kadın psikiyatrik hastaların cinsel yaşam, evlilik, aile planlaması ve

advertisement
T.C.
SAĞLIK BAKANLIĞI
Bakırköy Prof. Dr. Mazhar Osman
Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi
1. Psikiyatri Kliniği
Başhekim: Prof. Dr. Musa Tosun
Klinik Şefi: Dr. Nihat Alpay
KADIN PSİKİYATRİK HASTALARIN CİNSEL YAŞAM, EVLİLİK,
AİLE PLANLAMASI VE KONTRASEPSİYON, GEBELİK VE ÇOCUK
SAHİBİ OLMA, AIDS VE CİNSEL YOLLA BULAŞAN HASTALIKLAR
AÇISINDAN RİSKLİ DAVRANIŞLARININ GENEL POPULASYONLA
KARŞILAŞTIRMALI ÇALIŞMASI
( Uzmanlık Tezi )
Dr. KADRİYE (ŞENTÜRK) PEHLİVAN
İstanbul-2004
Teşekkür…
Uzmanlık eğitimim süresince değerli bilgi ve deneyimlerini aktararak katkıda
bulunan klinik şefim Dr. Nihat Alpay’a, sağladığı bilimsel çalışma ortamından dolayı
Başhekim Prof. Dr. Musa Tosun’a, rotasyonlarım sırasında yanlarında çalışma imkanı
bulduğum ve birikimlerinden faydalandığım sırasıyla Doç. Dr. Sevim Baybaş, Doç. Dr.
Duran Çakmak, Doç. Dr. Hüsnü Erkmen, Dr. Niyazi Uygur’a gerek bilimsel gerekse
manevi desteklerini her zaman yanımda hissettiğim tez danışmanlarım 1. Psikiyatri Şef
Muavini Dr. Nesrin Buket Tomruk ve 1. Psikiyatri Şef Muavini Doç. Dr. Nesrin
Karamustafalıoğlu’na, 1. Psikiyatri Kliniği şef muavinlerinden Dr. Reşit Kükürt ve tüm
1. Psikiyatri doktor, hemşire ve personeline, birlikte çalışma fırsatı bulduğum Bakırköy
çalışanlarına, bu araştırmaya katılan tüm vakalara, ömrüm boyu her konuda desteğini
hissettiğim anneme, yardım ve desteğinden ötürü eşime teşekkür ederim.
2
İÇİNDEKİLER
GİRİŞ VE AMAÇ ……………………………………………………………………3
GENEL BİLGİLER
Şizofreni……………………………………………………………………………..5
Mizaç Bozuklukları………………………………………………………………..10
Kadının Reproduktif Yaşamı ve Psikiyatrik Hastalıklar…………………………...16
Cinsel Yaşam………………………………………………………………………21
Evlilik …………………………………………………………………………….. 25
Aile Planlaması ve Kontrasepsiyon………………………………………………. 30
Gebelik ve Ebeveyn Olma…………………………………………………………38
Cinsel Yolla Bulaşan Hastalıklar için Riskli Davranışlar ve AİDS……………….45
MATERYAL ve METOD……………………………………………………….…50
BULGULAR…………………………………………………………………….….53
TARTIŞMA…………………………………………………………………………78
SONUÇ……………………………………………………………………………..106
ÖZET…………………………………………………………………………….....111
KAYNAKLAR……………………………………………………………………..114
EKLER……………………………………………………………………………..120
3
AMAÇ
Günümüzde psikiyatrik bozukluklarla cinsiyet, genetik, hormonal dengeler, ırk,
alkol ve madde kullanımı, ekonomik ve sosyal problemler arasındaki ilişkilerle ilgili
bilgilerimiz yeni araştırmalarla artmaktadır. Ülkemizin hızlı bir toplumsal değişim içinde
olması her bireyi etkilediği gibi psikiyatrik hastalığı olan kişileri de etkilemekte ve onların
tedavilerinde yeni açılımları zorunlu kılmaktadır.
Şizofreni, iki uçlu mizaç bozukluğu, unipolar depresyon gibi erken yaşta başlayıp
süreğen seyir gösteren psikiyatrik hastalıklar; kişilerin yaşamlarının tüm evrelerinde
bireysel ve toplumsal ilişkilerini ciddi düzeyde etkilemektedir.
Psikotik hastalarda, muhakeme bozukluğu, düşünce, davranış ve algı bozuklukları,
gerçeği değerlendirme yeteneğinde değişik derecelerde bozulma olmaktadır. Buna bağlı
olarak, hayatın her alanında olabileceği gibi sağlık, evlilik, cinsel yaşam, aile planlaması,
gebelik ve çocuk bakımı gibi yetişkin hayatının önemli konularında da karar vermede
zorlanmaktadırlar (1). Günümüzde psikiyatri hastalarının hastanede kalış sürelerinin
kısalarak yaşamlarının daha büyük kısmını toplum içerisinde geçirmelerinin sonucu olarak;
evlilik ve fertilite oranlarının arttığı söylenebilir. Yapılan araştırmalarda plansız,
istenmeyen gebeliklerin ve abortus sıklığının arttığı, gebelikte daha fazla şiddete maruz
kaldıkları ve dünyaya gelen çocukların bakımını üstlenemedikleri, ihtiyaçlarını
karşılayamadıkları gösterilmiştir (2,3). Bu nedenle psikiyatrik hastalığı olan kadınların
gebelik ve ebeveynlikte zorlandıkları, kontraseptif yöntemlerin çoğundan haberdar
olmalarına rağmen uygulamakta yetersiz kaldıkları, tedavi ekiplerinin bu konularda
hastalarını yeterli bilgilendirmedikleri belirtilmiştir (2,4,5).
Akut ve kronik psikiyatrik hastalarda yapılan çalışmalarda cinsel yolla bulaşan
hastalıklar açısından riskli davranışlar ve HIV enfeksiyonu oranlarında artış saptanmıştır.
4
Hastaların önemli bir kısmının cinsel aktivitesinin var olduğu, erkeklerde kadınlara göre
daha fazla olmak üzere birden fazla partnerle cinsel birliktelik saptandığı ve kondom
kullanımında yetersizlik olduğu bildirilmiştir. Ayrıca kalacak yer, uyuşturucu madde, para
karşılığında cinsel ilişkiye girdikleri, istemedikleri cinsel ilişkilere zorlandıkları, bir
günden daha kısa süreli tanışıklığın ardından ya da alkol veya madde kullanımı sonrası
cinsel birlikteliklerinin olduğu rapor edilmiştir (6,7).
Ülkemizde bu konularla ilgili çalışmalar kısıtlı sayıdadır. Bu çalışma; şizofreni ve
mizaç bozukluğu olan kadınların cinsel yaşam, evlilik, aile planlaması ve kontrasepsiyon,
gebelik ve ebeveyn olma gibi üreme dönemi özelliklerinin yanı sıra AIDS ve cinsel yolla
bulaşan hastalıklar hakkında bilgi ve riskli davranışlarının belirlenmesi ve bu alanlardaki
sorunların çözümüne katkıda bulunmak amacıyla tasarlanmıştır. Aynı zamanda hastaların
psikiyatrik tablolarının sosyal yaşamları üzerindeki etkileri ve aile, arkadaş ve özel insan
alt birimlerinden oluşan sosyal destek algıları (8) değerlendirilmiştir.
ŞİZOFRENİ
5
Şizofreni kişinin alışılagelmiş algılama ve yorumlama biçimlerine
yabancılaşarak kendine özgü bir içe kapanım
dünyasına çekildiği bir ruhsal
bozukluktur.İnsanı gençlik yıllarından başlayarak üretim dışına itebilen ve çevresiyle
önemli uyumsuzluk ve çatışmalar yaşamasına yol açan bu bozukluğun topluma maliyeti
oldukça yüksektir (9).
Şizofrenik belirtileri konu alan ilk metinler milattan önce 15. yüzyıla kadar
uzanmaktadır. Milattan sonra birinci ve ikinci yüzyıllarda eski Yunanlı hekimler büyüklük
ve kötülük sanrılarının yanı sıra bilişsel işlevlerde ve kişilikte yıkımla giden ruhsal
bozukluklar tanımlamıştır (9,10).
1860 yılında Belçikalı psikiyatrist Morel şizofreniyi biçimsel olarak tanımlayarak,
“Dementia Precox” kavramını kullanmıştır. 1871’de Hecker hebefreniyi, 1874’de
Kahlbaum katatoniyi tanımlamışlar, daha sonra 1896’da Alman bir psikiyatrist olan
Kraepelin bu iki klinik tabloya paranoid ve basit tipleri de ekleyerek, hepsini adolesanda
başlayan ve bunama ile sonuçlanan bir hastalık grubu olarak Dementia Praecox başlığı
altında toplamıştır.”Aklın yarılması” anlamına gelen şizofreni terimini ilk kullanan Bleuler
ise, bu hastalıkta kişinin ruhsal hayatındaki yarılmanın önemli olduğunu vurgulamış; erken
başlamasının ve bunama ile sonuçlanmasının gerekli olmadığını söylemiştir. Adolf Meyer
ise ne Kraepelin’in ne de Bleuler’in görüşlerini benimseyerek şizofreninin fizik ve psişik
nedenlere değil, kişinin geçmişinde yaşadığı çeşitli toplumsal, psikolojik ve fiziksel
etmenlerden etkilenen bir yaşamın doğal sonucu olduğuna inanmıştır. Freud şizofreniyi
“birincil narsizm” dönemine gerileme sonucunda ortaya çıkan bir klinik tablo olarak ele
almıştır. Kurt Schneider ise, herhangi bir beyin hastalığı olmaksızın şizofreni için tanısal
olan “birincil (first rank) belirtileri” tanımlamış, yanı sıra “ikincil belirtiler” den de söz
etmiştir (9,11).
Şizofreni görülme sıklığı (prevalans) çeşitli çalışmalarda %0.1-1 arasında değişiklik
göstermekte, ortalama %0.5-1 olarak kabul edilmektedir. Şizofreni prevalansı sosyoekonomik düzeyi düşük olanlarda daha yüksek olarak bildirilirken; evlilerde, bekar ve
dullardan daha düşük olduğu bildirilmektedir (11).
Kadın ve erkekte eşit sıklıkta görülür. Bununla beraber hastalığın başlangıcı
açısından ciddi farklılıklar gösterir. Erkeklerde kadınlardan daha erken başlar, erkek
hastaların yarısından fazlası, kadınların ise yalnızca %30’luk bir kısmı 25 yaşından önce
hastaneye yatar. Erkeklerde 15-25, kadınlarda 25-35 yaşlarında hastalığın görülme sıklığı
6
pik yapar. Bazı çalışmalarda erkeklerin kadınlardan daha fazla negatif semptom gösterdiği
ve kadınların daha iyi sosyal fonksiyonlara sahip olduğu saptanmıştır (12,13,14,15).
Yapılan çalışmalar, şizofreni tanısı alan kişilerin önemli bir kısmının kış ayları ya
da ilkbahar başlangıcında doğmuş olduklarını göstermektedir. Bu durumdan viral
enfeksiyonların ve yılın bu dönemine özgü beslenme özelliklerinin sorumlu olabileceğini
ileri sürülmektedir (9).
Şizofreninin nedenine yönelik birçok etyolojik açıklama olmasına rağmen henüz bu
bozukluğun sebebi bilinmemektedir. Doğduğu mevsim, göç, viral enfeksiyonlar, stres
verici yaşam olayları, genetik yatkınlık, yaş, cinsiyet, toplumsal sınıf, medeni durum
etyolojik kuramların çıkış noktasıdır. Giderek artan bilgi birikimi, şizofreninin sinir sistemi
gelişimi sırasında oluşan bir anormallikten kaynaklandığı savını güçlendirmektedir. Söz
konusu gelişimsel bozukluğun olası nedenleri araştırılmış ve bunlardan üçü ön plana
çıkmıştır: genetik yatkınlık, viral enfeksiyonlar, gebelik ve doğum komplikasyonları.
Şizofreni etyolojisinde üzerinde durulan stres-diatez/vulnerabilite (yatkınlıkzorlanma) modeline göre; bireyin yapısında olan veya soydan aldığı veya ana rahminde
gelişirken eklenen, bir hastalığa ve yapısal bozukluklara yol açan bir durum, kişiyi kolayca
incinebilir bir hale getirerek hastalığa eğilimi yaratmaktadır. Yüklenme ve zorlanma olarak
tanımlanan stresin ise hastalığı gözükür hale getirdiği söylenmektedir. Bu modelde sıklıkla
yüklenmenin çevresel veya biyolojik olabileceği de düşünülmüştür (16).
Ani ve beklenmedik yaşam olayları, ölüm, hastalık, iş değiştirme, evlenme, kaza
gibi stresli yaşam olaylarının ilk hastalık epizodunu ortaya çıkardığı ya da hastalığı
alevlendirdiği bildirilmekle beraber, biyolojik etkenler ile etkileşime girip hastalığın ortaya
çıkmasında yardımcı olan etkenler olarak da düşünülmektedir. Örneğin; hasta ailesinin
sıkça sözünü ettiği “üniversiteye giremeyince hastalandı”, ya da “evlendikten sonra
hastalandı” gibi yaklaşımları da, bu çok etkenli görüş açısından ele almak yararlı olacaktır
(11).
Genetik açıdan bugüne kadar şizofreni ile ilişkisi gösterilen
tek kromozom
anomalisi, kromozom 5’in parsiyel trisomisidir. Tek yumurta ikizlerinde her iki kardeşte
hastalık görülme olasılığı %40-50 ile %33-66 gibi yüksek oranlarda iken, çift yumurta
ikizlerinde bu oran %10-15 ile %10-12 olarak saptanmıştır. (25)
Şizofrenide insidans ile kalıtım arasındaki ilişki aşağıda belirtilmiştir:
İlişki
Hastalık Riski
7
1. Derece İlişki: Hastanın;
 Ana babasında hastalanma riski……………………………………5.6
 Kardeşlerinde hastalanma riski…………………………………….10.1
 Anne veya babası şizofren ise kardeşlerinde hastalanma riski…….16.7
 Çocuklarında hastalanma riski……………………………………..12.8
 Hem anne hem baba şizofren ise kardeşlerinde hastalanma riski….46.3
2. Derece İlişki: Hastanın;
 Dayı, amca, hala yada teyzesinde hastalanma riski………………..2.4
 Kuzenlerinde hastalanma riski……………………………………...3.0
 Torunlarında hastalanma riski………………………………………3.7 (25)
Şizofreninin hastalığa özgü semptomları, algı, dil ve iletişim, davranışlar,
duygulanım, düşünce, konuşma, zevk alabilme ve dikkati kapsayan geniş bir yelpazedeki
bilişsel ve duygusal işlevsel bozuklukları içerir. Şizofreni için patognomik olan tek bir
semptom yoktur; belirli bir takım belirti ve bulguların bir araya gelmesi ile birlikte
toplumsal/mesleki işlevsellikte bozulma olması ile tanı konur (17).
Şizofrenik bir hastanın genel görünümü darmadağınık, bağıran, ajite bir kişiden,
obsesif bir şekilde giyinmiş, sakin ve hareketsiz bir kişiye dek uzanan bir yelpaze
gösterebilir. Bu iki uç arasında hasta konuşkan veya tuhaf postürler sergileyebilir. Hastanın
davranışları varsanılar doğrultusunda öfkeli olabilir, hatta şiddet içerebilir. Bu durumun
zıddı olarak hasta katatonik stuporda olabilir; mutizm, negativizm ve ekopraksi
gözlenebilir (12). Körelmiş veya küntleşmiş duygulanım tek başına hastalığın bir belirtisi
olabileceği gibi antipsikotik ilaçların yan etkisi veya psikozla birlikte ya da psikoz sonrası
görülen depresyona bağlı olabilir. Depresif duygulanım, şaşkınlık, korku, izole edilmiş
olma hissi ve ambivalans diğer duygu tonlarıdır. Emosyonel yanıtsızlık, uygunsuz
duygulanım, ruhların parçalanmasından korkma veya evrenin yok olacağı ile ilgili endişeler
taşıma olabilir (18). Algı bozuklukları arasında en sık olarak işitsel varsanılar görülür.
Çoğunlukla kişiyle konuşan ya da ismini söyleyen sesler işitilir, varsanılar hastayı tehdit
eden, müstehcen içerikli, suçlayan veya küfür eden özellikte olabilir. İki veya daha fazla
ses kendi aralarında konuşabilir hatta hasta hakkında yorum yapabilir. Düşünce
bozuklukları şizofreninin özünü oluşturan belirtilerdir, düşüncenin şeklinde, içeriğinde,
çağrışımların yapı ve akışında ve düşüncelerin ifadesinde bozukluk olarak görülür.
8
Şizofrenlerde en tipik bulgu sanrıların varlığıdır. Kötülük görme, alınma, büyüklük, dini,
somatik veya bizar özellikli olabilir. Hastaların olağandışı soyut, sembolik, psikolojik veya
felsefi fikirlere karşı bir eğilim ve yoğun bir uğraşı vardır (12).
Şizofrenide gidiş ve sonlanma ile ilgili olarak yapılan çoğu çalışma hastalığın
gidişinin değişken olabileceğini, bazı kişilerin alevlenmeler ve remisyonlar gösterirken
diğer bazılarının kronik hasta olarak kaldığını göstermektedir. Bu bozuklukta tam remisyon
pek görülmez. Hastalığı sürenlerden bazılarının oldukça sabit bir gidişi varken bazılarının
ağır yetersizliklere giden ilerleyici bir kötüleşme gösterdiği görülebilir (17).
Şizofrenide iyi prognozu gösteren ölçütler şunlardır:
 Hastalık öncesi kişiliğinin çevreyle uyumlu oluşu, kişilerarası ilişkilerinde
sağlıklı duygusal özellikler göstermesi, mesleki ve cinsel yaşantısının olması,
 Evli ise bu bağın sürüyor olması,
 Hastalığın geç yaşlarda ortaya çıkması (yirmi yaş ve sonrası),
 Ortaya çıkma biçiminin akut olması,
 Hastalığın ortaya çıkmasında gözle görünür stres etkeni ve olayların varlığı,
 Hastanın gösterdiği belirtilerde; konfüzyon, pozitif bulguların ve duygusal
öğelerin (depresyon vb) varlığı,
 Hastanın düşünce ve algı bozukluğu gibi hastalık belirtilerinden rahatsız olması,
 Hastanın hastalığını ve tedaviyi kabullenici yaklaşımı, tedavi ekibi ile olumlu
iletişim kurması,
 Ailenin, hastalığın ortaya çıkmasında etkili olabilecek sağlıksız özellikler
taşımaması,
 Ailede şizofreni öyküsü bulunmaması,
 Ailenin hastayı ve hastalığı kabullenici yaklaşımı,
 Ailenin tedavi ekibiyle iletişim kurması ve bunu sürdürebilmesi,
 Hastaneye yatış sayısının ve süresinin az olması (11).
Şizofreni sağaltımında psikofarmakoloji, EKT ve davranış, aile, grup,
bireysel, sosyal yeti ve rehabilitasyon terapileri gibi psikososyal tedavi olanaklarını göz
önünde bulunduran bütüncül bir yaklaşım benimsenmelidir (9).
9
MİZAÇ BOZUKLUKLARI
Duygulanım (affekt) bireyin uyaranlara, olaylara, anılara, düşüncelere neşe, öfke,
üzüntü, nefret, kin, sıkıntı gibi duygusal tepki ile katılabilme yetisidir. Duygudurum (mood,
10
mizaç) bireyin bir süre neşeli, üzüntülü, sıkıntılı, taşkın yada çökkün duygulanım içinde
bulunuşudur. Normalde duygudurum belli sınırlar içinde dalgalanmalar gösterir (18).
Tarih öncesi din kitaplarında, Yunan ve Latin eserlerinde ağır depresyon ve
taşkınlık nöbeti geçiren kişiler tanımlanmıştır. Mizaç bozuklukları yaklaşık 2500 yıldır
insanlığın en yaygın hastalığı olarak anlatılmıştır. Tarih öncesi dönemlerde belki de ilk
stuporlu depresyon öyküsü olan Niobe,ağlayan bir taş ile simgeleştirilmiştir. Homeros,
İlyada destanının giriş bölümünde “mani” sözcüğünü (Yunanca öfke ve gazap anlamına
gelir) kullanmıştır. Keder, uykusuzluk, yememe, umutsuzluk, irritabilite halindeki
görünüm için “melankoli” (kara safra) deyimini ilk olarak Hipokrat M.Ö.450’lerde
kullanmıştır (19).
19. yüzyılda Fransız ruh hekimi Jean-Philippe Esquirol, depresyon biçimleri ve
paranoid psikozda mood özelliklerini modern şekilde kullanan ve öneren ilk psikiyatrist
olmuştur. Esquirol’ün öğrencileri olan Pierre Falret ve Jules Baillarger 1854’de değişen
manik ve depresif belirtilerle süregiden bu hastalığı “folie circulaire”(manik ve depresif
atakların süreklilik göstermesi) ve “folie á double forme”(iki şekilli delilik) olarak
tanımlamışlardır (19).
Kraepelin bu iki bilim adamından etkilenmiş, 1862’de fonksiyonel psikozları
dementia preacox ve manik depresif psikoz olmak üzere ikiye ayırmıştır. Bu kavramlarda
birincisi ile süreğen, iyileşme göstermeyen ve prognozu kötü olan klinik durumu
tanımlarken; manik depresif psikozu ise süreğenleşmeyen bir hastalık olarak tanımlıyordu.
Kraepelin manik depresif psikozun sosyal ve psikolojik nedenlerden bağımsız olduğuna
inanıyordu. Freud ise bu görüşe karşı çıkarak, dinamik olarak açıklamaya çalışmıştır (20).
Freud, melankolide egonun tamamen güçsüz ve süperegonun katı olmasına karşın,
manik durumda egoyla süperego arasındaki ayırımın kaybolduğu, egonun süperegoya karşı
bir yönden zafer kazanıp omnipotensi ele geçirerek veya süperegoyla birleşip onun gücünü
paylaşarak yeniden omnipotent olmasıyla açıklamıştır (21).
Mental Bozuklukların Tanısal ve İstatiksel El Kitabı (DSM)’nda major depresif
bozukluk ve iki uçlu mizaç bozukluğu (İUMB) iki ana mizaç bozukluğu olarak
bildirilmektedir. Bu bozukluklarda ki önemli patoloji, kişinin o anki emosyonel içeriğinin
dışa vurumu olan affektte değil, kişinin sürekli içsel emosyonel durumu olan mizaçtadır
(12).
11
Genel olarak depresyonlarda yaygınlık oranı (prevalans) %9-20 oranında
bildirilmiştir. Major depresyon için yaşam boyu yaygınlık oranı erkeklerde ve kadınlarda
A.B.D.’nde % 2.6 ve %7; Kanada’da %5.9 ve %11.4 Seul Kore’de %2.4 ve %4.1 olarak
verilmektedir. Depresyolarda sıklık (yılda görülen yeni olgu) erkeklerde 80-200/100.000,
kadınlarda 250-600/100.000 olarak bildirilmiştir; yaşam boyu hastalanma riski erkekler
için %8-12, kadınlar için %20-26 olarak bulunmuştur.Araştırmalar genellikle, ağır
depresyonların kadınlarda erkeklerden iki kat fazla görüldüğünü doğrulamaktadır (18).
İUMB’da yaşam boyu hastalanma riski %1’dir. İUMB’da sıklık oranı erkekler için
9-15/100.000, kadınlar için 7.4-30/100.000’dir. A.B.D.’ndeki ECA araştırmasına göre
İUMB tip-I için yaşam boyu yaygınlık oranı toplamı 0.8, İUMB tip-II için 0.5’dir.
Erkeklerde İUMB tip-I yaşam boyu yaygınlık oranı 0.7,
kadınlarda 0.9 olarak
bildirilmiştir. İUMB kadın ve erkekte belirgin farklılıklar göstermemektedir. Son 30-40 yıl
içinde yapılan araştırmalardan elde edilen verilere göre çökkünlüklerde kadın erkek
arasındaki farkın giderek azaldığı sanılmaktadır. Bu, gelişmiş toplumlarda kadının
sosyoekonomik konumundaki ve kadın rolündeki değişmeye bağlı olabilir. Depresyon
kadınlarda en çok 35-45 yaşları arasında, erkeklerde 55 yaşlarından sonra görülmekte ise
de, bu bozuklukların genç yaşlarda sanıldığından da çok görüldüğüne ilişkin veriler
artmaktadır (18).
Kadında depresyonun fazla görülmesinin nedenleri olarak hormonal farklılıklar,
çocuk doğurmanın etkileri, kadınlar ve erkekler için psikososyal yüklenmelerin farklılığı ve
öğrenilmiş çaresizlikle ilgili davranış modelleri varsayılmaktadır (12,22,23).
Genelde İUMB’nun başlangıcı major depresif bozukluktan daha erkendir. 6 ila 50’li
yaşlar arasında hatta daha geç başlangıç görülebilmekte ise de ortalama 30 yaş dolayında
başlar. Major depresif bozukluğun ortalama başlangıç yaşı 40’tır. Hastaların % 50’sinde
başlangıç 20-50 yaşları arasındadır,yaygın olmamasına rağmen çocukluk ve genç yaşta da
görülebilir. Bazı yeni epidemiyolojik veriler 20 yaş altındaki kişilerde major depresif
bozukluğun artmakta olduğunu telkin etmektedir (12).
İUMB’nun medeni durumla ilişkisi araştırıldığında ayrı yaşayan veya boşanmış
kişilerde riskin arttığı bulunmuştur.(25) İUMB’da boşanma oranları, kontrol grubuyla
karşılaştırmalı bir çalışmada 2-3 kat artmış bulunmuştur (25).
12
Cinsiyet, manik ve major depresif epizodların görülme sırasıyla ilşkili
görünmektedir. Erkeklerde ilk epizod daha çok bir manik epizod olmaktadır. Kadınlarda
ise daha çok major depresif epizoddur (9). İUMB’ta cinsiyetle ilgili olası üç değişiklik ileri
sürülmüştür:
1-Hızlı döngülü İUMB kadınlarda daha fazla,
2-İUMB olan kadınlarda depresif epizodlar manik epizodlardan daha fazla,
3-İUMB olan kadınlarda, İUMB olan erkeklere göre daha fazla mixt epizod
görülebilmektedir (22).
Mizaç bozukluklarının nedenleri bilinmemektedir. Neden olabilecek etmenler
biyolojik, genetik ve psikososyal etmenler olmak üzere üçe bölünebilir. Ancak bu bölünme
yapaydır, çünkü bu üç etmen kendi arasında etkileşmektedir. Biyolojik etmenler içinde
biyolojik aminler (noradrenalin, serotonin, dopamin), nöroendokrin etmenler (ACTH,
Tiroid ekseni, büyüme hormonu, melatonin), uyku anormallikleri, nöroimmun ve
nöroanatomik görüşler ve kindling modeli yer almaktadır (12).
İUMB olanların 1. derece akrabalarında İUMB görülme oranı kontrollere göre 8-10
kat artmıştır. Bu oranın akrabalık derecesi yakınlaştıkça yükseldiği saptanmıştır. Anababadan birisi İUMB gösteriyorsa çocukta risk %25, ikisi de hastaysa risk %50-75’tir.
Major depresif bozukluğu olanların birinci derece yakınlarında benzer bir bozukluk
gelişme olasılığı genel topluma göre 1.5-3 kat daha fazla görülür (9).
Psikososyal etmenler arasında yaşam olayları ve çevresel zorlanma, hastalık öncesi
kişilik özellikleri, psikoanalitik ve psikodinamik kuramlar yer almaktadır. Yaşam olayları
ve çevresel stres etkenlerinin mizaç bozukluklarında özellikle ilk atakta etkili oldukları,
nörotransmitter düzeyinde değişikliklere neden olarak daha sonraki ataklarda da rol
oynayabildikleri düşünülmektedir. Ayrıca erken yaştaki kayıp ve ayrılıkların reseptör
düzeyinde değişiklik yaptığı ve ileri yaşlarda depresyona yatkınlık oluşturduğundan söz
edilmektedir. Kişiyi depresyona yatkın kılan tek bir kişilik özelliği saptanmamasına
rağmen oral-bağımlı, obsesif kompulsif, histrionik gibi bazı kişilik tipleri yansıtma ve
dışavurucu savunma mekanizmalarını kullanan antisosyal, paranoid ve diğer kişilik
tiplerinden daha fazla risk altındadır.
Psikoanalitik
kurama
göre;
depresyonda
bir
sevgi
nesnesi
kaybı
söz
konusudur,yaşamın erken dönemlerinde bozuk anne-çocuk ilişkisi nedeniyle sevgi
13
nesnesine karşı ikili “ambivalan” duygular “sevmek-nefret etmek gibi” gelişmiştir. Bu
sevgi nesnesi özsever “narsistik” desteklerin sağladığı bir nesnedir. Bu kişiler katı,
acımasız,
cezalandırıcı üst benlikleri (süperego) olan kişilerdir. Herhangi bir nedenle
“bilinç dışı yada gerçek” bu nesneye karşı bir kayıp duygusu yaşandığında, kayıptan doğan
gerginliği azaltmak için sevgi nesnesi içe atılır (introjeksiyon)sevgi nesnesine karşı olan
ikili duygular kişinin kendisine yöneltilir. Böylece kişinin özsaygısı azalır,kendini değersiz
ve suçlu görmeye başlar, depresyon gelişir. Maninin psikodinamiği depresyonunki kadar
açıklanamamıştır. Düşünülen, zayıf ve çocuksu egonun, süperegoya karşı başkaldırışı ve
kazandığı zaferle, aşırı benlik saygısı, megalomanik, narsistik duyguları alabildiğine
yaşamaya başlamasıdır. Diğer bir görüşe göre mani, egonun narsistik ihtiyaçlarının gerçek
ya da hayal olarak yerine getirilmiş olduğunu kabul etmesinin mutluluğunu ve
coşkunluğunu yaşamasıdır.
Bilişsel kurama göre ise;
çocukluk çağında yaşanan deneyimler bazı temel
düşünce ve inanç sistemlerinin oluşmasına neden olur. Oluşan bu şemalar, katı, değişime
karşı dirençli ve aşırılık özelliklerini taşırlar. Herhangi bir yaşam olayında bu gizli kalmış
şemalar alevlenir ve ortaya olumsuz otomatik düşünceler çıkarır. Bu olumsuz düşünceler
kişinin bulunduğu durumla ilgili verilerin işlenmesi sırasında oluşan bilişsel hatalar ve
çarpıtmalar sonucu ortaya çıkar. Bunlar dünyaya, kendine ve geleceğe karşı olumsuz üçlü
olarak tanımlanır. Beck’e göre manideki öfori ve eksitasyon duyguları, üzüntüyü doğuran
kayıp duygusunun tersine, kişinin kişisel alanına ekleyici olarak algıladığı ve onun kişisel
alanını genişleten, bu alanın değerini artıran yaşantılarla ilgilidir. Arkadaşlar, objeler, bir
amaca ulaşma vs. hep bu alanı genişletir. Yani üzüntüdeki kayıp duygusu, yerini bir
kazanma algısı yada beklentisine bırakmış kabul edilir (9,12, 18, 20, 24).
Depresif bir duygudurum, ilgi ve zevk almanın kaybı depresyonun anahtar
belirtileridir. Hasta çökkün, kederli, üzgün ve acılıdır. Bu duygular hastanın kendisi
tarafından söze dökülebilir ya da aynı zamanda yüz görünümü, ses tonu ve
davranışlarından anlaşılabilir. Olağan etkinliklerden ve daha önce zevk veren durumlardan
eskisi gibi zevk alamama ve bunlara karşı ilginin kaybolması belirgindir. Gerek mental,
gerek fiziksel alanda enerji azlığı ile kendini gösteren psikomotor yavaşlama görülür, bazen
de ajitasyon olabilir. Düşünce içeriğinde umutsuzluk, karamsarlık, yetersizlik, değersizlik,
kayıp, suçluluk ve ölüm düşünceleri ile birlikte kişinin işlevselliğinde azalma belirgin
olarak kendini gösterir.
14
Hafif yada orta derecede depresyon nöbeti genellikle iki üç haftadan birkaç aya
kadar (ortalama 2-4 ay) sürer. Ağır çökkünlükler daha uzun sürelerde devam
edebilmektedir. Hastaların bir kısmı kendiliğinden bile düzelebilmektedir. Depresyon
çoğunlukla süreğenleşme ve yineleme eğilimi gösterir. İlk major depresif bozukluk
atağında hastaneye yatırılan hastaların birinci yıl içinde iyileşme şansı %50’dir.İlk yatıştan
beş yıl sonra hastaların %10-15’i iyileşmemiştir. Yapılan bir izleme çalışmasında 30 ay
izledikleri depresyon olgularında yineleme oranını %31.8, süreğenleşme oranını da %9.1
olarak bildirilmektedir (18). Uzun süreli ve çözümü güç psikososyal stresler, düzensiz ve
yetersiz sağaltım, ağır kişilik sorunları iyileşmeyi geciktirebilmekte ve süreğenleşmeyi
arttırabilmektedir (12,18).
Yükselmiş, taşkın yada irritabl duygudurum bir manik atağın en önemli bulgusudur.
Genel görünümü canlı, aşırı hareketli, renkli giyinmiş, kabarık ve coşkuludur. Konuşma
yüksek sesli, hızlı ve artmıştır. Hastada düşünce süreci yani çağrışımları hızlanmış ve
artmıştır. Sürekli konuşma, konudan konuya atlama, fikir uçuşması olabilir. Düşüncenin
içeriği benlik kabarmasını yansıtan düşüncelerle doludur. Kimsenin yapamayacağı işleri
yapacak güçtedir. Üstündür ve yeteneklidir. Ağır olgularda psikotik bulgular ve
dezorganize davranışlar görülebilir. Aşırı hareketlilik nedeniyle hasta bitkin ve dağınık
olabilir. Psikotik özellikli manide büyüklük sanrıları ön plandadır, ancak mizacına uygun
olmayan kötülük görme, alınma sanrıları olabilir. Dikkat kolayca dış uyaranlarca
çelinebilir. Spontan dikkati artmış, iradi dikkat azalmıştır. Hasta günlerce uykusuz kalabilir
buna rağmen enerjik ve hareketlidir. Yeme isteği artsa bile yemek yemeğe fırsat bulamaz
ve kilo verir. Cinsel dürtülerini kontrol etmekte zorlanır, ancak aşırı hareketlilik içinde
uyumlu cinsel etkinlik olamaz (9,12,18,24).
Literatürde mizaç bozukluklarının şizofreniden farklı olarak epizodik seyirli olması
ve ilerleyici yıkım göstermediğinin belirtilmesine karşın bazı araştırmalarda mizaç
bozukluğunda ilerleyici fonksiyonel bozulma olduğu bildirilmektedir. Wertham, mizaç
bozukluğu tanısı alan 2000 hastanın 16’sının (%0.008) 5 yıl hastanede kalacak kadar
bozulma yaşadığını saptamıştır (25,26).
Manik hastaların uzun dönem takiplerinde, hastaların %35’inin işlevselliğinde
önemli bir azalma olduğu gözlemlenmiştir. Hastaların 2/3’ünde iş verimi düşmekte,
1/3’ünde sosyal işlevsellik azalmakta, %45’i ise hastalıkları nedeniyle eşlerinden
ayrılmaktadır. Genel olarak hastaneye yatıştan 5 yıl sonra hastaların %60’ının
15
işlevselliğinde bozulma oluştuğu görülmüştür. Hastaların %69’unun ara dönemlerde
kişilerarası yada mesleki zorluklar yaşadıkları saptanmıştır. Hastalık nedeniyle yüksek
oranda işsizlik, sık hastane yatışları, sık intihar girişimleri, yaşam kalitesinde bozulma,
tıbbi hastalıkların yüksek oranda birlikteliği, alkol ve madde kullanımının yüksek olması,
bu kötü gidişte izlenen olumsuzluklardır (26).
Winokur
ve
arkadaşları
(1993),
remisyondaki
manik
depresif
hastaları
incelemişlerdir. Bu hastaların sadece %61’nin psikotik epizodlar arasındaki dönemlerde
semptomsuz olduğunu bulmuşlardır. İUMB olan hastaların epizodlar arasındaki remisyon
kalitesinin unipolar depresif hastalar ile karşılaştırıldığında daha iyi olabileceğini
belirtmişlerdir. Hastanede yatan İUMB olan hastalar unipolarlara göre daha az nevrotik ve
daha sağlıklı bulunmuştur. Ayrıca bipolar bozukluklu hastalar, unipolar bireylerden daha
impulsif olarak rapor edilmiştir (25).
Duygudurum bozukları tedavisinde farmakoterapi, destekleyici, bilişsel ve
psikoanalitik yönelimli psikoterapiler, EKT kullanılmaktadır.
16
KADIN REPRODÜKTİF HAYATI ve PSİKİYATRİ
Tıpta ve psikiyatride belirli hastalıklarda cinsiyet farkı belirgindir. Örneğin erkekler
kardiyovasküler hastalıklar, alkolizm ve sosyopati; kadınlar ise tiroid bozuklukları, yeme
bozuklukları ve depresyon açısından yüksek risk altındadır. Depresyon prevalansındaki
cinsiyet farklıları puberteden sonra ortaya çıkar ve reprodüktif yıllar boyunca belirginleşir.
Ayrıca kontraseptifler, düşük, premenstrüel dönem, puerperium ve menapoz kadının
kolayca depresyona girebileceği ilişkili durumlardır (23,27,28,29).
Kadınlar tüm yaşam evrelerinin farklı gelişimsel süreçlerinde kadın cinsiyetine
özgü biyolojik ve psikolojik tecrübeler yaşarlar. Hormonal, intrapsişik ve çevresel
etkileşimler olağan psikolojik duyumları şekillendirdiği gibi bazı psikiyatrik hastalıklara da
yatkınlık yaratabilmektedir. Kadının yaşamında, bütün zamanlarda ve toplumlarda
doğurganlığın önemli bir yere oturtulduğu dikkat çekmektedir. Kadınların –doğurganlıkyaşantıları menarşdan ilk cinsel ilişkiye, gebeliğe ve menapoza kadar farklı dönüm
noktalarıyla belirlenir. Fizyolojik olarak fertilitenin başladığına işaret eden menarş, pek çok
kültürde kadınlıkla genç kızlık arasındaki formel sınır olarak tanınır. Bazı toplumlarda
artık bir genç kızın evlenebileceği anlamına gelen menarş bazı kültürlerde utanç ve endişe
ile karşılanır. İlk cinsel ilişki kadında karmaşık duygular yaratır. Çoğu kadın ilk cinsel
ilişkilerinde korku ve tedirginlik yaşamaktadır. İçinde bulunduğu toplumun değer yargıları
ve kadına atfedilen cinsel rollere bağlı olarak çatışma yaşayabilirler.
Çok sayıda araştırmacı tarafından, gelişimsel bir kriz yada kritik bir faz olarak
değerlendirilen gebeliğin, kadın yaşamındaki yeri kuşkusuz çok önemlidir. Bibring ve
arkadaşları gebeliğin bir kadını geri dönüşümsüz olarak etkilediğini ve kalıcı bir psikolojik
değişiklik yarattığını söylemişlerdir (30).
Hipokrat zamanından beri gebeliğin psikiyatrik bozukluklar için bir hassasiyet
yaratıp yaratmadığı tartışılagelmiştir. Bazı teorisyenler olgunlaşmaya ait bir kriz olarak
gebelikteki emosyonel karışıklıkların olgunlaşmaya yardımcı olacağını yada patolojilere
yol açabileceğini ileri sürmüşler. Bu konuya ait ilk çalışmalarda, gebelik sırasında ilk
psikiyatrik başvurularda azalma olduğu yönünde bulgular elde edilmiştir. Bu görüşe göre
gebelik nispeten dingin bir dönemdir ve mental hastalıklara ait bir koruma yapmaktadır
(30).
17
Gebeliğin ruhsal bozukluklar için koruyucu bir dönem ya da “kendini iyi hissetme”
dönemi olduğu savı son yıllarda kabul görmemektedir (28). En son çalışmalar gebeliğe ait
psikolojik tepkilerin bireysel etkenlerle ve diğer bazı etkenlerle ilgisi olduğuna işaret
etmektedir. Bu faktörler ;

Emosyonel labilite

Feminiteye karşı tutum

Eş ve anneyle olan ilişkiler

Kültürel tutumlar

Anneliğe hazırlıklı olma

Önceki ruhsal hastalıklar

Önceki çocuğun varlığı yada yokluğu

Önceki abortus

Gebelikte medikal olarak yüksek risklerin olup olmadığı.
Gebelikte major depresyon ve psikoz gibi ciddi psikiyatrik bozuklukların
insidanslarının azaldığı yada değişmediği bulunmuştur. Ancak hafif düzeyde depresyon,
anksiyete gibi semptomların insidansının gebelikte arttığı bildirmişlerdir. Bu çalışmaların
ışığında şunları söylemek mümkündür:

Anksiyete artışı tipiktir, anksiyetenin özelliği kadının kendisinden çok
fetusa odaklı olmasıdır.

Kendi içine dönme ve kendi kendisiyle uğraş artar.

Artan bağımlılık gereksinimi meydana gelebilir. İlkel savunmalar ve birincil
süreç düşüncesine doğru değişim bildirilmiştir (30).
Hamilelik döneminde psikiyatrik hastalıkların önemli bir unsur olmadığı
düşünülmekte ise de; Casiano ve Hawkins (1987) 2 yıllık deneyimlerine dayanarak, yılda
3300 doğum yapılan bir hastanede, hamilelerde ilk defa akıl hastalığına yakalanma
sıklığının arttığını daha sık olarak da eskiden var olan hastalığın şiddetlendiğinin tespit
edildiği belirtmektedir. Bu izlenimlerde minör veya majör depresyon hamilelik esnasında
daha yaygın olarak saptanmıştır. Hamilelik sonrası dönemdeki majör depresyonun aslında
gebelikte başlamış olabileceği düşünülmektedir (31).
Freeman ve arkadaşları tarafından İUMB olan kadınların doğurganlık dönemi
evrelerinin hastalığın seyrine etkisinin araştırıldığı çalışmada; hastalığın başlangıcının,
18
hastaların önemli bir kısmında menarş döneminde (%18) veya daha öncesinde (%32)
olduğu gözlenmiştir. İUMB olan çoğu kadının çocuk sahibi olmadan önce ne kesin bir
İUMB tanısı ne de tedavisi görmediği ve böylece bir çok kadının hamilelik dönemi
esnasında veya hamilelikten hemen sonra mizaç stabilizatörü tedavisine maruz kalmadığı
saptanmıştır. Çocuğu olan kadınların % 67’sinde postpartum mizaç epizoduna rastlandığı,
ilk çocuktan sonra mizaç epizodu gözlenen kadınların takip eden gebeliklerinde de epizod
gözlendiği ve ilk bebekten sonra postpartum epizod geçirmiş olmanın sonraki
doğumlardaki postpartum epizod riskini dikkat çekici bir miktarda arttırdığı belirlenmiştir.
Perimenapozal veya postmenapozal dönemdeki kadınların yarısından çoğunda mizaç
semptomlarında artış gözlemlenmiş. Bu verilerin hormonal dalgalanmanın İUMB olan
kadınlarda afektif disregülasyon veya mizaç epizodlarıyla ilişkili olduğu hipotezine kaynak
oluşturduğu; hastalığın başlangıcının menarşla alakalı olduğu ve puerperyumun yüksek
riskli bir dönem olduğu söylenmiştir (32).
Psikiyatrik hastalıkların sıklığı, doğum sonrası dönemde, gebelik döneminde
olduğundan beş kat daha fazladır. Doğumla ilgili psikiyatrik bozukluklar, yüzyıllardır
bilinmekte ve geleneksel olarak tablonun şiddetini yansıtan üç kategoriye ayrılmaktadır:
postpartum
hüzün, postpartum depresyon ve postpartum psikoz. Postpartum hüzün
postpartum mizaç bozukluklarının en hafif biçimi olarak kabul edilir ve prevalansı % 25 ile
%85 arasında bildirilmiştir. Tipik olarak doğumu takiben ilk birkaç günde başlar ve beşinci
günden sonra hızla sonlanır. Doğum sonrası ani değişiklik gösteren hormon düzeylerine
bağlı olduğu düşünülmektedir. Kadınların %5 -20’sinin doğum sonrası ilk haftalarda
depresyon semptomları sergilediği bulunmuştur. Depresyon insidansında yükselme sıklıkla
30 gün içindedir ve epizod çoğunlukla 3-6 ay içinde iyileşir. Postpartum psikoz ise akut
başlangıçlı, nadir görülen (500-1000 doğumda bir) ağır bir tablodur. Doğumdan sonra ilk
günler ile 2-3 haftaya kadar hızlı başlangıç görülür. İlk doğum oluşu ve ailesel ya da kişisel
psikiyatrik hastalık öyküsü risk faktörleridir. İşlevselliği önemli ölçüde bozan postpartum
psikozlularda suisid ve infantisid riski yüksek olabilir (28,31,33).
Her ne kadar doğum sonrası dönemde bir çok faktör, akıl hastalığının varlığını
etkilese de, iki önemli grubun neden olduğu düşünülmektedir. İlki doğum sonrası dönemin
4 – 6. gününde oluşan hormonlardaki ani değişiklikler, ikincisi doğum sonrası dönemdeki
anneliğe bağlı psikolojik ve fiziksel stres. (31)
Gebelik sırasında İUMB gidişinde relaps riskinde artış olmadığı söylenmektedir.
Bununla birlikte gebelik nedeniyle tedavisiz kalan hastalarda relaps riski yüksek
19
verilmiştir; bu demektir ki, birçok gebe İUMB olan kadın tedaviyi sürdürmekte zorluk
yaşamakta ve tedavisiz kalmaktadır. Çünkü lityum, valproat ve karbamazepin teratojenik
etkiye sahiptir (22).
Birçok literatürde postpartum periyodda İUMB olan kadın için relaps riskinin
önemli bir miktarda arttığı belirtilmiştir. Kendell, Chalmers ve Platz’ın 1987’de yaptığı
geniş bir çalışmada çocuk doğumunu müteakip 30 gün içinde hospitalizasyonun olduğu
manik-depresif hastalık % 21.4 oranında belirtilmiştir (34). Postpartum epizodda mikst
ataklar depresif ve manik ataklara oranla daha sıktır. Psikoz genellikle işitsel, görsel veya
taktil varsanılar ve suisidal veya infantisidal düşüncelerle karekterizedir. Bipolar hastalar
hamilelik sonrası hastalıkların artışı konusunda yüksek risk altındadırlar. Reich ve
Winokur’un 20 bipolar anne üzerinde yaptıkları çalışmaya göre hamilelik sonrası dönemde
%40’ı mani veya depresyon atağı yaşamıştır (22,31).
Şizofreni, doğum sonrası görülebilen psikiyatrik bozukluklar arasında istatistik
olarak en az yaygın olanı (%10-16) olmasına rağmen, hamilelikte ve hamilelik sonrası
dönemde tedavisi en zor olanıdır. Doğuma bağlı olarak tekrarlayan şizofreniler konusunda
yeterli bilgi olmadığından Bleuler’in 25.000 hasta üzerinde yaptığı çalışma esas alınmakta
ve hamilelik sırasında şizofreninin alevlenmesinin çok nadir olduğu, ancak doğumdan
sonra daha sık yaşandığı kabul edilmektedir. Doğum sırasında en çok görülen semptomlar
işitsel ve görsel varsanılardır Çoğunlukla bu varsanılar doğacak veya doğmuş bebekle
ilgilidir. Örneğin; rahminde bebek yerine yılanların olduğunu düşünen kadın gibi. Boyd ve
Prothereoe’nun yaptıkları çalışmalar sonucunda da çeşitli örnekler yer almıştır. Bebeklerin
değiştirilmesi, bebeklerin kaybolması, kaçırılması veya öldürülmesi gibi… Bu tarz
varsanılar şizofrenik annelerin bebeklerini öldürmesinde önemli rol oynamaktadır
(14,31,35).
Terp’in (1998), Danimarka’da 1973-1993 yılları arasında doğum sonrası psikoz
tanısı alan 1253 kadında yaptığı çalışmada, doğum sonrası psikiyatrik ilk yatış riski kısmen
artmış, tekrar yatış oranının ise azaldığı bulunmuş, şizofrenik kadınlarda doğum sonrası
yeniden yatış oranının azlığının, şizofrenlerde azalmış fertilite oranına, bu kadınların
gebelikleri sırasında hastaneye yatırılmış olmalarına, ayrıca puerperal dönemde şizofrenik
kadınların semptomlarının iyileşme göstermesine bağlı olabileceği öne sürülmüştür. Manik
depresif hastalarda ise hem ilk kez hem de tekrar hastaneye yatma oranı doğum sonrası dört
hafta içinde artmış bulunmuş, doğumun İUMB’n ilk atağında risk faktörü olabileceği
düşünülmüştür. Bu çalışmada; İUMB olan kadınlar doğum sonrası hemen, unipolar
20
bozukluklu hastalar ise doğum sonrası üç ay içinde hastaneye yatırılmışlar, özellikle ilk kez
yatırılan İUMB manik ve unipolar depresif kadınların oranındaki yükseklik dikkati
çekmiştir. Çalışma sonucunda kadınlarda doğum sonrası ilk kez bir psikiyatri kliniğinde
yatırılma riskinin oldukça yüksek olduğu öne sürülmüştür (36).
Çeşitli izleme çalışmaları hamilelik sırasında depresyon insidansını %10 ile %18
olarak vermektedir. Doğum öncesi depresyon doğum sonrası depresyon kadar şiddetli
değildir ve normalde ilk 3 aylık dönemde görülür. Görülme olasılığı önceden yaşanmış
kürtaj, şimdiki hamilelikte doğurup doğurmamak arasındaki kararsızlık ve kayıp
yaşantılarıyla ilişkilidir (35).
Kadınlarda depresyonun erkeklere göre 2-3 kez daha fazla görüldüğü bilinmektedir.
Ancak kadın ve erkeklerin depresif hastalığa karşı farklı tepkileri olduğu çeşitli araştırma
sonuçlarıyla ortaya çıkarılmıştır. Bu sonuçlara göre ; evlilik kadınları erkeklerden daha az
korumaktadır. Örneğin; evli erkekler bekar erkeklere göre daha az affektif bozukluk
gösterirken, evli kadınlar bekar kadınlara göre daha fazla affektif bozukluk göstermektedir.
(37).
Seeman (1982) şizofren kadınlarda; evlilik, mesleki ve sosyal uyumun daha iyi
olduğunu ve hastalıkta remisyonlarla gidişin erkek şizofrenlerden daha sık olduğunu
saptamıştır (15). Test (1990) çalışmasında şizofrenik kadınların daha sık ebeveyn
olduklarını, bir eşle beraber yaşadıklarını ve heteroseksüel olarak aktif olduklarını
bildirmiştir (38). Karamustafalıoğlu (1998), şizofrenide cinsiyet farklıları ile ilgili gözden
geçirmesinde; kadın şizofrenlerde ailede daha fazla psikoz öyküsü, premorbid işlevsellik,
sosyal ve meslek uyumu ve prognozun daha iyi olduğunu, şizofrenide belirtilen cinsiyet
farklılıklarının
normal
cinsiyet
demorfizminin
ötesinde,
doğrudan
hastalığın
etyopatogenezi ile ilişkili olabileceğini bildirmiştir (13).
21
CİNSELLİK
İnsan yaşamının en önemli parçalarından biri olan cinsellik biyopsikososyal bir olay
ve yaşamın ölüme karşı çıkış şekli olarak da tanımlanmaktadır. Cinsellik; ilişkilerin
derinleşmesi, kendini kanıtlama ve canlı hissetme ile birlikte hayatın kalitesini artırır.
Cinsellik çoğu zaman sevgi, güven ve yakınlığı ifade etmektedir. Bu yaklaşımın en temel
noktalarını
anlaşılma,
kabul
edilme,
güven,
paylaşma
ve
duygularını
açmak
oluşturmaktadır (39).
Aşk ve cinsel yakınlık; düşünsel, duygusal ve davranışsal boyutlarıyla iki insan
arasında bir etkileşimdir. Düşünsel boyut, kendini bir başkasına açma kararını vermektir.
Bunlar geçmiş, bugün ve gelecekle ilgili duygular, ümitler, değerler, korkular ve
savunmalar olabilir. Duygusal boyutta, bir başkasına sevgi duyma, onu koruma , merak
etme, düşünme ve ona güvenme, benzerlik ve farklılıklarını keşfetme isteği vardır.
Davranışsal boyutta, yakın fiziksel ilişki, dokunma, sarılma, okşama, bakma, gülme ve baş
sallama gibi yüz iletişimi ,öpme ve cinsel ilişki vardır. Görüldüğü gibi, yakınlık kurmak
insanın kendisini duygu , düşünce ve hatta bedenini, iç dünyasını bir başkasına açmaktır.
İlişkiler ve cinsellik insana sevilmeye değer olduğu duygusunu yaşatır. Bu kadınlığın ve
erkekliğin bir açıdan onaylanmasıdır (40).
Geçtiğimiz yüzyılın erken dönemlerinde şizofreninin duygularda ve ahlaki
değerlerde yıkıma yol açmasından korkulmasına rağmen artık günümüzde pek çok
şizofrenisi olan kişinin cinsel konularda “normal” insanlara benzediklerine inanılmaktadır.
Araştırmalar, şizofrenili kadın ve erkeklerin cinselliğe karşı ilgili olduklarını fakat
duygularını nasıl ifade edeceklerini bilemediklerini göstermektedir (41).
Çoğu klinisyenin halen kronik şizofreni hastalarının hiposeksüel veya aseksüel
olduklarına dair inançlarına karşın, yapılan çalışmalar bu hastaların cinsel yaşamlarının
değişkenlikler gösterdiğini belirtmektedir. Şizofreniye özgü primer yapısal bozukluk
saptanmamıştır. Şizofrenide cinsel istek ve aktivite hastalığın başlangıç evresinde
artabilmektedir. Hastalığın kronikleşmesi ile azalabilir ve normal seviyelerin altına inebilir.
Düşünce karışıklığı ve gerileme, sosyalizasyonun azalması, motivasyon eksiklikleri ve
ilaçların indüklediği disfonksiyonlar sebepler arasında sayılmaktadır. Şizofren hastaların
normal populasyona kıyasla çok daha az fiziki ve emosyonel doyuma ulaştıkları
22
bilinmektedir. Erkek hastalarda genelde stabil seyretmesine rağmen kadın şizofren
hastalarda seksüel aktivite dalgalanmalar göstermektedir. Bu durumun cinsel aktivite
azalması
veya
isteksizlikten
çok
sosyal
beceri
eksikliğinden
kaynaklandığı
düşünülmektedir (41,42).
1950’li yıllardan önce cinsellik, şizofrenik kadınlar için kısıtlı idi. O yılların sosyokültürel yapısı evlilik dışı cinsel birliktelik ve illegal doğumları damgaladığından, birçok
kişi için evlilik cinsel yaşam için bir geçitti. Şizofrenili kişiler mental hastalığı olmayanlara
göre daha az evleniyor ve bundan dolayı daha az cinsel aktif oluyorlardı. Yine bu yıllarda
kurumlarda tutulan hastaların cinsel aktiviteleri yasaklama veya vazgeçirmelerle
engellenmiştir (14).
Psikiyatri
hastalarının
kurumlarda
tutulmalarından
vazgeçilmesi
(deinstitutionalization), farmakoterapi ve değişen sosyal şartlar ve çevrenin, özellikle kadın
hastaların cinsel ve reprodüktif hayatlarında önemli şaşırtıcı etkileri olmuştur (14). Doğum
kontrol haplarının kullanıma girmesi, hastaların hastane ve benzeri kurumlarda kalma
sürelerinin kısalması cinsel-sosyal ilişkilerin artmasına neden olmuştur. 1990’larda
psikiyatri hastanelerindeki yatak oranının 1955’dekine oranla %80 azaldığı saptanmıştır
(14,44). Şizofren kadın hastalar bu değişikliklerden özellikle doğurganlık ile ilgili
konularda daha fazla etkilenmişlerdir. Şizofrenili kadınların daha iyi sosyal fonksiyonlara
sahip olduğu; erkeklerden daha sık olarak; öpüşme, cinsellik, nikahsız birliktelik
yaşadıkları, evlendikleri ve çocuk sahibi oldukları belirtilmiştir. Major psikiyatrik hastalıklı
kadınların hastanelerde uzun süre tutulmalarının azalmasına paralel olarak fertilitenin
göreceli bir şekilde artış gösterdiği bildirilmiştir (14,43,44).
Miller (1996) şizofrenili hastaların cinsel yaşamı üzerinde fikir birliğine
varılamamış olduğunu bildirmiştir. Bu kişilerin cinsel yaşantılarının daha kaotik ve daha az
tatmin edici olduğunu, diğerlerine göre HIV enfeksiyonu konusunda daha yüksek riske
sahip olmalarına rağmen daha az test edildiklerini, bu kadınların kontrollere göre seksle
daha az doyuma ulaşmalarına rağmen, gebelik hakkında pozitif davranış gösterdiklerini,
gebelik sırasında şiddete maruz kaldıklarını ve kontrol grubuyla benzer olarak gebelik
sırasında madde kullanımı öyküsünün yüksek olduğu saptanmıştır (3).
Raboch ‘un (1986) psikiyatrik kadın hastaların cinsel gelişimlerini incelediği
çalışmasında şizofrenlerin cinsel gelişiminin geri kaldığı, daha kısıtlayıcı oldukları, cinsel
fonksiyon testinde düşük skor ve düşük koital orgastik kapasite gösterdikleri saptanmış
ancak aynı çalışma, eş ilişkisinden memnun olan kadınlar seçilerek yapıldığında cinsel
23
aktivite ve tepkilerinin kontrol grubu ile benzerlik gösterdiği gösterilmiştir. İUMB olan
hastaların yetişkin cinsel yaşamında akut ataklar dışında patoloji bulunmamıştır. Nörotik
hastaların düşük koital orgastik kapasitesi iyi eş ilişkisi yaşayanlarda da görülmüş, nörozun
klinik tipleri arasında fark bulunmamış; sonuçta orgastik kapasitedeki yetersizliğin yatkın
kadınlarda nöroza sebep olan faktörlerden biri olabileceği düşünülmüş. Histerik karakter
yapısındaki disharmoninin yetişkin cinsel ilişki kalitesini bozduğu, geçici olarak dengeli
ilişkiler yaşasalar bile cinselliklerinden memnun olmadıkları, cinsel aktivite ve orgastik
kapasitelerinin düşük olduğu belirtilmiştir (45).
Altta yatan psikiyatrik hastalıkların, cinsel ilişkilere hazırlığı arttırdığı hatta
oluşmasına izin verdiği az çok kabul gören bir antitedir. Ek olarak kontrasepsiyon
yöntemlerinin arka plana atıldığı ve ilgilenilmediği için istenmeyen gebelik riski oldukça
artabilmektedir. Örneğin; manik bir durum, gerçeği değerlendirmeyi bozarak kadının
sınırsızlığı ve güdülerinin güçlenmesi yoluyla partner seçiminde hatalara ve cinsel yönden
kötüye kullanımlara yol açabilir. Manik atağın bitmesiyle durumun farkına varan hastalarda
reaktif depresyonlar görüldüğü bildirilmektedir (46).
Cinsel istek kaybı, depresyonun evrensel bir belirtisidir. Depresyonlu hastalar
sıklıkla azalmış cinsel faaliyet, azalmış libido ve yetersiz orgazm bildirirler. Çoğu depresif
kadınlarsa, cinsel istek hissetmediklerini, sadece eşlerini memnun etmek için ilişki
kurduklarını; kimileri ise bunu tecavüz biçiminde yaşadıklarını belirtirler (47).
Cinsel işlev bozuklukları DSM-IV’de, cinsel istek ya da cinsel yanıt döngüsünü
oluşturan psikofizyolojik değişikliklerde, kişilerarası güçlüklere ve strese neden olacak
düzeyde bozulma olarak tanımlanmaktadır (17). Cinsel tepki sürecinin, birbiriyle bağlantılı
ancak anatomik ve nörofizyolojik açıdan birbirlerinden belirgin olarak ayrılan üç evreden
oluştuğu kabul görmektedir: cinsel istek, uyarılma ve orgazm. Cinsel işlev ve bozuklukları
şöyle sıralanabilir: istek evresinde cinsel istek bozukluğu ve cinsel tiksinti (aversiyon)
bozukluğu, uyarılma evresinde erkekte erektil disfonksiyon ve kadında uyarılma
bozuklukları, orgazm evresinde ise erkekte ejakülasyon kadında orgazm bozukluğu (48).
Vedi çalışmasında (1999) şizofren kadınların kontrollerle benzer oranlarda ( %70 )
cinsel deneyim bildirdiğini, cinsel disfonksiyonun %50 oranında -literatürle uyumlu olaraksaptandığını, hastaların %26’sında cinsel kötüye kullanım bildirildiğini, %54 oranında
istemeden cinsel ilişkide bulunulduğunu, cinsel isteğin hastalık sonrasında %45 oranında
azaldığını saptamıştır ( 39).
24
Sevimli (1999) çeşitli psikiyatrik tanıları olan kadınlarla yaptığı çalışmada; cinsel
sorun varlığını, kontrol, depresif ve şizofren grupta fazla, İUMB olan grupta az olarak
anlamlı fark saptamıştır. Bu durumun, İUMB’ta artmış cinsel arzu ve aktivite ile öforik
duyguduruma, şizofrenlerde affektif küntleşme veya yüzeyelleşmeye, hastalığa ve ilaçlara
bağlı psikomotor yavaşlığa, depresif bozukluklarda ise elemli duygudurum, anhedoni,
cinsel istek azalmasına bağlı olabileceği düşünülmüştür. Hasta gruplarında kullanılan
psikiyatrik ilaçlarla cinsel sorun varlığının ilişkisinin olmadığı belirlenmiştir (15).
McEvoy’un (1983) 23 şizofren kadının cinsel yaşam, gebelik, doğum kontrol ve
çocuk bakımı ile ilgili çalışmasında; %88.3’ünün cinsel olarak aktif olduğunu bildirilmiş,
yarıdan fazlasının gebelik istediği, gebeliğin kendilerini daha mutlu hissetmelerine neden
olduğu, bebek sahibi olmanın güzel duygular olduğu ve gebe olmanın kadınlık duygusunu
arttırdığını söyledikleri belirtilmiştir (42).
Türkmenoğlu’nun remisyonda İUMB olan hastalarda evlilik ilişkisi ve cinselliği
incelediği çalışmasında (2003); cinsel işlevlerin kadın hastalarda kontrol grubu ile benzer
olduğu, kadınların erkeklere göre daha az sıklıkta cinsel istek duyma, daha az sayıda cinsel
ilişkide bulunma isteği, cinsel ilişkiyi başlatmayı eşine bırakma, onlardan bekleme gibi
pasif rolde oldukları saptanmış. Kadın hastaların eşlerine göre daha az cinsel istek
duyduğu, cinsel ilişki sırasında utanma, suçluluk duyduğu, pornografik-erotik malzemeden
iğrendikleri belirlenmiştir. Bu verilerin; cinsellikte erkeklerin aktif olması öğretisi ve
beklentisi, cinsel bilgilerin eksikliği, bu konuların konuşulmaması, toplum içinde
mahremiyetinin devam etmesi, kadınların cinsellikle ilgili bilgi ve deneyimlerini genellikle
evlendiklerinde eşlerinden öğrenmeleri ve pasif tutumlarının devam etmesi ile ilgili
olabileceği düşünülerek; ülkemizde cinsel eğitimin önemli olduğu gerçeği vurgulanmıştır
(25).
25
EVLİLİK
Evlilik; sosyal , dini
ve siyasi anlamda aynı haklara sahip kadın ve erkek
arasındaki bir mukaveledir. Evlenme serbest seçmeye dayalı olması gereken, iki varlığın
anlaşarak müşterek bir yuva kurma dürtüsüdür. Buna göre evlilikte babalık ve analık
içgüdülerinin önemli bir rolü vardır (25).
İstatistikler akıl hastalıklarının bekarlarda, evlilerden daha sık görüldüğünü
doğrulamaktadır. Bunun sebeplerinden biri kısmen daha muntazam ve kararlı bir hayat
yaşamaktır.
Evliliğin
insanın
en
önemli
interpersonel
bir
davranışı
olduğu
unutulmamalıdır. Fert evlilikte sadece cinsi doyum ve rahatlık bulmaz, bunun yanında
birçok güvenlik tedbirlerine kavuşur. Bu gereklerin yokluğu veya eksikliği, özellikle
kadında pek çok ruhi şikayetlerin çıkışını hazırlar. Kişinin istendiğini, arzu edildiğini ve
ona ihtiyaç duyulduğunu bilmesi, bir doyum ve emniyet hissi verir. Bununla beraber evlilik
bilhassa kadını kendisine tamamen yabancı kişilere ve çevreye uyuma zorlar. Kişiye büyük
ölçüde fertler arası bir uyum yeteneği ve mesuliyet duygusu aşılar. Kadında evlilik öncesi
gelişmeye başlamış bir psikoz hali varsa, bu ileride evliliğin olumlu bir şekilde devamını
engeller. İstatistikler boşanmış eşler arasında büyük ölçüde bu şekilde psikiyatrik hastalığı
olan kişilerin varlığını ortaya koymuştur (49).
Myerson (1917), Taunton devlet hastanesinin 1854-1916 yılları arasındaki
kayıtlarını incelemiş ve aynı yaş gruplarındaki normallerle kıyaslayarak şizofreniklerde
evlilik oranını %18 ve normallerde ise %48 olarak tespit ettiğini bildirmiştir (49).
Essen-Möller
ve
ødegard
çalışmalarında;
şizofrenlerde
evlilik
oranının
normallerden düşük olduğu, hastalığın erken yaşta başlaması ve sık hastane yatışları
olduğundan evlilik şanslarının azaldığı, doğum kontrolünün toplumda yaygınlaşmasından
önce şizofrenlerin normal dağılıma göre fertilite oranları bire dört nispetinde azlık
gösterirken toplumda doğum kontrolü uygulamalarının artmasının ardından bu sayının bire
iki nispetine kadar yükseldiği belirtilmiştir. Bunun yanı sıra İUMB olanların normale göre
düşük evlenme oranlarına rağmen fertilite yüzdelerinin benzer olduğu tespit edilmiştir
(49,50).
Şizofrenik hastaların prepsikotik dönemde evlenip çocuk sahibi oldukları, hastalık
sonrası fertilitenin; son zamanlarda, daha öncesine göre göreceli olarak arttığını, ancak
şizofrenlerin gerçek fertilitesinin toplumdan düşük olduğunu belirtilmiştir. Özellikle
26
hebefrenik ve katatonik şizofrenlerin evlenme ve çocuk sahibi olmalarının olasılığının daha
düşük olduğundan bahsedilmektedir. Şizofrenikler arasında hiç evlenmemişlerin, evli
olanlardan ve ayrılmış olanlardan çok daha fazla olduğu, evlilik dışı çocuk sahibi olmanın
şizofreni hastalarında arttığı bildirilmektedir ( 16,50,51).
Sikloid
psikoz
ve
şizofreni,
affektif
bozukluk
ve
genel
populasyonun
karşılaştırıldığı Jönsson’nun (1991) çalışmasında; affektif bozukluklu hastalarda evlilik
oranları ve fertilite beklenen oranlarda, şizofrenlerde evlilik oranı anlamlı düşük, fertilite
(marital fertilite dışında) genel nüfustan anlamlı düşük ancak gayri meşru çocuk sayısı
affektif bozuklulardan anlamlı yüksek saptanmıştır (51).
Blumenthal’in
(1975)
depresif
semptomatoloji
ve
sosyal
fonksiyonları
karşılaştırdığı çalışmasında, yüksek depresyon skoru alan kadınların evlilikte yüksek
uyumsuzluk düzeyi bildirdiği gösterilmiştir. Erkekler
arasında, depresyon skorları ve
evlilik uyumsuzluğu arasında ilişki olma eğilimi vardır, ancak anlamlı değildir. Evliliği
erkeklere göre daha önemli görmeleri muhtemelen kadınlar arasında depresif semptomlarla
evlilik gerilimindeki artış arasındaki ilişkiyi açıklamaktadır (52).
Depresif kadınların sağlıklı kontrol grubundakilere kıyasla daha bağımlı, daha az
iletişim kuran, sekse daha ilgisiz, daha çekingen, tartışmaya daha meyilli ve ebeveynlik
konusunda daha az şefkatli olduklarını göstermişlerdir (52).
Depresyon evlilik yaşamını büyük ölçüde etkilemektedir. Depresyonlu bireyle
yaşamanın yakın çevredeki kişiler üzerinde de derin etkiler oluşturduğu bilinmektedir.
Yakın akrabalarda, özellikle yorgunluk, umutsuzluk, üzüntü, sosyal hayata ilgisizlik gibi
belirtilerle kendini gösteren huzursuzluk hali sık görülmektedir. Muhtemelen unipolar
depresyonlu hastaların %40-50’si yüksek ölçüde uyumsuz evlilik içindedir. Uyumsuz
evliliklerin %50 kadarında da eşlerin biri veya her ikisi hafif veya orta derece depresyon
belirtilerine sahiptirler.
Depresyonlu kadınların iletişimlerinde daha fazla ağzı sıkı, daha boyun eğici,
eşlerine karşı daha az müşfik, kocalarıyla ve çocuklarıyla daha çok sürtüşen ve tartışan,
kişisel duygularını tartışmaya gönülsüz oldukları; genel olarak depresif hastaların daha
fazla düşmanca tutum, kendi kendileriyle zihin yorma ve başkalarını kontrol çabası
gösterdikleri bildirilmiştir (37,47).
Mutsuz ve dağılmış evlilik yaşayan erkek ve kadınlar arasında major depresyon
oranının yüksek olduğu açıktır. Depresyon düzelirken, hastaların bozulmuş aile işlevi de
27
düzelir. Bununla birlikte bu bireylerin iyilik dönemlerindeki aile işlevi de sağlıklı çiftlere
nazaran daha zayıf kalır. Daha fazla yakınlık ve destek ihtiyacı içinde oldukları için,
depresyonlu kadınların evlilikleri başkalarına göre oldukça kötüdür. Depresyon düzelse
bile, problem çözme, iletişim kurma, günlük işlerden tatmin olma yeteneği zayıflamaktadır.
Kadınlarda depresyonun daha yaygın olmasına ek olarak, depresyonun remisyon oranı daha
düşük, nüks oranı ise daha yüksek bulunmuştur. Bu durum, özellikle depresyonlu
kadınların ailede daha fazla güçlük çekmeleri ile ilişkili olabilir (47).
Maner (1987), nörotik ve nörotik olmayan hastaların eşlerinin hastaya ve hastalığa
karşı tutum ve anksiyete düzeyleri konusunda yaptığı çalışmada; nörotik grubun %
25.7’sinin eşinin rahatsızlığınının evlenmeden önce var olduğunu, bunların % 14.3’ünün
bilerek evlendiğini, psikotik grupta ise %21.4’ünün eşinin hastalığının evlenmeden önce
var olduğunu fakat hiçbirinin bilerek evlenmediğini belirtmiştir. Boşanma hakkında her iki
grupta éhiç düşünmedim” seçeneği en fazla, ikinci sırada “önce düşünüyordum şimdi
düşünmüyorum” yanıtı psikotik grupta %35.7, nörotik grupta %17.1 ile dikkati çektiği,
ancak istatistiki olarak anlamlı olmadığı bildirilmiştir (53).
Frank ve arkadaşları (1981), remisyonda bipolar bozukluğu olan 16 hasta ve eşleri
ile, 16 sağlıklı çiftin evlilik uyumunu incelemiştir. Sonuçlar her iki grubun evlilik
uyumunun benzer olduğunu ortaya koymuştur. Eğer bipolar manik depresif hastalığı olan
kişinin evliliğinin düzeni başka bir şekilde bozulmazsa ve hasta remisyonda ise çiftin,
sağlıklı çiftlere benzer şekilde tatminkar evlilik uyumu yakalayabileceğini göstermiştir.
Her ne kadar, bipolar hastaların eşleri bazı şeyleri daha negatif görüyorsa da ve evlilikleri
cinsel ilişki, geçimlilik ve romantizm açısından sağlıklı çiftlerinkine göre daha az tatmin
ediciyse de, diğer pek çok alanda ilişki sağlıklı çiftlerinkiyle benzerdir. Cinsel tatmin
düzeylerini puanlamaları istendiğinde, her iki grupta istatiksel olarak anlamlı fark olmadığı
görülmüştür. Bu çalışmaya dahil edilen tüm çiftler, karşılaştıkları tüm zorluklara rağmen
ilişkilerini sürdüren çiftleri temsil etmiştir. Bu çalışmanın sonucu olarak; tüm zorluklara
rağmen, çiftleri bir arada tutan geleneksel desteklerin hızla kaybolduğu bir çağda, her iki
gruptaki çiftlerin ilişkilerini sürdürmeleri ve ilişkilerine pozitif yönden bakmaları, evliliği
sürdürmede ve ilişkilerin içsel tatmininde inkarın rolü üzerinde düşünülmüştür (54).
Psikiyatrik hastaların eşleri ile yapılan çalışmalarda, dengi dengine karşılaşma
“assortative mating” denen, birbiri ile benzer özellikleri olan çiftlerin eşleşme eğilimi
gösterdikleri saptanmıştır. Reed ve arkadaşları 1973’de yaptıkları bir çalışmada
28
fonksiyonel psikozu olan hastaların sadece %12-16’sının eşlerinin ruhsal açıdan sağlıklı
olduklarını tespit etmiştir (39).
Şizofren eşlerinin değerlendirildiği Parnas’ın (1985) çalışmasında, hayat boyu
normal kadınların eşlerinden çok daha sık olarak psikiyatrik rahatsızlık geçirdikleri
görülmüştür. Şizofren eşlerinde psikoz frekansı daha yüksek çıkmış,aynı şekilde psikoz
spektrumuna dahil olacağı düşünülen şizotipal ve diğer kişilik bozukluklarına da şizofren
eşlerinde daha sık rastlanmıştır. Bu sonuç sadece doğum yapmış kadınlar için geçerli olup
doğurmamış kadınlar için genelleştirilmemelidir (55).
Fowler & Tsuang (1975), şizofrenlerin eşlerinin %39’unda ve affektif bozukluk
yaşayan hastaların eşlerinde %17’sinin psikiyatrik rahatsızlık ( Eşlerin %70’inde alkolizm
ve kişilik bozuklukları görülmüştür) olduğunu, Alanen & Kinnunen (1975) şizofren
eşlerinin %80’inin psikiyatrik açıdan sorunlu bulunduğu ki zaten %6’sının da şizofren
olduğunun ortaya çıktığını, Rosenthal (1974) ise kronik şizofrenlerin eşlerinin üçte birinde
‘şizofreni spektrum’ bozukluğu olduğunu ve %22’sinde psikopatik kişilik bozukluğu
olduğunu ortaya koymuştur. Cinsine göre ayrılmış eşleşme kavramının arkasında yatan
kabul; benzer fenotipik özelliklerin eşlerde birbirini çektiğidir(55,56,57).
Tosun (1990) şizofreni ile medeni durum arasındaki karşılıklı ilişkileri araştırdığı
çalışmasında; şizofreninin kişinin evlenme şansını azalttığı ve/veya evlenmeyi geciktirdiği,
kadın hastalarda daha çok boşanma oranı gösterdiği, şizofreninin boşanmış ve dullarda
daha yüksek oranda görüldüğü, evli hastaların hastanede kalış sürelerinin bekarlara göre
daha kısa ve aradaki farkın anlamlı olduğu ve evliliğin şizofrenide iyi prognoz için bir
kriter kabul edilebileceği sonucuna varmıştır (58).
Lane ve arkadaşlarının (1995), 5158 psikiyatri hastasında yaptıkları çalışmada,
toplam evlilik oranının %61 olduğu bulunmuştur. Evlilik oranları şizofren kadın hastalarda
%51 iken İUMB olan kadınlarda %66, nevrotik kadınlarda ise %78 olduğu bulunmuştur.
Bu çalışmada erkek hastalarda daha belirgin olmak üzere şizofren hasta grubunda evlenme
oranı genel populasyona oranla daha az, bunun yanında İUMB olan grubun evlenme oranı
nevroz hastalarının oranlarına denk bulunmuştur (59).
Dilbaz (1998)’ın erken başlangıçlı olan ve olmayan şizofreni hastalarını
karşılaştırdığı kontrollü çalışmasında; erken başlangıçlı şizofreni grubunda % 86.7’sinin
bekar olduğunu saptamış, medeni durum açısından her iki grup arasında anlamlı istatiksel
29
farklılık olduğu, erken başlangıçlı
grupta evli olma oranının oldukça düşük olduğu
gözlemlenmiştir (15).
Vedi (1999)’nin yaptığı çalışmada, şizofreninin erkeklerin %66’sında, kadınların
%76’sında 25 yaşından önce başladığı saptanmıştır. Evliliğin gerek kadın gerekse
erkeklerin %85’inde hastalık başlamadan yada prodromal dönemde gerçekleştiği, %
15’inde ise en az bir yıllık hastalık öyküsünün olduğu saptanmıştır. Boşanma oranlarının
kadınlarda %34, erkeklerde %6 olduğu ve bu oranın kontrol grubuna göre anlamlı derecede
yüksek olduğu, olguları çoğunun hastalık öncesi evlenmesi göz önüne alındığında
boşanmada pek çok faktörün içinde hastalığın önemli bir yer tuttuğu sonucuna varılmıştır
(39).
Sevimli (1999) ; şizofreni, İUMB ve depresif bozukluklu kadınlarda yaptığı
çalışmada, kontrol ve hasta gruplarının medeni durumları arasında anlamlı fark
bulmamıştır. Depresif bozukluklu grupta boşanmış kadın olmaması, evlenme yaşı
ortalamasının hasta ve kontrol grubunda ayrıca hasta gruplarında ruhsal hastalığın erken ve
geç başlangıcıyla ilişkisinin araştırılmasında istatiksel farklılığın olmamasını ilginç bir
saptama olarak bulmuştur. Hasta ve kontrol grupları arasında evlenme şekli benzer
oranlarda bulunmuş, evlilik süresi ortalaması İUMB ve depresif hastalarda farksız, erken
başlangıçlı hastalarda daha kısa saptanmıştır (15).
Türkmenoğlu’nun (2003) çalışmasında;
remisyonda olan İUMB olan kadın
hastaların evlilik ilişkileri ve cinsel işlevleri, kontrol grubu çiftiyle benzer bulunmuştur.
Bu sonucun, remisyondaki
kadın hastaların evliliklerini uyumlu bir şekilde devam
ettirdiklerinin görülmesi açısından önemli olduğu belirtilmiştir. Hasta eşlerinin, hastalık
süreçlerinde, evliliklerinde eşlerine oldukça destek olduğu gözlenmiştir. Aile bireylerinin
affektif tutum ve davranışları, İUMB’n prognozunda önemi nedeniyle ailenin de tedavi
sistemine katılması gerektiği savunulmuştur. Özellikle epizodlar sırasında, hastane yatışları
sırasında zorlanan, rolleri değişen eşlerin psikososyal desteğe, gerektiği durumlarda
terapiye alınmasının düşünülmesi önerilmiş, aile psikoeğitim programının şizofrenik ve
İUMB olan hastalar için, farmakoterapiye ek olarak uygulanan etkili bir program olarak
kullanılmasının; sosyal işlevselliği, aile içi etkileşimi artıracağı, sürdürüm tedavisinin daha
iyi olacağı ve hastalarla eşlerinin yaşam kalitelerini artıracağı düşüncesi önemle
vurgulanmıştır (25).
30
AİLE PLANLAMASI VE KONTRASEPSİYON
Kontrasepsiyon, cinsel birleşimi takiben erkek ve dişi cinsiyet hücrelerinin
birleşmesini önleme; gebeliğin engellenmesi olarak tanımlanmaktadır. İstenmeyen
gebelikleri ya da doğumları engellemek için insanlar çağlar boyu zaman zaman annenin
yaşamına mal olan yöntemlere başvurmuşlardır. Bu yöntemler ikinci dünya savaşı sonrası
özellikle 1950 ve 1960’lı yıllarda yerlerini bilimsel yollarla geliştirilen modern yöntemlere
bırakmaya başlamıştır.
Türkiye’de bulunan kontraseptif yöntemler:
I-Bariyer Yöntemler
1. Rahim İçi Araç ( RİA)
2. Kondom
3. Diyafram
4. Spermisitler
II-Oral Kontraseptifler:
1. Kombine oral kontraseptifler
2. Yalnız progestin içeren haplar (minihap ya da emzirme hapı)
3. Ertesi gün hapı
III-Enjekte Edilen Kontraseptifler
IV-Deri Altı İmplantları(Norplant)
VI-Sterilizasyon
1. Tüp ligasyonu
2. Vazektomi (60)
Bunların dışında cinsel ilişkiden sakınma ( cinsel perhiz ), takvim yöntemi, geri
çekme, vaginal lavaj gibi geleneksel, etki derecesi sınırlı olan yöntemler de mevcuttur.
Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırması (2003) verilerine göre ülkemizde doğurganlık
çağındaki evli çiftlerin %71’i herhangi bir yöntem ile korunmaktadır. Bu yöntemlerden %
42.5’i modern, %28.5’ise geleneksel yöntemlerden biridir. Bunlar arasında en çok
31
kullanılan yöntem % 26.4 ile geri çekmedir. Modern yöntemlerden % 20.2 ile rahim içi
araçlardır. Diğer yöntemlerden oral kontraseptifler % 4.7, kondom % 10.8, tüp ligasyonu %
5.7, diyafram/köpük/jel % 0.6, enjekte edilen kontraseptifler % 0.4 oranında
kullanılmaktadır. Ülkemizde en sık kullanılan yöntemin geri çekme olduğu saptanmıştır
(61).
Kontraseptiflerin seçiminde dikkat edilmesi gereken noktalar mevcuttur. Oral
kontraseptiflerin etkin olabilmesi için hastaların yüksek oranda uyum gösterebilir olması
gereklidir. Bazı hastalarda bunların kullanımı kontrendikedir. Krem, jel, köpük ya da
kondom düzenli kullanıldığında etkilidir. Bununla birlikte kronik psikiyatrik hastaların
çoğunun bu yöntemleri düzenli kullanmaları ile ilgili sorunların mevcut olduğu
belirtilmiştir. Kondomlar, cinsel yolla geçen hastalıklar ve AİDS geçişini azaltıcı etkileri
nedeniyle çift fonksiyona sahiptir. Rahim içi araçlar bazı şizofrenik kadınlar için yararlı
iken, nadir olarak da bu hastaların ağrı eşiğinin yüksek olması nedeniyle PID (pelvik
inflamatuar hastalık) erken semptomlarının görülmesini engelleyebilir. Tüp ligasyonu en
etkin yöntemdir ve geriye dönüşsüzdür. Hastaların bu yöntemi nasıl seçtikleri ve nasıl karar
verdikleri
bilinmemektedir.
Aylık
enjeksiyonlar
şeklinde
uygulanan
Medroxiprogesteron’un ve 3 aydan daha fazla korunmayı sağlayan enjektabl kontraseptif
olan Norethindrone’un kronik psikiyatrik hastalar için yararlılığı ve güvenilir olabileceği
araştırılmaktadır (2).
Etik Açıdan Aile Planlaması
1984 yılında Mexico City’de yapılan Uluslararası Nüfus Konferansı’nda aile
planlaması; “bütün çiftlerin ve bireylerin istedikleri sayıda çocuk sahibi olma ve
doğumların arasını açmaya serbestçe ve sorumluca karar verme ve bu amaçla bilgi, eğitim
ve araçlara sahip olmaları” olarak kabul edilmiş ve uluslararası oybirliği ile bu yaklaşım
güvence altına alınmıştır (60).
Yargı ve muhakeme bozukluğu olan psikiyatri hastalarının içinde bulundukları
durum ve şartları doğru değerlendirmesi ve uygun kararlar alması oldukça güçtür. Kronik
psikotik hastalarda zaman içinde otonomi bozuklukları gelişebilmektedir. Otonomi, kendi
kendini idare etme, hayatı hakkında rasyonel ve sorumlu kararlar alma ve uygulama
yeteneklerini ifade etmektedir.
Aile planlaması uygulamalarında hastaların otonomilerine saygı göstermek temel
etik kuraldır. Hastalar, sağlık, aile planlaması ve doğum kontrol konularında sağlıklı
32
kararlar için bilgilendirilmiş onam (informed consent) denen, aşağıda anlatılan, birbirini
tamamlayan ve altı basamaktan oluşan süreci yerine getirmelidirler:
1. Hasta hekimin kendisine verdiği bilgiyi dikkatle dinlemeli
2. Hasta, kendisine verilen bilgiyi anlamalı, hafızasında tutmalı ve daha sonra
hatırlamalıdır.
3. Hasta bu bilgilerin kendisi ve hayatındaki diğer insanlar (ebeveyn, eş, partner,
doğacak çocuk ve çocuğun geleceği) için önemini anlamalı, buna bağlı olarak kendi
sağlığını koruma hakkında karar almayla ilgili sonuçlarla, bu kararın gelecekte sebep
olabileceği olası sonuçları da birlikte değerlendirerek bunların arasında bağlantı kurmalıdır.
Buna “bilişsel anlayış” denir.
4. Hasta, kendi inançları ve değerleri temelinde bu sonuçları değerlendirmelidir.
Buna “değerlendirmeci anlayış” denir.
5. Hasta, bu bilişsel ve değerlendirmeci anlayışını anlamlı düzeyde ifade etmeli
yada açıklamalıdır.
6. Hasta kararının temelindeki anladıklarını anlamlı düzeyde ifade etmeli yada
açıklamalıdır.
1.ve 2. Basamak kronik mental hastalık öyküsü olanlara bilgilerin açıklanması
sırasında olabilecek problemleri
kapsamaktadır. Bu problemler, hastaların psikiyatrik
bozuklukları ile ilişkili olarak örneğin işitsel varsanı, paranoya gibi sebeplerden dolayı
hastada oluşabilecek dikkat eksiklikleri, hastanın katılımını, anlamasını, bilgileri
hatırlaması ve aklında tutmasını zorlaştırır.
3.ve 4. Basamak anlaşılan yönlerin birbirleriyle ilişkisi ve birbirinden ayrımını
tanımlamayı içermektedir. Bu ayrım, kronik mental hastalığı olanların bilişsel ve
değerlendirmeci anlayışlarının hastalıklarının etkisi altında olmaksızın bağımsız ve farklı
yollarla onaylarının alınması bakımından önemlidir. Bilişsel anlayış, bilişsel eksiklerden
(defisit) olumsuz yönde etkilenir. Bu bilgilendirmeleri kapsayan süreçlere olan eğilim (3.
basamak) bellekten (2.basamak) daha fazladır. Örneğin; hastaların yoğun inkar
mekanizmalarını kullanarak cinsel ilişkilerini saklamaları sonucu, olasılıkla 3. Basamakta
zorluklar ortaya çıkabilir. Aynı zamanda “değerlendirmeci anlayış” da olumsuz yönde
etkilenir. Hastanın değerleri ve karar verme yetisi, paranoid ya da grandiöz fikirler,
hezeyanlar ya da depresyon gibi affektif bozukluklar nedeniyle bozulabilir. Örneğin
hastaların oral kontraseptifler hakkında psikotik paranoyası olabilir. Aynı zamanda
33
hastaların ebeveyn olma konusunda yeterli olabileceğine dair gerçekçi olmayan düşünceleri
olabilir.
5. ve 6. Basamak kronik mental hastalığı olanların, bilişsel ve değerlendirmeci
anlayışlarını ifade etme ve açıklayabilme yetisinin hastalıkları nedeniyle sıklıkla kesintiye
uğraması ile ilgili sorunları kapsar. Bunlar enkoherans, çevresellik, teğetsellik ve
çağrışımlarda dağınıklık nedeniyle kesintiye uğrayabilir (62).
Kronik psikiyatrik hastalığı olanların aile planlaması gereksinimi ile ilgili
çalışmalar az sayıdadır ve bu çalışmalar çoğunlukla yatan hastalarda yapılmıştır. Bu
populasyonda istenmeyen gebeliklerin maliyeti göz önünde tutulduğunda, toplumda
yaşayan kronik mental hastalığı olan kadınlarda aile planlaması gereksinimi sanıldığından
daha önemli olduğu ortaya çıkmaktadır. Kronik psikiyatrik hastalığı olanların sıklıkla
gerçeği değerlendirme yetileri bozulmuştur, buna eklenen emosyonel ya da bilişsel
eksiklikler, düşünce bozuklukları gibi durumlar bu hastaların aile planlamasıyla ilgili
bilgilenme, kullanım yöntemlerini elde etme yetilerinde azalmaya yol açar. Coverdale’ın
ciddi psikiyatrik hastalığı olan kadınların aile planlaması ile ilgili durumları ve ihtiyaçlarını
araştırdığı 1989 yılındaki çalışmasında ; hastaların % 33’ ünün gebe kalmayı istemedikleri
halde hem önceki yıllarda girdikleri cinsel ilişkilerde hem de son cinsel ilişkilerinde
kontrasepsiyon kullanmadıklarını, hastaların % 31’ inin indüklenmiş abortuslarının
olduğunu, doğan 75 çocuktan % 60’ının anneleri dışındaki insanlar tarafından
yetiştirildiğini rapor etmiştir. Bu çalışmada kronik psikiyatrik hastalığı olan kadınlara özel
kontrasepsiyon gereksiniminin ve psikiyatristler tarafından bu hastaların aile planlaması
deneyimlerini sorgulamanın gerekliliği vurgulanmaktadır (2).
Kronik psikiyatrik hastalıklardan şizofreninin yaşam boyu prevalansı yaklaşık %
1’dir. Hastaların çoğu evsiz, sabıkalı, mental kapasitelerinin kısıtlı olması nedeniyle
kalacak yer aramak zorunda kalır ya da barınacak yer, yiyecek, rehabilitasyon ve korunma
için sosyal yardım alırlar. Bu hastalar sıklıkla fiziksel hastalıklarını tanımlayamazlar, bu
nedenle hastalıklarının seyri komplikasyonlu olabilir. Ayrıca alkol ve madde kullanımı da
öngörülenden daha fazladır. Aile planlaması kliniklerine ya da jinekologlara aile üyeleri
tarafından getirilirler ya da psikiyatristlerin önerisiyle başvururlar. Alternatif olarak,
hastalar herhangi bir problem için hospitalize edildiklerinde, gebelikleri teşhis edilip,
gebeliğin idaresi ya da kontraseptifler gündeme geldiğinde başvuruda bulunurlar.
İUMB olan hastaların manik döneminde fikir uçuşmaları, grandiyözite ve dikkatin
kolay çelinebilir olduğu gözlenir. Hastaların bu süreçte bilişsel ve dikkat alanında yetileri
34
kısıtlı olabilir. Bundan da öte, bilişsel yetersizlik, yargılamadaki bozukluk, duygusal
değişkenlik, güvenli olmayan cinsel ilişkiler, intravenöz madde kullanımı gibi impulsif
davranışlar görülür. Böylece kronik mental hastalığı olan hastalar HIV enfeksiyonu ve
diğer cinsel yolla geçen hastalıklar, istenmeyen gebelikler için risk altındadır. Durum
böyle olunca aile planlaması stratejilerinden uzak durmalarını tavsiye etmek olası
gözükmemektedir (62).
Psikotik kadınların büyük oranının evli olmaması, gebelik ve çocuk sahibi olma
risklerinin az olduğu gibi bir yanlış inanca yol açar. ABD’de 1950’lerden itibaren psikiyatri
hastası kadınların doğurganlığı artmış, 1935-1964 yılları arası psikotik kadınların (%63’ü
şizofreni) doğum yapma oranı % 366 arttığı bulunmuştur. Tüm gebeliklerin planlanmamış
ve istenmeyen gebelikler olduğu, gebeliklerin yaklaşık yarısı düşük veya kürtajla, canlı
doğumların yarıdan çoğu da koruyucu ailelere yerleşimle sonlandığı belirlenmiştir.
Psikiyatri hastalarının çocukları sadece istenmeyen çocuklar olmakla kalmayıp, ebeveyn
hatta doktorlar tarafından annenin hastalığını alevlendirecek biçimde algılanır. Ayrıca bu
çocuklarda genetik yatkınlık nedeniyle hasta olma riski de yüksektir. Bu hastalarda aile
planlamasında bilgilendirilmiş onay ve geri dönüşümlü metotların kullanılmasının etik
açıdan önemli olduğu belirtilmiştir (63).
Abernety (1974) psikiyatrik hastalığı olan kadınların çok fazla sayıda çocuk sahibi
olmaya eğilimli olduğunu, çalışma grubundaki genç kadınların kontrasepsiyon yöntemi
kullanmaksızın korunmasız cinsel ilişkiye girerek risk aldıklarını, bu gebelikleri
istemediklerini, gebeliklerinin canlı doğumla sonlandığında da bu çocukların genetik
yüklülüğü, fakir, kalabalık ve dezorganize ailelerde yetişmeleri gibi olasılıklar nedeniyle
çocuklarına iyi bir gelecek sunamadıkları için hem annenin hem de çocuğun fiziksel ve
mental sağlıklarının tehlikeye girdiğini, bu çocukların bakım veren kurumlar tarafından
yetiştirilmesinin pek çok olumsuz yönü olduğunu belirtmiştir. Yapılan çalışmada,
deneklerin gebeliklerinin başarısız olarak sonlanmasının arttığı ve canlı doğan bebeklerin
evlatlık verilme oranının yüksek olmasının onların istenmediğini dolaylı biçimde
gösterdiğini, bunun bizlere mental hastalığı olan kadınlara doğurganlık(üreme) konusunda
danışmanlık verilmesi gerektiği, kliniklerde istenmeyen gebelikleri önleme çalışmalarının
yaygınlaştırılmasının gerekliliği ancak bebeklere yeterli bakım verebilecek düzeyde kendini
hazır hisseden ve bebeği doğurmaya istekli olan mental hastalığı olan kadınlara gebelik
süresince doğuma destek verilmesi gerektiği anlatılmaktadır (5).
35
Abernethy (1974); 60 yatan kadın hastanın üçte ikisinden daha fazlasının cinsel
olarak aktif olup, bunların yarısının bazı doğum kontrol yöntemlerini kullanmakta
olduğunu, fakat bunların sadece 11’nin son cinsel birlikteliğinde doğum kontrolü yöntemi
kullandığını saptamış. 26 gebelikten 15 ‘i canlı doğumla sonuçlandığı, bu bebeklerin
ancak 7 tanesinin kendi anneleri tarafından bakılmakta olduğu anlaşılmıştır (5).
Coverdale’ın (1989) çalışmasında rapor edilen hastaların %22’sinin son 3 yıl içinde
pelvik muayene olmadıkları, psikiyatristlerin aile planlaması gereksiniminde olduğu gibi
rutin jinekolojik muayeneleri için de önerici bir yaklaşımda olmaları gerekliliğinden
bahsedilmektedir (2).
Ciddi psikiyatrik hastalığı olan kadınların aile planlaması ve ebeveynlik
gereksinimlerinin incelendiği McLennan’ın 1999 yılındaki çalışmasında; 419 kadın
üzerinde çalışılmış, psikiyatrik hastaların dağılımına bakıldığında şizofreni (%63),
şizoafektif bozukluk/diğer psikotik bozukluk %23, mizaç bozukluğu %9 ve diğer %6
tanıları olan hastaların % 11 oranında komorbid aktif madde kullanımı tespit edildiği, % 65
olgunun fertil yaşlarda olduğu, % 45’inin cinsel olarak faal olduğu ancak % 22’sinin
doğum kontrolü uyguladığı, klinisyenlerin ise % 34.7’sinin hasta ile doğum kontrolünü
tartıştığı saptanmıştır. Hasta grubunun % 51.3’ünün 1-7 tane ortalama 2.1 çocuğunun
varolduğu, bu kadınları % 51’inin bir yada daha fazla çocuğunun velayetinin bulunduğu,
velayeti olan kadınların % 46’sının çocuğu, % 44’ünün erkek arkadaş/eş ve çocuğu, %
10’nunu akrabasıyla yaşadığı tespit edilmiştir. Akıl hastalığı olan annelerin % 30’unun
çocuk bakımı için kimseden yardım almadığı, % 43’ünün eş/biyolojik baba/erkek arkadaş
gibi bir erkekten, % 33’ünün büyük ebeveynlerden, % 25’inin diğer akrabalardan yardım
aldığı gösterilmiştir. Hastaların aile planlaması ve doğum kontrolü uygulamaları
konusunda erkek doktorların daha az bilgisi olduğu belki de kadın doktorlarla hastaların
daha rahat hissettikleri düşünülmüş ancak bu konu ve kadın doktorlar arasında pozitif
korelasyon saptanamamıştır (43).
Psikiyatrik hastaların çoğunun uygun jinekolojik ve prenatal sağlık kontrollerinden
yararlanamadığı ve tedavi ekibinin de bu konuyu ihmal ettiği çeşitli araştırmalarda
gösterilmiştir. Tedavi ekibinin % 82 ‘si cinsel öykü alındığında hastalarda anksiyete ortaya
çıktığını söylemelerine karşın hastaların sadece % 27’sinin bunu doğrulaması, konunun
sağlık personeli tarafından aşırı değerlendirildiğini düşündürmektedir. Hastaların aile
planlaması ihtiyaçlarını, AİDS
ve veneryal hastalık risklerini değerlendirebilmek için
detaylı cinsel anamnez ve fizik muayene şarttır. Yapılan çalışmalarda % 87 hekimin aile
36
planlamasının önemini vurgulamasına karşın bunlardan sadece % 25’inin kontrasepsiyonu
hastalarıyla konuştuğu bildirilmiştir. Ancak hastaların sadece % 10’u hekimlerinin
kendileriyle kontrasepsiyon ve cinsel konuları konuştuklarını bildirmişlerdir (43).
David
(1999)
psikiyatrik
hastaların
özellikle
şizofrenlerin
sonuçlarını
kavrayamadan, cinsel ilişkilere zorlanabildiğini; tecavüze uğrayabildiğini, bu nedenle
istenmeyen gebelikler ve HIV açısından riskin artabildiğini bildirdiği makalesinde
depresyonda özellikle psikotik olmayan depresiflerde cinsellik ve aile planlamasının
sağlıklı bireyler gibi olabileceğini belirtmiştir (64). Psikiyatri çalışanlarının bu konularda
yeterince bilgili olmadıkları ancak çoğu sağlık hizmetine ulaşmakta zorluk çeken hastaların
belki de bu konuda bilgi ve yardıma ulaşabilecekleri tek sağlık kurumunun kendileri
olabileceğinin unutulmaması önerilmektedir (43,64).
Şizofren kadınların yaşadıkları sürece daha fazla istenmeyen ve planlanmamış
gebelik yaşadığı, düşük ve abortus sayısının fazla olduğu, cinsel ilişkiye zorlanma ve
tecavüzün artmış olup; kontrollere göre cinsel isteğin azalmış olduğu saptanmış olup
çalışmaların sonuçları kronik psikiyatrik hasta kadınlarda şunların yapılması gerektiğini
göstermiştir:
1. Tecavüz ve istenmeyen cinsel birlikteliklerin önlenmesi için cinsel eğitim,
2. Aile planlaması,
3. AİDS ve AİDS riski için güvenli cinselliğin eğitimi,
4. Mental hastalıklı gebe kadınlara sağlıklı kadınlara uygulanan bilgilendirme
programlarının adapte edilmesi, gebelik için daha yoğun tarama ve antenatal bakımın
arttırılması,
5. Şiddete maruz kalma olasılığı açısından dikkate alınarak hastaların bu konuda
taranması,
6. Aile rehabilitasyonu sağlamak (3,14,63).
Vedi’nin (1999) şizofren hastaların cinsel yaşam ve kontrasepsiyon özelliklerini
incelediği
çalışmasında;
şizofren
kadınların
kontrasepsiyon
hakkında
bilgisinin
kontrollerden daha az olduğunu, kontrasepsiyon yöntemlerinden hap, İ.U.A., geri çekme,
sterilizasyonu daha sık olarak bildiği, son cinsel ilişkide kontrasepsiyon uygulamasının %
67 oranında olduğunu, son gebelik öncesi kontrasepsiyon uygulamasına rağmen %37’sinin
gebe kaldığı saptanmıştır. Sterilizasyona daha çok “karşıyım” yanıtının verildiği, aile
37
planlaması konularının eş ile konuşulmasının hasta kadınlarda düşük olduğu ( %27 ), %32
oranında istemeden hamile kaldıkları belirtilmiştir. Aile planlaması polikliniğine
başvurunun % 4 gibi bir oranla oldukça düşük saptandığı, %86’sının psikiyatri hekimiyle
bu konularda konuşmadığı,%46’sının aile planlaması danışmanlığı istediği ve %46’sının
danışmanın hemcinsi olmasını istediği belirtilmiştir (39).
Sevimli ‘nin şizofreni, bipolar ve depresyon hastalarıyla yaptığı çalışmasında aile
planlaması bilgisi açından grupların anlamlı farklılık göstermediği ancak “olumsuz” ve
“fikri yok” cevaplarının şizofrenlerde fazla olduğu, bipolar ve şizofren grupta
kontrasepsiyon yöntemi kullanmayan veya güvenilir olmayan yöntem kullanan daha fazla,
güvenilir yöntem kullanımının depresif ve kontrol grubunda daha yüksek saptandığı, çocuk
sayısı, düşük, kürtaj açısından gruplar arasında fark bulunmadığı bildirilmiştir. (15)
Tanrıöver ve arkadaşlarının psikiyatrik kadın hastaların kontraseptif kullanımının
değerlendirildiği çalışmasında ( 2002 ); hastalığı olan kadınlarda güvenli doğum kontrol
yöntemi kullanma oranı anlamlı olarak düşük bulunmuş ancak istenmeyen gebelik, istemliistemsiz düşük sayısı açısından fark saptanmadığı, yine hasta kadınların % 43 oranında son
üç yılda pelvik muayene olmadıklarının tespit edildiği bildirilmiştir (65).
EBEVEYN OLMA
38
Sıcaklığın, içtenliğin, tutarlı denetimin ve özerkliğin gelişime uygun olarak
sağlanması dünyanın her yerinde iyi ebeveyn olmanın göstergesidir. Sosyokültürel çevre
içinde yerleşmiş durumda olan ebeveynlik kavramına ve ebeveynliğin niteliklerinin
kapsamına onların ruhsal sağlıkları da girmektedir. Ebeveynliğin ilk yıllarında psikiyatrik
hastalıkların başlama riski yüksektir. Ağır psikiyatrik hastalıklar, doğum yapan kadınların
%5-8,8 ini etkiler. Annelik ve ebeveynlik koşulları ruh sağlığı ile ayrılmaz şekilde
bağlantılıdır. Beş yaşından daha küçük çocuk sahibi olmak anksiyete, depresyon gibi ağır
psikiyatrik semptomların ortaya çıkma riskini arttırır. Psikiyatrik bozukluklar stres altında
olan, küçük çocukları olan ve birden çok sayıda çocuğa bakım veren annelerde daha sık
görülür (66).
Annenin iştirakine göre gebelik özlenen, insanı mutlu eden yada acil bir durum
olarak pişman eden bir yaşantı olarak yaşanabilir. Kişisel hayat durumları ve genel çevre
burada önemli bir rol oynar. Gebeliğin şizofreni, bipolar hastalık ve depresyon gibi major
psikiyatrik hastalıklar üzerindeki etkilerinin olumsuz olmadığı hatta endojen psikozlarla
yapılan çalışmalarda olumlu etkisinin gösterildiği belirtilmektedir (46).
Ciddi psikiyatrik hastalığı olanlarda gebelik sonuçları, psikiyatrik medikasyon ya da
yasadışı ilaç kullanımının fetus üzerine etkileri sebebiyle olumsuz olabilir. Prospektif bir
çalışmada, şizofrenili ebeveyn çocuklarında fetal ve neonatal ölüm oranında sınırlı
eşleştirilmiş grupla karşılaştırıldığında artma olduğu bildirilmiştir (67). Bir başka kontrollü
çalışmada prematurite, düşük doğum ağırlığı, düşük APGAR skorunun mental hastalıkların
kronisitesi ve şiddetiyle ilişkisi bulunduğu saptanmıştır (68). Gelecekte çocuklarda çeşitli
kronik mental hastalıklar için risklerinin artması olasılığı vardır. Örneğin şizofrenik
ebeveynlerin çocuklarında şizofreni görülme riski artmaktadır. Genetik ve çevresel veya
multifaktöriyel etkenler önemlidir. Kronik psikiyatrik hastalığı olanların çocukları sıklıkla
kendi annelerinin yanında yetişmemektedir ve çocuklarda ebeveynlerinden erken
ayrılmanın etkileri ortaya çıkmaktadır. Çocuk doğurmanın psikiyatrik hastalığı olan
kadınların sağlığını koruması ya da psikiyatrik hastalıklara olan predispozisyonu ile ilgili
çok az şey bilinmektedir (62).
Psikiyatrik hastalarda kontrol grubuna göre daha fazla indüklenmiş abortus öyküsü
olduğunun bulunması geçmişteki bazı durumlarda kontrasepsiyon kullanımındaki
yetersizliklerin bir yansıması olabilir. Alternatif olarak hastalar, finansal kaynakların
kısıtlılığı, partner desteğinin azlığı ya da psikiyatrik hastalıklarının doğasına ilişkin
39
düşünceleri nedeniyle ebeveyn olma konusundaki tercihlerini değiştirebilirler. Bir başka
açıklama da; psikiyatri ya da diğer tıp branşlarındaki uzmanların, hastaların çocuklara
bakabilme yetisini değerlendirerek indüklenmiş abortusu tavsiye etmesi ya da abortus
girişimi için ikna etmeleri şeklinde olabilir (69).
Ağır psikiyatrik hastalığı olan kadınlar genel populasyondaki diğer kadınlar gibi
çocuk sahibi olabilmektedir. Bununla birlikte bu kadınlar için çocuklarının bakımını
kaybetme riski yüksektir. Bir çalışmada (Nicholson-1998), ağır psikiyatrik hastalıklı
kadınların %80’ninden fazlasının çocuklarını büyüttükleri yada büyütmeye yardım ettikleri,
¼’ünden fazlasının en azından bir çocuğu ile yaşadığı saptanmıştır. Yaklaşık %30’nun
hastalığının onların iyi bir anne olmasına engel olduğu ifade edilmiştir. Sands’ın yaptığı
çalışmada, psikiyatrik hastalığı olan annelerin kendi yaşamlarının normal sürecini
sürdürmeyi çok istediklerini ortaya koymuş ancak çocukları konusunda çok zorluk
çektiklerini belirtilmiştir (70).
Coverdale’ın (1997) çalışmasında, psikiyatrik hastalığı olan annelerin 19
çocuğunun 16 yaşın altında olduğu; bu 19 çocuğun 8’ inin biyolojik annelerinin yanında
yaşamadığı,
8
çocuktan
1’inin
evlatlık
olarak
verildiği,
3’ünün
büyükanne/
büyükbabalarının, 2’sinin koruyucu aile, 1’inin biyolojik babanın, 1’inin de annesinin
kızkardeşinin yanında kaldığı tespit edilmiştir. Biyolojik annelerin yanında yetişme oranı
psikiyatrik hastalığı olanların çocukları (%42) ve kontrol grubu olanların çocukları (%3,8)
karşılaştırıldığında anlamlı derecede farklılık bulunduğu, psikiyatrik hastalığı olan
annelerin, kontrol grubundakilere göre çocuk bakmaktan daha çabuk vazgeçtikleri
görülmüştür. Bu sonuçların, kronik psikiyatrik hastalığı olanların çocuk yetiştirme ile ilgili
başa çıkma konusundaki zorlanmalarının bir yansıması olabileceği belirtilmiştir.
Psikiyatrik hastalığı olan annelerin ebeveyn olabilme şansını artıracak becerilerin
kazandırılması için desteklerin artırılması gerekliliği vurgulanmıştır. Alternatif olarak bu
bulgular, psikiyatrik hastalıklardan bağımsız olarak hastaların finansal kaynaklarının
durumunun, evli olup olmamanın ya da yasal akrabaların yanında yaşama vb. nedenlerin
anne olmaya karar verme ya da çocuk yetiştirmekten vazgeçme gibi kararları etkilediğinin
bir göstergesi olabilir (69).
Şizofren annelerin çocuklarının bakımının anneleri dışında kişilere (evlatlık
verilmesi,
yetiştirme
yurtlarına
yerleştirilmesi,
büyükanne-büyükbaba-akrabalar)
verilmesine daha sık rastlanıyor. 42 annenin toplam 93 çocuğa sahip olduğu Nicholson’un
40
çalışmasında (1998); %43.7 oranında çocuklar anne veya anne ve partneri ile yaşamakta
iken geri kalan %56.3ü ise babası, koruyucu aile, evlatlık alan aileler, akrabaları veya bir
yere bağlı olmadan yaşadıkları saptanmıştır (70).
Miller (1996), şizofreni ve benzeri hastalıkları olan kadınların çocuk bakımında
yeterince yardım alamadığını, kontrollere göre daha fazla çocuklarını yurda yerleştirme ve
çocuk ihmali olduğunu söylemektedir (3).
Nicholson (1998) psikiyatrik hastalıklı annelerin çocuklarının kendilerinden
uzaklaştırılacağı korkusunu yaşamakta olduğunu belirtmiştir. Bir kısım anne, diğerlerine
göre daha fazla gayret ettikleri için kendilerinin iyi anne olduklarını düşündüklerini, hasta
oldukları için insanların onlara çocuklarına kötü davranacakları düşüncesi ile baktıklarını
düşünüp, rahatsızlık duyduklarını bildirmişlerdir. Anneler yaşadıkları stresin normal çocuk
bakımı ile mi ilgili, yoksa hastalığın semptomu mu ayırt etmekte zorlandıklarını (örneğin
duyduğu ses çocuğun sesi mi yoksa halüsinasyon mu?) söylemişlerdir. Çocukların
çocukluk yada adolesan problemlerini kendi hastalıklarına benzetip onlarda mı hasta diye
endişelendiklerini bildirmiş; bir kısım annenin iyi ebeveyn yeteneğine sahip olduğu
gözlenirken bir kısmında çocukların ihtiyaçlarını anladıkları ancak bunu sağlamak için
gerekeni yapamadıkları saptanmıştır. Çocukların hareketlerini yönetemedikleri ve bundan
yakındıkları belirtiliyor. Annelerin çocukların ihtiyaçlarını ön plana alarak kontrol ve
ilaçlarını ihmal ettikleri, ilaçların yan etkileri (letarjik olma, düşünmesinin yavaşlaması
veya zayıflaması ) nedeniyle tedavi önerilerine uymadıkları görülmüştür (70,71).
Ağır psikiyatrik hastalığı olan annelerin, ağır psikiyatrik hastalığı olan babalara göre
daha iyi ebeveynlik yapabilecekleri ileri sürülmektedir. Nicholson ve arkadaşları
araştırmalarında, ruh sağlığı merkezine başvuranlarda, anne olduğunu bilen kadın sayısının,
baba olduğunu bilen erkeklerden iki kat daha fazla olduğunu göstermişlerdir. Ayrıca,
yaşam boyu psikiyatrik hastalık başlama riskinin daha yüksek olmasına, aynı zamanda
planlı ya da plansız gebelik deneyimlerinin yüksek olmasına rağmen, ağır psikiyatrik
hastalığı olan kadınların, erkeklere göre
zamanla tüm bunların üstesinden daha iyi
geldikleri görülmüştür. Ağır psikiyatrik hastalığı olan kadınlarda evli olma durumu
erkelere göre daha fazladır (71).
Ağır psikiyatrik hastalığı olan anneler için ebeveynliğin olumlu ve motive edici
etkisi olduğuna dair kanıtlar vardır. Bu kadınlar anneliği benimsediklerinde, tedaviye
katılımları artmaktadır, bu rolü benimsemeleri kapıyı açan anahtar görevi yapmaktadır. Bu
41
konuda yapılan çalışmalarda ağır psikiyatrik hastalığı olan kadınların çocuk sahibi olmayı
açıkça istedikleri, bu çocukların bakımlarını ve vesayetlerini üstlenerek, kendi çabalarıyla
normal bir hayat yaşamayı başarmak istedikleri gösterilmektedir. Ağır psikiyatrik hastalığı
olmasına rağmen, bu kadınların yaşamlarının merkezine oturan anne olma istekleri makul
görünmektedir. Bakım ve üretkenlik ebeveynliğe örnek teşkil eder ve erişkinler için temel
görevdir. Ebeveynlik normal erişkinlik durumunda major bir sosyal roldür ve gelişimsel
dönemler için önemlidir. Temel kurallarla, sosyal ve gelişimsel statüde ebeveynlik hissi,
bireyin kendilik algısı, merkezde yaşanır. Stresin ortaya çıktığı durumlarda selfin yeterlilik
ve değerlilik duygusunu sağlamak başarıdır. Anneler, psikiyatrik hastalıklarının kendine
özgü görünüşü, seyri ve yaşadıkları tüm zorlukların buna engel olmasına rağmen iyi
ebeveyn olmak isterler. Çocukların gereksinimlerinin anneleri tarafından karşılanma
kapasitesi psikiyatrik hastalık nedeniyle sınırlıdır. Bu nedenle, ebeveynlik koşulları
konusundaki şüpheler annenin klinik durumuyla birlikte değerlendirilmeli, değerlendirme
yapılırken çocuğun yaşı ve diğer özellikleri de göz önünde bulundurulmalıdır (66,70,71).
İUMB olan hastaların, hastalıklarına rağmen evlenmeye ve çocuk yapmaya istekli
olduğu bildirilmektedir. Hasta kişi genellikle, şizofrenlerde olduğu gibi ailenin yetişkin
çocuğu değil, aile içerisinde bir eş ve anne-baba konumundadır. Buna bağlı olarak, yaşanan
bir epizodun sonuçları aile için hem psikolojik hem de maddi olarak travmatik
olabilmektedir. Psikolojik olarak; psikotik, güvenilemeyen, her zaman ulaşılamayan bir
anneye-babaya sahip olmak aile için zordur. Maddi olarak, iş güvencesi olmayan, epizodlar
sırasında iş kaybı riski taşıyan bir anne- babaya sahip olmanın oldukça tedirgin edici
olabileceği görülmüştür (72).
İUMB ve kontrol anneleriyle yapılan karşılaştırmalı yalnızca bir çalışma
yapılmıştır. Yaşları, 12,15,18 ay arasında değişen 7 infantla yapılan bu çalışmada, İUMB
olan annelerin infantlarının daha fazla güvensiz bağlanma geliştirdikleri bulunmuştur (72).
Okul çağı çocuklarıyla yapılan tek çalışmada, İUMB olan anneler için yüksek riskli olduğu
ileri sürülen; güvensiz ve kaçıngan bağlanma sıklığının İUMB tanısı olan annelerin
çocuklarında daha fazla görüldüğü, annenin unipolar depresif bozukluğu olduğunda
etkileşim sorunlarının olduğu, İUMB olan annelerin aile içi etkileşimlerinde daha fazla
öfkeli oldukları saptandı. İUMB karşılaştırıldığında unipolar tanısının daha zararlı olduğu
bulunmuştur (74).
42
Major depresyonun gelişimi ve seyrinde ailenin önemli rol oynadığı, son on yılda
artan delillerle desteklenmektedir. Depresyonlu ebeveynlerin çocukları major depresyon,
madde kullanımı, birden çok psikiyatrik tanı, okul ve sosyal güçlükler yönünden diğer
çocuklara nazaran üç kat fazla risk altındadır. Duygulanım bozukluklu ana-babaların
çocuklarında depresyon oranları %23-38 arasında olup, depresyonlu ana-babaların
çocuklarındaki depresyon aynı zamanda daha erken başlamaktadır.
Ana-baba hastalığının şiddeti ve kronikliği de çocuğun ruhsal durumunu ve işlevini
büyük ölçüde etkilemektedir. Depresyonlu ana babaların çocuklarında psikopatolojinin
daha yüksek oranda bulunmasının sebebi henüz açık değildir. Hem genetik hem de
psikososyal etkenler ileri sürülmüştür. Şiddetli unipolar depresyonda genetik yatkınlık
açıkça tespit edilmiştir. Doğrudan deliller yoksa da, genetik yatkınlıkla yetersiz ana baba
becerileri ve genel aile çevresi arasında karşılıklı etkileşimin rolü olduğunu söylemek
mümkündür. Depresyonlu ana-babalar çocuklarının azgınlığı ve itaatsizlikleriyle başa
çıkmanın güçlüğünden şikayet ettikleri gibi, ailedeki açık psikiyatrik bozukluklar
ayrılmaları artırmaktadır. Keza ana-babalar, çocuklarının disiplin ve kontrolünde son
derece uyumsuzluk göstermekte, genelde aşırı koruyuculuk eğiliminde olmaktadır.
Sonuç olarak:
1. Depresyonlu ana-babaların çocuklarıyla ilişkileri bozulmuştur.
2. Bu bozulma, depresyonlu hastaların ailelerinde, hasta olmayan bireylerin
ailelerinden daha büyüktür.
3. Ana-babanın depresif ruh hali, çocuğun işlev görmesini olumsuz olarak
etkilemektedir.
4. Depresyonlu çocukların evleri, aile uyumsuzluğu ve ebeveyn reddi ile
karakterizedir (37,47).
Blumenthal’in depresif semptomatoloji ve işlevselliği karşılaştırdığı çalışmasında
depresif kadınların eşlerinin çocuk yetiştirme konusunda onları daha yetersiz gördüğünü,
bu bulgunun depresif kadınlarda çocuk yetiştirme konusunda işlevsellikte gerçek bir
azalma olduğunu gösterdiği söylenmektedir. Depresif semptomatoloji ile ilişkili olarak
işlevsellikte azalmaya en duyarlı alanın çocuk yetiştirme olması şaşırtıcı değildir.
Çocukların ilgiye ihtiyacı az yada çok devamlılık gerektirmektedir ve gelişimin her
43
evresinde ebeveynin farklı ve yeni çare bulma yetenekleri geliştirmesine ihtiyaç vardır. Ek
olarak çocukların büyüklerinden beklediği adaptasyonlar, hayatın diğer alanlarındakiler
gibi ertelenemez. Çocuklar depresif ebeveyn tarafından kolaylıkla yatıştırılamaz ve ihtiyacı
olan şeyler hemen yerine getirilemez (52).
Deprese annelerin kendilerini daha olumsuz ebeveyn olarak hissettikleri ve
çocuklarına daha az bağlandıkları bulunmuştur. Deprese annelerin bebeklerinin sosyal
beceriler kazanması için gereken optimal koşulları daha az sağladıkları görülmüştür. Bu
çalışmada, depresif semptomları olan annelerin bebeklerinin mutlu yüz ifadesi ve ses
tonunu öğrenmelerinin daha yavaş olduğu bulunmuştur (66).
Anneye ait mental hastalık bir çocukta hem direkt olarak hastalığın psikolojik kötü
etkileri ve fiziksel kötüye kullanımı nedeniyle ihmal etmeye neden olarak, hem de
hastaneye mükerrer yatışlar ve evlilik bozuklukları gibi hastalık tablolarıyla ilişkili olarak
indirekt olumsuz etkiler yaratabilir. Çocuklarını öldürmüş bir seri kadında %84 mental ve
davranış bozukluğu saptanmış, bunların içinde en yaygın tanı psikotik tablolar ve kişilik
bozuklukları olduğu belirtilmiştir. Kronik şizofren kadınların emosyonları körleşmiş veya
aykırı, motivasyonu fakir, davranışları dağınık olduğu, çocuğun ağlamasına bile cevap
eksikliği olabileceği ve dolayısıyla anne-çocuk ilişkisini etkileyebileceği belirtilmektedir.
Anne cevaplarının çocuğun kognitif gelişimi ve anne-bebek bağlanmasının güvenli
olabilmesi için önemli olduğu düşünülmektedir. Kronik şizofrenili annenin bebeğinde;
ilişkilerinin bozulması riski, sonuç olarak sosyal davranış ve problem çözme
yeteneklerinde yetersizlik olabilir. Annede kişilik bozukluğu tanısı olduğunda; özellikle
hostil davranışlara maruz kalanlar çocuklarda emosyonel ve davranışsal bozukluklar
olduğu söylenmektedir. Sıcaklığın eksikliği ve kaotik davranışlar çocukların ihmal
edilmesine neden olabilir ve impulsivite ve strese tolerans eksikliği fiziksel kötüye
kullanım riskini arttırabilir. Kötüye kullanım ve ihmal sıklıkla çocuklarda normal IQ’ya
rağmen öğrenme bozukluklarına yol açabilir. Ciddi depresyonlarda; apati ihmale
götürebilir, irritabilite fiziksel şiddete ve depresif hezeyanlar çocuk öldürülmesine yol
açabilir. Çocukta kognitif yetersizlik annenin depresyonunu takiben veya annenin
semptomlarının çözülmesinin ardından ortaya çıkabilir ve 3-4 yaşındaki davranış
problemleri anne depresyonuyla ilişkilendirilmiş olup uzun vadede deprese annelerin
çocuklarında daha fazla çocukluk çağı depresyonu geliştiği görülmüştür (75).
44
Ağır psikiyatrik hastalık epizodlarının doğası nedeniyle, bir epizodun yaklaşık 2 yıl
sürebileceği düşünülürse, ebeveynlerinde ağır psikiyatrik hastalık olan çocukların,
ebeveynlerinin birden fazla epizod geçirmesi durumunda, çocuğun birden fazla gelişim
evresi bu hastalıktan etkilenecektir. Psikiyatrik hastalık olduğunda, psikiyarik hastalığı
olanların, kontrol annelerine göre, tahmin edileceği gibi, empati yapma kapasitesinde daha
fazla yetersizlik, çocuk yetiştirme ve uygun ebeveynlik yapabilme kapasitesinde daha fazla
bozulma görülmüştür.
Okul öncesi çocukları olup, psikiyatrik hastalık tanısı olan ve olmayan anneleri
karşılaştırılan bir çalışmada, psikiyatrik hastalığı olan annelerin kontrol annelerine göre,
daha az duygusal oldukları, daha az katılımlarının olduğu, daha az olumlu oldukları ve
çocukları hakkında endişelenme konusunda daha fazla inkar mekanizması kullanarak başa
çıktıkları rapor edilmiştir. Ağır psikiyatrik hastalığı olan anneler, tanısı olamayan annelerle
karşılaştırıldığında, karşılıklı ilişki yapıları bakımından ağır psikiyatrik hastalığı olan
annelerin, küçük çocuklarını daha az önemsedikleri ve çocuğun gereksinimleri ile kendi
gereksinimlerinin ayrımını yapamadıkları görülmüştür (76).
Bir diğer çalışmada şizofreni ve mizaç bozukluğu gibi organik olmayan psikoz
nedeniyle hospitalize edilen annelerle hiç hospitalize edilmeyen anneler karşılaştırılmıştır.
Bu örnekte anneler çocuklarını beslerken ve çocuklarıyla oynarken gözlenmiş ve
hospitalize edilen anneler ile kontrol anneleri arasında çok az farklılık bulunmuştur.
Özellikle tanısı olan annelerin, çocuklarının gereksinimlerine yanıt verme konusunda daha
kararsız davrandıkları, daha az sosyal iletişim kurdukları, bebeklerini sosyal ortamlara daha
az soktukları, olumlu emosyonel ortam yaratma yetilerinin daha az oldukları saptanmıştır.
Sikloid psikoz tanısı olan anneler ve daha sonra da şizofreni tanısı olan anneler
karşılaştırma grubunda en fazla farklıkları olan grup olarak belirlendi. Bir yıllık
değerlendirme periyodunda bu annelerin bebeklerinin kontrol grubu bebeklerine göre daha
az güvenli bağlanma gösterdikleri, yabancılara karşı olağan dışı korku sergiledikleri
bulunmuştur (66).
Ebeveynliğin psikiyatrik hastalığı olan kişiler için ne kadar zorlayıcı olduğu açıkca
görülürken, bu hastaların çocuk sahibi olma istekleri karşısında sağlık personelinin
yapabileceği açıkca risk ve güçlükleri hakkında hasta ve ailesi ile konuşmak, onları
bilgilendirmek, direkt müdahalelerden kaçınmak olmalıdır.
45
Cinsel yolla Bulaşan Hastalıklar ve Riskli Davranışlar
Cinsel yolla bulaşan hastalıklar dünyada en sık görülen bulaşıcı hastalıklar olup son
20-30 yılda giderek artmıştır. Sifiliz, gonore, şankroid, lymphogranuloma venereum ve
granuloma inguinale tarih açısından önem taşıyan beş zührevi hastalığı iken günümüzde
akla ilk olarak AIDS gelmektedir. Akkiz immun yetmezlik sendromu (AIDS) fırsatçı
enfeksiyonlar, sekonder neoplazmlar ve nörolojik belirtilerle birlikte olan, derin immun
supresyonla karakterli epidemik bir retroviral virus hastalığı olarak tanımlanır. Ana geçiş
yolu homoseksüel-heteroseksüel cinsel ilişki olmakla birlikte intravenöz madde kullanımı
ve kan transfüzyonu ile oluşan parenteral inokulasyon ve enfekte anneden yenidoğana
geçmesi diğer en önemli bulaşma yollarıdır (77). AIDS halen fatal geleceği olan bir
hastalıktır ve halk sağlığı çalışanları arasında yüksek risk grupları dışında yayılması
konusuna çok ilgi vardır. Son yıllarda akıl hastaları arasında cinsel yolla bulaşan
hastalıkların arttığına dair çalışmalar artmakta ve riskli gruplar arasına psikiyatrik hastalar
dahil olmaktadır (6,7,62,65,69,78,79,80,81).
Kronik psikiyatrik hastalığı olanların hastalık süreçlerinin uzun ve kronik olması
nedeniyle otonomilerinin de yetersiz olduğu; zaman içinde hastalıklarının düzeyinin
değişmesiyle otonomilerinin de değişiklik gösterdiği görülür. Bu da hastaların kendilerini
istenmeyen gebelikler ve cinsel yolla geçen hastalıklardan koruma kapasitelerinin oldukça
sınırlı olduğunu göstermektedir. Kadın hastaların aile planlaması ile ilgili bilgi azlığı ve
yetersiz otonomileri bu hastalarda risk potansiyeli olduğunu göstermektedir (69).
Önceleri AİDS için riskli gruplar sınıflamasında
homoseksüel erkekler ve
intravenöz madde kullanıcıları bulunmaktaydı. Bu kategorizasyon gözetim için yararlı
olurken, bir yandan da toplumun dikkatini AİDS için geleneksel risk gruplarına çekerek
HIV enfeksiyonu için yüksek riskli grup kapsamını kısıtlamaktadır. Bu gruplardan biri de
kronik mental hastalığı olanlardır. Toplumdaki kronik mental hastalığı olanların HIV
46
enfeksiyonu için riskleri çeşitli sebeplerden dolayı ortalamanın üzerindedir. Ağır
psikopatolojisi olan, özellikle yaşlı bireyler, major depresif bozukluğu olanlar, psikotrop
ilaç alanlarda libidonun azalmasıyla birlikte cinsel ilgi ve etkinliklerinde azalma olurken,
klinik ve betimleyici çalışmalarda şizofreni, bipolar bozukluk, borderline bozukluk ile
hiperseküalite, rastgele cinsel etkinlikler ve impulsif cinsel davranışlar arasındaki ilişki
araştırılmıştır. Kronik mental hastalığı olanlarda bozukluk ile impulsif ya da uygunsuz
cinsel davranışlar arasında kuvvetli bir ilişki olmadığı,
problem çözme, planlama ve
yargılamadaki eksiklik nedeniyle rastgele, geçici, zorlanarak ya da istismar edilerek cinsel
ilişkiye girdikleri gösterilmiştir. Bu özelliklerle ilişkili olarak kronik mental hastalığı
olanların çoğunda düzenli sosyal-cinsel ilişkiler, bunların sıklığı, birlikte yaşamak ve
yakınlık kurmak gibi problemler diğerlerinde olduğu gibi zorluk yaratmaktadır. Sonuç
olarak şehirde yaşayan kronik mental hastalığı olanlar, sıklıkla şehrin yüksek oranda madde
kullananların, alkoliklerin, cinsel yolla geçen hastalığı bulunanların ve HIV enfeksiyonu
olanların yaşadığı semtlerde toplanmışlardır. Böylece bu çevrede kronik mental hastalığı
olanlar için HIV riski artmaktadır (7).
AİDS için riskli davranışlarla ilgili yapılan çalışmalarda; kronik psikiyatrik hastalığı
olan kadınların önemlice bir kısmının korunmasız cinsel ilişkiye girdiği,
birden çok
heteroseksüel partnerleri olduğu, istemedikleri halde cinsel ilişkiye zorlandıkları, alkol ve
madde kullandıkları, düzenli olarak kondom kullanmadıkları sonuçları ortaya çıkarılmıştır
(7,69,79 ).
Coverdale ve arkadaşlarının (1997) ayaktan takip edilen kadın psikiyatrik hastaların
cinsel
yolla
geçen
hastalıklar
açısından
ihtiyaçlarını
araştırdıkları
araştırmada;
heteroseksüel aktif psikiyatrik hastaların, kontrol grubuna göre, birden fazla erkek partneri
olma, istemeden zorla cinsel ilişkiye girme, şüpheli biseksüel cinsel ilişkiye girme gibi
riskli davranışları karşılaştırıldığında belirgin olarak farklılık bulunduğu ve psikiyatrik
hastalardan 4’ünün
geçmişte kendilerine ilaç enjekte ettikleri ve bunların 3’ünün
enjeksiyonu biriyle paylaştığı rapor edilmiştir. Heteroseksüel aktif hastaların önceki yıl,
kontrol grubundaki bireylere göre anlamlı derecede daha fazla istemeden cinsel ilişkiye
zorlandıkları saptanmış olup cinsel ilişkiye zorlanmanın ya da tecavüzün otonomi
yetersizliğinden dolayı olabileceği düşünülmüştür (69).
Kelly ve arkadaşlarının (1992) kronik psikiyatrik olanların AİDS/HIV riskli
davranışlarının incelendiği çalışmasında; ayaktan takip edilen 60 hastanın % 62’si son bir
47
yıldır aktif cinsel yaşamlarının olduğu, erkeklerin % 42’sinin ve kadınların % 19’unun
birden çok kişiyle cinsel temasta bulunduğu ve cinsel ilişki sırasında nadiren kondom
kullandıkları rapor edilmiştir. Hastaların AİDS riskini ortaya çıkaran bilgileri
değerlendirildiğinde, kendi yaşam pratiklerinde AİDS için risk azaltıcı davranışlarında
önemli derecede eksiklik saptanmıştır. Bu grupta intravenöz ilaç kullanımı yaygın
olmamasına rağmen pek çok denek öykülerinde; 1) para, ilaç veya kalacak yer karşılığında
cinsel ilişkiye girdikleri, 2) istemedikleri halde cinsel ilişkiye girmek için zorlandıkları, 3)
rastgele cinsel ilişkiler kurdukları, 4) ilaç ya da maddde kullanımı sonrasında intoksikasyon
halindeyken cinsel etkinliklerinin olduğunu rapor etmişlerdir. Deneklerin %20’sinin cinsel
partnerleriyle parklarda, sokaklarda veya halka açık yerlerde buluştuğu, üçte birinin AİDS
dışında cinsel yolla geçen hastalıklar nedeniyle tedavi gördüğü rapor edilmiştir (7).
Baer
ve
arkadaşları,
psikiyatrik
hastaların
AİDS
riskini
anlamalarını
değerlendirmişler ve bilgi eksikliğinin görece daha yaygın olduğunu bulmuşlardır. Geniş
ölçekli bir çalışmada Sacks ve ark. New York City kentinde akut psikiyatri ünitesinde
yatan hastalarla yaptıkları görüşmelerde hastaların %20’sinin korunmasız anal ilişkiye
zorlanma, enjektör paylaşımı, HIV ile enfekte olmuş partnerlerle cinsel ilişkiye girme ve
yüksek oranda birden çok heteroseksüel partnerle cinsel ilişkiye girme gibi sebeplerden
dolayı yüksek risk altında olduklarını bulmuşlardır. Deneklerin yaklaşık %6’sında yapılan
testlerde HIV(+) bulunmuştur (7).
Amerika’da ciddi psikiyarik hastalığı olan ve tedavi gören yetişkinlerde HIV
enfeksiyonu seroprevalans çalışmaları 12’de bir dökümante edilmiş. Cournos ve Mckinnon
‘nun (1997) çalışmasında ciddi psikiyatrik hastalığı olanlar arasında HIV enfeksiyon oranı
% 7.8 olarak bulunmuş, aynı dönemde Amerika’da genel nüfus oranı ise %0.4 imiş.
Yapılan çalışma örneklemlerinde komorbid psikiyatrik ve madde kullanım bozukluğu
varsa riskin en yüksek olduğu saptanmış, %18.4oranında HIV pozitif bulunmuş. HIV
enfeksiyonu madde enjeksiyonu olanlarda en baskın % 33.8, madde kullanımı -enjeksiyon
olmadan- olanlarda % 15.4, alkol kullananlarda 10.9, alkol kötüye kullanımı olanlarda %
2.6 ve evsiz hastalarda %8.5 olarak saptanmış (79).
Ciddi psikiyatrik hastalığı olan kadınların erkekler kadar HIV enfeksiyonuna
yakalandığı, genç kadınlarda AİDS’in artmasına rağmen bu konuda cinsiyetle ilgili bir
farklılığın henüz saptanmadığı belirtilmektedir (79).
48
Cinsel aktif psikiyatrik hastalarda kondom kullanımının eksik olduğu, ilgili
çalışmalarda son cinsel aktivite sırasında ancak %8-25 arasında kondom kullanımı
bulunduğu saptanmıştır. Psikiyatrik hastalar son bir yılda %14 oranında zorlanmış veya
istenmeyen cinsel ilişki, %12-69 para-madde karşılığı seks, %15-45 cinsel ilişki sırasında
madde kullanımı, %3-13 HIV enfekte olduğu bilinen biriyle madde enjeksiyonu ile birlikte
cinsel birliktelik bildirilmiştir (6,79).
Yapılan çalışmalarda psikiyatrik hastalarda AİDS ile ilgili konularda, özellikle
bulaşma yolları ile ilgili konularda eksik yada yanlış bilgilenme saptanmış. Kelly’nin
(1992) çalışmasında hastaların % 43’ünde “kadınlar yalnızca erkekler ile seks yaparsa
AİDS bulaşmaz”, %38’inde ise ”erkekler yalnız kadınlarla birlikte olursa AİDS bulaşmaz”
şeklinde yanlış bilgilenmeye sahip oldukları gösterilmiş. Kalichman ‘ın (1994) kronik
mental hastalığı olanların HIV enfeksiyonu ile ilişkili faktörlerinin araştırıldığı
çalışmasında; riskli davranışlardan, kadında ve erkekte en sık, birden fazla partner ve
madde veya para karşılığı cinsel ilişkinin varolduğu, %22 oranında yalnızca erkeklerde
homoseksüaliteye rastlandığı, kondom kullanımının düşük oranlarda olduğu diğer
çalışmalara benzer olarak saptanmış. AİDS ile ilgili bilgileri doğru-yanlış olarak
değerlendirmeleri istenen cümlelere verdikleri cevapları incelendiğinde en çok yanlış
bilgilenmenin HIV bulaşmasıyla ilgili yollarla olan cümlelerde (örneğin HIV enfekte
biriyle aynı mutfağı veya banyoyu paylaşmakla yada öksürme-hapşırma ile bulaşabilir), en
çok doğru yanıtın AİDS’in cinsel yolla bulaşması ile ilgili itemlerde olduğu bulunmuş (6).
Bilişsel bozulma ve diğer ciddi akıl hastalığı bulgularının; AIDS hakkında
bilgilenme
ve
güvenli
davranışlar
konusunda
bir
takım
eksiklikler
yarattığı
bilinmektedir.İlk olarak kronik psikiyatrik hastalarda AIDS riski konusunda bilgi ve
deneyim eksikliği göze çarpmakta ve bu hastalarda eğitimsel desteğe gereksinim
duyulmaktadır. İkinci olarak, hastaların çoğunluğunun, diğerleriyle cinsel ilişkiye
zorlanmak, madde kullanımı sonrasında cinsel etkinlikte bulunmak, para ya da kalacak yer
karşılığında cinsel ilişkiye girmek, tesadüfi cinsel partnerler edinmek gibi yüksek riskli
durumlarla karşılaştığı ve bunun sonucu olarak da yüksek oranda yüksek riskli
davranışlarda bulundukları rapor edilmektedir (7).
Kişisel bilgilenmenin riskli davranışları azalttığının bilinmesine rağmen HIV geçiş
şekilleri hakkındaki eğitimin yeni enfeksiyon oluşumunu önlemede en etkin yol olduğu
söylenebilir. Ciddi psikiyatrik hastalığı olanlarda HIV seroprevalans çalışmaları % 4- %
49
22.9 arasında saptanmıştır. Son 6-12 ay içerisinde %44-73 oranları arasındaki hastaların
cinsel açıdan aktif olduğu, cinsel aktif hastalardan %30-62’sinin çok sayıda partneri
olduğu, %15-45’inin seks sırasında madde kullandığı ve %12-69’unun sekse madde, para
veya diğer ihtiyaçları için tercih ettikleri gösterilmiştir. Böylesi riskli durumlara rağmen
kondom kullanımının oldukça az olması dikkat çekmektedir. Son 6-12 ayda cinsel açıdan
aktif hastaların %50’den fazlasında AIDS bilgisini değerlendiren birkaç çalışmada %70-80
oranlarında doğru yanıt alınmıştır. Bulunan oran genel populasyon ile kıyaslandığında
yaklaşık olarak aynı oranda olmakla beraber iki çalışmada düşük skor elde edilmiştir.
Bunlar; şizofreni spektrum tanıları olan ve yüksek risk aktiviteleri olan hasta gruplarında
saptanmıştır (78).
Mckinnon ‘un 96’da ciddi psikiyatrik hastalığı olan HIV risk grubu kişilerde
psikiyatrik semptomların araştırıldığı çalışmasında; 92 hastanın % 51.7’si son altı ayda
cinsel açıdan aktif bulunmuş, % 47.8 ‘i birden çok cinsel partner, %35.2’si seks sırasında
madde kullanma, %29.7’si madde- para vs. karşılığında cinsel birliktelik yaşama, % 50’si
hiç kondom kullanmama, %17.52’si ise madde enjeksiyon öyküsü vermiş. AİDS bilgisinin
bilişsel durum ve negatif semptomlarla negatif, pozitif semptomlarla pozitif korelasyon
gösterdiği, AİDS bilgisinin tek başına hiçbir risk belirleyici özellik göstermediği saptanmış
(78).
Ülkemizde Tanrıöver ve arkadaşlarının yaptığı psikiyatrik kadın hastaların
kontraseptif yöntem kullanımı ve cinsel yolla bulaşan hastalık riskinin değerlendirildiği
çalışmada; psikiyatrik kadın hastalarda cinsel yolla bulaşan hastalık, birden fazla cinsel
partnerin kontrol grubuna göre daha fazla, pelvik muayene ve güvenli doğum kontrol
yöntemi kullanmanın anlamlı olarak düşük olduğu belirtilmiştir (65).
Vedi’nin şizofren kadınların %18’inin birden fazla kişiyle cinsel ilişkisinin olduğu,
%20’sinin anal ilişkide bulunduğu, %6’sının alkol-madde kullanımı sonrası cinsel
birliktelik yaşadığı, AİDS ve cinsel yolla bulaşan hastalıklar hakkında bilgisinin genel
toplumdan eksiklikler gösterdiği ve %2 oranında cinsel yolla bulaşan hastalık geçirdiğini
bildirdiği 1999 yılındaki çalışmasındaki bulguların Avrupa ve Amerika’dakiler kadar
çarpıcı
olmamasının
nedeni
ülkemizin
sosyo-kültürel
yapısının
koruyuculuğuna
bağlanmıştır (39).
50
MATERYAL ve METOD
Bu çalışma, Bakırköy Prof. Dr. Mazhar Osman Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları
Eğitim ve Araştırma Hastanesi psikiyatri birimlerine Şubat 2002-Aralık 2002 tarihleri
arasında, ayaktan tedavi amacı ile başvuran, DSM-IV tanı kriterlerine göre tanı konmuş
şizofreni, iki uçlu mizaç bozukluğu, unipolar depresyon ve psikiyatrik hastalığı
bulunmayan hastanemiz 2. Nöroloji kliniğinde hasta refakatinde bulunan 50 sağlıklı
kadından oluşan kontrol grubu ile yapılmıştır. Çalışmamızda 189 hasta ile görüşüldü.
Görüşmeye alınan 5 şizofren hastada hastalık alevlenmesi görüldüğünden, 8 şizofren hasta
görüşmeyi çeşitli nedenlerden dolayı kabul etmediğinden toplam 13, İUMB olan
hastalardan 15’i remisyonda olmadığından, unipolar depresyonu olanların ise 7’ ünün
depresyonda olması ve 4’ünün görüşmeye onay vermemesi nedeniyle 11’i çalışmaya
alınamamıştır. Sonuç olarak 50 şizofreni, 50 iki uçlu mizaç bozukluğu, 50 unipolar
depresyon tanılarıyla takip edilen toplam 150 kadın hasta ile çalışma tamamlanmıştır.
Araştırmaya alınma ölçütleri:
1. Şizofren hasta grubu için hastalığının en az 2 yıldır sürüyor olması,
2. İki uçlu mizaç bozukluğu ve unipolar depresyon tanılı hasta grubu için en
az iki atak geçirmiş olmaları,
3. Hastalığın halen klinik remisyonda olması,
51
4. Görüşmeye engel durumunun olmaması (görme, işitme, duyma engeli,
zeka geriliği gibi),
5. 15-49 yaş grubunda olması,
6. Araştırmayı gönüllü olarak kabul etmesi ve sözlü onay vermesi
Bu çalışma; PANSS, Young Mani Derecelendirme Ölçeği ve Hamilton
Depresyon Ölçeği uygulanarak görüşmeye uygun bulunan hastalara yarı yapılandırılmış
görüşmeler yapılarak aşağıdaki konularla ilgili bilgi toplanması ve çok boyutlu algılanan
sosyal destek ölçeği (8) değerlendirmesi yolu ile yürütülmüştür.
-sosyodemografik özellikleri
-hastalık ve aile özellikleri
-cinsel yaşam
-evlilik
-aile planlaması ve kontrasepsiyon
-gebelik, doğum, düşük, kürtaj
-çocuk ve yetiştirilmesi
-cinsel yolla bulaşan hastalıklar açısından riskli davranışlar ve AIDS
Çalışmanın biyoistatistiksel çözümlemeleri, İ.Ü. Cerrahpaşa Tıp fakültesi
Biyoistatistik Bilim Dalı’nda İstanbul Üniversitesinde “SPSS for Windows Version:11.5”
İstatistiksel paket programı kullanılarak yapılmıştır.
Hesaplamalar frekansların dağılımları ve yüzdelerde kikare, ölçümsel verilerin
ortalamaları bağımsız iki grup kıyaslamalarında student’s t testi, bağımlı (önce-sonra) iki
grup arasında ise eşli serilerde t testi ile yapılmıştır. Normal dağılıma uygun olan verilerde
ikiden fazla bağımsız grup ortalamalarının kıyaslaması için tek yönlü varyans analizi (OneWay ANOVA) kullanılmış, farklı sonuçların yorumlaması için grupların ikili alt
kıyaslamalarında da Tukey ve Dunnet’s t testleri kullanılmıştır. Non-parametrik verilerde
ikiden fazla bağımsız grup ortalama karşılaştırılmasında Kruskal-Wallis (non-parametrik
varyans analizi) kullanılmış, bağımlı (önce-sonra) iki grup arasında ise Wilcoxon testi
uygulanmıştır.
Hesaplamalarda anlamlılık sınırı olarak “0,05” değeri kullanılmıştır.
52
PANNS
30 maddelik ve yedi puanlı şiddet değerlendirmesi içeren yarı yapılandırılmış bir
görüşme ölçeğidir. Bu 30 maddenin 18’i Kısa Psikiyatrik değerlendirme ölçeğinden, 12’si
ise
Psikopatoloji
Değerlendirme
Ölçeğinden
uyarlanmıştır.
PANNS
tarafından
değerlendirilen 30 psikiyatrik parametreden yedisi pozitif sendrom alt ölçeğine, yedisi
negatif sendrom alt ölçeğine ve geri kalan 16’sı genel psikopatoloji alt ölçeğine aittir.
Ölçeğin Türkçe geçerlik ve güvenilirlik çalışması Kostakoğlu ve arkadaşları tarafından
yapılmıştır (82).
Young Mani Derecelendirme Ölçeği
11 maddeden oluşan ve her biri beş şiddet derecesi içeren bir ölçektir. Beşinci,
altıncı, sekizinci ve dokuzuncu maddelere, iletişime girilmesi güç olan hastaların daha iyi
ayırt edilmesi için iki katı ağırlık verilmiştir. Deneyimli bir klinisyen tarafından 15-30
dakikalık bir görüşme ile uygulanmaktadır. Şiddetini derecelendirme ise son 48 saat içinde
hastanın öznel kanaati ile bildirdiklerine ve klinisyenin görüşme sırasında hastanın
davranışları ile ilgili gözlemlerine dayanmaktadır. Yine çalışmalarda hastanın yakınlarının
veya servis çalışanlarının da gözlemlerine başvurulmaktadır. Ölçeğin Türkiye’de geçerlikgüvenilirlik çalışması 2002 yılında Karadağ ve arkadaşları tarafından yapılmıştır. 12 puan
ve altı remisyon olarak kabul edilmektedir (83).
Hamilton Depresyon Derecelendirme Ölçeği
Max Hamilton tarafından, depresyon tanısı almış hastalarda depresyonun şiddetini
değerlendirmek amacıyla geliştirilmiş olan bu ölçek, 17 depresyon semptomunu, ya üç ya
da beş dereceli bir boyut üzerinde değerlendirmektedir. Ayrıca puanlamaya katılmayan,
gün içi değişimleri ve başka semptomları değerlendiren dört maddesi daha vardır.
Hamilton, maddeler puanlanırken görüşme, gözlem, yaşam öyküsü, yakınların görüşleri
gibi tüm bilgi kaynaklarından yararlanılmasını önermektedir. Değerlendiriciler arası
güvenilirliğin daha yüksek olması amacıyla Williams (1978) tarafından yapılandırılmış
formu geliştirilmiştir. Akdemir ve arkadaşları tarafından 1996 yılında geçerlik, güvenirlik
ve klinikte kullanımı ile ilgili çalışma yapılmıştır (84).
Çok Boyutlu Algılanan Sosyal Destek Formu
53
Çok Boyutlu Algılanan Sosyal Destek Ölçeği (Multidimensional Scale of Perceived
Social Support ) üç farklı kaynaktan alınan sosyal desteğin yeterliliğini öznel olarak
değerlendiren, kullanımı kolay, kısa bir ölçektir (Zimet ve ark. 1988).
MSPSS 12
maddeden oluşmakta ve her biri 4 maddeden oluşan desteğin kaynağına ilişkin 3 grubu
içerir.
Önerilen alt ölçek yapısı; aile, arkadaş ve özel bir insandan alınan desteği
içermektedir. Her madde 7-aralıklı bir ölçek kullanılarak derecelendirilmiştir. Bu
çalışmada, her alt ölçekteki dört maddenin puanlarının toplanması ile alt ölçek puanı elde
edilmiş ve bütün alt ölçek puanlarının toplanması ile de ölçeğin toplam puanı elde
edilmiştir. Elde edilen puanın yüksek olması algılanan sosyal desteğin yüksek olduğunu
ifade etmektedir (8).
BULGULAR
Sosyodemografik Özellikler
Yaş
Yaş ortalaması İUMB olan hastalarda 36.24±7.72, unipolar depresyon grubunda
35.74±8.16, şizofreni vakalarında 35.70±6.97 ve kontrol grubunda 35.22±7.93 olarak
bulunmuştur. Hasta ve kontrol grubu yaş ortalamaları
benzer olarak saptanmıştır.
(p:0.932 )
Doğum ve Halen Yaşadığı Yer
Doğum
Yeri (p:0.015)
Yaşadığı
Yer (p:0.679)
Kırsal
Kentsel
İUMB
37
%74
13
%26
Depresyon
29
%58
21
%42
Şizofreni
21
%42
29
%58
Kontrol
58
%58
21
%42
Kırsal
Kentsel
8
42
6
44
6
44
4
46
%16
%84
%12
%88
%12
%88
%8
%92
Çalışmamızda denek gruplarının doğum yerleri arasında anlamlı farklılık
saptanmıştır. Şizofreni grubunda doğum yerinin kentsel ( %58), İUMB, Depresyon ve
54
kontrol gruplarının benzer olarak kırsal alanın ağırlıklı olduğu bulunmuştur. Hasta ve
kontrol gruplarının halen büyük oranda kentte yaşadıkları ve yaşadığı yer açısından gruplar
arasında anlamlı farklılık olmadığı saptandı.
Eğitim Düzeyi
Okur-yazar değil
Okur-yazar
İlkokul
Ortaokul
Lise
Yüksekokul-Üniversite
İUMB
5
4
26
1
10
4
%10
%8
%52
%2
%20
%8
Depresyon
2
%4
1
%2
26
%52
1
%2
18
%36
2
%4
Şizofreni
3
5
21
5
11
5
%6
%10
%42
%10
%22
%10
Kontrol
1
4
29
4
9
3
%2
%8
%58
%8
%18
%6
( p:0.302 )
Eğitim durumları değerlendirildiğinde; gruplar arası anlamlı fark olmadığı, en sık
ilkokul mezunu ve 2. sırada ise lise mezunu oldukları saptandı.
Hastalık öncesi meslek dağılımı
Öğrenci
Memur
İşçi
Esnaf
Evhanımı-çalışmayan
İUMB
8
3
8
31
%16
%6
%16
%62
Depresyon
4
3
10
1
32
%8
%6
%20
%2
%64
Şizofreni
7
2
4
1
36
%14
%4
%8
%2
%72
( p:0.693 )
Hastalık sonrası (halen) meslek dağılımı
Öğrenci
Memur
İşçi
Esnaf
Evhanımı-çalışmayan
İUMB
2
4
4
40
%4
%8
%8
%80
Depresyon
2
%4
5
%10
2
%4
41
%82
Şizofreni
1
1
2
2
44
%2
%2
%4
%4
%88
Kontrol
1
3
5
2
39
%2
%6
%10
%4
%78
( p:0.923 )
Deneklerin hastalık öncesi meslek sahibi olmaları ile ilgili gruplar arasında anlamlı
fark bulunmadı. Yine hastalık sonrası meslek dağılımında gruplar arası ve kontroller
arasında anlamlı farklılık yoktu. Ancak hastalık öncesi meslek ile hastalık sonrası meslek
sahibi olma karşılaştırıldığında meslek sahibi olan kadınların sayısının hastalık sonrasında
55
anlamlı oranda azaldığı saptandı. Hastalık öncesi %66 olan ev hanımı veya çalışmayan
oranı hastalık sonrasında %83,3’e ulaşmıştır. ( p:0.00)
Sosyal Güvence
Denek grupları arasında ne hastalık öncesi ne de sonrası sahip oldukları sosyal
güvenceleri arasında anlamlı fark saptanmadı. Ancak hastalık öncesi ve sonrası
karşılaştırıldığında özellikle
hastalık öncesi sosyal güvencesi olmayan kişilerin(%3,3)
hastalık sonrası sosyal güvence kuruluşlarından yeşil karta dahil oldukları (%18,6) tespit
edilmiştir.
Medeni Hal-Hastalık öncesi
İUMB
29
21
-
Bekar
Evli
Boşanmış
%58
%42
Depresyon
16
%32
33
%66
1
%2
Şizofreni
25
25
-
%50
%50
Toplam
70
%46.5
79
%52.7
1
%0.7
( p:0.071 )
Medeni Hal-Hastalık sonrası (halen)
Bekar
Evli
Evli-ayrı yaş.
Dul
Boşanmış
İUMB
12
26
3
2
7
%24
%52
%6
%4
%14
Depresyon
7
%14
37
%74
1
%2
5
%10
Şizofreni
17
%34
14
%28
7
%14
12
%24
Kontrol
9
%18
37
%74
4
%8
-
Toplam
45
%22.5
114 %57
11
%5.5
6
%3
24
%12
( p:0.000 )
Hastalık öncesi medeni durum açısından hasta grupları arasında
anlamlı fark
gözlenmezken hastalık sonrasında özellikle şizofreni hastalarında bekar, boşanmış ve ayrı
yaşayan oranı daha yüksek, depresyon ve kontrol grupları benzer, İUMB grubunda ise
boşanma ve ayrı yaşama kontrol grubundan fazla olarak saptanmıştır. Ayrıca hastalık
öncesi ile hastalık sonrası arasında medeni durum değişikliğinin anlamlı olduğu tespit
edilmiştir. ( p:0.000 )
Sosyal Destek Sistemleri
56
Gruplar arasında anlamlı fark saptanmadı. ( p:0.149 ) Psikiyatrik hasta grubunda %
71 yeterli, %25 kısmen yeterli, %3,4 hiç destek almadıkları öğrenildi.
Kardeş sayısı
Denek grupları arasında kardeş sayısı benzer olarak bulundu. %69,8’ü 3’den daha
fazla sayıda kardeşe sahip idi. ( p:0.500 )
Madde kullanımı
Hasta grupları ve kontrol grubu arasında madde kullanımı açısından anlamlı fark
saptanmadı. ( p:0,245 ) Hastalık öncesi %23,3 olan nikotin kullanımı hastalık sonrasında %
46,6’ya yükselmiş olup anlamlı fark tespit edilmiştir.( p:0,00 ) Alkol kullanımı yalnızca beş
hastada saptanmış olup, biri hasta grubunda biri de kontrol grubunda olmak üzere iki kişide
esrar kullanımı olduğunu belirtilmiştir.
Psikososyal stresör
İki uçlu mizaç bozukluğunda %52, depresif grupta %70, şizofreni hastalarında %30
oranında hastalık başlangıcı öncesi yaşam olayları olduğu belirtildi. Hasta grupları arasında
anlamlı fark olduğu özellikle depresyon vakalarında daha fazla olduğu saptandı. ( p:0.000 )
Ailede hastalık öyküsü
İUMB
U.Depr.
Sch
Kontrol
Psikoz
5
%10
4
%8
17
%34
1
%2
Mizaç
15
%30
1
%2
2
%4
%0
Depresyon
4
%8
12
%24
3
%6
5
%10
Anksiyete
2
%4
2
%4
%0
2
%4
PAM
2
1
-
%0
%4
%2
%0
Toplam
26
%52
21
%42
23
%46
8
%16
( p:0.000 )
57
Kontrol grubuna göre hasta gruplarında anlamlı oranda fazla miktarda ailede
hastalık öyküsü saptandı. İki uçlu mizaç bozukluğu olan hastaların ailesinde mizaç
bozukluğu, depresyon grubu ailesinde depresyon, şizofrenlerde psikoz (şizofreni, atipik
psikoz …..) anlamlı olarak fazla idi.
Hastalık başlama yaşı
İki uçlu mizaç bozukluğu hastalarının hastalık başlangıç yaşı ortalaması 20.8 ±5.33,
depresyon grubunda 26.6± 7.79, şizofrenlerde 22.64 ±6.53 olarak hesaplanmıştır. Hastalık
başlama yaşı depresyon grubunda anlamlı olarak daha geç, İUMB olanlarda diğer hasta
gruplarına göre daha erken saptanmıştır. ( p:0.000 )
Hastaneye yatış sayısı
İki uçlu mizaç bozukluğu hastalarının hastaneye yatış sayısı 3.2±2.66, depresyon
hastalarının 1.65±1.04, şizofrenlerin ise 2.43±2.15 olarak belirlendi. Hasta gruplarının
yatış sayıları arasında anlamlı fark saptandı. ( p:0.029 )
İçgörü
İUMB
1
9
40
Yok
Kısmi
Var
%2
%18
%80
Depresyon
2
7
41
%4
%14
%82
Şizofreni
19
20
11
%36
%40
%22
( p:0.000 )
Şizofreni hastalarında içgörü anlamlı oranda düşük, iki uçlu ve depresif grupta ise
benzer oranda daha yüksek olarak saptandı.
Evden kaçma öyküsü
Yok
Var
İUMB
33
17
%66
%34
Depresyon
49
%98
1
%2
Şizofreni
41
%82
9
%18
Toplam
123
27
%81
%54
( p:0.005 )
58
Evden kaçma öyküsü iki uçlu mizaç bozukluğu ve şizofreni hastalarında anlamlı
olarak yüksek saptanmıştır.
İşlevselliğin Global Değerlendirilmesi
İGD Ölçeği
İUMB
80.45±10.04
Depresyon
79.6±9.57
Şizofreni
58.00 ±8.63
( p:0.000 )
Depresyon ve İUMB gruplarında işlevsellik benzer oranda, şizofreni hastalarında
ise anlamlı olarak düşük saptandı.
CİNSEL YAŞAM
Menstürasyon
Tüm hasta gruplarının %90’ı menstürasyon görmekteydi. Menstürasyon başlangıç
yaşı iki uçlu mizaç bozukluğu hastalarında 13,18±1.30, depresyon hastalarında 14.04±1.49,
şizofreni grubunda ise 13.18±1.47, kontrol grubu deneklerinde ise 13.20±1.41 olarak
saptanmıştır. Depresyon vakalarının menstürasyon başlangıcı diğer hasta grupları ve
kontrol grubuna göre anlamlı olarak daha ileri yaşta idi. (p:0.002)
Menstürasyon hakkında bilgilenme açısından hasta grupları ve kontrol grubu
arasında anlamlı fark olmadığı ( p:0.178 ), ortalama %65.5 bilgilenme olduğunun ifade
edildiği, %33.5 ‘nin ise bu konuda herhangi bir bilgi almadığı saptanmıştır.
Menstürasyonla ilgili bilgi kaynağı konusunda; gruplar arasında farklılık
saptanmamış olup ( p:0.477), tüm vakaların %42.9’u anne-babadan, %29.3 ‘ü kardeşakrabadan, %24.1 ‘i arkadaşlardan, %3.8’i ise diğer kaynaklardan bilgilenmişlerdi.
İlk menstürasyona verdikleri tepkileri değerlendirildiğinde;tüm grupların
ortalama %55 olumlu, %43.5 olumsuz ve %1.5 bilmiyorum-hatırlamıyorum olarak yanıt
verdikleri, gruplar arasında anlamlı fark olmadığı saptandı. ( p:0.665)
59
Cinsel bilgilenme
Cinsel bilgi alıp almadıkları sorulduğunda; hasta grupları ve kontrol grubunun %
53 ‘ünün bilgilendiği, %47’sinin ise bu konuda kimseden bilgi almadıkları öğrenildi.
Bilgilenme ile ilgili gruplar arasında anlamlı fark saptanmadı. (p:0.119)
Cinsel bilgilenme yaşı şizofreni hastalarında diğer hasta ve kontrol grubuna göre
daha erken olduğu ( 14.33 ±2.21 ), grupların ortalamasının ise 15.58 ± 2.80 olduğu
saptandı. ( p:0.044)
Cinsel bilgi kaynağı olarak daha çok arkadaş ( %39.6 ) ve medya ( %30.2 )
bildirilmesinin yanında %7.5 anne-baba, %17 kardeş-akraba ve %5.7 diğer (okul vb. )
saptandı. ( p:0.099 )
Cinsel bilgilenme olanların bilgisinin yeterliliği sorulduğunda; vakaların %39.3’ü
yeterli, %44.9’u kısmen yeterli, %15.9’u yetersiz olarak değerlendirdiği belirlendi. Anlamlı
farklılık yoktu. ( p:0.401 )
Mastürbasyon
Mastürbasyon deneyimi
Var
Yok
İUMB
11
%22
38
%76
Depresyon
8
%16
42
%84
Şizofreni
Kontrol
13
%26 2
%4
37
%74 48
%96
Toplam
34 %17.1
165 %82.9
( p:0.020 )
Kontrol grubuna göre hasta gruplarında özellikle iki uçlu mizaç bozukluğu ve
şizofreni tanılarında mastürbasyon deneyimi daha fazla saptanmıştır.
Mastürbasyona başlama yaşı ortalama 15.70 ± 5.17 olarak belirlendi. Gruplar
arasında anlamlı fark saptanmadı. ( p:0.488 )
Mastürbasyon sıklığı değerlendirildiğinde en sık haftada bir kez ( %42.4 ) şıkkının
belirtildiği saptandı. ( p:0.927 )
Mastürbasyonla ilgili düşünceleri değerlendirildiğinde;
mastürbasyon deneyimi
olan vakaların %46’sının olumlu, %46’sının olumsuz, %8’inin bilmiyorum yanıtı verdiği
belirlendi. Hasta grupları içinde ve kontrol grubu arasında fark saptanmadı. (p:0.814 )
Cinsel deneyim
60
İUMB
39
%78
11
%22
Var
Yok
Depresyon
44
%88
6
%12
Şizofreni
36
%72
14
%28
Kontrol
43
%86
7
%14
( p:0.149)
Cinsel deneyim açısından hasta grupları arasında ve kontroller arasında fark
saptanmamasına rağmen en düşük oran şizofren hastalarda ve İUMB olanlarda
saptanmıştır.
Cinsel deneyim başlangıç yaşı ortalaması; İUMB olanlarda 19 ± 3.54, depresyon
vakalarında 19.84 ± 3.69, şizofreni hastalarında 19.30 ± 4.24, kontrol grubunda 20.60 ±
5.16 olarak bulunmuştur. Hasta ve kont,rol grupları arasında anlamlı fark saptanmamıştır.
( p:0.817 )
Cinsel partner cinsiyeti; şizofren grupta bir homoseksüel birliktelik bildirimi
dışında tüm vakalar heteroseksüeldi. (p:0.14)
Cinsel Disfonksiyon
İUMB
10
%32.3
21
%67.7
Var
Yok
Depresyon
16
%36.4
28
%63.6
Şizofreni
8
%36.4
14
%63.6
Kontrol
12
%28.6
30
%71.4
Toplam
46
%33.1
93
%66.9
( P:0.0869 )
Cinsel
disfonksiyon
açısından
hasta
grupları
arasında
ve
kontrollerle
kıyaslandığında anlamlı fark saptanmadı.
Cinsel disfonksiyonun hastalıkla zamansal ilişkisi
Hast. Öncesi
Hast. Sonrası
Belirlenemeyen
İUMB
2
5
3
Depresyon
8
8
Şizofreni
1
7
-
Toplam
3
%8.8
20
%58.8
11
%32.4
Psikiyatrik hastalığı olanların hastalık sonrası dönemde ortaya çıkan cinsel
disfonksiyonun artmış olduğu saptandı. ( p:0.016 )
Disfonksiyon Tanısı
İstek azlığı veya yokluğu hasta deneklerinde ( %84.5 ) kontrol grubuna göre daha
fazla saptanmıştır. ( p:0.043 ) Disfonksiyon bildiren depresyon hastalarında %93.3’ü, iki
61
uçlu mizaç bozukluğu olanların % 70’i, şizofrenlerin %75’i ve kontrol grubunun %45.5’i
istek ekseninde sorun bildirdi. Kontrol grubunda orgazmla ilgili problem bildirimi hasta
gruplarına göre daha fazla saptanmıştır.
Cinsel Kötüye Kullanım
İUMB
5
45
Var
Yok
%10
%90
Depresyon
8
%16
42
%84
Şizofreni
15
%30
35
%70
Kontrol
2
48
%4
%96
( p:0.002)
Kontrol grubuyla kıyaslandığında hasta gruplarında özellikle şizofrenlerde anlamlı
olarak daha yüksek oranda cinsel kötüye kullanım belirlenmiştir. Hastaların tümünün %
18.6’sında cinsel kötüye kullanım mevcut idi.
Cinsel kötüye kullanımın hastalık öncesi veya hastalık sonrası olarak zamanı
tespit edildiğinde; aralarında anlamlı fark olamamasına rağmen depresyon vakalarının
hepsinde hastalık öncesi, şizofreni ve iki uçlularda ise hastalık öncesi ve hastalık sonrası
yaklaşık oranlarda olduğu saptanmıştır. ( p:0.146 )
Cinsel kötüye kullanımın niteliği değerlendirildiğinde; tüm istismarların %63.3’ü
tecavüz teşebbüsü, %30’u tecavüz, %3.3’ü ensest, %3.3’ü ise taciz olarak belirlendi, cinsel
kötüye kullanım açısından gruplar arasında anlamlı fark bulunmadı.
( p:0.515)
Hastalığın Cinsel İstek üzerindeki Etkisi
Çoğalma
İUMB
Depresyon
Şizofreni
Toplam
5
1
6
Azalma
%12.2
%2.4
%4.6
21
38
11
70
%51.2
%77.6
%26.8
%53.4
Değişmedi
Belirlemedi
12
8
12
32
3
3
17
23
%29.3
%16.3
%29.3
%24.4
%7.3
%7.3
%41.5
%17.6
( P:0.000 )
İki uçlu mizaç bozukluğu ve unipolar depresyon vakalarında cinsel istekte azalma
anlamlı olarak daha yüksek saptandı. Yine tüm psikiyatrik hasta grubunda cinsel istek
azalması %53.4 oranında en sık bildirilen hastalığın cinsel istek üzerine olan etkisi olarak
bulunmuştur.
Hastalık öncesi cinsel birliktelik sıklığı
62
Yok-eşim istediğinde
Haftada birkaç
Haftada bir
Ayda bir
İUMB
17
53.1
14 %43.8
1
%3.1
Depresyon
3
%7.7
20
%51.3
13
%10.3
3
%7.7
Şizofreni
7
%30.3
10
%38.1
3
%14.3
Kontrol
2
26
7
6
%4.9
%63.4
%17.1
%14.6
Kontrol
2
26
7
6
%4.9
%63.4
%17.1
%14.6
( p:0.349)
Hastalık sonrası ( halen ) cinsel birliktelik sıklığı
Yok-eşim istediğinde
Haftada birkaç
Haftada bir
Ayda bir
İUMB
5
11
10
6
%15.6
%34.4
%31.3
%18.8
Depresyon
10
%25.8
5
%12.8
9
%23.1
15
%38.5
Şizofreni
7
%33.3
4
%19.0
7
%33.3
3
%14.3
( p:0.001 )
Hastalık öncesi hasta gruplarının cinsel ilişki sıklığı arasında anlamlı fark
bulunmadı. Hastalık sonrası ( halen ) süren cinsel ilişki sıklığı hasta grupları arasında ve
kontrol grubu arasında anlamlı olarak farklar saptanmıştır. Hastalık sonrasında tüm hasta
gruplarında kontrol grubuna göre cinsel birliktelik sıklığı anlamlı olarak daha azdı.
Hastalık öncesi ve hastalık sonrası cinsel birliktelik sıklığı karşılaştırıldığında, tüm hasta
gruplarında azalma anlamlı oranda saptanırken özellikle depresyon vakalarındaki azalma
dikkat çekmiştir. ( p:0.019 )
EVLİLİK
İki uçlu mizaç bozukluğu hastalarının %76’sı, depresyon vakalarının %82’si,
şizofreni grubunun %64’ü en az bir kez evlenmişti.
Evlilik sayısı
Bir evlilik
1+ evlilik
İUMB
32
6
Depresyon
%84.2 39
%95.1
%4.9
%15.8 2
Şizofreni
24
%75
8
%25
Kontrol
39
%97.5
1
%2.5
( p:0.009 )
Birden fazla evlilik anlamlı olarak hasta gruplarında özellikle şizofreni ve iki uçlu
mizaç bozukluğu olanlarda fazla idi.
63
Evliliğin hukuki durumu
Hasta grupları içinde ve kontrol grubu ile arasında anlamlı fark saptanmadı.
( p:0.297 ) Evli olan hastaların %90.4’ü resmi nikahlı idi. İki uçlu mizaç bozukluğu
vakalarında 2, depresyon tanılı hastalarda 2, şizofreni grubunda 1 ve kontrol grubunda 1
kişi dini nikahlı olduğunu, yine depresyon vakalarında 3 kişi birlikte yaşadığını belirtti.
Evlilik şekli
Halen evli olanların eşiyle tanışma şekli açısından gruplar arasında anlamlı fark
saptanmadı. ( p:0.149 ) En sık evlenme şeklinin görücü usulü ( %51.1 ) olduğu, %30.5’inin
tanışarak, %15.3’ünün akraba, %3.1’inin görmeden ailenin belirlemesi ile evlendiği
saptandı.
Evlilik süresi
Halen evliliği süren hastaların ve kontrol grubunun evlilik süreleri arasında anlamlı
fark saptanmadı. ( p:0.977 ) Tüm gruplarda ortama evlilik süresi 16 yıl idi.
Eş yaş farkı
Evli olan vakaların eşleri ile olan yaş farkı değerlendirildiğinde; şizofren hastalarda
5-10 (%35 ) ve10-15 ( %25) yaş farkın, İUMB olan ( %66.7 ) ve depresiflerde ( % 73.8 )
ise 0-5 yaş farkın anlamlı olarak daha fazla olduğu belirlendi.
( p:0.042 )
Eş Eğitim Durumu
Hasta ve kontrol grubu eşlerinin eğitim düzeyleri arasında anlamlı fark saptanmadı.
Tüm eşlerin %2.3’ü okuma-yazması yok, %5.4’ü okur-yazar, %43.8’i ilkokul mezunu, %
15.4’ü ortaokul mezunu, %23.8’ lise mezunu, %9.2’si ise yüksek okul- üniversite mezunu
idi. ( p:0.497 )
64
Eş Meslek Durumu
İşsiz
Serbest-esnaf
Memur
İşçi
İUMB
8
9
13
%26.7
%30.0
%43.3
Depresyon
1
%2.4
14
%33.3
5
%11.9
22
%52.4
Şizofreni
3
%15.8
6
%31.6
10
%52.6
Kontrol
2
13
3
20
%5.3
%34.2
%7.9
%52.6
( p:0.204 )
Hasta grupları ve kontrol grubu arasında anlamlı fark saptanmamıştır. Tüm
vakaların eşlerinde en fazla rastlanan meslek grubu vasıflı/vasıfsız işçi olmaydı. Kontrol
grubu ile depresiflerin eşlerinde benzer oranlarda meslek dağılımı belirlenmiştir.
Eş Sosyal Güvence
Eşlerin sosyal güvenceleri karşılaştırıldığında gruplar arsında anlamlı fark
saptanmadı. Tüm eşlerin %6.9’u yeşil kart, %38.9’u SSK, %10.7’si bağ-kur, %17.6’sı
emekli sandığı güvencesi mevcut, %26.0’sının ise sosyal güvencesi yoktu. ( p:0.151 )
Eş Sağlık Durumu
Sağlıklı
Snr.Mental Kap.
Bedensel özürlü
Psikotik
Nevrotik
İUMB
26
1
3
%86.7
%3.3
%10.0
Depresyon
39
%92.9
3
%7.1
Şizofreni
15
1
1
3
1
%71.5
%4.8
%4.8
%14.3
%4.8
Kontrol
37
%97.4
1
%2.6
-
( p:0.029)
Eş sağlık durumu (özellikle ruhsal açıdan) hastaya sorularak
ve sağlıklı bir
yakınından teyid edilerek değerlendirildiğinde; şizofreni grubundaki deneklerde sağlıklı eş
diğer hasta ve kontrol gruplarına göre azalmış, %28.6 oranında sağlıklı olmayan ( düşük
mental kapasite, bedensel özürlü, psikotik, nevrotik ) eş vardı.
Eş Madde Kullanımı
65
Gruplar arasında anlamlı fark saptanmadı. Hasta gruplarındaki vakaların %54.8’inin
herhangi bir madde kullanmadığı, %23.65’inin sigara, %13.97’sinin alkol ve % 7.5’inin ise
esrar- psikoaktif madde içeren hap kullanımı olduğu bildirildi.
( p:0.204 )
Hastalıkla Evlenme Zamanı İlişkisi
Psikiyatrik hastalığı olan vakaların %30’unun evlenmeden önce hasta olduğu, %
70’inin ise evlendikten sonra hastalandığı belirlenmiş olup hasta grupları arasında anlamlı
fark saptanamamıştır. ( p:0.204)
Hastalıkla Boşanma Zamanı İlişkisi
İUMB
1
8
1
10
Hast. Öncesi
Hast. Sonrası
İlişkisiz
Boşanma sayısı
%10
%80
%10
%31.3
Depresyon
1
%20
1
%20
3
%60
5
%15.6
Şizofreni
1
15
1
17
%5.9
%88.2
%5.9
%53.1
Toplam
3
24
5
32
%9.4
%75.0
%15.6
%100
( p:0.029 )
Şizofreni ve İUMB vakalarında anlamlı oranda daha yüksek hastalık sonrası
boşanma saptandı.
CiNSEL YOLLA BULAŞAN HASTALIKLAR ve AİDS
Cinsel
yolla
bulaşan
hastalıklar
açısından
riskli
davranışların
değerlendirilmesi
Halen süren birliktelik
Yok
Var
İUMB
25
%50
25
%50
Depresyon
14
%28
36
%72
Şizofreni
37
%74
13
%26
Kontrol
13
%26
37
%74
HastaToplam
76
%50.6
74
%49.4
( p:0.000 )
66
Şizofren ve İUMB olan hastalarda kontrol grubuna göre anlamlı oranda düşük halen
süren düzenli birliktelik saptandı. Depresif grup kontrollerle benzer oranlarda idi. Tüm
hasta vakalar değerlendirildiğinde, kontrol grubundan daha az oranda devam eden düzenli
cinsel birliktelik belirlenmiştir.
Birden fazla partner
Yok
Var
İUMB
46
%92
4
%8
Depresyon
50
%100
-
Şizofreni
45
%90
5
%10
Kontrol
48
%96
2
%4
Hasta toplam
139
%94
9
%6
( p:0.128)
Hasta ve kontrol grupları arasında anlamlı fark olmamasına rağmen şizofreni ve
İUMB gruplarında, depresyon ve kontrol grubuna göre daha fazla birden fazla partnere
rastlanmıştır.
Aynı anda birden fazla cinsel partner
Yok
Var
İUMB
50
%100
-
Depresyon
50
%100
-
Şizofreni
47
%94
3
%6
Kontrol
50
%100
-
Hasta toplam
147
%98
3
%2
( p:0.028 )
Şizofreni vakalarında aynı anda birden fazla partner anlamlı olarak daha fazla
bildirilmiştir.
Anal ilişki
Yok
Var
İUMB
48
%96
2
%4
Depresyon
50
%100
-
Şizofreni
46
%92
4
%8
Kontrol
50
%100
-
Hasta toplam
144
%96
6
%4
( p:0.056 )
Şizofreni hastalarının %8’i ve İUMB vakalarının %4’ü anal cinsel ilişki
bildirmiştir. Kontrol ve depresif hastalarda anal cinsel ilişkiye rastlanmamıştır.
IV madde bağımlısı partner
İUMB
Depresyon
Şizofreni
Kontrol
Hasta toplam
67
Yok
Var
50
-
%100
50
-
%100
48
2
%96
%4
50
-
%100
148
2
%98.7
%1.3
( p:0.109 )
IV madde bağımlısı biriyle cinsel birliktelik sadece 2 şizofren hasta ( %4 )
tarafından bildirilmiştir.
Bir günden kısa tanıdığı biriyle birliktelik
İUMB
48
%96
2
%4
Yok
Var
Depresyon
50
%100
-
Şizofreni
45
%90
5
%10
Kontrol
48
%96
2
%4
Hasta toplam
141
%94
9
%6
( p:0.063 )
Bir günden kısa süreli tanıdığı biriyle cinsel birliktelik hasta grupları arasında ve
kontrol grubuyla kıyaslandığında anlamlı fark saptanmamıştır.
Alkol-madde kullanımı sırasında cinsel birliktelik
İUMB
50
%100
-
Yok
Var
Depresyon
50
%100
-
Şizofreni
45
%90
5
%10
Kontrol
48
%96
2
%4
Hasta toplam
143 %95.3
7
%4.7
( p:0.009)
İUMB ve depresyon vakalarında alkol-madde kullanımı sırasında veya sonrasında
cinsel birliktelik saptanmazken, istatistiki olarak anlamlı olarak şizofrenlerde daha fazla
saptanmıştır.
Kalacak yer, alkol ve madde karşılığı cinsel ilişki
Yok
Var
İUMB
50
%100
-
Depresyon
50
%100
-
Şizofreni
47
%94
3
%6
Kontrol
50
%100
-
Hasta toplam
147
%98
3
%2
( p:0.028 )
68
Şizofren hastalarda kalacak yer, alkol-madde karşılığı cinsel birliktelik -diğer hasta
grupları ve kontrol grubunda rastlamazken - anlamlı olarak daha yüksek oranda
saptanmıştır.
Zorla cinsel ilişki
Yok
Var
İUMB
47
%94
3
%6
Depresyon
47
%94
3
%6
Şizofreni
45
%90
5
%10
Kontrol
49
%98
1
%2
Hasta toplam
138
%92
12
%8
( p:0.417 )
Hasta gruplarında daha fazla görünmesine rağmen bu fark istatiksel olarak anlamlı
bulunmamıştır.
Cinsel yolla bulaşan hastalıklar hakkında bilgilenme
Şizofreni grubunda “bilgim var” diye yanıt verenlerin oranı ( %18.4 ) diğer
gruplardan anlamlı olarak daha düşük, kontrol grubu ile depresiflerin bilgilenme oranları
benzer, şizofrenler ( %40.8 ) ve İUMB olanlarda ( %34.0 ) bilgim yok yanıtı daha fazla
saptanmıştır. ( p:0.015 )
AİDS hakkında bilgilenme
Gruplar arasında istatistiki olarak anlamlı bulunmamasına rağmen depresyon
vakalarında AİDS hakkında “bilgim var” cevabı ( %76 ) daha yüksek, şizofreni ( %51.1 )
ve İUMB olan ( %42 ) hastalarda “bilgim yok –yeterli bilgim yok” cevabı daha fazla
saptanmıştır. ( p:0.079 )
Cinsel Yolla Geçen Enfeksiyon geçirme,
İki uçlu mizaç bozukluğunda %8, depresyon vakalarında %2, şizofrenlerde %12,
kontrol grubunda %4 olarak saptanan cinsel yolla bulaşan hastalık oranları için gruplar
arasında anlamlı fark bulunmamıştır. ( p:0.172 )
69
AİDS ile ilgili cümlelere yanlış-bilmiyorum cevabı
AİDS cinsel yolla bulaşır
( p:0.281)
Gebe kadından bebeğe geçer
( p:0.012)
AİDS öldürücü bir hastalıktır
( p:0.665)
Homoseksüel erkek hastalığıdır ( p:0.274)
AİDS tedavisi olan bir hastalıktır (p:0.050)
Kondom AİDS’ten korur
( p:0.007)
AİDS kan yoluyla bulaşır
( p:0.061)
Madde kullananlarda daha sıktır (p:0.015)
10
21
13
23
27
23
15
29
İUMB
%20
%42
%26
%46
%54
%46
%30
%58
Depresyon
4
%8
14
%28
8
%16
34
%68
18
%36
18
%36
10
%20
23
%46
Şizofreni
13
%26
31
%62
15
%30
30
%60
34
%64
34
%64
23
%46
36
%72
6
25
13
26
20
21
11
38
Kontrol
%12
%50
%26
%52
%40
%42
%22
%76
AİDS ile ilgili bilgilerini değerlendirmek amacıyla evet, hayır, bilmiyorum yanıtları
alınarak yapılan değerlendirmede; yanlış cevaplardan daha fazla bilmiyorum yanıtına
rastlandığı, şizofrenlerde daha fazla bilmiyorum- yanlış yanıtlarına rastlandığı, cümlelere
verilen yanıtların yarısından fazlasında gruplar arasında anlamlı fark bulunmadığı, AİDS’in
homoseksüellerde görüldüğü, tedavisinin olup olmadığı, madde kullananlardaki AİDS
riskinin artışı, kondomun AİDS’ten koruması gibi konularda daha fazla bilmiyorum-yanlış
cevabının daha fazla olduğu dikkati çekmiştir.
Cinsel yolla bulaşan hastalıklar ile ilgili bilgi edinme kaynağı grupların
hepsinde ortalama %73.4 olarak medya idi. Aile, arkadaş, okul ve ilgili kitaplar
diğerleriydi. ( p:0.584)
AİLE PLANLAMASI ve KONTRASEPSİYON
Kontrasepsiyon Bilgisi
Günah-karşıyım
Bilgim yok
Yeterli bilgim yok
Yeterli bilgim var
İUMB
2
6
25
16
%4.1
%12.2
%51.0
%32.7
Depresyon
3
%6.1
25
%51.0
21
%42.9
Şizofreni
11
%24.4
26
%57.8
8
%17.8
Kontrol
1
28
21
%2
%56
%42
( p:0.004 )
“Bilgim yok” yanıtı hasta gruplarında özellikle şizofrenlerde daha fazla, “yeterli
bilgim var” yanıtı ise depresyon vakalarıyla kontrol grubunda benzer oranlarda, şizofren
hastalarda anlamlı olarak daha düşük saptanmıştır.
70
Bildiği kontrasepsiyon yöntemleri
İUMB
Enjeksiyon
Depresyon
Şizofreni
Kontrol
(p:0.000)
21
%42
33
%66
15
%30
39
%78
Sc. Enjeksiyon (p:0.000)
11
%22
15
%30
1
%2
19
%38
Hap
(p:0.050)
48
%96
49
%98
43
%86
48
%96
Köpük-krem-jel (p:0.075)
10
%20
10
%20
2
%4
7
%14
Diyafram
(p:0.653) 4
%8
5
%10
2
%4
5
%10
İ.U.A.
(p:0.018) 48
%96
48
%96
42
%84
49
%98
Kondom
(p:0.003)
43
%86
49
%98
40
%80
49
%98
36
%72
38
%76
25
%50
37
%74
(p:0.000)
40
%80
46
%92
24
%48
47
%94
Takvim yöntemi (p:0.002)
15
%30
15
%30
3
%6
19
%38
Geri çekme
(p:0.018)
Sterilizasyon
Hasta
ve
kontrol
gruplarının
bildiği/duyduğu
kontrasepsiyon
yöntemleri
değerlendirildiğinde; şizofreni hastalarının hemen hemen bütün yöntemler konusunda daha
az bilgiye sahip olduğu, depresyon hastalarının kontrollerle benzer bilgilenme gösterdiği,
çoğu yöntemde İUMB olanların kontrol ve depresiflerle yakın bilgi düzeyinde olduğu
saptanmıştır. En çok bilinen yöntemlerin doğum kontrol hapı, intra uterin araç, kondom ve
tüp ligasyonu olduğu belirlenmiştir. Enjekte edilen kontraseptiflerin özellikle hasta grupları
tarafından yeterince bilinmediği dikkati çekmiştir.
Kullandığı Kontrasepsiyon yöntemleri
Enjeksiyon
(p:0.058)
Sc.enjeksiyon
Hap
(p:0.356)
Köpük-krem-jel (p:0.570)
Diyafram
İ.U.A.
(p:0.211)
Kondom
(p:0.045)
Geri çekme
(p:0.327)
Sterilizasyon
(p:0.331)
Takvim yöntemi (p:0.176)
İUMB
11
1
19
13
21
1
3
%22
%2
%38
%26
%42
%2
%6
Depresyon
4
%8
18
%36
2
%4
23
%46
25
%50
25
%50
5
%10
4
%8
Şizofreni
2
%4
11
%22
14
%28
15
%30
16
%32
2
%4
-
Kontrol
13
1
15
15
22
4
5
%26
%2
%30
%30
%44
%8
%10
Vakaların kullandığı kontrasepsiyon yöntemleri incelendiğinde; hasta ve kontrol
grupları arasında anlamlı fark ( kondom kullanımı depresyon vakalarında daha fazla
71
olmasının dışında ) saptanmadı. Geri çekme tüm gruplarda kullanılan en sık yöntemdi,
İ.U.A., hap, ve kondom ise diğer sık kullanılan yöntemlerdendi.
Kontrasepsiyon bilgi kaynağı
Aile
Arkadaş-komşu
Medya
Sağlık personeli
Diğer
İUMB
3
24
12
7
2
%6.3
%50.0
%25.0
%14.6
%4.2
Depresyon
2
%4.1
22
%44.9
8
%16.3
17
%34.7
-
Şizofreni
11
%26.2
13
%31.0
8
%19.0
9
%21.9
1
%2.4
Kontrol
7
22
5
15
1
%14.0
%44.0
%10.0
%30.0
%2.0
( p:0.030 )
Şizofreni hastalarında aile içi bilgilendirme diğer grup hastalara göre daha fazla,
tüm gruplarda arkadaş/komşu bilgilendirmesi en fazla, iki uçlu mizaç bozukluğu olanlarda
diğerlerine göre medya bilgilenmesi daha yüksek, sağlık personelinden bilgilenme ise
kontrol ve depresiflere göre şizofren ve iki uçlularda anlamlı olarak daha düşük
saptanmıştır.
Son gebelik öncesi kontrasepsiyon
İUMB olanların %65.7’si, unipolar depresyon vakalarının %54.8’i, şizofren
hastalarının %70’i ve kontrollerin %55.6’sı son gebelikleri öncesinde kontrasepsiyon
uygulamamıştı.
İstatistiki
açıdan gruplar
arasında anlamlı
fark
saptanmamıştır.
( p:0.447 )
Son cinsel ilişkide kontrasepsiyon kullanma
Son cinsel birlikteliklerinde; İUMB olanların %60.5’inin, depresiflerin %75.5’inin,
şizofrenlerin %68.6’sının, kontrol grubunun %81.4’ünün kontrasepsiyon uyguladığı
saptanmıştır. Gruplar arasında anlamlı fark saptanmamıştır. ( p:0.185 )
72
Sterilizasyon ile ilgili düşünce
Şizofreni vakalarında; sterilizasyon ile ilgili olumlu düşünce, İUMB ( % 72.0 ),
depresyon ( %75.55 ) ve kontrol grubundan ( %70 ) anlamlı olarak düşük oranda
( % 55.2 ) bulundu. Yine bilmiyorum yanıtı şizofrenlerde daha yüksek ( %34.0 ) iken,
depresiflerde olumsuz fikre sahip olma ( % 20.4 ) diğerlerinden fazla idi. ( p:0.003 )
Eşiyle aile planlaması ve kontrasepsiyon konusunda konuşma
Depresyon ve kontrol grubu aynı oranda ( %90.5 ) eşiyle aile planlaması ve
kontrasepsiyon konusunda konuştuğu, şizofren ( %60 evet-%40 hayır ) ve İUMB olanların
( %50 evet-%50 hayır ) ise anlamlı olarak daha düşük oranlarda bu konuları paylaştıkları
belirlenmiştir. ( p:0.000 )
Son pelvik muayene
“Son üç yıl içinde” pelvik muayene depresif grupta %76 ile en yüksek,
şizofrenlerde %26.6 ve İUMB olanlarda %37.5 ile anlamlı olarak düşük saptanmıştır.
Kontrol grubunun ise %56’sı son üç yıl içinde muayene olmuştu. “Hiç” ve “üç yıldan
önce” pelvik muayene yine şizofreni ( %73.4 ) ve İUMB olan ( %62.5 ) gruplarda yüksek
belirlenmiştir. Depresiflerde bu oran %24, kontrol vakalarında ise %44 olarak saptanmıştır.
( p:0.000 )
Aile planlaması polikliniğine başvuru
Hasta ve kontrol gruplarının son üç yılda aile planlaması polikliniğine başvuru
oranı ortalama %16 idi. Depresyon vakalarında %29.2 ile başvuru anlamlı olarak daha
fazla saptandı. ( p:0.027)
Doktor bilgilendirmesi
73
Tüm hasta gruplarında aile planlaması ve kontrasepsiyon konularında psikiyatri
doktorlarıyla konuşulması veya bilgi alınması oldukça düşüktü, %88.1 oranında bu konuda
bilgi alınmadığı veya konuşulmadığı belirtildi. ( p:0.547 )
Aile planlaması danışma merkezi talebi değerlendirildiğinde; %22.9 bilmiyorum%29.2 istemiyorum cevaplarıyla şizofren hastaların diğerlerine göre anlamlı olarak daha az
bu konuda talep bildirdikleri, İUMB, depresyon ve kontrol grubunun benzer olarak % 87
civarında istekli oldukları saptandı. ( p:0.000 )
Aile planlaması danışman cinsiyeti tercihi sorulduğunda; ortalama %59.9
oranında hemcins tercihi, İUMB grubunda daha fazla ( %48.9 ) olmak üzere depresyon
vakalarında %37.5, şizofrenlerde %20 ve kontrollerde %36.4 oranında fark etmez tercihi
saptanmıştır. ( p:0.002 )
Gebelik, doğum, düşük, kürtaj, çocuk
Gebelik
(p:0.204)
Doğum
(p:0.188)
Düşük
(p:0.787)
Kürtaj
(p:0.213)
Çocuk
(p:0.050)
Ölen çocuk
(p:0.797)
Hast.öncesi
Hast.sonrası
İUMB
19 3.2±2.2
29 3.2±2.2
Depresyon
29 2.5±1.1
24 2.8±1.6
Şizofren
22 3.3±1.7
20 2.3±2.0
Kontrol
35 3.4±1.7
Hast.öncesi
Hast.sonrası
18
21
2.3±1.3
2.3±1.3
27
16
2.0±0.8
2.0±1.0
20
15
2.6±1.7
1.3±0.6
32
2.5±1.7
Hast.öncesi
Hast.sonrası
7
10
1.3±0.5
1.2±0.6
4
6
1.0±0.0
1.7±1.0
9
3
1.5±1.0
1.0±0.0
5
1.8±1.3
Hast.öncesi
Hast.sonrası
4
20
2.5±1.0
1.8±1.1
9
12
1.4±0.5
1.8±1.1
7
8
1.7±0.5
2.7±2.1
16
1.4±0.8
Hast.öncesi
Hast.sonrası
15
20
2.5±1.2
2.1±1.2
28
16
1.9±0.7
2.0±1.0
21
14
2.3±1.1
1.3±0.6
30
2.4±1.1
Hast.öncesi
Hast.sonrası
5
4
1.2±0.4
1.0±0.0
1
0
1.0
-
3
2
1.7±0.6
1.0±0.0
1
1.0
Hasta grupları ile kontrol grubu toplam hamilelik, doğum, düşük, kürtaj, çocuk
sayısı ve ölen çocuklar açısından kıyaslandığında aralarında anlamlı fark saptanmadı.
74
İUMB olanlarda hastalık sonrasında gebelik, doğum, düşük, kürtaj, çocuk
sayılarında hastalık öncesine göre artış gözlenirken, depresyon vakalarında düşük, kürtaj
sayılarında artış, şizofrenlerde ise bütün itemlerde azalma olduğu saptanmıştır.
GEBELİK ve ÇOCUK SAHİBİ OLMA
Planlı gebelik
Hasta ve kontrol grupları arasında anlamlı fark olmamasına rağmen İUMB
olanlarda “bir kısmı planlı” ( %42.9 ), depresyon vakalarında “hepsi planlı” ( %43.9 ),
şizofrenlerde “hepsi plansız” ( %46.7 )ve kontrol grubunda ise her şıkkın dağılımı benzer
olarak bulunmuştur. ( p:0.391 )
Çocuk sahibi olma isteği
Hasta grupları içinde ve kontrollerle kıyaslandığında anlamlı fark saptanmadı.
Ortalama hasta vakalarında %34, kontrol grubunda ise %33.3 oranında ilk kez veya tekrar
çocuk sahibi olma isteği vardı. ( p:0.322 )
Çocuk algısı
Kontrol grubuna göre çocuğunu ‘yük’ veya ‘hastalık dönemlerinde keşke
doğurmasaydım’ şıkkı hasta gruplarında anlamlı olarak daha yüksek oranda idi.
Hastalardaki ortalama olarak %66 oranında saptanan mutluluk kaynağı algısı kontrol
grubunda %93.9’a çıkmaktaydı. ( p:0.000 )
75
Çocuğa çabuk sinirlenme
Hasta ve kontrol grupları arasında anlamlı fark saptanmadı. Ortalama %61’i “evet
sinirlendirir” yanıtını verirken %39’u “hayır sinirlendirmez” yanıtın verdi.
( p:0.577 )
Doğumdan sonra bebeklerle yeterince ilgilenme
Yetersiz
Yeterli
İUMB
12
%37.5
20
%62.5
Depresyon
8
%19.5
33
%80.5
Şizofreni
13
%46.4
15
%53.6
Kontrol
3
%9.1
30
%90.1
Hasta toplam
33
%32.7
68
%67.3
( p:0.003 )
Doğum
sonrası
bebekleriyle
yeterince
ilgilenip
ilgilenemedikleri
değerlendirildiğinde hasta gruplarında kontrollere göre anlamlı olarak daha düşük
ilgilenebilme saptanmıştır. ( p:0.003 )
Çocuk yetiştirmede ihmal düşüncesi
Kontrol grubunda %30.3 ve depresyon vakalarında %36.6 olarak bildirilen “çocuk
yetiştirirken ihmal ettim” düşüncesi; İUMB olanlarda %45.2, şizofrenlerde ise %50 ‘ye
artış gösterirken, bu fark istatistiki olarak anlamlı bulunmamıştır. ( p:0.404 )
Çocukları kim büyütüyor
Biyojik ebeveyn
Bio.ebeveyn+aile dest.
1. derece akraba
Evlatlık,yurda verilme
İUMB
14
10
7
1
%43.8
%31.2
%21.9
%3.1
Depresyon
29
%70.8
11
%26.8
1
%2.4
-
Şizofreni
4
%14.9
11
%40.7
9
%33.3
3
%11.1
Kontrol
28
%84.8
5
%15.2
-
( p:0.000 )
Çocukların anne dışında birisi tarafından büyütülmesi; şizofreni ve İUMB olan
hasta gruplarında, kontrol ve depresif gruba göre anlamlı olarak daha yüksek oranda
saptandı. Hasta gruplarının hepsinde çocuk bakımı konusunda yardım alma ve 1. derece
akraba ( sağlıklı eş, hala, amca, büyükanne-büyükbaba vs. ) tarafından büyütülme
kontrollerden daha fazla idi.
76
Başka birinin çocuğunu büyütme
Gruplar arası anlamlı fark saptanmamasına rağmen şizofrenlerde %2.8, İUMB’nda
%13.9, depresyon vakalarında %13 ve kontrollerde %12.2 oranında bir başkasının
çocuğuna bakım belirlenmiştir. ( p:0.375 )
Hamilelikte nöroleptik kullanımı
Hasta
grupları
gebelikleri
sırasında
nöroleptik
kullanımı
açısından
değerlendirildiğinde; anlamlı fark saptanmamasına rağmen İUMB olanlarda %21.2,
depresyon vakalarında %9.8, şizofren hastalarda %14.8 oranında kısmen veya sürekli ilaç
kullanımı bildirildi. ( p:0.387 )
Gebelik sırasında hastalığın gidişi
İki uçlu mizaç bozukluğu olanların 35’i, depresiflerin 41’i ve şizofren vakaların
27’si en az bir kere gebelik yaşamıştı. İUMB olan üç kişinin gebelikleri devam etmemişti.
4 şizofren vakadan yeterli cevap alınamadı.
Hosp.gerektirir alevlenme
Ayaktan tedavi
Remisyon
İUMB
6
%18.8
1
%3.1
25
%78.1
Depresyon
2
%5.0
7
%17.5
32
%77.5
Şizofreni
1
%4.3
2
%8.7
20
%87.0
Toplam
9
%9.5
10
%10.5
76
%80.0
( p:0.086 )
Gebelik sırasında psikiyatrik hastalıkların gidişi ile ilgili hasta grupları arasında
istatistiki olarak anlamlı fark olmamasına rağmen İUMB olan grupta hospitalizasyonu
gerektirir alevlenme ve depresyon grubunda ise ayaktan tedavi ile kontrol altına alınan
alevlenmenin daha fazla olduğu tespit edilmiştir.
Postpartum dönemde hastalığın gidişi
Hosp.gerektirir alevlenme
Ayaktan tedavi
Remisyon
İUMB
12
%37.5
7
%21.9
13
%40.6
Depresyon
1
%2.4
8
%19.5
32
%78.0
Şizofreni
10
%38.5
7
%26.9
9
%34.6
Toplam
23
%23.2
22
%22.2
54
%54.5
( p:0.000 )
Postpartum dönemde İUMB ve şizofrenlerde hospitalizasyonu gerektirir
alevlenme anlamlı olarak yüksek oranda saptanmıştır. Depresyon vakalarında ise
remisyon bu dönemde diğer hasta gruplarına göre daha fazla oranda bulunmuştur.
77
Gebelik öncesi ile gebelik sırasındaki duygulanımlarının karşılaştırılması
istendiğinde, kontrol ve hasta grupları arasında anlamlı fark olmadığı; tüm vakaların %
68.4’ünün gebelik ve öncesi farklı hissetmediği, %24.8’inin gebelikte daha kötü
hissettiği, % 6.8’inin ise daha iyi hissettiği belirtilmiştir. ( p:0.151 )
Gebelik sırasında doktor kontrolü
Düzenli doktor kontrolünün şizofreni ( %28.6 ) ve İUMB ( %36.4 ) vakalarında,
anlamlı olarak daha düşük, depresyon ( %63.4 ) ve kontrol vakalarında ( %51.5 ) daha
yüksek oranda olduğu saptanmıştır. ( p:0.049 )
Doğum komplikasyonu olup olmadığı değerlendirildiğinde; gruplar arasında
anlamlı fark olmadığı, hasta vakaların ortalama %12’sinde komplikasyon varlığı
belirtildi. ( p:0.504 )
Gebeliğe karşı tutum
Kontrol grubunda gebeliğe daha yüksek oranda ( %84.8 ) olumlu bakış var iken
hasta gruplarında ortalama %27 oranıyla daha fazla menfi düşünce mevcut idi.
( p:0.158 )
Çok Boyutlu Algılanan Sosyal Destek Formu
İUMB
Özel insan (p:0.000) 20.95±7.60
Aile
(p:0.147) 22.89±6.56
Arkadaş
(p:0.000) 13.61±9.34
Depresyon
20.08±7.25
20.76±7.33
15.24±8.46
Şizofreni
12.38±7.60
20.34±6.98
8.89±6.70
Kontrol
22.85±6.98
22.79±6.93
20.16±7.91
Sosyal destek sistemlerinden özel insanla ilgili olarak İUMB ve depresyon
gruplarının kontrollerden farklı olmadığı ancak şizofren vakaların diğer hasta ve kontrol
gruplarına oranla anlamlı olarak daha düşük destek algıladığı belirlendi. Aile desteği algısı
açısından çalışma grupları arasında fark yoktu. Arkadaş ile ilgili algılanan sosyal destek
hasta gruplarında kontrol grubundan anlamlı olarak düşük ayrıca şizofren hastalarda ise
diğer hasta gruplarından daha düşük olarak saptandı.
Young Mani, Hamilton Depresyon ve PANSS Sonuçları
78
Young Mani Değ.
Hamilton Depresyon
PANSS
PANSS pozitif
PANSS negatif
PANSS genel
İUMB
Ort.
Min-max
0.79±2
0-10
0.96±3.56
0-18
-
Depresyon
Ort.
Min-max
6.48±5.84
0-17
-
Şizofreni
Ort.
Min-max
72.5±9.93
47-88
16.5±3.27
11-24
21.6±4.64
11-32
34.4±4.59
24-41
TARTIŞMA
Şizofreni, iki uçlu mizaç bozukluğu ve depresyon kişilerin hayatında önemli
değişiklikler yaratan ciddi psikiyatrik hastalıklardır. Şizofreni heterojen bir hastalık grubu
olmasına karşın, genel olarak önemli oranda yeti yitimi ve yaşam kalitesindeki çeşitli
yetersizliklere neden olabilmektedir. Depresyonda; evliliğe, iş hayatına yada sosyal
ilişkilere tam katılım yeteneğinde
bozulma olabileceği bildirilmektedir (52). Depresif
hastaların ruhsal durumları ile sosyal yetersizlikleri arasında sınırlı bir bağlantı olmakla
birlikte ciddi uyum sorunları mevcuttur. İşte, evde, sosyal alanda problemleri vardır ve
sıklıkla sinirlilik, kişiler arası sürtüşme ve zayıf iletişimi içeren tarzda, yakın ilişkileri
sürdürmede önemli sorunlara sahiptirler (47). İUMB hastalarının uzun dönem takiplerinde,
hastaların %35’inin işlevselliğinde önemli bir azalma olduğu izlenmiştir. Hastaların
2/3’ünde iş verimi düşmekte, 1/3’ünde sosyal işlevsellik azalmakta, %45’i ise hastalıkları
sebebiyle eşlerinden ayrılmaktadır. Genel olarak hastaneye yatıştan 5 yıl sonra hastaların %
60 ‘ının işlevselliğinde bozulma oluştuğu görülmüştür. Hastaların %69’unun ara
dönemlerde kişilerarası ya da mesleki zorluklar yaşadıkları gözlemlenmiştir (25,26).
Şizofreni ve mizaç bozukluklarının kişilerin hayatında meydana getirdiği
değişiklikler; kişilerin meslek, sosyal güvence, medeni durum, madde kullanımının yanı
sıra cinsel yaşam, evlilik, aile planlaması ve çocuk sahibi olma gibi insan hayatının
üretkenlik dönemi karakterlerini yakından ilgilendirmektedir. Bu çalışmada, sözü edilen
hastalıkların kadın hastaların meslek, sosyal güvence, medeni durum ve madde kullanımı
gibi demografik özellikleri üzerine etkisi incelendikten sonra cinsellik, evlilik, aile
planlaması ve kontrasepsiyon, ebeveynliğin üzerindeki etkileri araştırılmaya çalışılmıştır.
Çalışmamızda şizofren, iki uçlu mizaç bozukluğu, unipolar depresyon ve kontrol
vakalarının yaş ortalamaları, eğitim düzeyleri, yaşadıkları yer gibi demografik özellikleri
benzer olarak bulunmuştur. Eğitim durumları değerlendirildiğinde; gruplar arası anlamlı
79
fark olmadığı, en sık ilkokul mezunu ( % 48.7 ) ve 2. sırada ise lise mezunu ( % 26 )
oldukları saptandı.
Hastalarımızın, hastalık öncesi ile hastalık sonrası meslek sahibi olmaları
karşılaştırıldığında meslek sahibi olan kadınların sayısının hastalık sonrasında anlamlı
oranda azaldığı saptandı. Hastalık öncesi %66 olan ev hanımı veya çalışmayan oranı
hastalık sonrasında %83,3’e ulaşmıştır. Işık ve arkadaşlarının çalışmasında benzer olarak
hastalık öncesi kadınların % 61.5’i ev hanımı iken, hastalık sonrası bu oranın % 78.8 ‘e
çıktığı, erkek hastalarda ise hastalık öncesi % 5.3 olan işsizlik oranının hastalık sonrası %
63.2’ye çıktığı görüldüğü belirtilmiştir (41). Coverdale (1997) çalışmasında hasta
kadınların ancak %18’inin çalıştığını belirlemiştir (69). Bizim çalışmamızda literatürle
uygun sonuçlar bulunmuş olup yalnız şizofreni hastalarının değil bipolar ve unipolar
depresyon hastalarının da iş kaybına uğrayabildiği gösterilmiştir.
Psikiyatrik hastalıkların evlilik üzerinde ciddi biçimde olumsuz etkileri olduğu
saptandı. İUMB hastalarının %52’si, depresyon vakalarının %74’ü ve şizofrenlerin % 28’i
halen evli idi. Hastalık öncesi medeni durum açısından hasta grupları arasında anlamlı fark
gözlenmezken, hastalık sonrasında özellikle şizofreni hastalarında bekar, boşanmış ve ayrı
yaşayan oranı daha yüksek, depresyon ve kontrol grupları benzer, İUMB grubunda ise
boşanma ve ayrı yaşama kontrol grubundan fazla olarak saptanmıştır. Literatürde
şizofreninin evlenme olasılığını azalttığı bildirilmektedir (14,16,41,49,51,52,58). Göğüş ve
arkadaşları şizofreni hastalarıyla yaptıkları çalışmada; hastalık öncesi ve sonrası arasında
medeni durum açısından fark olmadığını belirtmiş, bu bulguyu geleneksel aile yapısının
sürüyor olmasına bağlamışlardır (85). Grunebaum mental hastalığı olanlarda boşanma, ayrı
yaşama ve düzeni bozulmuş evliliklerin daha fazla olduğunu saptamıştır (1). Coverdale
boşanma oranlarını mental hastalığı olan kadınlarda %51 olarak bildirmiştir (2). Perris
İUMB olanlarda unipolar depresyonlulara kıyasla evlilik oranlarını anlamlı düşük
bulmuştur (51).
Bizim çalışmamızda boşanma/ayrı yaşama oranları İUMB olan hastalarda %20,
unipolar depresyonu olanlarda %12, şizofreni hastalarında %38 olarak topluma göre
yüksek ancak yurtdışındaki araştırmalardaki oranlardan daha düşük olarak saptanmıştır.
Bunun ülkemizde henüz aile bütünlüğü kavramının öneminin devam ediyor olması ile
açıklanabilir olduğu düşünülmüştür. Göğüş ve arkadaşlarının aksine hastalık sonrası
80
medeni durum değişikliğinin tüm hasta gruplarında izlendiği, ancak şizofrenlerde çok
belirgin olduğu saptanmıştır.
Brown’ın (1998) şizofren hastalar ve aileleri ile ilgili çalışmasında; şizofren
hastaların sosyal durumunun kötü olduğu; ancak %11’inin iş bulabildiği, %38’inin
evlendiği, kadınların % 60‘ının, erkeklerin ise %25’inin çocuğunun olduğu göstermiştir. 15
yıllık izleme dayanan bu çalışmada, şizofren hastaların %57’sinin ailesi ile yaşadığı, geri
kalanının yalnız yaşadığı ve hastane yurdu, hastane grup evleri ve yardım evleri gibi
kurumlardan yararlandıkları saptanmıştır. İlk epizod çalışmaları hastaların daha yüksek
oranda aileleriyle kaldığını göstermiş ama bu çalışmalardaki hastaların muhtemelen daha
genç ve iyi prognozlu olduğu belirtilmiştir. Yaşı 65’ten büyük olan hastaların genel
populasyona göre 10 kat fazla bu yardımcı kuruluşlardan faydalandıkları gösterilmiştir
(86).
Bizim çalışmamızda gruplar arasında aile desteği açısından anlamlı fark olmadığı,
psikiyatrik hasta grubunun %71 yeterli, %25 kısmen yeterli, %3,4 hiç destek almadıkları
öğrenildi. Hastaların hemen hepsi aileleriyle yaşıyordu. Vedi (1999)’nin
şizofreni
hastalarının sosyal destek incelemesinde, hastaların %62’sinin aileleri tarafında oldukça iyi
desteklendiğini, geri kalanların da en azından yetersiz de olsa aileleri içinde
barındırıldıkları, %4 oranında sokakta yaşadığı tespit edilmiştir (39).
Ülkemizde
psikiyatrik hastaların aile desteğinin halen yüksek oranda devam ettiği, özellikle kadın
hastalar söz konusu olduğunda sosyo-kültürel özellikler nedeniyle koruyucu tutumun arttığı
düşünülmüştür.
Çalışmamızda çok boyutlu algılanan sosyal destek formu (8) ile değerlendirilen
sosyal destek sistemlerinden özel insanla ilgili olarak; İUMB ve depresyon vakalarının
kontrollerden farklı olmadığı, ancak şizofren vakaların diğer hasta ve kontrol gruplarına
oranla anlamlı olarak daha düşük destek algıladığı belirlendi. Aile desteği algısı açısından
çalışma grupları arasında fark yoktu. Arkadaş ile ilgili algılanan sosyal destek; hasta
gruplarında kontrol grubundan anlamlı olarak düşük ayrıca şizofren hastalarda ise diğer
hasta gruplarından daha düşük olarak saptandı. Buradan tüm hasta gruplarının aile
desteğinin olduğu sonucuna varılabileceği düşünülmüş, şizofren hastaların sosyal
ilişkilerinin bozulması, içe kapanmaya bağlı olarak hayatlarındaki özel insan olarak
nitelenebilecek şahısların az olduğu, tüm hasta gruplarında arkadaşlık ilişkilerinin azaldığı
belirlenmiştir. İki uçlu mizaç bozukluğu ve depresyon vakalarının arkadaş algılarının düşük
81
olması; bu hastalıkların hastaların kişilerarası ilişkilerine olumsuz etkileri ve dolayısıyla
sosyal yaşantılarında neden olduğu aksaklıklar olarak değerlendirilmiştir.
Psikiyatrik tedavi gören hastaların %40-100’ünün nikotin bağımlılığı olduğu,
nikotin bağımlılığı için tedavi edilenlerin %61’inde de depresyon öyküsü olduğu
bildirilmektedir (47). ABD’de epidemiyolojik alan tarama çalışmasında psikiyatrik
bozukluğu olan vakaların % 25-75’sinin madde kötüye kullanımı veya bağımlılığı tanısı
aldığı gösterilmiş, bu oranın genel topluma göre 4.6 kat daha fazla bulunduğu saptanmıştır
(87).
Çalışma hastalarımızda hastalık öncesi %23,3 olan sigara kullanımı hastalık
sonrasında %46,6’ya yükselmiş olup, hastalık öncesi ile hastalık sonrası arasında bu
konuda anlamlı fark tespit edilmiştir, bunun dışında hasta grupları ve kontrol grubunun
madde kullanımı arasında anlamlı fark saptanmamıştır. Alkol kullanımı yalnızca beş
hastada ( %3.3) saptanmış olup, hasta grubunda bir kişi, kontrol grubunda bir olmak üzere
iki kişide esrar kullanımı olduğunu belirtmiştir
Öğel ve arkadaşlarının İstanbul ilinde sigara kullanım yaygınlığını inceledikleri
çalışmada; düzenli sigara kullanımı oranı %60.3 olarak bulunmuş, erkeklerde kadınlara
göre 4 kat daha fazla sigara deneyimi saptanmıştır (88). Ülkemizdeki birçok çalışma
sonuçları gözden geçirildiğinde; şizofreni hastalarında sigara kullanma oranlarının %50 ile
%63.3 arasında olduğu, yaşam boyu alkol kullanımın %63.3 olarak bulunduğu ancak
kötüye kullanım veya bağımlılığın %7 ile 20.7 arasında saptandığı bildirilmiştir (89,90).
Bizim çalışmamızda madde kullanımı oranları hasta ve kontrol grupları arasında
anlamlı fark saptanmadı. Ancak hastalık öncesi ve sonrasında sigara kullanımının anlamlı
olarak arttığı dikkati çekmektedir. Hastalardaki sigara kullanımı literatüre yakın oranlarda
saptanmıştır. Vakaların kadın olmasının madde kullanımını azaltıcı faktör olduğu,
ülkemizde aile desteğinin varlığı, hastaların genellikle ailelerine bağımlı bir hayat
sürmeleri ve genel populasyonda alkol ve madde kullanım bozuklukları sıklığının düşük
olması gibi faktörlerin alkol ve madde kullanımını azalttığı düşünülmüştür.
Stres verici çevresel olaylar, depresyonun muhtemel tetikleyicileri olarak görülürler.
Uzun yıllardır, özellikle kaybı içeren sosyal değişikliklerin depresyonu harekete geçirdiği
bilinir. Depresyonlu bireyler, hastalığın başlangıcından önce, genel nüfustakiler göre daha
ciddi istenmeyen olaylar yaşarlar. Bekarlık, boşanma, dul olma, yalnız yaşama gibi
82
durumların depresyon riskini arttırdığı düşünülmektedir. Ayrıca
zaman baskısı, iş
güvensizliği gibi iş streslerinin de depresyonda önemli olduğu düşünülmektedir (47).
Evren (1998), iki uçlu mizaç bozukluğu tanılı 44’ü kadın 100 hastada ilk ve son
hecmeleri öncesi stres veren yaşam olayı geçirip geçirmediklerini araştırdığı çalışmasında;
kadın hastaların ilk hecme öncesinde %70.5’inde, son hecme öncesinde ise %40.9’unda
stres verici yaşam olayı olduğu tespit edilmiştir. En fazla karşılaşılan yaşam olayının ilk
atak öncesi %41.7, son atak öncesi %36.4 oranıyla evlilik ve karşı cinsle olan ilişkiler
olduğu, ilk atak öncesinde stres veririci yaşam olayı bulunanlarda evli ve dul sayısının fazla
olduğu belirlenmiştir (91).
Bizim çalışmamızda, iki uçlu mizaç bozukluğunda % 52, depresif grupta % 70,
şizofreni hastalarında % 30 oranında hastalık başlangıcı öncesi stres verici yaşam olayları
olduğu belirtildi. Hasta grupları arasında anlamlı fark olduğu özellikle depresyon
vakalarında daha fazla hastalık öncesi stres verici yaşam olayı olduğu saptandı. Bu sonuçlar
literatürle uyumlu olarak, depresyon gibi bipolar hastalığın etyolojisinde ortaya çıkartıcı
etken olarak stresör olayların ilişkisinin olabileceğini düşündürmüştür.
Genetik komponentin psikiyatrik hastalıklar içinde önemli olduğu belirtilmekte ve
bu konuda çalışmalar sürdürülmektedir. Şizofrenide genetik geçiş için %8-47 gibi
oranlarda verilmekte, tüm İUMB olanların yaklaşık % 50’sinin en azından bir ebeveyninde
duygudurum bozukluğu olması ile genetik geçiş gösterildiği, İUMB da genetik geçişin
depresyondan daha güçlü olduğu Kaplan tarafından belirtilmektedir (12).
Hasta gruplarımızdan İUMB olanların
% 52’sinde, depresyon vakalarının %
42’sinde, şizofren hastaların % 46’sında ailede hastalık öyküsü saptandı. İki uçlu mizaç
bozukluğu olan hastaların ailesinde mizaç bozukluğu (%30), depresyon grubu ailesinde
depresyon (%24), şizofren yakınlarında (%34 )
psikoz (şizofreni, atipik psikoz …..)
tanıları anlamlı olarak fazla idi.
Işık‘ın (2000) çalışmasında şizofrenlerde ailede rahatsızlık öyküsü kadınlarda %
40.4, erkeklerde %36.8, Vedi’nin (1999) çalışmasında erkeklerde %34, kadınlarda %48
olarak bulunmuştur (39,41). Üçok (2001) çalışmasında, kadın şizofreni hastalarının birinci
derece yakınlarında %12.5, ikinci derece akrabalarında %7.1, toplam %18.6 oranında
şizofreni tanısı var olduğunu saptamıştır (92). Keitner (1990), depresif ebeveynlerin
çocuklarında, DSM-III tanı oranlarının %65-73 arasında iken kontrol ailelerin çocuklarında
83
%52-65 arasında
olduğunu, ayrıca; depresif ebeveynlerin çocuklarında, (12 yaş)
depresyonun normal ailelerin çocuklarına (16-17 yaş) göre çok daha erken yaşlarda
başladığının bildirilmekte olduğunu belirtmiştir (37).
Bizim çalışmamızda hasta gruplarının ailelerinde psikiyatrik hastalık öyküsü
kontrol vakalarının ailelerine göre yüksek oranda saptanmış olup, bu sonuçlar literatürle
uyumludur. Mizaç bozukluğu olanların yakınlarında mizaç, şizofrenik bozukluğu olanların
yakınlarında şizofreni veya benzer klinik tablolar daha yüksek oranlarda belirlenmiştir.
İki uçlu mizaç bozukluğu hastalarının hastalık başlangıç yaşı ortalaması 20.8 ±5.33,
depresyon grubunda 26.6± 7.79, şizofrenlerde 22.64 ±6.53) olarak hesaplanmıştır. Hastalık
başlama yaşı depresyon grubunda anlamlı olarak daha geç, İUMB olanlarda diğer hasta
gruplarına göre daha erken saptanmıştır. Bu bulgular
literatürle uyumludur
(9,11,10,12,16,18,24).
Psikiyatrik hastalığı olan vakaların %30’unun evlenmeden önce hasta olduğu, %
70’inin ise evlendikten sonra hastalandığı belirlenmiş olup hasta grupları arasında anlamlı
fark saptanmamıştır. Bu sonuç bize ülkemizde kişilerin erken yaşlarda evlendikleri ve
çoğunlukla hastalık başlamasının evlilik sonrası döneme denk geldiğini göstermektedir.
Lane (1995), evlilik oranını şizofren kadınlarda % 52.3, erkeklerde %26.8, iki uçlu
kadınlarda % 71.1, erkeklerde %46.8, nörotik kadınlarda % 75.3, erkeklerde % 59 olarak
saptamıştır (53). Şizofrenili kadın hastaların daha sosyal; erkeklerden daha sık cinsel
deneyim yaşadıkları, evlendikleri ve çocuk sahibi oldukları çeşitli çalışmalarda
bildirilmiştir (2,14,59).
Bizim çalışmamızda şizofrenlerin %64’ü, iki uçlu mizaç bozukluğu hastalarının %
76’sı, depresyon vakalarının % 82’si en az bir kez evlenmişti. Birden fazla evlilik anlamlı
olarak hasta gruplarında özellikle şizofreni (%25) ve iki uçlu mizaç bozukluğu olanlarda
(%15.8) fazla idi. Jönsson (1991) bipolarların evlilik oranlarının toplumla uyumlu
olduğunu, şizofrenlerin ise daha düşük olduğunu bildirmektedir (51). Vakalarımızın evlilik
oranları literatür ile uygunluk göstermektedir.
CİNSEL YAŞAM
Tümerdem’in (1985) yaptığı epidemiyolojik çalışmada, menarş yaş ortalaması
12.875, Sevimli’nin (2000) çalışmasında; depresif grupta 13.65, bipolar grupta 13.57,
84
kontrol grubunda 13.44, şizofrenik grupta 13.30 olarak bildirilmektedir.(15) Bizim
çalışmamızda; menstürasyon başlangıç yaşı iki uçlu mizaç bozukluğu hastalarında
13,18±1.30, depresyon hastalarında 14.04±1.49, şizofreni grubunda 13.18±1.47, kontrol
grubu deneklerinde ise 13.20±1.41 olarak saptanmıştır. Menarş yaşının Sevimli’nin
çalışmasıyla benzer, Kaplan’daki ve Tümerdem’in çalışmasından yüksek olmasının,
vakaların doğdukları bölgelerin rakım ve iklim koşullarıyla ilgili olabileceği düşünüldü.
Menstürasyon öncesi bilgilenmenin vakalarımızda ortalama %65.5 oranında
olduğu, bilgi kaynağı değerlendirildiğinde, tüm vakaların % 42.9’unda anne-baba, %29.3
‘ünde kardeş-akraba, %24.1 ‘inde arkadaşlar olup, %3.8’inin ise diğer kaynaklardan
bilgilendiği saptandı. İlk menstürasyona tüm grupların ortalama %55 olumlu, %43.5
olumsuz ve %1.5 bilmiyorum-hatırlamıyorum olarak yanıt verdikleri, verdikleri tepkiler
yönünden gruplar arasında anlamlı fark olmadığı saptandı.
Işık’ın (2000) çalışmasında, olguların %42’sinin adet kanaması hakkında önceden
bilgilendirildiklerini ve bunun sıklıkla anneleri (%78) tarafından olduğunu, ilk adetlerine
karşı gösterdikleri tepkilerini %73 oranında korku, utanma, üzüntü,telaş gibi olumsuz
olarak tanımladıkları bildirilmektedir (41). Sevimli’nin (1999) çalışmasında bizim
çalışmaya benzer olarak % 30.32 oranında bilgisi yok, % 33.76 ‘sı anne-abla, % 32.96’sı
arkadaş-akraba, % 2.95 basın-yayın organlarından bilgi edindikleri belirtilmektedir (15).
Işık ve arkadaşlarının (2000) çalışmasında; kadın hastaların %73.1’i, erkek
hastaların %50.9’u cinsel konular hakkında bugüne kadar başkalarından bilgi almadıklarını
belirtirken, bilgi alan kadın ve erkeklerin bu bilgiyi en sık 14-18 yaşları arasında ve
arkadaşlar veya gazete-dergi gibi yayın organlarından aldıkları ancak %85 oranında bu
bilginin düzeyini yetersiz veya kısmen yeterli bulduklarını tespit etmişlerdir (41).
Çalışmamızda hasta grupları ve kontrol grubu arasında farklılık saptanmadığı, %53
‘ünün cinsel konularda bilgilendiği, cinsel bilgilenme yaşının şizofreni hastalarında diğer
hasta ve kontrol grubuna göre daha erken olduğu ( 14.33 ±2.21 ), grupların ortalamasının
ise 15.58 ± 2.80 olduğu saptandı. Şizofrenlerde cinsel bilgilenmenin literatür bilgisinin
aksine erken yaşta bildirilmesinin alınan cevapların güvenilirliği ile ilgili olabileceği
düşünüldü (46). Cinsel bilgi kaynağı olarak daha çok arkadaş ( % 39.6 ) ve medya ( % 30.2
) bildirilmesinin yanında % 7.5 anne-baba, % 17 kardeş-akraba ve %5.7 diğer (okul vb. )
idi. “Cinsel bilgim var” diye yanıt verenlerin cinsellikle ilgili bilgisinin yeterliliği
85
sorulduğunda; vakaların
% 60.8’unun “kısmen yeterli/yetersiz” olarak değerlendirdiği
belirlendi.
Şizofrenili hastalarda cinsel anatomi ve fizyoloji ile ilgili bir çok yanlış
bilgilenmenin olduğu bulunmuş, hastalara kısa sürede temel cinsel bilgiler öğretilmiş ancak
tekrar bilgilendirme olmaksızın zamanla bilgi ve becerilerinin gerilediği gözlemlenmiştir
(14).
Ülkemizde cinsel bilgilenmenin daha çok kulaktan duyma veya yetersiz
kaynaklardan yanlış veya eksiklerle dolu olduğu, hasta ve kontrol grubunun bilgilenme
konusunda çok farklılık göstermediği, bunun da çalışmaya alınan olgularda hastalıkların
çoğunlukla bilgilenme yaşı sonrası başlaması ile ilgili olabileceği düşünülmüştür.
Mastürbasyon deneyimi şizofrenlerde % 26, İUMB olanlarda % 22, depresiflerde
% 16 ve kontrol grubunda % 4 oranında saptanmıştır. Kontrol grubuna göre hasta
gruplarında özellikle iki uçlu mizaç bozukluğu ve şizofreni tanılarında mastürbasyon
deneyimi daha fazla saptanmıştır. Mastürbasyona başlama yaşı ortalama 15.70 ± 5.17
olarak belirlendi. Gruplar arasında anlamlı fark saptanmadı. Mastürbasyon sıklığı
değerlendirildiğinde, en sık “haftada bir kez” yapıldığı bildirildi. Mastürbasyon deneyimi
olan vakaların mastürbasyon hakkında; %46’sının olumlu, %46’sının olumsuz, %8’inin
bilmiyorum yanıtı verdiği, hasta grupları içinde ve kontrol grubu arasında fark olmadığı
belirlendi.
Işık ve arkadaşlarının 2000 yılındaki çalışmasında kadın hastaların % 28.8’inin,
erkek hastaların % 87.7’sinin mastürbasyon yaptığı, kadınların % 20’sinin 18 yaşında,
erkeklerin %26’sının 14 yaşında mastürbasyona başladığı, kadınların sıklıkla (%60) ayda
birkaç kez veya daha seyrek, erkeklerin ise haftada birkaç gün olmak üzere daha sık
mastürbasyon yaptıkları, kadınların %59.8’inin, erkeklerin %50.9’unun mastürbasyon
hakkında olumsuz fikre sahip olduğu tespit edilmiştir (41). Bizim çalışma bulgularımızın,
Işık’ın çalışma sonuçlarıyla benzer olduğu görülmüştür. Kadınlarda, erkeklere göre
toplumumuzda cinselliğin tüm alanlarında olduğu gibi mastürbasyon konusunda gerek
bilgilenme gerekse deneyim eksikliği olduğu göze çarpmıştır. Hasta gruplarında
mastürbasyon oranlarının kontrol vakalarına göre daha yüksek olmasının hastaların
evlenme veya düzenli cinsel partnerleri olmaması ile ilgili olabileceği düşünülmüştür.
86
İUMB grubunda % 78, depresyon grubunda % 88, şizofren grupta % 72 ve kontrol
grubunda %86 oranında cinsel deneyiminin olduğu saptandı. Cinsel deneyim açısından en
düşük oran şizofren hastalarda ve İUMB olanlarda saptanmasına rağmen hasta grupları
arasında ve kontroller arasında fark saptanmamıştır. Ancak halen süren birliktelik oranları
şizofreni ve İUMB olan hastalarda anlamlı olarak düşük bulunmuştur. Cinsel birlikteliğe
başlama yaşının, tüm hasta gruplarında hastalık başlama yaşından önce olduğu; böylece
hastalık başladığında deneyim gerçekleşmiş olduğundan halen devam eden birliktelik
sonuçlarının hastalıkların etkisini göstermesi açısından daha anlamlı olduğu düşünüldü.
İUMB grubunda %50, depresyon vakalarında %72, şizofren hastalarda %26 ve kontrol
grubunda %74 oranında devam eden cinsel birliktelik vardı.
Çeşitli çalışmalarda şizofren kadınların yaşadıkları sürece daha fazla cinsel
partnerlerinin olduğu ancak düzenli cinsel partner sayısının düşük olduğu, daha fazla
tecavüz ve fahişeliğe zorlanma bulunduğu saptanmış aynı zamanda kontrollere göre daha
az cinsel istek duydukları, fiziksel ve emosyonel doygunluk oranlarının daha düşük olduğu
bildirilmiştir (3,5,14,43,63).
McEvoy (1983) çalışmasında, şizofren kadınların % 88.3’ünün cinsel birlikteliğinin
olduğunu saptamıştır (42). Vedi (1999) çalışmasında; şizofren kadınların kontrollerle
benzer oranlarda ( %70 ) cinsel deneyim bildirdiğini, cinsel disfonksiyonun %50 oranında
-literatürle uyumlu olarak- saptandığı, hastaların %26’sında cinsel kötüye kullanım
bildirildiği, %54 oranında istemeden cinsel ilişkide bulunulduğu, cinsel isteğin hastalık
sonrasında %45 oranında azaldığını saptamıştır (39).
Şizofrenide genel olarak her alanda olduğu gibi, cinsel bir ilişkiyi kurma ve sağlıklı
bir şekilde sürdürmede bir takım problemlerin ortaya çıkması, sosyal izolasyon,
toplumumuzda evlilik dışı cinselliğe iyi gözle bakılmaması, şizofreni gibi hastalıkların
evlenme olasılığını azaltması, psikiyatrik hastalığı olanlarda ayrı yaşama/boşanma
oranlarının yüksek olması gibi faktörlerin bu sonucun değerlendirilmesinde önemli
olabileceği düşünülmüştür. Literatürde iki uçlu mizaç bozukluğu olanların cinsel
fonksiyonlarında bozulma olmadığı, kontrollerle benzer olduğu bildirilmektedir (45).
Ancak bizim çalışmamızda İUMB olanlarda beklenenin aksine cinsel birlikteliklerin
devamının düşük oranlarda olması, bu hastalığın kişinin sosyal ilişkilerinin bozulması ve
dolayısıyla cinselliğin azalması şeklinde olabileceğini düşündürtmüştür.
87
Raboch (1986), şizofrenlerin cinsel fonksiyon testinde düşük skor ve cinsel
uyarılabilme envanterinde düşük skor ve düşük koital orgastik kapasite gösterdiklerini
ancak eş memnuniyeti söz konusu olduğunda kapasitelerinin normallerden farklı
olmadığını, iki uçlu mizaç bozukluğu olanların hastalığın akut dönemi dışında genel
toplumdan farklı olmadığını tespit etmiştir. Nöroleptiklerin cinsel hayata istenmeyen
etkileri olduğu daha çok erkek hastalar üzerinden gözlemlerle bildirilmektedir (45).
Hastalık sürecinde, antipsikotik kullanan hastaların cinsel ilgilerinde azalma,
lubrikasyon eksikliği, orgazm yeteneğinde yetersizlik olabilir. Kadınlarda antipsikotiklerin
yan etkileri arasında memelerde dolgunluk, galaktore ve adet düzensizliği, orgazmik
disfonksiyon ve libido azalması sayılabilir. Libido azalması ilaçların genel sedasyon gibi
indirekt ya da prolaktin yükselmesi gibi direkt yan etkilerine bağlı olabilir (14).
Çalışmamızda İUMB olan grupta %32.3, unipolar depresyon vakalarında %36.4,
şizofrenlerde %36.4 ve kontrol grubunda %28.6 oranında cinsel disfonksiyon bildirildi.
Cinsel
disfonksiyon açısından hasta grupları arasında ve kontrollerle kıyaslandığında
anlamlı fark saptanmadı. Cinsel disfonksiyon bildiren depresyon hastalarının %93.3’ü,
İUMB olanların %70’i, şizofrenlerin %75’i ve kontrol grubunun %45.5’i istek isteksizlik
olduğunu bildirdi. Kontrol grubunda orgazmla ilgili problem bildirimi hasta gruplarına
göre daha fazla saptanmıştır. Psikiyatrik hastalığı olanların hastalık sonrası dönemde ortaya
çıkan cinsel disfonksiyonun ( %58.8 ) anlamlı olarak artmış olduğu belirlenmiştir.
Çalışmamızda tüm psikiyatrik hasta gruplarında cinsel istek azalması %53.4
saptanmıştır. Bu sonuç hastalığın en sık bildirilen hastalığın cinsel istek üzerine olan etkisi
olarak bulunmuştur. İUMB grubu en fazla cinsel istek artışı ( %12.2 ) belirtilen grup
olmasına rağmen, İUMB vakalarının %51.2’si azalma ve %29.3’ü değişlik olmadığını
bildirdi. Depresif hastaların %77.6 ‘sında azalma, %16.3’ünde değişiklik olmadığı
bildirildi. Şizofrenlerin %26.8’inde azalma, %29.3’ünde değişiklik olmadığı, %41.3’ünde
ise belirlenemediği saptanmış. İUMB ve unipolar depresyon vakalarında cinsel istekte
azalma daha yüksek saptandı.
Psikiyatrik hastalığı olan grupların hastalık öncesi ve kontrol grubunun cinsel ilişki
sıklığı arasında anlamlı fark bulunmadı. Hastalık sonrası ( halen ) süren cinsel ilişki sıklığı
açısından, hasta grupları arasında ve kontrol grubu arasında anlamlı olarak farklar
saptanmıştır. Hastalık sonrasında tüm hasta gruplarında kontrol grubuna göre cinsel
birliktelik sıklığı anlamlı olarak daha düşük oranlarda idi. Hastalık öncesi ve hastalık
88
sonrası cinsel birliktelik sıklığı karşılaştırıldığında, tüm hasta gruplarında azalma anlamlı
oranda saptanırken özellikle depresyon vakalarındaki azalma dikkat çekmiştir.
Cinsel disfonksiyonun literatürde bildirilen oranlardan düşük oranlarda olmasını,
çalışmamızda bu konu ile ilgili değerlendirme formu kullanılmaması ile açıklamak
mümkün olabilir. Ancak hastalık öncesi ile hastalık sonrası cinsel birliktelik sıklığı
sorulduğunda ortaya çıkan yüksek oranda azalma, cinsel fonksiyonların hastalıktan ciddi
bir biçimde etkilenmiş olduğunu göstermektedir.Hastalarda belirtilen istek azalmasının
depresyonda olduğu gibi hastalık belirtilerinden biri olabileceği gibi ilaçların yan
etkilerinden birisi olan libido azalmasına sekonder olabileceği de düşünülmüştür.
Jacopson (1989) ayaktan takip edilen psikiyatrik hastalarda fiziksel ve cinsel
tecavüz öyküsünü araştırdığı çalışmasında,
hastaların %48’inin çocukluk ve/veya
erişkinlikte cinsel tecavüze uğradığını, %68’inin ise cinsel ya da fiziksel tecavüz
yaşantısının olduğunun öğrenildiğini rapor etmiştir. Bu oranların yüksekliğinin, hem
hastaların geçmişte ya da şimdi utanç ve suçluluk duyguları, tecavüzün algılanma şekli,
tecavüzün etkisinin halen sürüyor olması, tecavüz ortaya çıkarıldığında hastanın hayatında
meydana gelebilecek olumsuz olaylar gibi tecavüze ilişkin bağlantılarla saklanması hem de
klinik tedavi süresinde tecavüzün tartışılmamasından dolayı tecavüz öyküsünü gözden
kaçırmış olabileceğine bağlanabileceği belirtilmektedir (93).
Cansel (2004) çocukluk çağı istismarının bipolar hastalığın seyrine etkisini
incelediği araştırmasında, hastaların %52’sinde çocukluk çağı istismarı tespit ettiğini
bildirmektedir. İstismar öyküsü olan bipolar hastaların hastalık başlangıcının daha erken
olduğu, daha çok antipsikotik kullandıkları, intihar girişiminin daha fazla olduğu ve yüksek
oranlarda komorbid anksiyete bozukluğu olması gibi olumsuz klinik özelliklere sahip
olduğunu belirtilmiştir (94).
Şizofreni hasta grubunda %30, depresif grupta % 16, iki uçlu mizaç bozukluğu
olanlarda %10 ve kontrol grubunda %4 oranında cinsel kötüye kullanım bildirimi
saptanmıştır. Kontrol grubuyla kıyaslandığında hasta gruplarında özellikle şizofrenlerde
anlamlı olarak daha yüksek oranda cinsel kötüye kullanım belirlenmiştir. Depresif
vakalarla şizofreni ve İUMB olanlar arasında fark olmamasına rağmen depresif vakaların
hemen hepsinde cinsel kötüye kullanımın hastalık öncesi olması dikkat çekmiştir. Hastalık
öncesi yaşamdaki cinsel kötüye kullanımın depresyonun bir nedeni olabileceği
89
düşünülmüştür. Cinsel kötüye kullanımın niteliği değerlendirildiğinde; tüm istismarların %
63.3’ü tecavüz girişimi, %30’u tecavüz, %3.3’ü ensest, %3.3’ü ise taciz olarak belirlendi.
Işık’ın çalışmasında cinsel kötüye kullanım öyküsü şizofren kadın hastalarda %
15.4, erkek hastalarda %15.8 olarak bulunmuştur (41). Vedi ise şizofren kadınlarda %26
oranında cinsel kötüye kullanım saptamıştır (39).
Bizim çalışmamızda literatürle uyumlu oranlarda psikiyatrik hastalığı olan özellikle
şizofrenik kadınların istismara daha açık olduğu gösterilmiştir (1,2,5,7,14,39,69,81,93).
Cinsel Yolla Bulaşan Hastalıklar ve AİDS
AIDS cinsel yolla bulaşan ve ciddi sorunlar yaratan bir hastalıktır. Psikiyatrik
hastaların değişen yaşam şartlarıyla beraber artan cinsel yaşamları ve gerek otonomi
yetersizliği gerekse kendilerini koruma yöntemleri hakkında bilgilenme eksiklikleri
nedeniyle risk altında oldukları söylenmektedir (7,14,69,78,79,80,81). Bu konuda yapılan
çalışmalarda, akıl hastalarında HIV oranının genel toplumdan daha fazla olduğu
saptanmıştır (78,79). Cournos ve McKinnon’un çalışmasında akıl hastalarında HIV
enfeksiyon oranı %7.8 olarak saptadığı bildirilmektedir (79).
Coverdale’nin (1997) çalışmasında; psikiyatrik hasta grubunda, eşleştirilmiş
kontrol grubuna göre daha fazla riskli cinsel davranış rapor edilmiş, heteroseksüel aktif
hastaların %60’ı geçen yıl içinde cinsel yolla geçen hastalıklar için 2 ya da daha fazla riskli
davranış belirtirken bu oran kontrol grubunda %25 olarak bulunmuştur. Heteroseksüel aktif
hastaların önceki yıl, kontrol grubundaki bireylere göre anlamlı derecede daha fazla
istemeden cinsel ilişkiye zorlandıkları rapor edilmiştir (69).
Kalichman’ının (1994) çalışmasında psikiyatrik hastalığı olan kadınların %29’u son
bir yıl içinde birden fazla partner, %9’u enjekte madde kullanan cinsel partner, %31’inde
bir, % 20’sinde iki risk faktörü, %11’inde ise üç veya daha fazla riskli davranış
saptanmıştır. AİDS bilgileri değerlendirildiğinde; AİDS’in cinsel yolla bulaştığı daha iyi
bilinirken diğer bulaşma yolları ile ilgili yanlış bilgilenmeler mevcut olduğu belirlenmiştir
(6).
Kelly’nin çalışmasında (1992) ayaktan takip edilen 60 hastanın %62’sinin son bir
yıldır aktif cinsel yaşamlarının olduğu, erkeklerin %42’sinin ve kadınların %19’unun
birden çok kişiyle cinsel temasta bulunduğu ve cinsel ilişki sırasında nadiren kondom
90
kullandıkları rapor edilmiştir. Hastaların AİDS riskini ortaya çıkaran bilgileri
değerlendirildiğinde, kendi yaşam pratiklerinde AİDS için risk azaltıcı davranışlarında
önemli derecede eksiklik saptandı.Bu grupta intravenöz ilaç kullanımı yaygın olmamasına
rağmen pek çok denek öykülerinde; 1) para, ilaç veya kalacak yer karşılığında cinsel
ilişkiye girdikleri, 2) istemedikleri halde cinsel ilişkiye girmek için zorlandıkları, 3)
rastgele cinsel ilişkiler kurdukları, 4) ilaç ya da maddde kullanımı sonrasında intoksikasyon
halindeyken cinsel etkinliklerinin olduğunu rapor etmişlerdir. Deneklerin % 20’sinin cinsel
partnerleriyle parklarda, sokaklarda veya halka açık yerlerde buluştuğu, üçte birinin AİDS
dışında cinsel yolla geçen hastalıklar nedeniyle tedavi gördüğü rapor edilmiştir (7).
Bizim çalışmamızda şizofren hasta grubunda % 10 birden fazla partner, % 6 aynı
anda birden fazla cinsel partner, % 8 anal ilişki, % 4 IV madde bağımlısı partner, % 10 bir
günden daha kısa süreli tanıdığı kişiyle birliktelik, % 10 alkol-madde kullanımı sonrası
birliktelik, % 10 kalacak yer,alkol-madde karşılığı cinsel birliktelik, % 10 zorla cinsel ilişki
saptanmıştır. İ.U.M.B. hastalarında % 8 birden fazla partner, % 4 bir günden kısa süreli
tanıdığı biriyle birliktelik, % 4 anal ilişki bildirilmiştir. Depresif hasta grubunda cinsel
yolla bulaşan hastalıklar açısından riskli davranışa rastlanmadı. Özellikle şizofreni
hastalarında cinsel yolla bulaşan hastalıklar açısından riskli davranışlar, İUMB, depresyon
hastaları ve kontrollere kıyasla anlamlı olarak daha fazla olarak saptandı. Bu bulgu literatür
oranlarından (6,7,14,69,78,79,81) daha düşük olmakla birlikte ülkemiz sosyo-kültürel
koşulları göz önüne alındığında anlamlı ve dikkat çekici olduğu düşünülmüştür. Ülkemizde
özellikle kadınlar için cinselliğin evliliğin bir parçası olarak görülmesi, evlilik dışı ilişkiye
sert bakışın olması, rastgele ilişkiler ve birden fazla sayıda partneri kısıtlamaktadır. Ancak
yinede şizofreni hastalarının problem çözme, planlama ve yargılamadaki eksiklikleri
nedeniyle rastgele, geçici, zorlanarak ya da istismar edilerek cinsel ilişkiye girdikleri
belirlenmiştir. İUMB olanlarda manik atak dönemlerinde beklenen cinsel aktivite artışı ile
olası uygun olmayan ilişkilerin, toplumumuzda korunaklı aile yapısı nedeniyle daha az
olduğu düşünülmüştür.
Cinsel yolla bulaşan hastalıklar konusunda şizofreni grubunda “bilgim var” diye
yanıt verenlerin oranı ( %18.4 ) diğer gruplardan anlamlı olarak daha düşük, kontrol grubu
ile depresiflerin bilgilenme oranları benzer, şizofrenler ( %40.8 ) ve bipolar hastalarda ( %
34.0 ) “bilgim yok” yanıtı daha fazla saptanmıştır. AİDS hakkında “bilgim var” cevabı ( %
76 ) depresyon vakalarında daha yüksek, şizofreni ( %51.1 ) ve İUMB olan ( % 42 )
hastalarda ise “bilgim yok –yeterli bilgim yok” cevabı daha fazla saptanmıştır. Bu durumun
91
şizofrenlerin kognitif ve sosyal yetilerinin azalmasına bağlı olarak, son yıllarda gündeme
daha çok gelen cinsel hastalıklar hakkında bilgilenmelerinin eksik olması ile ilgili
olabileceği düşünülmüştür. İUMB hasta grubunda şizofrenlerden daha az olmak üzere bilgi
eksikliği saptanmıştır. İUMB’nun tam remisyonlarla giden bir hastalık olarak bilinmesine
karşın hastalarda yıkım olduğu literatürde bildirilmektedir ( 25,26).
AİDS ile ilgili bilgilerini değerlendirmek amacıyla “evet”, “hayır”, “bilmiyorum”
yanıtları alınarak yapılan değerlendirmede; yanlış cevaplardan daha fazla bilmiyorum
yanıtına rastlandığı, şizofrenlerde daha fazla bilmiyorum- yanlış yanıtlarına rastlandığı,
cümlelere verilen yanıtların yarısından fazlasında gruplar arasında anlamlı fark
bulunmadığı, AİDS’in homoseksüellerde görüldüğü, tedavisinin olup olmadığı, madde
kullananlardaki AİDS riskinin artışı, kondomun AİDS’ten koruması gibi konularda
bilmiyorum-yanlış cevabının daha fazla olduğu dikkati çekmiştir. Toplumumuzda AİDS
gibi cinsel yolla bulaşan hastalıklar hakkında bilgilenme çoğunlukla medya kaynaklıdır. Bu
bilgilerin kulaktan dolma ve yetersiz düzeyde, bazen yanlış bilgiler içerdiği; AİDS’in nasıl
bir hastalık olduğu, riskli durumların neler olduğu, bulaşma yolları ve korunmanın nasıl
yapılacağı gibi konularda bilgi eksikliklerinin varlığı görülmüştür. Bu konularda daha ciddi
eğitim araçlarına ihtiyaç vardır.
Kelly’nin (1992) kronik mental hastalığı olan hastaların riskli davranışlarını
incelediği çalışmasında genel topluma bakıldığında AİDS riski için yüksek bilgi düzeyi
görülmesine karşın kronik mental hastalığı olan bireylerde risk hakkındaki bilgilerde
önemli derecede eksiklik bulunduğu belirtilmektedir. Örneğin %43’ü heteroseksüel
kadınların AİDS olamayacağını düşünürken, %45’i HIV enfeksiyonu olan bireylerin
belirtilerinin görülebileceğine inanmaktadır (7). Kalichman (1994) hastaların özellikle
bulaşma yolları hakkında –öksürük/hapşırık ile bulaşma, aynı banyo veya mutfağı
kullanma ile bulaşma- yanlış bilgileri olduğunu tespit etmiştir (6). Bizim çalışmamızda
yanlış bilgilenmeden daha çok bilgi eksikliği göze çarpmaktadır. Ülkemizde eğitim
düzeylerinin yurtdışındaki kişilere göre düşük olması, cinsel yolla bulaşan hastalıklar ile
ilgili bilgi edinme kaynağı grupların hepsinde ortalama % 73.4 olarak medya olması
nedeniyle cinsel yolla bulaşan hastalıklar ve AIDS hakkında eğitim programlarının
eksikliğinin bulunmasından ileri geliyor olabileceği düşünülmüştür.
İki uçlu mizaç bozukluğunda % 8, depresyon vakalarında % 2, şizofrenlerde % 12,
kontrol grubunda % 4 olarak saptanan geçirilmiş cinsel yolla bulaşan hastalıklar arasında
92
AIDS’e rastlanmadı. Şizofren ve bipolar hastalarda kontrol ve depresyon vakalarına oranla
anlamlı olmamasına rağmen daha fazla cinsel yolla bulaşan hastalık saptandı. Bu konuda
daha geniş çalışmalarla araştırılmaya ihtiyaç olduğu düşünülmüştür. Fungal enfeksiyon, bel
soğukluğu ve hepatit bildirilen enfeksiyonlardı. Kelly (1992) çalışmasında, % 33 hastanın
sifiliz, gonore, klamidya veya genital herpes geçirdiğini bildirdiğini, aynı kişilerin HIV için
de test yaptırdığını ve negatif sonuçlandığını belirtmiştir (7). Cournos (1994) çeşitli
çalışmalarda psikiyatrik hastalarda HIV seroprevalansının %4 ile %8.9 arasında verildiğini
rapor etmiştir (81).
Ülkemizde AIDS birçok ülkeye göre oldukça düşük oranlardadır. HIV/AIDS
vakalarının her 100.000 kişide 1.96 olan oranı göz önünde bulundurulduğunda ülkemizdeki
durum “nüfusun geneline sınırlı sızma ile erken safhada” olarak tarif edilmektedir (95).
Bizim
hasta gruplarında AIDS’e rastlanmamasının
büyük ölçüde bu
verilerle
açıklanabileceği düşünülmüştür.
EVLİLİK
Birden fazla evlilik anlamlı olarak hasta gruplarında özellikle şizofreni (%25) ve iki
uçlu mizaç bozukluğu olanlarda (%15.8) fazla idi. Evli olan hastaların % 90.4’ü resmi
nikahlı idi. En sık evlenme şeklinin görücü usulü ( % 51.1 ) olduğu, %30.5’inin tanışarak,
% 15.3’ünün akraba ile, %3.1’inin görmeden ailenin belirlemesi ile evlendiği saptandı.
Halen evliliği süren hastaların ve kontrol grubunun evlilik süreleri arasında anlamlı fark
saptanmadı. Tüm gruplarda ortama evlilik süresi 16 yıl civarında idi. Hasta grupları ve
kontrol grubu arasında eş eğitim durumu, meslek durumu, sosyal güvence, madde
kullanımı açısından anlamlı fark saptanmamıştır.
Psikiyatrik hastalığı olan kişilerin eşlerinde psikiyatrik hastalık bulunma oranı genel
populasyonla kıyaslandığında daha yüksektir (55). Çalışmamızdaki kadınların eşlerinin
ruhsal açıdan sağlık durumu hastaya sorularak değerlendirildiğinde; şizofreni grubundaki
deneklerin sağlıklı eş oranının, diğer hasta ve kontrol gruplarına göre azalmış olduğu, %
28.6 oranında sağlıklı olmayan ( düşük mental kapasite, bedensel özürlü, psikotik, nevrotik
) eş varlığı saptandı.
Şizofrenlerin eşlerinde ruhsal bozuklukların arttığı gösterilmiştir. Fowler &
Tsuang’ın (1975) şizofrenlerin eşlerinin % 39’unun ve duygusal bozukluk yaşayan
hastaların eşlerinin % 17’sinin psikiyatrik açıdan zarar gördüğünü bulduğu ( Zarar gören
93
eşlerin %70’inde alkolizm ve kişilik bozuklukları görülmüştür), Alanen & Kinnunen’in ise
(1975) şizofren eşlerinin % 80’ininde psikiyatrik sorunlar olduğunu, zaten %6’sının da
şizofren olduğu bildirdiği belirtilmektedir (56,57). Parnas’ın izlem çalışmasında psikoz
frekansı şizofren eşlerinde daha yüksek çıkmıştır. Aynı şekilde psikoz spektrumuna dahil
olacağı düşünülen şizotipal ve diğer kişilik bozukluklarına da şizofren eşlerinde daha sık
rastlandığı belirtilmiştir. Aynı zamanda şizofren eşlerinde kişilik bozukluklarına daha sık
rastlandığı bildirilmekte, özellikle antisosyallik ve benzeri kişilik bozukluklarının daha sık
olduğu vurgulanmaktadır (55). Bizim çalışmamızda literatüre uygun olarak şizofren
hastaların eşlerinde artmış psikopatoloji saptanmıştır. Bu durum “assortive mating” (dengi
dengine eşleşme) ile açıklanmaya çalışılabilir.
Evli olan vakaların eşleri ile olan yaş farkı değerlendirildiğinde; gruplar arasında
anlamlı fark saptandığı, şizofren hastalarda 5-10 (%35 ) ve10-15 ( %25) yaş farkın, İUMB
olanlarda ( %66.7 ) ve depresiflerde ( %73.8 ) ise 0-5 yaş farkın daha fazla olduğu
belirlendi. Bu bulgular Parnas’ın (1985) bulguları ile benzerlik göstermektedir. Parnas
şizofrenlerde cinsel partner yaşının aile dinamikleri hipotezinde en fazla rolü olduğunu,
çalışmasında 4 erkeğin kadından 10 yaş daha büyük olduğunu, birinin 5-10 yaş arası daha
büyük olduğunu, ikisinin 2-5 yaş büyük olduğunu, ikisinin kadınla yaklaşık aynı yaşta
olduklarını gördüğünü belirtmiştir (55). Şizofreninin evlenme şansın azaltması,
psikososyal yıkıma uğramış kadının destek ve bakım amacı psikiyatrik hastalığı olan
kadının kendinden büyük bir erkeği eş olarak seçmesine neden olabileceği düşünülmüştür.
Ayrıca psikiyatrik ve/veya başka sorunları nedeniyle evlenememiş veya ayrılmış ileri
yaştaki erkek için sağlıklı populasyondan eş seçeneğinin az olması sebebi bu sonucu
açıklamamıza yardımcı olabilir. Bu konuda geniş epidemiyolojik çalışmaların yol gösterici
olabileceği düşünülmüştür.
Hastalarımızın
boşanma
oranlarının
kontrollere
göre
daha
fazla
olduğu
saptanmıştır. İUMB olanların %20’si, depresiflerin %12’si, şizofrenlerin %38’i boşanmış
veya ayrı yaşıyordu. İUMB olan hastaların boşanmalarının %80’nin, şizofreni hastalarının
%88.2’sinin hastalık sonrası, depresyonda ise daha çok hastalık öncesi boşanma olduğu
belirlenmiştir. Coverdale (1989) boşanma oranını kadın hastalarda %51 olarak bildirmiştir
(2). Literatürde kadın hastalarda boşanma oranları erkeklere göre yüksek verilmektedir
(1,3,14,69). Şizofren ve bipolar hastalarda depresif hastalara göre boşanma oranlarının
daha yüksek saptandığı bu bulgunun da hastalığın yıkıcı etkileriyle ilişkili olabileceği,
depresyonun eşler tarafından daha kolay tolere edilebildiği düşünülmüştür.
94
AİLE PLANLAMASI ve KONTRASEPSİYON
Aktif cinsel yaşamları ve üreme deneyimi olan hasta kadınların kontrasepsiyon
kullanmadıkları ve
bunun sonucu olarak da, planlanmamış istenmeyen gebeliklerinin
arttığı görülmüştür (1,2,3,4,5,42,43,44,63,64,69). Abernethy; (1974) 60 kadın yatan
hastanın üçte ikisinden daha fazlasının cinsel olarak aktif olduğunu, bunların yarısının bazı
doğum kontrol yöntemlerini kullanmakta olduğunu, fakat bunların sadece % 25’inin
herhangi bir derecede ve düzenlilikte etkin kontrasepsiyon yöntemi kullandıklarını
saptamıştır (5).
McEvoy (1983) hatırı sayılır cinsel aktivite ve yüksek gebelik insidansı olan kronik
şizofren kadının gerçekle kontağını sürdürmeye çabalarken gebelik veya düşüklerin daha
fazla stresle karşı karşıya bırakarak psikotik regresyonu arttırabileceğini belirtmiştir.
Kognitif yetersizliklerden dolayı cinsellik ve kontrasepsiyon konularında eğitim
programlarının etkinliğinin azalmakta olduğu söylenmektedir (42).
Bizim çalışmamızda; İUMB olanların % 32.7’sinin, depresyon vakalarının %
42.9’unun, şizofrenlerin % 17.8’inin doğum kontrol yöntemleri hakkında yeterli bilgisinin
olduğunu bildirdiği, kontrol grubunda bu bildirimin %42 olduğu saptanmıştır. Genel
toplumun kontrasepsiyon konusundaki bilgilenmesinin düşük olduğu görülmüş, bunun
yanısıra özellikle şizofreni vakalarının bilgi eksikliğinin dikkat çekici olduğu
düşünülmüştür. Unipolar depresyon vakalarının bilgi seviyesinin kontrollerle benzer
bulunmuştur.
Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırması 2003 (TNSA-2003) sonuçlarına göre, görüşme
yapılan tüm evlenmiş ve halen evli kadınların neredeyse tümüm modern gebeliği önleyici
yöntemleri duymuşlardır. Kadınların hemen hemen tamamı hap ve RİA’yı duyduklarını
belirtmişlerdir. En az duyulmuş olan modern yöntemler, Türkiye için yeni olan kadın
kondomu ve acil korunma hapıdır. Kadınların %98’i en az bir geleneksel yöntemden
haberdardır; geri çekme en yaygın olarak bilinen geleneksel yöntemdir (%94). Yine
Türkiye için göreceli olarak yeni yöntem olan implantlarda kadınların yarısı tarafından
duyulmuştur (61).
Çalışma hastalarının ve kontrol grubunun bildiği/duyduğu kontrasepsiyon
yöntemleri değerlendirildiğinde; şizofren hastaların hemen hemen bütün yöntemler
konusunda daha az bilgiye sahip olduğu, depresyon hastalarının kontrollerle benzer
95
bilgilenme gösterdiği, çoğu yöntemde iki uçlu mizaç bozukluğu olanların kontrol ve
depresiflerle yakın bilgi düzeyinde olduğu saptanmıştır. En çok bilinen yöntemlerin doğum
kontrol hapı, RİA, kondom ve tüp ligasyonu olduğu belirlenmiştir. Enjekte edilen
kontraseptiflerin özellikle hasta grupları tarafından yeterince bilinmediği dikkati çekmiştir.
Takvim yöntemi, köpük-krem-jel, diyaframın da en az bilinen yöntemlerden olduğu
belirlenmiştir. Çalışmamızdaki İUMB, unipolar depresyon ve kontrol vakaların
duyduğu/bildiği yöntemlerin oranları ülkemizde yapılan 2003 nüfus ve sağlık çalışma
sonuçlarıyla (61) benzerlik göstermektedir. Şizofren hastaların tüm yöntemlerdeki bilgi
eksikliği daha yeni yöntemlerde oldukça artmaktadır. Bu sonuç kognitif ve sosyal yıkıma
bağlı olarak gelişebilen yeniliklerin takibi ve öğrenilmesindeki yetersizliklere bağlı
olabileceği düşünülmüştür.
Ülkemizde halen evli kadınlar arasında en çok kullanılmış olan yöntem, geri
çekmedir (%63). Modern yöntemler arasında en çok kullanılmış olan yöntemler, sırasıyla
RİA (%43), kondom (%38) ve doğum kontrol hapıdır (%35). Erkeğin kanlarlının
bağlanması, implant/norplant, kadın kondomu, acil korunma hapı neredeyse hiç
kullanılmamış olan yöntemlerdir (61).
Çalışmamızdaki vakaların kullandığı kontrasepsiyon yöntemleri incelendiğinde;
hasta ve kontrol grupları arasında anlamlı fark ( kondom kullanımı depresyon vakalarında
daha fazla olmasının dışında ) saptanmadı. Geri çekme tüm gruplarda kullanılan en sık
yöntemdi, RİA, doğum kontrol hapı, ve kondom ise diğer sık kullanılan yöntemlerdendi.
Coverdale’ın (1997) kronik psikiyatrik kadın hastaların aile planlaması ihtiyaçlarını
incelediği çalışmasında; önceki yıllarda heteroseksüel cinsel ilişkiye giren ve gebe kalmak
istemeyen 43 hastanın kullandıkları kontrasepsiyon yöntemleri araştırıldığında tüp
ligasyonu , rahim içi araç, kondomun en sık kullanılan yöntemler olduğu, diğer
yöntemlerden doğum kontrol hapları, krem, jel ya da köpük ,diyafram, ritm yönteminin
daha az kullanıldığı saptanmıştır. Hastaların %33’ünün son cinsel ilişkilerinde doğum
kontrol yöntemi kullanmadıkları belirttiği, geçen yıl cinsel ilişkiye giren ve gebe kalmak
istemeyen hastaların psikiyatrik tanıları ile son cinsel ilişkilerinde kullandıkları doğum
kontrol yöntemi arasında bir ilişki bulunmadığı tespit edilmiştir (69).
Abernethy’nin (1974) çalışmasına katılan 60 kişinin 41’ inin en az bir kez cinsel
ilişki deneyiminin olduğu, 41 cinsel aktif kadının 30’unun bazen doğum kontrol
yöntemlerinin bazılarını kullandıkları (ortalama 1,6 yöntem denedikleri), fakat bu
96
yöntemlerden herhangi birine çok gereksinim duymadıkları görülmüştür. Cinsel aktif
kadınların %73’ünün son cinsel ilişkilerinde korunmadıkları, 1 kadının tüp ligasyonu
yaptırdığı , 7 kadının doğum kontrol hapı kullandığı, 1 kadının partnerinin kondom
kullandığı, 2 kadının güvenilir olmayan yöntemler kullandığı belirlenmiştir (5).
McEvoy (1983) hasta kadınların kontrasepsiyon yöntemlerinden çoğunlukla ritm
yöntemi, doğum kontrol hapı, kontraseptif köpük ve RİA kullandıklarını bildirmiştir (42).
Bizim çalışmamızda doğum kontrolü için geleneksel yöntemlerin daha çok tercih
edildiği saptanmıştır. Ancak RİA, doğum kontrol hapları ve kondomun literatürdeki gibi
sık kullanılan yöntemlerden olduğu görülmüştür. Tüp ligasyonu uygulamasının ülkemizde
yurtdışındaki kadar yaygın olmadığı ve bu konuda yanlış inanışlar olduğu belirlenmiştir.
İUMB, unipolar depresyon ve kontrol grubunun dörtte üçü sterilizasyon ile ilgili olumlu
düşünce taşırken, şizofrenlerin yarısında bu konu ile ilgili soruya verilen yanıt olumsuz
veya bilmiyorum idi.
Kontrasepsiyon konusunda, tüm gruplarda arkadaş/komşu bilgilendirmesi en fazla,
iki uçlu mizaç bozukluğu olanlarda diğerlerine göre medya bilgilenmesi daha yüksek,
sağlık personelinden bilgilenme ise kontrol ve depresiflere göre şizofren ve İUMB
olanlarda anlamlı olarak daha düşük saptanmıştır.
Çalışma vakalarımızın son cinsel birlikteliklerinde; İUMB olanların % 39.5’inin,
depresiflerin %24.5’inin, şizofrenlerde %31.4’ünün, kontrol grubunun %19.6’sının
kontrasepsiyon uygulamadığı bildirilmiştir. Gruplar arasında anlamlı fark saptanmamıştır.
Bu oran değişik çalışmalarda %33 ile %73 arasında değişen oranlarda bildirilmekte olup,
ciddi mental hastalığı olanların kontrasepsiyon uygulama eksiklikleri vurgulanmaktadır
(1,2,3,14,63,64). Ülkemizde psikiyatrik hastalığı olmayan kişilerde de kontrasepsiyon bilgi
ve eğitim eksikliği mevcuttur. TNSA-2003 çalışmasında herhangi bir yöntem kullanmayan
evli kadın oranı % 29 olarak saptanmıştır (61). Bu konuda hastalıklar arasında
karşılaştırmalı çalışmaya rastlanmamıştır.
İUMB olanların % 34.3’ü, unipolar depresyon vakalarının % 45.2’si, şizofren
hastaların %30’u ve kontrollerin % 44.4’ü son gebelik öncesi cinsel birlikteliklerinde
kontrasepsiyon uygulamış olduğunu
belirtmiştir. Hasta ve kontrol grupları arasında
anlamlı fark saptanmamıştır. Bu bulgu kontrasepsiyon uygulama eksiklerini ve/veya
güvenilir olmayan yöntemlerin tercih edilmesini göstermesi açısından önemli bulunmuştur.
97
Grunebaum (1971) psikiyatrik hastalığı olan kadınlarda (şizofreni, psikotik veya
nörotik depresyon, borderline kişilik bozukluğu) plansız ve istenmeyen gebeliklerin sık
olduğunu,
bunun
hastaların
aile
planlaması
yöntemlerini
yeterince
bilip
uygulayamamalarına bağlı olduğunu bildirmiştir (1).
David (1990) çalışmasında, psikotik olmayan depresyonlarda cinsellik ve aile
planlamasının sağlıklı normal bireyler gibi olabileceğini bildirmiştir. Şizofrenlerde
durumun farklı olduğu sonuçlarını kavrayamadan cinsel ilişkilere zorlanabileceği veya
tecavüze uğrayabilecekleri, bu nedenle istenmeyen gebelikler ve HIV’in artabileceği
belirtilmektedir (64).
Bizim çalışmamızda, hasta grupları ve kontrol grubu arasında kontrasepsiyon bilgisi
açısından fark olduğu, şizofren hastalarda diğer hasta grupları ve kontrol vakalarına göre
bilgi eksikliğinin daha fazla olduğu saptanmıştır. Evli veya cinsel birlikteliği olan
vakalardan depresyon ve kontrol grubunun aynı oranda ( %90.5 ) eşiyle aile planlaması ve
kontrasepsiyon konusunda konuştuğu, şizofren ( %60 evet-%40 hayır ) ve İUMB olanların
( %50 evet-%50 hayır ) ise anlamlı olarak daha düşük oranlarda bu konuları paylaştıkları
ve destek aldıkları belirlenmiştir. Bu sonucun; şizofreni ve İUMB olan kadınların aile
yaşantılarında
eşleriyle
iletişimlerinde
sorunlarının
olduğunu
ve
yeterli
destek
alamadıklarını göstermesi açısından önemli olduğu düşünülmüştür.
Coverdale’ın (1989,1997) çalışmalarında rapor edilen hastaların %22’sinin son 3 yıl
içinde pelvik muayene olmadıkları, psikiyatristlerin aile planlaması gereksiniminde olduğu
gibi rutin jinekolojik muayeneleri için de önerici bir yaklaşımda olmaları gerekliliğinden
bahsedilmektedir (2,69).
Çalışmamızda “Son üç yıl içinde pelvik muayene” depresif grupta %76 ile en
yüksek, şizofrenlerde %26.6 ve İUMB olanlarda %37.5 ile anlamlı olarak düşük
saptanmıştır. Kontrol grubu %56 oranında son üç yıl içinde muayene olmuştu. “Hayat boyu
hiç” ve “üç yıldan önce pelvik muayene” yine şizofren (%73.4) ve İUMB olan (%62.5)
grupta yüksek belirlenmiştir. Toplumumuzda kadınların jinekolojik muayene ve
kontrollerini büyük ölçüde ihmal ettikleri söylenebilir. Kontrol grubunun % 44’ünün son
üç yıldan daha önce veya hiç muayene olmamış olması, bu grubun yaş ortalamasının
35.22±7.93 olduğu dikkate alındığında bu konudaki bilinçlenmenin eksikliği ortaya
çıkmaktadır. Bizim çalışmamızda şizofreni ve İUMB olan hastalarda jinekolojik muayene
98
veya başvurunun topluma göre oldukça düşük oranlarda olduğu, çoğunlukla doğumlar
dışında doktor başvurusunun olmadığı saptandı.
Hasta grupları ile kontrol grubu toplam hamilelik, doğum, düşük, kürtaj, çocuk
sayısı ve ölen çocuklar açısından kıyaslandığında aralarında anlamlı fark saptanmadı.
Hastalık sonrasında; İUMB hastalarında gebelik, doğum, düşük, kürtaj, çocuk sayılarında
hastalık öncesine göre artış gözlenirken, depresyon vakalarında düşük, kürtaj sayılarında
artış, şizofrenlerde ise yukardaki bütün itemlerde azalma olduğu saptanmıştır. Bu
farklılığın hastalıkla beraber şizofrenlerin evliliklerinin dolayısıyla düzenli cinselliklerinin
azalması ile gebe kalma olasılıklarının azalmasına bağlı olabileceği düşünülmüştür. İUMB
olan hastalarda, hastalığın erken yaşta başlaması, evliliğin hastalığın başlangıcının ilk
yıllarına denk gelmesi, sıklıkla hastalığın ilk doğumdan sonra ortaya çıkması ve
remisyonlarla giden bir hastalık olmasının çocuk sayısının hastalık sonrasında artmasının
nedenleri arasında olabileceği, depresyonun daha geç yaşlarda ortaya çıkması, isteksizlik
gibi depresyon belirtilerinin yol açtığı nedenlerden dolayı çocuk bakımının zorlaştığı ve
hastalık sonrası gebeliklerin ve çocuk isteğinin azaldığı; düşük ve kürtajın yükseldiği
sonucuna varılmıştır.
Coverdale (1997) çalışmasında 80 hastanın %73’inin en az bir kez gebelik
geçirdiklerini, %23’ünün bir ya da daha fazla düşük yaptıkları, %31’inin bir ya da daha
fazla kürtajlarının olduğu ve %45’inin canlı doğum yaptıklarını rapor etmiştir. Kronik
psikiyatrik hastalardan doğan 75 çocuktan %1’i ölmüş, %5’i doğduğu yerden farklı
yerlerde yetişmiş, %33’ü biyolojik annelerinin yanında yetişmiş, %60’ı diğerlerinin
yanında yetişmiş; bunların en yaygın olarak da kendi babalarının yanında ya da evlatlık
alan ailelerin yanında yetişmiş oldukları saptanmıştır. Gebelik geçiren 58 kadının abortus
öyküleri ile psikiyatrik tanıları (şizofreni, şizoaffektif bozukluk vb.)arasında bir ilişki
bulunmadığı, canlı doğum yapanlardan çocuklarını yetiştirmek için diğerlerine verenler ile
bu hastaların psikiyatrik tanıları arasında bir ilişki bulunmadığı bildirilmiştir (69).
Yüksek oranda planlanmamış, istenmeyen gebeliğin şizofrenlerde bir çok zorluk
ortaya çıkarabileceği bir çok yayında bildirilmektedir. Mental hastalığı olmayan kadınlarla
karşılaştırıldığında; şizofrenili kadınların normallerle ortalama benzer sayıda gebe kaldığı
saptanmış, fakat yüksek oranda planlanmamış ve daha yüksek oranda hem plansız hem de
istenmeyen gebeliklere sahip oldukları belirlenmiştir (3,42,63).
99
Bizim çalışmamızda da, şizofren hastalarının çoğunun gebeliklerinin plansız
olduğu, depresiflerin daha planlı, İUMB olanların ise bir kısmının planlı gebe kaldığı tespit
edilmiştir. Bu sonuç şizofreni hastalığı olan kişilerin hayatındaki yıkımın bir parçası olan
hayatlarını
planlama
ve
organizasyon
yeteneğinde
azalmanın
yansıması
olarak
değerlendirilmiştir.
Çalışma gruplarında son üç yılda aile planlaması polikliniğine başvuru ortalama %
16 idi. Depresyon vakalarında % 29.2 ile başvuru anlamlı olarak daha fazla saptandı. Bu
durum bireylerin aile planlaması ve kontrasepsiyon konularında en kolay ve ucuz bilgi ve
yardım alabilecekleri merkezlere yeterince gitmediklerini göstermektedir. Aile planlaması
polikliniklerinin sayı ve hizmet yeterliliğinin arttırılması, hastaların daha kolay
ulaşabileceği yerlerde olması önemlidir. Psikiyatri hastalarında muhakeme bozukluğu,
düşünce, davranış ve algı bozuklukları olmakta, dış dünya ile ilişkileri azalmakta ve
gerçeği değerlendirme yetenekleri değişik derecelerde bozulmaktadır. Buna bağlı olarak
hayatın her alanında olabileceği gibi sağlıkları ve aile planlaması konusunda karar
vermekte zorlanabilmekte ve yönlenememektedirler. Psikiyatri hastanelerinde aile
planlaması ve kontrasepsiyonla ilgili merkezler olması belki bu hastaların en çok
uğradıkları sağlık merkezleri olması açısından önemlidir.
Ruh sağlığı uzmanlarının aile planlaması konularında hastalarıyla konuşmadıkları
bildirilmektedir. Coverdale ve Aruffo (1992) tarafından 5 akıl hastanesi kliniğinde
çalışanlarla yapılan görüşmelerde çoğu klinisyen aile planlaması bilgilerinin verilmesi
gerektiğini ifade etmiş. Doktorların hastaların sadece %25 ile doğum kontrolünü
konuştuklarını ve bilgilendirdikleri ek bir %12’sinin de doğum kontrolünü sorduğunu
belirtmişlerdir (43). David’in (1990) çalışmasında psikiyatri çalışanlarının hastalarının aile
planlaması uygulamaları konusunda yeterince bilgi sahibi olmadığı ve konuşmaktan
rahatsızlık duydukları söylenmektedir (64).
Çalışmamızda hasta gruplarının % 88.1 oranında aile planlaması ve kontrasepsiyon
konularında psikiyatri doktorlarıyla yeterince konuşulmadığı ve bilgilendirilmedikleri
bildirildi.
Abernety’nin kadın psikiyatrik hastalarının cinsel bilgi, tutum ve uygulamalarını
incelediği 1974 yılındaki çalışmasında “hastanede aile planlaması servisleri olmalı mı?”
sorusuna 60 hastanın 40’ında “evet”, 2’sinde “hayır” yanıtı alınmıştır. 16 kişi halen
kontrasepsiyon kullanmaları nedeniyle “hayır” yanıtı verdiği ve bu soruyla ilgilenmediğini
100
bildirmiştir. Hastane tabanlı hizmet servisleri isteyen 40 kişinin 18’i kadın danışman, 4 ü
erkek danışman istediğini belirtirken, 18 kişinin ise
danışmanın cinsiyetinin fark
etmediğini belirtilmiştir (5).
Grunebaum (1974) “hastanede aile planlaması yöntemleri ile ilgili bir doktor ister
misiniz?” diye sorduğu hastalarının çoğunluğunun en iyisinin bu olacağı şeklinde görüş
bildirdiğini saptamıştır (1).
Bizim çalışmamızda aile planlaması danışma merkezi talebi değerlendirildiğinde;
%22.9 “bilmiyorum”-%29.2 “istemiyorum” cevaplarıyla şizofren hastaların diğerlerine
göre anlamlı olarak daha az bu konuda talep bildirdikleri, İUMB, depresyon ve kontrol
grubunun benzer olarak % 87 civarında istekli oldukları saptandı. Aile planlaması
danışman cinsiyeti tercihi sorulduğunda; ortalama %59.9 oranında kadın, İUMB grubunda
daha fazla ( %48.9 ) olmak üzere depresyon vakalarında % 37.5, şizofrenlerde %20 ve
kontrollerde %36.4 oranında cinsiyetin fark etmeyeceği saptanmıştır. Kadın hastalar
hemcinsleri ile bu konularda daha rahat konuşabileceklerini belirtmişlerdir. Şizofren
hastaların diğer hasta ve kontrol grubuna göre isteksiz oluşunun negativizm, sosyal
izolasyon ve içe çekilmelerine bağlı olabileceği düşünülmüştür.
ÇOCUK SAHİBİ OLMA
Çalışmamızdaki hasta vakalarında ortalama % 34, kontrol grubunda ise %33.3
oranında ilk kez veya tekrar çocuk sahibi olma isteği vardı. Çocuğunu nasıl algıladığı
sorulduğunda kontrol grubuna göre çocuğunu “yük” veya “hastalık dönemlerinde keşke
doğurmasaydım” şıkkı hasta gruplarında anlamlı olarak daha yüksek oranda saptandı.
Hastalardaki ortalama olarak %66 oranında saptanan “mutluluk kaynağı” algısı, kontrol
grubunda %93.9’a çıkmaktaydı. Hastaların %61’i çocuklarına çabuk sinirlendiğini
belirtirken, %39’u ise sinirlenmediği, iletişimlerinde problem olmadığını ifade etti. Hasta
ve kontrol grupları arasında anlamlı fark saptanmadı. Doğum sonrası bebekleriyle yeterince
ilgilenip ilgilenemedikleri sorulduğunda; şizofrenlerde %46.4, İUMB olan hastalarda %
37.5, depresiflerde %19.5, kontrollerde %9.1 oranları ile psikiyatrik hastalığı olanlarda
kontrollere göre anlamlı olarak daha düşük ilgilenebilme bildirilmiştir.
101
Psikiyatrik hastalığı olan annelerin anne-çocuk ilişkisine daha az önem verdiği,
kendi
ihtiyaçlarını
çocuklarının
ihtiyaçlarından
ayırt
etme
olasılığının
azaldığı
belirtilmiştir. Ebeveyn olma ile ilgili bu yetersizlikler sıklıkla kısıtlı sosyal destek
nedeniyle ortaya çıkmaktadır. Şizofrenili hastalar, mizaç bozukluğu olan veya psikiyatrik
hastalığı olmayan insanlardan daha zayıf sosyal bağlara sahiptir. Kontrollerle
kıyaslandığında, şizofrenili annelerin boşanma oranlarının daha yüksek olduğu, nikahsız
yaşadıkları, çocuk doğumu veya büyütülmesi sırasında ona yardım edecek birinin
varlığının az olduğu rapor edilmektedir (3). Aynı zamanda bu kişiler evlendiğinde
eşlerinde psikiyatrik hastalık bulunma oranı genel populasyondan daha yüksek olabilmesi
nedeniyle eşin desteği sınırlı olabilmektedir (14).
Appleby (1993) psikiyatrik hastalığı (şizofreni, depresyon, kişilik bozukluğu) olan
kadınların azalmış duygulanımları, dağınık davranış ve görüntüleri, çocuğun ihtiyaç ve
isteklerine duyarlılığın azalması nedeniyle çocukların gelişimini olumsuz yönde
etkileyebildikleri belirtmiştir (75).
Çalışmamızda; kontrol grubunda % 30.3 ve depresyon vakalarında % 36.6 olarak
bildirilen “çocuk yetiştirirken ihmal ettim” düşüncesi; İUMB olanlarda % 45.2,
şizofrenlerde ise % 50 iken, bu fark istatistiki olarak anlamlı bulunmamıştır.
Nicholson’un (1998) psikiyatrik hastalığı olan annelerle yaptığı çalışmada;
vakaların ¼’ünün anne olmayı en zor şey olarak düşündüklerini, yarısının hastalıkları
nedeniyle kendilerini kötü hissettiklerini ancak çoğu stres verici olmasına rağmen
ebeveynliği motive edici bir güç olarak kabul ettiklerini bildirmiştir. Annelerin,
hastalıklarının çocuklarının üzerinde olumsuz etki yaratacağından endişe duyduklarını,
ebeveynlik konusunda bazı yanlışlar yapmış olmaktan korktuklarını ve bu konularda
konuşmaya ihtiyaçları duydukları belirlenmiştir. Bu annelerin hastalıklarının ve bunun
getirdiği yetersizliklerinin farklı olabildiği, bu nedenle davranışlarının da farklı olabildiği,
bazılarının çocuklarına normal davranırken bir çok hastanın ise desteğe ihtiyaç
gösterebildiği görülmüştür. İlaçların yan etkilerinin hastalarda sedasyona neden olup,
düşünmelerinin yavaşlamasına veya zayıflamasına neden olarak annelik görevlerini
aksatılmasına neden olabildiği ileri sürülmüştür (70,71).
Tanrıöver’in (2002) çalışmasında, annesinin yanında yaşamayan çocuk oranının
psikiyatrik hastalığı olan kadın grubunda anlamlı olarak yüksek olduğu rapor edilmiştir
(65). Amerika’da çeşitli eyaletlerde ciddi psikiyatrik hastalığı olan kadınların bir kısmı
102
çocuklarına bakan primer kişi olmasa da ya da çocuklarının velayetlerini kaybetse de
çoğunun çocukların yetişmesine katkıda bulunduğu, %9-%20 gibi oranlarda tedavi gören
hastaların küçük çocuklarının kendi velayetleri altında olduğu bulunmuş ( 43,70).
Çocukların anne dışında birisi tarafından büyütülmesi; bizim çalışmamızda,
şizofren ve İUMB olan hasta gruplarında kontrol ve depresif gruba göre anlamlı olarak
daha yüksek oranda saptandı. Hasta gruplarının hepsinde çocuk bakımı konusunda yardım
alma ve 1. derece akraba ( sağlıklı eş, hala, amca, büyükanne-büyükbaba vs. ) tarafından
büyütülme -şizofrenlerde daha fazla olmak üzere- kontrollerden daha fazla idi.
Ebeveyn olan kadın hastalara yönelik ihtiyaç ve hizmetlere ait psikiyatri
klinisyenlerin bilgilerinin az olduğu tespit edilmiştir. Şizofrenili kadınlara çocuklarını
büyütürken yardım eden birinin psikiyatrik hastalığı olmayan kişilere göre daha az olduğu,
çocuklarını yalnız büyüttükleri, annelerin çoğunun boşanma deneyimi yaşadığı saptanmıştır
(71). Ülkemizde her ne kadar giderek azalsa da ebeveyn olan annelere özellikle varsa
birinci derece yakınların ciddi anlamda yardımı devam etmektedir. Geleneksel aile
yapımızın çocuğu olan bir kadını yalnız bırakılmaması yönündeki öğretisi özellikle annenin
bir hastalığı olduğunda yardım eden kişi yelpazesini akraba dışındakilere kadar
genişletebilmektedir. McLennan’ın (1999) çalışmasında; psikiyatrik hastalığı olan
annelerin %43’ünün bir erkekten (eş/biyolojik baba/ erkek arkadaş), %33’nün büyük
ebeveynlerden, %25’inin akrabalardan bebek için yardım almakta olduğu, %30 olgunun ise
çocuk bakımı için yardım almadığı saptanmıştır (43). McEvoy (1983) çalışmasındaki
şizofren kadınların 26 gebeliğinin 15‘inin canlı doğumla sonuçlandığını ve bu bebeklerin
ancak 7 tanesinin kendi anneleri tarafından bakılmakta olduğunu bildirmiştir (42).
Bizim çalışmamızda literatür bilgilerine uygun sonuçlar elde edilmiştir. Kronik
psikiyatrik hastalığı olanlarda ebeveynlik ve aile planlaması oldukça önemli bir sorundur.
Özelikle şizofreni gibi yeti yitimi olan bir hastalığı olan bir ebeveyn için, yeni dünyaya
gelen ve her şeyiyle muhtaç bir varlığın bakımı ve annelik oldukça zor ve zahmetli
olmaktadır. Ülkemizde aile bağlarının ve desteğinin varlığının birçok ülkeye göre devam
ediyor olması çok önemlidir. İki uçlu mizaç bozukluğu olan hastalar ve unipolar depresyon
vakalarında kontrollere oranla bir başkasından yardım alma ve evlatlık vermenin daha
yüksek olması bu hastalıkların ebeveyn olabilme yetilerini etkilediğini göstermesi
açısından dikkat çekici bulunmuştur.
103
Fetüse psikiyatrik tedavinin potansiyel etkileri nedeniyle kadınlar gebelikleri
sırasında tedaviye devam etmeyebilirler. Casiona ve Hawkins (1987) şizofrenili kadınların
%65’nin ilaçları kestiği için hastalığının tekrarladığının tahmin edildiğini bildirmişlerdir
(14). Çalışmamızdaki hasta grupları gebelikleri sırasında nöroleptik kullanımı açısından
değerlendirildiğinde; anlamlı fark saptanmamasına rağmen iki uçlu mizaç bozukluğu
olanlarda % 21.2, depresyon vakalarında % 9.8, şizofren hastalarda % 14.8 oranında
kısmen veya sürekli ilaç kullanımı bildirildi. Bizim hastalarımızda ilaç kullanımının düşük
oranlarda olmasının zaten gebe olmadığı dönemde ilaç kullanımının düzensiz oluşuyla
ilgili olabileceği düşünülmüştür.
Gebelik sırasında psikiyatrik hastalıkların gidişatı ile ilgili veriler çeşitlilik
göstermekte ise de; gebelikte oluşan psikiyatrik sorunların özellikleri özetlendiğinde; bu
sorunların sık olmadığı, başta gelen tanının hafif düzeyde depresyon ve anksiyete
bozuklukları olduğu ve geçmişte psikiyatrik hastalık öyküsünün varlığının major bir risk
faktörü olduğu söylenmektedir (30,46). Bizim çalışmamızda gebelik sırasında psikiyatrik
hastalıkların gidişi ile ilgili hasta grupları arasında istatistiki olarak anlamlı fark
olmamasına rağmen İUMB olan grupta hospitalizasyonu gerektirir alevlenme (%18.8) ve
depresyon grubunda ise ayaktan tedavi ile kontrol altına alınan alevlenmenin (%17.5) daha
fazla olduğu tespit edilmiştir. Bu sonuç bize literatüre uygun olarak; İUMB olanlarda ilaç
kesilmesine bağlı bir rekurrensin olabileceğini, unipolar depresyonlularda da ayaktan
kontrol edilebilecek daha hafif düzeyde bir klinik depresyon tablosu olduğunu
düşündürmüştür.
McNeil (1984) 88 önceden psikiyatrik hastalığı olan hamile kadınla, 104 aynı yaş,
eğitim ve medeni durumdaki kadınları karşılaştırdığı çalışmasında; daha önce psikiyatrik
hastalığı olan kadınların %58’nin hamilelikleri sırasında psikiyatrik hastalık belirtileri
gösterdiği belirtilmiştir. Bu kadınlarda; insanlarla ilişkilerde zorluk, zamansız ve
istenmeyen hamilelikler, eşten veya aileden yetersiz sosyal yardım gibi kontrol kadınlara
kıyasla ciddi problemler varolduğu bildirilmiştir. Anlaşılacağı gibi daha önce psikiyatrik
rahatsızlık geçiren kadınlar hamilelikleri sırasında yüksek risk altındadırlar (96).
Şizofrenili hastalar, doğum sonrası psikiyatrik
bozukluklar gösteren kadınların
küçük bir bölümünü oluşturmaktadır. (yaklaşık %10 ile %24). Ancak uzun dönem yapılan
çalışmalar sonucunda da hamilelik sırasında ve doğum sonrası en çok zorlukla karşılaşılan
grup olduğu bildirilmektedir (14,32,46). Doğuma bağlı olarak tekrarlayan şizofreniler
104
konusunda yeterli bilgi olmadığından Bleuler’in 25.000 hasta üzerinde yaptığı çalışma esas
alınmakta ve hamilelik sırasında şizofreninin alevlenmesinin çok nadir olduğu, ancak
doğumdan sonra ise daha sık yaşandığı kabul edilmektedir (31).
Çalışmamızda
gebelik
öncesi
ile
gebelik
sırasındaki
duygulanımlarının
karşılaştırılması istendiğinde; kontrol ve hasta grupları arasında anlamlı fark olmadığı; tüm
vakaların %68.4’ünün gebelik ve öncesi ile farklı hissetmediği, %24.8’inin gebelikte daha
kötü hissettiği, % 6.8’inin ise daha iyi hissettiği belirtilmiştir.
McNeil (1984) psikiyatrik hastalığı olan kadınlarla normal kadınları karşılaştırdığı
çalışmasında; kontrol kadınların çoğunun gebeliği sırasında ruhsal sağlığı üzerinde
herhangi bir değişiklik yaşamadığını belirtmiş, psikiyatrik hastalığı olan kadınlardan
şizofrenlerde gebeliğin daha kötü olduğu rapor edilmiştir. Psikiyatrik hastalığı olan
kadınların %59’u gebelik sırasında fenalaşma, %29’u düzelme olduğunu söylediği
belirtilmiştir. Kötü hissedenler arasında genç kadınlar ve istenmeyen gebelikleri olanlar
göze çarpmıştır. Gebelikler sırasında kontrollere göre şizofreni hastalarında anne olma
ilgili aşırı endişe olduğu saptandığı belirtilmiştir (96).
Bizim vakalarımızda, gebelikle gebelik öncesi arasında belirgin fark olmadığı
bildirilmiş, literatürde gebeliğin etkisi ile bildirilen anksiyete ve depresyon artışı
saptanmamıştır. Geçmişe dönük bu soruya verilen yanıtlarda unutma, hafif düzeydeki
bulguları önemsememe, akut ataklar dışındaki dönemleri sorunsuz kabul etme ve hastalığı
kabul etme- içgörü geliştirme ilgili sorunlar, hastaların gebelikteki ruhsal durumlarını
değerlendirilmesini olumsuz etkileyen faktörler olabilir. Bir başka neden de bazı
çalışmalarda saptanan gebelikteki iyilik halinin ve kendini iyi hissetmenin yansıması
olabilir.
Gebelikte İUMB relaps riskinde artış olmadığı ancak tedavisiz kalan hastalarda
relaps riskinin yüksek olduğu saptanmıştır (22,46). Geriye doğru epidemiyolojik
çalışmalarda, doğum sonrasının mizaç bozukluğu için riski yüksek bir dönem olduğu
belirlenmiştir. En yüksek risk dönemi ise ilk 4 haftalık zamandır. Bu da bize hamilelik
sırasında psikiyatrik hastalıkların sessiz olabildiğini ancak doğumdan sonra alevlenme
gösterebildikleri bildirilmiştir (31). İUMB olan hastalar hamilelik sonrası hastalıkların
relapsı konusunda yüksek risk altındadırlar (22,27). Reich ve Winokur’un 20 İUMB olan
anne üzerinde yaptıkları çalışmada hamilelik sonrası dönemde hastaların %40’ı mutlaka
mani veya depresyon atağı yaşamıştır ( 32).
105
Bizim
çalışmamızda
postpartum
dönemde,
İUMB
ve
şizofrenlerde
“hospitalizasyonu gerektirir alevlenme” anlamlı olarak yüksek oranda saptanmıştır.
Depresyon vakalarında ise remisyon bu dönemde diğer hasta gruplarına göre daha fazla
oranda bulunmuştur.
Terp’in (1998), Danimarka’da 1973-1993 yılları arasında doğum sonrası psikoz
tanısı alan 1253 kadında yaptığı çalışmada, doğum sonrasında ilk psikiyatrik yatış riski
kısmen artmış, tekrar yatış oranı ise azalmış bulunmuştur. Bu çalışmada şizofrenik
kadınlarda doğum sonrası yeniden yatış oranının azlığının, şizofrenlerde azalmış fertilite
oranına, bu kadınların gebelikleri sırasında hastaneye yatırılmış olmalarına, ayrıca
puerperal dönemde şizofrenik kadınların semptomlarının iyileşme göstermesine bağlı
olabileceği öne sürülmüştür. İUMB olan hastalarda ise hem ilk kez hem de tekrar hastaneye
yatma oranı doğum sonrası dört hafta içinde artmış bulunmuş, doğumun İUMB’n ilk
atağında risk faktörü olabileceği düşünülmüştür. İUMB olan kadınlar doğum sonrası
hemen, unipolar depresyonu olan hastalar ise postpartum 91 gün boyunca hastaneye kabul
edilmişler, özellikle ilk kez kabul edilen İUMB manik ve unipolar depresif kadınların
yüksek oranı dikkati çekmiştir. Çalışma sonucunda bir kadının doğum sonrası ilk kez bir
psikiyatri kliniğinde yatırılma riskinin oldukça yüksek olduğu öne sürülmüştür (36).
Kendell ve arkadaşları yaptıkları geniş çaplı bir çalışmada, 35.000’i aşkın kadından
oluşan bir örnek grupta doğumdan sonraki ilk üç ayda oluşan tüm psikiyatrik vakaları
araştırmışlardır. Bu dönemde 71 kadın yataklı psikiyatri ünitesine kabul edildiği ve bunun
%50’sinden çoğu da ilk ay içinde olduğu bildirilmiştir. Tüm vakaların %80’ininden çoğunu
mizaç bozukluklarının (depresyon ya da mani) oluşturduğu saptanmıştır. İki temel noktanın
dikkate alınması gerektiği: birincisinin, manik atakların, aynı yaştaki gebe olmayan
kadınlara oranla, doğum sonrasında daha sık gözlendiği, ikincisinin ise doğum sonrası
psikozların büyük çoğunluğunun şizofreni olmadığı, ancak %10-15’ininde tanının şizofreni
olduğu belirtilmektedir (34).
Freeman 2002 yılında İUMB kadınlarda doğurganlık dönemlerinin hastalığa etkisini
araştırdığı çalışmasında; çocuğu olan 30 kadının 20’sinde yani %67’sinde postpartum
mizaç epizoduna rastlandığını, geçirilen postpartum epizodun sonraki gebelikler için risk
oluşturduğunu saptamıştır (32).
Literatürde postpartum dönemde mizaç bozukluklarında gerek ortaya çıkış gerekse
alevlenmelerde artış olduğu bildirilmektedir. Bizim hastalarımızdan iki uçlu mizaç
106
bozukluğu olanlarda ve şizofrenlerde doğum sonrası yatış gerektiren hastalanma
depresiflere göre anlamlı olarak daha fazla saptanmıştır. Depresyon vakalarının daha çok
hastalık öncesinde çocuk sahibi olmaları ve depresif bulgularının sıklıkla gebeliklerinde
ortaya çıkmasının postpartum depresyonların az olmasının nedenleri arasında olabileceği
düşünülmüştür.
Şizofrenili kadın hastaların psikiyatrik hastalığı olmayan kadınlardan daha az
prenatal bakım aldığı bildirilmektedir (3,14,43,62). Bizim çalışmamızda da düzenli doktor
kontrolünün şizofreni ( %28.6 ) ve İUMB ( %36.4 )grubunda anlamlı olarak daha düşük,
depresyon ( %63.4 ) ve kontrol vakalarında ( %51.5 ) daha yüksek oranda olduğu
saptanmıştır.
Şizofren kadınlarda
genel
populasyondan
daha
yüksek
oranda obstetrik
komplikasyon bulunmuştur. Komplikasyon riskinin şizofreni hastalarının sosyoekonomik
statülerinin düşük olmasıyla ilişkilendirildiği belirtilmektedir. Psikozun gebeliğin
tanınmasının gecikmesine, somatik değişikliklerin yanlış yorumlanmasına, kendi başına
prematür teşebbüslere, erken doğumlara ve travayın tanınmasının eksikliğine katkıda
bulunabileceği çeşitli çalışmalarda bildirilmektedir (14,44). Çalışmamızda hasta ve kontrol
grupları arasında doğum komplikasyonu açısından anlamlı fark olmadığı, hasta vakalarının
ortalama %12’sinde doğum komplikasyonlarının varolduğu saptandı. Ülkemizdeki sosyal
desteğin yüksek oranda devam ediyor olması, gebelik, doğum ve doğum sonrası
dönemlerde kadınları yalnız bırakılmaması geleneğinin, ülkemizde yurtdışındaki kadar
komplikasyonun olmamasını açıklayan neden olabileceği düşünüldü.
107
SONUÇ
Kadın psikiyatrik hastaların cinsel yaşam, evlilik ve eş, aile planlaması ve
kontrasepsiyon, ebeveyn olma ve cinsel yolla bulaşan hastalıklar ve AİDS açısından riskli
davranışlarını incelemek amacıyla yapılan bu çalışma sonucunda:
Psikiyatrik hastalığı olan kadınların hastalık sonrasında meslek sahibi olan sayısının
azaldığı, şizofrenlerde belirgin olmak üzere boşanma, ayrı yaşama, evlenmemiş olma
oranlarının yüksek olduğu, İUMB olanlarda şizofrenler kadar olmasa da belirgin medeni
durum değişikliği görüldüğü, depresyon grubunda kontrol vakalarıyla farklılık olmadığı
saptandı. Hastalık öncesi ile kıyaslandığında sigara kullanımının arttığı bulundu.
Hastalık başlangıç yaşı İUMB olanlarda en düşük, unipolar depresyonu olanlarda en
geç bulundu. Kontrol grubuna göre hasta gruplarında anlamlı olarak yüksek oranda ailede
hastalık öyküsü saptandı. İki uçlu mizaç bozukluğu olan hastaların ailesinde mizaç
bozukluğu, depresyon grubu ailesinde depresyon, şizofrenlerde psikoz (şizofreni, atipik
psikoz …..) anlamlı olarak fazla idi. Hastalık başlangıcı öncesi stresli yaşam olayları
depresyon vakalarında daha fazla olduğu saptandı. Şizofreni hastalarında içgörü anlamlı
oranda düşük, İUMB ve depresif grupta ise benzer oranda daha yüksekti. Evden kaçma
öyküsü iki uçlu mizaç bozukluğu ve şizofreni hastalarında anlamlı olarak fazla bildirildi.
Depresyon ve İUMB olan gruplarda işlevsellik benzer oranda, şizofreni hastalarında ise
anlamlı olarak düşük saptandı.
Cinsel bilgilenmenin daha çok kulaktan duyma ve yetersiz kaynaklardan yanlış veya
eksiklerle dolu olduğu, hasta ve kontrol grubunun bilgilenme konusunda çok farklılık
göstermediği, bunun da çalışmaya alınan hastalıkların çoğunlukla bilgilenme yaşı sonrası
başlaması ile ilgili olabileceği düşünülmüştür. Kadınlarda, erkeklere göre toplumumuzda
cinselliğin tüm alanlarında olduğu gibi mastürbasyon konusunda gerek bilgilenme gerekse
deneyim eksikliği olduğu göze çarpmıştır. Cinsel deneyim açısından en düşük oran şizofren
hastalarda ve İUMB olanlarda saptanmasına rağmen hasta grupları arasında ve kontroller
arasında fark saptanmamıştır. Ancak halen süren birliktelik oranları şizofrenlerde ve İUMB
olan hastalarda anlamlı olarak düşük bulunmuştur. Bizim çalışmamızda İUMB olan
108
hastalarda beklenenin aksine cinsel birlikteliklerin devamının düşük oranlarda olması, bu
hastalığın kişinin sosyal ilişkilerinin bozulması ve dolayısıyla cinselliğin azalması şeklinde
olabileceğini düşündürtmüştür
Çalışmamızda tüm psikiyatrik hasta gruplarında cinsel istek azalması % 53.4
oranında en sık bildirilen hastalığın cinsel istek üzerine olan etkisi olarak bulunmuştur.
Psikiyatrik hastalığı olanlarda hastalık sonrası dönemde cinsel disfonksiyonun anlamlı
olarak artmış olduğu belirlenmiştir. Hastalık öncesi ile hastalık sonrası cinsel birliktelik
sıklığı sorulduğunda ortaya çıkan yüksek oranda azalma, cinsel fonksiyonların hastalıktan
ciddi bir biçimde etkilenmiş olduğunu göstermektedir. Kontrol grubuyla kıyaslandığında
hasta gruplarında özellikle şizofrenlerde anlamlı olarak daha yüksek oranda cinsel kötüye
kullanım belirlenmiştir. Cinsel kötüye kullanımının; aralarında anlamlı fark olmamasına
rağmen depresyon vakalarının hepsinde hastalık öncesi, şizofreni ve iki uçlularda ise
hastalık öncesi ve hastalık sonrası yaklaşık oranlarda olduğu saptanmıştır.
Şizofren hasta grubunda cinsel yolla bulaşan hastalıklar açısından riskli davranışlar,
İUMB ve depresyon hastalarına kıyasla anlamlı olarak daha fazla olarak saptandı. Depresif
hasta grubunda Cinsel yolla bulaşan hastalıklar açısından riskli davranışa rastlanmadı.
İUMB olanlarda şizofrenlerden daha düşük oranlarda riskli davranışlara rastlanmıştır.
İUMB hasta grubunda şizofrenlerden daha az olmak üzere bilgi eksikliği saptanmıştır.
Cinsel yolla bulaşan hastalıklar ve AİDS ile ilgili bilgilenmenin daha çok medya kaynaklı
ve eksik olduğu, bu konuda hasta ve kontrollerin çok farklı olmadığı bulundu.
Hasta ve kontrol grubu evlilik oranları arasında istatistiki olarak anlamlı farklılık
olmadığı, birden fazla evliliğin anlamlı olarak hasta gruplarında özellikle şizofreni ve
İUMB olanlarda fazla olduğu, evli olan hastaların % 90.4’ünün resmi nikahının bulunduğu
saptandı. En sık evlenme şeklinin görücü usulü olduğu, hasta grupları ve kontrol grubu
arasında eş eğitim durumu, meslek durumu, sosyal güvence, madde kullanımı açısından
anlamlı fark olmadığı bulundu. Şizofreni grubundaki deneklerin eşlerinde artmış
psikopatoloji saptandı. Hastalarımızın boşanma oranlarının kontrollere göre daha fazla
olduğu, İUMB ve şizofreni hastalarının hastalık sonrası, depresyonda ise daha çok hastalık
öncesi boşanma olduğu belirlendi.
Toplumun kontrasepsiyon konusundaki bilgilenmesinin düşük olduğu, bunun yanı
sıra özellikle şizofreni vakalarının bilgi eksikliğinin dikkat çekici olduğu düşünüldü.
Unipolar depresyon vakalarının bilgi seviyesi kontrollerle benzer bulundu. Çalışma
109
hastalarının
ve
kontrol
grubunun
bildiği/duyduğu
kontrasepsiyon
yöntemleri
değerlendirildiğinde; şizofreni hastalarının hemen hemen bütün yöntemler konusunda daha
az bilgiye sahip olduğu, depresyon hastalarının kontrollerle benzer bilgilenme gösterdiği,
çoğu yöntemde İUMB olanların kontrol ve depresiflerle yakın bilgi düzeyinde olduğu
saptanmıştır. En çok bilinen yöntemlerin doğum kontrol hapları, RİA, kondom ve tüp
ligasyonu olduğu belirlenmiştir. Enjekte edilen kontraseptiflerin özellikle hasta grupları
tarafından yeterince bilinmediği dikkati çekmiştir. Takvim yöntemi, köpük-krem-jel,
diyaframın da en az bilinen yöntemlerden olduğu belirlenmiştir. Çalışmamızdaki vakaların
kullandığı kontrasepsiyon yöntemleri incelendiğinde; hasta ve kontrol grupları arasında
anlamlı fark ( kondom kullanımı depresyon vakalarında daha fazla olmasının dışında )
saptanmadı. Geri çekme tüm gruplarda kullanılan en sık yöntemdi, RİA, doğum kontrol
hapı, ve kondom ise diğer sık
kullanılan yöntemlerdendi. Kontrasepsiyon uygulama
konusunda hasta ve kontrol grupları arasında anlamlı farka rastlanmadı. Güvenilir yöntem
kullanımının düşük olduğu saptandı.
Şizofren hastalarda diğer hasta grupları ve kontrol vakalarına göre aile planlaması
ve kontrasepsiyon konusunda bilgi eksikliğinin fazla olduğu, evli veya cinsel birlikteliği
olan şizofren ve İUMB olan vakaların daha düşük oranlarda eşleriyle aile planlaması ve
kontrasepsiyon konularında konuştuğu, paylaştığı ve destek aldıkları belirlendi. Şizofreni
ve İUMB olan hastaların jinekolojik muayene veya başvurusunun oldukça düşük oranlarda
olduğu saptandı. Psikiyatri doktorlarının hastalarla aile planlaması ve kontrasepsiyon
konularında yeterince konuşmadığı ve bilgilendirmediği saptandı. Psikiyatri hizmeti veren
hastanelerde aile planlaması danışma merkezi talebi oldukça yüksek oranda idi. Psikiyatri
hastanelerinin, bu hastaların en çok sağlık hizmeti almak için başvurdukları sağlık
merkezleri olması nedeniyle bu hastanelerde aile planlaması ve kontrasepsiyonla ilgili
birimlerin
varlığı
hastaların
sorunların
başka
sağlık
merkezlerine
gidilmeden
çözümlenmesine katkıda bulunacaktır. Nitekim ortaya çıkan veriler psikiyatrik hastaların
birçoğunun bu konuda yardım alamadığını göstermektedir.
Hasta grupları ile kontrol grubu toplam hamilelik, doğum, düşük, kürtaj, çocuk
sayısı ve ölen çocuklar açısından kıyaslandığında aralarında anlamlı fark saptanmadı.
Hastalık sonrasında; İUMB hastalarında gebelik, doğum, düşük, kürtaj, çocuk sayılarında
hastalık öncesine göre artış gözlenirken, depresyon vakalarında düşük, kürtaj sayılarında
artış, şizofrenlerde ise yukarıdaki bütün itemlerde azalma olduğu saptanmıştır. Bizim
çalışmamızda
da, şizofreni hastalarının çoğunun gebeliklerinin plansız olduğu,
110
depresiflerin daha planlı, İUMB olan hastaların ise bir kısmının planlı gebe kaldığı tespit
edildi.
Çocuk algısının kontrol grubuna göre olumsuz olması hasta gruplarında anlamlı
olarak daha yüksek oranda saptandı. Postpartum dönemde, İUMB ve şizofrenlerde
“hospitalizasyonu gerektirir alevlenme” anlamlı olarak yüksek oranda idi. Çalışmamızda
düzenli doktor kontrolünün şizofreni ve İUMB olanlarda anlamlı olarak daha düşük,
depresyon ve kontrol vakalarında daha yüksek oranda olduğu saptandı. Doğum sonrası
bebekleriyle yeterince ilgilenebilme psikiyatrik hastalığı olanlarda kontrollere göre anlamlı
olarak daha düşük bildirildi. Çocukların anne dışında birisi tarafından büyütülmesi; bizim
çalışmamızda, şizofren ve İUMB olan hasta gruplarında kontrol ve depresif gruba göre
anlamlı olarak daha yüksek oranda saptandı. Hasta gruplarının hepsinde çocuk bakımı
konusunda yardım alma
ve 1. derece akraba ( sağlıklı eş, hala, amca, büyükanne-
büyükbaba vs. ) tarafından büyütülme -şizofrenlerde daha fazla olmak üzere- kontrollerden
daha fazla idi.
Bu çalışma sonuçları gözden geçirildiğinde; şizofren kadın hastaların cinsel yaşam,
evlilik, aile planlaması ve kontrasepsiyon, ebeveyn olma ve cinsel yolla bulaşan hastalıklar
ve özellikle AİDS’le ilgili riskli davranışlar açısından hastalıklarından olumsuz olarak
ciddi etkilenmelerinin olduğu görülmektedir. İUMB olan kadınların şizofrenler kadar
olmasa da çoğu konuda hastalığın olumsuz etkilerinin oldukça belirgin olması, tam
remisyonlarla gidişatı olan bir hastalık için şaşırtıcı bulunmuştur. Unipolar depresyonu olan
kadınlarda çoğu konuda kontrollerle arasında anlamlı fark saptanmamıştır.
Çalışmamız her ne kadar remisyondaki hastalar ile yapılmış olsada; hastalar ve bir
yakınından alınan bilgilerle yürütülmesi, geriye dönük bilgi alımlarının olmasının veri
eksiklikleri veya yanlışlıklarına neden olabileceği düşünülmüştür. Depresyon vakaları
psikotik özellikli ve nevrotik kaynaklı ayırımı yapılmaksızın alınması belki depresyon
vakalarının sonuçlarını etkilemiş olabilir. Ayrıca çalışma konularında yapılandırılmış
standart formların olmaması alınan verilerin standardizasyonunu sağlamakta güçlük
çıkardığı gözlemlenmiştir.
Çalışma sonuçlarımız göstermiştir ki psikiyatrik hastalığı olan kadınlar meslek ve
eş kaybına uğramakta, dolayısıyla destekleri azalmakta, cinsel yaşamlarında istek
ve
beraberinde devam eden birliktelikleri azalmakta, özellikle şizofren hastaların cinsel yolla
bulaşan hastalıklar için riskli davranışları olmaktadır. Hastalar psikiyatri çalışanlarıyla
111
cinsel yaşam, aile planlaması ve kontrasepsiyon ve çocuk bakımı ile ilgili konularda
konuşmamakta, hekimler tarafından da bu konu ihmal edilmektedir. Oysa ki bahsedilen
hastalıklar kadınların tam doğurganlık dönemine denk gelmektedir. Çoğunlukla sağlık
sistemleri ile tek iletişimi psikiyatri üniteleri olan bu hastaların psikiyatri çalışanlarının bu
konularda olan ilgisine muhtaç olduğu görülmüştür. Ancak psikiyatri çalışanlarının da ilgili
konulardaki yeterli bilgi ve deneyimi sorgulanmalı, gerekli eğitim ve yardımları alması
sağlanmaya çalışılmasının en uygun yol olabileceği düşünülmüştür.
112
ÖZET
Bu çalışma, şizofreni ve mizaç bozukluğu olan kadınların cinsel yaşam, evlilik, aile
planlaması ve kontrasepsiyon, ebeveyn olma, cinsel yolla bulaşan hastalıklar ve AİDS
açısından riskli davranışlar konularındaki tutum ve ihtiyaçlarını belirlemek amacıyla
sağlıklı kadınlarla adı geçen hastalıkları olan kadınları karşılaştırmak yoluyla yapılmıştır.
Bakırköy Prof. Dr. Mazhar Osman Ruh Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi
ayaktan tedavi ünitelerine başvuran, halen remisyonda olan, rasgele seçilmiş 50 şizofreni,
50 iki uçlu mizaç bozukluğu, 50 unipolar depresyon hastası çalışmaya alınmıştır. Kontrol
grubu olarak herhangi bir psikiyatrik hastalığı olmayan hastanemiz 2. Nöroloji kliniğinde
hasta refakatinde bulunan 50 kadın seçilmiştir. Çalışmamızda; sosyodemografik özellikler,
cinsel yaşam, evlilik, aile planlaması ve kontrasepsiyon, ebeveyn olma ve cinsel yolla
bulaşan hastalıklar ve AİDS ile ilgili riskli davranışlar hakkında bilgi toplamaya dayanan
yarı yapılandırılmış bir soru formu kullanılmıştır.
Yaşam boyu evlilik oranlarının hasta ve kontrol grubunda benzer olduğu, ancak
hastalık sonrasında tüm hasta gruplarında özellikle şizofreni hastalarında bekar, boşanmış
ve ayrı yaşayan oranının daha yüksek olduğu saptanmıştır. Ayrıca şizofren eşlerinde
psikopatolojinin daha fazla olduğu belirlenmiştir.
Hastaların menstürasyon, cinsel birliktelik yaşama, mastürbasyon konularında
kontrol grubundan farklı olmadığı ancak cinsel kötüye kullanımın başta şizofren hastalar
olmak üzere hasta gruplarında daha yüksek oranda olduğu saptanmıştır. Hasta gruplarında
hastalık sonrasında cinsel disfonksiyon artışı bildirilmiştir.
Şizofreni vakalarında cinsel yolla bulaşan hastalıklar ve AİDS ile ilgili riskli
davranışlara daha sık rastlanmıştır. Bu konularda bilgilenme özellikleşizofrenlerde diğer
hasta grupları ve kontrollere göre düşük saptanmış olup tüm gruplarda bilgi kaynağının
sıklıkla medya olduğu bildirilmiştir.
113
Kontrasepsiyon konusunda genel bilgi eksikliği göze çarparken şizofren hastalarda
daha belirginleştiği gözlemlenmiştir. Şizofren ve bipolar hastaların jinekolojik muayene
olma oranları, eşleri ile aile planlaması ve doğum kontrolü konusunda konuşma ve destek
almaları düşük saptanmıştır. Aile planlaması ve doğum kontrolü konularında danışmanlık
talebi fazla, psikiyatristleriyle bu konularda konuşma ve bilgilenme oldukça az
bildirilmiştir. Hastaların çocuklarını olumsuz algılama ve yeterince ilgilenememe
duygulanımları daha fazla, şizofreni ve İUMB olanların çocuklarının bakımı için destek
almaları veya bir başkasına devretmeleri daha yüksek oranlarda saptanmıştır
Sonuç olarak, şizofreni ve mizaç bozukluklarının kadın hastaların yaşamlarının
doğurganlık dönemini, ki bu hastalıkların tam da bu dönemlere denk gelmesi nedeniyle
etkilediği, şizofreni hastalarında belirgin olmakla birlikte iki uçluların da bu etkilenmeden
nasibini aldığı, depresyonu olanlarda bu etkilenme oranın daha düşük olduğu
gözlemlenmiştir. Bu hastalıkların cinsellik, aile planlaması, çocuk sahibi olma ve cinsel
yolla bulaşan hastalıklar hakkında yetersizliklere neden olduğu, ruh sağlığı çalışanları
tarafından
bu konuların daha çok irdelenmesi, bilinçlendirme ve baş etme yollarının
gösterilmesinin önemli olduğu düşünülmüştür.
114
SUMMARY
In this study, marriage, parenthood, sexuality; attitudes and needs in family
planning and contraceptive use and high risk behaviors concerning sexually transmitted
infections (STIs) and HIV/AIDS have been evaluated in female psychiatric patients. The
study was conducted in the outpatient clinic of Bakırköy Neuropsychiatric Hospital.
Schizophrenic, bipolar and unipolar depressive patients in remission (50 patients in each
group) have been compared with a control group of 50 healthy subjects. A semistructured
questionnaire has been developed to collect the data regarding the sociodemographic
charecteristics.
Lifetime marrige rates were similiar in patient and control group. Regarding marital
status, the rate of being single, divorsed and separated in all groups, especially in
schizophrenic patients were significantly higher. Also psychopathology was more common
in the partners of schizophrenic patients.
The data related to menstruation, sexual intercourse and masturbation in female
patients were found to be similar to the control group. However, sexual abuse was more
frequently reported in patient groups, especially in schizophrenic patients. Also the rate of
sexual dysfunction increased after the onset of illness in all groups.
In schizophrenic patients, high risk behaviors regarding STI and HIV/AIDS were
reported frequently, hence lower than the rates in the literature. Awareness and knowledge
115
of STI and HIV/AIDS was also inadequate among this group. Media was the main source
of information.
The knowledge of family planning methods was inadequate in general but it was
more pronounced in schizophrenic patients. Gynecological examination and discussing
family planning with partner were infrequent in schizophrenic and bipolar patients.
Schizophrenic and bipolar patients tended to seek more support or had to rely on their
relatives and/or institutions for childrearing. Although the patients reported high need for
counseling in family planning, they couldn’t discuss these topics with their psychiatrists.
In summary, due to the fact that the course of illness overlaps with the reproductive
period, especially schizophrenic and bipolar female patients are open to be affected deeply
in the areas of sexuality, parenthood, family planning and STIs. Therefore psychiatric
services should be enhanced to fulfill these basic primary healthcare needs.
KAYNAKLAR
1. Grunebaum HU, Abernethy VD, Rofman ES, Weiss JL. The family planning attitudes,
practices, and motivations of mental patients. Am J Psychiatry. 1971;128:740-4.
2. Coverdale JH, Aruffo JA. Family planning needs of female chronic psychiatric
outpatients.Am J Psychiatry. 1989;146:1489-91.
3. Miller LJ, Finnerty M. Sexuality, pregnancy, and childrearing among women with
schizophrenia-spectrum disorders.Psychiatr Serv. 1996;47:502-6.
4. Coverdale J, Aruffo J, Grunebaum H. Developing family planning services for female
chronic mentally ill outpatients. Hosp Community Psychiatry. 1992;43:475-8.
5. Abernethy V. Sexual knowledge, attitudes, and practices of young female psychiatric
patients.Arch Gen Psychiatry. 1974;30:180-2.
6. Kalichman SC, Kelly JA, Johnson JR, Bulto M. Factors associated with risk for HIV
infection among chronic mentally ill adults.Am J Psychiatry. 1994;151:221-7.
7. Kelly JA, Murphy DA, Bahr GR, Brasfield TL, Davis DR, Hauth AC, Morgan MG,
Stevenson LY, Eilers MK. AIDS/HIV risk behavior among the chronic mentally
ill.Am J Psychiatry. 1992;149:886-9.
116
8. Eker D, Arkar H, Yaldız H : Çok Boyutlu Algılanan Sosyal Destek Ölçeği’nin Gözden
Geçirilmiş Formunun Faktör Yapısı, Geçerlik ve Güvenirliği, Türk Psikiyatri Dergisi
2001; 12:17-25
9. Güleç C, Köroğlu E : Psikiyatri Temel Kitabı Cilt-1, 1.Baskı, Hekimler Yayın BirliğiAnkara, 1997; 321-448.
10. Işık E : Şizofreni, 2.Baskı, Kent Matbaacılık-Ankara, 1997; 1-87.
11. Ceylan ME : Biyolojik Psikiyatri,Şizofreni 1. cilt, 2. Baskı, İstanbul 2001;1-3.
12. Kaplan HI, Sadock BJ, Grebb JA : Synopsis of Psychiatry, Seventh Edition, 1994;
459-460
13. Karamustafalıoğlu N, Tomruk N, Alpay N : Şizofrenide cinsiyet farklılıkları, Düşünen
Adam Dergisi, 1998; 11: 22-32
14. Miller LJ. Sexuality, reproduction, and family planning in women with schizophrenia.
Schizophr Bull. 1997;23:623-35.
15. Sevimli F : Kadın psikiyatrik hastalarda psikoseksüel gelişim, evlilik, gebelik,
emzirme, doğum sonrası ve aile planlaması özelliklerinin genel popülasyonla
karşılaştırmalı çalışması,Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı,
Uzmanlık tezi Erzurum-1999.
16. Arkonaç O : Psikotik Bozukluklar ve Tedavileri. Nobel Tıp Kitabevi-İstanbul, 1996;
36-148.
17. Amerikan Psikiyatri Birliği: Mental Bozuklukların Tanısal ve Sayımsal Elkitabı,
Dördüncü Baskı (DSM-4), Amerikan Psikiyatri Birliği, Washington DC, Çeviri
editörü Köroğlu E, Hekimler yayın Birliği, Ankara, 1998; 339-347.
18. Öztürk O : Ruh Sağlığı ve Bozuklukları, 9.Baskı, Nobel Tıp Kitabevi- İstanbul 2002;
217-342.
19. Akdeniz F : Hızlı Döngülü Bipolar Bozukluk, Ege Psikiyatri Sürekli Yayınları. 1.
baskı, Ege Üniversitesi Basımevi-İzmir 1997; 5-7
20. Yüksel N : Duygudurum Bozuklukları, Ruhsal Hastalıklar. Ankara Hatipoğlu
Yayınevi, 1995; 170-238.
117
21. Fenickel O. :Nevrozların psikoanalitik Teorisi, Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi
Kitapları Serisi-İzmir, 1998;374
22. Leibeluft E : Women and bipolar disorder: an update, Bulletin of The Meninger Clinic
2000;64: 5-17.
23. Mumcu C, Saner S, Gökalp P :Kadın ve Depresyon, 1. Baskı İstanbul 2002;87-88
24. Işık E : Depresyon ve Bipolar Bozukluklar,1. Baskı, Ankara, 2003;5-33.
25. Türkmenoğlu M : Remisyonda bipolar I kadın ve erkek hastalarda evlilik ilişkisi ve
cinsellik, Bakırköy Prof. Dr. Mahzar Osman Uzman Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları
Eğitim ve Araştırma Hastanesi Uzmanlık tezi İstanbul, 2003.
26. Karşıdağ Ç : Remisyon dönemindeki mani hastalarında yetiyitimi düzeyi
değerlendirmesi, Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi,
Uzmanlık Tezi İstanbul,1999
27. Parry BL. Reproductive factors affecting the course of affective illness in women.
Psychiatr Clin North Am. 1989;12:207-20.
28. Akdeniz F, Gönül AS : Kadınlarda üreme olayları ile depresyonun ilişkisi, Klinik
Psikiyatri Dergisi Ek-2. 2004; 70-74.
29. Doğan O : Kadın ve Ruhsal Bozukluklar: Cinsiyet bir etyolojik etken olabilir mi? 7.
Anadolu Psikiyatri Günleri Malatya,1998
30. Özkan S, Bozkurt O : Kadın Doğum ve Ruh Sağlığı. Konsültasyon Liyezon
Psikiyatrisi, İstanbul 1999;36-49.
31. Casiano ME, Hawkins DR. Major mental illness and childbearing. A role for the
consultation-liaison psychiatrist in obstetrics.Psychiatr Clin North Am. 1987;10:35-51.
32. Freeman MP, Smith KW, Freeman SA, McElroy SL, Kmetz GE, Wright R, Keck PE
Jr. The impact of reproductive events on the course of bipolar disorder in women.J
Clin Psychiatry. 2002;63:284-7.
33. Karamustafalıoğlu N, Tomruk NB : Postpartum Hüzün ve depresyonlar Duygudurum
Bozuklukları 2000;2: 64-71.
118
34. Kendell RE, Chalmers JC, Platz C. Epidemiology of puerperal psychoses.Br J
Psychiatry. 1987;150:662-73.
35. Yıldız M, Ünal S : Gebelik ve psikiyatrik sorunlar, Phsyco-med 1996;4:141.
36. Terp IM, Mortensen PB. Post-partum psychoses. Clinical diagnoses and relative risk
of admission after parturition. Br J Psychiatry. 1998;172:521-6.
37. Keitner GI, Miller IW. Family functioning and major depression: an overview.Am J
Psychiatry. 1990;147:1128-37.
38. Test MA, Burke SS, Wallisch LS. Gender differences of young adults with
schizophrenic disorders in community care. Schizophrenia Bulletin 1990;16(2):331344
39. Vedi F : Şizofrenlerde Cinsel Yaşam ve Kontrasepsiyon Özellikleri. Uzmanlık tezi,
BRSHH,1999
40. Ayşalurs K : İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Psikiyatri Ders Kitabı 2.
baskı, Emek Matbaacılık 1998;11.
41. Işık H, Aker T : Şizofrenili hastalarının cinsel yaşamları. 36. Ulusal Psikiyatri
Kongresi, Poster Bildirisi Antalya, 2000
42. McEvoy JP, Hatcher A, Appelbaum PS, Abernethy V. Chronic schizophrenic women's
attitudes toward sex, pregnancy, birth control, and childrearing. Hosp Community
Psychiatry. 1983;34:536-9.
43. McLennan JD, Ganguli R. Family planning and parenthood needs of women with
severe mental illness: clinicians' perspective.Community Ment Health J. 1999;35:36980.
44. Barkla J, McGrath J : Reproductive, preconceptual and needs of women with
schizophrenia In Castle DJ,Mcgrath J, Kulkarni J (editors), Women and Schizoprenia,
Firsth edition, Cambridge, 2000;67-78.
45. Raboch J. Sexual development and life of psychiatric female patients.Arch Sex Behav.
1986;15:341-53.
46. Kaschkat G. Pregnancy in mental patients] Med Klin. 1977; 26; 1320-6.
119
47. Aşkın R : Depresyon El Kitabı, 2.baskı, Roche Mühtahzarları Sanayi A.Ş.
İstanbul,1994
48. İncesu C: Cinsel işlevlerin fizyolojisi, Cinsel İşlev Monograf Serisi 1998;1: 3-12.
49. Ziyalar A : Sosyal Psikiyatri, ilaveli 2. Baskı, İstanbul Yüce Yayımevi 1999;105-127.
50. Saugstad LF. Social class, marriage, and fertility in schizophrenia.Schizophr Bull.
1989;15:9-43.
51. Jonsson SA. Marriage rate and fertility in cycloid psychosis: comparison with affective
disorder, schizophrenia and the general population.Eur Arch Psychiatry Clin Neurosci.
1991;241:119-25.
52. Blumenthal MD, Dielman TE. Depressive symptomatology and role function in a
general population.Arch Gen Psychiatry. 1975;32:985-91.
53. Frank E, Targum SD, Gershon ES, Anderson C, Stewart BD, Davenport Y, Ketchum
KL, Kupfer DJ. A comparison of nonpatient and bipolar patient-well spouse couples.
Am J Psychiatry. 1981;138:764-8.
54. Maner F, Ersoy Z, Uygur N :Nörotik ve Nörotik olmayan hastaların eşlerinin hastaya,
hastalığa karşı tutumu ve anksiyete düzeyleri. XXIII. Ulusal Psikiyatrik ve Nörolojik
Bilimler Kongresi Bilimsel Çalışmaları. İstanbul 1997;293-300.
55. Parnas J. Mates of schizophrenic mothers. A study of assortative mating from the
American-Danish high risk project.Br J Psychiatry. 1985;146:490-7.
56. Fowler CR, Tsuang MT. Spouses of schizophrenics: a blind comparative study.
Comprehensive Psychiatry, 1975;16(4):339-342
57. Alanen YO, Kinnunen P. Marriage and the development of schizophrenia. Psychiatry,
1975;38:346-365
58. Tosun M, Duran A, Kalyoncu C, Ziyalar A : Şizofreni ile medeni durum arasındaki
karşılıklı ilişkilerin araştırılması. Yeni Symposium 1990;4:5-14.
59. Lane A, Byrne M, Mulvany F, Kinsella A, Waddington JL, Walsh D, Larkin C,
O'Callaghan E. Reproductive behaviour in schizophrenia relative to other mental
disorders: evidence for increased fertility in men despite decreased marital rate. Acta
Psychiatr Scand. 1995;91:222-8.
120
60. Özvarış ŞB : Doğurganlığın düzenlenmesi, Aile Planlamasında Temel Bilgiler İnsan
Kaynağını Geliştirme Vakfı İstanbul,1997
61. Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü :Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırması
T.C. Sağlık Bakanlığı Ana Çocuk Sağlığı ve Aile Planlaması Genel Müdürlüğü,
Ankara,2003
62. McCullough LB, Coverdale J, Bayer T, Chervenak FA. Ethically justified guidelines
for family planning interventions to prevent pregnancy in female patients with chronic
mental illness.Am J Obstet Gynecol. 1992;167:19-25.
63. Abernethy V, Grunebaum H, Clough L, Hunt B, Groover B. Family planning during
psychiatric hospitalization.Am J Orthopsychiatry. 1976;46:154-62.
64. David HP, Morgall JM. Family planning for the mentally disordered and retarded.J
Nerv Ment Dis. 1990;178:385-91.
65. Tanrıöver Ö, Karamustafalıoğlu N, Tomruk NB : Psikiyatrik kadın hastaların
kontraseptif yöntem kullanımı ve cinsel yolla bulaşan hastalık riskinin
değerlendirilmesi. Ulusal Psikiyatri Kongresi Poster Bildirisi Antalya,2002
66. Oyserman D, Mowbray CT, Meares PA, Firminger KB. Parenting among mothers with
a serious mental illness.Am J Orthopsychiatry. 2000;70:296-315.
67. Zax M, Sameroff AJ, Babigian HM. Birth outcomes in the offspring of mentally
disordered women.Am J Orthopsychiatry. 1977;47:218-30.
68. Miller WH, Resnick MD, Williams MH, Bloom SD. Pregnant psychiatric inpatient: a
missed opportunity. Gen Hosp Psychiatry 1993;12:373-378
69. Coverdale JH, Turbott SH, Roberts H. Family planning needs and STD risk
behaviours of female psychiatric out-patients.Br J Psychiatry. 1997;171:69-72.
70. Nicholson J, Sweeney EM, Geller JL. Mothers with mental illness: I. The competing
demands of parenting and living with mental illness.Psychiatr Serv. 1998;49:635-42.
71. Nicholson J, Sweeney EM. Mothers with mental illness:II.Family relationships and
the contex of parenting, Psychiatry Services, 49(5): 635-642, May 1998
72. Hyde JA. Bipolar illness and the family.Psychiatr Q. 2001;72:109-18.
121
73. Gaensbauer TJ, Harmon RJ, Cytryn L, McKnew DH. Social and affective
development in infants with a manic-depressive parent. Am J Psychiatry.
1984;141:223-9.
74. Davenport YB, Zahn-Waxler C, Adland ML, Mayfield A. Early child-rearing practices
in families with a manic-depressive parent.Am J Psychiatry. 1984;141:230-5.
75. Appleby L, Dickens C. Mothering skills of women with mental illness. BMJ. 1993
6;306:348-9.
76. Cohler BJ, Gallant DH, Grunebaum HU, Weiss JL. Child-care attitudes and
development of young children of mentally ill and well mothers.Psychol Rep.
1980;46:31-46.
77. Kumar v., Cotran R.S., Robbins S.L.:İmmun sistem bozuklukları, Temel Patoloji
Nobel Tıp Kitabevi, İstanbul 2000;117-118.
78. McKinnon K, Cournos F, Sugden R, Guido JR, Herman R. The relative contributions
of psychiatric symptoms and AIDS knowledge to HIV risk behaviors among people
with severe mental illness.J Clin Psychiatry. 1996;57:506-13.
79. McKinnon K, Rosner J. Severe mental illness and HIV-AIDS.New Dir Ment Health
Serv. 2000;(87):69-76.
80. McKinnon K, Cournos F, Meyer-Bahlburg HF, Guido JR, Caraballo LR, Margoshes
ES, Herman R, Gruen RS, Exner TM. Reliability of sexual risk behavior interviews
with psychiatric patients.Am J Psychiatry. 1993;150:972-4.
81. Cournos F, Guido JR, Coomaraswamy S, Meyer-Bahlburg H, Sugden R, Horwath E.
Sexual activity and risk of HIV infection among patients with schizophrenia.Am J
Psychiatry. 1994;151:228-32.
82. Kostakoğlu AE,Batur S,Tiryaki A,Göğüş A : Pozitif ve negatif sendrom ölçeğinin
(PANNS) Türkçe uyarlamasının geçerlik ve güvenirliği Türk Psikiyatri Dergisi, 14:2332, 1999
83. Karadağ F, Oral ET,Yalçın FA, Erten E : Young Mani Derecelendirme Ölçeğinin
Türkiye’de Geçerlik ve Güvenilirliği Türk Psikiyatri Dergisi 2002;13:107-114.
84. Akdemir A., Örsel S., Dağ İ. Hamilton depresyon derecelendirme ölçeğinin geçerliği,
güvenirliği ve klinikte kullanımı. Psikiyatri Psikoloji Psikofarmakoloji Dergisi
1996;4:251-259.
122
85. Göğüş A. K., Kültür S., Alptekin K. : Şizofreni tanılı hastalarda bir yıllık çok merkezli
izleme çalışması: hastaların sosyodemografik özellikleri 37.Ulusal Psikiyatri Kongresi
Sözel Bildiri Sunumları İstanbul,2001
86. Brown S, Birtwistle J. People with schizophrenia and their families. Fifteen-year
outcome.Br J Psychiatry. 1998;173:139-44.
87. Drake RE, Wallach MA. Substance abuse among the chronic mentally ill. Hosp
Community Psychiatry. 1989;40:1041-6.
88. Öğel K, Tamar D, Özmen E : İstanbul örnekleminde sigara kullanım yaygınlığı.
Bağımlılık Dergisi 2003; 4: 3
89. Akvardar Y, Tümüklü M : Şizofreni ve madde kullanımı, Bağımlılık Dergisi 2003; 4:
3.
90. Alptekin K., Mete L., Yazıcı K., :Şizofrenide bir yıllık çok merkezli izleme çalışması:
şizofreniye eşlik eden madde ve sigara kötüye kullanımı Türk Psikiyatri Derneği
Şizofreni Çalışma Birimi-İstanbul, 37. Ulusal Psikiyatri Kongresi Poster Bildirimi
İstanbul,2001
91. Evren CE, Arslan HO, Filiz M : İki uçlu mizaç bozukluğunda ilk atak öncesi yaşam
olayları, 7. Anadolu Psikiyatri Günleri Malatya,1998
92. Üçok A, Göğüş AK, Yazıcı K : Şizofrenide bir yıllık çok merkezli izleme çalışması:
ailede şizofreni öyküsünün klinik ve sosyodemografik değişkenlerle ilişkisi 37. Ulusal
Psikiyatri Kongresi Poster Bildirimi İstanbul,2001
93. Jacobson A. Physical and sexual assault histories among psychiatric outpatients. Am J
Psychiatry. 1989;146:755-8.
94. Cansel Neslihan : Çocukluk çağı istismarının bipolar bozukluk üzerine etkileri.
Uzmanlık tezi Bakırköy Prof. Dr. Mahzar Osman Uzman Ruh ve Sinir Hastalıkları
Eğitim ve Araştırma Hastanesi İstanbul,2004
95. Hacettepe üniversitesi: Türkiye’de HIV/AIDS, 2002 yılı UNAIDS Araştırma Raporu,
Ankara,2002
96. McNeil TF, Kaij L, Malmquist-Larsson A. Women with nonorganic psychosis: mental
disturbance during pregnancy.Acta Psychiatr Scand. 1984;70:127-39.
123
EKLER
Ek 1: Sosyodemografik, hastalık, cinsel yaşam, evlilik, aile planlaması ve kontrasepsiyon,
gebelik ve çocuk sahibi olma, ebeveynlik özellikleri ve AİDS-Cinsel yolla bulaşan hastalıklar
açısından riskli davranışların değerlendirme formu
Ek 2: Çok Boyutlu Algılanan Sosyal Destek Formu
Ek 3. Pozitif ve Negatif Sendrom Ölçeği (PANSS)
Ek 4. Young Mani Derecelendirme Ölçeği
Ek 5. Hamilton Depresyon Ölçeği
124
SOSYODEMOGRAFİK BİLGİLER SORU FORMU
1-Adı soyadı:........................................
2-Yaşı
:........................................
3-Doğum yeri:...............................1.kırsal
4-Yaşadığı yer:..............................1.Kırsal
2.Kentsel
2.Kentsel:......
5-Eğitim durumu:
1)Okur yazar değil
2)Okur yazar
3)İlkokul
4)Ortaokul
5)Lise ve dengi
6)Yüksek okul, üniversite
6-HASTALIK ÖNCESİ Mesleği ve sosyal güvencesi:(iki seçenek işaretlenebilir.)
a)işsiz
a)Yeşil kart
b)ailesi bakıyor
b)SSK
c)öğrenci
c)Bağkur
d)geçici/vasıfsız işçi
d)Emekli sandığı
e)memur
e)sosyal güvencem yok
f)işçi
f)Özel sigortalı
g)emekli
g)diğer:................
h)ev hanımı
ı)sokakta yaşıyor
i)diğer:...................
7-HASTALIK SONRASI Mesleği ve sosyal güvencesi:(iki seçenek işaretlenebilir.)
a)işsiz
a)Yeşil kart
b)ailesi bakıyor
b)SSK
c)öğrenci
c)Bağkur
d)geçici/vasıfsız işçi
d)Emekli sandığı
e)memur
e)sosyal güvencem yok
f)işçi
f)Özel sigortalı
g)emekli
g)diğer:................
h)ev hanımı
ı)sokakta yaşıyor
i)diğer:...................
8-MEDENİ HALİ:
Hastalık öncesi
a)bekar:
...........
b)evli:
..........
c)dul:
..........
d)ayrı yaşayan:
..........
e)boşanmış:
..........
9-SOSYAL DURUM
Hastalık sonrası
...........
..........
..........
..........
...........
a) ev hanımı
b) çalışıyor
c) İşsiz
d) Geçimini aile sağlıyor
e) Sokakta yaşıyor
f) Emekli
10-HASTANIN SOSYAL DESTEK SİSTEMLERİ(AİLENİN İLGİSİ):
11-KARDEŞ SAYISI:
a)yok
b)1-3
a)yeterli
b)kısmen yeterli c)yok
c)3’den fazla
12-MADDE KULLANIMI:
Hastalık öncesi
Hastalık sonrası
a)alkol
. ..........
.........
b)sigara
... .........
.........VAR İSE:günde ½ - 1 - 2 - 2+ paket
c)diğer PAM ............
............
.........
d)yok
............
..........
13-PSİKOSOSYAL STRESÖRLER
a)yok
b)var(belirtiniz)
14-ATAKLARLA İLİŞKİSİ: a)ilişkili
b)muhtemel ilişkili
15-AİLEDE PSİKİYATRİK HASTALIK ÖYKÜSÜ:
16-HASTALIK
a-Tanısı:
c)ilişkisiz
a)yok
b)var(belirtiniz)......................
125
b-Başlangıç yaşı
c-Hastaneye yatış sayısı (1)Yok (2)1 (3)2-5 (4)5- 10 (5)10’dan fazla
d-Hastanede aldığı tedaviler(Antipsikotik,antidepresan, mizaç düzenleyiciler vb.belirtin)
e-sürekli kullandığı ilaçlar(Haloperidol eşdeğeri) ve süresini belirtin
---düzenli ilaç kullanımı
---düzensiz ilaç kullanımı
f-İçgörü
---var
---kısmen var
---yok
g-Şiddet öyküsü
---yok
---sık
---birkaç kez
h-Evden kaçtığınız oldumu ---yok
---bir kez
---birkaç kez
---sık
17-DİĞER TIBBİ HASTALIK ÖYKÜSÜ
18-İŞLEVSELLİĞİN GLOBAL DEĞERLENDİRİLMESİ DSM-4...
CİNSEL YAŞAM
1-Menstrüasyon
---arkadaşlar
a- ----görüyor
----görmüyor
b-kaç yaşında başladı:...........
c-daha önceden bilgisi var mıydı: ---evet ---hayır ---hatırlamıyorum
d-bilgiyi kimden aldınız
---anne-baba
---kardeşler
---akrabalar
---diğer..................
e-ilk adetinize karşı tepkiniz? ---olumlu ---olumsuz
---fikri yok
2-Cinsellikle ilgili bilgi aldınızmı:
a---evet ---hayır
b-bilgi aldığınızda kaç yaşındaydınız:.............
c-kimlerden bilgi aldınız:
---anne-baba
---kardeşler
---akrabalar
.
---a rkadaşlar ---diğer..................
d-bilginin düzeyi:
---yeterli ---kısmen yeterli ---yetersiz
3-Mastürbasyon yapar mısınız:
a---evet ---hayır
b-kaç yaşında başladınız:...........
c-sıklık:---her gün ---haftada 3-4 gün ---haftada bir
---ayda bir
---daha seyrek
d-mastürbasyonla ilgili düşünceleriniz: ---olumlu
4-Cinsel deneyim:a---var
---yok
b-ilk ne zamandı
c-partner cinsiyeti:---karşı cins
5-Cinsel disfonksiyon
---kendi cinsi
---olumsuz
---her ikisi
--yok
---var
---hastalık öncesi ---hastalık sonrası
---belirtiniz:........1-istek
2-uyarılma
3-orgazm
---bilinmiyor
6-Cinsel kötüye kullanım:---yok
---var
---tecavüz teşebbüs
---tecavüz arkadaş/yabancı/2. derece
akraba
---ensest
---taciz
---bilinmiyor
---varsa hastalık :
---öncesi ---sonrası
.
7-Hastalık öncesiyle kıyasladığınızda cinsel isteğinizde fark var mı.
--çoğalma
--azalma
---hayır ---bilinmiyor
8-Cinsi münasebet sıklığı:---hastalık öncesi:
---yok ---haftada bir-kaç ---haftada bir
---hastalık sonrası:
---yok ---haftada bir-kaç ---haftada bir
---ayda bir
---ayda bir
---bazen
---eşim istediğinde
---bazen ---eşim istediğinde
EVLİLİK
1-Halen devam eden birlikteliğinin hukuki durumu:
126
---resmi nikahlı
---dini nikahlı
---her ikisi
2- Eşi ile tanışma şekli:
a-görmeden ailenin belirlemesi ile
b-görücü usulü
c-akraba
d-iş yerinde
e- tanışarak
f-komşu
g-diğer...........
3-Kaç kere evlendiniz:--1
---2
---3
---birlikte yaşıyor
---4+
4-Evlilik süresi:...............
5-eşin yaşı.:
---hastayla eşit(0-5)
---5-10
---10-15
---15+
6-Eşin eğitimi:
a)Okur yazar değil:....................
b)Okur yazar:.............................
c)İlkokul:....................................
d)Ortaokul:.................................
e)Lise ve dengi:..........................
f)Yüksek okul, üniversite:..........
7-Eşin mesleği ve sosyal güvencesi
a)işsiz
b)ailesi bakıyor
c)öğrenci
d)geçici/vasıfsız işçi
e)memur
f)işçi
g)emekli
h)ev hanımı
ı)sokakta yaşıyor
i)diğer:...................
8-Eşin sağlık durumu.:
a-sağlıklı
b-sınırda mental kapasite
c-bedensel özürlü
d-psikoz
e-nevrotik
f-bilinmiyor
9-Eşin madde kullanım öyküsü:
10-Eş ile evlenme zamanı:
a)Yeşil kart
b)SSK
c)Bağkur
d)Emekli sandığı
e)sosyal güvencem yok
f)Özel sigortalı
g)diğer:................
a-yok
b-alkol
c-eroin
d-esrar
e-sigara
f-diğer
a-evlilik öncesi hasta
11-Boşanma ile hastalık ilişkisi: a- var
b-evlendikten sonra hastalanma
b-yok
CİNSEL YOLLA BULAŞAN HASTALIKLAR AÇISINDAN RİSKLİ DAVRANIŞLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ
1-
a-Birden fazla partnerle cinsel münasebetiniz oldu mu
---evet
---hayır
127
b-Halen devam eden ilişkiniz var mı
---evet
---hayır
c-Birden fazla partnerle aynı anda cinsel münasebetiniz oldu mu
2-Anal yolla cinsi münasebetiniz oldu mu
---evet ---hayır
---evet
3-IV madde kullanan biri ile cinsel münasebetiniz oldu mu:
---hayır
---evet
4-Bir günden kısa süreli tanıştığınız biri ile cinsel münasebetiniz oldu mu:
---evet
5-Alkol veya madde kullanımı sonrası cinsel ilişkiniz oldu mu:
---hayır
---evet
6-Kalacak yer, para veya madde karşılığı cinsel ilişkide bulundunuz mu:
7-Partnerinizle nerede tanıştınız:
---arkadaşlar vasıtası ile
---barda ---sokakta, parkta veya umumi yerlerde
8-Zorla istemediğiniz cinsel ilişkiniz oldu mu:
9-Cinsel yolla geçen hastalıklar hakkında
---evet
---evet
---hayır
---hayır
---hayır
---ruh sağlığı merkezinde
---iş y erinde
---genel evde
---hayır
a- bilginiz var mı: ---evet ---hayır
---kısmen
b-bilgi kaynağınız: ---aile ---arkadaşlar
---m edya ---diğer..........
10-a-AIDS hakkında bilginiz var mı: ---evet
---hayır
---yetersiz
b-bilgisi varsa:
evet
hayır bilmiyorum
--- cinsel ilişki ile bulaşır
.…
….
….
karnındaki bebeğe geçebilir
….
....
….
---öldürücüdür
….
….
….
---homoseksüel erkek hastalığıdır.
....
….
….
---tedavisi var/yok.
….
….
….
---kondom koruyucudur.
….
….
….
---kan yolu ile bulaşır.
….
….
….
---IV madde kullanıcılarında AIDS riski yüksektir..
….
….
11-Cinsel yolla bulaşan hastalık geçirdiniz mi
---evet.................
---anne
---hayır
AİLE PLANLAMASI VE KONTRASEPSİYON
1-Aile planlaması nedir?
a-bilmiyorum
b-doğum önleme yöntemi
kadar çocuk sahibi olmaları d-günah bir davranış
c-insanların istedikleri zaman istedikleri
2-Kontrasepsiyon hakkında ne düşünüyorsunuz?
a-Karşıyım günahtır
b-bilgim yok c-Çok az bilgim var
d-yeterli bilgim var
e-sağlık personellerinin daha iyi bilgilendirmesini
isterim
3-Bildiğiniz kontrasepsiyon yöntemleri: a-enjeksiyon yöntemi
b-sc.enjeksiyon c-hap
diyafram f-İUA(Spiral)
g-kondom
j-geri çekilme
takvim yöntemi
m-perhiz
d-jel/köpük/krem
ek-sterilizasyon
l-
4-Uyguladığınız kontrasepsiyon yöntemleri a-enjeksiyon yöntemi b-sc.enjeksiyon c-hap
d-jel/köpük/krem
ediyafram f-İUA(Spiral)
g-kondom
j-geri çekilme
k-sterilizasyon
ltakvim yöntemi
m-perhiz
5-Bilginin kaynağı:
a-aile
b-arkadaşlar/komşular
c-medya d-doktor/ebe-hemşire
h-diğer..........
6-Son cinsel ilişkinizde kontrasepsiyon uyguladınız mı.:a-evet
b-hayır
7-Son hamilelik öncesi kontrasepsiyon uygulamış mıydınız:
a-evet
8-Sterilizasyon konusunda ne düşünüyorsunuz. a-olumsuz
b-olumlu
9-Eşinizle AP konusunu tartışırmısınız.
a-evet
10-En son ne zaman pelvik muayene oldunuz. a-hiç
önce
e-bilmiyorum
11-Hamilelik sayısı: ........
b-hayır
b-hayır
c-bilmiyorum
diğer...........
b-son 6 ay içinde c- son 3 yıl içinde
d-3 yıldan
hastalık öncesi ……
hastalık sonrası ..….
128
12-Doğum sayısı
............
13-Düşük sayısı ..............
hastalık öncesi ……
hastalık sonrası ……
hastalık öncesi ……
hastalık sonrası ……
14-Kürtaj sayısı ................. hastalık öncesi ……
hastalık sonrası ……
15-Kaç çocuğunuz var.......... hastalık öncesi
……
hastalık sonrası ……
16-Son üç yılda AP polikliniğine başvurdunuz mu.
a-evet
b-hayır
17-Doktorunuz sizi bu konularda yeterli bilgilendiriyor mu: a-evet b-hayır
c-sorarsam
18-Hastanemizde AP danışmanlığı verilmesini ister misiniz.
a-evet
b-hayır
19-Danışmanın cinsiyetinin ne olmasını istersiniz?a-hemcins
.
b-karşı cins
c-bilmiyorum
c-fark etmez
d- bilmiyorum
GEBELİK VE ÇOCUK SAHİBİ OLMA
1-Hamileliklerin ve çocukların kaçı isteyerek planlı oldu.a-hepsi
2-Tekrar çocuk sahibi olmayı istiyor musunuz? a-evet
b-hiçbiri c-birkaçı
b-hayır
3-Çocuğunuzu nasıl algılıyorsunuz. a- yük olarak
b-mutluluk kaynağı
hastalık dönemlerinde keşke doğurmasaydım diyorum
c-bilmiyorum
d-
4-Çocukları kim büyütüyor? a-hepsini biyolojik ebeveyn b- büyükanne-baba/akrabalar/sağlıklı eş c-evlatlık
verilmiş/yetiştirme yurdu d-biyolojik ebeveyn +aile desteği
5-Hamileliğiniz döneminde nöroleptik kullandınız mı?
a-hayır
b-kısmen
c-sürekli
6-Hastalıktan sonraki hamileliklerinde hastalığın seyri:
a-remisyonda
b- ayaktan tedavi ile kontrol altına alınan alevlenme
c-hospitalizasyon gerektirir derecede alevlenme
7-Hamilelik sonrası seyir
a-remisyonda
b- ayaktan tedavi ile kontrol altına alınan
alevlenme c-hospitilizasyon gerektirir derecede alevlenme
.
8-Hamilelik ile hamilelik öncesi dönem kıyaslandığında kendinizi nasıl hissettiniz.
a-fark yok
b-hamilelik dönemi daha kötü c-hamilelik dönemi daha iyi
9-Hamilelik döneminde hekim kontrolü altında mıydınız a-hiç gerek duymadım
c-gerek duyduğumda gittim d-düzenli gittim
b-maddi sıkıntı sebebiyle gitmedim
10-Doğum öncesi ve sonrası komplikasyon yaşadınız mı a-hayır
d-bebek de anomali
e-diğer..........
b-erken doğum
c-düşük doğum ağırlıklı bebek
11-Çocuklar sizi çabuk sinirlendirir mi
a-evet
c-bilmiyorum
d-bazen
12-Hamileliğe karşı genel tutumunuz nedir
a-müspet
b-hayır
b-menfi
13-Sizce doğumlardan sonra çocuklarınızla yeterince ilgilenebildiniz mi:
14-Çocuk yetiştirme esnasında ihmaliniz oldu mu
a-evet
a- evet
b-hayır
b-hayır
Çok Boyutlu Algılanan Sosyal Destek Formu
129
Aşağıda 12 cümle ve herbirinde de cevaplarınızı işaretlemeniz için 1'den 7'ye kadar
rakamlar verilmiştir. Her cümlede söylenenin sizin için ne kadar çok doğru olduğunu veya
olmadığını belirtmek için o cümle altındaki rakamlardan yalnız bir tanesini daire içine alarak
işaretleyiniz. Bu şekilde 12 cümlenin her birinde bir işaret koyarak cevaplarınızı veriniz.
1-İhtiyacım olduğunda yanımda olan özel bir insan var.
Kesinlikle hayır 1 2 3 4 5 6 7
Kesinlikle evet
2-Sevinç ve kederlerimi paylaşabileceğim özel bir insan var
Kesinlikle hayır 1 2 3 4 5 6 7
Kesinlikle evet
3-Ailem bana gerçekten yardımcı olmaya çalışır.
Kesinlikle hayır 1 2 3 4 5 6 7
Kesinlikle evet
4-İhtiyacım olan duygusal yardımı ve desteği ailemden alırım
Kesinlikle hayır 1 2 3 4 5 6 7
Kesinlikle evet
5-Beni gerçekten rahatlatan özel bir insan var.
Kesinlikle hayır 1 2 3 4 5 6 7
Kesinlikle evet
6-Arkadaşlarım bana gerçekten yardımcı olamaya çalışırlar.
Kesinlikle hayır 1 2 3 4 5 6 7
Kesinlikle evet
7-İşler kötü gittiğinde arkadaşlarıma güvenebilirim.
Kesinlikle hayır 1 2 3 4 5 6 7
Kesinlikle evet
8-Sorunlarımı ailemle konuşabilirim.
Kesinlikle hayır 1 2 3 4 5 6 7
Kesinlikle evet
9-Sevinç ve kederlerimi paylaşabileceğim arkadaşlarım var.
Kesinlikle hayır 1 2 3 4 5 6 7
Kesinlikle evet
10-Yaşamımda duygularıma önem veren özel bir insan var.
Kesinlikle hayır 1 2 3 4 5 6 7
Kesinlikle evet
11-Kararlarımı vermede ailem bana yardımcı olmaya isteklidir.
Kesinlikle hayır 1 2 3 4 5 6 7
Kesinlikle evet
12-Sorunlarımı arkadaşlarımla konuşabilirim.
Kesinlikle hayır 1 2 3 4 5 6 7
Kesinlikle evet
Pozitif ve Negatif Sendrom Ölçeği ( PANSS )
1=Yok 2=Çok Hafif 3=Hafif 4=Orta 5=Orta/Ağır 6=Ağır 7=Çok Ağır
130
Pozitif Belirtiler Ölçeği (P)
P1.Sanrılar
P2.Düşünce Dağınıklığı
P3.Varsanılar
P4.Taşkınlık
P5.Büyüklük Duyguları
P6.Şüphecilik/Kötülük Görme
P7.Düşmanca Tutum
1
1
1
1
1
1
1
2
2
2
2
2
2
2
3
3
3
3
3
3
3
4
4
4
4
4
4
4
5
5
5
5
5
5
5
6
6
6
6
6
6
6
7
7
7
7
7
7
7,
1
1
1
1
2
2
2
2
3
3
3
3
4
4
4
4
5
5
5
5
6
6
6
6
7
7
7
7
1
1
2
2
3
3
4
4
5
5
6
6
7
7
1
2
3
4
5
6
7
1
1
1
1
1
1
1
1
1
1
1
1
1
1
1
1
2
2
2
2
2
2
2
2
2
2
2
2
2
2
2
2
5
5
5
5
5
5
5
5
5
5
5
5
5
5
5
5
6
6
6
6
6
6
6
6
6
6
6
6
6
6
6
6
7
7
7
7
7
7
7
7
7
7
7
7
7
7
7
7
Negatif Belirtiler Ölçeği (N)
N1.Duygulanımda Küntleşme
N2.Duygusal İçeçekilme
N3.İlişki Kurmada Güçlük
N4.Pasif/Kayıtsız Biçimde Kendini
Toplumdan Çekme
N5.Soyut Düşünme Güçlüğü
N6.Konuşmasının Kendiliğinden ve Akıcı
olmasının Kaybı
N7.Stereotipik Düşünme
Genel Psikopatoloji Ölçeği (G)
G1.Bedensel Kaygı
G2.Anksiyete
G3.Suçluluk Duyguları
G4.Gerginlik
G5.Manyerizm ve Vücut Duruşu
G6.Depresyon
G7.Motor Yavaşlama
G8.İşbirliği Kurmama
G9.Olağandışı Düşünce İçeriği
G10.Yönelim Bozukluğu
G11.Dikkat Azalması
G12.Yargılama ve İçgörü Eksikliği
G13.İrade Bozukluğu
G14.Dürtü Kontrolsüzlüğü
G15.Zihinsel Aşırı Uğraşı
G16.Aktif Biçimde Sosyal Kaçınma
3
3
3
3
3
3
3
3
3
3
3
3
3
3
3
3
4
4
4
4
4
4
4
4
4
4
4
4
4
4
4
4
Young Mani Derecelendirme Ölçeği
1-Yükselmiş Duygudurum
131
0.
1.
2.
3.
4.
Yok
Hafifçe yüksek veya görüşme sırasında yükselebilen
Belirgin yükselme hissi; iyimserlik, kendine güven, neşelilik hali
Yükselmiş; yersiz şakacılık
Öforik; yersiz kahkahalar, şarkı söyleme
2- Hareket ve enerji artışı
0. Yok
1. Kendini enerjik hissetme
2. Canlılık; jestlerde artış
3. Artmış enerji; zaman zaman hiperaktivite, yatıştırılabilen huzursuzluk
4. Eksitasyon; sürekli ve yatıştırılamayan hiperaktivite
3-Cinsel ilgi
0. Artma yok
1. Hafif yada olası artış
2. Sorulduğunda kişinin belirgin artış tanımlaması
3. Cinsel içerikli konuşma, cinsel konular üzerinde
ayrıntılı durma,
kişinin artmış cinselliğini kendiliğinden belirtmesi
5. Hastalara, tedavi ekibine yada görüşmeciye yönelik aleni cinsel eylem
4-Uyku
0. Uykuda azalma tanımlamıyor
1. Normal uyku süresi 1 saatten daha az kısalmıştır
2. Normal uyku süresi 1 saatten daha fazla kısalmıştır
3. Uyku ihtiyacının azaldığını belirtiyor
4. Uyku ihtiyacı olduğunu inkar ediyor
5-İrritabilite
0. Yok
2. Kendisi arttığını belirtiyor
4.Görüşme sırasında zaman zaman ortaya çıkan irritabilite, son zamanlarda
gittikçe artan öfke ve kızgınlık atakları
6. Görüşme sırasında sıklıkla irritabl, kısa ve ters yanıtlar veriyor
8. Düşmanca, işbirliğine girmiyor, görüşme yapmak olanaksız
6-Konuşma hızı ve miktarı
0. Artma yok
2. Kendini konuşkan hissediyor
4. Ara ara konuşma miktarı ve hızında artma, gereksiz sözler ve
laf kalabalığı
6. Baskılı; durdurulması güç, miktarı ve hızı artmış konuşma
8. Basınçlı. Durdurulamayan, sürekli konuşma
7-Düşünce yapı bozukluğu
0. Yok
1. Çevresel; hafif çelinebilir, düşünce üretimi artmış
132
2. Çelinebilir; amaca yönlenememe, sık sık konu değiştirme, düşüncelerin
yarışması
3. Fikir uçuşması; teğetsellik, takibinde zorluk, uyaklı konuşma, ekolali
4. Dikişsizlik; iletişim olanaksız
8-Düşünce içeriği
0. Normal
2. Kesin olmayan yeni ilgi alanları, planlar
4. Özel projeler, aşırı dini uğraşlar
6. Büyüklük veya paranoid fikirler, alınma fikirleri
8. Sanrılar, varsanılar
9-Yıkıcı-Saldırgan davranış
0. Yok, işbirliğine yatkın
2. Alaycı, küçümseyici; savunmacı tutum içinde, zaman zaman . . sesini
yükseltiyor
4. Tehdite varacak derecede talepkar
6. Görüşmeciyi tehdit ediyor; bağırıyor, görüşmeyi sürdürmek . . güç
8. Saldırgan; yıkıcı; görüşme olanaksız
10-Dış görünüm
0. Durum ve koşullara uygun giyim ve kendine bakım
1. Hafif derecede dağınıklık
2. Özensiz giyim, saç bakımı ve giyimde orta derecede dağınıklık, gereğinden
fazla giysilerin olması
3. Dağınıklık; açık saçık giyim, gösterişli makyaj
4. Darmadağınık; süslü, tuhaf giysiler
11-İçgörü
0. İçgörüsü var; hasta olduğunu ve tedavi gerektiğini kabul ediyor
1. Hastalığı olabileceğini düşünüyor
2. Davranışlardaki değişiklikler olduğunu itiraf ediyor, ancak hastalığı
olduğunu reddediyor
3. Davranışlarında olasılıkla değişiklikler olduğunu itiraf ediyor, ancak
hastalığı olduğunu reddediyor
4. Herhangi bir davranış değişikliği olduğunu inkar ediyor
Hamilton Depresyon Derecelendirme Ölçeği
1-Depresif ruh hali
0-yok
1-Yalnızca soruları cevaplarken anlaşılıyor.
133
2-Hasta bu durumları kendiliğinden söylüyor.
3-Hastada bunların varlığı, yüz ifadesinden, postüründen, sesinden ve
ağlamasından anlaşılıyor.
4-Hasta bu durumlardan birinin kendisinde bulunduğunu, konuşma sırasında
sözlü veya sözsüz olarak belirtiyor
2-Suçluluk duyguları
0-yok
1-Kendi kendini kınıyor.
2-Eski yaptıklarından dolayı suçluluk duyuyor.
3-Şimdiki hastalığı bir cezalandırmadır, suçluluk hezeyanları.
4-Kendisini ihbar veya itham eden sesler işitiyor ve/ veya kendisini tenkit
eden görsel halisünasyonlar görüyor.
3-İntihar
1-Yok
2-Hayatı yaşamaya değer bulmuyor.
3-Keşke ölmüş olsaydım diye düşünüyor veya benzeri düşünceler besliyor.
4-İntihar girişiminde bulunmuş (herhangi bir ciddi girişim 4 puanla
değerlendirilir).
4-Uykuya dalamamak
0-Bu konuda zorluk çekmiyor.
1-Bazen gece yatağında yarım saat kadar uyuyamadığından şikayetçi.
2-Gece boyunca gözünü bile kırpmadığından şikayet ediyor.
5-Gece yarısı uyanmak
0-Herhangi bir sorunu yok.
1-Gece boyunca huzursuz ve rahatsız olduğundan şikayetçi.
2-Gece yarısı uyanıyor. ( Herhangi bir neden olmaksızın yataktan kalkmak 2
puanla değerlendirilir)
6-Sabah erken uyanmak
0-Yok
1-Sabah erkenden uyanıyor ama sonra tekrar uykuya dalıyor.
2-Sabah erkenden uyanıp tekrar uyuyamıyor ve yataktan kalkıyor.
7-Çalışma ve aktiviteler
0-Herhangi bir sorunu yok.
1-Aktiviteleriyle, işiyle ya da boş zamanlardaki meşguliyetleriyle ilgili olarak
kendini yetersiz hissediyor.
2-Aktivitelerine, işine ya da boş zamanlardaki meşguliyetlerine karşı olan
ilgisini kaybetmiş; bu durum ya hastanın bizzat kendisi tarafından bildiriliyor ya da başkaları onun kayıtsız,
kararsız,mütereddit olduğunu belirtiyor. (İşinden ve aktivitelerinden çekilmesi gerektiğini düşünüyor)
3-Aktivitelerinde harcadığı süre veya üretim azalıyor.(Hastanede yatarken en
az 3 saat, servislerdeki işlerin dışında aktivite göstermeyenlere 3 puan verilir)
4-Hastalığında dolayı çalışmayı tamamen bırakmış.(Yatan hastalarda
servisteki işlerin dışında hiçbir aktivite göstermeyenlere ya da servis işlerini bile yardımsız yapamayanlara 4 puan
verilir)
8-Retardasyon
0-Düşünce ve konuşması normal.
1-Görüşme sırasında hafif retardasyon hissediliyor.
2-Görüşme sırasında açıkça retardasyon hissediliyor.
3-Görüşmeyi yapabilmek çok zor.
4-Tam stuporda.
9-Ajitasyon
0-Yok.
1-Elleriyle oynuyor, saçlarını çekiştiriyor.
2-Elini ovuşturuyor, tırnak yiyor, dudaklarını ısırıyor.
10-Psişik anksiyete
0-Herhangi bir sorunu yok.
1-Subjektif gerilim ve irritabilite.
2-Küçük şeylere üzülüyor.
3-Yüzünden ve konuşmasından endişeli olduğu anlaşılıyor.
4-Korkularını daha sorulmadan anlatıyor.
134
11-Somatik anksiyete
0-Yok
Anksiyeteye eşlik eden fizyolojik sorunlar:
1-Hafif
Gastrointestinal:Ağız kurumas,yellenme,
2-Ilımlı
sindirim bozukluğu,kramp,geğirme
3-Şiddetli
Kardiyovasküler:Palpitasyon, baş ağrısı
4-Çok şiddetli
Solunumla ilgili:Hiperventilasyon,iç çekme
sık idrara çıkma,terleme
12-Somatik semptomlar
(Gastointestinal)
0-Yok
1-İştahsız,ancak personelin ısrarı ile yiyor.Karnının şiş olduğunu söylüyor.
2-Personel zorlamasa yemek yemiyor.Barsakları ya da gastrointestinal
semptomları için ilaç istiyor ya da ilaca ihtiyaç duyuyor.
13-Somatik semptomlar
(Genel)
0-Yok
1-Ekstremitelerde,sırtında ya da başında ağırlık hissi.Sırt ağrıları, baş
ağrısı,kaslarda sızlama.Enerji kaybı,kolayca yorulma.
2-Herhangi bir kesin şikayet 2 puanla değerlendirilir.
14-Genital semptomlar
(libido kaybı,adet
bozuklukları vb.)
0-Yok
1-Hafif
2-Şiddetli
3-Anlaşılamadı.
15-Hipokondriyaklık
0-Yok
1-Kuruntulu
2-Aklını sağlık konularına takmış durumda.
3-Sık sık şikayet ediyor,yardım istiyor.
4-Hipokondriyak delüzyonlar
16-Zayıflama
(A ya da B’yi
doldurunuz)
A.Tedavi öncesinde (anamnez bulguları)
0-Kilo kaybı yok.
1-Önceki hastalığına bağlı olası zayıflama
2-Kesin (hastaya göre) kilo kaybı
B.Psikiyatrist tarafından haftada bir yapılan hastanın tartıldığı kontrollerde
0-Haftada 0.5 kg’dan daha az zayıflama
1- Haftada 0.5 kg’dan daha fazla zayıflama
17-Durumu hakkında görüşü
0-Hasta ve depresyonda olduğunun bilincinde
1-Hastalığını biliyor ama bunu iklime, kötü yiyeceklere, viruslara, istirahate
ihtiyacı olduğuna bağlıyor.
2-Hasta olduğunu kabul etmiyor.
135
Download