Bu metin 28 – 29 Nisan 2014 tarihlerinde Kocaeli Üniversitesinde düzenlenen “Uluslararası Balkan Kongresi” başlıklı konferansta sunulan tebliğdir. This paper was presented in International Balkan Congress that took place at Kocaeli University, Turkey on April 28.29, 2011. 21. Yüzyılda BM, NATO, AB ve AGĐT’in Balkanlar’daki Güvenlik Yaklaşımı: Güvenlik Yönetişimi Burak Tangör* Giriş Soğuk Savaş’ın sona ermesinden sonra demokrasi, çoğulculuk, insan hakları ve güvenlik topluluğu söylemleri uluslararası alanda yaşanan politik değişimleri ortaya koymaktadır. Bu değişimler sonucu ortaya çıkan politik düzen alışılagelinen egemen ulus-devlet kavrayışından farklılık arz etmektedir. Öyle ki Uluslararası Đlişkiler1 anlayışında anarşi ile hiyerarşi arasındaki çatallaşma anlamını yitirmektedir. Söz konusu çatallaşma yıllarca iki farklı politika alanını, yani iç politika ile uluslararası politikayı birbirinden ayıran bakış açısını yönlendirmiştir. Bu çatallaşma ayrıca uluslararası çalışmalardaki kadar güvenlik çalışmalarının perspektiflerine ve yaklaşımlarına da egemen olagelmiştir. Hâlbuki günümüz dünyasında karmaşık karşılıklı bağımlılık, uluslararası ilişkiler üzerinde büyük oranda bir belirleyiciliğe sahiptir. Bu bağlamda, Soğuk Savaş sonrasında güvenlik ilişkilerini ele almak, söz konusu karmaşık karşılıklı bağımlılık ve anarşi ile hiyerarşi arasındaki çatallaşmanın kesinliğini kaybetmesi nedenleriyle zorlaşmıştır. 1990 sonrasında bir yandan, güvenlik kavramının içeriği genişlemiş, öte yandan güvenliğin idaresi çok daha geniş bir bağlamda yürütülmüştür. Bu dönemin belirgin diğer bir özelliği de güvenlik idaresinin devletler yanında uluslararası örgütler, hükümet-dışı örgütler ve özel şirketler gibi hem kamu hem de özel aktörler tarafından yerine getirilmesi olmuştur. Bu bağlamda yönetişim perspektifi güvenlik çalışmalarında güvenlik aktörleri arasındaki etkileşimi açıklamak için kullanılabilir mi? Yönetişim perspektifinin uluslararası güvenlik alanında pek kullanılmamış olması, diğer alanlarındaki sık kullanımı göz önüne alındığında şaşırtıcıdır. Bu noktada üstesinden gelinmesi gereken temel zorluk, yönetişim perspektifinin pek çok konu alanında kullanılmış olmasından kaynaklanan kavramsal belirsizliktir. Güvenlik yönetişiminin anlaşılabilmesi için önce ‘güvenlik’ ve ‘yönetişim’ kavramlarından ne anlaşılması gerektiğinin tespit edilmesi gerekmektedir. Güvenlik Kavramı Güvenlik sorunsalına metodolojik açıdan yaklaşıldığında geçilmesi gereken iki aşama karşımıza çıkar. ‘Kimin/kimlerin ya da neyin/nelerin güvenliği araştırmacının ilgi alanına girmeli?’ sorusunun ardından ‘güvenliği kimin/kimlerin ya da neyin/nelerin tehdit ettiği’nin cevabı verilmelidir. Bu iki kritik soruya cevap bulunduktan sonra güvenliği kimin sağladığı ve hangi yöntemlerle güvenliğin temin edilebileceği ortaya konmalıdır. Uluslararası ilişkilerde güvenlik kavrayışına ilişkin olarak atıf noktası üzerinde bir uzlaşma yoktur. Dolayısıyla Uluslararası Đlişkiler teorilerinin güvenlikten kastettiği şey/şeyler de farklılık göstermektedir. Bunun için öncelikli olan güvenlikten ne kastedildiği, güvenliğe ilişkin olarak neyin/nelerin tehdit olduğu ve bunların kimi/kimleri tehdit ettiğinin belirlenmesidir. * Yard. Doç.; Dr., TODAĐE, btangor@todaie.gov.tr ‘Uluslararası Đlişkiler’ bir disiplini belirttiğinde baş harfler büyük yazılmış, genel bir ifadeyi belirttiğinde ‘uluslararası ilişkiler’ şeklinde kullanılmıştır. 1 42 Güvenlik, genel olarak, toplum yaşamında yasal düzenin aksamadan yürüdüğü ve kişilerin korkusuzca yaşayabilmesi durumunu belirten bir kavramdır. Uluslararası ilişkilerde güvenlik kavramı, uluslararası sistemin, bölgelerin, devletin, toplumun, toplumsal alt-grupların ve bireylerin güvenliği gibi çok çeşitli düzlemlerde ele alınmıştır (Dedeoğlu 2003: 12). Ole Weaver’a göre bir devlete tehdit onun egemenliğine iken, toplum açısından bu onun kimliğinedir. Toplumsal güvenlik, geleneksel dil, kültür, cemiyet yapılarının, dini ve milli kimlik ile âdetlerinin evrilebilir bir koşul içinde sürdürülebilinmesidir (Weaver, 1993). Öte yandan Edward Kolodziej, güvenlik politikasını, uluslararası güvenlik sisteminin bütün yapısını ya da yapının bir kısmını etkilemek ve belirlemek amacıyla gruplarca ve devletlerce izlenen bir politika alanı olduğunu belirterek devlet düzeyinde yapılagelen analizleri aşmıştır (Kolodziej 1992: 12). Susan Strange, daha da ileri giderek atıf noktasının bireylerin güvenliği olması gerektiğini öne sürmüştür. Söz konusu görüş açlık, salgın, sakatlık ve iflastan işsizliğe kadar diğer tüm bahtsızlıkları ciddi tehditler olarak ele almıştır (Strange 1988). Yine, Ken Booth bireylerin ve grupların serbestçe yapacakları faaliyetlerin önündeki fiziki ve beşeri engellemelerin ortadan kaldırılarak özgürleştirilmelerinin gerçek güvenliği üreteceğini belirtmiştir (Booth 1991: 319). Gerçekten, devletlerin olduğu kadar ulusların, toplumların, dinlerin ve bireylerin de güvenliğinin, Uluslararası Đlişkiler disiplini çalışma alanı içine girdiği görülmüştür. Bu çerçevede Barry Buzan, birey düzeyindeki güvenliğin devlet ve uluslararası sistem düzeylerindeki güvenlikle ilişkili olduğunu, dolayısıyla güvenliğin herhangi bir düzeyde ele alınarak izole edilemeyeceğini öne sürmüştür (Buzan 1991: 20-26). Đnsan gruplarının varlığına tehdit oluşturan her şey, güvenliğin konu alanı içine girmiştir. Bu bağlamda bu tehditler sadece askeri değil politik, ekonomik, sosyal ve çevresel de olabilir. Burada belirtilmesi gereken önemli bir nokta, tehditlerin öncelikle sosyal bir görüngü olarak anlaşılması gerekliliğidir. Tehditlerin oluşumunda söylemlerin önemli rolü vardır. Söylemlerin anlamları özü itibariyle kültürel bir olgudur. Bu bakımdan tehditler de nesnel gerçeklikleri içermekle birlikte buna ilaveten sosyal ve kültürel unsurlarla bütünsellik içinde değerlendirilmelidir. Ayrıca, görece daha güçlü olan aktörlerin söylemleri de uluslararası toplumda daha kolay kabul görmektedir (Weldes 2003: 10-17). Soğuk Savaş sonrası dönemde dünyayı anarşik yapıya sahip olmaktan çıkarıp bir düzene kavuşturma çabaları görülmektedir. Bölgesel ölçekte Avrupa Birliği (AB), küresel ölçekte ise Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve Birleşmiş Milletler (BM), liberal demokratik prensipleri genel geçer kurallar olarak hâkim kılmak istemişlerdir (Karadeli 2003: 29-34). ABD önderliğindeki Batı, uluslararası politik ekonominin düzenleyicileri olarak karşılarında rakip bir gücün olmamasından istifade ederek kendi liberal değerlerini küresel ölçekte dayatabilmektedir. Yugoslavya’nın dağılma süreci içinde de ortaya çıkan yeni cumhuriyetlerin politik ve ekonomik yapısında liberal değerlerin yerleştirilmesinde uluslararası örgütler etkin olarak rol almışlardır. Soğuk Savaş sonrasında devletlerin güvenlik anlayışlarının değişmesinde üç küresel gelişimin büyük etkisi olmuştur. Bunlardan birincisi uluslararası alanda devlet-dışı küresel aktörlerin etkisinin artması sonucu Vestefalyan tipi ulusal egemenlik anlayışının aşınmasıdır. Yerel ve uluslararası gelişmeler arasındaki etkileşimin daha karmaşık biçimler almaya başlaması ve ulus-aşan ağların artan önemi, yukarıda sayılan karşılıklı bağımlılık, bütünleşme ve parçalanma güçleriyle üstten ve alttan devlet egemenliğinin erozyona uğraması olgusu karşısında geleneksel devlet merkezli güvenlik yaklaşımlarının faydalılığı azalmıştır. 43 Soğuk Savaş sonrasında devletlerin güvenlik anlayışlarının değişmesinde etkili olan ikinci küresel değişim ise karşılıklı bağımlılığın artması ve karmaşıklaşmasıdır. Bu tespit, tehdit algılamalarının ve silahlanmanın uluslararası sistemde dengesizliklere yol açarak bundan tüm devletlerin güvenliğinin azalacağı sonucuna götürmüştür. Böylelikle bir devletin güvenliği, uluslararası sistemin sürdürülebilirliliği ile ilişkilendirilmiştir. Bu anlayış içerisinde belli bir devletin güvenliği uluslararası aktörlerin politik ve ekonomik değerlendirmelerine bağlı hale gelmiştir. Bu çerçevede Yugoslavya’nın dağılma süreci, bu ülkedeki gelişmeler kadar uluslararası alanda etkin aktörlerin değerlendirmelerinin etkisinde biçimlenmiştir. 1990’lı yıllarda artan karşılıklı bağımlılık, küreselleşme olarak ele alınmaya başlamıştır ki bu, devletlerin güvenlik anlayışlarında değişime yol açan üçüncü küresel değişimdir. Küreselleşme, Soğuk Savaş sonrası dönemdeki güvenlik çalışmalarında değişim ve belirsizliğin sabit bir kaynağı olarak ele alınmıştır (Aydınlı 2003: 43). James Rosenau (1990: 49), küreselleşme süreci içinde devlet merkezli sistem (Vestefalyan sistem) ile aynı anda varolan ve gelişmekte olan çok merkezli sistemden oluşan bir ikili yapıya dikkatleri çekmiştir. Küreselleşme süreciyle beraber otorite alanlarının yeniden kurulmaya başlaması, uluslararası terör örgütlerinin ve organize suç gruplarının artan faaliyetleri güvenlik odaklı çalışmalarda çoklu aktör (devlet ve devlet-dışı aktörler: uluslararası örgütler, çokuluslu şirketler, sivil toplum kuruluşları vb.) seçeneklerinin benimsenmesine yol açmıştır (Rosenau 1997; Rosamond 1999). 1990’lardan itibaren ortaya çıkan ‘yeni’ güvenlik tehditlerinin ‘geleneksel’ güvenlik tehditlerinden dört farklı yönü vardır. Birincisi, daha olasıdırlar. Soğuk Savaş döneminde nükleer bir savaşın çıkma olasılığı günümüzde etnik çatışmaların çıkma olasılığından çok daha azdır. Đkincisi, daha değişken kapsam ve yoğunluğa sahiptirler. Dolayısıyla, etkileri ancak uzun dönemde ölçülebilir. Üçüncüsü ise, yeni bir nesneye yönelik olmalarıdır: Devletlerden ziyade, toplumu ve kişileri hedef almaktadırlar. Son olarak, güvenlik politikaları devletler, uluslararası örgütler, hükümet-dışı uluslararası kuruluşlar, özel askeri şirketler gibi birçok sayıdaki oyuncular arasında oluşturulmaya ve uygulanmaya başlamıştır. Aslında geleneksel olarak devlete ayrılan bir alan olarak güvenlik sahasında dahi devlet-dışı aktörler güvenlik politikalarının yürütülmesinde ve izlenmesinde giderek önemli bir hale gelmişlerdir. Bu da, güvenliğin yaygınlaştırılmış anlamıyla uyum sağlayan bir süreçtir. Bu olgular işbirliğine dayalı güvenlik anlayışını ön plana çıkarmıştır. Đşbirliğine dayalı güvenlik, ilgili taraflar arasında güvenlik konuları üzerinde işbirliği yapılması olgusunu betimlemiştir. Bir başka deyişle, diğer devletlerin saldırgan gücünü azaltan düzenlemeleri içermiştir (Art 2003). 1970’lerden bu yana sözü edilen ancak Soğuk Savaş sonrasında genel kabul gören bu anlayış, güç dengesi politikalarına karşı bir seçenek olarak geliştirilmiştir. Bu anlayışa göre, devletlerarasında işbirliğinin güçlendirilmesi, devletlerin uzun dönemli çıkarlarına hizmet etmektedir. Bir rejim olarak işbirlikçi güvenlik çok-taraflılık özelliğiyle, üyeleri arasında diyalog ve uzlaşma kültürünü geliştirerek bir ortaklık boyutunu ortaya çıkarmaktadır. Bu durum zaman içinde kollektif bir kimliğin oluşmasını da sağlamaktadır. 44 Yukarıda sözü edilen bu değişimlerin güvenlik kavrayışı açısından çok önemli iki etkisi olmuştur. Birincisi, askeri gücün rolü giderek daha fazla sorgulanmıştır. Đkincisi, güvenlik kavramı üzerinde yeniden düşünmek gerekmiş ve kavram yeniden ve yeniden tanımlanmıştır (Baldwin 1995: 118-120). Soğuk Savaş dönemi boyunca güvenlik çalışmaları ve uygulamaları diğer anlayışlar dışlanarak çoğunlukla ‘devletin bekası’ anlayışı içinde ele alınmaktayken, 1990’lı yıllarla birlikte güvenlik kavramı daha karmaşık yorumlarla incelenmeye başlamıştır. Bu bağlamda Buzan (1991: 1-13), askeri boyutun yanında siyasi, ekonomik, sosyal, çevresel boyutları da olan bir güvenlik görüşü ortaya atmış, ulusal ve uluslararası güvenlik algılamalarının uyuşup uyuşmadığı ve devletlerin işbirliğine daha yatkın olma kapasitelerine sahip olup olmadıklarına ilişkin önemli soruları ortaya koymuştur. David A. Baldwin (1997), bunun çoğunlukla güvenlik kavramının kendine ilişkin olmaktan ziyade, yeni uluslararası güvenlik koşullarının güvenlik kavramı üzerinde ne türden etkiler bırakmakta olduğuna ilişkin değerlendirmeleri ışığında ulus-devletlerin politika gündemlerini yeniden tanımlaması ihtiyacından kaynaklandığını öne sürmüştür. Güvenlik kavramı bağlamında hangi konuların ve soruların üzerinde durulacağına ilişkin tartışma devam etmektedir. Samuel P. Huntington (1993), Medeniyetler Çatışması tezinde anarşiden, ortak değer ve kurumların yokluğundan kaynaklanacak şiddetin ve çatışmanın devletler-arasında değil ancak medeniyetler arasında olacağını ileri sürmektedir. Kolodziej (2000: 31-35) de, 21. yüzyılda, uluslararası ilişkilerde demokratikleşme, insan hakları ve piyasaların küreselleşmesi olgularının güvenlik konuları arasında önemli yer tutacağını öngörmektedir. Craig N. Murphy ve Thomas G. Weiss (2000: 136) ise, güvenlik çalışmalarının Soğuk Savaş dönemindeki realizminin aksine disiplinlerarası bir alan olarak daha normatif ve kurumsal boyutları içereceğini ve daha çok sayıda aktör ile askeri nitelik taşımayan yeni tehditleri de konu edineceğini belirtmektedirler. Waever (1993: 17-40) ise toplumsal güvenlik kavramına odaklanılması gereğine dikkat çekmektedir: Toplumsal güvenlik, evirilmesine olanak veren koşullar içinde dil, kültür, âdet, dini ve ulusal kimliğin sürdürülebilirliğidir. ABD ile Sovyetler Birliği arasındaki rekabetin ortadan kalkması güvenlik gündeminde yer alan konuları çoğaltmıştır. 1990’lı ve 2000’li yıllar boyunca resmî metinlerde, bu genişletilmiş güvenlik gündeminin benimsendiği görülmektedir (NATO Review 1999, osce.org 2010, ue.eu.int 2010, Howorth ve Menon 1997, Niblett ve Wallace 2001). Gerçekten de, devletler ve uluslararası örgütler söz konusu yeni güvenlik gündemine uygun tutumlar benimsemişlerdir. Devletler güvenlik gündemlerinde askeri tehditlere karşı geleneksel güvenlik kaygılarına ek olarak düzensiz sınır-aşan göçler, terörizm, silahların yaygınlaşması, örgütlü suçlar, çatışmanın önlenmesi ve çatışmanın idaresi, insan hakları, ekonomi, çevre, uyuşturucu madde kaçakçılığı, salgın hastalıklar gibi konulara da öncelik vermişlerdir. 1990 sonrası dünyasında güvenlik kavramı bir önceki döneme göre daha geniş bir içerikle kavranmaya başlamıştır. Bu nedenle güvenlik kavrayışı çok boyutlu olarak askeri, ekonomik, toplumsal, bireysel, çevresel vb. yönleri ile bir bütün olarak ele alınmaya başlamıştır. Bu şekilde ele alınan güvenlik sorunsalı, ulus-devletin kapasitesini zorlamaya başlamış ve ulus-devletlerin yanında uluslararası örgütler, hükümet-dışı kuruluşlar gibi diğer devlet-dışı uluslararası aktörler de güvenlik politikalarında işbirlikçi güvenlik anlayışına uygun olarak yer bulmaya 45 başlamışlardır. Küreselleşme ile birlikte karmaşıklaşan karşılıklı bağımlılık olgusu uluslararası aktörler açısından güvenlik sorunlarının idaresini, koordinasyonunu ve regülâsyonunu zorunlu kılmıştır. Bu zorunluluk güvenlik politikalarında yeni bir yaklaşımın benimsenmesine yol açmıştır. Güvenlik tehditleri algılamasındaki bu gibi değişiklikler, güvenlik üzerine yeni tanımlamalar ve algılamalar üretmiştir. Bu algılamalardan birisi, ‘güvenlik mimarisi’dir. Güvenlik mimarisi Avrupa-Atlantik yapılanması sürecini ifade etmiştir. Diğer bir algılama ‘güvenlik topluluğu’dur. Güvenlik topluluğu, devletler arasındaki ilişkilerde savaş tehdidinin ya da savaşın artık varolmayacağı düşüncesini belirtmek için kullanılmıştır. Savaşın olmaması, aksine ileri düzeyde bir kurumsallaşmanın olması ve paylaşılan bir kimlik duygusunun varlığı AB ve NATO üyeleri arasında böyle bir topluluğun varlığına olanak vermiştir. Ne var ki, Balkanlarda geçmişte meydana gelen krizler ve Rusya’nın NATO genişlemesine karşı takındığı tavır bu algılamanın yetersizliğini ortaya çıkarmıştır. ‘Güvenlik rejimi’, başka bir algılamadır. Güvenlik rejimi, Avrupa’da NATO gibi kurumsal yapılanmalar ya da belli bölgeler içindeki ya da bazen Avrupa Konvansiyonel Kuvvet Anlaşması gibi işlevsel normlar içinde bir dizi güvenlik rejimini ortaya koyabilmiştir. Yine de bu rejimlerin toplamı güvenliğinin düzgün bir şekilde kavramlaştırılmasında güçlük yaratmıştır. Bu durum, söz konusu rejimlerin daha kapsamlı bir yönetişim sistemi yapılanması içinde faaliyet gösterdiği yeni bir perspektif gereksinimini doğurmuştur. Yönetişim Kavramı ve Yönetişim-Yönetim Karşılaştırması Yönetişim kavramı, bir toplumsal-politik sistemdeki ilgili bütün aktörlerin ortak çabalarıyla elde edilen sonuçların oluşturduğu yapı ya da düzeni betimlemektedir (Bozkurt vd. 2008: 274). Bu tanımdan yönetişimin kamu kuruluşları ile özel sektör arasında belirsiz sınırlarda gelişen bir yönetim tarzı olduğu ortaya çıkmaktadır. Yönetişim, yönetimden farklı bir olgudur. Yönetişim (governance) terimi, resmi yönetimden (government) yetki çekilmesini ifade etmek için kullanılmaktadır. Bu bağlamda yönetişim terimini yönetim teriminden ayrıştırmak gerekmektedir. Yönetim merkezileşmeyi ve bütünleşmeyi, yönetişim ise parçalanma ve farklılaştırmayı betimlemektedir. Parçalanma üç biçimde olabilir: (1) aşağıya yerel aktörlere doğru, (2) yukarıya - küresel düzeye doğru, ve (3) yana -müstakil ve gönüllü aktörlere doğru (Rhodes 1999: xxiii). Farklılaştırma ise ayrışıklığı ve çıkarların çatışmacı doğasını kabul etmeyi ifade etmektedir. Yönetim, devlet içinde merkezileşmiş politik kontrol sistemini; yönetişim ise, ulus-altı, ulusal ve uluslararası düzeydeki devlet ve devlet-dışı oyuncuları da içeren, bölünmüş politika oluşturma sürecini belirtmektedir (Cziempel 1992: 250). Bir başka deyişle yönetişim, genel olarak, resmi yönetim kurumlarının olup olmadığına bakmaksızın yetki kullanımının varlığını betimlemektedir. Yönetişim, yönetimden farklı bir içeriğe de sahiptir. Gerek yönetişim gerekse yönetim amaca dönük davranışları, belli bir hedefe yönelik faaliyetleri, bir hukuk düzenini ifade ederler. Ancak, yönetim, usulüne uygun olarak oluşturulan politikaların uygulanmasını sağlamak üzere resmi otoritenin ve polis kuvvetlerinin desteğindeki faaliyetler için kullanılırken; yönetişim, resmi olarak tespit edilmiş yükümlülüklerden kaynaklansın ya da kaynaklanmasın, polis kuvvetine zorunlu olarak dayanmayan ve paylaşılan hedefler doğrultusundaki faaliyetleri anlatmaktadır (Rosenau 1992: 4). Paylaşılan hedefler bağlamında yönetim ve yönetişim, çıkarlar açısından da farklılık gösterir. Yönetimde tek tek tercihler ortak çıkarlara feda 46 edilmeli düşüncesi yatar; hâlbuki yönetişim, farklı çıkarların elde edilmesine imkân vermektedir. Bu bakımdan yönetişim, yönetim teriminden daha kapsamlıdır. Yönetim kavramı hiyerarşik nitelikteki bürokratik yapıya dayalı idare anlayışını öne çıkarmaktayken; yönetişim kavramı, idare sürecinde rol oynayan kamu kesimi ve özel sektör aktörleri arasındaki etkileşimi belirtmektedir. Yönetişim kavramında, yönetimden farklı olarak, dikey (hiyerarşik) ilişki yerine yatay (heterarşik) ilişki vurgulanır. Heterarşi, anarşi ya da hiyerarşi gibi durumlardan farklı olarak karşılıklı ilişki ve bağımlılık halindeki faaliyetlerin, eşgüdümlü davranış biçimlerini ifade etmektedir. Heterarşik yapı içinde karşılıklı bağımlılık çerçevesinde işlevsel bakımdan otonom olan sistemlerin ve kurumların kendi kendini örgütlemesi söz konusudur (Yüksel 2000: 146). Bu bağlamda yönetişim, “kendi kendine örgütlenme heterarşisi” (Jessop 1999: 351) anlayışına yakınlaşmakta ve çok sayıda güç merkezinin varlığını öngörmektedir. Kendiliğinden örgütlenme sürecinde yer alan aktörler sayısızdır (Pierre 2000: 4). Merkezileşmiş bir düzenlemede kaynakların tamamı ya da tamamına yakını yönetim tarafından sağlanır. Yönetişimde ise, tersine, kaynaklar ortak sorunların çözümü için birçok politik oyuncunun çabaları eşgüdümleşerek kullanılır. Bu bağlamda Küresel Yönetişim Komisyonu, yönetişimi, bireylerin ve kurumların, kamusal ya da özel aktörlerin ortak ilişkilerinin birçok yoldan yönetilmesinin toplamı olarak tanımlamıştır (Commission on Global Governance 1995: 2). Böyle bir tanımlama yönetişim yaklaşımlarının devletlere olduğu kadar kurumlara, sivil toplumlara ve ulus aşan örgütlere de önem atfettiğini göstermektedir. Yönetişim resmi bir otorite olsun ya da olmasın etkin bir şekilde işleyen düzenleyici mekanizmaları haiz olması dolayısıyla da yönetimden farklılaşmaktadır. Yönetişim çoğunluğun oluru sağlandığı takdirde işleyecek bir hukuk düzenidir. Yönetişimden farklı olarak yönetimde ise çoğunluğun muhalefetine rağmen hükümetler politikalarını uygulayabilirler. Bu, yönetişimin bir üst otoriteye bağımlı olmamasının mantıksal sonucudur. Zorlamanın söz konusu olmadığı bir durumda kollektif eylem kurumsal düzeneklerle kolaylaştırılırken en başında eyleme istekli olmaya ve arzu edilen nihai durum üzerindeki görüşlerin ahengine bağlı kalmaktadır (Rosenau 1992: 4-5). Yönetişim kurallara bağlı olduğu kadar öznelerarası anlamlara da bağlı bir hukuk düzenidir. Kurumsallaşmış oluşumlar içindeki resmî etkileşim, eylemleri belirleyen kuralların ve değerlerin gelişmesini sağlamaktadır. Bu bağlamda, bir aktör tarafından bir düzene ya da kuruma itaat edilmesi gerektiğine dair inanç anlamına gelen meşruiyet, yönetişim yapıları üzerinde otorite bahşettiğinden yaşamsal bir mülâhazadır (Hurd 1999: 381). Sonuç olarak yönetişim; birden fazla müstakil otorite tarafından gönüllü olarak eşgüdümlenmiş bir idare altında kurallar ve söylem yoluyla bir düzenin belli bir amaca yönelik olarak yapılandırılmasını içermektedir. Güvenlik Yönetişimi Unsurları Uluslararası Đlişkiler disiplini çerçevesinde ‘güvenlik yönetişimi’, uluslararası alanda barış ve istikrarın sürmesi amacıyla idari, ekonomik ve politik otoritenin ortak kullanımını ifade etmektedir. Bu tanıma ortak anlayış duygusunun varlığı eklenmelidir. Güvenlik yönetişimi hem düşünsel hem de kurumsal temellere gereksinim duymaktadır (Webber 2002: 44). Bir başka deyişle güvenlik yönetişimi, 47 maddi bileşenler üzerinde bir uzlaşmaya olduğu kadar söylemler hususunda da bir yakınlaşmaya dayanmalıdır. Küreselleşme çağında, geleneksel devlet merkezli güvenlik yaklaşımlarının karşılıklı bağımlılık, bütünleşme ve parçalanma güçleriyle erozyona uğradığı gerçeği göz önüne alındığında kullanılabilirliği azalmaktadır (Cooper 2005). Bu bağlamda “güvenlik yönetişimi yaklaşımı”, uluslararası aktörlerin güvenlik algılamalarını etkileyen kurumların çokluğunu, ulus-devletlerin iç ve dış sınırlarının bulanıklaşmasını, ulus-devletlerin egemenlik ilkesinin aşınmasını, giderek artan karşılıklı bağımlılığı ve küreselleşmeyi kapsamaktadır. Güvenlik yönetişimi üç unsur içermektedir. Birincisi, çok sayıda aktör arasında etkileşimlerin çoğalmasıyla tanımlanan yatay (heterarşik) bir ilişki anlayışına dayanmaktadır. Đkincisi, maddi (örgütsel yapı) ve düşünsel bileşenleriyle kurumsallaşmayı içermektedir. Üçüncüsü, farklı çıkarlar söz konusu olmasına karşın hedefte birlikteliği gerektirmektedir. Aktörler Arasında Yatay Đlişki Ağı Yeni tehditlerin ve yeni aktörlerin ortaya çıkmasına ve bu aktörler arasında yatay ilişkilerin gelişmesine etki eden unsurlar güvenlik alanında yönetişime kayışın nedenlerini oluşturmuştur. Her şeyden önce artan bütçe baskıları sebebiyle devlet, güvenlik alanındaki faaliyetlerinin etkinliğini arttırmak üzere dışarıdan kaynak temin etmek ve faaliyetlerini devretmek ya da özelleştirmek zorunda kalmıştır (Majone 1997: 142). Đkinci etken, ulus-aşan suçlar, terörizm ve göç gibi yeni küresel güvenlik tehditleriyle yalnızca uluslararası işbirliği yoluyla başa çıkılabileceğinin farkına varılmıştır (Rosenau 1992: 3). Üçüncü etken ise bu yeni güvenlik tehditlerini küresel hale getiren küreselleşme sürecinin kendisidir (Karaosmanoğlu 2004: 11-19). Küresel düzeyde üstün bir otoritenin yokluğu dikkate alınırsa uluslararası alandaki farklılık özel bir ilgiyi gerektirmiştir. Güvenlik alanında devlet ve devlet-dışı gibi değişik aktörler arasında birbirlerinden farklı ve birbiriyle örtüşen ilişkiler ağı, yönetişim ile kavranabilmektedir. Günümüzde ulus-devletler uluslararası ilişkilerde baş aktör olmasına karşın, söz konusu değişim uyarınca uluslararası örgütler, çok-uluslu şirketler, hükümet-dışı kuruluşlar gibi diğer aktörlerin de artık değerlendirmelerde göz önüne alınması gerekmektedir. Devlet-dışı oyuncular güvenliğin temininde giderek devletleri tamamlamaktadır. Devlet-dışı oyuncular bir yandan güvenliksizliğin temel kaynaklarından biri haline gelirken, öte yandan bu tehditlerle mücadelede artan bir rol oynamaya başlamaktadırlar (Krahmann 2008). Güvenlik kavramının içeriğinin genişlemesi, ortaya çıkan yeni güvenlik alanlarında ulusal hükümetlerin sınırlı uzmanlığa ve kaynaklara sahip olmasından ötürü bu alanlarda devlet-dışı aktörlerin rolünü kuvvetlendirmiştir. Dernekler, vakıflar, insan hakları kuruluşları ve çevre örgütleri gibi hükümet-dışı aktörler, geleneksel olmayan güvenlik alanlarında politika yapımında, politikaların yürütülmesinde ve bu politikaların izlenmesinde önemli roller edinmişlerdir (Krahmann 2003: 9-16). Güvenlik kavramı, mülteciler ve çevre kirliliği gibi konuları da içerip genişledikçe artan güvenlik politikalarının maliyetleri uzmanlaşmış devletdışı aktörler tarafından da karşılanır hale gelmiştir (Krahmann 2005: 13). Silah endüstrisinin özelleştirilmesinde ve silahlı kuvvetlerin profesyonelleştirilmesinde, 48 hükümetler özel sektör aktörleriyle işbirliği yapma yolunu tutmuşlardır. Dahası, hükümetler, uluslararası örgütler ve hükümet-dışı örgütler uluslararası operasyonlar için özel güvenlik şirketlerini kiralama yolunu benimsemiştirler (Zabcı 2004; Yalçınkaya 2006). Oxfam2 ve Care3 gibi örgütler insani yardım konularında; Uluslararası Af Örgütü (Amnesty International) ve Đnsan Hakları Đzleme Komitesi (Human Rights Watch) gibi örgütler insan haklarının korunması ve onlara saygı gösterilmesi konularında; Uluslararası Kurtarma Komitesi (International Rescue Committee) ve Uluslararası Kızıl Haç Komitesi (International Committee of the Red Cross) mültecilere ilişkin konularda; askeri eğitim ve koruma alanında faaliyet gösteren askeri şirket MPRI (Military Proffessional Resources Incorporated) söz konusu işbirliğine verilecek örneklerdir. Yönetişime kayışın temel nedeni, devlet ve devlet-dışı aktörler arasında yeni koordinasyon ağlarının gelişmiş olmasıdır. Güvenlik yönetişimi açısından da politik koordinasyon oldukça elverişlidir. Đçerseme ve enformel ilişkiler, koordinasyon ağlarını yeni oyuncular ve talepler karşısında esnek ve dolayısıyla çabuk uyarlanabilir kılmıştır. Soğuk Savaş’ın sona ermesinden sonra bir yandan yeni ağlar (hükümet-dışı kuruluşlar, çok-uluslu şirketler vb.) ortaya çıkarken diğer yandan eski ağlar (uluslararası örgütler) kendilerini yeni koşullara uyarlamışlardır. Bu çerçevede Kuzey Atlantik Đttifakı (North Atlantic Treaty Organization- NATO), kollektif savunma örgütü özelliğini kollektif güvenlik örgütüne dönüştürmüştür. NATO, askeri savunmanın yanı sıra barışı koruma faaliyetlerinde de işlevsel kılınmış (adapte edilebilirlik), örgüt doğuya doğru genişleyerek üye sayısını artırmıştır (içerseme). Bosna ve Kosova’daki müdahaleler sırasında da Hükümet-Dışı Kuruluşlar ve diğer devlet-dışı oyuncularla sivil-asker ilişkileri tesis edilmiştir (enformel ilişki). Bu müdahaleler esnasında askeri güvenlik, mayınların temizlenmesi, insani yardım ve savaştan sonra kalkınma faaliyetlerini koordine etme amacıyla devlet ve devlet-dışı oyuncular arasında faaliyet alanına özgü yeni ağlar geliştirilmiştir (NATO Review 2001: 21). Söz konusu ağlar, ulusal sınırları ve dolayısıyla egemenlikleri de aşabilmektedir. Bu şekilde, terörizm, kitle imha silahlarının yayılması, çevrenin kirlenmesinin önlenmesi gibi ulus-aşan güvenlik tehditleriyle daha etkin bir şekilde mücadele edilebilmektedir. Soğuk Savaş sonrası dönemde güvenlik yönetişiminde hükümetler kendilerini ilgilendirdiğini düşünmedikleri güvenlik tehditlerine doğrudan cevap vermemeyi yeğlemişlerdir. Bunun sonucunda hükümet-dışı kuruluşlar kendilerinin ilgi alanına giren konu alanlarında daha aktif hareket etmek gereğini duymuşlar ve güvenlik politikalarının oluşturulması sürecine dâhil olma isteği sergilemişlerdir (Krahmann 2005: 13). Güvenlik alanında ulusal egemenlik normunun zayıflaması Kosova Krizi’nde ve Irak Savaşı’nda kendini belirginleştirmiştir. Her iki müdahalede de özyönetim (self-government) ve güvenliğin özelleştirilmesi unsurları görülmüştür (Singer 2010). Küresel güvenlik çerçevesinde uluslararası müdahalelerde devlet-dışı oyuncuların artması ve politika oluşturma düzenlemelerinde sivil-asker işbirliğinin bir konsept olarak ortaya çıkması yönetişimin bu özelliğinin güvenlik alanında da var olduğunu gösteren gelişmelerdir. Güvenlik faaliyetlerinin devletten NATO ve AB gibi bölgesel düzeye veya BM gibi küresel düzeye veyahut Hükümet-Dışı Kuruluşlar ve özel güvenlik şirketleri 2 3 Küresel adaletsizlikle savaşan 12 örgütten oluşan bir konfederasyon. Küresel yoksullukla savaşan örgüt. 49 gibi ulus-aşan özel tüzel kişilere aktarımı yönetişim şeklinde karşımıza çıkmaktadır (Rosenau 2000: 169-200). Güvenlik yönetişiminde uluslararası barışı koruma görevlerinde konu alanlarına bağlı olarak yapılan işbölümü ortaya çıkmaktadır. Örneğin eski Yugoslavya’da BM ve NATO askeri güvenliği temin ederken, Hükümet-Dışı Kuruluşlar insani yardım ve özel güvenlik şirketleri de lojistik destek sağlamışlardır (Cooley ve Ron 2001: 5-39). Kurumsallaşma Devletlerin kapasitelerini bir araya getirerek başkasının gücüne karşı direnmek için ya da tek başına hareket ederek sağlanamayacak yararları bir arada hareket ederek elde etmek için işbirliği yaptıkları görülmektedir. Devletler-arası işbirliği, devletlerin önemli çıkarları söz konusu olduğunda gerçekleşebilir.4 Devletler işbirliğinden müştereken faydalandığında kurumlar oluşturmak suretiyle bu işbirliğini kolaylaştırırlar ve sürdürürler. Bu noktada birçok uluslararası kurumun faaliyetleri uluslararası ilişkilerde yönetişimin artmasına katkı yapmaktadır. Burada belirtilen kurum kavramı sadece örgütleri değil, kabul edilegelen ve tekrarlanan davranışları da kapsamaktadır. Kurumlar, davranış rollerini belirleyen, aktivitelerinin sınırını çizen ve beklentilerini oluşturan formel ya da enformel ikna edici bağlantılı kurallar seti olarak tanımlanmaktadır (Keohane 1989: 3). Kurumların bu şekilde anlaşılması onların gönüllü oluşumlar oldukları ön kabulüne dayanmaktadır. Đşbirliği sağlandığı ve sürdürülebilindiği takdirde realist perspektifte önemli yer tutan anarşinin5 zorunlu kıldığı iki önemli engelin üstesinden gelinecektir. Bunlardan ilki, devletlerin aldatılmaya, ikincisi ise aldatılmaktan kaynaklanan göreli kazançlara ilişkin kaygılarıdır. Đşbirliği durumunda kandırılmaya ilişkin bir kaygı o işbirliği için söz konusudur, ancak güvenlik alanında bu kaygı her zaman için geçerlidir. Çünkü silahlardaki değişim, güç dengesindeki kaymaları olanaklı kılmaktadır. Bir devlet güvenliğe ilişkin işbirliğinden vazgeçtiğinde diğerleri karşısında askeri bir üstünlük kazanacaksa işbirliği içinde bulunduğu devlet ya da devletleri aldatabilir. Bunun için devletler işbirliği anlaşmalarına uyulmaması hususunda tetikte olmalıdırlar ve aldatılmaya karşı tedbirlerini almalıdırlar (Mearsheimer 1994-1995: 10-12). Bu husus, devletlerin işbirliğini sınırlı tutmaktadır. Đşte bu noktada kurumlar, aldatılmaya ilişkin kaygıları birçok yönden hafifletmektedir. Kurumlar, işbirliği içindeki devletlerarasındaki istihbaratı olanaklı kılarak birbirleri hakkında edindikleri bilgiyi artırmaktadır. Bu durum aldatmaya meyilli devletlerin tespit edilmesine olanak verdiğinden aldatmadan zarar görecek devletlerin önlem almalarına olanak sağlamaktadır. Bundan başka kurallar işlemlerin sayısında da bir artışı beraberinde getirir. Kurumsallaşmış yineleme, aldatmayı maliyeti yüksek bir seçenek haline getirmektedir; çünkü devletler bu yüzden 4 Kurumların uluslararası ilişkilerde ne derece önem taşıdıkları ve anarşik yapının etkilerini ne derece azalttıkları Neorealizm ve Neoliberalizm arasındaki rekabetin konusu olmuştur (Keohane ve Martin 1995: 39). 5 Uluslararası anarşik yapı, devletlerin doğasında var olan sağ kalma güdüsü nedeniyle devletler arasında işbirliğini engellemektedir; ancak kurumların anarşi sorununu ıslah edebildiği oranda işbirliği gelişebilmektedir. “Anarşi” kavramı Uluslararası Đlişkiler disiplininde merkezi bir otoritenin olmamasını ifade ede gelmektedir. Anarşinin ne olumlu ne de olumsuz bir içeriği vardır. Anarşi, devlet otoritelerinin üzerinde merkezi bir otoritenin yokluğunu tasvir eden bir kavram olmasına rağmen ortak ilkeler, normlar, kurallar ve izleklerin varlığı göz önüne alınmadan kural yoksunluğu anlamında da betimlenmektedir. Hâlbuki devletler anlaşmalara, uluslararası örgütlere bağlı olarak da davranışlarda bulunmaktadırlar. 50 gelecekteki kazançlarından olacaktır. Yinelenen işlemler aldatanın cezalandırmasına da olanak vermektedir. Şöyle ki, aldatan devlet işbirliği mekanizmalarının dışında bırakılırken, anlaşmalarına uyan ve güven uyandıran devletler bu mekanizmalar içinde kolayca yer bularak kazançlarını artırabilmektedirler. Kurumsallaşmış kurallar devletlerarasında birçok farklı konuda işlemlerin gerçekleşmesine olanak vererek karşılıklı bağımlılığı artırmaktadır. Bir konu alanında aldatan devlet birçok konuda işbirliği yaptığından geriye kalan konu alanlarında cezalandırılabilinecektir. Bu husus, devletleri aldatmaktan alıkoyamasa bile maliyetleri göz önüne getirerek aldatmayı çekici olmaktan çıkarmaktadır. Kurumlar tek tek her bir anlaşma için sarf edilen zaman ve müzakere süreçlerinin devletlere yüklediği maliyeti gereksiz kılabildiğinden işlem maliyetlerini de azaltmaktadırlar. Bu yönüyle kurumlar, işbirliğinin maliyetini azaltmakta ve kârlılığı arttırmaktadırlar (Keohane ve Nye 2001: 1-31). Göreli kazançlara ilişkin kaygı ise özellikle iki etmen tarafından şekillenmektedir: Đlki, sistemdeki büyük aktörlerin sayısıdır. Sadece iki devletin çatışmacı çıkarlarının söz konusu olduğu durumlarda göreli kazanç önemli hale gelmekte ve işbirliği zorlaşmaktadır. Ancak çok sayıda birbirine şöyle ya da böyle denk güçlerin söz konusu olduğu durumlarda, devletler çıkarlarını korumak için birçok koalisyon olanağına sahip olacaklarından, devletlerin göreli kazançlara verdiği önem azalmaktadır. Đkinci etmen ise askeri ilişkilerdir: Sorunların çözümünde askeri gücün kullanılma olasılığı düşük olduğunda devletlerin göreli kazanç değerlendirmeleri de daha az önem kazanmakta ve böylece işbirliği daha kolay gerçekleşebilmektedir (Powell 1993: 209-233). Kurumlar, anarşinin zorunlu kıldığı mecburiyetleri yumuşatmaktadır. Kurumlar enformasyon temin etmek suretiyle işlem maliyetlerini azaltmakta ve böylelikle devletlere daha güvenilir yüklenimler sunmaktadırlar (Keohane 1993: 292-296). Bunlardan başka işbirliği için bir alan oluşturduklarından eşgüdüm için uygun noktalar oluşturmakta, devletler arasında karşılıklılığa ve çok-taraflılığa katkıda bulunmaktadırlar. Kurumların belli yollardan faaliyette bulunabilmek amacıyla etkin ve ikna edici olması, davranış beklentilerinden kaynaklanmaktadır (Keohane 2001: 1-3). Aktörlerin davranışlarının arkasında olduğu varsayılan akılcılık, işbirliğine yönelik etkileşimleri tam olarak açıklayamadığından inançlar ve düşünceler de bir eylemi açıklamakta önem kazanmaktadır (Goldstein ve Keohane 1993). Bunun içindir ki yönetişim yaklaşımı, söylemlerin ve kimliklerin önemine de vurgu yapmaktadır. Tehditlerin oluşumunda söylemlerin önemli rolü vardır. Söylemlerin anlamları özü itibariyle kültürel bir olgudur. Bu bakımdan tehditler de nesnel gerçeklikler olmaktan ziyade sosyal ve kültürel ürünlerdir (Weldes vd. 1999: 10-17). Tehdit algılamaları sözde nesnel uluslararası güç yapısından ortaya çıkmaz. Görece daha güçlü olan aktörlerin söylemleri de uluslararası toplumda daha kolay kabul görmektedir. Nesnel tehditlerin söz konusu olduğu durumlarda devletler ittifak oluşturma yoluna giderler. Bu nesnel tehditler dağıldığında ise söz konusu ittifaktaki uyumluluk zayıflar. Bu yüzden Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla ve yerine eşit derecede bir tehdit koymanın mümkün olmadığı bir durumda, NATO’nun önemsizleşmesi gerekiyordu. Đttifak işlevselleştikten sonra paylaşılan değerler tarafından şekillenir. Bu ortak değerlerin kurumu siyasal değişimle karşılaştığında direnç gösterir; çünkü güvenlik işbirliğinin yeni kurumlarını oluşturmaktansa mükellef bir kurallar seti ve karar oluşturma izlekleri ihtiva eden hâlihazırdaki 51 mevcut örgütü yeni koşullara ayarlamak daha kolaydır (Risse-Kappen 1996: 395396). Uluslararası kurumlar değerlerin başlıca temsilleri olabilmektedir. Hedefte Birliktelik Son olarak güvenlik yönetişimi anlayışı hedefte birliktelikle desteklenmektedir. Buradaki “hedefte birliktelik” hem yapı hem de süreç sonunda elde edilen sonuçlar olarak anlaşılabilir. Yapısal anlamda yönetişim, kurumları içerir ve bu kurumlar giriş kurallarını, etkileşim kurallarını ve davranışlar üzerindeki kısıtlamaları buyurarak katılımcıları arasında hususi davranış biçimlerini yerleştirirler. Süreçsel anlamda ise yönetişim, aktörlerin elde ettikleri sonuçları tanımlamak ve bunlara ulaşmak için izlediği faaliyetlerle ilgilenir. Bu, yönetişimde amaçların aktörler arasındaki tercihlerin bir yekûnunu yansıttığını öngörür. Söz konusu tercihler çoğu zaman benzer olurlar ama arada sırada yarışıyor da olabilirler. Mamafih bu elde edilen sonuçlar zorunlu olarak tüm aktörlerinkini değil ama çoğunluğun amaçlarını karşılamaktadır. Balkanlar’da Güvenlik Yönetişimi 1991 yılında Yugoslavya’da başlayan çatışmaları sona erdirmek için gereken araç ve yöntemler konusunda bir görüş birliğinin olmaması nedeniyle, Yugoslavya’nın dağılmasına yol açan süreç yıpratıcı fakat öğretici olmuştur. Vestefalyan sistem6, Yugoslavya’daki krizlerin ortaya çıkardığı güvenlik sorunlarını çözmek için yetersiz kalmış, yeni yaklaşımların yolunu açmıştır. Bosna-Hersek’teki çatışmalar uluslararası topluma duyulan güveni zayıflatmıştır. Balkanlarda meydana gelecek yeni bunalımlar “Batı”ya ek maliyetlere yol açacağından Sırbistan’ın Kosova’ya uyguladığı baskıcı politikaların sona erdirilmesi ve Makedonya’nın uluslararası koruma altına alınması uluslararası topluma dolayısıyla “Batı”ya olan güveni yeniden tesis edebilir düşüncesi hakim olmaya başlamıştır. Bosna-Hersek, Avrupa’yı bölgedeki konumuna ve çatışma çözme kapasitesine ilişkin bir değerlendirme yapmasına sevk etmiştir. Bosna-Hersek’te yaklaşık dört buçuk yıl süren iç savaş sonrasında politik sosyal ve ekonomik anlamda yeniden yapılanma, barışın tesisi ve saldırganların durdurulmasının askeri bir destek olmadan gerçekleştirilemeyeceği anlaşılmıştır. Böylece Avrupa güvenliğinde kriz yönetimine dayanan bir anlayış hakim olmaya başlamıştır. Yugoslavya’daki krizlere NATO’nun müdahalede bulunmuş olması, Soğuk Savaş sonrası Avrupa güvenliğinde anlayış değişikliklerini beraberinde getirmiştir. NATO’nun işlevleri ile diğer güvenlik temin eden uluslararası örgütlerle (BM, AB ve AGĐT) ilişkilerinde önemli değişiklikler olmuştur. 1990’larda Avrupa güvenliğine ilişkin konular BM-NATO-AB-AGĐT dörtgeninde şekillenmiştir. BM, NATO, AB ve AGĐT krizleri birlikte yönetmiş, aralarında eşgüdüm sağlanarak işbölümü yapılmış ve istikrarın temin edilmesinde ortak hedefler belirleyerek hareket etmişlerdir. 6 Vestefalyan sistemde ulus-devlet, uluslararası sistemin temel aktörüdür. Devlet merkezli anlayışın temelini devletin egemenliği ilkesi oluşturur. Egemenlik uluslararası politikanın düzenleyici kuralıdır. Bunun yanında güç (power), uluslararası politikanın belirleyici olgusudur. 52 1992’den 1995’e kadar BM ve NATO güvenlik konularında ikili olarak hareket etmişlerdir. 1995’ten sonra NATO güvenlik alanını tek başına yürütmüştür. BM bünyesinde sürekli görev yapan askeri bir güç bulunmaması sebebiyle NATO’nun sahip olduğu olanaklar ve deneyim bu görevi üstlenmesini gerekli kılmıştır. BM barışı koruma operasyonu, Bosna’da savaş sonrasında devlet işlevlerinin yeniden yapılanmasında yardımcı olmuştur. Günümüzde BM, Kosova’da öncelikle vasilik görevini yürütmektedir. Kosova, NATO müdahalesi 1244 sayılı BM Güvenlik Konseyi kararıyla BM himayesine dönüştürüldüğünden bu yana, sekiz yıldır belirsiz bir konumdadır. Yugoslavya’daki krizler NATO’ya örgütsel becerisini göstermesini sağlamıştır. IFOR ve SFOR’da üstlendiği yükümlülükler ve Barış Đçin Ortaklık çerçevesinde yürüttüğü faaliyetler NATO’nun Avrupa’daki istikrar için gerekli olduğunu göstermiştir. Yugoslavya’daki çatışmalar Avrupa güvenliğinin istikrarına yönelik tehlike ve tehditlerin varlığını göstermiştir. Böylece AGSP’nin ve NATO bünyesinde korunan Avrupa güvenliğinin geleceğine yönelik tartışmaların başlamasına, NATO’nun yapısı, işlevleri, ve stratejisinin gözden geçirilmesine neden olmuştur. Kosova Krizi örneğinde kolektif bir savunma örgütü olan NATO, üye devletlerin topraklarına doğrudan bir saldırı olmamasına rağmen Đttifakı ve onun temel değerlerini etkilediği gerekçesiyle müdahalede bulunmuştur. Bosna-Hersek’te yaşanan gelişmeler ve yapılan müdahale AB’nin Ortak Dış ve Güvenlik Politikası’nı geliştirmelerine neden olmuştur. Yugoslavya’da iç savaşın patlak vermesinin ardından AB ortak bir politika geliştirmeye çalışmış ancak üye ülkelerin ulusal çıkarları adına farklı hareket etmeleri bunu engellemiştir. Başlangıçta Yugoslavya’nın toprak bütünlüğünün korunması ve bütünden ayrılarak bağımsızlık ilan eden ülkeleri tanımama biçiminde bir politika belirlenmişse de buna uyulmamıştır. AB’nin müstakil bir silahlı gücünün olmaması nedeniyle önce NATO bünyesinde bir Avrupa Güvenlik ve Savunma Kimliği oluşturma, sonrasında ise AB bünyesinde ODGP’nin bir açılımı olarak AGSP geliştirme çabaları görülmüştür. AB, uluslararası toplumun temel değerleri olarak gösterdiği demokrasi, insan hakları, self-determinasyon ve serbest pazar ekonomisini Ortak Dış ve Güvenlik Politikasının temeline yerleştirmiştir. Bu değerler Bosna-Hersek ve Kosova krizlerinde askeri güç kullanımının gerekçesi olarak gösterilmiştir (Sheperd 2000: 18). Yine bu çerçevede NATO’nun Ağustos 2001’de Makedonya’ya silahsızlandırma görevini ifa etmek üzere gönderdiği silahlı uluslararası güce 700 kişilik AB ve AGĐT gözlemcileri de katılmıştır. Yugoslavya’daki çatışmalara NATO’nun müdahale etmiş olması Avrupa Birliği’nin desteklediği Đstikrar Paktı’nın kurulmasına yol açmıştır. Bu bağlamda Avrupa Birliği, tam üye adaylığı için talepte bulunan ülkelerden komşularıyla olan sorunlarını çözmelerini şarta bağladığından Balkan ülkeleri sorunlarını barışçı yollardan çözmeye, insan haklarına ve azınlıklarına saygı göstermeye, demokratik süreçleri işler kılmaya özen göstermişlerdir. ABD, AB ve üye devletleri, Kosova krizinde Bosna’dakinden daha çabuk harekete geçmişlerdir. NATO, Kosova’da kuvvet kullanmak için BM’den yetki alma gereksinimi duymamıştır; hâlbuki Bosna’da BM’den kendisine yetki verilmesini beklemiştir. O dönemin NATO Genel Sekreteri olan Javier Solana NATO’nun 53 Kosova müdahalesini değerlendirirken Atlantik topluluğunun özgürlük, demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğü gibi temel değerlerin savunulmasının bir işareti olduğunu belirtmiştir (Solana 1999: 3). Bosna’da kuvvet kullanma tehdidi diplomatik girişimlerin gerisinde tutulmuştu, tersine, Kosova’da öne çıkmıştır. Bosna ile Kosova arasındaki belki de en önemli farklılık, Batı’nın Kosova krizi konusunda gösterdiği kararlılık olmuştur. Makedonya içindeki etnik gerilimler, dışarıdan gelen müdahalelerle zoraki bir barışa kavuşmuştur. BM güçlerinin Makedonya’ya konuşlanması bu ülkede silahlı çatışmaların önlenmesine katkıda bulunmuştur. UNPREDEP, BM Güvenlik Konseyi’nin bölgeye ilişkin yaklaşımının bir sembolü olarak Sırbistan’ı Makedonya’ya karşı olası saldırgan eğilimlerinden caydırmıştır. BM Güvenlik Konseyi, Makedonya’nın bağımsızlığının ve toprak bütünlüğünün korunmasına ilişkin eğilimini ortaya koymuştur. Ayrıca, bölgedeki çatışmaların Makedonya’ya sıçramasını da engellemiştir. Kosova’da meydana gelen gelişmelerin sonucunda Makedonya içinde oluşacak gerginliğin dağıtılmasında varlığıyla önemli bir rol oynamıştır. Bunlardan başka UNPREDEP varlığıyla, Arnavutluk’un Makedonyalı Arnavutlara ilişkin kışkırtıcı politikalar izlemesini engellemiştir. Krizlerde çok sayıda aktör yer almıştır. Güvenlik yönetişimi süreci boyunca uluslararası güvenlik örgütleri daha önce resmi bir biçimde kendi aralarında hiyerarşi oluşmamışken çeşitli girişimlerde bulunmuşlardır. Uluslararası örgütler bu girişimleri yaparken kendi aralarında danışmalarda bulunarak sorumluluklarının sınırlarını tayin etmişlerdir. Bu bağlamda en önemli ortak unsur, güvenlik yönetişiminin işbölümünde örgütlerin kapasitelerinin belirleyici olduğu gerçeğidir. Devletlerin istikrarın yönetiminde tek başlarına yetersiz kalacağı görülmüştür. Bu yüzden devletler birbirleriyle işbirliği yapma ve kapasitelerini eşgüdümleme gereksimi duymuşlardır. Bu suretle uluslararası örgütler devletlerin istikrarı pekiştirme hedefini başarıya ulaştıracak en iyi araçlar olarak değerlendirilmiştir. Kurumsallaşmış aktörler güvenlik yönetişimini yürütmüşlerdir. Bosna, Kosova ve Makedonya krizlerinde yer alan aktörler öngörülen rollerini ve oluşan beklentileri içeren kurallar seti ile birbirleriyle irtibatlandırılmışlardır. BM, güvenlik yönetişimi faaliyetlerinin meşruluk merkezi ve tedarikçisi olarak bulunmuştur. NATO askeri faaliyetleri yürütmüş, AB ise yeni demokratikleşen ülkelerin biçimlendiricisi olarak faaliyet göstermiştir. BM ve AB, uzun dönemli çatışmaları önleyerek rollerini ve meşruiyetlerini güçlendirmişlerdir. AGĐT ise, çoğunlukla bireylerin ve toplumun güvenliği ile meşgul olmuş, dolayısıyla çabalarını insan haklarının sağlanmasına, yerinden edilenlerin geri dönmesine ve demokratikleşme süreçlerine yoğunlaştırmıştır. Son olarak aktörler tarafından alınan sorumluluklar sınırlı ancak amaca yönelik olmuştur. Zamanlamada başarı, açık bir şekilde tanımlanmış görev ve yetkiler, uluslararası toplumun gereken ilgiyi göstermiş olması, örgütler arasında sağlanan işbirliği ve koordinasyon, son olarak ev sahibi ülke vatandaşlarının (hükümetin, muhalif siyasi partilerin ve muhalif liderlerinin) bu uluslararası örgütlerle işbirliği içinde bulunması operasyonların amaçlarına ulaşmasını olumlu yönde etkilemiştir. Örgütler tarafından oluşturulan görevler belli bir zaman dilimi ve belli bir bölgede belirlenmiş amaçların gerçekleşmesini hedeflemiştir. Söz konusu görevler gönüllülüğe dayanmıştır. Bir yandan örgütlerin üyeleri istekli olmadıkları 54 durumda görevlere katılımda bulunmazlarken, diğer yandan üye olmayanlar örgütlerle aynı amaca sahip olduklarında bu görevlere katılımda bulunmuşlardır. Genel Değerlendirme Günümüzün güvenlik anlayışında toprak bütünlüğünün korunması hâlâ önemlidir. Bunun yanında, barış ve istikrarın tesisi, kolektif savunma ve kriz yönetimi operasyonlarına katkıda bulunulması (barışı koruma, insani yardım ve polis görevleri vb.), etnik ve dini çatışmaların kontrol altına alınması da önem kazanmıştır. Kitle Đmha Silahlarının ve bunların fırlatma vasıtalarının yayılmasının önlenmesi, silahsızlanmanın teşvik edilmesi, terörizm ve organize suç, devletleri aşan yeni tehditler olarak karşımıza çıkmıştır. Bunlara ilaveten temel kaynakların azalması, silahlı çatışmalar sonucu insanların kontrol dışı kitlesel hareketleri, siber savaş olasılıkları, bulaşıcı hastalıkların yayılması, fakirlik ve sosyo-ekonomik dengesizlikler gibi asimetrik risk ve tehditlerle mücadele de günümüzün başlıca tehdit unsurları arasında yer bulmuştur. Günümüzdeki risk ve tehditler, esas itibariyle askeri nitelikte olmaması nedeniyle, güvenlik artık yalnızca askeri imkân ve politikalarla sağlanamamıştır. Güvenliğin tanımının genişlemiş olması risk ve tehditlerle mücadele yöntemlerinin de arttırılmasını gerektirmiştir. Günümüzde karşılaşılan güvenlik risk ve tehditleriyle mücadele edilirken politik, askeri, ekonomik ve sosyal araçların bir arada kullanılması önem arz etmiştir. Güvenlik tehditleri arasındaki bu gibi bağlantılar güvenlik politikasının daha geniş bir alanda uygulanması ihtiyacını doğurmuştur. Avrupa devlet sistemi (Vestefalya tipi devlet sistemi) Soğuk Savaş güvenlik düzeninin dönüşümünden etkilenmiştir. Geleneksel Vestefalya tarzı sistemde egemenlik, uluslararası politikanın düzenleyici kuralı olarak ortaya çıkmıştır. Ne var ki, devletleri sahip oldukları geleneksel otonomi derecesiyle kavramsallaştırmak artık geçerlilik taşımamaya başlamıştır. Devletin yapısal niteliğindeki, güç erkinin kullanımındaki değişimler, uluslararası alanda işbirliği olanaklarını artırmıştır. Artık ‘göreli kazanç’ anlayışının yerini ‘mutlak kazanç’ almaya başlamıştır. Yeni güvenlik gündeminin zorluklarının üstesinden hâlihazırda devam eden kurumsal yenilenme ve uyarlanma ile gelinebilmiştir. Buna uygun olarak da yeni bir yaklaşımın husumet, çatışma ve şiddet yerine işbirliğine odaklanması gerekmiştir. Dolayısıyla günümüz güvenlik gündemi istikrarlı bir uluslararası ekonomik ve politik ortamı sağlayabilmek için uluslararası işbirliğini zorunlu kılmıştır. Bu çerçevede çatışmaların önlenmesi, barışa zorlama, barışı koruma ve barışın tesisi gibi kavramlar öne çıkmaya başlamıştır. Güvenliğin koordinasyonu, idaresi ve düzenlemesi kendine özgü araçlarla gerçekleştirilmiştir. Soğuk Savaş sonrasındaki güvenlik yönetişimi görüşü, üç varsayım üzerinde temellenmiştir. Öncelikle, güvenlik, kavram ve politika bakımından anlam değiştirmiştir. Đkinci olarak, bu değişimi ve bu değişimin dinamiklerini tanımlama gereksinimi doğmuştur. Üçüncü olarak da, devletler ve faaliyette bulundukları uluslararası örgütler (BM, NATO, AB ve AGĐT) güvenliğin hâkim aktörleri olmuşlardır. Bu varsayımlar ışığında birbirleriyle yatay ilişki ağına sahip aktörler aracılığıyla kurumsallaşma ile hedef birlikteliğinin gerçekleştirildiği ortaya konmuştur. Bu dört kurum arasındaki işbirliği ve eşgüdüm güvenliğin idamesinde etkin olmuştur. Güvenlik tehditlerine önceden çerçevesi kesin sınırlar çizilmemiş, parçalı, ad hoc ve eylemsel tepkilerle karşılık verilmiştir. Bu süreçler içerme ile dışlama arasında dinamik bir ilişkiye eşlik etmiştir. 55 Bosna, Kosova ve Makedonya Krizlerinde güvenlik yönetişimi, birçok aktörle birlikte, açıkça güvenlik temin eden uluslararası örgütler arasında yürütülmüştür. Söz konusu ilişkiler ne anarşik bir halde ne de hiyerarşik bir düzende yürütülmüştür. BM, NATO, AB ve AGĐT tamamlayıcılık anlayışıyla kendiliğinden işbirliği ve eşgüdüm içinde bulunmuşlardır. Söz konusu tamamlayıcılık, lüzum görüldüğünde güvenlik yönetişiminin yürütülmesi için üye olmayanların kabulünde de kendini göstermiştir. Her bir örgüt yapabilecekleri düşünülen görevleri başarmaya talip olmuştur. Bu suretle, hem materyal yetenekler hem de düşünsel roller örgütlere rehberlik etmiştir. Son olarak, bu örgütler devlet içi şiddetten kaynaklanan güvenlik tehditleriyle karşı karşıya kaldıklarında barış ve istikrarı liberal normlar üzerinde tesis ederek hedefte birlikteliği sağlamışlardır. Türkiye, güvenlik kavramındaki değişime uyum sağlamıştır. Bu çerçevede güvenlik temin eden kurumlarla yakın bir işbirliği içinde olmuş ve kurumların değişen işlevlerine de katkılarda bulunmuştur. Türkiye, genel olarak, güvenlik yönetişiminin kurumsal yapısına dâhil olmuştur; ancak AB’nin tam üyesi olmaması sebebiyle hariç tutulduğu uygulamalarla da karşılaşmıştır. Güvenlik yönetişiminin içerseme-dışarsama sorunsalı temelinde Türkiye’nin özellikle AB ile olan ilişkileri ön plana çıkmıştır. Güvenlik yönetişimi uygulamalarında ise Bosna krizi örneğinde olduğu gibi politik ve kültürel nedenlerden dolayı profilinin düşük tutulduğu da olmuştur. Uluslararası örgütler çerçevesinde gelişen güvenlik ağının içerme kapasitesi göz önüne alınırsa güvenlik yönetişimi olgusunun dışında kalınması Türkiye’yi zor bir duruma sokacaktır. Balkanlar’da vuku bulan krizlerde Sırbistan’ın bu ağın karşısındaki dirençli tutumu onu başarılı kılmamıştır. Tersine, NATO, AB ve AGĐT eşgüdüm içinde Yugoslavya’nın dağılması sürecini yöneterek ‘arzu edilen’ siyasi sonuçlara ulaşılmasını sağlamışlardır. Bu sonuçlar doğal olarak söz konusu ağın dışında bırakılan Sırbistan bakımından memnun edici değildir. Öte yandan ağ içindeki devletlerin ulusal çıkarları temelinde bir rekabete ve çatışmaya girmelerine de engel olabilmiştir. Yugoslavya’nın parçalanması sürecinde uluslararası kurum ve kurallar ağının işlevi Türk dış politikası için çok önemlidir. NATO ve AGĐT üyesi olan Türkiye’nin AB’ye üyelik sürecinde karşılaştığı sıkıntılar Türk kamuoyunda söz konusu güvenlik ağının işleyişine ilişkin şüpheleri artırmıştır. NATO ve AB arasında gelişen ilişkiler ve bu süreçte Batı Avrupa Birliği (BAB)’nin işlevlerini kaybetmesi, Türkiye’de büyük bir kaygı yaratmıştır. Türkiye her ne kadar AB’nin tam üyesi olmasa da söz konusu ağ etkinliğini koruduğu müddetçe bu ağın dışında kalmak Türkiye açısından yüksek risk ve maliyetlere katlanmak anlamına gelecektir. Dolayısıyla, Türkiye, bu ağın dışında kalmak yerine ağın işleyişine mümkün olduğunca etkileyebilmek stratejisi izlemelidir. Türkiye, istikrarsız Balkanlar-Kafkasya-Ortadoğu bölgesinin merkezinde yer alan ve bu bölgelerdeki krizlerin olumsuz etkilerini ülkesinde hisseden bir aktör olarak Soğuk Savaş sonrası dönemde artan ve çeşitlenen güvenlik sorunları ve tehditlerle başa çıkmak durumunda kalmaktadır. Bu yüzden Türkiye, güvenlik yönetişimi sistemini anlamak ve dikkate almak zorundadır. Kaynakça Adams, T.K. (1999) “The New Mercenaries and the Privatization of Conflict”, Parameters, 29 (2). 56 Art, Robert J. (2003), A Grand Strategy for America, Ithaca, NY: Cornell University Press. Aydınlı, Ersel (2003), “Küreselleşme ve Güvenlik: Teorik Yaklaşımlar”, Avrasya Dosyası, 9 (2). Baldwin, David (1995), “Security Studies and the end of the Cold War”, World Politics, 48 (1). Baldwin, David A. (1997), “The Concept of Security”, Review of International Relations, 23 (1). Biermann, Rafael (2008), “Towards a Theory of Inter-organizational Networking”, International Organizations, 3 (2). Booth, Ken (1991), “Security and Emancipation”, Review of International Studies, 17 (4). Bozkurt, Ömer, Turgay Ergun ve Seriye Sezen (2008), Kamu Yönetimi Sözlüğü, Ankara: TODAĐE. Buzan, Barry (1991), People, States and Fear: An Agenda for International Security Studies in the Post-Cold War Era, Boulder, CO: Lynne Rienner. Buzan, Barry ve Richard Little (2000), International Systems in World History: Remaking the Study of International Relations, Oxford: Oxford University Press. “Charter for European Security”, (http://www.osce.org/docs/english/19901999/summits/istachart99e.htm, 3.2.2010). “Cimic Reconstruction”, NATO Review, 49 (1), 2001. Cooley, Alexander ve James Ron (2001), “The NGO Scramble: Organizational Insecurity and the Political Economy of Transnational Action”, International Security, 27 (1). Cooper, Robert (2005), Ulus Devletin Çöküşü: 21. Yüzyılda Düzen ve Kaos, Berrin Karahan (çev.), Đstanbul, Güncel Yayıncılık. Czempiel, Ernst-Otto (1992), “Governance and Democratization”, James N. Rosenau ve Ernst-Otto Czempiel (der.), Governance without Government: Order and Change in World Politics, Cambridge: Cambridge University Press. Dedeoğlu, Beril (2003), Uluslararası Güvenlik ve Strateji, Đstanbul: Derin Yayınları. Finnemore, Martha (1996), “Constructing Norms of Humanitarian Intervention”, Peter J. Katzenstein (ed.), The Culture of National Security, New York: Columbia University Press. Goldstein, Judith ve Robert Keohane (der.) (1993), Ideas and Foreign Policy: Beliefs,Institutions and Political Change, London: Cornell University Press. 57 Howorth, Jolyon ve Anand Menon (1997), The European Union and National Defence Policy, London: Routledge. Huntington, Samuel P. (1993), “The Clash of Civilizations”, Foreign Affairs, 72 (3). Hurd, Ian (1999), “Legitimacy and Authority in International Politics”, International Organization, 53 (2). Jessop, Bob (1999), “The Changing Governance of Welfare: Recent Trends in its Primary Functions, Scale and Modes of Coordination”, Social Policy and Administration, 33 (4). Karadeli, Cem (2003), “1989 Sonrası Dünya Düzeni”, Cem Karadeli (der.), Soğuk Savaş Sonrasında Avrupa ve Türkiye, Ankara: Ayraç Yayınevi. Keohane, Robert O. (1989), “Neoliberal Institutionalism: A Perspective on World Politics”, Robert O. Keohane (der.) International Institutions and State Power, Essays in International Relations Theory, London: Westview Press. Keohane, Robert O. (2001), “Governance in a Partially World”, American Political Science Review, 95 (1). Keohane, Robert O. ve Joseph S. Nye (2001), Power and Interdependence, New York: Longman. Keohane, Robert O. ve Lisa M. Martin (1995), “The Promise of Institutionalist Theory”, International Security, 20 (1). Kirchner, Emil .J. (2007) “Regional and global security: changing threats and institutional responses”, Emil J. Kirchner ve James Sperling (eds.), Global Security Governance, London: Routledge. Kolodziej, Edward A. (1992), “What is Security and Security Studies?”, Arms Control, 13 (1). Kolodziej,, Edward A. (2000), “Security Studies for the Next Millennium: Qua Vadis?”, Stuart Croft ve Terry Terriff (eds.), Critical Reflections on Security and Change, London: Routledge. Krahmann, Elke (2003), “Conceptualizing Security Governance”, Cooperation and Conflict, 38 (1). Krahmann, Elke (2005), “From State to Non-State Actors: The Emergence of SecurityGovernance”, Elke Krahmann (der.), New Threats and New Actors in International Security, New York: Palgrave Macmillan. Krahmann, Elke (2008), “Security: Collective Good or Commodity?”, European Journal of International Relations, 14 (3). Majone, Giandomenico (1997), “From the Positive to the Regulatory State: Causes and Consequences of Changes in the Mode of Governance”, Journal of Public Policy, 17 (2). 58 Mearsheimer, John J. (1994-1995), “The False Promise of International Institutions”, International Security, 19 (3). Murphy, Craig N. ve WEISS, Thomas G. Weiss (2000), “International Peace and Security at a Multilateral Moment: What We Seem to Know, What We Don’t, and Why”, Stuart Croft ve Terry Terriff (der.), Critical Reflections on Security and Change, London: Routledge. Niblett, Roger ve William Wallace (2001), Rethinking European Order: West European Responses, Basingstoke: Palgrave. Peters, B. Guy (1998), “Globalisation, Institutions and Governance”, European University Institute, Jean Monnet Chair Paper, RSC no. 98/51. Pierre, Jon (2000), “Introduction: Understanding Governance”, Jon Pierre (ed.) Debating Governance: Authority, Steering and Democracy, Oxford: Oxford University Press. Powell, Robert (1993), “Absolute and Relative Gains in International Relations”, David A. Baldwin (der.), Neorealism and Neoliberalism: The Contemporary Debate, New York: Columbia University Press. Rhodes, R.A.W. (1999), “Foreword: Governance and Networks”, Gary Stoker (der.), The New Management of British Local Governance, Basingstoke, Macmillan. Risse-Kappen, Thomas (1996), “Identity in a Democratic Security Community: The Case of NATO”, Peter Katzenstein (der.) The Culture of National Security, New York: Columbia University Press. Rosamond, Ben (1999), Globalization and Multi Level Governance in Europe, working paper R99/2, European Union Center in Georgia. Rosenau, James N. (1990), Turbulence in World Politics: A Theory of Change and Continuity, New Jersey: Princeton University Press. Rosenau, James N. (1992), “Governance, Order and Change in World Politics”, James Rosenau ve Ernst-Otto Czempiel (der.), Governance without Government: Order and Change in World Politics, Cambridge, Cambridge University Press. Rosenau, James N. (1997), Along the Domestic-Foreign Frontier: Exploring Governance in a Turbulent World, Cambridge: Cambridge University Press. Rosenau, James N. (2000), “Change, Complexity, and Governance in Globalizing Space”, Jon Pierre (der.), Debating Governance: Authority, Steering and Democracy, Oxford: Oxford University Press. Presidency Conclusions (1999), Annex-IV Presidency Progress Report to the Helsinki European Council on Strengthening the Common European Policy on Security and Defence, 10 and 11 December 1999. 59 Presidency Report on the European Security and Defence Policy (2000), Annex VI to Presidency Conclusions, Nice European Council, (http://ue.eu.int/Newsroom/LoadDoc.asp?BID=64245&LANG=1, 2.2.2010). Sheperd, Alistair J. K. (2000), “Top-Down or Bottom-Up: Is Security and Defence Policy in the EU a Question of Political Will or Military Capability?”, European Security, 9 (2). Singer, Peter W. (2004), “Warriors for Hire in Iraq”, Brookings Institution, (http://www.brook.edu/views/articles/fellows/singer20040415.htm, 30.1.2010). Solana, Javier (1999), “A Defining Moment for NATO: The Washington Summit Decisions and the Kosovo Crisis”, NATO Review, 47(2). Strange, Susan (1988), States and Markets, London: Pinter. “The Alliance’s Strategic Concept” (1999), NATO Review, 47 (2). Weaver, Ole (1993), “Societal Security: The Concept”, Ole Weaver, Barry Buzan, Morten Kalstrup ve Pierre Lemaitre (der.), Identity, Migration and the New Security Agenda in Europe, London: Pinter. Webber, Mark (2002), “Security governance and the excluded states of postcommunist Europe”, Derek Averre and Andrew Cottey (der.), New Security Challenges in Postcommunist Europe, Manchester: Manchester University Press. Weldes, Jutta, Mark Leffey, Hugh Gusterson ve Raymond Duvall (1999), “Introduction”, Jutta Weldes, Mark Leffey, Hugh Gusterson and Raymond Duvall (der.), Cultures of Insecurity: States,Communities and the Production of Danger, Minneapolis: University of Minnesota Press. Yalçınkaya, Haldun (2006), “Özel Askeri Sektörün Oluşumu ve Savaşların Özelleşmesi”, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, 61 (3). Young, Oran R. (1994), International Governance: Protecting the Environment in a Stateless Society, Ithaca, NY: Cornell University Press. Yüksel, Mehmet (2000), “Yönetişim Kavramı Üzerine”, Ankara Barosu Dergisi, 58 (3). Zabcı, Filiz Çulha (2004), “Yeni Savaşların Gizli Yüzü: Özel Askeri Şirketler”, Mülkiye, XXVIII (243). 60