Akademik Sosyal Araştırmalar Dergisi, Yıl: 3, Sayı: 16, Eylül 2015, s. 139-156 Halil AKMAN1 YUGOSLAVYA’NIN DAĞILMA SÜRECİNDE TÜRKİYE’NİN İÇ SİYASİ DURUMU ve DAĞILMAYA YAKLAŞIMI2 Özet Türkiye, bulunduğu coğrafi konum ve stratejik özelliklerinden dolayı, dünyada olan gelişmelerden ve değişimlerden en fazla etkilenen ülkelerden biridir. Nasıl ki II. Dünya savaşı sonucunda iki kutuplu bir dünya oluşunca, komünist blokla çevrili olan Türkiye, oluşumdan oldukça etkilenmiş, yerini belirlemek için çaba sarf etmiş, Sovyetler Birliği’nin tehditkâr tutumuyla kendisini Batı Bloğunda NATO şemsiyesi altına sokmak için gayret göstermişse, İki kutuplu dünyanın yıkılmasından da oldukça etkilenmiştir. Sovyetler Birliği’nin dağılmasının akabinde Yugoslavya’daki problemlerin patlak vermesi ve Bosna Savaşı’nın başlaması, Türkiye’nin, iç siyasi baskıların da etkisiyle, dini, kültürel ve tarihi bağları olan bölgeyle ilgilenmesini zorunlu kılmıştır. Çalışmamızda Türkiye’nin 1990’ların başlarındaki durumu, Yugoslavya’nın parçalanmasına karşı tutumu, Bosna savaşına yaklaşımı incelenmiştir. Anahtar Kelimeler: Bosna-Hersek, Türkiye, Bosna, Bosna Savaşı. DURING THE YUGOSLAVIAN SEPERATION PERIOD, TURKEY’S DOMESTIC POLITICAL SITUATION AND APPROACH TO DISINTEGRATION Abstract Because of its geographical position and strategic characteristics, Turkey is one of the countries affected by the development and changes in the world. With the formation of a bipolar world as a result of World War II, Turkey, surrounded by the communist block, was greatly influenced by this formation and made great efforts to determine its location. Together with the Soviet Union's threatening approach, it tried to put itself under the umbrella of NATO in the West Block and was also heavily influenced by the collapse of bipolar world. After the seperation of the Soviet Union, the problems occured in Yugoslavia and the Bosnian War 1 2 Yrd. Doç. Dr., Çanakkale Onsekizmart Üniversitesi, İİBF, akmanist@gmail.com Bu çalışma, “Uluslararası Türkiye ve Balkanlar Kongresi”nde sunulan sözlü bildirinin gelişmiş halidir. Halil Akman 140 began. With the effect of the domestic political pressures as well, Turkey has to be interested in the area since it had religious, cultural and historical ties. This article examines the situation of Turkey in the beginning of 1990s, its approach to the disintegration of Yugoslavia and Bosnian War. Keywords: Bosnia Herzegovina, Turkey, Bosnia, Bosnian War GİRİŞ İkinci Dünya Savaşı sonrası Tito’nun önderliğinde bünyesinde farklı etnik yapıları birleştiren, çok uluslu bir devlet görünümündeki Yugoslavya’da, 1980’de Tito’nun ölümünden sonra etnik çekişmeler ve ekonomik anlaşmazlıklar ön plana çıktı. 1990’ların başlarından itibaren SSCB’nin yıkılışı sonrasında Asya’da ortaya çıkan devletlere ek olarak, Balkanlarda da yeni yapılanmalar meydana geldi. Bölgedeki bu değişimde de, en kritik ülke konumunda olan, etnik anlaşmazlıkları, ekonomik ve siyasi zorlukları ciddi şekilde hisseden Yugoslavya, dikkatleri üzerine çekti. Türkiye’nin 1990’lar öncesindeki konumu, iki kutuplu dünya süresince batı dünyası yanında, ABD safında olmuştur. Tehdit unsuru olarak SSCB görülmüş, bu yönde atılan güvenlik ve siyasi adımlarında kendisine düşen rolü oynamıştır. İkinci Dünya Savaşı sonrası gelişmelere bakılınca, Türkiye için Yugoslavya bir tehdit unsuru olarak algılanmamış olduğu göze çarpar. İtalyan tehdidine karşı 1934 yılında yapılan Balkan Antantında, iki ülke ortak tehdide karşı bir araya gelmiştir. İkinci Dünya Savaşında Balkanlardaki Sovyet etkinliğine maruz kalan Yugoslavya ile SSCB ilişkileri, Tito’nun SSCB etkisine karşı durmasıyla bozulmuş ve oldukça gergin bir sürece girmiştir. Ortak tehdit olan SSCB’ye karşı 1954 yılında Türkiye ve Yugoslavya yeni bir Balkan ittifakında yer almışlardır. Genel olarak da bakıldığında Türkiye tarafından, 1991 yılı sonrasındaki etnik çatışmalara kadar Yugoslavya; Türkiye’nin güvenliğini tehdit edici bir unsur olarak görülmemiş ve bu sebebin de etkisiyle ülkenin bütünlüğünün korunması yönünde politikalar izlemiştir. 1. 90’ların başında Türkiye 1991 sonrası SSCB’nin tarih sahnesinden çekilmesiyle ABD ve SSCB arasında rekabetle şekillenen Uluslararası sistemde yeniden şekillenme sancıları olmuştur. Oluşan güç boşluğunda yeni yapılanmalar meydana gelirken, özellikle Türkiye’nin çevresinde yeni çatışmalar ardı ardına görülmeye başlandı. (Baharçiçek 2003, 7) SSCB’nin yıkılması ile Türkiye 1990’lardaki yeni oluşuma, galip Batı tarafının imkânları ile girerken, aynı zamanda geçmişten getirdiği birçok sorunlara ek yeni sorunlarla da girmiştir. 1991’de Körfez Krizi, aynı yıl SSCB’nin dağılışı, 1992’de Yugoslavya’nın dağılışı uluslararası belirsizliği beraberinde getirdi. Yeni oluşumlarla birlikte Türkiye’nin komşularının sayısı %50 artış gösterdi. (Kut 2001, 5) Bağımsızlığını yeni elde eden ülkelerdeki sorunlar ve etnik çatışmalar, Türkiye’nin mevcut Dış politika sorunlarına ek olarak yüklendi. Dönemin dışişleri bakanı Hikmet Çetin’in de belirttiği gibi, “Türkiye Cumhuriyeti, İkinci Dünya Savaşı dışında hiçbir zaman, çevresinde, yakınında böylesine önemli, ağır ve karmaşık olayların süregeldiği bir dönemi yaşamamıştır.” (TBMM Tutanak Dergisi 1992, 30) Soğuk savaş döneminin kapanmasıyla, Türkiye geleneksel hale gelen ve alıştığı ABD/NATO müttefikliği ve savunma korumasına artık kesin gözüyle bakamayacağı bir sürece girmişti. Bunun yanında birçok bölgeden gelen yeni sorunların üstesinden gelip gelemeyeceğine The Journal of Academic Social Science Yıl: 3, Sayı: 16, Eylül 2015, s. 139-156 141 Yugoslavya’nın Dağılma Sürecinde Türkiye’nin İç Siyasi Durumu ve Dağılmaya Yaklaşımı şüpheli bakılıyordu. Türkiye’nin Batı yanlısı geleneksel dış politikası devam edeceği, ya da yeni düzeni fırsat bilip, yeni açılımlara yönelebileceği ihtimali arasında bir bekleyiş vardı. Türkiye için, önemini ve kıymetini batı dünyasına ve ABD’ye kanıtlayacağı gelişmeler elzemdi. Yönü batıya dönük olan Türkiye’ye, Avrupa Birliği tarafından sıcak bakılmaması, çok bölgeli bir yaklaşım geliştirmesine yol açmıştır. (Rubin 2002, 375) SSCB’nin dağılması ile özellikle Orta Asya bölgesinde, Yugoslavya’nın dağılmasıyla ise Balkan bölgesinde Türkiye’ye uluslararası alanda aktif politika izleme imkânını vermiştir. Kendisini geliştiren, ekonomik alanda gelişmeler kaydeden Türkiye, bölgesel güç olma adına önemli bir fırsatı, Balkanlarda da Yugoslavya’nın dağılışı ile yakalamış oldu. Türkiye’nin yeni konjektürü değerlendirip, yönünü bağımsızlığını yeni kazanan devletlere çevirip onlarla birlikte bir güç olmayı denemesiyle birlikte, süregelen batıya yönelişini ve batı ittifaklarındaki durumu merak edilmekteydi. Dönemin siyasi ve milliyetçi entelektüelleri, sosyalizmin etkisini kaybetmesiyle birlikte Türkiye’nin, sosyalizmden kapitalizme geçen Balkan ve orta Asya toplumları için model ülke konumunda olduğu söylemini yinelemekteydiler. (Sancaktar 2013, 634) 1989’da Cumhurbaşkanı seçilen Turgut Özal, 1993’te vefatına kadar olan dönemde, Türk Dış Politikasının en etkin aktörü halinde çalışmıştır. (Balcı 2013, 186) Türkiye’de etkili konumda olan Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın dış politika anlayışı, Türkiye Cumhuriyeti’ni değişim ve dönüşüm kavramlarıyla ekonomik ve siyasi olarak dönüştürme üzerineydi. Hedefi, Türkiye’yi en gelişmiş 15 dünya ülkesi içine sokmak olan Özal; 21. yy’ın Türkiye ve Türklerin yüzyılı olacağı söylemini tutkulu şekilde savunmuştur. (Gürbey 2010, 84) Geleneksel dış politika üslubuna riayet etmeyen Özal (Gözen 2009, 75) daha hızlı hareket etmek için bürokratik yavaşlığı engelleyici önlemlere ve sorunlara doğrudan müdahale edici bir konumda duruyordu. Adriyatik’ten Çin seddine söylemleri, iç siyasetin de söylemleri arasındaydı. Sovyetlerin dağılmasıyla beraber, “Bir ucu Adriyatik Denizinde, Bir ucu Çin seddinde bir Türkiye meydana geldi” demeçleri verilmeye başlandı. (Milliyet 1992, 10) Türkiye’nin özellikle Türk dünyası ile yakından ilgilenmesi, yerli ve yabancı uzmanlar tarafından Turancılık olarak eleştirileri beraberinde getirdi. (Kara 2012, 160) Türkiye, Adriyatik’ten, Çine; Çeçenistan’dan Ortadoğu’ya kadar geniş bir alanla alakadardı. Ülkenin yıllardır Avrupa Konseyi, İslam devletleri organizasyonları, Karadeniz Ekonomik Organizasyonu gibi birçok alana dâhil olmak istemesine rağmen hiçbirinde tamamen ait olamaması, birçok zorlukları beraberinde getirmiştir. (Cornell 2001, 3) 1990 sonrası Türkiye’nin aktif dış politika uygulaması alanındaki önemli bir girişim Karadeniz Ekonomik İşbirliği (KEİ) olmuştur. SSCB’nin çöküşünden bir yıl önce 1990 Aralığında, Ankara’da çokuluslu kurucu toplantı yapılmıştır. (Brown 2000, 201) 1991’de Türkiye, Karadeniz’de serbest ticaret alanı oluşturmak için inisiyatif kullanarak yoğun şekilde çalışmıştır. (Simić 2008, 69) Yapılan çalışmaların Haziran 1992’de meyve vererek projenin gerçekleştirilmesi, hak ettiği ilgiyi görememesine rağmen, dış politikadaki aktivizmin göstergesiydi. (Kut 2001, 6) Bir Özal girişimi olan projede Türkiye’nin asıl amacı Sovyet pazarına girmek ve Sovyet hammaddelerine ulaşmaktı. (Brown 2000, 202) İki kutuplu dünyanın dengesinin birden çökmesi üzerine, NATO’nun anlamı, önemi, dış politikadaki yeni anlayışlar ve düzenlemeler sorgulanmaya başlamıştı. Yeni dünya düzeninde The Journal of Academic Social Science Yıl: 3, Sayı: 16, Eylül 2015, s. 139-156 Halil Akman 142 NATO’nun rolü, Türkiye açısından da değerlendirilmiştir. Ancak Türk dış politikasının yeni duruma uyumu ve ani farklılıklar yaşanmamasında 1990-1991 körfez savaşının ciddi etkisi olmuştur. (Sönmezoğlu 2006, 480) İki kutuplu dünya dengelerinde SSCB’ye karşı ihtiyaç duyulan Türkiye’nin, bu önemini Körfez savaşında da koruması, ABD için Ortadoğu’da stratejik olarak ihtiyaç duyulan bir unsur olması, Türkiye’nin yeri konularındaki belirsizliği ortadan kaldırmıştır. Dolayısıyla ABD’nin, Irak’a karşı başlattığı körfez harekâtında, kadim müttefiki olan Türkiye’nin desteğine ihtiyaç duyulması, Batı için Türkiye’nin önemini arttırıcı bir unsur olmuştur. Körfez savaşında ABD tarafında yer alan Türkiye, 2 ve 3 Ağustos’ta yapılan açıklamalarla Irak’ın eylemlerinin karşısında yer aldı. Milli Güvenlik Kurulunu olağanüstü toplayan Özal, kesin tavır koyarak, Kuveyt’ten Irak askerlerinin geri çekilmesi gerektiğini savunarak, bu yönde hareket etmeye çağırdı. Aynı zamanda Türk merkez bankasında Irak ve Kuveyt dinarı işlemleri durduruldu. (Milliyet 1990, 1) 7 Ağustos 1990 tarihinde, BM kararlarına uyarak, yumurtalık petrol boru hattını kapatan Türkiye, BM’nin kara ve deniz ablukasını da desteklemiştir. Bu ambargolarla sorun çözülemezse, Özal’ın tavrı nettir. Irak yanlış yaparsa savaşın kaçınılmaz olduğu ve Türkiye’nin gerekeni yapacağıdır. (Milliyet 1990, 1) 17 Ocak 1991 tarihinde TBMM’de, NATO üslerinin Irak’a yönelik operasyonda kullanılabilmesi için karar çıkarılmıştır. (TBMM Tutanak Dergisi 1991) Türkiye, bölgede çıkan çatışma ile büyük ekonomik kayıplarla karşı karşıya kalmıştır. Yıllık 2,5 milyar dolar tutarında ticaret hacmi olan, Kerkük-Yumurtalık Petrol Boru Hattının çalışmalarını durdurmuştur. (Öztürk 2010, 8) Irakla olan ticaret bitmiş, bölgedeki Türk firmaları savaşın çıkmasıyla alacaklarını tahsil edememişler, batı dünyasından da beklenen miktarda ekonomik yardım elde edilememiştir. Bunun yanında savaştan kaçan önemli oranda sivillerin bakım ve iaşeleri Türk devleti tarafından karşılanmıştır. Türkiye, Ortadoğu’daki karışıklıklardan sınır komşusu olduğu için doğrudan etkilenirken, Balkan bölgesindeki gelişmelerden ise dolaylı olarak etkilenmiştir. Türkiye’nin balkanlar politikasına etki eden en etkili unsurlardan birisi, bölge toplumları ile olan ortak değerleri ve akrabalık bağlarıdır. Balkan ülkelerinin hemen hepsinde önemli oranda Türk ve Müslüman toplum mevcuttu. Bağımsızlıklarını yeni kazanmış Balkan devletleri için ABD’ye yakın duran ve NATO üyesi olan Türkiye, oldukça cazip halde gözükmekteydi. Balkanlarda, Türkiye için oluşacak fırsatlar ve imkânlara gözlerin çevrilmesinden sonra kısa zamanda istikrarsızlıkların ve belirsizliklerin ortaya çıkması, durumun hassasiyetini göstermekteydi. Yugoslavya’nın yıkılması ile savaşların, çatışmaların meydana gelmesi, etnik milliyetçiliğe dayalı siyasetin gelişmesi, bölge ile etkili bağları olan Türkiye’yi oldukça tedirgin etti. (Sancaktar 2013, 634-635) Bu karışıklıklar elbette ki bölge Müslümanlarıyla alakadar olan Türkiye’ye bir şekilde yansıyacaktı. SSCB’nin dağılmasını izleyen dönemde meydana gelen aşırı milliyetçi duyguların “etnik temizlik” noktalarına varabildiği, istikrarsızlığın ne derece büyük yıkımlara yol açtığı, Balkanlarda Bosna örneğinde görüldü. Bölgede güvenliğin ve istikrarın önemini bilen ve iç ve dış tehditlerle karşı karşıya geçmişi bulunan, mevcut durumda da bu tehditleri yaşayan ülke olarak Türkiye, bu durumun hassasiyetini bilen ülkeler arasında en başta gelmekteydi. (Kutluay 2013, 27) Bu yıllarda Türkiye, kendi sınırları içinde etnik ayırımlı bir devlet kurma teşebbüsüne karşı, yoğun bir mücadele de vermekteydi. Milli Güvenlik Kurulu toplantılarında ülke içi olduğu kadar uluslararası durum hakkında da görüşmeler yapılıp kararlar alınıyordu. Alınan kararlar ve hükümetlerin politikaları The Journal of Academic Social Science Yıl: 3, Sayı: 16, Eylül 2015, s. 139-156 143 Yugoslavya’nın Dağılma Sürecinde Türkiye’nin İç Siyasi Durumu ve Dağılmaya Yaklaşımı doğrultusunda Türkiye, bir taraftan Bosna için sesini yükseltmeye çalışırken diğer taraftan da özellikle 1992-1994 arası dönemde artan Karabağ konusundaki Azeri-Ermeni çatışmalarında Azerilerin yanında olduğunu göstermek istiyordu. (Gökçe 2011, 1120) Türk kamuoyunda Azerbaycan ve Bosna’daki olaylarda, Müslümanlık ağırlıklı söylemler hâkimdi. Osmanlı devletinin çöküşüyle Türk elitistlerinin çoğunun dedelerinin Kafkasya’dan ve Balkanlardan göçmeye zorlanması, bu konudaki hassasiyeti arttırıcı bir unsur olmuştur. (Pope 1994) Türkiye-Avrupa Birliği ilişkileri de bu dönemde çok parlak geçmemiştir. Avrupa Birliği’nin lokomotifi olarak nitelendirilen Almanya’nın, PKK faaliyetlerine dolaylı desteği iki ülke ilişkilerinin gerilmesine sebep oldu. 1991 yılında TSK’nın PKK terör eylemlerine karşı Kuzey Irak’ta başlattığı kapsamlı harekât, Almanya’nın tepkisini çekti. Alman baskısıyla 1992 yılı için Türkiye’ye verilmesi planlanan 250 milyon marklık askeri yardım, Alman Parlamentosunda askıya alındı. 1992’de Türkiye’nin güneydoğusunda Nevruz’da çıkan olayların ardından, Türkiye’nin sert tutumuna karşı Alman hükümeti, Türkiye’ye yönelik gerçekleştirdiği askeri yardımı durdurdu ve aynı zamanda meseleyi AB’ye taşıyarak Türkiye’nin kınanmasını sağladı. (Sönmezoğlu 2006, 534) Türkiye, aynı zamanda komşusu Yunanistan’la ilişkilerinde de iyi bir dönem yaşamamaktaydı. Askeri tehdit algılamalarında Yunanistan öne çıktığından dolayı, Türk Silahlı Kuvvetlerinin ateş gücünü arttırıcı hamleler yapılmıştır. Bu amaçla İsrail’den Popeye füzeleri alınmıştır. (Sönmezoğlu 2006, 481) Yunanistan’ın karasularını 6 milden 12 mile çıkarma açıklaması iki ülke arasında büyük gerginlik oluşturdu. Bu sebepten dolayı, sürekli biçimde Türk ve Yunan askeri birimleri arasında havada ve denizde tehlikeli savaş oyunları ve yaklaşmalar meydana geliyordu. (Hepburn 1994, A1) Türkiye, aynı dönemde Rusya ile de sorunlar yaşamaktaydı. En büyük sorun, Türkiye’nin Çeçenlere destek ve silah yardımı sağladığı yönünde Rus yaklaşımıydı. 1991 yılında Dudayev’in bir darbe ile Çeçenistan’da komünist yönetimi devirerek devlet başkanlığını ilan etmesi, Rusya tarafından tanınmadı. (Kamel 2014, 184)11 Aralık 1994’te Rus birlikleri Çeçenistan’a girmeleriyle kanlı bir savaş başladı. Bu çatışmalarda da Türkiye hem dini, kültürel yakınlığı, hem de içindeki Çeçen vatandaşlarının baskıları ile bölgeyle ilgilenmek durumunda kalmıştır. Türkiye, dış politika açısından hareketli dönemlerde olduğu gibi, iç politika açısından da problemli günler yaşamaktaydı. İslami siyasal akımların güçlü hale gelmesi ve etnik ayrılıkçılık olan bu unsurlar, Türkiye’nin geleneksel kimlik anlayışında farklılık istemektelerdi. İslamcı akımlar, İslami değerlerin Türkiye’nin yönetiminde etkili olmasını istemektelerdi. Bunun yanında terör silahına sarılan etnik ayrılıkçılar, devlette hâkim anlayış olan “Türk” ve “Türklük” anlayışına karşı çıkıyorlardı. Bu dönemde, İslami kimliğini daha çok ön plana çıkaran Refah Partisi, 1984 yerel seçimlerinden sonra her katıldığı seçimlerde daha fazla büyüyerek, dikkatleri üzerine çekmiştir. Özellikle 1994 ve 1995 seçimlerinde Refah Partisinin büyük başarısı, devletin resmi güvenlik kurumlarınca tehdit unsuru olarak görülmüş ve bu yıllardan sonra, daha ciddi tepkiler verilmeye başlanmıştır. 30 Temmuz 1992 tarihinde Türkiye’nin genel dış politikasının şekillendirilmesi adına “Türk Milli Güvenlik Siyaseti Belgesi” değerlendirilerek, son şekli verilmiştir. Terörün etkinliğinin bitirilmesi ve güvenlik kuvvetlerinin etkinliğinin arttırılması için görüşmeler yapılmış ve kararlar alınmıştır. Gazetelerin 1 Ağustos sayfalarında yer alan haberlere göre, SSCB’nin yıkılmasıyla birlikte bu ülke, belgede tehdit olmaktan çıkarılmıştır. Bu politikaya göre SSCB’nin yıkılmasından sonra, The Journal of Academic Social Science Yıl: 3, Sayı: 16, Eylül 2015, s. 139-156 Halil Akman 144 SSCB ve sonrasında PKK terörü ve irtica başlıca tehdit olarak görülmüştür. (Cumhuriyet 1992, 17) (Milliyet 1992, 13), Türk dış politikasına yeni bir soluk getiren Turgut Özal, hem Milli Selamet Partisi geçmişinin yansıttığı İslami değerlerin sosyal hayata yansıtılması düşüncesinden, hem de diğer İslam ülkeleriyle ekonomik ve politik işbirliğine gitmekten çekinmiyordu. Fakat bunu yaparken, bir İslam dünyasıyla askeri ve politik bir birliktelik düşünmemekte, batı dünyası ile işbirliği fikrindeydi. (Aykan 1993, 110) Dış politikanın daha aktif bir anlayışla yürütülmesini savunan Özal, savunmacılığın yerine gerektiğinde kuvvet kullanımının da tercih edilebileceği faal bir politika yürütülmesi kararındaydı. Ancak Yugoslavya’da krizin başladığı, Bosna’daki çatışmaların alevlendiği 1991-1993 döneminde, Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın dış politikayla aktif olarak alakası, başbakanlarla, özellikle de Süleyman Demirel arasında sorun oluşturmuştur. (Sönmezoğlu 2006, 493) 1993 yılında Turgut Özal’ın ani ölümü ise Türkiye’de iktidar sorununu doğurmuş, koalisyonlar dönemini başlatmıştır. Bu durumun olumsuz etkisi dış politikada da kendini göstermiştir. 2. Yugoslavya’nın Dağılma sürecinde Türkiye’nin Yaklaşımı 1463 yılı bahar ayında Fatih Sultan Mehmet komutasındaki Osmanlı ordusu Bosna’yı fetih niyetiyle harekete geçer ve 20 Mayıs’ta kralın kalesi olan Bobovac düşer. (Yılmazata 2012, 31) Aynı tarihinde Osmanlı yönetimine geçen Bosna Hersek, yaklaşık 400 yıl Osmanlı yönetiminde kalmış ve bu süreç içinde Türkler ve bölge insanı arasında çok yakın ilişkiler teşkil edilmiş, din ve kültür açısından ortaklık sağlanmıştır. Osmanlı Devletinin yıkılmasından sonra bölge, uzun süreli bir huzura kavuşamamıştır. Bunda Osmanlı sonrası yeni siyasi oluşumlarda, bölgeyi genel olarak şekillendiren yeni bir oluşumun meydana gelmemesi etkilidir. (Baharçiçek 2003, 9) Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinden itibaren Yugoslavya bölgesinden Türkiye’ye yoğun göçler olmuş, Türkiye devleti ve halkı bu göçmen dindaşlarına kucak açmıştır. 18121826 arası Rus kışkırtmalarından 30.000, 1826-1830 arası Sırp baskılarından 150.000, 18671870 arası gene Sırp baskılarından 150.000, 1908-1923 arası baskılardan 300.000, 1923-1930 arası baskılardan 350.000, 1946-1961 arası baskılardan 160.000, 1962-1970 arası asimilasyon uygulamaları neticesinde ise 50.000 kişi Yugoslavya bölgesinden Türkiye’ye göç etmek zorunda kalmıştır. (TBMM Kültür, Sanat ve Yayın Kurulu 2015, 42) Özellikle 1953 sonrası Balkan Paktı’nın oluşturulması ve Türk Parlamento heyetinin Yugoslavya’ya ziyareti neticesinde, 1939-1950 arası Yugoslav hükümetince yasaklanan göç yasağının kaldırılmasıyla, Türkiye’ye göç hızlanmıştır. (Zaim 2005, 364) Görüldüğü gibi Türkiye, bölgede meydana gelecek problemlerde, bölge Müslümanları için başvurulacak ilk ülke durumundaydı. Tarihi açıdan göçlerle oluşmuş ciddi oranda Boşnak nüfusunun da ülke içinde bulunması, Türkiye’nin, Bosna-Hersek olaylarından en fazla etkilenecek ülkelerden biri olacağını göstermekteydi. Osmanlı devletinin mirasını taşıması, coğrafi, sosyo-kültürel, siyasal ve tarihsel yönlerden de bir Balkan ülkesi olmasına, balkanlardaki gelişmelerden önemli oranda etkilenmesine rağmen, Türkiye’nin, iki kutuplu sistemde (1945-1991) Balkanlarla ilişkileri oldukça düşük seviyede kalmıştır. (Sancaktar 2013, 619) Bunda, bölge ülkelerinin ağırlıklı olarak sosyalist düzen içinde olmasının, Türkiye’nin de karşı cephede bulunmasının payı büyüktür. The Journal of Academic Social Science Yıl: 3, Sayı: 16, Eylül 2015, s. 139-156 145 Yugoslavya’nın Dağılma Sürecinde Türkiye’nin İç Siyasi Durumu ve Dağılmaya Yaklaşımı Soğuk Savaş döneminde Türkiye’nin Balkanlar politikası belli unsurlar etrafında oluşmuştu. Bunlardan önemlisi, Türk orijinli azınlıkları korumaydı. Aynı zamanda Yunanistan’la Kıbrıs, Ege ve Batı Trakya Müslümanlarının sorunları diğer önemli unsuru oluşturmuştur. Bunun yanında balkanlardaki ideolojik çatışmalarda, Türkiye önemli rol oynamıştır. (Uzgel 2001, 50) Türkiye’nin, Tito sonrası dönemde de Yugoslavya’yla ilişkileri aynı seviyede devam etmiştir. İki ülke arasında resmi ziyaretler dışında önemli bir faaliyet gözükmedi. Türkiye’nin geleneksel bakışı bu ülkeyi etnik ya da dini ayrımları gözetmeden bir bütün olarak görme üzerineydi. 1980-1990 arası dönemde olduğu gibi 1990-1991 yıllarında Türkiye, Yugoslavya’nın bütünlüğünü savunmaktaydı ve uluslararası platformlarda bu ülkenin parçalanması aleyhinde duruşunu gösterdi. Bu duruşunun arka planında, balkanlarda meydana gelecek huzursuzluğun, Türkiye’yi doğrudan tehdit edeceği endişesini vardı. (Sancaktar 2013, 647) Tito sonrasında da Yugoslavya’nın bütünlüğünü destekleyen Türkiye’nin, Yugoslavya ile özellikle ticari açıdan ilişkilerini geliştirme yönünde girişimleri olmaktaydı. 8. TürkiyeYugoslavya Ekonomik İşbirliği Toplantısı’na katılmak üzere devlet bakanı Cemil Çiçek, Belgrat’a gitmişti. 1990 Ekiminde ise TOBB başkanı Yalım Erez ve Yugoslav Ekonomi Odası başkanı Milan Paviç arasında gerçekleşen Türkiye-Yugoslavya ikinci iş Konferansında mutabakat imzalandı. Bu mutabakatta ortak yatırım yapma ve üçüncü ülkelere açılma konularında anlaşmaya varıldı. (Milliyet 1990, 5) Sovyetler Birliği’nin dağılması ve doğu Avrupa’daki müttefikleri üzerindeki gücünü kaybetmesiyle birlikte, ABD ve batı dünyası, Türkiye’yi yeni potansiyel bölgesel aktör olarak görmüşlerdir. Fakat Türkiye, bu durumda riskleri tek başına almaya taraftar değildi. (Cowell 1992) Bu durumun da etkisiyle 1991 yılı başlarında, Yugoslavya’dan gelen dağılma ve huzursuzluk haberlerine Türkiye’nin yaklaşımı, sorunun Yugoslavya’nın bir iç işi olduğu, ülkenin toprak bütünlüğünün korunarak şiddete dönüşmemesi yönündeydi. (Kamel 2014, 242) Hırvatistan ve Slovenya’nın bağımsızlık ilanına ve akabinde Sırp ordusunun iki ülkeye girmesi sonucunda, Türkiye’nin yaklaşımı değişmemiş durumdaydı. Türk kamuoyu da, Yugoslavya’daki mücadelelerin ilk yıllarındaki Slovenya ve Hırvatistan’daki çatışmalara kayıtsız kaldılar. 9 Temmuzda Makedonya Cumhurbaşkanı Kiro Gligov, (Milliyet 1991, 10) ardından da 15 Temmuz’da Bosna Hersek Cumhurbaşkanı Aliya İzzetbegoviç Türkiye ziyaretlerinde, (Gürek 1991, 10) Cumhurbaşkanı Turgut Özal’dan sorunların çözümü için yardım talep ettiler. Görüşmelerde, bu talebe karşı Turgut Özal, sorunun kuvvete başvurulmadan çözülebileceği inancını dile getirdi. Türkiye, bir taraftan dost olan ve kendisinin desteğini isteyen iki ülkeyle bağlarını zedeleme, diğer yandan da Yugoslavya’nın dağılmasını destekleyen ülke olma konumuna düşme riski ile karşı karşıya kalmış olmasına rağmen, ihtiyatlı politikasından ayrılmamıştır. Aynı şekilde 17 Eylül’de Makedonya’nın bağımsızlık ilanında ve 15 Ekim’de Bosna-Hersek’in egemenlik ilanında, mevcut politikasını değiştirmemiş, ihtiyatlı davranmaya devam etmiştir. 3. Türkiye’nin Bosna Savaşına Yaklaşımı The Journal of Academic Social Science Yıl: 3, Sayı: 16, Eylül 2015, s. 139-156 Halil Akman 146 Bir ölçüde yapay şekilde kurulan ve soğuk savaşın dengeleriyle, yaşama imkânı bulan Yugoslavya (Baharçiçek 2003, 11), Tito’nun ölümü ve soğuk savaş ortamının son bulmasıyla, varlığını kaybetti. Türkiye, Bosna savaşında olduğu gibi bölge problemlerine hazırlıksız yakalanmış durumdaydı. Osmanlı Devleti’nin bölgeden çekilmesiyle oluşan güç boşluğunun oluşturduğu problemlerle, Cumhuriyetini kurmasından itibaren seksen yıl geçtikten sonra ciddi şekilde karşılaştı. (Baharçiçek 2003, 15) Türkiye’nin Yugoslavya ile olan en önemli bağı, bölgedeki Müslümanlar, özellikle de Boşnaklardı. 1964 yılında ilk kez kendi kaderini belirleme fırsatı tanınan Boşnaklar, Yugoslavya’nın 1974 anayasasında kurucu unsurlardan biri olarak tanınmışlardı. (Akgün 2011, Ocak, 120) Tito’nun 1980’de ölümü, sistemde mevcut olumsuzlukların ve yeni huzursuzlukların gün yüzüne çıkmasını doğurmuş ve aşırı milliyetçilik kendini göstermiştir. Aşırı milliyetçiliğin de kaçınılmaz sonucu, çatışma olmuştur. Yugoslavya’da çatışmaları ateşleyen Slovenya meselesi ve Hırvatistan-Sırbistan savaşları, Türk çıkarları ve bakışını doğrudan etkilememiş durumdaydı. Fakat Bosna-Hersek, Türk çıkar ve endişeleri açısından çok farklı bir yerdeydi. (Brown 2000, 187) Çatışmaların Bosna-Hersek’e yayılmasına, Türk kamuoyu yoğun bir tepki vermiş, daha önceden pek de alakadar olunmayan bölgeye, kendinden bir parça şeklinde yorumlar yapılmaya başlanmıştır. 1991 Ekiminde bağımsızlığını açıklayan Bosna-Hersek konusunda Türkiye, hem geleneksel politikasını devamı, hem de iç kamuoyunun baskısı arasında kalmış durumdaydı. Bölgeye yönelik dış politika açısından ihtiyatlı davranarak, tek başına davranmak istemiyordu. Bosna-Hersek ve Makedonya, Türkiye tarafından tanınmayı bekleseler de Türkiye, 1991 Temmuzunda Hans Van den Broek arabuluculuğu neticesinde Brioni anlaşmasının ardından müzakereleri bekledi. Hague’de Lord Carrington tarafından önerilen asimetrik federasyon teklifini Sırp lider Miloseviç reddetmesi, olayı iyice çözümden uzaklaştırdı. Türkiye ise, azınlıkların korunmasına ilişkin bu teklifi desteklemiştir. Batılıların plana yeterince destek vermemeleri dolayısıyla Sırplar, ülkenin üçte ikisini ele geçirdiler. Almanya’nın, Hırvatistan ve Slovenya için nitelendirdiği, “tehdit altındaki meşru ve egemen devletler” (Mandacı 2012, 823) anlayışıyla 15 Ocak 1992’de Avrupa Topluluğu Hırvatistan ve Slovenya’yı tanımış, akabinde de Bulgaristan; Hırvatistan ve Slovenya’nın yanında Bosna-Hersek ve Makedonya’yı tanımıştır. Türkiye ise bu tarihten sonra, 6 Şubat 1992’de, ilgili dört ülkeyi tanıdığını açıklamıştır. Bu durumda Türkiye, Bulgaristan’dan sonra Bosna Hersek’i tanıyan ikinci ülke olmuştur. Ağustos ayında ise tanınan bu dört ülke ile diplomatik ilişkilere başlanmıştır. Bosna-Hersek’te çatışmaların çıkmasıyla yönünü bu bölgeye çeviren Türk kamuoyunda batılı-liberal unsurlar, balkanların istikrarsızlaşan durumunun Türkiye’yi bölgesel bir güce dönüştüreceği vizyonu ile olaylara bakmaya başladı. Milliyetçi-muhafazakâr unsur ise daha çok Türk ve Müslümanlık yönlerine değinerek, Osmanlı ve İslam temasıyla olaylara yaklaştı. (Bora 1994, 276) Türkiye’de, iki kutuplu dünyanın sona ermesinden sonra yeniden şekillenecek dengelerde bölgesel güç olma hedefindeki özellikle milliyetçi söylemlerde Balkanlar, önemli bir nüfuz bölgesi olarak görülmekteydi. Bu nüfuz alanının en önemli noktası ebetteki BosnaHersek’ti. Bosna-Hersek’te yaşanan çatışmalar Türkiye için, arzuladığı bölgesel güç olma düşüncesi için önemli bir test sahası niteliğindeydi. The Journal of Academic Social Science Yıl: 3, Sayı: 16, Eylül 2015, s. 139-156 147 Yugoslavya’nın Dağılma Sürecinde Türkiye’nin İç Siyasi Durumu ve Dağılmaya Yaklaşımı Dolayısıyla, Bosna-Hersek’teki gelişmeler ve savaş durumu, askeri açıdan Türkiye’yi ne coğrafi yakınlığı, ne de tehdit etmesi bakımından, doğrudan etkileyecek ve güvenliğini tehdit edecek büyüklükte değildi. Bu açıdan bakıldığında asli olarak ilginin sebebi, ülkenin belirleyeceği kimlik saptaması ve göçmen sorunuyla karşı karşıya kalınma tehlikesi gibi sebeplerden ileri gelmekteydi. Bosna-Hersek olaylarına yaklaşım, bölgeye olduğu kadar iç kamuoyu için de önemli mesajlar getiriyordu. Boşnakları, Osmanlı bakiyesi olarak gördüklerini ve onlara karşı mesuliyetimiz olduğunu söyleyen Turgut Özal, aynı zamanda Bosna problemini ülkede ihtiyaç duyulan milli birlik ve beraberlik için önemli bir fırsat olarak görmüştür. Bu doğrultuda Turgut Özal 12 Ocak 1993’te, Bosna-Hersek olayları gibi konuların Türkiye’nin birlik ve beraberliğini perçinleyen konular olabileceğini vurgulamıştır. (Cumhuriyet 1993, 8) Türkiye’nin, Bosna Müslümanları ile olan tarihi bağları ve akrabalık ilişkileri bakımından Bosna-Hersek’te gerçekleşen ve Müslümanların maruz kaldığı katliamlara karşı sessiz kalması beklenemedi. Bu sebeple, aktif bir politika izlemiş ve sorunun uluslararası alanda çözümü için yoğun girişimlerde bulunmuştur. Sırp liderler, yaptıkları katliamlardan dolayı kendilerine gelecek tepkileri engellemek için, mevcut savaşın bir din savaşı olduğu yönünde propaganda yaparak, diğer Hristiyan dünyayı kendi yanlarına çekme gayreti içinde girmişlerdi. 1389 Kosova meydan savaş ile birlikte Sırplar arasında Türk ve Müslüman düşmanlığının başladığı, Sultan Murat’ı şehit eden Miloş’un kahraman olarak anlatıldığı, Anne Jugovic olayında olduğu gibi her doğan 9 erkek çocuğun Sırp krallarınca vaftiz babası olması gibi efsaneler, bu ayrımı kuvvetlendiriyordu. Bu ayrımı güçlendirmek için, Sırplar savaş yıllarında özellikle dini motifleri ve cami minarelerini harap ediyorlardı. Bu durumda Türkiye’nin rolü de önem kazanmaktaydı. Hem bölge içinde bir Müslüman devlet olması, hem Osmanlı mirasçısı olması, hem de barındırdığı 2 milyon civarı Boşnak unsurunun olması bakımından olaylarla yakından alakalıydı. Sırpların olayı bir din savaşı olarak yansıtmaları, Türkiye açısından kabullenilmemiştir. Türkiye içinde o dönemde devlet sistemi tartışmaları ve ülkenin dini bir devlet değil demokratik ve laik bir devlet olduğu vurgularından dolayı, din içerikli bir savaş söylemlerinin ülke içinde rahatsızlık oluşturacağı bilinmekteydi. 1992’de Bosna-Hersek’te yaşanan çatışmalar ve dramlar dünyanın gündemine oturmuştu. Bu ülkede meydana gelen hadiselerden en çok etkilenecek ülkelerin başında gelen Türkiye’de olaylar endişe ile karşılanmış ve yakından takip edilmişti. Sırp saldırılarının artacağı endişesiyle Türk Dışişleri Bakanı Hikmet Çetin, 1992 Ocağında Türkiye’nin BM Barış Gücü’ne (UNPROFOR) asker gönderebileceğini açıkladı. (Ekinci 2009, 41) 1992 Mart ve Nisan ayında, Sırpların Bosna-Hersek’in bağımsızlık kararını tanımayarak saldırıya geçmesi, Türkiye tarafından tepkiyle karşılandı. Bir yandan Sırpların saldırılarını kınayan Türkiye, diğer taraftan da Bosna-Hersek’e uluslararası destek arayışlarına giriyordu. Bu doğrultuda 15 Nisan’da AGİK ve İslam Konferansı Örgütü (İKÖ)’ne, 5 Mayısta da Birleşmiş Milletlere başvuruda bulunarak, Bosna Hersek’in bağımsızlığının tanınması yolunda teşebbüste bulundu. Bosna-Hersek, Türkiye’nin de desteğiyle 29 Nisan’da AGİK, 22 Mayıs 1992’de de BM’ye üye oldu. Bu tanınmalar Türkiye tarafından hoşnutlukla karşılandı. Ancak BM üyeliği ve tanınmalar, Sırp saldırılarının sonlanması konusunda etkisiz kaldı. The Journal of Academic Social Science Yıl: 3, Sayı: 16, Eylül 2015, s. 139-156 Halil Akman 148 Türkiye’nin, Bosna-Hersek’e yönelik politikasında, Boşnak lider Aliya İzzetbegoviç’in şahsı çok önemli bir yer tutmaktaydı. Türkiye’de Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın, İzzetbegoviç’e ve Bosna’ya yaklaşımı oldukça yakın ve alakalı bir seviyedeydi. İzzetbegoviç; yazdığı kitabında, “Türkiye’de, Bosna’nın büyük dostu Turgut Özal’la buluştum” demekteydi. Devamında da, Cumhurbaşkanı Özal’ın, Boşnak bir kökene sahip olduğunu dile getirdiğinden söz etmiştir. (İzzetbegoviç 2003, 101) İzzetbegoviç’in güvenliği, bu dönemde büyük bir önem arz etmekteydi. 1992 Mayısında Sırpların İzzetbegoviç’i tutuklaması üzerine, Türkiye hemen tepki vererek, Belgrat büyükelçisini çağırmış, durumu kınmış ve kabul edilemez olarak nitelendirmiştir. (Milliyet 1992, 17) Aynı zamanda konu Türk meclisinde gündeme gelmiş, Türkiye’nin aktif duruş sergilemesi konusunda görüşler bildirilmiştir. (TBMM Tutanak Dergisi 1992, 248) Türkiye, Bosna-Hersek savaşı süresince ülkenin toprak bütünlüğünü ve bağımsızlığını destekledi. Boşnak sivillere karşı girişilen katliamların sona erdirilmesi için birçok uluslararası kuruluşlarda konuyu gündeme getirdi. Bu yönde, BM, NATO, İslam Konferansı Örgütü, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı (AGİK) ve Avrupa Konseyinde yoğun diplomatik girişimlerde bulundu. Bosna-Hersek konusunda uluslararası kamuoyunun desteğini almak için yoğun çaba harcayan Türkiye, bu uluslararası topluluklardan, ABD ve AB’den bu konuda acil önlemler alınmasını talep etti. (Sancaktar 2013, 649) Türkiye, uluslararası alanda Sırp saldırılarının önlenmesini sağlamak amacıyla, BM ve AT tarafından Sırplara yönelik silah ambargosunun ciddi biçimde uygulanmasını sağlama yönünde gayret etmiştir. Diğer taraftan da bu ambargonun Sırplara yaradığını anlatarak, Bosna Sırplarının kolaylıkla Sırbistan’dan silahlandırıldıklarını, ancak Boşnakların silah alabilecekleri bir yer olmadığını, kendilerini savunmak için dahi olsa silahları olmadıklarını ve silahsız durumda bırakıldıklarını savunmuştur. Bosna-Hersek’teki olaylara tek taraflı müdahaleden kaçınan Türkiye, sorunun uluslararası kurumlarla birlikte çözülmesi konusunda irade göstermiştir. Sırp kuvvetlerinin işgalini ve katliamlarını engellemek için uluslararası bir askeri operasyonun zorunlu olduğu düşüncesi, Türkiye’nin temel tezini oluşturmuştur. (Balcı 2013, 223) Uluslararası çözüm beklerken, inisiyatif almaktan da kaçınmamış, Bosna-Hersek’teki çatışmaların durdurulması için oluşturulacak askeri güce ve müdahaleye destek vereceğini açıklamıştır. Bu doğrultuda Sırbistan’a yönelik uygulanan ambargoyu denetleyen Adriyatik’te bulunan uluslararası deniz ve hava kuvvetlerine 13 Temmuz 1992’de destek için asker göndermiştir. (International Business Publications 2014, 114) İslam Konferansı Örgütü’nün (İKÖ) bir üyesi olan Türkiye, bu platformda Bosna Hersek konusunda aktif çaba göstermiştir. İKÖ’nün diğer üyelerinden, Bosna’ya yönelik olarak uygulanan silah ambargosunun kaldırılması yönünde batılı devletlere baskı yapılmasını talep etmiştir. Bu platformda Türkiye’nin liderliğini yaptığı işbirliği grubu, diğer uluslararası işbirliği gruplarıyla temasa geçerek savaşın bitirilmesi hususunda girişimlerde ve temaslarda bulunmuştur. (Kramer 2000, 151) Bu hususta Türkiye, sadece Müslüman ülkelerin uygulayacağı bir askeri harekâtı arzulamamaktaydı. Hristiyanlara karşı Müslüman yardımı olarak algılanacak harekât, laik sistemli Türkiye için olumsuz bir durum oluşturacaktı. Dönem başkanlığını yaptığı İKÖ’yü Bosna konusunda inisiyatif almaya iten Türkiye, örgütün dışişleri bakanlarını olağanüstü toplantıya davet etti. Bu davet neticesinde 17-18 Haziran 1992 tarihinde Beşinci Olağanüstü İslam Konferansı Örgütü toplantısında, İslam The Journal of Academic Social Science Yıl: 3, Sayı: 16, Eylül 2015, s. 139-156 149 Yugoslavya’nın Dağılma Sürecinde Türkiye’nin İç Siyasi Durumu ve Dağılmaya Yaklaşımı ülkeleri dışişleri bakanları İstanbul’da biraraya geldiler. (Aykan 1993, 117) Konferansta BosnaHersek, dışişleri bakanı Haris Silavjdzic tarafından temsil edildi. (Karčić 2013, 323) Konferans sonuç bildirgesi, Türkiye’nin ve Bosna’nın arzularını anlatır mahiyetteydi. Dışişleri bakanları, Sırbistan’ı Müslümanlara yönelik katliam yapmakla suçlamışlar ve BM’ye çağrı yaparak ambargo etkili olmazsa askeri müdahale yapılması yönünde çağrı yapmışlardır. Türk dışişleri bakanı Hikmet Çetin, Bosna konusunda yoğun temaslarda bulunmuş, konunun özellikle Batı platformlarında gündeme getirilmesi gayretinde olmuştur. Bu doğrultuda Temmuz ayında yapılan AGİK zirvesi için İzzetbegoviç’le buluşup, görüşmeler yapıp Helsinki’ye beraber gitmiştir. 12 Temmuz 1992’de Helsinki’de ABD başkanı Bush ile görüşen Türkiye Başbakanı Demirel ise, Bosna-Hersek’te yaşanan trajediye dikkat çekerek, Irak benzeri bir askeri harekâtın Bosna-Hersek için de yapılması konusunda kendisini ikna etmeye çalışmıştır. (Turan ve Ertuğrul 2005, 199) 1992 Ağustosunda diplomatik ve askeri önlemlerden oluşan “eylem Planı” Türkiye’nin önemli bir girişimidir. BM Güvenlik konseyi üyelerine sunulan planda, öncelikle Sırp silahlı milislerine karşı diplomatik önlemler alınması isteniyordu. Diplomatik önlemler sonuç vermediği durumda ise askeri önlemlere geçilmesi gerekliliği ifade ediliyordu. Planda, saldırganları ödüllendirecek ödünlerden kaçınılıp, Bosna-Hersek’in toprak bütünlüğünden taviz verilmemesi hedefleniyordu. Türk Dışişleri bakanı Çetin, oluşturulan eylem planı için Londra, Paris ve New York’ta yoğun temaslarda bulunarak eylem planını anlattı. Çetin, Bosna-Hersek konusundaki pasif tavrıyla, BM ve NATO başta olmak üzere tüm uluslararası örgütlerin güvenirlikleri tartışılır hale geldiğine değinerek, etkili önlemler alınması gerektiğini vurguluyordu. Bosna-Hersek konusunda uluslararası kurumların, sorunun çözümünde etkisiz kalması, Sırpların saldırılarına karşı etkin bir önlem almaması üzerine Türk hükümeti, askeri müdahale konusuna daha olumlu bakmaya başlamış ve desteklemiştir. Bu durumda öncelikli olarak ABD’ye yönelmiş ve ABD’den hamle beklenmiştir. Askeri seçenek konusunda Türkiye iç politikasında da farklı sesler çıkmaktaydı. Bölgede çatışmaların başlamasından itibaren Türk hükümeti konuya daha mesafeli davranarak, durumu uluslararası kuruluşların gündemine aldırma gayretinde olmuşken, Cumhurbaşkanı Özal, en baştan beri askeri müdahale düşüncesine olumlu bakmıştır. Bu durumda hükümet ve cumhurbaşkanı arasında görüş ayrılıkları ve huzursuzluklar olmuştur. 1 Temmuz 1992’de başbakan seçilen Sırbistan doğumlu bir Amerikalı işadamı olan, Sırbistan başbakanı Milan Panic, (Bethlehem ve Weller 1997, xxxvii)12 Ağustos’ta Türkiye’nin ağustos ayındaki aktif diplomasisinden rahatsızlık duyarak Türkiye’ye ziyarette bulunmuş ve Bosna-Hersek’te olanlara karışılmaması mesajını vermiştir. Sırp saldırıları tahammül edilemez seviyelere gelince, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin de olağanüstü toplanması gündeme gelmiştir. Bu doğrultuda, hükümet pasif tavır takınmakla suçlanmış, Kütahya milletvekili Mustafa Kalemli, Konya milletvekili Necmettin Erbakan ve 136 arkadaşı kararıyla verilen Bosna-Hersek başta olmak üzere dış politikadaki gelişmeler sebebiyle meclisin olağanüstü toplanması talep edilmiştir. Bu talep kabul edilmiş ve 25 Ağustos’ta meclis olağanüstü olarak toplanmıştır. Hükümet adına Dışişleri Bakanı Hikmet Çetin, hükümetin gerekli adımları attığını, aktif politika izlediğini, güç kullanarak müdahale edilmesi düşüncesini her platformda savunduğunu, silah ambargosunun kaldırılması gerektiği The Journal of Academic Social Science Yıl: 3, Sayı: 16, Eylül 2015, s. 139-156 Halil Akman 150 düşüncesini savunarak, Saraybosna’yı ilk ziyaret eden dışişleri bakanının kendisi olduğunu belirtmiştir. (TBMM Tutanak Dergisi 1992, 31) Kamran İnan ise konuşmasında, yapılacak işin Sırplara ültimatom verilip, 24 saatte ateşi kesmedikleri takdirde askeri tüm kuvvetlerini imha edip Boşnakları kurtarmak olduğunu savunmuştur. (TBMM Tutanak Dergisi 1992, 46) 26-27 Ağustos 1992’de Avrupa Topluluğu’nun Bosna probleminin çözümü için Londra’da düzenlediği Londra Konferansına, Türkiye’nin de davet edilmesi, Türk Dış Politikasının etkili olduğu yorumlarına sebep olmuştur. Türkiye’nin İKÖ’de etkin olması, İKÖ’nün de Avrupa’da temsilcisi olmasını getirmiştir. 26 Ağustos’ta İKÖ Genel Sekreteri Hamid Algabid, İKÖ’nün Bosna Hersek’in toprak bütünlüğünü desteklediğini ve Bosna’ya desteklerini açıklamıştır. (Karčić 2013, 324) Konferans’ta bir araya gelen Türk ve Boşnak yetkililer, iki ülke arasında diplomatik ilişkilerin kurulması konusunda protokol imzaladılar. İmzalanan protokol gereği, Türkiye Saraybosna’da büyükelçilik açan ilk ülke olmuştur. 10-11 Eylül 1992’de yapılan Avrupa Konseyi’nin Dışişleri bakanları toplantısında, Bosna-Hersek konusunu gündeme getiren Türkiye, Sırplara yönelik askeri operasyonu destekleyen karar alınması konusunda muvaffak olamamıştır. 9 Ekim’de BM güvenlik Konseyi’nin 781 sayılı kararıyla BM yardım için destek uçuşları hariç, Bosna-Hersek hava sahasını tüm uçuşlara kapattığı açıklandı. Türkiye bu kararın alınmasını için uzun süre gayret gösterdiği için, kararı destekleyerek memnuniyetini bildirdi. Bu kararın uygulanması ise 1993 Nisanına sarkmıştır. Türkiye’nin çekindiği diğer bir konu ise savaşın Tüm balkan ülkelerine yayılma tehlikesiydi. Böyle bir durumda Balkan ülkelerinde gelebilecek göçler, Türkiye’yi zor duruma sokacaktı. Bosna-Hersek konusunda Balkan ülkeleriyle sık sık görüşen Türkiye, 25 Kasım 1992’de İstanbul’da, Balkan Ülkeler ve Komşular Dışişleri Bakanları Toplantısı‘nı düzenleyerek savaşın balkanlara yayılma ihtimali ve askeri müdahale konusunu gündemde tutmuştur. Kasım ayına Saraybosna’yı ziyaret eden Hikmet Çetin, savaş sürecinde Saraybosna’yı ziyaret eden ilk dışişleri bakanı olmuştur. Aktif dış politika izleyen Çetin, özellikle İKÖ’nün BM içinde Bosna çalışma grubu oluşturup diplomatik çabalarda bulunmasını savunmuştur. (Karčić 2013, 325) TBMM, 8 Aralık 1992’deki toplantısında, BM Koruma Gücü’ne (UNPROFOR) destek vermek ve BM Güvenlik Konseyi Kararı dâhilinde yapılacak askeri operasyona katılmak üzere anayasanın 92. Maddesine dayanarak yurtdışına asker gönderme yetkisi verdi. Bu karara karşı aynı gün Sırbistan, Türkiye’yi NATO ve BM kararlarından sorumlu tutan resmi açıklama yaptı. Türkiye 9 Aralıkta ise BM sekreterliğine başvurarak etkili önlemler alınmasını talep etmiştir. 1992 sonunda Brüksel’de yapılan NATO Dışişleri bakanları ve NATO Savunma ve Planlama Komitesi Toplantılarında, Türkiye askeri seçeneği ve Boşnaklara yönelik silah ambargosunun kaldırılması gerekliliği talebini yinelemiştir. Müslüman ülkeler, Bosna’daki mağduriyete tepki vererek ciddi miktarda siyasi, askeri ve maddi yardımda bulundular. (İzzetbegoviç 2003, 223) 1993 Ocak ayında Senegal’de yapılan, Bosna-Hersek Cumhurbaşkanı Aliya İzzetbegoviç’in de katıldığı İslam Konferansı Örgütü’nün toplantısında Turgut Özal, Bosna-Hersek’e gereken önemin verilmesi için çalıştıklarını belirterek, Türkiye’nin takındığı öncü tavrın diğer İKÖ ülkelerince de kabullenildiği ve takdir edildiğini belirtmiştir. (Cumhuriyet 1993, 9) The Journal of Academic Social Science Yıl: 3, Sayı: 16, Eylül 2015, s. 139-156 151 Yugoslavya’nın Dağılma Sürecinde Türkiye’nin İç Siyasi Durumu ve Dağılmaya Yaklaşımı 10 Ocak 1993’te Türkiye devlet bakanı ile görüştükten sonra UNPROFOR nezaretinde kente dönerken Sırp milislerince Bosna-Hersek Başbakan yardımcısı Hakkı Turalyiç’in saldırıya uğraması ve öldürülmesi üzerine UNPROFOR’un varlığı ve işlevi tekrar tartışılmaya başlandı. Türkiye olayı kınadı. Uluslararası toplum, Boşnak sivillerden silahlarını toplarken, ağır silahlarla donanmış Sırp milisler onların gözü önünde rahatça operasyon yapma kapasitesine sahip oldukları bir kez daha dünya kamuoyu tarafından görüldü. 1993 Martında ABD yönetiminde, havadan insani yardım indirme operasyonu yapıldı. Operasyona ilk katılan devlet Türkiye oldu. Harekâtın ilk gününde Türkiye, bölgeye dokuz ton yardım gönderdi. Aynı zamanda BM’nin 9 Ekim 1992’de almış olduğu uçuşa kapatma kararının uygulanması 12 Nisan 1993’e sarkmıştı. NATO, BM Güvenlik Konseyi kararıyla 12 Nisan 1993’te uçuş yasağını denetleme operasyonu başlatınca Türkiye, bu operasyona 18 adet F-16 savaş uçağı ile katıldı. (Cumhuriyet 1993, 1,14) Operasyon için Yunanistan hava sahasını Türk uçaklarına kullandırma izni vermeyince, Türk uçakları Akdeniz hava sahasını kullanarak İtalya’daki NATO hava üssüne ulaştı. 1993’ün Nisan ayında İKÖ’nün 21. Dışişleri Bakanları konferansı Pakistan’da yapıldı. Bu toplantıda örgütün yöneticiliği, Türkiye’den Pakistan’a geçmiştir. Toplantıda Hikmet Çetin İKO’nün Bosna olaylarına uluslararası kamuoyunun dikkatlerini çekmek için büyük katkısı olduğunu vurgulamıştır. Pakistan Dışişleri Bakanı Farooq Ahmad’da yaptığı konuşmada, Bosna konusunun İKÖ’nün en öncelikli konusu olması gerektiğini vurgulamıştır. (Karčić 2013, 328) 25 Nisan’de Karaçi’de başlayan İKÖ toplantısında Bosna-Hersek’e ilişkin karar oy birliğiyle kabul edilmiş ve Bosna Hersek’e silah ambargosunun kaldırılması konusunda İKÖ ve uluslararası topluluğa üye ülkelerin işbirliği yapmaları gerektiği çağrısında bulunulmuştur. (Milliyet 1993, 15) Savaş ortamında kaçan mültecilerin ilk başvuracakları ülke Türkiye idi. Kasım 1993 itibariyle Türkiye’ye gelen Boşnak mültecilerinin sayısını, TBMM yayınları 7000 olarak vermekteydi. Bu mültecilere Türkiye Cumhuriyet tarafından Tekirdağ’da üç ayrı kamp kurulmuş, İstanbul, Kırklareli, Ankara gibi illerde kamp ve misafirhanelerde konaklayan sığınmacıların her türlü ihtiyacının giderildiğine değinilmiş ve kamplarda Boşnakça eğitim imkânı sağlandığı belirtilmiştir. Aynı zamanda İstanbul’da 75 yataklı Bosna hastanesinin faaliyete geçtiği, Çorlu’da 3000 konutluk kamp projesinin de devam ettiği bilgisi verilmektedir. (TBMM Kültür, Sanat ve Yayın Kurulu 2015, 49) Bu yıllarda Türkiye’de, resmi ve gayrı resmi birçok kanaldan toplanan yardımlar BosnaHersek’e iletildi. Türkiye’de bulunan sivil toplum örgütleri, özellikle de Balkan göçmen dernekleri büyük çaba sarf ettiler. Türkiye, Bosna-Hersek için önerilen, etnik olarak bölünmeyi getiren planlara karşı durmaktaydı. Ülkeyi etnik olarak kantonlara bölecek, fiili olarak Sırp ve Hırvatlar arasında paylaştıracak, saldırganların ödüllendirildiği düşüncesinde olan Türkiye, Vance-Owen ve Owen-Stoltenberg Planlarına karşı çıkmıştır. (Mandacı 2012, 824) Etnik olarak ülkeyi on kantona bölecek olan Vance-Owen planı ve üç parçaya bölen Owen-Stoltenberg Planlarını, Bosna-Hersek’in bütünlüğünü engelleyen, saldırgan Sırp ve Hırvat güçlerini meşru hale getiren planlar olarak görmüştür. 1993 Haziranında Türkiye Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, BM daimi üyelerine mektup göndererek, Bosna-Hersek’te Boşnaklara dair silah ambargosunun kaldırılmasını talep The Journal of Academic Social Science Yıl: 3, Sayı: 16, Eylül 2015, s. 139-156 Halil Akman 152 etmiştir. Demirel, bu yönde birçok uluslararası görüşmeler yapmış, dünya liderleriyle temas halinde olmuştur. (Cumhuriyet 1993, 1,8) Türkiye’nin girişimleri sonucu, 13-14 Ağustos’ta BM İnsan hakları komisyonu özel oturum düzenlemiştir. Oturumun ardından 24-25 Ağustos 1993’te BM güvenlik konseyi de 859 numaralı kararı ile tüm savaş suçlarını, uluslararası insan haklarına karşı işlenen şiddeti kınayarak, Bosna-Hersek’te güç kullanılarak toprak elde edilmesini ve insan hakları ihlallerinin derhal durdurulması taleplerini kabul ettiler. (Bethlehem ve Weller 1997, 50) Savaş şiddetli şekilde devam ederken Türkiye, Boşnaklarla Hırvatların mücadelesini bitirerek barış yaptırma arzusuyla iki tarafla temaslarda bulunmuştur. Böylelikle hem stratejik olarak gücün dağılmasını engellemek, hem de Hırvatlarla da görüşerek, sadece Müslümanların haklarını koruduğu yönündeki imajdan sıyrılma imkânını yakalamıştır. 1994 Şubatında Boşnaklarla Hırvatlar arasındaki ateşkesin ilanında ve Mart ayında ABD’nin gözleminde Boşnak-Hırvat Federasyonu’nun kurulmasında, Türkiye’nin temasları etkili olmuştur. Sorunu bir Avrupa sorunu olarak gören ve sorunun çözümü için inisiyatif almayan ABD (Mandacı 2012, 821), Avrupalıların sorunun çözümünde yetersiz olmaları üzerine inisiyatifi eline almıştır. 1994 Martında Türkiye’nin de desteklediği Washington’da Boşnak-Hırvat federasyonu kurulmuştur. Aynı zamanda bu doğrultuda, 1994 Temmuzunda, 1400 kişiden oluşan bir Türk birliği de Zenica’ya yerleşip Boşnak-Hırvat ateşkesini gözlemlemeye başlamıştır. Sırpların Srebrenica ve Zepa’yı ele geçirip, Boşnaklara yönelik katliama girişmeleriyle ABD, 1995’te Sırp mevzilerini NATO’yu kullanarak vurmuş, Sırpları görüşmelere zorlayıp, Dayton’a giden süreci başlatmıştır. Türkiye, başından beri Sırplara yönelik askeri önlemlerin alınması ve bu yönde kendisinin de destek vereceğini yinelediğinden bu opereasyonları memnuniyetle karşılamıştır. 21 Kasım 1995’te Dayton Anlaşmasını destekleyen Türkiye, anlaşmanın uygulanmasında da görev almıştır. Bu doğrultuda Bosna-Hersek’e yönelik askeri araç ve eğitim yardımı yapmıştır. Bu yardımların ABD ile birlikte yapılması, diğer bölge ülkelerinin tepkisini engellemiştir. Dayton Anlaşması’nın imzalanması, sorunu tamamen çözememiş olsa da, savaşı sona erdirmiş, masum insanların daha fazla katledilmesini engellemiştir. Barış sürecini denetlemek üzere 1995 Aralığında “Barışı Uygulama Konferansı (Peace Implementation Conference-PIC)” oluşturulmuştur. 55 ülkenin destek verdiği bu kuruluşun yürütme kurulunu ABD, Almanya, Fransa, İtalya, Rusya, Kanada, Japonya, Avrupa Konseyi, AB Başkanlığı ve İKÖ oluşturmaktaydı. İKÖ, bu yürütme kurulunda Türkiye tarafından temsil edilmektedir. (Sancaktar 2013, 651) Sonuç Türkiye, 1990’ların başlarına Sovyetler Birliği’nin yıkılıp, etki alanlarının kaybolmasına hazırlıksız şekilde yakalanmıştır. 1990’ların hemen başında Sovyetler Birliği’nin yıkılması, Körfez krizi ve Yugoslavya’daki huzursuzluk, uluslararası bir kaosu da beraberinde getirdi. Taşların yerinden oynaması özellikle ilgili bölgedeki devletleri, dolayısıyla Türkiye’yi oldukça etkilemiştir. The Journal of Academic Social Science Yıl: 3, Sayı: 16, Eylül 2015, s. 139-156 153 Yugoslavya’nın Dağılma Sürecinde Türkiye’nin İç Siyasi Durumu ve Dağılmaya Yaklaşımı Yugoslavya problemlerinin ilk yıllarında, ihtiyatlı politikasını devam ettiren Türkiye, başka devletlerin iç işlerine karışma, problemleri tırmandırma, oluşacak sorunlardan etkilenme durumları ile karşı karşıya kalmamak için Yugoslavya’nın bütünlüğünü savunmuştur. Slovenya ve Hırvatistan ayrılığında ve çatışmalarında çok alakadar olmayan Türk kamuoyu ve karar alıcıları, durum Bosna’ya sıçrayınca aynı kayıtsızlığı gösteremeyeceklerinin farkındaydılar. Çünkü Türkiye’de ciddi oranda bir Boşnak nüfusu mevcuttu ve herhangi bir savaş halinde Boşnakların ilk sığınacakları ülke Türkiye olacaktı. Dolayısıyla bölgedeki çatışma haberlerine hem başlardaki kayıtsızlık, hem de zamanla iç kamuoyu baskısı arasında kalan Türk karar alıcıları, tek başlarına hareket etmekten kaçınmışlardır. Bosna-Hersek’in tanınmasında dahi önce Avrupa ülkelerine yüzünü dönen Türkiye, Avrupa topluluğunun Sırbistan, Hırvatistan’ı tanımasından sonra, Bulgaristan’ın da Bosna-Hersek’i tanımasından sonra Bosna Hersek’i tanıdığını açıklamıştır. Türkiye Cumhuriyeti’nin Bosna Hersek’te yaşanan savaşa yaklaşımında iç dinamiklerinin önemi büyüktür. Dini hassasiyeti olan tabana sahip partiler ve liderler, Müslüman kardeşlerinin katledilmesine karşı gereken önlemlerin alınmasını isteyerek din kardeşliğinden yola çıkmışlardır. Bu doğrultuda yardımlar toplanmış, organize edilmiş, konunun önemini vurgulamak için mitingler düzenlenmiş ve ülke yönetimini, etkin olarak olaylara müdahale ve mücadele etmemekle suçlamışlardır. Ülke içindeki siyasi mücadeleler, siyasal islamın yükselişi, buna karşılık Milli Güvenlik Kurulunda ilk en önemli tehditlerden biri olarak bu durumun vurgulanması, ayrılıkçı PKK terörünün artması gibi ülke içindeki problemler, Türkiye’nin dış politikasına da etki etmiş ve Türkiye tek başına ciddi hamleler yapmaktan kaçınmıştır. Bosna Savaşında müttefiki olan ABD ve AB ile sonuç almak isteyen Türkiye’nin temel stratejisi, biran önce savaşı durdurmak için olayı Uluslararası boyuta taşımak ve bu önemli güçlerin harekete geçmesini sağlamak olmuştur. KAYNAKLAR AKGÜN, Sibel, (2011) "Dayton Anlaşması Sonrası Türk Dış Politikasında Süreklilik ve İstikrar: Bosna Hersek", Stratejik Araştırmalar, Ocak, s.117-150. AYKAN, Mahmut Ali, (1993), "Turkey and OIC: 1984-1992" The Turkish Yearbook, vol. XXIII, s. 101-131. BAĞCI, Hüseyin (1992), "Bosna-Hersek “Soğuk Savaş Sonrası Anlaşmazlklara Giriş”" Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Tarih Bölümü Tarih Araştırmaları Dergisi, cilt 16, sayı 27. Yeni Güvenlik Politikalari ve Risk Analizi Çerçevesinde Balkanlar (1991-1993), (1994), Dış Politika Enstitüsü, Ankara. BAHARÇİÇEK, Abdulkadir, (2003), "Soğuk Savaş Sonrası Dönemde Türkiye'nin Balkanlar Politikası", (ed.Hasan Hüseyin Çevik, Abdulkadir Baharçiçek, Ali Şen Turkut Göksu), 1980-2003 Türkiye'nin Dışl, Ekonomik, Sosyal ve İdari Politikaları, Siyasal Kitabevi, s. 7-25, Ankara BALCI, Ali, (2013)Türkiye Dış Politikası, İlkeler, Aktörler, Uygulamalar, Etkileşim Yayınları, İstanbul The Journal of Academic Social Science Yıl: 3, Sayı: 16, Eylül 2015, s. 139-156 Halil Akman 154 BETHLEHEM, D., WELLER M., (1997),The Yugoslav Crisis in International Law, Cambridge University Press, Cambridge BORA, Tanıl, (1994), Yeni Dünya Düzeni'nin Av Sahası,Birikim Yayınevi, İstanbul BROWN, J.F., (2000), "Türkiye Yeniden Balkanlar'a mı?", (ed. Graham E. Fuller, & Ian O. Lesser), Balkanlardan Batı Çin'e Türkiye'nin Yeni Jeopolitik Konumu,s. 181208, Alfa Yayınları, İstanbul CORNELL, Erik, (2001), "Turkey in the 21st Century, Opportunities, Challenges, Threats . COWELL, Alan, (10.07.1992), "Turkey Faces Moral Crisis Over Bosnia", New York Times, Cumhuriyet, (31.12.1992), "Bosna İçin Çankaya Devrede" Cumhuriyet, (13 01 1993), "Bosna'ya manevi sorumluluğumuz var" Cumhuriyet, (13 Nisan 1993), "Bosna'ya Türk Filosu". Cumhuriyet, (01.08.1992), "Mit Müsteşarı Veda etti". Cumhuriyet, (14.01.1993),"Türkiye Senegal'de Takdir Edildi" EKİNCİ, Didem, (2009), "The War in Bosnia-Herzegovina and Turkish Parliamentary Debates (1992-1995): A Constructivist Approach", Uluslararası İlişkiler Dergisi, Volume 6, No 22, 37-60. GÖKÇE, Mustafa, (2011), Yukarı Karabağ Sorunu ve Türkiye-Ermenistan İlişkileri Üzerine", Turkish Studies, vol. 6/1 GÖZEN, Ramazan, (2009), İmparatorluktan Küresel Aktörlüğe Türkiye'nin Dış Politikası, Palme Yayıncılık, Ankara GÜRBEY, Gülistan, (2010), Arızalı Demokrasilerde Dış Politika, ODTÜ Yayıncılık, Ankara GÜREK, Harun, (17 Temmuz 1991), "Özal'a Bir Konuk Daha", Milliyet HEPBURN, Bob, (24 November 1994), "Feud simmers in the Aegean Turkey, Greece face off over territorial claim", Toronto Star. International Business Publications, (2014), Turkey,Intelligence, Security Activities and Operations Handbook, International Business Publications, Washington DC. İRGE, Nadire Filiz, "Balkanlarda Jeopolitik Bölünmeler ve Türkiye", (ed. Caner Sancaktar, Hasret Çomak), Uluslararası Balkan Kongresi Bildiriler Kitabı, Kocaeli, 2011. İZZETBEGOVİÇ, Aliya. (2003),Tarihe Tanıklığım. Klasik KAMEL, Ayhan, (2014), 1923'ten Günümüze Türk Dış Politikası, İstanbul, İnkilap Kitabevi KARA, Abdulvahap, (2012),Turgut Özal ve Türk Dünyası, IQ Yayınları, İstanbul The Journal of Academic Social Science Yıl: 3, Sayı: 16, Eylül 2015, s. 139-156 155 Yugoslavya’nın Dağılma Sürecinde Türkiye’nin İç Siyasi Durumu ve Dağılmaya Yaklaşımı KARčIć, Hamza, (2013), "In Support of a Non-member State: The Organisation of Islamic Conference andthe War in Bosnia, 1992–1995" Journal of Muslim Minority Affairs, 33:03, s.321-340. KRAMER, Heinz, (2000), A Changing Turkey: The Challenge to Europe and the United States, The Brookings Institution, Washington D.C KUT, Şule, (2001), The Contours of Turkish Foreign Policy in the 1990's" (ed. Barry Rubin, & Kemal Kirisçi,)Turkey in World Politics: An Emerging Multiregional Power, s. 5-12, Lynne Rienner Publishers, London KUTLUAY, Muzaffer, (Haziran 2013),İki Dünya Arasında Türkiye'nin Balkanlar Politikası, Analist, s. 26-32. MALCOLM, Noel, (1999) Bosna, (çev. Aşkım Karadağl), Om Yayınevi, İstanbul. MANDACI, Nazif, (2012), "Balkanlarla İlişkiler", Türk Dış Politikası, 1919-2012, (ed.Haydar Çakmak), s.819-831, Barış Kitap, Ankara Milliyet, (14.10.1990), "Üçüncü Ülkelerele Yatırım Yapalım", s. 5. Milliyet, (12 08 1990), "Kaçınılmaz olursa, Harp" Milliyet, (03 08 1990), "Ankara'da endişe" Milliyet, (04.05.1992) "İnönü: 'Bosna' da Durum Vahim" Milliyet, (01 08 1992), "MGK, Yeni güvenlik politikasını saptadı" Milliyet, (12.071991), "Özal-Gligorov Görüşmesi" Milliyet, 24 02 1992."Sovyetler'in dağılması Türkiye'yi büyüttü" Milliyet, (28.04.1993," Türkiye Çatışmaların Ortasında" ÖZTÜRK, Mehmet, (2010),"1. Körfez Savaşından (1990-91), 11 Eylül sürecinde ABD'nin Irak Politiksı ve bunun Türk-Amerikan İlişkilerine Etkileri", Akademik Bakış Dergisi, sayı 19, s. 1-27. POPE, Hugh, (06 December 1994), "General admits Turkey sent arms to Muslims", The Independent. RUBIN, Barry,( 2002), "Türkiye'nin Dış Politikasını Anlamak", (ed. Kemal Kirişçi Barry Rubin) Günümüzde Türkiye'nin Dış Politikası, 374-381. Boğazçi Üniversitesi Yayınları, İstanbul SANCAKTAR, Caner, (2013), "Türkiye'nin Balkanlar Politikası: 1990 sonrası Balkan Açılımı",(ed. Caner Sancaktar Hasret Çomak), Türk Dış Politikasında Yeni Yönelimler, s.619-688, Beta Yayınları, İstanbul. SHARON L. Wolchik, Jane Leftwic, (2011),Central and East European Politics: From Communism to Democracy Rowman&Littlefield Publishers, Inc., Lanham. SİMİć, Predrag, (2008), "After the cold war: Europe, the Balkans and Yugoslavia" The International Spectator:Italian Journal of International Affairs, s.58-80. SÖNMEZOĞLU, Faruk, (2006), İkinci Dünya Savaşından Günümüze Türk Dış Politikası, Der Yayınları, İstanbul. The Journal of Academic Social Science Yıl: 3, Sayı: 16, Eylül 2015, s. 139-156 Halil Akman 156 TBMM Kültür, Sanat ve Yayın Kurulu, (26.04.2015), "Türkiye'ye Göç", TBMM. http://www.tbmm.gov.tr/kultursanat/yayinlar/yayin073/073_00_010.pdf. TBMM Tutanak Dergisi, (25 Ağustos 1992), (94. Birleşim, 19. Dönem, 1. Yasama Yılı), vol 16. TBMM Tutanak Dergisi, (17.01. 1991), (66 ncı Birleşim Dönem 18, Cilt: 55 Yasama Yılı: 4). TBMM Tutanak Dergisi, (05.05.1992), 72. Birleşim, Dönem:19, cilt: 10, Yasama Yılı:1. TURAN, Sibel, Sevil Ertuğrul, (2005), "A Study for Turkey's Bosnia&Herzegovina Policy in the Post Cold War Period", International Symposium Bosnia Herzegovina from Past to the Present, Canakkale Onsekiz Mart University, 189211. Pozitif Printing House, Ankara UZGEL, İlhan, (2001), "The Balkans: Turkey's Stabilizing Role",(ed. Barry Rubin, & Kemal Kirisçi) Turkey in World Politics: An Emerging Multiregional Power, s. 49-71, Lynne Rienner, London. WOODWARD, Susan, L., (April 2009), A Case for Shifting the Focus: Some Lessons from the Balkans", Berghof Research Center for Constructive Conflict Management. YENİGÜN, M. Cüneyt, (2004), Soğuk Savaş Sonrasında TBMM ve Dış Politika, Belgeler-Yorumlar, Nobel Yayın Dağıtım, Ankara. YILMAZATA, Mehmet, (2012), Savaşa Giden Yol, Doğu Kütüphanesi, İstanbul. ZAİM, Sabahattin, (2005), "Son Yugoslavya Muhacirleri Hakkında Rapor", (ed. Sabahattin Zaim) Türkiye'nin Yirminci Yüzyılı içinde, İşaret Yayınları, İstanbul. The Journal of Academic Social Science Yıl: 3, Sayı: 16, Eylül 2015, s. 139-156