Burhan 137 \336ubat.indd

advertisement
´‡A ÅBÆjI •A ÓËçA ÅAjZJºA¾ËWh¸?™h¸??¾lG
ľ
¾ËWh¸?™h¸??¾lG
³†@ÄAÅiH”@Òʦœ@Ä@iYI¹@ý
Editörden
²…@ÃAÄhH“@ÑÉÁ¥›@Ã@hYI¸@¼ ÀÍYjºA
B
ějºA A ÀnI
¿mH
u ay ki konumuz her zaman ki gibi çok
önemli bir konu: Dil ve onun afetleri.
Hakikaten birçok günawhlar ve
hatalar dil ile olmaktadır. Söz Sultanı
Efendimizin (sallalhu aleyhi ve sellem) buyruklarına
kulak verelim:
Hz. Peygamber’e İnsanı cennete götüren şeyin
¿ÌXi¹@Úi¹@@¿mH
en büyüğü’ sorulduğu zaman şu cevabı verdi:
‘Allah’tan sakınmak ve güzel ahlâk’ (Tirmizî)
‘Ateşe sokanın en büyüğü’nden sorulduğu
zaman da şu cevabı verdi: İki içi boş olan
nesne: Ağız ile tenâsül organı!’ İhtimal ki hadîste
¾ËXh¸@™h¸@@¾lH
bahsi geçen ‘ağız’dan murâd, dilin âfetleridir.
Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur: Susan
Çünkü ağız dilin mahallidir ve yine ihtimaldir
kurtulmuştur! (Tirmizî) Susmak, hikmettir.
ki mideden murâd onun menfezidir. Yani tenâsül
Susan ise pek az!.. (Deylemî)
uzvudur. Çünkü Muaz b. Cebel Hz. Peygamber’e
‘Ey Allah’ın Rasûlü! Biz söylediklerimizden
Abdullah b. Süfyan, babasından şöyle rivayet
eder: “Ben Hz. Peygamber’e ‘Ey Allah’ın Rasûlü!
sorumlu muyuz?’ diye sordu. Hz. Peygamber (s.a)
şöyle cevap verdi:
Bana İslâm’dan öyle birşey öğret ki bundan
sonra artık hiç kimseden İslâm hakkında
Ey Cebel’in oğlu! Annen matemini tutsun!
birşey sormaya muhtaç olmayayım! diye
İnsanları burunları üzerine ateşe sürükleyen dillerin
sorduğumda, Hz. Peygamber cevap olarak şöyle
mahsulünden başka ne olabilir? (İbn Mâce, Hâkim)
dedi: ‘Allah’a iman ettim de, sonra dosdoğru
Abdullah es-Sakafi ‘Ey Allah’ın Rasûlü!
ol!’ Hz. Peygamber’e sormaya devam ettim: ‘Hangi
Bana sığınacağım birşey söyle!’ deyince, cevap
şeyden sakınayım ya Rasûlallah?’ O da eliyle
olarak şöyle buyurmuştur: ‘Rabbim Allah’tır de,
dilini işaret etti”. (Tirmizî, Nesâî)
sonra dosdoğru ol!’ (Nesâî) ‘Ya Rasûlullah!
Benim için en tehlikeli şey nedir?’ diye sordum.
Ukbe b. Âmir der ki: Ey Allahın Rasûlü!
Dilini tutarak ‘Budur’ dedi.
Kurtuluş nedir?’ dedim, Hz. Peygamber cevap
olarak şöyle dedi: ‘Dilini koru! Evinden çıkma!
Günahın için ağla!’ (Tirmizî)
Rivayet ediliyor ki Muaz (r.a) “Ey Allah’ın
Rasûlü! Amellerin hangisi daha faziletlidir?’
dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber dilini
Sehl b. Sa’d es-Sa’dî, Hz. Peygamberin şöyle
dediğini rivayet eder: ‘Kim diline ve tenâsül
çıkardı. Sonra üzerine parmağını koydu.
(Taberânî, İbn Ebî Dünya)
organına kefîl olur, haramda kullanmayacağına
dair Allah’a söz verirse, ben de onun için
cennete kefîl olurum’.(Buhârî)
Daha güzel Burhan’larda buluşabilmek
dileğiyle Allah’a emanet olunuz.
İçindekiler
&
"
Dilini Koru Ey Muâz! 4
'
$
!
(
.
*
-
#
'
"
!
)
/
,
%
*
0
1
"
$
/
"
2
+
3
,
+
4
Prof. Dr. Mustafa Ağırman
$
5
1
'
6
Dilin Âfetleri 8
+
.
0
7
8
7
.
Yrd. Doç. Dr. Mustafa KARABACAK
7
İnanan Kişinin Lisanını
2
2
4
9
8
9
:
"
;
<
+
"
+
:
"
;
<
+
"
+
2
"
,
4
%
'
G
8
#
#
%
H
4
R
S
T
N
U
"
N
b
:
!
@
"
*
"
4
q
e
"
*
4
2
*
o
W
9
"
I
'
~
T
e
2
R
c
Tek Organ: Dil 38
/
"
\
]
I
1
Hikmet Damlası 42
K
I
[
Q
#
'
$
'
,
"
e
+
$
T
]
$
]
]
`
Kur’an’da Gençler Aracılığıyla Verilen
V
,
*
+
%
*
*
'
+
Ahlaki ve Edebî Mesajlar 44
'
X
'
]
X
s
8
k
k
+
>
;
X
*
%
'
k
]
6
\
k
n
.
X
s
\
Kur-an-ı Kerim ve Öteki Kitaplar 52
'
k
*
%
X
k
X
Kibâr-ı Kelâm (Ehlullahın Dilinden...) 56
'
x
P
P
O
Dünya İslam Sağlık Birliği 58
I
W
j
V
V
h
f
e
d
U
S
`
R
c
a
R
e
f
K
M
Q
P
Baskı ve Korku mu? 60
;
y
'
(
%
'
+
{
'
;
+
{
;
M. Emin Karabacak
(
(
`
T
_
'
T

V
b
Q
e
_
V
`
R
`
f

e
P
u
N
K
K
K
Erbakan Hocamız 64
Ersan BİLGİN
El-Esmâ’Ül-Hüsnâ 68
Hamza MERT
`
e
R
~
`
~
T
ƒ
T
d
G
~
}
c
f
R
c
T
U
}
~
S
`
d
c
€
`
T
R
d
e
S
d
f
T
c
„
S
S
}
h
T
V
c

U
d
V
`
R
f
e
_
T
e
`
d
`
`
R
d
_
e
T
~
_
d
f
Burhan Çocuk 70
ƒ
e
_
$
T
R
T
e
d
b
e
R
`
_
Z
T

T
c
e
i
T
e
N
T
2
V
Z
S
S
T
j
c
i
c
K
7
*
d
ƒ
T
e
"
R

S
+
.
l
d
‚
7
~
e
+
9
R
c
Nevzat LALELİ
4
$
c
R
V
Ubeyd FAKİRULLAH
u
K
P
#
"
M
O
6
*
Av. Bahaddin ELÇİ
X
Yrd. Doç. Dr. Mehmet KAYA
Çocuklarda Kekemeliğin Nedeni
O
z
Hz. Pîr Seyyid Ahmed er-Rufai (k.s)
+
P
.
%
T
+
[
8
y
0
,
M
N
"
"
Q
s
#
5
`
s
F
Z
*
N
K
6
,
I
v
Z
Y
9
'
+
'
r
<
T
X
]
Hattat Mustafa ANTİKA
n
j
]
&
_
k
\
6
'
%
P
1
W
Fatih Sultan SEMİZ
a
*
X
%
+
`
]
$

T
9
Hakkın Tarafında Yer Almak ve
%
}
d
*
9
%
\
\
*
w
B
4
d
$
_
\
$
$
W
6
Y
.
2
~
;
i
]
T
k
P
G
-
|
2
2
P
6
h
$
#
|
Q
]
$
$
;
.
$
+
|
X
'
>
$
6
[
d
;
;
]
t
%
I
3
P
\
>
!
w
c
.
*
I
>
k
'
9
N
*
%
o
"
(
"
1
;
*
p
R
.
m
4
9
K
'
W
>
g
"
I
*
#
O
$
W
!
2
*
Abdullatif ACAR
Kendi İsmini Söyleyebilen
0
I
;
l
9
4
G
*
p
Nureddin YILDIZ
.
L
Z
f
m
'
%
R
$
9
'
@
N
E
Yrd. Doç. Dr. Mehmet Sami YILDIZ
Dilini Tut 32
.
d
^
W
l
X
W
l
Y
^
>
N
W
*
%
Kontrol Etmesi Gerekir 15
!
F
M
#
!
)
Efendim 41
c
%
A
>
-
L
a
;
0
K
,
>
V
"
Dil Bilgisi Dersi 22
I
4
W
I
(
*
B
=
/
C
4
J
H
.
!
1
/
1
(
<
+
!
9
E
'
@
$
#
%
.
0
+
!
#
%
.
$
"
5
D
/
4
?
B
<
,
;
9
(
+
2
`
T
j
`
e
d
f
T
`
e
T
~
j
T
f
€
R
d
…
`
`
d
…
c
c
€
d
d
T
†
R
U
U
R
R
`
ƒ

j
d
U
e
d
Musa KARACA
n
Su Kasidesi 72
Fuzuli
4
Dilini Koru Ey Muâz!
Prof. Dr. Mustafa Ağırman
15
İnanan Kişinin Lisanını Kontrol
Etmesi Gerekir
Yrd. Doç. Dr. Mehmet Sami YILDIZ
22
Dil Bilgisi Dersi
Nureddin YILDIZ
32
Dilini Tut
Abdullatif ACAR
Dilini Koru Ey Muâz!
Prof. Dr. Mustafa AĞIRMAN
4
Şubat / 2017
Hz. Peygamber Efendimiz, şöyle buyurdu: “Sana bütün işlerin
başını, ana direğini ve doruk noktasını bildireyim mi?” Ben de “evet,
bildiriniz Yâ Rasûlallah!” dedim.
“İşin başı İslâm, direği namaz, doruğu cihaddır.” buyurdu. Sonra
da “Sana bütün bunların kıvamının kendisine bağlı olduğu şeyi (can
damarını) bildireyim mi?” dedi. Ben de “Evet, bildir Yâ Resûlallah!”
dedim. Bunun üzerine Hz. Peygamber dilini tuttu ve: “Şunu koru!”
buyurdu. Bunun üzerine ben: “Ya Rasûlallah! Biz konuştuklarımızdan
da sorguya-suâle çekilecek miyiz?” dedim.
- “Annen, yokluğuna yansın ey Muâz! İnsanları yüzüstü cehenneme
sürükleyen, ancak dillerinin ürettikleridir!” buyurdu.”(Tirmizî, Îmân,8; İbn Mâce, Fiten, 12)
A
shâb-ı kirâm’dan Muâz b. Cebel (r.a.)
Medinelidir ve dolayısıyla ensârdandır. Hz. Peygamber Efendimiz, Mekke’den Medine’ye hicret
ettiğinde Hz. Muâz, on sekiz veya
yirmi yaşlarındaydı. Huneyn
gazâsı ve Tâif seferi hariç Hz.
Peygamber Efendimizin katıldığı bütün savaşlara katıldı
ve kabilesinin bayraktarlığını
yaptı. Mekke’nin fethinden
sonra Hz. Peygamber Efendimiz onu Mekke’ye önce emîr,
sonra da Kur’ân ve dînî bilgiler muallimi tayin ettiği için Huneyn gazâsı ve
devamındaki Tâif seferine katılamadı.
Hz. Peygamber Efendimiz, hicretin dokuzuncu yılında Hz. Muâz ve Hz. Ebû
Mûsâ’yı Yemen’e elçi, zekât memuru ve kâdî olarak gönderdi.
Muâz, yukarı Yemen’de; Ebû
Mûsâ da aşağı Yemen’de görev
yapacaklardı. Hz. Peygamber,
bu iki arkadaşına Yemen’de
nasıl hüküm vereceklerini ve
ayrıca halka kolaylık gösterip zorluk çıkarmamalarını,
müjde verip nefret ettirmemelerini tembih etti. Yemen heyetini uğurlarken bir süre Muâz’ın
yanında yürüyen Hz. Peygamber
Efendimiz, ona belki bir daha görü-
Yemen heyetini uğurlarken bir süre Muâz’ın yanında yürüyen
Hz. Peygamber Efendimiz, ona belki bir daha görüşemeyeceklerini,
Medine’ye döndüğünde sadece mescidini ve kabrini bulacağını
söyleyince Muâz ağladı.
Şubat / 2017
5
şemeyeceklerini, Medine’ye döndüğünde sadece mescidini ve kabrini bulacağını söyleyince
Muâz ağladı. Hz. Peygamber de onu teselli etti. Yemen’de, İslâm adına güzel hizmetler yapan ve yalancı
peygamber Esved el-Ansî’nin ortadan kaldırılmasında önemli rol oynayan Muâz, görevinin bitiminde
Medine’ye geldiğinde Hz. Peygamber Efendimiz vefat etmiş, Hz. Ebû Bekir halife olmuştu.
Hz. Muâz, Hz. Ebû Bekir devrinde Suriye fetihlerine katılmak için halifeden izin istedi. Halifenin
danışmanı olan Hz. Ömer, onun bilgisine ihtiyaç
duyulacağı gerekçesiyle izin verilmemesini telkin
ettiyse de halife, şehid olmak isteyen kimseyi engellemeye hakkının olmadığını söyleyerek ona izin
verdi. Muâz, önemli görevler üstlendiği Yermûk ve Ecnâdeyn savaşlarıyla Şam’ın fethinde bulundu. Ecnâdeyn savaşında ordunun sağ
yerek sevgisini belli etmişti (Ebû Dâvûd, Vitir, 26;
Nesâî, Sehv, 60).
Uzun boylu ve heybetli olan Muâz, Asr-ı
Saâdet’te Kur’ân-ı Kerîm’i tamamen ezbere
bilen birkaç kişiden biriydi. Hz. Peygamber’in,
kendisinden Kur’ân öğrenilmesini tavsiye ettiği kişilerden biri de Muâz’dı. Hz. Peygamber’in vahiy
kâtiplerinden biri olan Muâz, o devirde fetvâ
veren âlim Sahâbîlerden biriydi. Bu özelliğinden
dolayı Hz. Peygamber, “Muâz ne iyi adam!” diye
ona iltifat eder ve kıyâmet gününde onun âlimlerin önünde yürüyeceğini söylerdi (Buhârî, Fezâilü’l-Kur’ân, 8, Menâkıbü’l-Ensâr, 16).
İnsanlara iyiyi ve hayırlı olanı öğretmesi ve güçlü bir îmâna sahip olması sebebiyle
sahâbîler onu Hz. İbrahim’e benzetirlerdi. Hz.
Ömer, hilâfeti zamanında fıkhî meseleler için Muâz b.
Yemen’de, İslâm adına güzel hizmetler yapan ve yalancı peygamber
Esved el-Ansî’nin ortadan kaldırılmasında önemli rol oynayan Muâz,
görevinin bitiminde Medine’ye geldiğinde Hz. Peygamber Efendimiz
vefat etmiş, Hz. Ebû Bekir halife olmuştu.
kanadına kumanda etti. Hz. Ömer halifelik görevini üstlendiğinde Suriye ordusunun kumandanı
Ebû Ubeyde b. el-Cerrâh ile ona bir mektup yazdı.
Ebû Ubeyde, vebâ salgınında ölünce ordunun
başına Muâz b. Cebel geçti. Daha sonra bazı
sahâbîlerle birlikte Şam’a muallim olarak tayin edildi. 17/638’de Amvâs tâunu diye bilinen veba salgınında iki hanımı ve iki oğluyla
birlikte vefat etti.
Muâz b. Cebel, devamlı Hz. Peygamber’in yanında bulunmaya gayret eder, merak ettiği konuları
sorup öğrenirdi. Hz. Peygamber de onu sever,
denk geldiği zaman Ufeyr adlı eşeğinin terkisine bindirirdi. Hz. Peygamber bir keresinde ona
“Muâz! Vallahi seni gerçekten seviyorum” di-
6
Şubat / 2017
Cebel’e başvurulmasını tavsiye ederdi. Muâz, geceleyin bir süre uyuduktan sonra kalkıp Kur’ân
okur ve namaz kılardı. Daha dinç bir şekilde ibâdet edebilmek niyetiyle uyuduğunu, bu sebeple uykusundan da sevap beklediğini söylerdi (Buhârî, Meğâzî, 60; Müslim, İmâre, 15).
Hz. Muâz b. Cebel ile ilgili bu bilgileri ondan rivâyet edilen şu hadîs-i şerifi bilgilerinize sunacağım için
verdim. Yazın en sıcak aylarında yapılan Tebük gazâsına giderken aşırı sıcak sebebiyle herkes bir tarafa
çekilmiş ve büyük sahâbî Muâz, kendisini bir an için
Hz. Peygamber’in yanında buluvermişti. Bu fırsattan
istifâde ederek aşağıdaki konuşmayı gerçekleştirmişti.
Karşılıklı konuşmayı bizzat kendisi anlatmaktadır.
“Hz. Muâz şöyle dedi: “Ey Allah’ın Elçisi! Beni cennete girdirecek ve cehennemden
uzaklaştıracak bir iş (amel) söyle bana” dedim.
“Çok büyük bir şey istiyorsun. Ancak bu,
Allah’ın kolay kıldığı kişi için pek kolaydır:
Hiçbir şeyi ortak koşmadan yalnızca Allah’a
kulluk edersin. Namazı dosdoğru kılarsın.
Zekâtı verirsin. Ramazan orucunu tutarsın.
Gücün yeter, imkân bulabilirsen haccedersin”
buyurdu. Sonra sözüne devamla:
“Şimdi sana hayır kapılarını haber vereyim
mi? Oruç kalkandır. Sadaka, suyun ateşi söndürmesi gibi günahın azâbını söndürür. Kişinin gece yarısı kıldığı namaz da günahı söndürür” buyurdu.
Bundan sonra Rasûlullah (s.a.v.) “Korkuyla ve
umutla Rablerine kulluk ettikleri için vücutları yataklarından uzak kalır ve kendilerine
verdiğimiz rızıktan Allah yolunda harcarlar.
Yaptıklarına karşılık olarak, onlar için ne mutluluklar saklandığını hiç kimse bilemez” (Secde sûresi, 32/16, 17) âyetini okudu.
Daha sonra Hz. Peygamber Efendimiz, şöyle buyurdu: “Sana bütün işlerin başını, ana direğini ve doruk noktasını bildireyim mi?” Ben de
“evet, bildiriniz Yâ Rasûlallah!” dedim.
Lisan kişinin yarısıdır, kalbi diğer yarısı,
Geriye bir şey kalmaz ancak kan ve et parçası.
Nerede bir sukut eden görsen, bir hayranlık gelir sana,
Kişinin üstünlük veya noksanlığı, konuşmasında.
(Ebû Munkiz el-A‘ver eş-Şennî)
“İşin başı İslâm, direği namaz, doruğu cihaddır.” buyurdu. Sonra da “Sana bütün bunların kıvamının kendisine bağlı olduğu şeyi (can
damarını) bildireyim mi?” dedi. Ben de “Evet,
bildir Yâ Resûlallah!” dedim. Bunun üzerine Hz.
Peygamber dilini tuttu ve: “Şunu koru!” buyurdu.
Bunun üzerine ben: “Ya Rasûlallah! Biz konuştuklarımızdan da sorguya-suâle çekilecek miyiz?” dedim.
- “Annen, yokluğuna yansın ey Muâz! İnsanları yüzüstü cehenneme sürükleyen, ancak dillerinin ürettikleridir!” buyurdu.” (Tirmizî,
Îmân,8; İbn Mâce, Fiten, 12)
Saygıdeğer okuyucularım! Bütün organlarımıza
sahip olalım, ama dilimize daha çok sahip olalım!
Şubat / 2017
7
Yrd. Doç. Dr. Mustafa KARABACAK
Dilin Âfetleri
“
Ebû Saîd el Hudrî’den
(r.a.) rivâyet edildiğine göre,
Allah Rasûlü şöyle buyurdu:
“Sabah olduğu zaman bütün
organlar
dile
yalvararak
“Bizim hakkımızda Allah’tan
kork! Zira biz sana bağlıyız;
sen doğru olursan biz de
doğru oluruz, sen şaşırırsan
biz
de
şaşırırız”
derler.”
(Tirmizî, Zühd, 60/2407).
8
Şubat / 2017
”
İ
nsanoğlunun en önemli organlarından biri de dildir.
İmanımızı ilk onunla ortaya çıkarırız. Müslüman olduğunu iddia eden veya Müslüman olmak isteyen bir
kişiden diliyle kelime-i şehâdet getirmesini isteriz.
Çocuklarımıza ilk öğrettiğimiz kelime ve cümlelerden biri de
Allah, besmele ve benzeridir. Zikirlerimizde ve ibadetlerimizde dil, temeldir. Onunla ibadetlerimizi ve sosyal ilişkilerimizi sağlarız. Bunun neticesinde dilimizle insanlara
güzel söz söyleyerek onları sevindirdiğimiz gibi kötü
sözler söyleyerek de kalplerini kırabiliriz. Rabbimiz,
İslam’ın en azılı düşmanı Firavun’a dahi Mûsâ ve Hârûn peygamberleri gönderirken onlardan ona yumuşak, güzel sözle
hitap edilmesini istemektedir: “Ona yumuşak söz söyleyin. Belki o, aklını başına alır veya korkar.” (Tâhâ,
20/44). Bunu destekleyici mahiyette atalarımız “Tatlı dil
yılanı deliğinden çıkarır” demişlerdir.
İnsanın diğer organları dile tabidir. Ebû Saîd el Hudrî’den (r.a.) rivâyet edildiğine göre, Allah Rasûlü şöyle buyur-
du: “Sabah olduğu zaman bütün organlar dile
yalvararak “Bizim hakkımızda Allah’tan kork!
Zira biz sana bağlıyız; sen doğru olursan biz de
doğru oluruz, sen şaşırırsan biz de şaşırırız”
derler.” (Tirmizî, Zühd, 60/2407).
Bize bizden daha yakın olan, içimizden geçirdiklerimizi dahi bilen
Rabbimiz (Kâf, 50/16) melekleri vasıtasıyla her davranış ve
sözü yazdırmaktadır. “İnsan
bir söz söylemesin ki,
yanında onu gözetleyen
yazmaya hazır bir melek bulunmasın.” (Kâf,
50/18). Muâz b. Cebel’den
(r.a.) bir rivâyete göre, o şöyle
demektedir: Rasûlüllah (s.a.v.)
ile bir yolculukta beraberdim yolda yürürken yanına yakın oldum “Ey
Allah’ın Rasûlü!” dedim; “Bana öyle
bir amel öğret ki beni Cehennemden uzaklaştırıp Cennete koysun!” Bunun üzerine Rasûlüllah
(s.a.v.) buyurdular ki: “Bana çok büyük bir soru
sordun ama bu mesele Allah’ın kolaylaştırdığı
kimseler için çok kolaydır. Şöyle ki: Her konuda ve her zaman kulluğu Allah’a yapar ona
hiçbir şeyi ortak koşmazsın, namazını devamlı ve düzgün kılarsın, zekatını verir, Ramazan
orucunu tutar, haccedersin...” Sonra şöyle devam etti: “Sana hayır yollarını göstereceğim
oruç kalkandır. Sadaka; suyun ateşi söndürdüğü gibi günahları siler süpürür. Kişinin gece
kıldığı namaz da yine hataları siler süpürür.”
Muâz dedi ki: Sonra, Rasûlüllah (s.a.v.), Secde sûresi
32/16-17. ayetlerini “Onlar yataklarından geceleri kalkarak korku ve ümit içerisinde Rablerine
yalvaranlardır ve kendilerine geçimlik verdi-
ğimiz şeylerden başkalarına harcayanlardır.
Böyle davranan mü’minlere gelince yaptıklarından dolayı mükâfat olarak öteki dünyada
onlara şimdiye kadar gizli kalan göz aydınlığı
olarak onlar için nelerin saklanıp bekletildiğini hiç kimse bilip hayal edemez” okudu
ve şöyle buyurdu: “Size bütün işlerin başını, direğini ve en üst
noktasını bildireyim mi?”
Ben de “evet, ey Allah’ın
Rasûlü!” dedim. Şöyle buyurdu: “Her işin başı İslam, yani iradeyi Allah’a
teslim etmek demektir.
Direği namaz, zirvesi
ve üst noktası da cihattır.” Sonra şöyle devam etti:
“Sana tüm bunların can damarını bildireyim mi?” Ben de
“evet ey Allah’ın Peygamberi”
dedim. “Rasûlüllah (s.a.v.) dilini tuttu ve
kendi rahatlığın için şunu tut” buyurdular. Ben
de “Ey Allah’ın Rasûlü! Bizler konuşmalarımız
yüzünden sorguya çekilecek miyiz?” dedim.
Şöyle dedi: “Anan hasretine yansın Ey Muâz!
İnsanları yüzükoyun ve burunları yerde süründürerek cehenneme dolduran dillerin kazandığından başkası değildir.” (Tirmizî, İman, 8/2616).
Müslüman Ya Hayır
Söyler veya Susar
Allah Rasûlü, dili korumanın ya hayır konuşmak
ya da sessiz kalmak gibi iki yolu olduğunu bildirmiştir. “Allah’a ve ahiret gününe inanan ya hayır
söylesin ya da sussun.” (Buhârî, Edeb, 31/6018,
6019, 85/6135-6137).
Allah Rasûlü, dili korumanın ya hayır konuşmak ya da sessiz
kalmak gibi iki yolu olduğunu bildirmiştir. “Allah’a ve ahiret gününe
inanan ya hayır söylesin ya da sussun.” (Buhârî, Edeb, 31/6018, 6019,
85/6135-6137).
Şubat / 2017
9
Allah Rasûlü, Allah’ın yasakladıklarını şöyle saymıştır: “Allah size,
dedikodu yapmayı, çok soru sormayı, emanet edilen malları zayi
etmeyi, anne babaya itaatsizliği, kız çocuklarını diri diri toprağa
gömmeyi, verilmesi gerekeni vermeyip de almaya hakkı olmayan şeyi
istemeyi haram kılmıştır.” (Buhârî, Rikâk, 22/6473, İ’tisâm, 3/7292).
Allah Teâlâ bazı âyetlerde Müslümanın özelliğini sayarken onların boş şeylerden yüz çevirdiklerini
bildirmektedir: “Onlar ki, boş ve yararsız şeylerden yüz çevirirler.” (Mü’minûn, 23/3). Bu, belki
Türkçe’de dedikodu dediğimiz insanların dünya ve
ahiretlerine faydası olmayacak boş sözlerdir. Bu ise
yasaklanmıştır. “Allah size anne babaya itaatsizliği, kız çocuklarını diri diri toprağa gömmeyi,
verilmesi gerekeni vermeyip de almaya hakkı
olmayan şeyi istemeyi haram kılmıştır. Size,
dedikodu yapmayı, çok soru sormayı, emanet
edilen malları zayi etmeyi mekruh kılmıştır.”
(Buhârî, Husûmât, 19/2408, Edeb, 6/5975). Başka
bir rivayet ise Muğîre’nin belirttiğine göre Allah Rasûlü, Allah’ın yasakladıklarını şöyle saymıştır: “Allah
size, dedikodu yapmayı, çok soru sormayı,
emanet edilen malları zayi etmeyi, anne babaya itaatsizliği, kız çocuklarını diri diri toprağa
gömmeyi, verilmesi gerekeni vermeyip de almaya hakkı olmayan şeyi istemeyi haram kılmıştır.” (Buhârî, Rikâk, 22/6473, İ’tisâm, 3/7292).
İnsanlar bazen çok konuşmalarının bir semeresi
olarak ağızlarından çıkan bir söz onları cehenneme
sürükleyebilir. Ebû Hüreyre’den (r.a.) rivâyete göre,
Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Bir kimse bir
söz söyler ve söylediği sözde bir sakınca görmez fakat o sözü yüzünden cehennemde yetmiş yıl dibe doğru düşer gider.” (Tirmizî, Zühd,
10/2314; İbn Mâce, Fiten, 12/3970).
Allah Rasûlü’nün bizler hakkında en çok korktuğu şey de dilimize sahip olamamamız olduğu Süfyân
b. Abdullah es-Sekâfî’nin rivayet ettiği bir hadiste
belirtilmiştir: Süfyân b. Abdullah es Sekafî’den (r.a.)
rivâyete göre, şöyle demiştir: “Ey Allah’ın Rasûlü!
Bana bir iş söyle ona sımsıkı sarılayım” dedim.
Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Rabbim Allah’tır
de sonra dosdoğru ol.” Süfyân “Ey Allah’ın
10
Şubat / 2017
Rasûlü! Benim için en korkulacak şey nedir?”
dedim. Rasûlüllah (s.a.v.) Kendi dilini tutarak, “İşte
bu” buyurdular. (Tirmizî, Zühd, 60/2410).
Dilini, insanın kötü veya iyi amaçlarla kullanması kendi elindedir. Ukbe b. Âmir’den (r.a.) rivâyete
göre, şöyle demiştir: Rasûlüllah’a (s.a.v.) “kurtuluş
nedir?” diye sordum. O da “Diline sahip ol; evin
başına dar gelmesin, günahlarından dolayı
ağla.” buyurdu. (Tirmizî, Zühd, 60/2406). Hadisteki
“evin başına dar gelmesin” ifadesi şöyle anlaşılmıştır:
Müslüman için asıl olan evidir. Kendisini her fırsatta
dışarıya atmaması dedikodu, gıybet, iftira gibi günahların fazlaca işlendiği yerlerde bulunmaması gerekir.
İhtiyaç için dışarı çıkar; diğer zamanlarda evinde
kendisini meşgul edecek zikir, namaz ve günahlarına
tövbe ve çocuklarının eğitimi ile ilgilenir. Çünkü boş
söz yani insanın dünya ve ahiretine faydası olmayacak konuşmalar hatadan uzak değildir. Abdullah b.
Ömer’den (r.a.) rivayet edildiğine göre Allah Rasûlü
şöyle buyurmaktadır: “Allah anılmaksızın sözü
uzatma. Zira Allah anılmaksızın sözün uzatılması kalplerin katılaşmasına sebeptir. İnsanların Allah’tan en uzak olanı katı kalpli kimselerdir.” (Tirmizî, Zühd, 61/2411). Mü’minlerin
annesi Ümmü Habibe’den gelen rivayette yine Allah
Rasûlü şöyle buyurmaktadır: “Ademoğlunun tüm
konuşmaları aleyhinedir, faydasına değildir.
Ancak iyiliği emredip kötülükten sakındırmak
ve Allah’ı hatırlatıcı sözler söylemek bunun dışındadır.” (Tirmizî, Zühd, 62/2412).
İnsanlar birçok büyük günahı dilleriyle işlemektedirler. Bunlardan bazısı küfür, hakaret, iftirâ, yalan,
gıybet, kovculuk vb. gibi pek çok günah sayılabilir.
Hadislerde dile sahip olmak cennete götüren yollardan biridir. “Kim dili ile namusunu kötü yolda
kullanmamaya bana söz verirse ben de onun
cennete gireceğine söz veririm” (Tirmizî, Zühd,
60/2408, 2409). Ubâde b. es-Sâmit’in rivayet ettiği
başka bir hadiste Allah Rasûlü şöyle buyurdu: “Bana
altı şeyi garanti edin, ben de size cenneti garanti edeyim: Konuştuğunuzda doğru söyleyin,
söz verdiğinizde sözünüzü tutun, size emanet
verildiğinde (zamanı gelince sahibine) geri verin,
namusunuzu koruyun, ve gözlerinizi (haramdan) sakının.” (İbn Hanbel, el-Müsned, V, 323). Dille işlenen günahlardan bazısı şunlardır.
1- Yalan Söylemek
Yalan söylemek İslam’da münafıklığın özelliklerinden sayılmıştır. Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:
“Münafıklar sana geldiklerinde: Şahitlik ederiz
ki sen Allah’ın Peygamberisin, derler. Allah da
bilir ki sen elbette, O’nun Peygamberisin. Allah, münafıkların kesinlikle yalancı olduklarını bilmektedir.” (Münâfıkîn, 63/1). Allah Rasûlü’de
şöyle buyurmaktadır: “Dört huy vardır ki bunlar
kimde bulunursa o kişi tam münafık olur. Kimde de bu huylardan biri bulunursa, onu terk
edinceye kadar o kişide münafıklardan bir sıfat bulunmuş olur: Kendisine bir şey emanet
edildiği zaman ona ihanet eder. Konuştuğunda
yalan söyler. Söz verince sözünden döner. Düşmanlıkta haddi aşar, haksızlık yapar.” (Buhârî,
imân, 24/33, 34).
Dilden en çok sâdır olan şey yalandır. Kişi yalanı
alışkanlık haline getirirse günahkârlardan yazılır ve bu
da cehenneme gitmesine sebep olur. Bir hadiste Allah
Rasûlü şöyle buyurmaktadır: “Şüphesiz ki sözde ve
işte doğruluk, hayra ve iyiliğe yöneltir. İyilik de
cennete iletir. Kişi doğru söyleye söyleye Allah
katında doğrulardan yazılır. Yalancılık günaha
sürükler. Günah da cehenneme götürür. Kişi
yalanı meslek edinince Allah katında çok yalancı diye yazılır.” (Buhârî, Edeb, 69/6094; Müslim, Bir ve Sıla, 103/2607). Müslüman hiçbir şekilde
yalan söylememeli, haktan adâletten ayrılmamalıdır.
Bir hadiste geçtiğine göre Allah Rasûlü, Müslümanın
asla yalan söylememesini bildirmektedir. Safvân bin
Süleym (r.a) anlatıyor: Rasûlüllah’a (s.a.v) “Mü’min
korkak olabilir mi?” diye soruldu. “Evet, olabilir!” buyurdu. “Mü’min cimri olabilir mi?” diye
soruldu. Allah Rasûlü (s.a.v) yine “Evet, olabilir!”
buyurdu. “Pekâlâ mü’min yalancı olabilir mi?”
diye soruldu. Rasûlüllah (s.a.v) bu sefer “Hayır,
aslâ!” buyurdu. (Mâlik, el-Muvatta’, Kelâm, 19).
2-İftirâ Atmak
Allah Teâlâ, Rasûlü’ne kadınlardan biat alırken
iftira atmamak üzere de biat almıştır: “Ey Peygamber! İnanmış kadınlar, Allah’a hiçbir şeyi ortak
koşmamak, hırsızlık yapmamak, zina etmemek, çocuklarını öldürmemek, elleriyle ayakları arasında bir iftira uydurup getirmemek, iyi
işi işlemekte sana karşı gelmemek hususunda
sana biat etmeye geldikleri zaman, biatlarını
kabul et ve onlar için Allah’tan mağfiret dile.
Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, çok esirgeyendir.” (Mümtehıne, 60/12). Âyette yer alan “elleri
ve ayakları arasında” ifadesi, yalnızca avret mahallerinden değil, zattan kinaye olarak kendi nefislerinden uydurdukları her çeşit iftirayı içine almaktadır.
Zira bu âyetin manasına daha uygundur ve böylece
fiili cinayetlerin yasaklanmasından sonra kavli (sözlü)
olan cinayetler de yasaklanmış demektir. Binaenaleyh
burada, namuslu bir kadına zina isnad etmek, gıybet,
koğuculuk ve diğer hususlarda yapılması düşünülmüş
olan iftiradan, yalan ve sahtekârlıktan nehiy vardır.
(Yazır, Elmalılı, Hak Dini Kur’an Dili, VII, 559).
Şubat / 2017
11
Mü’minlerin Annesi
Âişe’ye İftira
“Hz. Peygamber hicretin 5. yılında (Benî Müstalik diye de anılan) Müreysi’ seferine çıkarken her
zaman yaptığı gibi eşlerinden birini – bu defa da Hz.
Âişe’yi – yanına almıştı. Daha önce Peygamber eşlerinin başkalarıyla ancak perde arkasından görüşüp
konuşmalarıyla ilgili emir bulunduğundan (Ahzâb,
33/53) Hz. Âişe, deve üzerine kurulmuş çadır benzeri
bir yerde (perdeli mahfede) seyahat ediyordu. Dönüşte Medine’ye yaklaşıldığında bir yerde istirahat edilmiş ve
gece hareket emri verilmişti. Bu
sırada Hz. Âişe ihtiyacını gidermek için biraz uzaklaşmış,
yerine geldiğinde değerli bir
kolyesinin düşmüş olduğunu
fark etmiş, aramak için tekrar gitmiş, epeyce aradıktan
sonra bulup dönmüştü. Bu
sırada görevliler Hz. Âişe’nin
kapalı mahfesini kaldırıp deveye
yüklemişler, onun mahfenin içinde olmadığını anlayamamışlardı. Hz.
Âişe dönüp de kafilenin gitmiş olduğunu
görünce, “Fark ettiklerinde beni burada ararlar
veya arkayı toparlayarak gelen kişi beni burada bulur” diyerek oturmuş, beklemeye koyulmuş,
beklerken uykusu geldiğinden uyuya kalmıştı. Birliğin
arkasını emniyete almak ve toparlamak üzere görevlendirilmiş bulunan Safvân isimli sahabi konaklama
yerinden geçerken bir karartı görmüş yakınına geldiğinde onun Hz. Âişe olduğunu anlayınca “innâ lillâh…” diye seslenerek uyandırmış, devesini çökertip kendisi biraz uzaklaşmış, Hz. Âişe deveye binmiş,
yola koyulmuşlar ve öğle üzeri istirahat etmekte olan
kafileye yetişmişlerdi.” (Diyanet Kur’an Yolu Tefsiri, IV/ 58-59).
{
Bu olay üzerine başta Münafıkların başı Abdullah b. Übey b. Selûl olmak üzere Hz. Âişe’ye olmadık iftiralar attılar. Bazı Müslümanlar da bu tuzağa
ortak oldular. Başta Hz. Peygamber, Hz. Âişe, ailesi
ve Müslümanlar büyük sıkıntılar çektiler. Bu olayın
üzerinden yaklaşık bir ay geçmişti ki Hz. Âişe’nin temiz olduğunu bizzat Rabbimiz bildirmiş ve bu olay şu
âyetlerin nâzil olmasına sebep olmuştur: “(Peygamber’in eşine) bu ağır iftirayı uyduranlar şüphesiz sizin
içinizden bir guruptur. Bunu kendiniz için bir kötülük sanmayın, aksine o, sizin için bir iyiliktir. Onlardan her bir kişiye, günah olarak ne işlemişse (onun
karşılığı ceza) vardır. Onlardan (elebaşlık yapıp) bu
günahın büyüklüğünü yüklenen kimse için
de çok büyük bir azap vardır. Bu iftirayı
işittiğinizde erkek ve kadın müminlerin, kendi vicdanları ile hüsnü zanda bulutnup da: “Bu,
apaçık bir iftiradır” demeleri
gerekmez miydi? Onların (iftiracıların) da bu konuda dört
şahit getirmeleri gerekmez
miydi? Mademki şahitler getiremediler, öyle ise onlar Allah
nezdinde yalancıların ta kendisidirler. Eğer dünyada ve ahirette Allah’ın lütuf ve merhameti
üstünüzde olmasaydı, içine daldığınız
bu iftiradan dolayı size mutlaka büyük bir
azap isabet ederdi. Çünkü siz bu iftirayı, dilden dile
birbirinize aktarıyor, hakkında bilgi sahibi olmadığınız şeyi ağızlarınızda geveleyip duruyorsunuz. Bunun
önemsiz olduğunu sanıyorsunuz. Hâlbuki bu, Allah
katında çok büyük (bir suç) tur. Onu duyduğunuzda: “Bunu konuşup yaymamız bize yakışmaz.
Hâşâ! Bu, çok büyük bir iftiradır” demeli değil
miydiniz? Eğer inanmış insanlarsanız, Allah, bir daha
buna benzer tutumu tekrarlamaktan sizi sakındırıp
uyarır. Ve Allah âyetleri size açıklıyor. Allah, (işin iç
yüzünü) çok iyi bilir, hüküm ve hikmet sahibidir. İnananlar arasında çirkin şeylerin yayılmasını arzulayan
}
Ebû Hüreyre’den (r.a.) rivâyete göre, Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle
buyurdu: “Bir kimse bir söz söyler ve söylediği sözde bir sakınca
görmez fakat o sözü yüzünden cehennemde yetmiş yıl dibe doğru
düşer gider.” (Tirmizî, Zühd, 10/2314; İbn Mâce, Fiten, 12/3970).
12
Şubat / 2017
kimseler için dünyada da ahirette de çetin bir ceza
vardır. Allah bilir, siz bilmezsiniz. Ya sizin üstünüze Allah’ın lütuf ve merhameti olmasaydı, Allah çok
şefkatli ve merhametli olmasaydı (haliniz nice olurdu)!” (Nûr, 24/11-20).
Abdullah b. Ömer’den (r.a.)
rivayet
edildiğine
Rasûlü
şöyle
İftiranın her türlüsü günah olmakla birlikte özellikle kişinin şerefine dil uzatmak daha büyük günahtır.
Hz. Ebû Hüreyre’den rivayet edildiğine göre Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Büyük günahların en
büyüğü kişinin haksız yere bir Müslü¬manın
şerefine dil uzatmasıdır. Bir sövmeye karşılık
iki defa sövmek de büyük günahlardandır.”
(Ebû Dâvûd, Edeb, 35/4877).
Allah Rasûlü bazı meclislerde konuşulanların
orada bulunanlar nazarında bir emanet olduğunu
belirtmiştir. “Bir adam bir söz söyler de sonra (o
sözün, orada bulunmayanlar ta-rafından işitilmesini istemezmiş gibi) sağına soluna bakınırsa; o söz emânettir.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 32/4868).
Fakat günah işlenen meclisleri bundan istisna etmiştir:
Bunlardan birisi de kişinin namusuna, şerefine dil uzatıldığı meclistir. (Ebû Dâvûd, Edeb, 32/4869).
Allah
buyurmaktadır:
“Allah anılmaksızın sözü uzatma.
Zira
Rabbimiz, namuslu bir kadına zina iftirasında
bulunanların dünya ve ahirette lanetlenmiş olduklarını bildirmektedir: “Namuslu, kötülüklerden
habersiz mümin kadınlara zina isnadında bulunanlar, dünya ve ahirette lânetlenmişlerdir.
Onlar için çok büyük bir azap vardır. O gün
dilleri, elleri ve ayakları, yapmış olduklarından dolayı aleyhlerinde şahitlik edecektir.”
(Nûr, 24/23-24).
göre
Allah
anılmaksızın
sözün
uzatılması kalplerin katılaşmasına
sebeptir. İnsanların Allah’tan en
uzak olanı katı kalpli kimselerdir.”
(Tirmizî, Zühd, 61/2411).
3- Gıybet ve Kovculuk
Gıybet, bir Müslümanı, işittiği takdirde incinebileceği şeylerle gıyabında anmaktır. Bu şeyler ister o
Müslümanın bedenine, nesebine, yaradılışına dair olsun, ister dinine, elbisesine, eşya ve yiyip içeceklerine
dair olsun. Söylenen şeyler o kimsede varsa gıybet
olur, yoksa iftira olur.
Ebû Hüreyre’den rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber’e (s.a.v.) “Ey Allah’ın Rasulü gıybet nedir?” diye sordum da, “(Müslüman) kardeşini (gıyabında) hoşlanmayacağı bir şeyle anmandır”
buyurdu, (sonra) “Eğer benim söylediğim (şeyler
o) kardeşimde varsa ne buyurursun?” dedim.
“Eğer söylediğin (şeyler) onda (gerçekten) varsa
gıybet etmiş olursun. Eğer söylediğin (şeyler)
onda yoksa iftira etmiş olursun.” cevabını verdi.
(Ebû Dâvûd, Edeb, 35/4874).
Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “Arkadan çekiştirmeyi, yüze karşı eğlenmeyi âdet edinen
herkesin vay haline!” (Hümeze, 104/1). Gıybet
büyük günahlardandır. Rabbimiz bir âyetinde şöyle
buyurmaktadır: “Ey Mü’minler! Bir topluluk diğer bir topluluğu alaya almasın. Belki de onlar, kendilerinden daha iyidirler. Kadınlar da
kadınları alaya almasınlar. Belki onlar kendilerinden daha iyidirler. Kendi kendinizi ayıplamayın, birbirinizi kötü lakaplarla çağırmayın.
İmandan sonra fâsıklık ne kötü bir isimdir!
Kim de tövbe etmezse işte onlar zalimlerdir.
Ey iman edenler! Zannın çoğundan kaçının.
Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin
Şubat / 2017
13
kusurunu araştırmayın. Biriniz diğerinizi arkasından çekiştirmesin. Biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan
tiksindiniz. O halde Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah, tevbeyi çok kabul edendir, çok esirgeyicidir.” (Hucurât, 49/11-12).
Hz. Âişe şöyle demiştir: Hz. Peygamber’e (s.a.v.)
“Safiyye’nin şöyle şöyle (kusurlarının) olması (onun) sana (layık olmadığını itiraf etmen
için) yeter.” (Hz. Âişe bu sözüyle Hz. Safiyye’nin)
kısa boylu olduğunu söylemek istiyordu. Bunun
üzerine (Hz. Peygamber bana) “Muhakkak ki sen
öyle bir söz söyledin ki eğer (o söz) deniz suyuyla karıştırılmış olsaydı kesinlikle denizin
suyuna galip gelirdi (onu ifsad eder)” buyurdu.
(Rivayete göre yine, Hz. Âişe) şöyle demiştir: “Ben
(yine bir gün) Hz. Peygamber’e bir adamın taklidini yaptım da (Hz. Peygamber) “Benim için
şu kadar (dünya malı verilmiş) olsa da ben bir
insa¬nın taklidini yapmayı sevmem” buyurdu.
(Ebû Dâvûd, Edeb, 35/4875).
Enes b. Malik’ten rivayet edildiğine göre Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Miraca çıkarıldığım zaman
bakırdan tırnakları olan bir topluluğa uğradım. (Bu
tırnaklarıyla) yüzlerini ve bağırlarını tırmalıyorlardı.
Cebrail’e “Bunlar da kimlerdir?” dedim. “(Gıybet etmek suretiyle) halkın etlerini yiyenler ve
şereflerine saldıranlardır” cevabını verdi.” (Ebû
Dâvûd, Edeb, 35/4878).
Saîd b. Zeyd’den rivayet edildiğine göre Hz.
Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Muhakkak ki
ribanın en şiddetlisi haksız yere bir müslümamn şerefine (dil) uzatmaktır.” (Ebû Dâvûd,
Edeb, 35/4876). Bu hadisi şerife göre gıybetin haramlık bakımından faizden daha şiddetli olduğu
ifade edilmektedir. Çünkü faizde kişinin haksız yere
malına tecavüz vardır. Gıybette ise kişinin şeref ve
haysiyetine tecavüz vardır. Şeref ve haysiyyetin ise
maldan üstünlüğü âşikârdır.
Müslüman kardeşinin gıybetini yapan kişiyi Allah, evinde dahi olsa rezil eder: “Ey diliyle iman
edip, kalbine iman girmeyen kimseler topluluğu! Müslümanların gıybetini yapmayınız ve
onların ayıplarını araştırıp durmayınız. Çünkü
her kim onların ayıplarını araştırırsa Allah da
onun ayıplarını araştırır. O (şunu iyi bilsin);
Allah kimin ayıbını araştırırsa (o ayıbı) evinde
(en gizli bir köşede işlemiş olsa dahi meydana çıkarmak suretiyle) o kimseyi (alemin gözleri önünde) kepaze eder.” (Ebû Dâvûd, Edeb,
35/4880. Ayrıca benzer hadis için bkz. Tirmizî, Bir ve
Sıla, 85/2032).
Âlimler gıybet ile kovculuk arasında bir fark olup
olmadığı konusunda ihtilâf etmişlerdir. Gerçek olan
şudur ki gıybetin gıybet sayılabilmesi için mutlaka
kişinin arkasından yapılması gerekirken, kovculukta
böyle bir şart söz konusu değildir. İkinci bir husus da
şudur ki; gıybette iki kişinin arasını açmak gayesi olmayabildiği halde kovculuk da vardır. Bu bakımdan
gıybetle kovculuk (nemime) arasında umum-husus
yönünden fark vardır. Hz. Hüzeyfe’den rivayet edildiğine göre Rasûlüllah (s.a.v.) “Kovcu cennete gir(e)
mez” buyurmuştur. (Ebû Dâvûd, Edeb, 3/4871).
Sonuç olarak “Mü’minler ancak kardeştirler.” (Hucurât, 49/10). Kardeşliğimizi zarara uğratacak yalan, gıybet, iftira gibi her türlü davranıştan uzak
durmamız gerekir. Çünkü “Müslüman; elinden ve
dilinden diğer insanların zarar görmediği kişidir.” (Buhârî, İman, 4/10, 5/11, Rikâk, 26/6484;
Müslim, İman 64/40, 65/41, 66/42).
Selam ve dua ile…
14
Şubat / 2017
Yrd. Doç. Dr. Mehmet Sami YILDIZ
İnanan Kişinin Lisanını
Kontrol Etmesi Gerekir
“
“Hiç
doğruluk
şüphe
iyiliğe
yok
ki
götürür.
İyilik de cennete götürür.
Kişi doğru söyleye söyleye
Allah katında sıddîk /doğru
sözlü diye yazılır. Yalancılık
kötüye götürür. Kötülük de
cehenneme
götürür.
Kişi
yalan söyleye söyleye Allah
katında kezzâb/çok yalancı
diye
yazılır.”
”
B
u dünya ve içinde bulunduğu alemi doğru bir
şekilde okuyan ve anlamlandıran insan, etrafındaki her bir şeyin bir amaç uğruna yaratıldığının
ve her bir varlığın bu yaratılış amacını kusursuz bir şekilde
yerine getirmesiyle büyük bir dengenin varlığının farkına
varır. Bu dengenin kendi yaşamının varlığı ve devamı için
ne kadar gerekli olduğunu anlar. Sayısız sayıda, birbirinden farklı, akıl sahibi olmayan bu varlıkların kendi başlarına
böyle mükemmel bir dengeyi oluşturmak için bir araya gelmesinin imkansız olduğunu bilir ve buradan bunları büyük
bir amacı gerçekleştirmek için her şeye güç yetiren, her şeyi
bilen hikmet sahibi…daha nice güzel vasıflara sahip birinin
yarattığının ve devamını sağladığının bilincine ulaşır. Gözlemlediği bu alemde zerreden küreye kadar her bir şeyin bir
amaç uğruna yaratıldığını gören insan Bu Yaratıcının kendisini boşuna yaratmadığını kendisinin de bir gayesi olduğunu anlar ve merak etmeye başlar, bu görevi bilmeden rahat
edemez ve Yaratıcı’ya Hz. İbrahim (a.s.) gibi şöyle seslenir:
Şubat / 2017
15
“Rabbim bana doğru yolu göstermezse elbette
yolunu şaşırmış kimselerden olurum”1 veya biz
Müslümanların namazlarımızın her bir rekatında seslendiğimiz gibi şöyle seslenir:
“Ezelden ebede kadar, bütün olmuş
ve olacak hamd ve sena övgü tam
ve kemaliyle âlemlerin yegâne
yaratıcısı, besleyip kemale
erdiricisi olan, sınırsız rahmeti ve engin merhameti
ile hayat veren, yaşatan,
koruyan, rahmetine, merhametine, lütfuna, ihsanına, hayırlara mazhar eden,
rahmân ve rahîm olan, ödül
ve ceza gününün tek hâkimi
Allah’adır. Rabbimiz! Ancak
sana kulluk eder ve yalnız senden
yardım dileriz. Bizi dosdoğru yola ilet;
nimetine erdirdiklerinin yoluna; gazaba uğramışların yoluna da, doğrudan sapmışların yoluna da değil!”2
Sonra bu kişi tamamen Rabbine yönelir ve İbrahim (a.s.) gibi şöyle der:
“Ben, O’nun birliğine inanarak yüzümü,
gökleri ve yeri yoktan yaratan Allah’a çevirdim
ve ben müşriklerden değilim.”
İşte insanın bu talebini bilen Yüce Yaratıcı ise
insana kendi aralarından seçtiği elçileri, Kendini (Allah’ı), insanın yaratılış gayesini, dünyada ölümün ve
hayatın niçin yaratıldığını, insanın bunu nasıl başaracağını, dünya hayatından sonra insanın nelerle karşılaşacağını içeren bilgilerle göndermiştir. Bu elçileri de
gönderildikleri topluluklar için “en güzel bir örnek”
kılmıştır.3 Bu elçilere inanarak tâbi olan kimselere de
hem dünyada hem de ahrette her türlü korkudan güvende olacaklarını, üzülmeyeceklerini4 ve en güzel
sona ulaşacaklarını5 bildirmiştir.
Tabiatı ve kendini doğru okuyan, yaratılış amacını merak eden, doğruyu arayan insana peygam-
16
Şubat / 2017
berlerin çağrısı ulaşınca bu çağrıyı derhal kabul etmiş ve artık yörüngesini bulmuştur. Bu dünyaya geliş
amacının, Allah’a kulluk olduğunu6, bu kulluğun da
hayatımızı gerçekleştirirken eylemlerin/işlerin en güzel
olanını (ehsenü amel)7 tercih ederek, gerek tercihte
gerekse uygulamada Peygamberi model alarak
yerine getirileceğini öğrenmiştir. Allah
(c.c) ve Elçisi’nin görüş beyan ettiği
konularda kendisinin seçme hakkının olmadığını bilmiş,8 bütün
karşılaştığı her şeyde Peygamber’i (s.a.v.) model almış hiçbir
konuda onun önüne geçmemeye9 söz vermiştir.
Hayatının bütün alanlarını Allah’ın emrettiği şekilde Hz.
Peygamberi (s.a.v.) model alarak
anlamlandırmak ve yaşamak zorunda
olan Müslüman insanın, Allah’ın biz insanlara lütfettiği en önemli özelliklerden biri olan dilini
de Allah’ın emrettiği ve Hz. Peygamberin (s.a.v.) uyguladığı şekilde kullanması gerekir. Müslümanın dili
ile işleyeceği ameller içerisinde iyisi vardır, daha iyisi vardır, daha daha iyisi vardır: kötüsü vardır, daha
kötüsü vardır, daha daha kötüsü vardır, en kötüsü
vardır. Her işte olduğu gibi Müslüman diliyle de yapabileceğinin en iyisini yapmaya odaklanır çünkü o
şunu bilir:
“Herkesin yaptıkları işlere göre dereceleri
vardır. Rabbin onların yaptıklarından habersiz
değildir.”10
Diğer taraftan Müslüman kimse, Allah Teâla ile
ilişkilerinde gücü nispetinde O’nun güzel isimlerinin
gerektirdiği saygı, önem ve duyarlılığı gösterir. O’nun
isimlerinden birisi de gizli ve açık her şeyi işiten anlamında “semî’”dir. Bütün yönelişi ile O’na yönelen
Müslüman, O’nunla en güzel bir şekilde iletişim kurmaya çalışır. Kur’an’ı Kerim’de “O’nun her nerede
olursa olsun sürekli insanla beraber olduğunu”11, üç kişinin gizli konuştuğu yerde dördüncüsünün mutlaka Allah (c.c.) olduğunu, beş kişinin gizli
konuştuğu yerde altıncısının mutlaka Allah (c.c.) olduğunu, bunlardan az veya çok olsunlar ve nerede
bulunurlarsa bulunsunlar mutlaka O,nun onlarla beraber olacağını ve sonra kıyamet günü onlara yaptıklarını haber vereceğini,12 öğrenen inanan insan,
En Büyük ile birlikte olmanın sorumluluğunu idrak
eder. Davranışlarını da En Büyükle birlikte olduğu
bilinciyle düzenlemeye çalışır. Artık gelişi güzel ve
kabaca konuşamaz çünkü onu, En Büyük duyuyor,
gelişi güzel ve rast gele davranışlarda bulunamaz,
çünkü onu, En Büyük görüyor. Artık Müslümanı,
En Büyüğün yanında olma anlayışı, edepli olmaya
sevk etmiş onun sözüne ve davranışlarına bir ölçü
getirmiştir. Kısacası onu edepli kılmıştır.
Ayrıca inanmış kimse bütün yapıp ettiklerinin
Allah Teâlâ tarafından kayıt altına alındığının bilincindedir. Çünkü yanında bu işle görevli meleklerin
bulunduğunu, konuşması da dahil her şeyin bunlar
tarafından kaydedilip muhafaza edildiğini, Kur’an-ı
Kerim ona şu ayetlerle bildirmiştir:
tına alınması ve Kıyamet günü her yaptığı güzel amel
karşısında kazanacağı derece ve ödül; yanlış yaptığı
amel karşılığında çaptırılacağı ceza, ona dilini kontrol etme ve Allah’a karşı hesap verecek şekilde onu
kullanma bilinci kazandıracaktır. Bunun için de dilini
dünyasına ve ahiretine en yararlı bir şekilde kullanırken dünyasına ve ahiretine zarar getirecek her türlü
kullanımdan koruyacaktır. Bütün bunları gerçekleştirirken de Kur’an-ı Kerim ve sünnette geçen emir, tavsiye ve nehiyler ona rehberlik yapacaktır.
Bu konuda Kur’an ve Sünneti incelediğimiz de
dilin bir takım kullanımlarının Allah (c.c.) ve Elçisi tarafından emredildiğini, övüldüğünü ve teşvik edildiğini, sahiplerinin ödül ile müjdelendiğini görürüz. Diğer
bir takım kullanımlarının da yasaklandığını, yerildiğini ve yapanların ceza ile uyarıldığını görürüz. Şimdi
bunları sıra ile açıklayalım:
A. Dinin Güzel Gördüğü,
Emrettiği, Tavsiye ve Teşvikte
Bulunduğu Sahibini Ödül ile
Müjdelediği Dil Kullanımları:
1. Doğru söylemek:
“İnsanı biz yarattık ve elbette içinden geçenleri biliriz; sağında solunda oturmuş iki
alıcı (yaptığını) alıp kaydederken biz ona şah
damarından daha yakınız. O hiçbir söz söylemez ki yanında çok dikkatli bir gözetleyici
olmasın!”13
Allah Teâla bizlere konuştuğumuz zaman doğru
söz konuşmamızı emretmiş, işlerimizin düzeltilmesini,
günahlarımızın bağışlanmasını da doğru sözlü olmaya
bağlamıştır ve şöyle buyurmuştur:
Görüldüğü gibi Müslüman kişinin, Yüce Allah
tarafından sürekli gözetildiğine olan inancı, yaptıklarının bütün ayrıntılarıyla kusursuz bir şekilde kayıt al-
Kişi tamamen Rabbine yönelir ve İbrahim (a.s.) gibi şöyle der:
“Ben, O’nun birliğine inanarak yüzümü, gökleri ve yeri yoktan
yaratan Allah’a çevirdim ve ben müşriklerden değilim.”
Şubat / 2017
17
“Ey iman edenler! Allah’a itaatsizlikten
sakının ve doğru söz söyleyin ki, Allah sizin
işlerinizi düzeltsin, günahlarınızı bağışlasın.
Kim Allah’a ve resulüne itaat ederse gerçekten
büyük bir kazanç elde eder.”14
“Yine de ona söyleyeceklerinizi yumuşak
bir üslûpla söyleyin, ola ki aklını başına toplar
veya içine bir korku düşer.”16
Aynı şekilde Hz. Peygamber’in (s.a.v) üslup ve
davranışlarındaki yumuşaklığı övmüş bunun insanların kalplerini ısındırıp birlik ve beraberliği pekiştirdiğine işaret etmiştir.
Hz. Peygamber (s.a.v) ise şöyle buyururlar:
“Hiç şüphe yok ki doğruluk iyiliğe götürür. İyilik de
cennete götürür. Kişi doğru söyleye söyleye Allah katında sıddîk /
doğru sözlü diye yazılır. Yalancılık kötüye götürür. Kötülük de cehenneme götürür. Kişi yalan söyleye söyleye Allah katında kezzâb/çok
yalancı diye yazılır.”15
2. Yumuşak sözle hitap etmek:
“Sen onlara sırf Allah’ın lütfü sayesinde
yumuşak davrandın. Eğer
kaba, katı kalpli olsaydın,
hiç şüphesiz etrafından dağılır
giderlerdi. Onları affet, onların
bağışlanmasını dile, iş hakkında
onlara danış, karar verince de Allah’a güven,
doğrusu Allah kendisine güvenenleri sever.”17
3. İnsanlar ile sözün en güzeli
ile iletişim kurmak:
Allah Teâlâ İsra suresinde şöyle buyurmuştur:
Yüce Rabbimiz Musa’ya ve Harun’a (a.s.) Firavun’a mesajlarını iletirken yumuşak bir üslup kullanmalarını emretmiş bunun daha etkili olacağına
işaret etmiştir.
{
}
Müslüman diliyle de yapabileceğinin en iyisini yapmaya
odaklanır çünkü o şunu bilir:
“Herkesin yaptıkları işlere göre dereceleri vardır. Rabbin
onların yaptıklarından habersiz değildir.”
18
Şubat / 2017
“Kullarıma söyle, sözün en güzelini söylesinler; çünkü şeytan aralarına girer. Kuşkusuz
şeytan insanların apaçık düşmanıdır.”18
Sözün en güzelini seçerek inanmış insanlar, şeytanın kapılarını kapatarak insanların kalplerinin birleşmesine zemin hazırlarlar. Böylece inadın zeminini
kırarak insanları doğruya sevk etmeyi daha uygun,
daha kolay bir yöntemle gerçekleştirirler.
Gerçekten, İnanmış insanın sözün en güzel olanının tercih ederek dilinin kontrol etmesi, yüksek edep,
terbiye ve ulvi bir medeniyet olarak İslam toplumunun inşasının önemli bir unsurudur. Çünkü sürekli sözün en güzelini seçme emri Müslümanlar tarafından
doğru uygulandığında onları her defasında daha iyi
bir sözü seçmeye teşvik ettiğinden Müslüman toplum,
sözün güzeli ile yetinmeyecek hep daha iyisini arayacaktır. Bu da İslam toplumunun, söz alanında yüksek
bir medeniyetin merdivenlerinden basamak basamak
yükselmesini sağlayacaktır.
Diğer bir ayet-i kerimede Rabbimiz şöyle buyurur:
“Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle
davet et; onlarla en güzel yöntemle tartış. Kuşkusuz senin rabbin, yolundan sapanların kim
olduğunu en iyi bilendir; O, doğru yolda bulunanları da çok iyi bilir.”19
4. Muhtevası hakka davet olan
ve Hakka davet karşısında kabul
ile ifade edilen güzel söz Allah
Tarafından Övülmüştür:
“Ey iman edenler! Allah’a
itaatsizlikten sakının ve doğru
söz söyleyin ki, Allah sizin
işlerinizi düzeltsin, günahlarınızı
bağışlasın.
Kim
Allah’a
ve
resulüne itaat ederse gerçekten
büyük bir kazanç elde eder.”
“Allah’a çağıran, dine ve dünyaya yararlı iş
yapan ve “Ben müslümanlardanım” diyenden
daha güzel sözlü kim vardır?”20
Allah Teâlâ, hak bir görev karşısında kabul edip
güzel söz söylemenin daha hayırlı olacağını bildirmiştir:
“Güzel olan itaattir, makbul sözdür. Durum (savaş emri) kesinlik kazanınca Allah’a karşı sadâkat gösterselerdi onlar için hayırlı olacaktı.”21
B. Dinin Hoş Görmediği,
Yasakladığı, Uzak
Durulmasını Tavsiye Ettği
Sahibini Azab ile Uyardığı
Dil Kullanımları:
1. Yalan ve gerçeğe aykırı sözler:
Allah Teâlâ, yalan ve gerçeğe aykırı söz kullanmayı bir çok ayette yasaklamıştır onlardan bir tanesini vermek ile yetineceğiz:
Allah Teâlâ kendine çağıran sözü övmüş ve onu
en güzel söz olarak nitelemiştir:
Şubat / 2017
19
Yüce Rabbimiz Musa’ya ve Harun’a (a.s.) Firavun’a mesajlarını
iletirken yumuşak bir üslup kullanmalarını emretmiş bunun daha
etkili olacağına işaret etmiştir.
“Yine de ona söyleyeceklerinizi yumuşak bir üslûpla söyleyin, ola
ki aklını başına toplar veya içine bir korku düşer.”
“Yapılması gereken işte budur. Kim Allah’ın koyduğu yasaklara saygı gösterirse bu,
rabbi katında kendisi için çok hayırlı olur. Size
vahiy ile (haramlığı) bildirilenlerin dışındaki
hayvanları yemeniz helâl kılınmıştır. Öyleyse
pislikten yani putlardan uzak durun ve asılsız
sözden de kaçının.”22
“Yine anılan o iyi kullar, asılsız şeylere şahitlik etmezler; boş ve mânasız davranışlarla
karşılaştıklarında onurluca çekip giderler.”24
Allah Teâla, yalan sözle hidayet arasında bağlantı
kurmuş ve yalanın onu söyleyenleri hidayete ulaştırmayacağını bildirmiştir:
3. Allah’ın ayetlerine karşı duyarsız kalmak:
Allah Teâlâ, övmüş olduğu kullarının özellikleri
arasında şu özelliği de anmıştır:
“Kendilerine rablerinin âyetleri hatırlatıldığında o âyetler karşısında körler ve sağırlar
gibi bilinçsizce davranmazlar.”25
“Firavun ailesinden olup imanını gizleyen
bir mümin kişi şöyle dedi: “Adamı, ‘Rabbim
Allah’tır’ dediği için öldürecek misiniz? Oysa
o size rabbinizden âyetler getirmiştir. Eğer yalancı biriyse yalanı kendi zararınadır; ama eğer
doğru söylüyorsa size bildirip uyardığı şeyin
bir kısmı başınıza gelecektir. Hiç kuşku yok ki
Allah, aşırılığa sapmış, yalancı kimseyi doğru
yola ulaştırmaz.”23
4. Alaya almak, uygun olmayan
lakaplar takarak küçümsemek:
Allah Teâla bütün bunları yasaklamıştır:
2. Yalancı şahitlik yapmak
veya kötü eylemlerin yapıldığı
yerlerde bulunmak:
Allah Teâlâ, övmüş olduğu kullarının özellikleri
arasında şu özelliği de anmıştır:
20
Şubat / 2017
“Ey iman edenler! Erkekler diğer erkeklerle alay etmesinler; onlar kendilerinden daha
iyi olabilirler; kadınlar da diğer kadınlarla
alay etmesinler; alay edilen kadınlar edenlerden daha iyi olabilirler. Biriniz diğerinizi karalamayın, birbirinize kötü ad takmayın. İman
ettikten sonra fâsıklıkla anılmak ne kötüdür!
Günahlarına tövbe etmeyenler yok mu, işte zalimler onlardır.”26
5. Kötü zanda (su-i zan) bulunmak, birbirlerinin arkasından
çekiştirmek/gıybet etmek:
Allah Teâla bütün bunları da yasaklamıştır:
“Ey iman edenler! Zannın çoğundan sakının; çünkü bazı zanlar günahtır. Gizlilikleri
araştırmayın, birbirinizin gıybetini yapmayın;
herhangi biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? Bak bundan tiksindiniz! Allah’a itaatsizlikten de sakının. Allah tövbeleri
çokça kabul etmektedir, rahmeti sonsuzdur.”27
6. Her türlü iftirada bulunmak:
“İmanlı, saf ve namuslu kadınlara iftira
atanlar dünyada ve âhirette lânetlenmişlerdir,
onlara büyük bir ceza vardır.”28
7. Gerekmediği yerde yüksek
sesle
bağırarak
konuşmak,
özellikle de anne, baba öğretmen
v.b. büyüklerin yanında onların
seslerini
bastıracak
şekilde
konuşmak hoş karşılanmamıştır:
Bu konuya işaret eden ayet:
“Yürüyüşünde ölçülü ol, sesini yükseltme;
çünkü seslerin en çirkini eşeğin anırmasıdır.”29
Sonuç
Buluğ çağından son nefesine kadar istemli olarak
bilinçli bir şekilde yaptığı bütün amellerinden Allah
Teâlâ tarafından sorguya çekileceğine, yaptığı en ufak
bir iyilikten ödül alacağına, en ufak kötülükten de cezaya çaptırılacağına inanan insanlar olarak biz Müslümanların en dikkat etmeleri gereken alanlardan biri
de “dil”imizin diğer bir ifade ile “lisan”ımızın kullanımıdır. Allah Teâlâ’nın bize verdiği diğer imkanlarda
olduğu dilimizin imkanlarını da bütün potansiyeli ile
salih amele yani Allah’ın rızasını kazandıracak eyleme
dönüştürmek bu alanda başlıca hedefimiz olmalıdır.
Bu hedefe ulaşmak için Allah Teâlâ’nın bu konudaki emirlerini, nehiylerini, tavsiyelerini ve övgülerini
dikkate alarak bütün bunları Hz. Peygamberi model
alarak gerçekleştirmeliyiz. Bu konuda yapmamız gerekenleri, doğru sözlü olmak; yumuşak bir üslup kullanmak, insanlarla konuşmalarımız esnasında sözün
en güzelini seçmek; doğruya, güzele, faydalı olana
davet edildiğimizde güzel bir şekilde itaat etmek şeklinde özetleyebiliriz. Sakınmamız gerekenleri ise yalan
söz, yalancı şahitlik, Kur’an ve güzel sözler karşısında kayıtsız kalmak, başkalarıyla alay etmek, insanları
küçük düşürücü lakaplar kullanmak,iftira etmek, su-i
zanda bulunmak, gıybet etmek, gereksiz olarak yüksek sesle konuşmak olarak özetleyebiliriz.
Allah Teâla hepimize lisanımız dahil olmak üzere bütün alanlardaki imkanlarımızı
O’nu razı edecek şekilde değerlendirmeyi nasip eylesin! Allah’a emanet olun! Allah’ın selamı
ve bereketi üzerinize olsun….
Dipnotlar
1. En’am 6/77 2. Fatiha 1/1-7 3. Ahzab 33/21 4. Bakara 2/39 5. Rad 13/24;
Taha 20/132; kassas 28/83; Araf 7/128 6. Zâriyât 51/56 7. Mülk 67/2 8. Ahzab
33/36 9. Hucurât 49/1 10. En’am 6/132 11. Hadid 57/4 12. Mücadele 58/6
13. Kaf 50/16,17,18. 14. Ahzab 33/70,71 15. Buhari, Edep, 69. 16. Taha
20/44 17. Âl-i İmran 3/159 18. İsra 17/53 19. Nahl 16/71 20. Fussilet 41/33
21. Muhammed 47/21 22. Haç 22/30 23. Mü’min 40/28 24. Furkan 25/72
25. Furkan 25/73 26. Hucurât 49/11 27. Hucurât 49/12 28. Nur 24/23 29.
Lokman 31/19
Şubat / 2017
21
Nureddin YILDIZ
Dil Bilgisi Dersi
“
Bismillahirrahmanirrahim.
Resûlullah
buyurmuş
Elhamdüli’llahi Rabbi’l âlemin ve sallallahu ve
ki: “Muaz, şimdi sana bütün
selleme âla seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve
bunların hepsini bir kelimede
sahbihi ecmaîn.
özetleyeyim mi?” “Buyur ya
Resûlullah” demiş. Şimdi şifre
geliyor. Mübarek dilini tutmuş
Âlemlerin Rabb’i Allah’a hamd, efendimiz Muhammed aleyhisselama, ailesine, ashabına salat ve
selam olsun.
ve çıkarmış. “Buna sahip ol,
Değerli Mü’min Kardeşlerim,
işin aslı bu” demiş.
İlk Müslümanlardan ve ashabı kiramın büyüklerinden
olan Muaz ibni Cebel radıyallahu anh isimli sahabi
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemle yaşadığı bir
hatırasını, ondan dinlediği bir nasihati naklediyor.
22
Şubat / 2017
”
Biz bu hadiseyi, aradan yüzlerce sene geçtikten sonra sanki
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemle berabermişiz, özellikle bize konuşuyormuş gibi dinlemeliyiz.
Oldukça mühim ve bizim imanımızla ilgili ciddi konular ihtiva eden bu nasihati, lütfen can kulağıyla dinleyelim. Başlıklarından kendimize dersler
çıkaralım. Çünkü Resûlullah sallallahu aleyhi
ve sellem Muaz ibni Cebel’in Peygamber’iydi,
bizim de Peygamberimiz’dir. Muaz,
O’ndan dinlediği nasihatleri
özümseyip yaşayınca Muaz
ibni Cebel oldu.
Bakınız asırlar sonra
bu camide onu muhteşem
bir dua ile yâd ediyoruz.
Melekler de yâd ediyorlar.
Biz de bugün, bu hadisi
Muaz’ın ağzından dinleyip
onun Resûlullah’tan dinlerken istifade ettiği gibi istifade
edebilirsek, biz de -Allah’ın izniyle- asırlar sonrasında meleklerin dilinde ve duasında oluruz.
Kardeşlerim,
Muaz ibni Cebel radıyallahu anh diyor ki: “Bir
yolculuk esnasında Resûlullah sallallahu aleyhi ve
sellemi yalnızken yakalamaya çalıştım. Bir yerde fırsat oldu. Bineğine yakın bir yerde, yani yan yana
gidebileceğimiz bir mesafede yanına ulaştım ve ‘ya
Resûlullah! Bana öyle bir nasihat yap ki, o
nasihatin beni cennete yaklaştırsın, cehennemden uzaklaştırsın’ dedim.” Böyle bir nasihat
istemiş. Muaz radıyallahu anh, Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem Efendimiz’den cennete girmenin ve
cehennemden kurtulmanın nasihatini istiyor.
Ona: “Muaz, sen ağır bir şey istedin. Basit
bir şey istemiyorsun ki? Cennete girmek ce-
hennemden kurtulmak istiyorsun ama Allah
kolay ederse bu kolay olabilir. Madem sordun Allah’a kulluk yap, hiç kimseye şirk koşma. Namaz kıl, zekât ver, oruç tut ve hac yap.
Muaz, tamam mı?” buyurmuş. O da: “tamam ya
Resûlullah” demiş.
Arkadaşlarım, Kardeşlerim, Dostlarım,
Soru ne? Bunu muhabbetle dinlemeye çalışalım.
“Bana cenneti göster,
beni
cehennemden
uzak tut. Bunun için
ne yapayım ya Resûlullah?” diye sorduğunda
Efendimiz hepimizin bildiği
şeyi söylemiş. “Şirk koşma, namaz kıl, zekât ver,
oruç tut, hacca git.”
Şöyle bir gizli muhasebe yapalım,
bu muhasebe açık yapılmaz. Yani bunu zaten
Muaz da biliyordu. Şimdi biz içimizden: “Muaz bir
şifre istedi, peygamber koca bir matematik
kitabını verdi” deriz. Muaz çok küçük bir şey istiyor. “Öyle bir şey söyle ki ben onu yapınca
kendimi cennetlik bileyim, cehennemden de
kurtulmuş bileyim” diyor. Efendimiz sallallahu
aleyhi ve sellem de zaten Muaz’ın kestirmeden gitmek istediğini biliyor.
Bunun için: “Muaz, bütün bunların en iyisi
nasıl olur? Kapılar nasıl açılır onu söyleyeyim
sana?” buyurmuş. Muaz: “Buyur ya Resûlullah”
demiş. Muaz’ın namaz sorunu yok, şirk yok elhamdülillah. Oruç tutuyor, Resûlullah ile iftar ediyor. Otelde değil, Resûlullah ile iftar ediyor. Muaz yedi yıldızlı
Resûlullah: “Sana iyiliklerin kapısını açayım mı” buyurdu. “Buyur
ya Resûlullah” deyince, “nafile oruç iyi bir kalkandır, dikkat et”
buyurmuş. “Sadaka, suyun ateşi söndürdüğü gibi hataları affettirir
dikkat et. Herkes uyurken gece teheccüde kalkmak da iyi bir iştir
Muaz” buyurmuş.
Şubat / 2017
23
Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem önce, “şirk koşma, namaz kıl,
oruç tut” demişti. Sonra nafile orucu emretti. Sadakayı tavsiye etti.
Gece namazını tavsiye etti. İşler, beşti sekiz oldu. Bir şifre istiyordu,
sekiz dosya açıldı.
otelde iftar etmiyor ki. Resûlullah sallallahu aleyhi ve
sellemle Mekke’yi fethederken Harem-i Şerif’in avlusunda iftar ettiler, yedi yıldızlı otelde iftar etmediler.
Belki de yedi milyar melekle iftar ediyorlardı.
İstediği şeyi biraz daha açtı. Resûlullah: “Sana
iyiliklerin kapısını açayım mı” buyurdu. “Buyur
ya Resûlullah” deyince, “nafile oruç iyi bir kalkandır, dikkat et” buyurmuş. “Sadaka, suyun
ateşi söndürdüğü gibi hataları affettirir dikkat
et. Herkes uyurken gece teheccüde kalkmak
da iyi bir iştir Muaz” buyurmuş.
Bu sefer yine bildiği şeyleri saymış. Muaz, Medine’nin tamamını Resûlullah’a sadaka olarak vermeye
hazır. Zaten nafile oruç tutuyor. Gece teheccüd de kılıyor. Muaz ne istiyordu? “Bana cenneti garanti et,
cehennemden de kurtar” diyerek bir kimlik kartı
istiyordu. “Üye oldum, iş garanti olsun” diyor.
Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem önce, “şirk
koşma, namaz kıl, oruç tut” demişti. Sonra nafile orucu emretti. Sadakayı tavsiye etti. Gece
namazını tavsiye etti. İşler, beşti sekiz oldu. Bir şifre istiyordu, sekiz dosya açıldı. Resûlullah sonra da
buyurmuş ki: “Bütün bu konuştuğumuz işlerin
başı, direği ve zirvesi nedir biliyor musun?”
Muaz: “Bunu söyle ya Resûlullah” demiş.
Şimdi şifreye yaklaşmış. “İşin başı; Müslüman
olmaktır. Sonra namazlı Müslüman olmaktır.
Sonra cihatla zirveye çıkmaktır” buyurmuş.
Müslüman, namazlı, cihat zirvesinde duruyor. Demek ki zirve cihatmış. Muaz’ın işi biraz daha zorlaştı.
Sekiz maddeydi, bu sefer on bir madde oldu. Efendimiz aleyhisselam buyurmuş ki: “Muaz, sen herhâlde yoruldun, zor oldu.” Çünkü Resûlullah, on
bir şey saydı: -Allah’a şirk koşma, namaz kıl, zekât
ver, oruç tut, haccet, nafile oruç tut, sadaka ver, gece
namazı kıl, Müslümanlığın hakkını ver ve namazı işin
direği gibi tut. Cihatla zirveye çık.- Muaz, bir şifre
istiyordu, Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem on
bir madde saydı.
Sonra buyurmuş ki “Muaz, şimdi sana bütün bunların hepsini bir kelimede özetleyeyim
mi?” “Buyur ya Resûlullah” demiş. Şimdi şifre geliyor. Mübarek dilini tutmuş ve çıkarmış. “Buna
sahip ol, işin aslı bu” demiş. Bildiğimiz dil. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem dilini çıkarmış ve
tutmuş “buna sahip ol” demiş. Muaz radıyallahu
anh ne sormuştu? “Bir şey söyle ki cennet garanti olsun, cehennemden kurtulayım” demişti.
Resûlullah, saydı, saydı, saydı “bunlar sana uzunsa bir kelimede özetleyeyim” buyurdu. “Buyur
ya Resûlullah?” deyince “diline sahip ol. Onu
dizginle” diyor.
Kardeşlerim,
Burada Muaz’ın bir sorusu ve Efendimiz’in de
bir cevabı var. Ancak bunu anlayabilmemiz için ben,
sizler, varsa eşlerimiz, talebelerimiz, çocuklarımız bir
yere toplanalım. Bin dört yüz senelik Müslümanlığı,
Kur’an’ı, binlerce hadis şerifi, yeryüzünü dolduran
24
Şubat / 2017
milyonlarca camiyi, minareleri, ezanları, ilimleri,
âlimleri bir kelimede özetleme yarışı yapsak “dilini
tutmak” diye bir cevap duyar mıyız? Ama Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Muaz’a ne buyuruyor? “İslam, cihat, şirk koşmaki namaz, oruç,
hac, gece namazı, nafile namaz, sadaka vermek bütün bunlar dile sahip olmakla mümkündür” buyuruyor.
nı, cennete veya cehenneme mesafesini ölçeceğimiz
sağlık testi olarak okuyabiliriz kardeşlerim. Çünkü
Muaz radıyallahu anh Resûlullah sallallahu aleyhi ve
sellemden ne istedi? “Bana bir iş öğret ki beni
cennete yaklaştırsın, cehennemden uzaklaştırsın” dedi. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem saydı,
saydı sonra da dilini göstererek “bu işi, bu düğümleyecek” dedi.
Muaz dayanamamış. “Ya Resûlullah! Bu kaKardeşlerim,
dar büyük bir İslam sorumluluğunun altına girBiz, Ramazan’da on kişiye iftar vermekle eldikten sonra iki kelime konuştuğumuz dilimiz bette Allah’ın razı olacağı bir iş yapıyoruz. Ailece
mi bizi batıracak? Burada cennetten, cehen- umreye gitmekle muhteşem bir iş yapıyoruz. Akranemden, şirkten, oruçtan, namazdan konuşu- balarımızdan biri ölünce evde Yasin okuttuk, hatim
yoruz, sen tuttun dilini, ‘buna sahip ol’ dedin” okuttuk, inşallah bu da iyi bir şeydir. Kendimiz okudemiş. Resûlullah dönmüş, buyurmuş ki: “Anasını sak garanti olarak iyi bir şey olurdu da başkasına
kaybedesice çocuk,
bi- okutunca biraz
k, -yetim
yetim misin sen- ne bi
az dolambaçlı olduğu için “inşallah”
çim söz söylüyorsun?
sun? İnsanların cehenneme demek zorunda
zorund
nda kalıyoruz.
nd
ka
yüz üstü atılmalarının
ının
sebebinin ne olduğunu
Bunlar
iyi şeyler.
unu
Bu
zannediyorsun ki” diye
Ama Peygamber sallalsormuş. Efendimiz sallallalahu
llallalahu aleyhi ve sellem,
Resûlullah sonra da buyurmuş ki: Muaz’ın
hu aleyhi ve sellem: “Dile
Muaz
Mu
az’ı
az
’ı “beni cennete
sahip
olamadıkları
ıkları
koya
ko
yan şeyi söyle ya
ya
“Bütün bu konuştuğumuz işlerin başı, koyan
için, insanların cehenResûlullah”
isteğine
ehenResû
direği ve zirvesi nedir biliyor musun?”
neme düşmesiyle socevap olarak neler saynuçlanıyor” buyurmuş.
rmuş
uş..
uş
mıştık “Allah’a ibamıştık?
det, şirk koşmama,
namaz,
Kardeşlerim,
nama zekât, Ramazan orucu,
hac, nafiMü’minler birbirleriirlerior
ne, hakkı ve sabrı tavsiye
le oruç,
avsiye
oru sadaka, gece
eşiniz olarak sizlere
sizl
zler
zl
eree tavsiyem;
er
tavs
ta
vsiyem; namazı, İslam, cihat…” diyor
vs
diyo ama sonrasında
ederler. Mü’min kardeşiniz
zi’nin sahih
ahih hadislerinden
hadisleri
rind
ri
nd biri da “bunların
“b la
he inin başında
b
da ve sonunda da
hepsinin
bu hadis şerifi, Tirmizi’nin
olarak, 2616. hadisi haftada bir defa mı, her cuma hepsinin şifresinde dil var” buyuruyor. Gayet açık
akşamı mı, yedi günde bir mi evlerde ilaç gibi kul- kardeşlerim.
lanalım derim. Eşimize dönüp “sevgili zevcem,
Müslüman evde çok meziyetli, bereketli, hayırlı
sevgili eşim, sence dilim garantide mi, dilimi
tutabiliyor muyum” diyelim. Bir başkasına kendi- işler yapar. Bunlar Müslümanlığının işaretidir. Bunlamizi test ettirelim. Arkadaşlarımız, dilimizle ilgili yo- rı zaten Peygamber aleyhisselam Efendimiz öğrettiği
rum yapsınlar.
için yapıyoruz. Ama ağzı kapanmamış bir şey içindekini dökebiliyor. Bir kelimelik boş söylenmiş söz, torResûlullah sallallahu aleyhi ve sellem namazla bamızdan namazları boşaltabilir. Düğümleyip büzmek
başladı. Şirki, namazı, İslam’ı, gece namazını saydı dille mümkündür.
sonra da diliyle bağladı. “Dil olmayınca öncesinde saydığı on bir madde yokmuş gibi insanlar
Çok açık ve seçik bir şekilde sevgili Peygamber
cehenneme yuvarlanıyor” buyurdu.
aleyhisselam Efendimiz Muaz’ın üzerinden, ona iman
eden Ümmet’ine ne mesaj gönderdi? “Bütün yapBu hadis şerifi yedi günde bir, haftada bir, Cuma tığınız güzel işlerin ana kumandası, dilinizdir,
akşamları, cumartesi günü evimizin Müslümanlığı- dikkat edin” dedi. Bunun için kardeşlerim, can
Şubat / 2017
25
dostlarından birisi olan bir sahabe, öbür sahabeye
“zencinin çocuğu” diye hitap edince -bu ağızdan
çıkan bir cümledir- ona ne buyurdu?
“Bütün bu büyük dediğin şeylerin hepsinin kumandası dildir” buyurdu. Bunu biz Ümmet’i olarak
duyduk mu? Elhamdülillah, duyduk, hamd ederiz.
“Sen cahiliyeyi hâlâ damarlarında taşıyorsun” buyurdu. Cahiliye ne? Ebu Cehillik, Ebu Leheblik. Peygamber aleyhisselamın ağzından dökülen
bu söze muhatap olan sahabe, Peygamber’le Bedir’e katılmış bir sahabeydi
veya Uhud’a katılmıştı veya Hendek’e katılmıştı. Ya da senelerden beri Resûlullah’ın mescidinde, O’nun arkasında
sabah namazı kılıyordu.
Aziz kardeşlerim, değerli mü’minler, Muhammed
sallallahu aleyhi ve sellemin Ümmeti’nden olanlar,
kendisini Peygamberi’nin Ümmeti’nden olmakla şerefli kabul edenler;
Dil, batırıyor veya
yükseltiyor. “La ilahe
illallah Muhammedun
Resûlullah”
demek
ebedi cennetlere götürüyor. Arkadaşına bir kere
kaba, ağır, toplumun hor göreceği bir cümleyi söyleyene de
Allah Teâlâ, “fasık” diyor. Mü’mine kaba bir kelime kullandığın için
“fasıksın” diyor.
Allah: “Bu fasıklık ne kötü bir şeydir” (Hucûrât, 11) buyuruyor. Tatlı bir söz, yılanı deliğinden
çıkarıyor, acı söz ise canı tenden de çıkartıyor.
Bundan anlaşılıyor ki kardeşlerim, mademki
sevgili Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem bin
dört yüz otuz yıl önce bugün Ankara’da, İstanbul’da,
Atina’da, Bağdat’ta, Mekke’de, Medine’de, Moskova’da, dünyanın herhangi bir yerinde “la ilahe illallah Muhammedun Resûlullah” diyerek mü’min
vasfıyla yaşayacak olan herkese bir mesaj gönderdi.
O ne mesajıdır? Koca koca, büyük büyük işler yap
ama dil bunların hepsinin son kararını verecektir,
haberin olsun! Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem:
{
O zaman çok net, apaçık ilan
edebiliriz ki biz, dil terbiyesi
olan bir Ümmet’iz. Biz dili
eğitilmiş bir Ümmet’iz.
Onun için mü’min olmak, kırk gün filan kampa katılmakla değil kırk
saniyeden az bir zamanda
söylenecek olan “la ilahe illallah”ı söylemekle
gerçekleşiyor. Kırk yıl aidat ödeyerek değil, kırk
saniye “la ilahe illallah
Muhammedun Resûlullah”
diyerek cennete sahip oluyorsun.
Çünkü biz, dil Ümmet’iyiz. Dil terbiyesi
görmüş Ümmet’iz.
Miraçta eğitilmiş olan, meleklerle oturup kalkan
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin terbiyesi ile
eğitilmiş ve ahlak standartlarını Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sellemin Medine’de belirlediği bir Ümmet’iz
kardeşlerim.
Onun için çocuklarımızı hafız yapıp yapmadığımızdan, abdesti öğretip öğretmediğimizden, teyemmümü, guslü öğretip öğretmediğimizden, amcalarını-halalarını tanıtıp tanıtmadığımızdan, insani ve
İslamî görevlerimizi yapıp yapmadığımızdan sorulacağımız gibi sözlük kullanmayı, kullanılabilir-kullanılamaz kelimeleri, ifade tarzının Medine standartlarında
veya internet standartlarında olup olmadığını çocuk-
}
Muaz: “Bunu söyle ya Resûlullah” demiş. Şimdi şifreye
yaklaşmış. “İşin başı; Müslüman olmaktır. Sonra namazlı
Müslüman olmaktır. Sonra cihatla zirveye çıkmaktır” buyurmuş.
26
Şubat / 2017
larımıza verip vermediğimizden de kıyamet günü mesul olacağız. Sadece Kur’an öğreterek değil, Kur’an
kültürü vererek de Kur’an aşısı yaparak da nesil yetiştirmek gerekiyor.
Biz, dil terbiyesi görmüş, eğitimini dil üzerinden kapmış bir Ümmet olmak zorundayız.
Öyle bir Peygamber’in Ümmeti’yiz.
Kardeşlerim,
Bunun için evlerimizde Muaz radıyallahu anhın
bu hadis şerifini okuyalım. Kendimizi test edelim.
Hani birimize evden çıkarken eşi “yahu gömleğinde bir leke var, aynaya bir baksana” dediğinde
“Allah razı olsun, iyi ki ikaz ettin, değiştireyim
bu gömleği” dediği ve bunu bir insanlık görevi, eş
olmanın zorunlu görevi olarak gördüğü gibi, Medine’yi kendisine tarz olarak görmüş, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin dilini gösterip “ona sahip
ol” dediği manayı içine sindirmiş bir mü’min olarak,
evden çıkarken eşi onu gömlek konusunda ikaz ettiğinde teşekkür ettiği gibi “sen dün akşam şöyle bir
cümle kullandın, sonra da yatsı namazına gittin. İkisi aynı şeyler değil, yatsı namazı kılan o
cümleyi kullanmaz” dediğinde de teşekkür etmeli,
kuyumcuya gidip bu ikazı için hediye olarak güzel bir
bilezik almalıdır.
Çünkü gömleğini kirli olarak arkadaşları görse idi
o ikazı yaparlardı. Bu en fazla yeni bir gömleğe mâl
olurdu. O da maaşının yüzde birine bile tekabül etmezdi. Ama Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin
her şeyin başı dediği bu dil düzeltilmediğinde ahiret
yanar. Çünkü “beni cehennemden uzaklaştıracak formülü söyle ya Resûlullah” diyene Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem sonunda “buna sahip
ol” dedi. Eğer bir mü’mine eşi, oğlu, çocuğu, işçisi,
sokaktaki biri, onun hiç önem vermediği biri bir kelime ikazı yapıyor da “bu cümleyi yanlış kullanmış
olmalısınız” diyorsa sonra da o mü’min, “sen ne
karışıyorsun” tarzında dikleniyorsa kat edilecek mesafe çok demektir.
Allah ashabı kiramdan razı olsun. Bu terbiyeyi gördüler de sonra kalktılar, “bana bendeki bir
ayıbı hediye edenden Allah razı olsun” dediler.
Şu ifadeye bir bakın! “Beni ikaz eden” demiyor.
“Şu senin yanlışındır” demeyi hediye olarak kabul ediyor. Hediye olarak kabul ediyor. Bundan güzel
Muaz radıyallahu anh ne
sormuştu? “Bir şey söyle ki cennet
garanti
olsun,
cehennemden
kurtulayım” demişti. Resûlullah,
saydı, saydı, saydı “bunlar sana
uzunsa bir kelimede özetleyeyim”
buyurdu. “Buyur ya Resûlullah?”
deyince “diline sahip ol. Onu
dizginle” diyor.
hediye olur mu? Ahiretini kurtarıyor, mü’minlik kalitesinin düşmemesini sağlıyor. Bu bir ayakkabı, bir kol
saatinden çok daha değerli bir hediye değil mi? Onun
için “bana ayıbımı hediye edenden Allah razı
olsun” demiş. Çünkü dost ayıp da ikaz eder, hakkı da
tavsiye eder. Düşman ise ayıp üzerinde yatırım yapar.
Bir insanın eşinden, çocuğundan, iş arkadaşından daha yakını kim olabilir? Elbette o herkesten
önce onun ayıplarını teşhir etmeden, medyatik yapmadan, internete dökmeden baş başa gelip Allah rızası için ikaz eder. Milyonların izlediği bir televizyondan “Allah rızası için mü’min kardeşi olarak
ikaz ediyorum” deme seviyesizliği yapmaz. Bizim
Ümmet’imizde teşhir yoktur.
Kardeşlerim,
Bundan çok rahat bir şekilde şu kuralı çıkarıyoruz; biz Müslümanlar olarak yaşadığımız toplumumuzda sadece insan topluluğu değiliz. Müslümanlar, camisi, medresesi, vesairesi olan bir semtte
yaşarken insanlık ortak paydasında buluştukları için
orada yaşamıyorlar. Çünkü Hristiyanlar, Yahudiler,
hatta hiçbir dine mensup olmayanlar da zaten o paydada buluşuyorlar. Biz elbette insanlık alt paydasında
buluşuyoruz. Ama biz aynı zamanda mü’min kardeşleriz. Bizim bulunduğumuz topluluk sadece yasaların
birbirimizin haklarına tecavüz etmemek, hakkını hukukunu çiğnememek konusunda garanti sağladığı bir
toplum değildir. Kanunlar ve ahlak anlayışı zaten başka toplumlarda da var. Kanunlar var, her toplumun
kendine göre ahlakı var.
Bir insanın diğer insanı üzmemesi, Müslüman olmayan bir toplumda kanunların garantisi altındadır.
Şubat / 2017
27
Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem: “Dile sahip olamadıkları
için, insanların cehenneme düşmesiyle sonuçlanıyor” buyurmuş.
O toplumun örfünün ve ahlakının garantisi altındadır.
Ama “la ilahe illallah Muhammedun Resûlullah” diyen, kendisini mü’min, Müslüman, muvahhid,
Kur’an ehli, Resûlullah’ın sünnetine iman etmiş birisi
olarak gören mü’minin dili, diğer mü’mine zarar vereceği zaman -Allah’ın koruma altına aldığı bir mü’mine
zarar vereceğinden dolayı- kendisini geri çeker. Çünkü Müslümanların topluluğunda insanlık alt paydasından başka mü’min olmak, aynı Allah’ın muvahhid
kulları olmak diye bir alt payda daha var.
Dolayısıyla biz, yasalardan, ahlaktan önce Allah koruma altına aldığı için birbirimizin onurunu,
birbirimizin şahsiyetini saygın kabul etmek zorundayız. Elimizle ezmediğimiz gibi dilimizle de ezemeyiz.
Birbirimize vuramayız, rastgele de konuşamayız.
Çünkü diline sahip olmayanlar Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sellemin ikazı ile “yüz üstü burunlarının
üstünde cehenneme sürüklenirler.” Namaz kılmadıkları için değil, Ramazan’da oruç tutmadıkları
için değil, hacca gitmedikleri için değil, Ramazan’da
oruç tutacak bir Müslüman’a ağır kaçan bir kelimeyi
kullandıkları için.
Demek ki biz sadece üniversiteye girsin, imtihan
kazansın diye dil eğitimi, imla kuralı öğretmiyoruz. Nazik, kırmayan, incitmeyen cümleler kullanan toplum
olmak zorunda olduğumuz için düzgün konuşmak
zorundayız. Allah azze ve celle Kur’an’ının Rahman
Suresi’nin başında çok net bir şekilde ne buyuruyor
kardeşlerim; Allah Rahman’dır. Kur’an indirdi.
İnsana öğretti. Neyi öğretti? Düzgün konuşmayı, kaliteli konuşmayı öğretti. Kaba saba konuşmak, köylüce konuşmak anlamında değil.
Bu Ümmet’in köylüsü, şehirlisi yok. İnsan onurunu saygın tutan veya tutmayan konuşmaya kaba
saba ya da düzgün konuşma diyoruz. Mü’min düzgün konuşmak, konuştuğu ile incitmemek zorundadır.
Arkadaşı, eşi, çocuğu, ebeveyni, bütün insanlar için
bu geçerlidir. Mü’min kâfirle konuşurken bile kaliteli
konuşur. Allah: “Kâfirlerle konuşurken bile en
güzel sözleri kullanın” (Ankebût, 46) buyuruyor.
Musa aleyhisselamı ve kardeşi Harun aleyhisselamı Firavun’a gönderirken, görevlendirme noktasında Allah; “Firavun’a gidin, Firavun azdı” (Tâhâ,
43) diyor. Nasıl azdı? Her açıdan azdı. Öldürüyor,
asıyor, kesiyor ve dağlara su olarak dökülse, dağları
eritecek bir söz söylüyor: “En büyük Rabb’iniz benim” (Nâziât, 24) diyor. Böyle büyük bir suça karşı,
dili kıyma makinasına konsa az gelir. Kur’an’ımızın
“kâfirliğin en baş lideri” dediği adamlardan bir
adama Allah, beş büyük kulundan birisi olan bir peygamberi gönderiyor. Yanında da onun kardeşi başka
bir peygamberi gönderiyor.
Sonra da ikisine de ne buyuruyor?
“Onunla nazik konuşun.” (Tâhâ, 44) Bu olay
kaç bin sene önce oldu? Bu ayet indiğinde, bu olayın
28
Şubat / 2017
üzerinden belki iki bin sene geçmişti. Bizim için tarihten başka bir değeri olmaması gerekir. Hayır, öyle
değil. Ümmeti Muhammed bütün insanlığın özüdür.
Bütün insanlığın olaylarının yorumu, Muhammed
aleyhisselamın Ümmeti’nde gizlidir. “Ben en büyük
Rabb’inizim. Şu Nil nehrinin etrafındaki ülkenin ilahı benim” diyen kâfir, zalim, tağut ve katil bir Firavun’dan bahsediyoruz.
Allah Teâlâ’nın bizzat konuştuğu kullarından birisi olan Musa aleyhisselam gibi bir peygamber, onu
Allah’a ve hidayete davet etmek için görevlendiriliyor.
“Firavun’a gidin, Firavun azdı, kudurdu, tuğyan
etti” diyor. “Onunla nazik konuşun” buyuruyor.
Belki aklını başına alır, Allah’tan korkar.
Kardeşlerim,
miştim, on gün geçti hâlâ şunu yapmamışsın”
diyerek değil, nezaketle bunu yapmalıyız. Hatta er-komutan ilişkisinin de ötesinde.
Bir kedinin fareyle oynadığı gibi karşısındakiyle
oynayan mü’min tavrı, şu hadisteki “dile dikkat et”
mesajının her hafta okunması gereken bir evde yaşanıldığını gösteriyor. Firavun’a Allah kimi gönderiyor
ve ne emrediyor? Firavun; kâfirlerin şahı, tağutların
en büyüğü. Musa aleyhisselam; mü’min kulların en
büyük beşinden biri. Kur’an:
“Allah Musa ile konuştu” (Nisâ, 164) diyor.
Allah ile konuşmuş bir peygamber, “ben sizin en
büyük Rabb’inizim” diyen bir hainin, kâfirin ayağına gönderiliyor. Allah: “Onunla tatlı konuşun”
diye tembih ediyor.
ediy
ed
iyor.
iy
Allah, Firavun’un akıbetini bilmiyor muydu? “Şu
adama bakın, benden
enden
başka bir ilahtan söz
ediyor” diye Musa aleyhisselamı öldürmeye kalBiz,
dil
terbiyesi
görmüş,
kışacağını bilmiyor muydu
Allah? Bilmez olur mu,
u, bieğitimini dil üzerinden kapmış bir
liyordu. Zaten Allah, FiraÜmmet olmak zorundayız. Öyle bir
vun yaratılmadan, dünya
Peygamber’in
ümmeti’yiz.
liyo
yoryo
ryaratılmadan bunu biliyordu. Niye “yumuşak k
koonuşun” diyor? İki şeyyden dolayı böyle diyor.
iyor.
Bir; Firavun yarın
“Çok
arın dirildiğinde:
e: “Ço
Çok dikÇo
lenmişti peygamberin,
benim de erkekliğime
in beni
rkek
ekliği
ek
dokundu, onun için böyle yaptım” demesin,
özrü kalmasın diye böyle dedi.
İki; Firavun kim olursa olsun, mü’min zaten nazik adamdır. Mü’min, karşısındakine
göre karakter değiştirmez. Bizim, “hayvan keserken bile nezaketinizi bozmayın” diyen Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem var.
Aziz Kardeşlerim,
Başımızı önümüze eğip, yüreklerimizi göklere
doğru dikip, eşiyle, çocuğuyla henüz eşi Firavunluk
makamına yükselmediği hâlde bir insanla konuşmanın çok ötesinde konuşan mü’minin, kıyamet günü
nezaket standartları hakkında sıkıntı çekeceğini buyurun düşünelim. “Geçen hafta ben tembih et-
Hâ
Hâlbuki bunun ne
kendisi
kendis Musa, ne de diğeri
Ama koğe Firavun.
F
nuşmada
alabildiğince
nuşm
nu
şmad
şm
konuşuyor.
Yorum yapakonu
nuşu
nu
şu
cağı
da “çok sicağı zaman
z
nirliydim”
diyor. Musa
nirliy
aleyhisselam,
Firavun’un
aleyhi
önüne giderken çok mu
neşeliydi?
Firavun, onun
neşeli
yüzlerce
mü’min kardeyüzler
şini öldürmüştü.
Neşeö
liyken herkes tebessüm
eder zaten. Mü’min odur ki, ölümcül
ölüm bir sahnede bile
Resûlullah’ın
Resûlullah’ı hatırı
hatı için,
içi Kur’an’ın
K ’an’ emri için tebessüm
eder, mü’min budur. Sinirlenince karakteri değişen
hangi eğitimden geçmiş, hani dil kursu görmüştür?
Kardeşlerim,
Bizim mü’min olduğumuz namazımızdan,
orucumuzdan, cihadımızdan hepsinden belli
olur. Ama bunların hepsinin dosyasının zımbası buradadır, iki dudağın arasındadır. Bir gıybet, bir nemime, bir yalan, bir istihza, karşındaki mü’minle alay
etmek, bir suizan uygulaması, bir mü’minin gizli işini
araştırmak, cep telefonundaki mesajı karıştırmak ve
benzeri gizli işini araştırmak, olduğun gibi kıldığın
gece namazlarının yarın ona verilmesi demek olacaktır. “Gıybet” deyip geçtin ama o gıybet, kıyamet
günü kaç vakit namaza, kaç hacca, kaç umreye
satılacak belli değil.
Şubat / 2017
29
Kardeşlerim,
Biz insan topluluğu değiliz sadece, mü’min insanlar topluluğuyuz. Ebu Cehil, kâfir olarak ölüp gitti. Kendisinden altı sene sonra oğlu İkrime iman etti.
Ama altı senede babasının mirasını iyi doldurdu. Sonunda Allah hidayet lütfetti, yüreği açıldı ve iman etti.
Medine’ye geldi, Medineliler onu tanımadılar. Çünkü
Mekkeli birisiydi. “Kim bu adam” diye
çarşıda, pazarda soruldu. Mü’min
ama babası Ebu Cehil.
Birisi arkadaşına demiş ki; “Bu var ya, bu
Ümmet’in Firavun’unun
oğlu.” Doğru mu? Doğru.
Babası bu Ümmet’in Firavun’u. Mısır’da kral olsaydı,
belki onu da geçebilirdi. Bu
cümle kulağına gelince üzülmüş. Firavunun oğlu olarak
yaratılmayı o istemedi ki, Allah öyle murat etti, öyle yaratıldı.
Üzülmüş. Çünkü her ne kadar “sen
de Firavun’sun” denmiyorsa da babasının bu Ümmet’in Firavun’u olması onu
incitmiş. Hiç beklemeden Medine’ye ikaz gelmiş.
“Kimse kimsenin yükünü taşımaz.” (Fatır, 18 - En’âm, 164 ) Babası Peygamber olanlar,
“Nuh’un oğlu” diye bir mutluluk hissedebilecek mi
kıyamet günü? Edemeyecek. Babası Ebu Cehil olan
da kıyamet günü niye o yükü taşısın?
Kaldı ki mü’min, Firavun’a söylenmeyecek bir
lafı, diğer mü’mine söylediğinde göklerde neler oluyordur acaba? Dil standardımız! Muaz, “ya Resûlullah iki sözden dolayı mı cehenneme gireceğiz”
deyince ne buyurdu? “Ne zannettin, insanlar hep
bu dilden dolayı yüz üstü cehenneme yuvarlanıyorlar” buyurdu.
Kardeşlerim,
Batırırken dil batırıyor, kazandırırken de dil kazandırıyor. “Selamun aleyküm ve rahmetullah”
diyorsun, melekler seni yüceltmek için göklere kadar
kaldırıyorlar. Bildiğin şeyler, konuşmana yeterli olmadığı için susuyorsun. Bu, Allah’a ve ahirete iman ettiğinin belgesi oluyor. Yumuşak konuşuyorsun, Musa
aleyhisselama benziyorsun.
30
Şubat / 2017
Kardeşlerim,
Allah için, “mü’min olma” ifadesini şu camilerden çıkaralım. İnsanlar zindanlarda ceza yer, İslam
da camilerde ceza yiyor. İslam’ı camiye hapsettik. Sokakları da şeytana ve onun yâranlarına bıraktık. İslam
sokakların dinidir. Müslümanların Kâbe’si yokken,
sokakları vardı, Dar’ul Erkamları, evleri vardı. Medine’de Mescidi Nebi yokken, Müslümanların yürüdüğü caddeler vardı. Biz camisiz de Müslümanlık yaşarız ama
dili bozuk Müslüman olarak camide de işe yarayamayız.
Dilimiz kazandığımız
bütün sevapları alıp götürdükten sonra biz ne kazanacağız ki? Dil kursuna
katılalım kardeşlerim. Dil
terbiyesi görmek zorundayız. Gıybet, nemime, dedikodu, iftira, yalan, istihza,
alay, eğlenme, hor görme, hakir
görme bunlar dil hatalarıdır. İmam
Gazali rahmetullahialeyhin deyimiyle
dil afetleridir. Resûlullah sallallahu aleyhi
ve sellem: “Seninle ilgili olmayan bir şeyi terk
etmen İslam kaliteni gösteriyor” demişti.
Kardeşlerim,
Ve dilimizle ilgili pek önemli bir eğitim daha.
Hani sömestr oluyor ya, kurslara katılıyorlar, buna birinci sömestr, ikinci sömestr deniliyor. Bir sömestri de
yemin üzerine kurulmalı kardeşlerim. Müslümanların
toplumunda yeminli ve yeminsiz sözlerin farkı yoksa
eğer, “eyvah” denilecek durumdayız. Bu, Allah’ın isminin bile aramızda garanti belgesi olmayı kaybetmiş
olmasıdır. Ha “vallahi” demişsin, ha “billahi” demişsin. O kadar bol, o kadar ipe sapa gelmez işler için
yemin yapılınca neticede ne oldu? Yeminimiz maya
tutmaz oldu. “Vallahi billahi” demekle “tamam”
demek arasında fark olmadı.
Lütfen “inşallah” sözcüğünü nerede ve ne zaman
kullandığımızı bir test etmeye çalışalım kardeşlerim. “İnşallah” ne demektir? Yani “yarın gelecek misin?”
“İnşallah.” Bu, “ben gelmek istiyorum, kararım
kesindir ama Allah’ın emri olur, ecel olur, Allah
izin vermezse gelemem. Yoksa ben garanti geleceğim” demektir. “İnşallah” bu demektir.
Şimdi biz, kesin gidecek olduğumuzda “inşallah” demiyoruz. “Muhakkak oradayım ağabey,
söz” diyoruz. Eğer, başımızdan savsaklamak gerekiyorsa “bakarız inşallah” oluyor. Kimin adını baştan
savmak için kullanıyoruz? Sonra da kadir gecesi rahmet duaları yapıver sen. Mevlit töreninden sonra bas
duayı, yap bakalım. Dil terbiyesi standartlarından biri
budur, bununla ilgili özel bir seans yapmamız gerekir.
Kardeşlerim,
Son bir madde daha ekleyeceğim. Enes bin
Malik, ashabı kiramın delikanlılarından biridir. Allah
ondan razı olsun, şefaatini görmeyi hepimize nasip
etsin. On yaşında iken annesi onu Resûlullah sallallahu aleyhi ve selleme getirmiş. Tam yirmi yaşındayken Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem vefat etti.
On sene Peygamber’in evinde evlatlık gibi durdu. İslam’da evlatlık yok ama o evde öyle durdu.
Bir gün Efendimiz aleyhisselam onu bir yere
gönderdi. “Enes filan yere git, bu sözü de kimseye söyleme” dedi, ikaz etti. Yolda onu annesi
gördü: “Enes ne yapıyorsun?” dedi. O da “bir
yere gidiyorum” dedi. “Nereye gidiyorsun?”
dedi. “Onu söyleyemem anne” dedi. “Nereye
gidiyorsun yavrum” dedi. “Beni Resûlullah
gönderdi” dedi. “Nereye gönderdi?” diye sorunca “anne, senin oğlun Resûlullah’ın sırrını
yayamaz, boşuna sorma” dedi. “Bana kimseye söyleme demişti, ben de sana söylüyorum,
sen kimseye söyleme” demedi.
On beş yaşındaki çocuklar Medine’de “sır söylenmez” diye iman gibi öğrenip gittiler. Kafaları koptu, ağızlarından bir cümle kopmadı. Sırdaş mü’min
olarak yaşadılar. Dil terbiyemizden, eğitimimizden,
kalitemizden ölçüm yaparken sır tutup tutmadığımıza
da bakabiliriz. Hani kolesterole bakmışken bir de filan
şeye bakılıyor ya, ona bakabiliriz.
Kardeşlerim,
Hadisi şerifi ve Muaz radıyallahu anhı tekrar
hatırlayalım. “Bana bir şeyler öğret ki Ya Resûlullah cennete gireyim, cehennemden kurtulayım.” Öğretti, kelime şahadeti, namazı öğretti, öğretti, Muaz’ın önünde koca bir kitap gibi
bilgi çıkınca şimdi sana anahtarını vereyim bu
işin dedi “Bütün bunların hepsinin anahtarı ne
biliyor musun Muaz?” “Buyur Ya Resûlullah.”
“Diline sahip ol” buyurdu.
Ben o soruyu tekrar sizinle paylaşmak istiyorum
kardeşlerim. Şu kadar yıldır namaz kılan Müslüman’ız
elhamdülillah, oruçlar tuttuk. Beş on yaşlımız, gencimiz bir araya oturduğumuzda bu hadisi yok kabul
edip birbirimize soralım. Herkes Müslümanlığı bir kelimeyle özetlesin. “Cennete nasıl gireriz” gibi bir
test sorusu soralım. Cennete girmenin en kestirme
yolu. “Bakara Suresi’ni mi baştan sona anlatsak” diye düşünürüz. Ama insanlara Allah’ı, cennetin yollarını, cehennemden kurtuluşu öğretmek için
gönderilen Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem dilini
tuttu ve “bunu koru” dedi. Bu herkesi batırıyor.
Biz ise “kimseye sövmedik, hâşâ dinden çıkacak söz kullanmadık” diyoruz. Zaten Müslüman
öyle şeyler söylemez. “Ölülerin neresi ağrıyor”
diye sorulmuyor ki. Canlı olan adamın “neresinde
yara var” diye soruluyor. Kâfirin dil, kulak hesabı
yok ki. Kâfirlere bu incelikler yok kardeşim.
Mü’min incitmez, incinmeye razı olamaz bir insandır. Mü’min yürek adamıdır. Mü’min Allah ile konuşan bir adam olduğu için kitabı Kur’an ile ulu orta
konuşmaz bir adamdır. Mü’min bir kere “vallahi”
dedi mi ciğerlerini söksen, mü’mini bir daha
vazgeçiremezsin. Öyle “kefaret ödeyeyim bozulsun” demek mü’minde yoktur.sVel’hamdülillahi Rabb’il alemîn.
Şubat / 2017
31
Abdullatif ACAR
Dilini Tut
“
Peygamber
(s.a.v)
uyarıyor:
unutarak
konuşmalara
Çünkü
Allah’ı
32
Efendimiz
“Allah’ı
lüzumsuz
dalmayın!
unutarak
Yüce Allah buyuruyor ki:
“Biz ona bir dil ve iki dudak vermedik mi”
(Beled,9)
Allah Teala hiçbir canlıya vermediği konuşabilme yeteneğini insana lütfetmiştir. İnsan Allah’ın verdiği nimetlerle insandır. Her verilen nimet nice sorumlulukları da beraberinde
getirir. İşte dil de bu nimetlerin en önemlilerindendir. Dil,
yapılan uzunca konuşmalar,
kalbi katılaştırır. Allah’tan
en uzak olan kimse ise kalbi
hayrında şerrinde kapısını açan iki taraflı bir anah-
katı olan kimsedir.”(Tirmizi).
Onun için; “Kim ki selamette
kalmayı seviyorsa, sukuttan
ayrılmasın.”(Beyhaki).
de esir edebilir. Dil insanı insan, bekli de sultan eder. İnsanı
Şubat / 2017
”
tar gibidir; cennete de kapı açar cehenneme de… Dil
insanı hakkın rızasına da ulaştırabilir, şeytana veya nefsine
vezir de eden rezil de eden yine dildir. İnsanı yüzü koyun
cehennemin gayyalarına sürükleyen dilden başkası değildir.
Davut Aleyhisselam bir koyun keser, Lokman hekime
koyunun en iyi uzvundan getirmesini emreder. Lokman hekim dil ile yüreğini getirir.
Başka bir zaman yine bir koyun keser bu defa
da en kötü iki uzvunu ister. Lokman hekim yine iki
uzvunu; dil ile yüreğini getirir. Davut aleyhisselam
bunun sebebini sorunca Lokman hekim şu cevabı verir: “Bu iki uzuv iyi olursa her şey iyi olur, eğer
kötü olursa her şey kötü olur.”
Evet, insan aslında dili ile yüreğinden
ibarettir, farklılığı bunlardır. Dili Hz Ali
teraziye benzetmiş ve şöyle buyurmuştur: “O, cehaleti ile hafifler aklı ile ağırlaşır.”
Dil yerinde kullanılırsa
insan için ibadet olur, mükafat üstüne mükafat kazanmaya vesile olur. Ancak her ağzımıza geleni sarf etmek insanı
nice dönülmez badirelere sürükler. Dil yaydan çıkan ok, namludan fırlayan mermi gibidir. Hedef iyi
tayin edilmeli, söyleyeceğimiz sözün karı
ve zararı iyiden iyiye yapılmalı yoksa geri dönüşü olmayan bir yola girilmiş olunur. Diyor ki: “Söz söylemeden önce senin esirindir, söyledikten sonra
sen onun esiri olursun.”
Yunus emre der ki:
Sözü bilen kişinin, yüzünü ak eder bir söz
Sözü pişirip, diyenin işini sağ ede bir söz
Söz ola kese savaşı, söz ola kestire başı
Söz ola ağulu aşı, yağ ile bal ede bir söz
Dil, Emanettir
Dil, emanettir ve Allah, rızası istikametinde onu
kullanmaya razıdır. Zikirle, Kur’an okumakla, emri
bil maruf nehyi anil münker yapmakla, ilim tahsil
etmekle, hayır konuşup insanlara faydalı olmakla
onu kullanmalı, aksi taktirde her kelimenin hesabını vermek mecburiyetindeyiz. Bunu unutmamalıyız.
Cenab-ı Allah kitabında buyuruyor ki: “Hatırla ki
İnsanın sağında hem solunda, onun amellerini
tespit etmekte olan iki(melek) vardır. O bir söz
atmaya dursun, mutlak yanında hazır
bir gözcü vardır.”( Kaf , 17-18). Allah korkusu taşıyan bir Müslüman,
Allah’ın kendisini her an görüp
gözlemlediği bilinciyle; ihsan
derecesinde bir hayat sürmeye gayret eder.
Hz İbrahim der ki: “Akıl
sahibi, dilini boş ve lüzumsuz sözlerden muhafaza etmelidir. Kim ki her
söylediği sözün amel olduğunu ve onun hesabını vereceğini
düşünürse az konuşur”
Mümin elinden ve ilinden başkalarının selamette
olduğu kimsedir.”Onlar ki, boş (sözden) ve faydasız işlerden yüz çevirirler” (Mü’minun,3) Lokman süresinde ise, lüzumsuz sözlerle meşgul olmayı
fasıklık ve delalet olarak nitelendirmiştir yüce Allah.
Tebessümün dahi sadaka sayıldığı yüce dinimiz İslam, hikmetle ve güzel sözle insanları dine davet
etmeyi emir buyurmuştur. Katı ve kaba bir üslubun
insanların nefretini kazanmaya sebep olacağı aşikardır. Peygamberimiz(s.a.v.)’in etrafında insanların kısa
bir zamanda toplanması onun eşsiz uslübu ve metodu sayesindedir. Dİli bütün kötülüklerden muhafaza
etmek her şeyden önce imani hakikatlere vakıf olabilmenin bir şartıdır.
Yunus emre der ki:
Sözü bilen kişinin, yüzünü ak eder bir söz
Sözü pişirip, diyenin işini sağ ede bir söz
Söz ola kese savaşı, söz ola kestire başı
Söz ola ağulu aşı, yağ ile bal ede bir söz
Şubat / 2017
33
Peygamber Efendimiz(s.a.v) buyuruyor ki:
“Kul imanın hakikatine eremez, dilini hazine gibi muhafaza etmedikçe.”(Taberni).
düşünüp bir konuşmalı. Kelimelerimizi özenle seçmeli
kısa ve öz cümleler kurmalıyız. Sözlerin haram ve helalliğine dikkat etmeliyiz.
Nizami derki: “Vefa bile olsa sana verilmedikçe alma, senden bir şey sorulmadıkça doğru bile olsa söyleme, madem sözün bal oldu
ucuz satma. Sakın balın sineklere açma.”
Sadi Şirazi der ki:
“Akıllı kimsenin yanında susmak, edep
icabıdır ve terbiye böyle gerektirir ama yeri
gelmişse sözü söylemeli. İki şey akıl hafifliğindendir. Biri, konuşulacağı ve söyleneceği vakit
susmak, öbürü de susmak icap ettiği vakit konuşmaktır.”
Sukut etmekten kimse zarar etmez ancak konuşmak suretiyle zarar edenler çoktur. Söz az ve yeterince
olduğunda kıymet ifade eder. Fazlası israf ve samimiyetsizliktir, israfsa haramdır. Niyetler bozuk olunca
söylediğin söz hakkın tebliği maksadıyla olsa da Allah’ın katında kıymet ifade etmez.
Nefis Konuşmayı
Sever
Nefis çoğu zaman konuşmayı sever, sen nefsin
isteğini değil, Allah’ın razı olduğunu yerine getirmelisin. Fazla söz mubah olsa da fuzuli ve malayanidir, bu
da insanın yanılmasına, günaha dalmasına sebeptir.
Günahta ısrar edenin kalbi kararır en nihayet tedbir
alınmazsa o kalp ölür. Peygamber Efendimiz (s.a.v)
uyarıyor: “Allah’ı unutarak lüzumsuz konuşmalara dalmayın! Çünkü Allah’ı unutarak yapılan uzunca konuşmalar, kalbi katılaştırır. Allah’tan en uzak olan kimse ise kalbi katı olan
kimsedir.”(Tirmizi). Onun için; “Kim ki selamette
kalmayı seviyorsa, sukuttan ayrılmasın.” (Beyhaki). Susulması gereken yerde susmasını bilmeyen,
nerde konuşması gerektiğini de bilmez.
Kısaca susulacak yerde susmayı, konuşulacak
yerde konuşmayı, bağırılacak yerde avazımız çıkana
kadar bağırmayı ölçü ve kural telakki etmeliyiz. Her
şeyi yerli yerinde kullanmanın kanun ve kuralı içerisinde dilimize daha fazla dikkat kesilmeliyiz. Bin
{
Sukut Etmek Zordur
Ancak Başarmalıyız
Dilin kilidi yoktur ki kilitlensin, açıktır orası gireni
çıkanı çoktur, kulaklarını açmış dinleyenleri de vardır.
Nimetteki külfet budur belki. Kapalı olan yerin muhafazasındaki kolaylık yoktur açık olan yeri muhafaza
etmede. Hafif bir vahamet ve gaflet nedeniyle esir
ettiğiniz, tuttuğunuz sözler fırsat bu fırsat deyip çıkıverir ağzınızdan. Sonra nice günahlara bulanırsınız.
Kendinize geldiğinizde “nerden düştüm buraya”
der belki pişman olursunuz. Bugün nice insanlar vardır ki ibadet ve itaatindedir zikir ve fikirle meşguldür.
Ancak sıra dile geldiğinde, birçoğu dilin tuzağına düşerler. Hamdele ve salveleyle başlayıp, gıybet gıybet
devam eden sohbetlere şahit olmuşsunuzdur. Çok
konuşup hak ihlallerine giren nice kitap yüklü insanlara rastlıyoruz. Allah rızası görüntüsünde, bir gözü
Allah’ın rızasında öteki gözüyle kendisini gösterecek,
takdir edecek parmakları gözlemleyen insanların konuşmaları afet değil de nedir. Hele birde konuşmanın
kolaylığı, nefsin telkinleri ve şeytanın ayartmaları kar-
Peygamber Efendimiz(s.a.v) buyuruyor ki:
}
“Kul imanın hakikatine eremez, dilini hazine gibi muhafaza
etmedikçe.”(Taberni).
34
Kainatın Efendisi bir gün Ashabı Kirama sordu:
“Hangi amel daha sevimlidir?” Sahabeler sukut
ettiler. Peygamberimiz (s.a.v.) buyurdular ki: “Dili
muhafaza etmek.” (Beyhaki)
Şubat / 2017
şısında teyakkuz halinde olmazsanız, duruşunuz gevşek, iradeniz zayıf ise gıybetin yanında yalan, iftira,
koğuculuk, alay edici sözler, lanet, sırrı açığa vurmak, tecessüs, lüzumsuz ve manasız konuşmak gibi
nice günahlarla dininizde ve imanınızda onarılmaz
yaralar açarsınız. Onun için dilin muhafazası dinin
muhafazasıdır.
Peygamber Efendimiz (s.a.v) günaha sürükleyen
insanların hemencecik aldandıkları iki organa dikkatleri çekerek buyurmuştur ki:
“Kim ki diline ve tenasül organına kefil
olur, haramda kullanmayacağına dair Allah’a
söz verirse ben de onun için cennete kefil olurum.”(Buhari). Yine, “Kim ki ahret gününe inanıyorsa ya hayır söylesin ya da sussun.”(Tirmizi)
buyuran Allah Resulü, bir sahabenin; “bana öyle
bir şey söyle ki onunla kendimi cehennemden
korunayım” isteği karşısında:
“Rabbim Allah de sonra dosdoğru ol.” buyurmuştur. Sahabe: “Benim hakkımda en fazla
korktuğun şey nedir” diye sorduğunda da, Peygamber Efendimiz (s.a.v), dilini tutarak, ‘işte
budur.’ (Tirmizi) diye uyarmıştır.
Dil bir anlaşma aracı oluğundan güzeldir. Fakat
tek yöntem bu değildir. Yani konuşmak dertler ve
meramların anlatılması için çoğu kez yeterli olmayabilir. Bazen susmanın ikrardan daha etkili ve tesirli
yöntem oluğu inkâr edilemez bir gerçektir. Söz istisna,
susmak esas olmalı. Sukut vatan, söz sıla olmalı.
Ebu Bekir El- Farisi şöyle demiştir:
“Kim sukut halini vatan edinmemişse diliyle sessiz kalsa bile boş işlerle uğraşıyor
demektir.”
Hal Dilinizi Kullanın
Dil, anlaşma aracı olarak madem kıymet ifade
ediyor o zaman nice konuşmalara rağmen anlaşılamamanın arkasındaki eksikliğin ne olduğunu iyice
düşünmeliyiz. Sözlerimizle kalbimizin, hayatımızın
farklılığı, sözlerde ki suni samimiyeti, taklidi söylemleri ön plana çıkarıyor bu da içi farklı dışı farklı bir
insan imajı oluşturduğundan muhataplar tarafından
pek dikkate alınmıyor. Bunun, için en etkili yöntem
Sadi Şirazi der ki:
“Akıllı
kimsenin
yanında
susmak,
edep
icabıdır
ve
terbiye böyle gerektirir ama
yeri gelmişse sözü söylemeli. İki
şey akıl hafifliğindendir. Biri,
konuşulacağı ve söyleneceği vakit
susmak, öbürü de susmak icap
ettiği vakit konuşmaktır.”
hal ehli ve yaşantı sahibi olmaktır. Dilimizin anlatamadığını halimiz fevkalade anlatıyor. Hal ehli olmak
samimiyet ve ihlasın bir neticesidir. Yaşantı ehli olanların tesirli ve etkili olmaları bundandır. Etrafına nice
kitleleri toplayan Allah dostları bunu yaşantı ehli olmalarına borçludurlar.
Peygamber Efendimiz (s.a.v): “Müslüman’ı
susmuş vakur gördüğünüz zaman ona yaklaşınız çünkü o hikmet telkin ediyor.”( İbni Mace)
buyurmuştur.
Kainatın efendisi ashabını dünyanın her tarafına
İslam’ı anlatmalar için gönderdiğinde sahabeler gittikleri beldelerdeki konuşulan dileri bilmiyorlardı onların
yaşantılarına bakanlar, ashabın samimiyet ve ihlaslarıyla harmanladıkları hayatlarının tesiri altına kalıyor,
kısa bir zaman da fevç -fevç İslam sancağı altında
toplanıyorlardı. Asıl dil hal dilidir, söz halinizi anlamayanlar olduğunda ikinci bir yöntemdir.
Hasan-ı Basri Hz. buyuruyor ki: “Mümin bir
kimsenin dili kalbinin arkasındadır, konuşmak
istediği zaman o şeyi düşünür. Sonra diliyle
onu geçiştirir. Münafığın dili, kalbinin önündedir bir şeyi kastettiğinde onu diliyle söyler
kalbiyle düşünmez.”
Susmak gönlün konuşmasına vesiledir. Belli bir
kıvama ulaşamamış kimseler dilleriyle konuşurken
aslında gönüllerinin ağızlarını bağlamış olurlar. O
gönülleri sustururlar. Gönül susunca hak ve hakikat
adına her şey susar. İnsan etki ve yetkisini kaybedip,
gönül de söz sahibi olmayınca şeytan orda karargah
kurar. Kalbin şeytan tarafından istilası da her azanın
günaha girmesi anlamına gelir.
Şubat / 2017
35
Kainatın Efendisi bir gün Ashabı Kirama sordu: “Hangi amel daha
sevimlidir?” Sahabeler sukut ettiler. Peygamberimiz (s.a.v.) buyurdular
ki:
“Dili muhafaza etmek.” (Beyhaki)
Muaz b.Cebel Hz. şöyle buyurmuştur: “İnsanlarla az, Rabbinle çok konuş, böylece umulur
ki kalbin Allah’ı müşahede eder.”
Dilinizin Esiri
Olmayın
Dil, bütün azaları kendine tabi hale getiren
bir organdır. İnsanı esaret altına sokan düşünmeden söylenen bir sözden başkası değildir. Onun için,
Âdemoğlu sabahladığında bütün azalar dile hatırlatıcı olukları halde sabahlarlar yani derler ki; ‘ bizim
hakkımızda Allahtan kork, zira sen müstakim
olursan biz de müstakim (doğru) oluruz. Sen
inhiraf edersen (yanlış konuşursan) biz de inhiraf
ederiz (yanlış) oluruz’ (Tirmizi).
Bir söz söylersiniz düşünmeden, yanlış oluğunu
bildiğiniz halde, nefsinize ve gururunuza yediremediğinizden, ben yanlış söyledim diyemezsiniz, adeta
o sözün doğru olduğunu ispat etmek için bin dereden su getirtirsiniz. Diyelim ki gıybet ettiniz, insanlar
nazarında itibarınız var sizin takva ehli biri olduğunuzu düşünüyorlar ben hatalıyım diyemiyorsunuz.
İnanmadığınız şeye inanmış gibi, doğru olmadığını
bildiğiniz sözü doğruymuş gibi kendinizi koruma refleksiyle hareket ediyorsunuz. Yani yanlış sözünüzün
esaretini yaşıyorsunuz.
Bir insana yalan söyleyerek ve iftira atarak zarar
verseniz. Hakkını helal etmesi erdemli bir davranış
olmasına rağmen helal etmezse ona verdiğiniz zararı nasıl telafi edecek, onun karşısında düştüğünüz
halden hangi imkanlarla kurtulacaksınız. Ya da koskocaman bir toplumu, bir cemaati veya bir tarikatı,
kişiye yalan olarak yeten, başkalarından duyduğunuz
36
Şubat / 2017
bir söz üzerine, zannın haramlığını düşünmeden, pek
önemsemediğiniz bir kelimeyle de olsa zarara uğratsanız kime gidip kimin zararını telafi edeceksiniz.
Böyle bir duruma düşen, o kadar büyük bir toplumun hakkı altında ezilen bir insan başını kaldırıp
rahat gezebilir mi, ya da tanıyıp tanımadığı herkese
“hakkını helal et” deme imkanı bulabilir mi? İşte
bunlar sözün insanı nasıl da esir alabileceğine dair sadece birkaç örnektir.
Yarın huzuru mahşerde bu nedenle bütün azalar
dilden şikayetçi olacak (Bknz, İbni Ebi dünya) İnsanın
her azası insanın aleyhine şahitlik yapacak. (bkz. Nur,
25) insan şaşırıp kalacak. İtiraz edecek ancak bu itirazı
asla kabul görmeyecek.
İmam Gazali Hz. Dil ile azaların irtibatını farklı
bir açıdan şöyle ifade ediyor: “Dil görünüşte bir
et parçasıdır ama her şey onun tasarrufu altındadır. Dilin kalp gibi bütün azalarla münasebeti vardır. Dil ile yalvarır ağlar, sızlar ağlama
sesleri çıkarsa kalp bundan bir incelik yanma
ve üzüntü sıfatı edinir. Kalpteki ateşin alevi
beyni kaplar. Ve gözlerden yaş akmaya başlar… kötü sözler söylerse kalp kararır. Doğru
ve iyi şeyler konuşursa kalp nurlanmaya, parlamaya başlar.”
İmam-ı Şafi buyurur ki: “Söz yırtıcı hayvana
benzer. Onu daima bağlı tutmalıdır. Bağlanmasa sahibine hücum eder.”
Atalarımız ne güzel demiş:
“Bana benden olur ne olursa
Başım selamet olur dilim susarsa
Dil söyleyip saklanır, baş belaya katlanır
İyi kulların kabirleri, sırların kabirleridir.
Dil Yarası İyileşmez
Atalarımız, “Kılıç yarası onarılır ancak dil
yarası onarılmaz.’’ demişlerdir. En büyük yara
dilin açtığı yaradır. Zaman geçtikçe kılıcın
açtığı yara iyileşir, unutulur gider. Ancak dilin açtığı yara her geçen gün
daha da derinleşir. Hoş olmayan, haram olan kötü sözler
kin ve nefretin tohumudur.
Onu eke urun hemen kök
salar. Nice huzur ve saadeti söker atar. Senelerce
dost olduklarınızla bir anda
düşman olursunuz. Huzurunuz kaçar ailedeki ilişkileriniz bozulur. Merhametin
yerini zülüm alır. Huzurun
yerine huzursuzluk gelir. İyilik
gider kötülük ön plana çıkar. Aldatma hak hukuk ihlalleri birbirini izler.
Birlik , dirlik bozulur onun için “ Kullarıma söyle, en güzel olan sözü söylesinler .
Sonra şeytan aralarını bozar. Şeytan insanın
apaçık düşmanıdır”(isra,53) buyurarak yüce Allah bizleri uyarmaktadır.
Dil doğru Olmadıkça
Kalp Doğrulmaz
Doğru ve güzel söz, Allah korkusunun belirtisidir, “Ey iman enler Allahtan korkun (emirlerine
bağlanın yasaklarından sakının) ve doğru söz söyleyin” (Ahzap,70) buyuruyor Yüce Allah.
Peygamber Efendimiz (s.a.v) dilin doğru olmasını imanla irtibatlandırmıştır. Buyurmuşlar ki: “Bir
kulun imanı doğrulmaz kalbi doğrulmadıkça,
kalbi doğrulmaz dili doğru olmadıkça.” (İhya).
Evet, söz deyip geçmemeli iki kelimenin belini
kıralım, zamanımızı geçirelim diye yalan, gıybet,
isyan, su-i zan, malayani soluklarız da imanımızın
belini kırar, hafife aldığımız bir kelimeyle her şeyimizi
yıkarız. Kim bilir belki ibadet ve itaatlerle en zirvelere
çıkmış oluğumuz halde.
Peygamber Efendimiz (s.a.v) buyuruyor ki bu
hususta: “Bir insan anlamını düşünmeden bir
söz söyleyiverir ki, o yüzden cehennemin, doğu
ile batı arasından daha uzak bir yerine düşer
gider” (Buhari)
“Düşünceleri ifade eden
yazı, söz kuşlarının kanatlarına bağlanmıştır. Daima
taze görünen şu köhne
alem içinde kılı kırk yaran sözden daha keskin
bir şey yoktur. Düşüncelerin başı, sayının sonu
hep sözdür. Söz, bunu
iyi bil! Sultanlar ona
sultan demişler. Başkaları başka vasıflar demişler” (Mahsen-i Esrar)
Akıl tam oluğunda söz noksanlaşır (Hz Ali k.v). Akılsızların ve cahillerin
sözü fazla ancak tesirsiz hatta zararlıdır; alimin sözü yaşantıyla desteklenince az ancak tesirlidir.
Son Söz Yerine:
Erzurumlu İbrahim Hakkı Hz. dil ile ilgili söylenecek her şeyi şu mısralarda ne güzel özetlemiştir:
“Doğru konuşmak insanı selamete götürür.
Çok gülmek ayıp ve hafifliktir. Fazla şaka cehaletin alametidir. Fazla kelime mana ve kavram eksikliğinin sonucudur. Susmak vakar ve
ağırbaşlılıktır aklın süsü ve cehaleti örtmektir.
Güzel sözlü, güleç yüzlü ve tatlı dilliler, gönüllerde azizdir. Şakası çok olanın aklı illetlidir.
Gülmesi çok olanın kalbi ölür. Yalanı çok olanın doğrusu azdır. Gıybet eden uğursuzdur. Şakacının itibarı azdır. Gizli kusurları bulan kalp
sevgilerini bulamaz. Kendilerini öven nefsini
ve gururunu kabartmıştır. Kişi lisanıyla insandır halbuki dili kendisine düşmandır. Dedikoduyu terk eden gönül hoşluğunu bulur. Susmanın faydaları sonsuzdur, en azı selamettir.
Canın ölümü dilin ucundadır. Sırrı sen sakla,
sır kimseye emanet edilmez. Dostuna her şey
verebilirsin sakın sırrını verme. Sırrı açıklayanın sonu pişmanlıktır.”(Marifetname).
Şubat / 2017
37
Fatih Sultan SEMİZ
Kendi İsmini Söyleyebilen Tek Organ:
Dil
“
Allah’ın
deyince
dilini
Rasulü,
tutup
şöyle
buyurdu: “Buna gereği gibi
hâkim
38
ol!”
Şubat / 2017
buyurdu.
”
Allah Azze ve Celle Kur’an-ı Kerim’in Ahzab Suresi’nin
45. Ayeti kerimesinde Resulullah Sallahu Aleyhi ve Sellem’i
neden gönderdiğini bize şöyle bildiriyor: Ey Peygamber,
gerçekten biz seni bir şahid, bir müjde verici ve bir
uyarıcı, korkutucu olarak gönderdik.
Uzun izahlara gerek olmadan yalın bir dille bize aktarılan
bu ayet Resulullah Sallahu Aleyhi ve Sellem’in üç nedenle
gönderildiğini bize bildiriyor.
1- Şahit
2- Müjdeleyici/Müjde veren/Teşvik eden
3- Uyarıcı/Korkutucu/Tehdit eden
Evet, O şahittir ve ahirette de şahitlik yapacaktır.
Dünyayı bırakıp gittikten sonra dünyayı ne duruma getirdiğimize şahitlik yapacaktır. Geçmiş ümmetlerin peygamberlerine yaptıklarına şahitlik yapacaktır. Abdestli adam kim, ezana
kim kulak vermiş bunlara da şahitlik yapacaktır. Dili salavatla ıslanmış olanlara da şahitlik yapacaktır.
Evet, O teşvik eder, müjde verir. “Her namazdan sonra otuz üç kere ‘sübhanallah’, otuz
üç kere ‘elhamdülillah’, otuz üç kere ‘Allahü
ekber’ derseniz, tamamı 99 eder. Yüzün tamamında da, ‘Lâilaheillallahü vahdehu lâ şerika
leh, lehül mülkü ve lehül hamdü ve
hüve alâ külli şeyin kadîr’ derseniz, günahlarınız denizin
köpüğü kadar da olsa, affolunur”1 diyerek bizi tesbih
çekmeye, namazın ardından kıldığımız namazı tefekkür etmeye teşvik eder.
Veya “Kim ki üç tane
kız çocuğu yetiştirir,
güzel terbiye eder, evlendirir ve onlara iyilikte bulunursa, o kişi için
cennet vardır”2 diyerek bizi
çocuklar arasında ayrımcılık
yapmamaya, kız çocuğunu hor
görmemeye teşvik eder.
Evet, O tehdit eder, uyarır. “Canımı gücü ve
kudretiyle elinde tutan Allah’a yemin ederek
söylüyorum, içimden öyle geçiyor ki, odun
toplamayı emredeyim, odun yığılsın. Sonra
namazı emredeyim, ezan okunsun. Daha sonra bir adama cemaate imam olmasını emredeyim. En sonunda cemaate gelmeyen adamlara
gidip onlar içindeyken evlerini yakayım”3 diyerek namaz kılmayanları, alnında secde izi olmayanları
tehdit eder. Veya “Gözlerin zinası bakmaktır, dilin zinası konuşmaktır, elin zinası dokunmaktır, her nefis arzu eder ve iştahlanır. Ferc ise
ya yalanlar ya da doğrular”4 diyerek karşı cinsle
olan münasebetlerimizde sınırlar çizer ve bu sınırların
aşınması sonucu başımıza gelecek olanlar konusunda
bizi tehdit eder.
Şimdi hem teşvik hem de tehdidin içerikli olan şu
Hadisi Şerife göz atalım.
Muâz b. Cebel (r.a)’den, dedi ki: Ey Allah’ın
Rasulü dedim, bana beni Cennet’e girdirecek
ve beni Cehennem’den uzaklaştıracak bir ameli bildir.
Peygamber aleyhisselam
şöyle buyurdu: “Büyük bir
şey hakkında soru sordun. Bununla birlikte
Yüce Allah’ın kolaylaştırdığı kimse için
de şüphesiz ki o çok
kolaydır. Allah’a, O’na
hiçbir şeyi ortak koşmaksızın ibadet edersin,
namazı dosdoğru kılarsın,
zekâtı verirsin, Ramazan
orucunu tutarsın ve Beyt’i haccedersin.
Daha sonra şöyle buyurdu: “Sana hayrın kapılarını da göstereyim mi? Oruç bir kalkandır,
sadaka su ateşi nasıl söndürüyorsa günahı öylece söndürür. Bir de kişinin gece ortasında
namaz kılması.”
Sonra da şöyle buyurdu: “Sana işin başı, temel direği ve tepesinin zirvesini haber vereyim
mi?” Evet ey Allah’ın Rasulü, dedim, şöyle buyurdu:
“İşin başı İslâm, temel direği namaz, tepesinin
zirve noktası da cihâddır.”
Sonra şöyle buyurdu: “Sana bütün bunların
esasını da haber vereyim mi?” Ben de: Evet, ey
Allah’ın Rasulü, deyince dilini tutup şöyle buyurdu:
Geçmiş ümmetlerin peygamberlerine yaptıklarına şahitlik yapacaktır.
Abdestli adam kim, ezana kim kulak vermiş bunlara da şahitlik yapacaktır.
Dili salavatla ıslanmış olanlara da şahitlik yapacaktır.
Şubat / 2017
39
“Buna gereği gibi hâkim ol!” Ey Allah’ın Peygamberi dedim, biz konuştuğumuz şeylerden dolayı
da sorgulanacak mıyız? Rasulullah Sallahu Aleyhi ve
Sellem şöyle buyurdu:
“Hay anan seni kaybedesice! İnsanları yüzüstü -yahut da burunları üzerine-Cehennem’e
yıkan, dillerinin biçtiklerinden başka bir şey
midir ki?5 dedi.
Nafile oruç tutmanın, sadaka vermenin, teheccüd
namazı ile ilgili teşvikleri okuduğumuz hadisi şeriften
dille ilgili tehdidi de anlamışızdır. Yapacağımız bütün
faziletli işlerin ucunun dönüp dolaşıp dile bağlanıyor olması imtihanın ağırlık merkezini bize bildiriyor
zaten. Dilini kontrol altına alamayanların dinini de
kontrol edemeyecekleri gün gibi ortadadır. Yaptığımız
bunca faziletli işi -ki bu işler biz söylemezsek kimsenin
bilemeyeceği oruç, sadaka ve gece namazıdır- dilimizle heba edebiliriz. İnsanların bilmesini isteyip dilimizle
bunları ifşa ettiğimizin anda kazandıklarımız oruç karşılığında aç kalma, gece namazı karşılığında uykusuz
kalma olacaktır. O yüzden dilin kemiği olmayışı imtihanın büyüklüğünü görmemiz için yeterlidir.
1- Müslim, Mesacid: 146; Ebû Dâvud, Vitir: 2
2- Ebu Davud, Edep, 120, 121
3- Buhârî, Ahkâm 52, Ezân 29; Müslim, Mesâcid 251-254. Ayrıca bk. Tirmizî,
Salât 48; Nesâî, İmâmet 49
4- Buhari, istizan, Baku Zina’l-Cevârih. VII/130. Müslim.. Kader, 2657 Ebu Dâvud. Nikâh, 2152; Ahmed b. Hanbel, Müsned. II / 317, 379
5- Tirmizî, Sünen, İman 8
Dilim Dilim
Dil, kendi küçük, imtihanı büyük bir organdır.
Mühimmatı ses olan, söylediği ile dünyaları yıkan
veya dünyaları yapandır. Kurşunda daha fazla kalıcı
hasar bırakır. Bu hasarı da hiç iz bırakmadan bırakır.
Dilin ne kadar etkili bir silah olduğunu buradan bile
anlayabiliriz.
Dil, kalbimizde ki imanın izharı için gereklidir. O,
namazın kıraatı, haccın telbiyesi, Kur’an’ın okunması
için gereklidir. O, hakkı haykırma, yanlışa müdahale etmek için vardır. O, hayır konuşmadığında susmak için
vardır. O, serçe parmağımız gibi değildir. Kalbin kalibrasyon merkezidir. Kalbin doğruluğu dilin doğruluğuna bağlıdır. İstikamet üzere kalabilmemizin ilk durağı, iki dudak arasında ki dilimizdir.
Dilim dilim şeklinde kullanıldığında cennete, kullanılmadığında ucu cehenneme çıkan bir köprüdür.
Dil, bıçak gibidir. Hayır işleri için kullanılabildiği gibi şer işlerinde de başını çeker. Gıybetin
baş mimarı dilimizdir. Yalan, iftira onun başının altından çıkar. Ara bozuculuk, laf taşıma dilin
maharetlerindendir. Kalp kırma, hakaret, küfür onun
işidir. Konuşulacağı yerde susmak, susulacağı yerde
konuşmak gibi zamansız işleri de yok değildir. Pişmanlıklarımızın en büyük nedenidir.
İyisiyle kötüsüyle dil budur. İşte bu dili korumakta
müminin imanından dolayı ayrılmaz vasıflarındandır.
En son söyleyecek sözü, en son söylemelidir mümin.
İki kulak bir dil verilmesinin hikmetini düşünüp çok
dinlemeli az konuşmalıdır. Dilin önüne engel olarak
konulmuş dudakları ve dişleri tefekkür etmeli ve laf
ağızdan kaçmamalıdır. Kemiksiz yaratılmış dili kemikli
bir şekilde kullanmayı becermelidir. Ağızındaki baklayı hiç çıkarmamalıdır. Sustuklarından daha fazla konuştuklarından pişman olduğunu hatırda
tutmalıdır. Cebinde değil dilinde akrep varmış gibi
yaşamalıdır. Küçük büyük demeden her şeyin yazıldığına iman eden biri hesapsız para harcamadığı gibi
hesapsız da konuşmaz. Parasını sayarak harcadığı
gibi kelimeleri de sayarak harcar.
Kendi adımıza, tutarsak kurtulduğumuz
bir organ hakkında çok konuşarak/yazarak
aleyhimize delil biriktirmeyelim. Öyle bir susalım ki, her şeyi söylemiş olacak kadar susalım.
40
Şubat / 2017
EFENDİM
Güzel gözlerine kurban olduğum, biran nazarını ayırma bizden,
Bu kadarcık lütfu çok görme nolur, yüce makamınız, aleminizden.
Ey muhbir-i sadık Yüce Peygamber, Allah’ın kelamı Kur’andan sonra,
Saadet asrından mahşere kadar, hidayet saçılır sözlerinizden.
Allah ve Peygamber aşkıyla yanan, aşıklara bade sunulur her an,
İçtikçe susarlar, kanmak bilmezler, rahmet akıtan gönül çeşmenizden.
Zahirde batında ne emretmişsen, bütün yaşantını örnek alarak,
“İslam-i hayatı” yaşamak için, zerre ayrılmazlar sünnetinizden.
Önüne sunulan her ne var ise, Sizi her şeylere tercih ederek,
Sonsuz iştıyakla olmak isterler, görmeden inanan kardeşinizden.
Sunduğun mesaja sırtını dönüp, gözü kör kulağı sağır olanlar,
Ebedi mahrum olur cümlesi, dünyada ukbada rahmetinizden.
Dünyada süvari gibi yaşayıp, Ebedi Alemi arzu edenler,
Başka bir kazanci tercih eder m? Kur’an ile sünnet servetinizden.
Manevi alemde seyyah olanlar, muhabbetinizde fena bulunca,
Asla ayrılmayı arzu etmezler, bir anlık teveccüh edişinizden.
Hasretinle yanan tutuşan gönlün, zaman mekan kalksın aralarından,
Bütün zerrelerim ferahnab olsun, gül kokan lahuti esintinizden.
En büyük saadet en büyük lütuf, en büyük armağan aşığa elbet,
Başka bir arzusu yoktur sevenin,canına can katan nefesinizden.
Gezdiğin yerleri hayal eyleyip, aşığın koklayıp yüz sürmek ister,
Bastığınız toprak zerrecikleri, nasipkar olunca kademinizden.
Mücrim, zelil, hakir, geda, aciz ve hiç bir şey olmayan bu yüzü kara,
Bir an bile mahrum kalmamak ister, alemi kaplayan rahmetinizden.
Acizane salat selamlarımız, hiç şüphesiz Size ulaştırılır,
Anında karşılık alabilmekse, Sizin bize lütuf himmetinizden.
Hattat Mustafa ANTİKA
Şubat / 2017
41
Hazreti Pîr Seyyid
Kardeşlerim!
Gururla yapılan her hareket, iyice tetkik edilip araştırılırsa, bu
hareketin içinde acziyyete çağıran bir hususun olduğu anlaşılır ve bu
âcizlik insanın haddi aşmasına engel olur.
Gururdan kaynaklanan kuvvet, insanı acze davet eden şeye engel
olamazken, ne yazık ki akıl, gururun keyfiyetini ve özünü anlamaktan
ol
uzak kalmıştır.
Hele aklın her sükunu da araştırılıp incelenirse, onun idrâkın
sırlarıyla karışmış olarak hareket ettiği ve ibret denizinde yüze yüze Allah’ın
vahdaniyyet prensibini kabule doğru yol aldığı ve bundan habersiz olduğu
görülür. Muhtelif nefislere verilen hayat, nasıl da yok oluyor? Gece ve
gündüz nasıl da beraberce gelip geçiyor?
Acaba akıllara ne oldu da, ibret almaksızın faydasız şeylerle
oyalanıyorlar?
İnsan, hangi vehimlerden dolayı meşhûdâtı bırakıp belirsiz ve sonsuz
şeylerle meşgul oluyor?
Ahmed er-Rufai (k.s) den
Güzel nasihat, kalb-i selimde oldukça fazla müessir oluyorsa da,
kalb-i selim sahibi olmayan kişide hiç tesir göstermez. Kalb-i selim olanlar,
nasihatlere kulak verip ondan gerektiği gibi istifade ettiklerinden
ibâdetle meşgul olurlar. Nasihat, kalb-i selim sahibi olmayan kişilere
ise hiç tesir etmez. Çünkü nasihat, onların kulaklarının birinden girip
öbüründen çıkıverir. Bu durumda onlar, nasıl hayır ve menfaat elde
de
edebilirler? Bu mümkün değildir.
Bütün bu sayılan faydalardan, ancak akıl sâhipleri ibret alır. Fakat
kâmil akıl sahipleri nerdedir? Onlar gerçekten çok azdır.
Halkın içinde akıl sahipleri çok olursa -aralarındaki ihtilaf büyük
olsa bile- hakikatler, yeşerip mutlaka ortaya çıkacak ve hakikat sırları,
hile ve tuzak ile gizlenmeye çalışılsa da bu başarılamayacaktır.
Aklın dâhi kuvveti, zihinde mevcuttur.
Ve kalbin sahasında dil ile tesirli olur.
Yrd. Doç. Dr. Mehmet Kaya
Kur’an’da Gençler Aracılığıyla Verilen
Ahlaki ve Edebî Mesajlar1
“
Gençlerimiz,
Hz.
Peygamberin iki emaneti
Kur’an ve sünnet ilkelerini
doğru bir şekilde anlayıp
yaşamlarına geçirdiklerinde
gerek
imanî
gerek
de
ahlaki
açıdan
yollarını
şaşırmayacakları
gibi,
güzel
ahlaki
vasıflarıyla
kendilerinden
sonraki
nesillere
de
örnek
o l a c a k l a r d ı r.
44
Şubat / 2017
”
İ
nsanı insan yapan değerlerden biri olarak ahlâk, hem
bireysel hem de toplumsal yaşamın vazgeçilmez
unsurlarından biridir. Gelişmişlik seviyesi ne olursa olsun, toplumdaki ahlaki zaaf onun bekasını da etkilemektedir.
Kur’an’da toplumları helake götüren sebepler incelendiğinde temel faktörün ahlaki yozlaşma olduğu
görülecektir. Bu konu geçmişte olduğundan daha fazla günümüzü ilgilendirmektedir. Geçmişte sınırlı bir toplumu ilgilendiren ve sayısı belli olan gayri ahlaki davranış biçimleri bugün iletişim araçları sayesinde zaman ve mekân olgusunu da
aşarak her zaman ve her yerde karşımıza çıkmakta, gençler
başta olmak üzere dil, din, ırk farkı gözetmeksizin her kesimden insanı etkisi altına almakta ve hayatına etki etmektedir.
Özellikle bu yozlaşmanın yaşamımıza yavaş yavaş enjekte
edilerek bizi fark ettirmeden bir uçuruma sürüklediği de gözden kaçmamalıdır. Günümüzde ahlaki yozlaşmada gençlerin
hedef kitle olarak seçilmesi, bu konuda bir şeyle yapılması ve
de bu tehlikeye Kur’an ve sünnet merkezli bir çözüm bulun-
masını da zorunlu hale getirmektedir. Biz bu yazıda,
gençlerin karşı karşıya kaldıkları ahlaki problemlere
Kur’an penceresinden bakmaya çalışacağız.
Arapça kökenli bir kelime olarak ahlak, “yaratılış ve fıtrat” anlamındaki
(hulk) kelifiilinden türeyen
2
mesinin çoğuludur. Sözlükte
seciye,3 huy, kişilik, mizaç
ve din anlamına gelen bu
terim,4 “İnsan ruhunda
yerleşmiş, düşünmeye
ihtiyaç
hissetmeden
ve de kolaylıkla fiillerin meydana gelmesine
kaynaklık eden bir durum”5 ya da “Bir toplum
içinde kişilerin benimsedikleri, uymak zorunda bulundukları davranış biçimleri
ve kuralları” şeklinde tanımlanmıştır.6
Gazali (ö. 505/1111)’nin yaptığı birinci tanımda
ahlakın kaynağı üzerinde durulurken, ikinci tanımda
ise ahlakın toplumsal boyutu temel alınmıştır. Bu iki
farklı tanımdan anlaşılacağı üzere ahlak, temelde
bireysel bir olgu olup toplum içerisinde şekillenen, toplumdan etkilenen ve aynı zamanda
onu etkileyen bir olgudur. Bu yönüyle ahlak,
insanların var oluşlarına uygun hareket etmelerini
sağlayarak, onların mutluluklarını temin etmek için
kendilerine doğru, iyi ve faziletli olanla bunların zıddı olan kötü ve yanlışı gösteren bir olgudur.7 Bütün
bunlar göz önünde bulundurulduğunda ahlakın hem
bireysel hem de toplumsal açıdan ne denli önemli bir
olgu olduğu ortaya çıkmaktadır.
İslam ahlakının dinamik yapısı onun sadece bir
kitle ahlakı veya sadece bir seçkinler ahlâkı olmadığı, aksine maddî, zihnî ve psikolojik bakımdan her
seviyedeki insanın kaygılarını ve özlemlerini dikkate
alan, bununla birlikte ona, içinde bulunduğu durumdan daha ideal olana doğru yükselme imkânı sağlayan, kapsamlı ve uyumlu
bir ahlâk olduğunu gösterir.8 Bu
sebeple Kur’an’da verilmek
istenen mesaj ön planda
olduğu figürler hakkında ayrıntıya girilmez.
Ahlaki açıdan kendileri
üzerinden mesaj verilen
gençler için de aynı durum
söz konusudur. Bu açıdan
bakıldığında
Kur’an’da
Hz.
Yusuf,
Lokman
(a.s.)’ın oğlu, Kabil ile ashabı Kehf ve Şuayb (a.s.)’ın
kızlarının genç olduklarına işaret edilmekle birlikte, Hz. Musa,
Hz. Yahya, Hz. İbrahim, Hz. Meryem gibi
örnek gençler aracılığıyla verilen mesajlarda
yaşları hakkında bilgi verilmez. Bununla birlikte
ahlaki mesaj içeren ayetlerde bu şahıslara yönelik verilen bilgilerden kendilerinin gençlik döneminde olduğu fikri oluşmaktadır. Kur’an’da, en doğru ve güzele
yönlendirme prensibine bağlı olarak9 ahlaki mesajlar
verilirken de çoğunlukla olumlu davranış modellerine
yer verilmiş, gençlerle verilen mesajlar için de aynı
yöntem kullanılmıştır. Bu yönüyle Kur’an’da Kabil
ile Hz. Yusuf’un kardeşleri hariç gençler, hep
güzel ahlakı yönüyle örnek gösterilmiştir. Ayrıca Kur’an’da gençlerin biyopsikolojik yapıları göz
önünde bulundurularak çoğunlukla iffet ve hayâ üzerinden ahlaki mesajların verildiği görülmektedir. İffe-
(hulk) kelimesinin çoğuludur.2 Sözlükte seciye,3 huy, kişilik,
mizaç ve din anlamına gelen bu terim, “İnsan ruhunda yerleşmiş,
düşünmeye ihtiyaç hissetmeden ve de kolaylıkla fiillerin meydana
gelmesine kaynaklık eden bir durum” ya da “Bir toplum içinde
kişilerin benimsedikleri, uymak zorunda bulundukları davranış
biçimleri ve kuralları” şeklinde tanımlanmıştır.
Şubat / 2017
45
tin ardından dürüstlük ve anne babaya saygı
ve iyilik gibi güzel hasletler üzerinde yoğunlaşılmaktadır. Kur’an’da Hz. Meryem, Hz. Yusuf, Hz. Musa, Hz. İbrahim, Hz. Yahya, Şuayb
(a.s.)’ın kızı ve Lokman (a.s.)’ın oğlu, kendileri
aracılığıyla ahlaki mesajlar verilen gençler olarak karşımıza çıkmaktadır.
1. Hz. Meryem:
Bayanlar İçin İffetin ve
Dürüstlüğün Timsali
Kur’an’ın en çok üzerinde durduğu konulardan
ahlaki konulardan biri de iffettir. Helal ve güzel olmayan söz ve davranışlardan uzak durarak insanın bedeni ve maddi hazlara aşırı düşkünlükten korunmasını
ifade eden bu ahlaki kavram10 hakkında Kur’an’da
çeşitli yerlerde tavsiye ve uyarılarda bulunulmanın
yanı sıra hem erkeler hem de kadınlar için iki model şahıs üzerinden konu ile ilgili ahlaki ilkelere temas
edilmiştir. Kur’an’da iffet konusunda bayanlar
için Hz. Meryem örnek şahsiyet olarak gösterilirken, erkekler için ise Hz. Yusuf’ rol model
olarak sunulmuştur. Her iki cins için farklı modellerin örnek gösterilmesi İslam ahlâkı açısından iffetin
ne denli önemli olduğunu göstermektedir.
Bir peygamber annesi olarak daha anne karnında iken Kur’an’a konu olan Hz. Meryem11 ulvî bir
gaye için dünyaya getirilmiş,12 Zekeriya (a.s.)’ın eğitim ve terbiyesinde yetişmiş,13 Kur’an’da ismiyle hitap
edilen ve de meleklerle konuşabilmek gibi peygamberlere has bir özelliği olan bir bayandır. Ayrıca eşi olmadan çocuk doğurmak gibi sıra dışı deneyimlere de
şahit olan Hz. Meryem14 sahip olduğu bu nitelikleri ile
diğer kadınlardan farklı bir konuma oturtulmuştur.15
Hz. Meryem Kuran’da iffeti ile imtihan edilmiş
ve bu imtihanındaki başarısı ile kadınlar başta olmak
{
üzere herkese örnek olarak sunulmuş bir bayandır.
Yaşadığı sıra dışı tecrübeler bir yana Hz. Meryem iffeti
ile örnek gösterilen bir bayandır. Kur’an’da iffet adeta
Hz. Meryem ile özdeşleşmiş olarak sunulur. Hz. Meryem’in iffetine yönelik olarak Kur’an’da bir yerde ismi
belirtilerek bir yerde de belirtilmeden zikredildiği görülmektedir. Onunla ilgili ayetlerde bir şekilde iffetine
ve temizliğine vurgu yapıldığı görülmektedir. Örneğin
Al-i İmran suresi 42. ayetteki “Bir zaman melekler
Meryem’e, ‘Ey Meryem! Allah seni seçti, tertemiz kıldı ve diğer tüm kadınlara üstün kıldı.”
ifadesiyle Hz. Meryem’in kutsal bir vazife için seçildiği
ve bu vazifenin temel şartı olan iffetini Allah’ın yardımıyla koruduğuna bir işaret vardır. Ayette iki defa
“seçti” ifadesine yer verilmiş olması da kadınlar için
numune-i imtisal olduğuna ve örnek alınması gerektiğine işaret etmektedirİnsanlık için peygamber hanımı
olmalarına rağmen iffet açısından kötü örnek olarak
sunulan Nûh ve Hûd (a.s.)’ın eşlerinin ardından, kâfirlere bile örnek bir kişilik olarak takdim edilen Hz.
Meryem Tahrim suresi 12. ayette “Irzını koruyan
İmran’ın kızı Meryem…” şeklinde bize iffetiyle ön
plana çıkarılmıştır. Ayette Hz. Meryem’in annesine
nispetle anılması ve de hamile kalabilmesi yönüyle
bu tecrübeyi yaşarken genç olduğunu düşündüğümüz Hz. Meryem’in Enbiya suresi 91. ayette ise kendisinden isim belirtilmeden “Namusunu koruyan
kadın…” şeklinde bahsedilmesi ve ayetin sonunda
“Biz onu ve oğlunu diğer insanlar için bir işaret kıldık.” ifadesine yer verilmesi de onun iffet ile
bütünleşen ve bu yönüyle insanlara örnek olan bir
bayan olduğuna işaret etmektedir.
Hz. Meryem’in on yedi yaşında genç bir kız iken16
erkek suretinde kendisine gelen Cebrail’i ilk gördüğünde “Şayet Allah’tan korkarsan ben sana
Allah’a sığınırım.” şeklindeki tepkisine Kur’an’da
yer verilmesi de17 hem Meryem (a.s)’ın iffetine dikkat
çekmek ve de bu yolla, Müslüman kadının iffetli olmasının gerekliliğini anlatmak için olduğu açıktır. Yine
aynı surenin 23. ayetinde doğumu esnasında söyle-
}
Ahlak, temelde bireysel bir olgu olup toplum içerisinde
şekillenen, toplumdan etkilenen ve aynı zamanda onu etkileyen
bir olgudur.
46
Şubat / 2017
diği “Keşke daha önce ölseydim de unutulup
gitseydim.” ifadesiyle açığa vurduğu ölüp unutulma
temennisinin altında yatan sebebin iffetine leke gelmesi korkusu olduğu anlaşılmaktadır. İffetini özenle
koruyan bu asil kadının, namusuna dil uzatılması da
onu ölümü isteyecek kadar yaralamaktadır. Surenin
26. ila 28. ayetleri arasında belirtildiği gibi insanlar
tarafından iffeti ile tanınan Hz. Meryem’in kucağında babası olmayan bir çocuk ile çıkagelmesi toplum
tarafından elbette ki hoş karşılanmayacak ve de bu
durum Hz. Meryem’e ağır gelecekti.
Bedenî ve ruhî saflığı, kendini Allah’a adaması
ve iffetini koruması açısından Kur’an’da örnek şahsiyet olarak karşımıza çıkan Hz. Meryem, hadislerde
de bu vasfıyla öne çıkarılmış, en zamanlarının hayırlı
kadınları olduğu gibi18 Cennet hanımlarının da en hayırlıları arasında sayılmıştır.19
Hz. Meryem’in üzerinde durulan bir diğer ahlaki vasfı ise doğruluğudur. Maide suresi 75. ayette
kendisinden “Çok doğru kadın…” şeklinde bahsedilmesi onun bu ahlaki vasfıyla da kadınlar başta
olmak üzere insanlar için örnek olduğunu ifade etmektedir. Kur’an’da Hz. Yusuf için de aynı özelliklere
dikkat çekilmesi, hem bayanlara hem erkeklere ayrı
ayrı mesaj vermek içindir. Ayrıca Kur’an’da Hz. Meryem’in iffeti ve doğruluğu sebebiyle övülmesi, buna
mukabil Züleyha’nın yalancı ve iffetsiz bir kadın olarak öne çıkarılması, Müslüman kadın için bu iki haslete sahip olmanın gerekliliğini ortaya koymaktadır.
İffet ile doğruluk arasındaki kuvvetli bağı göstermesi
açısından önem arz eden bu iki örnek, kadınların en
İffetin ardından dürüstlük
ve anne babaya saygı ve iyilik
gibi güzel hasletler üzerinde
yoğunlaşılmaktadır.
Kur’an’da
Hz. Meryem, Hz. Yusuf, Hz. Musa,
Hz. İbrahim, Hz. Yahya, Şuayb
(a.s.)’ın kızı ve Lokman (a.s.)’ın
oğlu, kendileri aracılığıyla ahlaki
mesajlar verilen gençler olarak
karşımıza
çıkmaktadır.
çok sınandıkları iki ahlaki vasfa işaret etmesi ve bu
yönüyle de dikkatli olunması gerekliliğini hatırlatması açısından da önemlidir.
2. Hz. Yusuf: Erkekler İçin İffetin,
Dürüstlüğün, Affediciliğin ve Ana
Babaya Saygının Timsali ve Tam
Karşısında Bir Kişilik Olarak Züleyha
Kur’an’da iffetiyle öne çıkan ve gençlere bu yönüyle örnek olarak sunulan diğer şahsiyet ise Hz. Yusuf’tur. Hz. Meryem bayanların iffet önderi iken Hz.
Yusuf ise bu konuda erkeklere öncülük etmektedir.
Kur’an’da yaşadıklarından ders çıkarılması gereken
bir peygamber olarak takdim edilen Hz. Yusuf’un20
kuyuya atılma süreci ile başlayan imtihanı Mısır sarayına ulaştığında nefsiyle devam etmiştir. Kur’an’da,
ergenliğe erişmesinin ardından kendisine hikmet ve
ilim verildiği belirtilen genç yaştaki Hz. Yusuf’a karşı
Mısır azizinin karısı Züleyha’da farklı hisler uyandığı
ve Hz. Yusuf’la gayrı meşru ilişki planını devreye soktuğu ve Hz. Yusuf’un kurulan bu tuzağa Allah’ın yardımıyla alet olmadığı anlatılmaktadır.21 Züleyha’nın
ısrarına rağmen Hz. Yusuf nefsine uymamış zindana
atılmayı ahlaksız teklife tercih ederek bir peygambere
yakışır ahlaki bir duruş sergilemiştir.22
Bu kıssada Hz. Yusuf Allah’ın inayeti ile
iffetli bir genç olarak kendisinden sonraki
gençlere örnek teşkil ederken, Züleyha gayri
meşru arzularının esiri olmuş, iradesine hâkim olamayan, amacına ulaşmak için başkalarının ve kendisinin hayatını hiçe sayan, iffetsiz, gözü dönmüş, müfteri ve düzenbaz bir
kişilik olarak resmedilmiştir.23 Ayrıca surenin
18. ve 53. ayetlerinde insanın psikolojik yapısı-
Şubat / 2017
47
na işaret edilmiş, onun kötülüğe olan potansiyeline dikkat çekilerek bu hususta bireysel
çabanın gerekliliğinin yanı sıra Allah’ın yardımının önemine vurgu yapılmıştır.
Yusuf (a.s.) iffetli gençlerin önderi olduğu gibi,
Hz. Meryem gibi doğruluğu ile de örnek gösterilmiştir.
Kur’an’da kadınların tuzak kurmakla mahir olduğunun belirtildiği ayetlerin24
ardından 46. ayette Hz. Yusuf’a
“Ey Doğru insan…” şeklindeki hitaba yer verilmesi
onun ahlaken şartlar ne
olursa olsun hileye başvurmayan bir kişiliğe sahip
olduğunu ve Müslüman
gencin de bu hasletle donanması gerektiğine işareten belirtilmiş olmalıdır.
Surenin
sonlarına
doğru Hz. Yusuf üzerinden
bir başka ahlaki mesaj daha verilmektedir ki o da affedici olmaktır.
Kardeşlerinin kendisine yapmış olduğu kötülüğe karşı Hz. Yusuf’un “Bugün
size azarlama yok.” şeklinde cevap vermesi,25
Mekke’nin fethinde yıllarca kendisine zulmeden
müşrikleri “Artık serbestsiniz.”26 diyerek intikam
almayan Hz. Peygamberin ahlakı ile örtüşmektedir.
Her iki örnekte de Müslümanın kindar olamayacağı,
affedici olması gerektiğine de işaret edilmiştir.
Hz. Yusuf’un anne babasını bağrına bastığının
anlatıldığı 99. ayetle onları tahtına oturttuğunu belirten 100. ayet birlikte düşünüldüğünde Hz. Yusuf’un
anne babasına karşı tutumu da ahlaki açıdan örnek
teşkil etmektedir. Hz. Yusuf makam sahibi olmasına
rağmen anne ve babasına karşı saygıda kusur etmemiştir. Babaya saygı yönüyle Hz. Yusuf ile müşrik olmasına ve kendisine kaba davranmasına rağmen ba-
{
basına saygıda kusur etmeyen Hz. İbrahim arasında
benzerlik bulunmaktadır. Her iki örnekte de Müslüman gencin her durumda ebeveynine saygıda kusur
etmemesi gerektiğine işaret edilmiştir.
3. Bayanlar İçin Hayâ Örneği:
Hz. Şuayb’ın Kızı
Kur’an’da tevhit mücadelesinde çoğunlukla kavminin ahlaki
bozukluklarını düzeltmeye çalıştığı sahnelerle ön plana
çıkarılan Şuayb (a.s.)’ın27
kızlarına da yine bir ahlaki davranış olan ve nefsin çirkin işlerden rahatsız
olup onları terk etmesi anlamındaki hayâyı28 vurgulamak üzere Kur’an’da yer
verilmiştir. Kasas suresi
25. ayette koyunlarını otlatması karşılığında babası Şuayb
(a.s.)’ın davetini iletmek üzere kızlarından birinin Hz. Musa’ya gelişinin
anlatıldığı ayette “Hayâlı bir şekilde
yürüyerek…” ifadesi ile olayın adeta dramatize edilmesi, Müslüman genç kızda bulunması gereken
hayâ duygusunun zihinlerde yer etmesini sağlamaya yöneliktir. Bu yönüyle ayette Müslüman
kadının, mahrem erkeklerle ilişkisinin nasıl olması
gerektiğine de işaret edilmiş olup, iki cinsin edep ve
hayâ sınırları içerisinde birbirileriyle iletişime geçmeleri mesajı da verilmiştir. Bu ahlaki vasfın ayette bayan üzerinden aktarılması bu konuda bayanın daha
hassas olması gerektiğini de düşündürmektedir. Ayrıca hadislerde hayânın imanla ilişkilendirilmesi,29 İslam ahlakının hayâdan oluştuğunun belirtilmesi30 ve
utanma ile davranış arasındaki bağa işaret edilmesi31
bu ahlaki vasfın dinimizdeki önemini ve konumunu
göstermesi açısından yeterlidir.
}
Kur’an’da iffet konusunda bayanlar için Hz. Meryem örnek
şahsiyet olarak gösterilirken, erkekler için ise Hz. Yusuf ’ rol
model olarak sunulmuştur. Her iki cins için farklı modellerin
örnek gösterilmesi İslam ahlâkı açısından iffetin ne denli
önemli olduğunu göstermektedir.
48
Şubat / 2017
4. Hz. İbrahim: Şefkatli,
Dürüst ve Anne Babasına
Saygılı Bir Peygamber
Kur’an’da tevhit mücadelesinin baş aktörlerinden
biri olarak aktarılan Hz. İbrahim’in32 bu mücadelesi,
Allah’a dönük yumuşak huylu bir kul olması33
ve ahlaki vasıfları sebebiyle Allah’a dost olduğu ifade edilir.34 Baba-oğulun diyaloğunun aktarıldığı ayet grubu incelendiğinde genç olduğu anlaşılan35 ve anne babasını seven ve sayan
bir peygamber olarak Hz. İbrahim’in Kur’an’da
ebeveyni için dua ettiği görülmektedir.36 Hz. Yusuf, Hz. İdris37 ve Hz. Meryem38 gibi çok doğru bir
kişilik olarak bizlere sunulan Hz. İbrahim,39 tevhit
mücadelesine giriştiği babasına yönelik aynen Hz. Yusuf gibi40 “ey babacığım” şeklinde tekrarladığı saygı ve sevgi içeren ifade biçimiyle dikkat çekmektedir.
Kur’an’da Hz. İbrahim’in, müşrik olmasına rağmen
babasının tehditkâr ifadelerine karşılık ona saygısızlık etmek şöyle dursun bilakis yumuşak bir üslup
ile hitap etmekte41 ve kendisine dua ederek
Allah’tan bağışlanma dilediği görülmektedir.42
Bu açıdan bakıldığında Hz. İbrahim ve Yusuf’un babalarına karşı kullandıkları bu kibar ifade biçimleri ve
takındıkları tavırlar Kur’an’da bir evlâdın anne babasına nasıl davranması konusunda Müslüman gençlere
örnek olarak verilmektedir.43
5. Hz. Yahya: Temiz, Anne
Babasına İyi Davranan,
Mülayim Bir Peygamber
Kur’an’da birçok güzel ahlaki huy ve davranışıyla övülen bir peygamber olarak Hz. Yahya (a.s.),
önder vasıflı, çok namuslu ve salih,44 insanlara merhametle muamele eden temiz fıtratlı, Allah’tan korkan, anne babasına iyilikte bulunan, mülayim45 bir
örnek şahsiyet olarak takdim edilmiştir. Kendisine
daha çocukken peygamberliğin verildiği belirtilen
Hz. Yahya46, sahip olduğu bu ahlaki vasıfları sebebiyle de hayatı boyunca ve öldükten sonra Allah’ın
iltifatına mazhar olmuştur.47 Liderlik ruhu ve iffetine
yönelik övgülere bakıldığında ayette, bu davranış
biçimlerinin, gücü kuvveti yerinde genç kişilere ait
olması yönüyle48 Hz. Yahya’nın gençlik döneminin
anlatıldığı anlaşılmaktadır.
Birçok ahlaki vasfıyla Kur’an’da ön plana çıkarılan Hz. Yahya’nın Ali İmran suresi 39. ayette ahlâken
namuslu olduğu belirtilirken mübalağa kalıbının kullanılması, kendisinin bu konudaki özen
ve dikkati ile Allah katında gördüğü önemini
göstermesi açısından önemlidir. Surede iffetiyle
ön plana çıkarılan Hz. Yahya’nın peşi sıra aynı ahlaki
vasıf ile Hz. Meryem’in anlatılması konunun önemini
vurgulamak içindir. Zira iffet, karşısındakine aynı zamanda güven telkin eden ahlaki vasıflardan birisidir
ki tebliğ vazifesiyle görevli bir peygamberde ve Müslümandaki en önemli vasıflardan birisidir. Hz. Peygamber’in “Müslüman Müslümanın elinden ve
dilinden emin olduğu kişidir.”49 hadisi de bu hususu desteklemektedir. Ayrıca Hz. Meryem ile İsa’nın
akraba oldukları düşünüldüğünde bu ayet grubunda
ahlaki konularda yakınların birbirine örnek olmaları
konusunda da bir mesajın olduğu akla gelmektedir.
Hz. Yahya Meryem suresi 13. ve 14. ayetlerde diğer peygamberlerde olduğu gibi salih, temiz
bir ahlaka sahip olma, anne babaya iyi davranma
merhametli ve yumuşak huylu olmak gibi ahlaki
vasıflarla gençlere örnek gösterilmiştir. Esasında
Kur’an’da bu gibi vasıfların sadece Yahya (a.s.) için
değil, Hz. İsa50 ile Peygamber Efendimiz51 gibi farklı
zamanlarda yaşamış peygamberler için de belirtilmesi, yüce Kitabımızda belirtilen bu ahlaki davranışların her zaman ve mekânda geçerli olduğuna
da işaret etmektedir. Dikkat edildiğinde bu vasıfların olgun insanın özellikleri olduğu,52 bu örnekler
aracılığıyla da gençlerin, peygamberler ve salih
kimseleri örnek alarak onlara benzemeye çalışmaları yolunda mesaj verildiği anlaşılmaktadır.
6. Hz. Lokman (a.s.) ve Oğlu:
Baba Oğul Diyaloğunda
Verilen Ahlak Dersi
Kur’an’da kendisi vasıtasıyla ahlaki mesaj verilen bir diğer kişilik ise Hz. Lokman’ın oğludur. Peygamber veya bilge/salih bir kişi olduğu konusunda
ihtilaf edilen Hz. Lokman (a.s.)’ın53 Kur’an’da ismi
belirtilmeyen oğluna verdiği bazı ahlaki öğütler yer
Şubat / 2017
49
Allah’ın gönderdiği her dinde olduğu gibi İslam dininin temel
gayelerinden birisi de ahlaklı bireyler yetiştirmektedir.
almaktadır. Lokman suresi 13. ayette belirtildiğine
göre Hz. Lokman, oğluna dikte edici bir üslupla
değil, şefkat dolu ve öğüt verici bir üslupla
tavsiyelerde bulunmaktadır. Lokman (a.s.)’ın
bu üslubu bizlere eğitim metodu açısından
çocuklara nasıl yaklaşılması konusunda bir
ufuk çizmektedir. İlk diyalog cümlesinin ardından
diyaloğun kesilip Allah’a şirk koşmaya zorlasalar bile
çocuğun anne babasına iyi davranması gerektiği yönündeki ara cümleye yer verilmesinin ardında54 Allah nezdinde anne babanın önemini ifade etmek ve
baba oğul arasında geçecek olan diyaloğun önemli mesajlar içermesi yönüyle dikkatlice okunmasını
sağlamak amacının güdülmesi muhtemeldir.
Hz. Lokman surenin 17 ila 19. ayetleri arasında oğluna verdiği öğütlerde toplumsal ahlâkın devamlılığı açısından önem arz eden iyiliği emredip
kötülükten sakındırmayı öğütlemiş ve bu ahlaki
öğretiyi, önemine işaret etmek için İslam’ın en temel
ibadeti olan namazla ilişkilendirmiştir. Hz. Lokman
ardından, oğluna kibirden uzak durmasını öğütlediği
görülmektedir. Hz. Lokman’ın oğluna ilk önce ilkesel
olarak ardından teşbih yoluyla nasihat vermesi, bu
davranışın çirkinliğini daha iyi anlayabilmesi içindir.
Eğitim metodu açısından örnek alınması gereken bu
betimleme yönteminde, kibirlenen kişinin davranış
biçimi adeta resmedilmiş, insanın baş hareketleri,
yürüyüş biçimi ve ses tonuyla kibrini dışa vurduğuna
değinilerek, toplum arasında yaygın olarak yaptığımız
ve farkında bile olmadığımız bazı istenmeyen davranış biçimlerine dikkat çekilmiştir. 18. ayette ise kibrin, develerin boyunlarına sirayet eden bir hastalıkta kullanılan kelime ile anlatılması,55 bir
sonraki ayette de kibre ait davranış biçiminin
hayvanla ilişkilendirilmiş olması bu davranış
biçimlerinin çirkinliğine işaret etmek içindir.
18. ayette yapılmaması öğütlenen yürüyüş biçiminin,
50
Şubat / 2017
bir sonraki ayette olması gerektiği şekliyle anlatılması
da toplum içerisinde davranış biçimlerinin ne denli önemli olduğunu ve bu konuda özellikle gençlerin
dikkatli davranması gerektiğini ifade etmek içindir.
7. Hz. Musa ve Hızır: Bilge
Kişi İle Nebi Diyaloğunda
Verilen Ahlak Dersi
Kehf suresi 65 ila 82. ayetlerde Hz. Musa ile kendisine Allah’tan bir ilim verilmiş olduğu belirtilen salih
bir kul olarak aktarılan kişinin yolculukları esnasında
karşılaştıkları bazı olaylar anlatılmaktadır. 66. ayette
Hz. Musa’nın, kaynaklarda Hızır (a.s.) olduğu belirtilen56 kişiden, Allah’ın kendisine öğretmiş olduğu
bilgilerden öğretmesini istediği belirtilir. Bu olayda
bir peygamberin makamca kendisinden daha
düşük konumda bulunan birisinden ilim talep
etmesinde gençlere, öğrenci olarak öğretmenlerine karşı saygılı tutum sergilemelerine ve
ilim öğrenmede alçak gönüllülük ve edebe yönelik ahlaki bir mesaj verilmektedir.57 Bu ayette
Hz Musa’nın bilge Hızır’dan zorba bir tavırla değil de
kibarca, “Sana öğretilen doğru bilgiyi bana öğretmen için size eşlik edebilir miyim?” şeklinde
izin istemesi bu ahlaki tutumun davranışa yansıyan
biçimidir. Yine 69. ayette, Hz. Musa’nın ilim talebine
karşılık buna dayanamayacağını ifade eden Hızır’a
Hz. Musa’nın, “Allah’ın izniyle beni sabırlı bir
kişilik olarak bulacaksın ve de ben sana hiçbir
hususta karşı çıkmayacağım.” şeklinde verdiği
cevap da öğrencinin hocasına karşı takınması gereken
saygılı tavır konusunda gençlerimize yol göstermektedir. Yine, 73. ayette merakına yenik düşen Hz. Musa’nın Hızır’ın hatırlatmasına karşı verdiği “Unuttuğum şey konusunda beni azarlama…” şeklindeki
cevabı, öğrencinin hatasını kabullenip hocasından af
dileme; hocasının da öğrencisini bağışlama erdemine
sahip olması gerektiğini de düşündürmektedir. Ayetin sonundaki “…bana işim hususunda güçlük
çıkarma!” ifadesinde de öğretmenlerin eğitimde
kolaylaştırıcı bir yöntem takip etmeleri gerektiğine de
işaret edilmektedir.
Sonuç
Allah’ın gönderdiği her dinde olduğu gibi
İslam dininin temel gayelerinden birisi de ahlaklı bireyler yetiştirmektedir. Bu açıdan bakıldığında Kur’an’ın birçok ayetinin yanı sıra hadislerde
de ahlaki konulara sıkça temas edilmektedir. İslam’ın
her iki kaynağında mesele daha çok ilkeler üzerinden ele alınmakla birlikte yer yer şahıslar üzerinden
de konuya temas edildiği görülmektedir. Kur’an’da
bazı ahlaki prensipler gençler üzerinden verilse de,
gençlere yönelik vurguyu her zaman açıktan görmek
mümkün değildir.
Kur’an’da gençler çoğunlukla olumlu davranış
özellikleri ile ön plana çıkarılmışlardır. Kur’an’da
bu gençlerin şahsiyetleri örnek olarak sunulmakta
ve günümüz gençliğinin bu şahısların hayatlarından ibretler çıkararak İslam’ın öngördüğü biçimde
ahlaki bir hayat biçimlerini benimseyip yaşamaları
istenmektedir. Kur’an’da olumlu ahlaki davranış biçimleriyle Hz. Meryem, Hz. Yusuf, Hz. Musa, Hz.
İbrahim, Hz. Yahya, Şuayb (a.s.)’ın kızı ve Lokman
(a.s.)’ın oğlunun ön plana çıkarıldığı, bu dönemin
psikososyal özelliğine binaen iffetli ve hayâlı olmaya
ilişkin ahlaki mesajlara ağırlık verildiği ve de bu konuda hem erkek hem de bayanlar için ayrı örnekler
verildiği görülür. Bu açıdan bakıldığında Kur’an’da
yaşamlarından kesit sunulan bu örnek şahsiyetlerin,
her gencin yaşamında örnek alınması gereken bir
yönü bulunmaktadır. Ayetlerde -dönemin biyopsikolojik özellikleri açısından- bu şahsiyetler üzerinden
özellikle iffetli olmaya vurgu yapılması, basın yayın
organları başta olmak üzere dört bir taraftan ahlâksızlık ve iffetsizlik girdabına sürüklenmek istenen
gençlerimize karşılaşacakları tehlikenin büyüklüğünü önceden haber vermek içindir.
Gençler aracılığıyla üzerinde sıkça durulan konulardan biri de anne babaya ve büyüklere saygıdır.
Bu ahlaki vasfın çoğunlukla peygamberler üzerinden işlenmesi de konunun Allah katındaki değerini
göstermesi açısından önemini göstermektedir. Gü-
nümüzde anne-babaya karşı bazı evlatların takındığı olumsuz tavırların nasıl olumlu bir yöne kanalize
edilmesi hususunda da Kur’an’ın bu yöntemi bizlere
ışık tutup yolumuzu aydınlatacaktır. Bu yönüyle her
türlü ahlaki bunalımdan kurtuluş yöntemleri Kur’an
ve onun açıklayıcısı Hz. Peygamberin sünnetinde
verilmiştir. Gençlerimiz, Hz. Peygamberin iki
emaneti Kur’an ve sünnet ilkelerini doğru bir
şekilde anlayıp yaşamlarına geçirdiklerinde
gerek imanî gerek de ahlaki açıdan yollarını
şaşırmayacakları gibi, güzel ahlaki vasıflarıyla kendilerinden sonraki nesillere de örnek
olacaklardır. Sahip oldukları bu güzel hasletlerle de bu gençlerimiz hiçbir gölgenin olmadığı kıyamet gününde Allah’ın gölgesinde
yer bulan zümreye dâhil olma şerefine de nail
olarak hem bu dünyada hem de ahirette saadete erecektir.
1.Yrd. Doç. Dr. Mehmet Kaya, Aksaray Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi
Öğretim Üyesi, email: mehmetkaya@aksaray.edu.tr. 2. Cevherî, İsmail b.
Hammâd, (1984). es-Sıhâh, Tâcu’l-Lüğa ve Sıhâhu’l-Arabiyye, th. Ahmed
Abdülğafûr Attâr, Beyrut: Dâru’l-İlm li’l-Melâyîn, s. 1472; İsmail Parlatır v.d.
(1998). Türkçe Sözlük, Ankara: TDK Yayınları, I/48. 3. Cevherî, Sıhâh, s.
1472. 4. Bk. Parlatır v.d, Türkçe Sözlük, I, 48; Fîrûzâbâdî, Mecdüddîn Muhammed b. akub, el-Kâmûsu’l-Muhît, Müessesetü’r-Risale, s.1137. 5. Gazâlî,
Ebû Hâmid, İhyâu Ulûmi’d-dîn, Beyrut: Dâru’l-Marife, III, 53. 6. Parlatır v.d,
Türkçe Sözlük, I, 48; ayr. bk. Mustafa Çağrıcı, (1998). “Ahlak”, DİA, İstanbul: I, /1. 7. Bk. Aydın, İbrahim Hakkı, (2011). “Seküler Ahlak Bağlamında
Din-Ahlak İlişkisi”, Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, sayı: 35, s.
6. 8. Çağrıcı, “Ahlak”, II, 2. 9. İsra 17/9. 10. Bk. Çağrıcı, “İffet”, DİA,
İstanbul, 2000, XXI, 506. 11. Ali İmran 3/36. 12. Ali İmran 3/35. 13. Ali
İmran 3/37. 14. Ali İmran 3/42-47; Meryem 19/17. 15. Ali İmran 3/42. 16.
Mesudî, Ebu’l-Hasen b. Ali, Mürûcu’z-Zeheb ve Me’âdinü’l-Cevher, th. Kemal
Hasen Mer’â, Beyrut, 2005, el-Mektebetü’l-Asriyye, I, 50. 17. Meryem 19/18.
18. Buhari, Ebû Abdillah Muhammed b. İsmail, el-Câmi’u’s-Sahîh, Dâru Tavki’n-Necât, ts. Enbiya, 32; Ahmed b. Hanbel, Müsnedü Ahmed b. Hanbel, th.
Muhammed Abdülkadir Atâ, Beyrut, 2008, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Müsned,
II, 111, 400. 19. Ahmed b. Hanbel, Müsned, VI, 338. 20. Yusuf 12/7. 21.
Yusuf 12/22-24. 22. Yusuf 12/33. 23. Yusuf 12/25-32. 24. Yusuf 12/28, 36.
25. Yusuf 12/92. 26. Beyhakî, Ahmed b. el-Hüseyn b. Ali Ebûbekr, es-Sünenü’l-Kübrâ, th. Muhammed Abdülkadir Atâ, 2003, Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, IX, 118. 27. Araf 7/85-92; Hud 11/84-95; Şuara 26/177-189. 28.
Isfahânî, Râgıp Müfredât fî Ğarîbi’l-Kur’an, Mektebetü Nezâr Mustafa el-Bâz.
ts. 184. 30. Buhari, Sahîh, İman, 16. 31. İbn Mace, Ebû Abdillah Muhammd
b. Yezîd, Sünenu İbn Mâce, th. Beşşâr Avvâd Maruf, Beyrut, 1998, Dâru’l-Cîl,
Zühd, 17. 32. Buhari, Sahîh, Edeb, 78. 33. Bakara 2/258; Enbiya 21/51-70;
Şuara 26/69-82; Zuhruf 43/26-27. 34. Tevbe 9/114; Hud 11/75; Saffât 37/84.
35. Nisa 4/125. 36. Meryem 19/42-47. 37. İbrahim 14/41. 38. Meryem
19/56. 39. Maide 5/75. 40. Meryem 19/41. 41. Yusuf 12/4, 100. 42. Meryem 19/42-45. 43. Meryem 19/46-47. 44. Karaman v.d. Kur’an Yolu Türkçe
Meâl ve Tefsir, Ankara, 2007, DİB. Yay. III, 602. 45. Ali İmran 3/38-39. 46.
Meryem 19/13-14. 47. Meryem 19/12. 48. Meryem 19/15. 49. Bk. Elmalılı,
Muhammed Hamdi, Hak Dini Kur’an Dili, İstanbul, Azim Dağıtım, ts. II, 359.
50. Buhari, Sahîh, Îmân, 4. 51. Meryem, 19/32-33. 52. Ali İmran 3/59; İsra
17/23. 53. Ebu Zehra, Muhammed, Zehratü’t-Tefâsîr, Dâru’l-Fikr, ty. IX, 4617.
54. İbn Atiyye, Ebû Muhammed Abdilhak b. Ğâlib, el-Muharraru’l-Vecîz fî
Tefsîri’l-Kitâbi’l-Azîz, th. Abdüsselâm Abdü’ş Şâfî Muhammed, Beyrut, 2001,
IV, 347; Elmalılı, Hak Dini, VI, 271; Karaman v.d. Kur’an Yolu, IV, 336. 55.
Lokman, 31/14. 56. Elmalılı, Hak Dini, VI, 274. 57. Elmalılı, Hak Dini, V,
370; Karaman v.d. Kur’an Yolu, III, 572. 58. Elmalılı, Hak Dini, V, 372.
Şubat / 2017
51
Av. Bahaddin ELÇİ
Kur-an-ı Kerim ve Öteki Kitaplar
“
ve
Tercihimiz belli Kur’an’ı
Sünneti
sonuçta
okuyacağız
iflah
ki
olanlardan
olabilelim. Kur’an ve Sünnet
muhtevalı olmayan, bunlara
aykırı olan tüm heva ürünü
kitaplar
bizi
götürebilir...
Bu,
hüsrana
kullara
kulluk tehlikesini taşıyabilir.
52
Şubat / 2017
”
H
er şeyi yaratan Rabbülalemin, insanda konuşma/beyan/söz söyleme/kelam ve yazma kabiliyetlerini de
ona ikram ve ihsanda bulunmuştur.
Tevrat, Zebur ve İncil ortada yok. Tahrif edilmiştir. İlahi özellikleri kaybolmuştur. Mahfuz (korunmuş) tek kitap
Kur-anı Kerimdir. Onun da sınav gereği metni korunmuştur (Hicr, 9) anlamı korunmamıştır.
Kerim Kitabında son Elçisi ne (s.a.v) ilk hitabı da ‘Yaratan Rabbinin adıyla oku!’ (Alak,1-7) oldu. Bu, sıradan bir
okuma değildi ümmi (Ankebut, 48) Peygamber neyi, neleri
okuyacaktı?.
Yine ilk indirilen surelerden birisi de Kalem Suresi başlangıcında ‘kaleme, yazdıkları şeyler üzerine yeminle
başlanmış... Okuma, yazma, hitap, kelam, kalem...
Bunların gereği, yararları, önemi tartışılmaz. Müfessirlerimiz
“oku”manın hem Kur’an-ı Kerim’i, hem de O’nunla tüm kainat kitabını, küçük kainat da denen insan,
kitabını, hayatı, olayları, fikirleri… her şeyi Vahiyle okumak, Vahiyle ölçmek, değerlendirmek olduğunu beyan ederler. Ki okumalar doğru olabilsin.
(Beyanü’l Hak Tefsiri) Rahman suresinin
başlangıcındaki ‘Kur-an’, ‘insan’,
‘beyan’ sıralamasının hikmetinin de bu olduğu yorumu yapılır. Başka bir ifade ile beyanlarımızın, Kur’an’a göre
olması, O’na dayanması,
ölçme ve değerlendirmemizin, fikir ve görüşlerimizin de vahye aykırı olmaması gerektiğine işaret
edilmiştir. (İsfehani, “Mutluluğun Kazanılması”)
İki seçenek var; hitaplarımızda da, kitaplarımızda da.
Ya vahiyle (vahye uygun)ona dayanarak
konuşacağız, yazacağız, okuyacağız ki okumalarımız
doğru olabilsin... Veya nefsin ‘heva’ sına göre vahye
aykırı olarak bunları yapacak ve yanlışlara düşeceğiz,
sapacağız. Vahiy yolu, heva/şeytan/tağut yolları ....
Vahyin de metluv (ayet), gayri metluv (hadis)
şeklinde olduğunu biliyoruz. Kitapla birlikte ‘mizan’
da indirilmiş (Şura, 17) “onların hevalarına uyma”
(Maide, 49). Vahiy, biz ümmeti Muhammede/
merhumeye emanet (Veda hutbesi). Her şeyin
bir ölçüsü var. Hak ile batılın, hayır ile şerrin,
doğru ile yanlışın, faydalı ile zararlının, dostluk ile düşmanlığın, güzel ile çirkinin, iyilik ile
kötülüğün, adaletle zulmün... Ölçüsünü, özelliklerini de biz Furkan Kitabımızdan öğreniyoruz. Ve
biz Müslümanların değerlendirmeleri hep buna göre
olmalıdırlar. Sözümüzü de vermişiz zaten ta ezelden
(Araf, 172). Ne yazık ki çoğumuz bu ahdimize
vefa gösteremeyecekmişiz… (Araf, 102) Vefa
gösterenlere lütfuyla bizleri de katsın...
Hakkı/doğruyu ölçüsünü bilerek
tanıyabiliriz. İnsanları buna göre
değerlendirmeliyiz. İlmin kapısı Hz.Ali (r.a) “Hakkı insanlarla tanımaya çalışan sapabilir. Doğrusu
sen önce Hakkı tanı ki,
hak ehlini tanıyasın”,
buyurmuş.
Yoksa hakkı insanlara göre değerlendiremeyiz.
Bu konuda yanılabiliriz, hata
yapabiliriz. Günümüzde örnek
olabilecek insan ne kadar az...
Dünyamızda milyarlarca kitap var. Hemen hemen her şeye dair... Hayat sınırlı. Zamanda, ömürde büyük nimet ve emanetlerdendir. Milyarlarca
kitaplardan hangilerini okumayı seçmeliyiz? Bu tercihimizde isabet etmemiz gerekiyor ki sonuçta okumamızdan yararımız olsun; yararımız olmazsa zarar ortaya çıkar... Kitap ya yararlı (nimet) olur ya da zararlı
olabilir. Biz Müslümanların işi kolay ...Kur’an’ımız/
Furkan’ımız/Şifamız var...
Tercihimiz belli Kur’an’ı ve Sünneti okuyacağız ki sonuçta iflah olanlardan olabilelim.
Kur’an ve Sünnet muhtevalı olmayan, bunlara
aykırı olan tüm heva ürünü kitaplar bizi hüsrana
götürebilir...Bu, kullara kulluk tehlikesini taşıyabilir.
O halde Kur’an ve Sünnet bize, tüm ihtiyaçlarımıza yeter...
Nimetler tamamlanmış. Ne eksik ki onu tamamlayalım... Ne fazla ki,
onu çıkartalım hem bu bizim haddimize mi? O’nun hudutları içinde
durmalıyız,
haddimizi aşmamalıyız.
Şubat / 2017
53
Akıl, vahye tabi olmazsa nefse, heva ya tabi olur ve insanı helake
götürebilir. Aklı olmayanın dini sorumluluğu da yoktur. Akıl vahye
uymaya, teslim olmaya, kulluk sınırında durmaya ilmi edinmeye
yarayan çok değerli bir nimettir.
Okuduklarımızın yararları da zararları da kalıcı
oluyor. Yiyecekler gibi geçici değil...
Çok kitap bize şifa yerine zehir verebilir.
Şifa sadece Kur’an’da değil mi? Havaya, suya, güneşe nasıl muhtacız, Kur’ana öyle muhtacız.
O halde Kur’an ve Sünnet bize, tüm ihtiyaçlarımıza yeter... Nimetler tamamlanmış. Ne
eksik ki onu tamamlayalım... Ne fazla ki, onu çıkartalım hem bu bizim haddimize mi? O’nun hudutları
içinde durmalıyız, haddimizi aşmamalıyız.
Hakkı öğrendiğimizde batılı da öğrenmiş oluruz.
Hak’tan öte, batıldan başka ne var ki? (Yunus, 32)
Efendim dünya çapında nice ünlü müellifler eserler var. Bunlardan yararlanmak mümkün değil mi?
Sorusu önemli. Hakkı (İslam) öğrendikten, ölçüyü
bildikten sonra ömür de varsa faydalanmak mümkün
olabilir. Hakkı (vahiy) bilmeden ölçüyü ele almadan
“dolduruşa” gelerek, “aydın özentisi” ile yazılan/
okunan, vahiyle ışıklanmayan kitaplar ne kadar yarar sağlayabilir?
Akıl ile Vahiy (Maide, 15), göz ile ışık (vahiy) gibidir. Işık olmadan göz neyi, nasıl görebilir, seçebilir?
Akıl, vahye tabi olmazsa nefse, heva ya tabi
olur ve insanı helake götürebilir. Aklı olmayanın dini sorumluluğu da yoktur. Akıl vahye
uymaya, teslim olmaya, kulluk sınırında durmaya ilmi edinmeye yarayan çok değerli bir
nimettir. Mükellefiyet /emanet/sorumluluk onunla...
Akıl, vahye, peygambere muhtaç olarak yaratılmış
büyük bir nimet. Vahyin dışındaki kitaplar, vahiyden
değil de nefsin hevasından üretilmişse telafisi olmayan zararlar fesatlar doğurur.
54
Şubat / 2017
İşte İslamı kabul etmekten nasibi olmayanların
aklını nefsin, hevanın ürünü sistemlerini ideolojilerinin tahribatlarını yaşamıyor muyuz?
-Kabe Halil’in(A.S), gönül de Celil’in(c.c)eseri...
“Mü’min Allah indinde Kabe’den daha değerlidir.”
-Esere, kitaba saygı sahibine saygıdır. Onu gerektirir.
-Selimiye’ye saygı, Sinan’a saygıdır.
-Kur’an a saygı, Ubeydullah’a saygı, Elçi’sine
saygı onları korumayı gerektirir.
Tebliğ uygulama ile birlikte tahrif etmeme, gizlememe, dünyalıkları tercih etmeme, savunmayı, ona
uymayı gerektirir, hakkı tavsiyeyi gerektirir.
Ve ‘İla-i kelimetullah’ için CİHAD ı gerektiriyor.
Kur-an (vahiy) bizi bize hayat veren şeylere
(kur-an ve sünnete) çağırıyor.(Enfal, 24)
İlim, hikmet ve şifa kaynağı...
Kur’an “ahsen-i kelam”, sözlerin en güzeli,
en üstünü, doğrusu, hikmetli olanı...
İçinde çelişki, yanlışlık, hata....gibi noksanlıklar yok.
Gönderen gibi, eşsiz, benzersiz, hatasız,
yanlışsız... Nimet, şifa, adalet, hukuk... İhtiyacımız olan her şey mevcut. (Nur, 34, 46)
Alemlerin Rabbinden(Fatiha) Alemlere Rahmet
(s.a.v)aracılığı ile ‘halife’ ‘eşref i mahlukat’ ahseni
takvim’ (Tin Suresi) olarak yarattığı biz insanlara gönderilmiş büyük bir nimet... Hayat Kitabımız Kur’an
lafzı , anlamı, hükümleri ve üslubuyla, tüm kapsamıyla özgün/nev-i şahsına münhasır bir mucize şaheser....
Önceki kitapların tahrifatlarından, metin/lafız olarak
korunmuş (mahfuz) imtihan hikmeti gereği anlamını
tahrifine izin verilmiştir. Kalbimizin nasıl olması gerektiğinden, yürüyüşümüze, konuşmamıza, uluslararası
ilişkilere kadar hayatımızın her alanında, her zaman,
herkes için geçerli eskimez, aşınmaz, pörsümez, hikmet dolu bir KİTAP... Anlamsız gereksiz kelam yok.
Hepsi hikmetli.
-Konuştuklarımız, duruşlarımız kaydediliyor.(Zuhruf, 80)(Kaf, 17, 18) (İnfitar, 12).
Malayani, faydasız söz ve işler bize zararlı
(müminun) Zaman nimeti de israf edilmeyecek.
-İlaçlar nasıl tabiatta vardır arayıp bulunmalı, kullanılmalıdır, tedavi için...
Tüm sorunlarımızın /hastalıklarımızın çözümleri, ilaçlar da ŞİFA kitabındadır. Bir kısmı
açık bir kısmı da araştırılıp keşfedilmeyi kullanılmayı
beklemektedirler.(madenler gibi)
-Kur’an kitabındaki sözlerin kendileri de kelam
sahibi de tebliğ edilen Elçi (s.a.v)de mirasçıları da değerlidir önemlidirler.
-İlim, doğru bilgi olmayınca düşünce/tefekkür görüş ve anlayışlar da doğru olmaz.
Doğru bilgi olmadan, doğru görüş, fikir ve düşünce olamaz.
başka hangi kitap ezberlenebilir? Akıl vahiyle
mi meşgul olmalı, hevayla mı?
-Gayrimüslimler Kitab ı reddettikleri için hemen
her konuda kitap yazmak zorunda kalmışlardır. Ve bu
kitapların insanlığı getirdiği durum ortada...
Kitab’a aykırı hiç bir kitabın kıymeti önemi yoktur... Hatta zararlı ve zehirlidir.
Besmelesiz kitapların okunması, öğretimi
bizi ne hallere düşürdü?
Eh ortaöğretim müfredatı 70 yıla yakındır Amerikalı dostlarımızın (?.) inisiyatifinde değil mi ?
‘Faydasız ilimden Allah’a sığınırım’, ‘Ya
hayır söyle ya da sus’, ‘İlim yağmur gibidir. Allah onunla ölü toprağı dirilttiği gibi ölü kalpleri de onunla ihya eder.’ ‘Ya alim ol, ya talebe
ol; üçüncüsü olma.’
-Kur’an’dan nasipsizler kör, sağır, dilsizlerdir, anlamazlar, akletmezler... (Bakara, 171)
Bilenlerle bilmeyenler, dirilerle ölüler, aydınlıkla
karanlık, görenle görmeyen, bir olur mu?
-Tüm nimetleri bize emanet ve sınav olarak
bağışlayan Allah u teala ya itaat ederek verilen
bu nimetlerle ahiretteki nimetleri kazanmak
da akıl işi...
Doğru bilginin kaynağı Kur’an’dır, Sünnettir.
Tüm insanlar bir araya gelseler bir Kur’an ayetinin benzerini yazamazlar. (Tur, 34)’bir araya gelseler
bir sineğin kanadını dahi yaratamazlar. Kur’an dan
En akıllılarımız peygamberler değil mi? Haydi
onların yoluna, vahyin rehberliğine...
Haydi vahiy okumaya, vahye uygun kitaplar okumaya, aykırı olanları da çöp sepetine
vesselam.
Bize ve tüm İnsanlığa İslam yeter.
İSLAM’ın, hiçbir ideolojiden, sistemden,
görüşten alacağı birşey yoktur; teknolojiden,
varsa hikmetten başka...
Biz Müslümanların da tüm insanların da İSLAM
gerçeğine /adaletine ihtiyacımız çok fazla.
Hatta başka çıkış, çözüm, yol da yoktur...’nereye gidiyorsunuz’ (Tekvir, 26)
İslam’a muhtacız. İslam’a mecburuz...
Haydi yeni baştan İSLAM’a, ki kurtulabilelim! Vesselam.
Şubat / 2017
55
İşte Güzelliğin Ölçüsü
Kibâr-ı Kelâm
(Ehlullahın Dilinden...)
Ubeyd FAKİRULLAH
Yahya
b.
Muâz
er-Râzî
(rahimehullah)
münacâtında demiştir ki: “Ey benim İlahım! Gece
Dünya ve Ahiret Saadetini
İçerisine Toplayan Terkip
ancak sana münacâtla güzelleşir. Gündüz
ancak sana itaatle güzelleşir. Dünya ancak
seni zikretmekle güzelleşir. Ahiret ancak senin
affınla güzelleşir. Cennet ancak seni görmekle
güzelleşir.”
Helak Edici Kötü
Vasıflar
Amr ibni’l As’ın oğlu Abdullah (radiyallahu
anhüma) buyurmuştur ki: “Beş şey vardır ki onlar
kimde bulunursa dünya ve ahiret saadetine
erer: Zaman zaman kelime-i tevhidi zikretmek.
Bir imtihana tabi tutulduğunda “Biz Allah’tan
geldik yine ona döneceğiz, yüce ve azim
olan Allah’tan başka güç ve kuvvet sahibi
yoktur” diyerek teslim olmak. Kendisine bir
nimet bahşedildiğinde o nimetin şükrü olarak
“Elhamdülillah” diyerek Allah’a hamdetmek.
Bir şeye başlayınca besmele çekerek başlamak.
Hataaen bir günah işlediğinde “Azim olan
Allah’a tevbe eder ondan bağışlanmamı talep
ederim” diyerek istiğfara sarılmak.”
Bazı Âbidler münacâtlarında şöyle yalvarmışlardır:
“Ey benim ilahım! Tûl-i emel (hiç ölmeyecekmiş
gibi uzun ümit ve beklenti içerisinde olmak) beni
aldattı. Dünya sevgisi beni helak etti. Şeytan
beni dalalet ve sapkınlığa düşürdü. Kötülüğü
emreden nefsi emmare beni hak’tan menetti.
Kötü arkadaş isyan ve günah işlememde bana
yardım etti. Ey imdâd isteyerek senden yardım
talep edenlerin imdâdına yetişen (Allah’ım!)
benim imdâdıma yetiş. Zira sen bana merhamet
etmezsen senden başka bana kim merhamet
edebilir ki?”
56 ............. / 2017
Rahmetten Mahrum Olmaya Sebep Olan Şeyler
Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) buyurdular ki: “Altı şey vardır ki onlar altı yerde gariptir:
Mescid içerisinde namaz kılmayanların arasında gariptir. Mushaf kendisini okumayanların arasında
gariptir. Kur’ân-ı Kerîm fasık bir kişinin sadrında gariptir. Müslüman ve saliha bir hanım, ahlakı kötü
zalim bir adamın elinde gariptir. Müslüman ve salih bir adam, ahlakı kötü şerli bir kadının elinde
gariptir. Alim, kendisini dinlemeyenlerin arasında gariptir.” Sonra Peygamber (sallallahu aleyhi
vesellem) buyurdular ki: “Hiç şüphesiz Allah’u Teâlâ, (kötü olarak vasfedilen bu şeylere sebep olan)
bu kimselere kıyamet gününde rahmet nazarıyla bakmaz.”
Mal Biriktirmenin Kötülükleri Biriktirmemenin
Güzellikleri
Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) buyurdular ki: “Mal toplayıp biriktirmede beş (kötü) haslet
vardır: biriktirmede eza, cefa, zorluk ve sıkıntı; (işlerini) düzene koyma ile meşgul olduğundan Allah’ın
zikrinden uzaklaşmak; (yan kesici veya eşkıya gibi) soyuculardan ve hırsızlardan korkmak; (malının hakkını
vermediği için) kendisine cimri isminin takılma ihtimali; malından ötürü (sohbet ve meclislerinden uzak
kalmak veya kazancına haram karıştırarak kötülerden olmak suretiyle) Salihlerden ayrılmak.
Maldan ayrılıp uzaklaşmakta ise beş (güzel) haslet vardır: mal peşine koşmaktan (kurtularak)
rahat etmesi; malı muhafaza etme derdi olmadığından Allah’ın zikri için boş vakti olmak; hırsız
ve soygunculardan emin ve güvende olmak; kendisine “kerîm (cömert)” ismini kazanması; maldan
uzaklaşmak sebebiyle Salihlerin arkadaşlığı(nı kazanması).”
............. / 2017
57
Nevzat LALELİ
Dünya İslam Sağlık Birliği
HAY-DER Cuma sohbetinde bu hafta “Dünya
İslam Sağlık Birliği ve Sağlık-Der Genel Başkanı Dr.
Kasım Sezen’i ağırladı. Kasım Sezen konuşmasının
başında; “Müjdeler olsun. Dünya İslam Birliğinin kurulmasını sağlayacak ikinci adım da
atıldı” dedi.
HAY-DER Genel Başkanı Müh. Nevzat Laleli’nin tebrikleriyle başlayan sohbette Dr. Kasım
Sezen Dünya İslam Sağlık Birliği hakkında bilgiler
vermiştir. Kasım Sezen; “Müslüman ülkelerde ki
STK’ların İslam Sağlık Birliğini kurmaktaki
gayret ve çabalarını bu ülkelerin yöneticilerinde görmek mümkün değildir. Müslüman
bir halkı idare eden bu ülke yöneticileri,
Dünya İslam Birliği kurma çabaları yerine ya
ABD veya AB (Avrupa Birliği) katılmanın büyük fedakârlıklarını yapmaktadırlar” demiştir.
58
Şubat / 2017
“Bu terslik nedendir?” diye bir soruya
cevap aradığımızda karşımıza, Müslüman ülke
yöneticilerinin hemen hepsinin Batı işbirlikçisi oldukları görmekteyiz. “Niçin Müslüman ülkeleri
işbirliğini isteyen insanlar o ülkelerde işin
başına gelemezler de hep Batı işbirlikçileri
işin başındadırlar?” sorusu cevap bekleyen bir
başka sorudur.
Bilindiği gibi Dünya İslam Birliğinin ilk adımı
Prof. Dr. Necmettin Erbakan Başbakan iken 17.Haziran.1997 günü 8 Müslüman ülkenin İstanbul’da
bir araya gelmesiyle D–8 adında resmi bir birlik kurulmuş, böylece ilk adım atılmıştı. Ancak dış güçlerin içerideki maşaları yüzünden D-8 çalıştırılmamış
ve atıl bir vaziyette tutulmaktaydı. Bu birliğin kurulmasıyla Dış emperyalist güçler, Türkiye de
“28 Şubat”ı devreye sokmuş, diğer ülkelerde
de (İran hariç) çeşitle darbelerle yönetimleri
düşürmüşlerdi.
Dünya Sağlık İş Birliği
2-4.Aralık.2016 tarihinde, Sağlık-Der gibi bir Sivil toplum kuruluşunun organize ettiği Dünya İslam
sağlık kuruluşları temsilcileri, İstanbul’da toplanmış
ve ittifakla Dr. Kasım Sezen’i bu kuruluşun başına
Genel Başkan olarak seçmişlerdir.
Sağlık-Der’in Dr. Kasım Sezen imzası ile Müslüman ülke SK’larına gönderdiği mektup şu şekildedir.
“Değerli Başkanım, İslam coğrafyasının yangın yerine döndüğü bu zor zamanlarda sağlık camiasının
sorumluluğu daha çok artmıştır. Her gün yüzlerce
Müslüman’ın öldüğü, yaralandığı, mülteci olduğu,
aç ve evsiz bırakıldığı günümüz dünyasında sağlıkla
ilgili alanlarda faaliyet gösteren sivil toplum kuruluşları olarak bizlerin uluslararası düzeyde yapabileceği
birçok faaliyetin olduğu düşüncesindeyiz. Türkiye’nin
seçkin sivil toplum kuruluşlarından biri olan Sağlık-Der bu sorumluluğunun farkındadır.
Sağlık-Der 1991 yılında
rahmetli Prof. Dr. Necmettin
ERBAKAN’ın talimatları ile
kurulmuş, Türkiye’de sağlık alanında birçok yeniliğe öncülük etmiş, aynı
zamanda Suriye, Filistin,
Gazze, Mısır, Endonezya,
Pakistan,
Azerbaycan,
Çeçenistan, Bosna gibi
ülkelerde
depremlerde,
savaşlarda, mülteci kamplarında sağlık yardımlarında
bulunmuş bir kuruluştur.
Gerek öğrenci faaliyetleri, gerek
ulusal ve uluslararası yardım kampanyaları, gerekse sağlık politikalarının geliştirilmesinde politika
yapıcılara verdiği destek ve danışmanlık hizmetleri yanı sıra ulusal ve uluslararası birçok sivil toplum
kuruluşu ile ortak çalışmalarda bulunan Sağlık-Der,
İslam Dünyasında aynı çizgide faaliyet gösteren çok
sayıda sivil toplum kuruluşu olmasına rağmen aralarında işbirliğinin olmadığını gözlemlemektedir.
Bizler bu eksikliğin giderilmesi, Dünyanın değişik
bölgelerinde sağlıkla ilgili alanlarda faaliyet gösteren
Müslüman Sivil Toplum Kuruluşlarını bir araya gelip
tanışması, kaynaşması amacı ile sizleri 02-04 Aralık
2016 tarihleri arasında İstanbul’da Dünya Müslüman
Sağlık Toplulukları Kongresine davet ediyoruz.
Dünyanın dört bir yanından Müslüman Sağlık
Kuruluşlarını bir araya getirecek bu kongre ile “Dünya İslam Sağlık Birliği” nin kuruluşunu hedefliyoruz. Bu birliğin merkezi Türkiye ve Ankara
olacaktır. Bu sebeple Türkiye’nin İslam âlemi
ve dünya sağlık camiası nezdinde itibarı çok
yüksek olacaktır.”
Birliğim Uzuvları ve Çalışması
Kuruluşa katılmak için gereken; “1.Müslüman olmak, 2.Sağlık kuruluşu olmak veya tüzüğünde sağlık
işleri ile ilgilendiğini belirtmek, 3. Yıllık aidat ödemeyi
kabul etmek ve 4. Sağlık üzerine yılda en az bir proje
üretmeyi kabul etmek” şartlarını yerine getiren 65 ülkeden 105 sivil toplum kuruluşu yanı sıra
Türkiye’den 17 sivil toplum kuruluşu
bu birliğe katılmışlardır. Bu birlik,
17 maddelik bir eylem planını
da kabul ederek çalışmalarına fiilen başlamıştır.
Birliğin uzuvları olarak, Birliğin Genel sekreterine bağlı 10 konsey
üyesi asil ve 10 yedek
üye tespit edilmiş, konsey asil üyeleri arasından
4 Genel sekreter yardımcısı
tayin edilmiştir. Bu genel sekreter yardımcılarının çalışma sahaları şu şekildedir.
1. İletişim, medya ve sağlık yardımları,
2. Müesseseler ve yardımlar,
3. Bilim, sağlık istatistikleri ve eğitim,
4. Sosyal organizasyonlar…
Ayrıca kadın sağlığı ve daimi komisyonların kurulması da kararlaştırılmıştır.
İslam ülkelerinde değişik alanlarda çalışmalar yapan STK’ların da bu birliğe benzer çalışmalar yapmalarını, bu suretle “Dünya İslam Birliği”nin alt yapısının biran evvel kurulmasını Allah’dan (c.c) dileriz.
Şubat / 2017
59
M. Emin KARABACAK
Çocuklarda Kekemeliğin Nedeni Baskı ve
Korku mu?
“
Kekemeliğin kesin bir
nedeni
yoktur.
Nedenleri
Kekemelik; konuşurken cümle başlarındaki kelimeyi
çıkaramama ya da cümle başındaki kelimeyi tekrar etme
şeklinde görülen bir konuşma biçimidir.
kişiden kişiye değişmektedir.
Kekemeliğin
en
tetikleyicisi
olarak
korkma
ve
büyük
da
korkutulma
g ö s t e r i l m e k t e d i r.
60
Şubat / 2017
Kekemelik; normal konuşmanın akışını bozacak şekilde kelimeleri uzatma, duraksamalar, hece ve sözcük yinelemeleri şeklinde görülen bir konuşma problemi olarak tarif
edilmektedir.
Kekemeler; rahat konuşamamaya ve kelimeleri çıkaramamaya bağlı olarak kendilerini sıkarak, gözlerini yumarak,
el kol hareketleriyle bedenin diğer organlarından destek alarak konuşmaya çalışırlar.
”
Kekemelik genelde 7 yaşından önce ve 3-5 yaşları
arasında ortaya çıkmaktadır. Önceleri çok güzel konuşan
çocuk, birden kekeme olabileceği gibi bazı kelimelere takıntı
yaparak da kekeme olabilirler. Bu durum çocuklarda
kekemeliğin nedenine bağlı olarak değişmektedir.
İlk başlarda ilk heceyi çıkarmakta sıkıntı
çeken kekeme çocuklar, daha sonraları kelimeleri uzatma ya da yinelemeye başlarlar. Bu aşamada kekeme çocuklar,
sıkıntılarını azaltmak ve kelimeyi
çıkarmak için el, kol ve başından destek almaya çalışırlar.
Kekemeler genellikle ilk kelimeleri çıkardıktan sonra
cümleyi çok rahat tamamlayabilmektedirler.
Kekemeliğin şiddeti
kişiden kişiye ve bulunduğu ortama göre değişebilmektedir. Bazı çocuklar
sadece evde, bazısı okulda, bazısı yabancı bir ortamda, bazısı otoriter kişilerin karşısında, bazısı de heyecan ve korku
anlarında kekelemektedir. Bazı çocuklar ilk sözcükte takıntı yaparken bazı çocuklar belli sözcüklerde takıntı yapmaktadırlar.
Hasanın annesi benim de görüşlerimi alarak çocuğun okulunu değiştirdi. Çocuğunun probleminin
evde hala devam ettiğini söyleyen Hasan’ın annesi,
o okulda da çocuğu gözlememi rica etti. Hasan’ın
sınıfına rehberlik için girdiğimde Hasan’ın sınıfta kekeme olmadığını ve arkadaşları tarafından çok sevildiğini
hatta sınıf başkanı olduğunu
gördüm. Öğretmeninden de
Hasan’ın kekeme olmadığı konusunda olumlu
geri bildirimler aldım.
Bu olaylara ve benim görüşme sonuçlarıma
fazla inanmak istemeyen
aile, öğrenci velilerinin katıldığı okul yılsonu gecesinde Hasan’ın hiç takıntı yapmadan konuşmasıyla hayrete
düşmüştü.
Okulumuzun birinci sınıf öğrencisi Hasan’ın öğretmen olan annesiyle, Hasan’ın kekemeliği konusunda sürekli fikir alışveriş yapardık. Hasan
normalde kekeme olmadığı halde sadece bazı
kimselere karşı kekeleme yapmaktadır.
Hasan’ın anne babası, çocuklarının normal ortamlarda kekeme olmadığını,
çocuğunun sadece aile ortamında ve yakın
çevresinde konuşurken kekeme olduğunu kabul etti. Aile ortamı ve yakın çevrenin çocuğa verdikleri geri bildirimlere ve çocuktan beklentilerinin
onu kekeme yaptığını ve çocuğun değil de kendilerinin çocuğa karşı yaklaşımının değişmesi gerektiğini
geç de olsa anladılar.
Bir gün Hasan, okul müdürünün yanına gelerek bir şeyler anlatmaya başladı. Okulun Türkçe
öğretmeni, Hasan’a oğlum heyecanlanmadan
anlat demesiyle Hasan kekelemeye başladı.
Kekelemeyen çocuk, öğretmenin uyarısı kendisine bir
şeylerin çağrıştırması sonucunda kekelemeye başladı.
Kekemelerin Kur’an-ı Kerim okurken, dua
ederken, şarkı söylerken, şiir okurken, kendi
kendilerine mırıldanırken, telefonla konuşurken,
yabancı dilde konuşurken, oyun oynarken kekelememeleri, kekemeliğin farklı bir boyutta değerlendirip düşünülmesini gerektiğini gösterir.
Kekemelik genelde 7 yaşından önce ve 3-5 yaşları arasında
ortaya çıkmaktadır. Önceleri çok güzel konuşan çocuk, birden kekeme
olabileceği gibi bazı kelimelere takıntı yaparak da kekeme olabilirler.
Şubat / 2017
61
Bazı çocuklar sadece evde, bazısı okulda, bazısı yabancı bir
ortamda, bazısı otoriter kişilerin karşısında, bazısı de heyecan ve
korku anlarında kekelemektedir. Bazı çocuklar ilk sözcükte takıntı
yaparken bazı çocuklar belli sözcüklerde takıntı yapmaktadırlar.
Kekemeliğin kesin bir nedeni yoktur. Nedenleri kişiden kişiye değişmektedir. Kekemeliğin en büyük tetikleyicisi olarak da korkma
ve korkutulma gösterilmektedir.
Ali; yedi yaşındayken babasını bir trafik kazasında kaybeder. Ali, amcasının şaka amaçlı arabayı üzerine sürmesinden korkar ve kendini ifade
etmede sıkıntılar yaşamaya başlar. Önceleri sadece bazı kelimelerde takıntı yapan Ali’nin kekemeliği, kendisinin toplum içine çıkmasına engel olacak
kadar ilerler.
Araştırmalarda kekemelik; % 40-60 kalıtımsal etkinin olduğu, erkeklerde kızlara nazaran 4-5 kat daha
fazla görüldüğü, 2 ile 3,5 yaş arasında başlayan kekemeliğin geçici olduğu, 7-12 yaşları arası dediğimiz
okul çağında kekemeliğin çok nadir görüldüğü çıkan
sonuçlar arasındadır.
Hangi Çocuklar
Kekeme Olabilir?
1. Anne babası tarafından yetenekleri üstünde beklenti içinde olunan çocuklar.
2. Anne babaları aşırı titiz ve kuralcı olan çocuklar.
3. Sürekli korkutularak yetiştirilmeye çalışılan çocuklar.
4. Aşırı duygusal, güvensiz, tedirgin ve korkak çocuklar.
5. 2-5 yaşları arasında dramatik bir olay yaşayan veya travmaya maruz kalan çocuklar.
6. Anne babası tarafından mükemmel çocuk olma
konusunda baskı altında olan çocuklar.
7. Konuşmaya yeni başlayan, konuşmalarına
anne babaları tarafından fazla müdahale edilen çocuklar.
8. Benlik saygısı düşük ve kendine güvensiz olarak
yetiştirilen çocuklar.
9. Yaptıkları beğenilmeyen ve sürekli eleştirilen çocuklar.
10. Erkek çocukların sünnet olma olayının yakın
çevresi tarafından çarpıtılarak anlatılan çocuklar.
Çocukların Kekeme Olmamaları
için Neler Yapmalı?
1. Çocukların seviyelerine ve yeteneklerine uygun
beklenti içine girilmeli.
2. Çocukların konuşmalarına fazla dikkat
edilmemeli.
62
Şubat / 2017
3. Çocukları kekemelik konusunda taklit ve model
alabilecek kişilerden uzak tutulmalı.
10. Çocukla iletişim kurulurken çocuğun kaygılı ve heyecanlı olmamasına dikkat edilmeli.
4. Çocuklara benlik saygısını zedeleyici, aşağılayıcı, eleştirici konuşmalardan, baskıcı tutumlardan kaçınılmalı.
11. Çocuğun kelimeyi söyleyiş şekline odaklanmamalı.
5. Çocukların korkmasına sebebiyet verecek hal,
hareket ve ortamlardan uzak durulmalı.
6. Çocukların mükemmel ve kibar konuşmaları konusunda kuralcı ve ısrarcı olunmamalı.
7. Çocuklarla daha fazla zaman geçirerek onlara
değerli oldukları hissettirilmeli.
8. Çocuklar, aile içi konuşmalara katılmaları
konusunda teşvik edilerek, aile içinde kendisinin vazgeçilmez oldukları hissettirilmeli.
12. Takıntı yapıp konuşmak istemeyen çocukların konuşması için psikolojik baskı uygulanmamalı.
13. Çocuk takıntı yaptığı zaman konuyu değiştirmemeli, çocuğun yerine cümle tamamlamak amacıyla
çocuğun konuşması sık sık kesilmemeli.
14. Çocuğun takıntılı durumlarda rahatlaması için geri bildirimlerden kaçınılmalı
15. Kekemeliği yenme konusunda küçük gruplara
sunumlar yapması teşvik edilmeli.
Kekeme Çocuklar için
Neler Yapılmalı?
16. Çocukların kendine güveni sağlamak için
basit ve kısa cümleler kurmaları sağlanmalı.
1. Çocuğun kekemeliğine neden olabilecek korkuları ortadan kaldırılmalı.
18. Çocukların konuşurken takıntı yapmadığı
ya da daha az takıntı yaptığı ortamlara katılmaları teşvik edilmeli.
2. Çocuğun kekemelikle ilgili duygu yoğunluğu konusunda deşarj olması sağlanmalı.
3. Kekeme çocuğun dikkati ve ilgileri, konuşması
yerine olumlu yönlerine çekilmeli.
4. Çocukların olumsuz yönleri yerine onların
olumlu yönleri görülerek, kendilerini olumlu
hissetmeleri sağlanmalı.
5. Aile, çocuk kekemedir diye aşırı sevgi gösterisinde bulunma yerine, ona karşı her zaman doğal davranışlar içinde olmalı.
6. Çocuklar konuşurken konuşmaları kesilmeden gerekli anlayış ve sabır gösterilerek,
kendilerini ifade etmeleri için cümlelerini tamamlama konusunda cesaretlendirilmeli.
7. Kekeleyen ya da takıntı yapan çocuğun gözlerinin içine bakılmalı. Başka yerlere bakarak çocuğun
kendisini farklı değerlendirmesinin önüne geçilmeli.
8. Kekeme çocukların konuşmaları taklit
edilmemeli ve onlarla alay edilmemeli.
9. Takıntı yapılan kelimeyi söylemesi konusunda
çocuğa telkinde bulunulmamalı.
17. Çocuğun akıcı ve rahat konuşması için kekemeliği hatırlatıcı çağrışımlardan uzak durulmalı.
19. Çocukların kendilerine güven ve dil gelişimleri
için sesli kitap okumaları teşvik edilmeli.
20. Çocuğun problemine bağlı olarak gerekirse uzmanından yardım alınmalı.
Kekemeliğin Gidişatı
ve Sonucu
Kekemelik iç çatışmanın dile yansıması olduğu
için problemin özüne inilmeli.
2-6 yaşları arasında görülen kekemelik geçici olduğu için çocukların konuşmaları hakkında olumsuz
geribildirimler verilmemeli.
Kekemeliğin çoğu geçici olduğu ve hafif vakaların % 50 - % 80 kendiliğinden düzeldiği bilinmeli.
Ağır vakalar, inatçı ve tedavisi zaman isteyen bir konuşma bozukluğu olduğundan bu
konuda bir uzmandan yardım almak gerekir.
Şubat / 2017
63
Ersan BİLGİN
Hakkın Tarafında Yer Almak
Ve Erbakan Hocamız
“
Rahmetli
Erbakan
Hocamız’dan hakkın safında
yer
almaya
dair
tarihi
cümleler:
- “Hayat; iman ve cihattır.
Bu iki değere kim sahipse
zaferi onlar kazanacaktır.”
64
Şubat / 2017
”
Toplumların istikametini ve gidişatını uygulanan siyaset
belirler. Müslümanın siyaseti Müslümanca olur. Namazda
kıblemiz neyse, siyasette, ekonomide, ahlakta ve sosyal hayatta da o olmalıdır. Müslüman İslam siyasetini yapar, piyasa siyaseti yapamaz. Hakkı batıla karıştıramaz. Tabiri caizse Hakla batıl arasında şirket kuramaz. Hakka teslim olur.
Müslümanın siyasette de en güzel örneği Peygamberimiz’dir.
Peygamberimiz (sas) aynı zamanda devlet başkanı, hakim ve
ordu komutanıdır.
İman ve sadakatte öncü isim Hz. Ebû Bekir (ra), Allah
Rasûlü’ne sorar: - “Yâ Rasûlallah! Saçınızda beyazlar
görüyorum. Birdenbire ihtiyarladınız; bir derdiniz mi
var?” Ve İki Cihan Serveri (sas) cevap verir: “Beni Hûd,
Vâkıa, Mürselât Sûreleri ihtiyarlattı.” (Tirmizî, Tefsir 57).
Hûd Suresinde, Rasulullah aleyhisselam’a ve O’nun
şahsında tüm müminlere, bir çok emirle birlikte “Emro-
lunduğun gibi dosdoğru ol” (11/Hûd, 112) esası
emredilmişti. Bu doğruluk, Cenâb-ı Hakk’ın, hakkın
tarafında yer almaktı, çizdiği istikametti, tavizsiz İslam’dı. Kutlu Nebi (sas), Rabbimiz’in emir ve yasaklarına riayette acaba bir kusur mu işlerim, istikametten saparmıyım derdiyle derleniyor ve bu
mübarek dert O’nu ihtiyarlatıyordu.
Bütün hayatı, çilesi ve hüznü dosdoğru olabilmek içindi.
Peygamberimiz
(as),
“Emrolunduğun
gibi
dosdoğru ol” (Hud 12)
istikametinden asla şaşmamış ve bize bu noktada
eşsiz bir örnek olmuştur.
O’nun yolunda olan Müslümanlar olarak ferdi ve
toplumsal hayatımızda, eğitimimizde, siyasetimizde, ahlakımızda ve hayatın her alanında istikametimizi ve İslami duruşumuzu asla
bozmamalıyız. Hakkın tarafında yer almak her
müminin, her dem şiarı olmalıdır.
İslam hakkın tarafında olmak ve istikamettir.
Müslüman Allah’a ve Rasulü’ne teslim olmuş insandır. Bu bağlamda Seyyid Kutup’un ifadesiyle “Hayata hükmetmeyen İslam, İslam değildir. Onu
hayatına geçirmeye çalışmayan Müslüman,
Müslüman değildir...! Onlar Amerikancı İslam’ı istiyorlar. Onlar abdesti bozan şeylere
fetva veren, ama Müslümanların siyasi, iktisadi ve ictimai durumlarına fetva vermeyen İslam’ı istiyorlar.”
Son yarım asırda bu istikamet şuurunu ümmete rahmetli Prof. Dr. Necmettin Erbakan Hocamız ve
Milli Görüş Hareketi kazandırdı. Bu büyük nimetle
hareket edenlere selam olsun. Sarp yokuşu tırmanmak, her ne pahasına olursa olsun hakkın safında
yer almak ve istikameti korumak olsa da kazananlar
böylesi insanlar olacaktır. Kur’an’dan ve Sünnet’ten,
Peygamberlerin Mücadelesinden bunu
anlıyoruz.
Anlamamız ve idrak etmemiz duasıyla, 6 sene önce
böyle bir şubat ayında bizi
gurbette bırakıp vefat
eden, Rahmetli Erbakan
Hocamız’dan hakkın safında yer almaya dair tarihi cümleler:
- “İslâm bize ve zamana uymaya mecbur değildir.
Ama herkes ve her zaman, İslâm’a uymak mecburiyetindedir.”
- “İslâm dini bir bütündür. Ona bir şey katılamaz ve
ondan bir şey çıkarılamaz. Baştan sona Hak’tır hayırdır ve hepsi, herkes için ve her yerde lazımdır.”
- “Müslüman hakkın hakimiyeti için motor,
şerrin yok olması için fren olma görevlisidir.”
- “Dünyadan Ay’a gönderilen bir füze nasıl ki hedef
açısından bir milimlik bir sapma bile gösterirse, bu açı
giderek büyüyecek ve neticede o füze Ay’a değil başka bir gezegene çarpıp parçalanacaktır. Bu sebeple
istikamet çok mühimdir.”
- “Kabir suali bir nevi kimlik tespitidir. İnsanın gerçek kimliği ve kişiliği ise, tarafgirliği
ile belirlenir. Bir insan Hakkın mı, yoksa Ba-
Seyyid Kutup’un ifadesiyle “Hayata hükmetmeyen İslam, İslam
değildir. Onu hayatına geçirmeye çalışmayan Müslüman, Müslüman
değildir...! Onlar Amerikancı İslam’ı istiyorlar. Onlar abdesti bozan
şeylere fetva veren, ama Müslümanların siyasi, iktisadi ve ictimai
durumlarına fetva vermeyen İslam’ı istiyorlar.”
Şubat / 2017
65
tılın mı safındadır? sorusunun cevabı oldukça
önemlidir.”
nının cihat olduğunu bildiği için, bütün gücüy-
- “Şu dünyaya gönderiliş gayemiz olan kulluk imtihanını başarabilmek için, üç tane temel ve birbirini
tamamlayan esas vardır: 1-) Her şeyden önce İslâm’ı
öğrenmek, İslâm’ın her konudaki emrini bilmek, 2-)
Öğrendiğimiz İslâmi esaslara göre yaşamak, Kur-an’ın
hükmünü hayatımıza tatbik etmek, 3-) Her yerde, her
halde ve her meselede, mutlaka İslâm’a göre, yani İslâmca düşünmek.”
çalışmaktadır.”
- “İtikat ve ilmihal konularını öğrendiği ve bildiği, bir kısım ibadetleri yerine getirdiği halde,
ticaret, siyaset ve devlet hayatında müşrikler
gibi düşünen, olayları batılı ve cahili ölçülerle
değerlendiren bir kimse, hakikat nazarında kamil Mümin sayılamaz.”
le Müslümanların cihat ruhunu söndürmeye
- “Yanlışın en tehlikesi, doğruya en yakın olan yanlıştır. Çünkü, doğruyla karıştırılması ve insanların
daha kolay aldatılması ihtimali taşımaktadır.”
- “Avrupa kültürü ile er yada geç hesaplaşacağız. Bundan kurtuluş yok. Biz kararımızı bu
hesaplaşmaya göre vermek durumundayız. Biz
batılı değiliz. Biz Avrupalı değiliz. O zaman
hesabımızı ve çalışmalarımızı bu farklılık üzerine yoğunlaştırmak durumundayız.”
- “İmanla küfür bir kalpte birleşmez ve barışmaz.
Her gece en son kıldığımız vitir namazındaki kunut
- “Örneğin, beş vakit namazı imamın arkasında ve
tadili erkanıyla kılan bir insan, içinden “Camiden çıktıktan sonra, sattığım tarlanın parasını acaba hangi
bankaya yatırsam?” diye geçiriyor ve rahatlıkla faiz
yiyorsa, bu kişi İslamca düşünmüyor demektir…”
duasını okurken, Allah’a şu sözü vermeden başımızı
- “Haksız bir davada zirve olmaktansa, hak
davada zerre olmayı tercih ederiz.”
berbat kimseler demektir.)
- “Hakk’ı üstün tutmak her zaman saadet getirir.”
yastığa koymuyoruz; Ya Rabbi, facir ve fasık kimselerle bütün bağlarımızı kestik ve Senin dinini yıkmak
isteyenleri terk ettik diyoruz.” (Facir; itikâdı bozuk,
görüşü batıl olan kişilerdir. Fasık; ameli bozuk, ahlâkı
- “Son zamanlarda fikir kirlenmesi olarak,
modern Müslüman, ılımlı İslam, light İslam,
- “Cihad izzet ve aydınlık, gevşeklik ise zillet
ve karanlıktır.”
çağdaşlık diye birtakım kavramlar kullanılıyor.
- “Cihad: Kur’an nizamını kurmak ve yürütmek için,
var gücümüzle çalışmaktır.”
sıl Hristiyanlığı protestanlaştırdılarsa şimdi de
- “Cihat, huzur ve hürriyet içinde yaşanacak,
temel insan haklarına saygı duyulacak bir ortamı hazırlama gayretidir. Ülke içerisinde yapılan ilmi-ahlaki ve siyasi hizmetlerdir. Askeri
ve silahlı cihad ise, ancak dışarıdan saldıracak
düşmanlar için geçerlidir.”
çalışıyorlar. Ne demek ılımlı İslam! İslam’ın
- “Namaz dinin direği cihad ise zirvesidir. Biz siyaset
değil cihad yapıyoruz.”
- “Hakkın tesisi için çalışmamakla Batılın
hakimiyeti için çalışmak arasında fark yoktur.
66
Dünyayı ifsat eden odaklar birkaç asır önce nabu kavramlarla İslam’ı protestanlaştırmak için
ılımlısı, ılımsızı olmaz. İslam, İslam’dır. İslam
tek hak ve gerçektir.”
- “İslam, bütün insanlığı eşit haklara sahip görür,
Hakkı üstün tutar, sömürüyü reddeder, kimsenin kimseye kul ve köle olmasını kabul etmez. Bu yüzden
Siyonizm tarihi boyunca, hep hakkı üstün tutan ve
köleliği reddeden İslam’ı hedef almıştır.”
- “Hayat; iman ve cihattır. Bu iki değere kim
- “Dönelikten hayır gelir mi be ahmak. Sütü bozukluk yapamazsın.”
sahipse zaferi onlar kazanacaktır.”
- “Şeytan, Allah’ın mevcudiyetini ve kudretini bildiği gibi, siyonist Yahudi de İslam’ın ca-
bütün dünyada en gür seda Hakkın ve Hakka inanan-
Şubat / 2017
- “Ben kesinlikle inanıyorum ki önümüzdeki yıllarda
ların olacaktır.”
M. Emin KARABACAK
Bilinçaltı Şakadan
Anlamaz
Eğitimci yazar M. Emin Karabacak’ın yeni kitabı Bilinçaltı Şakadan Anlamaz kitabı okurlarla
buluştu. Bayramlık İstemeyen Çocuklar (Çocukların
başarısını artırma da anne babalara düşen görevler), Tabakları Ayırdık Çocuklar Söz Dinlemez
Oldu, Çocuklara Allah ve Namazı Bilinçaltında Sevdirebilmek kitabından sonra Bilinçaltı
Şakadan Anlamaz kitabını çıkardı.
Yazarın Ensar Neşriyat’tan çıkan üçüncü kitabı olan
bu kitap, diğer kitapları gibi çocuk eğitimi üzerine değildir. Bu kitap bilinçaltının kişinin günlük yaşamdaki
davranışlarına etkileri ile Allah’a kulluktaki etkileri ele
alan kişisel gelişim ağırlıklı bir kitap. Yazar diğer kitaplarında olduğu gibi bu kitabında da ele aldığı psikolojik konuları ayet ve hadislerle destekliyor.
Çağımızın hastalığı olarak tarif edilen psikolojik
hastalıkların birçoğunda dini yaşayamamanın verdiği
sıkıntılar yatmakta olduğunu ve buna bağlı olarak da
insanların egosantrik duygularının ön plana çıktığını
dile getiren yazar; bu kitabında çözüm yollarını
da birlikte sunuyor.
Yazar bilinçaltını psikolojik olarak ele aldığı gibi dini
olarak da ele alıp değerlendirmiş. İçindekiler bölümüne bakınca bunu rahat görebilmekteyiz. İşte bunlardan bazılar: Bilinçaltı Nedir? Bilinçaltı Neye
Benzer? Bilinçaltının İşleyişi, Bilinçaltı Nasıl
Kaydeder? Reklâmlarda Bilinçaltının Kullanılması,
Alış Veriş Merkezlerinin Bilinçaltına Mesajı, Bilinçaltının Kendini Ortaya Koyduğu Durumlar, Bilinçaltı Unutur Mu? Sabah Namazına Kaldıran Bilinçaltı,
Ölüm Anında Bilinçaltı, Ahirette Hesap Bilinçaltıyla
mı Verilecek? Müminin Bilinçaltı Nasıl Olmalıdır?
Bugünkü sıkıntılarımızın birçoğunu kullukta ve yaşamda anı yaşayamamaktan kaynaklandığını ifade
eden yazar; kişinin bakış açısı bilinçaltını, bilinçaltı da
davranışlarını olumlu ya da olumsuz olarak etkilediğini kitabında değerlendirip ele almıştır.
Yazar yine psikolojik rahatsızlıkların temelinde kültürel ve dini değerlere göre yaşanmamasından kaynaklandığını ele alarak psikolojik rahatsızlıkları ayet
be hadislerle anlatarak çözüm yollarını da sunuyor.
Psikolojik kişiliğimizi tanımada gülme ve ağlamanın
psikolojik dili, ağlamanın ve duanın psikolojik faydaları yanında baş ağrısından titizliğe, fazla kilolardan
vücut şekil bozukluğuna, nomofobiden tokofobi gibi
konuları güncellediğine de dikkat ederek psikolojik ve
dini olarak ele almış.
Sonuç olarak kitapta bilinçaltının kişinin
psikolojik ve sosyal gelişimin yanında dini yaşantısına da etkilerini güncel örneklerle açıklamaya çalışmış, ayet ve hadislerle de desteklemeye çalışmıştır.
Kitaba ulaşmak isteyen okurlar:
Ensar Neşriyat Tic. A.Ş. Oruçreis Mah. Giyimkent Sitesi 12.sk. No:40-42 Esenler-İstanbul
Eposta:bilgi@ensarkitap.com Tel: 212 491 19 03-04 Faks: 212 438 42 04
ARKA KAPAK: “Bilim adamları, bir araştırma
için idam cezası almış bir mahkûm bulurlar.
Mahkûma bilim ve insanlık için çok önemli
bir araştırma yapacaklarını, eğer kabul ederse
bu araştırmada çok ciddi bir beyin operasyonu geçireceğini, operasyondan sonra kanamasının devam edeceğini ve aynı gün öleceğini
söylerler. Zaten üç gün sonra idam edilecek
olan mahkûm, ?ölmeden önce bilime bir faydam olsun’ diye düşünerek araştırmaya katılmayı kabul eder. Ertesi gün mahkûm cezaevinden bayıltılarak çıkartılır, fakat kendisine
hiçbir müdahalede bulunulmaz. Mahkûma
ayıldığında operasyonun yapıldığı söylenir ve
tekrar cezaevine geri götürülür. Ertesi sabah
mahkûm ölü halde bulunur. Ölüm nedeni ise,
aşırı kan kaybıdır.”
el-Esmâ
Değerli dostlar! Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem)’in bir çok
hadis-i şerifinde bizlere, Allah’u Teâlâ hazretlerinin isimleri arasında
İsm-i A‘zam’ı olduğunu ve bu isimle Allah’u Teâlâ’ya dua edenlerin
dualarına icabet edileceğini ve bu isimle isteyenlerin isteklerinin
kendilerine Allah (celle celalühü) tarafından verileceğini bildirmektedir.
Hz Enes (radiyallahu anh)’ın anlattığına göre, bir gün Rasûlüllah
(sallallahu aleyhi vesellem) mescide girince ve orada namazını bitirmiş dua
eden bir adamın şöyle dediğini işitir:
En Güzelin
En Güzel İsimleri
Bunu duyan Rasûlüllah (sallallahu aleyhi vesellem) buyurur ki: “Siz
farkına varabildiniz mi? Bu adam Allah’u Teâlâ’ya ne ile dua etti? Allah’u
Teâlâ’ya ism-i a‘zam’ı ile dua etti. O isim öyle bir isimdir ki, onunla dua
edilince icabet edilir, onunla istenince verilir.” (Tirmizî, Sünen, nr. 3544)
Hz. Büreyde (radiyallahu anh)’den bir başka rivayette ise Rasûlüllah
(sallallahu aleyhi vesellem) bir adamı şöyle dua ederken işitir:
Bunun üzerine buyurur ki: “Muhakkak ki bu kişi ism-i a‘zam ile
Allah’u Teâlâ’dan istedi. O öyle bir isimdir ki, kendisiyle istenince verilir,
dua edilince icabet edilir.” (İbn-i Mâce, Sünen, nr. 3857)
Daha bir çok rivayette farklı farklı isim ve dualar hakkında Efendimiz
(sallallahu aleyhi vesellem) İsm-i A‘zam müjdesi vermiş ve bu nimetten
istifade edebilmemiz için bunları bizlere bildirmiştir.
Buradan hareketle, Allah’u Teâlâ hazretlerinin isimlerinden hiçbirisi
için kesin olarak “şu ismi azamdır” gibi bir isim belirtilmemiş aksine Esmâ-i
Hüsnâ’nın tamamında olabileceği hatta Kur’an-ı Kerimden Ayet’el-Kürsi,
Âl-i İmran veya Tâhâ suresindeki bazı ayetlerin de ismi azam olabileceği
söylenmiştir.
Tamamını yayınlamış olduğumuz bu isimleri ezberleyerek bunlarla
rabbimize dua etmek ve belki de ismi azam’a denk gelmek, onunla dua
etmiş olmak ümit ve temennisiyle sizleri En Güzel İsimlerin sahibi En
Güzele emanet ediyorum.
ül-Hüsnâ
Ñ wÓ ÑªÔ XÃX
¹¶Ò ÊÑÔ ÓXµÑ ªÚ ÓXʺ
Ñ ÔÚ ¹Ñ ¶Ò ±Ò ®Ó QÕ ¯Ò ªÕ X
ÑÔ
¬Ò ËÑ ªX
|¸
Ò uÒÔ £Ò ªÕ X
¥Ò «Ó ¯Ñ ªÕ X
­Ò ÁnÓ yÑÔ ªX
±Ò ¯Ú nÕ yÑÔ ªX
xÒ YŸÑÔ ›Ñ ªÕ X
xÒ ¹Ó Ô ‡Ñ ¯Ò ªÕ X
TÒ xY
Ó ]Ñ ªÕ X
¡Ò ÓªYsÑ ªÕ X
yÒ ]ÓÔ §Ñ cÑ ¯Ò ªÕ X
xÒ Y]ÑÔ kÑ ªÕ X
{Ò À{Ó —Ñ ªÕ X
±Ò ¯Ó ÁÕ ·Ñ ¯Ò ªÕ X
‰
Ò žÓ YsÑ ªÕ X

Ò ~Y
Ó ]Ñ ªÕ X
‰
Ò \Ó Y£Ñ ªÕ X
­Ò Á«Ó —Ñ ªÕ X
lY
Ò cÑÔ ŸÑ ªÕ X
Ò XzÑÔ yÑÔ ªX
ZY
Ò ¶ÑÔ ¹Ñ ªÕ X
xÒ Y·ÑÔ £Ñ ªÕ X
Á
Ò Ó Ñ«Ô ªX
¨Ò Õu—Ñ ªÕ X
­Ò §Ñ oÑ ªÕ X
yÒ Á‡Ó ]Ñ ªÕ X
ÑÔ
•Ò Á¯Ó ªX
¨ ÒÔ wÓ ¯Ò ªÕ X
{ÒÔ —Ó ¯Ò ªÕ X
•Ò žÓ XyÑÔ ªX
Ò ÁŸÓ oÑ ªÕ X
‘
yÒ Á]Ó §Ñ ªÕ X
¿
ÒÔ «Ó —Ñ ªÕ X
ÑÔ
xÒ ¹§Ò ƒªX
xÒ ¹ÒŸ›Ñ ªÕ X
­Ò Á“Ó —Ñ ªÕ X
­Ò Á«Ó oÑ ªÕ X
yÒ Á]Ó sÑ ªÕ X
­Ò Á§Ó oÑ ªÕ X
•Ò ~X
Ó ¹Ñ ªÕ X
[Á
Ò kÓ ¯Ò ªÕ X
[Á
Ò ¢Ó yÑÔ ªX
­Ò ÀyÓ §Ñ ªÕ X
Ò «Ó kÑ ªÕ X
©Á
[Á
Ò Ó oÑ ªÕ X
aÁ
Ò £Ó ¯Ò ªÕ X
±Ò ÁcÓ ¯Ñ ªÕ X
¾
ÒÔ ¹Ó £Ñ ªÕ X
Ò ¦Ó ¹Ñ ªÕ X
©Á
¡ÒÔ oÑ ªÕ X
ÑÔ
uÒ Á·Ó ƒªX
Òe–Ó Y]Ñ ªÕ X
uÒ ÁkÓ ¯Ñ ªÕ X
tÒ ¸tÒ ¹Ñ ªÕ X
¿
ÒÔ oÑ ªÕ X
aÁ
Ò ¯Ó ¯Ò ªÕ X
¿ÁÓ oÕ ¯Ò ªÕ X
uÒ Á—Ó ¯Ò ªÕ X
TÒ uÓ ]Õ ¯Ò ªÕ X
¿‡Ó oÕ ¯Ò ªÕ X
uÒ Á¯Ó oÑ ªÕ X
¿
ÒÔ Óª¹Ñ ªÕ X
xÒ uÓ cÑ £Õ ¯Ò ªÕ X
xÒ tÓ Y£Ñ ªÕ X
ÑÔ
uÒ ¯Ñ ‡ªX
uÒ nÑ Ñ ÆXÕ
uÒ nX
Ó ¹Ñ ªÕ X
uÒ jY
Ó ¯Ñ ªÕ X
uÒ jX
Ó ¹Ñ ªÕ X
¬Ò ¹ÁÒÔ £Ñ ªÕ X
¿ÓªY—Ñ cÑ ¯Ò ªÕ X
¿ÓªX¹Ñ ªÕ X
±Ò ŽÓ Y]Ñ ªÕ X
yÒ ¶Ó Y“ÑÔ ªX
yÒ rÓ ÄXÕ
¨Ò ¸ÑÔ Ñ ÆXÕ
yÒ rÓÔ QÑ ¯Ò ªÕ X
¬Ò uÓÔ £Ñ ¯Ò ªÕ X
¥Ó «Õ ¯Ò ªÕ X¥Ò ÓªY®Ñ
œ¸Ò
Ò PyÑÔ ªX
¹ÒÔ ŸÒ —Ñ ªÕ X
­Ò £Ó cÑ ³Õ ¯Ò ªÕ X
ZX
Ò ¹ÑÔ cÑÔ ªX
yÒÔ ]Ñ ªÕ X
ÑÔ
xÒÔ Y‹ªX
•Ò Ó²Y¯Ñ ªÕ X
¿
ÒÔ ³Ó ›Õ ¯Ò ªÕ X
¿
ÒÔ ³Ó ›Ñ ªÕ X
•Ò ®Ó YkÑ ªÕ X
Ò Ó £Õ ¯Ò ªÕ X

ÑÔ
xÒ ¹]Ò ‡ªX
uÒ Á‚Ó yÑÔ ªX
ÒdxX
Ó ¹Ñ ªÕ X
¿¢Ó Y]Ñ ªÕ X
¾tÓ Y·Ñ ªÕ X
Õ Ó Õ ¸Ñ ¨Ó ËÑ kÑ ªÕ X¸Òv
¬X
Ó yÑ ¦ÈX
xÒ ¹³ÒÔ ªX
•Ò žÓ Y³ÑÔ ªX
8´Ò yÒ ÁÕ šÑ µÑ ªÚ ÓXÊÑ ¸Ñ µÒ ÒªX¹Ñ Ѳ­ÑÔ –Ñ ¸Ñ µÒ ÒªËÑ j
Ñ ©ÑÔ jÑ
±Ñ Á¯Ó ѪY—Ñ ªÕ XZÓÔ xÑ ÓÃÒ
ÔÚ Ó u¯Õ oÑ ªÕ X¸Ñ ±Ñ Á«Ó ~Ñ yÕ ¯Ò ªÕ X¿Ñ«–Ñ ¬Ï ËÑ ~Ñ ¸Ñ °Ñ ¹ÒŸ‡Ó ÑÀY¯ÑÔ –Ñ ^Ó {ÑÔ —Ó ªÕ XZÓÔ xÑ ¥Ñ \ÓÔ xÑ °Ñ YoÑ ]Õ ~
Ò
Yalan Söylemeyen Çocuk
Seyyid Abdülkadir Geylâni hazretleri küçük yaşta iken, annesinden Bağdat’a giderek ilim öğrenmesi için izin ister.
Annesi: Ey benim gözümün nûru ve gönlümün tâcı evladım, Abdülkâdir’im! Senin ayrılığına
dayanamam. Sensiz ben ne yaparım? Bu bakımdan müsâade edemem.
Abdülkâdir Geylâni hazretlerinin ısrarı üzerine annesi ikna olur ve ilim öğrenmesi için Bağdat’a gitmesine izin verir. Annesi Abdülkâdir Geylâni Hazretlerinin babasından miras kalan seksen altını alır,
kırkını kardeşine ayırır. Kırkını da bir keseye koyar ve keseyi elbisesinin koltuğuna diker. Sonra oğlunun
gözlerinin içine bakarak:
-Ey benim gözümün nuru ve gönlümün tacı evlâdım, Abdülkâdir’im! Hak teâlânın rızâsı
için olmasaydı asla seni göndermezdim. Huzur ve esenlik içinde git! Yolun açık olsun! Seninle
belki ebedi olarak ayrılıyoruz. Sana son olarak nasihatim şudur ki: “Eğer beni memnun etmek
istiyorsan, hiçbir zaman yalan söyleme, doğruluktan asla ayrılma! Allahü teâlâ her zaman ve
her yerde doğrularla beraberdir”.
Abdülkâdir Geylâni hazretleri annesine söz verir ve ağlayarak elini öper. Bağdat’a gitmek üzere bulunan bir kervana rastlar ve aralarına katılır. Bir müddet yol aldıktan sonra kervanda bağrışma sesleri duyulur. Önlerine aniden bir sürü eşkıya çıkıp kervana saldırırlar. Bir anda sandıklar yere yıkılır. Eşyalar yağma
edilmeye başlanır. Eşkıyalar, kervandakilerin üzerlerinde her ne bulsa alırlar.
Sıra Seyyid Abdülkâdir Geylâni hazretlerine gelir. Eşkıyalardan biri latife olsun diye önüne çekip sorar:
-Fakir çocuk, söyle bakalım senin neyin var?
-Üzerimde yalnız 40 altınım var.
Eşkıya inanmaz bırakıp gider. İkinci bir harâmi gelir, o da aynı cevabı alınca vaziyeti reislerine bildirirler. “Bu
çocuk kırk altınım var.” diyor, derler.
Bu defa da reisleri sorar: - Senin üzerinde ne var?
-Hırkamda dikili 40 altınım var. Reisleri adamlarına dönerek:
-Açın bakalım! Adamları Seyyid Abdülkâdir Geylâni hazretlerinin üstünü ararlar, içinde kırk altın bulunan keseyi
bulup reislerine verirler. Eşkıya reisi hayretle sorar:
- Peki evlât, sen neden üzerinde altın olduğunu söyledin? Abdülkâdir Geylâni hazretleri:
- Ben evden ayrılırken anneme asla yalan söylemeyeceğime söz vermiştim. Kırk altın için sözümü
bozar mıyım?
Bu sözleri duyan eşkıya başının gözleri yaşarır. Abdülkâdir Geylâni hazretlerinin hakikat dolu gözlerine bakıp onunla
kendi yaşını kıyaslar. Kendisinin bu yaşa kadar nice ihanet ve zulümler işlediğini, bir gün Hakka yönelmediğini acı acı
düşünerek o güne kadar yaptıklarından pişmanlık duyar. Ellerini başına vurarak şöyle haykırır:
-Eyvah! Biz de Allahü teâlâ söz vermiştik. Bunca zamandır şeytana uyup ahdimizi bozduk. Fenalık
yaptık. Yarın Hak huzurunda acaba bizim halimiz ne olacak? Sonra arkadaşlarına dönerek der ki:
Ey arkadaşlarım! Bana bakınız, beni dinleyiniz! Ben, bunca senedir Hak Teâlâ’ya karşı olan ahdimi
bozdum. O’na isyan ettim. İçimden gelen bir pişmanlıkla bütün günahlarıma tövbe ile Rabbimin yoluna
dönüyorum. Bundan böyle inşallah, Hak Teâlânın râzı ve hoşnut olmadığı bir şeyi yapmayacağım.
Reislerine pek ziyade bağlı olan eşkıyalar hep bir ağızdan derler ki:
-Efendimiz, reisimiz! Biz de sizden ayrılmayız. Eşkıyalıkta reisimizdin, hidâyette de reisimiz ol!
Bunun üzerine kervandakilerden aldıkları bütün eşyaları sahiplerine geri verirler. Bir
sürü eşkıya Seyyid Abdülkâdir Geylâni hazretlerinin önünde tövbe eder. Kendisi de tekrar yoluna devam ederek Bağdat’a varır.
Kalp deniz, dil kıyıdır.
Denizde ne varsa kıyıya o vurur.
Mevlana
Dilin Afetleri
–
-
Yalan söylemek
Yalan yere şahitlik etmek
Yalan yere yemin etmek
İftira atmak
Gıybet, dedikodu yapmak
Küfür etmek, kötü ve çirkin sözler söylemek,
Boş sözler konuşmak, zanda bulunma
Çiğneyerek Kullan
Fadime nine bir gün eczaneye giderek eczacıya şöyle der:
- Uşağım paa pel ağrısi için ilaç verir misun?
- Tamam Fadime nine. Bu hapları sabah akşam günde iki kez çiğne.
Bir hafta sonra Fadime nine eczaneye gelir:
- Ula uşağım paa ne biçum ilaç verdun. Pelime hiçbir faydasi olmadi,
pi de üstüne üstlük çiğnemekten pacaklarim kopti.”
DİLİN GÖREVİ
•
•
•
•
Allah’ı tespih etmek,
Nasihat etmek,
Boş sözlere alet olmamak,
İnsanlarla iletişim sağlamak,
• Kuran okumak,
•İnsanlara iyiliği emredip kötülüklerden sakındırmak,
•İlim öğrenmek,
•Düzgün konuşmaktır.
“Haklı bile olsa çekişip didişmeyen kimseye cennetin kenarında bir köşk verileceğine ben kefilim. Şakadan bile olsa yalan söylemeyen kimseye cennetin ortasında
bir köşk verileceğine kefilim. İyi huylu kimseye de cennetin en yüksek yerinde bir
köşk verileceğine kefilim.” Hadis
“Allah’a ve ahiret gününe inanan kimse ya hayır koşuşsun ya da sussun.” Hadis
Su Kasidesi
23. Bîm-i dûzah nâr-i gam salmış dil-i sûzânıma
Var ümidîm ebr-i ihsânın sepe ol nâre su
Cehennem korkusu yanık gönlüme gam ateşi salmıştır,
Fakat, peygamberin ihsanının bulutunun su serperek o ateşi söndüreceğini umuyorum.
24. Yumn-i na’tinden güher olmuş Fuzûlî sözleri
Ebr-i nisandan dönen tek lâ’lü-i şehvâre su
Fuzûlî’nin sözleri, seni övmenin bereketiyle nisan yağmurundan düşüp büyük incilere dönen o yağmur damlaları gibi inci olmuştur.
25. Hâb-ı gafletden olan bîdâr olanda rûz-ı haşr
Eşk-i hasretden tökende dîde-i bîdâra su
(Kıyamet günü olduğu zaman, gaflet uykusundan uyanan düşkün (yahut aşık) göz, (sana duyduğu)
hasretten su (gözyaşı) döktüğü zaman,)
26. Umduğum oldur ki rûz-i haşr mahrûm olmaya
Çeşme-i vaslın vere ben teşne-i dîdâre su
Umduğum şudur; kıyamet gününde yüzünü görmekten yoksun olmayayım,
ve sana kavuşmakla hasretimin yangınını söndürmüşçesine su içmiş gibi olup serinleyeyim
27. Zikr-i na’tun virdini derman bilür ehl-i hatâ
Eyle kim def’-i humâr içün içer meyhâra su
Sarhoşlar içkinin yarattığı baş ağrısını gidermek için nasıl su içerse günahkârlar da senin na’tının
zikrini tekrarlamayı derman bilir.
Açıklaması: İçkiden sonra gelen baş ağrısına iyi gelen su değil, aslında yine içkinin kendisiymiş. Şair
humâr derecesine kadar içki içmeyi alışkanlık hâline getirenlerin su gibi içki içtiklerini ima mı ediyor ne? Belki
de içkiye tövbe etmiş de artık içki yerine su içen kişileri kastetmiştir şair. Bu ihtimal de düşünülmelidir bu şiiri
yorumlarken. Şairin amacı bize içkinin zararlarını anlatmak ya da içkinin sebep olduğu baş ağrısının çaresini
vermek değildir tabii ki. Bu, sadece asıl anlatmak istediği düşünceyi güçlendirmek için verdiği bir örnekten
başka bir şey değildir. Asıl söylemek istediği şudur: Peygamber’i övmek için yazılmış şiiri, yani na’tı anmak
ve onu bir dua gibi belirli zamanlarda okumak günahkârlar için şifadır, onlar bunu şifa bilir. Tıpkı sarhoşların
baş ağrısını gidermek için suyu ilaç görmesi gibi.Bu beytin arkasında dua ile tedavi etme inanışı duruyor; dua
kitaplarını biliyorsunuzdur. Çeşitli rahatsızlıkları tedavi etmede belirli zamanlarda, belirli sayıda okunacak dua
reçeteleri vardır. Gece korkan çocuklar için, sıkıntı için, kısmet açılması için, karı koca arasını düzeltmek için...
Bu liste uzar da uzar. Üstelik eskiden Araplarda ve Türklerde hastalara şifa için na’t okuma âdeti de varmış.
Download