ISTANBUL TICARET ODASı YAYıN NO: 2002 - 20 DÜNYADA ÇOK TARAFLI DENGE VE TÜRKİYE İÇİN YAKIN GELECEK HAZıRLAYAN Dr. Can Fuat GÜRLESEL M. Faruk DEMİR ISTANBUL Bu eserin tüm telif hakları istanbul Ticaret Odası'na (İTO) aittir. İTO'nun ve yazarının ismi kaydedilmek koşuluyla yayından alıntı yapmak mümkündür. Ancak, İTO'nun yazılı izni olmadan yayının tamamı veya bir bölümü kopyalanamaz, çoğaltılamaz, ticari amaçlarla kullanılamaz. Bu kitapta öne sürülen fikirler eserin yazanna aittir. İstanbul Ticaret Odası'mn görüşlerini yansıtmaz. HAZİRAN 2002 İSTANBUL ISBN 975-512-642-2 İTO yayınları için ayrıntılı bilgi Ticari Dokümantasyon Servisi'nden edinilebilir. Tel. : (O 212) 455 60 00 / 63 21 - 63 28 Faks: (O 212) 513 88 27 - 520 10 27 E. Posta : dokümantasyon @ tr-ito.com BASKI MEGA AJANS REKLAMCILIK MATBAACILIK FUAR HİZM. LTD. ŞTİ. Tel.: (212) 519 24 41 Tel - Faks : (212) 519 42 43 ÖNSÖZ 1989 yılında doğu bloku'nun çöküşü ile başlayan yeni süreç iki kutuplu dünya dengesini sona erdirmiş ancak dünya çapında etkili olacak yeni bir denge düzeni henüz kurulamamıştır. Mevcut durumun istikrarsızlığı özelikle 11 Eylül olaylarının ardından iyice ortaya çıkmış ve yeni denge arayışları daha fazla önem kazanmıştır. Bugün Dünyada aşılması gereken en büyük engel işte bu yeni dönemin iyi tanımlanması ve şartlarının doğru teşhisinde yatmaktadır. Yeni yüzyılda bugün birçok ülkede hala sürdürülebilen otoriter rejimlerin yerine "katılımcı yönetim" modellerinin alınması kaçınılmaz olacaktır. Küreselleşmenin ortaya çıkardığı gelir ve refah düzeyindeki farklılıklar insanların beklentilerini farklı şekillerde etkilemiştir. Yeniden yapılanma süreci de diyebileceğimiz bu dönemde dünyanın ekonomik, siyasi ve askeri platformlarda zor bir döneme girdiğini, yönetimlerin ulusal ve uluslararası bazda yeni anlayışlara itildiğini gözlemliyoruz. Dünya artık iki kutupluk sınırını aşarak bir taraftan ABD ve AB, diğer taraftan Çin ve Japonya'nın öncülük yaptığı Uzakoğu olmak üzere; Rusya'nın da, her ne kadar eski gücünü yitirmiş olsa da, katılımıyla neredeyse dört kutba ayrılmış durumdadır. Bu durumu dikkate alan Odamız ise dünyayı başka bir karmaşanın içine sürüklemekte olan bu yeni sürecin incelenmesi amacıyla bir çalışma yapılmasını kararlaştırmıştır. "Dünya'da çok Taraflı Denge ve Türkiye İçin Yakın Gelecek" kitabının çalışmaları bu çerçeve içerisinde gelecekte dünyada oluşacak olumlu ve olumsuz gelişmeleri incelerken özellikle Türkiye'nin küreselleşme sürecine ve yeni yapılanmalar içinde kendisine nasıl bir yer arayabileceği konusu da irdelenmektedir. Dileğimiz ve beklentimiz ülkemizin ileride kendisini "Çok Taraflı Türkiye" olarak konumlandırması ve bu konumunun faydalarını zamanında görerek iyi kullanmasıdır. Yayınımızın ülkemize, karar alıcılara ve diğer ilgililere yararlı olmasını diler, bu araştırmayı gerçekleştiren Dr. Can Fuat Gürlesel ve M. Faruk Demir'e teşekkür ederim. Prof. Dr. İsmail Özaslan Genel Sekreter SUNUŞ Son yirmi yıldır yaşanan küreselleşmenin yarattığı refah ve yoksulluk paradoksu ile 1989 yılında sona eren iki kutuplu dünya ardından gelişen sürecin yarattığı kaotik ortama çarpan 11 Eylül dünyayı yepyeni bir döneme sokmaktadır. Belki de milenyum işte şimdi başlamaktadır. Öncelikle bu yeni dönemin tanımlanması ve tarif edilmesi ile bir öncekine göre farklılıkların ortaya konulması zaman alacaktır. Bugün için yeni dönemin tanımlanması ve açıklanması önemli zorlukları barındırmaktadır. Karmaşık ilişkiler karmaşık ifadeleri getirmektedir. Medeniyetler çatışması klasik, ancak yetersiz hatta yersiz açıklama olarak kalabilmekte ve yeni dönemi tarif edememektedir. İki kutuplu dünya ve tek süper gücün yer aldığı geçiş döneminin ardından dünya Çok Taraflı Yeni Denge sürecine girmektedir. Yeni dönemde siyaset, güvenlik, ekonomik ve sosyal açıdan iki veya tek kutupluluk değil, çok taraflılık söz konusu olacaktır. Türkiye de dünyada oluşmakta olan Çok Taraflı Yeni Denge içinde kendini Çok Taraflı Türkiye olarak konumlandırmalıdır. Bu konum Türkiye'nin yeni dönemde en çok insiyatif kullanabileceği konum olacaktır. Bu çerçevede çalışmamız yeni dönemde Global Denge ve Türkiye'nin konumlandırılması açısından "Çok Taraflılığı" temel alan bir teori ve buna bağlı pratik strateji ve politikalar bütününü içermektedir. Çok taraflı ilişkiler nedeni ile farklı disiplinlerin bakış açısına, trendlerine ve değişmesi gerekli teorilerine yer verilmektedir. Çalışmanın ilk bölümü Dünyada Çok Taraflı Denge ve Unsurlarını analiz etmektedir. İkinci bölüm Türkiye İçin Yakın Gelecek başlığı altında Çok Taraflı Türkiye konumlandırmasını içermektedir. Üçüncü bölümde ise çok taraflı global dönemin idaresini sağlayacak uluslar arası yönetişim anlayışına yer verilmekte ve çok taraflı Türkiye'nin yönetimi için gerekli siyasi ve idari yönetim reformu önerileri sunulmaktadır. Çalışmamızın yeni dönemin tarifinde ve Türkiye'nin yakın gelecekteki global konumlandırmasına katkıda bulunmasını dileriz. Dr.Can Fuat GÜRLESEL M.Faruk DEMİR DÜNYADA ÇOK TARAFLI DENGE ve TÜRKİYE İÇİN YAKIN GELECEK İÇİNDEKİLER SUNUŞ 1. BÖLÜM DÜNYADA ÇOK TARAFLI YENİ DENGE VE UNSURLARI GİRİŞ GÜVENLİK VE SAVUNMAANLAYIŞINDA DEĞİŞİM VE YENİ YAKLAŞIMLAR 1.1.1. DEĞİŞEN TEHDİT VE DÜŞMAN KAVRAMLARI 1.1.2. GLOBAL GÜVENLİK KAVRAMINDA EVRİM 1.1.3. YENİ GÜVENLİK SİYASETİ; ÜLKELER VE KURUMLAR 1.1.3.1. Ülkeler 1.1.3.2. Kurumlar 1.2. EKSENLER, ÇOK TARAFLI DENGE VE ÇATIŞMA ALANLARI 1.2.1. YENİ EKSENLERİN TARİFİ 1.2.2. ÇOK TARAFLI YENİ DENGE VE ÜLKELER 1.2.2.1. Çok Taraflı Dengede Ana Aks Ülkeler 1.2.2.2. Çok Taraflı Dengede Diğer Ülkeler ve BölgeserDeğerlendirmeler 1.2.3. EKSENLER İÇİN ÇIKAR VE ÇATIŞMA ALANLARI 1.2.3.1. Afro Avrasya Eklemleri 1.2.3.2. Balkanlar ve Karadeniz 1.2.3.3. Kafkasya 1.2.3.4. Güney-Batı Asya ve Hindistan 1.2.3.5. Güney Doğu Asya ve Pasifik 1.3. ÇOK TARAFLI YENİ DENGEDE İSLAM JEOPOLİTİĞİ VE ÇATIŞMALAR 1.3.1. İSLAM JEOPOLİTİĞİ 1.3.2. JEOPOLİTİK ÇATIŞMA YADA MEDENİYETLER ARASI SINIRLAR 1.3.3. İSLAM JEOPOLİTİĞİNİN STRATEJİK DEĞERLENDİRMESİ 1.4. DÜNYA EKONOMİSİNDE YENİ DÖNEM 2000-2010 • 1.4.1. GLOBAL EKONOMİDE PARADOKSAL TRENDLER; FIRSATLAR VE TEHDİTLER 1.4.2. EKONOMİK BÜYÜME 1.4.3. DÜNYA TİCARETİNDE SERBESTLEŞME 1.4.3.1. Dünya Mal ve Hizmet Ticareti 1.4.3.2. Dünya İmalat Sanayiinde Dönüşüm 1.4.3.3. Uluslar arası Sermaye Hareketleri 1.4.3.4. Bölgesel Ekonomik ve Ticari Bütünleşmeler 1.4.4. ENERJİ KAYNAKLARI VE KULLANIMI 1.4.4.1. Global Enerji Pazarında Varsayımlar ve Ana Trendler 1.4.4.2. Global Enerji Talebinde Trendler 1.4.4.3. Enerji Üretimi ve Talebin Karşılanması 1.4.4.4. Global Enerji Ticareti 11 1.1. 11 12 18 22 23 25 29 29 39 40 50 57 57 60 60 61 61 62 62 68 71 75 76 80 82 82 88 89 91 91 92 92 94 98 1.4.5. GLOBAL GIDA İHTİYACI VE KARŞILANMASI 1.4.5.1. Gıda Talebini Belirleyici Unsurlar 1.4.5.2 Tanm Üretimi 1.4.5.3. Gelişmekte Olan Ülkelerin Tarım Göstergeleri 1.4.5.4. Global Tanm Ticareti 1.4.6. SU KAYNAKLARI VE KULLANIMI 1.4.7. EMTİA FİYATLARI VE DÜNYADA YENİ BÖLÜŞÜM 1.4.8. GELİŞMİŞ VE GELİŞMEKTE OLAN ÜLKELER ARASINDA YENİ İLİŞKİ AĞI 1.4.9. YENİ EKONOMİK DÖNEMİN YÖNETİMİ VE KURUMLAR 1.4.9.1. Uluslar arası Finansal Kurumlarda Yeniden Yapılanma, IMF ve Dünya Bankası 1.4.9.2. Yeni Dönemin Kurumu G-20 1.5. SOSYAL AYRIŞMALAR VE ÇOK TARAFLI YENİ DENGEYE ETKİLERİ 1.5.1. NÜFUS VE DEMOGRAFİK TRENDLER 1.5.1.1. Nüfus Artışı ve Mutlak Nüfus Trendleri 1.5.1.2. Demografik Yapı 1.5.1.3. Nüfus Trendlerinin Bölgelerarası Dağılımı 1.5.1.4. Nüfus Hareketleri 1.5.2. YOKSULLUK VE GELİŞMİŞLİK FARKLARI 1.5.3. ÇEVRE GÜVENLİĞİ VE TRENDLER 1.5.3.1. Genel Trendler 1.5.3.2. Karbondioksit Emisyonu 1.5.3.3. Global Isınma ve İklim Değişimleri 99 99 101 101 102 103 105 107 110 110 111 113 113 114 114 115 117 119 122 122 123 124 II. BÖLÜM TÜRKİYE İÇİN YAKIN GELECEK GİRİŞ ÇOK TARAFLI DENGEDE TÜRKİYE'NİN STRATEJİK DEĞERLENDİRMESİ 2.1.1. TÜRKİYE'NİN JEOPOLİTİK EVRİMİ VE GÜVENLİK YAKLAŞIMI 2.1.2. TÜRKİYE'NİN ÇOK TARAFLI DENGE AÇISINDAN KONUMU 2.1.2.1. Entegrasyon İlişkisi 2.1.2.2. Stratejik Ortaklık Politikası ve Stratejik İlişki 2.1.2.3. Ekonomik ve Ticari Yakınlaşma İlişkisi 2.1.2.4. Global Ortaklıklar Politikası İlişkisi 2.1.3. TÜRKİYE'NİN YAKIN ÇEVRE POLİTİKASI ANALİZİ 2.1.3.1. Doğu Akdeniz 2.1.3.2. Ortadoğu 2.1.3.3. Kafkaslar ve Hazar Havzası 2.1.3.4. Karadeniz 2.1.3.5. Balkanlar 2.1.3.6. Yakın Çevre Politikasının Getirdiği Yükler 2.2. ÇOK TARAFLI TÜRKİYE'NİN EKONOMİK ÖNCELİKLERİ VE KISITLARI 129 2.1. 130 130 133 133 135 138 139 139 141 141 143 145 146 146 147 2.2.1. EKONOMİDE DEVLET VE KAMU KESİMİNDE YENİDEN YAPILANMA 2.2.2. PİYASA EKONOMİSİ VE ÜRETİM EKONOMİSİNE GEÇİŞ 2.2.3. GLOBAL VE BÖLGESEL EKONOMİK ROLLER 2.2.3.1. Merkez Ülke Türkiye 2.2.3.2. Ekonomi ve Ticaret Diplomasisi 2.2.3.3. Global Ekonomik Rol ve G-20 Üyeliği 2.3. ÇOK TARAFLI DENGEDE TÜRKİYE İÇİN SOSYAL FIRSATLARIN VE TEHDİTLERİN ANALİZİ 2.3.1. SOSYAL DEVLET İLKESİ 2.3.2. BEŞERİ GELİŞME; ETKİLİ UNSURLAR 2.3.2.1. İnsan Unsuru, Bilgi Toplumu, Demografi ve Eğitim 2.3.2.2. Örgütlü Sivil Toplum 2.3.3. ÇOK TARAFLİ TÜRKİYE'NİN GLOBAL BAŞARISI İÇİN BİREYİN EVRİMİ 2.3.4. BATI VE İSLAM JEOPOLİTİĞİ ARASINDA TÜRKİYE'NİN KÖPRÜ GÖREVİ 148 151 153 153 155 158 159 160 163 163 165 167 172 III. BÖLÜM ÇOK TARAFLI YENİ DENGE; ULUSAL VE ULUSLAR ARASI YÖNETİM 3.1. 3.2. 3.2.1. 3.2.2. 3.2.3. 3.2.4. 3.2.5. GİRİŞ ÇOK TARAFLI YENİ DENGE VE ULUSLAR ARASI YÖNETİM YOL AYRIMINDAKİ TÜRKİYE; SİYASİ VE İDARİ YÖNETİMDE REFORM İHTİYACI YENİ DEVLET TANIMI VE KAVRAMLAR YÜRÜTME ORGANLARINDA REFORM YASAMA ORGANINDA REFORM SİYASİ PARTİLER YEREL YÖNETİMLER 177 177 185 185 187 189 190 192 SONUÇ 193 KAYNAKLAR 205 I.BÖLÜM DÜNYADA ÇOK TARAFLI YENİ DENGE VE UNSURLARI GİRİŞ Soğuk Savaş döneminin ardından iki kutuplu dünya sona ermiş ve ABD'nin tek süper güç olduğu tek kutuplu bir dünyaya geçilmiştir. Ancak bu dönem bir geçiş süreci olarak yaşanmıştır. Nitekim tek kutuplu dünyada siyasi,askeri, ekonomik ve sosyal dengeler kurulamamıştır. Bu dönemde ekonomi ağırlıklı dünya gündemi, kapitalist sistemin ve piyasa ekonomisinin yaygınlaşması, demokratik değerlerin ve uluslararası hukuk normlarının yerleşmesi, uluslararası ticaretin ve sermaye hareketlerinin serbestleştirilmesi gibi alanlarda yoğunlaşmıştır. Ancak bu süreç 1997 yılında Asya-Pasifik ülkelerinde yaşanan ekonomik krizler ile ekonomik alanda kesintiye uğramış, ardından gelen diğer krizler ile birlikte global talep daralması, 2000'lerin hemen başında dünya ekonomisini durgunluğun eşiğine getirmiştir. Aynı tarihte dünya üzerinde gelir dağılımında aşırı bozulma ve fakirlik uluslar arası sistemi tehdit eder hale gelmiştir. ABD tek başına global ekonominin yönlendiricisi olma rolünden kaynaklanan sorunlar ile karşı karşıya kalmıştır. 2000'lerin hemen başında gelinen bu noktada, soğuk savaş sonrası bozulan dengenin henüz kurulamadığı, hedefleri bölgesel olan ve globaf dengeyi daha da bozucu girişimlerin yaşandığı bir süreçte 11 Eylül saldırısı gerçekleşmiştir. Bu saldırının ardından global siyasi askeri, ekonomik ve sosyal dengenin yeniden oluşması süreci başlamıştır. Bu dengeyi "Dünya'da Çok Taraflı Yeni Denge" olarak tarif etmekteyiz. Bu denge ikinci dünya savaşı sonrasında tarafların masa başında yaptığı uzlaşmalar ve anlaşmalar ile oluşturulmayacaktır. Bir başka deyişle yeni bir Yalta Konferansı olmayacaktır. Yeni denge tarafların güç mücadelesi ile kurulacaktır ve yeni dengenin kuruluşu bir on yıl sürecektir. Bu bölümde Dünya'da Çok Taraflı Yeni Denge ve unsurları ayrıntılı olarak açıklanmaktadır. 1.1. GÜVENLİK VE SAVUNMA ANLAYIŞINDA DEĞİŞİM VE YENİ YAKLAŞIMLAR Çok Taraflı Yeni Denge'nin kuruluşunda en önemli unsur güç dengeleri olacaktır. Ancak güç dengelerini sadece askeri güç olarak değerlendirmek yanlıştır. Çünkü yeni dengenin oluşumunda öncelikle düşman ve tehdit kavramları değişiklik göstermektedir. Değişen düşman ve tehdit kavramlarına bağlı olarak da ülkelerin güvenlik yaklaşımları ve anlayışları ile güvenlik siyasetleri değişim gösterecektir. Bu bağlamda global güvenliğin sağlanmasından sorumlu kurumların rolleri de tartışılmakta ve yenilenmektedir. NATO ve AGSP iki önemli kurumsal yapıdır. Yeni denge kurulurken her iki kurumun çıkar çatışmaları da olacaktır. 1.1.1. DEĞİŞEN TEHDİT VE DÜŞMAN KAVRAMLARI 1990 yılının Temmuz ayında toplanan Londra Konferansının sonuç deklarasyonu ile soğuk savaşın bitişi resmi olarak ilan edilmiştir. Aradan geçen on yıl sürecinde global güvenlik ve politik koşullar büyük değişiklikler yaşarken aynı dönem içerisinde artan veya biçim değiştiren güvenlik yaklaşımı dünya için yeni ve geniş tanımlı bir tehdit boyutunu da ortaya çıkartmıştır. 1989 yılında Romanya'da Çavuşesko'nun halk ayaklanması sonucu devrilmesi, Berlin duvarının yıkılması ve devam eden olaylar ile iki Almanya'nın birleşmesi, Avrupa coğrafyası üzerinde güvenlik açısından tehditin boyut değiştirmesine yol açmış, dünya'nın diğer bölgelerinde meydana gelen krizler ve çatışmalar genel dünya güvenliği açısından farklı bir süreci başlatmıştır. Geçiş süreci içerisindeki bu kavramsal değişim ve gelişim 11 Eylül saldırısı ile birlikte önemli bir mesafe kaydederek tehdit ve düşman tanımı açısından belirli bir çerçeveyi şekillendirmiştir. Tehdit ve düşman tanımı yapılırken, öncelikle bir tehdit ve düşman algılama metodolojisini ortaya koymak gerekmektedir. Bu metodoloji aynı zamanda gelecek süreçte ortaya çıkacak değişiklikleri öngörmeyi ve tanım üzerinde ihtiyaç duyulacak değişiklikleri yapmayı sağlayacaktır. Güvenlik, tehdit ve ekonomi-politik kavramlarının yeniden tanımlanmasını zorunlu kılan ve yeniden tanımlama yapılmasında stratejik yaklaşımlar kullanılmasına yol açan devrim niteliğinde üç önemli değişiklik yaşanmıştır. Birinci değişiklik jeostratejik devrimdir; Dünya politikası açısından coğrafi zeminlerde meydana gelen değişiklikler iki kutuplu yapıdan sonra karmaşık bir süreç ve etkin coğrafi faktörlerin katılımıyla çok taraflı yeni bir atmosferi beraberinde getirmiştir. Jeostratejik devrim ile piyasa ekonomisi, demokrasi, global değerler ve kültürel etkileşim gibi kavramların yarattığı yeni bir global diplomasi ve bu diplomasinin arkasında yer alacak yeni askeri konsept ve ittifaklar önemli hususlar olarak algılanmaktadır. İkinci değişiklik enformasyon devrimi olarak nitelenmektedir. Enformasyon devrimi üç noktada tasnif edilebilir. Bunlardan birincisi, enformasyon teknolojisinde meydana gelen büyük değişim ve gelişimdir. Teknolojinin üretimi ve transferi, yazılımın kontrolü ve diğer konular global politikayı şekillendirmekte önemli yer tutmaktadırlar. İkinci olarak bilginin taşınması ve engellenmesi konusunda devam eden mücadelelerdir. Üçüncü olarak ise kültür ve değerlerin enformasyon ortamında hızla yaygınlaşması ve karşılıklı etkileşim yaratması devlet yönetimlerine karşı dolaylı etkiler yaratmaktır. Enformasyon devrimi bu açıdan güvenlik kavramını tamamen değişmeye zorlamaktadır. Üçüncü değişiklik ise yönetim devrimidir; Ülkelerin iç politika hedefleri ve dış politika hedeflerinde yaratılan genişleme ve karşılaşılan kısıtlamalarla yönetim anlayış ve biçimleri üzerinde çok önemli değişiklikler ortaya çıkmıştır. Bu durum yayılmacı devlet politikalarının azalmasına ve yönetimler arası ilişkilerin geliştirilmesine olanak tanırken, karşılıklı bağımlılıkları da arttırmaktadır. Yukarıda anılan her üç devrimle birlikte dünya politikası ve ekonomi ilişkilerinde değişiklikler ortaya çıkarken, buna bağlı korunması gereken ve elde edilmesi gereken hedefler de yeni ve daha geniş bir zemin bulmaktadır. Bu zemin üzerinde taraflar arası tehdit ve düşman tanımı için yeni bir algılama metodolojiyi de gelişmektedir. Bir başka deyişle ülkeler kendileri için neyin tehdit olduğunu yeniden tanımlarken kullandıkları metodolojiyi de değiştirmektedir. Tehdit algılamasında esas olan ise ülkelerin aşağıdaki temel konulara karşı duydukları hassasiyettir. a.Uluslararası terörizmle mücadele b.Saldırma amacı güden agresif politikaları engelleme c.Tehlikeli silahların yaygınlaşmasını engelleme d.Demokrasiyi yaygınlaştırma ve koruma e.Piyasa ekonomisini geliştirme ve yayma f.Finansai istikrarı koruma g.Refahı yaygınlaştırma ve arttırma h.Çevre ve sağlık koşullarını iyileştirme ve koruma ı.Yolsuzluk ve organize suçlarla mücadele j.Göçler, nüfus ve mülteci hareketlerini kontrol Yukarıda sayılan konular ile ilgili olarak ülkelerin ekonomik, politik ve temel güvenlik yapılarına karşı gelişecek her türlü davranış ve bu davranışı sergileme niyeti tehdit olarak algılanmaktadır. Bu tehditlerin algılaması üç temel kategoride değerlendirilmektedir: Ulusal Fiziki Tehdit; devletlerin veya ulusların kendi varlıklarını hayati seviyede sürdürmelerine engel olmayı amaç edinen veya hayati koşulları ortadan kaldırmayı amaçlayan tehditleri nitelemektedir. Ulusal Çıkar Tehditi; devletlerin veya ulusların hayati olmayan ancak refahı ve zenginliği engelleyici veya refaha ulaşmak için gerek duyulan yolları ortadan kaldırmayı amaç edinen tehditleri nitelemektedir. Ortak Değerler Tehditi; tüm dünya için var olması gerektiğine inanılan barış, refah, demokrasi, insan hak ve hürriyetleri ile diğer global demokratik* değerlerin varlığını engelleyen veya ortadan kaldırmayı amaçlayan tehditleri nitelemektedir. Bu kategori aynı zamanda global tehdit kavramının da temel alt yapısını oluşturmaktadır. Tehdit algılama metodolojisi tehditlerin kimlerden ve nelerden kaynaklandığı konusunda da yeni bir sınıflama yapmaktadır. Temel konularla ilgili olarak yukarıda ifade edilen kategoriye uygun en dıştan en içe bir seyir izleyerek tehditlerin sınıflandırılması geniş bir taban üzerine bina edilmektedir. Bu yeni metodoloji sıcak tehdit durumunda, yapısına göre ulusal, bölgesel veya global tehdit olarak birden fazla ülkenin tehdit uyarı seviyesini belirlemektedir. Tehdit kaynaklarını yedi alt grupta sınıflamak uygun olacaktır: a. b. c. d. e. f. g. Bölge ve devletten kaynaklanan tehditler Uluslarüstü gruplardan kaynaklanan tehditler Teknolojinin tehlikeli kullanımından kaynaklanan tehditler Güçsüzleşen yönetimlere sahip devletlerin edilgen tehditleri Saldırgan devletlerin yarattığı tehditler Birleşik amaçlı istihbarat alt ortaklıklarının yarattığı tehditler Çevre ve sağlığa saldırı amaçlı tehditler Tehdit açısından en çok risk taşıyan iki konuyu biraz daha incelemek yerinde olacaktır. Bunlardan birincisi, global bilgi alt yapılarının güvenliğine ilişkin tehditlerdir. Siber saldırılar başta olmak üzere ülke yönetimlerini felç etmeyi sağlayacak seviyede bilgi penetrasyonları ve network sistemlerini ele geçirme amaçlı davranışlar öncelikli tehdit konumundadır. İkinci olarak ise tehditi yaratan veya tehditin ülke içi uzantıları konumunda bulunan saldırganların uzun bir süre sivil yaşam formlarında sessiz bekleyişlerini sürdürmeleridir. Bu ise sivil yaşam formları üzerine devlet kontrolünü arrtırmak için birey yaşamını kısıtlayıcı tedbirlerin alınmasını gerektirmektedir. Ortaya çıkan durum yeni güvenlik yaklaşımında tehditin tanımı ve biçimi üzerinde meydana gelen değişimlerin bireylerin ve toplumların yaşamlarını da ciddi şekilde değiştireceği gerçeğidir. Coğrafi yapılardan kaynaklanan statik tehditler varlığını azalarak devam ettirmektedir. Buna rağmen özellikle körfez havzası ve doğu asyada sıcak halde statik tehditin belirgin olduğunu hatırlatmakta yarar vardır. Diğer unsurlardan kaynaklanan aktif tehdit ise yaygınlaşarak ve yakın bir sürede artarak varlığını sürdürmektedir. Yukarıda belirtilen bir çok temel konuyla ilgili olarak aktif tehdit için 2010 yılına kadar belirgin bir artış ve buna paralel olarak çatışma önleyici yeni birliktelikler olabilecektir. 2010 yılına kadar olan süreçte uluslar arası yeni yapıya yönelik tehditler önceki dönemlere göre farklılaşacaktır. Belirli başlıklar altında vermeye çalıştığımız tehdit bulunmaktadır. kavramına ilişkin unsurları örneklendirmekte yarar İç Çatışma Unsurları Küreselleşme sürecinden kopuk, demokratik açılımları sağlayamayan, otoriter rejimler ile toplumsal talepleri bastıran, enformasyon teknolojisine uzak, demografik baskılar altında ve gelir dağılımının bozuk olduğu yoksul ülkelerde içsel çatışmalar; toplumsal uzlaşmazlıklardan kaynaklanacaktır. Bu çatışmalar, toplumsal taleplerin bastırılması ile karşılanması arasındaki dengeye göre; kısa veya uzun süreli, kısır ve uzlaşmaz olacaktır. Süreç toplum ile siyasi otorite arasında olacak, uzlaşmazlığın yarattığı istikrarsızlık kalıcı olursa kaotik ortamlar ile karşılaşılacaktır. Bu nedenle içsel çatışma unsurları bölgesel, hatta uluslar arası ilgi alanına sıçramış olacaktır. İçsel çatışmalar çoğu zaman ülke içi yer değiştirmeler, mülteci akımları, insan hakları ihlalleri, dini ve etnik ayrımlardan, artan göç baskısından da kaynaklanacak veya bu sonuçları verecektir. Bu sonuçların önemli bölümü sınır ötesini, komşu ülkeleri de olumsuz etkileyecek ve onları da çatışma sürecinin içine çekebilecektir. Sahra Afrikası, Kafkaslar ve Orta Asya, Güney ve Güney Doğu Asya, Orta Amerika ve ANDEAN ülkeleri içsel çatışma unsurları için potansiyel bölgelerdir. Çatışma unsurlarının bölgeyi ve global sistemi tehdit etmesi halinde uluslar arası organizasyonların müdahalesi istenecek ve müdahaleler yapılacaktır. Uluslar arası Terörizm Terörizm uluslar üstü terörizme dönüşmektedir. 11 Eylül saldırısı ile birlikte bu yönde önemli mesafeler alınmıştır. 2010 yılına kadar olan süreçte Devletlerin terörist gruplara resmi ve siyasi desteği giderek azalacak ve hatta kopacaktır. Ancak zayıf yönetimler ve ekonomiler, etnik-dini ve kültürel gerginlikler, sınır kontrollerinin zayıf olduğu yerler uluslar üstü terörizmin iticisi ve olanak sağlayıcısı alanlar olacaktır. Uluslar üstü terörizm giderek enformasyon teknolojisinin olanaklarını kullanarak, uluslar arası bir ağ içinde az sayıda, ancak stratejik ve kitle ölümleri ile sonuçlanacak eylemler gerçekleştirecektir. Bu eylemlerin devletler veya ideolojik gruplar ile bağlantısı ise belirgin olmayacaktır. Hareketli terörizm grupları ile mücadele giderek teknoloji içerikli hale dönüşecektir. Teknolojisi yetersiz geri ülkeler için bu grupların faaliyetleri ve varlıkları önlenemez (ulaşılamaz) olacaktır. Bu nedenle iç ve dış terörizm ile mücadele yöntemleri tamamen değişmektir. stratejik Altyapılara Tehditler 2010 yılına kadar olan süreçte global bütünleşmeyi sağlayan uluslararası altyapıya tehditler artacaktır. Yeni dönemin stratejik ekonomik altyapısını iletişim, ulaştırma, taşımacılık, finansal sistem, enerji gibi sektörlere hizmet veren bilgi işlem ve enformasyon teknolojisi ve araçları oluşturmaktadır. Global ekonominin dinamikleri değişmektedir. Geçmiş dönemde Barajlar, enerji merkezleri, rafineriler, limanlar stratejik altyapıyı oluştururken, bugün için teknolojik altyapı hayati önem kazanmıştır. Altyapıya fiziki ve elektronik saldırılar ile bilgi işlem altyapısına ve ağlarına yönelik siber saldırılar tüm global çalışma sistemlerini durdurabilecektir. Enformasyon teknolojisine dayalı operasyonlar, askeri güçlere karşı elektronik savaş, enerji silahlarının kullanımı, ülkeler arası elektronik ve enformasyon ağını koparma, bilgi işlem altyapılarının çökertilmesi tehditleri ortaya çıkmaktadır. Kitle İmha Silahları 2010 yılına kadar ülkelerarası sıcak çatışma olasılığı oldukça düşüktür. Konvansiyonel silahlar ile nükleer silahlar savunma amaçlı ve caydırıcı olma niteliklerini taşımaya devam edecektir. Uluslararası yeni yapı için tehdit oluşturan ise Kitle imha silahları olacaktır. Kısa ve orta menzilli balistik füzelerin Kitle imha silahları ile donatılması durumunda, bu silah grubuna sahip ülkeler ciddi tehdit unsuru oluşturmaktadır. Kitle imha silahları biyolojik veya kimyasal silah teknolojisindeki gelişmeye bağlı olarak önem kazanmaktadır. ABD, İngiltere, Fransa, Hindistan, Pakistan ve İsrail'in yanısıra kitle imha silahları teknolojisine sahip olan Rusya, Çin, Irak, İran ve K.Kore balistik füze teknolojilerini de geliştirerek veya balistik füze satışları yaparak bu tehdit unsurlarını taşıyan ülkeler olmaktadır. Rusya ve Çin'in bu silahları ve teknolojiyi diğer ülkelere satma olasılığı da bulunmaktadır. 2010 yılına kadar kitle imha silahlarının kullanılma olasılığı, topyekün konvansiyonel silahların kullanılması veya nükleer silahların kullanılması olasılığından daha yüksektir. Kitle imha silahlarına karşı en açık tehdit altında olan ülke ABD olacaktır. ABD'nin özellikle denizaşırı askeri ve ekonomik birimleri hedef olacaktır. ABD, bu nedenle kitle imha silahlarının üretinlt vjg kullanımı odaklı olarak bu ülkelere yönelik stratejilerini yeniden belirieyecektir. ABD bu füze tehdidi karşısında Füze Savunma Kalkanı sistemi projesini yakın bir süreçte ve etkin olarak hayata geçirecektir. Riskli Ülkeler 2010 yılına kadar dört ülkede yaşanacak gelişmeler, uluslararası istikrarda belirleyici olacaktır. Bu dört ülkenin özelliği; gösterecekleri olumlu gelişmeler uluslar arası istikrara olumlu katkıda bulunacak ve dünya gücü olacaklardır. Ancak aynı ülkeler sahip oldukları bu potansiyelin yanı sıra, iç ekonomik ve siyasi sorunların yol açabileceği olumsuzluklar ile yeni uluslar arası yapının istikrarını bozabileceklerdir. Bu konumda olan ve bıçak sırtı olarak nitelendirilen dört ülke Çin, Rusya, Japonya ve Hindistan'dır. Bu ülkeler demografik yapıları, ekonomik büyüklükleri ve askeri güçleri ile kendi içlerinde ekonomik ve siyasi istikrar arayışı sırasında dünya açısından riskli konumdadırlar. Bıçak sırtı dengede uluslar arası yeni yapıyı tehdit edecek gelişmeler; Çin'in ekonomik gelişmesinin kesilmesi, siyasi idarenin otoritesini kaybetmesi veya Çin'in ekonomik olanaklarını askeri güce çevirerek önlenemez bir güç olmasıdır. Rusya için ekonomik sıkıntıların ve kaotik ortamın kalıcı hale dönüşmesidir. Hindistan'da eşit dağılmayan ekonomik gelişmenin geleneksel toplumsal yapıda sosyal patlama yaratmasıdır. Japonya 'nın ise içinde bulunduğu resesyondan çıkamaması ve ekonomik olarak dünya gücü olmaktan uzaklaşmasıdır. Organize Suçlar ve Yolsuzluk Organize suçlar; önceki dönemlerde yaşanan ülkeler arası sıcak çatışmalar ve savaşlar kadar ulusal egemenlikleri ve toprak bütünlüğünü tehdit eder hale gelmektedir. Organize suçlar gelişmişlik farkı gözetmemektedir. Organize suçların kurumsal yapılaşması artmakta, organize suç örgütleri giderek güçlenmekte ve küresel kartellere dönüşmektedir. Küreselleşmenin açıklarını ve olanaklarını istismar eden organize suç örgütleri çeşitlenmekte ve uluslar arası ağlarını genişletmektedirler. Uyuşturucu madde trafiği, kara para aklama, stratejik madde, konvansiyonel ve nükleer silah kaçakçılığı, insan kaçakçılığı gibi alanlarda yoğunlaşan uluslar arası suç örgütlerinin işlem hacmi yıllık 600 milyar dolara ulaşmıştır. Soğuk savaş sonrası yaşanan organize suç patlamasının bir başka yönü de yolsuzluklardır. Refah seviyesi ve gelir dağılımı dengesi açısından zayıf ülkelerin iktisadi faaliyetlerini suça dayalı ekonomi üzerine kurma eğilimleri ve tercihleri jle devlet-siyaset-organize suç örgütleri arasında karşılıklı bağımlılıklar yolsuzluk ekonomisini doğurmuştur. Uluslararası suç örgütleri, maddi güçleri ile devletleri, devletlerin yönetimlerini ve uluslar arası yeni yapıyı tehdit eden boyuta ulaşmıştır. Uluslararası suç örgütleri ile mücadele etmek ideolojik rakipler (düşmanlar) ile savaşmaktan daha güç olacaktır. Zorunlu Göçler ve Sığınmacılık Ülkeler ve sınırlar arası yer değiştirme sayısı giderek artmaktadır. 2000 yılında 50 milyona ulaşan bu sayının 2010 yılında 120 milyona ulaşması tahmin edilmektedir. Zorunlu göçler ve sığınmacılığın kaynağı sıcak çatışmalar ve savaşlardı. Ancak önümüzdeki süreçte nedenler değişmektedir. Sığınmacı akını, toplu sınır dışı etme, etnik temizleme, doğal afetler yüzünden yerinden edilme, kalkınma programlarının uygulanması sonucunda yerinden edilme, daha iyi ekonomik şartlara ulaşmak için yapılan zorunlu iç ve dış göçler, nüfus aktarımı, nüfus mübadelesi, isteğe aykırı biçimde yurduna geri gönderme ve zorunlu geri dönüşüm yanı sıra, sosyopolitik kökenli uluslar arası göç sığınmacı ve sığınma kavramını ve tehdidini yaratmıştır. Genişleyen sığınmacı hareketi, giderek artan bir biçimde ulusal ve bölgesel güvenliğin önemli bir unsuru olarak algılanmaya başlamıştır. Sığınmacı akımına maruz kalan ülkeler, ekonomik, siyasi-etnik-sosyal açıdan sıkıntılar yaşamaktadır. Gezegenin Güvenliği Gezegenimiz 2010 yılına kadar olan süreçte kendini besleyebilecek, yenileyebilecek olanaklarını, doğal kaynaklarını tüketmektedir. Su, enerji, orman, canlı örtüsü gibi kaynaklar hızla tüketilmektedir. İklim değişiklikleri ve bunun etkileri ile oluşan öngörülemeyen doğal felaketler gezegeni yaşamsal bir eşiğe getirmiştir. Küresel bir ekopolitik gereksinimi dünya gündemine oturmuştur. Nüfus patlaması ve çevre kirliliği, bilgi toplumu ve teknolojik gelişme süreçleri ile paradoks oluşturmaktadır. Çevre korumasında küresel bir aksiyon planı üzerinde uzlaşılmalıdır. Aksi takdirde demografik ve ekolojik gidiş, klasik güvenlik tehditlerinin de yetişme alanı olacaktır. Değişen Düşman Kavramı Bu noktaya kadar değişen tehdit kavramına yer verilmiştir.Yeni dönemde tehdit kavramı düşman kavramından çok daha önemli olacaktır. Geçmiş dönemin klasik anlamdaki düşman kavramı ortadan kalkmaktadır. Düşman kavramı yerine rekabet edilen ülke veya unsur kavramı daha çok kullanılmaktadır. Dolaylı savaş ortamına dönük tehditler artarken örtülü olarak düşman kavramı açık tarifler ile ifade edilmekte olup düşmanı isimlendirme eğilimi düşük profile kaydırılmaktadır. 1.1.2, GLOBAL GÜVENLİK KAVRAİVİINDA EVRİM 1990 sonrası süreç global güvenlik için şartları tamamen alt üst ederken, aynı dönemde yaşanan bir çok yeni olay nedeni ile yeni güvenlik ekolojisi net bir tanıma kavuşamamıştır. Ancak 11 Eylül saldırısı ile birlikte böyle bir tanımın şekillenmesi hız kazanmıştır. Global güvenlik için iki temel zemin bulunmaktadır. Bunlardan birincisi global denge, ikincisi ise global tehdittir. Global Denge Genel olarak otoritelerin kabul ettiği ve 1945' ten itibaren uzun bir süre devam eden mevcut global denge, Berlin duvarının yıkıldığı 1989 tarihinden itibaren bozulmuştur. Sovyetler Birliği ve Amerika Birleşik Devletleri tarafından korunan karşılıklı istikrar dünya için geçerli, fakat yeterli olmayan bir dengeyi temsil etmekteydi. Ancak yapının bozulmasıyla beraber denge kaybolmuştur. Bu denge kaybı ile ortaya çıkan gerilim stratejisi ise, global ekonomik yapıyı (serbest piyasa ortamını), global güvenlik yapısını (güvenlik mimarisini), global sosyal yapıyı (yoksulluk dengesini) ve global sivil yaşam formlarını yöneten siyasi yapıyı (yönetsel mimari) sarsmıştır. Bu sarsıntı ile birlikte dünyanın çeşitli bölgelerinde krizler ve çatışmalar yaşanmıştır. Halen bir çoğu devam etmekte olan bu krizler ve çatışmalar global güvenlik için temel sorunlar olarak karşımıza çıkmaktadır. Ortaya çıkan dengesizliği giderme çabaları 11 Eylül saldırısı ile birlikte büyük bir ivme kazanmıştır. Amerika Birleşik Devletleri'nin girişimiyle yeniden bir denge kurma süreci başlatılırken, mücadelenin temel aracının güce dayalı üstünlük olduğu ortaya çıkmaktadır. Yeni bir global dengenin on yıl içerisinde kurulması beklenmektedir. Bu açıdan global güvenliğin evrimi büyük ölçüde 2010 yılında tamamlanmış olacaktır. Yeni global denge kurulması çalışmaları aslında dolaylı global üstünlük mücadelesinin bir diğer adıdır. Dengeyi etkin ve belirleyici olarak kuran lehine bir sonucun alınacağı kaçınılmazdır. Bu açıdan global dengeyi tesis mücadelesinde, reel-politik sınırlar içerisinde bir belirleyicilik esas olacaktır. Bu mücadelede tarafların birbirlerine karşı olan tavırlarında politik nitelikli olanların karşılıklı kışkırtıcılık, askeri nitelikli olanların baskıcı ve belirleyici; ekonomik nitelikli olanların ise kaşı tarafı zorlayıcı olması beklenmektedir. Global Güvenlik Terazisi Global denge kurulurken, hem dengeyi kurma aşamasında, hem de dengenin korunması açısından yeni bir güvenlik terazisine ihtiyaç duyulmaktadır. Bu terazi global seviyedeki konuların kıtasal ve bölgesel ağırlıklarını ve merkezi konumlarını belirlemek açısından açıklayıcı ve konuyu kolayca kavrayıcı bir özellik taşımaktadır. 21 nci yüzyılın ilk çeyreğine girerken yeni "Global Güvenlik Terazisi", değişen tehditin ve tehdit sathının tanımı açısından önceki teraziden farklı unsurları barındırmaktadır. Yeni global güvenlik terazisi şu temel özellikleri taşımaktadır: a. Sıcak tehdit için artış yönetimi ve tehditin baskı yönü Pasifik ile Yakındoğu arasındadır. Bu geniş alan İslam coğrafyasının tamamına yakınını kapsamaktadır. b. Risk oluşma alanı Atlantik-Afrika boynuzu ile Asya Pasifik arasında kalan güney orta hat üzerinde yoğunlaşmaktadır. c. Oluşmakta olan yeni çok taraflı denge içerisinde coğrafi tehdit alanı itibariyle Avrupa-Atlantik güvenlik ortaklığının tanımı ve içeriği önemli ölçüde değişmektedir. d. Özellikle Pasifik bölgesinde ABD ile Çin arasındaki karşılıklı güç tehditi kışkırtıcı bir nitelikte giderek artacaktır. e. Global güvenlik terazisinin dengesi Doğu Avrasya'da Hint Okyanusu bölgesinde, Batı Avrasya'da Doğu Akdeniz bölgesinde ayarlanacaktır. f. Global güvenlik terazisi etkin bir sıcak tehditi banndırmaktadır. Bu tehditin belirgin muhatapları olarak Çin ve ABD'yi görmekteyiz. Ancak tehditin seviyesini belirleyen, ağırlık ve esnek taraflılık konumu bulunan ülkeler olarak Avrupa Birliği ve Rusya Federasyonunu, çatışma alanının içinde kalan ülkeler olarak da Türkiye ve İsrail'i konumlandırmak gerekmektedir. Giobai Tehditler ve Tehdit Alanları Global güvenlik için denge dışındaki diğer zemin ise global tehditlerdir. Bir önceki bölümde tehdit kavramı üzerindeki derinleşme ve genişleme tanımlanmış bulunmaktadır. Tanımlanan tehdit ulusal, bölgesel, kıtasal ve global olarak aşamalı bir genişleme eğilimindedir. Küresel terörizmin aksiyonları ile birlikte tehdite karşı duyarlılık gittikçe artmaktadır. Bunun dışında kalan diğer konular ile birlikte global tehditleri ve tehdit alanlarını tanımlamakta yarar vardır. a. Terörizm Politik, Ekonomik ve Etnik kaynaklı olarak ortada olmasına karşın, amaçları itibariyle global bir düşman olarak tanımlanmaktadır. Etkisi ve sathı itibariyle üç aşamalı bir niteliğe sahiptir. a. İç terörizm b. Sınıraşan terörizm c. Küresel terörizm Bölgesel etkili olmasına karşın bir ülkenin kendi sınırları dışında konuşlanan ulusal ünitelerini hedef alabilmesi itibariyle global güvenlik açısından terörizm öncelikli global tehdittir. Bu global tehditin yaygınlık ve artan risk alanları ise şu şekilde sıralanmaktadır: a. Ortadoğu b. Kafkaslar c. Hint Üçgeni d. Kuzey İrlanda e. Latin Amerika f. Orta Afrika g. Kuzey Afrika h. Güneydoğu Asya I. İç Asya ,İ. Balkanlar b. Saldırgan ve Agresif Politika (Radikalizm) Dini ve Etnik nedenlere dayalı olarak geliştirilmekte olan ve bir diğer ülkeyi ya da grubu yok etmeyi veya sindirmeyi amaç edinen agresif politikaların yol açtığı radikalizm en önemli bölgesel nitelikli global tehdittir. Bu tehditin en yaygın olduğu alan din kaynaklı çatışmalardır. Araç olarak en çok terörizmi kullanan bu tehdit biçiminin global merkezi bugün için Ortadoğu ve İç Asya ile Balkan'lardır. Artan etkisiyle birlikte Güneydoğu Asya'da ve Afrika'da da bu yönde bir karakteristik güvenlik problemi görülmektedir. c. Tehlikeli Silahlar ve Silahlanma Politik, askeri ve ekonomik teşvikler ile birlikte nükleer, kimyasal ve biyolojik olmak üzere çeşitli nitelikteki tehlikeli silahların üretimi ve sahip olma çabaları global güvenlik açısından çok önemli tehditler sıralamasındadır. Agresif politika izleyen devletlerin bu silahlara sahip olması sıcak ama beklemekte olan bir tehditi var kılmaktadır. Bu tehditin alanları ise şunlardır: a. Kuzey Kore b. İran c. Irak d. Libya e. Suriye d. Uluslararası Suçlar Uyuşturucu kaçakçılığı, insan kaçakçılığı, yasadışı para transferleri gibi örgütlü işlenen suçlar yeni bir boyutta global bir tehdit konumuna yükselmiştir. Uluslararası suçların takip edilmesi, engellenmesi ve toplumları yönlendirme yeteneklerinin kırılması giderek zorlaşmaktadır. Özellikle kirli ilişkilere girmeye müsait politik yöneticilerle kurulan ilişkiler bu tehditi daha da arttırmaktadır. Bu tehditin alanları şu şekilde sıralanmaktadır: a. Uyuşturucu Maddeler Kaçakçılığı ve Trafiği b. Nükleer Madde Kaçakçılığı ve Güzergahları c. İnsan Kaçakçılığı ve Güzergahları d. Finansal Suçlar ve Transfer Olanakları e. Mülteciler, Göç ve Nüfus Doğal ve teknolojik afetler sonucu veya ekonomik ve politik sebeblerle her yıl artan oranda mülteci göçleri ve artan nüfustan kaynaklanan sorunlar artık global bir tehdit olarak öncelikli bir konuma sahiptir. Bu tehditin alanı genellikle gelişmiş ülkelerin sınırlan veya bu ülkelere geçişte kullanılacak özelliklere sahip ara ülkelerdir. f- Çevre ve Sağlık Sanayii üretim alanlarından dolayı oluşan tahribatlar, kaynakları kötü ve doğru kullanmamaktan oluşan kısıtlamalar, toprak yetersizliği, orman tahribatı ve su yetersizliğinden kaynaklanan çok önemli ve global seviyede bir tehdit oluşturan çevresel problemler gelecek yüzyılın daha belirgin konusu olmaya devam edecektir. Güvenlik; devletlerin ve toplumların bağımsızlığı ve bütünlüğü ile uluslar arası istikrarı koruma yeteneğidir. Tek kutuplu yapının ortaya koyduğu bir düzensizlik ile birlikte global güvenlik, yeteneklerini ortaya koymakta zorlanmaktadır. Bu nedenle de, bölgesel uyuşmazlıklar ve çatışmalara müdahaleler konusunda gecikmeler yaşanmaktadır. Yeni global güvenlik siyaseti askeri, ekonomik ve teknolojik güce dayalı bir yaklaşımı sergilemektedir. Güvenlik siyaseti; tehditlerden uzak kalma, tehditleri oluşturan nedenleri yok etme üzerine kurulu bir esnekliği beraberinde taşımaktadır. Geliştirilmiş diplomasi ve caydırıcılık ile güç politikasına dayalı bir birliktelik saldırganlığı zayıflatmaktadır. Tehdit algılamalarındaki çeşitlenme ile kapsamı geniş, esnek, değişken bir güvenlik yaklaşımı önem kazanmaktadır. Ulusal, bölgesel ve global öncelikler, global güvenlik siyasetinde evrensel bağımlılığı arttırmaktadır. Tehdit algılamalarına bağlı olarak esnek ve uluslar arası işbirlikleri askeri alanın dışında ekonomik, siyasi ve sosyal alanlara taşınırken global güvenliğin hizmet hedefi de ülke, bölge, insan ve gezegenin güvenliği seviyesine çıkmaktadır. 1.1.3. YENİ GÜVENLİK SİYASETİ; ÜLKELER VE KURUMLAR Değişen tehdit ve düşman unsurları karşısında güvenlik anlayışı ve yaklaşımı da değişmekte ve hem ülkeler için, hem de güvenlik kurumları için "Yeni Güvenlik Siyaseti" geliştirmek zorunlu olmaktadır. Yeni güvenlik siyasetini hem ülkeler yenilemekte, hem de kurulmakta olan çok taraflı yeni denge içerisinde global güvenlik sorununu yönetecek güvenlik kurumlarının güvenlik siyaseti anlayışları değişmektedir. Enformasyon devrimi, coğrafi sınırların stratejik konumlarının hızlı değişimi ve global sorunlar karşısında birlikte hareket etme zorunluluğu artmaktadır. Bu süreçte danışma ve diyalog mekanizması gelişmiş, yeni yönetim anlayışına sahip global bir güvenlik siyaseti geliştirilmesi zorunlu olmaktadır. Global güvenlik siyaseti üç temel misyon üzerine bina edilmektedir: 1. Global istikrarı korumak 2. Global caydırıcılığı arttırmak 3. Global demokratik değerleri korumak ve yaygınlaştırmak Bu üç temel konu tüm ülkelerin birbirleri ile kurdukları ilişkilerin temel karakteristiğini oluşturmaktadır. Paylaşılabilir bir güvenlik için ortak ilkelerin belirlenmesi kaçınılmazdır. Karşılıklı bağımlılık sıçrama yapabilen bir saldırganlığa karşı ortak önleyici tedbirlerle mümkün olacaktır. Bunların dışında ayrıca her ülkenin kendi ulusal güvenlik siyaseti ve bu siyasete ilişkin stratejileri bulunmaktadır. Bunlar arasında çok taraflı dengenin belirleyici aktörleri konumunda bulunan ülkelerin yeni güvenlik siyaseti stratejilerine ilişkin perspektifleri sıralamakta yarar vardır: 1.1,3.1. Ülkeler Her ülkenin global güvenlik siyasetinin bina edildiği yukarıdaki üç temel misyona öncelik vermek zorunluluğu bulunmaktadır. Amerika Birleşik Devletleri: Amerika Birleşik Devletleri'nin yeni güvenlik stratejisinin temel unsurları: ABD'nin kendi sınırları içindeki güvenliğini sağlamak, ABD'nin deniz aşırı unsurlarını (ekonomik, siyasi, askeri) korumak, ABD'nin stratejik müttefiklerinin unsurlarını korumak, ABD'nin ekonomik gelişmesi ve refahı için global güvenlik çevresi yaratmak, tüm dünyada demokrasi ve insan haklarını geliştirmek ve iyileştirmek, ABD'nin güvenliği için; ekonomik, siyasi ve askeri global liderliği korumak ve sürdürmek, global güvenliğin sağlanması için diğer tüm ülkeler ile işbirliği yapmak. Amerika Birleşik Devletleri'nin yeni güvenlik stratejisinin araçları ve hedefleri: Konvansiyonel silah kapasitesi ve teknolojisi olarak dünyanın en güçlü ordusuna sahip olmak. Ülkesi ve dünya için tehdit oluşturan kimyasal ve biyolojik silahları sınırlamak, yok etmek. Nükleer silah stoklarını tüm dünyada azaltmak, denemelerini yasaklamak, ABD'nin uluslararası diplomasisini destekleyecek yeterlilikte savunma gücü oluşturmayı sürdürmek. Birleşmiş Milletler gibi kurumların uluslararası girişimlerini desteklemek. Bölgesel uzlaşmazlık ve çatışmalarda, bölge ülkelerini çözüme aktif olarak dahil etmek. Krizlerin çözümünde müttefikleri ile hareket etmek. Amerika Birleşik Devletleri'nin yeni güvenlik stratejisinin tehdit algılamaları: ABD'nin konvansiyonel silah gücü üstünlüğünü sınırlayacak nitelikteki stratejik ve taktik silahlarda teknolojik ilerlemeler sağlanması ve bunların kullanımı, nükleer, biyolojik ve kimyasal silahların üretimi ve kullanımı; az sayıda bölgesel askeri güç/rakip konumunda bulunan ülkelerin aktiviteleri, bölgesel sıcak çatışmalar ve savaşlar, kitlesel ölümlere yol açacak terörist saldırılar ve ulusal ekonomisini hedefleyen saldırı ve sabotajlar. Amerika Birleşik Devletleri'nin yeni güvenlik stratejisinin askeri aktiviteleri: Hem kendi bölgesinde hemde dünyanın her yerinde, ABD'nin, müttefiklerinin ve dost ülkelerin unsurlarını aynı anda savunabilecek ve kriz anında cevap verebilecek, hızlı ve düzenli birliklerin varlığı ve konuşlandırılması. Askeri gücünü; deniz kuvvetleri, karasal kuvvet unsurları, uzay silahları, elektronik savaş ve iletişim teknolojisi destekli istihbarat yapısı üzerine kurmak. Deniz Kuvvetlerini tüm bölgelerde askeri savunma ve müdahaleye hazır tutmak, hayati öneme haiz bölgelerde (enerji havzaları vb) kuvvetli kara gücüne sahip ülkeler ile stratejik işbirliği (Orta Doğu, Orta Asya, Güney Doğu Asya) yapmak ve birlikte hareket etmek. Dünya'nın her yerine müdahale edebilecek hareketli askeri birlikler oluşturmak ve stratejik bölgelerde bu birlikler için gerekli altyapı oluşturmak. Nükleer silahlan ABD'ye ve ilgi alanlarına yönelik saldırılar karşısında kullanmak, uzayda liderlik etmek. Uzay teknolojilerini ve uzaydaki varlığını; füze savunma sistemleri , global pozisyonlama sistemleri, istihbarat vb gibi askeri ve güvenlik alanlarında, kitle imha silahlarına karşı kalkan ve koruma amaçlı kullanmak. Elektronik ve iletişim teknolojisini savunma ve istihbarat alanında kullanmak. Amerika Birleşik Devletleri'nin yeni güvenlik stratejisi için uluslararası işbirliği: Atlantik'in ve Avrupa'nın güvenliğinde temel unsur olarak NATO ile hareket etmek, Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası'na destek vermek, Avrasya'nın genel güvenliğinde AGİT hükümlerine ve şartlarına bağlılık göstermek, bölgesel anahtar ülkeler ile stratejik işbirlikleri yapmak. Rusya Ekonomik sorunlar, dış borç yükü ve yolsuzluklar ile mücadeleyi içeren yeniden yapılanma süreci Rusya'nın 2010 yılına kadar yeniden bir süper askeri güç olmasını engelleyecektir. Rusya'nın konvansiyonel silah gücü teknoloji ve miktar olarak zayıflamaktadır. Rusya konvansiyonel silahlı mücadelede yetersiz kalacaktır. Nükleer silahların kullanımında ise ABD ile imzaladığı START I ve START II anlaşmaları ile sınırlamalar vardır ve Rusya nükleer silah stokunu azaltmaktadır. Ancak Rusya özellikle nükleer silah, balistik füze silah sistemleri ve kitle imha silahları gibi alanlardaki teknolojisini geliştirecek, özellikli stratejik savunma silahları üreterek, Batı'nm konvansiyonel ve stratejik silah gücünü karşılayacaktır. Rusya askeri ve güvenlik alanındaki ilgisini giderek Kafkaslara ve İç Asya'ya yönlendirecektir. Rusya Avrupa Güvenlik Perspektifi içerisinde önemli bir yer edinecektir. Özellikle doğu kanadın güvenlik ihtiyaçlarının giderilmesinde AGSP ve/veya NATO ile bir çerçeve anlaşması yapması beklenmektediî. Çin 2010 yılma kadar askeri alanda ABD için rakip olma olanağı en yüksek ülke Çin'dir. Çin, ABD ile karşılıklı iki kutuplu bir dünya yaratmayacaktır. Ancak bölgesel ve global askeri dengeleri önemli ölçüde değiştirecektir. Çin asker ve konvansiyonel silah miktarı olarak 2015 yılında dünyanın en büyük ordusu olacaktır. Ancak kullanılan teknoloji ve askeri gücün tamamı modernizasyon açısından bu noktada olamayacaktır. Çin savunma teknolojisini de geliştirecektir. Bir veya birkaç silah sisteminde 2015 yılında Batı ile aynı teknoloji seviyesine ulaşabilecektir. Bununla birlikte 2010 yılında Asya-Pasifik bölgesinin en önemli askeri gücü olacaktır. Çin, ABD'nin bölgesindeki ilgi alanlarını gözardı ederek gündemini sürdürecektir. Çin ordusu, bölgesinde hava-kara ve deniz birlikleri ile deniz aşırı noktalarda harekat yapabilme gücüne erişecektir. Bu özelliği ile ABD ve Japonya ile rakip olacaktır. Çin, Tayvan ve İran körfezinin güvenliği gibi konularda ABD'nin güvenlik stratejileri ile çatışacaktır. Çin 2015 yılında; ABD'yi hedef alan ve ulaşabilen konvansiyonel ve nükleer başlık taşıyan, kara ve denizden atılabilen, hareketli balistik füzelere sahip olacaktır. ABD ve Çin 2010 yılına kadar askeri güçlerin bölgesel ve global olarak dengelenmesi konusunda uzlaşmazlık içinde olacaktır, ancak bu bir sıcak çatışmaya dönüşmeyecektir. Japonya Japonya 2010 yılına kadar daha bağımsız bir güvenlik stratejisi izlemeyi hedeflemektedir. Burada belirleyici temel unsur ABD ile 2.Dünya savaşı sonrasında yapılan anlaşmalar, yine ABD ile günümüze kadar sürdürülmüş olan güvenlik işbirliği ile ABD'nin takınacağı tavırdır. Ekonomik açıdan Japonya'nın içinde bulunduğu resesyon sürecinin devam etmesi de bağımsız güvenlik stratejisi uygulanmasını engelleyecektir. Almanya Avrupa'nın savunmasında ABD'nin ve NATO'nun belirleyici nitelikteki etkinliğinin azaltılmasını ve Avrupa Birliği'nin oluşturacağı AGSP içinde Almanya merkezli bir savunma gücü ile savunma ve güvenlik stratejisinin ve karar alma mekanizmasının hakim olmasını istemektedir. Bundan sonraki bölümlerde Almanya Avrupa Birliği başlığı altındaki değerlendirmelerin bir alt ifadesi olarak değerlendirilecektir. 1,1.3.2. Kurumlar Kurulmakta olan çok taraflı yeni denge içinde global güvenlik siyasetini belirleme ve yönetme işlevlerini yüklenecek kurumlara da ihtiyaç duyulmaktadır. Yeni global güvenlik siyasetini yönetme hedefine sahip olan iki kurum NATO ve AGSP'nun yaklaşımları önemlidir. Her iki kurum arasında global güvenliğin sağlanmasında çatışma alanlarının oluşacağı da açıktır. NATO Kuruluşunun 50. yılında uluslararası işbirliğine yönelik yeni güvenlik stratejisi belgesini 1999 yılında yayınlamıştır. 1949 yılından sonra ilk kez soğuk savaş döneminin sona ermesinin ardından NATO 1991 yılında değişen döneme uygun yeni bir güvenlik belgesi yayınlamıştı. Belgede yer alan yeni güvenlik stratejisi kavramı; diyalog-işbirliği ve ortak savunma ilkeleri üzerine kurulmuştur. 1994 Ocak ayında ise Barış için Ortaklık Programı geliştirilmiş ve NATO ittifakının genişletilmesi hedeflenmiştir. NATO dünya siyaseti ve ekonomisinde hızlı gelişmelere paralel olarak bu kez 1999 yılında 21.yüzyılın güvenlik stratejisi belgesini yayınlamıştır. NATO'nun 21.yüzyıldaki güvenlik yaklaşımı; vazgeçilmez savunma boyutunun yanısıra politik, ekonomik, sosyal ve çevresel unsurların önemini vurgulayan geniş bir yaklaşımı taahhüt etmektedir. Yeni Güvenlik Stratejisi Belgesinde yer alan NATO'nun yeni dönem yaklaşımı şöyledir: NATO'nun misyonu: Avro-Atlantik bölgesinde üye ülkelerin bağımsızlık ve güvenliğini, siyasi ve askeri araçlar kullanarak teminat altına almak. Avrupa'da adil ve kalıcı bir barışı tesis etmek ve sürdürmek. Avro-Atlantik sahasının güvenliğine tesir edecek, ülkelerarası siyasi barış ve ülkeler içi siyasi istikrar hedeflerine hizmet etmek. Pakt; Kuzey Amerika'nın güvenliğinin organik ve kaçınılmaz şekilde Avrupa'nın güvenliği ile ilişkili olduğunu kabul eder ve Avrupa'nın güvenliğini temel misyon edinir. Pakt; üye ülkelerini savunma seçeneklerinde hükümran ve karar vermekte serbest bırakmakla birlikte, hiçbir müttefikini temel güvenlik tehdit ve tehlikeleri karşısında kendi ulusal olanakları ile başbaşa kalmasına izin vermez. Pakt; müttefiklerinin ulusal askeri kapasitelerinin ötesinde, oluşturduğu askeri güç ile müttefiklerinin ve Avro-Atlantik bölgesinin güvenliğini sağlamayı sürdürecektir. Misyonun Yerine Getirilmesi: Güvenlik; Avro-Atlantik sahasında kurulan denge unsuru kurumlardan biri olmak, demokratik evrimin gelişimine yardımcı olmak, çatışmaların barışçı çözümünü zorlamak ve bir ülkenin diğerini tehdit ve işgal etmesini engellemek. İstişare; Müttefiklerin hayati çıkarlarını, üyelerin güvenliğini tehlikeye düşürecek, riske atacak gelişmelerin ayrıntılı olarak müzakere ve istişare edileceği bir transatlantik forum görevini yerine getirmek. Caydırıcılık ve Savunma; Herhangi NATO ülkesine yönelik her saldırı tehlikesine karşı caydırıcılık ve savunma fonksiyonunu yerine getirmek. Kriz Yönetimi Merkezi; Gelişmelerin önceden haber alınıp önlenmesine hizmet etmek, kriz kırma operasyonları (hareket) dahil , kriz yönetiminde aktif bir işlevi yerine getirmek. Ortaklık; Avro-Atlantik alanında üye olmayan diğer ülkeler ile de, şeffaflığı, karşılıklı güveni ve ittifak ile birlikte hareketi geliştirici, geniş çaplı ortaklık, işbirliği ve diyalog arayışı içinde bulunmak. Yeni Global tehdit algılaması ile beraber uygulanmakta olan operasyonlar karşısında alınan tutum ve global tehditi kurumsal olarak kabulleniş ile beraber, NATO için tehdit sathı tüm dünya olurken görev alanı buna paralel olarak Avro-Atlantik'ten global sahaya değişiklik göstermiştir. AGSP: (Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası) Avrupa Birliği; siyasi, ekonomik ve parasal genişleme ve birlik açısından uyum içinde bir süreci geride bırakmıştır. 1991 yılında alınan Maastricht kararları ile şekillenen bu süreçte Birlik , Ortak Dış Politika ve Savunma politikası ve kimliği oluşturulması konusunda sıkıntı yaşamaktadır. Avrupa Birliği uzun vadede. Birliğin ekonomik ve siyasi bir güç olabilmesi için; dış politika, güvenlik ve savunma kimliğinde de bağımsız olunmasını ve birlik içinde uyum sağlanmasını hedeflemektedir. Avrupa Birliği özellikle güvenlik ve savunma alanındaki bağımsızlığına yönelik adımları 1993 yılından itibaren atmaya başlamıştır. Batı Avrupa Birliği bu amaçla oluşturulan kurum olmuş ve Avrupa ordusu kurulması hedeflenmiştir. 2000 yılında ise Batı Avrupa Birliği kurumu kaldırılmış ve 2003 yılında oluşturulması tamamlanacak 60 bin kişilik Avrupa Acil Müdahale Gücü kurulması karara bağlanmıştır. AB, AGSP yapısı içinde Acil Müdahale Gücü'nün karar alma yapısını NATO'dan bağımsız tutmakta, ancak gerektiğinde NATO'nun istihbarat, haberleşme, lojistik olanaklarından yararlanmayı planlamaktadır. Bu yaklaşım AGSP ile NATO arasında veya ABD ile^AB arasında Avrupa'nın güvenliğinin tesisi konusunda bir yol ayrımını işaret etmektedir. Avrupa'nın güvenliği konusundaki uzlaşmazlık, NATO bünyesinde kurulması hedeflenen Avrupa Gücü fikrinin (1996) giderek AB'nin bağımsız Avrupa Ordusu fikrine ve talebine dönüşmesi ile 2010 yılına kadar olan süreçte belirsiz bir AB-ABD gerilimini yaratacaktır. NATO-AGSP ÇATIŞMASI: Önümüzdeki süreçte ABD ile AB arasında güvenlik alanında giderek bir kopma yaşanacaktır. NATO'nun içinde 1996 yılında oluşturulmaya başlanan AGSP'nın amacı; Avrupalı müttefiklerini Paktın misyon ve işlevlerine katılımını arttırmaktı. Ancak AGSP giderek NATO'dan bağımsız bir Avrupa ordusunun kimliği haüne dönüşmektedir. NATO ve AGSP arasında yaşanan bu kopma dünya genelinde stratejik dengelerin Washington ile Bonn-Moskova ekseni üzerine yerleşmesi trendinin ilk işaretleridir. Askeri silah standartlarında da NATO ortak standartları bozulmakta, ABD ve AB standartları ayrılmaktadır. ABD, Avrupa'nın güvenliğini kendi hayati güvenliği olarak algılamaktadır. NATO'nun temel misyonu da Avrupa'nın güvenliğidir. NATO, ABD için Avrupa'daki varlığının (2000 yılında 100.000 ABD askeri) temel aracıdır. AB, Avrupa'nın güvenliği konusunda uzun vadede AGSP ve Avrupa Ordusu ile hareket edecektir. Bu NATO'nun giderek misyonu ve işlevini kaybetmesi anlamına gelebileceği gibi, NATO'nun yeni bir misyonu yüklenebileceği sonucunu da yaratabilecektir. Diğer yandan ABD, Avro-Atlantik alanındaki güvenlik yaklaşımını bölge dışı faaliyetleri kapsayacak bir seviyede NATO'dan bağımsız hale getirecektir. NATO'nun işlevi ve buna bağlı, gücü değişecektir. Global demokratik değerlerin tesisi ve yaygınlaştırılması açısından NATO'nun Doğu Avrupa başta olmak üzere Kafkaslar ve yeni süreçte Avro-Atlantik alanın dışındaki Ortadoğu ve Kuzey Afrika ile Asya Pasifik bölgesine yönelik yeni bir stratejiyi uygulamaya koyması kaçınılmazdır. Bu stratejinin tayin ve yönlendirilmesinde Amerika Birleşik Devletleri'nin belirgin bir üstünlüğü olacaktır. Stratejinin temeli ise Barış İçin Ortaklık Yaklaşımı (BİO) olarak bina edilecektir. Uygulanmakta olan BİO stratejisinin yararları ve işleyiş biçimi göz önüne alındığında aşağıdaki perspektifin izlenebileceği beklenmelidir. BİO açısından strateji-hedef-etkileşim perspektifi: a. b. c. d. e. f. NATO ile askeri işbirliğinin geliştirilmesi, müşterek faaliyetlerin organizasyonu barışçıl bir diyalogu sağlamaktadır. Üye olmayan ülkeler ile kriz karşısında oluşacak kriz tepkimeleri için bir ön ve acil danışma mekanizmasının-, kurulması uluslararası işbirliğini arttırmaktadır. Global demokratik değerlerin uluslararası kabul gören bir güvenlik mekanizması tarafından korunması demokratikleşme arzusunu cesaretlendirmektedir. Global istikrarın sağlanması açısından şiddete başvurmadan caydırıcı işbirliklerinin geliştirilmesi mümkün kılınmaktadır. Ülkelerin toprak bütünlüğünün korunmasında uluslararası hukukun egemenliği kuvvet açısından desteklenmektedir. Ülkelerdeki silahlı kuvvetlerin demokratik bir çerçevede kontrol edilmesi sağlanırken siyasi yapının askeri kuvvetleri saldırı amaçlı kullanması engellenmektedir. 1.2. EKSENLER, ÇOK TARAFLI DENGE VE ÇATIŞMA ALANLARI İki kutuplu dünyanın sona ermesi sonrasında yaşanan tek kutuplu geçiş döneminde global dengeler kurulamamıştır. Ekonomik ağırlıklı dünya gündemi ekonomi alanında bile sorunların çözümünde başarılı olamamış, hatta yepyeni sorunlar ile karşılaşılmıştır. Yeni denge arayışlarını hayata geçiren olay ise 11 Eylül saldırısı olmuştur. Yeni dengenin kurulacağı süreçte değişen tehdit, düşman, güvenlik anlayışı ve buna bağlı güvenlik siyasetlerine bir önceki bölümde değinilmiştir. Yeni dengenin oluşturulmasında sadece güvenlik unsuru yeterli değildir. Güvenlik, siyasi, ekonomik ve sosyal unsurların tümü bir arada değerlendirilmektedir. Bu geniş kapsamdan bakıldığında global yeni süreçte yeni bir dengenin kurulacağı açıktır. Bu yeni denge tek kutuplu geçiş süreci sonrasında yeniden iki kutuplu bir yapı üzerine kurulmayacaktır. Çünkü iki kutupluluğu destekleyen ideolojik farklılıklar ortadan kalkmıştır. Yeni denge çok taraflılık üzerine kurulacaktır. Ülkelerin öncelikle güvenlik, siyaset, ekonomik ve sosyal açıdan iki eksen üzerinde ayrışacağı ve toplulaşacağı, ve bu iki eksenin soğuk savaş dönemindeki iki kutuba benzer iki ağırlık merkezi olacağı görülmektedir. Ancak her iki eksene taraf ülkeler arasında siyasi, ekonomik, sosyal ilişkiler çok taraflı ve yoğun olarak yaşanabilecektir. Bu nedenle yeni dönem Çok Taraflı Yeni Denge olarak isimlendirilmektedir. 1.2.1. YENİ EKSENLERİN TARİFİ Öncelikle yeni eksenlerin tarifi yapılmalıdır. Tarif için kullanılan yöntem ve araç ise jeopolitik teorilerdir. Jeopolitik teoriler de yeni dönemin koşullarına göre yenilenme ihtiyacı duymaktadır. Bu nedenle öncelikle eksenlerin oluşumu ve çok taraflı yeni dengenin kurulmasında kullanılan yeni bir jeopolitik teori geliştirilmektedir. Fiziki coğrafyaya veya sahip olunan kuvvete göre çeşitli jeopolitik teoriler geliştirilmiştir. Dünya hakimiyeti amaç edinildiğinde, jeopolitik teorilerin ne kadar önemli olduğu herkes tarafından bilinmektedir. Başlıca Jeopolitik teorileri; Kara Hakimiyeti teorisi. Deniz Hakimiyeti teorisi. Hava Hakimiyeti teorisi ve Kenar Kuşak teorisidir. Dünya hakimiyeti mücadeleleri genellikle jeopolitik teorilerden çok etkilenmiştir. Örneğin, Birinci ve ikinci dünya savaşları bu teorilerin çok etkisinde kalmıştır. Her iki dünya savaşı da, Paris-Berlin- Varşova-Moskova ana hattında devam etmiştir. Bu hat ise Kara Hakimiyet teorisinin yolunu izlemiştir. Jeopolitik özünde coğrafi esaslara dayanmaktadır. Bu nedenle jeopolitik teorileri oluştururken sürekli değişebilen unsurlara dayanmamak gerekir. Sahip olunan kara, hava veya deniz gücü ile ekonomik güç olmadan netice almak mümkün değildir. Oysa deniz, hava ve kara coğrafi olarak bir bütündür. Coğrafyanın bir bölümünü kullanmadan genel bir Dünya Politikası oluşturmak eksik bir teoriyi ortaya koyar. Kara Hakimiyeti ve Kenar Kuşak teorisi bu bakımdan daha uzun süreli ve reel bir değerlendirme için bize rehberlik etmiştir. Anılan bu teorilerin birincil amacı, Avrasya'yı kontrol etmek ve Avrasya'nın imkanları ile dünyayı kontrol etme arzusuna giden stratejik yolu tespit etmek olmuştur. Avrasya bir bütün olarak tek bir kuvvetin hakimiyetinde hiçbir dönem olmamıştır. Soğuk Harp dönemi bitimi ile birlikte Sovyet tehdidi ortadan kalkarken, yeni sorunları da beraberinde getirmiştir. Seksenli yılların sonlarından itibaren. Doğu Avrupa'dan başlayarak merkezi Asya'yı içine alan sınırsal değişim süreçleri, klasik anlamda iki kutuplu yapı üzerine oturan Soğuk Harp dönemi jeopolitik kuramlarının da büyük ölçüde değişmesine neden olmuştur. Coğrafi konum üzerinde bir değişiklik olmamıştır. Akarsular, dağlar veya denizler yerinde durmaktadır. Bu coğrafyaların üzerinde mevcut bulunan siyasi yapıda ise beklenen değişiklikler son derece yavaş seyretmektedir. Ancak, Avrasya'da bulunan dünyanın en büyük enerji kaynakları ve dünya nüfusunun büyük bir bölümü, bir başka ifade ile jeoekonomik imkanlar; dünya hakimiyetine giden jeopolitik kuramların esasını hala değiştirmemiştir. Avrasya'ya hakim olabilmek veya kontrol gücünü elinde bulundurmak, dünya hakimiyeti için kaçınılmaz arayıştır. İki kutuplu dünya bu mücadelenin tek bir tarafın hakimiyeti ile hitamını engellemiştir. Fakat bugün için oluşan tek kutuplu veya çok kutuplu ortam, aynı mücadelenin devam edeceğini göstermektedir. Global değişimler ülkelerin ulusal, bölgesel, kıtasal ve global hedeflerini de değiştirmektedir. Ancak merkezi Avrasya'yı kontrol etme arzusu yeni yöntemlerle varlığını devam ettirmektedir. Gelecek elli yılın en büyük ilgi ve etki odağı durumunda bulunacak Avrasya coğrafyası, klasik teorilerin ana hedefi olması konumunu devam ettirmekte, bununla birlikte Avrasya'nın yeni konumunu ortaya koyabilmek için jeopolitik konfigürasyonlar ve kontrol arttırıcı stratejik yol haritasında bazı değişiklikler yapılması gerekmektedir, gerektirmiştir. Bu anlamda Atlantik ve Pasifik arasında kalan ve içerisine Kuzey Afrika bölgesini de dahil ederek değerlendireceğimiz coğrafyaya ilişkin, Avrasya özelinde yeni bir jeopolitik etüdü gerekli görüyoruz. Bundan önceki süreçlerde iki kutuplu yapıyı baz alan iki ana eksen bulunmakta iken bu eksenlerin üzerine inşa edilen jeopolitik pozisyon artık değişmiştir. Ancak ülkeler için, coğrafi olarak farklı iki eksen oluşturarak Avrasya'ya yaklaşım olanağı devam etmektedir. Yeni eksenleri kavrayabilmek açısından yeni jeopolitik pozisyonu da açıklamak yararlı olacaktır. Merkez adası olarak, Avrasya jeopolitiğinde meydana gelen değişimler ve bölgenin jeoekonomik ve ekonostratejik değeri üzerindeki şiddetli çekicilik, bölge üzerinde siyasi, askeri ve ekonomik etkiler açısından yeni ilişkileri ortaya çıkarmıştır. Sovyetler Birliği'nin etki alanlarına yönelik sınıflandırmalar açısından eski teoride belirtilen "Kenar Kuşak" üzerinde yer alan ülkelerin yeni dönemle birlikte yoğun ve sancılı bir siyasi atmosferi yaşadıkları görülmektedir. Hür dünyaya açılan kapılar olarak kenar kuşak ülkelerinin eski ödevlerini tamamlamalarına rağmen, bazılarının eskiye oranla daha fazla önem kazandıkları ve küresel etkili ülkelerin ilgi sahalarına girdikleri gözlenmektedir. Eski Sovyet topraklarındaki büyük ekonomik zenginliklerin dünya pazarlarına ulaşabilmesi ve-bölge insanlarının batılı anlamda demokratik, ekonomik ve teknolojik gereksinimlerinin karşılanması için belirlenen güzergahlardaki ülkeler, genel jeopolitik konumlarına ek olarak yeni bir jeostratejik değer kazanmışlardır. Daha çok 25 inci ve 60 ncı Meridyenler ile 30 ncu ve 50 nci paraleller arasında kalan alana yönelik ilgi ile birlikte; Avrasya Merkez Adası'nı kontrol eden güney kuşak üzerindeki kapılar ve kuzeyde yer alan diğer çıkış noktalan dikkate alındığında; belirttiğimiz bu alanı baz almak suretiyle, Avrasya jeopolitik konumunun iç içe geçen üç çemberden müteşekkil olduğunu görmekteyiz (Şekil 1) İç Çember Bu alanı bir bakıma, milli sınırlar içerisinde kalan, korunma refleksi en üst seviyede olan bir kapalı alan olarak ifade etmek mümkündür. Yer altı ve yer üstü zenginlikler ile diğer imkan ve olanakları barındırdığından bu alan aynı zamanda Milli Ekonomik Alan'dır. İç çember dış müdahalelere karşı en çabuk tepki veren ve içe kapanan bir siyasi modeli harekete geçirebilecek alandır. Bu alan milli sınırlar ile çevrili olup, etnik özellikleri ön planda olan, demokratik yapıya geçiş aşamasında iç politika etkili bir yapıya sahiptir. Milli stratejik anlayış ve kavramları, ekonomik açıdan global ekonomi ile. bütünleşme isteğinde olmasına rağmen, iç çemberde daha çok "Güvenilir Sınırlar" istemiyle kapalı askeri-siyasi kavram ve anlayış benimsenmiştir. Orta Çember Bu çemberi daha çok Avrasya Merkez Alanı olarak tanımlayabiliriz. Bu alan milli politik ve askeri-ekonomik özellikleri taşıyan bir bölgesel alandır (Kafkasya, Hazar Havzası, Körfez Bölgesi gibi). Gerek coğrafi konumları, gerekse siyasi-ekonomik konfigürasyonları nedeniyle tek tek ülke bazında değil de, ikili ya da dar bölgeli ekonomik, siyasi ve askeri birliktelikler yoluyla dünya ile temas kuran veya küresel zincire katılabilen bir alan olarak iç çemberden farklılaşmaktadır. Orta Çember, kendileriyle fiziki sınırları bulunmayan diğer dünya ülkeleri ile iç çemberde yer alan ülkelerin etkin olarak ilişkilerini geliştirdikleri ve dolaylı ortaklıklar oluşturabildikleri bir alandır. Avrasya Merkez Alanı bölgeye fiziki komşuluğu bulunan Karasal Kuvvetlerin (Çin ve Rusya gibi) doğrudan ve dolaylı müdahalelerini önlemeye yönelik bölgesel sınırlar olarak bir savunma çemberidir. Özellikle Rusya dışında, bu bölgede oluşabilecek bağımsız, güvenlik ve ekonomik gruplaşmalar jeopolitik açıdan bir çatışma kaynağı olacaktır. Ancak Merkez alan üzerinde yer alan Kuzey Kafkasya bölgesi doğrudan askeri müdahaleye maruz kaldığından, bölgesel sınırların güvenliği için önleyici girişimlerin yapılması kaçınılmazdır. "Bölgesel Güvenlik Paktı" veya "AGİT Etki Alanı" gibi çözüm önerileri bu açıdan bir arayıştır. Dış Çember Dış çember Doğu Akdeniz'den Pasifik'e kadar uzanan, iç ve orta çembere yönelik faaliyet ve mücadelelerin yürütüldüğü bir alan, diğer bir ifade ile "Uluslararası Stratejik İlgi Alanı" dır. Doğal zenginliklerin kullanımı, sanayi ve enformasyon transferi, merkez alanına yönelik ticaretin gelişimi ve ilgili ulaştırma (nakliyat) sorunlarının çözümü, ekonomik globalizasyon süreci ile birlikte çalışmaların yapıldığı alandır. Avrasya Merkez Alanı iki koridor arasında sıkışmıştır. Kuzey Orta Hat olarak ifade edebileceğimiz Çin-Kırgızistan-Kazakistan-Rusya üst koridoru, bir stratejik eksen olarak tek parçalılığını korumakta zorlanmaktadır. Pasifik ve Güney Alt Asya'ya deniz açılımı sağlayan Çin, aynı kolaylığı İç Asya açısından bulamamaktadır. Himalayalar, Hindukuş ve Tanrı Dağları ile Güney Batı Asya sınırı doğal olarak çevrilen Çin'in Hazar'a giden yolu, arazi yapısı sebebiyle Kırgızistan ve Kazakistan üzerinden geçmektedir. Bölgedeki petrole olan ihtiyacı nedeniyle (Kazakistan-Çin Petrol Boru Hattı), Çin'in bölgeye olan ilgisi Rusya ile dolaylı çatışma noktasıdır. Güney Orta Hat olarak ifade edebileceğimiz Türkiye-İran-Pakistan-Hindistan alt koridoru ise homojen bir görüntü için yeni konumlarına uygun yapılanmalar içerisindedir. Genel anlamda küresel olarak yukarıda belirlenen Avrasya merkezli jeopolitik pozisyon alt seviyede Avrasya dış çemberine yönelik yaklaşımı sağlayan iki ekseni oluşturmuştur (Şekil 2). Oluşan bu iki eksen coğrafi olarak Avrasya Merkez adasına ulaşma yollarını ve bu süreçteki ikili veya çok taraflı ülke ilişkilerini ifade etmektedir. Bu iki ekseni "Pasifik Ekseni" ve "Kuzey-Batı Ekseni" olarak isimlendirmekteyiz. Pasifik Ekseni ABD, fiziki sınır olarak kendisini Pasifik üzerinden Avrasya'ya yaklaştırma noktasına getirmiştir. Pasifik ekseni Çin sınırlarından başlayıp, Pasifik uzantısı olan Hint Okyanus'unun kuzey kıyılarına kadar devam eden bir alanda tam bir yay çizmiştir. ABD, Çin, Japonya, Hindistan ve Pakistan bu yayın üzerinde, Avrasya Merkez Alanı'nı bu eksen açısından Kuzey-Batı ve Güney-Batı yönünde etkilemektedir. Pasifik Ekseni, hem Avrasya Merkez Alanı hem de Alt Güney Asya açısından Çin-ABD, Çin-Japonya, ABD-Japonya, ABD-Hindistan, Çin-Hindistan, Japonya-Hindistan denklemlerini ortaklık ve rakabet çerçevesinde bu hat üzerinde taşımaktadır. Pasifik ekseni bir bakıma Avrupa Birliği'nin bölgedeki ekonomik etkinliğini güney girişi açısından zorlayıcı bir unsurdur. Kuzey-Batı Ekseni Birincil seviyede Rusya'nın, ikincil seviyede Rusya ve AB'nin (daha özelde Almanya'nın) ekonomik ve siyasi etkiselliğini Hazar Havzası ve İç Asya'ya kadar taşıyan bir eksendir. Bu eksen Doğu Avrupa-Ukrayna-Kafkasya güzergahını izleyen bir mihverdir. Bu mihyer aynı zamanda Kuzey Orta Hat koridoru yoluyla Çin'e kadar uzanmaktadır.İpek Yolu'nun adeta Ukrayna üzerinden Avrupa'ya uzanan şeklini andırmaktadır. Kuzey-Batı Ekseni hem Doğu Avrupa açısından hem de Hazar Havzası açısından Almanya-Rusya, AB-Rusya, Rusya-Çin ve AB-Çin denklemlerini ortaklık ve rekabet çerçevesinde bu hat üzerinde taşımaktadır. Bu eksen aynı zamanda nisbi de olsa ABD'yi de aynı eksende kuzey girişi açısından zorlayıcı yönde etkilemektedir. Her iki eksenin denge ve germe noktası ise Doğu Akdeniz ve Yakın Doğu ile birlikte Hint üçgenidir. Yani diğer ifadeyle Türkiye, İsrail, Pakistan,Hindistan ve İran'ın hassas düzeyde etkin oldukları bir jeopolitik köprüdür. Kuzey Orta Hattın (Rusya -Çin-K.Kore) oluşturduğu tehdide karşılık ABD'nin merkez Avrasya açısından bölgesel bir güvenlik denklemi kurmaya çalıştığı gözlenmektedir. Bir bakıma Kuşatma Stratejisi olarak ifade edebileceğimiz bu denklem 4 unsur üzerinde bina edilmiştir. Türkiye, Hindistan, Endonezya ve Japonya bu unsurları oluşturmaktadırlar. Bu unsurlar aynı zamanda barındırdıkları kültürel güç ve ekonomik imkanlarla da dikkat çekicidirler. Bu denklem içerisinde İran'ın konumu, kendi geleceğine ilişkin politikaları ile birlikte değerlendirilecektir. Ancak, İran'ın Çin ve Rusya ile askeri ilişkileri bakımından ABD açısından bir tampon vazifesi görmesi daha muhtemel bir değerlendirmedir. Yeni jeopolitik düzenleme içinde ABD, kendisini bir denge arayışında bulunan Koordinatör olarak görmekte ve ittifak ve ilişkilerini stratejik ve stratejik olmayan ortak konumuna taşımaktadır. ABD'nin kendi iç politikasının geleceği göz önüne alındığında, kendisinin bu duruma zorunlu olacağı gözlenecektir. ABD bölgesel kuvvet olanaklarını elde ettiği refah ile birlikte paylaşma eğilimine girmektedir. Bunun karşılığında paylaşabileceği güvenlik ortakları oluşturmaya çalışmaktadır. Bu nedenle yeni bölgesel liderliklere olan ihtiyaç artmaktadır. Avrasya'nın yeni jeopolitik konumu tek başına bir liderliği mümkün kılmamaktadır. Bu nedenle yukarıda anılan eksenler ve yeni gruplaşmalar çerçevesinde Avrasya'yı, dış çemberi göz önüne alarak ve Hazar'ı orijin kabul ederek 4 ana bölgeye ayırabiliriz. (Şekil 3) Kuzey Avrasya Balkanlar'ın Kuzeyi, Karadeniz, Kuzey Kafkasya, Ukrayna ve Rusya'yı içerisine alan bu bölge Hazar Havzası ile Avrupa arasında kalan bir coğrafyadır. Kuzey Avrasya bölgesi Avrupa Birliği ile Rusya'nın etkisi altındadır. Rusya'nın bu bölge üzerinde yürüttüğü doğrudan müdahaleler ile istikrarsızlık yaratma operasyonları Hazar Havzası üzerindeki baskıları arttırmaktadır. Kuzey Kafkasya ve Karadenizin güvenliği bu alanın en önemli sorunlarıdır. Bölgenin barışı açısından ABD'nin ve AB'nin Rusya'yı bu alanda dengelemesi gerekmektedir. NATO ile Doğu Avrupa ilişkileri açısından ABD'nin bölgeye ilişkin etkinliği devam etmektedir. (f) < > LU N LU CO LU OI CO • •••• co < a: Güney Avrasya Doğu Akdeniz, Güney Kafkasya ve Yakın Doğu'yu içerisine alan bu bölge Akdeniz ile Hazar Havzası arasında kalan bir coğrafyadır. Genellikle Türkiye, İsrail ve İran'ın etkisi altında kalan bu bölgede, ABD de doğrudan müdahil olmaktadır. Güney Avrasya'nın sert bir liderlik yarışı devam etmektedir. Türkiye-İsrail-ABD stratejik ortaklığı bölge genelinde bir güç olarak etkilidir. İran'ın terörizmle ilgili konumunun yanı sıra, Irak'ın Kuzeyi, Güney Kafkasya ve Ermenistan, Orta Doğu Barış Süreci bölgede devam eden sorunlardır. Kuzey Asya Hazar Havzası'ndan Okyanus kıyılarına kadar uzanan ve Tanrı Dağlarının kuzeyinden geçen bir alanı kapsamaktadır. Çin ve Rusya'nın etkinlik mücadelesi yürüttükleri bu coğrafya doğuya gidecek enerji koridoru açsından son derece önemlidir. Çin güvenlik, ekonomik ve politik işbirliği ortamında bu alandaki etkinliğini arttırmaktadır. Karasal Kuvvetler olarak Rusya ve Çin arasında doğabilecek gerilimin bölge istikrarını etkilemesi riski günceldir. Fergana Vadisi başta olmak üzere su sorunu önemli çatışma kaynaklarındandır. Güney Asya Körfez'in doğusundan Alt Güney Asya'ya kadar olan geniş bir coğrafyadır. Afganistan'daki ekstremist dini-grupların yarattığı ve merkezi Avrasya'ya doğru etkiselliğini gösterdiği problemler nedeniyle bir yönüyle İran'ın da dahil olduğu bu alanda, Keşmir sorunu nedeniyle Pakistan-Hindistan, ekstremist dini grupların radikalist tutumları nedeniyle Endonezya ve Filipinler belirgin sorun merkezleridir. Güney Asya'nın batısında İran, Pakistan ve Hindistan, doğusunda Çin-Japonya ve ABD etkin bir kuvvet merkezi konumundadırlar. Jeopolitik teorilerin salt askeri harekata yönelik önemleri gittikçe azalmaktadır. Gelişen savaş tekonolojisiyle birlikte, uzun menzilli füzeler, havada yakıt ikmali yoluyla daha uzun süre mesafe alabilen uçaklar, deniz silahlarındaki gelişmeler artık coğrafi engelleri (su,dağ v.s) rahatlıkla aşmaktadırlar. Ayrıca gelişen uzay teknolojisi ile birlikte muharebenin seyri çok değişmektedir. Yeni bir kavram olarak Uzay jeopolitiği hayatımıza girmiştir. Ekonostratejik hedeflere giderken hangi jeopolitik güzergahların izleneceği ve kriz bölgelerine yönelik önleyici veya müdahale edici güvenlik tedbirlerinin alınması gerektiği jeopolitik açıdan daha öncelik taşıyan konular olarak etkin olacaktır. Pasifik Ekseni ve Kuzey-Batı Ekseni arasında ülkeler arası taraflılık ve çatışma seviyeleri ile paralel olarak Avrasya'nın geleceği barış ve refah açısından arayışını devam ettirmektedir. 1.2.2. ÇOK TARAFLI YENİ DENGE VE ÜLKELER Merkezi bir konum olarak Avrasya jeopolitiğinde meydana gelen değişimler ve bölgenin jeoekonomik formasyonundaki şiddetli çekiciliğin, güçlü devletlerin siyasi etki alanlarında yeni ilişkileri ortaya çıkardığını ifade etmiştik. Bu anlamda yeni gruplaşmaların olduğunu belirtirken, bir hususu da hatırlatmak gerekir. Katı bir kamplaşma yerini aynı anda birden fazla grup içerisinde yer almaya bırakmıştır. Dünya ölçeğinden Bölgesel niteliğe indirgenen ortaklıklar bu durumu daha da kolaylaştırmıştır. Dile getirilen coğrafi tanımlı iki eksen dışında Amerika Birleşik Devletlerinin tek ve en büyük güç olmasına karşın global güvenlik için koordinasyon liderliği dışında kalan konular açısından farklı bir yapı oluşmuştur. Biz bu yapıyı "çok taraflı yeni denge" olarak isimlendirmekteyiz. Çok taraflı yeni denge siyasi bir sonuç olarak algılanmalıdır. Çok taraflı yeni dengeyi ortaya çıkartan ve ülkeler arası ilişkiyi tayin eden üç faktör bulunmaktadır: a. Coğrafi faktörler b. Ekonomik faktörler c. Askeri faktörler Coğrafi faktörler olarak ifade edilen yukarıda detaylı olarak anlattığımız jeopolitik pozisyon değişikliği ve bu değişikliğin yarattığı jeostratejik devrimdir. Küreselleşme, piyasa ekonomisi ve demokratik değerlerin yerleştirilmesi sürecinde karşılaşılan gelir dağılımı bozukluğu, yoksulluk ve ekonomik resesyon gibi sorunlar çok taraflı yeni dengenin tasarlanmasında etkili olmuştur. Üçüncü olarak, ortaya çıkan yeni global tehditler ve buna karşı oluşturulmaya çalışılan yeni global güvenlik stratejilerinin uygulanmasına dönük askeri faktörlerdir. Askeri faktörlerin bölgesel anlamda yarattığı işbirliği ivmesi, çok taraflı ve esnek bir yeni dengenin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Belirtilen bu yaklaşımla birlikte yeni dengeyi tarif etmek daha kolaylaşacaktır: "Global hammadde ve enerji ihtiyaçlarının karşılanması, piyasa ekonomisi kuralları içerisinde global ticaretin yaygınlaştırılması, global seviyede finansal istikrarı koruyucu çalışmaların yapılması, global demokratik değerlerin yaygınlaştırılması ve yoksulluğun azaltılmasıyla beraber global refahın arttırılması için ekonomi ve güvenlik temeli üzerinde inşa edilen karşılıklı ve paylaşım esaslı yeni siyasi yapının çok taraflı olarak oluşturmaya çalıştığı yeni denge". Çok taraflı yeni denge için belirleyici ana akslar (ana aksları oluşturan ülkeler) ve bunların arkasında sıralanan diğer ülkeler bulunmaktadır. İlişki esnek tasarlandığından dolayı taraflar arası geçişler ve konuya göre taraf olmak şeklinde serbestlik göze çarpmaktadır. Bir taraf ile ekonomik ilişki ve bağ kurulurken diğer taraf ile askeri bir bağın kurulması mümkün olmaktadır. 1.2.2.1. Çok Taraflı Dengede Ana Aks Ülkeler Oluşmakta olan çok taraflı yeni dengede ana aksı oluşturan 5 ülke bulunmaktadır. Bu ülkeler, 1. Amerika Birleşik Devletleri 2. Avrupa Birliği 3. Çin 4. Rusya Federasyonu 5. Japonya Bunların dışında 2015 yılına doğru ana aks seviyesine ulaşmaya çalışan Hindistan da bulunmaktadır. Japonya ise 2010 yılından itibaren askeri özelliği ile birlikte tam bir ana aks niteliğini kazanacaktır. Ülkeler için global konumlanma, bu ana aksların yanında veya karşısında alacakları pozisyonlarla gerçekleşecektir. "Çok Taraflı Yeni Denge" aks ülkelerini ayrıntılı olarak incelemekte yarar vardır. Amerika Birleşik Devletleri 2010 yılına kadar ABD, ekonomik ,askeri ve siyasi olarak global yeni sistemin tek süper gücü olmaya devam edecektir. ABD, bu özelliği ile uluslar arası ilişkiler sisteminin merkezinde yer alacak ve global gelişmeler ve ilişkilerin belirleyici en önemli ülkesi olacaktır. Bununla birlikte dünya sahnesinde ABD'nin global liderliğine karşı etkin olmaya çalışacak aktörler yer alacaktır. Bu aktörler, Çin, Rusya, Hindistan, Japonya gibi ülkeler, AB gibi bölgesel organizasyonlar, çok uluslu şirketler ve çok uluslu hükümet dışı kurumlardır. ABD global liderliğinde bu aktörleri göz önünde bulunduracaktır. Bu aktörlerin amacı ABD hegemonyasına karşı bir güç koalisyonu oluşturmak değildir. Stratejik hedeflerden çok taktik yaklaşımları benimseyecek bu ülkeler ve kurumlar, uluslar arası ekonomik, askeri ve siyasi ilişkilerin belirlenmesinde daha kuvvetli ve etkin rol edinmek amacında olacaklardır.Diplomasi daha karmaşık hale gelecektir. ABD yeni \ / \ Z / <— î^^" • • • • 1 (/)< IS OL LU Û UJ U. / \ / süreçte birden fazla konuda, dış politika hedeflerini desteklemek için koalisyon(lar) oluşturmakta geçmişe göre daha çok zorlanacaktır. Bununla birlikte uluslararası topluluk mevcut ve olası çatışmaların ve uzlaşmazlıkların çözümünde ABD'ye başvurmaya devam edecektir. Dünya güvenliğinin belirlenmesinde ve güvenlik stratejileri ile politikalannın oluşturulmasında, tüm ülkeler ABD'nin askeri gücünü ve güvenlik konseptini belirleyici olarak kabul edeceklerdir. ABD'nin yeni dönemde liderliğini destekleyen ve bu konuda belirleyici olan unsur ise "Teknoloji" olacaktır. ABD Teknoloji devriminin lideri olmaya devam edecektir. Teknolojik liderlik; ekonomik ve askeri güç oluşturulmasını sağlamaktadır. ABD'nin tek süper güç olma konumunu değiştirecek yegane unsur; ikinci bir veya daha çok sayıdaki ülkenin teknolojik üstünlüğü ele geçirmesidir. Aksi takdirde ekonomik veya askeri güç dünya liderliği için tek başına yeterli olmayacaktır. ABD ekonomisi dünya ekonomisinde belirleyici olmaya devam edecektir. Ancak diğer ülke ve bölgesel birlikler ile karşılıklı bağımlılığı artacaktır. Bu nedenle ABD dışındaki ekonomik gelişmeler ve istikrarsızlıklar, önceki dönemlere göre ABD'yi daha çok etkileyecektir. ABD ekonomik kararlarını alırken iç ekonomik gelişmelerden çok global ekonomideki trendleri göz önünde bulunduracaktır. ABD, ekonomik büyümesini; bilgi üretimi, teknolojik gelişme ve verimlilik artışına dayalı olarak sürdürecektir. Hizmetler sektörü ve bilgi ekonomisi ürünleri ekonomiyi oluşturacaktır. Bilgisayar, Bilgi işlem ve Enformasyon teknolojisi ABD ekonomisinin merkezi (kalbi) durumuna gelecektir. ABD klasik sanayi üretiminde dünya ekonomisi ihtiyaçlarını göz ardı edecek ve üretimi diğer ülkelere kaydıracak veya terk edecektir. Ekonomik gelişmenin verimlilik artışına bağlı gelişmesi; refah ve gelir artışını hızlandırırken gelir dağılımını iyileştirmeye devam edecektir. Verimlilik artışı ve teknoloji geliştirmenin temelinde ise reformlar geçiren ABD eğitim sistemi bulunmaktadır. ABD, dünyanın en gelişmiş ekonomilerinin bulunduğu Atlantik ötesi ülkeler ile en hızlı büyüyen ekonomilerin bulunduğu Doğu ve Güney Doğu Asya ülkelerinin coğrafi olarak ortasında bulunmaktadır. Her iki bölge; Avrupa ve Asya Pasifik ile önümüzdeki dönemde Serbest Ticaret Alanlarının oluşturulması hedeflenmektedir. Böylece serbest ticaretin yarattığı küreselleşmenin ekonomik nimetlerinden her iki alanın tek ortağı olarak en çok ABD yararlanacaktır. ABD dünya kültüründe belirleyici olmayı sürdürecektir. Ancak yeni dönemde belirleyici unsurlar çok çabuk tüketilen ürünler değil, İnternet ve Enformasyon teknolojisi ile oluşan bilgi içerikli unsurlar olacaktır. Bilgi yönetiminin önemi nedeniyle, diğer ülkeler de ABD'nin liderliğindeki bu ağın içinde yer alacak ve ağın dağıttığı kültürün ve felsefenin etkisi altında kalacaktır. ABD, 2010 yılına kadar olan süreçte dünyadaki doğal kaynaklar ve enerji kaynaklarında yaşanabilecek sıkıntılardan en az etkilenecek olan ülkedir. ABD üretime almadığı çok önemli enerji ve doğal kaynak rezervlerine sahiptir. AB ve Japonya'yı önemli ölçüde etkileyecek demografik yapıdaki nüfusun yaşlanması tehdidi de en az 2020 yılına kadar ABD'de görülmeyecektir. ABD sahip olduğu uzay teknolojileri ve uzay araştırmaları ile Uzayın kontrolünde de liderliği sürdürecektir. Ekonomik olarak çok önemli kaynakların ayrıldığı Uzay çalışmalarında ABD ile diğer ülkeler arasında fark açılacaktır. ABD'nin rakipliğini (ortaklığını) Rusya yerine Çin dolduracaktır. ABD'de teknoloji ve ekonomik gelişmelerin neden olduğu sosyal hayat ve ilişkilerdeki değişimler politik muhalefeti güçlendirecek, küreselleşme ve makineleşmenin insan hayatı üzerine getirdiği zorlamalar nedeniyle, Cumhuriyetçi ve Demokrat Parti dışında siyasi hareketler talep edilecek ve bu siyasi güçler 2008 seçimlerinde etkin olabileceklerdir. Avrupa Birliği Avrupa Birliği 2010 yılına kadar Avrupa Projesinin tamamlanması konusunda önemli mesafe sağlamış olacaktır. Avrupa Projesi kurumsal reformlar, genişleme, ortak dış politika ve ortak savunma-güvenlik politikalarından oluşmaktadır. Avrupa Birliğinin orta vadeli gündemi Avrupa Komisyonu tarafından kabul edilen Agenda 2006 belgesi ile belirlenmiştir. Birlik; bütünleşme ve genişleme, küreselleşmenin avantajlarını kullanabilme, enformasyon ve bilgi teknolojisi kullanımını genişletme, demografik (nüfusun yaşlanması) baskıları yönetme konularına ağırlık verecektir. Yeni süreci belirleyecek Avrupa Konvansiyonu ise 10 yıllık stratejik yaklaşımı belirlemek üzere uzun bir maratona başlamaktadır. Avrupa Birliği ekonomik istikrarını sürdürecek olan tek para birimi Euro'yu ihraç ederek kullanmaya başlamıştır. Birlik 2010 yılında nüfus artışının durması ve sağlanacak ekonomik gelişme ile birlikte kişi başına düşen gelir ve refahı en çok artıran bölge olacaktır. Avrupa Birliği ekonomik alanda ABD'nin son on yılda uyguladığı enformasyon teknolojisi, yaratıcılık ve buluşlar ile bilgiye dayalı ekonomik büyüme sürecine 2010 yılına kadar girecektir. Birlik ekonomik açıdan; ekonomik ve parasal birliğin sağlandığı 1991-2002 yıllarının aksine daha dışa açık bir politika izleyecektir. Birlik global sürece daha çok katılacak, ancak ekonomik açıdan 2010 yılında ABD'nin yine global dünyayı şekillendirme ve yönlendirme gücünü kıramayacaktır. Avrupa Birliği'nin ekonomik gelişmesi önünde engeller sosyal devlet politikaları, emek piyasalarının katı yapısı ile kamu düzenlemeleridir. Birlik üyeleri ekonomik reformlar ve küreselleşmeye uyum için sosyal devlet ile liberal piyasalar arasında üçüncü yolu geliştirmeye devam edeceklerdir. Avrupa Birliği önünde önemli tehditlerden biri de yaşlanan nüfus, düşük doğum oranları ve buna bağlı olarak nüfusun bazı ülkelerde mutlak olarak azalması olacaktır. Bu gelişme Avrupa'nın refah ve güvenliğini olumsuz etkileyecektir. Ülke bütçelerinin daha büyük bölümleri sosyal güvenlik harcamalarına ayrılacak ve ekonomik gelişmenin dayandırılacağı enformasyon ve bilgi teknolojileri için işgücü eksikliği yaşanacaktır. Avrupa Birliği 2010 yılına kadar yeniden yoğun bir göç ile karşılaşacaktır. Bu göç iki şekilde olacaktır. Birincisi yasal yollardan yaşlanan nüfus nedeniyle artan işgücü talebini karşılama, ikincisi ise K. Afrika, Orta Doğu, Orta Asya ve Kafkaslardan yasa dışı mülteci akını ve sığınmalar şeklinde olacaktır. Avrupa Birliği yeni bir kimlik, milliyetçilik, azınlık sorunu ile karşılaşacak ve bu sorun politik akımları da etkileyecektir. Avrupa Birliği'nin global rolü ve belirleyiciliği siyasi ve askeri olmaktan çok ekonomik konular olmaya devam edecektir. Avrupa Birliği ekonomik ve ticari açıdan Transatlantik bağlarını güçlendirecektir. Ekonomik gündem öncelikli olacaktır. ABD başta olmak üzere Kuzey ve Güney Amerika ülkeleri ile 2010'a kadar geniş bir serbest ticaret alanı kurulması müzakereleri başlamış olacaktır. Birlik yine Doğu ve Güney Doğu Asya ülkeleri ile ticari ilişkilerini geliştirecektir. Orta Asya ve Kafkaslar ise daha çok enerji kaynakları ve ticaret yolları açısından Birliğin ilgi alanı olacaktır. Rusya AB'nin genişleme sürecine dahil olmayacaktır. Bununla birlikte Moskova ile istikrarlı bir ekonomik ilişki tesis edilecektir. Rusya güvenlik açısından AB için bir tehdit olmaktan çıkacak, hatta AB ile Rusya Orta Asya ve Kafkaslara yönelik yeni bir güvenlik ekseni tesis edebileceklerdir. Uluslararası hukuki kurumların ve normların oluşturulması, uluslararası uzlaşmazlıklarda diplomatik çözümlere katkı, insani yardımların genişletilmesi ve çatışmalara Birleşmiş Milletler veya ABD ile oluşturulan koalisyonlar ile müdahale etmek hedeflenmektedir. Ancak koalisyonlara katılımda askeri güç bulundurma konusunda çekimser kalacaktır. Avrupa Birliği savunma ve güvenlik konusunda ağırlığını daha çok Birliğin kendi içinde ortak politikaların ve kurumların oluşturulması, Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikasının geliştirilmesi ile ABD ve NATO ile Birlik ilişkilerinin yeniden tarif edilmesi üzerine verecektir. Avrupa Birliği'nin 2010 yılına kadar Avrupa Projesini tamamlama sürecinde kurumsal yapılanma, genişleme ve ortak politikalar oluşturulması konusunda karar birliği henüz oluşmamıştır. Bu alanda çeşitli senaryolar bulunmaktadır ya da bazı senaryolar savunulmaktadır. Ancak olasılıkları belirsizdir. Avrupa Birliği öncelikle Birliğin siyasi kurumlarında genişleme ile birlikte reform yapma baskısı ile karşılaşmaktadır. Genişleyen Birliğin 12 ülkeli yapısında düzenlenmiş kurumları ile yönetilmesi mümkün değildir. Bu aşamada Birlik üyelerinin yönetim kademesinde alacakları yetkilerin farklılaştırılması ve üç grup ülkenin oluşturulması (Üç Vitesli Avrupa) fikri bu kez Birliğin kopması veya kendi içinde parçalanması olasılığını da (tehdidini) beraberinde getirmektedir. Konvansiyon toplantılarının başlamasına ve 2012 vizyonu ve AB ikinci kuşak yol haritasının oluşmasına neden olan dört başlık bulunmaktadır: 1. Karar Mekanizması: Üye ülkelerin ve çekirdek güç oluşturan ülkelerin karar merciindeki sınırları, ile yeni katılımlarının yaratacağı sorunlar karar mekanizmasını açık olarak tanımlayan anayasal çerçeve üzerinde gözden geçirmeleri zorunlu kılmaktadır. 2. Tarım Politikaları: Özellikle Polonya'nın katılımı konusundaki tartışmalardan kaynaklanan ve Birlik içi tarım politikasının stratejisi ve ilgili yardımlar konusu İspanya ve Portekiz başta olmak üzere Birlik içinde sorun teşkil etmektedir. 3. Anayasal Gözden Geçirme: Birlik içindeki demografik değişim, karar mekanizması, adaylar ile ilişkiler, normların yeniden tayini, yardımlar gibi konuların yer aldığı hukuki tartışmalar devam etmektedir. 4. Genişleme: Doğuya doğru genişleme süreci, bazı Baltık ülkelerinin durumunu gözden geçirme. Germen jeopolitik etkinliğini arttırıcı yönde genişleme ve Almanya'nın yeni dönemde agresif ve büyümeye dayalı ekonomi politikası izleme isteği, buna karşın Fransa'nın sosyal yapıyı ve geri kalmışlığı giderme amaçlı ev içinde kalma isteği Avrupa Birliği için genişleme kaynaklı sorunlardır. Avrupa Birliği fiziki sınırlarını kuzeyden Ukrayna'ya ve dolaylı olarak Hazar havzasına taşımaya endeksli Almanya yaklaşımı Birlik içinde grup ayrılığını teşkil etmiştir. Avrupa Birliği içinde iki temel grup arasında mücadele devam edecektir: 1.Kuzey ya da Alman Grubu: Germen jeopolitiğinin sınırlarını AB'ye katmayı hedefleyen Almanya'nın başını çektiği grup. Bu grubun gelecek Avrupa'sını Almanya'nın önderliğinde agresif bir ekonomik ticari politika ile büyütmek ve güçlendirmek suretiyle ABD'nin temel ve en güçlü sınırlayıcı rakibi haline getirmek oluşturmaktadır. 2.Akdeniz/Latin ya da Fransız Grubu: Bu grup Avrupa'nın doğuya ve kuzey hattından genişlemesini sınırlandırmak isteyen ve Birlik içinde gelecek on yılda sosyal yaşamı düzenleyen ve Birlik üyesi ülkelerin bireylerinin yaşam standartlarının öncelikle yükseltilmesini talep eden bir perspektife sahiptirler. Fransa, İtalya, İspanya, Portekiz ve Yunanistan bu grubun üyesi olup liderliği Fransa yürütmektedir. İtalya yeni süreçte Almanya eksenine geçebilecektir. Çin Çin son yirmi yıl içinde siyasi ve ekonomik yapısında önemli değişikliklere gitmiştir. Sosyalist bir rejim ile yönetilen Çin liberal ekonomik politikaları benimsemiş, ancak siyasi rejiminde, siyasi liberalizmden uzak, totaliter bir rejim ile yönetilmektedir. Çin yirmi yıllık sürecin ardından 2010 yılına kadar Doğu Asya ve Pasifik bölgesinin lideri, 2010 yılından itibaren ise Dünya'nın lideri olma potansiyeline sahip bulunmaktadır. Ancak bu potansiyel ile birlikte, Çin için önümüzdeki döneme ilişkin önemli belirsizlikler ve bilinmeyenler bulunmaktadır. Çin ekonomik açıdan hızlı büyümesini sürdürecektir. 2010 yılına kadar olan dönemde uluslararası piyasalar ile olan bütünleşme, mal ve hizmet piyasaları, mali piyasalar ve sermaye hareketlerinde kademeli olarak sağlanacaktır. Çin'in ekonomik büyüme ve gelişmesi bölgesel ekonomik ilişkiler ve ticaret ile yine ABD ile olan ilişkiler ve ticarete dayanmaktadır. Bu nedenle uluslararası bütünleşme seviyesi arttıkça, ekonomik büyümenin daha da hızlanması beklenmektedir. Çin 2010 yılında Asya-Pasifik bölgesinin üretim ve ticaret açısından ekonomik lideri olacaktır. Çin ekonomik gelişmeyi, siyaset (demokratikleşme) ve güvenlik konulan ile dış politikanın önüne alacaktır. Bu üç alandaki etkisi için ise ekonomik gücü belirleyici olarak görmektedir. Bununla birlikte ekonomik gelişme toplumsal yapıda önemli bir bölünme (ayrışma) üzerinde sürdürülmektedir.Çin'in ekonomik büyümesinde itici gücü Çin denizi kıyısındaki Doğu Çin'de bulunan dört merkez sağlamaktadır. Yabancı sermaye yatırımlarının yoğun olarak bulunduğu bu bölge ile Çin'in geri kalanı; yani yaklaşık bir milyar kişinin yaşadığı ve tarım ile geçinen kırsal alan arasında önemli gelir dağılımı ve gelişme faklılıkları yaşanmaya devam edecektir. Çin'de ekonomik büyümeyi sağlamak için politik, sosyal ve hatta ekonomik hayatta getirilen sınırlamalar devam edecektir. Bu sınırlamaların kaldırılması zaman alacaktır. Bu yapının sürdürülmesi Çin'deki mevcut rejimin meşruiyetini ve varlığını tehdit edebilecek, hatta değiştirebilecektir. Son yirmi yılı dış dünyaya kapalı sınırları içinde büyüyerek geçiren Çin'in, 2010 yılına kadar olan dünya ile bütünleşme seviyesini artırma hedefi ve enformasyon teknolojisine uyum daha önce karşılaşılmamış ekonomik ve sosyal sorunları kaçınılmaz olarak doğuracaktır. Çin'in önümüzdeki on yıl içinde ekonomik gelişme, dünya ile bütünleşme, sosyal içerikli sorunların çözümü ve bölgesel rollerin üstlenilmesinde belirleyici en önemli unsur; mevcut siyasi rejimin ve yönetimin tavrı olacaktır. Çin yarattığı ekonomik dinamizme bağlı olarak önümüzdeki yakın süreçte politik esnekliği arttırdığı sürece iç ve bölgesel istikrarı sağlayacaktır. Aksi halde iç ve dış dinamiklerin talepleri, bölgesel ve hatta dünya lideri olma adayı Çin'i kaotik bir ortam içine sürükleyecektir ki, bu global güvenlik için en önemli tehdittir. Çin'in ekonomik büyümesini bir askeri güce dönüştürme ve uluslar arası sistemi tehdit etme olasılığı da bulunmaktadır. Ekonomik büyüme son yirmi yılda savunma harcamaları ve silahlanma için önemli kaynak yaratmıştır. Çin'in askeri kapasitesi yükselmiştir. Ancak tehdit unsuru oluşturacak bir askeri güce ulaşmak için ne kadar bir ekonomik güce sahip olunması konusu belirsizdir. Ekonomik güç ile askeri güç arasındaki ilişkiyi de Çin yönetiminin öncelikleri belirleyecektir. Çin yönetiminin orta vadeli önceliklerinde tarımsal modernizasyon, altyapının tamamlanması, beşeri ve sosyal gelişmenin hızlandırılması gibi ekonomik unsurlar bulunmaktadır. Bununla birlikte Çin; 2010 yılına kadar olan güvenlik ve askeri stratejisini; kendi ülke topraklarındaki isteklerini yerine getirecek, bölge ülkeleri arasında (Japonya dahil) en güçlü olacak ve ABD'nin bölgedeki gücünü önce dengelemeyi sonra sınırlamayı sağlayacak bir askeri güç oluşturmak üzerine kurmaktadır. 2015 yılına kadkr Çin'de mevcut rejim yapısı içinde istikrarlı bir sosyal ve siyasal çevrede iki yeni liderin göreve geleceği ve bu liderlerin de ekonomik güçlenmeyi ve refahı ön planda tutacakları öngörülmektedir. İstikrarsız bir çevrede ise lider sayısı ve değişikliği artabilir ve otoriter baskılar ile askeri güç ve güvenlik ön plana çıkabilir. Rusya Federasyonu Rusya siyasi, askeri ve ekonomik açıdan dünya liderliğine oynama hedefine orta ve uzun vadede hep sahip olacak ve sürdürecektir. Ancak en azından 2010 yılına kadar olan süreçte ekonomik kaynakların yetersizliği ve altyapı ile teknolojik seviye dikkate alındığında Rusya'nın bu hedefe ulaşması olanaksızdır. Rusya, 2010 yılına kadar önceliğini ekonomik yapıda iyileşme, kaynakların etkin kullanımı ve kamu kesiminde reformlara verecektir. Rusya 1989-2000 yılları arasında piyasa ekonomisine geçiş ve uluslararası piyasalar ile bütünleşme hedeflerine sahip bir Geçiş Ekonomisi ülkesi olarak başarılı olamamıştır. 1989 yılı sonrasında hızla küçülen ekonomi, 1998 mali krizi ile birlikte moratoryum noktasına gelmiştir. Bu süreçte reformların yapılmaması ve yolsuzluk ekonomisi ile kaynakların harcanması olumsuz gelişmeleri hazırlamıştır. Rusya'nın ekonomik açıdan içinde bulunduğu konum, dünya liderliği bir yana bölgesel etkinliklerin arttırılmasını bile sınırlandıracak durumdadır. Rusya'da 2010 yılına kadar olan dönemde belirleyici unsur ekonomik olarak yeniden yapılanma ve büyüme ile bunu sağlayabilecek politik güç ve istikrar olacaktır. Rusya da Çin gibi geleceğini yönetimin kararlığına bağlamıştır. Çin'in aksine Rusya'nın kısa vadeli bir güçlenme sürecini başarması ise bu kez bölgesel istikrarı ve yeni uluslar arası sistemi belirsizliğe çevirecektir. Rusya'nın Çin ile işbirliğine giderek bölgesel bir güç koalisyonu oluşturması önündeki en önemli engel yine ekonomik yapıdır. Rusya bununla birlikte Çin ile ekonomik ve ticari ilişkilerini artıracaktır. Rusya dağılan Sovyetler Birliği'nin, ana belirleyici mirasçısı olmaya devam edecektir. Ancak bu dönemin ağır yük oluşturan mirası ile son on yılda yaşanan geçiş ekonomisi deneyiminin yarattığı olumsuz tablo ekonomik reformların önümüzdeki süreçte de hızlı ve kalıcı olarak yapılmasını engelleyecektir. Sovyetler Birliği döneminden kalan dış borç yükü, yetersiz ve eski altyapı, geçiş ekonomisinin yarattığı sosyal ortam, gelir dağılımındaki bozukluk, sağlık ve sosyal güvenlik sisteminin durumu, yetişmiş insan gücü yetersizliği ve kaynak sıkıntısı Rusya'nın önümüzdeki dönemde ekonomik reformların yapılması için zorlayan en önemli unsurlar olmakla birlikte, bu olumsuz unsurlar aynı zamanda reformların önünde engel de oluşturmaktadır. Rusya ekonomisi yeni bir büyüme sürecine girecektir, ancak büyüme sınırlı olacaktır. 2010 yılına kadar global finans ve ticaret sistemine entegre olabilecek bir yapıya ulaşılması hedeflenmektedir. Rusya en iyi şartlarda yıllık ortalama % 5 ekonomik büyüme gösterse bile, ABD ekonomisinin ancak on beşte biri büyüklüğünde olacaktır. Rusya; teknoloji ve bilimsel buluşlar açısından önemli ölçüde geri kalmıştır. Küreselleşme sürecinin dışında, tam rekabet şartlarının oluşmadığı ortamda, teknolojik gelişme açısından Rusya'nın kendini yenilemesi 2010 yılına kadar yavaş olacaktır. Rusya özellikle dünyayı şekillendirecek enformasyon teknolojisi alanında diğer ülkeler ile arasındaki açığı kapatmayı hedeflemektedir. Rusya ekonomisi enerji kaynakları başta olmak üzere doğal kaynakların varlığına bağlı bir ekonomik gelişme gösterecektir. Bu nedenle 2010 yılına kadar olan dönemde enerji ve diğer emtiaların fiyatlarındaki dalgalanmalar (krizler), kurulması hedeflenen ekonomik istikrarın önemli tehditlerinden biridir. Ayrıca enerji ve doğal kaynak gelirlerine sahip olma mücadelesi politik ve sosyal süreci de ( yolsuzluk vb) olumsuz etkilemeye devam edecektir. Rusya'da mevcut koşullar çerçevesinde siyasi hayatın demokratik açılım göstermesi zaman isteyecektir. Siyasi yapı ve yönetim Sovyetler Birliği dönemindeki gibi olmasa da otoriter ve kontrollü bir görünüm sergileyecektir. Demokratik açılım yapacak etkin bir muhalefet oluşması güç görünmektedir. Otoriter yönetim tarzı daha merkeziyetçi bir yapı içerecektir. Ancak merkezi anlayış ile yapısal reform sürecinin tamamlanması gecikecektir. Merkezi otoritenin önünde; global enformasyon ağı ile bütünleşme ve sivil toplumun gelişimi iki önemli engel (muhalefet) olarak yer alacaktır. Rusya günümüzde konvansiyonel silah gücü açısından teknoloji, miktar ve etkinlik olarak zayıflasa bile, halen dünyanın en büyük ikinci nükleer silah stokuna ve nükleer silah teknolojisine sahip ülkedir. Ancak bugün için bu gücün Rusya'ya uluslar arası arenada sağladığı tek güç (olanak) Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi daimi üyesi olmasıdır. Rusya dış politika konusunda ekonomik ve askeri kısıtları göz önünde tutarak; Kafkaslar ve Orta Asya ülkelerinde Sovyetler Birliği döneminde sahip olduğu üstünlüğü yeniden kurmak, Avrupa Birliği ve Doğu Asya ülkeleri ile ekonomik ilişkileri güçlendirmek, ABD'ye de kendini süper güç adayı göstermek amaçlarını taşıyan politikalar yürütecektir. Rusya için önemli bir gelişme demografik açıdan nüfus miktarındaki gerileme olacaktır. 2000 yılında 146 milyon olan Rusya nüfusunun 2015 yılında 130135 milyona düşeceği öngörülmektedir. Japonya Japonya 2010 yılına kadar olan süreçte, bir önceki on yıla göre önemli değişimler gösterecektir. İkinci Dünya savaşı sonrası yönetimde bulunan iki jenerasyondan ilki Japonya'da ekonomik gelişmeyi askeri ve dış politikada mutlak dışa bağlılık göstererek sağlamış ve Japonya dünyanın ikinci büyük ekonomisi haline gelmiştir. Bir sonraki jenerasyon ise Japonya ekonomisini son on yıldır içinden çıkılamayan bir resesyona sürüklemiştir. 2010 yılına kadar Japonya'yı şekillendirecek olan yeni jenerasyon ise, Japonya'nın artık sadece ekonomik değil, siyasi ve askeri açıdan da bağımsız ve güçlü bir ülke olarak uluslar arası alanda belirleyici olmasını istemektedir. Japonya'nın bu açılımı yapabilmesi için öncelikle ekonomiyi içinde bulunduğu durgunluk sürecinden çıkartarak, tekrar ekonomik büyüme trendine sokması gerekmektedir. Japonya'nın ekonomik canlanması ihracat genişlemesine bağlıdır. İç talebin genişletilmesi için son 10 yıldır uygulanan ekonomik önlemler sonuç vermemiştir. Mali sektördeki sıkıntılara ağırlık verilirken, ihracat için pazar ABD'den ziyade Asya ülkeleri olacaktır. Japonya ekonomik resesyon sürecinden çıkış için ABD ve AB ile yürütmeye çalıştığı uyumlu ekonomik politikalar yerine, Asya merkezli ekonomi politikalarını göz önünde tutacaktır. 2000'in ilk on yılında Japonya ile diğer batılı ülkeler arasında savaş sonrası dönemde kurulan uzlaşmanın da değişmesi gündeme gelecektir. Özellikle ekonomi politikalarının uygulanmasında görülecek uyumsuzluk Japonya'yı ABD ile açık rekabete itecektir. Ekonomik ve ticari gelişmenin motoru olacak Asya pazarında ABD ile Japonya'nın ciddi rekabeti görülecektir. Çin ve diğer Asya ülkeleri de ABD ve Japonya arasında seçim yapmakta zorlanacaktır. Asya piyasalarında Çin, Japonya ve ABD arasında ekonomi politikalarındaki uyumsuzluk ve rekabet uluslar arası piyasaları da etkileyecek dalgalanmalar yaratabilecektir. Japonya Asya piyasalarında istikrarın tesisi ve korunması için Asya Para Fonu, Asya Ortak Pazarı gibi Asya kurumlarının oluşturulmasını talep edecektir. Japonya'nın ABD ile, ekonomide açık rekabeti de içeren siyasi çözümlemeleri önündeki en önemli engel ise ABD ile olan yakın güvenlik işbirliğidir. Japonya savunma konseptinin oluşturulması ve askeri güçlerinin sınır ötesi kullanımı konusunda otonom hatta tam bağımsızlık talepleri bulunmaktadır. Bununla ilgili sınırlayıcı hükümleri barındıran Japonya Anayasası tartışılmaya başlanmıştır. Ancak güvenlik konseptinde ABD ile bir karşıtlık oluşturulması hedefi yoktur. Yıllık 40 milyar dolarlık savunma bütçesi ile Japonya ABD'den sonra en geniş deniz gücüne sahip ülkedir. Japonya'nın demografik yapısı ise gelecek için tehdit oluşturmaktadır. Giderek yaşlanan Japon nüfusu sosyal güvenlik politikalarının uygulanmasında önemli kısıtlar oluşturacaktır.Yaşlanan nüfusun ekonomik üretime katkısının azalması ile ekonomik durgunluğa yol açan iç talepteki daralmaya katkısı ekonomi açısından sıkıntılar oluşturacaktır. 1.2.2.2. Çok Taraflı Yeni Dengede Diğer Ülkeler ve Bölgesel Değerlendirmeler Hindistan Hindistan, nüfusu ve ekonomik büyüklüğü ile Çin ve Rusya ile birlikte Asya kıtasında geleceğin belirleyicisi üç ülkeden biri olacaktır. Hindistan bilgi ve enformasyon teknolojilerine dayalı hızlı ekonomik büyümesini sürdürecektir. Hindistan Yeni Ekonomi sürecine uyum gösteren ABD ve İngiltere'den sonraki üçüncü ülkedir. Hindistan'a bu konuda avantaj sağlayan unsurlar bulunmaktadır; İngilizce dilinin konuşulması ve eğitim sistemlerinin Anglo­ sakson sisteme uyumu ile bilim adamı ve teknik insan yetiştiriliyor olması, bilgi işlem teknolojisi üretimi ve bilgi işlem sektörüne yönelik ticarileştirilmiş ürünlerin sunumunda Hindistan, Batılı gelişmiş ülkelerin artan ihtiyaçlarını karşılayacaktır. Yeni ekonomi ve bilgi ekonomisi sürecinde Hindistan Batılı ülkeler ile bütünleşmesini tamamlayacaktır. Hindistan ekonomisinde yüksek teknoloji işletmelerinin bulunduğu hizmetler sektörü ağırlıklı dört şehir Mumbai, Yeni Delhi, Bangalore ve Chennai itici güç olacaktır. Teknolojiye dayalı bu ekonomik gelişmeye rağmen Hindistan'da ekonomik gelişmişlik farkları artacak, gelir dağılımı bozulacaktır. Kast sistemi ve çok geniş bir orta kesime karşın yarım milyar Hintli fakirlik sınırında olacaktır. Hindistan'ın nüfusu 2015 yılında 1,2 milyar kişiye yükselecektir. Teknolojik ivmeli ekonomik büyüme Hindistan'ı bölgesel bir güç olmaya itmektedir. Ancak Hindistan'ın ekonomik ve sosyal alandaki ağır kamu düzenlemeleri ve sosyal sınıflaşma ve gelenekler ekonomik ve sosyal reformları gerekli kılmaktadır. Bu alanda istenilen gelişmeler sağlanamayacaktır. Hindistan'da ekonomik gelişmenin yarattığı adaletsiz büyüme, bölgeler, kesimler ve bireyler arası gelir dağılımı bozukluğu, politik ve sosyal hayatın doğasından kaynaklanan (kast sistemi) kısıtlar, Hindistan'ın bölgesel güç olma konusunda karşılaştığı iç sorunlardır. Bu sorunlar zaman zaman önemli uyuşmazlıklara ve hatta iç çatışmalara yol açabilecektir. Yakın komşuları ile olan ilişkileri de bölgesel güç konumunu belirleyecektir. Çin ve Hindistan bölgede hem rakip, hem de ekonomik gelişmede sinerji yaratan ortaklar olacaktır. Batı ile ekonomik bütünleşme sürecini hızlandıracak olan Hindistan için bölgede gerçek sorun ise Pakistan ile olan ilişkileridir. Hindistan lehine ekonomik gelişme farkı, Pakistan ile siyasi, etnik, dini uzlaşmazlıkları nükleer ^ silahlanma yarışına götürmektedir. Ancak Hindistan, özellikle deniz kuwetleri içerikli geniş askeri gücü ve nükleer kapasitesi ile Pakistan'ın önünde Güney Asya'da rakipsiz bölgesel güç olacaktır. Hindistan 2010 yılında Çin'den sonra, bölgenin nüfus ve satın alma gücü açısından en önemli ikinci tüketici grubunu oluştururken, artan enerji talebi ile enerji pazarlarında belirleyici ülke konumuna geçecektir. Hindistan'ın Asya ülkelerine göre önemli bir üstünlüğü de demokratik süreçte ulaştığı gelişmiş noktadır. Seküler, Hindu milliyetçi ağırlıklı iktidarlar, bölgesel ve gelir dağılımı farklılıklarından kaynaklanan önemli sosyo-politik baskılar altında kalacaktır. Güneydoğu Asya ve Pasifik 2010 yılına kadar bölgenin en belirgin özelliği göstereceği ekonomik dinamizm, büyüme ve gelişme olacaktır. Bölgede ülkelerin tamamı 2010 yılına kadar bölge içinde rekebet güçlerini artırmaya ve uluslar arası piyasalar ile bütünleşme seviyelerini yükseltmeye yönelecektir. Hükümetler, uluslar arası ortak normları benimserken, aynı zamanda küreselleşmenin sosyal, ekonomik ve siyasi etkileri ile de artan oranda karşılaşacak ve olumsuz alanları sınırlandırmak için önlemler alacaktır. 2010 yılına kadar ekonomik dinamizm bölgede belirleyici olurken, ülkeler içinde ulusal çıkarları önde tutan politikalar, bölgesel işbirliği arayışlarının önünde engel olmayı sürdürecektir. İdeolojiler ve bölgeselleşme ikinci planda kalacaktır. Bölgede Çin, Japonya, Tayvan, Singapur ve Hong Kong ekonomik gelişmeyi hızlandırırken, Kamboçya, Laos, Vietnam Batı Çin gibi ülke ve bölgeler ile gelişmişlik farkı açılacaktır. Çin, Hong Kong ve Tayvan arasında daha kuvvetli bir ekonomik altyapı ve ticari işbirliği oluşacaktır. Japonya ve Çin bölgesel belirleyici olacaktır. İki ülke arasında ticari işbirliği dışında, bölgesel uzlaşmazlıklarda diplomasi ve gerekiyorsa askeri güç yolu ile müdahale geliştirmeyi içeren işbirlikleri olacaktır. İki ülke arasında Çin Denizi'nin stratejik paylaşımı dışında herhangi bir uzlaşmazlık (çatışma) olasılığı bulunmamaktadır. Bölgede kurulacak ilişkiler; 2010 yılına kadar oluşacak güç dengelerinde de belirleyici olacaktır. Bölgenin zayıf güvenlik düzenlemeleri ve kırılgan siyasi yapısı nedeni ile ABD siyasi, ekonomik ve askeri varlığını bölgede sürdürecektir. Japonya ve diğer bölge ülkeleri Çin'in artan varlığını ve askeri gücünü dengelemek için ABD ile stratejik işbirliklerini sürdüreceklerdir. Çin ise ABD ile özellikle ekonomik alanda ilişkilerini geliştirirken, Rusya ve Hindistan ile bağlantılar kurarak; ABD'nin bölgedeki gücünü dengelemeyi; ABD'nin Tayvan'a olan desteğini zayıflatmayı ve ABD'nin Doğu Asya'daki askeri ve güvenlik rolünü azaltmayı hedefleyecektir. Güney Doğu Asya Bölgesi, ekonomik üretim, ticaret ve nihai tüketim açısından 2010 yılında dünyanın en geniş bölgesi haline gelecektir. Bölge en geniş nüfusu barındırırken, enerji talebi en yüksek bölge olacaktır. 2010 yılında dünya ekonomisinin kalbi haline dönüşecek bölgede çeşitli tehditler ve kısıtlar da bulunmaktadır. Japonya'da resesyonun uzun sürmesi ve yaşlanan nüfus ile birlikte artan sosyal yük, Çin'in yetersiz enerji ve su kaynakları, Endonezya ve Çin'deki otoriter rejimler ile Kamboçya,Tayland ve Vietnam'da hızla yayılan AİDS bölgesel tehditlerdir. Siyaset ve güvenlik açısından da uzlaşmazlık ve çatışmalar olasıdır. Güç dengelerinde ABD-Çin, Çin-Japonya, Çin-Hindistan rekabeti her süreçte yaşanacaktır. Tayvan, Kore, Güney Çin Denizi sıcak çatışma potansiyellerini taşımaktadır. Çin, Endonezya, Filipinler ve Malezya'da ise etnik ve dini toplumsal gerginlikler yaşanabilecekdir. Güney Asya bölgesinde ise bölgenin iki gücü Hindistan ile Pakistan arasında, Hindistan lehine açılan ekonomik gelişme ve refah farkı iki ülke ilişkilerini istikrarsızlaştırmaktadır. Bu büyüyen istikrarsızlık ortamı Güney Asya merkezli bir nükleer çatişma olasılığını da artırmaktadır. Pakistan'ın kırılgan, kapalı, izole yapısı karşısında teknolojiye dayalı ekonomik gelişmeyi sürdüren Hindistan, bölgede Bangladeş, Sri Lanka, Nepal gibi ülkeleri de ekonomik ve ticari açıdan kendine bağlamaktadır. Güney Doğu Asya ve Pasifik ülkelerinin ekonomik büyüme trendi enerji talebinin merkezini de bu bölgeye taşımaktadır. Bölge ülkeleri ekonomik ve ticari ilişkilerde Batılı ülkeleri tercih ederken, özellikle petrol başta olmak üzere enerji ihtiyacının karşılanması konusunda Körfez ülkeleri ve Arap ülkeleri ile de ilişkilerini daha da artıracaktır. Merkezi Avrasya Coğrafi olarak Kafkaslar, Hazar bölgesi ve Orta Asya ülkelerini kapsayan Avrasya, 2010 yılına kadar, sadece coğrafik bir tanım olmayacak, siyasi, ekonomik ve kültürel olarak da ortaya çıkacaktır. Coğrafi yakınlık ve kültürel bağlılık nedeni ile Kafkas ülkeleri, Güney ve Batı komşularına, Orta Asya ülkeleri Batı ve Doğu Asya ülkelerine, merkezi Asya ülkeleri ise Güney Asya ve Çin'e yakın ilişkiler kuracaklardır. Avrasya bölgesi üzerinde Rusya, Türkiye, İran ile ABD ve AB'nin etkinliği olacaktır. Avrasya ülkeleri giderek Batı ve özellikle Avrupa (Rusya dahil) bağımlısı olacaklar, ancak Avrupa Birliği'nin dışında kalacaklardır. Çin ve Hindistan'ın da özellikle enerji kaynakları kullanımı üzerinde yoğunlaşan bölge ile ilişkileri olacaktır. Avrasya bölgelerindeki ülkeler, Rusya gibi Sovyetler Birliği döneminin yetersiz altyapısı ve teknolojik gerilemenin yarattığı ekonomik küçülme ve sıkıntılar ile karşı karşıyadır. Ekonomik gelişme ve yeniden yapılanma açısından geçiş ekonomisi ülkeleri olan bu ülkeler önemli kısıtlar ile karşı karşıyadır ve bu kısıtların giderilmesi en az önümüzdeki 10 yılı kapsayacaktır.Yetersiz yapısal reformlar, tarım kesiminde verimsizlik, yıpranmış altyapı, verimsiz üretim alanları, çevre tahripleri gibi ekonomik kısıtların yanısıra önemli sosyal sıkıntılar da bulunmaktadır. Organize suçlar ve yolsuzluk, uyuşturucu trafiği, para aklama ve diğer yasa dışı faaliyetler için zayıf ekonomik ve siyasi yapılar uygun bir ortam hazırlamaktadır. Ve bu süreç orta vade de sürecektir. Avrasya bölgesi ülkeleri ekonomik gelişmelerini önemli ölçüde petrol, doğal gaz gibi enerji kaynaklarının uluslararası pazarlara açılmasına bağlamıştır. Bu konuda da üç önemli sorun olacaktır. Enerji gelirlerine bağlı ekonomik gelişmenin bireysel refahın artışına dönüştürülmesi güçtür ve toplumsal kalkınma zaman alacaktır. Enerji kaynaklarının gelirlerine sahip olabilme önemli mücadeleleri de (iktidar için bile) beraberinde getirmektedir. Bu nedenle bölge ülkelerinde siyasi istikrar sürekli tehdit altında olacaktır. Enerji kaynaklarının uluslar arası pazarlara ulaştırılmasında kullanılacak boru hatlarına ilişkin tüm tarafların ortak bir mutabakatı da henüz sağlanamamıştır. Enerji kaynaklarının dünya piyasalarına açılması ile birlikte sağlanacak ekonomik ilerleme, bu ülkelerin bağımsızlıklarını artırırken, Rusya'nın bölge ülkeleri üzerindeki ekonomik ve özellikle askeri ve güvenlik etkisi azalmaya başlayacaktır. Bu nedenle bölge istikrarın sağlanması zaman alacaktır. Bölgede sosyal, dini, etnik, çevre, sınır uyuşmazlıkları ve çatışmaları potansiyeli devam edecektir. Çevre kirliliği ve su yetersizliği bölge ülkeleri için önemli bir sorun oluşturacaktır. Kullanılabilir su, tarım alanlarının sulanması ve enerji üretimi için yeterli su kaynağı bulmak zorlaşacaktır. Demografik yapıdaki gelişmelerde ekonomik, sosyal ve siyasi açıdan belirleyici olacaktır. Bölgede Slav ırkında ve Kafkas ülkelerinde nüfus azalırken, Orta Asya ve Hazar ülkelerinde nüfus artışı sürecek ve 2010 yılında genç nüfusun toplam nüfusa oranı en yüksek noktaya çıkacaktır. Eğitim, sağlık, sosyal güvenlik, istihdam alanında sıkıntılar 2010' a kadar artarak devam edecektir. Ortadoğu ve Arap Yarımadası Bölge enerji kaynakları hariç global gelişmeler çerçevesinde 2010 yılına kadar giderek stratejik önemini yitirecektir. Bölge yine istikrar arayışları içinde olacaktır. Ancak bu kez istikrar arayışı savaşların, çatışmaların, uyuşmazlıkların çözümünde değil, bölgedeki sosyal gelişmelerin ve taleplerin karşılanmasında olacaktır. Küreselleşmenin itici gücü olan enformasyon teknolojisinin kullanımında bölgenin yetersizliği (İsrail hariç) ve uzaklığı nedeniyle, bu sürecin olanaklarından en az yararlanılırken, çoğunlukla olumsuz yönleri ile karşı karşıya kalınacaktır. Enformasyon devrimi ve diğer teknolojik ilerlemelerin varlığına rağmen, bunlara yüksek maliyetler nedeniyle çok az bir kesimin ulaşacak olması, yetersiz altyapı, kültürel ve geleneksel sınırlamalar bölgeyi giderek marjinal hale getirirken toplumun beklentilerinin artması, gelir dağılımındaki aşırı bozulma, dogma fikirlerin yıkılması, rejimlerin halk üzerindeki etkilerinin ve kontrollerinin azalması gibi nedenler; bölgenin yeni istikrarsızlık kaynakları olacaktır. Bölgedeki tüm otoriter rejimler enformasyon teknolojisine dayalı dış dinamiklerin yanı sıra demografik, ekonomik ve toplumsal baskılardan etkilenecek ve ideolojik veya felsefi nedenlere dayanılarak bu taleplere karşı koymak giderek güçleşecektir. Bu süreçte küreselleşme sürecinden uzaklaşma ve yabancılaşma ile otoriter rejimler arasında sıkışan toplumlar için politik İslam ile, radikal farklılıklan içeren politik unsurlar, sosyal ve siyasi bölünmeyi bölgede hızlandıracaktır. Bölgedeki rejimler ise enerji kaynakları gelirleri ile besledikleri otoritelerini sürdürme, değişimi engelleme ve özellikle eğitim alanında reformlan yenilememe kararlılıklarını sürdürecektirler. Bölgedeki değişimi veya istikrarı Arap-İsrail dengesi değil, Arap-Arap ilişkileri belirleyecektir. Arap dünyasının dinamizmi, Arap-İsrail ilişkilerine daha az önem verecektir. 2010 yılında İsrail muhtemelen komşuları ile sınırlı sosyal, ekonomik ve kültürel bağlar içinde "Soğuk Barış" ı sağlamış olacaktır. Bir Filistin Devleti kurulmuş olacaktır. İsrail-Filistin çekişmesi yeni hali ile halen devam edecektir. Mısır, Suriye, Irak ve İran arasında ise bölgenin lideri olma konusundaki gerginlik sürecektir. Ortadoğu bölgesel sorunların çözümünde de "petrol" hariç giderek kendi başına kalacaktır. Bu açıdan İsrail'e tehdit azalırken, bir İsrail-Arap savaşı olasılığı azalacaktır. Bölgedeki sıcak çatışma olasılığı bununla birlikte dünyanın diğer bölgelerine göre yüksek kalacaktır. Su kıtlığı ve paylaşımı, radikal din terörü ve enerji kaynaklarına yönelik sınır ihlalleri sıcak çatışma nedenleridir. ABD'nin, AB'nin ve Çin'in ilgisi İran körfezine, Rusya'nın ilgisi ise Kafkaslar'a ve Hazar bölgesine yoğunlaşacağından Ortadoğu bölgesi dünya gündeminde önceliğini kısmi olarak kaybedecektir. İran Körfezi global ekonomi için enerji ihtiyacının karşılandığı en önemli bölge olmayı sürdürecektir. ABD'nin Güney Amerika ve Meksika kaynaklarına yönelmesi, Rusya'nın Hazar kaynakları stratejisi, İran körfezinde AB ve Asya ülkelerinin katılımını güçlendirecektir. Petrol gelirleri İran, Irak ve S.Arabistan için stratejik ve potansiyel istikrarsızlıklara yol açabilecektir. İran'daki siyasi değişim süreci ve rejimin yumuşaması radikal bir rejim değişimine hiçbir zaman yol açmayacaktır. Buna karşın refahın topluma yayılamaması, bölgesel paradigmalar, dünya ile yabancılaşma, fakirlik, politik İslam'ın güçlenmesine, çoğulculuk ve demokrasi beklentilerinin zayıflamasına yol açacaktır. Mevcut rejimlerin ekonomide yeniden yapılanma ve politik katılımcılık ihtiyaçlarını kendi kuralları ile çözme girişimleri sürecektir. Bu tutum bölgenin daha da istikrarsızlaşmasına yol açacaktır. Bölge ülkeleri ile diğer bölgeler ve ülkeler arasında ekonomik ve ticari yeni ilişkiler ise genişleyecektir. Ortadoğu- Kuzey Afrika ile Avrupa Birliği arasında ticaret, Çin ve Hindistan ile Körfez ülkeleri arasında enerji ve ticaret, Türkiye, İsrail, Hindistan arasında teknolojik işbirlikleri güçlenecektir. Bölgenin temel belirleyici unsuru ise 2015 yılına kadar demografi olacaktır. Bölge ülkelerinin nüfusları 2015 yılında bugüne göre daha yüksek ancak kişi başına satın alma gücü açısından daha fakir nüfusa sahip olacaktır. Nüfusun yarısından fazlası ülkelerde bir veya iki şehirde toplanacaktır. Nüfusların yarısından çoğu yirmi yaş ve altı olacaktır. Bu demografik yapının yaratacağı, istihdam, konut, kamu hizmetleri, şehirleşme, sosyal yardımlar ihtiyacını mevcut ekonomik kaynaklar ile karşılamak mümkün olmayacaktır. Ekonomik büyümeyi sağlayacak emek verimliliği ve yabancı sermaye (enerji sektörü hariç) yokluğu bölgenin enerji gelirlerine rağmen giderek yoksullaşmasına neden olacaktır. Afrika Demografik gelişme, hastalık ve felaketler ile yetersiz yönetimler Afrika Kıtasını 2010 yılına kadar, küreselleşme süreci içinde marjinal konuma itecektir. Ekonomik gelişme ve teknolojiye dayalı kalkınma şansını Afrika ülkeleri kaçırmaktadır. G.Afrika ve Nijerya hariç diğer Kıta ülkelerinin 2010 yılında ekonomik durum bugüne göre daha zayıf olacaktır. Afrika kıtasında önümüzdeki süreçte bugün için yaşanan sorunlar kalıcı olmaya devam edecektir. Çoklu ve birbirine bağlı sorunların çözümünde uluslararası katkı ve ilgi ise yetersiz kalacaktır. Etnik ve toplumsal gerginlikler, HIV taşıyanlarında artış ve AİDS hastalığının yaygınlaşma hızı karşısında Afrika'nın çocuk, genç, kadın ve üretken nüfusun tamamı ciddi tehdit altında bulunmaktadır. Yanı sıra suç ve şiddet oranlarındaki artış, politik istikrarsızlıklar, toplumsal tatminsizlikler, fakirlik etnik ve toplumsal uzlaşmazlıkları sıcak çatışmalara, sınır ötesi hatta ülkeler arası savaşlara itebilecektir. Ekonomik gelişmeyi sağlayacak iki unsur olacaktır. Birincisi enerji kaynakları, ikincisi genetik gelişmelerin tarımsal üretim artışı için kullanılması. Batı Afrika, 2015 yılında Kuzey Amerika'nın petrol ithalatının yüzde 25'ni karşılayacaktır. Petrol ihracatının yaratacağı gelir olanaklarının ekonomik kalkınma için kullanılma olanağı ise zayıftır. Siyasi otoriteler, rejimler ve başka gruplar enerji gelirlerinin paylaşımı için mücadele içinde olacaktır. Yeterli ekonomik kaynağın bulunmaması ve zayıf yönetimler nedeniyle Kıtanın diğer doğal kaynaklarının kullanımı verimsiz olmaktadır. Uluslararası şirketler doğal kaynakların çıkaniması ve kullanılması için istekli olacaklardır, ancak bunun için uygun bir siyasi çevrenin ve istikrarlı bir sosyal yapının varlığı önemlidir. Birleşmiş Miletlerin nüfus araştırmalarına göre, 2010 yılında şehirler, bugünküne göre iki katı nüfus taşıyacaktır. Genişleyen şehirlerde kamu hizmetlerinin sunulması, kıt kaynaklar nedeniyle kısıtlı olacaktır. Şehirler istikrarsızlık kaynağıhaline dönüşürken, etnik ve dini farklılıklar toplumda bireysel statülerin belirlenmesinde halen etkili olacaktır. G.Afrika ve Nijerya 2010 yılında Afrika'nın belirleyici ve güçlü iki ekonomisi olacaktır. Ancak bu iki ülkenin kaynakları ancak iç taleplerin karşılanmasına yetecek ve Afrika'nın genel kalkınmasına katkıları çok sınırlı olacaktır. Afrika'nın 2010 yılına kadar karşılaşacağı bu olumsuz tablonun değişimi, toplumsal uzlaşmadan sağlayıp, uluslar arası bütünleşmeye yönelen yeni siyasi iktidarlar ve yeni yönetim anlayışları ile mümkün olacaktır. Latin Amerika Latin Amerika ülkeleri; global ekonomik bütünleşmeyi sürdürmesi, enformasyon teknolojilerinin kulFanımını genişletmesi, nüfus artışının düşmesi ve demokratik açılımlarını hızlandırması ile birlikte 2010 yılında bugüne göre daha yüksek refah seviyesine ulaşacaktır. Yabancı yatırımlar için 2010 yılına kadar Latin Amerika ülkeleri en cazip alan olmaya devam edecektir. Yabancı sermaye girişi ile ekonomik refah arasındaki olumlu ilişki etkisini gösterecektir. Ancak bölge ülkeleri arasında farklılıklar açılacak ve daha belirgin hale gelecektir. Brezilya ve Meksika 2010 yılına bölgesel rol alabilecek ülkeler olarak girecektir. Brezilya, Şili, Arjantin, Meksika yeni sanayileşmiş ülke statüsüne geçmiş olacaktır. Ancak küreselleşme sürecine daha uzak duran Kolombiya, Venezüella, Peru ve Ekvator ekonomik sıkıntılar içinde olacaktır. Orta Amerika ülkeleri El Salvador, Guatemala, Honduras ve Nikaragua ise kıtanın yasa dışı faaliyetlerinin yoğunlaştığı dışarıya yoğun göç veren ve kıtanın ekonomik ve siyasi istikrarını bozan ülkeler konumunda kalacaklardır. Bölge içinde ticaretin ve yatırımların serbestleşmesi ve bunu düzenleyen bölgesel birlik MERGOSUR ile hedeflenen Amerika Serbest Ticaret Alanı ekonomik gelişmenin motoru, yeni istihdam alanlarının da yaratıcısı olacaktır. Bu süreç hükümetlerin ekonomik reformları için teşvik edici olacaktır. Ekonomik gelişmenin önünde üç engel bulunmaktadır. Kırılgan mali yapının yarattığı ve tüm bölgeyi süratle etkileyen finansal krizler, ekonomik reformlardaki yavaşlama ile ihracatta emtia ürünlerine bağımlılığın getirdiği kısıtlar. Emtia fiyatlarında oluşacak aşırı dalgalanmalar ülke ekonomilerini doğrudan etkileyecektir. Venezüella, Meksika ve Brezilya 2010 yılında Atlantik alanında petrol üreticisi ve ihracatçısı konumunda enerji sisteminin önemli bir parçası olacaktır. Bu üç ülke Orta Doğu bölgesinden sonra kanıtlanmış petrol rezervlerinde ikinci sırada yer almaktadır. Brezilya, Arjantin, Meksika ve Şili'de demografik yapıda iyileşmeler; nüfus artış hızının düşmesi, yeni istihdam alanlarının yaratılması başta olmak üzere ekonomi üzerindeki kaynak baskısını ve toplumsal baskıları azaltacaktır. Bu ülkeler 2010 yılına kadar demokratik yapılarını daha güçlendireceklerdir. Bölgenin gelecek süreçte karşılaşacağı üç önemli tehdit ise; çok hızlı çevre tahribatının yarattığı doğal dengenin bozulması ve çevre sorunları, genel ekonomik refah artışına karşın geniş kesimde yoksulluğun sürmesi ile yasa dışı organizasyonların ve işlerin ekonomik kaynakları ele geçirmek için vereceği mücadeledir. Bu tehditler; zaman zaman ülkelerde popülist ve otoriter politikacılar için uygun zemin yaratacaktır. 1.2.3. EKSENLER İÇİN ÇIKAR VE ÇATIŞMA ALANLARI Avrasya'nın değişen jeopolitik konumu ile birlikte iki kutuplu dünya yapısına göre belirlenen güvenlik stratejik anlayışı ile bölgesel jeostratejik önemler değişmiştir. Avrasya stratejik güvenlik ekolojisi, 1950-1990 arasındaki soğuk harp döneminin sona ermesi ile birlikte yeni bir boyut kazanmıştır. Daha önceleri bölgesel güvenlik ekolojisine göre yapılan siyasi askeri operasyonlar, 1991'den itibaren global güvenlik ekolojisine tabi olarak, gerek Avrò Atlantik stratejisi açısından gerekse pasifik stratejisi açısından ilgi ve etki alanı olarak değişime uğramaktadır. Avrasya'da Sovyetler Birliği sonrası büyük bir jeopolitik boşluk doğmuştur. Avrasya'ya hakimiyet veya kontrol isteklerinin önündeki en büyük engel durumunda olan Rus gücü büyük bir zaafa ve açmaza düşmüştür. Bu geçici bir durum olabilse de bölgesel ve global açıdan sert bir mücadelenin başlamasına olanak tanımıştır. Avrasya Merkez adasını kontrol etme hayali daima global güçlerin stratejilerinin temeli olmuştur. Yeni ortaya çıkan jeopolitik pozisyon ve bu yapıya uygun olarak gelişmekte olan iki eksen arasında Avrasya Merkez adası baz alınarak kontrol yeteneklerini arttırıcı yönde hakimiyet mücadelesine sahne olan ve dolayısı ile eksen ve ittifaklar arası çatışma alanı olarak tanımlayabileceğimiz beş ana nokta bulunmaktadır. Biz bu beş noktayı "5J veya 5 Risk Alanı" olarak isimlendirmekteyiz. 2010 yılına kadar geçecek sürede, bölgesel krizler ve stratejik riskleri açısından bu 5 bölge jeostratejik olarak büyük önem ifade etmektedir. Ulusal seviyedeki milli stratejik anlayış ve kavramiardaki değişimin dışında, özellikle Amerika Birleşik Devletlerinin genel dünya politikasında son on yıldan itibaren görülen değişikliklerin de bu jeostratejik değerlendirmede etkisi önemlidir: 1.2.3.1. Afro-Avrasya Eklemleri Atlantik'in bir devamı olarak Akdeniz ve bu alandaki geçiş güzergahları, Avrasya'nın batı çıkışı açısından son derece önemlidir. Karadeniz'den ve Anadolu'nun doğusundan başlayan bir koridor, merkezi Avrasya'yı Akdenize ve Orta Doğu'ya, yine Güney Kafkasya'dan Basra Körfezi'ne kadar taşır. Afro- Avrasya Eklemleri Batı'ya en çabuk ulaşabilen yolların güzergahı durumundadır. Afro-Avrasya Eklemlerini dört başlık altında toparlamak mümkündür: a. Kuzey Afrika ve Cebeli Tarık Boğazı Akdeniz'in Batı'ya açılan kapısı olarak önemli bir noktada bulunan Cebeli Tarık Boğazı'nın yakın gelecekteki kontrolü bölgesel çatışmaların etkisindedir. Afrika eklemi olan Kuzey Afrika ve Cebeli Tank Boğazı önemli bir kriz alanıdır. Batı Akdeniz ve Cebelitarık Boğazı'nın kontrolünde Güney Avrupa ile ABD arasında sessiz bir ihtilaf mevcuttur. Batı Akdeniz'in kontrolünde Libya'nın takındığı tavır yerini yeni bir sessizliğe bırakmaktadır. Cezayir'in yaşanan antiekstremist mücadelesinde yeni bir aşamaya gelmesi Güney Avrupa'nın bölgedeki denklemden çıkartılmaya başladığını göstermektedir. Fas, yeni Kral'ı ile birlikte Demokratik Monarşi dönemine geçerken diğer bölge ülkelerinde de yeni gelişmeler söz konusu olmaktadır. Kuzey Afrika'da batıdan başlayarak doğuya doğru ekonomik bir gelişim ve paralelinde siyasal transformasyon süreci beklenmelidir. Güvenli bir Batı Akdeniz için daha istikrarlı ve uluslararası işbirliğine açık bir Kuzey Afrika anlayışı bölgede hakim olacaktır. Bölgeye yönelik dışarıdan dolaylı siyasi müdahaleler beklenmelidir. Yirminci paralelin güneyinde kalan alanlarda yaşanan açlık, sefalet, ekonomik-siyasi krizler ve bunlara bağlı çatışmalar. Kuzey Afrika'yı ciddi olarak politik etki altına alacaktır. Dini hareketler açısından bölgede yaşanan sorunlar, ülkelerinin siyasal zeminine süratle taşınabilecektir. b. Kızıldeniz Bölgesi Afro-Avrasya ekleminin alt ucu olan Kızıldeniz'in, üst sınırı konumunda bulunan Süveyş bölgesi için problemler uzun bir süre önce giderilmişti. İsrail ve Mısır arasında varılan dolaylı mutabakat bölgesel krizin yeni bir çatışmaya yol açmasını yakın bir gelecekte önlemiştir. Orta Afrika'dan Kuzey'e doğru yayılma trendinde bulunan ekstremist dini faaliyetlerin Mısır'da yeni sorunlara sebebiyet verme ihtimali bulunmaktadır. Kızıldeniz'in kontrolüne yönelik bir adım olarak, 1993 te yapılan Somali operasyonu ve aynı dönemde cereyan eden iki Yemen arasındaki savaşın sonrasında oluşturulan ABD - İsrail ve Mısır Ortak güvenlik girişimi etkisini devam ettirmektedir. Suudi Arabistan'da muhalif grupların gelecekteki durumları ve yönetimin izleyeceği strateji yakın zamanda bölgedeki yapının bozulabileceğini göstermektedir. Sünni ekstremist hareketlerin kaynağı olarak Suudi Arabistan hedef ülke konuma gelmiştir. Özellikle 11 Eylül saldırısı ile birlikte Suudi Arabistan için yönetim ve sosyal huzursuzluk anlamında yeni bir dönem başlamaktadır. c. Körfez Bölgesi Hem Hazar Havzasının alternatif geçiş yolu olarak hem de Basra Körfezindeki petrol nedeniyle en önemli eklemdir. Avrasya ekleminin Hint Okyanusu ve Pasifik'e açılan bir kapısı olarak bu eklem bölgesi önemi yanında sorunlarıyla da güncelliğini korumaktadır. Irak müdahalesi neticesinde 36 ncı paralelin kuzeyinde oluşan siyasi boşluk aynı zamanda bir güvenlik boşluğu olarak öncelikli sorundur. Bölgenin kontrolü amacıyla yürütülen Körfez Harekatı ve akabindeki uygulamalar askeri-ekonomik tedbirler olmaktan öteye kaymaktadır. Irak kuzeyinde yer alan bölgede yeni yapılanmalar arayışı sürdükçe çatışma ihtimalleri de artacaktır. Ortadoğu için yeni ve dengeli bir güvenlik terazisinin kurulmasında operasyonel faaliyetlere maruz kalacak ilk ülke olan Irak için bir kaç yıl içerisinde yeni bir siyasi dönemin başlaması kaçınılmazdır. Ortadoğu siyasetine uzun bir dönem damgasını vuran Baas politikalarının da sona ermekte olduğunun bir işareti olarak Irak'ın konumu büyük önem taşımaktadır. Sınır aşan terörizmin bölgede yol açtığı problemlerin çözümünde örnek bir kararlılık sergileyen Türkiye, İsrail ile başladığı askeri-siyasi işbirliği sonucunda bölgede yeni bir denge unsuru oluşturmuştur. İran, iç politik yapısında koyu siyahtan açık siyaha belki birazda gri renge doğru gelişme ve değişme isteğinde olduğunu göstermiştir. Irak içerisinde şii unsurlar ile kuzeyde bazı kürt gruplar üzerinde etkinlik mücadelesi içinde olan İran, iç politikasında yaşadığı gerilimleri dış siyasetine de yakın bir zamanda yansıtacaktır. Özellikle Almanya ve İngiltere ekseninde. Körfez bölgesinde global sürece katılmakta olan bir İran'ı göreceğiz. d. Doğu Akdeniz Orta Doğu yeni jeopolitik konumu ile sınır değişiklikleri dahil olmak üzere bir çok yeni siyasi gelişmeyi beraberinde getirmektedir. Halen Orta Doğu'nun merkezi Avrasya açısından güvenli bir çıkış noktası haline getirilebilmesi için çabalar sürdürülmektedir. Bu anlamda Türkiye ve İsrail arasında yürütülen "Doğu Akdeniz Güvenlik Girişimi", Suriye ve Lübnan'ın terörist gruplar üzerindeki desteğinin kırılması ve askeri etkinliklerinin nötralize edilmesi çalışmaları, yeni stratejik anlayış ve kavram açısından bölgeye yönelik, harici kriz kırma operasyonlarının bir sonucudur. Güney Doğu Avrupa güvenliğinin de en önemli unsuru olan Doğu Akdeniz, güvenilir hale gelebilme serüvenini Ege Barış Girişimi ile başlatmıştır. Bu noktada Doğu Akdeniz güvenliğinin merkez bir üssü olan Kıbrıs'ın ise iki devlet ve iki halk ekseninde bir Konfederasyon veya ayrı devletler yönetimine kavuşturulması NATO'nun güney kanadının geleceği açısından da gereklidir. Doğu Akdeniz, ABD - İsrail ve Türkiye ortak güvenlik girişiminin etkisiyle daha fazla kontrol altında bulunmaktadır. Türkiye ve İsrail, Doğu Akdeniz Güvenlik Girişimi'nin temel güçleri olarak ekonomik ve ticari bir diplomasinin barış görevlileri olarak işlev göreceklerdir. 1.2.3.2. Balkanlar ve Karadeniz Rusya'nın Stratejik Güvenlik Konseptinin temel tehdit alanı olarak, Balkanlar ve Karadeniz sorun teşkil edebilecek alanlardır. Karadeniz ortak bir güvenlik çerçevesine girmeden tek taraflı bir Rusya hakimiyeti alanı olarak kalması çatışma yaratacaktır. Karadeniz güvenlik açısından, Ukrayna ise Almanya başta olmak üzere AB açısından, siyasi ve askeri seviyede kriz alanı konumundadır. Balkanlar'ın Kuzeyi ve Doğu Avrupa'da Rusya ile Almanya arasında yoğunlaşan dolaylı mücadele Yugoslavya'nın parçalanmasıyla beraber AB'nin güvenlik riski olarak algılanmaya başlamıştır. Türkiye'nin ilgi sahası olan Balkanlarda ve Batı Karadenizde AB ile paralel Rusya'ya karşı bir politika izlenmektedir. Karadeniz ile yetinmeyen Rusya'nın, siyasi olarak Akdeniz'e ulaşma istemi güncelliğini her zaman korumaktadır. Putin'le beraber etkin yayılma arzusu daha etkin olarak Rusya'nın siyasi ve askeri politikası içerisinde yer alacaktır. Balkanlar'da Makedonya ve Arnavutluk önleyici ve dolaylı tutum merkezi olarak Türkiye'nin Avro-Atlantik eksenindeki ilgisini taşımaya devam edecektir. Karadeniz'de Türkiye'nin öncülüğünde yürütülen Karadeniz Güvenlik İşbirliği çalışmaları bölgede çatışma önleyici ve barış getiren bir sonucu teşvik etmektedir. 1.2.3.3. Kafkasya Rusya istikrarsızlık yaratma ve doğrudan Askeri Müdahele Stratejisini Kuzey Kafkaslar'da yoğunlaştırmaktadır. Rusya'nın askeri ve ekonomik açıdan Güney Kafkaslar'a yönelik tehdidi ciddi şekilde yeni ve uzun soluklu bir kriz alanı yaratmıştır. Bu kriz alanına birinci derece etki edecek kuvvet, Ukrayna Kuzey Kafkaslar - Hazar ötesi ticari koridorunu bina etmekte olan Almanya ve AGİT'tir. İkinci kuvvet. Güney Kafkaslar üzerinde sınır güvenliği ve kapalı alan stratejisi uygulayan Türkiye'dir. Üçüncü kuvvet ise, siyasal ve ekonomik açıdan Orta Asya güney kuşağında etkinlik mücadelesi veren İran'dır. ABD ve İsrail ise, iç çembere yönelik politik stratejiler uygulamanın yanısıra, Körfez güvenliğinin dolaylı bir tutumu olarak bölgede ekonostratejik bir müdahil konumundadırlar. Ermenistan'ın tam bağımsız bir konum elde etmesi ve Güney Kafkasyada barışı tesis edecek işbirliklerinin oluşumu aciliyetini korumaktadır. 2010 yılına kadar sürecek bir barışı tesis çabası için temel yaklaşım Kafkasya'nın Yugoslavyalaşma sürecine girmesinin hızla önlenmesi olacaktır. Doğu Karadeniz - Hazar ekseni, jeopolitik olarak orta daireden iç daireye geçiş önemi açısından anahtar konumundadır. Bu eksenin alt ucu olan İran ve Ermenistan'ın Rusya ile izleyeceği siyasi ve askeri yakınlaşma politikası bölgenin jeostratejik güvenlik ve savunma alanını doğrudan etkileyecektir. 1.2.3.4. Güney-Batı Asya ve Hindistan Pasifik ekseninin batı ucu olarak Hint Okyanusu ve çevrelediği kara alanı, Rusya - İran - Çin - Hindistan karasal kuvvetlerinin yoğun etkisi altında bulunmaktadır. Orta Asya'nın okyanusa açılan noktası olarak bölge aynı zamanda kıyıdan iç kısımlara giriş için de son derece önemlidir. Bölgede temas noktası konumunda bulunan Pakistan, Afganistan ve Bangladeş ile daha içeride fiziki manevra alanı konumunda olan ülkeler Tacikistan ve Özbekistan'dır. Avrasya Merkez Adasının ekstremist nitelikte dini grupları için bu ülkeler hem kriz yaratma ve hem de harici olarak krizlere müdahale etmede üs pozisyonuna sahip ülkeler olarak dikkat çekmektedir. Afganistanİran-Tacikistan hattından Hazar Havzasına yönelen ekstremist dini grupların bölge güvenliğini ve siyasi dengelerini sarstığı gözlenmektedir. 11 Eylül saldırısı sonrası bölgeye yapılmakta olan operasyonların seyri ve stratejisi bu yaklaşım üzerine kuruludur. Afganistan'ın kuzeyi, Özbekistan ve Tacikistan etnisite ve dinsel özellik olarak Türkiye'nin çevre temas sahası içerisinde ve Pasifik ekseninde, ilgi ve etki açısından stratejik bir değer taşımaktadır. Çin ve Hindistan'ın ortak askeri ve siyasi yakınlaşması bölgedeki dengeyi ABD aleyhine bozarken İran lehine güçlendirmektedir. Ancak Afganistan ve Kuzey Hindistan'daki problem alanları stratejik manevralar açısından ABD'ye önemli kolaylıklar sağlamaktadır. Karasal kuvvetlerin üstünlüğüne rağmen bölgede temel etkileyici ve kontrol edici kabiliyet deniz kuvveti olduğundan, ABD'nin önümüzdeki birkaç yıl içerisinde bu bölgede stratejik ilgiden taktik safhaya geçiş yaparken kalıcı bir güvenlik şemsiyesi kurması ve bu şemsiyeyi yönetmesi beklenmelidir. Bölgede tırmanışa geçen ekstremist dini grupların yarattığı güvenlik tehdidi karşısında; Çin ve Rusya'nın yüklenmeye çalıştığı önleyici nitelikteki ve niyetteki faaliyetler, bölgenin güvenlik geleceği açısından asıl tehlikenin başlaycağı nokta olmaya devam edecktir. Ekstremist gruplar üzerinde etkinliği olan İran ve Pakistan ile Suudi Arabistan'ın tutumlarını bu açıdan hızla değiştireceklerini beklemek daha talep edilen bir yaklaşım olacaktır. 1.2.3.5. Güney Doğu Asya ve Pasifik Çin, ABD ve Japonya'nın doğu - batı ticaret koridoru ve Malakka Boğazı'nın kontrolü ile Uzak Doğu - Merkezi Avrasya arasındaki ekonomik ilişkinin dolaylı hakimiyetine yönelik siyasi ve ekonomik mücadele, Endonezya'da yeni bir şekil almıştır. Güney Avrasya'ya yönelik ileri stratejik hedeflerin bir sonucu olarak NATO'ya özgü krize müdahale ve kriz yönetimi stratejisi; ABD tarafından tek başına olarak Güney Doğu Asya'da uygulanmaktadır. Bu usul, aynı zamanda Pasifikteki ABD Askeri koruyuculuğunu tekid ederken, bir yandan da Çin'in bu alandaki muhtemel askeri gelişim ve isteklerine karşı caydırıcı mesaj niteliği taşımaktadır. Fakat Avrasya jeopolitiği açısından, Endonezya ve bölgedeki diğer adalara yönelik kriz stratejisinin asıl önemi, dinsel özellik taşıyan çatışma süreçlerinin daha iç bölgelerde nasıl bir şekil almakta olduğudur. Bölgenin ticari ve ekonomik anlamda taşıdığı özellikler nedeniyle Japonya ve Avrupa Birliği etkin faaliyetlerini sürdürmeye devam edecektirler. Avrupa ve Amerika ekonomisi açısından bu bölgede cereyan eden siyasi, ekonomik krizler ile değişiklikler büyük önem taşımaktadır. 1.3. ÇOK TARARAFLI YENİ DENGEDE İSLAM'IN JEOPOLİTİĞİ VE ÇATIŞMALAR Çok Taraflı Yeni Denge'nin oluşumu, eksen ülkeler ile eksenlerin ve tarafların ilgi, rekabet, çıkar ve çatışma alanları ilk iki bölümde ayrıntılı olarak açıklanmıştır. Çok taraflı yeni dengenin oluşumunda temel unsurlann ekonomik ve refah paylaşımı kaynaklı olduğu ve bunların yarattığı tehditlerin varlığı ortaya konmuştur. Global anlamda yeni bir yapılaşmanın oluşmakta olduğu uluslar arası alanda da tartışılmaktadır. Ancak bu tartışmalar, yeni dönemin taraflarını, ayrışmalarını, çatışma konularını ve alanlarını tarif ederken daha çok sosyal olgulara; medeniyetler çatışmalarına, hatta daha da özde dinler çatışmalarına dayandırma eğilimi içinde bulunmaktadır. 11 Eylül saldırısının arkasında yer alan kişilerin (uluslar arası hukuk sistemi ve kuralları açısından henüz sabitlenmemiştir) inançları, ilişkileri ve kimlikleri itibari ile slam dini ile özdeşleştirilmeleri ve çatışma alanlarının İslam Coğrafyası üzerinde yer alması nedeniyle tartışmalar medeniyetler çatışmasına doğru kaymaktadır. Buradaki gerçek bir tesadüften ibarettir. Gelişmiş ülkelerin özelde Avrasya Ana Kıtası üzerinde oluşturacakları çok taraflı yeni denge için çıkar çatışmasında bulunacakları alan önemli ölçüde İslam Coğrafyasıdır. Ancak İslam Coğrafyasından kaynaklanan yoğun tehditler nedeniyle İslam jeopolitiği üzerinde yer alan ülkelerin büyük kısmı çok taraflı yeni dengenin kurulmasında müdahale (siyasi, ekonomik ve askeri) edilecek ülkeler olacaklardır. Bu nedenle "Çok Taraflı Yeni Denge"nin kurulmasında İslam Jeoplitiğinin konumu ve çatışma alanlarının neler olacağına ayrıca yer verilmesinde fayda bulunmaktadır. 1.3.1. İSLAM JEOPOLİTİĞİ Mekke'de ortaya çıkan çağrının bugün geldiği nokta, coğrafi gelişim ve politik derinlik^ile beraber İslam'ın global jeopolitik açıdan kendisi için yarattığı bir jeopolitik hayat sahası bulunduğunu herkese kabul ettirmiştir. Bu jeopolitik alan 11 Eylül saldırısı ile birlikte tekrar dünya kamuoyunun gündeminde ön sıralardaki yerini almıştır. Oysa çok taraflı yeni denge, ana akslar ve eksenler arasındaki belirleyici coğrafi yaklaşımları islam jeopolitiğinin dengenin temel parçası olduğunu zaten ortaya koymaktadır. Çok taraflı yeni denge açısından Avrasya merkez adasını baz alan ve AtlantikPasifik arasında kalan bölgeyi iki yapıya ayıran bir orta hat bulunmaktadır. Bu orta hat kuzey ve güney olmak üzere iki alanı ve ilişkiler yumağını temsil etmektedir: Kuzey Orta Hat: 1. Avrupa Birliği 2. Rusya Federasyonu 3. Ukrayna 4. Kazakistan 5. Kırgızistan 6. Çin Güney Orta Hat: 1. Kuzey Afrika 2. Doğu Akdeniz 3. Ortadoğu 4. Kafkaslar 5. Hindistan 6. Güneydoğu Asya Bu jeopolitik pozisyon içerisinde ve güney orta hat üzerinde yer alan ülkelerin büyük bir kısmı Müslüman'dır ve aynı zamanda bu alan İslamın doğuş ve yaygınlık coğrafyası durumundadır. Bu açıdan bakıldığında islam için jeopolitik pozisyonuna uygun bir jeostratejik evrimin gerçekleşmesi kaçınılmazdır. Bu jeostratejik evrimi gerçekleştirmek için ise üç konuda farklılaşmak gerkmektedir: a.Yönetim Evrimi İslam ülkelerinin bir kısmında yaşanmakta olan aşırı milliyetçilik ve içe kapalı siyasi yapı zamanla dışa saldırgan veya işbirliklerinden kaçan bir yönetim profili yaratmıştır. Yeni tariflenmekte olan çok taraflı dengede ifade edilen bir yönetim evrimi kaçınılmazdır. Bu evrim iç politikada gerçekçiliği, dış politikada işbiriiği ve barış istemini, ekonomik karşılıklı bağımlılığın yarattığı paylaşımcılığı ve halkın refah seviyesini arttırmayı öncelik edinen bir yönetim anlayışının geliştirilmesi ile mümkün olacaktır. b.Global Demokratik Değerler İslam jeopolitiği üzerinde islam dini temelinde zaten var olan ve bugün global demokratik değerler olarak ifade edilen insan hak ve hürriyetleri, birey özgürlüğü ve anayasal güvence içerisinde ifade hürriyeti, fikri ve mali mülkiyet hakları, sorumluluk, saydamlık ve hesap verilebilirlik, seçme ve seçilme hakları, örgütlenme ve siyasi temsil gibi konularda önemli değişimlerin yaşanması zorunludur. c.Beşeri Kalkınma Yoksullukla mücadele ve refahı tüm kesimlere yaygınlaştırma konusunda yönetimlerin ve ana aks ülkelerinin büyük ödevleri bulunmaktadır. İslam jeopolitiği üzerinde bulunan ülkelerin büyük kısmında beşeri geri kalmışlıktan kaynaklanan fanatizm eğilimi görülmektedir. Devletler bu sorunu çözmede geciktikçe toplumda ekstremist gruplara eğilim artmaktadır. Özellikle petrol üreten ülkelerin petrol gelirlerini sosyal kesimlere aktarmak yönünde ciddi ve yeni projeler gerçekleştirmeleri islam û. < co — u- — ^ O O. o m co Ulli? DC D co > < III O z UJ o u. < DC O o jeopolitiğinin unsurları açısından büyük önem taşımaktadır. Jeostratejik evrim jeoekonomik ve jeokültürel evrimi bir bütün halinde sağlamak suretiyle islam jeopolitiğine barışı ve refahı getirecektir. İslam jeopolitik sahasını tanımlamakta yarar vardır: "Kuzey Afrika, Orta Afrika, Doğu Akdeniz, Balkanlar, Orta Doğu, Kafkaslar, İç Asya, Güney Batı Asya ve Güney Doğu Asya bölgelerinde yer alan coğrafi konum islam jeopolitiğinin toprak dağılımını belirler". Bunların dışında Müslüman olmayan topraklarda yaşayan geniş bir topluluk da bulunmaktadır. İslam'ın doğuş, gelişme ve bugüne geliş süreçlerinde yaşanılan olaylar ve bunların yarattığı iç sorunlar dışında, global sorunların yansımalarından kaynaklanan dış sorunlar da bulunmaktadır. İç sorunları dört başlık altında toplamak mümkün olacaktır: a. İktidar Mücadeleleri Medine Devleti dışında ve dördüncü Halife'nin vefatı sonrasında islam toprakları içerisinde başlayan iktidar değişiklikleri ve yürütülen mücadeleler tarihsel etkilerini uzun süre devam ettirmiştir. İslam'ın kendi özünde bulunan seçme veya tercih etme hürriyeti özellikle kabileler arası mücadelenin gölgesi altında kalmış, iktidar ile yönetilen arasında ilişki kopmuştur. Bu kopuşla beraber toplum içinde iktidarı ele geçiren lehine ve aleyhine kamplaşmalar kanlı çatışmaları ve tarihsel nitelik taşıyacak ayrılıkları başlatmıştır. Osmanlı İmparatorluğunun sona ermesi ile birlikte toplam anlamda islam toplumu üzerindeki iktidar mücadeleleri yerini ulusal devletler içi mücadelelere bırakmıştır. b.Mezhep Kavgaları Temel olarak iki büyük akaid ekolünün yarattığı gerilimin kaynağı aslında iktidar mücadelesinin de sebebi konumunda olmuştur. Gelişen olaylar ve felsefik tartışmaların yaratmış olduğu dini temel hususlara ilişkin algı farklılığı bugün için derin ayrılıkları yaratmış olsa da ilk dönem için var olan iktidara taşınmanın aracı olma konumu mezhepler açısından önemini yitirmiştir. Davranışlar konusundaki görüş farklılıklarından kaynaklanan mezhepler ise bu açıdan güncel bir siyasi ayrılık konumunda değildir. Şii ve Sünni akaid ekollerinin siyasi temsil arzuları hala etkin olarak varlıklarını sürdürmektedirler. c.Etnik Ayrışmalar Önceleri kabile seviyesinde başlayan ve islamın genişlemesi ile birlikte farklı milliyetlerin iktidar ve üstün olma arzularının yarattığı çatışmalar islam toplumu içerisinde önemli ayrışmalara neden olmuştur. Arap-Fars, Arap-Türk, Fars- Türk gibi ulus devlete geçen süreçle birlikte kendi sınırları içerisinde devam eden tarihsel ayrılıkların yarattığı gerilimler önemli bir sorun olarak günümüzde de etkili olabilmektedir. d.Kültürel Direniş Özellikle Şam fethi ile birlikte yoğunlaşan yeni toplulukların islam topraklarına katılımı kültürel bir etkileşimi de beraberinde getirmiştir. Önceleri farklı arap kabilelerin katılımından kaynaklanarak yeni gelenek ve inanışlar kırıntılar olarak islam toplumuna taşınmakta iken, gelişen fetihlerle Roma ve Fars kültürlerinin de yarattığı kültürel etkileşim çeşitli problemleri ortaya çıkartmıştır. Bir yandan bu toplulukların ve farklı coğrafi olanakların dini açıdan ihtiyaçlarının karşılanmasına yönelik mevzuat sayılabilecek çalışmalar, diğer yandan yeni kültürel iklime karşı hazım problemleri dikkat çekmiştir. Bu sürecin yarattığı yabancı kültüre karşı direniş zaman içerisinde katılıklara ve dini fanatizme zemin hazırlamıştır. Bunda haçlı seferlerinin arttırıcı etkisi olmuştur. İslam toplumu içinde yükselen iç gruplar arası çatışmalar ve dış unsurlarla yürütülen dolaylı ve dolaysız çatışmalar açısından "belirgin ve sistemli nefretsert ve yok edici mukabele" yaklaşımının kökeninde bu sorunların önemli bir yeri bulunmaktadır. Anılan bu iç sorunların dışında global sorunlardan etkilenen veya bölgesel nitelikli sorunlar da bulunmaktadır: a. Yoksulluk b. Beşeri Geri Kalmışlık c. Demografik Değişim Nüfus ve Göçler d. Totaliter Yönetimler e. İç Terörizm ve Sınır Aşan Terörizm f. Sınır İhtilafları Avrasya Merkez adasına ulaşan coğrafi kanalların çok büyük bir kısmı islam topraklarıdır. İslamın jeopolitik konumunu yönetememesinden kaynaklanan diplomatik ve ekonomik yükler ile bunların eksikliklerinden kaynaklanan güvenlik problemleri bilinmektedir. Soyut bir Batı-İslam ayırımının dışında somut bir alt sınıflar mücadelesi bulunmaktadır. Bunda ilahiyat, uzlaşmazlıklar ve tarihsel nedenler belirgin olmakla birlikte farklılıkların birlikteliğini sağlayamama beceriksizliği de rol oynamaktadır. İslam jeopolitiği dört farklı belirleyici ülkenin coğrafi ve politik etkisini hissetmektedir. Bunlar Suudi Arabistan, İran, Türkiye ve Endonezya'dır. Güneydoğu Asya'da yükselen Malezya ve Endonezya yaklaşımı, 11 Eylül saldırıları ile sekteye uğrayan Suudi Arabistan yaklaşımı, 1979'dan beri etkinliğini koruyan İran yaklaşımı ve yeni dönemde yükselen ve tartışılan Türkiye yaklaşımı İslam jeopolitiğinin geleceği açısından çok önemli olacaktır. 1,3.2JEOPOLmK ÇATIŞMA YA DA MEDENİYETLER ARASI SINIRLAR Bir süredir dile getirilen ve 11 Eylül saldırısı sonrasında yüksek sesle ifade edilen medeniyetler arası bir çatışmanın olasılığı üzerinde durmakta yarar vardır. Batı'da sıkça söylenen ve Batı ile islam arasında bir fay hattının varlığı etrafında şekillenen bir yaklaşım bilinmektedir. Bu fay hattı konusunda üç neden öne sürülmektedir: 1. İlahiyat kaynaklı fay hattı 2. Uzlaşmazlıklar kaynaklı fay hattı 3. Tarihsel ve Coğrafi kaynaklı fay hattı İslam kendisi dışında kalan Yahudilik ve Hristiyanlık gibi diğer semavi dinlere karşı ilahiyat anlayışından kaynaklı bir ayrışmayı ortaya koymaktadır. Bu ayrışma aynı zamanda Yahudilik ve Hristiyanlık arasında da bulunmaktadır. Ancak tarihsel olarak önce Yahudiliğin, ardından Hristiyanlığın ve sonradan İslamın gelişimi diğerini revize etme veya kapsama üzerine başlayan kabuldireniş ikilemini ve hatta çatışmalarını yaratmıştır.. İlahiyat görüşlerinden kaynaklanan farklılıkların bulunması ve bu konudaki fikri çatışmalar savaş veya nefret sebebi olarak kökleşmemiştir. Buna rağmen geçmişte haçlı seferlerinden kaynaklı olarak Avrupa'nın kendi içerisinde edindiği birikimleri Batı dünyasına aktarırken antipati uyandıracak bir yaklaşım sergiledikleri gözlenecektir. Aynı yaklaşımı Avrupa ile temas içinde olan müslüman devletler Akdeniz alanı dışında kalan müslüman topluluklara Batı'nın aktarılmasında da göstermişlerdir. İlahiyat meselelerinden kaynaklanarak bugün için iki medeniyet arasında var olan sorunları değerlendirmek alt sıralarda yer alması gereken bir seçenektir. Avrupa ile İslam toplumu arasında en önemli ve köklü coğrafi sınır Akdeniz'dir. Bunun devamı olarak Balkanlar da bir sınır olarak tarihsel süreç içinde gelişmiştir. İspanya'nın islam topraklarına katılımı ve daha sonraki süreçte Viyana kuşatması Avrupa 'da iktidarı kaybetme korkusundaki egemen sınıf ile dini egemen sınıfı yakınlaştırırken aynı zamanda bir savunma ve saldırıyı teşvik unsuru olarak geliştirilen islam karşıtlığını bugüne kadar canlı olarak taşımıştır. Keşifler dönemindeki başarıyı, İspanya'nın kurtarılmasından daha geriye itecek kadar köklü hale gelen bu karşıtlık, karşılıklı anlayış içerisinde aşılmayı beklemektedir. Bugün Avrupa'da artan müslüman nüfusu, bir dine karşı penetrasyonu sağlamanın da arayışını sürdürmektedir. Akdeniz'de ve Balkanlar'da oluşan coğrafi sınırlar karşılıklı korunma ve saldırma açısından birbirlerinden kopuşu zorlamıştır. Buna karşın siyasi ve dini elitlerin aksine sosyal seviyede etkileşim ve karşılıklı iyi ilişkilerin örnekleri aynı canlılıkla bugüne taşınmakta zorlanmıştır. Akdeniz'de oluşan Hristiyan ve İslam toplumları arasındaki coğrafi sınır iki yapılı bir tarihsel sürecin sonucunda başlamıştır. İslam'ın gelişme döneminde Batı için iki önemli büyük güç olarak Roma ve Sasani imparatorlukları bulunmaktaydı. İslam'ın önce Sasani İmparatorluğunu ele geçirmeye başlaması ve ardından Roma İmparatorluğu üzerine akınları özellikle Şam'ın fethi ile birlikte yeni bir sınır komşuluğunu başlatmıştır. Özellikle Şam'ın kuzeyinde bulunan bir çok önemli şehrin sakinlerinin kendi rızaları ile İslam egemenliğine girmeye başlaması kültürel farklılığa dayalı bir mücadeleyi başlatmıştır. Batı ile olan bu sınır komşuluklarının dışında Asya'da Hindistan bölgesinde İslam-Hindu ve Çin'de İslam-Budizm arasında oluşan sınırlar da birer çatışma alanı olma özelliğini korumaktadır. Sadece batı medeniyeti ile olan bir çatışma yaklaşımının aslında jeopolitik hakimiyet kurma isteminden kaynaklanan bir çatışma olduğunu göstermesi açısından bu sınır ilişkileri önemli bir olgudur. Etnik yapı ile birleşerek ortaya çıkan uzlaşmazlıkların yarattığı sorunlar ela tarihsel köklere dayanmaktadır. Özellikle ulusal bağımsızlık ve devlet olma mücadelelerinin yaşandığı 20 nci yüzyılın ilk yarısı egemen batı devletlerine karşı savaşmayı medeniyetlerine karşı bir savaş seviyesine çıkartmıştır. Bunlardan kaynaklanarak oluşan bağımsızlık hareketlerinden bazıları dinsel fanatizmle birlikte ekstremist davranışlar sergileyen örgütlere dönüşmüşlerdir. Bunların dışında ekonomik kaynakların kullanımı, iktisadi yapılarla ilgili ayrılıklar, siyasi anlamda iç yapıya müdahalelere karşı direnme, kültürel istilaya karşı direnme ve bölgesel çıkarlardan kaynaklanan bir dizi uzlaşmazlık islam ile batı arasında bir fay hattının oluşmasına neden olmuştur. Ancak bunlar sistemli bir nefreti ve karşılıklı yok ediciliği tüm islam toplumunun özelliği haline getirmeyeceği gibi batı için de böyle bir karşı nefretin toplumsal genel kabul seviyesine çıkması da mümkün değildir. Yine de artan sorunlar ve uzlaşmazlıklardaki çözümlerden kaçınma istemleri bir nefret ateşini yakmaya neden olabilme özelliğini taşımaktadırlar. İslam jeopolitiği iyi incelendiğinde alınacak ilk ve en temel sonuç gerçek anlamda bir jeopolitik çatışmanın yaşanmakta olduğudur. Çok taraflı yeni denge ana aksların etkinlik mücadelesini ve mücadelenin geçeceği kritik coğrafyayı ifade ettikten sonra islam jeopolitiğinin konumu daha netlik kazanmaktadır. Bu açıdan Afrika'dan başlayan ve Pasifik'e kadar uzanan coğrafyada jeopolitik etkileşimin tetikleteceği önemli sosyo-ekonomik çatışmalar beklenmelidir. Burada temel belirleyici unsur ekonomik ve ticari üstünlüğü devam ettirme ve bu devamlılığın sosyal etkili işbirliğini geliştirme olacaktır. Bu hedef ve amaçtan uzaklaşma bir global güvenlik tehditi olarak algılanmalıdır. iki taraflı (Bi-lateral) dünya'nın yerini çok taraflı (Multi-lateral) bir dünya almaktadır ki, bu hem global seviyede, hem ülke seviyesinde sorun ve çözüm yaklaşımını değiştirmiştir. İki taraflı yapını getirdiği çatışmacı ve suçlu-suçsuz bakış açısı jeopolitik çıkmazları ve savaşları yaratmıştır. Eğer bu iki taraflı yapı devam edecek olursa, taraflar arası çatışmalar da kaçınılmaz olacaktır. Kültür ve Medeniyet açısından da durum bu seviyededir. Çok taraflı denge çok seçenekliliği beraberinde getirmektedir. Bu çok seçenekli yaklaşım asgari olarak buluşabilmeyi, azami olarak ise farklı cevap üretebilmeyi sağlamaktadır. Bu açıdan geçmişte yaşanmış olan Doğu-Batı veya Kuzey-Güney sorunları farklı ve kesin çıkar ayrılıklan üzerine bina edilmiş olmanın yükünü hala global barış üzerinde sürdürmektedir. Global liderlik çok taraflı denge için hükümranlık tanımı yerine sorumluluk tanımını getirmektedir. Bu ise ana aks ülkelerin rol ye sorumluklannı buna göre tayin etme mecburiyetini doğurmaktadır. İslam toplumu için de jeopolitik önderliği bulunan ülkelerin aynı misyonu yüklenmeleri anlamını taşımaktadır. İslam jeopolitiği üzerinde biriken sorunlarla, mücadele edebilmek askeri unsurlann dışında uzun soluklu iktisadi ve sosyal yardımlaşma ve iletişim olanaklarını yaratmakla anlam kazanacaktır. Bu ise bu jeopolitik konfigürasyon üzerinde etkin ana aksların bölgesel barışa hizmet eden ilişkileri geliştirmesi ve barış liderliği ile mümkün olacaktır. Rekabet sosyal seviyeye indirgenmeden güvenlik içinde bir ekonomi ve ticaret diplomasisinin gelişmesi mümkün olmayacaktır. Bu artan huzursuzluklar nedeniyle rekabet yerini düşmanlığa bırakabilecek ve ana aks ülkelerine karşı saldırılar için ortam yaratacaktır. Soğuk Savaş, iki süper gücün ideolojik mücadele kılıfı altında global ve zorunlu dengeyi yaratmıştır. Karşılıklı düşman olma durumunun yarattığı ortamda islam jeopolitiği global hedeflerin çok altında iç sorunlarla mücadele etmekteydi. Bu süreç içerisinde karşılıklı mücadelelerin birer parçası konumunda bulunan örgütler gelecekte ortaya çıkacak olan sosyal huzursuzlukların sorun giderme adresi olarak iktidara veya iktidar ortaklıklarına taşınmışlardır. Her şeye rağmen var sayılan düşman kavramının içerisinde soğuk savaş dönemi ihtiyaca yeterli olacak kadar olmasa da taraflar için bir kısmi refah ve barış dönemi olmuştur. Ancak süre ilerledikçe yaşanan ve artan gerilim aslında refahın ve bansın yüzeye ne kadar yakın olduğunu göstermiştir. Bugün dünya beklentilerin ve engellerin arasına sıkışan iktisadi diplomasinin zemininde, fakat global güvenlik tehditlerinin gölgesinde soğuk barış dönemine gimıiş bulunmaktadır. Soğuk Banş, refah ve barışın daha zor sağlanacağı ancak daha köklü temellere dayanacağı dönem olacaktır. Soğuk barış dönemi islam jeopolitiği için bir devrim niteliğinde gelişimin yaşanmasına olanak tanıyacaktır. Bu olanakları yönetmek için bölgesel önderliği üzerine yüklenen ülkeler daha aktif ve daha sorumluluk alan bir politika geliştirmek kalacaklardır. zorunda 1,3.3. İSLAM JEOPOLİTİĞİNİN STRATEJİK DEĞERLENDİRMESİ Çok Taraflı Yeni Denge'nin oluşumunda yer alan, global seviyede sorumluk alması gereken ana aks ülkeler ile bölgesel seviyede sorumluk alması gereken ülkeler için İslam jeopolitik alanında bekleyen bir çok sorun bulunmaktadır. Bu sorunların stratejik değerlendirmesini yapmakta yarar vardır: a.Afganistan Operasyonu ve Taliban'ın Yarattığı Tahribat Taliban hareketi Müslümanları kendisi ile Batı arasında olmak adına bir tercihe yöneltmemiştir. Oysa uzun bir süreçte Taliban'ın Afgansitan'da yürüttüğü ve kapsamı genişleyen dini yönetimi, İslam açısından hangi kriterlerin ve nelerin doğru olduğu noktasında bir zihin evrimini yaratamamıştır. Buda heykellerinin yıkımı sırasında fark edilen Taliban yönetimi ve benzerlerinin İslam toplumu adına çizdikleri imaj karşısında yeterli refleks de gelişememiştir. 11 Eylül saldırısı ile global bir sarsıntının yaşandığı bilinmektedir. İslam dünyasına doğru çevrilen oklar ile Taliban'ın yarattığı ideolojik tahribat daha net olarak görülmeye başlamıştır. Batı yaşadığı sarsıntının etkisiyle tarihsel süreç içerisindeki yerini yeniden sorgulamaktadır. Aynı sorgulamanın İslam toplumu içerisinde de yapılmakta olduğu görülmektedir. Bu sorgulamanın temelinde ideolojik anlamda dini algılama ve dini egemen sınıfların yarattığı kısıtların tahribatları değerlendirilecektir. Afganistan Operasyonu ise, bir yandan kendi zihin dünyasfında İslam jeopolitiğinde konumlanma açısından sorulara cevap ararken, aynı zamanda yeniden istilaya uğrama refleksinin yarattığı bir dizi ekstremist davranışları da ortaya çıkartacaktır. İslam toplumu, Afganistan'dan sonra yaşanacak gelişmeler ve bu gelişmelerin etkilerini sorgulamaktadır. Terörizm konusunda yaşanan bu acı olay bir yandan terörün islam toplumuna verdiği ideolojik ve imaja ilişkin tahribatı hatırlatırken kendileri için neyin ne kadar ve nasıl değişeceğini, ulusal ve uluslararası düzeyde ne gibi hukuki değişikliklerin yapılacağını, hangi otoriter yönetimin ayakta kalıp hangisinin yok olacağını, yeni bölgesel gücün hangileri olacağını görmek açısından, bir yandan 11 Eylül'ün yarattığı sorgulayıcı evrimi yaşarken diğer yandan da ölçünün kaçmasından duyduğu endişe ile içe kapanma eğilimini arttırmaktadır. ABD 'dışında kalan ülkelerde de biyolojik ve kimyasal silahların kullanılabileceğine dair oluşan korkuların islam toplumuna karşı bir güven kırılması yaratması gelecekte bir karşılıklı nefretin gelişmesi açısından da önemli riskler yaratmıştır. b. Arap-îsrail Çatışması ve Ortadoğu için Ertelenen Barış Süreci Arap toplumunun kendi içerisinde devam ettirdiği arap milliyetçiliği ve İsrail'in kurulmasıyla beraber buna dayanak teşkil etmesi, Filistin sorunu ile doğrudan ilişkili bir Arap-İsrail çatışmasının yarattığı gerilimi artırmaktadır. Filistin sorununun dışında Ortadoğu için nüfuz mücadelesinden kaynaklanan bir Arap-İsrail çatışması da söz konusudur. Mısır ile İsrail ilişkileri karşılıklı iç politik nedenlerden ötürü verimliliğini kaybetmiştir. Ürdün açısından kendi içerisindeki Filistinlilerin durumu iç politika açısından bağlayıcı olmaya devam etmektedir. Suriye değişim dönemi konusunda beklentileri uzun bir süre erteleyebilme riskini taşımaktadır. Yine de bir Suriye-İsrail savaşı riski gittikçe azalmaktadır. Öte yandan Suudi Arabistan'ın İsrail'le dolaylı savaşında 11 Eylül saldırısının negatif etkisi olmuştur. Taliban ile ilişkileri Suudi Yönetimini zora sokarken Arap-İsrail ilişkilerinde yeni bir belirsizliği ve Suudi iç politik konularında sıkıntılı bir dönemi beklemek gerekmektedir. 1990'ların ortalarından itibaren artan bir İsrail-Filistin çatışması söz konusudur. Bu çatışmaların yarattığı politik atmosfer içerisinde saldırgan tutuma sahip dini karakterli örgütlerin gücü artmaktadır. Buna karşın İslam-Yahudilik arasındaki gerilim bu örgütler tarafından karşılık bulan gerekçelerle dinsel bir savaşa taşınmaktadır. Arap-İsrail barış sürecinin sağlanmasında Doğu Akdeniz Güvenlik Mimarisi kapsamında uluslararası güç desteğine olan ihtiyaç artmaktadır. Yakın bir gelecekte Arap-İsrail çatışması sona erse bile Libya, Irak ve İran ile İsrail arasında bir barış ortamının oluşması beklenmemelidir. Madrid Barış Görüşmeleri yeniden ve hızla hayata geçirilmediği takdirde Ürdün'ün istikrarsızlaşması, Suriye'nin yeniden agresif güvenlik politikalarına dönmesi ve çıkabilecek bir savaşta Ortadoğu'da kitle imha silahlarının kullanılması riskleri artacaktır. c.Reform ve Geleneğin Direnişi Karşısında İran Şii ekolünün ve 1979 yılından itibaren radikal dini devrimin ihraç merkezi konumundaki İran uzun bir devrim sürecini geride bırakmıştır. Humeyni'nin ardından başlayan ve Hatemi ile doruğa çıkan değişim söylemleri ya da diğer adıyla reform istekleri İran'a dair beklentileri arttırmıştır. Ülke Jeopolitiği ve İslam jeopolitiği içindeki yeri itibariyle İran'ın reform ve gelenek arasındaki serüveni çok önem arz etmektedir. iran aslında siyahtan griye doğru bir açılımı isternektedir. Bu istek devrimin yöneticilerinin de bir mecburiyetini yansıtmaktadır. İran'da yaygınlaşan rüşvet, artan gelir dağılımı bozukluğu ve dini egemen sınıfa yakınlığın getirdiği ayrıcalıklar halkta devrime karşı duyulan memnuniyetsizliği büyük ölçüde arttırmıştır. Genç nüfusun talepleri ve ortaya konulan kısıtlar nedeniyle İran yönetimi için zor bir dönem başlamıştır. Biriken talepleri ana akstan ayrılmadan çözebilecek bir lider olarak Hatemi devrim yöneticileri için de bir şanstır. İran'ın kendi içerisinde yaşayacağı bu reform etkisindeki değişimler bir siyasi ihraç malzemesi olarak kullanılmasa da diğer bölgelerdeki ekstremist gruplara verdiği desteğin biçimini değiştirecek bir nitelik kazanacaktır. Gerçekte önemli bir gösterge olarak İran göstermiştir ki, iktidara taşındıktan sonra fanatik ideolojilerin temsilcileri totaliter ve kendi sınıflarını temsil eden bir siyasi profile dönüşmektedir. İran değişememenin sancısı ile reform yapma uğraşısı içinde çabalarken İslam jeopolitiği üzerindeki etkisini aynı ölçüde sürdürmekte zorlanacaktır. d. Güneydoğu Asya'dan Afrika'ya İstikrarsızlık ve Ekstremist Hareketler Çok taraflı yeni dengenin yarattığı dönüşüm baskısı karşısında islam jeopolitiği üzerinde ciddi istikrarsızlıklar tehdit olmaya devam etmektedir. Global dengenin gerektirdiği ekonomik ve siyasi yapısal değişim ve dönüşümleri gerçekleştiremeyenler ile bunların karşısında direnenler için sıkıntılı bir dönem başlamaktadır. Bu açıdan islam jeopolitiği üzerindeki ülkelerin büyük kısmı global dengenin düzeltilecek hedefleri konumuna gelmektedirler. Güneydoğu Asya'dan Afrika'ya kadar yaygın olan islam ülkeleri için, siyasi ve sosyal konular dışında ekonomik açıdan da zor bir dönem başlamaktadır. Afganistan'da başlayan operasyon sonrası küresel terörizme kaynak teşkil eden istikrarsız yapıların düzeltme amaçlı yeni hedefler olarak Orta Asya, Güneydoğu Asya ve Yakındoğu'da bölgesel bir gelenek-reform mücadelesi yaşanacaktır. İslam dünyasının genel olarak sosyal dokusunu oluşturan yapıları dışında kalan ve ekstremist grup olarak bağımsızlık mücadelesi kapsamında olmayan örgütleri takip ve kontrol amaçlı harekat ve müdahale süreci Batı'ya karşı yeni bir antipati akımını körükleyecektir. Aynı süreç islam toplumu içinde iç sorgulama ve arap islam aklı dışında bir geleneğin doğmasını da zorlayacaktır. Endonezya, ülkede yaşanan ekonomik krizin siyasi ve toplumsal kaosa dönüşmesiyle Güneydoğu Asya'daki en büyük istikrarsızlık alanı olmaktadır. Malezya ile birlikte teknolojik gelişme ve ekonomik ilerlemeyi yakalamış moderinzm ile geleneğin islam çatısı altında buluştuğu bir ülke olarak Endonezya'nın etkileyecektir. konumundaki değişiklikler İslam jeopolitiğini doğrudan Keşmir konusundaki artan gerilim Pakistan-Hindistan ekseninde bir İslamHindu çatışmasını zorlamaktadır. Oysa Hindistan içerisinde bulunan yüz milyon civarında müslümanın durumu açısından gelişmeler kaygı verici olabilmektedir. Pakistan'ın Afganistan operasyonu sonrası Suudi Arabistan ile birlikte konumlarını yeniden gözden geçirecekleri beklenmektedir. Ancak gelişmelerin Pakistan iç politikasında bir istikrarsızlık yaratma riski devam etmektedir. Özbekistan başta olmak üzere bölge ülkelerindeki yönetim sıkıntılarından kaynaklanarak artan ekstremist grupların yaşam alanı olan Fergana Vadisi konusundaki gelişmeler bir istikrarsızlık unsuru olmaya devam edecektir. Çeçenistan konusunda Rusya Federasyonu tarafından daha yumuşak politikaların uygulanması bir süre daha ertelenmektedir. Ortadoğu için radikal gruplar uzun bir sure daha istikrarsızlık unsuru olacaktır. Filistin sorununun çözümü ile bu durumun değişmesi beklenmekte ise de yeni arap milliyetçiliğinin gelişimi daha belirleyici olacaktır. Kuzey Afika, Sudan ve Somali gibi dış halka ülkelerinde beşeri geri kalmışlığın yarattığı kaotik yapı ekstremist dini grupların varlığına olanak tanımaktadır. Müslüman olmayan topraklarda yaşayan islam diasporası ekstremist ve radikal görüşlerden ve yaklaşımlardan giderek kopmaktadır. Beşeri gelişme ile birlikte global demokratik değerlerin varlığı ve İslam diasporasının bunlara uyumu dini fanatizmi zayıflatmaktadır. Bununla birlikte yakın gelecekte özellikle Avrupa'da artan müslüman nüfusa karşı Avrupalıların tutumu ve kültürel etkileşimleri daha çok merak uyandırmaktadır. 1.4 DÜNYA EKONOMİSİNDE YENİ DÖNEM 2000-2010 Dünya ekonomisi kendi içinde sahip olduğu trendler ile 2010 yılma yönelik karmaşık ve sorunlu bir yol haritası çizmiş gibi görünmektedir. Son yirmi yıldır küreselleşme ekseni etrafında yerleşen bu trendlerin bir bölümü büyüme ve ticareti geliştirirken, bir bölümü ise refah dağılımının bozulması ve fakirlik gibi sorunları uluslar arası sisteme birer tehdit olacak noktaya getirmektedir. Dünya da çok taraflı yeni bir denge kurulurken en önemli sorun, son yirmi yılın gelişmelerinin yarattığı olumsuz sonuçlann giderilmesi ve iyileştirilmesidir. Bu sonuçlann yeni dengenin tesisine yönelik olası etkilerini öngörmenin yolu ise bu sonuçlara yol açan dünya ekonomisindeki trendlerin analiz edilmesidir. Bu başlık altında yapılan sunum da bu işlevi görmektedir. Yeni denge arayışının temel nedeni olarak şu söylenebilir; 11 Eylül saldınsı ardından başlayan yeni denge arayışlarının temelinde refah paylaşımı kaynaklı ekonomik nedenler bulunmaktadır. Analiz edilen ekonomik trendler bu tezi doğrular nitelikte sonuçlar vermektedir. Dünya ekonomisine hakim olan kapitalist sistem kendini, ancak daha çok mal ve hizmet üretilen ve tüketilen bir ekonomik yapıda sürdürebilecektir. Bugün gelinen noktada ise daha çok mal ve hizmet üretilmesi ile tüketilmesini yavaşlatacak, hatta engelleyecek bir sürece girilmiştir. Dünya ekonomisi kendi dinamikleri içinde sıkıntılı bir dönemde bulunmaktadır. Yeni denge arayışlan, eksenlerin oluşumu ve taraflann çıkar çatışmalan önümüzdeki dönemde refahın yaratılması ve yeniden dağıtılması sorunu üzerine inşa edilmektedir. Diğer tüm unsurlar birer araçtır. Örneğin medeniyetler çatışması, İslam politiği ye benzeri gibi yaklaşımlar refah paylaşımı mücadelesinin önemli ölçüde İslam coğrafyası üzerinde yapılacak olmasından kaynaklanmaktadır. Yeni tehditler, yeni tehdit algılaması, yeni güvenlik anlayışı, ve nihayetinde "Yeni Çok Taraflı Denge" nin kuruluşu ekonomik kaynaklı unsurlann neticesidir. Bu nedenle, bu bölümde; global ekonomik trendler, bu trendlerin yarattıklan fırsatlar ve tehditler ile, ekonomik büyüme, dünya ticaretinde serbestleşme, enerji kaynaklan ve kullanımı, global gıda ihtiyacı ve karşılanması, su kaynaklan ve kullanımı, emtia fiyatları ve dünyada yeni bölüşüm, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasında yeni ilişki ağı ve yeni ekonomik dönemin yönetimi ve kurumlar gibi yeni çok taraflı dengenin kurulmasında belirleyici olacak ekonomik unsurlar 2000-2010 yılı itibariyle incelenmektedir. 1.4.1 GLOBAL EKONOMİDE PARADOKSAL TRENDLER: FIRSATLAR VE TEHDİTLER Çok taraflı yeni dengenin oluşumunda etkili olan ekonomik unsurlann başında global ekonomik süreçte yaşanan paradoksal trendlerin yarattıkları fırsatlar ve tehditler bulunmaktadır. Trendlerin paradoksal olarak nitelendirilmesinin nedeni hem kuvvetli fırsatlar yaratması, aynı zamanda da trendleri yok edecek veya tersine çevirebilecek tehditler doğuruyor olmasıdır. Küreselleşme 2010 yılına kadar global ekonomik paradoksun kaynağını oluşturacaktır. 1980'li yıllardan itibaren etkisini artıran küreselleşme önümüzdeki 10 yılın da temel belirleyicisi ve şekillendiricisi olacaktır. Küreselleşme; dünya pazarları arasındaki mal, hizmet, sermaye, teknoloji, bilgi ve sosyal sermaye dolaşımının giderek serbestleştirilmesi ve yükselmesi şeklindeki trendlerini 2010 yılına kadar sürdürecektir. Bu trendler dünya ekonomisi için 2010 yılına kadar birbiri ile çelişkili, hatta karşıt fırsatlar ve tehditler yaratmaya devam edecektir. Piyasalar arası bütünleşmeler ile birlikte ülkelerin birbirlerine bağımlılıklan artmakta, bu bağımlılık kültürel değerleri de etkilediğinden sosyal uyuşmazlıkları da beraberinde getirmekte, ülke ve bölgede yaşanan istikrarsızlıklar ise tüm global sistemi tehdit eder hale gelmektedir. Dünya'da ekonomik dönüşümü sağlayan ve 200 yıllık bir sürece sığan "Sanayileşme" ardından bir sonraki dönüşümü sağlayan "Küreselleşme" 20 yıl gibi çok kısa bir aralığa sıkışmıştır. Bu nedenle dönüşüm hem önemli fırsatlar yaratmakta hem de tehditler doğurmaktadır. Küreselleşme trendinin devamına bağlı bu paradoks kuvvetlenecektir. Küreselleşme ekonomik büyüme ve gelişmenin iticisi olacaktır. Küreselleşmenin dışında kalan ülkeler ekonomik durgunluk, politik istikrarsızlık, kültürel yabancılaşma sorunlan ile karşılaşacaktır. Küreselleşmenin kazanımlannın paylaşımı sorunu ise gelişmiş ülkeler arasındaki global politika uyumunu bozabilecektir. PARADOKS TRENDLER VE KAYNAKLARI Küreselleşme; Mal ve Hizmet Ticareti ile sermaye hareketlerinde artış sürecek FIRSATLAR TEHDİTLER -Global ekonomik büyümenin ana kaynağı olacak. -Ekonomide büyüme ile yeni gelir ve servet artışları yaratılacak. -Ekonomide büyüme daha iyi yaşam şartlan sunacak, politik istikrara katkıda bulunacak -Küreselleşme dışında kalan ülkelerde ekonomi rekabet gücünü yitirecek ve küçülecek. -Yaratılan gelir ve servet artışlarının dağılımı adil olmayacak. Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arası fark daha da açılacak. -Gelir dağılımındaki bozulma, açılan gelişmişlik farkları iyi yaşam talep eden ülkelerde sosyal ve siyasi gerginliklere hatta çatışmalara yol açacak, politik istikrar bozulacak. sürecinin Küreselleşme ekonomik -Küreselleşme büyümenin kaynağı etkin çalışması için global ekonomik istikrar olmaya devam edecek. sağlanacak. -Ekonomi politikaları arasında uyum sağlanacak. -Kur politikaları istikrarı hedefleyecek ve istikrarlı bir rekabet alanı yaratılacak. -Ekonomik büyümenin yarattığı servetin paylaşımı büyük aktörler arasında çıkar çatışmasına dönüşebilecek. -ABD, AB, Japonya arasındaki ekonomi politikaları uyumu bozulacak. -Kur politikaları çıkar (rekabet) savaşının temel silahı olacak. Uluslar arası para ve ödemeler sistemi krizler ile karşılaşacak. -Sermaye hareketleri ekonomik büyümenin kaynağı olacak. Sermaye hareketlerinde serbesti artacak. -Ekonomik istikrarını sağlayamamış ülkeler sermaye hareketlerinden yararlanamayacak ve ekonomik büyüme için yeterli kaynak bulamayacak -Uluslar arası sermaye piyasaları ile bütünleşen, ekonomisi istikrarlı ülkeler hızlı bir ekonomik büyüme sürecine girecek. PARADOKS TRENDLER FIRSATLAR VE KAYNAKLARI TEHDİTLER -Sermaye hareketlerinin yöneldiği ülkelerde ekonomik istikrasızlıklar global finans krizlerine yol açacak. -Dünya ekonomisi giderek daha kırılgan bir yapıya girecek. Global krizlerden çıkış süresi uzayacak. Yeni Ekonomi, Teknoloji, Verimlilik, Bilgi uluslar arası rekabet gücünün teme! belirleyicileri olacak. -Eğitim ve teknoloji geliştirme altyapısı etkin, kuvvetli sosyal sermaye ve vasıflı işgücüne sahip ülkeler rekabet gücü kazanacak -Yaratıcılık ve teknolojik gelişmeler hızlanacak. Teknoloji ve bilgi üretemeyen, sosyal sermayesi zayıf ülkeler rekabet güçlerini giderek kaybedecek. -İnsanoğlunun talep etmediği ve insanı doğal sürecinden koparan ilerlemeler teknolojik ve ekonomik tıkanma yaratacak. Global trendlerin ortaya çıkardığı fırsatlann değerlendirilmesi halinde dünya ekonomisinin 2010 yılında karşılaşacağı tablo uygun bir çevre olacaktır. Ancak trendlerin ortaya koyduğu nimetlerin paylaşımı sorun yaratmaktadır. Nimetler eşit dağılmamaktadır. Trendlerin öncüleri veya uyum sağlayanlar nimetlerden yararlanmaktadır. Diğerleri ise trendlerin yarattığı tehditlere yol açmakta veya onlara maruz kalmaktadır. Bu nedenle bu global trendlere karşı da bir global karşıtlık gelişmektedir. "Küreselleşen küreselleşme karşıtlığı" bunun bir ifadesi olabilmektedir. Bu karşıtlık bugün için trendlerin hızını kesebilecek, ancak önleyemeyecek niteliktedir. Küreselleşmenin genişlemesi, ekonomik büyüme ve ekonomik istikrann sürmesi önümüzdeki 10 yıla ilişkin beklenen ekonomik trendlerdir. Ancak bu ana trendlerin önünde karşılaşılabilecek küreselleşme karşıtlığı dışında küreselleşmenin kendi dinamiklerinden kaynaklanan sınırlamalar da olacaktır. Bu sınırlamalar; yukandaki trendlerin değişmesine neden olabilecek niteliktedir. TABL0.2 GLOBAL EKONOMİK TRENDLERİN SINIRLAMALARI VE SONUÇLARI SINIRLAMALARIN KAYNAKLARI SONUÇLARI ABD'DE UZUN SÜRELİ EKONOMİK RESESYON VEYA YAVAŞLAMA •Dünya ekonomisinde yavaşlama •Global talep daralması •Sermaye hareketlerinde yavaşlama •Global krizlerin yönetiminde kaos AVRUPA BİRLİĞİ VE JAPONYADA NÜFUSUN YAŞLANMASI, DEMOGRAFİK GELİŞMELERİN YÖNETİLEMEMESİ •Sosyal Güvenlik ve Sağlık sistemlerinde mali çöküş •Tüketimde daralma, global ekonomik yavaşlama •110 milyona çıkan ilave işgücü ihtiyacının (2000-2010) karşılanamaması •Artan göç,sosyal politikalarda ve göçmen politikalarında uzlaşmazıık,sosyal huzursuzluklar •AB'de ekonomik ve parasal birliğin bozulması(parçalanma) olasılığı ÇİN VE HİNDİSTAN'DA YAPISAL REFORMLARIN KESİLMESİ •Kamu kurumlarının yeniden yapılandırılması,bankacılık sisteminde yapılanma, kamu çalışanlarının azaltılması, piyasa ekonomisine geçiş temel yapısal reformlar •Dünya ekonomisinde büyüme motorunun durması •Asya-Pasifik bölgesinde ekonomik ve mali kriz •Uzun süreli global ekonomik durgunluk GLOBAL EKONOMİ POLİTİKALARINDA UYUMSUZLUK •Ulusal çıkarların global ekonomik çıkarların önüne geçmesi •Global ekonomik bütünleşmenin durması •Bölgesel ekonomilerin ve politikaların uyumu (ASYAPASİFİK, AB, G.AMERİKA) •Global ilgiden, bölgesel ilgiye ve önceliklere geçiş. Bölge içi baskılarda artış ve uyumsuzluk •ABD-Japonya uyumsuzluğu ile ABD'nin dış ticaret açıklarını finanse edememesi, ABD ve dünya ekonomisinde durgunluk TABLO,2 GLOBAL EKONOMİK TRENDLERİN SINIRLAMALARI VE SONUÇLARI SINIRLAMALARIN SONUÇLARI KAYNAKLARI Bölgeler arası ticaret ve korumacılık savaşları ABD (tek süper güç) karşıtı ekonomik ve ticari koalisyonların ortak hareketleri Uluslararası ortak düzenlemelerden kopuş KÜRESELLEŞEN KÜRESELLEŞME KARŞITLIĞI Gelir dağılımı ve gelişmişlik farklannın açılması ile küreselleşmeye karşı organize ve kurumsal muhalefet Ekonomik korumacılık ve uluslar arası ticarette kaotik ortam Dünya ekonomisinde yavaşlama Küreselleşme karşıtlarına müeyyideler Küreselleşme karşıtı ülkelerde ekonomik çöküntüler, global kriz Küreselleşme ve ekonomik büyümenin zorunlu olarak yavaşlatılması 1.4.2. EKONOMİK BÜYÜME Dünya ekonomisi gelişmiş ülkelerdeki, özellikle ABD'deki ekonomik yavaşlamanın etkisi ile büyüme hızını kaybetmiştir. Ancak orta ve uzun vadede arz yanlısı iktisadi göstergeler 2010 yılına kadarki süreçte ekonomik büyümenin hızlanacağını öngörmektedir. Buna karşın gelir dağılımı bozukluğu ve fakirlik nedeni ile tüketimin daralması talep yanlısı iktisadi göstergelerin global ekonomik büyüme için aynı iyimserlikte olmadığını göstermektedir. Dünya ekonomisi önümüzdeki on yıl içinde geçmiş on yıllık süreçte gerçekleşen büyümenin üzerinde yüzde 3.1 oranında büyüme gösterecektir. Büyüme trendini hızlandıran dört önemli unsur bulunmaktadır. Enformasyon teknolojisi ve teknoloji kullanımı; sağladığı verimlilik artışı ile ekonomik büyümeyi hızlandırmaktadır. 90'lı yıllarda ABD enformasyon teknolojisi ve bilgi ekonomisine dayalı hızlı büyümesi ile dünya ekonomisini sürüklemişti. Enformasyon teknolojisi ve diğer teknolojilerin kullanımı başta Avrupa Birliği olmak üzere diğer ülkelerde önümüzdeki 10 yıl içinde ekonomide hızlandırıcı rol oynayacaktır. Tüm dünya genelinde verimlilik artışından kaynaklanan ekonomik büyüme yaşanacaktır. Uluslararası ticaretin ve yatırımların serbestleşmesi; Dünya ticaretinde serbestiyi düzenleyen ve artıran Dünya Ticaret Örgütü uygulamaları, sınır ötesi mal ve hizmet ticaretini genişletmektedir. Uluslararası ticaretin ve doğrudan yatınmlann genişlemesi ekonomik büyümeyi hızlandıracaktır. 2005 yılından itibaren dünya hiç olmadığı kadar serbest, o kadarda rekabetçi bir uluslararası ticaret ile karşılaşacaktır. Finansal sistemde iyileşme ve sermaye hareketleri; Son on yılda uluslararası finansal sistemde yaşanan krizler, global ekonomik büyümeyi yavaşlatmıştır. Finansal sistemde yapılan iyileştirmeler ile sermaye hareketlerindeki genişleme global ekonomik büyümeye tekrar ivme verecektir. Gelişmekte olan ülkelerin reformları; son on yılda yapılan yapısal reformlar, özelleştirme, piyasa ekonomisine geçiş; ticarette serbestleşme, özel sektörün dinamizm kazanması global ekonomik büyümeye etkilerini önümüzdeki on yıl içinde gösterecektir. Geçiş Ekonomisi ülkeleri de büyüme sürecine girecektir. Önümüzdeki on yıllık süreçte Dünya Ekonomisinin yıllık ortalama yüzde3.1 büyüme göstereceği tahmin edilmektedir. Gelişmiş ülkeler aynı dönemde yüzde 2.5, Gelişmekte olan ülkeler ise yüzde 5.4 büyüyecektir. Bu büyüme oranları 1960-70 döneminden sonra ulaşılacak en yüksek büyüme oranlan olacaktır. ABD ekonomik büyümesi yavaşlayacak ancak sürecektir. AB enformasyon teknolojileri ve verimlilik artışına dayalı olarak hızlı bir büyüme sürecine girecektir. Japonya son on yıldır içinde bulunduğu resesyondan çıkacak, ancak zayıf bir ekonomik büyüme sağlayacaktır. Dünya ekonomisindeki göreceli ekonomik büyüklüğü gerileyecektir. Gelişmekte olan ülkeler;yapısal reformlar, eğitime yapılan yatırımlar,teknoloji kullanımını benimseme, dinamik özel sektörün yaratılması, mali sektörlerde iyileşmeler, dış ticarette serbestleşme ve ihracata dayalı rekabetçi büyüme sürecine gireceklerdir. Asya Pasifik bölgesi dünyanın en hızlı büyüyen bölgesi olacaktır. Bölge 2010 yılında dünya ekonomisi içinde üretim, tüketim ve ticarette en yüksek payı alacaktır. Bölgede Çin itici olacaktır. Çin'in DTÖ'ne girmesi ile birlikte büyüme süreci hızlanacaktır. 90'lı yıllann ikinci yansında kriz geçiren 5 bölge ülkesi yeniden hızlı büyüme gösterecektir. Doğu Avrupa ve Merkezi Asya geçiş ekonomisi ülkeleridir. 1990 yılı sonrasında içinde bulunduklan yapısal dönüşümün tamamlanması ve piyasa ekonomisine geçiş ile birlikte önümüzdeki 10 yıl tekrar büyüme sürecine girmektedirler. Rusya'nın performansı iyileşmektedir. Latin Amerika ülkeleri kınlgan finansal sistemleri ve hassas ekonomileri ile önemli iç ve dış borç yükü taşımaktadır. Bu bölge öncelikle kınlgan yapıyı güçlendirmeye önem verecektir. Ekonomik büyüme daha zayıf olacaktır. Orta Doğu ülkeleri ekonomik yapılannda petrole bağımlılıktan kurtulamamadadır. Petrol fiyatlarındaki gerileme bu ülkelerin ekonomik büyümelerini olumsuz etkileyecektir. K.Afrika ülkeleri AB ile artan ilişkilere ve yapısal reformlara bağlı iyileşme gösterecektir. Güney Asya bölgesinde teknoloji ve bilgi ekonomisi temelli büyüyen Hindistan itici olacaktır. TABL0.3 REEL EKONOMİK BtÜYÜME TRENDLERİ 1'998- 2008 (% Yıllık) 1989-1998 1999 2000 1999-2008 BÖLGELER 2.7 3.1 1.9 2.3 DÜNYA EKONOMİSİ 2.1 1.6 2.3 2.5 GELİŞMİŞ ÜLKELER GELİŞMEKTE OLAN 5.4 ÜLKELER 3.1 2.7 4.3 7.5 5.5 6.2 6.3 DOĞU ASYA VE PASİFİK AVRUPA VE MERKEZİ ASYA -3.5 0.3 2.5 3.4 2.9 -0.6 2.7 3.5 LATİN AMERİKA 2.0 3.2 3.4 3.0 ORTA DOĞU VE AFRİKA 5.5 5.4 5.5 5.2 GÜNEY ASYA 2.3 3.1 3.4 2.4 SAHRA AFRİKASI BANK 1.4.3. DÜNYA TİCARETİNDE SERBESTLEŞME Önümüzdeki 10 yıl içinde Gelişmiş ve Gelişmekte olan ülkelerin kendi içlerinde ve aralannda tarif edilen ilişki ve akımlar; Dünya mal ve hizmet ticareti ile sermaye hareketlerindeki trendleri belirleyecektir. Trendlerin belirlenmesinde uluslararası kurumlar,çok taraflı anlaşmalar ve düzenlemeler temel olacaktır. 1.4.3.1. Dünya Mal ve Hizmet Ticareti Dünya mal ve hizmet ticaretine ilişkin temel trendler şunlar olacaktır. Dünya ticareti büyümesini sürdürecektir. 1998 yılında 6.5 trilyon dolar olan ticaret hacmi 2008 yılında 12.25 trilyon dolara çıkacaktır. Dünya ticareti son yirmi yılda olduğu gibi 2010 yılına kadar olan süreçte de dünya ekonomisinden daha hızlı büyüyecektir. Dünya hizmet ticareti, mal ticaretinden daha hızlı büyüyecektir. 1998 yılında 6.5 trilyon dolar olan dünya mal ve hizmet ticaretinde hizmet ticaretinin payı 1.3 trilyon dolar ile yüzde 20 olmuştu. 2008 yılında ise 12.25 trilyon dolarlık dünya ticaret hacmi içinde yüzde 35 pay alacaktır. Gelişmekte olan ülkeler sanayi malları ihracatında giderek daha yüksek pay alacaktır. Sanayi malı üretimi içindeki payları 2005 yılında yüzde 29'a ihracat içindeki paylan ise yüzde 25'e yükselecektir. 2005 yılından sonra ise DTÖ düzenlemeleri ile ihracat payları daha da artacaktır. Ticaretteki serbestleşmeye rağmen uluslararası ticaret giderek bölgesel birlikler içinde yapılır hale gelecektir. Dünya Ticaret Örgütü Düzenlemeleri Dünya ticaretindeki trendlerde en önemli belirleyici Dünya Ticaret Örgütünün düzenlemeleri olacaktır. Dünya Ticaret Örgütü'nün düzenlemeleri 1948 yılına dayanmaktadır. 1948 yılında ilk kez bir araya gelen ülkeler mal ticaretinde serbestleşmenin sağlanmasına yönelik olarak 46 yıl boyunca çalışmalannı yürütmüşler ve son tur görüşmeler olan Uruguay Round'da GATT (General Agreements on Trade and Tariffs) Ticaret ve Tarifeler Üzerinde Genel Anlaşma adı verilen düzenleme çerçevesinde mutabakata varmışlardır. O zamana kadar GATT olarak bilinen müzakereler ardından bu düzenleme ile yaratılacak yeni çevrenin yönetilmesi için 1995 yılında Dünya Ticaret Örgütü (DTO) (WTO World Trade Organization) kurulmuştur. Bugün Dünya Ticaret Örgütüne taraf ülkeler arasında uluslararası ticaretin serbestleşmesi ve ortak kurallara bağlanması konusunda üç önemli anlaşma bulunmaktadır. Bu üç anlaşma dünya ticaretini düzenleyecektir. TABL0.4 DÜNYA TİCARET ÖRGÜTÜNÜN ÜÇ DÜZENLEMESİ FİKRİ KONU MALLAR HİZMETLER MÜLKİYETLER ANLAŞMA KAPSAMI GATT (General Agreements on Trade and Tariffs) -İmalat Sanayi indirimleri ve engeller tarife ticari -Yatırım Destekleri -Anti Damping -Gümrük Beyanlan -İthal Lisansları -Devlet Alımlan -Ticarette Teknik Engeller GATS (General Agreement on Trade of Services) -Meslek Sahiplerinin Serbest Dolaşımı - H a v a Taşımacılığı -Finansal Hizmetler - G e m i Taşımacılığı -İletişim-Haberleşme TRIPS (Trade Related Aspects of Intellectual Property Rights) -Ticari Marka -Fikri Mülkiyet ve İlgili -Haklar -Endüstriyel T a s a r ı m -Patent -Ticari Sırlann Gizliliği Mal Ticaretinde Düzenleme; GATT 1994 yılında imzalanan GATT Anlaşması ile ticaretin dünya genelinde serbestleştirilmesi ve uyumlaştırılması amaçlanmaktadır. Anlaşmaya 2000 yılı sonu itibariyle taraf olan 141 ülke dış ticaretin düzenlemesi hakkından önemli ölçüde vazgeçerek bu konuda uluslararası kurallara uymayı kabul etmektedir. Anlaşma ile gümrük tarifelerinin aşağı çekilmesi ve konsolide edilmesi, miktar kısıtlamaları ile ithalat ve ihracat müsaadeleri uygulamalarına son verilmesi, "en çok kayrılan ülke","tercihli ticaret" gibi ayrıcalıklann kaldıniması ve ayrıcalıkların tüm ülkelere tanınması, koruma araçlannın en aza indirilmesi sağlanacaktır. 1994 yılında tamamlanan GATT Anlaşması, taraf ülkelere 10 yıllık bir geçiş ve uyum süresi tanımıştır. Anlaşma, 1 Ocak 2005 tarihinde yürürlüğe girecek ve anlaşmanın tüm maddelerine uyulacaktır. GATT Anlaşması ile özellikle gelişmekte olan ülkelerin ağırlıklı yer aldığı tekstil ve tarım sektöründe gelişmeler yaşanacaktır. Tekstil sektörü, 2004 yılına kadar Çok Elyaflılar Düzenlemesi ile yönetilecektir. 2005 yılında tekstil ve giyim sektöründe anlaşma hükümleri yürürlüğe girecektir. Bu tarihten itibaren bu sektörlerde kota ve diğer ithalat ve ihracat kısıtlamaları kaldırılmış olacak ve bu tarihe kadar gümrük vergileri yaklaşık yüzde 33 oranında azaltılmış olacaktır. Tarım sektöründe uygulanan tüm tarife dışı engeller, 1 Temmuz 1995 tarihinde gümrük vergisine dönüştürülmüştür. Bu tarihten itibaren gelişmiş ülkeler 6 yıl içinde gümrük tarifelerini yüzde 36, gelişmekte olan ülkeler ise 10 yıl içerisinde yüzde 24 oranında aşağı çekeceklerdir. Yurtiçi tanm sübvansiyonlan 10 yıl içinde her iki grup ülkede de yüzde 20 azaltılacaktır. Yine ihracat sübvansiyonları altı yıl içinde yüzde 36, sübvanse edilen ihracat miktarı ise yüzde 21 azaltılacaktır. GATT Anlaşması aynı zamanda sübvansiyonlar ve telafi edici vergiler, anti damping, gümrük beyanlan,ticarete teknik engeller, ithal lisanslan, devlet alımlan gibi teknik alanlarda, uluslararası ortak normlar oluşturulması ve uyumlaştırma çalışmalannı sürdürmektedir. GATT Anlaşması'nm getireceği ticari serbestleşme ile dünya genelinde 10 yıl içinde ilave 213 milyar dolar gelir yaratılacağı tahmin edilmektedir. Yaratılacak gelirin dağılımı, AB 61, ABD 36, Rusya ve diğer Avrupa 29, İspanya 27, gelişmekte olan ülkeler 13, Güney Asya ülkeleri ve Çin 20, EFTA 8, dört Asya Kaplanı 10,Kanada 2 ve Avustralya 2 Milyar Dolar şeklinde olacaktır. Dünya ticaretinin genişlemesine 1994-2004 yıllan arasında yüzde 10 katkıda bulunacağı tahmin edilen anlaşmanın bu katkısı, 2004 yılından sonra daha yüksek oranlı olacaktır. GATT Anlaşması bölgesel ticari birlikler kurulmasına engel değildir. Bölgesel birlikler GATT tarifelerinin üzerinde olmamak şartıyla, ortak gümrük tarifeleri ve oranlan uygulanmasına olanak vermektedir. GATT Anlaşmasının Gelişmiş ve Gelişmekte olan ülkelerde etkileri iki alanda yoğunlaşacaktır. Tablo 6 ve 7, Gelişmiş ve G.O.Ü'in uyguladıklan tarife oranlannı vermektedir. Tarife oranlarındaki indirimlerden Gelişnrıiş ülkeler yararlanacaktır. Çünkü gelişmiş ülkeleri gümrük tarife oranlan G.O.Ü'lere göre oldukça düşüktür. Tablo 5 ise üretici desteklerini göstermektedir. Gelişmiş ülkelerin uyguladıkları üretici destekleri (sübvansiyonlar) azalacak,bundan da G.O.Ü'ler rekabet güçlerini artırarak olumlu etkilenecektir. GATT Anlaşmasının yürürlüğe girmesi ile birlikte dünya ticaretinde imalat sanayi sektörü ürünlerinin ihracatında önemli artış yaratacak unsur, gelişmiş ülkelerin ve gelişmekte olan ülkelerin bu ürünleri ithal ederken uyguladıkları gümrük oranlannı aşağı çekmesi olacaktır. Gelişmiş ülkelerin gelişmekte olan ülkelerden yaptıklan ithalatta gümrük oranları ortalama yüzde 25.4, gelişmekte olan ülkelerin kendi aralanndaki ticarette uyguladıklan gümrük oranlannda ise gerileme ortalama yüzde 17.9 olacaktır. TABL0.5 OECD ÜLKELERİNDE ÜRETİCİ DESTEKLERİ BÖLGELER DUSUK GELİRLİ OECD ÜLKELERİ AVUSTRALYA - YENİ ZELANDA KANADA - ABD AB DİĞER JAPONYA OECD KAYNAK : WORLD BANK, UNIDO 1986-1988 1997-1999 28.8 39.4 1.8 47.5 95.2 7.8 53.6 234.8 1.4 47.8 116.6 7.8 53.1 266.2 TABL0.6 GATT ANLAŞMASININ İMALAT SANAYİ ÜRÜNLERİNDE UYGULANAN İTHALAT GÜMRÜK ORANLARI ÜZERİNDEKİ ETKİSİ GELİŞMİŞ ÜLKELERİN GELİŞMEKTE OLAN Ü L K E L E R D E N İTHALATI GATT ÖNCESİ GÜMRÜK ORANI SEKTÖRLER GATT SONRASI GÜMRÜK ORANI % % GUMRUK ORANINDA GERİLEME % GIDA ÜRÜNLERİ 8.7 9.6 AĞAÇ ÜRÜNLERİ KAĞIT 4.1 MOBİLYA 2.9 TEKSTİL VE GİYİM EŞYASI 11.7 10.0 DERİ AYAKKABI 7.0 6.1 3.7 DEMİR ÇELİK VE DİĞER METAL 2.2 6.7 PETROL ÜRÜNLERİ KİMYA 4.6 ULAŞTIRMA ARAÇLARI 4.3 3.7 MAKİNE VE METAL EŞYA 3.9 3.0 ELEKTRİKLİ ARAÇLAR 5.2 3.5 DİĞER MAMULLER 5.2 3.1 İMALAT SANAYİ G E N E L 5.9 4.4 KAYNAK : THE URUGUAY ROUND STATISTICS ON TARIFF CONCESSIONS GIVEN AND RECIEVES, W T O , 1996 9.4 29.3 14.5 12.9 40.5 31.3 14.0 23.1 32.7 40.4 25.4 TABLO. 7 GATT ANLAŞMASININ İMALAT SANAYİ ÜRÜNLERİNDE UYGULANAN İTHALAT GÜMRÜK ORANLARI ÜZERİNDEKİ ETKİSİ GELİŞMEKTE OLAN ÜLKELERİN ARASINDA İTHALATI SEKTÖRLER GATT ÖNCESİ GÜMRÜK ORANI % 20.6 GATT SONRASI GÜMRÜK ORANI % KENDİ GUMRUK ORANINDA GERİLEME % 3.4 GIDA ÜRÜNLERİ 19.9 AĞAÇ ÜRÜNLERİ KAĞIT MOBİLYA 12.6 10.3 18.3 TEKSTİL VE GİYİM EŞYASI 30.7 25.5 16.9 DERİ AYAKKABI 15.4 19.9 22.6 DEMİR ÇELİK VE DİĞER METAL 12.7 10.4 18.1 PETROL ÜRÜNLERİ KİMYA 21.1 20.4 16.8 ULAŞTIRMA ARAÇLARI 14.0 13.2 5.7 MAKİNE VE METAL EŞYA 16.6 12.7 14.5 ELEKTRİKLİ ARAÇLAR 19.6 17.2 12.2 DİĞER MAMULLER 11.1 9.2 17.1 İMALAT SANAYİ G E N E L 16.2 13.3 17.9 KAYNAK : THE URUGUAY ROUND STATISTICS ON TARIFF CONCESSIONS GIVEN AND RECIEVES, W T O . 1996 Hizmet Ticaretinde Düzenleme GATS Dünya ticareti içindeki payı giderek artan hizmet ticaretinin gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler için önemi artmaktadır. Son yirmi yılda, doğrudan yabancı sermaye yatırımlanndaki artış, sermaye hareketlerinde serbesti ile bilgiye ve teknolojiye dayalı hizmetlerin artan şekilde ticarete konu olması sonucunda hizmet faaliyetlerinin uluslar arası boyutu önem kazanmıştır. Uruguay Round Sonuç Bildirgesi ( Nihai Senet)kapsamında yer alan Hizmet Ticareti Genel Anlaşması (GATS) ,uluslar arası hizmet ticaretine ilişkin temel kavram, kural ve ilkeleri ortaya koyan ilk çok taraflı anlaşmadır. Hizmet Ticareti Genel Anlaşması GATS ile , GATT' da mal ticareti hakkında belirlenmiş olan hükümlerle kıyaslanabilecek kadar geniş ve çok taraflı bir kurallar çerçevesi çizilmiştir. Bir ülkenin GATS üyesi olması, onun tüm sektörleri için piyasalannı açma konusunda ve /veya hizmetlerin arzını etkileyen önlemler hakkında çok geniş taahhütlerde bulunması anlamına gelmeyecektir. Taahhütlerin genişliği, DTÖ üyeleri arasında farklılık gösterebilmektedir. Üye devletler liberalizasyon seviyelerinde negatif bir değişiklik yapmamak konusunda taahhütte bulunmuşlardır. GATS adım adım serbestleşme prensibi üzerinde kurulmuştur. Gelişmiş GATS üyesi ülkelerin taahhüt listelerinde pek çok sektöre yer verdiği görülmekle beraber, birçok ülke de az sayıda sektörde taahhütte bulunarak GATS üyesi olmuşlardır. 2000 yılından itibaren hizmetler sektörü ile ilgili periyodik görüşme turlanna devam edilmektedir. Böylece daha çok ülkenin hizmet sektörlerini yabancı girişime ve rekabete açmaları hedeflenmektedir. Hizmet Ticareti Genel Anlaşması, tüm üye ülkelere uygulanacak olan temel kurallan belirlemektedir. Hizmetlerin Tarifi GATS Anlaşması'na göre "Hizmetler", hükümetlerin ticari amaç dışında ve herhangi bir başka hizmet sunucusuyla rekabet etmeksizin sunduklan hizmetler haricindeki bütün sektörlerdeki tüm hizmetleri kapsamaktadır. Hizmetlerin Sunumu ve Pazara Giriş Hizmetler sektöründe yabancı bir pazara hizmet sunumunu düzenleyen "Pazara Giriş" hükmü pazara giriş biçimlerini tarif etmektedir."Pazara Giriş" biçimleri, Hizmetler İçin Arz Şekilleri olarak da nitelendirilebilir. Hükümler hizmetlerin arzı için dört şekli tarif ve kabul etmektedir. a) Sınır ötesi ticarette, hizmet sunucusunun, hizmeti arz ettiği pazarda fiziken yer almadan hizmetini sağlaması ve ihraç etmesidir. b) Yurtdışında tüketim, bir ülke vatandaşının yurtdışına giderek hizmeti doğrudan arz edildiği yerde almasıdır. c) Ticari varlık; herhangi bir hizmet sektöründe,hizmetin arz edileceği pazarda, şirket, şube, temsil ofisi,ortaklık biçiminde kurumsal bir yapı içinde yapılanarak hizmetin doğrudan sunulmasıdır. d) Gerçek kişilerin hareketliliği,kişilerin profesyonel hizmetlerini, yabancı bir ülkede doğrudan sunabilmesidir. Sermaye Hareketlerinde Serbesti Hizmet sunumuyla ilgili herhangi bir sermaye hareketine de izin verilmektedir. Sınır ötesi hizmet arzı söz konusu olduğunda; sunulan hizmetin esaslı bir parçası olmak kaydıyla, üye ülkenin sınırlan içinde ve dışında sermaye hareketlerine izin verilmektedir. MİNİ Muamele İlkesi GATS anlaşmasının Milli Muamele ilkesi, bir pazarda yerliler ile yabancılar arasında aynmcı olmama prensibini içermektedir. Her üye herhangi bir diğer üyenin hizmetlerine ve hizmet sunuculanna, hizmet arzını etkileyen bütün önlemlerle ilgili olarak, kendi hizmetlerine ve hizmet sunucularına uyguladığından daha az kayıncı bir muamele uygulayamamaktadır. 1.4.3.2. Dünya İmalat Sanayiinde Dönüşüm GATT Anlaşmasında mal ticaretindeki düzenleme giderek Gelişmekte Olan Ülkeler için önemli olacaktır. Bu "Dünya İmalat Sanayiinde" görülen dönüşümden kaynaklanmaktadır. Bu dönüşüm "Deendüstrilasyon" olarak adlandınimaktadır. İmalat Sanayi üretimi büyük ölçüde ABD, AB ve Japonya'dan Güney Öoğu Asya, Orta-Doğu Avrupa ve Latin Amerika ülkelerine kaymaktadır. Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasında üretim alanında "esnek üretim modeli" çerçevesinde bağımlılık kuvvetlenmektedir. Gelişmekte olan ülkelerin dünya sanayi üretimi içindeki payı hızla artacaktır. Dünya imalat sanayi üretiminin giderek G.O.Ü'e kayması ile GATT Anlaşmasının getireceği serbestleşme, G.O.Ü'in ihracat artışını hızlandıracaktır. TABL0.8 DÜNYA SANAYİ ÜRETİMİ BÖLGESEL DAĞILIMI (%) BÖLGELER 1970 1980 1995 2005 SANAYİLEŞMİŞ ÜLKELER GELİŞMEKTE OLAN ÜLKELER DOĞU ASYA LATİN AMERİKA K.AFRİKA - ORTA DOĞU GÜNEY ASYA SAHRA AFRİKASI 88.8 11.2 4.2 4.7 0.9 1.2 0.6 82.8 17.2 6.8 6.7 1.6 1.3 0.5 80.3 17.2 6.8 6.5 1.6 1.3 0.5 71.0 29.0 20.0 4.4 2.6 1.7 0.3 KAYNAK: UNIDO ANNUAL REPORT, 1999 TABL0.9 İHRACAT ARTIŞ TRENDİ 1989 -2008 (YİLLİK %) BÖLGELER 1989 1998 1999 2000 DOĞU ASYA VE PASİFİK AVRUPA VE MERKEZİ ASYA LATİN AMERİKA ORTA DOĞU VE K.AFRİKA GÜNEY ASYA SAHRA AFRİKASI 11.9 0.5 8.0 4.5 9.8 4.3 7.9 -0.3 -2.8 1.4 6.0 4.1 8.1 4.9 -1.6 3.4 7.7 6.1 1999 2008 8.0 5.6 -1.3 3.9 7.7 4.9 WORLD BANK 1.4.3.3 Uluslararası Sermaye Hareketleri Uluslararası sermaye hareketleri ile ilgili 2010 yılına kadar aşağıdaki trendler öngörülmektedir. Uluslararası sermaye hareketleri dünya ekonomisi ve ticaret genişlemesinin üzerinde büyüme göstermeye devam edecektir.Uluslar arası sermaye hareketleri 2010 yılına kadar ekonomik büyümenin motoru olmayı sürdürecektir. Uluslar arası finansal sistemde iyileşme, ortak normlar ile G.O.Ü'in mali sistemlerindeki yapısal reformlar sermaye hareketlerindeki artışı teşvik edecektir. Gelişmekte olan ülkelere yönelik sermaye akışı genişleyecektir. Mali sistemi şeffaf ve uluslar arası normlara uygun çalışan G.O.Ü tercih edilecektir. Gelişmekte olan ülkeler sermeye hareketlerine ilişkin düzenlemelerini serbestleştirmeyi sürdürecektir. Çin başta olmak üzere artan sayıda ülke uluslar arası sermaye hareketlerine kapılannı açacaklardır. Uluslar arası sermaye hareketleri şekil değiştirmeye devam edecek; Doğrudan sermaye yatırımlan, ve proje finansmanı yeniden önem kazanırken, SatınAlma ve Birleşmeler yolu ile sermaye akımı ve Risk yönetimine ilişkin sermaye hareketleri genişleyecektir. TABLO.10 ULUSLARARASI SERMAYE HAREKETLERİNDE TRENDLER SERMAYE HAREKETI GELİŞMİŞ ÜLKELER ARASI ŞEKIL VE HEDEFLER TAHVİL YATIRIMLARI Cari işlemler açığı veren ülkelerin uzun vadeli borçlanma kağıtlarına yatırım DOĞRUDAN YATIRIMLAR Teknoloji içerikli üretim alanlarına doğrudan yatırımlar, ABD ve İngiltere'ye yönelik Hizmet sektörü alanlarında doğrudan yatırımlar PORTFÖY YATIRIMLARI Hizmet sektörü şirketi hisse senetlerine Teknoloji içerikli sektörlerin hisse senetlerine SATIN ALMA VE BİRLEŞMELER Şirket ele geçirmelerine veya birleşmelerine yönelik sınır ötesi yatırımlar EMEKLİLİK FONLARI VE YATIRIMLARI Genişleyen emeklilik fonlarının çeşitli finansal yatırımları Risk YÖNETİM YATIRIMLARI Faiz. Kur vb risklerden korunmaya yönelik yatırımlar BANKA KREDİLERİ Satın alma ve birleşmelerin finansmanına yönelik jumbo krediler TABLO.10 ULUSLAR ARASI SERMAYE HAREKETLERİNDE TRENDLER SERMAYE HAREKETI ŞEKIL VE HEDEFLER GELIŞMEKTE OLAN ÜLKELER YÖNELIK T A H V I L YATIRIMLARI Kamu açığı ve cari işlemler açığı veren ülkelerin uzun vadeli borçlanma kağıtlarına yatırım DOĞRUDAN YATIRIMLAR Yatırım yapılan sektörlerde farklılaşma Enerji sektörü Bankacılık sektörü Bilgi işlem sektörü İletişim ve Haberleşme sektörü Tarım sektörü PORTFÖY YATIRIMLARI Uluslar arası rekabet gücü olan şirket hisse senetlerine Hizmet sektörü şirket hisse senetlerine Yeni ekonomi ve teknoloji şirketleri hisse senetlerine SATIN ALMA VE BİRLEŞMELER Mali kurumlarda satın almalar Esnek üretim sistemine entegrasyon amaçlı İmalat sanayi sektöründe rekabet gücü olan şirketleri satın alma ve ortaklıklar BANKA KREDİLERİ Proje temelli yatırımların finansmanı Proje finansmanı (enerji, sulama vb) 1.4.3.4. Bölgesel Ekonomik Ve Ticari Bütünleşmeler Bölgesel ekonomik ve ticari birlikler; ölçek ekonomisinden yararlanma , bölgesel bazda ihtisaslaşma, bölge içi ticareti genişletme, böylece yabancı sermayeyi çekebilme, üçüncü ülkelere karşı ortak dış ticaret politikası uygulama ve daha hızlı bir ekonomik büyüme sağlama faydaları üzerine kurulmaktadır. Dünya ticaretinde yaşanan serbestleşme ve bunu hızlandıran DTÖ düzenlemeleri karşısında, coğrafi olarak birbirine yakın ülkeler arasında küresel rekabet güçlerini artırmaya yönelik "Bölgesel Bütünleşmelerin" sayısı önümüzdeki süreçte artacaktır. Bu nedenle artan sayıda ülke bir veya birden fazla bölgesel birliğin üyesi olacaktır. 2010 yılına kadar bölgesel birlikler veya ticaret alanları arasında da bütünleşmeler yaşanacaktır. Amerika ile AB kıtalan arasında,( NAFTA ve AB) "New Transatlantik Market Place" Transatlantik serbest ticaret alanı oluşturulması görüşmeleri 1998 yılında başlamıştır. Amerika kıtasında K.Amerika'da NAFTA ile Güney Amerika'daki MERCOSUR ve ANDEAN bölgeleri arasında serbest ticaret alanı oluşturulması hedeflenmektedir. Avrupa Birliği,Akdeniz ve Orta Doğu ülkeleri ile (MENA) ortak serbest ticaret alanı yaratacaktır. APEC'te K.Amerika ülkelerinin üyeliği ile K.Amerika-Asya Pasifik bütünleşmesi sürecine girilmiştir. 2020 yılında tüm bölgesel birliklerin katılımı ile tek bir dünya serbest alanı oluşacağı öngörülmektedir. 1.4.4. ENERJİ KAYNAKLARI VE KULLANIMI Enerji kaynakları dünya ekonomisinin belirleyici unsurlanndan biri olmaya devam etmektedir. Enerji kaynakları dünya ekonomisinin büyümesinde itici güçtür. Üretici ülkeler için gelir kaynağı, tüketen ülkeler için ise vazgeçilmez bir ekonomik girdidir. Enerji kaynakları bu vasıflannı önümüzdeki on hatta yirmi yıl için de koruyacaktır. Enerji fiyatları ise dünya ekonomisindeki bölüşümü yeniden düzenlemektedir. Çok taraflı yeni dengenin oluşumunda ve eksenlerin çıkar çatışmalannda enerji kaynaklan en önemli unsur olmaktadır. 1.4.4.1. Global Enerji Pazarında Varsayımlar ve Ana Trendler Global enerji pazarında 2010 yılına kadar olan süreci kapsayacak öngörüler yapılmakta ve genel trendler ortaya konmaktadır. Önümüzdeki 20 yıla ilişkin yapılan öngörüler temel varsayımlar üzerine oturmaktadır. Bu varsayımlar şunlardır; Enerji pazanndaki trendlerin en önemli belirleyicisi ekonomik büyüme ile nüfus artışıdır. Global ekonomik büyüme aynı dönemde ortalama % 3 olarak öngörülmekte, nüfus artış hızının ise yavaşlayacağı varsayılmaktadır. Petrol ve doğal gaz fiyatları 2010 yılına kadar bugünkü ortalamalara yakın dalgalanacak, 2010 yılından sonra artmaya başlayacaktır. Aynca enerji kullanımındaki trendler özellikle OECD ülkelerinin çevre korunmasına ilişkin Kyoto Protokolü hükümleri gereğince alacağı önlemler ve politika değişiklikleri ile de etkilenecektir. Bu varsayımlar altında global enerji pazannda 2010 yılına kadar beklenen ana trendler şunlardır; •Dünya enerji kullanımı 2020 yılına kadar sürekli bir artış trendi içinde olacaktır. •Dünya enerji talebinin yaklaşık yüzde 90'nı fosil kaynaklardan sağlanacaktır. •Dünya enerji talebi bölgeler arasında değişiklik gösterecektir. Gelişmekte olan ülkeler toplam talep içinde artan pay alırken, OECD ülkelerinin payı gerileyecektir. •Uluslararası enerji ticaretinde, özellikle petrol ve doğal gaz ticaretinde keskin artışlar olacaktır. •OECD ve Asya ülkeleri enerji talebinde petrol ve doğal gaza giderek daha bağımlı hale gelecektir. •OECD ülkelerinin alacakları önlemlere rağmen Kyoto Protokolü'nün hükümlerini karşılamaktan uzak olacaklardır. •Gelişmekte olan ülkeler enerji tüketimleri ile hava ve çevre kirliliğine yol açan CO 2'nin yaklaşık üçte birini üretir hale geleceklerdir. 1.4.4.2. Global Enerji Talebinde Trendler Global Enerji talebi 1997-2020 yılı arasında ortalama her yıl yüzde 2 (19711997 arasında yüzde 2,2 idi) ve toplam olarak yüzde 57 oranında artacaktır. PETROL ana enerji kaynağı olmaya devam edecektir. Petrol talebi her yıl yüzde 1,9 oranında artacak ve 2020 yılında petrolün toplam enerji kaynaklan içindeki payı yüzde 40 olacaktır. Petrol talebi günlük 2010 yılında 90 milyon varile, 2020 yılında ise 115 milyon varile ulaşacaktır. OECD ülkelerinde ulaştırma sektörü, petrol talebindeki artışın ana kaynağı olacaktır. Diğer tüm nihai tüketim alanlarında ise petrol yerini doğal gaza bırakacaktır. OECD dışındaki bölgelerde ise petrol talebi artışı ulaştırma, konut ısınma, sanayi ve diğer enerji üretimi için olacaktır. DOĞALGAZ yenilenebilir enerji kaynaklanndan sonra en yüksek talep artışı ile karşılaşan 2. enerji kaynağı olacaktır. Doğal gaz talebi 2020 yılına kadar yıllık ortalama yüzde 2,7 oranında artacaktır. 2000 yılında yüzde 22 olan enerji talebi içindeki payı yüzde 26'ya çıkacaktır. Talep artışı petrol ve nükleer enerji kullanımının ikamesi ile ortaya çıkmaktadır. Doğal gaz çevrim santralleri ile elektrik ve enerji üretimi nükleer santrallerin ve kömür ile çalışan termik santrallerin yerini alacaktır. Gelişmekte olan ülkelerde geniş doğal gaz alt yapı yatınmlan yapılacaktır. KÖMÜR talebi artışı yıllık ortalama yüzde 1,7 ile global ortalama talep artışının altında kalacaktır. Bu nedenle kömür talebinin payı 2020 yılında yüzde 26'dan yüzde 24'e gerileyecektir. OEGD ülkelerinde kömür talebi sadece enerji üretimi ile sınırlı kalırken, gelişmekte olan ülkelerde, özellikle Çin ve Hindistan'da kömür talebi dünya ortalamasının üzerinde artacaktır. NÜKLEER ENERJİ; 1997 yılında dünya toplam enerji kaynaklannın yüzde 7'sini, elektrik enerjisi üretiminin de yüzde 17'sini sağlamaktaydı. İnşa halindeki santrallerinde devreye girmesi ile 2010 yılında enerji talebinde en yüksek payına ulaşacak, 2020 yılına kadar olan süreçte ise payı giderek azalacaktır. Çin, Hindistan, Pakistan gibi ülkelerde nükleer enerji talebi ve üretimi artarken, GECD ülkeleri ve eski Sovyet ülkelerindeki nükleer enerji santralleri işletme ömrünü dolduracak ve üretimden çekilecektir. HİDROENERJİ; 1997 yılı itibariyle dünya enerji talebinin yüzde 3'nü, elektrik üretiminin yüzde 18'ini ise hidroenerji kaynaklan karşılamaktadır. 2020 yılına kadar hidro elektrik santrallerinden elde edilen enerjinin yüzde 50 artması beklenmektedir. Yeni hidroenerji projelerinin yüzde BO'den fazlası gelişmekte olan ülkelerde yapılacaktır. Bununla birlikte 2020 yılında toplam enerji tüketimi içinde hidroenerji kaynaklannın payı yüzde 2 olacaktır. YENİLENEBİLİR KAYNAKLAR; 2020 yılına kadar yenilenebilir enerji kaynaklan talebi yıllık ortalama yüzde 2,8 ile en hızlı artan kaynak olacaktır. Hızlı talep artışına karşın,2020 yılında yenilenebilir enerji kaynaklannın payı yüzde 2'den ancak yüzde 3'e çıkacaktır. Çevre sorunlan yenilenebilir kaynakları teşvik edecek, ancak bu kaynakların fiyatları yüksek kalacaktır. ELEKTRİK; Diğer enerji kaynaklarından üretilen ve nihai olarak tüketilen enerji kaynağıdır. Elektrik enerjisi talebi diğer tüm nihai enerji kaynaklarından daha hızlı artacaktır. 1997-2020 yıllan arasında yıllık ortalama talep artışı yüzde 2,8 ile 1971-1997 döneminin yıllık artışının iki katı olacaktır. Dünya enerji kaynakları içindeki payı yüzde 17'den yüzde 20'ye çıkacaktır. Elektrik talebi hem OEGD, hem OEGD dışı bölgelerden olacaktır. OEGD ülkelerinin elektrik talebi yıllık ortalama yüzde 1,6 ve 2020 yılına kadar toplam yüzde 43 artacaktır. OECD dışı ülkelerde elektrik talebi ise yıllık ortalama yüzde 4,6 artacaktır. Elektrik talebi tüm sektörlerden ancak özellikle konut ve sanayi kaynaklı olacaktır. Gelişmekte olan ülkelerde elektrik tüketimi artacak olmakla birlikte 2020 yılında kişi başına elektrik tüketimi OECD ülkelerinin ancak altıda birine ulaşacaktır. Enerji Talebindeki Artışın Kaynakları ve Dağılımı Global enerji talebindeki artışın önemli bölümünü, Çin, Güney Asya, Doğu Asya, Latin Amerika ile Afrika ve Orta Doğu bölgelerinde yer alan gelişmekte olan ülkelerden kaynaklanacaktır. 2020 yılına kadar olan süreçteki enerji talebi artışının yüzde 68'i bu ülkelerden, yalnızca yüzde 23'ü OECD ülkelerinden olacaktır. 2020 yılında enerji talebinin yüzde 45'i gelişmekte olan ülkelerden (1997 yılında yüzde 1) yüzde 44'ü ise (1997 yılında yüzde 54) OECD ülkelerinden olacaktır. Gelişmekte olan ülkelerde kuvvetli enerji talebi artışı hızlı ekonomik büyüme, endüstriyel gelişme, nüfus artışı, hızlı şehirleşmeden kaynaklanmaktadır. Petrol talebindeki artışın yüzde 70'i ile doğal gaz talebindeki artışın yüzde 40'ı Gelişmekte olan ülkelerden gelecektir. Dinamik Asya ülkeleri tek başına petrol talebindeki artışın yüzde 45 kaynağı olacaktır. Petrole olan talep artışında Kuzey Amerika ülkeleri de G.O.Ü'i takip edecektir. Doğal gazda ise Doğu Asya, Çin, Hindistan ve Latin Amerika ülkeleri talebin iticisidir. Avrupa Birliği ile Kuzey Amerika ve Orta Doğu da doğal gaza talebin artacağı bölgelerdir. TABL0.11 GLOBAL ENERJİ TALEBİNİN DAĞILIMI (%) 2020 1997 BÖLGELER 44 54 OECD GEÇİŞ EKONOMİLERİ 11 12 ÇİN 14 11 G.O.Ü 31 23 KAYNAK: WORLD ENERGY OUTLOOK 2000 1.4.4.3. Enerji Üretimi Ve Talebin Karşılanması Petrol 2020 yılına kadar olan süreçte petrol fiyatlan ile petrol maliyetleri için yapılan tahminler; yeni petrol alanları aranması, bulunması ve ilave petrol üretimini teşvik etmeyi sürdürecektir. Global petrol arzı 1997 yılında 75 milyon varil/gün iken 2010 yılında 96 milyon varil/gün, 2020 yılında ise 115 milyon varil/gün olacaktır. 2010 yılından sonra Orta Asya, Batı Afrika ve Latin Amerika ülkeleri en az OPEG ülkeleri kadar petrol pazarında pay elde edecektir. OPEC ülkelerindeki petrol üretimi de 2020 yılına kadar artmaya devam edecektir. Dünya petrol rezervleri en az 2020 yılma kadar tahmin edilen talep artışını karşılayabilecek seviyededir. Bazı alanlarda rezervler azalsa bile yeni alanlar (rezervler) bu açıkları kapatacak boyuttadır. Bununla birlikte yeni alanlann üretime geçişi belirli bir yatırımı ve süreyi gerekli kılmaktadır. TABL0.12 GLOBAL PETROL DENGESİ (G ÜN / MİLYON VARİL) 1997 2010 2020 TOPLAM TALEP OECD K.AMERİKA AVRUPA PASİFİK O E C D DIŞI GEÇİŞ EKONOMİLERİ ÇİN DOĞU ASYA GÜNEY ASYA LATİN A M E R İ K A AFRİKA ORTA DOĞU STOK DEĞİŞİMİ 74.5 40.9 20.2 14.1 6.5 30.1 4.7 4.1 6.4 2.3 6.1 2.1 4.4 3.6 TOPLAM ARZ 74.5 95.8 46.9 24.0 16.0 7.0 45.0 5.8 7.6 10.1 4.1 8.7 3.0 5.7 3.9 95.8 114.7 50.0 26.1 16.8 7.1 60.0 7.4 11.0 13.6 6.2 10.9 3.9 7.0 4.6 114.7 42.0 18.0 10.6 6.7 0.7 7.4 6.1 1.3 46.9 15.7 9.9 5.2 0.6 10.3 7.1 3.2 46.1 13.1 9.0 3.5 0.5 12.3 7.9 4.4 3.2 0.8 1.4 0.9 5.7 2.7 1.9 3.0 0.5 1.6 2.4 6.8 4.8 1.8 2.6 0.4 1.4 3.2 6.8 4.8 1.6 29.8 19.5 10.3 44.1 30.5 13.6 61.8 46.7 15.1 O P E C DIŞI OECD K.AMERİKA AVRUPA PASİFİK GEÇİŞ EKONOMİLERİ RUSYA DİĞER ÇİN HİNDİSTAN DİĞER ASYA BREZİLYA . LATİN AMERİKA AFRİKA ORTA DOĞU OPEC OPEC ORTA DOĞU OPEC DİĞER KAYNAK : WORLD ENERGY OUTLOOK 2000 TABL0.13 DÜNYA HAM PETROL REZERVİ (960 MİLYAR VARİL) PAY (%) BÖLGE VE ÜLKELER 53 OPEC ORTADOĞU 10 OPEC DİĞER 8 OECD 18 ORTA ASYA 3 ÇİN DİĞER ASYA 1 5 LATİN AMERİKA 2 AFRİKA VE ORTADOĞU (OPEC ÜYESİ OLMAYAN) KAYNAK : WORLD ENERGY OUTLOOK 2000 Doğal Gaz Kanıtlanmış dünya doğal gaz rezervleri 2020 yılına kadar oluşacak doğal gaz talebindeki yüzde 86'lık artışı karşılayacak büyüklüktedir. 2000 yılı itibariyle kanıtlanmış doğal gaz rezervi 158.3 trilyon m3 dür. Aynca tahmin edilen, ancak henüz kanıtlanmamış rezen/lerin mevcut kanıtlanmış rezervlerden daha büyük olduğu öngörülmektedir. TABL0.14 DOĞAL GAZ ÜRETİMİ VE İTHALATI 1997 2000 2010 2020 OECD K.AMERKA OECD AVRUPA OECD PASİFİK GEÇİŞ EKONOMİLERİ ÇİN DİĞER ÜLKELER DÜNYA TOPLAMI NET İTHALAT 592 199 31 585 17 396 1819 674 54 631 30 486 2098 799 276 87 882 57 795 2895 478 238 68 1316 78 1630 3807 OECD K AMERİKA OECD AVRUPA OECD PASİFİK GEÇİŞ EKONOMİLERİ ÇİN DİĞER ÜLKELER (-)lşareti Net İhracattır. -2 104 42 -74 0 -76 -2 153 42 -108 0 -91 61 232 42 -173 0 -168 526 386 74 -363 0 -629 ÜRETİM (MTOE) ??? KAYNAK: WORLD ENERGY OUTLOOK 2000 Doğal gaz talebi artmaktadır. Ancak, doğal gaz kaynaklarının talep ile buluşturulması boru hattı aracılığı ile veya likit gaz taşıması şeklinde olsun önemli yatırımları gerektirmektedir. Bu nedenle üretim ile talebin karşılanması yatırım kararlarına bağlı bulunmaktadır. Yatırım karannın verilmesi de rezervlerin bulunduğu alanlann belirli bir büyüklüğe ulaşmasına bağlıdır. Aynı şekilde ulaştırma (Likit Gaz) maliyetlerinin de düşmesi, talebin büyümesi ile mümkün olacaktır. Doğal gaz üretimi geçiş ekonomilerinde, OEGD Avrupa ülkelerinde ve Kuzey Amerika'da artacaktır. Ancak bu bölgelerin payları düşecektir. Asya, Orta Doğu ve Latin Amerika ülkelerinde doğal gaz üretimi daha hızlı artacaktır. OEGD Avrupa ülkeleri doğal gaz ithalatına en çok bağımlı olan ülkeler olacaktır. Afrika ve Orta Doğu ülkeleri de doğal gaz üreticisi ülkeler olarak kalacaktır. Elektrik Enerjisi 2020 yılına kadar yaklaşık 3000 GW yeni elektrik enerjisi kapasitesine ihtiyaç duyulmaktadır. Bu ilave kapasitenin yaklaşık beşte biri mevcut olanlann yerini alacak, geri kalanı ise ilave enerji talebini karşılayacaktır. 1997-2010 yılında ortalama yıllık 103 GW , 2010 ile 2020 arasında ise ortalama yıllık 158 GW yeni kapasiteye ihtiyaç duyulmaktadır. İlave kapasitenin üçte birine OEGD ülkelerinde ihtiyaç duyulmaktadır. 2020 yılına kadar OEGD ülkelerindeki mevcut kapasitenin üçte biri yenilenecektir. Nükleer santraller ve termik santrallerin ömrü tamamlanmaktadır. İlave kapasitenin yansından fazlası gelişmekte olan ülkelerde doğmaktadır. Yeni kapasite ihtiyacının üçte ikisi dinamik Asya ülkelerinden kaynaklanmaktadır. Geçiş ekonomisi ülkelerinde ise 2010 yılından itibaren önemli elektrik enerjisi talebi oluşacaktır. 2020 yılına kadar öngörülen elektrik enerjisi ihtiyaçlannm karşılanması için gerekli yatırım tutarı yaklaşık 3 trilyon dolardır. Bu tutara aktarma ve dağıtım hatlan yatınmlan dahil değildir. OEGD ülkelerinde ihtiyaç duyulan yeni yatınmların tutan 894 milyar dolar, geçiş ülkelerinde 300 milyar dolar ve gelişmekte olan ülkelerde yaklaşık 1.7 trilyon dolardır Gelişmekte olan ülkeler önümüzdeki yirmi yıl içinde elektrik enerjisi ihtiyaçlannm karşılanmasına yönelik yatınmlar için çok geniş finansmana ihtiyaç duyacaklardır. Kamu kesimlerinin bu yatınmlann tamamını karşılaması mümkün değildir. Bu nedenle enerji sektörlerinde liberaîizasyon ile özel sektörün enerji sektörüne katılımı artacaktır. TABL0.15 GLOBAL ELEKTRİK ENERJİSİ VE YATIRIM İHTİYACI BÖLGELER TOPLAM İLAVE KAPASİTE (GW) 1997-2010 2010-2020 OECD AVRUPA 229 248 OECD AMERİKA 195 201 OECD PASİFİK TOPLAM YATİRİM (milyar dolar) 1997-2010 197 125 2010-2020 192 154 64 75 117 109 OECD 488 523 439 455 GEÇİŞ EKONOIVIİLERİ 116 222 125 194 47 57 50 46 AFRİKA ÇİN 253 266 285 304 DOĞU ASYA 122 156 "141 149 L.AMERİKA 139 143 210 154 ORTA ASYA 54 77 57 57 GÜNEY ASYA 115 135 127 130 G.O.Ü 730 834 870 839 1579 1434 1488 DÜNYA 1335 KAYNAK : WORLD ENERGY OUTLOOK, 2000 1.4.4.4. Global Enerji Ticareti 2020 yılına kadar uluslararası enerji ticareti önemli ölçüde artacaktır. Genişleme, farklı büyüklüklerde olmakla birlikte hem petrol ve doğal gaz da hem de elektrik enerjisinde görülecektir. İran Körfezi ülkelerinin rolü, global enerji arzının merkezi olarak daha da önemli hale gelecektir. Asya'nın dinamik ekonomilere sahip ülkelerinin enerji ithalatındaki artış uluslar arası enerji ticaretindeki genişlemenin temel unsuru olacaktır. Yükselen talep ile enerji kaynaklannın bölgeler arası dağılımı enerji ticaretini artıracaktır. Enerji piyasalannda artan liberalizasyon, tüketicilere farklı kaynaklardan daha ucuza enerji kaynağı temin etme olanağı sağlayacaktır. Petrol ve kömür karşılanabilir ulaştırma maliyetleri nedeniyle uluslararası ticarete daha çok konu olacaktır. Doğal gaz ve özellikle elektrik için gerekli altyapı yatırımları ise halen maliyetli olmaya devam edecektir. Bölgeler arası petrol ticareti günlük 28 milyon varilden 2020 yılında 60 milyon varile çıkacaktır. OECD ülkelerinde petrol üretimindeki daralmaya bağlı olarak petrol ithalatına bağımlılıklan 2020 yılında yüzde 54'ten (1997) yüzde 70'e çıkacaktır. OECD ülkelerinde bağımlılığın artması ile OECD dışı ülkelerin Çin, Hindistan vb hızla artan talep artışı, ihracatçı ülkelerin Orta Doğu ve OPEC pazar gücünü artıracaktır. Bu ülkelerin petrol ihracatı içindeki payı 2020 yılında yüzde 26'dan yüzde 41'e ulaşmış olacaktır. Kömür ticaretinde, tüketimdeki yavaşlama nedeniyle daralma olacak, ticaret ortakları değişecek, Japonya en büyük ithalatçı olarak kalırken, Asya ülkeleri yeni ithalatçı ülkeler olacaktır. Avrupa'nın ithalatı azalacaktır. Doğal gaz ve elektrik alanında ise düzenlemeler, teknik, ticari ve çevre faktörleri iyileştikçe uluslar arası ticaret genişleyecektir. Uluslararası ticaret her iki alanda da mevcut dağıtım kanallarının genişletilmesini, yani ilave yatınmı gerektirecektir. 1.4,5. GLOBAL GIDA İHTİYACI VE KARŞILANMASI Dünya nüfusundaki artış, gelişmekte olan ülkelerdeki gelir artışı ile birlikte global gıda talebi artışını sürdürmektedir. Yoksulluk ve global gelir dağılımı bozukluğu ise gıda talebindeki artışa karşın gıda tüketiminin aynı seviyede artmasını engellemektedir. Global gıda ihtiyacı, tüketimi ve üretimi önümüzdeki dönemde, insanlığın ve ekonominin önemli unsurlanndan ve sorunlanndan biri olmaya devam edecektir. Çok taraflı yeni denge içinde özellikle Avrasya coğrafyasındaki yoğun nüfusun artan gıda talebi ile su kıtlığı çekilen Ortadoğu ve özellikle Afrika'da açlık sınınnı aşan nüfus sayısındaki artış ciddi bir ekonomik ve sosyal sıkıntı yaratabilecek ve sıkıntıların doğurabileceği çatışmalar yaşanabilecektir. 1.4.5.1. Gıda Talebini Belirleyici Unsurlar Gıda talebinde belirleyici önemli unsurlar nüfus ile kişi başına gelir artışı ve gelir dağılımıdır. Gıda talebine yönelik trendleri ölçen FAO'nun daha uzun vadeyi içeren büyüme tahminleri 2015 yılına kadar ortalama yüzde 3.1, 20152030 yıllan arası için ise yüzde 3.6'dır. Gelişmekte olan ülkeler için aynı dönemde oranlar yüzde 4.8 ve yüzde 5.4'dür. Milli gelir artışı aynı dönem için nüfusta beklenen artıştan daha yüksektir. Bu nedenle kişi başına gelir de artmaktadır. Gelir ve kişi başına gelirdeki artış hızında projeksiyonlar, gelire bağlı tanm tüketimi ve talebinde artış olacağını göstermektedir. Özellikle gelir artışının hızla yükseldiği gelişmekte olan ülkelerde tanm tüketimi ve talebi kişi başına daha hızla artacaktır. Gelişmiş ülkelerde ise gelir artışı kişisel tüketimi artırmaktan çok tüketimin kompozisyonunu değiştirmektedir. Tarım ve Gıda Ürünleri Tüketimi Tarım ve gıda ürünlerine ilişkin projeksiyonlarda, kişi başına tüketimde önemli artışlar olacağı görülmektedir. Dünya tüketim ortalaması baz yıl olan 19951997 yıllannda kişi başına 2761 kcal iken 2015 yılında 2960 kcal'ye, 2030 yılında ise 3100 kcal'ye çıkacaktır. Artışın önemli kaynağı Gelişmekte Olan Ülkelerdir. Gelişmekte olan ülkelerde kişi başına tüketim 1995-1997 yıllannda kişi başına ortalama 2626 kcal iken 2015 yılında 2815 kcal ve 2030 yılında 3020 kcal'e ulaşacaktır. Bununla birlikte 2015 yılında dünya nüfusunun yüzde 6'sı yani yaklaşık 412 milyon kişi halen 2200 kcal olan ve açlık sının kabul edilen günlük tüketim rakamının altında kalacaktır. Tarım Ürünleri Talebi Tarım ürünleri talep artışı 2000-2030 yıllan arasında yavaşlamaktadır. 19871997 yıllan arasında yaklaşık ortalama yüzde 1.8 olan talep artış hızı, baz yıllar - 2015 arasında yüzde 1.6, 2015-2030 yıllan arasında ise sadece yüzde 1.3 artacaktır. TABLO. 16 TARIM ÜRÜNLER TALEBİ ART SI % . BÖLGELER 1987-1997 1995/97-2015 2015-2030 DÜNYA 1.8 1.6 1.3 GELİŞMEKTE OLAN ÜLKELER SAHRA AFRİKASI YAKIN D O Ğ U - K . A F R İ K A LATİN AMERİKA GÜNEY ASYA DOĞU ASYA 3.9 3.2 2.5 2.6 3.3 5.2 2.2 2.8 2.3 2.0 2.6 1.9 2.5 1.8 1.5 2.1 1.3 GELİŞMİŞ ÜLKELER 0.8 0.6 0.4 GEÇİŞ EKONOMİSİ ÜLKELERİ -4.2 0.9 0.6 1.7 KAYNAK : FAG FUTURE DEVELOPMENTS İN WORLD FOOD, 2000 Gelişmiş ülkelerin talep artışı ortalama dünya talep artışının da altındadır. Gelişmiş ülkelerde nüfus artışı olmamakta ve kişi başına zaten yüksek olan tüketim artmamaktadır. Tanm ürünleri talebindeki artış büyük ölçüde gelişmekte olan ülkelerden kaynaklanmaktadır. Ancak GOÜ' deki talep artışı da önceki 30 yıllık talep artışının altında olacaktır. Tarım ürünlerine olan ortalama talep artışı daha çok kişi başına tüketimdeki artıştan kaynaklanmaktadır. Bu artışı sağlayan ise içinde Çin, Endonezya, Brezilya, Meksika, Nijerya, Mısır, İran ve Türkiye'nin bulunduğu 26 ülkeden oluşan, hem nüfus artışı olan, hem milli gelirleri dünya ortalamasının üzerinde büyüyen, hem de kişi başına tüketimi artan gelişmekte olan ülkeler grubudur. Bu ülkelerde kişi başına tüketimin 2030 yılında gelişmiş ülkeler seviyesine 3250 kcal/gün'e gelmesi beklenmektedir. 1.4.5.2. Tarım Üretimi Tarım üretiminin belirleyicisi büyük ölçüde tanm ürünleri tüketimidir. Global talep artışı veya tüketimi artışı doğrudan global tanm üretimi artışını da belirlemektedir. Dünya tarım tüketiminde önümüzdeki 30 yıla ilişkin beklenen yavaşlama, tarım üretimi artışını da etkileyecektir. 1987-1997 yılları arasında ortalama yüzde 1.9 olan üretim artışı hızı, baz yıllar -2015 arasında yüzde 1.6, 2015-2030 yıllan arasında ise yüzde 1.3 olacaktır. Üretim artışının gelişmiş ülkeler ve gelişmekte olan ülkeler arasındaki ayınmda ise G.O.Ü üretim artış hızı da önemli ölçüde yavaşlayacaktır. 1987 - 1997 yıllan arasında yüzde 3.8 olan üretim artış hızı baz yıllar - 2015 arasında yüzde 2.1'e, 2015-2030 yıllan arasında ise yüzde 1.6'ya gerilemektedir. TABL0.17 TARIIVI ÜRÜNLERİ 1JRETİIVIİ ART s ı % BÖLGELER DÜNYA GELİŞMEKTE OLAN ÜLKELER SAHRA AFRİKASI YAKIN DOĞU - K.AFRİKA LATİN AMERİKA GÜNEY ASYA DOĞU ASYA GELİŞMİŞ ÜLKELER GEÇİŞ EKONOMİSİ ÜLKELERİ 1987-1997 1995/97-2015 2015-2030 1.9 1.6 1.3 3.8 3.0 2.7 2.5 3.3 5.0 2.1 2.6 2.0 2.0 2.5 1.8 1.6 2.4 1.7 1.6 2.1 1.2 1.3 0.8 0.6 -4.1 1.1 0.6 KAYNAK : FAG FUTURE DEVELOPMENTS İN WORLD FOOD, 2000 1.4.5.3. Gelişmekte Olan Ülkelerin Tarım Göstergeleri Dünya tarım sektöründe, tüketim, talep, üretim ve net dış ticaret göstergelerinde daha etkin olan ülke grubu Gelişmekte Olan Ülkelerdir (GOÜ) . GOÜ'in üretim artışı tüketimde beklenen artış oranının altında kalacaktır. Bu veri GOÜ'in aynı dönemde tarım ürünleri ithalatında da artışı zorunlu kılmaktadır. Üretimin üzerindeki tüketim nedeniyle oluşan açığı ise gelişmiş ülkelerdeki üretim artışı karşılayacaktır. Gelişmiş ülkeler kendi iç taleplerindeki yavaşlamaya rağmen üretimlerini, dış talepteki artışı karşılamak üzere iç tüketimdeki artışın üzerine çıkarmak zorunda kalacaklardır. TABL0.18 GELİŞMEKTE OLAN ÜLKELERİN TARIM SEKTÖRÜ GÖSTERGELERİ GÖSTERGELER 1987-1997 1995/97-2015 2015-2030 TALEP ARTIŞI 3.9 2.2 1.7 ÜRETİM ARTIŞI 3.8 2.1 1.6 1.8 1.4 1.0 NÜFUS ARTIŞI NÜFUS ( Milyon) 3612 4436 5778 TÜKETİM (Kcal/gün) 2433 2626 2860 KAYNAK : FAO FUTURE DEVELOPMENTS IN WORLD FOOD, 2000 1.4.5.4- Global Tarım Ticareti Gelişmekte olan ülkelerde tüketim artışının üretim artışının üzerinde gerçekleşecek olması, GOÜ'in tarım ithalatını artıracaktır. GOÜ'in tanm ithalatı artışı, tanm ihracatlannın üzerinde olacak, GOÜ'in geleneksel net tanm ihracatçısı konumları erozyona uğrayacaktır. Tanm ürünleri ticaret fazlası giderek açığa dönüşecektir. GOÜ'in tahıl, bitkisel ürünler ve hayvancılık ürünleri gibi ana emtialarda net ithalatçı konumu sürerken, klasik ve özellikli ihraç ürünlerindeki artış ithalattaki artışı karşılayamayacaktır. GOÜ'de tanm ürünlerine dayalı sanayileşme de iç talebi artırmaktadır. Tüketim ve talep artışına karşın, GOÜ'de tanm alanı yetersizliği ve sulama olanaklan üretim artışını sınırlamaktadır. GOÜ'in 1995-97 yıllannda ortalama 190 milyon ton olan bitkisel ürün ithalatı 2015 yılında 230 milyon ton, 2030 yılında ise 309 milyon ton olacaktır. Toplam ithalat ise gelişmiş ülkelerin geçiş ekonomilerinin ithalatı da katıldığında; 2015 yılında 251 milyon ton, 2030 yılında ise 318 milyon ton olacaktır. İthalatın önemli bölümünü gelişmiş ülkeler karşılayacaktır. Gelişmiş ülkelerin ihracatı 1995-97 ortalamasında yıllık 142 milyon ton iken, 2015 yılında 219 milyon tona, 2030 yılında ise 279 milyon tona çıkacaktır. TABL0.19 DÜNYA BİTKİSEL ÜRÜN TİCARETİ (milyon ton) ÜLKE GRUPLARI 1995- 1997 2015 2030 1.GOÜ İTHALATÇI - 130 - 230 -309 2. GÜ İTHALA1 1 Çl -31 -36 -37 - 161 -266 -346 3. TOPLAM İTHALAT (1 +2) 4. GEÇİŞ EKONOMİLERİ -4 5. TOLAM İTHALAT (3+4) -165 6. GOÜ İHRACATÇI 7. GÜ İHRACATÇI 15 28 - 251 -318 23 32 39 142 219 279 GOU Gelişmekte Olan Ülkeler GÜ Gelişmiş Ülkeler GOÜ İhracatçı (Arjantin, Tayland, Vietnam) (-) Net İthalat (+) Net İhracat KAYNAK : FAO FUTURE DEVELOPMENTS IN WORLD FOOD, 2000 1,4.6 SU KAYNAKLARI VE KULLANIMI Su giderek ticari ve stratejik bir meta haline gelmektedir. Su kaynakları ve kullanımı arasındaki farklılıklar nedeniyle su bir ticari meta haline dönüşmektedir. Bu farklılıklann ülkeler arası güç kazanma yönünde kullanılması ise suyu stratejik bir unsur haline dönüştürmektedir. Bu nedenle önümüzdeki dönemde ülkeler arasında su kaynaklı sıkıntılar, ihtilaflar ve hatta çatışmalar olasıdır. Çok taraflı yeni dengenin kurulmasında özellikle Orta Doğu ve Orta Asya bölgesinde su birinci derecede önem arzedecektir. Bu nedenle su kaynakları ve kullanımına ilişkin gelecek trendleri aynntılı olarak analiz edilmektedir. Su ihtiyacı ve tüketimi nüfus artış hızının üzerinde artış gösterecektir. 19901995 yılları arasında dünya nüfusu iki kat artarken su tüketimi aynı dönemde 6 kat yükselmiştir. 2025 yılına kadar olan süreçte bu trendin su tüketimi lehine artarak devam etmesi beklenmektedir. 2025 yılında dünyadaki su tüketimi ihtiyacı bugüne göre yüzde 50 oranında yükselecektir. Su kaynaklannda öngörülen artış ve yine su kaynaklanndaki kaybolmalar dikkate alındığında 2025 yılında her üç kişiden ikisi su yetersizliği ile karşı karşıya kalacaktır. 2000 yılında su yetersizliği (yıllık kişi başına su tüketimi 1700m3 sudan az) çeken 1.7 milyar nüfus, 2025 yilında 5 milyar olacaktır. Su kıtlığı ise daha büyük tehdit haline gelecektir. 2000 yılında su kıtlığı çeken 31 ülkede 500 milyon olan nüfus, 2025 yılında 48 ülkede 3 milyar kişiye yükselecektir. 2050 yılında ise 54 ülkede 4 milyar insan susuz kalacaktır. 2000 yılında her saat 600 insan su yetersizliği veya bunun yol açtığı hastalıklardan ölürken, 2025 yılında bu sayı 1000'e çıkacaktır. Su ihtiyacının önemli bir bölümü tanmsal sulama ve üretimi içindir. Gelişmekte olan ülkelerde su tüketiminin yüzde 80'i tanmsal sulamaya kullanılmaktadır. 2025 yılına kadar tarımsal sulama için gerekli su ihtiyacı tüm dünya genelinde nüfusta ve yaşam standartlarındaki yükselişe bağlı olarak yüzde 50 oranında artacaktır. Su kaynaklan özellikle gelişmekte olan ülkelerde bu talebi karşılayacak seviyede değildir. G.O.Ü kıt su kaynaklannı tarımsal sulama ile kişisel ve sanayi için su kullanımı arasında tercih yapmak zorunda kalacak, tanm ve gıda ürünleri ithalatı yoluna gideceklerdir. Su sıkıntısı dünya genelinde elde edilen haşatın yüzde 10 gerilemesine yol açacaktır. Global ısınma ve iklim değişiklikleri su kaynaklarının kaybolmasına yol açmaktadır. Yer üstü ve yeraltı sulan akımlannda önemli değişimler yaşanacaktır. Isınma nedeni ile tanm sulaması için daha çok su gerekli olurken, tutulan su kaynaklannda azalma olacaktır. Su yetersizliği ve kıtlığı en çok Kuzey Afrika ve Orta Doğu'yu tehdit etmektedir. Bölgede 2000 yılı itibariyle kişi başına düşen su miktarı 1250 m3 iken bu rakam hızla gerileyerek 2025 yılında 650m3'e düşecektir. 6 ülkede 20 milyon kişiye su temin eden Çad gölünün yüzde 95'i, dünyanın en büyük dördüncü gölü olan Aral Gölü'nün yüzde 60'ı kurumuştur. Hindistan'ın başkenti Yeni Delhi'de su rezen/leh 15 yıl içinde kuruyacaktır. İran'da nüfusun yüzde 60'ı suyun olduğu bölgelere göç edecektir. Çin'in su ihtiyacı 2025 yılına kadar yüzde 66 artacaktır. Çin'de bugün şehirlerin üçte ikisi yeterli su olanağına sahip değildir. 2025 yılında kuraklık tehdidi altında olan ülkeler; Orta Asya ülkeleri; Hindistan dahil Güney Asya ülkeleri , Çin dahil Güney Doğu Asya'da tüm ülkeler, Mısır, İran, Irak, Suriye, Türkiye, Ürdün ve Arap Yanmadası ülkeleri, Fas, Tunus, Cezayir ve Orta Afrika ülkeleri. Doğu Afrika ülkeleri ile Güney Afrika Cumhuriyeti olacaktır. Suyun giderek kıt bir meta haline gelmesi; su kullanımı ve paylaşımdan kaynaklanan uzlaşmazlıklan ve çatışmaları artıracaktır. Su giderek stratejik bir meta haline gelmektedir. 21. Yüzyıl su savaşlanna sahne olabilecektir. Uzlaşmazlıklann yükseleceği bölgeler şunlar olacaktır; Merkezi Asya'da Aral gölünden yararlanan beş ülke ; Özbekistan, Tacikistan, Kırgızistan, Nil Nehri Alanı; Mısır ile başta Etiyopya ve Sudan olmak üzere Nil nehrinden su temin eden Orta Afrika ülkeleri Güney Asya'da Hindistan, Nepal,Bangladeş, Pakistan arasında su paylaşımı sorunlan Orta Doğu bölgesi; Orta Doğu ve Arap yarımadası ülkeleri önümüzdeki 25 yıl boyunca su olanaklannda önemli azalma ile karşılaşacaktır. Tablo 20 bu gelişmeyi yansıtmaktadır. Bu ülkeler önemli ölçüde suya bağımlı kalacaktır. Türkiye ile Irak ve Suriye arasında eski Mezopotamya alanındaki sulann kullanımında uzlaşmazlık sürecektir. TABLO. 20 ORTA DOĞU ÜLKELERİNDE KİŞİ BAŞINA SU — - - - - - - - - - - —• . " . —^ » aiMaaa mm m H• A fI ^ \ • r% n I ÜLKELER 1995 2025 MISIR İRAN İSRAİL ÜRDÜN UMMAN S.ARABİSTAN B.A.E 936 1719 389 318 874 249 902 607 916 270 144 295 107 604 SCARCITY WASHINGTON, 1997 1.4.7. EMTİA FİYATLARI VE DÜNYADA YENİ BÖLÜŞÜM Çok taraflı yeni denge bir refah paylaşımı mücadelesi üzerine kurulmaktadır. Refahı sağlayan kaynaklar paylaşımı da şekillendirmektedir. Her ülkenin bu anlamda sahip olduğu kaynaklar, bunlann miktan, bu kaynaklara olan talep , bu kaynaklann uluslar arası pazarlara çıkışı önemlidir. Ancak refah paylaşımına ilişkin temel unsur kaynaklann veya diğer bir deyimi ile emtiaların fiyatlarıdır. Dünya ekonomisinde belirleyici önemli unsurlardan biri de Emtia fiyatlanndaki trendlerdir. Emtia fiyatları, emtia ihracatçıları ile emtia ithal eden ülkeler arasındaki global bölüşümü de etkilemektedir. Özellikle enerji ve hammadde üreticisi gelişmekte olan ülkeler açısından fiyatlar gelir, gelişmiş ülkeler açısından ise bir maliyet unsuru oluşturmaktadır. Fiyat değişimlerinin gelir ve maliyet yönünden etkilerini Petrol üretimi ve tüketiminde bulunan Gelişmekte Olan Ülkeler için aşağıdaki Tablo 21 göstermektedir. TABL0.21 PETROL FİYATLARINDAKİ ARTISIN GELİŞMEKTE OLAN ÜLKELERE ETKİSİ PETROL İTHALATAÇILARI ÜLKE MİLYAR SAYISI ABD DOLARI BÖLGELER DOĞU ASYA PASİFİK PETROL TÜM GELİŞMEKTE İHRACATÇILARI OLAN ÜLKELER ÜLKE MİLYAR ÜLKE MİLYAR SAYISI ABD DOLARI SAYISI ABD DOLARI VE 7 -16 3 7 10 -9 5 -5 0 0 5 -5 LATİN AMERİKA 15 -4 7 22 22 18 SAHRA AFRİKASI 13 -2 5 13 18 11 AVRUPA VE DOĞU ASYA 18 -14 3 27 21 13 6 -2 10 66 16 64 64 -43 28 135 92 92 GÜNEY ASYA ORTA DOĞU K.AFRİKA VE TÜM GELİŞMEKTE OLAN ÜLKELER Rakamlar: Ülkelerin cari işlemler dengesi üzerindeki toplam yük veya katkıdır. KAYNAK: GLOBAL ECONOMIC PROSPECTS AND THE DEVELOPING COUNTRIES. 2001, WORLD BANK Emtialar üç grupta toplanmaktadır. Enerji, Tanm ürünleri ve Madenler. 19911997 yıllan arasında petrol fiyatları yüzde 2.5, maden fiyatları ise yüzde 1.5 gerileme, tanm ürünleri fiyatlan ise yüzde 2.3 artış göstermiştir. 1997 AsyaPasifik krizi ve 1998 yılı Rusya krizi ile yaşanan global ekonomik daralma ile talep gerilemesi tüm emtia fiyatlannda önemli düşüşlere yol açmıştır. Kısmi ekonomik toparlanmaya rağmen 2000 yılında da fiyat gerilemeleri sürmüştür. Petrol fiyatlan ise artış gösteren tek emtia olmuştur. Sanayileşmiş ülkelerin sanayi ürünleri fiyatlan da aynı dönemde gerilemiştir. 2001 yılında ise talep genişlemesi ve ekonomik büyümenin hızlanması ile emtia fiyatlan tekrar artmaya başlamıştır. Ancak fiyatlar henüz kriz öncesi 1997 yılı fiyatlannın oldukça altındadır. Petrol fiyatları ise global enflasyonist baskı yaratmış, üretimdeki kısmi artış ile bir ölçüde gerilemiştir. 2002-2010 yıllan arasında ekonomik büyüme ve bunun yaratacağı talep artışı etkisi ile enerji fiyatlann dışındaki emtia fiyatlan da mutedil artışlar beklemektedir. Fiyatlar 2010 yılına kadar artış ile 1997 fiyatlanna ulaşmış olacaktır. TABLO. 22 EMTİA FÎYATLARINC)A TRENDLEP EMTİA 1999 2000 2001 2002-2010 PETROL PETROL DIŞI -8.0 -11.2 55.0 -0.8 -10.7 3.4 -3.0 2.8 -13.9 -16.5 -14.7 -23.4 -5.2 -3.9 -9.4 -16.9 3.9 5.1 7.5 1.5 3.3 2.4 3.8 4.3 -23.2 -16.2 2.0 3.7 13.6 -6.3 4.2 2.2 4.7 3.5 1.6 1.1 -1.9 -2.3 3.6 2.2 TARIM GİDA TAHIL İÇECEK HAMMADDE METALLER GÜBRE G-5 ÜLKELERİ SANAYİ ÜRÜNLERİ BİRİM FİYATI KAYNAK : GLOBAL ECONOMIC PROSPECTS AND THE DEVELOPING COUNTRIES, 2001, WORLD BANK Uluslar arası enerji fiyatlan tahminleri; dünya enerji kaynaklannın, artan global enerji talebini karşılayacağı ve buna bağlı olarak istikrarlı ve nispi artışlar göstereceği varsayımlanna bağlı olarak yapılmaktadır. Bununla birlikte özellikle petrol fiyatlarında daha dalgalı bir dönem beklenmektedir. Son otuz yılda 10 ile 65 dolar arasında değişen petrol fiyatlan 1998-2000 yıllan içinde 8 ile 37 dolar gibi en düşük ve en yüksek oranlara ulaşmıştır. Az sayıda ülkenin üretimde daha fazla pay alması petrol fiyatlanndaki dalgalanmayı artıracaktır. Doğal gaz pazarlan yüksek taşıma maliyetleri nedeniyle büyük ölçüde bölgeseldir. Petrol gibi global bir pazardan söz edilememektedir. Doğal gaz ve petrol ürünleri enerjide giderek artan bir rekabete girecektir. Avrupa ve Japonya'da doğal gaz fiyatlan önemli ölçüde, ABD'de ise kısmen artacaktır. Doğal gaz fiyatlarının bölgeler arasındaki farklılıkları giderek azalacaktır. 1.4.8 GELİŞMİŞ VE GELİŞMEKTE OLAN ÜLKELER ARASINDA YENİ İLİŞKİ AGI Yirmi yıllık küreselleşme süreci ve bu süreç içinde oluşan trendler ile bunlann önümüzdeki ilk on yıl içinde sürecek olmasına bağlı olarak gelişmiş ülkeler ile gelişmekte olan ülkeler arasındaki ilişkiler yeni bir şekil almaktadır. Çok taraflı yeni bir dengenin tesis edilmesinde, refah paylaşımı üzerinde taraflann toplulaştığı eksenler içi ve eksenler arası ilişkiler yeni bir boyut taşıyacaktır. Ancak burada eksenlerin tarafları içinde gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler birfikte yer alacaktır. Bununla birlikte çok taraflılık yaklaşımı gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasındaki yeni ilişkiler ağının da ortaya konmasını gerektirmektedir. 21.Yüzyılın ilk dönemlerinde piyasa ekonomisi ve serbestleşme felsefesi üzerine inşa edilen yeni global ekonomik yapı; bu dönem için Gelişmiş ve Gelişmekte olan ülkeler arasında yeni bir ilişki ağını tarif etmektedir. Bu ilişki ağı içinde üretim ve ticaret alanlan ve akımları bulunmaktadır. Gelişmiş ülkelerden gelişmekte olan ülkelere doğru; hizmet sektörü ürünleri, teknoloji ve sermaye akımı. Gelişmekte olan ülkelerden gelişmiş ülkelere ise enerji, hammadde ve sanayi ürünleri akımı olacaktır. İlişki yeni dönemin bölüşüm sürecini de belirleyecektir. TABL0.23 GELİŞMİŞ VE GELİŞMEKTE OLAN ÜLKELER ARASINDA YENİ'İLİŞKİ AĞI VE BÖLÜŞÜME ETKİLERİ BÖLÜŞÜMDE ETKİLERİ AKIMLAR GELİŞMİŞ ÜLKELERDEN G.O.U^ERE HİZMET SEKTÖRÜ ÜRÜNLERİ Bilgi ekonomisi içerikli ,bilgi ve iletişim teknolojilerine dayalı, hizmet sektörü üretiminde ve ihracatında yoğunlaşma. Hizmet toplumundan bilgi toplumuna geçiş TEKNOLOJİ Yatırım harcamalarının üretiminden çok , teknoloji, buluş ve yaratıcılığa kayması. Teknoloji ve buluşların ticari hayata uyarlanması ve Gelişmekte olan ülkelerin kullanımına sunulması SERMAYE Net ihracatçı konumundaki gelişmiş ülkelerden , net ithalatçı konumundaki G.O.Ü'e sermaye akışı sürecektir. G.O.Ü'in ekonomik büyüme motoru olacaktır. Katma değeri yüksek, vasıflı işgücü gerektiren, bilgi üretimi faktörü içeren ürünler. Fiyatları göreceli olarak yüksek. Gelişmiş ülkeler lehine bölüşüme etki Teknoloji üreten Gelişmiş ülkeler lehine etki Teknolojiye uyum sağlayan,adapte eden, geliştiren G.O.Ü lehine bölüşümüne etki Doğrudan sermeye akımlarında Gelişmiş ve G.O.Ü'ler lehine bölüşümde etki Portföy yatırımlarında Gelişmiş ülkeler lehine bölüşümüne etki G.O.Ü'LERDEN GELİŞMİŞ ÜLKELERE ENERJİ VE HAMMADDE Dünya enerji ihtiyacının önemli bölümünü (petrol, doğal gaz ve diğer) G.O.Ü'ler sağlamaya devam edecektir. Stratejik unsur taşıyan emtia kaynağı ile metal ve maden kaynağı yine G.O.Ü'ler olacaktır. SANAYİ ÜRÜNLERİ Yeni dönemin en önemli değişimi G.O.Ü'in giderek net sanayi ürünleri ihracatçısı konumuna gelmeleridir, imalat sanayi üretimi G.O.Ü'de yoğunlaşmaktadır.Esnek üretim sistemi ile gelişmiş ülkelerin teknoloji yoğun Hizmet Sektörü üretiminde yoğunlaşması bu sonucu vermektedir. Enerji ve hammadde akımının bölüşümü etkisinde fiyatlar ve talep belirleyici olmaktadır. Enerji ve hammadde fiyat ve talebinde artış bölüşümün G.O.Ü'ler lehine , aksi Gelişmiş Ülkeler lehine bozmaya devam edecektir. Enerji ve Emtia talebinde artış, maden ve metal talebinde azalma beklenmektedir. G.O.Ü'ler kendi içlerinde daha yüksek katma değerli sanayi üretimi ile daha yüksek gelire ulaşacaktır. Ancak göreceli olarak Gelişmiş ülkelerin Hizmet sektörü ürünleri karşısında sanayi ürünleri katma değeri ve fiyatları gerileyecektir. 1.4.9. YENİ EKONOMİK DÖNEMİN YÖNETİMİ VE KURUMLAR 21. yüzyılın en azından ilk 20 yılı için öngörülen ekonomik yapının, felsefi anlamı ile Küreselleşmenin yönetilmesi yeni kurumsal yapıları ve mevcut kurumsal yapılarda da yaklaşım farklılıklannı gerekli kılmaktadır. Yeni dönem; gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler, yani tüm oyuncular için önemli olanaklar sunmakta aynı zamanda tehditlere açık bırakmaktadır. Yeni dönemde; sunulan olanaklann kullanılması ve adil dağılımı iki ana hedeften biridir. İstikrarlı bir global ekonomik çevre yaratılmalıdır. Bu ekonomik çevrede uluslararası ticaret ve yatırımlar artacak, global ekonomik büyüme hızlanacaktır. Ekonomik büyüme, sürdürülebilir insani gelişme olarak algılanacaktır. Yoksulluk ile mücadele ve yoksulluğun azaltılması sağlanacaktır. İkinci ana hedef ise yeni dönemi tehdit eden ekonomik ve mali krizlerin önceden görülebilmesi, engellenmesi, kriz anında etkin yönetim sağlanması ve krizlerin hasarının global, bölgesel ve ülke seviyesinde en aza indirilmesi olacaktır. Global ve yerel mali istikran sağlamanın önünde kınlgan ve yeniden yapılandınlan mali sistemler, kamu mali disiplini, yapısal reform ihtiyaçlan, şeffaflık-yolsuzluk ikilemi bulunmaktadır. Yeni dönemde belirtilen iki ana hedefe ulaşmak için mevcut Uluslararası Finansal Kurumlarda yeniden yapılanma ve Yeni Kurumsal yapılar oluşturma yollanna gidilecektir. Böylece global, bölgesel ve ülke seviyesinde global istikrarı temin eden ve koruyan kurumsal alt yapı oluşturulmuş olacaktır.Yeni dönemin yönetilmesinde en önemli gelişme ise gelişmiş ülkeler ile gelişmekte olan ülkeler arasında artan işbirliği olacaktır. 1.4.9.1. Uluslararası Finansal Kurumlarda Yeniden Yapılanma, IMF ve Dünya Bankası 1944 yılında kurulan yeni ekonomik düzenin uluslararası finans kurumlan IMF, Dünya Bankası ile Bölgesel Kalkınma Bankalan 20. Yüzyılın son yirmi yılında yaşanan küreselleşme ile oluşan yeni yapının yönetilmesinde yetersiz kalmışlardır. Giderek artan uluslararasılaşma, uluslararası ticaret,sermaye hareketleri, piyasalar arası bütünleşmeler ekonomik gelişme, gelişmişlik farklan, yoksullaşma IMF ve Dünya Bankası'nm misyonları ve işlevlerinin değişmesi konusunda baskı yapmaktadır. Yeni yapıda ekonomik istikrarsızlıklar giderek gelişmekte olan ülkelerden kaynaklanmakta ve bunlar global sistemi etkilemektedir. IMF ve Dünya Bankası, Birleşmiş Milletler ve 1944 Bretton Woods ekonomik (parasal) sisteminin kuruluşunda ulus-devletlerin ortak olarak kurduklan kurumlar olmuşlar ve son dönemlere kadar bu gelişmiş ülkelerin öncelikleri; örneğin global ödemeler sisteminin çalıştıniması, kurum politikalanna da yansıtılmıştır. Yeni dönemin oyunculan gelişmekte olan ülkeler ise, IMF ve Dünya Bankası gibi kurumların karar alma, politika üretim ve kriz yönetimi mekanizmalarında etkin olarak yer almamaktadır. Krizlerin kaynağı olan ülkelerin bu kurumlarda etkin olmaması, krizlerin önlenmesi ve etkin yönetilmesi olanaklarını da sınırlamaktadır. Uluslararası Finans Kurumlan'nın reformu konusunda; Dünya Bankası'nın işlevleri için somut adımlar atılmaktadır. Ancak IMF ve Bölgesel Kalkınma Bankaları ve Kurumları için çok sayıda öneriler geliştirilmektedir. Aşağıdaki tabloda bunlar sunulmaktadır. TABLO 24. ULUSLARARASI KURUMLARIN YENİ ROLLERİ DÜNYA BANKASI IMF • i ş l e v i " Sürdürülebilir İnsani G e l i ş m e " nin s a ğ l a n m a s ı , y o k s u l l u k v e açlık ile m ü c a d e l e d ü ş ü k gelirli e k o n o m i l e r i n k ü r e s e l s i s t e m ile bütünleştirilmesi •Global Merkez Bankası'na dönüştürülsün G l o b a l s i s t e m d e S o n K r e d i verici işlevini yüklensin • D ı ş y a r d ı m l a r ı n ; y o k s u l l u k v e açlık ile m ü c a d e l e y e k a y d ı r ı l m a s ı , insani g e l i ş m e , sosyal ve beşeri kalkınmaya yönelik kaynaklar kullanılacak. Kaynakların etkin k u l l a n ı m ı için t e k n i k d e s t e k a r t a c a k a n c a k şeffaflık t a l e p e d i l e c e k . • U l u s l a r a r a s ı Kredi S i g o r t a K u r u m u ' n a dönüştürülsün U l u s l a r a r a s ı borçları belli bir sınıra k a d a r g a r a n t i etsin •Krizler anında ülkelerden çekilen sermaye a k ı m l a r ı n ı n k a r ş ı l a n m a s ı n a yönelik F o n haline d ö n ü ş t ü r ü l s ü n •Politikalarda esneklik yaratılacak. Her ü l k e n i n k e n d i n e ö z g ü ş a r t l a r ı n a g ö r e farklı politikalar üretilecek. • K r i z y a ş a y a n ülkeler ile birlikte s e r m a y e ç ı k ı ş l a n n a karşı ortak f i n a n s m a n y ö n e t i m i sağlansın •Politikaların üretilmesinde, Banka, ülkeler v e sivil t o p l u m ö r g ü t l e r i a r a s ı n d a işbirliği artırılacak. • B ö l g e s e l K a l k ı n m a B a n k a l a n ile işbirliğini artırsın,Krizlere o r t a k m ü d a h a l e edilsin • " Kapsamlı Kalkınma Çerçevesi" o l u ş t u r u l a r a k v e k a y n a k l a r ihtiyaç d u y a n ülkeler y ö n l e n d i r i l e c e k . • B ö l g e s e l Garanti Fonları kursun ve k u r u m l a n n g l o b a l y ö n e t i c i s i v e s o n kredi vericisi haline d ö n ü ş s ü n •IMFkaldınIsın •IMF'nin yerine Dünya Finansman Kurulu ( W o r l d Financial Authority) kurulsun. Bu k u r u m uluslararası f i n a n s s i s t e m i n e ilişkin tüm ortak düzenlemeleri çıkarsın, sistemin denetim ve gözetiminden sorumlu olsun. 1.4«9,2. Y e n i D ö n e m i i i K u r u m u G - 2 0 Dünya ekonomisindeki gelir ve refah eşitsizliğinin ortadan kaldıniması ve bu eşitsizliğin yol açtığı tehditlerin en aza indirilmesi için gelişmiş ülkeler ile gelişmekte o í a n ülkeler G - 2 0 kurumu çatısı altında yeni bir işbirliğini b a ş l a t m ı ş l a r d ı r . G - 2 0 bünyesinde gelişmiş ü l k e l e r i l e gelişmekte o l a n ü l k e l e r arasındaki işbirliğinin temelini yeni dünya ilişkileri oluşturmaktadır. G-20'in temel hedefleri, •Bölüşüm bozukluğundan olumsuz etkilenen ve nükleer güce sahip ülkeler ile işbirliğine giderek, dünya güvenliğini sağlayacak yeni bir ekonomik işbirliği platformu kurmak, •Asya-Pasifik krizi sonrasında, ekonomilerindeki krizlerin dünya ekonomisini olumsuz etkilediği ülkeler ile işbirliğine giderek, global mali ve ekonomik krizlerin önlenmesi ve kriz anlarında ortak hareket edilmesi, •Uluslararası sermaye hareketlerinin yüzde 70'inin yöneldiği bu 10 ülkede kamu kesimi ve mali sistemde reform yapılması, şeffaflığın sağlanması, uluslar arası normlara uyulması ve mali krizlerin önlenmesi, •Doğrudan yabancı sermaye yatınmlannın yüzde 80'inin yöneldiği 10 ülkede dünya pazarlarına ve özellikle gelişmiş ülke pazarlanna yönelik imalat sanayi üretiminin kesilmemesi, •Gelişmiş ülkelerin kendi iç alanlanndaki ticaretin dışında en önemli dış pazarları olan 10 ülkede ekonomik istikrann korunması ve satın alma gücünün yükseltilmesi, •10 ülkenin bölgelerinde ekonomi ve demokrasi açısından örnek ve merkez ülke olması, bölgelerindeki ülkelerin dünya ile bütünleşmesinde merkez ve aracı olması. Bu amaçla, 10 ülkenin de ekonomik ve siyasi istikrara kavuşması ve bunu sürdürmesi, serbest piyasa, demokrasi ve liberal felsefeyi benimsemesi hedeflenmektedir. G-20 ülkelerine ait veriler, 1999 yılına yani G-20'nin kurulduğu yıla ait olarak özellikle verilmiştir. Ancak 2000 ve 2001 yıllarında ülkelerin göstergelerinde değişiklikler olmuştur. TABLO. 25 G-20 ÜLKELERİN N GÖSTERGE LERİ (1999 YILI VERİLERİ) ÜYE ÜLKELER ABD ALMANYA JAPONYA FRANSA INGILTERE ITALYA KANADA AVUSTRALYA BREZILYA ARJANTIN MEKSIKA GÜNEY KORE ÇIN HINDISTAN RUSYA GÜNEY AFRIKA S.ARABISTAN TÜRKIYE NUFUS MILLI G E L I R KBMG BUYUME Milyon Kişi Milyar Dolar Dolar % 272.3 82.5 127.0 59.2 59.3 57.7 30.9 40.2 163.4 36.2 99.2 46.8 1025.0 986.2 146.6 40.2 20.9 63.9 8.848 2.431 3.190 1.622 1.450 1.294 1.222 1.051 789 224 452 287 978 377 239 105 149 196 32.616 27.418 25.129 25.425 23.478 21.685 20.250 20.616 4.820 6.177 4.559 6.135 779 382 2.466 2.616 7.126 2.850 4.5 2.1 0.2 2.1 0.8 1.6 1.9 2.0 2.8 3.4 4.2 -2.3 7.0 5.7 -7.0 2.0 1.0 -6.4 KAYNAK: DÜNYA BANKASı YıLLıK RAPORLARıNDAN DÜZENLENMIŞTIR. 1.5- SOSYAL AYRIŞMALAR VE ÇOK TARAFLI YENİ DENGEYE ETKİLERİ Çok taraflı yeni dengenin oluşumunda ve çok taraflı yeni ilişkilerin tarifinde sosyal trendler de etkili olacaktır. Sosyal trendler büyük ölçüde sosyal ayrışmaları içermektedir. Bu aynşma ekonomik gelişme farklılıklanndan kaynaklanmaktadır. Farklılığı yaratan ise ekonomideki küreselleşme trendi sürecinde fırsatlardan yararlananlar olduğu gibi tehditlerine maruz kalanlann da bulunmasıdır. Bu başlık altında nüfus ve demografik trendlere, yoksulluk ve gelişmişlik farklanna ve çevre güvenliğine çok taraflı yeni dengenin oluşumunu doğrudan etkileyen unsurlar olarak yer verilmektedir. 1.5.1. NÜFUS VE DEMOGRAFİK TRENDLER Demografik trendlerdeki eğilimler ve gelişmeler daha geniş süreçlerde belirgin olmaktadır. Bu nedenle demografi ve nüfus trendlerinin analizleri 2010 yılının ardına 2020, hatta 2025 yılına sarkmaktadır. Demografik trendler dört ana noktada yoğunlaşmaktadır. Nüfus artışı ve mutlak nüfus trendleri, Demografik yapı. Nüfus hareketleri ve Nüfus trendlerinin bölgeler arası dağılımı. 1.5.1.1. Nüfus Artışı Ve Mutlak Nüfus Trendleri •Dünya nüfus artış hızı yavaşlamaya devam edecektir. Yavaşlamanın sürmesi uluslararası alanda ve hükümetlerin yürüttüğü nüfus artışı ile mücadele programlarının devamına bağlı kalacaktır. Yaşam süresi ise uzamaya devam edecektir. •Dünya nüfusu 1999 yılında 6 milyara ulaşmıştır. Son on yılda 1 milyar ilave nüfus eklenmiştir. Nüfusun yansına yakını 25 yaşın altındadır. Önümüzdeki 15 yıl boyunca her yıl ortalama 70 milyon nüfusun eklenmesi beklenmektedir. •2025 yılında Birleşmiş Milletlerin nüfus tahmin çalışmalanna göre nüfus 7.82 milyar olacaktır. Alternatif tahminler ise en düşük 7.28 milyar, en yüksek 8.38 milyar nüfusu göstermektedir. Nüfus artış hızı 1960'lann başından itibaren yüzde 2 iken, 1985 yılında yüzde 1.7 olmuş, 2000 yılına kadar ortalama yüzde 1.4'e düşmüş ve 2000 yılında yüzde 1.3 olmuştur. 2015 yılına kadar nüfus artış hızının yüzde 1, daha sonraki yıllarda ise yüzde 0.8 olması beklenmektedir. 1.5.1.2. Demografik Yapı •Demografik yapıda önümüzdeki süreçte keskin dönüşümler yaşanacaktır. •Toplam dünya nüfusu içinde bağımlı grubun payı giderek artacaktır. Toplam nüfus içinde 24 yaş altı genç nüfus ve 60 yaş üstü nüfusun miktarı ve payı yükselecektir. •Yaşlı nüfusun artışı gelişmiş ülkelerde, genç nüfusun artışı ise gelişmekte olan ülkelerde görülecektir. •2010 yılında yaşlı nüfusun yüzde 80'i gelişmiş ülkelerde olacaktır. Gelişmiş ülkeler iş gücü için yetersiz nüfus ile karşılaşacaktır. Yaşlı nüfusun artışı ile üretken genç nüfus üzerindeki yük giderek artacaktır. Bağımlı nüfusun diğer ucundan azaltmaya gidilecektir. Bu da daha az çocuk yapma anlamına gelmektedir ki, uzun vadede bu gelişmiş ülkelerde nüfusun yok olması anlamına gelmektedir. Gelişmiş ülkelerde nüfusun mutlak olarak azalacak olması nedeniyle, genç nüfus ile yaşlı nüfus komposizyonu iki kat daha hızlı yaşlı nüfus lehine bozulmaktadır. İşletme yapılan, sermaye büyüklüğü ve teknoloji, nüfusun yaşlanmasının yol açacağı insan kaynaklan açığını karşılamaya yetmeyecektir. Yaşlı nüfusun artışı ile ülkelerin sosyal harcamaları giderek artacaktır. 2010 yılına varmadan gelişmiş ülkelerde sağlıklı bireyler için emeklilik yaşı 70-75 aralığına yükselecektir. Hiç bir gelişmiş ülkenin sosyal güvenlik sistemi değişen demografik trendin yaratacağı sorunları bugünkü yapısı ile karşılayamayacaktır. Gelişmiş ülkelerde iş alanlan yaşlanan nüfusa uyumlu hale gelecektir. Buluşların ve yaratıcılığın hızı azalacaktır. Yaşlı nüfusun beklentileri politik sistemi de değiştirecektir. •Genç nüfusun arttığı gelişmekte olan ülkeler ise; Sahra Afrikası, Orta Doğu ile Asya bölgeleri ağırlıklı olacaktır. Nüfus yapısı içinde giderek artan genç nüfus artan altyapı yatınmlarmı gerektirecektir. Çoğu az gelişmiş ülkelerdeki genç nüfusun artışı, yoksulluğu genişletecek, HIV-AIDS ve benzeri hastalıklann yaygınlaşmasına yol açacak, ülke içi sosyal çatışmalan artıracak ve sıcak çatışmalar ile toplu göçler ve sığınmalar yaşanacaktır. 1.5.1.3. Nüfus Trendlerinin Bölgelerarası Dağılımı Nüfus artışı , mutlak ve demografik yapılarda trendler bölgeler , hatta aynı bölge içindeki ülkeler arasında farklılıklar gösterecektir. 2025 yılına kadar olan nüfus artışının yüzde 95'i gelişmekte olan ülkelerden ve yine artışın tamamına yakını kırsal alanlardan kaynaklanacaktır. •Gelişmiş ülkelerde 2025 yılına kadar nüfus artış hızı ortalama yüzde 0.3 olacaktır. •Gelişmiş ülkeler arasında yıllık ortalama yüzde 1 ile ABD, Avustralya, Kanada ve Yeni Zelanda nüfus artış hızı en yüksek ülkeler olacaktır. Bu ülkelerin nüfus artışını göçler önemli ölçüde etkileyecektir. Avrupa Birliği'nde ve Japonya'da ise nüfus mutlak darak azalacaktır. Almanya'da nüfus her yıl ortalama yüzde 0.1 azalacaktır. İngiltere ve Fransa'da nüfus artışı sıfınn biraz üzerinde olacaktır. İtalya ve İspanya ise ortalama yüzde 1 ile hızlı nüfus artışı gösterecek iki ülke olacaktır. TABLO. 26 DÜNYA NÜFUSUNUN BÖLGELERE GÖRE DAĞILIMI (MİLYON KİŞİ) 1950 1960 1970 1980 1990 YİLLİK ORTALAMA BÜYÜME% 2025 TAHMİN DÜNYA 2516 3020 3698 4448 5292 1.7 782 AFRİKA 222 279 362 477 642 3.0 1402 K.AMERİKA 166 199 226 252 276 0.8 284 LAMERİKA 168 218 286 363 448 2.1 720 ASYA 1377 1668 2102 2583 3113 1.9 4669 AVRUPA 393 425 460 484 498 0.2 415 OKYANUSYA 12.6 15.8 19.3 22.8 26.5 1.5 34.6 ESKİ S O V Y b l L E R BİRLİĞİ ALANI 180 213 243 266 289 0.8 297 BÖLGELER KAYNAK: BİRLEŞMİŞ MİLLETLER •Gelişmekte olan ülkeler arasında ise nüfus ve demografi trendleri farklılıklar taşıyacaktır. Afrika nüfusu 2025 yılında iki katına ulaşmış olacaktır. K.Afrika ülkelerinde nüfus artış hızı düşerken, Sahra Afrikasında yüksek ölüm oranlanna rağmen, nüfus artış hızı yüksek olacaktır. G.Afrika Cumhuriyetinin nüfusu ise 49.4 milyondan 38.7 milyona düşecektir. •Rusya Ve Doğu Avrupa ülkelerinde ise nüfus mutlak olarak azalacaktır. Rusya'nın 2000 yılında 146 milyon olan nüfusu 2025 yılında 131 (135) milyona gerileyecektir. Asya'da Hindistan, İran ve Orta Asya'daki beş Cumhuriyetin nüfusu 2025 yılına kadar yüzde 40 artacak ve yaklaşık 2.1 milyara ulaşacaktır. Hindistan 1.33 milyar, Pakistan 270 milyon nüfusa ulaşacaktır. Çin, Kore ve Tayland' da nüfus artış oranı ortalama yüzde 1, diğer Asya ülkelerinde ise ortalama artış hızı yavaşlamaya devam edecektir. TABL0.27 ÜLKELERİN NlJFUSLARI NEREYE GİDİYO R ARTIŞ VEYA 2025 1998 EN ÇOK NÜFUSLU (MİLYON) AZALIŞ (MİLYON) (MİLYON) 1.480.4 225.3 1.255.1 1.ÇIN 975.8 1.330.2 354.4 2.HİNDİSTAN 332.5 58.7 273.8 3.ABD 206.5 275.2 68.7 4.ENDONEZYA 268.9 121.1 147.8 5.PAKİSTAN 121.8 238.4 116.6 6.NİJERYA 165.2 216.6 51.4 7.BREZİLYA 124.0 180.0 56.0 8.BANGLADEŞ 62.1 136.3 74.2 9.ETİY0PYA 147.2 131.4 -15.8 10.RUSYA 85.8 22.0 63.8 18.TÜRKİYE NÜFUSU AZALANLAR -15.8 13.4 147.2 RUSYA 82.4 80.9 -1.5 ALMANYA 51.2 46.0 -5.2 UKRAYNA 22.6 21.1 -1.5 ROMANYA 10.6 10.1 -0.5 YUNANİSTAN 10.2 9.6 -0.6 ÇEK CUMHURİYETİ 10.3 9.6 -0.7 BELARUS 9.8 9.4 -0.4 PORTEKİZ KAYNAK: BİRLEŞMİŞ MİLLETLER 1.5.1.4, Nüfus Hareketleri Demografik gelişmeler üç önemli nüfus hareketinin olacağını göstermektedir. Şehirleşme, Zorunlu göçler ve İşgücü hareketleri. Her üçünün de yaratacağı ekonomik, sosyal ve siyasi fırsatlar ve tehditler olacaktır. Şehirleşme Kırsal alanlardaki yüksek doğum oranlan ve nüfus artışı, erozyonlar ve doğal afetler ile toprak kaybı, ormanlann yok olması, uzun vadede emtia fiyatlarında göreceli gerileme ve şehirlerin yüksek hayat standartlan şehirleşmeyi hızlandıracaktır. 2000 yılı itibariyle dünya nüfusunun yüzde 47 'si yani 2.9 milyar kişi şehirlerde yaşamaktadır. 2006 yılında nüfusun yüzde 50'si şehirlerde yaşayacaktır. 2030 yılında bu oran ve sayı yüzde 60 ve 4.9 milyar olacaktır. Şehirlerdeki nüfus artışı, şehirlilerin nüfus artışından değil, büyük ölçüde kırsal alanlardan göçten kaynaklanacaktır. Latin Amerika ve Karayiplerde yüzde 75 olan şehirleşme oranı 2030 yılında yüzde 83'e, Asya'da yüzde 37'den yüzde 55'e, Afrika'da yüzde 38'den yüzde 53'e çıkacaktır. Avrupa ve K.Amerika'da ise 2000 yılında sırası ile yüzde 75 ve 77 olan şehirleşme oranları 2030 yılında yüzde 83 ve 84 olacaktır. Mega şehirler artmaya devam edecektir. Nüfusu 10 milyonun üzerindeki şehirlerde yaşayanların oranı 2000 yılında yüzde 4.2 iken, bu oran 2030 yılında yüzde 5.2 olacaktır. Nüfusu 1 milyonun altındaki küçük şehirlerde yaşayanlann oranı da yüzde 28.5'dan yüzde 30.6'ya yükselecektir. Tokyo 2030 yılında 26.4 milyon nüfusu ile dünyanın en kalabalık şehri olacaktır. 2015 yılında Gelişmekte olan ülkelerde nüfusu 10 milyonun üzerinde 23 mega şehir olacaktır. Bunlar; Bombay, Lagos, Shangay, Jakarta, Sao Paulo, Karaçi, Pekin, Doha, Meksiko Gity, Yeni Delhi, Kalküta, Tianjin, Manila, Kahire, Seul, İstanbul, Rio De Janeiro, Buenos Aires, Lahor, Haydarabad, Bang Kong, Lima ve Tahran'dır. Zorunlu Göçler Etnik sorunlar ve çatışmalar, ekonomik sıkıntılar, sınır ötesi işgaller, doğal felaketler gibi nedenlerle 2000 yılı itibariyle yaklaşık 125 milyon kişi vatandaşı olduklan ülke sınırlannın dışında diğer ülkelerde zorunlu göç nedeni ile yaşamaktadır. 50 ülkenin nüfusunun % 15'den fazlası zorunlu göçler nedeniyle diğer ülkelerde yaşamaktadır. Yasal ve yasa dışı zorunlu göçlerin önümüzdeki dönemde artarak süreceği tahmin edilmektedir. Zorunlu göçler, sığınmacılar ve mülteci sorunu ülkeler arasında önemli sorun teşkil edecektir. Göç edenlerin vasıfsız olması, mülteci kabul eden ülkeleri zorlamaktadır. Aynca mülteciler kısa zamanda diasporalarını oluşturarak sığındıkları ve geldikleri ülkede politik etkinliklere geçmektedirler. Zorunlu göçler demografik yapıya dinamizm katmakla birlikte sosyal ve siyasi gerginlikleri yükseltecektir. Önümüzdeki 15 yıl içinde zorunlu göçlerin; K.Amerika'ya ; Güney Amerika ve Güney Doğu Asya'dan Avrupa'ya ; Kuzey Afrika, Orta Doğu,Güney Asya, Orta Asya ve Doğu Avrupa'dan Gelişmiş Ülkelere; Asya, Latin Amerika, Orta Doğu ve Sahra Afrikasından olması beklenmektedir. İşgücü Hareketleri Gelişmiş ülkelerin demografik trendleri, nüfusun yaşlanması bu ülkelerdeki emek ihtiyacını artıracaktır. Gelişmiş ülkeler istihdam ihtiyaçlarını gelişmekte olan ülkelerden karşılayacaktır. Özellikle Avrupa Birliği ülkeleri ve Japonya bu konumdadır. Ancak istihdam ihtiyacı bu kez iyi eğitilmiş vasıflı, ileri teknolojiler alanlannda çalışabilecek kişiler için olacaktır. Bir anlamda işgücü hareketi; beden gücünden beyin gücüne dönüşecektir. Bu işgücü hareketleri politik-milli asimilasyon, sosyal uyum, milliyetçilik-ırkçılık gibi kaybolmakta olan sorunları tekrar canlandıracağı da açıktır. 1.5.2. YOKSULLUK VE GELİŞMİŞLİK FARKLARI Dünya ekonomisinin önümüzdeki süreçte karşılaşacağı en önemli sorun giderek bozulan gelir dağılımıdır. İstikrarlı bir ekonomik çevre, küreselleşme, ticarette serbestleşme gibi hedefler sağlansa bile, bunlann gelir dağılımı bozukluğuna iyileştirici etkisi sınırlı kalmaktadır. Hatta bozucu etkisi bulunmaktadır. 2010 yılına kadar olan dönem için öngörülen üzerinde yaşayan kişilerin gelirlerinde de artışa dönemi nüfus artış hızının azaldığı ve ekonominin dönem olacaktır. Kişi başına GSYİH gelişimi A yapılan ekonomik büyüme tahminlerine bağlı senaryosunu (kötümser öngörü) içermektedir. ekonomik büyüme dünya yol açacaktır. 2000-2010 daha yüksek büyüdüğü bir senaryosunu (daha önce iyimser senaryo) ve B Gelir dağılımı farklılıkları birkaç şekilde ortaya çıkmaktadır. Dünya nüfusunun yüzde 20'sini oluşturan gelişmiş ülkeler dünya gelirinin yüzde 80'ni üretmekte ve kullanmaktadır. Gelişmiş ülkelerin bile arasında gelişmişlik farklan açılmaktadır. Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasındaki gelir uçurumu da giderek artmaktadır. Gelişmekte olan ülkeler dünya nüfusunun yüzde BO'nine gelirin ise yüzde 20'sine sahip bulunmaktadır. Gelişmekte olan ülkelerin yaklaşık 80'ni kişi başına milli gelir ölçütleri ile yoksulluk sının içinde bulunmaktadır ve bu sayı artmaktadır. Gelişmekte olan ülkeler arasında da gelir farklılıklan bulunmaktadır. Ülkeler ister gelişmiş ister gelişmekte olsun, kendi içlerinde de giderek bozulan bir gelir dağılımı trendi ile karşı karşıyadır. Çok taraflı yeni dengenin oluşumu bu olumsuz trendden etkilenecektir. Ancak yeni dengeni oluşumunda gelir dağılımının iyileştirilmesi ilk hedef olmayacaktır. Çünkü bu bir refah paylaşımı sürecidir. Bu nedenle çok taraflı denge sosyal, ekonomik, askeri-güvenlik ve siyasi unsurlan bir arada bulundurmaktadır. Çok taraflı yeni dengenin oluşumunda yoksulluk ve gelişmişlik farklan tehdit içerikli önemli bir unsur olacaktır. TABLO. 28 KİŞİ BAŞINA GSYİH BÜYÜMESİ 2000-2010 1980 DÜNYA GELİŞMİŞ ÜLKELER OECD ABD JAPONYA EURO ALANI OECD DIŞI GELİŞMEKTE OLAN ÜLKELER DOĞU ASYA VE PASİFİK AVRUPA VE ORTA ASYA LATİN AMERİKA ORTADOĞU VE K.AFRİKA GÜNEY ASYA SAHRA AFRİKASI 1.3 2.4 2.4 2.2 3.4 2.1 3.7 0.8 5.6 0.4 -0.9 -0.6 3.5 -1.2 1990 2000-2010 A 2000-2010 B SENARYOSU SENARYOSU 2.3 1.3 1.3 1.9 2.7 1.7 1.9 2.6 1.6 2.3 2.5 1.2 1.1 2.3 1.0 1.9 3.0 2.4 3.7 4.1 2.3 1.8 3.7 2.3 5.9 5.4 3.9 -2.0 4.1 3.0 1.7 3.0 1.4 0.9 1.7 0.7 3.5 3.9 2.5 -0.6 1.3 -0.1 DEVELOPING COUNTRIES, 2001 .WORLD BANK Ekonomik büyüme ve kişi başına ortalama gelir artışı yoksulluk ile savaş için olumlu bir gelişme olacaktır. Ancak ekonomik büyüme ile gelir dağılımının iyileşmesi arasında doğrudan çok açık bir ilişki bulunmamaktadır. Bununla birlikte gelir dağılımı çok bozuk ülkelerin ancak ekonomik büyüme ile iyileşme sağlayacakları varsayılmaktadır. Ancak örnekler farklı sonuçlar vermektedir. Malezya 1980'lerde büyürken gelir dağılımı iyileşmiş, 90'larda büyürken bozulmuştur. G.Kore ve Endonezya'da ekonomi 80'ler ve 90'larda büyümüş ancak gelir dağılımı çok az iyileşme ile hemen hemen aynı kalmıştır. Çin ekonomisi son yirmi yılda hızlı ekonomik büyüme gösterirken gelir dağılımı bozulmaktadır. Rusya 1990'lı yıllann tamamında ekonomik olarak küçülmüş ve gelir dağılımı bozulmuştur. Gelir dağılımı bozuldukça ekonomik büyüme sağlayabilen ülkeler de bulunmaktadır. Latin Amerika ülkeleri gibi. Son 30 yılda dünya ekonomisindeki büyüme ile insanlar gelir eşitsizliğinin azalması değil, gelir dağılımının daha da bozulması ile karşılaşmışlardır. Ancak ortalama kişi başına gelirler artmıştır. Önümüzdeki 10 yıl içinde Sahra Afrikası, Orta Doğu ve Güney Amerika ülkeleri gelir dağılımı bozukluğunu en kuvvetli hissedecek bölgeler olacaktır. Çin ve Hindistan ekonomileri hızlı büyüyecektir. Ancak Çin'de bölgeler arasında, Hindistan'da ise kişiler (sektörler) arasında hızlı bir gelir dağılımı bozulması yaşanacaktır. Gelişmekte olan ülkelerde bireysel gelir artışını sağlayacak en önemli araç eğitim ve vasıf kazanmak olacaktır. Ekonomik büyüme ve kişi başına gelir artışında öngörülen trendler, fakirlik sınınnda olan insan sayısını da azaltacaktır. Ekonomik büyüme ve kişi başına gelir artışı ile ilgili iki senaryoya bağlı olarak Günlük 1 dolar ve 2 dolar ile yaşayacaklann sayısı bölgesel dağılımlan itibariyle Tablo 18 ve 19'da sunulmaktadır. Her iki Senaryo' ya bağlı olarak da günlük 1 dolar ile yaşayanlann sayısında 1998 yılına göre 2015 yılında mutlak azalma olacak ve toplam dünya nüfusu içindeki pay düşecektir. Çin hariç bırakıldığında ise iyileşmenin azaldığı görülmektedir. İki ayrı senaryoya bağlı olarak Günlük 2 dolar ile yaşayan insan sayısında da 1998 yılına göre 2015 yılında mutlak azalma olacaktır. Ancak bu gelir dilimindeki iyileşmenin daha alt gruptaki iyileşme ile karşılaştınidığında oran olarak daha düşük kalacağı görülmektedir. Kişi başına gelirin günlük 1 dolar olduğu kesimde iyileşme daha etkin, 2 dolar olan kesimde ise daha sınırlı olmaktadır. TABLO,29 GÜNDE 1 DOLAR İLE YAŞAYAN İNSAN SAYISI (Milyon) 2015 A SENARYOSU 2015 B SENARYOSU BÖLQE 1990 1998 DOĞU ASYA VE PASİFİK 452.4 267.1 65.1 100.7 DOĞU ASYA VE PASİFİK (ÇİN HARİÇ) 92.0 53.7 9.4 20.1 AVRUPA VE ORTA ASYA 7.1 17.6 6.3 9.0 73.8 LATİN AMERİKA ORTA DOĞU VE K.AFRİKA GÜNEY ASYA SAHRA AFRİKASI TOPLAM TOPLAM (ÇİN HARİÇ) 60.7 42.8 58.3 5.7 6.0 5.1 6.2 495.1 521.8 296.7 410.7 242.3 301.6 360.6 426.2 1276.4 1174.9 776.5 1011.2 720.9 930.6 915.9 961.4 KAYNAK : GLOBAL ECONOMIC PROSPECTS AND THE DEVELOPING COUNTRIES, 2001 WORLD BANK TABLO.30 GÜNDE 2 DOLAR İLE YAŞAYAN İNSAN SAYISI (Milyon) 2015 A SENARYOSU 2015 B SENARYOSU BÖLGE 1990 1998 DOĞU ASYA VE PASİFİK 1084.4 884.9 323.2 472.2 DOĞU ASYA VE PASİFİK (ÇİN HARİÇ) 284.9 252.1 114.6 187.2 AVRUPA VE ORTA ASYA 43.8 98.2 46.9 57.6 167.2 159.0 132.9 161.6 58.7 85.4 57.5 79.7 LATİN AİVİERJKA ORTA DOĞU VE K.AFRİKA GÜNEY ASYA 976.0 1094.6 1077.8 1213.6 SAHRA AFRİKASI 388.2 489.3 636.7 690.3 2718.4 2811.5 2275.1 2675.0 2066.5 2390.0 TOPLAM TOPLAM (ÇİN HARİÇ) 1918.8 2178.7 KAYNAK : GLOBAL ECONOMIC PROSPECTS AND THE DEVELOPING COUNTRIES, 2001 WORLD BANK 1.5.3. ÇEVRE GÜVENLİĞİ VE TRENDLER Çevre gCivenliği artık gezegenin güvenliği haline dönüşmüştür. Hızlı ekonomik büyüme ve kaynaklann hızla tüketilmesi trendinin devamı önümüzdeki dönemde sürdürülemez bir noktaya yaklaşmaktadır. Bu açıdan çok taraflı yeni dengenin kurulabileceği bir çevre ortamının bile kalmadığı görülebilecektir. Çevre güvenliği ve trendler bu açıdan çok önemlidir. Refah paylaşımı mücadelesi gezegenin güvenliğini göz ardı edemeyecektir. 1.5.3.1. Genel Trendler •Nüfus artışı ile ortaya çıkan; ilave toprak, su ve gıda ihtiyacı ile ekonomik büyüme ve gelişmeye bağlı enerji talebi ve kullanımı, sanayi üretimi ve artıklan 2010 yılına kadar çevre güvenliğini tehdit eden unsurlar olacaktır. Daha uzun yıllan kapsayan süreçlerde ise çevre güvenliğine ilişkin radikal sorunlar ile karşılaşılacaktır. •Çevre Güvenliği önümüzdeki süreçte "Gezegenin Güvenliği" şeklinde değişecektir.20 yüzyılda sağlanan hızlı ekonomik gelişmenin yan unsurlan Dünya' nın doğal düzeninin çalışmasını tehdit eder hale gelmiştir. Bu nedenle 20.yüzyılın "ekonomik büyüme" hedefi yerini 21.yüzyılda sürdürülebilir insani gelişmeye" bırakmıştır. Burada temel amaç gezegenin güvenliğini de gözetecek ekonomik gelişmenin sağlanmasıdır. Çevre Güvenliği 21.yüzyılda gelişmiş ülkelerin ana gündemlerinden biri olacaktır. Çevre bilinci giderek kuvvetlenecektir. Ancak uygulanma aşamasında aynı bilinci göstermek ekonomik gereklerle güç olacaktır. Gelişmekte olan ülkeler ise hızlı nüfus artışı, şehirleşme ve ekonomik büyüme ile birlikte önümüzdeki 20 yıl içinde ağır çevre sorunlan ile karşılaşacaktır. Hava, su ve doğa kirliliği hızla artacaktır. Kaynaklann yetersiz olması G.O.Ü'de çevre sorunları ile ilgili önlemler önündeki en büyük engeldir. •Çevre Güvenliğini tehdit edecek unsurlar şunlar olacaktır; Doğal Dengenin bozulması; Nüfus artışına bağlı olarak toprak ihtiyacının artması, bu nedenle yağmur ormanlannın hızla tüketilmesi, doğal ormanların, zengin bitki türlerinin Atık kirlenmesi; Rusya, Ukrayna başta olmak üzere nükleer atıkların, sanayi atıklannın ve tanm atıklannın yaratacağı nehir, göl, deniz ve hava kirliliklerinde artışlar ve kullanılabilir su kaynaklannın yok olması. Nükleer Güvenlik; Nükleer enerji üretimi yapan santrallerin giderek yaşlanması ve nükleer santrallerde yıpranma, kaza,sızıntı riskinin giderek yükselmesi Atmosferik Tehdit; Kimyasal madde kullanımının ( ozon ve noxious vb gibi) yoğunlaşması ve atmosferdeki oranlannın artması ile atmosferde dengenin bozulması ve delinmeler. Antartika üzerindeki ozon deliğinin 20 yıl daha genişleyeceği öngörülmektedir. Avustralya, Arjantin ve Şili ciddi tehdit altında kalacaktır. Global ısınma ve iklim değişiklikleri; Öngörülebilir ciddi tehditler taşımaktadır. •Çevre Güvenliği için uluslararası anlaşmalar ve normların sayısı artacaktır. Çevre Güvenliği normlan uluslararası ticarette çok önemli bir engel haline gelecektir. •Çevre Güvenliği normlanna uyum ekonomik ve sosyal hayattaki alışkanlıklan da değiştirecektir. Organik kimyasal ürünlerin kullanımı sınırlanacak. Ekonomik büyüme için daha az enerji bağımlı ve teknolojik içerikli unsurlar kullanılacak. Yenilenebilir enerji kaynaklan yatınmlan artacak. Doğal gaz kullanımı petrolün yerini alacak. •Çevre Güvenliğine ilişkin süreç 2015 yılına kadar çevrenin tahrip olması yönünde devam edecek, bugünden atılan adımlar 15 yıl sonra iyileşme yönünde trendi tersine çevirecek . Özellikle global ısınma ve iklim değişiklikleri etkilerini 2100 yılına kadar artarak gösterecek. 1.5.3.2. Karbondioksit Emisyonu Çevre Güvenliğini tehdit eden ve global ısınma başta olmak üzere iklim değişiklikleri yaratan, dünyanın atmosferik, ekolojik ve biosferik dengesini bozan karbondioksit (002) emisyonudur. C02 emisyonundaki artış sürecektir. Enerji talebi ve kullanımındaki öngörülere bağlı olarak 1997-2020 yıllan arasında C02 emisyonu her yıl ortalama yüzde 2.1 oranında artacaktır. Böylece 2020 yılma kadar toplam artış yüzde 60 olacak ve C02 emisyonu 13,69 milyar ton artmış olacaktır. C02 emisyonundaki artış gelişmekte olan ülkelerde görülecek enerji tüketimindeki artıştan kaynaklanmaktadır.1997 yılında C02 emisyonunun yüzde 51'i OECD ülkelerinden, yüzde 38 G.O.Ü'den, yüzde 11' i ise Geçiş ekonomisi ülkelerinden kaynaklanıyordu. 2020 yılında ise G.O.Ü'in payı yüzde 50, OECD ülkelerinin payı yüzde 40 ve geçiş ekonomisi ülkelerinin ki ise yüzde 10 olacaktır. Sadece Çin'in 2010 yılına kadar yaratacağı ilave C02 emisyon toplamı 3.264 milyon ton iken , OECD ülkelerinin ki 2.831 milyon tonda kalacaktır. Doğu Asya ve Güney Asya emisyon artışının ana kaynağı olacaktır. Sektörel dağılıma bakıldığında ise OECD ülkelerinde ulaştırma sektörü, G.O.Ü'de ise ulaştırma yanı sıra, özellikle sanayi ve konut sektörleri emisyonun kaynağıdır. Geçiş ekonomisi ülkelerde ise giderek sadece ulaştırma alanı kaynak olacaktır. C02 emisyonundaki bu artış trendi çevre güvenliğine tehdidini artırarak sürdürecektir. 1997 yılında imzalanan Kyoto Protokolüne taraf olan OECD ülkeleri, Rusya, Ukrayna ve Doğu Avrupa ülkeleri karbondioksit emisyonlarının sınırlama karan almışlardır. Bu çok taraflı ve çok önemli bir anlaşmadır. Ancak ABD 2001 yılında taraf olduğu Kyoto Anlaşmasından çekildiğini açıklamıştır. Bu nedenle anlaşmanın hükmünü yitirdiği söylenebilir. 1.5.3.3. Global Isınma Ve İklim Değişimleri Global ısınma ve buna bağlı iklim değişikliklerinin temel nedeni C02 ve insanların tükettiği diğer gazlar ile bunlann kullanım miktarlarıdır. Bu gazlara ilişkin emisyon miktarı tahminlere göre 2100 yılına kadar olan süreç için global ısınma, iklim değişiklikleri ve insanlık için muhtemel değişiklikler öngörülmektedir. Buna göre 1990 yılından 2100 yılına kadar olan süreçte global yeryüzü sıcaklığının 1.4 ile 5.8 derece arasında artacağı öngörülmektedir. Öngörülen ısınma artışı hesap edilebilen son 10000 yılda görülen 100 yıllık ısınma miktarlarının oldukça üzerindedir. 20. yüzyılın tamamında yer yüzü sıcaklığı 0.2 ile + 0.6 derece arasında değişiklikler göstermiştir. 21. yüzyılda yeryüzü ısınma miktan çok yüksek olacaktır. Kara parçalannın hemen tamamında ısınma artışı global ortalama ısınmanın daha da üzerinde olacaktır. Kuzey Amerika, Kuzey Asya ve Orta Asya' da ısınma artışı global ortalama ısınmanın üzerinde , Güney Doğu Asya ile Güney Amerika'da ise altında gerçekleşecektir. Yine 2100 yılında deniz sulannın 0.09 metre ile 0.88 metre arasında yükseleceği öngörülmektedir. Global ısınma ile birlikte El Nino olarak tabir edilen ve Pasifik bölgesinde görülen doğa olaylannm sayısı artacakken, Asya'da muson yağmurlarının sayısı artacak ve düzenleri giderek bozulacaktır. Global ısınma ile Güney yanmkürede karla kaplı alanlar ve buzul alanlar küçülmeye, buzullar ve buz dağlannın genişliği çekilmeye devam edecektir. Antartika ve Grönland da önemli kopmalar yaşanacaktır. TABL0,31 GLOBAL ISINMA VE İKLİM DEĞİŞİMLERİ GLOBAL ISINMA GÖSTERGELERİ MUHTEMEL SONUÇLARI Daha yüksek hava sıcaklığı,daha fazla sıcak gün sayısı ve tüm kara alanlarında sıcak dalgası Daha yüksek hava soğukluğu, tüm kara alanlarında azalan soğuk ve don yaşanan gün sayısı Yüksek yaş gruplarında ve kırsal alanda artan ölüm olayları ve ciddi hastalanmalar Küçük ve büyükbaş hayvanlarda ve vahşi hayvanlarda artan sıcaklık baskısı Turizm merkezlerinde değişiklikler Tarım ürünlerinde artan tahrip olma riski Soğutmaya ilişkin artan enerji talebi Soğuk İle ilgili hastalık ve ölümlerde azalma Soğuk ve donmadan kaynaklanan tarım üretimine yönelik tehditlerde azalma Bazı virüs ve mikroplar için yaşama ve yayılma için uygun alan Isınma ile ilgili enerji talebinde azalma Önceden öngörülemeyen Doğa Felaketlerinde artış Artan su baskını, heyelan, sel, çığ olayları Artan toprak erozyonu Sel felaketlerine karşı tarım ve yerleşim alanlannda değişiklikler Yaz aylarında artan kuraklık Tarım üretiminde azalma Su kaynaklarının miktar ve kalitesinde azalma Orman yangınlarında artış Doğal bitki örtüsünün kaybolması Doğrudan insan yaşamına yönelik risklerde artış Kıyılarda artan erozyon, toprak kaybı, yerteşim alaniannın ve altyapının kaybolması Kıyılardaki ekolojik dengenin bozulması, bitki örtüsünün kaybolması Tropikal kasırga,hortum ve benzeri felaketlerde artış Muson yağmurlarında artış ve düzensizlik II. BÖLÜM TÜRKİYE İÇİN YAKİN GELECEK GİRİŞ Çok taraflı yeni denge oluşumunun karşısında Türkiye İçin Yakın Gelecek analizi ikinci bölümün içeriğini oluşturmaktadır. Analiz ve analiz çerçevesindeki öneriler çok taraflı yeni denge karşısında "Çok Taraflı Türkiye" konumlandırması üzerine inşa edilmektedir. Türkiye'nin çok taraflı yeni denge karşısındaki konumu bunu ve buna bağlı insiyatif almayı gerektirmektedir. İkinci bölümde öncelikle çok taraflı dengede Türkiye'nin stratejik değerlendirmesi yapılmaktadır. Stratejik değerlendirme Türkiye'nin jeopolitik evrimini ve güvenlik yaklaşımındaki değişimi zorunlu kılmaktadır. Çok taraflı denge karşısında Türkiye ana aks ülkeler ile ilişkilerini entegrasyon ilişkisi, stratejik ortaklık politikası ve stratejik ilişki, ekonomik ve ticari yakınlaşma ilişkisi ile global ortaklıklar politikası şeklinde çok taraflı konumlandırmaktadır. Buna bağlı olarak da yakın çevresi ile ilgili politikalarını yeniden tarif etmektedir. Çok taraflı yeni denge içinde Çok Taraflı Türkiye stratejisi ve buna bağlı politikaların uygulanması ekonomik açıdan güçlü olmayı gerektirmektedir. Bu nedenle Türkiye'nin ekonomik öncelikleri ve yukarıdaki konumlandırmayı engelleyen ekonomik sorunları bulunmaktadır. Türkiye öncelikle devletin ekonomideki yerini yeniden tarif etmeli ve kamu kesiminde gerekli reformları buna göre tespit etmelidir. Ardından piyasa ekonomisinin tüm kurum ve kuralları ile oluşturulması ve böylece üretim ekonomisine geçiş sağlanmalıdır. Çok Taraflı Türkiye'nin konumlandırılmasında en önemli unsur çok taraflı ekonomik ilişkiler olmaktadır. Türkiye ekonomide merkez ülke, bölgesel ilişkilerinde ekonomi ve ticaret diplomasisi ile uluslar arası alanda global ekonomik rollerini tarif etmeli ve uygulamalıdır. Türkiye çok taraflı yeni dengede konumlanırken sosyal unsurları da gözönünde bulundurmalıdır. Sosyal Devlet ilkesinin yeniden tarifi gerekmektedir. Sosyal Devlet ilkesinin temel hedefi beşeri gelişmişliğin sağlanması olmalıdır. Beşeri gelişmeyi etkileyen unsurlar olan insan unsuru, bilgi toplumu, demografik koşullar ve eğitim ile toplumsal yapıya yönelik örgütlü sivil toplum unsurlarına yönelik politikalar geliştirilmelidir. Çok taraflı yeni denge ve Çok Taraflı Türkiye için bireyin de evrimi gerekmektedir. Bu nedenle bireye yönelik yeni açılımlar sağlanmalıdır. Son olarak Türkiye medeniyetler çatışması tehditi ile İslam jeopolitiğinin değişen önemi karşısında sahip olduğu model ile barışçıl bir köprü olma konumunu Çok Taraflı Türkiye'nin önemli bir unsuru olarak kullanmalıdır. 2-1. ÇOK TARAFLI DENGEDE TÜRKİYE'NİN STRATEJİK DEĞERLENDİRMESİ Türkiye'nin yeni oluşmakta olan çok taraflı denge içindeki stratejik değerlendirmesi üç ana başlık altında yapılmaktadır. Türkiye'nin jeopolitik evrimi ve güvenlik yaklaşımı, Türkiye'nin çok taraflı denge açısından konumu ile Türkiye'nin yakın çevre politikası analizi. Bu stratejik değerlendirme, Türkiye'nin önümüzdeki dönemde çok taraflı yeni denge içinde alması gereken konumu belirleyen ve bu konuma giden yol haritasını çizen niteliktedir. 2.1.1.TÜRKİYE'NİN JEOPOLİTİK EVRİMİ VE GÜVENLİK YAKLAŞIMI Üç kıtanın ve onlarca sorunlu bölgenin merkezinde yer almanın getirdiği jeopolitik güçlükler ile beraber ortaya çıkan jeopolitik önem Türkiye için klasik bir yaklaşım olarak devam etmektedir. Soğuk savaş döneminin getirdiği koşullar karşısında iki yapı arasındaki tampon bölge olma görevini başarıyla tamamlayan Türkiye'nin yeni koşullarla birlikte jeopolitik evrimini de yaşamakta olduğu görülmektedir. Türkiye ünlü jeopolitik teorisyeni Spykman'ın "kenar kuşak" ülkelerinden biri olarak üç taraflı coğrafi özelliğin tüm unsurlannı yönetebilen bir ülkedir. Jeopolitik açıdan coğrafi konumu, milli bileşim unsurları, ekonomik yapısı, dini ve diğer sosyal unsurlan ile askeri unsurları bir bütün olarak Türkiye, soğuk savaş döneminin iki kutuplu etkilerini taşımıştır. Buna karşın 1990 yılından itibaren iki kutuplu yapının sona ermesi ile birlikte gelişen olaylar ve 11 Eylül saldırısı ile ivmelenen yeni süreç global jeopolitiği etkilerken Türkiye için de bir jeopolitik evrimi başlatmıştır. Türkiye'nin jeopolitik evrimine neden olan ve bu jeopolitik evrim ile birlikte güvenlik yaklaşımını değişikliğe uğratan unsurları açıklamakta yarar vardır: Coğrafi Konum Türkiye'nin bir önceki döneme oranla akarsuları, dağları, denizleri ve toprak büyüklüğü değişmemiştir. Ancak buna karşın coğrafi sınırlarında önemli değişiklikler olmuştur. 1990'ların başından itibaren öncelikle Sovyet Sosyalist Cumuhuriyetler Birliği değişikliğe uğrayarak bir çok farklı ulus devletin kurulması sınırları değiştirmiştir. Doğu'da Rusya Federasyonu, Gürcistan, Nahcıvan ve Ermenistan ile sınırlarımız yeni taraflar bulmuştur. Sovyet tehditi ortadan kalkarken coğrafi kontrolsüzlük tehditi canlanmıştır. Batı açısından eski yapıdaki jeopolitik önem ve tehdit karşılaştırması belirsizlik tehditine dönüşmüştür. Hemen ardından Kafkaslar'da başlayan çatışma ve gerginlikler coğrafi tehditleri ve sınır hareketlerini farklı ve yeni bir sürece taşımıştır. Güney'de Körfez harekatı sonrasında coğrafi olarak devlet yönetimi dışında bir boşluğun oluşması jeopolitik açıdan Türkiye'yi açık kapı konumuna getirmiştir. Türkiye sınır aşan terörizm ile birlikte on yılı aşan bir süre Güneydoğu bölgesinde jeopolitik evrimin kötü koşularını yaşamıştır. Jeopolitik açıdan güney sınırında Irak toprağı sayılan aJan jeopolitik tehditin en yüksek olduğu bölgedir. İsrail ve Arap devletleri arasındaki çatışma ile Filistin sorununda yaşanan gşrilimin şiddete döünüşmesi güney jeopolitik rsiklerini oldukça arttırmıştır. Akdeniz'de Kıbrıs adası açısından jeostratejik önem artarken jeopolitik paylaşım isteminden kaynaklanan gerilim ve Avrupa Birliği'nin güvenlik yaklaşımının yarattığı zorlamalar coğrafi bir sorunu temsil etmektedir. Türkiye'nin Akdeniz jeopolitik evrimi, bu alanın jeopolitik tehdit olarak ikinci sıraya yükselmesine neden olmuştur. Ege sahası jeopolitik konumunu gerileyerek devam ettirmektedir. Batı bölgesi coğrafi sınırlarında orta uzaklık etkisiyle birlikte siyasi baskı yaratan yeni bir Birlik sınırı gelişmiştir. Avrupa Birliği'nin yaşadığı evrim ile birlikte global bir güç olarak Türkiye için coğrafi sınır konumuna gelmiştir. Kuzey'de açık tehdit yerine çıkar tehditi kapsamında bulunan bir Rusya Federasyonu konumlanmıştır. Bunların dışında yeni gelişmekte olan Hazar Havzası ile Körfez Havzasının Batı ile arasındaki orta hat köprüsü olma özelliği belirginleşmiştir. İslam coğrafyası ile Batı arasındaki anahtar rol ise artmaktadır. Politik Durum İki kutuplu yapı içerisinde oluşan politik katılık yerine yeni durumun yarattığı esneklilik ve buna parallel çok yönlü ilişkiler ile politik atmosfer büyük ölçüde değişmiştir. Özellikle ekonomi, ticaret ve güvenlik alanında meydana gelen politik değişiklikler Türkiye'nin jeopolitik evriminde önemli rol oynamaktadır. Kuzey'de gelişen ekonomi merkezli politik yakınlaşma atmosferi, doğu'da Hazar Havzası enerji kaynaklarının transferi ile karşılıklı ticaret yaklaşımının yarattığı politik atmosfer ve güney'de oluşan güvenlik içerikli yakınlaşma atmosferi jeopolitik açıdan önem artışı sağlarken, diğer yandan jeopolitik çekiciliğin getirdiği sınır aşan sorunlarla yeni ve zorlayıcı bir politik durumu belirginleştirmektedir. Yeni uluslararası yapının mimarisi olarak çok taraflı dengenin yaratmakta olduğu insiyatif kullanma politikası Türkiye'nin yönetim reflekslerini de geliştirmektedir. Unsurların Değişimi Türkiye'nin artan nüfusu, krize rağmen gelişmekte olan ekonomisi, hizmet, ticaret ve finansın coğrafi olarak transferini sağlayan sistemi ve büyük gelişme kaydeden askeri gücü önemli unsur değişiklikleri olarak jeopolitik evrimin önemini arttırmaktadır. Buna karşın demografik değişim ile beraber, iç göçler, artan yoksulluk ve beşeri geri kalmışlık coğrafi konumun yarattığı çekicilik açısından Türkiye için bir jeopolitik tehdit konumundadır. Jeopolitik Evrimin Etüdü Yeni oluşmakta olan çok taraflı dengenin üzerinde bina edildiği global jeopolitik pozisyon ve bu pozisyonun ortaya çıkardığı iki yeni eksen arasında Türkiye'nin jeopolitiği sıkışmaktadır. Türkiye sıkışmanın yarattığı gerilimi aşmak ve Kuzey-Batı Ekseni ile Pasifik Ekseni arasında jeopolitik evrimini yönetebilir hale gelmesi için yukarıda sayılan unsurlarda dahil değişimleri başarması gerekmektedir. Özellikle askeri alandaki evrimini ekonomi-politik alana da taşıması kaçınılmazdır. 11 Eylül saldırısı sonrasında global jeopolitik açısından yaşanan evrim büyük bir hızla devam etmektedir. Gerek savunma doktrinlehnde meydana getirdiği değişiklikler gerek ise siyasi güç dengelerinde yarattığı dalgalanmalar açısından, 11 Eylül önemli bir milattır. Eksen değişikliğine dönük katkıları nedeniyle bu saldırı ve sonrasında yürütülecek askeri, siyasi ve ekonomik faaliyetlerin dikkatlice izlenmesinde yarar bulunmaktadır. Kuzey-Batı Ekseni üzerinde Hazar Havzasına dönük oluşacak baskıların aktif bir askeri boyuta indirgenmesi daha zor olacaktır. Yeni dönemin oluşum aşamasında Türkiye açısından yakın gelecekte doğu yönünde jeopolitik tehditin sınırlarını aşması riski azalmaktadır. Bu jeopolitik evrimle beraber; genelde Avrasya'ya, özelde Türkiye'ye yönelik olmak üzere yoğun bir siyasi, ekonomik ve askeri ilişki girişimleri başlamıştır. Türkiye yer aldığı Pasifik Ekseni açısından bir merkez ülke olarak, hem Yakın Doğu - Orta Asya ile beraber Güney Asya, hemde Avrupa Birliği ve Rusya ile ikili ve bölgesel olarak, askeri ve savunma, ekonomik ve siyasi, sosyal ve kültürel işbirliğini geliştirmek ve yeni ortaklık platformları oluşturmak zorundadır. Bu zorunluluk yeni coğrafi tablonun bir sonucu olmakla beraber aynı zamanda Avrasya'da güçlü oyuncu olabilmenin bir gereğidir. Bu durum özellikle ABD ile birlikte yürütülen Stratejik Ortaklık ilişkisini dengelemek açısından önem arz etmektedir. Yeni jeostratejik güç merkezleri sıralamasında Güney Avrasya'nın liderliği için bölge ülkeleri ile rekabet halinde olan Türkiye'nin; etnisite çeşitliliği ve dini potansiyeli açısından Avrasya genelinde oynayabileceği rolü, askeri, demografik ve ekonomik olanaklarıyla birlikte yeni jeopolitik evrimine yansıtması mümkün olacaktır. 2.1.2.TÜRKİYE'NİN ÇOK TARAFLI DENGE AÇISINDAN KONUMU Çok taraflı yeni dengenin yarattığı ve bölgesel güvenlik ekolojisini değişime zorlayan dış faktörler Türkiye'nin global konumlanmasını da değişime yönlendirmektedir. Türkiye'nin çok taraflı yeni denge açısından dış politik ve güvenlik projeksiyonunu tanımlamak global konumlanma açısından daha açıklayıcı olacaktır. Çok taraflı yeni dengeyi oluşturan ana aks ülkeler olan ABD, AB, Çin, Rusya Federasyonu, Japonya ve diğer uluslararası örgütler ile ilişkiler dört temel politik başlık altında toparlanmaktadır. Bunları entegrasyon ilişkisi, stratejik ortaklık ve stratejik ilişki, ekonomik ve ticari yakınlaşma ilişkisi, ve global ortaklık ilişkisi başlıkları altında incelemekte yarar bulunmaktadır. 2,1.2.1.Entegrasyon İlişkisi Türkiye'nin siyasi, ekonomik, sosyal ve askeri olarak entegrasyon hedefi içerisinde olduğu ana aks Avrupa Birliği'dir. Avrupa Birliği ile olan entegrasyon temelli ilişki uzun bir tarihi geçmişe sahiptir. Türkiye'nin batı yönündeki hedefi olması açısından AB önemli sembolik bir konuma sahiptir. Türkiye'nin global konumlanması açısından Avrupa Birliği ile aktif bir ilişkisi olması kaçınılmazdır. Türkiye ve Avrupa Birliği arasında entegrasyonu gerekli kılan unsurlar ve karşılıklı zorlayan kısıtlar bulunmaktadır. 2010 yılına kadar geçecek sürede Türkiye'nin Birliğe tam üyeliğini belirleyecek bu noktaları sıralamakta yarar vardır: Destekleyen Unsurlar: a. Türkiye açısından batı değerlerine sahip olma ve kendi bünyesine adapte etmesinde Avrupa Birliği üyeliği kaçınılmaz bir hedeftir. b. Türkiye'nin ekonomik gelişiminde ve ticaret hacminin arttırılmasında AB'nin önemli bir yeri olabilecektir. c. Türkiye'nin demokratik yapısının gelişmesinde sağlayacağı zorlamalar karşılıklı başarıyı getirecektir. üyelik şartlarının d. Kolektif güvenlik eylemleri açısından bölgesel ittifakın yaratılmasında Birlik üyeliğinin sağlayacağı avantajlar bulunmaktadır. e. Beşeri gelişmenin sağlanmasında ve karşılıklı sosyal etkileşimin sonuçlarının yararlı hale getirilmesinde üyelik hedefi önem arz etmektedir. LU OC — co Il 15 O CO co» 'O • - J ce •z•••• m o >• co < > < ce CD LU 1z lu O f. Avrupa Birliği için Ortadoğu ve Kafkaslar'da yaşayan toplumlara esnek komşuluk olanağını tanıyacak bir ülke olarak Türkiye anahtar roldedir. g. Güneydoğu Avrupa güvenlik mimarisinin gücü ve istikrarı ile yakın tehditin uzaklaşıtırılması açısından Türkiye'nin Birlik ortak savunma kapsamına alınması çok önemlidir. Kısıtlar: a. Türkiye'nin Birlik entegrasyonu ile ortaya çıkacak karar mekanizmasının henüz tam olarak şekillenmemesinden kaynaklanan ortak yönetim endişeleri bulunmaktadır. b. Birlik üyeliği dışında kalacak olan Rusya ve İsrail'in bölgesel hareket serbestliği karşısında, bölgesel konumunu kullanamayan Türkiye'nin çevre ülkeleri üzerindeki etkisini kaybetmesi söz konusu olacaktır. c. Birlik ile entegrasyonun bir sonucu olarak tarihsel hedeflerini, çıkarlarını daraltarak Birlik hedefleri dışına çıkamaması söz konusu olacaktır. d. Avrasya merkez adası açısından hammadde temininde koridor ülke yerine koridor üye ülke olmanın getireceği politik ve ekonomik etkinliğin kaybolması endişesi bulunmaktadır. e. Avrupa Birliği içerisinde nüfus ve demografik yapı açısından güçlü bir Türkiye ile fikri ve çıkar farklılığı bulunan ülkelerin karşılıklı iç mücadele yaşamaları kaçınılmazdır. f. 11 Eylül ile başlayan süreçten ve çok taraflı yeni dengeden kaynaklanarak global demokratik değerlerin Birlik dışında da zorunlu olmasının getirdiği değişimi entegrasyon dışında da sağlama olanağı bulunmaktadır. g. Ayrıcalıklı ilişkilerin yaratacağı üyelik dışı konumun (Rusya, İsrail ve İngiltere gibi) Türkiye'ye daha cazip görüleceği anlaşılmaktadır. h. Egemenlik veya kısmi egemenlik haklarının Birliğe devri konusunda Türkiye açısından güçlendirilmiş zorluklar bulunmaktadır. i. Türkiye'nin kendi içinde yaşadığı bazı demografik problemlerin erken dönemde Birlik tarafından baskı unsuru olarak kullanılmasından kaynaklanan güvenlik endişeleri bulunmaktadır. 2.1.2.2. Stratejik Ortaklık Politikası ve Stratejik İlişki (SOP): Çok taraflı dengenin ana akslarından olan Amerika Birleşik Devletleri ile Türkiye arasındaki ilişki biçimi Stratejik Ortaklık ilişkisidir. Bunun dışında bir alt seviyede olan stratejik ilişki biçimi de ana aks dışında olup eksen açısından önemli olan İsrail ile bulunmaktadır. İkili ilişkilerin genel diplomatik çerçevenin dışında bir stratejik derinlik kazanması ve kazanılan bu derinliğin karşılıklı bağlayıcılığını güvenlik seviyesine çıkartan bir politik ilişki boyutu olarak SOP öncelikli belirleyiciliğini sürdürmektedir. Stratejik Ortaklık Politikası üç kademe olarak irdelenmektedir. Bu noktaları Stratejik Boyuta taşıma, Stratejik İlişki ve Stratejik Ortaklık olarak sıralamak mümkündür. Türkiye'nin kendi girişimleriyle yaratmaya çalıştığı veya başka ülkeler tarafından Türkiye ile oluşturulmaya çalışılan Stratejik Boyuta taşınabilir birtakım ilişkiler söz konusudur. Ancak içinde bulunduğumuz koşullar açısından ülkemizin yakın gelecek projeksiyonunda belirleyici olan, İsrail ile yürüttüğümüz Stratejik İlişki ve Amerika Birleşik Devletleri ile imzaladığımız Stratejik Ortaklık Politikası'nın durumudur. Amerika Birleşik Devletleri'nin güvenlik anlayışını "Avro-Atlantik Perspektifi" den "Pasifik Perspektifi" ne yöneltmesiyle birlikte çok taraflı denge açısından yeni güvenlik yaklaşımı ortaya çıkmaktadır. ABD'nin oluşturmaya çalıştığı yeni global güvenlik ekolojisi çerçevesinde, Türkiye'nin yeni jeopolitik konfigürasyonu "ABD'nin Merkezi Avrasya için Kuşatma Stratejisi" ülkelerinden biri olarak ayrı bir önem ve misyon kazanmıştır. Bu anlamda daha esnek hareket edebilme yeteneğine ve global demokratik ve ekonomik değerleri bölgesel alana ihraç edebilme yeteneğine sahip bir misyona ihtiyaç duyulmaktadır. Bu misyon için gerekli vizyon ve yapısal dönüşüm süreci, Türkiye için yapısal değişimleri ve diğer bölgesel değişkenleri yeni global dengeye uyumlu hale gelecek bir yapı için harekete geçirtmiştir. Ülkemizin yaşamış olduğu ekonomik kriz süreci çerçevesinde Stratejik Ortaklık Politikası açısından ABD-Türkiye dengesi bazı zorlamalar ile karşı karşıyadır. Türkiye'nin yaşamakta olduğu ekonomik kriz sürecinde ihtiyaç duyulan yardımların ABD tarafından karşılanmasına karşın bu süreçte gerek duyulan reformların iç direnişle karşılaşması, siyasi istikrarın zayıf bir dengede bulunmasından kaynaklı dış politik konulardaki kısmi görüş ayrılıkları ile var olan ilişkinin ticari hareketlerle yeterince desteklenmemesi gibi bazı zorlayıcı unsurlar olarak sıralanabilinir. Buna karşın stratejik güvenlik açısından elde edilen başarıların paylaşımı ve terörizmle mücadelede görülen karşılıklı yardımlaşma ortaklığı derinleştirmektedir. Bu koşullar bağlamında ikili stratejik yaklaşım ölçümü açısından Çin ve Kuzey Kore konuları ile Kıbrıs, Kuzey Irak ve Filistin coğrafyasına dönük bazı SOP çerçevesi içerisinde yer alan konuların daha güncele taşınması ve sıcak ilişkilerin başlaması beklenmektedir. stratejik İlişki kapsamında İsrail ile ilişkilerin seyri karşılıklı risk alma eğilimine girmek üzeredir. İsrail yönetimine hakim olan mevcut Radikal Musevi Cephe ile ABD ekseninde yer alan Demokratik Musevi Cephe arasındaki ilişkiler yeniden yakınlaşma eğilimine girmiş görünmektedir. Bunun sağlanmasında İsrail'in yeniden oluşturmaya çalıştığı "Güvenilir Sınırlar" için sınır aşan davranışların genel bir karşı cephe yaratma istemi ve bu istemden kaynaklanan savaş riski etkin rol oynamıştır. Genel olarak İsrail açısından bu tür riskleri elimine etmenin temel gereklilik hedefi, Türkiye ile var olan Stratejik İlişki'nin Stratejik Ortaklık çerçevesine taşınmasıdır. Türkiye ile İsrail arasında Arap çatışması dışında kalan alanlarda sosyopolitik seviyede daha derin ilişkilerin gelişmesi mümkün olabilecektir. Ancak İsrail kendi içerisinde yaşayacağı politik dönüşümü erteledikçe, Türkiye ile güvenlik perspektifi ve eko-stratejik gereklilik ilgisi daha dar anlamda kalacaktır. Yine de srail Türkiye'nin Yakın Çevre Politikası çerçevesinde ana aks dışında kalan en önemli ülke olarak değerlendirilmektedir. 2.1.2.3. Ekonomik ve Ticari Yakınlaşma İlişkisi Çok taraflı yeni denge kapsamında yer alan ana aks ülkelerden Rusya Federasyonu, Çin ve Japonya ile Türkiye arasındaki ilişki ekonomik ve ticari yakınlaşma biçiminde gelişmektedir. Ekonomik ve ticari ilişkinin dışında ülkeler ile askeri açıdan düşük seviyeli yeni ilişkiler de gelişmektedir. Ancak bu ülkeler ile ilişkinin temeli çok taraflı dengeye uygun olarak bazı hedefler içermektedir. Bu hedefleri sıralamak gerekirse: a. Rusya Fedarasyonu ile coğrafi komşuluğun getirdiği jeopolitik çıkar çatışmalarına uygun kalacak seviyede, karşılıklı askeri alım antlaşmalan yapmak. b. Rusya Federasyonu ile NATO arasında gelişmekte olan ve 2005 yılına kadar tamamlanacak olan çerçeve antlaşması kapsamına uygun olarak askeri yakınlık ve ortak güvenlik hedefi içerisinde bulunmak. c. Rusya Federasyonu ile ileri seviyede ekonomik ve ticari işbirliğini geliştirmek ve karşılıklı olanaklar yaratmak. d. Türkiye'den mal ve hizmet transferlerini Rusya, Çin ve Japonya'ya yapabilmek. e. Kafkaslar nedeniyle ortak çıkarlarda antlaşmaya varmak ve azami ayrılıkları alabilecek diplomatik ilişkileri geliştirmek. f. Çin ile askeri alımlar konusunda düşük profilli yakınlaşmalar içerisinde bulunmak. g. Çin ve Türkiye arasında pürüz yaratan konularda ekonomik yakınlık üzerine inşaa edilecek çözümler ve ortak projeler geliştirmek. h. Çin pazarında Türkiye'nin etkinliğini arttırmak ve ortak ticareti geliştirmeye dönük yeni ikili ilişkiler geliştirmek. i. iç Asya'da coğrafi kontrol kaynaklı çatışmalarda ve Türk Cumhuriyetleri'nin sorunlarının giderilmesinde diplomatik ilişkileri geliştirmek. j . Japonya ile kurulu bulunan ekonomik, ticari ve kültürel ilişkileri daha ileri seviyeye taşımak, k. Japonya ve Türkiye arasında geliştirilmiş ticari ortaklıkların kurulmasına hız vermek. I. Japonya'nın 2010 yılına kadar geliştireceği askeri fonksiyonlarına uygun olarak karşılıklı askeri bağları güçlendirmek, m. Her üç ülke ile olan ilişkilerde diğer stratejik ortaklık ve entegrasyon ilişkilerinden kaynaklanan yükümlülükleri dengelemek. 2.1.2.4. Global Ortaklıklar Politikası İlişkisi (GOP) Çok taraflı yeni dengenin ana aks ülkeleri dışında kalan uluslararası kurumlarla ilişkiler Türkiye'nin global konumlanması açısından büyük önem arz etmektedir. Bu ilişki biçimi global ortaklıklar politikası olarak şekillenmektedir. Global Ortaklık Politikası çerçevesi içerisinde yer alan kurumlar, Birleşmiş Milletler (BM), NATO, İslam Koferansı Örgütü (İKÖ), G-20 Örgütü ve Ekonomik Kalkınma Örgütü, Güvenlik ve İşbirliği Örgütü (AGİT) ile Karadeniz Ekonomik İşbirliği Örgütü'dür (KEİK). Türkiye'nin NATO içerisindeki gücü etkinliğini korumaktadır. NATO'nun Barış İçin Ortaklık progamı kapsamında genişlemesi ile birlikte yeni alanlarda Türkiye'nin etkinliği daha da artacaktır. Avrupa Güvenlik Ve İşbirliği Teşkilatı açısından da Türkiye önemli bir anahtar ülke konumunu sürdürmektedir. NATO Türkiye'nin global konumlanmasında çok önemli yerini korumaya devam edecektir. 11 Eylül saldırısı ile birlikte jeopolitik çatışmanın tarafı olarak bir kültürel karşıtlık konumuna çekilmek istenen İslam Devletleri için Batı ile köprü olması ve ilişkilerin düzenlenmesinde Türkiye büyük bir önem kazanmıştır. Bu açıdan İKÖ içerisinde Türkiye'nin daha etkin bir politika izlemesi kaçınılmazdır. Bu politikanın hedefi ise İKÖ'nün yönetimini elde etmek olarak şekillenmektedir. Bunların dışında, BM içinde etkinliği arttırmak diğer örgütlerle ilişkileri geliştirmek uzun bir dönemdir Türkiye'nin izlediği başarılı politikalardır. Son olarak yakın gelecek projeksiyonu açısından başta güvenlik yaklaşımları olmak üzere çeşitli nedenlerden ötürü AB ile olan ilişkilerin resesyonu ve hatta ilerleyen süreçte geçici ilişki zayıflamasının olabileceği hatırlanmalıdır. 2.1.S.TÜRKİYE'NİN YAKIN ÇEVRE POLİTİKASI ANALİZİ Çok taraflı yeni denge ve 11 Eylül saldırısı ile yeni bir dönemin açılmakta olduğu bilinmektedir. 11 Eylül sonrası yeni dönemi "Soğuk Barış Dönemi" olarak tarif etmekteyiz. Yani bir başka ifade ile çatışma seviyesinde gerilim ve savaş atmosferinde bir barış dönemi yaşayacağız. Özellikle Avrasya jeopolitiğinde belirgin olacak bir çatışma/gerilim/barış atmosferi Türkiye için yakın çevre politikasında zor bir dönemi işaret etmektedir. Bu dönemin en belirgin yanı jeopolitik zorlayıcılıklar ve global etkili olabilecek bölgesel sorunlardır. Bölgesel açıdan bu sorunlar ve bölgeler Petropolitik açıdan Kafkasya/Hazar Havzası ve Hidropolitik açıdan Orta Doğu/Doğu Akdeniz coğrafi sahasıdır. Bu sahalar Türkiye'nin yakın çevre politikasının merkezi konumundadırlar. Türkiye'nin jeopolitiği ile yaşanılan süreç bu sahalarda yeni bir stratejik evrimi gerektirmektedir. Türkiye, bulunduğu jeopolitik konum itibariyle hassas kriterleri bulunan üç bölgenin merkezinde kesişme noktasındadır. Yine her üç bölgenin barındırdığı ekonomik zenginlikler ve/veya siyasi-askeri konumlarından ötürü ülkemizin kazandığı jeostratejik önem bilinen bir noktadır. Bu önemin çok taraflı denge içerisinde yarattığı politik yapı 11 Eylül ile birlikte farklı bir sürece dönüşmüştür. Bu dönüşüm aynı zamanda bir rol değişikliğini de beraberinde getirmektedir. 11 Eylül tarihinde meydana gelen saldırı ile yeni bir sürecin başladığı bilinmektedir. Bu süreç küresel terörizim ve uluslararası terörle mücadele ittifakı kavramlarını gündeme taşırken; bölgesel ve küresel seviyede yeni rolleri de devletlerin önüne koymuştur. Bu rol aynı zamanda Afganistan Operasyonu ile başlamış olan yeni güç dengeleri arasında geleceği kazanma veya gelecekte belirgin ve etkin bir yer edinme mücadelesini etkileyecek bir tanım getirmektedir. Tanımlanan rol ile ülkelerin kendi içlerinde yaşayacağı dönüşüm ve değişim süreci paraleldir anlayışı belirleyici bir yaklaşım olacaktır. Bir yandan G-20 süreci ile başlayan bölgesel seviyede liderliği etkileyici ekonomik yeniden yapılanma; diğer yandan da küresel seviyede bir tehdit algılamasını kabullenen NATO'nun dünya sathında bir görev edinme yaklaşımı ile "global güvenlik ekolojisi" ve "global ekonomi siyaseti" yeni gelişmelerin habercisi konumundadırlar. Tüm bu gelişmelerin ışığında, 11 Eylül öncesi ihtiyaçlar ve sonrası zorunluluklar karşısında yakın çevre politikasına ilişkin dış politik yaklaşımlarda stratejik kavrayış ve uygulama açısından bazı değişiklikler gerekmektedir. Çok taraflı yeni dengenin yarattığı koşullar karşısında Türkiye'nin jeopolitik evrimi ve global konumlanması açısından bir perspektif çizilmiştir. Bu çerçevenin etkisinde Türkiye'nin yakın çevre politikasını ve yakın çevre politik sorunlarını beş ana başlık altında toplamak uygun olacaktır. Bu beş ana başlık altında Kıbrıs, Ege, Makedonya, Kosova, Bosna, Ukrayna, Rusya, Gürcistan, Abhazya, Karabağ, Ermenistan, Azerbaycan, İran, Kuzey Irak ve Irak, Filistin, İsrail, Suriye ve diğer önemli konular hakkında temel bilgiler verilmektedir. 2.1.3.1. Doğu Akdeniz Değişen güç merl<ezleri, yeni oyuncuların sahneye çıkması ve ekonostratejik öneme haiz yeni adreslerin belirmesi ile birlikte, etkinlik ve bölgesel liderlik mücadelelerinin yoğun olarak cereyan ettiği bir ateş çemberi içerisinde yer alan Türkiye için güvenlik, bugün ve yakın gelecekte en öncelikli konudur. Türkiye, hem sınırlarının güvenliği hem de ekonomik çıkarlannın korunması için, uzun soluklu olarak uyguladığı ulusal güvenlik siyasetinin gereklerini yerine getirmek için gerekli çabalarını sürdürmeye devam etmektedir. Türkiye, bölgesel istikrar ve güvenlik çemberinin sağlanması noktasında, hem kendi güvenliği hem de üzerinde taşıdığı Batı değerlerini korumak için, hareket kabiliyeti yüksek, sofistike silah ve donanıma haiz, güçlü bir orduya sahip olmak zorundadır. Özellikle yakın sınır çerçevesinden gelen tehditler ve maruz kaldığı sınıraşan terörist saldırılara karşı yürüttüğü ve başarıya ulaştırdığı ısrarlı anti-terörist operasyonlarla, ulusal güvenliğinin sağlanmasında gösterdiği sınıraşan tedbirleri alma kararlılığıyla örnek bir model oluşturmuştur. Bu ise teröre destek veren ve/veya çıkarını terörist faaliyetlerle bütünleştiren ülkelere karşı açık bir hatırlatmadır. Ayrıca Türkiye'nin terörizme karşı verdiği mücadeledeki haklılığı 11 Eylül saldırısı sonrasında tüm Dünya'da daha iyi anlaşılmaktadır. Türkiye'nin güvenliği ile global güvenlik için Doğu Akdeniz Güvenlik Mimarisi olarak tanımlayacağımız yapı büyük önem taşımaktadır. Bu mimari Avrupa Güvenlik anlayışının aksine merkez olarak Kıbrısı içine alan ve Türkiye, Ortadoğu, Kuzey Afrika'yı kapsayan bir ekonomik temelli güvenlik girişimidir. Güneydoğu Avrupa Güvenlik Mimarisi ise Doğu Akdeniz'i alt güvenlik sınırı olarak gören ve savunma stratejisini bölgeyi tehdit görme yaklaşımı üzerine kuran bir girişimdir. Bu açıdan Doğu Akdeniz Güvenlik Mimarisi Türkiye'nin yakın çevre politikasının temelini oluşturmaktadır. Kıbrıs, Türkiye'nin yanı sıra Doğu Akdeniz güvenliği açısından da son derece önemli bir jeostratejik konumdadır. Kıbrıs'ta tarafların eşit statüde, iki halk ve iki devlet olarak tanınmaları öncelikle çözüm olup, bundan sonraki aşamada bir ada- iki halk- iki devlet görüşmeleri için Türkiye yapıcı katkılarını devam ettirmektedir. Ama esas olan öncelikle Ada'da iki devlet olarak, tarafların kendi aralarında temel sorunların çözümü için diyaloglarının geliştirilmesidir. Kıbrıs sorunu ancak Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin varlığı ve bağımsızlığı korunmak kaydıyla müzakere edilmeye devam edecektir. Kıbrıs, Türkiye'nin Güvenlik Siyaseti açısından vazgeçilmezlik statüsünü korumaktadır. 2.1.3.2. Ortadoğu Hidropolitik açıdan Ortadoğu gözlerin çevrildiği bir alandır. Türkiye'nin güney sınırındaki ülkeler ile su ilişkisi ise yakın çevre politikasının hidropolitik etkisinde kalmasına olanak tanımaktadır. 2000'li yıllara girerken Su dünyanın en stratejik ve yaşamsal unsuru olma trendini yükseltirken, beraberinde yeni krizleri de derinleştirerek gündeme taşımaktadır. Türkiye, ekonomik ve sosyal refah seviyesinin arttırılması maksadıyla sınıraşan akarsularından daha fazla yarar sağlayacak projeleri hayata geçirmeye başlamıştır. Dünya Bankası ile Keban ve Karakaya Barajlarının yapımı sırasında yapılan anlaşma gereği Suriye'ye verdiği saniyede 500 metreküp su miktarındaki taahhüdü yerine getirmesine rağmen; özelde Suriye'nin ve genelde Arap dünyasının dile getirdiği, her an suyun Türkiye tarafından kesileceği iddiaları bölgede muhtemel su savaşları senaryolarını zaman zaman ön plana çıkarmaktadır. Türkiye; Fırat ve Dicle'yi Arap dünyasının ifade ettiği gibi "Uluslararası Akarsular" olarak değil, "Sınıraşan Akarsular" olarak kabul etmektedir. Bunun bir gereği olarak, Türkiye bu akarsular üzerinde eşit egemenlik ve eşit paylaşımı kabul etmemektedir. Bu nedenle, Türkiye sınıraşan akarsuları üzerinde uluslararası hukuk açısından her türlü projeyi uygulamayı kendi egemenlik hakkı olarak görmektedir. Ancak dış siyasetimiz açısından benimsediğimiz, sınıraşan akarsularımızın hakça ve optimum kullanımı olarak ifade ettiğimiz "^iç aşamalı plan" öneri paketi çerçevesinde bu akarsularımızla ilgili olarak ekonomik temelde görüşmeler ve proje çalışmaları yapmak mümkündür. Özellikle tarafımızdan ortaya konan "Su Borsası" projesi, bu anlamda iki noktada büyük önem arz etmektedir. Birincisi, Orta Doğu özelinde hem ekonomik işbirliğinin geliştirilmesine katkı sağlayacak hemde sınıraşan akarsularımız aynı zamanda sınıraşan barışı getirecektir. İkinci önemli nokta ise, dünya üzerinde benzer durumdaki bir çok bölgede su problemlerinin çözümünde örnek bir model teşkil edecektir. Bu konuyla ilgili ülke tezimizi ve çözüm önerilerimizi yukarıda ifade ettiğimiz üzere; ekonomik temele dayalı ve egemenlik hakkımızı koruyan ikili veya üçlü projelere açık oluduğumuz gibi, İsrail gibi ihtiyaç sahibi ülkelerin taleplerini karşılamak noktasında açık diyalog sürecini sürdürmekteyiz. Suriye, Irak, İran, Bulgaristan, Yunanistan ve eski Sovyet sınırları ile olan su ilişkimiz, sürekli artan değeriyle su konusunun dış siyasetimizdeki önemli yerini koruduğunu göstermektedir. Irak'ın toprak bütünlüğü içerisinde Kuzey Irak halkının ve Türkmenlerin sorunlarının ve konumlarının barışçıl diyalog ortamı çerçevesinde, çözümü beklenen ve ülkemiz tarafından takip edilen bir konudur. Uzun zamandır devam eden siyasi boşluğun güvenlik boşluğu halinde devamı sınır faaliyetleri açısından dikkatlerden kaçmamaktadır. Bu nedenle Kuzey Irak içerisinde bağımsız bir faaliyetin oluşmaması açısından Irak içerisinde siyasi istikrarsızlık ve boşluğun ortadan kaldırılmasını amaç edinen çalışmaların hızlandırılması gerkmektedir. israil'in merkezinde yer aldığı Orta Doğu Barış Süreci Sharm El Sheik'ten başladığı yeni dönemi, Suriye ile de devam ettirerek yakın zamanda nihayete erdirmelidir. ABD ve Batı'nın, Orta Doğu ve Avrasya'ya açılan kapısı olarak Doğu Akdeniz, güvenli bir ekonopolitik alan olabilmek için gerekli güvenilir yapısını kazanmak zorundadır. Doğu Akdeniz kapısının anahtarı, oluşturulacak yeni ve geniş katılımlı bir ekonomik ve güvenlik şemsiyesi altında saklıdır. Arap dünyasının gençlik ve dinamizminin yeni sembolü olarak Ürdün'ün yeni Kralı, kişiliğinde barındırdığı batının evrensel demokratik değerleriyle birleştirdiğinde Orta Doğu açısından yeni bir dönemin başladığını göstermektedir. Benzer anlamları üzerinde taşıyan Fas'ın yeni Kralı da bir başka işareti vermektedir. Artık Arap dünyasında "Mutlak Monarşinin" yerini "Demokratik Monarşi" almaktadır. Esad sonrasında oluşan yeni Suriye tablosu bu anlamda büyük önem taşımaktadır. Mısır ise değişim rüzgarına karşı isteksiz davranmakla geleceğin Yakın Doğu'sundaki liderliğini tehlikeye düşürmüştür. Türkiye İsrail ile arasında kurduğu ekonomik, askeri, teknolojik, bilimsel ve siyasi işbirliğini geliştirmek suretiyle Orta Doğu Barış Sürecinde olumlu katkıda bulunmaya devam etmektedir. Ancak Türkiye, bu olumluluğun aynı zamanda ülkeye fayda sağlanması için, diğer Orta Doğu ve Kuzey Afrika ülkeleriyle ekonomik ve siyasi işbirliğini geliştirme çabasını yoğunlaştırmalıdır. Doğu Akdeniz Ekonomik ve İstikrar örgütlenmesi bu açıdan büyük önem taşımaktadır. 2.1.3.3. Kafkaslar ve Hazar Havzası Petrostratejik hamlelerin çok sık yapıldığı Kafkasya satranç tahtasında, diğer rakiplerden ayrı olarak, bölge devletleriyle ve bölge halklarıyla din-dil-kültür birlikteliğimizin önemi çok büyüktür. Ancak Türkiye açısından bu kazanımın daha güven veren ve tercih edilen bir ekonomik-siyasi ortaklık sistemine dönüştürülmesi çabası yeterli seviyeye ulaşmadığı veya yanlış taktikstratejilerden kaynaklanarak istenilen düzeyde olmadığı görülmektedir. Kafkasya ve Hazar Havzası barındırdığı enerji kaynakları ile hem dünyanın hem de bölge ülkelerinin cazibe merkezidir. Hazar havzasındaki petrol ve doğalgazın dünya pazarlarına taşınması yönünde geliştirilen projeler; bu projelerin doğu-batı yönünde seyri ve geçiş güzergahları üzerindeki yoğun ekonomik ve siyasi rekabetle birlikte Kafkasya'daki diğer siyasi krizler, dış siyasetimizde son derece önemli yer tutmaktadır. Türkiye açısından petrol boru hattının Bakü-Ceyhan projesi çerçevesinde hitamı temel hedef olmakla birlikte, siyasi ve ekonomik mücadeleler ve bölgesel dengeler açısından, bir yerine alternatif birkaç hattın inşaasının kaçınılmaz olduğu görülmektedir. Türkiye hem alternatif diğer hatların proje grupları içerisinde yer alma çabasını hem de ana taşıyıcı hattın Bakü-Ceyhan olduğu tezindeki ısrarını ve mücadelesini sürdürecektir. Doğal enerji kaynaklarının nakil projelerinin yanı sıra, bölgesel siyasi krizler açısından Abhazya ve Yukarı Karabağ sorununun çözümlenmesi Türkiye için son derece önemli konulardır. Abhazya sorununun Gürcistan'ın toprak bütünlüğü korunarak çözümlenmesi. Kuzey Kafkasya'nın barışı ve güvenliği açısından büyük önem arz etmektedir. Rusya'nın uygulamakta olduğu Abhazya politikası Kuzey Kafkasya'da savaşı ciddi bir aşamaya taşıma riskini korumaktadır. Türkiye'nin genel anlamda petrostratejik beklentilerinin, özel anlamda BaküCeyhan projesinin hayat bulmasında, Ermenistan'ın Güney Kafkasya Barışı noktasında konumunu netleştirmemesi engelleyici bir durumdur. Türkiye bu netliği kazandırabilme imkan ve kaabiliyetini ortaya koymalıdır. Sınırsal konum açısından hep aynı yerde kalmak durumunda olan Ermenistan'ın konumsal netsizliği, hep aynı konumda kalmak istemeyen Rusya'nın İran'a daha yakın fiziksel bir aralıkta bulunma istemini netleştirmektedir. Yukarı Karabağ sorununun ve Ermenistan-Azerbaycan ilişkilerinin iki tarafın anlaşabildiği ortak bir noktaya getirilerek çözüme kavuşturulması, hem Güney Kafkasya'daki Rusya etkinliği hem de sınırlarımızın güvenlik öncelikleri açısından büyük önem taşımaktadır. Türkiye tam bağımsızlığını kazanmış bir Ermenistan'ın bölge güvenliği ve taraflar açısından önemini vurgulamaya devam etmelidir. Ayrıca Türkiye Ermenistan-Azerbaycan arasındaki ihtilafın giderilmesinde üreteceği çözümlerle birlikte aracı bir konum kazanmak zorundadır. Bakü-Ceyhan hattının Batı'ya daha hızlı bir sürede ulaşabilmesi açısından ve bölgedeki ülkelerin ekonomilerinin, Türkiye'nin öncülüğünde geliştirilecek işbirliği çerçevesinde uluslararası piyasa ile bütünleştirilmesi için daha fazla çaba sarf edilmelidir. Bölgeye olan sınır komşulukları nedeniyle iki önemli ve güçlü ülke olarak, Türkiye ve Rusya bölge sorunlarının çözümünde ortak işbirliğini geliştirmek çabası içinde olmalıdırlar. Bilindiği üzere dolaylı çatışma ve gerginlik süreçleri iki tarafa da üstünlük sağlamayacaktır. Türkiye'nin bölgede barışı destekleyen tutumuna karşın, Rusya'nın da bölgede yürüttüğü istikrarsızlık ve kriz yaratma politikasından vazgeçmesi gerekmektedir. Azerbaycan, Türkmenistan ve Kazakistan'ın ortak bir payda altında ve kazançlarının hakça korunması çerçevesinde Türkiye'nin öncü girişiminde bir araya getirilmesi, Rusya-Kazakistan-Kırgızistan-Çin denkleminin çözünürlüğü açısından önem taşımaktadır. Ermenistan'ın tam bağımsızlığı Güney Kafkasya barışı ve Türkiye-Rusya-İran ilişkilerinin geleceği açısınd'^n büyük önem taşımaktadır. Trans Kafkasya boru hatlarına Batı'dan gelecek finansal destek için bu konu ayrıca önem kazanmaktadır. Kafkasya'nın Yugoslavyalaşma sürecine itilmesi ülkemiz güvenliğini ilgilendirdiği kadar, Kafkasya çerçevesinde tüm tarafları riske edecektir. Türkiye, bu bağlamda bölgede yürüttüğü barış amaçlı güvenlik ortaklığı girişimlerini, taraflara güven veren ve diyaloga açık bir çerçevede sürdürmektedir. Kafkas İstikrar Paktı'nın temel felsefik çerçevesi bu hassasiyete dayanmaktadır. Pakistan-Afganistan-Tacikistan-Özbekistan ekseninde merkezi Asya'ya ve Türkmenistan üzerinden Hazar Havzasına yayılma trendinde bulunan ekstremist aşırı dinci hareketlerin oluşturabileceği tehditlerin önlenmesinde Rusya ve Çin'in üstlenmekte oldukları rol, aynı zamanda merkezi Avrasya'daki güvenlik dengelerini alt üst etmektedir. Buna mukabil Afganistan operasyonu ile birlikte önleyici tedbirlerin alınmasında ABD'nin bir karasal kuvvet yapısı teşkil ettirerek merkezi Avrasya'ya yerleşmesi Rusya-Çin güvenlik yaklaşımını etkileyecektir. Bu girişim lokal bir kuvvet olarak Türkiye'nin konumunu önemli kılmaktadır. Buna karşın ekstremist gruplarla mücadele açısından risk artacaktır. Türkiye, yakın gelecekte bu riski tek başına taşımak durumunda kalmamalıdır. Sosyal yapımız üzerinde mevcut durumda bulunan antiekstremist yapılara, ortak paydalardan hareketle ivme kazandırılması kontrollü ve güvenli bir gelecek için büyük yarar taşımaktadır. 2.1.3.4. Karadeniz Karadeniz; komşu ülkelerin ekonomik ilişkilerinde görülen canlılık, Hazar petrollerinin Doğu Avrupa'ya ve Trans-Balkan hattı ile Adriyatik'e taşınması senaryoları ve diğer etkenlerle birlikte gittikçe ısınan bir bölgedir. Bu sıcaklığın gerilim ve kriz yerine, dostluk ve paylaşıma dayalı ortaklığa dönüşmesi taraflann yararına bir durumdur. Türkiye, tarihsel süreci ile birlikte Karadeniz'de vardır ve olmaya devam edecektir. Karadeniz'de bölge ülkeleri arasında yürütülecek güvenlik ve işbirliği ile her türlü yayılmacı ve çatışma yaratan etkenlere karşı ortak bir tavır almak mümkün olacaktır. Türkiye, Kafkasya ve Balkanlar ile eş zamanlı olarak yürüttüğü Karadeniz Deniz Kuvvetleri Güvenlik İşbirliği ve Karadeniz Sahil Güvenlik İşbirliği çalışmalarıyla bu noktada üzerine düşen sorumluluğu yerine getirme gayretindedir. Bu anlamda Ukrayna ile geliştirilecek ekonomik ve siyasi işbirliği son derece büyük önem taşımaktadır. Ukrayna askeri, ekonomik ve siyasi tam bağımsızlığı ile Avrupa'nın Karadeniz'deki bir istikrar uzantısı olarak varlığını ortaya koymalıdır. Rusya'nın bölgesel güvenlik ve ekonomik işbirliği çalışmalarına aktif katılımı hedeflenen bölgesel barış açısından son derece büyük önem taşımaktadır. 2.1.3.5. Balkanlar Türkiye'nin ilgi sahası olarak etkisel güvenlik alanı bağlamında: Batı'da Makedonya- Kosova; Kuzey'de Karadeniz, Doğu'da Ermenistan ve Karabağ, Güney'de Kıbrıs ve Kuzey Irak ekseninde oluşacak her türlü siyasi ve askeri gelişim ve değişim, öncelikli değer ifade etmektedir. Diğer bir tanımlama ile Türkiye'nin "Yakın Çevre Politikası" ve "Çevre Güvenliği" bu noktalardan itibaren daha fazla hassasiyet taşımaktadır. Kosova'da tarafların bütün haklarını koruyan bir çözümün geliştirilmesi ve Bosna -Hersek'te kazanılan hakların korunması Türkiye'nin dış siyaseti açısından önemlidir. Makedonya'da yaşanmakta olan siyasi ve iç güvenlik krizi bütün Balkan ülkelerini ciddi bir çatışmanın içine çekebilme özelliğine sahiptir. Arnavutların haklarının verilmesi ve korunması önemli bir siyasi sorumluluğu gerektirmektedir. Bir anlamda bir Balkan ülkesi olarak Türkiye; bölgeyle olan tarihi, kültürel ve insani ilişkilerinin ve kendi güvenlik ekolojisinin bir neticesi olarak bu bölgede, gerek NATO gerekse AGİT nezdinde yürütülecek faaliyetlere aktif olarak katılım politikasını sürdürücektir. Balkanlar'da Türkiye'nin dışında olduğu veya taraf olmadığı bir faaliyetin yürütülmesi Türkiye çıkarları ve dış siyaseti açısından kabul edilemez. 2.1.3.6. Yakın Çevre Politikasının Getirdiği Yükler Çok taraflı yeni denge ile ortaya konan yakın çevre politikasının getirdiği yükler Türkiye'nin kendi iç yapısında ve dış hedeflerinde bazı değişimleri gerektirmektedir. Bu değişimler ile çok taraflı dengede global konumun ve bölgesel jeopolitik evrimin sağladığı avantajları beşeri gelişme ve kalkınmasına dönüştürme imkanını bulacaktır. Türkiye ekonomik ilgi ve etkinlik sahasını Gebelitarık ve Kuzey Afrika'dan Alt Güney Asya ve Sarı Deniz'e kadar genişletmiştir. Küresel ekonomik süreç ile birlikte tüm Dünya'da rekabet edebilir bir fonksiyonel ekonomik yapı kazanmak, ülkemizin ulusal ekonomik siyasetinin gerekliliğidir. Türkiye, Avrasya'nın etkin merkez ülkesi olarak, modern ve serbest ekonomik yapısı ile yakaladığı avantajlı konumun bilincinde olmaktan öte gayretler sarf etmek zorundadır. Türkiye, öncelikle kendi demokratik yapısını güçlendirme ve bireyinin refah seviyesini arttırma çabasını sürdürmektedir. Karşı karşıya bulunulan sorunlar ve zamanın hızlı akışı karşısında elini daha çabuk tutma zorunluluğunu her yönetim kademesinin bilmesi ve üzerine düşeni yapması gerekmektedir. Türkiye, bölgesinde demokrasi, istikrar, barış getiren güvenlik ve ekonomik refah açısından model bir ülke olmak için çaba göstermektedir. Aynı çaba ve hedeflerin diğer bölge ülkelerinde de gösterilmesi, bölgede yaşayan ulusların refah ve mutluluğu, ortak değerler ve işbirliği çalışmalarımızın nihai hedefidir. Bu bakımdan global demokratik değerlerin tesisinde, bölgesel istikrarın sağlanmasında, Türkiye etkin ve öncü bir rol üstlenmiştir. Türkiye artık siyasi model ihraç eden ülke konumda olacaktır. Türkiye, serbest piyasa ekonomisi, dünya ile bütünleşme ve demokrasi değerlerini ihraç etmek politikasını geliştirmelidir. Öncelikle de bu rolün gerektirdiği iç değişimi sağlamalıdır. Türkiye, Balkanlar, Doğu Akdeniz, Karadeniz ve Hazar Havzası'ndaki yeni jeostratejik durumun ortaya koyduğu gereklilikler çerçevesinde, ortak çıkarlar baz alınarak, çok taraflı yeni dengenin ana aks ülkeleri ile ilişkilerini stratejik seviyede geliştirecektir. Bu yeni stratejik anlayış ve kavramın gerektirdiği yakın çevre politikası ise Türkiye tarafından bölgeye barış ve refahın getirilmesi için bir araç olacaktır. Yukarıda ifade edilen Türkiye'nin jeopolitik evrimi, yeni durum karşısında global konumlanması ve uygulamakta olduğu yakın çevre politikası ile çok taraflı denge içerisinde güçlü bir konumu bulunmaktadır. Artan önem ve buna karşın artan riskle birlikte Türkiye'nin iki yapılı dünyada üstlendiği tek tip ve iki yapıdan birine kesin bağlılık politikasını değiştirmekte olduğu gözlenmektedir. Bu değişiklik Türkiye'nin artık "çok taraflı Türkiye" profilini yakalamakta olduğunu işaret etmektedir. Ancak 11 Eylül saldırısı ile büyük bir ivme kazanan bu yeni süreçte gelişmeyi ve dönüşümü çok hızlı yapmak gerekmektedir. Stratejik olarak yapılan bir profil değişikliğinin ülkenin tüm kurum ve kuruluşları ile sosyal yapıya yeni hedefler olarak taşınması gerekmektedir. Agresif bir savunma refleksinin yaratacağı içe kapanma riskini aşabilmek açısından ulusal çıkarların daha geniş bir alana ve farklı konulara yaygınlaştırılması gerekmektedir. Türkiye'nin jeopolitik evrimi coğrafi ve politik önemi son derece arttırmıştır. Aynı şekilde global tehditlerin Türkiye'nin yakın çevre politikasına etki edecek oranda artması ise jeopolitik tehditi de arttırmıştır. Fırsat ve tehdit kavşağı uzun bir süre beklemeyi kabul etmemektedir. Tarihin önemli bir değişim anını yaşamakta iken önemlilik evriminin fırsatını başarma evrimine çevirmek Türkiye için tek ve en önemli çıkar yoldur. 2.2 ÇOK TARAFLI TÜRKİYE'NİN EKONOMİK ÖNCELİKLERİ VE KISITLARI Dünya'da çok taraflı yeni dengenin oluşumunda temel kriterlerin ekonomik içerikli olduğu açıktır. Refah paylaşımı bunların başında gelmektedir. Yeni dengenin oluşumunda ülkelerin sahip olduklan ekonomik güç belirleyici olacaktır. Yeni yapı ekonomik açıdan piyasa ekonomisi, serbest mal ve hizmet ticareti, ekonomik ve ticari birlikler ile uluslar arası düzenleyici normlar üzerine kurulmaktadır. Bu yeni yapı çerçevesinde öngörülen Çok Taraflı Türkiye için ekonomik öncelikler ve yanısıra Türkiye'nin karşı karşıya bulunduğu kısıtlar bulunmaktadır. Ekonomik açıdan Çok Taraflı Türkiye öngörüsü; bölgesel bir ekonomik ve ticari merkez ülkeyi, piyasa ekonomisi modelinin ihracını bölgede istikrar unsuru olacak ve sosyal refah ve beşeri gelişmişlik seviyesini bölgesinde destekleyecek bir ekonomik istikrarı içermektedir. Böyle bir öngörü Türkiye'nin ekonomik önceliklerini de işaret etmektedir.; Ekonomide kamu kesiminde yeniden yapılanma sağlanmalı, bu amaçla kamu reformları tamamlanmalıdır. Bu aşamada devletin ekonomideki yeri yeniden tanımlanmalıdır. Türkiye hem uluslar arası yeni yapının gereği olarak, hem de kendi ekonomik istikrarı için piyasa ekonomisini tüm kurum ve kuralları ile yerleştirmelidir. Bu yapı içinde ekonomik kaynakların etkin ve verimli kullanımı ile üretim ekonomisi oluşturulacaktır. Türkiye, uluslar arası alanda ve özellikle bölgesinde bir ekonomi ve ticaret diplomasisi politikası tespit etmeli ve bunu uygulayarak uluslararası ekonomik bütünleşmede özellikle bölgesinde aktif ve öncü rolü oynamalıdır. 2.2.1, EKONOMİDE YAPILANMA DEVLET VE KAMU KESİMİNDE YENİDEN Türkiye'de ekonomik açılımların sağlanmasının önündeki en önemli kısıt devletin bugün için ekonomide sahip olduğu roldür. Devlet üretim ve istihdam yaratma buna bağlı olarak gelir ve kaynak yaratma işlevlerine önemli ölçüde sahiptir. Kamu kurumları, kamu fiyatları, kamu müdahaleleri piyasa ekonomisinin tam anlamı ile kurulmasını engellemektedir. Bu nedenle ekonomi alanında öncelikle bir dünya görüşü olarak devletin ekonomideki rolünün ne olacağı belirlenmeli, sınırları çizilmeli ve bu yeni rolü gerektiren kamu kesiminde yeniden yapılanma tamamlanmalıdır. Bu amaçla; Ekonomide önümüzdeki on yıl boyunca tam bir piyasa ekonomisine geçişi öngörülmelidir. Bu nedenle aynı süreç içinde devlet ekonomik anlamda tüm mal ve hizmet üretiminden çekilmelidir. "Kamu Fiyatı" ortadan kaldırılmalıdır. Kamunun belirlediği herhangi bir mal ve hizmet fiyatı kalmamalıdır. Devlet deregülasyon düzenlemeleri ile tekel konumunda olduğu tüm sektörleri özel sektörün katılımına açmalıdır. Devlet tekeli ortadan kaldırılmalıdır. Özel sektörün bu alanlara katılımı ile geniş bir yeni istihdam alanı yaratılmış olacaktır. Devlet ekonomik mal ve hizmet üretimi alanından çekileceğinden bu alanlarda istihdam yaratma görevinden de çekilmektedir. Çıkarılacak yeni personel rejimi ile düzenlenmiş devlet memurluğu devletin tek istihdam alanı olarak kalmalıdır. Devlet ekonomiden çekilerek elde edeceği gelirleri (özelleştirme ve benzeri) ve elde edeceği tasarrufu "insan kaynaklarına ve beşeri gelişmeye dayalı ekonomik kalkınmanın" ihtiyaçları için yani bireylerin eğitim, sağlık, sosyal güvenlik, çevre, moral değerler, kültür-sanat gibi alanlarda geliştirilmesi için kullanmalıdır. Devletin bu anlamda temel görevi piyasa ekonomisine katılımcı tüm birey ve girişimcilere eşit beşeri gelişme hakkı tanıması, birey ve girişimcileri donatması ve rekabetçi bir piyasa yaratılması ile bu piyasanın kuralları içinde çalıştırılmasıdır. Hukukun üstünlüğü bu noktada önem kazanmaktadır. Devlet ekonomide kural koyucu, (tam piyasa şartlarının çalışmasına yönelik) denetleyici, gözetleyici ve hakem rolünde olmalıdır. Eşit rekabet şartlarının yaratılması ve uygulanmasından sorumlu tutulmalıdır. Devlet Merkez Bankası, Eximbank, İller Bankası (son iki bankaya da özel sektör ve girişimcilerin ortaklığı olabilir) dışında hiçbir mali kuruma sahip olmamalıdır. Devlet, bölgesel kalkınma farklılıklarının giderilmesi amacıyla kısa süreli ve geçici olmak şartıyla ve tercihen bölgenin özel sektörü ve girişimcisi ile ortaklık şeklinde ekonomik mal ve hizmet üretiminde bulunabilmen, daha sonra ortaklık payını özel kesime bırakmalıdır. Kamu, altyapı yatırımlarını sürdürmelidir. Bu yatırımlarda özel sektörün ortaklığı veya tam katılımı, veya çeşitli finansman yöntemleri ile özel sektörün altyapı yatırımlarını gerçekleştirmesi desteklenmelidir. Ekonomi yönetiminde dağınıklık giderilmeli ve merkezi yönetim içinde ekonomi yönetimi Ekonomi Bakanlığı ile Maliye Bakanlığı altında toplanmalıdır. Hiçbir devlet bakanlığı ekonomik yürütme işlevi üstlenmemelidir. Başbakanlığa doğrudan bağlı herhangi ekonomik karar verici bir kurum da olmamalıdır. Tüm yetki ve sorumluluk iki bakanlıkta toplanmalıdır. Başbakan doğal olarak bu iki bakanlığın sorumluluğunu taşıyarak ekonominin genelinden sorumlu olacaktır. Merkezi ve yerel idare merkezi ve yerel (bugünkü haline göre daha geniş ve etkin) ekonomik ve sosyal konseyler ile sürekli istişarelerde bulunulmalıdır. Ekonomi yönetiminde merkezi yönetim bazı gelir toplama ve harcama yetkilerini yerel yönetimlere devrederek, kaynakların yerinde ve etkin kullanımı sağlanmalıdır. Yerel hizmetler konusunda merkezi otoritenin karar gücü daraltılmalıdır. Böylece bölgesel ve yerel inisiyatifler güçlendirilmelidir. Devletin planlama fonksiyonları ve bunu yürüten Devlet Planlama Teşkilatı yeniden tarif edilmelidir. Tam bir piyasa ekonomisi hedefi içinde planlama fonksiyonu işlemini yitirmektedir. Ancak hedeflenen Çok Taraflı Türkiye'nin ekonomik ilişkilerinin stratejik planlaması için Devlet Planlama Teşkilatı stratejik bir konuma getirilmeli ve doğrudan Ekonomi Bakanlığına bağlı olarak strateji ve buna bağlı program geliştirme merkezi haline getirilmelidir. Devletin teşvik sisteminde odak noktası teknolojinin ve AR-GE'nin teşviki ile KOBİ'lerin teşvik edilmesi olmalıdır. Ekonominin genelindeki teşvik sistemi ise zaten Avrupa Birliği ve GATT anlaşmalarına bağlı olarak düzenlenme durumundadır. Devlet artık yeni sosyal devlet anlayışı (bir sonraki bölümde aynntılı sunulmaktadır) ile ekonomide doğrudan müdahalelerde bulunamayacaktır. Devlet yeni sosyal devlet anlayışı içinde herkese eşit beşeri gelişmişlik sunma ile görevli olacak ye harcamalarını bu yönde yapacaktır. Toplumun halen önemli bir bölümünü oluşturan tarım kesimi, tümü ile piyasa ekonomisine dahil edilmelidir. On yıllık geçiş süreci içinde devlet doğrudan destekleme alımlarından çekilerek, tarım ürünleri fiyatlan ürün borsalarında belirlenmeli, devlet tarım kesimine verimliliğinin artırılması yönünde doğrudan kaynak transferinde bulunmalıdır. Kamu kesiminde harcama ve borçlanma reformu yanısıra. Özelleştirme, Sosyal Güvenlik Sistemi, Vergi Reformu, Personel Rejimi Reformu, Fonlar ve Yerel Yönetimler Reformu, Tarım Kesimi Reformları tamamlanmalıdır. Kamu Kesimi Reformları ile kamu açıkları ve kamu borçlanma gereğinin azaltılması neticesinde borç stoku azalmaya başlayacak, enflasyon ile faiz oranları istenilen rakamlara çekilecektir. Böylece ekonomik istikrar sağlanmış olacaktır. Ekonomik istikrarı gören yabancı sermaye kaynakları'ile borçlanma gereği azalan kamuya daha önce akan kaynaklar ise hızlı ve sürdürülebilir ekonomik büyüme için kullanılacaktır. "Mali Kesim Reformu" önemli bir aşamadır. Kaynakların tasarruf sahiplerinden (yurtiçi - yurtdışı) ekonomik büyümeyi sağlayacak özel kesime aktarımını mali kesim gerçekleştirmektedir. Ancak mali sistem sağlıklı çalışmamaktadır. Mali sistemde şeffaflık ve mali yeterlilik ile etkin bir denetim - gözetim sistemi kuracak önlemleri içeren Mali Kesim Reformu tamamlanmalıdır. Böylece kaynakların ekonomide etkin kullanımının önü açılacaktır. 2.2.2. PİYASA EKONOMİSİ VE ÜRETİM EKONOMİSİNE GEÇİŞ Türkiye son yirmi yıldır piyasa ekonomisine geçmeye çalışmaktadır. Kamunun ekonomideki ağırlığı nedeniyle piyasa ekonomisi tam anlamı ile çalışamamaktadır. Kamu reformlarının geciktirilmesi ile kamu kesimi borçlanma gereğinin yüksek olması ekonomideki dengeleri bozmakta, ekonomide krizlere yol açmakta ve istikrarlı bir ekonomik büyümeye geçişi engellemektedir. Devletin ekonomide yerinin yeniden tarif edilmesi ve buna bağlı olarak kamu kesimi reformlarının tamamlanması ile birlikte piyasa ekonomisi de tüm kurum ve kurulları ile çalıştırılmalıdır. Üretim ekonomisine geçiş ve istikrarlı bir ekonomik büyüme için elverişli çevre böylece sağlanmış olacaktır. Ekonomide kamu kesimi tüm mal ve hizmet üretiminden çekilmelidir. Devletin Ekonomideki Yeri bölümünde devletin ekonomideki konumu net olarak tarif edilmişti. Devlet piyasa ekonomisinin tüm kurumlarının, kurallarının oluşturulmasından ve uygulanmasından ve piyasanın etkin denetim ve gözetiminden sorumludur. Devlet piyasa ekonomisinde "yedek oyuncu" bile değildir, (gerektiğinde müdahale ederim zihniyeti) Özel sektör piyasa ekonomisinin tek oyuncusudur. Ekonomide üretim ve istihdamın (devlet memurluğu şeklinde hariç) tek kaynağı haline gelmektedir ve uluslararası rekabete giderek daha çok açılmaktadır. Devlet ile özel sektör ilişkisi a) Devletin kural koyuculuğu, piyasalarda denetim ve hakemliği b) Özel sektöre teknoloji, verimlilik, katma değer alanlarında teşviki c) Altyapı yatırımlarında işbirliği d) Kamu yatırımlarının ve alımlarının ihale (değiştirilecek ihale yasası ile) ile özel sektöre yaptırılması alanları ile sınırlıdır. Bu ilişkilerin tamamı merkez yönetimler için olduğu kadar yerel yönetimler (yerel yönetimler reformu) için de geçerlidir. Piyasa ekonomisi ile ilişkili ve ekonominin genelindeki istikrar için önemli bir konu da Tarım Kesimi Reformudur. Bu reform 25 milyonluk bir nüfus ile ekonominin ancak yüzde 15 katma değerini yaratan tarım kesimi ile ilgilidir. Türkiye tarımda güçlü bir üretici ülke olarak kalmalı ancak tarım toplumu olmaktan çıkmalıdır. Bunun için Tarım kesiminde de tam bir piyasa ekonomisi uygulanmalıdır. Devlet tarım destekleme alımlarından çekilmelidir. Tüm tarım fiyatları mal borsalarında belirlenmelidir. Devlet toprak reformu sonrası işletmeler haline gelen ve vergi veren (mal borsalarına girmesi halinde vergi istisnası) tarım kesimine verimlilik artışı ile ilgili desteklemede bulunmalıdır. Devletin "Gelir Dağılımının iyileştirilmesi ile ilgili ekonomiye müdahalesi olmamalıdır. Ekonomi vizyonu içinde atılan adımlar ve devletin yeniden yapılandırılması ile önümüzdeki on yıl içinde yaratılacak refah aynı zamanda ekonomik istikrar (düşük enflasyon ve faizler) ile gelir dağılımında da iyileşmeyi kendiliğinden sağlayacaktır. Borç ve açıklar içinde kamunun reformları yapmadan, kendini yeniden yapılandırmadan gelir dağılımını düzeltme adına ekonomiye müdahalesi ve kesimler arası kaynak aktarımı geçici olmakta, reel kaynaklara dayandırılmadan yapılan müdahaleler bir dönem sonra gelir dağılımını (yükselen faizler ve enflasyon) daha da bozmaktadır. Çalışma hayatı ile ilgili, özellikle sosyal güvenlik ve sağlık şemsiyesi tüm çalışanları kapsamalı, özel sektör ve kamu üzerindeki yük paylaşımı yeniden yapılandırılmalı, özel sigorta ve güvenlik sistemlerinin alana girmesi sağlanmalıdır. Esnek çalışma sistemlerini getirecek çalışma ve iş hukuku düzenlemeleri yapılmalıdır. Sendikalar ve sendikalı olma ile ilgili sınırlamalar demokratikleşme prensipleri çerçevesinde özgürlükçü anlayış ile yeniden düzenlenmelidir. Ekonomik vizyon; uluslararası rekabet, verimlilik, bilgi ekonomisi, insan kaynaklarına ve beşeri gelişmeye dayalı kalkınma (sermaye birikiminin beşeri sermayenin gelişimine yönlendirilmesi), bireysel girişimcilik (bireysel hak ve özgürlüklerin), yenilikçilik ve yaratıcılık (düşünce ve fikir özgürlüğü) ile sosyal liberalizm (bireysel girişimcilikte eşit donanım ve fırsat eşitliği) kavramlarını ekonominin temel unsurları haline getirmektedir. Ekonomik büyüme ve üretim ekonomisine geçiş için yukarıda sıralanan önlemlerin tamamlanması zorunludur. Üretim artışı ve ekonomik büyüme kendine uygun bir ekonomik çevre talep etmektedir. Yukarıdakilerin tamamı ile devletin ekonomideki yeni rolü ve kamu kesiminde yeniden yapılanma bu çevrenin yaratılmasını sağlayacaktır. Bu uygun çevrenin yaratılması ile birlikte dünya pazarlarında ve özellikle bölgesel ekonomik ve ticari birlikler içinde rekabetçi bir özel sektör yaratılacaktır. Özel sektör öncelikle teknoloji, katma değer, verimlilik, yaratıcılık ve uluslar arası standartlara uyum konusunda teşvik edilmelidir. Sektörel tercihler ise; Ekonomik iç dinamiklerin yaratacağı talepler Dünya pazarlarında ve bölgesel pazarlarla mukayeseli avantajlara sahip ve rekabet avantajına sahip olabilecek sektörler Ekonominin itici sektörleri Uluslar arası esnek üretim sistemine eklenecek yan sanayi (küçük sanayi) Stratejik ve öncelikli sektörler kriterleri ile belirlenmelidir. 2.2.3. GLOBAL VE BÖLGESEL EKONOMİK ROLLER VE TÜRKİYE 2.2.3.1 Merkez Ülke Türkiye Çok Taraflı Yeni Dünya Dengesi içinde Çok Taraflı Türkiye'nin en önemli unsuru ekonomik ve ticari açıdan bir merkez ülke konumuna getirilmesidir. Çok taraflı bölgesel ve global ekonomik ve ticari ilişkilerin kurulması Türkiye'yi 21.yüzyılın başlarında eksenlerin kesişme noktasındaki "çevre ülke" konumundan yeni bir "merkez ülke" konumuna götürecektir. Temel hedef iç ve dış dinamiklerin tamamının "merkez ülke" olmaya yönelik olarak değerlendirilmesi ve yönetilmesi olmalıdır. Küreselleşme olarak ifade edilen süreç içinde dünya tüm ülkeleri dış dünya ile daha yoğun bir etkileşime sokmaktadır. Dış dünyanın belirleyiciliği tüm ülkeler için kendi içlerindeki "ideoloji" ve "sınıflaşma" öğelerine göre daha önemli hale gelmiştir. Dış dünyanın katılım, tüketim, iletişim, bilişim devrimleri etkileyici olmaktadır. Önemli olan dış dinamiklerin etkileri ile iç dinamiklerin etkilerinin örtüştürülmesi ve merkez ülke olma hedefine yönelik olarak kullanılmasıdır. Ekonomik açıdan Merkez ülke - çevre ülke ilişkileri de değişmiştir. İlişki değişikliği Türkiye'ye ilk kez 21.yüzyıla girerken bir merkez ülke olma olanağı sunmaktadır. Merkez-çevre ülkeleri arasındaki eski ilişki tarifinde ilişkilerde "kim-kime bağlı" belirleyici idi. Bugün ise ilişkilerde "kim net katma değer elde ediyor olgusu" belirleyici olmaktadır. Rekabet üstünlükleri net katma değer yaratanı belirlemektedir. Rekabet üstünlükleri de verimlilik, ileri teknoloji ve mali yeterlilik ile sağlanmaktadır. Bu unsurlara sahip ve ilişkide oldukları ülkelere göre avantajlı ülkeler çevre ülke konumundan merkez ülke konumuna gelebilmektedir. Türkiye'nin "merkez ülke" konumunu belirleyici üç unsur, dünyada da yükselen üç değer Piyasa Ekonomisi, Demokrasi ve Dış Dünya ile Bütünleşmedir. Türkiye bölgesindeki ülke gruplarına kıyasla bu üç yükselen değerde çok ileridir, önemli birikimlere sahiptir ve bunları kendi içinde de geliştirerek ihraç edecek niteliktedir. Bu nitelikleri ile Türkiye Avrasya coğrafyası içinde bir merkez ülke olmayı hedeflemektedir. Güneydoğu Avrupa, Karadeniz Ülkeleri, Orta Asya Gumhuriyetleri, Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkeleri merkez ülke Türkiye'nin piyasa ekonomisi ve demokrasi ihraç edeceği, dış dünya ile bütünleşmede aracı ve köprü olacağı coğrafyalardır. 21.yüzyılda bölgenin refahı ve istikrarı için dünyanın yükselen değerlerinden en az payını almış bu ülkeler karşısında bu değerlerin önemli birikimine sahip Türkiye'nin merkez ülke olması kaçınılmazdır. "Merkez Ülke" olmanın ana hedefi bölgedeki ekonomik refahın ve istikrarın sağlanması ve bunun Türkiye ve diğer ülkeler tarafından adil şekilde paylaşılmasıdır. Türkiye'nin bunun dışında merkez ülke olmaktan çevresindeki ülkeler üzerinde hiçbir beklentisi, çıkan ve arzusu olmamalıdır. Bu nedenle "merkez ülke" olma stratejisi tamamen "ekonomi ve ticaret diplomasisi" ve "değerler diplomasisi" üzerine kurulmalıdır. "Ekonomi ve Ticaret Diplomasisi" bölgesel ekonomik ve ticari birliklerin kurulması ve mevcutların güçlendirilmesi ve Türkiye'nin tüm birliklerde itici rol oynaması ile sağlanacaktır. "Değerler Diplomasisi" ise ideolojilerin değil, demokrasi, laiklik, çağdaş ilişkiler ve kurumların tanıtılması, kurulması ve ihracı ile sağlanacaktır. "Değerler Diplomasisi"nin en önemli aracı, "Multimedya Koridoru" olmalıdır. İletişim teknolojisinde ileri konumda olan Türkiye tüm bölge ülkelere yönelik "piyasa ekpnomisi, demokrasi, laiklik ve çağdaş değerler" içerikli kültür ihraç etmelidir. İletişim ve medya altyapısı buna göre kurulmalıdır. Bu bölge toplumlarının ve insanlarının değerler diplomasisi ile bilinçlendirilmesi sağlanmalıdır. Türkiye'nin merkez ülke olma hedefi herhangi bir uluslar arası üst örgüte tam üye olmasına engel değildir. Daha açıkçası Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne tam üyeliği Türkiye'nin merkez olmasına "engel" değildir veya "alternatifi" de değildir. Nitekim Avrupa Birliği ile bugün içinde bulunduğumuz "Gümrük Birliği" merkez ülke Türkiye'nin ekonomik ve ticari açıdan bölgesel rekabet gücü ve avantajları kazanmasında önemli bir unsurdur. Avrupa Birliği'ne tam üyelik sürecinde elde edilecek, Demokrasi, İnsan Hakları, Hukukun Üstünlüğü ve her alanda yüksek standartlar yine merkez ülke Türkiye'nin bölgesindeki ülkelere ihraç edeceği değerlerdir ve bunların Türkiye içinde güçlenmesini sağlayacaktır. Türkiye ile Avrupa Birliği arasındaki tek uyuşmazlık Türkiye'nin merkez ülke olma hedefinin Avrupa Birliği'nin de bölgeye yönelik çıkarları ile çatışması olabilir. Bu noktada Türkiye bölgesel merkez ülke konumu ile piyasa ekonomisi, demokratikleşme ve dış dünya ile bütünleşme konusunda ülkeleri Avrupa Birliği'nin bu konulardaki ölçütlerine yaklaştıracak, bölgede refah ve istikrarı sağlayacak 21.yüzyılda belki de bu ülkeleri Avrupa Birliği'ne tam üyeliğe hazır hale getirecektir. Bu nedenle Türkiye'nin merkez ülke olması Avrupa Birliği'nin de uzun vadeli çıkarınadır. 2,2.3.2. Ekonomi ve Ticaret Diplomasisi Ekonomi ve Ticaret Diplomasisinin yaratılmasının temel amacı Türkiye'nin bölgesel ekonomik ve ticari ilişkilerinde uzun vadeli hedeflere ve stratejilere sahip olmasıdır. Bu hedef ve stratejiler çok taraflı Yeni Denge içinde bölgesel çok taraflı ekonomik ve ticari ilişkilerin kurulmasıdır. Ancak bu diplomasinin bölgesinde ortak refah yaratacak projelere dayalı olması gerekmektedir. Ayrıca ekonomi ve ticaret diplomasisi dünya ekonomisinde incelenen global ekonomik büyüme, enerji ihtiyacı ve karşılanması , gıda talebi ve karşılanması, su ihtiyacı ve karşılanması gibi trendler karşısında Türkiye'nin uzun vadeli hedeflerini ve yaklaşımlarını da içermeli ve projeler de bunları hayata geçirecek nitelikte olmalıdır. Türkiye önümüzdeki 10 yıl için "Ekonomi ve Ticaret Diplomasisi"ne dayalı "10 Stratejik Faktör Programı" nı uygulamalıdır. SF-1 Bölgesel Ekonomik Ve Ticari İşbirliği Örgütleri Türkiye bölgesinde öncülük ettiği ve üyesi olduğu bölgesel ekonomik ve ticari işbirliği örgütleri; Karadeniz Ekonomik İşbirliği Örgütü, Güneydoğu Avrupa Ülkeleri İstikrar Paktı ve İşbirliği Şartı, Ekonomik İşbirliği Örgütü ile OrtadoğuKuzey Afrika İşbirliği kurumlarının faaliyetlerini hızlandırmalıdır. Bu örgütlerin tamamında yer alan tek ülke Türkiye böylece bölgesel ticaretin genişletilmesini, bölgede geniş bir serbest ticaret alanı kurulmasını, bölgede ortak dış ticaret politikalarının izlenmesini ve altyapı yatırımlarının tamamlanması ve uyumunu sağlamalıdır. SF-2 Avrupa Birliği İle Gümrük Birliği Ve Serbest Ticaret Anlaşmaları Türkiye Avrupa ile sağladığı Gümrük Birliği ve 15 ülke ile yapılan (4 ülke ile daha yapılacak) Serbest Ticaret Anlaşmaları ile uluslar arası sermaye, uluslar arası ve bölgesel ticaret için çok geniş bir serbest ticaret alanı oluşturmaktadır. Türkiye dış ticarette AB normlarının ve uluslar arası normların bölgeye taşınmasına aracılık etmektedir. Bölge ülkelerinin AB ve dış dünya ile bütünleşmesine aracılık etmeli,yabancı yatırımcılar için elverişli ticaret çevresi sunmalıdır. SF-3 Serbest Ticaret Bölgeleri Türkiye çok geniş bir ticaret potansiyeline sahip Avrasya coğrafyasına yönelik faaliyet gösterecek Serbest Ticaret Bölgeleri oluşturmalıdır. İhtisaslaşmış Sanayi alanları, teknolojiye dayalı ve bölge hammadde kaynaklarına dayalı sanayi üretimi yaparak bölge ticaretine konu olacaktır. Serbest Ticaret Alanları ise ikinci ipek ticaret yolu ve Avrasya koridoru üzerinde transit ticaret ve çok taraflı -ikili ticarette avantajlar sağlayacak- ticaret bölgeleri olmalıdır. Bölge ülkeleri kaynaklannın uluslar arası pazarlara açılması ve taşınması; Avrasya bölgesindeki ülkelerin ekonomik potansiyelini sahip oldukları kaynaklar oluşturmaktadır. Petrol, doğal gaz, altın, çeşitli metaller, pamuk ve buğday gibi emtialar uluslar arası pazarlara açılmaktadır. Türkiye bölge ülkelerinin doğal kaynaklarının uluslar arası pazarlara açılmasında merkez rolünü oynayacaktır. SF-4 Enerji Kaynaklarının Uluslar Arası Piyasalara Taşınması Ve Akdeniz Petrol Borsası Türkiye Hazar ve Orta Asya petrol ve doğal gazının batılı pazarlara taşınmasına öncelik vermelidir. Azerbaycan ve Kazakistan petrolünün BaküCeyhan hattı ile uluslar arası pazarlara .sunacaktır. Bu bölgeden uluslar arası piyasalara açılacak Orta Asya petrolünün fiyat teşekkülü de Ceyhan veya İstanbul'da kurulacak Akdeniz Petrol Borsası'nda gerçekleşecektir. Türkiye için bölge doğal gazının petrolden önemli bir ayrıcalığı vardır. Türkiye petrolü taşıyacak ancak çok az kullanacaktır. Bölge doğal gazına ise Türkiye'nin evvel emirde ihtiyacı bulunmaktadır. Türkiye önümüzdeki 10 yıl içindeki enerji asçığını bölge ülkelerinden ithal edeceği doğal gaz ile kapatacaktır. SF-5 Bölgesel Altın Ticareti Ve İstanbul Altın Borsası Türkiye bölge ülkelerinin altın arzı ile altın talebini İstanbul Altın Borsası aracılığı ile karşılamalıdır. Türkiye; Hong Kong ile Londra arasında Avrasya bölgesindeki kıymetli maden ticaretine aracılık etmelidir. SF-6 Bölgesel Emtia Borsaları Türkiye öncülüğünü İzmir Vadeli İşlem Borsası'nın yaptığı emtia borsalarının sayısını artırmalıdır. Bu borsalarda sadece Türkiye'nin değil bölge ülkelerinin emtialarından kayıtlı olmalı ve işlem görmelidir. Türkiye bölge ülkelerinin pamuk ve buğday başta olmak üzere, emtia ürünlerinin açılımını sağlamalıdır. SF-7 Su Ve Akdeniz Su Borsası Türkiye önümüzdeki dönemde, sahip olduğu "su" yu uluslar arası su hukuku düzenlemelerine ve anlaşmalarına bağlı kalarak, özellikle ihtiyacı bulunan Ortadoğu ve Arap Yarımadası ülkelerine satarak, bölgesel barışa da katkıda bulunmuş olacaktır. Su, öncelikle Manavgat yöresinden Kıbrıs üzerinden İsrail'e taşınacaktır. Orta vadede suyun fiyatı kurulacak "Akdeniz Su Borsası" nda belirlenmelidir. SF-8 Bölgesel Finans Merkezi : İstanbul Türkiye, bölge ülkelerinin finansal piyasalarının uluslar arası finans piyasaları ile bütünleştirilmesinde aracı olurken, bölge ülkelerine yönelik uluslar arası sermaye hareketlerinin de merkezi olmalıdır. Sermaye piyasaları aracılığı ile; bölge borsaları arası işbirliği ve eşanlı işlem sağlayacak borsalar arası iletişim ve işbirliği merkezi platformu Avrasya Borsalar Federasyonu (FEAS) ile İMKB olacaktır. İMKB uluslar arası pazarı bölge ülkelerinin menkul kıymetlerinin ihracına olanak tanımaktadır. Bölge ülkelerine yönelik sermaye hareketlerinin yönetimi ile TOMB merkezli bölge ülkeleri arası ödeme sistemi kurulması diğer hedeflerdir. İstanbul Altın Borsası, Akdeniz Petrol Borsası ve Akdeniz Su Borsası finansal merkezi güçlendirecek borsalar olacaktır. SF-9 Avrasya Ulaştırma Koridoru Ve İkinci İpek Ticaret Yolu Türkiye, Avrasya bölgesi içinde yük ve yolcu taşımacılığında kara, demir ve deniz yolları ile bölgesel merkez ve köprü rolünü oynayacaktır. TRACECA, Avrasya Ulaştırma Koridoru Londra ile Çin Denizi arasını birbirine bağlayacaktır ve bu uzun yol ikinci ipek ticaret yolu olarak Avrasya Kıtası içindeki ticaretin ana güzergahı olacaktır. İkinci İpek Ticaret Yolu Avrupa ile Asya arasında üç yoldan birbirine bağlanmaktadır. Kara ve demir yolu Türkiye üzerinden geçmektedir. Türkiye bu hattı tamamlayacak, otoyol ve demiryolu (Kars-Tiflis demir yolu, Ankara Doğu ve Güneydoğu Anadolu bağlantılı otoyolları) yatırımlarına öncelik vermelidir. Yine İstanbul, Mersin ve İzmir limanları deniz taşımacılığı ile Avrasya-Amerika arasındaki ticarette ana limanlar olarak rol alacaktır. SF-10 GAP Projesi, Bölgesel Gıda Ambarı Türkiye; 2000-2010 yılları arasında mevcut GAP Master Planının yerini alacak GAP Bölgesel Kalkınma Planı ile GAP'ı tamamlamayı ve tüm bölge ülkelerinin tarım ürünü ihtiyaçlarını karşılamayı hedeflemelidir. Türkiye ekonomide yeniden yapılanma ve kamu reformları ile piyasa ekonomisine geçiş sürecinde 10 stratejik faktör programını da uygulamalıdır. Bu program ekonomik büyüme içinde büyük katkı sağlayacaktır. 10 SF Programı içinde yer alan unsurlar birbirinin tamamlayıcısıdır. Türkiye bu program ile birlikte bölge ülkelerine yönelik değerler ihracına "piyasa ekonomisi, demokrasi, dünya ile bütünleşme" ye de aracılık etmeli ve Avrasya bölgesinde ekonomik kalkınma ve refahı temin ederek bölgesinde kalıcı güvenliği sağlamalıdır. 2.2.3.3. Global Ekonomik Rol ve G-20 Üyeliği Çok taraflı yeni denge içinde ekonomik açıdan bölgesel merkez ülke olma ve bunu uygulanacak ekonomi ve. ticaret diplomasisi ile hayata geçirme temel yaklaşımdır. Ekonomi ve ticaret diplomasisi ilişkiler açısından çok taraflılığı zorunlu kılmaktadır. Türkiye'nin bu bölgesel yaklaşımı global ekonomik ilişkilerde G-20 üyeliği ile de örtüşmektedir. Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasında yeni dönemde ilişkileri düzenlemek üzere G-20 kurumu oluşturulmuştur. G-20' de G-8 ülkeleri ve AB ile IMF-Dünya Bankası temsilcisinin yanı sıra gelişmekte olan 10 ülke bulunmaktadır. Bu ülkeler; Brezilya, Arjantin, Meksika, Güney Kore, Çin, Hindistan,Güney Afrika, Suudi Arabistan, Türkiye ile Rusya'dır. Bu ülkelerin özellikleri gelişmiş ülkeler ile geniş ticaret hacimlerinin bulunması ile gelişmiş ülkelerden yönelen sermaye hareketlerinin bu ülkelerde yoğunlaşmasıdır. Aynı zamanda bu ülkeler, bölgelerinde ekonomik büyümenin ve ticari gelişimin itici ülkeleri ve merkezleri konumunda veya potansiyelindedir. G-20 içinde gelişmiş ülkeler ile gelişmekte olan 10 ülke ticari ve finansal serbestleşmenin yönetimini birlikte üstlenecektir. Ve gelişmekte olan 10 ülke bölgelerindeki ülkeler (yeni pazarlar) gelişmiş ülkeler ve uluslar arası pazarlar arasında köprü rolü oynayacaktır. Bu açıdan değerlendirildiğinde Türkiye yeniden tanımlanmakta ve düzenlenmekte olan dünya ilişkilerinde G-20 üyesi olarak önemli bir işlevi üstlenmiştir. G-20'nin içinde yer alan, Türkiye dahil 10 gelişmekte olan ülke, bölgelerinde gelişme potansiyele en yüksek ve bölgeleri için istikrar unsuru ülkeler olarak seçilmişlerdir. Türkiye kendi bölgesinde Avrasya coğrafyası üzerinde önemli bir potansiyele sahip bulunmaktadır. Avrasya coğrafyası Güneydoğu Avrupa ülkeleri, Karadeniz ülkeleri, Kafkaslar ve Orta Asya ülkeleri ile Ortadoğu ülkelerini kapsamaktadır. Bu bölgede geniş enerji kaynakları, kıymetli maden ve metal kaynakları, emtia kaynakları mevcutken, önemli bir pazar ve ikili ticaret potansiyeli bulunmaktadır. Aynı zamanda bölge, sıcak çatışmalar, sınır ihtilafları, etnik çatışmalar, radikal akımlar, kitle imha silahları ve nükleer silahlar gibi tehditleri de barındırmaktadır. Bu tehditler karşısında Avrasya coğrafyasında istikrarın öncelikli şartı bölgede güvenliğin tesis edilmesi olmuştur. Ancak bölgede güvenliğin ve barışın sürekli ve kalıcı olması, ekonomik refahın sağlanması ile mümkün olacaktır. Bölgenin ekonomik potansiyeli özellikle sahip olduğu enerji kaynakları ve diğer kaynaklar nedeniyle oldukça yüksektir. Kalıcı güvenlik ve istikrar için gerekli ekonomik refah, bölgesel ekonomik ve ticari çok taraflı işbirlikleri ile sağlanacaktır. Türkiye bölgede bu işbirliğinin yönlendiricisi konumundadır. 2.3. ÇOK TARAFLI DENGEDE TÜRKİYE İÇİN SOSYAL FIRSATLARIN VE TEHDİTLERİN ANALİZİ Çok taraflı yapının tesisinde sosyal unsurlar, ekonomik ve güvenlik unsurları kadar etkili olmaktadır. Toplumsal yapının temelinde olan birey ve insan sosyal ilişkilerin ana unsurudur. Bu nedenle sosyal unsurları göz ardı eden yaklaşımlar ile yapılan analizler sonucunda çok taraflı denge eksik veya yanlış kurulacaktır. Sosyal olgular çok geniş bir çerçeveye yayılmaktadır. Devletlerin sosyal devlet olma ilkesinden başlayan bu çerçeve medeniyetlerin ve dinlerin ayrışmasına kadar çok farklı alanlarda tartışmalara yol açmakta ve iyileştirmeleri gerektirmektedir. Türkiye'nin Çok Taraflı Yeni Denge içinde konumlandırmasını yaparken sosyal unsurları da değerlendirmek gerekmektedir. Türkiye bu anlamda sosyal unsurlardan kaynaklanan bazı fırsatlar ve tehditler ile karşı karşıya bulunmaktadır. Öncelikle devletin ekonomideki yerinin yeniden tarifine ve kamu reformlarına paralel olarak, sosyal devlet ilkesinin de yeniden tarif edilmesi gerekmektedir. Bu yeni tarif çerçevesinde sosyal ve beşeri gelişme, gelir dağılımı bozukluğu ve yoksulluğun yarattığı tehditler incelenmeli, sosyal ve beşeri gelişmenin araçları olarak ise demografik unsurların, eğitimin ve örgütlü sivil toplumun etkinliği yeniden şekillendirilmelidir. Sosyal doku, yeni sosyal devlet anlayışı çerçevesinde beşeri gelişmeye dayalı olarak iyileştirilirken bir yandan da yeni döneme ilişkin bireysel özgürlüklerin genişletilmesi ve yeni ihtiyaçların karşılanması gerekmektedir. Burada bir başka bakış açısı ile bireyin de çok taraflı dünya ve çok taraflı Türkiye'nin yeni şartlarına uyum sağlayacak şekilde evrimi söz konusudur. Bu evrim doğal akışı içinde olacaktır. Ancak kamusal yönlendirmeler (özgürlüklere müdahale değil) mutlaka olmalıdır. Son olarak da medeniyetler çatışması olgusu arasında sıkıştırılmaya çalışılan İslam'ın İslam jeopolitiği çerçevesinde yeniden değerlendirilmesi ile birlikte Türkiye'nin temsil edeceği ve değerlerini tüm İslam ülkelerine ihraç edeceği köprü olma modelinin geliştirilmesi, kendi toplumu içinde benimsenmesi ve bunu global anlamda paylaşması, böylece global sosyal iyileştirmenin önemli bir öncü rolünü üstlenmesi gerekmektedir. 2.3.1. SOSYAL DEVLET İLKESİ Sosyal devlet ilkesi için diğer iyileştirme alanları ile uyumlu yeni bir yaklaşım geliştirilmektedir;. Klasik Refah Devleti; sosyal refahın optimizasyonu amacıyla ekonomiye aktif ve kapsamlı müdahalelerde bulunmaktadır. Müdahaleci, düzenleyici, yönlendirici, girişimci, yeniden dağıtımcı fonksiyonlarına sahiptir. Sosyal Devlet İlkesi, sınırlı ve sorumlu devlet ilkesinin temel nitelikleri ile yeniden tarif edilmektedir. Sosyal devlet ilkesi adına müdahaleci, girişimci ve yeniden dağıtımcı fonksiyonları en aza indirilmelidir. Düzenleyici ve yönlendirici fonksiyonları yeniden düzenlenmelidir. Yeni Sosyal Devlet; insanların beşeri gelişmişliğinin eşit ve tam sağlanmasından ve bireylerin piyasa ekonomisi rekabetine eşit hazırlanmasından ve piyasa ekonomisinin sosyal yönünün geliştirilmesinden sorumludur. Türkiye'nin çok taraflı dünya içinde rekabetini sağlayacak en önemli unsuru "insan"dır. Hedefler ve ekonomik kalkınma "insan kaynaklarına ve beşeri gelişmişliğe" dayandırılmalıdır. Dünyada rekabette belirleyici; insan kaynakları ile bunların beşeri gelişmişliği, bilgi düzeyi ile manevi ve moral değerlerinin gücü haline gelmiştir. Bu noktada sosyal devlet ilkesi, kamu kaynaklarının gerekli bölümünün insan kaynaklarının beşeri gelişmişliğine kaydırılmasını öngörmektedir. Bilgi toplumuna geçiş ile manevi ve moral değerlere yatırım yapılması hedeflenmelidir. Klasik sosyal devlet anlayışı ile devletin reel gelirlere (vergi vb.) dayanmayan kaynaklarını bazı kesimlerin lehine transfer ödemesi şeklinde kullanması ile hem kaynaklar etkin kullanılmamakta, hem de Türkiye hedeflerinden giderek uzaklaşmaktadır. Devletin klasik sosyal devlet ilkesinde terk edeceği fonksiyonların önemli bir bölümünü ise piyasa ekonomisi üstlenmelidir. Bunun aracı özel kesimin sivil örgütlenmesi ve gönüllü sivil toplum kuruluşlarıdır. Devlet bunu teşvik etmeli ve sivil toplum örgütleri ile işbirliği içinde olmalıdır. Klasik Sosyal Devlet ilkesinde terk edilen fonksiyonları özel kesim yürütmelidir. Bu "piyasa ekonomisinin sosyal sorumluluğu" olarak ifade edilmektedir. Küreselleşen dünyada rekabetin oyuncuları özel sektördür. Özel sektörün rekabette karşılaştığı en önemli engellerden biri de vergidir. Özel sektör ve bireyler daha az vergi vermek istemektedir. Sınırların kalktığı ortamda sermaye daha az vergi vereceği yerlere gitmektedir. Bu devletlerin vergi gelirlerini düşürmektedir. Vergi gelirleri düşen devletin klasik sosyal devlet ilkesi içindeki fonksiyonlarını yerine getirmesi de zorlaşmaktadır. Bu nedenle azalan vergi gelirleri ile devletin yeni sosyal devlet ilkesini benimsemesi, özel sektörün (piyasa ekonomisi oyuncuları) ise daha az vergi ödeyerek elde ettikleri tasarrufların bir bölümü ile devletin sosyal devlet ilkesindeki fonksiyonların bir bölümünü gerçekleştirmesi en akılcı yoldur. Böylece eşit olmayanlara eşit davranan, zayıfı koruyan mekanizmaların olmadığı piyasa ekonomisi ve piyasa ilişkileri sosyal yönü ile devletten aldığı bu görevi yerine getirmelidir. Devletin sosyal devlet anlayışı ise piyasa ekonomisinde herkesi eşit ve güçlü kılacak donanımları tüm bireylere istisnasız ulaştırmak olmalıdır. Yeni sosyal devlet ekonomide mal ve hizmet üretiminden çekilerek istihdam yaratma vasfından vazgeçmektedir. İstihdam yaratma, yani iş yaratma işlevini ekonomide piyasa ekonomisine terketmektedir. Sosyal devlet bireylere iş bulma sorumluluğunu bırakmaktadır. Ancak piyasa ekonomisinde istihdam yaratma olanaklarının geliştirilmesi için çalışma mevzuatı esnekleştirilmelidir. İş gücü piyasası esnek işgücü pazarı ile daha az işsizlik yaratacak bir yapıda yeniden düzenlenmelidir. Sosyal devlet, işgücü pazarında arzda bulunacak tüm bireylerin beşeri gelişmişliğini ve moral-manevi değerlerini yüksek tutmaktan sorumludur ve herkese bu donanımı vermelidir. Hedef milyonlarca eğitimsiz, vasıfsız insanlarımıza devlet kadrolarında maaş olarak ödenen kaynakların eğitimli, vasıflı, verimli insanlar yaratılması için kullanılmasıdır. Bu değişime toplumun ve bireylerin de "istekli ve katılımcı" olması gereklidir. Devlet beşeri gelişmişlik konusunda eğitim ve sağlık alanlarındaki hizmetlerinin tüm bireyleri kapsamasını sağlamalıdır. Yaygın bir burs ve sağlık sigortası sisteminin kurulmasının ardından eğitim ve sağlık hizmetleri karşılığında bir bedel ödenmelidir. Eğitim ve sağlık alanında özel sektörün geniş katılımı sağlanmalıdır. Paralı olacak bu katılımda olanağı olmayanların burs sistemi ile eğitilmeleri ve sağlık sigortası ile sağlık hizmetlerinden yararlanması sağlanmalıdır. Devlet Sosyal Güvenlik işlevini sürdürmelidir. Ancak sisteme özel sektörün geniş katılımı sağlanmalıdır. Sosyal Güvenlik Sistemi reformu sonrasında sistemin aktüerya ve mali dengesinin yeniden sağlanması ardından çalışanlar için özel veya devlet sistemi arasında seçim yapabilme olanağı getirilmelidir. Kentleşme sosyal yapı içinde önemli bir unsurdur. Tarım kesimi nüfusunun toplam nüfusa oranının on yıl sonunda yüzde 10'lara indirilmesi hedeflenmelidir. Bu nedenle kırsal alandan kentsel alanlara göç önemli bir konut ihtiyacı doğurmaktadır. Konut ihtiyacının karşılanmasında yeni sosyal devlet doğrudan konut üretiminde yer almamalıdır. Hazine ve belediye arazilerinin konut alanı olarak kullandırılması ve piyasa mekanizması içinde uzun vadeli konut finansmanını sağlayacak mali piyasaların kurum ve enstrümanlarının çıkartılması, bunlarla ilgili hukuki mevzuatın hazırlanması ve denetimi devletin görevi olmalıdır. Ucuz konut yapımı, merkezi yönetimlerin işlevleri arasından çıkartılmaktadır. Yerel yönetimler ise finansman yükünü merkezi bütçeye yüklemedikçe konut üretiminde bulunabilmelidirler. Yeni sosyal devlet gelir dağılımının iyileştirilmesi adına ekonomiye ve piyasalara müdahale etmemelidir. Teşvik unsurları da dahil kesimler arası farklılıkları gözeten transfer ödemeleri yapmamalı ve fiyat farklılığı gözetmemelidir. Piyasa mekanizması düzenine gelir dağılımı düzeltme adına devlet müdahale etmemelidir. Sosyal devletin görevi bireyi piyasa ekonomisinin rekabet şartlarına hazırlamak olmalıdır. 2.3.2. BEŞERİ GELİŞME; ETKİLİ UNSURLAR 2.3.2.1. İnsan Unsuru, Bilgi Toplumu, Demografi ve Eğitim "Beşeri Gelişme" idealizmi Türk insanına yönelik olmalıdır. Türkiye 21.yüzyılın başında iki önemli olanağı yakalamıştır. Çok taraflı yani denge içinde "Merkez Ülke" olma ilki, "insan kaynaklarına ve beşeri gelişmeye" dayalı ekonomik büyüme ve kalkınma ise ikincisidir. Ekonomik kalkınma için gerekli olan faktörler; emek, sermaye ve doğal kaynaklardır. Özellikle sermaye sanayileşmede, doğal kaynaklar ise (örneğin petrol) tek başına ekonomik refahı (çoğu kez ekonomik kalkınmayı değil) sağlamada önemlidir. Ve ülkeler bu üretim faktörlerinin zenginliğine göre gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler olarak gruplandırılmaktadır. Gelişmekte olan ülkelerin bu mevcut üretim faktörleri içinde özellikle sermaye birikimini sağlayarak gelişmiş veya yeni sanayileşmiş ülke olma konumuna gelmeleri önemli bir süreci (Güney Kore 30 yıl 1960-1990) almaktadır. Sermaye yetersizliği (doğal kaynaklar da kıt ise, burada doğal kaynak olarak; dünya piyasalarından stratejik ve belirleyici kaynaklar zikredilmektedir) sürdükçe gelişmiş ülke olabilme süreci uzamaktadır. Ancak 21.yüzyıla girerken bu mevcut üretim faktörlerine bir yenisi eklenmiştir; "Bilgi". 21.yüzyılda ülkelerin gelişmişlik seviyesini de büyük ölçüde sermaye ve doğal kaynaklar değil "bilgi" üretim faktörünün miktarı ve niteliği belirleyecektir. "Bilgi" üretim faktörü, sermaye kaynakları kıt olduğu için gelişmiş ülke statüsüne ulaşmakta uzun bir süreç yaşayan gelişmekte olan ülkelerin bu sürecini de çok kısaltabilecektir. Türkiye başta olmak üzere tüm gelişmekte olan ülkeler için bu çok önemli bir fırsattır. Önümüzdeki 20 yıl içinde bilgi toplumuna geçiş ve bilgi üretim faktörünü yoğun olarak beşeri gelişmenin ana unsuru ve hedefi olarak kullanımını görülmelidir. Dünyadaki bu gelişme ile örtüşen Türkiye'deki iç dinamik ise Türkiye'nin 20002020 yılı içinde oluşacak demografik yapısıdır. Bu dönem içinde demografik yapı şöyle olacaktır. Nüfus artışı giderek yavaşlayacak ve gelişmiş ülkelerdeki gibi yüzde 1'e inecektir. Temel eğitim ve üniversite çağına gelen nüfus artık her yıl artmayacak ve sabit kalacaktır. (Eğitim yatırımları buna göre planlanmalıdır). 15-64 yaş arası çalışabilir faal nüfus ilk kez toplam nüfus içinde en geniş toplama ulaşacaktır. Yani çalışanların çalışmayanlara oranı en yüksek seviyede olacaktır. Üretken nüfusun en geniş olduğu dönem yaşanacaktır. Bu sürecin sonundan itibaren ise Türkiye 2020-2050 yıllarında yaşlanan bir nüfus olma sürecine girecektir. Yani sosyal güvenlik ihtiyacının arttığı bir dönem yaşanacaktır. Bu demografik yapı (çalışan nüfusun büyük bölümü genç) ülkelerin gelişim süreçlerinde bir kez oluşmaktadır ve ülkelerin eline bu avantajı değerlendirmek için bir kez fırsat gelmektedir. Bu dönemde bu nüfusun eğitim, mesleki bilgibeceri ve beşeri gelişmişliği en üst düzeyde tutulduğu anda ülke hızla kalkınmaktadır. "2000-2020" sürecinde dünyadaki bilgi üretimi faktörünün gelişimi ile Türkiye'deki demografik yapının ulaşacağı yapıyı aynı anda değerlendirerek Türkiye için ve Türk halkı için kalkınma ve refah yolu "insan kaynaklarına ve beşeri gelişmeye dayalı" model olarak kurulmalıdır. Bu modelin başarı şansını artıran üç unsur ise bilgi toplumuna geçiş, genç nüfus ve eğitim olacaktır. Bilgi toplumuna, özellikle genç ve eğitimli nüfus çok açıktır, bilgiye onlar ulaşmakta ve bireysel olarak kullanmaktadır. Amaç "bilgi"nin ekonomik kalkınma ve bireysel refah amaçlı top yekun kullanılması olmalıdır. Devlet bilgi toplumuna geçişte gerekli altyapıyı, özel sektörün katılımı ile gerçekleştirmelidir. Kamu kendi içinde bilgi ve altyapısının kullanımını (KamuNet projesinin geliştirilmesi) öncelikle geliştirmelidir. Eğitim sistemindeki değişim ve gelişim tamamen bilgi toplumuna ulaşmayı hedeflemen, beşeri gelişmişlik ve demografik yapının sunduğu tarihi olanağın ekonomik kalkınma ve bireysel refah için kullanılmasına yönelik olmalıdır. Devletin ekonomide yeniden yapılandırılması ile devletin rolü tamamen beşeri gelişmişliğin sağlanmasına dönmektedir. Bu nedenle devlet yeniden yapılandırma sonrasında eğitime ve diğer beşeri gelişme unsurlarına bugün ayırdığından çok daha yüksek oranlı kaynak ayırabilecektir. Eğitim ve beşeri gelişme, devlet-özel sektör işbirliği ile sağlanmalıdır. Eğitim ve sağlık, sosyal güvenlik gibi alanlara özel sektör katılmalıdır. Yüksek öğrenim ve diğer beşeri hizmetler paralı olmalıdır. Devlet burs, sigorta v.b. gibi sistemler ile sosyal devlet işlevini yerine getirmelidir. Temel eğitim 8 yıldan 11 yıla çıkartılmalı ve zorunlu hale getirilmelidir. Devletin temel eğitim hizmeti ücretsiz olmalıdır. Eğitimin temel amacı, bilgi toplumuna geçişi [ıızlandırmal< için "öğrenim" olmalıdır. Bilgiyi alabilen, değerlendiren ve yeni bilgiler üreten, bilgi katma değerini yükseltebilen bir toplum yaratılmalıdır. İdeolojik öğretiler; cumhuriyetin temel ilkeleri ile ahlak ve manevi değerlerinin yanı sıra, demokrasi, bireyselcilik, çağdaş ilişkiler ve değerler, liberalizm, bilgi toplumu olmalıdır. Sınıfsal bir ayırım olarak "Bilgi Burjuvazisi" yaratılmalıdır. Bu sınıf genç nüfusun yeni sınıfı olacaktır. Önümüzdeki yirmi yıl içinde bilgi arz ve talebi bilgi burjuvazisi sınıfını toplumun hakim sınıfı haline getirecektir. Genç nüfus bu anlamda bilinçlenmeli ve eğitim böyle bir gençlik yaratmalıdır. Bilginin ve bilimin, pozitivizmin merkezi üniversiteler özerk olmalıdır. Üniversitelerin ekonomik kalkınmaya, beşeri gelişmeye katkısı artırılmalıdır. Üniversiteler idari özerkliğe sahip olmalıdır. YÖK'ün üniversiteler üzerindeki işlevi sadece koordinasyon olmalıdır. Özel üniversiteler ile birlikte üniversite ve mesleki eğitim kurumlarının (meslek liseleri ve yüksek okullar) planlanması önümüzdeki 20 yıllık demografik gelişim ile ekonomik ve dış dünyayla ilgili hedeflerine göre yeniden yapılmalıdır. 2.3.2.2. Örgütlü Sivil Toplum Çok Taraflı Dünya ve Çok Taraflı Türkiye için öngörülen tüm ilişkiler, kurumlar ve hedefler örgütlü sivil toplumu gerekli kılmaktadır. Kentlileşen, farklılaşan ve karmaşıklaşan toplumun gereksinimlerini demokratik ve etkin bir biçimde aktaracağı ve devletin muhatap kabul edeceği ve kamusal ortak yaşamın örgütlenmesi "Sivil Toplum Örgütlerini" gerekli kılmaktadır. Örgütlü sivil toplum "Demokratikleşme" ile getirilen hak ve özgürlüklerin kurumsal olarak kullanıldığı, baskı gruplan olarak fikirlerin kamuoyuna sunulduğu, taleplerin kamuoyu nezdinde tartışıldığı, devlet ile ilişkilerde araç olarak kullanılan kurumlardır. Sivil Toplum Örgütleri demokrasinin ayrılmaz parçalarıdır. Sivil Toplum Örgütlerli bilgiye dayalı olmalıdır. Kanun ile kurulmuş örgütler, gönüllü örgütler ayırımı da net olarak tarif edilmelidir. Sivil Toplum Örgütleri demokratik hak ve özgürlüklerini kullanırken, cumhuriyetin temel ilkelerinin korunmasında da demokratik çerçevede kalmak ve hukuka saygılı olmak şartıyla en önemli teminatıdır. Piyasa ekonomisi ve bireyselcilik hedefleri ile , hızlı ve sağlıklı kentleşme ve sınırlı ve sorumlu devlet (yeni sosyal devlet anlayışı) toplumda ilişkilerin azalmasına, buna karşın aidiyet hissinin karşılanma talebinin artmasına yol açmaktadır. Aidiyet ve toplumsal ilişkilerin kuvvetlendirilmesinde en önemli araç ise Sivil Toplum Örgütleri olmalıdır. Sivil Toplum Örgütleri kendi içlerindeki homojenite ile insanın kendi olma ve içinde yaşadığı topluma kendisi olarak katılma ihtiyacını karşılayacaktır. Böylece birey ile toplum arasındaki yabancılaşma da en aza indirilecektir. Birey rasyonelleşecektir. Toplumsal uzlaşmaların tarafları Sivil Toplum Örgütleridir. Her ne konuda olursa olsun yaşanacak toplumsal fikir ayrılıklarının tartışılacağı ve uzlaşmaların çağdaş ilişkiler içinde sağlanacağı kurumlar Sivil Toplum Örgütleridir. Bu olanağın sağlanmaması halinde taraflar yasa dışı örgütlenmeler ve yasa dışı platformlarda kamuoyundan uzak ve kamuoyunun hatta taraftarlarının geniş kesiminin benimsemediği ve tasvip etmediği uzlaşma yollarına gitmektedir (uzlaşma denemez). Toplumun devlete taleplerini sunacakları, devlet ile tartışacakları veya taleplerini ve çözüm önerilerini kamuoyuna sunacakları araçları yine Sivil Toplum Örgütleridir. Bu amaçla; a.Yöresel ve merkezi Ekonomik-Sosyal Konseyler kurulmalı, içeriği genişletilmeli işlevleri artırılmalıdır. b.Yerel yönetimler sivil toplum örgütlerini akredite etmelidir. Yerel sorunların tümü ile ilgili sivil toplum örgütlerinin istişaresi, katılımı ve denetimi sağlanmalıdır. Her iki yöntem ile "katılımcı demokrasi"nin geliştirilmesi sağlanmış olacaktır. Katılımcı demokrasinin böylece geliştirilmesi ve merkezi ve yerel yönetimlerin sivil toplum örgütleriyle sağlamış oldukları ilişkiler siyasi sistemde çıkara dayalı kesimler - siyasi partiler ilişkilerini de azaltacaktır. Örgütlenemeyen ve devlet ile diyalog kuramayan kesimler çıkarlarının tecellisi için tek yol olarak siyasi partiler içinde örgütlenmeyi bulmaktadır. Bu kesimlere dayalı siyasi partiler de geniş halk kesiminin çıkarları için değil, içlerine sızan ve etkin olan bu kesimlerin çıkarları için ve çoğu zaman halkın geri kalanının çıkarlarının aleyhine çalışmaktadır. Siyasi Partiler Kanunu'nda yapılacak değişiklik ile "Bilgiye Dayalı Sivil Toplum Örgütleri"nin (Hareketler, İnisiyatifler, Enstitüler) Siyasi Partiler ile işbirliği yolu da açılmalıdır. Türkiye'nin merkez ülke olma hedefi çerçevesinde planlanan "değerler ihracında" kitle iletişimi araçları ile birlikte en önemli işlevi bilgiye dayalı sivil toplum örgütleri görecektir. Merkez ülke konumundaki Türkiye'nin çevre ülkelerine yönelik değerler ihracının (demokrasi, piyasa ekonomisi, çağdaş ilişkiler ve dünya ile bütünleşme) bir aracı da sivil toplum örgütleridir. Sivil Toplum Örgütleri bu ülkelerdeki ikili ilişkileri ve etkinlikleri ile değerler ihracına katkıda bulunacaktır. Özellikle dış politika konusunda resmi politikaların hazırlanmasına temel olacak, ancak devletin resmi olarak uluslar arası alanda henüz tartışmadığı konularda politikalar oluşturulması, bunların yurtdışında benzer kuruluşlar nezdinde tartışılması, yurtdışında Türkiye'nin tezlerini (yeni vizyon hedefleri çerçevesinde) anlatmak ve kabulünü sağlamak işlevleri de bu amaçla kurulacak sivil toplum örgütleri sağlayacaktır. Türkiye'de Sivil Toplum Örgütleri Dernek ve Vakıf statüsünde kurulmakta ve faaliyet göstermektedir. Dernekler ve Vakıflar Kanunları yukarıda sayılan tüm işlevlerin gerçekleştirilmesine olanak tanıyacak şekilde yeniden düzenlenmelidir. 2.3.3. ÇOK TARAFLI TÜRKİYE'NİN GLOBAL BAŞARISI İÇİN BİREYİN EVRİMİ Çok taraflı yeni denge kazanımları bölüşmeyi ve risklere karşı paylaşımı sağlayan bir siyasi, ekonomik ve sosyal düzeni gerekli kılmaktadır. Global paylaşıma esas teşkil eden mal, hizmet ve finansın akıcılığının sağlanacağı bir benzeşen yapılar zinciri kurmaktır. Bu zincir globalden bölgesele ve oradan ülke seviyesine inen geniş bir yaklaşımı hedef almaktadır. Türkiye bu anlamda bir zincirin jeostratejik önemi ile birlikte en önemli halkasıdır. Global bir akıcılığın ekonomik ve sosyal merkez ülkesi olmanın getirdiği kazanımları elde edebilmek açısından Türkiye'nin de kendi iç evrimini sağlaması büyük önem taşımaktadır. Türkiye için bu evrimin temel zemini ise kendi vatandaşlarının yaşamak zorunda olduğu bireysel evrimdir. Jki kutuplu (bi lateral) dünyanın yarattığı sosyo-siyasal çerçeve içerisinde birey de kendisini iki taraflılık konumuna yerleştirmiştir. İki taraflı yapının temel özelliği olan mutlak taraf ve karşı taraf (düşman taraf) ikilemi ise bireyi aslında tek taraflı olmaya sürüklemiştir. Bu tek taraflılık süreç içerisinde birey ile birlikte siyasi, sosyal, ekonomik^ve diğer hususlarda tek taraflı ya da tek tip olmaya zorlayan bir sosyal sistemi ortaya çıkartmıştır. Global yapı ile birlikte uyumlu bir tablo olması nedeniyle birey ile dünya arasında bir kopukluğun yaşanması ise genellikle söz konusu olmamıştır. Çünkü o gün için global düzen iki taraflı bir yapı ve onun gerektirdiği bir siyasal ve sosyal atmosferi yaratmıştı. Çalışmanın birinci bölümünde tarif edildiği üzere yeni global düzen çok taraflı bir denge üzerine inşa edilmektedir. Bu denge global yapıyı çok taraflılık düzlemine taşımaktadır. Bir başka ifade ile çok taraflı yeni bir siyasal ve sosyal atmosfer bulunmaktadır. Bireyin de dünya ile bütünleşebilmesi ve onu kapsayabiímesi için bu atmosfere uygun olarak çok taraflı birey konumuna gelmesi gerekmektedir. Burada iki temel esas bulunmaktadır. Bunlarda birincisi siyasi sistemin çok taraflılığının sağlanması diğeri ise kamu yapısının çok taraflı atmosferi yansıtabilecek bir yenileşmeye kavuşmasıdır. Birey olarak yaşanılan ülkenin genel yapısı ile birlikte çok taraflı global akıcılıktan yararlanmada bu iki esas yenileşme ve değişim önem taşımaktadır. Türkiye, bu anlamda soğuk savaş döneminin bittiği 1990 yılından beri bu yenileşmeyi ve değişimi gerçekleştirememiş ve iki taraflı siyasi yaklaşım ile yeni global değişimin arasında sıkışmıştır. Bu sıkışmanın sonucunda, siyasi tıkanıklıklar ve parçalı siyasi tablonun getirdiği güçsüz yönetimler ile; yenileşme ve değişim için ortak vizyonu yakalamak olanağından uzak kalmıştır. Ekonomik krizlerin global olarak çözüm ortaklığını yönetime taşıması ile birlikte ise bu vizyon yeterli derinliğe kavuşamadan pratik yaşama adapte edilmeye çalışılmıştır. Oysa yenileşme ve değişimde bireyin algılaması ve katılımcı desteği olmadan, derin ve sağlam bir yenileşmenin sağlanması güçlüklerle doludur. Bu açıdan Türkiye'de iki taraflılık girdabında sıkışan bireyin çok taraflı birey konumuna taşınması açısından yapılması gereken siyasi ve kamusal değişim öncelik taşımaktadır. Değişim, bireyin kendi kimliğini çok taraflı dengenin yarattığı atmosfere uygun olarak bulmasını sağlamaya dönük önceliklere sahip olmalıdır. Bu önceliğin içerisinde bir çerçeve teşkil etmesi açısından çok taraflı bireyin evrimine ilişkin beş ana başlığı açıklamak yararlı olacaktır. Anayasal Kimlik Bireyin anayasal bağlılığı tüm farklılıkları aşarak en üst düzeyde birara dalığı kabul açısından ve bireyin güvende olması noktasında temel esastır. Bireyin anayasal kimlik çerçevesi bu hususiyetleri kapsayıcı bir niteliktedir. Anayasal kimlik bireyin taraf konumunun dışında insani varlık, güven ve beşeri nitelik olarak global ve vatandaş tanımı içerisinde ulusal konumunu tayin eder. Çok taraflı dünya dengesi açısından anayasal kimlik kamusal alanı, özerk alanı ve özel alanı üç sınır ve esnek ilişki içerisinde tanımlamayı ve birey ile kamu arasında eşit ilişkiyi belirler. Anayasal kimliğin üç alanın koruyuculuğu açısından çizeceği sınırlar çok taraflı dengenin getirdiği global demokratik değerlerin taraflarca aynı ölçüde algılanması esasını da taşımaktadır. Anayasal kimlik açısından birey kendi konumunu özel alan olarak nitelemektedir. Bu alana bireyin rızası dışında müdahale etmek ve bireyin alanına ilişkin taraf belirlemek çok taraflı bireyi sınırlamaktadır. Temel amaç tanımlanmış özel alan içerisinde bireyin anayasal kimliği kendi özelinde benimseyebilmesi, özümseyebilmesi ve devlete olan bağlılığını manevi bir çerçeveye oturtmasıdır. Bu yaklaşımın anayasal güvence içerisinde olması ise, anayasal kimliğin birey tarafından sahiplenilmesi ile doğru orantılı olarak devlet ile birey arasında tijm sosyal unsurların üstünde bir bağlılık ilişkisini çerçevelendirmektedir. Anayasal kimlik etnik ve dini kimliğin üstünde bir konum kazandığı için anayasal olarak vatandaşlık kabulü ile anayasal olarak ülkenin tanımlandığı milli tanım birey tarafından rıza ile kabul edilmektedir. Bu ise devletin anayasal kimliği diğer unsurlara zorlayan yaklaşımları kamu güvenliği olarak algılaması yoğunluğunu karşılıklı olarak azaltacaktır. Anayasal kimlik, bireyin temel hak ve hürriyetleri, ekonomik özgürlüğü, sosyal paydaşlık esasına dayalı örgütlülüğü, inanç hürriyeti, bilgi edinme ve düşünme serbestliği gibi global demokratik değerlerin karşılıklı güvence altına alınması açısından, çok taraflı bireyin temel tanımı içerisinde yer almaktadır. Siyasi Kimlik Çok taraflı dengenin siyasi yaklaşımına baz oluşturan doğrudan demokrasi anlayışı ile birlikte çok taraflı bireyin siyasi kimliği daha geniş bir çerçeveye taşınmaktadır. Bu taşınmanın amacı birey için iki taraf arasına sıkışmanın getirdiği siyasal kısır döngüleri aşabilmek ve siyasi parti, siyasi temsil adayı, hükümet ve alt siyasi-sosyal gruplar arasında tek tip olmayan ve çok seçenekli bir bakış açısını kazandırmaktır. Bu açıdan bireyin çok taraflı dünya perspektifinin bir parçası olarak siyaset kurumu içerisindeki etkinliğini arttırıcı yönde katılım olanaklarını geliştirmek gerekmektedir. Bireyin dünyayı algılaması ve taleplerini optimum seviyede gözden geçirebilmesi, yani siyasi kimliğini bağımsız olarak kazanabilmesi ana hedeftir. Bu hedefin yakalanması ise, siyaset kurumu ile birey arasında bir raporlama ve hesap verilebilirlik perspektifini oluşturacaktır. Bu açıdan değerlendirildiğinde çok taraflı bireyin siyasi kimliğini oluşturmada siyaset kurumu ile politika oluşturma süreçlerinde bireyin konumlanma esasları büyük önem arz etmektedir. Siyaset kurumu ülke için iyileştirme, geliştirme, koruma ve refahı temin etme amaçlarını birey ile anayasal çatı arasında yer alan yönetim kademesine taşıma talebini sürekli olarak yinelemektedir. Bu amaçların ana hedefi vatandaşa dönük sonuçlar elde etmektir. Bu nedenle politika oluşturmanın siyasi sürecindeki başlangıç noktası olarak bireyin tayini temel ortak görüş olmalıdır. Birey politika oluşturmanın her aşamasına nüfuz edebilmek için siyaset kurumunun temel organı olan siyasi partiler içerisindeki temsilini en üst düzeye çıkartmak zorundadır. Bireyin kendisi ve toplum için optimum bir çözümleyici fikir sahibi olması ve bu fikirleri parti veya sivil toplum örgütlerine taşıyabilmesi ya da en basit olarak seçim mekanizmasında bununla ilgili bir tavır alabilmesi politika oluşturmada siyasi kimliğini temsilde çok önemli yer tutmaktadır. Bundan sonraki aşamalarda yasama mercii ve kabine ile ilgili olarak siyasi taleplerinin takipçi olması kendi siyasal gelişimi açısından gereklidir. Yine bu kapsamda siyasi partilerin kendi teşkilatları ile sivil toplum örgütleri arasında bir bağ kurmaları bireyin siyasi kimliğinin bir parçası olarak örgütlenmenin daha anlamlı algılanmasını sağlayıcı etkileri bulunmaktadır. Birey ile kamu arasında güven ve ortaklığa dayalı yeni bir temelin atılmasında önemli olan bir nokta partilerin politika oluşturma süreçlerinde muhatapları olarak sadece tek tip birey tercih etmemeleridir. Bu tercihin yerine çok taraflı bireyin sağladığı bir yaklaşım olarak, en iyiyi bulmada siyasi taraflılığın esnekliği çerçevesinde doğru uygulayıcı adaylara destek vermenin gerekliliği prensibi eksenindeki yeni çok taraflı bireyi tercih etmektedir. Laik Kimlik (İnanç Kimliği) Sosyal kimliğin içerisinde yer almakla birlikte siyasi ve kamusal ilişkisi nedeniyle laik kimlik ya da inanç kimliği başlığı altında incelenmesi gereken bir çok taraflı birey unsurudur. Çok taraflı denge içerisinde sosyal doku farklılıklarının ve inanç farklılıklarının bir taraf olma seviyesi en aza indirgenmiştir. Bu açıdan devlet seviyesinde çok taraflı yapı açısından bireylerin arasındaki inanç farklılıklarını taraf olma özelliğinden çıkartmada laik yaklaşım büyük önem taşımaktadır. Bu açıdan çok taraflı bireyin en önde gelen unsuru laik kimliğidir. Farklı inançlara sahip olma hürriyeti ve inançlarını yaşama hakkı ile diğer bireyin de farklı olmaktan kaynaklanan hakları arasında bir dengeye ihtiyaç duyulmaktadır. Kamusal alan toplumun tüm kesimlerini yani tüm bireylerini aynı çerçevede eşitler arası ilişki çerçevesinde bir araya getirir. Kamu hizmetinin sunulması ile kamu alanının kuralları bu ortak paydayı gözetecek şekilde belirlenir. Ortak paydanın oluşmasında dayanışma, hoşgörü ve sorumluluk ilkeleri doğrultusunda geliştirilen laik anlayış bireyler için bir güvende olma aracıdır. Laik kimlik ise bu güvende olma ve bir arada yaşama olanağının kamu açısından karşılıklı kabul edilen bir sosyal unsurdur. Bireyin inanç serbestliği ve inançlarını yaşama hakkı bireyin özel alan ile ilgili konusudur. Ancak bazı uygulamaların diğer bireyleri etkilemesinin engellenmesi kamu alanı ile özel alan arasında oluşturulacak bir diyalog ile mümkün olacaktır. Bu çerçeveyi tanımlarken oluşturulan laik kimlik yüklenimi dini örgütlenmeleri sınırlama açısından en az seviyeye indirgenmelidir. Buna karşın kamu alanının kuralları, birey tarafından anayasal kimliğin karşılıklı sorumluluk anlayışına uygun olarak öncelikle kabul edilmelidir. Türkiye üç büyük din için bir arada yaşafna ve barışı yakalama olanağını yakalamış tarihsel tecrübesi ile kendi bireyleri arasında laik kimliği bir öncelik olarak benimsetecek politik evrimi gerçekleştirmek durumundadır. Sosyal Kimlik Çok taraflı denge içerisinde global olarak sosyal yapıyı etkileyen unsurlar ile geleneksel sosyal yapıyı oluşturan unsurlar arasında önemli bir etkileşim yaşanmaktadır. Global bir ortak kültür oluşumu yaşanmasına rağmen geleneğin varlığı da aynı ölçüde etkisini sürdürmektedir. Bu varlık devamlılığı kendi aralarında bir çatışmayı ve gerilimi yaşatmaktadır. Devletlerin bu yapı karşısında bireyin sosyal kimliğini ortaya koyması olanaklarını geliştirme ve koruma ödevi önem kazanmaktadır. Bu açıdan çok taraflı Türkiye'nin önündeki konulardan birisi de, bireyin evrimi açısından sosyal kimliğin konumunu tayin etmektir. Bireyin sosyal kimliği iki taraflı dünya anlayışının kısır döngüsünden çıkmak zorundadır. İki taraflı bireyin sosyal kimliği belirli bir yasal çerçevenin içerisinde ve global niteliği göz ardı edilerek şekillenmekteydi. Bugün için çok taraflı bir yapıda bireyin sosyal kimliği, gelenekleri alt gruplardan kaynaklanan dokusu, yaşam alanındaki edinimleri, global dünyadan etkileşimleri, beşeri gelişim konumundan kaynaklanan kısıtları ve kendi içselliğine ait dışa vurumlarından oluşan bir farklılık özelliği ile genişleyen bir çerçeveye taşınmıştır. Farklılıkların biraradalıkları zenginleştirme özelliği, sosyal kimliğin ülke dokusunu zenginleştirip globale ihraç etme olanağını doğurmaktadır. Türkiye, esnek global yapının ortasında jeopolitik evriminin sonuçları üzerinde sosyal kimliği ihraç edebilme olanağını yakalamak ve değerlendirmek zorundadır. Türkiye için dışa etki yaratmanın önünde duran fırsatlardan biri olarak, sosyal kimliğin çok kültürlü özelliği ülkenin içe kapanmasını önleyici ve içerde cemaatleşmenin önündeki engelleyici yapı olduğunu algılamak durumundadır. Sosyal kimlik bireyin evrimi ile genişlediğinde bireyin kendisini büyük devlet olgusu içerisinde yeniden tanımlar ve karşılıklı olarak sınır dışına kimlik etkileşimini taşımaya olanak tanır. Türkiye'nin zorlayıcı risklerinden biri olan cemaatleşme sosyal kimlik açısından bireyin evrimi ile aşılabilir. Birey için cemaatleşme eğilimi bireyin kendi sosyal kimliğini ret etmesi veya yabancılaşması ile artmaktadır. Ancak bireyin evrimi sırasında birey için bireyin kendi varlığını tanıyan ve anayasal kimlik güveninde yer bulan bir sosyal kimlik yaklaşımı önleyici bir tutum olarak önem kazanmaktadır. Ekonomik Kimlik: Çok taraflı Türkiye ekonomik ve ticari olarak yeni global dengenin merkez ülkesi olarak bir evrim yaşamaktadır. Global hammadde temin yollarından global enerji için koridor olmaya kadar önemli jeostratejik önemi ile birlikte mal, hizmet ve finansın akıcılık kazandığı bir ülke olarak da yeni bir anlam kazanmaktadır. Bu anlam ve önemi taşıyabilecek ekonomik ve kamusal bir yapıya sahip olmanın yanında bireyin evrimi açısından ekonomik kimliğin de tanımı daha geniş ve net çerçeveye ulaşmaktadır. Bireyin ekonomik kimliği hem kendi yaşam seviyesine dönük olarak hem de global ekonomiden pay alabilecek bir yapıya dönüşmek açısından değerlendirilmektedir. Bireyin ekonomik kimliği, beşeri gelişmesinin sağlanmasında ihtiyaç duyduğu gelir seviyesine ulaşmak olarak hedeflenmektedir. Bu açıdan bireyin üretim yeteneğinin ve iş gücü özelliğinin geliştirilmesi, üretime katılımın arttırılması ve kamu alanı içine bağımlılığının azaltılması kendi yeterliliğinin sağlanmasında bağımsız unsurların geliştirilmesi gibi konularda reformların yapılması sağlanmalıdır. Bu konuda sosyal devlet ilkesi başlığı altında yapılacaklar sınırlanmıştı. Ekonomik kimlik açısından bireyin kazanması gereken önemli özelliklerden bazıları, rekabet anlayışına sahip olmak, rekabetin gerektirdiği donanıma sahip olmak, üretim için verimli ve teknik katılım özelliğine sahip olmak, esnek ekonomik ilişkilerin gerektirdiği risk bilincine sahip olmak, beşeri gelişimi ile birlikte ekonomik açıdan teşebbüs olanaklarına sahip olmak ve tüketim ile tasarruf arasında dengeli bir model kurabilmektir. Ekonomik kimlik toplumun farklı katmanlarındaki bireyler için ekonomik yapıya katılımlarına uygun olarak tanımlar ve yükümlülükler getirmektedir. Yukarıda anılan beş kimlik ile bireyin evrimi ve çok taraflı bir dünya dengesi içerisinde kazanımları talep edebilecek bir çok taraflı Türkiye'nin oluşumu, küreselleşme karşısında olumsuz etkilerden korunmak açısından büyük önem taşımaktadır. Bir başka ifade ile yeni dengenin yarattığı global yapı karşısında Türkiye'nin sosyal açıdan tehditleri ve fırsatları tercih edilmeyi beklemektedir. 2.3.4. BATI VE İSLAM JEOPOLİTİĞİ ARASINDA TÜRKİYE'NİN KÖPRÜ GÖREVİ Türkiye'nin çok taraflı yeni denge içerisinde Batı ve İslam arasında İslam Jeopolitiğini barış ve diyalog zeminine taşıyacak köprü ülkesi olduğu açıkça görülmektedir. Avrupa Birliği ve İKO arasında düzenlediği Medeniyetler Buluşması Toplantısı ile bu durum daha net olarak anlaşılmaktadır. 11 Eylül saldırısı sonrasında sıkça tartışılmaya başlanan ve medeniyetler arası bir gerilim olarak gösterilen sonuçta bir çatışmanın çıkabileceği endişesiyle gündemdeki yerini işgal eden İslam ve Müslüman kimlik üzerine bazı açıklamalar yapmak yararlı olacaktır. Mısır'da İngilizlere karşı başlatılan bağımsızlık savaşının sembolü olan İhvan- Müslim, Cezayir'de Ahmed Bin Bella'nın hareketi, Filistin'de İsrail'e karşı yürütülen İntifada hareketi ve 1979 İran devrimi ile İslami hareketlerin şiddet boyutu geniş bir alanda izlenmeye başlamıştır. Global akıcılığın ve tanıma olanaklarının artması ve 11 Eylül saldırısı ile tüm dünya için İslami hareketler ilgi alanı olurken, ABD tarafından Afganistan'da başlatılan operasyon ve özellikle Arap kökenli kimselere karşı gösterilen tepkiler yeni bir dönemin endişelerini arttırmıştır. Aslında çok taraflı yeni dengenin kavramsal içeriğinin anlatıldığı birinci bölümde ifade ettiğimiz gibi jeopolitik bir çatışmanın ve tarihsel bir algılamanın sonucu olarak Batı'da ve İslam Ülkelerinde karşılıklı imaj yanılsamasının yarattığı gerilim yeni bir dönemi başlatmaktadır. Bu dönem gerilim ve çatışma eğilimlerine karşın daha yoğun olarak barış arayan ve refah paylaşımı ile sorunları çözme isteminde bulunan bir paradigmayı tanımlamaktadır. Bu dönem ise soğuk banş dönemi olarak isimlendirilmektedir. Soğuk barış döneminin en önde gelen konulardan biri olarak Batı ve İslam arasındaki jeopolitik çatışmanın bir medeniyetler buluşması ve diyalogu ile ortak bir yaklaşıma kavuşturulabileceği arzusudur. Bu arzuyu gerçekleştirmede, iki taraf arasında köprü olacak, taraflar üzerinde bir tecrübeye sahip olan ve geliştirmekte olduğu sistemi ile İslam jeopolitik alanına model teşkil edebilecek bir ülke olarak Türkiye'nin adı sıkça dile getirilmektedir. Bu modelin inanç boyutu ile ilgili olarak Türkiye'nin fırsat analizini yapmak gerekmektedir. Bu analiz sonucunda Türkiye'nin bir köprü görevi fırsatını yakaladığı görülmektedir. İslam dini, daima etkisel özelliğini devam ettirip aynı zamanda karşıdan doğacak tepkilere karşı barışçıl bir yaklaşım içinde olmuştur. Köprü görevi görecek bir Türkiye için barış ve diyalog anlayışını sembolize eden bu yaklaşımın geliştirilmesi ve ifade edilmesindeki neden Türkiye'nin sahip olduğu , tarihsel deneyimleri ile birlikte kendi içerisinde coğrafi birlikteliği iyi kavrayan algısı ve ilk bağımsızlık hareketlerindeki dini motifleri bir şiddet hareketine çevirmeyen stratejisi olmasından kaynaklanmaktadır. III.BÖLÜM ÇOK TARAFLI YENİ DENGE ULUSAL VE ULUSLARARASİ YÖNETİM GİRİŞ Çalışmanın ilk iki bölümünde Global Çok Taraflı Yeni Dengeyi oluşturan unsurlar, eksenler, taraflar ve ilişkiler ile Türkiye için yakın gelecek ve Çok Taraflı Türkiye konumlanmasına yönelik ayrıntılı analiz, öngörüler ve önerilere yer verilmişti. İki kutuplu dünya ve tek kutuplu dünya düzeni içinde ilişkilerin yönetiminde temel unsurlar etkili olmuştu. Özellikle iki kutuplu dünya düzeninde devlet anlayışları ve yönetimler ideolojik temellere bağlı kendi kutupları içinde yoğun ilişkilere, karşı tarafla ise soğuk savaş olarak ifade edilen boyuttaki ilişkilere yer vermekteydi. Tek kutuplu dünyada ise; global sorunların yönetimine daha çok eğilen, ideolojik temellerden kopmuş, küreselleşmeyi yaratan ve küreselleşmenin yarattığı uluslar arası normları kendine yol gösterici olarak kabul eden devlet ve yönetim anlayışları tartışılmaya ve uygulanmaya başlanmıştı. Ancak bu bir geçiş süreci olduğu için teorik bazda bir devlet ve yönetim sistemi henüz oluşamamıştır. Yeni süreç ise tarif edildiği üzere Çok Taraflı Yeni Denge dönemidir. Bu yeni dönemin yönetimi ulusal ve uluslar arası bazda yeni yönetim anlayışlarını da zorunlu kılmaktadır. Bu yeni anlayış devletler, hükümetler, parlamentolar, siyasi partiler, yerel yönetimler ve katılımcı demokrasinin unsurları olan sivil toplum örgütleri ve bireyler için gerekmektedir. Üçüncü bölümde öncelikle uluslar arası alanda önümüzdeki yirmi yılda etkisini gösterecek yönetim anlayışındaki değişiklik trendleri analiz edilmektedir. Ardından Türkiye için siyasi ve idari yönetimde reform ihtiyaçları için bir yol haritası çizilmektedir. 3.1. ÇOK TARAFLI YENİ DENGE VE ULUSLAR ARASI YÖNETİM Çok Taraflı Dengenin kurulacağı sürecin kendi iç dinamikleri yeni dönemin idaresini "Yönetim"den "Yönetişim"e taşımaktadır. Dünyanın geleceğini ve gelecek trendlerini 20.yüzyılın "Yönetim" anlayışı ile idare etmek mümkün olamayacaktır. Anlayış değişimi öncelikle "yönetim"in kendi içerisinde başlamaktadır. Bu nedenle Yönetimden Yönetişime geçişe ilişkin sürecin tariflerini vermek faydalı olacaktır. YÖNETİŞİM; yönetmek ve yönetimden farklı olarak resmi yönetim, karar alma, politika üretme, çözüm bulma konularında, resmi ve özel kurumların ve bireylerin her aşamada birlikte davranmalarıdır. Yönetişim gerek ülkelerin kendi içinde, gerekse uluslar arası ilişkilerde eski yönetim anlayışının değişmesi anlamına gelmektedir. ULUSAL YÖNETİŞİM; Devletin, özel kesimi ve sivil toplumu yönetim, karar alma, politika üretme, çözüm bulma alanlarına taşıması ve bu kesimler ile birlikte hareket etmesidir. ULUSLAR ARASI YÖNETİŞİM; Devletler ile birlikte, uluslar arası kurumların, hükümetler dışı kuruluşların , yurttaş platformlannın, çok uluslu şirketlerin ve diğer özel tarafların yönetim ortaklığıdır. Yönetişim'in tek bir model içine sığdırılması güçtür. Geleceğin şartlarına göre gelişme evrelerini sürdürmektedir. Ancak belirgin ortak özellikleri oluşmaktadır. Gerek ulusal, gerekse uluslar arası bazda bu ortak özellikler görülmektedir. •Sivil Topluma ve Açık Topluma dayalıdır. •Katılımcı Demokrasi yöntemini benimsemektedir. •Hiyerarşik yönetim kademeleri yoktur. •Taraflar arasında yönetim ortaklığı kurulmaktadır. •Küresel Komşuluk (ortaklık) yaratmaktadır. •Ademi merkeziyetçidir,esnektir ve çok boyutludur. •Küresel bir birey bilinci ve sorumluluğu yaratmaya yöneliktir. Yönetişim; Demokrasi ve buna bağlı Siyasi Anlayışı da dönüştürmektedir. DEMOKRASİ VE SİYASET; liberal demokrasiyi çoğulcu bir demokrasi yönünde genişletmeyi ve derinleştirmeyi öngörmektedir. Demokrasi ve Yeni Siyasi Anlayış; farklı kimliklerin farklılıkların tanınması, devlet-toplum ilişkilerinin çoğulculuğa ve katılımcılığa dayandırılması, siyasi söylem alanının çoğulculuğa açılması, çok kültürlü bir demokratik platform oluşturma, katılımcı bir parlamenter sistem üzerinde demokrasiyi ve yeni siyasi anlayışı geliştirmeyi hedeflemektedir. KÜRESEL ETİK İHTİYACI; Yeni dönemin ulusal ve uluslar arası yönetişimi, eski dönemin yönetim sürecinde olduğu gibi taraflarca ortak uzlaşmalar ile hazırlanmış kurallara bağlı kalacaklardır. Bunun yanı sıra kurallara bağlanmış olmasa bile yönetişimin taraflarının ortak kabul gösterecekleri ve uyacakları değerlere ihtiyaç duyulmaktadır.Yönetişim döneminde "değerler","kurallar"dan daha etkili olacaktır. Karşılıklı bağımlılık ve çoğulculuk üzerinde yükselecek olan bu değerler yeni dönemin "küresel etiği" ni oluşturacaktır. İlk belirginleşen değerler; özgürlük, adalet, eşitlik, yaşama saygı, karşılıklı anlayış, hoşgörü, demokrasiye inanç ve insan haktendir. DEVLETLER VE YENİ DEVLET ANLAYIŞI; Devletler dünya sahnesinde siyasi, ekonomik ve güvenlik konularında ana belirleyici oyuncuları olmaya devam edeceklerdir. Ancak 21.yüzyılın ilk döneminde ulusal devletlerin boyutları; Uluslar arası Yönetişime geçiş için dar, Ulusal Yönetime geçiş için ise geniş, her ikisi için ise hantal ve verimsiz yapıdadır. Bu anlamda Devletlerin ulusal ve uluslararası yönetim sürecine etkin katılımları için yeni Devlet anlayışlarının benimsenmesi kaçınılmazdır. Aksi takdirde devletler; dışarıda küreselleşme ile bütünleşme fırsatını kaçıracaklar, içeride ise çoğulculuğun getirdiği taleplerin karşılanamaması tehdidi ile karşılaşacaklardır. Devlet yeniden yapılandırılırken temel amaç etkin bir "Yönetişim Sistemi" nin kurulması olacaktır. İstisnasız tüm devletler önümüzdeki süreçte yeniden yapılanma ve yönetişim sınavından geçeceklerdir. Ulusal Yönetişime geçiş alanlarında anlayış ve uygulama değişikliklerini zorunlu kılmaktadır. Devletlerin ulusal yönetişime geçememeleri halinde uluslar arası yönetişime katkıları da olamayacak, hatta uluslar arası yeni dönem için bu tip devletler birer tehdit unsuru haline geleceklerdir. Devletlerin ulusal yönetişimdeki başarısı yeni dönemin trendlerine ne kadar uyum sağlayabileceği ile ölçülecektir. Tablo temel aktörlerini yine devletlerin oluşturduğu, Uluslar arası Yönetişimin aktörlerinin rollerini, gündemini, işbirliği yollarını, düzenlemelerini ve kurumlarını incelemektedir. TABLO- 32 ULUSLARARASI YÖNETİŞİM Devletler ve Hükümetleri ile Uluslararası kurumlar yeni dönemin idaresinde, uluslar arası gündemin çözülmesinde eski yaklaşımları ile başarılı olamayacaklardır. OYUNUN AKTÖRLERİ; DEVLETLER • Önümüzdeki süreçte hem uluslar arası gündem genişlemekte hem de oyuncu sayısı yani bağımsız devlet sayısı artmaktadır. • Etnik yapılar varsayımı ile hareket edilirse dünya üzerinde 5000 ülkenin kurulması mümkündür. Ancak 2010 yılına kadar bağımsız devlet sayısının 300'e ulaşması beklenmektedir. • Bu ülkelerin önemli bölümü demokrasi, parlamenter sistem, çok partili yapı ve seçimle ile yönetilir olacaktır. • 2010 yılına kadar uluslar arası yönetişim gözetilecek olsa bile ülkelerin tamamı için halen ulusal çıkarlar ve öncelikler ön planda olacak. • 300'e yakın, toplumlarının taleplerinin yansıdığı demokratik yapıları ile ulusal önceliklerini ön planda tutan bağımsız devletin ulusal çıkarlarını dengelemeleri ve aynı zamanda uluslar arası gündemi uzlaşmalar içinde yönetmeleri ancak " Uluslar arası Yönetim "ile mümkün olacaktır. TABLO. 32 (Devamı) ULUSLARARASI YÖNETİŞİM ULUSLARARASI YÖNETİŞİMİN GÜNDEMİ ULUSLARARASI İŞBİRLİĞİ Çalışmanın hemen tamamında belirtilen trendlerin yaratacağı olanaklar ve tehditlerin tamamı uluslar arası yönetişimin gündemini oluşturacaktır. Tekrar olmakla birlikte önem sırasına göre gündemin üst sıralarını; global ekonomik ve finansal dalgalanmalar, kıt doğal kaynaklar için rekabet, sığınmalar, göçler, mülteci sorunları, rüşvet, yolsuzluk, insan kaçakçılığı, nükleer silah ve teknoloji kaçakçılığı, biyolojik ve kimyasal silah tehditleri, uyuşturucu trafiği, uluslar arası terör, organize suç örgütleri, siber tehditler, fikir ve mülkiyet haklarının korunması, genetik oynamalar, AİDS ve diğer felaketler, global ısınma, iklim değişiklikleri ve gezegenin güvenliğinin sağlanması, uzlaşmazlıklar ve sıcak çatışmalar, yoksulluk ve fakirlik olacaktır. Oyunun aktörleri Devletler ve 2010'nun gündemi. Uluslar arası Yönetişim Uzlaşma ve etkin yönetim için yoğun uluslar arası işbirliğini zorunlu kılmaktadır. Gündemi oluşturan her alanda devletler, uluslar arası kurumlar, çokuluslu şirketler, hükümet dışı kurumlar, otoriteler ve uzman kuruluşlar ve diğerlerinin katılımlarının sağlanacağı Forumlar kurulacaktır. TABLO-32 (Devamı) ULUSLARARASI YÖNETİŞİM ULUSLARARASI İŞBİRLİĞİ Forumlarda tüm katılımcıların etkinliği ile gündem sorunlar çözümlenmeye çalışılacaktır. Çözümlerde ulusal öncelikler değil, global öncelikler gözetilecektir. Devletler buna rıza gösterecektir. Forumlar giderek Devletler dışı kurumlar ile hükümet dışı kurumların katılım ve çözümlerine sahne olacaktır. Global gündemin çözümlerinde devletler arası işbirliğinden çok hükümet dışı kurumların işbirliği ve işlevleri önem kazanacaktır. Forumlar ve işbirlikleri etik açıdan bağlayıcı, hukuki açıdan ise yol gösterici nitelikte olacaktır. ULUSLARARASI DÜZENLEMELER Uluslararası Yönetişim Uzlaşma ve etkin yönetim için yoğun uluslar arası işbirliğini zorunlu kılmaktadır. Gündemi oluşturan her alanda devletler, uluslararası kurumlar, çokuluslu şirketler, hükümet dışı kurumlar, otoriteler ve uzman kuruluşlar ve diğerlerinin katılımlarının sağlanacağı Forumlar kurulacaktır. Forumlarda tüm katılımcıların etkinliği ile gündem sorunlar çözümlenmeye çalışılacaktır. TABL0.32 (Devamı) ULUSLARARASI YÖNETİŞİM ULUSLARARASI DÜZENLEMELER Böylece "Uluslararası Yönetişimin" hukuki alt yapısı oluşturulmaktadır. Uluslar arası Esnek Düzenlemeler (Soft Laws) ise global toplumun dönüşümüne tüm ülkelerin belirli bir süreçte uyum sağlamalarına yönelik yapılmaktadır. Devletler arası yapılan ve uluslar arası hukukun ürettiği Anlaşmalar Yanı sıra hükümetler dışı kurumlarında katılımı ile hazırlanan ve hukuki bağlayıcılığı olmayan ULUSLARARASI YÖNETİŞİMİN KURUMLARI • • düzenlemeler (Helsinki Şartı, AGİT, Paris Şartı vb) devletlere etik yükümlülükler getirmektedir. Uluslararası Esnek Düzenlemeler özellikle gelişmekte olan ülkeler için avantajlar taşımaktadır. Yeni dönemin düzenlemelerinin yapılması ve yönetilmesi yanı sıra yapının gözetilmesi, uzlaşmazlıkların çözülmesi, hatta sıcak çatışmaların önlenmesi gerekmektedir. Yeni dönem için böyle bir kurumsal gereksinme hukukun üstünlüğünü sağlama amacını taşıyan Birleşmiş Milletlerin yeniden yapılanmasından, bir Dünya Devleti kurulmasına kadar olasılıkları ortaya çıkarmaktadır. TABLO,32 (Devamr) ULUSLARARASI YÖNETİŞİM ULUSLARARASI YÖNETİŞİMİN KURUMLARI Birleşmiş Milletler uluslararası yönetişim için öngörülen en üst kurum olarak görülmektedir. Soğuk Savaş dönemi sonrasında BM barışın ve hukukun üstünlüğünün temini ve sürdürülmesi için daha uygun bir döneme girmiştir. Ancak BM'in yeni döneme ilişkin yine en önemli kurumu olan Güvenlik Konseyi'nin yapısı, soğuk savaş döneminde belirlenen beş ülkenin veto hakkı, seçicilik ve ayrımcılık Birleşmiş Milletleri uluslar arası yönetişimin başarısındaki en önemli sınırlamalardır. Bu yapının değişmesi güç görünmektedir. Bununla birlikte Güvenlik Konseyi'nin yapısı ve işlevi dahil BM'de reform talepleri artacaktır. • Hukukun üstünlüğünün tüm ülkeler için eşit ve adil uygulanması adına Uluslar arası Adalet Divanı (BM için bugün adeta bir danışma organı gibidir) kurumunun güçlendirilmesi, BM Güvenlik Konseyi kararlarının Divan'ın gözetimine açılması gündemdedir. Böylece BM'in siyasi kararları yerine Divan'ın Hukuki kararları geçerlilik kazanacaktır. • Uluslararası Suçlar karşısında çalışacak Uluslar arası Kriminal Mahkemesi yetki alacaktır. TABL0.32 (Devamı) ULUSLARARASI YÖNETİŞİM Çatışmaların önlenmesi ve müdahale süreci BM'in tekelinde kalacak, ancak en çok uzlaşmazlığın yaşanacağı alan olacaktır. Birleşmiş Milletler birbirleri ile ilişkili üç ayaklı bir sistem kuracaktır. Önleyici Diplomasi; kritik eşikte anında müdahale için hazır güçlerin ilgili ülkelerde bulunmasının temini Küresel Gözetim; çatışma olasılığı bulunan tüm noktalar için kurumsal gözetim yapılarının oluşturulması ve sürekli gözetim Erken Müdahale; sıcak çatışmanın ilk başında müdahale yeteneği BİRLEŞMİŞ MİLLETLER HALKLARI ÖRGÜTÜ BİRLEŞMİŞ MİLLETLER DEVLET Her üç aşamada da yetki paylaşımı, karar verme organı ve süreci çözülememiş konulardır. Sadece Hükümetler Dışı Kurumların üyesi olacağı ve uluslar arası yönetimin gündemini yönetecek Sivil Örgüt. Tüm üye ülke vatandaşlarının oyları ile seçilecek ve uluslar arası yönetişimi sağlayacak ulus devletler üzeri bir devlet aygıtı 3.2, YOL AYRIMINDAKİ TÜRKİYE; YÖNETİMDE REFORM İHTİYACI SİYASİ VE İDARİ Türkiye siyasi ve idari yönetimde reform ihtiyacı açısından yol ayrımında bulunmaktadır. Öncelikle kendi iç dinamiklerinin siyasi, ekonomik ve sosyal değişim taleplerini karşılayabilmek için devlet ve yönetim anlayışında reforma ihtiyaç duyulmaktadır. Bu reform ihtiyacının karşılanmasında, yetkili otoriteler ağır davranmaktadır. Toplumun talepleri ile mevcut reformlar miktar, içerik ve zaman olarak örtüşmemektedir. Bunun sonucu olarak da Türkiye ekonomik, siyasi ve sosyal krizler ile karşılaşmaktadır. Çok Taraflı Yeni Global Denge içinde ise, Türkiye kendine çizdiğimiz "Çok Taraflı Türkiye" rolünü etkin şekilde oynayabilmek için siyasi ve idari yönetimde reforma ihtiyaç duymaktadır. Bu reformların yapılmaması halinde Türkiye kendi için arzu edilmeyen yolu seçmiş olacaktır. Global konumlanmadaki yerini alamayacağı gibi, kendi iç dinamiklerinden kaynaklanan yeni siyasi, ekonomik ve sosyal krizler ile karşı karşıya kalacaktır. Bu nedenle; Yeni devlet tanımı ve devlet anlayışı başta olmak üzere yürütme, yasama, siyasi partiler ve yerel yönetimler alanlarında reformlar hayata geçirilmelidir. Çalışmanın ikinci bölümünde Ekonomide Devlet ve Sosyal Devlet Başlıkları altında yeni devlet tanımının iki önemli unsuruna yer verilmiştir. Reform önerilerine bu bağlamda Yeni Devlet Tanımı ve Kavramları ile başlamak yerinde olacaktır. Bu alanda yine İstanbul Ticaret Odası tarafından yayınlanmış olan " Devlet Teşkilatının Yeniden Yapılandırılması" (2002, Yayın No Gürlesel, Demir) önemli ölçüde yol gösterici olmaktadır. 3,2,1. YENİ DEVLET TANIMI VE KAVRAMLAR Yeni devlet tanımı; günümüzde Dünya Bankası ve OECD gibi uluslararası kurumların da tasarlamaya çalıştığı 21 inci yüzyılın yeni ve modern devlet tanımını temel almalıdır. Yeni devlet tanımında dar anlamda devlet-birey ilişkisinin yeni tarifi, geniş kapsamda yeni devlet tanımındaki tüm taraflar ve karşılıklı etkileşimleri, yeni karar alma süreci, kamu ve kamu alanı ile hükümetlerin; merkezi hükümet, genel hükümet şeklindeki tanımları ile toplam kamu tarifi yapılmalıdır. Yeni Devlet tanımının kavramsal çerçevesinde, devlet-birey ilişkileri yeniden tarif edilmekte ve düzenlenmektedir. Vatandaş için devlet yaklaşımı benimsenmekte, kamusal karar alma sürecinin kavramsal çerçevesinin başlangıcı veya temeli vatandaş üzenne inşa edilmektedir. Kamusal çerçeve yeniden çizilirken siyasi sorumluluk ve yönetsel teknik sorumluluk bir hiyerarşik düzen içerisinde ortaya konmakta vatandaş- yasama- yürütme arasında bir yetki devri ve bilgilendirme yükümlülüğü ve sorumluluğu süreci oluşturulmaktadır. Vatandaşı temel ve başlangıç alan süreçte vatandaştan başlayarak yetkiler sırası ile siyasi partiler aracılığı ile parlamentoya, kabineye, bakanlıklara ve hizmet ünitelerine aktarılmakta raporlama ve bilgilendirme sürecide en sondan başlayarak vatandaşa geri dönmektedir. Yetki devri kullanımı, siyasi ve teknik sorumluluk, raporlama, bilgilendirme, şeffaflık ve hesap verebilme her aşamada sağlanmaktadır. Yetkiyi veren vatandaş, yetki kullanımını denetlemekte ve yetkiyi kullananlardan hesap sorabilmektedir. Vatandaşın fikirleri ve istekleri ile başlayan ve bunları yerine getirmekle yükümlü olan kurumların hesap verebilirliğine kadar uzanan yeni karar alma süreci Politika Oluşturma, Planlama, Uygulama, Denetim ve Verimlilik aşamalarından oluşmaktadır. Karar alma sürecinin her aşamasında katılım mekanizmaları kurulmakta, oluşturulan politikaların belgeleri, ölçülebilir sayısal ve niteliksel hedefler ve performans kriterleri, denetime yönelik bilgilendirme ve şeffaflık, raporlama yükümlülükleri ile kamuda etkinlik ve verimliliğin ölçülmesine yönelik kriterler sunulmaktadır. Politika oluşturulması, siyasi süreç olarak tarif edilmektedir. Politika oluşturmanın siyasi süreci vatandaş, parti, parlamento ve kabine aşamalarından geçerek iki temel belgeye ulaşmaktadır. Dünya Görüşü Belgesi; siyasi partilerin belgesi (parti programı değil) olup siyasi partinin dünyayı ve ülkeyi nasıl algıladığı ortaya konmaktadır. Uygulama ve Hedefler Belgesi ise; siyasi partinin ifade ettiği dünya görüşü çerçevesinde hangi hedefi hangi yollar ve hangi sürede yapabileceği konusunda topluma açıklaması gereken bir somut belgedir. Siyasi partiler bu iki belgeyi de vatandaşın ve toplumun geniş katılımı ile hazırlamalı ve siyasi sorumluluklarının belgesi olarak topluma sunmalıdır. İktidara taşınan ve hükümeti oluşturan siyasi partiler planlama aşamasında siyasi ve teknik süreç aşamasına ulaşmaktadırlar. Bu aşamada hükümet (kabine) Stratejik Planlama ile Karar Planlaması yapmaktadır. Stratejik Planlama orta-uzun vadeli hedefleri içermekte. Karar Planlaması ise Karar Hedefleri Belgesi (Plan Belgesi) olarak hazırlanmaktadır. Plan Belgesi hükümet programıdır. Ancak Plan Belgesi klasik hükümet programından çok farklıdır. Plan Belgesi; hükümetin yapacaklarını belirli zaman ve miktar hedefleri getirerek kamuoyuna açıkladığı ve güvenoyu istediği belgedir. Teknik ve yönetsel sorumluluk bu belgenin onayı ile başlamakta, siyasi sorumluluk ise devam etmektedir. Uygulama Stratejileri ve Bütçeleme karar alma sürecinde bir sonraki aşamadır. Plan belgesinde belirtilen hedeflere ulaşılması için uygulama stratejileri belirlenmekte ve bütçe hazırlanmaktadır. Bütçelerin çok yıllık hazırlanması önerilmektedir. Plan belgesi çerçevesinde düşünülen faaliyetlerin ve projelerin tamamen ekonomik gerçeklere uygunluğu sağlanmalıdır. Bunu çerçeveleyen araç Bütçe olmaktadır. Plan Belgesi ve Bütçe uygulamaya geçişleri ile birlikte izlenmeli, değerlendirilmeli ve hesap verilebilirlik çalıştırılmalıdır.Plan Belgesi ve Bütçenin hedef ve sonuçlarının uyumu siyasi ve yönetsel sorumluluğun ölçülebileceği performans kriterleri aracılığı ile izlenmeli ve değerlendirilmelidir. Buradaki izleme ve değerlendirme klasik kamusal denetim araçlarından uzaklaşılarak, şeffaflık, açıklık, bilgilendirme üzerine kurulu sürekli bir izleme kurulması ile önceden belirlenmiş performans kriterlerine göre değerlendirilmenin yapılmasıdır. Plan belgelerinde yer alan uygulamaların hedeflere ulaşması yanı sıra önemli bir konuda kamu hizmeti uygulamalarının ayrıca etkinlik ve verimliliğinin ölçülmesidir. Uygulamaların hedefe ulaşması yanı sıra etkin ve verimli olup olmadığı ölçülmelidir. Bu amaçla kamu hizmetlerinin sunumunda etkinliği ölçen performans kriterlerinin yerleştirilmesi, toplam kaliteye geçiş ve uluslararası standartlara yakınlık hedef alınmaktadır. 3.2.2. YÜRÜTME ORGANLARINDA REFORM Yürütmeye ilişkin öneriler aşağıdaki organlar için yapılmaktadır. Gumhurbaşkanı, Bakanlar Kurulu, Başbakan ve Bakanlıklar. Yeniden yapılanmada temel; parlamenter sistem içinde yürütme kurumlarının etkinleştirilmesi üzerine kurulmaktadır. Cumhurbaşkanı yürütmenin başı olmakla birlikte, siyasi sorumluluk almamalı, bunun yerine kamusal karar süreçlerinin üzerinde bir gözetmen, bir kamusal hakem ile hükümet ve parlamento çalışmalarına destek veren konumda bulunmalıdır. Bakanlar Kurulu; yürütmenin etkinliği ve sorumluluğu bakanlar kurulu (kabine) üzerinde toplanmalıdır. Kabineye Başbakan başkanlık etmeli, kabine içerisinde en fazla iki kişi Başbakan Yardımcısı olarak görevlendirilmelidir. Kabine iki Devlet Bakanı ve onbeş Hizmet Bakanından oluşmalıdır. Başbakanlık; Başbakan çekirdek ünitesi olarak tepede karar almanın merkezi konumundadır. Kabine sekreteriiği ödevi ile kabineye karşı hazıriıklar ve bakanlıklar arası koordinasyon konumundadır. Teknik sorumluluğun tepe noktasındadır. Başbakanlık yapısal ve fonksiyonel olarak yeniden yapılandırılmalıdır. Başbakanlık Makamı; başbakan ve kişisel çalışmalarına katkıda bulunan özel kalem müdürünü, siyasi danışman, basın danışmanı, milli güvenlik danışmanı, diğer danışmanlar ile hizmetli personelden oluşmalıdır. Başbakanlık mekanı fiziki olarak kamusal karar alma etkinliği ve kamu güvenliği açısından yeniden organize edilmelidir. Siyasi Danışmanlık Kurumu; siyasi kurumlar ile ilişkiler, siyasi konuların takibi, hükümet uygulamalarının siyasi boyutunun izlenme ve koordinasyonunu, raporlama ve bilgilendirmeyi sağlamalıdır. Milli Güvenlik Danışmanlığı Kurumu; Başbakan için iç ve dış güvenlik konularında sürekli hizmet verecek olan kurumdur. Aktif Danışma Heyeti kurulmalıdır. Günlük faaliyetler çerçevesinde Başbakanın çekirdek ekibi ile kişisel karar sürecinde dinamizm yaratması mümkün olacaktır. Heyet dış politika, dış ve iç güvenlik, ekonomik kararlar konularında sürekli bir istişarenin yürütüleceği mekanizmadır. İlgili bakanlar. Genelkurmay Başkanı ve Başbakan Müsteşarından oluşmaktadır. Politika ve karar oluşturmada teknik sürecin hızlandırılması amacı ile Başbakanlığa bağlı üç yeni teknik kurul oluşturulmaktadır. Her üç kurulun kararları da Bakanlar Kurulunun yetki devri ile Bakanlar Kurulu kararı tarzında olmalıdır. Kurullar konularına göre ilgili bakan ve üst düzey bürokrasiden oluşturulmalı ihtisaslaşmış alt kabine konumunda olmalıdır. Konularına göre kurullar; Dış Politika ve Güvenlik Kurulu Yüksek Planlama Kurulu (mevcut hali revize edilecek) Sosyal Politika Kurulu Yüksek Planlama Kurulu stratejik ve uzun vadeli kararları alan bir kurum olarak yeniden yapılanırken. Devlet Planlama Teşkilatı da kurulun sekreterya görevini üstlenen ve stratejik planlama ve çalışmalar yapan bir kurum olarak Ekonomi Bakanlığına bağlı faaliyetlerini sürdürmelidir. Başbakanlığa bağlı önerilmektedir. yardımcı nitelikte iki ünitenin daha kurulması Yüksek Memurlar Atama Komitesi; Kabine personel rejiminde yapılacak değişiklikler ile birlikte kamu hizmetleri sektörünü temsil eden en yüksek memur olarak Müsteşar, Genel Müdür, Başkan gibi görevliler ile sözleşmeler çerçevesinde görevlendirme yapmalıdır. Bu görevlilerin seçimi ve atanmasında standartlar oluşturacak ve görev alacak bir komite kurulmalıdır. Ulusal Knz Yönetinmî Komitesi; kriz anındaki farklı yönetim anlayışına hakim, geleneksel bürokrasiden farklı, bir ekipten oluşturulmalı, ve doğal afetler ile derin ekonomik krizler karşısında kurumlar arası işbirliği ve koordinasyon sağlanarak karar alma süreci hızlandırılmalıdır. Bakanlıklar; sayısı ikisi devlet bakanlığı on beşi hizmet bakanlığı olmak üzere on yediye indirilmektedir. İki devlet bakanı olacaktır. Bir devlet bakanı sadece kamu personel yönetiminden sorumlu olacaktır. Diğer devlet bakanı ise merkezi hükümet kurumları arasındaki koordinasyonun sağlanması ve yönetiminden sorumlu olacaktır. Hizmet bakanlıklarının sayısı on beş olacaktır. Çevre, Orman, Turizm, Kültür bakanlıkları kaldırılmalıdır. Bu hizmetler Müsteşarlık seviyesinde Başbakana bağlı olarak sunulmalıdır. Bayındırlık ve İskan Bakanlığı; İskan Bakanlığı adını almalıdır. Tarım ve Köyişleri Bakanlığı; Tarım Bakanlığına çevrilmelidir. Köy işleri ve hizmetleri yeni kurulan Yerel Yönetimler Bakanlığına bağlanmaktadır. Sanayi ve Ticaret Bakanlığı sadece Ticaret (iç ve dış ticaret) Bakanlığı olarak faaliyet gösterecektir. İki yeni bakanlık kurulmalıdır. Ekonomi Bakanlığı ve Yerel Yönetimler Bakanlığı. Ekonomi Bakanlığı; ekonomi ile ilgili birimlerin Hazine Müsteşarlığı, Devlet Planlama Teşkilatı ve Özelleştirme İdaresi Başkanlığının bağlı olduğu, ekonomi politikalarının Yüksek Planlama Kurulu ile koordineli belirlendiği ve uygulandığı bakanlık olacaktır. Yerel Yönetimler Bakanlığı; yerel yönetim anlayışındaki değişikliğe paralel olarak merkezi hükümet ile yerel yönetimler arasındaki idari ve mali aracılığı ve yönetimi gerçekleştirecek bakanlık olacaktır. İller Bankası ile Köyişleri Genel Müdürlüğü bakanlığa bağlanacaktır. 3.2.3. YASAMA ORGANINDA REFORM Yasama organı Türkiye Büyük Millet Meclisine yönelik öneriler Yasama ve denetim işlevlerinin etkinleştirilmesini hedeflemektedir. TBMM Genel Kurul çalışmaları Yasama çalışmaları ve Denetim çalışmaları olmak üzere ikiye ayrılmalı ve genel kurul çalışma saatleri uzatılarak yeniden düzenlenmelidir. Yasama çalışmaları Salı, Çarşamba, Perşembe 15.00-19.00 arasında, Denetim çalışmaları ise Salı ve Perşembe 10.00- 12.00 saatleri arasındaki genel kurullarda yapılmalıdır. Genel Kurul gündemleri haftalık olarak belirlenmeli ve her Pazartesi günü haftalık program Başkanlık Divanı tarafından açıklanmalıdır. Her iki çalışma için Genel Kurul toplanma yeter sayısı salt çoğunluk olmalıdır. Üçte bir çoğunluk ile toplanma şartı kaldırılmalıdır. Genel Kurul öncesi yoklama ve ertelemeler kalkmış olacaktır. Karar yeter sayısı ise genel kurul katılımı salt çoğunluğu olmalı ancak en az 100 adet evet oyu aranmalıdır. Her iki kurul öncesi başkanlığın sunuş konuşması 5 dakika ile sınırlanmalı, konuşma metni e-mail ile milletvekillerine kurul öncesi gönderilmelidir. Gündem değişiklikleri içeren önerge için en az on milletvekilinin imzası aranmalıdır. Çalışma Komisyonları aynen korunmalı, Siyasi İşler Komisyonu ile Ulusal Politikalar Komisyonu isimleri ile iki yeni komisyon kurulmalıdır. Siyasi İşler Komisyonu; siyasi partiler, seçim sistemi, siyasetin finansmanı, siyasi ahlak, milletvekilliği dokunulmazlığı gibi siyasi alanları düzenlemelidir. TBMM'nin denetim işlevi kurumsallaştırılmalıdır. Hükümetin güvenoyu aldığı Plan Belgesi ve Bütçesine ilişkin hedefler-gerçekleşmeler ile ilgili standart raporlar her ay Meclis başkanlığına gönderilecektir. Her üç ayda bir de hükümet her iki belgeye ilişkin gerçekleşmeleri iki tam gün genel görüşme ile meclise sunacak iki tam günde müzakereler yapılacaktır. Denetim Genel Kurulu her üç ayda bir Hükümet Siyasi ve Mali Hedef ve Uygulamaları gündemi ile 4 gün toplanmalıdır. Hedef ve Uygulamalar alanında bir sapma olması halinde siyasi ve teknik sorumluluğa bağlı olarak güven oylaması veya gensoru, araştırma önergesi istenebilecektir. Böylece performans kriterlerine bağlı olarak kullanılacak denetim araçlarının siyasileştirilmesi engellenmiş olacaktır. Gündem dışı konuşmalar, Bakanların cevap hakları, sözlü soru önergeleri ve cevaplandırılması, güven oylaması, gensoru, Meclis soruşturma önergeleri, meclis araştırma komisyonlarının kurulması gibi tüm işlemler Denetim işlevli Genel Kurul toplantılarında gündemli olaraKyapılacaktır. 3.2.4. SİYASİ PARTİLER Merkezi hükümet tanımı içinde yer almamakla birlikte yasama erkini elinde bulunduran parlamentoyu oluşturan kurumlar olarak devlet teşkilatındaki yapılanmaya paralel olarak reforma tabi olmalıdırlar. Siyasi partilerin tek tip örgütlenme modeli zorunluluğundan vazgeçilmelidir. Siyasi partiler seçimlere katılabilme şartlarını yerine getirmek için gerekli örgütlenme koşullannın dışında istediği organ, örgüt, kurum ve kurulları oluşturabilmelidir. Böylece siyasi partilerde lider ve merkez hakimiyeti genişleyen örgüt ve taban katılımı ile dengelenmiş olacaktır. Sivil toplum örgütlerinin siyaset yapma ve siyasi partiler ile ilişki kurma serbestisi arttırılmalıdır. Bireylerin siyaset yapma ve katılımı konusundaki sınırlamalar sadece kolluk kuvvetleri, silahlı kuvvetler mensupları, savcı ve yargıçları kapsamalıdır. Siyasi partilere üye yazılımı il ve ilçe yüksek seçim kurulu merkezleri aracılığı ile gerçekleşmelidir ve denetim altında olmalıdır. Siyasi partiler iç tüzüklerinde serbest bırakılmalıdır. Ancak bu serbestinin parti içi demokrasiyi engeller şekilde kullanılmasına izin verilmemelidir. Lider veya merkezi örgütün, teşkilat ve üye ile ilgili menfi kararlarında yeter karar sayısı arttırılmalıdır, (zorlaştırılmalı). Parti disiplin kurulları lider ve merkezden bağımsız seçilmeli ve kararlar il ve ilçe seçim yüksek seçim kurulları tarafından denetlenmelidir. Yerel ve genel seçimlerde parti adayları tüm parti üyelerinin iştiraki ile ve hakim nezaretinde yapılacak ön seçimler ile belirlenmeli, lider veya merkeze her alandaki aday sayısının yüzde 25'i kadar aday belirleme olanağı sunulmalıdır. Siyasi partiler tüm gelir ve harcamalarını, kayıtlı olarak, yüksek seçim kurullarına vermeli, kamuoyuna ilan etmelidir. Siyasi partilerin mali tablolama ve raporlarına ilişkin standartlar getirilmelidir. Siyasi partilerin denetimlerinde Yüksek Seçim Kurulları bünyesinde Anayasa Mahkemesi, Sayıştay, YSK temsilcilerinden oluşacak sürekli gözetim yapacak, yeni bir birim kurulmalıdır. Yüksek Seçim Kurulu siyasi partilerin ve adayların seçim bölgelerindeki seçmen sayısına orantılı olarak her seçim döneminde harcama sınırını açıklamalı, siyasi partiler ve adaylar harcamalan ile ayrıntılı bilgileri YSK'na vermelidir. Partilere yapılan bağışlarda üst sınır olmalı, bağış yapanın ismi bağış makbuzunda mutlaka yazılmalı ve bağış miktarı tamamen veya kısmen vergi tahakkuk rakamından düşürülebilmelidir. Milletvekili dokunulmazlığı kavramı yeniden tanımlanmalı ve kapsamı daraltılmalıdır. Milletvekillerinin yasama sorumsuzluğu mutlak korunmalı, sadece tutuklama veya kişi özgürlüğünün sınırlamasında dokunulmazlığı koruyarak, adli takibat ve yargılama işlemleri dokunulmazlık kapsamına girmemelidir. Meclis soruşturmasına yargı organı da dahil olabilmelidir. Siyasi ahlak yasası çıkarılarak siyasilerin kişisel çıkar sağlama ile kamu menfaatini gözetme arasındaki çizgi etik kurallar ile belirlenerek, milletvekilleri ve hatta tüm siyasi parti yöneticileri etik kuralara uyum açısından gözetim ve denetim altına alınmalıdır. 3.2.5. YEREL YÖNETİMLER Merkezi Yönetim içinde Yerel Yönetimler Bakanlığı kurulmalıdır. Bakanlık öncelikle; yerel yönetimlere ilişkin kavram ve terimlere açıklık, anlam birliği ve standart getirmelidir. Yerel yönetimlere merkezi bütçeden aktarılacak pay Bakanlığın bütçesi olmalıdır. Yerel yönetimlerin yurt genelindeki örgütlenme modelinde; alan mekan yönetimi birlikteliğinden alan yönetimine geçilmelidir. Kent-kır alanlarının birbirinden bağımsız idareleri kaldırılmakta köy tüzel kişiliği korunurken, idaresi ilçe belediyelerine bağlanmaktadır. Alan yönetiminde il ve ilçe yönetimleri temel birimler olmaktadır. Belediye kuruluşu için nüfus ana kriter olmaya devam etmeli 2000 sınırı arttırılmalıdır. Yerel Yönetim Bakanlığına bağlanan Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü köylere altyapı ve benzeri hizmetleri merkezi bütçe kaynakları ile sunacaktır. Yerel yönetimler mali konularda yeniden yapılandırmaya tabi olacaktır. Denetimlerinde Belediye Meclislerinin işlevleri arttırılacaktır. İller Bankası; yerel yönetimlerin alt yapı ve üst yapı yatırımlarına piyasa koşulları içinde finansman sağlayan sahipliği ve yönetimi tamamen yerel yönetimlere bırakılmış bir yatırım bankası olarak yeniden yapılandırılmalıdır. İller Bankası Yerel Yönetimler Bakanlığına bağlanacaktır. Merkezi yönetimi ile yerel yönetimler arasındaki fon akışına aracılık edecektir. SONUÇ Son yirmi yıldır süren küreselleşme yarattığı refah ve gelir farklılaşması ile kendi içinde bir paradoksu yaşamaktadır. Aynı süreçte tek kutuplu dünya siyasi ve askeri açıdan kaotik bir geçiş dönemi yaratmıştır. Bu süreçler devam ederken 11 Eylül olayı ile birlikte yeni bir dönem açılmıştır. Bu dönemin yapı taşlarının oturması için en az bir on yıl gerekecektir. Ancak bu yeni dönem ikinci dünya savaşı sonrasında yapılan Yalta anlaşmasına benzer masa başında varılmış mutabakatlara dayalı bir dönem olmayacaktır. Çalışmamızda yeni dönem Dünya'da Çok Taraflı Denge olarak tarif edilmekte ve Türkiye için Çok Taraflı Türkiye konumlandırılması önerilmektedir. Çok Taraflılığın yönetilmesi için uluslar arası alanda yönetişim kavramı geliştirilirken, yeni dönemde Türkiye için gerekli siyasi ve idari yönetim reformu önerileri de sunulmaktadır. Dünyada Çok Taraflı Yeni Denge 11 Eylül saldırısının ardından global siyasi, askeri, ekonomik ve sosyal dengenin yeniden oluşma süreci başlamıştır. Yeni dengenin temeli global refah paylaşımı üzerine oturmaktadır. Yeni denge tarafların güç mücadelesi ile kurulacaktır ve yeni dengenin kuruluşu bir on yıl sürecektir. Çok Taraflı Yeni Denge'nin kuruluşundaki güç dengelerini sadece askeri güç olarak değerlendirmek yanlıştır. Çünkü yeni dengenin oluşumunda öncelikle düşman ve tehdit kavramları değişiklik göstermektedir. Değişen düşman ve tehdit kavramlarına bağlı olarak da ülkelerin güvenlik yaklaşımları ve anlayışları ile güvenlik siyasetleri değişim gösterecektir. Bu bağlamda global güvenliğin sağlanmasından sorumlu kurumların rolleri de tartışılmakta ve yenilenmektedir. Tehdit, düşman ve güvenlik kavramlarının yeniden tanımlanmasını zorunlu kılan devrim niteliğinde üç önemli değişiklik yaşanmıştır. Bunlar jeostratejik devrim, enformasyon devrimi ile yönetim devrimidir. Bu devrimlere bağlı olarak ülkelerin tehdit algılamaları da değişmektedir. Ülkelerin tehdit algılamaları; uluslar arası terörizmle mücadele, saldırma amacı güden agresif politikaları engelleme, tehlikeli silahların yaygınlaşmasını engelleme, demokrasiyi yaygınlaştırma ve koruma, piyasa ekonomisini geliştirme ve yayma, finansal istikrarı koruma, refahı yaygınlaştırma ve artırma, çevre ve sağlık koşullarını iyileştirme ve koruma, yolsuzluk ve organize suçlarla mücadele ile göçler, nüfus ve mülteci hareketlerine ne kadar duyarlı oldukları ile ölçülecektir. Doğrudan tehditler; İç çatışma unsurları, Uluslar arası terörizm, stratejik altyapılara tehditler, kitle imha silahları, riskli ülkeler, organize suçlar ve yolsuzluk, zorunlu göçler ve sığınmacılık ile gezegenin güvenliği olacaktır. Ülkeler bu tehditleri üç temel kategoride algılamaktadır; Ulusal Fiziki Tehdit, Ulusal Çıkar Tehditi ve Ortak Değerler Tehditi. Tehditler, ulusal varlıkları tehdit etme boyutundan global değerlere yönelik tehditler şeklinde sıralanmaktadır. Tehditlerin şekil değiştirmesi doğal olarak boyutlarını da değiştirmektedir. Tehdit kaynaklarını yedi alt grupta sınıflamak mümkündür; bölge ve devletten kaynaklanan tehditler, uluslarüstü gruplardan kaynaklanan tehditler, teknolojinin tehlikeli kullanımından kaynaklanan tehditler, güçsüzleşen yönetimlere sahip devletlerin edilgen tehditleri, saldırgan devletlerin yarattığı tehditler, birleşik amaçlı istihbarat alt ortaklıklarının yarattığı tehditler ile çevre ve sağlığa saldırı amaçlı tehditler. Yeni dönemde tehdit kavramı düşman kavramından çok daha önemli olacaktır. Geçmiş dönemin klasik anlamdaki düşman kavramı ortadan kalkmaktadır. Düşman kavramı yerine rekabet edilen ülke veya unsur kavramı daha çok kullanılacaktır. Global tehdit ve düşman tanımındaki değişimler global güvenlik kavramında da evrime yol açmaktadır. Global güvenlik kavramı iki temel üzerinde oturmaktadır. Global Denge ve Global Güvenlik Terazisi. 1945'ten itibaren kurulan ve 1989 tarihinde bozulan dünya için geçerli fakat yeterli olmayan global güvenlik dengesi, 11 Eylül saldırısının ardından ABD 'nin girişimiyle yeniden inşa edilmeye çalışılacaktır. Mücadelenin temel amacı güce dayalı üstünlük olacaktır. Dengeyi etkin ve belirleyici olarak kuran lehine bir sonucun alınacağı kaçınılmazdır. Global dengeyi tesis mücadelesinde reel-politik sınırlar içerisinde bir belirleyicilik esas olacaktır. Bu mücadelede tarafların birbirlerine karşı olan tavırlarında politik nitelikli olanların karşılıklı kışkırtıcılık, askeri nitelikli olanların baskıcı ve belirleyici, ekonomik nitelikli olanların ise karşı tarafı zorlayıcı olması beklenmektedir. Global Güvenlik Terazisinin oluşumu ise ülkelerin ve kurumların güvenlik anlayışı ve siyasetindeki değişime ve tutumlarına bağlı olacaktır. Değişen tehdit ve düşman unsurları karşısında güvenlik anlayışı ve yaklaşımı da değişmektedir. Hem ülkeler, hem de kurumlar "Yeni Güvenlik Siyaseti" geliştirmek zorundadır. Global Güvenlik Siyaseti üç temel misyon üzerine bina edilmektedir. Global istikrarı korumak, global caydırıcılığı artırmak, global demokratik değerleri korumak ve yaygınlaştırmak. Global güvenlik mimarisinin oluşumunda yani güvenlik dengesi ve güvenlik terazisinin kuruluşunda beş ülke etkili olacaktır; ABD askeri açıdan dünyanın dört bir yanında müdahale gücünü, nükleer, konvansiyonel silah kapasitesi, savunma teknolojisi ve uzay teknolojisi ile sürdüren tek süper güç olacaktır. Rusya ekonomik iyileşme süreci nedeni ile askeri etkinlik alanını, global alandan bölgesel alana çekecektir. Çin ekonomik gücünü giderek askeri gücüne yansıtacak, daha çok bölgesinde ve ilgi alanlarında ABD'nin gücünü dengelemeye çalışacaktır. Japonya askeri açıdan daha bağımsız olma arzularını seslendirecek ve Pasifik alanında Çin ve ABD'yi dengeleyecektir. Almanya ise Avrupa'nın güvenliğini NATO'dan bağımsız bir Avrupa güvenlik kurumu ile sağlama politikasına yönelecektir. 1989 sonrasında iki kez güvenlik konseptini değiştiren NATO ise üye AB ülkelerinden daha bağımsız global bir güvenlik kurumu haline dönüşürken, ABD ve İngiltere ağırlıklı hale gelecek ve AGSP kurumu ile özellikle Avrupa başta olmak üzere bölgesel güvenliğin temini konularında çatışacaktır. Dünya'da Çok Taraflı Denge, özellikle güvenlik siyasetindeki evrimin yol açtığı değişim ile birlikte güvenlik, siyaset, ekonomik ve sosyal unsurları bir arada içerecek şekilde oluşacaktır. Yeni denge çok taraflılık üzerine kurulacaktır. Ülkelerin öncelikle güvenlik, siyaset, ekonomik ve sosyal açıdan yeni dengenin iki ana ekseni üzerinde ayrışacağı ve toplulaşacağı ve bu iki eksenin iki ağırlık merkezi olacağı görülmektedir. Ancak her iki eksene taraf ülkeler arasında siyasi, ekonomik, sosyal ilişkiler çok taraflı ve yoğun olarak yaşanabilecektir. Bu nedenle yeni dönem Çok Taraflı Yeni Denge olarak isimlendirilmektedir. Çok Taraflı yeni dengede öncelikle yeni eksenlerin tarifi yapılmaktadır. Tarif için kullanılan yöntem ve araç ise jeopolitik teorilerdir. Jeoekonomik imkanların varlığı dünya hakimiyetine giden jeopolitik kuramların esasını hala değiştirmemiştir. Bu açıdan dünyanın en geniş enerji kaynakları ile dünya nüfusunun büyük bölümünü barındırıyor olması nedeni ile Avrasya'ya hakim olabilmek veya kontrol gücünü elinde bulundurmak, dünya hakimiyeti için kaçınılmaz olmayı sürdürmektedir. Global değişimler ülkelerin ulusal, bölgesel, kıtasal ve global hedeflerini de değiştirmektedir. Ancak tüm bu değişimlere karşın merkezi Avrasya'yı kontrol etme arzusu yeni yöntemlerle varlığını devam ettirmektedir. Bu nedenle Merkezi Avrasya Goğrafyası Dünya'da Çok Taraflı Yeni Denge'nin kurulmakta olduğu, eksenlerin karşılıklı yer aldığı ve çıkar çatışmalarının yansıyacağı alan olacaktır. Daha çok 25. ve 60. meridyenler ile 30. ve 50. paraleller arasında kalan alan merkezi Avrasya adası olarak tarif edilmektedir. Avrasya jeopolitik konumu iç içe geçen üç çemberden oluşmaktadır. İç çember; milli sınırlar içinde kalan, korunma refleksi en üst seviyede olan kapalı alandır. Yer altı ve yer üstü zenginlikler ile diğer olanakları barındırdığından bu alan aynı zamanda Milli Ekonomik Alandır. Orta Çember; bu çember daha çok Avrasya Alanı olarak tanımlanmaktadır. Bu alan Milli Politik ve Askeri-Ekonomik özellikleri taşıyan bir bölgesel alandır. Dış çember; Doğu Akdeniz'den Pasifik'e kadar uzanan, iç ve orta çembere yönelik faaliyet ve mücadelelerin yürütüldüğü bu alan, diğer bir ifadeyle "Uluslar arası Stratejik İlgi Alam'dır. Genel anlamda küresel olarak yukarıda belirlenen Avrasya merkezli jeopolitik pozisyon Avrasya dış çemberine yönelik yaklaşımı sağlayan iki ekseni oluşturmuştur. Oluşan bu iki eksen coğrafi olarak Avrasya Merkez adasına ulaşma yollarını ve bu süreçteki ikili veya çok taraflı ülke ilişkilerini ifade etmektedir. Bu iki ekseni "Pasifik Ekseni" ve "Kuzey-Batı Ekseni" olarak isimlendirmekteyiz. Pasifik Ekseni; ABD, fiziki sınır olarak kendisini Pasifik üzerinden Avrasya'ya yaklaştırma noktasına getirmiştir. Pasifik ekseni, Çin sınırlarından başlayıp, Pasifik uzantısı olan Hint Okyanusu'nun kuzey kıyılarına kadar devam eden bir alanda tam bir yay çizmiştir. ABD, Çin, Japonya, Hindistan ve Pakistan bu yayın üzerinde, Avrasya Merkez Alanı'nı bu eksen açısından Kuzey-Batı ve Güney-Batı yönünde etkilemektedir. Pasifik Ekseni, hem Avrasya Merkez Alanı hem de Alt Güney Asya açısından Çin-ABD, Çin-Japonya, ABDJaponya, ABD-Hindistan, Çin-Hindistan, Japonya-Hindistan denklemlerini ortaklık ve rekabet çerçevesinde bu hat üzerinde taşımaktadır. Pasifik ekseni bir bakıma Avrupa Birliği'nin bölgedeki ekonomik etkinliğini güney girişi açısından zorlayıcı bir unsurdur. Kuzey-Batı Ekseni; Birincil seviyede Rusya'nın, ikincil seviyede Rusya ve AB'nin (daha özelde Almanya'nın) ekonomik ve siyasi etkiselliğini Hazar Havzası ve İç Asya'ya kadar taşıyan bir eksendir. Bu eksen Doğu AvrupaUkrayna-Kafkasya güzergahını izleyen bir mihverdir. Bu mihver aynı zamanda Kuzey Orta Hat koridoru yoluyla Çin'e kadar uzanmaktadır. İpek Yolu'nun adeta Ukrayna üzerinden Avrupa'ya uzanan şeklini andırmaktadır. Kuzey-Batı Ekseni hem Doğu Avrupa açısından hem de Hazar Havzası açısından Almanya-Rusya, AB-Rusya, Rusya-Çin ve AB-Çin denklemlerini ortaklık ve rekabet çerçevesinde bu hat üzerinde taşımaktadır. Yeni jeopolitik düzenleme içinde ABD, kendisini bir denge arayışında bulunan Koordinatör olarak görmekte, ittifak ve ilişkilerini stratejik ve stratejik olmayan ortak konumuna taşımaktadır. ABD bölgesel kuvvet olanaklarını elde ettiği refah ile birlikte paylaşma eğilimine girmektedir. Bunun karşılığında paylaşabileceği güvenlik ortakları oluşturmaya çalışmaktadır. Bu nedenle yeni bölgesel liderliklere olan ihtiyaç artmaktadır. Avrasya'nın yeni jeopolitik konumu tek başına bir liderliği mümkün kılmamaktadır. Bu nedenle yukarıda anılan eksenler ve yeni gruplaşmalar çerçevesinde Avrasya, dış çemberi göz önüne alarak ve Hazar'ı orijin kabul ederek 4 ana bölgeye ayrılmaktadır. Kuzey Avrasya, Balkanlar'ın Kuzeyi, Karadeniz, Kuzey Kafkasya, Ukrayna ve Rusya'yı içerisine alan bu bölge Hazar Havzası ile Avrupa arasında kalan bir coğrafyadır. Kuzey Avrasya bölgesi Avrupa Birliği ile Rusya'nın etkisi altındadır. Güney Avrasya, Doğu Akdeniz, Güney Kafkasya ve Yakın Doğu'yu içerisine alan bu bölge Akdeniz ile Hazar Havzası arasında kalan bir coğrafyadır. Genellikle Türkiye, İsrail ve İran'ın etkisi altındadır. Kuzey Asya, Hazar Havzası'ndan Okyanus kıyılarına kadar uzanan ve Tanrı Dağlarının kuzeyinden geçen bir alanı kapsamaktadır. Çin ve Rusya'nın etkinlik mücadelesi yürüttükleri bu coğrafya doğuya gidecek enerji koridoru açısından son derece önemlidir. Güney Asya, Körfez'in doğusundan Alt Güney Asya'ya kadar olan geniş bir coğrafyadır. Güney Asya'nın batısında İran, Pakistan ve Hindistan, doğusunda Çin-Japonya ve ABD etkin bir kuvvet merkezi konumundadırlar. Merkezi bir konum olarak Avrasya jeopolitiğinde meydana gelen değişimler ve bölgenin jeoekonomik formasyonundaki şiddetli çekiciliği, güçlü devletlerin siyasi etki alanlarında yeni ilişkileri ortaya çıkarmaktadır. Katı bir kamplaşma yerini aynı anda birden fazla grup içerisinde yer almaya bırakmıştır. Dünya ölçeğinden Bölgesel niteliğe indirgenen ortaklıklar bu durumu daha da kolaylaştırmıştır. Dile getirilen coğrafi tanımlı iki eksen dışında Amerika Birleşik Devletlerinin tek ve en büyük güç olmasına karşın, global güvenlik için koordinasyon liderliği djşında kalan konular açısından farklı bir yapı oluşmuştur. Biz bu yapıyı "çok taraflı yeni denge" olarak isimlendirmekteyiz. Çok taraflı yeni denge siyasi bir sonuç olarak algılanmalıdır. Çok taraflı yeni dengeyi ortaya çıkartan ve ülkeler arası ilişkileri tayin eden üç faktör bulunmaktadır: Coğrafi faktörler olarak ifade edilen jeopolitik pozisyon değişikliği ve bu değişikliğin yarattığı jeostratejik devrimdir. Küreselleşme, piyasa ekonomisi ve demokratik değerlerin yerleştirilmesi sürecinde karşılaşılan gelir dağılımı bozukluğu, yoksulluk ve ekonomik resesyon gibi sorunlar çok taraflı yeni dengenin tasarlanmasında etkili olan ekonomik faktörlerdir. Üçüncü olarak, ortaya çıkan yeni global tehditler ve buna karşı oluşturulmaya çalışılan yeni global güvenlik stratejilerinin uygulanmasına dönük askeri faktörlerdir. Oluşmakta olan çok taraflı yeni dengede ana aksı oluşturan 5 ülke bulunmaktadır. Bu ülkeler; Amerika Birleşik Devletleri, Avrupa Birliği, Çin, Rusya Federasyonu, Japonya'dır. Bunların dışında 2015 yılına doğru ana aks seviyesine ulaşmaya çalışan Hindistan da bulunmaktadır. Japonya ise 2010 yılından itibaren askeri özelliği ile birlikte tam bir ana aks niteliğini kazanacaktır. Ülkeler için global konumlanma, bu ana aksların yanında veya karşısında alacakları pozisyonlarla gerçekleşecektir. Uluslar arası alanda yeni yapılanmaların oluşumuna yönelik farklı tartışmalar sürmektedir. Ancak bu tartışmalar, yeni dönemin taraflarını, ayrışmalarını, çatışma konularını ve alanlarını tarif ederken daha çok sosyal olgulara; medeniyet çatışmalarına, hatta daha da özelinde dinler çatışmalarına dayandırma eğilimi içinde bulunmaktadır. Buna neden olan ise; gelişmiş ülkelerin özelde Avrasya Ana Kıtası üzerinde oluşturacakları çok taraflj yeni denge için çıkar çatışmasında bulunacakları alanın büyük ölçüde İslam Coğrafyası olmasıdır. Bununla birlikte İslam coğrafyasından kaynaklanan yoğun tehditler nedeniyle İslam jeopolitiği üzerinde yer alan ülkelerin büyük kısmı çok taraflı yeni dengenin kurulmasında müdahale (siyasi, ekonomik ve askeri) edilecek ülkeler olacaklardır. Bu nedenle Çok Taraflı Yeni Denge'nin kurulmasında İslam Jeopolitiğinin önemi büyük olacaktır. Bununla birlikte medeniyetler arası bir çatışmanın olasılığı üzerinde durmakta fayda vardır. Buna iki ana neden bulunmaktadır. İlki; ilahiyat kaynaklı, uzlaşmazlıklar kaynaklı ve tarihsel ve coğrafi kaynaklı. Batı ile İslam arasında oluşmuş derin fay hattıdır. İkincisi ise Afganistan operasyonu ve Taliban'ın yarattığı tahribat, Arap-İsrail çatışması ve Ortadoğu için ertelenen barış süreci, reform ve geleneğin direnişi karşısındaki İran ile Güney Doğu Asya'dan Afrika'ya istikrarsızlık yaratan ekstremist hareketler gibi sıcak çatışma kaynaklarının varlığıdır. Global Çok Taraflı Yeni Denge'nin temel amacı kaynak ve refah paylaşımının yeniden yapılmasıdır. Çünkü; dünya ekonomisine hakim olan kapitalist sistem kendini, ancak daha çok mal ve hizmet üretilen ve tüketilen bir ekonomik yapıda sürdürebilmektedir. Bugün gelinen noktada ise daha. çok mal ve hizmet üretilmesi ile tüketilhıesini yavaşlatacak, hatta engelleyecek bir sürece girilmiştir. Bu süreci tersine çevirecek olan global talep; doğal kaynaklar, potansiyel gelir, demografi ve gelişme trendleri itibari ile önümüzdeki elli yıl için Avrasya kaynaklı olacaktır. Bu nedenle global çok taraflı yeni dengenin kurulmakta olduğu alan Avrasya coğrafyasıdır. Çok taraflı yeni dengenin kurulmasını etkileyecek ekonomik trendler şunlar olacaktır; Global ekonomik büyüme, dünya mal ve hizmet ticareti ile uluslar arası sermaye hareketlerinin de serbestleşmesine dayalı olarak artacaktır. Petrol ve doğal gaz başta olmak üzere mevcut enerji kaynaklarının kullanımı artarak devam edecek ve en az yirmi yıl bu enerji kaynaklarına bağımlı kalınmaya devam edilecektir. Nüfus ve gelir artışlarına bağlı olarak özellikle gelişmekte olan ülkelerden kaynaklanan gıda ihtiyacının karşılanması gelişmiş ülkeler tarafından sağlanacaktır. Su ticari bir meta haline gelecek, su kaynaklarına duyulan ihtiyaç artacak ve stratejik bir unsur olarak su sıcak çatışmaların kaynağı olacaktır. Emtia fiyatları dünyada yeni bölüşümü etkileyecektir. Global talebin tedrici artışı ile birlikte gelişmekte olan ülkelerin sahip olduğu emtia fiyatlarında istikrarlı bir artış olacaktır. Fiyatlar refah paylaşımı dengesini bozacak değişiklikler göstermeyecektir. Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasında çok taraflı yeni denge kaynaklı ilişkiler ve karşılıklı bağımlılık bugünkünden çok daha fazla olacaktır. Global sosyal trendler de çok taraflı yeni dengenin oluşumunda etkili olacaktır. Demografi, yoksulluk ve gelir dağılımı farklılaşması ile çevre güvenliği üç temel unsurdur. Gelişmiş ülkelerde nüfus artışı yavaşlarken (bazı ülkelerde dururken) nüfus giderek yaşlanmaktadır. Gelişmekte olan ülkelerde de nüfus artışı yavaşlamakta, ancak genç nüfusun toplam nüfusa oranı giderek artmaktadır. Gelişmiş ülkeler sosyal güvenlik yükü, gelişmiş ülkeler ise istihdam yükü altında kalırken, göç , mülteci akını , sığınmacılık ülkeler içinde ve ülkeler arasında artan tehdit oluşturacaktır. Sosyal dengeleri en çok etkileyen unsur ise dünya nüfusunun %20'sinin dünya gelirinin %80'nini üretiyor ve tüketiyor olmasıdır. Gelişmişlik farklılıkları ve gelir dağılımı bozuklukları gelişmiş ülkeler arsında, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasında ve ülkelerin kendi içlerinde daha da artmaktadır. 2010 yılında yoksulluk sınırının altında 2 milyara ulaşacak nüfus önemli bir tehdit olacaktır. Ekonomik gelişme için kullanılan gezegenin kaynakları ise çevre güvenliğini ötesinde artık gezegenin güvenliği boyutunda tehdit yaratır hale gelmiştir. Türkiye İçin Yakın Gelecek; Çok Taraflı Türkiye Türkiye İçin Yakın Gelecek on yıllık bir süreçtir. On yıl, global çok taraflı yeni dengenin oluşması sürecidir. Türkiye bu dönem içinde kendini "Çok Taraflı Türkiye" olarak konumlandırmalıdır. Türkiye'nin Çok Taraflı Denge karşısında konumlandırılması yapılırken öncelikle Türkiye'nin stratejik konumuna ilişkin değerlendirmeler yapılmalıdır. 11 Eylül saldırısı sonrasında global jeopolitik açıdan yaşanan evrim büyük bir hızla devam etmektedir. Bu jeopolitik evrimle beraber; genelde Avrasya'ya, özelde Türkiye'ye yönelik olmak üzere yoğun bir siyasi, ekonomik ve askeri ilişki girişimleri başlamıştır. Türkiye yer aldığı Pasifik Ekseni açısından bir merkez ülke olarak, hem Yakın Doğu - Orta Asya ile beraber Güney Asya, hem de Avrupa Birliği ve Rusya ile ikili ve bölgesel olarak, askeri ve savunma, ekonomik ve siyasi, sosyal ve kültürel işbirliğini geliştirmek ve yeni ortaklık platformları oluşturmak zorundadır. Bu zorunluluk yeni coğrafi tablonun bir sonucu olmakla beraber aynı zamanda Avrasya'da güçlü oyuncu olabilmenin bir gereğidir. Bu durum özellikle ABD ile birlikte yürütülen Stratejik Ortaklık ilişkisini dengelemek açısından önem arz etmektedir. Yeni jeostratejik güç merkezleri sıralamasında Güney Avrasya'nın liderliği için bölge ülkeleri ile rekabet halinde olan Türkiye'nin; etnisite çeşitliliği ve dini potansiyeli açısından Avrasya genelinde oynayabileceği rolü, askeri, demografik ve ekonomik olanaklarıyla birlikte yeni jeopolitik evrimine yansıtması mümkün olacaktır. Çok taraflı yeni dengenin yarattığı ve bölgesel güvenlik ekolojisini değişime zorlayan dış faktörler Türkiye'nin global konumlanmasını da değişime yönlendirmektedir. Türkiye'nin çok taraflı yeni denge açısından dış politik ve güvenlik projeksiyonunu tanımlamak global konumlanma açısından daha açıklayıcı olacaktır. Çok taraflı yeni dengeyi oluşturan ana aks ülkeler olan ABD, AB, Çin, Rusya Federasyonu, Japonya ve diğer uluslararası örgütler ile ilişkiler dört temel politik başlık altında toparlanmaktadır. Bunlar entegrasyon ilişkisi, stratejik ortaklık ve stratejik ilişki, ekonomik ve ticari yakınlaşma ilişkisi, ve global ortaklık ilişkisidir. Entegrasyon İlişkisi: Türkiye'nin siyasi, ekonomik, sosyal ve askeri olarak entegrasyon hedefi içerisinde olduğu ana aks Avrupa Birliği'dir. Türkiye'nin global konumlanması açısından Avrupa Birliği ile aktif bir ilişkisi olması kaçınılmazdır. Bununla birlikte Türkiye ve Avrupa Birliği arasında entegrasyonu gerekli kılan unsurlar ve karşılıklı zorlayan kısıtlar bulunmaktadır ve aktif ilişkisinin ismi henüz netleşmemiştir ve bu ilişki stratejik ortaklıklarına göre şekillenecektir. Stratejik Ortaklık Politikası ve Stratejik İlişki: Çok taraflı dengenin akslarından olan Amerika Birleşik Devletleri ile Türkiye arasındaki biçimi Stratejik Ortaklık ilişkisidir. Bunun dışında bir alt seviyede stratejik ilişki biçimi de ana aks dışında olup eksen açısından önemli İsrail ile bulunmaktadır. ana ilişki olan olan Amerika Birleşik Devletleri'nin güvenlik anlayışını "Avro-Atlantik Perspektifi" den "Pasifik Perspektifi" ne yöneltmesiyle birlikte çok taraflı denge açısından yeni güvenlik yaklaşımı ortaya çıkmaktadır. ABD'nin oluşturmaya çalıştığı yeni global güvenlik ekolojisi çerçevesinde, Türkiye'nin yeni jeopolitik konfigürasyonu "ABD'nin Merkezi Avrasya için Kuşatma Stratejisi" ülkelerinden biri olarak ayrı bir önem ve misyon kazanmıştır. Bu anlamda daha esnek hareket edebilme yeteneğine ve global demokratik ve ekonomik değerleri bölgesel alana ihraç edebilme yeteneğine sahip bir misyona ihtiyaç duyulmaktadır. Bu misyon için gerekli vizyon ve yapısal dönüşüm süreci, Türkiye için yapısal değişimleri ve diğer bölgesel değişkenleri yeni global dengeye uyumlu hale gelecek bir yapı için harekete geçirtmiştir. Stratejik İlişki kapsamında İsrail ile ilişkilerin seyri ise karşılıklı risk alma sürecine girecektir. Ekonomik ve Ticari Yakınlaşma İlişkisi; Çok taraflı yeni denge kapsamında yer alan ana aks ülkelerden Rusya Federasyonu, Çin ve Japonya ile Türkiye arasındaki ilişki ekonomik ve ticari yakınlaşma biçiminde gelişmektedir. Ekonomik ve ticari ilişkinin dışında ülkeler ile askeri açıdan düşük seviyeli yeni ilişkiler de gelişmektedir. Global Ortaklık İlişkisi; Çok taraflı yeni dengenin ana aks ülkeleri dışında kalan uluslararası kurumlarla ilişkiler Türkiye'nin global konumlanması açısından büyük önem arz etmektedir. Bu ilişki biçimi global ortaklıklar politikası olarak şekillenmektedir. Global Ortaklık Politikası çerçevesi içerisinde yer alan kurumlar. Birleşmiş Milletler (BM), NATO, İslam Koferansı Örgütü (İKÖ), G-20 Örgütü ve Ekonomik Kalkınma Örgütü, Güvenlik ve İşbirliği Örgütü (AGİT) ile Karadeniz Ekonomik İşbirliği Örgütü'dür (KEİK). Dünya'da çok taraflı yeni dengenin oluşumunda temel kriterlerin ekonomik içerikli olduğu açıktır. Yeni dengenin oluşumunda ülkelerin sahip oldukları ekonomik güç belirleyici olacaktır. Yeni yapı ekonomik açıdan piyasa ekonomisi, serbest mal ve hizmet ticareti, ekonomik ve ticari birlikler ile uluslar arası düzenleyici normlar üzerine kurulmaktadır. Bu yeni yapı çerçevesinde öngörülen Çok Taraflı Türkiye için ekonomik öncelikler ve yanısıra Türkiye'nin karşı karşıya bulunduğu kısıtlar bulunmaktadır. Ekonomik açıdan Çok Taraflı Türkiye öngörüsü; bölgesel bir ekonomik ve ticari merkez ülkeyi, piyasa ekonomisi modelinin ihracını, bölgede istikrar unsuru olacak ve sosyal refah ve beşeri gelişmişlik seviyesini bölgesinde destekleyecek bir ekonomik istikrarı içermektedir. Böyle bir bölgesel konumlanma ve rol Türkiye'nin ekonomik önceliklerini de belirlemektedir; Ekonomide kamu kesiminde yeniden yapılanma sağlanmalı, bu amaçla kamu reformları tamamlanmalıdır. Bu aşamada devletin ekonomideki yeri yeniden tanımlanmalıdır. Türkiye hem uluslar arası yeni yapının gereği olarak, hem de kendi ekonomik istikrarı için piyasa ekonomisini tüm kurum ve kuralları ile yerleştirmelidir. Bu yapı içinde ekonomik kaynakların etkin ve verimli kullanımı ile üretim ekonomisi oluşturulacaktır. Türkiye, uluslar arası alanda ve özellikle bölgesinde bir ekonomi ve ticaret diplomasisi politikası tespit etmeli ve bunu uygulayarak uluslararası ekonomik bütünleşmede özellikle bölgesinde aktif ve öncü rolü oynamalıdır. Türkiye'nin Çok Taraflı Yeni Denge içinde konumlandırmasını yaparken sosyal unsurları da değerlendirmek gerekmektedir. Türkiye bu anlamda sosyal unsurlardan kaynaklanan bazı fırsatlar ve tehditler ile karşı karşıya bulunmaktadır. Öncelikle devletin ekonomideki yerinin yeniden tarifine ve kamu reformlarına paralel olarak, sosyal devlet ilkesinin de yeniden tarif edilmesi gerekmektedir. Bu yeni tarif çerçevesinde sosyal ve beşeri gelişme, gelir dağılımı bozukluğu ve yoksulluğun iyileştirilmesi, sosyal ve beşeri gelişmenin araçları olarak ise demografik unsurların ve eğitimin kullanılması ile örgütlü sivil toplumun etkinliği sağlanmalıdır. Sosyal doku, yeni sosyal devlet anlayışı çerçevesinde beşeri gelişmeye dayalı olarak iyileştirilirken bir yandan da yeni döneme ilişkin bireysel özgürlüklerin genişletilmesi ve yeni ihtiyaçların karşılanması gerekmektedir. Burada bir başka bakış açısı ile bireyin de çok taraflı dünya ve çok taraflı Türkiye'nin yeni şartlarına uyum sağlayacak şekilde evrimi söz konusudur. Bu evrim doğal akışı içinde olacaktır. Ancak kamusal yönlendirmeler ( özgürlüklere müdahale değil) mutlaka olmalıdır. Son olarak da medeniyetler çatışması olgusu arasında sıkıştırılmaya çalışılan İslam'ın, İslam jeopolitiği çerçevesinde yeniden değerlendirilmesi ile birlikte Türkiye'nin temsil edeceği ve değerlerini tüm İslam ülkelerine ihraç edeceği köprü olma modelinin geliştirilmesi, kendi toplumu içinde benimsenmesi ve bunu global anlamda paylaşması, böylece global sosyal iyileştirmenin önemli bir öncü rolünü üstlenmesi gerekmektedir. Yeni Dönem; Uluslararası Yönetişim, Türkiye'de Siyasi ve İdari Reforrh İhtiyacı İki kutuplu dünya ve tek kutuplu dünya düzeni içinde ilişkilerin yönetiminde temel unsurlar etkili olmuştu. Özellikle iki kutuplu dünya düzeninde devlet anlayışları ve yönetimler ideolojik temellere bağlı kendi kutupları içinde yoğun ilişkilere, karşı tarafla ise soğuk savaş olarak ifade edilen boyuttaki ilişkilere yer vermekteydi. Tek kutuplu dünyada ise; bir geçiş süreci olması nedeni ile teorik bazda bir devlet ve yönetim sistemi henüz oluşamamıştı. Yeni süreç ise tarif edildiği üzere Çok Taraflı Yeni Denge dönemidir. Bu yeni dönemin yönetimi ulusal ve uluslar arası bazda yeni yönetim anlayışlarını da zorunlu kılmaktadır. Bu yeni anlayış devletler, hükümetler, parlamentolar, siyasi partiler, yerel yönetimler ve katılımcı demokrasinin unsurları olan sivil toplum örgütleri ve bireyler için gerekmektedir. Katılımcılığı ön plana çıkaran idare şekli yönetişim olarak isimlendirilmektedir. Türkiye, dünyada çok taraflı yeni dengeyi algılama, uyum gösterme ve Çok Taraflı Türkiye konumlandırmasını sağlayabilmek için yeni bir yönetim modeline ve anlayışına ihtiyaç duymaktadır. Devlet Teşkilatında Yeniden Yapılanmayı içeren siyasi ve idari yönetim reformu gerekmektedir. KAYNAKLAR Destination Z, Tlıe History of the Future, Robert Boidock, 1999 Global Trends 2015, National Intelligence Council, 2001 Global Trends 2005, Michael Mazarr, CSIS, 2000 Deflation, Gary Shilling, 1998 Anticipating the Future 2050, Barry Buzan, Gerald Segal, 1999 The Next Balance of Power, The Economist, January 3rd 1998 2000 Yılına Yaklaşırken Amerika'yı Etkileyen 74 Trend, Marvin Cetron, 1999 Dictionary of 21st Century, Jacques Attali, 1998 The Long Boom, Avision For The Coming Age of Prosperity, Peter Leyden, 1999 The G-7 and the Need for Reform, Cesare Menlini, 1999 The Weightless World, Strategies For Managing the Digital Economy, Diane Coyle, 1998 New Rules for the New Economy, Kevin Kelly, 1998 The Pivotal States, A New Framework for US Policy in the Developing World, Paul Kennedy, 1999 Yirmibirinci Yüzyıla Hazırlanırken, Paul Kennedy, T İş Bankası Yayınları, 1995 China, Through The Sliding Door, John Gittings, 1999 Kapitalizmin Geleceği, Lester C Thurow, Koç-Unisys Yayınları 3, 1996 Yeni bir Uygarlık Yaratmak, Alvin-Heidi ToffIer, Türk Henkel Dergisi Yayınları 3, 1995 The Futures Project, Overiew. European Commissions, 1999 The Future of Russia. Shaping Actors, Shaping Commissions, 1998 Factors, European Towards A New Global Age. Challenges and Opportunities. Policy Report, OECD, 1997 Globalization and Régionalisation. The Challenge for Developing Countries, OECD, 1994 Shaping Factors in East Asia by the Year 2000 and Beyond, Institute For Asian Affairs, 1997 European Security: The New Transnational Risks, Politi. A, 1997 2025, W.Kelley, 2025 Support Office Air University The 2050 Normative Global Scenario, UNU Millenium Project, www .geocities.com New Trends for the World of 2000 and Beyond, Global Future Report, 2000 The Top 10 Trends of the 21st Century, Gerald Cerente, Trends Future institute, 2000 state of the Future at the Millenium, Jerome Glenn, Theodore Gordon, UNESCO, 1999 Global Economic Prospects and the Developing Countries, 2001, The World Bank NATO, The Alliance's Strategic Concept, 1999 Küresel Toplum ve Türl<iye, Prof. Dr. Mim Kemal Öke, (Yayınlanmamış Kitap) Globalization of World Politics, Baylis John, Steve Smith, Oxford University, 1998 Progress in Strengthening the Architecture of the International Financial System, IMF, 2000 Entering the 21st Century, World Development Report 1999/2000, The World Bank Challenges for the Global Trading System in the New Millenium, WTO, 1999 Trading into the Future, The World Trade Organization, 1999