Makroekonomik İstikrar ve KOBİ`ler

advertisement
Makroekonomik İstikrar ve KOBİ'ler
Yrd. Doç. Dr. Ahmet ZENGİN
Zonguldak Karaelmas Üniversitesi
Çaycuma İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi
İktisat Bölümü Öğretim Üyesi
azengin67@hotmail.com
1. Giriş
İmalat sanayiinde faaliyet gösteren işletmelerin %95'ini oluşturan
KOBİ'ler aynı zamanda bu alandaki istihdamın ve yaratılan katma değerin
sırasıyla %61,1 ve %27,3'üne sahip olmakla, Türkiye'nin sosyal ve
ekonomik dokusunda önemli bir yere sahiptirler(Kobinet, 2001).
Ulusal ekonominin önemli bir bölümüne sahip olan KOBİ'lerin karşılaştıkları
sorunlar; kendi örgüt yapıları, işleyişleri ve davranışlarından kaynaklanan M ikro
Sorunlar, ve iktisadi ve sosyal hayatın genel yapısı, işleyişi, ve davranışlarından
kaynaklanan Makro Sorunlar
şeklinde genel
olarak ikiye ayrılabilir. KOBİ
performanslarının istenilen düzeye çıkarılabilmesi, sadece kendi işletme düzeyindeki
mikro sorunların
çözümünü değil, aynı zamanda genel ekonomik istikrarın
sağlanmasını da gerekli kılar.
makroekonomi içinde
Genel ekonomik istikrar sağlanmadan, sorunlu bir
sorunsuz işletmelerin geliştirilmesi
pek
mümkün
görünmemektedir. Burada, sağlıklı bir makroekonomi yaratma, başarılı bir KOBİ
politikasının ön koşulu olarak görünmektedir.
KOBİ'ler, ekonominin genel performansında önemli belirleyici rollere sahip
oldukları gibi, aynı zamanda genel ekonomik durumdan beslenen oluşumlardır. Genel
yapıdaki bir olumsuzluk, genel yapıyı oluşturan ana parçaları da olumsuz yönde
etkileyecektir. Bu bakımdan KOBİ'lere yönelik mikro politikalara geçmeden önce,
veya bu politikalarla birlikte makroekonomik sorunların çözümü önem taşımaktadır.
1
Bu çalışmada, KOBİ'lerin kendi içsel sorunlarından çok, içinde faaliyet
gösterdikleri ekonominin genel gidişinin KOBİ'ler üzerindeki etkileri analiz edilmeye
çalışılacaktır. diğer bir ifade ile, KOBİ'lerin sağlıklı bir şekilde yaşayabileceği istikrarlı
bir makroekonominin oluşturulması ve ardından KOBİ'lerle ilgili
mikro sorunların
çözümüne geçilmesi, çalışmanın ana vurgusunu oluşturacaktır.
Gelişmekte olan ülkelerde ve Türkiye'de, düşük olan gelir seviyesinde
tasarruf eğiliminin belirlediği yurt içi tasarruflar ve dış alemle olan alış- verişler sonucu
elde edilen döviz gelirleri, hedeflenen kalkınma düzeyinin gerçekleştirilebilmesi için
gerekli yurt içi yatırımları ve döviz harcamalarını tam olarak finanse edememektedir.
Bu tür ülkelerde
gelirlerinden
önceliği olan kalkınma politikaları, iç tasarruflardan ve döviz
daha büyük oranda yatırım ve
döviz giderleri
yapılmasını
gerektirmektedir. Ekonomik kalkınma sürecinde önemli iç ve dış darboğazlar oluşturan
tasarruf ve döviz yetersizlikleri, gelişmekte olan ülkeleri ve dolayısıyla Türkiye'yi
kalkınmanın gerektirdiği “sermaye teçhizatının
yetersizliği” şeklinde yapısal bir
sorunla karşı kaşıya bırakmaktadır. Mevcut sermaye işgücünün tümüne iş verecek
kadar fazla olmadığından gelişmekte olan ülkelerdeki üretim fonksiyonu (üretim
düzeyi) tam istihdam üretim ve gelir fonksiyonu değil, sadece kıt olan sermayenin tam
kapasitede kullanılması sonucu elde edilen eksik istihdam üretim ve gelir fonksiyonu
olmaktadır. Böylece tam istihdam üretim ve gelir seviyesine ulaşmadan faktör
oransızlığı yüzünden (sermaye yetersizliği) ekonomi enflasyonist bir ortama girmekte
ve hem enflasyonu hem de işsizliği aynı anda yaşamaktadır. Böylece sermaye
yetersizliği sorunu Türkiye'de temel makroekonomik istikrarsızlık unsuru olmaktadır.
Türkiye, tam istihdam üretim ve gelir seviyesine ulaşabilmesi için ihtiyaç
duyduğu sermayeyi yurt dışından sağlayabilir mi?
Konvertibl bir ödeme aracı
olmadığından, Türk lirası kullanarak ihtiyaç duyulan sermaye teçhizatı ithal edilemez.
Bu nedenle konvertibl dövizlere ihtiyaç bulunmaktadır. Bu ihtiyacı giderecek değişik
alternatiflere bakıldığında; (1) Türkiye'de ödemeler bilançosu cari işlemler hesabı
tatmin edici bir fazla vermemektedir. (2)
Doğrudan yabancı yatırımlar da tüm
uğraşlara rağmen ihtiyacın çok altında kalmaktadır. Yabancı sermaye girişi; hibe,
borçlanma veya doğrudan yapılan yatırımlar şeklinde olabilir. Hibenin politik, dış
2
borçlarında ekonomik sonuçları bu tür sermaye transferlerini
doğrudan yapılan
yatırımlara göre daha az çekici yapmaktadır (Yılmaz, 1991, 475) . (3) Ülkenin
kredibilitesi (borcunu ödeme güvenliği)
bulunamamaktadır.
düşük olduğu için
kolayca dış borç
Bu açıklamalardan da anlaşılacağı üzere, sermaye teçhizatı
yetersizliği sorunu şimdilik giderilememekte ve Türkiye ekonomisinde yapısal bir
sorun olarak kalmaktadır.
2. Türkiye'de KOBİ'lerin Yeri, Önemi ve Sorunları
KOBİ'ler, Türkiye'de imalat sanayiinde faaliyet gösteren işletmelerin %95'i, bu
alanda yaratılan istihdamın %61.1'i ve yine bu alanda yaratılan katma değerin
%27.3'üne sahip olmakla ülkenin hem sosyal hem de ekonomik yapısında çok önemli
bir yer işgal etmektedirler.
Bir ekonomi, değişik büyüklüklerde ve değişik alanlarda, değişik iriliklerde
faaliyet gösteren, mal ve hizmet üreten türlü işletmelerden oluşmaktadır. Ekonominin
gelişmesi de, içinde faaliyet gösteren işletmelerin büyümeleri, sayılarının artması ve
başarılı olmaları ile gerçekleşir. Ekonominin sağlığı ve gücü, hücreler grubu olarak onu
oluşturan işletmelerin sağlıkları ve güçleri ile ölçülür (Alpugan, 1990, s.50).
İşletmeler dinamik bir çevrede çalışmalarını sürdürürler. Sürekli gelişen ve
değişme gösteren bu çevreden belirli girdiler( üretim öğeleri) alan işletmeler, bunları bir
değişim sürecinden (üretim) geçirdikten sonra çıktı (mal veya hizmet) olarak yine
çevreye verirler.
Çalışmaların sürdürüldüğü çevredeki değişik öğeler işletmelerin
faaliyetlerini etkiler. İşletmelerin çalışmalarında etkili olan çevre öğeleri beş grup
altında toplanabilir.
i.
Ekonomik çevre
ii.
Sosyal çevre
iii.
Teknolojik çevre
iv.
Hukuksal ve siyasal çevre
v.
Uluslararası çevre
İşletme ile çevresindeki öğeler arasındaki ilişkiler iki yönlüdür. İşletmelerin
3
çalışmaları bu öğelerden geniş ölçüde etkilenir. Bunun yanı sıra, işletmeler de tutum ve
davranışları ile ekonomik politikaları etkileyebilirler,
toplumsal
davranışları
biçimlendirebilirler. Yeni teknolojiler geliştirebilirler ve siyasal kararların alınmasında
etkili olabilirler. Bununla beraber, bir çok işletmenin, özellikle küçük işletmelerin,
bireysel olarak çevresel öğeleri etkilemeleri pek olası değildir. Bu nedenle, onlar
çoğunlukla çevresel öğeleri etkilemek yerine mevcut koşullara uyum sağlamaya
çalışırlar(Alpugan, 1990,s.52).
Küçük
işletmeleri
tanımlamada
ve
belirlemede
kullanılan
ölçütler,
toplumların ekonomik ve sosyal yapılarına bağımlı olarak değişiklikler göstermekle
birlikte, genelde küçük işletmeler kendilerine özgü üç ortak niteliğe sahiptirler. Bu tür
işletmelerde bağımsız olmak, girişimcilik güdüsü ve kişisel ilişkiler önemli bir rol
oynamaktadır.
Küçük işletmeler değişik yönlerden ekonomik sisteme
önemli katkılarda
bulunurlar. Bu katkıların başlıcaları şunlardır(Alpugan, 1990, s.64).
-
Küçük
işletmeler
gelir
yelpazesinin
içinde
denge
öğesinin
kuvvetini
sağlamaktadırlar. Bu denge yalnız sosyal yönden değil, aynı zamanda ekonomik
açıdan da önem taşımaktadır.
-
Küçük işletmeler yeni fikirlerin ve buluşların kaynağı olup, endüstride gereken
esnekliğin sağlanmasına katkıda bulunurlar.
-
Çabuk karar verme olanaklarına sahip oldukları gibi, daha az yönetim ve işletme
giderleri ile çalıştırıldıklarından bu konuda çabuk ve ucuz üretim işlevinde
bulunurlar.
-
Küçük işletmeler, kişisel inisiyatiflerin ortaya çıkmasında büyük rol oynadıkları
gibi, istihdam ve eğitimde de büyük paya sahiptirler. Bir çok kalifiye eleman
teknik eğitimlerini önce bu kuruluşlarda yapar.
-
Üretim ve sanayileşmeyi ülke düzeyine yaymada bu tür işletmeler araç olarak
kullanılabilirler.
-
Uzun dönemli olarak bakıldığında büyük endüstri işletmelerine girdi ve ara malı
üretirler.
-
4
Küçük işletmeler, sosyal ve politik bakımda kullanılmayan işgücü, hammadde,
finansman kaynaklarının daha küçük yatırımlarla işletilmesi olanaklarını
sağlayarak yaşam düzeyinin yükseltilmesinde de etkili olurlar.
-
Küçük birikimlerle aile birikimlerinin doğrudan yatırımlara yansıtılmasında küçük
işletmeler yararlı işlevleri yerine getirirler.
-
Bu tür işletmelerde işçi – işveren ilişkilerinin daha yakın ve olumlu bir ortam
içinde geliştiği gözlemlenmektedir. Bu durum, bu kesimdeki sosyal patlamaların
ortaya çıkmasını önleyici niteliktedir.
-
Savaş ekonomisinde büyük endüstrilerin zedelenmesi durumunda, küçük
işletmeler yararlı bir işlevi yerine getirirler. Bu tür işletmeler küçük çapta da olsa,
üretime devam ederek belirli bir gereksinmeyi karşılayabilirler.
Esnek yapılarıyla küresel rekabette ülkemizin önünü açacak önemli bir faktör
konumunda olan KOBİ'lerin en büyük sorunu ekonomik istikrarsızlıktır. Bunu yüksek
faizler ve vergiler izlemektedir (Alkin, 2001, s.X). Erkan ve Eleren'e göre finansal
kaynaklarının yetersizliği ve yönetimin profesyonelleşmemiş olması KOBİ'lerin diğer
sorunlarına da sebep teşkil etmekte, çevredeki değişimleri algılamalarını ve yeni
stratejiler geliştirmelerini engellemektedir (Erkan ve Eleren, 2001, s. 203).
Türkiye'de son
on yıl içerisinde oluşan ekonomik krizlerin genel
dinamiklerinin incelenmesinden sonra ortaya çıkan bulgu, reel sektörün dış ticaret
kanalları, reel döviz kurları, reel faiz oranları ve kısılan iç talep aracılığıyla krizlerden
etkilendiğidir. Hızlı bir şekilde büyüyen iç borçlanma ihtiyacını karşılamak amacıyla ,
1992 – 1999 yılları arasında % 32 gibi çok yüksek reel faizle iç borçlanmaya gidilmesi,
ülkenin finansman kaynaklarının
borç faizinin ödemek için
borçlanılan devlete
aktarılması ve KOBİ'lerin finansman ihtiyacının daha da şiddetlenmesi ile
sonuçlanmıştır. Ekonomik krizler dolayısıyla, kısılan iç talep rekabetin, ve büyük
iletmelerin KOBİ'ler üzerindeki baskısının artmasına neden olmuştur. Reel döviz
kurunun aşırı pahalanması sonucu ise, büyük işletmelerden daha sert kar marjı
esnekliğine sahip
olan KOBİ'lerin ihracat pazarlarındaki rekabet gücü aşırı
zayıflamıştır.
Kamu kesimi ile ilgili reformların yeterince yapılamamış olması, yapısal
sorunların artması, finansal piyasaların serbestleştirilmesi ve ekonomik aktivitelerin
5
daha hassas ve kırılgan bir yapıya bürünmesi sonucu 1994 nisan krizi yaşanmıştır. Bu
kriz
5 nisan kararlarıyla atlatılmaya çalışıldıysa da, sonraki yıllardaki muhtemel
krizlere karşı ekonominin bağışıklığını yok etmiştir. Türkiye ekonomisi 1997 yılında
daha 1994 krizinin olumsuz sonuçlarını atlatmadan, gelişmekte olan ülkeleri ciddi
biçimde etkileyen şoklardan birisi olan Asya krizinin etkileri ile karşı karşıya kaldı.
Ekonomi literatürü Asya krizinin geniş bir alana yayılmasının temel sebebini dış
ticaret kanalları ve yabancı
sermayenin
ürkekliği dolayısı ile oluşan etkileşime
bağlamaktadır. Asya krizi Türkiye ekonomisinde ihracata yönelik imalat sektörlerinin
kar marjlarının önemli ölçüde düşmesine neden olmuştur. Krizin ardından reel döviz
kurlarında ciddi devalüasyonlara gitmeleri Asya ülkelerinin ihracat pazarlarındaki
rekabet gücünü artırmış ve Türkiye'nin aynı pazardaki rekabet gücünü azaltmıştır.
Müslümov, imalat sektöründeki KOBİ'lerin ve büyük işletmelerin 19922000 yılları arasındaki mali oranlarının seyrini analiz ederek imalat sektöründeki
KOBİ'lerin ve büyük işletmelerin Türkiye'de son 10 yıl içerisinde oluşan ekonomik
krizlerden nasıl etkilendiklerini ortaya koyan bir araştırma yapmıştır.
İMKB'de faaliyet gösteren,
Bu amaçla,
imalat sektörüne ait 32'si KOBİ olmak üzere 179
işletmeye ait 1992 – 2000 mali tablo verilerini analiz etmiştir.
İlgili çalışmanın
bulgularına göre; imalat sektörü işletmelerinin finansal değişkenlerinin
analizi,
Türkiye'de imalat sektörünün son sekiz yılda üç ekonomik krizden kuvvetli biçimde
etkilendiğini ortaya koymaktadır. İMKB'de ve imalat sektöründe faaliyet gösteren
büyük işletmelerin toplam aktif karlılığı 1994 yılında %34'den 2000 yılında %14'e
kadar inmiştir. İMKB'de halka açık KOBİ'lerin toplam aktif karlılık oranı ise, 1993
yılında %38'den 2000 yılında %11'e kadar gerilemiştir. KOBİ'ler üç krizin sonunda
imalat
sektöründeki büyük ölçekli işletmelerden daha yüksek karlılık düşüşü
göstermiştir. Devlet iç borçlanma reel faiz oranı ise, 1997 yılı dışında, 1994- 2000
yılları arasında imalat sektörü toplam aktif karlılığının üzerinde olmuştur. İmalat
sektöründeki büyük ve küçük ölçekli işletmelerin toplam aktif karlılığındaki düşüşün
en önemli nedeni düşen kar marjlarıdır.
Bu düşüşten en fazla nasibini KOBİ'ler
almıştır. 1994-2000 yılları arasında KOBİ'ler ve imalat sektöründeki büyük
işletmelerin toplam varlık devir hızında da ciddi düşüş gözlemlenmiştir(Müslümov,
6
2001,s.281).
Türkiye'deki ekonomik krizler büyük ve küçük ölçekli işletmelerin getirisini
azaltmanın yanı sıra, bu işletmelerin riskini aşırı yükseltmiştir.
Ekonomik kriz
yıllarında KOBİ'ler ve büyük ölçekli işletmelerin finansal kaldıraç oranı ve toplam
borç içerisinde kısa vadeli borçların payı ciddi artış göstermiştir. Bu artış özellikle,
KOBİ'lerde daha fazla belirgindir. Kısa vadeli yükümlülükleri karşılama potansiyeli
olan cari oran, kriz yıllarında imalat sektöründe faaliyet gösteren büyük ve küçük
ölçekli işletmelerde önemli düşüş göstermiştir(Müslümov, 2001, s.282).
KOBİ'lerin rekabet güçlerine etki eden faktörler; Ekonomik ve Siyasal
durum, rakip işletmeler, Yönetim, Sermaye, finansal kaynaklar, Pazar, üretim, girdi
kaynakları şeklinde özetlenebilir(Erkan ve Eleren, 2001, s.206) . Bu faktörlerde
meydana gelecek pozitif değişimler otomatik olarak KOBİ'lerin rekabet gücünü de
etkileyecektir. İfade edilen bu pozitif değişimi meydana getirmek makroekonomik
istikrar ile yakından ilgilidir. Bu anlamda ülkede istikrarı sağlayıcı unsurları yeniden
tespit etme ve bu unsurlar üzerine odaklanma gereği vardır.
3. Türkiye'de Üretim Fonksiyonu ve Milli Gelirin Denge Seviyesi
Bu
kısımda,
gelişmekte
olan
ülkelerdeki
ve Türkiye'deki
makroekonomik istikrarsızlığın temel nedeni olarak görülen sermaye yetersizliği
sorunu, ve bunun sonucu ortaya çıkan eksik istihdam (faktör oransızlığı) üretim ve
gelir seviyesi, gelişmiş ülkelerin durumu ile kısaca karşılaştırılarak basit keynesyen
yaklaşımla modellenecektir. Sermaye yetersizliği sorunu yaşayan gelişmekte olan
ülkeler ile böyle bir sorunu bulunmayan (veya bulunduğu halde bu sorunu aşan)
gelişmiş ülkelerin üretim fonksiyonları arasında önemli yapısal farklar bulunmaktadır.
Üretim fonksiyon, belirli bir dönemde belirli bir malın üretimine katılan
üretim faktörleriyle(N,K), elde edilen üretim miktarları (Y) arasındaki fiziki ilişkileri
ifade eder. Belirli bir malın üretimine katılan üretim faktörlerinin birbirlerine oranına
“faktörler arası bileşim oranı” y da “üretim teknik katsayısı” denilmektedir (Dinler,
1994, s. 112-113). Faktörlerin bileşim oranı ya da üretim teknik katsayısı üretim
7
yapabilmek için belirli bir işgücü ile sermaye bileşiminin kullanılmasının gerekli
olduğunu ortaya koymaktadır. Gelişmiş ülkelerde işgücü ve sermaye yeterli
miktarlarda bulunduğu için, bu ülkeler işgücünü tam istihdam seviyesinde
(YFE),
sermayeyi de tam kapasitede (KFC) kullanarak kolayca tam istihdam üretim ve gelir
seviyesine (YFE) ulaşabilmektedirler. Buna karşılık gelişmekte olan ülkelerin işgücü
yeteli olmakla birlikte sermayeleri kıt olduğu için, bu ülkeler sermayelerini tam
kapasitede (KFC) kullandıklarında bile, bu sermayenin bütün işgücünün istihdamına
yetmemesinden dolayı, işgücü eksik istihdam seviyesinde kullanılmakta ve buradan
tam istihdam üretim ve gelir seviyesine (YFE) değil ancak, faktör oransızlığı üretim
ve gelir seviyesinde (YUF)
üretim yapabilmektedirler. Bu nedenle gelişmekte olan
ülkelerde ve Türkiye'de üretim fonksiyonu, tam istihdam üretim ve gelir fonksiyonu
değildir.
Gelişmiş ülkelerin üretim fonksiyonu; YFE = f( NFE, KFC ) şeklindedir.
Burada; YFE: Tam istihdam milli gelir seviyesi,
NFE: İşgücünün tam istihdam
seviyesi, KFC: sermayenin tam kapasite kullanım seviyesidir.
ABD, Almanya ve
Japonya gibi gelişmiş ülkelerde, normal şartlar altında sadece doğal işsizlik bulunduğu
için işgücünün tam istihdam seviyesinde (NFE) ve sermayenin de tam kapasitede
(KFC)kullanıldığı varsayılabilir.
Gelişmiş ülkelerin tam istihdam milli gelir denge seviyelerini
basit
Keynesyen Model çerçevesinde geometrik olarak aşağıdaki şekilde göstermek
mümkündür. Toplam talep fonksiyonu (AD); tüketim harcamaları (C0), transfer
ödemeleri (cTR0), Yatırım harcamaları (I0), Kamu harcamaları (G0), İhracat (E0), ithalat
(M 0) şeklindeki otonom(gelire bağlı olmayan) değişkenler ile marjinal tüketim eğilimi
(m), vergi oranı (t), marjinal ithalat eğilimi (m) şeklindeki gelire bağlı eğim değişkenleri
toplamından oluşur. Y toplam arz doğrusudur.
toplam talep belirler (Dornbusch, 1994, s.58) .
Bu modelde, denge çıktı düzeyini
Burada,
YFE doğrusunun sol
tarafındaki alan reel alan olup burada fiyatlar genel seviyesi istikrarlıdır. YFE
doğrusunun sağ tarafındaki alan ise nominal alan olup burada enflasyon ortaya
çıkmaktadır.
nominaldir.
8
YFE dorusunun solunda üretim ve gelir değerleri reel iken, sağında
Gelişmiş ülkelerin tam istihdam milli gelir denge seviyesinde (YFE) dengede
olduğu; işgücünü tam istihdam seviyesinde
(YFE), sermayesini de tam kapasitede
(KFC = YFE) kullandıkları için ulaşılabilecek maksimum reel üretim ve gelir seviyesine
sahip oldukları; işsizlik oranlarını doğal işsizlik seviyesinde (%1-6), sermaye kapasite
kullanım oranının (%100) civarında olduğu ve fiyatlar genel seviyesinin istikrarlı olup
enflasyon oranının %5'in altında bulunduğu söylenebilir..
Gelişmekte olan ülkelerin üretim fonksiyonu ise; YUF = f(NE, KFC)
şeklindedir.
Burada; YUE: Faktör oransızlığı milli gelir seviyesi,
NE :
İşgücünün eksik istihdam seviyesi, KFC : sermayenin tam kapasite kullanım
seviyesidir. Türkiye'de sermayenin yetersiz olması işgücünün tam istihdam
seviyesinde çalışmasını engellemektedir. Sermaye yetersiz olduğu için yeni fabrikalar
kurulamamakta
ve
işsizliği
ortadan
kaldıracak
büyüklükte
ek
istihdam
yaratılamamaktadır. Bu nedenle Türkiye'deki işsizliğin temel sebeplerinden biri olarak
sermaye yetersizliği ileri sürülebilir (Boçutoğlu, 2001, s.255).
ABD gibi gelişmiş ülkelerde hem sermayenin tam kapasitede kullanılması
hem de işgücünün tam istihdamı sağlandığı için, ekonomi ulaşabileceği maksimum reel
9
üretim ve gelir seviyesini (YFE)
yakalamıştır. Buna karşılık Türkiye kıt üretim
faktörü olan sermayesini ortalama olarak tam kapasitede kullandığı halde işgücünün
tam istihdamını sağlayamadığı için, faktör oransızlığı milli gelir seviyesine [(YUF),YUF
< YFE)] ulaşabilmektedir. Ekonomide işsizlik mevcut olduğu için, ülkeye sokulacak
her yeni sermaye teçhizatı, istihdamı, üretimi ve geliri reel olarak
artırma
potansiyeline sahiptir.
Türkiye ekonomisinde, keynesyen modele göre, hem işsizliği hem de
enflasyonu bir arada gösteren milli gelir denge seviyesi şekil 3'de verilmiştir.
Ekonomide kaçınılmaz olarak OYUF- OYFE aralığı kadar işsizlik bulunmaktadır. YUF
doğrusunun sol tarafı reel alan olup burada fiyatlar genel seviyesi istikrarlıdır, yani
enflasyon yoktur. YUF doğrusunun sağı ise nominal alandır. Burada enflasyon vardır.
YUFnin solunda üretim ve gelir reel iken sağında nominaldir.
Türkiye ekonomisi nominal alanda Y1 milli gelir seviyesinde dengededir.
Ekonomide OY1 kadar nominal üretim ve gelir elde edilmekte olup bunun OYUFkadarı
reel üretim ve gelirden oluşmaktadır. Yani üretim ve gelirde YUFY1 kadar bir nominal
şişkinlik mevcuttur. Bu nominal şişkinliğin sebebi,
toplam talebin tam istihdam
toplam talep seviyesinden fazla olması, yani şekilde BK aralığı ile gösterilen
10
enflasyonist açıktır. Toplam talebin, Türkiye ekonomisi için gerekli olan tam istihdam
toplam talep seviyesinden BK aralığı kadar fazla olması, fiyatlar genel seviyesinin
sürekli olarak yükselmesine, bir başka ifade ile enflasyona yol açmaktadır. Sermaye
mevcudu
OYUF,
kullanılmakta,
işgücü mevcudu
OYFE
kadar olup, sermayenin tamamı
işgücünün ise, sermayenin imkan verdiği OYUF kadarı istihdam
edilmektedir. Böylece YUF - YFE kadar işgücü işsiz kalmakta ve aynı anda işsizlik ve
enflasyon bir arada bulunmaktadır
4. Sorunlar ve Uygulanabilir Politikalar
Türkiye, özellikle son yıllarda ard arda
büyük finansal krizlerle karşı
karşıya kalmakta ve bu krizler reel sektörde ve bu kapsamda KOBİ'lerde derin yaralar
açmaktadır. 1980'lerden sonra başlayan ihracata dayalı sanayileşme stratejinin yeterli
ölçüde geliştirilememesi ithalatta genişlemeye yol açmış ve bu nedenle dış borçlar
önemli boyutlara ulaşmıştır. Bunun sonucunda reel kaynaklara dayanmayan bir refah
artışı ve dövize aşırı derecede duyarlı bir parasal ekonomi doğmuştur. Bu gelişme
Türkiye ekonomisini kalkınma ve üretimden hızlı bir şekilde koparıp, spekülatif bir
rant ekonomisine yöneltmiştir (Ekin, 1994, s.124). Bunun sonucu, yurt içi tasarruflar
da etkin bir şekilde para ve sermaye piyasalarına oradan da yatırımlara kanalize
edilememiştir. Hatta dış kaynak girişinin de dış borçlanma (portföy) şeklinde olması
ve bu borçların verimli alanlarda kullanılmayıp cari açıkların finansmanında
kullanılması ekonominin üzerindeki finansal baskıyı giderek artırmıştır. Cari işlemler
açığının ve borç geri ödemelerinin giderek büyümesi, Türkiye'nin dış piyasalardaki
borçlanma faizi üzerindeki risk primini de yükseltmiştir. Kalkınma sürecinde ortaya
çıkan bu finansman sorunlarının sağlam kaynaklarla çözülememesi ülke ekonomisini
devamlı bir şekilde krizlerle ve kriz beklentileriyle karşı karşıya bırakmıştır. Ülkenin,
son yıllarda içinde bulunduğu bu kriz sarmalında kurtulabilmesi için, acilen bünyesine
uygun sağlam iktisat politikalarına ihtiyacı vardır.
Finansal kriz sonrasında uygulanacak politikalar konusunda
birbirinden farklı kabaca iki yaklaşım vardır(Uygur, 2001, s.10). Geleneksel
Yaklaşıma göre; dış dengeyi sağlamak, döviz çıkışlarını durdurmak ve döviz
11
kurunda büyük sıçramaları engellemek için sıkı para politikası, yüksek faiz
ve sıkı maliye politikası gereklidir. IMF ve bu yaklaşımdakiler, bu tür daraltıcı
politikaların
iç talepte gerileme ve ekonomide küçülme yaratabileceğini
kabul etmektedir. Hatta bu yaklaşıma göre, krizde dış açık yüksekse ve döviz
çıkışı çok olmuşsa daraltıcı politikaların dozu artırılabilir. Eğer ülkeye dış
kaynak girişi olmuyorsa, yani çıkan dövizin en azından bir bölümü bir
şekilde geri gelmiyorsa, veya ülkenin yeterince yüksek döviz rezervi yoksa,
IMF'ye göre dış dengeyi sağlamak için iç talebi daha fazla kısmaktan başka
çare yoktur.
Eğer böyle bir ülkede daraltıcı politikalar uygulanmazsa, dış
dengeyi sağlamak için bütün yük döviz kurunun üzerine düşecek ve kurun
çok hızlı artması gerekecektir.
Ancak bu durumda bir devalüasyon –
enflasyon sarmalına girme riski yüksektir.
IMF'nin Asya krizinde izlediği yaklaşım daraltıcı politikalarla iç talebi
kısma yaklaşımıdır. Ancak Asya krizi sırasında, özellikle Endonezya, Kore
ve Tayland'da
karşılık
sıkı para ve maliye politikalarına
ve önemli faiz artışına
döviz kurunda da artışların olabildiği gözlendi. Benzer durumun
IMF destekli sıkı para - yüksek faiz politikasını ön gören programların
uygulandığı başka bazı ülkelerde de görülmesi, faiz ile kur artışı arasında
ters bir ilişki olduğunu söyleyen IMF yaklaşımıyla bağdaşmıyordu.
Dolayısıyla IMF yaklaşımına yoğun eleştiriler gelmeye başladı. Bu
eleştirilerden ikinci bir kriz politikası yaklaşımı doğdu.
P. Krugman,
J. Sachs ve J. Stiglitz gibi dünya bankasına da
çalışmalar yapmış önde gelen iktisatçıların öne çıkardığı bu ikici yaklaşım,
krizle birlikte maliye ve para politikalarının gevşetilmesi, reel faizin de
düşürülmesi gerektiğini, çünkü kriz sonrasında reel ekonominin değişik
nedenlerle zaten daralma eğilimine girmiş olduğunu ifade etmektedir. Kriz
nedeniyle zaten daralma eğilimine giren bir ekonomide, bir de paranın
sıkılması ve faizin yükselmesi ekonomide krizin daha da derinleşmesine
neden olacaktır(Uygur, 2001, s.10).
Finansal krizle ilgili olarak “Finansal Hızlandıran Etkisi” ve “Bilanço
12
Etkisi”
gibi kavramlar kullanan ikinci yaklaşıma göre,
faiz artışı döviz
kurunda istikrar ağlamak bir yana, şöyle bir mekanizma ile döviz kurunun
daha da yükselmesine neden olabilmektedir.
Yükselen reel faiz, reel
ekonominin hem gerilemesine hem de gerileme beklentisine neden
olmaktadır. Bu ekonomi bu yüksek faize dayanamaz düşüncesiyle ülkenin
risk primi yükselmekte, yabancı fon girişi azalmakta, yabancı fon çıkışı da
artmaktadır. Bu durumda döviz kuru daha da yükselmekte, bir finansal
hızlandıran etkisi ile öncelikle yatırımlar çökmektedir.
Yüksek reel faizin yüksek devalüasyon getirmesi şöyle bir bilanço
etkisi ile de olabilir. Krizin getirdiği dövize saldırı, devalüasyon ve daralma
eğilimi ile şirket bilançoları zaten bozulmaya başlamıştır. Reel faiz arttıkça
hem borç maliyeti yükselecek hem ekonomi daha da daralacak böylece
bilançolar daha da bozulacaktır.
Böyle bir ekonomiye ister borçlanma
şeklinde ister doğrudan yatırım olarak dış kaynak girişi daha da azalacak ve
bu da devalüasyon oranını yükseltecektir. Böylece faiz ve kur artışı birlikte
seyretmektedir.
Türkiye'nin krizden sonra ekonomik istikrarını tekrar sağlayabilmesi
için yukarıda belirtilen iki alternatif politikadan (Geleneksel ve alternatif
yaklaşım) hangisini tercih etmesi gerektiği, çalışmanın ilgili kısmında
Keynescil nitelikte gelir belirlemesi modelinde açıkladığımız (Şekil 2)
sermaye yetersizliği sorununu giderip giderememesi ile ilgilidir.
Ekonomide tam istihdam üretim ve gelir seviyesine (YFE), yani
gelişmiş ülkelerdeki gibi mevcut işgücünün
tümüne iş verecek üretim
düzeyine ulaşılabilmesi, Şekil 2'de geometrik olarak gösterilen
YUF - YFE
büyüklüğündeki sermaye yetersizliği sorununun giderilmesi ile yakından
ilgilidir.
Sermaye yetersizliği sorununu aşılabilmesi için aşağıdaki yolların izlenmesi
uygun olabilir (Boçutoğlu, 2001, s.263).
1.
Marjinal tasarruf eğilimini yükselterek iç tasarrufları artırmak. Böylece
yatırımlara iç kaynak yaratılmış olur. Bu durumda, iç tüketimin azalması
13
nedeniyle ortaya çıkacak talep yetersizliğinin ihracatın artırılması ile
dengelenmesi.
2.
Ödemeler bilançosunun gelir kalemlerinin artırılması
3.
Ödemeler bilançosunun sermaye hareketleri kalemlerinde doğrudan yabancı
sermaye yatırımları ve portföy yatırımları yoluyla dış kaynak sağlanması.
Türkiye'de sermaye yetersizliği sorununu çözmek için, iç ve dış
sermaye kaynaklarını artırmak ve ekonomiyi dışa açmak, yani ihracata
dönük bir ekonomik yapı oluşturmak gereklidir.
Sermaye yetersizliği ortadan kaldırıldığında, Türkiye ekonomisinde faktör
oransızlığı milli gelir denge seviyesini temsil eden YUF doğrusu paralel olarak sağa
doğru kayacak (Şekil 2) ve tam istihdam milli gelir denge seviyesini temsil eden YFE
doğrusu ile çakışacaktır ve teorik olarak Türkiye ekonomisinin diğer gelişmiş
ülkelerden bir farkı kalmayacaktır. Sermaye yetersizliği sorununu çözdükten sonra
yapılacak iş, ekonomiyi tam istihdam seviyesinde tutacak iktisat politikası araçlarını
çalıştırmaktır. Bu durumda P. Krugman, J. Sachs ve J. Stiglitz gibi iktisatçıların
önerdikleri
alternatif yaklaşımın benimsenerek,
para ve maliye politikalarının
gevşetilmesi ve reel faizin de düşürülerek toplam talebin tam istihdam toplam talep
seviyesine çıkarılması uygun bir seçim olacaktır.
Sermaye yetersizliği devam ettiği sürece işsizlik oranını azaltmak mümkün
görülmemektedir. Çünkü işsizliği azaltmak için yatırım yapmak, yatırım yapmak için
de sermaye bulmak gerekmektedir. Türkiye ekonomisinde sermaye darboğazı sorunu
çözülemedikçe, işsizlik sorunu ortadan kaldırılamayacaktır. Ancak anti- enflasyonist
maliye politikası yardımıyla enflasyon tek rakamlı seviyelere indirilebilir. Bu durum
ekonomik istikrarın sağlanmasında geleneksel yaklaşımın tercih edilmesi anlamına
gelmektedir.
5. Genel Değerlendirme, Sonuç ve Öneriler
Ülkede makroekonomik
istikrarın bir türlü sağlanamaması, ekonomik
krizlerin araka arkaya gelmesi ve ekonominin bağışıklık gücünün kalmaması, her geçen
14
gün reel sektörün ve bu kapsamda da KOBİ'lerin rekabet güçlerini azaltmaktadır.
Devletin KOBİ'lerin güçlendirilmesine yönelik olarak yapacağı en önemli
katkı,
istikrarlı bir ekonomik ve politik ortam sağlamaktır.
organizasyonlar,
büyük
işletmelere
göre
tehdit
ve
fırsatlara
Çünkü bu
daha
fazla
duyarlıdırlar(Karadal, 2001, s.191) . KOBİ'lerin hayli esnek yapıları dahi, ülkede
birbirini izleyen krizlerin etkilerinden korunabilmeleri için yeterli olamamaktadır. Bu
konuda yapılan bir araştırmada KOBİ'lerin de kriz ve durgunluk dönemlerinde krizin
olumsuz etkilerini dengeleyici
bir role sahip olmadıkları şeklinde sonuçlanmıştır
(Uzay, 2001, s.45).
Ekonomi yönetiminden beklenen, işletmelere müdahale ve değişik yardımlar
yapmak yerine içinde, küresel rekabete uygun işletmelerin gelişebileceği sağlıklı bir
makro ekonomi yaratmaktır. Bunun için ekonominin öncelikle kriz sarmalından
kurtarılması gerekmektedir. Bu ise ancak temel yapısal sorun olan sermaye
yetersizliğinin giderilmesi ile mümkün olabilir. İşsizlik ve enflasyon problemlerini
çözebilmesi için bu zorunludur. Sermaye yetersizliği sorunu giderildiğinde Türkiye'de
enflasyon ve işsizliği ortadan kaldırmak ve kalıcı bir ekonomik istikrar sağlamak
mümkün hale gelecektir.
Çalışmanın ikinci bölümünde, küçük işletmelerin ekonomik sisteme olan
katkıları belirtilmişti. Bu katkıların ortaya çıkabilmesi, ekonomik sistemin istikrarlı bir
yapıda olması ile mümkündür. İstikrarsız bir makroekonomide faaliyet gösteren
işletmeler için, bu katkılar kağıt üzerinde kalmaktan öteye geçemeyecektir. Bundan
dolayı KOBİ'lerden katma değer yaratmalarını beklemek için
önce istikrarlı bir
ekonomik yapı oluşturma gereği vardır.
Ülkelerin
karşı
karşıya
bulunduğu
makroekonomik
sorunların
giderilememesi, girişimciler için dinamik unsurların harekete geçirilmesinde en önemli
engeldir(Gündoğdu ve diğerleri, 2001, s.411)
Ülkede hızlı, şeffaf ve hukukun üstünlüğüne saygılı bir kamu yönetiminin
oluşturulması büyük bir beklenti halini almıştır. Ülke kaynaklarını yok eden gereksiz
kurumları arındıran, israftan kaçınan, yolsuzlukları önleyemeyen merkezi yönetim
anlayışını, yerel yönetimlerle
15
paylaşarak ortadan kaldıran, AB'ye tam üyeliği
hedefleyen bir idari
yapıya kavuşmak için gerekli idari, siyasi mali ve hukuki
reformları gerçekleştiren bir yeniden yapılanma projesi hayata geçirilmelidir. Ayrıca
özel sektörden verimliliği esas alarak çalışmasını isteyen kamunun kendi verimliliğini
artırması ve savurganlıktan vaz geçmesi kaçınılmaz bir gerekliliktir (TOBB, 2001,
s.2).
Enflasyon ve onun oluşturduğu belirsizlik ortamı, satışların istenen düzeyde
gerçekleşmemesi sonucunu doğurarak, atıl kapasite ile çalışılmasını beraberinde
getirmektedir.
Mamul üretimi ve girdi temininde karşılaşılan finansal sorular aynı zamanda
işletmelerin, öz kaynaklarının da yeteriz kalmasının sebeplerinden biridir.
Enflasyona bağı olarak ortaya çıkan kredi faiz oranlarının yüksekliği ve
sınırlı kredi imkanları bir diğer finansal sorun olarak algılanmaktadır.
İşletmelerin alacaklarının tahsilinde karşılaştıkları sorunlar ise, dolaylı bir
şekilde enflasyonist ortamın bir yansıması olarak ortaya çıkmaktadır. Alacakların
tahsilinde meydana gelen bu baskı unsuru, borç ödeme ve üretim yapabilme iktidarının
da olumsuz yönde etkilenmesine neden olmaktadır.
İşsizlik ve enflasyon sorununun çözülerek KOBİ'lerin yaratıcı güçlerini
ortaya koyabilecek
makroekonomik istikrarın sağlanması, ülkenin karşı karşıya
bulunduğu sermaye yetersizliği sorunun
giderilmesi ile mümkündür.
Bu sorun
giderilmediği sürece işsizliği ortadan kaldırmak mümkün görülmemektedir.
Ancak
talep kısıcı politikalarla enflasyonun önlenmesi mümkün olabilir. Bu da KOBİ'lerin
gelişmesi için uygun bir politika tercihi olmaz..
Kaynakça
Alkin, E. ; “Kobiler ve Türkiye Ekonomisi”, (Kobilerin Finansman ve
Pazarlama Sorunları: 1. Orta Anadolu Kongresi), EÜ Nevşehir İİBF,
18-21 Ekim 2001.
Alpugan, O. - Demir, M .H. - Oktav,
M . ve Üner, N. ; İşletme Ekonomisi ve
Yönetimi, 2 Baskı, Beta Yayınları Dağıtım A.Ş., İzmir, 1990.
16
Boçutoğlu, E.; Makro İktisat: Keynesyen Teori ve Politikalar, 2.Baskı, Trabzon,
2001.
Dinler, Z.; Mikroekonomi; 10. Baskı, Ekin Kitabevi, Bursa, 1994.
Dornbusch, R.- Fischer, S.; Macroeconomics, McGraw-Hill Inc., New York,
1994.
Ekin, N.; Büyüme- İhracat- İstihdam Boyutlarıyla Küçük İşyerleri ve Sosyal
Koruma, İstanbul Ticaret Odası, İstanbul, 1994.
Erkan, M. - Eleren, A. ; “Küreselleşme Sürecinde KOBİ'lerin Yeniden
Yapılandırılması ve Bir Model Denemesi”, Kobilerin Finansman ve
Pazarlama Sorunları: 1. Orta Anadolu Kongresi, EÜ Nevşehir İİBF,
18-21 Ekim 2001.
Gündoğdu, F. - Emsen, S. ve Özkan Ş. ; “Küçük ve Orta Ölçekli İşletmelerde
Girişimcilik-Yenilikçilik ve Finansman: Kayseri Üzerine Ampirik Bir
Çalışma”, Kobilerin Finansman ve Pazarlama Sorunları: 1. Orta
Anadolu Kongresi, EÜ Nevşehir İİBF, 18-21 Ekim 2001.
Karadal, H.; “Kobilerin Uluslar arası Pazarlara Açılmasını Etkileyen Faktörler Üzerine
Bir Araştırma”, Kobilerin Finansman ve Pazarlama Sorunları: 1. Orta
Anadolu Kongresi, EÜ Nevşehir İİBF, 18-21 Ekim 2001.
Kobinet web sitesi; “Küçük ve Orta Ölçekli Sanayi (KOS) İşletmeler: Ülke
ve Dünya Ekonomisindeki Yeri”, 12.12.2001
http://www.kobinet.org.tr/hizmetler/bilgibankasi/ekonomi/001.html
Müslümov, A.; “Türkiye'de Ekonomik Krizlerin Halka Açık Kobilere Etkisi,
Kobilerin Finansman ve Pazarlama Sorunları: 1. Orta Anadolu
Kongresi, EÜ Nevşehir İİBF, 18-21 Ekim 2001.
TOBB; “Sektörel Sorunlar ve Çözüm Önerileri (Basın Bildirisi)”, TOBB Raporu ,
22.10.2001.
http://www.tobb.org.tr.
Uygur, E.; “Krizden Krize Türkiye: 2000 Kasım ve 2001 Şubat Krizleri”, Türkiye
Ekonomisi Makale Tebliğ Arşivi, http://www.econturk.org/Turkiye.htm
Uzay, N.; ”2001 Krizinin Kayseri'deki Küçük ve Orya Ölçekli İşletmeler Üzerindeki
17
Etkileri”, Kobilerin Finansman ve Pazarlama Sorunları: 1. Orta
Anadolu Kongresi, EÜ Nevşehir İİBF, 18-21 Ekim 2001.
Yılmaz, C.; “Türkiye'de Yabancı sermaye” AÜ SBF Dergisi, Prof. Dr. Muammer
Aksoy'a Armağan, C.XLVI. No: 1-2, Haziran 1991.
18
Download