farkında mıyız? - Sağlik Ve insan Dergisi İnsan sağlığı Ve sağlığın

advertisement
Sayı : 2 / Şubat 2012
Seksenler Dizisinin Fehmi Babası
Rasim Öztekin:
Hastalık Bana
Hayatın Çok Kısa
Olduğunu Öğretti
> 24
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı
Fatma Şahin:
Değişim ve
Dönüşüm Kadından
Geçiyor
> 42
Kanser ve İnsan
10
Çocukluk Döneminde
Obezite
32
Türkülerimizde
56
Kaç Nobel Tıp Ödülü Saklı?
farkında mıyız?
AYLIK SAĞLIK VE YAŞAM DERGİSİ
Yıl: 1 Sayı: 2 • ŞUBAT 2012
SAĞLIK & İNSAN Dergisi’nin Farklılığı ve Önemi
İLTEK - İletişim Teknolojileri A.Ş. adına
Sağlık hepimiz için önemli ve öncelikli bir alan. Bu alanda yayıncılık
yapmak bilinçli, objektif, şeffaf, kararlı, istikrarlı olmayı ve sorumluluk
bilincinizin maksimum düzeyde olmasını gerektiriyor. Çünkü ele
alınan konular insanın yaşamını ilgilendiren, oldukça hassas ve
önemli konular.
Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü
Muhammet ÖZDEMİR
Yayın Danışma Kurulu (Alfabetik)
Prof. Dr. Cevdet ERDÖL, Prof. Dr. Elif DAĞLI,
Esra KAZANCIBAŞI ÖZTEKİN, Prof. Dr.
Hakan ŞATIROĞLU, Prof. Dr. Hasan Fevzi
BATIREL, Prof. Dr. Metin DOĞAN, Prof. Dr.
Murat TUNCER, Prof. Dr. Necdet ÜNÜVAR,
Prof. Dr. Nesrin DİLBAZ, Osman GÜZELGÖZ,
Öznur ÇALIK, Prof. Dr. Sabahattin AYDIN,
Doç. Dr. Tuncay DELİBAŞI
Yayın Editörü
Hande AYDEMİR
İletişim Direktörü
İ. Mediha İMAMOĞLU
Grafik Tasarım
Mustafa HALICI (İLTEK)
Yayın İdare Merkezi
İstanbul Caddesi
Devrez Sokak No: 1/7
İskitler-Altındağ/ANKARA
Tel: 0.312.286 50 50
iltekas@yahoo.com
www.saglikveinsandergisi.com
Yayın Türü
Yaygın Süreli
Basım Yeri
Kalkan Matbaacılık San ve Tic. Ltd. Şti.
Büyük Sanayi 1. Cd. Alibey İşhanı, 99/32
İskitler-Altındağ/ANKARA
Tel: 0.312.342 16 46
Basım Tarihi
Şubat 2012, ANKARA
Sağlık ve İnsan Dergisi, basın meslek
ilkelerine uymaya söz vermiştir. Dergimiz
bütün sağlık çalışanlarına ve sağlıkla
ilgilenen muhataplarına İltek A.Ş.’nin
hediyesidir. Kaynak gösterilmeden yazılar
iktibas edilemez, alıntı yapılamaz. Yazılar
yayınlansın, yayınlanmasın yazarlarına
iade edilmez. Yazılarda kısaltma yapılabilir.
Hukuki sorumluluk yazarlarına aittir.
ÜCRETSİZDİR.
© İLTEK A.Ş. - 2012
ISSN: 2146-829X
“İnsanın Sağlığı ve Sağlığın İnsanı İçin” mottosu ile 1. sayısını
sizlere sunduğumuz Sağlık&İnsan Dergisi 2. (Şubat) sayısı ile tekrar
huzurlarınıza geliyor. Bu doğumun ve büyümenin oldukça zor
olduğunu, sorumluluğumuzun bilinci ile hareket ettiğimizi, insanın
sağlığı ve sağlığın insanı için çaba göstermenin önemini kavramış
olduğumuzu bilmenizi istiyoruz.
İnsan yaşamının bütün nüanslarına, sağlığın her alanına; insan ve
sağlık konularında düşüncesi, emeği ve girişimi olan herkese açık
olan Sağlık&İnsan Dergimiz her sayısında daha da olgunlaşacak,
farklılığını ve önemini hissettirerek yoluna devam edecek.
Şubat ayının en önemli sağlık aktivitesi Kanser Haftası idi. Buradan
yola çıkarak 2. sayımızın kapak konusunu KANSER olarak belirledik.
“Kanser Nedir?” başlığı ile kapak konumuzu Op. Dr. Nejat ÖZGÜL
kaleme aldı. Yazar ve sanatçılarımızın kanserle ilgili haber ve
yazılarından da alıntılarla kapsamlı, bilgilendirici, kuşatıcı ve faydalı
bir KANSER Dosyası yaptığımızı düşünüyoruz. Prof. Dr. İsmail Çelik,
Prof. Dr. Rejin Kebudi ve Op. Dr. Murat Gültekin’in konu ile ilgili
yazılarına ayrıca dikkatinizi çekiyoruz.
Bu sayımızda iki ilginç röportaj bulacaksınız. Aynı zamanda
dergimizin Yayın Danışma Kurulu Üyesi olan sağlık editörü, yayıncı,
yazar arkadaşımız Esra Kazancıbaşı Öztekin eşi, tiyatro sanatçısı
Rasim Öztekin ile naif, tatlı sımsıcak bir söyleşi gerçekleştirdi. Yayın
Editörümüz Hande Aydemir, Sağlık Bakanlığı İletişim Koordinatörü
Gazeteci-Yazar Osman Güzelgöz ile birlikte Aile ve Sosyal Politikalar
Bakanımız Fatma Şahin’le Gaziantep’i, kadını, aileyi ve bakanlık
çalışmalarını konuştu. Her iki söyleşiyi de ilgi ile okuyacağınızı ümit
ediyoruz.
Dikkatinizi çekeceğinden emin olduğumuz bir başka özel çalışma da
Prof. Dr. Sait Eğrilmez imzasını taşıyor. “Türkülerimizde kaç Nobel
Tıp Ödülü saklı?” başlıklı araştırma tam bir sağlık ve insan yazısı.
Saç dökülmelerinden muzdarip olan bayan ve erkekler, sizi de
unutmadık. Uzm. Dr. Didem DİNÇER “Saç Dökülmelerine Güncel
Yaklaşım” yazısı ile saçlarınıza sesleniyor.
Ekibi ile birlikte gerçekleştirdiği “Yüz Nakli” ile günlerdir gündemde
olan Prof. Dr. Ömer Özkan Şubat ayının Sağlık&İnsan Portresi oldu.
Üçüncü sayımızda buluşmak dileğiyle sevgi ve saygılar sunuyoruz.
İÇİNDEKİLER
> sayfa 13
Çocukluk Çağı
Kanserlerinde Gelişmeler
> sayfa 36
Saç Dökülmelerine
Güncel Yaklaşım
> sayfa 66
“YÜZ Nakli” ile Türkiye’nin
“YÜZ AKI” olan
Prof. Dr. Ömer ÖZKAN
sayfa 3
Kanser Nedir?
sayfa 10
Kanser ve İnsan
sayfa 21
Rahim Ağzı Kanserleri
sayfa 24
Seksenler Dizisinin Fehmi Babası Rasim Öztekin:
“Hastalık Bana Hayatın Çok Kısa Olduğunu Öğretti”
sayfa 32
Çocukluk Döneminde Obezite
sayfa 42
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin:
“Değişim ve dönüşüm kadından geçiyor”
sayfa 56
Türkülerimizde Kaç Nobel Tıp Ödülü Saklı?
sayfa 62
Ülkemizden Aldığımızı Yine Ülkemize Vermek İstiyoruz
sayfa 72
SAĞLIK&iNSAN / Haberler
sayfa 78
SAĞLIK&iNSAN / Kültür-Sanat
KANSER NEDİR?
Op. Dr. Nejat ÖZGÜL
Sağlık Bakanlığı Kanserle Savaş Dairesi Başkanı
Kanserin belirtilerini bilmek hastalığın erken teşhisi açısından önemlidir, ancak bu belirtilerin
birine veya daha fazlasına sahip olmak kişinin kanser olduğu anlamına da gelmez.
Kelime anlamı olarak kanser,
bir organ veya dokudaki
hücrelerin düzensiz olarak
bölünüp çoğalmasıyla
beliren kötü urlara denir.
Genel anlamda ise kanser,
vücudumuzun çeşitli
bölgelerindeki hücrelerin
kontrolsüz çoğalması ile
oluşan 100’den fazla hastalık
grubudur.
Normal Bir Hücre Nasıl
Kansere Dönüşür?
Normalde vücudun sağlıklı
ve düzgün çalışması için
hücrelerin büyümesi,
bölünmesi ve daha çok hücre
üretmesine gereksinim vardır.
Bazen buna rağmen süreç
doğru yoldan sapar, yeni
hücrelere gerek olmadan
hücreler bölünmeye devam
eder.
Bilincini kaybetmiş kanser
hücreleri, kontrolsüz
bölünmeye başlar ve
çoğalırlar. Fazla hücrelerin
kütleleri bir büyüklük veya
tümör oluştururlar.
Tümörler iyi huylu veya kötü
huylu olabilirler. İyi huylu
tümörler kanser değildir.
Bunlar sıklıkla alınırlar ve çoğu
zaman tekrarlamazlar.
Vücudumuzdaki sağlıklı
hücreler bölünebilme
yeteneğine sahiptirler. Ancak,
kas ve sinir hücrelerinde
bu özellik bulunmaz. Ölen
hücrelerin yenilenmesi ve
yaralanan dokuların onarılması
amacıyla bu yeteneklerini
kullanırlar. Yaşamın ilk
yıllarında hücreler daha hızlı
bölünürken, erişkin yaşlarda bu
hız yavaşlar. Fakat hücrelerin
bu yetenekleri sınırlıdır,
sonsuz bölünemezler. Her
hücrenin hayatı boyunca
belli bir bölünebilme sayısı
vardır. Sağlıklı bir hücre ne
kadar bölüneceğini bilir ve
gerektiğinde ölmesini de
bilir. Buna hücrenin programlı
ölümü denir.
3
SAĞLIK&İNSAN
İyi huylu tümörlerdeki hücreler
vücudun diğer taraflarına
yayılmazlar. Kötü huylu
tümörler kanserdir. Kötü
huylu tümörlerdeki hücreler
anormaldirler, kontrolsüz ve
düzensiz bölünürler. Eğer
kanser hücreleri oluştukları
tümörden ayrılırsa, kan ya
da lenf dolaşımı aracılığı ile
vücudun diğer bölgelerine
gidebilirler. Gittikleri yerlerde
tümör kolonileri oluşturur ve
büyümeye devam ederler.
Kanserin bu şekilde vücudun
diğer bölgelerine yayılması
olayına metastaz adı verilir.
Değiştirilemeyen faktörler
yaş, cinsiyet ve aile öyküsüdür.
Değiştirilebilir faktörler ise
çevresel etkenlerdir. Bunlar:
• Sigara
• Kötü beslenme alışkanlığı
ve obezite
• Alkol kullanımı,
• Radyasyona maruz kalma
• Bazı virüsler
• Gıdalardaki katkı maddeleri
• Uzun süre güneş ışığına
maruz kalma
• Aşırı dozda röntgen ışınına
maruz kalma
• Bazı kimyasal maddeler
• Hava kirliliği…
Kanserin Nedenleri
Kanserin sebebi kesin
olarak bilinmemektedir.
Kanser hastalığı için iki grup
risk faktörü vardır. Bunlar
değiştirilebilir faktörler ve
değiştirilemeyen faktörlerdir.
Son yirmi-otuz yıl içinde,
ortalama ömrün uzamasıyla
nüfusun içindeki yaşlı sayısının
artmasına, aynı zamanda da
sigara içenlerin sayısında artış
olmasına bağlı olarak, kanser
hastalıklarının sayısında gözle
görülür bir artma olmuştur.
Kanserin Belirtileri
Nelerdir?
Kanserin belirtilerini bilmek
hastalığın erken teşhisi
açısından önemlidir, ancak bu
belirtilerin birine veya daha
fazlasına sahip olmak kişinin
kanser olduğu anlamına da
gelmez.
• Açıklanamayan kilo kaybı
Bu risk faktörlerinden
biri veya daha fazlasına
maruz kalmak bu kişide
kesin kanser gelişeceğini
göstermez, ama kansere
yakalanma ihtimalini artırır.
• Ateş
• Halsizlik
• Ağrı
• Memede veya vücutta
hissedilen kitleler
• Cilt değişiklikleri
• Kanama
• Dışkılama veya idrar yapma
alışkanlığında değişiklik
• Öksürük
• Ben ve siğillerdeki
değişiklikler
Risk Faktörleri
Belli bir tür kansere yakalanma
olasılığını artıran her şey
risk faktörüdür. Sigara,
alkol vb. gibi risk faktörleri
kontrol edilebilirken, yaş,
genetik özellikler gibi bazı
risk faktörleri de kontrol
edilememektedir. Pek
çok risk faktörünün direkt
olarak hastalığa neden olup
olmadığı bilinmemektedir.
4
SAĞLIK&İNSAN
Risk faktörleri, doktorların
kansere yakalanma olasılığı
yüksek kişileri teşhis etmesinde
yardımcıdır.
Akrabalarında kanser öyküsü
olan genç insanlar daha yüksek
riske sahiptir.
Örneğin anne veya kız
kardeşinde meme kanseri
öyküsü olan bir kadında, aile
öyküsü olmayan kadına göre
meme kanseri gelişme riski iki
kat fazladır.
Kanser öyküsü olanların, daha
erken dönemde ve daha sık
aralıklarla tarama testlerinden
geçmesi faydalı olacaktır.
Kanser Taramaları
Bilim adamları kanser
taramasında kullanılacak
testler geliştirmişlerdir ve
geliştirmeye de devam
etmektedirler. Tarama sağlıklı
bireylerin henüz hiçbir hastalık
belirtisi yok iken yaptırdıkları
kontrollerdir. Belirli aralıklarla
tekrarlanması gerekir.
Tarama tetkikleri Kanser Erken
Teşhis, Tarama ve Eğitim
Merkezlerinde (KETEM)
ücretsiz olarak yapılmaktadır.
Ülkemizdeki Ulusal Kanser
Tarama Standartları
Meme Kanseri İçin
Kadınlarımız 20-50 yaş
arasında ayda bir kez Kendi
Kendine Meme Muayenesi
(KKMM), yılda bir kez hekim
muayenesi, 50 yaşından
sonra 70 yaşına kadar her 2
yılda bir mamografi çekimi
yaptırmalıdır.
Rahim Ağzı (Serviks) Kanseri İçin
Kadınlarımız 30 yaşından sonra
65 yaşına kadar 5 yılda bir
smear testi yaptırmalıdır.
Kolorektal Kanser İçin
Hem kadınlarımız, hem de
erkeklerimiz 50 yaşından sonra
70 yaşına kadar her yıl gaitada
gizli kan testi, 10 yılda bir
kolonoskopi yaptırmalıdır.
Kanser Tedavisi
Kanserde yaygın olarak
kullanılan tedavi yöntemleri
cerrahi, radyoterapi ve
kemoterapidir. Daha az sıklıkla
hormon tedavileri, biyolojik
tedavi yöntemleri ve hedefe
yönelik tedaviler kullanılır.
1. Kanser Tedavisinde
Radyasyon
Bugün için kanser tedavisinde
etkili olan ana yöntemler;
cerrahi, kemoterapi, ve
radyasyon tedavisidir.
Ülkemizdeki radyasyon tedavi
birimleri teknolojik gelişmelere
paralel olarak kendilerini ve
tedavi ünitelerini geliştirmiş
ve geliştirmektedir. Radyasyon
tedavisi, Radyasyon Onkolojisi
Kliniklerinde kanserli
hastalarda tek yöntem olarak
uygulanabildiği gibi, cerrahi
ve kemoterapi ile beraber
aynı anda ya da ardışık olarak
uygulanabilir.
Akrabalarında kanser
öyküsü olan genç insanlar
daha yüksek riske
sahiptir. Örneğin anne
veya kız kardeşinde meme
kanseri öyküsü olan bir
kadında, aile öyküsü
olmayan kadına göre
meme kanseri gelişme
riski iki kat fazladır.
5
SAĞLIK&İNSAN
RADYOTERAPİ UYGULANACAK
HASTA İÇİN KISA REHBER
İlk kez radyasyon tedavisi alacak hastaların biraz heyecanlı ve
sıkıntılı olmaları normaldir. İlk uygulama simülasyon denilen
ve radyoterapi verilecek bölgeyi belirlemek için yapılan
işlemdir. Bu işlem için simülatör denilen cihazlar kullanılır.
Radyasyon tedavisi için ilk uygulama, uzman doktor ve
fizik mühendisi denetimi ve gözetiminde radyoterapi
teknikerleri ile beraber yapılır. Sonraki günler tedavi aynı
şekilde radyoterapi teknikerleri tarafından devam ettirilir.
Tedavi işlemi, alan sayısına bağlı olarak çoğu zaman 1015 dakika içinde tamamlanır. Tüm tedavi zamanını ilgili
hekim söyleyecektir. Bu süre genellikle 2 ile 6 hafta içinde
değişmektedir. Harici radyoterapi uygulaması genellikle
haftanın 5 günü uygulanır. İki gün normal dokuların kendini
yenilemesi için uygulama yapılmamaktadır.
Harici uygulanan radyoterapi herhangi bir ağrı oluşturmaz.
Hastanın etrafına ışın vermek-yaymak gibi bir kaygısı
olmaması gerekir. Hasta olarak ışın alıyor olmak hamilelerle
ya da küçük çocuklarla beraber olmayı engellemez, normal
yaşam devam ettirilebilir.
Radyasyon tedavisi süresince, yan etkiler görülebilir. En sık
rastlanılan yan etki halsizlik ve iştahsızlıktır. Bu yan etkilerin
çoğu geçicidir. Radyoterapi, ışın verilen alan içindeki
bölgede (ciltte) renk değişikliğine yol açacaktır. Bu bölge
hastadan hastaya değişmekle birlikte radyoterapi ilerledikçe
daha hassaslaşır. Bu bölgenin tahriş edilmemesi gerekir,
bunun için hastanın giysilerinin yumuşak olması ve tıraş,
keseleme, ovma gibi tahriş edici uygulamalardan sakınılması
gerekir.
Tedavi süresince dikkat edilmesi gereken diğer bir konu ise
beslenmedir. Tedaviden maksimum düzeyde yararlanmak
için dengeli ve yeterli beslenip, kilo korunmalıdır.
2. Kemoterapi
Kemoterapi Nedir?
Amaçları Nelerdir?
Kemoterapi, kanser hücrelerini
yok etmek veya bu hücrelerin
büyümesini kontrol altına
almak için antikanser ilaçlar
kullanılarak yapılan tedavidir.
Kanser tedavisinde tek başına
veya cerrahi ve radyoterapi ile
birlikte uygulanabilir.
6
Kemoterapi İlaçları
Nasıl Etki Eder?
Vücuttaki normal ve sağlıklı
hücrelerin gelişim ve ölüm
süreci bir düzen ve kontrol
içinde yürür. Oysa kanser
hücrelerinin büyümesi ve
ölümü bu kontrol sürecinden
çıktığı için bu hücreler
kontrolsüz bir şeklide büyüyüp
çoğalmaya başlarlar.
Kemoterapi ilaçlarının hemen
hepsi kan yolu ile vücuda
dağılarak kontrolsüz çoğalan
bu hücrelere ulaşarak bu
hücreleri öldürür veya
kontrolsüz büyümesine engel
olur. Kemoterapi ilaçları bir
taraftan bu kötü hücreleri
yok ederken diğer taraftan
vücuttaki normal hücreler
üzerine de etki etmektedir. Bu
da vücutta kemoterapiye bağlı
bir takım yan etkiler ile kendini
gösterir. Ancak istenmeyen bu
etkiler geçicidir.
Kemoterapi Nasıl ve
Nerede Verilir?
Kemoterapi ilaçlarının vücuttaki
uygulama şekli farklı yollarla
olabilir. Halen uygulamada
ağız yoluyla, damar yoluyla,
enjeksiyon yoluyla, haricen
cilt üstüne olmak üzere dört
farklı yol kullanılmaktadır.
Kemoterapi ilaçları evde,
hastane ortamında veya özel
merkezlerde uygulanabilir.
Kemoterapi
Günlük Yaşantıyı Nasıl Etkiler
ve Hasta Ne Hisseder?
Kemoterapi alırken hastalarda
tedaviye bağlı hoş olmayan
çeşitli yan etkiler gelişse
de bir çok hasta günlük
yaşantısında ciddi kısıtlamalar
yapmadan hayatını devam
ettirmektedir. Genelde bu yan
etkilerin şiddeti alınan ilaçların
çeşidine ve yoğunluğuna göre
değişmektedir. Kemoterapi
tedavisi alırken birçok hasta
çalışma hayatlarına devam
edebilmektedir, ancak bazen
tedavi sonrası yorgunluk
ve benzeri semptomlar çok
olursa hasta bu dönemi
aktivitelerinde kısıtlamaya
giderek istirahatla geçirebilir.
SAĞLIK&İNSAN
Hastaların kendilerini
toplumdan izole etmeleri
ve günlük yaşamlarında
ciddi değişiklikler yapmaları
gerekmez.
Kemoterapinin Olası Yan
Etkileri Nelerdir?
• Halsizlik
• Bulantı ve Kusma
• Saç Dökülmesi
• Kan Değerlerinin Düşmesi
• Ağız Yaraları
• İshal ve Kabızlık
• Cilt ve Tırnak Değişiklikleri
Kemoterapi Alırken Hasta
Nelere Dikkat Etmelidir?
• Derece kullanmayı
öğrenmelidir.
• Enfeksiyonu olan
bireylerden uzak
durulmalıdır.
Çevresindekilerle sarılma,
öpüşme gibi yakın temastan
kaçınmalıdır.
• Havasız, tozlu, sigara
dumanı olan ortamlardan
uzak durmalı, odasını sık sık
havalandırmalıdır.
• Meyve ve sebzeleri iyice
•
•
•
•
•
•
yıkamalı, sütü pastörize veya
iyice kaynatıp içmelidir.
Doktoru tarafından sıvı
kısıtlaması önerilmediği
sürece bol sıvı almalı,
özellikle yaz aylarında aldığı
sıvı miktarını artırmalıdır.
İştahsızlık ve bulantı
nedeni ile yemek yemede
zorlanıyorsa az az ve sık sık
yemeye çalışmalıdır.
Özellikle temizliğinden
emin olmadığı yerlerde
yemek yememelidir.
Gerek ağız gerekse
vücut temizliğine özen
göstermeli, tırnaklarını derin
kesmemeli, traş olurken jilet
kullanmamalıdır.
Tedavi alırken ve sonrasında
kontrollerini aksatmamalı
ve özellikle yaşadığı
kemoterapi yan etkileri
konusunda doktorunu
bilgilendirmelidir.
Kemoterapi alırken gerek
diş çekimi, gerekse
önerilen diğer tedaviler
noktasında mutlaka takip
eden doktorundan görüş
almalıdır.
3. Cerrahi Tedavi
Cerrahi tedavi, kanserli
dokunun vücuttan
çıkarılmasıdır. Pek çok
kanserde cerrahi tedavi,
uygulanan ilk yöntemdir ve
bazı kanserlerde cerrahi tedavi
ile şifa sağlanabilir. Cerrahi
tedavi aynı zamanda tanının
doğrulanması (biyopsi),
evreleme, yan etkilerin
ve ağrının azaltılmasında
kullanılan bir tedavi
yöntemidir.
7
SAĞLIK&İNSAN
Kanserde bazı cerrahi tedaviler
günübirlik özel klinik veya
doktor ofislerinde, çoğu da
hastanelerde uygulanmaktadır.
Cerrahi tedavinin yan etkileri,
tipine ve hastanın tedavi
öncesi genel sağlık durumuna
bağlıdır.
En sık görülen yan etki,
hastaların pek çoğunda
kolaylıkla tedavi edilebilen
ağrıdır.
4. Hormonal Tedavi
Prostat kanseri ve meme
kanseri gibi bazı kanserler
vücutta hormon olarak
adandırılan bazı maddelerin
varlığında büyüyüp gelişirler.
Hormonal tedavi vücuttaki
hormon miktarını değiştirerek
meme, prostat kanseri ve
üreme sistemi kanserlerinin
tedavisinde kullanılır.
5. Biyolojik Tedavi
Biyolojik tedavi immünoterapi
olarakta bilinmektedir.
Kansere karşı vücut savunma
mekanizmalarını harekete
geçirir.
İnterferon ve koloni
stümülan faktör gibi biyolojik
ajanlar vücut savunma
mekanizmalarını onarırlar.
Araştırmacılar monoklonal
antikorlar ve aşılar gibi
özel biyolojik tedaviler de
geliştirmektedirler.
Kanser aşıları vücudun immün
sistemini etkileyerek kanser
hücrelerini tanımalarını
sağlarlar.
Kanser aşıları üzerinde klinik
araştırmalar devam etmektedir. 8
6. Alternatif Tedavi
Yöntemleri
Hedefe Yönelik Tedaviler
Bu unsurlar direkt olarak
kanser hücrelerindeki
proteinlerle bağlanırlar.
Böylelikle kemoterapi
ilaçlarının aksine sağlıklı
hücreleri etkilemeden sadece
kanser hücrelerini öldürür.
Hedefe yönelik tedavilerin de
çoğu deneyseldir ve diğer
tedavi yöntemleriyle birlikte
kullanılır.
Palyatif Tedavi
Kanser tedavi edilebilir
olmakla birlikte her zaman kür
mümkün olmamaktadır. Palyatif
tedavide amaç kanserin hangi
evresinde olursa olsun kişinin
kendini mümkün olduğunca iyi
hissetmesini sağlamaktır.
Palyatif tedavi fiziksel, ruhsal,
psikolojik ve kişinin sosyal
ihtiyaçlarına yönelik olabilir.
Palyatif tedavi, küratif tedaviyle
aynı anda devam edebilir.
Doktor, hemşire, sosyal
hizmet uzmanı, diyetisyen,
fizyoterapistten oluşan
profesyonel bir sağlık ekibiyle
birlikte çalışılmalıdır.
Tamamlayıcı ve Alternatif Tıp
Tamamlayıcı ve alternatif tıp
terimi alışılagelmiş geleneksel
tedavi yöntemleri dışındaki
tedavi, teknik ve ürünleri
tanımlamak için kullanılır.
Geleneksel (konvansiyonel)
tedavi yöntemleri bilimsel
olarak test edilmiş, etkili ve
güvenli bulunmuştur.
Diğer tüm tedavilerde
olduğu gibi alternatif tedavi
yöntemlerine başvurmadan
evvel konunun uzmanı
hekimlere danışılması çok
önemlidir.
SAĞLIK&İNSAN
9
SAĞLIK&İNSAN
KANSER ve İNSAN
Prof. Dr. İsmail Çelik
Hacettepe Üniversitesi Onkoloji ABD Başkanı
Genellikle kanser tanısının konulduğu ve söylendiği zaman verilen ilk tepki “inkar ve şok”tur. Daha
sonra yaşanan “öfke ve neden ben?” tepkisinden sonra “pazarlık” aşaması denilen bir dönem gelir.
Kanser, modern tıbbın
en önemli ve güncel
sorunlarından birisidir.
Bu nedenle de kanserin
önlenmesinde ve tedavisinde
ileri araştırmalar artarak devam
etmektedir.
Kanser tedavisinde, tanı
koyma ve tedavi etme gibi
klasik yaklaşımların yanısıra
teknolojik değişimlerle birlikte
günümüzde daha modern
yaklaşımlar benimsenmiştir.
Örneğin hastalık oluşmadan
hastalığı önleme, erken tanı
koyma, yaşamı uzatma, destek
tedaviler verme, rehabilite
etme ve yaşam kalitesini
artırmaya yönelik yaklaşımlar
kanserle modern mücadelenin
önemli parçaları olmuştur.
10
Buna rağmen kanser, bireyin
yaşamını tehdit eden ciddi bir
hastalık olarak algılanmaktadır.
Kanser tanısı alan hastanın
fiziksel, ruhsal ve sosyal
yaşantısında önemli değişimler
olmaktadır. Hastalar tanı aldığı
andan, tedavi ve hastalığa
uyum sağladığı döneme kadar
bir dizi aşamadan geçerler.
Genellikle kanser tanısının
konulduğu ve söylendiği
zaman verilen ilk tepki “inkar
ve şok”tur. Daha sonra
yaşanan “öfke ve neden ben?”
tepkisinden sonra “pazarlık”
aşaması denilen bir dönem
gelir. Bu dönemde kişi yarım
kalmış ya da yapacağı diğer
işler için bir miktar daha zaman
ister ve başına gelebilecek
olumsuzlukların daha ileri bir
zamanda ortaya çıkmasını ister.
Bir süre sonra gerçeği kabul
etme ve daha sonra da uyum
süreci başlamaktadır.
Kanserle yaşarken insanların
en sık yaşadığı duygular
kayıp, ölüm korkusu, geleceğe
yönelik endişeler ve yoğun
ağrı yaşama korkusudur.
Kanserle birlikte yaşanan kayıp
olgusu çok çeşitli olabilir:
Kişi bir organının, saçının,
kilosunun, ameliyata ve
diğer tedavilere bağlı fiziksel
görünümünün değişimini
kayıp olarak yaşayabilir.
Kanserin kısa zamanda ölümle
sonuçlanacağı ve hastanın
durumunun ağırlaşacağı
gibi yanlış inançlar da ölüm
korkusunu artırabilir.
SAĞLIK&İNSAN
Bu duygunun ilk zamanlarda
yaşanması normal olmakla
birlikte ilerleyen zamanlarda
artık süreci kabul edip
tedaviye odaklanmak gerekir.
Hastalar da zaman içerisinde
görmektedirler ki kanser artık
öldüren bir hastalık değil,
“kronik” ve yaşam boyu devam
eden ve tedavi gerektiren bir
hastalık olmuştur.
Kanser hastaları ve
yakınlarında genellikle
“kaçınma ve kapalı olma”
davranışı dikkati çekerken
sağlık çalışanlarında da bazen
benzer davranış görülür. Oysa
hastalık sürecinden iletişime
kapalı olma, konuşmama,
paylaşım ve açık olma fırsatının
kaçmasına neden olmaktadır.
İş yükünün getirdiği aşırı
talepler, çalışanda yardım
etme isteğini azaltmakta,
profesyonel beceri
repertuarında esnekliğe,
duygusal ve davranışsal olarak
mantıklı olmayı ön plana
çıkarmaya yol açmaktadır.
Tedavi sürecinde hastanın
fiziksel ve duygusal rahatlığının
sağlanması önemlidir. Bu
amaçla sağlık çalışanlarına
düşen görevler şunlardır:
• Hastanın gereksinimleri
dikkate alınarak doğru
şekilde bilgilendirilmesi,
• Hastayla yalnızca hekimhasta rolünde değil aynı
zamanda insanca bir
iletişimin kurulması,
• Hastanın söylediklerinin
aktif bir biçimde dinlenerek
anlaşılması ve hastanın
tedavi sürecinde işbirliği
yapması için durumunu
anlamasına yardım edilmesi,
• Hastanın umudunun
korunması önemlidir.
Bu süreci daha sağlıklı
yaşamak için hastaların da
yapması gerekenler vardır:
• Dengeli beslenme,
• Düzenli uyuma,
• Yorucu olmayan egzersizler
yapma,
• Günlük aktivitelerle meşgul
olma,
• Hastalığın tedavisi
konusunda doktoru ile
güvenli bir ilişki kurma,
• Çevreden yöneltilebilecek
sorulara cevap vermeye,
görünümü ve performansı
ile ilgili açıklama yapmaya
hazır olma, bunlardan en
önemlileridir.
Unutmamalıdır ki,
görünüşü farklı da
olsa kanser tanısı
alan birisinin içindeki
“insan” aynıdır,
değişmemiştir ve o
insana başta hastanın
kendisinin ve tüm
çevresindekilerin her
zamankinden daha
fazla ihtiyacı vardır.
Böylece “mükemmel olma”
yerine “iyi ve yeter” hedefi
ortaya çıkmaktadır. Sonuçta
hem hastalar hem de sağlık
personeli iletişim kurmayınca
herkes kendi kabuğuna çekilip
mücadeleyi sürdürmektedir.
Oysa kanserle mücadele
hem sağlık personelinin,
hem hastanın, hem de
hasta yakınlarının ortak
mücadelesiyle yani önce
“insan” olmakla başarıya
ulaşabilir. Bu dönemde
hasta da hastalığını kabul
edip, iyi ve kaliteli bir yaşam
sürdürmek için çaba gösterir,
sağlık personeliyle işbirliği
yaparsa tedavi başarıya
ulaşabilmektedir.
11
SAĞLIK&İNSAN
DÜNYA KANSER BİLDİRGESİ
Bildirge neden önemlidir?
Kanser tek başına, AIDS, Sıtma ve Tüberküloz hastalıklarının tümünden daha fazla insan ölümüne neden
olmaktadır. Hemen müdahale edilmez ise, önlenebilir ve tedavi edilebilir kanserler küresel düzeyde milyonlarca
insanı öldürmeye devam edecektir.
Ne yapabilirsiniz?
Küçük bir adımla büyük bir fark yaratabilirsiniz. Dünya Kanser bildirgesini imzalayarak, 11 önemli hedef ile kanser
yükünün azaltılması için karar vericileri etkilemeye çalışan küresel topluluğa katılabilirsiniz.
1 Bütün ülkelerde etkin kanser kontrol programlarının
oluşturulması için, sürdürülebilir sistemler yürürlüğe
konulacaktır.
2 Küresel düzeyde kanser yükünün ve kanser kontrolüne
yönelik girişimlerin etkilerinin izlenmesi önemli
derecede iyileştirilecektir.
3 Küresel düzeyde tütün tüketimi, şişmanlık ve alkol
tüketimi önemli derecede azaltılacaktır.
4 HPV ve HBV viruslarından etkilenen bölgelerde halk
aşılama programları kapsamına alınacaktır.
5 Halkın kansere karşı olan yaklaşımları iyileştirilecek ve
bu hastalık hakkında gerçek dışı efsaneler ve yanlış
bilinenler düzeltilecektir.
6 Tarama, erken tanı programları ve kanserin erken
belirtileri konusunda halkın bilinçlendirilmesi ile çok
sayıda kanser türüne erken dönemde tanı konulacaktır.
12
7 Kanserde doğru teşhis, uygun tedaviler, destek bakım,
rehabilitasyon hizmetleri ve palyatif bakıma erişim hakkı
bütün hastalar için dünya genelinde iyileştirilecektir.
8 Etkin ağrı kontrolü, ağrı çeken tüm kanser hastaları için
evrensel düzeyde erişilebilir olacaktır.
9 Kanser kontrolünde farklı alanlarda hizmet veren sağlık
profesyonelleri için eğitim fırsatları önemli derecede
artırılacaktır.
10 Kanser kontrolünde uzman sağlık elemanlarının görev
yeri değiştirmesi önemli ölçüde azaltılacaktır.
11 Kanser hastalarının yaşam süresi tüm ülkelerde önemli
derecede arttırılacaktır.
SAĞLIK&İNSAN
ÇOCUKLUK ÇAĞI
KANSERLERİNDE
GELİŞMELER
Prof. Dr. Rejin Kebudi
İstanbul Üniversitesi, Onkoloji Enstitüsü,
Çocuk Hematoloji-Onkoloji Bilim Dalı Öğretim Üyesi
Çocukluk çağı kanserlerinde, erişkinlerdeki gibi yerleşmiş tarama testleri yoktur. Bu
hastaların erken tanı alabilmeleri, bu hastalıklara ilişkin bulgu ve belirtilerin bilinmesi
ve hızla tanıya gidilmesi ile mümkündür.
Erişkinlerde alınan önlemlerle
kanserlerin önemli bir kısmı
önlenebilir, ayrıca tarama
testleri ile erken saptanabilir.
Özellikle sigara içilmemesi ile
akciğer kanserlerinin çoğu ve
yine sigaranın etken olduğu
gırtlak kanseri gibi birçok
kanser önlenebilir. Beslenme
şekli, obezite, düzenli egzersiz
de birçok erişkin tipi kanserlerin
önlenmesinde rol oynar.
Çocukluk çağı kanserlerinde,
erişkinlerdeki gibi yerleşmiş
tarama testleri yoktur.
Bu hastaların erken tanı
alabilmeleri, bu hastalıklara
ilişkin bulgu ve belirtilerin
bilinmesi ve hızla tanıya
gidilmesi ile mümkündür.
Ülkemizde çocuk
hastalarımızın çoğu ileri
evrelerde gelmektedir. Buna
rağmen sağkalım oranı % 65’in
üzerindedir. Erken tanı ile bu
oran % 70-80’lere çıkabilir.
Türk Pediatrik Onkoloji Grubu
(TPOG) olarak, bu konuda
uğraşan öğretim üyeleri
olarak görevimiz, hem yetişen
hekimlerimizi eğitmek, hem de
basın yoluyla halkımızı, anne
ve babaları bilinçlendirmektir.
Sağlık Bakanlığı Kanser
Savaş Dairesi Başkanlığı ve
TPOG birlikte Türkiye’nin
çeşitli yörelerinde “Çocuk
Kanserlerinde Farkındalığı
Artırma Toplantıları”
yapmaktadırlar.
Bu kapsamda 12 ilde yaklaşık
1.000 hekime çocukluk
çağı kanserlerinin erken
bulgu ve belirtileri hakkında
bilgilendirme yapılmıştr.
Çocuklarda görülen
kanserler; tipleri, tedaviye
yanıt oranları ve uzun süreli
sağkalım açısından erişkin
kanserlerinden çok farklılıklar
gösterir. Çocukluk çağı
kanserleri tüm kanserlerin
% 4’ünü oluşturur.
Günümüzde gelişmiş
ülkelerde her 900 erişkinden
biri çocukluk çağı kanser
sağkalanıdır (kanser geçirmiş
ve kurtulmuştur). Türkiye’de
her yıl yaklaşık 2.500-3.000
çocuk kanser tanısı almaktadır.
Kanser tanı ve tedavisinde
kaydedilen önemli gelişmeler
sonucunda, çocukluk çağı
kanserlerinde sağkalım
(iyileşme oranı), günümüzde
gelişmiş ülkelerde % 70’lerin
üstündedir. Erken tanı alan
olgularda başarı daha da
yüksektir.
Çocukluk çağı kanserlerin
% 30’unu lösemiler, kalan
% 70’ini de solid tümörler
oluşturur. Çocukluk çağında
görülen kanserlerin sıklık
sırasına göre dağılımı şöyledir:
13
SAĞLIK&İNSAN
• Lösemiler (kan kanseri) % 30
• Santral sinir sistemi tümörleri
(Beyin tümörleri) % 19
• Lenfomalar (Lenf
bezesinden kaynaklanan
kanserler) % 13
• Nöroblastom (İlkel sinir
hücrelerinden köken alan
kanserler) % 8
Hepatit B ve C virüsü,
karaciğer kanserlerine
yol açabilir. Tüm
çocukların hepatit
B aşısı olmaları
çok önemlidir.
Radyasyonun kanser
oluşumundaki etkisini
dünya acı örneklerle
gözlemiştir. İkinci
Dünya Savaşı’nda
atılan atom bombası
sonrasında o bölgede
çok sayıda kanser
olguları saptanmıştır.
• Yumuşak doku sarkomları
(en sık rabdomiyosarkom
görülür) % 7
• Wilms’ tümörü (böbrek
tümörü) % 6
• Kemik tümörleri
(Osteosarkom, Ewing
sarkomu) % 5
• Diğer tümörler % 12
(Retinoblastom (Göz
tümörü), Germ hücreli
tümörler, Karaciğer
kanserleri ve diğer
kanserler)
Ülkemizde lenfomalar ikinci
sıklıkta görülmektedir.
Çocuklarda kanserin nedeni
kesin bilinmemekle birlikte,
kanser oluşumunda rol
oynayan bazı yapısal ve
çevresel risk faktörleri vardır.
Bunlar şöyle sıralanabilir:
• Bazı doğumsal/kalıtsal
bozukluklar ve hastalıklar,
• Bağışıklık yetersizliği
sendromları
• Çeşitli virüs enfeksiyonları,
• Radyasyona maruz kalma,
• Bazı kimyasal maddelere
maruz kalma (benzen,
pestisidler gibi)
• Hamilelikte kullanılan bazı
ilaçlar
• Ailesel kanser sendromları
14
Kanser bulaşıcı bir hastalık
değildir. Genelde kanser,
kalıtsal bir hastalık da
değildir.
Çocukluk çağında kalıtsal
olduğu bilinen kanser, bir
göz tümörü olan herediter
retinoblastomdur.
Bazı kalıtsal hastalıklarda
ise kanser riski artmıştır.
Örneğin, ciltte yaygın sütlü
kahverengi lekelerle seyreden
nörofibromatosiste bazı
tümörlerin görülme riski artar.
Bağışıklık sisteminin
baskılandığı hastalıklarda,
özellikle lenf dokusundan
köken alan kanserlerin gelişme
olasılığı artmıştır.
Halk arasında öpücük hastalığı
olarak bilinen hastalığın etkeni
Epstein Barr Virüsü, bazı
lenfomaların ve nazofarenks
kanserinin gelişmesinde rol
oynayabilir. Hepatit B ve C
virüsü, karaciğer kanserlerine
yol açabilir.
Tüm çocukların hepatit B
aşısı olmaları çok önemlidir.
Radyasyonun kanser
oluşumundaki etkisini dünya
acı örneklerle gözlemiştir.
İkinci Dünya Savaşı’nda atılan
atom bombası sonrasında o
bölgede çok sayıda kanser
olguları saptanmıştır.
Yine Çernobil’de nükleer
kaza sonrası, yakın bölgede
yaşayan çocuklarda, özellikle
çocuklarda çok nadir görülen,
tiroid kanserlerinde artış
gözlenmiştir.
Son yıllarda çok düşük frekanslı
magnetik alanların (EFM)
çocuklarda kanser gelişmesine
etkileri üzerine çalışmalar
yapılmış, nüfusun çoğunun
maruz kaldığı evlerdeki
SAĞLIK&İNSAN
EFM (evlerdeki mikrodalga
fırın vs. ile yayılan) ile anlamlı
bir artış saptanmamıştır. Yüksek
frekanslı magnetik alanların
etkisi üzerine çalışmalar
sürmektedir.
Çocukluk çağı kanserlerinde
uyarıcı belirtiler nelerdir?
Çocukluk çağında kanserin
erken tanısı için, erişkinlerde
kullanılan tarama testleri
mevcut değildir. O nedenle
çocukluk çağı kanserlerinde,
en sık görülen uyarıcı bulgu ve
belirtileri bilmek gerekir. En
sık rastlanan bulgu ve belirtiler
şunlardır:
• Boyun, koltuk altı ve kasık
bölgesinde lenf bezelerinde
şişlikler
• Vücudun herhangi bir
bölgesinde şişlik
• Solukluk, halsizlik
• Sık ateşlenme
• Ciltte morluklar, çürükler
• Burun, dişeti kanamaları
• Baş ağrısı, kusma
• Ateşsiz havale geçirme
• Dengesizlik, yürüme
bozukluğu, görme
bozukluğu
Ergenlik döneminde görülen
kanser tipleri de erişkin
dönemine göre farklılıklar
gösterir.
Ergenlik döneminde en sık
görülen kanserler:
• Hodgkin lenfoma
• Germ hücreli tümörler
• Beyin tümörleri
• Kemik, eklem ağrıları
• Non Hodgkin Lenfoma
• Enfeksiyon tedavisine
rağmen sebat eden
öksürük, nefes darlığı,
• Tiroid kanserleri
• Gelişme geriliği, aşırı kilo
kaybı
• Lösemiler
• İdrarda kan, idrar ve
dışkılamada zorlanma
• Göz bebeğinde parlaklık,
gözde kayma
Ergenlik Çağında Kanser
Bu dönemde kanser görülme
oranı 15 yaş altına göre iki kat
fazladır.
• Cilt tümörleri (Malign
Melanom)
• Yumuşak doku tümörleri
Ergenlerde cilt tümörlerinin
görülme oranının son yıllarda
arttığı dikkati çekmektedir. O
nedenle ultraviyole ışınlarından
korunma, güneş ışınlarına aşırı
maruz kalmama, koruyucu
kremler sürme gibi önlemler
hatırlanmalıdır.
15
SAĞLIK&İNSAN
etkili bulunan ilaçlar klinik
çalışmalarda denenmektedir.
Spesifik tedaviler sırasında
destek tedavisi (enfeksiyon
önlemleri ve tedavisi,
beslenme desteği vd.) çok
önemlidir.
Kanser tedavisi uzun ve zorlu
bir süreçtir. Çocuklar belli
süreler sosyal ortamlarından,
arkadaşlarından, okullarından
uzak kalmaktadırlar.
Bu süreçte çocukların
psikolojik ve sosyal yönden de
desteklenmeleri gerekir.
Sonuç olarak, çocukluk çağı
kanserlerinin tedavi şansları
yüksektir. Tüm çocukların,
gerek büyüme gelişmelerinin
takibi, gerekse genel
muayeneleri açısından düzenli
doktor kontrolüne gitmeleri
önemlidir.
Kanserlerin tedavi şekli nedir?
Kanser tedavisi bir ekip
işidir. Kanser hastalarının tam
teşekküllü merkezlerinde
çocuk onkologu başkanlığında
multidisipliner bir ekiple
tedavisi çok önemlidir.
Kanser tedavisinde üç ana
tedavi şekli vardır:
• Cerrahi
• İlaç tedavisi (Kemoterapi)
• Işın tedavisi (Radyoterapi)
Bu tedavi şekilleri kanser
tipine göre, çocuğun yaşına
göre çeşitli kombinasyonlarda
kullanılırlar. Cerrahi ve
radyoterapiye, kemoterapinin
eklenmesiyle çoğu çocukluk
çağı kanserlerinde sağkalım
önemli ölçüde artmıştır.
Günümüzde kansere yakalanan
çocukların yaklaşık % 70’i
tamamen iyileşebilmektedir.
16
Bu çocukların toplumun sağlıklı
birer bireyi olarak uzun bir
hayat yaşayabilmeleri için
hem etkin tedaviyle çocukları
kanserden iyileştirmek, hem
de tedaviyi geç yan etkilerin en
az olacağı şekilde planlamak
gereklidir.
Günümüzde çocukluk çağı
kanserlerinde, klinik özellikler,
biyolojik ve genetik özelliklerin
yer aldığı evre veya risk
sınıflamalarına göre tedaviler
düzenlenmektedir. Ayrıca,
bazı tümör türlerinde biyolojik
tedaviler, hedeflenmiş
tedaviler, aşı çalışmaları
sürmektedir.
Bunların bir kısmı etkili
bulunurken, bir kısmında
beklenen yarar saptanmamıştır.
Birçok yeni ilaçların
etkinliği çeşitli preklinik
modellerde (invitro tümör
hücre dizilerinde, deney
hayvanlarında) araştırılmakta,
Çocukluk çağı kanserlerine
ilişkin bulgu ve belirtiler
gözlendiğinde ise , derhal
hekime ve kanser şüphesi
varsa tam teşeküllü sağlık
kurumlarına başvurmak
gerekir.
Unutulmamalıdır ki, erken
tanı ile başarı daha da
artmaktadır.
Bugünün çocukları ve gençleri,
yarının büyükleridir!
Gençlerimizi sigaranın
zararları konusunda
bilinçlendirmeliyiz.
Erişkinlerde kanserin
önlenmesine, ayrıca kalp
rahatsızlıkları gibi birçok
hastalığın önlenmesine
yönelik etkisi kanıtlanmış olan,
sağlıklı beslenme alışkanlığı
(bol meyve, sebze, lifli gıdalar
tüketme), düzenli egzersiz
alışkanlığı küçük yaşlarda
yerleştirilmelidir.
SAĞLIK&İNSAN
17
SAĞLIK&İNSAN
Vatan gazetesi yazarı Mutlu Tönbekici’nin
kanser olduğunu öğrendikten sonra kaleme
aldığı 2. yazısından bazı bölümler.. (28/12/2011)
…
Geçen çarşamba, yıllık mamografi ve meme ultrason muayenemi
yaptırırken, sol memede şüpheli bir ufaklık bulundu. Böyle 5
milimlik saçaklı (İzmirli ağzıyla) “çikin” bi’şey. Bekleyelim mi
biyopsi mi yapalım, hadi MR’ına da bakalım derken..
Küt pat çat!
19.10.2011 / AKŞAM
Kendimi ameliyat masasında buldum. Doktorum Abdullah İğci, tipi
bozuk yakışıksız kistimi sevmedi ve almak istedi.
O kadar hızlı gelişti ki her şey o “küt pat çat”ların arasında
yapabildiğim tek şey hastane pastanesinde bir tabak milföy yemek
oldu.. (Hastalığımın adını milföy koyacağım zaten.. Sonra da “Adını
milföy koydum” diye bir dizi yazacağım.. Niheh niheh...)
…
“Korkacak bir şey yok, yüzde 95 temiz çıkacak ama yine de emin
olmak istiyoruz” denilerek girdim ameliyata.
Ve lakin uyandığımda yara bantlarım sadece mememin üstünde
değil koltuk altlarımda da vardı.
Bu ne demek? Şu demek: Şüpheli ufaklıkta bir şey buldular ki bir
kaç lenf bezimi de aldılar... Çünkü ufaklık temiz olsaydı, lenflere
bakmaya gerek duymayacaklardı. Koltuk altı bantları bunu
gösteriyor...
Lan hani yüzde beş ihtimaldi? Hani? Hey Allah’ım.. Mecbur muyum
daima azınlıkta olmaya?
18.10.2011 / HABERTURK
İşte ondan sonrası, doğruya doğru, biraz buruk geçmeye başladı
arkadaşlar.. Ameliyat öncesi asansörde tekerlekli sandalyeyle spin
atan, çarpmak suretiyle yakışıklı doktorların ilgisini çekmeye çalışan
(ama başaramayan) kız/kadın/bayan/ne haltsa değildim artık...
Odama dönüşüm hüzünlüydü..
İçimden “daha 42 yaşıma bile basmadım ulan!” diye böğürmek
geliyordu (zira doğum günüm bir hafta sonra) ama hâlâ narkozun
etkisi altındaydım. Aklımda bir yandan hasta olduğum, bir yandan
da uyandırılmadan önce gördüğüm o çok güzel yeşil çayırlar ve
neş’eyle koşuşturduğum inek vardı... Böyle durumlar için anestezi
ekibi galiba “yolluk” veriyor. Gözümü kapatıp o tatlı ineği ve yeşil
çayırları düşünerek uyumaya devam ettim...
18
23.10.2011 / BUGÜN
SAĞLIK&İNSAN
Milliyet gazetesi yazarı Meral Tamer’in
kanser olduğunu öğrenmesi ve sonrasıyla
ilgili yazdıklarından bazı önemli bölümler:
01.01.2012 / HABERTURK PAZAR
25.01.2012 / BUGÜN
28.11.2011 / HABERTURK MAGAZİN
‘En zoru kızıma anlatmaktı’/ 1 MAYIS 2010
Benden 2 - 3 hafta kadar sonra efsane tenisçi Navratilova’nın
göğsünde de benimkine çok benzer türde kanserli bir kitle,
mamografide yakalandı. Navratilova, “Durumu öğrendiğim gün
benim 11 Eylül’ümdü” diyor. Ben hiç de öyle düşünmüyorum.
…
Doktorum elle muayenede “Her şey normal görünüyor, 1 yıl
sonra görüşürüz” dedi ve beni mamografiye gönderdi. Çekim
normalden daha uzun sürdü; sol göğsüme evire çevire birkaç
kez baktılar. Henüz 3 hafta önce gelmiş, ha bire renk değiştiren
yeni mamografi cihazı beni eğlendirdiği için sıkılmadım.
Doktor niye gelmiyor?
Mamografinin ardından ultrasonografi odasına geçtim. Beklebekle doktorlar yok! Dışarda kendi aralarındaki konuşmalar
uzadıkça uzadı. Muhtemelen benim sol mememin poz poz yer
aldığı mamografiyi tartışıyorlardı. Ben ise yazımı yetiştirme
telaşına kilitlenmiş, “Şu sonografi işi bir an önce bitse de
gitsem” havasındaydım.
Neyse sonunda geldiler, sonografi sırasında benim sadece
fiil ve bağlaçlarını anlayabildiğim tıbbi terimli cümleler
kurdular. Sonografi bitince hızla giyinip, yazıyı bitirmek
üzere eve koşacaktım ki, “Gitmeyin, doktor hanım sizinle
tekrar görüşecek” dediler. “Benim yazımı yetiştirmem lazım,
akşamüstü telefonla ararım” diye itiraz edecek oldum, ama
kabul görmedi.
…
Kızıma nasıl söylenecek?
Akşam konserimiz vardı; İş Sanat’a kontrtenor Andreas Scholl’u
izlemeye gittik. Tuhaftır; konseri hiç dikkatim dağılmadan
izleyebildim ve bu soğukkanlılığıma da şaşakaldım!
2 saatlik konser süresince kafama takılan tek şey, bu yeni
durumu Doğa’ya (kızım) nasıl söyleyeceğimdi. Eve gider
gitmez onunla konuşmalıydım. Zira ben 13-14 yaşlarındayken
annem, bana haber vermeden göğsünden bir kitle aldırmıştı
ve okuldan eve gelip de onu yatak-döşek yatar görünce hem
çok sarsılmış, hem de kırılmıştım. Kızım 31 yaşında; ama bu tür
Devamı >>
kritik durumlarda yaş fark etmiyor.
19
SAĞLIK&İNSAN
Bu hastalığa sansür niye?
(3 MAYIS 2010 / Milliyet)
…
‘O kelimeyi ağzına alma’
Ağzımdan kanser kelimesinin bu kadar kolay
çıkıvermesini başlangıçta yadırgamamıştım.
Ama sonraki günlerde arayan onlarca eş
dost ve arkadaşlarımın ben kanser deyince
verdikleri tepkiden anladım ki bende bir
tuhaflık var. Normal olmayan onlar değil,
benim.
Genel yaklaşım şuydu: “Ne münasebet canım,
aman aman o kelimeyi ağzına bile alma!”
Neden almayayım? Kolesterol, reflü, bel fıtığı,
kalp krizi ya da by-pass rahatça konuşulurken,
kanser neden tabu olsun? Kansere sansür
niye? Karşımızdakine geçebilecek sarılık,
zatürre, verem gibi bulaşıcı hastalıkları bile
kanserden daha kolay telaffuz ediyoruz. Bu
durumda bir tuhaflık yok mu sizce?
Kanser olduğumu öğrenince
ilk ne düşündüm?
(5 MAYIS 2011 / Milliyet)
…
Alınan 2 kitleden biri iyi huylu, diğeri de
kanserliydi... Ve derin düşüncelere daldım...
Ben kanser mi oldum yani şimdi? Neden geldi
de beni buldu? Hayat çok güzel. Evim bana
göre çok güzel. Keyifle yaşıyorduk. Hay Allah!
Bundan sonra hayat nasıl devam edecek?
Her şeyden habersiz kontrole gittiğimde
Semiha Baban-Yaşar Kemal çiftine
rastlamıştım. Semiha 3 gün sonra “Neyin
var?” diye aramış; “Yüzde 50 kanser” yanıtını
alınca da, “Eh bu yaştan sonra da kızamık
olacak halimiz yok” demişti. O günden beri bu
cümleyi tekrarlıyorum.
…
20
Kanserle baş başa kalınca...
Beklenen haberi aldıktan sonra Osman
yürüyüşe gitti. Ben eve gelip kendime
bir kahve yaptım; bir de sigara yaktım.
Salondaki en sevdiğim kanepeye kuruldum
(o kanepenin yastıkları, oturanı kucaklar);
ayaklarımı sehpanın üzerine uzattım. Ve derin
düşüncelere daldım...
Ben kanser mi oldum yani şimdi?
Neden geldi de beni buldu?
10 gün önce her şeyden habersiz, rutin kontrol
için Medica’ya ilk gittiğimde, Semiha BabanYaşar Kemal çiftine rastlamıştım. Semiha 3
gün sonra izin anonsunu görünce pirelenerek
“Neyin var?” diye aramış; “Yüzde 50 kanser”
yanıtını alınca da, “Eh Meralcim, bu yaştan
sonra da kızamık olacak halimiz yok” demişti.
Birlikte gırgırımızı geçmiştik. O günden beri
her yeri geldiğinde Semiha’dan aparttığım bu
cümleyi tekrarlıyorum.
Hayat nasıl devam edecek?
Bahçeden kuş sesleri geliyor. Şubat sonu, ama
hava pırıl pırıl. Güneş, gelin gibi pencereden
içeri süzülüp, itinayla seçtiğim akçaağaç
parkeleri yalayarak ayaklarıma uzanıyor.
Hayat çok güzel. Evim bana göre çok güzel.
Dilediğim gibi mimarlık yapamamıştım,
ama nihayet dilediğim gibi bir ev yapabildim
kendime. Şimdi de keyifle yaşıyorduk bu evde.
Hay Allah!
Bundan sonra hayat nasıl devam edecek?
Kanser hastası bir Meral’le yaşamak, Doğa’yı
ve Osman’ı kim bilir ne kadar üzecek?
İyi de benim en ufak bir ağrım-sızım yok ki...
Ameliyattan önce de yoktu, ameliyattan sonra
da yok. Dışarıdan bakıldığında sapasağlam
görünüyorum. Tamam şu sıralar sol kolumu
hareket ettirmemeye çalışıyorum, bir de
evden çıktığım zaman, İstanbul’umuzun
köstebek yuvası yollarında araba zıpladıkça,
ameliyat yerlerim çok acıyor, ama onlar geçici.
Geçmiş olsuna gelenleri
ben teselli ediyordum
(6 MAYIS 2010 / Milliyet)
Herkesin kanseri kendine özel. Müthiş bir
abartma olacak, ama 6.5 milyarlık dünya
nüfusunun hepsi birden kanser olsa, Allah bilir
doktorların karşısına 6.5 milyar farklı kanser
vakası çıkabilir!
İki ameliyat arasındaki 3 haftalık süreyi, eve
gelerek ve telefonla arayarak bana geçmiş
olsun dileklerini ileten arkadaşlarımın,
dostlarımın, yakın-uzak tanıdıklarımın
oluşturduğu kocamaaan bir sevgi
yumağıyla sarmalanmış olarak geçirdim. Ve
inanabilmeniz pek kolay değil ama onlar beni
teselli edeceklerine, neredeyse her seferinde
ben onları yatıştırdım.
Eve gelenlerin göz pınarlarında yaş hazır
bekliyor; yanaklarından süzülüvermelerini
önleyebilmek için, kelimeleri iyi tartmam
lazım.
Rolleri değiştik anlayacağınız. Aslında hayli
sıra dışı ve komik bir durumdu.
Çok değerli bilgiler
Kanserle daha önce tanışmış olanlar hariç
tabii... Meğer, kanser olmuş ne çok tanıdığım
varmış. Aslında bir kısmını biliyordum, ama
çoktan unutmuşum. Zira hepsi sapasağlam;
hayatlarına ve işlerine devam ediyor. Kendi
başlarından geçenleri anlatmak suretiyle
beni aydınlattıkları için hepsine çok teşekkür
ediyorum.
…
Onları ben teselli ettim
Ama gel de bunu, benim kanser olduğumu
öğrenen sevgili arkadaşlarıma ve dostlarıma
anlat! Her arayana izah etmeye çalışıyorum.
Dilimde tüy bitiyor, fakat nafile. Gerçek
durumum konusunda kimseyi ikna
edemiyorum.
Genel olarak onların sesleri üzgün ve endişeli,
benimki her zamanki gibi neşeli. Kimisi
gözyaşlarını tutamıyor, kimisi, “Bu dünyada
en son kanser olacak kişi sizdiniz” diyerek
dizlerini dövüyor. Hatta içlerinden, gerçek
durumun benden gizlendiğini düşünenler
bile, sanırım var.
Oysa bilmiyorlar ki ben gençken ne badireler
atlatmışım, ne hastalıklar geçirmişim...
Gazeteye uğradığımda hemcinsim bir genç
muhabir, “Aşkolsun Meral Hanım, beni düş
kırıklığına uğrattınız” diyerek kırgınlığını dile
getiriyor.
Hayrola, ne yaptım ki ben? Meğer o, benim
kanser olamayacağıma yüzde 100 inanmış ve
herkese, tümörün mutlaka temiz çıkacağını
ısrarla tekrarlamış. Ama ben kanser olmuşum!
Sarılıp öptüm; çok şekerdi.
SAĞLIK&İNSAN
Rahim Ağzı Kanserleri
Op. Dr. Murat GÜLTEKİN
Sağlık Bakanlığı Kanserle Savaş Dairesi Başkan Yardımcısı
Ülkemizde görülen HPV ve buna bağlı hastalık yükünün az olmasının en önemli nedeni
sosyo-kültürel şartlarımızdır. Tek eşlilik ve sünnet olmak hiç kuşkusuz ki başta HPV olmak
üzere pek çok cinsel yolla bulaşan hastalığa karşı koruyucudur.
Dünya genelinde halen
yılda 500 bin kadın servikal
kanser teşhisi almaktadır. Tüm
dünyada kadınlarda görülen
en sık ikinci kanserdir. Tarama
programları, serviks kanserinin
azalmasında önemli bir etkiye
sahip olmasına rağmen
hala kadınlar serviks kanseri
nedeniyle ölmektedir. Gelişmiş
ülkelerde servikal kanserler
kontrol altına alınmış olsa da,
gelişmekte olan ülkelerde
halen en sık görülen genital
kanserlerdendir. Bu nedenle,
bir ülkede servikal kanser
sıklığı son yıllarda o ülkenin
gelişmişliğini ve kadına
verdiği önemi gösterir bir
parametre olmuştur.
Serviks kanseri Türkiye’de en
sık görülen 8. kanser türüdür.
Ülkemizde yaklaşık 1.500
yeni olgu teşhis edilmektedir.
Bu oran, gelişmiş ülkelere
benzer bir orandadır. Ancak
ülkemizdeki esas sorun teşhis
esnasında olguların çoğunun
ileri evrede olmasıdır. Ankara
Zübeyde Hanım Eğitim
ve Araştırma Hastanesi
verilerine göre, servikal kanser
olgularının önemli bir kısmı
ilerlemiş evrelerde teşhis
edilmektedir.
Serviks Kanserinin Nedenleri
ve Risk Faktörleri Nelerdir?
Serviks kanserinin en önemli
nedeni insan papilloma
virüsüdür (Human Papilloma
Virus-HPV). Yaklaşık 100 HPV
tipi mevcuttur. Çoğu düşük
riskli tipler olup ancak göz ardı
edilebilir bir serviks kanserine
yol açma riskine sahiptir. Düşük
riskli HPV’ler genellikle genital
siğillerden sorumludur. Ancak
yüksek riskli tipleri anormal
hücrelerin gelişmesine ve
serviks kanserine neden
olabilmektedir. Servikal
kanserlerin % 70-75’inde
iki tip HPV (HPV 16 ve 18)
müsbet bulunmaktadır. Diğer
yüksek riskliler ile beraber
düşünüldüğünde servikal
kanserlerde HPV pozitifliği
% 99’un üzerindedir.
Türkiye’de HPV’nin Durumu ve
Risk Faktörleri?
Ülkemizde kadınlarda
HPV sıklığını araştıran pek
çok çalışma vardır. Çoğu
hastane temelli olan bu
çalışmalarda yüksek riskli
ve servikal kanserlerden
sorumlu HPV sıklığı % 3-5
oranında saptanmıştır.
Ancak daha yakın yıllarda
yapılan çalışmalarda ise HPV
prevalansının yükselmekte
olduğu saptanmıştır. Sağlık
Bakanlığı Kanserle Savaş
Dairesi’nce geçen yıl yapılan
bir araştırmada ise genital siğil
oranı binde 1,54 civarında
bulunmuştur.
Ülkemizde görülen HPV ve
buna bağlı hastalık yükünün
az olmasının en önemli nedeni
sosyo-kültürel şartlarımızdır.
Tek eşlilik ve sünnet olmak
hiç kuşkusuz ki başta HPV
olmak üzere pek çok cinsel
yolla bulaşan hastalığa
karşı koruyucudur. Ancak,
tüm dünyada olduğu gibi
ülkemizde de sosyokültürel
davranışlarda değişiklikler
yaşanmaktadır. Batılı yaşam
tarzı ülkemizde de her
geçen gün artmaktadır. Bu
demografik değişiklikler,
yukarıda da bahsettiğimiz HPV
sıklığında son yıllarda görülen
artışın nedeni de olabilir.
Servikal kanser taramalarımıza
mutlaka devam etmemiz ve
geleceğe hazırlıklı olmamız
gerekmektedir.
21
SAĞLIK&İNSAN
Unutulmamalıdır ki, İngiltere
gibi ülkeler dahi, servikal
kanser kontrolünü 20-30 yılda
başarabilmiştir. Bu nedenle,
tedbirleri elden bırakmamalı
ve gelecekte olası bir servikal
kanser artışını önlemeliyiz.
HPV olmadan servikal
kanser gelişmez. Ancak,
yüksek riskli HPV varlığı da
kesinlikle kanser gelişeceği
anlamı taşımamaktadır.
Yüksek riskli HPV’lerin ancak
% 2-4’ü servikal kansere
dönüşmektedir.
Kansere dönüşümde başta
sigara olmak üzere uzun süreli
hormonal ilaç kullanımı, vücut
savunmasını bozan bazı ilaç
ya da hastalıkların varlığı,
steroid kullanımı gibi faktörler
önemlidir.
HPV oldukça yaygındır,
cinsel temasla kolayca
geçebilmektedir. HPV bulaşımı
için cinsel temas mutlaka
gerekmektedir. Havlu ya
da eşya teması ile geçiş söz
konusu değildir.
Gerçekte cinsel yönden aktif
kadınların % 80’e varan bölümü
yaşamlarının bir anında, bir
HPV virüs tipiyle enfekte
olmaktadır. HPV virüslerini
aldığımızın farkında olmasak
bile bağışıklık sistemimizin
HPV enfeksiyonlarının
çoğuyla savaşarak
uzaklaştırabilmektedir. Ancak
bazen yüksek riskli virüs tipleri
servikste kalmakta ve zamanla
serviks kanserinin gelişmesine
neden olabilmektedir (% 2-4
oranında).
Pap-Testi (Smear Testi) Nedir?
HPV virüsü, cinsel temas ile
bulaşım sonrası rahim ağzı
hücrelerinin içerisine yerleşir.
22
Bu hücreler içerisinde
çoğalmaya başlayan HPV,
hücreler de bazı morfolojik
değişikliklere neden olur.
HPV’nin vücuda girmesi ile
kanser geliştirmesi arasında
7-10 yıllık gibi bir süre vardır.
Bu süre içerisinde alınan tek
bir smear de dahi kadınların
servikal kanserden ölüm riskini
yarı yarıya azaltmaktadır.
Özel boyalar ve büyütme ile
anormalleşen servikal hücreler
görülür ve yönlendirilmiş
biopsi alınarak servikal kanser
teşhis edilir.
Pap-Testi ya da smear, bu
hücrelerin toplanıp mikroskop
altında değerlendirilmesi ile
kanser başlangıcı lezyonların
erken tanınmasına yönelik bir
testtir.
Pap-testi dünyada yaklaşık 50
yıldır kullanılmaktadır. Toplum
tabanlı tarama programlarının
gerçekleştirildiği ülkelerde
servikal kanser insidansını
oldukça düşürmüştür.
Burada hücrelerde görülen
anormaliler Bethesda
sistemine göre sınıflandırılır.
Her sınıfın değerlendirilme
algoritması farklı olmakla
beraber altta yatan kanser riski
de farklıdır.
Teşhis için altın standart smear
sonrası anormal hücrelerin
saptanmasını takiben yapılan
kolposkopik değerlendirme ve
biopsidir.
Kolposkopi vajen ve
serviksin mikroskop ile
değerlendirilmesidir.
HPV ile Kanser Oluşumu
Pap-Testi ile Tarama İdeal Bir
Taram Metodu mudur?
Türkiye’de Ulusal Tarama
Standartları Nedir?
Ancak smear testlerinin kanser
yakalama oranları sadece
% 50-60 arasındadır.
Servikal kanser teşhisi konulan
hastaların yaklaşık yarısında
alınan smearler kanseri
yakalayamamaktadır. Bu hata
oranında sadece patolog ve
laboratuvar değerlendirme
hataları değil, bunlarla beraber
örneklem alım hataları da
sorumlu tutulmaktadır.
Smear testleri bu kısıtlılıkları
nedeni ile sık aralar ile tekrar
edilir. ABD’de yıllık smear
tekrarı yapılmakta iken, Avrupa
Birliği içerisinde 3-5 yılda bir
tekrar önerilmektedir.
Ülkemiz, ulusal tarama
standartlarını Dünya Sağlık
Örgütü (DSÖ) önerileri
doğrultusunda Avrupa Birliği
standartlarına uygun bir
şekilde geliştirmiştir.
Smear testlerine başlangıç yaşı
30 olup, 65 yaşına kadar her
kadının 5 yılda bir smear testi
yaptırması gerekmektedir.
SAĞLIK&İNSAN
HPV Virüsü
Dünya üzerinde her iki aşı da
80’in üzerinde ülkede ruhsatlı
bir şekilde kullanılmaktadır
ve rapor edilen yan etkiler
nedeni ile aşı uygulamasının
bırakılması gibi bir öneri
henüz hiç bir ülkede
olmamıştır.
Servikal Kanser Tedavisi
Pap-Smear Alternatif Testi
Nedir?
HPV Aşıları Servikal Kanseri
Önler mi?
Son yıllarda HPV ve servikal
kanser ilişkisinin ortaya
konulması HPV DNA
taramalarını servikal kanser
primer taramaları açısından ön
plana çıkarmıştır.
HPV aşıları, virüsün kapsid
antijeni kullanılarak geliştirilmiş
rekombinant aşılardır.
Piyasalarda 2’li ve 4’lü olmak
üzere iki aşı vardır. Her ikisi
de dünyada oluşan servikal
kanserlerin % 70’inden
sorumlu olan HPV 16 ve 18’e
karşı koruyucudur. Yapılan
çalışmalarda sekiz yıllık
takip süreleri tamamlanmış
ve bu HPV tiplerine bağlı
hastalıklarda % 100 koruyucu
olduğu görülmüştür.
Yapılan araştırmalar HPV
testlerinin servikal smeare göre
çok daha yüksek, sensitiviteye
sahip olduğunu göstermiştir.
Bu testler DNA temelli
olduğundan, patolog ya da
laboratuvar hatalarına da
maruz kalmamaktadır. Ayrıca,
her geçen gün artan oranlarda
uygulanılan HPV aşıları ile
önümüzdeki yıllarda HPV ve
buna bağlı servikal anomali
riskinin azalacağı açıktır. Yani
her geçen gün anormal sitoloji
ile aşikar ve tecrübeli olan
patolog sayıları da azalacağı
için, rutin aşılama sonrası HPV
testi ile tarama yapılmasının
daha seçkin ve daha anlamlı
tarama programlarında
kullanılabileceği
vurgulanmaktadır.
Özellikle servikal kanser
tarama programı olmayan
ülkelerde servikal kanser
yükünü önemli oranlarda
azaltacağı hesaplanmaktadır.
11-12 yaş grubunun okul bazlı
rutin aşılanması ile servikal
kanser insidansının gelişmiş
ülkeler düzeyine inebileceği
öngörülmüştür.
HPV aşılarının uygulanıldığı
tüm ülkelerde, aşının en ufak
yan etkileri de dahil olmak
üzere katılımcılar çok yakın
takip edilmektedir.
Servikal kanser tedavisi teşhis
esnasındaki evreye bağlı
olarak değişir. Çok erken
evrelerde teşhis konulduğunda
rahim korunarak doğurganlık
sürdürülebilir.
Bu olgularda LEEP ya da
konizasyon gibi küçük
eksizyonlar uygulanabilir.
Ancak daha ileri evrelerde
komplikasyon ve maliyeti çok
yüksek tedaviler uygulanır.
Çoğunlukla radikal
histerektomi yapılan
bu olgularda, ameliyat
sonrası radyoterapi veya
kemoradyoterapi gibi
tedaviler uygulanmaktadır.
Bu tedavilerin komplikasyon
oranları yüksektir.
Cinsel fonksiyon bozuklukları,
mesane ve bağırsak şikayetleri
oldukça sıktır. Bu nedenle,
erken teşhis servikal
kanserlerde de en önemli
aşamadır.
Servikal kanserlerde tedavi
oranları ise diğer kanser
türlerine göre nispeten iyidir.
Buna rağmen, erken evrelerde
% 100 olan tedavi oranları ne
yazık ki, ileri evrelerde % 2030’lara kadar inebilmektedir.
23
SAĞLIK&İNSAN
24
SAĞLIK&İNSAN
Seksenler Dizisinin Fehmi Babası
Rasim Öztekin:
“Hastalık Bana Hayatın Çok
Kısa Olduğunu Öğretti”
Esra KAZANCIBAŞI ÖZTEKİN
İtiraf etmeliyim ki, onca yıllık
gazetecilik yaşamımda en
zorlandığım röportajlardan
birine imza attım.
TRT 1’de yayınlanan Seksenler
Dizisinde evin babası Fehmi’yi
canlandıran tiyatro sanatçısı
Rasim Öztekin’le yaptığım
bu söyleşi ilginç bir deneyim
oldu benim için. Çünkü Rasim
Öztekin benim eşim. Aslında
biz onunla okul arkadaşıyız.
İletişim Fakültesinde
Gazetecilik Bölümünde
okurken tanıştık. Fakültenin
basketbol takımlarında
oynadık, birbirimizin maçlarını
seyrettik. Hayat uzun yıllar
sonra yollarımızı birleştirdi;
karı-koca olduk.
Bir insanın her şeyini bildiği
hayat arkadaşıyla röportaj
yapması gerçekten zor.
Ancak Rasim’le o kadar
keyifli bir söyleşi yaptık ki,
medyaya bugüne kadar
yansımayan, hatta benim
de bilmediğim bazı şeyler
ortaya çıktı. Galatasaray
Lisesi’nde yatılı okurken
mutfaktan arkadaşlarıyla ara
öğünlerde ekmek ve peynir
çaldığını, otelcilik lisesi
sınavlarına girdiğini, eğer
kazansa hayatının rotasının
çok farklı yöne gidebileceğini
ben de ilk kez öğrendim.
Seksenler Dizisinde Fehmi’nin
yaşlılığını oynarken aslında
babası ile dayısının karışımı
bir karakter yarattığını da…
Onu dinlerken “Bu tiyatro
sanatçılarından korkulur! Kim
bilir, ona bir şeyler anlatırken
benim hangi mimiklerimi,
jestlerimi depoluyordur!” diye
düşünmekten de kendimi
alamadım.
Benden söylemesi; bir tiyatro
sanatçısı ile sohbet ederken,
dikkat edin! Belki günün
birinde canlandırdığı bir rolde
sizi oynuyor olabilir.
Benim için dost; hiç
görüşmesem bile
sıkıştığım zaman ‘alo’
dediğimde yanımda
olacak ya da telefonun
öbür ucunda bile olsa
derdimi dinleyecek
insandır. Dost, rahatlıkla
arkamı döneceğim
insandır.
25
SAĞLIK&İNSAN
5’i bile bulmaz. Çünkü benim
için dost; hiç görüşmesem
bile sıkıştığım zaman ‘alo’
dediğimde yanımda olacak
ya da telefonun öbür ucunda
bile olsa derdimi dinleyecek
insandır. Dost, rahatlıkla arkamı
döneceğim insandır.
“SEKSENLER DİZİSİNDE
BABAMI VE DAYIMI
OYNUYORUM”
Hep iz bırakan projelerde yer
aldın. GORA’da Bob Marley Faruk,
Kabadayı’da Sürmeli, Pardon’da
Muzo, şimdi de Seksenler’de
gençliğini ve yaşlılığını oynadığın
Fehmi. Bunların hepsi farklı bir tip,
farklı bir karakter. Canlandırdığın
karakterleri yaratırken nelerden
esinleniyorsun?
“SANAT DÜNYASINDA HİÇ
DOSTUM YOK”
TRT 1’de yayınlanan “Seksenler”
en iyi aile dizilerinden biri
olarak gösteriliyor. Birçok
kişiye çocukluğunu, gençliğini
hatırlatıyor. 1980 yılı senin de
profesyonel tiyatroya başladığın
yıl. 80’lerden günümüze sanat
dünyasında arkadaşlıklar,
dostluklar nasıl değişti?
80’lerdeki ilişkiler çok daha
insani, çok daha samimi, çok
daha karşılık beklenmeyen
ilişkilerdi. Şimdiki ilişkiler
genelde menfaate dayalı. ‘Ben
ona şunu verirsem, ondan
ne gelir’ düşüncesine dayalı.
26
Fakat şu da bir gerçek ki,
sanat dünyasında dostane
ilişkiler kurmak çok zor.
Çünkü biz sanatçılar, hepimiz
megalomanız. Hepimizin
egoları var; egoları yüksek olan
insanların bir yerde durmaları,
dostluk etmeleri çok güçtür.
Sanat dünyasında gerçekten
dostum dediğin kaç kişi
sayabilirsin?
Sanat camiası içinde dostum
diyebileceğim kişi saymam
zor ama samimi arkadaşlarım
var. Dostluk, benim için çok
başka bir kavram çünkü.
Benim hayatımda dostum
diyebileceğim insan 10’u, hatta
Biz oyuncuların depoları vardır
aslında. Sürekli gözlemleyip
depoya atarız. Mesela birisiyle
bir yerde konuşurken arka
masadaki kişiye takılırım.
O tipi ufak ufak incelerim.
O tip bana ileride bir gün
lazım olacaktır. Bana ihtiyar,
dede rolü geldi diyelim.
Ben o ihtiyarı zaten yaşamım
boyunca gözlemlemişimdir.
Her yeni bir rolde, karakterde
önceden kendi depoma
attığım tiplerden ona uygun
olanını çıkartırım. Onun tozunu
alır, cilalar, biraz da o formata
uygun hale getiririm.
SAĞLIK&İNSAN
Seksenler dizisindeki Fehmi
karakterine gelecek olursak;
gençliğini ve yaşlılığını yaratırken
örnek aldığın belirgin kişiler var
mı?
Tabii, Fehmi’nin gençliğinde
dayımı oynuyorum. Dayımın
otoriter bir tavrı vardı, aile
fertleri ondan korkardı
ama gene herkes istediğini
yapardı. Dayım aynı zamanda
çok da espriliydi. Fehmi’nin
yaşlılığında ise dayımın
karakteriyle babamın tipini
birleştirdim ve bir karma
yaptım.
“SANATÇILAR İÇİN HER
ROL BİR DOĞUMDUR”
Oynayacağın her karakteri oturtana
kadar bazen uykularının da
etkilendiğine şahit oluyorum. Bir
tip yaratma, rolünle özdeşleşme
süreci doğuma eşdeğer mi?
Evet, bizim yaşadığımız da
bir tür hamile psikolojisidir.
Sanatçı için her yeni rol bir
doğumdur aslında. Ancak
canlandırdığım tip doğduktan
sonra hemen iş bitmez. Nasıl
bebeğin beslenmesi ve
bakımı gerekiyorsa, dizinin
birinci bölümden sonra gelen
reaksiyonları ve eleştirileri
göz önünde bulundurarak
yavaş yavaş o tipte oynamalar
yaparım.
Aslında tiyatroda sahnede
seyirciyle birebir canlı yapılan
bir şeydir bu. Seyirci senin
nasıl oynayacağına karar
verir. Sen de seyirciden gelen
reaksiyonları dikkate alıp
uyguladığın zaman iyi oyuncu
olursun zaten. Seyirciden
gelen reaksiyonu çok iyi
dinlemek lazım.
Diziyle ilgili de gazetelerde,
televizyonlarda ya da twitter
gibi sosyal medyada yer alan
eleştirilere kulak veriyorum.
Bu eleştiriler ışığında birkaç
bölümde oynadığım tipi iyice
yoğuruyorum.
“BOTOKS MİMİĞİ
ÖLDÜRÜR, OYUNCULUĞU
KISITLAR”
Son zamanlarda hep baba
rollerinde izliyoruz seni; Geniş
Aile’de Kuddusi, Seksenler’de
Fehmi.. 32 yılı geride bıraktığın
sanat hayatında evin babası
rollerini canlandırmak yaşlanmaya
başladığını düşündürüyor mu
sana?
Yaşıma bağlı olarak baba
rollerinin gelmeye başlaması
gayet doğal. Tabii diğer
taraftan da zaten ben hiçbir
zaman jön, yakışıklı bir başrol
oyuncusu olmadım.
Hep komik adamdım.
Dolayısıyla yine komik bir
babayım. Sanatçılar doğal
olarak yaşlarına uygun roller
oynamaya başlıyorlar. Bir aktör
ya da aktris yüzüne bu yüzden
botoks, gerdirme gibi estetik
müdahaleler yaptırmamalı.
Ben şu an 50 yaşındaki
birini oynuyorum. Allah
uzun ömür versin 85-90
yaşıma geldiğimde de eğer
sağlığım, hafızam yerindeyse
aktörlüğüm devam edecektir.
Çünkü aktörlüğün emekliliği
yoktur. O zaman da ben 85-90
yaşında bir tipi oynayacağım.
Şimdi piyasaya baktığım
zaman 65-70 yaşında
dizilerde, filmlerde oynayacak
kadın oyuncu bulamıyoruz.
Herkes orasını burasını
gerdirmiş. Bir kaşı uzaya
çıkmış, bir kaşı aşağıya inmiş.
Botoks mimiği öldürüyor,
en önemlisi suratın karakteri
gidiyor.
60 yaşındaki bir insanın
suratında çok güzel doğal
çizgiler vardır. Kamera yakın
girdiği zaman o çizgiler ortaya
çıkar.
Bir aktörün, aktristin
güzelliğidir bu. Şimdi botokslu
bir sanatçının köylü kadınını
oynadığını düşünsene!
Nasıl oynayacak botokslu,
gerilmiş bir suratla ve şişmiş
dudaklarla? Bunlar oyunculuğu
kısıtlayan şeylerdir.
27
SAĞLIK&İNSAN
“BAŞBAKAN ERDOĞAN’IN
VURGULAMALARI ÇOK
TEATRAL”
Demet Akbağ, İbrahim Tatlıses,
Hülya Avşar birlikte sahne aldığınız
Mega Şov vardı. Burada sen özellikle
merhum cumhurbaşkanı Turgut Özal
ile eski cumhurbaşkanı Süleyman
Demirel’in taklitleriyle çok gündeme
geliyordun. Çocukluğunda da taklit
yapar mıydın?
Galatasaray Lisesi’nde
Şamata Geceleri’nde sahneye
çıkıp öğretmenlerin taklidi
yapardım. Evde de Zeki
Müren, Cem Karaca ve
Barış Manço’nun taklitlerini
yapardım. Dolayısıyla bir taklit
yeteneğim vardı. Tiyatroda
oynamaya başladım. Sonra bu
taklit yeteneğimi keşfeden Ali
Poyrazoğlu’nun ısrarıyla Yeşil
Bar’da şov yapmaya başladım.
Günümüze gelirsek kimlerin
taklidini yapmak istersin?
Ben artık taklit dönemini
geride bıraktım. Ben başka bir
yoldayım, taklit yapmam geriye
dönüş olur.
28
Ancak Başbakan Recep Tayyip
Erdoğan ile Türkiye Futbol
Federasyonu eski Başkanı
Mehmet Ali Aydınlar’ın
taklitlerinin ses getireceği
kanısındayım. Çünkü taklit
yapmaya müsait, çok belirgin
özellikleri var. Mesela
Başbakan Recep Tayyip
Erdoğan’ın yürüyüşü, konuşma
tarzı, vurgulamaları çok teatral
aslında. Tiyatrocu deyimiyle
Recep Tayyip Erdoğan lafları
çok güzel satıyor, bunu çok
iyi başarıyor. Mesela aynı
özellik Kemal Kılıçdaroğlu’nda
yok ama Kemal Kılıçdaroğlu
da taklit edilebilir. Dişlerini
açmadan konuşması ise
Mehmet Ali Aydınlar’ın en
büyük özelliği.
“DOKTORLAR ÇOK TIBBİ
KONUŞUYOR”
Kalp yetmezliği tedavisi için 2,5
ayı geçirdiğin hastaneden taburcu
olduğunda doktor tiplemelerinden
oluşan bir sitcom yapmaya karar
verdin. Sen yoğun bakımdayken
doktorları, hemşireleri mi
gözlemliyordun? Neler ilgini çekti o
günlerde?
Bu bir mesleki deformasyon
aslında, elimde olan bir
şey değil. Hastanede de
hekimlerin anlattıklarından
çok hareketlerini ve tavırlarını
inceliyordum. Zaten dinlesem
de söylediklerinin dörtte
üçünü anlamıyordum.
Çünkü hekimler çok tıbbi
konuşuyorlar. Çok şükür ki sen
bana doktorların söylediklerini
tercüme ediyordun. Bugüne
kadar rahatsızlığım nedeniyle
iletişime geçtiğim pek çok
hekimin hastaya yaklaşım
konusunda yetersiz olduğunu
gördüm. Hastanın psikolojisini,
ona nasıl davranmaları
gerektiğini çok bilmiyorlar.
Bir de karşılaştıkları
vakalar dolayısıyla çok
mekanikleşmişler. İşte, ben
hastanedeyken doktorhasta iletişimine bu açıdan
baktım. Aslında hastane
günlerimdeki bu gözlemlerim,
senaryolaştırmalarım hastalığın
stresinden de uzaklaşmamı
sağladı.
Tabii, diğer tarafta da çok
iyi hekimlerimiz olduğunu
belirtmek istiyorum. Siyami
Ersek Göğüs Kalp Damar
Cerrahisi Eğitim ve Araştırma
Hastanesi’nde kendi dalında
çok iyi uzman doktorlar
beni yaşama döndürdüler.
Hastaneye yatırıldığımda
kalp yetmezliğim ileri evreye
varmıştı. Ultrafiltrasyon denilen
bir yöntemle vücudumdan
22 kilo su çekildi. Sonra bana
saatler süren iki deneme
sonunda kalp pili takıldı.
Siyami Ersek Hastanesi’ndeki
doktorlara şükranlarımı
sunuyorum. Bugün
uyguladıkları yerinde ve doğru
tedaviler sayesinde sağlığıma
kavuştum.
SAĞLIK&İNSAN
“HASTALIK BANA
HAYATIN ÇOK KISA
OLDUĞUNU ÖĞRETTİ”
aksatmıyorum ve her anımı
en mutlu olacağım şekilde
yaşamaya çalışıyorum artık.
Dile kolay neredeyse koca
kışı çoğunlukla yoğun bakım
servisinde, hastanede geçirdin.
Hastane penceresinden dışarıya
baktığın 75 gün süresince neler
öğrendin?
“OKULDA MUTFAKTAN
EKMEK VE PEYNİR ÇALIP,
YERDİK”
Hastalığım bana hayatın çok
kısa olduğunu ve bunu en iyi
şekilde değerlendirmemiz
gerektiğini öğretti. Okuduğum
bir yazıda ‘Bankaya senin için
her gün 24 saat yatırıyorlar. O
24 saati harcayabildiğin kadar
harcayacaksın. Ertesi gün kalan
zamanını geri alıyorlar. Sana
ertesi gün bir 24 saat daha
veriyorlar. Dolayısıyla 24 saati
en iyi şekilde değerlendirmen
gerekir’ deniyordu.
İşte bunun için insanın
öncelikle yıllarca sırtında
taşıdığı kamburlardan,
parazitlerden mümkün
olduğunca arınması gerekiyor.
Ben de bu amaçla bir tür
sosyal detoks yaptım. Daha
önce bazı şeyleri kafama çok
takan bir insandım. Ama artık
gereksiz, değmeyen şeyleri
kafama takmamayı büyük
oranda başarabiliyorum.
Geçtiğimiz günlerde annemde
ve dayımda olan bir hastalık
olan diyabet tanısı kondu
bana. Kalp ve diyabet olmak
üzere iki kronik hastalığım var.
Artık, kendime çok iyi
bakıyorum. Zaten 2000 yılında,
25 yıldır günde üç paket
içtiğim sigarayı bırakmıştım.
Aşağı yukarı 4-5 senedir
beslenme ve diyet uzmanının
konrolündeyim.
Biliyorsun zaten ben tatlı,
kızartma, hamur işi yemem.
Senin de yönlendirmenle
doktor kontrollerimi hiç
Üniversitede seni tanıdığımda da
kiloluydun. Çocukluğunda da hep
şişman mıydın?
Tabi o zaman da bana
‘gürbüz çocuk’ derlerdi. Ben
hep kiloluydum ama lapacı
değildim. Şişmandım ama hem
lisede, hem de üniversitede
okulun basket ve futbol
takımındaydım.
İştahın nasıldı çocukken?
Kaçamakların var mıydı?
Benim iştahım hep iyiydi.
Galatasaray Lisesi’nde
yatılı okurken çıkan yemek
yetmezdi. Koşup, top oynuyor,
enerji sarfediyor ve çok
acıkıyorduk haliyle. Öğlen
yemeği 12’de, akşam yemeği
ise 19’da çıkardı.
Cebimizde para da yoktu.
Şimdiki gibi büfeden ‘Bana
oradan iki kaşarlı, sucuklu,
sosisli yap’ deme durumumuz
da bulunmazdı. Saat 15.00’te
ambara akşam yemeğinin
ekmeği gelirdi.
Şanslı bir kadınım çünkü senin
gibi yemek yapmayı seven, sürekli
yemek programlarını izleyip evde
harika tatlar yaratan bir eşim
var. Çocukken hep anneni yemek
yaparken seyretmenin bunda etkisi
nedir?
Evet, annemi yemek yaparken
zaman zaman seyrederdim.
Bazen anneme ‘Ben yapayım
mı?’ diye sorardım. Hatta
Biz gider, kedi gibi o ekmek
arabasının gelmesini beklerdik.
Hademelere görünmeden
yarımşar ekmek araklardık. Bu
sefer kahvaltılıkların deposuna
gider, peynir çalardık.
ortaokuldan liseye geçiş
Yarım ekmeğin içine kaşar
koyardık. Ama eğer deponun
kapısı kilitliyse okulun
kantinine giderdik.
sırada mesleği otelcilik olan
O sırada sosisliler bitmek üzere
olur, salçaları kalırdı. Çalıntı
ekmeğin içine salça koydurur,
tuz, karabiber ekleyip yerdik.
döneminde otelcilik okulu
sınavına girmiştim. Otelcilik
okudun mu garsonluk ve
mutfak eğitimi de alıyorsun. O
Futbol Federasyonu Başkanı
olan annemin dayısı Feridun
Koray’a çok özenirdim. Çok
güzel giyinirdi, salon adamı
dedikleri biriydi. Ancak otelcilik
okulunu kazanamadım.
29
SAĞLIK&İNSAN
EVDE EZELİ REKABET,
EBEDİ AŞK…
Gelelim en can alıcı soruya…
Galatasaray kongre üyesi, maçları
kaçırmayan koyu bir taraftarsın.
Ama senin yaşamında bir de
Fenerbahçe gerçeği var. Fenerbahçe
şampiyon olduğunda evde sarı
lacivert bayrak asılacak kadar.
Benim Fenerbahçe kongre üyesi
ve kombinesiyle maçlara giden bir
rakip takımın taraftarı olmam seni
bazen içten içe sinirlendiriyor mu?
Hayatta her Galatasaraylı’nın
yanında bir Fenerbahçeli’nin
ve her Fenerbahçeli’nin
yanında bir Galatasaraylı’nın
olmasından yanayım. Çünkü
işin tadı çıkmaz. Siz kiminle
şampiyonluk mücadelesi
vereceksiniz Galatasaray
olmazsa? Galatasaraylı olarak
benim Bursaspor ile girdiğim
bir şampiyonluk mücadelesini
kazanmamın çok anlamı yok.
30
Elde edilen şampiyonluktur
evet ama, Fenerbahçe ile
rekabet ederek son anda
kazanılan şampiyonluk
mücadelesi bir başka
değerlidir, zevklidir. Beşiktaş
da Türkiye’nin üç büyük
takımından biridir; fakat ezeli
rekabet dediğimiz zaman
Türkiye’de akla Fenerbahçe
Galatasaray gelir.
İşte bu yüzden bizim evde de
böyle bir güzellik yaşanıyor
aslında. Eşlerin birinin
Fenerbahçeli, diğerinin
Galatasaraylı olması, kim
şampiyon olursa onun
bayrağının asılması güzel
bir şey. Sen, Fenerbahçe
şampiyon olduğunda bayrak
astın. Ertesi sene Galatasaray
şampiyon olduğunda ben
bayrakla evi donattım
nerdeyse.
Bunlar güzel işte. Senin astığın
bayrağa izin vereceğim ki; ben
gelecek sene daha ihtişamlı
bir bayrak asma heyecanını
duyabileyim.
Söyleşi için sana çok teşekkür
ediyorum. Ama sözlerinden
anladım ki, her şampiyonlukta
ikimiz daha büyük bir bayrak asma
rekabetine girersek bu işin sonu
gelmez. Biz iyisi mi seninle eve
asılacak bayrakların ebatlarını ve
standartlarını belirleyim ki, evde
kavga çıkmasın.
Tamam, önce siz bir şampiyon
olun da, asarsın bayrağı… Bir
sonraki sene düşünürüz.
Ey okur Fenerahçe’nin içinde
bulunduğu ortamda eşimin
bana verdiği böyle bir yanıt
karşısında sizce ben ne
yapayım?
:)
SAĞLIK&İNSAN
31
SAĞLIK&İNSAN
Çocukluk Döneminde
Obezite
Prof. Dr. Peyami Cinaz
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi
Çocuk Endokrinoloji Bilim Dalı Başkanı
Obezitenin çocuklarımızda önlenmesi amacıyla Sağlık Bakanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı,
Çocuk Endokrinoloji ve Diyabet Derneği işbirliği ile öğretmen ve öğrencilerimizin bu konuda
bilgilendirilmeleri çalışmaları bir program kapsamında yürütülmektedir. Bu çalışmalar
ülkemiz çocuklarının daha sağlıklı olmalarında mutlak etkili olacaktır.
Günümüzde obezitenin
görülme sıklığı her yaş
grubunda artmaktadır. Obezite
21. yüzyılın en ciddi sağlık
sorunlarından biri olarak
tanımlanmaktadır. Ülkemizde
yapılan çalışmalarda
çocuklarda obezite sıklığı
% 9,1 ve % 12,8 olarak
bulunmuştur.
Çocukluk çağı obezitesi
çocuklarımızda çeşitli
rahatsızlıklara neden olduğu
gibi erişkin yaşlarda da
devam edebilmektedir.
Yapılan çalışmalarda obez
çocukların 1/3’ ü, obez
adölesanların ise % 80’i
erişkin yaşa ulaştıklarında da
obez kalmaktadırlar. Diğer
yandan erişkin yaşlarda
görülen obezite vakalarının
% 30 kadarında başlangıcın
çocukluk çağlarına dayandığı
bilinmektedir.
32
SAĞLIK&İNSAN
Erişkin dönemdeki
şişmanlığın önlenmesi, esas
olarak çocukluk dönemine
dayanmaktadır
Obezite gelişmesinde risk
faktörleri; sosyo-kültürel ve
ekonomik düzey, gebelikte
annenin sigara içmesi, düşük
ya da iri doğum ağırlığı, anne
sütü alma süresinin az oluşu,
hızlı yeme ve az çiğneme, fast
food tarzı beslenme ve kalori
yoğunluğu yüksek içecekler,
genetik, çocuğun aktivasyon
derecesi ve televizyon
seyredilmesine ayrılan süredir.
Ancak özellikle okul çağı
çocuklarımızda en önemli
neden olarak fazla ve yanlış
beslenme ve hareketsiz yaşam
şekli sayılabilir.
Obez çocuğun
değerlendirilmesinde vücut
ağırlığı tek başına yeterli
olmayıp boy ölçümü ile
birlikte değerlendirilmelidir.
Kullanılacak en iyi ölçüm
şekli “Vücut Kitle İndeksi”
diye bilinen ağırlığın metre
cinsinden boyun karesine
bölünmesi ile elde edilen
veridir. Buradan elde edilen
sonuç yaşa ve cinsiyete göre
değerlendirilerek fazla tartılı ya
da obezite olarak tanımlanır.
Beslenme bozukluğu,
hareketsiz yaşam şekli gibi
nedenler sonucu oluşan
obezitede çocuklar genellikle
yaşıtlarına göre uzun
boyludurlar ve hızlı gelişim
gösterirler. Obez olup kısa
boylu olan hastalarda altta
yatan hormonal veya genetik
bir bozukluk akla gelmelidir. İyi
bir beslenme ve fizik aktivite
öyküsü alınmalı, doğum
ağırlığı ve obezite başlama yaşı
öğrenilmelidir.
Ailede obezite öyküsü
sorgulanmalı, anne-baba
boy ve kiloları ölçülmelidir.
Hastanın enerji alımının
hesaplanabilmesi için üç
günlük beslenme örneği listesi
aileden istenmelidir. Obezite
tanısı konulduktan sonra
herhangi bir hastalığa bağlı
bir obezite olup olmadığının
ekarte edilmesi gerekir. Bu
hastalıklar arasında genetik
sendromlar (Prader-Willi,
Laurence-Moon-Biedl, Cohen
Sendromu gibi), hipotalamik
bozukluklar, endokrin
nedenler (Cushing sendromu,
Hipotiroidi gibi), kullanılan bazı
ilaçlar sayılabilir. Bu nedenlerin
pek çoğu iyi bir öykü ve
fizik muayene ile ekarte
edilebilecek hastalıklardır.
Şüphede kalındığı takdirde
o hastalığa özgü laboratuvar
tetkikleri istenebilir. Tanı
konulduktan sonra tedavisi
planlanır. Bugün için
bizlerin üzerinde durmamız
gereken ve mutlak önlem
almamız gereken beslenme
bozukluğuna ve hareketsizliğe
bağlı olarak ortaya çıkan
çocukluk dönemi obezitesidir.
33
SAĞLIK&İNSAN
Obezite çocuklarımızda
nelere neden olmaktadır?
Obez çocuklarda tansiyon
yüksekliği, karaciğer
yağlanması, kolesterol
ve trigliserid yüksekliği,
ateroskleroz, insülin direnci ve
tip 2 diyabet, ciltte kahverengi
hiperpigmentasyonla
karakterize kadifemsi
hiperkeratotik bir lezyon olan
akantozis nigrikans, erken
ergenlik, hiperandrojenemi,
adet düzensizliği, genç kızlarda
kıllanma artışı, infertilite,
solunum sistemi hastalıkları,
ortopedik problemler, safra
taşı, psikolojik sorunlara neden
olmaktadır. Obez çocukların
boyları genellikle yaşıtlarına
göre uzundur, ancak nihai
boyları erken ergenlik ve hızlı
kemik yaşı ilerlemesi nedeniyle
kısa kalabilir.
Çocuklarımızın obez
olmalarının en önemli
nedenleri abur-cubur olarak
bilinen kalorisi yüksek gıdaları
aşırı tüketmeleri, televizyon
ve bilgisayara gün içinde
çok uzun zaman ayırmaları,
okullarda beden eğitimi
derslerine katılmamaları, okula
giderken taşıtla gitmeleri gibi
hareketsiz yaşam şeklidir.
Öncelikle çocuklarımızın
obez olmasını önlememiz
gerekmektedir. Bunun için de
sağlıklı beslenme alışkanlığı,
hareketli yaşam biçimi
çocuklarımıza kazandırılmalıdır.
Çocukluk çağı obezitesinin
önlenmesi çalışmaları Sağlık
Bakanlığı ve Milli Eğitim
Bakanlığı önderliğinde
34
başlatılmıştır. Milli Eğitim
Bakanlığı’nın okullara
gönderdiği genelge ile okul
kantinlerinde abur- cubur diye
tanımlanan yüksek kalorili
yiyecekler ve gazlı içecekler
yasaklanmıştır.
Obezitenin çocuklarımızda
önlenmesi amacıyla Sağlık
Bakanlığı, Milli Eğitim
Bakanlığı, Çocuk Endokrinoloji
ve Diyabet Derneği işbirliği ile
öğretmen ve öğrencilerimizin
bu konuda bilgilendirilmeleri
çalışmaları bir program
kapsamında yürütülmektedir.
Bu çalışmalar ülkemiz
çocuklarının daha sağlıklı
olmalarında mutlak etkili
olacaktır.
Obezite tedavisi çocuğun
normal fizyolojik büyümesini
duraksatmayacak nitelikte,
uzun vadeli ve kalıcı olmalıdır.
Eğitim, diyet, aktivite, egzersiz,
yaşam şekli değişimini içeren
ve ailenin tam katılımı ile
desteklenmiş multidisiplinerdir.
Obezite tedavisinin temel
taşı sağlıklı ve dengeli
beslenmedir. Obezite
tedavisinde normal
beslenmede olması gereken
oranların bozulmuş olduğu,
kısa vadede hızlı kilo verdiren
diyetler sağlık açısından
tehlikelidir.
Genellikle, aktif yaşam tarzının
benimsetilmesi (televizyon,
bilgisayar oyunları gibi pasif
ev içi faaliyetlerden kaçınmak
ev dışı aktivitelere yönelmek)
önerilmektedir.
Dengeli, çocuğun yaşına
uygun beslenme ve aktif
yaşam şekline uyulduğunda iyi
cevap alınacaktır.
SAĞLIK&İNSAN
35
SAĞLIK&İNSAN
SAÇ DÖKÜLMELERİNE
GÜNCEL YAKLAŞIM
Uzm. Dr. Didem DİNÇER
GATA Dermatoloji AD.
36
SAĞLIK&İNSAN
Güzellik kavramı tarihin
her döneminde üzerinde
tartışılan bir konu olmuştur.
Güzel görünmek, bakımlı
olmak insanın doğasında
vardır. İnsanlık tarihinin
her döneminde güzellik
kavramı farklı olsa da güzellik
tanımında saç, önemini hiç
kaybetmemiştir.
Saç kimi zaman itibarın
sembolü, gücün, davranışsal
ifadenin göstergesi; kimi
zaman da gençliğin, canlılığın
ve güzelliğin bir aksesuarı
olarak tarihte önemini
korumuştur ve halen de
korumaya devam etmektedir.
İnsan için bu kadar öneme
sahip olan ve kaybı önemli
duygusal stres yaratabilen saç,
genel kanının aksine sabit olup
devamlı uzamamaktadır.
Hayat boyu büyüme, gerileme
ve dinlenme döngüleri
gösteren tek organdır. Anajen
olarak adlandırılan saçın
büyüme-uzama evresi 2 ile 7 yıl
arasında sürmektedir.
Katajen olarak adlandırılan
gerileme evresi ise 2-3 haftalık
kısa bir süre olup bu evrede
büyüme durmaktadır. Kafa
derisindeki geriye kalan
% 10’luk kısım telojen denilen
dinlenme evresi ise yaklaşık
3-4 ay sürmektedir.
Normal bir insanın kafa
derisinde yaklaşık olarak
100 bin ile 150 bin saç kılı
bulunur. Her bir saç kökü ise
1–4 arasında saç kılı içerir ve
sağlıklı bir saç ayda 1cm. uzar.
Bir kişinin günde yaklaşık
100 saç telinin dökülmesi
normaldir. Bu sayının
aşırı miktarda artması saç
dökülmesine neden olan bir
hastalığa işaret edebilir.
Böyle bir durumda mutlaka
bir dermatolog muayenesini
gerekir. Saç dökülmesinin
birçok nedeni vardır.
Bazı nedenlere bağlı olarak saç
derisinin bütünlüğü bozulup,
geri dönüşümsüz saç kaybı da
meydana gelebilir. Aşağıda
en sık karşılaşılan olası saç
dökülmesi nedenlerinden
bahsedilecektir.
İnsan için bu kadar
öneme sahip olan ve kaybı
önemli duygusal stres
yaratabilen saç, genel
kanının aksine sabit olup
devamlı uzamamaktadır.
Hayat boyu büyüme,
gerileme ve dinlenme
döngüleri gösteren tek
organdır. Anajen olarak
adlandırılan saçın
büyüme-uzama evresi
2 ile 7 yıl arasında
sürmektedir.
37
SAĞLIK&İNSAN
Ne gibi nedenler ile
saç dökülebilir?
• Genetik yatkınlık
Genetik olarak eğilimli
kadın ve erkeklerde,
dolaşımdaki androjenlere
yanıt olarak saç kaybı
ortaya çıkar ki, bu tarz saç
dökülmeleri androgenetik
alopesi olarak adlandırılır.
Erkeklerde en sık görülen
saç dökülmesi nedenidir.
• Hormonal bozukluklar
Başta tiroid hormonları
ile ilişkili hastalıklar (hipo
ve hipertiroidi) ve birçok
hormonun vücuttaki
düzeylerinin değişikliği saç
dökülmesi ile sonuçlanabilir.
38
• Travma
Uygunsuz saç bakımı ve
kozmetik ürün kullanımı,
boya, renk açma,
düzleştirme, perma gibi
yöntemlerin sık sık veya aynı
anda uygulanması da saçın
zayıflayıp kırılmasına ve
dökülmesine neden olabilir.
Atkuyruğu veya sıkı
lastiklerle toplama gibi saç
toplama şekilleri de saçların
sabit çekme kuvveti ile saçlı
derinin önden dökülmesine
yol açabilir.
Sık sık yıkamak, sert bir
şekilde taramak gibi
uygulamalar da saça zarar
veren işlemler arasında yer
alır.
• Alopesi Areata
Hızlı saç kaybı ile karakterize
bir hastalıktır. Hasta saçlı
derisinde bölgesel saç kaybı
şikâyeti ile gelebileceği gibi
tüm vücut kıllarında dökülme
şikâyeti ile de gelebilir.
• Yaşlılık
50 yaş üzerinde hem
bayanlarda, hem de
erkeklerde saçların genel
olarak incelmesiyle
karakterize dökülme
görülür.
• Diyet
Kısa sürede gerçekleşen ani
kilo kayıpları, beslenmeden
protein veya esansiyel
yağların çıkarılması ile
karşımıza yine saç kayıpları
çıkacaktır.
SAĞLIK&İNSAN
• Demir, çinko, biyotin
eksiklikleri
Genelde beslenmede eksik
alınmaları ile değil, herhangi
bir hastalığa, ikincil olarak
meydana gelen eksiklikleri
sonucunda saç dökülmesine
sebep olurlar.
• Ateşli hastalıklar ve
sistemik hastalıklar
Bazı sistemik hastalıklar geri
dönüşümsüz saç kaybına da
neden olabilmektedir.
• Ağır egzersizler
• Cerrahi girişimler
Cerrahi sonrası tam olarak
nasıl saç kaybı geliştiği
bilinmemekle birlikte
birçok nedenin birleşimiyle
ikincil saç kaybı olabileceği
düşünülmektedir.
• İlaçlar
Birçok ilacın (hormon
hapları, kan sulandırıcılar,
tansiyon ilaçları, psikiyatrik
ilaçlar, yüksek doz vitamin
A, kanser tedavisinde
kullanılan ilaçlar vs.)
uzun süre kullanımı saç
dökülmesine neden
olabilmektedir.
• Radyoterapi sonrası
Bazı kanser tiplerinde
tedavi amaçlı uygulanan
radyoterapi sonrasında saç
dökülmesi görülmektedir.
• Psikolojik stres
• Trikotilomani
Hastanın kendi saçını kendi
çekip, koparmasıyla ortaya
çıkan saç kaybıdır.
• Saç ve saçlı deriye ait
hastalıklar
Saçlı deriye ait egzamalar,
enfeksiyon hastalıkları,
mantar hastalıkları da
saç dökülmesi nedenleri
arasında yer alır.
Bu rahatsızlıkların ağır
seyrettiği tablolarda saçlı
derinin normal yapısının
bozulması durumunda
ise saç dökülmeleri geri
dönüşümsüz olabilmektedir.
Saç dökülmesi nasıl
durdurulabilir ve
uygulanabilecek tedaviler
nelerdir?
Bir bireyin saçı günde 100 telin
üzerinde dökülme gösteriyor,
elini saçına her attığında
elinde saç kalıyor ve bu durum
bir ayın üzerinde bir süredir
devam ediyorsa, mutlaka
bir dermatoloji doktoruna
başvurması gerekir.
Öneriler
Uygunsuz tarama gibi saça
zarar verecek işlemlerin sık
yapılmasından kaçınılmalıdır.
Aşırı ağır egzersizler, ağır
diyetler yapılmamalıdır. Bilinçsiz olarak “iyi gelir,
doğaldır” diyerek doktora
danışılmadan kullanılabilecek
yöntemlerden kaçınılmalıdır.
• Eksik olanı yerine koyma
Demir eksikliği anemisi
mevcut ise demir hapı veya
şuruplar; çinko, biyotin
eksikliği mevcut ise çinko
ve biyotin içeren haplar
kullanılabilir.
Dermatologunuz, sizin
şikâyetlerinizi detaylı olarak
dinleyecek, şikâyetlerinizin
başlama süresini ve bu
şikâyetlerin oluşmasında
etken olabilecek nedenleri
öğrenmeye çalışacaktır.
İyi bir muayeneye ek olarak
doktorunuz gerektiğinde
sizden saç dökülmesine
yönelik tetkikler de isteyebilir.
Duruma göre tanıya giderken
biyopsi (saçlı deriden parça
alınması) veya trikogam
denilen özel bir görüntüleme
yönteminin kullanılması
gerekebilir.
Altta yatan her bir hastalığa
yönelik farklı yaklaşım şekilleri
ve tedaviler mevcuttur.
Aşağıda birçok tedavi
içerisinde en sık kullanılan
tedaviler özetlenmeye
çalışılmıştır.
39
SAĞLIK&İNSAN
• Saç ekimi
Son dönemde gelişen
yöntemlerle birlikte özelikle
andogenetik saç dökülmesi
başta olmak üzere, hastanın
uygun koşulları karşılaması
durumunda uygulanabilen
bir yöntemdir. Fakat her
hasta saç ekimi için uygun
olmayabilir.
• Kortizon
Gerek sürme ilaçlar ve
bölgesel enjeksiyonlar,
gerekse ağızdan hap
şeklinde kortizon tedavileri
“alopesi areata” tedavisinde
veya bazı sistemik
hastalıkların tedavisinde
dermatologunuz tarafından
planlanabilir.
• Psikiyatrist ve psikolog
desteği
Trikotilomani (ruhsal
rahatsızlık) ve diğer
nedenlerle oluşan saç
dökülmesi kayıpları
sonucunda oluşan psikolojik
durumlarda psikiyatrist
ve psikolog desteği
gerekebilir.
Sonuç olarak
• Androjenlere yönelik ilaçlar
Özellikle genetik yatkınlığın
olduğu androgenetik
alopesisi olan bireylerde
androjenlere yönelik
ilaçlar (örneğin minosidil),
östrojene dayalı tedaviler
kullanılabilir.
• Saç mezoterapisi
Kıl köklerini besleyen
vitaminlerin,
antioksidanların ve kan
dolaşımını artırıcı ilaçların
özel iğneler vasıtasıyla
doğrudan kıl köklerine
verilmesi esasına dayanır.
Topikal (sürerek uygulanan)
minosidil kullanımının
androgenetik saç dökülmesi
dışında ‘alopesi areata’
olarak isimlendirilen
hastalığın tedavisinde de
yeri vardır.
40
Strese bağlı, metabolik
nedenli saç dökülmeleri
ve gebelik sonrası ani saç
dökülmeleri, hormonal ve
genetik saç dökülmelerinde
faydalı olabilen bir
yöntemdir.
Saç, insanın sosyal hayatı
içerisinde ve psikolojisinde
önemli yere sahiptir. Bir
bireyde herhangi bir nedenle
saç kaybı oluşmuş ise zaman
kaybetmeden, şikâyetlerin
azaltılması veya önlenmesine
yönelik önlemin alınması ve en
önemlisi profesyonel destek
almak için bir dermatolog ile
iletişime geçilmesi gerekir.
Saç dökülmesi, sadece
fiziksel görünümü etkileyen
bir rahatsızlık olmayıp başka
hastalıkların da habercisi
olabilir.
SAĞLIK&İNSAN
41
SAĞLIK&İNSAN
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin:
“Değişim ve dönüşüm
kadından geçiyor”
Osman GÜZELGÖZ / Hande AYDEMİR
Aslında biz Osman
Güzelgöz’den 1. sayımız için
Sağlık Bakanımız Prof. Dr.
Recep Akdağ ile röportaj
yapmasını isterken, 2. sayı
için Aile ve Sosyal Politikalar
Bakanımız Fatma Şahin
söyleşisini de kafamızda
planlamıştık. Basın Müşaviri
değerli meslektaşımız ve
arkadaşımız Sevim Taşdelen’e
fikrimizi ve talebimizi ilettik.
Sağ olsun Bakan Hanım
bizi kırmadı. Bu arada
Sağlık&İnsan Dergisi’nin
1. sayısını incelediğini ve
beğendiğini kendisinden
öğrendik.
Bu söyleşiyi de Sağlık
Bakanlığı İletişim
Koordinatörü Osman
Güzelgöz ile birlikte yapmak
istedik. Kendisinin röportaj
konusundaki ustalık ve
tecrübesinden istifade
etmeye devam edeceğiz. …
42
Fatma Şahin Gaziantepli
bir Anadolu kadını. İTÜ
Kimya Fakültesi mezunu.
Gaziantep’te özel sektörde
yıllarca çalışmış. 2001
yılında AK Parti kurucusu
olarak siyasete girmiş. 3
dönemdir AK Parti Gaziantep
Milletvekili. AK Parti Kadın
Kolları Genel Başkanlığı
yaptı. Hükümetin tek kadın
bakanı. Sıcak, samimi, özünü
yüzüne yansıtmış olan, yaptığı
işi önemsediğini ve dert
edindiğini hemen hissettiren
bir kişiliği var.
Sayın Bakanla bu söyleşiyi bir
cumartesi günü makamında
yaptık. Biz ayrıldığımızda
saat 18.30’du ve hafta sonu
olmasına rağmen kendisi
çalışmaya devam edecekti.
Biz aklımızdakileri, içimizden
geçenleri akışa göre sorduk.
Kendisi de aklındakini,
içinden geçenleri bize bütün
sıcaklığı ile aktardı.
“Nimeti de, külfeti de eşit
bir şekilde paylaştırmanız
gerekiyor hayatta.
Hayatın imkânları ile
ilgili eşit bir şekilde
sorumluluk verip eşit
bir şekilde hesap sormak
gerekiyor. Bunlardan biri
birinden eksik kalınca,
çok farklı sorunlar
oluşuyor. O yüzden
mutlaka iki cinsin kendi
içinde fırsat eşitliği
sağlandığı bir dünya ve
bir Türkiye için mücadele
etmemiz gerekiyor.”
SAĞLIK&İNSAN
43
SAĞLIK&İNSAN
Siz ilkokul, ortaokul ve liseyi
Gaziantep’te okumuşsunuz.
Sonra Doğu ve Güneydoğu’nun
alışkın olmadığı bir şekilde
İstanbul İTÜ’yü bir genç bayan
olarak kazanmışsınız. Kimya
Mühendisliğini bitirmişsiniz, sonra
Antep’e geri dönmüşsünüz.
FATMA ŞAHİN- Evet..
Antep’ten, Güneydoğu’dan çıkan
bir bayan olarak İstanbul’a gitmek,
İstanbul’da okul kazanmak,
hem de İTÜ’yü kazanmak çok
zordu o zaman. Genç bir bayanın
Gaziantep’ten İstanbul’a okumaya
gitmesi çok da alışkın olunmayan
bir şeydi. O günleri gözünüzün
önüne getirdiğinizde nasıl bir haleti
ruhiyeyle gittiniz İstanbul’a? Nasıl
okudunuz Antepli bir genç olarak?
FATMA ŞAHİN- Şimdi tabii
İstanbul’da okumanın zorluğunu
gitmeden önce anlamak
mümkün değil. Ama İstanbul
44
Teknik’i kazanmış olmanın
heyecanıyla gittik biz, babamla
beraber gittik. Yurt çıkmadı bize.
İlk çocuk olunca yurt çıkmıyor,
ikinci çocuğa çıkıyor.
Nitekim kardeşim eczacılığı
kazandığında hemen yurt çıktı
ona, Ankara Eczacılık’ta. Yurt
çıkmayınca kalacak yer sorunu
oldu. Geri dönmek zorunda
kalabilirdik.
Nasıl çözdünüz bu yer, yurt
sorununu?
FATMA ŞAHİN - Babamın
Antep’te saat tamirciliği yaptığı
sırada eskiden saatçiler ve
kuyumcular aynı dükkanda
olurdu. Gaziantep’in o yerli
esnafından daha önce
kuyumculuk yapan, sonradan
da İstanbul’a battaniye
üretimi için fabrika kurmaya
gelen bir aile vardı. Onlar
benim kazandığım okulu
görünce “Üniversiteyi, hele
İTÜ’yü kazanmak çok zor,
kazanmışken geri dönmesi
yanlış olur, gelsin yanımızda
kalsın.” dediler. Şu anda tabii
bakıyorum kendi çocuğumda
bile 25-30 yıl önce verdiğim
kararda birçok şeye çok daha
dikkat etmem gerektiğini
görüyorum.
Büyük şehirde, İstanbul’da
yaşamak çok kolay değil. Ama
ailenin yanına gidip kaldığınız
zaman, bu bizi ciddi manada
birçok tehlikeden korudu ve
çok daha kolaylaştırdı işimi.
O babamın yakın dostu olan
ailenin çocukları vardı liseye
giden. Ev de çok rahattı. Yurtta
kalır gibi kendi başımıza
dersimizi çalışacağımız bir yurt
ortamı gibi bir altyapı vardı.
Biz de onların çocuklarının
çalışmasına yardımcı
oluyorduk, sınavlarında,
derslerinde yardımcı
oluyorduk.
SAĞLIK&İNSAN
2 sene orada kaldım, tabii
İstanbul’a alıştık, üniversiteye
alıştık, ondan sonra da
yurt çıktı yurda geçtik. O
geçiş döneminde ben biraz
şanslıydım tabii, öyle bir aileyle
daha önce tanışmış olmam,
öyle başlamış olmam işi çok
kolaylaştırdı, çok korudu bizi.
Siz okulu kazanıp İstanbul’a
giderken Gaziantep’te nasıl bir aile
ve kadın profili vardı? Antep’te,
Karşıyaka’da Şehreküstü’de nasıldı
kadın ve aile kavramı?
FATMA ŞAHİN- Benim
söylediğim 82-83 yılı.
Üzerinden 30 yıl geçmiş. 30
yıl önce şehir göç almamıştı,
yani bir Anteplilik vardı. Şu
anda şehir sanayileşti göç
alıyor, çok daha farklı bir
yapıya dönüşüyor. O zamanlar
Antep, yerlilerinin olduğu, bu
bildiğimiz Anadolu insanının
olduğu bir yer, herkesin,
komşuluk ilişkilerinin çok
yüksek yaşandığı, akrabalık
ilişkilerinin çok ileri boyutta
olduğu bir yapı vardı.
Bu yapının içerisinde
kadınlarımızın pozisyonuna
baktığımız zaman, bildiğiniz
tipik Anadolu kadınlarının
yapısı vardı yani.
Orada bu kadar farklı yapı da
yoktu. En zengin Gaziantepliyle
normal bir Gazianteplinin gelir
seviyesi arasında çok büyük bir
fark da yoktu.
Kendi içinde normal yaşayan
bir Anadolu pozisyonundaydı.
Şimdi öyle değil tabii, şu anda
çok farklı bir Gaziantep ve çok
farklı bir Türkiye var.
Kendi içinde çok değişik aile
yapılarının ve kadın yapılarının
olduğu bir şehir var şimdi.
Alleben deresinden görünüm / Eski Gaziantep
İşte şu anda şehre
bakıyorsunuz ilkokul mezunu
olmayan, belki Türkçe dahi
bilmeyen ciddi manada
kadınımız da var.
Bunun yanı sıra Gaziantep’te
eğitimini yurt dışında
tamamlamış gelmiş, ekonomik
hayatın içersinde, sosyal
hayatın içerisinde, hayatın
her alanında çok başarılı olan
kadınlarımız da var.
Daha önce bu kadar farklı
dengeler yoktu, daha stabil bir
yapı vardı benim gördüğüm.
Kız çocuklarının okutulmaya
başlandığı dönemdi.
Genelde annelerin ilkokul
mezunu olduğu, kız
çocuklarına fırsat verilmeye
başlandığı dönemdi. Bugün
çok daha kolay ama o gün
onları yapmak çok da kolay
değildi, ama bir başlangıç
vardı.
Herkes kendi çocuğunu
okutmaya çalışıyordu, bir
gayret vardı. Bugün de onların
çok doğal sonuçlarını alıyoruz.
İTÜ Kimya Bölümü’nü bitirip
Gaziantep’e döndünüz. Neler oldu
daha sonra? İş mi aradınız? Hemen
bulabildiniz mi?
FATMA ŞAHİN- Ben aynı gün
işe girdim. Çok enteresandır,
benim o geçişim.
Bavulunuz elinizde eve girmeden
İşçi Bulma Kurumu’na gitmişsiniz!
FATMA ŞAHİN- Evet.. Evet..
Ben okulu Haziran’da bitirdim.
İstanbul Teknik’i Haziran’da
bitirmek çok çok zordur. 4
yılda ve Haziran’da bitirdim.
Bitirdiğim gün, yani çıkışı
aldığım gün geldim, bavulu
bıraktım eve. Dedim ki, ben İşçi
Bulma Kurumu’na gidiyorum.
İşçi Bulma Kurumu’na gittim,
“Ben okulu bitirdim, iş
arıyorum!” dedim.
O sırada üniversiteyle beraber
boya denemesi yapan yeni
bir alanda çalışmaya başlayan
bir firma varmış. Bu benim
Sanko’dan önce 6 ay çalıştığım
firma.
45
SAĞLIK&İNSAN
Onlar da kimya mühendisi
arıyormuş. Benim de okul
çok iyi olunca “Zaten tam
istediğimiz elemansınız,
hemen başlayabilirsiniz.”
dediler. Akşam ben işe girmiş
olarak eve döndüm, günün
sonunda işe başladım, hiçbir
zaman kaybım yok orada, saat
kaybım bile yok.
Aileniz ne dedi bu duruma?
FATMA ŞAHİN- Benim
o zaman ikinci kardeşim
okuyordu, benim hemen
çalışmam lazımdı. Bildiğiniz
Anadolu ailesi.
Az gelirli olan bir ailemiz
olduğu için benim hemen
çalışmam gerekiyordu. İki
tane kız üniversitede okuyor
ve büyük şehirlerde okuyor.
Dolayısıyla kız kardeşim de
okuduğu için benim hemen
işe girmem gerekiyordu. Ben
böyle vakit kaybetmeden işe
başlayınca ailem de çok mutlu
oldu.
Üniversitede de girişimci
miydiniz, bir şeyler yapmak, bir
organizasyona katılmak, temsilcilik
yapmak gibi? Taşradan giden
bir öğrenci olarak nasıldınız
üniversitede?
FATMA ŞAHİN- Yok, o kadar
yoktu, çünkü okulun ağırlığı
çok yüksekti, okulun dersleri
çok ağırdı. Son bir sene bir
anket firmasında part-time
çalıştım ama. O sıralarda bu
anket araştırma falan işleri
çok çok yeniydi Türkiye’de.
Üniversiteden kalan zamanda
son sene biraz bu işi yaptım.
Daha çok bir ekonomik destek
anlamında mı?
FATMA ŞAHİN- Evet, o şekilde
yaptım. Ama onun dışında
böyle bir sivil toplum veya
daha farklı sosyal faaliyetlere
yeterince zamanımız olmadı.
Çünkü okulun hakikaten çok
ciddi bir ağırlığı vardı. Çok da
yüksek bir tempoda çalışmak
gerekiyordu.
2001’de AK Parti kurulurken sonra
siz Gaziantep’te kurucu üyesiniz.
İlk kez bir toplantıda dönemin İl
Başkanı ya da yardımcısı size “Ya
anam-bacım git işine bak! Ne işin
var bu kalabalıkta kadın olarak!”
diye bir şey söylemiş. Gerçekten
böyle bir şey yaşadınız mı? Tepkiniz
ne oldu?
FATMA ŞAHİN- Şimdi şöyle:
Biz İzzet Bey’le (eşimle)
beraber önce bir gittik kurucu
olduk. İlk 50’de eşimle ikimiz
beraber yer aldık. Tabii o
benim işimi çok kolaylaştırdı.
Tek başınıza hepsi erkek olan
bir alana girdiğiniz zaman bazı
güçlükler yaşamanız kaçınılmaz
olur.
46
Biz İzzet Bey ile beraber karıkoca olarak kurucu ilk 50’nin
içerisine girdik. Bu benim en
büyük avantajım oldu.
O sırada Sayın Başbakanımız
bütün yönetimlere belli
bir oranda kadın alınması
talimatı verdi. İl Başkanımız
da şu andaki İl Başkanımızdı.
O da bu talimattan dolayı
zaten yönetime kadın almaya
çalışıyordu.
Biz de yönetime girmek
istiyoruz, diye talep ettik. Tabii
özel sektörden gelip parti
kurucusu olmak da çok kolay
bir şey değil. Özel sektörde
özellikle parti noktasında çok
hassas olmak gerekiyor, iş
odaklı götürmek gerekiyor.
Biz hiç konuşmadık kimseyle,
ama gittik kurucu olduk.
Ondan sonraki süreçte
tabii haftada bir toplantı
yapılıyordu; 4 bayan vardı
resmi olarak, tek ben devam
ediyordum. Yukarıda toplantı
yapıyorlardı, İzzet Bey yukarı
çıkıyordu.
Aşağıda ben İzzet Bey’in
toplantıdan çıkmasını
bekliyordum. Çok değişik bir
tecrübeydi bizim için. Ama hiç
yılmadık, yani sonuçta bunlar
işte toplantıya bizi bile almıyor,
niye gidelim de demedik; İzzet
Beyle beraber o toplantılara
gitmeye ve toplantı bitene kadar
aşağıda beklemeye başladık. En
sonunda onlar beni toplantıya
almaya başladılar.
SAĞLIK&İNSAN
Hakikaten yani onlar için
de çok farklı ve önemli bir
değişimdi bu. Başbakanımızla
beraber siyasette ciddi bir
değişim iradesi yaşandı.
Kadınların özne olduğu,
yönetimin içinde olduğu, söz
sahibi olduğu bir sistem...
Daha önce muhafazakar bir
partide böyle bir şey yoktu. Bu
geçiş bizimle beraber oldu.
O manada bizim için ne kadar
zorsa, karşı taraf (erkekler) için
de çok kolay olmadığını ben
biliyorum. Herkes o konuda ciddi
bir zihinsel dönüşüm yaşadı.
Ben İl Başkanımızın da iyi
niyetle “Ya işte ne kadar gelip
gidecek, yukarıdan Genel
Merkezden talimat geliyor ama
çok da devam etmez.
Hele bir kağıt üzerinde
gösterelim!” diye olaya
baktığını düşünüyorum.
Biz mücadelemizle kağıt
üzerinde gösterilmeyi fiilen
aştık. Yaptığımız o mücadele
hissedildi, fark edildi, görüldü.
Aday adayı olduk, aday olduk,
mülakata geldik, her yerde
o verdiğimiz mücadeleyi
görünce bunun geriye
dönüşünün olmadığı anlaşıldı.
Önce zannedildi ki gelecek,
usanacak ve gidecek. Hiç
o olmadı. Sürekli bizdeki
o kararlılığı gördü, yaşadı.
Birlikte yaşadık.
O kararlılıkla belki Antep’ten veya
Güneydoğu’dan çıkan ilk kadın
milletvekili oldunuz.
FATMA ŞAHİN- Alana girdiğim
zaman herkes işte “Bu nereden
çıktı?” veya işte “Nasıl olsa
geçici” gibi nazarlarla baktığı
bir alanda kalıcı olmak, ana
unsur olmak büyük bir değişim
ve dönüşümdü. Çok kolay
bir şey değildi. Biz mesela üç
kişiydik. Dördüncü kişi yoktu
seçim sırasında çalışırken de.
Ondan sonra bizim oradaki
kararlılığımız, duruşumuz
dalga dalga içeriye girişi de
kolaylaştırdı, erkeklerdeki
zihinsel dönüşümü de
kolaylaştırdı. İş odaklı
çalışılabildiğini, kadınerkek beraber siyaset
yapılabileceğini, bu toplumun
geleceğinin beraber inşa
edilebileceğini gördüler.
Benden sonraki süreç tabii
daha da kolaylaştı.
Ben o mücadeleyi verdim ama
verirken tabii en büyük şansım
ve gücüm ailem ve yakın
çevremdi.
Yani, eşimle beraber alana
girmiş olmam işimi çok
kolaylaştırdı orada, o manada
dönüp baktığımızda.
Belki tek başıma yapsaydım,
bu kadar ilk dirençleri daha zor
kırardım diye düşünüyorum.
47
SAĞLIK&İNSAN
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin Ankara Necla Kızıldağ Huzurevi’ne ziyarette bulundu. Bakanlığına ait kurumları tek tek
gezdiğini belirten Şahin, ” Hem hizmet alanla görüşüyoruz hem de bu işte çalışan yöneticilerle görüşüyoruz. Yeni süreçte ayağı yere
basan, çok daha ileriye götüren, herkesin yaşam kalitesini artıracak şekilde bir eylem planı, vizyon ortaya koyma hedefindeyiz” diyor.
Sizin iyi bir Antepli olduğunuzu
biliyoruz. Gaziantep deyince sizin
aklınıza ilk ne veya kim geliyor?
FATMA ŞAHİN- Tabii benim
yüreğimde ciddi bir Gaziantep
milliyetçiliği de vardır. Çok
farklıdır duygularım bu
hususta. Gaziantep deyince
benim aklıma çok müteşebbis
bir insan gelir. Aklımda
Gaziantepli’nin müteşebbis
ruhu var.
Aslında benim o verdiğim
mücadeledeki, azim ve
kararlılık her Gaziantepli’de
vardır. O mücadele ruhu vardır.
Gaziantep bugün 5. Organize
Sanayiini kurduysa, birçok
alanda hiçbir devlet desteği
olmadan kendi kendine
yetebildiyse, o insanının
müteşebbis ruhunun eseridir
bu.
48
Kurtuluş Savaşındaki Gaziantep
mücadelesine baktığınız
zaman da bunu çok açık
görürsünüz. Her yerde bir
Kurtuluş Savaşı mücadelesi
oldu ama 11 ay boyunca 6 bin
kişinin yok olduğu ve direndiği
başka bir bölge yoktur.
Dolayısıyla, o ruh bizim kendi
genlerimizde, topraklarımızda,
kendi özümüzde var,
mayamızda var.
O yüzden benim Gaziantep
deyince aklıma hep bu duygu
geliyor, o düşünce geliyor, o
müteşebbis insan gücü geliyor.
Antep’in en büyük farkıdır o.
Her alanda girişken, özverili
ve cesaretli adımlar atan bir
mücadele insanı ve alanı vardır.
Mesela, Kurtuluş Savaşında en
çok kadın şehit veren yer yine
Gaziantep’tir.
Biliyorsunuz Şehit Kamil’in
öldürülmesinin, şehit
edilmesinin nedeni annesidir!
Annesine yapılan hareketten
dolayı verdiği mücadeledir.
Kadınlar her zaman varmış
ve mücadelenin içindeymiş
Gaziantep’te.
FATMA ŞAHİN- Evet.. Evet..
Peki, neyi eksik Gaziantep’in desek!
Nedir Gaziantep’in ihtiyacı sizce?
FATMA ŞAHİN- Şimdi
biz Gaziantep olarak aşırı
hızlı büyüyoruz. Aşırı hızlı
büyümenin getirdiği ciddi bir
altyapı, kentleşme sorunumuz
var. Bunlarla beraber ciddi
manada eğitimle ilgili
yapılması gerekenler var.
SAĞLIK&İNSAN
Eğitimin kalitesini artırmayla
ilgili yapılması gereken önemli
işlerimiz var. Şehirleşmede,
sanayileşmede veya kültür ve
turizm şehri olmada o konulan
hedefleri insanla yapacaksınız.
İnsan da, eğitimli insan, kendini
yetiştirmiş insanla bu bütün
markalaşmayı başaracaksınız.
Bunun için de marka insanı
yetiştirmeniz lazım. Aslında
bireysel başarıda bir sorun
yok, insanlar gidiyor, iyi
eğitim alıyor, geri dönüp
memleketine geliyor ve
orada kalıyor; o da Antep’in
farkıdır. Ciddi bir aile yapısı
var; kalıcı, dağılmadan geri
dönen bir sistem var. Gençler
okuyor, yeniden kendi şehrine
dönüyor, o da önemli.
Dolayısıyla, topyekun
kalkınabilmeyi başarabilmemiz
için her bir vatandaşın
ihtiyaç analizine göre şehri
kalkındırmamız lazım.
Çözüm modeli de olabilir belki
Gaziantep bu anlamda değil mi?
FATMA ŞAHİN- Evet, bunu hep
söylüyoruz biz. Şehre gelen iş
buluyor.
İş bulduğu zaman güvenlik
sorunu olmuyor, eğitimle ilgili
yerel yöneticiler çok başarılı, iki
merkez ilçe belediye başkanı
sosyal belediyecilik adına
gelen kadına, gence, çocuğa
ihtiyaçlarına göre ne varsa
ihtiyaçlarını verecek sistemler
oluşturuyorlar.
Bu, birçok sorunu kendi
içinde çözebiliyor ve
ayrılıkları ortadan kaldırıyor.
Entegrasyonu sağlıyor.
Hep beraber Gazianteplilik
öne çıkıyor. Ben
Gaziantepli’yim deme oranını
artırıyor. Gaziantep’te yaşama
bilincini yükseltiyor.
Ekonomik gelişmişliğin,
kalkınmanın ve iş bulmanın,
istihdam imkanlarının yardımı ile
bir üst kimliğe çıkmış oluyor bir
anlamda insanlar..
FATMA ŞAHİN- Evet, tabii.
Şimdi sizin Bakan olmadan önce
bugün Bakanlığınız hinterlandına
giren konularla irtibatınızın
olduğunu görüyoruz. Mesela,
Namus ve Töre Cinayetlerini
İnceleme Komisyonu Başkanlığınız
var. O dönem cezaevlerini gezdiniz,
eşlerini öldürmüş olan mahkum
insanlarla konuştunuz. Orada
çoğunun pişman olduğunu size
söylediklerini ifade ettiniz. O günkü
Türkiye’de töre ve namus cinayetleri
perspektifinden bakarsanız kadının
durumu neydi? Bakan olduktan
sonra bu komisyonun başkanlığı
sırasında edindiğiniz tecrübelerin
size katkısı ne oldu, biraz bundan
bahsedebilir misiniz?
Biz şehirde bir şeyi de
başardık; Milli Birlik ve
Kardeşlik Projesi dediğimiz
ve bugün Güneydoğu’da
demokratik açılım üzerine
giden sistem aslında
Gaziantep’te başarılmıştır.
Gaziantep’te çok ciddi
Güneydoğu’dan gelen Kürt
kökenli birçok vatandaşımız
olmasına rağmen,
şehirleşmede bir huzur,
barış ve güvenlik şehridir, bir
kalkınma şehridir. Bu aslında
bizim modelimiz, diğer
şehirlerde de uygulandığı
ve hayata geçtiği zaman
Türkiye’deki bütün terör
sorununun bittiği ve hedeflerin
çok daha hızlı yakalandığı bir
modele dönüşebilir.
49
SAĞLIK&İNSAN
Oradaki çevre faktörünü,
toplumsal baskıyı, ne kadar
zor şeylerin içinden çıkmaya
çalıştıklarını, ne kadar çaresiz
kaldıklarını görüyorsunuz.
Siz çözüm makamı olduğunuz
zaman size çok farklı ufuklar
açabiliyor. O yüzden ben
o yaptığımız çalışmayı çok
önemsiyorum ve kendim için
büyük bir kazanım olarak
görüyorum.
O çalışmayı yaptıktan
sonra zaten çok kapalı olan
şeyler, konuşulmayan şeyler
konuşulmaya başlandı.
Başbakanlık genelgesiyle
bunun toplumsal bir sorun
olduğu en yüksek siyasi irade
tarafından beyan edildi, kabul
gördü.
Kurumlar kendi içinde bunu
yapılandırdı. Çünkü kurumlar
daha önce bu sorunu sorun
olarak kabul etmiyordu.
Ailenin içinde olan bir şeye
çok girmeye, karşımaya devlet
olarak hep dışında kalmaya
çalışıyordu.
FATMA ŞAHİN- Bu benim
için çok önemli bir mutfak
çalışmasıydı. Çünkü tam bir
saha çalışması oldu; üç ay
sahada çalıştık, cezaevinde
erkeklerle görüştük, sığınma
evinde kadınlarla görüştük.
Doğu ve Güneydoğu’da
kanaat önderi dediğimiz
insanlarla, aşiret reisleriyle
görüştük.
Benim için Bakan olduğum
zaman en önemli kazanımım
oralardan getirdiğim
tecrübeydi.
50
Hem o bölgenin insanıyım, o
bölgenin yaşadığı sorunları
yaşayarak gelmişim. Hem de
o yaptığım çalışmada birçok
tarafın görüş alanlarını bilerek
empatisini yapabildim. O alan
çok zor bir alandı.
Dönüşte ben mesela çok iyi
hatırlıyorum, kendini onların
yerine koyduğun zaman
sığınma evindeki bir kadının
veya cezaevindeki bir erkeğin,
oradaki çıkmazını yaşıyorsunuz.
Aile artık kendi sorununu
çözemiyorsa ve toplumsal
soruna dönüşüyorsa, o sorunu
oluşmadan çözebilecek veya
oluştuğu zaman yanında
olacak mekanizmaları kurmak
gerekiyordu. Bu, 2008’le
beraber, bu bizim Komisyon
çalışmamız ve Başbakanlık
genelgesiyle beraber
normalleşti. Her kuruma ne
yapması gerektiği görev olarak
verildi, ondan sonra sahada
eksikler gözükmeye başladı.
Sorun vardır diye baktığınız
zaman nasıl çözeceğiz diye
bakma anlayışını koymanız
gerekiyor. O zaman da
eksiklerinizi görüyorsunuz.
SAĞLIK&İNSAN
Biz hala işte bugün hukuki
altyapıda 4320 Sayılı Ailenin
Korunması Kanunu yeni bir
temel yasaya dönüşüyorsa, 3
maddelik bir yasa 30 maddelik
bir temel yasaya dönüşüyorsa
bu ihtiyaçlardan kaynaklı. Ama
o gün o irade beyanı olmayıp
da o kabul görmeseydi, bugün
bu kadar büyük bir yasal
altyapıyı oluşturacak tecrübe
de edinilmeyecekti.
Sorunu çözmek belki var olduğunu
kabul etmekle başlıyor!
FATMA ŞAHİN- Aynen öyle.
Bir de, hep ekonomik alanlar
üzerinde devletler yönetilmiş,
tarih boyunca da öyle, ülkenin
tarihinde de öyle. Krizlere
baktığınız zaman hep ekonomi
üzerinden gitmiş, ama onun çok
ciddi sosyal boyutu da var. Sosyal
politikalar dediğimiz şey de, tam
onunla bütünleşen bir şey.
Siz yoksulluğu azaltmadığınız,
kız çocuklarını eğitmediğiniz,
herkese sağlık fırsatı
sağlamadığınız zaman
diğerlerinin bir sonuç
olduğunu ve kaçınılmaz
olduğunu görüyorsunuz.
Yalnızca ekonomik olarak
pastayı büyütmenizin işe
yaramadığını ve burada adil bir
paylaşım sistemini koymanız
gerektiğini görüyorsunuz.
Şu anda yaşadığımız sonuçlar
önümüze geriye, başa
dönmemiz gerçeğini getiriyor.
Başa da döndüğümüz zaman,
aslında Hükümetin son 10
yıldır yaptığı yardımlaşmanın,
sosyal politikaların; engellisine,
yaşlısına, kimsesiz çocuğuna
yeterince bütçe ayırma ve
onları sahiplenme anlayışının
ne kadar doğru bir şey
olduğunu görüyorsunuz.
Merhem olmadığınız o yaraları
düzeltmeye çalışmadığınız
zaman, sürekli sonuçla
uğraşıyorsunuz. Sürekli
şiddetle ve kanla biten
alanlarla uğraşıyorsunuz.
Hâlbuki dönüp temele
bakıp neden bu oluyor, ne
yapmamak gerekiyor, diye
düşünmemiz gerekiyor. Ne
yapmak veya yapmamak
gerektiği anlayışını yöneticiler
olarak hele bir de çözüm
makamıysak buradan
bakmamız gerekiyor.
Belki de buradan bakabilmek
için işte bu tecrübeyi
yaşamamız gerekiyordu. Ülke,
toplum, kamuoyu bu tecrübeyi
yaşadı. Artık ne demek
istediğimizi veya onların ne
demek istediğini biz çok
daha rahat anlıyoruz. Bugün
birbirimizi daha iyi anlıyoruz.
Çünkü açık bir topluma gittik,
herkes için demokratikleşme,
ileri demokrasi hedefi,
bireyin hakkının, hukukunun
güçlendiği bir alana götürüyor
bizi. Kadın haklarının, çocuk
haklarının, engelli haklarının
güçlendiği bir alana götürüyor.
Şimdi biraz da aileden, sizin
ailenizden bahsedelim isterseniz.
İki tane çocuğunuz var. Bu iki
çocuğun büyümesi, gelişmesi
Türkiye için, sizler için çok önemli.
Bir bakan olarak, bildiğimiz
ve gördüğümüz kadarı ile çok
çalışan bir bakan olarak tabii ki
çocuklarınıza çok fazla zaman
ayıramıyorsunuz. Bakan olduğunuz
dönemde, siyasetçilik ve Kadın
Kolları Genel Başkanlığınız
dönemlerinde çocuklarınıza nasıl
bir psikolojiyle yaklaştınız? Onlar
bu tempo ve sorumluluklarınızı
nasıl kaldırıyor?
FATMA ŞAHİN- Haklısınız.
Üstelik anne olmayınca daha
da zor oluyor bu süreç. Ama
bizim baştan koyduğumuz
bir sistem var. Benim özel
sektörde de siyasetten,
bugünkü Bakanlıktan daha
farklı değildi durumum. Çok
ciddi zaman gerektiren, mesai
gerektiren uzun çalışma
diliminde biz ailemizi kurduk.
Çocuklarımız bunu bizimle hep
yaşadılar. Vekil olduktan, Bakan
olduktan sonra olan bir şey
değil bu.
7 Şubat 1997’de Tunceli’de teröristlerle girdiği çatışmada şehit düşen Jandarma Kıdemli
Astsubay Vural Şahin’in eşi Fatma Şahin ile tokalaşan Bakan Fatma Şahin başsağlığı diledi.
51
SAĞLIK&İNSAN
Biz bu sorunu hep yakın
çevremizle aştık. Yani
çocuklarımız büyürken
annemin-babamın,
kayınvalideminkayınpederimin,
görümcelerimin, çok yakın
çevrenin, kardeşimin, yakın
çevrenin desteğiyle biz bu
sorunu aşmaya çalıştık.
O yüzden aile kavramı çok
önemli. Şimdi büyük şehirlerde
çekirdek ailelere baktığımız
zaman, onların tabii bu bizim
fırsatlardan yeterince ellerinde
olmadığını görüyoruz, o da
farklı sorunlara neden oluyor.
Biz geçiş dönemini hep o
şekilde yaşadık. Ondan sonra
zaten Ankara’ya geldiğimiz
zaman, onların o fiziksel olarak
ihtiyaçlarının daha azaldığı
bir zaman dilimiydi; kızım
ortaokula, oğlum ilkokula
başlamıştı. Buna rağmen
annem yine geldi, 1,5-2 yıl
yanımızda kaldı.
Eşimin sürekli desteği, bana
söylediği; sen bu işi çok
düzgün yap, iyi yap, biz bize
düşeni yaparız, paylaşırız
şeklindeydi. Eşimin açtığı alan
benim en büyük kazancımdır
diye düşünüyorum.
Hiçbir zaman çok zamanımız
olmadı ama birbirimizle o
sevgiyi, saygıyı, muhabbeti
paylaştığımız kaliteli zaman
dilimi oluyor, kendi içinde bir
sistemi oluşturuyoruz. Hamd
olsun paylaşarak götürüyoruz.
Tabii ki kolay değil. Ama onlar
da artık bizim bu seçtiğimiz
hayatı kabullendiler, onlar
da kendi fedakârlıklarını
yapıyorlar. Aynı zamanda
tabii çok da onurlu bir şey
bir bakan çocuğu olmanın
getirdiği onur da çok yüksek.
52
Dolayısıyla, verme ve alma
dengesi içerisinde gidiyor diye
düşünüyorum.
Sayın Bakanım, siz Bakan olunca
medyada belki geçmişinizle ilgili,
belki kişiliğinizle ilgili bir süreç de
yaşandı. Hızlıca bir kadına şiddet
furyası ön plana alındı, belki olaylar
öyle gelişti. Sanki Aile ve Sosyal
Politikalar Bakanlığı’nın birincil
vazifesi ve uğraştığı tek konu
kadına şiddet meselesiymiş gibi
çok yoğun bir tempoda yaşandı
Bakanlığınızın ilk günleri. Oysa Aile
ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın
ismi seçilirken bile tesadüflerle
seçilmemiş, yani bir felsefe ortaya
konmuş. Ne dersiniz bu konuda,
süreç giderek normalleşiyor mu?
FATMA ŞAHİN- Şimdi hukuki
altyapımız da tamamlanınca
daha da normalleşecek.
Sizin o ilk etaptaki refleksiniz
nasıl oldu, yeni Bakansınız,
hızlıca medyada manşetler,
haberler, görsel haberler, kadına
sürekli şiddet uygulanıyor ve siz
de bir kadınsınız, annesiniz ve
Bakan olmuşsunuz. Nasıl bir şey
yaşadınız?
FATMA ŞAHİN- Şimdi mutfak
sağlam olmasaydı ilk birkaç ay
çok tehlikeliydi tabii. Ama o
benim hem teşkilattan gelen 4
yıllık tecrübem, hem 3. dönem
milletvekilliği, sorun çözme
kabiliyeti…
Yoksa buralardan tecrübelerle
gelmemiş olsaydık çok kolay bir
şey değil. Çünkü söylediğiniz
ve söylemediğiniz her şeyin bir
karşılığı ve bedeli var.
Toplum sizi tanımaya çalışıyor,
anlamaya ve algılamaya
çalışıyor. Oradaki bir cümlenin
algısı, bazen aslında onu
demek istemediğiniz birçok
şeye vesile olabiliyor. O
yüzden ilk 6 aydaki bu algıyı
yönetmemiz önemliydi. Ben
ekip olarak iyi yönettiğimizi
düşünüyorum.
Bir taraftan da Bakanlık
yeniden yapılanıyor, birçok
arkadaş kurumun içerisine
girdi, ekip oluşturmaya
çalışıyoruz. Ekipten bir orkestra
şefliği yapıp orkestradan
güzel bir harmoni çıkarmaya
çalışıyoruz, mutfak kısmını da
bir taraftan güçlendirmeye
çalışıyoruz. Bir taraftan tabii
önde çok ciddi sorun alanları
var, onu çözmek için çözüm
algısını yönetmeye çalışıyoruz.
Çok kolay bir alan değil. Bir
İçişleri Bakanlığı, bir Dışişleri
Bakanlığının oturmuş bir 100
yıllık, 200 yıllık altyapısı var
kendi içinde. Biz bir taraftan da
onları yeniden yapılandırdık.
Kadın Kolları Genel Başkanlığınız..
Her şeyin havada olduğu
bir Bakanlığı yavaş yavaş
oturtmaya, taşları yerine
oturtmaya çalışıyoruz.
Hamdolsun şu anda ilk güne
göre baktığımız zaman, çok
çok iyi durumdayız. Çünkü
bir telefonumuz bile yoktu.
Genel Müdürlükten Bakanlığa
dönüştük kısa sürede.
FATMA ŞAHİN- Evet. Hem
beraberinde bu şiddetle ilgili
zaten yeterince altyapımızın
olması süreci doğru
yönetmemize vesile oldu.
Oradan bir sisteme dönüştü
burası. Şimdi daha iyi bir
durumdayız, daha da iyi
olacak. İcracı bir Bakanlık
çünkü burası.
SAĞLIK&İNSAN
Sağlık konusuna girelim mi biraz?
Hiç korktuğunuz bir hastalık var
mı Sayın Bakanım ya da çocuklarda
daha önceden geçirilen bir hastalık
var mı?
FATMA ŞAHİN- Hiç öyle önemli
bir hastalık hatırlamıyorum.
Allah’a şükür yok.
Doğu ve Güneydoğu bölgelerimizde
halen küçük yaştaki kız çocuklarının
evlendirildiklerini biliyoruz,
halen işte berdel var! Yakından da
takip ettiğinizi biliyoruz. Bu yeni
yapılanma sırasında bu bölgede bu
vakaların varlığını bilmek size tam
olarak ne kazandırdı ya da bunlarla
mücadele için böyle şimdiye kadar
kimseyle paylaşmadığınız bir husus
var mı bize söyleyeceğiniz?
FATMA ŞAHİN- Onların
hepsinin ben temelinde
eğitimsizlik olduğunu
düşünüyorum. Birey olarak
herkesin, çocukların da
güçlenmediği her modelde
bunlar olacak. Çünkü çevre kızın
adına karar veriyor, kızın kendi
yaşamıyla ilgili karar verecek
gücü yok. Eğitimi müsait değil,
ekonomik altyapısı ona bağlı
olarak yetersiz.
Bu sonuçlar, bu söylediğiniz
bütün sorunların temelinde
birey olarak kız çocuklarının
güçlenmesi gerekiyor.
Burada birkaç husus çok
önemli. Önce eğitim, fırsat
eşitliği, arkasından da ekonomik
olarak desteklendikleri,
güçlendirildikleri bir
mekanizma. Üçüncüsü;
bunu hep söylüyorum ben,
tek başına kız çocuklarınızı
eğittiğinizde, eğer erkekleri
kadının insan hakkı konusunda
yeterince temel eğitimden
geçirmemişseniz, yeterince
zihinsel dönüşümü yapacak bir
altyapıyı oluşturmamışsanız, bu
da başka sorunlara vesile oluyor.
Bu çift bacaklı, atbaşı gitmesi
gereken bir sorun alanı. Çünkü
kadın ve erkek, ikisi birbirinin
tamamlayıcısı. İkisini birbiriyle
aynı pozisyonda eğitmeniz
ve aynı noktalara taşımanız
gerekiyor.
Nimeti de, külfeti de eşit
bir şekilde paylaştırmanız
gerekiyor hayatta. Hayatın
imkânları ile ilgili eşit bir
şekilde sorumluluk verip eşit
bir şekilde hesap sormak
gerekiyor.
Bunlardan biri birinden eksik
kalınca, çok farklı sorunlar
oluşuyor. O yüzden mutlaka
iki cinsin kendi içinde fırsat
eşitliği sağlandığı bir dünya
ve bir Türkiye için mücadele
etmemiz gerekiyor. Yoksa
Güneydoğu’nun berdeliydi,
oydu-buydu, hepsine
dönüp bakın aynı tip aileler.
Okuma-yazma bile bilmiyor,
annenin yapısına bakıyorsun,
okuma-yazma bile bilmiyor.
Türkçe bile konuşamıyor,
anlamıyor, sorunları, dünyayı
bilmiyor, yaşadığı toplumu
bilmiyor. Böyle olduğu zaman
yetiştirdiği çocuk da daha farklı
sorunlarla baş etmek zorunda
kalıyor.
Dolayısıyla, işin temel boyutu
kadın; değişim ve dönüşüm
kadından geçiyor. Kadını
mutlaka eğiteceğiz, ama
erkekteki zihinsel dönüşümü
de beraber götüreceğiz. O
zaman bu, işte çocuk yaşta
evlilikti, berdeldi, bir dakika
diyecek, ya niye berdel
sonuçta ve niye ben çocuk
yaşta evleniyorum?
Benim temel eğitimim devam
edecek, temel eğitimden sonra
orta eğitimim devam edecek
diyecek. Bunu kızlarımız
söylemeli, söyleyecek.
Biz zorunlu eğitimin 12
yıla çıkmasını, Milli Eğitim
Bakanlığı’nın yaptığı bu
konudaki çalışma modelini
de çok önemsiyoruz, çok
doğru buluyoruz, çok da
destekliyoruz. Bunun için de
iyi kampanyalar yapıp, bir
seferberlik ilan edeceğiz.
Yalnızca Milli Eğitim Bakanlığı
bünyesinde yapılacak bir
şey değil, topyekûn bir
seferberlikle bu işlerin
çözüleceğini düşünüyorum.
53
SAĞLIK&İNSAN
Siz Sayın Başbakana, “Sayın
Başbakanım, bizi bu erkeklere
bırakmayın, bizi kıtır kıtır keserler”
diye bir şey söylediniz mi, böyle bir
şey var mı?
FATMA ŞAHİN- Yok hayır
hayır! O konunun aslı şöyle:
Yerel yönetimlerle ilgili bir liste
hazırlanıyordu, tabii çok sıkıntılı
bir dönem. Ben Genel Merkez
Kadın Kolları Başkanıyım.
Milletvekillerimizin olduğu
Ama Başbakanımızın da
bizim haklı olduğumuzu ve
onların da yardımcı olması
gerektiğini söyleyen duruşuyla
ilk kez yüzde 5’e çıktık, binde
5’ten yüzde 5 oranına ulaştık
kadınlar olarak. İlk kez oldu.
Avrupa’da bu oran yüzde 40.
Nasıl olacak, yani daha çok
ciddi yol almamız gerekiyor.
Sayın Bakanım en son ne zaman
“yuvalama” yaptınız?
Grup Toplantısında
Başbakanımız, mutlaka
kadınların yeterince temsil
edilmesi gerektiğini, yerel
yönetimlerde kadınların da
olmaları gerektiğini söyledi.
FATMA ŞAHİN- Çok uzun
süredir yapmadım.
Ben de orada söz aldım ve
‘Başbakanım, öyle deniyor,
öyle söyleniyor, ama bizim
gördüğümüz gerçek farklı.
Maalesef ellerinde bir bıçak,
sürekli kendilerinin lehine
yontuyorlar’ dedim.
FATMA ŞAHİN- Evde genelde
annem yapar biz yeriz.
Ondan sonra beni de
alkışladılar milletvekilleri.
Başbakanımız da “Fatma
Hanım, hem alkışlarlar, hem
yaparlar bunlar!” dedi.
Yani yerel yönetimlere her dört
kişiden birinin mutlaka kadın
konması mücadelesiydi.
Başbakanımızın bu konudaki
hassasiyetini biliyorduk.
Milletvekillerine “Siz de
yardımcı olun, herkes kendi
ilinde buna yardımcı olsun”
diyordu.
Zaten erkekler kendi içinde
rekabet ediyor, bir erkek başka
bir erkeğin yerine gelmeye
çalışırken, sen bir dakika oraya
bir kadın koyacaksın diyorsun.
O kadar sıkıntılı bir durum ki,
ondan kaynaklı bir serzenişti.
54
Evde en son ne zaman yapıldı ve
yenildi?
O aile desteği devam ediyor hala
yani.
FATMA ŞAHİN- Evet. Devam
devam…
KİM ve ÇİM kısaltmaları ile oluşan
kavramlar var artık hayatımızda.
Kadın İzleme Merkezi (KİM) ve
Çocuk İzleme Merkezi (ÇİM). Kadın
İzleme Merkezlerinin kısaltması
ilginç olmuş. KİM! Belki ilginç bir
tevafuk, adı KİM diye kısaltılmış.
Doğru mu bu kavram sizce? Yani
sorunların üzerine kadın izleme
merkezi kavramı üzerinden mi
gidilecek?
FATMA ŞAHİN- Şimdi şiddet
izleme merkezi de olabilir
diyorlar! Tek kadın izleme
merkezi deyince kadınlar
üzerinde bir kavramsal baskı
oluyor sanki. Mağdur üzerinde
izleme merkezi oluşturalım
diyorlar, o da olabilir.
Ama sonuçta bizim burada
kim olursa olsun mağduru
korumamız gerek.
Çocuk olabilir, kadın olabilir,
bir engelli olabilir kim olursa
olsun, aynı şeyin defalarca
anlattırılmasından dolayı da
zaten yeterince psikolojik
olarak yıprandıkları bir süreci
doğru bulmuyoruz.
Çocuk İzleme Merkezlerindeki
bu aynalı sistemde konuşması
gereken çocuk bir defa
konuşuyor, dinlemesi
gereken herkes orada bir
kere onu dinliyor ve kayda
alınıyor, sistemin içine giriyor,
korunuyor. Çok önemli,
toplumun ruh sağlığı açısından
da önemli, bireyin ruh sağlığı
açısından da önemli. Zaten
yeterince mağdur olmuş,
sistem onu daha da mağdur
ediyor. Bu sistemde bu çok
daha kurumsallaşıyor.
Efendim bize vakit ayırdığınız için
teşekkür ediyoruz.
FATMA ŞAHİN – Ben teşekkür
ediyorum. Başarılar diliyorum.
Aile artık kendi sorununu
çözemiyorsa ve toplumsal
soruna dönüşüyorsa,
o sorunu oluşmadan
çözebilecek veya oluştuğu
zaman yanında olacak
mekanizmaları kurmak
gerekiyordu. 2008’le
beraber, bu bizim
Komisyon çalışmamız ve
Başbakanlık genelgesiyle
beraber normalleşti.
SAĞLIK&İNSAN
55
SAĞLIK&İNSAN
Türkülerimizde
Kaç Nobel Tıp Ödülü Saklı?
Prof. Dr. Sait EĞRİLMEZ
Ege ÜTF Göz Hastalıkları Anabilim Dalı
Vücumuzda her saniye, milyonlarca hücre programlı bir biçimde ölmektedir. Bu ölümler,
kanser hastalığına dönüşebilecek, virüsle enfekte olmuş ve virüsten kurtulamayan, genetik
açıdan sağlıklı yapısını yitirmiş hücrelerde gerçekleşmekte olup, vücudumuzu kanserden,
virüs yayılmasından, genetik bozukluklara bağlı hastalıklardan korumak için, bir anlamda
kendini feda etme özelliği taşımaktadır.
Gökyüzünde yeşil yaprak
Yere düşer ırak ırak
En sonumuz kara toprak
Uzun boydan aşar bir gün
Bu Karacoğlan türküsünde,
“ölüm”, sonbaharda bazı
yaprakların, “ayrı ayrı yere
düşüşü”ne benzetilmiştir.
Esasen, ölümü sonbaharda
dökülen yapraklara benzetme
yaklaşımı, yalnızca Karacoğlan
türküleriyle sınırlı olmayıp,
folklorümüzün genelinde ve
dünya halk kültürlerinde de
uzun zamandır mevcuttur.
Bu dörtlüğü referans olarak
ele almamızın nedeni,
Karacoğlan’ın neredeyse 4 asır
önce söylediği ve özel bir ölüm
türü olarak tanımlanan “ecel”
için, modern tıbbın ancak 40
yıl önce tanımlama yapmış
olmasıdır.
Sonbaharda düşen yaprağa
yapılan benzetmeyle, Latince
“ayrı” (=apo) ve “düşen”
(=ptozis) sözcüklerinden,
oluşturulan “apoptozis”, tıp
literatürüne ilk kez 1972 yılında
girmiştir.
56
Ölüm, tıbbın varolma nedeni
olduğuna göre, “apoptozis”
nasıl olmuş da, bu kadar yeni
bir başlık olmuştur?
Modern tıp, 40 yıl öncesine
kadar organ, doku ya da
hücrelerin, ancak ve ancak,
onarılamayacak (geri
döndürülemeyecek) kadar ağır
bir hasar almaları durumunda
öldüklerini kabul etmekteydi.
Bu geri döndürülemeyen
hasar, “nekroz” olarak
tanımlanmıştı ve nedenleri
yanık, yaralanma, enfeksiyon,
kanser, enfarktüs, zehirlenme
veya enflamasyon olabilirdi.
Bu tanım ya da kabul,
bir çok ölümün nedenini
açıklayabilmekle birlikte, tüm
ölümleri nekroz yaratacak bir
nedene bağlamak, hekimler
için de mümkün olamıyordu.
SAĞLIK&İNSAN
Türküleri hekim kulağıyla dinleyince, sözlerindeki tıbbi gerçekleri
nasıl yakalıyorsak, tıbbi görüntüleri de bir ozan gözüyle görmeye
çalışınca, bazı benzerlikleri fark ediyoruz. Nöron dediğimiz hücrenin
mikroskopik görünümüne bir halk ozanı gibi bakınca, nöronun gövdesi
bağlamanın göğsüne, aksonu, bağlamanın sapına, Ranvier boğumları
da bağlamanın perdesine o kadar benzer geldi ki, bu tasarımı öyle
hayal ettim. Hayalimi yeteneğiyle geliştirip resme aktaran
Ege Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü Biyoteknoloji Anabilim Dalı
Doktora Öğrencisi Merve Evren’e teşekkürlerimle…
57
SAĞLIK&İNSAN
kurtulamayan, genetik açıdan
sağlıklı yapısını yitirmiş
hücrelerde gerçekleşmekte
olup, vücudumuzu kanserden,
virüs yayılmasından,
genetik bozukluklara bağlı
hastalıklardan korumak için,
bir anlamda kendini feda etme
özelliği taşımaktadır.
Halkımız yüzyıllardır
hastalıklarla, yaralanmalarla,
hasar ile açıklanamayan ve
insanların kendi ellerinde
olmayan bu ölümlere “ecel”
demekteydi ve bu ölümün
“zamanı geldiği için”
olduğuna inanmaktaydı.
1972’den bu yana, tıpta da
adına “apoptozis” denen
“programlı hücre ölümü”
tanımı yapılmaktadır.
Bu konu 1996 yılından beri
yayınlanan Science Citation
Index kapsamında bir uluslar
arası derginin (Apoptosis,
Springerlink Yayınevi,
Amsterdam, Hollanda) ismi
olabilecek kadar yoğun ilgi
odağıdır ve son 20 yılda iki kez
Nobel ödülü kazandırmıştır
araştırmacılara…
Apoptozis hakkında, modern
tıbbın bugün itibarıyla
vardığı sonuçlar ve ecel
hakkında kadim türkülerimize
yansımış kanaatlerin ne kadar
örtüştüğünü örnekleyerek
yazıma devam edeceğim.
58
Yazının geri kalanında tıbbi
cümleler için “apoptozis”
olarak geçecek ölüm türü
için, folklorik ürünlerde “ecel”
sözcüğünü, eşdeğer kavram
olarak kullanacağım.
Ecel olarak adlandırılan
ölüm türü, “alın yazısı” olarak
kabul edildiğinden, nispeten
kolay kabullenilebilirken,
nedeni ya da önlenmesi
açısından insanların sorumlu
tutulabileceği ölümler en çok
feryad edilenlerdir.
“Acı haber tez geldi
Kan damlar yüreğine
Zannetmişti eceldi
Kıymışlar yiğidine”
(Söz: Lütfü Gültekin)
Vücumuzda her saniye,
milyonlarca hücre programlı
bir biçimde ölmektedir.
Bu ölümler, kanser hastalığına
dönüşebilecek, virüsle
enfekte olmuş ve virüsten
Apoptozis için planlı bir ölüm
olması nedeniyle, “hücrenin
intiharı” tanımlamasını yapan
bilim adamları bulunsa
da, bugün apoptozisin
organizmayı kanser başta
olmak üzere yukarıda
saydığımız bir çok hastalıktan
koruyan bir mekanizma
olduğu, bu anlamda intihardan
çok, bir “feda ediş” olarak ele
alınması gerektiğini düşünmek
gerekir.
Başkalarını ölümden kurtarmak
için, kendini feda etme
örneğini, aşağıdaki Neşet Ertaş
türküsünde görebiliriz:
“Saçlarını ben öreyim
Buna dayanmaz yüreğim
Seni vermem Ezrail’e
Ben öleyim ben öleyim”
(Söz: Neşet Ertaş)
Apoptozise bağlı bu ölümler,
fizyolojik şartlar altında,
yani gerçekte o hücreyi
ölüme götürecek kadar ağır,
onarılmaz bir hasar yokken
meydana gelmektedir.
Folklorümüzde de, her ölüm
için bir mazeret üretme
yaklaşımı, ecel söz konusu
olduğunda reddedilir.
Mezar taşlarında da çokça
yazılan aşağıdaki dörtlük
Urfa yöresine ait bir ağıtta da
geçmektedir:
SAĞLIK&İNSAN
“Ecel gelirse bu cana
Baş ağrısı bir bahane
Mezar taşıma yazılsın
Bugün bana, yarın sana”
(Kaynak kişi: Seyfettin Sucu)
Elizabeth Blackburn ve
arkadaşlarına 2009 yılı
Nobel Tıp Ödülü kazandıran,
bölünerek kendini yenileyen
hücrelerin, kaç kez
bölüneceklerini belirleyen
bir ölçek bulunduğu, bu
ölçeğin de kromozomların
uç bölgesinde bulunan,
her bölünmede kısalan ve
“telomer” diye isimlendirilen
bölge olduğunu aydınlatan
çalışmalarıdır.
Telomer tükendiğinde, diğer
bir ifadeyle hücrenin kendini
yenilemek adına bölünerek
çoğalma hakkını tükendiğinde,
hücre apoptozis denen
mekanizmayla, kendi yaşamını
sonlandırmaktadır.
Halk diliyle ifade edecek
olursak, bölünerek çoğalankendini yenileyen hücrelerimiz
için, doğduğumuz günden
itibaren geri sayan bir sayaç
söz konusudur.
Kontör tükendiğinde hücre
“Vakit tamam!” diyerek
ölüme gitmektedir.
Bu kontörün sayısı, telomer
dediğimiz koromozom
bölgesinin uzunluğuna
bağlıdır ve embriyonik hayatta
telomeri uzatan “telomeraz”
enzimimiz çalıştığı için, kum
saati tersine saymakta, geri
sayma işlemi, embriyonik
hayattan sonrasında, telomeraz
enziminin suskun olduğu
dönemde başlamaktadır.
Bu anlamda gece gündüz
gittiğimiz ve menzile yetişmeye
çalışarak tükettiğimiz uzun ince
yol, dünyaya geldiğimiz anda
kısalmaya başlamaktadır:
Dünyaya geldiğim anda
Yürüdüm aynı zamanda
İki kapılı bir handa
Gidiyorum gündüz gece
(Söz: Aşık Veysel Şatıroğlu)
59
SAĞLIK&İNSAN
Her organ için hücre
bölünmesi yoluyla yenilenme
ihtiyacı, o organın, birim
işlevine bağlı olduğuna göre,
Abdürrahim karakoç’un
“Yaşamın Tarifi” isimli şiiri de
oldukça anlamlıdır:
“Hayat kapısından tek tek
Her giriş ecele doğru
Toprakta sürünür bebek
Her karış ecele doğru
….
Ayakların yere değer
Anadır yavrusun sever
Kalpten damara kan yağar
Her vuruş ecele doğru”
Gece ya da gündüz
farketmeksizin, geçen her
zaman diliminin, aslında
programlı ölüm zamanına
doğru biraz daha yaklaşmış
olmak anlamına geldiğini ifade
eden anonim türkülerimiz hiç
de az değildir:
“Şu dağlar kömürdendir
Giden gün ömürdendir
Feleğin bir kuşu var
Pençesi demirdendir”
Bize ömür diye sunulan
önü-sonu çok önceden belli
zaman tükendiğinde, “Felek”
demir pençeli can alıcı kuşunu
gönderecektir.
“Vakit nakittir” diyenlerin
dediği gerçeklikten hareketle,
“ömrün nakti tükendiğinde”,
Lokman hekim dahi, ancak
“Eyvah” diyecektir.
60
Tükendi nakdi ömrüm dilde sermayem bir âh kaldı
Nevası âridir dilden ne yaradan nigâh kaldı
Derûni derdimi Lokman’a gösterdim, dedi eyvah
Bu derdin dermanı yok çare ancak bir İlâh kaldı
Kara günlerde mi halk eylemiştir kim beni Mevlâ’m
Tutuldu şems-i bahtım gonca güllerim siyah kaldı
Perişan halime kimselerden olmadı imdad
Halim arz etmediğim şâh-ı vezir padişah kaldı
Bu Rıf’at varını yaran uğruna eyledi yağma
Elimde sade bir keşkül başımda bir külah kaldı
(Adıyamanlı Rıfat)
İnsanımız için ölüm, hekimlerin
de yapabileceği bir şey
kalmamışsa, kaderdir.
“Kader böyle
buna İzzet ne yapsın
Böyle gelmiş böyle gider
ne yapsın
Hasta can veriyor
doktor ne yapsın
Ciğer parça parça yaralı çıktı”
(Söz: Ali İzzet Özkan)
Ancak kadere bağlanabilecek
ölümler, hekimlerin yapabildiği
hamleler, sahip olduğu bilgiler
arttıkça güncellenmektedir.
Bugün apoptozis denen
programlı ölüme ait kum
saatini ters çeviren telomeraz
enzimini, insan genomuna
yerleştirmeyi başarmış bilim
adamlarımız var. Bir anlamda
çoğalma yeteneğine sahip
hücrelerin çoğalma sayılarını
sınırlayan mekanizmayı
ortadan kaldırmak, artık bazı
dokularda mümkün.
Ancak apoptozisin, kanser
başta olmak üzere çoğu
hastalığı ortadan kaldıran en iyi
mekanizma olması nedeniyle,
toptan yok edilmesi söz
konusu değildir. Günümüzde
bilim insanları, apoptozisi
akılcı bir şekilde manipüle
ederek, ömrü uzatmak için
çalışmaktadır.
“Ölüm Allah’ın emri
Ayrılık olmasaydı?”
Başlığımızı bu türkü
alıntılarından sonra bir kez
de yazımın sonuna yazmak
istiyorum:
Sizce, Türkülerimizde kaç
Nobel tıp ödülü saklı?
SAĞLIK&İNSAN
61
SAĞLIK&İNSAN
Ülkemizden Aldığımızı Yine
Ülkemize Vermek İstiyoruz
Nezih Barut
Abdi İbrahim Başkanı
Son yıllarda Türk halkının sağlık hizmetlerinden yararlanma imkânı ve bu hizmetlerden
duyduğu memnuniyetin önemli ölçüde yükseldiğini gözlemliyoruz. Ancak üzülerek
belirtmek isterim ki halkımızın bilinçli ilaç kullanımı konusundaki farkındalığı maalesef
henüz beklenen düzeyde değil.
Türkiye’nin en köklü şirketleri
arasında yer alan firmamızın
temelleri bundan tam 100 sene
önce, 1912 yılında dedem
Eczacı Abdi İbrahim Bey’in
İstanbul, Küçükmustafapaşa
semtinde açtığı eczane ile
atılmıştır. Tıbba ve insanlığa
hizmet misyonuyla kurulan
firmamız, 2003 yılından bu
yana Türk ilaç sektörünün
lider firmasıdır. Ayrıca gururla
belirtmek isterim ki, Abdi
İbrahim dünyanın en büyük
100 ilaç şirketi sıralamasına
giren ilk Türk şirketidir. 150
marka ve 250’den fazla
ürünle, sektörün en geniş
ürün portföyüne sahip
olmakla birlikte; Hadımköy’de
bulunan ve dünyanın en ileri
teknolojisiyle donatılmış
üretim tesislerimizde yıllık 350
milyon kutu kapasiteyle üretim
yapmaktayız.
62
Ülkesinden aldığını yine
ülkesine verme misyonuyla
hareket eden şirketimizin
son 20 yılda gerçekleştirdiği
toplam yatırım tutarı 240
milyon dolardır. Ülkemize
hizmet adına yaptığımız
yatırımlar bizlerin göğsünü
kabartmakta ve bizi yeni
yatırımlar yapma adına daha
da motive etmektedir.
Yine gururla belirtmek isterim
ki, 100 yıllık tarihimiz boyunca
şirket olarak her zaman
gücümüzü insana verdiğimiz
değerden aldık. Nitekim
3500’e yakın nitelikli insan
gücüyle sektördeki en yüksek
istihdamı yaratan ve aynı
zamanda sektörün en geniş
pazarlama ve satış kadrosuna
sahip ilaç şirketi olmamız,
bunun en önemli göstergesi
diye düşünüyorum.
Abdi İbrahim olarak
kurulduğumuz günden bu
yana sektörde yeniliklerin
öncüsü olma misyonumuzdan
asla vazgeçmedik. Bu
kapsamda toplam 40 milyon
dolar yatırımla kurulan Abdi
İbrahim Ar-Ge Merkezi,
Türkiye’nin akredite olmuş
ilk Ar-Ge merkezidir. Abdi
İbrahim olarak eşdeğer ilaç
geliştirmede öncü olmak,
kombine ürünler geliştirerek
sağlık sektörünün ihtiyaç
duyduğu ürünleri hizmete
sunmak amacıyla her yıl,
ciromuzun % 5’ini Ar-Ge’ye
ayırmaktayız. 2008-2010 yılları
arasında 27 uluslararası patent
başvurusuyla ilaç sektöründe
en fazla başvuru gerçekleştiren
şirket olduğumuzu da
belirtmek isterim.
SAĞLIK&İNSAN
100. Yılında Abdi İbrahim
ve Akılcı İlaç Kullanımı
Sizlerin de bildiği üzere
günümüzde 100. yılını gören
şirket sayısı maalesef çok
az. Abdi İbrahim olarak tam
100 yıldır tıbba ve insanlığa
hizmet misyonuyla Türk halkına
hizmet etmekten kıvanç
duyuyoruz. Bu bağlamda; 100.
yılımızı tüm paydaşlarımızla
birlikte kutlayabileceğimiz
2 önemli projeyi bu sene
hayata geçirmeye karar verdik.
Bunlardan ilki Akılcı İlaç
Kullanımı kampanyası.
Öncelikle Abdi İbrahim olarak,
etik çalışma prensibimiz
doğrultusunda Akılcı İlaç
Kullanımı Kampanyası’nı
her koşul ve süreçte belli bir
zaman periyodu koymaksızın
benimsediğimizi ve bu anlayış
çerçevesinde çalışmalarımızı
sürdüreceğimizi belirtmek
isterim.
100. yılımız vesilesiyle
gündeme taşıdığımız bu
proje ile bilinçli ilaç kullanımı
konusunda bir seferberlik
başlatarak, etkili reklam
kampanyamızla kısa sürede
toplumsal farkındalık
sağlamayı, uzun sürede ise
davranış değişikliği yaratmayı
amaçlıyoruz. Dolayısıyla
belli bir zaman periyoduyla
sınırlandırmak istemediğimiz
bu projeyi uzun soluklu
görüyor ve sonuçlarını sabırla
almayı hedefliyoruz.
Akılcı İlaç Kullanımı tüm dünya
tarafından önemi ve gerekliliği
konusunda hem fikir olunmuş,
uygulanması kritik önem
taşıyan bir konudur.
1985 yılında Nairobi’de yapılan
Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ)
toplantısı, Akılcı İlaç Kullanımı
çalışmaları için başlangıç
sayılmaktadır. Türkiye’de ise
Sağlık Bakanlığınca Akılcı İlaç
Kullanımı ile ilgili ilk çalışmalar
1992 yılında başlatılmıştır.
Akılcı İlaç Kullanımı; ‘kişilerin
klinik bulgularına ve bireysel
özelliklerine göre uygun
ilacı, uygun süre ve dozajda
ve kolayca sağlayabilmeleri’
anlamına gelmektedir.
Son yıllarda Türk halkının sağlık
hizmetlerinden yararlanma
imkânı ve bu hizmetlerden
duyduğu memnuniyetin
önemli ölçüde yükseldiğini
gözlemliyoruz. Ancak
üzülerek belirtmek isterim ki,
halkımızın bilinçli ilaç kullanımı
konusundaki farkındalığı
maalesef henüz beklenen
düzeyde değil.
63
SAĞLIK&İNSAN
Bu nedenle onların
kampanyaya gösterecekleri
duyarlılık ve destekleri
çok büyük önem taşıyor.
Abdi İbrahim olarak,
kampanya dâhilindeki tüm
söylemlerimizde önemle
üzerinde durduğumuz
iki noktayı kampanyanın
sloganına taşıdık ve `ilacınızı
doktorunuzun kontrolünde,
önerilen doz ve sürede
eczacınıza danışarak kullanın`
dedik. Bilinçli ilaç kullanımında
hekim ve eczacılarımızın
desteği büyük önem taşıyor.
Bu kapsamda, topluma ‘Akılcı
İlaç Kullanımı’ alışkanlığının
kazandırılmasında; hangi ilacın
kullanılacağına karar veren
hekim, ilacı uygun şartlarda
sağlayan ve ilacın kullanımına
dair hastaların danıştığı eczacı
ve ilacı kullanan hastanın
ortak sorumluluk taşıdığı
kanaatindeyiz.
İlaç kullanımı konusunda bu
farkındalığın oluşmasında
hekim ve eczacı kadar, bu
konuda hizmet veren sektörün
de desteği büyük önem
taşıyor.
Bu noktada Abdi İbrahim
olarak 100. yılımıza
girerken; global hedefler
ve sürdürülebilir liderlik
hedefimiz doğrultusunda
oluşturduğumuz Vizyon
2021 Stratejimize bağlı
olarak; toplum sağlığı ve ülke
ekonomisi için büyük önem
taşıyan bu konuda sorumluluk
üstlenmeyi memnuniyetle
görev kabul ediyoruz.
64
Tıbba ve insanlığa hizmette
100 yılı geride bırakmış bir
kurum olarak, başlattığımız
‘Akılcı İlaç Kullanımı’
Kampanyası ile bu konudaki
sorunların ortadan kaldırılması
için toplumsal farkındalık
yaratmayı amaçlıyoruz.
Kampanyayı hayata
geçirme konusundaki
temel motivasyonumuz;
ilaç kullanımında davranış
değişikliği yaratmak ve
bilinçli ilaç kullanımını
yaygınlaştırmak.
Bu hedefle hayata
geçirdiğimiz kampanya ile
hem sağlık alanında hem
de ekonomik alanda uzun
dönemli toplumsal fayda
yaratacak etkinlikleri kapsayan
bir platform oluşturmak
arzusundayız.
Hasta ve hasta yakınlarıyla
birebir ve yüz yüze iletişimde
olan hekim ve eczacılar,
bu projenin çok önemli bir
parçası.
100. yılımız vesilesiyle
gündeme taşıdığımız
bu proje ile bilinçli ilaç
kullanımı konusunda
bir seferberlik
başlatarak, etkili
reklam kampanyamızla
kısa sürede toplumsal
farkındalık sağlamayı,
uzun sürede ise
davranış değişikliği
yaratmayı amaçlıyoruz.
Dolayısıyla belli bir
zaman periyoduyla
sınırlandırmak
istemediğimiz bu projeyi
uzun soluklu görüyor ve
sonuçlarını sabırla almayı
hedefliyoruz.
SAĞLIK&İNSAN
65
SAĞLIK&İNSAN
“YÜZ Nakli” ile Türkiye’nin “YÜZ AKI” olan
Prof. Dr. Ömer ÖZKAN
66
SAĞLIK&İNSAN
KİMDİR?
Ömer Özkan, 1971 yılında
Ankara’da doğdu. Ankara’nın
Haymana ilçesinde oturan
manifaturacı bir baba
ve ev kadını annenin 6
çocuğundan biridir. İlk ve
orta öğrenimini 12 Eylül
İlköğretim Okulu ve Ankara
Bahçelievler Cumhuriyet
Lisesinde tamamladı.
Küçükken öğretmen, doktor
ya da pilot olmayı düşünen
Ömer Özkan, lise yıllarında
doktor olmaya karar verdi.
Hacettepe Üniversitesi Tıp
Fakültesi’nden 1995’te mezun
olan Özkan uzmanlığını kalp
damar cerrahisinde yapmak
istedi. O yıl istediği bölümün
açılmaması üzerine, yakın bir
arkadaşının tavsiyesiyle plastik
cerrahiyi seçti. 1995-2001
yılları arasında Hacettepe
Üniversitesi Tıp Fakültesi
Plastik ve Rekonstrüktif Cerrahi
Anabilim Dalında eğitimini
tamamladı. 2002 yılında
Akdeniz Üniversitesi Tıp
Fakültesi Hastanesinde göreve
başlayan Özkan, 2004’te
yardımcı doçent, 2006’da
doçent, 2011 yılında ise
profesör oldu.
2004 yılında 6 ay süreyle
Japonya’da Tokyo
Üniversitesi’nde Perforator
Flepler ve Supermikrocerrahi,
daha sonra yine 6 aylık süreyle
Tayvan I/Shou Universitesi,
E-Da Hastanesi’nde plastik
cerrrahi ve el cerrahisi klinik
fellow’luğu yaptı. 2006
yılında da EURAPS Young
Plastic Surgeons 3 aylık
burs çerçevesinde Almanya
Münih’te Bogenhausen
Technical University’de
fellowluk yapan Özkan,
kendisinin yetişmesinde
önemli yeri olan Hacettepe
Üniversitesiyle ilgili olarak,
“Beni asıl yetiştiren
Hacettepe’dir” vurgusunu
yapmaktadır.
2002 PSEF (Plastic Surgery
Educational Foundation)
Scientific Essay Contest
Junior Basic Science Ödülü,
2005 EURAPS Young Plastic
Surgeons Scholarship bursu
ve 2007 yılında Akdeniz
Üniversitesi Teşvik ödülü
aldı. 2011 yılında ise “Yılın
Hekimi” seçilerek Sağlık
Bakanı Prof. Dr. Recep
Akdağ’dan ödülünü aldı.
Yüz ve vücut estetiği, meme
rekonstrüksiyonu, doku
kayıplarının onarımı, yüz
siniri felcinde yüz kaslarının
restorasyonu, mandibula
rekonstrüksiyonu, ürogenital
cerrahi ilgilendiği konular
arasındadır.
67
SAĞLIK&İNSAN
ÖDÜLLER: 1. 2002 PSEF (Plastic Surgery
Educational Foundation)
Scientific Essay Contest
Junior Basic Science Award,
co-author
2. 2005 EURAPS Young Plastic
Surgeons Scholarship
3. 2007 Akdeniz Üniversitesi
Teşvik Ödülü
4. 2010, ATSO Yılın Bilim
Adamı ödülü
5. 2010, ANSİAD Yılın
Girişimcisi Ödülü
6. 2010, Çankaya Rotary Kulüp
Meslek Ödülü
7. 2010, Akdeniz Üniversitesi
Özel Hizmet Ödülü
8. 2011, Sağlık Bakanlığı Yılın
Doktoru Ödülü
9. 2011, Toros Eğitim
Kurumları Yılın Bilim Adamı
Ödülü
YURT DIŞI EĞİTİMİ:
1. Perforator Flaps and
Supermicrosurgery. Prof.
Dr. Isao Koshima ile. Klinik
Fellow. Haziran-Kasım, 2004.
Tokyo Universitesi, Tokyo,
Japonya.
2. Plastic Surgery and Hand
Surgery. Prof. Dr. Hungchi Chen ile. Klinik Fellow.
Aralık-Nisan 2005, I/Shou
University, E-Da Hospita
Kaohsiung, Taiwan.
3. 2005 EURAPS Young Plastic
Surgeons 3 aylık Avrupa
plastik Cerrahi bursu: Bogenhausen Technical
University, Munich.
68
AİLESİ
2002 yılında Akdeniz
Üniversitesinde uzman olarak
çalışmaya başlayan Ömer
Özkan, aynı yıl asistan olarak
işe başlayan Özlenen Hanımla
tanışır ve 5 yıl sonra hayatlarını
birleştirirler. Bu beraberlikten
Zeynep Lara adında bir kızları
dünyaya gelir.
Yoğun çalışma temposunun
stresini–her ne kadar yılların
en büyük alışkanlığı olan geniş
pazar uykularına ambargo
koysa da–bu günlerde 1 yaşına
girecek kızları Zeynep Lara’yla
atan Özkan’ın eve girince ilk işi
Zeynep Lara’yı kucağına alarak
sevmek oluyor.
Akdeniz Üniversitesi Plastik ve
Rekonstrüktif Cerrahi Anabilim
Dalı Başkanı olan Yrd. Doç. Dr.
Özlenen Özkan, Türkiye’nin
gururu olan eşini, “çok sabırsız,
yetenekli, işine saygılı bir
doktor” olarak nitelendirirken,
aynı bilim dalında öğretim
görevlisi olan eşiyle mesleki
açıdan anlaşamadıkları çok
şey olsa da başarının sırrının
burada yattığını ifade ediyor.
Özlenen Özkan, günün
erken saatinde başlayan
ve gece geç saatlere kadar
süren iş yaşamının ardından
eve ulaşınca sadece yemek
yiyip, uzanmak istediklerini
belirterek, gündelik
yaşamlarıyla ilgili şu bilgileri
verdi:
“Akşam evde günün kritiğini
yapıyoruz. Genel olarak
hayatımızda iş yoğunlukta.
Hayatımızın yüzde 90’ı
iş diyebilirim. Çünkü
arkadaşlarımız da zaten
genellikle işyerinden. Genelde
iş konuşuyoruz. 11 aydan beri
de Zeynep Lara’yı konuşuyoruz.
O hayatımızda yeni bir neşe
kaynağı. Ama ona da özellikle
son zamanlarda çok zaman
ayıramıyoruz. Zeynep’ten önce
hep dışarıda yemek yiyorduk.
Çünkü eve çok geç geliyorduk.
Gece 23.00’ten önce evde
olamıyorduk. Akşam 20.00’den
önce eve geldiğimizi
hatırlamıyorum. Zeynep’ten
sonra düzenli bir hayat
yaşamak zorundaydık. Artık 11
aydır evde yemek yiyoruz.
SAĞLIK&İNSAN
“Pazar günleri eskiden
geç kalkabiliyorduk ama
Zeynep pazar sabahları da
erken kalkıyor. Biz de erken
kalkmak zorunda kalıyoruz.
Arkadaşlarımızla kahvaltı
yapıyoruz.
“Fırsat bulursak film izliyoruz.
Onun dışında ekstra bir
şey yapamıyoruz. Şu aralar
hayatımız çok rutin.”
Galatasaraylı olan çift, evlerinin
üst katındaki çalışma odasında
dünyadaki gelişmeleri takip
ederek, plastik cerrahiyle
ilgili yayımlanan makaleleri
okuyorlar.
Ömer Özkan’ın çok iyi futbol
oynadığını belirten eşi, forvet
olan Özkan’ın futbolda da
hırslı bir oyuncu olduğunu,
hastane ekibiyle haftalık maçlar
yaptığını, ancak bir doktor
arkadaşlarının geçen sene kalp
krizi geçirdiğinden beri ekibin
tekrar toparlanamadığını
anlatıyor.
KÜÇÜK KIZ İSTEDİ
‘NEDEN OLMASIN’ DEDİ
2006 yılında bir gün, dirsek
altından elektrik yanığı olan ve
her iki kolunu da kaybetmiş bir
kız Ömer Özkan için dönüm
noktası oluyor.
Kıza protez isteyip istemediğini
soran Özkan, “Hocam başka
birinden alsanız yapsanız,
öyle bir şeyler olmuyor mu?”
cevabı ile karşılaşınca “Neden
olmasın?” diyerek konuyu
derinlemesine incelemeye
başlıyor.
Özkan,
o günleri şöyle anlatıyor:
“O hastaya kol nakli
yapabileceğimizi düşündüm.
Bunu düşünürken kanuni
bir gereklilik olduğu aklıma
gelmedi. Birileri, “Kopan
bir kol parçasını kullanabilir
miyiz” derken kanuni gereklilik
olduğunu söyledi. “O zaman
kanun çıkarttıralım” dediysem
de olayın o kadar kolay
olmadığı görüldü. 3-4 yıllık
süreçte kanunu çıkartmaya,
insanlara bunun yapılabilirliğini
göstermeye çalıştık.
Ben o günden sonra kendime
3 hedef koymuştum: Kol,
rahim ve yüz nakli. Ameliyat
sonrası konuşmak çok güzel
birşey. Yaptığınız birşeyden
bahsediyorsunuz. Ameliyat
öncesi konuşmak beni çok
rahatsız ediyor. Yüz naklinde o
kadar konuştuk, yapmasak artık
rahatsız hissederdim.”
“AMELİYATLARDAN PARA
ALMADIM”
Prof. Dr. Özkan, ne rahim
naklinden, ne kol naklinden,
ne de yüz naklinden para
kazanmadığını, bu ameliyatları
prestij için yaptığını belirtiyor.
Prof. Dr. Özkan, kadavradan
rahim naklinin dünyada
örneği olmadığını, kol nakliyle
ilgili olarak önceden, kopan
kolların yerine dikilmesi
operasyonlarında tecrübe
edindiğini, yüz naklinde ise
dünyada tecrübenin çok az
olduğunu vurguladı.
Dünyada, tam yüz nakli, kısmi
yüz nakli, ’tama yakın yüz nakli’
denilen bir kavram olduğunu,
bu nakillerin her birinden
üçer-beşer kez yapıldığını
belirten Prof. Dr. Özkan, daha
önce yapılan nakil sayısının
az olması nedeniyle nakillere
hep kadavra üzerinde çalışarak
hazırlandığını kaydetti.
Dünyada yüz nakli yapılan
hasta sayısının 15’ten fazla
olduğu, bu konuda bazı
tartışmalar yaşandığına
işaret eden Prof. Dr. Özkan,
bunlardan bir kısmının
tam, bir kısmının kısmi yüz
nakli olduğunu, tam yüz
nakli sayısının 7-8 civarında
olduğunu söyledi.
Prof. Dr. Özkan, yüz naklinin
en çok yapıldığı ülkenin 7-8
nakille Fransa olduğunu, onu
4 nakille ABD’nin izlediğini,
Çin, İspanya ve Belçika’da
da 1’er yüz nakli yapıldığını,
Belçika’daki yüz naklinin de
Antalya’dakinden 10 gün kadar
önce yapıldığını açıkladı.
69
SAĞLIK&İNSAN
“Ütopik” olarak nitelendirdiği
yeni çalışmasıyla ilgli şu an
için bilgi veremeyeceğini
söyleyen Prof. Dr. Özkan, “5
sene önce rahim nakli de
bize ütopik geliyordu. Şu an
aklımda olsa bile, o çalışmayı
yapmayacağım. Rahim nakli
yapılan kadının bebeğini
kucağına alması, yüz nakli
yapılan hastanın da tamamen
iyileşmesinden, tahminen
1-1,5 yıl sonra yeni çalışmayı
ele alacağım” dedi.
Prof. Dr. Ömer Özkan,
Türkiye’nin organ naklinde
dünyaya örnek olabilecek bir
mevzuata sahip olduğunu,
mevzuatın yasalaştığını
belirterek, yasanın her şeyi
içerdiğini, artık özel izne
gerek kalmadığını, Akdeniz
Üniversitesi ile birlikte
4 merkezde operasyon
yapılmasına izin verildiğini
hatırlattı.
70
“İlle de vatanım...”
Ömer Özkan, 2002 yılında
mikrocerrahinin en iyi
merkezlerinden Taiwan’a
vizyonunu genişletmek
amacıyla gidiyor. Orada
Taiwanlılar Ömer Bey’den,
Ömer Bey de onlardan çok
memnun kalıyor. İstediği her
ameliyatı istediği koşullarda
yapabiliyor ve kalmaya karar
veriyor. Kendisi çok mutlu,
bulutların üzerinde...
Bir gün yine rekonstrüktif
ameliyat sırasında bir hemşire
Ömer Özkan’ın eline bir iğne
batırıyor. O ana kadar hastanın
Hepatit C olduğunun kimse
farkında değil. Tam o sırada
anestezist ekibi uyarıyor.
Hemşire yanlışlıkla tekrar bu
sefer bisturi batırıyor. O anda
Ömer Bey bunun bir işaret
olduğunu, vatanına dönmesi
gerektiğini hissediyor.
Hayatımızdaki fark
etmediğimiz ufacık adımlar
hayatımızın yönünü çok farklı
istikametlere çevirebiliyor.
Özlenen Özkan:
Bu ameliyatı gerçekleştirdikten sonra halkın ilgisi ve saygısı
kendisini çok mutlu etti. Türk halkının başarıyı nasıl fark
ettiğini ve ona nasıl sahip çıktığını bir kez daha anladı.
SAĞLIK&İNSAN
71
SAĞLIK&İNSAN
Türkiye’de İlk Kez
Yüz ve Bacak Nakli Gerçekleştirildi
Doç. Dr. Özlenen Özkan ve
AÜ Tıp Fakültesi Ruh Sağlığı
ve Hastalıkları Anabilim Dalı
öğretim üyesi Prof. Dr. Ömer
Geçici, nakil sonrası 10 Şubat
Cuma günü akşama doğru ilk
sakal tıraşı yapılırken ve aynada
yeni yüzünü görürken Uğur
Acar’ı yalnız bırakmadı. Acar’ın
ilk tıraşını operasyonun mimarı
Prof. Dr. Ömer Özkan’ın köpük
ve jiletle yaptığı belirtildi.
“UĞUR HARİKA
GÖRÜNÜYOR”
Türkiye’nin ilk yüz nakli ile
dünyada ilk kez aynı anda
bacak ve 2 kol nakli ameliyatı
Akdeniz Üniversitesinde
başarıyla gerçekleştirildi.
Uşak’ta kendini trenin altına
atarak intihar eden Ahmet
Kaya’nın yüzü, bebekken
battaniyenin alev alması
sonucu yanan 19 yaşındaki
Uğur Acar’a, kolları ve bir
bacağı ise 1989’da elektrik
çarpması sonucu ampute
olan 34 yaşındaki Atilla
Kavdır’a nakledildi. Heyecanla
beklenen operasyonu Plastik
ve Rekonstrüktif Cerrahisi
Anabilim Dalı’nda görevli Prof.
Dr. Ömer Özkan başkanlığında,
Prof. Dr. Serdar Tüzüner, Prof.
Dr. Necmiye Hadimoğlu, Yrd.
Doç. Dr. Özlenen Özkan ile
çok sayıda asistan doktor
gerçekleştirdi.
Prof. Dr. Ömer Özkan ve ekibi,
daha önce de dünyada ilk
kez kadavradan rahim naklini
yapmıştı.
72
İlk yüzleşme!
Dünyanın ayakta alkışladığı
operasyonla yüz nakli olan
Uğur sakal tıraşı oldu!
Akdeniz Üniversitesi (AÜ)
Hastanesi’nde geçen 21
Ocak’ta Türkiye’nin ilk yüz
nakli yapılan 19 yaşındaki
Uğur Acar’ın ameliyattan
23 gün sonraki fotoğrafları
basına dağıtıldı. İlk tıraşını
olurken görüntülenen Acar,
tıraş sonrasında ilk kez
ayna ile yüzüne baktı, “Türk
doktorlarına teşekkür ederim”
dedi.
İLK TIRAŞI PROFESÖR
ÖZKAN YAPTI
Akdeniz Üniversitesi Rektörü
Prof. Dr. İsrafil Kurtcephe,
AÜ Tıp Fakültesi Plastik ve
Rekonstrüktif Cerrahi ve
Estetik Anabilim Dalı öğretim
üyesi Prof. Dr. Ömer Özkan,
AÜ Tıp Fakültesi Plastik ve
Rekonstrüktif Cerrahi ve Estetik
Anabilim Dalı Başkanı Yrd.
Prof. Dr. Ömer Özkan
ameliyatın birinci ayı
dolunca Uğur Acar’ı basın
mensuplarının karşısına
çıkararak Türkiye’nin ilk
nakil yüzünü kamuoyu ile
tanıştıracaklarını söyledi.
Prof. Dr. Özkan, “Her şey
böyle güzel devam ederse
45’inci günde taburcu etmeyi
düşünüyoruz” dedi.
Türkiye’nin ilk yüz nakilli
hastasını odasında ziyaret
ederek, yüzünü ilk gördüğü
anın heyecanını paylaşan
AÜ Rektörü Prof. Dr.
İsrafil Kurtcephe, “Uğur
harika gözüküyor. Bizim
hastanemizde kendisinin
varlığı, bize de böyle bir
başarıyı yakalama şansı verdi.
Uğur 2012’de Türkiye’ye
uğurlu geldi. İnşallah hem
üniversitemizde, hem
Türkiye’de, hem de Uğur’un
kendi hayatında 2012 ve
sonrası yıllar hep uğurlarla,
güzelliklerle yol alır” diye
konuştu.
SAĞLIK&İNSAN
Türk Profesörden Diyabet Aşısı
Diyabet hormonunu bularak
tıpta devrim yapan Prof. Dr.
Gökhan Hotamışligil yeni bir
hormon bulduğunu açıkladı.
Bu hormondan yapılacak aşıyla
Tip 1 ve Tip 2 diyabet vücutta
hiç oluşmayacak.
Diyabet ve karaciğer
yağlanması gibi hastalıkları
durdurabilecek “lipokin” adlı
hormonu keşfederek tıpta
çığır açan Harvard Üniversitesi
Genetik ve Kompleks
Hastalıklar Bölüm Başkanı
Prof. Dr. Gökhan Hotamışlıgil,
Bahçeşehir Üniversitesi’nin
konuğu olarak İstanbul’a geldi.
Hotamışlıgil son günlerde
kendisini en çok
heyecanlandıran şeyin henüz
yayınlamadıkları için adını
vermek istemediği yeni bir
hormonun keşfi olduğunu
söyledi.
Hotamışlıgil, bu hormon
sayesinde üretilecek aşıyla
Tip 1 ve Tip 2 diyabetin
vücutta hiç oluşmamasını
sağlayabileceklerini anlattı.
Ünlü doktor, hayvan
deneylerinde başarılı sonuçlar
aldıklarını, bir kaç sene içinde
aşının insanlarda deneneceğini
belirtti. Hotamışlıgil’e göre
bu aşıyla vücuda verilecek
bu hormon sayesinde çocuk
yaşlardan itibaren diyabet riski
ortadan kaldırılabilecek.
Prof. Dr. Hotamışligil konuyla
ilgili şu bilgileri verdi:
“Açlık sırasında vücudu
koruyan bazı mekanizmalardan
biri karaciğerin şeker
üretmesidir. Özellikle açlık
durumlarında, vücuda
enerji sağlamak amacıyla
yağları yakarken karaciğere
şeker üretmesi için sinyaller
geliyor. Fakat bu sinyalin nasıl
çalıştığı ve içeriği bilinmiyor.
Geçen yıl yayınladığımız
çalışmaya göre şişman bir
insanın karaciğerinin aslında
aç bir insanın karaciğerine
benzediğini gördük. Oradaki
moleküler imza bize “Açım”
diyor. O zaman doku, içindeki
durumun farkında değil
ve sanki açmış gibi şeker
üretmeye devam ediyor. Bu da
bize bu sinyalin devamlı olarak
yanlış geldiğini gösteriyor.
Bizi son günlerde
heyecanlandıran şey ise
bu sinyali bulduğumuzu
düşünüyor olmamız. Yine yağ
dokusundan çıkan protein
yapıda bir hormonu keşfettik.
Yayınlamadığımız için ismini
veremeyeceğim. Fakat ilginç
olan hem insanlarda hem
hayvanlarda şişmanladıkça
bu hormon düzeyinin
giderek artması, insülin
direnci gelişmeye başladığı
zaman daha da yükselmesi.
Kanda giderek yükselen bir
protein olduğu için bunu
aşılarda kullanılan teknolojiyle
durdurmak mümkün.
Diyabetin aşısı olabilecek
yani... Aynı prensibi kullanarak
bu proteinin fonksiyonunu
durdurmak, miktarını
ayarlamak mümkün.
Hayvanlarda çok güzel
çalıştığını gördük. Hayvanlarda
bir antikorla tıpkı bir aşı gibi
bu hormonun artmasını
durduruyoruz. Vücudun
o proteini tanımasını
sağlıyorsunuz. Şimdi sırada o
antikorları hazırlayıp insanlara
vermek var.”
73
SAĞLIK&İNSAN
PALYATİF BAKIM PROJESİ
HAYATA GEÇECEK
Sağlık Bakanlığının hayata geçireceği Palyatif
Bakım Projesiyle kanser başta olmak üzere
tedavi seçeneği tükenmiş hastalıklarda tıbbi ve
psiko-sosyal destek verilecek. Sağlık Bakanlığı,
kanser başta olmak üzere tedavi seçeneği
tükenmiş hastalıklarda tıbbi ve psiko-sosyal
destek verilmesini öngören palyatif bakım
projesini hayata geçirmeyi planlıyor. Projenin en
önemli ayaklarından birini, son dönem kanser
hastalarının ağrılarının dindirilmesi amacıyla
güçlü ağrı kesicilere ulaşımın kolaylaştırılması
oluşturuyor. Sağlık Bakanlığı Tedavi Hizmetleri
Genel Müdürü Prof. Dr. İrfan Şencan, palyatif
bakımın daha çok, tedavi şansı kalmayan son
dönem kanser hastaları için gündeme geldiğini,
ancak felç ve Alzheimer hastaları için de palyatif
bakımın söz konusu olduğunu anlattı. Şencan,
projenin sadece hastaları değil, hasta yakınlarını
da kapsamasının planlandığını belirtti. Türkiye’de
halen belirli merkezlerde kanser hastaları için
palyatif bakım uygulandığını dile getirdi…
….
Sağlık Bakanlığı Kanserle Savaş Dairesi Başkan
Yardımcısı Op. Dr. Murat Gültekin ise daha çok
ABD, Kanada, Kuzey Avrupa, İngiltere ve İspanya
gibi gelişmiş ülkelerle İsrail’de uygulanan palyatif
bakımın özellikle tedavi şansı kalmayan son
dönem kanser hastaları için geçerli olduğunu
söyledi. Son dönem kanser hastalarının birçok
nedenle acillere başvuru yapmak zorunda
kaldığını, bunların ya buradaki müdahalenin
ardından evlerine gönderildiğini ya da yoğun
bakımlarda ailelerinden uzakta tutulduğunu
anlatan Gültekin, “Palyatif bakım, tüm tedavi
seçenekleri tükenen kanser hastalarının bile
ömrünü 3,5-4 ay uzatıyor” dedi. Bu hastaların
palyatif bakım sayesinde yaşamlarının son
döneminde aileleri ile birlikte olabildiğini
ifade eden Gültekin, “Bu hastalar ailesiyle
birlikte yemek yiyebilmeli. Gelişmiş ülkelerdeki
uygulamalarda bu hastalar ortak mutfaktan yiyip
içiyor” diye konuştu. Gültekin, gelişmiş ülkelerde
palyatif bakımda fizyoterapi, masajlı su tedavisi,
hipnoz, akupunktur, psiko-sosyal destek gibi
programlar uygulandığını sözlerine ekledi.
74
Kök hücre tedavisi, kalp krizi geçiren
hastalarda başarılı oldu
ABD’de bilim adamları, kalp krizi geçiren hastaların kalbinde
oluşan hasarı hastaların kendi kalbinden aldıkları kök hücreleri
kullanarak iyileştirmeyi başardı.
“Lancet” tıp
dergisinde
yayımlanan
araştırmada,
hasarlı dokunun
yüzde 50
oranında azaldığı
ve yeni kalp
hücrelerinin
sayısında
beklenmeyen bir
artış gözlendiği
belirtildi.
Cedars-Sinai Kalp Enstitüsü’nde yapılan araştırmaya kalp krizi
geçiren 25 hasta katıldı. Kalp krizinden bir ay sonra hastaların
boyunlarındaki damarlardan kalplerine gönderilen boru
yardımıyla kalp dokusundan örnek alındı. Laboratuvar ortamında
her bir örnekten elde edilen yaklaşık 25 milyon kök hücre, kalbi
çevreleyen atardamarlara nakledildi.
HIV’in üstesinden gelecek buluş
ABD’nin Teksas Üniversitesi
kimyagerleri, insan DNA’sına
16 gün boyunca bağlı
kalabilecek spesifik bir
dizilime sahip molekül
üretmeyi başardı. Molekülün,
AIDS’e neden olan HIV
virüsü ve kanser gibi
genetik hastalıkların önüne
geçilmesinde devrim niteliği
taşıdığı belirtildi.
Bilim insanları, yapılan keşfin, bir gün hatalı DNA’ların
tedavi edilmesinde rol oynayacak ilaçlar üretilmesinde
kullanılabileceğini düşünüyor.Teksas üniversitesi kimyageri ve
biyokimya uzmanı Brent Iverson, “Eğer DNA’yı sarmal şeklinde
bir merdiven olarak düşünürseniz, ürettiğimiz molekülü ileride
merdivendeki basamakların arasına sokabileceğiz” dedi.
SAĞLIK&İNSAN
Tıp tarihinin hazineleri bu kütüphanede
Konya Yazma Eserler Bölge
Müdürlüğü Kütüphanesi,
en eski tıp yazması olan
“Müfredat-ı İbn-i Baytar
Tercümesi”nin de aralarında
bulunduğu tıp tarihinin
hazinelerini barındırıyor.
Anadolu’da yazılmış en eski
tıp yazması olan “Müfredat-ı
İbn-i Baytar Tercümesi”nin
de aralarında bulunduğu, İbn-i Sina’dan İshak Bin Murad’a
kadar birçok bilim insanı tarafından yazılan binden fazla eseri
bünyesinde toplayan Konya Yazma Eserler Bölge Müdürlüğü
Kütüphanesi’nin, dünyada tıp tarihiyle ilgili en çok kitabın
bulunduğu kütüphane olduğu bildirildi.
Konya Yazma Eserler Bölge Müdürü Bekir Şahin yaptığı
açıklamada, kütüphanede, Türkiye’nin farklı yerlerindeki yazma
eser kütüphanelerinden ve dünyanın değişik ülkelerinden
toplanan tıp tarihiyle ilgili kitapların biraraya getirildiğini söyledi.
Türk Tıp Tarihi Kurumu’nun kurucularından Prof. Dr. Nafiz
Uzluk’tan, Prof. Dr. Süheyl Ünver’e kadar birçok kişinin kitaplarına
bu kütüphanede ulaşılabileceğini vurgulayan Şahin, “Konya
Yazma Eserler Bölge Kütüphanesi, dünyanın tıp tarihiyle ilgili en
çok kitabı bulunan kütüphanesidir” dedi.
BAKANLIKTAN
YEŞİL ALAN GENELGESİ
Geçtiğimiz Ocak ayı sonunda Resmî Gazete’de
yayımlanarak yürürlüğe giren Sağlık Uygulama
Tebliği (SUT)’nde Değişiklik Yapılmasına Dair
Tebliğ ile acil servislerde yeşil alan uygulaması
kapsamında değerlendirilecek sağlık hizmetleri
için katılım payı alınacağının hükme bağlandığını
belirten Sağlık Bakanlığı, bu kapsamda 520.021
Kodu ile tanımlanan “Yeşil Alan Muayenesi”
uygulamasında birliğin sağlanması için konuyla
ilgili bir genelge yayımladı.
Sağlık Bakanlığı Müsteşarı Prof. Dr. Nihat Tosun
imzasıyla yayımlanan genelgede, 16.10.2009
tarihli Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe
giren Yataklı Sağlık Tesislerinde Acil Servis
Hizmetlerinin Uygulama Usul ve Esasları
Hakkında Tebliğ’de; “Ayaktan başvuran, genel
durumu itibariyle stabil olan ve ayaktan tedavisi
sağlanabilecek basit sağlık sorunları bulunan
hastaların (Yüksek risk taşımayan ve hafif
derecedeki her türlü ağrı, aktif yakınması olmayan
düşük riskli hastalık öyküsü, genel durumu ve
hayati bulguları stabil olan hastada her türlü
basit belirti, basit yaralar-küçük sıyrıklar, dikiş
gerektirmeyen basit kesiler, kronik belirtileri olan
ve genel durumu iyi olan davranışsal ve psikolojik
bozukluklar)” şeklinde tanımlandığı hatırlatıldı.
BU KEZ GÜLDÜRDÜLER
Karadeniz Teknik Üniversitesi (KTÜ) Tıp Fakültesi
Doktorları tarafından kurulan; “Grup Bilmem Ne”
adlı tiyatro topluluğu, bir çok ilde sahne aldı.
“Kalp Krizi Değil Gülme Krizi” adlı oyunu
sahneleyen doktorlar, hastane ve 112 Acil Servis’te
yaşanan trajikomik olayları sahneye taşıyorlar.
Karadeniz Teknik Üniversitesi (KTÜ) Tıp Fakültesi
Acil Anabilim Dalı asistanlarından Dr. İsmet
Eraydın, Dahiliye Anabilim Dalı Doktoru Serkan
Besli ile Röntgen Teknisyeni Koral Koç’tan oluşan
grup sahnelediği oyunla izleyicisini güldürürken
düşündürdü. Hastanelerin acil servislerinde
yaşanan olayları, kendilerine has üslupla tiyatro
sahnesine taşıyan ve bunu mizah unsuruyla
birlikte izleyicisine aktaran “Grup Bilmem Ne”,
başlarından geçen ve tanık oldukları trajikomik
olayları; “Kalp Krizi Değil Gülme Krizi” adlı oyunla
tiyatro severlere aktardı.
75
SAĞLIK&İNSAN
ABD’YE
RAHİM NAKLİ DERSİ
Türk doktorlar, dünyada
kadavradan ilk rahim
nakli yapılan Derya Sert’in
dondurulmuş embriyodan
oluşacak hamilelik sürecini,
ABD’deki meslektaşlarına
anlatacak. Sert’in 6’ncı ayını
doldurmak üzere olan nakil
rahmi, 6’ncı adetini gördü.
AKDENİZ Üniversitesi Tıp
Fakültesi Kadın Doğum
Anabilim Dalı Öğretim Üyesi
Prof. Dr. Münire Erman Akar,
dünyada kadavradan ilk
rahim nakli gerçekleştirilen
Derya Sert’in, dondurulmuş
embriyodan oluşacak hamilelik
sürecini ABD’de anlatmaya
hazırlanıyor. 8 Ağustos’ta
gerçekleştirilen rahim naklinin
6’ncı ayının dolmak üzere
olduğunu ve Sert’in 6’ncı
adetini gördüğünü söyleyen
Prof. Dr. Münire Erman Akar, şu
bilgileri verdi: “Bundan sonraki
periyot biraz daha rahat olacak.
Bu yenilenme sürecinde
rahmin reddedilmesiyle ilgili
sıkıntı yaşamazsak, rahat bir
dönem olacağını umuyoruz. Bu
periyodun sonunda, Ağustos
ayında da embriyo transferini
gerçekleştireceğiz.”
76
Kongre Las Vegas’ta
Derya Sert’e yapılan
operasyonla ilgili bilimsel
çalışmayı, ABD’nin Las Vegas
kentinde 5-9 Kasım tarihleri
arasında düzenlenecek The
American Association of
Gynecologic Laparascopists
(AAGL) Kongresi’nde sunmayı
planladıklarını anlatan Prof. Dr.
Akar, bu konuda da şu bigileri
verdi: “Ben o kongrede iki yıl,
koyundan koyuna rahim naklini
ve rahim naklinden sonra da
kuzu doğumunu izlemiştim. O
yüzden insanda bu doğum çok
ilgi çekecektir. İnşallah gebelik
olursa, sunum daha fazla ilgi
görecek.”
‘Her şey güzel olacak’
AÜ Plastik ve Rekonstrüktif
Cerrahi Anabilim Dalı
Başkan Yardımcısı Yrd.
Doç. Dr. Özlenen Özkan’ın
gerçekleştirdiği rahim nakli
öncesi ve sonrasındaki tıbbi
aşamalar nedeniyle yaklaşık 1
yıldır Antalya’da yaşayan Derya
Sert, gayet iyi olduğunu, tedavi
sürecinin sorunsuz geçtiğini,
Ağustos ayında hamileliğin
gerçekleşmesi için dua ettiğini
söyledi. Sert, “Zaman sanki
daha çabuk geçiyor. Nakilden
sonra 6 ay geçti. Önümüzdeki
6 ay daha da çabuk geçecek.
Şu an annem ve ablam
yanımda” dedi.
SAĞLIK&İNSAN
77
SAĞLIK&İNSAN
KiTAP
Balkanlar’da Osmanlı Mirası ve
Milliyetçilik
Kemal H. Karpat
“2012 senesi, Balkan Savaşı’nın yüzüncü yıldönümüdür. Bu tarih, Osmanlı Devleti’nin
uğradığı en büyük hezimetlerden biri olduğu gibi Balkanlar’dan çekilişinin ve
dağılmasının da son habercisidir. Nitekim 1912 Balkan Savaşı’ndan iki yıl sonra Osmanlı,
Dünya Savaşı’na katılmış ve Almanya’nın bir diğer müttefiki olan Bulgaristan’ın, 1918’in
sonbaharında savaştan çekilmesi üzerine müttefiklere (İngiltere, Fransa, vs.) teslim
olmuştur. Dikkatle göz önünde tutulacak nokta, Birinci Dünya Savaşı’nı tetikleyen olayın
yani Avusturya Veliahtı’nın Saraybosna’da katledilmesi hadisesinin Balkanlarda olmuş
ve Osmanlı’nın sonunun yine orada Bulgaristan’ın teslimiyle gerçekleşmiş olmasıdır.
Osmanlı’nın gerçek anlamda bir devlet haline gelmesi, güçlenmesi ve büyümesinin,
1360-1444’te Balkanların, 1453’te de İstanbul’un fethi ile gerçekleştiği düşünülürse,
Balkanlar’ın Osmanlı ve Türk tarihindeki önemi kendiliğinden ortaya çıkar.”
Yol Ayrımında:
Statükodan Önce Son Çıkış
Osman Can
Türkiye’nin en önemli anayasacılarından biri olan Osman Can, anayasa tartışmalarına
önemli ve çarpıcı bir katkı sunuyor bu kitabıyla. Tarihsel kaynaklara ve dünyadan örneklere
başvurarak, ülkemizin nasıl bir anayasaya ihtiyacı olduğunu, demokratik, sivil ve hayatın
içinden bir anayasayı nasıl yazabileceğimizi anlatıyor bizlere.
Anayasa neden bu kadar önemli? Anayasal sistemin temel ilkeleri nelerdir? Nasıl bir
anayasa? İhtiyacımız olan sivil ve demokratik anayasaya nasıl kavuşabiliriz? Bu yetkin ve
titiz çalışmasında tüm bu soruların yanıtlarını arayan yazar, sadece hukukçuların değil her
kesimden okurun ilgiyle okuyabileceği bir metinle karşımızda.
Caroline Cox
Yaşama Savaşı
(Genç Bir Kız, Diyabet ve İnsülinin Keşfi)
Temmuz 1922’de 14 yaşındaki Elizabeth Evans Hughes ölümle pençeleşiyordu. Boyu 1.40
cm’nin biraz altında olmasına rağmen sadece 20 kilo ağırlığındaydı. Bir deri bir kemikti;
karnı çökmüş, kalça kemikleri dışarı çıkmıştı. Cildi kuru ve pul puldu; saçları incelmiş,
kasları erimişti. Çok güçsüz olduğundan, ayakta durmaya zorlanıyor ve yürürken sıkıntı
çekiyordu.Acaba bu çocuğa ne olmuştu? Bu kitapta Elizabeth’in, diyabet ile mücadelesi
ve insülinin keşfi anlatılmaktadır. Şeker hastalığı olarak bilinen diyabet, modern çağın
sıradanlaşan hastalıklarından. Hastalar ancak insülin tedavisi sayesinde normal hayatlarını
sürdürüyor. Ya insülin keşfedilmeseydi? Caroline Cox’un Pelikan Yayıncılık’tan çıkan
Yaşama Savaşı kitabı henüz hastalığın çaresinin olmadığı 1900’lü yıllarda küçük bir şeker
hastasının diyabetle mücadelesinin gerçek öyküsünü anlatıyor.
78
SAĞLIK&İNSAN
Hollywood standartlarındaki
etkileyici prodüksiyonuyla
bugüne kadar Türkiye’de
gerçekleştirilen en iddialı
yapım olan Fetih 1453 filmi
gösterime girdi.
Fatih Sultan Mehmet’in
İstanbul’u fethini en gerçek
haliyle gözler önüne serecek
olan film; altyapısından
senaryosuna, kullandığı
teknolojiden dekor ve
kostümlerine kadar Türk
sinemasında birçok ilke imza
atıyor. Sadece sanal gerçeklik
teknolojisine 2 milyon dolar
bütçe ayıran film, bugüne
kadar Türkiye’de yapılan en
görkemli film olacak.
Fatih Sultan Mehmet’in tahta
SiNEMA
ekibi, oyunculukta tecrübeli,
çıkışı ile İstanbul’u fethettiği
büyük çoğunluğu tiyatro
2 yıllık döneminin ilk kez ele
oyuncusu olan ‘taze yüzler’den
alındığı film, 350 çalışanı ile
oluşuyor. Fatih Sultan Mehmet’i
de Türkiye’nin en kalabalık
oynayacak oyuncu ise 1.680
film ekibine sahip projesi
kişi arasından günler süren
olma özelliği taşıyor. 8 ay
bir eleme ardından seçilen,
süren detaylı cast çalışmaları
daha önce beyaz perdede
neticesinde belirlenen oyuncu
görünmemiş bir yüz.
Türk ve İslam dünyası
açısından büyük öneme
sahip olan ve bugüne kadar
sinemaya uyarlanmayan Fatih
Sultan Mehmet’in destansı
İstanbul fethi ilk defa seyirciyle
buluşacak. Yapımcılığını ve
yönetmenliğini Faruk Aksoy’un
üstlendiği, senaryosunu Attila
Engin’in kaleme aldığı
‘Fetih 1453’ filmi Türkiye’nin
en pahalı yapımı olacak.
Oyuncu eğitmenleri, savaş
koreografları, dublörler ve atlı
sahnelerde kullanılacak dövüş
ustalarının yurt dışından özel
olarak getirtildiği film, gerçek
çekimin getirdiği sınırlamaları
ortadan kaldıran sanal gerçeklik
teknolojisine ayırdığı 2 milyon
dolar bütçesiyle de alanında bir
ilke damgasını vuruyor.
79
SAĞLIK&İNSAN
80
SAĞLIK ve İNSAN
3
Download