. Öğretmenler öldürüldü. Ancak Kürt kökenlilere pek doku173 nulmadı. PKK bütün eylemlerine rağmen 1990 içerisinde de hedeflerine ulaşa­ madı. Körfez Savaşının çıkması güvenlik güçlerinin arzuladıkları operasyonları gerçekleştirmelerine engel oldu. Bir görevlinin ifadesiyle "Bu dönemde PKK'yı Türk güvenlik kuvvetlerinin elinden Körfez Savaşı kurtarmıştır diyebiliriz. " 1990 ve 1991 PKK için pek başarılı olmayınca Apo kurtarılmış bölgeler yaratmanın mümkün olamayacağını anlayıp yeni modeller aradı. Kent kitleleri­ nin devlet ile karşı karşıya getirilmesi için kışkırtılması bunlardan biriydi. Kürt kökenli bölge halkının her ne pahasına olursa olsun kazanılması bir başka nok­ taydı. Ama bunlarda da ne kadar başarılı oldukları kısa zaman içerisinde görü­ lecekti. Botan adı verilen Cizre, Silopi, Nusaybin, Şırnak çevresinde 12 Eylül ön­ cesi PKK faaliyeti bulunmadığından çevre halkının PKK'yı tanımadığı, bundan dolayı da 84 sonrası PKK faaliyetlerinin sadece bu bölgede tutunabildiği bazı is­ tihbarat uzmanlarınca öne sürülecekti. Kısacası bu uzmanlar "halk PKK'yı tanı­ dıkça ona destek vermiyor" görüşündeydiler. 1991 yaz aylarında K. Irak'taki sı­ nırlarımıza çok yakın bazı üslerden PKK Samanlı karakoluna baskın düzenledi. Çok sayıda şehit verildi. Bunu başka sınır karakolu baskınları izledi. Sonra bir komando taburu hava kuvvetleri desteğinde K. Irak'taki 4-5 kampa operasyon yaptı. Bu olay PKK'nın K. Irak'taki kampları üzerine dikkatlerin çekilmesine neden oldu. Benzer sınır ötesi operasyonlara daha sonraki yıllarda da başvurul­ du. 1991 seçimlerinde ise kendi adaylarının TBMM'ye girmesi için'çaba gösterdi. Bu adaylar SHP listesinden seçildiler. Kırsal kesimde PKK'nın geçici üs olarak kullandığı yerler, bölgeler bilini­ yordu. Bölgenin coğrafyası yüksek yerlere kar düşünce PKK'nın rahat hareket olanağını ortadan kaldırıyordu. O dönemde de PKK yazdan hazırlığını, ikmalini yaptığı mağaralarda, dağ tepelerinde militanlarını topluyor, eğitim, seminer gibi çalışmalar yapıyor, dar alanlarda eylem yapmaya kalkmıyordu. Ama olanaklar bulduğunda bir iki devriye, keşif kolunu pusuya düşürüp, risksiz bir iki karakola baskın yapıp, arada köy korucularına saldırıyor böylece medyada gene kendin­ den söz ettirme yolunu buluyordu. Köylerde uyguladıkları propaganda sistemi ise şöyle işliyordu. Hakkında geniş bilgi aldıkları köy veya mezranın etrafı çev­ riliyor, asker olmadığı anlaşıldığında köy halkı meydanda toplanıyor propagan­ da konuşmaları yapılıyor, ama istedikleri hava oluşmadığında, seçtikleri birkaç kişi kurşuna diziliyordu. Bu hava içerisinde köylülerin gözü iyice korkutulduk­ tan sonra istendiği kadar erzak alınarak ayrılmıyordu. 1992 başında aşağıdaki planın uygulanması için temel olan halk ayaklanmasıyla ilgili bir "Ayaklanma Taktiği Üzerine Tezler ve Görevlerimiz" talimatı, hazırlandı. Bütün PKK örgütüne gönderildi. Talimarın ana noktalan şunlardı; 1) Ayaklanma uzun süreli halk savaşının en önemli aşamasıdır. Hazırlıklar ayaklanmayı mümkün kılacak düzeye ve askeri örgütlenme aşamasına gelmiştir. Ayaklanma ertelenmeyecektir. Böyle düşünenler yanlıştır. 174 2) Hedefler gerçekçi olmalıdır, "tam bağımsız Kürdistan" hedefi gerçekçi görünmese de geçici ve sınırlı iktidara ağırlık koymamak kabul edemeyeceğimiz bir durumdur. 3) Botan ayaklanmanın merkezi ve cephe gerisi olacaktır. Gerilla ordusu burada genişleyecek yerleşecek, buradaki ayaklanmalar alanı düşmandan fiilen koparacaktır. 4) Kentlerde gerillanın dışardan koruması ile içerde kent milisleri sonuna kadar çatışma durumuna girebilirler. Böylece önemli oranda silahlı ayaklanma durumları yaşanabilir. 5) Botan dışındaki ikinci bölgede, kentlerde denetimi halk güçlerinin eline geçirme, kırsal kesimde ise silahlı güçleri en azından rahat hareket eden, yerleş­ miş bir gerillaya kavuşturma gerçekleştirilmelidir. Düşman siyasi yönden tama­ men denetim dışı kalmalı, askeri alandaki denetimi ise sınırlandırılmalıdır. 6) İkinci alandaki ayaklanma biçimi zaman zaman silahlı, zaman zaman silahsız siyasi olacaktır. Kentler siyasi gösterilerine devam etmeli, dışardan silahlı güçler zaman zaman bu ayaklanmayı takviye ederek korumalıdır. 7) Üçüncü bölgeye Türkiye metropolleri bir ölçüde dahil edilebilir. 8) Ayaklanmalar çeşit çeşit olabilir. Bir bakarsınız tam dişe diş bir savaşım sonucunda bir kenti sınırlı olarak ve belli süreyle elde tutmak mümkün olabilir. Bazen silah kullanılır, bazen kullanılmayabilir. 9) Halk milisleri kentlerde iyi hazırlık içinde olmalıdır. Mahalleler gerek­ tiğinde milislerce savunulmahdır. Milis, gerillanın bir alt basamağı olarak işlev görmelidir. Halkın silahı hazır olmalı, günü geldiğinde bunları çıkarıp kullana­ bileceği düzeye getirilmelidir. 10) Kentlerdeki denetim kalıcı ya da geçici olabilir. Ama hedefleri tam düşürme ve devletin resmi kurumlarına el koyma esas olabilir. Düşmanı kentlere kolayca girememe haline sokma da hedef olabilir. 11) Ayaklanma süreci uzun bir süreye yayılmalıdır. Sürekli olması da dü­ şünülmelidir. 12) Ayaklanma için belli bir örgütlenme şarttır. Bunun iyi bilinmesi gerekir. 13) Ayaklanma halinde binlerce kişi gerilla ordusuna akar. Halk ordusu çığ gibi büyür. 14) Bu aşamada belki devletleşmeye gidemeyiz, ama halkın iradesinin be­ lirleyici gücü, en yüksek karar organı ve ulusal kurtuluş devriminin yönetici gücü olarak bir Ulusal Halk Temsilciler Meclisi ortaya çıkacaktır. 15) Bağımsızlık ve özgürlük için halkoylaması yapılmalıdır. Komşu halklar ve uluslar da istiyorsa, ortak birliğin eşit ve özgür temellerde olabileceğini bir politika olarak halkımıza sunmalıyız. 175 16) Bütün alanlarda yürüttüğümüz faaliyet ayaklanma hazırlığıdır. Bunun için yurtdışı ortamını da hazır tutuyoruz. 17) Çok ağır baskıların olması halinde, halkımızı bir yandan gerilla biçi­ minde dağlara çekebilir, öbür yandan cephe gerilerine taşırabiliriz. Doğu Kürdistan'a İran'da yığmak yapabiliriz. Diğer yandan Türk halkını harekete geçir­ mek için metropollerde ve ordu içinde yan çalışmalar yapılır, bunların propagandası sürdürülür. Diplomasi kanalları oluşturulur. 1992 içinde PKK İrak sınırımızdaki karakolları öncelikli hedef tayin etti. Bu karakollar ortadan kaldırılınca kurtarılmış bir bölge yaratılacaktı. Bu bölgeye zaten PKK kontrolündeki K. Irak'taki bölge katılacak ve burada Botan-Behdinan Savaş Hükümeti kurulacaktı. Behdinan K. Irak'taki PKK bölgesinin adıydı. Pla­ nın devamı burada Kürdistan Ulusal Meclisi seçimiydi. Bölgeyle ilgili plana terörü Türkiye'nin batı illerine taşıma bölümü de ek­ lendi. Geniş planın uygulanmasına 1992 Nevruz bayramında 21 Martta başlana­ caktı. Başlangıç bir halk ayaklanmasıyla olacaktı. Bu planın geniş propagandası yapıldı. Yukarıda 17 maddede özetlenen plan ve talimat daha sonra Nevruz ve 19 Ağustosta aynen uygulandı. 20 Martı 21'e bağlayan gece bölgede birçok devlet binasına ateş açıldı. Bazı yerlerde havan topu ve roketatar kullanıldı. Mahallelerde ayaklanma komiteleri de kurulmuştu. Plan bazı yerlerde başarılı oldu. Güvenlik güçleri ile ön saflara kadın ve çocuk yerleştirilmiş PKK grupları çatıştı. Güvenlik güçleri duruma tamamen hâkim olunca, PKK bölgede saygınlı­ ğını kaybetti. Bunun üzerine büyük ve etkileyici eylemlere girişti. Mayıs ayında Irak sınırındaki karakollar basılmaya, şehitler verilmeye başlandı. Bu, PKK'ya kaybettiği saygınlığı kazandırıyordu. Karakollara saldırılar zaman zaman 500 kişilik militan gruplarıyla yapılıyor, sonra oradan K. Irak'taki kamplara dönüyorlardı. Bu dönemde PKK militan sayısını arttırdı. Ağustos için geniş çapta eylem planlandı. Uygulamasına geçildi. Eylemlerin en üst noktasında 18-19 Ağustos gecesi Şırnak olayları patladı. Şırnak'm etrafı çevreden gelen milislerle sarıldı. Silahlı milisler kent içinde evlere mevzilendi. Resmi binalara ateş başladı. Güvenlik güçleri olayın üzerine büyük bir kararlılıkla gittiler. Buna pasif savunma dendi. Ama ateş açılan evler hedef alındı. Kentin kuzeyinden girmek isteyen PKK militanlarını korucular durdurdu. Olaylar iki gün sürdü. Güvenlik güçleri duruma tamamen hâkim oldu. Bütün evler arandı. Birçok kişi gözaltına alındı. Evlerdeki sığınaklar ortaya çıkarıldı. Yakalananların çoğu civar köylerdendi. Milisler kent içinde duruma hâkim olsalar PKK birimleri çevredeki mevzilerden çıkıp kenti işgal edeceklerdi. PKK beklediği sonuca ulaşamadı, ama kentten propagandalarına yararlı olacak bir göç 176 gerçekleştirdiler. Ancak olayların içerisinde yaşayan bazı güvenlik uzmanları devletin gereken önlemleri almadığını öne sürdüler. Onlara göre devlet her aşa­ mada ortaya çıkan duruma göre olayları, provokasyonları hemen saptayıp önle­ meli, bastırma tedbirleri almalıydı. Oysa bunlara âdeta seyirci kalınmış, provo­ kasyonların gerçekleşmesine yarayacak sendromlar yaratılmıştı. Bu uzmanlara göre olayların önlenmesi için istihbarata bile gerek yoktu. Çünkü 21 Mart, 1 Mayıs, 15 Ağustos, 27 Kasım gibi tarihlerde PKK'nın mutlaka harekete geçeceği de mi bilinmiyordu? Buna rağmen gerekli önlemlerin alınamadığı iddia edili­ yordu. 1992 sonbaharında PKK büyük kayıplar pahasına başta Derecik sınır ka­ rakolu olmak üzere birçok karakola saldırdı. Bölgede geniş bir alanda baskısını hissettirmek için köyler talan edildi. Küçük kasabalar ve hatta illerin etrafında çemberler oluşturulmaya çalışıldı. Güvenlik kuvvetlerinin mümkün olduğunca iç bölgede tutulmasına çalışılıyordu. İran ve Ermenistan sınır bölgesinde de baskı havası yaratılmaya çalışılıyordu. Tunceli ve çevresi de hedefti. Ama Botan dışın­ da sadece Diyarbakır kuzeyinde istedikleri ortama kısmen varabildiler. Bu ortam içerisinde Kuzey Irak Harekâtı 1992 Ekiminde K. Irak'taki Barzani ve Talabani Peşmergeleriyle birlikte yapıldı. Hedef 1991-1992 içerisinde PKK'nın Türkiye topraklarına yaptığı saldırılarda kendisine üs olarak kullandığı alanda PKK'yı imha etmek veya en azından bu bölgede zararsız hale getirmekti. Türk Hava Kuvvetlerinin zaman zaman bu bölgeye yaptığı hava harekâh karadan desteklenmediği için amaca tam ulaşamıyordu. 2 Ekim günü peşmerge harekâtı başladı. Buna zaman zaman Türk Silahlı Kuvvetleri de zırhlı birlikler, komando birlikleri ve hava gücüyle katıldı. Daha sonra saptanan husus, müca­ delede Barzani'nin samimi davrandığı, Talabani'nin ise kısa sürede PKK ile gizli bir anlaşmaya vardığı şeklinde oldu. Sonuçta PKK 2 bine yakın askeri gücünü yitirdi, bine yakın yaralı vardı. Teslim olanlarla birlikteki kaybının 4-5 bin kişi olduğu saptandı. 300 tondan fazla yiyecek, 650 bin kurşun, 3 bin 600 kalaşnikof piyade tüfeği ele geçti. TSK de büyük başarı kazandı. Ama K. Irak Kürtleri, PKK'yı bu bölgede kontrolleri altında tutamadılar. Bu konuda verdikleri sözde de durmadılar. Bölgeye PKK 1993 başında yeniden küçük birimleriyle sızdı. Barzani bu durumu, PKK'nın kendilerine verdiği sözde durmadığını bir radyoTV konuşmasıyla açıkladı. 1993'e PKK, 1992 Eylülünde uğradığı darbenin etkisini ortadan'kaldırmak için yapmaya başladığı toparlanma çalışmalarıyla girdi. Fakat artık olayların içine TSK bütün boyutlarıyla girmeye başlıyordu. Böylece denge 1994 ve 1995 yılları içerisinde süratle değişecek ,1995 sonuna gelindiğinde Güneydoğuda PKK faaliyetleri açısından "Kabul edilebilir şiddet düzeyi"ne çok yaklaşılmış olacaktı. 177 RESMİ SİVİL DEĞERLENDİRME 1980-1991 12 Eylül 1980'de TSK'nin yönetime el koymasıyla birlikte genişletilen sıkı­ yönetim bölgelerinden birçok terör örgütü mensubu gibi son yıllarda örgütlen­ meye çalışan PKK mensupları da yurtdışına kaçmışlardı. Sıkıyönetim 1987ye kadar sürdü. Ama 1983'te seçimler yapıldı. İktidar, seçimle sivillere teslim edildi. Bu hava içerisinde ülkeye dönen PKK, 1984'ün 15 Ağustosunda Eruh ve Şem­ dinli'de baskınlarla ortaya çıktı. Bölgedeki gelişmelerin 1987'den itibaren 1992'ye kadar içinde yaşayan sivil kaynaklar olayları bize şöyle değerlendirdiler. Yurtdışına kaçanlar 1982'de yavaş yavaş geri döndüler. Askeri ve siyasi ka­ natlarını örgütleme bu devrede oldu. Bu sonradan saptandı. İstihbarat birimleri bu dönemde gelişmelerin farkında olmamışlardı. 1980 ile 82 ve hatta 84 arasında olay olmayınca askeri yönetim rahatça "Terörün kökünü kazıdık" demişti. Oysa bu sırada PKK uzun vadeli hazırlıklar yapıyordu. Sonradan hazırlanan raporlarda görüldü. PKK araştırmalar yapmıştı. Hangi bölgede, hangi aşiretler, hangi ağalar var? Kim kimden yana? Hangi köyde kim kullanılabilir? Ekonomik gücü nedir? Bölgenin ye­ raltı serveti nedir, sosyal alışkanlıkları nelerdir? Bu araştırmaların yıllar önce, 1960'lı yıllarda Türkiye'ye gelen Barış Gö­ nüllüleri tarafından yapıldığı anlaşıldı. Onların içinde yaşadıkları halk kesimle­ riyle çok değişik irtibatları vardı. Belki de kendileri bile ne yaptıklarını bilmiyor­ lardı da kendilerine gönderilen formları doldurup bazı anketleri yapıyorlardı. Anketler de dilim dilim olduğundan bütünün ne olduğunu da anlayamıyorlardı. Ama sonradan bu yapılan araştırmaların nerede ve nasıl kullanıldığını Türk ilgililer tespit etliler. Ancak o noktaya gelindiğinde Güneydoğuda atı alan Üsküdar'ı geç­ mişti. 15 Ağustosta Şemdinli ve Eruh baskınlarını iki büyük PKK grubu gerçekleş­ tirdi. İki kentte jandarma bölüğü ile polis vardı. Devletin bütün görevlileri vardı. Baskın buna rağmen yapıldı. Telefon hatları kesildi. Havaya silahlar atıldı. İstese­ lerdi oradakileri silahtan geçirebilirlerdi. Ama o zaman henüz katliama yönelik si­ lahlı propaganda faaliyetlerine başlamamışlardı. Sadece "Biz bu işi başlattık. İs­ tediğimiz zaman bu ilçeleri basabiliriz" diyorlardı. 1980 öncesi olayları Siverek, Uıfa ve Tunceli yöresinde toplanıyordu. 1980 sonrası oralarda hareket yoktu. Daha doğuya kaymıştı. Bundan o bölgedeki ve hudut dışındaki aşiretlerin olaylarla yakından ilişkisi olduğu sonucu çıkarıldı. Siverek 178 civarında baskın yapıp kaçmak, ikmal zordu. Arazi düz olduğundan vurkaça uygun değildi. Doğu ise, bu tür harekât için uygundu. Olaylar sonra adım adım gelişti. 1980 öncesinde askere saldırı olayı çok azdı. Devlet yanlısı aşiret reisleriyle PKK arasında olay vardı. 1982-84'ten sonra durum değişiyordu. Asker hedef olmaya başlıyor, önlemler ise ancak 1985'ten sonra yavaş yavaş alınıyordu. (1984'te zamanın başbakanı her fırsatla olayları küçümsüyordu. "İki buçuk eşkıyanın işi" sözleri o döneme aittir. Bu yaklaşım daha sonra devletin bir kısım üst kademesi ile Alpaslan Türkeş gibi güvenlik konularıyla yakından ilgili siyasetçilerinde şüpheler yaratacaktır. Acaba zamanın başbakanın bu tavrı kasıtlı mıydı?) Olaylar sürerken 1985 içerisinde bölgeye yeni askeri birlikler sevkedilmeye başlanıyordu. Silahlı çatışmalar güvenlik güçleri lehine gelişiyordu, ama yaklaşım tamamıyla Cumhuriyet'in ilk kuruluş yıllarındaki Kürt isyanlarına yaklaşıma ben­ ziyordu, bir tür konvansiyonel yaklaşım. Özel harekât timleri falan yoktu. Mücade­ lede özel yetiştirilmiş birimler kullanılmıyordu. Jandcırma-polis ve TSK. Askeri, o bölgede DYÇ tarzı bir mücadeleye hiç hazır değildi. Ama PKK da çok güçsüzdü, silah gücü de yoktu. Bir taraftan da Kuzey Irak'ta Saddam vardı. Hudut karakolları Irak'ın İran ile savaşma rağmen sağlam gözüküyordu. . 1985'teki bu mücadeleyle 1986'da olaylarda düşme görüldü. Türk makamları PKK'nın işinin bittiğini ilan ediyorlardı, rahatlama başlıyordu. Ama yıl sonunda PKK o zamana kadar jandarmanın ulaşmadığı uç sınır köylerinde katliama giriş­ mişti. 1987 başında olaylar hızlanıyordu. Diyarbakır dışında ; Mardin. Sımak bölgesinde sık sık köy baskınları yapılıyor, insanlar çocuk.yaşlı. kadın erkek den­ meden öldürülüyordu. PKK terör yoluyla çevreye dehşet saçıp destek bulma yoluna giriyordu. Hakkâri'de bir askeri birliğe baskın vardı. I987'de sıkıyönetim yerini olağanüstü hale (OHAL) bırakırken PKK artık bölgede rahatça dolaşır olmuştu. Asker saat 17-18'den sonra kesinlikle kışlasından dışarı çıkmıyordu. Kırsal alan, PKK'nın kontrolüne terkedilmiş gibiydi. Ankara'nın kararsızlığı, olayları hafife alması, iç güvenlik görevinin TSK'ye henüz verilmemiş olmasıyla yetersiz polis ve eğitimsiz jandarma kadroları sırtında bulunması bu du­ rumun giderek daha da gerilemesine sebep oluyordu. Bu ortamda Diyarbakır Jan­ darma Alay Komutanı hakkında; saat 17. OO'den sonra Lice'den Diyarbakır'a geldiği için tahkikat açıldı. Yolda pusuya düştü, 4 er şehit oldu. Birliklerin elinde yeni si­ lahlar yoktu. Gece görme cihazları yoktu. Olağanüstü hal işte bu ortamda ilan edildi. Asker bu şartlar içerisinde görevi devretti. Devredilen sorumluluktu. Bölgedeki birlikler, gene TSK birlikleriydi. Bunlar­ dan bir kısmı geri çekildi. Sıkıyönetim sırasında Kolordu komutanı bölgesindeki birlikleri istediği gibi kullanıyordu. OHAL başlayınca bunlardan bir kısmını kulla­ namaz oldu. Jandarmanın Asayiş Kolordusuna bu birliklerden bir kısmı tahsis edil­ medi. Bölge valiliği kuruldu. Sivil otoritenin öne geçmesine çalışıldı. (Yıllar sonra 179 1995'le Jandarma Genel Komutanlığına getirilen Org. Teoman Koman bu daha önce İngilizlerce Malaya'da başarıyla kullanılmış yöntemin geçersiz olduğunu söyleyip Bölge Valiliğinin kaldırılmasını, yetkilerin bütün valilere paylaştırılmasını, OHAL'in de kaldırılmasını isteyecekti.) 1987"de OHAL başladığında Bölge Valiliğine Hayrettin Kozakçıoğlu tayin edildi. İlk işi askerin üçte ikisinin araziye çıkmasını sağlamak oldu. Gece görüş sis­ temleri yavaş yavaş sağlandı. Zırhlı araçlarla dar bölgede gece gündüz devriye sistemi başlatıldı. Bazı bölgelerde jandarmadan asayiş sorumluluğu alındı. Yerine, yeni yeni yetiştirilmeye başlanan özel harekât timleri getirildi. Bu bölgeler tamamen polisin sorumluluğuna girdi. Polisin arazideki görevi böylece başlamış oldu. Olay­ ların bir kısmına jandarma sayısı yetmiyordu. Bundan dolayı 1987 sonuna doğru arazideki t imli çalışma başlatıldı. 1988 başında polisin bu özel yetiştirilmiş timle­ rinin sayısı azdı, ama olay sayısı da azdı. Bazı bölgelere olaylar henüz sıçrama mışlı. Olayların yüzde 17'si Tunceli'ndeydi, 1992'ye doğru Tunceli'deki olay sayısı genel sayının yüzde 3 'üne düştü. Tunceli'ye çok sayıda jandarma karakolu yapıldı. Köylü uzaktan jandarma karakolunu ve Türk bayrağını görünce devletin yanında olduğunu hissediyor ve PKK karşısında çaresiz olmadığını düşündüğünde ona gönüllü yardımcı oluyordu. Tun­ celi insanının büyük bölümünün devletine sadık olduğu Cumhuriyet'in ilk yılların­ daki isyanlardan beri hep söylenmiştir. Bu doğrudur, ama devletin bu insanların can güvenliğini sağlaması, onları isyancıların insafına terk etmemesi gerekir. Bu yapıl­ madığında Tunceli'de isyancılar güç kazanmışlardır. Bölge insanında da devlete karşı bir eziklik yaratmıştır. 1988 yılı bölgede tırmanma olmadan rahat geçirildi. Yavaş yavaş Genelkur­ may mücadele sistemlerinde değişikliklere gidiyordu. Polisin mücadele taktikleri ise henüz Emniyet Genel Müdürlüğünden değil, bölgedeki yetkililerin pragmatik yön­ temlerle edindikleri deneyimlerden kaynaklanıyordu. Polisin kullanacağı silahları bölgedeki yetkililer seçiyor, tim gruplarını onlar kuruyorlardı. Korucu sistemi olayların başlangıcında harekele geçirilmişti. Giderek ge­ nişliyor, etkisinden dolayı PKK'nın bir numaralı hedefi haline geliyordu. Ama bu daha önce dünyanın birçok yerinde etkiyle kullanılmış sistemin niteliğini kavraya­ mayan bazı siyasi liderler de PKK ile birlikte Geçici Köy Koruculuğuna (GKK) karşı çıkıyorlardı. Korucuların bir bölümü bu yıl içerisinde PKK takibinde de rol almaya başladı. Normal olarak harekât srasında K. Irak'a geçilmiyordu ama takip varsa yer yer geçişler oluyordu. Özellikle Saddam sınırdaki 30 kilometrelik bölümü boşalttık­ tan sonra sınır ötesinde takip ve PKK'yı izleme, PKK'nın bu bölgede fazla kamp kurmasına olanak vermedi. PKK'nın kovalanmasında genellikle küçük birlikler, ama konvansiyonel yak­ laşımla kullanılıyordu. O dönemde PKK'nın henüz büyük birlikleri oluşmamıştı. Ağırlıkları daha çok Helve tarafındaydı. K. Irak'a daha yeni yeni gelmeye çalışt­ ım yorlardı. O bölgede PKK'nın birlik sayısını arttırması Körfez Savaşı sırasında ol­ muştur. Saddam güçlerinden bölge temizlenince PKK'ya büyük olanak doğmuş, kimsenin egemen olmadığı "No man's land"e PKK yerleşmiştir. Bu gelişmenin baş­ langıcı ise savaş sırasına rastlar. Saddam kuvvetlerini güneye çekerken PKK'nın K. Irak'a gelip yerleşmesini teşvik etmiştir. Ellerine bazı ağır silahları da vermiştir. Bunları kendisine hasım haline gelen Türkiye'ye karşı kullanmayı düşündüğü ke­ sindi. Çünkü Türkiye karşı cephede yerini apaçık almıştı. Daha sonra Irak askeri bölgeden alelacele kaçarak çekilince bütün ağır silahları PKK'nın eline geçti. Böy­ lece PKK yıllarca kullanabileceği ve gerektiğinde satabileceği büyük bir silah kay­ nağına kavuştu. Güvenlik güçleri mücadelelerinde itirafçılardan da yararlanıyordu. İstihba­ rat, diğer kanallardan istendiği gibi gelmiyordu. Yavaş yavaş küçük timlerle harekât bölgede yayılmaya başladı. 8-10 kişilik birimler halinde, PKK nasıl gruplar halinde dolaşıyorsa bu timler de öyle harekete başladılar. Köylünün tavrı da göz önüne alınıyordu. Köyde kim PKK'ya yardım ediyordu? Bu birimler kendi istihbaratını kendi yapmaya başladı. Olayların daha yakından izlenmesine çalışıldı. 1988 sonunda Irak'ta Körfez Savaşına yol açan olaylardan önce, Kürtlere yönelik olaylar gelişmeseydi, 1989'da Türkiye PKK olayını kontrol altına alacağına inanıyordu. 1988 sonunun OH AL yönetimi için çok başarılı olduğuna inanıldı. Ama Saddam önce Türkiye'den PKK'ya karşı yardım almış, sonra da İran savaşından çıkınca devletle beraber olan Kürtlere dokunmadan savaş sırasında kendisine karşı olanların üzerine yürümüştü. 110 bin Irak Kürdü Türkiye'ye kaçtı. İşte o günden sonra Türkiye'nin sınır güvenliği bozuldu. Saddam sınırdaki Kürt köylerini yaktı. Sınır bandı boşalınca oraya PKK rahat rahat yerleşti. Kürtlerin Türkiye'ye alın­ masının Türkiye'ye hiçbir yararı olmadığı gibi. PKK kendisine bir güvenli bölge edinmişti. Saddam'ın amacı, sadece İran savaşı sırasında kendisine ihanet edip, arka­ dan vurmuş Kürtlere ceza mı vermekti ? Yoksa Türkiye'yi baskı altında tutmak mı istiyordu? Bu konu o zaman çok tartışıldı. Zamanın Başbakanı Yıldırım Akbulut, Bağdat'ta görüştüğü Saddam'ın tehdidiyle karşılaşınca. Ankara'nın şüphesi arttı. Irak sadece Kürtleri cezalandırmak istese rahatça birliklerini imha etmek istediği Kürtler ile Türk sınırı arasına sokar, bunların Türkiye'ye kaçmasına engel olurdu. Bunu yapmayarak Türkiye'nin başına mülteci derdini açma niyetinde olduğu yorumu güç kazandı. Ama OH AL yöneticileri "Hayır Irak bunu yapamazdı. Ne arazinin du­ rumu buna izin verirdi, ne de Irak'ın elindeki askeri güç bunu yapmaya müsaitti. O sırada Kuzey Irak'ta silahlı 150 bin Kürt vardı" dediler. Güçlenen PKK karşısında devletin uyguladığı taktik içerisinde öncelik kara­ kol sisteminin geliştirilmesine verildi. O bölgedeki belli yerlerin mutlaka tutulması zorunluğu vardı. Köyler korunmalıydı, PKK o köyleri silahlı propagandayla sindi­ riyordu. "Köylü korunabildiği takdirde PKK'yı desteklemez, yoksa onun esiri olur" 181 inancı, güvenlik güçlerine hâkimdi. Koruma yapılırken de tabii PKK ile dövüşülecekti. Eskinin 30-40 kişilik karakol sistemi yerine, 150 kişilik karakol sistemine gi­ dildi. Buna rağmen karakol baskınları 1993 sonuna kadar devam edecekti. Güçlen­ dirilen karakolların önemli kısımlarının -ki bu kadrolarının üçte ikisine varacak kadar oluyordu- birimler halinde bölgede devriyeye çıkarılmasına başlandı. Gün­ düz ve gece devriyeleri anayollarda motorize olarak göreve başladı. 1991 'e kadar gece ve gündüz yol güvenliği vardı. Karakollara saldırılar daha sonra başladı. Bazı yolların hiç kullanılmaz hale gelmesi de daha sonraya rastlar. (1987-1991 arası OH AL yöneticilerinin yorumları o dönemdeki gazete haberleriyle tam uyuşmamakta. 1991'den sonra bölgede sorumluluk yüklenmiş olanlar 87-91 döneminde durumun çok kötüleştiğini, PKK'nın kentlere egemen olmaya, halkı ve esnafı kontrol altında tutmaya başladığını, sık sık gösteriler yapıldığını hatırlat­ mışlardır. Değişik yazı karakteriyle verilen değerlendirme tamamen 87-91 dönemi sivil sorumlularına aittir.) PKK 1991 'e kadar çoğunca vurkaç yapıyordu. 1989 Saddam olayından sonra K. Irak Kürtleri PKK'ya yardıma başladılar. Silah verildi. Kamplara yerleştirildi, barındırıldılar. Bu da bölgedeki Kürtçülük olayının yayılmasına, serbestçe tartışıl­ masına, propagandasının yapılmasına neden oldu. Her hafta yurtdışından heyetler geliyordu. Türkiye'deki kamplar gösteri merkezleri olmaya başladı. Önce Irak Kürt­ leri çekingendi. Sonra durumlarıyla ilgili olarak kıyameti koparmaya başladılar. Özal'ın önünde dahi bağırmaya, şikâyet etmeye giriştiler. Özal'ın katıldığı törenleri organize eden bir organizatör bunları "Biji Kürdistan- Biji Özal" diye bağırtıyordu. Bunlar Kürtçe televizyonlarda yayımlandı. Kamplar bölgedeki Kürtçülük olaylarının yerleşmesine neden oldu. Bu duruma Genelkurmay kesinlikle karşıydı, ama Özal'ın kararlarının karşısına çıkılamıyordu. Bölge halkı mülteci kamplarıyla sıkı temas halindeydi. Onlara yardımlar toplandı. Ziyaretler yapıldı. Onlarla içli dışlı oldular. Daha sonraki gelişmeler bölgedeki Kürtçülük bilincinin yerleşmesinde birinci dere­ cede etken oldu. İkinci etken ise o dönemde yapılan bir genel seçim, bir yerel seçim ve bir de halk oylaması dolayısıyla yapılan propaganda kampanyalarıdır. Oylama ve seçimlerde siyasetçiler bölgede sürekli propaganda yaptılar. Sadece o bölge mil­ letvekilleri değil, o bölgeyle hiç alakası olmayan Ankara, Malatya, Ağrı gibi illerin milletvekilleri de geldiler. Aylarca o bölgede faaliyet gösterdiler. Propaganda faaliyetleri sırasında neler vaat edilmedi ki? Batman'da bir aday vardı ; Dr. Nevzat kürsüye çıktığında rahatça "Bugün bu seçimi yapıyoruz, yarın Apo'nun seçimini yapacağız" diyordu. "Bize oy verirseniz biz bunların televizyonun­ da ve bunların Meclisinde Kürtçe yayın yaptıracağız" diye konuşuyordu. Koruculuk sistemi aleyhinde konuşuyorlardı. Bunlarla ilgili hiçbir yasal işlem yapılmıyor, yaptırılmıyordu. Hükümet gelişmeler karşısında suskundu. 26 kişinin dokunulmazlığının kal­ dırılması için dosya hazırlanmıştı. Bunlar ilgili komisyonda bekletildi. Sonra Meclis 182 dönemi bitti bunlar kadiik oldu. Olaylar Ozal'm başbakanlığı zamanında oluyordu. Oraya ne gibi talimat verildiği bilinmiyordu. Milli Güvenlik Kurulunda Evren Paşa "Olmaz böyle şey. Getirin bunların birkaç tanesini Genel Kurula. Yargılansmlar"deyince hava değişiyordu. Ama uygulama değişmiyor, ne hâkimi, ne savcısı ha­ rekete geçirilebiliyordu. İşlem yapılmıyordu. Devletin bu durumun karşısında ol­ duğunu gösteren hiçbir şey yoktu. Birlik bütünlüğü savunmak bölgedeki bazı memurlara kalıyordu. Körfez Savaşından sonra da topraklarımıza 460 bin kişi sü­ rüldü. Bu da ortalığın karışmasına ve PKK'nın önce Saddam sonra da K. Irak Kürtleriyle birlikte hareket etmesi sonucunu doğurdu. Bu yıllarda konuya Milli Güvenlik Kurulunda bile sahip çıkılmadığı hakkında MGK asker üyelerinden şikâyetler geliyordu. Cumhurbaşkanı Evren'in bile konuya sahip çıkmayanlar arasında olduğu öne sürülüyordu. Bölgede güvenlik güçlerinin halka iyi muamele yapmadığı, bundan dolayı memnuniyetsizliğin artmakta olduğu havası da yayılıyordu. Başbakan Özal bütün inisiyatifi elinde tutar gibiydi. Ama o ayrıldıktan sonra yerine gelen Yıldırım Akbulut'un bu konuya hemen hemen hiç eğitmediği görüldü. Mücadelenin hem siyasi, hem de askeri yönü Özal'dan sonra ta­ mamıyla sahipsiz kalmış gibiydi. Akbulut'un bu tutumunun kötü niyetten ileri geldiği söylenemez. Genel konulara yaklaşımında nasıl bir eksiklik, hemen her alanda fark edilmişse, bu konuya da aynı yaklaşım içindeydi. Özal'ın cumhurbaşkanı olduktan sonra da konuya ilgisi bir oranda devam edince Akbulut daha rahatlamış olmalıydı. Bazen başbakan bir şey söylese hemen ertesi günü Özal müdahaleyle işleri tersine çeviriyordu. Bu tutum MGK içinde de kimsenin gözünden kaçmadı. Böylece Akbulut hem MGK içinde, hem de dışında olayların hep dışında kaldı. Belki de ona bunu Özal söylemişti. Durum böyle olunca hükümet de konuyla ilgilenmedi. Örneğin o bölgenin insanı olan zamanın İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu ister istemez o böl­ geye mensup olarak herkesten farklı düşünüyordu. Hatta köyleri dolaşırken Kürtçe konuştuğu, köylülere bazı vaatlerde bulunduğu bile kulaktan kulağa yayıldı. O dö­ nemlerde siyasiler Ankara'da Güneydoğuyu âdeta kaderine terk etmişlerdi. Sadece bölgedeki güvenlik güçleri mücadeleyi sürdürüyorlardı. Askerlerin, Genelkurmayın yaklaşımı da oldukça farklıydı. Bu nedenle ope­ rasyonlarda uçakların kullanılması uzun süre mümkün olamadı. Oysa havadan mü­ dahaleyi gerektirecek birçok kritik bölge vardı. O yerlere asker sürüldüğü zaman çok şehit verileceği biliniyor, hava kuvvetine ihtiyaç hissediliyordu. Bu mümkün olma­ yınca OH AL yetkilileri birkaç köyü istimlak etmek zorunda kaldılar. O bölgenin ha­ vacılara atış sahası haline getirilmesini istediler. Böylece o bölge hava atış alanı olarak bilinir ve oraya PKK gitmezdi. Ama Genelkurmay bu öneriyi bile kabul et­ medi. Hava Kuvvetlerinin bu yönde kullanılması da mümkün olmadı. Kara operasyonlarında da Genelkurmayın tutumu son derece mulîafazakâr oldu. Hudut ötesi harekât gerektiğinde kimse kendi kuvvetlerinin sınırı geçmesine razı olmuyordu. En küçük sınır geçme için bile TBMM kararı alınması gerektiği 183 görüşü öne sürülüyordu. Buna rağmen bölgedeki yetkililer sınır yakınlarında ken­ dilerine güvenilen koruculardan küçük gruplar oluşturup, yanlarına asker ve polis koyup ortaya ağırlığı koruculardan oluşan birimler yaparak sınır ötesine gerekti­ ğinde yol Ilıyorlardı. Genelkurmayın bölgede süren bu mücadelede uzun yıllar, Cumhuriyetin ilk yıllarındaki Kürt isyanlarına karşı kullanılan konvansiyonel yaklaşımın benzerini uyguladıkları hep söylendi. Bölgede birlikleriyle mücadele eden subaylar aslında ne yapmaları gerektiğini deneyimleriyle görüyorlardı. Ama bu mücadele sırasında sivil yetkililerin gözlemledikleri bir önemli husus vardı. Bu da alt rütbelerdeki subayların gözlem ve deneyimleri ne olursa olsun, bunları üstlerine karşı rahat rahat ifade edemedikleri, direktiflerin üstlerden gelmesini bekledikleriydi. Bölgeye kurmay he­ yetleri geliyor, çeşitli değerlendirmeler yapılıyor, bunlara Jandarma Asayiş Kolor­ dusunun üstdüzey subayları da katılıyordu. Ama istenilen sonucun alındığı söylene­ mezdi. TSK olayların üstesinden gelinmesi için gerekli hazırlığı tamamlamış değildi. İkinci temel nokta da askerin bu mücadelede baş rolü almamış oluşuydu. Hükümet­ ler mücadelenin TSK tarafından değil, jandarma ve polis tarafından yapılmasını, kontrolün sivillerde olmasını istiyor, bunun için de tam yetkiyi Genelkurmaya ver­ miyordu. Bu durum Org. Torumtay'dan sonra Org. Doğan Güreş zamanında da uzun süre devam elti. Tansu Çiller'in Başbakanlığında TSK'ye tam yeşil ışık yakmasıyla değişti. Ancak ondan sonra TSK işin içine tam girdi. 1980'li yılların sonunda bölgedeki asker sayısı 40-50 bin idi. Bölgedeki askeri ve sivil yetkililer Genelkurmaya mesaj üzerine mesaj yolluyor, takviye istiyorlardı, gelmiyordu. TSK'nin kuzey hududunda başka türlü görevleri olduğu, onlar için ha­ zırlıkların gerekli olduğu gibi gerekçeler öne sürülüyordu. Asayiş Kolordusu Ko­ mutanı bu durumu değiştirmek için çok rapor yollamış, fakat kendisine temel görev verilmemiş olan Genelkurmayın tutumu değişmemişti. Mücadelenin koordinasyonunda sivilllerin sorumlu olması, TSK'nin tam rol üstlenmemesi mücadelenin konvansiyonel yöntemlerle sonuçlandırılamayacağının uzun yıllar anlaşılanıamasına sebep oldu. Mücadelenin iyi ve gereğine göre yetişti­ rilmiş jandarma subaylarıyla buna göre eğitilmiş jandarmanın işi olduğu hep söy­ lendi. Ama ortada bu güç yoklu. Gerilla savaşı bir asayiş olayıydı. Bunun için de vatandaşlara yakın, onlarla rahat diyalog kurabilen jandarma subaylarının ağırlıklı görevde olması gerekirdi. Piyade subaylarında ne eksiklik var, denebilir. O anlamda değil, eksiklik anlamında değil, jandarma subayı, teğmenliğinden itibaren halkın içerisindedir. Halka daima yakın olmuştur. İç içe olmuştur. Onu belki dövmüştür, ona belki sövmüştür, ama onlarla ahbaplık da kurmuştur. Onların iyi ve kötü yan­ larını görmüştür. Jandarma subayının kendi erine verdiği talimat ile piyade erine verilen talimat aynı değildir. Piyade erinin ayağının ucuna birisi bastığında herkes kıyameti koparıyordu. Ama jandarma subayı olayı öyle görmüyor, orada bir kez se­ çimde yanlışlık yapılıyordu. Olay belli bir noktadan sonra bölgede jandarma - ka184 racı çekişmesine oldu. de dönüşlü. Bu olaylar temel konseptin yanlışlığından başlamış Jandarma Asayiş Kolordusu'nun o zaman başındaki Korg. Hulusi Sayın 'in gitmediği sınır karakolu kalmadı. Oraya takviye islendiğinde ve zaman zaman olumlu yanıt alındığında gelenlerin iyi eğitilmemiş, mücadelede fazla yararlı ola­ mayacak birlikler olduğu uzun süre öne sürüldü. Sebep olarak da teftiş geçirecek ve terfi edecek komutanların iyi yetişmiş birliklerinden yoksun kalmamak için bunları yollamadıkları söyleniyordu. Bu dönem içerisinde bölgeye gelen güvenlik güçlerini varlıklarıyla göz kamaştırıcı bir şekilde rahatlatan iki birlik vardı: Bolu ve Kayseri Komando Tugayları. Onun dışındakiler genellikle iyi eğitim görmemiş jandarma birlikleriydi. Bölgede süren DYÇ adı daha sonra verilecek olan mücadelenin bu işi bilen bazı uzmanlarına zaman zaman rastlandı. Sivil yetkililerin bir Amerikalı uzmanı bunlardan biriydi. Bu işi profesyonel olarak yapıyordu. Emrine bir helikopter veril­ mişti. Gerekli gördüğünde cezaevinden bir tutukluyu bile alıp götürebiliyordu. Ken­ dine özgü laktikleri vardı. Bu uzman zaman zaman güvenlik güçlerine bazı özel si­ lahları da temin etti. Polisleri eğitti. Böylece ortaya 800 metreden attığını vuran polisler çıktı. Gece görüş sistemlerini bölgeye ilk getiren o oldu. İçinde bulunduğu helikopterle güvenlik güçlerinin dağ başlarındaki operasyonlarını izleyip eleştiriler getirdi. Yapılan yanlışları ortaya koydu. Büyük birliklerle mücadeleye taraftar de­ ğildi. "Beşer kişilik timler yapıp PKK'nın tepesine ineceğim" diyordu. Ama bunu bizim asker yapmıyordu. Genelkurmay bu adamı kesinlikle benimsemedi. Harp Okulundan itibaren belirli bir klasik askeri eğilim almıyor. Orada jandarma astsu­ bayı acaba geri tepmesiz top kullanıyor mu? Bölgeye gelince bunu öğrenmek de is­ temiyor. Oysa mücadelenin esasını DYÇ yöntemleri teşkil ediyor. Mağaranın içine saklanmış, mevzilenmiş PKK'yı üzerine asker yollayarak çıkarmak isterseniz çok şehit verirsiniz. Geri tepmesiz top bu işi halleder. Bazen bir PKK grubu tespit edili­ yor ve helikopter ile birlik gönderiliyordu. Bakıyorduk ki. geri tepmesiz top unutul­ muş. Alışmamışlar bunu kullanmaya. Askerimiz Harp Okulundan itibaren öğren­ dikleri konvansiyonel savaş yöntemlerini uyguluyorlardı. Başlangıçta uzun yıllar DYÇ savaş sistemleri ne öğrenildi ne de uygulandı. "Amerikalı emrinde çalışmayız. O bizden daha mı iyi?" anlayışı zaman zaman devam elti. Bunun zararı görüldü, ama bölgeye uzun yıllar içerisinde birkaç defa gelmiş subay sayısı çoğalınca artık sorun kalmadı. Uzmanlar da çoğaldı. Bu tür savaş için geniş kadrolar oluştu. Bunların yararı 1990'dan sonra yavaş yavaş görülmeye başlandı. Artık onlara hocaya ihtiyaç yoktu. Gece gündüz dağlarda küçük timler ile koşuyor. PKK 'nın yöntemleriyle PKK'yı bölgeden yok etmeye başlıyorlardı. Bizim zamanımızda orada 50 bin kişiyle mücadele edilirken bu rakam daha sonraki yıllarda önce 150 bine, daha sonra da 250 bine çıkarıldı. (Bu rakamın içerisinde 60 bine yaklaşan köy korucuları da vardır.) 185 Bölgeye 1990'lardan sonra geniş çapla zırhlı araçlar, helikopterler, uçaklar sevkedildi. Araziyi iyi bilen genç subaylar genç yüzbaşı, binbaşı ve yarbaylar bugünlerin olanaklarıyla 1980'li yıllarda da DYÇ yöntemleriyle kullanılmış olsalardı netice çok farklı olurdu. Bölgeye giden her ere tam olmasa da belirli bir temel komando eğitimi verili­ yor. Jandarma özel timlerinin sayısı gittikçe arttı. Özel Kuvvetden de yararlanılmaya başlandı. Şimdi artık halk dilinde "gerilla savaşı" denilen DYÇ usulleri geçerli. 1980'li yıllarda Genelkurmayın başında Org. Üruğ ile Org. Torumtay vardı. Org. Üruğ anlayış olarak daha demokratik ve sivillerle çalışmaya daha yatkın bir komutan olarak görüldü. Necip Paşa biraz daha farklıydı. Acaba Necdet Paşa kal­ saydı konuya daha fazla mı ağırlık verirdi? Bu, hep soruldu. Komutanlar genellikle etraflarındaki karargâhlarını oluşturan subaylara bağlı kalırlar. Ama Jandarma Genel Komutanlarının jandarma olup olmamasının fark etliği muhakkak. Jandarma kökenli olmayanlardan bir komutan diğerleri arasında unutulmaz bir isim bıraktı. O da Rahmetli Org. Eşref Bitlis idi. Onun dışıdakiler. görev süremizde, jandarmaya hep asker gözüyle bakmıştır. Oysa jandarma zabıtadır. Hulusi Sayın Paşadan sonra gelen korgeneral bir brifingde Org. Torumtay'a bazı hususlarda ters düşünce kıya­ met kopmuştu. Bu Korg. ismail Selen idi. Genelkurmay Başkanına "Zabıta önlemleri gerek. Bu sadece askeri yöntemlerle olmaz " demişti. Org. Torumtay "Ne demek za­ bıta tedbirleri?" diye kıyameti kopardı. Sonra Korgeneral emekliye ayrıldı. Olaya hep askeri açıdan bakmaya çalışıyorlardı. Klasik savaş varmış gibi yaklaşıyorlar­ dı. Sivillerin önerisi her ile jandarma tugay komutanları verilmesi, bunların illerin valileriyle birlikte çalışması, gerekliğinde polisi de emirlerine almaları şeklindeydi. Ama bu olmadı. Jandarma ister istemez birçok yerde piyade gibi hareket etti. Bu yaklaşım o yıllarda bir türlü değiştir ilemedi. Bunun nedenlerinden biri de zamanın İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu'nun olayların çok dışında kalıp bu konuda hiç ağırlığını koymamasıydı..." 186 GÜVENLİK GÜÇLERİ AÇISINDAN DÜŞÜK YOĞUNLUKLU ÇATIŞMA - GÜNEYDOĞU 1984'ten bu yana Güneydoğuda PKK'ya karşı mücadeleyi sürdüren gü­ venlik güçlerinin esasını -Jandarma dahil- Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) oluştu­ ruyor. Genelkurmay Başkanı Org. Doğan Güreş'in Düşük Yoğunluklu Çatışma olarak Türkçeye çevirdiği "Low-intensity Conflict" çerçevesinde TSK olayları nasıl değerlendiriyor? Bu sorunun yanıtı ayrıntılarıyla ve en yetkili bir şekilde vermek istenmiyor. Ancak yapılan ciddi soruşturmalarda ortaya elle tutulacak bazı hususlar çıkıyor. P K K ve T S K PKK, TSK için "Kanlı bir terör örgütü"dür. Güvenlik kuvvetleriyle doğru­ dan temas etmekten kaçınırlar. Daha çok korumasız ve zayıf hedeflere yönel­ mektedirler. Varlığını sürdürebilmesi için sürekli baskı ve şiddet hareketlerinde bulunması gerekir. PKK eylemlerinde kontrolü güç olan köy ve mezralara sızarak, kendisine fiili destek vermekte isteksizlik gösteren, masum vatandaşları ihtiyar, çocuk ve kadın demeden öldürmektedir. Bu insanların hayvanlarını boğazlar veya ateş ederek öldürür. Fırsat bul­ dukça yerleşim birimlerine giden yolları, yurttaşların yoğunluklu olarak hareket ettiği araziyi mayınlar. Kontrolü denetlenmesi daha güç olan yolları kısa sürelerle keserek, araç­ lardan indirdiği insanları, para ve değerli eşyalarını aldıktan sonra öldürür. Araçları yakar. Bazen fidye için adam da kaçırır. PKK grupları zaman zaman birleşerek zayıf olarak değerlendirdikleri ka­ rakollara uzak mesafeden taciz ateşleri açarlar. Havan ve makineli tüfek atışla­ rıyla kayıp verdirmeye çalışırlar. Karakollara bu tür ateş açmaları sırasında, tak­ viyeyi engellemek amacıyla kontrolü güç olan yolları mayınlamakta ve bununla koordineli olarak pusular kurmaktadırlar. Bu tür baskın ve pusu faaliyetlerinde birkaç yıl öncesine kadar kısmen netice almışlarsa da, son yıllarda fazla kayıp verdiklerinden artık karakol baskınları ve pusu faaliyetlerine çok az başvurur hale gelmişlerdir. 187 Değişen durumda 2-3 yıl öncesine kadar geceleri karakollarına kapanan ve çevresini mayınlamakla yetinen birliklerin, değişen genel konsept çerçevesinde gündüz dinlenip gece karakollar dışında yoğun tim faaliyetleri yürütmeye baş­ lamalarının da rolü olmuştur. PKK artık 1994 ortasında, klasik gerilla taktiği olan güvenlik kuvvetleriyle uzun süreli çatışmalara girmeme, ancak çok avantajlı olduğu hallerde vurup kaçmaya çalışma uygulamasına geçmiş, ancak bunu da gerektiği gibi uygulayamayıp büyük güvenlik güçleri karşısında tamamıyla imha olmaktan kurtulma­ nın yollarını arar olmuştur. Bölgedeki her türlü eğitim ve yatırım faaliyetleri PKK'nın öncelikli hedef­ leri arasındadır. Halk hizmetine sunulabilecek her türlü ekonomik, sosyokültürel ve sağlıkla ilgili faaliyetleri engellemeyi amaçlar. Fırsat bulduğunda, halk içinden öğretmenleri, doktorları, hemşireleri, müteahhitleri ve işyeri sahiplerini öldür­ mektedir. Okullar, şantiyeler ve iş makinelerini yakmaktadır. PKK eylemleriyle ilgili bilgiyi, daha çok baskı ve korkuyla sindirdiği bir kısım işbirlikçisinden ve terörü destekleyen ülkelerden sağlamaktadır. Dahası gözetleme ve dinleme yoluyla güvenlik güçlerinin faaliyetlerini izlemelerinden elde edilen istihbaratları da vardır. Bütün aksine iddialara rağmen, PKK'nın Türk toprakları üzerinde sabit üssü bulunmamaktadır. Güvenlik kuvvetleri bütün bölgeye egemen durumdadır. Gidemediği, ge­ rektiğinde kontrol edemediği yer bulunmamaktadır. Ama her yerde eyleme hazır kuvvet bulundurmak mümkün olmadığından, PKK zaman zaman güven­ lik kuvvetlerinin hareketlerine paralel olarak yer değiştirmekte ve çok kısa süre­ lerle, o anda kontrolden uzak olan bölgelerde bannabilmektedir. PKK militanları, kimi durumlar dışında genellikle 3-5 kişilik birimler ha­ linde sarp arazilerdeki mağaralarda, sığınaklarda, gizlenmesi kolay yerlerde da­ ğınık olarak barınırlar. Eylem düzenleyecekleri zaman birleşerek, klasik gerilla taktiği olan vurkaç uygularlar. Sonra da güvenlik güçleriyle süratle teması kese­ rek dağılıp sarp araziye kaçarlar. P K K Stratejisi PKK'nın sağlam ve düzenli bir stratejisinin olmadığı kanısı Türk makam­ larına yerleşmiştir. Ancak operasyonlar sonucu ele geçirilenler üzerinde çıkan, çoğunluğu elle yazılmış bazı yazı ve belgeler vardır. Bunlardan toparlanan bil­ giler özetlenirse örgütün amacı; Irak, Suriye, ve İran'ın belirli bölgeleri ile "Kuzey Kürdistan" olarak tanımladıkları Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerini de içine alacak şekilde, Marksist-Leninist ideolojiyi esas alan "Bağımsız, birleşik ve Marksist -Leninist bir Kürdistan devleti"kurmaktır. 188 Bu hedefe ulaşmak için siyasi hedefler ve askeri strateji belirlenmiştir. Siyasi hedefleri; A) Bulundukları ülkede "Kürt gerçeği"ni kabul ettirmek, Kürt toplumunun sosyal ve kültürel özerkliğini sağlamak, B) Bulundukları ülkede özerk idareye kavuşmak, C) Mücadeleye devamla "Bağımsız bir Kürt devleti" kurmak, Ç) Kürt devletlerini birleştirerek "Bağımsız Büyük Birleşik Kürdistan Devleti"ni gerçekleştirmek. PKK'nın Askeri Stratejisi A) Türkiye Cumhuriyeti'ne karşı yürütülen mücadelenin silahlı ayaklan­ maya varması için; Marksist-Leninist ideoloji doğrultusundaki siyasi çalışmala­ rın silahlı mücadele ile desteklenmesi ve devrimci direnişin halkın devrimci şid­ deti temelinde olması esas alınmıştır. Mücadelenin esas olarak kırlarda yürütülmesinin kentlerde örgütlenmeyi ve siyasal çalışmayı hızlandıracağı, mücadelenin kentlere yayılmasının ancak kırsal alanda üslenme ile mümkün olabileceği temel olarak kabul edilmiştir. B) Öte yandan bölücü örgüt yaptığı katliamlar ve silahlı saldırıları bir di­ renme savaşı olarak tanımlamış ve mücadelesini aşağıdaki aşamalara göre belir­ lemiştir: 1) Örgütlenme aşaması, 2) Yerleşme aşaması, 3) Operasyon aşaması (Stratejik savunmadan stratejik dengeye geçiş), 4) Örtülü savaş aşaması (stratejik saldırıya geçiş), 5) İç savaş safhası, 6) Bağımsız Kürt devletinin kurulması aşaması, 7) Bağımsız Birleşik ve Demokratik Kürdistan kurulması aşaması. PKK'ya Karşı TSK Mücadelesi PKK'ya karşı sürdürülen mücadele 1984'ten bu yana çeşitli aşamalardan geçmiş ve son şeklini 1994 başında almıştır. Mücadelenin yapısı Olağanüstü Hal Bölge Valiliği ve Jandarma Asayiş Komutanlığı temeline dayanmaktadır. Bölge­ deki illerde valiler, Güvenlik Komutanlıkları ve İl Emniyet Müdürlükleri P K K ile' mücadeleden sorumludur. Mücadelede kullanılan kuvvetler ise; Özel Kuvvetler, Özel Harekât Tim­ leri, Komando ve İç Güvenlik Birlikleri, Polis Özel Harekât Timleri, Geçici Köy Korucuları, TSK ve Jandarma. 189 Özel Kuvvet merkezi Ankara'da bulunan Özel Kuvvet Tümeninden, Özel Harekât Timleri A, B, C ve D timlerinden oluşur. A timleri subay ve astsubaylar, B timleri eğitilmiş uzman personelden, C timleri gönüllü ve özel eğitilmiş erbaş ve erlerden, D timleri mekanize araç ve personelden oluşur. Özel Kuvvet ABD'nin "Özel Kuvvetleri", İngiltere'nin SAS (Special Air Service) örnekleri gibi hazırlanmıştır. Önce bir alayken sonra üç alay haline gel­ miştir. Özel Harekât Timleri her türlü hava ve arazi şartlarında terörle mücadele edebilecek şekilde, özel eğitime tabi tutulmuş birliklerdir. Bu timler, tim eğitimi şeklinde 11-15 hafta arasında değişen sürelerle özellikle terörle mücadele ama­ cıyla eğitilmektedirler. A timleri bölgedeki genel hizmet süresi kadar, 2-4 yıl, B timleri 4 yıl, C ve D timleri terhis sonuna kadar bölgede görev yaparlar. Özel Harekât Timleri, terör olaylarına süratle müdahale etmek, nokta operasyonları yapmak, her türlü arazide teröristleri ele geçirmek amacıyla kul­ lanılmaktadırlar. Komando ve İç Güvenlik Birliklerindeki timler ile Jandarma birliklerine ait timler temel askerlik eğitimlerinden sonra, tim eğitimine tabi tutulurlar. Bu tim­ ler, jandarma ve polis özel harekât timleriyle eşgüdümlü olarak ve birlikte kul­ lanılmaktadır. TSK 1993 yılı içerisinde Genelkurmayın bir karanyla önceliği iç güvenliğe vermiştir. Görev alan ve alacak olan birlikler terörle mücadele konusunda eğiti­ lirler. Ancak Doğu ve Güneydoğu Anadolu'daki birliklerin büyük çoğunluğu aynı konuda uzun süredir eğitilmekte, bundan dolayı da deneyimlidirler. Dahası özel kuvvet ve özel timler dışındaki birlikler asıl eğitimlerini bölgedeki mücade­ leleri sırasında kazanmaktadırlar. Eğitim PKK ile mücadele için bölgeye gönderilen subaylar Harp Okulu eğitimin­ den sonra sınıf okullarında temel kursa alınırlar. Daha sonra çeşitli eğitim mer­ kezlerinde komando ve iç güvenlik harekâtının taktik ve teknikleri üzerinde eğitilirler. Bu temel eğitim aşaması dışında, mesleki yaşamları süresince, istih­ dam edilecekleri görev yerleriyle ilgili özel ve gelişme kurslarından geçirilirler. Ayrıca, Genelkurmay deyimiyle 2'nci Bölge olarak adlandırılan "Şark Hizmeti" ne atanan personel buraya gitmeden önce, bölgenin özelliklerine cevap verecek tarzda hazırlanmış kısa süreli, pekiştirme eğitimine tabi tutulur. Astsubay ve uzman çavuşlar da aynı eğitimden geçer. Özel Kuvvet Ankara'daki Eğitim Mer­ kezinde eğitilir. Erbaş ve erler ise, görev alacaklan birlik tiplerine göre eğitim veren birlik­ lerde 3 ay süreyle, bölge ve görev özelliklerine uygun olarak hazırlanmış eğitim 190 programlarına göre eğitilirler. İç güvenlik, sınır ve komando birliklerinde görev alırlar. Özel timlerde görev alan erler, temel eğitimlerinden sonra 3 ay süre ile ek eğitim görürler. Böylece kendilerine verilecek her türlü göreve hazır oldukları varsayılır. Ama bütün bu eğitimler bölgedeki operasyonlar sırasında gerçek yer­ lerini bulur. Her kademedeki personel zamanın Genelkurmay Başkanı Org. Doğan Güreş'in 1994 Temmuzu sonunda söylediği gibi bölgede görev süresini tamamladığında büyük deneyim kazanmış olur. Bölgede süren DYÇ yavaş yavaş buraya gönderilen personele sosyoeko­ nomik bölge yapısı ve halkla ilişkiler konusunda da bilgi verilmesi ihtiyacını or­ taya çıkarmıştır. Fakat bunun henüz uygulamaya konulmadığı görülmektedir. Operasyonlara sahne olan Doğu ve Güneydoğuya gönderilecek personele TSK değişik hizmet süreleri uygular. Bunlar 2-4 yıl arasında değişir..Muvazzaf kadro mensuplanndan doğuya 3 defa gidenler bundan sonra gene tayin edil­ diklerinde orada sadece 2 yıl kalırlar. Bunun dışında iç güvenlik görevi için İçiş­ leri Bakanlığının isteğiyle bölgeye gönderilen takviye birlikleri ise orada operas­ yonların yapılabileceği mevsim süresince 8-10 ay arasında görev yaparlar. Genelkurmayda Tereddüt Batı dünyasının birçok ülkesinde DYÇ alanında uzmanlaşan subay ve ast­ subaylardan oluşan birlikler ortaya çıkarken Türkiye'de Genelkurmay buna çok uzun süre gerek görmemiştir... Yaklaşım değişikliği Körfez Savaşından sonra Kuzey Irak'ta doğan boşluğa PKK'nın Irak ordusunun bıraktığı silahlarla yerleş­ mesinden sonra durum son derece hassaslaşmca değişmiştir. O zamana kadarki gelişmeler TSK'nin konvansiyonel savaşa yönelik bün­ yesinde değişiklik yaratmamıştır. Ancak bazı komando birlikleri terör ile müca­ delede uzmanlaşmış, biraz da yetişme tarzları ve işlevleri hakkında fazla ayrıntılı bilgi edinilemeyen "Özel Kuvvetler Komutanlığı Personeli" deneyim kazanan devamlı birlikler olmuştur. Yaz dönemlerinde operasyonlar arttığında jandarma subay ve astsubay mevcudu yetersiz kalınca, bölge "Özel Kuvvet" ve komando tugayları ile takviye edilmekteydi. 1994'te bu da yeterli olmayınca Genelkurmay er hizmet sürelerini 4, yedeksubay hizmet sürelerini de 5'er ay uzatarak deneyim kazanmış persone­ lin daha uzun süre yararlı kalmasını sağlamıştır. Bölgede uygulanan strateji ve taktiklerde de önemli değişiklikler yapılmıştır. Bunların en önemlisi muhakkak "Alan Kontrolü ve Alan Hâkimiyeti"dir. Uluslararası kabul görmüş DYÇ doktrinine ve bunun Güneydoğuda son üç yıldır, kısmen de olsa, uygulanmasına rağmen askeri yetkililer "Bölgedeki mücadelede uygulanan teknik ve taktiklerle nizami savaşa uygulananlar ben­ zerlik gösterir" demeyi uzun süre tercih etmekteydiler. 191 On yıllık DYÇ deneyimine rağmen bu görüşün hâlâ sürmesi birçok ya­ bancı askeri gözlemci tarafından olduğu gibi bazı emekli uzman güvenlik men­ suplarınca da yadırganıyordu. Küçük - Büyük Birlik Uygulamaları TSK, PKK ile mücadelede teröristlerin yoğun oldukları bölgelerde büyük kuvvetler, öteki kesimlerde küçük kuvvetler kullanarak hasmın aranması, sap­ tanması ve etkisiz hale getirilmesine çalışmaktadır. Bunda önceliğin personelin can güvenliğinin sağlanmasına verildiği anlaşılıyor. Demokratik bir ülkede bu yaklaşım genellikle uzmanlarca kabul görmekteyse de, bazı hallerde mücadele­ nin uzamasına, hedeflerin yok edilmesinin gecikmesine yol açtığı da kabul edil­ mektedir. Tehdit azaldığında birliklerin küçültüldüğü ve mücadelenin yayılarak tim düzeyinde sürdürüldüğü ifade edilmektedir. Birliklerin eğitimleri, bölgeye git­ meden değil, daha önce de işaret ettiğimiz gibi, bölgede yapılan kontgerilla ( g e ­ rillaya karşı yapılan aktif mücadele) uygulaması sırasında yapılmakta, bundan dolayı da Genelkurmay askerlik süresinin kesintilerine karşı çıkmaktadır. PKK ile mücadelede tehdit durumuna göre birlik büyüklüğü belirlenir. Bölgedeki tehdide bakıldığında sınırlarımıza yakın bölgelerde, özellikle sınır bölgelerinde, 100-150 ve hatta 200 kişilik grup oluşturarak dolaşan PKK'ya karşı daha büyük birlikler kullanılması gereği vurgulanıyor. Küçük birliklerin terörist mevzilerine gizlice yaklaşma olanağı vermesi ve baskın etkisi yaratmasına karşılık büyük tehdit karşısında riskli oldukları belir­ tiliyor. Bu nedenle tehdidin az olduğu yerlerde küçük birliklerle hareket edildi­ ğinde daha iyi sonuç almıyor. Ancak büyük birliklerin kullanılması sırasında meydana gelecek sorunları gidermek için de önceden yeterli tedbir de alındığı belirtiliyor. Güneydoğuda 1990'ların başına gelindiğinde birçok kesimde yol güvenli­ ği gerektiği gibi sağlanamaz hale gelmişti. Bu durum 1994 başında büyük bir aşama kaydetme noktasına getirildi. Bölgenin büyük kısmında yol güvenliği bütün gün sağlanabiliyordu. PKK eylemlerini ana yollarda daha çok gece bastır­ dıktan sonraki birkaç saatlik bölümde yapmaya çalışıyor, ikinci derecedeki yol­ larda ise karanlık basürırken harekete geçmeyi tercih ediyordu. Artık TSK elin­ deki zırhlı araç ve helikopterlerin artması, bunlann yol kontrollerinde daha etkili şekilde kullanılmalarına imkân veriyordu. Kış bastırdığında PKK'nın ulaşmak istediği yerlere, ancak yollardan geçerek gidebileceği esası kabul ediliyor, bun­ dan dolayı da 1994 ve 1995-1996 kışlarında yol hâkimiyetinin gece ve gündüz sürdürülmesi esası uygulanıyordu. Özellikle 1994 kışmdaki bazı yol kesme olayları daha sonraki dönemler için alınan derslere kaynak olmuştur. Karın 192 yoğun olduğu bölgedeki timlere sağlanan soğuk hava giysileri, karda yürümeyi kolaylaştıran ayakkabılar ile kar araçları yol hâkimiyetini sürdüren, yol kesmeleri önleyen birimlere gerektiğinde süratle takviye gönderilebilmesini mümkün kılı­ yordu. Yollların üzerindeki ve yakınındaki karakollar ile bunların civarındaki köylerde bulunan korucular da yol hâkimiyetinde görev alan unsurlar arasındaydılar. Yolların aynı noktalarında yinelenen yol kesmeler artık 1995 sonları yaklaştığında Genelkurmayın kabul edemeyeceği gelişmeler halini almıştı. Güvenliği sağlanan yollarda kontrol noktaları arttırıldı. Kimlik kontrolü daha ciddi yapılır hale geldi. Hassas bölgelerde zaman zaman sivil giysiler için­ deki 8-10 kişilik özel timler sivil otobüslere silahlı olarak bindiriliyor yol güven­ liği bir de bu yöntemle kontrol ediliyordu. Gerek TSK içinde gerek genel kamuoyunda moral bozucu etkileri fazla olan "karakol baskınları" Genelkurmayın hassasiyetle üzerinde durduğu husus­ ların başında geliyordu. Kentlerde kışlaların, kırsalda karakolların güvenliği için ayrıntılı direktifler verilirken bunların zaman zaman arzulandığı gibi uygulan­ maması olasılıkları gittikçe en aza indirildi. Karakolların savunmasında gösteri­ len dikkat ile PKK saldırıları karşısında ölü nokta bırakılmıyor, savunma planla­ rının eksiksiz uygulanması hususunda kesin direktifler veriliyordu. PKK'nın karakol savunma taktikleri karşısında zaman zaman saldırı taktikleri değiştir­ dikleri dikkatle izleniyor, bombacı timlerin sızmalarına karşı değişen yeni ön­ lemler alınıyordu. Karakol savunmalarında aydınlanma mayınlan ve aydınlatma havan mermileri kullanılması yaygınlaştınldı. Karakol baskınları sırasında yar­ dım gelecek yolların güvenliği için ateş gücüyle önlem almaya öncelik verildi. Saldırıya uğrayan karakol kendini korurken yardıma gelen birlikler daha ziyade yaya yaklaşmaya öncelik veriyor, geliş ve gidiş yollarının farklı olmasına dikkat ediyorlardı. Bunlar motorlu vasıta kullanmak zorunda kaldıklarında pusuya düşmeleri ihtimali olan noktalarda öncelikle güvenlik önlemi almak, buraları havan, topçu ve tanklarla ateş altında tutmak zorunda bırakılıyorlardı. Yabancı Uzmana Gerek Yok mu? Başka konvansiyonel harekâtlarda olduğu gibi PKK ile mücadelede de birlik komutanlarına geniş inisiyatif verildiği, ancak bu inisiyatifin yasa ve tali­ matların verdiği yetkiler çerçevesinde (Rules of Conduct) kullanıldığı bilhassa belirtiliyor. TSK bu alanda batının deneyim kazanmış ülkelerinden eğitimci aramak yaklaşımına hiç girmemiş, on yıllık deneyim sonunda ortaya bu alanda yetişmiş subay ve astsubayların çıktığı kanısı Genelkurmayın üstdüzeyine egemen ol­ muştur. 193 Bu uzmanların bilhassa tim seviyesinde çok iyi eğitim yaptıracak düzeye kendi çatışmalarda kazanılmış deneyimleriyle geldikleri hep vurgulanıyor. Ani çıkan hedeflere karşı etkili ateş alışkanlığı, gece atışları, hücum atışları, darbeli atış teknikleri, savunma ve saldırı atışları, el bombası atışları, yakın bo­ ğuşma, sürünme ve hedef küçültme eğitimi, gece görüş sistemlerinin etkili bi­ çimde kullanılması, gece eğitimi, 5 kilometrelik tam teçhizatla koşu, manga ve tim eğitimleri, gündüz ve gece savunma, pusu kurma ve pusudan kurtulma, sızma eğitimleri üzerinde dikkatle durulan hususların bir kısmı olmuştur. Özel timler dışında, komando eğitimi gördükten sonra Güneydoğu kırsa­ lında görev alan personelin tim eğitimini ancak deneyimle aldığı anlaşılmaktadır. Timlerin esnek olarak kullanıldıkları ve personelin kişisel güvenliğine, Genel­ kurmay direktifiyle, büyük öncelik verildiği muhakkaktır. İç güvenlik ve asayiş­ ten sorumlu bütün birliklere (DYÇ) ibaresi kullanılmadan, "terör ile mücadele" konusunda eğitim verilmekte olduğu yetkililerce ifade edilmektedir. Bu eğitimin de "dünyadaki gelişme ve uygulamalar da dikkate alınarak son yıllarda tim eği­ timi" olduğu vurgulanmaktadır. Yetkililer "Tim eğitimine başlandıktan sonra operasyonlardan daha olum­ lu sonuç alınmaya başlamıştır. Özellikle gönüllülük esasına dayalı özel harekât timlerinden daha çok verim alınmıştır" diyorlar. On yıldır süren mücadele sırasında zaman zaman görülen PKK pusulan dolayısıyla verilen kayıplarla, karakol baskınlarmdakiler, Ankara'daki batılı as­ keri gözlemcilerin eleştirilerine yol açıyordu. Buna karşı TSK yetkilileri her harekâttan sonra bir değerlendirmenin ya­ pıldığını, değerlendirme sonuçlarının daha sonraki planlamalarda dikkate alın­ dığını, eğitim merkezlerinde, okullarda, personel eğitiminde, sevk ve idarede, birliklerin teçhizinde kullanıldığını söylüyorlar. Teknolojik gelişmelerin de elde edilen tecrübelerle birleştirildiği kaydediliyor. Pusudan kurtulma eğitimi üzerinde önemle durulan bir özel nokta ol­ muştur. Pusuya düşen timin bu durumdan kurtulması için çeşitli eğitim planı hazırlanmış, bunların öncelikle süratle ateş açarak geldikleri yoldan geri çekil­ meleri, konvoy halinde pusuya düşüldüğünde yoğun ateş açılarak çevredekile­ rin daha fazla etkili olmalarının önlenmesi, araçların gerektiğinde terk edilmesi gibi hususları yerine getirmeye hazır olmaları istenmiştir. Talimnameler DYÇ konusunda TSK içerisinde birçok taktik ve teknik talimname v< Bunlar Harp Okullarında, Harp Akademilerinde okutuluyor. Olaylar başladık­ tan sonra elde edilen deneyimler ışığında eğitim, sevk ve idare örgütlenme ko­ nularında birçok bilgi, belge ve kitap yayımlandığı belirtiliyor. Bu yayınların 194 hemen hepsinin üzerinde, en hafif ifadeyle "Hizmete Özel" kaydı var. Onun için yapılanları dünya kitaplıklarında bulunan ve her araştırmacının ulaşabildiği benzerleriyle karşılaştırmak olanaksız. Güneydoğuda tatbik edilen her askeri faaliyet öncesi durum değerlendir­ mesi yapılıyor. PKK'nın imkân ve kabiliyetleri, kullandığı taktik ve teknikler, kuvvetli ve zayıf yanları değerlendiriliyor. Bu değerlendirmeler sonunda elde edilen verilere göre personelin sürekli olarak eğitildiği yetkililerce ifade ediliyor. Taktik ve teknikler böyle geliştiriliyor. Bilhassa erlerin ve yedeksubayların as­ kerlik görevlerine başlarken eğitim merkezlerinde edindikleri yetersiz eğitim sahradaki eğitim ile tamamlanmaya çalışılıyor. PKK terörünün, 1920'ler ve 1930'lardaki Kürt isyanlarında olduğu gibi çok büyük kuvvetlerle, sınırsız asker kullanılarak ortadan kaldırılmasına Türk yet­ kilileri gerek görmüyorlar. "Önemli olan iç güvenlik harekâtında görevlendirilen kuvvetlerin harekâtın gerektirdiği eğitim düzeyi ile imkân ve kabiliyetlere ulaş­ tırılması ve bölücü örgütün vatandaş desteğinden, tamamen yoksul bırakılması­ dır" diyorlar. Kontrgefilla mı? Batı dünyasında gelişmiş ülkeler, örneğin İngiltere ve ABD gerek kendi ülkelerinde, gerek yakın ilişki içinde bulundukları başka ülkelerde DYÇ'lere müdahale gereğini duyduklarında bu mücadele için yetiştirilmiş özel kuvvetler kullanıyorlar. İngiltere'de SAS (Special Air Service), Amerika'da Special Forces (Özel Kuvvetler) var. Türkiye' de de aynı yöntemin kullanıldığını Org. Doğan Güreş görevinden ayrılmadan açıkladı. "Bizde yanlış bir şekilde 'Kontrgerilla' ismiyle adlandırılan 'Özel Kuvvetler' var. Güneydoğudaki görev asıl onların işi" dedi. Ama olayın on yıl içerisinde çok büyük boyutlara ulaşması bastırma harekâtının sadece Özel Kuvvetler ile yapılmasına engel oluyor. Yetkililer; "Her ülke kuvvetlerini, kendi ihtiyaçlarına. ve tehdide göre oluşturur. TSK de bu tehdide karşı, kuvvetlerini oluşturmuş ve eğitimleri de gö­ revin özelliğine uygun olarak yapılır hale getirmiştir. Halen İngiliz ve Amerikalılarınkine benzer biçimde oluşturulup donatılmış Özel Kuvvetler Komutanlığı mevcuttur" diyorlar. Genelkurmay son yıllarda Güneydoğuya gereken önemi atfeder hale ge­ lince Özel Kuvvetlerin varlığının bu iş için yeterli olmadığı anlaşıldı ve hemen süratle ihtiyacın karşılanması için yeni birliklerin eğitimine geçildi. Halen süren eğitimin ihtiyacı tam karşılar hale gelmediği biliniyor. Kamuoyu "kontrgerilla " deyimini ilk defa 1971 yılı 12 Martı sonrası sıkı­ yönetim döneminde duydu. Yıkıcı faaliyetlerle mücadelede TSK'nin bir parçası 195 olan Özel Harp Dairesi mensuplarından bir kısım da görev almıştı. Genelkur­ mayın bu dairesinin görevi ülke bir istilaya uğradığı takdirde oluşturulacak yeraltı-mukavemet teşkilatının kurulup işlemesini sağlamaktı. Bu İstiklal Savaşı sırasındaki çete savaşlarına benzer bir mücadeleyi çağdaş koşullar içinde ger­ çekleştirecek "daire"nin kamuoyuna olumsuz bir görünüm vermesine bazı men­ suplarının soruşturmalar sırasında Türk şüphelilere düşman muamelesi yapması neden olmuştu. Zamanın Genelkurmay Başkanı Org. Semih Sancar bu durumdan zaman zaman çok rahatsız olduğunu konuşmalarında bize ifade etmiştir. Özel Harp Dairesinden NATO üyelerinin birçoğunda bulunan Özel Kuv­ vete geçerken Org. Güreş'in de ifade ettiği gibi yanlış kullanılan "kontrgerilla" deyimi de geldi. İç güvenlik dilinde gerilla sözcüğü iki anlamdaki deyime girmiştir; antigerilla ve kontrgerilla. Bunlardan birincisi gerilla saldırılarına karşı edilgin, ikin­ cisi ise etkin mücadeleyi ifade eder. Sanıyoruz Güneydoğudaki mücadele ilk aşamasını tamamladığında, PKK faaliyetleri en düşük noktasına indirildiğinde, artık mücadeleyi kontrgerilla mücadelesinde Özel Kuvvetler sürdürecektir. Org. Güreş bu alanda yetişen elemanlann"Müthiş bir güç" oluşturduklarına inan­ maktaydı. t İstihbarat Yeterli mi? Yetersiz mi? PKK'ya karşı sürdürülen mücadelede istihbaratın yetersiz olduğunu, ye­ tersiz kaldığını eski içişleri bakanlarından ve başbakanlardan Yıldırım Akbulut ve İsmet Sezgin açıkça söylemişlerdir. Mücadelenin can alıcı noktalarından birini oluşturan istihbarat sadece TSK'nin yaptığı bir çalışma değildir. Orada MİT ve Polis İstihbaratı yanında TSK de istihbarat yapar, ama bu istihbarat sınırlıdır. Yetkililer "Mevcut yasalar doğ­ rultusunda, Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesinde terör ile mücadele eden TSK'nin istihbarat sorumluluğu sadece taktik ve teknik seviyede kalmaktadır. Örgütün işbirlikçileri, destekleyicileri ile olan bağlantılarına ilişkin istihbarat ise devletin diğer kuruluşlarınca yerine getirilmektedir. Bu konuda sön zamanlarda (1994 içinde) gözle görülür bir gelişme olduğu müşahade edilmektedir" demek­ tedirler. Yetkililerin gözlemlerine göre PKK'ya darbe vuruldukça bölge halkının cesaretlendiği ve haber kaynaklarının arttığı görülmektedir. İstihbaratın artışı 1994 ortasındaki mevcut durumun gelişme düzeyiyle paraleldir. PKK hakkında sürekli olarak bilgi edinilmesi, bütün taktik ve tekniklerinin silahlarının öğrenilmesi, yakalanan unsurların vakit geçirilmeden uzman birim196 lerce sorgulanıp elde edilen bilgilerden yararlanılarak en kısa zaman birimi içe­ risinde harekete geçilmesi bölgedeki bütün birliklere emredilmiştir. Toplanan bütün bilgilerin bir merkezde bilgisayarlara yüklenmesi de esastı. 1994 ortasında PKK'nın bulunduğu bölgeler genel anlamda biliniyordu. Mevsim koşullarının elverişli hale gelmesi ve sürdürülen operasyonlar nedeniyle PKK bulunduğu bölgeleri değiştirmekte ve deşifre olmamış yeni bölgelere doğru kaymaktaydı. Bu dönemde örgüt içerisinde hızlanan çözülmeden söz etmek mümkün hale gelmişti. Kaçışların artışı istihbaratın gelişmesinde çok büyük rol oynuyor­ du. Yetkili makamlar gelişen teknolojiden de istihbarat alanında yararlanıldığım vurguluyorlardı. Tabii istihbarat akımının artışında en büyük rolü devletine duyduğu ya­ kınlık arttıkça bölge halkının oynaması kaçınılmazdı. Sayıları 50 bin civarına ulaşan geçici köy korucularından ne kadar yararlanılabildiği ise hep tartışmalı bir konu olarak kalıyordu. 1995'e girilirken artık PKK riski az, ancak propaganda etkisi fazla eylemleri tercih eder hale geldi. Kış Operasyonları 1994-95 kışı öncesinde kendilerine kritik bölgelerde güvenli yerler arama kaygısına düştüler. Bölgeye kar yağdığında izlerinin havadan saptanması çok etkili şekilde yapılabildiği halde, Ankara'daki yabancı uzmanlar bilhassa Tunceli bölgesine birkaç yüz militanın sızdığı kanısındaydılar. Kış döneminde hedef PKK üzerindeki baskının sürdürülmesiyle ağır dar­ belerin etkilerinin giderilmesinin engellenmesi ve daha önceki dönemlerde ol­ duğu gibi toparlanıp eğitimlerinin yapılmasına olanak verilmemesiydi. Bunun için de bir taraftan kışın barınacakları mağaralara yiyecek istif etmelerinin en­ gellenmesi için geniş çaplı bir "yiyecek engellemesi" kampanyası yürütüldü. Kentlerden köylere giden yöre halkının kendi zorunlu ihtiyacı dışında ne yiyecek ne de malzeme götürmemesi için ciddi kontroller oluşturuldu. Bu kontroller zaman zaman mahalli siyasilerce "insan hakları ihlalleri-halk üzerine insafsız baskılar" şeklinde gösterilmek istendi. Oysa PKK'nın ihtiyacı olan yiyeceği bula­ mamasının sağlanması DYÇ doktrininin bir parçasıydı. Nitekim bu yöntem etkili şekilde uygulanınca PKK tarafından propaganda amacıyla dağda birkaç gün tu­ tulmuş olan bir Japon turist grubu PKK'lılarm ne büyük bir yiyecek sıkıntısı içe­ risinde olduğunu görüp serbest bırakıldıklarında Ankara'daki Japonya B. Elçili­ ğine bunu anlattılar. Dağda kaldıkları süre içerisinde Japon turistler de PKK militanları gibi günde sadece üzerlerine biraz pekmez sürülmüş birkaç dilim kuru ekmek yemiş, çay içmişlerdi. 197 Kış dönemleri TSK için PKK örgütünün kırsal bölgede yok edilmesi konu­ sunda imkân getirir oldu. Alman tedbirlerle militanların kentlere inmesinin engel­ lenmesine çalışıldı. Kış teçhizatlı timlerin bölgeyi etkili kontrolleri sağlandı. istihbaratın gelişmesine kış dönemlerinde de bölgedeki bütün karakolların hareketli timleri aktif olarak katılmaya başladılar. Çevrelerini kar araçları ve he­ likopterlerin yardımıyla da dikkatle izliyor, saptadıkları en küçük değişiklikleri bile vakit geçirmeden ilgililere bildiriyorlardı. PKK işbirlikçilerinin izlenmesi artık daha kolay hale geliyor, kısmen merkezileştirilen istihbarat bu noktada bölge ve adlar üzerine de işlenmeye başlıyordu. Kuzey Irak'a 1995 başında yapı­ lan harekâtın ise TSK'ye çok büyük istihbarat olanakları sağladığını yabancı as­ keri istihbarat uzmanları "operasyondan elde edilen en önemli kazanç" olarak adlandırdılar. Halk Desteğinin Önemi PKK'nın bölgede sürdürdüğü türden mücadelelerin kilit noktası "halk desteği"nin kimin yanında olduğudur. TSK halk desteğinin devlet yanında ol­ masının sağlanması görevinin hükümete düştüğü kanısındadır. Bu yöndeki ça­ lışmaları da hükümetin yapması gerektiğini düşünmektedir. Hükümet ise bölge halkına ekonomik ve sosyal alanda büyük katkılar sağlayacak olan çalışmaları planladığını ifade etmektedir. 1993 yazında DYPSHP Koalisyon Hükümeti kurulduğunda ilk toplantılardan biri Diyarbakır'da yapılmış, bu toplantıda bölgeye çok büyük yatırımlar yapılması kararlaştırılmış, fakat bölgede PKK etkisi gerektiği gibi kınlamadığından plan ertelenmişti. TSK'nin bu konudaki eğilimi sosyoekonomik kalkınma alanında genellikle doğru olsa bile DYÇ konusunda ön planda önemli olan bölge halkıyla güvenlik güçlerinin sürekli temasında oluşan havadır. Batının DYÇ el kitaplarında daima yer alan bir husus, güvenlik güçlerinin mücadele alanındaki halkın sevgisini ve kafasını kazanmasının önemidir. TSK yetkilileri "Türk Silahlı Kuvvetleri icra ettiği her türlü faaliyette eli kanlı cinayet şebekesi bölücü örgüt ile, devletine ve milletine gönülden bağlı bölge vatandaşını ayırt etmeye büyük özen göstermektedir " diyorlar. Ama bunun ne derece uy­ gulama aşamasına dönüştüğü hakkında fazla kanıt olduğunu söyleyebilmek kolay değildir. Bunun sebebi de TSK'nin halkla ilişkiler alanında gerektiği kadar eğitim görmemesinden ileri gelmektedir. Kâğıt üzerinde devletin bölge halkına yönelik yapması düşünülen faali­ yetleri şöyle özetleniyor; -Vatandaşa gerçeklerin anlatılması ve vatandaşla ilişkilerin geliştirilmesi, -Bölgeye kamu hizmetlerinin götürülmesi ve ekonomik yatırımların arttı­ rılması, 198 -Korucu sisteminin yaygınlaştırılması, -Devletin gücünün ve kararlılığının her fırsatta gösterilmesi, -Çalışmalar sırasında vatandaşın incitilmemesi, her türlü sorununa çözüm bulunmasına çalışılması, teröristin baskı ve şiddetine karşılık devletin şefkatinin gösterilmesinin ön planda tutulması, -Mülki amirler ve birlik komutanlarının katıldığı köy gezileri ve huzur toplantılarının sürdürülmesi, -Güvenlik kuvvetlerinin doktor, dişçi gibi sağlık olanaklarının bölge hal­ kının hizmetine sunulması, -Bölgeye gönderilecek personelin eğitiminde halkla ilişkiler konusuna ağırlık verilmesi, vatandaşın dini inançlarına, gelenek ve göreneklerine saygı gösterilmesi... kâğıt üzerinde uyulması gereken hususlar arasında yer alıyor. Ama bunların bırakın olağanüstü hal bölgesinde, Türkiye'nin olaysız diğer böl­ gelerinde bile ne kadar uygulanabildiği çok şüpheli değil midir? Bölgeye yapılması gereken sosyoekonomik yatırımların PKK tarafından engellenmek istendiğini kabul eden güvenlik yetkilileri şöyle konuşuyorlar; "Yapılan çalışmalara rağmen terör örgütü devlet olanaklarının bölgeye akışını önlemeye çalışıyor. Sabotaj ve eylemler yatırımcı müteahhitlere getirilen haraç ve tehditler ortadan kaldırılmadıkça devlet bölgeye istediği gibi yaklaşamayacakta" diyorlar. Başbakan Çiller ise 1994 ortasında artık mücadelenin ikinci aşamasına geçilebileceğini söyleyip ilk adımın bölgeye büyük konut yatırımlarıyla atılaca­ ğını ifade edip konut yapımına büyük kaynaklar ayırıyordu. 1995 içerisinde ta­ mamlanacak binlerce konuttan söz edildi. Ancak bu alanda beklenenin gerçek­ leştiğini söylemek mümkün değildir. Koruculuk Sistemi Korucu sistemi DYÇ'lerde daha önce başta Güneydoğu Asya ve Afrika ülkelerinde olmak üzere, birçok yerde ingiltere ve Fransa tarafından kullanıl­ mıştır. Sistem, esasta ayaklananlara karşı yöre halkının yönetim yanlısı bölümünü kullanmadan kaynaklanır. Güneydoğuda halkın büyük çoğunluğu devlet yanlısı olduğundan "Geçici Köy Korucuları" sisteminin canlandırılması ve geliştirilmesi hiç güç olmamıştır. PKK koruculuk sistemine daha başından karşı çıkmış, ilk ortadan kaldırı­ lacak bir hedef olarak görmüştür. Bundan dolayı da korucusu olan köyler, koru­ cuların aileleri ilk PKK hedefleri arasında yer almışür. Korucuların silahlanın bırakmalarına çalışılmıştır. Silahını bırakanlara "af" ilan etmiştir. Bölgedeki ko­ rucular, bölge halkının devlet yanında olduğunun önemli bir göstergesidir. 199 PKK ve onu destekleyen çevreler bölgedeki koruculuk sisteminin zora dayandığını öne süregelmişlerdir. Ama sayıları 50 bini aşan bu insanların, aksine koruculuğu çeşitli bakımdan çekici bulduklarını gösteren çok işaret vardır. Son zamanlarda bölgedeki havanın değişmesi, güvenlik güçlerinin PKK'ya karşı açık üstünlük-kontrol sağlar olmaları 1984'ten bu yana devlet yanında yer almayan köylerden de korucu olmak için istekte bulunanların sayısının artması­ na neden olmuştur. Köy korucularının seçilmesi, düzenlenmesi, silahlandırılması ve kullanıl­ ması İçişleri Bakanlığınca yürütülmektedir. Korucular bölgede güvenlik güçle­ riyle birlikte kullanılıyor. Güvenlik güçlerine kılavuzluk yapıyorlar. Gerektiğin­ de PKK ile silahlı çatışmalara girerek köylerini koruyorlar. Kritik tesislerin ve iş makinelerinin korunmasında da görev alıyorlar. Yol güvenliğinin sağlanmasına yardımcı oluyorlar. Gözetleme, keşif ve istihbarat görevlerinin yerine getirilme­ sinde çalışıyorlar. Bunlar Türkiye'nin savunma konseptinde yer alan "Avcı Birlikleri" teşki­ latına da benzetiliyor. Nizami kuvvetler lehine kuvvet tasarrufunda bulunduk­ ları da ifade ediliyor. Terörün sona ermesinden sonra, gerektiğinde köy koruculuğunu oluştu­ ran kadroların ihtiyaç duyulan yerlerde avcı birliğine dönüştürülmesi de-müm­ kün görülüyor. Köy korucuları sisteminin eleştirilen bazı yönlerinin ortadan kaldırılması ve sistemin daha etkin yürütülmesi için de çalışmalar yapılıyor. Korucuların mevcudiyeti dünya kamuoyuna yöre halkının temelde PKK karşısında olduğunu da gösteriyorlar. 1993'te köy koruculuğu sistemine yenilikler eklendi. PKK saldırılarına karşı hassas ve korumasız olan köylere baskınların artması üzerine köy muhtar­ larının talebi ve mülki amirin onayı ile terörist saldırılarına karşı köylerini koru­ mak isteyen köylere silah dağıtılmak suretiyle gönüllü köy koruculuğu da ihdas edildi. Böylece istekte bulunan 13 ilde 7 bin 155 gönüllü köy korucusu görevlen­ dirildi. Köy Koruculuğu sisteminin PKK'yı ne kadar rahatsız ettiği ortadayken başta DSP Genel Başkanı Bülent Ecevit olmak üzere bazı iyi niyetli birkaç siya­ setçinin bu sistemin kaldırılmasını istemeleri hayretle karşılanıyor. Sistemin ak­ sayan taraflarının düzeltilmesi için yapılan öneriler ve eleştiriler ise güvenlik makamlarınca ciddiyetle ele alınıyor. S o n Yıllarda Aşamalar Cumhuriyetin ilk yıllarındaki Kürt ayaklanmalarında da görülmüş olduğu gibi bölge halkı genellikle devletin yanında olmuştur. Hele devlet gücünü gös200 terdiğinde, aynı zamanda halka sıcak ve anlayışlı davrandığında bu tavır daha da açık olmuştur. 1984'ten sonraki ilk yıllarda Ankara'nın olaya siyasi açıdan bakıp küçümser görünmesi PKK'nın baskı ve ağırlığını arttırınca çaresizlik içinde ona destek veren kırsal alan daha sonraki yıllarda bu baskıdan, terörden kurtulabildiği oranda desteğini devlete kaydırmıştır. Devletin güç ve kararlılığını gösterdiği Şırnak ve Cizre'de yaşanan nevruz olayları PKK'nın kışkırtmalarının diğer bölgelere yayılmasını önlemiş, amaçlarının gerçekleşemeyeceğini halkın görmesine yardım etmiştir. Bu da o günlere kadar PKK yanında yer alan birçok kişinin tavır değiştirmesinde rol oynamıştır. PKK ile mücadelede en önemli unsurun halk desteği olduğu, bu desteğin PKK'dan alınıp devlet yanına geçirilmesinin ne denli önemli olduğu tartışılamaz. Bütün dünyadaki bu tür mücadeleler halk desteği olmayan ayaklanma girişim­ lerinin başarısızlıklarıyla sonuçlanmıştır. Bu gerçek 1984'ten bu yana siyasi çev­ reler yanında güvenlik güçlerine de çok yavaş olmakla birlikte yerleşmiştir. PKK bölgedeki insanlara ölüm ve yaşam olarak iki seçenek sunmuştur. İsteklerinin yerine getirilmemesi halinde toplu kıyımlara başvurmuştur. Devletin ve güvenlik güçlerinin yaklaşımı zamanla alınan dersler ve ülkede gelişen ha­ vayla koşut olarak, hukuk kuralları içerisinde suçluların cezalandırılması şek­ linde olmaktadır. Bazı güvenlik yetkilileri PKK'nın yöntemlerine benzer baskı yöntemlerinin kullanılmamasının bir kısım halkın PKK'ya verdiği desteğin sür­ mesinde rol oynadığına inanmaktadır. Ama baskı ve şiddet ile destek kazanma kolay bir yoldur. Devletin bunu uzun süre uygulaması düşünülemez. DYÇ ile ilgili bütün araştırma ve kaynaklarda görüldüğü gibi ayaklanan­ larla mücadele eden hükümetlerin mutlaka meşruiyetlerini korumaları ve yü­ rürlükteki yasalara göre hareket etmeleri gerekir. Bu kendilerine hem içte, hem de dışta destek sağlanmasında ana unsurlardan biri olmaktadır. İkinci Dünya Savaşı öncesinde bilhassa Afrika'daki bazı mücadelelerinde hem Almanya, hem de Fransa bu kuralı hiçe sayan uygulamalarda bulunmuş­ lardır. Ama o günlerin koşulları içerisinde dünya kamuoyunun aldırmadığı bu uygulamaların günümüzde sürdürülmesi olanaksızdır. PKK bu satırların yazıldığı ana kadar, on bir yılda hedefine ulaşamamış, katliamlar, zorla haraç almalar, çocukların dağa çıkarılması, bölgedeki vatan­ daşta moral ve ekonomik açıdan büyük bir bıkkınlık yaratmıştır. Sonuçta bir kısım halk bölgedeki il ve ilçelere, bir kısmıysa batı illerine göçe mecbur olmuş­ tur. Bunda PKK'ya destek verdiği bilinen ve bu tutumunda ısrarlı görünen bazı köylerin boşaltılması da rol oynamıştır. Böylesine köy boşaltma ve hatta boşaltı­ lan köylerin bir daha isyancılar tarafından kullanılamaması için yakılması yön­ temleri kontrgerilla mücadelesi yapılan DYÇ bölgelerinde dünyanın her tarafın­ da, bu mücadeleyi sürdüren ülkelerin güvenlik güçlerince, uygulanmıştır. 201 Güneydoğuda da göç olanağı bulunmayan bölge halkı çıkar yolun devlet yanında yer almakta olduğunu görmüştür. Bu noktada devlet PKK baskısına karşı her yerde güvenlik güçleri korumasını her an sağlayamayacağından yer yer köylüler koruculuk başvurularında bulunmuş, kendi kendini korumaya başla­ mıştır. Güvenlik güçleri halk desteğinin sağlanmasında onlara güvenli ortam ya­ ratmanın şart olduğunun artık bilincindedirler. Batının bu tür mücadele tekniğini doktrinleştirmiş bütün ülkelerinin DYÇ el kitaplarında "bölge halkının güvenliği sağlanmadan başka hiçbir adım anlamaz" kuralı yer alır. Bölgede güvenliğin sağlanmasında muhakkak son 2-3 yıl içerisinde uygu­ lanan yeni konseptin rolü önemlidir. Bu konsept Jandarma Genel Komutanı Org. Eşref Bitlis zamanında temel­ leri atılıp çerçevesi hazırlanan plan DYP-SHP Koalisyonu döneminde ve bilhassa Tansu Çiller'in Başbakanlığında uygulanmıştır. Genelkurmay Başkanı Org. Doğan Güreş de kamuoyu karşısında kendini bu esasını alan kontrolü ve alana hâkimiyet teşkil eden uygulamaya angaje etmiştir. 1994 başında uygulanmasına geçilen bu yeni kavramlara göre TSK'ce PKK'nın ana üslerinin bulunduğu alanlara bir plan içerisinde büyük çaplı ve uzun süreli operasyortlara geçildi. Bu alanlar PKK'dan temizlendi. Temizlenen bölgeleri kontrol altında tutacak, PKK'nın buralara geri dönmesine imkân verme­ yecek kuvvetler bırakıldı. Bu sırada hem kontrol altındaki alana hem de çevre alanlara, varlıkları tespit edilen yerdeki küçük PKK birimlerine de nokta operas­ yonları yapılabiliyordu. Bu sırada bölge tamamıyla kontrol edilip bölge halkına güvenlik sağlanabildiğinden, yaratılan hava içerisinde istihbarat yollan artıyor, bilhassa işbirlikçiler hakkında daha etkili bilgiler toplanabiliyordu. Alan hâkimiyeti kavramı içerisinde bölgedeki bütün demiryolları, otoyollan, devlet yolları başta olmak üzere her seviyedeki yollarda gece gündüz yol güvenliği sağ­ lanması ve bu yolların tam kontrol altında tutulması da hedefler arasındaydı. Alan hâkimiyeti ilkesi gereğince bölgedeki bütün birliklere sorumlu ol­ dukları alanlar tahsis edildi. 1994 içerisinde sağlanan kontrol 1995'te bölgeye yeni birliklerin şevkiyle daha sağlamlaştırıldı. Ankara'daki yabancı askeri uzmanlar bu kadar büyük birliklerin bölgeye kaydırılmasını son derece "etkileyici" bulur­ ken, "Bunu ancak TSK yapabilirdi" diyorlardı. Alan kontrolü kavramı çerçevesinde birliklerin ateş, hareket ve zırhlı ko­ ruma yetenekleri de arttırıldı. PKK'dan temizlenen bölgelerde yeni iç güvenlik karakolları açılmaya başlandı. Bu karakollarda üslenen birlikler hem buralarda dinleniyor, hem de timler halinde sürekli hareket halinde bulunuyor, geceleri bölgelerinde PKK birimlerini arayıp imhaya çalışırken onlar gibi gündüzleri ha202 reketsiz kalıyorlardı. Bünyelerinde en az 2-3 tim bulunan karakollar kendilerini takviyeye gelen birliklere elde ettikleri bütün bilgileri veriyorlardı. Daha az güç­ teki karakollar birleştirildi. En az ikişer tim halinde operasyonlar yapan, dağ ko­ mandosu eğitimi görmüş bu bölgede en az bir yıl kalarak deneyim kazanan mü­ cadelelerinin gerektirdiği bütün çağdaş silah ve araç gereçle donatılmış bu timler karşısında PKK bölgeyi iyi tanımasından doğan önceliklerini süratle kaybedi­ yordu. TSK timleri de kendi sorumluluklarına tahsis edilen bölgeyi avuç içleri gibi tanır hale geliyor, böylece bölgede girilmedik alan bırakılmıyordu. Karakol­ ları ana üslere bağlayan yolların sürekli açık bulundurulmasına öncelik verildi. Artık bölgedeki bütün birlikler etkili hale getirilmişti. Cumhurbaşkanı Demirel'in başbakan olarak iktidara geldiğinde gördüğü atıl manzara ortadan kalkmıştı. Gece olsun, gündüz olsun bölgenin her yerinde TSK, sürekli PKK'yı kovalama, arama, bulma ve yok etme amacıyla harekât halindeydi. DYÇ doktrinine uygun şekilde sürekli mücadele küçük birimlerle yapılırken büyük kuvvetler gerekti­ ğinde kuşatmalar için alana giriyor geniş temizlik, süpürme operasyonlan ger­ çekleştiriyor, bir yandan da PKK gruplarının bölge dışına kaçmalarını önleyecek önlemler alıyordu. Bunu yaparken de araziyi çok iyi bilen koruculardan yarar­ lanıyor, gerektiğinde büyük tim taşıyan helikopterlerle süratli tim indirmeleri yaparak kaçmak isteyen PKK militanlarının yollarını kesiyordu. TSK 1994 ve 1995 içerisinde DYÇ stratejisine tam uygun olan dağlık arazi­ de yaya olarak süratle hareket edebilen, PKK birimleri karşısında yeterli ateş gücüne sahip, gece harekâtı, sızma ve pusu yapabilen timlerle etkili operasyonlar gerçekleştirebilir hale geldi. Gece PKK'nın bulunduğu bölgeye sızan timler, sabah onlarla etkili şekilde mücadele edecek noktalara gelmiş oluyorlardı. Böylece durum 1984'ten sonra ilk defa yepyeni bir dengeye kavuşuyordu. Ama Genelkurmay Başkanı Org. İsmail Hakkı Karadayı bu durumu ilan etmeyip sadece kapalı kapılar ardında, kendine özgü üslubuyla, devlet yetkililerine yan­ sıtıyordu. TSK kendisine verilen görevi yapıyordu, ama sorun bütün devlet me­ kanizmasının eksiksiz işlemesiyle çözümlenebilecek bir sorun idi. Sınırda Durum Sınırdaki birliklere Kuzey Irak ve İran'dan gelmeleri muhtemel unsurları durdurma görevi verildi. Ama öncelikle kendi yakın güvenlikleri için gereken önlemleri almakla görevliydiler. Pusu, gözetleme ve keşif faaliyetlerine hareketli biçimde gece gündüz devam ettiler. Karakollara yapılan takviyelerle PKK geçiş yollarına nokta operasyonlan yapar hale geldiler. Böylece çevrelerindeki hâkim araziyi de kontrol altında tutabiliyorlardı. Artık sınır karakollarına PKK saldırısı görülmez olmuştu. Bölgelerindeki PKK faaliyetlerini izlemek, bunlar hakkında bilgi toplamak da görevleri arasm203 daydı. Karakollar kendilerini üslerine bağlayan yollann açılması ve hâkimiyet altında tutulmasında da sorumlu tutuldular. Bunun için de arazi koşullan elver­ dikçe zırhlı ve mekanize olanaklardan yararlandırıldılar. Onlara da sorumluluk alanları verildi. Sınırdan büyük PKK gruplarının geçmeye kalkmaları ihtimaline karşı operasyonlar için sınır birlikleri yer yer tabur büyüklüğüne çıkanldılar. Bu bir­ likler en gelişmiş telsiz, termal kamera, gece görüş cihaz.anyla ve gerektiğinde bunların onarımını yapabilecek teknisyenlerle takviye edildiler. Kamuoyunun, medyanın ve siyasi iktidarla parlamentonun açık ve güçlü desteğini arkasına alan güvenlik güçleri de operasyonlarda başarılı olmuşlardır. 1984'te başlayan PKK tedhişinin dönüm noktası 27 Mart 1994 yerel seçim­ lerinde bir kez daha sergilenmiş, arhk bölgedeki halk desteğinin devlet yanında olduğu görülmüştür. 1993 yılı içerisinde tartışması yapılan "yerel seçimler Gü­ neydoğuda yapılabilir mi?" konusu, alman bazı önlemlerin de yardımıyla, olay­ sız çözümlenmiştir. Bu halkın tutumunun göstergesi olarak da yorumlanmıştır. Seçimler öncesi PKK yaptığı yoğun girişimlerle halktan sandık başına gitmeme­ sini istemişti. Bunun mümkün olamayacağının anlaşılması üzerine- değiştirdiği taktik ile geçersiz oy kullanılması propagandası yapıldı. Fakat sonuç yüzde 86 katılma ve yüzde 13 geçersiz oy oranıyla PKK için tam bir başarısızlık oldu. 1994 ortasına doğru ortaya çıkan gelişmeleri yorumlayan güvenlik güçleri kaynakları şöyle diyorlardı; "Önümüzdeki dönemde vatandaşın örgütten deste­ ğini tamamıyla çekeceği, örgütün mali ve finans kaynaklannm azalacağı, icra edilen operasyonlarla örgütte ağır çöküntülerin başlayacağı emareleri alınmış bulunmaktadır." Güvenlik güçleri PKK ile mücadeleleri sırasında gerekli halk desteğinin sağlanmasının bir "hükümet sorumluluğu" olduğunu düşünüyorlar. Hükümetin ekonomik ve sosyal konularda geniş çalışmalar yaptığını da biliyorlar. Kendile­ rinin ise bütün faaliyetlerinde teröristlerle devletine bağlı bölge vatandaşını ayırt etmeye büyük önem verdiklerini söylüyorlar. Devletin diğer örgütlerinin, özel­ likle bölgedeki vatandaşlara gerçekleri anlatmasını ve onlarla ilişkilerini geliştir­ mesini, bölgeye kamu hizmetlerinin götürülmesini, ekonomik yatırımlann arttı­ rılmasıyla işsizliğin azaltılmasını, devlet güç ve kararlılığının her fırsatta gösterilmesini istiyorlar. Yapılan öneriler arasında mülki amirler ile birlik ko­ mutanlarının kabldığı köy gezileri ve huzur toplantıları yapılması, güvenlik kuvvetlerinin doktor, dişçi gibi sağlık olanaklannm bölge halkının hizmetine verilmesi, bölgeye gönderilecek personele mutlaka halkla ilişkiler hakkında eği­ tim sunulması, vatandaşın dini inançlarına, gelenek ve göreneklerine saygı gös­ terilmesi de var. Yatılı bölge okullannm yaygmlaştınlması, ortaöğretim yurtlannın kurulması faaliyetlerinin hızlandırılmasının önemine de işaret ediyorlar. 204 İstihbaratçı Gözüyle Güneydoğudaki olayları 1984'ten itibaren yakından izleyen bazı istihbarat deneyimli gözler PKK hazırlıklarının 1982'de başlamış olduğu kanısındalar. Aşağıdaki değerlendirmeler bu tür kaynaklardan, zaman zaman yapılan konuş­ malarla elde edilmiş bilgilerden oluşmuştur. "Bölge, 1984'teki girişimleriyle olayları başlatanlar tarafından çok iyi ince­ lenmiştir. Dağlarda aylarca rahat rahat kalabilecek olanakları hazırlamışlardır. Bunun için lojistik düzenlerini kurmuşlardı. Yüzlerce sığmak ve mağara vardı. Bu­ ralarda bol miktarda silah ve cephaneyle yiyecek depo edebiliyorlardı. Buna karşı­ lık, özellikle mücadelenin başlangıç yıllarında, asker dağda kalamıyordu. Dağda faaliyet gösterme durumunda olan jandarmanın bu mücadele için ne eğilimi, ne de silah, araç gereç donanımı uygundu. Askerlik hizmeti için ülkenin batısından gelen gençler dağa hiç alışık değil­ lerdi. Daha sonraki yıllarda, jandarmaya komando eğitimi verilmesi ile bu sakınca giderilmeye çalışıldı. Buna karşılık PKK militanları çocuk yaşta toplanıp yurtdı­ şındaki kamplarda eğitiliyorlardı. Zaten hayatları da genellikle bu dağlarda ve zor koşullar içerisinde geçmişti. Bunun için de şimdi zor koşulları yadırgamıyorlardı. PKK mensuplarının yaşları çok gençti. 30'u geçmiş az bulunuyordu. Son yıl­ larda hızlı militan kaybını telafi edemediklerinde 14-15 yaşındakileri de toplamak zorunda kaldılar. PKK bölgedeki ailelerden zorla çocuklarını alıyordu. Eğitip bölgeye sürü­ yordu. Bunlardan biri çatışmalarda öldürüldüğünde aile devleti suçluyordu. Yerine başkasını yolluyordu. Çocuğunu kaybeden aileye örgüt destek veriyor, aile kazanı­ lıyor, propagandası yapılıyordu. Halkın böylece etkilenmesinin sağlanmasına çalı­ şılıyordu. Bu durum bilhassa devlet güvenlik güçlerinin bölge halkına tam güvenlik sağlayamadığı. PKK'nın coğrafyaya hâkim bir kısım noktaları kontrolünde tuttuğu zamanlarda geçerli oluyordu. PKK bölgeyi on eyalete bölmüş, örgütü buralarda yerleştirmişti. Köy ve kentlerde bölge insanları arasından seçtiği yöneticiler hem çevrelerini gözetleyip sürekli istihbarat yapıyor hem de bölge halkını kontrolleri altında bulunduruyorlar­ dı. Kırsal alanda silahlı mücadele sürdürenler ise, daha çoka yurtdışında 45-90 gün arasında eğilim görüyorlardı. Eğitim sadece silahla ilgili değildi. Coğrafya, bölge halkıyla ilgili bilgiler, ideolojik eğitim ile militanlar ne için mücadele ettiklerim bilir hale getiriliyor, yönlendiriliyordu. PKK'da disiplin son derece katıydı. Verilen kayıplar yöneticileri hiç etkilemi­ yordu. Buna karşılık TSK başta bütün güvenlik güçleri yöneticileri kendilerine veri­ len görevlerin "ölmeden" yerine getirilmesini en önemli kural olarak alıyorlardı. Birlik komutanları komutalarmdaki er, erbaş, astsubay ve subayların can güvenlik­ leri üzerine titriyorlardı. Birliğinden 2-3 şehit veren komutan hakkında ağır soruş­ turmalar açılıyordu. 205 Olaylar 1984'te patlak dıkları, olaylar bağladığında hakkaktı. Bu teşhis hatasının başlayarak tavandan tabana verdiğinde istihbarat örgütlerinin hazırlıksız yakalan­ da mahiyetlerinin tam olarak teşhis edilemediği mu­ tabandan tavana olduğu gibi zamanın başbakanından doğru da sürdüğü görülüyordu. En önemli boşluğun bölgedeki olayların özünün doğru teşhis edilememesin­ den, bu konuda öne sürülen bazı doğruların dikkate alınmayışından doğduğu inancı birçok gözlemcide hâkim bulunuyor. Bu teşhis hatalarının başında kendisiyle mücadele edilen gücün niteliğine ilişkin değerlendirme geliyor. Bu güç aslında klasik kuvvetlerle karşılanacak bir güç değildi. PKK hareketi Cumhuriyetin ilk yıllarındaki Kürt isyanlarına hiç benzemi­ yordu. Bu gerçek çok uzun süre kabul edilemedi. Bu süre içerisinde DYÇ kavramı yıllarca kimsenin ağzına almadığı bir askeri kavram olarak kaldı. Adı bile bilinme­ yen bir mücadele şeklinin ne olduğu yıllar sonra anlaşıldı. Ancak o zaman gereği yapılmaya başlandı. Genelkurmay bölgede O HAL ilanından memnun değildi. Mademki iktidarlar sorumluluğu o bölgede bir valiye vermek istiyordu, valiye bağlı olarak çalışacak bir jandarma asayiş kolordusunun bu işin üstesinden geleceğine inanıyordu, o halde üstlerine aldıkları sorumluluğun gereğini yerine getirmeleri gerekti. Bu yaklaşımdan dolayı 1990'ların başına, Körfez Savaşına kadar Genelkurmay bölgedeki komutan­ ların birliklerini takviye isteklerine sıcak bakmadı. Ancak bu savaştan sonra Kuzey Irak'ta doğan otorite boşluğundan yararlanan PKK ciddi bir gelişme gösterince durumun önemi kabul edildi ve Genelkurmay işe el koydu. (Bu gelişmeyi zamanın Genelkurmay Başkanı Org. Doğan Güreş bizimle yaptığı bir konuşmada ayrıntıla­ rıyla anlatmıştır.) PKK bölgedeki sabit askeri birlikler hakkında daima çok iyi istihbarat yap­ mış, onların hareketlerini hem kendisi uzaktan gözetlemiş, hem de bilhassa uzun başlangıç yıllarında kontrol altında tuttuğu bölge halkının bir kısmının verdiği bilgilerden yararlanmıştır. Bu durum 1993'ten sonra süratle PKK aleyhine değiş­ meye başlamıştır. PKK'nın acımasız oluşu istihbarat olanaklarını uzun süre canlı tutmuştur. Kendisine destek vermeyen, emirlerini yerine getirmeyenleri acımasızca cezalandı­ rıyor, öldürüyordu. Kendilerini yakalayamazlarsa yakınları yok ediliyordu. Çocuk, kadın, yaşlı ayrımı yapılmıyor. Mezralar basılıyor, evler yakılıyor, böylece çevreye dehşet salınıyordu. Halk en küçük hatada öldürülüyor, böylece çevre üzerinde kont­ rol muhafaza edilerek istihbarat yolları da canlı tutuluyordu. TSK'nin başta bölgedeki bütün güvenlik güçlerinin topladığı, ya da onlara başka kaynaklardan ulaştırılan istihbaratın hemen değerlendirilerek kullanılması, icra edilmesi gerek. 1993'e kadar bu alandaki zaaf hemen hemen bütün bölgede kendini gösteriyordu. Zamanın İçişleri Bakanı Nahit Menteşe bir konuşmasında bu aksaklığın düzeltilmesi, tüm istihbaratın bir merkezde toplanarak değerlendirilip en 206 kısa sürede Böylece icra edilecek hale gel/nesi direktifini başbakanın çok kaynaktan, saptayacak bir çok yönlü koordinasyon ancak gelen 1994 istihbarattan içerisinde verdiğini söylemiştir. hangisinin doğru olduğunu gerçekleştirilebilmiştir. İstihbarat konusunda kimin neden sorumlu olduğu hakkında yetkililer arasın­ da bile zaman zaman görüş ayrılıkları sürmüştür. Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) stratejik istihbarat yapmakla görevli bir örgüttür. Taktik istihbaratın askeri kaynak­ lardan ve polisten gelmesi gerektiğini düşünenler vardır. Ama genellikle istihbarat eksikliğinden söz edildiğinde yetkililerin akıllarına hemen MİT gelmiştir. Ama geçen yıllar içerisinde polisin de kentlerde istihbarat olanaklarını çok geliştirdiği muhak­ kaktır. Harekât alanlarındaki askeri birliklerin istihbarat olanakları ise, kendilerine verilen sürekli direktiflerle arttırılmak istenmiştir. Özellikle '"alan hâkimiyeti ve alan kontrolü"' kavramları uygulandıkça TSK kontrolü altındaki bölgede istihbarat bakı­ mından etkili olmuştur. PKK ile silahlı mücadelede, güncel olaylarda önemli olan taktik istihbarat dengenin güvenlik güçleri lehine dönmesiyle büyük bir gelişme göstermiştir. Bölge halkı kendisine sağlanan güvenlik arttıkça güvenlik güçlerine daha yaklaşmış, yar­ dımcı olmuştur. Ama bütün bu aşamalar sırasında köy korucularından istihbarat alanında beklenilen verim bir türlü sağlanamamıştır. Bunda çeşitli unsurlar gibi eğitim eksikliği rol oynamıştır. Bölgede istihbarat eksikliğinden, bilhassa olayların başlangıç yıllarında, şikâyet edilirken kimi istihbaratçıların da "Bazı baskınlar hep aynı tehdit yerlere oluyor. Neden acaba bu olaylardan gereken ders alınıp gerekli tedbirlere başvurul­ muyor? Bunlara bir türlü son verdirilemiyor?" diye düşündükleri anlaşılıyordu. Çeşitli istihbarat örgütünün 1984'ten itibaren PKK'nın bölgedeki faaliyetle­ rinin en hassas noktaları hakkında bildirdikleri bazı görüşlerin birleştikleri hususlar oluyordu. Ama bazı kaynaklar bu ortak noktalar üzerinde bile gerekli uygulamanın yapılmadığı izlenimi taşıyorlardı. PKK'nın bulunduğu bu on eyalet toplanan ve üzerinde uzlaşmaya varılan istihbarat için tam uygulama alanı olabilirdi. Acaba bu uygulamanın yapılamayışının sebebi o yıllarda bölgedeki güvenlik güçlerinde ye­ terli yapının mevcut olmayışı mıydı? (Bu sorunun yanıtım zamanın Genelkurmay Başkanı Org. Güreş bi­ zimle yaptığı konuşmalarda vermiş, yapı yetersizliğini doğrulayıp b u n u n sonradan nasıl giderildiğini de açıklamıştır.) 1993 sonuna kadar bölgede uygulanan mücadele taktiği gündüz PKK'ya karşı operasyonların yapılması, gece karakollara veya kışlalara çekilerek savunma ted­ birleri alma şeklindeydi. Bu durumda, daha çok savunması zor yerlerde inşa edilmiş karakollara ya­ pılan baskınlarda, ilk aşamada karakol civarındaki nöbetçilerden şehit veriliyordu. Bu ortam içerisinde bölgedeki bütün birliklere daha iyi eğitim verilmesi ve "eşkıyaya 207 karşı onların yöntemleriyle mücadele edilmesi"ne geçildi. Yapılan hazırlıklar 1994 başında, yerel yönetim seçimlerinden önce uygulama aşaması buldu. Durum böylece yavaş yavaş olmaktan çok. hızlı bir değişim sürecine girdi. Artık kırsalda karakollarda dinlenen komando eğitimi görmüş timler, gece haftanın birkaç günü mücadeleye uygun destek silahlarıyla bölgede PKK avına çı­ kıyordu. PKK kaçmaya, bu timler kovalamaya başlamıştı. Böylece bölge temizleni­ yor ve temizlenen alan. getirilen yeni birliklerle kontrol altında tutuluyordu. 1994. teknolojinin bölgede en iyi uygulandığı yıl oldu. Özellikle sınırların bazı yerlerinde kullanılabilen termal kameralar büyük PKK gruplarının hareketle­ rinin belirlenmesinde yararlı oldu. Genellikle karakollara, yer yer sınır karakollarına, içerisinde saldırılar azaldı. küçük birliklere 1994 yılı 1993'e kadar gelinirken bölgedeki mücadelede TSK'nin konvansiyonel müca­ dele, düzenli ordu mücadelesi sürdürdüğü görüldü. Ancak bundan sonra bölgede faaliyet gösterecek birliklere dağ komandosu temel eğitimi verilmeye başlandı. Bu çok kısa süreli eğitim üzerine bölgedeki faaliyetleri sırasında kazanacakları beceri­ lerin ekleneceği, böylece ortaya PKK karşısında onların yöntemlerini daha iyi uy­ gulayarak mücadele edecek kuvvetin çıkacağı düşünülüyordu. Temel eğilimin esasını eratın dağlık bölgede sırtında belli bir silah ve ku­ manya yüküyle dağlara lırmanabilmesi teşkil ediyor. Böylece PKK mensuplarıyla mücadele edebilmek için dağ koşullarına alıştırılıyor. Ama böylece düzenli kuvvet­ ler birden Düşük Yoğunluklu Çatışmanın gerektirdiği yöntemlere tam geçmiş ol­ muyor. Ancak özel kuvvetler, özel timler gerekli eğitimi tam alabiliyorlar. Jandar­ manın komando eğilimli timleri ise, ancak uzun deneyimlerden sonra ve ne yazık ki tam terhis edilecekleri sırada görevlerine alışmış oluyorlar. Oysa PKK'da ölünceye kadar görev yapma devamlılığı esastır. Bekaa ve Kuzey Irak kamplarında eğitildik­ ten sonra bölgeye gelenler artık bir daha ancak kaçarak PKK'dan ayrılabiliyorlar." 208 İKİNCİ BÖLÜM Güneydoğu olaylarıyla ilgili olarak birçok askeri ve sivil yetkiliyle Türk ve yabancı uzmanlarla son altı yıl içerisinde sayıları yüzü aşan geniş konuşma yapıldı.Bunlardan bir kısmından kitabın birinci bölümünde yer yer yararlanıldı. Bir kısmı : güncelliklerini yitir­ meyenler ile sürüp giden DYÇ'nın gerek izlenmesine gerek anlaşılmasına yardımcı ola­ caklara ise bu bölümde yer verildi.. • 209 ASKERLERİN DEĞERLENDİRMESİ PKK'ya karşı Türk devletinin sürdürdüğü mücadele başlangıcında bölgedeki polis ve jandarma ile yapılmak istendi. Sıkıyönetim askerlere göre "çok erken" kaldırılınca TSK kenara çekildi. Bu dönem 1990 başlarına kadar sürdü. Sonra Org. Güreş zamanında TSK işin içine doğrudan girdi. Ve artık denge değişmeye başladı. Bu dönemleri başta eski Cumhurbaşkanı Kenan Evren ile iki genelkurmay başkanı olmak üzere mücadeleye damgasını en açık ve en bilinçli şekilde vuran zamanın Jandarma Genel Komutanı Org.Eşref Bitlis ile, Milli Güvenlik Kurulu'nda uzun süre Genel Sekreterlik ve bölgede 3.Ordu'da Komutanlık yapmış olan Org. Sabrı Yirmibeşoğlu ile, gene bölgede Kolordu Komutanlığı yapmış Korg. Suat İlhan ile Diyarbakır'da 2.Hava Kuvvet Komutanlığı yapmış Korg. Şadi Güvenç ile yapılmış konuşmaları "Askerlerin Değerlendirmesi" bölümünde bu­ lacaksınız. Eski Cumhurbaşkanı Kenan Evren ile 1992 yılı şubat ayında konuştum. Kenan Evren: " B U İ Ş A S K E R İŞİ D E Ğ İ L . Ö Z E L T İ M G E R E K " Kışlalı- S i z c e Türkiye'nin en önemli sorunları nelerdir? E v r e n - Güneydoğu durumu başta gelir. Bu konuda verilecek yanlış tavizler bizi çok zor durumlarla karşı karşıya getirir. Bu konuda çok hassas olmamız lazım. Kabuk tutmuş yarayı kaşıyarak bu hale getirdik. Bence ekonomiden de önemli durum budur. Kışlalı - S i z i n g ö r e v s ü r e n i z içinde n e d e n bu k o n u n u n ü s t e s i n d e n g e l e m e diniz? E v r e n - Biz üstesinden gelmiştik. 1984'e gelinceye kadar bir olay olmadı. Kışlalı - Sizin C u m h u r b a ş k a n l ı ğ ı d ö n e m i n i z d e d e m e k istedim. E v r e n - 83 seçimlerinden sonrabenim cumhurbaşkanlığım başladı. Ben artık tam Anayasaya göre cumhurbaşkanı idim. Yetkilerimi hiçbir zaman aşmadım. Aşmamaya çok dikkkat ettim. Bazı konularda müdahele ettim. Ama o müdahale nihayet tavsiye mahiye­ tindeydi. Uydular veya uymadılar. 211 Kışlalı - Milli Güvenlik Kurulu Başkanı olarak etkili olamaz mıydınız? Evren - Hep MGK'na atıf yaparlar. MGK'da herşey konuşulur. Bazen hükümete tavsiye kararı verilir. Bazen da verilmez. Hatta doğru dürüst zabıt bile tutulmaz. MGK Genel Sekreteri ne tutabilmişse ancak o kadar. Stenograflar falan yoktur. Açsınlar şimdiye kadar ne tavsiye kararı alınmış? Bunlardan kaç tanesi uygulandı? Kışlalı - Neden uygulanmıyor? Evren - Birçokları için 'uygulansın' filan denmiştir. Ama sonra üzerinde durulma­ mıştır. Kışlalı - Olaylar o kararlar uygulanmadığından mı tırmandı? Devam etti? 1984'den sonra... Evren - Yalnız 84'den sonra demiyelim. Tarihten gelen birşey bu. 84'tensonra dış mihrakların da tahrikiyle gelişti. Bizim ile arası iyi olmayan komşularımız var. Bir de Ermeni meselemiz vardı. Sonra Kıbrıs. Bunlar da Türkiye üzerinden ne yapabiliriz diye tahrik için kullanıldı. Bulgaristan da kullandı. Jivkov temsilcimize söyledi. Biz orada Türk asıllı Bulgar vatandaşlarına yapılan mezalimi, haksızlıkları ileri sürünce o da 'Siz de Kürtlere aynı şeyi yapıyorsunuz' demiştir. 'Biz de onları kullanırız' demeye başlamışlardır. Kışlalı - Sizce ne yapmalı? Evren - işi alevlendirmemek lazım. Bu meseleyi partiler arası bir anlaşma ile bir yere oturtmak lazım. Elbette bazıları alınacak. Bazıları kararlara karşı çıkacak. Ama büyük çoğunluğun kabul edeceği bir hal tarzını uygulamak lazım. Kışlalı - Herhalde bu konu devlet için yeni bir konu değil? Evren - Tabii değil. Bu konuda o kadar çek etüd yapılmıştır ki. Taç tane var. 60'lı senelerden beri bilirim. Kışlalı - Ekonomik-sosyal tarafları hakkında mı? Evren - Ekonomik-sosyal taraf. Mahalli memurların istihdam edilmemesi. Oranın ekonomik bakımdan kalkındırılması, iş sahası açılması. Vatandaşların kültür seviyelerinin yükseltilmesi. Bütün bu konularda raporlar var. Arşivde neler var. Ama bunlar küllenmiştir. Orası hakikaten ihmal edilmiştir. Kaç defa gidip gördüm. Sizinle de gittik. El atılmamış. Kışlalı - Neden acaba? Evren - Bazı sebepler yok değil. Allah oraya pek imkan da vermemiş. Araziyi bili­ yorsunuz. Dağlık bir muhit. Bazı şeyler yapılamadı. 'Bundan evvel birşey olmuyordu buna rağmen' denilebilir. O zaman herkes sadece knedi muhitini biliyordu. Dış dünyayı bilmi­ yordu. Televizyon da çok şeyi değiştirdi. Şimdi 'Devlet beni ihmal etmiş' de deniyor. Uzun tarihi ihmalden gelen bu durumun cezasını şimdi biz çekiyoruz. Bu nesil çekiyor. Kışlalı - Eskiden benzeri olaylar olmuş ama onlar askeri harekat ile bastırıl­ mış. 84'ten sonra da sıkıyönetim ve oloğanüstü hal ile bastırılmaya çalışıldı. Şimdi demokrasi içinde daha yumuşak yaklaşım denenecek. Bu durumda acaba nasıl ne­ tice alınacak? 212 Evren - Şimdi ortada askeri harekât ile halledilecek durum yok. O zaman onların hepsi ülke içindeydi. Dıştan yardım görmüyorlardı. Şimdi öyle değil. Güneyimizde Irak'ta kamplar kurup eğitim yapıyorlar. Silah ye teçhizat temin ediyorlar. Suriye'de de var. Bekaa Vadisinde. Onlara sorarsanız 'Bekaa Vadisi'ne hakim değilim' diyorlar. Kim inanır? Suriye Başbakanına söyledim. 'Abdullah Öcalan'ı niye barındırıyorsunuz?' dedim. Bana 'Biz onu kontrol altında tutuyoruz' dedi. Yalan. Orada kongre topladı, iran'da da kampları var. İrak da bize biraz kırgın. Orada meydana gelen Kürt hareketlerinde karşısına çıktık. O da şimdi tavır alıyor. Yaparsan bulursun... Ben 78 senesinde Irak'a Genelkurmay Başkanı olarak gittiğimde Saddarrr Başbakandı. 'Kürt meselesini karşılıklı halledelim' dedim. Bana 'Biz bunu hallettik' dedi. 'Şimdi problem sizde var' dedi. 'Bilgi alış-verişinde bulunalım. Onun için geldim' dedim. Bana 'inanayım mı size?' dedi. Ben tabii bu söze alındım. 'Ben buraya Genelkurmay Başkanı olarak geldim' dedim. O zaman şöyle elini dizime vurup, 'Kardeşim Kenan' dedi, 'aynı şey için bundan evvelki hükümetlerin temsilcileri de geldiler, isimlerini vermeyeyim, işbirliği yapalım dediler. Sonra hiç ses çıkmadı.' dedi. 'Kusura bakma onun için sordum' dedi. Geldiğimde Ankara'da bunu aynen anlattım. Bu problem sadece bizim değil. Türkiye, Suriye iran ve Irak biraraya gelip konuşmalı. Kışlalı: Bir de tamamiyle bizimle ilgili bir yanı var bu problemin. Toprakları­ mız üzerindeki durum. Onu nasıl halledeceğiz? Evren: O başka. Devlet, devletliğini bilecek. Gösterecek. Oranın halkı eğer Devlet yanındaysa, Devlet gücünü yanında hissediyorsa Devlet ile beraberdir. Aksi varsa. Dış destekle PKK mı başkası mı daha üstün gözüküyorsa, güç onlarda gibiyse, halk da bunu hissediyorsa, onların yanındadır. Bir zamanlar güç şıhların elindeydi. Halk da onların ya­ nındaydı. Parti liderleri de şıhlarla temas ederlerdi. Kışlalı: Şimdi ne yapmalı? Evren: Uzun vadeli bir konu. 84'ten sonra çok konuşuldu. O bölgede çok dağınık yerleşim bölgeleri var. Hepsine polis-jandarma vermek mümkün değil. O zaman Atatürk za­ manında çıkarılmış bir kanuna, kır bekçileri kanununa sarıldık. Onlara görev verilsin. Muhittini biliyor. Bir senelik askerlerle bu iş halledilmez, dedik. Köy korucuları böyle kuruldu. Devamlı değil, muvakkat olacaktı. Ama sonra çok genişledi. Yerine yavaş yavaş polis güçleri gidecekti. Köylü de yanında devleti bulacaktı. PKK da o gücü gösteremiyecekti. Suçsuz kimseleri, sırf kendi güçlerini göstermek için katlettiler. Şimdi karakolları basıyorlar. • Kışlalı: PKK'nın faaliyetleri önlenemez mi? Evren: Onlara karşı alınacak tedbirler var. Teknoloji de çok ilerledi. Bir kilometre­ den gece gelen insanı tesbit eden radarlar var. Çok pahalı ama alınabilir. Kışlalı: Neden alınamıyor? Evren: Bilmem. Bizim zamanımızda da konuşuldu bunlar, alacağız, vereceğiz, dediler. Hâlâ öyle duruyor. Sınır boyu ışıklandırılsın. Telörgü yapılsın. Mayın tarlaları te­ şekkül etsin. Yol yapılsın. A*ma bunlar bir yere geldi ve durdu. Bazı köylerin boşaltılması gerekiyor. Tam sınır üzerinde 32 köydür bunlar. Irak'tan başlayıp iran hududu dahil. Bunlar 213 I geriye alınsın, dendi, Kararlar vardır. MGK'nda alındı. O zaman sorumlu Devlet Bakanı Karaevli'ydi. İşte size bir misal. Kışlalı: Genelkurmay'ın üzerine düşeni yapıp yapmadığı tartışılıyor, oralar­ daki karakollar sınırda kaçakçılık önlensin diye kurulmuş. Teröriste karşı değil. Şimdi yeni yeni buralara komandolar gönderiliyor. Evren: Bu askerin işi değil, Kışlalı, Asker bu duruma göre eğitillmiyor. Bu özel ye­ tiştirilmiş, özel eğitim görmüş, bunlarla savşabilecek kabiliyete erişmiş timlerin görevi. Polis, paralı jandarma falan olabilir. Gelip bir yıl sonra terhis olacak kimselerle bu iş yürü­ tülmez. Kaç defa söylemişimdir. Biraz daha üzerine gidin diye. "Efendim bin kişilik kurduk. 2 bin oldu" derler. Ama yetmez. "İstanbul'umuz da var. Şurası burası da var" derler. Böyle olunca ihmal edilir. Anarşistlerle mücadele edebilecek özel eğitim görmüş gözüpek insan­ lara ihtiyaç var. O zaman söyledik. Aman, halka iyi muamele yapın, halkı karşımıza al­ mayalım, halkın bir günahı yok, dedik. Jandarma yeni gelmiş. Bazan gayri kanuni şeyler yapabilir. Orada mücadele edecek kuvvetler araziyi, karşının taktiklerini iyi bilmeliler. Hu­ dutta baskına uğrayanlara üzülüyorum. O karakolların etrafı mayınlarla çevrilemez mi? Birkaç tank veya zırhlı araç konamaz mı? Çinliler 6 bin kilometre set yapmışlar istiladan korunmak için. Biz bu kadar hududu koruyamamışız. Duvar örülsün demiyorum ama ışıklandırma vs. yapılamayacak şeyler değil. Bugün, yarın derken zaman geçiyor. Karşı taraf da bundan yararlanıyor. Kışlalı: Şimdi günahsız halk ile onlar ayrılacak. Devlet gücü hissettirilecek. Eskiden teşhis de tedavi de yanlıştı, deniyor? Evren: Yanlış idiyse şimdi doğrusu yapılsın. Görelim. İnşallah iyi netice alınır. Belki dedikleri doğrudur. Ama bunun sonu neye varır? Bunlara birşeyler verip başımızdan sa­ valım da mı diyecekler yarın yoksa? Kışlalı: Böyle bir yaklaşım kamuoyunda taraftar bulur mu? Evren: Bulmaz tabii bulmaz da... Bakın Türkiye ekonomik meselelerini halleder. Atatürk döneminde de 29 ekonomik krizi oldu onu da anlattık. 70'li yıllarda krizi de atlattık. Ama bu öyle değil. Çok uzun vadeli bir mesele. Herkes, bilen bilmeyen kaşımamalı. Hiç evveliyatına hakim olmayan biri çıkıp da şöyle yapılmalı derse olmaz. Kışlalı: Dil meselesi mi? Evren: O konu yanlış anlaşıldı. Sanki Kürtçe konuşmak yasakmış gibi. Yasak toplantı, seminer, kongre gibi yerlerde konuşulacak dilin resmi, Türkçe olmasıyla ilgiliydi. Yokse heryerde konuşurlardı. Bugüne kadar kim mahkemeye verilmiş? Ben cumhurbaşkanlığı'ndan ayrılmadan da konu oldu... Söyledim. Kanunun değiştirilmesine taraftarım, dedim. Biz öyle bir dönem geçirdik ki belki sıkı tedbirler o zaman için gerekliydi, O tedbirleri almasak 80,83 arası kısa sürede halledemezdik. Anayasa için de öyle düşünüyorum. Aradan uzun zaman geçti. Çok değişiklikler oldu. Anayasa da değişebilir tabii. 214 Genel Kurmay Başkanı Org. Doğan Güreş ile hem görevdeyken 1992 Şubat ayın­ da, hem de emekliye ayrıldıktan sonra 1995 yılı Kasım ayında yapılan ayrıntılı konuş­ malar da bu bölümde. PKK'ya karşı mücadelenin dönüm noktası Org. Güreş'in görev sü­ resi içerisinde 1993'den sonra oluştu. 'TERÖRÜ KISA SÜREDE SONA ERDİRECEĞİZ" Genelkurmay Başkanı Org. Doğan Güreş konuşma konusu Güneydoğu'daki PKK'ya karşı mücadele olunca bir konuya hemen açıklık getiriyor, TSK işin içine tam gir­ meden şöyle konuşuyordu: "Bu harekât Genelkurmay'ca yürütülen bir harekât değil. İçişleri Bakanlığınca, Olağanüstü Hal yasasına göre Bölge Valisi ve ona bağlı harekât yapan jandarma kolordusunca yürütülen bir harekâttır." Kendisinin ve karargâhının bu harekât için emir vermediğini, ancak gerekli hissedilen teçhizat ve birlikleri temin ettiğini, onlara eğitim verildiğini söylüyordu. Uluslararasında "Insurgency vvarfare" veya "Low Intensity Conflict" denilen bu tür harekât daha önce imparatorlukları olan İngiltere, Hollanda, Fransa gibi ülkeler ile ABD gibi başta Vietnam gibi birçok ülkede mücadele etme durumunda kalmış ülke kuvvetlerince gerçekleştirilmişti. Org. Güreş şimdi Türkiye'nin de bu konuda büyük tecrübe kazandığını belirtiyordu. Bu konudaki ilk sohbetimizde sorularım ve aldığım yanıtlar şöyleydi: Kışlalı - Neden Güneydoğu olayları 1984'ten beri sürüyor? Org. Güreş - Şemdinli ve Eruh baskınlarıyla 84'te başladı olaylar. Sonraları bas­ kınlarla bazı gençleri de dağa kaldırıp, çoğalma yoluna gittiler. Dıştan ve maalesef içten de destek yapıldı.Olayları Körfez Krizi sonrası orada bir otorite boşluğu olması tırmandır­ dı. Maalesef o komşu ülke silah depolarını onlara tahsis etti. Göçerlerden zorla silah alındı. Başka yollardan da para temin edip bunu silaha çevirdiler. Bundan dolayı silah bakımın­ dan güçlendiler. Şimdi roket kullanıyorlar. Fakat bunlar oradaki güçler karşısında önemli değil. Geçici olarak Olağanüstü Hal Valisi emrine verilmiş jandarma ve benim olan Kara Kuvvetlerinin birlikleri de her şeyden ders almış ve orayı gayet güçlendirmişlerdir. Hepsi komando haline gelmiştir. Askeri Özel Tim adedi defalarca katbekat arttırılmıştır. Bunlar terörist harekâta karşı yetiştirilmiş jandarmanın timleridir. Subay, astsubay ve askerden kuruludur. Polis timleri ayrıdır. Oraya giren Kara Kuvvetleri birlikleri yasal olarak jandarma gibi silah kullanma yetkisini alıyor. Bu timlerde 8 aylık eğitim gören bilhassa astsubaylar 215 var. Bunlar komandonun biraz daha önünde eğitim görmüş kişiler. Oradaki harekât da tim harekâtıdır. Bunların hazırlanması zaman alıyor. Kışlalı - Güneydoğu'daki PKK harekâtının bugüne kadar durdurulamayışının askeri sebepleri nelerdir? Org. Güreş- Bu bilindiği gibi, uzun süreli bir savaştır. Örneğin Batı'da IRA ile sür­ dürülen mücadele 1860'larda başlamıştır. Bu demek değildir ki bizde de bu kadar uzaya­ caktır. Bunda bir cephe yoktur, kim düşmandır bilinmemektedir. Ancak kararlı, iyi eğitilmiş, teçhiz edilmiş ve teşkilatlandırılmış kuvvetlerle bu mücadelede mutlak başarı sağlanacak ve devletin aldığı tedbirlerle kısa zamanda da sonuca ulaşılacaktır. Bilindiği gibi, 1984'te bölgede terör eylemleri başladığında, buradaki jandarma birlikleri tamamen asayiş, ka­ çakçılıkla mücadele ve adli görevlere yönelik konuşlanmışlardı. Kuruluş, teçhizat, malze­ me ile birlikte bu görevlerine uygun eğitime sahiptiler. Müteakip yıllarda olayların devamı üzerine, kısa süreli iç güvenlik eğitimine tabi tutulan jandarma birlikleri son yıllarda alınan tedbirlerle bu tür mücadelenin koşul ve gereklerine uygun olarak eğitilmekte, teşkilatlan­ dırılmakta ve teçhiz edilmektedirler.Bu konudaki sebeplerden bir tanesi de bu mücadelenin özel silah, teçhizat, araç ve malzemeyi gerektirmesi, bunun da mali imkânlar yeterli dahi olsa tedariki önemli bir zaman almaktadır. Örnek: Silahlı helikopterlerin tedariki gibi. Kışlalı - PKK türü harekâta karşı mücadelede uzmanlaşmış birçok ülke var. Hiç onların tecrübelerinden yararlanma düşünüldü mü? Org. Güreş - Dünyanın deneyimli ülkeleriyle işbirliğimiz var. Ama şunu da söyle­ yelim ki biz de çok deneyimliyiz. Senelerdir bu terörle mücadele ediyoruz. O ülkelerle de programlarınız ne? Nasıl uğraşıyorsunuz? diye karşılıklı konuşuyoruz. Ama bilhassa be­ lirtmek istiyorum: Biz de geri değiliz. Ama teşkilattan teşkilata c~~me zaman aldığı için böyle oldu. Jandarma karakol teşkilatından birden buraya geçtiği için zaman alıyor. Kışlalı - Bu PKK türü hareketler (Insurgency vvarfare) konusunda uzmanlaş­ mış bazı yabancı gözlemciler Güneydoğu'da sürdürülen operasyonlar sırasında TSK birliklerinin yeterince eğitilmemiş olduğunu gözlediklerini (Bu husus mücade­ lenin ilk yıllarında özellikle bariz idi, diyorlar) öne sürdüler. Bu iddialar ne derece doğrudur? Org. Güreş - Başlangıçta, yukarıda da ifade edildiği gibi bölgede mücadeleye ka­ tılan jandarma birliklerinin asli görevleri bu tür mücadeleye uygun teşkilat, teçhizat ve eği­ tim ihtiyaçları yeterli değildi. Ancak daha sonra bölgede kullanılan jandarma birlikleri ya­ nında bunları takviye etmek amacıyla tahsis edilen kara kuvvetleri birlikleri, kısa süreli iç güvenlik eğitimine tabi tutularak teçhizat ve malzemeleri de koşullara uygun hale getiril­ meye başlandı. Özellikle son yıllarda alman tedbirlerle şu an çok iyi eğitilmiş birlikler böl­ gede görev yapmaktadır. Ayrıca bu birliklerde görev alan mükellef personel bu konuda uzmanlaşmış iken terhis olmaktadır. Bu mücadelede kısa süreli görev almakta, fakat bunların kısa sürede dahi olsa cesaretlerini ve yaptıklarını inkâr etmek doğru bir hareket tarzı değildir. 216 Şimdi ise daha çok bu konuda profesyonel olarak yetişmiş subay, astsubay ve uzman personelin kullanılmasına başlanmıştır. Kışlalı - Yukarıda sözü edilen tür harekât için TSK ne zamandır ve ne boyutta eğitilmektedir? Org. Güreş - Silahlı Kuvvetlerde, tüm eğitim kurumlarında harp okulları, sınıf okulları ve harp akademilerinde konunun eğitimi yapılmaktadır. Harp akademilerinde daha ziyade konsept üzerinde eğitim verilmektedir. Ancak son birkaç yılda bu konu üzerine daha da eğilinmiş ve bu konuda eğitim merkezleri tesis edilmiştir. Personele yurtiçinde ve yurt­ dışında eğitilmiş uzman personel tarafından eğitim verilmesine başlanılmış ve devam et­ tirilmektedir. Bilhassa jandarma birliklerinde verilen bu eğitime Kara Kuvvetleri birlikleri de tabi tutulmaktadır. Türkiye'nin her yerinde bu tür eğitim yapan ve valilerin isteğiyle kulla­ nıma hazır iç güvenlik birlikleri oluşturulmaktadır. Anılan eğitimin 4-8 aylık bir süreyi kap­ sadığı da unutulmamalıdır. Kışlalı - Bu savaş türü (Insurgency vvarfare) konusunda TSK içerisinde uz­ manlar bulunuyor mu? Genelkurmay içerisinde bu konuyla ilgili birim var mı? Org. Güreş - Silahlı Kuvvetlerin Genelkurmay Başkanlığı dahil diğer kademele­ rinde konunun uzmanları mevcuttur. Yine bütün askeri eğitim kurumlarında bu kurumların eğitim seviyelerine uygun düzeyde eğitim veren uzmanlar bulunmakta ve son zamanlarda konuya daha da özen gösterilmektedir. Uzman personel birliklere eğitim verdikleri gibi terör bölgelerinde de bizzat görev yapmaktadırlar. Kışlalı - PKK'ya karşı etkili mücadele için gerekli (helikopter-gece dürbünleri-zırhlı araçlar gibi) silah, araç ve gereçlerin bugüne kadar temin edileme­ diği doğru mu? Org. Güreş - Arzu edilen düzeyde temin edilememiştir. Bunda etkenin sadece mali kaynak olmadığı, bu çeşit malzemenin tedarikinin çok zaman aldığı da bilinmelidir. Ayrıca şu da unutulmamalıdır ki bir taarruz helikopteri pilotunun harbe hazır duruma getirilmesi 1 -1,5 yıllık bir süreyi kapsamaktadır. Ancak bu konularda öncelikle tedbirler alındığından, ihtiyaç duyulan malzemenin en kısa zamanda sağlanması için gayretler sürdürülmekte ve malzemeler de temin edilmektedir. Kışlalı - 1984'ten bu yana sürdürülen mücadelede giderek halk desteğinin PKK'ya kaymış olmasında güvenlik güçlerinin halk kitlelerine kötü muamele yapmış olmasının yol açtığı iddiaları ne derece geçerli? Org. Güreş - Böyle bir şey yoktur. Bu klasik bir propaganda taktiğidir. Esasen te­ röristlerin taktiklerinde bu tür propaganda daima mevcuttur. Buna asla âlet olunmamalıdır. Halk bunları duyunca pasifize olmakta, bir de halkın üzerinde eşkıyanın dehşet saçması, onları korkutması, sanki halkın bir kısmının eşkıyanın yanına geçiyor gibi görünmesine neden olmaktadır. Şurası açıktır ki halkın oldukça büyük bir kısmı devletin yanındadır. Fakat itiraf etmek gerekir ki bazılarından eşkıyanın tehdidi ve baskısı sonucu istemeyerek müzahir olanlar da vardır. Ama kötü niyetli eşkıyaya yardımcı olanlar da mevcuttur. 217 Kışlalı - PKK'ya karşı mücadelenin esasta polis timlerince sürdürülmesi ve TSK'nin genel emniyeti sağlaması gerektiği görüşüne ne dersiniz? Org. Güreş - Bu içişleri Bakanlığı'nın bileceği bir husustur. Ancak kırsal kesimde nasıl uygulanacaktır, bilemem? Belki de polis için yeni bir düzenleme gerekebilir. Polis şu anda kent içinde faaliyetini sürdürmekte ve çok başarılı olmaktadır.Esasen terörle ilgili bu tür sorunların muhatabı Genelkurmay Başkanlığı değildir. Bölgedeki Asayiş Komuntanlığı görevlerini Olağanüstü Bölge Valisi'ndan alır. O da içişleri Bakanlığı'ndan talimat almak­ tadır. Unutulmamalıdır ki Jandarma Genel Komutanlığı barışta İçişleri Bakanlığı'na bağ­ lıdır. Genelkurmay Başkanlığı Asayiş Komutanlığı'nın talep ettiği destekçi birlik, yeni silah sistemi, malzeme ve eğitim olarak karşılanmakta, ihtiyaç duyulduğunda hava desteği tah­ sis etmektedir. Bölgede sürdürülen operasyonların sevk ve idaresi Genelkurmay Başkan­ lığınca yürütülmemektedir. Genelkurmay Başkanı Org. Doğan Güreş: "BİZİMKİLER BU İŞİ BİTİRECEK " Genelkurmay Başkanı Orgeneral Doğan Güreş, Türk Silahlı Kuvvetleri'nde, bil­ hassa Kara Kuvvetleri mevcudunda, yeni düzenleme dolayısıyla, yüzde 25'e varan bir in­ dirim gerçekleştirilebileceğini düşünüyordu. Alay ve tümen kademelerinin kaldırılmasıyla TSK'nin tabur ve tugaylar ile kolordu ve ordulardan oluşacağını bunun büyük haraket gücü kazandıracağını ifade eden Orgenaral Güreş şöyle konuştu: "Gücümüzden bir şey kaybetmeden, mevcut gücü daha güçlü olabilecek şekilde reorganize ederek, baskın tarzında bir taarruz da beklemediğimize göre ne yapabiliriz?.. Harekât kabiliyeti, komuta kontrol kabiliyeti yüksek ve güçlü bir kuvvet oluşturmalıyız. Sınırdaki tugaylar tam hazırlıklı tutulacak.Kurulacak tugayların sınırdaki riskli bölümde bulunanları yüzde 100 hazırlık tutulacak. Geriye doğru gidildikçe personel yüzde 65'e, hatta bazı yerlerde 25'e kadar düşürülebilir. Ama birliklerin malzeme ve teçhi­ zatı tam olacak. Hatta, sadece mevcut malzemeyi, araçları çalıştıracak kadar indirebiliriz. Topu yağlayacak, hazır tutacak. Bunun için kilit personel yetecek. Böylece durum sefer­ berlik ile değiştirilecektir. Düzeltilecektir. Böylece Kara Kuvvetleri 400 binler civarında 300 binler civarında indirilebilecek. Orgeneral Güreş, buna ilaveten TSK karargâhlarında birçok görevin sivillere veri­ lebileceğini, bu konudaki nihai kararın bugünlerde alınacağını söyledi. Bu durumda, per­ sonel indirimine rağmen, TSK gücünün planlanan silah modernizasyon/arıyla çok daha güçlü hale gelineceğini belirtti. Kara Kuvvetleri'nde bu uygulamanın 1992 sonuna doğru gerçekleşeceğini söyledi. Fakat gerek Deniz, gerek Hava Kuvvetleri'nde aynı oranda indi­ rimin mümkün olmadığına işaret etti. Orada astsubayların kilit rol oynadığını hatırlat­ tı. Etkili seferberlik sistemi üzerinde bir yıldır çalışma yapıldığını belirten Orgeneral Güreş, sözleşmeli subay sisteminin Harp Okulları mevcutlarının azaltılmasına yardım ettiğini, 218 yedek subay adedinin azalacağını, belki de ileride bu sistemin tamamıyla kaldırılacağını söyledi.Askerlik süresinin azaltılmasına karar verildiğini, fakat uygulamanın ne zaman başlayacağının henüz kesinlik kazanmadığını belirten Orgeneral Güreş: "Bu tarih Genel­ kurmay ve Hükümetin koordinasyonuyla kararlaştırılacak. 1992 sonunda asker sayısında azalma olacağını söyleyebilirim, ama bunun ne kadar olacağını belirtemem. Uzman erbaş sistemi de çok büyük ilgi görüyor. Kilit teknik görevlere bunları getireceğiz. Er sayısından da tasarruf yapılmış olacak" dedi. Güneydoğu'da PKK'ya karşı sürdürülen operasyonlar hakkında açıklamalar da yapan Orgeneral Güreş, "Bir nokta çok iyi anlaşılmalı. Orada operasyonları Olağanüstü Hal Valisi ile Jandarma Asayiş Kolordu Komutanlığı yürütüyor. Biz harekâta karışmıyoruz. Emir vermiyoruz. Sadece o birliklerin ihtiyacını karşılıyor, daha fazla birlik isterlerse onu yolluyoruz. Orada her şey İçişleri Bakanlığı'na bağlı. TSK olarak orada savaşmıyoruz. Sistem bu" dedi. Olağanüstü halin yeterli olmaması halinde sıkıyönetimin, o da yetmezse -temenni etmemekle birlikte- teknik olarak savaş halinin gelebileceğini kaydeden Orgeneral Güreş, o durumlarda işin içine TSK'nın gireceğini belirtti. Güreş, olayların 1984'ten bu yana tırmanması sebeplerini analiz ederken de şun­ ları söyledi: "Körfez Savaşı Irak'ta otorite boşluğuna yolaçtı. Bunlara silah verildi. Dış destekler arttı. Böylece güçlendiler. Ama bunlar çok önemli değil. Çünkü buradaki olay­ lardan çok ders alındı. Oradaki jandarma tamamıyla büyük komando eğitimi gördü. Özel timler oluşturuldu. Bu timlerde büyük kısmı 8 aylık özel eğitim gören astsubaylar görev aldı. Oradaki harekât artık özel tim harekâtıdır. Ayrıca tamamıyla profesyonel polis timleri de var. Onlardan bahsetmiyorum. Bu olayların üstesinden gelmek için sabır gerek. Fakat emin olun eğitim son derece gelişmiştir. Sanıldığından daha kısa sürede bizimkiler bu işi bitirecekler. Son harekât hakkında gelen bilgiler de bunu gösteriyor. Son derece başarılı oldular. Nokta gibi sivil hedefleri tesbit ettiler. Karşıdan da bunları doğrulattılar. Harekât hakkında şüphe doğurmak isteyenler sonra mahcup olup özür dilediler. Orgeneral Güreş, Güneydoğu meselesinin mutlaka demokrasi içinde çözümlene­ ceğini belirterek. "Oradaki masum vatandaşı korumamız gerek. Güvenlik güçleri orada gündüz külahlı gece silahlı olanların kimler olduğunu çok iyi biliyor ama ne var ki savcıyı ikna edecek delil gerek" dedi. Genelkurmay Başkanı, şimdiye kadar hükümetlerin TSK'nın meselelerine büyük yakınlık ve anlayışı gösterdiklerini vurguladıktan sonra şöyle konuştu: "Tabii, TSK'da ya­ pılacak yenilikler, yeni silah ve teçhizat bir bütçe meselesi, TSK modernizasyonu, ekono­ mik kalkınmamızla paralel olmalıdır. Ekonomik kalkınmayı durdur, buna ver insafsızlık olur. Bunda bir denge oluşturmak gerekir. Bunda Genelkurmay her zaman Hükümete yardımcı olmaktadır. Ama unutmamak gerekir ki hürriyet biraz da pahalıdır." Türkiye'nin komşu ülkelere göre gayri safi milli hasılasından savunmasına en az pay ayıran ülke olduğunu hatırlatıp ekledi. "Fakat şâyan-ı şükrandır ki, bütün hükümetler TSK'ni gözetmektedir. Mesela bir savunma sanayii kurulmuştur. Bir TSK vakfı vardır. Bu 219 vatandaşın bir cemilesidir. Türk milleti silahlı kuvvetlerine her şeyi verir" dedi. Moderni­ zasyona böyle gidildiğini söyledi. Genelkurmay Başkanı Güreş, iki saate yakın süren konuşmasında birçok güncel konuya dokunup görüşlerini açıkladı. Önemli konu başlıkları ve Orgeneral Güreş'in açık­ lamaları şöyle: PKK: Türkiye'nin bütünlüğünü hedef alıyorlar. Dıştan da destekleniyor, içten de. Birçok ülke insan haklan maskesi altında bunlara destek veriyor. Ama tarih tekerrür ediyor. Teröre destek veren bu ülkeler de daha sonra terör ile karşılaşıyor. Böyle bir şeyin gündeme getirilmesini sıkıntıyla karşılıyorum. TC. bölünmez. Aksini tartışma Atatürk ile bu devletin kurulmasında şehit düşenlere sahip çıkmıyormuşuz havası doğurur. Halkın Güneydoğu'da eşkıyaya destek verdiği doğru değil. Ancak kanlı katillerden korkmaları sebebiyle böyle bir imaj belirmiş olabilir. Halk devleti yanında görünce durum değişir. Yeni hükümetin Güneydoğu'da yetkileri bütün valilere, hatta gerektiğinde kayma­ kamlara verip, ademi merkeziyetçi bir tutum içine girmesinin isabetli olacağını düşünüyo­ rum. Orada mücadele şimdiye kadar da demokrasi içerisinde cereyan etmiştir. Şimdiden sonra da bu meselenin demokrasi içinde çözümleneceğine inanıyorum." Emekli olduktan sonra da 1995 24 Aralık seçimlerinden önce, Kasım içerisinde Genelkurmay Başkanı Org. Doğan Güreş ile bir kere daha Güneydoğuyu konuştuk. Emekli Genelkurmay Başkanı Org. Doğan Güreş, o günlerde gündemde, DYP'den milletvekili adayı idi. Oysa 1994 Ağustosunda emekliye ayrıldığında siyasi hayata girme­ yeceğini düşünüyordu. İstanbul'da Fenerbahçe Ordu Evi tesisleri içerisinde, önemli gö­ revlerde bulunmuş emekli komutanlar için inşa edilen güvenli bir daire kendisi için hazır­ lanmıştı. Tatillerini de Marmaris'in Armutlu'sunda eski cumhurbaşkanlarından Kenan Evren'e komşu olduğu evinde geçirecekti. Ama önce İstanbul yerine Ankara'da oturmaya karar verdi. Sonra da toplumdan beklemediği bir ilgi gördü. Halktan kimle şöyle iki kelime konuşsa kendisine parlamentoya girerek hizmet etmesi öneriliyordu. Doğum yeri olan Kilis'in vilayet olması da gelen baskıların bir başka boyutuydu. Baskılar yanında DYP Genel Başkanı Tansu Çiller ile Genelkurmay Başkanlığı sırasında çok uyumlu bir çalışma gerçekleştirmiş olması da milletvekilliği ihtimalini gelen öneriyle güçlendirdi. Bu gelişmeler neticesi eşi ile bir 'Durum Muhakemesi' yapan Güreş, adaylığa karar verdi. Kendisiyle konuşmamızın önemli bir bölümü de PKK'ya karşı mücadele üzerinde oldu. Güreş, do­ kunduğumuz bütün konularda, şimdiye kadar hiçbir Genelkurmay Başkanında görmediği­ miz açıklıkta görüşlerini ifade etti. Kışlalı - Sizinle Güneydoğu'da 1984'den beri sürüp giden PKK ile mücadeleyi de enine boyuna konuşmak istiyorum. Genelkurmay Başkanlığına geldiğinizde durum neydi? Güreş - Ben 1990 Aralık ayı Torumtay istifa edince görevi aldım. O zaman PKK 220 teröründen daha önce Körfez Krizi vardı. Benim meşgul olduğum konu Irak'ın tutumuyla ilgiliydi. Ne yapılıyordu? Demokrasi olmayan ülkelerde harp ilan etmek gayet kolay. Bize de bir tane sucud füzesi atabilirdi. Bunu yapmaması gerekirdi ama kim bilir demokrasi ol­ madığından her ihtimal düşünülmeliydi. Dolayısıyla 17 Ocak 1991'e kadar, ki o tarihte savaş başladı bu işle uğraştım. Kışlalı - Güneydoğu'daki mücadele sırasında güvenlik sağlandıkça galiba mahalli halkın tutumu da değişti? Güreş - Yok tabii. Halk bıkmış. Size bir şey anlatayım. Şırnak'ın içine 'yardımcı kuvvet' demiş bazılarını yerleştirmişler. Halkın başına istihbaratçı ve infazcı olarak da konmuşlar. Halk sağa sola bakamıyor. Siz gidin oraya gazeteci olarak devletin aleyhine konuşur. Çünkü biliyor kendisini dinliyorlar. Ama gizlice bakarsınız cebinize bir kağıt koy­ muşlar. Çok oldu. Muskalı kâğıt koyup 'Allah seni korusun bizi kurtar' diyenler oldu. O yerleştirilenler temizlenince halk rahatladı ve istihbarat akışı çok gelişti. Bana Şırnak hemşehriliği verdiler. Kışlalı - Şırnak ile ilgili bir olay anlatacaktınız? Güreş - Şırnak'ta hatırlıyor musunuz Silahlı Kuvvetler binalarına ateş açıldı. Ge­ neral Mete Sayar biliyorsunuz büyük olay oldu. Kahramanlık yaptı. O zaman bir Şırnaklı evinden telefon ediyor Genelkurmay'a. Sanıyorum o zaman Genel Sekreterim Hurşit Tolon Paşaydı. Koşarak geldi 'Komutanım bir Şırnaklı diyor ki Genelkurmay Başkanımıza söy­ leyin uçaklarını göndersin bizi yerle bir etsin. Ben de öleyim ama bunlar da ölsün' Vallahi böyle diyor, ağlıyor, dediler. Ertesi gün olaylar durulunca birkaç uçak yolladım. Tabii bombalamak için falan değil. Adamın dediği olsun. TSK'nin varlığını hissetsin diye. Kışlalı - Şırnak'ta gerçekten yapılmak istenen neydi? Güreş - Oraya yerleştirilmiş unsurlar ile orasını ele geçirmekti hedefleri. Sonradan çok gelişen istihbaratımız ile niyetlerini, planlarını anladık. Oraları alıp kurtarılmış bölge yapmak. Uluslararası hukuka göre kendi kontrollerinde bir bölge olacak, oraya asker ko­ yacak, hükümet de kurup para bastı mı, başka üçüncü bir ülke ona resmen yardım edebilir. Bundan önceki durum iç hukuka giriyor. İşte Türkiye bu noktadan döndü. Şimdi herkes rapor hazırlıyor. Hazırlasınlar zararı yok. Herkes yalan yanlış da olsa söylesin. Ama bu çalışmalar sırasında orada uzun süre kalmış, işin pratiğini yapmış olanlarla da konuşul­ sun. Erlerle, asteğmenlerle konuşsunlar. Onlar birer kahraman. Neler biliyorlar. Neler ya­ şadılar... Kışlalı - PKK ne zaman en önemli mesele haline geldi? Güreş - Körfez savaşı bitince. Orada boşluk oldu. Ondan istifade ederek bazı de­ poların boşalmasından yararlandı. Silahlandı. Göç eden peşmergelerin silahlarını aldı. PKK ortaya hortlak gibi çıktı. 1991 'in baharı ve yazında ben büyük endişe içerisindeydim. Hemen büyük bir çalışma grubu kurdum. Ne yapmamız gerektiğini araştırdık. Bildiğiniz gibi Olağanüstü Hal'de Genelkurmay Başkanının bir rolü yoktur. Kışlalı - O halde soruna nasıl yaklaşabildiniz? 221 Güreş - Evet genelkurmay başkanlarının da rolü yok. Kuvvet komutanların da jandarma genel komutanının da. Ohal valisi ile içişleri Bakanının var. Biz birlik istenince veriyoruz. Lojistik desteğini sağlıyoruz. Durum böyleydi. Çalışma grubunda jandarmaya bakıyorum silahı basit tüfek. Eğitim tamamıyla yok. Kır polisi görevinde. Karakolları köy­ lerin yanında çukurda. Baktım ki ben Genelkurmay Başkanı olarak yardımcı olmazsam bu iş kötüye gider. Türkiye bölünür. Durum bu kadar kötüydü. O günlerde göreve gelen Mesut Yılmaz Hükümetine de brifing verdim. MGK'nda da duyduğum büyük endişeyi anlattım. Kışlalı - Bölgedeki fiili durumda sizi endişelendiren neler vardı? Güreş - Nüfus müdürü vekil, oralı. Devlet Su İşleri Müdürü vekil, oralı. Köyişleri vekili oralı. Doktor yok. Ziraatçı teknisyen oralı. Bunların hepsi PKK'nın büyük baskısı al­ tında. Jandarma kendi kendini çukurdaki karakolunda koruma derdinde. Binası yok. Elin­ deki tüfeğinden başka silahı yok. Her gün baskın yiyor. Nereye adım atarsan hemen PKK'nın haberi oluyor. Köyü zaptetmiş. Mezraları komları. Hepsi hakimiyeti altında. Biraz daha geçse bunlar orayı bölüp alacak dedim. Sevr muahedesinin o bölümü uygulanacak. Durum buydu. Komutanları toplayıp çalışma grubunda da tesbit edilen hususları hükü­ mete bildirdim. Kışlalı - Gördüğünüz çıkış noktası neydi? Güreş - Topyekün mücadele. Ama buna da imkân yok. Tayin ettiğin gitmiyor. Kim yapacak mücadeleyi? Gidenler de istifa ediyorlar... Yedi gün uyumadan bunu düşündüm. Sonunda bu işe el atmam gerektiği neticesine vardım. Zaten Cumhurbaşkanı da Başbakan da istiyorlardı. Kuvvet komutanlarına 'El atmam için sıkıyönetim lazım' dedim. Ama bunun bir mahzuru vardı. Türk halkı 'Gene asker geldi halletti' derdi. Demokrasi sivil bir yönetimle sorunu çözerse halkta daha güzel bir imaj oluşacaktı. Hükümetler daha kuvvetlenecekti. Oradaki sivil yöneticiler de kendilerini daha güçlü hissedeceklerdi. Kışlalı - İşin içine fiilen, ama resmen olmadan, nasıl girdiniz? Güreş - Oradakilere yardımcı olarak. MGK'nda da söyledim. Oradakilerin, bölgedekilerin tahrikiyle yapmaya başladık. Kara Kuvvetlerinde muazzam bir eğitim hazırlığına girdim. K. Kuvvetler'de özel-kuvvet eğitimi ile komando eğitimi görmüş, subayları topladım. Onlara kurs açtırdım. Jandarma'yı K. Kuvvetlerine eğitim merkezlerine verdik. Subay ve er yetiştirdik bu mücadele için. Hepsi özel harekâtçıydı. Onlara silah temin ettik. Kara Kuvvetlerinin silahları hâlâ jandarmadadır. Helikopterler K. Kuvvetlerinindir. Rus silahları aldık. Piyasa serbestti. Kanas, uzaktan suikast silahları. K. Irak'ta serbest pazar vardı. Kışlalı - Özel Kuvvetler ne durumdaydı? Güreş - Eski Özel Harp'in yapısını değiştirdik. İngiltere'ye gittim. Araştırma yaptım. Özel Kuvvetler Komutanlığı haline geldi. Alaylar oluştu. Amerika ile temasa geçtim. Çok yakın işbirliği yaptım. Bunlara 1991 sonralarına doğru başladık. Kış idi. Ama helikopterleri yoktu. UH-1 helikopterleri vardı ama tepeye çıkamıyordu. K.K.'nden alıp verdik. Sadece 3 kişi alabiliyordu yüksekte. İşte orada Demirel'in çok rolü oldu. Savunma Sanayiini sık topla­ yarak Skorsky helikopterlerini aldırdı. En ucuz onlar geldi. Ama fabrikanın vermesi 1 -2 sene 222 sürüyordu. Beklemeye tahammülümüz yoktu. Demirel orada işin içine girip ellerinde olanları başkasına verdirmeden aldı. TSK'ne verdi. Bunlar 1992'den itibaren hizmete girdi. Kışlalı - Herhalde bunların harekâta etkisi çok fazla olmuştur? Güreş - Evet. Onlar bizi çok kurtardı. PKK Nevruz'da yapmak istediğini yapamadı. 1992'den sonra toparlanmaya başladık. Silahlarımız, eğitimimiz, subaylarımız, özel kuv­ vetlerimiz toparlandı. Özel Kuvvetler Komutanlığı tam kuruldu. Önce bir alay oldu. Kolay değil eğitimleri iki sene sürüyor. Komando 4-5 ayda olunuyor. Ankara'da eğitiliyorlar. Fev­ kalade eğitim görüyorlar. Başbakanı da götürmüştüm. Müthiş atıcılar yetişiyor. Sonunda üç alayla bir Özel Kuvvetler Tümeni oldu. ingiltere'deki SAS'dan daha büyük. Amerika'da bunlara Delta Force deniyor. Bordo bereliler bunlar. Hepsi gönüllüler. Onlarla vurmaya başladık. Kışlalı - Batıda bunların örnekleri çok... Güreş - ingiltere'yi IRA'yı, İspanya'ya gidip Civil Guardia dedikleri kuvvetleri Bask'ı tetkik ettim. Hepsini öğrendik. K. irlanda'da ingilizlerin küçücük yerde 20 taburları var. Hesap ederseniz bizden üç misli daha fazla kuvvetleri var. Kışlalı - O günlerde kesin konuştunuz? Güreş - Subayını, astsubayını, yedeksubayını ve erini eğitince vurmaya başladık ve o günlerde 1994'ün 95'e bağlayan baharında ben ayrılırken marjinal duruma gelecek­ lerini söyledim. Ve geldi. Sizin basının da 1. sayfasından 4. sayfasına düştü. Şimdi kaçıyor. Yapmıyor mu? Yapıyor ama kime yapıyor? Zavallı mezradaki köylüye. Artık jandarmaya şuna buna nadir. Bu gidecektir. Türk ulusunun bilmediği bir nokta var: Türkiye bir dönüm noktasından geçmiştir. Eğer TSK bu şekilde desteğini verip bu şekilde süratle müdahale etmeseydi neler olabilirdi. Bu başarı subayı, astsubayı ile birlikte Mehmetçiğe aittir. Biz onlara imkân verdik. Kışlalı - Başbakan olarak askeri korudu. Bu orada mücadele edenler için büyük güçtür. Güreş - Evet. Siz bunu biliyorsunuz. Komutan mahiyetini korumalıdır. Haksız yere değil tabii. Başbakan da böyle kaplan gibi durunca Silahlı Kuvvetlerin çok hoşuna gitti. Moralman güçlendi. Bütün başbakanlarla, Özal, Akbulut, Yılmaz, Demirel ile de rahat ça­ lıştım. Demirel'in de bir özelliği var. Silahlı Kuvvetler ihtiyacı söz konusu olunca hemen gereken parayı bulurdu. Hakkını yemeyelim. Kışlalı - Cumhuriyetin ilk yıllarındaki Kürt isyanlarının bastırılmasında da Meclis en büyük mali sıkıntıları yaşarken TSK'nın ihtiyaçları gündeme geldiğinde tereddütsüz bütün tahsisatı vermiştir. Güreş - Öyle olması gerek. Siz biliyorsunuz. İşte Demirel de Tansu Hanım da öyle diyordu. Öbürleri demez miydi? Kısa süre kaldılar. Yoksa onlar da aynı yaklaşımda oldular. Kışlalı - Bir de köy yakma konusu var. Boşaltma konusuyla birlikte. Bu yön­ tem dünyanın birçok yerinde ayaklanmacılarla yapılan mücadelelerde doktrine göre 223 kullanıldığı bilinen bir yöntem.Yalnız köylerinden uzaklaştırılanlara yeni yerler gösteriliyor. Bizdeki durum nedir? Güreş - Gerektiğinde köy boşaltılabilir ama yakma neden? Bakın bu yangınların bir kısmı binaya saklanmış teröriste izli mermiyle ateş ettiğimizde bu mermilerden çıkmış olabilir. Bir kısmı da PKK direktifiyle çıkarılıyor. Böylece hem emir yerine getiriliyor hem de evi yakılanlar devletten yardım almış oluyor. Lice yakınlarında bir komando tugay ko­ mutanı o zaman anlatmıştı. Bir kasabadan veya köyden geçerken dükkânların boşaltıldı­ ğını içindekilerin çıkarıldığını görmüş. 'Havalandırıyoruz' demişler. Sonra da oradan uzaklaşınca dükkânların yakıldığını dürbünle tesbit edip geri dönmüş. Şimdi o komutan tümgeneral.. Bir de PKK'nın çatışmadan sonra köyden kaçarken yaktığı yerler var. Kışlalı - Siz gelene kadar mücadelenin konvansiyonel yöntemlere öncelik verilerek sürdürüldüğü, siz geldikten sonra bu tür mücadelede dünyaca kullanılmış küçük birliklere önceliğe dönüldüğü anlaşılıyor. Bu dönüşüm nasıl oldu? Güreş - Benden evvelkiler hakkında tam olarak bilgi sahibi oldum diyemem. Ama Kara Kuvvetleri Komutanıyken zamanın Genelkurmay Başkanı bizden birlik isterdi. Verir­ dik. Komando ve hava indirme tugayları Güneydoğuya giderdi. Ama o zaman çatışma, sorun yüksek derecede değildi. Daha önce Necdet Üruğ Paşa tümenlerle gidip oraları süpürdü. Olaylar Körfez Krizinden sonra tırmandı. Suriye ve maalesef iran da işin için­ deydi. Eşref Bitlis Paşa benim o zaman sağ kolumdu. Jandarmaya komando eğitimi ver­ dik. Birkaç haftalık temel eğitimden sonra 'On the job training' (görev başındayken eğitim) yaptık. Pusu, baskın, baskından kurtulma ve attığını vurma eğitimine ağırlık verdik. Timler 5-6 ayda bu esas üzerine çok iyi yetiştiler. Bütün yenilikler ve eğitimler 1992 harekâtında kendini gösterdi. Orada büyük başarı elde edildi. O zaman yok oluyordu PKK. Talabani kurtardı onları. Onları Zeli'ye götürerek kurtardı. Kışlalı - Bu genel yaklaşım içerisine Alan Kontrolü ve Alan Hâkimiyeti kav­ ramları getirdiniz? Güreş - Tamamıyla. Bölgelere girdiğinizde o yerden başkasına, oraya girince de başka yere kaçıyor. Alana girip kalacaksın. Oradan kaçan yandakiyle karşılacak. Kaçacak delik bulamayacak. Ayrıyeten takipçiler de var. Her alanı doldurduk, iki yüz küsur bin kişi. Bir de geçici köy korucuları (50 bin kişi). Kaçacak yer bulamayınca dağlarda aç kaldılar. Her şeylerini kaybettiler. Kışın artık hiçbir şey yapamazlar. Bizim hazırlığımız tam. Eksi 40 dereceye dayanan giysiler var. Araçlar var. 1991'de falan duruyorduk. Şimdi kışın durmak yok. Helikopterler büyük hareketlilik sağlıyor. Hele şimdi Fransızlardan yirmi kişi taşıyacak helikopterler de geliyor. 224 Genelkurmay Eski Başkanı Org. Necip Torumtay: zamanın cumhurbaşkanı Turgut Özalin TSK'ni dışarda tutarak almak istediği çok önemli güvenlikle ilgili kararları protesto etmek için istifa etmiş ve kenara çekilmişti. Kendisiyle Güneydoğu konusunda bir geniş konuşma yapmak kolay olmadı. Ama 1995 yılı Şubat ayında Org. Torumtay sorularımızı şöyle cevaplandırdı: •SINIRLARIMIZI TAM KORUYAMIYORUZ " Org. Necip Torumtay 1987 yılında Genelkurmay Başkanı olmadan Türk Silahlı Kuvvetleri'nin çeşitli kesimlerinde önemli görevlerde bulunmuştu. Amerika'da kurs gör­ müştü. VVashington'da dış görev de yaptı. Belçika'da NATO görevinde bulundu. Kıbrıs'ta Kolordu Komutanlığı yaptı. 1979'da Genelkurmay Harekât Başkanlığına getirildi. 12 Eylül'den sonra Amerika'da Atatürk'ün 100. doğum yılı dolayısıyla bir seri konferans verdi. 1982'de orgeneral oldu. Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreter Yardımcılığına getirildi. 1983'de Genelkurmay 2. Başkanı ve sonra da Org.Üruğ'un ayrılmasıyla Genelkurmay Başkanı oldu. Bu görevinde 1990 Aralık ayına kadar kaldı. Hükümetle bazı konularda çıkan görüş ayrılığından dolayı emekli olduğu 1990 sonuna kadar Güneydoğu'da cereyan eden PKK ile mücadeleyi en önemli mevkiden izledi. Bugüne kadar görüşlerini, yayınladığı 'Anılar" dışında pek açıklamayan Org. Torumtay ile Güneydoğu'da süren mücadele hak­ kında şöyle konuştu: Kışlalı - Güneydoğu'daki terör hareketlerinin bastırılmasında Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK)nin de hem Kara Kuvvetleri birlikleriyle ve özellikle Jandarma üniforması içinde görev alması sizce normal mi? Torumtay - Yurdumuzda teröre karşı mücadele iç güvenlik gereğidir ve silaha karşı her şeyden önce silahla mukabeleyi gerektirmektedir. Bu mücadelede gaye devletimize, masum halkımıza ve milli bütünlüğümüze yöneltilmiş olan silahlı tecavüzü etkisiz hale getirmek, tüm yurtta asayiş, huzur ve kamu düzenini sağlamaktır. Güvenlik kuvvetlerimiz bugüne kadar büyük özveri ile ve şehitler vererek bu mücadelede önemli mesafeler al­ mıştır. Asayiş sorumluluğu İçişleri Bakanlığınındır. Ancak sınırdaki ve kırsal alandaki yaygın terör faaliyetlerine karşı Silahlı Kuvvetlerin kullanılması zorunludur. Kışlalı - Son zamanlarda artan bir tarzda dıştan, hatta ABD gibi yakın mütte­ fiklerimizden, PKK terörüne karşı süren mücadelede insan haklarını ihlal ettiğimiz eleştirileri geliyor. Bu konuda öncelik neye verilmeli? İnsan haklarına mı? Ülke gü­ venliği ve bütünlüğüne mi? 225 Torumtay - Mücadelede en önemli ve duyarlı husus, teröristlerle masum vatan­ daşlarımızı dikkat ve özenle ayırt etmek, devlete karşı silah kullananlara yasaların ön­ gördüğünü yaparken diğerlerine devletin adil ve şefkatli elini uzatmak, Kürt kökenli vatan­ daşlarımızı bölücü PKK hareketlerine karıştırmak isteyen çabaları engelleyerek ülkemizde bir Kürt sorununun meydana getirilmesine fırsat vermemektir. Kışlalı - Mücadelede uçak ve helikopter de kullanılıyor? Torumtay - Kırsal alanda mücadelenin havadan desteklenmesinde uçak yerine bu tip harekâta elverişli helikopterler daha etkilidir. Bu tip helikopterler Kara Kuvvetlerinin envanterine girmiştir. Küçük terörist grupları uçak taarruzlarına uygun hedef göstermezler. Ama çok iyi yapılmış istihbarat ve keşiften sonra gerekiyorsa uçak da kullanılabilir. Kışlalı - Teröre karşı asıl mücadele nerede yapılmak gerekir? Torumtay -Terörle mücadelede devletin gücü ile kesin sonuç alınacak coğrafi alan, kendi topraklarımız ve bu toprakları çevreleyen milli sınırlarımızda. Terörün yurtdışındaki uzantıları veya kökenleriyle mücadele de, diplomatik alandaki çabalarımızla başarılı so­ nuca ulaştırılabilir. Kışlalı - Milli sınırlarımızın kontrol altına alınması herhalde pek kolay değil. O kadar uzun sınırlarımız var ki. Torumtay - Güneydoğu Anadolu sınırları, iran dahil, 1700 kilometre. Sınır bölgesi son derece engebeli. Yıllarca Suriye kesimi mayın tarlalarıyla takviye edildi. Diğer bölgeler ise daha ziyade insan gücüne dayalı sınır birlikleriyle korundu. Ama tam kontrol sağlana­ madı. 1970'li yılların başında Suriye sınırındaki mayın tarlalarının etkisinin kalmadığı, kazalara sebep olduğu düşüncesiyle bu engellerin kaldırılması yerine "Fiziki Emniyet Hattı" denilen ve telörgüleri, iz tarlaları, aydınlatma ve gözetleme kuleleri ve silah yuvala­ rıyla donatılmış ve gerisinde yan yolları ile birbirine bağlanmış bir güvenlik kuşağının te­ sisine karar verilmişti. Kışlalı - Sonra bu proje gerçekleşmedi? Torumtay - Mayınların temizlenmesi masraflı ve külfetli oldu. Fiziki Emniyet Hattı çok pahalıya mal olması nedeniyle inşasına başlandıktan kısa süre sonra durduruldu. Son yıllarda sınırda çok kısa bir kesimi tamamlandı. Yirmi yıldan fazla süredir mali ve siyasi öncelik gibi nedenlerle ihmal edilen veya ertelenen bu projenin bir an önce tamamlanması zorunlu hal almıştır. Tamamlanıncaya kadar da duruma göre sabit ve mobil karakollarla, elektronik teçhizatla, mayın tarlaları ve daha ziyade insan gücüne dayalı düzenlemelerle sınırlarımız kontrol altına alınmalıdır. Sınır güvenliği başka bir ülkenin alacağı önlemlere emanet edilemez. Kışlalı - Irak sınırı da bu durumda değil mi? Torumtay - 19,601ı yıllarda kaçakçılığı önleyecek şekilde, seyrek düzende kara­ kollarla güvenliğin sağlanmasına çalışıldı. Sınır çok uzun, çok engebeli. Elektronik uyarı sistemleri önemli ölçüde ölü alan meydana getirdiğinden gerçekleştirilemedi. 226 Kışlalı - Halepçe'de Saddam'ın zehirli gaz kullanması üzerine bize sığınan Iraklılar arasında çok PKK mensubu olduğu söylendi. Buna katılıyor musunuz? Torumtay - Evet geçenler arasında kim bilir kaç PKK mensubu vardı. Geçenlerin toplam 70-80 bin olduğu söylendi. O zaman Hükümet ilticaları teşvik eden bir açıklama yapmıştı. Halbuki bu davetiye niteliğindeki açıklama yerine mülki ve askeri makamlara önceden emir verilerek ve gereken koordinasyon, planlama ve hazırlıklardan ve düzenle­ melerden sonra mültecilerin kabulü gümrük girişlerinde ve belirlenecek ilave birkaç yer­ den, çok kolay olmasa da kontrollü şekilde yapılabilirdi. Kışlalı - PKK'ya karşı masum vatandaşın korunması için neler yapılmalıdır? Torumtay - PKK tehdidine nisbeten açık bulunan kırsal alandaki yerleşim mer­ kezlerine, valilik ve kaymakamlıklar vasıtasıyla devletin yakın ilgisinin artarak devam etti­ rilerek halkın öncelikle barınma, yiyecek, sağlık ve eğitim ihtiyaçlarının sağlanması ve güvenlik altına alınması önemlidir. Kışlalı - Terörün devlet güvenlik güçleri karşısında şansları nedir? Mücadele ne kadar sürebilir? Torumtay - Terörle mücadelede bugüne kadar elde eldilnrş olan başarılı sonuçlar dikkate alındığında, devletimizin gücü karşısında terörizmin bir sonuca ulaşamayacağı görülmektedir. Bununla beraber geniş açıdan ve uzun vadede bakıldığında, etkisinin git­ tikçe azalmasına rağmen terörizmin daha bir süre değişik biçinlerde devam edebileceğini farz ederek bu mücadeleyi uzun süre etkenlikle sürdürebilecek stratejileri ve önlemleri de planlamak ve mücadelenin temposunu belirli ve yeterli ölçüde koruyarak devam ettirmek suretiyle kalıcı sonuç alınabilir. Kışlalı - Kamuoyuna mücadelenin belli bir süre sonunda bitebileceğinin bil­ dirilmesi sizce doğru mu? Torumtay - Terörle mücadelede önemli kararlar verilip ciddi hazırlıklar yapılırken, kamuoyuna önceden açıklamalar yapılarak belli bir tarihe kadar kesin sonuç alınacağının bildirilmesi, o süre sonuna kadar topluma bir moral ve ümit verilebilir. Ancak o sürenin bitiminde beklenen gerçekleşmez ise gelecek için güven hissi sarsılabilir. Nitekim, teamül olarak bir harekât planlanır, uygulanır ve netice alındıktan sonra belli makamlar tarafından gerekli ve yeterli açıklama yapılır. Kışlalı - Peki bu terörle mücadelede durum nedir? Torumtay - Terörle mücadelede, çoğunlukla yaya veya münferiden hareket eden ve sık sık yer değiştiren teröristlerin hangi mağara veya taşın arkasında olduğunu doğruya yakın tesbit etme güçlüğüne ilaveten, Türkiye'ye komşu üç ayrı ülkeden yurdumuza sızan teröristlerin bu ülkelelerdeki insan gücünü sağlıklı olarak tesbit güçlüğü de vardır. Bu ne­ denle herhangi bir harekâtın veya teröre karşı verilen topyekûn mücadelenin sonunu tah­ min etmek de zordur. Kışlalı - 1984'de mücadele başladıktan sonra ne zaman tim teşkilatına geçil­ di? Gelişmiş imkânlar bu timlere ne zaman verildi? 227 Torumtay - Tim teşkilatına 1986-87 yıllarında başlandı. Başlangıçta timlere yeteri kadar gece görüş teçhizatı verilememiştir. Fakat sonraları her yıl dış alımlarla gece savaş silah ve teçhizatı artırılmıştır. Kışlalı - Genelkurmay 2. Başkanlığınız sırasında Irak içine ilk önemli sıcak takip saldırısı yapıldı. İstenen netice alınabildi mi? Bölgeye ilave birliklerin kaydı­ rılması bu taarruzdan sonra mı oldu? Torumtay - Yapılan hava taarruzları sonundaki hasar ve zaiyata ait kesin bilgiler sağlanamadı. PKK faaliyetleri 1986-87 yılında artarak devam ederken daha çok masum sivil halka yönelmeye başladı. Buna karşılık Güneydoğu'daki askeri varlığımız da artırıldı. Jandarma ile Kara Kuvvetleri birliklerine ilaveten daha fazla Kara Kuvvetleri komando ve piyade birlikleri bölgeye kaydırılmaya başlandı. Kışlalı - Genelkurmay Başkanlığına tayininizde ilk yaptığınız şey ne oldu? Bir tugay komutanını görevden aldığınız duyuldu. Neden bu kararı verdiniz? Torumtay - Sorumlu mevkide bulunan her komutan, özellikle önemli durumlarda ve kritik bölgelerde, gerek gördüğünde hizmetin daha verimli yapılması için kuvvetlerin ter­ tiplenmesinde ve emir komuta düzeninde yer ve görev değişikliği yapar. Göreve başla­ dıktan hemen sonra denetlediğim sınır birliklerinin o günün koşullarında en hassas böl­ gelerden birisi olan Hakkâri Jandarma Tugay Komutanlığında da böyle bir görev yeri değişikliği gerekti. Kışlalı - Başka önemli değişiklik yaptınız mı, Genelkurmay Başkanı olduktan sonra? Torumtay - Güneydoğu'da askeri strateji değişikliğine gerek görmedim. Çünkü bir önceki görevimde Genelkurmay 2. Başkanı olarak, durumun tamamen içindeydim ve o günkü durum ve koşullarda en uygun tertibin alınmış olduğuna kani idim. Nitekim göreve başladıktan sonra.daha önce saptanan görüşler doğrultusunda Güneydoğu'daki güvenlik kuvvetleri sayısı, ihtiyaca göre bir düzen dahilinde artırılmaya ve komando birliklerine git­ tikçe daha artan ölçüde yer verilmeye devam edildi. Bununla beraber göreve başladıktan sonra bu bölgedeki istihbarat faaliyetlerini daha koordineli olarak ve süratle işler biçime getirmek ve bu nedenle yerinde incelemelerde bulunmak üzere Genelkurmay İstihbarat Başkanı'nı görevlendirdim. Kışlalı - 1 9 8 9 baharında Mamak'ta Evren ve Özal bir tatbikat yaptınız. Bunun içeriği neydi? Torumtay - O zamana kadar cereyan eden olaylar analiz edilerek başarılı olan veya bizim için zayiatla sonuçlanan silahlı çatışmalardan dersler çıkarılarak eğitime yeni bir yön ve düzen verilmişti. Tatbikat varılan sonuçlar ve verilmiş olan eğitim üzerindeydi bu tatbikat. Kışlalı - Ülkemizdeki terörün tırmanış grafiğini nasıl yorumluyorsunuz? Torumtay - Başlangıçta sivil hedeflere, daha sonra devletin güvenlik güçlerine saldırmış, tahminen 1986 başlarında güvenlik kuvvetleriyle temastan kaçınmaya başla228 yarak tekrar sivil hedeflere ağırlık vermiş ve bu, zaman içerisinde benzeri zikzakları çiz­ miştir. Asıl dikkati çeken değişiklik Körfez savaşından sonra olmuş ve Kuzey Irak'ta mey­ dana gelen otorite boşluğu nedeniyle PKK bu bölgede taraftar toplamak, yığınak ve ha­ zırlık yapmak ve teşkilat eğitimini geliştirmek suretiyle güçlenmiş ve artan sayılarla sınırlarımızdan sızmaya başlamıştır. Son zamanlarda da kırsal alanda ciddi kayıplara uğramaya başladıktan sonra faaliyetlerini dikkati çeker ölçüde yerleşim merkezlerine kay­ dırmaktadır. 229 ORG.EŞREF BİTLİS Jandarma Genel Komutanı Orgenarel Eşref Bitlis ile 1992 yılının Haziran ayında çok geniş bir konuşma yaptık. Eşref Paşa konularına hâkim, ayrıntıları çok iyi bilen ve DYÇ konusunda gerçekten uzmanlaşmış bir kişiydi. Daha sonra helikopter kazasında yaşamını yitirmesi Türkiye'ye çok pahalıya maloldu. "GÜNEYDOĞU'DA 25 BİN KOMANDO İŞBAŞINDA" Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Eşref Bitlis, yüzünden hiç tebessüm eksik etmeyen bir komutan. Türk askerine has samimiyeti, açıklığı konuşmaya başladığında hemen hissediliyor. En önemli gerçekleri ifade ederken bile soğukkanlı. Ellerindeki "ina­ nılmaz" sayılabilecek bulguları "yazılmamak kaydıyla" ama Güneydoğu'daki olumlu ge­ lişmeleri doğrulamak için ortaya koyuyor. Konusuna hâkim olduğunu bir buçuk saatlik bir görüşmenin hemen her safhasında hissetmemek mümkün değil. "Sorun" diyor. "Bütün aklınıza geleni sorabilirsiniz." Sonra, sadece önündeki dosyalara bir rakam vermek ge­ rektiğinde bakarak bütün soruları cevaplıyor. Batı askeri dilinde "Insurgency vvarfare" de­ nilen PKK'nın yaptığı türden saldırılar karşısında Jandarma'nın nasıl eğitildiğini safha safha anlatıyor. Teşkilatlanma, teçhizat ve eğitim alanlarındaki gelişmeleri ortaya koyuyor. Genelkurmay Başkanı Org. Doğan Güreş'in kısaca "Bu işin üstesinden geliriz" diyerek özetlediği mücadelenin inandırıcı ayrıntılarını Jandarma Genel Komutanı'ndan dinliyor­ sunuz. Böylece 1984 yılından beri sürüp giden, kamuoyuna olduğu kadar birçok resmi ki­ şiye bile doğru dürüst anlatılamamış bir teknik konu olan "counter ınsurgency vvarfare" (ayaklanmaya karşı mücadele) alanında yapılanların ana hatlarını öğrenmiş oluyoruz. Org. Eşref Bitlis 1933 Malatya doğumlu bir Anadolu çocuğu. Harp Okulu'ndan sonra 1964-66 yıllarında Akademi'de okuyor. 1971-73 yılları arasında da Almanların Ham­ burg'daki Akademisinde eğitim görüyor. 1974 Kıbrıs harekâtına helikopterlerle indirilen birlik içinde katılıyor. Albay rütbesiyle bir yıl kalıyor. Kolordu Komutanı Nurettin Ersin'in Harekât Şube Müdürü olarak 2. Harekâtı planlıyor. 78-82 yılları arasında Komando Tugay komutanı. Fatsa, Tunceli, Siverek olayları operasyonlarını yürütüyor. Daha sonra Kıbrıs'ta tümen komutanı. Erzincan'da 3. Ordu Kurmay Başkanı, Gelibolu'da kolordu komutanı. Kıbrıs'ta gene iki yıl kolordu komutanı. Sonra da orgeneral olarak Jandarma Genel Ko­ mutanı. Org. Eşref Bitlis ile yapılmış geniş konuşma: 230 Kışlalı - Jandarmanın Güneydoğu'daki bölücü terör karşısındaki rolü önemli. 1984'de olaylar başlagıcında sanıyorum hazırlıksızdınız. O günden bugüne birçok aşamadan geçildi. Bunları değerlendirir misiniz? Bitlis - 1984'den sıkıyönetimin kaldırıldığı 1987'ye kadarki dönemi ayırmak gerek. O dönemde sıkıyönetim komutanlarının kararlarına göre hareket ediliyordu. 87'den buyana olan gelişmeleri konuşalım. Komandolar teşkilatımızın bir parçası. Olağanüstü Hal karar­ namesiyle bir Asayiş Komutanlığı kuruldu. Görevini olağanüstü hal valisinden alıyor. Onun vereceği görevleri yapıyor. Bu bir merkezi idaredir. Olaylara merkezi olarak çare arıyor. Kışlalı - 87'den sonra bu kuvvetlerde nasıl gelişme oldu? Bitlis - Kendi kendimize özeleştiri yaptık. Konunun nasıl halledilebileceğini tartıştık. Bir sene öncesinde merkezi idareden vazgeçme düşüncesi doğdu. Sayılar artmıştı. Yeni bir teşkilat yapısı ve Asayiş Komutanlığı elindeki güç ortaya çıktı. Eldeki birimlerin komando eğitimi görmüş birliklerden oluşmasına karar verdik. Jandarma daha önce sınır kaçakçılığı, tebligat, kırsal kesim olayları için idi. Karakolu, teçhizatı buns uygundu. Eğitimi de. Kışlalı - Değişim nasıl başladı? Bitlis - Düşündük. Ne kadar komando birliği lazım olacaktı? Dış ülkeleri de tetkik ettik. Tecrübem de var. 4 sene komando tugay komutanlığı yaptım. Dışarda da eğitim gördüm. Çözüm için ilçelerden başladık. Her ilçeye bir komando bölüğü koymaya başladık. Önce yarısına sonra ikinci yarısına koyduk. Şimdi hepsinde birer bölük var. Vilayetlere de birer komando taburu koyduk. Olağanüstü hal bölgesindeki illlere. Altı tane de ihtiyat ko­ mando taburu koyduk. 84 komando bölüğü ve 16 komando taburuna ulaştık. Kışlalı - Timler bunların dışında? Bitlis - Evet. Sadece bölük değil. Tim de lazım. Herhangi bir yerde nokta hedef ol­ duğu zaman, bir bina, bir kaçırma gibi, komando takip edip oraya kadar gelecek, ondan sonra özel tim geliyor. Biz ona "Hedefe girme" diyoruz. Bütün dünyada özel timler bunun için yetiştiriliyor. Kendi imkânlarımıza göre üç grup tim düşündük. A timi, B timi ve Emniyet Genel Müdürlüğü'nün özel timleri. İllere durumlarına göre kaçar tim gerekeceğini hesap­ ladık. Ve yetiştirdik. Zırhlı araç ihtiyacı konusu da Jandarma için karşımıza çıktı. Kışlalı - O arazide zırhlı araç nasıl kullanılıyor? Bitlis - Bazı yerlerde ve bilhassa yol kontrollerinde... Koruma sağlayan bir faktör. Ama timlere ihtiyaç var. Bir yere kadar gidecek orada timler fırlayıp operasyon yapacak. Zırhlı araç timi de yetiştirdik. İki zırhlı araç içindekiler bir tim oluşturuyor. 130'a yakın böyle tim gerekti. Bunu da yetiştirdik. Kışlalı - Araç gereç konusundaki gelişmeler nasıl oldu? Bitlis - Terör ile mücadelede bu konu da çok önemli. Helikopter ihtiyacı ön plan­ daydı. Genelkurmay Başkanı'nın emriyle Kara Kuvvetlerindeki bütün helikopterleri aldık. İllere taksim ettik. Teknik teçhizat konusunda hükümetlerin büyük yardımlarıyla mesafe aldık. Çok çeşitli malzeme. Gece görüş gözlüğü var. Pilot için gece gözlüğü var. Termal kameralar var. Bunların hepsi çok pahalı. 231 Kışlalı - Merkezi yönetimden ayrılma bu aşamada başlıyor? Bitlis - Evet. İl valileri kendi mülki hudutları içerisinde asayişten sorumlu tek makam. Oradaki bizim komutan da o valiye sorumlu oldu. Onun dediğini yapıyor. Bütün birlikleriyle. Her ildeki güçler müstakil olarak hareket edebilecek hale geldiler. Olağanüstü Hal Valisi de kendi yetkilerini diğer valilere devretti. Teşkilatta bu noktaya geldik. Kışlalı - A ve B timlerinin özellikleri nedir? Bitlis - A timleri tamamı rütbeli olan personelden kurulmuştur. Teçhizatı tamamen özeldir. Eğitimi özeldir. Eskiden özel harp eğitimi yapardı. Şimdi tamamen jandarmanın kendi timidir. B timleri ise yarısı rütbeli, yarısı asker kişilerden oluşur. Hepsi komando eğitimi görmüştür. Ordan sonra da ilave olarak özel tim eğitimi görmüştür. Kışlalı - Süreleri nedir? Bitlis - Komando eğitimi üç aydır. Bundan sonra erler üç ay subaylar ise 6 ay eğitim görmüşlerdir. Bu timlerdekiler en az altı ay komando eğitimi görmüşlerdir. Bu yeterli bir süredir. Üç aylık eğitim komando eğitim merkezlerinde, ondan sonrası komando okulunda olur. Okul Foça'da. Sonra Olağanüstü Hal bölgesiyle ilgili bir aylık oryantasyon eğitimi görürler. Timler dışındaki komandolar dört aylık, timlerdekiler en az oryantasyonla birlikte yedi ay eğitim görürler. Kışlalı - PKK ne kadar eğitim veriyor? Bitlis - Onların eğitimi iki ay, üç ay ve üç buçuk aydır. Bir kısmı iki, bir kısmı üç, bir kısımına da üç buçuk ay eğitim verirler. Yalnız eitimin devamlı bir süreç olduğunu unut­ mayalım. Şu kadar zamanla bitmez. Bu sürelerden sonra göreve gönderilebilirler. Kışlalı - Onların eğitim sistemleri hakkında herhalde ayrıntılı bilginiz var? Bitlis - Onların eğitimde kullandıkları ders notlarından saatlerine kadar hepsi eli­ mizde. Bu beynelmilel bir şey. Ahımşahım bir şey değil. Notların hepsi tercüme. Kaynak malum. Filistinden geliyor. Bomba yapımından tutun yaralıyı saracak bilgiye kadar hepsi aynı. Bunlar 1980'de de ellerindeydi. Şimdi de. Tabii bazı alanlarda tekamül var. Bir olay­ dan sonra hatalarını alıp düzeltmeye çalışıyorlar. Biz de alıp okula göndeririz. Operas­ yonda, baskında vs. yapılan hatalar üzerinde durulur. Buna 'geri besleme' diyoruz. Onlar da aynı şeyi yapıyor. Kışlalı - Onların avantajı araziyi daha iyi bilmeleri mi? Bitlis - Arazi büyük bir faktör, ikinci faktör sevk ve idare. Onlar hata yapanı öldü­ rüyorlar. Son baskınlarındaki bazı konuşmalar elimizde. Mahkeme yapıyor. Ya temizliyor ya da başka görev veriyor. Elinden her şeyini alıyor. Kuralları çok sert. Biz demokratik usullerle hareket etme zorundayız. Yasalar içinde. Kışlalı - Halka karşı mücadeledeki yöntem olarak mı? Bitlis - Evet. Bir eve girmiş bir terörist var diye oradaki çocukları, kabahatsiz kişileri biçemeyiz. Birisi onlara yemek verdi diye adamı öldüremeyiz. Hâkimin önüne getirmek zorundayız. Onlar yemek vermeyeni, koruyucu olanı öldürebiliyorlar. Bir başka faktör de: 232 Ya ölecek ya da başarılı olacak. Başka çaresi yok. Silahlı olarak devletin karşısına çıkmış adamın başka çıkış noktası yok. Kışlalı - Her hatadan ders alındığını söylediniz. 1984'den beri birliklerden pusuya düşürülme oluyor. Karakollar da baskına uğrayabiliyor? Bitlis - ikisi ayrı konu. Ayrı ayrı ele alalım. Hudutlardaki baskın olaylarına baktığı­ mızda bunların yüzde 80'i tam hudutta. Bunlar daha önce kaçakçılığı önlemek için kurul­ muş. Daha önce personeli mesela 20 ise 50'ye çıkardınız. Eğitimi şöyle idi, komando yaptınız. Silahı şöyleydi buna çevirdiniz. Ama durumunu değiştiremiyorsunuz. Baskını yapacaklar istedikleri zaman yapıyor, istediği gücü kullanıyor. Tertipliyor. Hazırlıkları hu­ dudun öbür yanında olduğundan haberiniz olmuyor. Tehlike bu. Bazen deniyor: Karakol yüz kişilik olsun. Ama basacaklar 500 kişiyle gelirler. Kışlalı - Sadece sayı değil silahları da gelişiyor galiba? Bitlis - Eskiden makinalı tüfekleri vardı. 60'lık havanları vardı. Bugün 81'lik ha­ vanları var. Sizin tertipleriniz arttıkça hudutta baskın yapacaklar da ona göre kendilerini ayarlıyorlar, inisiyatif onların elinde. Baskın ne askerin acemiliğinden, ne eğitimsizliğinden ne de güçsüzlüğünden. Olayın tabiatında bu var. Kışlalı - Ama bunun bir çaresi olmalı? Bitlis - Bu çare caydıracak unsurun bulunmasında. Bu caydırıcılık da 'baskını yaptığım zaman başıma ne gelir?'i onlara düşündürmektir. Mesele budur. Reaksiyon sü­ residir. Silahlı kuvvetlerin veya devletin reaksiyonudur. Eğer baskınlar sonunda reaksiyonu zamanında gösterebilmişsek, ki şu anda karşıda devlet olmadığından devletimizin reak­ siyonundan söz edilemez. Kışlalı - Son olayları nasıl değerlendiriyorsunuz? Bitlis - Durum açık. Son olaylarda reaksiyon uygun olduğundan, tabiri caiz ise darmadağın oldular. Kendi tabirleriyle 'artık biz bu şekilde bir baskını daha denemeyiz. Başka tertipler almamız lazım' dediler. Gece karanlığında daha geriye çekme, daha büyük kuvvet kullanma. Daha boş yer bulma gibi. Raporlarda bu durum belli oluyor. Ama inisiyatif ellerinde. Irak tarafından baskın yapmasalar. Havanları koyup sadece ateş etseler, 81'lik havanlar 3 bin metreden rahatlıkla iş görür. On tane havan koyup bir karakol üzerine ateş etse. Ne yaparsınız? Kışlalı - Havanların yerini tesbit imkânı yok mu? Bitlis ; Hemen mümkün değil. Belki hiç tesbit edilemez. Atmaya devam ederse.. Alev veya duman görünürse. Havada uçak helikopter varsa görülebilir. Gece ise olmaz. Hudutta otorite boşluğu bizi zorluyor. Kışlalı - Çare?- Helikopterlerin rolü önemli herhalde? Bitlis - Reaksiyon süresini kısaltmaya mecburuz. Helikopter rolü çok önemli. Bizim de biraz geride uzun menzilli ağır silahlarımız var. Karakolun çevresindeki mayın, biraz önce söylediğimiz silahlar ve eğitim baskında zaman kazandıracak unsurlar. Bu sürede oraya herhangi bir vasıta ile takviye yapabiliyorsanız çözüm budur. 233 Kışlalı - Bugün bunu yapabilir hale geldik mi? Bitlis - Gündüz evet. Geceyarısı bir saldırı olduğunda beklemek gerekiyor. O sı­ rada karakol dayanacak. Kışlalı - Helikopterler işe yaramıyor mu? Nakliye ve ateş gücü olarak? Bitlis - Tabii çok yarıyor. Kışlalı - Komando birliği götüremezler mi? Bitlis - Gece uçuşu yapıyorlar ama inemiyorlar. Sistemleri öyle. Sadece pilotları­ mıza gece görüş dürbünü alarak bu işi halletmeye çalışıyoruz. Aslında helikopterlerin kendi sistemi gerekli. Gece atışı ve indirmesi için. Kobra'lardaki atış sistemi için çok gayret sarfedildi. Vakit aldı. Sadece para meselesi değil. Skorsky helikopterleri henüz sistemi deneyip tescil ettirmiş değil. Kışlalı - 1967'de Vietnam'da 40-50 kişi nakleden helikopterler vardı. Şimdi daha da gelişmiştir. Bunlardan birkaç tane sağlanabilse karakol baskınlarında ya­ rarlı olmaz mı? Bitlis - Tabii. Şimdi onun için Savunma Müsteşarlığı helikopter alımı için çalışıyor. Tek tip olarak düşünemeyiz. Bir tip oraya takviye taşırken bir başka tip orayı darmaduman ediyor. O da lazım. Belki ondan evvel hava bombardımanı yapılır. Helikopterin bir yere emniyetli inmesi için bazı şartlar lazım. Gelenlerin kaçış noktalarını kesmek için indirim yapacaksak oranın temizlenmesi gerekir. Karakolların gerisine topraklarımıza ineceksek mesafenin 1500 metre olması gerek. Aşağı olmaz. Araziye de bağlı. Zaman önemli. Kışlalı - Bugünkü durum nedir? Hava kuvvetlerinin gece imkânı nasıl? Bitlis - Bugün telsiz sistemi bakımından anında olaydan haberdar oluyoruz, intikal olayın yeri ile hava şartlarına bağlı. Helikopterlerin üssünden kalkışı için 15 dakika gerek. Uçuş süresi olay yeri mesafesine bağlı. Hava kuvvetlerinin de gece imkânı kısıtlı. Gece uçuşu yapılabilir. Etkili olabilme önemli. Kışlalı - Bu durumda PKK saldırı zamanını değiştirecek? Bitlis - Bekliyoruz, yapabilirler. Kışlalı - Daha önce baskınlar gece 9-10'da idi. Neden ileri aldılar? Bitlis - Onların bekledikleri sansasyonel bir olay. Karakola girmek. İçindekileri almak. Bunu gece yapmayı göze alamıyorlar. Göremiyor o da. Öyle bir saatte yapsın ki etrafındaki nöbetçilerle çatışma gece, karakola girme çıkma gündüz olsun. Ama bundan da vazgeçecekler şimdi. Başka yöntem arayacaklar. Kışlalı - Bugüne kadar kayıplarımız daha çok hangi safhada oluyor? Bitlis - Karakolların çevresinde nöbetçi timleri vardır. Bunlar tek nöbetçi değildir. 10-12 kişilik timlerdir. Dinleme ve emniyet postaları. Bu postaya şanssızlık olarak bir havan veya roket isabet ederse kayıp olur. Bunları yıkmadan karakola giremezler. Bütün güçleriyle bunlara gelirler. Onlar mevzilerinde bekler ve kahramanca savaşırlar. Daha çok 234 zaiyatlanmız bu timlerde oluyor. Ama bir önceki baskında olduğu gibi, şanssızlıkla bir mermi gelip karakolun mühimmatının üzerine düştü. Kışlalı - Bazı karakolları gezdim. Bazıları savunma bakımından zor durumda, zor konumda gözüküyorlar? Bitlis - Karakolları yapılış tarihlerine göre incelemek lazım. Hangi amaca yönelik yapılmış. Daha ziyade kaçakçılık. Şimdi yeni yapılanlar başka amaçlı. Emniyeti az olanları emniyetli yerlere çekiyoruz. 12 ile 17 arasında karakol boşaltıldı. Kışlalı - Bölgede 800 civarında karakol olduğu doğru mu? Bitlis - Yok. 150 civarında hudut karakolu, 400 küsur da iç güvenlik karakolu var. Kışlalı - Kayıp haberleri üzerinizde nasıl etki yapar? Bitlis - ilk gelen haberler eksiktir. Bu dönem geçtikten sonra durum anlaşılır. Üzüntü her zaman, her şart altında büyüktür. Anadolu tabiriyle her kayıpta burnumuzun direği sızlar. Ama gereken her şeyin yapıldığı anlaşılırsa yavaş yavaş teselli artar. Kışlalı - Bu durumlar ne kadar eğitim olsa olabiliyor? Bitlis - Evet. Ama bizde bir şey var. Hata yapan bunu hayatıyla ödüyor. Oradaki nöbetçiler ölümle karşı karşıya olduklarını bilirler. Hata yapılırsa alınan dersler hemen okullara intikal eder. Birliklere intikal eder. Kışlalı - Görevden, operasyondan dönen birliklere yapılan baskınlar için ne diyorsunuz? Bitlis - Ondaki hatalar şöyle oluyor: Bir köyü aramaya gidiyorlar. Arıyorlar. Çıkışta hata yapılıyor. Aranan, köyden çıkmış kendisini gözlüyor. Çıkışta bir yerde ateş ediyor, ikinci hata: Geçenlerde bir asteğmen böyle şehit oldu. Mağarada sıkıştırılmış, içeri el bombası atmışlar. Ses kesildi. Asteğmen cesur, kahraman. Yürümüş içeri girmiş. Mağara birkaç bölüm. Bir bölümünde canlı kalan kimse ateş etmiş. Genç şehit olmuş. Bu artık insan hatası. Eğitim sırasında yüz defa mağaraya girmiştir. Nasıl girileceğini bilir. Denebilir ki 'Evladım birkaç el bombası attıysan geri dön bir de geri tepmesiz top at'. Bu elinde. Yok değil ki. Kışlalı - Böyle olaylar herhalde diğerlerine büyük ders oluyor. Bitlis - Gayet tabii. Bu olay derhal bütün okullara tamim edilmiştir. Ama bütün bunlara rağmen böyle bir hatanın bir gün gene yapılmayacağından emin olamazsınız, insan faktörü. Kışlalı - Kayba sebep başka ihtimal var mı? Bitlis - Bir de şu var: Şimdi artık onları arıyoruz. Birlikler bunu yapıyor. Arayıp bulup imha ediyorlar. Bizimkiler şimdi harekât halinde. Harekât halinde olanlar ilk darbeyi yiye­ bilir. Alınan her tedbire rağmen durum budur. Gizlenmiş adam ilk tetiğe dokunur. Bir kısım zayiatımız da bundan oluyor. Bu zayiat alınan tedbirlerle asgariye indirilir ama hiçbir zaman yok edilemez. Çünkü arayan sizsiniz. Son zamanlarda birkaç zayiat bundan oldu. 235 Kışlalı - Bizdeki mücadelede devlet güçlerinin başarısı diğer ülkelerdeki durum ile mukayese edildiğinde nasıl netice veriyor? Bitlis - Vietnam, Afganistan, ingiltere gibi örnekler var. Bir teröriste karşı ölen gü­ venlik görevlisi oranı bakımından biz çok iyi durumdayız. Kışlalı - Oralarda mücadele eden güvenlik güçleri kendi ülkelerinde değiller. Bunun etkisi yok mu? Bitlis - Hiç fark etmez. Saldıran inisiyatife sahiptir, istediği yere istediği güçle sal­ dırır. Onlar görünmezler. Güvenlik güçleri ise ortadadır. Kışlalı - Siz saldıracak olsanız hedefe göre ne kadar büyük oranda güç kul­ lanırsınız? Bitlis - Kara Kuvvetlerinin taarruz oranı bire karşı beştir. Daha azı mümkün değil. Ama bu olaylarda bire karşı on beş olabilir. PKK olaylarına bakalım. Son olayda 120 kişim vardı benim. Onlar 100 diye biliyorlardı. Gelen ise 600 kişiydi. Oranlarını küçümsemeyin. Kışlalı - Gelen sayısını nasıl tespit ediyorsunuz? Bitlis - Emniyet birimlerine karşıdan gelenler toplanır hesaplanır. Ama bilgiyi asıl onlardan alırız. Telsizlerden. Kışlalı - Olaylardan sonra yüz kişinin falan öldürüldüğü söyleniyor. Bu söz­ lerin ciddiyeti var mı? Ortada kalan ceset sayısı daha az oluyor da? Bitlis - Ciddiyet falan değil. Tamamen doğru... Üzümlü olayı aşağı yukarı 14 saat sürdü. Devamlı helikopterlerimiz doldurdu ve boşalttı. Olay bir baskın oldu da kaçtılar diye düşünmeyiniz. Kendi bölgemizdeki teröristleri aldık. Üzümlü karakolu sınıra çok yakın. 29 ceset oradan. Öte tarafta. Bu aşağı yukarı 5-6 kilometre derinliktedir. Irak topraklarında. Kimin ne kadar vurulduğunu bilemezsiniz. Bu hava kuvvetlerinin hava fotoğraflarından çıkar. Uçak silahını ateşlerken fotoğraf da çeker. Hedefte ne olduğunu tespit eder. Sonra karşı tarafın yaralılar ve ölüler ile ilgili istihbaratı bizim birimlerce tespit edilir. Bunlar üst üste konulduğunda ortalama rakam çıkar. Bizim ortaya koyduğumuz rakamlar da budur. Kışlalı - Karşı araziye girilmiyor mu? Bitlis - Şöyle: Sıcak takipte giriliyor. O bittikten sonra birlikler dönüyor. Ondan sonra bir daha girilmez. Çatışma anındasınız. Bir adam mağaradan kayalık arasından ateş ediyor. Siz de ateş ediyorsunuz. Susuyor. Öldü mü, kaçtı mı bakmıyorsunuz. Başka nok­ talara yöneliyorsunuz. Yoksa ne olup bitti diye arama yapıp bulduğunuz cesetleri alıp ge­ tirmiyorsunuz. Böyle bir taktik yok. Gerek de yok. Yapılamaz da. Küçümsememek lazım. Böyle bir olayda genişliğine 7-8 kilometrelik bir arazide uğraşıyorsunuz. Kışlalı - Bir başka konuya dokunmak istiyorum. Olağanüstü Hal Yasası'na göre valiler güvenlik güçlerine emir veriyorlar. Bir sivilin bir askere emir vermesi nasıl oluyor? Askerlerin bu tür emir almalarına pek alışılmış mıdır? Sivil de emir vermeye alışmış mıdır? 236 Bitlis - Vali nasıl görev emri verir? Şuraya iki bölük koy. Buradan taarruz et, falan diye mi? Aslında vali asayiş komutanına yetki verir. 'Şu bölgede şu operasyonu yürütünüz' der. Onun nasıl yapılacağına komutan karar verir, icra eder. Kışlalı - Yani bu emir askeri anlamda emir-komuta düzeni emri değil? Bitlis - Hayır. Biz bir alay bir tümenin emrinde deyince onun maaşını da o tümen veriyor, yiyeceğini, cephanesini, ilkmalini de o tümen yükleniyor. Burada durum öyle değil, ikmali de vali yapmıyor, maaşını da vermiyor. O bakımdan bizim anladığımız anlamda emrinde değil. Harekât komutasında, desek. Fazla askeri olacak. Vali operasyonun ne­ rede yapılması gerektiğine karar verebilir. Komutana bunu bildirir. O da uygular. Kışlalı - 1987'deki askeri durum ile bugünkü arasında mukayese yapabilir miyiz? Bitlis - Komando tabur sayısı 10'dan 16'ya, komando bölüğü 8'den 84'e çıktı. Ka­ rakol 352'den 555'e çıktı. Bunlar iç güvenlik karakolları. Huduttakilerin sayısı 148 bugün. Böylece 700'ü buluyor. Tim adetleri: Atimi 36, B timi 76 oldu. 104 de mekanize tim. A timleri hepsi rütbeli 14 kişiden oluşuyor. B timlerindekilerin hepsi gönüllüdür. Görevde eğitim dı­ şında on bir ay kalıyorlardı. Şimdi askerlik 15 aya inince 7 ay falan kalabilecekler. Kışlalı - Bu görev süresi, bu tür mücadelede yeterli bir süre midir? Bitlis - Aslında değil. Ama 15 aylık askerliği sineye çekiyoruz. Olacak tedbirlerini alıyoruz. Ama 12 aya inerse çok zorlanacağız. Kışlalı - Uzmanlık kadrosu ile alım var? Bitlis - Kara Kuvvetleri alıyor. Ben uzman yetiştiriyorum. Lise mezunu imtihanla alıyorum. Bir sene eğitim yaptırıyorum. Sürekli görevde kalıyor. Kara Kuvvetlerininki mu­ ayyen süre için. Her sene aşağı yukarı, 1700 kişiyi bu yoldan kuvvete katıyorum. Kışlalı - Mekanize timler ve diğerlerinin durumu nedir? Bitlis - Mekanize timlerde iki araçta 26 kişi var. Kullanıcı ve silah operatörünün hepsi uzman. Kışlalı - Karşı taraf da araç kullanıyor mu? Bitlis - Son iki olayda vurduk. Daha güneyden gelebilecekleri yere kadar araç ile geliyorlar. Kaçmak için de kullanıyorlar. Hava Kuvvetleri yakaladığında vuruyor. Önce 10, sonra da 5 araç vurdular. Bunların içinde kaç kişi vardı? Ne oldu. Bilmiyoruz. Kışlalı - Personel durumundaki 87 ve 92 artışları nasıl? Bitlis - Şimdi yüz bini geçiyor. Oradaki kuvvetimiz. Jandarma ve Kara Kuvveti. 87'de 53 bin idi. Operasyonlar için şimdi ilave birlikler aldık. Jandarma sayısı Kara Kuvvetleri birlikleri sayısının iki misli. 87'de Jandarmanın 7 bin civarında-komandosu vardı. K. Kuv­ vetlerinden 4 bin. Şimdi jandarma 15 bin, K.K. 10 bin. Toplam 25 bine çıktı. Gece görüş gözlüğü 327 taneydi. Şimdi 1410 oldu. Hedefi noktalayıcı 770 oldu. Diğer teknik cihazlar da çok arttı. Bunları timler kullanıyor. 60 milyar liraya yakın bir alım. Helikopter 20'den 117'ye çıktı. 237 Kışlalı - Şimdi bir de ortaya İran çıktı? Bitlis - Evet. iyi kötü Olağanüstü Hal bölgesinde bir güç birikimi oldu. Bu birikim yeterlidir. Hudutta büyük tedbirlerimiz var. Adam geçmiyor değil. Ama çok zorlanıyor. Geçtikten sonra da başı belada. 84 komando bölüğü var. Az değil. Buradan çıkıp Ağrı'ya gitmesi çok riskli, iran kapısı var. Oraya bir akım oldu. Bunun faturası bana çıkacak. Tebdir almam gerek. En azından hudutta. Kışlalı - Hükümetin bu işi Tahran ile halletmesi gerekir? Bitlis - Bakanın beyanatı var. Onlarla zannederim görüşecek. İran'dan geldikleri apaçık. Rakamlarla ve yerlerle nereden geldiklerini söylemeye hazırız. Kışlalı - İstihbarat durumu nedir? Halk içinden? Bitlis - Bu güvenlik güçlerinin başarısına ve etkisine bağlı. Halk içindekiler önemli.. Başarı oranı arttıkça halk içinden istihbarat artar. Bu ivme lehimize doğru gidiyor. Ama tatmin edici düzeyde denilemez. Bölgedeki bütün duyumlar, nasıl olursa olsun, bana gelir. Bunlar değerlendirilir. Son günlerde bunda artış var. Beş ay önce mesela bir duyum 'dün şöyle oldu - 6 saat önce böyle oldu' şeklindeydi. Şimdi daha yakın zamanlı olarak geliyor. Önceden haber alma bizim istihbarat kademelerinin işi. Bu zor istihbarat. Alsak zaten her şey kolaylaşır. Kışlalı - Eskiden siyasi iktidar olay fazla çıkmasın diye bölgede fazla kararlı davranmıyordu. Şimdi durum değişti. Kanunsuz olaylara hiç müsamaha edilmiyor. Bu da halkın havasını değiştirdi. Siyasi kararlılık parlamentoya da yansıdı, deni­ yor. Bitlis - Güvenlik güçleri her zaman yasalar içinde görevini yapıyor. Söylediğiniz husus bölge insanı ve kamu görevlilerinde aranabilir. Muhatap biz değiliz. Kışlalı - Anadolu'da jandarma imajı biraz katı. "Ceberrut jandarma" imajı vardı. Bu konuda imajı düzeltmek çağdaş kılmak için herhalde çalışmalar yapılı­ yor? Bitlis - Bu konuda haklısınız. Çağ değişti, imkânları halk çok güzel değerlendiriyor. Olaylardan hemen haberdar olup gerekli yeri haberdar da ediyor. Artık bir şahsın bir ka­ rakolda birkaç saat bekletilmesi şöyle böyle yapılması toplumla bağdaşmıyor. Bu kesin. Yapılacak şey karakolları düzenlemek. Karakolda beş görev dalı var. Her karakola asker değil, uzman dediğim beş adam lazım. Hesabını yapıp bunları yetiştirmeye başladık. İh­ tiyaç ile kaynak arasında tam uyum yok. Şimdi Türkiye'de 4 binin üzerinde karakol var. 20 bin insan lazım. Bende 7 bin var. Senede 1700 kişi alıyorum. Açığı kapamak için önce Güneydoğu'yu halletmem lazım. O zaman 7 senede açık kapanır. Dördüncü senede hal­ kın karşısına rahat çıkabilirim. Ekseriyet uzman olunca iş yürür. Karakollara astsubay da lazım. Astsubayı uzmandan yapacağız. Subay noksanım da var. Bölük komutanlığına çok yerde subay veremiyorum. Karakolları kontrol aksıyor şimdi. 400'den fazla bölüğümde subay yok. Harbokulundan 200 civarında subay alıyorum. Dışardan da alacağım. 40-50 238 astsubay da her sene subay olabiliyor. 1996-97'de jandarma teşkilatı söylediğiniz görü­ nümden kurtulmak için gerekli personele kavuşacak. Kışlalı - İnsan hakları konusu herhalde eğitim sisteminizde ön planda yer alıyor? Bitlis - Fazlasıyla. En çok yöneldiğimiz nokta da bu. insana davranış, insan hakları en fazla önem verdiğimiz eğitim kesiti. Çünkü zaten askerlik öğrenilmiş. Programda bu kısım yüklü. Kışlalı - Kara Kuvvetleri'nden farklısınız. Halkla doğrudan temas halindesiniz değil mi? Bitlis - Doğru. Yasa ve insan hakları öğretiyorum. Tamamen topluma dönük bir olay. 239 Org. Sabri Yirmibeşoğlu: "TEDBİR GEÇ ALINDI" Emekli Orgeneral Sabri Yirmibeşoğlu, son yıllarda Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK)'nın en üst görevlerinde bulunmuş, isminden sık bahsedilmiş, hatta bir ara genelkurmay baş­ kanlığı bile söz konusu olmuş değerli bir asker. 1948'de Harp Okulunu, 1957'de Harp Aka­ demisini bitirdi. Jandarma Tugayı, Sarıkamış Tümeni başta olmak üzere kıta hizmetlerinden sonra Kıbrıs'ta bulunup Genelkurmay'a geldi. Milli Savunma Bakanlığı Müsteşar Yardımcı­ lığı, Ankara 4. Kolordu Komutanlığı ve Sıkı Yönetim Komutanlığı, Genelkurmay Harekât Başkanlığı yaptı. Orgeneral oldu. 3. Ordu Komutanlığına atandı. İki yıl bu görevi yaptıktan sonra da Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği'ne getirildi. Daha yaşı 4-5 yıl hizmet ver­ mesine müsait iken kadrosuzluktan 1990 yılında emekli oldu. Org. Yirmibeşoğlu şimdi mesleği ile ilgili olarak dünyanın tanınmış araştırma merkezlerinin yayınlarını izliyor. Kendisiyle uzun yıllar yaptığı görevlerinden dolayı uzmanlaştığı Güneydoğu hak­ kında 1995 yılı Kasım ayında geniş bir konuşma yaptık. Kışlalı - Sarıkamış Tümen Komutanlığınızdan tutun da, gerek Genelkurmay'daki Harekât Başkanı olarak görevinizde, gerek iki yıllık 3. Ordu Komutanlığı görevinizde ve nihayet iki yıllık MGK Genel Sekreterliği görevinizde Güneydoğu'daki gelişmeleri çok yakından izlediniz. O yılları nasıl değerlendiriyorsunuz? Yirmibeşoğlu - Ordu komutanlığım sırasında eskort almadan kendi arabamla gece Malatya'dan çıkıp Bingöl, Muş giderdim. Durum rahattı. Kışlalı - Olaylar nasıl tırmandı? Yirmişbeşoğlu - Olaylar başlangıçta basit polisiye vaka gibi ele alında. Önem­ senmedi, ikincisi tabii bu tip harekâta uygun durum yoktu. Amerika'daki Special Forces (Özel Kuvvetler-Yeşil Bereliler) gibi, ingiltere'deki SAS (Special Air Service) gibi ağırlığı uzmanlığa dayalı kuvvetleri gerektiğinde çabuklukla kuramadık. Nizami birliklerle bu ko­ nuda mücadele etmek zor. Zaten bu gibi harekâta girişen taraf da hantal, arazide hareket kabiliyeti düşük birliklerin karşısına çıkmasını arzu ediyor. Oysa Özel Kuvvetler timler ha­ linde, istihbarat, muharebe, istihkam, makinalı tüfek gibi silahların hepsini kullananlar ast­ subay. Bunlar yerine klasik birlikleri kısa eğitimden sonra olaylara sürmek güçlük meydana getirdi. Kışlalı - Olayların mahiyetini anlayamamak, basit polisiye olayları gibi değerlendirmekdeki hata kaynağı neresiydi? 240 Yirmişbeşoğlu - Yönetim başlangıçta fazla ciddiye almadı. Kışlalı - İstihbaratın da gizlice yapılan PKK hazırlıklarını tespit edemediği, olayların patlak vermesi karşısında tam bir sürpriz karşısında kaldığı da söylendi? Yirmişbeşoğlu - istihbarat konusunda hep söylemişimdir, sıkıntımız var. Eğitimde, tatbikatta düşman hakkındaki bilgiler hep hazır olarak verilir. Bundan dolayı da birlikte, komutanlar istihbarat elde etmeye gayret sarfetmiyorlar. Bunu biz 1974'de de Kıbrıs Harekâtında yaşadık. Birlikler karşı taraf hakkında bilgi alamadı. Tabii eğitimin de çok önemi var. Tatbikatlarda birlikleri sıfır istihbaratla başlatmalı. Kendisi düşmanın yerini, kuvvetini bulsun. Güneydoğu'da da aynı sıkıntılar oldu. Kışlalı - MİT de galiba hazırlıklı değildi? Yirmişbeşoğlu - MİT tabii kırsal bölgede, böyle bir harekâtta istihbarat elde edecek şekilde kurulmuş değil. Şehirlerde faaliyettedir. MİT de bundan dolayı sıkıntıya girdi. Esa­ sında böyle spesifik muhabere istihbaratına göre kurulmuş değil. Bunu istemek haksızlık olur. Esas hata temelde aynı. Birliklerin hazır istihbarata alışmalarından ileri geliyor. Kışlalı - TSK'nin iç güvenlikle ilgili görevlerinde ihtiyaç hissettiği istihbarat da aynı şekilde mi elde edilir? Aynı mahiyette mi? Yirmişbeşoğlu - PKK unsurları nerede? Nasıl hareket ediyorlar? Bunlar normal istihbarat. Bunun için bölgede etkin bir muhabere ağı kurulması gerek. Bakın o zaman hatırlıyorum; korucuların bulunduğu bir köy basıldı. Çok sonradan haber alınabildi. Şimdi korucu adedi çok arttı. Onları bir ölçüde bile olsa eğitmek gerekirdi. Belki bazı astsubaylar başlarına verilebilirdi. 70-80 korucusu olan bir köyü o zaman PKK basabildi. Oysa günün 24 saatinde emniyet tertibi almaları lazımdı. Kışlalı - Sözünü ettiğiniz, bu tip mücadelede kullanılacak birliklerin hazırlanabilmeleri için ne kadar zamana ihtiyaç vardı? Yirmişbeşoğlu - Gereken tedbirlerin alınmasına biraz geç başlandı. Bunların ge­ rektiği bilinci kafalara fazla yerleşmemişti. Gayri nizami harp dediğimiz türü Kennedy çok benimsemişti. Artık bildiğimiz klasik savaşların çıkmayacağını, bundan sonraki çatışma­ ların bu yeni şekilde (Low-intensity conflict - Düşük Yoğunluklu Çatışma) olacağını dü­ şündüğünden buna ABD de çok önem verdi. Özel Kuvvetler gelişti. Biz ise önem verme­ mişiz öyle anlaşılıyor. Astsubaylara dayalı böyle uzmanlaşmış birliklerimiz yoktu. Kurmak da kolay değil. Kışlalı - Ama yıllarca Amerikalıların Vieatnam savaşı sırasında yaptıkları gibi, hep olumlu gelişmelerden, hep PKK'nın yok edildiğinden bahsedildi? Yirmişbeşoğlu - Hoşa gidecek söz etmek bizi çok sıkıntıya sokmuştur. PKK'ya şu kadar kişi katılmış, bunlar kaçırıldılar' deniliyor. Kaçırılanı hiçbir yerde tutamazsın oradan da kaçar. Yanıltıcı yorumlar da oldu. Sonra bunlardan bir kısmı geri dönünce cezai so­ ruşturma da yapılmadı. Acaba onlar o gittikleri yerlerde eğitilmemişler miydi?Bölgede lo­ jistik destek sağlamak için kullanılmıyorlar mıydı? PKK onları geri göndermiş olamaz mıydı? 241 Kışlalı - Bölge halkıyla ilişkilerde de gereken yapıldı mı acaba? Yirmişbeşoğlu - Halkın nabzını da iyi tutamadık. Biliyorsunuz bu konularda halkın verdiği destek derecesi çok önemlidir. Dağa çıkmalar 84'den sonra başladı. Önce yoktu. Sonradan lojistik destek arttı. Depolar falan yapıldı. O zamanlar halk desteğinin biraz, çeşitli sebeplerden, o tarafa kaydığını gördük. Bunlar önemli konulardı. Ama üzerlerinde bilimsel olarak fazla durulmadı. Halkın PKK'ya bakışıyla bağlılığı tam ölçülemedi. Bunlar güzel kelam etme eğilimiyle geçiştirildi. Olay Olağanüstü Hal Bölge Valisinin sevk ve ida­ resine bırakıldı diyebilirim. Bu da bence yanlıştı. Kışlalı - Doğru Paşam; dünyada yapılmış ve sonunda başarıya ulaşmış bu tür mücadelelerde en. önemli kilit nokta mücadelenin tam koordinasyonla bir mer­ keze bağlanmasıyla oluşur? Yirmişbeşoğlu - Binlerce okul kapatılmış ne yapacaksınız? Açacağız diye idare edemezsiniz. Kışlalı - O sıralarda bölgede bulunmuş bazı sivil yöneticiler o yıllarda bölge­ deki komutanların ellerinde yeterli kuvvet bulunmadığını, Genelkurmay'dan iste­ dikleri kuvvetleri alamadıklarını söylüyorlar? Kuvvet takviyesi çok sonra başlamış. Yirmişbeşoğlu - Yok. Mesela İzmir'deki Ankara'daki komando birlikleri hemen in­ tikal ettirilmişti. Kuvvet yok değil de, mevcut kuvvet gerektiği gibi seyyal kullanılamadı. Muhabere irtibatı, helikopterler sonradan geldi. Dedim ya, taburlarla, alaylarla, nizami bir­ liklerle olacak şey değildi bu. Biliyorsunuz o zaman bu mücedelede Genelkurmayın yeri yok. içişleri Bakanlığı var. OHAL kanunu var. Belki sıkıyönetimi gerektiren bir durum vardı. O organizasyon içinde emir komuta birliği kurmak zordu. Kanımca valiler bölgelerindeki asayişin kurulmasını Asayiş Kolordusuna bıraktılar. Emir-komuta sadeliği olmayan bir durum ortaya çıktı. Muhabere irtibatları tam kurulmamıştı.OHAL Kanununa göre gerekti­ ğinde böigedeki kuvvetlerden destek istenecekti. Emniyet, jandarma yetmezse... Bir yan­ dan da askeri komutan mesela F-16'ları uçurdu. Kışlalı - Yabancı askeri gözlemcilerle konuşuyorum. Bazıları OHAL'in ilanı­ nın erken olduğunu, Genelkurmay'ın kendini mücadelede de bir süre dışta tutma­ sına yol açtığını söylüyorlar? Yirmişbeşoğlu - Kanun böyle. Genelkurmay OHAL'de bir sorumluluk almıyor. Ama sonunda aldı. Belki eskiden de gizli olarak alıyordu. Bu PKK ile yapılan mücadele için or­ tada ayrı bir kanuni baz yoktu. OHAL bence yeterli değil. Demin dediğim gibi emir-komuta sadeliği kuramıyorsunuz bu durumda. Bu harekâta uygun birlikler de yoktu. Tabii yavaş yavaş düzeldi. Kışlalı - Terörün tırmanması hangi yıllarda oldu? Yirmişbeşoğlu - 1987-92 arasında. Genelkurmay bütün mücadele süresince böl­ gedeki harekâtı yakından etkili bir şekilde izledi. Karakol basmalar daha önce yoktu. Daha sonra da yeni dönem başladı. Askeri harekât sınır ötesine de yayıldı. Hava Kuvvetleri işe karıştı. 242 Kışlalı - Jandarmaya komando eğitimi verilmesi Eşref Paşa ile mi başladı? Yirmişbeşoğlu - Eskiden beri vardı. Onun zamanında etkinliği arttı. Olaylara jan­ darma, karakoldaki idari hizmetlerinde yakalanmıştı. Kışlalı - Özel kuvvetler bu mücadelede kullanıldı değil mi? Yirmişbeşoğlu - Tabii. Zaten özel kuvvetin varlığının sebebi budur. Görüyorsunuz Paris'te ne oldu? Basit bir olay üzerine orada da kullanıldılar. ABD de kullanıyor. Kışlalı -Sizin zamanınızda bunlar Özel Harp Dairesine bağlıydılar. Şimdi de­ ğişti? Yirmişbeşoğlu - Evet. Özel Harp Dairesiydi. Şimdi Özel Kuvvetler Komutanlığı oldu. Kışlalı - Jandarma ve polis özel timleri de bundan ayrı? Özel Kuvvet timleri nerede yetiştiriliyor? Yirmişbeşoğlu - Tabii. O konuda da sıkıntı var. Özel Kuvvetin şevki idaresinde. Foça'da, Eğirdir'de ve değişik yerlerde eğitiliyorlar. Son durumdan haberim yok. Kışlalı - Köy boşaltmalar oldu? Yirmişbeşoğlu - Bu olabilir ama boşaltılan köyün halkına kalacakları yer bulun­ malı. Sanıyorum bunlar yapılmıştır. Kışlalı - Bu kadar yıllık deneyimden sonra herhalde TSK'da uzman yetişti? Yirmişbeşoğlu - Amerikalılara ders verecek hale geldik. Onlarla eskiden tatbikatlar yapardık. Ambargo koyduklarında bunları kestik. 243 Emekli Korgeneral Suat İlhan: "PKK'YI BATI TEZGÂHLADI" Emekli Korgeneral Suat İlhan 1925 Tokat doğumlu. 1943'de Kuleli Askeri Lisesi'ni, 1945'de Kara Harp Okulu'nu, 1947'de Topçu Okulu'nu, 1958'de Kara Harp Akademisi'ni, 1961'de Silahlı Küvetler Akademisini tamamladı. Kıta hizmetlerinde yurdun birçok bölge­ sinde görev aldı. Bükreş'te askeri ataşelik yaptı. Harp Akademilerinde harp tarihi, stratejik coğrafya ve jeopolitik öğretim üyeliğinde bulundu. Genelkurmay İstihbarat Dairesi'nde hem tuğgeneral olarak hem de Korg. istihbarat Başkanı olarak uzun yıllar çalıştı. 7. Kolordu Komutanı olarak Diyarbakır ve çevresindeki beş ilin sıkıyönetim komutanlığını yaptı. 1983'de kadrosuzluktan emekli olduktan sonra Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu'nu kurma görevi aidi. Kurulmasını üstlendiği bu kuruluşun dokuz yıl başkanlığını yaptıktan sonra yaş haddinden emekli oldu. Korg. İlhan'ın yayınlanmış 9 kitabı bulunuyor. Bunlar arasında "8 inci Kolordu Bölgesi'ndeki İsyanlar"ın ayrı bir yeri var. Korg. ilhan'la Güneydoğu'da sürüp giden olaylar üzerine 1995 yılı Haziran ayında konuştuk. Kışlalı - Güneydoğu'da 11 yıldır sürüp giden bir mücadele var. Bu herhalde "Gayri Nizami Harp" (GNH) değil. Eski Genelkurmay Başkanı Org. Güreş buna Low Intensity Conflict karşılığı "Düşük Yoğunlukta Çatışma" ismi verdi. Aradaki fark nedir? İlhan - GNH'nin belli başlı özellikleri şunlardır: Her kademede emrindekilerin hare­ ketlerinden sorumlu olanların belli olması, uzaktan tanınabilecek farklı işaretler taşımaları; harekâtın savaş kanunları ve âdetlerine görev sevk ve idare edilmesi; silahların açıkta taşınması. Savaş kanunlarına göre hareket edilmesi çoluğu, çocuğu, yaşlıyı, kadını öldürmemeyi gerektirir. Güneydoğu'da cereyan eden PKK hareketleri bütün özellikleriyle terörizmdir. Kışlalı - Cumhuriyet'in ilk yıllarındaki Kürt isyanlarının şimdiki olayla ben­ zerliği veya farklılığı neler? İlhan - O isyanlar aşiret temelli hareketlerdir. Sınırlı coğrafyalarda, sınırlı sayıdaki aşiretler tarafından gerçekleştirilmişlerdir. Dışardan tahrik ediliyor fakat destek almıyor, uluslararası kurumların veya diğer ülkelerin açık destekleri bulunmuyordu. O isyanlar Lozan, Musul, Hatay gibi Türkiye'nin zor günlerinde dış kışkırtmalarla oluştular. Bugünkü gaile, Türkiye'nin güçlü bir bölge devleti olmasını önleme amacına yöneliktir. Gene dış kaynaklıdır ve bölgede, bölünmüş küçük devletler bulunmasını amaçlayan Batı politika­ sının bir sonucudur. 244 Kışlalı - Şimdikini nasıl vasıflandırıyorsunuz? İlhan - PKK hareketi tam bir terör. Türkiye'yi bölme amacını taşıyor. Bunlara, des­ tekçileri olan Avrupalılara, kişisel siyasi yarar sağlamayı amaçlayan iç destekçilerine, Türkiye'nin bölünmesine kadar verilecek her taviz az gelecektir. Söylediklerim bölgedeki insanlarımız ile ilgili değildir. Onlar Türk kültürünü en iyi temsil eden vatandaşlarımızdır. Bütün kültür unsurlarında ortak değerlere sahibiz. Birçok aşiretin ismi Divanü Lugat-it Türk'de bile var. Birçok aşiretle Orta Asya'dan beraber geldiğimiz biliniyor. Kışlalı - Cumhuriyet devri isyanlarının esasta bastırılış şekli neydi? . İlhan - O isyanlarda isyan bölgesi ve isyan eden aşiretler belli. Onlar ayaklanma, terör değildi. Sivil halkı öldürmüyorlardı. Türk ordusunun normal hareket ilkelerini uygula­ masına ortam uygun. Ordumuz da bunu yapıyor, isyancıları kuşatıyor ve ayaklanmaktan vazgeçiriyor, affediyor veya adaleti çalıştırıyor. Ağrı ayaklanması gibi hareketlerde iran ve Irak hududu yakınlarında bu ülkelerle işbirliği yapıyor. Anlaşmalı bazı sınır geçişleri her zaman olabiliyor. Kışlalı - Bu deneyimin şimdi de galiba uygulanması gündemde, Irak sınırın­ da? İlhan - Türkiye-Suriye sınırının düz ve açık olmasına karşılık, Irak sınırı çok en­ gebeli. Ayrıca, Irak sınır hattının genellikle güneye egemen sırtları bizden taraftan geç­ miyor. Bu durum uzakları görmeyi önlüyor, önlem almayı güçleştiriyor. Sınır hattı egemen sırtların önünden geçse güvenlik daha kolay ve daha güçlü olarak sağlanacak. Her iki taraf için de toprak kaybı olmadan bazı yerlerden toprak alınıp karşılık olarak bazı yerlerden verilebilir. Halen sınırlara biz egemeniz. Küçük düzeltmeleri yapıp fiili durum meydana getirerek ilgililerle görüşmeler önerebiliriz. Terörün dış irtibatının kesilmesi hayati değerde, ilk önlem olmalı. Vietnam'da ABD, Afganistan'da Ruslar dış ilişkiyi kesemediklerinden ba­ şarılı olamadılar. Biz de bu konuda hem yavaş, hem de yanlış davrandık. Kışlalı - Ne yapılabilirdi? İlhan - PKK'yı Suriye, Kıbrıs Rum Yönetimi ve Yunanistan'ın desteklediği gizli değil. Türkiye, Suriye'ye karşı kesin tedbir almamıştır. Yaptırım uygulamamıştır. Neden, Ürdün ve israil'e giden araçlar hariç, Suriye hududu önce ihtar için kısa süre sonra devamlı kapatılmıyor? Türkiye, Güney Kıbrıs ve Yunanistan'ı terörist ülke olarak dünyaya tanıtmamıştır. Uluslararası odaklarda terör konusunu iyi işleyemedik. Suçlu gibi davrandık. Benzer olaylarda karşılık esastır. Her ülkenin zayıf yönü vardır. Yunanistan'ın ve Güney Kıbrıs'ın da olduğu gibi. Dış destek olmasaydı sorun bugün kapanmış olurdu. Kışlalı - Hudutlar gerçekten tam kapatılabilir, kontrol altına alınabilir mi? ilhan - Kesinlikle. Rusya on binlerce kilometrelik Asya, Avrupa ve Türkiye sınırla­ rını nasıl kapattı? Önceki yıllarda'hudutların kapatılması için esirgenen birkaç milyon bugün başka alanlarda trilyonlara mal oluyor. Hudutlar mutlaka ve hızla kapatılmalı, toplu silah girdilerinin yapıldığı değerlendirilen gümrük kapılarının tam kontrolü sağlanmalı. 245 Kışlalı - Kavramlar bazen karışıyor. GNH yanında bir de Özel Harp (ÖH) var. Bunu yapan Özel Kuvvet var. Bunlara biraz açıklık getirir misiniz? İlhan - ÖH savaş halinde düşmanın işgal edeceği topraklarda yapılacak örtülü harekâtın adıdır. Bu bölüm, cephedeki harekâtın işgal bölgesine uzantısını oluşturur. Kışlalı - Özel Harp deyince akla hemen bunu yapacak iyi yetiştirilmiş özel güçler geliyor. Herhalde bunlar Güneydoğu'da da özel timler halinde yer yer kulla­ nıyor? İlhan - 1983 yılında emekli oldum. Bilgim yok. Şu kadarını söyleyebilirim. ÖH'nin teşkilat olarak Güneydoğu'da kullanılmasına, içinde bulunduğumuz durumda, gerek ol­ madığını düşünüyorum. Kışlalı - Zaman zaman Güneydoğu'daki mücadelenin askerden ziyade polisjandarma tarafından yapılması öneriliyor. Bu mümkün mü? İlhan - Önce gerçekçi değil. Bu düşünceler eksik bilgiden kaynaklanıyor. Şehirler dışında münferit operasyonlar hariç, polisin kullanılma şansı çok az. Jandarma güvenlik açısından kırsal kesimde asıl sorumlu güçtür. Fakat zaman zaman tank, zırhlı personel taşıyıcı, uçak, helikopter, muhabere, istihkam gibi çeşitli silah ve sınıflara ihtiyaç duyulan bir durumda jandarma da yetersiz kalır. Ülke bütünlüğünün sağlanması için bütün imkânlardan yararlanılması gerekir. Polis şehirlerdeki sorumluluğu bütünüyle yüklenmeli­ dir. Jandarma güçlendirilerek kırsal kesimin sorumluluğunu devralmaya hazır olmalıdır. Ancak bugün için çok erken. Ordumuz helikopter ve füze sanayii ile kısa sürede destek­ lenmek ihtiyacındadır. Kışlalı - Güneydoğu'da patlak veren olaylar sürüp giderken dünyada daha önce cereyan etmiş benzerleri incelenirken görülüyor ki böyle olaylar kendilerine uygun zeminler bulduklarında patlak veriyor? İlhan - Güneydoğu'da coğrafi bakımdan uygun zemin var. Üç ülkeyle açık kara sı­ nırı, engebeli arazi, verimi de kısıtlayan sert bir iklim, dünya ile ilişki güçlüğü. Bütün ülke­ lerde şanslı bölgeler şansız bölgeler vardır. Önemli olan şansları dengeleyebilmek. PKK teröründen önce G. Doğu Anadolu, Orta Anadolu'dan çok geri değildi. Bu bölgemizi kısa sürede ayağa kaldırmak, bütün kurumların, kişi olarak hepimizin sorumluluğudur. Kışlalı - Son K. Irak Harekâtı'nı bir de siz değerlendirseniz? Farklı yorumlar oldu? Bir de neden o kadar büyük kuvvet kullanmak gerekti? • İlhan - Türk ordusu İstiklal Harbi'nden sonra isyanlar bastırdı. (İstiklal Harbi sıra­ sında sadece G. Doğu'da 5 isyan, 1923-1938 arasında 12 isyan) 2. Dünya Harbi'ni yaşadı. Kore Harbi'ne katıldı. Kıbrıs Harekâtı'nı yaptı. Terörizme karşı mücadele verdi. En bü­ yüğü en sonununcusu olan (ilki 1983'de) Irak'a karşı harekât yaptı. 70 yıldır, Türkiye'ye karşı hasmane fiili girişimleri caydırıyor. Diplomatların ve politikacıların bu büyük gücün varlığından müzakere masalarında yararlandıklarını söylemek çok zor. Irak harekâtı çok zor bir arazide yaklaşık 16 bin kilometrekarelik alanda zor iklim şartlarında yeri, kuvveti taktiği belirsiz bir güce karşı yapılmıştır. Kullanılan kuvvet çok değildir. 16 bin kilometre246 karelik araziye kısa sürede egemen olmak gerekiyordu. Daha az kuvvet kullanılsa daha fazla zaman gerekti. Bu olayda zaman ve kuvvet birbirinin değişkenidir. Genelkurmay Başkanı Org. Karadayı 'Her ordunun yapabileceği harekât değil' diyor. Tevazu gösteriyor. Bu kadar malzeme ile başka bir ordunun yapabileceği harekât değildi. Bölge halkından tek insanın burnu kanamamıştır. Ruslara ve Sırplara bakın. Bütün bir Çeçen halkını veya bütün bir Boşnak halkını kadın çocuk demeden öldürüyor, kaçırıyor sonra şehirleri işgal ediyorlar... Geniş arazide küçük küçük birimler halinde dağılan birliklerde aç, susuz kalan personel olmamış, medeni ihtiyaçları da büyük ölçüde karşılanmıştır. Kışlalı - Nasıl oldu sürpriz etkisi? Birliklerin kaydırıldığı günlerce izlendi, ya­ zıldı? İlhan - 35 bin kişilik bir kuvvetin yığınağının gizlenmesi, özellikle günümüz şartla­ rında mümkün değildir. Fakat baskın olmadığı görüşü de doğru değildir. PKK yerce ve zamanca baskına uğramıştır. Daha önceki deneyleri de değerlendirerek iklimin elverişli olacağı, karların kalkacağı daha geç bir tarihte harekâtın yapılacağını düşünmüş, za­ manca baskına uğramıştır. Daha önceki harekâtların izlenimiyle bu kadar derinlere gidil­ meyeceği düşüncesi yerce baskın sağlamıştır Böyle bir sürpriz olmasaydı 600'den fazla zayiat verir bunca silah ve malzemeyi bırakırlar mıydı? Hepsini gerilere çekerlerdi. Baskın karşı tarafın önlem almasına fırsat vermeden harekâtın yapılması halidir. Kışlalı - Batılı müttefikler neden korktular? Orada kalıp yerleşmemizden mi? İlhan - Osmanlı ruhunun canlanmasından hep korktular. Bu yanlış hesap. Ger­ çekte kalmayacağımızı biliyorlardı. Başarılan işi Türkiye'de yapacağı moral gücü önle­ mek, dışardaki olumlu etkisini zayıflatmak istedikleri söylenebilir. Erken çekilmeyi sağla­ yarak, milletimizin başarının tadının doyumuna varması önlendi. Elbette ki çekilmemizi istemelerinin altında PKK'yı korumak da vardı. Kışlalı - Güneydoğu'daki PKK hareketinin başlangıncına dönersek, size de­ neyimli bir istihbaratçı olduğunuz için bir şey sormak istiyorum. Böylesine bir olay, terör deyiniz, ufak çapta ayaklanma deyiniz bunun hazırlık döneminin tam gizli ol­ ması, gizli tutulması mümkün müdür? İlhan - 1983 sonunda 12 Eylül öncesi olaylar tamamiyle bertaraf edilmişti. Bölge tarihinin en sakin dönemlerinden birini yaşıyordu. Yeni iktidar bölgeyi bu şekilde teslim aldı. Sakin ortamlarda istihbarat çalışması daha kolay olur. Bu sebeple de hazırlıkların gizli olması mümkün değildi. Kışlalı - İstihbaratımız ile ilgili çok eleştiriler yapıldı. Bakanlar, hatta başba­ kanlardan şikâyet edenler oldu. Biraz da onun için sordum. İlhan - MİT başbakana bağlıdır.Başbakan şikâyet edemez; eksiği varsa düzeltme sorumluluğu onundur, istihbarata doyum olmaz. Ne kadar bilgi verirseniz verin eylem ka­ demesi daha fazlasını ister. Eğitimini görmüş deneyimli yönetici ve ast kadro gerekir. İs­ tihbarat hava gibidir. Mevcudiyetini anlamazsınız. Fakat yokluğu öldürür. Kışlalı - İki eksiklikten söz ediliyor. Birincisi 1984 öncesi gelişmelerin gerek­ tiği gibi izlenememesi ve patlak veren olayların sürpriz olması. Bir de 1984'den sonra 247 yakın zamana kadar olan boşluk. Güvenlik güçlerinin alıp hemen operasyona dö­ nüştürebilecekleri operasyonel istihbarat eksikliğinden söz edilmiştir. İlhan - istihbarat birikimi temel istihbarattır; güncel bilgiler cari istihbarattır; ope­ rasyon sırasındaki bilgiler harekât istihbaratını oluşturur. Anlaşılıyor ki 1984'ün temel is­ tihbaratı da cari istihbaratı da yetersiz. Fakat geçen zaman içerisinde istihbarat faaliyetle­ rinin başarılı sonuçlar almaya başladığını sanıyorum. Kışlalı - Güvenlik operasyonları sırasındaki durum nasıl? İlhan - Tasnif yaparken, harekât istihbaratı olarak berittiğim istihbarattır. Harekat bölgesinde harekât öncesi ve harekât sırasında yapılır. Temel ve cari istihbarat bilgilerine dayanır. Esas olarak gözetleme, keşif faaliyetleri ve ele geçen bilgi sahibi kişilerden alınan haberlerle geliştirilir. Askerlik için diğer dallarında olduğu gibi, istihbarat da, hiçbir halka­ sının zayıf olmaması gereken zincirleme faaliyetlerden oluşur. Görüldüğü gibi bu konuda temel bilgi kaynakları askeri değildir. Kışlalı - Emniyet mi? MİT mi? İlhan - Emniyet kendi ihtiyacı için istihbarat yapar.istihbarat eğitimleri bir aydır ama şimdi bir aydan daha uzun süreli istihbarat eğitimine ihtiyaçları olduğu anlaşılıyor. Türki­ ye'de istihbarat birimleri arasında bilgi alışverişi yapıldığını söylemek yanlış olmaz. MİT çok önemli bir kurumumuz. Bugüne kadar büyük hizmetler vermiştir. Yaşamsal değeri dikkatten uzak tutulmayarak desteklenmelidir. Kışlalı - PKK'nın nasıl bir örgüt olduğu malum. Ama bilinen ifade tarzıyla onların içinde yaşayabilecekleri "bataklık" olmasa sivrisinekler yaşamıyor. Bölge halkını onlardan uzak tutabilmek için ne yapılmalıydı? Ne yapıldı? Bölgeyi çok iyi biliyorsunuz. İlhan - Sorun çok yönlü, elbette cevabı da öyle olmalı. Bataklık nasıl kurutulur? Bir süre, askeri birliklerle operasyon yaparken birçok kurum elbağlayıp seyretmiştir. Bugün durum böyle değil. Devlet bütün kademeleriyle bölgede etkin bir çalışma içinde tutulmalı­ dır. Bu konuda hiçbir taviz verilemez. Bütün bakanlıklar Güneydoğu'daki îşlerini öncelikli hizmet olarak ele almalıdır. Hudutlar ve hudut kapıları tam kontrole alınmalıdır. Trafik, şehirleşme, gecekondulaşma, ruhsatsız imar gibi bütün asayişsizlikler önlenmeli, kanun hâkimiyeti her alanda sağlanmalıdır. Devlet memuru kadroları ve siyasi kadrolar daha güçlü elemanlarla takviye edilmelidir. Kışlalı - Bu bölgeyle ilgili sanıyorum geçmişte çok öneri yapılmış. Ama kimse aldırış etmemiş? İlhan - Sorumlu yerlerde olup da, konuyu önemsemeyen, zamanında gerekli ön­ lemleri almayan çok kimse var. MİT yıllarca önceden günümüze doğru kimlere ne raporlar verdi? Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği ne çalışmalar yaptı? MGK konuyla ilgili bugüne kadar ne tavsiye kararları aldı? Araştırma fakiri üniversitelerimize ve diğer aka­ demik kuruluşlara sormak gerekir, bugüne kadar konuyla ilgili ne yaptınız diye. Kışlalı - Bu bölgedeki aşiretlerin rolü sizce nasıl olur? Etkisi nasıl olur? 248 İlMn - Türkiye'deki aşiretlerin feodal görüntüsüne bakıp, Fransız ihtilalinin yıktığı Avrupa feodalitesiyle karıştırmamak gerekir. Bizdeki aşiretler geniş ailelerdir. Çok farklı yapıdadırlar. Onları tanıyanlar sevecekleri birçok öğe bulabilirler. Elbette ki vatandaşların istismarı söz konusu. Mevcut aşiret ve ağa otoritisenin yerini birinci aşamada devlet, ileri aşamada devlet ve örgütlü toplum kurumları almalıdır. Fakat yeni bir otorite getirmeden mevcut otoriteyi kaldırırsanız önce anarşi, ardından da terör gelir. Devletin varlığı ve et­ kinliği, sorunun çözümlenmesini kolaylaştıracaktır. Bölge halkını tanıyan sever. Sever ne söz, gönülden bağlanır. 249 E. Korgeneral Şadi Ergüvenç: "PKK'YI KÜÇÜMSEDİK" Havacı Korgeneral Şadi Ergüvenç 1992 yılı Ağustosunda emekli oluncaya kadar çok önemli görevlerde bulunmuş bir askerdir. Brüksel'de Korgeneral olarak NATO nezdinde Türk askeri temsilciliği yaptıktan sonra Diyarbakır'daki 2. Hava Kuvveti Komutanlı­ ğında da iki yıl süreyle komutan olarak hizmet yapıp kadrosuzluktan emekliye ayrıldı. Korg. Ergüvenç istihbarat uzmanı olarak tanınıyor, şimdi Ankara'daki Dış Politika Enstitü­ sünde araştırmalar yapıyor. Korg. Ergüvenç ile Diyarbakır'daki Komutanlığı sırasında yakı nen izlediği PKK ile mücadele faaliyetleri konusunda 1995 Haziran ayında konuştuk. Kışlalı - Diyarbakır'daki 2. Hava Kuvveti Komutanlığından 1992 sonbaharında ayrıldığınızda bölgedeki PKK'ya karşı sürdürülen mücadelede durum neydi? Ergüvenç - Pek içaçıcı bir durum yoktu. Körfez krizi üzerinden bir yıl geçmişti. Körfez harbi öncesi tükeniş haline yaklaşan PKK için 1992 yeniden tırmanış yılı oldu. Harp sonrası 1992 Mart ve Nisanında Saddam'ın K. Irak'ta Türklere karşı yaptığı harekâttan kaçan ve Türkiye'ye sığınan 500 bin kadar mülteci arasında Türkiye'ye giren PKK men­ supları ve silah-cephanenin de bu tırmanmada katkısı oldu sanırım. Kışlalı - Bu kötüye gidişin işaretleri sizce nelerdi? Ergüvenç - Çeşitli işaretler vardır. Mesela kepenk kapatma olayları. Karakollara saldırılar. Silahlı eylemlerin artması. Bunlar PKK etkinliğinin artış işaretleridir. Kışlalı - O zaman K. Irak'ta harekât yapılmış mıydı? Ergüvenç - ilki Harkurk bölgesinedir. İran-Irak-Türkiye üçgeni. Hakkâri'nin hemen güneyindeki Harkurk kampına yapılan ilk taarruz benim komutanlığım döneminde oldu. ikinci geniş operasyon, K. Irak'taki Kürt grupların işbirliğiyle olan ise ben ayrıldıktan hemen sonra yapıldı. Bunlar kara hava müşterek yapılan harekâtlar idi. Bunların dışında zaman zaman istihbarat ve kesife dayalı olarak PKK'nın bulunduğu yerlere karşı hava harekâtı icra ediliyordu. Kışlalı - PKK'ya karşı mücadelenin başlagıçta tam gereken uygun zemine oturtulmadığı görüşü var. Daha sonra gerekli yaklaşım uygulandı deniyor. Sizin görüşünüz nedir bu konuda? Ergüvenç - Uzun süre PKK küçümsendi. 2-3 çapulcu işi, dendi. Uzun süre müca­ dele jandarma ve onların yetmediği yerlerde de askerin desteğiyle yapıldı. Ama jandar­ manın o zaman elinde sadece hafif silahlar vardı. Komando eğitimi de verilmemişti. PKK'ya bir taraf, bir savaşan taraf görüntüsü verilmemesi için, bu işi tamamiyle bir iç gü250 venlik harekâtı şeklinde tutma esastı. Bugün de bu yaklaşım devam ediyor. Bu da kanımca Türkiye'nin oraya teksif edebileceği güçlerin alınmasını engelledi. Savaş izlenimi verilme­ meye çalışıldı. Kışlalı - Bugün Çeçenistan'da ne oluyor? Ergüvenç - Evet. Orada bugün Rusya tam anlamıyla bir iç savaş yaptı. Bütün bir cumhuriyeti sildi süpürdü. Kimsenin aklına Cenevre anlaşması gelmedi. Anlaşma ve hak­ lar gündeme bile gelmedi. Ama bizde bütün kaygılar bazı tedbirleri biraz engelledi gibime geliyor. Kışlalı - Bu yaklaşımın, biraz dikkatli davranılmasının etkisi ne olmuştur sizce? Ergüvenç - Bu tür mücadelelerde kararlılık önemlidir. Çekingen davranış kararlılık eksikliği şeklinde algılanabilir. Bence o günlerdeki mücadelenin gereken seviyeye ulaş­ mamasında etken kararlılık eksikliği idi. Bugünkü kararlılığı o zaman gösterseydik gü­ venlik güçlerinin etkinliği de daha başka olurdu. Kışlalı - Bu kararlılık eksikliği neden kaynaklandı? Ergüvenç - Hatırlarsınız o zamanlar devlet yetkilileri bu meseleyi demokratik usullerde halledeceğiz, derdi. Harbin demokratikliği olmaz. Türkiye'nin bölünmesi ve hatta PKK Türkiye'yi yıkmak istediğine göre yıkılması söz konusu olunca, böyle bir tehdide karşı, bana sorarsanız insan hakları ve demokrasi mülahazaları ikinci planda olmalı. Harpte bunların yeri olmaz. Kışlalı - O bölgedeki vatandaşların durumu? Ergüvenç - Güvenlik güçleriyle PKK arasına sıkışmış vatandaşların durumundan bahsetmiyorum kesinlikle. Söylemek istediğim onlara yaklaşım değil. Vatandaşımızı ko­ rumak, onların haklarına saygılı olmak, onlara zarar vermemek tabii ki esas. Ama diğer taraftan PKK'ya karşı mücadelenin acıması olmamalı. PKK'nın kendisi acımasız çocuk, yaşlı, savunmasız kimselere karşı acıması var mı? Eski savaş kuralıdır. TunTzu'dan beri savaşta böyle mülahazaların yeri yoktur. Kışlalı - Orada uygulanan mücadele yaklaşımları da değişim, gelişim gös­ termedi mi? Önceleri saat 17.00'den sonra karargâh dışında bulunulmazken şimdi birliklerin komando eğitimi görmüş timleri aynen PKK gibi geceleri operasyon ya­ pıyor. Günlerce arazide kalıyor? Ergüvenç - Tabii eğitim zaman alıyor. O zamana kadar o maksatla eğitim yapıl­ mamış. Ne jandarma ne de askerimiz o mücadele türüne karşı eğitilmemiş. Low Intensity confict - gerilla savaşı yoktu. Polisimiz zaten birçok yerde yoktu. Polis teşkilatı olmayan ilçeler vardı.. Güvenlik birçok yerde jandarmaya bırakılmıştı. O da kaçakçılığa ve kırsal alandaki bazı ufak tefek düzenle ilgili olaya göre konuşlandırılmıştı. PKK gibi bir örgüte karşı mücadeleye hazır değildi. Uygun silahları da yoktu. Kışlalı - Sonra hem eğitim hem de silahlar gelişti? 251 Ergüvenç - Gece görüş cihazlarıyla yeni teçhizatlanma başladı. Birtakım sensorlar geldi. Kurşun geçirmez yelekler, helikopterler alındı. Özellikle helikopterleri vurgulamak gerek. Süratle personel ve cephane taşıyabilecek yegane araç. Kıyafet bile değişti. Orada giyilecek botların bile farklı olması lazım. Klasik Roosvelt tipi botlarla o işleri yapamazsı­ nız. Dürbünlü tüfekler geldi, istihbarat geliştirildi. Kolay değil. Kışlalı - O noktaya gelecektim, istihbarat zor gelişti? Yetkililer hep istihbarat eksikliğinden şikâyet etmişlerdir. Ergüvenç - Evet. Bunların arasında en zor gelişen istihbarattır. Bunu geliştirmek için o bölgedeki insanların size müzahir olması gerek. Nitekim orada devlet güçleri etkin­ liklerini göstermeye başladıklarından itibaren, ki bu son birkaç yılda gelişmiştir, orada PKK daha az korkulur hale gelince istihbarat arttı. PKK'dan çekinme azaldı. Yöre halkının is­ tihbaratta yardımcı olması arttı, istihbaratta bu unsur çok önemlidir. Bu güven kendisine verilmeyince yöre halkının çekimser kalması normaldir. Yöre halkı olmadan istihbarat mümkün değil. PKK'nın içine yöre halkından başka unsur sokarak istihbarat yapmanız söz konusu olamaz. Kışlalı - Ama orası 70 yıllık Cumhuriyetin hassas bir bölgesi değil mi? Bu kadar yıldır bu hassas bölgede gerekli istihbarat ağının kurulmuş olması gerekmez miydi? Kendi ülkeniz burası. Halkın çok büyük kısmı da PKK'ya karşı. Bu şartlara uygun istihbarat ağı kurulması gerekmez miydi? Ergüvenç - Güç bir iş. PKK'nın içine adam sokmak da zordur. Soksanız da oradan istihbarat almak kolay değildir. Bilgi verme imkânları sınırlıdır. Verdiği haberlerde genelde geç kalır. Birde unutmamalı; hiçbir zaman alınan istihbarat yeterli bulunmaz. İstihbarat her zaman yetersizlikle suçlanan bir fonksiyon olmuştur. Körfez savaşından sonra Amerikalı­ ların yaptıkları değerlendirmede en eksik bulunan istihbarat olmuştur. O kadar imkânlarına rağmen. Şimdi artık güvenlik güçleri istihbarat eksikliğinden söz etmiyor. Kışlalı - Pusu olayları hâlâ olabiliyor. Geçenlerde 15 güvenlik mensubunun kaybıyla neticelenen olay PKK'nın istihbaratını göstermiyor mu? Geçeceğini nere­ den biliyorlardı ki 150-200 kişilik bir grupla pusu kurdular? Ergüvenç - Onların da istihbaratı var tabii. Yollarda görünür tarzda konvoylar olu­ yor. Fiziki temas ile istihbarat. Hadisenin olduğu yer yol. Ovacık yolu üzeri. 12. kilometre. Güvenlik güçleri içerisinde PKK sempatizanı yoktur da denilemez. Türkiye'nin her tarafın­ da olabilir, istanbul'daki olayı da PKK'lı yapmıştır diyebiliyoruz. Önlemler alınıyor tabii. Sürekli eylem talimatı da aldıkları duyuluyor. Ayakta durabilmek için çabalıyorlar. Bu pusu tesadüfen de olabilir. Kışlalı - Sizin görev sürenizde Hava Kuvvetleri'nin PKK'ya karşı mücadeleye katkısı nasıl oluyordu? Ergüvenç - O zamanlar daha ziyade karakollara saldırılar yapılıyordu. Kötü duru­ ma düşen güvenlik güçlerine destek sağlardık. Olaylar daha ziyade sabaha karşı oluyordu. Gece de oluyordu. PKK kendine göre en uygun şartlarda yapıp kaçma imkânına sahip 252 oluyordu. PKK'nın bazı yerlerde yuvalandığı tespit edildiğinde yerden yönlendirme kay­ dıyla, Kara Kuvvetlerinin ulaşamadığı yerlerdeki hedefleri vurma açısından da katkıda bulunuyorduk. K. Irak'ta ise istihbarata dayalı gözetleme faaliyetimiz devam ediyordu. Kışlalı - Karakollara baskınlar daha ziyade karanlık bastıkta oluyordu. Hava kuvvetlerinin gece operasyon imkânı var mıydı? Ergüvenç - Gece harekât imkânımız yoktu. Aydınlatma yaparak gece harekâtından da bir şey beklenemezdi. Sabaha karşı harekâtlarında hava aydınlanırken onların kaçış yollarında vurma imkânımız oluyordu. Çoğundaki başarı yüzdesi belki gö­ rülemez ama orada savaşanlarımızın morali üzerindeki etkisi de unutulmamalı. Kışlalı - Helikopterler sizin değildi? Ergüvenç - Helikopterler jandarma asayiş komutanlığınındı. Kobralar benim za­ manında yeni gelmeye başlamıştı. Bunlar terör ile mücadelede çok uygun silahlardır. Kışlalı - Hava Kuvvetleri için bu tür operasyonlar herhalde eğitim açısından son derece yararlı oluyordu? Ergüvenç - Evet. Eğitim açısından yararlıydı. Özellikle o çetin arazi koşullarında, yaptıklarımız gençlerimizin eğitimine katkıda bulunuyordu. Kışlalı - Bu tür harekât için daha uygun uçaklar yok mu? Ergüvenç - Evet daha uygun uçaklar var tabii. Ancak bizde terörle mücadeleye uygun uçak yok. Biz F-104, F-5, F-4 uçaklarını kullanıyorduk. Terör ile mücadeleye pek uygun olmayan silahlar. F-16'lar arada sırada kullanılıyordu. Kışlalı - Hava indirme söz konusu oldu mu? Ergüvenç - Hayır olmadı. Jandarma Asayiş Komutanlığı küçük çapta uçarbirlik harekâtı yapıyordu helikopterlerle. Kışlalı - Hava Kuvvetlerinin orada ayrı istihbarat düzeni var mıydı? Ergüvenç - Hayır, istihbarat sınıfımız var. Keşif uçaklarımız var tabii. Ama TSK'de istihbarat sorumluluğu Genelkurmay Başkanlığındadır. Uçaklardan keşifle terörist göre­ mezsiniz. Kışlalı - Çekiç Güç'ün bulunması PKK'ya karşı mücadelede yararımıza oluyor mu? Ergüvenç - Yararlı olduğunu söyleyebileceğimiz yerler var. Çekiş Güç'ün mevcu­ diyeti bizim Irak hava veya kara kuvvetleriyle karşılaşmamız sorununu ortadan kaldırmış­ tır. Çünkü Irak orada fiilen yoktur. Bu bakımdan güzel bir imkân. Çekiç Güç'ün olması PKK'yı güçlendiriyor, iddiaları var. Onlara yardım verdiği söyleniyor ama böyle bir şeyin bilinçli olarak yapılması söz konusu olamaz. Tedirginlik doğunca uçaklarına ve helikop­ terlerine Türk unsurlar da yerleştirildi. Kışlalı - K. Irak'taki iki Kürt grubuyla ilişkilerden dolayı istihbarat imkânları artmadı mı? 253 Ergüvenç -1992 sonbahar harekâtından sonra bu imkânlar çok gelişti. Türkiye'nin K. Irak'taki topluma sağladığı destek o toplumu haliyle Türkiye'ye medyun kılması gereken bir unsurdur. Onların hayat hattı Türkiye'den geçiyor. Göbek bağları Türkiye'ye bağlı. Ama oradaki koşullar dikkate alındığında kime ne ölçüde güvenebilirsiniz? Herkes birbiriyle mücadele içerisinde. Oradaki unsurlara da Talabani ve Barzani tam hâkim değil. Kışlalı - Güneydoğu'da halk ile güvenlik güçleri arasındaki ilişkileri nasıl gö­ rüyordunuz. Geniş bir faaliyet var mıydı? Ergüvenç - Bizim halkla pek temasımız yoktur. Tesislerimize bir saldırı da söz konusu olmadı. Bölge halkına yönelik, ilişkilerin geliştirilmesi yönünde bazı çabalar vardı. Bazı vesileler halkın birlikleri ziyareti, karşılıklı spor faaliyetleri falan vardı. Ama bunun ötesinde daha geniş kapsamlı bir faaliyet yoktu. Halka bazı alanlarda hizmeti oradaki TSK'dan değil idarecilerden beklemek gerek. En iyi ilişki onlara hizmet sağlayarak olur. En büyük eksik görevli eksiğiydi. Terörün olduğu yerde tabii ki hizmet de aksıyor. Önce terörü yok etmek.herkese güvenlik sağlamak gerekiyor. Kışlalı - Brüksel'deki göreviniz sırasında Türkiye'nin PKK'ya karşı sürdürdü­ ğü mücadele konusunda NATO ülkelerinin askeriyle siyasetçileri arasında görüş farklılığı tespit ettiniz mi? Ergüvenç - Hayır. Sorunun varlığı ve bunun halledilmesi güç bir sorun olduğu ko­ nusunda herkes hemfikirdi. Türkiye'nin o zaman uyguladığı yöntemler açısından bir zor­ luğu da yoktu. Körfez savaşı öncesi PKK bitmeye yüz tutmuştu. Onun için ne oradaki si­ viller ne de asker kişiler konuyu bilgi almak için bile pek gündeme getirmiyorlardı. Muaheze edilmemiz kesinlikle söz konusu olmazdı. Kışlalı - Bazı ülkeler, mesela ABD Güneydoğu'da fazla kuvvet kullandığımız gibi bazı görüşler ortaya atıyor. Buna hakları var mı? Ergüvenç - Oradaki toplumun haklarını gözettiğiniz sürece, silahları PKK'ya karşı kullandığınız sürece kimsenin böyle bir şeye hakkı olamaz. Dediğim gibi, harp harpttır. Amaç tektir. Karşınızda size karşı mücadele edenleri mücadele azimlerinden vazgeçir­ mektir. Bu da lütfen demekle olmaz. Kışlalı - Örneğin Batılı ülkelerin çoğu bu tür mücadele yaptıklarında ilk iş olarak asilere destek verebilecek durumdaki köyleri boşaltıp, kontrol altına alınabi­ lecek yerlere götürmüşler. Şimdi Türkiye köyleri boşalttı, diye eleştiri yapıyorlar? Ergüvenç - Doğru. Çoğu kez duyarsınız "Bu iş askere ihale edilmiştir" diye. Bunda büyük haklılık payı var. ABD, İngiltere, İspanya, Almanya gibi ülkeler de terör ile mücadele ediyor ama orada gerekeni sadece askerler yapmıyor. Herkes üstüne düşeni yapıyor. Gereken kanunlar hemen çıkıyor. Gerekeni herkes yapıyor. Bizde bir Terör ile Mücadele Yasası bile hâlâ çıkamadı. 254 BÜROKRATLARIN DEĞERLENDİRMESİ Güneydoğu'daki gelişmelerde kilit unsurların başında Jandarma Asayiş Kolordusu Komutanıyla birlikte OHAL Valisi Ünal Erkan geliyordu. TSK gelenekleri askeri yetkililerin belli kademelerde konuşmasına imkân vermez. Konuşanlar da isimlerinin açıklanmasına izin vermezler. Bölgeyle ilgili askeri yetkililerin görevlerinin başındayken verdikleri bilgileri kitabın ilk bölümünde çeşitli başlıklar altında yayınladık. Kilit sivil yetkililerle yapılan ko­ nuşmaları da bu bölümde bulacaksınız. OHAL Valisi Ünal Erkan ile çeşitli aşamalarda konuştuk. Son yıllarda Emniyet Genel Müdürlüğü yapmış iki yetkili: Yılmaz Ergun ve Mehmet Ağar ile yapılmış konuşmalar da bu bölümde. Olağanüstü Hal Bölge Valisi Ünal Erkan ile ilk konuşma 1992 yılının Nisan ayında yapıldı: GÜNEYDOĞU'YA HUZUR GELDİ Kışlalı - Bölücü terör 1984'de başladı. Neden tırmanması önlenemedi? Erkan - 84 öncesi bu örgüt yapısını kuvvetlendirme çalışmaları yaptı. Sonra silahlı propaganda ortaya çıktı. Bugüne kadar da yerleşim alanlarına yerleşmeye çalıştı. Yurt dışında militan eğitti. Dağ kadrosunu arttırdı.. Güvenlik güçleri geçmişte büyük şehirlerdeki yasadışı örgütlere dönük mücadelesinde deneyim kazanmıştı. Kırsalda ise bu yoktu. Yok denecek kadar azdı. Bu bölgenin arazisi de iyi tanınmıyordu. Tam tanınıncaya kadar zaman geçti. Kışlalı - 8 yıl çok uzun bir süre. Söylediklerinizden başka sebep olamaz mı? Gerekli eğitim ve arazi tanıma 8 yılda yapılamaz mıydı? Erkan - Bekaa'da eğitim mekanizması kuruldu ve devam etti. Mücadeleyi uzatan faktörlerden biri. Yerleşim alanlarına dönük teşkilatlanması ile de sanıyorum gerektiği gibi ilgilenilemedi. Dikkatler daha ziyade kırsal kesime yönelmişti. Olay kırsal olayı gibi değer­ lendirilirse bence yarım olur. Kışlalı - Güneydoğu yerleşim alanlarında ne gibi etkiler oldu? Netice ne oldu? Erkan - Buralardaki örgütlenme vatandaş üzerinde etkiyi arttırdı ve buralardan ya­ rarlanma da çoğaldı. Hem militan topladılar, hem de bütün ihtiyaçlarını karşılar oldular dağınık yerleşim alanlarında. Buralarda oluşturduğu birimlerle, her vesileden yararlanıp buralardaki vatandaşları devlete karşı kullanacak hale de getirdiler. Kanunsuz yürüyüşler, bayrağımızı indirmeler ve birtakım renkli bayrakları çıkarıp bölücü sloganlar atmaları ha255 tırlayacaksınız. Kepenk kapama, kontak kapama olayları. Gazete sattırmama olayı. Ce­ nazeleri istismar etme olayları. Hep kitle hareketi oluşturmaya dönük adımlardı. Bunlar dağ kadrolarının da takviyesine yardım edecekti. Kışlalı - Ana hedefleri herhalde bölge halkını güçlü olduklarına inandırmak idi? Erkan - Başka törer örgütleriyle de işbirliği yaparak amaca gitmek istediler. Sanı­ yorum kırsaldaki olaylara verilen önem bu olaylara verilmedi. Kışlalı - Sekiz yıl içerisinde kırsal olaylarla mücadele için gereken eğitim ya­ pılmış olsaydı netice bu mu olurdu? Oradaki tırmanma böyle mi olurdu? Bu tür mücadele için uzman yetişti mi? Erkan - Uzman yetişti. Başlangıçtan bu yana yapılan çalışmalar eksiklere rağmen birçok gelişme sağladı. Eksiklerine rağmen mücadeleyi çok kötü diye değerlendirmek mümkün değil. Kışlalı - Polisin özel timlerinin eğitimine ne zaman başlandı? Erkan - Hatırlayabildiğim kadarıyla 5-6 senelik mazisi var. Eğitimleri sürdürülüyor. Sayılarının arttırılmasına gayret ediliyor. Daha ziyade bu bölgede görevlendiriliyorlar. Kışlalı - Polisin her ihtimale karşı yetiştirilmesi gerekmez mi? Erkan - Geleceğe dönük düşünce tarzı sanıyorum şöyle: Her polisin özel harekât eğitiminden geçmesi hedef olmalı. Trafik polisi bile bir yıllık temel eğitimi alırken bunun son bölümünde özel harekât bölümü mutlaka eklenmeli. Samsun Polis Okulu'nu da bu amaç için pilot okul olarak düzenlemeyi düşünüyorduk. Dünyadaki bu terör hastalığı etkisini yi­ tirse bile ülkemizde de daha bir süre devam edecek. Ona hazırlıklı olmak gerekir. Kışlalı - Bu bölgede kaç kişi var? Özel harekât timi olarak? Erkan - Bin beş yüz civarında. Jandarma da aşağı yukarı özel harekât eğitiminin gerilla eğitimini, bir başka ifadeyle komando eğitimini oldukça iyi biçimde alıyor. Komu­ tanları ise çok.önceden iyi eğitilmiş, işi bilen arkadaşlarımız. Bölgemizde sayıca yeterli timler var. Hem polis, hem jandarma olarak. Kışlalı - Bu özel eğitimli güçler nerede faaliyet gösteriyor? Erkan - Bir yandan kırsalda. Süreklilik arzeden bir çalışmaya girdik. O sürüp gidecek. Yerleşim alanları arasındaki yol bağlantılarındaki çalışmalar da süreklilik arzedecek şekilde organize ediliyor. Giderek istediğimiz en etkili noktaya gelecek. Elimizde bunun için her türlü vasıta ve personel imkânı da var. Ayrıca yerleşim alanlarına dönük çalışmalarımız da var. Bu tür çalışmayı birbirinden ayırmak mümkün değil. Sanıyorum bu konulardaki sağlıklı ça­ lışmalarımız kamuoyunun da dikkatinden kaçmıyor. Karayollarının güvenliği, gece sokağa çıkamama endişeleri bu çalışmalarla halledilecek. Devletin olmadığı yere bir başkası geli­ yor. Son birkaç aydır beliren, eski etkinliklerin üstüne eklenmiş etkinlikler daha da artacak. Kışlalı - Askeri birliklerin tuzağa düşürülmeleri kamuoyunu çok üzüyor. Geçen gün de böyle bir olay oldu. Bunlar özel eğitim görmüş birlikler mi? 256 Erkan - Jandarma ve onu takviye edenlerin hepsi özel eğitilmişlerdir. Ancak sözünü ettiğiniz üzücü pusuya düşme olayı son günlerin tek olayıdır. Tabii her olaydan ders çı­ karmak mecburiyetindeyiz. Görev hem şahsi güvenlik, hem de sorumlu bulunduğu mües­ sesenin güvenliğiyle ilgilidir. Buna uygun hazırlık gerekir. Kışlalı - Eğitimin yeterli olmadığı, verilen görevlerin de bundan dolayı yapı­ lamadığı, hatta bazı karakolların sadece kendilerini koruma kaygusuna düştüğü şeklinde bazı görüşleri var. Ne dersiniz? Erkan - Geçmişin değerlendirilmesinden ziyade bugün yapılması gereken ve ya­ pılanı ifade etmek isterim. Bugün güvenlik kuvveti kesinlikle oturup bekleyen bir güç değil. Güvenlik kuvveti görevli olduğu bölgede halkın güvenliğini, huzurunu sağlayacaktır. Bunun için de zırhlı vasıtasıyla da diğer vasıtalarıyla da devriye gezecektir. Dostu düşmanı bunu bilecektir. Bunun gecesi gündüzü de yoktur. Yüzde yüz yapmayı istediğimiz hizmet şekil­ lerinden biri budur. Yol güvenliği de öyle. Elimizde çok iyi imkânlarımız var. Kırsalda da sürekli arama çalışması yapacağız. Kışlalı - Nasıl bir gelişme bekliyorsunuz? Zaman içinde? Erkan - Olayın bitti denmesine zaman var. Devlet olarak hudutlarımızın içerisinde, bu bölgede Türkiye Cumhuriyeti toprakları içerisinde yasalarımızı kesin uygulayacağız. Huzur ve güven için gerekli tertiplenme ne olmalı? Bunu hizmette tüm illerde yeknesaklık sağlayarak tespit edeceğiz. Valilerimizle asgari ayda bir jandarma komutanları ve emniyet müdürlerinin katılacağı toplantılar yapıyoruz. Kışlalı - Daha önce yasalar tam uygulanıyor muydu? Erkan - Bölgede kanunsuz toplumsal olay organizasyonu görülüyordu. Yasa tartı­ şılabilir ama ülkemizin her noktasında uygulanması kesin gerekli olan Toplantı Gösteri Yürüyüşleri Yasası var. Bölücülüğün söz ile saldırgan hal ile, Bayrağımızın dışındaki bezlerle vesaire yapılmasını engellemiş. Yakın zamana kadar toleranslı davranış biçimi diye değerlendirilerek biraz kendi haline bırakılmış. Bu vatandaşın da rahatsız edilmesini neticelendiriyor. Çığ gibi büyüyen bir olay oluyor. Kışlalı - Nevruz olaylarının kaynağında da aynı tür davranışlar vardı, değil mi? Erkan - Nevruz'un yakın öncesi olsun, sonrası olsun tüm bölgede yasaları uygu­ ladık. Bundan sonra da uygulanacak. Ta ki parlamentomuz önümüze değişik yasayı ko­ yarsa, yürürlükteki yasaların bazılarını kaldırırsa diyeceğimiz yok. Mevcut yasaları uygu­ lama inisiyatife kalmış değil. Mecburuz. Kışlalı - Bu uygulamalarınızın burada genel halkla ilgili havayı değiştirdiği söylenebilir mi? Erkan - Bölgede oldukça fazla gezen görevlilerden biriyim. Vatandaşın yasaların uygulanmasından memnun olduğu kanısındayım. Duyuyorum. Çünkü huzur içinde olmak istiyor. Ama terör örgütü kendisini zorlayıp yürüyüşe götürüyor, dükkânı kapamasına zor­ luyor ise vatandaş neden mutluluk duysun? O tür olaylara katılanların büyük kısmı iste257 meden katılıyordu. Bir zamanlar onlara tedhiş örgütü 'kapını açık tut' demiş, istediği zaman girsin diye. Saklanmak, karnını doyurmak veya oradan kamu binalarına ve görev­ lilerine ateş etmek için. Bunların hepsi vatandaşı rahatsız eden şeyler. Kanunlar uygu­ landıkça vatandaş rahatlıyor. Kepenk kapama olayları da böyle. Kışlalı - 28 Mart'ta böyle bir girişimleri gerçekleşmedi galiba? Erkan - Evet. Sokağa çıkılmasın, kepenkler kapatılsın diye ciddi uğraş verdiler. Parlamenterlerden de bildiriler yayınlama oldu. Biz vatandaşa kepengini zorla açtırmadık. Görebildiğim kadarıyla vatandaş devletin kendisine böyle baskıları önlemesini istiyor. Hiçbir esnaf dükkânını kapatmaktan mutlu olamaz. Onlara devletin yanlarında olduğunu, kimsenin kendilerini dükkânlarını açma konusunda engelleyemeyeceğini söyledik. Basın yayın organlarına açıklamalar yaptık. Sonuçlan gördünüz. Vatandaş devletin yanında ol­ duğunu gördü. 28 Mart'ta sokağa da çıkıldı, dükkânlar da açıldı. Kışlalı - Bölücü örgütün başka baskıları da var? Erkan - Evet. Para istemiş. Çocuğunu ver dağa götüreceğim, demiş. Baskı yapmış. Bunları vatandaş memnun olarak mı yerine getiriyor? Yasalar uygulandıkça üzerindeki baskı hafifledikçe memnun oluyor. Yasadışı örgütün "yapın" dediği şeyleri yapmama ko­ nusunda zannediyorum en azından bir düşünce tarzı doğuyor. Diyarbakır'daki havayı zaman içinde ilçelere de götüreceğiz. Kışlalı - Bu ne kadar zaman alır? Erkan - Gün veremem. Ben, devlet olarak görevimi iyi yapamazsam korkar. Şırnak şu anda son derece huzurlu. Vatandaş cebine terörist elini atmasın istiyor. Evine girmesin istiyor. Kendisine verilen hizmetleri aksatmamasını istiyor. Trafo patlatılmasın, karanlıkta kalmasın istiyor. Şimdi devlet imkânları dâha da çoğaldı. Bölgenin huzurunu sağlamak zorunda. Biz sağlarsak sağlarız, mecburuz. Sağlayamazsak sağlayacak görevliler gelir. Kışlalı - Bugünkü hava nasıl? Erkan - Bölge huzurlu. Ama olay olmuyor demek değil. Bir süre daha olacak. Bu boyutlara gelen örgütlenme iki gün içinde değil, zaman içinde biter. Her geçen gün daha iyi olacak, yerli yerine oturacak. Bu büyük ve kuvvetli devletin imkânları çok güzel. Kışlalı - İstihbarattan da hâlâ eleştiri var. Bunun yeterince yapılamadığı söyleniyor? Erkan - Yasadışı örgüt vatandaşı sindirme noktasındaysa istihbarat alamazsınız. Az alırsınız. Vatandaşı rahatlattığınız sürece alacağınız istihbarat gelişir. Bu hizmet çok zor bir hizmet. Buna rağmen durum çok olumsuz değil. "Yeterli istihbaraf'ın ölçüsü yasa­ dışı örgüt faaliyetini sona erdirmedir. Bu hizmet geliştirilmeli. Bundan ümitliyim. Hava de­ ğiştikçe bu da gelişiyor. Yürüttüğümüz operasyonlarda görüyorum. Kışlalı - İstihbarat kaynakları çeşitli. Aralarında uyum var mı? Erkan - Polisin, Jandarmanın, MİT'in istihbaratı var. Halkın istihbaratı da geliyor. Bunları burada, bir noktada toplayıp değerlendiriyoruz. 258 Kışlalı - Ankara'ya gidip gelmiyor mu? Erkan - Hayır. Burada değerlenip kullanılıyor. Öyle bir düzen; kuruldu. İstihbaratı zamanında değerlendirmezseniz bir işe yaramaz. Kışlalı - Köy korucularına neden karşı çıkılıyor? Erkan - Terör örgütü karşı çıkıyor. Onu anlıyoruz. Diğer karşı çıkanları ikiye ayır­ malı. Biri o örgüt paralelinde düşünenler. Diğeri de mekanizmayı iyi bilmeyenler. Onlara meseleyi iyi anlatamadığımızdan öyle düşünüyorlar. Koruculuk yasal güvenlik hizmetleri­ nin bir parçası. Ona karşı çıkanlardan özel harekât timlerine de karşı çıkanlar var. Köyleri savunmasız bırakmıyorlar, köy korucuları. Bunun için bölücü örgüt karşı çıkıyor. Orada güvenlik görevlisi istemiyor. Kışlalı - Terör durmadan bölgenin ekonomik sosyal meselelerinin halli bir işe yarar mı? Terörün durması açısından? Erkan - ikisi arasında ilgi yok. Ama bölgenin ekonomik ve sosyal meseleleri önemli. Nüfus çok. Arazi şartları fazla tarıma da imkân vermiyor, işsiz adedi büyüyor. Hayvancılık da gerilemiş. İstihdam problemine çözüm gerek. Kışlalı - Yakın zamana kadar durumun ciddiyeti değerlendirilemedi deniyor? Erkan - Bu konuda bir değerlendirme yapmak istemem. Hizmeti aldığımız nokta­ dan ileri götürme peşindeyiz. Bunu yapamazsak yapacaklar gelir. Kışlalı - Karlar eriyince ne bekliyorsunuz? Erkan - Operasyonları her alanda sürdüreceğiz. Daha etkin biçimde. Daha geniş. Daha fazla. f "PKK DIŞ DESTEKLE AYAKTA" Güneydoğu'da PKK ile yapılan mücadele devam ediyor. DYP-SHP koalisyon Hü­ kümeti işbaşına geldiğinde sergilediği kararlılık havası içerisinde, güvenlik güçlerinin faa­ liyeti sürerken, Batı 1ı dostlar tarihten de örnekler vererek bu tür çatışma şeklinin çok yönlü olduğunu öne sürüyorlar. Klasik savaşlara göre yetiştirilmiş ordular yerine "counter ınsur­ gency" denilen bu tür mücadeleler için ayrı birliklerin eğitilmesi gerektiğini belirtiyorlar. "Amerika Vietnam'da bu gerçeçi kabul etmediği için neticeyi alamadı' diyorlar. Bir taraftan da Güneydoğu'da güvenlik güçlerinin bölge halkının kalbini ve beynini kazanma konu­ sunda başarılı olmadığı iddia ediliyor: Sık sık yetkililerin "PKK'nın beli kırıldı" tarzındaki demeçlerinin sürmesine karşılık olayların tırmandığı da öne sürülüyor. Bütün bu konuları Bölge Valisi Ünal Erkan ile, bir seneden fazla bir süre sonra, 1993 sonunda bir kere daha konuştuk. Kışlalı - Olayların bulunduğu noktayı tespit etmek için soruyorum: Kayıplarla ilgili sayısal durum nedir? Bu durum dikkate alındığında çatışmaların ne zaman sona ereceği hakkında bir tahmin yapılabilir mi? 259 Erkan - Örgüt belli avlarda eylem koyup belli aylarda da toparlanmaya çalışır. Kışın saklanır. Ağaçlar yeşillenince kaçıp saklanması kolaylaşır ve eyleme başlar. Tırmanmanın son ayı sayılabilecek Ekim'in on beş günlük rakamlarını vereyim 117 vatandaşımız öldü­ rüldü. 115'i yaralandı. Bunların 19'u kadın 29'u çocuk. 20'si geçici köy korucusu, 2'si polis, 25'i er olmak üzere 47 şehidimiz var. 126'sı ölü olmak üzerel 65 terörist elimize geçti. Kışlalı - Bu gidişat neyi gösteriyor sizce? Erkan - Terör örgütünün eylemden vazgeçebilmesi için ya hedefine ulaşması, ya da ben bu işi götüremiyorum, demesi lazım. Eylem koyamayacak hale gelmesi lazım. Hedefe ulaşma şansı yok. Bırakmaları da zor. Profesyonel hale gelmişler. Kendileri arka planda, bulabildiklerini kullanıyorlar. Örgüt çok kayıp veriyor. Bu yıl içerisinde çok büyük kayıp verdiler. Bu 1700'e ulaştı. Telafisi mümkün değil. Dış desteği olmasa, onarması mümkün değil. Kışlalı - Sanki faaliyetleri artıyor, daha genişliyor gibi? Erkan - Eylemleri artıyor. Türleri değişiyor. Acımasız davranıp mümkün olduğu kadar fazla eylem koyarak tükenmediğini gösterip kamuoyunda 'yeter artık' denmesine çalışıyor. Beklentileri bu. Oysa mücadelemiz örgüte karşı büyük mesafe aldı. Riski olma­ yacak eylemlere girişiyorlar. Elektrik direği yakıp, trene ateş ediyorlar. Kışlalı - Yani güvenlik güçlerinin faaliyetlerinden memnun musunuz? Erkan - Evet. Çok başarılı çalışmalar var. Dediğim gibi geçen yıllara göre eylemler artmış olsa bile verdirdiğimiz kayıpları çok büyük. Onarılamaz. 9 ayda 1700 kayıp çok büyük. Bizim bulmadığımız kayıplar hariç. Kışlalı - Bazı siyasi istekler, kültürel istekler, kurtluk kimliği gibi yerine geti­ rilirse, sizce PKK zayıflar mı? Erkan - Kamuoyunda tartışılan ve halkın isteğiymiş gibi gösterilen şeyler yerine getirilse bile, örgütün değişmesi mümkün değil. Silahlı eylemlere başladıkları 1984'den bu yana söz edilen alanlarda, demokratikleşme hareketi çerçevesinde birçok şey gerçekleşti. Ne etkisi oldu bunların? TV ve radyoyu verseniz ne olur? Bunlar ara geçişlerdir. Hiçbir şey fark etmez. Verilirse faydası olur mu? O başka. Yetkililerin konusu bu. Yoksa örgütün ey­ lemi azalmaz. Kışlalı - Gerek DEP çevreleri olsun, gerek PKK'ya sempati ile bakan başka çevreler birçok köyün boşaltıldığını, bazılarının yakıldığını iddia ediyorlar? Erkan - Devlet, terör ile ilgisi olmayan vatandaşına neden zarar versin? Kırsalda örgüt ihtiyaçlarının bir kısmını buradaki vatandaşlardan sağlamaya ve onları kendi görüşü etrafında eğitmeye çalışıyor. Bundan dolayı kırsalda huzursuzluk ve kaçış var. Örgüt kendi isteklerine boyun eğmeyen yerleri de hedef alıyor. Oralardan da kaçış var. Güvenlik kuvvetleri kırsalda örgüt ile çatışırken, yerleşim yerlerinde de zarar görebilir. Örgüt kaçar­ ken böyle yerleri yakar. Konu budur. Biz örgüt şerrinden kaçanlara ev yapıyoruz. Şu anda 500'den fazla ev yapıyoruz. Çoğu Sımak tarafında. Başka yardımlar da yapıyoruz. 260 Kışlalı - 1900'lü yılların başında İngilizler Güney Afrika'da Boer'lere karşı bu tür mücadele sürdürürken, köyleri ve Boer'leri destekleyen köylülerin mahsullerini yakmışlar, benzer yöntemler kullanmışlar. Herhalde şimdi onlar hatıra geliyor? Erkan - Örgüt kırsalda bazı vatandaşlara baskı yaparak onlardan yararlanıyor diye devlet köy yakmaz. Bunu yaparsanız günahsız insanı da karşınıza alırsınız. Örgüt bir köyden güvenlik kuvvetlerine ateş ederse, bulunduğu yer de güvenlik kuvvetlerinin hedefi olur. Bundan dolayı köy yapısı zarar görebilir. Nerede görülmüş, boşaltılan köylerden çıkan ve konvoylar oluşturan vatandaşlar? Kışlalı - Bu vesileyle sorayım. Bu konuda PKK propagandası karşısında ge­ reken yapılıyor mu? Erkan - Hayır. Buraya gelenler örgüt propagandasıyla hazırlanmış geliyor. Dışta da sorunu iyi anlatmalıyız. Bunu çok iyi yapanlar var. Mesela Bonn Büyük Elçimiz var. Kışlalı - Sık sık terörün belinin kırıldığı PKK'nın son çırpınışları olduğu hak­ kında demeç veriliyor. Hatta geçenlerde Genelkurmay Başkanı, gelecek Nisan'da PKK'nın çökertilmiş olacağını söyledi. Bunlara rağmen olaylar tırmanınca ortaya biraz garip bir durum çıkmıyor mu? Erkan - Örgütün silahlı gücü ile buna katkıda bulunan şehir yapılanmaları büyük ölçüde elinden alındı. Ancak bunlar onu eylemsiz kılmaya yetmez. Dünyanın birçok ye­ rinde benzer örgütler var. On kişisi kalmıştır ama, eylem yapar. Bazen büyük kayıplar da da verdirir. Terörün sıfırlanması kolay değil. Ben beli kırıldı, ya da son çırpınışlar gibi bir sözü hiç etmedim. Çok büyük darbeler yediğini söyledim. Bunlara dayanabilme şansı yok ama, eylemlerini arttırabilir. Devam ettirebilir. Kışlalı - Bu Güneydoğu'daki mücadele türü ile ilgili yazılmış kitaplar ve uz­ manlar klasik savaşlara göre yetiştirilmiş orduların başarılı olmadığm söylüyor. ABD'nin Vietnam'da bundan dolayı başarısız olduğu da iddia ediliyor. Bölgenizde yüz bini aşan güvenlik gücü var. Bunların ne kadarı bu özel tür mücadeleye göre hazırlanmış? Erkan - Mehmetçik son derece yetenekli. Gerekli eğitimi de görüyorlar. Ama bun­ dan sonra terhis oluyorlar. Yeni gelenleri eğitmek gerekiyor. Uzman çavuş sistemiyle sa­ yılar artıyor. Polis Özel Harekât timlerinin de sayısı artıyor. Şu anda bin kadar bir kuvvet hazırlanıp mevcuda ekleniyor. Jandarma da daha geniş bir uzman çavuş aUmını tamam­ layıp eğitime geçti. Kışlalı - Esasta bu iş için yetişmiş kadro yoktu. Şimdi yavaş yavaş yetişi­ yor? Erkan - Komando eğitimi alanlar vardı. Kışlalı - Yeni yetişenler PKK mensupları gibi dağlarda yaşayacak, gece ope­ rasyon yapıp gündüz istirahat edecek değil mi? Erkan - Tabii. Tabii.. Kırsalda yaşayacak. 261 Kışlalı - Kürtçe konuşan eleman yetiştiriliyor mu? Erkan - Bilemem ama öyle sorunumuz yok. Korucular var. Terör örgütü Türkçe konuşuyor. Ermeni ve Arap kökenli olanlar bilmez. Kışlalı - İstihbarat eksikliğinden hep şikâyet edilir. Bir gelişme var mı? Erkan - istihbarat doyumu olmaz. Kaynaklarımız kupkuru değil. Belli ölçüler içeri­ sinde var. Ancak filan karakol veya filan köy basılacak, ya da sınırın şurasından geçilecek anlamındaki veya benzer istihbaratın miktarının yüksek olması arzulanır. Geliştirilmesi gerekir. Dıştan alınan da artmalı. Kışlalı - Kırk bine yakın köy korucusundan gerektiği gibi istifade edilse me­ sele büyük çapta halledilemez mi? Erkan - İstifade ediliyor ama, bu iş için yetiştirilmediklerinden alınan netice farklı­ dır. Kışlalı - Güneydoğu'da sokaklarda işlenen cinayetlerle ilgili ne yapılıyor? Erkan - Bölgemiz 5.5 milyon nüfuslu. 13 ili ve 96 ilçesi var. Buralarda öldürülmüyor. Kamuoyuna yanlış intiba veriliyor, iki ilde: Diyarbakır ve Batman'da. Silvan ilçemizde ve tektük birkaç ilçe daha var. Ama yayılan bilgiyle istenmeden örgütün propagandası yapı­ lıyor. Eylem kırsalda var. Bir de söylediğim yerlerde. Kışlalı - Bunları kim yapıyor? Erkan - İki illegal yapı. PKK ve Hizbullah. Bir nevî kan davası görüntüsünde eylem yapılıyor. Bunlardan birçoğu yakalanıyor. Bu yıl faili meçhul denilen eylemlerden 700'e yakını çözülmüş. Yasadışı örgütler ortadan kalkmadan bunların sonu gelmez. Yılanın başını 84'den önce ezememişiz. 1991'e kadar tırmanmış. Kışlalı - Kışa giriliyor. Bu kış operasyonlarının güvenlik güçleri lehine bir dönemeç olacağı söylenebilir mi? Erkan - Zaten olaylar güvenlik güçlerinin lehine gidiyor. Kışın zaten eylemlerini tırmandıramaz. Karda harekât zayıftır. Yaralarını sarmaya çalışacaklar. Ateşkes söylen­ tilerinin ardında bu var. Güvenlik kuvvetleri kışın faaliyetini arttıracak. Kar araçları, gece uçuş imkânı olan vasıtalarla, gece görüşlü vastılarla, silahlı helikopterlerin gece uçuşla­ rıyla imkânlar çok arttı. Sonunda örgütün yediği darbeler artacak. Biraz daha az etkili hale gelecekler. Komşu ülkelerden örgütün yararlanma imkânına son verme çabası başarılı olursa, önümüzdeki yıl daha güvenli ortam olur. Kışlalı - Bu konunun uzmanları silahlı mücadele yanında siyasi, ekonomik ve sosyal alanda da bazı şeylerin mutlaka yapılması gerektiğini söylüyorlar? Erkan - Bu benim konum değil. Ancak tabii, ülkenin bütününde, mesela bir işsizlik problemi var. Alınacak önlemlerle bu azalırsa, tabii bu yapıyı etkiler. Ama terörün köke­ ninde bu sorunlar yatmaz. Kışlalı - Yerel seçimlerle ilgili görüşünüz nedir? Rahatça yapılabilir mi? 262 Erkan - Hiç şüpheniz olmasın. Bölgemizde 5.5 milyon insan yaşıyor. Bunun yüzde 20'si kırsalda, il ve ilçelerde hiç sorun olmaz. Korucu veya karakol olan köylerde de sorun olmaz. Diğer yerler için sandık mahallinin iyi tespitiyle önlem alınabilir. Güvenlik kuvvetleri gerekeni yapar. Seçim yapılır. Vatandaş serbestçe oyunu kullanır. Olağanüstü Hal Bölge Valisi Ünal Erkan: TERÖRÜN ETKİSİ AZALIYOR Olağanüstü Hal (OHAL) Bölge Valisi Ünal Erkan Diyarbakır'daki görevine başlayalı dört yıl oldu. Kendisiyle bu dönem içerisinde iki defa geniş konuşmalar yaparak genel durum değerlendirmesinde bulunmuştuk. Son sohpetimizden bu yana aradan bir buçuk yıl geçti. Bu dönem içerisinde güvenlik güçlen PKK ile mücadelede büyük aşamalar kaydet­ tiler. Ünal Erkan da bölgedeki en üstdüzey sivil yetkili olarak kendisini herkese kabul ettirdi. Halkın içine girdi. Onlarla yakın diyalog kurdu. Devletin vatandaş ile nasıl sıcak işbirliği yapabileceğini gösterdi. Her alandaki gelişmelerin içinde yaşadı. Kendisiyle üç saate yaklaşan geniş konuşmamızda bu bölgedeki olayları bütün boyutlarıyla ele aldık. 1995 yılı Temmuz ayında sorularımızı bir kere daha cevaplandırdı. Kışlalı - Konuşmaya son noktadan başlasak. İşler nasıl gidiyor? OHAL ne zaman kalkabilir? Hedefe on puanda varacağız desek şimdi neredeyiz? Erkan - Hava iyi. Adıyaman'dan Ohal'in kaldırılması bu MGK toplantısında teklif edildi. 13 il 12'ye düştü. Mücavir il 3 idi 2 oldu. 10 da asil il var. Bu yılın sonuna kadar yü­ rütülecek çalışmalarla terör örgütünün etkisiz kılınmasında daha çok mesafe alınacağına inanıyorum. 4 ay sonra illerde azalma olabilir diye düşünüyorum, il idaresi yasasında TBMM'de bir düzenleme yapılabilirse belki OHAL toptan kalkabilir. Bu tür mücadele bı­ çakla keser gibi olmaz. Devlet olarak işi çok ciddi tutuyoruz. Vatandaşlarımız da yardım ediyor. Örgütü zarar veremez hale getirme hedefine yönelik olarak ilerliyoruz. Bugün gel­ diğimiz noktada şehir, il ve ilçe ve beldelerimizi huzur içinde yaşayacak hale getirdik. Ama buralarda hiç terör eylemi olmaz demiyorum. Ama oralarda örgüt etkinliği kalmadı. Kışlalı - Kırsalda durum nedir? Erkan - Orada sorunlarımız tam manasıyla bitmemiştir. Yürütülen çalışmalarla bir taraftan huzuru sağlanan yerlerdeki havanın bozulmaması, diğer yandan da kırsaldaki artakalan teröristi tesirsiz kılma amaçlanıyor. Sınır yakınlarındaki birikim de uğraş alanı­ mız içine giriyor. K. Irak, iran'daki toplanma, Suriye'den geçiş yok denecek kadar azaldı. Kışlalı - K. Irak'taki büyük operasyon ile ilgili bir de sizin görüşünüzü kısaca alsak? Erkan - Bir kere oradaki terörist birikiminin 600 kadarı etkisiz kılındı. Orada birikti­ rilen silah ve mühimmatın önemli kısmı ya ele geçirildi ya da imha edildi. Sığınaklar kul­ lanılmaz hale getirildi. 263 Kışlalı - İran'da galiba yeni üsler kuruyorlar? Erkan - Sınırımıza yakın yerlerde kamp yerleri olduğuna dair bilgilerimiz var. Bu konuda diplomatik görüşmeler yapılıyor. Kışlalı - Bu noktada mevcut aktif terörist adedi hakkındaki tahmininiz nedir? Erkan - Tahminimce en az içte ve dışta 5 bin civarında terörist var. Geçen seneler 11-12 bin civarındaydı. Kışlalı - Etkilerinin azaldığı söyleniyor. Bunun işaretleri nedir? Erkan - Örgüt militanının etkisiz kılınması, katılımın da önlenmesi. Bunlar gerçek­ leştirildiğinden etkileri azaldı. Kışlalı - Bölgede boşaltılan köyler hakkında çok söylenti yapılıyor. Gerçek durum nedir? Bölgeden kaç kişi göç etti bugüne kadar? Bir de bölge nüfusu ne ka­ dardı? Erkan - On yıl içerisinde OHAL bölgesinin tamamında, muhtelif nedenlerle terör dahil göç edenlerin tamamı 310.000 kişidir. 1990 nüfus sayımına göre bölgede 5.5 milyon insan vardı. Şimdi 6 milyon olmuştur. Bu 310 bin kişinin bir bölümü Türkiye'nin muhtelif il­ lerine gitti. Bir bölümü de Diyarbakır, Şırnak, Bingöl ve Hakkâri illerine yöneldi. Genelde göç edenler akrabalarının yanını tercih ediyor. Yerleri olmayanlara konut yaptık. Bu yıl 4 bin konut yapacağız. İki bin kadarı başladı. Diyarbakır'daki göç edenlere 500 konut ta­ mamlanıyor. Bu yıl Hakkâri kırsalı dışında bölgede hiç göç olmadı. Kışlalı - Boşaltılan köyler? Bir de Diyarbakır nüfusu şimdi ne oldu? Erkan - Bana göre 600 bin civarındadır. Ama milyonu aştı, iki milyon oldu diyenler bile var. Nüfusa göre yardım almak isteyenler arttırıyor. Köyden göç 1984'den sonra ar­ tarak ortaya çıktı. Genelde terör örgütünün kırsalda mevcudiyeti orada yaşayan vatan­ daşların rahatını kaçırıyor. Bir kere kırsal operasyon alanıdır. Dolayısıyla orada yaşa­ yanların yaşamı riskli oluyor. İkincisi terör örgütü kırsalda yaşayan vatandaşların imkânlarından yararlanıyor. Kışlalı - Göçte asker baskısından bahsediliyor? Erkan - Bütün bu göç sırasında bizim görevlilerin hiç mi hatası olmuyor? Bana göre bu hatalar büyük yer almaz. Terör örgütü kırsaldan vatandaşların gitmesini istemez. Onları "buradan ayrılmayın, sizi cezalandırırım" diye tehdit eder. Kırsaldan kaçanların bir bölümü bundan dolayı "köyümüzü devlet boşalttı" der. Benim yasal yetkim var. Eğer vatandaşın kırsalda kalması mahsurluysa, onları başka yere alırım. Orada onlara ev yaparım. Kışlalı - İtalya'daki bazı meslektaşlar söylüyorlar, oraya gelen Kürt kökenli vatandaşlar köylerinden zorla çıkarıldıkları, daha sonra da köylerinin yakıldığını söylemişler? Erkan - Şöyle söyleyeyim; 1984'den bu yana terör örgütü kırsalda yaşayan 5 bin vatandaşımızı öldürdü. Dünya kamuoyuna devletin vatandaşını öldürdüğü iddiasını terör örgütü bile yapamadı. Örgütün kırsaldaki bu tutumu yaşamı zorlaştırmaz mı? 264 Kışlalı - Köylerin darbe aldığı durumlar oluyor herhalde? Erkan - Bir köyde terörist barınmış ise, güvenlik kuvvetleriyle çatışmaya girmiş ise elbette güvenlik kuvvetleri o teröristlere yönelik eylem yapar. Kışlalı - Sebep ne olursa olsun bazı köyler boşaltıldı. Bunlarla ilgili rakamlar nedir? Boşaltma sebepleri neler? Erkan - 310.000 kişi göçmüş. Bölgede tam manasıyla boşalan 987 köy var. Biz prensip olarak köy boşaltmayız. Ama 2-3 haneli mezralar var. Onların güvenlikleri sebe­ biyle bağlı oldukları köylere yerleşmelerini, orada kendilerine kolaylık sağlayacağımızı söyler indiririz. 50-60-100 haneli yerlerde "Burayı terk edin" demeyiz. Köylü can derdine düşmüşse kaçar. Köylü kırsalda sürekli örgütü beslemek mecburiyetinde kaldığından bezmiştir. Her köye bir karakol kurma şansınız yok. O zaman örgütten kurtalmak için köyü terk eder. 1.676 da mezra şu ya da bu sebeple boşalmıştır. Kışlalı - Yurtdışında bu iddialar neden ortaya atılıyor sizce? Erkan - Yurtdışında iş ve başka destek sağlamak için böyle iddialar kolaylık sağlı­ yor. Siyasi iltica oluyor. Kışlalı - Siz bu meşhur 8. madde hakkında ne düşünüyorsunuz? Kaldırıl­ malı mı? Erkan - Bana göre bu konu tartışmalı. İnsanlar tabii ki düşündüklerini söyleyebil­ men. Ama teröre veya ülkeyi bölmeye yönelik organizasyonlara herhalde prim vermemek lazım. Terörü sadece elinde silah olanların organizasyonu diye düşünürsek yanlış olur. Terör bir bütündür, içinde silah tutan da propaganda yapan da, uyuşturucu satan da, eğitim yapan da vardır. Teröre destek vermek ve ülke bütünlüğüne zarar verme dışında herkes istediğini söylesin. Kışlalı - Şu anda bölgenin ekonomik durumu nedir? Erkan - Terörün menfi etkisi oldu. Bölgedeki yatırımlar son birkaç senede canlan­ ma halinde. Özellikle enerji üretimi ve sulu ziraat yapmaya yönelik yatırımlara ağırlık ve­ rildi. Konut yapımına ağırlık verildi. Küçük ve organize sanayi alt yapıları oluşumuna ağırlık verildi. Ulaşım alanında yol standartlarının yükseltilmesine ağırlık verildi. Hayvan­ cılıkta gerilemeye terör sebep oldu. Hayvancılık klasik kaynağıydı. Yeniden canlandırıl­ ması konusunda çalışmalar var. 8-9 trilyonluk yatırım düşünüldü. GAP da büyük katkı yapacak. Kışlalı - Diyarbakır'da işsizlik herhalde fazla? Erkan - Türkiye'nin işsizliği yüksek illerinden biri Diyarbakır. Ama bizim geleneksel aile yapımız sorunu ağırlaştırmıyor, hafifletiyor. Ekonomik yapısı çok zayıf aileler de var. Bunlara devlet yardımı yapılıyor. Öyle yaşıyorlar. Kışlalı - Sizce Kürt kültürüyle ilgili bazı istekler terörün önlenmesi bakımın­ dan ne kadar etkili olabilir? 265 Erkan - 1984'de terörün ortaya çıkmasından bu yana bu alanda çok şey oldu. Kürtçe kaset, Kürtçe gazete gibi çok serbesti oldu. Bunların hiçbiri terör örgütünü etkile­ medi. Bunlar ayrı şeyler. Bu tür isteklere zaman biçme yanlış olur. Bu konular her yerde tartışılıp konuşuluyor. Ama öbür tarafta terör var. Mücadele yürüyor. Kışlalı - Diyarbakır'a 4 yıl önce geldiğinizde durum nasıldı? Şimdi nasıl? Erkan - Akşam üzeri saat 16'dan sonra kimse sokağa çıkamazdı. Gece vatandaş kahveye bile gidemezdi. Hiçbir kültürel etkinlik olmazdı. Gece bir ilden diğerine gitme söz konusu değildi. Haftada birkaç defa terör örgütü esnafa dükkânını kapattırırdı. Yerleşim alanlarının büyük bölümünde her gece taciz ateşi vardı. Teröristler şehirlerde çeşitli ba­ haneyle organize huzursuzluk çıkarır gösteriler yaptırırlardı. Şimdi bunların hepsi'kalktı. Kışlalı - Şimdiki halde en sorunlu bölge neresi? Erkan - Hakkâri, Şırnak ve Tunceli kırsalı. Diğer alanlarda epeyce mesafe katle­ dildi. Şırnak ve Hakkâri hem iran hem K. Irak sınırı oluşundan dolayı sorunlu. Oralarda da teröristleri kovalıyoruz. Kışlalı - Durumu geçen yıl ile mukayese eder misiniz? Erkan - İlk 5-6 ayda olaylar geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 60-62 arasında azaldı. Olayların il ve ilçe bazına yönelik kısmı yüzde 10'un altına düştü. Bu rakam geçmiş yıllarda 37 civarındaydı. Kışlalı - Olay ve ölüm rakamlarını da mukayese etsek? Erkan - 1994 yılı içinde 3.179 olay oldu. 1995'in ilk 5 aylık döneminde 459 olay cereyan etti. 1994'te 915 vatandaşımız öldürüldü. 1.196 vatandaşımız yaralandı. Bu yılın 5 ayında: 91 vatandaşımızı öldürdü, 120 vatandaşımızı yararladı. 5 ayda 136 şehit verdik. Geçen yılın tamamında 900 şehit verdik. 1994'ün tamamında 3.913 terörist öldürüldü. 36 yaralı ele geçti. 373 terörist sağ yakalandı. 372 terörist de teslim oldu. 4712 terörist etkisiz kılındı böylece. Bu yılın 5 ayında 897 terörist ölü, 13 yaralı, 86 sağ yakalandı. 109 teslim oldu. 1105 terörist etkisiz kılındı. Kışlalı • Bu tür mücadelelerde esas terör örgütüne sızmak. Bu konuda başa­ rılı oluyor musunuz? Erkan - iyi haber aldığımızı söyleyebilirim. Kışlalı - Çatışmalarda, mücadele sırasında en çok neyle karşılaşıyorsunuz? Eylemlerini en çok nasıl yapıyorlar? Erkan - Pusu olayı çok az. Bunun riski var. Uzaktan ateş etme. Taciz ateşi fazla oluyor. İkinci ağırlık verdikleri eylem türü köy yollarına mayın döşeme. Yol kesme az sa­ yıda oluyor. 6 ayda 23 olay böyle. Tali yollarda oluyor. Ana yolun riski var. Yapmazlar. Kışlalı - Karakol baskınları? Etkisi fazla oluyor. Erkan - Onların sayısı azdır. 3-4 karakola eylem oldu. Ortaklar, Başkale'nin Eren­ ler, Pirinççi karakolu. Ama her baskından sonra çok zayiyat verdiler. Bunlar riskli eylem. Avantajları var. Yeri seçiyor, zamanı seçiyor. Ama eylemi yaptıktan sonra kaçabilme olayı 266 kendileri için risktir. Ortaklar'da şehit verdirdiler ama 47 terörist de eylemden sonra kova­ lanarak elemine edildi. Kışlalı - Karakol baskınları hep geceleri oluyor. Biz ise hâlâ gece operasyonu yapacak kabiliyette helikopter-uçak sağlayamadık? Bunun için de gereken yapıla­ mıyor. Erkan- Gece görüş sistemleri gerekti. Çalışmalar, cihazlanma ve eğitim çalışmaları var. Kışlalı - Köy korucuları ne yapıyor? Kaç korucu var? Etkili olabiliyorlar mı? . Erkan - 53.000 köy korucusu var. En azından terörist tasallutundan köyünü kurta­ rıyor. Mücadelede de başarılı oluyor. Eğer onu korucu yapmazsanız teröristin insafına bırakırsınız. Her yere karakol açamazsınız. Jandarma birimi onları kısa süreli eğitime tabi tutuyor. Kışlalı - Teröre karşı 11 yıl sonunda mücadele köşeyi döndü diyebilir miyiz? Erkan - Evet. Bitti demiyorum. Terör örgütünü, aldığı bütün dış desteklere rağmen, tehdit olmaktan çıkardık. Bundan sonra artık onları temizlemek dönemindeyiz. Ülkeyi bölmeye güçleri asla yetmez. Bana göre bu bölücülük gayretleri Türkiye için artık tehdit değildir. Kışlalı - Hudutlar nasıl kontrol altına alınacak? Erkan - Coğrafya çok zor. Sınır çizilirken güvenliğe kapısını aralayacak tespit ya­ pılmamış. Güvenliği sağlamak İçin önce yol yapımı gerek. Kayaları yararak yol yapılacak. Personel yerleştirilmesi, teknik cihazlarla donatımı, vasıta ve muhabere imkânlarının sağlanması, bazı alanlarda da fiziki engel yapılması gerek. Suriye sınırında güvenlik sağlanmıştır. Irak sınırında mevzii güvenlik sağlayan çalışmalar yapılmış. Şimdi yeni imkânlar sağlanıyor, iran sınırı için de aynı çalışmaya ihtiyaç var. O zamana kadar per­ sonel, teknik ve hava imkânları kullanılıyor. Şimdi Irak sınır geçmişe göre biraz daha gü­ venlikli hale geldi. Kışlalı - Doğan Güreş Paşa'nın sözünü ettiği "Alan hakimiyeti" kavramı nedir? Nasıl uygulanıyor? Erkan - Terörist vur-kaç eylemi yapar. Bunun için arazinin hâkim noktalarına yer­ leşir. Gözetleme yapar. Silah menzili içindeki yerlere ateş eder. Oralara güvenlik kuvvetleri gelirse oradan kaçar. Muhtelif yerlerde kaçtığında kalacağı yaşamı için sığınaklar hazırlar. Güvenlik kuvvetleri teröristi kovalar, alanı arar bulduklarını alır. Etkisiz kılar ve kovalamaya devam ederdi geçmiş yıllarda. Örgütün az kayıp vermek için uyguladığı metodlar da dik­ kate alındığında hâkim noktalara yerleşerek o alanı kontrol altına, gözetleme altına aldı­ ğınızda teröristin alanda eylemi azalınca barınma şansı da azaldığı gibi, onu gözetlediği­ niz için, takip edebilme şansınız olduğu için teröristi hâkim noktalarda zarar veremez hale getirebilirsiniz. Bu alan hâkimiyetiyle mümkün olmaktadır. Kışlalı - Böylece PKK alanlardaki hâkim bölgelere geri dönemiyor? Ne zaman başladı bu yöntem? Herhalde daha fazla kuvvete ihtiyaç hissedildi? 267 Erkan - Evet. Bu çok etkili oldu. Büyük kayıplar verdiler. Teslim olmalar da arttı. Sığınaklarını da kaybettiler. 1993'de bu mevzii olarak başladı. 1994'de daha genişletilerek uygulandı. Bu yıl da uygulanıyor. Tabii yerleştiğiniz yere bir kuvvet koyacağınızdan kuvvet ihtiyacı artıyor ama bizim gücümüz var. ihtiyaç kadar kuvvet sağlanıyor. Kışlalı - Mücadelenin dönüm yılı hangisidir? Erkan - 1992'dir. Ancak 1992'den itibaren durum değişmeye başladı. 1994 örgütü etkisiz kılmada iyice tırmanış oldu. 92'de aşağı yukarıda 2 bin terörist etkisiz kaldı. Bir yıl önce 314 terörist etkisiz kılınmıştı. 92 yılı örgütü durdurma ve geriletme başlangıcıdır. Müteakip yıllar daha başarılı sonuçlar ortaya koymuştur. Kışlalı - Bunda Org. Eşref Bitlis'in rolünün büyük olduğu söylenir? Erkan - Rahmetlinin de, kırsalda ve şehirlerdeki yaklaşımın da, rolü vardır. 92'de çok başarılı bir Kuzey Irak operasyonu olmuştur. Nevruz'da örgütün birkaç yerleşim ye­ rinde verdiği rahatsızlıktan sonra başlatılan dönemle her şey değişmeye başlamıştır. 268 Emniyet Genel Müdürü Yılmaz Ergun: "ÖZEL TİMLERİMİZ DÜNYA ÇAPINDA" Emniyet Genel Müdürü Yılmaz Ergun Malatya'nın kazası Arapkirli. 1932 yılında İstanbul'da doğmuş. İlk ve orta tahsilini babasının Jandarma Komutanı olması nedeniyle değişik yerlerde yapmış. Lise öğrenimini ise Ankara'da tamamlamış. 1949'da liseden mezun olduktan sonra Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde okuyup 1952 yılında mezun olmuş. Kaymakam adayı (maiyet memuru) olarak İznik, Orhaneli, Gülşehir, Yeşilova'da bulundu. Kaymakamlık kursu ve askerliğinden sonra Sungurlu kaymakamı oldu, 1956 yılında. 1960 yılına kadar orada kaldı. Bu sırada Türkiye'nin birçok il ve ilçesini dolaştı. Yönetimi tanıma imkânına sahip oldu. 1980'de Bitlis valisi oldu. Oradan Trabzon'a, Edirne'ye ve Elazığ'a tayin edildi. Bu yıl başında da Emniyet Genel Müdürülüğüne getirildi. Emniyetçiliği yeni olmakla birlikte Mülkiye Müfettişi iken Emniyet ile yakın ilişkileri oldu. Emniyet ile ilgili soruş­ turmalar yaptı. Teftişler yaptı. Kaymakamlığa başladığından bu yana Emniyet hizmetlerinin içinde olduğu da muhakkaktı. İsmail Dokuzoğlu, Nevzat Ayaz, Selamı Celayirgibi tanınmış emniyetçilerle çok yakın dostluk ilişkileri içerisinde oldu. Kırk yılı aşan yöneticilik görevlen sırasında Güneydoğuyu çok yakından tanıma imkânına da sahip oldu. Yılmaz Ergun ile iran'a İçişleri Bakanı İsmet Sezgin ile yaptığı ziyaretten dönüp Suriye İçişleri Bakanı'nın Ankara 'da yaptığı temasları da, heyet görüşmeleri içerisinde izledikten sonra 1992 yılının Eylül ayında konuştuk. Deneyimli idareci Ergun sorularımızı şöyle yanıtladı: Kışlalı - Bütün bu tecrübelerinizle şimdi Güneydoğu'da genel durumu nasıl görüyorsunuz? Ergun - Hem memleketim olması, hem Elazığ valiliği yapmam ve Mülkiye Müfet­ tişliğinde uzun süre kalmam nedeniyle bu bölgeyi de iyi tanıyorum. Olağanüstü Hal Bölge Valiliği araç ve gereç bakımından takviye edildi. MSB'nın da ayırdığı kuvvetlerle, askeri gücün de katkısıyla orada büyük bir güç oluştu. Şu anda 160.000'e yakın asker ile bizim polis teşkilatımız var. Araç bakımından da büyük takviye yapıldı. Son zamanlarda terör Sımaktaki Nevroz'da düşünülen planın uygulanmaması nedeniyle kaybettiği prestiji yeni­ den elde etmek için şahıslara, araçlara zarar vermeye yöneldi. Orada bir terör havası es­ tirmeye çalışıyor. Terör artan bir şekilde devam ediyor. Güney hududunun zaptı rapta alınması sebebiyle büyük ölçüde kuzeye kaydı. Kışlalı - Terörün artmasının ardında ne var? Ergun - Eskiden daha ziyade terörü yapanlar ülkemizde kalıyorlardı. Şimdi hudut­ lardan planlayıp kaçıyorlar. 269 Kışlalı - İran ziyaretinizin amacı bunu engellemek değil miydi? Ergun - iran devlet yetkililerinin bu konuda büyük desteğini aldık. İşbirliği sağladık. Suriye ile de daha önce yapılan anlaşma üzerinde çalıştık. PKK'nın oradaki, bilhassa Bekaa'daki mevcut eğitim tesislerinin kaldırıldığını ifade ettiler. Bir hayli PKK'lının da orada tutuklandığını söylediler. Bu bizim açımızdan önemli bir olay. Tutukladıklarının isimlerini de verdiler. Kışlalı - Bu bilgiler sizdeki istihbarata uyuyor mu? Ergun - Değerlendireceğiz tabii. Kışlalı - İran ile komite de kurdunuz? Ergun - Evet. Suriye ile böyle bir şey yok. Ama İran ile tarafların beşer kişilik he­ yetiyle oluşan bir izleme komitesi kurduk. Bu komite ayda bir başşehirlerde toplanacak. Gerekirse ayda bir de beklenmeyecek. Olayları anında inceleyecek. Başkanlar müsteşar yardımcıları. Bizden Van valisi, Van Tugay Komutanı ile oradaki Emniyet Müdürü ve is­ tihbarat personeli, ilki 15 gün içinde kurulacak ve ilk toplantısını Ankara'da yapacak. Kışlalı - Görevi nedir? Biraz ayrıntılı? Ergun - Kendisine verilen nokta hedeflerini veya diğer hususları ilgililere, yetkililere talimat vermek suriteyle araştıracak, incelemeyi de Yüksek Hudut Komitesi, Yüksek Gü­ venlik Komitesi'ne sunacak. Güvenlik Komitesi altı ayda bir toplanıyor. Bu ayın 26'sında Tahran'da toplanacak. 26'sına kadar bu komisyon çalışacak. Durumu bildirecek. Kışlalı - Bekaa'daki kampın durumu ile APO'nun Şam'da olup olmaması ko­ nuları aydınlandı mı? Ergun - Tabii bu konudaki istihbaratımız devam ediyor. Ancak şu anda kesin şe­ yimiz yok. Bizim duyduğumuz Öcalan'ın orada olduğu yolunda. Bekaa vadisindeki kamp­ ların Filistinlilere verildiği şeklindeki duyumlarımız var. Bütün bunları değerlendiriyoruz. Misafir Bakan iki ülkenin güvenliğinin birbirine bağlı olduğunu, Türkiye'nin huzur içinde ol­ masının da kendilerinin huzuru olduğunu görüşmelerde çok açık bir şekilde ifade etti. Kışlalı - İran görüşmeleriyle ilgili olarak olumlu konuştunuz. Oysa basına yansıyan hava öyle değil? Ergun - iran ile ilgili konu olumlu. Son anlaşma olumlu oldu. Anlaşmalar yapılırken karşılıklı itirazlar oluyor.' Sıkıntılar oluyor. Önemli olan imzalanan son metin. Bu çok olumlu. Kışlalı - Güneydoğu olaylarını 1984'ten beri yakınen izlemiş bir gazeteci ola­ rak son zamanlara kadar bu olaylara gereken önemin verilmediği kanısındayım. Bu çerçevede 84'den sonra Emniyet Genel Müdürlüğü olarak yaptığınız aşamalar ne­ lerdir? Ergun - Bizim için en önemli aşama Özel Harekât Timi dediğimiz birimi kurduk. Bu teröristlerin en fazla çekindikleri birimdir. Çok özel yetiştiriliyorlar. Şu anda mevcutları 2 bin - 2 bin beş yüz civarında. Her üç ayda bir 200'e yakın personelimizi bu konuda yetiştiriyo270 ruz. Bu konuda iddialıyız. Dünya üzerindeki bu konuda yetişmiş elemanlar ile aynı ayarda olduklarına inanıyoruz. Araç gereç bakımından da öyle. Kendilerine sağlanan imkânlar bakımından da özel bir durumları var. Zırhlı araç konusunda bölgeye büyük takviye ya­ pıldı. Askeri araçlara ilaveten bizim Emniyetin (şu anda istanbul'da), 18 panzeri geldi. On gün sonra 12 panzerimiz daha gelecek. Ay sonuna kadar 40 panzer bölgeye sevkedilmiş olacak. Helikopterlerle de takviye ediyoruz. Şu anda bölgede Emniyetin elinde 4 helikopter var. Jandarma ve ordununkilerinden bahsetmiyorum. Atamalarla bölgedeki personel ek­ sikliğini kapadık. O bölgede çalışanların 4 yıllık hizmet sürelerini iki yıla indirmeyi düşü­ nüyoruz. Moral bakımından. Şunu iftiharla söylemem gerekiyor; Şırnak'ta yaptığımız bu uygulamaya 68 personelimiz dilekçe vermek suretiyle uymayacaklarını, orada daha uzun süre hizmet etmek istediklerini bildirdiler.Bu arkadaşlarımız oradaki sürelerini bitirdiklerin­ de kendilerine mümkün olduğunca istedikleri yerde görev vereceğiz. Kışlalı - Bölgedeki istihbarat gücü bakımından bir şey söylemediniz? Bu ko­ nuda birçok yetkiliden eleştiri duydum. Bazıları açıkça bile söylediler. Bölgede ge­ rektiği kadar istihbarat yapılamıyor, dediler? Ergun - istihbarat teşkilatımız orada güçlü, istihbaratın kaynağı vatandaştır. Ora­ dan almanız lazım. Zamanla bunun tıkandığı oluyor. Teröristlerin yapmak istedikleri bu. Terörü artırmak suretiyle vatandaşın bu şekilde bize devlete ve güvenlik kuvvetlerine yar­ dımcı olmasını engellemek istiyorlar. Mutluyuz orada da, ülkenin diğer kesimlerinde de vatandaşımız emniyet kuvvetlerinin yanında. Kışlalı - Diğer bölgeler için söylediklerinizi açıkça doğrulayan hususlar var. Ama o bölge için eski yüksek kademe yetkililerden eleştiri var. Ergun - Şu anda vatandaş çok iyi. istihbarat sıkıntımız yok. O bölgemizde çok çok iyi. Kışlalı - Bölgede 30 bin civarında korucu var. Bunlar da devlet görevlisi. İs­ tihbarata yardımcı olmaları gerekmez mi? Beklenilen netice alınabiliyor mu bunlar­ dan? Ergun - Bu biraz zor tabii. Kışlalı - Bölgenin dilini bilen çok uzman elemanınız var mı? Ergun - Bu konuda zafiyetimiz var. Bölge dili üzerinde kurslar açmayı dünüşüyoruz. Kışlalı - Bu bölge kökenli eleman durumunuz nedir? Ergun - Ülkenin bütün teşkilatlarında olduğu gibi her kökenden, bölgeden bizde de var. O bölgenin çocukları da bizde var. Devletten yana olarak hizmetlerini götürüyorlar. Yardımcı oluyorlar. Olmamaları mümkün değil. Kışlalı - Yurtdışında terör ile mücadele konusunda hiç eleman yetiştirilmiş mi? Ergun - Terör ile ilgili olarak bundan evvel bir hayli elemanımızı burada kurslarda eğitiyorlar. Ayrıca büyük ölçüde teknik, kriminoloji, bilgisayar, kaçakçılık, Interpol vs. ba271 kımından şu anda tahmin ediyorum sayıları kırkı bulacak elemanımız yurtdışında eğitim görüyor. Kışlalı - Bu tür mücadele (counter-subversion) için halen dışarıda eleman yetiştiriliyor mu? Ergun - Hayır. Bu tür elemanımız yok dışarda. Şu anda yok. Bundan evvel yetiş­ mişler var. Dediğim gibi şimdi onlar yenilerini yetiştiriyorlar. Amerika'da yetişmişler. Kışlalı - Bazı çevreler Nevruz sonrası durumun sorunu çözüm için olumlu şartlar oluşturduğunu ama bunlardan istifade edilmediğini söylüyorlar. Ergun - Nevruz'dan terör çok fazla şey umut etti. Alınan tedbirler ve vatandaşın devletten yana tutumuyla istenen sonucu alamadılar. Sonra kayıp prestijlerini kazanmaya çalışıyorlar. Terör ile. Şimdi yaptıklarını ödüyorlar. Hudut dışına kaçmazlarsa takip edili­ yorlar. Çok kayıp verdiler. Cudi gibi yüksek yerlerdeki kampları da bombalanıyor. Olayların çoğu artık huduttan giriş çıkışlar şeklinde oluyor. Kışlalı - frak ve İran'ın Türkiye'de kendilerine karşı gruplarla ilgili iddiaları 1979 Humeyni devriminden sonra öne sürülmüş ve aslı olmadığından unutulmuştu. Hatta bir zamanlar Türkiye'de Şah yanlılarının binlerce kişilik ordu eğittiği bile iddia edilmişti. Şimdi bunlar yeniden neden ortaya atıldı? Ergun - Halkın Mücahitleri diye illegal bir teşkilattan bahsediyorlar. Bir de Şah yanlılardan. Türkiye'de de aleyhlerine propaganda yaptıklarından şikâyet ediyorlar. Bizim ülke demokratik bir ülke. Suç teşkil eden konularda gerekeni yaparız. Yoksa bir şey yap­ mayız. Bunu söyledik. Kışlalı - Ama bu eski bir konu. Suriye'nin şimdi kalkıp Müslüman Kardeşler­ den bahsetmesi, onların Türkiye'de faaliyet gösterdiğini iddia etmesi gibi bir şey değil mi? Ergun - Onlar bundan nedense büyük endişe duyuyorlar. Bize bundan bahsetti­ ler. Kışlalı - Onlara Anayasamıza göre suç olmayan konuda bir şey yapamaya­ cağınızı söyleyince gerçekten size "Öyleyse anayasanızı değiştirin" mi dediler? Gazeteler böyle yazdı da. Ergun - Hayır.... Hayır... Böyle bir şey olmadı. Kesinlikle yok öyle bir şey. Bütün toplantılara ben katıldım. Onlar şunu ifade ediyorlardı; basında iran aleyhine ağır yazılar yazıldığını söylüyorlardı. Oranın basınında da, hatta biz orada bulunduğumuz sürede de Bakan ve Türkiye aleyhine yazılar çıktı. Biz de kendilerine basının bağımsız olduğunu söyledik, "Sizde de bu şekilde yazılıyor" dedik. Leyhte de aleyhte de yazılabilir. Suç ol­ madığı takdirde basın rahatça eleştirir. Biz de bundan gocunmayız, dedik. Kışlalı - PKK ile Dev-Sol ilişkisi devam ediyor mu? Ergun - PKK'nın Dev-Sol ile bir ilişkisi yok. Dev-Sol ülkede büyük ölçüde kayba uğradı. Ankara, İstanbul ve büyük illerimizde büyük darbe aldı biliyorsunuz. 272 Kışlalı - Polisi eğitirken halka nasıl muamele edeceğini, insan haklarını da öğretiyor musunz? Böyle dersler var mı? Ergun - Zaman zaman insan haklarıyla ilgili komiteler de geliyor. Onlara rahatlıkla Emniyet teşkilatımızdaki tutukevlerini gösteriyoruz. Bu konuda ayrıca Akademide ders kondu. Ders kitabı bastırıldı. Size de verebiliriz. Bu sene okullarımıza ve Kolej'e de aynı şekilde ders olarak konacak. Biz polis teşkilatımıza halka nasıl yaklaşması gerektiğini öğretiyoruz. Halkla birlikte, halk içinde olmadıktan sonra başarıya ulaşmak da mümkün değil. Zaten polis teşkilatının varlığı halk için. Bakanımızın da devamlı olarak ifade ettiği gibi karakola giren her vatandaş rahatlıkla her derdini karakolda söyleyebilmen. Ayrıca Emniyet Müdürlerimiz de vatandaş ile temasını sürdürüyor. Gece toplantıları yapıyorlar. Kışlalı - Güneydoğu'da Hizbullah teşkilatıyla Emniyet ilişkileri hakkında ba­ sında bazı iddialar yer alıyor. Bunlara ne diyorsunuz? İşbirliği iddiaları var. Ergun - Tamamen asılsız. Biz teşkilat olarak, Emniyet olarak Hizbullah ile ne işimiz var? Hizbullah'ın orada zaman zaman faaliyeti var. Bunu Emniyet teşkilatımız himaye et­ miyor. Takip ediyor. Hizbullah illegal bir teşkilat. Kışlalı - Ama eğilimi PKK'ya karşı değil mi? Onlarla mücadele ediyor? Bazı PKK yanlısı gazetecilerin öldürülmesi olaylarıyla ilgili de iddialar var? Ergun - Evet. PKK'ya karşılar. Kışlalı - Polisin'demin sözünü ettiğiniz özel harekât timleri, anti-terör timleri nasıl operasyon yapıyorlar. Ergun - Alınan istihbarata göre vali veya yöneticileri operasyon düzenlediği zaman bu timler diğer güvenlik kuvvetlerinin yanında görev yapıyorlar. Yalnız bunların harekât kabiliyetleri çok fazla. Mesela helikopter inmeden olay yerine girebiliyorlar. Gerektiğinde diğer asker gibi muntazam hareket etmeyebilir. Bugün bir manga belli bir kaideyle hareket eder. Bunlar rahatlıkla olayın derhal üzerine gidebilirler. Teröristle teröristin tutumuyla mücadele edersek daha da başarılı oluruz. Buna en yakın olan bizim özel harekât timlerimizdir. , Kışlalı - Jandarma Genel Komutanı Org. Bitlis ile yaptığım bir konuşmada Jandarma özel timlerinin tamamiyle subay ve astsubaylardan oluştuğunu söyle­ mişti. Sizde durum nasıl? Ergun - Bizde bu arkadaşlarımız okuldan mezun olduğu zaman seçilirler. Gönüllü olanlar şu anda seçiliyor. Gerek fizik bakımından gerek ruh sağlığı bakımından seçildikten sonra buraya geliyorlar. Kendisi arzu edecek. Veya biz kendisini her bakımdan bu iş için uygun bulacağız. Eğitimleri üç ay sürüyor. Bu süre kendilerine yetiyor. Tamamiyle yetiyor. Kışlalı - Güneydoğu'da görev yapan, hatta komando eğitimi de görmüş olan bazı birliklerin zaman zaman pusuya düşürüldükleri görülüyor. Sizin özel harekât timleriyle ilgili durum nedir? Onlardan pusuya düşürülenler oldu mu? Ergun - Tabii böyle bir ihtimal her zaman vardır. Yalnız bizim bu konuda bir olayı­ mız olmadı. Özel harekât timlerimizden belki kişi olarak tecavüze uğrayanlar oldu. Aracı273 mızın pusuya düştüğü olmadı. Bizimkiler tabii daha iyi eğitim görüyorlar. Daha özel eğitim. Durum farklı. Bu vesileyle bu arkadaşların moral yüksekliğini ifade etmek istiyorum, Emniyet teşkilatından bana bugüne kadar birçok yer değiştirme istekleri gelir. Mazeretler bildirilir. Bugüne kadar Özel Harekât Timlerinden bir tane bile kendilerinin yerlerinin değiştirilmesini isteyen dileği veya başka isteği gelmemiştir. Dokuz ay içinde böyle bir şey olmadı. Kışlalı - Dokuz aylık gözlemleriniz sonunda Güneydoğu'da nasıl bir gelişme olacağını tahmin ediyorsunuz. Ergun - Laf olsun diye söylemiyorum. Devlet güçleri duruma hâkim olacaklardır. Buna yürekten inanıyorum. Bu arada kaybımız olacaktır. Terörün tamamen dibinin ka­ zınması zaman alabilir. Ama neticede Devlet güçleri hâkim olacaktır. Vatandaşın desteğini kaybetmememiz lazım. Kışlalı - İran ve Suriye ile geçerli anlaşma yapıldığı kanısındasınız. Durum böyle olunca netice alma daha garanti oluyor? Ergun - Evet. Bu durum bizi daha da rahatlatacaktır. 274 Emniyet Genel Müdürü Mehmet Ağar: "HALK, DEVLETE GÜVENİYOR" 1993 Temmuzundan beri Emniyet Genel Müdürlüğü görevini yürüten Mehmet Ağar 1994 Aralık ayında yaptığımız geniş sohbette PKK'ya karşı sürdürülen mücadelede birçok noktayı "hassas"bulduğundan ayrıntıya girmeden cevapladı. Ancak 10yıllık mücadelenin gerektiği gibi yürütüldüğünü içtenlikle vurguladı. Kışlalı - 1984 yılında PKK olayları patlak verdiğinde polis ne durumdaydı? 1994'e kadar hangi aşamalardan geçti? Ağar -1984'de olay kırsal alanda başladı. 1985'den sonra Özel Harekât Birliklerinin yetiştirilmesi gündeme geldi. 1984'den 93'e kadar olan dönem zarfındaki özel harekât memuru sayısı kadar biz'bir senede daha fazlasını yetiştirip alana sevk etti. Hâlâ da hızla bu faaliyetimize devam ediyoruz. Ama gerektiğinde diğer güvenlik kuvvetlerimizle birlikte kırsal alanda da başarıyla hizmet ediyorlar. Kışlalı - İki yıl önce özel harekât tim mensuplarının sayı 2 bin 500 idi. Şimdi kaç? Ağar - Şimdi 7 bin beş yüz oldu. Burada nicelikten daha fazla nitelik de önemli. Bu kursa son derece dikkatli davranıyoruz. Hem seçim, hem eğitim programında. Hem de eğiticiler bakımından. Teçhizat ve donatım bakımından olan eksiKleri fevkalede seviyeye getirdik. Maddi yönden de bomba uzmanları, helikopter pilotları ve özel harekât persone­ line önemli farklılık sağlandı. Hükümet polis tazminatlarını da kanunlaştırdı. Arkadaşları­ mız büyük istekle hizmet görüyor. Görev süreleri orada tamamlananlardan büyük kısmı kalmak istiyor. Kışlalı - Gene iki sene önce bölgedeki panzer sayı 40 idi. Helikopter adedi 4 idi. Şimdi ne oldu? Ağar - Panzer adedi 150 civarında. Helikopter sayısında, polis helikopteri sayı­ sında pek fazla değişik yok ama bölgede kullanılan helikopter sayısı çok arttı. Kışlalı - Eğitimler ve teçhizat hakkında biraz daha geniş bilgi vermeniz mümkün mü? Ağar - Eğitim verenler hem bizde hem de daha önce Türk Silahlı Kuvvetlerinde bu konuda büyük deneyim kazanmış kişiler. Her türlü arazi ve iklim koşullarında iş yapabile­ cek, alanda hizmet yapabilecek şekilde eleman yetiştiriyorlar. Her türlü silahı kullanmaları gerekiyor. O şekilde yetiştiriliyorlar. Bu tür mücadeleye beyin olarak da hazırlanıyorlar. Kendi fiziki güçlerinin farkına varan ve onun da ötesine taşmayan çalışma durumundalar. Havan, roket, ağırmakinalı gibi silahları kullanıyorlar. 275 Kışlalı - Bölgedeki normal hizmet süreleri ne kadar? Ağar - illerine göre değişiyor. 3 ile 4 sene arasında kalıyorlar. Olağanüstü Hal Bölgesi ve onun dışında Erzincan, Artvin, Erzurum, Kars, İğdır, Ağrı, Sivas'ta da vardır. Yedi senedir kendisini bu şartlarda müsait görerek orada kalan arkadaşlarımız vardır. Büyük çoğunluğu dönmek istemiyor. Zaman zaman kontrolden geçiriyoruz. Belli ölçülere uymayanları bir müddet batıya alıyoruz. Daha sonra arzu ederse yeniden gidiyor. Kışlalı - Eğitimleri ne kadar sürüyor? Ağar - Asgari üç ay. Nitelik açısından tatmin edici düzeye varamazlarsa dört ile altı ay arasında uzuyor eğitimleri. Aldığımız arkadaşların çoğu askerliklerini komando olarak yapmışlar. Onlara çok süratli ve ciddi bir eğitim programı uygulanıyor. Kışlalı - Şehirlerde basit araç ve hüviyet kontrollerinde polislerin kayıp ver­ diklerini görüyoruz. Bunlar eğitim eksikliğinden ileri gelmiyor mu? Ağar - Gerçekten eğitim çok önemli. Biz meslek içinde eğitim yaptırırken ekipleri­ mize genelde her akşam göreve çıkmadan küçük bir görev brifingi verilmesine dikkat etmek gerekiyor. İnsanımızın maalesef bir özelliği var, acelecilik, aşırı görevseverlik, zaman zaman emniyet alma, ihtiyatlı olma gibi çok önemli hususları ihmal ediyorlar. Sıkıntı bunlardan ileri geliyor. Arama tarama görevlerinde öncelikle bu görevi yapacak personelin can emniyetini sağlamak gerekir. Bunu hiç ihmal etmemek gerek. Şimdi bu görevi yapan arkadaşların hepsinin otomatik silahı var. Bunu kullanan o ekibin güvenliğini sağlamakla görevli. Dikkatli olması gerekiyor. Kışlalı - TSK'da olduğu gibi gerilla tipi mücadeleye karşı özel bir eğitim veri­ yor musunuz? "Kontrgerilla eğitimi" diyeceğim, uluslararası dilde bu deyim kulla­ nılıyor ama maalesef bizde bu deyime başka anlam veriyorlar onun için kullanmı­ yorum. Ağar - Verdiğimiz eğitime gerçek anlamda uluslararası deyimle kontrgerilla eğitimi denemez. Alanda bina operasyonları açısından, sokak operasyonları açısından, uçak kaçırma operasyonları, otobüs, her türlü rehin alma operasyonlarına karşı, kırsal bölgede yapılan yüzyüze çatışmalara, pusulara göre, tuzaklamalara göre, takibe göre yapılan bir eğitim çalışması. Temeli budur. Kışlalı - Kontrgerilla derken bizde kullanılan anlamda demek istemiyorum. Aslında bu deyimin anlamı malum; gerilla türü mücadele yapanlara karşı güvenlik kuvvetlerinin kullandığı aktif mücadele . Bir de "antigeralla" deyimi var. Bunu pasif, savunma anlamında kullanıyorlar. Ağar - Biz gerilla deyimini kullanmıyoruz. Terörist bizimkiler. Antiterör hareketle­ rinde her türlü eylemi yapabilecek eğitim veriliyor. Arkadaşlarımız teröre karşı tüm nitelik­ lere kavuşuyorlar eğitim sonunda. Kışlalı - 1984'de PKK olayları Güneydoğu'da patlak verdiğinde "gaflet halinde yakalanma"nın söz konusu olduğunu bazı ağızlardan duydum. Bu "gaflet hali"nin içine polisi de sokmak mümkün mü? 276 Ağar - Polisin böyle bir yakalanması bence 1970'li yıllarda oldu. Fakat polis çok dinamik bir yapıya sahip. Süratle bu durumu izale etti. İstihbarat şubelerinde olsun, terörle mücadele şubelerinde olsun -eski 1. şube diyoruz bunlara- çok büyük aşamalar kaydetti. Bunların sonucunda da 80'den sonraki soruşturmalarda çok büyük ölçüde başarı kazandı. Kışlalı - Bu başarı şehir bazında oldu tabii? Ağar - Evet şehir bazında faaliyet gösteren bütün örgütlerin aşağı yukarı merkez komiteleriyle birlikte yakalama başarasına erişti. Çok üzülerek ifade etmek lazım ki; birçok eleman tesirsiz hale getirilirken, birçoğu cezaevlerinde olan, bir kısmı yurtdışına kaçmış olan örgütler yurtdışı ve cezaevi faaliyetlerini senkronize bir şekilde geliştirip cezavi içinde örgütlenmelerle dışarıya mesajlar iletildi. Dışarda örgütlenmeler tamamlandı. Eylemlerin boyutunda büyük ölçüde artış oldu. Polis buna karşı yeniden bir örgütlenme düzeni içeri­ sine girdi. Kışlalı - Bu nasıl oldu? Ağar - Detaylarını verebilmem çalışma düzenimiz ile ilgili olur, bunların esasları hakkında bilgi vermek doğru olmaz. Ama bugün rahatlıkla ifade ediyorum ki, terör ile mü­ cadele alanında gerek biraz önce söylediğim iyi yetişmiş timlerimiz dahil olmak üzere, bütün birimlerimiz çok ciddi şekilde gelişme kaydetti. Bütün Türkiye geneli için söyleyebi­ lirim; bizim görev alanımız içerisinde teröre karşı mücadelede,, gerek olayları önceden önleyici yönden, gerekse sonradan olay faillerini yakalama yönünden polisimiz dünya po­ lisinin çok ötesinde bir yüzde içinde çalışmakta. Kışlalı - Polisin sorumluluğu temelde kırsalda değil. Kentlerde? Ağar - Evet. Yerleşim bölgelerinde, il ve ilçe merkezlerinde. Kışlalı - İstihbarat konusunda hep bölgede şikâyet olmuştur. Siz bunu kendi bünyenizde de hissediyor musunuz? Ağar - Bu geçmişte kalan bir şikâyet olmalı bence. Bugün için istihbarat konusunda çok önemli gelişmeler var. Gerek biz, gerek MİT, gerekse Jandarma çok iyi şekilde istih­ barat yapıyor. Bu devletin, hâkimiyeti ve gücü görüldükçe, operasyonlarda başarı görül­ dükçe istihbarat akımında tabii olarak gelişme olmakta. Bugün bu var. Bölgenin her tara­ fında güvenlik güçlerinin çok ciddi hâkimiyeti var. Kışlalı - Bu durum dışında kalan yerler de olabilir ama değil mi? Ağar - Terör örgütü elemanlarının bulunduğu yerler olacak. Kırsal alanda, coğrafi açıdan ulaşılması zor olan yerlerde terör elemanları barınmakta. Ama istihbarat yoktur diye bir şey yok. İstihbarat vardır ve değerlendirilmektedir. Yüzde 100 istihbarat olsa zaten mesele bitmiştir. Bu da zaten mümkün değil. Halkın devlete karşı olan güvenindeki artış istihbarat akışını hızlandırdı. Kışlalı - İstihbarat örgütleri arasında iyi koordinasyon var mı? Alınan istih­ baratın anında kullanılamadığı birkaç yıl önce öne sürüldü. Sonra istihbarat teşki­ latları bilgileri önce kendi merkezlerine mi gönderiyor? 277 Ağar - Evet merkezi koordinasyon var. Bir de önemli nokta alınan istihbaratın geciktirilmeksizin kullanılabilmesi. Hem bölgeler hem de alan bazında ciddi koordinasyon var. Süratle gelen istihbarat tek merkezde toplanır. Operasyonel faaliyete dönüştürülür. Anında bölgeye gelir. Ankara'ya bildirilir. Bazen bilgilerin doğrulanması da gerekir. Teyid edilmesi de gerekebilir. Kışlalı - İstihbarat için köy korucuları da yararlı oluyor mu? Ağar - Olağanüstü Hal Bölgesi'nde Bölge Valisi, Jandarma Komutanlığı, il valileri bazında çok iyi bir uyum var. Buna korucular da, onlardan sağlanan bilgiler de ekleniyor. Ama bizim için önemli olan şey bölge halkının desteği, işbirliği. Memnuniyetle söylüyorum bugün bu sağlanmıştır. İşlerin iyi gitmesinin en büyük nedeni de budur. Çok açıkça ifade etmek lazım. Kışlalı - Kentlerde sorgulanmayı polis mi yapıyor? Ağar - Tabii. Polis yapmakta. Polis mıntıkasındaki sorgulamayı tamamiyle biz ya­ parız. Terörle mücadele şubelerinde uzmanlar yapar. Kışlalı - Yıllardır gözlemliyoruz, emniyetin çeşitli kesimlerinde yetişen birçok uzman zaman zaman siyasi iktidarların kendilerine yakın kimseleri getirme eğilimi yüzünden kayboluyor. Siz şimdiki durumu nasıl görüyorsunuz? Ağar - Emniyette biz uzmanlaşmaya son derece dikkat ederiz. Terörle mücadele, istihbarat gibi şubelerdeki arkadaşlarımızın hiçbir zaman değiştirilmemesi gerekir. Görev­ de başarılı oldukları sürece kalmalılar. Değiştirilmiyorlar da. Ancak belki emniyet müdürü seviyesinde değişiklikler.oluyor. Onda da dikkat edilmekte. Bakıyoruz başarıyla her böl­ gede hizmet edenler bu hizmetlerden yetişen arkadaşlar. Kışlalı - Modern gelişmeler elemenlarınıza da herhalde yansıyor? Ağar - Gelişen modern şartlardan istifade etme durumundayız. Özellikle bu müca­ delede olaydan önce, olduktan sonra suçluların yakalanması safhaları içerisinde, her yerde modern sorgulama usullerinden arkadaşlarımız ziyadesiyle istifade ediyorlar. Kışlalı - Bu teknikler hakkında biraz açıklama yapar mısınız? Ağar - Operasyon tekniklerini çok açık ve net söylebilmem mümkün değil. Ama şunu ifade edebilirim ki çok yeni anlamda sorgusuyla, ön çalışmasıyla, suç delillerinin de­ ğerlendirildiği laboratuvarlarıyla birlikte Türk polis teşkilatı bugün dünyanın en modern polis teşkilatlarıyla aşık .atabilecek düzeydedir. Bu imkânların sağlanmasında gerçekten hükümetin büyük katkıları olmuştur. Kışlalı - Türkiye'nin iç güvenliği sadece içte alınan önlemlerle halledilebilir mi? Bilhassa PKK faaliyetleri dikkate alındığında... Ağar - Hayır. Sadece iç tedbir yetmez, iç güvenliğe karşı dış mihraklardan gelen çok ciddi sıkıntılar oluyor. Onlar da göz önünde tutularak devlet güvenlik örgütleri teçhiz edilmeli. Hem maddi hem de manevi bakımdan. İç yerleşim bölgelerinde şehirleşme oranı artarken polisin durumu 2000'li yıllara doğru önem kazanacak. Onun için bugünden gele­ cek yılların projeksiyonu yapılmalı. Bunun çalışmasını yapıyoruz. 278 Kışlalı - Polis, asker ile karşılaştırılırken eğitim bakamından uluslararası alanda değişik bir kritere vuruluyor. Deniyor ki; asker komutanın yakın takibi ve kontrolü altında faaliyette bulunur. Oysa polis öyle değildir. Direktifini karakolda alır sonra faaliyet alanına çıkar. Orada daha yalnızdır. Askere göre daha fazla inisiyatif kullanmak zorundadır. Bundan dolayı da yetiştirilmesi buna göre olmalıdır... Bizde bu husus göz önüne alınıyor mu? Ağar - Tabii poliste meslek içi eğitim sonsuz. Temel eğitimden sonra branşa göre eğitim veriliyor. Terör ile mücadele, istihbarat, trafik, çevik kuvvet, narkotik, mali polis vs. her biri ayrı eğitim ister. Ondan sonra da yenilik ve gelişmelere göre eğitimi sürer. Ancak sayısal yetersizlik bizi zaman zaman meslek içi eğitime ayıracak zamanı kısıtlar. Kışlalı - Ankara-istanbul gibi büyük kentlerde sıkıntınız daha fazla herhalde? Ağar - Evet. Buralarda her gün olaylar birbirini izliyor. Kadro büyük özveriyle mesai dışında da görev yapıyor. Bunu aşmak için her yıl kadroyu artırmaya çalışıyoruz. Hesa­ bımıza göre 1 veya 1.5 sene içinde doyurucu noktaya geleceğiz. O vakit eğitim konusuna daha fazla ağırlık vereceğiz. Kışlalı - Bunu ben bir eksiklik olarak söylemedim. Yabancı ülkelerde konuyu polis ve askerin bünyelerini inceleyenler polisin faaliyetleri sırasında daha fazla kendi başına kalıp inisiyatif kullanma durumuyla karşılaştığını gözlemlemişler. Ağar - Evet. O iş biraz farklı. Polislik tam standardize bir hizmet değil. İnisiyatif bı­ rakılması lazım. Bölük-tabur hizmeti daha farklı. Kışlalı - Polisin antiterör faaliyetleriyle ilgili bir talimnamesi var mı? Ağar - Var. Onları "Hizmete Özel" olarak kullanıyoruz. Yazılı metinler var. Kışlalı - Onlara, özel harekât timlerine antiterör konusunda verilen eğitim Ankara Gölbaşı tesisleri dışında da veriliyor mu? Ağar - Veriliyor. Çeşitli polis okullarımızda veriliyor. Bazen de ihtiyacımız oldu­ ğunda Genelkurmay Başkanlığı, Kara Kuvvetleri Komutanlığı bize büyük destekte bulu­ nuyor. Menteş'te Kara Harp Okulu tesislerinden de istifade ediyoruz. Bunun dışında böl­ gede her yerde TSK tesislerinden zaman zaman, özellikle atışlarda çok istifade ediyoruz. TSK ile işbirliği ve koordinasyonumuz çok iyidir. Bize çok destek oluyorlar. Kışlalı - Terörle mücalede bütün gelişmiş ülkelerde polisin görevi. Asker ancak istisnai olarak gerektiğinde destek veriyor. Bizde durum biraz farklı. Polisin gelişip iç güvenlik görevini askerin üzerinden alması TSK'nin asli görevi olan ülkeyi dışa karşı savunmaya döndürecektir? Ağar - Şöyle; bir de jandarma kuruluşumuz var. Kırsal alanda sorumlu. Diğer Av­ rupa ülkelerinin bir kısmında da var. Profesyonel. Türkiye'de tam profesyonelliğe geçebil­ mesi herkesin arzu ettiği bir şey. Ülkenin şartları açısından çok kolay bir iş değil. Olayın boyutu büyük olduğundan herkesin bu taşın altına elini sokması gerekiyor. Bu da fazla­ sıyla yapılıyor.. 279 Kışlalı - Genelde polis ihtiyacımız nedir? Şimdi ne kadar var? Ağar - Kabataslak söyleyecek olursak; bir 1.5 senede çok ciddi takviye yaptık. Polis okullarında eğitimi daha pratik seviyeye düşürmek ve hızlı yapmak suretiyle bir dönem yerine iki dönem koyduk. Olağanüstü Hal Bölgesiyle Doğu Anadolu Bölgesinde ihtiyacı tamamiyle doyurduk. Gaziantep'ten Balıkesir'e kadar olan bölge de bizim için hassastır, o bölgedeki personel açığını da büyük ölçüde kapattık. Mersin, Antalya, Muğla, İzmir'i kastediyorum. Istanbul-Ankara gibi illerimizi de büyük ölçüde takviye ettik. Blok takviyeler lazım. Kışlalı - Bu ne anlama geliyor? Ağar - İstanbul'da 150'karakol var. Şubeleriyle tek kalemde 500 memur verseniz her karakolun her vardiyasına ancak bir veya iki memur düşüyor, istanbul'da bir karakol mın­ tıkası en az 100-150 bin nüfuslu olabiliyor. Büyük şehirlere takviyeyi daha arttırmak gerek. Bugün 120 bin civarında polisimiz var. Bekçi ve sivil memurlarla beraber 150 bin kişilik bir kuruluşuz. Bunu süratle yüzde 10-15 arttırmamız gerek. Emekliyi de hesaba katarsak her sene 20 bin polis gerek. Kışlalı - Avrupa ülkeleriyle mukayesede durum nedir? Ağar - Şimdi Avrupa standartlarına yaklaşık. Belli bölgelerde o standardı yakaladık. Bazı yerlerde daha iyiyiz deme imkânımız var ama büyük şehirlerde değil. Kışlalı - Dünyanın başka yerlerinde yapılan PKK türü mücadelelerde nere­ deyse kabul edilmiş bir durum var. Deniyor ki; devletin güvenlik güçleriyle halka güvenlik sağlayamadığı yerlerde eğer halk teröristlerle mecburiyetten işbirliği yapı­ yorsa bu suç sayılmaz. Buna sizin yaklaşımızın nedir? Ağar - Hukukta bir yaklaşım var. Tehdide dayalı destek suç sayılmaz şeklinde. Bir bakış açısı. Biz vatandaşı olabildiğince yanımızda tutmaya çalışırız. Doğrusu budur. Tabii silah zoruyla bu tür desteğe zorlananlar için söylenebilecek bir şey yok. Nihayetinde can güvenliği olmadığından gönül rızasıyla yapılmayan bir iştir. Onlara bu yönüyle daha yu­ muşak bir yaklaşım içerisindeyiz. Gayretimiz onlara güvenlik sağlamaya yönelik. Kışlalı - Bunu yanlış yorumlayanlar da var? Ağar - Evet. Bunun istismarı da yapılıyor. Yanlış bu. Kanuni bir yetkiyle yapıyoruz. Köylerin yeri değiştirilebilir. Boşaltılabilir. Daha güvenli bölgelere çekilebilir. Devlet bu ko­ nuda her türlü yardımı da yapmakta. Bu mücadelede yapılanlar son derece doğal! Size karşı silahlı eyleme kalkışmış kişilerin alandan alacağı lojistik desteği ortadan kaldırmak bu mücadelede son derece tabii bir şey. Yapılırken iyi niyet çerçevesinde vatandaşlar rızalarıyla alınıyor. Onlar kaçıyor. Kışlalı - Bu köy boşaltmalar bir bakıma onların isteğiyle mi yapılıyor? Ağar - Bir oranda öyle. Bize "PKK'ya ekmek, aş vermekten yıldık bir de kadın kı­ zımızı vermeye başladık. Bu bize çok ağır geliyor. Bizi bunların elinden kurtarın" diye feryatla çok karşılaştık. Ancak örgütün de bunu çok ciddi şekilde istismar ettiği ortada. 280 Maalesef bu istismara, hiç inanmaması gereken kişiler de inanmakta ve âdeta örgütün propagandasına alet olmaktadırlar. Kışlalı - Güvenlik kuvvetleri de zaman zaman itham altında kalıyor? Ağar - Güvenlik kuvvetleri yanlış yapar mı? Yaparsa bunun kanuni müeyyideleri var. Takip edilir. Bilerek isteyerek yapılmaz bu. Yayın organlarına da yansıdı; bizzat örgüt liderinin köyleri, ormanları yakın talimatları var. Kısmen yerine de getiriliyor. Bunu yapıp bölge halkını devletle karşı karşıya getirmeye çalışıyorlar. Halk bu konuda uyanıktır. Kışlalı - Bu noktada bir hususa dokunmak istiyorum. Tam sırası geldi. Mü­ cadelede PKK'nın propagandasını doğru bilgilerle karşılayıp kamuoyu oluşturma işini üstlenecek bir teşkilat var mı? Ağar - Bu konuda bizim ciddi bir eksiğimiz olduğu görülmektedir. Halkla ilişkiler konusunda olay tamamiyle profesyonel kadroların üstlenmesi gereken bir duruma gelmiş. Devlet bir türlü bu örgütlenmeyi, aradan çok uzun zaman geçmiş olmasına rağmen, yeterli ölçüde yapamamıştır. Aksini söylemek mümkün değil. Yapılmalıdır. Kışlalı - Emniyet olarak böyle bir sisteminiz var mı? Ağar - Halen yok. Fakat bunu oluşturma aşamasındayız. Yeni bir yapılanmaya gi­ diyoruz. Gerek Emniyet Genel Müdürlüğü'nde, gerek Ankara-lstanbul-izmir gibi büyük şehirlerde profesyonel basın halkla ilişkiler müşavirliği kurmaya gidiyoruz. Bunu bir ölçüde, dışişlerinde olduğuna benzer, sözcülük müessesine benzetmeyi düşünüyoruz. Belirli ko­ nularda kamuoyunu aydınlatmayı düşünüyoruz. Yeni yıldan itibaren hayata geçireceğiz. Kışlalı - Polis halk ilişkilerine gelmişken bir şey sorayım. Polis bazı halk gös­ terilerine seyirci kalıyor. Bazılarına coplarla müdahale ediyor. Belli bir ölçü yok mu? Ağar - Ölçü orada görev yapan grubun başındaki amirin değerlendirmesidir. Olay tecavüzkâr duruma girmemişse, kontrol imkânı mevcutsa başka. Müdahale dünyanın her yerinde tartışma konusu oluyor. Yasa var. Sınırları var. Topluluk dağılmamakta ısrar eder de başkalarının can-mal güvenliği tehlikeye girerse dağıtılması için gereken vasıta kulla­ nılır. Tabii dağıtma sırasında da kamuoyunu rahatsız edici görüntüler olmamasına dikkat ederiz. Kışlalı - Suriye ve İran ile yapılan güvenlik anlaşmalarının uygulaması nasıl? İran Büyükelçisi durumdan son derece memnun? Ağar - Doğru. Bu iki ülkeyle yapılan anlaşmalara baktığımızda İran ile olanın iş­ lerliği daha iyi gibi gözüküyor. Son zamanlarda sınırlardaki terörist faaliyetlere karşı tavır koydu. Yakalanan ölü ve diri şahısları bize teslim etti. Yeterli değil henüz. Ancak devletarası münasebetler sabahtan akşama sonuç alınan münasebetler değil. Olumlu seviyede yürüyor. Onların da sınır bölgeleri coğrafi zorluk çıkarıyor. Bizimki gibi. Kışlalı - Suriye ile olan durum nasıl? Ağar - İlişki devam ediyor. Ama somut, terörist teslimi gibi bir şey yok. Henüz ala­ madık böyle netice. Bekaa'da Suriye'nin hassasiyet göstermesini bekliyoruz. 281 Kışlalı - 1 0 yıldır Apo'nun orada olduğu söylenir, inkâr ederler. Gelişme yok mu? Ağar - Bunları hepsi çeşitli makamlarca söylendi. Türkiye büyük ve güçlü bir ülke. Çok güçlü ordusu ve güvenlik güçleri var. Türkiye bu meseleleri mutlaka aşar. Bu sürecin çabuk olması için komşularının işbirliği yararlıdır. Yapılacak yardım şimdi değerlidir. Kışlalı - PKK ile ilgili bir husus hakkında sizin değerlendirmenizi isteyeceğim. Ama o noktaya geçmeden "Apo bu yıl istediği basın toplantısını yapamadı. Buna Türkiye'nin müdahalesi bölge ülkeleri üzerinde etkili oldu" diyebilir miyiz? Ağar - Evet. Bu toplantıyı yapamamıştır. Dediğiniz gibi tabii girişimler olmuştur-. Kışlalı - PKK'ya döneyim. Geçen sene neden ateşkes ilan etti. Bu sene neden aynı şeyi tekrarlamak istedi? Ağar - PKK o dönem içerisinde operasyonlarda büyük bir kan kaybı içine girdi. Ta­ mamiyle derlenip toplanma ve lojistik eksiklerini tamamlamak için zaman kazanma süreci yakaladı. Bu sene aynı durum söz konusu. Gerek operasyonel faaliyetlerde, gerek lojistik imkânlarının kısılması konusunda çok ciddi adımlar atıldı. Gene toparlanma ve yeni taktik oluşturmak için zaman kazanma arzusundaydı. Ama kendisine o fırsat verilmedi. Kışlalı - Öğretmenlerin güvenliklerini sağlamak için sizce ne yapmalı? Ağar - Bu konuda alınan çok ciddi tedbirler var. Ancak son Erzurum olayı Olağa­ nüstü Hal Bölgesi dışında oldu. Tetkike tabi bir konu. Eğjtime açık yerler karakol yakınla­ rında ve koruculu köylerde. Diğer köylerde büyük nüfus azalması var. Bazı yerlerde ken­ diliğinden kapanmış okullar. Terörün tabiatı gereği olan vur-kaç eylemlerine karşı biraz daha hassas olmak gerekir. Tedbirleri noksansız hale getirme mecburiyeti var. Kışlalı - Neden şimdi öğretmenleri hedef aldılar? Ağar - Ele geçirilen militanlardan edindiğimiz notlardan anlıyoruz, halkın eğitimsiz ve geri kalmasını istiyorlar ki rahat kullanabilecekleri insanları bulsunlar. Kışlalı - Öğretmen güvenliği sizden ziyade jandarmayı mı ilgilendiriyor? Ağar -Daha ziyade kırsal bölgede tabii. 282 YABANCILARIN DEĞERLENDİRMESİ Güneydoğu'daki mücadeleyle ilgili olarak yaptığımız araştırmalar içerisinde birçok yabancı uzmanla son altı yıl içerisinde yapılmış konuşma da yeralmaktadır. Bunlardan en ilginç olanlarını bu bölümde bulacaksınız. FRANK BRENCHLEY Merkezi İngiltere'de : Londra'da bulunan "Çatışmalar ve Terörizm İncelemesi İçin Araştırma Enstitüsü"nün Başkanı Frank Brenchley: 'TÜRKİYE, BAĞIMSIZ KÜRT D E V L E T İ N E RAZI O L M A Z " İngiltere terör ve "Düşük yoğunluklu Çatışma (savaş)" konusunda dünyanın en deneyimli ülkelerinden biri. On yıldır Güneydoğu'da sürüp giden PKK mücadelesinin in­ celenmesinde yardımcı olabilecek resmi ya da gayri resmi kuruluşlara İngiltere'de bol bol rastlamak mümkün. Bunlardan biri ve dünyaca şöhretli uzmanlaşmış olanı herhalde "The Resarch Institute For The Study of Conflict and Terrorism (Çatışmalar ve Terörizm İnce­ lemesi İçin Araştırma Enstitüsü). Bu kurum 1970 yılında yardımlarla eğitim için kurulmuş. 1989 yılında ise üzerinde durduğu konu bütün dünyada çok önem kazandığından yeni­ leştirilmiş. RISCT rumuzuyla anılıyor. Dünyada siyasi istikrarsızlıkların eğilimlerini, se­ beplerini, aşırı örgütlerin faaliyetlerini ve onların uluslararası bağlantılarıyla onlara destek verenleri inceliyor. Kendilerinin sürekli bir merkezde bulunup çalışan uzmanları yok. Daha ziyade dünyanın dört bir yanına dağılmış uzman kadrolarından yararlanıyorlar. Bulguları yılda on defa "Conflict Studies" (Çatışma İncelemeleri) adıyla yayınlanıyor. Konuların se­ çiminde uluslararası güvenlik ile ilgili olanlar rol oynuyor. RISCT enstitüsünün yayınlarına Türkiye'de iki kurum: TBMM kütüphanesi ile Genelkurmay kütüphanesi abone. İçlerinde Türkiye'yi de yakından ilgilendiren yayınlar yapan bu kurumun Londra'da Baker Street 136 numaradaki her türlü gösterişten uzak merkezinde Enstitü Başkanı Frank Brenchley ile 1994 yılının Nisan ayında bir konuşma yaptım. Kendisi Türkiye'de 2. Dünya Savaşı sırasında 1943-45 arasında İngiliz askeri ataşe yardımcısı olarak binbaşı rütbesiyle görev yapmış. Çeşitli askeri ve diplomatik gö­ revlerde ve aynı konudaki başka enstitülerin yönetiminde de görev almış. Modern Tarih ve Felsefe okumuş. Dışişleri Bakanlığında müsteşar yardımcılığına kadar yükselmiş. Norveç ile Polonya'da da büyükelçilikte bulunmuş. Kendisinin "asker" olarak değil de diplomat 283 olarak tanınmasını istiyor. Ama hiç şüphesiz "terör" konusunda uzman. Kışlalı - Enstitünüz terör üzerine tam olarak ne zaman böylesine eğildi? Brenchley- 1970'de kurulduğunda soğuk savaş vardı. Sovyet Komünizmine karşı mücadele ediliyordu. 5 yıl önce yenileme geçirdik. Terör uzmanı olan Prof. VVilkinsonü enstitüye direktör yaptık. Batı dünyasının bir numaralı terör uzmanı. Onun girişimiyle te­ rörü vurgulayan isim koyduk. Kışlalı - Türkiye hakkında hiç yayın yaptınız mı? Brenchley - Tabii. "Turkey under the Generals" (Generaller yönetiminde Türkiye) bunlardan biri. 12 Eylül'den sonra yazıldı. "Greece and Turkey, Disarray on NATO's So­ uthern Flank" (Yunanistan ve Türkiye; NATO'nun Güney kanadında düzensizlik) bir baş­ kası. Kürtlerle ve Ermeniler ile ilgili araştırmalarımız da oldu. Türkiye'yi doğrudan ilgilen­ diren araştırmalar. Kışlalı - Türkiye'deki olayları yakından izliyor musunuz? Brenchley - Evet, enstitünün başkanı olarak önemli olayları yakından izliyordum. Sadece askeri konuları izleyen bir enstitü (Institute For Strategic Studies) ile sadece dip­ lomatik konulan izleyen bir enstitü (Chatham House) var. Biz bunların dışında çalışmalar yapıyoruz. Düşük yoğunluktaki çatışmalar, casusluk, mafya, uyuşturucu kaçakçılığı, te­ rörizm gibi. Kışlalı - Türkiye'de PKK faaliyetlerine, terörizmine karşı sürdürülen mücadele hakkındaki görüşleriniz nedir? Brenchley - Bir ara, daha önce, sizin terörist probleminiz Ermeniler ile ilgiliydi. Son zamanlarda o konu hakkında bir şey duymuyoruz. Diplomatlarınızı öldürüyorlardı. Bildi­ ğiniz gibi Kürtlere Sevr anlaşmasında bağımsız bir ülke, devlet vaad edilmişti. Ama müt­ tefikler bu vaadi yerine getirmediler 1. Dünya Savaşından sonra. Kürtler dört ülkeye ya­ yılmış. Siz, uzun bir bir süre bunlara "Dağ Türkleri" dediniz. Son zamanlarda bunlara akıllıca bazı anlayışı gösteriyorsunuz. Dilleriyle ilgili. Gazete çıkarabiliyorlar. Bazı ufak tefek kültürel istekleri var ama sizin açınızdan ileride ayrılma istemeleri tehlikesi de var. Bağımsız Kürt devleti isteyebilirler. Kışlalı - Konu dediğiniz gibi diğer komşuları da ilgilendiriyor? Brenchley - Evet durumunuz Suriye ve Irak ve İran ile benzerlik taşıyor. Onlar da birleşmiş bir Kürt devleti istemezler. Kışlalı - Bunlar işin geçmişiyle ilgili. Şimdiki durum başka. PKK terörü var. Brenchley - Kürt konusunda iran ve Irak bunları birbirine karşı kullandılar. Onlar da devletleri birbirine karşı kullanıyor. Şimdi ümitleri daha ziyade Irak'ta merkezi hükümetin zayıf olması onları umutlandırıyor. Ama Türkiye'den lojistik destek sağlamaları da gerek. Türkiye'den yardımı olmadan K. Irak'taki Kürtlerin dayanmaları çok zor. Gene de sizin Kürtler ile Irak'takiler arasında yakın işbirliği var. Suriye'ye de geçebiliyorlar. Başka ülkeye sığınabiliyorlar. 284 Kışialı - Türkiye'deki PKK faaliyetlerini izliyor musunuz? Brenchley - Basın yayın organlarına yansıdığı kadarını izliyoruz. Yoksa bizim orada uzmanlarımız yok. Şimdi daha ziyade uluslararası terörizm üzerinde duruyoruz. Tabii Kuzey İrlanda da ilgi sahamızda. Kışlalı - Bu tür terörizme siyasi çözüm bulunabileceğini düşünüyor mu­ sunuz? Brenchley - Tabii bulunabilir ama bunu sağlayabilmek için bazı ödünler vermeniz gerek. Hükümetler, sizin hükümetiniz böyle bir tavize hazır mı bunu bilemem. Kışlalı - İngiltere'de sizin hükümetiniz IRA konusunda terör sürdürdükleri sürece ne kendileriyle konuşacaklarını ne de siyasi çözüm arayacağını söylüyor. Sizce Türkiye olaya nasıl yaklaşmalı? Brenchley - Her problem farklıdır. Farklı yaklaşım da gerektirebilir. Tabii Türkiye kendi sorununda kendi değerlendirmesini yaparak en doğru bulduğunu uygular. PKK ha­ reketinin ülkeniz için, barışı için bir tehdit oluşturduğu açık. Bunu önleyip onunla birlikte yaşamayı kabul edebilirsiniz. Veya siyasi bir çözüm arayabilirsiniz. Bunun için tavize hazır olup olmamanıza bağlı. Kışlalı - Sizce ne yapılmalı? Brenchley - İtiraf edeyim bu konuda bir öneri yapabilecek kadar konunun ayrıntı­ larına vakıf değilim. Bu konuları bizim Dışişleri Bakanlığıyla konuşursanız onlar daha ay­ rıntılı görüşler öne sürebilirler. Bence ülkenizin düzenini olumsuz etkilemeden, yeni so­ runlar çıkarmadan onlara bazı şeyler önerebilirsiniz. Kültür konusunda bu yapılabilir. Okul konusunda olabilir. Belki radyo ve TV konusunda da bir şeyler olabilir. Kışlalı - Bazı şeyler yapıldı ama PKK terörü sürüyor? Brenchley - Terörü yapanlar çok küçük bir azınlık. Ama balıklar gibi içinde yaşa­ yabilmeleri için kendilerine dost olan bir denizin içinde olmaları gerek. Teröre karışmamış Kürt toplumunu kazanmak gerek. nunlar terörisler için "dost deniz" haline gelebilir. Bunu önlemek gerek. Sözünü ettiğim yaklaşımlar bu büyük kitleye yönelmeli. Onlar kendilerinin eşit muameleye tabi olduğunu düşünmeli. Kültürel alanda memnun edilebilirler. Kışlalı - Herhalde biliyorsunuz siyasi bakımdan her hakka sahipler. Brenchley - Evet. Bunu biliyorum. Kışlalı - Türkiye'de bazı çevrelerde demin sözünü ettiğiniz, Sevr anlaşması­ nın canlandırılmısı yönünde bir niyet olduğu şeklinde endişeler mevcut. K. Irak'taki durumun bu niyetin işareti olduğu kabul ediliyor? Brenchley - Bunun gerçekçi olduğunu sanmıyorum. Kürtler daima kendilerinin ayrı bir deVleti olacağını umut etmişlerdir. Fakat mevcut şartların kendi lehlerine geliştiğini dü­ şündüklerini sanmam. Bu gerçekçi olmaz. Kimse Türkiye üzerine, Irak, İran ve Suriye üzerine yeterince baskı yapıp onları toprakları üzerinde kurulacak bir Kürt devletine ikna edemez. Rusyada bile var. Bu olacak şey değil. Belki Sevrde buna kavuşmadıkları için 285 talihsizler. Müttefikler başka konular yüzünden ısrar edemediler. Atatürk Türkiye'de çok önemli değişiklikler yaptı. Kışlalı - Ankara'da askeri ataşe olarak çalıştınız. Türkiye'yi tanıyorsunuz? Brenchley- Binbaşıydım. Ama savaştan sonra askerlikten ayrıldım. Diplomasiye geçtim. Diplomatım. Askerlikte 6.5 sene kaldım. Kışlalı - Hem askerlikle ilgili geçmişiniz hem de Enstitü'deki konumunuz do­ layısıyla sormak istediğim bir husus var. PKK'ya karşı sürdürülen çatışma hakkında ayrıntılı bilginiz var mı? Brenchley - Ayrıntılı diyeceğim bilgi yok. Sadece çatışmanın sürdüğü bölge dı­ şında da terörün ülkenizin bazı kesimlerinde hissedildiği görülüyor. Ama ne olursa olsun mesele. K. İrlanda'daki gibi. Oradan da buralara terör sızabiliyor. Başbakanın Downing Street 10 numaradaki ikametgâhına havan topuyla saldırıda bulunabiliyorlar. Ama bu da mahalli bir çatışma. Eminim Türk güvenlik güçleri bölgenin arazisini çok iyi biliyor. İyi de eğitilmiş olmaları gerekir. Aramalarında, köylerde kırsal kesimde neler yaptıkları hakkında ayrıntılı bilgim yok. Kışlalı - Sizce PKK ve onlar gibi örgütler siyasi amaçlarına varma şansına sahip midirler? Bu olabilir mi? Brenchley - Zannetmem. Ama uzun süre bulundukları ülkeye sıkıntı verebilirler. K. İrlanda'da hem IRA hem de onların karşıtı olanlar bize böyle sıkıntıyı yıllardır veriyorlar. 25 yıllıdır sürüyor bu. Ordu mücadeleye destek veriyor. Sizde de aynı durum. Kışlalı - Bize bazı batılı müttefikler "siyasi yaklaşım" tavsiye ediyor, ingiltere IRA'ya böyle bir şey yaptı mı? Brenchley - Evet. Temel sıkıntıları ekonomikti. Konut sıkıntısını ve işsizliği öne sürüyorlardı. Konut halledildi. İşsizliğin halledilmesine çalışılıyor. Kışlalı - Bu yapılanlardan sonra ne oldu? Netice ne? Brenchley - Bakın K. irlanda'ya askeri birlikler gönderdiğimizde IRA'nın içinden çıktığı Katolik halk kitlelerince de iyi karşılanıyorlar. Protestanlar tarafında da. Ama bazı talihsiz olaylar Katolik toplumun askerlerimize hedef Olduğunu düşündürebiliyor. Bu da IRA teröristlerine ve onların tamamen politik hedeflerine yardımcı oluyor. Kısaca söylemek gerekirse başlangıçta IRA'nın içinde yüzdüğü deniz olan K. irlanda'nın Katolik toplumu durumundan memnun değildi. Gerçek ve ciddi sıkıntılar vardı. Sizin Kürtlerin de gerçek sıkıntıları olduğundan şüphe ederim. Bunu bir tarafsız gözlemci olarak söylüyorum. Biz bunları ortadan kaldırmaya çalıştık. Kışlalı - Biliyor musunuz ki Türk hükümeti bu bölgeye çok büyük yatırımlar yapma kararı aldı. Ama PKK buna engel oluyor. Mevcut yatırımları da çalışmaz hale getiriyor. Sabotajlar yapıyor. Brenchley - IRA da aynı şeyleri yapıyor. Onların siyasi amaçları da PKK'nınkiler gibi. Ama PKK da IRA gibi nispeten küçük sayıda Türkiye'ye göre. iyj eğitilmiş elemanları 286 fazla değil. Mücadelenin bence en can alıcı yeri büyük Kürt kitlesini bu küçük PKK grubuna destek verir hale getirmemek. Kışlalı - Onlar PKK'yı sosyoekonomik ihtiyaçlarından ziyade baskıdan ted­ hişten dolayı destekleme durumunda kalıyorlar. Brenchley - Evet. Aşağı yukarı aynı şey K. İrlanda'da da oluyor. Ama bu "deniz ve balık" benzetmesini akıldan çıkarmamak gerek. Deniz balıklar için dostane olmazsa terö­ ristler başarılı olamaz. Kışlalı - Sizce o bölgedeki Kürt vatandaşlara sağlanacak öncelik kültürel haklar mı yoksa Türk devletinin onların güvenlik içinde yaşayabilecekleri bir ortam sağlaması mı olmalı? Brenchley - Tabii önce güvenlik içinde yaşayabilmeleri. Bunun için de öncelikle güvenlik güçlerini kullanmanız gerek. Düzen mutlaka sağlanmalı. Yoksa kültürel ve diğer konular bir işe yaramaz.. Kışlalı - Sizin çok önceleri kazandığınız deneyimi şimdi Türkiye kazanıyor. Brenchley - Evet. Sömürgelerimizde bu çeşit çok olayla karşılatık. Kenya, Kıbrıs, Filistin, Malaya örneklerden bir kısmı. Ordular başka tür savaşlar için hazırlanıyor. Bunlar için tamamiyle değişik eğitime ihtiyaç gösteriyorlar. Ordunun bir kısmını bu tür savaş ve polise destek vermek için yetiştirmeniz gerekiyor. Kışlalı - Bütün deneyiminize ve büyük kaynaklarınıza rağmen 25 yıldır mü­ cadele ettikten sonra gene de IRA olayını çözemediniz? Brenchley - Evet çözüm olmadı. Çok karmaşık sorun bu. Sizinki gibi. Bunun dur­ durulması kontrol altına alınmasına çalışmalı. Tedhiş makul düzeye indirilmeli. Bu arada anlaşma fırsatı da aranmalı. Siyasi olsun, ekonomik ve kültürel olsun. Halkın büyük kıs­ mını memnun edecek şeyler aranmalı. Türkiye'nin tedhiş konusunda komşularıyla da bir anlaşmaya varması şart. Dış destek durdurulmalı. 287 ABD Kongresi Araştırma Servisi Uzmanı Carol Migdalovitz: "TERÖRÜN ARDINDA KOMŞULARINIZ VAR" Carol Migdalovitz ABD kongresinin Araştırma Servisi uzmanlarından. Genelde Orta Doğu üzerinde çalışıyor. Ama özellikle Türkiye, Yunanistan, Kıbrıs, Ermenistan ile ilgili araştırmalar yapıp raporlar yayınlıyor. Kongre üyelerine ihtiyaç hissettikleri zaman bri­ fingler veriyor. İlgilendiği ülkelere daha ziyade politika açısından bakıyor. Savunmayla ilgili çalışmaları başka uzmanlara bırakıyor. Kendisi geçen sonbaharda Türkiye'yi siyasi ba­ kımdan inceleyen "Turkey; Ally in a Troubled Region" (Türkiye; Sorunlu Bir Bölgedeki Müttefik) isimli bir rapor yazdı. Komşularıyla olan ilişkilerini teker teker ele aldı. Sonra da geçen Mart ayı ortasında "Turkey's Kurdich Imbroglio and U.S. Policy" (Türkiye'nin Kürt Meselesi ve ABD Politikası) raporunu yazdı. Carol Migdalovitz Türkiye'ye bazı konfe­ ranslar vermek ve yetkililerle olduğu gibi bazı çevrelerde de temaslarda bulunmak için geldiğinde kendisiyle 1994 yılı Nisan ayında iki saate yakın süren bir konuşma yaptık. Güneydoğu meselesini ve daha ziyade son raporundaki bazı görüşlerini tartıştık.Aşağıdaki yazının yayınlanması bu sözde Türkiye uzmanını çok rahatsız ettiği sonra­ dan anlaşıldı. Amerikan Kongresini üstünkörü olay izlemeleriyle hazırladığı raporlarıyla etkilemek ve belli çevrelerin politikalarını daha geçerli kılmak istediği apaçık ortada olan Migdalovitz Türkiye'ye yeniden geldiğinde görüşme - tartışma isteğimizi reddetti. Ankara'daki temaslarını düzenleyen Türk-Amerikan Derneğinin tespit ettiği randevusunu iptal etti. Bu küçük olay Amerikan kamuoyunu ve dolayısıyla da Türk kamuoyunu etkileme konusunda uygulanmakta olan bir taktiğin ortaya çıkmasına yardımcı oldu. Ama sorun devam ediyor.Maalesef Türkiye'de kamuoyu oluşturabilecek ya da kamuoyunu aydınlata­ bilecek durumda olan kimse belli bir polemik ötesine geçip bu Türkiye'nin "Bir Numaralı Sorunu" hakkında gereken incelemeleri yapıp yayında bulunmuyor. Kışlalı - Son raporunuz Türkiye'nin en önemli iki sorunundan PKK terörü ile ilgili. Orada 1993 yılı ortalarından itibaren Güneydoğudaki çatışmanın tırmandığını yazmışsınız. Sözünü ettiğiniz dönemde artan; PKK'nın sebep olduğu olaylar ve PKK faaliyetlerinden ziyade Türk güvenlik güçlerinin kontrterörizm ve kontrgerilla faali­ yetleri. PKK çekilme halinde. Acaba bu durum mu,PKK'nın duraklama ve çekilme halinde olması mı ABD'de kaygı uyandırdı? Migdalovitz - Dışardan görünen çatışmaların arttığıdır. Ben gizli bilgilere dayana­ rak araştırmalar yapmıyor, raporlar yazmıyorum. Açık kaynaklardan yararlanıyorum. VVashington'da da mesela Türkiye Büyük Elçiliği ve Kürt Teşkilatı mensuplarıyla konuşu­ yorum. 288 Kışlalı - Raporunuzda bazı maddi hatalar var. Mesela "PKK'nın yerleştirdiği bombayla beş askeri öğrenci Ankara'da öldürüldü" demişsiniz. Olay Ankara'da değil İstanbul'da oldu. "Geçen sene Bingöl yakınlarında askeri birliklerine katılmak üzere giden 33 asker silahlı çatışmada PKK tarafından öldürüldü" diyorsunuz. Bunlar birliklerine giden değil, terhis olmuş evlerine giden sivillerdi. Sonra silahlı çatışma­ da ölmediler. PKK yollarını kesti. Otobüslerden indirildi ve mlakinalı tüfeklerle kur­ şuna dizildiler. Migdalovitz - Bunları not ediyorum. Kışlalı - Türk demokrasisini raporda sorguluyorsunuz. Türkiye demokrasi değil mi? Migdalovitz - Hiç şüphesiz demokrasidir. Bence bir yerde serbest ve dürüst se­ çimler yapılıyorsa, iktidarlar böyle değişebiliyorsa ve hürriyetler, insan hakları varsa de­ mokrasidir. Kışlalı - Türkiye bir demokrasi olarak ülkesinin bütünlüğünü onu bölmek is­ teyenlere bir Marksist ve Leninist terör örgütüne karşı savunamaz mı? Raporunuzda "müzakere edilerek bulunan hal çaresi" öneriyorsunuz. Batı dünyası şiddet hare­ ketlerine, teröre başvuranlarla müzakere ediliyor mu? Migdalovitz - Hayır. Terör örgütüyle müzakere önermiyorum. Daha barışçı Kürt vatandaşlarınızla hükümet temas içinde olup onların kültürel ve başka hakları üzerine eğilebilir. DEP milletvekilleriyle de PKK ile de müzakereye girilmeyeceği görülüyor. Kışlalı - Türkiye'de olup bitenleri yakından izlediğiniz muhakkak. Önce SHP içinde Meclis'e giren ve daha sonra HEP ve DEP'e geçen Kürt asıllı milletvekillerinin tutumlarından haberdar olmalısınız. Bunların hangisi kendilerine oy verenlerin is­ teklerini usulüne uygun bir şekilde Meclis'e getirdi? Aksine PKK ile idantif iye olmak için çok şey yapıp kendilerini tecrit ettiler? Migdalovitz - Ama bütün DEP milletvekillerini aynı kaba koymamalısınız. Kışlalı - İngiliz Hükümeti'nin İrlanda Cumhuriyeti ile birlikte IRA'ya yaptığı öneriyi biliyorsunuz. "Şiddet durmadan hiçbir görüşme olmaz" dediler. Türkiye'ye neden farklı yaklaşıyorsunuz? Migdalovitz - Bu konudaki görüşümüz farklı değil. Batıda eleştirilen husus Türki­ ye'nin Güneydoğudaki mücadelesinde insan hakları ihlalleriyle ilgili iddialar. Kışlalı - Bakınız Türkiye yıllardır Güneydoğu'daki Düşük Yoğunluklu Çatışma adı verilen terörizm ve gerilla savaşı yapmaya çalışan PKK ile acemice mücadele etti. Son iki yıldır bu çatışmanın usulüne uygun hareket ediyor güvenlik güçleri. Uygulamaya çalıştıkları metodlar da mesela ABD'nin ve İngiltere'nin hazırlayıp doktrinleştirdiği metodlar. Bunları nasıl eleştiriyorsunuz? Migdalovitz - O metodlar faili meçhul cinayetler mi? Köylerin zorla boşaltılması mı? 289 Kışlalı - Raporunuzda da işaret etmişsiniz; Türkiye'ye çifte standart uygu­ landığını bu ülkede çok kişi düşünüyor. İnsan hakları ihlallerinden söz ediyorsunuz, sonra Bosna'da binlerce insana soykırım uygulanıyor seyirci kalıyorsunuz. Migdalovitz - Biliyorsunuz burada Hükümet adına konuşmuyorum. Böyle bir sıfa­ tım da yok. Ama Bosna'daki durumdan çok rahatsız olduğumu ve Hükümetin bu konudaki tutumunu tasvip etmediğimi söylemeliyim. Kışlalı - Sizce hükümet Türkiye'de ne yapabilir? Migdalovitz - Raporumda da işaret ettiğim gibi eminim Kürt kökenli vatandaşlarınız arasından diyalog kurulabilecekler muhakkak vardır. Hükümet bunlarla görüşmeli arzula­ nan hususlar üzerinde tartışmalı. Görüyorsunuz Filistin Kurtuluş Örgütü ile İsrail bile gö­ rüşmeye başladı. Türkiye'de de PKK ve DEP dışında muhakkak konuşulabilecekler vardır. Bu arada ben size bir şey sorayım. Siz bu askeri güvenlik tedbirleriyle Türkiye'nin Güney­ doğu'da duruma hâkim olabileceğini düşünüyor musunuz? Kışlalı - Raporunuzda Türkiye'nin PKK sorunun halletmesini komşularının istemeyeceğini söylüyorsunuz. Peki onlar bölgede bir Kürt devleti kurulmasını is­ terler mi? Migdalovitz - Evet işler o aşamaya gelirse istemezler ve böylece Türkiye, İran, Irak ve Suriye bunu önlemek için işbirliği yapar. Ama o safhaya gelinceye kadar da Türkiye'nin başında PKK sorununun kalmasını isterler. Bunun için de ellerinden geleni yaparlar. Kışlalı - Raporunuzda dokunmak istediğim bir şey daha var. GAP projesinin önemini vurgularken "PKK bu projeye saldırmadı. Çünkü burasının ileride oluştur­ mak istediği Kürdistan için önemli gelir kaynağı olacağını düşünüyordu" diyorsu­ nuz. Suriye'nin de buradan yararlanmayı düşündüğü için PKK'yı engellemiş olabi­ leceğini söylüyorsunuz. Bunları neye dayandırdınız? Migdalovitz - Evet böyle bir neticeye vardım. Suriye'nin yani Esad'ın ne düşündüğü belli olmaz. Ama ne kadar kurnaz bin olduğu malum. Böyle bir ihtimal yok mu sizce? Peki PKK neden GAP'a saldırmadı? Petrol boru hattına sabotajlar yaptılar. Kışlalı - PKK'nın GAP'a, yani dev Atatürk Barajı'na saldırmamasının ana se­ bebi bir kere bu arazinin teröristlerin gizlenmelerine hiç elverişli olmamasıdır. Aynı zamanda alınan güvenlik önlemlerinin etkili oluşudur. Bir başka sebep de Atatürk barajına sabotaj yapılmasının kullanılacak patlayıcı madde bakımından çok zor oluşudur. Atatürk Barajına zarar verebilmeleri için nükleer bir patlayıcı kullanmaları gerekir. Suriye için öne sürdüğünüz hususları da kabul etmek zor. Biliyorsunuzdur, Suriye ve Irak GAP için Türkiye'nin dış kredi bulunmasını engellediler. GAP'ın ya­ pımını engellemek istediler. Şimdi onu korumak isteyeceklerine inanmak çok zor. Atatürk barajının tam dolup sulama faaliyetlerinin başlamasıyla kendilerine gidecek suyun azalmasından çok endişe ediyorlar. Migdalovitz- Bu söyledikleriniz ilginç. Not edeceğim. Ama Esad eğer GAP'1 en­ gelleyemeyeceğini iyice anlamışsa bir bakarsanız şimdi onun koruyucusu olabilir. Suri ye'nin çok elektrik sıkıntısı var. GAP'ta üretilecek elektrikten almak işlerine gelebilir. 290 Kışlalı - ABD'nin Türkiye ile ilgili 4 politikası olduğunu (Terörizm-İnsan Hakları-Demokrasi ve Türkiye'yi sağlam müttefik olarak destekleme) söylüyor ve bun­ ların zaman zaman Türkiye'ye çelişkili mesajlar verilmesine yol açtığını ifade edi­ yorsunuz. Bunu biraz açar mısınız? Migdalovitz - ABD terörizm konusunda Türkiye'yi destekliyor. ABD Türkiye'ye kontrterörizm eğitimi, entelijans ve askeri destek veriyor. ABD Türkiye'ye PKK ile pazarlığa girmesini tavsiye etmiyor ama Güneydoğu'daki duruma çok boyutlu yaklaşılmasının sa­ vunuculuğunu yapıyor. Kürtlere daha fazla kültürel haklar verilmesiyle birlikte siyasi ve ekonomik taktikleri daha fazla kullanmasını söylüyor. ABD'nin İnsan Hakları politikası Türk hükümetini, bütün Türk-Kürtleri konusunda uluslararası standartlara uymasını isteme hu­ susunda zorlayıcı oluyor. ABD dış politikada da demokrasiyi destekleyici bir yolu destek­ liyor. Bundan dolayı Amerika'nın insan hakları görevlileri Türkiye'nin Kürtlerle ilgili medeni özgürlükleri, bilhassa konuşma özgürlüğünü, basın ve dernek kurma özgürlüğünü dil ve kültürel hakları reddetmesini hasmane buluyor. Demokratikleşme konusunda Başkan Clinton Türkiye'yi "parlayan bir örnek" olarak gösterirken DEP milletvekillerine karşı tutum bir demokrasi zafiyeti olarak görülüyor. Bunu Dışişleri Bakan yardımcılarından Oxman da Ankara'da ifade etti. Bunun yanında ABD Türkiye'yi sağlam bir müttefiki olarak destekleyip askeri yardım veriyor ve bunların kullanılmasına sınır getirmiyor. Körfez Savaşının so­ nundan itibaren ABD Irak'a karşı uluslararası politikayı uygulayabilmek için Türkiye'nin desteğine muhtaç. Kışlalı - Peki konunun ekonomik kısmına geçmek istiyorum. Raporunuzda Güneydoğu'nun Türkiye'nin en fakir bölgesi olduğunu söylüyor, "Bu bölge 1980'den sonra ortaya çıkan zenginlikten pay almamıştır" diyorsunuz. Siz Türki­ ye'nin İstanbul-Ankara gibi büyük şehirlerinden ve Ege bölgesinden başka yerle­ rini gördünüz mü? Migdalovitz - Pek görmedim. Ama Güneydoğu gibi ülkenin diğer yerlerinde de bazı fakirlik bölgecikleri olduğunu da yazdım. Kışlalı - Fakirlik bölgecikleri değil, Güneydoğu gibi büyük bölgeler var. Bıra­ kın uzağı, Ankara'dan çıkıp şöyle bir iki saat gidin ve herhangi bir köye girin. Tür­ kiye'de kentlerle köyler arasında çok büyük farklar var. Bunun Kürt menşeli vatan­ daşların oturdukları yerlere mahsus olmadığını görmelisiniz. Migdalovitz - Bunu yapmaya, Türkiye'yi daha fazla görmeye çalışacağım. Kışlalı - Amerikan askeri yardımını TSK Güneydoğu'da kullanıyor. ABD'nin buna itirazı yok. Acaba sizce Almanlar neden itiraz ediyor? Migdalodvitz - ABD askeri yardımlarını düzenleyen yasalarda böyle sınırlama ol­ madığı için ABD itiraz etmiyor. Alman tutumunu yorumlamak istemem. Bizim Kongre'de bu duruma itiraz yok. Ama belli olmaz ileride olabilir. Kışlalı - Türkiye'yi oldukça yakından izlediğiniz açık. Bazı güçlü eğilimleri de tespit etmişsiniz. Eğer Kongre ilerde askeri yardımınızla ilgili sınırlayıcı tedbirler 291 alırsa bu kamuoyunda çok kötü etki yapar. 1975 silah ambargosunu ye Türk toplu­ munun buna tepkisini hatırlayınız. Migdalovitz - Evet bunu biliyorum. Şimdi böyle bir durum olmadığını da söylüyo­ rum. Ama bilesiniz ki Amerikada uygulanan ABD'nin Türkiye'yi destekleyen politikasının isabetli olmadığını düşünenler var. Onlar ABD'nin Türkiye'yi müzakareyle varılacak bir çözüm için teşvik etmesini öneriyorlar. Kışlalı - Sizce Türk yetkililer ve Türk kamuoyu bunu kabul eder mi? Migdalovitz - Sanmam. ABD ne yaparsa yapsın, son zamanlardaki artan şiddet hareketlerine rağmen Türk yetkililerin bir Kürt devleti lehine geri çekileceklerine hiç ihtimal vermiyorum. Daha ılımlı Kürtler ile bir uzlaşma arama da uzak ihtimal. Türk kamuoyu hü­ kümetin PKK'yı kuvvetle bastırma politikasına büyük destek veriyor. Türkiye zaten milli­ yetçi bir ülke, bu durum milliyetçiliği daha da ateşleyecek. Kışlalı - Son bir soru; acaba Batı'nın Sevr anlaşmasının gerçekleşmesini iste­ yen büyük ülkeri o zamanki bu konudaki başarısızlıkları dolayısıyla şimdi kendilerini Kürtlere karşı borçlu mu hissediyorlar? Onun için mi bu kadar çaba sarf ediyorlar? Bunu sadece biz düşünmüyoruz. Batı'da da böyle düşünen uzmanlar var da? Migdalovitz • Bakınız Sevr'den bu yana aradan 70 sene geçti. Bu yorumlara ka­ tılmak zor. Şimdi daha başka hareket noktaları var. insan hakları gibi... 292 Uluslararası Güvenlik Araştırma Kuruluşu Uzmanı Edvvard Foster: "IRA TERÖRÜNE KARŞI PROFESYONEL ORDU" "The Royal United Services Institute for Defence Studies" İngiltere'nin bağımsız ve uluslararası güvenlik konularında profesyonel bir araştırma kuruluşu. RUSI rumuzuyla ta­ nınan kuruluş üyeleri eski siyasetçiler, memurlar, sanayiciler, finans çevreleri, ekonomist­ ler, akademisyenler ve profesyonel medya yorumcu/arıyla askerler. Üyelerin hepsi kendi alanlarında uzman kişiler. RUS11831'de Wellington Dükü tarafından kurulmuş. Dünyaca tanınmış bir aratışma merkezi. "News Brief" ve "RUSI Journal" isimli sürekli yayınlan ya­ nında sık sık yayınladıkları kitaplarda çıkarıyorlar. Londra'da VVhitehalI'deki merkezlerin­ de Askeri Bilimler ve Batı Avrupa Güvenliği konusunda uzman Edvvard Foster ile yaptığı­ mız 1994 yılı Mart ayında yaptığımız konuşmada İngiltere'nin, bizim Güneydoğu'daki mücadeleye benzer IRA (İrlanda Cumhuriyetçi Ordusu) ile yaptığı mücadelede uyguladığı yöntemler üzerinde geniş bir şekilde durduk. Kışlalı - Kuzey irlanda'daki IRA'ya karşı sürdürülen mücadeleyi ingiltere daha ziyade bir polis konusu olarak görüyor sanırım. Hep bu vurgulanıyor? Foster - Doğru. Mücadele polis görev alanındadır. Ama ordu polise destek veriyor. Oradaki askerler de sanıyorum Türkiye'deki jandarma kurumuna çok yakın bir kuruluş. Sa­ vunma Bakanlığına karşı sorumlu değiller. 70'li yıllarda oradaki harekât ikili komuta sistemine dayanıyordu. Sonra bu komuta sistemi harekâttan ziyade siyasi gerçeklerle birleştirildi. Kışlalı - Buna neden gerek görüldü? Foster - K. irlanda'daki olaylar aşırı suçlulukla ilgili. Yoksa askeri boyutu olan siyasi bir kampanya değil. Bu ingiltere'nin diğer yerlerindeki suçluluklara benzemiyor. Bundan dolayı da kendine özgü metodlarla yaklaşılması gereken bir konu. İstihbarat çok önemli. Terör örgütüne sızılması gerek. Esas itibarıyla sorumluluk polis sahasında kalıyor. Asker orada görevini yapmakta olan polisi korumakla görevli. Tabii sınırda durum farklı. Oradaki sorumluluk askerlere ait. Harekât ile ilgili olarak, daha etkili olması için daha önce iki başlı olan komuta artık tek. Sivil yetki askeri de kontrol ediyor. Kışlalı - Eğitim konusunda durum nasıl? Foster - Bu konuda biraz farklı. K. İrlanda'daki harekât çok pahalı. Orada 11.000 kadar tamgün faaliyette bulunan askeri birlik ile part-time çalışan ihtiyatlar var. Bu son derece önemli bir görev. Orada son derece özel ciddi eğitim görmüş askerlerden oluşan taburlar gönderiliyor. Komutanları da öyle. İşin psikolojik eğitimi de çok önemli. Bu insan­ lara neredeyse tam bir savaş denebilecek mücadelede, bunalım havasında nasıl davra293 nacakları da öğretilmeli. Bütün bunlar çok pahalıya mal oluyor. 25 yıldır bu sürüyor. Tabii bu ingiltere'nin K. İrlanda'daki konuyla ilgili sorumluluğundan ileri geliyor. Kışlalı - Terör devam ettikçe İngiltere'nin oradaki güvenlik faaliyetinde vaz­ geçmesi ihtimali var mı? Foster - Tabii ki yok. Terör sürdükçe İngiltere'nin seçeneği yok. Orada ne gereki­ yorsa tabii yapılacak. Kışlalı - Oraya yolladığınız askerlerin hepsi profesyonel, değil mi? Sizde Türkiye'de olduğu gibi mecburi askerlik yok. Foster - Evet. Bu tür bir görev esasta piyadeye düşüyor. Bunalım sırasında bil­ hassa artaya yeterince piyade taburu olmadığı gerçeği çıkıyor. K. İrlanda'da üç tugay var. Bazen yeterince asker bulamıyorsunuz. O zaman başka alaylardan alınıyor. Rotasyon uygulanıyor. Piyade yerine kullanılıyor. Kışlalı - Eğitim? Foster - Bu birliklerin orada kullanacakları özel yeteneklerle ilgili eğitim. Tabii ayrı­ ca oradaki uygulama sırasında da yetenekleri gelişiyor. Temel eğitimle kazandıklarına ilaveler yapılıyor. Orduya katılanlar acemi er olarak da gelmiyorlar. Onların hepsi profes­ yonel. Ordudaki herkes K. irlanda'da hizmet yapmakla yükümlü. Hangi sınıfta olursa olsun İstihkam olsun, piyade, topçu olsun. Kışlalı - Oraya giderken kendilerine nasıl bir direktif veriliyor? Foster - Esasta K. irlanda'da askerlerin temel görevi olan devriye görevi özel bir eğitimi gerektiriyor. K. irlanda'ya gidecek birlikler oraya hareketlerinden önceki dönemde altı ay eğitim görüyorlar. Hazırlık süresi bundan az değil. Hele oradaki tedhiş olaylarında bir artış varsa bu hazırlık dönemi daha da önem kazanıyor. Normal olarak diğer alanlar­ daki ustalıklar diğer birliklerin savaş alanı ustalıklarından, eğitimlerinden çok farklı değil. Ağır silahların rolü bu tür mücadelede tabii daha az. Ağır makinalı tüfek taşımıyorlar. As­ kerler görevleri sırasında hep uyanık olmak, gözleri tüfeklerinde muhtemel hedeflerinde olmak zorundalar. Ama nadiren tetikteki parmaklarını kullanırlar. Dediğim gibi K. irlanda'da devriye görevinin ayrıntıları çok önemlidir. Kışlalı - Faaliyetlerinin hukuki durumu da önemli oluyor sizin harekâtta? Foster - Asker hiçbir zaman sivil otoriteye destek olarak orada devriye görevi yap­ tığını unutmamalı. Yoksa orada çatışma çıkarmak, husumete yol açmak için bulunmuyor, insanları korumak için bulunuyor. Psikolojik farklılıklar da buradan geliyor. Kışlalı - Bu askerler komando değiller mi? O eğitimi görmüşler mi? Foster - K. irlanda'da 19.000 asker var. Dediğim gibi bunların 11.000'i profesyonel asker. Falkland adalarında. Cebellütarık'da görev yapanlar gibi. Belki son üç yıl Alman­ ya'da üslenmişlerdir. Rotasyonla K. İrlanda'ya gelirler. Görevleri arasında altı ay fasıla vardır. Eğitim için. 294 Kışlalı - K. irlanda'daki mücadeleye ne ad veriyorsunuz? Ayaklanma değil herhalde? Foster - Biz "sorun" diyoruz. Tabii ayaklanma değil, ingiliz savunma yazılarında ne zaman "Low intensity conflict" (Düşük Yoğunlukta Çatışma) deyimi görürseniz bununla K. İrlanda'ya atıf yapıldığını düşünebilirsiniz. Çünkü 25 yıldan fazla zamandır bu konuda sürekli deneyim kazanıyoruz. Konunun kamuoyu tarafından kabul edilmesi için bu deyimi kullanıyoruz. Savaş olmadığı da böylece vurgulanıyor. Kışlalı - şunu söyleyebilir miyiz, IRA'ya karşı konvansiyonel kuvvetler kulla­ narak mı mücadele ediyorsunuz? Foster - Bunu biraz farklı ifade etmek isterim, ister K. irlanda'da olsun ister sizin Güneydoğu'da olsun inisiyatif esas itibariyle teröristlerdedir. Onlar hedef tespit ediyor ve saldırıyor, istihbarat için sürekli gayret olmalı. Bu çok önemli. O örgütlere sızmak gerek. Bazı hallerde de özel metodlara başvurmalı. Ama bu istisnadır. Güvenlik güçlerinin tutu­ mu daha ziyade tepkiseldir. Gidip düşmanı bulup onu öldürmekten ziyade saldırı karşı­ sında tepki.. Kışlalı - Ama Türkiye için bu geçerli değil. Foster - Ben sivillere karşı hukuki davranışlarla ilgili sınırlamalardan söz ediyorum. Onlar silahlı değil. Onun için askerlere saldırı olursa onlar kendilerini korumak için silah kullanırlar. Yoksa şehirlerde içinde terörist tespit ettiler diye evlere ateş açmazlar. Ancak oradan kendilerine ateş edilirse başka... Kışlalı - SAS birliklerini, özel yetiştirilmiş komando timlerini kullanmıyor musunuz? Foster - Kullanıyoruz. Ama bu konuyu kamuoyu karşısında tartışmıyoruz. Tabii SAS'ın işe karıştığı ve kamuya yansımış olaylar var. Bunların davranışlarıyla ilgili sürekli ithamlar, eleştiriler olabiliyor. Bazı kişileri seçip onları öldürdükleri iddiaları yapılıyor. Bazen ayrıntıları su yüzüne can sıkıcı ve yetkilileri güç duruma sokucu şekilde ortaya çı­ kabiliyor. Mesela bir ara SAS devriyelerinin İrlanda Cumhuriyeti sınırları içinde görüldüğü anlaşıldı. Bunun için "Yollarını kaybetmişler" dendi. Tabii sınırlar da o kadar belirli şekilde işaretlenmiş değil. Ama gene de yanlışlık ihtimali çok uzaktı. Bu tür unsanların faaliyeti K. irlanda'da fazla yer tutmaz. Esas olan apaçık görülen güvenlik güçlerinin, onların mevcu­ diyetinin teröristlerin faaliyetlerine engel olması, cesaretlerini kırmasıdır. Kışlalı - Devletin terörist faaliyetleri kontrol altına almaya ne kadar önem verdiğinin göstergesi nedir? Foster - Ordu mevcudunun, polis adedinin ve bir de K. İrlanda'da kurulmuş olan irlanda Alayı denen paramiliter gücün, (bunlar 5 bin civarındadır) durumu bunu gösterir. Terör olayları artınca bunlarda da artar. Birkaç taburu geri çekerseniz belki terör artmaz, ama bununla onlara bir siyasi işaret göndermiş olursunuz. Gösteriler artarsa, bombala­ malar artarsa birkaç tabur yollanarak başka işaret verilir. Verilen siyasi işaretler, ki son aylarda duyuyorsunuz, bunlar terörü değil ama terörün kaynağını kurutmaya yönelik dav­ ranışlardır. Bence büyük güvenlik kuvveti teröre karşı çok daha etkilidir. 295 Kışlalı - IRA'nın aktif kaç üyesi var? Foster - Tabii tam olarak bilinmiyor a m a 500 civarında olduğu sanılıyor. Bunun içinde terörü fiilen yapanlar ile birlikte onlara fiili destek veren, saklayanlar da var. C e p h a n e temin edenler de. Bunların kaç hücrede toplandığından da tam emin değiliz. S o n derece klasik terörist yapısına göre çalışıyorlar. Katolik çoğunluğun bulunduğu yerlerde d a h a .fazla faaliyette bulunuyorlar. Protestan teröristler de sorun. Çünkü bir türlü terörizm bir başka türe sebep oluyor. Kışlalı - Sizin terörizme kent terörü mü, yoksa kırsal alan terörü mü diyor­ sunuz? Foster - ikisi de var. Yılda 80-90 kişi ölüyor. A m a olay daha fazla. Öldürmeden rahatsız edici bombalamalar oluyor. 296 ' T E R Ö R İ Z M BÜTÜN DÜNYANIN MESELESİ" Londra.. İngiltere İçişleri Bakanlığı, Home Office.. 50 Quenn Anne's Gate... BakanlığınPolis Bölümü'nün Terörü Önleme kısmı. Konuştuğum yetkilinin ismini yazmam yasak. Fotoğrafını çekmek de yasak. Bulunduğumuz oda içerisinden kendi fotoğrafımın alınması da yasak. Kendisini Mr. X olarak adlandırabileceğim "Yetkili" bana akıl veriyor, "Bakanlığımızdan çıkınca üzerinde "Home Office" yazan tabelanın önünde bir fotoğraf çektirin.Okürlarınız bizimle konuştuğunuza inanırlar" deyip gülüyor. Böylece 1782'de ku­ rumuş olan Home Office'in bu ana kuralını ihlal etmemiş oluyoruz. Konuşmalarımızı mu­ hatabımız da teybe alıyor. Sorularımız üzerine daha önceden hazırlanmış notlarına ba­ karak konuşuyor. Mr. X daha ziyade uluslararası güvenlik ilişkilerinden sorumlu bir yetkili. 1994 yılı Mart ayında aşağıdaki konuşmayı yapıyoruz. Kışlalı - Türkiye'de Güneydoğu'da 9-10 yıldır süren "Düşük yoğunluktaki ça­ tışma" olarak vasıflandırılan bir olay zinciri sürüyor. Bunu ülkemde izliyorum. Şimdi sizin de bu konularda çok deneyiminiz olduğunu bildiğimden bunlarla ilgili bilgiler almaya geldim. Mr. X - İngiliz hükümeti teröre dünyanın neresinde ortaya çıkarsa çıksın karşı koyma yanlısıdır. Teröristlerin isteklerinin kesinlikle yerine getirilmemesinden yanadır. Hükümetimizi bu mücadelede uluslararası işbirliğinin öneminin de farkındadır. Belli bir ülke içerisinde ortaya çıksa da teröristlerin uluslararası irtibatlar içerisinde olduğunu biliyoruz. Bundan dolayı da onlara karşı uluslararası mücadele şart. Bunu Avrupa Birliği içerisinde de Türkiye gibi ülkelerle de gerçekleştiriyoruz. Kışlalı - Terör ile mücadeleye genel yaklaşımınız nedir? Mr. X - İngiltere'de hem terörün ortaya çıkmasını önlemeye çalışıyoruz, hem de bir terör olayı ortaya çıktığında mücadele ediyoruz. Hükümet içinde bu konuyla ilgili komiteler ve yetkililer var. Mücadelemizde esas olan planlar, programlar yapılıyor. Uygulanıyor. Polis ile entelijans servisleri bu komitelerde temsil ediliyorlar. Kışlalı - Bu mücadelede en önemli husus nedir? Neye en çok önem veriyor­ sunuz? Mr. X - En çok entelijansa (istihbarat) önem veriyoruz. Bunun toplanmasına önem veriyoruz. Terörizme karşı en iyi silah entelijanstır. Bunun için de hem istihbaratın toplan­ ması, hem değerlendirilmesi için kurulmuş bir mekanizmamız var. Bu mekanizmanın esaslarını Bakanlığımız geçenlerde yayınladı. İstihbarat toplanmasında güvenlik servisi­ miz önemli bir rol oynar. 297 Kışlalı - Bir terör olayı olursa ne yaparsanız? Nasıl haraket edersiniz? Mr. X - Bu işin mücadele bölümünü teşkil eder. Bu alanda ön safta olan polistir. Çünkü terör esatta bir suçtur. Baş sorumlu, mücadelede sorumlu polistir. Tahkikatı yapa­ cak olan ve sanığı yakaladığında yargıya götürecek olan polistir. Bununla birlikte hükü­ metin de bu alanda bir rolü vardır. Bu da polisin bu görevini yapabilmesi için yeterli güce sahip olmasını sağlamaktır. Terör olaylarının etkili bir şekilde araştırılmasının sağlanması hususunda da rolü vardır, ingiltere'de ciddi bir durum olduğundan, Kuzey irlanda'daki durum dolayısıyla polise bazı olağanüstü yetkiler verilmiştir. Kışlalı - Nasıl yetkiler? Mr. X - Terörden Korunma Yasası. 1989 tarihli. K. İrlanda için de yasa var. Orada ayrı bir yargı var. Bu sözünü ettiğim yasada birçok yetkiler var. Mesela bu yetkiye daya­ narak bir şahsı K. irlanda'dan ya da İngiltere'den çıkarmak mümkündür. Eğer terör ile ilişkisinden şüphelenilirse. Tabii bir ingiliz vatandaşı ülkeden tamamıyla çıkarılmaz. Ama K. irlanda'ya sokulmayabilir. Olağanüstü gözaltına alma ve tutuklama yetkileri de vardır. Sadece K. irlanda ile ilgili olarak değil, uluslararası terörizmle ilgili olarak da bunlar yapı­ labilir. Şüphelileri polis 48 saate kadar gözaltına alabilir. Bunu uzatmak için izin de alına­ bilir. 4-5 güne çıkabilir. Terörizm için, uluslararası terörizm için para toplamak, fon kurmak da suçtur. Kışlalı - Ülkenizdeki yabancıların terör ile ilişkileri olduğu anlaşılırsa bunlara ne yapılır? Mr. X - Biraz önce de işaret ettiğim gibi içişleri Bakanlığının yetkisi vardır. Sınır dışına çıkarılırlar. Kışlalı - Rehin alma, uçak kaçırma olaylarından kim sorumlu? Mr. X - Hükümetin bir koordinasyon rolü var. Konuyla ilgili bütün teşkilatları koordine eder. Hepsinin elindeki istihbarat bilgilerini paylaşır. Teröristin siyasi istekleri olabile­ ceğinden, işin o tarafıyla da ilgilenir. Gene bu olaylarda da baş sorumlu polistir. Gerekti­ ğinden bu tür teröristlerle müzakereleri de polis yürütür. Tabii bu noktada entelijans servisleri de polise yardım eder. Çok gerekirse polis askerden de yardım alır. K. irlanda'da bu durum süreklidir. Asker daima polise destek vermektedir. Kışlalı - PKK'nın İngiltere faaliyetleriyle ilgili olarak herhalde Türk makamla­ rıyla da işbirliği yapıyorsunuz? Mr. X - Evet. Tabii yapıyoruz. Muntazam toplantılarımız var Türk yetkililerle. Ge­ rektiğinde günü gününe de temaslarımız oluyor ve bilgi alışverişinde de bulunuyoruz. Kışlalı - İngiltere'de Kürt asıllı kaç kişi var? Mr. X - Bu rakam tam olarak hafızamda değil. Belki 5 bin. Kışlalı - Avrupa'nın bazı ülkelerinde olduğu gibi burada da dernekleri var mı? Mr. X - Bu bizim için ciddi bir endişe kaynağıdır. Sık sık zorla para toplama iddia­ larıyla karşılaşıyoruz. Bâzıları bundan mahkûm da oldu. PKK ve Dev-Sol'dan 7 kişi yar298 gılandı. Sadece şantaj yoluyla para toplamaktan değil, izinsiz silah taşımaktan ve tutuk­ lanmaya direnmekten de mahkûm oldular. Kışlalı - Bu suçları işleyenler İngiliz vatandaşı mı? Mr. X - Biz teröre karşı en önemli koruyucu önlemin istihbarat toplanmasında ol­ duğuna inanıyoruz. Terörist hareket bir kere yapıldı mı bunun sorumlularını yakalama tekniği hep yinelenen tekniktir. Terör haraketine sahne olan yerde yapılan çalışmalar son derece önemlidir. Bir bomba patlamışsa onun incelenmesi özel bir eğitim ister. Polise bu eğitim verilir. Sonra yakalanan şüphelilerin soruşturulması başlıbaşına bir özel eğitim is­ teyen konudur. Delillerin toplanması da öyle. Dediğim gibi biz terörizmi bir suç olarak gö­ rüyoruz. Bununla mücadele de uzmanlık gerektirir. Uzman gerektirir. Kışlalı - Sizin bölümünüz terör ile ne zamandan beri mücadelede görevli? Mr. X - İrlanda ile ilgili olarak kuruldu bu bölüm. 1969 yılında faaliyete geçti. Kışlalı - Uygulamalarınız hep aynı mı? Mr. X - Her olaydan ders alınıyor. Bunun için de sürekli gelişmeler var. Değişiklikler var. Son zamanlarda entelijans toplama ve bunları koordine etme görevini üstlendi. Bu da birçok olayın incelenmesi neticesi mümkün oldu. Güvenlik bunu üstlendi. Metropolitan polisten bu alındı. Kışlalı - Bizde olduğu gibi özel olarak yetiştirilmiş anti-terör timleriniz var mı? SAS gibi. Mr. X - SAS kısmen orduya kısmen polise aittir. Terör olaylarının tahkikatından mahalli polis sorumludur. Terör olaylarına sık sahne olan Londra'nın geniş bir polis kuv­ vetine sahip olduğu bilinir. Özel bir anti-terörist bölümü var. 299 Dış ilişkiler Uzmanı Richard Murphy: "ABD'NİN HEDEFİ KÜRT DEVLETİ DEĞİL" Richard Murphy Amerikan dışişlerinin tanınmış diplomatlarından bir büyükelçi. Şimdi merkezi New. York'ta bulunan The Council on Foreign Relations isimli son derece itibarlı bir dış ilişkiler kurumunda Kıdemli Ortadoğu Uzmanı olarak bulunuyor. Kendisi 1983 ile 1989 yılları arasında Yakın Doğu ve Güney Asya konularından sorumlu ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı olarak görev yaptı. 1955 yılında ABD Dışişlerine katıldıktan sonra Rodezya ve Niyezeland Federasyonu'na görevlendirildi. Daha sonra ise Lübnan, Suriye, Suudi Arabistan, Ürdün'de görev yaptı. VVashington'da 1970-71 yıllarında Arabis­ tan Yarımadası ülkelerinden sorumlu genel müdürlük yaptı. Sonra Moritanya'ya 1974 yı­ lına kadar büyükelçi tayin edildi. Daha sonraları ise Suriye, Filipinler ve Suudi Arabistan'da büyükelçilik yaptı. 1985 yılında Başkan Reagan tarafından "Career Ambassador" tayin edildi. Yukarıda da belirttiğimiz gibi Bakan Yardımcılığı yaptı. B. Elçi Murphy, Bakan Yar­ dımcılığı görevi sırasında fikir teatisinde bulunmak üzere Türkiye'ye de geldi. Zamanın Dışişleri Bakanı Vahit Halefoğlu ile görüşmeler yaptı. Türkiye'nin dış politikasının bilhassa Ortadoğu ve ABD ile ilgili yanlarını çok iyi bilen B.E. Richard Murphy ile 1994 yılı Ağustos ayında konuştuk.. Kışlalı - Ortadoğu'daki İsrail ile Filistin Devleti arasındaki barış sürecine Türkiye'nin de katılması gerektiğini, bunun için vakit kaybetmemesi gerektiğini öne sürenler var. Siz de bu fikirde misiniz? Murphy - Müteveffa Cumhurbaşkanı Turgut Özal da böyle bir tasarıda bulunmuş. "Barış Suyu" projesiyle Türkiye'nin denize dökülen iki ırmağından bir boru hattıyla Orta­ doğu'ya su taşıyarak barışa katkıda bulunmak istemişti. Bölgedeki herkesin suya ihtiyacı var. Sanıyorum zamanı geldiğinde, şartlar oluştuğunda Türkiye bu teklifini yineliyecektir. Bunun için Suriye'nin çok taraflı konuşmalara katılmasını beklemek gerek. Şimdilik gö­ rüşmeler israil ile Filistin arasında ikili sürüyor. Su konusunun ise çok taraflı ele alınması gerek. Kışlalı - Yani şimdilik Türkiye'nin girişimde bulunması için zaman erken? Murphy - Tabii Suriye'nin çok taraflı görüşmelere katılmasıyla daha başka konu­ ların da çok taraflı olarak ele alınması imkân dahiline girecek. Su konusuyla Türkiye de gündeme girer. Su boru hattı Suriye'den geçeceğine göre Suriye'yi beklemek gerekir. Araplarla israil arasında güven ortamının da doğması gerek. 300 Kışlalı - Bu işbirliğinin Türkiye ile Suriye arasında yeter derecede güven or­ tamı bulunduğunu düşünüyor musunuz? Murphy - Yeterince yoksa yazık. Bu güvenin kurulması lazım iki komşu ülke için. Bu ilişkilerin gelişmesine çok yardımı olacak bir husus. Kışlalı - Bana ABD'nin genelde Türkiye, özelde Kürt politikasının ne olduğunu söyler misiniz? Murphy - Bu çok karmaşık bir soru. Amerikan yönetiminin son görüşlerini bilmiyo­ rum. Görevden bir süre önce ayrıldım. Ama Amerika'nın asla Kürtler için bir bağımsız devlet fikri olmadığını biliyorum. Sadece Kürt konusunun insan hakları sorunu içinde yer aldığını biliyorum. Körfez Savaşı sonundaki gelişmeler malum. Kürtlerin Irak'ta hakça muamele görmelerini istiyoruz. K. Irak'taki bir bölünmeyle Kürtlere devlet sağlanması bile düşünülmüyor. Aynı tutum ve yaklaşım Türkiye'deki ve İran'daki, Suriye'deki Kürtler için de geçerli. Milli hükümetlerden anlayışa ihtiyaçları var. Amerika'nın bağımsız devleti çözüm olarak gördüklerini sanmıyorum. Kışlalı - Amerika'nın insan haklarına ilgisi daha ziyade Türkiye'deki Kürtlerle mi ilgili, yoksa Türkiye geneliyle mi? Murphy - Türkiye genelindeki insan haklarına yönelik bir ilgi bu. Kongrenin şubatta yayınladığı ve her ülkedeki insan hakları uygulamasını içeren bir rapor var. Genel insan hakları uygulamalarını kapsıyor. Kışlalı - ABD yönetimi PKK faaliyetlerini terörist faaliyetler olarak vasıflandı­ rıyor. Buna rağmen Kongre bakıyorsunuz bir karar sureti geçirip Tükiye'ye verilen Amerikan askeri teçhizatının Güneydoğu'da bu teröristlere karşı kullanılmamasını istiyor. Bunda bir çelişki yok mu sizce? Murphy - Konuyla doğrudan ilgili değilim ama söyleyebileceğim husus ABD'nin genelde ülkelerin iç sorunlarında taraf tutar duruma gelmek istememesidir. Amerikan teç­ hizatı yıllar yılı Türkiye'ye muhtemel bir Sovyet saldırısına karşı kullanılmak üzere verildi. O zaman da Türkiye'nin güçlü olmasını istemiştik, şimdi de isteriz. Dış düşmana karşı kullanılmak üzere verilmiş silahların içte kullanılmasını bazı Kongre üyeleri bundan dolayı uygun görmemiş olabilir. Kışlalı - Bu görüşü Türk hükümeti kabul etmeyeceğini bildirdi. Devleti yık­ maya yönelik tehdit ister içten ister dıştan gelsin pek farklı kabul edilmiyor. Nitekim şimdi durum değişiyor gibi. Terör Türkiye'deki demokratik rejimi değiştirmeye yö­ nelik değil mi? Murphy - Evet. Doğru. Kongredeki bazı endişeler yönetimin icra kanadında dikkate alınmayabilir. Kışlalı - Kıbrıs, konusuyla bugünkü durumu karşılaştırmak istiyorum. 1960'larda ABD Kıbrıs'ın Türk halkı için gerçek bir dava olduğuna inanmadı. Hükü­ metlerin konuyu istismar ettiğini sandı. Fakat yıllar sonra hata anlaşıldı. Acaba bugün aynı hata Kürt konusunda da yapılmıyor mu? Türkiye'nin asla bir bölünmeyi kabul etmeyeceği bilinmiyor mu? 301 Murphy - 1960'larda Kıbrıs sorununu sizin söylediğiniz gibi kim gördüyse ve ona göre hareket ettiyse çok hatalı olduğu muhakkak. Ankara'nın Güneydoğu'daki Kürt toplu­ luğuyla ilişkileri bazılarına bizim Vietnam'daki deneyimimizi hatırlatıyor. Oysa böyle bir doğrudan mukayese yapmaya imkân yok. Çünkü burası Türk toprakları, biz Vietnam'da yaşamıyorduk. Ülkenin bir bölümüyle işbirliği içinde olan ve onlarla birlikte çalışan yaban­ cıydık. Bu uzun, kanlı ve acı veren bir deneyimdi. Askeri gayrette bulunduk. Sanıyorum ki Ankara ile Washington arasındaki iletişimde bölgenin genele ekonomik olarak, siyasi olarak, toplumsal olarak entegre edilmesi de güvenlik ve askeri tedbirlerle birlikte vurgu­ lanıyor. Tabii bu arada bölgeye güvenlik önlemleriyle sükûnet getirilmeden diğer önlemle­ rin uygulanmasının mümkün olmadığı üzerinde de duruluyor. Ama kendi kendinize sor­ manız gerek. Askerlerce bölgeye getirilen sükûnet gerçek sükûnet mi yoksa görüntüde, geçici sükûnet mi? Tarihten deneyimlerle biliniyor ki askeri tedbirler teröristlerle birlikte günahsız, masum kişileri de etkileyebiliyor. Çözülmesi daha güçleşiyor. Devletin bütün vatandaşlarının desteğini sağlaması için çaba sarf etmesi gerekiyor. Kışlalı - Bir Alman gazetesi, itibarlı bir gazete geçenlerde ortaya bir iddia attı. CNN televizyonu Güneydoğu'daki olayları ABD kamuoyunu tahrik edecek şekilde yayınlayacakmış. Neticede de ABD Hükümeti buraya müdahale zorunda kalacak­ mış. Bu size makul geliyor mu? Murphy - CNN'in bugün dünyada eşi görülmemiş bir gücü var. Dünyanın dikkatini olaylı bir yere çekebiliyor. Somali'de olduğu gibi. Bosna 'da olduğu gibi. CNN bunu yaparak Bush Yönetiminin harekete geçmesini de sağladı. Aslında niyetleri yoktu. Sudan'da belki daha da ağır şartlar vardı ama CNN bunu kamuoyuna getirmeyince yönetim harekete geçmedi. Bana "Biz Amerikan politikasından değil CNN'in meydana getirebileceği durum­ dan endişe ediyoruz" diyen bir Arap dışişleri bakanı hatırlıyorum. Medya uluslararası po­ litikada önemli bir unsur. Olayları inandırıcı bir şekilde dünyaya yaymaya çalışıyorlar. Olup bitenler hakkında da bu arada şüpheler de oluşturabiliyorlar. Kışlalı - Ama Güneydoğu'da Düşük Yoğunluklu Çatışma adı verilen bir mü­ cadele sürüp gidiyor. Bir nevi savaş. Bunun için ne CNN'in ne de bir başka medya organının girmesi mümkün değil. Nasıl Körfez Savaşı'nda ve Falkland Savaşında medyanın kenarda kalması gerektiyse burada da öyle oluyor. Murphy - Evet ama savaşlar başlamadan Suudi Arabistan'da medya rahatça ça­ lıştı. Doğru yanlarında mihmandarlar vardı. Çalışmalar sınırlandırıldı. Kışlalı - Türkiye'de, farz edelim, olmayacak yerlerden gelen baskılar Türk mil­ letinin asla kabul etmeyeceği bir istikamete doğru Kürt konusunu götürse, acaba Türkiye'nin bu durumu mu yoksa demokrasiyi mi tercih edeceğini düşünürsünüz? Türkiye'de demokrasi kalır mı? Şimdi Türkiye'ye şu veya bu ad altında baskı yapmak isteyen müttefiklerin başkentlerinde sizce bu ihtimaller de dikkate alınıyor mu? Murphy - Bunların dikkate alındığından eminim. Sizi bütün samimiyetimle temin ederim ki Amerikan siyasi çevrelerinde asla Türk toprakları üzerinde bir Kürt devleti kurul­ ması fikri yoktur. 302 Kışlalı - Cumhurbaşkanı Demire! de bu konular üzerinde durup batılı dostla­ rın baskılarının meydana getirdiği tehlikeye ve bu tehlike karşısında Türkiye'nin muhtemel tepkisine dikkat çekti. Türkiye'de insan haklarıyla ilgili olarak bazı yasa değişiklikleri gerekebilir ama bu zorla yapılamaz. Parlamento yapmalı. O da biraz zaman alıyor. Parlamento çoğunluğu muhafazakâr. Murphy - Dış baskının bu muhafazakâr tutumu daha da katılaştırdığını söylemek istiyorsunuz herhalde. Bu da menfi etki demektir. Bu durumda ümit ederim ki Türkiye'nin müttefikleri daha dikkatli davranırlar. İşleri daha güçleştirici adımlar atmazlar. Kışlalı - Suriye Başkanını iyi tanıyorsunuzdur. Esad Türkiye ile işbirliğine ne kadar samimiyetle yanaşır? PKK'yı desteklemiyorum derken ne kadar samimidir? Bunu yapabilir mi? Murphy - Evet orada uzun hizmetim var. Kendisi son derece tedbirli, attığı her adımı hesaplayan, Saddam Hüseyin gibi birden hareket eden kimse olmamakla tanınır. Türkiye'nin de Suriye'nin de çıkarları ikili ilişkileri sağlam bir zemine oturtmalarında yatar. Son derece dönek, çabuk değişen koşullu bir bölgede yaşıyorsunuz. Suriye'nin çok muh­ taç olduğu Fırat nehri de Türkiye'den çıkıyor. Kendisi de Suriye başkanı olarak ilişkilere önem vermeli. Her zaman aranızda görüş farklılıkları oldu, bizim de mesela Kanada ile görüş farklılıklarımız oluyor. Onlarla dünyanın belki en uzun sınırına sahibiz ama sizde olduğu gibi sınırlarımızdan birbirine böyle sorun meydana getiren geçişler olmuyor. Kışlalı - Netice itibariyle Suriye'nin de iyi ilişkiler istemesinin kendilerinin de lehine olacağı kanısındasınız herhalde? Murphy - Tabii onların da çıkarına bu. Komşu ülkeler birbirine ortak sınırlarında sorun teşkil etmemeli. Şu andaki durumu tam bilmiyorum.PKK'nın hâlâ Bekaa vadisinde bulunduğunu söylediler. Suriye'nin etkisi olduğu da söyleniyor. Ama ne olursa bu durumun iki ülke ilişkilerini bozacak şekilde gelişmesine izin vermemek gerek. Kışlalı - Bir görüşe göre Esad Türkiye'den su konusunda bir anlaşma yaparak kesin bir garanti almadığı sürece elindeki bu PKK kozunu bırakmaz. Bu görüşe ka­ tılıyor musunuz? Murphy - Bu konuda bir anlaşma olduğunu, anlayış olduğunu sanmıyorum. Üçlü bir komite var. Suriye, Türkiye ve Irak. Kışlalı - Evet. Türkiye komuşlarını güç durumda bırakmayacağını, su vere­ ceğini hep söylüyor. Hatta Özal 1996'da saniyede 500 metreküp suyu garanti ediyo­ rum da dedi. Bir anlaşmaya da varıldı. Ama sonra Suriye PKK'yı desteklemeye devam etti.. Türkiye de bir ay barajı doldurmak için suyu azalttı. Suriye kesin bir anlaşma istiyor. Murphy - Türkiye'nin böyle bir anlaşmaya razı olması acaba imkânsız mı? Bu da bir başka karmaşık konu. Bir ülkeden çıkan suların bir başka ülkeye akması... Sonra im­ zalanan anlaşmalara da fazla iyimser gözle bakmak zor. Dünyada bugün ne kadar anlaş­ ma imzalanıyor ve ne kadarına tam uyuluyor? Anlaşma kendi başına garanti değil. İyi 303 ilişkiler iyi niyete de bağlı. Şam'da 1974 ile 1978 arasında bulundum, son gelişmeleri uzaktan izledim. Kışlalı - Bölge ülkelerinin bazı diplomatları 'Türkiye Atatürk Barajı'nın dol­ ması için bir süre Suriye'ye verdiği suyu azaltarak böyle bir yetkisinin olduğunu gösterdi. Bu da Esad'ı rahatsız etti" diyorlar. Murphy - Şüphe ilişkilerin karakteristiklerindendir. Her zaman şüphe olur. Birinci Dünya Savaşı sonrası sınırların Versaille'da düzenlenmesi de bazı sorunlara sebep oldu. Bir gerginlik varsa bunun ortadan kaldırılması iki ülke devlet adamları için de görevdir. 304 ingiltere'nin Türkiye Büyükelçisi John Goulden: "IRA SİYASİ ÇÖZÜME TESLİM" John Goulden İngiltere'nin Türkiye Büyükelçisi. Yıllar önce Türkiye'de genç bir diplomat iken de uzun süre görev yapan B.E. John Goulden ile 1969'dan beri İngiltere için büyük bir sorun teşkil eden irlanda Cumhuriyetçi Ordusu (IRA)'nın terör faaliyetlerinin nasıl olup da birden "tam ateşkes" kararı aldıklarını 1994 yılı Eylül ayında konuştuk. Kuzey irlanda konusu İngiltere için aslında 1969'da başlamış bir konu değil. İlk ingiliz - K. irlanda sorunu 1171 yılında İngiliz Kralı 2. Henry'nin irlanda'ya yürümesiyle başlamış. O günden bu yana fasılalarla sorun ortaya şu ya da bu şekilde çıkmış. K. İr­ landa'da bir milyon, İngiltere bünyesinde kalmak isteyen, protestan topluluk var. 600 bin kadar da İrlanda ile birleşmek isteyen katolik toplum var. IRA o toplumun terör örgütü. 1969 da başlayan terör faaliyetleri yıllardır medyada yer alıyor. Geçen ayın sonunda bir­ den IRA ateşkes ilan etti. Kışlalı - Son mücadele döneminde; 1969-94 arasında olaylar nereden nereye geldi? Goulden - 1960'larda K. irlanda'da toplumun bir parçasına yönelik bir sistem vardı. Senelerin ihmalinden doğmuştu. İngiltere K. İrlanda'ya önem vermemişti. Protestanlara büyük yetki verilmişti. Çoğunluk olduklarından bütün yönetim onlardaydı. 60'lı yıllarda onlara karşı sert tepkiler gelişti. Katoliklerde bir sosyal demokrat grupta da tepki doğdu. Şiddet başladı. IRA böyle ortaya çıktı. Oysa daha önceki 30'dan fazla yıllık dönem ortada gözükmüyordu. Kışlalı - Yani son dönem Protestanların katolikler karşısında çok avantajlı olmalarından çıktı? Goulden - Orada bürokrasi ve polisler de protestanlardan yanaydı. Bu durumu önlemek için Londra'dan askerler gönderildi. Katolikler bu askerleri önce büyük memnuni­ yetle ve sıcak karşıladılar. 5-6 ay bu sürdü. Sonra ordunun durumu zorlaştı. Bütün terör bölgelerinde olduğu gibi. IRA askere karşı teröre başladı. Bazı katolikler onları destekledi. Ordu o bölgelere girmeye başladı. Bu da ordu ile katolikleri karşı karşıya getirdi. Ordu önce soruna çözüm için girdi. Ama bir süre sonra problemin bir parçası oldu. Kışlalı - İngiliz Hükümetinin tutumu hangi aşamalardan geçti? Goulden - Londra katoliklerin meşru şikâyetlerini araştırmaya başladı. K. İrlanda'ya doğrudan yönetim uygulamaya başladı. Londra'dan üstdüzey yönetmenler, bürokratlar gönderildi. Katoliklerin şikâyetlerinin ortadan kaldırılmasına çalışıldı. Program hâlâ sürü305 yor. Bir bağımsız daire kuruldu; mesela polislerden şikâyet olunca buraya gidiyor. Orada inceleniyor. Neticeler de açıklanıyor, istihdam konusu da ele alındı. Katoliklere önyargılı d a v r a n ı y o r d u . B u n a karşı tedbir alındı. Askere ve diğer görevlere eskiden daha ziyade Protestanlar alınıyordu. Bu değişitirildi. Katoliklerin güvenlik kuvvetlerine girmeleri teşvik edildi. K. irlanda'da yatırım teşvik edildi. Burası kalkınmada öncelikli bölge oldu. Katolikler için çok kc • !İ yapıldı. Kışlalı - Bütün bu gayretlerde amaç neydi? Goulden - IRA'nın istismar konusu yaptığı şeyleri mümkün olduğunca ortadan kaldırmaktı. Kozları elinden almaktı. Kışlalı - Bütün bunları ingiltere 25 sene yaptı ama IRA terörü devam etti? Goulden - K. İrlanda'da iki toplumun birbirine duyduğu nefret ve güvensizliğin te­ melinin çok derinlerde olması sebeplerden biri. Tarih, kültür, duygular. Bir kişilik bunalımı var. Toplumlar arasında, irlanda'da çoğunlukta olanlar K. irlanda'da değil. Oradaki protestan çoğunluk da İrlanda'da değil.Bu ciddi bir siyasi sorun. Katoliklerden polis gücü içine yerleştirilmiş grup da hâlâ çok küçük. Gene onlardan büyük kesim işsiz. IRA'nın gene çok katı bir taraftar kitlesi var. Ama şunu söyleyebilirim ki son 25 senede gerçekleştirilen hu­ suslar olmasaydı şimdi bu ateşkes olmazdı. Kışlalı - İngiliz hükümetinin bir kararlı tutumu da vardı? Goulden - Evet. ingiliz Hükümeti çok kararlıydı. Teröre taviz vermeyeceği husu­ sunda çok kararlıdır. K. irlanda'daki çoğunluğu terk etmeyeceği, onlara ihanet etmeyeceği hususunda da kararlıdır. Çoğunluğun istediği olacak. Onlar ingiltere'nin K. İrlanda'dan çıkmasını isterse ingiltere çıkacak. Ayrıca oradaki sistemin iyileşmesi hususundaki gay­ retlerine de devam edecek. Kışlalı - Polisle ilgili durum nedir? Goulden - Bu konuda çok aşamadan geçtik. Bir ara terörü önlemek için yakalanan sanıklar muhakeme edilmeden cezaevine konulabiliyorlardı. Çok sert tutum vardı terör ile ilgili olaylarda ve onların sanıklarına karşı. Bunlarda aşamalar oldu. Olaylar artık hemen yargıya götürülüyor sanıklar hapsedilmeden. Olaylar sırasında hangi hallerde ateş edile­ ceği hakkında kurallar getirildi. Polisin hatalı davranışı halinde tahkikat polis dışında gö­ revlilerce yapılıyor. Kışlalı - Olayların bu noktaya, ateşkese gelmesinde neler rol oynadı başka? Goulden - K. İrlanda'daki sosyal demokrat katoliklerin partisi önemli rol oynadı. Çok cesur katolik politikacılar var. IRA'ya karşı tavır aldılar. Tabii diğer tarafa da karşı. Kışlalı - Yani IRA'nın terörü karşısında Londra'nın oradaki sorunlara çözüm araması neticede katoliklerin bu sosyal demokrat partilerine mi yardımcı oldu? On­ ların durumlarını kuvvetlendirip katolik toplumu içinde itibarlarını mı artırdı? Goulden - Evet. ingiltere belli bir partiye yardımcı olmak için yapmadı bunları. Dediğim gibi oradaki sorunların çözülmesi için yaptı. Ama neticede bu ılımlı ve merkezi306 yetçi partinin durumu kuvvetlendi. Ilımlı katoliklerin durumu güçlendi. Ortaya bir alternatif çözüm çıktı. Daha önce ya ingiliz Hükümetini ya da IRA'yı seçme durumundalardı. Şimdi daha ılımlı ve daha ılımlı ve daha çekici orta yoldaki bir alternatif var. Bunlar birleşik ir­ landa taraftarı ama demokratlar. Kışlalı - Bu partinin ılımlı tutumu karşısında IRA ne yaptı? Onlara karşı ihanet ettikleri gerekçesiyle şiddet kullandı mı? Goulden - IRA onlara karşı terör uyguladı. Bazılarını öldürdü. Tehdit etti. Engelle­ meye çalıştı. Seçimler sırasında onların seçilmelerini engellemeye çalıştı. Güç durumda kalmaları için ne mümkünse yaptı. Şimdi varılan noktada, elde edilen başarıda bu partinin hissesi büyüktür. Bir önemli nokta daha var. Kışlalı - Nedir o? Bir de sormak istediğim husus Protestanların terör örgütü ortaya nasıl çıktı? Çünkü teröre başvuran sadece katolikler değil. Goulden - IRA'nın terörü yıllar önce mevcut olan protestan terör örgütünün de or­ taya çıkmasına sebep oldu. Onlar da 1920'lerde varlardı. Toplumlarını tehdit altında gö­ rüyorlardı. İngiliz güvenlik güçlerinin kendilerini yeterince korumadığını düşünüyorlardı. Onun için kendi terör örgütlerini kurdular. Bu örgüt de IRA kadar kötü. ingiliz ordusu ve polis bu terör örgütlerine sızmakta çok başarılı oldular. Bir suç işlediklerinde suçluları, sanıkları yakalayıp adalet karşısına çıkarmakta başarılı oldular. Bu da mücadelede çok önemli bir nokta. K. irlanda cezaevlerinde katolikler kadar protestan mahkûm da var. Kışlalı - Bir başka önemli noktadan söz ediyorsunuz? Goulden - Evet. O da kent terörüyle mücadelenin bir polis görevi olduğu hususu­ dur. Bunda büyük aşamalar kaydedildi. Polis eğitildi. Görevi asker değil polis üstlendi. Askerin görevi değil bu. Asker ancak çok güç durumlarda polise yardımcı oldu. Polisin rolü geliştirilirken askerinkinin azaltılmasına çalışıldı. Durum siyasi otoritenin kontrolünde. As­ kerler de sivil yönetim kontrolünde. K. irlanda bakanı vaktinin çoğunu orada geçiriyor. 34 bakan da onunla birlikte çalışıyor. Orada olanları dış dünyaya bu görevliler anlatıyor. Olanlardan da onlar sorumlu. Ağırlık sivil kontrol ile daha ziyade polisin kullanılmasına veriliyor. Siyasi ve sosyal önlemler askeri önlemlere nazaran daha ağır basıyor. Kışlalı -17.500 asker var K. İrlanda'da ama? Goulden - Zannederim daha az. 14 bin falan. Bu sayı daha da aza indirilmek iste­ niyor. Kışlalı - Peki ama IRA'nın ateşkesi birdenbire nasıl oldu? Bir ay önce IRA İngiltere ve İrlanda hükümetlerinin geçen aralık ayında yaptıkları çağrıyı reddedi­ yordu? Goulden - Değil. Birden olmadı bu. Yavaş yavaş bu noktaya gelindi. IRA üzerine birçok noktadan yapılan baskılarla buraya gelindi. Önce amaçlarına terör yoluyla vara­ mayacaklarını anladılar. İngiliz kamuoyu terör karşısında yenilgiyi asla kabul etmeyecekti, irlanda hükümeti de büyük destek verdi. IRA'ya onlar da karşı. Uzun yıllar süren terör iki toplumda da geniş kitleleri bıktırdı ve aleyhine döndürdü. Katoliklerin büyük kısmı terörün 307 çıkış yolu olmadığını anladılar. IRA muhtemelen bir çıkmaz içinde olduğunu anladı. Muhtemelen kendi yaşamları sırasında arzuladıklarının gerçekleşmesini görmeleri müm­ kün değildi. Diğer taraftan siyasetçilerin de ilginç görüşmelere başlamakta olduklarını gördüler. Girişimlerden biri siyasetçileri bir masa etrafında toplamaktı. Konuyu görüşmek için. IRA'nın siyasi kanadı Sinn Fein'in meşru bir konumu olmadığından bu görüşmelere katılamazdı. Kışlalı - Sinn Fein bir yasal parti. Parlamentoda temsilcileri var mı? Goulden - Evet hukuken partiler. Temsilcileri eskiden parlamentoda vardı. Ama şimdi yok. K. irlanda'da mahalli idarelerde temsilcileri çok. Açıkça faaliyette bulunabilecek bir siyasi parti bu. Ama demokratik alandaki notları zayıf. Herkes onların IRA'ya çok yakın olduklarını biliyor. Kışlalı - Yani biraz bizim DEP'e benziyor mu? Goulden - iki ülkedeki durumları birbirine benzetmek, bu konularda mübalağaya girmek bence büyük hata olur. İki ülkedeki durumlar çok farklı. Kışlalı - Ateşkes kararını İngiliz kamuoyu nasıl karşılıyor? Goulden - iki şekilde; birincisi çok rahatlamış ve olmasından dolayı çok mutlu. Di­ ğeri oldukça tedbirli, mütereddit. Kararın nereye gideceğini görmek istiyor. IRA'nın yaptığı acaba bir taktik mi yoksa stratejik bir değişiklik mi? Onun için de IRA'nın ateşkes kararının "daimi" olup olmadığı üzerinde çok duruluyor. Önümüzdeki birkaç haftada bile niyetleri hakkında daha iyi işaretler alınabilir. Samimi olup olmadıklarına göre de ingiliz hüküme­ tinden davranış, tepki görürler. K. irlanda protestanları bu konuda çok şüpheliler. Çünkü bir milyon protestan 400 yıldır yaşıyor. IRA teröründen çok acı çektiler. Kışlalı - Bu protestanlar galiba İngiliz hükümetini, gizli anlaşma yaparak, kendilerini sattığını düşünüyorlar? Bu endişe nasıl giderilecek? Goulden - Böyle bir şüpheye bazı Protestanların kapılması normal, ingiliz hükü­ metinin ateşkes karşısında saf davranıp hemen jestler yapmaya kalkışmaması ve dikkatli davranmasıyla durumun böyle olmadığını, kendilerinin satılmasının söz konusu olmadı­ ğını anlayacaklar. Ne hemen oradaki güvenlik sistemi zayıflatılacak, ne de kurulmuş yasal düzen değiştirilecek, ingiliz hükümeti gelişmeleri bekleyecek. IRA'nın samimiyetini isbatlaması gerek. Bunu yaparsa karşılığında anlamlı cevap alacak. Kışlalı - Bunun için ne kadar beklenir? İngiliz hükümetinin karşı adımı atması için? Goulden - Bilmem. Bir zaman verilmedi. IRA daimi ateşkes ilan ederse Sinn Fein müzakerelere katılabilir dendi. Ama onlar "daimi" kelimesini kullanmadılar. Karşılıklı güven havası dcğmalı. Kışlalı - İngiliz hükümetinin bu konuda atacağı ilk adımın Sinn Fein'e konul­ muş yayın yasağının kaldırılmasıyla ilgili olması bekleniyor. Bu olur mu? IRA ve Sinn Fein mensupları İngiliz TV ve radyolarında kendi sesleriyle konuşamıyorlar. Konuşmalar bir aktör tarafından yapılıyor. 308 Goulden - Herhangi bir konuda bir vaad yok. Sözünü ettiğiniz tedbir istisnai olarak getirilmiştir. Olağanüstü hal ortadan kalkarsa olağanüstü önlemler de kalkar. (Bu konuş­ madan sonra İngiltere yasağı kaldırdı.) Kışlalı - İngiliz basınında IRA terörünü öven yazılar çıkar mı? Goulden - Çıkar.'IRA taraftarı gazeteler var. IRA yayınları var. Terörü teşvik eden öven yayınlar azdır ama olmuştur. IRA'nın kendi gazetesi var. Orada olmuştur. Bu ingil­ tere'de-büyük memnuniyetsizlik doğurmuştur. Ama mücadelenin demokratik yöntemlerle yapılmasında yarar görülüyor. IRA teröristleri kendi sesleriyle konuşamazlar ama söyle­ diklerinden alıntı yapılabilir ve fotoğrafları gösterilebilir. Kışlalı - Sesin yasaklanması çok mu önemli? O yasaklanıyor ama terörü teşvik eden beyanlar yasaklanmıyor. Bunun mantığı nedir? Goulden - Bu politikalar uzun yıllarda oluştu. Değişti. Bu durumun bile yararsız ol­ duğunu hata olduğunu düşünenler çok. Terörü engellemek için ne yapılması gerektiği, demokrasi içinde neler yapılabileceği hususu önemli. Kışlalı - Ateşkes kararının sorun konusundaki " onun başlangıcı" olduğunu düşünenler var. "Yeni bir stratejinin başlangıcı" olduğunu düşünenler de var. Sizce hangisi daha akla yakın? Goulden - Muhtemelen bu yeni bir stratejinin başlangıcıdır. Ama kısa vadeli bir taktik de olabilir. Bu da dediğim gibi kısa sürede belli olur. Kışlalı - şimdi IRA elindeki silahlar toplanacak mı? Teröristlerden arananlarla ilgili faaliyet sürecek mi? Goulden - Pek tabii. Yasal olmayan silahlar aranacak. Suçlu oldukları düşünülen kişiler izlenecek. Güvenlik faaliyetleri sürecek. Mesela haraç istemiş olanlar ilenecek. Ateşkes durumunda hükümetin işi daha zor. 309 İspanya'nın Ankara Büyükelçisi Carlos Carderera: "İSPANYA'NIN PKK'SI ETA NASIL ÇÖKTÜ?" İspanya'nın Ankara Büyükelçisi Carlos Carderera Türkiye'ye daha yıllar önce bir genç diplomat iken gelmiş, ülkeyi sorunlarını çok iyi bilen büyükelçi. Hukuk okumuş. Avukatolmuş. Diplomasiye 1968'de bu konudaki okulu bitirdikten sonra katılmış. Ilkgörevi, 2.5 yıl kaldığı Senegal'de. 1971'de Ankara'ya başkâtip olarak gelen Carderera 1975 başına kadar Türkiye'de hizmet yaptı. Uruguay'daki İspanya Büyükelçilğinde müsteşarlık yaptık­ tan sonra da Madrid'e dışişleri bakanlığına Kuzey Afrika dairesine döndü. Oradan İspan­ ya'nın Washington Büyükelçiliğine tayin olup orada altı yıl kaldı. Madrid'e dönüşünde ba­ kanlıkta personel ve güvenlik genel müdürü oldu. 1993 Aralık ayında da Türkiye'ye büyükelçi olarak tayin edildi. Büyükelçi Carderera ile İspanya'nın başlangıcı çok eskilere giden "ETA sorunu" hakkında 1995 yılı Mart ayında konuştuk. ETA ile PKK faaliyetleri arasındaki benzerlik ve farklılıklar üzerinde durduk. Kışlalı - Siz ETA olayını, bölücü Bask olayını nasıl görüyorsunuz? Kısaca anlatır mısınız? Carderera - 20. yüzyıla kadar Bask konusu bölülcülük ile ilgili değildi. Onlar İs­ panya toplumu içinde, onun bir parçasıydılar. Katalanlar ile birlikte İspanya'nın sanayileş­ mesini onlar sağladırlar. 19. asırda otonomiye değil ama bazı özel yasalarla sağlanmış durumlara sahiptiler. Bask ve Katalan bölgesi İspanya'nın en gelişmiş bölgesi. Kışlalı - Bask bölgesindeki terörün ana sebepleri ne sizce? Carderera - Üç ana sebep var. Bağımsızlık duygulan. Bunların bir kısmı Milliyetçi Bask Partisi (MBP) etrafında toplanıyor. Bu parti serbest seçimleri kazanıyor. Otonomi istiyor. 1975'deki Anayasa bölgeye önemli haklar tanıdı. Ama istekleri bitmedi. Terörün sebeplerinden biri bu istekler. İşin içinde bir de ihtilalci Marksist unsurlar var. ETA kendini Marksist ve ihtilalci olarak vasıflandırıyor. Kışlalı - ETA ne zaman kurulup faaliyete geçti? Carderera -1950'de başlangıç, terör faaliyetlerini yüreten "ETA Militar" ise 1974'de ortaya çıktı. Terörde rol oynayan üçüncü unsur ise 'Korku'. Bölge halkının bir kısmı kor­ kudan bu olaya katıldı. Bu noktada Güneydoğu Anadolu'da da aynı durumu görüyoruz. Halkın büyük kesimi iki taraf arasında sıkışıyor. Kışlalı - ETA'nın faaliyeti ardında neler, kimler var? Carderera - Öncelikle bölge halkının bir kısmının desteğine sahip olduğu muhak­ kak. Destekleyenlerin hepsinin bağımsızlık istediği söylenemez. 310 Kışlalı - ETA'yı destekleyen partiler ne kadar oy alıyor? Carderera - ETA'ya yakın partilerin koalisyonu 1980 seçimlerinde Bask bölgesin­ den 150 bin oy aldılar, iki milyon oydan bu kadarını aldılar. Bu grup daha da geriledi. Gösterilerde ise 50-60 bin kadar insanı harekete geçirebildiler. Kışlalı - Bask bölgesinin bağımsızlığı için faaliyette bulunan başka partiler de var değil mi? Carderera - Milliyetçi Parti ve Sosyalistler, Halkçı Parti var. Bunların hepsi otono­ miyi kabul ediyor. Çünkü bu anayasada da var. ispanya'nın yapısı başka. Türkiye gibi değil. Bunlardan en bilinenleri Bask ve Katalonya. Kışlalı - ETA militanları hakkındaki rakam nedir? Güçlerini insan kaynağı dı­ şında nereden alıyorlardı? Carderera - ETA'nın 15.000 militanı var. Bunun dışındaki gücünü dışardan alıyor. Bildiğiniz gibi dünyanın neresinde olursa olsun teröristler dışardan destek sağlayamazlarsa başarılı olup varlıklarını sürdüremezler. Bu destek uzun süre Fransa'dan geldi ETA'ya. Destek doğrudan olmaktan ziyade onların faaliyetlerine göz yumma şeklindeydi, ispanyol teröristlerinin Fransa'da saklandıklarını herkes biliyordu. Fransız polisi buna karşın hiçbir şey yapmıyordu. İspanyol yetkilileri Bask teröristlerinden orada bulunanların iadesini iste­ diğinde kulaklarını tıkıyorlardı. ETA konusunun sadece ispanya'nın kendi meselesi oldu­ ğunu düşünüyorlardı. Kışlalı - Bu nokta da Türkiye'deki duruma çok benziyor. PKK yıllarca rahatça komşu ülkelere geçti. Suriye'den üstlendi. Suriye buna göz yumdu. Carderera - Evet. İspanya-Fransa sınırı kolay geçişe çok müsait. Suç işleyip öbür yana geçince takipten kurtuluyorlardı. Bu tip kolaylıklara, dediğim gibi, dünyanın başka yerlerindeki terörist hareketlerinde de rastlıyorsunuz. Dış desteksiz olmuyor terör. Kışlalı - Fransa'nın bu tutumu nasıl değişti? Carderera - Olaylar sürüp gelişince Fransız hükümetinin yaklaşımında değişiklikler oldu. Önce kendi çıkarlarına da bu hareketin dokunabileceğini anlamaya başladılar. Bir ara Fransa'daki Basklılara karşı 'GAL' isimli kim olduğu bilinmeyen bir örgütün tedhiş ha­ reketlerine başlaması dikkat çekti. Bu da Fransız halkını endişelendirdi. Tedhiş salgını oraya da geçebilirdi. Bu onları düşündürdü. Kışlalı - ETA ile ilgili bu durum Fransa'nın turizmini de etkiledi herhalde? Carderera - Fransız yöneticileri, Mitterrand da bir komşusunun sorunu karşısında kayıtsız kalamayacaklarını görmeye başladılar. Eski yaklaşımları yavaş yavaş değişti. Bunda iki ülke arasındaki ekonomik ilişkilerin de son derece önemli oluşu da rol oynadı. İspanya Fransa için önemli bir pazardı. Sadece bir hızlı tren projesini bile Almanya reka­ betinde Fransa'nın alabilmesi bu ülke için çok önemliydi. İki ülkede ikitdarda bulunan sosyalist partilerin dayanışması için de Fransa'nın tutum değiştirmesi gerekiyordu. Komşu demokrasisinin karşı karşıya olduğu soruna seyirci kalamazlardı. 311 Kışlalı - Franko'dan sonra yapılan anayasada sağlanan imkânlar da ETA için yeterli olmadı. Değil mi? Bask bölgesinde mahalli otonomi meclisi var. Carderera - Evet. Kendi hükümetleri var. Buna hükümet demiyorlar. Oradaki ba­ kanlara 'danışman' diyorlar. Mahalli konularda halkın kendi sorunlarına sahip çıkması, onları çözmeye çalışması bazı problemlerin çözümünde yararlı olabiliyor. Bunları tama­ men ortadan kaldırmasa bile. Demokratik yaklaşımlarla sorunlara çözüm bulunamaması halinde dışardan bakan birçok ülke "Ne yapsınlar başka çareleri kalmadı" diye teröristlere yaklaşabilir. Oysa demokratik çözüm yolları açık olunca kimse şiddeti haklı bulamaz. Kışlalı - ETA terörüne karşı kullanılan yöntemler nelerdi? Carderera - Birçok önlem alındı. Bunlardan birincisi "enerjik önlemler"di. Olağa­ nüstü Hal ilan edildi. Bazı alanlardaki haklar askıya alındı. Terör faaliyetleri ile ilgili suçlar askeri yargı alanına alındı. Bu ağır önlemler Franko'dan sonra olayların daha da patlak vermesine yol açtı. Kışlalı - Bu yumuşak tedbirler ETA terörünü yok mu etti? Carderera - Hayır. Hiçbir şeyi değiştirmedi. Terörist saldırılar bakımından. Ama toplumun bir kesimi nezdinde teröristleri dayanaklarından yoksun bıraktı. Otonomi vardı. Anayasal yeni haklar vardı. Ama terör, bombalar devam ediyordu. Bunun gerekçesi kal­ mamıştı. Kanımca en önemli önlemler teröristlere uluslararası desteğin yok edilmesi ve halktan sağladıkları desteğin önemli kısmının ortadan kaldırılmasıyla ilgili olanlardı. Bu da "Teröristler demokrasiyi yıkmaya çalışıyor, demokrasiye karşılar" imajının verilmesiyle sağlandı. Kışlalı - ETA Bask halkının desteğini kaybettiğini görünce ne yaptı? Carderera - Bask halkını da öldürmeye başladı. Bu Franko'nun ölümünden dört sene sonra başladı. Bask sanayicilerini kaçmyorlardı. Böylece fidye alıyorlardı. Çünkü artık mücadelelerinde haklı görülecekleri faşist bir rejim yoktu karşılarında. Fidye ödeme­ yenleri öldürdüler. Devlet bunların hepsini koruyamıyordu. Bir taraftan da ETA hükümet darbesini kışkırtmaya çalıştı. Kışlalı - Bunu nasıl yaptı? Carderera - Çok basit. Generalleri öldürmeye başladı. Tahrikin kestirme yolu bu. Ama neyse ki bunu başaramadılar. Ordu çok sinirlendi ve hatta bir kesimi darbenin eşiğine geldi. Ordunun bu konularda çok hassas olduğunu biliyorlardı. Ama dediğim gibi bunda muvaffak olamadılar. Amaçları darbe yaptırıp ordunun baskısının artmasını sağlamak, böylece rahatsız olan halk kitlelerinden destek almaktı. Kışlalı - Çözümü İspanya'da nasıl buluyorsunuz? Carderera - Artık herkesin bildiği bir şey var, terörizme karşı fevkalede başarılı bir yöntem yok. Bask modelinde, ispanyol terörizmi modelinde yöntem önce komşulardan aldıkları desteği kestirmek. Sonra halkı demokratik yöntemlerle sorunlarının çözümlene­ bileceğine ikna etmek. Kuvvete başvurmanın hem gereksiz hem de netice vermeyecek bir şey olduğunu anlatmak gerek. Bunları yapsanız bile terörizm tamamıyla ortadan kalkmı312 yor. Bunu da bilmek gerek. Ama azalıyor. Günlük hayatda içinde yaşanır hale geliyor. Çünkü bir ara Bask bölgesi yaşanmaz haldeydi. İnsanlar kaçıyordu. Her şeylerini bırakıp kaçıyor­ lardı. Sizin probleminiz farklı. Üniter bir anayasanız var. Bünyenize uygun demokratik çö­ zümler bulmanız gerekebilir. Bizdeki ETA kentlerde faaliyet gösteriyor. PKK ise kırsalda. Belki bundan dolayı bizde orduya ihtiyaç hissedilmedi. Kentlerde polis daha s t Kili. Kışlalı - ETA ile devlet müzakereye girdi mi? Carderera - Temas her yerde oluyor. En azından entelijans servisleri böyle temas sağlıyorlar teröristlerle. Bunu biliyoruz. Ama bu teröristlerle müzakereye girildiği anlamına gelmemeli. O başka. Bence çoğunluk teröristlerle anlaşmanın mümkün olmadığı kanı­ sında. Önce ahlaki bakımından bu düşünülemeyecek bir şey. Sonra netice vereceği de çok şüpheli. Tabii her olay ayrı ele alınmalı. Bakalım İngiltere'de IRA ile temaslar, görüş­ meler ne netice verecek? Durumun müzakere için uygun ve olgun hale gelmesi gerek. Gonzales mesela ETA ile görüşme olamayacağını söyledi. Kışlalı - İspanya'da hükümet hiç ETA'ya siyasi tavizde bulundu mu? Ödün verdi mi? Carderera - Hayır. Kışlalı - Şimdi İspanya'da ETA ile ilgili durum nedir? Carderera - Daima bir terörist hareket var. Devam ediyor. Ama Bask halkının desteğinin büyük kısmını kaybetmiş halde. Bölge halkının yüzde onunun desteğine sahip. Terörist hareketler eskiye göre çok sınırlı. Son yıllarda bölge halkının ETA'ya karşı tepki­ leri daha açık görülüyor. Eskiden bölge halkı çok çekinirdi karşı tavır takınmaktan. Böl­ gede yatırımlar normal yapılıyor. 313 Düşük Yoğunluklu Çatışma Uzmanı Tammy Arbuckle: "PKK İLE MÜCADELEDE PROPAGANDA ÖNEMLİ" Tammy Arbuckle Düşük Yoğunluklu Çatışma (Low-intensity confliets) uzmanı bir savunma konuları analizcisi, Jane's Delence Weekly gibi dünyanın savunma konularında en yetkili yayın organlarından birinin yazarı. Ortadoğu ve Balkanlar üzerinde uzmanlaş­ mış. Bu bölgelerdeki siyasal gelişmelerle bidikte güvenlik konularını da araştırıyor. Türki­ ye'ye 1990'da gelmiş. Güneydoğu'da bir süre gezip bilgi toplamış ve "International Defense Revievv" dergisinde "Kürdistah'da kedi ve fare" başlıklı geniş bir yazı yazmış. Tammy Arbuckle ile Güneydoğu'daki durum hakkında konuştuk. Kışlalı - 1990'da genel durumu nasıl buldunuz? Arbuckle - O zaman aldığım bilgilere göre Türk güvenlik güçleri ABD'den sağla­ dıkları askeri malzeme ve edindikleri yeni ayaklanma-bastırma stratejisiyle yeni bir girişim içine girmişlerdi. PKK ise Suriye ve Irak'tan destek alıyordu. Üç dağ arasındaki Botan de­ dikleri bölgeyi kendilerine kurtarılmış bölge yapma hazırlıkları içindeydiler. Oralarda vergi toplayıp, siyasi kontrole başlıyorlardı. Ama Botan'da sağlam bir üs tesis edememişlerdi. Galiba hiç de edemediler. Kışın PKK militanlarının.çoğu Suriye ve Irak'a sığınıyordu. Çe­ kilirken yanlarında genç grupları yeni militan yetiştirmek üzere götürüyorlardı. Kışlalı - Suriye sınırı doğuya göre daha iyi kontrol ediliyor. Arbuckle - Evet o bölge düz olduğu için dikenli teller, mayın tarlaları ve gözetleme kuleleriyle teçhiz edilmiş. Ama PKK'nın burada mayına karşı koyunları sürdüğünü duy­ dum. Dikenli telleri kesiyorlarmış. Yalnız siyasi bakımdan daha bilinçli bölgedeki Kürt hal­ kının PKK'ya destek vermemesi, ona engel olması PKK sızmalarını güçleştiriyor. Bunun için Cudi 1990'da PKK için en uygun geçiş yeriydi. 40 kişilik gruplar haline geliyorlardı. Devlet binalarını, okulları yakıyorlardı. GAP en önemli hedeflerinden biriydi. Çünkü bu proje gerçekleştiğinde şimdi kendileri için kolay olan yeni militan toplama olayı ortadan büyük çapta kalkacak, gençler iş bulacaktı. Kışlalı - 1 9 8 7 ' d e n sonra yavaş yavaş güvenlik güçlerinin stratejisi değişti. Bunu gözlemlediniz mi? Arbuckle - Evet. Önce güvenlik güçleri sadece savunma halindeydi. Sonra müca­ deleyi PKK'nın bulunduğu dağlara doğru kaydırdılar. Kışlalı - PKK'nın taktiği nasıl oluyor? Arbuckle - Silahlı çatışma başlayınca genellikle PKK olay yerinde iki üç kişi bıra­ kıyor. Bunlar Jandarmayla çatışmaya devam ederken asıl PKK grubu kaçıyor. Bu sırada 314 polis timlerinin komutanı hangi istikamete doğru kaçtıklarını saptamaya, tahmin etmeye çalışıyor. PKK'nın kaçış yoluna havadan komandolar indiriliyor. Sonra da polis ve keşif kolları PKK'yı istedikleri pozisyona sokmaya çalışıyorlar. Helikopterlerin bazı sebeplerden tepki zamanlarını kısamamaları bazen operasyonların başarısını engelliyor.. Kışlalı - Şimdi Türkiye'de PKK ile mücadele konusunda varılan noktayı nasıl yorumluyorsunuz? Arbuckle - Çatışma henüz büyümüş değil. Başka ülkelerde gördüklerimizle mu­ kayese ederek söylüyorum bunu. PKK'nın 300 kişilik bir grup ile siyasi boyutu olabilecek bir şey yapmasının önemi yok. 1995'de ne olacağını çok merak ediyorum. Kışlalı - Devletin bölgedeki halkın gönüllerini ve kalplerini kazanması için çok şey yapılmalı değil mi? Arbuckle - Oraya hizmet de götürmek gerek. Doktorları olan konuşmacıları olan timlerin orada yapacakları çok şey var. Özel kuvvetlerin bu alanda eğitilmiş olmaları gerek. Onlar işin içine girdiler mi bilmem. Bu işin önemli kısmı. Ben timlerden bahsediyorum. Yıllar önce böyle timlerde bulundum. Halka nasıl hizmet edildiğini, onların nasıl kazanıl­ dıklarını biliyorum. Konuşmacılar da önemli. Doktordan başka iki de silahlı, keskin nişancı olmalı. Gerektiğinde savunma için. Dikkatli olmanız gerekir. Girdiğiniz her köyde üç çeşit insan vardır; dost olanlar, tarafsızlar ve düşmanlar. Biz önce dost olanlarla konuşurduk. Onlardan düşmanların kim olduğunu öğrenilir. Geceleri daima hareket halinde olurduk. Gece 8-9'a kadar konuşup ormana girerdik. Gerilla savaşının kendine özgü kuralları var­ dır. Bunları uygulamak gerekir. PKK'nın mahalli halk arasında yaptığı her türlü propa­ gandaya aynı şekilde karşılık gerekir. Kışlalı - Bizim bu alanda pek yetiştiğimiz söylenemez. Arbuckle - Bu roller için subayların, yüzbaşının eğitilmesi gerek. O PKK'nın verdiği mesajı anlamalı. Belli bir alanda yeteri kadar kalmalı. Oranın parçası olmalı. PKK birini öldürmüşse hemen orada olup duruma hâkim olup PKK'nın hatasından yararlanmalı. Gerilla savaşında kelimeler kurşun demektir. Gerektiği gibi konuşan biri keskin nişancıdan daha fazla etki yapabilir. Ama uzakta pusu kurmuş bir keskin nişancının tek kurşunla PKK grubundan birini öldürmesi de çok etkili olur. Bunu Fransızlar ve Amerikalılar çeşitli vesi­ lelerle kullandılar. Her gün bir kişinin böyle öldürülmesini düşünebiliyor musunuz? Çok moral bozucu olur. Kışlalı - Kolay mı? Ateş ettikten sonra kaçmak kolay mı? Arbuckle - Susturuculu silah kullanılabilir. Psikolojik tarafı önemli. Karşınızdaki grupları gece uyutmamak sürekli takip ve baskı altında tutmak da çok önemlidir. Türkiye'de mücadelenin geçtiği arazi son derece çetin. Biliyorum. Bence iki köy korucusu ile bir Türk subayından oluşturulacak timler bölgede çok etkili olabilir. Bu savaşta komando birliklerinin güçlü olması gerek. Özel kuvvet birimleri güçlü olmalı. 315 Yabancı Güvenlik Uzmanlarının Güneydoğuyla ilgili Görüşleri: "PKK ÇOK ZOR DURUMDA" Güneydoğu'da 1984'den buyana sürmekte olan PKK'ya karşı mücadele Türkiye'de görevli birçok yabancı ülke uzmanı tarafından da yakından izleniyor. Türk yetkili makamlar bu uzmanların mensubu oldukları bazı ülkelere daha anlayışlı davranıyorlar. O ülke uz­ manlarının çalışmalarına, örneğin bölgeyi ziyaretlerine daha fazla imkân tanıyorlar. Bazı ülkeler uzmanları ise ülkelerarası ilişkilerin seviyesiyle ilgili olarak olaylara daha sınırlı yaklaşabiliyorlar. Ama ne olursa olsun görevleri gereği güvenlik konularıyla ilgili gelişmeleri yakından izleme zorunda olan bu uzmanlar olayları tam profesyonel açıdan gözlemliyorlar. İsimlerini vererek görüşlerini ve değerlendirmelerini açıklayamayan bu uzmanlarla bir araştırmacı gazeteci olarak konuşmak hem ilginç hem de eğitici oluyor. Türk yetkililerinin bildiğiniz görüşleri böylece daha tarafsız uzmanlarınkiyle birleşince ortaya daha objektif hususlar çıkıyor. 1995 yılı sonuna doğru bu uzmanlarla yapılan konuşmaları aşağıdaki şekilde toplamak mümkün oldu. Kışlalı - 1984'den bu yana Güneydoğu'daki gelişmeleri nasıl değerlendiriyor­ sunuz? Cevap - 1982 ile 1986 ve hatta 87 arasında PKK'nın süratli bir gelişme gösterdiği, faaliyetlerinin pek bilinçli olmayan bir mücadele tarzıyla durdurulmak istendiği, hatta bu faaliyetlerin son derece küçümsendiği anlaşılıyor. Kendilerini tam bir terör örgütü olarak bölgeye kabul ettirmişler. Ama kabul edilmedikleri kırsal kesimde uyguladıkları vahşiyane terör, kendilerine destek vermeyen ve hükümet ile işbirliği yapan aileleri insafsızca katlet­ meleri ters netice vermeye başlamış. 1987-88 ve 89'da bu taktiklerinde değişiklik yap­ mışlar. (Bazı gözlemciler, süren mücadelenin Türkiye'nin demokratikleşme çabalarıyla uyuşmadığı, hatta çeliştiği görüşündeler. Bu bakımdan Genelkurmay 2. Başkanı Org. Çörekçi'nin 'insan Hakları ve Demokratikleşme elimizi kolumuzu bağlıyor' şeklindeki yo­ rumunun haklı olduğunu söylüyorlar.) Kışlalı - En önemli taktik değişikliği neler? Cevap - Kendilerini güçlü hissettikçe sivil kesime, masum insanlara değil güvenlik güçlerine, devlet tesislerine, hükümet mensuplarına dönmüşler. Okulları, karayolları va­ sıtalarını, elektrik-telefon tel ve sistemlerini hedef almışlar. Gittikçe uzak karakollara sal­ dırmışlar. Küçük devriye kollarını pusuya düşürmeye gayret etmişler. Kışlalı - 1987'den önce ve hele 1980 askeri müdahalesinden sonra sıkıyöne­ tim varken terör olayları durmuştu. Bunu neye bağlıyorsunuz? 87'de sıkıyönetimin (SY) yerine Olağanüstü Hal (Ohal) ilanı nasıl etki yaptı? 316 Cevap - 12 Eylül 1980 müdahalesinden sonra birkaç gün içerisinde terörün nasıl bıçak gibi kesildiğini biliyoruz. Bu Türk Silahlı Kuvvetlerinin (TSK) elindeki çok büyük di­ siplinli insan gücünün eseridir. Ama 1987'de SK yerine hemen Ohal ilanı ve yönetimin birden askerden sivile devri çok acele yapıldığından uzunca süre olumlu netice vermemiş, hatta asker ile sivil arasında biraz gerginlik olmuştur. PKK da bundan yararlanmıştır. Kışlalı - 1989'dan sonraki gelişmelerle ilgili değerlendirme? Cevap - PKK 1992'ye doğru kurtarılmış bölge amacıyla zaman zaman konvansi­ yonel denebilecek 200-300 kişilik kuvvetlerle saldırılar düzenlemiş, bunlarda zaman zaman başarılı olmuştur. Ama bu taktik karşısında konvansiyonel bir güç olan TSK avantaj kazanmış ve kısa sürede PKK'ya hem Türk toprakları hem de K. Irak topraklarında 1992'de çok ağır darbeler indirmiştir. Bunun üzerine PKK eskiye dönüp çok küçük birim­ lerle sızma ve vur-kaç operasyonları yapmıştır. 1993'de PKK'nın askeri etkinliğinin üst noktada olduğu görülüyor ki bu sırada TSK içinde komando eğitiminin yaygınlaştırıldığı anlaşılıyor. Kışlalı - 1983'de bölgede şartlar nasıldı? Cevap - Pek içaçıcı değildi. Bölgedeki ana yollarda gündüz bile güvenle seyahat edilemiyordu. Diplomatlara, yanlarında muhafızları olmasına rağmen, birçok yoldan geç­ melerinin güvenli olmadığı söyleniyordu. Bölgedeki karargâhlar geceleri tamamıyla kapa­ nıyor, ancak gündüzleri dışa açılarak operasyonlara başlıyorlardı. Oysa bu çok hatalı bir taktikti. Kışlalı - PKK'ya karşı uygulanan taktik nasıl değişti? Ne gibi neticeler verdi? Cevap - Karargâhta gece kapanır dışarı gündüz çıkarsanız, PKK sizi uzaktan gö­ zetlediğinden ne zaman çıktığınızı nereye gittiğinizi iyi izler. Kuvvetliyseniz kaçar, zayıf­ sanız saldırır. Ama gündüz karargâhta kalır gece onun gibi çıkarsanız, onun peşine düşer saldırırsanız, daha fazla güce de sahip olduğunuzdan, avantaj ve inisiyatif size geçer. Bu taktik uygulanmaya başlanınca denge değişmeye başladı. 1994 başından itibaren uygu­ lama çok etkili oldu. Beklenmeyen gelişmeler sağlandı. Kışlalı - Dengenin TSK lehine değişmesinde sadece bu taktik deşikliği mi rol oynadı? Cevap - Hayır. En önemli unsur TSK'nin son iki yılda bölgeye çok büyük kuvvet kaydırmasıdır. Bu büyük bir imkândır, ilave 100 hatta 150 bin askerin kaydırıldığı söy­ lenmektedir. Bu kuvvetler zırhlı araçlar, helikopterler ve birçok gece görüş imkânları da dahil, teknolojik imkânla takviye edildi. PKK'ya karşı pasif değil, tam aktif bir mücadele şekline geçildi. Alan kontrolü denilen taktik uygulanmaya başlandı. Böylece PKK gittikçe geriledi, kırsalın geniş bölgelerinde etkisini yitirdi. Kışlalı - Güneydoğu'daki bu büyük TSK gücü orada ne zamana kadar kalabilir? Cevap - Gelişmeler böyle gittiği taktirde Türk Genelkurmayı bölgeden sonbaharda bir miktar kuvvet çekebilir. Bunu hem gereği kalmadığından yapabilir, hem de Türkeyi'nin 317 Avrupa Gümrük Birliğine katılması müzakerelerine olumlu etki yapacağı düşüncesiyle yapabilir. Böyle bir işaret Avrupa ülkelerine Türkiye'deki durumun iyiye gittiği kanısı vere­ bilir. Batı genelde büyük askeri kuvvetlerin mücadele sırasında sivil halkla ilgili insan hakları ihlalleri yapabilecekleri endişesini taşıdığından da yararlı olur. Kışlalı - Genelkurmay Başkanı Org. Doğan Güreş kendi döneminde PKK'nın belinin kırıldığını söylemişti. Şimdi Org. Karadayı yıl sonunda bu konunun artık gündemin ilk sıralarından düşeceğini söylüyor? Ne dersiniz? Cevap - Org. Güreş emekli olmadan PKK'ya karşı büyük zafer kazanmak istedi ama bunu pek gerçekleştiremedi. Onun döneminde ciddi gelişmeler başladı. O zamana kadar TSK "bu mücadele benim görevim değil. Ben sadece Jandarma kuvvet isterse, malzeme isterse veririm. Üst tarafı Ohal yönetimine ait" diyordu. Ama Çiller'in başbakan olmasından sonra strateji değişti. Hükümet Genelkurmaya tam yetki ve görev verdi. TSK işin içine doğrudan girdi. Kışlalı - Mücadelede görev alan TSK, Jandarma ve Polis ile ilgili değerlendir­ meler, gözlemler neler? Cevap - Bu üç kuruluşun birbiriyle ilgili peşin hükümleri vardır. En iyi eğitilmiş, en iyi disiplinli ve teçhizli kuruluşun TSK olduğu kanısı yaygındır. Şimdiye kadar Jandarma'ya TSK daha değişik gözle bakmıştı. Ama içgüvenlik durumuyla ilgili olarak Jandarma'ya ve­ rilen önem artıyor. TSK da jandarma yöneticileri de Polis'in istedikleri seviyeye gelmediği kanısındalar. Bir de gerçekten çok iyi eğitim gören Özel Kuvvet ve Özel Timler var. Türki­ ye'nin Düşük Yoğunluklu Çatışma (Low-intensity Conflict) denilen bu tür mücadeleler için özel eğitilmiş güçlere ihtiyacı var. Bu konudaki gelişmeler yetkililerin söyledikleri kadar ol­ masa bile, ilerliyor. Kışlalı - Güneydoğu'daki mücadele DYÇ olarak mı, yoksa bazı mücadeleler için kullanılan ve OOTW (operations other than war)- savaştan başka harekât- olarak mı vasıflandırılma!!? Cevap - PKK'ya karşı süren mücadele tam bir DYÇ'dir.. OOTVV ise Bosna'daki durum için tam olarak kullanılır. Kışlalı - Yabancı gözlemciler arasında TSK'nın DYÇ yöntemlerine göre mü­ cadelede çok geç kaldığı kanısı olduğu hissediliyor. Doğru mu? Cevap - TSK bünyesinin DYÇ'ya uygun olmadığı doğru. PKK mensupları en az 6 ay dışarıda eğitiliyor ve sonra bütün hayatlarını, neredeyse ölünceye kadar, daha önce doğup büyüdükleri yerlerde geçiriyorlar. Oysa onların karşısına TSK çok kısa, birkaç hafta temel eğitimi görmüş er veya yedek subaylardan kurulu birlikleri çıkarıyor. Bu birliklerde deneyimli ve yeterli sayıda astsubay da yok. Ama Genelkurmay bu eksikliği görüp askerlik sürelerini uzattı. Şimdi mücadele bölgesinde kalan asker ve subay asıl mücadeleyi orada öğreniyor ve 5-6 ay içerisinde gerçek deneyim kazanıyor. Kışlalı - TSK'nın bu kadar yıl sonra şimdi dünyanın bu mücadele türünde en deneyimli ordularından biri haline geldiği görüşüne katılıyor musunuz? 318 Cevap - Doğrudur. Türkiye dünyanın savaş deneyimi olan birkaç ülkesinden biridir. Bakın Norveç-ltalya-Kanada gibi birçok ülkenin böyle hiç deneyimi yok. Çok iyi eğitilmiş ve savaş deneyimi olan kuvvet pek yok. Yapılan şey oyun değil, işin ucunda ölüm var. Kız­ gınlıkla ateş etmeyen subay ve erata sahip bir ordu profesyonel ordudur. Önce subay ve astsubay kadrosu emrindekilerin ölmemesini sağlayacak, sonra mümkün olduğu kadar fazla düşman öldürmeyi gerçekleştirecek. Bunlar yaşanmadan olmaz. Türk ordusu işte bunu kazanıyor. Doğrudur. Kışlalı - PKK şimdi ne durumda? Bu mücadelede hedef nedir? PKK'nın kökü kazınabilir mi? Cevap - PKK'nın kötü durumda olduğu muhakkak. Onları almak zorunda oldukları gıdalarından mahrum bırakacak taktik iki yıldır başarıyla uygulanıyor. Geçenlerde PKK tarafından 4-5 günlüğüne rehin alınmış bir grup yabancı turist kendi elçilik mensuplarına anlatmışlar, PKK ile birlikte kaldıkları günlerde kendilerine sadece ince birkaç dilim ek­ meğe sürülmüş pekmez cinsinden şeyler ve çay verebilmişler. Tabii PKK militanları da bunları yiyormuş. Durumları iyi değil ama köklerinin kazınması hedef alınmamalı. Bu gerçekçi olmaz. Kışlalı - Hedef ne olmalı? Cevap - PKK'nın meydana getirdiği terörün kabul edilebilir bir seviyeye inmesi gerçekçi hedeftir. Türkiye daha önceki yıllarda TİKKO gibi Dev-Sol ve Dev-Yol gibi birçok terör örgütüyle mücadele etmiştir. Şimdi onların bir kısmı hâlâ var. Ama yaptıkları terör ile Türkiye gündeminin ilk maddelerini işgal edemiyorlar, ingiltere'de IRA, ispanya'da ETA, Ortadoğu'da PLO ile ilgili durumlar hep "kabul edilebilir şiddet" durumlarıdır. Türkiye de PKK ile ilgili aynı noktaya gelebilir. Onlar Şam'da bayraklarını dalgalandırıp arada sırada şurada burada bir kamyonu ateşe verebilirler. Bunların zararı yok. Kışlalı - Peki bu kabul edilebilir şiddet noktasına ne zaman gelinebilir? Cevap - Son bir, bir buçuk yıl içerisinde gerçekten güvenlik güçleri çok büyük ve Ankara'daki yabancı gözlemci uzmanların hiç beklemedikleri başarılar elde etmiş, PKK'yı kentlerde ve kırsalın çok büyük kesiminde etkisiz hale getirmiştir. Bu gidiş sürerse bu sonbahar sonunda veya gelecek yıl başında Türkiye bu noktaya gelebilir. (Bazı gözlem­ cilere göre TSK gayretiyle o noktaya şimdiden gelindi. Kışlalı - O zaman mücadele bitmiş olur mu? şimdi süren askeri çözüm herşeyi halleder mi? Cevap • O noktaya gelindiğinde mücadele bitmiş olmaz. Şimdi PKK terörü sürerken başka çözümlerden söz edilemez. Ama o noktaya gelindiğinde güvenlik güçlerinin görevi bir bakıma tamamlanmış olur. işte o vakit siyasi, ekonomik ve sosyal çözümler uygulan­ malıdır. TSK mensuplarından, üst dereceli kurmaylardan da duyuyoruz. O noktada me­ selenin ekonomik, sosyal mesele olduğunu düşünüyorlar. Oradaki insanlara iş temin edil­ mesi ve kamu hizmeti götürülmesi gerektiğini söylüyorlar. Bunların hükümetçe yapılması ancak o noktadan sonra olabilir. (Bazı gözlemcilere göre problemin siyasi, sosyal ve eko319 nomik yanlarını çözümlemek için beklemeye gerek yok. Silahlı mücadele ile aynı zamanda bazı şeyler yapılabilir.) Kışlalı - DYÇ veya ayaklanmalara karşı mücadele doktrinleri içerisinde Mao'nun ortaya attığı "Halkın kalbini ve kafasını kazanma"ya öncelik verme prensi­ binin Türkiye'de uygulandığı düşünülüyor mu? Cevap - Su konuda maalesef Türk güvenlik güçleri çok geç kalmışlardır. Mücade­ lede en üst komuta görevi yapan bir komutan çok önemli bir batı ülkesi yetkilileri kendisine bu prensipten bahsettiklerinde bunu ilk defa duyduğu intibaını vermiştir. Ancak son yıllarda bazı Türk generalleri Ankara'daki bazı yabancı uzmanlarla konuşurken bölge halkının kalbini ve kafasını kazanmanın önemini kabul edip uygulamaya başladıkları hakkında sözler söylemişlerdir. Kışlalı - TSK'nin K. Irak'a yaptığı iki son harekât nasıl değerlendiriliyor? Cevap - Genelde bu tür harekâtta başarı kaç düşmanın öldürüldüğü ve kaç kayıp verildiği sorularının cevaplarında aranır. Bu bakımdan 2.500 denilen PKK'lıdan 600 ka­ darının öldürülmüş olması büyük başarı değildir. Ama TSK'nin birçok bakımdan çok ba­ şarılı harekât yaptığı muhakkaktır. 1- Böyle bir büyük harekâtın yapılabilmesi, 35 bin kişinin sınır ötesine götürülüp 6 hafta orada tutulabilmesi başlıbaşına taktik başarıdır. 2- Türkiye bunu yaparak oradakilere siyasi bir mesaj yollamıştır. Türkiye ile oyna­ mayın. Bölgenizde durumu kontrol edemezseniz biz ederiz, denmiştir. 3- Sağlanan en büyük yarar oradaki PKK'nın altyapısının imha edilmesidir. PKK'nın uzun zamandır ve çok büyük gayretlerle kurduğu alt yapı imha edilmiş 200 ton gıda ve silah-cephane ele geçmiştir. Bunlar o dağlık bölgede PKK için çok büyük ve yerine kolay konamayacak kayıplardır. 4- TSK o bölge ile ilgili son derece yararlı ve geniş istihbarat-bilgi edinmiş, bunları haritasına işlemiştir. Nitekim kısa süre sonra o bölgeye giren bir Türk tugayı kısa sürede 160 PKK'lı öldürmüştür. Gerekirse bu tür operasyonları rahatlıkla yapabileceklerini gös­ termişlerdir. 320 Stratejik Araştırmalar Enstitüsü Direktör Yardımcısı Michael Dewar: "TÜRKİYE'DEKİ KÜRTLER RAHAT" The International Intstitute for Strategic Studies" 1958'de Londra'da uluslararası güvenlik ve savunma konularında olduğu gibi modern dünyada silah kontrolü konusunda da bağımsız bir araştırma, enformasyon ve tartışma merkezi olarak kuruldu. Hükümet ile hiçbir ilişkisi yok. Bağımsız bir kurum. Devletten yardım da almıyor. Birçok ülkeden gelen bağışlar var. Kendi üyeleri de yardım yapıyor. Yayınlarının da geliri var. Asıl faaliyeti araştırmalar, uluslararası toplantılar düzenleme ve yayınlar yapma. En tanınmış yayını ise her yıl yenilenen "Military Balance" (Askeri denge). Burada hemen hemen bütün ülkelerin mevcut askeri güçlerinin bir listesi var. Stratejik Araştırmalar Enstitüsü'nün Londra'daki merkezinde kuruluşun direktör yardımcısı Albay Michael Dewar ile Türkiye'nin savunmasıyla ilgili bazı konularını ve Güneydoğu'daki gelişmeleri de içeren bir geniş konuşmayı 1994 yılı Martında yaptık. Kışlalı - Türkiye ile ilgili gelişmeleri izliyorsunuz. Sovyetler Birliği'nin dağıl­ masından sonra Türkiye'nin stratejik öneminde nasıl değişiklik oldu? Devvar - Türkiye'nin Avrupa ve Ortaasya bakımından önemi son derece artmıştır. Çünkü S. Birliği'nin dağılması o zamana kadar yapay olarak baskı altında tutulan birçok gücün serbest kalmasına sebep oldu o bögelerde. Şimdi dini, etnik, ekonomikle diğer baskılar kalktı. Ben Türkiye'nin bu serbest kalan güçlerin kontrolü konusunda hayati öneme sahip olduğuna inanıyorum. Türkiye Ortaasya'da ortaya çıkan İran'ın da oyuncu­ lardan biri olduğu oluşumda çok önemli bir unsur. İran köktendinci, Türkiye ise laik etki yapıyor. Kışlalı - Yeni düzende Türkiye'yi bir örnek olarak görüyorsunuz? Devvar - Evet. Türkiye bir örnek. Mısır da bir başka örnek. Türkiye'nin bir bölümü Avrupa'da onun için daha da önemli. Pazar ekonomisi, laisizm, demokrasi temsilcisi. Bu yaz Moskova'da bir toplantıya katıldım. Rus dışişleri bakanlığı üst kademe görevlilerinin Türkiye'den ne kadar endişe duyduklarını ve sürekli Türkiye'ye atıfta bulunduklarını hay­ retle gördüm. Türkiye'nin Rusya için tehdit unsuru olduğunu ve bölgede istikrarı bozabile­ cek bir ülke olduğunu düşünüyorlardı. Kışlalı - Herhalde Ortaasya cumhuriyetleriyle ilgili endişeleri vardır? Devvar - Evet. Bilhassa o bölgede etkili olacağınızı düşünüyorlardı. Bu durumu çok ilginç buldum. Kısmen soğuk savaş neticesi de olabilir. Türkiye'nin Kazakistan üzerindeki etkisi de çok önemli. 321 Kışlalı - Şimdi Türkiye'nin savunması daha mı kolaylaştı? ' Devvar - Şimdiye kadar daha ziyade Sovyet tehdidi vardı. Bu önceden kestirilebilir bir tehdit idi. Bu uzaklaştı. Fakat birçok bakımdan işler daha da karıştı sizin için. Körfez Savaşı'nda batı koalisyonunu desteklediğiniz için bölgedeki bazı rejimleri rahatsız ettiniz. Bilhassa Suriye'yi. Suriye ile ilişkileriniz daima karmaşıktır. Bundan dolayı da Avrupa kuvvet indirimleri dışında bu bölgede kuvvet bulundurmakta ısrarlı oldunuz. Tabii Fırat ve Dicle sularını kontrol ediyor olmanız da komuşlarınızla ilişkilerinizi etkiliyor. Yunanistan'la ilişkilerinizi etkiliyor. Yunanistan'la ilişkileriniz de hep belli. Soğuk savaş ile ilgili olmadan gerginliğini muhafaza ederek sürüyor. Kıbrıs sorunu da var. Bazı krizler Kıbrıs'ı art plana itti. Başkan Clinton bir ara canlandırmak istedi. Kışlalı - Türkiye'nin Balkan ilişkilerini nasıl görüyorsunuz? Devvar - Balkan ilişkileri son derece karmaşık. Buradaki güvenliğinizle ilgili durum önemli. Bosna'ya Türkiye'nin müdahalesi düşünülemez. Türk hükümeti son derece doğru bir yaklaşımla konuyu NATO'yla ilintiliyor. Uçuş kontrolleri yapılıyor. Bosna'daki Müslü­ manlar şimdi daha iyi mücadele ediyorlar. Bu belki de oradaki durumun çözümlenmesinde yardımcı olacaktır. Kışlalı - Soğuk savaşın sona ermesiyle Türkiye'nin güneydeki güvenlik so­ runları sizce nasıl etkilendi? Devvar - Doğrudan soğuk savaş ile ilgisi olmasa bile Kürt konusu bu ortamda daha gündeme geldi. Suriye-lrak ve hatta iran sınırlarından daha rahat geçiyorlar. Körfez Sa­ vaşı da uluslararası dikkatleri üzerlerine çekti. Irakta'ki Kürtlerin durumu ile Türkiye'dekilerinki çok farklı. Türkiye'de çok daha iyi muamele görüyorlar. Savunma ve güvenlik konularınız şimdi eskiye, beş yıl öncesine nazaran daha çok yanlı ve basit olmaktan uzak bir hal aldı. Eskiden NATO'nun sağlam bir üyesi olarak oldukça rahattınız. Sadece Yunan ilişkileriniz vardı. Şimdi bir iki üç dört beş güvenlik konunuz var. Kışlalı - Bu durumda sizce Türkiye daha büyük bir kuvvete mi ihtiyaç d u ­ yuyor? Devvar - Hayır. Daha büyük kuvvete ihtiyacı yok. Daha farklı ve daha sofistike bir silahlı kuvvete ihtiyacı var. Şimdi bir geçiş dönemindesiniz. Eskiden çok büyük bir ordunuz vardı. Bizim "Military Balance" isimli yayında da görüldüğü gibi yeni düzenleme yapılıyor. Yeni teknoloji geliyor. Daha iyi eğitim getiriliyor. Birlikler daha esnek oluyor, iç güvenlik uzmanlığı geliyor. Askeri gelişmenin ortasındasınız. Çünkü karşı karşıya olduğunuz tehdit daha karmaşık. Kışlalı - Güneydoğu'da sürmekte olan mücadelenin konvansiyonel kuvvet­ lerle yapılabileceğini düşünüyor musunuz? Devvar - Tabii konvansiyonel kuvvetler, yani ordunuz bu işte kullanılacak. Ama çok daha fazla büyük uzmanlığa, ekspertize ihtiyacınız var, ayaklanmaya karşı savaş "counter revolutionary vvarfare" konusunda. İngiliz ordusu, Fransız ordusu bu konularda çok büyük deneyimler kazandılar, imparatorluk tarihlerinde böyle çok mücadele yaptılar, ingiltere 322 bilhassa Kuzey İrlanda'da, Fransızlar Cezayir'de bunu yaptılar. Türk Silahlı Kuvvetleri bu konuda yeni yeni deneyim kazanıyor. Bu alanda eskpertiz geliştirebilmeniz için daha gi­ deceğiniz çok yol var. Bir İngiliz deyimi var "Fındık kırmak için balyoz kullanmak" diye. Şimdi onu yapıyorsunuz. Kışlalı - Sizce olan nedir? Özet olarak ne görüyorsunuz? Devvar - Küçük fakat sofistike ingiliz ordusunun bu konuda uzmanlığı var. Buna rağmen K. irlanda'da 300-400 IRA mensubu ile mücadele ediliyor. Küçük sayıda iyi eğitim görmüş bir grup ile mücadele çok zor. Biz 25 yıldır mücadele ediyoruz. Türk hükümeti demokrasinin sınırları içinde mücadele ettiğinden tabii iş güçleşiyor. Hukuk bir yana bıra­ kılırsa tabii başka. Kışlalı - Şimdi Türkiye'de tartışılan bir konu var. PKK ile mücadele önce gü­ venlik önlemlerinin etki yapması mı gerek? Yoksa bu güvenlik mücadelesi sürerken olaya siyasi açıdan da mı yaklaşmalı? Devvar - Bence askerler bir siyasi çerçeve içinde hareket etmeliler. Ortada kon­ vansiyonel olmayan bir düşman var. Bununla mücadele ederken sadece askeri kavram­ larla düşünemezsiniz. Olay Körfez Savaşı gibi değil. Çöl ortasında birbiriyle karşı karşıya gelmiş zırhlı tümenler yok. İç güvenlikle ilgili bir durumla karşı karşıya iseniz ortada siyasi-askeri bir durum var demektir. İkisini birbirinden ayırmazsınız. Askeri zafer kazanmaya çalışmak ve bunun neticesinde bir siyasi çözüm bulmak bence en doğru yol değil. Çünkü olay basit bir olay değil. Askeri ve siyasi saldırıları birbirine pararel olarak götürmek gerek. Kışlalı - Siz İngileter'de böyle mi yapıyorsunuz? Bari netice alabildiniz mi? Devvar - Evet. Askeri ve siyasi girişimler birlikte gidiyor. 25 yıldır mücadele sürüyor. Bildiğiniz gibi şimdi de siyasi girişimler var. Bu terör yapanlarla müzakere anlamına değil. Bu girişimlerin başarıya ulaşıp ulaşmayacağını göreceğiz burada. Kolay başarının gele­ ceğini hiç sanmam. Yalnız şunu söyleyeyim ki neticede bir siyasi çözüm bulunmazsa terör bastırılsa bile sonradan gene gelir. Bunun örnekleri var. Kışlalı - Terör sürdükçe müzakereye girilemeyeceği hususu galiba ittifakla kabul edilen bir tez oluyor? Devvar - Evet. Ama geçmişte bunun istisnaları oldu. Kıbrıs'ta Makarios ile Kenya'da Kenyata ile terörden vazgeçtiklerinde İngiltere bunlarla görüştü. Görüşmelerin başlayabil­ mesi için bence inandırıcı bir ateşkes bile yetebilir. Ama bu olayların kendine özgü şartları içinde değerlendirilecek bir husustur. Kışlalı - İngiltere'nin Kuzey irlanda'daki mücadelesi tamamiyle, itiraz edilmez şekilde, hukuk çerçevesi içinde mi kaldı? "Uluslararası Af Örgütü" gibi örgütlerin şikâyetleri olmadı mı hiç? Devvar - Oldu. Hâlâ oluyor. İnsan Hakları Mahkemesi bizi uyardı. K. irlanda'da uy­ gulanmakta olan soruşturma metodları, yönlendirme metodlarımız eleştirildi, ingiltere böylesine sınırlar dışına çıkan uygulamalarda bulundu. Ama bunlar bir işe yaramadı. 323 Kışlalı • K. İrlanda'nın irlanda Cumhuriyet'ne katılmasını isteyen IRA'nın bu isteğini İngiltere kabul edebilir mi? Devvar - K. irlanda halkı isterse olur. Ama şimdilik bu çoğunluğu Katolikler değil Protestanlar oluşturuyor. Kışlalı - Bir ülkede o ülkenin parçalanması için, bunu savunmak için siyasi parti kurulabilir mi? Buna izin verilebilir mi? Devvar - Bizde, iskoçyada böyle bir parti var. Hatta 4-5 milletvekili de sağladılar. Ama bunu ingiltere'nin bütünlüğü için bir tehlike olarak görmüyoruz. Tehlike de olamaz. 324 Askeri Güvenlik Uzmanlarından Güneydoğu için Teknik Değerlendirme: "AVRUPA KAMUOYU PKK'NIN ALEYHİNDE" 1984'ten bu yana 11 yıl geçen bir zaman süreci içerisinde Güneydoğu'da süren PKK ile mücadele teknik, güvenlik boyutları içerisinde çok az ele alındı. Türk Silahlı Kuv­ vetleri (TSK), Polis ve Milli İstihbarat Teşkilatı içerisinde "Düşük Yoğunluklu Çatışma" adı verilen bu mücadele türünde uzmanlar değerlendirmelerini "gizli" damgalı raporlarda ya­ pıyorlar. Mücadeleyi Ankara'daki yabancı büyükelçiliklerin sivil ve asker uzmanları da ya­ kından izliyor. Bu izlemeyi bazı ülkeler diğerlerinden daha ciddi tutuyorlar. Görevleri gereği yabancı güvenlik uzmanları görüşlerini açıklarken isimlerini de açıklayamıyorlar. Bunun sebepleri arasında hem kişisel güvenlikleriyle ilgili olanlar var, hem de görevleriyle ilgili olanlar. 1995 sonunda bu uzmanların değerlendirmeleri şöyle oldu: Kışlalı - Güneydoğu'daki mücadelenin son iki yılını nasıl yorumluyorsunuz? Uzman - Soruna askeri çözüm yaklaşımında değişiklik yok. Eskiden de bu inanç hâkimdi. 1992 sonunda PKK hem kendi içine düştüğü zor durumdan, hem de Özal'ın ver­ diği bazı siyasi işaretlerden dolayı "tek taraflı ateşkes" uyguladı. Demirel de seçim önce­ sinde o istikamette "siyasi çözüm bulunmalı" anlamına gelebilecek işaretler vermişti. Ama ateşkes 33 terhis olmuş askerin Bingöl'de PKK tarafından katledilmesiyle son buldu. Kışlalı - Bunu nasıl izah ediyorsunuz? Uzman - Bu tipik bir durum. Hiçbir PKK benzeri örgüt içinde tam fikir birliği olmaz. Sertlik-yumuşaklık yanlıları hep vardır. Mahalli ve bölge komutanları her zaman merkeze uymazlar. Ben kendilerine "kurtuluş hareketi" adı veren bütün örgütlerin hiçbirinde bu ko­ nuda tam uyum görmedim. Hiçbir lider görüşlerini kayıtsız şartsız alt kademelere empoze edemez. Kışlalı - 1 9 9 3 sonrasında durum sizce nasıl gelişti? - Uzman - 1984'ten beri hep iniş çıkışlar olmuş. 1993'den sonra güvenlik güçlerinin kontrolleri bakımından çıkış başladı. Ama acaba zirveye varıldı mı? Zirve geçildi mi? Resmi makamların açıklamalarına göre geçildi. Ama bu karara varmak için zaman henüz erken. Bunu daha sonra anlayacağız. Fakat şimdiden bazı yerlerde durumun tam kontrol altına alındığı muhakkak. Şimdi PKK'nın askeri mücadele yanına siyasi mücadeleyi de sokmak istediği hissediliyor. Kışlalı • Bu tür mücadelelerde terör durdurulmadan nasıl hükümetler netice alamaz, başka alanlarda (siyasi-ekonomik-kültürel) başarılı olamazlarsa, PKK da terör ile kendini empoze etmedikçe sadece siyasetle nasıl başarılı olur? 325 Uzman - Konuyu Avrupa ülkelerine taşımaya çalışıyorlar. O ülkelerin hükümetleri durumu bilip Türkiye'ye anlayışla bakıyorlar ama kamuoyları olaya daha basit bakar. Fakat başlangıçta PKK lehine olan bu durum da şimdi değişiyor. Bazı ülke kamuoyları PKK aleyhine dönüyor. Kışlalı - PKK terörsüz amacına varabilir mi? Uzman • Hayır. Bu tür hareketler için öncelik terörde. Dünya kamuoylarını ikna edemeseler olabilir. Kendilerine İskandinav ülkelerinden ispanya'ya kadar bir hareket sa­ hası seçmişler. Ama oradakiler PKK'ya değil, Kürt konusuna sempati duyabilirler. PKK bundan yararlanmaya çalışıyor. Türkiye'nin iki şeyin birbirinden farklı olduğunu anlatması yararlı oluyor. Kışlalı - Size daha açık bir şey sorayım: Genelkurmay Başkanları Güreş ve Karadayı dönemlerini mukayese etseniz? Uzman - Bunlar gerçekten birbirinden çok farklı. İkisi de askeri.çözüm ve yakla­ şımda kararlı. Ama önce ikisi döneminde de gördüğümüz bir eksiklik var. Sivil ve asker kesim mücadeleyi tam birlikte ve tam uyum içerisinde sürdürmüyor. Hükümet askerlere yeşil ışık yakıp topu onlara atıyor. Askerler de diğer alanlarda yapılacaklar için topu sivil­ lere atıyorlar. Bunun için de beklenen büyük netice bir türlü ortaya çıkmıyor. Oysa ikisinin bir arada ve koordineli olarak çalışması gerek. Kışlalı - İki genelkurmay başkanının yaklaşımları konusundaki farklılık nedir? Uzman - 33 erin öldürülmesinden sonra Genelkurmay Başkanı Güreş döneminin sonuna kadarki safhada koordinasyon eksikliği gördük. Bir yanda TSK; diğer yanda Jan­ darma ve Polis ve Özel Timler PKK üzerinde mümkün olan en büyük baskıyı sağlayıp devam ettirmek için en -iyi şekilde koordine edilmiş değillerdi. Bu durum Genelkurmay Başkanı Org. Karadayı'nın gelmesiyle değişti. Güreş biraz fazla siyasi davranıyordu. As­ kerlere askeri operasyonların yönlendirilmesi konusunda açık seçik hedef ve istikamet göstermiyordu. Ama durumun düzelmesi istikametinde ilk kararlı adımları attı. Bölgedeki kuvvetlerin daha iyi eğitilmesi ve onlara komando eğitiminin verilmesi fikrini o getirdi. Şimdi TSK içindeki komanda adedine bakın Jandarmaya ve özel timlere bakın değişen durumu görürsünüz. Kışlalı - Düşük Yoğunluklu Çatışma (DYÇ) içinde küçük birlik ile mücadele esası Güreş döneminde çok belirgin oldu. Değil mi? Uzman - Evet. Gerillaya karşı konvansiyonel kuvvet ile savaşamazsınız. TSK daha ziyade öyleydi. Mekanize tugaylar, tank tugayları. Bunlar sadece çok masraflı olmakla kalmaz, aynı zamanda fazla etkili de olamazlar. Çünkü her hareketiniz uzaktan PKK tara­ fından takip edilmektedir. O zaman kaçarlar. Nitekim Çelik Operasyonu başlangıcında da öyle oldu. PKK ne olduğunu ve ne olacağını büyük kuvvetler toplanırken görüyordu. Kışlalı- Güreş dönemindeki temel değişiklik? 326 Uzman- Araziye özel kuvveti, özel eğitilmiş küçük komando timlerini sürdüğünüzde, bunlar gerilla gibi mücadeleye başladıklarında durum değişmeye de başladı. Bunlara 'araziyi önce temizle, sonra da kontrolünde tut' dendi. Yavaş yavaş bu birimler genişleyen bir bölgeye hâkim oldular. Bunlar ancak görevlendirildikleri arazi temiz ve güvenliyse ora­ dan ayrıldılar. Bu yaklaşım çok önemli bir değişiklikti. Tabii bu da kendisiyle birlikte ilave sorunlar da getirmiştir. Kışlalı- Ne gibi sorunlar bunlar? Uzman- Çeşitli seviyelerde özel kuvvetler oluşturduğunuz zaman ortaya ister iste­ mez 'komuta-kontrol' sorunları çıkartırsınız. Bu da bilhassa Polis Özel Harekât Timleri konusunda ortaya çıktı. Bunlar bazı bakımlardan kontrelden çıktılar. Kendi başlarına ha­ reket ettikleri oldu. Bu da yarardan ziyade zarar yaptı. Bazı durumlarda gerçekten terörist ile, teröristin yandaşlarıyla masum halkı birbirinden ayıramazsınız. Kanımca Org. Güreş'in görev süresi içerisinde bu ayırım konusunda yeterli hassasiyet gösterilmemiştir. Bu da zararlı olmuştur. Belki eskisinden çok fazla sayıda PKK'lı elimine edilmiştir ama, masum kurban da artmıştır. Bu da Türkiye'nin Batılı müttefiklerinden eleştiri getirmiştir. Bundan kesinlikle kaçınmak gerekir. Müttefik desteğinden mahrum kalmak çok zararlı olur. Ulus­ lararasında mücadelenize gölge düşürürseniz zararlı olur. Türkiye PKK'ya karşı mücade­ lesinde mutlaka meşruiyetini muhafaza etmelidir. Kışlalı - Karadayı yönetiminde bu alanda gelişmeler görülüyor ama değil mi? Uzman - Evet. Yeni komuta kademesi geçen yıldan beri gerekeni yapıyor. Gereken hassasiyeti açıkça gösteriyor. TSK da diğer güvenlik güçleri de... İyi koordine ediliyorlar. Bunlar üzerindeki kontrol de arttı. Gelişti. Türk birliklerinin ve hatta köy korucularının bile tutumlarındaki farklılık Kuzey Irak'taki son operasyonlarda görüldü. Kışlalı - Uluslararası askeri dilde "Rules of Conduct" denilen birliklerin uy­ maları gereken hareket şeklinin TSK içinde belirgin ortaya çıktığı ve bunlara uyulduğu görülüyor değil mi? Uzman - Evet. Büyük gelişme var. Mücadele sırasında masum halkın korunması, sorunlarına yardımcı olunması hususunda gelişme var. Bu çok olumlu. Mücadelenin ka­ zanılmasında önemli bir unsur. Belki bütün bölgede bu tam görülmüyor. Açık değil. Ama gelişme var. Bu adımlar orta vadede çok yararlı olur. Bir de işin ekonomik, sosyal yanları var. Bu alanlarda atılacak adımlar da mücadelenin neticesine çok etki yapar. PKK'yı kö­ şeye sıkıştırır. Bölge halkı hükümetten yana kalmakla neler kazanacağını daha iyi görür. PKK'ya destek vermez. Kışlalı - PKK'nın bu yaklaşımdan olumsuz etkileneceğini düşünüyorsunuz? Uzman - Evet, PKK tekdüze bir örgüt değil. İçinde sertlik yanlıları da var ama ro­ mantik düşüncelerle örgüte katılmış olanlar, yakınlarından birini kaybetti diye intikam için katılanlar, ekonomik çaresizlikten başka çıkar yol bulamadığı için katılanlar var. Katı grubu köşeye sıkıştırmak için ekonomik-sosyal ve hatta politik yaklaşımlar işe yarayabilir. O noktada halkın çoğunluğunu açıkça yanınıza alabilirsiniz. Orta ve uzun vadede bunlar 327 muhakkak yapılmalı silahlı mücadele devam ederken. Bunu hemen yapmaya başlayabi­ lirsiniz. Çünkü o bölgede bir iç savaş yok ki, durum kontrol altında. Kışlalı - Bu konuda adım atılmadı mı? Uzman - General Kundakçı bazı adımlar attı. Komandoların, özel timlerin bazı fa­ aliyetlerinde bu görüldü. Eldeki imkânlar daha iyi kullanılmalı. Jandarmanın durumu da önemli. Orada da büyük gelişmeler oldu. Sadece Kara Kuvvetleri içinde değil, onlarda da özel eğitim görmüş birimlerin sayısı artıyor. Foça'daki Jandarma Komando Okulu etkileyici bir eğitim merkezi. Çalışmaları gördük. Gerillayla savaşacaksınız böyle yetiştirilmiş birlik­ lere, kuvvetlere ihtiyacınız var. Kışlalı - Mücadele sadece bunlarla mı yapılmalı? Uzman - Hayır. Bunlar diğer kuvvetlerle birlikte tam gücü oluştururlar. Muhabere, nakliye, hava desteği, lojistik sistem gibi sadece konvansiyonel kuvvetlerin sahip oldukları imkânlarla bu özel yetiştirilmiş kuvvetler birleştirildiğinde ortaya tam muhtaç olduğunuz güç çıkar. Kışlalı - Kuvvetlerin yönetiminde değişiklik gözlemlediniz mi? Uzman -Evet. Askeri operasyonların yönetiminde de önemli gelişmeler oldu son yıl içerisinde. Bu gelişmelerin meyvelerinin hepsi hemen görülmeyebilir. Ama daha şimdiden açıkça beliren bazı işaretler var.Mesela PKK'nın olay sayısına bakınız. Bu sayıda büyük gerileme var. Çok açık görülüyor. Kışlalı - Çelik Harekâtı üzerinde çok tartışma yapıldı. Kişisel değerlendirme­ niz nedir? Bu harekât başarılı mı? Uzman - Bu şekildeki değerlendirme, klasik açıdan çok önemli değil. Böyle bir müdahalenin başarısı tam olamazdı. Bir konvansiyonel kuvvetin konvansiyonel operas­ yonu gerillaya karşı tam başarılı olmaz. Böyle tartışma yanlıştır. Askeri bir tartışma değil­ dir. Basın bunu yapar. Siyasetçiler yapar. Ama yanlış olur. Çünkü onlar işin mahiyetini anlamazlar. Ne olup bittiğini anlamazlar. Kışlalı - Peki siz işin askeri tarafını yorumlasanız. Ne kazanıldı bu operas­ yondan? Uzman - Operasyonun sağladığı kazançlar var. Bunların başında güvenlik güçle­ rinin bu araziyi yakından tanımış olmaları geliyor. Orada çok değerli ve ayrıntılı bilgi aldı­ lar. Duruma artık o arazide hâkimler. Gerektiğinde gerillayı izleyebilirler. Sınır ötesinde "sıcak takip" yapabilirler. Bunu bilinçli olarak yapabilirler. Eskiden bu ezbere yapılıyordu. Şimdi TSK bölgeyi daha iyi biliyor. PKK nereye gidebilir? Kiminle temas edebilir? Onlara kim destek verebilir? Bunların ve birçok başka sorunun cevabı şimdi herhalde TSK'nin elindedir. Kışlalı - ikinci operasyonda bunlar kullanıldı herhalde? Uzman - Evet. Bizim tahminimiz de bu merkezdeydi. Raporlarımızda Çelik Ope­ rasyonunu başkalarının izleyeceğini kaydettik. Nitekim ardından geldi de. Şimdi iran sınırı 328 bir zayıf nokta. Aynı şeyi, benzer operasyonu acaba orada yapmak mümkün mü? PKK oradan sızabilir. Topografya zor. Kışlalı - Sınırın teknik imkânlarla donatılmasından söz ediPvor? Uzman - Bu sözler daha ziyade temenni ifade ediyor. Yaz aylamıda durum daha kolay olabilir. Ama kışın sızmaları önlemek çok zorlaşır. Kışlalı - Kışın PKK'nın hareketi daha zor. izlnmeleri de kolay. Kışın genelde PKK harekâtı duruyor? TSK'nin elinde kış araçları da var. Uzman - Sızmalar devam ediyor. Belki operasyon yapamıyorlar ama bazen yol­ larda güvenlik güçlerini pusularla rahatsız ediyorlar. Sızmalarda da hedeflerine doğrudan gitmiyorlar. Dolaşıyorlar. Geçen yıl Tunceli'de 500 militan vardı. Kışın buna 600-700 ek­ lendi. 1200 oldu. TSK'da kış araçları var ama bunların sayısı çok değil. Bazı yerlerde bunlar büyük avantaj sağlayabiliyor. Kışlalı - Sizce bu kış ne olur? Uzman - Güvenlik güçlerinin sürdürmekte oldukları baskı düzeyini kışın artırarak muhafaza edecekleri kanaatindeyim. Sorunu bitirmeyi deneyecekler. PKK'nın hâlâ Türkiye içinde saldırı gücü olduğu gibi güvenli sığınakları da var. İçte de var, Kuzey Irak'ta da var. Dublin anlaşması onların K. Irak'ta barınmalarını imkânsız kılmayacak. 329