T.C. ANKARA ÜNĐVERSĐTESĐ SOSYAL BĐLĐMLER ENSTĐTÜSÜ AVRUPA BĐRLĐĞĐ VE ULUSLARARASI EKONOMĐK ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI AVRUPA BĐRLĐĞĐ’NDE IRKÇILIK VE YABANCI DÜŞMANLIĞI ĐLE MÜCADELE Yüksek Lisans Tezi Fatma YILMAZ Ankara-2008 T.C. ANKARA ÜNĐVERSĐTESĐ SOSYAL BĐLĐMLER ENSTĐTÜSÜ AVRUPA BĐRLĐĞĐ VE ULUSLARARASI EKONOMĐK ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI AVRUPA BĐRLĐĞĐ’NDE IRKÇILIK VE YABANCI DÜŞMANLIĞI ĐLE MÜCADELE Yüksek Lisans Tezi Fatma YILMAZ Tez Danışmanı Doç. Dr. Mehmet ÖZCAN Ankara-2008 ÖNSÖZ Irkçılık ve yabancı düşmanlığı günümüzde Avrupa entegrasyon projesinin temellerini sarsan ve etkin bir mücadeleyi gerekli kılan sosyal bir hastalık konumundadır. Đlginç ve daha vahim olan ise bu hastalıklı düşüncenin giderek artan bir biçimde siyasi arenada normalleşme ve meşrulaşma sürecine girmesidir. AB çapında ırkçılık ve yabancı düşmanlığı üzerinden kendini ifade eden aşırı sağın yükselişi ile ilgili haberler de bunun önemli bir göstergesidir. Güncel sorunların altından şimdilik ‘yabancılar’a yüklenme yoluyla kalkabilen AB, bugün bile alarm zillerini çalan bütünleşme projesini daha ileriye taşıyabilmek için yakın gelecekte uzun soluklu entegrasyon politikalarını ciddiyetle kovalamak zorunda kalacaktır. Bu çalışma, ırkçılık ve yabancı düşmanlığı nedeniyle AB bütünleşme projesinin dayandığı temel değerlerin sarsıldığı fikrinden yola çıkmaktadır. Sorunla mücadele için gerekli unsurların neden-sonuç ilişkisi içinde ele alındığı bu çalışma ile AB düzeyinde soruna yönelik sosyal ve siyasi farkındalığın artırımı hedeflenmektedir. Her ne kadar bu çalışmanın yazımını tek başıma sırtlanmış olsam da arka planda manevi destek ve teşvikleriyle yükümü hafifleten herkese teşekkürlerimi sunmayı bir borç bilirim. Başta sevgisini ve bana olan inanç ve güvenini hiçbir zaman kaybetmeyen babama, maddi-manevi her anlamda deneyim ve birikimlerini benden esirgemeyen tüm aileme, henüz farkında olamayacak kadar küçük olsa da gönülden bağlılığı ile motivasyon kaynağım olan Elif’e, tez danışmanlığının çok ötesinde manevi desteğiyle de her zaman yanımda olan saygıdeğer hocam Doç. Dr. Mehmet Özcan’a ve çalışmam boyunca büyük sabır gösteren tüm USAK çalışanlarına en içten şükranlarımı sunarım ve yanımda oldukları için bir kez daha teşekkürlerimi iletmekten onur duyduğumu belirtmek isterim. ĐÇĐNDEKĐLER KISALTMALAR...................................................................................................... v GĐRĐŞ ........................................................................................................................ 1 I. BÖLÜM............................................................................................................... 13 IRKÇILIK VE YABANCI DÜŞMANLIĞI KAVRAM VE OLGULARININ ANALĐZĐ ................................................................................................................ 13 1. Irkçılık ve Yabancı Düşmanlığının Kavramsal ve Kuramsal Analizi ............. 15 1.1. Tarihsel Gelişim Đçinde Irk ve Irkçılık Kavramları .................................. 16 1.2. Irkçılık ve Yabancı Düşmanlığı: Tanım ve Unsurlar................................ 22 1.2.1. Irkçılık: Kavram ve Farklı Düzeyleri................................................. 22 1.2.2. Yabancı Düşmanlığı........................................................................... 28 1.2.3. Irkçılık ve Yabancı Düşmanlığının Đçerdiği Unsurlar ve Etkilendiği Faktörler....................................................................................................... 32 2. Irkçılık ve Yabancı Düşmanlığı Kavramlarının Hukuksal Analizi.................. 38 2.1. Terminoloji Sorunu: ‘Irk’ Kavramının Bulanıklığı .................................. 38 2.2. Irkçılıkla Mücadeleye Đlişkin Düzenlemelerde Irk Ayrımcılığı................ 39 II. BÖLÜM ............................................................................................................. 45 AVRUPA BĐRLĐĞĐ’NDE IRKÇILIK VE YABANCI DÜŞMANLIĞININ ORTAYA ÇIKIŞ VE YÜKSELĐŞ NEDENLERĐ ............................................... 45 1. Avrupa Bütünleşmesi: Derinleşme-Genişleme Đkilemi Eşiğinde Irkçılık ve Yabancı Düşmanlığı............................................................................................. 47 1.1. Derinleşme Ayağında Irkçılık ve Yabancı Düşmanlığı ............................ 50 1.2. Genişleme Ayağında Irkçılık ve Yabancı Düşmanlığı ............................. 56 2. Küreselleşme.................................................................................................... 67 i 2.1. Ulusal Sınırları Aşan Küreselleşme: Tepkinin Đçeride Görünmez Sınırlar Oluşturması ...................................................................................................... 69 2.2. Küreselleşen Göç, Kimliksel Farkındalık, Siyasi ve Toplumsal Baskı .... 79 2.3. Küreselleşen Güvenlik Sorunu ve Göçmenler Üzerindeki Đzdüşümü ...... 83 3. Artan Terör Olayları-Đslamofobi: Dönüm Noktası 9/11 .................................. 86 3.1. Đslamofobi – Tarihsel Kalıtımlar ve ‘Öteki’ ............................................. 90 3.2. Küresel Terör - 9/11 ve Yabancı Etiketinin Belirginleşmesi.................... 96 4. Kitlesel Göç: Avrupa’nın Değişen Demografik Yapısı ve Sosyal Dışlama .. 106 5. Politik Yanılsamalar ve Sorunun Siyasallaştırılması..................................... 119 III. BÖLÜM.......................................................................................................... 127 IRKÇILIK VE YABANCI DÜŞMANLIĞI ĐLE MÜCADELEDE AB POLĐTĐKALARI VE YASAL DÜZENLEMELERĐ........................................ 127 1. AB Düzeyinde Politika ve Girişim Đhtiyacının Nedenleri ............................. 130 2. Amsterdam Antlaşması Öncesi AB Politika ve Düzenlemeleri .................... 134 2.1. 1977 ve 1986 Tarihli Ortak Deklarasyonlar ........................................... 135 2.2. 29 Mayıs 1990 Tarihli Irkçılık ve Yabancı Düşmanlığı ile Mücadeleye Đlişkin Konsey Đlke Kararı.............................................................................. 136 2.3. Haziran 1994 Korfu Zirvesi ve Kahn Komisyonu Raporu ..................... 139 2.4. 1995 Tarihli Konsey Đlke Kararları......................................................... 144 2.5. 13 Aralık 1995 Tarihli Irkçılık, Yabancı Düşmanlığı ve Anti-Semitizme Đlişkin Komisyon Bildirisi.............................................................................. 146 2.6. Irkçılık ve Yabancı Düşmanlığı ile Mücadeleye Đlişkin Ortak Eylem.... 148 2.7. Irkçılığa Karşı Avrupa Yılı (1997) ......................................................... 150 2.8. Avrupa Irkçılık ve Yabancı Düşmanlığını Đzleme Merkezi’nin Kuruluşu153 2.9. Irkçılığa Karşı Eylem Planı..................................................................... 156 ii 3. Amsterdam Antlaşması Sonrası AB Politika ve Düzenlemeleri.................... 157 3.1. Yasal Zemin Oluşturma Çabaları ve ATA Madde 13 ............................ 158 3.1.1. Sivil Toplum Çalışmaları: ‘Starting Line’ Grup Önerisi ................. 159 3.1.2. ATA Madde 13 Kapsamı ve Değerlendirmesi................................. 161 3.1.3. Amsterdam Antlaşması’nda Irkçılıkla Mücadelenin Dayandırılabileceği Diğer Hükümler ......................................................................................... 164 3.2. Irk Eşitliği Direktifi (2000)..................................................................... 167 3.2.1. Direktifin Amacı ve Kapsamı .......................................................... 170 3.2.2. Ayrımcılık Kavramı ......................................................................... 173 3.2.3. Pozitif Eylem ve Minimum Gerekliliklerin Öngörülmesi ............... 175 3.2.4. Đspat Yükü ve Hukuken Sorumlu Organlar ..................................... 176 3.2.5. Direktifin Đç Hukuka Aktarılması ve Yaptırımlar............................ 178 3.3. Ayrımcılığa Karşı Topluluk Eylem Programı (2001-2006).................... 179 3.4. Irkçılık ve Yabancı Düşmanlığı ile Mücadeleye Đlişkin Çerçeve Kararı 182 3.5. Herkes Đçin Eşit Fırsatlar Yılı (2007)...................................................... 185 3.6. AB Temel Haklar Ajansı’nın Kuruluşu .................................................. 186 3.7. Avrupa Kültürlerarası Diyalog Yılı ........................................................ 188 3.8. Temel Haklar Şartında Irkçılık ve Yabancı Düşmanlığı......................... 190 IV. BÖLÜM .......................................................................................................... 192 AVRUPA BĐRLĐĞĐ’NĐN IRKÇILIK VE YABANCI DÜŞMANLIĞI ĐLE MÜCADELEDE ETKĐN(SĐZ)LĐĞĐ................................................................... 192 1. Sosyal Boyut: Yabancılara Yönelik Yerleşik Sosyal Algılamalar ve Tutarsız Politikalar........................................................................................................... 195 1.1. Birliğin ‘Birlik’ Olma Sorunu: Entegrasyon Politikalarındaki Farklılıklar197 1.2. Farklı Alanlardaki Politikaların Sosyal Korkuları Pekiştirmesi ............ 204 iii 2. Yasal ve Kurumsal Boyut: Anti-ırkçı Çerçevede Bırakılan Boşluklar.......... 209 3. Siyasi Boyut: Popülist Siyasetin Mücadelenin Önüne Geçmesi................ 214 SONUÇ.................................................................................................................. 223 KAYNAKÇA ........................................................................................................ 232 ÖZET ABSTRACT iv KISALTMALAR AB : Avrupa Birliği ABA : Avrupa Birliği Antlaşması AĐHS : Avrupa Đnsan Hakları Sözleşmesi / Đnsan Haklarının ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına Đlişkin Sözleşme AĐĐ : Adalet ve Đçişlerinde Đşbirliği ATA : Avrupa Topluluğu Antlaşması bkz. : bakınız DFP : Danimarka Halk Partisi DG : Directorates General / Genel Müdürlük EEA : European Economic Area / Avrupa Ekonomik Alanı EFTA : European Free Trade Area / Avrupa Serbest Ticaret Topluluğu ENAR : European Network Against Racism / Irkçılığa Karşı Avrupa Ağı EUMC : European Monitoring Centre on Racism and Xenophobia / Avrupa Irkçılık ve Yabancı Düşmanlığını Đzleme Merkezi FN : Front National / Ulusal Cephe FPÖ : Özgürlük Partisi FRA : Fundamental Rights Agency / Temel Haklar Ajansı Ibid. : Ibidom / adı geçen eser IMF : International Monetary Fund / Uluslararası Para Fonu m. : madde MDA : Merkez ve Doğu Avrupa NATO : North Atlantic Treaty Organization / Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü v ODGP : Ortak Güvenlik ve Dış Politikası op. cit : opere citation / yukarıda adı geçen eser p. : page / sayfa passim : eserin birçok yerinde prg. : paragraf RAXEN: European Racism and Xenophobia Information Network / Avrupa Irkçılık ve Yabancı Düşmanlığı Bilgi Ağı s. : sayfa THŞ : Temel Haklar Şartı VB : Vlaams Blok / Fleman Bloğu vi GĐRĐŞ Avrupa son dönemde aşırı sağ partilerin yükselişi, artan milliyetçilik söylemleri ve yabancılara yönelik ayrımcı politikaların uygulanışına sahne olmaktadır. Bu bağlamda görünürlüğü artan ırkçılık ve yabancı düşmanlığı, neden-sonuç ilişkisi ve benimsenmesi gereken yaklaşım tarzıyla Avrupa Birliği içinde temel haklara ilişkin tartışmaların odak noktası konumundadır. Entegrasyon projesinin temel değerlerini temel hak ve özgürlüklere dayandıran AB, bu çerçevede söz konusu değerleri savunmayı ve ırkçılığın reddini aynı kefeye koymakta ve ırkçılıkla mücadeleyi Avrupa kimliğinin bütününü oluşturan bir unsur olarak adlandırmaktadır. Ne var ki, bu yaklaşım, Avrupa’nın saldırgan milliyetçilik, etnik-merkezcilik (etno-centrism) ve yabancı düşmanlığının yeni bir tanımı ile karşı karşıya bulunduğuna dair alarmda olduğu1 1990’lı yılların başında, tüm siyasi ve hukuki araçlarıyla etkili bir şekilde sergilenmekten uzak kalmıştır. Hoşgörüsüzlük ifadelerinin Avrupa demokrasisinin değerlerini tehdit ettiği ve Avrupa yapılanmasının temellerini sarstığı düşüncesiyle yola çıkan AB yetkilileri, uzun bir dönem antlaşmalar zemininde var olan yetki boşluğu nedeniyle ırkçılık ve yabancı düşmanlığına karşı gerçek bir politika geliştirememiştir. 1990’lı yılların sonuna doğru, Amsterdam Antlaşması ile yapılan değişikliklerle yasal zeminin temelini daha net ortaya koyan Birlik, bu konuda girişimde bulunma ihtiyacı ve siyasi ve hukuki alanda bu konuya dikkat çekme 1 14-25 Haziran 1993 tarihleri arasında gerçekleştirilen Đnsan Haklarına Đlişkin Dünya Konferansı sonuç bilirisinde (Viyana Bildirisi) Avrupa Konseyi, ırkçılık ve ırk ayrımcılığına dikkat çekerek güçlü politikalar üretilmesi ve önlem alınması konusunda tavsiyelerde bulunmuştur. (World Conference on Human Rights, Vienna, 14-15 June 1993, Report of World Conference of Human Rights, A/CONF.157/24 (Part I), <http://www.unhchr.ch/huridocda/huridoca.nsf/(Symbol)/A.CONF.157.24+(PART+I).En?OpenDoc ument>, erişim tarihi: 15.01.2008). 1 gereğinin bir sonucu olarak, Avrupa’da ırkçılıkla mücadeleye yönelik siyasi ve toplumsal farkındalığı artırmayı hedefleyen somut girişimlerde bulunmuştur. Irkçılık ve yabancı düşmanlığı ile mücadele yaklaşımı, yasal düzenlemeler yanında hedefe yönelik politikalar ve entegrasyon çalışmalarını aktif olarak sürdürme ihtiyacını da beraberinde getirmektedir. Dolayısıyla, bu konuya yönelik kapsamlı sosyo-ekonomik politikaların oluşturulması için üye ülkelerin aktif katılımı gerekmekte ve en önemlisi, söz konusu politikaların alt yapısını oluşturma açısından, problemin oluşum ve yükseliş nedenlerinin objektif bir şekilde ortaya konması gerekmektedir. Irkçılık ve yabancı düşmanlığının 1980’lerden sonra Avrupa genelinde tutarlı bir mücadeleyi gerektiren yaygın bir problem haline gelmesinin hem küresel hem de Birliğin entegrasyonuna yönelik birbiri ile bağlantılı birçok nedeni bulunmaktadır. Temeli sosyal, siyasi, ekonomik, hukuki ya da kurumsal sorunlara dayanan ırkçılık ve yabancı düşmanlığının AB ülkeleri içindeki artışında önemli bir payı, sınırları daha geçirgen hale getiren küreselleşmenin etkisiyle dünyanın fakir bölgelerinden AB’ye yönelen düzensiz ve kontrolsüz göç oluşturmaktadır. Bu olgu, küreselleşmenin yanı sıra AB bütünleşmesinin bir ayağını oluşturan genişleme dalgaları ile gelecek kaygısı ve sosyal güvensizlik olarak perçinlenmektedir. Bir taraftan derinleşen Avrupa bütünleşmesi diğer yandan da küreselleşme ile AB içinde ve dünyada artan rekabet sonucu ulus-devlet kavramının sulandırılmış hale gelmesi, AB üyelerinin refah toplum yapısını bir ölçüde zayıflatmaktadır. Paralel bir biçimde, ulus-devlet içinde artan işsizlik gibi ortaya çıkan pek çok sosyo-ekonomik olumsuzluk, Avrupa’da yaşayan göçmenlerin suçlanmasına ve refah devletinin sırtındaki bir yük olarak 2 algılanmasına neden olmaktadır. Olumsuzluk ve suçlamaların pekiştirdiği algılamalar ise siyasi temsil sürecinde milliyetçi duyguları yeniden vurgulayan hareketlerin yükselişine meydan vermektedir. Ayrıca, sınırların geçirgen hale gelmesi ile yaşanan göç dalgaları sonucu etnik farklılıkların daha belirginleşmesi, etnik topluluk retoriklerinde köklerini bulan sağcı popülizm için de zemin hazırlamaktadır. Öte yandan, toplumlararası farklılıklara dayanan ayrımcılığın görünür hale gelmesine rağmen siyasi farkındalığın benzer bir hızla gelişememesi, ayrımcılığa maruz kalan grupları birleştiren bir unsur olarak karşımıza çıkmaktadır. Gettolaşma olarak da ifade edildiği şekilde, etnik azınlıklar ve göçmen gruplar kendi kültürel çevrelerini, sosyal dışlanmaya maruz kaldıklarını hissettikleri bir ortamda daha sağlamlaştırmaya başlamaktadır. Bu durum da söz konusu grupların, bulundukları topluma entegrasyonuna engel teşkil etmekte ve bu grupları, yapılan tespitler uyarınca, o toplumun temel değerlerinden uzaklaştırmaktadır.2 Dolayısıyla bu grupların toplu hareket etmesi bu defa halkı rahatsız edip korkutmakta ve politik söylemlerde ifadesini bulan önyargıları pekiştirmektedir. Hatta geçmiş toplumsal bilgilere ya da kişisel bilgi ve olaylara dayanılarak yapılan çıkarımlar sonucu oluşan mevcut önyargılar, Avrupa halklarının gözünde somut bir gerçeklik kazanmaktadır. Daha da önemlisi, ırkçılık ve yabancı düşmanlığına bağlı ayrımcılık, kişisel bakış açısı itibariyle sayılan olumsuzluklara dayandırılarak rasyonel bir çizgiye oturtulabilmektedir. Yabancı düşmanlığının nedensellik bağı oluşturularak rasyonelleştirilmesi, AB halkalarının kendi kültürel değerlerini koruyarak neo2 Trends and Development 1997-2005 – Combating Ethnic and Racial Discrimination and Promoting Equality in the European Union, European Union Agency for Fundamental Rights, 2007, p. 30. 3 milliyetçilik yaratmasına ve AB içinde bir anlamda ekonomik temellerle de desteklenen bir ‘kültürel milliyetçilik’ oluşumuna yol açmaktadır. AB’nin toplum yapısındaki değişim, yaşlanan nüfusu ve artan çok-etnikli yapısı ile beraber çeşitli yeni sorunları da gündeme getirmektedir. Yaşlanan demografik yapının sonucu sayısı azalan potansiyel genç işgücünün üzerindeki yükün artması, fakat bu grup içinde de işsizlik oranlarının fazlalaşması toplum yapısının getirdiği sorunlardan biridir. Bu durum AB içinde yaşayan göçmen ve azınlık gruplarına yönelik bakış açısındaki bir paradoksu da beraberinde getirmektedir. Yapılan anketlerde halk, Avrupa’da yükselen işsizliği bir yandan göçmen ve azınlıkların varlığına bağlarken, öte yandan bu grupların aslında daha ziyade kendilerinin yapmak istemedikleri işlerde istihdam edildiklerini söylemektedir.3 Irkçı ve yabancı düşmanı tavırları etkileyen artan suç oranlarının, sayısal göstergeler bunu doğrulamasa da4, nedeninin göçmenlere bağlanması da AB toplum yapısındaki mevcut başka bir paradoksun göstergesidir. Bu durumda, önyargıların ırkçı duyguların artışında yaptığı etki, mevcut toplumsal gerçeklikler ve algılama arasındaki farkta da ortaya çıkmaktadır. Paralel bir şekilde, AB vatandaşlarının mevcut durumlarından ziyade geleceğe yönelik endişe ve olasılıklardan yola çıkarak göçmen ve azınlıkları gruplandırdığını söylemek mümkündür. Đşsizlikten ziyade işini kaybetme korkusu ve özellikle genişleme kapsamında refah göçüne yönelik endişelerin paralelinde hareket edilmesi bu tespite yönelik örneklerden bazılarıdır. 3 “Racism and Xenophobia in Europe”, Eurobarometer Opinion Poll No 47.1, Luxembourg, 18-19 December 1997. 4 Bkz. Aylin Ünver NOI, Avrupa’da Yükselen Milliyetçilik, Đstanbul: IQ Kültür Sanat Yayıncılık, 2007, s. 162-170. 4 Irkçılık ve yabancı düşmanlığı kavramlarının algılamada yaşanan bir başka boyutu da kendisini ‘öteki’ ile tanımlama kapsamında göstermesidir. Hudson’un da belirttiği gibi, ırkçılık farklı zamanlarda “öteki”nin farklı biçimlerde ele alınmasına bağlı olarak ortaya çıkan aslında tarihsel bir fenomendir ve dolayısıyla kültürel bir tarihe sahiptir.5 Avrupa tarihinde de ‘ötekileştirme’ bir tanımlama unsuru olarak kullanılmıştır. Avrupa’nın farklı dil, din ve ırklarla ortak ve birlikte yaşam sürme konusunda zengin bir deneyimi olmadığından yola çıkarak, farklı ve yabancı olanlar, topluma sonradan eklenenlere, Avrupa içinde genelde kuşku ile bakıldığını ve bunun günümüzde de sürdüğünü söylemek mümkündür. Tarihsel kaynaklı bu kuşku ve ‘ötekileştime’ son dönemde özellikle ABD’ye yönelik 11 Eylül terör saldırıları ve ardından Avrupa’da gerçekleştirilen Londra ve Madrid bombalamaları sonrası daha fazla ve daha görünür bir biçimde artış göstermektedir. Tüm dünyada dini radikalleşmenin bir tehdit olarak algılanması ve göçmenlerin, özellikle de Müslüman göçmenlerin, potansiyel tehdit olarak görülmeye başlanması, Đslamofobi gibi akımların yükselmesine neden olmuştur. 11 Eylül sonrası yeniden zemin bulan Đslamofobi, Đslam dini ve Müslümanların entegrasyon kapasitesinin olmadığına dair mevcut önyargı ya da suçlamaları artırmış ve sonucunda yabancı düşmanlığını tetikleyen unsurların başında gelmeye başlamıştır. Avrupa siyasi dönüşümünün ulus devlet egemenliğine tehdit olarak görülmesi ve yaşanan ekonomik problemlerin aşırı sağ partiler tarafından kullanılması gibi, terörizmin yarattığı korku da yabancı grupların üzerine yıkılarak bir kez daha aşırı sağ gruplar tarafından kullanılacak zemin olarak görülmüş ve potansiyel oy kapısı olarak kullanılmıştır. 5 Nicholas Hudson, “ ‘Hottentots’ and the Evolution of European Racism”, Journal of European Studies, Vol. 34 (4), 2004, pp. 308-332. 5 Öte yandan, özellikle ırkçılık ve etnik ayrımcılığa karşı koruma düzeylerinin üye ülkelerde farklılık göstermesi bu sorunun hukuki temelini oluşturmaktadır. Avrupa ülkelerindeki özellikle göçmen kökenli nüfusun entegrasyonuna yönelik sosyal ve hukuki yaklaşım farkları bu sorunun hukuki düzeyde de farklı zemin bulmasına neden olmaktadır. Örneğin, Đngiltere zaman içinde yaklaşımını ve dolayısıyla politikalarını asimilasyondan kültürel çoğulculuğa kaydırırken, Fransa göçmenlerin bireyler olarak Fransız toplumuna entegre olması gerektiği görüşünü benimsemektedir. Dolayısıyla, bir yandan etnik grupların varlığını görünür kılan, diğer yandan ise Geddes&Guiraudon’ın deyimiyle6 farklı gruplara yönelik ‘renk körlüğü’ yaratan farklı entegrasyon uygulamaları, AB düzeyinde hukuki bir sorun yaratmaktadır. Irkçılık ve yabancı düşmanlığı ile mücadele yaklaşımının bir bütün olarak üye ülkeler düzeyinde gerçekleştirilmesinin zorluğu ve yukarıda sayılan nedenlerden dolayı artan sorunun giderek de ciddileşmesinden yola çıkarak AB, Birlik düzeyinde politika geliştirme ihtiyacı içine girmiştir. Konunun insan haklarının bir parçası olması ve temel özgürlüklere de müdahale açısından ele alınmasının yanında, Birliğe olan ekonomik ve sosyal bağlılığın önünde de bir engel olarak görülmesi, bu ihtiyaç doğrultusunda AB yetkililerini harekete geçirmiştir. Yasal düzenleme eksikliği ayrıca, ırkçılık ve yabancı düşmanlığının tetiklediği ayrımcılık karşısında tek pazar işleyişinin önünde de bir engel olarak görülmektedir. 6 Andrew Geddes and Virginie Guiraudon, “Britain, France and EU Anti-Discrimination Policy: The Emergence of an EU Policy Paradigm”, West European Politics, Vol. 27, No. 2, March 2004, p. 339. 6 Antlaşmalar zemininde var olan yasal yetki boşluğunu 1990’lı yılların sonunda yasal düzenleme değişiklikleriyle bir ölçüde gidermeye çalışan Birlik, aslında 1980’li yılların ikinci yarısında bu soruna eğilmeye başlamıştır. 1986 tarihli ırkçılık ve yabancı düşmanlığına karşı yayınladığı ortak deklarasyon ile AT kurumları, Topluluk içinde var olan ve yükselmekte olan, çoğunluğu göçmenlere yöneltilen yabancı düşmanı tavır, hareket ve şiddet eylemlerini tanımıştır. Ayrıca AT kurumları, insan onuruna saygı gösterme ve ırksal ayrımcılık biçimlerini ortadan kaldırmanın tüm Avrupa ülkelerinin ortak kültürünün ve yasal mirasının parçaları olduğunu vurgulayarak; ırksal, dini, sosyal ve kültürel farklara dayalı olarak kişi ya da kişi gruplarına karşı tüm hoşgörüsüzlük, düşmanlık ve güç kullanımını kınamıştır. Bunu takiben, sosyal politikalar çerçevesinde pek çok önlem alınmış ve AB Devlet ve Hükümet Başkanları zirvelerinde ırkçılık ve yabancı düşmanlığı ile mücadeleye yönelik kararlılık bildirilmiştir. Eylem planları paralelinde, ortak eylem, strateji, bildiri ve çerçeve kararlarla bu kararlılık yasal olarak desteklenmeye çalışılırken, diğer yandan da sosyal anlamda konuya dikkat çekme ve toplum bazında farkındalık oluşturma adına AB, 1997 yılını Avrupa’da Irkçılıkla Mücadele Yılı ilan etmiştir. Benzer şekilde, 2007 yılı Herkes Đçin Eşit Fırsatlar Yılı ilan edilerek, AB içinde ırkçılıkla mücadeleye hız kazandırma adına mevcut stratejilerin önünü açacak yeni bir açılıma öncülük etme amaçlanmıştır. 2000 yılında ırk ve etnik kökene dayalı ayrımcılığı da içine alacak şekilde geniş kapsamlı iki yasal düzenlemeye -henüz tüm ülkelerde sağlıklı uygulanmamış olsalar da - imza atan Birlik, Komisyon tarafından finanse edilen eğitim ve değişim programları gibi programlarla da hukuki düzenlemeleri sosyal alanda yapılan girişimlerle desteklenmeye çalışmaktadır. 7 Söz konusu hukuki, siyasi ve sosyal girişimlerin etkinliğinin artırılması adına, çeşitli ulusal ve uluslararası kuruluşlardan destek almaya çalışan Birlik, aynı zamanda kendi yasal zeminine dayanarak ırkçılık ve yabancı düşmanlığı ile mücadele konusunda çeşitli kurumlar oluşturmuştur. Bunların başında, 1997 yılında kurulan ve Mart 2007’de görev alanı genişletilerek Temel Haklar Ajansı adını alan Avrupa Irkçılık ve Yabancı Düşmanlığını Đzleme Merkezi gelmektedir. AB kurumlarının etkili çalışabilmesi adına üye ülkelerden veri sağlayan bu merkez, Avrupa Irkçılık ve Yabancı Düşmanlığı Bilgi Ağı adındaki bir kuruluş aracılığıyla mevcut sorunla ilgili güvenilir ve nesnel bilgilerin toplanmasına odaklanmaktadır. Bu sayede Birlik, bilgi toplamakla kalmayıp aynı zamanda etkili politikaların üretilmesi konusunda ve yasal çerçevede adım atılmasını gerektiren konularda bir nevi fizibilite çalışması da yapma imkanı bulmaktadır. AB ayrıca Irkçılığa Karşı Avrupa Ağı gibi sivil toplum kuruluşlarının araştırmalarından da yararlanarak, ırkçılık ve yabancı düşmanlığı konusunu çok-temelli bir yaklaşım ile ele almaya çalışmaktadır. AB yasal düzenlemelerinin, sosyal politika ve girişimlerle de desteklenmesi yönündeki Birlik çalışmaları, ırkçılık ve yabancı düşmanlığı ile mücadelede AB’nin geçmiş dönemlere oranla özellikle yasal zeminde epey yol aldığını simgelese de bu durum, yeterli koruma düzeyinin ve mücadele anlamında yeterli etkinliğin sağlandığı anlamına gelmemektedir. Özellikle bu konuda yeterli politik arzunun bulunmaması ve AB düzeyinde parçalı ve dağınık konumdaki politika ağı, yapılan yasal girişimlerin etkinliğini sorgular hale getirmektedir. Đnsan hakları ve ırkçılıkla 8 mücadele örgüt ve kurumları tarafından yayınlanan araştırma ve raporların göstergeleri de yasal düzenlemelerin siyasi liderlerden gelen destekleyici eylemler, eğitim, analiz ve araştırmalar, sivil toplumun geniş katılımı, farkındalığın artırılması ve sosyal parametreler ile desteklenmesi gereğini vurgulamaktadır. Siyaseten zayıf kalan politikalar, üye ülkelerde konunun farklı çerçevelerde ele alınması ile birlikte, bu konudaki mücadelenin Birlik düzeyine çıkarılmasını daha zor hale getirmektedir. Avrupa’da yabancılara ilişkin mevcut asimilasyonist ve çok-kültürlülük yaklaşımları arasındaki farklılık, Birliğin ırkçılığa karşı girişim ve hareketlerinin ortak bir amaçta ilerlemesini engellemektedir. Yaklaşım farklılığı yanında, Avrupa’da ırk, din ve etnik kategori bağlamında terminolojik ve ideolojik karmaşanın mevcut olması da bu konuda ortak hedefli politikalarda sapmaya neden olmaktadır. Hatta bu durum Kıta Avrupasının ırksal ayrımcılığı tanımlama konusundaki isteksizliği olarak nitelendirilmekte ve bu isteksizliğin alternatif kategoriler içinde eşit fırsatların uygulanmasını engellediği dile getirilmektedir.7 Diğer taraftan, AB, eşit hakları içeren yasal düzenlemeler üzerinde dursa da bu pratikte yeni-sağ partilerin politikalarıyla tehlikeye girmektedir. Ayrıca, medyanın, özellikle genişleme ile birlikte, ekonomik göçü olumsuz olarak yansıtması da kamuoyunda korkunun artmasına neden olmakta ve ırkçılık ve yabancı düşmanlığı ile mücadelenin etkinliğini baltalamaktadır. 7 Hilary Silver, “European Policies to Promote the Social Inclusion of Disadvantaged Groups: Lessons for Latin America and the Caribbean”, Document presented for the seminar “Good Practices in Social Inclusion: A Dialogue between Europe and Latin America and the Caribbean”, March 21 and 22, 2003, Milan, Italy, Inter-American Development Bank, p. 10. 9 Söz konusu sorunlar devam ettiği sürece, Birliğin eylemleri sadece şekilsel olarak ve çok kısıtlı bir yapıda kalmaktadır. Hala ulusal ölçekteki yasal düzenlemelerde üye ülkeler arasında büyük farklılıklar bulunması nedeniyle, giderek Avrupalılaşan ırkçılık ve yabancı düşmanlığı sorunlarında Birlik düzeyinde ilerlemeyi sağlamak çok kolay olmamaktadır. Bu aşamada AB’nin ırkçılık ve yabancı düşmanlığı ile mücadelesinde atılması gereken adımlar ve yapılması gereken girişimler bulunmaktadır. Etkili iletişim ırkçılığa karşı tepki gösterme bakımından önemli bir faktör olarak karşımıza çıkmaktadır. Aslında bu açılım, güçlü etkiye sahip politikalar ve yasal düzenlemeler için ortam yaratma anlamına da gelmektedir. Milliyetçiliğin aşırı şekli olarak sayılabilecek ırkçılık dalgasının çokkültürlülüğü reddinden ötürü AB projesi için bir tehlike unsuru oluşturduğu göz önüne alınırsa, bu konuda toplumsal bilinç artırımına gidilmesi ve anti-ırkçılığın depolitize hale getirilmesi için girişimlerde bulunulmalıdır. Hedefe yönelik politikalar ve entegrasyon çalışmaları ile ırkçılık ve yabancı düşmanlığına maruz kalan bireylerin toplumdan soyutlanmasının önüne geçilmesi, hem önyargıların kırılması hem de demokratik değerlerin doğru bir zemine oturması açısından etkili olacaktır. AB entegrasyon temellerinin hukuka dayandırıldığı göz önünde bulundurulduğunda, yapılan tüm girişimlerin etkinliğinin artırılması adına, AB kurumlarınca tüm politika alanlarında uygulanmasını zorunlu kılacak yatay hükümlerin antlaşmalara dahil edilmesi, sorunun yasal kısmında rahatlamayı sağlayacak bir faktör olacaktır. 10 Avrupa’da yükselen ırkçılık ve yabancı düşmanlığının neden-sonuç analizine yönelik veriler ışığında, bu çalışmasının konusunu, AB genelinde artan ırkçılık ve yabancı düşmanlığı sorununun nedenleriyle beraber ortaya konarak, Birlik düzeyinde alınan önlemlerin ve Birliğin bu konudaki mücadelesinin yeterliliği konusunun irdelenmesi oluşturmaktadır. Bu amaçla, genel olarak, sorunun AB düzeyinde hukuki boyuttaki mücadelesi Birlik verilerine dayanarak incelenmekte ve soruna yönelik politik arzunun da eksikliğinden yola çıkılarak mücadelenin etkinliği tartışılmaktadır. Söz konusu tartışmaya yönelik olarak, bu konudaki sorunsalın irdelenip daha etkin bir mücadelenin nasıl olması gerektiği üzerinde durulması amaçlanmaktadır. Bu bağlamda, çalışmanın birinci bölümünde ırkçılık ve yabancı düşmanlığının kavramsal, kuramsal ve hukuksal analizi yapılarak, öncelikle ırkçılığın tarihsel süreç içinde yaşadığı dönüşüm incelenmektedir. Irkçılık ve yabancı düşmanlığı olgularının tarihten günümüze dayandığı unsurların zemininde yaşanan farklılaşmanın kuramsal açıdan incelenmesi, küreselleşme ve bütünleşme ile sosyal görünümü değişen Avrupa’nın toplum tabanındaki tepkinin yabancılara negatif yansımasını anlama açısından önem taşımaktadır. Yeni unsurlarla farklı boyut kazanan bu sorunun kavramlarına yönelik hukuksal terminolojideki boşluk ya da karmaşaya değinmek ise mücadelenin etkinliğinin irdelenmesi için gerekli görülmektedir. Çalışmanın ikinci bölümünde, ırkçılık ve yabancı düşmanlığının ortaya çıkış ve yükseliş nedenleri ele alınmaktadır. Bu bölümde soruna neden olan faktörlerin analizinin etkili bir biçimde yapılmasının, sorunla mücadeleye ilişkin kapsamlı politika ve araçların oluşturulması için kilit nokta olduğu fikrinden yola çıkılmaktadır. Çalışmanın üçüncü bölümü, ırkçılık ve yabancı düşmanlığı ile mücadelede AB politika ve araçlarını, hukuksal ve kurumsal düzeydeki 11 düzenlemeler kapsamında ele almaktadır. Üçüncü bölümde, AB düzenlemeleri, ırkçılık ve yabancı düşmanlığı konusunda AB düzeyinde kapsamlı bir politika oluşturma hedef ve anlayışına getirdiği etki ya da etkisizlik boyutuyla incelenmektedir. AB’nin söz konusu düzenlemeler aracılığıyla oluşturmaya çalıştığı kapsamlı mücadele anlayışı ve çabalarının genel anlamda yeterlilik ve etkinliğinin analizi ise son bölümde yapılmaktadır. Dolayısıyla çalışmanın dördüncü ve son bölümü, ırkçılık ve yabancı düşmanlığı ile mücadelede AB’nin kullandığı hukuki ve siyasi araçların etkinliği/etkisizliğini ele almakta ve aynı zamanda bu konudaki boşlukların tespitinden yola çıkarak sorunun aşılmasına yönelik açılımların sunulmasına çalışılmaktadır. Bu anlamda, Avrupa bütünleşmesinin üzerine oturduğu temel değerleri sarsan ve toplumların entegrasyonu önünde ciddi bir engel teşkil eden ırkçılık ve yabancı düşmanlığı sorununu tüm yönleriyle ele almaya çalışan bu çalışmanın, sorunun ciddiyeti bakımından farkındalığı artırması hedeflenmekte ve sorunun çözümünde alınacak önlemler açısından literatüre önemli bir katkı sağlaması beklenmektedir. 12 I. BÖLÜM IRKÇILIK VE YABANCI DÜŞMANLIĞI KAVRAM VE OLGULARININ ANALĐZĐ Günümüzde temel hak ve özgürlüklerin her alanda daha fazla vurgulanmasıyla hedeflenen eşitlik ve hoşgörü ortamının aksine, hakaret, dışlama ve şiddet gibi unsurları içeren ırkçılık ve yabancı düşmanlığı, modern Avrupa toplumlarının aşması gereken önemli bir sorun haline gelmiştir. Geçmişte kalıtımsal farklılıklara dayanan ‘üstünlük’ iddiasıyla şekillenen bu sorun, tarihten günümüze taşınan önyargı ve basmakalıp düşüncelerin etrafında, son dönemlerde varlığını daha karmaşık bir yapılanma içinde sürdürmektedir. Zamanla kalıtımsal özelliklerden sıyrılan ırkçılık kavramını, artık kültürel dışlama, etnik-merkezcilik (etnocentirism), anti-semitizm ve hatta göçmen karşıtlığı gibi sosyal dışlamacı tavır ve davranışlardan ayırmak zorlaşmaktadır. Yabancı düşmanlığı da ortak fiziksel özellikler ve kültürel özdeşliklerin dışında tanımlanan ‘yabancı’ ya da ‘öteki’ne duyulan güvensizlik, korku ve nefreti barındıran unsurlarıyla ırkçılığın sosyal dışlamacı biçimlerinden birine dönüşmektedir. Temelini büyük oranda sömürge tarihinden alan ırkçılık, ilk haliyle insanlar arasında hiyerarşik bir yapılanma oluşturarak ucuz işgücünün kaynağı olan köleliği meşrulaştırmak için bilimsel çalışmalara başvurmuştur. Önceleri üstün ırkın ‘aşağı’ olana medeniyet götürmek iddiasıyla genelde siyah insanların ezilmesine neden olan bu çalışmalar, 20. yüzyılın başlarında arî ırk oluşturma teorileriyle Avrupa’ya 13 felaket getirince terkedilmiştir. Ancak toplumlara yerleşen dışlamacı basmakalıp düşünce ve inanışları, sadece ırkçı teorileri yine bilimsel çalışmalarla çürüterek ortadan kaldırmak mümkün olmamıştır. Zira bir zamanlar sömürgeciliğin meşrulaştırma alanı olarak kullanılan ırkçılığın, bu tarihsel gerçekliğin -uygulamada farklı biçimlerde devam etse de- sona ermesine rağmen, günümüzde de kendini meşru kılacak zemini bulma konusunda sıkıntı çektiği söylenemez. Özellikle 21. yüzyılda gerçekleşen ekonomik ve sosyal yeniden yapılanma, ırkçılık ve yabancı düşmanlığının dayandığı unsurları da önemli ölçüde kültürel ve sosyal farklılıklara taşıyarak yeniden şekillendirmektedir. Dolayısıyla günümüzde ırkçılık ve yabancı düşmanlığı; gelecek korkusu, sosyal güvensizlik, ulusal kimlik vurgusu, önyargı ve basmakalıp düşünceler ile göç, ekonomik gerileme gibi ‘ırk’ unsurunu içinde barındırmayan faktörlerle yeni bir boyut kazanmaktadır. Irkçılığın bilimsel bir ideolojiye dayanmayan yeni boyutu, dışlama ve ırkçılığın farklı görünümlerde ortaya çıkmasına neden olmakta ve aslında farklı formatlara büründüğü bu gizli haliyle genelleştirilmiş bir tanımdan uzak kalması nedeniyle bu sorunla mücadeleyi de zorlaştırmaktadır. Dolayısıyla ırkçılık ve yabancı düşmanlığına yönelik çalışmalarda ve düzenlemelerde bulunurken bu olguların kökenleri ve değişen yönleri hakkında etkili ve ‘ırk’ unsurunun ötesine geçen ayrıntılı bir analizin yapılması gerekmektedir. Bu gerçeklikten yola çıkarak bu bölümde, tarihten günümüze yaşadığı dönüşümler de göz önüne alınarak ırkçılık ve yabancı düşmanlığının kavramsal, kuramsal ve hukuksal analizi yapılacaktır. Bölümün ilk kısmını söz konusu olguların varlık nedeninin ve barındırdığı unsurların kavramsal ve kuramsal açıdan incelenmesi oluşturmaktadır. Đkinci kısımda ise sosyal, kültürel ve ekonomik gerçekliklere dayanarak dönüşüm geçiren ırkçı ve yabancı düşmanı 14 unsurların hukuksal terminolojide de yol açtığı karmaşaya ya da boşluğa değinilecektir. Irkçılık ve yabancı düşmanlığının Avrupa çapında etkin ve kapsamlı bir mücadele gerektirdiği tezine dayanan çalışmanın bütünü göz önüne alındığında, sorunun temelindeki kavramların hukuksal analizi, çözüm ve etkili bir mücadele için gerekli açılım ve düzenlemeler bakımından önem kazanmaktadır. 1. Irkçılık ve Yabancı Düşmanlığının Kavramsal ve Kuramsal Analizi Geçmişte köklerini ‘ırk’ kavramına dayalı olarak antropolojik çalışmalarla desteklenen biyolojik açıklamalarda bulan ırkçılık, günümüzde farklı disiplinlerin çalışma alanları içinde ele alınarak sosyal bir yapılanmanın ifadesi haline gelmiştir. Bu yaklaşım içinde ırkçılık, değişik akademik disiplinler çerçevesinde ekonomik, siyasal, sosyolojik, biyolojik, kültürel ve tarihsel pek çok açıdan incelenme alanı bulmuştur. Disiplinler arası ele alınan bir yaklaşımın sonucunda, ırkçılığın sadece ‘ırk’ kavramına dayandırılarak ya da ırk temelli özelliklerle sınırlandırılması doğru bulunmamaktadır. Günümüzde daha çok ‘öteki’nin algılanış biçimi ile şekillenen ırkçılık, etnik-merkezli (ethno-centric) bir ortak payda ile ‘biz’ ve ‘onlar’ arasındaki ayrıma bağlanmaktadır.8 Farklı gruplar arasındaki önyargı ve hoşgörüsüzlüğün ifadesi olarak ortaya çıkan ırkçılığın, ‘öteki’lerden üstün olan özellik ve değerlerin ön plana çıkarılmasıyla, bir davranış biçimi haline geldiğini de söylemek mümkündür. Dolayısıyla günümüzde, ırkçılığın bir biçimi olarak tanımlanan yabancı düşmanlığı ile şekillenen ve sosyal tabana pek çok alanda yansıyan bir davranış biçiminin varlığından söz edilebilir. 8 J.M. Vorster, “Racism, Xenophobia and Human Rights”, The Ecumenical Review, Vol. 54, Issue 3, 2002, p. 297. 15 1.1. Tarihsel Gelişim Đçinde Irk ve Irkçılık Kavramları Tarih boyunca ırkçılık, değişen toplumsal yapıya ve düzene paralel olarak değişik biçimlerde kendini göstermiş ve farklı tanımlamalarda ifadesini bulmuştur. Bilim öncesi dönemde ‘ırk’ın anlamı, çoğunlukla aristokratik soy ve özellikli bir hanedanlığa ya da yönetici sınıfa ait olma ile ilişkilendirilmiştir. Söz konusu dönemde kavram, öncelikle asalet ve kaliteyi ifade etmiş ve somatik kriterlere referans yapılmamıştır. 18. ve 19. yüzyılda doğru olmayan bilimsel temeller (pseudo-biological) ve antropolojik sistematikleştirmeler ırk kavramının anlamını, farklı ülke ve kıtalardaki insanları kategorize etmek için tasarlanan kabaca genelleştirilmiş fenotipik özellikler ile ilişkilendirmiştir. Bu aşama ile beraber ırk fikri, siyasi tarih literatürüne dahil edilmiş ve kavramsal olarak tarih terminolojisine transfer edilmiştir. 19. yüzyılın ikinci yarısında ırk kavramı, bu defa altyapısı oluşturulan tarihsel ve ulusal özelliklerle beraber, sosyal-Darwinizm ile bağlantı kurularak açıklanmaya başlanmıştır. Irk teorisyenleri, tarihi sadece en uygun ırkın hayatını sürdürmeye hakkının olduğu bir ‘ırk mücadelesi’ olarak yorumlamışlardır.9 19. yy.da köklerini bulan ırkçılık teorisi, ‘bilimsel ırkçılık’ olarak adlandırılmaktadır. Irkları biyolojik olarak tanımlayan bu teori, fiziksel özelliklerin göstergesi olarak doğasal karakteristik özellikleri kullanmış ve zihinsel ve ahlaki üstünlük/aşağılık olgularını savunmuştur. Bu tanımlama aryan ırkını diğer tüm 9 Martin Reisigl and Ruth Wodak, Discourse and Discrimination: Rhetoric of Racism and Antisemitism, London: Routledge, 2001, p. 4. 16 ırklardan üstün görmüş ve spesifik olarak Yahudileri Asyalı insanlar olarak tanımlayarak hiyerarşinin en altına yerleştirmiştir.10 II. Dünya Savaşı öncesi pek çok Batı Avrupa ülkesinde ırkçılık, Wievioka’nın ifadesiyle, günümüzden daha yaygın, görkemli ve büyük bir fenomeni ifade etmiştir. ‘Sömürgeci ırkçılık’ olarak nitelendirilen bu dönem, sömürge altındaki ırkların daha aşağı bir nitelikte olduğunu varsaymıştır.11 Irkçılığı teoriye döken farklı yaklaşımların içinde, sömürgeciliği meşrulaştırma aracı olarak bu kavramın tanımlandığını ortaya koyanlar da bulunmaktadır. Lentin’e göre, farklılıkların daha belirgin hale geldiği bu dönemde, asimilasyon ve modernleştirme adı altında bilimin rasyonelliği de kullanılarak hiyerarşik bir gelişim yaratma içine girilmiştir.12 Kapitalist dünya ekonomisinin gelişimi ışığında ele alınan ve ırkçılığı sömürgeyi meşrulaştırma aracı olarak gören yaklaşım Miles tarafından ‘sömürge paradigması’ olarak adlandırılmıştır. Klasik geleneksel Marksist açıklamalara dayanan bu ifade, ırkçılığın sömürgecilik ve emperyalizmin sonucunda ortaya çıkarıldığını vurgulamaktadır.13 Benzer şekilde, ABD’de bu ülke içinde yaşayan Afrika kökenli insanların köleleştirilmesi ve eziyete maruz kalması ırkçılık olarak analiz edilmiştir. Oliver Cox, ırkçılığı kapitalist sömürüyü ve onu destekleyen sosyal davranış biçimlerini tanımlayan bir fenomen olarak ele almaktadır. Bu bağlamda ırkçılığı sömürgeciliğin rasyonelleştirilmesi olarak tanımlayan Cox, kapitalizm ve milliyetçiliğin yükselişi ile Avrupalılar arasında ırkçı sömürü ve önyargıların 10 Nora Rathzel, “Developments in Theories of Racism”, in The Evens Foundation (ed.), Europe’s New Racism: Causes, Manifestations and Solutions, New York & Oxford: Berghahn Books, 2002, p. 4. 11 Michael Wieviorka, “Racism in Europe: Unity and Diversity”, in Ali Rattansi & Sallie Westwood (eds.), Racism, Modernity, Identity on The Western Front, Cambridge: Polity Press, 1994, p. 176. 12 Alana Lentin, Racism and Anti-Racism in Europe, London: Pluto Press, 2004, pp. 37-38. 13 Resiigl & Wodak, op cit., p. 15. 17 geliştiği tezini ileri sürmektedir. Bununla paralel, kapitalizmin dünya çapında yaygınlaşmasına bağlı olarak tüm ırkçı düşmanlıkların yönetici kapitalistlerin, beyazların ve Kuzey Amerikalıların politika ve davranışlarının izlerini taşıdığını iddia etmektedir. Söz konusu dönemde köle ticaretinin Amerika’nın zengin doğal kaynaklarını sömürme amacıyla işgücünü sağlamanın kolay yolu olarak ele alan Cox, bu ticaretin Hintliler ve Afrikalılar kırmızı ya da siyah ırk olduğu için yapılmadığını belirtmektedir. Madencilik gibi ağır işlerde çalışacak en iyi işçiler olduğu için bu kişilerin ticareti yapılmıştır.14 Bu tanımlama ve iddiaların devamında Asya, Afrika, Latin Amerika kökenli insanları aşağı ırklar olarak tanımlayarak sömürgeciliği ve köle ticaretini meşrulaştıran ideolojiler, ırkçılığın ifadesi olarak analiz edilmiştir. Dolayısıyla, siyahları hedef alan beyaz insanların teori ve eylemlerini, ırkçılık olarak tanımlama gibi bir gelenek ırkçılık tarihinde yerini almıştır.15 Bu bakış açısı içinde, bazılarına göre, ırkçılık aslında iki farklı yapılanmayı da beraberinde getirmektedir. Bir yandan ırk kavramı, bazı spesifik sosyal gruplara baskı kurma ve onların maddi, kültürel ve siyasi kaynaklara ulaşımını, refah sisteminden yararlanmasını engellemek ve sömürüyü meşru hale getirmek için ideolojik bir araç olarak görülmektedir. Diğer yandan, ırk kavramı aracılığıyla sömürünün ve ayrımcılığın meşrulaştırılmasından etkilenen bu gruplar, ırk fikrini pozitif bir kimlik inşa etmek için alternatif bir araç olarak görmekte ve daha fazla katılım, özerklik ve bağımsızlık adına siyasi bir direnç temeli olarak kullanmaktadır.16 14 Oliver C. Cox, “Race Relations: Its Meaning, Beginning and Progress”, in Les Back and John Solomos (eds.), Theories of Race and Racism, London and New York: Routledge, 2000, pp. 71-72. 15 Rathzel, op. cit., p. 5. 16 Resiigl & Wodak, op cit., p. 2. 18 Sömürgeciliğin meşrulaştırma aracı olarak ırkçılığın insanları ayrıma tabi tutması, medeniyeti yayma ve üstün ırkın aşağı ırkı yönetmesinin olağan hale getirilmesi ve beraberinde bilimsel çalışmalarla antropolojik olarak desteklenen ırksal üstünlük fikri, aşırı radikalleşmiş teorik biçimini Alman anti-semitik ve nasyonal-sosyalist teorilerde göstermiştir. 1930’larda politika malzemesi olarak kullanılmaya başlanan ve Yahudilere yönelik dini, ekonomik, sosyal, ulusal ve kültürel her alanda tahammülsüzlük ve şiddetin ifadesi haline gelen anti-semitizm, milyonlarca insanın öldüğü bir savaşın tetikleyicisi de olmuştur. Irk ayrımcılığının rasyonelleştirilerek meşrulaştırılmaya çalışıldığı bu dönemin II. Dünya Savaşı ile unutulmak istenen bir tarihe simgelik etmesi, bilimsel ırkçılığın da çürütülmesi adına çalışmaların başlatıldığı bir dönemi de beraberinde getirmiştir. 1950’li ve 1960’lı yıllarda, II. Dünya Savaşı sonrasında BM’nin bir alt kolu olarak kurulan UNESCO tarafından, bir dizi toplantı düzenlenmiş ve uluslararası alanda tanınmış bilim adamlarından ‘ırk’ kavramının doğası ile ilgili bilimsel kanıtların özetlenmesi istenmiştir. Yapılan toplantılar sonucunda, bilim adamlarının ırklar arasında bir fark olmadığını kanıtlamasıyla, ‘bilimsel ırkçılık’ olarak adlandırılan bu olgu çürütülmüştür. Her ne kadar ırkçılığın bilimsel bir temeli olmadığı uluslararası alanda kanıtlanmış olsa da, Rathzel’in de belirttiği gibi, hastalıklı fakat rasyonel bir düşüncenin sonucunda ortaya çıkan ırkçı tavır ve hisler, toplumsal ve bireysel düzeyin içine yerleşmiş durumdadır.17 Bu bağlamda Appiah, ırksal tanımlamaların ya da etiketlemenin içerisinde ırk unsuru barındırmadan da yapılabileceği ve ırk teorilerinin oluşumunda aslında ırkçılığın merkezi rol oynadığı tespitinde haklı 17 Rathzel, op. cit., pp. 4-5. 19 görünmektedir.18 Söz konusu gerçeklik içinde savaş sonrası dönemde ırkçılık, değişen dünya düzeni, sirkülasyon geçiren toplumsal yapılar ve kültürel etkileşimlerin sonucu farklı bir biçimin içinde yapılanma alanı bulmuştur. Soğuk Savaş döneminde zemin değiştiren ideolojiler ve özellikle 1980’lerde yeni nesil göçmen topluluklarının göç ettikleri ülkelerde kendi yaşamlarını ifade eden siyasi ve kültürel tanımlama içine girmeleri ırkçılığın bilimsel alandan çıkarak daha sosyal bir fenomene dönüşmesine ve farklı unsurlarla beslenmesine neden olmuştur. ‘Kültürel ırkçılık’ olarak adlandırılan bu yeni ırkçılık biçimi, geçmişte Avrupalı devletler tarafından domine edilen ve sömürgecilik tarihinin bir parçası olan bilim destekli düzeyinden ziyade, büyük ölçüde ‘yabancı’ ve ‘zayıf’ olarak algılananlara karşı yöneltilen bir olgu haline gelmiştir.19 Modernitenin getirdiği ideal toplum arayışı, endüstri toplumunun çöküşü ile sosyal kimliğini koruma çabası, kültür ve ekonominin küreselleşmesi sonucu belirginleşen farklılıklar üzerine oturan ‘öteki’ betimlemesinin vurgu kazanması ile yeni ırkçılık, farklı akademik disiplinler çerçevesinde çok çeşitli ve bazen çelişkili tanımlamalar içinde açıklanmaya çalışılmaktadır. Thranhardt, yeni ırkçılığın birbiri ile çelişen iki farklı görüşe yansımasını, bir yandan sosyal ayrım ve ayrımcılık karşısında devlet müdahalesinin yokluğuna bağlayanların, öte yandan ise kültürel bağımlılığa neden olan çok fazla devlet müdahalesinin olduğunu savunanların görüşlerini ele alarak açıklamaktadır. Buna göre, ırkçılığı kapitalizm öncesi geleneğin güçlü kalıntılarını 18 K. Anthony Appiah, “Racial Identity and Racial Identification”, in Les Back and John Solomos (eds.), Theories of Race and Racism, London and New York: Routledge, 2000, pp. 607-615. 19 Hajo Funke, “Europe at the Threshold: Fairness or Fortress? Racism, Public Policy and Antiracist Concepts”, United Nations Institute for Social Development, Conference Paper, Durban, South Africa, 3-5 September 2001, p. 3. 20 barındıran kapitalist otoriter karakterli düzenin bir parçası olarak açıklayanların yanında, bireyselciliğin artması ve öznelliğin popüler hale gelmesi ile zayıflayan toplumsal bağlara odaklananlar da bulunmaktadır.20 Yeni ırkçılığın tanımlanmasında etkili unsurlardan biri olan göç olgusu, ‘göçün ekonomi politiği’ çerçevesinde ırkçılaşma sürecini açıklamakta kullanılmaktadır. Söz konusu yaklaşım, kapitalizm içinde gelişen bu süreci göç, sermaye birikimi ve sınıf oluşumu ile bağlantılı bir şekilde açıklamaktadır. Irk ilişkileri açısından sosyolojik paradigmaları reddederek, 1945 sonrası dünya çapındaki göçe, dünya ölçeğinde dengesiz kapitalist kalkınmanın bir sonucu olarak odaklanmaktadır.21 Öte yandan, post-modern yaklaşımlar ve kültürel çalışmalar, ırkçılığın kültürel, ideolojik ve siyasi yapılanmasını analiz etmektedir. Bu çerçevede, etnisite, milliyetçilik ve ortak kimliğin diğer biçimleri; “hikaye, imaj, müzikal form ve popüler kültürün oldukça önemli bir role sahip olduğu kültür politikalarının temsili olarak kavramsallaştırılan bir sürecin ürünleridir”. Buna göre, “milliyetçilik, ırkçılık, etnisizm gibi kavramlar artık sosyal düşmanlık ve çatışma için geçerli zemini tek başına sağlamaktan uzaktır. Çünkü bu kavramlar, öznelliğin ön plana çıktığı, kimliklerin çoğullaştığı ve post-modern koşullarda ortak kimliklerin ve geleneklerin yeniden inşa edildiği bir ortamda herkesi kapsayan ve ikna eden açıklayıcı bir çerçevenin oluşumuna engel teşkil etmektedir”.22 20 Dietrich Thranhardt, “The Political Uses of Xenophobia in England, France and Germany”, Party Politics, Vol. 1, No. 3, 1995, p. 323. 21 Resiigl & Wodak, op cit., p. 16. 22 Ibid. 21 Görüldüğü gibi (çalışmanın kapsamı çerçevesinde üzerinde durulmayan pek çok disiplin de bu açıklamalara dahil olmak üzere23) yeni ırkçılık, II. Dünya Savaşı öncesi görece uzlaşı içinde olan tanımlamasından ziyade, günümüzde farklı unsurların bileşenlerinin farklı yansımalarda ifadesini bulan daha karmaşık bir fenomen haline dönüşmüştür. Değişen dünya ve toplum düzeni ile birlikte ırkçılığın dayandığı maddi faktörler, biyolojiden ekonomiye, sosyolojiden kültüre bir kayma geçirerek ırkçılığın belli dönemlerde farklı biçimlere bürünmesine neden olmaktadır. 1.2. Irkçılık ve Yabancı Düşmanlığı: Tanım ve Unsurlar Irkçılığın tarihsel gelişimi kavramın genetik, biyolojik, kültürel ve sosyolojik açıdan farklı açıklamalara bağlı olarak ve değişen ideolojiler çerçevesinde doğrusal (linear) bir yapı sergilemediğini göstermektedir. Günümüz için de geçerli olan bu belirleyici özellik dahilinde, ayrımcılık gibi bir ortak paydada birleşen ırkçılık ve yabancı düşmanlığı kavramları, bu bölümde tarihsel birikimden de yararlanarak geliştirilen güncel tanımlamaları ve içerdiği farklı biçim, düzey ve faktörleri ile ele alınmaktadır. 1.2.1. Irkçılık: Kavram ve Farklı Düzeyleri ‘Irkçılık’ kavramı, davranış ve ideoloji olarak aslında her zaman birbiri ile bağlantılı olmasını da gerektirmeyen iki farklı boyutta tanımlanmaktadır. Davranış 23 Irkçılığın farklı disiplin ve akademik çevrelerce ele alınış biçimlerine dair detaylı bilgi için bkz. Reisigl & Wodak, op.cit. 22 biçimi olarak ele alınan ırkçılık, tanımlanmış fiziksel özellikleri kendilerinden farklı olan bireylerden nefret etme ya da bu bireyleri küçük görmenin açıkça ifadesi iken; bir ideolojinin parçası olarak tanımlanan ırkçılık ise insan ırklarıyla ilgili bir doktrini ifade etmektedir.24 Vorster, ırkçılık kavramının çağımızdaki anlamının Marger’ın üç temel fikir etrafında şekillenen bir inanç sistemi ya da ideoloji olarak gördüğü tanım ile daha net anlaşılacağını belirtmektedir. Bu temel fikirlerin birincisi, insanların doğal olarak farklı fiziksel tiplere ayrılmış olmalarıdır. Đkincisi, söz konusu fiziksel özellikler, özünde kültür, kişilik ve zeka ile ilişkili olarak görülmektedir. Sonuncusu ise genetik kalıtımları temelinde, bazı grupların kalıtımsal olarak diğerlerinden üstün olduğu düşüncesidir. Dolayısıyla, ırkçılık doğuştan sosyal davranış ve kapasiteleri farklı olan grupların alt gruplara bölünmesini savunan inancı simgelemektedir. Bu yargı ise toplumsal kaynakların, özellikle refah, prestij ve gücün değişik biçimlerde eşitsiz dağılımını meşrulaştırmaktadır.25 Irkçılık kavramı ayrıca, ırksal gruplar dışındaki etnik ve dini gruplar arasındaki önyargı ve hoşgörüsüzlüğü tanımlamak için de kullanılmaktadır. Dolayısıyla, ırkçı duygu ve inanışları sadece ırk gruplandırmalarının temelindeki düşüncelerle sınırlandırmak doğru değildir.26 Bu görüşe paralel olarak, ırkçılık aynı zamanda anti-semitism, Arap-fobisi, siyah-fobisi, engelli insanlara duyulan fobi gibi çeşitli spesifik korkuların bileşeni ya da ‘heterofobi’ olarak da tanımlanabilmektedir.27 Hatta Miles, ‘ırk’ diye bir kavramın aslında var olmadığını, sadece bazı sosyal grupların ‘öteki’ni oluşturmak ve diğer sosyal grubun da 24 Tzveton Todorov, “Race and Racism”, in Les Back and John Solomos (eds.), Theories of Race and Racism, London and New York: Routledge, 2000, p. 64. 25 Vorster, op.cit., p. 297. 26 Ibid. 27 Resiigl & Wodak, op cit., p. 5. 23 dışlanmaya karşı durma yoluyla ‘kendini’ tanımlamak için kullandıkları bir inanç olduğunu savunmaktadır.28 Irkçılığın tarihsel gelişimi göz önüne alındığında, sömürgeciliğin meşrulaştırılması ve sömürge altındaki grupların da kendi ırksal farklılıklarını bir siyasi direnç oluşturma aracı olarak kullanmaları, Miles’ın ırkçılığa yaklaşımı çerçevesinde değerlendirilebilir. Irkçılığı sokakta, işyerlerinde ya da kurumlardaki günlük davranış, siyasi program, vatandaşlık gibi kavramlarla gelişen yasal yapı ve devletin ayrımcı uygulamaları gibi unsurlarla tanımlayanlar da bulunmaktadır. Essed’e göre ise “ırkçılık, aslında sosyal yapıda var olan, fakat biyolojik ve kültürel faktörler aracılığıyla farklı ırk ve etnik grup olarak tanımlananlara atfedilen eşitsizliklerin içinde yer aldığı ideoloji, yapı ve süreç” olarak anlaşılmalıdır. Kavramın bir süreç dahilinde tanımlanmasının nedeni ise ideoloji ve yapıların, günlük uygulamaların varlığı olmadan hayat bulmayacağı gerçeğidir ve bu bir süreci gerektirmektedir.29 Irkçılığın farklı çıkış noktaları kullanılarak yapılan günümüz tanımlamalarının özelliği, bu kavramın toplum içine yerleşmesine neden olan faktörlerden bağımsız olarak sadece ‘ırk’ temelli bir yaklaşımla ele alınamayacağı tespitidir. Örneğin, Akıllıoğlu ırkçılığı, yabancı düşmanlığı, ayrımcılık, hoşgörüsüzlük, kültürel rölativizm (görecilik), entegrizm30 ve köktendincilik (fundamentalism) gibi diğer 28 Ibid., p. 7. Ibid., pp. 6-7. 30 Entegrizm, dini veya siyasi olsun bir inancı, tarihinin bir önceki döneminde sahip olduğu kültür yapısı veya müesseseleriyle özdeşleştirmektir. Böylece insanlar mutlak bir doğruya malik olduklarına inanmakta ve bu doğruların kabullenilmesini dayatmaktadır. (Haluk Hepkon, “Đslamcı Terörün Kökenleri”, Radikal Gazetesi, 15 Nisan 2005, <http://www.radikal.com.tr/ek_haber.php?ek=ktp&haberno=3789>, erişim tarihi: 20.01.2008) 29 24 kavramlarla da yakından ilişkili kompleks bir fenomen olarak tanımlamaktadır.31 Irkçılık ve ilişkili diğer kavramları bireylerin sosyal güvensizliğinin sonucu olarak ele alan Akıllıoğlu, ırkçılık ve yabancı düşmanlığının bireylerin gelecekle ilgili korku ve güvensizliklerinden doğduğunu ve aynı zamanda işsizlik ve fakirlik ile beslendiğini belirtmektedir. Ayrıca, Akıllıoğlu’na göre ırkçılığın her biçimi aynı zamanda ayrımcılığı da beraberinde getirmektedir. Geleneksel ırkçılık, etnik ve dini ayrımcılığın en ham hali olarak belirtilmektedir. Günümüzde yaşanan ırkçılık için ise ‘üstün ırk’ terimi artık bir söylem olmaktan çıkmıştır, tetikleyici bir unsur olarak tatmin edici ya da yeterli gelmemektedir. Irkçılık retoriğinde en çok kullanılan göçmen unsuru, sadece aşağı bir ırka ait olduğu için değil, ayrıca ekonomik ve sosyal faktörler gibi pek çok diğer nedenle bağlantılı olarak dışlanmakta ya da nefret edilmektedir. Akıllıoğlu, bu nedenle ırkçılığın yeni biçiminin özünde çoğunlukla ekonomik unsurların olduğunun ve yeni kurbanlarının da göçmen işçiler olduğunun söylenebileceğini belirtmektedir.32 Ayrımcılığı ırkçılığın etkili bir unsuru olarak belirten Akıllıoğlu gibi, Verlot da ırkçılığı ayrımcılık ve ayrıştırma ile bağlantılı bir sosyal fenomen olarak ele almaktadır. Irkçılık ve ayrımcılık arasındaki bağlantı, ayrımcılığın ırkçılığın motoru ya da potansiyel nedeni olarak kullanılmasıyla, diğer yandan ise ırk ayrımının ırkçılığın sonucu ya da etkisi olarak tanımlanması ile kurulmaktadır.33 31 Tekin Akıllıoğlu, “Contemporary Forms and Manifestations of Racism and Racial Discrimination against Immigrants”, Perceptions, Vol. II, No. 2, June-August 1997, p. 105. 32 Ibid. 33 Marc Verlot, “Understanding Institutional Racism”, in The Evens Foundation (ed.), Europe’s New Racism: Causes, Manifestations and Solutions, New York & Oxford: Berghahn Books, 2002, p. 31. 25 Irkçılığın ayrımcılığı peşinden sürükleyen değişen biçimlerinden bir diğeri de, özellikle radikal olaylarla bağlantı kurularak, dinin temel alınmasıyla kendini göstermektedir. Örneğin; entegrizm ve köktencilik ile yanlış bir şekilde bağlantı kurularak bu kavramlarla eşit sayılması nedeniyle Đslam, Avrupa’da yaşayan Müslüman göçmenler için kendilerine karşı ırkçı zemin sağlayan bir risk faktörü oluşturmaktadır. Akıllıoğlu, böyle bir ilişki içinde ırkçılığın yeni biçimlerinden birinin anti-Đslam görünüşüne büründüğünü söylemektedir.34 Avrupa’da bugün karşılaşılan ırkçılık biçimleri Funke tarafından ise ırk-yanlısı davranışlar, siyasi temsilciler tarafından bu kavramların kullanımı, dışlama ve ırkçılığın kurumsal ve yapısal biçimi olarak belirtilmektedir.35 Bu bağlamda ırkçılık, bir yandan günlük yaşamda davranışsal olarak ifadesini bulurken, öte yandan yapısal ve kurumsal olarak da üst düzeyde kendini göstermektedir. Bireylerin günlük yaşantılarında, öznel ve nesnel kriterleri kullanarak farklılaşan davranışları günlük ırkçılık ya da ayrımcılık olarak tanımlanırken, ‘kurumsal ayrımcılık’ kurumların bireyler ve grupları sistematik olarak farklılaştırılmasına yönelik başvurduğu yöntem olarak belirtilmektedir. ‘Yapısal ayrımcılık’ ise politikalarla oluşturulan, fakat bireyler ve gruplar arasındaki var olan sosyal eşitsizliklerin giderilmesi için başvurulan pozitif ayrımcılığın ifadesidir.36 Mestheneos ve Ioannidi, tüm Avrupa’da çok sık karşılaşılan fakat kendini gizleyen 34 Akıllıoğlu, op. cit., p. 106. Funke, op. cit., p. 5. 36 Verlot, op. cit., p. 32. 35 26 kurumsal ırkçılığı, “sadece çok az kimsenin görüp tırmanabildiği camdan bir duvara” benzetmektedir.37 Yukarıda sayılan tanım ve unsurlar paralelinde ırkçılığın ortaya çıkış biçimleri, Wieviorka tarafından dört farklı düzeyde kategorize edilmiştir. Đlk düzeyde ırkçılık, ırkçı şiddet içeren katı söylem ve tavırlardan ziyade, yabancı düşmanı ve popülist açılımlarla düşünce ve önyargılarda ifadesini bulmaktadır. Hem özellik hem de sayı açısından çok kısıtlı kalan bu ırkçılık düzeyi ‘alt-düzey ırkçılık’ (infraracism) olarak tanımlanmaktadır. Temel bir sorun hale gelmeye başlayan fakat henüz güçlü bir siyasi ifadeden yoksun olması nedeniyle bütünleşmiş bir imaj ortaya koyamayan ve bu nedenle hala zayıf nitelikteki ırkçılık düzeyi ise ‘parçalı düzeydeki bir ırkçılığı’ (split racism) ifade etmektedir. Đleri bir aşamada, siyasi ve fikirsel tartışmaların yaşandığı ve bu tartışmaların pratiğe döküldüğü ırkçılık düzeyi, ‘siyasi ırkçılık’ (political racism) olarak ifadesini bulmakta ve ideolojik bir yapılanmaya doğru bir açılım sergilemektedir. Geldiği son düzeyde (total racism) ise ırkçılık, bütüncül bir yapı göstermekte ve devletin ırkçı ilkelere dayandığı görülmektedir. Wieviorka, ırkçılığın devlet eliyle yürütüldüğü son düzeyinin günümüz için gerçek bir tehdit oluşturmadığını belirtmektedir.38 Sonuç olarak ırkçılık, fiziksel ve kültürel farklılıkların büyük ölçüde neden olduğu önyargı ve düşüncelerle beslenen, çeşitli olumsuz unsurların etkileriyle günlük davranışlardan siyasi ve kurumsal yaşama 37 Elizabeth Mestheneos and Elizabeth Ioannidi, “Obstacles to Refugee Integration in the European Union Member States”, Journal of Refugee Studies, Vol. 15, No. 3, 2002, p. 318. 38 Michel Wieviorka, “Racism in Europe: Unity and Diversity”, in Ali Rattansi and Sallie Westwood (eds.), Racism, Modernity and Identity on the Western Front, Cambridge: Polity Press, 1994, pp. 183-184. 27 uzanan farklı düzeylerde ortaya çıkan ve olumsuz yönde de olsa gelişim ve değişim gösteren ideolojik bir süreci içeren bir fenomenin ifadesi olarak tanımlanabilir. 1.2.2. Yabancı Düşmanlığı Irkçılık ile birebir bağlantılı olan ve çoğunlukla ırkçılığın bileşenlerinden biri olarak ele alınan yabancı düşmanlığı, “bir kişinin yabancı olarak algıladığı diğer kişi ya da gruplardan korkması ya da uzak durmasını tanımlayan oldukça muğlak psikolojik bir kavram” olarak tanımlanmaktadır.39 Literatürdeki tanımına bakıldığında, dilimize ‘yabancı düşmanlığı’ (xenophobia) olarak geçen kavram, yabancı anlamındaki ‘xenos’ ve korku anlamına gelen ‘phobos’ gibi iki Yunanca terimin birleşmesinden türetilmiştir. Master ve Le Roy, yabancı düşmanlığını, “kültürü içinde barındıran bir ulusa özdeş kimlikle bağlantı kurularak yabancılara karşı duyulan güvensizlik, korku ve/veya nefretin ifadesi” olarak tanımlamaktadır. Buna göre, yabancılar ulusun bütünlüğüne potansiyel tehdit oluşturan farklı kültürlerin taşıyıcıları olarak görülmektedir.40 Yukarıdaki tanımlardan anlaşılacağı gibi, kültür ve kimlik gibi unsurlar, ‘yabancı’ kavramının oluşmasında ayrım yaratan belirleyici faktörler arasında görülmektedir. Benzer şekilde, Vorster de din ve kültürün yabancı düşmanlığı kapsamında önemli bir rol oynadığına vurgu yapmakta ve dini ya da kültürel argümanların yabancıları daha aşağı göstermek için yorumlanabildiği ifadelerine 39 Vorster, op. cit., p. 301. Sara De Master and Michael K. Le Roy, “Xenophobia and the European Union”, Comparative Politics, Vol. 32, No. 4, July 2000, p. 425. 40 28 katılmaktadır.41 Ulusal kimlik oluşumunun unsurlarından biri olarak çoğunlukla etnik köken ve kültürün belirleyici olması nedeniyle Master ve Le Roy, kültürlerarası uyuşmayan farklılıklar aracılığıyla ulusal kültürel kimliğin, yabancılara yönelik düşmanca algılamalara katkıda bulunduğunu belirtmektedir. Ayrıca yabancılar, içinde bulundukları toplumda, sadece kültürleri bilinmediği için değil, aynı zamanda bilinen kültürü değiştireceği ve onu da yabancılaştıracağı algısı nedeniyle korku yaratmaktadır. Bu bakış açısıyla, yabancılara düşmanca yaklaşan bireylere göre, ulus-devletin kuruluşu, siyasi olarak kendi kültürünü onu kuşatanlardan ayırarak, öteki kültürlerin etkisiyle oluşabilecek herhangi bir bozulmaya kaşı görünür bir koruma sağlamaktadır.42 Dolayısıyla, kimlik ya da bir topluma ait olma olgularının spesifik olarak ulusal bazda şekillenmesi çerçevesinde, kimliğin çizilen kültürel sınırlarının genelde yabancıların aleyhine sosyal olarak yapılandığı43 ifadesine katılmak mümkündür. Yabancı düşmanlığının ulusal kimlik ve kültüre vurgu yapan tanımlamalarının yanında Aliboni ise farklıları daha geniş bir potada ele alarak kavrama yeni bir ifade kazandırmaktadır. Aliboni, yabancı düşmanlığını çeşitlilik ya da farklılığa karşı duyulan yaygın düşmanlığın bir ifadesi olarak ele almaktadır. Bu bağlamda, farklılık sadece etnik ve dini olanı içermemekte, cinsiyet farkları da gerilime sebep olmaktadır ve örneğin homoseksüellere duyulan düşmanlık bunun bir ifadesidir. Benzer şekilde, yabancı düşmanlığını sadece belirgin farklılıklara değil, aynı zamanda hayali ya da icat edilmiş farklılıklarla da bağlantılı olarak biçimlendirenler 41 Vorster, op. cit., p. 303. Master and Le Roy, op. cit., p. 425. 43 Silver, op. cit., p. 9. 42 29 bulunmaktadır.44 Öte yandan, bazı teoriler yabancı düşmanlığını sosyalleştirmenin bir sonucu olarak açıklamaktadır. Đyi ve kötü algılamasında öteki ya da yabancıyı ‘kötü’ lanse ederek kendini ‘iyi’ olanla özdeşleştirmeyi ifade eden bu yaklaşım, annesinden ayrılan çocuğun iyi anne imajını bozmamak için dış dünya ile tanıştığında olumsuzlukları anneye değil de yabancılara bağlaması ile benzeştirilmektedir.45 Ayrıca yabancılara duyulan tedirginlik ya da korku gibi problemlerin aslında onların ‘yabancı’ olmasından değil, gelecek için tehlike yaratmasından duyulan kaygıdan kaynaklandığı da tartışılmaktadır. Buna göre, ırkçılık ve yabancı düşmanlığı aslında Arap, Türk, Afrikalı ya da benzeri ırk ayrımlarıyla ilgili değil; tersine radikal, suçlu ya da uyuşturucu satıcıları gibi kavramların yabancılarla birlikte anılması ile ilgilidir.46 Yabancı düşmanlığının temel göstergeleri ise kolektif korku ve bu korkuyu takip eden özellikle kültürleri farklı olan bireylere yönelik saldırganlık olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu bağlamda Vorster, yabancı düşmanlığının geniş anlamda ırkçılık olarak görülebileceğini ve bu olgunun ırkçılık ile aynı faktörler tarafından tetiklendiğini belirtmektedir.47 Dolayısıyla yabancı düşmanlığı, ırkçılıkta olduğu gibi, önyargılar, basmakalıp inanışlar ve ayrımcılığa yol açmaktadır. Daha da önemlisi, yabancı düşmanı ve ırkçı inanç ve tavırlar, yukarıda sayılan çıkarımlar ve genellemelere dayandırılarak bireyler tarafından rasyonelleştirilebilmektedir. Sömürünün bir dönem ırksal özelliklere dayandırılarak meşrulaştırıldığı gibi, 44 Roberto Aliboni, “The EU, Islamophobia and Immigration”, Conflict in Focus, Issue 11, February 2006, p. 2. 45 Rathzel, op. cit., p.17. 46 Ibid. 47 Vorster, op. cit., p. 303. 30 yabancı düşmanı tavırlar da bireylerin kendince haklı sebeplere dayandırılması ile rasyonel bulunabilmektedir. Geçmişten beri süregelen basmakalıp inanışlar, aynı zamanda bireylerin kişisel çıkarımlarına dayanan yanlış bilgiler, bireysel bakış açısından yabancı düşmanı ve ırkçı inanışların rasyonel olarak görülmesini mümkün kılmaktadır.48 Rydgren, sosyal bilişsel (kognitif) teoriden de destek alarak, bu bakış açısını bilginin a priori biçimi ile açıklamaya çalışmaktadır. Buna göre, insanlar olaylara ya da nesnelere, kendine özgü figürlermiş gibi yaklaşmazlar; aksine olayları geçmiş sistemlerin ve şemalaşmış bilgilerin gözüyle algılarlar. Bireyler bu a priori düşünce biçimini, günlük yaşantılarında çoğunlukla da kritize etmeden kullanırlar. Bu bilginin tabii ve gerekli özelliğini taşımakla beraber, aynı zamanda birçok önemli yanlışın da nesilden nesile taşınmasına neden olmaktadır. Basmakalıp inanış ve önyargılar, çoğunlukla bu a priori bilgi biçiminden kaynaklanmaktadır.49 Bununla birlikte Rydgren, yaptığı mantıksal çıkarımlara dayanarak, toplumda gerçeklikler yerine olasılıklardan yola çıkılarak genellemeye varıldığını ve böylece yabancı düşmanı basmakalıp inanışların toplum içine yerleştiğini belirtmektedir. Örneğin, 11 Eylül sonrası havaalanında Müslüman görünümlü ve tek yön bilete sahip olan ya da son anda rotasında bir değişiklik yapan bireylerin seyahatini engelleyici yaklaşımları, olasılıklar üzerine kurulu ve etnik ya da ırka dayalı ayrımcılığın bir parçası olarak tanımlamaktadır. Böyle bir yaklaşımda, hakkında bireysel olarak çok az bilgiye sahip olunan göçmenlerin durumlarıyla ilgili diğer olasılıkların hesaplanmadığı ve genellemelerden yola çıkıldığı belirtilmektedir.50 Sonuç olarak, bahsi geçen tanımlama ve unsurlara 48 Jens Rydgren, “The Logic of Xenophobia”, Rationality and Society, Vol. 16 (2), 2004, p. 124. Ibid., pp. 124-129. 50 Ibid., pp. 130-135. 49 31 dayanarak, yabancı düşmanlığının çoğunlukla bilinmeyene yönelik korku ve tedirginliği içeren ve bu unsurların pekiştirdiği önyargılı algılamalara dayalı psikolojik bir kavram olduğunu söylemek mümkündür. 1.2.3. Irkçılık ve Yabancı Düşmanlığının Đçerdiği Unsurlar ve Etkilendiği Faktörler Irkçılık ve yabancı düşmanlığının kavramsal analizi yapılırken barındırdığı unsurlardan ve bu olguların ortaya çıkışını tetikleyen faktörlerden bağımsız olarak bahsetmek mümkün değildir. Yukarıda bu kavramların tarihsel ve tanımsal analizleri yapılırken, aslında bu kavramların dayandığı unsurlara halihazırda kısaca değinilmiştir. Gelecek korkusu, sosyal güvensizlik, ulusal kimlik vurgusu, geçmişten gelen basmakalıp inanış ve önyargılar, bireysel çıkarımlar, toplumsal yapıda dönüşüme yol açan göç ve ekonomik faktörler gibi unsurlar ırkçılık ve yabancı düşmanlığının ortaya çıkışındaki ayrılmaz unsurları olarak kavramsal tanımlama içinde yer almışlardır. Ancak ırkçılık ve yabancı düşmanlığının ortaya çıkışı ve gelişimi içinde, bu sürece etkili unsurlara toplu halde ve birbiri ile ilişkilendirerek değinmek bütünsel bir çerçeve sağlama açısından daha yerinde olacaktır. Irkçılığın ortaya çıkışının göstergelerini, sosyo-psikolojik, ekonomik ve siyasi faktörler başlığı altında 3 dizi koşula bağlı olarak nitelemek mümkündür. Maier, çeşitli akademik çalışmalardaki çıkarımlardan yola çıkarak, ırkçılığı doğrudan etkileyen, fakat birbirinden bağımsız olmayan 3 unsuru şu şekilde sıralamaktadır: 32 var olan sosyal bağlılığı derinden sarsan sosyal yapının hızlı dönüşümü; toplum içinde varlıklı olanlar-olmayanlar, iş sahibi-işsiz, zengin-fakir arasında artış gösteren bölünme ve ulus devletin adaleti sağlamadaki başarısızlığı.51 Wallerstein ise ırkçılığın gelişimini açıklamak için ekonomik ve siyasi çıkarların analizini yapmakta ve merkez-çevre ilişkisini ırkçılığı açıklamak için kullanmaktadır. Buna göre, merkez ve çevrenin farklılaşması ve merkezin çevre üzerinde hakimiyet kurması ile ırk bazında farklılıklar artmaya başlamıştır. Merkez ve çevre arasındaki kutuplaşmanın artmasıyla ise ırk sayısında düşüş yaşanmış ve en sonunda odak konumunda kalan iki ırkın farkı belirgin halde yerleşmiştir. Bahsedilen durum ise ‘beyaz’ ve ‘beyaz olmayanlar’ arasındaki ayrımda ortaya çıkmıştır. Bu çerçevede ırkçılık olgusu kısaca, küresel kapitalist ekonominin temel yapıları ile bağlantı kurularak tanımlanmış ve ırk kavramı yatay işgücü paylaşımına coğrafi olarak odaklanmanın sonucu ve ifadesi biçiminde açıklanmıştır.52 Dolayısıyla ekonomik eşitsizlikler ve özellikle ekonomik üstünlük, gerek eşitsizliğin neden olduğu öfke gerekse de ekonomik üstünlüğü elinde barındıranın hakim olma isteğinin sonucu olarak, ırkçılığın önemli unsurları arasında yerini almıştır. Ekonominin ırkçılık ve yabancı düşmanlığını tetikleyen bir unsur olarak belirmesi, endüstri toplumunun çökmesi ile bir önceki sosyal kimliğini kaybetmek istemeyenlerin ırkçılığın yeniden yorumlanmasına bağlı olarak da açıklanmaktadır. Kendini sınıf çatışmaları içinde tanımlamayan orta sınıf, bir yandan bireycilik öte yandan ise ulusal popülizm arasında bocalamıştır. Bu grup içinde sosyal dışlanmaya 51 Robert Maier, “Does a Supranational Europe Stimulate and/or Combat Racism?”, in The Evens Foundation (ed.), Europe’s New Racism: Causes, Manifestations and Solutions, New York & Oxford: Berghahn Books, 2002, p. 91. 52 Rathzel, op. cit., p. 15. 33 maruz kalanlar, ulusal popülizmi kendilerine daha yakın gören bireyleri ortaya çıkarmıştır. Geçmişte işçi sınıfına ya da elit tabakaya ait olanlar kendilerini çok daha fazla bir topluma ait hissetmekteyken, günümüzde orta sınıf daha kapsayıcı hale gelip geniş bir kitleye hitap edince, geçmişte kendini imtiyazlı hisseden bu grup marjinal hale gelmiş ve dışlanmıştır. Böyle bir evrimi Westwood ırkçılığın yeni ifadesi olarak tanımlamaktadır. Sonuçta eski kimliğini kaybetme korkusu yaşayan bu gruplar, hükümet politikalarının bu duruma neden olduğunu düşünüp göçmenlere yönelik popülist söylemlere başvurmaktadır.53 Radikal sağ partilerin yükselişini açıklayan tezler arasında toplumsal dönüşüm odaklı bu açıklamalara dayananlar da bulunmaktadır. Bu teze göre, aşırı sağın seçmeni yalnızca işini kaybetme korkusu yaşayan emekçilerden oluşmamaktadır. Irkçı ve milliyetçi söylemleri kendine düstur edinen bu partilere yönelen oyların bir kısmı da statü kaybı korkusu ve hayatın kötüye gittiği yolunda genel bir izlenimden beslenen ekonomik kötümserlik korkularından kaynaklandığı ileri sürülmektedir.54 Ekonomik yoksunluk ya da üstünlük durumlarının yanında ırkçılığın ‘kontrolü kaybetme’ kaygısı ile de ilgisi bulunmaktadır. Çünkü ırkçı davranışlar yalnızca refah seviyesi yüksek ülkelerde ortaya çıkmamaktadır. Bu durumu, ulus-devlet yapısının zayıflaması ya da göçmen ve azınlık grupları gibi yabancıların üzerinde kontrolü sağlayamadığı ölçüde ulus-devlet yapısına olan güvenin sarsılacağı algılaması ile açıklamak mümkündür. Ulus-devlet kimliğinin önemli araçlarından birisi, sosyal güvenliktir. Bu anlamda rolü azalan ulus-devletler güçlerini yeniden kazanmak için, Rathzel’in deyimiyle, sınırlara takıntılı hale gelebilmektedir. Bu 53 54 Wieviorka, op. cit., p. 179. Hasan Saim Vural, Avrupa’da Radikal Sağın Yükselişi, Đstanbul: Đletişim Yayınları, 2005, s. 210. 34 durumda sığınmacı ve göçmenler, ulus devletlerce geliştirilen sıkılaştırılmış politikaların mağduru olabilmektedir. Avrupa ülkelerinde meydana gelen bazı uygulamalar bu doğrultuda örnek gösterilebilecek niteliktedir. Avrupa devletleri, mültecileri sosyal yardım haklarından mahrum bırakmaya çalışmakta, vatandaş olmayanlara ilişkin veri toplayıp data merkezlerinde depolama gibi uygulamaları artırmaktadır. Bunun yanında, Schengen Antlaşması ile beraber sınır kontrolleri kaldırılmış olmasına rağmen kontroller durdur-araştır politikaları ile ülke içine kaymıştır. Avrupa ülkelerinin sınırlara takıntılı hale gelmesi aslında yasadışı kişilerin artışını da beraberinde getirmiştir. Rathzel, söz konusu uygulamaları Almanya’da Yahudilere karşı yürütülen ırkçılığın eski işleyiş mekanizmasına benzetmektedir. Anılan dönemde Yahudiler, borç vermekten başka bir işle uğraşmalarına izin verilmemiş, bu sürecin takibinde ise bu konudaki suçlamalara maruz bırakılmışlardır. Benzer şekilde, uluslararası ekonomik düzen, fakir olan bölgelerin daha fakirleşmesine neden olurken, öte yandan bu kişiler iltica talebinde bulunduğunda, refah devletleri kendi refahını paylaşmak istedikleri için bu kişileri suçlamakta ve daha katı kurallarla bu kişileri yasadışı yollara itmektedir.55 Milliyetçiliğin günümüzde ilerlemeci özelliğini kaybetmesi ve ayrımcı hale gelmesi de ırkçılığın unsurları arasındadır. Milliyetçilik, kültür ve ekonominin uluslararasılaşmasından korkan sosyal ve siyasi grupların söylemleri haline gelmiştir. Bu ortam da, ulusal kimliği koruma çerçevesinde, dibe doğru giden dışlama ve kaygı gibi problemlerle beraber ırkçılığı tetiklemede etkili hale 55 Rathzel, op. cit., pp. 20-21. 35 gelmektedir.56 1990 sonrası aşırı milliyetçi ve sağ partilerin kullandıkları söylemler de milliyetçi unsurları tetikleyen ve kaygılara atıf yapan söylemlere dönüşmektedir. Sadece ırkçı, yabancı düşmanı ideolojiler etrafında dönmeyen ve gelenek, millet, egemenlik, topluluk gibi söylemleri kullanan günümüz partileri Avrupa’da siyasi ırkçılığın değişim yaşamasına da neden olmaktadır denilebilir. Milliyetçiliğin tabir-i caizse aşırı dozda kullanımı, çok-kültürlülük olgusundan rahatsız olmayı da beraberinde getirmektedir. Çok-kültürlülüğün kaygı unsuru oluşturması ve tehdit algılaması yaratması da ırkçı imaj ve eylemlerin çoğalmasına neden olmaktadır. Çok-kültürlü bir ortamda her bir sosyal çatışma için bunlardan sorumlu tutulan bir grubun varlığı ifade edilmektedir. Örneğin; Rus mafyası, Afrikalı uyuşturucu satıcısı, Polonyalı oto hırsızı, Doğu Avrupalı kadın tüccarları gibi kullanımlar, polis kayıtları ve medya ifadeleriyle, sınıflandırma ya da etiketlemelere neden olmaktadır.57 Sonuçta, problem bu kişilerin ‘yabancı’ olmasından ziyade içinde yaşadıkları toplumun geleceğini tehlikeye düşürdükleri algılamasından kaynaklanabilmektedir. Bu başlık altında son olarak belirtilecek olsa da aslında sürece dahil edilebilecek mevcut bir çok unsurdan bir diğeri de ‘öteki’ algılamasının tarihsel bir gerçeklik olarak ırkçılık içinde yer almasıdır. Hudson, ırkçılığı “farklı zamanlarda ‘öteki’nin farklı biçimlerde ele alınmasına bağlı olarak ortaya çıkan tarihsel bir fenomen” olarak tanımlamakta ve dolayısıyla ırkçılığın kültürel bir tarihe sahip olduğunu belirtmektedir. Kültürel farklılıklarda yaratılan bir ‘ötekileştirme’nin daha sonra bu antropolojik çalışmalara da yansıtılmış olduğunu belirten Hudson, Ümit Burnu 56 57 Wieviorka, op. cit., pp. 180-181. Rathzel, op. cit., p. 22. 36 yakınlarında yaşayan kırsal bir toplum olan ve ‘Hottentot’ olarak adlandırılan bir topluluğa Avrupalıların bakışından yola çıkarak ırkçılığın gelişimini anlatmaktadır. Avrupalı gezginlerin keşifleri sonrası rastlanılan bu topluluk, Đngilizlerin diğer insanlara kendi üstünlüklerini kanıtlama ihtiyacı içinde akılcı bir şekilde kullanılmıştır. Topluma yerleştirilen olgu ile örneğin Avrupalılar arasında ‘Hottentot’ deyimi medeniyetsiz, kaba olanı anlatmak için kullanılmıştır. Aslında rasyonel bir amaç dahilinde bilinçli yapılan bir ayrımdan söz edilmektedir.58 Yukarıda verilen ulusal kimlik-kültür ve milliyetçi kavramların ön plana çıkarılması da çoğunlukla bir ‘öteki’ tanımlaması üzerinden gidilerek dışlama yoluyla gerçekleştirilmektedir. Dolayısıyla kendinden olmayan ile kendini tanımlama yalnızca tarihe özgü bir kavram olarak kalmamış ve ‘öteki’ yabancı olanı vurgulamada önemli bir yer işgal etmiştir ve etmeye de devam etmektedir. Yukarıda sözü edilen sosyo-psikolojik, ekonomik, kültürel ve siyasi tüm unsurlar, ırkçılık ve yabancı düşmanlığının teşhisinin yapılması ve nedenlerinin ortaya konulmasında başlı başına ve fakat birbiri ile bağlantılı gerçeklikleri ifade etmektedir. Hem genişleyen hem de derinleşen Avrupa entegrasyonu sürecinde artan ırkçılık ve yabancı düşmanlığının açıklanmasında, Avrupa’nın kendine özgü nedenlerle bu sürece yönelik hazırladığı zeminin yanında tüm dünyada baş gösteren ortak bileşenlerinden bahsetmek oldukça önemlidir. Dolayısıyla tarihsel gerçekliklerden ekonomiye, kültürden siyasete adı geçen unsurlar, sürecin getirdiği/getireceği farklı unsur ve faktörlerle beraber, ırkçılık ve yabancı düşmanlığının ayrılmaz parçaları olarak nitelendirilebilir. 58 Hudson, op. cit., pp. 309-310. 37 2. Irkçılık ve Yabancı Düşmanlığı Kavramlarının Hukuksal Analizi 2.1. Terminoloji Sorunu: ‘Irk’ Kavramının Bulanıklığı Irkçılık ve yabancı düşmanlığı kavram ve olgularının farklı disiplinlere ait unsurları iç içe geçiren karmaşık yapısı, büyük ölçüde yasal düzenlemelerde de kendini göstermekte ve hukuksal terminoloji açısından da genel kabul gören bir kategorizasyonun ya da tanımlamanın yapılmasına engel olmaktadır. Ulusal ya da uluslararası düzenlemelerde ırk, ırkçılık ve yabancı düşmanlığı kavramları genel olarak ayrımcılık yasağı başlığı altında ve ırk ve etnik kökene açık referans yapılarak ele alınmaktadır. Đnsan hakları ve ayrım gözetmeme konulu pek çok yasal düzenleme ırk ve etnik kökene dayalı ayrımcılığı konu edindiği alanlarda yasaklamakta; ancak ‘ırk’ kavramının tanımını yapmaktan uzak kalmaktadır. Bunun yanı sıra, ırk, renk, dil, din, etnik köken gibi unsurlara açık referans yapmadan sadece tüm kişilerin genel olarak eşitliğinden söz eden yasal düzenlemeler, her türlü ayrımcılıkla mücadele konusunda genel kapsayıcı hükme sahip ifadeler olarak kabul edilmektedir. Özellikle II. Dünya Savaşı sonrası Avrupalıların ‘ırk’ varlığına karşı durması, ırkçılıkla mücadeleye ilişkin düzenlemelerde ırk terminolojisinin ön plana çıkarılmamasının nedenleri arasında gösterilmektedir. Benzer şekilde AB, ırk ayrımcılığına ilişkin yasal düzenlemelerinde, ayrı insan ırklarını belirlemeye yönelik teorileri reddettiği gerekçesiyle, ‘ırk’ kavramının tanımını yapmaktan kaçınmaktadır. Silver’a göre ırk ve ırkçılık konusunda bir terminoloji oluşumundan kaçınmak, kendi içinde bir ironi oluşturmaktadır; zira, ırkı resmi bir kategori olarak 38 yasadışı ilan etmek için yasal olarak tanımlanması gerekmektedir.59 Kıta Avrupasının ‘ırk’a dayalı ayrımcılık gerçeğini tanımakta isteksiz davranması, fırsat eşitliğine dayalı uygulamaların yönünü alternatif kategorilere dönüştürmesine neden olmaktadır. Bu anlamda sosyal dışlanma, entegrasyon ve hedef politika merkezli farklı kategoriler altında, bir yandan dilsel, dinsel ve etnik azınlıklar öte yandan ise kültürel kategori dışında kalan evsiz ve engelli gibi gruplara yönelik yasal düzenlemeler yapılmaktadır.60 2.2. Irkçılıkla Mücadeleye Đlişkin Düzenlemelerde Irk Ayrımcılığı Birleşmiş Milletler’in 1965 tarihli “Her Türlü Irk Ayrımcılığının Ortadan Kaldırılmasına Đlişkin Uluslararası Sözleşme”61 başlıklı insan hakları alanındaki ilk sözleşmesi, ırk farklılığına dayalı her türlü üstünlük öğretisinin bilimsel açıdan yanlış olduğunu vurgulamaktadır. Sözleşme, kişiler, gruplar veya kurumlar aleyhinde ırk ayrımcılığını içeren uygulamaları yasaklamış olsa da ‘ırk’ kavramının terminolojik tanımını yapmaktan kaçınmaktadır. Sözleşme, “ırk ayrımcılığı” teriminin tanımını ise açıkça yapmaktadır. Madde 1(1) uyarınca: “‘Irk ayrımcılığı’ terimi, siyasi, ekonomik, sosyal, kültürel veya toplumsal yaşamın herhangi bir alanında, insan hakları ve temel özgürlüklerin tanınmasını, uygulanmasını, bu hak ve özgürlüklerden yararlanılmasını ortadan kaldırmak veya zayıflatmak amacına ya da 59 Silver, op. cit., p. 9. Ibid., p. 10. 61 International Convention on the Elimination of All Forms of Racial Discrimination, 21 December 1965, <http://www.unhchr.ch/html/menu3/b/d_icerd.htm> (erişim tarihi: 22.06.2008). 60 39 etkisine yönelik, ırk, renk, soy ya da ulusal veya etnik kökene dayalı her türlü ayrım, dışlama, kısıtlama ya da tercih anlamındadır.” Yukarıda BM’nin ırk ayrımcılığına yönelik sözleşmesi uyarınca yapılan tanımlama kapsamında ırkçılık, yalnızca bilinçli olarak doğrudan gerçekleştirilen ırkçı olay ya da saldırıların varlığını gerekli kılmamakta, aynı zamanda ırkçı dışlayıcı sonuçlara sahip uygulamaları da içermektedir. Bir başka deyişle, yalnızca açıkça yapılan ırkçı şiddet ‘ırkçılık’ olarak adlandırılmamakta, hemen göze çarpmayan ırk, etnik, din ve kültür temelli dışlama ifadeleri de bu kategoride sayılmaktadır. Bununla birlikte, anti-semitizm ve yabancı düşmanlığı da bu tanım kapsamında değerlendirilmektedir.62 Đnsan Haklarının ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına Đlişkin Sözleşme (AĐHS) ayrımcılık yasağı hükmü kapsamında ırk ayrımına yer vermekte; ancak bunu ırk, renk, dil, din gibi unsurlara referans şeklinde yapmaktadır. AĐHS m. 14’e göre; “Bu Sözleşmede [AĐHS] tanınan hak ve özgürlüklerden yararlanma, cinsiyet, ırk, renk, dil, din, siyasal veya diğer kanaatler, ulusal veya sosyal köken, ulusal bir azınlığa mensupluk, servet, doğum veya herhangi başka bir durum bakımından hiçbir ayırımcılık yapılmadan sağlanır”. Ayrıca, ayrımcılık yasağına ilişkin Sözleşmeye Ek 12 No.lu Protokol’ün63 1. maddesi genel olarak ayrımcılığın yasaklanmasına değinmekte ve AĐHS’den farklı olarak özel bir tanımlamaya yer vermemektedir. Buna göre, “Kanunda öngörülen haklardan yararlanma, cinsiyet, 62 Funke, op. cit., pp. 3-4. Đnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına Đlişkin Sözleşme (ile Ek Prorokol ve Protokol no. 4, 6, 7, 12 ve 13), <http://www.echr.coe.int/nr/rdonlyres/3baa147f-29c9-48ce-af64fb85a86b2433/0/tur_conven.pdf>, (erişim tarihi: 25.04.2008). 63 40 ırk, renk, dil, din, siyasi veya başka görüşler, ulusal ya da sosyal köken, ulusal bir azınlığa mensubiyet, servet, doğum veya başka bir statüden kaynaklanan herhangi bir nedenle ayrım yapılmaksızın sağlanır”. Avrupa Konseyi Irkçılık ve Hoşgörüsüzlüğe Karşı Avrupa Komisyonu (European Commission against Racism and Intolerance - ECRI), 13 Aralık 2002 tarihinde ırkçılık ve ırk ayrımcılığı ile etkili mücadele etmek amacıyla, Avrupa Konseyi’ne üye devletlerin ulusal düzenlemelerinde yer almasını düşündüğü ilkeler ve tanımlarla ilgili bir tavsiye kararı kabul etmiştir. Komisyon’un ulusal düzenlemelerde ırkçılığa ve ırk ayrımcılığıyla mücadeleye ilişkin Irkçılık ve Hoşgörüsüzlük Karşıtı 7 No.lu Genel Politika Önerisi’ne göre: “1. Bu Kararın amacı bakımından aşağıdaki tanımlar uygulanacaktır: (a) ‘Irkçılık’, renk, dil, din, milliyet veya ulusal veya etnik köken gibi bir esasın kişiyi veya bir grup insanı hor görmeyi haklı çıkaran inanç veya kişinin veya bir grup insanın üstünlük mefhumu inancı anlamına gelmektedir. (b) ‘Doğrudan ırk ayrımcılığı’ ırk, renk, dil, din, milliyet veya ulusal veya etnik köken temeline dayalı hiçbir objektif ve makul gerekçesi olmayan her türlü farklı muamele anlamına gelmektedir. Meşru bir amaç gütmüyorsa veya kullanılan araç ile amaç arasında makul bir orantılılık ilişkisi bulunmuyorsa farklı muamelenin hiçbir objektif ve makul gerekçesi yoktur. 41 (c) ‘Dolaylı ırk ayrımcılığı’ bir hüküm, kriter veya uygulama gibi açıkça tarafsız bir faktöre, objektif ve makul bir gerekçesi bulunmadıkça, ırk, renk, dil, din, milliyet veya ulusal veya etnik kimlik temelinde belli bir gruba mensup kişiler tarafından kolaylıkla uyulamayabilecek durumları ifade etmektedir. Meşru bir amaç güdüyorsa veya kullanılan araç ile gerçekleştirilmek istenen amaç arasında makul bir orantısallık ilişkisi bulunuyorsa, hukuka aykırılık söz konusu olmayacaktır.”64 1990’lı yılların ikinci yarısına kadar ırkçılık ve yabancı düşmanlığı konusunda bağlayıcı düzenleme yapma yetkisine sahip olmayan Avrupa Birliği, 1999 sonrası Amsterdam Antlaşması’na dayanarak hayata geçirdiği düzenlemelerde de ‘ırk’ tanımının yapılmasından bilinçli bir şekilde kaçınmıştır. Yukarıda belirtildiği gibi, insanlar arasında ayrım yapan teorileri reddettiği iddiasından yola çıkarak AB, ırk ve etnik kökene dayalı doğrudan ve dolaylı ayrımcılığın olmaması anlamına gelen eşit muamele çerçevesinde düzenlemelere gitmektedir. 2000 tarihli “Irk ve Etnik Kökene Bakılmaksızın Kişilere Eşit Muamele Edilmesi Đlkesinin Uygulamaya Konmasına Đlişkin Direktif”65 başlıklı düzenlemede yalnızca doğrudan ve dolaylı ayrımcılığın tanımı yapılmaktadır. Kişinin genel olarak ‘ırk veya etnik kökene dayalı olarak diğer kişi ya da kişilere göre daha az tercih edilebilir bir muameleye tabi tutulması durumu’ dikkate alınarak yapılan tanımlamalar, ırk ve etnik kökene 64 ECRI General Policy Recommendation No.7 on National Legislation to Combat Racism and Racial Discrimination adopted on 13 December 2002, Strasbourg, 17 February 2003, CRI(2003)8, <http://www.coe.int/t/e/human_rights/ecri/1-ecri/3-general_themes/1policy_recommendations/recommendation_n7/ecri03-8%20recommendation%20nr%207.pdf>, (erişim tarihi: 08.03.2008). 65 Proposal for a Council Directive implementing the principle of equal treatment between persons irrespective of racial and ethnic origin (COM (1999) 566 final). 42 dayalı ayrımcılık pratikte farklı görünümlerde kendini gösterdiği için muğlak kalması bakımından eleştirilmektedir.66 Üzerinde siyasi uzlaşı sağlanmış olsa da henüz onaylanmayan Irkçılık ve Yabancı Düşmanlığı ile Mücadeleye Đlişkin Çerçeve Kararı67 çerçevesinde AB, yine ‘ırk’ kavramının tanımını yapmaktan kaçınmış olsa da bu defa ırkçılık ve yabancı düşmanlığı ile ırkçı ve yabancı düşmanı grup tanımlarını yapmıştır. Onay bekleyen Çerçeve Karar taslağı m.3’e göre; “ırkçılık ve yabancı düşmanlığı; ırk, renk, soy, din ya da inanç, uyrukluk ya da etnik kökenin birey ya da gruplara duyulan nefretin belirleyici faktör olarak görülmesi inancı anlamına gelmektedir.” Irkçı ve yabancı düşmanı grup ise “belirli bir sürenin üzerinde kurulmuş, sayıca iki kişiden fazla olan ve Kararın ilgili maddelerinde sayılan suçlara paralel eylemlerde bulunan kurumsallaşmış organizasyon anlamına gelmektedir.” Görüldüğü gibi, söz konusu düzenlemede AB bir adım öteye giderek ırkçılık ve yabancı düşmanlığı tanımına açıklık getirmişse de içerisinde barındırdığı ‘ırk’ kavramının tanımını yapmaktan uzak olması nedeniyle düzenleme bir kez daha tartışmalara açık bırakılmıştır. Yukarıdaki tanım, ırkçılık ve yabancı düşmanlığını belirli unsurlara dayanan nefret bazlı bir inanca oturtmaktadır. Ancak özellikle istihdam, çalışma ve yerleşme alanlarında ırksal özelliklere dayanarak uygulamada ortaya çıkan ayrımcı iddiaları ırkçılığa dayanarak gerekçelendirecek yeterli zeminden uzak kalabilir. Zira, önceden de vurgulandığı gibi, farklı görünümler altında uygulanan ırkçı ayrımcılık, 66 Sejal Parmar, “The European Court of Justice and Anti-Discrimination Law: Some Reflections on the Experience of Gender Equality Jurisprudence for the Future Interpretation of the Racial Equality Directive”, in Jan Niessen and Isabelle Chopin (eds.), The Development of Legal Instruments to Combat Racism in a Diverse Europe, Leiden/Boston: Martinus Nıjhoff Publishers, 2004, p. 137. 67 Proposal for a Council Framework Decision on Combating Racism and Xenophobia, COM(2001) 664 final – 2001/0270(CNS), (OJ C 75 E/17, 26.3.2002). 43 ‘ırk’ ile biyolojik, sosyal ya da kültürel haliyle neyin kastedildiği tanımı net verilmeden yapılan düzenlemeler bakımından muğlak ifadelerin arkasına sığınabilmektedir. Bu durum da toplumsal yaşamın farklı kesimlerinde ortaya çıkan ırkçılık ve yabancı düşmanlığının tespitine önemli ölçüde zarar getirmekte ve bu alandaki tespit ve verilerin yokluğu da bu toplumsal soruna olan farkındalığı büyük oranda etkilemektedir. 44 II. BÖLÜM AVRUPA BĐRLĐĞĐ’NDE IRKÇILIK VE YABANCI DÜŞMANLIĞININ ORTAYA ÇIKIŞ VE YÜKSELĐŞ NEDENLERĐ Irkçı şiddet ve suçları kayıt altına alan resmi veriler, 2000’li yılların başından bu yana AB üyesi ülkelerde yaşanan ırkçı eğilimi dramatik bir şekilde ortaya koymaktadır. Bu yükseliş trendi içinde ön sırayı ise Danimarka, Fransa, Đrlanda ve Slovakya gibi ülkeler almaktadır. Özellikle 11 Eylül sonrası ırkçı şiddet olaylarında yaşanan patlama, temel hak ve özgürlüklerin savunuculuğunu üstlenen AB’yi büyük ölçüde zor durumda bırakmaktadır. Söz konusu dönemde Danimarka %314.3, Fransa %210.6, Đrlanda %138.1 ve Slovakya %172.5 gibi önemli oranlarda ırkçı saldırıların artışına sahne olmuştur.68 Terör saldırılarının üzerinden geçen zaman içinde bu oran azalma eğilimi gösterse de pek çok üye ülkede genel durum ırkçı eğlimin sürekliliği yönündedir. 2000-2005 yılları arasında ırkçı saldırı ve suçlar bakımından Danimarka %70.9, Fransa % 34.3, Đrlanda %21.2, Slovakya %43.1, Finlandiya %8.4 ve Đngiltere %4.2 oranlarında artışı hanelerine yazdırmıştır.69 Bu bağlamda, AB içindeki ırkçı eğilimi sadece uluslararası terör eylemleri üzerinden okumamak gerekmektedir. Zira, Doğu genişlemesinin yaşandığı 2004-2005 döneminde de üye ülkelerden gelen resmi veriler ırkçılığın artış eğiliminde olduğu yönündedir. Bu dönemde ırkçı saldırılar bir önceki yıl 68 “Trends and Developments 1997-2005 – Combating Ethnic and Racial Discrimination and Promoting Equality in the European Union”, European Union Agency for Fundamental Rights (FRA), 2007, p. 39. 69 Ibid. 45 aralığına göre (2003-2004) Polonya’da %52.2, Finlandiya’da %19.9, Slovakya’da %53.2, Đngiltere’de %6.7 oranlarında artarken, Danimarka %136.1 gibi bir oranla ırkçı saldırıların en çok yaşandığı AB ülkesi olmuştur.70 Yukarıdaki oranların ciddiyeti Birliğin ırkçılık ve yabancı düşmanlığı sorunlarına yönelik etkin bir mücadele politikası gütme gereğini açıkça ortaya koymaktadır. Etkin bir politika ise yüzeysel ve günübirlik çalışmaların ötesinde sorunun köklerine inen kapsamlı bir araştırmayı gerektirmektedir. Hedefe yönelik uzun soluklu politikaların üretilmesi için gerekli olan bu araştırma, bu bölümün içeriğini oluşturmaktadır. Bu çerçevede AB içinde ırkçılık ve yabancı düşmanlığının oluşumuna ve yükselişine neden olan faktörler ayrıntılı bir biçimde ele alınacaktır. Avrupa bütünleşmesinin beraberinde getirdiği derinleşme-genişleme ikileminde sosyal güvensizlik, kimlik kaybı ve refah paylaşımı kaygıları yaşayan Avrupalıların gösterdiği dışlamacı eğilim bu bölümde öncelikle ele alınan konular arasındadır. Avrupa bütünleşmesi, üye devletler arasındaki etkileşimi artırmanın yanında, farklı kültür ve kimliklerin de etkileşimine izin vermektedir. Farklılıkların önyargı ve basmakalıp düşüncelerle okunmaya çalışılması, çoğu zaman yabancılaşmayı artırmakta ve çoğunluğu desteksiz olan korkuları da pekiştirmektedir. Bütünleşmenin taşıdığı sosyal korkuların benzeri günümüzün küreselleşme gerçeği içinde de yaşanmaktadır. Karşılıklı etkileşim ve bağımlılığı beraberinde taşıyan küreselleşme, ulus-devletlerin ekonomik, siyasi ve sosyal yapıları üzerinde önemli sonuçlar doğurmaktadır. Yeniden yapılanan küresel ekonomi kapsamında ucuz işgücüne kayan sektörlerin yarattığı işsizlik, ekonomik 70 Ibid. 46 kızgınlığa dönüşerek içerideki yabancıların suçlanmasına neden olmaktadır. Artan rekabet koşullarının getirdiği sosyal eşitsizlikler, yabancıları birer ‘günah keçisi’ne dönüştürmektedir. Bununla birlikte küresel güvenlik boşluğunun neden olduğu terör saldırıları, göçmen grupları potansiyel tehdit kapsamına almaktadır. 9/11 sonrası artan Đslamofobi de küresel terörün oluşumunu hızlandırdığı gerçekliklerinden biridir. Bütünleşme ve küreselleşmeden ayrı tutulamayacak göç olgusu da peşinden sürüklediği sosyal entegrasyon sorunları ile ırkçılık ve yabancı düşmanlığının oluşumunda önemli bir paya sahiptir. Bu dışlamacı sürecin etkilerini ağırlaştıran unsur ise göç ve göçmenlerin siyaset malzemesi haline getirilerek, sosyal sorunlar üzerinden siyasi rant sağlanmaya çalışılmasıdır. Kısaca belirtildiği haliyle tüm bu unsurlar, Avrupa’daki ırkçı eğilimlerin belli başlı nedenleri arasında yer almaktadır. Irkçı düşünce ve saldırılara zemin hazırlayan bu faktörlerin detayları, ayrı başlıklar altında fakat birbiri ile bağlantılı bir biçimde, aşağıda ele alınmaktadır. 1. Avrupa Bütünleşmesi: Derinleşme-Genişleme Đkilemi Eşiğinde Irkçılık ve Yabancı Düşmanlığı AB, 1952’de yürürlüğe giren Paris Antlaşması ile AKÇT adı altında temellerinin atılmasından bu yana, bütünleşme sürecinde, hem kurumsal anlamda yapısal pek çok köklü değişikliğe giderek hem de zaman içinde üye sayısının artmasıyla dinamik bir yapı sergilemiştir. Neofonksiyonalist bakış açısı ile aşamalı bir bütünleşme modelini seçerek sektörel düzeyde uluslarüstü bir yapılanmaya giden Birlik, bu sayede II. Dünya Savaşı ile bir kez daha yıkıma uğrayan Avrupa’yı 47 tarihinde en uzun yaşacağı barışçıl bir döneme taşımıştır. Öyle ki, Avrupa tarihinde yaşanan kanlı savaşları hem düşünsel hem de materyal anlamda imkansız hale getiren Avrupa bütünleşmesi için atılan her adım, milliyetçiliğe karşı kazanılmış bir zafer olarak yorumlanmaktadır.71 50 yılı aşan bütünleşme sürecinde AB’nin geldiği aşama, ekonomik entegrasyonunu tamamlamış ve 1993 Maastricht Antlaşması ile bünyesine eklenen iki farklı sütunla (ODGP ve AĐĐ) siyasi entegrasyon sürecini başlatan ve buna yönelik revizyon antlaşmaları ile düzenlediği yeni politika alanlarında aktif hale gelerek dünya liderliğine oynamak isteyen bir yapılanmadır. Ancak Birliğin bütünleşme süreci ne ortaya çıkışında etkili olan elitler ne de kendisine bu süreçte uzun dönem söz hakkı tanınmayan Avrupa halkları için tamamen uzlaşı içinde geçen bir süreci ifade etmektedir. Örneğin; 1970’lerin Avrupası, hem ekonomik hem de siyasi yönden çıkmazların yaşandığı bir dönem olarak ‘Eurosclerosis’72 adı altında Avrupa tarihinde yerini almıştır. 1960’larda Fransa’nın neden olduğu ‘boş sandalye krizi’nin sembolize ettiği siyasi alanda yetki devrinde kıskanç davranan ülkelerin derinleşme kaygıları ile tıkanan Avrupa bütünleşmesi, ekonomik alanda da durgunluk, işsizliğin artması ve 1970’lerde ortaya çıkan petrol krizi ile daha derin bir çıkmaza girmiştir.73 Bu dönemde Avrupa bütünleşmesi, bir yandan egemenlik yetkilerinin uluslarüstü otoriteye devrinin tartışıldığı, öte yandan ise bazı üye ülkelerin ulusal çıkarlarını ön planda tutmak istemesi nedeniyle derinleşmeyi frenleyen genişlemenin ön plana atılmak istendiği 71 Ünver NOI, op. cit., s. 132. ‘Eurosclerosis’ terim olarak ‘Avrupa hastalığı’nı ifade etmekte ve Avrupa’da hem ekonomik hem de siyasi yönden çıkmazların yaşandığı 1970’li yılları anlatmak için kullanılmaktadır. 1960’larda başlayan Avrupa derinleşmesinde yaşanan durgunluk ve belirsizlik, 1971 para krizi ve 1973 petrol krizi ile birlikte ‘Bretton Woods’ sisteminin çöküşü bu dönemde Avrupa’yı sarsan olaylar arasındadır. 73 Fatma Yılmaz, “1970’lerin ‘Eurosclerosis’i 2000’li yıllarda Yine mi Salgın?”, USAK Stratejik Gündem, 07.11.2007, <http://www.usakgundem.com/yazarlar.php?id=828&type=24>, (erişim tarihi: 10.10.2008). 72 48 bir şekle bürünmüştür. 1987 Avrupa Tek Senedi ile kurumsal yapının gözden geçirilmesi ve Tek Pazar hedefi için yola çıkılması bu dönemde AT’nin bütünleşme sancılarının hafiflemesine yardımcı olmuştur. Bu dinamik yapısı içinde 1957 Roma Anlaşmaları ile başlayan derinleşme süreci ve 1973 yılındaki ilk genişleme dalgasıyla birlikte AB, bir yandan derinleşme-genişleme tartışmalarını gündemine taşırken öte yandan da yoğunluğu giderek artan bütünleşme süreci içinde ulusal kimlik, ulus-devletlerin ekonomik ve siyasi otorite kaybı gibi konulardaki endişeleri de beraberinde getirmiştir. Özellikle 2004 yılında 10 ülkenin Birliğe katılımıyla gerçekleşen genişleme dalgası ile birlikte, birliğin üye sayısı ve birliğe üye olmak isteyenlerin de sayısı arttıkça, birlik vatandaşları için genişleme kavramı farklı bir boyut kazanmıştır. Bunun temelinde yatan unsurlardan biri, AB kurumlarının ve bazı AB politikalarının reformu olmaksızın Roma Anlaşmaları ile oluşturulan sistemin etkin bir şekilde işleyemeyeceği inancıdır. Diğeri ise ekonomik refahını paylaşma konusunda Avrupa halklarının bencil74 davranması, refah seviyesinin azalacağına dair gelecek kaygısı ve sosyal güvensizlik algılamalarıdır. Dolayısıyla hem yeni politika alanları ile yetki artırımına giderek derinleşme hem de yeni üyelere kucak açarak genişleme gibi iki süreci ifade eden AB 74 Mehmet Uğur, Anayasa sürecinde Fransa, Hollanda, hatta referandum yapılmadığı halde Danimarka ve Đngiltere, Avusturya ve Đsveç gibi ülkelerdeki karşı çıkışları dahi Avrupa halklarının refah paylaşımı konusundaki bencilliği ile açıklamaktadır. Uğur’a göre verilmek istenen mesaj şudur: “Biz kazanılmış bulunan, ancak küreselleşme yüzünden giderek törpülenmekte olan hakları, AB üyesi olsun olmasın, diğer ülke vatandaşlarıyla paylaşmak istemiyoruz. Ulusal devlet görevini bilsin ve vatandaşların sahip olduğu ayrıcalıkları korusun! Bunu ister genişlemenin durdurulmasıyla yapsın; ister ithalata kısıtlama yoluyla ya da göçü önleyerek! Yoksa, devletin meşruiyeti için verdiğimiz desteği geri çekeriz”. Mehmet Uğur, Müzakerelerden Üyeliğe: AB-Türkiye Gündemindeki Sorunlar, Đstanbul: Agora Kitaplığı, 2005, s. 47-48. 49 bütünleşmesi, özünde Avrupa halklarını ortak refah paydasında birleştirmeyi hedeflerken bir yandan da aynı zamanda dışlayıcı bir sürecin tetikleyicisi de olmuştur. Başka bir deyişle, derinleşme-genişleme süreci AB için uluslarüstü yapılanmanın dinamizmini temsil ederken, öte yandan paradoksal şekilde ulusdevlet ve ulus-devlet içindeki refah toplum yapısını sekteye uğratması nedeniyle milliyetçi duyguları siyasi süreçte ve vatandaşlar arasında yeniden vurgulayan bir sürecin ifadesine de dönüşmektedir. Milliyetçiliğin aşırı şeklinin sağcı popülizm olarak kendini göstermesi ve özellikle Doğu genişlemesi sonrası gerek ekonomik gerek sosyal nedenlerle bütünleşen AB içinde ‘öteki’ne yönelik önyargıların artması, AB bütünleşmesi kapsamında dolaylı olarak ırkçılık ve yabancı düşmanlığı olgularına zemin hazırlamaktadır. Derinleşme-genişleme ikilemi içinde AB vatandaşlarının kaygılarının yol açtığı ırkçı ve yabancı düşmanı düşünce ve tavırları, süreci ikiye ayırarak daha detaylı incelemek yerinde olacaktır. 1.1. Derinleşme Ayağında Irkçılık ve Yabancı Düşmanlığı AB açısından derinleşme kavramı, Topluluğun bütünsel bir yapı olarak üye devletler karşısında yetkilerinin ve dolayısıyla siyasi alanda Birliğin kurumlarına verilen yetkilerin ve faaliyet alanlarının artırılması anlamına gelmektedir. Böyle bir bütünleşme projeksiyonu kapsamında, derinleşme AB sistemi içinde bazı ortak politika alanlarının güçlendirilmesini sağlamakta ve bunun yanı sıra, özellikle genişleme öncesi, Avrupa bütünleşmesini sağlayacak yapısal reformları da 50 içermektedir.75 Derinleşme kavramı tersten okunduğunda, yetkilerin ulusdevletlerin egemenlik alanından alınıp Birlik kurumlarına devrinin söz konusu olduğu, dolayısıyla Avrupa ulus devletlerinin hem ekonomik hem de bazı siyasi alanlarda güç ve otorite kaybına uğradığı görülmektedir. Bütünleşmeye olan desteğin düşmesi ve bu sürece tepki gösterilmesi de ulus-devlet egemenlik alanlarının azalmaya ve ulus-devlet gücünün tabir-i caizse sulanmaya başladığı bu noktada ortaya çıkmaktadır. Avrupa bütünleşmesinin bugün geldiği aşama gözden geçirildiğinde, 1950’lerin başında kömür ve çelik sektörü ile başlayan bütünleşme 1950’li yılların sonlarına doğru farklı ekonomik sektörlere kaymış ve 1980’lere gelindiğinde ise ekonomik ve teknik sektörlerde faaliyet gösteren bu uluslarüstü örgüt, entegrasyon süreci geliştikçe yeni alanlarda Topluluk düzenlemelerine gitmiştir. ATS ile bir yandan oy çokluğu ile karar alma prensibi yaygınlaştırılırken, diğer yandan tek pazarın gerçekleştirilebilmesi adına ekonomik entegrasyon hız kazanmıştır. Daha da önemlisi spill-over76 (yayılma) etkisiyle Avrupa Siyasi Đşbirliği yapısı Topluluk faaliyet alanına dahil edilerek entegrasyonun siyasi alanlara yayılma süreci için bir adım atılmıştır. 1990’lı yıllar ise siyasi entegrasyon sürecine giden yolda Maastricht 75 ĐKV, Derinleşme (Deepening), <http://www.ikv.org.tr/sozluk2.php?ID=1058>, (erişim tarihi: 23.03.2008). 76 Spill-over kavramı bütünleşmenin bir sektörden diğerine yayılmasıdır. Avrupa bütünleşmesi açısından değerlendirildiğinde neo-fonksiyonalist teori uyarınca, kömür ve çelik sektörlerinin ekonominin diğer sektörlerinden soyutlanarak entegre edilmesi, Avrupa’da ekonomik sorunlar yaratacak ve bu sorunlar da bütünleşmenin daha ileri götürülmesi ile çözülebilecektir. Dolayısıyla bir sektörde gerçekleştirilen bütünleşme, diğer sektörlerin de bütünleşme kapsamına alınmasını zorunlu kılacaktır. Dahası, ekonominin bir alanında faaliyet gösteren çıkar grupları kendi sektörlerindeki uluslarüstü bütünleşmenin sağladığı yararları daha da artırmak için diğer sektörlerde de uluslarüstü bütünleşmeye gidilmesini teşvik edecektir. Bu yaklaşıma da fonksiyonel spill-over adı verilmektedir. (Çınar Özen, Türkiye-Avrupa Birliği Đlişkilerinin Neofonksiyonalist Teori Çerçevesinde Analizi, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Ankara: Gazi Üniversitesi, 1998, s. 38-39.) 51 ve takibi revizyon antlaşmaları aracılığıyla önemli bir yapı taşı olmuştur. AB çatısı altında toplanan üç sütunlu yapı çerçevesinde bütünleşme daha ileri alanlara taşınmaya çalışılmıştır. Derinleşen Birliğe, hazırlıkları tamamlanan Anayasa ile 2005 yılında yapılan referandumlar sonucu ağır bir darbe vurulduysa da Aralık 2007 tarihinde imzalanıp onaylama süreci başlayan Lizbon Antlaşması ile AB yapılanması bir kez daha gözden geçirilmiştir. Ancak Lizbon Antlaşmasının Đrlanda’da reddedilmesi nedeniyle ortaya çıkan belirsizlik AB sürecini derinden etkilemiştir. Ana hatlarıyla değinilen bütünleşme sürecinde AB üye ülkeleri aşama aşama kendi egemenlik haklarını AB kurumlarına devretmişlerdir. Uğur’un ‘egemenlik havuzu’77 olarak nitelendirdiği Birliğin yetki alanları, AKÇT ile kömür-çelik sektörüyle başlamış ve daha sonra AET ile birlikte bu havuz ticaret alanını kapsamaya yönelmiştir. Sonrasında ise egemenlik havuzu biraz daha genişletilip başka politika alanlarına (hizmetlerin serbest dolaşımı, teknik ve idari uyumlaştırılması, para politikası, kısmen dış politika gibi alanlar) yayılmıştır. Bu bağlamda ulus-devletler özellikle ekonomi alanında güç ve otorite kaybetmeye başlamışlardır. Ekonomik bütünleşme sonucunda ortaya çıkan AB ekonomisini düzenleyen kurumlar, ortak pazar, ortak gümrük vergilerinin uygulanması, ortak paranın kullanılması ve Maastricht kriterleri gibi denetleyici kriterlerin uygulanmaya başlaması, ulus-devletlerin kendi toprakları üzerinde ekonomik alandaki hareket alanını zaman içerisinde kısıtlamıştır. Bunun sonucunda para 77 Uğur, op. cit., s. 44. 52 politikaları ve mali politikalar büyük ölçüde ulusal ayrıcalık olmaktan çıkmıştır.78 Öte yandan, Schengen Anlaşması ile iç sınır kontrollerinin ortadan kalkması ulusdevletin temel görevleri arasında bulunan bir yetkinin daha AB yetki alanına girmesine yol açmıştır. Bu aşamada sınırların geçirgen bir hal alması ve buna bağlı olarak etnik farklılıkların daha belirgin hale gelmesi, peşinden sürüklediği göçle birlikte Birlik vatandaşlarını ‘öteki’ ile karşı karşıya getirmiştir. Ulus-devlet siyasi gücünün uluslarüstü kurumlara devri, ulus-devlet içindeki genel refah politikalarının sorun yaşaması ve bunun sonucunda ortaya çıkan ekonomik olumsuzluklar ile birleşince AB bütünleşmesi halkların gözünde soru işaretleri yaratmıştır. Özellikle ekonominin gerileme trendi içine girdiği üye ülkelerde, artan işsizlikle beraber işçi ve kişilerin serbest dolaşımını temel değerlerinden biri olarak kabul eden AB bütünleşmesini hazmetmek zorlaşabilmektedir.79 Böyle bir ortamda AB içinde yaşayan üçüncü ülke vatandaşları, refah paylaşımına yol açtığı gerekçesiyle rakip olarak görülmekte ve aslında küreselleşmenin de bir sonucu olarak ortaya çıkan bu durum göçmen, azınlık ve sığınmacı gibi grupların üzerine yıkılabilmektedir. Bu durumu Karp ve Bowler’in bütünleşmeye olan desteğin, ulusal siyasi sistem ya da halkları etkilediği sürece, farklılaştığını belirttikleri tezleriyle açıklamak mümkündür. Buna göre, çoğu bakımdan ulusal siyasi sistem ya da halkı ya hiç etkilememesi ya da üzerlerinde çok az etkisinin bulunmasına bağlı olarak ilk aşamalarında Birlik içinde bütünleşmeye yönelik açıkça bir muhalefet bulunmadığını savunan yazarlar, zamanla bütünleşme tek para birimi gibi siyasi alanlara kaymaya ve bu alana daha fazla insanın 78 79 Ünver NOI, op. cit., s. 133-234. Ibid., s. 134. 53 girmesine izin verdikçe, AB içindeki bütünleşme karşıtlarının seslerinin daha çok duyulur hale geldiğini söylemektedir.80 Dolayısıyla bütünleşmeden özellikle ekonomik anlamda etkilenen vatandaşların bütünleşmeye olan karşıt tutumları, aşırı sağ parti politikaları için ortam hazırlamaktadır. Seçmenlerin AB bütünleşmesi üzerindeki korkuları, dışlayıcılık ve yabancı düşmanlığı gibi unsurlarla beslenen aşırı sağ partiler için önemli bir seçim malzemesi haline gelmektedir. 1990’lı yılların başında bütünleşmeye yeni bir boyut kazandıran Maastricht Antlaşması öncesi ve sonrasında hemen hemen tüm Avrupa çapında milliyetçi partilere olan desteğin artması ve göçmen ve yabancı karşıtı temaların siyasi arenada bir kez daha kendini göstermesi bu duruma bir örnek teşkil edebilir. Özellikle Fransız ve Alman aşırı sağı 1990’lı yılların başında ortalama % 10 civarında oy sağlarken, kamuoyu yoklamaları her 10 kişiden 3 ya da 4’ünün göçmen ya da yabancılara karşı negatif bir tavır içinde olduklarını göstermekteydi.81 Sadece ekonomik olumsuzluklar çerçevesinde Birlik vatandaşlarının bütünleşme yönündeki kaygılarını belirtmek çok da doğru olmayacaktır. Bu anlamda bütünleşmenin yarattığı kültürel etkileşim ve getirdiği ulusal kimliğin korunması kaygısı da bireylerin bütünleşme yanlısı ya da karşıtı tavırlarında etkili olmaktadır. Kültürel etkileşim konusunu iki farklı açıdan ele almak mümkündür. Birincisi NOI’nın da belirttiği gibi, kültürel alanda ulus-devletin birbirine bağlı topluluk kimlikleri yaratma gücü dilsel, dinsel, ulusal ve bölgesel birbiriyle yarışan 80 Jeffrey A. Karp & Shaun Bowler, “Broadening and Deepening or Broadening versus Deepening: The Question of Enlargement and Europe’s ‘Hesitant Europeans’”, European Journal of Political Research, No. 45, 2006, p. 370. 81 Master & Le Roy, op. cit., p. 419. 54 birçok kimliğin mevcudiyetinden dolayı kırılmıştır.82 Başka bir deyişle, çokkültürlülüğü beraberinde getiren Avrupa bütünleşmesi, ulus-devletin üzerine oturduğu geleneksel kimlik yapısını sulandırarak katı bir milliyetçi tutum takınan grup ve siyasi partiler açısından yeni bir oy kapısını daha aralamıştır. Örneğin; 1990’larda Fransız aşırı sağın temsilcisi Ulusal Cephe (Front National, FN) kampanyaları, yaygın emniyetsizlik duygusu ve ulusal kimliğin tehdit altında olduğu iddialarının birleşimi etrafında şekillenmiştir. Bu bağlamda 1993 yılındaki siyasi belgesinde FN, ulusal kimliğin korunması için yurttaşlığın kan bağına dayandırılması, yabancıların geri gönderilmesi ve eğitimde çok-kültürlülük propagandasına son verilerek ulusal kültür bilinci aşılanması gibi öneriler getirmiştir.83 Bütünleşmenin yarattığı kültürel etkileşimin ikinci ayağını ise, yukarıda da değinildiği gibi, bütünleşme ve öte yandan küreselleşmenin getirisi olarak sınırların daha kolay aşılabilmesi sonucu farklılıkların belirgin hale gelmesi oluşturmaktadır. Bu bağlamda, ırkçılık ve yabancı düşmanlığının temel unsurlarından biri olan ‘öteki’nin tanımını yapmanın çok daha kolay hale geldiğini söylemek mümkündür. Bu da zaten halihazırda entegrasyon sorunu çeken üçüncü ülke vatandaşlarının farklılıklarının radikal politika retoriklerinde yerini almasını kolaylaştırmaktadır. Bütünleşme projesi kapsamında bir yandan rasyonel çıkarımlara dayanarak oluşturulan ulusüstü yapı, öte yandan ise ulus-devlet egemenliğinin AB üye devlet ve vatandaşları için hala vazgeçilmez unsurlardan biri olarak varlığını sürdürmesi, sonuç olarak dolaylı tavır ve olumsuzluklarını milliyetçi tutum ve aşırı sağ 82 83 NOI, op. cit., s. 137. Vural, op. cit., s. 153-155. 55 oylarında göstermektedir. Irkçı, yabancı düşmanı ve milliyetçi söylemleri kendine düstur edinen aşırı sağ, AB bütünleşmesinin ulus-devlet yapısını zayıflattığı iddiası üzerinden siyasi rant elde etmeye çalışmakta ve AB içindeki yabancıların varlığını iddiasını güçlendirecek unsurlar olarak kullanmaktadır. Bütünleşme projesinin hem ekonomik hem de kültürel çıktılarının olumsuz olması halinde ‘günah keçileri’ doğal olarak AB içinde yaşayan üçüncü ülke vatandaşları olmaktadır. Nihayetinde AB derinleşmesi kapsamında en az etkin olan yabancılar, Avrupa halklarının derinleşme kaygılarında ya da öfkelerinde karşıtlığın ilk unsuru şeklinde suçlanarak ırkçı ve yabancı düşmanı tavır ve söylemlerle karşılaşmaktadır. 1.2. Genişleme Ayağında Irkçılık ve Yabancı Düşmanlığı Avrupa bütünleşmesinin ikinci ayağını Birliğin bünyesine yeni üyeler dahil ederek genişlemesi oluşturmaktadır. AB günümüze kadar beş genişleme dalgası yaşamış ve söz konusu süreç içinde Birliğin üye sayısı 27’ye yükselmiştir. Ekonomik kazanım, siyasi güç, uluslararası dengeler, istikrar ve güvenliğin sağlanması gibi farklı nedenlere dayanarak gerçekleştirilen genişleme, AB bütünleşmesi açısından bazı zamanlarda AB’nin siyasi alandaki yetkilerinin artması yönündeki isteksizliğin bir ürünü olarak da teşvik edilmiştir. Başka bir deyişle genişleme, derinleşen bir Avrupa bütünleşmesinin karşısında olanlar açısından, AB yetki alanlarının ulusal siyasi yetkilerin önüne geçmesini önlemenin bir aracı olarak da görülmüştür. 56 Genişlemenin yeni üyeler ile beraberinde getirdiği birbirinden farklı çıkarlar, bu anlamda çoğu zaman Avrupa elitleri için ayrı anlam taşırken üye ülke halkları için ise çoğunlukla kendi refah projelerine uygun düştüğü ölçüde destek görmüştür. Örneğin; AB’nin Merkez ve Doğu Avrupa (MDA) ülkelerini bünyesine dahil ettiği 2004 genişlemesi öncesi yapılan anket analizlerinde, genişleme nedeniyle refah seviyesinin azalacağı, refah seviyesindeki bu düşüşün yabancı düşmanlığını daha da körükleyeceği ve AB bütçesinden önemli pay alan sosyal, bölgesel grupların ve diğer çıkar gruplarının bütçeden alacağı payların azalacağı gibi endişelerin üye ülke ve vatandaşlarının adaylara karşı olan önyargılarını körüklediği ortaya çıkmıştır.84 Genişlemenin üye ülkelerde yol açtığı endişe ve ikileme rağmen, elitleri genişlemeye teşvik eden unsurlar ise pan-Avrupa yanlısı bir Avrupa Birliği oluşturmak; etkinlik alanını genişletmek; dünya çapında AB’yi daha etkin ve güçlü bir yapıya kavuşturmak; pazar ekonomisi fikrini ve bir siyaset modeli olarak çoğulcu demokrasi ve değerlerini ihraç etmek; yeni bağımsızlığa kavuşan ülkeler arasında çıkabilecek muhtemel çatışmaları önlemek ve doğudan gelebilecek bir göç dalgasını engellemek olmuştur.85 Dolayısıyla, AB genişlemesine önayak olan elitlerin uluslarüstü AB bütünleşmesine içeride istikrar, dışarıda ise daha fazla etkinlik kazandırma yönündeki hedefleri, Avrupa halklarının refah standartları üzerinde kaygı oluşturduğu ölçüde tabanda zıt yönde bir eğilimin de öncüsü olabilmektedir. Avrupa Irkçılık ve Yabancı Düşmanlığını Đzleme Merkezi adına Eurobarometer tarafından 2000 yılında yayınlanan özel analizde de, benzer şekilde, yabancı düşmanlığına yol açan endişelerin büyük bir bölümünün refah 84 Danica Fink Hafner, “Dilemmas in Managing the Expanding EU: the EU and Applicant States’ Points of View”, Journal of European Public Policy, No: 6, 5 December 1999, p. 796. 85 Ibid., pp. 796-798. 57 standartlarının kaybından kaynaklandığı tespiti yapılmış ve çoğunluğa büyüyen bir ekonomi içindeki refah artışına kendilerinin de katılacağı hissi veren politikalar üretilmesi önerilmiştir.86 Avrupa halklarının genişleme dalgaları ile karşı karşıya kalacağını düşündüğü refah kaybı kaygısı, büyük ölçüde genişleme sonrası önemli boyutta sosyal hareketlilik yaşanacağı algılaması ya da önyargısıyla şekillenmektedir. Keza 2004 doğu genişlemesi ile göç konusunun uzun süre endişe ve tartışma yaratması bu bağlamda değerlendirilmelidir. Bir yandan optimistlerce tartışmaların odağına, Asya, Afrika ve Orta Doğu’nun fakir ülkelerinden gelen yasadışı göçün kontrolünün katılımcı ülkelere dış sınırlar itibariyle devredilebileceği yerleştirilirken; öte yandan, daha da baskın şekilde, genişlemenin istenmeyen bir refah göçü akınına neden olacağı şüpheleri dile getirilmiştir. Söz konusu şüphe ve kaygıların temelinde, 2004 genişlemesinden önceki genişlemelerde bu kadar fazla sayıda ülke ve insanın aynı anda AB’ye girmemiş olması yatmaktadır. Dolayısıyla eski üye ülkelerde, katılımcı ülke vatandaşlarının birçoğunun bu ülkelere göç edeceği korkusu daha da artmıştır. 2004 genişlemesi ile Birliğe katılacak ülkelerin sahip olduğu görece daha az refah, göçe iten bir faktör olarak görülürken; eski Birlik üyelerinin sahip olduğu yüksek refah seviyeleri göçü çeken bir faktör olarak görülmüştür. Ayrıca bu ülkelerin AB 15 ile aralarındaki yaşam standartlarını 86 “Attitudes Towards Minority Groups in the European Union: A Special Analysis of the Eurobarometer 2000 Opinion Poll on Behalf of the European Monitoring Centre on Racism and Xenophobia, Technical Report, Vienna, March 2001, p. 35. 58 kapatabilmeleri için öngörülen tahmini 20-35 yıllık süre, mevcut endişelerin artmasında daha da etkili olmuştur.87 AB’nin yaşlanan demografik yapısı ve dolayısıyla küçülen iş gücü gerçeğiyle beraber ele alındığında, aslında kişisel güvensizlik ve gelecek korkusunun AB içinde genel anlamda ırkçılığı beslediğini söylemek mümkündür. 1997 tarihli Eurobarometer anketi, ırkçı hisler taşıdıklarını belirtenlerin çoğunun yaşam şartlarından memnun olmadıkları ve işini kaybetme korkusu yaşadıkları, gelecek hakkında güvensiz, durumun kötüye gideceğinden endişe etmekte oldukları ve/ya da kişisel durumlarında bir bozulma yaşadıklarını göstermektedir. Ankete göre, işsiz olmaktan ziyade işini kaybetme korkusu AB vatandaşlarının ırkçı hislerinde daha etkili bir role sahiptir.88 Genişleme dalgalarının, göç ve benzeri faktörlerle özellikle ekonomik anlamda AB vatandaşlarının gelecekleri hakkında yarattığı sanal korku da AB halklarının siyasi arenada aşırı uçlara kaymalarında ya da AB bütünleşmesinden ziyade ulusal yapılanma biçimlerine geri dönme eğilimleri içine girmelerinde etkili olmaktadır. Sosyo-psikolojik araştırmalar da insanların belirsizlik durumlarından çok daha kolay etkilendiklerini göstermekte ve uluslararası ilişkilerde ‘black box situation’ (kara kutu durumu) deyimiyle ifade edilen, öncesinde o durumla ilgili kesin bir deneyime ya da teorik bilgiye sahip olunmayan durumlarda, basmakalıp düşünce ve önyargıların, davranış kalıplarında oldukça etkili olduklarını ortaya koymaktadır. Bu araştırmalara göre, yabancı 87 Jon Kvist, “Does EU Enlargement Start a Race to the Bottom? Strategic Interaction Among EU Member States in Social Policy”, Journal of European Social Policy, Vol. 14, No. 3, August 2004, pp. 305-306. 88 “Racism and Xenophobia in Europe”, Eurobarometer Opinion Poll no 47.1, Luxembourg, 18-19 December 1997. 59 düşmanı tutum ve davranışların oluşumunda, belirsizliğin getirdiği önyargılara ya da başkalarının bilgilerine güvenme eğilimi sık rastlanır bir durumdur.89 Dolayısıyla böyle bir ortamda genişlemenin ilk yılarında ihtiyaç olmasına rağmen dışarıdan gelen Polonyalı muslukçunun, önyargılar ve gelecek kaygısıyla hareket edilerek, günah keçisi ilan edilmesi söz konusudur. Aslında son yıllarda yaşanan Doğu Avrupa’dan gelen işçi göçünü simgeleyen Polonyalı işçilerin dengeyi sağlama adına olumlu katkılar yaptığının politikacılar tarafından sabırla halka anlatılması gereği üzerinde durulmaktadır. Đngiltere örneğinde veriler çok net şekilde ortaya koymaktadır ki söz konusu işçiler Đngilizlerin işlerini ellerinden almak bir yana, aksine gerekli sektörlere katkı sağlamaktadır. Ayrıca politikacıların anlatmayı başaramadıkları bir başka gerçek de örneğin Doğu Avrupa’dan gelen çoğu göçmenin Batı Avrupa’da sadece kısa bir süre kalmasıdır. Halihazırda Polonya ve diğer Doğu Avrupa ülkelerinden Batı Avrupa’ya giden pek çok inşaat işçisi, örneğin, genelde inşaat sektörünün çabuk parlayıp sönmesi ve kendi ülkelerinde işçi sıkıntısı yaşanmasına bağlı olarak işçi ücretlerin artması nedeniyle geri dönmektedir.90 Avrupa halklarının genişlemenin refah göçüne yol açacağı ve dolayısıyla refah kaybının yaşanacağı endişe ve algılamalarından öte, bu süreci göçmen ve yabancılar aleyhine çeviren önemli bir diğer faktör, bu algılamanın Avrupa hükümetleri politikalarında tecelli ediş şekilleri ve doğurduğu sonuçlar olmuştur. Kvist, Birliğin doğu genişlemesi sırasında, refah göçüne yönelik endişelerin AB 15’i dibe doğru (race to bottom) sürükleyen bir yarış içine itip itmediğini incelemiştir. Yazarın 89 90 Rydgren, op. cit., pp. 141-142. “Fear of Foreigners”, The Economist, 22 November 2007. 60 araştırmaları sonucu ulaştığı sonuç, refah göçüne yönelik korkuların aslında büyük oranda temelsiz olduğu fakat AB 15’in ‘ya göç gerçekleşirse’ diye hareket ettiğidir. Buna göre, AB 15 bu dönemde kendi içinde bir paradoks yaratmıştır. Bir yandan hem MDA ülkelerini içine almak isterken, diğer yandan da AB refah devletlerinden işçileri dışlayarak Avrupa sosyal politikalarının geleceğine yönelik önemli sorunların çıkmasına zemin hazırlamıştır.91 Bu durumun Birliğin eski üyelerinin politikalarına yansıması, bu ülkelerin sosyal politikalarında düzenlemeye gitmesi ya da emek piyasalarını yeni katılacak 10 MDA ülkesinin işçilerine kapatan uygulamalarda bulunması şeklinde gerçekleşmiştir. Özellikle 9/11 saldırıları sonrası yeniden şekillenen uluslararası konjonktürle beraber genişleme sürecine hız kazandıran AB, genişlemeye yaklaşan süreç içinde halklarının endişe ve kaygılarını elimine etmek adına, Birliğe yeni katılacak ülkeler ve dolayısıyla o dönemde ‘eski Avrupa’nın yabancısı olan kişilerin aleyhine işleyecek tutum ve söylemlere de başvurmuştur. Örneğin; Katılım Antlaşmalarının imzalandığı 2002 yılında dönem başkanlığını yürüten Danimarka Başbakanı Rasmussen, Mayıs 2004 genişlemesini Avrupa için muhteşem bir an diye tabir edip ortak amaçlarının Avrupa’yı demokrasi, özgürlükler, barış ve refah kıtası yapma ve dolayısıyla tek bir Avrupa yaratma olduğunu vurgulamıştır. Ancak diğer yandan, bir yıl sonra Danimarka Đstihdam Bakanı Frederiksen, Birliğe katılımcı ülkelerden gelecek göçmenlere yönelik olarak bu göçmenlerin çalışma izin ve koşullarını düzenleyen ve geçiş dönemi boyunca engellenen sosyal haklarını içeren önlemleri açıklamıştır. Frederiksen, yaptığı konuşmada, “Danimarkalı işçiler şimdi güvenle uyuyabilirler. AB genişlemesi, maaşlarında herhangi bir uygunsuzlukla sonuçlanmayacaktır. 91 Kvist, op. cit., pp. 301-302. 61 Firmalar, yeni AB ülkelerindeki emeğe erişebilecekleri için mutlu olabilirler. Hepimiz Danimarka refah projesinin etrafına çit koyduğumuz için mutlu olabiliriz” ifadesini kullanmıştır.92 Genişlemenin ilk yıllarında öngörülen geçiş önlemlerine, esasında, ulusal emek piyasaları üzerindeki dengesizlikleri en aza indirmek için başvurulması amaçlanmışsa da, Kvist çalışmasında bu önlemlerin ayrıca sosyal akın algılamalarına tepki olarak kullanıldığı tespitine de varmaktadır. Genişlemenin ilk aşamalarında da olsa emek piyasasına erişimin zorlaştırılması konusunda sosyal politikalarda ayarlamalara gidilmesi gibi bir trend olduğundan bahsetmektedir. Kvist, ayrıca eğer bu eğilim güçlenir ve yaygınlaşırsa, aşağı doğru bir yarışın başlamasına tanıklık edilebileceğini savunmaktadır.93 Dolayısıyla Avrupa bütünleşmesi kapsamında yaptığı ulusüstü düzenlemelerle sınırları geçirgen hale getiren AB, öte yandan refahını paylaşmakta bencil davrandığı yerlerde sınırlara görünmez engeller yerleştirebilmektedir. Vatandaşların korkularının üzerine gidebilecek önemli söylemlerden bir diğerine Şubat 2004 tarihinde Đngiltere Başbakanı Tony Blair’in Parlamentoda yaptığı konuşma örnek verilebilir. Blair, bu konuşmasında mevcut refahı suistimal etmeye yönelik yeni üye ülkelerden gelen potansiyel bir riskin ortadan kaldırılması ve kurallardaki boşlukların sömürülmemesi adına, bu duruma fırsat yaratacak durumların engellenmesinin önemli olduğunu vurgulamıştır.94 Genişlemeye ilişkin kullandıkları potansiyel risk tanımlaması ile AB yetkilileri, birçoğu temelsiz olan endişe ve kaygıların derinleşmesine ve dolayısıyla yabancılara refah ihracı konusundaki önyargıların artmasına bizzat katkıda bulunmuşlardır. 92 Ibid. Kvist, passim. 94 Kvist, op. cit., p. 314. 93 62 Halbuki endişelenilenin aksine araştırma verileri, özellikle Đspanya ve Portekiz örneğinde, geriye doğru bir göçün olduğunu göstermektedir. 2000 tarihli Eurostat araştırması, nüfus, emek piyasası ya da göç ile Yunanistan, Đspanya ve Portekiz’in katılımları arasında kesin, ortak ve tutarlı bir ilişki olmadığını göstermektedir.95 Farklı kaynaklara dayanan araştırma sonuçlarına göre, AB içinde ikamet eden nüfusun % 0.2 civarında bir oranı, Birliğe yeni üye olan ülkelerden gelen vatandaşlardır. Hatta bu oran AB içinde yaşayan üçüncü ülke vatandaşlarının oranından daha azdır.96 Genişlemenin neden olacağı düşünüldüğü göç ve bunun beraberinde getireceği sosyal refah yapısındaki zayıflama beklentisinin aksine Poole da AB’nin daha fazla göçmene ihtiyacı olduğu iddiasında bulunmaktadır. 1990’lar boyunca dağılan Yugoslavya’dan mülteci akını yaşanmış ve diğer bölgelerden de yasadışı göçmen gelmeye başlamıştır. Balkanlar istikrara kavuşur kavuşmaz ise mültecilerin büyük kısmı evlerine dönmeye başlamış ama yasadışı göçmenler AB içinde kalmayı başarmıştır. Poole’a göre, şüphesiz bu durum Birlik içinde bazı ciddi problemlerin artmasına katkıda bulunmuştur; ancak aynı zamanda bu kişiler düşük ücretle kimsenin çalışmak istemediği alanlarda çalışarak AB ekonomisinin büyümesine de yardımcı olmuştur.97 Günümüzde değişen ve giderek yaşlanan AB demografik yapısı göz önüne alındığında98, Poole’un geçmiş döneme dayalı AB’nin göçmen ihtiyacı tespitinin, özellikle kalifiye eleman gerektirmeyen işler bakımından artarak devam edeceğini söylemek mümkündür. Zira gelişmiş 95 Ibid., p. 307. Ibid. 97 Peter A. Poole, Europe Unites: The EU’s Eastern Enlargement, London: Praeger, 2003, pp. 151152. 98 AB demografik yapısının detayları II-4. Kitlesel Göç: Avrupa’nın Değişen Demografik Yapısı ve Sosyal Dışlama başlıklı bölümde verilmektedir. 96 63 ekonomik yapılanmanın yeni kalifiye iş sahaları yaratmasına rağmen, mevcut durumda Batı Avrupa işgücünün 1/4'ten fazlası hala kalifiye olmayan işlere dayanmaktadır. Avrupalıların 55-64 yaş arasında olanların yarısının, 25-34 yaş arasındakilerin ise 4/5’inin en az lise mezunu olduğu ve kalifiye işleri tercih ettiği düşünülürse, niteliksiz işlerin yürütülmesinin tek yolu göçmenleri istihdam etmek olarak görünmektedir.99 Avrupa bütünleşmesinin her iki ayağı için de geçerli olmakla birlikte özellikle yukarıda analizi yapılan genişleme süreci ve etrafında dönen tartışmalara bakıldığında, Avrupa entegrasyonunun fayda-zarar analizi şeklinde yansıtıldığını ve belki de halkları ikna etmenin somut gereklerinden de biri olarak bu yola başvurulduğunu tespit etmek mümkündür. Bu bağlamda, AB bütünleşmesinin fayda-zarar analizine dönüştürülmesi ve sonucunda bireysel ekonomik çıkar temelli açıklamaların ön planda tutularak entegrasyonun açıklanmaya çalışılması da ırkçı algılamalarda etkili bir unsur yaratmaktadır. Master ve Le Roy, teorisyenlerin AB entegrasyonunu açıklamak için çok fazla bireysel çıkara dayandıklarını ve faydazarar analizi yaparken bunun kamuoyu üzerindeki kültürel etkisinin ne olabileceğini kaçırdıklarını belirtmektedir.100 Başka bir deyişle, kamuoyu üzerindeki kültürel etkisinin ne olacağı düşünülmeden bütünleşmenin getirebilecekleri, salt ‘eksi’ ve ‘artı’lar tablosu şeklinde verilmekte ve AB halklarına bütünleşmeyi cazip kılmak adına çoğunlukla bütünleşmenin getireceği yeni pazarlar gibi ekonomik katkıları üzerinde durulmaktadır. Ancak gerçekleşen bütünleşmenin ilk yılları beklentileri 99 Phillippe Legrain, “The Case for Opening Europe’s Borders”, Project Syndicate, 2007, <http://www.project-syndicate.org/print_commentary/legrain1/English>, (erişim tarihi: 06.07.2007). 100 Master & Le Roy, op. cit., pp. 419-422. 64 karşılamaktan uzak kalınca AB halklarında genişleme dalgası ile Birliğe katılanlar ve bütünleşme refahının çektiği göç dalgası ile gelen göçmenler suçlama ve dışlamalara maruz kalmaktadır.101 Entegrasyon çabalarına zarar verebilecek bu analizin yansıması üzerinden, Fransa’da Le Pen ve Avusturya’da J. Haider gibi radikal milliyetçiler, üçüncü dünya ülkelerinden gelen göçmen akınının kontrolden çıktığı ve güvenlik ve ekonomik refahlarını tehdit ettiği söylemleriyle vatandaşların korkuları üzerine oynayarak siyasi kazanç sağlamış ve aslında gerçekleştiremeyecekleri çözümler önermişlerdir. AB’ye de karşı duran bu grup aynı zamanda doğu genişlemesinin MDA ülkelerinden büyük göçmen potansiyeli taşıyacağı, kısıtlı olan iş alanlarında rekabete yol açacağı ve AB’nin suç probleminin artacağı analizi üzerinden doğu genişlemesini yansıtmışlardır.102 Bu durumun nedenlerinden bir diğeri de Avrupa bütünleşme projesinin aidiyet hissi yaratmadaki yetersizliği olarak gösterilebilir. Erdenir, önemli ölçüde ekonomik temellere dayanan entegrasyonun Avrupalıların tümünde aidiyet hissinin oluşumuna uygun zemin hazırlayamadığını ve entegrasyonun ancak derinlere inemeyen pragmatik boyutuyla kendini gösterdiğini belirtmektedir. Buna göre, ekonomi ağırlıklı şekillenen bütünleşme belirli bir sınıfın çıkar ve kaygılarına öncelik veren bir sistemi ortaya çıkararak kitleleri ikinci plana atan dışlayıcı bir Avrupa’ya neden olmuştur. Sosyal ve siyasi boyutun geri planda kaldığı bütünleşme 101 Fatma Yılmaz, “AB Bütünleşmesinin Olumsuzluklarını Kullanan Aşırı Sağ”, USAK Stratejik Gündem, 11.02.2008, <http://www.usakgundem.com/yazarlar.php?id=904&type=24>, (erişim tarihi: 11.02.2008). 102 Poole, op. cit., p. 154. 65 biçimi, Avrupa’nın kültürel dışlamanın arkasına sığındığı bir mazeret olarak belirmiştir.103 Avrupa bütünleşmesi, hem derinleşen hem genişleyen dinamik yapısı içinde, tarihinde hiç olmadığı kadar uzun soluklu bir refah paylaşım projesine tanıklık etmektedir. Avrupalı elitlerin önderliğinde başlatılan bu ulusüstü yapılanma, Avrupa halklarının kendilerini egemen kabul ettiği katı alanlarda kimi zaman tabandan gelen bir dirençle karşılaşabilmektedir. Yukarıda ayrıntılı bir şekilde ele alındığı haliyle, özellikle ulus-devlet yapısının Avrupa bütünleşmesi nedeniyle zayıfladığı düşünülen alanlarda ve refah toplum yapısının sekteye uğradığı dönemlerde bu direnç kendini daha fazla göstermektedir. Söz konusu direnç ise bütünleşmenin çıktılarından biri olan çok-kültürlü ortamda, büyük oranda tepki olarak bütünleşmenin ‘ötekileri’ne yönelmektedir. Özetle derinleşen Avrupa’da gözden kaybolan sınırların farklılıkları belirginleştirmesi, genişlemenin yarattığı refah paylaşımı korkusu ve entegrasyonun fayda-zarar analizinde özellikle aşırı sağın beslendiği negatif yönlere vurgu yapılması olarak sınıflandırılabilecek yönleriyle Avrupa bütünleşmesi, dolaylı da olsa ırkçılık ve yabancı düşmanlığına zemin hazırlamaktadır. Bütünleşme karşıtı radikal sağın bu zemini siyasi platformda kullanması ve bütünleşmenin olumsuzluklarını göçmen, sığınmacı ve mülteci gibi yabancı gruplar üzerinden okumaya çalışması da yabancılara yönelik önyargıları tetikleyerek ırkçı ve yabancı düşmanı oluşumlara yol açmaktadır. Sonuç olarak, Master ve Le Roy’un da belirttiği gibi, Avrupa bütünleşmesi sadece ulusdevletler arasındaki etkileşimi artıran bir yapılanma oluşturmanın ötesinde, farklı 103 Burak Erdenir, Avrupa Kimliği: Pan-Milliyetçilikten Post-Miliyetçiliğe, Ankara: Ümit Yayıncılık, 2005, s. 77. 66 milli kökene ve sosyal altyapılara sahip bireylerin de farklı düzeylerdeki ilişkilerinin artmasına neden olmaktadır.104 Doğal olarak, sarmal bir yapı içinde, yabancı korkusu bir yandan bütünleşmeye olan desteğin azalmasına neden olurken, öte yandan bütünleşme karşıtlığı da yabancı düşmanlığının nedenlerinden birine dönüşmektedir. Şunu belirtmek gerekir ki, bütünleşmenin Avrupa devlet ve toplum yapılarında, yukarıda belirtildiği haliyle, sosyal, siyasi ve ekonomik anlamda meydana getirdiği değişim ya da dönüşümleri, sadece bütünleşmeye özgü bağımsız çıktılar olarak ele almak yanlış olacaktır. Bu süreci, başta ekonomik olmak üzere sosyal ve kültürel alanda etkileşim ve karşılıklı bağımlılığa yol açan küreselleşme ile birlikte değerlendirmek gerekir. Bu bağlamda aşağıda, ırkçılık ve yabancı düşmanlığı sorunlarını etkilediği haliyle, Avrupa bütünleşmesinin çıktılarını daha da derinleştiren küreselleşme faktörü ayrıntılı bir biçimde ele alınacaktır. 2. Küreselleşme Yirminci yüzyılın son çeyreğinden itibaren dünya, başta ekonomik olmak üzere siyasi, kültürel ve sosyal alanlardaki hareketliliğin, ulusal sınırları -maddi varlığına rağmen soyut anlamda- aşıp dünya çapında hızla yayıldığı bir sosyal etkileşim ağının oluşum sürecine sahne olmaktadır. Karşılıklı etkileşim ve beraberinde de karşılıklı bağımlılığı getiren bu yapılanma, çok boyutlu ve diyalektik bir süreç105 104 De Master & Le Roy, op. cit., p. 421. Kellner, küreselleşmenin diyalektik özelliğinden bahsederken homojen ve heterojenliğin bir arada yürüdüğü özelliğini kastetmektedir. Ayrıca, bir yandan bireyler küreselleşmenin öznesi durumunda 105 67 halinde ilerleyen doğasıyla küreselleşmeyi ifade etmektedir. Farklı akademik disiplinleri iç içe geçiren küreselleşme, bu özelliğiyle sadece ekonomik değil, aynı zamanda sosyal araştırmalar için de önemli bir zemin sağlamaktadır. “Ulus-devlet ve ulus-devlet pazarları arasında artan etkileşimin yoğunluğu ve bağımlılığı anlamına gelen uluslararasılaşma ya da liberalleşme”106 küreselleşmenin bir kolunu oluştururken; dünya üzerindeki ekonomik işbölümünün yeniden şekillendirilmesi, ekonomik kararların ulus-üstü mekanizmalarca alınmaya başlanması ve ulusdevletin sosyal işlevinin gerilemesi de küreselleşme ile gelen olgular arasında yerini almaktadır. Bu bağlamda küreselleşme, gelişmiş ve gelişmekte olan tüm ülkelerin ekonomik, sosyal ve siyasi yapıları üzerinde önemli sonuçlar doğurmaktadır. Küreselleşmenin bütüncül bir anlamda yarattığı bu dönüşüm, yalnızca üst yapıda kendini göstermeyip en etkili yansımalarını tabanda bulmaktadır. Zira Koray’ın da belirttiği gibi, özellikle ekonomik anlamda dünya işbölümü üzerindeki yeniden ayarlamalara ve beraberinde getirdiği yapısal değişikliğe uyumun faturası, hemen her ülkede işçi sınıfına ve toplumun yoksul kesimlerine çıkarılmaktadır. Bunun yanı sıra, dış piyasalardan bağımsız olarak ulusal düzeyde, işgücünü koruyacak sosyal politikaları uygulamaya koymak daha da zorlaşmaktadır.107 Đletişim teknolojilerinin hızla geliştiği, (AB’nin bir ölçüde kendine özgü geliştirdiği gibi) ulus-üstü yapılanmaların tartışılmaya başlandığı, ekonomik sistemlerin hızlı bir şekilde ve derinlemesine entegre olduğu böyle bir ortamda, dolayısıyla, ulus-devletin konumu olup bu sürecin nasıl şekilleneceğini etkilemektedir. Diğer yandan bu süreç aynı zamanda bireylerin geleceğini etkileyerek iki farklı gelişimin aynı anda yürümesine izin vererek diyalektik bir özelliğe bürünmektedir. Douglas Kellner, “Theorizing Globalization”, Sociological Theory, Vol. 20, No. 3, 2002, pp. 285-305. 106 Christopher W. Hughes, ‘Reflections on Globalisation, Security and 9/11’, Cambridge Review of International Affairs, Vol. 15, No. 3, 2002, p. 5. 107 Meltem Koray, Avrupa Toplum Modeli: Sosyal Bütünleşme Mümkün mü?, Đstanbul: Đmge Yayınları, 2005, s. 340. 68 ve meşruiyeti de tartışılır hale gelmektedir. En nihayetinde, refah devleti anlayışının zayıflaması ya da küresel faktörlerden kolayca etkilenebilir hale gelmesi, siyasi retoriğini ulus-devlet yapısında yaşanan olumsuzluklarla besleyen aşırı sağ için de bir zemin oluşturmaktadır. Son tahlilde hem siyasi hem sosyal hem de ekonomik anlamda küreselleşmenin toplum yapılarında meydana getirdiği değişim, tabanı olumsuz etkilediği ve aşırı sağın eline de siyasi bir koz verdiği ölçüde, ulus-devlet içindeki ırkçılık ve yabancı düşmanlığındaki artışa dolaylı da olsa katkı sağlamaktadır. Bu çerçevede, bu bölümde küreselleşen piyasaların sosyal eşitsizliklerin oluşumuna etkisi, ulus-devlet ve refah toplumu anlayışında yarattığı zayıflama ve güvenlik bağlamında neden olduğu endişenin getirdiği dışlamanın, Avrupa’da yükselişe geçen ırkçılık ve yabancı düşmanlığına etkileri ele alınacaktır. 2.1. Ulusal Sınırları Aşan Küreselleşme: Tepkinin Đçeride Görünmez Sınırlar Oluşturması II. Dünya Savaşı sonrası Avrupa, bir yandan Bretton Woods Sistemi108 çerçevesinde ulusötesi ve çokuluslu güçlerin ortaya çıkışına sahne olurken öte yandan Keynesyen politikaların uygulandığı ve ulus-devletlerin ekonomiye doğrudan müdahil olduğu bir süreci yaşamaya başlamıştır. Bu bağlamda, 1970’lere kadar ulus-devletler Keynesyenist yaklaşım içinde ekonomiye doğrudan müdahil 108 Bretton Woods Sistemi, II. Dünya Savaşı sırasında Temmuz 1944'te ABD'nin küçük bir kasabası olan Bretton Woods'ta toplanan Birleşmiş Milletler Para ve Finans Konferansında ortaya çıkan iktisadi sistemdir. Bretton Woods uluslararası para idare sistemi, dünyanın önde gelen devletleri arasındaki ticari ve finansal işlemlerde uyulması gereken kuralları belirlemektedir. Bu sistem, dünya tarihinde ilk kez bağımsız ulus-devletlerin kendi aralarında ortak bir parasal düzen üzerinde anlaşmaları sonucunda uygulamaya konulmuştur. Uluslararası para sisteminin kurallarını belirleyen bu anlaşma, Dünya Bankası ve Uluslararası Para Fonu’nun (IMF) kurulmasına öncülük etmiştir. 69 olurken, aynı zamanda temel olarak kendi pazarlarını kapitalist sisteme entegre etme hedefini gütmüşlerdir. Ancak ulus-devlet gücünün ve ulusötesi bağların bir ölçüde eş zamanlı yürüdüğü bu süreç içinde, ulusötesi sermaye akışı, küresel iletişimin gelişimi ve üretim teknolojilerinde yaşanan değişim ile birlikte bir süre sonra özellikle 1980’ler itibariyle ulus-devlet bu yürüyüşte geride kalmaya başlamıştır. Yeryüzü ölçeğinde artan üretim sonucu bu üretime ihtiyaç duyan kitlelerin artması fakat aynı zamanda ulus-devlet içinde sınırlı kalan satın alma gücü ve sonucundaki üretim fazlası, küresel ölçekte mal, sermaye ve hizmetin dolaşımının serbestleşmesini zorunlu kılmış ve bu da ekonomik açıdan ulusal sınırların kalkmasını gerektirmiştir. Dolayısıyla ekonomik yapı küresel sistem içinde önemli bir değişim geçirmektedir. Bunun sonucunda küreselleşme ve kapitalist sistem hem ulusal hem de uluslararası düzeyde kurumsal bağları çözmekte, devletleri ve toplumları yeni ilke ve koşullar aramaya yöneltmektedir. IMF, Dünya Bankası gibi kurumların geçirdiği yapısal ve kurumsal değişiklikler ve Dünya Ticaret Örgütü gibi uluslararası kurumların ortaya çıkışı ve sözü geçen uluslararası finans kurumlarının ekonominin kurallarını giderek daha fazla belirlemeye başlaması söz konusu yönelime örnek olarak gösterilebilir. Ulusal düzeyde de kurumlar ve standartlardan uzaklaşan esnek yapılanmalardan bahsetmek mümkündür. Bilgi teknolojileri geliştikçe hem mal hem de hizmet sektörünün yapısı değişmekte ve devletler buna paralel olarak rekabet güçlerini artırmak için ekonomi ve istihdam politikalarında yapısal değişikliklere gitmek zorunda kalmaktadır.109 Sonuç olarak geçmişin ulus-devletleri, Morris’in de belirttiği gibi, 109 Koray, op. cit., s. 338-339. 70 günümüzde ulusüstü kuruluş ve düzenlemelerin kompleks ağlarına bağlı olarak uluslararası toplum yapısına bağımlı hale gelmektedir.110 Küreselleşmenin dünya ekonomisi üzerinde sebep olduğu değişiklikler ve oluşturduğu kompleks ağların sonucu karşılıklı bağımlılık, ulus-devlet ve dolayısıyla refah toplum yapıları üzerindeki etkilerini de tartışılır hale getirmektedir. Bu tartışmaların Avrupa’da yükselen ırkçılık ve yabancı düşmanlığının nedenlerine katkısı da bu etkilerin toplumun bazı kesimlerine ekonomik eşitsizlik ya da güvensizlik olarak yansıdığı ölçüde ortaya çıkmaktadır. Küreselleşmenin sermaye, endüstri, işgücü ve finansal bağlamda yarattığı hareketlilik ve hızlı dönüşümün, ulus devlet yapısının yıpranmasına neden olan ve toplumda yabancılara karşı tepki yaratacak yansımalara ortam hazırlayan yönlerini, küreselleşmenin kendine has özellikleriyle şekillenen süreçte açıklamak mümkün gözükmektedir. Küreselleşen ve liberalleşen piyasanın, sermayenin hareket kabiliyetini ve dolayısıyla pazarlık gücünü artırırken, genel olarak ulusal hükümetlerin ve işgücünün pazarlık gücünü az ya da çok zayıflattığı kabul edilmektedir. Bunun sonucunda Keynesyen dönemde, özellikle Batı Avrupa modelinde görülen, ekonomi, siyaset, demokrasi ve serbest piyasa alanlarında var olan uzlaşı ve dengeler değişime uğramaktadır. Örneğin, söz konusu dönemde siyaset, piyasanın işleyişine bir yandan pek karışmazken aynı zamanda da piyasanın yarattığı dengesizlik ve eşitsizlikleri gidermek gibi bir işlev de üstlenmiştir. Fakat küresel 110 Lydia Morris, “Globalization, Migration and the Nation-State: The Path To a Post-National Europe?”, The British Journal of Sociology, Vol. 48, No. 2, June 1997, p. 192. 71 piyasa içinde, kurallar çok daha serbestlik içinde belirlenmeye başlamış ve ekonomik kararlar ulus üstüne çıkarak, daha önce de bahsedildiği gibi, piyasanın işleyişini sağlayacak uluslararası kurumlar aracılığıyla belirlenir olmuştur. Dahası ekonomi ve istihdam politikalarında önemli yapısal değişikliklere giden devletler, ekonomide yaşanan yeniden yapılanmanın sonucunda genel olarak teknolojik gelişmelerden kaynaklanan yapısal işsizlikle karşı karşıya kalmaktadır.111 Küreselleşme bir diğer etkisini de endüstri alanında göstermektedir. Ohmae, günümüzde önceden olduğundan çok daha küresel bir yönelime sahip olan endüstri alanındaki değişimi, bir yandan küreselleşmenin sürükleyici dinamiklerinden biri olarak adlandırırken, aynı zamanda ulus-devletin artık miadını doldurduğunun işareti olan faktörler arasında saymaktadır. Buna göre, modern çok-uluslu şirketlerin stratejilerine şekil veren şey, artık devletlerin amaçlarından çok, nerede bulunurlarsa bulunsunlar, çekici pazarlara hizmet verme ve kaynak havuzlarına ulaşma arzusudur. Bu şirketler küreselleşmenin nimetlerinden faydalanarak ulaşım ve iletişim maliyetlerinin düşmesiyle ve mobil hale gelen üretim anlayışıyla birlikte fabrikalarına çoğu zaman kilit vurarak veya bu fabrikalarını üretim maliyetlerinin daha düşük, vergi, sosyal harcamaların ise yok denecek seviyede olduğu üçüncü dünya ülkelerine kaydırmaya başlamışlardır. Bu anlamda üretim, işgücünün ucuz ve bazen de hammadde erişiminin daha kolay olduğu bu ülkelerde gerçekleştirilmektedir.112 Planlama ve yönetim ise dünya sisteminde merkez olarak nitelendirilen ülkelerde devam etmektedir. Dolayısıyla, söz konusu şirketler ileri 111 Koray, op. cit., s. 340-345. Kenichi Ohmae, The End of Nation States: The Rise of Regional Economies, New York: The Free Press, 1995, passim. & Kenichi Ohmae, The Next Global Stage-Challenges and Opportunities in Our Borderless World, New Jersey: Wharton School Publishing, 2005, passim. 112 72 teknoloji gerektiren AR&GE çalışmalarını kalifiye elemanların yoğun kullanıldığı merkez ülkelerde, üretim ve etiketlendirmeyi ise kalifiye olmayan işçilerin bolca bulunduğu çevre ülkelerde gerçekleştirmektedirler.113 Dolayısıyla endüstriyel üretim merkezlerinin yer değiştirdiği küresel bir ortamda, ülkelerinden fabrikaları taşınan kesim işsizlikle karşı karşıya kalabilmektedir. Günümüzde sert fiyat rekabeti yüzünden maliyetler ulusötesi şirketler için hayati öneme sahip hale gelmiştir ve işçi maliyetleri toplam maliyetler içinde oldukça önemli bir yer tutmaktadır. Hızla artan ve literatürde “kıran kırana rekabet” olarak ifadesini bulan bu durumu ünlü iktisatçı Bhagwati114 şu şekilde dile getirmektedir: “Şu an karşı karşıya bulunduğumuz şey yeni ve yerini tedrici bir biçimde sağlamlaştıran gerçekliktir. Artık bu noktada karşılaştırmalı üstünlüğün doğası gittikçe “ince”lmekte, belirsizleşmekte ve hızla değişebilmektedir. Karşılaştırmalı üstünlüğün marjları gittikçe daralmaktadır. Şimdilerde maliyetlerin herhangi bir yerde ufak bir şekilde değişmesi, rekabetinize yönelik ölümcül bir darbe olabilir.” Teknolojinin, ulaşım araçlarının oldukça geliştiği ve sermaye hareketleri önündeki engellerin büyük oranda kalktığı çağımızda, ulusötesi şirketler için bunun çözüm yolu, üretimin işçi maliyetlerinin ucuz olduğu bölgelere kaydırılmasıdır. Yani bu şirketler işgücü maliyetlerinin ucuz olduğu bölgelere fabrikalarını kurmayı tercih etmektedirler. Buna literatürde kaçan fabrika (runaway 113 Immanuel Wallerstein, World-Systems Analysis: An Introduction, USA: Duke University Press, 2005, passim. 114 Dani Rodrik, Has Globalization Gone too Far, Institute for International Economics, 1996, pp. 14-16. 73 factory) adı verilmektedir.115 Bu durum ulus-devletleri etkisizleştirmekte, dolayısıyla “kalkınmacı devlet anlayışı”nı felce uğratmaktadır. Öte yandan küreselleşen piyasa içinde sermayenin işgücü maliyetinin yüksek olduğu ülkelerden kaçıp daha uygun koşullar sunan ülkelere kayması, işgücü piyasasının da küreselleşmesi anlamına gelmektedir. Koray, işgücü piyasasının işçi göçü nedeniyle değil de sermaye göçü nedeniyle küreselleştiğini iddia etmektedir. Bunun sonucu olarak küreselleşen piyasalarda yer alan faktör fiyatları birbirine yaklaşacağından, gelişmiş ülkelerdeki işgücünün koşulları üzerinde de aşağı doğru bir baskı yaratılmaktadır. Dolayısıyla, gelişmiş ülke ekonomilerinde de genel anlamda emeğin maliyetini düşürecek önlemler ve politikalar uygulamaya konulmaktadır. Dahası işgücü koruyucu politika ve standartlardan belirli ölçüde vazgeçilebilmektedir.116 Rodrik, işçilerin ulusal sınırlar ötesindeki işçilerle kolayca ikame edilebilir hale gelmesi gerçeğinin sonuçlarını şu şekilde sıralamaktadır: “Đşçiler artık çalışma şartlarının ve imkanlarının geliştirilmesi için gerekli bedelin daha büyükçe bir kısmını ödemek zorundadırlar – yani ücret dışı maliyetlerin daha büyükçe bir kısmını üstlenmektedirler. Emek talebindeki veya emeğin üretkenliğindeki değişikliklere karşı işçiler, gerek ücretleri gerekse çalışma saatleri açısından daha büyük bir belirsizlik ve istikrarsızlıkla karşı karşıyadır. Yani geçicilik ve güvensizlik artmaktadır. Đşçilerin pazarlık gücü giderek erimekte ve 115 Kudret Bülbül (ed.), Küreselleşme Okumaları: Ekonomi-Siyaset, Ankara: Kadim Yayınları, 2006, s. 141. 116 Koray, op. cit., s. 344. 74 çalışma şartlarının pazarlıkla belirlendiği durumlarda işçiler daha düşük ücretler ve ödenekler almaktadırlar.”117 Son tahlilde bu durum ücretli çalışanlar için çalışma standartlarının ve ücretlerinin önceki standartların aşağısına düşmesi anlamına gelmekte ve sosyal eşitsizlik yaratarak, küresel piyasada standartları düşenler ve kaybedenler arasına gelişmiş ülkelerdeki grupları da dahil etmektedir. Küreselleşmenin ulus-devletlerin hakimiyetlerini daralttığı, bir ölçüde güçlerini zayıflattığı ve ani çıkışlara neden olduğu zaman etkisinin tabandan tepki olarak döndüğü bir diğer alan ise finansal piyasalardır. Günümüzde finans piyasaları büyük oranda entegre olmuş ve ulus-devletlerin sınırlarını, dolayısıyla hakimiyet alanlarını fazlasıyla aşmış durumdadır. Özellikle finansal liberalleşme ile birlikte sermayenin her türlüsü dünyanın birçok ülkesine kolayca girip çıkabilme hakkı kazanmış ve teknolojideki gelişmelerin de etkisi ile sıcak para olarak adlandırılan kısa dönemli portföy yatırımlarının bir ülkeden diğerine transferi an meselesi haline gelmiştir. Ancak tabiatı gereği sıcak para istikrarsızdır ve herhangi bir ülkede risk priminin öngörülemez seviyeye geldiğini anladığı anda o ülkeyi terk etme eğilimindedir.118 Bu durum ulus-devletlerin para otoritelerinin (Merkez Bankaları) ve ekonomik planlama yapan birimlerinin (Maliye Bakanlıkları ve Planlama Teşkilatları) elini kolunu bağlamakta ve ülkenin geleceği ile ilgili inisiyatifi büyük 117 Dani Rodrik, Küreselleşme Sınırı Aştı Mı?, Đzzet Akyol ve Fatma Ünsal (çev.), Đstanbul: Kızılelma Yayıncılık, 1997, s. 19. 118 Detaylı bilgi için bkz: J. Stiglitz, Küreselleşme Büyük Hayal Kırıklığı, Arzu Taşçıoğlu-Deniz Vural (çev.), Đstanbul: PlanB Yayınları, 2002. & J. Stiglitz, “Capital-Market Liberalization, Globalization, and The IMF”, Oxford Review of Economic Policy, Vol. 20, No. 1, 2004, pp. 57-71. & D. Rodrik and A. Velasco, “Short-term Capital Flows”, in B. Pleskovic and J. Stiglitz (eds.), Annual World Bank Conference on Development Economics 1998, World Bank, 2000, pp. 9-58. 75 oranda uluslararası finans kapitalin kontrolüne devretmektedir. Bu da ulusdevletlerin ve onların ilgili birimlerinin gereken müdahaleleri yapamamasına ve hatta yapsa bile arzu edilen sonuçları alamamasına sebep olmaktadır. Bu durum ise ulus-devletlerin kamuoyu nezdinde meşruiyet krizine girmesine sebebiyet vermektedir. Yine aynı kısa dönemli sermaye hareketleri ani çıkışlarla ülkelerin finansal krizlere girmesinde başat rol oynayabilmektedir. Sıcak para genellikle ülkelerin o paraya en fazla ihtiyacı olduğu durumlarda o ülkeyi terk etme eğilimindedir ve de çoğunlukla etmektedir. Bu durum söz konusu ülkedeki finansal krizi daha da derinleştirmekte ve o ülke bilânçolarına büyük zararlar yazılmasına sebep olmaktadır.119 Küreselleşmenin bir sonucu olan sermaye hareketlerinin liberalleşmesinden dolayı ulus devletin ekonomi otoriteleri sermaye hareketlerine engel olamamakta ve otoritelerinden daha da feragat etmektedirler. Merkez Bankalarının para politikaları çoğu kez işe yaramamakta ve ulus-devlet halklarının kaderi bir anlamda küresel sermayenin hareketlerine bağlı hale gelmektedir. Ekonominin ve piyasanın küreselleşmesinin yukarıda sayılan ve ulus-devlet ve toplumdaki bireyler açısından olumsuz olarak nitelendirilebilecek yansımaları, dolaylı da olsa ırkçılık ve yabancı düşmanlığının ortaya çıkışı ve artışına neden olmakta ya da hiç değilse bunun için uygun bir zemin hazırlamaktadır. Özellikle iç sorunların dışsallaştırılması konusunda etkin bir yeteneğe sahip Avrupalı devlet ve hükümetler, küreselleşme nedeniyle ortaya çıkan ekonomik gerileme ve işsizliği halklarına anlatamayınca, sorunun nedenlerinin Avrupa içindeki göçmenler, üçüncü 119 F. S. Mishkin, The Next Great Globalization, New Jersey: Princeton University Press, , 2006, passim. & S. F. Mishkin, “Lessons From the Asian Crisis”, NBER Working Paper Series, Working Paper 7102, 1999, passim. 76 ülke vatandaşları ya da diğer yabancıların üzerine yıkılmasının önüne geçememektedirler. Yukarıda anlatılan süreçte de belirtildiği gibi, ulus-devletin ekonomi otoritelerinin küreselleşen piyasada sermaye hareketlerinin ani çıkışına engel olamaması ya da ekonomide gidilen yeniden yapılanma sonucu toplumun belli kesimlerinin işsiz kalması, çoğunlukla hükümet politikalarından bağımsız ortaya çıksa da halk tarafından tepki yanlış adrese yönlendirilebilmektedir. Dolayısıyla bu durum bir yandan aşırı sağın söylemlerinde yerini alırken diğer yandan ‘günah keçisi’ içerideki göçmenler olabilmektedir. Bu bağlamda, örneğin aşırı sağ partiler, endüstrinin kaydığı gelişmekte olan ülkelerdeki işçi fiyatlarıyla rekabet edebilme amacıyla refah toplum yapısındaki standartlardan sapma gösteren politikalar üzerinden siyaset yaparken bu durum, tabana Avrupa’ya gelen ucuz işçi göçü nedeniyle ortaya çıkmış gibi yansıyabilmektedir. Halbuki yukarıda, işgücü piyasasının işçi göçü nedeniyle değil de sermaye göçü nedeniyle küreselleştiği ve gelişmiş ülkelerdeki işgücü piyasalarında yaşanan aşağı doğru baskının bunun sonucunda ortaya çıktığı net olarak ortaya konulmuştur. Toplumda küreselleşen işgücünün sonucunda yabancı işçi ya da göçmene gösterilen ırkçı ve yabancı düşmanı tavır ya da eylemler, sermayenin yeni endüstrileşen ülkelere kayması sonucu fabrikaların üçüncü dünya ülkelerine kayması ile bağlantılı olarak da açıklanabilir. Bir ülkedeki iş sahasının yeni endüstrileşen ülkelere gitmesi olasılığı arttıkça, önceden de bahsedildiği gibi, bu durum bu ülke ekonomisi için büyümenin yavaşlaması ve işsizliğin artışı anlamına gelmektedir. Ekonomide yaşanan bu tarz bir küçülme zaten artık sınırlı olan istihdam olanaklarının yabancılarla paylaşılması konusunda bencillik yaratarak 77 yabancıların bu piyasalardan dışlanması yönünde bir tepki oluşturmaktadır. Diğer yandan halkın fabrikalarının taşındığı ülkelere olan kızgınlığı, içerideki o ülke vatandaşı göçmenlerden de çıkarılmaktadır. Sonucunda modern ulus devletlerin günümüzde dışta otonomi krizi, içte ise meşruiyet krizi ile karşılaşmasına neden olan karşılıklı bağımlılık yaratan ortamın120 faturası, Avrupa içinde yaşayan üçüncü ülke vatandaşlarına bir kez daha çıkarılmış olmaktadır. Ekonomideki küreselleşmenin halkların ekonomik yaşantıları ile ilgili olarak yarattığı belirsiz ortamın da çıktısının bir ölçüde dışlama olabileceğini ve yabancılar hakkındaki mevcut önyargı ya da basmakalıp düşünceleri artırabileceğini söylemek mümkündür. Önceki bölümlerde bahsedilen ve Avrupa bütünleşmesinin geleceğine dair belirsizliğin halklarda oluşturduğu güvensizlik durumunun yarattığı sanal korkunun benzerini küreselleşme için de söylemek yanlış olmayacaktır. Zira liberalleşmenin en hızlı olduğu alanların başında gelen finansal sektörün kırılganlığı, başka bir deyişle kısa dönemli sermaye hareketlerinin öngörülmesi zor ani çıkışlarla ülkelerin finansal piyasalarında yol açabileceği ekonomik sarsıntılar, halklarda sahip olduğu işlerinin geleceği konusunda güvensizlik yaratmaktadır. Buna bir de küresel piyasa içinde dışarıdan gelen ucuz maliyetli malların iç piyasada kapanmasına yol açtığı fabrikalar eklenince, halklarda gelecek korkusunun yerleşmesi daha kolaylaşabilmektedir. Böyle bir ortamda özellikle doğu genişlemesi sinyallerinin verildiği ilk dönemlerde AB üyesi ülkelerde gelecek ucuz işgücü göçü nedeniyle yaşanılabileceği düşünülen belirsiz ortam ve bu nedenle genişlemenin ilk yıllarında göçmenlere duyulan öfkenin benzeri, küreselleşmenin getirdiği belirsizlik 120 Morris, op. cit., pp. 192-193. 78 ortamı içinde de kendini gösterebilmektedir. Sonuç olarak, küreselleşen piyasaların ani dalgalanmalarından ve kırılganlığından çekinen halk, ekonomik geleceğinde gördüğü belirsizliğin öfkesini, zaten sınırlı olan iş imkanlarını ellerinden aldığını düşündüğü göçmen işçilere yönelik ırkçı ve yabancı düşmanı tavırlarda gösterebilmekte ya da en azından halihazırdaki önyargı ve basmakalıp düşüncelerini bu anlamda pekiştirebilmektedir. 2.2. Küreselleşen Göç, Kimliksel Farkındalık, Siyasi ve Toplumsal Baskı Küreselleşmenin ulus-devlet ve vatandaşlar üzerindeki etkilerini sadece ekonomik açıdan ele almak, siyasi ve sosyal alanlarda neden olduğu hareketlilik ve bunun yansıdığı politika ve sosyal düşünce yaklaşımlarının ırkçı ve yabancı düşmanı tavırlara etkisini yadsımak olacaktır. Halbuki küreselleşme siyasi alanda da ulus-devlet işlev ve yetkileri üzerinde değişime neden olarak bir ölçüde milliyetçilik akımlarının yükselmesine, bu akımların aşırı dozda görüldüğü ülkelerde de dışlamacı tavırlar içine girilmesine yol açabilmektedir. Öte yandan küreselleşme ile gelen çok-kültürlülüğün paradoksal şekilde beraberinde kimliksel farklılıkları daha belirgin hale getirmesi, ‘biz’ ve ‘onlar’ arasındaki ayrımın da netleşmesine neden olabilmektedir. Ayrıca küreselleşmenin sınırları daha geçirgen bir yapıya büründürdüğü ortam ve insan hareketliliğine özellikle işgücü anlamında yaptığı katkı, kitlesel göç olarak kendini gösterirken, göçmenlere yönelik artan toplumsal ve siyasi baskının da göz ardı edilmemesi gerekmektedir. 79 Macedo ve Gounari, küreselleşme ve neo-liberalizmin neden olduğu ırkçılıktan söz ederken, küreselleşen ortamda siyasi tercihlerin gündeminin artık salt siyasi temelde şekillenmediğinden bahsetmektedir. Bu bağlamda gücü, politikaların varlığından ayırmakta ve şöyle tanımlamaktadır: “Güç artık coğrafi yapı içinde şekillenmemekte ya da ulus-devlet içinde kalmamaktadır. Aksine güç akmakta, başka bir deyişle ulus-devletin hakim olduğu toprağın ötesinde bir yapı sergilemektedir (extra-territoriality of power).”121 Dolayısıyla ulus-üstü yapının bir unsuru haline gelen bu kavram, klasik otorite ve güç terminolojisinin tersine bir yapı sergilemektedir. Sermayenin aktığı ve ülke ekonomi-politiği üzerinde ulusötesi şirket yapılanmasının belirleyici rol oynamaya başladığı küresel çağda, siyasi karar alma süreci ve politikaların uygulanması da ulus-üstü yapılanmanın etkisini kaçınılmaz kılmaktadır. Bununla birlikte, özellikle uluslararası hukuktan kaynaklandığı haliyle uluslararası kararlara bağımlı hale gelmesi de ulus-devletin egemenlik alanlarında bir daralma yaşanmasına neden olmaktadır. Ekonomik ve siyasi kararların alındığı zirvelerin ötesinde bir de güvenlik bağlamında yapılan savunma antlaşmaları ve NATO gibi uluslararası kuruluşların varlığı, ulus-devletin egemenlik bağlamında yaşadığı daralmanın alanını genişletmekte ve kimi zaman halkın tersi yöndeki görüşüne rağmen uygulama alanı bulmak zorunda olması ile de bağımsız olamamakla suçlanarak tepki ile karşılanabilmektedir. Bunlara sorumlulukların yerel ve bölgesel otoritelere devri ile dağıtılmasını ekleyen AlSayyad ve Castells, Avrupa ulus-devletlerinin önemli ölçüde önemini 121 Donaldo Macedo and Panayota Gounari, “Globalization and the Unleashing of New Racism: An Introduction”, in Donaldo Macedo and Panayota Guonari (eds.), The Globalization of Racism, London: Paradigm Publishers, 2006, p. 14. 80 kaybetmeye başladığını ifade etmektedir.122 Dahası, Avrupa giderek çok etnikli bir topluma dönüşmektedir. Yazarlara göre, geri döndürülemez bir trendin ifadesine dönüşen bu olgu, yabancıların vatandaşlık hakkını elde ettiği ülkelerde siyasi ve soysal görünümün de değişmesine neden olmaktadır. Örneğin, Almanya’da sayıları 3 milyon civarında olan vatandaşlık elde etmiş yabancıların tercihleri, özellikle bu nüfusun yoğun olduğu bölgelerdeki Alman siyasi tercih ve sosyal görünümü etkilemektedir.123 Buradan yola çıkarak, kendi siyasi tercihleri ‘kendinden olmayanlar’ tarafından yönlendirilen ya da tercihlerinin etkisi azaltılan yerel toplumun, elinden kaydığını düşündüğü siyaseti yönlendirme gücünü, aşırı sağ partileri destekleyerek geri kazanmaya çalıştığı söylenebilir. Avrupa halklarının topluma sonradan gelenler ya da eklemlenenler karşısında otorite kaybı yaşadığı fikrine kapılarak dışlamacı bir tavır içine girmesi ve bu tepkilerini siyasi arenada yabancıların varlığını seçim malzemesi yapan aşırı milliyetçiliğin desteklendiği partilerde göstermesi muhtemel gözükmektedir. Küreselleşmenin, özellikle kitlesel göçle bağlantılı bir şekilde, bir yandan kültürlerarası etkileşimi artırırken öte yandan kültür ve kimlik farklılıklarını daha belirgin hale getirmesi de ırkçılık ve yabancı düşmanlığının Avrupa toplumları içinde sosyal ve kültürel nedenlere bağlı olarak tetiklenmesine neden olmaktadır. Kültürel krizle ilgili endişelerin ve ulus-devletin erozyona uğramasına tepki olarak ulusal ekonomi ve ulusal kültürlerin, özellikle göçmenlere yönelik politika ve davranışlarında savunmacı ve dışlamacı tavra girdiği bu bağlamda tartışılan 122 Nezar AlSayyad and Manuel Castells, “Introduction: Islam and the Changing Identity of Europe”, in Nezar AlSayyad and Manuel Castells (eds.), Muslim Europe or Euro-Islam: Politics, Culture and Citizenship in the Age of Globalization, New York, Oxford: Lexington Books, 2002, p. 2. 123 Ibid. 81 konulardan birini oluşturmaktadır.124 Buna ek olarak, vatandaşlık kimliğinin sağladığı aidiyet ve bu aidiyetin getirdiği ayrıcalıkların etkisinin küreselleşmenin sosyal anlamdaki getirisine bağlı olarak azalması da tedirginlik ve tepki uyandıracak unsurlar arasında yer almaktadır. Ulus-devlet ötesinde evrensel boyut kazanan insan hakları kavramı ve beraberindeki ulus-üstü düzenlemelere paralel olarak, klasik vatandaşlık kavramının sorgulanmaya başlandığı ve günümüzde vatandaş olmasa dahi göçmenlere birtakım sosyal haklardan yararlanma imkanı sağlandığı açıktır. Klasik anlamda ulus-devletle sınırlandırılan vatandaşlık, kimi ülkelerde çifte vatandaşlık hakkının tanınması ve üçüncü ülke vatandaşı olunmasına rağmen ev sahibi ülkenin bazı hak ve ayrıcalıklarından yararlanma imkanı tanınması ile ulus-üstü bir anlam kazanmaya başlamıştır. Söz konusu ülkelerin vatandaşı olmaksızın sosyal refah devletinin sağladığı hak ve imkanlardan faydalanan başta göçmenler olmak üzere yabancılar, sosyal refah devleti üzerinde özellikle ekonomik sorunların yaşandığı dönemlerde sistemin sırtındaki bir ‘yük’ olarak algılanabilmektedir. Bazı Avrupa ülkelerinde refah devlet yapısında görülen yeni düzenlemeler işsizlik sigortası gibi sosyal imkanlardan vatandaşları mahrum bırakmaya başlayınca, bu tepkinin artması da bir o kadar muhtemel görünmektedir. Dahası, bu durum aşırı sağ partilerce ekonomik gerilemenin yaşandığı dönemlerin dışında da kullanılarak, NOI’nın ifadesiyle, ‘refah devleti şovenizmini’ oluşturmaktadır.125 Nitekim 2007 Eylül ayı içinde sosyal refah sistemi konusunda Fransa’da artan tartışmalar dolaylı da olsa bu konu kapsamında örneklendirilebilir. Cumhurbaşkanı Sarkozy’nin 1.6 milyon çalışan ve emekli kesimin yararlandığı ‘özel rejim’ diye adlandırılan sosyal imkanları kaldıracağını açıklaması, önemli 124 125 Morris, op. cit., p. 193 Ünver NOI, op. cit., s. 115. 82 tepki ve tartışmaları da gündeme taşımıştır. Belirtilen özel rejim kapsamında Fransa’da elektrik, gaz, demiryolları ve metro ile ilgili görece daha tehlikeli işlerde çalışanlar daha erken emekli olmakta ve genel emeklilik rejiminden farklı bir uygulamaya tabi tutulmaktadır. 12 yıl önce büyük tepki gören değişiklik önerisinin son dönemlerde yeniden gündeme gelmesi, Fransız halkını rahatsız etmektedir. Buradaki tartışmaların büyük kısmı, Sarkozy’nin tüm çalışanlara ‘eşit’ muamele söylemi üzerinden değil, devletin ikame edebileceği daha ucuza istihdam edebileceği işçileri tercih etmesi iddiaları üzerinden yürütülmektedir.126 Đmtiyazlı rejimden yararlanan vatandaşların yerine bu imtiyazlara ihtiyaç duymadan çalışmaya gönüllü kişilerin de genelde Fransa’da yaşayan üçüncü ülke vatandaşları olduğu/olacağı düşünülürse, vatandaşlardan gelen tepkinin yabancılara yönelmesi kaçınılmaz bir sonuca işaret etmektedir. Avrupa refah devletleri yapısında yapılan düzenlemelerin vatandaşları ayrıcalıklı statülerinden mahrum bırakması, sorunların dolaylı yoldan göçmen ve benzeri gruplar üzerine yüklenmesi anlamına gelmektedir. 2.3. Küreselleşen Güvenlik Sorunu ve Göçmenler Üzerindeki Đzdüşümü Dünya hızla gelişen iletişim ağları ve ulus-devletlerin sınırlarını soyut anlamda görünmez kılan etkileşim sonucu giderek zaman ve mesafenin anlamsızlığına aşina olurken, eş zamanlı olarak güvenlik sorununun da sınırları aşarak küreselleşmesine sahne olmaktadır. Küreselleşme iletişim ve ulaşımın uluslararasılaşan imkanlarından faydalanmayı ulus-devlet ve ulus-devlet vatandaşlarına sağlamakta, 126 “A Rupture with the Past?”, The Economist, September 20, 2007. 83 fakat bu imkanların aynı zamanda ulus-ötesi suç ve terör olaylarının yaygınlaşması için kullanılmasını da kolaylaştırmaktadır. Küreselleşme terör örgütlerinin bilgi ve para transferini kolaylaştırarak ve iletişim ağlarının genişliği ile terörist gruplara küresel çapta propaganda imkanı sağlayarak güvenlik sorununu uluslararası bir boyuta taşımaktadır. Küreselleşmenin güven(siz)lik ile olan bağlantısı, ırkçılık ve yabancı düşmanlığını ise iki farklı açıdan tartışmaya açmaktadır. 11 Eylül, Madrid ve Londra saldırıları gibi küresel terör eylemleri halkın yabancılar üzerindeki korkularını tetikleyerek ülke içindeki göçmen, mülteci ya da sığınmacı gibi grupları ırkçı ve yabancı düşmanı söylem ve eylemlerin odak noktası haline getirmektedir. Diğer yandan, ulus-devletlerin güvenlik riski taşıdığı varsayımından hareketle sınır kontrollerinde ve göçmenlere yönelik politikalarında sıkılaştırmaya gitmesi, özellikle göçmenler açısından ‘yabancı’ etiketinin belirginleşmesine ve endişelerin artmasına neden olmaktadır. Küresel terör saldırılarının ulus-devletlerin güvenlik düzenlemelerine yansıma biçimi, küreselleşen dünya düzeni içinde “devletlerin kendilerini sınırlarda göstermesi” olarak yorumlanmaktadır. Kumar, ekonomik ve kültürel pek çok alanda önemli oranda güç kaybeden ulus-devletlerin büyük ölçüde kendi inisiyatifindeki alanlarda yönetimi sıkılaştırdığından bahsetmektedir. Bu alanlar ise başta vatandaşlık verilmesi olmak üzere pasaport, vize, çalışma izinlerinin onaylanması şeklinde sıralanmaktadır.127 Ross da benzer bir tanımlamaya giderek ekonomide yaşanan ve milliyetçiliği zayıflatan küreselleşme ile milliyetçiliğin yeniden 127 Krishan Kumar, “The Nation State, the European Union and Transnational Identities”, in Nezar AlSayyad and Manuel Castells (eds.), Muslim Europe or Euro-Islam: Politics, Culture and Citizenship in the Age of Globalization, Lanham, Boulder, New York, Oxford: Lexington Books, 2002, p. 64. 84 belirmeye başladığı göç politikalarındaki zıtlığı ortaya koymaktadır. Buna göre, 1990’lar boyunca, aslında ne kadar çok ülke sınırlarını uluslararası ticarete açtıysa, gelişmiş ülkelerdeki yasadışı göçmen politikaları bir o kadar kısıtlayıcı hale gelmiştir. Özellikle 9/11 terör saldırıları sonrası aciliyet kapsamında ülkeye girişçıkış şartları ve sınır kontrollerini sıkılaştıran ülkeler, teröre karşı gösterdikleri tepkisel önlemler ile göçmenleri büyük ölçüde güvensizlik konseptinin parçası haline getirmiştir.128 Göç ve küresel terör arasında nedensel bir bağ kurulmasına yol açan uygulamalar ve medya tarafından da bu algılamanın güçlendirilmesi, aslında pek çok açıdan eleştirilmektedir. Örneğin, Faist göçün güvenliğe tehdit olarak gösterilmesinin, istem dışı da olsa, Huntington’un medeniyetler çatışması tezine katkıda bulunduğunu belirtmektedir. Buna göre, göçün kontrol altına alınarak güvenli hale getirilmesi çalışmaları, kültürel korku ve çatışmaların temelinde yatan önyargıları pekiştirmektedir.129 Buonfino ise göç ve güvenliğin karşıt kavramlar olarak kullanılması ile oluşan farklılıklara dayandırılan temelsiz korkunun güven yerine güvensizlik yarattığını vurgulamaktadır. Ayrıca söz konusu korku sadece güvensizlik yaratmakla kalmayıp insan haklarına karşı bir körlük oluşturmakta ve toplumun değişen yapısında yanlış algılamalara da yol açmaktadır.130 Farklılıklara dayalı önyargı ve algılamaların güvenlik bağlantısı ile sunularak yabancıların terör tehdidi oluşturabileceği algılaması ile bir kez daha farklı bir boyuta taşınarak 128 James C. Ross, “Securitizing Migration after 11 March”, Real Instituto Elcano, ARI No. 56/2004, p. 2. 129 Thomas Faist, “Extension du domaine de la lutte: International Migration and Security before and after September 11, 2001”, International Migration Review, Vol. 36, No.1, Spring 2002, p. 8. 130 Alessandra Buonfino, “Securitising Migration”, Open Democracy, 12 February 2004, p. 1. 85 pekiştirilmesi ise doğal olarak toplumda kendini dışlamacı tavır ve söylemler içinde göstermektedir. Aşağıdaki bölümde artan terör olaylarının başta Müslüman gruplar olmak üzere göçmen, mülteci ve sığınmacılar üzerindeki negatif yansımaları detaylı bir şekilde ele alınmaktadır. Ancak, son olarak, küresel terör olaylarının göçmenler üzerindeki izdüşümü konusunda şunu eklemek gerekecektir: Terör eylemlerinde bulunanların yasal göç kanallarını sömürerek küreselleşmeden de faydalandığı bilinen ve önlem alınmasını gerektiren bir gerçeklik olmasına rağmen, Ross’un da belirttiği gibi131, güvenlik riski oluşturanların göçmenler değil teröristler olduğunun kavranması gerekmektedir. Zira toplumsal tabanda göçmenlere karşı algılamalardaki mevcut bulanıklık, ırkçılık ve yabancı düşmanlığının toplumda farklı boyutlarda daha da kökleşmesine neden olacak bir potansiyeli bünyesinde taşımaktadır. 3. Artan Terör Olayları-Đslamofobi: Dönüm Noktası 9/11 ABD’ye yönelik 11 Eylül terör saldırıları, ulusal ve uluslararası güvenlik politikalarının değişimi gibi pek çok alanda dönüm noktasını temsil ederken, köktendincilik tehdidinin artması sonucu yabancılara olan bakışın daha aşağı bir eğilim göstermesinde de önemli bir dönüm noktası sayılabilir. Özellikle saldırıları gerçekleştiren radikal grubun Müslüman asıllı olmaları, Müslümanların diğer göçmenlere göre daha problemli bir grup olarak görülmelerine ve dolayısıyla Đslamofobi’nin yaygınlaşmasına neden olmuştur. 2004 yılında Madrid, 2005 yılında 131 Ross, op. cit., p. 3. 86 ise Londra’da gerçekleştirilen terör saldırıları ile Avrupa’nın küresel terörizm gerçeği ile doğrudan tanışması, bu süreci yabancılar aleyhine bir kez daha çevirerek bu grupları korku ve endişenin odak noktası haline getirmiştir. Bu çerçevede pek çok Avrupalı Müslüman, etnik kimlikleri ve/veya dinsel yaklaşımlarına bakılmaksızın iş, eğitim ve barınma alanlarında ayrımcılıkla karşılaşmaktadır. Dinsel motifli olaylar hakkındaki veriler sınırlı olsa da, Müslümanların sözlü tehditlerden fiziksel saldırılara kadar değişen Đslamofobik eylemlere maruz kaldıkları çeşitli raporlar aracılığıyla da onaylanmaktadır.132 Müslümanlara yönelik ayrımcılık, Đslamofobik tutumların yanı sıra, genellikle söz konusu tutumlarla iç içe geçmiş olan ırkçılık ve yabancı düşmanlığına bağlı davranışlar çerçevesinde düşünülmelidir. Bu nedenle, Müslümanlara karşı düşmanlığın, Avrupa Irkçılık ve Yabancı Düşmanlığını Đzleme Merkezi’nce de onaylanan haliyle133 daha geniş kapsamda, göçmenlere ve azınlıklara yönelik yabancı düşmanlığı ve ırkçılık bağlamında da ele alınması gerekmektedir. Bugün Avrupa’da yaklaşık 16 milyon Müslüman nüfus yaşamakta ve bu sayı AB’nin toplam nüfusunun %3.7’sine karşılık gelmektedir. AB içinde yaşayan Müslüman nüfusları arasında en yaygın olanlar Türkiye, Kuzey Afrika, Orta Doğu, Pakistan, Bangladeş ve eski Yugoslavya’dan gelen Müslümanlar olmakla beraber134, bu nüfusun büyük bir kısmı (10 milyon civarı) 2006 verilerine göre135, Fransa (6.12 milyon) ve Almanya’nın (3.05 milyon) başını çektiği Batı Avrupa ülkelerinde yaşamaktadır. AB içinde ikamet eden bazı Müslümanların yaşadıkları ülkede uzun 132 “Muslims in the European Union: Discrimination and Islamophobia”, EUMC 2006. Ibid. 134 Ibid. 135 European Muslim Population, <http://www.islamicpopulation.com/europe_islam.html>, (erişim tarihi: 04.02.2008). 133 87 sayılabilecek geçmişlerinin bulunmasına rağmen, söz konusu nüfusun entegrasyon ile ilgili yaşadıkları sorun, yaratılan endişe ya da bu yöndeki algılamalar, Avrupa halklarının Đslam dini ve Müslümanlara yönelik davranışlarının olumsuz yönde şekillenmesine neden olmaktadır. Bu davranış kalıpları radikal şeklini ise Đslam dininin Batı medeniyet değerlerine uymadığı gerekçesiyle aşırı sağ partiler tarafından kullanılan söylemlerinde kendini göstermektedir. Ülke Avrupa Müslüman Nüfusu Toplam Nüfus (milyon) Müslüman Oranı (%) (2006) Müslüman Nüfus (milyon) (2006) Kuzey Avrupa Danimarka 5.40 3.02 0.16 Finlandiya 5.20 0.18 0.01 Đrlanda 4.1 0.01 Letonya 2.30 0.38 0.01 Litvanya 3.4 0.14 0.00 Đsveç 9.00 3.10 0.28 Đngiltere 60.1 2.50 1.51 Batı Avrupa Avusturya 8.20 2.23 0.19 Belçika 10.5 3.60 0.38 Fransa 60.7 10.00 6.12 Almanya 82.5 3.70 3.05 Lüksemburg 0.50 1.10 0.01 Hollanda 16.3 5.40 0.89 Doğu Avrupa Bulgaristan 7.7 11.87 0.91 Çek Cumhuriyeti 10.20 0.20 0.02 Macaristan 10.10 0.10 0.01 Polonya 38.2 0.10 0.01 Romanya 21.60 1.00 0.22 Slovakya 5.40 0.02 Güney Avrupa Yunanistan 11.1 1.50 0.17 Đtalya 59 2.40 1.42 Malta 0.40 1.10 Portekiz 10.6 0.50 0.05 Slovenya 2.00 1.55 0.03 Đspanya 45.5 1.20 0.55 Güney Kıbrıs 0.74* Toplam 490.74 16.01 Kaynak: Muslim Population Worldwide (<http://www.islamicpopulation.com/europe_islam.html>, erişim tarihi: 04.02.2008). * Güney Kıbrıs’ın nüfusu için GKRY Đstatistik Kurumu 2007 yılı verilerinden yararlanılmıştır. <http://www.pio.gov.cy/mof/cystat/statistics.nsf/All/A6E3A543274C56A5C2256E22002FA590/$file/POPULATION%20PROJECTIONS2002-2052-EN-210104.xls?OpenElement>, (erişim tarihi: 04.02.2008). 88 Đslam dini ve Müslümanlara yönelik davranışlara etkili unsurlar, entegrasyon sorunları, terör saldırılarının Đslam ile bağdaştırılması ya da küreselleşme ve Avrupa entegrasyonunun beraberinde sürüklediği ekonomik ve sosyal değişimin yarattığı kaygının sonucu gelişen dışlama olarak genelleştirilse de, özünde, doğrudan iletişim eksikliği, başkalarının söylemleri ile şekillenen algılamalar ve sembolik tehdit algılamaları bu grupların dışlanmasında ve ırkçı düşünce ve davranışlara maruz kalmasında birincil etkendir. Dekker ve Noll, Hollanda gençliği arasında yapılan ankete dayalı çalışmalarında, Đslamofobi’yi bir tavır olarak ele almakta ve bu tavrın köklerini Müslümanlar ile doğrudan iletişim eksikliği, çeşitli kaynaklardan negatif bilgi edinme, eksik bilgi, klişe/önyargılar ve tehdit algılaması hipotezlerine dayandırmaktadır. Çalışmanın sonucu 9/11 terör saldırıları sonrası artmakla birlikte, gençlerin ailelerinin Müslümanlar hakkındaki mevcut bilgi ve çoğunlukla medya aracılığıyla elde edilen olumsuz bilgilere dayanarak tek-yönlü yanlış algılamalar ile Đslam dini ve Müslümanlara yönelik görüşlerini şekillendirdikleri tezlerini doğrulamaktadır.136 Dolayısıyla kitlesel bilinç eksikliği, günümüzde Đslam dini ile bağlantı kurulan radikal olaylarla beraber artış göstermekle beraber, geçmişten günümüze Avrupa kültüründe Đslam dininin algılanış biçimini etkilemekte ve yeterli düzeyde bilinç değişikliği sağlanamadığı için dışlamacı ve ırkçı tavırlarda ifadesini bulmaktadır. Avrupa tarih boyunca ‘öteki’ ile birlikte yaşama kültürünü yeterince içselleştirememişken137, 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren sosyal, demografik ve dini manzarasını değiştiren yeni grupların bu topluma eklemlenmeye başlaması, bu grupların içinde en belirgininin Müslümanlar olması ve karşılaştığı küresel tehdit 136 Henk Dekker and Jolanda van der Noll, “Islamophobia and its Origins”, Paper prepared for presentation at the fourth ECPR Conference, Pisa, 6-8 September 2007. 137 Talip Küçükcan, “AB’de Müslümanlar ve Đslamofobi”, Radikal Gazetesi, 11.06.2007. 89 algılamaları ile bir kez daha dikkatini Müslüman ‘öteki’ler üzerine yoğunlaştırmaktadır. Bu bağlamda, aşağıda Avrupa’daki Đslamofobik eğilimlerin geçmişten günümüze gelişen biçimi, Avrupa’nın ‘ötekileştirme’ kültürüne dayanılarak ve 9/11 olayları da kırılma noktası olarak ele alınarak değinilecek ve bu eğilimin ırkçı ve yabancı düşmanı tavırlara dönüşü örneklendirilecektir. 3.1. Đslamofobi – Tarihsel Kalıtımlar ve ‘Öteki’ Đslam korkusu ve düşmanlığının ifadesi olarak tanımlanan Đslamofobi, bir ülke vatandaşlarının yurtdışından gelen kişilere tahammül göstermemesinin geniş bir spektruma yansıyan ifadesinin bir parçasıdır.138 Bu anlamda, kendinden olmayanı dışlamanın ifadelerinden birini temsilen Đslamofobiyi ırkçılığın yeni biçimi olarak tanımlayanlar da bulunmaktadır.139 Özellikle radikal olaylarla ilişkilendirilerek dinin temel alınmasıyla, bu dine mensup olanlara karşı taşınan önyargı ve takınılan korku ve endişe dolu tavırların ifadesine dönüşen biçimiyle Đslamofobi, tüm dünyadaki ve özellikle Avrupa’daki Müslüman göçmenler aleyhine ırkçı bir zemin oluşturmaktadır. Irkçılığın kişileri kategorize etme özelliğinden yola çıkarak Müslüman olanların siyasi, etnik, kültürel referanslarda ortaya çıkan farklılıkları da tek bir kategoriye yani Đslam’a indirgenerek bir tanımlama yapılmakta ve farklılıkların getirdiği her türlü tedirginlik tek bir din üzerinden okunmaya çalışılmaktadır. Küreselleşme, Avrupa bütünleşmesi ve sonucundaki göç olgusunun beraberinde getirdiği kültürel, sosyal ve dini çeşitlilik, farklılıkları görünür kılarken; 138 Aliboni, op. cit., s. 2. Akıllıoğlu, op. cit., p. 106. & Yunas Samad and Kasturi Sen (eds.), Islam in the European Union: Transnationalism, Youth and the War on Terror, Oxford/New York: Oxford University Press, 2002, pp. 17-18. 139 90 farklı dil, din ve ırklarla ortak ve birlikte yaşam sürme konusunda zengin bir deneyime sahip olmayan Avrupa’nın geçmişten beri yabancı olduğu bir din etrafında bu farklılıkları toplayarak kategorize etmesi Avrupa kimliğinin bir parçası olan ‘öteki’ için de kolaycı bir zemin sağlamaktadır. ‘Öteki’ ile kendini tanımlamaya çalışma ve ‘ötekileştirme’ sonucunda iç ve dış düşman ya da tehditlerin oluşturulması Avrupa’nın tarih boyunca başvurduğu bir gerçekliktir. Dolayısıyla erken dönemlerden itibaren, kendini kendisinden farklılık gösterenler üzerinden tanımlama çabasına giren insanlık tarihi, Đslamofobi açısından bir ilk teşkil etmemekle birlikte, dinin insanlık tarihindeki belirleyici rolünü de hesaba katarak Đslam dinini ötekileştirme konusunda etkin bir unsur olarak kullanmıştır. Avrupa kimliğinin, gerçekten ziyade bir imge veya düşünce olduğu, farklı dönemlerin farklı koşullarına göre şekillendirilen tarihsel bir kurgu olduğu iddiasından140 yola çıkarak, Đslam dininin belirli dönemlerde farklı koşullar altında tekrar tekrar gündeme getirildiğini söylemek mümkündür. 1970’lerin sonlarından itibaren Đran Devrimi, Salman Rüşdi olayı141, 11 Eylül saldırıları gibi bir dizi olayla Đslamofobi adı altında yeniden şekil bulan din üzerinden ötekileştirme, bu sürecin sadece son dönemde ifadesini bulan bir parçasını oluşturmaktadır. 140 Erdenir, passim. Hint asıllı Đngiliz vatandaşı Salman Rüşdî’nin 1989 yılında yayınlanan Şeytan Ayetleri romanı, Hz. Muhammed’e ithamda bulunduğu gerekçesiyle Đslam dünyasından büyük tepkiler almış ve Güney Afrika, Pakistan, Suudi Arabistan, Katar, Somali, Bangladeş, Sudan, Malezya, Endonezya ve Somali gibi ülkelerde bu kitap yasaklanmıştır. Aynı yıl Humeyni tarafından fetva verilerek Rüşdî’yi öldürene üç milyon Amerikan doları ödül konulmuştur. 1989 yılında Rüşdi’ye ve kitabına karşı pek çok kitlesel eylem düzenlenmiştir. Çeşitli ülkelerde kitabı çeviren ve yayıncı kuruluşlara yönelik saldırılar gerçekleştirilmiştir. Đran’ın Đngiltere ile ilişkilerini düzeltmek amacıyla ölüm fetvasını kaldırma girişimi, 2005 yılında Hamaney’in fetvanın kaldırılamayacağını ifade etmesiyle sonuç vermemiştir. 141 91 Tarihten günümüze uzanan bir perspektiften yola çıkılacak olursa, Hristiyanlık öncesi Avrupa fikrinden bahsedilmesi oldukça güçtür. Delanty, Hristiyanlığın Batı ile özdeş anlama geldiği zamana kadar bir ‘Avrupa kimliği’nin oluşumundan bahsedilemeyeceğini belirtmektedir. Zira söz konusu dönemde zaten Avrupa fikri coğrafi açıdan bile fazla bir anlam ifade etmemektedir.142 Ancak şüphesiz Hristiyanlığın Avrupa için birleştirici bir unsura dönüşmesi, Đslam dininin ortaya çıkışı ile özdeş tutulmaktadır. 7. yüzyıldan sonra Đslam dininin ortaya çıkışı ile Avrupa’nın kendini uzun yıllar karşıtlığı üzerine tanımlayacağı önemli bir öteki unsuru tarihte yerini almıştır. Haçlı seferleri bu anlamda Avrupa’nın uzun bir dönem belirli ölçüde etrafında birleşeceği bir bütünleşmeyi simgelemektedir. Avrupa bir dönem Hristiyanlık kimliğinden Đstanbul’un düşmesi ile sıyrılmış ve denizaşırı seferlerle beraber Batı olarak kimlik bulmaya başlamıştır. Đstanbul’un fethinden sonra Müslüman Doğu’yu mağlup edememesi sonucu kimliğin yeni bir döneme girdiği söylenebilecek olan Avrupa içinde, merkezi Batıya kayan bir üstünlük söylemiyle ‘öteki’ rolünü Müslümanlardan ziyade barbar tanımlaması almıştır. Ancak söz konusu dönemde aşağı olarak görülen ve barbar olarak tanımlananların Orta Doğu Müslümanları olması ve Hristiyan değerlerin evrensel ilkeler olarak gösterilmesi yine Đslam’ın dolaylı olarak ‘öteki’ şekline büründüğünü göstermektedir. Đzleyen dönemde Rönesans ve Reform hareketlerinin getirdiği Aydınlanma ile dini öğelerin getirdiği tanımlamalar darbe almış ve sonrasında yükselen milliyetçilik hareketleri ile başlayan ulus-devlet süreci içinde Avrupa daha çok kendi iç sınırları üzerinden ötekini belirleyerek bir anlamda kendi içine dönmüştür. Zaten milliyetçilik duygularının belirleyici rol oynadığı bu dönemde 142 Gerard Delanty, Inventing Europe: Idea, Identity, Reality, London: Macmillan Press, 1995, p. 16. 92 Avrupa’ya aidiyet fikri de oldukça silik bir seyir izlemiştir. Buna rağmen sömürgecilik dönemiyle canlanan kendini üstün görme ve ırk temelli açıklamalarla insanları kategorize ederek sömürgeciliğin meşrulaştırılması ve sonrasında bilimsel açıklamalarla desteklenen bu sürecin iki dünya savaşı arası dönemde en tehlikeli şekilde ifadesini bulması, Avrupa kimliğinin etrafında şekillendiği unsurlar olmuştur. Dolayısıyla uzun bir dönem Avrupa tarihinde Đslam, odağın din temelli tanımlamaların dışındaki unsurlara kayması nedeniyle arka plana itilen bir öteki konumuna düşmüştür. Ancak Đkinci Dünya Savaşı’nın Avrupa’da neden olduğu maddi ve manevi tüm yıkımlar sonucu, aşırı milliyetçi duyguların reddi ve Avrupa bütünleşmesi projesiyle yola çıkan Avrupa’da, bütünleşme derinleştikçe, bu dönemin ‘öteki’leri üçüncü dünya kökenli göçmenler ve Müslümanlar haline gelmeye başlamıştır.143 Dünya çapında yaşanan ekonomik krizler, sosyal anlamda küreselleşmenin çok-kültürlülüğü tetikleyerek göçü hızlandırması, ekonomik küreselleşme ile yükselen neo-liberalizmin sosyal refah devletini olumsuz etkilemesine paralel olarak, 21. yüzyıla yaklaşırken Avrupa ülkelerinde milliyetçilik yeniden baş göstermeye başlamıştır. Bu bağlamda göç olgusunun istihdam üzerinde yaptığı baskı, yabancıların ötekileştirilmesini ve dışlanmasını hızlandırmıştır. Bu sürece yeni yüzyılın başında Avrupa’yı da yakından etkileyen terör saldırıları eklenince, dışlamacı kültürün yeniden filizlendiği Avrupa’da Müslümanlar eski ‘öteki’ olarak yeniden en ciddi tehdit olarak algılanmaya ve bu zeminden prim yapan aşırı sağcı ve milliyetçi kesim tarafından Đslamofobi körüklenmeye başlamıştır. Öyle ki yüzyıllar arası geçişin yaşandığı bu dönemde çeşitli Avrupa ülkelerindeki siyasi partiler Đslam karşıtlığı üzerinden propagandalarını açıkça 143 Erdenir, op. cit., s. 53-92. 93 yürütmüşlerdir. Örneğin; Danimarka’nın aşırı sağ partisi DFP (Halk Partisi), 9/11 sonrasında, Đslam’ı terörle bağdaştıran zihniyete dayanarak, bütün Müslümanların acilen sınır dışı edilmesini savunmuştur.144 Yabancı karşıtlığı kozunu oynayan Fransız geleneğine paralel bir aşırı sağ geleneği gösteren Belçika’da da ayrılıkçımilliyetçi partilerden biri olan VB (Vlaams Blok), etnik topluluğun varlığına yönelik en ciddi tehdit kaynağı olarak göçmenleri hedef göstermekte ve özellikle Müslümanları değer sistemleri ve yaşam biçimleriyle Batı uygarlığıyla bağdaşması imkânsız yabancılar olarak tanımlamaktadır.145 Sonuç olarak, tarih boyunca değişen parametreler çerçevesinde Đslam dini Avrupa kimliğinin inşasına önemli katkısı olan ‘öteki’nin bir parçası haline gelmiştir. Bu süreç, Küçükcan’ın da belirttiği gibi, farklı ve yabancı olanlar, topluma sonradan eklenenlere, Avrupa içinde hep kuşku ile bakılmasının146 bir ürünü olarak değerlendirilebilir ve son aşamasını Đslamofobi adı altındaki bir kalıbın içinde devam ettirdiği söylenebilir. Đslam dini ve Müslümanların entegrasyon kapasitesinin olmadığına dair mevcut önyargı ya da suçlamalar, ayrımcılığa bir anlamda zemin hazırlayan yasal düzenlemeler göz önüne alınmaksızın, son dönemde Đslam üzerinden bir kez daha şekillenen ‘öteki’ ve yeniden adlandırılmış biçimi ile Đslamofobi’nin bir nedeni olarak gösterilmektedir.147 Halbuki, küreselleşme ile birlikte sosyal ve ekonomik değişime uğrayan veya değişmeye çalışan toplumların, bu süreç içinde kültürel, etnik ve dini 144 Vural, op. cit., s. 135. Ibid., s. 125. 146 Küçükcan, op. cit. 147 Tarıq Ramadan, “Europe- a Muslim Homeland?”, Global Agenda, Vol. 4, Issue 1, January 20006, pp. 55-57. 145 94 azınlıklara yönelik yeni davranış biçimlerine girebildiği ve bu grupları söz konusu değişime zorlarken Đslamofobi gibi akımların yükselebileceği gerçeği de mevcuttur.148 Hatta bu tespite küreselleşmenin yanında Avrupa bütünleşmesi çerçevesinde sosyal ve ekonomik değişime uğrayan bir yeniden yapılanma modeli de eklenirse, Avrupa toplumunun yabancılara yönelik davranış kalıplarındaki değişimin yeni akımları körüklemesi daha mümkün karşılanabilir. Dolayısıyla yalnızca bir dine mensup olanların başka bir topluma eklemlenmeleri sırasında yaşadığı problemler üzerinden Avrupa’nın içinde bulunduğu mevcut durumu okumaya çalışmak, hem suçlamaların yöneldiği Müslüman grupların daha fazla dışlanmaya maruz kalmasını arttırdığı gibi hem de dışlama ve ırkçı saldırılara yönelik Avrupa düzeyinde alınmak istenen önlemleri etkisiz hale getirebilmektedir. Bahsi geçen toplumsal davranış kalıplarındaki değişim süreci içinde, devlet ve devlet organlarının toplumda ırkçılık, ayrımcılık ya da yabancı düşmanlığına yönelik çıkardığı yasalar ve bulmaya çalıştığı yöntemler, bazı vatandaşlar tarafından tepkiyle karşılanabilmektedir. Đngiltere’de örneğin beyaz ve Müslüman olmayan gruplar okullarda, kamu alanında ve sosyal politikalarda küreselleşmenin getirdiği değişikliklere, Đslam’ı benimseyen vatandaşlara ayrıcalık tanınıyormuş gibi algılamalar sonucu direnebilmekte ve dolayısıyla bu durum da Đslamofobik eğilimlere neden olabilmektedir. 11 Eylül sonrası Đsveç’te yaşanan bazı olaylar, bu duruma örnek olarak gösterilebilir. Ayrımcılık ve Đslamofobi gibi sorunlarla mücadele edebilmek adına Đsveç hükümeti, Müslüman topluma, onları düşman 148 Göran Larsson, “The Impact of Global Conflicts on Local Contexts: Muslims in Sweden after 9/11 – the Rise of Islamophobia, or New Possibilities?, Islam and Christian-Muslim Relations, Vol. 16, No. 1, 2005, p. 39. 95 olarak görmediklerini ve ABD’de gerçekleştirilen terörist saldırılardan sorumlu tutulmadıklarını göstermeye çalışacak önlemler almaya çalışmıştır. Fakat hükümetten ağır baskı altındaki hassas bir dini gruba yönelik gelen bu destek, popülist ve ırkçı partiler tarafından aksi yönde kullanılarak Đslamofobi’nin artmasına neden olmuştur. Söz konusu partiler, hükümeti, Đsveç değerlerini saptırmak ve satmakla suçlamışlardır.149 Dolayısıyla pozitif etki yapması beklenen ve halkın bu konudaki endişelerini azaltmaya yönelik politikalar, tersine bir tepkiye de neden olabilmekte, yukarıda da iddia edildiği gibi, salt mensup olduğu dini özellikleri nedeniyle entegrasyon kapasiteleri sorgulanan gruplara yönelik önlemler bilinçsiz olarak ve dolaylı yoldan da olsa etkisini yitirmektedir. 3.2. Küresel Terör - 9/11 ve Yabancı Etiketinin Belirginleşmesi 11 Eylül 2001 tarihinde ABD ve izleyen dönemde de Avrupa’da gerçekleştirilen küresel çaptaki terör saldırıları dikkatin, özellikle Batı dünyası içinde, din ve şiddet arasındaki (sözde) ilişkiye odaklanmasına neden olmuştur. Medya tarafından yayınlanan önyargılı raporlar, muhafazakar partilerin konuyu kendi lehlerine çevrilecek zemin olarak kullanmaları ve kanun uygulayıcılarının kimi zaman aşırıya varan yasal tepkileri de Avrupa kamuoyunda Đslam ile terörün bağdaştırılmasında oldukça etkili olmuştur. Dolayısıyla Avrupa’daki Müslümanlar, bulundukları ülke vatandaşlığına geçenler de dahil, ‘öteki’ olarak tanımlanmanın yanında ‘içerideki düşman ya da tehdit’ olarak algılanmaya başlanmışlardır. Bu bağlamda terörle mücadeleye yönelik önlemler, terörle mücadele kapsamında Amerikanlaşan bir 149 Ibid., pp. 39-40. 96 trend izleyen AB mevzuatı ve uygulamaları150 göz önüne alındığında, AB halkları ve üçüncü ülke vatandaşları arasındaki mevcut hak ve özgürlüklerin dengesizliği olgusunu daha da belirgin hale getirmiştir. Human Rights Watch tarafından yayımlanan Ocak 2007 tarihli rapor, “terörizm ve devletlerin bu olguya tepkisinin, AB içinde, insan haklarının korunmasına yönelik ciddi sorunlar olarak kendini gösterdiğini” belirtmekte ve “göçmen ve sığınmacılar üzerindeki kısıtlamaların ve bazı durumlarda da ortaya çıkan kötü muamelenin bölgede ayrıca yoğun bir endişe yarattığı” tespiti üzerinde durmaktadır. Buna göre, ayrıca, terörizm tehdidi 2006 yılında birçok AB ülkesinin insan haklarının korunmasını kısıtlayan yasaları benimsemelerine neden olmuştur.151 Siyasi düzlemde AB kurumları ve Birlik üyesi ülkelerin ulusal hükümetleri, alınan ya da alınması planlanan önlemlerin, AB vatandaşı olmayan kişiler de dahil, tüm kesimlerin kişi hak ve özgürlüklerini ve bu kişilerin güvenlik isteklerini dengelediğini düşünmektedir. Aynı zamanda pek çok AB yetkilisi, vatandaşlarının yaşamlarının bu önlemlerden etkilenmeyeceği görüşünü de taşımaktadır. Ancak 11 Eylül olayını takip eden Madrid, Londra saldırıları ve beraberinde Fransa ve Đtalya’nın da tehdit algılamaları sonucunda artırılan güvenlik önlemleri, bu görüşün en azından AB içinde yaşayan üçüncü ülke vatandaşları ve üçüncü ülke kökenli AB vatandaşları için çok da gerçekçi olmadığını göstermektedir. Uygulamalara ve planlananlara bakıldığında, yaşamı değişenler mülteciler, sığınmacılar ve AB içinde 150 AB’nin Amerikalaşan ve güvenlik-sivil hak ve özgürlükler dengesini kurmakta zorlanan terörle mücadelesi konusunda detaylı bilgi için bkz. Mehmet Özcan & Fatma Yılmaz, “Pendulum Swings in between Civil Rights and Security: EU Policies against Terrorism in Light of the PNR Case”, Uluslararası Hukuk ve Politika, Cilt. 3, Sayı 12, 2007, pp. 97-116. 151 Human Rights Watch, World Report 2007, <http://www.hrw.org/wr2k7/wr2007master.pdf>, (erişim tarihi: 28.01.2008). 97 ikamet eden üçüncü ülke vatandaşlarıdır denebilir. Bunun en açık nedeni ise mültecilerin potansiyel terörist olarak algılanmaları, değilse bile en azından potansiyel suçlu olarak görülmeleri ve önlemlerin en kötü senaryolar düşünülerek tasarlanmasına bağlanabilir.152 Dahası söz konusu grubun içindeki Müslüman olan üçüncü ülke vatandaşlarını, algılanan din ve terör bağlantısı nedeniyle, ilk sıraya yerleştirmek yanlış olmayacaktır. Ülkelerin ayrımcı politikalarının ya da çıkardığı yasaların toplum üzerinde yarattığı etki yabancı düşmanlığı, ırkçılık ve dini ayrımcılığı artırma açısından oldukça önemlidir. Anti-terör önlemleri, izinsiz sorgulamalar ya da evlerinden alınıp götürülme gibi davranışlar, çoğunlukla Müslüman olan kesime uygulandığında, söz konusu ülke vatandaşları üzerinde bu kesime karşı bir tedirginlik yaratılmakta ve vatandaşların da toplumun bu kesimine önyargılı şekilde yaklaşmasına sebebiyet vermektedir. Bunun sonucunda polis, hukuk ve askeri güvenlik sistemlerinin kanun ya da kanun dışı uygulamalarıyla devletin kendi uygulamalarının dolaylı olarak ırkçılığı tetiklemesi söz konusu olabilmektedir.153 Dolayısıyla, özellikle 11 Eylül saldırıları sonrasında, Müslümanlar artık bazı kesimler tarafından Avrupa’da bir ‘güvenlik sorunu’ olarak görülmektedir. 2006 yılında yapılan bir araştırmaya göre, Đngilizlerin yarıdan fazlası Đslam’ın Batı için bir tehdit oluşturduğuna inanmaktadır. The Daily Telegraph gazetesinin tespitine 152 Tony Bunyan, “While Europe sleeps…”, European Civil Liberties Network, <http://www.ecln.org/essays/essay-11.pdf>, (erişim tarihi: 25.10.2007). 153 Scott Poynting & Victoria Mason, “Tolerence, Freedom, Justice and Peace?: Britain, Austria and Anti-Muslim Racism since 11 September 2001”, Journal of Intercultural Studies, Vol. 27, No. 4, November 2006, pp. 367-368. 98 göre, Đngilizlerin yüzde 53’ü Đslam dinini liberal Batı demokrasisi için tehdit olarak görmektedir. ABHaber tarafından alıntılanan bu tespite göre; “Giderek artan sayıda kişi, Đngiltere'nin bir Müslüman sorunuyla karşı karşıya olduğunu düşünüyor. Đngiliz Müslümanların büyük çoğunluğunun ülkeye sadakat duygusu taşımadığını, bir terör eylemine göz yumabileceğini, hatta eylemi bizzat gerçekleştireceğini düşünenlerin oranı geçtiğimiz yıl % 10 iken, şimdi % 18 seviyesine çıkmıştır. Pratikte tüm Đngiliz Müslümanların barışçıl, yasalara uyan ve terör eylemleri karşısında diğer herkes gibi üzülen kişiler olduğuna inanlar ise % 23'ten % 16'ya düşmüştür. 2001 yılında radikal Đslamcıları ayrı tutarak, Đslam'ın kendisini bir tehdit olarak görenlerin oranı % 32 iken şimdi bu oran % 53'e tırmanmış durumdadır.”154 Avrupa’da Müslümanların ‘içerideki tehdit’ olarak algılanmalarından dolayı, AB Konseyi Aralık 2001 tarihinde terörle mücadeleye yönelik önlemler kapsamında bir ‘Ortak Tutum’155 benimsemiştir. Üye ülkeler de bunu kendi yasalarına yansıtmış ve bu düzenlemeler sonucunda istihbarat birimleri “içerideki yabancı düşmanları” dini profil kullanarak fişlemeye başlamıştır. Đngiltere, Norveç, Danimarka ve Almanya gibi ülkelerde Müslüman öğrenciler dahi potansiyel tehdit oluşturdukları gerekçesiyle fişlenmiştir. Hatta fişleme kapsamı daha da genişletilmiş ve Müslüman işadamları, sivil toplum kuruluşları, dernekler ve cami cemaati mensupları da zamanla giderek artan Đslamofobi neticesinde izlemeye alınmıştır.156 Bu bağlamda, Avrupalı Müslümanların toplumda meydana gelen 154 “Đngiltere’de Đslamofobi”, ABHaber, 25.08.2006, <http://www.abhaber.com/haber_sayfasi.asp?id=12984>, (erişim tarihi: 11.06.2007). 155 AB Konseyi tarafından alınan ortak tutumun detayları için bkz. Council Common Position of 27 December 2001 on the application of specific measures to combat terrorism (2001/931/CFSP). 156 Küçükcan, op. cit. 99 problemler için, tıpkı ekonomide yaşanan olumsuzluklar nedeniyle göçmen nüfusta olduğu gibi, bir günah keçisi haline geldiği birçokları tarafından kabul edilmektedir.157 Özellikle çok kültürlü toplumlarda bu durum çok daha net bir şekilde ifadesini bulabilmektedir. Đsveç basınında çoğunluğu 11 Eylül saldırılarından sonra çıkan haberler, bu duruma bir örnek olarak gösterilebilir. Örneğin; Đsveç gazetelerinden Dagens-Nyheter, 2003 yılında yayınladığı yazılarda, Đslam dini ve Müslüman kültürünü Đsveç toplumu ve birliğine bir tehdit olarak göstermiştir. Bunun yanı sıra, kimi yazarlar tarafından camiler El-Kaide eylemlerinin potansiyel tabanı olarak gösterilmeye çalışılmış ve Đslam, Đsveç’in harmonik yapısına zarar verebilecek olan bir hastalık olarak ifade edilmiştir.158 Küresel terör saldırıları ile birlikte küresel tehdit algılamalarının tüm dünyada ve AB ülkelerinde deyim yerindeyse yarattığı paranoya, Avrupa içinde yaşayan Müslümanların yalnızca güvenliği tehdit eden bir unsur olarak algılandığını düşünmek tek başına Đslamofobi’yi açıklamak için yeterli görünmemektedir. 9/11 ile daha fazla göze batmaya başlayan Müslümanlar, güvenlik yanında sosyal ve ekonomik alanda da potansiyel işgücü tehdidi olarak Avrupalıların gözünde bir yargıya tabi tutulmaktadır. AB üyesi ülkelerdeki Müslümanların büyük çoğunluğu göçmenlerden oluşmaktadır. Pek çok Avrupa ülkesi, II. Dünya Savaşı sonrasında işgücü pazarlarını oluşturabilmek için göçü desteklemiştir. Başlangıçta, bu göçmenlerin geçici olarak geldikleri düşünülerek toplumsal entegrasyon göz ardı edilmiş olsa da göçmenlerin çoğu, beklentilerin aksine, gittikleri ülkelerde kalmayı tercih etmişlerdir. 1970’li yıllarda AB ülkeleri ekonomik olumsuzluklar nedeniyle 157 158 Efraim Karsh & Rory Miller, “Europe’s Persecuted Muslims?”, Commentary, April 2007, p. 49. Larsson, op. cit., pp. 37-38. 100 göçe sıkı tedbirler getirmiş ve takip eden yıllarda bu ülkelere girmeyi başaran Müslüman göçmenler yalnızca aile birleşimi kapsamında gelen akrabalar olmuştur. Dolayısıyla 1970’lerden bu yana, artan güvenlik önlemleri ve değişen politikalar hesaba katıldığında, Avrupa ülkelerine artan sayıda kaçak ve sığınmacı Müslüman geldiği bilinmektedir. Bu gelişmelerle beraber, Müslümanlar 1980’lerden bu yana yaşadıkları toplumlarda dikkati çeken unsurlar olmaya başlamışlardır.159 AB ülkelerindeki Müslüman toplulukların nüfusu genel olarak bulundukları ülke nüfusuna göre gençtir. Örneğin, Fransa’daki Müslümanların üçte biri 20 yaşın altında iken (20 yaş altındaki Fransa’daki gençlerin oranı toplam % 20’dir), Almanya’da 18 yaşın altındaki nüfus toplam nüfusun %18’ini ve Müslüman gençler ise bu grubun 1/3’ünü oluşturmaktadır. Đngiltere’de genç nüfus oranı % 20 iken, bu ülkedeki Müslüman nüfusun üçte biri 16 yaşın altında bulunmaktadır. Genele oranla yüksek olan doğum oranları da göz önünde tutulduğunda AB ülkelerindeki Müslüman toplulukların önümüzdeki yıllarda da büyümeye devam etmesi beklenmektedir. Dahası bazı araştırmalara göre, AB’deki Müslüman nüfusun 2015 yılında iki katına çıkacağı tahmin edilmektedir.160 Müslüman nüfusun bu dinamik ve genç potansiyeli düşünüldüğünde, özellikle son dönemde Avrupa ülkelerinin çoğunda baş göstermeye başlayan işsizlik gibi sosyal ve ekonomik sorunların kaynağının da Müslümanlar olarak algılanıp bu kesime düşmanlığın duyulması daha belirginleşmektedir. 159 International Helsinki Federation for Human Rights, Report on “Intolerance and Discrimination against Muslims in the EU, Developments since September 11”, March 2005, p. 13. 160 International Helsinki Federation for Human Rights Report, op.cit., p. 13. 101 Dini ayrımcılığın ya da dışlamanın boyutları sadece, Đslam dinine mensup bireylerin sözlü ve fiziki anlamda kötü muameleye maruz kalması olarak görülmemelidir. Müslümanların özellikle okul ve üniversitelerde istihdam ve hastane, bankalar gibi kamu kurum ve özel kuruluşlardaki hizmet alımında da ayrımcılığa maruz kaldıkları raporlarda bildirilenler arasında yer almaktadır. Özellikle Arap kökenli isimleri taşıyan vatandaşlar istihdam edilmekten kaçınılmaktadır. Đsveç ve diğer Avrupa ülkelerinde yapılan araştırmalar, her beş işten birinin Arapça ve Arapça benzeri isim taşıyan kişilere kapalı olduğunu göstermektedir. Paris Üniversitesi’nin araştırma bulgularına göre, Arap ve Afrika kökenli gençlerin, Fransız toplumunun geri kalan kesimine göre işsiz kalması olasılığı beş kat daha fazladır.161 AB ülkelerindeki Müslümanların çok farklı toplumlardan gelmeleri çelişen etnik, kültürel ve sosyal etkileşimlere yol açmaktadır. Bu durum, farklı Đslam geleneklerinden gelmeleri nedeniyle dinde de kendini göstermiştir. AB’deki Müslüman toplumların 11 Eylül saldırılarından bu yana şüpheli kişiler olarak muamele görmeleri olgusu bu toplumların toplumsal kimliklerinin güçlenmesine neden olmuştur. Yapılan bir araştırmaya göre, bir azınlığın üyeleri ne kadar çok ayrımcılık ve sosyal dışlamaya maruz kalırsa, bu kişiler dinsel kimlikleri etrafında bütünleşmeye o kadar eğilimli olmaktadır.162 11 Eylül sonrası artan güvenlik endişelerinin ve yarattığı güvensizlik ortamının tetiklediği Đslamofobi, 7 Temmuz 161 Danielle Celermajer, “If Islam is our other, who are we?”, Australian Journal of Social Issues, Vol. 42, No. 1, Autumn 2007, p. 105. 162 Åke Sander, “Muslims in Sweden”, Muhammad Anwar, Jochen Blaschke ve Åke Sander, State Policies toward Muslim Minorities in Sweden, Great Britain and Germany, European Migration Center, 2004, p. 264, <http://www.islamawareness.net/Europe/Sweden/Muslims_in_Sweden.pdf>, (erişim tarihi: 09.06.2006). 102 2005 tarihinde Londra metrosuna yapılan saldırılar sonucunda Avrupa kıtasında daha fazla tedirginliğe neden olmuş ve panik havası içinde göçmen, mülteci ve AB içinde ikamet eden üçüncü ülke vatandaşlarına yönelik adli ve polisiye muamelelerde daha fazla kendini hissettirmeye başlamıştır. Dolayısıyla, örneğin, özellikle Đngiltere toplumu içinde ayrımcı politikalara maruz kalan Müslümanların dinsel kimlikleri etrafında birleşmeleri öncekine nazaran daha muhtemel bir hal almıştır. Londra saldırılarında, saldırıyı düzenleyen bu kişilerin hepsinin Đngiliz kökenli olmayıp Đngiltere doğumlu olmaları, bu ülkede doğup büyüyen Müslümanlara yönelik görüşlerin de değişmesine yol açmış ve ‘home-grown’ (Đngiltere’de doğup büyüyenler kastedilmekte) diye tabir edilen kişilere yönelik terörist endişelerin artmasına neden olmuştur. Bombalı saldırıların hemen arkasından, hatta 3 hafta içinde, özellikle Müslümanlara yönelik nefret suçlarının (hate crimes) 6 katına çıktığı gözlenmiştir. Avrupa Irkçılık ve Yabancı Düşmanlığını Đzleme Merkezi tarafından açıklanan rapora göre, Müslümanlara yönelik nefret suçları saldırılardan kısa bir süre sonra % 5 oranında yükselmiştir.163 Bu bağlamda, Đngiltere ve diğer Avrupa ülkelerinde yükselen anti-Müslüman tepkilerin, halkın ya da söz konusu ülkelerde yaşayan toplumlar arasında sınırlar oluşturmaya başladığını söylemek mümkündür.164 Dışlamacı ve ırkçı ortamın ittiği söz konusu toplumsal sınırları, Müslüman kökenli kişilerin koşullara bağlı olarak ortak kimlikleri etrafında birleşerek oluşturduğu ‘gettolaşma’ olarak nitelendirilen davranış kalıpları ile açıklamak da mümkündür. Asimile olamayan özellikle son dönemde göç eden Müslümanların dile hakim olamaması, yasadışı konumlarından dolayı çok kötü işlerde çalışmaları ve mensup oldukları dinin terörle 163 164 Pointing & Mason, op. cit., p. 375. Ibid., p. 377. 103 ilişkilendirilmesi sonucu potansiyel suçlu olarak görülüp dışlanmaları bu kişileri etnik ve dinsel kökenleri etrafında bir arada yaşamaya iterek gettolaşmaya neden olmakta ve bu kişilere diğer toplumlarla çok az iletişim imkanı sağlamaktadır. Avrupa Irkçılık ve Yabancı Düşmanlığını Đzleme Merkezi verileri, işsizlik oranlarının ortalamanın üzerinde olduğu Avrupalı Müslümanların, ortalamanın altında barınma koşullarına sahip bölgelerde nüfuslarına orantısız bir yoğunlukta oturduklarını göstermektedir.165 Müslümanların genellikle düşük vasıflı işlerde istihdam edildikleri ve düşük ücretli sektörlerde aşırı oranda temsil edildikleri tespiti de barınma koşullarına eklenirse, bu toplumun dayanışma şeklini gettolaşarak göstermesi bir realite olarak Avrupa’da kendini göstermektedir. Bu yapılanmanın sonucunda da dışlandıkları bir toplumda kendi içlerine kapanarak ve yaşadıkları toplumca göz ardı edilerek yaşam sürmeye çalışan çoğunluğu Müslümanların yaşadığı gettolar, halkın çoğunluğunun girmeye korktuğu ve suç yuvası olarak algılanan alanlara dönüşmekte ve Müslümanların bu yapılanma üzerinden okunmasına neden olmaktadır. 11 Eylül saldırıları da Avrupa ülkelerinin göz ardı ettiği ve bir anlamda kendi politikalarıyla da oluşumlarına dolaylı olarak katkı sağladığı gettoların tehdit olarak yeniden hatırlanmasında ve bu yapılanma içindeki Müslüman kökenli kişilerin yabancı etiketlerinin belirginleşerek dikkatlerin bir kez daha Avrupa’nın sadık ‘öteki’leri Müslümanlara çevrilmesinde dönüm noktasını oluşturmaktadır. 165 EUMC Basın Bülteni, “Avrupa Birliği’nde Müslümanlar: Ayrımcılık and Đslamofobi”, <http://fra.europa.eu/fra/material/pub/muslim/EUMC-highlights-TR.pdf>, (erişim tarihi: 15.03.2008). 104 Yukarıda hem güvenlik hem de sosyal gerekçelere dayanılarak bahsedilen artan Đslam ve Müslüman karşıtlığının, çeşitli raporlar aracılığıyla da dile getirildiği şekliyle AB içinde Müslüman kesime yönelik eylem ve saldırılara dönüştüğü oldukça aşikârdır. Son 20 yıldır Avrupa’da artış gösteren ırkçılık ve yabancı düşmanlığı, özellikle 9/11 sonrası aşırı sağ partiler tarafından da kullanılarak Đslamofobi olarak kendini göstermiştir. Bu süreç hem maddi ve manevi açıdan Müslüman toplumları hem de Đslamofobik algılamaları taşıyan Avrupa halklarını ve AB entegrasyon sürecini etkilemektedir. Birçok Avrupalı Müslüman sosyal ilerlemelerinin önünde engellerle karşılaşmakta ve bu durum, Müslüman kitlelerde ümitsizlik ve sosyal dışlanma duygularına yol açabilmektedir. Bu sorunun beraberinde taşıdığı ırkçılık, ayrımcılık ve sosyal marjinalleşme ise, AB tarafından da tespit edildiği üzere, bütünleşmeye ve toplumsal birleşmeye yönelik ciddi tehditler oluşturmaktadır.166 Bu süreç, sonucunda Müslümanlar ve Avrupa toplumları arasındaki algılamaları kısır döngü içine sokmakta ve iki kesim arasında kutuplaşmalara neden olmaktadır. Böyle bir durumun da Avrupa bütünleşmesi üzerinde engel teşkil edeceği ortadadır ve AB düzeyinde sadece güvenlik odaklı değil, aynı zamanda sosyal ve kültürel odaklı önlemlerin kapsamlı olarak alınmasını gerektirmektedir. 4. Kitlesel Göç: Avrupa’nın Değişen Demografik Yapısı ve Sosyal Dışlama 1950’li yıllarda Avrupa’nın savaş sonrası yeniden inşa sürecinde acil işgücü talebini karşılama amacıyla başlayan kitlesel göç, bütünleşme ve küreselleşmenin 166 Ibid. 105 hız kazanmasıyla toplum yapısında meydana getirdiği değişiklikler nedeniyle hem siyasi düzlemde hem de sosyal tabanda tartışılan önemli konulardan biri olmuştur. Önceki bölümlerde de değinildiği gibi, küreselleşmenin işgücü hareketliliğine izin veren yapısı ile çok-kültürlülüğü daha görünür kılması ya da küresel krizlerin yarattığı endişelerin ulusal politikalara, özellikle göçmenlere yönelik, dışlamacı bir tavırla yansıması göçü, ırkçılık ve yabancı düşmanlığı perspektifinde tartışmaya açmaktadır. Bunun yanında göçmen, mülteci ve sığınmacıları ırkçı söylem ve eylemlerle sosyal dışlamaya maruz kalan gruplar listesinin167 başına taşıması bakımından, Avrupa’nın değişen demografik yapısı ve sosyal entegrasyon sorunları da kitlesel göçü, Avrupa’daki ırkçılık ve yabancı düşmanlığı sorunlarının temeline oturtmaktadır. Buna paralel olarak, hükümetlerin uzun bir süre uygun politikalar üretmekten uzak kalması ve en önemlisi Avrupa içinde bütüncül bir göç politikasının olmaması, kitlesel göçün halihazırdaki problemli yapısını ırkçı ve yabancı düşmanı eğilimlerle daha da tartışmalı hale getirmektedir. Avrupa’ya kitlesel göç, II. Dünya Savaşı’nı izleyen yıllarda yıkılan ekonomilerini yeniden inşa etmek üzere Batı Avrupa devletlerinin işgücü ihtiyacını eski sömürge ülkelerinden ve diğer üçüncü dünya ülkelerinden işçi alarak karşılamaya çalışması ile başlamıştır. 1960 ve 1970’li yıllarda bu durum, Akdeniz ülkelerinden ‘misafir işçi’ olarak adlandırılan ve işgücü ihtiyacının doyuma ulaştığı noktada geri döneceklerine inanılarak geçici statüde görülen kişilerin Avrupa’ya göçü ile devam etmiştir. 1970’lerin ortasında çıkan petrol krizi ile beraber, pek çok 167 “Racism and Xenophobia in the European Union: Facing the Challenge of Non-Discrimination and Integration”, European Monitoring Centre on Racism and Xenophobia, Brussels, 30 August 2006. 106 misafir işçi, ekonomik yeniden yapılanmaya bağlı olarak işlerini kaybetmek zorunda kalmıştır. Bu durumda misafir işçi olarak istihdam edilen söz konusu kişilerin geldikleri ülkelere geri dönecekleri umulurken çoğu, beklentilerin aksine, kalmayı tercih etmiş ve aile birleşimine izin verildiği ölçüde eş ve çocuklarını da yanlarına alarak Avrupa ülkelerine yerleşmişlerdir. Benzer şekilde, Đngiltere, Fransa ve Hollanda gibi sömürge ülkeleri, dekolonizasyon süreci ile beraber eski sömürge ülkelerinden gelen göçle karşı karşıya kalmışlardır. Bu süreç yine geçici olarak değerlendirilmiş, fakat aile oluşumu ve birleşimi bu grup için de baş göstermiştir. Söz konusu göç akını günümüzde büyük ölçüde azalmış olsa da yerini dünyanın çeşitli yerlerinden gelen sığınmacı ve mültecilere bırakmış gözükmektedir.168 Kitlesel göçün bir diğer ayağı ise 1980’lerin başlarında Đtalya, Đspanya, Portekiz ve Yunanistan gibi ülkelerde ortaya çıkmıştır. Bu ülkeler, önceki dönemlerde işçi ihraç eden bir konuma sahipken, söz konusu dönemde büyük oranda göçmen çekmeye başlamışlardır. 1990’lara gelindiğinde ise komünizmin çöküşü ve AB içerisindeki sınırların genel olarak daha korunmasız hale bürünmesi, Avrupa’ya yönelen göç dalgası ve nüfus hareketlerinin kısmen açıklayıcısı olmuştur. 1970’lerin başından 1980’lerin ikinci yarısına kadar Sovyet Bloğu’na ait ülkelerden yılda sadece 100.000 civarında göçmen alan AT ülkeleri, 1985 ve 1992 yılları arasında 15 milyon göçmeni ağırlamak zorunda kalmıştır. 600.000’in üzerinde göçmen ise eski Yugoslavya’da yaşanan savaş nedeniyle Batı Avrupa’ya giriş yapmıştır.169 Ayrıca 1990’lardan itibaren süregelen dönemde, uluslararası göç ve işçi pazarında yeni 168 Jeroen Doomernik, “Immigration, Multiculturalism and the Nation State in Western Europe”, in Yusuf Bangura and Rodolfo Stavenhagen (ed.), Racism and Public Policy, New York: Palgrave Macmillan, 2005, pp. 72-73. 169 Andrew Geddes, “Immigrant and Ethnic Minorities and the EU’s ‘Democratic Deficit”, Journal of Common Market Studies, Vol. 33, No. 2, June 1995, p. 202. 107 eğilimlerin gelişmesiyle birlikte, ‘transit göç’ adı altında bazı göç akımları da gözlenmektedir. Başka bir ülkeye gitmek amacıyla yola çıkan göçmenlerin bir önceki ülkelerde belli süreliğine geçici olarak kalması anlamına gelen söz konusu göç akımına başlıca hedef olan ülkeler, başta Đtalya olmak üzere Akdeniz’e kıyısı olan ülkeler olmaktadır.170 II. Dünya Savaşı’nın ardından başlayan ve dönemsel olarak devam eden kitlesel göç ve göçmen sayısındaki artış, içlerinde barındırdıkları ulusal azınlıklara rağmen etnik kimlik, dil, din, kültür ve siyasi tecrübe gibi bağlayıcı faktörlerle görece homojen ulus-devlet görünümündeki birçok Avrupa ülkesinin zamanla kültürel ve etnik olarak heterojen bir yapıya bürünmesine neden olmuştur. Avrupa ülkelerindeki artan yabancı nüfusun gerek kültürel ve dini özellikleri gerekse de başarısız politikalar nedeniyle yaşadıkları toplumla bütünleşememeleri, bu kesimin farklılıkları ile ilgili farkındalığın artmasına ve deyim yerindeyse yerel toplum tarafından göze batmasına yol açmıştır.171 Bu bağlamda, kendi ülkelerinde diğer milliyet ve ırklardan çok fazla kişi bulunduğunu belirten ya da buna inanan ve en önemlisi ülkelerindeki ekonomik ve sosyal sorunların önemli bir kısmının bu nüfusun varlığından kaynaklandığını düşünenlerin sayısı giderek artmaya başlamıştır. Demografik yapısı incelendiğinde, Avrupa’da göçmen sayısında ve toplam nüfus içindeki yabancıların nüfus oranlarında artış yaşandığı bir gerçektir. 2005 verileri, AB-25 içinde yabancı nüfusun toplam nüfusa oranını %8.6 olarak 170 171 Ünver NOI, op. cit., s. 121-128. Ibid., s. 122. 108 göstermektedir. Bu oran içinde en büyük payı Lüksemburg, Avusturya, Đrlanda, Almanya ve Fransa gibi ülkeler oluşturmakla beraber, bu ülkelerdeki yabancıların nüfus oranları toplam nüfus içinde sırasıyla %37.4, %15.2, %14.1, %12.3, %10.7’dir. Buna karşı, Avrupa kökenli nüfusta yaşanan demografik durgunluk ise Avrupalı toplum ve siyasilerin endişelerini haklı çıkaracak boyuttadır. 2000-2004 yılları arasında AB-15 içindeki yıllık doğal nüfus değişimi (ölüm ve doğum oranlarının farkı) % +0.1’den az olarak saptanmıştır. AB-25 içindeki doğal artış, 1000 kişide +0.7 ile kısıtlı kalırken; Ocak 2005-Ocak 2006 arasında Avrupa nüfusunda 2 milyondan fazla yaşanan artış büyük oranda göçten kaynaklanmıştır.172 AB içinde yabancı nüfusun artış gösterdiği gerçeğinin, diğer verilerden bağımsız olarak değerlendirildiğinde, Avrupa toplumlarının tepkisi ile karşılaşması doğaldır. Ancak Avrupa’nın hem sosyal hem de ekonomik anlamda yapısını aşağıya çeken demografik gerçeklikler, aslında Avrupa’nın elindeki göçmen nüfusu verimli kullanması gerektiğini ortaya koymaktadır. Zira AB’nin yaşlanan nüfusu ve azalan potansiyel işgücü ile yakın gelecekte önemli sorunlarla karşı karşıya olduğu görülmektedir. AB içinde değişen yaş ortalaması bunun önemli göstergelerinden biridir. 60 yaş ve üzeri 70 milyondan fazla nüfusa sahip AB içinde bu oran toplam nüfusun %20’sine denk gelmektedir. Ortalama yaşam süresinin geçmişe oranla uzaması bu durumun bir sebebi iken, yukarıda belirtilen düşük doğum oranları da yaşlanan nüfus için başlı başına bir sorun yaratmaktadır.173 Birliğe 2004 yılında katılan 10 Merkez ve Doğu Avrupa ülkesinin de nüfus artış hızına ivme 172 Rainer Muenz, “Europe: Population and Migration in 2005”, Migration Information Source, June 2006, <http://www.migrationinformation.org/Feature/display.cfm?ID=402>, (erişim tarihi: 15.01.2008). 173 Anthony Giddens, Europe in the Global Age, Cambridge: Polity Press, 2007, p. 6. 109 kazandırması beklenmemektedir. Çünkü verilere göre demografik trendler, söz konusu ülkelerde de eski AB üyesi ülkelerinkine benzer bir seyir izlemektedir. Araştırmalara göre, 1998 yılı rakamlarıyla 105 milyon nüfuslu Merkez ve Doğu Avrupa ülkelerinde nüfusun 2025 yılı itibariyle 98 milyona gerilemesi beklenmektedir.174 2050 yılı itibariyle eski AB üyesi ülkelerinde nüfusun ortalama yaşının en az 7 yıl daha yükseleceğini ortaya koyan The Economist verileri, eski Avrupa’nın yaşlandığını ortaya koyarken, benzer şekilde hatta daha çarpıcı bir biçimde yeni Avrupa’nın da yaşlandığını belirtmektedir. Buna göre, şu anda yaş ortalaması 40 ve 38 olan Almanya ve Fransa’nın 2050 itibariyle yaş ortalamalarının sırasıyla 47 ve 45’e yükseleceği tahmin edilmektedir. Aynı dönemde, günümüzde 35 ve 38 yaş ortalamalarına sahip Polonya ve Macaristan’da ise bu oranın sırasıyla 49 ve 50’ye yükselmesi beklenmektedir.175 AB -25'in baş lıc a yaş g ruplarına g öre nüfus yapıs ı 0-14 100% 90% 15-64 65-79 80+yaş 1,5 1,8 2,3 3,2 3,4 4,7 5,8 7,2 9,2 11,4 8,5 9,9 11,2 10,7 12,3 12,9 14,9 17,5 19 18,5 64,5 61,3 58,3 56,7 80% 70% 60% 64,7 63,5 50% 64,4 66,9 67,1 66,9 40% 30% 20% 10% 25,3 24,8 22,1 19,2 17,2 15,5 14,8 14 13,5 13,4 1980 1990 2000 2010 2020 2030 2040 2050 0% 1960 1970 Kayn ak : Euros tat, A B'de S os yal Durum (2005-2006) 174 175 Poole, op. cit., pp.157-158. “Revitalising Old Europe”, The Economist, March 13, 2003. 110 Gelişmiş ülkelerde yaşlanan nüfus ekonomik ve mali açıdan çok da tercih edilen bir durumu yansıtmamaktadır. Zira doğum oranlarındaki düşüşe bağlı olarak aşağıdan yukarıya genç nüfusun eklendiği gelişmekte olan ülkelerin aksine, zengin ülkelerde yoğunlukta olan orta yaş nüfusu, alttan işgücüne eklemlenecek genç ve dinamik bir nüfus olmadan, yaşlı nüfusa eklenmektedir. Dolayısıyla söz konusu ülkeler hem büyümede düşüş yaşamakta hem de mali yükün şişmesiyle karşı karşıya kalmaktadır.176 Sonuç olarak birçok Doğu ve Batı Avrupa ülkesinin yaşadığı kötü demografik görünüm, AB’yi artan bir biçimde yabancı iş gücüne bağımlı hale getirecek gibi görünmektedir. Doğal olarak, ironik bir şekilde, mevcut durumda hem yapısal sorunlar hem de önyargı ve algılamalardan kaynaklandığı haliyle Avrupa toplumları tarafından sosyal dışlamaya maruz kalan göçmen gruplara, yakın gelecekte aslında Avrupa’nın kronik olarak ihtiyaç duyacağı ortaya çıkmaktadır. Zira dinamik nüfusunda ciddi azalma yaşayan Avrupa toplumlarında mali yük, daha fazla insan emekli statüsüne geldikçe azalan işgücünün üzerine binecektir. Çalışan nüfus sayısında gelecek 50 yıl içinde 40 milyon civarında düşüş yaşanması beklenen Avrupa’da, yaşlı nüfusun (65 yaş ve üzeri) çalışan nüfusa (1564 yaş) bağımlılık oranının 2050 yılı itibariyle % 25’ten %50’ye çıkarak 2 kat artacağı hesaplanmaktadır.177 176 177 “The Trouble with Migrants”, The Economist, November 22, 2007. “Revitalising Old Europe”, The Economist, March 13, 2003. 111 AB-25 Yaş lı Nüfus B ağ ımlılık Oranı: 1970, 2010 ve 2050 80 70 60 50 40 30 20 10 1970 2010 B ul İs p R om Ital A lm P ort Y un Ç ek C . S love P ol A vs t Mac S lovak B el İng F in F ra L et L itv İrl GKRY İs v E st Mal Hol Dan L üks A B -15 E uro B öl A B -25 0 2050 Avrupa’nın değişen demografik yapısının Avrupa işgücü ve mali sistemi üzerinde yarattığı/yaratacağı olumsuzlukların yabancı nüfusa olan ihtiyacı artırdığı tespitine zıt bir eğilimle, Avrupa içinde yaşanan ekonomik ve sosyal olumsuzluklar göçmenlerin varlığına bağlanmaktadır. Avrupa halklarındaki bu algılamanın büyük bir kısmı ise Avrupa içinde muhalefetteki siyasilerin oy alma aracı olarak gördükleri göçmenler üzerinden yapılan söylemlerinden ve baştaki hükümetlerin ülke içindeki ekonomik çarpıklıklar için göçmenlerin varlığı üzerinden günah çıkartma eğilimlerinden kaynaklanmaktadır. Küreselleşme bölümünde de bahsedildiği gibi, küresel ekonominin getirdiği sorunlara ulus-devletler çoğu zaman başka faktörlerden bağımsız olarak sadece ulusal bazlı politikalarla müdahale edememektedir. Böyle bir ortamda, halkın hükümet politikalarını suçlaması, ekonomik bozukluğu devlet politikalarının yanlış uygulanmasına direkt olarak bağlaması hükümetleri, içeride bir günah keçisi aramaya itebilmektedir. Dolayısıyla ekonomik verilerin olumsuzluğu gösteren ibresi, Avrupa refah toplumunun refahını 112 paylaştığını düşündüğü göçmen, azınlık ve yabancı kökenli vatandaşlara yönelebilmektedir.178 Maier, Avrupa’da göçmenlerin problemli gruplar olarak algılanmalarına neden olan üç sürecin bulunduğunu belirtmektedir. Đlk süreci milliyetçi ve yabancı düşmanı partilerin Avrupa ülkelerinin karşı karşıya kaldığı problemleri sömürmesi olarak tanımlayan Maier, söz konusu partilerin göçmen grupları kültürel ve dini farklılıklarından dolayı problemli olarak topluma yansıttığını belirtmektedir. Bu süreçte göçmenlerin devlet ve işverenler tarafından uğramış oldukları ihmal nedeniyle sorunlu bir yaşam sürdürdüğü ya da sürdürebileceği olgusu göz ardı edilmekte ve Avrupa sosyal yaşamına ayak uyduramayan göçmenler Batı kültürüne ait olmamakla suçlanmaktadır. Đkinci süreç, geleneksel demokratik partilerin konuya yaklaşımları olarak adlandırılmaktadır. Söz konusu partiler, göçmen nüfusunu kontrol altına almak ve düzenlemek için çoğunlukla bu gruplara yönelik daha sıkı politikalar izlemektedirler. Böylece, bu nüfusun sorunlu yapısının doğrudan hükümet nezdinde tanınmış olmasından yola çıkarak göçmenler üzerindeki olumsuz algılamaların pekiştirildiği düşünülmektedir. Maier, son olarak, bu süreci Avrupa bütünleşmesinin doğrudan sonuçlarından biri olarak ele almaktadır. Fakir ve güvenli olmayan alanlardan mültecileri çekmesi, Avrupa bütünleşmesinin yarattığı refah ortamında süregelen bir gerçekliktir. Ancak Maier, bütünleşmenin de hız kazanmasıyla birlikte çoğu AB üyesi devletin mültecileri tanıma konusundaki kurallarını sıkılaştırma yönünde bir nevi yarışa girdiğinden 178 Fatma Yılmaz, “AB’de Artan Yabancı Düşmanlığı: Günah Keçisi Göçmenler: Ya Đçsel Faktörler?”, USAK Stratejik Gündem, 15.01.2008, <http://www.usakgundem.com/yazarlar.php?id=883&type=24>, (erişim tarihi: 15.01.2008). 113 bahsetmektedir. Buna göre, görece daha gevşek kurallara sahip ülkelerin daha çok mülteci çekeceğinden çekinen ülkeler, kendi aralarında mültecileri tanıma konusunda söz konusu kişilere zarar veren bir yarış içine girmişlerdir. Birbiriyle bağlantılı bu üç sürecin AB ülkelerinin göçmen nüfusla ilgili olarak karşılaştığı sorunları aşırı sağ ve popülist partilerin eliyle ırkçılık boyutuna taşındığını belirten Maier, buradan yola çıkarak Avrupa’nın doğrudan ya da dolaylı olarak ırkçılığı teşvik ettiği sonucuna varmaktadır.179 Geddes de, benzer şekilde, sıkılaştırılan kontrol ve düzenlemelerin, yasal olarak ikamet eden üçüncü ülke vatandaşları ve göçmen ve etnik kökenli vatandaşlar da dahil, pek çok göçmenin durumunu problemli hale getirdiğini belirtmektedir. Bu bağlamda Geddes, oluşturulmaya çalışılan politikalarda göç konusunun AB düzeyinde, ekonomik kalkınma ya da insan hakları sorunu olarak ele alınmasından ziyade, öncelikle güvenlik/suç konuları ya da sorunları çerçevesinde tanımlandığını belirtmektedir. Söz konusu yaklaşımın yan etkisi ise belli grup göçmenler hakkında sorun yaşandığı zaman ortaya çıkmaktadır ve bu durumda göç karşıtı-ırkçı söylemleriyle bilinen aşırı gruplar, göç konusundaki extremist iddialarını meşru zeminde öne sürebilir hale gelmektedir. Dolayısıyla kısıtlayıcı göç politikalarının sonuçları, önlemleri meşrulaştırma hakkını aşırı sağ ve göç karşıtı siyasi partilere verebilmekte ve aşırı sağ partileri yasal zemine daha fazla yaklaştırabilmektedir. Göçmen karşıtı siyasi söylemlerin ulusal ve uluslararası düzeyde meşru hale gelmesi ise göçmenleri siyasi süreçten ve önemli karar merkezlerinden dışlayıcı 179 Robert Maier, “Does a Supranational Europe Stimulate and/or Combat Racism?”, in The Evens Foundation (ed.), Europe’s New Racism: Causes, Manifestations and Solutions, New York & Oxford: Berghahn Books, 2002, pp. 98-99. 114 şekilde siyasallaşabilmekte ve bu nedenle ayrıca demokrasi açığı da genişlemektedir.180 Bunun yanında, AB üye devletlerinin çok-kültürlülükten asimilasyona yayılan birbirinden uzak stratejilerle göç konusuna yaklaşımları da göçmen grupların hem entegrasyon hem de sosyal dışlanma anlamında yaşadığı sorunlara temel teşkil etmektedir. AB üyeleri içinde bir yandan asimilasyon politikası güden ve vatandaşlık sistemi ile farklı grupların varlığına izin vermeyen ülkeler (Fransa gibi) bulunurken, öte yandan tüm farklılıkları tanıyan bir yaklaşımla çok-kültürlülüğü benimseyen ülkeler (Đngiltere gibi) bulunmaktadır. Dolayısıyla sosyo-ekonomik hakların farklı düzeylerde tanınması anlamına gelen bu yapılanma, göçmenlerin entegrasyon ile ilgili sorunlar yaşamasına da neden olmaktadır. Böyle bir yapılanma içinde de göçmen, mülteci ve diğer azınlık gruplarının topluma entegre olma kapasitelerinin olmadığı ya da ait oldukları din ve kültür nedeniyle göç ettikleri topluma entegre olamadığı önyargısı oluşmaktadır. Avrupa toplumlarındaki sosyal dışlama eğilimi yapılan anketlerde de üstü kapalı biçimde ortaya çıkmaktadır. 1997 tarihli Eurobarometer anketine cevap veren Avrupalıların büyük çoğunluğu, toplumun kapsayıcı olması gerektiği ve göçmen ve azınlıklar da dahil olmak üzere tüm vatandaşların eşit haklara sahip olması gerektiğini belirtirken, öte yandan sorular detaylı şekilde her koşulda hangi hakların uygulanması gerektiğine geldiği zaman, düşüncelerin aksi yönde bölünmeye başladığı görülmektedir. Buna göre, çoğu Avrupalı problemli grup olarak görülen, Avrupa’da yasadışı olarak bulunan, 180 Geddes, op. cit., pp. 207-208. 115 suça karışmış ve işsiz olan göçmenlerin haklarının sınırlandırılmasında hemfikir gözükmektedir.181 Dolayısıyla göçmen ve benzeri grupların farklı kültürde yetişmiş olmaları bazen entegrasyonu pozitif anlamda etkilese de çoğu zaman söz konusu gruplar açısından bir bariyer olarak karşılarına çıkmaktadır. Mestheneos ve Ioannidi, 15 AB üyesi ülkede gerçekleştirdikleri anket çalışmalarıyla göçmen ve mültecilerin iskan ve istihdama kadar pek çok alanda, ırkçılık ve sosyal dışlanmaya maruz kaldıklarını açıkça ortaya koymaktadır. Pek çok Avrupa ülkesinde, sömürge geçmişleri ve süregelen ekonomik üstünlüklerine bağlı olarak, günümüzde de söz konusu gruplara üstünlük hissi ile yaklaşıldığı ortaya çıkmaktadır. Bu bağlamda geldikleri ülkelerin üst düzey toplumuna ait olsalar ve iyi bir eğitim almış olsalar dahi bu gruplar Avrupa’da, üstünlük hissi ve önyargılar nedeniyle ırkçılığın farklı biçimlerine maruz kalmaktadırlar. Yapılan çalışmadaki göçmen ve mülteci grupların cevaben paylaştıkları deneyimlerinden, Avrupa halklarının bu grupları kendinden görmeyerek daha aşağı gruplar olarak algıladıkları ortaya çıkmaktadır.182 Çalışma göçmenlerin yasal iş bulmadaki sorunlarından bahsederken, bunun nedeninin sadece üye devletlerdeki emek piyasasında yaşanan problemler olmadığına, aynı zamanda mültecilerin kalıcı işe yerleşmesinin önüne konan bariyerin de bu gerçeklikte büyük payı olduğuna değinilmektedir. Sorunun büyük bir kısmı üçüncü ülke vatandaşı olan bu kişilerin geldikleri ülkede aldıkları eğitimin kalitesinden şüphe etme ya da haberdar olmamada yatarken, bir başka neden ise önyargılar ve 181 “Racism and Xenophobia in Europe”, Eurobarometer Opinion Poll No 47.1, Luxembourg, 18-19 December 1997. 182 Mestheneos & Ioannidi, op. cit., pp. 311-312. 116 işverenin tercihlerinden kaynaklanmaktadır. Kendi ülkesinde hakim olan ve gittiği ülkede mesleki geçerliliği tanınan Bosnalı bayanın deneyimleri söz konusu önyargılara açık bir örnek teşkil etmektedir. Zira bayan Danimarkalı bir hakimle aynı eğitimi aldığına dair elinde resmi belge olmasına rağmen, bazen benzeri eğitimin sadece bir kısımını almış olan Danimarkalı kişilerle dahi girdiği iş bulma yarışında yarışı kaybettiğini belirtmektedir.183 Bu ve benzeri olumsuzluklarla karşılaşan mülteci ve göçmenlerin, geldikleri Avrupa toplumlarına entegre ya da adapte olamamasının büyük bir kısmı da karşılaştıkları olumsuzluklar karşısında yeniden çaba göstermeye heves ve nedenlerinin kalmaması ile açıklanmaktadır. Irkçı tavır ve aşağılama ile karşılaşan fakat ülkelerinde üst ve orta sınıftan iyi birer eğitim almış olarak gelen kişilerin, çoğunlukla geldikleri zaman entegrasyon beklentileri yüksek olduğu halde bu kişiler zamanla uğradıkları muamele nedeniyle eski statülerini kaybetmeye kendilerini adapte edememektedir. Söz konusu kişilerden sadece çok azı gittikleri ülkede yeniden başlamaya hevesli olmakta, dolayısıyla entegrasyon problemleri yaşamaktadır.184 Đstihdam dışında entegrasyon konusunda sorunlu alanlardan bir diğeri de şehirlerde göçmen ve mülteci grupların oluşturduğu ayrı alanlardır. ‘Gettolaşma’ tanımıyla ifade edilen bu yapılanma, ekonomik koşullar, kişisel bağlantılar gibi nedenlerle oluşurken, önemli bir kısmı ise sosyal dışlanma ve doğrudan ayrımcılığa maruz kalan grupların toplumdan ayrışmaya başlaması ile ortaya çıkmaktadır. Kültürel ve dini farklılıkları nedeniyle topluma entegre olamayan etnik ve göçmen azınlıklar, sosyal dışlanmanın doğal sonucu olarak kendi kültürel muhitlerini 183 184 Ibid., p. 315. Ibid., p. 312. 117 sağlamlaştırmaya başlamaktadır. Bu durum da, paradoksal şekilde, söz konusu grupları içinde bulundukları toplumun temel değerlerinden uzaklaştırdığı için bu grupların o topluma entegrasyonlarına engel teşkil etmektedir. Sonuç olarak, önyargılarla beslenen ve yeniden önyargıları pekiştiren sarmal bir yapı ile karşı karşıya kalınmaktadır. Başka bir deyişle, kendisine aşağı ırk ya da kültür olarak bakılan göçmen ve mülteci gruplar maruz kaldıkları sosyal dışlanma neticesinde entegrasyondan dışlanıp gettolar oluştururken; oluşturdukları gettolar nedeniyle toplumdan kaçtıkları, topluma entegre olmadıkları yargısıyla bir kez daha dışlanmak zorunda kalmaktadır. Bunun sonucunda da iş bulma sıkıntısı nedeniyle ekonomik durumu ve yaşam koşulları kötü olan bu çevreler, toplumun yaşam biçimini ve huzurunu bozduğu gerekçesiyle ırkçı ve yabancı düşmanı tavır ve söylemlere maruz kalmakta ve özellikle aşırı sağ partiler tarafından siyasi düzlemde seçim malzemesi yapılmaktadır. Sonuç olarak, yarım asrı aşan bir süredir Avrupa’nın karşı karşıya kaldığı kitlesel göçün varlığı yadsınamaz düzeydedir. Ancak Avrupa’nın dinamik ve verimli bir göçmen nüfusa halihazırda ihtiyacı olduğu ve bu ihtiyacın yakın gelecekte daha da artacağı gerçeği de tespit edilen ve dikkate alınması gereken bulgular arasındadır. Buna karşın, hem siyasi düzlemde yürütülen politikalar hem de sosyal alandaki algılama ve önyargılarla beslenen tutum ve davranışlar; göçmen, mülteci ya da benzeri grupların entegrasyonuna engel teşkil edecek şekilde dışlama eğilimleri ile karşı karşıya kalmasına neden olmaktadır. Aşırı sağ partileri söylemlerine de meşru zemin hazırlayan bu ortam, yalnızca Avrupa toplumlarındaki göçmen karşıtı basmakalıp düşünce ve önyargıların pekişerek ırkçı ve yabancı 118 düşmanı söylem ve düşüncelere dönüşmesine neden olmakla kalmamakta, aynı zamanda göçmenlerin de geldikleri Avrupa toplumlarına entegre olma konusundaki istek ve çabalarını da baltalamaktadır. 5. Politik Yanılsamalar ve Sorunun Siyasallaştırılması Değişen dünya düzeni ve Avrupa bütünleşmesinin yol açtığı göç ve güvenlik bunalımı gibi faktörlerin toplum tabanına yansıyan olumsuz yönlerinin ırkçılık ve yabancı düşmanlığı için zemin hazırladığından bahsedilmişti. Ancak bu zemini önemli ölçüde görünür kılan ve dışlamacı tavır ve davranışlara dönüşmesine neden olan unsur, yalnızca bu zeminin varlığına bağlanamaz. Aslında sorunun kronik hale dönüşmesindeki önemli unsur, bu zeminin siyasiler tarafından kullanımı ve hükümetlerce bu soruna ‘çare’ adı altında üretilen politikaların toplumdaki olumsuz/yanlış algılamaları azaltmak yerine meşrulaştırmasıdır. Başka bir deyişle, bir yandan ırkçı ve yabancı düşmanı söylemlerin özellikle belirli dönemlerde potansiyel oy kapısı olarak görülmesi, öte yandan toplumda baş gösteren ırkçı motiflere karşı çare ararken paradoksal biçimde ırksal kategoriler oluşturulması, kendine uygun zemini bulan sorun açısından aksi yönde bir farkındalık yaratmaktadır. Đstihdam ve yerleşim gibi alanlarda ırk ve etnik kökene dayalı ayrımcılığın gözle görünür hale gelmesine rağmen, etkili ve kapsamlı önlemler alınması konusunda siyasi düzlemde yeterli düzeyde farkındalık sağlanamazken185; mevcut sorunların temel kaynağı olarak yabancıların gösterildiği siyasi 185 1997-2005 yılları arasında ırk ve etnik kökene dayalı ayrımcılıkla mücadeledeki gelişmeleri ele alan 2007 tarihli Temel Haklar Ajansı raporu, yetkili otoritelerin ayrımcılık konusundaki farkındalık düzeylerine de değinmektedir. Raporda Güney Kıbrıs, Đtalya, Slovenya, Çek Cumhuriyeti, Estonya, Portekiz, Letonya, Litvanya gibi ülkelerdeki çeşitliliğin yönetimi konusunda siyasi farkındalığın ve dolayısıyla mücadele politikaların yokluğuna dikkat çekilmektedir. “Trends and Developments 1997-2005 – Combating Ethnic and Racial Discrimination and Promoting Equality in the European Union”, European Union Agency for Fundamental Rights (FRA), 2007, p. 24. 119 yapılanmalar, ‘öteki’ tanımlamasını pekiştirerek ayrımcı bir farkındalığın oluşumuna neden olmaktadır. Bu bağlamda kendisine yabancı köken ve kültüre Avrupalının bakış açısı, entegrasyona kattığı/katacağı çeşitlilik ve dinamizm açısından değil; farklılıkların getirdiği tedirginlik üzerinden şekillenmeye başlamaktadır. Önceki bölümlerde değinildiği gibi seçmenlerin hem bütünleşme korkuları hem de kültürel ve ekonomik kaygıları ile beslenen aşırı sağ, sorunun radikalleşmesinden rahatsızlık duymak yerine, ırkçı ve yabancı düşmanı söylemlerini meşrulaştırma yoluna gitmeyi tercih etmektedir. Küreselleşen dünya ve bütünleşen Avrupa’nın beraberinde getirdiği çok-kültürlülük ortamı içinde ise aşırı sağın söylemlerine alet edecek ‘günah keçileri’ bulması zor olmamaktadır. Göçmen, mülteci ve sığınmacı gibi gruplar ve bu grupların yaşadıkları entegrasyon sorunları bu anlamda aşırı sağın söylemlerinde kullanabileceği kolaycı bir zemin oluşturmaktadır. Ekonomik anlamda işsizlik oranlarını, güvenlik bağlamında ise göçmenlerin işlediği suçlar üzerinden ırkçı-yabancı karşıtı extremist iddialarını meşrulaştıran aşırı sağ partiler, benzer bir meşrulaştırmayı kullandığı argümanları demokratik hak savunma şekline dönüştürerek de yapabilmektedir. 1980’lerin sonunda yeni bir yükselen trend yakalayan sağ radikalizmin siyasi ayağı, kültürel temelli dışlayıcı bir formül benimsemiş ve 1968 sonrası sol tarafından yürütülen ve azınlık haklarının savunuculuğu bağlamında formüle edilen farklı olma hakkını kendi retoriğine uyarlamıştır. Bu anlamda farklı olma hakkı, Avrupa’da yeniden şekillenen sağ düşüncenin elinde – solunkinden farklı olarak azınlıklar aleyhine etkili bir silaha dönüşmüştür. Azınlıklar gibi çoğunluğun da farklı olma ve farklı 120 kalma hakkının bulunduğu düşüncesinden hareketle aşırı sağ, çoğunluğun kültürel kimliğinin savunuculuğunu üstlenmiştir. Böylece aşırı sağ partiler, liberal özgürlük ve hak kavramlarına dayanarak dışlayıcı kimlik siyasetini bir hak savunmasına dönüştürmüştür. Dahası azınlıklar için geliştirilen pozitif ayrımcılık uygulamalarını, tersine ırkçılık olarak nitelendirmişlerdir.186 Örneğin; Đngiltere’de aşırı sağ, 1990’ların sonunda ırkçılığın aşağılayıcı retoriğini bırakıp kültürel farklılıklar üzerine kurulan kimlikleri dışlayıcı yeni bir yaklaşım içine girmiştir. Bu yaklaşım içinde yabancıların zorla geri gönderilmesinden ziyade geri dönüşlerin özendirilmesi gibi bir dışlama siyasetini benimserken, bu siyaseti kimsenin halka yabancılarla aynı semtte yaşamak isteyip istemediklerini sormadığı türünden argümanlarla demokratik hak savunmasına dönüştürmeye çalışmıştır.187 Irkçı ve dışlamacı argümanlarını meşrulaştırma yoluna giden siyasi kesim, yalnızca kendine çoğunlukla muhalefette yer bulan aşırı sağ partiler olmamaktadır. Radikal anlamda olmasa da Avrupa’da halihazırda yükselişe geçen sağ görüş temsilcisi partilerin söylemlerinde de göç, işsizlik gibi konulara rastlanmakta ve göçmen-karşıtı ya da yabancıları dışlayan sloganlarla karşılaşılmaktadır. Liberal demokrasinin yerleşik olduğu Avrupa ülkelerinde, radikal sağın temel alanı kabul edilen ırkçılık, milliyetçilik, dışlayıcılık gibi söylemler radikal/aşırı uç partilerden ziyade daha kabul edilebilir partilere oy getirmektedir. Đngiltere, Portekiz, Đspanya, Yunanistan gibi ülkelerde seçmen oyları radikal sağdan ziyade milliyetçiliğin nüfuz ettiği sağ partilere kaymaktadır. Avusturya, Belçika, Fransa, Đtalya, Norveç ve Danimarka gibi radikal sağın oldukça güçlü olduğu ülkelerin dışındaki Avrupa 186 187 Vural, op. cit., s. 197-199. Ibid., s. 35-36. 121 ülkelerinde seçimlere giren partilerin zayıflığı ve parlamento dışı siyasi örgütlerin marjinal kalması, aslında sağ radikalizmin yokluğuna işaret etmemektedir. Aksine, Vural’a göre, oldukça güçlü otoriter ya da milliyetçi öğelerin siyasi kültüre işlemiş olduğu durumlarda da aşırı sağ partiler başarısız olabilmektedir. Buna göre, farklı demokrasilerde radikal partilere oy getirdiği bilinen argümanlar, milliyetçi unsurların siyasi kültüre yayıldığı ülkelerde yerleşik sağ partilerce işlenmekte ve seçmenlerin tercihlerinde önemli rol oynamaktadır.188 Dolayısıyla aşırı sağın kullandığı benzer temalar, başka aktörlere de başarı getirdiği ölçüde yalnızca radikal uçların eline bırakılmamaktadır. Sonucunda dışlamacı unsurlar siyasi rant sağladığı ölçüde siyasi kültürün tabanına yayılarak ‘günah keçileri’ yaratıp, halkın korku ve endişeleri üzerine oynadığı sürece ırkçılık ve yabancı düşmanlığını tetiklemektedir. Küreselleşen ve üretim yapıları değişen ekonomik yapılanma nedeniyle ülke ekonomisinde öngörülemez ya da kontrol edilemez ekonomik bozukluklar ve işsizlik oranlarında artış yaşayan ülkelerde hükümetler de aşırı sağ ile benzer söylemlere başvurabilmektedir. Dahası devlet yönetimini elinde bulunduran hükümetler, yalnızca olumsuzlukların sorumluluğunu ‘günah keçilerine’ yüklemekle kalmamakta, sahip olduğu yasama ve icra gücü ile yaptığı düzenlemelerle de kimi zaman göçmen ve benzeri grupların standartlarını aşağı çeken uygulamaları hayata geçirmektedir. Önceki bölümlerde Doğu genişlemesi öncesinde refah göçüne yönelik endişeleri azaltmak amacıyla, AB ülkelerinin aşağı 188 Vural, op. cit., s. 51. 122 doğru stratejik bir yarış içine girdiğinden189 bahsedilmişti. Benzer şekilde, göç konusunda Maier’in Avrupa’nın doğrudan ya da dolaylı olarak ırkçılığı teşvik ettiğine yönelik tezleri190 tartışılırken AB ülkelerinin mültecileri tanıma konusunda bu gruba zarar veren bir yarış içine girdiğinden de bahsedilmişti. Dahası özellikle 9/11 ve ardından gelen Madrid ve Londra terör saldırıları sonrası AB üyesi hükümet politikalarından zarar görenlerin ve yaşamı değişenlerin göçmen, mülteci ve sığınmacı gruplar olduğu ve devlet eliyle yürütülen bu politikaların halklar nezdinde görülen dışlamacı tavırları meşru hale getirdiği de ayrıntılı bir şekilde ele alınmıştı. Bu bağlamda göç, mülteci akını, işsizlik, güvenlik gibi problemleri kontrol altına almanın faturası büyük oranda söz konusu gruplara çıkarılmaktadır. Rathzel, ‘öteki’ni kontrol altında göstermenin, çoğunluğun kendini güvende hissetmesi ve sorunların kendi kontrolleri altında olduğu hissi yaratması bakımından önem taşıdığını belirtmektedir. Buna göre işsizlik, yerleşim sorunu ve kültürel çatışmalar gibi iç sorunlar ‘öteki’ üzerinden okunarak ‘dışsallaştırılmakta’ ve bu durum siyasi ve ekonomik önlemlerin parçası olarak gösterilerek topluma her şeyin kontrol altında olduğu mesajı verilmeye çalışılmaktadır.191 Ayrıca kontrolün ‘öteki’ler üzerinden sağlanması ya da baskının artmasındaki bir diğer faktörü Rathzel özetle şu şekilde açıklamaktadır: Yabancıların sosyal çevrede belirlenen kurallara uymaması (örn. çimlere basmamak gibi) ülkede kurallara uyan vatandaşın kendi özerkliğini kaybetmiş hissetmesine neden olmaktadır. Bu durumda da vatandaşlar kendilerine ait toplumsal ortam ya da 189 Kvist, op. cit., pp. 301-302. Maier, op. cit., pp. 98-99. 191 Rathzel, op. cit., pp. 18-19. 190 123 mekanda, kurallara uymayanların yabancılar olmasına öfke duymaktadır. Dolayısıyla kendilerine ait olarak gördükleri ortamlarda yasaklı duruma düşenlerin kendilerinin olması Avrupa vatandaşlarının rahatsızlıklarını artırırken, bu durumun tersine döndürülmesini yetkililerden beklemekte, başka bir deyişle kontrolün yeniden ait olanlara verilmesini istemektedirler.192 Her iki kontrol mekanizması içinde de, doğal olarak, yabancıların farklılıkları ön plana çıkarılarak baskı altında tutulması gündeme gelmekte ve bu durum da ‘öteki’ algılamasını toplum nezdinde pekiştirerek yabancılara karşı duyulan tedirginlik ve düşmanlığı savunulabilir kılmaktadır. Yabancı statüsünü belirginleştirerek Avrupa’nın ırkçılığa dolaylı olarak yön verdiği bir başka alan da Avrupa kimliği oluştururken ya da Avrupalı tanımlaması yapılırken kullanılan ifadelerin kategorileşmeye neden olmasıdır. Maastricht Antlaşması ile Birlik vatandaşlığına ulus-üstü bir statü kazandırılırken, üye ülkelere AB dışından gelerek ikamet edenler için de ‘üçüncü ülke vatandaşı’ gibi yeni bir tanımlama ortaya çıkmıştır. Klasik ülke vatandaşlığı yanında Birlik vatandaşlığı tanımlamasının ortaya çıkması, doğal olarak vatandaş ve vatandaş olmayanlar arasındaki geleneksel ayrımın ülkenin kendi vatandaşlığı, Birlik vatandaşlığı ve yabancılar arasındaki farka kaymasına neden olmuştur. Maier, yabancılar arasında da köken olarak Batı kültürüne sahip bir ülkeden gelenler ve bunun yanında ‘gerçek’ yabancılar arasında önemli bir ayrıma gidildiğini vurgulamaktadır. Buna göre yasal olarak üye ülke vatandaşı, Birlik vatandaşı ve üçüncü ülke vatandaşından oluşan 3 ayrı kategori oluşturulurken, öte yandan bu kategorileşme Batı kültüründen 192 Ibid. 124 gelenler ve gelmeyenler arasında alt ayrımlara da izin vermektedir. Belçika, Danimarka, Fransa, Almanya, Đngiltere ve Hollanda gibi ülkelerde gerçek yabancılar, aslında Avrupa vatandaşlığından birine sahip olsalar da, Türkler, Araplar, Asyalı ya da Afrikalılar olarak görülmektedir. Avrupalı olmayan yabancılar, Avrupalı olan yabancılardan daha az ılımlı bakılan grup olarak algılanmaktadır. Maier, vatandaş olmayan gruplar arasındaki farklılaşmanın tümüyle popülist bir fenomen olmadığından ve bir Avrupa kimliği ve vatandaşlığı yaratma çabası içindeki resmi politikaların sonucu tamamen rastlantısal bir sonuç olarak da tanımlanamayacağından bahsetmektedir. Avrupa kimliği ve vatanlığının oluşturulması, öncelikle Avrupa vatandaşlarını ortak bir ekonomik, kültürel ve siyasi bir proje etrafında birleştirmeyi amaçlayan kapsayıcı bir amaç çerçevesinde ele alınmaktadır. Fakat diğer açıdan söz konusu kapsayıcı proje, pratikte, Avrupa kökenli olmayan yabancıların içeride dışlanması anlamına da gelmektedir. Bu bağlamda, Birlik vatandaşlığı oluşturulma hedefinin yan ürünü olarak ortaya çıkan ‘üçüncü ülke vatandaşı’ ifadesi, ırksal ya da kültürel kategorileştirmeye neden olarak vatandaş ve vatandaş olmayanlar arasındaki farkın bir kez daha resmi kanaldan belirginleşmesine neden olabilmektedir. Sonuç olarak, çok-kültürlülüğe fırsat tanıyan Avrupa bütünleşmesi içinde yabancıların varlığından rahatsızlık yaratacak zeminin oluşması ve radikal düzeyde taraftar da bulması beklenen bir olgu olarak nitelendirilebilir. Kültürel, sosyal, siyasi alanda ve güvenlik alanında yalnızca Avrupa’da değil tüm dünyada yeniden yapılanmaya doğru gidilmesi ve bu kavramların yalnızca ulusal sınırlar içinde belli kalıplara bağlı olarak şekillenmek yerine birbirinin içine geçen karmaşık bir yapı 125 alması, farklılıklara olan farkındalığın artmasına neden olmaktadır. Ancak söz konusu farkındalık sosyal tabanda göçmen gruplar gibi belirli kesimlere olumsuz olarak yansırken, siyasi düzlemde toplumdaki dışlamacı olgulara karşı bütüncül bir politikanın oluşturulması gereğine dair bir farkındalığın olmaması ya da göz ardı edilmesi sorunun daha fazla derinleşmesine yol açmaktadır. Bunun yanında, ırkçılık ve yabancı düşmanlığı konusundaki farkındalığın siyasiler tarafından oy potansiyeli olarak görülüp şekillenmesi, ırkçı ve yabancı düşmanı tavır ve söylemleri sosyal tabanda daha fazla derinleştirmektedir. Bu durumun yalnızca marjinal siyasi oluşumlar düzeyinde kalmayıp belirli zamanlarda hükümet politika ve düzenlemelerine yansıması, dışlamacı ve ırkçı tavırlara meşruiyet kazandırmaktadır. Dolayısıyla sosyal ve ekonomik sorunların ırkçılık ve yabancı düşmanlığına zemin yarattığı bir ortamda, siyasi tabandan farklılığı belirginleştiren söylem ve düzenlemelerin gelmesi, Avrupa toplumu için kendinden farklı olana dair ayrımcı bir farkındalığın oluşumunu daha fazla tetiklemektedir. 126 III. BÖLÜM IRKÇILIK VE YABANCI DÜŞMANLIĞI ĐLE MÜCADELEDE AB POLĐTĐKALARI VE YASAL DÜZENLEMELERĐ Avrupa entegrasyon sürecinin kaçınılmaz bir gerçeği olan çok-kültürlülük, Avrupa toplumları için bir yandan ‘çeşitliliğin dinamizmi’ anlamına gelirken, öte yandan gelişimini kapsamlı bir politika çerçevesinde sürdüremediği ölçüde, neden olduğu sosyal marjinalleşme ile bütünleşmenin önünde engel oluşturabilmektedir. Bu bağlamda sosyal, siyasi, yasal, kültürel ve ekonomik pek çok nedenin tetiklediği ırkçılık ve yabancı düşmanlığına yönelik kapsamlı bir politika geliştirmek, entegrasyon projesinin değerlerini temel hak ve özgürlüklere dayandıran AB için önem taşımaktadır. Özellikle ekonomik temelli oluşumunu siyasi düzleme kaydırma kararı aldığı 1990’lı yıllar ile birlikte, AB içinde temel hak ve özgürlükler konusunda bütüncül ve etkili bir yaklaşımın önemi bir kat daha artmıştır. 1990’lı yıllara kadar bir yandan AT’nin kendine özgü kuruluş amaç ve özellikleri, öte yandan üye devletlerin tarihsel gerçeklikleri ve konuya yaklaşımlarındaki farklar nedeniyle, genelde temel hak ve özgürlükler özelde ise ırkçılık ve yabancı düşmanlığı lehine AB içinde siyasi bir irade gelişememiş ve dolayısıyla hukuki açılımların da gelmesi gecikmiştir. Hem siyasi hem de hukuki bağlamda düzenlemelerin yeni bin yıla yaklaşıldığında ancak hız kazanması, AB düzeyinde 127 ırkçılık ve yabancı düşmanlığı olgularına tepkinin geç geldiği ve zayıf kaldığı yönündeki eleştirilerin193 de elini güçlendirmiştir. Tarihsel bağlamda ırkçılık ve yabancı düşmanlığına yönelik AT/AB girişimleri, Topluluk insan hakları politikası kapsamında tanımlanan temel hak ve özgürlükler ile paralel bir düzlemde başlatılmaktadır. 1977 tarihli Temel Haklara Đlişkin Ortak Deklarasyon194, özelde ırkçılık ve yabancı düşmanlığına ayrı bir atıf yapmamış olsa da Topluluğun temel hakların korunmasına olan bağlılığı vurgulaması nedeniyle politikanın başlangıç noktası olarak ele alınmaktadır. Özellikle 1980’li yılların ikinci yarısından itibaren, konjonktürel değişimlere de paralel olarak, hız kazanan temel hak ve özgürlüklere yönelik Topluluk girişimleri, ırkçılık ve yabancı düşmanlığı düzenlemelerinde de kendini göstermiş ve periyodik olarak yayınlanan deklarasyon ve ilke kararlarında ifadesini bulmuştur. 1990’ların başında Avrupa Birliği Antlaşması (ABA), insan hakları ve temel özgürlüklere saygı ilkelerini AB mevzuatına dahil ederek insan hakları politikasının gelişimi yönünde önemli bir adım atarken; 1994 tarihli Korfu Zirvesi, Topluluğun ırkçılık ve yabancı düşmanlığı konusunu öngördüğü spesifik politikalar aracılığıyla daha derinlemesine ele almasını sağlayacak kararlar dizisi ile siyasi düzlemde politika dönüşümünü başlatmıştır. Fakat hukuki anlamda temel dönüşüm, Amsterdam Antlaşması ile Topluluk mevzuatına eklenen ve ırk ve etnik köken dahil olmak üzere geniş bir temelde ayrımcılıkla mücadeleyi içeren 13. madde ile yaşanmıştır. Avrupa Topluluğu Antlaşması’na (ATA) eklenen m.13 ile ilk defa Topluluğa ayrımcılıkla 193 Carlo Ruzza, “Anti-racism and EU Institutions”, Journal of European Integration, 2000, Vol. 22, Issue 2, p. 146. 194 Joint Declaration by the European Parliament, the Council and the Commission of 5 April 1977 (OJ C 103, 27.4.1977). 128 mücadele konusunda yasal önlem alması için yetki verilmiştir. Söz konusu yasal düzenlemeyi takip eden gelişmeler ise ana hatlarıyla, 2007 yılında Temel Haklar Ajansı olarak adı değiştirilen Irkçılık ve Yabancı Düşmanlığını Đzleme Merkezi’nin kuruluşu ve sonuncusu Avrupa Kültürlerarası Diyalog Yılı olarak belirlenen ve her yıl yeniden güncellenen sosyal ve siyasi anlam taşıyan kapsamlı açılımlar olmuştur. Yasal önlemlerin tek başına sadece sınırlı etkiye sahip olduğu fikrinden yola çıkarak, siyasi liderlerden gelen destekleyici etkinlikler ile birlikte sivil toplumu da içine alan sosyal bilinci artırmaya yönelik politikalar, AB içinde oluşturulmaya ve çeşitli projelerle desteklemeye çalışılmaktadır. Yasal düzlemde Avrupa sosyal girişim ve siyasi iradesinin son örneği, bazı akademik çevrelerce ‘yeni nesil mücadele anlayışı’ olarak da nitelendirilecek boyuttaki yenilikleri ile 2000 tarihli Irk Eşitliği Direktifi olmuştur. Eleştirel yönlerinin bulunmasına rağmen, doğrudan ve dolaylı ayrımcılığı açıkça tanımlaması ve ırk ve etnik kökene dayalı olan da dahil ayrımcılığın geniş bir temelde varlığını, istihdam alanı dışındaki pek çok sosyal alanda da kabul etmesi bakımından söz konusu direktif, AB düzenlemeleri açısından önemli bir hukuki adımı ifade etmektedir. Dolayısıyla Amsterdam Antlaşması’nın yürürlüğe girdiği 1999 yılına kadar antlaşmalar düzeyinde açık yasal bir temele dahi sahip olmayan Birlik adına 2000’li yılları, ırkçılık ve yabancı düşmanlığı ile mücadele alanında sıçrama tahtası olarak kabul etmek yanlış olmayacaktır. Bu bölümde, yukarıda kısaca ırkçılık ve yabancı düşmanlığı alanında AB düzeyinde gelişiminden bahsedilen politikalar ve yasal düzenlemeler tarihsel bir perspektif içinde ele alınacaktır. Birliğin ırkçılıkla mücadele konusundaki politika 129 ve düzenlemeleri, Topluluğa ayrımcılıkla mücadele konusunda düzenleme yapması için yasal yetki verilen Amsterdam Antlaşması öncesi ve sonrası düzenlemeler olarak ayrılacaktır. Bölüm içinde detaylandırılan siyasi girişim ve yasal düzenlemeler, ırkçılık ve yabancı düşmanlığı konusunda AB düzeyinde kapsamlı bir politika oluşturma hedef ve anlayışına getirdiği etki ya da etkisizlik boyutuyla incelenecek olup; AB’nin söz konusu düzenlemeler aracılığıyla oluşturmaya çalıştığı kapsamlı mücadele anlayışı ve çabalarının genel anlamda yeterlilik ve etkinliğinin tartışılması ise bir sonraki bölüme bırakılacaktır. 1. AB Düzeyinde Politika ve Girişim Đhtiyacının Nedenleri 1980’lerde AĐHS ve üye devletlerin ortak anayasal geleneklerinden kaynaklandığı haliyle temel hakların AT/AB düzeyinde korunacağına dair Spinelli Projesi ile atılan adımda ve izleyen düzenlemelerde AB, Avrupa entegrasyon projesinin temel değerlerini temel hak ve özgürlükler üzerine inşa eden bir yaklaşım benimsemiştir. Ancak söz konusu yaklaşım, daha çok ATAD’ın içtihadi yorumu ile şekillenmek zorunda kalırken, Lizbon Antlaşması yürürlük tarihi ile birlikte bağlayıcılık kazanacak olan Temel Haklar Şartı’na kadar geçen 50 yıllık dönem içinde AB kendi temel haklar kataloğunu dahi oluşturmaktan uzak kalmıştır.195 AB’nin neo-fonksiyonalist teori çerçevesinde ekonomiden siyasi alana kayan aşamalı bir bütünleşme tarihine sahip olması, temel hak ve özgürlükler konusundaki düzenlemelere karşı oluşan mesafenin ana nedenlerinden biri iken, ırkçılık ve 195 AB insan hakları politikasının gelişimi konusunda detaylı bilgi için bkz. Ercüment Tezcan, Avrupa Birliği Hukukunda Birey, Đstanbul: Đletişim Yayınları, 2002. & Andrew Williams, EU Human Rights Policies: A Study in Irony, New York: Oxford University Press, 2004. 130 yabancı düşmanlığı ile mücadele kapsamındaki gelişmelerin de 50 yıl gecikmeli olarak gelmesinin genel kabul gören nedenini oluşturmaktadır. Siyasi bütünleşme sürecine adım atmadan önce AT/AB, ortak pazar hedefini gerçekleştirmek amacıyla kendisine devredilen yetkiler çerçevesinde düzenleme yapma yetkisi ile sınırlı tutulmuştur. Đnsan hakları ve sosyal haklar Topluluk yetkileri dışında değerlendirilirken, sosyal korumadan uzaklaşmanın rekabet açısından kabul edilemez dezavantajlar yaratabileceği gözden kaçırılmıştır. Bu bağlamda sadece üye ülke vatandaşlarına karşı milliyet kökenli ayrım gözetmeme ve kadın-erkek arasında eşit ücretlendirme konuları temel garanti kapsamına alınarak sosyal koruma çerçevesinde düzenlenmiştir. Diğer temellere dayandırılan ayrımcılık ise, uzun bir süre, uygun önlemleri alma ve uygulama bakımından üye ülkelere bırakılmıştır.196 1990’larda ve özellikle 2000’li yıllara gelindiğinde önemli ölçüde değişen söz konusu bakış açısı, antlaşmalara doğrudan ya da dolaylı olarak ırkçılık ve yabancı düşmanlığı ile mücadele hükümlerinin girmesine, spesifik kurumsal düzenlemelere ve AB bütçesi fonlarının bu alana aktarılmasına izin vermiştir. AB politikalarında yaşanan gözle görünür değişimin, hem insan hakları bağlamındaki konjonktürel gelişmelere hem de Avrupa entegrasyon projesine bağlı olarak ortaya çıkan belli başlı nedenleri bulunmaktadır. Monar, üye devletlerin önceleri ısrarla ulusal bir problem olarak gördüğü ve ulusal politika düzeyinde ele alınmasını istediği sorunun ve sorunla mücadelenin ‘Avrupalılaşmasına’ izin veren nedenlerini üçlü bir kategori içinde ele 196 Sandra Fredman, “Equality: A New Generation?”, Industrial Law Review, Vol. 30, No. 2, June 2001, pp. 148-149. 131 almaktadır.197 Öncelikle üye devletler, artan ırkçılık ve yabancı düşmanlığının üye devletlerin geneline yayılan ortak bir probleme dönüştüğünün farkına varmaya başlamışlardır. 1980’lerin ikinci yarısından itibaren Batı Avrupa ülkeleri üzerinde artan göç baskısı, Fransa, Almanya, Đtalya ve Đspanya gibi bu olgudan etkilenen ülkelerin çoğunda, sorunu artan işsizlik gibi ekonomik problemlere paralel olarak daha ciddi hale getiren sosyal ve siyasi gerilimin artmasına yol açmıştır. Bu gerilim ayrıca toplumda artan yabancı düşmanı eğilimler, saldırgan ırkçı grupların ortaya çıkışı ve artan ırkçı olaylarda ifadesini bulmuştur. 1993 yılında Maastricht Antlaşması’nın yürürlüğe girmesiyle göç ve iltica sorunlarının ‘ortak ilgi alanlarına’ dahil etmesi ile birlikte üye ülkeler, ırkçılık ve yabancı düşmanlığı ile mücadelenin, göç ve iltica sorunlarına yönelik kapsamlı bir yaklaşımda ele alınması gerektiği kanısına varmışlardır. Bunun sonucu olarak, 1994 tarihli Korfu Zirvesi’nde ırkçılık ve yabancı düşmanlığına ilişkin kapsamlı ifadelere ilk defa yer verilmiş ve bu konuda Danışma Komisyonu kurulması198 kararlaştırılmıştır. Irkçılık ve yabancı düşmanlığını AB gündemine taşıyan ikinci neden, Avrupa yapılanmasının gelişimi kapsamında temel değerlerin artan önemidir. Ekonomik alandan siyasi alana bütünleşme sürecini kaydıran AB, kuruluş temellerini, üye devletlerin ortak ilkeleri olan hürriyet, demokrasi, insan hakları ve temel özgürlüklere saygı ve hukukun üstünlüğü ilkeleri üzerine oturttuğunu açıkça ifade etmiştir (ABA m. 6(1)). Hem AĐHS ile garanti altına alınan hem üye devletlerin ortak anayasal geleneklerine Topluluğun genel ilkeleri olarak saygı göstereceğini 197 Jörg Monar, “The EU’s Role in the Fight Against Racism and Xenophobia: Evaluation and Prospects after Amsterdam and Tampere”, Liverpool Law Review, 22, 2000, pp. 8-10. 198 Bkz. 24-25 Haziran 1994 Avrupa Konseyi Korfu Zirvesi Sonuç Bildirgesi Bölüm III – 1. 132 (ABA m. 6(2)) taahhüt eden Birlik için bu çerçevede ırkçılık ve yabancı düşmanlığı ile mücadeleye zamanla vurgu yapma gereği de doğmuştur. Zira pek çok düzenlemede de ifade edildiği şekliyle genelde ayrımcılık özelde ise ırkçılık ve yabancı düşmanlığı konusunda bütüncül ve etkili bir mücadelenin yokluğu, siyasi ve sosyal entegrasyon sürecinin ciddi ve endişe verici bir şekilde istikrarsızlığa uğramasına neden olacaktır. 1990’lar boyunca Avrupa Parlamentosu, özgür ve demokratik bir Avrupa toplumunun oluşumuna katkı sağlama amacıyla AB’nin rolüne vurgu yaparak, ırkçılık ve yabancı düşmanlığı konusunda düzenlemelerde bulunması için Konsey ve Komisyon üzerinde baskı kurmuştur. Đnsan hakları baskı gruplarından, göç ve iltica alanlarında artan sorumluluğuna paralel olarak Birliğin üçüncü ülke vatandaşlarının AB ülkelerinde yaşadıkları hoşgörüsüzlüğe karşı yeterli önlemi almadığı eleştirileri gelmeye başlamıştır. Yabancıların önyargılardan ve baskılardan uzak ikamet etmesini sağlayacak önlemler alınmaksızın göç konusunda salt kısıtlayıcı bir yaklaşımın benimsenmesi, pek çok politika yapıcı tarafından AB’nin amaçladığı hukuka ve hoşgörüye dayalı açık toplum fikriyle tutarsız görülmüştür.199 Artan göçmen ve azınlık nüfusu ile birlikte daha entegre bir Avrupa emek piyasası içinde ırkçılık ayrıca ekonomik bir engel teşkil etmektedir. Ruzza, üçüncü ülke vatandaşlarının, AB vatandaşları ile kıyaslandığında daha aşağı bir statüde bulunduğunu ifade etmekte ve böyle bir durumda ırkçılığın, emek piyasasına erişim ve çalışma koşulları bakımından ciddi sorunlar yaratabileceğini ve çoğunlukla da yarattığını belirtmektedir. Bu nedenle ırkçılık günümüzde piyasa 199 Monar, op. cit., p. 9. 133 entegrasyonunun ve genişlemenin daha da vurgulu hale getirdiği sosyal sorunların bir parçası olarak görülmektedir.200 Sorunların uluslararası özelliğe bürünmesi ve bunların aynı zamanda sınır-ötesi işbirliğini gerektirmeleri, ırkçılık ve yabancı düşmanlığı ile mücadelenin üye ülkeler tarafından ortak bir yaklaşım gerektirdiği gerçeğini kabullenmesindeki üçüncü etkendir. Avrupa polis işbirliği bağlamında belirtilen kanıtlar, ırkçı grupların sınır ötesi işbirliklerine başvurduğunu göstermektedir. Organize suçlar kadar olmasa da ırkçı gruplar, özellikle son yıllarda artan internet olanakları aracılığıyla, eylem ve bilgi paylaşımı ve propaganda için Avrupa-ötesi ağlar oluşturmaktadır. Bu bağlamda, 1990’larla birlikte sınır-ötesi bir sorun haline gelmeye başlayan ırkçılık ve yabancı düşmanlığı için sınır-ötesi karşı-önlemler alma gerekliliği doğmuştur.201 2. Amsterdam Antlaşması Öncesi AB Politika ve Düzenlemeleri Kurucu Antlaşmalarda da belirtildiği üzere ‘sınırlı yetki ilkesi’ (ATA m.5) uyarınca, yalnızca kendisine antlaşmalarla tanınan yetki ve hedeflerle sınırlı olarak faaliyet gösteren AT, ayrımcılıkla mücadele konusunda bu yetkiyi ancak Amsterdam Antlaşması ile Topluluk Kurucu Antlaşmalarına eklenen 13. madde ile elde etmiştir. Irk ve etnik kökene dayalı ayrımcılığı da içeren bu düzenleme Topluluk kurumlarına daha rahat bir hareket alanı sağlamaktadır. Ancak 1990’ların ikinci yarısına kadar giderilemeyen söz konusu yasal boşluk, aynı zamanda AB kurumlarının bu alanda girişim ve düzenlemelerde bulunmaktan uzak kaldığı 200 201 Ruzza, op. cit., pp. 145-146. Monar, op. cit., pp. 9-10. 134 anlamına da gelmemektedir. Son 20 yıllık dönemde hız kazanmakla birlikte, deklarasyon ve ilke kararları yayınlayarak AB kurumları, ırkçılık ve yabancı düşmanlığı sorunlarında farkındalık oluşturmaya çalışmışlardır. Ayrıca sorun, bazı dönemlerde AB Devlet ve Hükümet Başkanları Zirve Sonuç Bildirilerinde de yer bularak, kurumların bu konuda girişimde bulunmasına ön ayak olunmuştur. 2.1. 1977 ve 1986 Tarihli Ortak Deklarasyonlar Avrupa Parlamentosu, Konsey ve Komisyon tarafından yayınlanan 5 Nisan 1977 tarihli Temel Haklara Đlişkin Ortak Deklarasyon202, ırkçılık ve yabancı düşmanlığına doğrudan değinmemiştir. Ancak bir başlangıç noktası olarak Avrupa kurumlarının temel hak ve özgürlüklerin savunuculuğundaki kararlılığı belirtmesi açısından önem taşımaktadır. Deklarasyonda, “Avrupa Parlamentosu, Konsey ve Komisyon, özellikle üye ülkelerin anayasalarından ve Temel Hak ve Özgürlüklerin Korunmasına Đlişkin Avrupa Sözleşmesi’nden kaynaklanan temel hakların korunmasına olan bağlılıklarını önemle vurgulamışlardır”. Ayrıca söz konusu kurumlar, Avrupa Topluluklarının amaçlarını yerine getirirken ve yetkilerinin kullanımında söz konusu haklara saygı gösterdiklerini ve göstermeye de devam edeceklerini belirtmişlerdir. 11 Haziran 1986 tarihli Irkçılık ve Yabancı Düşmanlığına Karşı Deklarasyon203 ile Topluluk kurumları, önemli bir girişimde bulunmuş ve Topluluk içinde var olan ve dahası yükselmekte olan, çoğunluğu göçmenlere yöneltilen yabancı düşmanı 202 Joint Declaration by the European Parliament, the Council and the Commission of 5 April 1977 (OJ No C 103, 27.4.1977). 203 Declaration against Racism and Xenophobia of 11 June 1986 (OJ No C 158, 25.6.1986). 135 tavır, hareket ve şiddet eylemlerini tanımıştır. Deklarasyonda ırk ayrımcılığını ortadan kaldırma ve insan onuruna saygı gösterme, tüm Avrupa ülkelerinin ortak kültürünün ve yasal mirasının parçaları olarak vurgulanmış ve ırksal, dini, kültürel, sosyal ve milliyet bağındaki farklara dayalı olarak kişi ya da kişi gruplarına karşı tüm hoşgörüsüzlük, düşmanlık ve güç kullanımı da aynı zamanda kınanmıştır. Bunun yanında, toplumun tüm üyelerinin kişilik ve onurunun korunmasındaki kararlılık belirtilerek, yabancılara yönelik her türlü ayrımcılık reddedilmiştir. Bu Ortak Bildiri ile garanti edilenlerin sağlanması konusunda gerekli tüm önlemlerin alınmasını, Topluluk kurumları vazgeçilmez olarak tanımlamış ve bu konuda gerekli çabanın gösterilmesine karar vermiştir. Yeterli ve objektif bilginin ve ırkçılık ve yabancı düşmanlığı tehlikesinin tüm vatandaşlar tarafından fark edilmesinin önemini vurgulamasının yanında Topluluk kurumları, aynı zamanda her türlü ayrımcılık eylem ve biçimlerinin önlenmesi ya da durdurulması gereğinin de altını çizmiştir. 2.2. 29 Mayıs 1990 Tarihli Irkçılık ve Yabancı Düşmanlığı ile Mücadeleye Đlişkin Konsey Đlke Kararı 1980’lerin ortaları itibariyle dünya üzerinde hem siyasi hem ekonomik anlamda yeni bir düzenin ve Avrupa bütünleşme hareketinde yaşanacak dönüşümün sinyalleri verilmeye başlanmıştır. Bir yandan Soğuk Savaş’ın ideolojilere dayanan iki kutuplu düzeni çözülürken ve pazar (market) anlayışı farklılaşıp küreselleşmeye zemin hazırlarken öte yandan oluşan ideolojik boşluk milliyetçilik akımlarını da 136 yeniden gündeme getirmeye başlamıştır. Komünizmin çöküşü ile Avrupa’da siyasi zemin kaymaları yaşanmaya başlamış ve bir yandan sol kan kaybederken sağ partiler yeniden yükselişe geçmeye başlamıştır. Bununla birlikte Kasım 1989’da Berlin Duvarı’nın yıkılışı, ‘etnik millet’ kavramına dönüşü yeniden gündeme getirmiştir. Bu bağlamda 1990’lı yılların başı, komünizmin çökmesi ve AB bütünleşmesinin çoğunluğu konjonktüre bağlı olarak hız kazanmasıyla birlikte artan göç dalgaları ve nüfus hareketlerine de bağlı olarak, AB üye devletleri içinde milliyetçilik ve aşırı haliyle ırkçılık akımlarının artmasına sahne olmuştur.204 Dünya düzeninde yaşanan değişimin getirdiği bu hareketlilik, kaçınılmaz olarak Topluluk kurumlarını, Topluluk içinde artan hoşgörüsüzlüğe205 dikkat çekme amacını taşıyan adımlar atmaya yöneltmiştir. Bu bağlamda 1990’ların ilk yarısında Konsey, ırkçılık ve yabancı düşmanlığı ile çeşitli alanlarda mücadeleye ilişkin farklı ilke kararları benimsemiştir. Ayrıca Zirve kararlarında da ırkçılık ve yabancı düşmanlığına yer verilerek bu konudaki girişimlere ön ayak olmaya çalışılmıştır. Irkçılık ve yabancı düşmanlığını, 1977 ve devamı deklarasyonlarla geniş bir çerçevede çizilen insan hakları konseptinin bir parçası olarak kabul ederek Konsey, 29 Mayıs 1990 tarihinde Irkçılık ve Yabancı Düşmanlığı ile Mücadeleye Đlişkin Đlke 204 Ünver NOI, op. cit., s. 77-85. 1989 tarihli Eurobarometer anketi, Avrupalıların %78’inin demokrasiyi en iyi rejim olarak tanımlaması ve insan haklarına saygıyı savunmasına rağmen, farklı ırk, din, sosyal, kültürel kökene ve farklı milliyete sahip olanlara karşı net bir hoşgörüsüzlük olduğunu tespit etmiştir. Anket, Avrupa’nın söz konusu dönemde karşılaştığı ve aciliyet arz eden sorunlara siyasi sorumlulukla yaklaşması gerektiğini vurgulamıştır. (“Racism, Xenophobia and Intolerence: Human Rights and Immigration in the European Community”, Commission of the European Communities, November 1989.) 205 137 Kararı’nı206 yayınlamıştır. Konsey ilke kararında genel anlamda etkili ve önleyici bilgi ve eğitim politikasının önemi, medyanın rolü, değişim programlarının ve özellikle göçmen işçi çocukların eğitim sorunlarıyla mücadeleye getireceği katkıların üzerinde durmuş ve bu konuda Komisyon ve üye devletleri çeşitli adımlar atmaya davet etmiştir. Kararında ırkçılık ve yabancı düşmanı eylemlere yasal ve kurumsal önlemlerle karşılık verilmesi gerektiğini tanıyan Konseyin, bu önlemleri birebir sıralamış olması ileride Topluluk ve üye devletler tarafından atılacak adımlara yol gösterici olması bakımından önemli sayılabilir. Ana hatlarıyla söz konusu önlemleri Konsey şu şekilde sıralamıştır: - Her türlü ırk ayrımcılığı ile mücadeleye katkı sağlamayı amaçlayan uluslararası araçların henüz onaylamayan üye devletlerce onaylanması, - AĐHS m. 25 ve BM Her Türlü Irk Ayrımcılığının Ortadan Kaldırılmasına Đlişkin Uluslararası Sözleşme m.14 uyarınca belirtilen bireysel dilekçe hakkının henüz tanımayan üye devletlerce tanınması; gerekirse, Medeni ve Siyasi Haklara Đlişkin Uluslararası Sözleşmeye Ek Đhtiyari Protokol’ün onaylanması, - Yabancı düşmanı eylemleri önlemeyi ya da yasaklamayı amaçlayan kanunlara başvuru kararlılığı, - Farklı toplulukların ulusal, bölgesel ve yerel düzeyde entegrasyonlarını sağlama çabaları, 206 Resolution of the Council and the Representatives of the Governments of the Member States, meeting within the Council of 29 May 1990 on the Fight Against Racism and Xenophobia (OJ C 157, 27.06.1990). 138 - Đlgili ülkelerin yasal sistemlerine uygun olduğu ölçüde, ırkçılık ve yabancı düşmanlığı ile mücadeleye ilişkin organların kurulmasına ve yasal işlemler yapmasına izin verme, - Đlgililere kendi haklarını savunmalarını sağlamak amacıyla yasal yardımın geliştirilmesi, - Irkçılık ve yabancı düşmanlığından kaynaklanan ayrımcı eylemlerin çocuklar üzerindeki muhtemel etkileriyle mücadele için gerekli önlemlerin öneminin altının çizilmesi. 2.3. Haziran 1994 Korfu Zirvesi ve Kahn Komisyonu Raporu Topluluk Kurucu Antlaşmaları’nda ırkçılık ve yabancı düşmanlığı konularına gönderme yapılmamış olması, Topluluk kurumlarını bağlayıcı önlemler almaktan alıkoyarken Aralık 1990 tarihinden itibaren Topluluğa yeni alanların dahil edilmesini öngörecek siyasi birlik tartışmaları hız kazanmaya başlamıştır. Özellikle adalet ve içişleri alanında hükümetlerarası işbirliği çerçevesindeki çalışmaların Birlik kapsamında düzenlemelerle daha hesap verebilir hale gelmesi öngörülmüştür. Bu bağlamda gerçekleştirilen Hükümetlerarası Konferans ve Aralık 1991 tarihli Konsey toplantısı sonucunda Avrupa Birliği’nin oluşturulması konusu karara bağlanmıştır. Dolayısıyla 1992 yılında imzalanan Maastricht Antlaşması (AB Antlaşması), Kasım 1993 tarihinde yürürlüğe girerek Topluluk yetki alanlarının dışında hükümetlerarası özelliğe sahip iki farklı sütunu da bünyesine katan Avrupa Birliği’ni oluşturmuştur. Böylece yeni antlaşma ile Avrupa halkları arasında daha yakın bir birliğin temelini oluşturma kararlılığı açıkça belirtilerek yeni bir aşamaya girildiğinin işaretleri verilmiştir. Ancak III. Sütun çerçevesinde polis ve adli 139 işbirliğini öngören Maastricht Antlaşması da ırkçılık ve yabancı düşmanlığına ilişkin doğrudan bir gönderme yapmaktan uzak kalmıştır. Bunun sonucunda ırkçılık ve yabancı düşmanlığına ilişkin alınacak ilk önlemler, uygun yasal zemin bulma konusunda biraz da yaratıcılığın kullanılmasıyla207 Maastricht Antlaşması’nın III. Sütun kapsamında cezai konularda adli işbirliğini öngören K maddesine dayandırılarak çıkarılmıştır. Ancak söz konusu yasal zemin çerçevesinde ırkçılık ve yabancı düşmanlığına ilişkin ilk ‘ortak eylem’in benimsenmesi için 15 Temmuz 1996 tarihini beklemek gerekecektir. Maastricht Antlaşması ile polis ve adli işbirliği konularında daha rahat hareket alanı kazanan Birlik, Devlet ve Hükümet Başkanları Zirvelerinde de III. Sütun kapsamında geçen konularla birlikte ırkçılık ve yabancı düşmanlığı konularına doğrudan eğilmeye başlamıştır. Bu bağlamda 24-25 Haziran tarihli Korfu Zirvesi, söz konusu olguları derinlemesine ele alması ve spesifik politikalarla bir dizi önlem girişimini başlatması açısından bir kırılma noktası olarak bahsedilmektedir.208 Zirve Sonuç Bildirgesinin Adalet ve Đçişleri Alanında Đşbirliği başlıklı III. bölümün 1. kısmı ırkçılık ve yabancı düşmanlığına ayrılmıştır. Konsey devam etmekte olan hoşgörüsüzlüğü, ırkçı ve yabancı düşmanı eylemleri kınamış ve sorunla mücadele konusundaki kararlılığını belirtmiştir. Aynı Zirvede, Almanya Şansölyesi Helmut Kohl ve eski Fransa Cumhurbaşkanı François Mitterand, başkanlığını (Dünya Yahudi Kongresi Avrupa Cemaatleri Başkanı) Jean Kahn’ın yaptığı bir danışma komitesi kurmayı öngören ‘Irkçılık ve Yabancı Düşmanlığına Đlişkin Ortak 207 Monar, op. cit., p. 10. “Trends and Developments 1997-2005 – Combating Ethnic and Racial Discrimination and Promoting Equality in the European Union”, European Union Agency for Fundamental Rights (FRA), 2007, p. 9. 208 140 Girişim’e öncülük etmişlerdir. Bunun üzerine, ırkçı ve yabancı düşmanı şiddet eylemleriyle mücadele amacıyla Birlik düzeyinde küresel bir strateji geliştirmeye karar veren Konsey, Fransa ve Almanya’nın girişimlerinde belirtilen, yabancıları anlama ve hoşgörüyü teşvik etme lehine çalışan çeşitli sosyal organlar ve hükümetler arasında işbirliği konusunda önerilerde bulunmakla görevli bir Danışma Komisyonu’nun kurulmasını kabul etmiştir.209 Korfu Zirvesi’nde kurulması öngörülen Irkçılık ve Yabancı Düşmanlığı Danışma Komisyonu, Temmuz 1994’te Konsey’den aldığı yetkiyle Eylül 1994 itibariyle Jean Kahn başkanlığında düzenli şekilde toplantılar gerçekleştirerek çalışmalarına başlamıştır. Bu bağlamda, ulusal düzeyde resmi yetkililerin ve sivil toplum kuruluşlarının verimli bağlantılar kurmasını sağlayacak yuvarlak masa toplantıları da düzenleyen Komisyon, Nisan 1995 tarihinde final raporunu açıklamıştır. (Danışma Komisyonu, Kahn başkanlığında toplandığı için genelde ‘Kahn Komisyonu’ olarak adlandırılmakta ve Komisyon’un ırkçılık ve yabancı düşmanlığına ilişkin yayınladığı rapor da Kahn Raporu olarak literatürde yer almaktadır.) Kahn Raporu, hem üye ülkelerde günlük yaşamın bir parçası haline gelen ırkçılık ve yabancı düşmanı eylemleri tespit etmiş olması hem de sorunla mücadele için hukuksal ve kurumsal düzeyde öneriler getirmiş olması bakımından önem taşımaktadır. Kahn Raporu öncelikle tarihinin faşizm, ırkçılık ve antisemitizme tanıklık etmesinden 60 yıl sonra 15’ler Avrupasının yeni bir tehditle karşı karşıya kaldığı uyarısında bulunmuştur. Endişe ve korkunun giderek yayıldığı Avrupa’da, ırkçılık ve yabancı düşmanlığının tekrar ölüm ve yaralanmalara neden 209 Bkz. 24-25 Haziran 1994 Avrupa Konseyi Korfu Zirvesi Sonuç Bildirgesi Bölüm III – 1. 141 olduğuna işaret eden rapor, mağdurların çoğunlukla Avrupa’da yaşayan yabancılar ve azınlıklar olduğuna dikkat çekmiştir.210 Kahn Komisyonu, eğitim, iletişim, medya, istihdam, serbest dolaşım, polis ve adli işbirliği gibi alanlarda görevli altkomisyonlar aracılığıyla söz konusu dönemdeki sorun ve eksiklikleri tespit ederek öneriler getirmiştir. Kahn Raporu’nun önemle üzerinde durduğu konulardan biri, bütün üye ülkelerde azınlıklar arasındaki işsizlik oranının orantısız bir şekilde yüksek olması ve çalışma ortamında ırk ayrımcılığı ve ırkçı nefretin oldukça önemli bir sorun haline gelmesi olmuştur.211 Irkçılık ve yabancı düşmanlığı ile mücadelede yasal düzenlemelerin uyumlaştırılmasının önemini vurgulayan Kahn Raporu, uzun vadeli bir Avrupa Birliği stratejisi oluşturabilmek için gerekli unsurları da sıralamıştır. Buna göre, Adalet ve Đçişleri Konseyi bakanları AB üye ülkelerinin konuyla ilgili yasal düzenlemelerini uyumlaştırmak için adım atmalı ve adalet ve içişlerinde işbirliği çerçevesinde polis ve adli sistemler arasında işbirliğini sağlamalıdır. Ayrıca bakanların, kurulacak bir gözlemevi aracılığıyla önerilen politikalarda ilerleme sağlanıp sağlanmadığına dair yayınlanacak raporları her yıl incelemesi önerilmektedir. Polisiye kurum ya da güçlerin, halihazırda ayrımcılıkla mücadele ile ilgili çabaları göz önünde bulundurularak, polis ve adli sistem içinde ırkçılık ve yabancı düşmanlığı ile mücadele için gerekli AB çerçevesindeki stratejilerde aktif olarak yer alması öngörülmektedir. Mali anlamda projelerin AB tarafından fonlanması da uzun vadeli AB stratejisi kapsamında öngörülen unsurlar içinde yer 210 Final Report from Consultative Commission on Racism and Xenophobia, 6906/1/95, Brussels, 23 May 1995 (26.05), pp. 4-5. 211 Ibid., p. 11. 142 almıştır. Ayrıca Europol’ün yetki alanının, AB içinde uluslararası organize ırkçı ve yabancı düşmanı suçlara yönelik olarak genişletilmesi gerekliliği ortaya konmuştur.212 Kahn Komisyonu, raporunda ayrıca ırkçılık ve yabancı düşmanlığı ile mücadele amacını taşıyan herhangi bir Avrupa stratejisinin gerekli unsuru olarak, Topluluğa açıkça yetki veren antlaşma değişikliğinin yapılması gerektiği sonucuna varmıştır. Buna göre, ırk ayrımcılığıyla mücadele etme görevi öncelikle, ATAD’ın görev alanına giren, tümüyle AB yetki alanının içinde olması gereken bir konu olmalıdır. Bakanlar Konseyi, oybirliğinin aksine nitelikli oy çoğunluğu ile direktifleri geçirme yetkisine sahip olurken, Komisyon da uygulamaya yönelik önlemler alma konusunda yetkilendirilmelidir. Dahası Rapor, istihdam alanında ayrımcılığın yasaklanması konusunda ortak yasal düzenlemelerin oluşturulmasını; üye ülkelerde ırkçı nefreti teşvik eden eylemlere karşı açıkça cezai yetkilerin verilmesini ve sınırlar arasında ırkçı materyallerin dağıtımını kontrol altına almak için bir mekanizma geliştirilmesini yapılacak değişiklikler arasında saymaktadır. 213 Komisyon raporunun özelliklerinden bir diğeri de ırkçılık ve yabancı düşmanlığına ilişkin bir Avrupa gözlemevinin kurulmasını önermesidir.214 Bağımsız bir organ kurma önerisi, 1997 tarihinde Konsey tüzüğü aracılığıyla kuruluşuna izin verilen Đzleme Merkezi fikrinin oluşumuna zemin hazırlaması bakımından önem taşımaktadır. 212 Ibid., p. 54. Ibid., p. 57-60. 214 Ibid., p. 60. 213 143 Nisan 1995 tarihinde yayınlanan Kahn Raporu sonrası gerçekleştirilen ilk Zirve toplantısında AB, bir gözlemevi oluşturma fikrine sıcak baktığını açıklamıştır. 2627 Haziran 1995 tarihli Cannes Zirvesi’nde215 ırkçılık ve yabancı düşmanlığına yönelik Birlik çapındaki çabaların önemine değinilmiş ve Danışma (Kahn) Komisyonundan Irkçılık ve Yabancı Düşmanlığını Đzleme Merkezi’nin fizibilite çalışmalarını yapmak için, Avrupa Konseyi ile yakın işbirliği içinde, çalışmalarını genişletmesi istenmiştir. 2.4. 1995 Tarihli Konsey Đlke Kararları Ekim 1995 tarihinde Konsey ırkçılık ve yabancı düşmanlığı konusunda farklı alanlara ilişkin iki ayrı Đlke Kararı benimsemiştir. Đlki 5 Ekim 1995 tarihli olan Đlke Kararı216, istihdam ve sosyal işler alanlarında entegrasyon politikalarının uygulanmasını sağlamak amacıyla yayınlanmıştır. ABA m. F(2)’de belirtilen Topluluk hukukunun genel prensipleri olarak temel haklara saygı duyulmasını sağlayarak ırkçılık, yabancı düşmanlığı ve anti-semitizm ile mücadeleye katkı sağlama amacını da taşıyan Đlke Kararı’nda Konsey, özellikle istihdam ve sosyal işler alanındaki her türlü insan hakları ihlalini ve ırkçılığı şiddetle kınamıştır. Konsey, kararında mevcut Topluluk programları kapsamında alınan önlemleri gözden geçirmeye çağırmıştır. Üye ülkelere ise, Irkçılık ve Yabancı Düşmanlığı 215 Cannes European Council 26 and 27 June 1995 Presidency Conclucions, Title III. Internal Affairs, article 5, <http://www.dpt.gov.tr/abigm/abtb/Zirveler/1995%20Cannes%20%202526%20Haziran.htm>, (erşim tarihi: 15.03.2008). 216 Resolution of the Council and the Representatives of the Governments of the Member States, Meeting within the Council, of 5 October 1995, on the Fight Against Racism and Xenophobia in the Fields of Employment and Social Affairs (OJ C 296, 10.11.1995). 144 Danışma Komisyonu önerilerini dikkate alarak, belirtilen ortak hedeflerin gerçekleştirilmesine yönelik ilerleme kaydedilmesi çağrısı yapılmıştır. Kararda belirtilen ortak hedefler: - Irk, renk, din, millet ya da etnik kökene dayalı her türlü ayrımcılığa karşı kişilerin korunmasını garanti altına almak, - Toplumun çeşitliliği göz önünde bulundurularak, ilgili üye devletlerde yasal olarak ikamet eden kişilerin o devletlere entegrasyonunu sağlayacak önemli bir araç olarak istihdamı ve mesleki eğitimini sağlamak, - Her bir ülkede yasal olarak ikamet eden işçilere yönelik her türlü emek ayrımcılığı ile mücadele etmek, - Özellikle kadınlar, gençler ve çocuklar başta olmak üzere en çok ayrımcılığa maruz kalan gruplar için eşit fırsatlar sağlamak. Konsey’in aynı dönemde benimsediği ikinci Đlke Kararı, ırkçılık ve yabancı düşmanlığı sorunlarına eğitim sistemi içinde cevap verilmesine ilişkin olmuştur. 23 Ekim 1995 tarihli Đlke Kararı217 ile Konsey, ırkçılık ve yabancı düşmanlığı ile mücadelede yerel, ulusal düzeyde ve Avrupa düzeyinde girişimleri içeren eğitim politikasının önemini vurgulamayı amaçlamıştır. Kaliteli bir eğitim sisteminin fırsat eşitliğini teşvik etme amacında olması gerektiğini vurgulayan Đlke Kararı’nda, Avrupa eğitim sisteminin de demokrasi ve insan haklarına saygıyı olduğu kadar, başka kültür, din ya da etnik kökene sahip olanlara karşı dayanışma ve hoşgörüyü sağlama çabasında olması gerektiği belirtilmiştir. Bu bağlamda Avrupa toplumunun 217 Resolution of the Council and of the Representatives of Member States’ Governments, Meeting within the Council, of 23 October 1995, on the Response of Educational Systems to the Problems of Racism and Xenophobia (OJ C 312, 23.11.1995). 145 kültürel çeşitliliğini yansıtan eğitim materyallerinin hazırlanması ve öğrencilere yönelik spesifik entegrasyon girişimlerinin başlatılması gibi önlemler, dikkate alınması gereken unsurlar olarak sayılmıştır. Konsey ayrıca Komisyon ve üye ülkeleri, eğitim sisteminde uygulanması öngörülen çeşitli girişimlerde bulunmaya çağırmıştır. 2.5. 13 Aralık 1995 Tarihli Irkçılık, Yabancı Düşmanlığı ve Anti-Semitizme Đlişkin Komisyon Bildirisi Kamuoyu yoklamalarının ırkçılık, yabancı düşmanlığı ve anti-semitizmin Topluluk içindeki durumunun ciddiyetini işaret etmeye başlaması ve kamuoyunda söz konusu soruna yönelik ulusal, bölgesel ve Avrupa düzeyinde daha fazla girişim beklentisinin oluşması üzerine Komisyon, 13 Aralık 1995 tarihinde konuya ilişkin ilk Bildirisini218 yayınlamıştır. Girişimlerin ve eylemlerin ancak tüm politikalara entegre edildiği sürece etkili olacağını savunan Komisyon, Bildirisinde ırkçılık, yabancı düşmanlığı ve anti-semitizmle mücadele kapsamındaki güncel ve gelecekte planladığı etkinliklerini özetlemiştir. Ayrıca her ne kadar ırkçılıkla mücadeleyi üye ülkelerin temel ilgi alanı olarak kabul etse de Komisyonun sorunu açıkça ulusötesi bir sorun olarak tanımlaması açısından Bildiri önem kazanmaktadır. Komisyon, ırkçılıkla mücadele konusunda eylemlerde bulunurken dört ilkeden yola çıkmaktadır. Buna göre, ırkçılıkla mücadele evrensel bir işbirliğini 218 Commission Communication of 13 December 1995 on Racism, Xenophobia and Anti-Semitism, COM (95) 653. 146 gerektirmektedir. Đkinci ilke olarak ırkçılıkla mücadele stratejilerinde esas amacın önleme olması gerekliliği ifade edilmiştir. Eylemlerde tutarlılığı sağlamak amacıyla mücadele stratejilerde başvurulacak önceliklerin bütün taraflarca ortak olarak belirlenmesi üçüncü ilke olarak tespit edilmiştir. Son olarak Komisyon, yetki ikamesi ilkesi çerçevesinde hareket edeceğini belirtmiştir. Söz konusu ilkeler çerçevesinde Komisyon; Avrupa Sosyal Fonu, eğitim ve gençlik programlarına mücadele aracı olarak başvurabilmektedir. Bildiride ayrıca entegrasyon politikaları ve ırkçılık ve yabancı düşmanlığı mücadele politikaları arasındaki ilişkiye vurgu yapılmıştır. Komisyon, benimsediği ilke ve deneyimlerinden yola çıkarak, özellikle göçmen ve etnik azınlıklardan gelecek arabulucu eğitimleri teşvik edeceğini ve destekleyeceğini belirtmiştir. Ayrıca özellikle sosyal hizmetler, barınma ve tıbbi hizmetler alanlarında göçmen ve etnik azınlıklarla sıkça ilişki içindeki işçi ve yöneticiler için eğitim kurslarını teşvik edeceğini ifade etmiştir. Komisyon ayrıca kamuoyunu ırkçılığa karşı uyarmak ve önyargılarla mücadele amacıyla medyanın çabalarına da destek vereceğini belirtmiştir. Yetkileriyle sınırlı olarak Komisyon, gençler arasında gerçekleştirilecek hem Topluluk-içi hem de üye olmayan ülkeler arasındaki değişim programları aracılığıyla toplumu ırkçılığa karşı uyarmak için uzun-dönemli eğitim sürecine katkıda bulunacağını da ifade etmiştir. Bildiride Komisyon, ırkçı nefretin üye ülkelerin çoğunda suça dönüştüğünü belirten çalışmalara atıfta bulunarak etkili bir ceza sistemini her yerde sağlayabilmek için yasaların uyumlu hale getirilmesini öngörmüştür. Komisyon 147 yasama süreci için üç ayrı öneride de bulunmuştur. Topluluk hukukuna, tüm yasal düzenlemelerde başvurulabilecek genel bir ayrım gözetmeme hükmünün yer alması, Komisyonun 1995 yılında öne sürdüğü düzenlemelerin başında gelmiştir. Dahası Komisyon, söz konusu Bildiri ile ırk ayrımcılığı ile mücadele için spesifik yetkinin antlaşmalar yoluyla kurumlara verilmesindeki ısrarını belirtmiştir. Ayrımcılığa karşı yasal düzenlemelerin, üye ülkelerin Topluluk hukukunu uygularken başvuracakları genel amaçlar kapsamına alınması da Komisyonun yasal düzenleme boyutuyla üzerinde durduğu konu olmuştur. Dolayısıyla Komisyondan gelen Topluluk düzeyinde yasal düzenlemelere yönelik bu öneri ve hatta ısrarın, Amsterdam Antlaşması ile ayrımcılıkla mücadele konusunda getirilen yeniliklerde, belirli ölçüde, etkili olduğunu söylemek mümkündür. 2.6. Irkçılık ve Yabancı Düşmanlığı ile Mücadeleye Đlişkin Ortak Eylem Konsey, 15 Temmuz 1996 tarihinde ABA eski K.3 maddesine (ABA m.31) dayanarak III. Sütun çerçevesinde bir Ortak Eylem219 yayınlamıştır. Cezai konularda adli işbirliğine yönelik ortak eylem yayınlama yetkisini AB Antlaşması’ndan alan Konsey, söz konusu Ortak Eylem içerisinde ırkçı eylemleri listelemiş olması bakımından önemli bir adım atmıştır. Ortak Eylem, ırkçılık ve yabancı düşmanlığı suçlarını işleyen faillerin, cezai prosedürlerden kaçmak ve böylece yaptıkları eylemlerden muaf olmak için, bir 219 Joint Action/96/443/JHA of 15 July 1996 adopted by the Council on the basis of Article K.3 of the Treaty on European Union, concerning action to combat racism and xenophobia (OJ L 185, 24.07.1996). 148 ülkeden başka bir ülkeye taşınarak üye devletlerdeki farklı uygulamaları sömürmelerini engellemek amacıyla mücadele kuralları benimsemek için düzenlenmiştir. Konsey, söz konusu düzenlemede sayılan davranış biçimlerine dayanan suçlarla ilgili olarak etkili yargısal işbirliğini sağlama konusunda üye ülkeleri sorumlu tutmuştur. Ortak Eylem çerçevesinde cezalandırılabilecek suçlar şu şekilde sıralanmıştır: - Ayrımcılığı teşvik etme; renk, ırk, din, milliyet ya da etnik kökene dayalı olarak tanımlanan bir grup ya da bu gruba mensup kişilere ilişkin olarak gösterilen şiddet ya da ırkçı nefret; - Irkçı ve yabancı düşmanı bir amaçla insanlığa karşı suçları ve insan hakları ihlallerini görmezden gelme; - Renk, ırk, din, milliyet ya da etnik kökene dayalı olarak tanımlanan bir gruba mensup kişileri hakir gördüğü ölçüde, 8 Nisan 1945 tarihli Londra Antlaşmasına Ekli Uluslararası Askeri Mahkeme Şartı m. 6 uyarınca tanımlanan suçları inkar etme; - Irkçı ve yabancı düşmanı ifadeler içeren kitapçık, resim ya da diğer materyallerin yayılması ya da dağıtılması; - Ayrımcılık, şiddet ya da ırk, etnik köken ya da dini nefret içeren grup, kurum ya da kuruluş eylemlerine katılma. Yukarıda listelenen suçlara ilişkin olarak yürütülecek soruşturma ya da işlemler sırasında yargısal işbirliğini geliştirme üye ülkeler açısından zorunlu tutulmuş ve uygun önlemlerin alınması istenmiştir. Kamuya dağıtılma amaçlı ırkçı ve yabancı düşmanı ifadeler içeren kitapçık, resim ya da diğer materyallere el koyma, söz 149 konusu materyaller üye devlet topraklarında kamuya takdim edildiği zaman, alınacak uygun önlemler arasında belirtilmiştir. Irkçı ve yabancı düşmanı ifadeler içeren materyallerin kamuya başka bir ülkede dağıtılma amaçlı bir ülkede depolandığı durumlarda, Ortak Eylem, üye devletleri alı koyma işlemine girişebilmeleri için diğer üye devleti haberdar etmekten sorumlu tutmuştur. Üye ülkelerde ırkçı eylemlere dayalı suçlara karşı yürütülecek soruşturma ya da işlemlerde yararlı olabilecek bilgi toplama ve değişiminden sorumlu olacak temas noktalarının kurulması da ırkçılıkla mücadele kapsamında alınması öngörülen önlemler arasında sayılmıştır. 13 Ağustos 1996 tarihi yasal düzenlemenin yürürlüğe giriş tarihi olarak belirlenirken, Ortak Eylemde sayılan herhangi bir maddenin üye devletlerin uluslararası düzenlemelerle bağlı oldukları sorumlulukların altına düşülmesi anlamına gelmediği de eklenmiştir. 2.7. Irkçılığa Karşı Avrupa Yılı (1997) Maastricht Antlaşması, yukarıda da belirtildiği gibi, ekonomik birlikten siyasi birliğe adım atma adına yeni politika alanları oluşturduysa da ırkçılıkla mücadelede özel bir hüküm öngörmemiştir. Dolayısıyla AB kurumları, spesifik yasal yetkileri olmaksızın, Topluluk bazında yasal düzenlemelerde bulunma konusunda isteksiz davranmışlardır. Bu bağlamda yakın zamana kadar bu konudaki faaliyetler, bağlayıcı olmayan ilke kararlarını benimseme ve deklarasyonlar yayınlama şeklinde sınırlı bir çerçevede yürütülmüştür. 1990’ların ikinci yarısından itibaren ise 150 ırkçılıkla mücadeleye ilişkin Avrupa Birliği düzeyinde somut adımlar atılmaya başlanmıştır. Bu çerçevede 1996 yılı ve sonrasında yapılan açılım ve girişimler, AB’nin anti-ırkçı politikaları açısından dönüm noktası olarak tanımlanmaktadır.220 Due, Topluluk genelinde geliştirilen yasal düzenlemelerin iki önemli amaca hizmet edeceğini vurgulamaktadır. Buna göre, Topluluk genelinde uygulama alanı kazanacak düzenlemeler, öncelikle bir Topluluk standardı oluşturarak üye devletleri mevcut ulusal yasaların geliştirmesi konusunda sıkıştırma imkanı sağlayacaktır. Đkinci olarak da yasal düzenlemeler aracılığıyla ırkçı materyallerin dağıtımı gibi Avrupa ülkeleri arasında ırkçılığın artması ve yayılmasına neden olan ırkçı faaliyetler hedef alınabilecektir.221 Irkçılık ve yabancı düşmanlığı ile Topluluk genelinde etkin bir mücadele anlayışına katkı sağlama amacıyla atılan ilk somut adım, 1997 yılını Irkçılığa Karşı Avrupa Yılı olarak ilan eden Đlke Kararı’nın Konsey tarafından benimsenmesi olmuştur. 23 Temmuz 1996 tarihli Đlke Kararı222 ile Konsey, Topluluğun genelde insan hakları özelde ise ırkçılık ve yabancı düşmanlığı ile ilgili düzenlemelerini ve BM ve Avrupa Konseyi çalışmalarını göz önüne alarak, 1997 yılını Irkçılığa Karşı Avrupa Yılı olarak kabul etmiştir. Avrupa Yılı’nın ilanı ile Konsey, konunun ciddiyetini vurgulama amacını taşıyan belirli hedeflerle yola çıkmıştır. Đlke Kararı’nda belirtilen hedefler şunlardır: 220 Johnita P. Due, “European Union Anti-Racism Policy Reaches Turning Point”, The Human Rights Brief, <http://www.wcl.amercan.edu/hrbrief/v3i2/euro32.htm>, (erişim tarihi: 16.11.2007). 221 Ibid., p.1. 222 Resolution of the Council and the representatives of the governments of the Member States, meeting within the Council of 23 July 1996 concerning the European Year against Racism (1997) (OJ C 237 of 23.07.1996). 151 - Irkçılık, yabancı düşmanlığı ve anti-semitizmin, insan haklarına saygı ve Topluluk içindeki ekonomik ve sosyal bağlılık konuları önünde ciddi bir tehdit oluşturduğunun altını çizmek, - Avrupa’da ırkçılık, yabancı düşmanlığı ve anti-semitizm ile mücadele için gerekli önlemlerin tartışılmasını teşvik etmek, - Irkçılık, yabancı düşmanlığı ve anti-semitizm ile mücadele konusunda yerel, ulusal düzeyde ve Avrupa düzeyinde mevcut etkili strateji ve iyi uygulamalara ilişkin deneyimlerin paylaşılmasını sağlamak, - Bu alandaki eylemlerin etkinliğini arttırmak amacıyla, ırkçılık, yabancı düşmanlığı ve anti-semitizm ile mücadele konusunda çalışan kişiler arasında, kullandıkları strateji ve uygulamalara yönelik bilgi paylaşımının sağlanması, - Özellikle istihdam, eğitim ve barınma alanlarında ulusal düzeyde uygulanan entegrasyon politikalarının faydalarını anlatmak, - Irkçılık, yabancı düşmanlığı ve anti-semitizmden etkilenen ya da etkilenmesi muhtemel kişilerin deneyimlerinden mümkün olduğu ölçüde yararlanmak ve bu kişilerin topluma katılımını sağlamak. Avrupa Yılı ile öngörülen amaçların yerine getirilmesi için ayrıca üye devletlere ve Komisyona bazı önlemler almaları ve hem yerel ve bölgesel hem de ulusal düzeyde uygulanan önlemlerin desteklenmesi için çağrıda bulunulmuştur. Bu önlem ve girişimler kısaca; konu ile ilgili seminer ve konferansların düzenlenmesi, seminerlerin sonuçlarını içeren raporların hazırlanması, bilgi paylaşımında 152 bulunulması ve Avrupa Yılı hakkında ortak bir logo ve sloganın belirlenmesi olarak ifade edilmiştir. Irkçılığa Karşı Avrupa Yılının ırkçılık ve yabancı düşmanlığı ile mücadele için benimsediği hedeflerin en önemli çıktılarından biri, tüm üye ülkelerde ırkçılıkla mücadele için çalışan Avrupa çapında bir sivil toplum ağının kurulmasıdır. Irkçılığa Karşı Avrupa Ağı (European Network Against Racism – ENAR) olarak adlandırılan bu oluşum, 600’den fazla sivil toplum örgütünü bir araya getirmekte ve sivil toplum adına ortak bir ses oluşturarak AB karar alma sürecini etkilemeye çalışmaktadır. Farkındalığı ve entegrasyon politikalarının etkinliğini artırarak sorunla mücadeleye Avrupa çapında katkı sağlamayı hedefleyen ENAR, hedefine yayınladığı raporlar, düzenlediği konferanslar ve lobi faaliyetleri aracılığıyla ulaşmaya çalışmaktadır.223 2.8. Avrupa Irkçılık ve Yabancı Düşmanlığını Đzleme Merkezi’nin Kuruluşu Irkçılık ve yabancı düşmanlığı ile mücadeleye yönelik Birlik tarafından atılan somut adımların ikincisi, Kahn Raporu’nun kurumsal önerileri arasında da yer alan Avrupa Irkçılık ve Yabancı Düşmanlığını Đzleme Merkezi’nin (European Monitoring Centre on Racism and Xenophobia – EUMC) kurulması olmuştur. 1995 Cannes Zirvesi’nde ırkçılıkla mücadelenin önemine vurgu yapılarak Danışma Komisyonu’ndan hakkında fizibilite çalışmalarının yapılması istenen Đzleme Merkezi, 21-22 Haziran 1996 tarihli Floransa Zirvesi’nde tekrar gündeme gelmiştir. 223 Detaylı bilgi için bkz. <www.enar-eu.org>. 153 Konsey, kuruluş prensiplerini onayladığını belirterek Merkezin bütçesi ve Avrupa Konseyi ile ilişkilerinin belirlenmesi konusundaki çalışmaların incelenmesini istemiştir. Ayrıca Irkçılık ve Yabancı Düşmanlığı Danışma Komisyonu’nun (Kahn Komisyonu) görevini, Đzleme Merkezi kurulana kadar çalışmalarını sürdürmek üzere uzatmıştır.224 2 Haziran 1997 tarihinde ise 1035/97 sayılı Konsey Tüzüğü225 ile merkezi Viyana’da yer alan EUMC kurulmuştur. Merkezin temel amacı, yetki alanları dahilinde önlem alacakları ya da eylemlere girişecekleri zaman yardımcı olmak amacıyla Topluluk ve üye ülkelere ırkçılık, yabancı düşmanlığı ve anti-semitizme ilişkin Avrupa düzeyinde objektif, güvenilir ve karşılaştırılabilir veri sağlamak olarak belirtilmiştir. Merkezin diğer amaçları arasında ırkçılık, yabancı düşmanlığı ve anti-semitizm olgularının gelişim ve boyutları üzerinde çalışmak, bu olguların neden, sonuç ve etkilerini analiz etmek ve iyi uygulama örneklerini incelemek yer almaktadır. Bu amaçlara ulaşabilmek için Merkez, araştırma merkezleri, üye devletler, Topluluk kurumları, uluslararası kurumlar ve hükümet-dışı kuruluşların bilimsel araştırma verileri da dahil olmak üzere bilgi ve verileri toplamak, kaydetmek ve analiz etmek ile görevlendirilmiştir. Bunun dışında, bilimsel araştırma ve anketler düzenleme, kamuya açık dokümantasyon kaynakları oluşturma, Topluluk içindeki ırkçılık ve yabancı düşmanlığı durumunu belirten yıllık rapor yayınlama ve düzenli yuvarlak masa toplantılarının organizasyonunu 224 Florence European Council, 21-22 June 1996 Presidency Conclusions,Title III. Justice and Home Affairs, <http://www.dpt.gov.tr/abigm/abtb/Zirveler/1996%20Florence%2021-22%20Haziran.htm>, (erişim tarihi: 15.03.2008). 225 Council Regulation (EC) No 1035/97 of 2 June 1997 establishing a European Monitoring Centre on Racism and Xenophobia (OJ L 151, 10.06.1997). 154 teşvik etme görevleri de Merkeze verilmiştir. Ayrıca, ulusal araştırma merkezleri, hükümet-dışı kuruluşlar ve uzmanlaşmış merkezler ile işbirliğini kuracak bir birim olan Avrupa Irkçılık ve Yabancı Düşmanlığı Bilgi Ağı’nın (European Racism and Xenophobia Information Network – RAXEN) EUMC çatısı altında kurulması da öngörülmüştür. Irkçılık ve yabancı düşmanlığı hakkında EUMC’nin veri toplamak için odaklanacağı alanlar; Topluluk içinde kişilerin serbest dolaşımı, medya ve diğer iletişim araçları, eğitim, mesleki eğitim ve gençlik, istihdam da dahil sosyal politika, malların serbest dolaşımı ve kültürdür. Özellikle Avrupa Konseyi başta olmak üzere ilgili uluslararası kuruluşlar ve Topluluk kurumları tarafından yürütülen eylemleri dikkate alma ve söz konusu kurumlarla işbirliği yapması da EUMC adına öngörülmüştür. Ayrı bir tüzel kişiliğe sahip kılınan Merkezin kurumsal yapısı da Konsey Tüzüğü’nde belirlenen konular arasındadır. Yönetim Kurulu, her üye devlet tarafından atanan birer bağımsız kişi, Avrupa Parlamentosu tarafından atanan bir kişi, Avrupa Konseyi tarafından atanan bir kişi ve Komisyon temsilcisinden oluşmaktadır. Ayrıca, Yönetim Kurulu üyelerinin insan hakları ve ırkçılık, yabancı düşmanlığı ve anti-semitizm konularında deneyimli kişiler olması gerekmektedir. 155 2003 yılında kuruluş Tüzüğü’nde değişiklik yapılan226 EUMC, 1 Mart 2007 tarihinde yerine görev alanı genişletilen Temel Haklar Ajansı’nın kurulması ile yürürlükten kalkmıştır. 2.9. Irkçılığa Karşı Eylem Planı Irkçılığa Karşı Avrupa Yılının getirilerine rağmen, 1997 tarihli Eurobarometer227 anketi açıkça kendini oldukça ırkçı olarak tanımlayanların oranını yaklaşık %33 olarak belirlemiş ve bu oranın üye ülkelerde endişe verici düzeyde olduğunu ortaya koymuştur. Anket sonuçlarına göre, yaşam şartlarından tatmin olmama, işsizlik korkusu, geleceğe ilişkin güvensizlik ve kamu otoritelerine ve siyasi yapılanmaya duyulan düşük güven, ırkçı terazinin kefesine kendisini koyan ve göçmen ve azınlıklar hakkında olumsuz düşüncelere sahip olan kişilerin temel özellikleri olarak saptanmıştır. Bu bağlamda, sorunun süregelen varlığından duyduğu rahatsızlıkla yola çıkan Eylem Planı, sorunun ulus-ötesi niteliğinin bir kez daha farkında olarak Avrupa düzeyinde bir tepkinin gerekli olduğunu vurgulamıştır. 25 Mart 1998 tarihli Komisyon Bildirisine228 dayanan Irkçılığa Karşı Eylem Planı, Avrupa düzeyinde tutarlı bir ırkçılıkla mücadele çerçevesi oluşturma ve ayrım gözetmemeye ilişkin yeni antlaşma hükmü çerçevesinde daha iyi etkinlikler hazırlama konunda temel oluşturma amacıyla açıklanmıştır. Söz konusu Eylem 226 Council Regulation (EC) No 1652/2003 of 18 June 2003 Amending Regulation (EC) No 1035/97 Establishing a European Monitoring Centre on Racism and Xenophobia (OJ L 245/33, 29.9.2003). 227 “Racism and Xenophobia in Europe”, Eurobarometer Opinion Poll no 47.1, Luxembourg, 18-19 December 1997. 228 Commission Communication of 25 March 1998 Concerning an Action Plan against Racism, COM(98) 183. 156 Planı ile Komisyon, AB içinde ırkçılıkla mücadeleye dahil olan tüm aktörleri (üye devletler, hükümet-dışı kuruluşlar, sosyal partnerler, yerel otoriteler, medya, spor kuruluşları ve bireyler) bir ortaklık içinde bir araya getirmeyi önermiştir. Eylem Planı dört temel öneriyi içermektedir: - Yasal girişimler için gerekli zeminin oluşturulması, - Irkçılıkla mücadeleyi yapılacak düzenlemelerin merkezine yerleştirme, - Girişim ve projelere fon sağlayarak yeni modeller geliştirme, - Bilgi ve iletişimi güçlendirme. 3. Amsterdam Antlaşması Sonrası AB Politika ve Düzenlemeleri Mayıs 1999 tarihinde yürürlüğe giren Amsterdam Antlaşması, AB içinde her türlü ayrımcılığa karşı mücadele kapsamında önemli bir sıçramaya neden olmuştur. AT Antlaşması’nın erkek ve kadınlar arasındaki ücrete dayalı ayrımcılığı önleme konusundaki düzenlemesini (m. 141) güçlendirme, genel anlamda tüm faaliyetlerde kadın-erkek arasındaki eşitsizliği giderme (m. 3) konusunda Topluluğa yeni bir misyon yükleme ve milliyet esasına dayalı her türlü ayrımcılığı yasaklama (m. 12) yanında, ırkçılık ve yabancı düşmanlığı alanında da madde 13’ü AT Antlaşması bünyesine dahil ederek önemli bir adım atmıştır. Böylece Amsterdam Antlaşması ile ilk defa ırkçılık ve yabancı düşmanlığına karşı alınacak önlemler bakımından I. ve III. Sütun çerçevesinde açık yasal bir zemin sağlanmıştır. Söz konusu zemine dayanarak AB, 2000 yılında iki önemli düzenlemeye imza atarak ırkçılıkla mücadele konusunda yasal anlamda güçlü düzenlemelerin temelini oluşturmuştur. Ayrıca ayrım gözetmeme konusunda benimsenen ve 2001-2006 yıllarını kapsayan 157 Eylem Planı da Birliğin yasal zeminden yararlandığı düzenlemeler kapsamında ortaya çıkmıştır. Amsterdam Antlaşması ile ayrımcılıkla mücadele konusunda elde edilen kazanımların, üye devletlerin iradesine dayanarak kolay bir şekilde sağlandığı söylenemez. Belli başlı temellere dayalı ayrımcılıkla mücadele için uygun girişimlerde bulunabilmek adına Topluluğa yetki veren bir hükmün, Birliğin siyasi düzlemde yeni bir aşamaya girmesini öngörmüş olmalarına rağmen, üye devletler tarafından bir antlaşma hükmü olarak kabul edilmesi oldukça zor olmuştur. Önceki birkaç örneğin aksine, hiçbir ülke diğer ülkeleri böyle bir hükmün benimsenmesi için ikna etme konusunda öncü rolünü üstlenmeye yanaşmamıştır.229 Bu bağlamda Amsterdam Antlaşması ile kazanılan yasal zeminin ve devamında gelen bağlayıcı düzenlemelerin, büyük ölçüde, Avrupa Parlamentosunun ve özellikle hükümet-dışı kuruluşların, ayrımcılıkla mücadele konusunda 1980’lerin sonundan itibaren giriştikleri lobi faaliyetlerinin ürünü olduğunu belirtmek gerekmektedir. 3.1. Yasal Zemin Oluşturma Çabaları ve ATA Madde 13 1980’lerle birlikte iç pazarı tamamlamayı hedefleri arasına alan AT, önceliği ekonomik temele dayalı programı kapsamındaki fırsatların ayrıca eşitlik ve ayrım gözetmeme gibi sosyal konulara da yansımasını öngörürken, AT kurumları arasında bu konudaki tartışmaları başlatan ilk defa Parlamento olmuştur. 1984 yılında Avrupa’da yükselen faşizm ve ırkçılık konularında inceleme yapmak üzere 229 Isabelle Chopin, “Campaining against Racism and Xenophobia: from a Legistative Parspective at European Level”, ENAR, November 1999, p. 1. 158 Soruşturma Komisyonu oluşturan Parlamento, biri 1985 (Evrigenis Raporu230) diğeri ise 1991 (Ford Raporu231) tarihli iki rapor yayınlamış ve ırk ayrımcılığının farklı bir yaklaşım gerektirdiğini belirten ifadelerde bulunmuştur. Her iki raporda da Topluluk düzeyinde yasal düzenlemelerin benimsenmesi çağrısında bulunan Parlamento raportörleri, ATA m. 308’e (eski m. 235)232 ırk ayrımcılığına ilişkin eylemde bulunmak için gerekli zemini barındırdığı gerekçesiyle atıfta bulunmuştur. Fakat ne üye devletler ne de Komisyon ırkçılıkla mücadeleyi Topluluk amaçlarından biri olarak görmediği için, gerekli yetki antlaşmalarda öngörülmemiş olsa da belirli koşullarda Konseye girişimde bulunma yetkisi tanıyan söz konusu maddenin kullanımına başvurmaktan ısrarla kaçınılmıştır.233 3.1.1. Sivil Toplum Çalışmaları: ‘Starting Line’ Grup Önerisi Yukarıda bahsedilen iki Parlamento raporu da hükümet-dışı kuruluş ve topluluklar tarafından dikkate alınmış ve daha ileri bir aşamaya taşınarak ayrım gözetmemeye ilişkin Avrupa çapında bir yasal düzenleme için taslak öneri olarak hazırlanmıştır. Antlaşmalara ayrımcılık konusunda kesin hüküm eklenmesi için kampanyaların düzenlenmesine ve söz konusu çalışma ve çabaların sonucunda bu alanda eylem gerekliliği konusunda ulusal düzeyde ve Avrupa çapında farkındalığın 230 European Parliament, Committee of Inquiry into the Rise of Fascism and Racism in Europe, Report on the findings of the inquiry, December 1985. 231 European Parliament, Committee of Inquiry into the Rise of Fascism and Racism in Europe, Report on the findings of the inquiry, 1991. 232 ATA m. 308: “Ortak Pazar’ın işleyişinde, Topluluğun amaçlarından birini gerçekleştirmek için Topluluk tarafından bir girişimde bulunmak zorunlu olur da, bu Antlaşma’da o girişim için gerekli yetki öngörülmemiş bulunursa, Konsey, Komisyonun önerisi üzerine ve Avrupa Parlamentosuna danıştıktan sonra gerekli düzenlemeleri oybirliğiyle yapar.” 233 Jan Niessen and Isabelle Chopin, “The Starting Line and the Racial Equality Directive”, in Jan Niessen and Isabelle Chopin (eds.), The Development of Legal Instruments to Combat Racism in a Diverse Europe, Leiden/Boston: Martinus Nijhoff Publishers, 2004, pp. 95-97. 159 oluşturulmasına öncelik eden bu öneri, “Starting Line Group” (Başlangıç Çizgisi Grubu) önerisi234 olarak ortaya çıkmıştır. 15 AB üyesi devletten 400 civarında kuruluşun oluşturduğu (hükümet-dışı kuruluşlar, kiliseler, birlikler, akademisyenler, uzmanlar vs.) resmi olmayan bir ağ olan Starting Line Grubu, Amsterdam Antlaşması öncesi bir araya gelen Hükümetlerarası Konferansın çok öncesinde, 1990’ların başından itibaren, ırkçılıkla mücadele konusunda yasal bir zemin oluşturmak üzere lobi faaliyetlerine başlamıştır. Irkçılık ve yabancı düşmanlığına yönelik tek ve etkili bir eylem yokluğunun AB sosyal entegrasyon sürecinin istikrarsızlaşması ile sonuçlanacağını düşünen Grup, yasal araçların yanında önleyici nitelikteki bilgi ve eğitimin de aynı zamanda gerekliliği üzerinde durmuştur.235 Irkçılıkla mücadele konusunda üye devletlerdeki farklı koruma düzeylerini tarihsel, geleneksel ya da hukuk sistemlerindeki farklılıklara dayandıran Grup, çalışmalarını bir direktif tasarısı oluşturma üzerinde yoğunlaştırmıştır. Grubun yasal düzenleme konusunda direktif üzerinde uzlaşması belirli nedenlere dayandırılmaktadır. Irk, etnik köken, din ya da inanç esasına dayalı ayrımcılıkla mücadelede, Avrupa düzeyinde aynı koruma düzeyini garantilemeyi amaçlayan yasal düzenlemelerin uyumlaştırılmasının en kesin ve etkili yöntemi direktif olarak belirlenmiştir. Dolayısıyla, ortak kriterler oluşturmak direktifin amacını oluşturacaktır. Ayrıca, direktif gerçekleştirilecek amaçları tanımlarken, ulusal mevzuatlarına aktarma konusunda üye devletlere esneklik sağlamaktadır. Öte 234 ‘Starting Line’ önerisinin karşılaştırmalı ve detaylı analizi için bkz. Isabelle Chopin, “Campaining against Racism and Xenophobia: From a Legistative Perspective at European Level”, ENAR, November 1999. 235 Ibid., pp. 1-2. 160 yandan, direktifin benimsenme ve uygulanma süreci, hem Avrupa Parlamentosu hem ulusal parlamentolara sürece dahil olma imkanı tanıdığı için konu ile ilgili kamusal tartışmaların yapılmasına da imkan sağlamaktadır.236 ‘Starting Line’ Grubu, önerinin ilk versiyonu için çalışmalarına 1992 yılında başlamıştır. ATA m. 308’in (eski m. 235) söz konusu gibi bir direktif önerisi için yasal zemin olarak kullanılması konusundaki siyasi irade eksikliğinden hareketle Grup, ırkçılıkla mücadele konusundaki bir direktif için açıkça yasal bir zemin sağlayacak antlaşma değişikliğini sağlama konusuna çalışmalarını odaklamıştır. Bu değişiklik önerisi de “Starting Point” (Başlangıç Noktası) olarak adlandırılmıştır. Hem ulusal düzeyde hem de Avrupa düzeyinde kampanyalarla desteklenen lobi faaliyetleri oldukça etkili resmi olmayan bir ağa dönüşmüştür. Sonucunda, Kurucu Antlaşmalarda değişiklik getiren Amsterdam Antlaşması ile AT Antlaşması’na eklenen ve ayrımcılıkla mücadelede Topluluğa yetki veren 13. madde, uzun yıllar süregelen kampanya ve baskıların meyvesi olarak gösterilmektedir.237 3.1.2. ATA Madde 13 Kapsamı ve Değerlendirmesi Ayrımcılıkla mücadele kapsamında Amsterdam Antlaşması’nın yürürlüğe girmesiyle kazanılan en önemli gelişme, AT Kurucu Antlaşması’na eklenen 13. madde olmuş ve, önceden de değinildiği gibi, ırkçılık ve yabancı düşmanlığı ile mücadeleye ilişkin alınacak önlemler bakımından I. Sütun (Topluluk Sütunu) çerçevesinde açık yasal bir zemin sağlanmıştır. ATA m. 13’e göre; 236 237 Ibid., p. 2. Ibid., p. 3-4. 161 “1. Konsey, bu [Avrupa Topluluğunu Kuran Antlaşma] Antlaşmanın diğer hükümlerine zarar vermeksizin ve Topluluğa Antlaşma tarafından tanınan yetkilerin içinde kalarak, Komisyonun önerisi üzerine ve Avrupa Parlamentosuna danıştıktan sonra oybirliğiyle hareket ederek, cinsiyet, ırk ve etnik köken, din veya inanç, engellilik, yaş veya cinsel konuma dayanan ayrımcılıkla mücadele etmek için girişimlerde bulunabilir. 2. 1. paragrafa istinaden, Konsey, 1. paragrafta belirtilen amaçların gerçekleştirilmesine katkı sağlamak gayesiyle üye devletler tarafından alınan eylemleri desteklemek için teşvik edici Topluluk önlemleri aldığında, üye devletlerin kanun ve düzenlemelerinin uyumlu hale getirilmesi konusu hariç olmak üzere, 251. maddede benimsenen usul uyarınca karar tesis eder.” Yukarıda ATA madde 13(2)’de belirtildiği haliyle Konsey, Komisyon’un önerisi üzerine Parlamento’ya danıştıktan sonra oybirliği ile ayrımcılıkla mücadelede uygun önlemleri almaya yetkili kılınmıştır. ATA m.13, bireylere Topluluk hukukunun kendilerine sağladığı hakları Topluluk kurallarına doğrudan dayanarak kendi ulusal mahkemeleri önünde ileri sürebilmesi anlamına gelen doğrudan etkiye sahip değildir. Bu haliyle m. 13 Chopin tarafından, ilk defa ayrımcılık konusunda açık yasal zemin sağlaması bakımından oldukça önemli bir kazanım olsa da, siyasi uzlaşıya dayalı bir hüküm olarak tanımlanmaktadır.238 238 Ibid., p. 13. 162 Çünkü mevcut oluşum şekliyle hüküm, m. 13’e dayalı bir düzenlemenin yapılması oybirliği gerektirmesi nedeniyle, kendisine başvurulmayı üye devletlerin takdirine bırakmış bulunmaktadır. Bir uzlaşı ya da anlaşmaya varılamaması, hükmü kullanılamaz kılmaktadır. Söz konusu maddenin kapsamı ile ilgili görüşler de bölünmüş durumdadır. Bir yandan Topluluk kurumlarına ayrımcılıkla mücadele amaçlı önlemler alma konusunda yetki veren m. 13 ile Topluluk yetkilerinin de facto olarak genişlemesinden tatmin olanlar bulunmaktadır. Öte yandan Almanya gibi bazı üye devletler, m. 13 ile Topluluğa herhangi bir yeni yetkinin verilmediğini ve söz konusu maddeye ancak mevcut ATA yetkileri çerçevesinde başvurulabileceğini savunmuşlardır. Ayrıca Chopin, m. 13’ün Topluluk kurumlarına önlem alabilme imkanı tanıdığı, ancak bu yönde adım atmak için herhangi bir zorunluluk getirmediği konusunda üye devletlerin oldukça ısrarlı olduğunu belirtmektedir. Bu nedenle m. 13’ün uygulanması konusunda diğer bir nokta ise maddenin uygulanmasının salt yasal bir konu olmaktan ziyade büyük oranda üye devletlerin siyasi iradelerine bağlı görülmesidir.239 Madde 13, ayrıca, Topluluk kurumlarına cinsiyet, ırk ve etnik köken, din veya inanç, engellilik, yaş veya cinsel konuma dayanan ayrımcılıkla mücadele etmek için girişimlerde bulunabilmeleri için açık yetki tanırken, milliyet (uyrukluk) esasına dayalı ayrımcılıkla mücadele için herhangi bir ifadeye yer vermemektedir. Ayrımcılık AB vatandaşlarını kapsadığı kadar üçüncü ülke vatandaşlarını da kapsamaktadır; ancak, milliyet esasına dayalı ayrımcılığın m. 13 kapsamına alınmaması üçüncü ülke vatandaşlarına yönelik 239 Ibid. 163 durumu muğlak hale getirebilmektedir. Bu amaçla Amsterdam Antlaşması sonrası Starting Line Grubu, yeni başlangıç noktalarını bu boşluğun giderilmesi konusuna yöneltmişler ve yeni direktif önerilerini üçüncü ülke vatandaşlarına eşit muamele konusunda hazırlamışlardır.240 3.1.3. Amsterdam Antlaşması’nda Irkçılıkla Mücadelenin Dayandırılabileceği Diğer Hükümler Amsterdam Antlaşması ile ırkçılık ve yabancı düşmanlığı ile mücadelenin eylemsel boyutuna ilişkin genişletilmiş düzenlemeler, ayrıca cezai konularda polis ve adli işbirliği kapsamında öngörülen alanlarda ortaya çıkmıştır. ABA m. 29’a göre, “Avrupa Topluluğu’nun yetkilerine zarar vermeksizin Birliğin amacı, üye devletler arasında cezai konularda polisiye ve adli işbirliği alanlarında ortak eylem geliştirmek ve ırkçılık ve yabancı düşmanlığını önlemek ve mücadele etmek yoluyla, vatandaşlara bir özgürlük, güvenlik ve adalet alanı içinde yüksek seviyeli güvenlik sağlamaktır”. Söz konusu hüküm, ırkçılık ve yabancı düşmanlığını Birliğin içinde ortaya çıkan ortak iç güvenlik konseptlerinden biri haline getirmekte ve ilk defa vatandaşların güvenlik kapsamındaki çıkarlarıyla doğrudan bağlantı kurmaktadır. Ayrıca, ABA m. 29 yine ilk defa ırkçılık ve yabancı düşmanlığı konusunda önleyici eylemlerin hükümetlerarası düzeyde alınmasını açıkça sağlamış olması bakımından önem taşımaktadır.241 240 241 Niessen & Chopin, op. cit., p. 103-104. Monar, op. cit., p. 11. 164 Temel hak ve özgürlüklerin korunmasına ilişkin olarak Amsterdam Antlaşması ile Kurucu Antlaşmalarda yapılan değişiklik ve ilaveler242 kapsamında ırkçılık ve yabancı düşmanlığına açıkça değinilmemiş olsa da ırkçılıkla mücadeleye yönelik Birlik eylemleri ABA m. 6(2) çerçevesinde de değerlendirilebilir. AĐHS ve Topluluk hukukunun genel ilkeleri şeklinde üye devletlerin ortak anayasal geleneklerinden kaynaklandığı haliyle temel haklara saygıyı içeren maddenin, insan hakları konsepti içinde ırkçılıkla mücadeleye yönelik girişimlerde kullanılması muhtemeldir. Ayrıca, üye devletlerin m. 6(1)’de belirtilen ilkeleri sürekli ve ağır ihlali durumuna ilişkin düzenleme getiren ABA m. 7’nin de ırkçı politikalar güden ve ırkçı eylemlere tolerans gösteren ülkelere karşı kullanılabilmesi prensipte mümkündür. Ancak, söz konusu ihlal prosedürünün başlatılabilmesi sadece çok istisnai durumlarda başvurulabilecek bir mekanizma olarak tanımlanabilir. Avusturya örneğinde olduğu gibi ırkçı söylemleri ile bilinen FPÖ’nün hükümette yer alması gibi istisnai durumlarda başvurulamamaktadır. Başka bir deyişle, üye devletlerden birinin herhangi bir ihlali sonucu söz konusu prosedür harekete geçirilememektedir. Bunun dışında, maddede öngörülen yaptırım mekanizmasının uygulanması konusunda genel anlamda belirsizlikler bulunmaktadır. ABA m. 7’de öngörülen prosedürün başlatılabilmesi için gerekli önkoşul, üye devletlerden birinin Birliğin üzerine oturduğu ilkeleri ciddi ve sürekli ihlal etmesi gerekliliğidir. Ancak “ciddi ve sürekli ihlal” niteliğinin ne olduğu net olarak ortaya konulmamıştır. Dahası, ihlal üzerine karar verecek organ olan Konseye tanınan takdir yetkisi mekanizmanın işletilmesini daha da ağırlaştırmaktadır. Parlamentonun böyle önemli bir konuda yalnızca uygun görüş belirtme rolüne sahip olması da prosedürün 242 Amsterdam Antlaşması ile temel hak ve özgürlükler konusunda AT/AB mevzuatında yapılan değişikliklerin detayı için bkz. Tezcan, op. cit., s. 166-188. 165 tartışılan boyutları arasında yer almaktadır. Son olarak, ihlal prosedürü çerçevesinde bir üye devletin ihlali hukuksal açıdan tespit edilirken, m. 7 uyarınca öngörülen prosedür çerçevesinde siyasi bir tespit söz konusudur.243 Amsterdam Antlaşması ile getirilen değişikliklerin bir sonucu olarak ırkçılık ve yabancı düşmanlığı çerçevesinde alınacak önlemler, ayrıca yasal zeminde ATAD’ın yargı yetkisi alanına girmiştir. Ancak, şunu da belirtmek gerekir ki hükümetlerarası alanda ATAD’ın rolü çok sınırlı kalmaktadır. Bu bağlamda, ABA m. 29’a dayanarak alınan önlemler bakımından, ABA m. 35(5)’te belirtildiği üzere, “ATAD bir üye devletin polisi veya diğer kolluk güçleri tarafından yürütülen faaliyetlerin geçerliliğini veya orantılılığını veya hukukun ve düzenin muhafaza edilmesine ve iç güvenliğin korunmasına ilişkin üye devletlerin üzerlerine düşen sorumluluklarına ilişkin faaliyetlerini denetleme yetkisine sahip değildir”. Yukarıda bahsi geçen Amsterdam Antlaşması ile getirilen yenilikler, geçmiş düzenlemelere oranla genel anlamda ayrımcılık özelde ise ırkçılık ve yabancı düşmanlığı alanlarında ilerleme sağlanması açısından oldukça önem taşımaktadır. Ancak, diğer yandan hem I. hem de III. Sütun çerçevesinde alınan tüm önlemlerin, en düşük ortak paydada uzlaşmaya varılmasına ya da hatta önerilerin engellenmesine yol açabilecek şekilde Konseyde oybirliği gerektirmesi düzenlemelerin uygulanabilirliğine gölge düşürebilmektedir. Öngörülen önlemler konusunda Avrupa Parlamentosuna ret ya da değişiklik yetkisi verilmeden sadece danışma rolü verilmesi de eleştirel noktalardan birini oluşturmaktadır. Söz konusu 243 Tezcan, op. cit., s. 174-182. 166 eylemlerin bireyler ile hatırı sayılır ilişkisi göz önünde bulundurulduğunda, bu durumun AB içinde mevcut demokrasi açığının net örneklerinden biri olduğu görülmektedir.244 3.2. Irk Eşitliği Direktifi (2000) Amsterdam Antlaşması’nın yürürlüğe girmesiyle birlikte, ayrımcılığa yönelik düzenlemelerde, AT/AB içinde yeni bir rejim oluşturulmaya çalışıldığı iddialarını245 güçlendirecek açılımlar yaşanmıştır. 1999 yılının sonuna doğru Komisyon, ATA m. 13 ile AT kurumlarına verilen ayrımcılık konusunda yasal düzenleme yapma yetkisine dayanarak, biri istihdam ve çalışmada eşitliği diğeri ise ırk ve etnik kökene bakılmaksızın eşit muameleyi öngören iki ayrı direktif önerisini Konseye sunmuştur.246 Söz konusu düzenlemelerden ilki, “Irk ve Etnik Kökene Bakılmaksızın Kişilere Eşit Muamele Edilmesi Đlkesinin Uygulamaya Konmasına Đlişkin Direktif” (bundan sonra “Irk Eşitliği Direktifi” olarak anılacaktır) Konsey tarafından Haziran 2000 tarihinde benimsenmiştir. “Đstihdam ve Çalışmada Eşit Muamele için Genel Çerçeve Oluşturan Direktif” ise diğer direktifin alanına giren ırk ve etnik kökenlere bakılmaksızın kişilere eşit muamele edilmesi ilkelerinin uygulanması talimatını ve bu talimat uyarınca istihdam ve çalışmada ayrımcılığa karşı korumayı da esasen kabul ederek Kasım 2000 tarihinde benimsenmiştir. 244 Monar, op. cit., p. 12. Sejal Parmar, “The European Court of Justice and Anti-Discrimination Law: Some Reflections on the Experience of Gender Equality Jurisprudence for the Future Interpretation of the Racial Equality Directive”, in Jan Niessen and Isabelle Chopin, (eds.), The Development of Legal Instruments to Combat Racism in a Diverse Europe, Leiden/Boston: Martinus Nijhoff Publishers, 2004. 246 Proposal for a Council Directive establishing a general framework for equal treatment in employment and occupation (COM (1999) 565 final) & Proposal for a Council Directive implementing the principle of equal treatment between persons irrespective of racial and ethnic origin (COM (1999) 566 final). 245 167 ATA m.13 kapsamında benimsenen yasal düzenlemelerin ilk ayağını oluşturan Irk Eşitliği Direktifi, hem ırkçılık alanındaki ilk bağlayıcı düzenleme olması hem de, bıraktığı boşluklara rağmen, sosyal yaşamın önemli alanlarını kapsayarak önceki girişimlerden bir adım öteye geçmesi bakımından önem taşımaktadır. AB Antlaşmasının Avrupa toplumları arasında daha yakın bir birlik kurma yönünde yeni bir aşamaya işaret etmesinden esinlenerek, demokratik ve hoşgörü toplumlarının gelişimine katkı sağlamayı öngören Direktif, ırk ve etnik köken esasına dayalı ayrımcılığın AT Antlaşmasınca öngörülen amaçların başarısının altını oyduğu düşüncesinden yola çıkmıştır. Bu bağlamda Direktif, diyalog geliştirilmesinden yeterli yasal koruma araçlarının oluşturulmasına, mağduru korumadan minimum standartları oluşturmaya kadar sosyal ve hukuki alanda kapsamlı bir düzenlemeye gitmiştir. Belirtmek gerekir ki üye devletler arasında işbirliği gerektirecek sektörler arası bir karakter taşıyan ve en önemlisi benimsenmesi konusunda oy birliği gerektiren bir alanda üye devletlerin kısa zamanda güçlü bir uzlaşıya varması, AB içinde nadir sayılabilecek bir gelişmedir. Komisyonun önerisi sonrası Irk Eşitliği Direktifine öncelik verilmesi ve müzakere sürecinin247 hızlanmasındaki en önemli faktör, Avusturya’da Jörg Haider başkanlığındaki Özgürlük Partisi’nin (FPÖ) 1999 yılında yapılan seçimlerde koalisyon ortağı olarak hükümette yer alması olmuştur. Söz konusu dönemde 14 AB üyesi devletin FPÖ’yü içine alan bir Avusturya hükümeti ile siyasi düzeyde herhangi ikili resmi ilişkiye girmeyeceğini açıklamasına rağmen, 3 Şubat 2000 247 Direktifin çıkarılma aşamasındaki müzakere, tartışma ve pazarlıkların detayı için bkz. Adam Tyson, in Jan Niessen and Isabelle Chopin (eds.), The Development of Legal Instruments to Combat Racism in a Diverse Europe, Leiden/Boston: Martinus Nijhoff Publishers, 2004, pp. 111-130. 168 tarihinde 10 bakanlıktan 6’sı FPÖ’ye verilerek koalisyon hükümeti kurulmuştur. Bunun üzerine 11-12 Şubat’ta toplanan resmi olmayan Lizbon Đstihdam ve Sosyal Đşlerden Sorumlu Bakanlar Zirvesi sonucu alınan yabancı düşmanı partilere karşı sözlü kınamanın yasal düzenlemelerle desteklenmesi kararı, direktifin çıkmasını hızlandıran nedenler arasındadır. Bunun yanında Fransa, Belçika ve Đtalya 21 Şubat 2001 tarihinde ayrımcılığa karşı önlem alması için yasa teklifine yönelik Komisyona çağrı niteliğinde, daha çoğulcu ve çok-kültürlü bir Avrupa’yı desteklemek için ortak tutum benimsemişlerdir. Dahası, Haider’in partisinin başarısının direktif müzakerelerini hızlandırmasının nedeni, ayrımcılığa karşı düzenlemelerin Fransa ve Almanya gibi anahtar devletler nezdinde anti-ırkçılık ve savaş sonrası aşırı sağ ile mücadeleyle eş anlama gelmesidir. Bu durum da direktifin geçmesi için gerekli oybirliğinde veto riskini azaltmıştır. Direktifin çıkmasını hızlandıran diğer nedenler ise meslek çıkar gruplarının baskısı ve iletişime geçmesi ve daha da önemlisi Parlamento’nun ağırlığını, başka bir deyişle, karar alma sürecinde ‘danışma usulü’ kartını kullanması olmuştur. Parlamento istenilen değişiklikler olmazsa danışma görüşünü vermeyi geciktireceğini belirtmiştir. Ayrıca, üye devletlerin siyasi irade göstermeleri ve Dönem Başkanı Portekiz’in kullandığı yöntemin (fast-track method) rolü de oldukça önemlidir. Portekiz, müzakereleri telefon aracılığıyla birebir yürütmeyi tercih etmiş ve böylece söz konusu yöntem ile yan birimlerin süreci baltalamasını engellemiştir.248 Ayrıca Direktifin tartışmaya açılması ve benimsenmesi, zamanlama bakımından Avusturya krizinin dışında da önem taşımaktadır. Birlik için anayasa tartışmalarının 248 Geddes & Guiraudon, op. cit., pp. 346-350. 169 yapıldığı dönemde ve geniş bir çerçevede azınlık sorununu ön plana taşıyacak olan AB Doğu genişlemesi öncesi yürürlüğe girmiş olması bakımından önemlidir.249 3.2.1. Direktifin Amacı ve Kapsamı Irk Eşitliği Direktifi, üye devletlerde eşit muamele ilkesini geçerli kılmak amacıyla ırk veya etnik kökene dayalı ayrımcılıkla mücadele için bir çerçeve getirmeyi amaçlamaktadır. Bu anlamda ırkçılığın önlenmesine dayalı düzenlemelerde AB üye devletler açısından ulusal düzeyde doğrudan bağlayıcı olması bakımından Direktif önem kazanmaktadır. Irk ve etnik kökene dayalı ayrımcılığın önlenmesinde oluşturmaya çalıştığı çerçeve sayesinde, belirli oranda da olsa, uyumlaştırma yönünde önemli bir adım olarak değerlendirilebilir. Topluluğa devredilen yetkilerin sınırları dahilinde Irk Eşitliği Direktifi, kapsam bakımından kendinden önce ve hatta sonra çıkarılan düzenlemelere oranla oldukça geniş bir alana yöneltilmektedir. Đstihdam ve çalışma alanlarını kapsamasının yanında ayrıca sosyal koruma, eğitim, barınma gibi mal ve hizmetlere erişim gibi alanlarda da ırk ve etnik kökene dayalı ayrımcılığa yönelik koruma sağlamayı amaçlamaktadır. Buna göre Irk Eşitliği Direktifi: (a) Faaliyet alanı ne olursa olsun, meslekte yükselme dahil tüm profesyonel hiyerarşi kademelerinde seçilme kıstasları, personel alımı koşulları dahil istihdam edilme, kendi namına işçilik ve bir mesleği icra etme koşullarıyla ilgili olarak, 249 Parmar, op. cit., p. 132. 170 (b) Pratik iş deneyimi dahil her tür ve düzeyde mesleki rehberlik, mesleki eğitim, ileri mesleki eğitim ve yeniden eğitime katılma koşullarıyla ilgili olarak, (c) Đşten çıkarma ve ücret dahil istihdam ve çalışma koşullarıyla ilgili olarak, (d) Đşçi ve işveren örgütlerine veya belli bir mesleği icra edenlerin üye olduğu örgütlere, bu örgütlerin sağladığı yardımlar dahil, üye olma bu tür örgütlerin faaliyetlerine katılma ile ilgili olarak, (e) Sosyal güvenlik ve sağlık dahil sosyal koruma ile ilgili olarak, (f) Sosyal avantajlarla ilgili olarak, (g) Eğitim ile ilgili olarak, (h) Konut dahil, halka açık hizmet ve mallara erişim ile ilgili olarak, Kamu organları dahil kamu sektörü ve özel sektördeki tüm kişilere uygulanmaktadır. Sağlıktan barınmaya ve eğitime kadar sosyal yaşamın önemli alanlarını bir çırpıda sayarak en kapsamlı ayrımcılık düzenlemesi konumuna yükselmiş olması bakımından Irk Eşitliği Direktifinin ayrımcılık konusundaki benzer direktifler ile karşılaştırıldığında direktifler hiyerarşisinde zirveye konulduğu belirtilmektedir. Buna göre Irk Eşitliği Direktifi, cinsiyet eşitliği de dahil diğer temelli ayrımcılığın üzerine ırk ve etnik kökene bağlı olanları oturtmakta ve böylece AB hukukunca korunan eşitlikler hiyerarşisinin en üstüne yerleşmektedir.250 250 Sejal Parmar, op. cit., p.132. & Sandra Fredman, op. cit., p. 151. 171 Çalışma alanının dışına taşarak sosyal koruma alanları dahil geniş bir perspektifte ırk ve etnik kökene dayalı ayrımcılığı ele almasına rağmen Irk Eşitliği Direktifi uyrukluk (milliyet) esasına dayalı ayrımcılığı açıkça kapsamadığını belirtmesi nedeniyle eleştirilere neden olmaktadır. Direktif m. 2(2)’ye göre, “Bu Direktif, uyrukluk esasına dayalı farklı muameleyi kapsamaz, üçüncü ülke uyrukluların ve vatansız kimselerin üye devletlerin topraklarına girişi ve orada ikametine ilişkin koşul ve hükümlere ve ilgili üçüncü ülke uyruklular ile vatansız kimselerin yasal statülerinden kaynaklanan herhangi bir muameleye halel getirmez”. Howard, sadece ırk ve etnik kökene dayalı ayrımcılığı ele alan Direktifte, söz konusu ayrımcılık türleriyle bağlantılı özellikle uyrukluk ve hatta din esaslarının yer almamasını önemli bir boşluk olarak nitelendirmektedir. Bunun en önemli nedeni olarak da ırk ve dini ayrımcılığın arasında kesin bir ayrımın yapılmasının zorluğunu göstermektedir. Irk ayrımcılığının bir kişinin bağlı olduğu bir azınlık dini ya da etnisite temelli ayrımcılıkla iç içe geçebilmesi oldukça muhtemeldir. Ayrımcılığın sadece AB üyesi vatandaşları değil, aynı zamanda üçüncü ülke vatandaşlarını da kapsadığı ve ırk ayrımcılığı ve yabancı düşmanlığının içinden çıkılamayacak şekilde bağlantılı olduğu düşünüldüğünde, uyrukluk esası gözden kaçırılmaması gereken bir unsur olarak değerlendirilmelidir. Her ne kadar daha sonra benimsenen Çerçeve Karar din ve inanç esasına dayalı ayrımcılığı içine almış olsa da sadece istihdam ve iş alanlarını öngörmesi bakımından yetersiz kalmaktadır.251 251 Erica Howard, “Anti Race Discrimination Measures in Europe: An Attack on Two Fronts”, European Law Journal, Vol. 11, No. 4, July 2005, p. 475. 172 3.2.2. Ayrımcılık Kavramı Irk Eşitliği Direktifi, söz konusu Direktifin amaçları açısından eşit muamele ilkesini, ırk ve etnik kökene dayalı dolaylı ya da doğrudan ayrımcılık olmaması anlamında tanımlamaktadır. Buna göre Direktifte belirtilen amaçlar açısından: (a) “Bir kimsenin; karşılaştırılabilir durumlarda, ırk veya etnik kökene dayalı olarak, bir diğer kişiye göre daha az tercih edilir bir muameleye tabi tutulması, şimdiye kadar tutuluyor olması veya tutulma ihtimali olması halinde doğrudan ayrımcılığın ortaya çıktığı anlaşılmaktadır. (b) Görünüşte tarafsız bir hüküm, yansız kriterler veya uygulamanın; bir ırksal veya etnik kökenden kimseyi, diğer kişilerle karşılaştırıldığında özel bir avantajsız konuma getirdiği durumlarda, bu yansız hüküm, yansız kıstaslar veya uygulama; meşru bir amaç ile nesnel olarak haklılık kazanmamışsa ve söz konusu amacı gerçekleştirmek için kullanılan araçlar uygun ve zaruri değilse, dolaylı ayrımcılığın ortaya çıktığı anlaşılmaktadır.” Dolayısıyla Irk Eşitliği Direktifi, ‘ırk’ ya da ‘ırksal ya da etnik köken’ tanımını yapmaktan ziyade ırk ya da etnik köken esasına dayalı ayrımcılık kavramına dolaylı ve dolaysız ayrımcılık tanımları içinde yer vermektedir. Halbuki Parmar’ın da vurguladığı gibi, ırk ve etnik kökene dayalı ayrımcılık pratikte farklı görünümlerde kendini gösterebilmektedir. Örneğin, 9/11 sonrası yayınlanan ırkçılık raporlarında, ırk ayrımcılığında başı çeken faktörler çoğunlukla din, inanç ve uyruklukla sıkı sıkıya bağlı olarak verilmektedir.252 Irk kavramına en yakın referans Direktifin 252 Parmar, op. cit., p. 137. 173 dibacesinde yer alan 6. paragraf çerçevesinde yapılmaktadır. Söz konusu paragraf, “AB, ayrı insan ırklarının varlığını belirlemeye yönelik girişimleri reddeder. Direktifte ‘ırksal köken’ teriminin kullanımı bu teorilerin kabulü anlamına gelmez.” ifadesine yer vermektedir. ‘Irk ya da etnik köken’ gibi terimlere dair Avrupa çapında geniş tanımlamaların olmaması, ulusal düzeydeki farklılıkları oldukça göze çarpan gruplama ve uygulamalar bakımından önemli sorunlara neden olmaktadır. Özellikle pek çok etnik azınlığın karmaşık bir yapıda yer aldığı Doğu Avrupa ülkeleri açısından sınıflandırmada sorun yaşanmaktadır. Tarihsel olarak Osmanlı millet sistemi içinde etnik köken değil de din bakımından sınıflandırılan azınlık grupları için bu durum günümüzde sıkıntı oluşturabilmektedir. Çoğu zaman kendilerini spesifik azınlık grupları olarak değerlendiren azınlıklar, kendilerinin devlet tarafından dini sınıflandırmaya tabi tutulmasından şikayet etmektedirler. Bunun yanında, etnik azınlık iddialarının devletler tarafından kabul görmemesi, farklı zorluklar yaratabilmektedir. Örneğin, Yunanistan ve Bulgaristan tarafından Makedonlar ayrı azınlık grupları olarak tanınmamaktadır. Böyle bir durumda, söz konusu gruba yapılan ayrımcılığın ırkçılık çerçevesinde gündeme getirilmesi sorun oluşturacaktır. Avrupa içinde bu alanda sorun yaşayan en önemli gruplardan biri de Romanlardır. Sektörel olarak en çok ayrımcılığa maruz kalan grup olmalarına rağmen ırk ya da etnik esasa dayalı ayrımcılık iddiasında bulunması en düşük gruplar yine Romanlar olmaktadır. Bu bağlamda, Brennan’ın ‘kurumsal körlük’ olarak adlandırdığı 174 sıkıntının, Irk Eşitliği Direktifinin tanım bakımından bıraktığı boşluk nedeniyle giderilmesi zor gözükmektedir.253 Irk tanımını yapmaktan kaçınmasının dışında, doğrudan ayrımcılık konusunda yaptığı tanımlama ile de Irk Eşitliği Direktifi eleştiri254 konusu olmaktadır. Direktif, doğrudan ayrımcılık tanımını karşılaştırmalı bir yaklaşımla yapmaktadır. Bir kişinin diğer bir kişiye göre daha az tercih edilebilir bir muameleye tabi tutulması ya da tutulma ihtimali üzerinden doğrudan ayrımcılık tanımının yapılması, bir kişinin kendini karşıt bir grubun üyesiyle karşılaştırmasını gerektirdiği için bu konuda sabit kategorik bir yaklaşımın zorluklarını güçlendirdiği eleştirisine maruz kalmaktadır.255 3.2.3. Pozitif Eylem ve Minimum Gerekliliklerin Öngörülmesi Irk Eşitliği Direktifi, doğrudan ve dolaylı ayrımcılığı kapsayan ve Kurucu Antlaşmada öncelikli yetki alanlarında yer almayan alanlarda ‘pozitif eylem’lerde bulunulmasına izin veren bir sistem kurmuştur. Direktif m. 5 uyarınca, “eşit muamele ilkesi; pratikte tam eşitliği sağlamak amacıyla üye devletleri, ırk ve etnik kökenle bağlantılı dezavantajlı durumları önlemek veya tazmin etmek üzere özel önlemler almaktan veya böylesi özel önlemleri sürdürmekten alıkoymaz.” Bu 253 Fernne Brennan, “EU Enlargement, the Race Equality Directive and the Internal Market”, European Union Studies Association, 2005, pp. 25-26. 254 Elspeth Guild, “The EC Directive on Race Discrimination: Surprises, Possibilities and Limitations”, Industrial Law Review, Vol. 29, No. 4, December 2000, pp. 416-423. & Sandra Fredman, passim. 255 Fredman, op. cit., p. 159. 175 özelliği ile Direktifin ‘yeni nesil mücadele anlayışı’ getirdiği tartışılmaktadır.256 Ayrımcılıktan kaçınmak için yapılmaması gerekenleri sıralamak yerine, eşitliği sağlayabilmek için aktif şekilde yeni düzenlemelere izin verilmesi direktifin getirdiği yenilikler arasında sıralanmaktadır. Eşitliği sağlama adına proaktif adımların öngörülmesi, mağdur odaklı bir yaklaşımı benimsemek yerine mağduriyet oluşmadan mağduriyeti önlemeyi amaçlamaktadır. Irk Eşitliği Direktifi ile aynı zamanda AB genel insan haklarının korunması politikasına paralel bir düzenleme getirilerek, üye devletlere Direktifle belirtilen koruma standartlarının üzerine çıkma serbestisi tanınmaktadır. Direktif m. 6’ya göre, “üye devletler; eşit muamele ilkesinin sağladığı koruma bakımından, bu Direktifle getirilenden daha avantajlı hükümler getirebilir, olanları uygulamaya devam edebilir.” Ayrıca, “[D]irektifin uygulamaya konması üye devletlerin halihazırda bu Direktifin kapsamındaki alanda uyguladığı ayrımcılığa karşı koruma düzeyinde bir gerilemeye hiçbir şekilde gerekçe teşkil etmemektedir”. 3.2.4. Đspat Yükü ve Hukuken Sorumlu Organlar Dibacesinde (prg. 20) eşitlik ilkesinin etkili bir biçimde uygulanmasının mağduriyete karşı yeterli hukuksal koruma gerektirdiğini vurgulayan Irk Eşitliği Direktifinin önemli düzenlemelerinden biri de etkili korumanın sağlanması amacıyla ispat yükünde ortaya çıkmaktadır. Direktif, bu bağlamda, eşit muamele ilkesinin kendisine uygulanmaması nedeniyle mağdur edildikleri kanısında olan 256 Fredman, op. cit., pp. 163-164. 176 kişilerin mahkemeye veya ilgili makamlara başvurması halinde, iddia edilen ayrımcılığın olup olmadığını ispat yükünü şikayet eden tarafa değil aksine edilen tarafa yüklemektedir. Direktif m. 8 uyarınca, “ üye devletler; eşit muamele ilkesinin kendilerine uygulanmaması nedeniyle mağdur edildikleri kanısında olan kişilerin, mahkemeye veya diğer bir makama, doğrudan veya dolaylı ayrımcılık yapıldığı karinesini oluşturacak olgular sunmaları halinde, eşit muamele ilkesinin ihlal edilmediğinin şikayet edilen tarafından ispatlanmasını temin edecek, ulusal yargılama sistemleriyle uyumlu gerekli önlemleri alırlar”. Bu sayede, devlet organlarının ırkçılıkla mücadele konusunda daha aktif tutum takınması ve ırkçılığa bağlı suçlarda potansiyel mağdurların hem hukuki hem de psikolojik olarak daha etkin korunması sağlanabilecektir. Ayrıca ispat yükünün mağdur olan taraftan alınarak karşı tarafa verilmesi, yargılama sürecinde ispatı zor olan bu konunun mağdurlarının korunması açısından etkin bir düzenleme olarak görülebilir. Yeterli hukuki koruma düzeyinin sağlanması konusunda resmi ya da resmi olmayan kurumların hem res’en hem de mağdurların başvurusuna dayanarak konuyu ele alma yetkisiyle donatılması gereğini vurgulayan (prg. 19) Direktif, eşit muameleyi yerleştirip geliştirecek organlar bakımından da düzenleme getirmektedir. Direktif m. 13 uyarınca, “üye devletler; ırk ve etnik kökene dayalı ayrımcılık yapılmaksızın bütün insanlara eşit muamele edilmesini yerleştirip geliştirecek kimi organ veya organları görevli kılar. Bu organlar ulusal düzeyde insan hakları veya birey haklarını koruma sorumluluğunu üstlenmiş ajanların bir parçasını teşkil edebilirler.” Üye devletlere ayrıca söz konusu organlara, 177 ayrımcılıkla ilgili şikayetleri takip etmede ayrımcılık mağdurlarına bağımsız yardım etmeleri konusunda yükümlülük getirilmiştir. Irk ayrımcılığına yönelik yeterli hukuki koruma alanı sağlaması bakımından getirilen düzenlemelere rağmen mahkemelerin yaklaşımının nasıl olacağı yönünde belirsizlik ve endişeler bulunmaktadır. Ulusal mahkemelerin direktifi amaca göre yorum biçiminde mi ele alacağı yoksa direktifin diline harfi harfine mi uyacakları konusu soru işareti yaratan alanlardan biri olarak görülmektedir.257 Brennan, bir yandan Topluluk içinde kişilerin serbest dolaşımı üzerine kurumsal kısıtlamalar getiren ırkçılıkla mücadeleyi amaçlayan AB politikaları açısından stratejik düşünceyi yansıttığını söylediği Irk Eşitliği Direktifini, hukuki anlamda ise çok fazla şey öngörüp çok az çıkar yol göstermesi bakımından eleştirmektedir.258 3.2.5. Direktifin Đç Hukuka Aktarılması ve Yaptırımlar Üye devletlerin Irk Eşitliği Direktifi ile ilgili uyumlu yasa, tüzük ve idari hükümleri 19 Temmuz 2003 tarihine kadar benimsemesi öngörülmüştür. Ayrıca üye devletler, Direktif uyarınca ulusal mevzuatta yapılan değişikliklerin ihlal edilmesi halinde uygulanacak yaptırımlar hakkında kurallar koymakla ve yapılan değişikliklerin uygulanmasını sağlayacak gerekli önlemleri almakla yükümlü kılınmıştır. Mağdura tazminat ödenmesini de içerebilecek yaptırımların etkili, uygun ve caydırıcı olması gerekmektedir (m. 15-16). 257 258 Brennan, op. cit., p. 24. Ibid., p. 4. 178 2007 yılında yayınlanan Temel Haklar Ajansı Raporu, 2006 yılı sonu itibariyle Irk Eşitliği Direktifinin uygulanma düzeyini, uzmanlık birimlerinin bu yasal düzenlemeyi nasıl kullandığı ve düzenlemenin mahkemelerce nasıl uygulandığını incelemiştir. Rapora göre, üye devletlerin neredeyse yarısında, yasa ve prosedürler mevcut olsa da, yaptırım uygulanmadığı görülmüştür. 2006 boyunca bazı ülkelerde şikayetlerin çok düşük seviyede olması, uzman birimlerin varlığından çok az derecede farkında olunduğunu göstermiştir. Bu sonuçtan yola çıkarak raporunda Ajans; bazı üye ülkelerin, uzmanlık birimlerinin ve bunların güçlerinin farkındalığını artırmak için, potansiyel ayrımcılık mağdurlarını hedef alan kampanya ve tanıtım yollarını daha fazla kullanmaya ihtiyacı olduğu tespitinde bulunmuştur. Ayrıca, mevcut ayrımcılığın ele alınması için ilgili ve kesin verileri sağlayacak sistemlere ihtiyaç olduğu ayrıca ortaya çıkmıştır.259 3.3. Ayrımcılığa Karşı Topluluk Eylem Programı (2001-2006) 27 Kasım 2000 tarihli Konsey Kararı260 ile hem üye ülkelerdeki iyi uygulamaları örnek almak hem de çoklu ayrımcılığa karşı savaşmak için politikaların ve yeni uygulamaların geliştirilmesi amacını taşıyan Ayrımcılığa Karşı Topluluk Eylem Programı benimsenmiştir. Irk, etnik köken, din, inanç, özür, yaş veya cinsel yönelime dayanan doğrudan veya dolaylı ayrımcılıkla mücadele için Programın 1 Ocak 2001-31 Aralık 2006 tarihleri arasında gerçekleştirilmesi 259 “Trends and Developments 1997-2005 – Combating Ethnic and Racial Discrimination and Promoting Equality in the European Union”, European Union Agency for Fundamental Rights (FRA), 2007. 260 Council Decision of 27 November 2001 establishing a Community Action Programme to combat discrimination (2001-2006) (2000/750/EC), (OJ L 303, 2.12.2000). 179 öngörülmüştür. Söz konusu Karar ile Konsey, ayrımcılığın farklı biçimleri arasında derecelendirmeye gidilemeyeceğini belirtmiş ve bu bağlamda hiçbir ayrımcılığın hoş görülemeyeceğini ifade etmiştir. Kararda ayrımcılıkla mücadele kapsamında belirtilen ‘ırk’ kavramına yönelik ayrıca açıklama getirilmiştir. AB’nin ayrı insan ırklarını belirlemeye yönelik teorileri reddettiği belirtilerek söz konusu Karardaki “ırksal orijin” kavramının bu teorilerin kabul edilmesi anlamını taşımadığı ifade edilmiştir. Eylem Programı, çeşitli alanlardaki, ırk ve etnik köken ayrımcılığı da dahil olmak üzere, her tür ayrımcılıkla savaşmak için bütüncül bir strateji oluşturulmasına yardım edebileceği düşüncesinden yola çıkılarak yayınlanmıştır. Bu bağlamda, Topluluğun yetkisi dahilinde Programın Topluluk düzeyinde ve üye ülkelerde ayrımcılığı önleme ve ayrımcılıkla mücadele ile ilgili yasal gelişmeleri ve çabaları desteklemesi gereği vurgulanmıştır. Bu konuda belirtilen amaçlar şu şekilde sıralanmaktadır: - Ayrımcılık olgusu hakkında bilgi verilmesi ve bu konudaki politikaların ve uygulamaların etkililiğinin değerlendirilmesi yoluyla ayrımcılık hakkındaki anlayışın geliştirilmesi; - Ayrımcılığı önlemek ve ayrımcılığa etkin şekilde dikkat çekmek için farklı ayrımcılık türlerinin spesifik karakterleri göz önünde bulundurularak özellikle kurumların eylem araçlarının güçlendirilmesi, bilgi alışverişinin ve iyi uygulamaların desteklenmesi ve Avrupa düzeyinde ağ kurulması; - Farkındalık oluşturma kampanyalarını da içine alan ayrımcılıkla mücadele uygulamalarının yaygınlaştırılması. 180 Yukarıda belirtilen amaçlara ulaşmak için Program çerçevesinde girişilecek eylemler sıralanmış ve bu eylemlerin uluslarüstü bir çerçevede gerçekleştirilmesi gereği vurgulanmıştır. Söz konusu eylemler şunlardır: - Ayrımcılıkla ilgili faktörlerin analizi ve ayrımcılığa karşı yasal düzenlemelerin ve uygulamaların etkililiğinin değerlendirilmesi, - Uluslarüstü işbirliği ve Avrupa düzeyinde ayrımcılığın önlenmesi ve ayrımcılıkla mücadele eden sivil toplum kuruluşlarını da içine alan ortaklar arasında ağın genişletilmesi, - Ayrımcılıkla mücadelede Avrupa boyutunu vurgulayan ve programın sonuçlarını bildiren yayın, kampanya ve etkinliklerle farkındalık uyandırılması. Belirtilen eylemlerin Komisyon, üye devletler ve sivil toplumun işbirliği ile yürütülmesi öngörülmüştür. Komisyonun, sivil toplum kuruluşlarının temsilcileriyle ve Avrupa düzeyindeki sosyal ortaklarıyla Programın tasarım, uygulama ve izlenmesi ile ilgili politik eğilimler konusunda düzenli görüş alışverişinde bulunması gereği belirtilmiştir. Programda belirtilen Topluluk eylemlerinin gerektiği gibi uygulanmasını sağlamak amacıyla Komisyona bir komitenin yardımcı olması öngörülmüştür. Eylem Programı, AB üye ülkelerinin dışındaki ülkelerin katılımına da açık tutulmuştur. Buna göre, EEA Anlaşması şartları uyarınca EFTA/EEA ülkeleri; Avrupa Anlaşmaları şartları, ek protokolleri ve Ortak Konsey kararları uyarınca 181 Merkez ve Doğu Avrupa Ülkeleri; kabul edilen prosedür uyarınca ek ödeneklerle fon sağlanan Kıbrıs Rum Kesimi, Malta ve Türkiye, söz konusu dönemde, katılımına açık olan ülkeler olarak belirtilmiştir. 2001-2006 yılları arasında programın uygulanması için belirlenen miktar 98.4 milyon Euro’dur. 3.4. Irkçılık ve Yabancı Düşmanlığı ile Mücadeleye Đlişkin Çerçeve Kararı AB Adalet Bakanları Konseyi Nisan 2007 tarihinde, Almanya dönem başkanlığının yoğun çabaları sonucu, ırkçılık ve yabancı düşmanlığı ile mücadeleye ilişkin bir Çerçeve Kararı hakkında siyasi olarak uzlaşıya varmıştır.261 Öncesinde Lüksemburg’un AB dönem başkanlığı sırasında gündeme gelen Çerçeve Karar, ırkçılık ve yabancı düşmanlığını körükleyen beyanlara yönelik cezai sorumluluk konusunda bir mutabakata varılamadığı için sonuçsuz kalmıştı. 2007 yılının ilk yarısında Dönem Başkanlığını devralan Almanya’nın konuyu yeniden gündeme getirmesi ile müzakerelerin yeniden canlanması mümkün olmuş ve geçici de olsa tasarı siyasi düzlemde onaylanmıştır. Hakkında Bakanlar düzeyinde genel bir yaklaşım belirlenen fakat onaylanma süreci henüz gerçekleşmeyen Irkçılık ve Yabancı Düşmanlığı ile Mücadeleye Đlişkin Çerçeve Kararı, ilk defa Kasım 2001 tarihinde Komisyon tarafından 261 Framework Decision on Racism and Xenophobia, Luxembourg, 19 April 2007, 8665/07 (Presse 84),<http://www.consilium.europa.eu/ueDocs/cms_Data/docs/pressData/en/misc/93739.pdf> (erişim tarihi: 30.04.2008). 182 Konseye öneri olarak sunulmuştur.262 Irkçı ve yabancı düşmanlığına dayalı amaçlarla soykırımın reddi ya da küçümsenmesi ile halkı şiddet ve nefrete teşvik etmeye yönelik eylemlerin engellenmesini amaçlayan Çerçeve Kararın, üye devlet düzenleme ve yasalarını yakınlaştırmaya ve üye devletlerin ırkçılık ve yabancı düşmanlığı da dahil suçlarla ilgilenen yasal ve diğer merciler arasında daha yakın işbirliğine yönelik hükümler içermektedir. Söz konusu Karara göre, AB üyesi 27 ülkede ‘soykırım, insanlığa karşı suçlar ile savaş suçlarını açıkça hoş görme, inkâr etme ya da hafife almanın, ırk, renk, din, etnik ya da ulusal kökene yönelik her türlü tehdit, ayrımcılık ve tacizin 1 ile 3 yıl arasında hapis cezası ile cezalandırılması öngörülmektedir. Daha çok Đkinci Dünya Savaşı sırasındaki Yahudi soykırımını temel alan bu kararda, şiddet ve nefreti teşvik edeceği gerekçesiyle soykırım suçunu onaylamanın ve soykırım suçunun küçümsenmesinin de suç sayılması kararlaştırılmıştır. Ayrıca üye ülkelerde kamu düzeninin bozulması sonucunu doğuracağı gerekçesiyle soykırım suçunun inkârına da cezai yaptırım uygulanması öngörülmektedir. Soykırım, insanlığa karşı işlenen suçlar ve savaş suçlarıyla ilgili olarak Çerçeve Kararda belirli bir tanım yapılmamakla birlikte, Uluslararası Ceza Mahkemesi Statüsü ile 1945 Nuremberg Uluslararası Askeri Mahkemesi’ne atıf yapılmaktadır. Kararda bir tarihi olayın soykırım, insanlığa karşı suç veya savaş suçu olup olmadığı ve ceza gerektirip gerektirmediğine yönelik kararın belirlenmesinin ulusal ya da uluslararası mahkemelere bırakılması öngörülmektedir. Çerçeve Kararda ırkçılık ve yabancı düşmanlığı ile ırkçı ve yabancı düşmanı grup tanımlamaları da yapılmıştır. Çerçeve Karar taslağı m.3’e göre; “ırkçılık ve 262 Proposal for a Council Framework Decision on Combating Racism and Xenophobia, COM(2001) 664 final – 2001/0270(CNS), (OJ C 75 E/17, 26.3.2002). 183 yabancı düşmanlığı; ırk, renk, soy, din ya da inanç, uyrukluk ya da etnik kökenin bireye ya da gruplara duyulan nefretin belirleyici faktör olarak görülmesi inancı anlamına gelmektedir.” Irkçı ve yabancı düşmanı grup ise “belirli bir sürenin üzerinde kurulmuş, sayıca iki kişiden fazla olan ve Kararın ilgili maddelerinde sayılan suçlara paralel eylemlerde bulunan kurumsallaşmış organizasyon anlamına gelmektedir.” Çerçeve Karar Taslağı cezai yaptırımlar öngörmesine rağmen bazı gruplar tarafından eleştirilmektedir. CEJI, Çerçeve Karar hakkında siyasi uzlaşıya varılmasının ardından yayınladığı görüş metninde, Kararın AB hukuku bakımından bazı grupları korunmasız bıraktığını belirtmiştir. Buna göre; cinsiyet, cinsel tercih, engellilik ve yaş gibi konulara göndermede bulunmamaktadır. Ayrıca uygulamaların üye devletlere bırakılması nedeniyle, Avrupa çapında bir uygulamanın yokluğunun Çerçeve Kararı zayıflattığı belirtilmektedir.263 Ayrıca Đngiltere, Danimarka ve Đsveç gibi bazı ülkelerin Almanya’nın söz konusu tasarısına çok sıcak bakmadığı belirtilmektedir. Bu nedenle söz konusu ülkelerin girişimleri sayesinde tasarının bağlayıcı olmaktan çıkartıldığı, Çerçeve Kararda ifade özgürlüğü konusundaki vurgunun arttırıldığı belirtilmektedir.264 263 CEJI Policy Response, Framework Decision on Racism and Xenophobia, Brussels, April 20th 2007. 264 Yıldız Deveci Bozkuş, “Irkçılık ve Yabancı Düşmanlığıyla Mücadele Çerçeve Kararı Onaylandı”, ASAM, 25 Nisan 2007, <http://asam.org.tr/tr/yazigoster.asp?ID=1554&kat1=2&kat2>, (erişim tarihi: 01.05.2008). 184 3.5. Herkes Đçin Eşit Fırsatlar Yılı (2007) 2000 yılı itibariyle iki kapsamlı direktifin benimsenmesiyle yasal düzenlemelere AB içinde hız kazandırılmış olsa da başta ırk temelli ayrımcılık olmak üzere tüm alanlardaki ayrımcılığa karşı Avrupa çapında farkındalığın yaratılması ve dolayısıyla söz konusu düzenlemelerin günlük hayata geçirilmesi, toplum bazında alınacak politika ve eylemlerin desteğini gerektirmektedir. Benimsenen yasal düzenlemeler aracılığıyla eşit haklar için çağrıda bulunmak, uygulamada herkes için eşit fırsatlar yaratılacağı anlamına gelmemektedir. Eşit olmayan uygulamalar nedeniyle mağdur olan belli grup ve topluluklara yönelik grift yapısı dikkate alınarak bu grupların yaşadıkları sorunlara yönelik adımların da çok yönlü olarak atılması gerekmektedir. Hem yaşlanan nüfusu hem de çok-etnikli görünümüyle toplum yapısının değiştiğinin bilincinde olarak ve Avrupa içinde süregelen bu yapılanmanın yeni sorunları da beraberinde getirdiğinin farkında olarak AB, yasal düzenlemelerin yanında davranış ve düşüncelerde de değişim yaratmayı teşvik etmek amacıyla farklı politika araçlarını kullanmaktadır. Avrupa’da ayrımcılıkla mücadeleye yeni bir hız vermek için daha kapsamlı bir stratejiye yönelik bir girişim oluşturma adına AB tarafından 2007 yılı, “Herkes için Eşit Fırsatlar Yılı” adıyla bu araçlardan biri olarak belirlenmiştir. Yalnızca ırk ayrımcılığa yönelmese de ırksal farklılıklar da dahil olmak üzere farklılıklara karşı hoşgörüyü teşvik etmesi bakımından 2007 yılı çerçevesinde belirlenen kampanya ve çalışmalar önem taşımaktadır. 185 17 Mayıs 2006 tarihli Karar265 ile ilan edilen Herkes için Eşit Fırsatlar Yılı, dört alanda toplanan spesifik amaçlar belirlemiştir. Söz konusu amaçlar; ayrım gözetmeme ve eşitlik hakkına ilişkin kamu farkındalığını artırmak, güçlendirilmiş tartışma zeminine toplumun katılımını sağlamak, çeşitliliğe yönelik hoşgörünün artırılmasını teşvik etmek ve daha fazla dayanışmaya dayanan bir toplumun oluşumu çabalarına destek vermektir. Hak, temsil, tanıma ve saygı başlıkları altında gruplandırılan amaçlara ulaşabilmek için yıl boyunca sürdürülecek aktiviteler ise seminer, toplantı ve konferanslar; logo, slogan ve yarışmaları içeren bilgilendirme ve tanıtma kampanyaları; hem ulusal düzeyde hem de Topluluk düzeyinde etkinlik ve anketlerdir. Bir yıllık süre boyunca gerçekleştirilecek aktiviteler için 15 milyon Euro’luk bir bütçe ayrılmıştır. Söz konusu Avrupa Yılına yönelik belirlenen aktiviteler, AB’nin bu konudaki benzer diğer girişimlerinde olduğu gibi, üye devletler dışındaki katılımcılara da açık tutulmuştur. 3.6. AB Temel Haklar Ajansı’nın Kuruluşu Avrupa Birliği Temel Haklar Ajansı (FRA), 15 Şubat 2007 tarih ve 168/2007 sayılı Konsey Tüzüğü266 ile kurulmuştur. 1997 yılında kurulan ve görevi ırkçılık, yabancı düşmanlığı ve anti-semitizme ilişkin olarak sınırlı tutulan EUMC’nin görev alanı genişletilerek oluşturulan Ajans, görevlerini bağımsız olarak yürütmektedir. Ajansın hedefi, Topluluk ve üye devletlerin ilgili kurum ve makamlarına, bu kurum 265 Decision No 771/2006/EC of the European Parliament and of the Council of 17 May 2006 establishing the European Year of Equal Opportunities for All (2007) – towards a just society, (OJ L 146/1, 31.5.2006). 266 Council Regulation (EC) No 168/2007 of 15 February 2007 establishing a European Agency for Fundemental Rights, (OJ L 53/1, 22.2.2007). 186 ve makamları kendi uzmanlık alanları dahilinde temel haklara tamamen uyması için tedbir alırken veya tutum belirlerken desteklemek amacıyla, Topluluk hukukunun uygulanmasında temel haklara ilişkin yardım ve uzmanlık sağlamaktır. Temel Haklar Şartı’nda ifade edildiği şekliyle, ABA m. 6(2)’de atıfta bulunulan temel haklar, Ajansın faaliyet alanlarına ilişkin referans noktası oluşturmaktadır. Belirtilen amaçlar ve faaliyet alanları çerçevesinde Ajansın görevleri kısaca; bilgi ve veri toplama ile analiz, sivil toplumla işbirliği ve bilinçlendirme, AB kurumları ve üye devletlere tavsiyeler verme olarak belirlenmiştir. Bu bağlamda Ajans, AB’de temel hakların gelişimi hakkında tarafsız, güvenilir ve karşılaştırılabilir bilgi toplamanın yanında, bilimsel araştırma ve anketler gerçekleştirecektir. Ayrıca Ajans, AB’de temel haklar hakkında yıllık bir rapor ile yaptığı araştırma ve anketlere dayalı tematik raporlar yayınlamaktadır. Ajansın münferit bulunmamaktadır. şikayetleri Ayrıca ABA inceleme m.7’nin veya amaçları karar alma çerçevesinde yetkileri AB üye devletlerindeki temel hakların durumunu izleme (temel hakların ciddi ve sürekli ihlali durumunda bir üye devlete karşı eylemde bulunma olasılığı) veya Topluluk işlemlerinin hukuka uygunluğu ve üye devletlerin hukuki aktarımı ile ilgilenme de Ajansa verilen görevler arasında yer almamaktadır. Ajans temelde AB ve üye devletlerdeki temel hakların durumuna odaklanmakla birlikte, ilgili Ortaklık Konseyi’nin kararı ile aday ülkelerin de gözlemci olarak katılımına açık tutulabilmektedir. Bunun yanında, Konsey ayrıca FRA’ya katılmak üzere AB ile Đstikrar ve Ortaklık Anlaşması imzalayan ülkeleri de davet edebilmektedir. 187 FRA, Mart 2008 tarihinde Müslüman toplumların ihtiyaçlarına işaret eden ve yerel düzeyde Topluluk uyumlaştırılmasını hedef alan son tematik raporunu yayınlamıştır. Entegrasyonun gerçekleştirilmesi ve Topluluk bazında uyumlaştırılmanın sağlanması için pratik öneriler sunan rapor, Müslüman toplumların yaşamın tüm alanlarına sistematik olarak dahil olması gereğini ortaya koymaktadır. Dini önyargıların yanında ırksal ve etnik eşitsizliğin izolasyon ile çözülemeyeceğini belirten raporunda Ajans, yerel otoritelerce uygulanabilecek bir eylem planı önermekte, yerel otoritelerin hesap verebilirliğinin artırılması ve eğitim sisteminin bu yönde iyileştirilmesi konusunda öneriler getirmekte ve istihdam alanında eşit fırsatlar yaratılması konusuna vurgu yapmaktadır.267 Ağustos 2007 tarihli raporunda ise Ajans, AB üye devletlerinde ırkçılık ve yabancı düşmanlığı konusuna yer vermiştir. Üye devletlerde 2006 yılı boyunca meydana gelen ırkçı ve yabancı düşmanı gelişmeleri kapsayan rapor; yasal sorunlar, istihdam, eğitim, barınma, ırkçı şiddet ve suç konularını içine alan beş tematik konuda yayınlanmıştır. Tüm AB içinde ırkçı şiddet ve suçun ciddi bir sosyal hastalık teşkil ettiği belirtilen raporda, söz konusu suçların üye devletlerce kayıt altına alınmaması nedeniyle sorunla mücadelede kanıta dayalı suç önleme politikalarının yokluğundan yakınılmıştır.268 3.7. Avrupa Kültürlerarası Diyalog Yılı 267 “Community Cohesion at Local Level: Addressing the Needs of Muslim Communities – Examples of Local Initiatives”, European Union Agency for Fundamental Rights (FRA), 2008. 268 “Report on Racism and Xenophobia in the Member States of the EU”, European Union Agency for Fundamental Rights (FRA), 2007. 188 Genişleme, serbest dolaşım ve küreselleşme Avrupa’daki kültürel çeşitliliğin giderek artmasına katkıda bulunurken kültürlerarası diyalog Avrupa kimliğinin ve vatandaşlığının güçlendirilmesinde önemli bir rol oynamaya başlamıştır. 2008 Avrupa Kültürlerarası Diyalog Yılı ile AB de Avrupa’nın zengin kültürel çeşitliliğinin eşsiz bir avantaj sunduğunu kabul ederek, Avrupa’da yaşayan herkesin zengin bir miras olarak görülen kültürel çeşitliliğin sunduğu imkanları keşfetmesi konusunda teşvik unsuru olmayı amaçlamaktadır. 269 Avrupa Parlamentosu ve Konseyin 18 Aralık 2006 tarihli Kararı270 ile belirlenen Avrupa Kültürlerarası Diyalog Yılı, AB’nin stratejik önceliklerine katkıda bulunulması hedefiyle yola çıkmaktadır. Bu bağlamda özellikle Avrupa’da kültürel çeşitliliğe saygı gösterilmesi konusunda bilinç oluşturmak, çeşitlilik hakkında bilgi verme aracı olarak eğitimin işlevini artırmak, bu konudaki Topluluk programlarının tutarlılığını ve değerini artırmak ve yeni yaklaşımlar geliştirmek gibi belli başlı hedefleri benimsemektedir. Ayrımcılık ve özelde ırkçılık boyutuyla ilgili olarak ise; kültürlerarası diyaloğun, “(…) ayrımcılıkla ve toplumsal dışlama ile mücadele, ırkçılık ve yabancı düşmanlığı ile mücadele, barınma ve göçmenlerin bütünleştirilmesi politikası, insan hakları, sürdürülebilir gelişim, görsel-işitsel politika ve araştırma alanlarında, pek çok Topluluk politika ve araçlarında önemli bir boyut [olduğunun]” dikkate alındığı vurgulanmaktadır. 269 “Avrupa Kültürlerarası Diyalog Yılı 2008”, Euractiv, <http://www.euractiv.com.tr/ab-veturkiye/article/avrupa-kulturlerarasi-diyalog-yili-2008>, (erişim tarihi: 31.03.2008). Daha fazla bilgi için bkz. <http://www.interculturaldialogue2008.eu/> & ENAR/CEJI Fact Sheet 31, The 2008 European Year of Intercultural Dialogue, European Network Against Racism, March 2007. 270 Decision No 1983/2006/EC of the European Parliament and of Council of 18 December 2006 concerning the European Year of Intercultural Dialogue (2008), (OJ L 412/44, 30.12.2006). 189 Tamamı 10 milyon Euro’luk bütçe ile finanse edilen Avrupa Yılı kültür, eğitim, gençlik, spor ve vatandaşlık gibi temel alanlarda 2008 yılı boyunca program ve diğer Topluluk etkinlikleri aracılığıyla uygulanacak projelere fon sağlamayı öngörmektedir. Yıl boyunca Avrupa düzeyinde yürütülecek öncü projelerin yanı sıra her üye devlette bir ulusal projeye destek verilmekte ve sivil toplumu harekete geçirmeyi amaçlayan bir ortak program yürütülmektedir. Diğer Topluluk düzenlemelerinde olduğu gibi iyi uygulamaların ortaya konması ve ihtiyaçların belirlenmesinde sivil toplumun aktif katılımı beklenmektedir. Ayrıca kültürlerarası diyaloğun önemi ve yararları konusunda farkındalık yaratmak üzere elçiler görevlendirilmiştir. 3.8. Temel Haklar Şartında Irkçılık ve Yabancı Düşmanlığı Lizbon Antlaşması ile birlikte yürürlüğe girecek olan ve Birlik vatandaşlarının haklarını tek metinde toplayan AB Temel Haklar Şartı (THŞ), ırkçılık ve yabancı düşmanlığını spesifik olarak ele alan herhangi bir madde içermemiş olmakla birlikte her türlü ayrımcılığı yasaklayan bir hüküm içermektedir. THŞ m. 21(1) uyarınca, “Cinsiyet, ırk, renk, etnik veya sosyal köken, genetik özellikler, dil, din veya inanç, siyasi veya diğer her türlü düşünce, bir ulusal azınlığa mensubiyet, servet, doğum, sakatlık, yaş veya cinsel eğilime dayalı her türlü ayrımcılık yasaktır”. Bu sayede THŞ, Topluluk kurumlarına cinsiyet, ırk ve etnik köken, din veya inanç, engellilik, yaş veya cinsel konuma dayanan ayrımcılıkla mücadele etmek için girişimlerde bulunabilmeleri için açık yetki tanıyan ATA m. 13’te sayılan ayrımcılık alanlarını daha detaylı bir şekilde saymaktadır. Ayrıca ATA m. 13 milliyet (uyrukluk) esasına 190 dayalı ayrımcılıkla mücadele için herhangi bir ifadeye yer vermezken ve bu konuda üçüncü ülke vatandaşlarına yönelik durumu muğlak hale getirmesi eleştirilirken, THŞ m. 21(2)’de yer verilen hüküm ile milliyet esasına dayalı her türlü ayrımcılığı açıkça yasaklamaktadır. Buna göre, “Avrupa Topluluğunu Kuran Antlaşma’nın ve Avrupa Birliği Antlaşması’nın uygulama alanı kapsamında ve bu Antlaşmaların özel hükümlerine halel getirmemek kaydıyla, milliyet esasına dayalı her türlü ayrımcılık yasaktır”. 191 IV. BÖLÜM AVRUPA BĐRLĐĞĐ’NĐN IRKÇILIK VE YABANCI DÜŞMANLIĞI ĐLE MÜCADELEDE ETKĐN(SĐZ)LĐĞĐ Irkçılık ve yabancı düşmanlığı ile mücadele, sorunun özü itibariyle, sosyal, siyasi ve hukuki politikaların birbirinden bağımsız olmayan çok-boyutlu bir perspektifte ele alındığı bir yaklaşımı gerekli kılmaktadır. Zira önceki bölümlerde bahsedildiği gibi ırkçılık, zaman içinde sosyal, siyasi ve ekonomik dönüşümlere bağlı olarak teorik açıklamaların ötesine geçip farklı biçimlerde yeniden şekil bulmaktadır. Avrupa’yı son dönemde iyice sarsan bu sosyal fenomenin nedenleri de ırkçı teorilerin farklılıklar üzerinden yarattığı dışlamanın çok ötesinde sosyokültürel ayrımcılık, ekonomik, siyasi ve yasal boşluk ya da çarpıklıklar üzerinden okunmaktadır. Farklı kategorilere ait olsa da doğrudan ya da dolaylı biçimde ırkçılığa yol açan bu unsurların öfke ve karşıtlığının aynı ‘yabancıya’ yönelmesi, neden-sonuç ilişkisinde olduğu gibi mücadeleyi de girift bir yapılanma içine sokmaktadır. Bu bağlamda ekonomik koşulların iyileştirilmesi sosyo-kültürel entegrasyon politikalarının bir ayağını oluştururken, siyasi söylemlerin yasal düzenlemelerle paralel ilerlemesi ya da siyasi iradenin toplum tabanına etki eden her türlü alanda ayrım gözetmeme şeklinde tecelli etmesi mücadelenin özü açısından önem taşımaktadır. 192 Irkçılık ve yabancı düşmanlığının ortaya çıkış ve yükseliş nedenleri gibi Avrupa’da bugün karşılaşılan ırkçılık biçimleri de tek boyutta kalmamaktadır. Irkçıyanlısı tavır ve davranışlar başta olmak üzere sorunların siyasi platformlarda temsilciler tarafından kullanılması, sosyo-kültürel dışlama ve ırkçılığın kurumsal ve yapısal biçimi, ırkçılığın gözle görünür tespitini mümkün kılan biçimlerinden yalnızca birkaçıdır. Dolayısıyla bu sosyal olguyla etkin mücadele, hem neden olduğu unsurların çeşitliliği hem de kendini gösteriş biçimindeki farklılıklar nedeniyle geniş bir spektruma yayılan politika ve düzenlemeleri gerektirmektedir. Hatta doğrudan ırkçılık ve yabancı düşmanlığını hedef alan açılımların ırkçılığa neden olan tüm unsurların göz önüne alınarak gerçekleştirilmesi de etkin ve kapsamlı bir mücadele açısından tek başına yeterli değildir. Göç, entegrasyon, güvenlik ve işsizlik gibi konulara yönelik politikaların üretilmesi sırasında da toplumdaki olumsuz algılamaları pekiştirecek ya da korkuları meşru kılacak yaklaşımlardan kaçınılması gerekmektedir. Dolaylı politika üretimi olarak da nitelendirilebilecek bu yaklaşım, sorunun nedenlerine bakıldığında aslında hedef politikaları tamamlayıcı bir unsur taşımaktadır. Yukarıdaki gerçekliğin ışığında AB düzeyinde benimsenen politikalar ve başlatılan girişimlerin en fazla tartışılan yönü, parçalı ve dağınık bir politika ağının bulunması olarak karşımıza çıkmaktadır. Yasal önlemlerin tek başına sınırlı yetkiye sahip olduğu bilinciyle farklı kurum ve raporlar aracılığıyla getirilen öneriler de bu yönde şekillenmektedir. Yasal düzenlemelerin siyasi liderlerden gelen destekleyici eylemler, eğitim, analiz, araştırma ve sivil toplumu içine alan bilinç artırımı ile 193 desteklenmesi beklenmektedir.271 Ayrıca pro-aktif politikaların güdülmesi ve çokboyutlu mücadelenin yanında kurumsal bağlamda tek sesli açılımların gerçekleştirilmesi gereği de AB açısından daha fazla aşama kaydedilmesi beklenen alanlardır. AB düzeyinde ırkçılıkla mücadeleye yönelik bir politika ya da kararın üye ülkeler tarafından destek görmesi, günün koşullarına göre değişim göstererek mevcut siyasi iradenin tekelinde kalınca, mücadelenin özünü zedeleyebilecek boşluklar yaratılmaktadır. Doğal olarak mücadele alanında yaratılan boşluklar, AB düzeyli ırkçılık ve yabancı düşmanlığı politikalarının etkinliğini sarsmaktadır. Halbuki AB sosyal, siyasi ve yasal araçlarıyla şekillendirilecek politikalar, özellikle de yasal bağlayıcı düzenlemeler, sorunla mücadeleyi belirli ölçüde daha savunulabilir ve toplum gözünde meşrulaştırılabilir hale getirmektedir. Zira, Geddes ve Guiraudon’un da değindiği gibi, bağlayıcı AB düzenlemeleri, hem farklı politik alanları kapsayan değişim konusunda iç politikada risk ve sorumluluk almak istemeyen politikacılar açısından bir araç görevi görmekte hem de uygulamalara Brüksel’de takip şansı tanımaktadır.272 Ancak AB ve üye devlet karar alıcı ve uygulayıcılarının Birlik düzeyli mücadele konusunda gösterdikleri siyasi irade, kararlılık ve en önemlisi politikalardaki tutarlılık açısından bu şansı ne kadar değerlendirdiği tartışılmaktadır. Bu bölümde, Birliğin ırkçılık ve yabancı düşmanlığı ile mücadelesi konusunda yukarıda kısaca değinilen tartışmalı yönleri ele alınarak söz konusu mücadelenin etkinlik ve yeterlilik analizi yapılmaya çalışılacaktır. Bu kapsamda çalışmanın 271 “Trends and Developments 1997-2005 – Combating Ethnic and Racial Discrimination and Promoting Equality in the European Union”, European Union Agency for Fundamental Rights (FRA), 2007, p. 9. 272 Geddes & Guiraudon, op.cit., p. 346. 194 önceki bölümlerinde sorunun oluşum ve gelişim nedenleri ile birlikte detaylandırılan mücadeleye ilişkin AB çapındaki önlem ve düzenlemeler, etkin bir mücadele için olması gerekenlerle karşılaştırılacaktır. Böylece Birliğin ırkçılık ve yabancı düşmanlığı ile giriştiği mücadelesi etki ya da etkisizlik boyutuyla incelenmiş olacaktır. Aynı zamanda AB’nin söz konusu sorunla mücadelesinde etkinlik ya da yeterlilik anlamında bıraktığı boşlukların tespitinden yola çıkılarak bu boşlukların giderilmesi konusunda yeni açılımların sunulmasına çalışılacaktır. Bölüm içinde hem sorunun neden olduğu hem de çözüm için gerekli unsurlar bakımından mücadelenin sosyal, siyasi ve yasal boyutlarıyla ilgili kabaca bir ayrıma gidilmektedir. Ancak, önceden de belirtildiği gibi, unsurların birbiri içine geçen yapısı nedeniyle her başlık bir önceki ya da sonrakinin unsurlarından biri ya da tamamlayıcısı olarak değerlendirilmelidir. 1. Sosyal Boyut: Yabancılara Yönelik Yerleşik Sosyal Algılamalar ve Tutarsız Politikalar Irkçılık ve yabancı düşmanlığı, bilimsel kurgular, çarpık ekonomi ya da siyasetin körüklediği hangi nedene dayanırsa dayansın, özünde birey ve diğer toplumsal öğeleri barındırmaktadır. Bu nedenle de mücadele düzeyi ne olursa olsun anti-ırkçı unsurlar, soruna zemin hazırlayan sosyal çatışma ve karşıtlıkları hedef alan bir girişime yönelmek ve bu girişimin çıkış noktası da sosyal tabandaki birey ve topluluklar olmak zorundadır. Dolayısıyla ekonomiden siyasete uzanan politikalar ve yasal düzenlemelerin sosyal boyutlu çalışmalardan bağımsız 195 değerlendirilmesi zordur ve zaten yerinde de değildir. Irkçılık ve yabancı düşmanlığı ile mücadele kapsamındaki girişim ve düzenlemelerin sosyal etkilerinin önemi, toplum tabanında büyük çoğunluğu sosyal güvensizlik ile şekillenen ve aşırı biçimini ırkçılıkta bulan mevcut olumsuz algılamaları dönüştürmesi ya da tersine pekiştirmesi noktasında ortaya çıkmaktadır. Söz konusu dönüşüm, AB politika ve yasal düzenlemelerinde sık sık referans noktası olarak kullanılsa da, belli dönemlerde iç sorunların ‘dışsallaştırma’ aracı olarak önyargıların yöneldiği grupların kullanılması nedeniyle sekteye uğramaktadır. Hatta konjonktürel değişime bağlı olarak yeniden şekillenen siyaset ve politikaların büyük çoğunluğu, sosyal dışlamacı algılamaları korkular üzerinden meşrulaştırmakta ve bu algılamaların pekiştirilmesine neden olmaktadır. Dolayısıyla özellikle 1990’ların ikinci yarısından itibaren ırkçılık ve yabancı düşmanlığına karşı AB düzeyinde yoğunlaşan irade ve mücadele anlayışının pratikte yeterli etkiyi gösterememesi söz konusudur. Özellikle üye devlet politika ve uygulamalarındaki farklılıkların AB uluslarüstü yapılanmasına rağmen devam etmesi, soruna yönelik sosyal politikaların etkisini önemli ölçüde azaltmaktadır. Bu bağlamda, AB’nin ırkçılık ve yabancı düşmanlığı ile mücadelesindeki etkinsizlik, büyük oranda üye devletlerin sosyal sorunların üzerine ortak bir anlayışla gitmemesinden kaynaklanmaktadır. Aksine ortak anlayışın ‘yabancılar’ üzerinde sıkılaştırılan politikalarda ortaya çıkması ve sonucunda toplumsal ayrışmanın körüklenmesi de AB düzeyli mücadelede önemli boşluklar oluşmasına neden olmaktadır. Bu bağlamda öncelikle üye devletlerin sosyal entegrasyon politikalarındaki farklılıkların mücadele üzerindeki etkisine değinilecek, ardından da farklı alanlarda üretilen politikaların yerleşik sosyal algılamalar üzerindeki yan etkileri ele alınacaktır. 196 1.1. Birliğin ‘Birlik’ Olma Sorunu: Entegrasyon Politikalarındaki Farklılıklar Irkçılık ve yabancı düşmanlığı ile etkin ve kapsamlı bir mücadelenin entegrasyon politikalarından ayrılmazlığı kabul edilen bir gerçekliktir. Zira ırk ayrımcılığı, barındırdığı sosyal dışlama unsuru nedeniyle toplumsal entegrasyon önündeki belli başlı engellerden biridir. Hem göçmen grupların hem de toplumdaki çoğunluğun tutum ve tavırlarına bağlı olarak gelişen iki-yönlü bir sürecin ifadesi olan entegrasyonun şüphe, düşmanlık ve ırkçılık barındıran bir ortamda gerçekleşmesi mümkün görünmemektedir. Bu iki-yönlü süreç dahilinde başarılı bir entegrasyon, AP Sivil Özgürlükler, Adalet ve Đçişleri Komitesi başkan yardımcısı Gaubert tarafından da özetlendiği haliyle, birkaç unsura bağlıdır. Ev sahibi ülke açısından, toplumun genelinin farklılıklar için gösterdiği hoşgörü ve açıklık becerisi önem taşımaktadır. Bu bağlamda, devletler eğitim, barınma ve istihdam gibi alanlarda yardımcı koşulları oluşturmak için yeterli iradeye sahip olmalıdır. Göçmen gruplar açısından da etkin bir entegrasyon, başta bireysel iyi niyet olmak üzere, sorumluluk ve sosyal etkileşim gerektirmektedir. Örneğin, bulunduğu ülkenin dilini öğrenme konusunda istekli olmak, profesyonel ve sosyal yaşamda ilerleme sağlamanın kilit unsurlardan biridir.273 Entegrasyon süreci genel anlamda karşılıklı iletişim ve etkileşime dayansa da bu sürece yönelik politikalar, her devletin kendine özgü milli geleneklerine, tarihine ve kurumsal düzenlemelerine bağlı olarak farklılık göstermektedir. Bu nedenle de bu sürecin yönetimi her devletin kendi sorumluluğunda kalmaktadır. AB üye devletleri 273 “Mainstreaming Non-discrimination in Integration Policies”, EUMC Round Table Conference Report, Helsinki, 4 October 2006, p. 8. 197 açısından da benzeri bir durum söz konusudur. Bazı üye devletler (Fransa ve Almanya gibi) diğerlerinden daha asimilasyonist politikalar izlerken, Đngiltere gibi devletler ise çok-kültürlülüğü öngören politikaları tercih etmektedir. Bir üye devletin entegrasyon politikalarından bahsettiği noktada diğerinin ırk ilişkilerinin varlığına dayalı politikalara atıf yapması, Birliğin sosyal entegrasyon ve dolayısıyla ırkçılık ve yabancı düşmanlığı ile mücadele politikaları açısından sıkıntılı bir ortam yaratmaktadır. Özellikle göçmen kökenli nüfusun topluma entegrasyonları konusundaki Đngiliz ve Fransız politikalarına indirgenebilecek ikili ve net ayrım, ırkçılık ve yabancı düşmanlığı ile mücadelede hem siyasi çalışmalar hem de kurumsal ve yasal çabalar bakımından Birliğin elini zayıflatmaktadır. Đngiliz entegrasyon politikası, ülke içindeki etnik grupların varlığını görünür kılarken; Fransa, Geddes ve Guiraudon’un ifadesiyle, ‘renk körlüğü’ yolunu tercih etmekte ve resmi düzlemde göçmenlerin bireyler olarak Fransız toplumuna entegre olması gerektiği görüşünü benimsemektedir. Savaş sonrası dönemde eski sömürge bölgelerinden göç almaya başlayan Đngiltere, 1940’lı yılların sonunda etnik azınlığın oluşumu ile karşı karşıya kalmıştır. 1950’li ve 1960’lı yıllara gelindiğinde Đngiltere’ye yaşanan yoğun işçi göçü, etnik azınlık nüfusun yapısını yeni bir yerleşik yapılanma içine kaydırmıştır. Üretim merkezlerinin çevresinde yerleşimlerini yoğunlaştıran bu nüfus, zamanla endüstride yaşanan gerilemeden en çok etkilenen gruplar olmaya başlayınca ‘beyazlar’ ve ‘etnik azınlıklar’ arasındaki iş/işsizlik farklılıklarının belirginleşmesine neden olmuştur. Đngiltere’de ırk ilişkileri bağlamında politikalar, siyah ve Asyalı göçmen gruplar üzerinde sıkı kontroller ve ayrımcılık karşıtı yasalar aracılığıyla liberal hassasiyetleri yatıştırma politikaları 198 arasında karmaşık bir yapıda şekillenmiştir. Son tahlilde ırk, ırk ayrımcılığı, ırksal eşitlik ve etnik azınlıklar gibi kavramları politikalarında ana referans noktası olarak kullanmayı tercih eden Đngiltere, ABD örneğinden esinlenerek politikalarını asimilasyondan çoğulculuğa kaydırmıştır.274 Đngiltere ile aynı dönemlerde göç olgusuyla karşılaşmasına rağmen, Fransa’nın çok-kültürlülüğe bakış açısı farklı yönde şekillenmiştir. Devletin bireylerle doğrudan ilişkileri üzerine dayanan asimilasyonist modeli uyarınca Fransa, çok-kültürlülüğün eşit olmayan haklar öngördüğünü savunmaktadır. Çok-kültürlülük politikalarını kültürü siyasetin, grupları ise bireylerin önüne geçirdiği düşüncesiyle reddetmektedir. Bu bağlamda Fransız politik söylemleri ve hükümet politikaları, sistemi yabancıların mevcut kurulu toplumsal düzene entegre edilmesi temeline dayandırmaktadır. Böylece, çok-kültürlü toplumdan ziyade, ‘eritme politikası’ etrafında şekillenen bir Fransız sisteminden bahsedilmektedir.275 Üye devletlerin başta entegrasyon politikaları olmak üzere ırkçılık ve yabancı düşmanlığı ile mücadele yöntemlerindeki farklılıklar, Birlik düzeyindeki sorunla mücadele araçlarının etkin kullanımına engel olmaktadır. Fransa’nın ‘ırk’ı görmezden gelen yaklaşımı nedeniyle ırksal ve etnik gruba dayalı bir kategorizasyona giderek veri toplaması söz konusu değildir. Böyle bir durumda, değil dolaylı ayrımcılığın doğrudan ayrımcılığın bile tespiti oldukça zorlaşmaktadır.276 Halbuki ırkçılık konusunda Birlik düzeyinde resmi verinin oldukça kısıtlı olması, hem sorunun ciddiyeti ile ilgili farkındalık yaratma hem de 274 Geddes & Guiraidon, op. cit., pp. 337-338. Deniz Altınbaş, “Avrupa ve Çokkültürlülük: Fransa Örneği”, Stratejik Analiz, Ekim 2006, s. 5556. 276 Geddes & Guiraidon, op. cit., pp. 339-340. 275 199 etkili politikalar üretme konusunda önemli sıkıntılardan birini oluşturmaktadır. Zira problemin görmezden gelinmesine yol açan bu boşluk, AB kurumlarını sorunlu alanların tespitinden uzak ya da eksik bıraktığı ölçüde, politikaların doğru hedefe yönelmesini ya da zamanlamanın doğru yapılmasını engelleyebilmektedir. Avrupa anti-ırkçılığını tanımlayan asimilasyonist ve çok-kültürlülük yaklaşımları arasındaki farklılıklar, ayrıca Brüksel temelli politikaların oluşumunda da görüş ayrılıkları olarak yankı bulmaktadır. Asimilasyonist Fransız geleneğini savunanlar antiırkçılığı sivil hakların konusu olarak değerlendirerek entegrasyonda Fransız modelini savunurken, Đngiliz yanlısı politika yapıcılar kimlik politikaları ve azınlık kültürleri üzerinde yoğunlaşmaktadır. Đki yaklaşımın zıtlıklar barındırması, Birlik düzeyinde tek sesli politikaların oluşumunda uzlaşıya varılma sürecini yavaşlatmaktadır. Irkçılığa karşı yasal bağlayıcı düzenlemelerin hayata geçirilmesi konusundaki zorlu ve uzun sürece bir önceki bölümde değinilmişti. Yarım asırlık bütünleşme dönemi içinde çoğulcu ve çok-kültürlü Avrupa’nın desteklenmesi konusunda ancak yol alınmaya başlanması, bütünleşmenin çeşitlendirdiği ya da farklılaştırdığı sosyo-kültürel ve ekonomik özelliklerden kaynaklandığı gibi, görüş ayrılıkları üzerinden bir siyasi uzlaşıya varılması konusundaki güçlüğün ve irade eksikliğinin de yansımasıdır. Üye devletlerin geleneksel politikalarındaki katı çizgiler, ancak Irk Eşitliği Direktifinin bağlayıcılık kazanmasında olduğu gibi, tüm üye devletlerin aleyhine görünen bir konjonktürün varlığı sırasında erimektedir. Başka bir deyişle, üye devletler ülkelerinde sağladıkları yerleşik düzenin bozulacağını sezdiği, sorunun ucunun kendine dokunacağını anladığı ölçüde ve zamanda farklılıklardan uzlaşıya dönüşen bir politikaya başvurmaktadır. Bir önceki bölümden hatırlanacak olursa, yeni bin yıla girerken Avusturya seçim krizinin 200 yaşanması üye devletleri bağlayıcı bir düzenlemeye motive etmiş ve Fransa da böyle bir düzenleme için Komisyona çağrı yapan ülkeler arasında yer almıştı. Entegrasyon ve anti-ırkçı politikalardaki yaklaşım arasındaki farklılık, Brüksel temelli politikaları, ayrıca genel bir çerçevenin çizilerek benimsenen ortak irade sonrasında da etkilemektedir. Söz konusu farklılıklar Topluluğun ırkçılığa karşı benimsediği eylemlerinin ortak bir amaçta ilerlemesinin önüne geçmektedir. Örneğin; öngörülen fonların hangi yönde harcanacağı, hangi konular üzerine odaklanılacağı ya da hangi grupların destekleneceği gibi konular tartışma yaratmaktadır.277 Halbuki Avrupa içinde etkili bir entegrasyon politikasının oluşturulması için özellikle iki konunun üye devletler arasında netlik kazandırılması gerektiği vurgulanmaktadır: Hangi birey ya da gruplar entegrasyon politikalarının odak noktası olmalıdır? Hangi araçlarla ve ölçüde (dil yeteneği, ekonomik, sosyal ya da kültürel entegrasyon, siyasi katılım vb.) entegrasyon politikaları sürdürülmelidir?278 Dolayısıyla Avrupa’da bu konuda bütüncül bir yaklaşımın varlığı, entegrasyon tanımı ve biçimi konusundaki belirsizliklerin belirli ölçüde giderilmesine bağlıdır. AB içinde ortak bir yaklaşım bulunmasa da bazı aktivistler, kurumsal bazdaki hakim görüşün daha çok asimilasyonist politikalardan yana olduğunu belirtmektedir. Buna göre, resmi politikalar göçmenlerin çoğunluk kültürüne aktif olarak erişimini sağlayacak adımları teşvik edici unsurlar içermektedir. Aksine göçmenlerin kültürel çeşitliliğine yönelik farkındalığı açıkça 277 Ruzza, op.cit., p. 159. Rita Süssmuth and Werner Weidenfeld, “The Integration Challenge: Living Together in a Europe of Diversity”, in Rita Süssmuth and Werner Weidenfeld (eds.), Managing Integration: The European Union’s Responsibilities Towards Immigration, Bertelsmann Stiftung: Migration Policy Institute, 2005, p. XIII. 278 201 vurgulayan politikalardan genel anlamda bahsetmek mümkün değildir. Dolayısıyla izlenen politikalarda yapılan vurgunun ve ayrılan fonun çoğu, azınlıkların çoğunluk toplumuna entegrasyonlarının sağlanmasına yönelik olurken, azınlık kültürlerini daha üst bir koruma düzeyine çıkaran ve dinsel hakları koruyan hükümler sınırlı düzeyde kalmaktadır.279 Huysmans da kısıtlayıcı göç politikalarının göçmenleri başarılı bir şekilde entegre etme iddiasıyla savunulduğunu ve entegrasyon politikalarının büyük ölçüde göç öncesi birörnek toplum yapısını yeniden oluşturma amacıyla homojen yaklaşımlar içerdiğini savunmaktadır.280 Entegrasyon diğer politika alanlarından bağımsız ele alınıp izole edilemeyecek bir alandır. Bu süreç, yatay ve dikey olarak tanımlanan entegrasyon alanlarının dengeli bir karışımına dayandırılmalıdır. Yatay olarak, ekonomik, sosyal, kültürel, dini ve siyasi entegrasyonu içine alan kapsamlı politikaları içerirken; dikey olarak ise politikalar, sadece entegrasyonu doğrudan yöneten yerel ve bölgesel önlemleri içermek yerine, aynı zamanda ulusal düzeyde ve Avrupa düzeyinde kapsamlı araçların varlığını gerektirmektedir.281 Bu bağlamda başta göç sorunları olmak üzere barınma, istihdam, eğitim ve şehirleşme gibi politika alanlarından bağımsız ele alınması, entegrasyonu sadece retorikte bırakan bir durum yaratmaktadır. Gettolaşma da tek boyutlu ve birbirinden bağımsız yürütülmeye çalışılan entegrasyon politikalarının sonucu olarak Avrupa’da kendini göstermektedir. Temel Haklar Ajansı raporları etnik ve ırksal ayrımcılık konusunda mücadele alanlarına 279 Ruzza, op. cit., p. 159. Jef Huysmans, “European Identity and Migration Policies”, in Larks-Erik Cederman (ed.), Constructing Europe’s Identity: The External Dimension, London: Lynne Rienner Publishers, 2001, p. 199. 281 Süssmuth & Weidenfeld, op. cit., p. XIV. 280 202 değinirken, gettolaşmaya karşı politikaların tüm alanları (istihdam, eğitim, barınma, güvenlik vs.) kapsayan geniş bir önlemler paketinin parçası olması gerektiğine vurgu yapmaktadır. Çünkü tek başına alınan önlemler sadece yerleşime yönelik olurken temel entegrasyon sorunlarının çözümünün uzağında kalmaktadır.282 Sosyal yaşamın tüm alanlarını kapsayan entegrasyon gerçeğinin tamamlayıcısı ve önemli yapı taşlarından biri de kültürlerarası iletişimdir. Đletişim hem gerçekçi bir etkiye sahip politika ve yasama ortamı için gerekirken hem de göçmen, mülteci ve sığınmacı grupların iletişim kopukluğu ve bilgisizlik nedeniyle kendisine ve toplumun geneline sorunlu alanlar yaratacak gettolaşmanın önüne geçmek için önemlidir. Mestheneos ve Ioannidi çalışmalarında, mültecilerin AB’ye entegrasyonunu engelleyen sorunlar arasında bilgi ve iletişim eksikliğine de yer vermiştir. Buna göre, kamusal ve özel alanda mültecilere yardım edecek kurumların varlığına rağmen, üye devletlerin çoğunda bilgiye ve imkanlara ulaşma konusunda bu grupların sıkıntı yaşadığından bahsetmektedir.283 Bütüncül ve etkili bir entegrasyonun, ırkçılık ve yabancı düşmanlığı ile mücadele kapsamında gerekliliği ve önceliği ortadadır. Bu bağlamda Avrupa Irkçılık ve Yabancı Düşmanlığını Đzleme Merkezi, Avrupa Parlamentosu Sosyalist Grubu’na sunduğu 2006 tarihli raporunda ırkçılıkla mücadelede entegrasyonun önemine değinerek bu konudaki görüşlerini bildirmiştir. Đzleme Merkezi, ırk eşitliğinin, yasal düzenlemeler yapmanın yanında, hedef politikalar ve aktif entegrasyon çalışmaları ile sürdürülmesi gerektiğini vurgulamıştır. Ayrıca göçmen 282 “Trends and Developments 1997-2005 – Combating Ethnic and Racial Discrimination and Promoting Equality in the European Union”, European Union Agency for Fundamental Rights (FRA), 2007, p. 30. 283 Mestheneos & Ioannidi, op. cit., p. 317. 203 ve azınlıkların sosyal ve ekonomik durumlarının doğrudan entegrasyon ve topluma bağlılık ile doğru orantılı olduğu belirtilmiştir. Sosyal dışlama ve ekonomik marjinalleşmenin bu grupların kendini toplumdan yabancılaşmış hissetmesine neden olabileceği uyarısı yapılmış ve bu nedenle üye ülkelerde bu konuya yönelik kapsamlı soysal ve ekonomik politikaların oluşturulmasına ihtiyaç bulunduğu uyarısı yapılmıştır.284 Son olarak, üye devletlerin entegrasyona bakış açılarındaki farklılıklar ve AB içinde olması gereken bütüncül yaklaşım konusunda Doomernik’in önerisini eklemek yerinde olacaktır. Buna göre, “Açıkça kültürel benzerlik ve asimilasyonu öngören politikalardan ziyade kültürel ve sosyal çeşitliliğe yönelik açılımlar, toplumda daha kolay ve daha hızlı şekilde sonuç verecektir”.285 1.2. Farklı Alanlardaki Politikaların Sosyal Korkuları Pekiştirmesi Irkçılık ve yabancı düşmanlığına karşı geliştirilen toplumsal entegrasyon projeleri, bir yandan çok-kültürlü ortamda farklı kültürlerin varlıklarını sürdürmesine izin verirken, aynı zamanda çoğunluk ve azınlık grupları arasındaki toplumsal bağın/uyumun varlığına da yer vermelidir. Tezat gibi görünen bu iki süreç, aslında birbirini tamamladığı ölçüde, toplumda hem farklılıklara karşı hoşgörünün oluşmasını sağlamakta hem de göçmen, mülteci ve sığınmacı gibi azınlık grupların sosyal yapılanmanın dışında kalmasını önlemektedir. Her bireye 284 European Monitoring Centre on Racism and Xenophobia, “Racism and Xenophobia in the European Union: Facing the Challenge of Non-Discrimination and Integration”, Brussels, 30 August 2006, pp. 3-4. 285 Doomernik, op. cit., p. 79. 204 toplumsal bağın bir parçası olarak bakılıp farklılıkların dinamizminden yararlanmak ise ancak sosyal tabana yerleşmiş önyargıların kırılması ile gerçekleştirilebilir. Bu anlamda yalnızca entegrasyon politikalarının değil, farklı alanlara yönelik politikaların da çoğulcu toplum yapısını destekleyici unsurlara yer vermesi gerekmektedir. Farklılıklar temelinde toplumsal bağlılık tezinin ırkçılık ve yabancı düşmanlığı ile mücadele açısından AB politika ve düzenlemelerinde de çeşitli yollarla vurgulandığı söylenebilir. Ancak AB düzenlemelerinde yapılan bu vurgunun toplum tabanında ne ölçüde yankı bulduğu tartışılması gereken bir konudur. Zira Avrupa toplumu, önceki bölümlerde ayrıntılarına yer verildiği gibi, sosyoekonomik refahlarında azalma olmadığı ve güvensizlik hissi yaşamadığı ölçüde farklılıklara karşı hoşgörüsünü muhafaza etmektedir. Gittikçe küreselleşen ve bütünleşen Avrupa içinde ise toplumların yabancılara yönelik olumsuz algılamalarını pekiştirecek düzeyde farklılıklar daha belirgin hale gelmeye başlamıştır. Küreselleşmenin de etkilediği Avrupa’nın sosyo-ekonomik yapısındaki dönüşüm, aynı zamanda yansımalarını, toplumsal farklılıkları yabancılar aleyhine pekiştiren boyutuyla üye devlet politikalarında da bulmaktadır. Göç, güvenlik ve ekonomi gibi alanlarda Avrupa ulus-devletlerince uygulanmaya başlayan sıkılaştırılmış politikalar, genelde başta göçmenler olmak üzere etnik ve dini azınlık gruplarına yönelmesi nedeniyle toplumdaki ‘öteki’ imajını daha belirginleştirmektedir. Dolayısıyla genelde entegrasyon ve ayrımcılığa, özelde ise anti-ırkçılığa yönelik politika ve düzenlemeler de bu noktada etkinliğini yitirmekle karşı karşıya kalmaktadır. Başka bir ifadeyle, ülkedeki sorunların aşılması amacıyla 205 öngörülen hedef politikalar, çoğu zaman içerideki ‘yabancıları’ hedef göstererek, bu gruplara yönelik yerleşik sosyal algılamaları pekiştirmekte ve dolayısıyla çözülmez kılmaktadır. Gelecek kaygısı ve sosyal güvensizlik korkularının ihalesinin yabancıların üzerine kaldığı durumların başında ekonomik sorunların geldiğinden bahsedilmişti. Değişen demografik yapının, finans ve emek piyasalarının küreselleşmesinin getirdiği sorunlar, aşırı sağ partilerin de sorunu körüklemesiyle, çoğunlukla göçmenlerin varlığı üzerinden okunmaktaydı. Bunun da ötesinde hükümetlerin zaman zaman sorunları ‘dışsallaştırma’ yoluna giderek yabancıların varlığının arkasına sığınması, Avrupa toplumu ve yabancılar arasındaki uçurumu daha derinleştirmekteydi. Bu anlamda siyasi düzlemde üretilen politikaların sosyal tabana yansıyan boyutuyla ırkçılık ve yabancı düşmanlığı ile mücadele politikalarını etkilediği söylenebilir. Bir yanda kültürel çeşitliliğin Avrupa toplumuna dinamizm katacağını vurgulayan düzenlemeler yapılırken öte yanda yabancıları hedef gösteren politikaların varlığı, mücadeleyi sosyal anlamda zayıflatmaktadır. Sorunun temelinde çözünmesi zor olumsuz sosyal algılamaların varlığı yatsa da bu anlamda hükümetlerin ve siyasi temsilcilerin yapması gerekenler bulunmaktadır. Bütünleşme ya da küreselleşmeden ekonomik anlamda etkilenen vatandaşların korkularının faturasının yabancılara yüklenmesini önlemek için, ekonomik sorunların ana kaynağının ekonomideki yeniden yapılanma süreci veya diğer değişimler olduğu halka açıkça anlatılmalıdır. Çare olarak düşünülen politikalar 206 eksi ve artılarıyla halkla paylaşılmalıdır. Bu durum halkın ‘yabancı’ ya da ‘öteki’ni rakip görme algısının belirli ölçüde azalmasına neden olacaktır. Ayrıca demografik yapısı değişen ve gittikçe yaşlanan Avrupa’nın işgücü anlamında üçüncü ülke vatandaşlarına duyduğu ihtiyacın siyasiler tarafından, topluma, verilere dayanarak anlatılması gerekmektedir. Zira yakın gelecekte söz konusu gruplar refah paylaşım unsurları olmayacak, Avrupa’nın sosyo-ekonomik refahına katkıda bulunan bireyler haline dönüşecektir. Ancak, şu bir gerçektir ki, siyasi irade hem hükümet hem muhalefet kanadınca, bu gerçekliği yansıtmak yerine mevcut sorunları kullanmayı tercih etmektedir. Hükümetler kendilerine yöneltilen tepki ve eleştirileri dışsallaştırmak için göçmen gruplara yüklenmekte, siyasi rant peşindeki diğer siyasiler ise oy oranlarını artırmak için güncel sorunları araç olarak kullanmaktadır. Refah kaybı ya da yabancılara refah ihracı gibi algılamaların hükümet politikalarınca göçmenler aleyhine dönmesi, iki farklı yönde sonuç doğurmaktadır. Bu sonuçlardan biri, önceden de bahsedildiği haliyle toplum tabanında göçmenlere yönelik olumsuz algılamaların güçlenmesidir. Diğeri ise politikaların muhatabı göçmen grupların sıkı politika ve dışlama içinde kendilerini sıkışmış hissederek daha fazla kenetlenmeye başlamasıdır. Sıkça varlığından yakınılan ve korkulan gettoların oluşmasının nedenlerinden biri de söz konusu dışlanmışlık duygusudur. Son tahlilde bir yandan dışlanmışlık hissi ile göçmenlerin öfkeleri artarken öte yandan vatandaşların endişeleri de karşı tarafa diş biletince toplum içinde ‘biz’ ve ‘öteki’ arasındaki kutuplaşma daha da artmaktadır. Benzer durum 9/11 saldırıları sonrası yeniden şekillenen güvenlik politikaları ve göçmenler üzerinde yarattığı yeni profil için de geçerlidir. AB’nin 9/11 ile dolaylı, Londra ve Madrid saldırıları 207 ile ise doğrudan karşı karşıya geldiği küresel terör gerçeğinin sosyal tabana ve mücadele konusuna yansımaları hakkında aşağıdaki analizleri yapmak yerinde olacaktır. Terörle ilgili sorunların tek bir dine (Đslam) mensup kişiler üzerinden okunmaya çalışılması ve alınan önlemlerin bu felsefeye hizmet etmesi hem suçlamaların yöneldiği grupların daha fazla dışlamaya maruz kalmasına neden olmakta hem de sorunla mücadeleye yönelik alınan ve alınmak istenen önlemlerin etkisini azaltmaktadır. Söz konusu düzenlemeler toplumda yabancı ve yerel gruplar arasındaki kutuplaşmayı ve gruplaşmayı artırarak ‘ötekileştirme’ye katkı sağlamakta ve entegrasyon politikalarının işlerliğinin yitirmesine neden olmaktadır. Önceki bölümlerde de değinildiği gibi, bir toplumun içindeki azınlık grupları ne kadar ayrımcılık ve dışlamaya maruz kalırsa bu kişiler etnik köken ya da din gibi ortak unsurlar etrafında birleşmeye bir o kadar meyilli olmaktadır. Dolayısıyla entegrasyonun önündeki en büyük engellerden biri olan gettolaşmanın önüne geçmek de zorlaşmaktadır. Bu noktada ırkçılık ve yabancı düşmanlığı sorunlarının aşılması konusunda yapılması gereken belirli etnik ve dini gruplara yönelik radikalizm algılamalarını güçlendirecek politikalardan kaçınmak olacaktır. Özellikle göçün AB düzeyinde ekonomik kalkınma ya da insan hakları konusu olarak ele alınmasından ziyade, güvenlik/suç konu ya da sorunları bağlamında tanımlanarak düzenlemeye tabi tutulması, toplumdaki aşırı ırkçı ya da yabancı düşmanı algılamaları meşrulaştırmaktadır. Ayrıca aşırı sağın göç konusundaki extremist iddialarını meşrulaştırarak konuyu siyasallaştırmaktadır. Göçmenlerin siyasi platformlarda sesini duyurmasını engelleyen bu süreç, bir kez daha dışlamaya 208 neden olmaktadır. Bu şekilde bir dışlanmanın sonucu ise sosyal marjinalleşme ve şiddete başvuru olarak kendini göstermektedir. Zira seslerini duyuramayan grupların marjinal yollarla farkındalık yaratmaya çalışması sık rastlanan bir durumdur. Kutuplaşma ve marjinalleşme ise ırkçılık ve yabancı düşmanlığı ile mücadele politikalarının etkinlik sağlayacağı ve tek başına yeterli geleceği bir ortamı ifade etmekten oldukça uzak kalmaktadır. 2. Yasal ve Kurumsal Boyut: Anti-ırkçı Çerçevede Bırakılan Boşluklar Avrupa bütünleşme projesi kapsamında öngörülen ve Avrupa halklarının bağlılığına dayanan siyasi ve sosyal entegrasyon sürecinin başarıya ulaşması için, bir yandan siyasi iradenin şekillendirdiği aynı zamanda da siyasi iradeyi zorlayacak bağlayıcı düzenlemelere ihtiyaç duyulmaktadır. Amsterdam Antlaşması’na kadar ırkçılık ve yabancı düşmanlığı konusunda yasal bir zeminden yoksun olan AB’nin sorunu doğrudan hedef alan düzenlemelerde bulunmaya başlaması için 2000’li yılların beklenmesi gerekti. Söz konusu düzenlemelerin, bağlayıcı olmayan girişimlerle birlikte, AB düzeyinde kapsamlı bir politika oluşturma hedefine getirdiği katkı ise -son yıllarda görece daha hızlı kaydettiği aşama yadsınamasa datartışılacak boyuttadır. Zira yasal düzenlemelerin bağlayıcılık kazanması ırkçılık ve yabancı düşmanlığı ile mücadele için tek başına yeterli gelmemekte, uygulamada da benzer iradenin samimiyetle sergilenmesi gerekmektedir. AB çapındaki düzenlemelerin uygulama alanını zorlaştıracak birtakım etkenler bulunmaktadır. Bunların birçoğu AB hukuk ve kurumsal yapılanmasının özelliklerinden 209 kaynaklanırken bir kısmı da üye ülkelerin uygulama alanında olması nedeniyle oluşan zorlukların getirileri olarak değerlendirilebilir. Irkçılık ve yabancı düşmanlığı konusundaki Birlik girişim ve düzenlemelerin etkinliğini olumsuz yönde şekillendiren konuların başında, AB düzeyinde parçalı ve dağınık bir politika ağının varlığı gelmektedir. AB yapılanmasının ağır işleyen bürokratik yapısı ve ırkçılık ve yabancı düşmanlığı politikalarının kurumsal anlamda parçalı bir düzeyde ele alınması, politikaların oluşumu ve işleyişinin önündeki önemli sorunlardandır. AB’de demokrasi açığı yaratması nedeniyle eleştirilen kompleks bürokratik yapı, gündem belirleme zorluğu yaratması bakımından da eleştirilerin odak noktası olmaktadır. Bu durum halihazırda siyasi iradenin yavaş tecelli ettiği ırkçılık ve yabancı düşmanlığını da içeren temel hak ve özgürlükler konusundaki düzenleme sürecini iyice yavaşlatmaktadır. Bunun yanında, Komisyon içinde belirli alanlara odaklanan genel müdürlüklerin (Directorates General-DG) ayrıldığı konuların içinde bırakın özelde ırkçılık ve yabancı düşmanlığı genel anlamda insan hakları konusu için ayrı bir başlığın bulunmaması, sorunun bütüncül bir perspektifte ele alınmasını engellemektedir.286 Irkçılık ve yabancı düşmanlığı farklı politikaların içinde ayrımcılık kapsamında belirli ölçüde tamamlayıcı bir unsur olarak yer almaktadır. Daha önce de belirtildiği gibi, farklı politikaların içinde anti-ırkçı yaklaşımların önemi tartışılmayacak bir konu olsa da bu politikaların farklı DG’lerde birbirinden kopuk olarak üretilmesi aynı etkiyi doğurmamaktadır. Dolayısıyla, Ruzza’nın da belirttiği gibi, alınan 286 Ruzza, op. cit., pp. 145-155. 210 önlemlere rağmen, kurumsal dinamikleri ve yapısı nedeniyle ırkçılık ve yabancı düşmanlığı konusundaki düzenlemelerde yavaş bir ilerleme söz konusudur.287 AB hukuksal yapısının temel taşlarından biri, AB kararlarının vatandaşlara mümkün olan en yakın düzeyde alınmasını öngören ‘yetki ikamesi’ ilkesidir. Birlik, münhasır yetkisine giren konular hariç, eğer AB düzeyinde atılacak adım ulusal, bölgesel veya yerel düzeyde atılan adımlardan daha etkili olmayacaksa harekete geçmemektedir. Başka bir deyişle, Birlik düzenlemeleri de olsa atılacak adımlar, aksi öngörülmemişse, üye devletlerin uygulama alanına bırakılmaktadır. Irkçılık ve yabancı düşmanlığı bakımından da yetki ikamesi ilkesi geçerlidir. Bir önceki bölümde Amsterdam Antlaşması ile ırkçılık ve yabancı düşmanlığına karşı alınacak önlemler bakımından I. ve III. Sütun çerçevesinde ilk defa açık yasal bir zemin sağlandığından bahsedilmişti. Ancak sorunla mücadelede alınacak önlemler bakımından antlaşmanın öngördüğü açık yetki, Birliğe bu konuda münhasır bir yetkinin tanındığı anlamına gelmemektedir. Ne Birlik ne de AT bu alanda münhasır yetkiye sahip değildir; ‘yetki ikamesi’ ilkesi çerçevesinde, ancak üye ülkeler bu konudaki amaçları gerçekleştirmede yetersiz kalırsa ve Birlik düzeyinde adımlar daha iyi gerçekleştirilecekse, Birlik kurumları eyleme geçebilecektir. Bu çerçevede, ırkçılık ve yabancı düşmanlığına ilişkin önlemlerin, ulusal düzeyde alınan önlemlerin yerine geçmeyi değil, bunları desteklemeyi amaçladığı belirtilmektedir.288 Bu özelliğiyle de üye ülkelerde daha iyi uygulama imkanı bulması beklenen alanlarda AB yetkilerinin genişlemesi konusunda direnç 287 288 Ibid., p.155. Monar, op. cit., p. 12. 211 olabildiği tartışılmaktadır.289 Ancak üye devletler nezdinde atılan adımların gerçekten daha etkin gerçekleştirilebileceği için mi yoksa üye devletlerin bu konuda yetki devrine sıcak bakmaması nedeniyle mi bu direncin gösterildiğinin sorgulanması gerekmektedir. Düzenlemelerin kurumsal alanda yapılış ve uygulanış biçimleri bir yana, hukuksal alanda kavram karmaşasının yaşanması da ırkçılık ve yabancı düşmanlığı ile mücadele konusunda detay ama sorunun özünü oluşturan unsurların gözden kaçırılmasına neden olmaktadır. Bir önceki bölümde hem bağlayıcı hem de bağlayıcı olmayan düzenlemeler için bahsedildiği haliyle, hukuksal terminoloji açısından ırksal ayrımcılık konusunda genel kabul gören bir kategorizasyonun yapılmaması sorun yaratmaktadır. Zira ırksal ayrımcılık pratikte farklı görünümde ortaya çıktığı için bu konudaki boşluk, yasal düzenlemelerin etkisini azaltmaktadır. Ayrıca bu durumun ırkçılık ve yabancı düşmanlığının tespitine önemli ölçüde zarar getirmesi nedeniyle özellikle kurumsal ırkçılık konusunda ‘körlük’ yarattığı ilgili bölümlerde bahsedilmiştir. Etkili yasal önlemlerin alınması konusundaki boşluklar yalnızca Birlik düzeyli sorun ya da eksikliklerden kaynaklanmamaktadır. Sorunun tespitini önemli ölçüde zorlaştıran ve bu nedenle hem kurumsal farkındalığın oluşmasını hem de artan farkındalığı takiben gelecek düzenlemeleri etkileyen en önemli sorun, ırkçılık ve yabancı düşmanlığı konusunda resmi verilerin üye devletlerce Birliğe sağlanmamasıdır. Birlik düzeyinde ırkçı ve yabancı düşmanı eylem ve girişimlere 289 Ruzza, op. cit., pp. 146-147. 212 yönelik veriler, genelde resmi olmayan NGO raporlarından derlenerek elde edilmektedir. Resmi verilerin yeterli düzeyde olmaması bazı sorunlu sonuçlar yaratmaktadır. Birbirini tetikleyen bu sürecin ilk ayağını problemi görmezden gelme oluştururken, problemin yokluğu mağduriyetin gözden kaçırılmasına neden olmakta, son tahlilde ise etkili politikaların üretimi engellenmektedir.290 Bu gerçekliğe bağlı olarak ve özellikle son dönemde ırkçılığın artışıyla da paralel olarak, üye devletleri daha fazla veri toplama konusunda teşvik etme ihtiyacı doğmaktadır. Yasal ve kurumsal düzenlemelerin önemli boşluklarından biri ve bu konuda Birliğe getirilebilecek en kapsamlı öneri, tüm AB kurumlarınca ve tüm politika alanlarında uygulanmasını zorunlu kılacak yatay hükümlerin antlaşmalara dahil edilmesi konusudur. “Bütün Topluluk politika ve faaliyetlerinin tanımlanmasında ve uygulanmasında, yüksek seviyeli bir insan sağlığı koruması temin edilir” ifadesi yer alan ATA m. 152 uyarınca Topluluğun bütün faaliyet alanlarında öngörülen sağlık koşulu gibi açık bir hükmün ırkçılık konusunda da yer alması, AB politika ve uygulamalarındaki anti-ırkçılık hassasiyetini zorunlu olarak artıracaktır. Monar, ayrıca, Birliğe bir özgürlük, güvenlik ve adalet alanı temin eden ABA m. 6 ile bağlantı kurulacak benzeri yatay hükümlerin oluşturulması konusunda da öneri getirmektedir.291 Anti-ırkçılık ancak sosyo-ekonomi ve entegrasyon politika alanlarının tümünde yer alması (mainstreaming) ile gerçek anlamda uygulama alanı bulacaktır. 290 “Racism and Xenophobia in the European Union: Facing the Challenge of Non-Discrimination and Integration” Presentation to the Socialist Group in the European Parliament, Brussels, 30 August 2006, p. 3. 291 Monar, op. cit., pp. 17-18. 213 3. Siyasi Boyut: Popülist Siyasetin Mücadelenin Önüne Geçmesi Irkçılık ve yabancı düşmanlığı ile mücadele konusundaki yasal ve kurumsal düzenlemelerin uygulanabilirlik kazanabilmesi büyük oranda siyasi iradeye bağlıdır. Yasal zemine sahip olunca adım atmak ya da girişimde bulunmak daha kolay hale gelmiş olsa da üye devlet ülke iç dinamiklerinin ve çıkarlarının göz ardı edilerek uygulamanın yüzde yüz Birlik düzenlemelerine bağlı kalınarak yapıldığını/yapılacağını düşünmek yanlış olacaktır. Özellikle ENAR gibi Avrupa çapında ırkçılığa karşı sivil toplum ağı oluşturmaya çalışan kurumların rapor ve yayınlarıyla dikkat çektiği konuların üzerine gidilerek etkinlik kazandırılması, hükümet düzeyinde güçlü bir siyasi irade gerektirmektedir. Ancak güncel sorunları yabancılar üzerinden okuyarak kendisine sosyal taban oluşturmaya çalışan siyasi partilerin varlığı, ırkçılık ve yabancı düşmanlığı ile mücadele için gerekli iradenin önüne büyük ölçüde set çekmektedir. Zira genelde aşırı sağ olarak değerlendirilse de aslında Avrupa genelinde çoğu partinin tabanına yayılan milliyetçi unsurlar, yalnızca bu konudan pay çıkarmaya çalışan muhalefetin tekelinde kalmamaktadır. Aşırı sağ ya da aşırı-milliyetçi kanadın hükümet politikalarına yüklenmesi, extremist iddialarla yabancıların varlığına bağlanan sosyo-ekonomik sorunları kendi sahasından çıkarmak isteyen hükümetleri de aşırı sağ ile benzer söylemleri kullanmaya ve göçmen, mülteci gibi gruplara yüklenmeye zorlamaktadır. Dolayısıyla yabancılar hem seçim malzemesi hem de sorunları ‘dışsallaştırma’ aracı olarak kullanılmaya devam ettiği sürece, Birlik düzeyindeki anti-ırkçı politikaların kağıt üzerinde kalması söz konusudur. Bu sorunu aşmanın ve siyasi iradenin güncel 214 siyasi kaygılardan bağımsız tecelli etmesinin tek yolu, anti-ırkçılığı de-politize (siyasetin dışına çıkarmak) hale getirmektir. Günümüz Avrupasında, özellikle de sosyo-ekonomik krizlerin artmaya başladığı ve bütünleşme sürecinde meşruiyet krizi yaşayan Avrupa’da, ırkçılık söylemlerinin siyasetin dışına itilmesi oldukça zor görünmektedir. Anayasal Antlaşmanın reddi krizinden bu yana Avrupa’nın yaşadığı güncel meşruiyet krizi, yeni politika alanlarında Brüksel’in siyasi-kültürel düzeyde açılım yapmasının tartışılmasına neden olmaktadır. Bu bağlamda siyasi entegrasyonun derinleşmesine izin veren politik alanlarda yeterli ilerlemenin kısa vadede sağlanması gerçekliğin ötesinde bir beklentidir. Aksine AB bütünleşme projesinin meşruiyet tabanını zayıflatan tartışmalar, bütünleşme karşıtı siyasilerin elini daha güçlü hale getirmektedir. Söylemlerini milliyetçi unsurlarla süsleyen ve Avrupa bütünleşmesini yabancıları ülkelerine refah paylaşımı için çeken bir unsur olarak gösteren aşırı sağ, Avrupa içinde oylarını yükseltmekte ve tabanını genişletmektedir. 2006-2007 yıllarında Avrupa’da yapılan genel ve yerel seçim sonuçları da bu iddiayı doğrulamaktadır. Danimarka aşırı sağının temsilcisi Danimarka Halk Partisi, Kasım 2007 tarihinde yapılan parlamento seçimlerinde %13.9 oy oranıyla 179 sandalyeden 25’ine sahip olmuştur. Son yıllarda artan suç oranı ve yabancı düşmanlığı sayesinde parti, Danimarka’nın üçüncü büyük partisi haline gelmiştir. Belçika’da aşırı sağ Vlaams Bloğu tarafından temsil edilmekte olup; parti, lider Filip Dewinter’in popülist söylemleri ve yabancılara karşı tutumuyla oy toplamaktadır. Etnik 215 bölünmeyi savunan ve Fransızca konuşulan güney bölgelere karşı politikalar izleyerek yabancı düşmanlığını körükleyen parti, parlamentoda 17 sandalye ile temsil edilmektedir. Haziran 2007 seçimlerinde %12 oranında oy almıştır. 2007 yılının sonlarına doğru erken seçime giden Yunanistan’da ise aşırı sağ eğilimli LAOS partisi %3.8 oy oranı elde etmesine rağmen 10 sandalye ile parlamentoya girmeyi başarmıştır. Avrupa’da Đngiltere gibi çok-kültürlülüğün simgesi haline gelen Hollanda da Mart 2006’da yapılan genel seçimlerde aşırı sağ parlamentoya girmeyi başaramadıysa da genel seçimlerin öncesi Mart ayında yapılan yerel seçimlerde %16’lık oy oranına ulaşmıştır. Özellikle 1990’ların sonlarından itibaren ülke siyasetinde aşırı sağın oldukça etkili olduğu Avusturya’da Jörg Haidar liderliğindeki Özgürlükler Partisi, Ekim 2006 seçimlerinde %11 oy alarak 21 sandalyeye sahip olmuştur. Fransa’da, bilindiği gibi, 1980’lerden bu yana var olan aşırı sağcı eğilimler genel olarak Le Pen önderliğinde yürütülmektedir. Le Pen’in Ulusal Cephe partisi etrafında örgütlenen Fransız aşırı sağcılar, Haziran 2007 tarihinde yapılan son seçimlerde aldığı %1.3’lük oy oranıyla 9 sandalyeye sahiptir. Ancak Fransa başkanlık yarışında öne çıkan rakamlar, Sarkozy de dahil olmak üzere, (aşırı) sağın ülkede ne kadar güçlü olduğunu göstermektedir. Söz konusu yarışta Sarkozy oyların %31.2’sini elde ederek başkanlığı göğüslerken Le Pen aldığı %10.4 oy oranıyla 12 aday arasında dördüncü olmuştur.292 292 Seçim sonuçları ile ilgili detaylar için bkz: http://dosyalar.hurriyet.com.tr/fasizm/ , http://en.wikipedia.org/wiki/Danish_parliamentary_election,_2007 , http://electionresources.org/be/chamber.php?election=2007 , http://electionresources.org/nl/house.php?election=2006, http://www.ntvmsnbc.com/news/429821.asp, http://dosyalar.hurriyet.com.tr/fasizm/# (erişim tarihleri: 27-29.01.2008). 216 Aşırı milliyetçi unsurların, ırkçılık ve yabancı düşmanlığının siyasilere belirli ölçüde prim getirdiği bir ortamda, AB düzeyinde ırkçılığa karşı öngörülen politikaların nitelikli bir eyleme dönüştürülmesi oldukça güçtür. Ancak çoğu zaman var olan sorunların siyasiler tarafından körüklenmesi yoluyla toplumda etkisini bulan ırkçılık düzeyinin geriye çekilmesinde yine siyasilerin etkisi gerekmektedir. Bu nedenle de Avrupa’da yükselen ırkçılığa karşı alarmda bulunan raporlarda, siyasilerin ırkçılığa karşı net ve güçlü bir duruş sergilemesi önerilmektedir.293 Ancak görülen o ki üye devletlerin AB düzeyinde bir politika ya da kararı desteklemesi, söz konusu dönemde ülkenin çıkarı ya da ihtiyacına göre değişim göstermektedir. Bir başka ifadeyle, AB düzeyinde atılacak adımlar ve politikalar konusunda ‘siyasi irade’, günün koşullarına göre ad hoc olarak değişmekte ve güncel olaylardan olumlu ya da olumsuz etkilenmektedir. Bunun en açık örneğini, Irk Eşitliği Direktifinin geçmesi yönünde o dönemde çok istekli davranan, şimdilerde ise göçmenlerin varlığından duyduğu rahatsızlığı çıkardığı yasalarda açıkça ortaya koyan günümüz Fransasında görmek mümkündür. Irkçılık ve yabancı düşmanlığına karşı kapsamlı ve etkili bir mücadeleye öncülük eden siyasi iradenin varlığı, sosyal ve kurumsal ayrımcılık konusundaki siyasi farkındalığın varlığına bağlıdır. Toplum içinde ayrımcılığın gözle görünür hale gelmesine rağmen siyasi düzlemde bu soruna ilişkin farkındalığın yokluğu, ayrımcılığa maruz kalan grupları birleştiren unsur haline gelmektedir. Bu grupların maruz kaldığı sosyal ve kurumsal dışlama ve ayrımcılık karşısında tepkilerini 293 “Racism and Xenophobia in the European Union: Facing the Challenge of Non-Discrimination and Integration” Presentation to the Socialist Group in the European Parliament, Brussels, 30 August 2006. 217 koyarak toplu hareket etmesi, bu defa halkı rahatsız edip korkutarak bir kez daha toplum tabanında ırkçılığın artmasına neden olmaktadır. Bu tezin doğruluğu tartışmasız kabullenilse de farkındalık konusunda bir başka boyutun daha tartışılması gerekmektedir. Yukarıda ırksal ayrımcılık konusunda resmi veri düzeyinin yetersizliğinden bahsedilmişti. Veri yetersizliğinin, özellikle kurumsal düzeyde ve yine özellikle istihdam alanında sorunun tespitini zorlaştırması nedeniyle, sorun hakkında farkındalık oluşmasını önlediği genel kabul gören bir görüştür. Resmi veri yetersizliği, elbette sıkıntı yaratmaktadır. Var olan sorun veri yetersizliği nedeniyle resmen belgelenemediği için cezai boyutta önlemlerin alınmasını engellemekte ya da geciktirmektedir. Ancak seçim kampanyalarında ırkçı söylem ve afişlerin açıkça kullanılması, yapılan anketlerde yabancıların varlığından duyulan rahatsızlığın net olarak sergilenmesi ve belirli gruplara yönelik saldırı ve hakaretlerin gözle görünür hale gelmesi gibi pek çok durum, veri yokluğundan kaynaklanan farkındalık yokluğu mazeretini çok da masumlaştırmamaktadır. Bu aşamada siyasi farkındalığın yokluğundan ziyade, bu farkındalığın prim unsuru olarak kullanılması tartışılmalıdır. Küreselleşme ve bütünleşmenin toplumsal farklılıkları görünür kıldığı bir Avrupa ortamında, yabancılar üzerine siyasi kartları oynamanın prim yaptığını tescilleyen siyasiler, bu farkındalıklarını -görünen o ki- genelde kendi lehlerine kullanmaktadır. Hatta, önceki bölümlerde de değinildiği gibi, sundukları görüşler ve ‘yabancı etiketini’ pekiştirecek düzenlemeleriyle toplumda da ‘ayrımcılığa karşı’ değil, aksine ‘farklılığa karşı’ aksi bir farkındalık oluşumuna neden olmaktadır. 218 Irkçılığa yönelik güncel ve popülist siyaset konusunda yukarıdaki tespitlere eklenmesi gereken bir diğer unsur, üye devletler içinde tehdit olarak algılanan göç gibi konuların fırsata dönüştürülmesi konusundaki başarısızlıktır. Sosyo-ekonomik entegrasyonun önemli konularından biri olan göç ve göçün sürüklediği misafir işçi gerçeği, Avrupa’ya getirdiği yük ya da katkı boyutuyla tartışılmıştı. Daha önce geçici statüde görülerek entegrasyonları göz ardı edilen bu grup, günümüzde Avrupa içindeki ‘öteki’lere dönüşmüştür. Artan sosyo-ekonomik problemler, özellikle de işsizlik nedeniyle, Avrupa toplumuna entegre olamayan kesim çeşitli politikalarla teşvik unsurları artırılarak geri gönderilmeye çalışılmaktadır. Teşviklerin geri dönüşler için yeterli gelmediği durumlarda ise sıkı düzenlemelerle şekillenen extremist politikalara başvurulmaktadır. Almanya ve Fransa’da göçmenlerin aile birleşimini ve ülke içinde yerleşmesini zorlaştırılması konusunda son dönemde çıkarılan yasalar, söz konusu politikalar için gösterilebilecek en önemli örneklerdir. Her iki ülkede de onaylanan göç yasa tasarıları, içerdikleri ırkçı unsurlar nedeniyle ciddi bir tartışma konusu olmuştur. Bu tartışmaların başında Almanya’ya aile birleşmesi yolu ile gelecek olan göçmenlere yönelik ayırımcı uygulamalar gelmektedir. Söz konusu yasaya göre, Almanya tarafından ülkeye girişi vizeye tabi olan devlet vatandaşları, aile birleşmesi yoluyla da olsa, Almanya’ya gelmeden Almanca öğrenmek zorunda bırakılmaktadır. Entegrasyonun hızlandırılmasına yönelik olduğu düşünülse de Almanya bu noktada yadırganacak bir ayrıma gitmektedir. Çünkü Almanya’nın vize uygulamadığı bir devlet vatandaşının aile birleşmesi yolu ile Almanya’ya gelmek istediği durumda bu kişinin eşinden dil bilme şartı aranmamaktadır. Alman göç yasasına karşı eleştiriler de bu noktada ortaya çıkmakta ve eşlerin birleşmesinde birtakım ülke 219 vatandaşlarının eşlerine ayrımcılık yapılmasının AB’nin ve Almanya’nın temel değerleri olan eşitlik ilkesine ve ayrımcılık yasağına aykırı olduğu tartışılmaktadır.294 Fransa’da göçmenlerin yerleşim koşullarını sertleştiren yasa da dil şartı gibi Alman yasası ile benzer şartları getirmenin yanında, daha da ileri giderek, ailelerin birleşimi sırasında çocuklara DNA testi yapılmasına imkan veren bir madde de içermektedir. Gerek muhalefet gerekse sivil toplumdan bu ırkçı uygulamaya gelen tepkiler sonucunda, DNA testinin uygulanmasına koşullu onay verilmiş olsa da Avrupa’nın göç olgusu ve göçmenlere yönelik paranoyakça barındırdıkları güvensizlik ve önyargının göçmenleri daha ne kadar etkileyeceği tartışılmaya devam etmektedir.295 Aslında göç konusunda Avrupa hükümetlerinin yapması gereken, tepkisi yasadışı yollarla yine kendine zarar verecek extremist politikalara başvurmak yerine, söz konusu grupları kalifiye elemanlara dönüştürmeye yönelik programları başlatmasıdır. Zira kısa veya en iyi ihtimalle orta vadede Avrupa’nın nitelikli iş gücüne olan ihtiyacı katlanarak artacaktır. Bu dönemde Avrupa, büyük olasılıkla, geçmişte yaptığı gibi nitelikli iş gücünü çekebilmek için üçüncü ülkelere çağrıda bulunmaya başlayacaktır. Demografik yapısının farkında olan Avrupa, aslında belirlediği entegrasyon ve eğitim programları ile yabancılar arasındaki sınıfsal dönüşümü sağlarsa kendi sosyo-ekonomik geleceğine yatırım yapmış olacaktır. Zira gelecekte istihdam etmek için çağırdığı üçüncü ülke vatandaşları ile bir kez daha 294 Mehmet Özcan, “Yeni Alman Göç Yasası, Türkler ve Đnsan Hakları Đhlalleri”, USAK Stratejik Gündem, 14.07.2007, <http://www.usakgundem.com/yazarlar.php?id=750&type=2>, (erişim tarihi: 28.01.2008). 295 “Fransa’da göçmenlerin işi daha zor”, ABHaber, 20.09.2007, <http://www.abhaber.com/haber_sayfasi.asp?id=18963>, (erişim tarihi: 20.09.2007). 220 geçmişin entegrasyon sıkıntılarına girişmesinin anlamı olmayacaktır. Ancak Avrupa’nın geleceğine yatırım anlamına gelen bu önerinin istikrarlı bir şekilde gerçekleşmesi için, hükümetlerin ve diğer siyasi temsilcilerin elini taşın altına sokarak popülizmden vazgeçmeleri gerekmektedir. Bunun için ise siyasilerin Avrupa’nın yaşadığı sosyo-ekonomik yeniden yapılanmanın faturasını göçmen ve diğer yabancılardan çıkarmak yerine faturayı kendileri yüklenmeleri, başka bir deyişle siyasi iradelerini kararlılıkla ve uzlaşı içinde ortaya koymaları gerekmektedir. Sonuç olarak, Avrupa’nın yaşadığı sorunları ırkçılık ve yabancı düşmanlığı retoriklerinin arkasına sığınarak okumaya çalışması, aslında hem AB düzeyli politika ve düzenlemelerin etkinliğine set çekmekte hem de 50 yılını verdiği bütünleşme projesi kapsamındaki sosyo-ekonomik ve siyasal entegrasyona zarar vermektedir. Bu bölümde, AB’nin ırkçılık ve yabancı düşmanlığı ile mücadele alanındaki girişim ve çabalarının yeterlilik ve etkinlik düzeyi analiz edilmeye çalışılmıştır. Bunun da ötesinde AB siyasi ve kurumsal yapılanmasında üzerinde durulan girişimlerin neden uygulamada etkinliğini yitirdiği açıklanmaya çalışılmıştır. Buna göre, AB düzeyli anti-ırkçı girişim ve çabaların bir kısmı Birliğin kendi yasal ve kurumsal yapılanmasından kaynaklanan nedenlere dayanırken, büyük çoğunluğunun üye devlet politikalarındaki farklılıklardan ve eksikliklerden kaynaklandığı görülmektedir. Başka bir deyişle, AB düzeyindeki kararlılık ve politikalar, üye devlet uygulamaları veya uygulamaların üye devletlere farklı yansımaları nedeniyle tehlikeye girmekte ya da etkisiz kalmaktadır. Mevcut ulusal anayasal ve yasal düzenlemelerdeki büyük farklılıkların varlığı ortamında Birlik 221 düzeyinde ilerlemeyi sağlamak çok kolay olmamaktadır. Özellikle de ulusal sağ parti söylemleri nedeniyle toplum temelinde şekillenen dışlamacı algılamalara bağlı olarak öngörülen politikalar etkin bir uygulama alanı bulamamaktadır. Kısacası, söz konusu sorunların varlığı nedeniyle, Birliğin eylemleri sadece çerçevesel düzeyde ve hem de çok kısıtlı bir yapıda kalmaktadır ve kalmaya da devam edecektir. 222 SONUÇ Bütünleşme projesini ‘farklılıklarda birliktelik’ sloganıyla sosyo-kültürel ve siyasi anlamda ileri taşımayı hedefleyen AB, bugün ırkçılık ve yabancı düşmanlığının artışı gibi ciddi bir sorunla karşı karşıyadır. Entegrasyon sürecinin aleyhine işleyen bu süreç, hem Birliğin sosyal, ekonomik, hukuksal ve siyasi dinamiklerinden etkilenmekte hem de söz konusu dinamiklerin gelişimini etkilemektedir. Bu etkileşimin en çarpıcı örneklerini ise genişleme sürecinde, ulusal ekonomilerin beklentileri karşılamadığı dönemlerde ve küresel sistemin ekonomik ve güvenlik sorunsalı kapsamındaki çıktılarında görmek mümkündür. Nitekim AB’nin özellikle son genişleme dalgalarında yaşadığı refah kaybı ve göç akını kaygısı, yeniden yapılanan küresel ekonominin yol açtığı ulusal işgücü kaybının körüklediği nefret ortamı ve 9/11 sonrası artan Đslamofobi, Avrupa’yı sarsan bu sürecin çarpıcı çıktılarındandır. Söz konusu süreç Avrupa’da bugün çoğunlukla güncel sosyo-ekonomik sorunların arkasına sığınılarak meşrulaştırılmaya ya da belirli ölçüde normalleştirilmeye çalışılmaktadır. Ancak sosyal ve siyasi farkındalıktan uzak kalındığı ölçüde AB’nin geleceği açısından da nefrete dayalı bir hastalığın habercisi olan296 ırkçılık ve yabancı düşmanlığı, ne yalnızca günümüz Avrupasının bir sorunudur ne de sadece yakın geleceğe yönelik bir tehdit unsurudur. Zira ırkçılık geçmişte kölelik sisteminin ve sömürgeciliğin meşrulaştırma aracı olarak kullanılmış ve arî ırk oluşturma gibi çarpık bir ideolojinin teorik olarak temellendirilmesi sonucunda ise faşizm ile beraber Avrupa’ya felaket getirmiştir. 296 Glyn Ford, “Racism and Xenophobia in Europe Stemming the Rising Tide”, UN Chronicle, December 2004. 223 Yarım asır önce uluslarüstü yapılanma sayesinde aşırı milliyetçilik ve faşizm yıkıntıları altından kalkan Avrupa, ‘kafatasçılık’ olarak nitelendirilebilecek teorileri yine bilimsel çalışmalarla çürütmeyi başarmıştır. Ancak Avrupa toplumlarına geçmişten günümüze yerleşen ve dışlamacı unsurlar içeren basmakalıp inanışları, sadece ırkçı teorilerin dışlanması aracılığıyla ortadan kaldırmak mümkün değildir. Temel hak ve özgürlükleri düstur edinen 21. yüzyıl Avrupasında ırkçı ve yabancı düşmanı tavır ve davranışların hala ve giderek artan düzeyde yer bulması, bunun en önemli göstergesidir. Bu çarpıklığın temelinde ırkçı unsurların kültürel ve sosyal farklılıklara dayanarak yeniden şekil bulması yatmaktadır. Bu çalışmanın ileri sürdüğü tezlerden biri, günümüzde ırkçılığın tarihindeki ideolojiler etrafında gelişen linear bir yapı sergilemediği ve sosyo-kültürel farklılıklarla şekillenen önemli bir dönüşüm yaşadığıdır. Öyle ki ırkçılık; yabancı düşmanlığı, ayrımcılık, hoşgörüsüzlük, kültürel dışlamacılık, köktendincilik, ekonomik kızgınlık ve göç karşıtlığı gibi diğer olguları barındıran kompleks bir sosyal fenomene dönüşmüştür. Dolayısıyla Avrupa bugün ‘ırk’ unsurunun ötesine geçen yeni biçimiyle, önyargıların körüklediği gelecek korkusu ve sosyal güvensizlik ile paralel düzlemde seyreden sosyal dışlamacı bir kültür yaşamaktadır. Bu durumu daha vahim kılan ise 1990’lı yıllardan itibaren bütünleşme sürecini ekonomiden siyasete hızlandırma hedefini kovalayan AB içinde, ‘biz’ ve ‘onlar’ arasındaki ayrımın artmasıdır. Geçmişten günümüze kendini ‘öteki’ üzerinden tanımlayan Avrupa’nın dışarıya karşı ördüğü duvarların içeride de yükselmeye başlaması, doğasında çokkültürlülüğü taşıyan siyasi ve sosyal entegrasyon sürecinin ciddi ve endişe verici bir şekilde istikrarsızlığı anlamına gelmektedir. 224 Irkçılık ve yabancı düşmanlığı ile mücadele, çok-kültürlü entegrasyon sürecinin sosyo-kültürel, ekonomik ve siyasi dinamiklerinin sosyal marjinalleşme nedeniyle zarar görmesinin önüne geçmek ile özdeştir. Đster bütünleşme ve küreselleşmenin getirisi sosyo-ekonomik ve kültürel sorunlara ister güven(siz)lik sorunsalı kapsamındaki unsurlara dayansın, bu sorunun farklı nedenleri arasındaki ortak payda, ayrımcılık ve sosyal dışlamaya maruz kalan grupların ortak kimlikleri etrafında birleşerek marjinalleşmeleri yönündeki eğilimdir. Bu çalışmanın önemli bir kısmında, AB’nin entegrasyon anlamında yaşadığı sarmal bir dışlama ve dışlanma yapısından bahsedilmiştir. Buna göre, kendisine aşağı ırk ya da kültür olarak bakılan göçmen ve mülteci gruplar maruz kaldıkları sosyal dışlanma neticesinde ‘getto’lar oluşturmaya başlamaktadır. Bu sürecin devamı, oluşturdukları ‘getto’lar nedeniyle toplumdan kaçtıkları ve entegre olma konusunda yeterli iradeyi göstermedikleri yargısıyla bir kez daha toplumsal çoğunluktan dışlanma şeklinde gelişmektedir. Dolayısıyla çoğunluk toplumunun temel değerlerine uzak yaşadıkları için toplum dışına itilen yabancılar, paradoksal şekilde, temel değerlerden daha fazla uzaklaştırılmakta ve topluma entegre olmaları bir o kadar daha zorlaşmaktadır. Dışlanan grupların kendi değerlerine sarılarak toplu hareket etmeye başlamaları bu defa halkı rahatsız edip korkutmaya başlamakta ve en önemlisi aşırı sağ söylemlerinde ifadesini bulan önyargıları pekiştirmektedir. Yabancılara yönelik önyargılarla beslenen ve yeniden önyargıları pekiştirici sonuçlar doğuran bu toplumsal paradoks, çalışma içinde, ırkçı ve yabancı düşmanı önyargı ve davranışları toplumların gözünde rasyonalleştiren başka bir tezle tamamlanmaktadır. Buna göre, ırkçılık ve yabancı düşmanlığının temelinde yatan 225 kolektif korku ve beraberindeki saldırganlık, münferit olayların genellenmesi ve mantıksal çıkarımlar yoluyla gerekçelendirilerek meşrulaştırılmaya çalışılmaktadır. Örneğin; yabancıların suç potansiyeli taşıdığı önyargısı, uluslararası boyuta erişen terör olayları nedeniyle, bireylerin gözünde somut bir gerçekliğe dönüşmektedir. Benzer şekilde, ekonomik olumsuzluklar, göç, işsizlik ve artan yabancı nüfus oranları arasında da nedensellik bağı kurularak ırksal ayrımcılık normalleştirilmektedir. Ancak burada asıl nokta, toplumdaki bireylerin ırkçı düşünceler beslemesinin yanında, düşünsel düzeyli bu zeminin siyasal platformlara taşınarak politikaları şekillendirmesi ve böylece bu hastalıklı düşüncenin haklılık(?) payının meşrulaştırılarak davranış biçimine dönüşmesine meydan verilmesidir. Bu nedenledir ki popülist siyasetin ırkçılık ve yabancı düşmanlığı ile mücadele kararlılığının önüne geçtiği ileri sürülmektedir. Irkçılık ve yabancı düşmanlığı ile mücadele, özellikle AB bütünleşmesi söz konusu ise, çok-boyutlu bir yaklaşımı gerektirmektedir. Çünkü ırkçılığın ne kavramsal analizi ne de nedensel boyutu, yukarıda kısaca özetlendiği haliyle dahi, tek bir boyuta indirgenmekten uzak kalmaktadır. Ayrıca toplumdaki farklı gruplar için yabancılara yönelik öfkenin nedenleri ekonomik, yasal ve siyasal olmak üzere farklı kategorilere ayrılabilse bile, söz konusu öfke ve karşıtlığın aynı ‘yabancı’ üzerinde tecelli etmesi, mücadeleyi farklı alanlardaki politika ve düzenlemelerin eş zamanlı yürütülmesini gerektiren bir yapılanma içine sokmaktadır. Bu çalışmanın temel tezi de AB’nin ırkçılık ve yabancı düşmanlığı ile mücadelesinde bu girift ve etkin politika yapılanmasının gerisinde kalması etrafında şekillenmektedir. Birliğin 226 ırkçılık ve yabancı düşmanlığı ile mücadelesi, parçalı ve dağınık bir politika ağının içine hapsolması nedeniyle tartışma konusu olmaktadır. 1990’ların ikinci yarısından önce, ırkçılık ve yabancı düşmanlığı konusunda Topluluk/Birlik düzeyli yasal bağlayıcı düzenleme ve girişimler açısından boşluk yaşandığı bir gerçektir. Söz konusu boşluk, ırkçılık ve yabancı düşmanlığı ile mücadele konusunda alınacak önlemler bakımından ATA m. 13 ile birlikte açıkça yasal yetki elde edilmesine rağmen bugün de devam etmektedir. Birlik üye devletleri ırksal ayrımcılık konusunda ilk bağlayıcı düzenlemeyi 2000 tarihli Irk Eşitliği Direktifi üzerinden gerçekleştirmiştir. Ancak AB için önemli bir açılımı ifade etse de Direktifin uygulanması konusunda yaşanan sıkıntılar ve içeriğindeki boşluklar, 21. yüzyıl Avrupasının temel hak ve özgürlüklere yaklaşımının altında bir performansı simgelemektedir. Irkçılıkla mücadele konusunda AB’nin temel hak ve özgürlükler kapsamında tam anlamıyla bir standardı yakalaması, ancak anti-ırkçı politikaların tüm AB kurumlarınca ve tüm politika alanlarında uygulanmasını zorunlu kılacak yatay hükümlerin antlaşmalara dahil edilmesi halinde mümkün görünmektedir. Ancak bu tezi tamamlayacak önemli bir unsuru göz ardı etmek, ırkçılıkla mücadele kapsamındaki düzenlemelerin kadük kalması anlamına gelecektir. Yasal düzenlemeler, sosyal entegrasyon projeleri ile desteklenmediği ve bu projeleri hayata geçirecek siyasi irade bulunmadığı ölçüde, tek başına yeterli olmamaktadır. 1996 yılı itibariyle ayrımcılık ve kültürel dışlamanın önüne geçme anlamında somut adımlar atmaya başlayan AB, son dönemde ağırlık kazanan bir kararlılık içinde kültürel çeşitliliğinin dinamizmine vurgu yapan açılımları destekleme eğilimdedir. Irkçılık, yabancı düşmanlığı ve anti-semitizmin, insan 227 haklarına saygı ve Topluluk içindeki ekonomik ve sosyal bağlılık önünde ciddi bir tehdit oluşturduğunun altını çizmektedir. Bu konuda da kültürlerarası diyaloğa vurgu yapan sosyal projelerin destekleyicisi konumundadır. Irkçılık ve yabancı düşmanlığı ile mücadele konusunda AB’nin etkinsizliği, bu konudaki kararlılığını belirtmemesinden ziyade, bu kararlılığın ve hatta yasal düzenlemelerde öngörülen yaklaşımların, tamamlayıcı ve destekleyici unsurlardan uzak olmasından kaynaklanmaktadır. Dahası sosyal ve siyasi alanlardaki farklı yaklaşımlar nedeniyle, hedef politikaların etkinliğinin baltalanması söz konusudur. Irkçılık ve yabancı düşmanlığı ile mücadeleye takılan bu çelmenin nedeni, büyük oranda, göç, entegrasyon, güvenlik ve işsizlik gibi konulara yönelik politikaların oluşturulması sırasında, toplumdaki olumsuz algılamaları pekiştirecek ya da korkuları meşru kılacak yaklaşımların benimsenmesidir. Buradaki esas soru şudur: Irkçılık ve entegrasyon düzenlemelerinde kültürel çeşitliliğe katkı olarak sunulması hedeflenen ‘göçmen’ algısı mı, yoksa 9/11 sonrası sıkılaştırılan güvenlik önlemleri kapsamında potansiyel terörist olarak muamele gören ‘göçmen’ varlığı mı sosyal tabana yerleşen olumsuz algılamalar üzerinde daha etkili olmaktadır? Ya da güncel haliyle Avrupa’daki sosyo-ekonomik sorunların çözümü, Fransa’da ailesini birleştirmek isteyen bir göçmenden istenen DNA testi mi olmalıdır? Bu soruların niteliği, sosyal tabandaki ‘yabancı’ algılamasını doğrudan etkileyen politikaların tutarsızlığını açıkça ortaya koymaktadır. Nitekim çalışma boyunca doğrulanan etkin tezlerden biri, AB düzeyindeki kararlılık ve politikaların üye ülke uygulamaları ve topluma yansımaları nedeniyle tehlikeye girmesi ve bu nedenle sağlıklı bir uygulama alanı bulamamasıdır. Sosyo-ekonomik sorunların varlığını yabancılar 228 üzerinden okuyarak beslenen aşrı sağ parti retoriklerini de bu sürece dahil etmek yerinde olacaktır. Zira entegrasyon, göç ve güvenlik sorunlarının salt yabancı varlığından kaynaklanan problemlere dayandırılarak ‘dışsallaştırılma’ya çalışılması ya da bu sorunların siyasi rant sağlama amacıyla seçim malzemesi yapılması, AB düzeyinde öngörülen anti-ırkçı politikaların kağıt üzerinde kalmasına neden olmaktadır. Irkçılık ve yabancı düşmanlığı ile mücadele bir kriz yönetimi olarak tanımlanırsa, AB tarafından bu krizin iyi yönetilemediğini ve çözüm olarak sunulan önerilerin dahi çoğu zaman sorunun parçası haline geldiğini söylemek mümkündür. Bütünleşme ve küreselleşmenin paralelinde sosyal ve belirli ölçüde siyasi dönüşüm yaşayan günümüz Avrupasının sosyo-kültürel farklılıkları, ancak etkin bir entegrasyon projesi içinde ‘dinamizm’ kazanabilir. Her bireye toplumsal bağın bir parçası olarak bakılıp farklılıkların dinamizminden yararlanmak ise ancak sosyal tabana yerleşmiş önyargıların kırılması ile gerçekleştirilebilir. Yabancılara yönelik önyargıları ve ‘öteki’ tanımlamasını kıracak en önemli araç, toplumun çoğulcu yapısına vurgu yapan kapsamlı ve tutarlı bir entegrasyon politikası ile bu politikayı destekleyecek çok-disiplinli siyasi açılımlardır. Bu noktada Birlik düzeyinde ‘en düşük ortak payda’nın belirlendiği bir entegrasyon yaklaşımına ihtiyaç vardır. Zira üye devletlerin entegrasyon gerçeğine bakış açısındaki farklılıklar, sadece ırkçılık ve yabancı düşmanlığı konusunda değil temel ayrımcılık konularında da Birlik düzeyinde tutarlı bir politikanın sürdürülmesini engellemektedir. 229 Bu çalışmada küreselleşmeden bütünleşmeye, yasal düzlemde bırakılan boşluklardan göç gerçeğine kadar birbiri ile bağlantılı pek çok konuda ırkçılık ve yabancı düşmanlığına neden olan unsurlara ayrıntılı olarak değinilmiştir. Bu unsurlar, toplumsal tabanda sosyal güvensizlik ve gelecek korkusuna zemin hazırladığı ve geçmişten günümüze a priori bilgi şeklinde taşınan ‘yabancı’ algısını güçlendirdiği ölçüde, ırkçılık ve yabancı düşmanlığına zemin hazırlamaktadır. Ancak bu düşünsel zemini dışlamacı tavır ve davranışa dönüştüren ise büyük ölçüde konunun siyasiler tarafından kullanımı olmuştur. Konunun siyasallaşmasının önüne geçmek, bu anlamda ırkçılık ve yabancı düşmanlığı ile mücadelenin önündeki önemli bir engelin kalkması anlamına gelmektedir. Çünkü hem sosyo-kültürel ve ekonomik hem de yasal alanda başlatılan girişimlerin uygulanabilirliği, yabancıların siyasi platformlarda seçim malzemesi ve sorunları ‘dışsallaştırma’ aracı olarak kullanılması sonucunda önemli ölçüde kan kaybetmektedir. Bu anlamda ırkçılık ve yabancı düşmanlığı konusunun olmazsa olmazı siyasi iradenin güncel siyasi kaygılardan bağımsız olarak işlemesinin tek yolu, anti-ırkçılığı de-politize (siyasetin dışına çıkarmak) hale getirmektir. Bunun için Avrupalı siyasilerin elini taşın altına sokması gerekmektedir. Küreselleşme ve bütünleşmenin toplumsal farklılıkları görünür kıldığı bir Avrupa ortamında, yabancılar üzerine siyasi kartları oynamanın prim yaptığını tescilleyen siyasiler, bu farkındalıklarını -görünen o ki- iç siyasette genelde kendi lehlerine kullanmaktadır. Ancak aynı siyasiler, aynı zamanda, Avrupa sosyal toplum modelini de bütünleşik bir AB refah paylaşımı projesi içinde görmek amacıyla Brüksel’de iradelerini ortaya koymaktadır. Günümüz Avrupasının çok-kültürlü yapısı, bu refah projesinin toplumsal tabanda sadece ‘biz’ olarak tanımlananlar üzerinden gerçekleştirilmesini imkânsızlaştırmaktadır. Çünkü ayrımcı 230 söylem ve uygulamalar aracılığyla AB içerisinde ‘biz’ ve ‘onlar’ arasında camdan duvarlar örülmesinin geri dönüşümü, refah projesinin zararına olmaktadır. Dolayısıyla yapılması gereken, AB düzeyinde kültürel etkileşimi etkin kılacak ve bütünleşmenin aşırı sağın milliyetçi söylemlerinin tekeline düşmesini engelleyecek kapsamlı politikalar üretmektir. Zira günümüzde dahi alarm çanları çalan AB bütünleşme projesi, ancak farklılıkları fırsata dönüştürmeyi ve çok-kültürlü yaşam için çekim merkezi olmayı başaran bir ‘Birlik’ yapılanmasının varlığı ile ileri taşınabilecektir. 231 KAYNAKÇA KĐTAPLAR • AlSayyad, N. and Castells, M. (eds.), Muslim Europe or Euro-Islam: Politics, Culture and Citizenship in the Age of Globalization, New York, Oxford: Lexington Books, 2002. • Back, L. and Solomos, J. (eds.), Theories of Race and Racism, London and New York: Routledge, 2000. • Bangura, Y. and Stavenhagen, R. (ed.), Racism and Public Policy, New York: Palgrave Macmillan, 2005. • Borkurt, E., Özcan, M., ve Köktaş, A., Avrupa Birliği Mevzuatı, Ankara: Asil Yayın Dağıtım, 2005. • Bülbül, K. (ed.), Küreselleşme Okumaları: Ekonomi-Siyaset, Ankara: Kadim Yayınları, 2006. • Cederman, L. (ed.), Constructing Europe’s Identity: The External Dimension, London: Lynne Rienner Publishers, 2001. • Delanty, G., Inventing Europe: Idea, Identity, Reality, London: Macmillan Press, 1995. • Erdenir, B., Avrupa Kimliği: Pan-Milliyetçilikten Post-Miliyetçiliğe, Ankara: Ümit Yayıncılık, 2005. • Giddens, A., Europe in the Global Age, Cambridge: Polity Press, 2007. • Koray, M., Avrupa Toplum Modeli: Sosyal Bütünleşme Mümkün mü?, Đstanbul: Đmge Yayınları, 2005. 232 • Lentin, A., Racism and Anti-Racism in Europe, London: Pluto Press, 2004. • Macedo, D. and Guonari, P. (eds.), The Globalization of Racism, London: Paradigm Publishers, 2006. • Mishkin, F. S., The Next Great Globalization, New Jersey: Princeton University Press, , 2006. • Niessen, J. and Chopin, I. (eds.), The Development of Legal Instruments to Combat Racism in a Diverse Europe, Leiden/Boston: Martinus Nıjhoff Publishers, 2004. • Ohmae, K., The End of Nation States: The Rise of Regional Economies, New York: The Free Press, 1995. • Ohmae, K., The Next Global Stage-Challenges and Opportunities in Our Borderless World, New Jersey: Wharton School Publishing, 2005. • Özen, Ç., Türkiye-Avrupa Birliği Đlişkilerinin Neofonksiyonalist Teori Çerçevesinde Analizi, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Ankara: Gazi Üniversitesi, 1998. • Pleskovic, B. and Stiglitz, J. (eds.), Annual World Bank Conference on Development Economics 1998, World Bank, 2000. • Poole, P. A., Europe Unites: The EU’s Eastern Enlargement, London: Praeger, 2003. • Rattansi, A. and Westwood, S. (eds.), Racism, Modernity, Identity on the Western Front, Cambridge: Polity Press, 1994. • Reisigl, M. and Wodak, R., Discourse and Discrimination: Rhetoric of Racism and Antisemitism, London: Routledge, 2001. 233 • Rodrik, D., Has Globalization Gone too Far, Institute for International Economics, 1996. • Rodrik, D., Küreselleşme Sınırı Aştı Mı?, Đzzet Akyol ve Fatma Ünsal (çev.), Đstanbul: Kızılelma Yayıncılık, 1997. • Samad, Y. and Sen, K. (eds.), Islam in the European Union: Transnationalism, Youth and the War on Terror, Oxford/New York: Oxford University Press, 2002. • Stiglitz, J., Küreselleşme Büyük Hayal Kırıklığı, Arzu Taşçıoğlu-Deniz Vural (çev.), Đstanbul: PlanB Yayınları, 2002. • Süssmuth, R. and Weidenfeld, W. (eds.), Managing Integration: The European Union’s Responsibilities Towards Immigration, Bertelsmann Stiftung: Migration Policy Institute, 2005. • Tezcan, E., Avrupa Birliği Hukukunda Birey, Đstanbul: Đletişim Yayınları, 2002. • The Evens Foundation (ed.), Europe’s New Racism: Causes, Manifestations and Solutions, New York & Oxford: Berghahn Books, 2002. • Uğur, M., Müzakerelerden Üyeliğe: AB-Türkiye Gündemindeki Sorunlar, Đstanbul: Agora Kitaplığı, 2005. • Ünver NOI, A., Avrupa’da Yükselen Milliyetçilik, Đstanbul: IQ Kültür Sanat Yayıncılık, 2007. • Vural, H. S., Avrupa’da Radikal Sağın Yükselişi, Đstanbul: Đletişim Yayınları, 2005. • Wallerstein, I., World-Systems Analysis: An Introduction, USA: Duke University Press, 2005. 234 • Williams, A., EU Human Rights Policies: A Study in Irony, New York: Oxford University Press, 2004. MAKALELER • “A Rupture with the Past?”, The Economist, September 20, 2007. • “Fear of Foreigners”, The Economist, November 22, 2007. • “Revitalising Old Europe”, The Economist, March 13, 2003. • “The Trouble with Migrants”, The Economist, November 22, 2007. • Akıllıoğlu, T., “Contemporary Forms and Manifestations of Racism and Racial Discrimination against Immigrants”, Perceptions, Vol. II, No. 2, June-August 1997, pp. 104-117. • Aliboni, R., “The EU, Islamophobia and Immigration”, Conflict in Focus, Issue 11, February 2006, pp. 2-4. • Altınbaş, D., “Avrupa ve Çokkültürlülük: Fransa Örneği”, Stratejik Analiz, Ekim 2006, s. 52-61. • Bunyan, T., “While Europe sleeps…”, European Civil Liberties Network, <http://www.ecln.org/essays/essay-11.pdf>, (erişim tarihi: 25.10.2007). • Buonfino, A., “Securitising Migration”, Open Democracy, 12 February 2004, p. 1. • Celermajer, D., “If Islam is our other, who are we?”, Australian Journal of Social Issues, Vol. 42, No. 1, Autumn 2007. • Chopin, I., “Campaining against Racism and Xenophobia: from a Legistative Perspective at European Level”, ENAR, November 1999, pp. 1-23. 235 • De Master, S. and Le Roy, M. K., “Xenophobia and the European Union”, Comparative Politics, Vol. 32, No. 4, July 2000, p. 419-436. • Dekker H. and Van der Noll, J., “Islamophobia and its Origins”, Paper prepared for presentation at the fourth ECPR Conference, Pisa, 6-8 September 2007. • Due, J. P., “European Union Anti-Racism Policy Reaches Turning Point”, The Human Rights Brief, <http://www.wcl.amercan.edu/hrbrief/v3i2/euro32.htm>, (erişim tarihi: 16.11.2007). • Faist, T., “Extension du domaine de la lutte: International Migration and Security before and after September 11, 2001”, International Migration Review, Vol. 36, No.1, Spring 2002, pp. 7-14. • Fernne Brennan, “EU Enlargement, the Race Equality Directive and the Internal Market”, European Union Studies Association, 2005, pp. 1-34. • Ford, G., “Racism and Xenophobia in Europe Stemming the Rising Tide”, UN Chronicle, December 2004. • Fredman, S., “Equality: A New Generation?”, Industrial Law Review, Vol. 30, No. 2, June 2001, pp. 145-169. • Funke, H., “Europe at the Threshold: Fairness or Fortress? Racism, Public Policy and Antiracist Concepts”, United Nations Institute for Social Development, Conference Paper, Durban, South Africa, 3-5 September 2001, pp.1-19. • Geddes, A. and Guiraudon, V., “Britain, France and EU Anti-Discrimination Policy: The Emergence of an EU Policy Paradigm”, West European Politics, Vol. 27, No. 2, March 2004, pp. 334-353. 236 • Geddes, A., “Immigrant and Ethnic Minorities and the EU’s ‘Democratic Deficit”, Journal of Common Market Studies, Vol. 33, No. 2, June 1995, pp. 197-217. • Guild, E., “The EC Directive on Race Discrimination: Surprises, Possibilities and Limitations”, Industrial Law Review, Vol. 29, No. 4, December 2000, pp. 416-423. • Hafner, D. F., “Dilemmas in Managing the Expanding EU: the EU and Applicant States’ Points of View”, Journal of European Public Policy, No: 6, 5 December 1999, pp. 783-801. • Howard, E., “Anti Race Discrimination Measures in Europe: An Attack on Two Fronts”, European Law Journal, Vol. 11, No. 4, July 2005, pp. 468-486. • Hudson, N., “ ‘Hottentots’ and the Evolution of European Racism”, Journal of European Studies, Vol. 34 (4), 2004, pp. 308-332. • Hughes, C. W., ‘Reflections on Globalisation, Security and 9/11’, Cambridge Review of International Affairs, Vol. 15, No. 3., 2002, pp. 421-433. • Karp, J. A. and Bowler, S., “Broadening and Deepening or Broadening versus Deepening: The Question of Enlargement and Europe’s ‘Hesitant Europeans’”, European Journal of Political Research, No. 45, 2006, pp. 369-390. • Karsh, E. and Miller, R., “Europe’s Persecuted Muslims?”, Commentary, April 2007. • Kellner, D., “Theorizing Globalization”, Sociological Theory, Vol. 20, No. 3, 2002, pp. 285-305. • Küçükcan, T., “AB’de Müslümanlar ve Đslamofobi”, Radikal Gazetesi, 11.06.2007. 237 • Kvist, J., “Does EU Enlargement Start a Race to the Bottom? Strategic Interaction Among EU Member States in Social Policy”, Journal of European Social Policy, Vol. 14, No. 3, August 2004, pp. 301-318. • Larsson, G., “The Impact of Global Conflicts on Local Contexts: Muslims in Sweden after 9/11 – the Rise of Islamophobia, or New Possibilities?, Islam and Christian-Muslim Relations, Vol. 16, No. 1, 2005, p. 29-42. • Legrain, P., “The Case for Opening Europe’s Borders”, Project Syndicate, 2007, <http://www.project-syndicate.org/print_commentary/legrain1/English>, (erişim tarihi: 06.07.2007). • Mestheneos, E. and Ioannidi E., “Obstacles to Refugee Integration in the European Union Member States”, Journal of Refugee Studies, Vol. 15, No. 3, 2002, pp. 304-320. • Mishkin, S. F., “Lessons From the Asian Crisis”, NBER Working Paper Series, Working Paper 7102, 1999. • Monar, J., “The EU’s Role in the Fight Against Racism and Xenophobia: Evaluation and Prospects after Amsterdam and Tampere”, Liverpool Law Review, 22, 2000, pp. 7-20. • Morris, L., “Globalization, migration and the nation-state: the path to a postnational Europe?”, The British Journal of Sociology, Vol. 48, No. 2, June 1997, pp. 192-209. • Muenz, R., “Europe: Population and Migration in 2005”, Migration Information Source, June 2006, <http://www.migrationinformation.org/Feature/display.cfm?ID=402>, (erişim tarihi: 15.01.2008). 238 • Özcan M. & Yılmaz,, F., “Pendulum Swings in between Civil Rights and Security: EU Policies against Terrorism in Light of the PNR Case”, Uluslararası Hukuk ve Politika, Cilt. 3, Sayı 12, 2007, s. 97-116. • Poynting S. and Mason, V., “Tolerence, Freedom, Justice and Peace?: Britain, Austria and Anti-Muslim Racism since 11 September 2001”, Journal of Intercultural Studies, Vol. 27, No. 4, November 2006, pp. 365-391. • Ramadan, T., “Europe- a Muslim Homeland?”, Global Agenda, Vol. 4, Issue 1, January 20006, pp. 55-57. • Ross, J. C., “Securitizing Migration after 11 March”, Real Instituto Elcano, ARI No. 56/2004, pp-1-7. • Ruzza, C., “Anti-racism and EU Institutions”, Journal of European Integration, 2000, Vol. 22, Issue 2, pp. 145-171. • Rydgren, J., “The Logic of Xenophobia”, Rationality and Society, Vol. 16 (2), 2004, pp. 123-148. • Sander, A., “Muslims in Sweden”, Muhammad Anwar, Jochen Blaschke ve Åke Sander, State Policies toward Muslim Minorities in Sweden, Great Britain and Germany, European Migration Center, 2004, <http://www.islamawareness.net/Europe/Sweden/Muslims_in_Sweden.pdf>, (erişim tarihi: 09.06.2006). • Silver, H., “European Policies to Promote the Social Inclusion of Disadvantaged Groups: Lessons for Latin America and the Caribbean”, Document presented fort he seminar “Good Practices n Social Inclusion: A Dialogue between Europe and Latin America and the Caribbean”, March 21 and 22, 2003, Milan, Italy, Inter-American Development Bank, pp. 1-20. • Stiglitz, J., “Capital-Market Liberalization, Globalization, and The IMF”, Oxford Review of Economic Policy, Vol. 20, No. 1, 2004, pp. 57-71. 239 • Thranhardt, D., “The Political Uses of Xenophobia in England, France and Germany”, Party Politics, Vol. 1, No. 3, 1995, pp. 323-345. • Vorster, J.M., “Racism, Xenophobia and Human Rights”, The Ecumenical Review, Vol. 54, Issue: 3, 2002, pp. 296-312. RESMĐ BELGELER • Cannes European Council 26 and 27 June 1995 Presidency Conclucions, Title III. Internal Affairs, article 5, <http://www.dpt.gov.tr/abigm/abtb/Zirveler/1995%20Cannes%20%202526%20Haziran.htm>, (erşim tarihi: 15.03.2008). • Commission Communication of 13 December 1995 on Racism, Xenophobia and Anti-Semitism, COM (95) 653. • Commission Communication of 25 March 1998 concerning an action plan against racism, COM(98) 183. • Council Common Position of 27 December 2001 on the application of specific measures to combat terrorism (2001/931/CFSP). • Council Decision of 27 November 2001 establishing a Community Action Programme to combat discrimination (2001-2006) (2000/750/EC), (OJ L 303, 2.12.2000). • Council Regulation (EC) No 1035/97 of 2 June 1997 establishing a European Monitoring Centre on Racism and Xenophobia (OJ L 151, 10.06.1997). • Council Regulation (EC) No 1652/2003 of 18 June 2003 amending Regulation (EC) No 1035/97 establishing a European Monitoring Centre on Racism and Xenophobia (OJ L 245/33, 29.9.2003). 240 • Council Regulation (EC) No 168/2007 of 15 February 2007 establishing a European Agency for Fundemental Rights, (OJ L 53/1, 22.2.2007). • Decision No 1983/2006/EC of the European Parliament and of Council of 18 December 2006 concerning the European Year of Intercultural Dialogue (2008), (OJ L 412/44, 30.12.2006). • Decision No 771/2006/EC of the European Parliament and of the Council of 17 May 2006 establishing the European Year of Equal Opportunities for All (2007) – towards a just society, (OJ L 146/1, 31.5.2006). • Declaration against Racism and Xenophobia of 11 June 1986 (OJ No C 158, 25.6.1986). • ECRI General Policy Recommendation No.7 on National Legislation to Combat Racism and Racial Discrimination adopted on 13 December 2002, Strasbourg, 17 February 2003, CRI(2003)8, <http://www.coe.int/t/e/human_rights/ecri/1ecri/3-general_themes/1-policy_recommendations/recommendation_n7/ecri038%20recommendation%20nr%207.pdf>, (erişim tarihi: 08.03.2008). • European Parliament, Committee of Inquiry into the Rise of Fascism and Racism in Europe, Report on the findings of the inquiry, 1991. • European Parliament, Committee of Inquiry into the Rise of Fascism and Racism in Europe, Report on the findings of the inquiry, December 1985. • Final Report from Consultative Commission on Racism and Xenophobia, 6906/1/95, Brussels, 23 May 1995 (26.05). • Florence European Council, 21-22 June 1996 Presidency Conclusions,Title III. Justice and Home Affairs, <http://www.dpt.gov.tr/abigm/abtb/Zirveler/1996%20Florence%202122%20Haziran.htm>, (erişim tarihi: 15.03.2008). 241 • Framework Decision on Racism and Xenophobia, Luxembourg, 19 April 2007, 8665/07 (Presse 84), <http://www.consilium.europa.eu/ueDocs/cms_Data/docs/pressData/en/misc/93 739.pdf> (erişim tarihi: 30.04.2008). • Đnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına Đlişkin Sözleşme (ile Ek Prorokol ve Protokol no. 4, 6, 7, 12 ve 13), <http://www.echr.coe.int/nr/rdonlyres/3baa147f-29c9-48ce-af64fb85a86b2433/0/tur_conven.pdf>, (erişim tarihi: 25.04.2008). • International Convention on the Elimination of All Forms of Racial Discrimination, 21 December 1965, <http://www.unhchr.ch/html/menu3/b/d_icerd.htm> (erişim tarihi: 22.06.2008). • Joint Action/96/443/JHA of 15 July 1996 adopted by the Council on the basis of Article K.3 of the Treaty on European Union, concerning action to combat racism and xenophobia (OJ L 185, 24.07.1996). • Joint Declaration by the European Parliament, the Council and the Commission of 5 April 1977 (OJ No C 103, 27.4.1977). • Joint Declaration by the European Parliament, the Council and the Commission of 5 April 1977 (OJ C 103, 27.4.1977). • Proposal for a Council Directive establishing a general framework for equal treatment in employment and occupation (COM (1999) 565 final) & Proposal for a Council Directive implementing the principle of equal treatment between persons irrespective of racial and ethnic origin (COM (1999) 566 final). • Proposal for a Council Framework Decision on Combating Racism and Xenophobia, COM(2001) 664 final – 2001/0270(CNS), (OJ C 75 E/17, 26.3.2002). 242 • Resolution of the Council and of the Representatives of Member States’ Governments, Meeting within the Council, of 23 October 1995, on the Response of Educational Systems to the Problems of Racism and Xenophobia (OJ C 312, 23.11.1995). • Resolution of the Council and the Representatives of the Governments of the Member States, meeting within the Council of 29 May 1990 on the Fight Against Racism and Xenophobia (OJ C 157, 27.06.1990). • Resolution of the Council and the Representatives of the Governments of the Member States, Meeting within the Council, of 5 October 1995, on the Fight Against Racism and Xenophobia in the Fields of Employment and Social Affairs (OJ C 296, 10.11.1995). • Resolution of the Council and the representatives of the governments of the Member States, meeting within the Council of 23 July 1996 concerning the European Year against Racism (1997) (OJ C 237 of 23.07.1996). • World Conference on Human Rights, Vienna, 14-15 June 1993, Report of World Conference of Human Rights, A/CONF.157/24 (Part I), <http://www.unhchr.ch/huridocda/huridoca.nsf/(Symbol)/A.CONF.157.24+(PA RT+I).En?OpenDocument>, (erişim tarihi: 15.01.2008). RAPORLAR & ANKETLER • “Attitudes towards minority groups in the European Union: A special analysis of the Eurobarometer 2000 opinion poll on behalf of the European Monitoring Centre on Racism and Xenophobia, Technical Report, Vienna, March 2001. • “Community Cohesion at Local Level: Addressing the Needs of Muslim Communities – Examples of Local Đnitiatives”, European Union Agency for Fundamental Rights (FRA), 2008. 243 • “Mainstreaming Non-discrimination in Integration Policies”, EUMC Round Table Conference Report, Helsinki, 4 October 2006. • “Muslims in the European Union: Discrimination and Islamophobia”, EUMC 2006. • “Racism and Xenophobia in Europe”, Eurobarometer Opinion Poll No 47.1, Luxembourg, 18-19 December 1997. • “Racism and Xenophobia in Europe”, Eurobarometer Opinion Poll no 47.1, Luxembourg, 18-19 December 1997. • “Racism and Xenophobia in the European Union: Facing the Challenge of NonDiscrimination and Integration”, European Monitoring Centre on Racism and Xenophobia, Brussels, 30 August 2006. • “Racism and Xenophobia in the European Union: Facing the Challenge of NonDiscrimination and Integration” Presentation to the Socialist Group in the European Parliament, Brussels, 30 August 2006. • “Racism, Xenophobia and Intolerence: Human Rights and Immigration in the European Community”, Commission of the European Communities, November 1989. • “Report on Racism and Xenophobia in the Member States of the EU”, European Union Agency for Fundamental Rights (FRA), 2007. • “Trends and Development 1997-2005 – Combating Ethnic and Racial Discrimination and Promoting Equalityin the European Union”, European Union Agency for Fundamental Rights, 2007. • “Trends and Developments 1997-2005 – Combating Ethnic and Racial Discrimination and Promoting Equality in the European Union”, European Union Agency for Fundamental Rights (FRA), 2007. 244 • CEJI Policy Response, Framework Decision on Racism and Xenophobia, Brussels, April 20th 2007. • ENAR/CEJI Fact Sheet 31, The 2008 European Year of Intercultural Dialogue, European Network Against Racism, March 2007. • EUMC Basın Bülteni, “Avrupa Birliği’nde Müslümanlar: Ayrımcılık ve Đslamofobi”, <http://fra.europa.eu/fra/material/pub/muslim/EUMC-highlightsTR.pdf>, (erişim tarihi: 15.03.2008). • Human Rights Watch, World Report 2007, <http://www.hrw.org/wr2k7/wr2007master.pdf>. • International Helsinki Federation for Human Rights, Report on “Intolerance and Discrimination against Muslims in the EU, Developments since September 11”, March 2005. ĐNTERNET KAYNAKLARI • “Avrupa Kültürlerarası Diyalog Yılı 2008”, Euractiv, <http://www.euractiv.com.tr/ab-ve-turkiye/article/avrupa-kulturlerarasi-diyalogyili-2008>, (erişim tarihi: 31.03.2008). • “Fransa’da göçmenlerin işi daha zor”, ABHaber, 20.09.2007, http://www.abhaber.com/haber_sayfasi.asp?id=18963, (erişim tarihi: 20.09.2007). • “Đngiltere’de Đslamafobi”, ABHaber, 25.08.2006, <http://www.abhaber.com/haber_sayfasi.asp?id=12984>, (erişim tarihi: 11.06.2007). 245 • Deveci Bozkuş, Y., “Irkçılık ve Yabancı Düşmanlığıyla Mücadele Çerçeve Kararı Onaylandı”, ASAM, 25 Nisan 2007, <http://asam.org.tr/tr/yazigoster.asp?ID=1554&kat1=2&kat2=>, (erişim tarihi: 1 Mayıs 2008). • European Muslim Population, <http://www.islamicpopulation.com/europe_islam.html>, (erişim tarihi: 04.02.2008). • Haluk Hepkon, “Đslamcı Terörün Kökenleri”, Radikal Gazetesi, 15 Nisan 2005, <http://www.radikal.com.tr/ek_haber.php?ek=ktp&haberno=3789>, (erişim tarihi: 20.01.2008). • http://dosyalar.hurriyet.com.tr/fasizm/#, (erişim tarihi: 28.01.2008). • http://dosyalar.hurriyet.com.tr/fasizm/, (erişim tarihi: 27.01.2008). • http://electionresources.org/be/chamber.php?election=2007, (erişim tarihi: 27.01.2008). • http://electionresources.org/nl/house.php?election=2006, (erişim tarihi: 27.01.2008). • http://en.wikipedia.org/wiki/Danish_parliamentary_election,_2007, (erişim tarihi: 28.01.2008). • http://www.interculturaldialogue2008.eu/ • http://www.ntvmsnbc.com/news/429821.asp, (erişim tarihi: 28.01.2008). 246 • ĐKV, Derinleşme (Deepening), <http://www.ikv.org.tr/sozluk2.php?ID=1058>, (erişim tarihi: 23.03.2008). • Özcan, M., “Yeni Alman Göç Yasası, Türkler ve Đnsan Hakları Đhlalleri”, USAK Stratejik Gündem, 14.07.2007, <http://www.usakgundem.com/yazarlar.php?id=750&type=2>, (erişim tarihi: 28.01.2008). • Population Projections, 01.01.2002-01.01.2052, <http://www.pio.gov.cy/mof/cystat/statistics.nsf/All/A6E3A543274C56A5C225 6E22002FA590/$file/POPULATION%20PROJECTIONS-2002-2052-EN210104.xls?OpenElement>, (erişim tarihi: 04.02.2008). • www.enar-eu.org • Yılmaz, F., “1970’lerin ‘Eurosclerosis’i 2000’li yıllarda Yine mi Salgın?”, USAK Stratejik Gündem, 07.11.2007, <http://www.usakgundem.com/yazarlar.php?id=828&type=24>, (erişim tarihi: 10.10.2008). • Yılmaz, F., “AB Bütünleşmesinin Olumsuzluklarını Kullanan Aşırı Sağ”, USAK Stratejik Gündem, 11.02.2008, <http://www.usakgundem.com/yazarlar.php?id=904&type=24>, (erişim tarihi: 11.02.2008). • Yılmaz, F., “AB’de Artan Yabancı Düşmanlığı: Günah Keçisi Göçmenler: Ya Đçsel Faktörler?”, USAK Stratejik Gündem, 15.01.2008, <http://www.usakgundem.com/yazarlar.php?id=883&type=24>, (erişim tarihi: 15.01.2008). 247 ÖZET Avrupa Birliği, son yıllarda, yarım asırlık bütünleşme projesinin temel değerlerini sarsan bir biçimde ırkçılık ve yabancı düşmanlığının artışına sahne olmaktadır. ‘Farklılıklarda birliktelik’ sloganının kağıt üzerinde kalmasına neden olan bu süreç, yalnızca ‘yabancı’lara zarar vermekle kalmayıp bütünleşmenin geleceğini de tehlikeye atmaktadır. Bu nedenle ırkçılık ve yabancı düşmanlığı Birlik düzeyinde kapsamlı bir mücadele anlayışını gerekli kılmaktadır. Bu çalışmasının amacı, neden-sonuç analizine dayanarak, AB düzeyinde ırkçılık ve yabancı düşmanlığı ile mücadele kapsamındaki girişim ve düzenlemelerinin etkinliğinin irdelenmesidir. Bu çerçevede, öncelikle ırkçılık ve yabancı düşmanlığının kavramsal, kuramsal ve hukuksal analizi yapılarak, ırkçılığın tarihsel süreç içinde yaşadığı dönüşüm incelenmektedir. Mücadele kapsamındaki girişimlere perspektif kazandırması amacıyla ırkçılık ve yabancı düşmanlığının ortaya çıkış ve yükseliş nedenleri ikinci bölümde ele alınmaktadır. Çalışmanın üçüncü bölümü AB’nin sorunla mücadelede kullandığı politika ve araçlara ayrılmış olup, AB düzeyli mücadelenin etkinliğinin detaylı analizi son bölümde yapılmaktadır. Çalışmada, AB’nin sosyo-ekonomik, kültürel, hukuki ve siyasi açılımları içine alan çok-boyutlu bir mücadele yaklaşımını yönetmekte yetersiz kaldığı savunulmaktadır. Anahtar kelimeler: Avrupa Birliği, ırkçılık, yabancı düşmanlığı, mücadele, küreselleşme, bütünleşme, göç, aşırı sağ. ABSTRACT European Union has recently experienced a sharp increase in racism and xenophobia to the detriment of the fundamental principles of the EU integration project. This process deals a blow to the mentality of ‘unity in diversity’ by excluding the foreigners in the EU as well as it endangers future of the integration. Thus, there is a need of an EU-based approach to combat racism and xenophobia. In this sense, the primary aim of this thesis lies in possible contribution to the need of bringing up the issue together with its reasons so as to bring out an efficient solution in terms of combat racism and xenophobia. Firstly, transformation of the concepts of racism and xenophobia is under discussion by making conceptual, cognitive and legal analysis. The reasons behind the emergence and increase in racism and xenophobia are analyzed in the second part. Whereas the third part of the thesis examines the EU policies related to racism and xenophobia, the effectiveness of its policies forms the subject of the last part. The main argument of the thesis is that the EU remains far away from managing a multi-dimensional approach including socio-economic, cultural, legal and political basis in order to combat racism and xenophobia. Key words: European Union, racism, xenophobia, combating, globalization, integration, migration, far-right. ÖZET Yılmaz, Fatma, Avrupa Birliği’nde Irkçılık ve Yabancı Düşmanlığı ile Mücadele, Yüksek Lisans Tezi, Danışman: Doç. Dr. Mehmet Özcan, 247 s. Avrupa Birliği, son yıllarda, yarım asırlık bütünleşme projesinin temel değerlerini sarsan bir biçimde ırkçılık ve yabancı düşmanlığının artışına sahne olmaktadır. ‘Farklılıklarda birliktelik’ sloganının kağıt üzerinde kalmasına neden olan bu süreç, yalnızca ‘yabancı’lara zarar vermekle kalmayıp bütünleşmenin geleceğini de tehlikeye atmaktadır. Bu nedenle ırkçılık ve yabancı düşmanlığı Birlik düzeyinde kapsamlı bir mücadele anlayışını gerekli kılmaktadır. Bu çalışmasının amacı, neden-sonuç analizine dayanarak, AB düzeyinde ırkçılık ve yabancı düşmanlığı ile mücadele kapsamındaki girişim ve düzenlemelerinin etkinliğinin irdelenmesidir. Bu çerçevede, öncelikle ırkçılık ve yabancı düşmanlığının kavramsal, kuramsal ve hukuksal analizi yapılarak, ırkçılığın tarihsel süreç içinde yaşadığı dönüşüm incelenmektedir. Mücadele kapsamındaki girişimlere perspektif kazandırması amacıyla ırkçılık ve yabancı düşmanlığının ortaya çıkış ve yükseliş nedenleri ikinci bölümde ele alınmaktadır. Çalışmanın üçüncü bölümü AB’nin sorunla mücadelede kullandığı politika ve araçlara ayrılmış olup, AB düzeyli mücadelenin etkinliğinin detaylı analizi son bölümde yapılmaktadır. Çalışmada, AB’nin sosyo-ekonomik, kültürel, hukuki ve siyasi açılımları içine alan çok-boyutlu bir mücadele yaklaşımını yönetmekte yetersiz kaldığı savunulmaktadır. Anahtar kelimeler: Avrupa Birliği, ırkçılık, yabancı düşmanlığı, mücadele, küreselleşme, bütünleşme, göç, aşırı sağ. ABSTRACT Yılmaz, Fatma, Combating Racism and Xenophobia in the European Union, Master’s Thesis, Advisor: Assoc. Prof. Mehmet Özcan, 247 p. European Union has recently experienced a sharp increase in racism and xenophobia to the detriment of the fundamental principles of the EU integration project. This process deals a blow to the mentality of ‘unity in diversity’ by excluding the foreigners in the EU as well as it endangers future of the integration. Thus, there is a need of an EU-based approach to combat racism and xenophobia. In this sense, the primary aim of this thesis lies in possible contribution to the need of bringing up the issue together with its reasons so as to bring out an efficient solution in terms of combat racism and xenophobia. Firstly, transformation of the concepts of racism and xenophobia is under discussion by making conceptual, cognitive and legal analysis. The reasons behind the emergence and increase in racism and xenophobia are analyzed in the second part. Whereas the third part of the thesis examines the EU policies related to racism and xenophobia, the effectiveness of its policies forms the subject of the last part. The main argument of the thesis is that the EU remains far away from managing a multi-dimensional approach including socio-economic, cultural, legal and political basis in order to combat racism and xenophobia. Key words: European Union, racism, xenophobia, combating, globalization, integration, migration, far-right.