TC. GAZİ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TARİH ANABİLİM DALI YAKINÇAĞ TARİHİ BİLİM DALI OSMANLI DEVLETİ’NDE SULTAN ABDÜLAZİZ DEVRİ ANADOLU ISLAHATLARI YÜKSEK LİSANS TEZİ Hazırlayan Ebubekir KEKLİK Tez Danışmanı Prof. Dr. Mustafa Turan Ankara-2009 TC. GAZİ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TARİH ANABİLİM DALI YAKINÇAĞ TARİHİ BİLİM DALI OSMANLI DEVLETİ’NDE SULTAN ABDÜLAZİZ DEVRİ ANADOLU ISLAHATLARI YÜKSEK LİSANS TEZİ Hazırlayan Ebubekir KEKLİK Tez Danışmanı Prof. Dr. Mustafa Turan Ankara-2009 ONAY Ebubekir KEKLİK tarafından hazırlanan “Osmanlı Devleti’nde Sultan Abdülaziz Devri Anadolu Islahatları” başlıklı bu çalışma ...../…../2009 tarihinde yapılan savunma sınavı sonucunda oybirliği/oyçokluğu ile başarılı bulunarak jürimiz tarafından Tarih Anabilim dalında Yüksek Lisans tezi olarak kabul edilmiştir. [İmza] ……………………… [Unvanı, Adı ve Soyadı] (Başkan) Prof. Dr. Necdet HAYTA [İmza] ……………………… [Unvanı, Adı ve Soyadı] Prof. Dr. Mustafa TURAN [İmza] ……………………… [Unvanı, Adı ve Soyadı] Prof. Dr. Abdullah GÜNDOĞDU ÖNSÖZ Sultan Abdülaziz Devri Anadolu ıslahatları üzerine yapılan bu tezde, Tanzimat ıslahatlarının Sultan Abdülaziz devrindeki uygulama alanları Anadolu ıslahatları üzerinden hareketle açıklanmaya çalışılmıştır. Söz konusu devir, Tanzimat ıslahatlarının uygulanmasında çok önemli bir yer işgal etmektedir; bu sebeple aynı zamanda Sultan Abdülaziz devri ıslahatlarının Osmanlı modernleşme tarihindeki yeri ve önemi tespit edilmeye çalışılmıştır. Tanzimat devrinin en önemli idarecilerinden olan Âlî ve Fuad paşaların Sultan Abdülaziz’in Osmanlı tahtında bulunduğu yıllarda çok küçük aralıklar dışında devlet idaresinde önemli mevkilerde bulunmaları, bu devrin Osmanlı modernleşmesi açısından ne kadar önemli olduğunu göstermektedir. Nitekim, Sultan Abdülaziz’in bu on altı yıllık saltanatında Vilayet Nizamnamelerinden Maarif-i Umumiye Nizamnamesi’ne, aşiretlerin iskânından ziraatta makineleşmeye kadar uzanan bir çok ıslahat çalışması ve yenilik faaliyeti yürütülmüştür. Bu çalışmada genel itibariyle Sultan Abdülaziz devri ıslahatları arşiv vesikalarına dayanılarak izah edilmeye çalışılmıştır. Fakat transkripsiyonu yapılan çoğu arşiv vesikası tezin plan ve kapsamından kaynaklanan problemler sebebiyle metne dâhil edilemedi. Tez konusunun belirlenmesi aşamasından başlayarak tezin tamamlandığı âna kadar fikirleriyle beni devamlı bir şekilde destekleyen Hocam Prof. Dr. Mustafa TURAN’a müteşekkir olduğumu belirtmek isterim. Ayrıca bu teze emeği geçen, başta eşim Hatice olmak üzere, herkese çok teşekkür ederim. ii ĠÇĠNDEKĠLER ÖNSÖZ…………………………………………………………………….. i TABLO LĠSTESĠ…………………………………………………………. v KISALTMALAR………………………………………………………….. vi GĠRĠġ 1-7 BĠRĠNCĠ BÖLÜM SULTAN ABDÜLAZĠZ DEVRĠ’NDE ISLAHAT FĠKRĠ VE 8-32 NĠZAMNAMELER I. SULTAN ABDÜLAZĠZ DEVRĠ’NDE ISLAHATA DUYULAN ĠHTĠYAÇ …………………………………………………………………... 8 II. NĠZAMNAMELER……………………………………………………... 13 A. Tanzimat Devrinde Vilayet Ġdaresi Meselesi……………… 13 B. Vilayet Nizamnamelerine Giden Yol………………………... 20 C. 1864 Tarihli Vilayet Nizamnamesi…………………………... 25 D. 1871 Tarihli Ġdare-Ġ Umumiye-i Vilayet Nizamnamesi…… 27 E. Maarif-Ġ Umumiye Nizamnamesi…………………………….. 28 iii ĠKĠNCĠ BÖLÜM FIRKA-Ġ ISLAHĠYYE, AġĠRETLERĠN ĠSKÂNI VE ÂSÂYĠġĠN TE’MĠNĠ 33-56 I. FIRKA-Ġ ISLAHĠYYE’NĠN TESĠSĠ VE FAALĠYET ALANI…………. 33 II. CEBEL-Ġ BEREKET ISLAHATI……………………………………… 41 III. KOZAN-OĞULLARININ TE’DĠBĠ VE AġĠRETLERĠN ĠSKANI…... 44 IV. FIRKA-Ġ ISLAHĠYYEDEN SONRA ÇUKUROVA……………........ 50 V. ZEYTUN ISLAHATI…………………………………………………… 53 VI. ADANA VĠLAYET MECLĠSĠ’NDE ISLAHATA DAĠR CEREYAN EDEN MÜZAKERAT…………………………………………………….. 54 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM SOSYAL VE EKONOMĠK HAYATLA ĠLGĠLĠ 58-94 ISLAHAT ÇALIġMALARI I. DEVLET OTORĠTESĠNĠ SAĞLAMA TEġEBBÜSLERĠ................... 57 A. Dersim Islahatı Ve AĢiretleri Ġskan Etme TeĢebbüsleri… 59 B. Akçadağ Islahatı……………………………………………….. 62 II. YOL VE ULAġIM MESELESĠ………………………………………... 69 iv III. ZĠRAAT………………………………………………………………… 81 IV. TĠCARET…………………………………………………………….... 89 SONUÇ……………………………………………………………………. 95 BĠBLĠYOGRAFYA………………………………………………………... 98 TÜRKÇE ÖZET……………………………………………………...…… 105 ĠNGĠLĠZCE ÖZET ……………………………………………….……….. 106 EKLER ……………………………………………………………………. 107 v TABLO LĠSTESĠ No BaĢlık Sayf a Tablo I : XIX. Asrın Başlarında Osmanlı Eyaletleri 11 Tablo II : XIX. Asrın Başlarında Osmanlı Eyaletleri ve Sancak Merkezleri 12 Tablo III : Vilayet Nizamnamelerinden Sonra Osmanlı Vilayetleri 23 vi KISALTMALAR a.g.e : Adı geçen eser a.g.m : Adı geçen makale A.MKT.MHM. : Sadaret, Mektûbî Kalemi, Mühimme B. : Receb bkz. : bakınız BOA. : Başbakanlık Osmanlı Arşivi C. : Cemaziyelahir C. : Cilt CA. : Cemaziyelevvel Cevdet, Tezâkir : Cevdet Paşa, Tezâkir, 21-39 DĠA : Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi Ġ.DH. : Ġ.MMS. : İrade, Meclis-i Mahsus Ġ.MVL. : İrade, Meclis-i Vâlâ Ġ.ġD. : İrade, Şûra-yı Devlet Ġ.Ü.E.F.T.D. : İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Dergisi Ġ.Ü.E.F.T.E.D. : İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Enstitüsü İrade, Dahiliye Dergisi ĠA : Milli Eğitim Bakanlığı İslam Ansiklopedisi Karal, V. : Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, V. Cilt Karal, VII. : Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, VII. Cilt M. : Muharrem OTAM : Osmanlı Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi Dergisi R. : Rebiülahir Ra. : Rebiülevvel S. : Safer s. : sayfa Sa. : Sayı vii ġ. : Şaban t.y : tarih yok TTK. : Türk Tarih Kurumu vd. : ve devamı Yay. : Yayınları Z. : Zilhicce 1 GĠRĠġ Osmanlı Devleti, 1699 yılında imzalanan Karlofça AntlaĢması‟nı takip eden yıllarda Batı karĢısında üstünlüğünü kaybetmeye ve tedricen geri çekilmeye baĢlamıĢtı. Karlofça AntlaĢması‟nın imzalanmasından yaklaĢık yirmi yıl sonra imzalanan Pasarofça AntlaĢması ile de Osmanlı Devleti Batı karĢısındaki üstünlüğünü kaybettiğini anlayacak, bu tarihten sonra ise Batı ile nasıl daha güçlü bir Ģekilde mücadele edebileceğinin çarelerini araĢtırmaya baĢlayacaktır. Osmanlılar, 1699‟dan sonra Orta Avrupa‟da devamlı bir Ģekilde gerilemenin de etkisiyle artık fetih siyasetinin devam ettirilemeyeceğinin farkına varmıĢlar, Avrupa‟nın kendilerine sağladığı üstünlüğün sebeplerini araĢtırmaya ve Batı‟daki geliĢmeleri yakından takip etmeye baĢlamıĢlardı. Osmanlı idarecileri, 1718‟de imzalanan Pasarofça AntlaĢması‟nın sağladığı barıĢ ortamından istifa ederek, Batı gücünün kültürel ve teknik kaynaklarına yönelme ihtiyacı duymuĢlardır. Sadrazam NevĢehirli Damat Ġbrahim PaĢa, Batı‟daki geliĢmeleri yakından takip edebilmek amacıyla 1719‟de Viyana‟ya bir elçilik heyeti ve 1721‟de Yirmi Sekiz Çelebi Mehmet Efendi‟yi, Paris‟e “ vesait-i ümran ve maarifine dahi lâyıkıyla kesb-i ıttıla ederek kabil-i tatbik olanlarının takriri” talimatıyla elçilikle görevlendirmiĢtir.1 Sadrazam, Yirmi Sekiz Mehmet Çelebi‟yi Paris‟e kaleleri, fabrikaları ve Fransız medeniyetinin diğer eserlerini görmesi ve Osmanlı Devleti‟nde nelerin uygulanabileceğini bildirmesi amacıyla göndermiĢti; Mehmet Çelebi, kaleme aldığı sefaretnâmesinde sadece bunları yazmakla kalmamıĢ, sokaklarda, dükkânlarda, hastanelerde ve hayvanat bahçelerinde gördüklerini de anlatmıĢ, özellikle de Fransız askerî okulları ve eğitim alanları üzerinde durmuĢ, Fransızların Osmanlılardan farklı olan tarafları, kadınların 1 Bernard Lewis, Modern Türkiye’nin Doğuşu, TTK Yay. Ankara 2000, s. 46 vd. 2 hâli gibi konular üzerende yazmıĢ, Fransız Kralı ile yüksek rütbeli memurların Paris sokaklarından muhteĢem geçiĢlerini tasvir etmiĢ ve matbaanın çok yaygın bir Ģekilde kullanıldığını belirtmiĢtir2. Yirmi Sekiz Mehmet Efendi‟nin, Paris‟te gördüklerini ayrıntılı bir Ģekilde kaleme aldığı sefaretnâmesi, Osmanlıların Batı‟ya açılan ilk penceresi olmuĢtur. Yirmi Sekiz Mehmet Efendi‟nin Paris elçiliğinin bir diğer sonucu da beraberinde Paris‟e götürmüĢ olduğu oğlu Sait Mehmet Efendi‟nin oradan öğrendiklerinden hareketle, Ġstanbul‟da ilk Türk matbaasının kurulmasına çalıĢmıĢ olmasıdır.3 Tarihimizde “Lale Devri” olarak adlandırılan 1718-1730 yılları arasındaki barıĢ devresi, Patrona Halil Ġsyanı‟yla sona ermiĢ ve Batı ile olan doğrudan temas da böylece muvakkaten kesilmiĢtir. Osmanlı Devleti, 1729‟da Avusturya ve Rusya ordularının tehdidiyle karĢı karĢıya kalınca, modern harp teknolojisini yerleĢtirmek ve Batılı büyük devletlerin ordularıyla mücadele gücü kazanabilmek amacıyla Avrupalı uzmanları ülkeye davet etmeye baĢladı. Osmanlı hizmetine giren Avrupalı uzmanların en meĢhurlarından biri, Humbaracı Ocağı‟nı ıslah eden ve Ġslâmı kabul ederek Ahmet adını alan Kont de Bonneval‟dir. Kont de Bonneval veya nâm-ı diğer Humbaracı Ahmet PaĢa, 1734 yılında bir askeri mühendislik mektebi kurmuĢtur; fakat yapmayı düĢündüğü yenilikler tam ma‟nâsıyla yerleĢememiĢtir.4 XVIII. asırda Osmanlı Devleti‟nin hizmetine giren bir baĢka meĢhur Avrupalı uzman da Baron de Tott‟tur. Baron de Tott, Osmanlı Devleti‟nin Rusya‟yla savaĢtığı yıllarda askerî reformlar yapmak amacıyla gelmiĢtir. III. Mustafa‟nın topçu sınıfını teĢkilatlandırmak arzusuna uyan Baron de Tott, bu 2 Stanford Shaw, Osmanlı İmparatorluğu ve Modern Türkiye, C.I, e Yay. İstanbul 1982, s. 320; Yirmi Sekiz Mehmet Çelebi Sefaretnâmesi için bkz: Yirmisekiz Mehmet Çelebi’nin Fransa Sefaretnamesi, Hayat Tarih Mecmuası, İstanbul 1970, Yayına hazırlayan Şevket Rado. 3 Enver Ziya Karal, “Tanzimattan Evvel Garplılaşma Hareketleri”, Tanzimat, C.I, MEB Yay. İstanbul 1999, s.19 4 Feroz Ahmad, Bir Kimlik Peşinde Türkiye, Bilgi Üniversitesi Yay., İstanbul Nisan 2007, s. 26 3 hususta bir talimatnâme hazırlamıĢ ve ilk olarak altı yüz topçu neferini Kâğıthâne‟de Avrupa usûlünde talim ettirmeye baĢlamıĢtır. “Süratçi” ismini alan bu neferlerin talimlerinde birçok kez bizzat padiĢah da bulunmuĢ ve berâberinde bazen oğlu ġehzade Selim‟i de bulundurmuĢtur. Baron de Tott, sadece topçu yetiĢtirmekle kalmamıĢ, aynı zamanda Tophane‟yi de ıslah ederek yeni Ģekillerde toplar döktürmüĢtür. Yine aynı devirde teknik bilginin teorik eğitimini de vermek düĢüncesiyle Mühendishâne-i Bahri-i Hümâyun kurulmuĢtur.5 1768-1774 Osmanlı-Rus harbinin sonucu Osmanlı Devleti‟nin içine düĢtüğü müĢkül hâli bütün dünyaya göstermiĢti; fakat Osmanlı devlet ricali, bu savaĢın sonucundan gerekli dersleri tam olarak çıkaramamıĢ, mevcut durumun devamı için çalıĢmıĢtır.6 Netice itibariyle, XVIII. asır boyunca devam eden ve çeĢitli engellemelerle karĢılaĢan reform hareketleri, Avrupa devletlerinin yükselen gücü karĢısında Osmanlı Devleti‟nin içinde bulunduğu durumu düzeltmek hususunda yetersiz kalmıĢtır.7 Osmanlı Devleti‟nde ilk köklü reform haletlerini baĢlatan 1789‟da Osmanlı tahtına çıkan III. Selim‟dir. III. Selim tahta çıktığında Osmanlı Devleti‟nin geleceğinde çok büyük ve önemli tesirleri olacak olan Fransız Ġhtilali baĢlamıĢ bulunuyordu ve devlet, Rusya‟yla savaĢ hâlindeydi; Avusturya Belgrad‟ı ele geçirmiĢ, Napolyon Mısır‟ı iĢgâl etmeye baĢlamıĢtı.8 1791 sonbaharında cepheden dönen Osmanlı ordusu henüz Silistre‟de iken Sultan III. Selim, ulemâ ve askerden ileri gelen yirmi iki kiĢiye devletin zayıflığının sebepleri hakkındaki görüĢlerini ve ıslahat tekliflerini bildirmelerini istemiĢtir. Söz konusu kiĢiler devletin zayıflığının sebeplerini ve 5 Karal, “Tanzimattan Evvel Garplılaşma Hareketleri”, s.21 vd. 6 Karal, “Tanzimattan Evvel Garplılaşma Hareketleri”, s.22. 7 Ahmad, Bir Kimlik Peşinde Türkiye, s. 28 8 Ahmad, a.g.e, s. 31 4 ıslahat tekliflerini birer layiha ile padiĢaha takdim ettiler. PadiĢaha takdim edilen layihaların ortak noktası, askerî reformlara duyulan ihtiyaç idi; fakat bunun nasıl gerçekleĢtirileceği hususunda farklı teklifler vardı: Kimi devletin ihtiĢamlı günlerindeki ordu düzenine dönmeyi teklif ediyor, kimi mevcut askerî düzeni koruyarak, askere Batı tarzında talim ve terbiye verilmesi gerektiğini ileri sürüyor, kimileri ise artık eski ordunun ıslahının mümkün olmadığını, bu sebeple Batı tarzında eğitilmiĢ ve silahlandırılmıĢ yeni bir ordu kurulması gerektiğini ifade ediyordu.9 Sultan III. Selim, eski ordunun ıslahının mümkün olmadığını, bu sebeple tamamen Batı tarzında talim yapan yeni bir ordu kurulması gerektiğini düĢünenlerle aynı kanaatteydi. Devletin kuruluĢ ve geniĢleme devirlerinde büyük iĢler baĢarmıĢ olan Yeniçeri Ocağı artık tamamen bozulmuĢ durumdaydı. Batı‟nın askerlik sahasındaki büyük adımlarına rağmen, Osmanlı 10 bulunmuyordu. Devleti‟nin Batı‟yla boy ölçüĢebilecek bir ordusu Neticede Batılı tarzda talim yapan Nizam-ı Cedit ordusunun kurulmasına karar verilmiĢtir. Yeniçerin tepkisinden çekinildiği için bu yeni ordunun neferlerinin Yeniçeriler içerisinden seçilmesi istenmiĢ; fakat onlar bu teklifi kabul etmemiĢlerdir. Bunun üzerine Yeniçerilerin yeni bir ordu kurulmasından rahatsızlık duyarak isyan etmeleri ihtimali de düĢünülerek, Nizam-ı Cedit ordusu, Bostancı Tüfenkçi Ocağı‟na bağlı olarak kurulmuĢtur.11 Nizam-ı Cedit ordusunun kurulması alınan bütün tedbirlere rağmen Yeniçeri Ocağı‟nın Nizam-ı Cedit‟e olan düĢmanca hareketlerini engelleyememiĢtir. Yeniçeriler arasında Nizam-ı Cedit askerinin sayısı arttıkça kendilerine ulûfe verilmeyeceği ve ocağın ilgâ edileceği söylentilerinin yayılmaya baĢlaması, yeni vergiler ihdâsıyla pahalılığın artması, tahsilât yolsuzluklarından dolayı taĢradan gelen Ģikâyetlere kulak asılmaması, 9 Bernard Lewis, Modern Türkiye’nin Doğuşu, s. 58 vd. 10 İsmail Hami Danişmend, İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, C.IV, Türkiye Yayınevi, İstanbul 1972, s. 72 11 Karal, V., s. 65; A. Cevat Eren, “Selim III”, İA, C. X, s.447 5 alafrangalıkta fazla ileri gidilmesi gibi sebepler, Kabakçı Mustafa Ġsyanı‟nın patlak vermesine ve isyan neticesinde III. Selim‟in tahtan indirilmesine yol açmıĢtır.12 III. Selim‟in gerçekleĢtirmeyi düĢündüğü ıslahat çalıĢmalarını oğlu II. Mahmut, babasının tecrübelerini de göz önünde bulundurarak daha kararlı bir Ģekilde devam ettirdi. II. Mahmut ilk iĢ olarak, Alemdar Mustafa PaĢa‟nın da yardımıyla, âyânlarla Sened-i Ġttifak‟ı imzalayarak onların saltanata sadakatlerini temin etmiĢ ve merkezî otoriteyi güçlendirmiĢtir. Yeniçeri Ocağı kaldırılmadıkça köklü bir ıslahat hareketine giriĢilemeyeceğini bilen padiĢah, 1826‟da Yeniçeri Ocağı‟nı kaldırmayı baĢarmıĢtır. Yeniçeri Ocağı‟nın kaldırılmasıyla Batılı tarzda yapılması düĢünülen reform hareketlerinin önündeki en büyük engel kalkmıĢ oluyordu. 1826‟dan sonra II. Mahmut, ıslahat çalıĢmalarına hız vermiĢ, birçok alanda köklü değiĢiklikler yapılmıĢtır.13 Onun saltanatı Osmanlı tarihinde en kökü reformların yapıldığı devirlerin baĢında gelmektedir. II. Mahmut Devri‟nde yapılan reformlar, Osmanlı tarihinde önemli bir dönüm noktası olan Tanzimat devrine ve reformlarına giden yolu açmıĢ, Türk tarihinin seyrini değiĢtiren geliĢmelerin baĢlangıcı olmuĢtur. Osmanlı tarihinin en önemli hâdiselerinden birisi de 1839‟da Tanzimat Fermanı‟nın ilanıdır. Osmanlı tarihinde yeni bir devrin baĢlangıcı olan ferman, okunduğu yere nispetle Gülhane Hatt-ı Hümâyunu ve diğer bir adı ile Tanzimat-ı Hayriye adını aldı. Tanzimat Fermanı‟nda, kuruluĢundan beri Ģeriata bağlı bulunan Osmanlı Devleti‟nin refah içindeyken 150 seneden beri çeĢitli sebeplerle Ģeriata riâyet etmemekten dolayı fakirliğe düĢtüğü, gerekli yeni kanunların çıkarılmasıyla devletin beĢ on yıl içerisinde ümit edilen seviyeye ulaĢacağı belirtiliyordu. Ayrıca Osmanlı tebaasından herkese ırk ve din ayrımı yapılmaksızın can ve mal emniyeti sağlanacağı, iltizam usulünün lağvedilerek herkesin gelirine uygun vergi alınacağı ifâde ediliyordu. Bunların 12 Danişmend, İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, C.IV, s. 85 vd. 13 Karal, “Tanzimattan Evvel Garplılaşma Hareketleri”, s. 28 6 yanısıra fermanda, askerlik hizmetlerinin düzene konulacağı ve kiĢilerin hukukuna riayet edileceği gibi hususlar yer alıyordu. 14 Tanzimat Fermanı‟nın 1839 yılında ilan edilmesinden, 1876 yılına kadar olan zaman dilimine Tanzimat devri denilmektedir. Tanzimat devri, Osmanlı tarihinde birçok yeniliklerin yapıldığı, Osmanlı Devleti‟nin bütün kurumlarıyla batılılaĢmaya çalıĢtığı bir devirdir. Osmanlı Devleti‟nin yapısını büyük oranda değiĢtiren Tanzimat devrinin 1861‟den 1876 yılına kadar olan devresini Sultan Abdülaziz Devri teĢkil eder. Sultan Abdülaziz devri genel itibariyle devlet idaresini yeni bir düzene koymak için yapılan çalıĢmaların oldukça yoğun olduğu bir devirdir. Tanzimat devrinin en önemli padiĢahlarının baĢında Sultan Abdülaziz gelmektedir. Onun on altı yıllık saltanatı Osmanlı Devleti‟nin birçok alanda Tanzimat reformlarını hayata geçirmeye çalıĢtığı bir devirdir. Bu devirde Vilayet Nizamnameleri ve Maarif-i Umumiye Nizamnamesi ile vilayet idaresinde ve eğitimde köklü yenilikler yapılmıĢtır. Sultan Abdülaziz‟in saltanatının 1864‟ten 1871‟e kadar olan devresi Tanzimat devrinin en önemli idarecilerinden sayılan Âlî ve Fuad paĢaların etkisi altında geçmiĢtir. Söz konusu paĢalar Osmanlı Devleti‟nin ancak her alanda köklü ıslahat çalıĢmaları yapılarak, Batılı büyük devletlerle mücadele edebileceğine inanıyorlardı. ĠĢte Sultan Abdülaziz devri bu sebeple Tanzimat reformlarının uygulamaya konulduğu bir devir olarak öne çıkmaktadır. Bu çalıĢmada, Osmanlı Devleti‟nin 1861-1876 yılları arasındaki Anadolu ıslahatları incelenmiĢtir. Anadolu ıslahatları özelinden hareketle Sultan Abdülaziz devrinin Osmanlı modernleĢme tarihindeki yeri ve önemi tespit edilmeye çalıĢılmıĢtır. 14 A. Cevad Eren, “Tanzimat”, İA, C.X, s. 719. 7 Tez, üç ana bölümden oluĢmaktadır. Birinci bölümde söz konusu devrin hemen hemen bütün ıslahatlarını etkileyen nizamnameler, Sultan Abdülaziz devrinde ıslahat fikri ve ıslahat çalıĢmalarına niçin ihtiyaç duyulduğu açıklanmaya çalıĢılmıĢtır. Ġkinci bölümde, 1865 yılında Çukurova‟daki asayiĢsizlikleri gidermek ve aĢiretleri iskân etmek amacıyla kurulan Fırka-i Islahiyye‟nin tesis sebepleri ve faaliyetleri incelenmiĢtir. Bu bölümün hazırlanmasında genel olarak arĢiv vesikalarına müracaat edilmiĢtir. Çukurova‟da asayiĢsizliğin sebepleri Fırka-i Islahiyye‟nin çalıĢmaları ve aĢiretlerin iskânı ayrıntılı bir Ģekilde incelenmiĢtir. Üçüncü bölümde ise, baĢta Dersim ve Akçadağ olmak üzere Anadolu‟nun doğusunda yapılan ıslahat çalıĢmaları ve aĢiretleri iskân etme teĢebbüsleri konu alınmıĢtır. Bununla beraber Osmanlı Devleti‟nin XIX. asırda en çok uğraĢmak mecburiyetinde kaldığı meselelerin baĢında gelen yol ve ulaĢım meselesi ana hatlarıyla izah edilmeye çalıĢılmıĢ, Sultan Abdülaziz devri Osmanlı ziraat politikası ve Anadolu‟daki ticarî faaliyetler incelenmiĢtir. 8 BĠRĠNCĠ BÖLÜM SULTAN ABDÜLAZĠZ DEVRĠ’NDE ISLAHAT FĠKRĠ VE NĠZAMNAMELER I. SULTAN ABDÜLAZİZ DEVRİ’NDE ISLAHATA DUYULAN İHTİYAÇ Sultan Abdülaziz‟in Osmanlı tahtına çıktığı günlerde devlet büyük bir mâlî kriz içerisindeydi. Bu durumun önlenmesi için tedbirler alınması gerektiğini düĢünen padiĢah, sadrazam Kıbrıslı Mehmet PaĢa‟ya yazdığı hatt-ı hümâyunda, tebaanın istisnasız olarak refahını sağlamak maksadıyla çıkarılmıĢ olan kanunları te‟yit ettiğini, tasarrufa riâyet edilerek mâliyenin düzene konulacağını, ordu ve donanmaya önem verileceğini, dost ve müttefik devletlerle dostluk iliĢkilerinin devam ettirileceğini ve antlaĢmalara saygı göstereceğini ifâde ediyordu.15 Hatt-ı hümâyunda ayrıca, ıslahat hareketlerine devam edileceği, Ģer‟î ahkâma riâyet edilmesi gerektiği, devlet memurlarının vazifelerini sadakatle yerine getirmeleri, devletin mâlî ve mülkî iĢlerinin yeni bir nizam altına alınmasının zarûrî olduğu, devletin iktisada riâyet etmesi gerektiği, din, ırk ve mezhep ayrımı yapılmaksızın kanunların herkese eĢit bir Ģekilde tatbik olunacağı ve ülkenin imarına gayret gösterileceği ifâde edilmekteydi.16 Mâlî kriz son aĢamasına varmıĢ bulunuyordu. Karadağ‟la savaĢın eĢiğine gelinmiĢti ve Hersek eyaletinde büyük bir isyan patlak vermiĢti. Söz konusu dönemde, Avrupalı büyük devletlerin Osmanlı Devleti‟nin iç iĢlerine müdahaleleri iyice artmıĢtı. Avrupalı büyük devletler, çeĢitli bahanelerle Bâb-ı Âlî‟ye notalar veriyor, Osmanlı Devleti‟nden kabul edilmesi mümkün olmayan taleplerde bulunuyorlardı. 15 Karal, VII, s. 2 vd. 16 Eren, “Tanzimat”, s. 752 9 Öncelikli olarak Hersek vilayetinde âsâyiĢin te‟min edilmesi gerekiyordu; zirâ yabancı devletlerin Hersek isyanını bahane ederek Osmanlı Devleti‟nin iç iĢlerine karıĢmaları ihtimali çok yüksekti. Bâb-ı Âlî, Hersek‟te âsâyiĢi te‟min edebilmek amacıyla Herseklilerin Ģikâyetlerini iyi karĢılamaya özen gösterdi ve genel bir af ilân etti. ÖdenmemiĢ vergilerin affedildiği Ömer PaĢa vasıtasıyla mahallî halka bildirildi. Hersek vilayetinde âsâyiĢ aylar süren görüĢmelerden sonra sağlanabildi, fakat burada sükûnet çok uzun sürmedi.17 Her fırsatta Osmanlı Devleti‟nin iç iĢlerine karıĢmaya alıĢmıĢ olan Avrupalı Büyük devletlerden Fransa, 1867‟de Bâb-ı Âlî‟ye verdiği bir notada: “Hıristiyanların çeşitli memuriyetlere kabul edilmesi, eğitimin ıslahı ve yaygınlaştırılması, vilayet idare usulünün her tarafta yaygınlaştırılması, mahkemelerin alenî olacak şekilde düzenlenmesi, Hıristiyanların şahitliklerinin kabul edilmesi, ticaret kanunlarının hazırlanması ve ticaret mahkemelerinin ıslahı, hapishanelerde zabitânın ıslahı, yabancıların tasarruf hukukundan serbestçe yararlanmaları, vakıfların ıslahı ve bütün emlak ve arazinin mülke dönüştürülmesi, iç gümrüklerin ve tüketim vergilerinin kaldırılması, yollar ve köprülerin ıslahı, maden ve ormanların iyileştirilmesi” gibi taleplerde bulunuyordu.18 Mâlî kriz içinden çıkılmaz bir hal almıĢ durumdaydı. Devletin içinde bulunduğu bu güçlükler karĢısında Sadrazam Fuat PaĢa, hazine iĢlerini bizzat üstlenmiĢ ve padiĢaha, o günlerde değerini oldukça kaybetmiĢ bulunan kaimenin dolaĢımdan kaldırılması, masrafların kısılması ve devlet gelirlerinin arttırılması yönünde bir plan sunmuĢtur. Bunun üzerine Bâb- Âlî tarafından içinde bir Avusturyalı, bir Ġngiliz ve bir Fransızın bulunduğu Hazine Meclis-i Âlîsi oluĢturuldu. Söz konusu kurul büyük uğraĢlar sonucunda 1863- 17 Engelhardt, Tanzimat ve Türkiye, Kaknüs Yay., İstanbul 1999 s. 181 vd. 18 Engelhardt, a.g.e, s. 246 10 1864 yılları için ilk bütçeyi hazırlamayı baĢardı ve vergi sisteminde değiĢiklikler yapılması gerektiği yönünde tavsiyelerde bulundu.19 Mâlî krizin yanı sıra devletin uğraĢmak zorunda kaldığı birçok mesele daha vardı. Bunların baĢında Balkanlar baĢta olmak üzere imparatorluğun çeĢitli eyaletlerinde patlak veren isyan hareketleri bulunuyordu. Ayrıca Anadolu‟da devlet otoritesinin giremediği ve devlete vergi ve asker vermeye yanaĢmayan bölgeler de ayrı bir meseleydi. Osmanlı Devleti‟nin XIX. Asırda uğraĢmak zorunda kaldığı meselelerin baĢında âsâyiĢsizlik, belki de birinci sırayı iĢgal eder. Ġmparatorluğun geniĢ sınırları içerisinde devlet otoritesinin giremediği, devletin hiçbir Ģekilde tanınmadığı bölgeler vardı. Devlet, düz ovalarda oturan ahali dıĢında, dağlık bölgelerde, genellikle konar-göçer hayat tarzını devam ettiren ve kendi beylerinin idâresi altında bulunan aĢiretlerden ne asker ne de vergi alabiliyordu. Ülkenin her tarafında türeyen eĢkıya, köylülere musallat oluyor, köylünün mahsulüne el koyuyordu. Köylü bu eĢkıyalara devlet otoritesini kabul ettirmeye mecburiyetinde çalıĢan kaldığı jandarma için devletin ile hayvanlarını âsâyiĢi sağlamak da beslemek faaliyetlerinin masraflarını da çekmek zorundaydı. Ġmparatorluğu parçalanmaktan kurtarmanın tek yolu BatılılaĢma çalıĢmalarına hız vermekten ibaret gözüküyordu. Batı ile mücadele edebilmek için Batının teknolojisini bir Ģekilde Osmanlı ülkesine taĢımak bir zaruret halini almıĢtı. Fuat PaĢa, siyasi vasiyetnamesinde, Sultan Abdülaziz‟e hitaben: “Görkemli ülkeniz herhangi bir Avrupa devletinden ileri gitmekliğimizi sağlayacak bütün gerekli unsurlara sahiptir. Ama böyle ilerlemek için bir şey, bütün siyasî ve idarî kurumlarımızı değiştirmek mutlaka gereklidir. Geçmiş yüzyıllarda yararları görülmüş birçok yasa ve düzenlemeler, bugünkü durumumuzda toplum için zararlı olmaktadır. Yaratılıştan kendini aşmak 19 Roderic H. Davison, Osmanlı İmparatorluğu’nda Reform, 1856-1876, agorakitaplığı, İstanbul 2005, s.117 11 eğiliminde olan insan, kendi eserini kusursuzlaştırmak üzere çaba harcamak ihtiyacındadır” diyordu.20 Fakat Batı örnek alınarak yapılan ıslahat çalıĢmaları Osmanlı toplumunun bünyesine uygun olmadığı için istenilen baĢarıya ulaĢılamıyordu. Devletin, Batılı müesseseleri Osmanlı Devleti‟nin Ģartlarına uygun hale getirebilecek vakti yoktu; çünkü imparatorluk her taraftan kuĢatılmıĢ haldeydi. Avrupalı büyük devletler, Hristiyan tebaa lehinde devamlı bir Ģekilde Osmanlı iç iĢlerine müdahale ediyor, Osmanlı Hristiyanlarının zulüm gördüklerini ve bu sebeple imparatorluktan ayrılmak istediklerini ifade ederek Osmanlı hükümeti üzerinde baskı kuruyorlardı. Âli PaĢa, siyasî vasiyetnamesinde: “Osmanlı Devleti, henüz pek az işlenmiş bâkir bir alan, iyice tanınmayan bir çeşit cennet manzarası arz etmekte idi. Komşularının fikrî ve maddî ilerlemesine kıyasla halkımız geriydi. Elindeki maddî kaynaklardan çok az bir yarar sağlamaktaydı. Sanayi ve ticaret, süregelen kötü alışkanlıklar çerçevesi içinde durgun ve cansızdı. Böyle bir ülkenin Avrupa devletlerinin iştahını kabartmasında şaşılacak bir şey yoktur.” dedikten sonra, “Ancak bu devletler tasarılarında anlaşmazlık içindeydiler. Bazıları, topraklarımızı ele geçirmek arzusuyla karanlık planlar hazırlıyorlardı. Başkaları, ülkenin kaynaklarından yararlanmak için gruplaşıyor ve ötekilerin planlarını baltalamaya uğraşıyorlardı. Bir yandan işgal etmek isteği, öte yandan sanayi ve ticaretten kazanç sağlamak, Avrupa‟nın amaçları içindeydi. Toprağımıza göz koyanlar, gizli emellerini güzel sözlerle maskeliyorlardı: „Biz acı çeken insanlığı korumak, din kardeşlerimizi kurtarmak ve baskı altında inleyen halkı refaha çıkarmak için müdahale etmek, içeriye girmek istiyoruz‟ diyorlardı” demektedir.21 Görüldüğü gibi Avrupalı büyük devletler Osmanlı topraklarını parçalamak ve sömürgeleĢtirmek için birçok yola baĢvurmuĢlar ve özellikle Osmanlı Hristiyanlarını çeĢitli isyanlara teĢvik ederek onların imparatorluktan 20 Belgelerle Tanzimat, Osmanlı Sadrazamlarından Âli ve Fuad Paşaların Siyasî Vasiyetnameleri, Çeviren ve yayına hazırlayan: Engin Deniz Akarlı, Boğaziçi Üniversitesi Yayınları, İstanbul 1978, s. 2 21 a.g.e , s. 17 vd. 12 ayrılmalarını sağlamaya çalıĢmıĢlardır. Batılı devletlerin teĢvikleri sonucunda Osmanlı Devleti‟nin muhtelif bölgelerinde ayaklanmaların ve isyanların çıktığı görülür. Avrupalı devletler isyanlara müdahale ve isyancıları himaye ederek Osmanlı hükümetlerini isyanlar karĢısında âciz bırakmaya çalıĢmıĢ ve bu düĢüncelerinde büyük oranda baĢarılı olmuĢlardır. Nitekim ordular sevk edilmek suretiyle bastırılan isyanların sonucunda itaat altına alınan bölgeler Batılı büyük devletlerin müdahaleleriyle devletten yeni birtakım imtiyazlar daha kazanmıĢlardır. Bu suretle Karadağ‟a hukukî ve siyasi muhtariyet verilmiĢ, Sırbistan‟daki kalelerden Türk askeri çekilerek bu kaleler Sırp beyliğine bırakılmıĢtır. Bunların yanısıra Eflak ve Boğdan‟ın Romanya adı altında birleĢtirilmesi, Lübnan ve Girit‟e idarî haklar ve imtiyazlar verilmesi de yine bu Ģekilde olmuĢtur.22 Sultan Abdülaziz devrinde, devleti parçalanmaktan kurtarmak için yapılması gereken köklü reformlara duyulan ihtiyaç iyiden iyiye artmıĢtı. Bu devirde devlet idaresine yön veren Âli ve Fuat paĢalar da imparatorluğu dağılmaktan kurtarmak için köklü reformlar yapılması gerektiğini düĢünüyorlardı. Onlara göre Batı ile mücadele edebilmenin tek yolu Batı gibi olmaktan geçiyordu. Fuat PaĢa, “bütün siyasî ve idarî kurumlarımızı değiştirmek mutlaka gereklidir” diyordu. Ona göre devletin parçalanmaktan kurtulması için Ġngiltere kadar paraya, Fransa kadar bilgi aydınlığına ve Rusya kadar askere sahip olması gerekiyordu. PaĢa siyasi vasiyetnamesinde, padiĢaha hitaben: “ Bizim için artık önemli olan çok terakki etmek değil, fakat kesin olarak Avrupa‟nın öteki ülkeleri kadar terakki etmektir” demiĢti.23 22 23 Karal, VII, s. 340 vd. Belgelerle Tanzimat, Vasiyetnameleri, s. 2 Osmanlı Sadrazamlarından Âli ve Fuad Paşaların Siyasî 13 II. NİZAMNAMELER A. Tanzimat Devrinde Vilayet İdaresi Meselesi Tanzimat devrinde Osmanlı idarecilerinin ana hedeflerinden bir tanesi de eyaletlerde merkezî hükümetin gücünü yaygınlaĢtırmaktı. Tanzimatın, Ġmparatorluğu hakiki manada yeni bir Ģekle sokması isteniyorsa bunun için esaslı bir vilayet teĢkilatı oluĢturulması gerektiğine inanılıyordu. Osmanlı devletinde taĢra idaresi daima önemli bir mesele olarak devlet idarecilerini düĢündürmüĢ ve birçok milletten müteĢekkil büyük bir devletin, bu milletler birlikteliği içerisinde nasıl daha iyi bir Ģekilde idare edileceği tartıĢılmıĢtır. Tanzimat devrine gelinceye kadar taĢrada devlet otoritesini güçlendirmek amacıyla çeĢitli faaliyetler yürütülmüĢ ve bu faaliyetlerin en önemlisini II. Mahmut âyânlarla yaptığı anlaĢmayla gerçekleĢtirmiĢtir. II. Mahmut devlet idâresinde ve orduda yaptığı birçok yenilik çalıĢmasının yanı sıra, taĢrada Osmanlı idaresini güçlendirmek için yürüttüğü faaliyetlerle de öne çıkan bir hükümdardı. II. Mahmut‟un âyânları ortadan kaldırmasından sonra eyâletlerin sayısında da değiĢiklik olmuĢtu. Bazı eyaletlerin statüsü farklı olmakla beraber, her birinin merkezi önemli Ģehirlerde bulunan otuz kadar eyalet vardı. Her eyaletin baĢında bir vali bulunuyordu ve valilerin yetki ve sorumlulukları görülen lüzum üzerine zaman zaman arttırılıyor veya azaltılıyordu. Valiler, 1840‟larda biri Bâb-ı Ali‟nin tayin etmiĢ olduğu memurlara biri de Tanzimat reformlarıyla oluĢturulan meclislere olmak üzere iki türlü denetime tabi idiler. Osmanlı devletinin taĢra idaresi söz konusu olduğunda en büyük meselelerinin baĢında âsâyiĢsizlik geliyordu. Ġmparatorluğun özellikle dağlık bölgelerine devlet otoritesi ya hiç giremiyor veya çok kısmî olarak girebiliyordu. Nitekim devlet, Anadolu‟nun ve Rumeli‟nin düz ovalarında yerleĢen Türk ahali dıĢındaki tebaasından asker ve vergi alamıyordu. Güney 14 Anadolu‟da Kozan, Cebel-i Bereket, Çukurova; Doğu Anadolu‟da özellikle Dersim ve Akçadağ devletin asker ve vergi almadığı bölgelerin baĢında geliyordu. Mesela Dersim bölgesinden devletin 1867 yılı itibariyle yaklaĢık yüz yük kuruĢ vergi alacağı olduğu arĢiv vesikalarından anlaĢılmaktadır. 24 Osmanlı idarecileri, özellikle tımar sisteminin çöküĢünden itibaren taĢra idaresini daha düzenli bir Ģekle sokmak amacıyla çeĢitli giriĢimlerde bulunmuĢlar, fakat düĢündükleri ıslahatı tam olarak fiiliyata geçirememiĢlerdir. Osmanlı idarecileri için taĢra veya baĢka bir anlatımla vilayet sisteminin yeniden düzenlenmesi devletin taĢrada otoritesini güçlendirmesi için gerekli görülürken, aynı durum batılı devletler için imparatorluk tebaası olan azınlıkların Osmanlı idaresinden ayrılmalarını sağlayacak bir takım imtiyazlar olarak algılanıyordu. ĠĢte Osmanlı idarecileri, taĢrada devletin otoritesini artırmak düĢüncesiyle Tanzimat‟tan sonra ilk iĢ olarak valilerin güç ve yetkilerini kısıtlama yoluna gitmiĢlerdir. Tazimattan sonra ortaya çıkan Vilayet Meclisleri de valilerin icraatlarını denetleme hakkına sahiptiler. Fakat bu durumun aynı zamanda valilik görevinin sıradanlaĢmasına sebep olduğunu da ekleyelim; zirâ valilerin yetkilerinin daraltılması valilik görevinin câzibesini kaybetmesine ve Osmanlı mülkî âmirlerinin gözünde valiliğin değer kaybetmesine yol açmıĢtır. Mesela bazı valiler merkezî hükümete Tanzimat Fermanı‟yla yetkilerinin daraltıldığını daha doğrusu ellerinin kollarının bağlı olduğunu söylüyorlardı.25 Vilayet Meclislerinin Osmanlı siyasî hayatında daha sonraki devrelerde önemli bir role sahip olacağı görülecektir. Mesela bu ilk oluĢturulan Vilayet Meclisi üyelerinin büyük bir çoğunluğunun 1876‟da Osmanlı Mebusan Meclisi‟nde de yer aldıkları görülecektir. 26 24 BOA, İ.DH. 561/39098, 1283. Z. 17. 25 Stefanos Yerasimos, Az Gelişmişlik Sürecinde Türkiye, c. II, Gözlem Yayınları, İstanbul 1975, s. 720 vd. 26 İlber Ortaylı, Osmanlıda Değişim ve Anayasal Rejim Sorunu, İş Bankası Yay., İstanbul 2008, s. 272 vd. 15 Tanzimat devrinde vilayet sisteminde yapılan düzenlemeleri, Tanzimat öncesi devirle karĢılaĢtırıp daha sağlıklı bir Ģekilde değerlendirebilmek için XIX. asrın baĢlarında Osmanlı eyaletlerinin hangileri olduğunu tablo halinde vermekte fayda görülmektedir.27 Avrupa 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 27 Asya Afrika 1 Anadolu 1 2 Karaman(Konya) 2 3 Sivas 3 4 Trabzon 4 5 Ahıska=Çıldır 6 Kars 7 Erzurum 8 Van 9 Diyarbekir 10 Rakka 11 MaraĢ 12 Adana 13 Halep 14 Kıbrıs 15 Trablus 16 Sayda=Akkâ 17 ġam 18 Musul 19 Bağdad Basra ġehr-i Zor Yemen Tablo I: XIX. Asrın BaĢlarında Osmanlı Eyaletleri Rumeli Belgrad Bosna Eğriboz Eflak Boğdan Kandiya (Girit) ĠĢkodra Mora Yanya Cezair-i Bahr-ı Sefid Kahire Trablus (-Garb) Tunus Cezayir Tuncer Baykara, Anadolu’nun Tarihi Coğrafyasına Giriş I, Anadolu‘nun İdari Taksimatı, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Dergisi Yay., Ankara 1988, s. 115 vd. 16 1. 1 2 3 4 5 6 7 8 2. 1 2 3 4 3. 1 2 3 4. 1 2 3 5. 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 6. 1 2 3 4 7. 1 2 3 4 5 6 7 8. 1 9. 1 ANADOLU EYALETĠ Kütahya 9 Aydın Hüdavendigar 10 Saruhan Karahisar-ı Sahib 11 MenteĢe Sultan-önü 12 Hamid Ankara 13 Teke Kângırı 14 Karesi Bolu 15 Viran-Ģehir Kastamonu KARAMAN EYALETĠ Konya 5 Niğde BeğĢehri 6 KırĢehir AkĢehir 7 Aksaray Kayseriye CEZAĠR-Ġ BAHR-I SEFĠD EYALETĠ (=Akdeniz Adaları Eyaleti) Gelibolu 4 Rados Koca-eli 5 Kıbrıs Sığla MARAġ EYALETĠ MaraĢ 4 Gerger Malatya (5. Ayıntab) Samsad DĠYARBEKĠR EYALETĠ Âmid 14 Çapakçur Hâni 15 Sağman Mazgird 16 Çermik Mafarkîn 17 Kulb Harburt 18 Ġlkis? Sincar 1111 Penbek 9 Ġs„ird 20 Pertekrek Siverek 21 Palu Ergani 22 Kîh Atak 23 Cizre Hasan-Keyf 24 Eğil ÇemiĢgezek 25 Hazo Nusaybin 26 Tercil SĠVAS EYALETĠ Sivas 5 Cânik Amasya 6 Divriği Bozok 7 Arapkir Çorum ERZURUM EYALETĠ Erzurum 8 Ġspir Erzincan 9 Kuruçay Hınıs 10 Pasin Kelkid 11 Mamervan Malazgird 12 Kızuçan Tortum 13 Kiğı Karahisar-ı ġarkî 14 Mecingerd TRABZON EYALETĠ Trabzon 2 Gönye ÇILDIR EYALETĠ Livâne nâm-ı diğer Vartın 4 Cercer 17 2 3 10. 1 2 3 11. 1 2 3 4 5 6 7 8 ġavĢad Mahaçel KARS EYALETĠ Kars Kağızman Keçvan VAN EYALETĠ Van Adilcevaz ġirvı Esbaberd Köyin Zerikı Kerkâr Ağakes 12. 1 2 2 13. 1 2 3 4 14. 1 2 RAKKA EYALETĠ 5 Cebecik 4 5 ġuragel ZaruĢad 9 10 11 12 13 14 15 16 ErciĢ Müküs MuĢ Bargiri Hakkâri Bitlis Hizan HoĢab nâm-ı Mahmudî diğer 4 5 6 ADANA EYALETĠ Adana Tarsus Alâiye Ġç-il HALEP EYALETĠ Halep Maarretü‟l-Mısrîn 5 6 7 Sis Uzeyr Belen 3 4 Matic Bâlis Tablo II: XIX. Asrın BaĢlarında Osmanlı Eyaletleri ve Sancak Merkezleri Tablodan da anlaĢıldığı üzere, XIX. asrın baĢlarında Osmanlı eyaletleri oldukça geniĢ bulunmaktaydı. Mesela Diyarbekir eyaleti bir eyalet merkezinden kolaylıkla idare edilemeyecek cesamette bir eyaletti. Aynı Ģekilde Van Eyaleti, Sivas, Erzurum ve Anadolu eyaletleri de bu türden çok geniĢ ve bir merkezden kolaylıkla idare edilemeyecek eyaletler arasındaydı. Ġleride görüleceği üzere Tanzimat devrinde ve özellikle Sultan Abdülaziz döneminde yapılan ıslahat çalıĢmalarıyla bu geniĢ eyaletlerin vilayet nizamnameleriyle daraltıldıklarını ve daha kolay idare edilebilir Ģekle getirildiklerini göreceğiz. Tanzimat devrinde, bu bölümün asıl inceleme konusu olan 1864, 1867, 1871 yıllarında çıkarılan Vilayet Nizamnamelerine kadar Osmanlı taĢra ve eyalet idaresine dair hazırlanan en önemli kanun 1858 tarihli Arazi 18 Kanunnamesi‟dir.28 Bu arada 1846 yılında eyaletlerin sınırlarında bir takım değiĢiklikler yapılmıĢ olduğunu da ilave edelim. Tımar sisteminin 1839 yılında kaldırılması fiilî ve hukukî yönden doldurulması gereken bir boĢluk meydana getirmiĢti. Arazi Kanunnamesi‟nin asıl amacı ortaya çıkan bu boĢluğu doldurmaktı.29 Kanunname bir mukaddime ile üç bab halinde sıralanan 132 maddeden oluĢmaktaydı. Osmanlı Devletinde mevcut çeĢitli hukukî statülerin tarif ve taksiminden bahseden 1. ve 7. maddeler mukaddimeyi oluĢturur. 8. ve 90. maddeleri oluĢturan birinci bab, mirî arazinin tasarruf, ferağ, intikal ve mahlulat Ģekillerine ait olmak üzere dört bölüme ayrılmıĢtır. Ġkinci bab, metruk ve mevat topraklara ait hükümleri ihtiva eder. Arazi Kanunnamesi‟nin birinci maddesi, Osmanlı Ġmparatorluğunda mevcut toprakları memlüke, miriye, mevkufe, metruke ve mevat olmak üzere beĢ kısma ayırmaktadır.30 Kanunname, var olan eyalet yapısını korumakla beraber vali, bütün konularda tam yetki sahibi oluyor, ordu kumandanlarıyla Ġstanbul‟dan gönderilen hazine memurları eyaletlerdeki iĢlerinden dolayı valiye karĢı sorumlu oluyorlardı. Eyalet memurlarının ve vatandaĢların valinin kanunları çiğnediğine dair ellerinde kanıtları bulunduğu takdirde doğrudan Ġstanbul‟la yazıĢmaya hakları vardı. Bunun dıĢındaki her türlü yazıĢma valinin elinden geçecekti. Ġdare Meclisleri bütün seviyelerde yeniden iĢletilecek, valilere ve kaymakamlara danıĢmanlık yapacaklardı.31 Ayrıca 22 Eylül 1858‟de Meclis-i Ahkâm-ı Adliye tarafından vali, mutasarrıf ve kaymakamların görev ve yetkilerini geniĢ bir Ģekilde açıklayan 28 Arazi Kanunnamesinin tam metni için bkz: Düstur, I. Tertip, C. I, Matbaa-i Amire, İstanbul 1289, s. 165-199. 29 Yerasimos, Az Gelişmişlik Sürecinde Türkiye, C. II, s. 704. 30 Ömer Lütfi Barkan, “Türk Toprak Hukuku Tarihinde Tanzimat ve 1274 tarihli Arazi Kanunnamesi”, Tanzimat, C. I, MEB Yay., İstanbul 1999, s. 321-421. Ayrıca Düstur, I. Tertip, C. I, s. 165, “Memâlik-i devlet-i aliyyede olan arâzi beş kısımdır. Kısm-ı evvel arâzi-i memlûke ya„ni ber vech-i mülkiyet tasarruf olunan yerlerdir. Kısm-ı sânî arâzi-i miriyedir. Kısm-ı sâlis arâzi-i mevkûfedir. Kısm-ı râbi„ arâzi-i metrûkedir. Kısm-ı hâmis arâzi-i mevâttır.” 31 Stanford J.Shaw, Ezel Kural Shaw, Osmanlı İmparatorluğu ve Modern Türkiye, C. II, e Yay., İstanbul 1983, s. 122. 19 “Vali, Mutasarrıf ve Kaymakamların Vazifelerini ġamil Talimat” adı altında bir talimatname yayınlanmıĢtır. Bu talimatnamede bütün devlet memurlarının kanuna saygılı olmaları, doğruluktan ayrılmamaları, Ģahsi menfaat peĢinde koĢmamaları, kanun ve nizam hükümlerinin ivedilikle yerine getirilmesi, iĢ sahiplerine iyi muamele edilmesi, her sınıf halkı mevzuat yönünden eĢit görmeleri, cezaları usulüne uygun vermeleri ve memuriyet Ģereflerini muhafaza etmeleri gibi hususlar dile getirilmiĢtir.32 1860 yılında Tanzimat devri idarecilerinin eyaletlerdeki ıslahat çalıĢmalarını hızlandırdıklarını görüyoruz. Önemli eyaletlere daha kabiliyetli idarecilerin atanmalarını ve bu yöneticilere daha yüksek ücret ödenebilmesini sağlamak için valilikler mutasarrıflıklara yükseltildi. Bu tarihe kadar kaza seviyesinde kullanılan bir terim olan mutasarrıflık artık valilerden daha çok ücret alan ve daha yüksek bir mevki haline getirildi. Mesela Mithat PaĢa ve Ahmet Cevdet PaĢa gibi Tanzimat ricalinin eyaletlere vali olarak tayin edildiklerini biliyoruz. Aynı zamanda eyaletlere Ġstanbul‟dan gönderilen bağımsız defterdar ve kâtiplerin yetki ve görevlerine son verilmesiyle, valilerin eyaletteki mali iĢlerde yetkileri de artmıĢ oluyordu.33 Bu talimatname ile vali devletin yetki alanına giren konularda merkezî hükümetin taĢradaki en güçlü temsilcisi haline geliyor ve valilik makamının görev ve yetkileri oldukça geniĢletiliyordu.34 Eyalet sisteminde yapılan düzenlemeler bir türlü istenilen sonucu vermiyor, imparatorluğun çeĢitli bölgelerinde karıĢıklıklar ve âsâyiĢsizlik devam ediyordu. Bu açıdan baĢta Fuat PaĢa olmak üzere birçok Osmanlı idarecisi daha köklü bir vilayet kanunu yapılması gerektiğine inanmaktaydı. Cevdet PaĢa, Fuat PaĢa‟nın vilayet idaresiyle ilgili fikirleri hakkında bilgi verirken: “Bir vakitten berü Fuad Paşa vilâyâtın tanzîmi emelinde olup 32 M.Emin Yolalıcı, XIX. Yüzyılda Canik (Samsun) Sancağı’nın Sosyal ve Ekonomik Yapısı, TTK Yay., Ankara 1998, s. 19. 33 Stanford J.Shaw, Ezel Kural Shaw, Osmanlı İmparatorluğu ve Modern Türkiye, C. II, s. 122. 34 Yerasimos, Az Gelişmişlik Sürecinde Türkiye, C. II, s. 721. 20 hülâsa-ı mütâla„atı dahi, eyâletler ve sancaklar büyüdülerek vâlîliklerine, mücererreb ü muktedir zâtlar intihâb ve dâire-i me‟zûniyyetleri tevsî„ ile yalnız mühim işlerde Dersaâdet‟e mürâca„at eylemeleri ve bu vechile merkez-i saltanat âdî işlerle iştigalden kurtularak vükelây-ı devletin de ehem-i umûr ile iştigal etmeleri hususlarından ibâret idi” demektedir35 B. Vilayet Nizamnamelerine Giden Yol Ülkenin çeĢitli bölgelerinde meydana gelen karıĢıklıklar ve âsâyiĢsizlik yeni bir eyalet yönetimi sisteminin hazırlanmasını kaçınılmaz hale getirmiĢti. Islahat Fermanı‟ndan önce sadece gayr-i müslim ahalinin isyanlarıyla uğraĢmak zorunda kalan Bâb-ı Âlî artık Müslümanların isyanlarıyla da uğraĢmak mecburiyetindeydi; çünkü Islahat Fermanı‟nın getirdiği yeniliklerden Müslüman tebaa da hoĢnut olmamıĢtı. DıĢ devletlerin müdahaleleri ile çıkan gayr-ı müslim ayaklanmalarıyla uğraĢmaya alıĢık olan devlet, Ģimdi ise Müslüman bölgelerin ayaklanmalarıyla karĢı karĢıya kalmıĢtı. Meselâ 1860-61 yıllarında Suriye‟de büyük bir isyan çıkmıĢ, hatta Hariciye Nazırı Fuat PaĢa isyanı bastırmak için bizzat bölgeye gitmiĢti. 36 Suriye‟de meydana gelen isyan devleti oldukça uğraĢtırmıĢ ve güçlükle bastırılabilmiĢti. Bu arada Avrupalı devletler devamlı bir Ģekilde çeĢitli bahanelerle Osmanlı iç iĢlerine karıĢıyor, Osmanlı Devleti‟ne çeĢitli memorandumlar veriyorlardı. Mesela Ġngiltere: Vilayet idare meclislerinin ıslah edilmesini, bu meclislere ahalinin çeĢitli unsurlarından üye seçilmesi için daha adil bir seçim usulü konulmasını istiyordu. Ayrıca Vilayet idare meclislerinden yargı kuvvetinin tamamen alınmasını ve bunların sadece idare iĢleriyle uğraĢmaları gerektiğini söylüyordu.37 35 Cevdet, Ma‘ruzat, s. 110 vd. 36 Ortaylı, Tanzimat Devrinde Osmanlı Mahalli İdareleri, TTK Yay., Ankara 2000, s.50. 37 Engelhardt, Tanzimat ve Türkiye, s. 165. 21 Rusya ise Bulgaristan ve Bosna-Hersek için daha fazla imtiyaz verilmesini istiyordu. Osmanlı iç iĢlerine karıĢmak için devamlı bir Ģekilde bahaneler arayan Avrupalı büyük devletlere 1859 yılında NiĢ‟te baĢlayan karıĢıklıklar yeni bir fırsat vermiĢti. Osmanlı Devleti isyanları bastırmak daha doğrusu kontrol altına almak amacıyla isyan bölgelerine müfettiĢler gönderiyordu. 1859 yılında Kıbrıslı Mehmet PaĢa karıĢıklıkları önlemek amacıyla Rumeli müfettiĢliğine tayin edilmiĢti; fakat çalıĢmalarını daha tam olarak bitirmeden Ġstanbul‟a dönmek mecburiyetinde kalmıĢtı; zirâ bu sefer de Lübnan bunalımı ortaya çıkmıĢtı.38 Lübnan‟da 1845‟te çıkan olaylar sonucunda hazırlanan çifte kaymakamlık sistemi baĢarılı olamamıĢtı. Birbirine düĢman olan unsurlardan Marunileri ve Dürzileri hükümete katmak için yapılan deneme, bu iki unsur arasındaki anlaĢmazlıkları çözemediği gibi anlaĢmazlıkları daha da arttırmıĢ, aralarındaki düĢmanlığı körüklemiĢti.39 Haziran 1860‟ta Maruniler ve Dürziler arasında yeniden büyük bir mücadele baĢlamıĢtı. Avrupalı büyük devletler Lübnan olaylarını bastırmak bahanesiyle bölgeye asker çıkardılar. Böylece Osmanlı iç iĢlerine müdahale etmeye alıĢmıĢ olan Avrupalı devletler, Lübnan olayları sebebiyle Osmanlı Devleti‟nin bir iç meselesine fiilen müdahale ediyorlardı.40 Avrupalı devletler, Osmanlı Devleti‟ninde aralarında bulunduğu bir komisyon teĢkil ederek Lübnan‟ın yeni bir statüye kavuĢturulması için çalıĢmalara baĢladı. Komisyonda Osmanlı Devleti‟nin yanı sıra Ġngiltere, Fransa, Rusya, Avusturya ve Prusya bulunuyordu. Dürziler tarafından da kabul edilen yalnız bir Hristiyan kaymakam bulundurulması fikri ağırlık kazanmaktaydı. Fakat Rusya daha farklı bir idare Ģekli düĢünüyordu. Rusya‟nın düĢündüğü bu yeni idare Ģekline göre Lübnan‟da bulunan halkların her birine ve her bir Hristiyan cemaate mahsus bir idare tarzı kurmak lazımdı. 38 Ortaylı, Tanzimat Devrinde Osmanlı Mahalli İdareleri, s.50. 39 Engelhardt, Tanzimat ve Türkiye, 165. 40 Ortaylı, a.g.e, s.51. 22 Bu sebeple biri Marunilerden, diğeri Doğu ve Rum kilisesine mensup aĢiretlerden, üçüncüsü ise Dürzilerden oluĢacak olan üç ayrı kaymakamlık kurulacaktı41. Neticede komisyon, 9 Haziran 1861‟de Lübnan Nizamnamesi‟ni yayınladı. Bu nizamnameye göre Cebel-i Lübnan, Beyrut vilâyetinden ayrı bir statüde olmak üzere yeni bir idare Ģekline sahip oluyordu. Nizamname aĢağıdaki maddeleri ihtiva ediyordu: Cebel-i Lübnan, Bâb-ı Âlî‟nin idaresinde yürütme gücünün bütün yetki ve görevlerine sahip olmak üzere bir Hristiyan mutasarrıf tarafından idare edilecektir. Halkı meydana getiren milletlerden her biri mutasarrıfın maiyetinde birer vekil bulunduracaktır. Her cemaat tarafından seçilmiĢ ikiĢer üyeden oluĢmak üzere merkezî bir meclis kurulacaktır. Cebel, altı kazaya ayrılarak her birinde çeĢitli cemaatler tarafından atanacak 3 ilâ 6 üyeden oluĢan bir meclis bulunacaktır. Kazalar, mümkün olduğu kadar aynı unsura mensup ahaliden oluĢmak üzere nahiyelere bölünecektir. Her bir nahiyede mezhep erbabları için bir sulh hâkimi, her kazada 3 ilâ 6 üyeden oluĢan bidâyet mahkemesi seviyesinde bir adliye meclisi, liva merkezinde her cemaatten ikiĢer üye olarak on iki üyeden oluĢan büyük bir adliye meclisi bulunacaktır.42 Lübnan Nizamnamesi‟yle Cebel-i Lübnan olayları geçici bir süre de olsa sona erdirilmiĢ oluyordu; fakat nizamnamenin maddelerinden de 41 42 Engelhardt, Tanzimat ve Türkiye, s. 170 vd. Engelhardt, a.g.e, s. 170 vd. Ayrıca, Ortaylı, Tanzimat Devrinde Osmanlı Mahalli İdareleri, s. 51 vd. 23 anlaĢılacağı üzere Lübnan bölgesi kazandığı özerklik statüsüyle diğer Osmanlı eyaletlerine kötü bir örnek teĢkil ediyordu. Lübnan mutasarrıfı Suriye ve Beyrut valilerinden bağımsız olduğu gibi, senelik belli miktarda vergisini ödemek dıĢında da merkezî hükümetle bir bağı kalmıyordu. Mali meseleler meclislerde cemaat temsilcileri tarafından çözülecek, adli davalara cemaat temsilcisi hâkimlerden oluĢan mahkemeler bakacaktı. “Cebel-i Lübnan özerk statüsü; dış devletlerin Osmanlı İmparatorluğu‟nun bütün vilayetlerinde görmeyi arzuladıkları bir düzendi”43 Zirâ Cebel-i Lübnan‟a merkezî hükümetin müdahale etmesi ve memur ataması sınırlıydı. Osmanlı Devleti‟nin Lübnan‟daki konumu cemaatler arasında arabuluculuk yapmaktan ibaret kalıyordu. Tabii bu durum Osmanlı idarecileri için ileriki yıllarda baĢka eyaletlere örnek olacağı düĢüncesiyle büyük bir endiĢe sebebiydi. Bu yüzden daha sonra hazırlanacak vilayet nizamnamelerinde mahallî halkın idare meclislerine ve mahkemelere katılımları sınırlandırılmıĢtır. Özellikle zabıtanın idaresi hiçbir Ģekilde mahallî halka bırakılmadı ve bu hususta merkezî hükümetin üstünlüğü sağlandı.44 Lübnan Nizamnâmesi‟nden burada uzun uzadıya bahsedilmesinin sebebi, bu nizamnâmenin 1864 yılında hazırlanan Vilayet Nizamnâmesi‟nin hükümlerini ve zamanını etkilemiĢ olması ihtimalidir. Avrupalı devletler, Osmanlı vilayetlerinin hepsinin Lübnan örneğine uygun olarak düzenlenmesini arzu ediyorlardı. Fakat böyle bir istek Osmanlı idarecileri için kabul edilemeyecek mahiyetteydi. Osmanlı idarecilerinin amacı vilayetlerde merkezî hükümetin gücünü azaltmak değil; bilâkis arttırmaktı. Zaten Tanzimat devrinde vilayetlerle ilgili olarak yapılan ıslahatların büyük çoğunluğunun amacı taĢrada merkezî hükümetin otoritesini arttırmaktı. Nitekim bu amaçla ülkenin çeĢitli bölgelerine müfettiĢler gönderilmiĢ ve devlet otoritesinin giremediği bölgeler “taht-ı inzibata” alınmaya çalıĢılmıĢtır. Mesela Fuat PaĢa bizzat Suriye‟de çıkan isyanı bastırmak amacıyla bölgeye gitmiĢ, Ahmet Cevdet ve DerviĢ paĢaların idaresindeki Fırka-i Islahiyye Cebel-i 43 Ortaylı, Tanzimat Devrinde Osmanlı Mahalli İdareleri, s.52; Ve, İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı, İletişim Yay., İstanbul 2004, s. 153 vd. 44 Ortaylı, a.g.e, s.52. 24 Bereket, Kozan ve Çukurova‟nın muhtelif yerlerinde devlet otoritesini sağlamaya çalıĢmıĢlardır. Aynı Ģekilde 1862-63 yıllarında Meclis-i Ahkâm-ı Adliye azasından Ahmet Vefik ve Rıza efendiler “tahkik-i ahali ve memleket zımnında” Anadolu müfettiĢliğiyle görevlendirilmiĢlerdir.45 ĠĢte bu Ģartlar altında Bâb-ı Âlî vilayetlerde hemen genel bir ıslahat programı hazırlamak mecburiyetinde idi; fakat bu program ilk olarak bazı eyaletlerde tecrübe edilmeli ve ondan sonra genelleĢtirilmeliydi. Osmanlı Devleti tatbik etmeyi düĢündüğü ıslahatları uygulayacak yeterlilikte memurlara sahip değildi. Yolsuzluk, rüĢvet, görev ve yetkiyi kötüye kullanma memleketin her tarafında oldukça yaygınlaĢmıĢtı. Bu sebeple ıslahat programını uygulamak amacıyla “kâide-i tedric” usûlü kabul edildi. Ve nihayet Âlî ve Fuat paĢalar taĢra idaresinde köklü bir ıslahat yapmanın vaktinin geldiğini düĢündüler. 1863 yılında yeni bir vilayet nizamnamesinin hazırlıkları böylece baĢladı.46 45 Lütfi, C. X, s. 87 ve 105; Ahmet Hamdi Tanpınar, “Ahmet Vefik Paşa”, İA, C.I, s.208; Tanpınar, Edebiyat Üzerine Makaleler, Dergah Yayınları, İstanbul Eylül 2000, s. 213. Vak„anüvis Lütfi Efendi tarihinde, Ahmet Vefik Paşa‟nın Anadolu müfettişliği hakkında: “Anadolu ve Rumeli‟nin bazı taraflarına tahkîkât ve teftîşât ve icrâat-ı mukteziyenin icrâsı zımnında ecille-i zevâtdan müfettişler gönderilmiş idi. Bunlardan Ahmet Vefik Efendi ile Rıza Efendi Anadolu ve Subhi Bey Rumeli cânibine memur oldular. Dâire-i teftişiyyelerinde fevka‟l-âde icrâat-ı mâriyyeye mıvaffak oldular. Hususiyle Ahmet Vefik Efendi‟nin Bursa şehr-i şehrinin tezyîn ve i„mârına olan gayret ve himmeti şâyân-ı takdîrdir” derken(C. X, s.105); Abdurrahman Şeref, “1279 evâhirinde Anadolu mıntıka-i yemîni müfettişliğine tayin kılınmıştır. Bir buçuk seneyi mütecâviz Bursa ve Karesi câniblerini devr ile icrâ-yı teftişât eylemiş ve kendisine mahsus olan muâmelât-ı hod-serânesi sanâdid-i mahalliyeyi gücendirmiş ve ahâliye dahi garib gelmiş olduğundan hakkında şikâyet-i adîde ve şedîde vuku„ bulmağla artık Fuad Paşa dahi sahâbet edememiş ve hatta müfettiş efendinin gayr-i kânûnî harekât-ı merviyyesini tahkîk içün ayrıca bir hey‟et-i teftîşiyye Bâb-ı Âlîce düşünülmüşdür. Ânın üzerine infisâl eyleyerek Âlî Paşa‟nın vefâtına kadar ma„zul kalmışdır” demektedir. A. Şeref, Tarih Musâhabeleri, Matbaa-i Âmire, İstanbul 1339, s. 223-224; Ahmet Hamdi Tanpınar ise, A. Vefik Paşa‟nın Anadolu müfettişliğiyle ilgili olarak A. Şeref‟in söylediklerini, büyük ihtimalle Tarih Musâhabeleri‟nden alarak, aynen tekrarlamaktadır. Bkz: Tanpınar, “Ahmet Vefik Paşa” s.208 ve Tanpınar, Edebiyat Üzerine Makaleler, 213. 46 Ortaylı, Tanzimat Devrinde Osmanlı Mahalli İdareleri, s.53. 25 C. 1864 Tarihli Vilayet Nizamnamesi 7 Kasım 1864 (7 Cemâziye‟l-âhir 1281) tarihinde Vilayet Nizamnâmesi hazırlandı. Vilayet Nizamnâmesi II. Mahmut sonrası yılların tecrübelerinin tabii bir sonucuydu.47 Nizamnâme ile eski eyalet sistemi kaldırılarak, yerine vilayet sistemi getiriliyordu. 1864 Nizamnâmesi‟nin meydana getirdiği Ģekliyle vilayet, Fransa departmanlarında olduğu gibi, sancaklara, sancaklar kazalara, kazalar köylere bölünmüĢtür. Sancaklar mutasarrıfların, kazalar kaymakamların, köyler muhtarların idaresinde olup, bunların tamamı valinin emri altında olacaklardı. Bu mülki taksimatın her bir kademesinde, üyelerinin çoğunun seçimle belirlendiği bir meclis ve bir de mahkeme bulunacaktı. 48 Vilayet Nizamnâmesi‟nin hazırlanıĢında Mithat PaĢa‟nın görüĢlerinden geniĢ ölçüde yararlanılmıĢtı; zirâ o kısa süreli NiĢ valiliği sırasında baĢarılı bir idarecilik örneği sergilemiĢ ve eyaletin karıĢık durumunu düzenlemiĢtir. Nizamnamenin hazırlanmasında özellikle Fuat PaĢa ile Mithat PaĢa‟nın müĢterek mesailerinin büyük rolü olduğu ifade edilmektedir. Zaten Fuad PaĢa eyalet idaresi iĢlerini görüĢmek üzere oluĢturulan komisyon için Mithat PaĢa‟yı Ġstanbul‟a çağırmıĢ, Mithat PaĢa‟yla bizzat kendisi geceleri beraber çalıĢarak, Vilayet Nizamnamesi‟nin taslağı oluĢturulmuĢtur.49 1864‟te neĢredilen, Vilayet Nizamnamesi ile Osmanlı vilayet idaresinde yeni bir devir açılmıĢ, taĢra idaresinde devletin son günlerine kadar devem edecek olan yeni bir sistem getirilmiĢtir. Nizamnamenin hemen bütün vilayetlere uygulanması mümkün gözükmüyordu.50 Bu sebeple Mithat PaĢa‟nın da içinde olduğu komisyon nizamnâmede çok az değiĢiklik yaparak 47 Roderic H. Davison, Osmanlı İmparatorluğu’nda Reform, s. 143. 48 Engelhardt, Tanzimat ve Türkiye, s. 185 vd.; Erik Jan Zürcher, Modernleşen Türkiye’nin Tarihi, İletişim Yay., İstanbul, 2006, s. 93 vd.; Davison, Osmanlı İmparatorluğu’nda Reform, s.153; Süleyman Oğuz, Osmanlı Vilayet İdaresi ve Doğu Rumeli Vilayeti (1878-1885), Gazi Ünv. Yay., Yayın No: 85, t.y., s. 19. 49 Ali Haydar Mithat, Mithat Paşa ( Hayat-ı Siyâsiyyesi, Hidemâtı, Menfâ Hayatı), Hilal Matbaası, İstanbul 1325, s.23-24; Davison, Osmanlı İmparatorluğu’nda Reform, s.153. 50 Ortaylı, Tanzimat Devrinde Osmanlı Mahalli İdareleri, s.53 vd. 26 Tuna Vilayeti Nizamnâmesi‟ni hazırladı. Tuna vilayeti, NiĢ, Vidin ve Silistre eyaletlerinin birleĢtirilmesiyle oluĢturulmuĢtu. Böylece Vilayet Nizamnamesi ilk olarak yeni oluĢturulan Tuna Vilayeti‟nde tatbik edilmeye baĢlandı. Tuna Vilayeti valiliğine Mithat PaĢa getirildi. Mithat PaĢa Tuna valiliğinde taraflıtarafsız herkesin taktirini kazanacak bir baĢarı elde etmiĢti. Mithat PaĢa çok baĢarılı bir bayındırlık faaliyeti yürüttü; bu baĢarı devletin son yıllarda görmediği kadar büyük ve önemliydi. Zirâ o, asfalt yollar, köprüler, sokak ıĢıkları, çeĢitli kamu binaları ve okullar yaptırmıĢtı. Tuna nehrinde Vapur hizmeti, modern tarım aletlerine sahip örnek çiftlikler oluĢturarak, vilayeti büyük bir refaha kavuĢturmuĢtu. Mithat PaĢa bunların yanında vilayetin ekonomik hayatını düzenlemekte çok önemli bir rol oynayan memleket sandıklarını da kurdu. Mithat PaĢa‟nın üç buçuk yıllık Tuna Valiliğinde üç bin kilometre yol ve bin dört yüz köprü yaptırdığı söylenmektedir. 51 Mithat PaĢanın Tuna Valiliği esnasında Tuna vilayeti altı ay gibi kısa bir zamanda birçok reformun uygulandığı bir alan haline gelmiĢti. Vilayetin gelirleri artmaya, ulaĢım ve yönetim sistemi düzelmeye baĢlamıĢtı. Fuat PaĢa, Avrupa devletlerine hitaben yazdığı 15 Mayıs 1867 tarihli bir muhtırada, vilayet nizamnamesinin Tuna‟da uygulanan ilk tecrübesinin baĢarıyla sonuçlandığını bildiriyordu. Ayrıca Fuat PaĢa, ülkenin ihtiyaçlarına bütünüyle cevap veren bir idare sistemi kurulduğunu ifade ediyordu. Son olarak yeni sistemin birkaç hafta içerisinde bütün vilayetlere tatbik edileceğini ilan ediyordu.52 Mithat PaĢa‟nın Tuna Vilayeti‟nde baĢarılı olması yeni vilayet sisteminin diğer Osmanlı eyaletlerinde de uygulanması hususunda Bab-ı Ali‟yi cesaretlendirmiĢtir. Bu sebeple, 1867 yılından itibaren Vilayet Nizamnamesi diğer bazı eyaletlerde de uygulanmaya konuldu. Neticede 1867 yılında Vilayet-i Umumiye Nizamnamesi neĢredildi. Burada Ģunu ifade etmek lazım ki, bu 1867 yılında ilan edilen Vilayet-i Umumiye Nizamnamesi 51 Davison, Osmanlı İmparatorluğu’nda Reform, s.159. 52 Davison, a.g.e, s.165. 27 yeni hazırlanmıĢ bir nizamname değildi.53 Sadece 1864 yılında çıkarılan Vilayet Nizamnamesi‟nin bütün imparatorluğu kapsayacak Ģekilde ve üzerinde önemli bir değiĢiklik yapılmadan neĢredilmiĢ yeni Ģekli idi. Yani, genel olarak zannedildiği gibi 1864 ve 1867‟de iki ayrı vilayet nizamnamesi hazırlanmamıĢtır. Daha önce de ifade edildiği gibi, 1867 yılında neĢredilen Vilayet-i Umumiye Nizamnamesi 1864 yılında çıkarılan Vilayet Nizamnamesi‟nin bütün ülkeye teĢmil edilmesidir. Yani, 1864 tarihli Vilayet Nizamnamesi 1871‟ çıkarılan Ġrade-i Umumiye-i Vilayet Nizamnamesi‟ne kadar yürürlükte kalmıĢtır. D. 1871 Tarihli İdare-i Umumiye-i Vilayet Nizamnamesi Ġrade-i Umumiye-i Vilayet Nizamnamesi54 esasında 1864 Vilayet Nizamnamesinin bir devamıdır. 1871 Nizamnamesi 1864 Nizamnamesindeki merkeziyetçi eğilimi daha da belirginleĢtirmiĢtir. 1871 Nizamnamesinin mukaddimesinde Ģu ifade bulunmaktadır: “Vilâyâtın teşkilât-ı esâsiyesi 1281 senesi şehr-i Cumâdi′l-âhiresinin yedisi târîhiyle müverraha olan i„lân kılınan nizâmnâme ile ta„yîn kılınmış ve mehâkim-i nizâmiye içün nizâmnâme-i mahsûs vaz„ ve te‟sîs edilmiş olduğundan işbu nizâmnâme idâre-i mehâkimden bahs etmeyüb yalnız me‟mûrîn-i icrâiyye ve mecâlis-i idâre ve belediyenin ve nevâhî idârelerinin vezâifini ta‟yîn eder.”55 Buradan da anlaĢıldığı gibi, 1871 Nizamnamesi vilâyet idaresiyle ilgili olarak yeni bir hüküm getirmemiĢ fakat 1864 Nizamnamesinin ahkâmını tahkim etmiĢtir. 53 Ortaylı, Tanzimat Devrinde Osmanlı Mahalli İdareleri, s.62 vd. 54 İrade-i Vilayet-i Umumiye Nizamnamesi‟nin tam metni için bkz: Düstur, I. Tertip, C.I, s. 625-651. 55 Düstur, I. Tertip, C.I, s. 625. 28 Vilayet nizamnamelerinden sonra Osmanlı ülkesinin idarî taksimatı aĢağıda verildiği Ģekilde oluĢmuĢtur. Vilâyetlerin Ġsimleri Ġstanbul 1. Edirne vilâyeti 2. 3. Tuna vilâyeti Bosna vilâyeti 4. 5. 6. 7. 8. 9. vilâyeti 10. 11. 12. 13. 14. 15. 16. 17. 18. Hersek vilâyeti Selânik vilâyeti Yanya vilâyeti Manastır vilâyeti ĠĢkodra Cezayiri Bahr-ı Sefid 19. 20. 21. 22. 23. 24. 25. 26. 27. Sancak veya mutasarrıflıkların isimleri Edirne, Tekfurdağı (Tekirdağ), Gelibolu, Filibe, Ġslimiye Rusçuk, Varna, Vidin, Tulça, Tirnova, Sofya, NiĢ Bosna Saray, Ġzvornik, Belanuka, Travnik, Bihke, Yenipazar Mostar, Kaçka Selânik, Serez, Drama Yanya, Ergeri, Tırhala, Preveze, Berat Manastır, Pirzerin, Üsküp, Dobra, ĠĢkodra ĠĢkodra Rodos, Midilli, Sakız, Ġstanköy, Kıbrıs Girit vilâyeti Hüdavendigar vilâyeti Aydın vilâyeti Ankara vilâyeti Konya vilâyeti Kastamonu vilâyeti Trabzon vilâyeti Sivas vilâyeti Erzurum vilâyeti Hanya, Resno, Kandiya, Ġspakya, TaĢıt Bursa, Ġznik, Karesi, Karahisar, Kütahya Ġzmir, Saruhan, Aydın, MenteĢe Ankara, Yozgat, Kayseriye, KırĢehir Konya, Teke, Hamit, Niğde, Burdur Kastamonu, Bolu, Sinop, Kengiri Trabzon, GümüĢhane, Batum, Canik Sivas, Amasya, Karahisar Erzurum, Çıldır, Beyazıt, Kars, MuĢ, Erzincan, Van Diyarbekir vilâyeti Diyarbekir, Mâmuretü‟l-aziz, Mardin, Siirt, Malatya Adana vilâyeti Adana, Kozan, Ġçel, Payas Suriye vilâyeti TrablusĢam, Hama, Beyrut, Akka, Kudüs, Belka,Cebel-i Lübnan Halep vilâyeti Halep, MaraĢ, Urfa, Zor Bağdad vilâyeti Bağdad, Musul, ġehrizor, Süleymaniye, Delim, Kerbelâ, Sâmira, Hankin Basra vilâyeti Basra, Müntefik, Necit Hicaz vilâyeti Mekke, Medine Yemen vilâyeti Sana, Hüdeyde, Asir, Tor Trablusgarp Trablusgarp, Bingazi, Cebel-i Garbiye, Fizan, Hams Tablo III: Vilayet Nizamnamelerinden Sonra Osmanlı Vilayetleri E. Maarif-İ Umumiye Nizamnamesi Avrupalı büyük devletler devamlı bir Ģekilde Osmanlı iç iĢlerine müdahale ediyorlar, çeĢitli vesilelerle Bab-ı Ali‟ye nota veriyorlardı. Mesela Fransa hükümeti, 1867 senesi Ocak ayında Osmanlı hükümetine bir reform programı sunmuĢtu. On altı paragraftan oluĢan bu programda, Osmanlı idare 29 Ģubelerinden hiçbiri ihmal edilmemiĢti. Fransa hükümetinin söz konusu notasında Ģunlardan söz edilmekteydi: “Hristiyanların çeşitli memuriyetlere kabul edilmesi, eğitim ıslahı ve yaygınlaştırılması, vilayet idare usulünün her tarafa yaygınlaştırılması, mahkemelerin alenî olacak şekilde düzenlenmesi, Hristiyanların şahitliklerinin kabul edilmesi, ticaret kanunlarının hazırlanması ve ticaret mahkemelerinin ıslahı, hapishanelerde zabıtanın ıslahı, yabancıların tasarruf hukukundan serbestçe yararlanmaları, vakıfların ıslahı ve bütün emlak ve arazinin mülke dönüştürülmesi, gayrimenkul malların feragatinin değiştirilmesi, dolaylı vergilerin emaneten idare ve iltizamın kaldırılması suretiyle doğrudan vergilerin toplanma usulünün değiştirilmesi, iç gümrüklerin ve tüketim vergisinin kaldırılması, büyük nafia işlerinin yapılması, yollar ve köprülerin ıslahı, maden ve ormanların iyileştirilmesi, büyük şehirlerde belediye dairelerinin kurulması, her nezaret için bir özel bir bütçe ve bütün idare şubeleri için de genel bir bütçe hazırlanması.”56 Söz konusu programın baĢ tarafında eğitimden de söz ediliyor, özellikle Hristiyan tebaanın kabul edilecekleri Müslüman okullarının kurulması gerektiği ifade ediyordu. Bunun yanında Müslümanlar arasında ilköğretimin yapılabilmesi için öğretmen yetiĢtirilmesine, fen, tarih, siyaset, hukuk eğitimi için ise bir üniversite kurulmasının gerekliliğine değiniliyordu.57 Batılı devletler, özellikle Kırım Harbinden sonra, bu harpte Osmanlı Devletine yaptıkları yardımların bir karĢılığı olarak, Bab-ı Ali‟yi devamlı kontrol altında tutmak istiyorlardı. Söz konusu devletler, çeĢitli sebeplerle Osmanlı içiĢlerine müdahale ediyorlar, vilayet idaresinden gayri müslimlerin imparatorluk içindeki konumlarına, askerlik hizmetinden maarif iĢlerine kadar birçok konuda Bab-ı Ali‟yi sıkıĢtırıyorlardı. Vilayet idaresi meselesini 1864, 56 57 Engelhardt, Tanzimat ve Türkiye, s. 481. Engelhardt, a.g.e, s. 246; Bayram Kodaman, Abdülhamid Devri Eğitim Sistemi, TTK Yay., Ankara 1988, s. 21; Batılı devletlerin Osmanlı ıslahatlarına tesirleri hakkında ayrıca bkz: İhsan D. Dağı, “Osmanlı Reform Hareketleri ve Avrupa Faktörü”, Yeni Türkiye Osmanlı Özel Sayısı I, Ocak-Şubat 2000, Sa. 31, Ankara 2000, s. 154-158; Mustafa Çufalı, “Osmanlı Reformlarına Yönelik İngiliz Politikası”, Yeni Türkiye Osmanlı Özel Sayısı I, Ocak-Şubat 2000, Sa. 31, Ankara 2000, s. 214-226. 30 1867, 1871 vilayet nizamnameleri ile halleden Bab-ı Ali, maarif meselesini de köklü bir çözüme kavuĢturmayı düĢünmüĢtür. Osmanlı hükümeti Fransa tarafından sunulan reform programını 22 ġubat 1867‟de kabul etmiĢtir. Bu durum, Osmanlı devletinde yapılacak maarif ıslahatlarının Fransız eğitim sistemine göre olacağını gösteriyordu. ĠĢte Sultan Abdülaziz devrinde maarif iĢlerini belli bir düzene sokmak ve Batılı devletlerin bu meseleden dolayı Osmanlı iç iĢlerine müdahalelerini engellemek amacıyla Maarif Nazırı Safvet PaĢa‟nın baĢkanlığında kurulan bir komisyon tarafından 1 Eylül 1869 tarihinde (24 Cemâziye‟l-evvel 1286) Maarif-i Umumiye Nizamnamesi58 neĢredilmiĢtir. Bu nizamname 198 maddeden oluĢmaktadır. Nizamnamenin birinci maddesinde, Osmanlı mektepleri Ģu Ģekilde tasnif edilmektedir: “ Memâlik-i devlet-i aliyyede bulunan mekâtib esâsen iki kısma münkasemdir: Birincisi, mekâtib-i umûmiyedir ki nezâret ve emr-i idâresi devlete âittir. İkincisi, mekâtib-i husûsiyedir ki yalnız nezâreti devlete ve te‟sis ve idâresi efrâd yahûd cemâate âittir.”59 Nizamnamenin ana hatları ve ahkâmı Ģu Ģekilde kısaca özetlenebilir: Daha önceden kurulmuĢ olan Maarif-i Umumiye nezareti daha kapsamlı bir hale getirilmiĢtir. Kurulması düĢünülen Meclis-i Kebir-i Maarif‟in iki daireden oluĢması tasarlanmıĢtır. Bu dairelerden birincisi olan Ġlmiye Dairesi, mektepler için kitap telif ve tercüme ettirmek, Batı okullarıyla iliĢki kurmak ve Türkçenin geliĢmesini sağlamak gibi iĢleri yürütecekti. Ġkincisi olan Ġdarî Daire ise, mekteplere, maarif meclislerine, kütüphane, müze ve matbaalara nezaret edecek, eğitimle ilgili plan, proje ve programları hazırlayacak, maarif personelinin terfi ve cezalandırılma iĢlerine bakacaktı. Vilayet Maarif Meclisleri 58 ise, Maarif Nezareti‟nin vilayetlerdeki Ģubeleri olarak Maarif-i Umumiye Nizamnamesi‟nin metni için bkz: Düstur, I. Tertip, C. II, s. 184-219; Sibel Hayta, 1869 Maarif-i Umumiye Nizamnamesi ve Türk Eğitimine Katkıları, Gazi Ünv. Sosyal Bilimler Enstitüsü Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara 1995, s. 124-138. 59 Düstur, I. Tertip, C. II, s. 184 31 teĢkilatlanacaklardı. Söz konusu meclislerin baĢkanlığını, vilayetlerde yeni kurulacak olan maarif müdüriyetleri yürütecekti. Devlet bütçesinden eğitim için ayrılan ödeneklerle beraber vakıf gelirleri ve bağıĢlar maarif sandıklarında toplanacak ve harcamalar buradan yapılacaktı. Maarif sandıkları her vilayet, sancak ve kazada kurulacaktı.60 Maarif-i Umumiye Nizamnamesi‟nin birinci maddesinde ifade edilen Umumî Mektepler; sıbyan mektepleri, rüĢdiyeler, idadîler, sultanîler, darü‟lmuallimin, darü‟l-muallimat ve darü‟l-fünun idi.61 Hususî Mektepler ise, müslim ve gayri müslim Osmanlı tebaası ile yabancılar tarafından ücretli veya ücretsiz olarak açılan mekteplerdi. Bu mekteplerin idaresine gerekli olan para veya binalar bağlı bulundukları cemaatlerin vakıfları tarafından karĢılanacaktı. Hususî mektep açabilmek için öncelikle bu mekteplerde çalıĢacak öğretmenlerin ellerinde Maarif Nezareti tarafından tasdik edilmiĢ bir Ģahadetname bulunması gerekliydi. Ayrıca bu mekteplerde okutulacak ders kitapları Maarif Nezaretince görülmüĢ ve kabul edilmiĢ olmalıydı. Bunun yanı sıra, hususî mektep açabilmek için mektep açmak isteyen kiĢi veya kurumlara Ġstanbul‟da Maarif nezareti tarafından, vilayetlerde ise valiler tarafından ruhsat verilmiĢ olmalıydı.62 Mekteplerin nerelerde açılacağı hususu da söz konusu nizamnamede açıklanmıĢtır. Buna göre, her köy ve mahallede bir sıbyan mektebi, beĢ yüz haneli yerlerde rüĢdiye, bin haneli yerlerde idadî, vilayet merkezlerinde sultanî, Ġstanbul‟da kız ve erkek muallim mektepleri, ayrıca uygun görülen yerlerde de kız rüĢdiyeleri açılması tasarlanıyordu. Sıbyan mektepleri ve 60 Yolalıcı, XIX. Yüzyılda Canik (Samsun) Sancağı’nın Sosyal ve Ekonomik Yapısı, s. 63. 61 Lütfi Efendi ise tarihinde: “Mektebler üç sınıfa tertîb olunup, bir sınıfı sıbyâna tahsîs ya„ni mahalle mekteblerinin ahvâl ve usûl-i tedrîsiyyeleri ta„dîl ve tevsî„ olunmasını; bir kısmı Rüşdiye Mektebleri olup, bunların da kavâid-i ta„lîmiyyeleri ta„yîn kılınmasını, kısm-ı diğeri Mekteb-i Sultanî usûlü üzre te‟sîs edilecek mektebler olup, adedinin mikdâr-ı kifâyeye iblâğ kılınmasını. Her nevi„ mekteblerde tedrîs olunacak dersleri mu„arref ve mu„ayyen olarak herkes evlâd ü etfâlini mekteblere devam ettirmeye icbâr ve bu bâbda mümâna„at ve muhâlefeti görülenler derecesine ve hareketlerinin tekerrürüne nisbetle, beş kuruştan yüz kuruşa kadar cezây-i nakdî ahziyle mücâzâta giriftâr edileceğini mu„âllendir.” demektedir. Lütfi C. XII, s.79. Ayrıca bkz: Zücher, Modernleşen Türkiye’nin Tarihi, s. 96. 62 Osman Ergin, Türk Maarif Tarihi, C. I-II, Eser Matbaası, İstanbul 1977, s. 508. 32 rüĢdiyeler, müslim ve gayri müslimler için ayrı, kızlar için ayrı, diğer okul çeĢitleri için ise karma olacaktı.63 Bu mekteplere kızlara 6-10, erkeklere ise 711 yaĢları arasında devam mecburiyeti getirilmiĢtir.64 Maarif-i Umumiye Nizamnamesi‟nde kabul edilen eğitim-öğretim ıslahatlarının tamamının, Osmanlı Devleti‟nin o devirde içinde bulunduğu Ģartlar düĢünülürse, hayata geçirilmesi imkânsız gibi gözükmektedir. Bu sebeple, yapılması düĢünülen ıslahatlarda yine “kaide-i tedric” usulü benimsenmiĢ ve nizamnamenin uygulanmasına Ġstanbul‟dan baĢlanmıĢtır. Nizamnamenin uygulanmaya baĢlamasından sonra düĢünüldüğü derecede baĢarılı sonuçlar alınamamıĢtır. Merkezî maarif teĢkilatı için kurulması düĢünülen Meclis-i Kebir-i Maarif iki dairesiyle çalıĢmalarına baĢlamıĢ, fakat 1872 tarihinde meclis iki daireli olmaktan çıkarılarak tek meclis haline getirilmiĢ ve üye sayısı azaltılmıĢtır. Vilayetlerdeki uygulama ise daha kısıtlı olmuĢ, sadece Tuna ve Bağdat vilayetlerinde 1872 tarihinde birer Meclis-i Maarif kurulabilmiĢtir. Maalesef maarif müdürleri ve müfettiĢleri tayin edilemediğinden vilayetlerde maarif müdürlüklerinin açılması mümkün olamamıĢtır.65 63 Sadrettin Celal Antel, “Tanzimat Maarifi”, Tanzimat, C. I, MEB Yay., İstanbul 1999, s. 441-462; Yahya Akyüz, Türk Eğitim Tarihi (Başlangıçtan 1999’a), Alfa Yay., İstanbul 1999, s. 142; Karal, VII, s. 201 vd.; Aydın Vilayeti dahilinde kurulması düşünülen mektepler hakkında bkz: BOA, İ.ŞB. 20/883, 1287, B.14. 64 Yücel Gelişli, “Osmanlı İlköğretim Kurumlarından Sıbyan Mektepleri” (Kuruluşu, Gelişimi ve Dönüşümü), Türkler, C. XV, Yeni Türkiye Yay., Ankara 2002, s. 35-43. 65 Kodaman, Abdülhamid Devri Eğitim Sistemi, s. 27. 33 ĠKĠNCĠ BÖLÜM FIRKA-Ġ ISLÂHĠYYE, AġĠRETLERĠN ĠSKÂNI VE ÂSÂYĠġĠN TE’MĠNĠ I. FIRKA-Ġ ISLAHĠYYE’NĠN TE’SĠSĠ VE FAALĠYET ALANI Osmanlı Devleti‟nin XIX. Asırda uğraĢmak zorunda kaldığı meselelerin baĢında âsâyiĢsizlik, belki de birinci sırayı iĢgal eder. Ġmparatorluğun geniĢ sınırları içerisinde devlet otoritesinin giremediği, devletin hiçbir Ģekilde tanınmadığı bölgeler vardı. Devlet, düz ovalarda oturan ahali dıĢında, dağlık bölgelerde, genellikle konar-göçer hayat tarzını devam ettiren ve kendi beylerinin idâresi altında bulunan aĢiretlerden ne asker ne de vergi alabiliyordu. Ülkenin her tarafında türeyen eĢkıya, köylülere musallat oluyor, köylünün mahsulüne el koyuyordu. Köylü bu eĢkıyalara devlet otoritesini kabul ettirmeye mecburiyetinde çalıĢan kaldığı jandarma için devletin ile hayvanlarını âsâyiĢi sağlamak da beslemek faaliyetlerinin masraflarını da çekmek zorundaydı.66 EĢkıyanın yanı sıra bir diğer mesele de devlet otoritesini tanımayan âyânlar, mahallî eĢrâf, vilâyet meclisi üyeleri ve konsoloslardı.67 Tüccarlar aĢiretlerin ve âyânların kontrolünde olan bölgelerden bir diğer bölgeye geçerken eĢkıyalara geçiĢ parası vermek mecburiyetindeydiler. 68 Her yerde 66 Karal, C. VII, s.158. 67 Karal, C.VII, aynı yer 68 Donald Quataert, Osmanlı İmparatorluğu’nun Sosyal ve Ekonomik Tarihi, C .II, Editörler: Halil İnalcık, Donald Quataert, Eren Yay., Ankara 2006 s. 935. 34 eĢkıyalık hüküm sürmekte, hatta zaman zaman hacı kafilelerinin soyulması hadiselerine bile rastlanmaktadır69 ĠĢte Kozan bölgesi de hükümet otoritesinin giremediği yerlerdendi. Kozan‟ın çoğu yeri isyan halindeydi, Kozan-oğullarının70 ve birçok Türkmen aĢiretinin hâkim olduğu bölgeden devlet, asker ve vergi alamadığı gibi 18651866 yıllarına kadar bölgede, inzibatı ve devlet otoritesini sağlama teĢebbüsleri de sonuçsuz kalmıĢtı.71 Ayrıca, Islah hareketinin baĢladığı 1865 tarihinde Kozan-oğullarının, kendilerine daha önceden Bâb-ı Âlî tarafından verilen, resmî ünvanlara sahip olmalarına rağmen, devlet memurlarının Kozan bölgesine girmelerine izin vermediklerini görmekteyiz. 72 Kozan bölgesinin bu Ģekilde isyan halinde bulunması ve Kozan beylerinin baĢlarına buyruk hareket etmelerinin sebepleri arasında, devletin göstermiĢ olduğu büyük bir ihmâl de vardı.73 Esasında bölgedeki âsâyiĢsizlik ve düzen bozukluğu devlet tarafından gayet iyi bir Ģekilde biliniyordu; fakat yeterli tedbirler de bir türlü alınamıyordu. 1855 senesinin sonlarında, aĢiretlerin bölgede yol açtıkları düzensizlikler sebebiyle Ģikâyetler artmıĢ ve merkezî hükümetten bölgeye takviye kuvvetleri göndermesi istenmiĢti.74 69 Paul Dumont, “1865 Tarihinde Güney-Doğu Anadolu‟nun Islahı”, İ.Ü.E.F.T.E.D., Sa. 10-11. s. 370 70 “Güneyde Sis, kuzeyde Aziziye nâhiyesi, batıda Zamantı Çayı, doğuda Sunbas Vâdisi Kozanoğullarının nüfuz bölgesinin sınırlarını çizmektedir” Bkz: Dumont, a.g.m, s. 374 71 “Kozan-oğullarına boyun eğdirmek üzere girişilen çeşitli teşebbüsler netice vermemiş idi; şöyle ki önce Cebbarzâdelerin (Çapan-oğulları) istilâ teşebbüsü Yusuf Ağa tarafından tam bir bozguna uğratılmıştır” “Kozan‟ı itaat altına almak için ikinci teşebbüs Mısır vâlisi Mehmet Ali Paşa‟nın Adana‟ya yerleştiği sırada oldu” Mehmet Ali‟nin oğullarından İbrahim Paşa‟nın Kozan bölgesi aşiretlerini itaat altına alma teşebbüsü de başarısızlıkla sonuçlanmıştır. “Osmanlı hâkimiyetini de tanımayan Kozan beyi üzerine „Arabistan ordusu müşiri‟ Kıbrıslı Mehmet Paşa‟nın gönderdiği kuvvetler de yine Çadırcı Mehmet Bey tarafından bozguna uğratılmıştır” Bkz: V. F. Büchner, “Sis” İA, C. X, s.710-711; Çukurova‟da yerleşen Türkmen Aşiretleri‟nin isimleri hakkında bkz: Yusuf Halaçoğlu, “Adana Tarihçesi”, Efsaneden Tarihe Tarihten Bugüne Adana: Köprübaşı, Yapı Kredi Yay., İstanbul 2000, s. 11-17. 72 Dumont, a.g.m., s.376 73 Dumont, a.g.m., s. 369-392 74 Nuri Yavuz, Fırka-i Islahiye, Gündüz Eğitim ve Yayıncılık, Ankara 2004, s. 13. 35 Kozan dağlarının ahâlisi Selçuklular zamanından kalma aĢiretlerden ibâretti. 475‟te (1082-83) Selçuklu hâkimiyetine giren bölge, bu tarihten sonra Türkmenlerin yoğun Ģekilde yerleĢtikleri bir alan haline geldi.75 Yavuz Sultan Selim devrinde Osmanlı hâkimiyetine giren Kozan, ahalisinin dik baĢlılığı ve coğrafî olarak oldukça sarp bir bölge olması sebebiyle devlet otoritesine tam olarak alınamamıĢ, hatta tahrir bile olunamamıĢtır.76 Ayrıca Cevdet PaĢa, Adana ve Misis tarafları arâzisinin Defter-i Hâkânî‟de kayıtlı olmasına rağmen Kozan dağlarının kayıtlarına rastlanmadığını yazmaktadır.77 Cevdet PaĢa, “Hîn-i fetihden beri Gâvur-dağı yani Cebel-i Bereket bir hâl-i isyândadır. Kozan dağlarına hükümet-i Devlet-i aliyye hiç girmedi Hısn-ı Mansûr tarafı bir hal-i şerkeşîde ve Akçadağ ile Dersim dahi Gâvur-dağı tavrunda bulunuyor ve buraları birer eşkıyâ yuvası olup etrâfdaki câniler buralara ilticâ ile hükümetin pençesinden kurtuluyor ve bu dağların sebebine bir çok aşâir dahi bevâdî-i isyân ve ser-keşîde dolaşıyor” demektedir.78 Yine Cevdet PaĢa, “Kırım muhârebesi esnasında her tarafdan asakir-i mu„avine celb ü sevk olunduğu sırada, „acaba Kozan-oğlu da muharebeye gönderilebilür mi?‟ deyu bahs olunuyordu. O zaman İngiliz baş-tercümanı olan Pizani, Reşid Paşa‟ya gelüp „Eğer te‟minat verirseniz biz Kozan-oğlunu muharebeye sevk ederiz‟ demiş. Reşid Paşa bundan ürküp: „Kozan bir müddet daha bu hâl üzere giderse oraya ecnebî eli girer ve Kozan‟da, bir hükûmet-i mümtâze şeklini alur. Vâkı„a Kozan‟da şimdiye kadar evâmir-i devlet cârî olmamış ise de, hâricen tanınmış bir hükûmet değildir. Amma müdâhale-i ecnebiyyeye ma„ruz olur ise, o da başımıza bir belâ olur. Şimdi 75 Yılmaz Kurt, “Osmaniye” DİA, C. XXXIII, s. 478; Dumont, “Bu göçebeler on bin çadırdan daha fazla bir nüfusu temsil etmektedirler” der. Bkz: Dumont, “1865 Tarihinde Güney-Doğu Anadolu‟nun Islahı”, s. 374. 76 Cevdet, Tezâkir, s. 108. 77 Cevdet, Tezâkir, aynı yer. 78 Cevdet, Tezâkir, s. 107. 36 sırası değil, lâkin ilerüde Kozan‟ı taht-ı zabt ü rabta almalıyız‟ der idi.” demektedir.79 Pizani‟nin, “Eğer te‟minat verirseniz biz Kozan-oğlunu muharebeye sevk ederiz” demesinden, Kozan-oğullarının, sâdece devlet otoritesini tanımamakla kalmadıklarını, aynı zamanda müstakil bir devletmiĢ gibi davranarak yabancı devletlerle görüĢtükleri sonucunu çıkarabiliriz. Nitekim Kozan dağlarında, Kozan-oğullarının müstakil bir devlet gibi hareket etmelerine set çekecek hiçbir kuvvet bulunmuyordu.80 Ayrıca Kozanoğullarının ahâliye zulmettiklerine dâir bölgeden Ġstanbul‟a Ģikâyet dilekçeleri geliyor, ahâliden olması gerekenden daha fazla vergi alındığı, alınan vergilerin “hazine-i devlete verilmeyerek” Kozan-oğulları elinde kaldığı bildiriliyordu. Ahâlinin bu duruma tahammülü kalmadığı için Haçin* Kasabası‟ndan yüzü aĢkın hânenin Adana‟ya göçmüĢ oldukları ve söz konusu kasaba ahâlisinden elli neferin de âilelerini orada bırakarak firar ettikleri beyân ediliyordu.81 Bununla berâber, Kozan Beyleri idârelerinde bulunan kiĢilerin hayat haklarını ellerinde bulunduruyorlar, ahâlinin miras mallarını müsâdere ediyorlar ve herhangi bir kanuna da tâbi bulunmuyorlardı.82 Devlet âsâyiĢsizlik sebebiyle dağlık bölgelerden vergi alamadığı gibi, Tanzimat ve Islahat fermanlarında bütün tebaanın askere alınacağı ilan edilmiĢ olmasına rağmen sadece Anadolu ve Rumeli‟de düz ovalarda oturan Türk ahali düzenli bir Ģekilde askere alınabiliyordu. 83 Meselâ Kırım Harbi yıllarında Gâvur dağları ve Kozan dağları arasında bulunan bölgeden asker alınmak istenmiĢse de aĢiretlerin muhalefeti yüzünden söz konusu 79 Cevdet, Ma‘ruzat, s. 113. Ayrıca Bkz: Karal, C. VII, s. 181. 80 Büchner, “Sis”, s. 710 * Bugünkü Saimbeyli 81 BOA, İ.MMS. 30/1256, 17 Ş. 1281 82 Dumont, “1865 Tarihinde Güney-Doğu Anadolu‟nun Islahı”, s. 376. 83 Karal, C. VII, s.183. 37 bölgelerden asker alınamamıĢtı.84 AĢiretler, devlete asker ve vergi vermemeyi alıĢkanlık haline gitirmiĢlerdi. 1852 senesi itibariyle Adana eyaleti devlet hazine 10.000.000 kuruĢ borçluydu.85 Islahat Fermânı‟nda birçok konuda olduğu gibi askerlik meselesinde de eĢitlik vaat edilmiĢti, fakat gayr-ı müslim ahali büyük oranda eski alıĢkanlıklarını devam ettirdi ve daha önce verdikleri cizye vergisini vermeye devam ederek askerlik hizmetinden yine muaf tutuldular.86 “Olan MüslümanTürk ahaliye oldu. Bütün yük onun sırtına bindi.” Ayrıca Anadolu‟nun ve Osmanlı Avrupası‟nın dağlık bölgelerinde yaĢayan ahâli de devamlı bir Ģekilde askerlik hizmetinden kaçmakta idi. Bu sebeple, geniĢ imparatorluk sınırlarında askerlik hizmetine alınanlar Anadolu ve Rumeli ovalarında oturan köylülerden ibaret kalıyordu.87 Tabii ahalinin askerlik hizmetinden kaçmasını sadece âsâyiĢsizlikle açıklamak da pek doğru bir yaklaĢım olmasa gerektir. Nitekim ülkenin büyük çoğunluğundan asker alınamadığı için askere alınan Müslüman ahalinin askerlik müddeti nizâmî sürenin iki üç katına çıkabiliyor ve onlar, terhis edildikten sonra da gerekli görüldüğünde yeniden askere çağrılıyorlardı. “Yerinden yurdundan koparılıp, Avrupa‟da, Arabistan‟da veya Afrika‟da kışlalara yerleştirilen bu yoksul insan, parasız pulsuz, elbisesiz, postalsız ve aç bırakılmaktadır. Nazırından valisine, subayına kadar herkes kasaları, erzak ve silah depolarını talan eder. Hummanın yiyip tükettiği, aç, üstü başı lime lime zavallı asker ya eşkıyalığa ya da başkaldırmaya zorlanır”88 84 “… 1850‟ye doğru, Kilikya ovası ve dağlık çevreleri daima Bâb-ı Âlî‟nin kontrolü dışında kalmaktadır. Ovanın göçebeleri ve dağlılar, askerlik hizmetini ve vergiyi bilmez gözükmekten gurur duymaktaydılar. Victor Langlois‟ya göre, Adana Paşalık‟ı 1852 yılında imparatorluk hazinesine on milyon kuruş borçludur.” Bkz: Dumont, “1865 Tarihinde Güney-Doğu Anadolu‟nun Islahı”, s. 370 ; Ayrıca, Halaçoğlu, “Fırka-i Islâhiyye” DİA, C. XIII, s. 35. 85 Yavuz, Fırka-i Islahiye, s.19. 86 Suraıya Faroqhi, Osmanlı Kültürü ve Gündelik Yaşam, Tarih Vakfı Yay., İstanbul, Mart 2005, s. 268. 87 Yerasimos, Az Gelişmişlik Sürecinde Türkiye, C. II, s.729. 88 Yerasimos, a.g.e, s.122-130. 38 Osmanlı devlet adamları, gayr-ı müslim ahalinin askere alınıp alınmaması meselesini birçok kez müzakere etmiĢler ve neticede görülen mahzurlar89 sebebiyle gayr-ı müslim ahaliden asker alınması düĢüncesinden vazgeçilmiĢtir. Gayr-ı müslim ahaliden asker almak yerine Anadolu‟da Müslüman ahali ile meskûn fakat devlet otoritesinin giremediği bölgeleri “tahtı inzibâta” alarak daha büyük bir kazanç elde edileceği kanaatine varılmıĢtır.90 Zaten Cevdet PaĢa‟ya göre devlet, isyan hâlinde olan bölgelerde inzibat ve âsâyiĢi sağlayamaz ve “ur abalıya” meselince her zaman yaptığı gibi itaatkâr Müslüman ahaliye yüklenmeye devam ederse zaman içerisinde devletin aslî unsuru olan Türkler günden güne zaafa uğrayacaktır.91 “Halbuki” der, PaĢa: “bizde tensîkat-ı askeriyyeden müstesnâ çok yerler var. Anlar taht-ı inzibâta alınırlar ise kur„a dâireleri tevessü„ eder ve unsur-ı aslîmiz olan Türkler hayliden hayli nefes alur. İşte Bosna bir nümûnedir. On seneye kadar Bosna‟nın muvazzafasiyle berâber redîfleri elli bine bâliğ olur. Kozan hakkında Reşid Paşa‟nın efkârı hâtırlardan çıkmamışdır. Gâvur-dağı da ez-kadîm hâl-i isyândadır. (...) Ve bu esnâda ehemmiyeti çok artmışdır. Buraları taht-ı zabt ü rabta alınsa ahâlî-i mutî„anın 89 Cevdet Paşa, vükelâ heyetinden mürekkep bir encümende gayr-ı müslimlerden asker alınıp alınmaması hususunda fikri sorulduğunda: “Tebe„a-i gayr-ı müslimeden alınacak efrâd-ı askeriyye, neferât-ı islâmiyye ile mahlût olursa, bir taburda imâm olduğu gibi papas da bulunmak lâzım gelür. Bir olsa be‟is yok, diyelim. Lâkin bizde tebe„a-i gayr-i müslimenin envâ„-ı kesiresi var. Ortodoks, Katolik, Ermeni, Ya„kubî, Protestan yekdigere mübâyin oldukdan başka, Katolikler dahi Lâtin ve Ermeni katoliği ve Merkit denilen Rum katoliği ve Mârunî ve Süryânî ve Geldânî deyu muhtelif sınıflara münkasemdir. Ve Melkitler ile Mârunîler, ikisi de Papa‟yı tanıdıkları hâlde yekdigere hasımdırlar. Bulgarlar dahi Ortodoks mezhebinde bulundukları hâlde bir vakitten berü Rumlardan müteneffir olmuşlardır. Bunlar hep başka başka papas isterler. Yahudiler de haham ister. Bir taburda bir sürü rûhâniler bulunmak lâzım gelür. Müslümanların ramazânı, Hıristiyanların eyyâm-ı muhtelifede perhîzleri var. Böyle mahlût bir hey‟et nasıl idâre olunacak” dediğini yazmaktadır. Bkz: Ma‘ruzat. s.112-113. 90 91 Cevdet, Tezâkir, s.107. Cevdet, Tezâkir, aynı yer. “… yalnız ahâli-i mutî„aya yüklenir isek günden güne anâsır-ı asliyyemize za„f gelir.”; Ma„ruzat‟ta ise: “…hep anâsır-ı mutî„a üzerine yükleniliyor. Böyle giderse anâsır-ı asliyyemiz olan Türklere günden güne za„f geliyor” denilmektedir. Bkz: Cevdet, Ma‘ruzat, s. 115. 39 yükü çok hafifler ve ol vakte kadar ahâlî-i gayr-ı müslimeden asker alınmak meselesi dahi arîz u amîk düşünülerek hall edilmiş olur”92 demektedir. Neticede, Anadolu‟da devlet otoritesini tanımayan bölgelerin ıslahına karar verilmiĢ ve hem orduya yeni asker kaynakları temin etmek, eĢkıyalığa bir son vermek, vergileri düzenli bir Ģekilde toplamak, bulundukları bölgelerde türlü karıĢıklıklara sebep olan aĢiretleri iskân etmek hem de ziraate açık olmayan bölgeleri ziraate açarak93 devlete yeni gelir kaynakları elde etmek düĢüncesiyle Anadolu cihetinin ıslahı için bir “fırka-i askeriyye” teĢkil edilmesi uygun görülerek, Fırka-i Islahiyye adında bir askerî fırka kurulmuĢtur. Fırka-i Islahiyye‟nin kumandanlığına MüĢir DerviĢ PaĢa94 getirilirken, Cevdet PaĢa‟nın da fevkalade memuriyetle DerviĢ PaĢa ile Kozan cihetine gitmesine karar verilmiĢtir95. Fırka-i Islahiyye‟nin hareket sahası Ġskenderun‟dan MaraĢ ve Elbistan‟a; Kilis‟ten Niğde ve Kayseri‟ye; Adana eyâletinden Sivas eyâleti sınırına kadar uzanıyordu.96 Fırka, Rumeli isyanlarında da kullanılan ve büyük bir çoğunluğu Batı Anadolu zeybekleri, bir kısmı da Arnavut askerlerinden müteĢekkil yedi taburla berâber Girit ve Adana‟dan gelen taburlarla, Hassa ikinci süvari alayından oluĢan toplam on beĢ tabur piyâde, iki süvari alayı ve beĢ altı bin kadar Çerkez ve Kürt atlılarından oluĢmaktaydı.97 Masraflar için hazineden yeterli miktarda tahsisat ayrılmıĢ, 92 Cevdet, Ma‘ruzat, s.115. 93 Halaçoğlu, “Fırka-i Islâhiyye”, s.35 94 Derviş Paşa hakkında bkz: Şihabeddin Tekindağ, “Derviş Paşa” İA, C.III; Türkiye Diyanet Vakfı tarafından hazırlanan İslam Ansiklopedisi‟nde Derviş Paşa maddesinin bulunmamasının garipsenecek bir durum olduğunu belirtelim. 95 “Derviş Paşa ile müştereken fevka‟l-âde bir me‟zûniyyeti hâiz idik. Umur-ı mülkiye kullarına ve askerin ta„biyesi ana âid olup, ne tarafa gidilmek ve nereye sevk-i asker edilmek husûsu dahi beynimizde müşterek bir vazife idi. Ve makam-ı Ser-askerîden verilen emr üzerine erkân-ı harbiyyeye ma„nevî nezâretim olup, ekseriyâ kullarına mürâca„at ederlerdi.” Cevdet, Ma‘ruzat, s.119; Tezâkir, s.135 vd; Ayrıca, bkz: Ali Ölmezoğlu, “Cevdet Paşa” İA, C. III, s.116 96 Cevdet, Ma‘ruzat, s.131; Halaçoğlu, “Fırka-i Islahiye ve Yapmış Olduğu İskân”, İ.Ü.E.F.T.D, Mart 1973, Sa.27, s.1-20; Halaçoğlu, “Fırka-i Islahiyye” DİA, C. XIII, s.35 97 Cevdet, Tezâkir, s.133; Ma‘ruzat, s.116-117, “Derviş Paşa, Ostrog Boğazı‟ndan mürûr ile Karadağ‟ı yarup muzafferen İşkodra cihetine geçen asâkir-i şâhânenin en güzîdelerinden yedi tabur 40 bir muhâsebeci ile muhâsebe kâtipleri de fırkada görevlendirilmiĢti. Ayrıca ıslahat sahalarında yapılacak yeni düzenlemer için tahrir, tapu, mal ve muhâsebe memurlarından bir komisyon da kurulmuĢtu. Bununla beraber Fırka-i Islahiyye‟nin de uyması gereken bir takım kurallar belirlenmiĢ, fırkanın sevk ve idâresi, yapılması gereken ıslahat sırasında silah kullanıp kullanmayacağı, öncelikle devletin halka sevdirilmesi gerektiği, aĢiret reislerin bölge dıĢına gönderilmeleri, fırkaya yardımcı olanlara maaĢ bağlanması, ıslahat sahalarının yeniden yapılandırılması, vergilerin yeniden düzenlenmesi ve arazileri tapusuz olan ahaliye tapularının verilmesi gibi konular tespit edilmiĢtir.98 Fırka-i Islahiyye‟nin tedâriki görüldükten sonra, 20 Mayıs 1865‟te Ġstanbul‟dan hareketle 28 Mayıs 1865 tarihinde Ġskenderun‟a varıldı.99 Fırka-i Islahiyye ilk olarak Kozan üzerine gitmek ve Kozan dağlarında âĢâyiĢi sağlamak, birkaç seneden beri isyan hâlinde olan Zeytun nâhiyesini ıslah ile MaraĢ üzerinden Kürt dağı ve akabinde Cebel-i Bereket olarak isimlendirilen Gâvur dağı cihetini inzibat altına almak düĢüncesindeydi. Fakat bu esnâda Gâvur dağı ve Kürt dağındaki isyan hareketleri Ģiddetlendiği, bazı Gâvur dağı ağalarının yabancı devletlerin memurlarıyla görüĢtükleri iĢitildiği için, öncelikli olarak Cebel-i Bereket bölgesine gidilmeye ve orada âĢâyiĢ te‟min edildikten sonra Kozan ıslahatına baĢlanılmasına karar verildi.100 Ayrıca söz konusu bölgelerde inzibat sağlandıktan sonra devlet otoritesinin giremediği, uzun nizâmiyye seçdi ki ekser neferâtı zeybek bahâdırları ve bâkîsi Arnavutluğ‟un güzîde erleri idi. Ve cümlesi nev-îcad şeşhâneli tüfengler ile müsellah idi. Arnavud[lar], çâbük ü çâlâk ve cesûr u bî-bâk âdemler olup dağlarda ve sarp yerlerde seküp gider bir kavm oldukları ma„lumdur. Zeybekler ise mehâlik ü muhâtarâtdan sakınmaz, yorulmaz, usanmaz, şûh u şen ve sanki askerlik içün yaratılmış Türklerin bir güzel soyudur.” Ayrıca bkz: Halaçoğlu, “Fırka-i Islahiyye”, s.35; Dumont, “1865 Tarihinde Güney-Doğu Anadolu‟nun Islahı”, s.371. 98 Cevdet, Ma‘ruzat, s. 118 ve Halaçoğlu, “Fırka-i Islahiyye”, s.35. 99 Halaçoğlu, “Fırka-i Islahiyye”, s.35; Dumont, Fırka-i Islahiyye‟nin İskenderun‟da karaya çıkış tarihini 3 Haziran 1865 olarak vermektedir. Dumont, “1865 Tarihinde Güney-Doğu Anadolu‟nun Islahı”, s.383; Kasım Ener ise Fırka-i Islahiyye‟nin Çukurova‟daki faaliyetlerinin tarihini 1864 olarak vermektedir; fakat bu tarih doğru değildir. Bkz: Kasım Ener, Tarih Boyunca Adana Ovasına Bir Bakış, Berksoy Matbaası, İstanbul 1964, s 309; Ayrıca Ener, söz konusu kitabında, Fırka-i Islahiyye ile alakalı bilgileri Cevdet Paşa‟nın Tezâkir‟inden hülasa ettiğini belirtmektedir. Bu hülasa için bkz: s. 309-311 100 Cevdet, Tezâkir, s.108 41 zamandan beri isyan hâlinde bulunan Akçadağ ve Dersim dağlarını ve Kürt aĢiretlerini de ıslah ederek, Ġran sınırına kadar gitmek tasavvur ediliyordu. 101 II. CEBEL-Ġ BEREKET102 ISLAHATI Fırka-i Islahiyye ilk iĢ olarak Haziran 1865‟te Gâvur dağının ıslah ve iskânına baĢlamıĢ, ilk olarak Payas sahilinden Gâvur dağının zirvesine çıkılarak UlaĢlı aĢiretinin taht-ı inzibata alınması düĢünülmüĢse de bu düĢünceden vazgeçilmiĢtir.103 Ġskenderun ve Belen yoluyla Amik ovası tarafına geçilerek, Gâvur dağı ve Kürt dağı arasında bulunan vadiden güneye doğru hareketle, UlaĢlı aĢiretinin ikmâl yollarının kesilmesine karar verilmiĢtir; bu sayede Kürt dağında âsâyiĢin te‟min edileceği ve isyanın “tasgir” edileceği düĢünülmüĢtür.104 Fırka-i Islahiyye Gâvur dağı ve Kürt dağı ıslahatıyla meĢgul olduğu sırada, Kozan tarafını ıslahata hazırlamak düĢüncesiyle, fırkanın te‟sisi esnâsında Ġstanbul‟da kaleme alınmıĢ ve Kozan-oğullarıyla, Kozan bölgesinin aĢiret beylerine hitâb eden, DerviĢ PaĢa ve Cevdet PaĢa‟nın mühürlerini taĢıyan bir beyânnâme Kozan‟a gönderilmiĢtir.105 101 Cevdet, Tezâkir, aynı yer, 102 “Gâvur dağında bir çok dar ve derin vâdîler vardı ki, iki cebelin zirvesindekiler birbirini görür ve seslerini işidir ve yekdiğere uzakdan merâmını anlatabilir iken bir cebelden diğerine bir saatte varılamaz” Cevdet, Ma‘ruzat, s.152 103 Cevdet, Tezâkir, s. 136; Halaçoğlu, “Fırka-i Islahiyye”, s.35. 104 Cevdet, Tezâkir, s.136 vd. Cevdet Paşa, Ulaşlı aşireti hakkında “Ulaşlı aşiretleri zirve-i cebelde ve gayet sarp yerlerde sâkin, pek vahşi ve cerî vü cengâver bir halk olup dört ağalığa münkasim idiler…” şeklinde bilgi verir. Bkz, Cevdet, Ma‘ruzat, s. 126 105 Cevdet, Tezâkir, s.137, Söz konusu beyânnâmede meselâ: Bir elde berât-ı emân ü merhamet ve diğerinde seyf-i ma‟delet-i şerî‟at olarak gelindi. Hemşehrîlerimizden bir ferdin bir damla kanının dökülmesi istenilmez. Lâkin ser-keşlik ve bâgîlik edenin te‟dîbi dahi şer‟ ü kanunun ahkâmı iktizâsındandır. Refâkatimizde bulunmalarıyla iftihâr ettiğimiz asâkir-i şâhânenin üzerlerine sâye olan sancak herkes için mezalle-i emn ü emân olduğundan anın altına sığınanlar her sûretle masûn olacakları misillû ellerinde olan süngülere karşı gelenlerin dahi dûçâr-ı kahr u nekâl olacakları derkârdır.” denilmektedir. Tezâkir, s.139 42 Gâvur dağı ıslahatına Çukurova‟nın en büyük aĢiretlerinden biri olan Reyhaniye aĢiretinin ıslahı ve iskânıyla baĢlanmıĢtır. Reyhaniye aĢiretinin iskânıyla Halep yolu emniyet altına alınmıĢ olacak; böylece hem Fırka-i Islahiyye‟ye o taraftan gelebilecek saldırıların önü alınmıĢ hem de Gâvur dağı aĢiretlerinin ikmâl yolları kesilmiĢ olacaktı. Reyhaniye aĢireti devlete karĢı, diğer aĢiretlere nazaran daha ılımlı bir tavır içerisindeydi. Nitekim Reyhaniye aĢireti beyi Mustafa, devlet tarafından Belen boğazı yoluyla Ġskenderun‟dan Halep‟e giden yolun güvenliğini sağlamakla görevlendirilmiĢ ve bu görevinde devlete büyük bir sadakat göstermiĢti.106 Bu arada Gâvur dağı eĢkıyasından bezmiĢ olan Antakya ahalisinin de Fırka-i Islahiyye‟ye yardım ettiklerini kaydetmek lâzımdır. Aynı zamanda bazı aĢiretler de Fırka-i Islahiyye‟nin faaliyetlerini yürütmesine yardımcı olmuĢlar, bu sebeple fırka, bazı bölgelerde zahmetsizce âĢâyiĢi temin etmiĢtir.107 Buradan hareketle Hacılar ve Lece nahiyeleri arasında bulunan Kargılı‟da ordugâh kuran Fırka-i Islahiyye, önemli bir geçit noktası olması göz önünde bulundurularak burada Ordu-köyü adı verilen bir köy kurmaya karar vermiĢtir. Kurulan bu yeni köye Hacılar nahiyesinden otuz hane iskân edilmiĢ, ayrıca çevredeki nahiyeler birleĢtirilerek bir kaza, bu kazaya merkez olmak üzere de Hassa adıyla bir kasaba tesis edilmiĢtir.108 Hassa kazâsının her köyünde muhtarlar seçilmesi sağlanarak, biri Ermeni olmak üzere dört üyeden müteĢekkil bir kaza meclisi tesis edilmiĢ ve muhtarları seçilen köylerin isimleri Bâbıâli‟ye bildirilmiĢtir. Hassa kazasında elli neferlik bir zaptiye teĢkilatı kurulmuĢ; ayrıca bir de kazâ müdürü tayin edilmiĢtir. Kazâ kısa zamanda tahrir olunarak, askerlik kur‟aları çekilmiĢtir. Kazâda bir sıbyan mektebi yapılmak üzere aylık yüz kuruĢ hocalık maaĢı tahsis edilmiĢtir. Ahalinin tahsil olunamayan vergileri ödemeye güçleri bulunmadığı düĢüncesiyle affedilmiĢ ve inĢası devam eden Hassa kıĢlasına 106 Dumont, “1865 Tarihinde Güney-Doğu Anadolu‟nun Islahı”, s.387. 107 Cevdet, Tezâkir, s. 141 vd; Ma‘ruzat, s.133 vd. Ayrıca Halaçoğlu, “Fırka-i Islahiyye”, s.35. 108 Cevdet, Ma‘ruzat, s.134; Halaçoğlu, “Fırka-i Islahiyye”, aynı yer. 43 kereste getirmeleri istenmiĢtir. Bu esnada, dağın zirvesinde bulunan Karafakılı aĢireti bulundukları mevkie güvenerek kur‟a çekimine katılmamıĢlarsa da sevk edilen bir tabur piyadenin yaptığı gece baskını marifetiyle ordugâha getirilerek onların da askerlik kur‟alarının çekilmesi sağlanmıĢtır.109 Böylece uzun zamandır isyan halinde bulunan Gâvur dağı aĢiretlerinden olan Karafakılı aĢireti de itaat altına alınmıĢ oluyordu. Kürt dağına gelince, burada Okçu Ġzzeddinli, ġıhlar ve Amikî adlarıyla üç aĢiret bulunuyordu ve bunlardan Okçu izzeddinli aĢireti nüfus olarak diğerlerine göre daha kalabalıktı. Kürt dağı aĢiretleri Fırka-i Islahiyye‟yi fazla uğraĢtırmamıĢlar kolaylıkla inzibat altına alınmıĢlardı. AĢiretlerin inzibata alınması ve iskân edilmeleriyle Kürt dağı müstakil bir kaza olarak tesis edilmiĢ, ġehzade Ġzzeddin Efendi‟nin adına nispetle buraya Ġzziyye adı verilmiĢtir. AĢiret reislerine meclis azalığı gibi bir takım memuriyetler verilerek, Kürt dağı ıslahatında yardımları sağlanmıĢtır. Yeni tesis olunan Ġzziyye kazasında ve Kürt Dağı‟nda gayr-ı müslim bulunmadığı için kaza meclisi üyelerinin tamamı Müslümanlardan seçilmiĢtir.110 Fakat daha sonra kendi baĢlarına hareket etmeye alıĢmıĢ bu aĢiret reislerinin, bölgelerinde kalmalarında bir takım mahzurlar görüldüğü için baĢka mahallere sevk edilmeleri gerektiği düĢünülmüĢ ve kendilerine çeĢitli memuriyetler verilmek Ģartıyla “nakl-i hane” ettirilmiĢlerdir.111Kürt dağının itaat altına alınmasında, Fırka-i Islahiyye‟nin o güne kadar misli görülmemiĢ bir hoĢgörü ve adalet içerisinde hareket etmesinin de büyük bir tesiri olmuĢtur. Dağlara çekilen veya firar eden ahali bu adalet ve hoĢgörü karĢısında dağlardan inerek mütegallibe olan kendi ağalarından uzaklaĢarak devlet otoritesine ısınmaya 109 Cevdet, Ma‘ruzat s.134-135; Tezâkir, s.142-143; Halaçoğlu, “Fırka-i Islahiyye”, s.35. 110 Cevdet, Tezâkir, s.144-145; Ma‘ruzat, s. 136; 111 Cevdet, Ma‘ruzat, aynı yer. “Böyle hükümet-i hod-serâneye alışmış olan beylerin kazâ müdirlerine inkıyâd, kendilerine pek güç geleceğinden ve kendileri hazm etseler bile anlara mensûb u mütehassıs olanlar kendilerini rahat bırakmayacakları derkâr olduğundan kendülerinin âhar mahalle nakl-i hâne ettirilmeleri lâzım geleceği…”; Ayrıca aşiret reislerinin memuriyetle başka mahallere nakli hakkında bkz: BOA, İ.MMS. 30/1256 44 baĢlamıĢlardır.112 Kürt dağının itaat altına alınmasıyla Fırka-i Islahiyye artık bütün dikkatini Gâvur dağına verebilecek imkâna da kavuĢmuĢ oluyordu. Fırka-i Islahiyye Kürt dağı aĢiretlerini itaat altına aldıktan sonra Gâvur dağı tarafında, MaraĢ‟tan Amik ovasına ve Halep, Antep, Kilis ve Ġzziyye taraflarından Çukurova‟ya giden yolların kesiĢme noktasında bulunan Nigolu kalesini tamir etmeye baĢlamıĢ, bununla beraber kaleye bakan tepelere birer kule inĢa edilmiĢtir. Bu bölgede bulunan Kerkütlü, Çerçili, Hanağzı, Kürtbahçesi, Eğintili, Keferdiz nahiyeleriyle Dumdum Ovası aĢiretleri birleĢtirilerek fırkanın adına nispetle Islahiyye adı verilen bir kaza teĢkil edilmiĢtir. Ayrıca Delikanlu ve Çelikanlu aĢiretleri de Dumdum ovasına iskân edilmiĢ ve birçok yeni köy kurulmuĢtur.113 Daha önce baĢka aĢiret beylerine yapıldığı gibi bu aĢiret beyleri de mecburi ikâmete tâbi tutulmuĢlar ve Islahiyye kasabasına yerleĢtirilerek, burada aĢiret beylerinin de içinde bulunduğu bir kasaba meclisi oluĢturulmuĢtur.114 Ardından Islahiyye sancak merkezi olmak üzere Ġzziyye, Bulanık ve Hassa kazaları birleĢtirilerek MaraĢ mutasarrıflığına bağlı bir kaymakamlık kurulmuĢtur. Bu arada bölgenin en önemli ve güçlü aĢiretlerinden biri olan UlaĢlı aĢiretine bağlı Karayiğitoğulları, Kaypak-oğulları, Çend-oğulları, Kelmen-oğulları ve Ali Bekir-oğulları itaat altına alınarak iskân edilmiĢlerdir.115 Böylece Gâvur dağının en önemli aĢiretleri itaat altına alınarak, Gâvur dağı ıslahatı ve aĢiretlerin iskânı büyük oranda baĢarıyla sonuçlandırılmıĢ oluyordu. III. KOZAN-OĞULLARININ TE’DĠBĠ VE AġĠRETLERĠN ĠSKÂNI Cebel-i Bereket ıslahatını ve aĢiretlerin iskânını tamamlayan Fırka-i Islahiyye, Ağustos ayında bir ucu Gâvur dağının bir vadisinde bir ucu Çukurova‟nın kenarında bulunan Hacı Osmanlı Köyü civarında, burası bir 112 Cevdet, Ma‘ruzat, s.140 113 Halaçoğlu, “Fırka-i Islahiyye”, s.35; Ma‘ruzat, s.140 vd. 114 Cevdet, Tezâkir, s. 150 115 Halaçoğlu, “Fırka-i Islahiyye”, aynı yer. 45 merkez olmak üzere Kıyı nahiyelerini birleĢtirerek bir kaza oluĢturma iĢine giriĢti. Hacı Osmanlı Karyesi‟nin üst tarafına bir ordugâh kurularak etrafındaki tepeleri tutmak düĢüncesiyle burada bir kule inĢasına baĢlandı. 116 Cevdet PaĢa, Çend-oğlu nahiyesinin alt tarafında bulunan karyelere, Kıyı köyleri denildiğini ve bu köylerin merkezinin Hacı Osmanlı karyesi olduğunu yazar. Ayrıca Hacı Osmanlı karyesinde vaktiyle büyük bir kasaba bulunduğu fakat bu kasaba ahalisinin âsâyiĢsizlik sebebiyle zamanla dağılıp dağlara çekilmiĢ oldukları tahmin edilmektedir.117 Nitekim hem Cebel-i Bereket havalisinde hem Çukurova‟nın muhtelif bölgelerinde hem de Kozan taraflarında daha önce yerleĢik olmalarına rağmen aĢiretlerin baskısından ve yerel idarecilerin zulümlerinden dolayı ahalinin büyük bir çoğunluğunun dağlara çekilmek zorunda kaldıkları bilinmektedir. Söz konusu bölgelerde terk edilmiĢ birçok yerleĢim yerine rastlanmıĢ olması bu düĢünceyi desteklemektedir. Bu hususta daha sağlıklı değerlendirmeler yapabilmek için, farklı tarihlerde tutulmuĢ nüfus kayıtlarını karĢılaĢtırmak ve ziraatla uğraĢan ahali ile konargöçer olarak yaĢayan ahalinin nüfusa olan oranını hesap etmek lâzımdır. Hacı Osmanlı karyesi merkez olmak üzere oluĢturulan bu yeni kazâya, köyün kurucusuna izâfetle Osmaniye adı verildi. Burada bir hükümet konağı, bir câmi„ ve bir mektep inĢâsına baĢlanmıĢ, kazâ meclisi tesis edilerek Osmaniye ileri gelenlerinden ve iskân edilen aĢiret beylerinden kimseler kendilerine maaĢ tahsis edilerek kazâ meclisi a‟zalığına tayin edilmiĢlerdir. Daha önce de ifade edildiği gibi iskân edilen aĢiret beylerine maaĢ tahsis edilerek, onların birer memuriyetle devlet kontrolüne alınması sıkça baĢvurulan bir usûldü. Yörenin en büyük ve tehlikeli aĢiretlerinden biri olan Tecirli aĢireti ile Cerid118 aĢiretinin kıĢlak yerleri ve UlaĢlı aĢiretinden Çend- 116 BOA, İ.DH, 1293/101637,1282.CA.10; Cevdet, Tezâkir, s. 159; Halaçoğlu, “Fırka-i Islahiyye”, aynı yer; Kurt, “Osmaniye”, s.479. 117 118 Kurt, “Osmaniye”, s.479. BOA, İ.MMS. 30/1256-19 “Gerek Tecirlü ve gerekse Cerid ve Bozdoğan ve Sırkıntı ve Karsantı aşiretlerinin taht-ı zabta ve muhafazaya alınmasının Hüsnü Paşa‟ya ihale olunduğu, ancak bu konuda bir fermânın gelmediği, buna karşın yaylalara çıkma zamanlarının yaklaştığı, kötülükleri ve bozuklukları bilinen Tecirlü aşiretinin…” 46 oğlu nahiyesi bu yeni kazâya iskân edilmiĢlerdir.119 Burada ayrıca DerviĢ PaĢa ve Cevdet PaĢa‟nn isimlerine nispetle Cevdediye ve DerviĢiye köyleri kurulduğunu da ekleyelim. Bu köyler bugün de bu isimlerle anılmaya devam etmektedir. Fırka-i Islahiyye tarafından kurulan köylerin tamamının bir listesinin bulunmaması büyük bir eksikliktir ve esâsen bu köylerin isimlerinin tespit edilmesi daha kapsamlı bir araĢtırmanın konusudur. Kaldı ki Fırka-i Islahiyye‟nin bu bölgede yaptığı ıslahat hakkında elimizde bulunan bilgilerin büyük bir çoğunluğu Cevdet PaĢa tarafından kaleme alınmıĢtır. ArĢiv vesikaları ise genellikle, sadece aĢiretlerin iskânına dair bir takım bilgiler ihtiva etmekte, fakat vesikalarda kurulan yeni köyler hakkında yeterli derecede bilgi verilmemektedir. Fırka-i Islahiyye‟nin masraf defterlerinin yayınlanmamıĢ olması da bir baĢka mesele olarak durmaktadır. Bu defterlerin yayınlanmasıyla fırka hakkındaki bilgilerin daha da geniĢleyeceği düĢüncesindeyim. Osmaniye kasabasında gerekli görülen ıslahatın yapılmasından sonra buradan hareket edilip, Ceyhan nehrinden geçilerek Çukurova içlerine doğru ilerlenmeye baĢlanmıĢtır. Fırkanın önünden bir birlik gönderilerek otların yakılması ve daha rahat bir Ģekilde ilerlenmesi sağlanmıĢtır. Cevdet PaĢa‟ “Çukurova bizim bilmediğimiz bir âlem imiş” demekte, bir ot deryâsından bahsetmektedir. Nitekim Çukurova‟nın büyük bir bölümü iskâna açık olmadığı için her taraf otlarla çevrelenmiĢ durumdadır ve bu otlar bir atın boyunu geçebilecek derecede yüksektir. Yine Cevdet PaĢa Çukurova -Fırka-i Islahiyye‟nin orada bulunduğu tarihlerde- ahvâlini tasvir ederken: “ Her tarafda büyük büyük nehirler akıyor, yağmurlar mevsiminde yağıyor, yağmadığı vakitler yeryüzüne düşen latîf şebnem ile nebâtâtı besliyor, temmuz ve ağustos içinde her yerin otları kurumuş iken rehgüzârımızda henüz solmağa yüz tutmuş ve bir tarafa serilip serpilmiş ipek gibi otlar 119 BOA, İ.DH. 1293/101637,1282.CA.10; Cevdet, Tezâkir, 161-162, Ma‘ruzat, 149-150; Halaçoğlu, “Fırka-i Islahiyye”, s.35; Halaçoğlu, “Fırka-i Islahiye ve Yapmış Olduğu İskân”, s.11. 47 görülüp bunlar kaldırıldığı gibi altından taze otlar ve zümrüd gibi çimenler görünüyordu. Çi fâide ki cevelângâh-ı aşâir olmağla hiçbir yerinde zirâ„at yok idi. Câ-be-câ kışın aşâirin kışladıkları yerlerde çadır yerleri ve ocak taşları görülüp andan başka emâre-i iskân u ikamet yok idi. Adım başında uçan durrâc kuşları ve câ-be-câ seğirdip kaçan ceylan sürüleri bu mürg-zâr-ı letâfete şenlik veriyor ise de her köşesinde görülen yaban domuzları ile küçük büyük yılanlar dahi insana vahşet veriyordu” yazmaktadır.120 Osmaniye‟den hareket edildikten sonra (Eylül 1865) Kozan tarafına yönelen Fırka-i Islahiyye, evvelâ harap bir durumda olan Kadirli (Kars-ı Zülkadiriyye) kasabasını imar ederek kasaba çevresinde bulunan aĢiretlerden bir kısmını buraya iskân etmiĢtir. Ayrıca Çukurova aĢiretlerinden isteyenlerin buraya yerleĢmelerine izin verilmiĢ, Kadirli kısa zamanda nüfusu altı yüz hâneye ulaĢan bir kasaba haline gelmiĢtir. Kasaba daha sonra Kozan sancağına bağlı bir kazâ merkezi hâline getirilmiĢtir.121 Fırka-i Islahiyye Osmaniye‟den hareketinin üçüncü günü Sis (bugünkü Kozan) kasabasına ulaĢmıĢtır. Fırka-i Islahiyye Sis‟e vardığı zaman Sis‟de Müslümanlara ve Ermenilere âit toplam altı yüz kadar hâne bulunuyordu. Kaza topraklarında ise 3956 Müslüman, 352 gayr-ı müslim olmak üzere toplam 4308 hâne tespit edilmiĢti.122 Fakat kasaba ahalisinin tamamı yaz mevsiminde yaylaya çıktığı için kasabada Fırka-i Islahiyye oraya ulaĢtığı zaman birkaç bekçiden baĢka kimse bulunmuyordu.123 Fırka-i Islahiyye ilk iĢ olarak kasaba ahalisinin kasabaya gelmesini istemiĢtir. Ermeni kathalikosu da Ermenilerin kasabaya gelmesi yönünde çalıĢmalara baĢlamıĢtır.124 Bunun üzerine kasaba ahalisi yaylalarından 120 Cevdet, Ma‘ruzat, s. 155-156; Tezâkir, s. 170. 121 Halaçoğlu, “Fırka-i Islahiyye”, s.35 122 Büchner, “Sis”, s.711 123 Cevdet, Ma‘ruzat, s. 156. 124 Cevdet, Tezâkir, s.171-712; Ma‘ruzat, s.157; Büchner, “Sis”, aynı yer. 48 kasabaya dönmeye baĢlamıĢlar ve o zamana kadar Kozan‟da cuma namazı kılınmadığı anlaĢılarak ilk iĢ olarak kasaba dıĢında bir yere bir mescid inĢa olunmuĢtur. ĠnĢâ edilen bu mescid için Bâb-ı Âlî‟den bir imâmet ve hitâbet berâtı istenmiĢ fakat bu berat, uzun yıllar geçmesine rağmen bir türlü gönderilmemiĢtir.125 Fırka-i Islahiyye Kozan‟da bulunduğu esnada Kozan-oğlu beyleri fırkaya gelerek kendilerine maaĢ tahsis edilmesi ve memuriyet verilmesi Ģartıyla baĢka bölgelere sevk edilmeyi kabul etmiĢlerdir. Meselâ Kozan-oğlu beylerinden Ahmet Bey Kütahya‟ya, Ali Bey ve Ömer Ağa Konya‟ya, Yusuf Ağa Sivas‟a, Hacı ve Mısdık beyler Kayseriye gönderilmiĢler ve bu Ģehirlerde oturmaya mecbur bırakılmıĢlardır.126 Kozan-oğullarından bazılarının Fırka-i Islahiyye‟nin otoritesini bu kadar çabuk bir Ģekilde kabul etmelerinin sebebi, onların, fırkanın gücünü daha önceden görmüĢ olmaları ve Fırka-i Islahiyye ile mücadele edemeyeceklerini anlamıĢ olmalarıdır. Nitekim Fırka-i Islahiyye daha Gâvur dağı ıslahatıyla meĢgul iken bazı Kozan ağaları DerviĢ ve Cevdet paĢalarla görüĢmüĢlerdi ve Gâvur dağı aĢiretlerinin Fırka-i Islahiyye karĢısında direnemediklerini görmüĢlerdi.127 Hatta bu görüĢmeler esnasında Kozan ağalarından Ömer Ağa, oğlu Ahmet Ağa‟ya hiç direnç göstermeden Fırka-i Islahiyye‟ye itaat etmesini tavsiye edeceğini söylemiĢti.128 Kozan-oğullarının büyük oranda itaat altına alınmasıyla, uzun zamandan beri devlet otoritesinin giremediği Kozan havâlisine de böylece devlet eli değmiĢ oldu. Kozan‟da nüfus sayımı yapılmıĢ, havâlinin askerlik kur‟aları çekilmiĢtir. Ayrıca bölgenin en büyük aĢiretlerinden biri olan Sırkıntı aĢiretinin iskân edilmesi sağlanarak, bunların iskânıyla birçok yeni köy kurulmuĢtur. Daha önce de ifade edildiği gibi Kozan ağaları belli maaĢlar ve 125 Cevdet, Tezâkir, s. 173. 126 BOA, İ.MMS. 30/1256; Cevdet, Tezâkir, s.173; Dumont, “1865 Tarihinde Güney-Doğu Anadolu‟nun Islahı”, s.385 127 128 BOA, İ.HD. 1293/101635, 1282.CA.23 Mustafa Onar, “Kozanoğulları”, Efsaneden Tarihe Tarihten Bugüne Adana: Köprübaşı, Yapı Kredi Yay., İstanbul 2000, s. 367-375. 49 memuriyetler verilmek Ģartıyla baĢka mahallerde yerleĢmeye mecbur edildiler.129 Meselâ, Menemencioğlu Ahmet Bey, Karsantıoğlu ve Üzeyir hânedanından Ġmam Bey Ġstanbul‟a yerleĢtirilenler arasındaydı. 130 Fakat bu aĢiret beylerinden bazıları, ikamet mahallerinden kaçmıĢlar veya kaçmaya teĢebbüs etmiĢlerse de yakalanarak daha uzak mahallere iskânları sağlanmıĢtır. Sivas‟a gönderilen Kozan-oğlu Yusuf Bey yolda kendisini yeni ikamet yerine götüren askerlerin elinden kaçmıĢ, etrafına topladığı dağlılardan yeniden bir teĢkilât kurmuĢtu; ancak birkaç gün sonra vurularak öldürülmüĢtü.131 Ġskân edildikleri bölgelerden firar eden aĢiret beylerinin veya adamlarının, tekrar firar etmelerini engellemek amacıyla Ġstanbul‟a iskân edilmeleri uygun görülmüĢ, bazen de görülen lüzum üzerine bunların Rumeli‟de bir yerlere iskân edilmelerine çalıĢılmıĢtır.132 Fırka-i Islahiyye tarafından itaat altına alınan Kozan; Sis, Haçin, Belenköy ve Kadirli kazalarından meydana gelen büyük bir sancak merkezi haline getirilmiĢtir. Fırka-i Islahiyye Kozan havalisini itaat altına aldıktan sonra Çukurova‟da bulunan diğer bazı büyük Türkmen aĢiretlerini de itaat altına almıĢ ve bunları ya yaylaklarına veya kıĢlaklarına iskân etmiĢtir. Çukurova‟nın en büyük aĢiretlerinden biri olan AvĢarlar yaylakları olan Kayseri civârındaki Sarız‟a ve Uzunyayla‟ya iskân edilirlerken, Tatarlı 129 BOA, İ.MMS. 30/1256, “Ma„lum-ı âlî buyurulduğu üzere fırka-i müfrezenin sâye-i şevket-vâye-i cenâb-ı pâdîşâhide Bereket dağı ve Cebel-i Kozan cihetlerinde icraata muvaffak oldukları ıslâhât sırasında oranın ser-keşân rüesâsından bir takımı berü taraflara geçirüldüğü gibi bunlardan Ahmed Bey‟in dahi uhdesine rütbe-i mir-i mirân tevcihiyle Kütahya kaymakamlığına memuriyeti icrâ kılınmışdı…”; Cevdet, Tezâkir, s.177 vd; Halaçoğlu, “Fırka-i Islahiyye”s.35; Kurt, “Menemencioğuları Tarihi ve Çukurova‟da Aşiretler”, Efsaneden Tarihe Tarihten Bugüne Adana: Köprübaşı, Yapı Kredi Yay., İstanbul 2000, s. 356-365, 130 Cevdet, Tezâkir, s. 190; Kurt, “Menemencioğulları Tarihi ve Çukurova‟da Aşiretler”, s.365 131 Dumont, “1865 Tarihinde Güney-Doğu Anadolu‟nun Islahı”, s.386 132 BOA, İ.HD. 1293/101635, 1282 CA.24, “Devletlü Derviş Paşa ve semâhatlü Cevdet Efendi hazerâtı tarafından tetimme-i ıslâhât olarak bu kere dahi vürûd eden muharrerât melfufâtıyla berâber arz ve takdîm kılındı. Reviş-i işârâta nazaran Mısdık Paşazâde Dede Bey‟in avânesinden Hasan Kethüdâ ile diğer Monla Hasan uygunsuz adam oldukları bad-ezin oralarda bulundurulması münâsib olmayacağından merkûm Hasan kethüdâ‟nın oralarca olan alâkası kat„ edilerek on nefer familyasıyla berâber bir daha ol havâle ayak basmamak üzere Edirne‟ye nefy ve iclâsı zımnında bâb-ı zabtiyeye gönderilmesi (…) merkûm Hasan Kethüdâ‟nın vürudunda hemen Edirne‟ye gönderilmesinin hemen zabtiye müşirîn-i celilesine havâlesi ve mahalline vusûlünde ikamesiyle firar edememesi esbâbına îtinâ ve dikkat gösterilmesinin Edirne Valiliği‟ne bildirilmesi… ” 50 muhacirleri Kadirli kasabasına, Kırıntılı aĢiretleri ise Kozan kazasında bulunan boĢ arazilere iskân edilmiĢlerdir.133 IV. FIRKA-Ġ ISLAHĠYYE’DEN SONRA ÇUKUROVA Fırka-i Islahiyye, ıslahat faaliyetlerini kısmen de olsa tamamladıktan sonra, Ġstanbul‟a dönme kararı almıĢ ve Kasım 1865‟te Payas‟tan hareketle, yine aynı ay içerisinde Ġstanbul‟a ulaĢılmıĢtır. Fırka-i Islahiyye feshedilmemiĢti çünkü bahar mevsiminde tekrar Kozan havalisine gidilerek oradaki ıslahat ikmâl edildikten sonra Akçadağ ve Dersim baĢta olmak üzere bütün bir Doğu Anadolu baĢtan baĢa dolaĢılarak oraların da ıslah edilmesi düĢünülüyordu. 134 Zaten fırka feshedilmediği için DerviĢ ve Cevdet paĢalar Ġstanbul‟da bulundukları zaman da Fırka-i Islahiyye‟ye ait iĢleri görüĢmeye devam etmiĢlerdir.135 Fakat o esnâda Eflak ve Boğdan‟da bazı karıĢıklıklar çıktığı için Tuna vilâyetinde bir ihtiyât ordusu kurulmasına karar verilmiĢ ve Fırka-i Islahiyye‟den bazı taburların oraya gönderilmesi uygun görülmüĢtür. Bu durumda Anadolu‟da yapılması düĢünülen umûmî ıslahat çalıĢmalarının da askıya alınması gerekmiĢtir.136 Bununla berâber, Cevdet PaĢa‟nın 1867 yılında hazırlanan Vilâyet Nizâmnâmesine göre Adana ve Halep eyâletleri ile Kozan, MaraĢ, Urfa ve Zor sancaklarının birleĢtirilmesiyle teĢkil edilen Halep vilâyetine tayin edilmesi137 de Fırka-i Islahiyye‟nin faaliyetlerinin durmasına ve Anadolu‟da yapılaması düĢünülen umûmî ıslahat çalıĢmalarının askıya alınmasında etkili olmuĢtur. 133 Halaçoğlu, “Fırka-i Islahiyye”, s.35 134 Cevdet, Tezâkir, s. 201; Ma‘ruzat, s. 178 135 Cevdet Paşa, Fırka-i Islahiyye‟nin bu altı aylık süre içerisindeki masrafları hakkında: “Masârif-i fevka‟l-âdemizin mecmû„u dört bin dört yüz bu kadar kese akçeye bâliğ olup Derviş Paşa ve fakirin fevka‟l-âdeden muhasses olan ma„aşlarımız ile Fırka defterdârı Ârif Efendi‟nin ve sair ma„iyyet me‟mûrîn ve ketebesinin ma„âşâtı ve başı-bozukların ma„aş ve ta„yînâtı ve on beş tabur piyâde ve iki alay süvâri asakir-i nizâmiyyenin nakliyatı ve Hassa ve İslahiyye kışlalariyle İslahiye ve Osmaniye‟de inşâ olunan kulelerin masârif-i inşââtı ve sâir masârif-i fevka‟l-âde hep bu dört bin bu kadar kese miyânında olup yalnız vapurların devr-i çarh masârifâtı hâric idi…” demektedir. Tezâkir, s. 195-196; Ayrıca, Ma‘ruzat, s. 173 136 Cevdet, Tezâkir, s. 201 137 Ölmezoğlu, “Cevdet Paşa”, s.116 ve Cevdet, Tezâkir, s. 199 ve 202 51 Cevdet PaĢa‟nın yeni teĢkil olunan Halep vilâyetine tayin olunduğu günlerde, Kozan‟da yeniden büyük bir isyan meydana gelmiĢtir. Hemen Fırka-i Islahiyye kumandanlarından olan Kurt Ġsmail PaĢa o tarafa gönderilmiĢ ve isyan kısa zamanda bastırılmıĢtır. Bu arada Cevdet PaĢa, Halep‟ten MaraĢ‟a gelmiĢ bulunuyordu ve buna tesâdüf eden günlerde Gâvur dağında da isyan hareketleri görüldüğüne dâir haberler iĢitilmeye baĢlanmıĢtı; bunun üzerine o tarafa da âsâyiĢin yeniden te‟mini için memurlar sevk edilmiĢtir. Gâvur dağında meydana gelen isyan hareketlerine MaraĢ mutasarrıfı olan Tevfik PaĢa‟nın kötü muâmelesinin sebep olduğu düĢünülerek, Tevfik PaĢa‟nın görevden alınması Bâb-ı Âlî‟ye arz olunarak, yerine NâĢid PaĢa‟nın tayin edilmesi sağlanmıĢtır.138 Cevdet PaĢa, MaraĢ‟tan sonra Kadirli (Kars-ı Zülkadiriyye) kasabasına geldiklerini ve burada büyük bir îmâr faaliyetinin devam ettiğini gördüklerini yazar. “Geçen sene burası Pazaryeri denilen bir hâlî sahrâdan ibâret iken, bu kerre müceddeden altı yüz bu kadar hâne ve bir hayli dükkânlar yapılarak bir yeni kasaba peydâ olduğu nazar-ı memnuniyetle görüldü.” “Geçen sene buralarda ebniye değil bir kulübe samanlık bile yok iken Pazaryeri‟nde böyle güzel bir kasaba peydâ oldukdan başka, Çukurova‟nın her tarafında müceddeden köyler teşkil edilmiş ve Kurt İsmail Paşa‟nın zoriyle aşâirin çadırları bozulup, parçaları hânelerine döşeme yapılmış olduğu, nazar-ı ta„aacüb ü hayret ile görülmüşdür.”139 Kadirli‟den, Sis‟e giderlerken üç saat kadar hep pamuk tarlalarından geçtiklerini ve “Sağ tarafımızda Kozan dağlarına ve solumuzda Cihan (Ceyhan) nehrine dek gözümüzün gördüğü kadar yerler hep mezru„ olup hava dahi misk kokuyordu” dedikten sonra, cümlelerine Ģu Ģekilde devam eder: “Bir aralık burnumuza bir fenâ koku geldi. „Acaba bir tarafta bir lâşe mi var‟ diye Hüseyin Bey‟den sordum. „Hayır bir şey yok. Fakat mezrû„ât içinden çıkıp henüz zirâ„at olunmamış yerlere geldik. Bu fenâ koku andan geliyor. Biz geçen sene Çukurova‟da gezdiğimiz vakit hep bu fenâ kokular içinden geçmişiz. Lâkin her taraf bir hâlde bulunduğundan 138 Cevdet, Tezâkir, s. 204 139 Cevdet, Ma‘ruzat, s. 180-181 52 anı duymamışız. Şimdi bir tarafı zirâ„at ile islah olunduğundan harâb ve hâlî yerlerin fenâ kokuları böyle his olunuyor. İşte Çukurova havasının fenâlığına sebep dahi ancak harâbiyeti olduğu eğer îmâr olunsa havası dahi böyle kesb-i nezâfet edeceği bu hâlden anlaşılıyor‟ dedi”140 Cevdet PaĢa‟nın yukarıdaki satırlarından, Fırka-i Islahiyye‟nin aslında ne kadar büyük bir iĢ baĢardığını görebiliriz. Görüldüğü gibi bir sene öncesine kadar aĢiretlerin ve mahalli beylerin kontrolünde güvensizlik içinde bulunan bölgeler, çok kısa bir zamanda iskâna açılmıĢ ve birçok yeni köy ve kasabanın inĢâ edilmesiyle önemli birer yerleĢim alanları hâline gelmiĢlerdir. Bu bölgelerin ıslahatı, aĢiretlerin iskânı, iskân sonrasında ortaya çıkan yeni köy ve kasabalar, devlete asker sağladığı gibi buralarda tarım faaliyetlerinin baĢlamasıyla hem tarımda çalıĢan iĢ gücü ortaya çıkmıĢ hem de daha önce göçebe olarak yaĢayan aĢiretlerin bu sâyede vergilendirilmeleri de kolaylaĢmıĢtır.141 Bununla berâber iskân edilmeyi kabul etmeyen bazı aĢiretlerin, baĢka mahallere göç ettiklerini ve iskân faaliyetlerine karĢı önemli tepkilerin doğduğunu, bu tepkilerin halk edebiyatı metinlerine de yansıdığını eklemek lazımdır.142 Bugün Çukurova, ekonomik olarak değerlendirildiğinde Türkiye‟nin en çok üreten bölgelerinden biri ve önemli bir tarım sahasıdır. Pamuk, tahıl ve turunçgiller tarımı, besin ve tekstil sanayii ile ülke ekonomisine büyük bir katkı sağlamaktadır. Aynı zamanda bölge kara, deniz yolları ve sahip olduğu önemli limanlarıyla büyük bir ticaret merkezidir de. Bugün, Çukurova‟nın ülke ekonomisinde sahip olduğu önemli yerin temellerinin, büyük oranda Fırka-i Islahiyye‟nin faaliyetleri sonucunda atılmıĢ olduğunu söylemek hiç de yanlıĢ olmaz. Nitekim Fırka-i Islahiyye sadece bir askeri birlikten çok daha öte bir teĢkilattır; zira onun askeri faaliyetlerinin yanında ekonomik geliĢmeyi sağlayacak bir takım çalıĢmaları da olmuĢtur. Fırka-i Islahiyye, bu hususta en 140 Cevdet, Tezâkir, s. 205 141 Kemal H. Karpat, Osmanlı Modernleşmesi, İmge Kitabevi, Ankara 2002, s. 245. 142 Halaçoğlu, “Fırka-i Islahiye ve Yapmış Olduğu İskân”, s.16 vd. 53 önemli çalıĢmasını aĢiretlerin iskânıyla baĢarmıĢtır. Özellikle pamuk baĢta olmak üzere endüstriyel tarım ürünlerin bölgeye ilk defa sokulması, daha sonra önemli bir geliĢme gösterecek olan karayollarının temellerinin atılması yine Fırka-i Islahiyye‟nin çalıĢmaları arasındadır. Fırka-i Islahiyye‟nin Gâvur dağı, Kozan ve Çukurova‟da yapmıĢ olduğu ıslahat faaliyetlerinin, Anadolu‟da daha sonra yapılacak ıslahat çalıĢmalarına da bir örnek teĢkil etmiĢ olabileceğini zannediyorum, fakat iĢin aslı, Fırka-i Islahiyye‟nin ıslahat tecrübelerinden, hem kurulduğu devirde yapılan ıslahatlarda hem de daha sonra yapılan ıslahat çalıĢmalarında ne derecede faydalanıldığını tam olarak bilebileceğimiz bir vesikaya rastlayamadım. V. ZEYTUN ISLAHATI Cebel-i Bereket, Çukurova ve Kozan dağları gibi devlet otoritesinin tam olarak giremediği bölgelerden biri de Zeytun‟du. Zeytunlular da kendileri dıĢında hiçbir gücün hâkimiyetini tanımamakta idiler ve devlet bu bölgeden de asker ve vergi alamamaktaydı. Zeytun, Fırka-i Islahiyye‟nin faaliyet sahasına girmekteydi; fakat fırkanın o günlerde kolera hastalığıyla uğraĢması Zeytun ıslahatının yapılamamasına sebep olmuĢtu.143 1282 tarihinde Payas, Adana, Kozan, MaraĢ, Urfa ve Zor sancakların birleĢtirilmesiyle oluĢturulan Halep Vilayeti valiliğine tayin edilen Cevdet PaĢa‟ya, o günlerde Hâriciye Nâzırı bulunan Âlî PaĢa Zeytun ıslahatıyla bizzat ilgilenmesini tavsiye etmiĢti. Cevdet PaĢa Halep valisi sıfatıyla, 1283‟te erkân-ı harbiye binbaĢılarından Hüseyin Hüsnü Bey‟i bir bölük piyâde nizâmiye askeriyle Zeytun‟a göndermiĢtir. Zeytun nâhiyesi her taraftan kuĢatılmakla iĢin ciddiyetini anlayan Zeytunlular Hüseyin Hüsnü Bey‟e itaat etmiĢlerdir.144 Zeytun‟da, Hüseyin Hüsnü Bey tarafından bir bölük süvâri ve bir bölük piyâde olmak üzere bir zabtiye teĢkilatı kurulmuĢtur. Kurulan bu yeni zabtiye teĢkilatında bulunan kimselerin yarısı Müslüman ve diğer yarısı ise Ermenilerden 143 Cevdet, Tezâkir, s. 212. 144 Cevdet, Tezâkir, aynı yer. 54 oluĢmaktaydı. Bu arada Zeytun‟da, Zeytun kocabaĢılarının idâresinde bulunan kırk kadar Müslüman hânesi bulunduğu ve bu Müslüman hânelerin devlete asker vermedikleri anlaĢılmıĢ olduğundan ilk iĢ olarak onların askerlik kur‟aları çekilmiĢtir.145 Daha sonra ise Ermenilerin iâne-i askeriyeleri meselesi yoluna konulmuĢtur. Zeytun Kasabası merkez olmak üzere, kasabanın etrafında bulunan Müslüman nahiyeleri buraya ilhak edilerek bir kaza teĢkil edilmiĢ, azasının yarısı Müslümanlardan ve diğer yarısı Ermenilerden müteĢekkil bir kaza meclisi kurularak, kazaya bir kaymakam ve bir nâib tayin edilmiĢtir. Zeytun ıslahatı bu Ģekilde tamamlandıktan sonra, çok geçmeden kasabada bir isyan çıkmıĢsa da kısa zamanda kasaba tekrar kontrol altına alınarak, isyana ön ayak olanlar cezalandırılmıĢtır. Bunun üzerine Ermeni kocabaĢılarından dördü önce Halep‟e, akabinde de Ġstanbul‟a gönderilerek Zeytun ıslahatı baĢarıyla sonuçlandırılmıĢ, devlet otoritesinin giremediği bir bölgede daha devlet kontrolü sağlanmıĢtır.146 Fırka-i Islahiyye‟nin baĢlatmıĢ olduğu ıslahat çalıĢmaları Zeytun‟un da itaat altına alınmasıyla hedeflendiği Ģekilde kısmî de olsa baĢarıya ulaĢmıĢtır. Görüldüğü üzere, ıslahat çalıĢmalarında sıkça baĢvurulan mecburî ikamet ve zorunlu iskân usulü ıslahatların baĢarılı olmasında çok etkili bir yol olarak kullanılmıĢtır. VI. ADANA VĠLAYET MECLĠSĠ’NDE ISLAHATA DÂĠR CEREYÂN EDEN MÜZAKERÂT 1286 Recebi‟nde (1870) Adana vilayet merkezi meclis-i umumisinde, yapılması düĢünülen bazı ıslahata dair bir toplantı yapılmıĢ ve yapılması düĢünülen ıslahat çalıĢmalarına dâir ġurâ-yı Devlet‟e de gerekli bilgiler verilmiĢtir.147 Söz konusu müzâkerelerin bazı maddeleri vilayet dâhilinde bulunan yolların tamir ve tesviyesiyle ilgilidir. Yolların tamir ve tesviyesi çok 145 BOA, A.MKT. MHM. 364/20, 1283 CA. 23; Cevdet, Tezâkir, s. 213 146 BOA, A.MKT. MHM. 364/20, 1283 CA. 23; Cevdet, Tezâkir, aynı yer. 147 BOA, İ.ŞD. 19/819, 1287 CA. 6 55 önemli bir mesele olmakla berâber, yol güzergâhlarının ekseriyetle taĢlı olması, zor geçilebilir, çetin yerlerden geçmesi sebebiyle masrafların külliyetli olacağı bildirilmektedir. Yolların ta‟mir ve tesviyesine keĢif yapılmadan kalkıĢılmasının Turuk ve Meâbir Nizamnâmesi‟ne148 mugâyir olacağı düĢüncesiyle öncelikli olarak keĢiflerinin etraflıca yapılması, mesâfelerinin ve yapılacak ta‟mirâtın masraflarının miktarı belirlenerek bildirilmesi kararlaĢtırılmıĢtır. Ayrıca Belenköy kasabasından, Rum nahiyesine giden yolun tamir ve tesviyesinin bir kondüktör idâresiyle mümkün olduğu, bunun dıĢında bir masraf olmadığı anlaĢılırsa o yolun derhal tesviyesine baĢlanması gerektiği; ancak köy yollarına bağlanacak büyük caddeler yapılmadıkça bu inĢaatlardan yeterli miktarda fayda sağlanamayacağı belirtilmiĢtir. Gülnar kazâsında ve Ġçel sancağının çeĢitli yerlerindeki köy yollarının tadil ve tesviyesinin ertelenmesi, Mersin kasabası sokaklarının usulünce açılması, evlerinin muntazam bir Ģekilde yapılması, ayrıca kasaba dâhilinde bulunan dükkân gölgeliklerinin -sokakların belediye tarafından tanzim edilmesi sırasında- icâblarına bakılması istenmiĢtir. Bunun yanı sıra bahçe ve bostanlarda bulunan kulübelerin Ebniye Nizamnâmesi149 ahkâmına göre bir intizama konulması da istenmiĢtir. Mersin‟e bağlı köylerde bulunan bağların yeniden ağaçlandırılması, bunun ahâlinin faydasına olacağı ve bu hususa hükümetçe de dikkat gösterildiği ifâde edilerek, bakımsızlıktan dolayı yabanî hükmüne giren zeytinliklerin ahâliye ve kumpanyalara îhâle edilmesi, söz konusu zeytinliklerin süratle iyileĢtirilmesinin ise hem ahalinin hem de hazinenin yararına olacağı ifade edildikten sonra, zeytinliklerin iyileĢtirilmesi isteğinden itibaren iki sene müddet belirlenerek, bu müddetin sonunda ne kadar ağacın imârına teĢebbüs olunmuĢ ise onların usulüne göre meccânen ihâle edileceği talip olanlara senet verileceği; fakat belli bir müddet zarfında imâr faaliyeti 148 18 CA. 1286 (26 Ağustos 1869) tarihli Turuk ve Meâbir Nizamnâmesi metni için bkz: Düstur, I. Tertip, C. II, s. 301-309. 149 7 CA. 1280 (20 Ekim 1863) tarihli Turuk ve Ebniye Nizamnâmesi metni için bkz: Düstur, I. Tertip, C. II, s. 499-513. 56 yürütülmediği takdirde verilen senetlerin geri alınacağı ve bu durumun bütün vilayete duyurulması gerektiğine karar verilmiĢtir. Uygun olan mahallerde dut fidanları dikilerek, ipek yetiĢtiriciliği iĢine baĢlanması, Belenköy kasabasında meydana gelen kök boya ve afyon tohumu gibi faydalı Ģeylerin ekilip biçilmesine ve terakkilerine ehemmiyet gösterilmesi istenmiĢtir. Mersin‟de inĢası istenen su yollarının yapımının ertelenmesi; fakat yapımına devam edilen harkların ve su bentlerinin yapımının hızlandırılması gerektiği ifade edilmiĢtir. Adana Ģehrinde bulunan Camus gölünün temizlenmesinin ne kadar masrafa mal olacağının yapılacak bir keĢifle tespit edilmesi, yine Adana vilayeti dâhilinde bulunan çayların ve nehirlerin temizlenmesi gerektiği de beyan edilmiĢ, bu çalıĢmaların önemli faydalar sağlayacağı belirtilmiĢtir. Ayrıca Adana‟dan Mersin iskelesine kadar uzanan Ģose yolda araba iĢlettirilmek üzere bir Ģirket kurulması gerektiği kararlaĢtırılmıĢ ve bu sayede hem tüccarların hem de ahâlinin önemli faydalar sağlayacakları ifade ve beyan edilmiĢtir. ĠĢbu taleplere merkezî hükümet tarafından 7 Cemâziye‟l-Âhire 1287 (4 Eylül 1870) tarihli gönderilen cevapta genel itibariyle olumlu yaklaĢılmıĢ, Adana vilâyet meclisince lazım görülen ıslahat çalıĢmaları uygun bulunarak, bu hususa hükümetçe gerekli desteğin sağlanacağı bildirilmiĢtir. 150 150 BOA, İ.ŞD. 19/819, 1287 C. 7 ve 22 Ağustos 1286 57 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM SOSYAL VE EKONOMĠK HAYATLA ĠLGĠLĠ ISLAHAT ÇALIġMALARI I. DEVLET OTORİTESİNİ SAĞLAMA TEŞEBBÜSLERİ Kozan, Cebel-i Bereket ve Çukurova‟nın birçok bölgesinde olduğu gibi devlet, Anadolu‟nun çoğu doğu ilinden de vergi ve asker alamıyordu. Doğu Anadolu‟nun çoğu bölgesi aĢiretlerin kontrolü altındaydı ve esâsen Doğu Anadolu‟da devlet otoritesinin giremediği bölgeler, devletin tam bir otorite sağlayabildiği bölgelerden daha fazlaydı. Bölge ahalisi genel olarak göçebeydi ve kendi mahalli beylerinin idâresinde devlete asker vermedikleri gibi vergi de vermiyorlardı. Mesela 1850‟lerde Harput‟ta asker ve vergi vermek istemeyen eĢkıya çeteleri üzerine asker sevk edilmiĢ, ahâliyi devlete karĢı kıĢkırtanların sürgün edilmeleri sağlanmıĢtı.151 Devlet, aĢiret reislerine memuriyetler vererek maaĢ bağlamasına, çeĢitli Ģekillerde onları taltif etmesine rağmen, aĢiret reislerinin ön ayak oldukları karıĢıklıklara bir türlü engel olamamakta152 ve büyük bir mesele olan âsâyiĢsizliğe çözüm üretememekte idi. Doğu Anadolu aĢiretlerin kontrolleri altında bulunuyor, aĢiretler bölgenin coğrafi Ģartlarının kendilerine sağladığı avantajlarla bulundukları bölgelerde önemli bir güç teĢkil ediyorlardı. AĢiretlerin kontrolünde bulunan 151 Ahmet Aksın, “Tanzimat‟ın Harput Eyaleti‟nde Uygulanması ve Karşılaşılan Güçlükler”, Belleten, Sa.235, Aralık 1998. s. 851-861 152 Nicolae Jorga, Osmanlı İmparatorluğu Tarihi, C.V, Yeditepe Yayınevi, İstanbul, 2005, s. 441. 58 bölgelerde devlet, yabancı ve yerli tüccarların güvenliğini sağlamak hususunda çok zorlanıyor, bu aĢiretlerin eĢkıyalık faaliyetlerine karĢı tüccarları korumak için özel muhafız birlikleri oluĢturuyordu. Meselâ Bâb-ı Âlî, Trabzon-Erzurum-Tebriz yolu üzerinde Ġranlı tüccarların güvenliklerini sağlamak için muhafızlar tayin etmiĢ, yol üzerinde lazım görülen ve mümkün olan yerlerde ise kır serdarları adı verilen askeri birlikler oluĢturmak mecburiyetinde kalmıĢtı.153 ÂsâyiĢsizliğin, gündelik hayatın bir parçası halini aldığı bölgede, eĢkıyanın yanı sıra bir diğer mesele de devlet otoritesini tanımayan âyânlar, mahallî eĢrâf, vilâyet meclisi üyeleri ve konsoloslardı. 154 Tüccarlar aĢiretlerin ve âyânların kontrolünde olan bölgelerden bir diğer bölgeye geçerken eĢkıyalara geçiĢ parası vermek mecburiyetindeydiler. 155 Her yerde eĢkıyalık hüküm sürmekte, hatta zaman zaman hacı kafilelerinin soyulması hadiselerine bile rastlanmaktaydı. Mesela Akçadağ‟da Ġranlı hacılara bir saldırı düzenlenmiĢ, saldırının fâili olan eĢkıyaların cezâlandırılmaları istenmiĢ, söz konusu eĢkıyaların baĢka bölgelere sürgün edilerek hapsedilmeleri sağlanmıĢtı.156 Bölgede bulunan aĢiretler, barıĢ zamanlarında zaman zaman da olsa devlet otoritesini tanısalar da, savaĢ halinde askerin dağılması veya baĢka bölgelere sevk edilmesi durumunda yine baĢlarına buyruk hareket etmeye devam ediyorlardı.157 BaĢlarına buyruk hareket etmeye alıĢmıĢ olan aĢiretler, sâdece devlet otoritesini tanımamakla kalmıyorlar, iç ve dıĢ ticarete de büyük oranda zarar veriyorlardı. Nitekim devlet otoritesinin giremediği bölgelerin baĢında gelen Dersim Doğu vilayetleri arasında baĢına buyruklukta baĢı 153 Selahattin Tozlu, “Trabzon-Erzurum-Tebriz Yolu”, Türkler, C. XIV, Yeni Türkiye Yay., Ankara 2002, s. 481-492. 154 Karal, c. VII, s.158. 155 Quataert, Osmanlı İmparatorluğu’nun Sosyal ve Ekonomik Tarihi, C.II, s. 935. 156 BOA, İ.MVL. 438/19381, 1277 S. 15; “Hüccac-ı İraniyye haklarında Ağcadağ‟da vuku„a gelen uygunsuzluğa sebeb olanlardan Yağmurlu Mehmed ve Ali‟nin ahz u girift olunarak Harput‟a celb ile bi‟l-istîzân habs olunmuş…” 157 Tozlu, “Trabzon-Erzurum-Tebriz Yolu”, s. 481-492. 59 çekiyordu.158 Bölge, neredeyse Osmanlı idâresine girdiği tarihten itibaren hiçbir Ģekilde devletin kontrolüne fiilen girmemiĢti. Dersim de aynen Kozan dağlarında olduğu gibi mahalli beylerin hâkimiyeti altında bulunuyordu.159 A. Dersim Islahatı ve AĢiretleri Ġskân Etme TeĢebbüsleri Cevdet PaĢa, daha önce de ifade edildiği gibi: “Hîn-i fetihden beri Gâvur-dağı yani Cebel-i Bereket bir hâl-i isyândadır. Kozan dağlarına hükümet-i Devlet-i aliyye hiç girmedi Hısn-ı Mansûr tarafı bir hal-i şerkeşîde ve Akçadağ ile Dersim dahi Gâvur-dağı tavrunda bulunuyor ve buraları birer eşkıyâ yuvası olup etrâfdaki câniler buralara ilticâ ile hükümetin pençesinden kurtuluyor ve bu dağların sebebine bir çok aşâir dahi bevâdî-i isyân ve serkeşîde dolaşıyor” demektedir.160 Ve Kozan, Gâvur dağı havâlisi ve Çukurova ıslahatları tamamlandıktan sonra Akçadağ ve Dersim dağlarını da itaat altına almak için o bölgeye gitmeyi, Kürt aĢiretlerini ıslah ederek Ġran sınırına kadar olan bölgeyi itaat altına almayı da düĢündüklerini ifâde etmektedir.161 Fakat bu düĢünce gerçekleĢtirilememiĢ, Dersim bölgesinin ıslahatı Fırka-i Islahiyye tarafından yapılamadan fırka, özellikle balkanlarda çıkan karıĢıklıkları bastırmak için o tarafa sevk edilmiĢtir. Dersim dağları162, eĢkıyalığın kol gezdiği bölgelerin baĢında geliyordu ve bölgenin tahriri yapılamadığı gibi asker kur‟aları da çekilememiĢti. Devletin asker ve vergi alamadığı bölgeden, 1867 Nisan‟ı itibariyle vergi alacağının yaklaĢık olarak yüz yük kuruĢ olduğu, devlete verilmesi gereken verginin mahalli beylerin elinde kaldığı, diğer ahalinin de baĢına buyruk hareket eden 158 BOA, İ.DH. 561/39098, 1283, Z. 17 159 Suat Akgül, “Cumhuriyet Dönemine Kadar Dersim Sorunu”, OTAM, S. 4, Ankara 1993. s. 1-22; Celile Celil, XIX. Yüzyıl Osmanlı İmparatorluğunda Kürtler, Özge Yayınları, Ankara Şubat 1992, s. 32. 160 Cevdet, Tezâkir, s.107. 161 Cevdet Tezâkir, s.108 162 Şemseddin Sami, Dersim maddesinde “Dersim hemen her tarafdan nehir mecrâlarıyla ve dağ sırtlarıyla ayrılımış olub, dağlı ve sarb bir yer olmağla, öteden beri ba„zı aşâyir-i ekrâdın cevelângâhı hükmünde kalmıştır.” demektedir. Ş. Sami, Kâmûsü’l-A‘lâm, C. III, İstanbul, 1308, s. 2131. 60 aĢiretlere bakarak vergi ve asker vermekten kaçtıkları 4. Ordu Riyaseti tarafından Bâb-ı Âlî‟ye bildiriliyordu.163 Ve yine 4. Ordu Riyaseti tarafından bölgenin itaat altına alınmasının elzem olduğu, bunun için bölgeye yeteri miktarda asker sevk olunması gerektiği ifâde ediliyordu. Bir baĢka belgede ise: “Dersim dağında mutavattın aşâyir ve ekrâd öteben berü vâdî-i serkeşîde (…) olarak evâmir-i hükümet-i seniyyeye itaatden ve vergü ve tekâlif-i vâkı„alarını edâ ve ifâdan istinkâf eyledikleri cihetle bunların dahi dâire-i itaat ve fermân-ı berîye idhalleriyle tekâlif-i vâkı„alarının istîfâsı levâzım-ı umur-ı mülkiyyeden bulunduğundan cebel-i mezkûrun ıslahatı ne esbâba mütevakkıf ise icâbâtının bi‟l-mütâlaa iş„ârı vilâyet-i mezkûre tevcih edilmiş idi” denilmektedir.164 Hükümet tarafından Dersim dağları ıslahatının herhangi bir gâile çıkarılmadan bitirilmesi istenmiĢ, bu hususta ne gibi yardım gerekiyorsa te‟min edilmesine çalıĢılacağı söylenmiĢtir.165 ĠĢte bu amaçla aĢiretlerin te‟dip edilmesi, Kiğı, Mazgird, Ovacık, Kuzican ve Hozat kazalarında yapılacak ıslahat çalıĢmaları için Harput ve Malatya‟dan redif taburları toplanılması istenmiĢtir.166 Dersim dağları ıslahatına, aĢiretler üzerine asker sevk edilmekle baĢlanmıĢ, gerekli görülen yerlere de dağ topları yerleĢtirilmiĢtir. Mesela Mazgird‟te Yüksektepe olarak adlandırılan mevkie bir tabur piyade yerleĢtirilmiĢtir. Söz konusu bir tabur piyade, hem bölgenin vergilerini tahsil etmekle hem de Dersim dağlarının güney yakasının güvenliğini sağlamakla görevlendirilmiĢtir.167 Bunun üzerine Mazgird itaat altına alınmıĢ ve ahalisi vergi vermeyi kabul edeceklerini, askerlik hizmeti yapması gerekenleri tespit ve teslim edeceklerini taahhüt etmiĢlerdir.168 163 BOA, İ.DH. 561/39098, 1283, Z. 17. 164 BOA, İ.MMS. 39/1605, 1287 R. 8. 165 BOA, İ.DH. 561/39098, 1283, Z. 17. 166 BOA, MKT. MHM. 380/62, 1283 Z. 26. 167 BOA, İ.MMS. 39/1605, 1287 R. 8. 168 BOA, A.MKT. MHM. 461/63, 1290 CA. 15. 61 Devletin ıslahat çalıĢmalarını ciddi bir Ģekilde yürüttüğünü gören aĢiret reisleri direnemeyeceklerini anlayarak itaat etmeye karar vermiĢler, bazı aĢiret reislerine memuriyetler verilmek üzere maaĢlar bağlanarak baĢka bölgelere gönderilmelerine karar verilmiĢtir. AĢiret reislerinin bu Ģekilde devlet otoritesini tanımaları, bölge ahalisini de harekete geçirmiĢ, bölge halkı, vergi vermeyi kabul ettiklerini ve asker vermeye de hazır olduklarını söylemiĢlerdir. Bunun üzerine bölgenin tahrir edilmesi için Dersim‟e tahrir memurları gönderilmiĢ ve herkesten gelirine göre vergi alınması gerektiği vilâyet merkezine bildirilmiĢtir. Fakat halkın eski vergi borçlarının tamamını ödeyemeyecekleri, bu sebeple eski vergi borçlarının bir kısmının af edilmesi ve kalanının da taksitlendirilmesi kararlaĢtırılmıĢtır. 169 Dersim‟deki ıslahat çalıĢmaları ve aĢiretlerin iskânı istenildiği seviyede baĢarılamamıĢ, Dersim bölgesi isyan halinde kalmaya devam etmiĢtir. Nitekim 1890 Yılına gelindiğinde bile henüz Dersim bölgesinde ahalinin büyük bir çoğunluğu aĢiretler halinde yaĢamaktaydı ve esâsen âsâyiĢsizlik de bütün Ģiddetiyle devam ediyordu. Bölgede ulaĢımı sağlayacak neredeyse doğru düzgün bir yol bulunmuyordu. Bu sebep ahalinin hububat ve diğer ürünlerini pazarlara sevk edebilmesi oldukça zor Ģartlar altında mümkün olabiliyordu.170 Netice itibariyle Dersim meselesi 1860‟lı yıllarda tam manasıyla halledilememiĢ, bölgede Fırka-i Islahiyye‟nin Kozan dağlarında yürüttüğü Ģekilde baĢarılı bir iskân faaliyeti yürütülememiĢtir. Zira Dersim‟de âsâyiĢsizlik daha uzun yıllar devam edecek, bölge cumhuriyet devrine kadar devlet otoritesini tanımayacaktır. Bu duruma devletin dâima iç ve dıĢ baĢka meselelerle uğraĢması ve bu bölgeye bütün dikkatini verememesi sebep olmuĢtur. Tabii mahalli beylerin kendi baĢlarına buyruk yaĢamaya alıĢmıĢ olmaları, bazı devlet memurlarının su-i istimalleri de halkın devamlı bir Ģekilde isyan halinde bulunmasına sebep olan âmiller arasındadır. Osmanlı 169 BOA, İ.MMS. 39/1605, 1287 R. 8. 170 Ali Karaca, Anadolu Islahâtı ve Ahmet Şâkir Paşa (1838-1899), Eren Yay., İstanbul, 1993, s. 79. 62 Devleti sâdece devlet otoritesini tanımayan mahalli beylerle ve aĢiretlerle uğraĢmak mecburiyetinde kalmamıĢ, aynı zamanda kendi memurlarının su-i istimallerini de gidermek için uğraĢ vermiĢtir. Öyle ki zaman zaman devlet, memurlarını teftiĢ etmek için gönderdiği müfettiĢleri teftiĢ etmek için yeni bir müfettiĢ göndermek zorunda kalmıĢtır. Devletin asker toplama ve vergi alma usulü de halkın askerlik hizmetlerinden kaçmalarının, vergi vermemelerinin sebepleri arasındaydı. Askerlik yapabilecek yaĢta olan gençler mazeretlerine bakılmaksızın ellerli zincirlenerek asker toplama merkezlerine götürülüyorlar ve bu merkezlerde diğer bölgelerden gelecek asker adaylarını beklerlerken çok kötü Ģartlar altında tutuluyorlardı. Ülkenin tamamından asker alınamadığı için askere alınabilenlerin askerlik hizmet süreleri iki üç katına çıkabiliyordu.171 Tabii bu durumun halk arasında büyük bir korkuya sebep olmuĢ olduğu anlaĢılmaktadır. B. Akçadağ Islahatı Osmanlı Devleti, tarihinin her devrinde aĢiretleri iskân etmeye çalıĢmıĢ, çeĢitli tarihlerde Anadolu‟daki aĢiretleri muhtelif bölgelere iskân etmiĢtir. Devletin ilk kurulduğu yıllarda, aĢiretler genellikle Rumeli‟ne geçirilerek yeni fethedilen topraklara yerleĢtiriliyorlardı; bu sayede Anadolu‟da konar-geçer olarak yaĢayan Türkmen aĢiretlerinin önemli bir kısmı iskân edilmiĢtir. Devlet kuruluĢ devrinden sonra da aĢiretleri iskân etmek için çeĢitli teĢebbüslerde bulunmuĢtur. Genel olarak kuruluĢ ve geniĢleme devirlerinin ardından, imparatorluk, dinamizmini ve etrafa yayılma kabiliyetini kaybetmeye, statik bir hal almaya baĢlamıĢtır. Bu durumun tabii sonucu olarak da dıĢa dönük olan iskân politikası yerini yavaĢ yavaĢ bir iç iskân politikasına terk etmeye baĢlamıĢtır. XVI. Asrın sonlarından itibaren baĢlayan, XVII. ve XVIII. asırlarda devlet için 171 Aksın, “Tanzimat‟ın Harput Eyâleti‟nde Uygulanması ve Karşılaşılan Güçlükler”, s.858 vd. 63 büyük bir mesele halini alan içi karıĢıklıklar ve savaĢların çok uzun sürmesinin çıkardığı ekonomik sıkıntıların halk üzerinde oluĢturduğu baskı, onların yerlerini terk ederek kendileri için daha uygun gördükleri yerlere göç etmelerine sebebiyet vermiĢtir. Bu göçler sonucunda daha önce mamur olan alanlar birer harabeye dönüĢmüĢ, bu durum ise ekonomisi ziraate dayanan devletin büyük bir gelir kaybına uğramasına yol açmıĢtır.172 Osmanlı Devleti‟nde XVII. asırda baĢlayan ve XVIII. asırda da devam eden iskân siyasetinin temel amacı, harap ve sahipsiz yerlere aĢiretlerin yerleĢtirilmesi ve boĢ kalan arazilerin yeniden ziraate açılması idi. Osmanlı iskân siyasetini iç iskân siyasetine dönüĢtüren sebeplerden biri de, devletin zahire ambarı olarak kabul edilen Rumeli topraklarının önemli bir kısmının elden çıkmasıdır. Bu durum devletin geleceği için endiĢe uyandırmıĢ, Anadolu‟da bazı ziraî ıslahatların yapılması kararlaĢtırılmıĢtır. Ziraatin geliĢtirilmesi için aranan çarelerin baĢında ise, konar-göçer aĢiretleri boĢ yerlere iskân ederek hem o bölgeleri mamur etmek hem de tarım üretimini artırmak düĢüncesi gelir.173 Osmanlı Devleti‟nin, aĢiretleri iskân etmek için yürüttüğü bütün çabalara rağmen, Anadolu‟da konar-göçer aĢiretler meselesi XIX. asra kadar devam etmiĢtir. AĢiretler, bu devirde, devlet otoritesi daha da zayıfladığı için kontrolden tamamen çıkmıĢ bulunuyorlardı. Dersim, Kozan ve Gavurdağı aĢiretlerinin hâkim oldukları alanlara devlet memurlarının girmesi bile mümkün değildi. Aynı Ģekilde Doğu Anadolu‟nun bazı bölgelerinde de devlet otoritesinin hiçbir Ģekilde giremediği, devlete asker ve vergi vermek istemeyen bölgeler vardı. Akçadağ‟da tıpkı Dersim bölgesi, Gâvur dağları, Kozan bölgesi ve Çukurova gibi devlet otoritesinin tam olarak giremediği bölgelerin baĢında geliyordu. 172 Yusuf Halaçoğlu, XVIII. Yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’nun İskân Siyaseti ve Aşiretlerin Yerleştirilmesi, TTK Yay., Ankara 1997, s. 4 vd. 173 Halaçoğlu, a.g.e, s. 5 64 Daha öncede ifade edildiği üzere Cevdet PaĢa: “Hîn-i fetihden beri Gâvurdağı yani Cebel-i Bereket bir hâl-i isyândadır. Kozan dağlarına hükümet-i Devlet-i aliyye hiç girmedi Hısn-ı Mansûr tarafı bir hal-i şerkeşîde ve Akçadağ ile Dersim dahi Gâvur-dağı tavrunda bulunuyor ve buraları birer eşkıyâ yuvası olup etrâfdaki câniler buralara ilticâ ile hükümetin pençesinden kurtuluyor ve bu dağların sebebine bir çok aşâir dahi bevâdî-i isyân ve serkeşîde dolaşıyor” demektedir.174 Devlet âsâyiĢsizlik sebebiyle dağlık bölgelerden vergi alamadığı gibi, Tanzimat ve Islahat fermanlarında bütün tebaanın askere alınacağı ilan edilmiĢ olmasına rağmen sadece Anadolu ve Rumeli‟de düz ovalarda oturan Türk ahali düzenli bir Ģekilde askere alınabiliyordu. 175 Meselâ Kırım Harbi yıllarında Gâvur dağları ve Kozan dağları arasında bulunan bölgeden asker alınmak istenmiĢse de aĢiretlerin muhalefeti yüzünden söz konusu bölgelerden asker alınamamıĢtı. Islahat Fermânı‟nda birçok konuda olduğu gibi askerlik meselesinde de eĢitlik vaat edilmiĢti, fakat gayr-ı müslim ahali büyük oranda eski alıĢkanlıklarını devam ettirdi ve daha önce verdikleri cizye vergisini vermeye devam ederek askerlik hizmetinden yine muaf tutuldular.176 “Olan MüslümanTürk ahaliye oldu. Bütün yük onun sırtına bindi.” Ayrıca Anadolu‟nun ve Osmanlı Avrupası‟nın dağlık bölgelerinde yaĢayan ahâli de devamlı bir Ģekilde askerlik hizmetinden kaçmakta idi. Bu sebeple, geniĢ imparatorluk sınırlarında askerlik hizmetine alınanlar Anadolu ve Rumeli ovalarında oturan köylülerden ibaret kalıyordu.177 Osmanlı devlet adamları, gayr-ı müslim ahalinin askere alınıp alınmaması meselesini birçok kez müzakere etmiĢler ve neticede görülen 174 Cevdet, Tezâkir, s.107. 175 Karal, VII, s.183. 176 Faroqhi, Osmanlı Kültürü ve Gündelik Yaşam, s. 268. 177 Yerasimos, Az Gelişmişlik Sürecinde Türkiye, C. II, s.729. 65 mahzurlar sebebiyle gayr-ı müslim ahaliden asker alınması düĢüncesinden vazgeçilmiĢtir. Gayr-ı müslim ahaliden asker almak yerine Anadolu‟da Müslüman ahali ile meskûn fakat devlet otoritesinin giremediği bölgeleri “tahtı inzibâta” alarak daha büyük bir kazanç elde edileceği kanaatine varılmıĢtır.178 Zaten Cevdet PaĢa‟ya göre devlet, isyan hâlinde olan bölgelerde inzibat ve âsâyiĢi sağlayamaz ve “ur abalıya” meselince her zaman yaptığı gibi itaatkâr Müslüman ahaliye yüklenmeye devam ederse zaman içerisinde devletin aslî unsuru olan Türkler günden güne zaafa uğrayacaktır.179 “Halbuki” der, PaĢa: “bizde tensîkat-ı askeriyyeden müstesnâ çok yerler var. Anlar taht-ı inzibâta alınırlar ise kur„a dâireleri tevessü„ eder ve unsur-ı aslîmiz olan Türkler hayliden hayli nefes alur. İşte Bosna bir nümûnedir. On seneye kadar Bosna‟nın muvazzafasiyle berâber redîfleri elli bine bâliğ olur. Kozan hakkında Reşid Paşa‟nın efkârı hâtırlardan çıkmamışdır. Gâvur-dağı da ez-kadîm hâl-i isyândadır. Ve bu esnâda ehemmiyeti çok artmışdır. Öte tarafında Kürt-dağı dahi ana müşâbih bir hale geldi. Akçadağ bir hal-i serkeşîdedir. Dersim ise bir eşkıyâ yuvasıdır. (…) Buraları taht-ı zabt ü rabta alınsa ahâlî-i mutî„anın yükü çok hafifler ve ol vakte kadar ahâlî-i gayr-ı müslimeden asker alınmak meselesi dahi arîz u amîk düşünülerek hall edilmiş olur”180 demektedir. Akçadağ bölgesi de genel olarak aĢiretlerin kontrolünde bulunuyor, aĢiretler ise devlet otoritesini tanımak istemiyorlardı. AĢiretler, yerleĢik ahaliye musallat oluyor, ticaret kervanlarını basıyor ve zaman zaman bulundukları bölgeleri yağmalıyorlardı. Devlet aĢiretlerden ne vergi ne de asker alabiliyordu. Akçadağ aĢiretleri devamlı bir isyan halinde bulunuyor, hac kervanlarını basmaktan bile geri durmuyorlardı.181 178 Cevdet, Tezâkir, s.107. 179 Cevdet, Tezâkir, aynı yer; Cevdet, Ma‘ruzat, s. 115. 180 Cevdet, Ma‘ruzat, aynı yer. 181 BOA, İ.MVL. 438/19381, 20.Ra.1277. 66 Ahalinin devlete vergi ve asker vermemesinin yegâne sebebi, dik baĢlı ve serkeĢ olmaları değildi sadece; vergiler, halkın ödeyemeyeceği kadar ağırdı. Askerlik hizmeti de uzun yıllar devam ettiği için askerlik hizmetinden kaçmak tabii karĢılanan hadiseler arasında yer alıyordu. Halk, ağır vergilerden ve vergi tahriratında yapılan haksızlıklardan devamlı bir Ģekilde Ģikâyetçi oluyor, vergilendirme usulündeki karıĢıklıklar ahâlinin hoĢnutsuzluğuna sebebiyet veriyordu.182 Akçadağ bölgesini kontrol altına almak, bölgenin uzun yıllardan beri ödemediği vergi borçlarını tahsil etmek ve hepsinden daha önemlisi burada büyük bir âsâyiĢsizlik sebebi olan aĢiretleri iskân etmek gerekiyordu. Devlet, bu iĢi yürütmek için mahalli idarecilere çeĢitli emirler göndermiĢ, onlarda BabÂlî‟ye, bu iĢin yürütülebilmesi için yeterli miktarda askere ihtiyaçları olduğunu bildirmiĢlerdir. Bunu üzerine aĢiretleri itaat altına alma ve iskân faaliyetlerini yürütmek gayesiyle beĢ yüz kuruĢ maaĢla bir yüz baĢı ve yüz kuruĢ maaĢla yüz nefer süvari zaptiye tahrir olunmuĢtur. 183 Akçadağ bölgesinde bulunan aĢiretlerin iskânı ve itaat altına alınmaları faaliyetlerinin baĢında Harput Eyâleti valisi bulunacaktı. Valinin bizzat taht-ı nezaretinde bulunan faaliyetlerin öncelikli amacı devlete asker ve vergi vermeyen aĢiretleri kontrol altına almak ve aĢiret reislerini bir daha karıĢıklığa sebebiyet vermemeleri için baĢka mahallere sevk ve iskân etmekti.184 Akçadağ aĢiretlerinin iskân edilmeleri ameliyesine bölge aĢiretlerinin reisleri olan Ahmet, ġâkir ve Ali ağaların üzerine yürünerek baĢlanmıĢtır. Söz konusu ağalar kendilerine karĢı faaliyet gösteren devlet kuvvetlerine ciddi bir direniĢ göstermeyecekler, Harput valisine her birinin mühürleri bulunan beĢ maddelik bir taahhütnâme vermiĢlerdir. ĠĢbu taahhütnâmeye onlar:185 182 Aksın, “Tanzimat‟ın Harput Eyâleti‟nde Uygulanması ve Karşılaşılan Güçlükler”, s.855 vd. 183 BOA, İ.MVL. 438/19381, 20.Ra.1277. 184 BOA, İ.MVL. 510/23019, 2.M.1281. 185 BOA, İ.MVL. 438/19381, 15.S.1277 67 1) “Akçadağ kazasında iĢbu 75 senesine mahsuben icrasında müsamaha vuku bulmuĢ olan kur„a-i Ģer„iyeyi usul ve kanununa tatbiken icrasına taahhüd eylediğimizden memurlarının sür„at-ı irsalini niyaz ederiz. 2) ĠĢbu yetmiĢ altı senesi emval vergisini yerlü yerinden cem„ ve tahsil ve vakt u zamanıyla hazineye teslim olunmasında nasb olunacak müdirimiz ile beraber bezl ü vüs„-i makderet ederek (…)-i zimmet ideceğimize taahhüd ederiz 3) ĠĢbu yetmiĢ altı senesi Körte Nahiyesinin aĢâr-ı Ģer„iyyesine bir tarafdan iltizama talib ve ragıb bulunmadığından ahali kendü baĢına keyl ve ta„Ģir etmiĢ olduklarından mültezimi vürudunda zürrâ„dan tahsil birle teslim edeceğimize taaahhüd ederiz. 4) Civarımız bulunan Malatya ve sair kazaların kurâlarına iliĢik ettirmeyeceğimizden baĢka Sivas toprağından Behisni toprağına varıncaya kadar yani Hasan Çelebi merhalesinden Sürgü Karyesi hududuna kadar esnâ-yı rahda bir ferde ve mürur-ı ubura kazamız ahalisinden tasallut ve taarruz eden vuku„ bulur ise mes„uliyeti tarafımıza râci olacağından dâima hıfz ü hırâsetle saye-i hazret-i Ģahanede bir gûne uygunsuzluk vuku„ bulmamasına müteahhid oluruz. 5) Bundan akdem vuku„ bulmuĢ olan Ġran hüccâcının gasb u garât olan eĢyasından bâkî kalan eĢyasını ve gâsıbları her kimler ise anların pesinden kesilmeyerek ele getürmeye sa„y ü gayretle ibrâzı sadakate taahhüd eyleriz” diyerek teminat veriyorlardı. Akçadağ‟ın önde gelen ağalarından olan Ahmet, ġâkir ve Ali ağalardan alınan bu taahhütnâme, aĢiretlerin kontrol altına alınmasında büyük bir mesafe alınmasını sağlamıĢtır; zirâ taahhütnâmenin beĢinci maddesinden anlaĢılacağı üzere onlar, sadece Akçadağ ve havalisinde değil Malatya baĢta olmak üzere Sivas‟a kadar olan bütün arazi üzerinde de hâkimiyetleri olan ve sözleri geçen kimselerdi. 68 Akçadağ„da bulunan aĢiret reislerinden alınan taahhütnâme yetersiz bulunmuĢ olacak ki, yeniden karıĢıklıklara sebebiyet vermeleri ihtimalinin önüne geçmek düĢüncesiyle söz konusu Ahmet, ġâkir ve Ali ağalar, kendilerine maaĢ bağlanmak suretiyle Harput‟ta ikamet etmeye icbâr edilmiĢlerdir.186 AĢiretlerin kontrol altına alınmasından sonra Akçadağ ahalisinden uygunsuz hareketlerde bulunan kimselerin yakalanarak cezalandırılmaları iĢine baĢlanmıĢtır. Ayrıca Ġran hacılarına saldıran karyeler üzerine asker sevk edilerek saldırganlar yakalanmıĢ, bu kimselerin tekrar aynı hareketlere sebebiyet vermemeleri için tedbirler alınmıĢtır.187 Karyelerde uzun yıllardır yapılamayan askerlik kur‟aları çekilmiĢ, bütün Akçadağ kazası dâhilinde bulunan asker kaçakları yakalanarak alaylarına gönderilmiĢtir. Harput kazası dâhilinde yeni yollar ve kıĢlalar inĢâ edilmeye baĢlanmıĢ ve bu iĢlerde yöre halkının büyük hizmetleri görülmüĢtür. Bunların yanı sıra Malatya kazası dâhilinde bulunan Kırkgöz Köprüsü civârında bulunan arazi tesviye edilerek, bu arazide Eser-i Aziz ve Ümran-ı Aziz isimleriyle yeni iki karye tesis edilmiĢtir. Yeni tesis edilen karyelere Harput‟a sevk edilmiĢ olan Kafkas muhacirleri iskân edilmiĢtir. AĢiretlerin kontrol altına alınmasıyla Akçadağ bölgesinde huzur ve sükûnet hâkim olmaya baĢlamıĢtır. AĢiretlerin kontrol altına alınması ve âsâyiĢin temin edilmesi Malatya ahalisini oldukça hoĢnut etmiĢ, ahali bu hususta Ġstanbul‟a bir teĢekkür mektubu göndermiĢtir. Akçadağ ıslahatında yararları görülen Akçadağ ve Keban maden müdürleriyle bazı aĢiretlerin reislerine niĢan ve rütbeler tevcih edilmiĢtir. 188 186 BOA, İ.MVL. 438/19381, 15.S.1277. 187 BOA, İML. 438/19381, 15.S.1277 ve 20.Ra.1277 188 BOA, İ.MVL. 510/23019, 2.M.1280 ve 2.M.1281. 69 II. YOL VE ULAġIM MESELESĠ Osmanlı Devleti‟nde XVIII. ve XIX. Asırlardaki gerilemeler yol bakımını ve taĢımacılığı da olumsuz yönde etkilemiĢtir ve özellikle XIX.asır düĢünüldüğünde karayollarının durumu oldukça kötü gözükmektedir. Bu duruma kısmen de olsa XVII. asrın ortalarından itibaren Ġngiltere, Hollanda gibi Avrupalı ülkelerin deniz ticaretine önem vermeleri sonucu kadim ticaret yollarının önemini kaybetmesi sebep olmuĢtur. Tabii menzil teĢkilatının eski önemini kaybetmesi, teĢkilatın masraflarının artması ve devletin yeni yollar yapımına yeterli miktarda kaynak ayıramaması da Osmanlı karayollarının bozulmasına ve kullanılamaz hale gelmesine sebep olan âmiller arasındadır. Osmanlı Devleti‟nde kara ulaĢımında kullanılan ana yollar Anadolu‟da ve Rumeli‟de üçer kol halinde bulunuyordu. Bu yollar sağ, sol ve orta yol olarak isimlendiriliyordu. Anadolu‟da sağ kolu, Üsküdar‟dan baĢlayarak Gebze, EskiĢehir, AkĢehir, Konya, Adana, Antalya, istikameti ile Halep ve ġam güzergâhını takip eden Hac yolu oluĢturuyordu. Orta kolu Üsküdar, Gebze, Ġznik, Bolu, Tosya, Merzifon, Tokat, Sivas, Hasan Çelebi, Malatya, Harput, Diyarbekir, Nusaybin, Musul, Kerkük güzergâhını takip eden BağdatBasra yolu meydana getiriyordu. Sol kolu ise yine Üsküdar‟dan baĢlayan Üsküdar, Gebze, Ġznik, Bolu, Tosya, Merzifon, Ladik, Niksar, Karahisar-ı ġarki (ġebinkarahisar), Kelkit, AĢkale ve Erzurum üzerinden Kars‟ı müteakiben Tebriz‟e ulaĢan yol teĢkil ediyordu.189 Osmanlı Devleti karayollarının tamir edilmesi iĢine gerekli önemi veremediği gibi, yolların güvenliğini de sağlayamıyordu. Yollar üzerinde bulunan konar-göçer aĢiretler ticaret kervanlarına büyük zararlar veriyor daha önce de bahsedildiği gibi ticaret kervanları bir bölgeden diğerine sevkiyat yaparken aĢiretlerin iznini almak mecburiyetinde kalıyordu. Yollar üzerindeki 189 Vahdettin Engin, Rumeli Demiryolları, Eren Yay., İstanbul 1993, s. 21. 70 asayiĢsizlikler sebebiyle devlet XIX. asırda Trabzon-Erzurum-Tebriz yolunda Ġranlı tüccarları korumak için muhafızlar tayin etmiĢ, yol güzergâhında mümkün olan yerlere kır serdarları tayin ederek tüccarların güvenliğini sağlamaya çalıĢmıĢtır.190 XIX. asrın baĢlarında Sultan II. Mahmut merkezî idarenin eyaletler üzerindeki kontrolünü sağlamak amacıyla yol ve menzil teĢkilatını düzenlemeyi düĢünmüĢtür. Bu düĢünceyi hayata geçirmek için öncelikli olarak aĢiretlerin ve ayanların kontrolünde olan bölgelerin güvenliğini sağlamak gerekiyordu; çünkü daha önce de ifade edildiği gibi Osmanlı karayolları çok kullanıĢlı olmamasının yanı sıra tüccarlar ve yerli ahali bir bölgeden diğerine geçerken aĢiret reislerine belli bir miktarda yolluk vermek mecburiyetinde kalıyorlardı. Ġstisnaî bir durum olsa da PaĢalar ve kumandanlar görev yaptıkları bölgelere tüccarları celbetmek amacıyla hanlar inĢa ediyorlar, tehlikeli gördükleri yerlere muhafızlar koyarak yoları ıslah etmeye çalıĢıyorlardı. Fakat buna rağmen tüccarların bir malı bir yerden baĢka bir yere sevk etmeleri aĢiretlerle olan münasebetlerinin ne derece iyi olduğuna bağlıydı. Zira Anadolu‟nun muhtelif bölgelerinde bulunan aĢiretler ticaret kervanlarından geçiĢ parası almakla kalmıyorlar, zaman zaman da yol trafiğini içinden çıkılmaz bir hale sokuyorlardı.191 Sultan Abdülaziz‟in Osmanlı tahtına cülus ettiği 1861 tarihinde de Osmanlı ülkesinde karayollarının durumu hiç de iç açıcı gözükmüyordu. Abdülaziz devri gazeteleri sık sık yol yokluğundan bahsediyorlar, Osmanlı ülkesine gelen yabancı seyyahlar da ulaĢımın zorluklarından söz ediyorlardı. Yol yokluğu sadece taĢrada görünen bir mesele değildi; Ġstanbul da dâhil olmak üzere büyük Ģehirlerde bile devamlı bir Ģekilde rastlanan durumlardandı. Mesela Londra‟dan Galata‟ya kadar eĢya nakli için verilen navlunun, Galata‟dan o eĢyayı Beyoğlu‟na getirmek için verilen ücretten daha fazla olduğu söyleniyordu. Köylü fazla ürettiği ürünü yol yokluğu sebebiyle 190 Tozlu, “Trabzon-Erzurum-Tebriz Yolu”, s. 181 vd. 191 Quataert, Osmanlı İmparatorluğunun Ekonomik ve Sosyal Tarihi, C. II, s. 935 71 baĢka bölgelere sevk edemediği için fazla üretimden kaçınıyordu. Ziraati geliĢtirmek amacıyla Amerika‟dan getirilen tarım aletleri köylüye dağıtılmak istenmiĢ, fakat köylü fazla mahsulâtı sevk edemeyeceği ve dolayısıyla bu iĢten bir kârının olmayacağı düĢüncesiyle söz konusu tarım aletlerini kabul etmek istememiĢtir.192 Karayollarının yetersizliği sadece ticareti ve üretimi olumsuz yönde etkilemekle kalmıyor, asker sevkiyatında da çok büyük sıkıntılar yaĢanıyordu. 1864 tarihinde Meclis-i Vâlâ tarafından hazırlanıp Âlî PaĢa‟ya takdim edilen bir raporda, karayolları için Ģu bilgi veriliyordu: “Umumî refahın ve servetin geliĢmesine, tesirli bir surette hizmet eden yol Ģebekesinin ıslah edilmesi, pamuk ziraatinin de iki yıldan beri geniĢletilmesi üzerine çok acil ve umumî bir ihtiyaç haline gelmiĢtir.”193 Görüldüğü üzere Tanzimat ricali yolların bir Ģekilde ıslah edilmesi gerektiğini düĢünüyorlardı. Mesela Avusturya elçiliğinde bulunmuĢ Sadık Rıfat PaĢa ulaĢtırmanın önemine değinirken her türlü tarım ve sanayi ürününün satıĢ yerlerine indirilmesi için güvenli, kolay ve çabuk ulaĢımın gerekliliğini vurguluyor, bu Ģekilde yerinde değerini bulamayan ürünlerin daha elveriĢli Ģartlarda satıĢının yapılabileceğini ve bu sayede ticaretin geliĢeceğini belirtiyordu. O‟na göre bu düĢüncenin gerçekleĢtirilebilmesi için Avrupa‟da olduğu gibi Ģose yolar yapılması ve nehirlerin temizlenerek kıyılara nakliyatın sağlanması gerekiyordu.194 Tanzimat devrinin en önemli idarecilerinden biri olan Fuat PaĢa, yabancı devlet temsilcileriyle yaptığı konuĢmalarda, kara ve deniz yolu ulaĢımını arttırmakla ortak çıkarlara hizmet edileceğinden ve bu sayede Osmanlı milletleri arasında kaynaĢma sağlanabileceğinden bahsetmiĢtir. Fuat PaĢa‟ya göre hükümetin vazgeçilmez bir görev sayması gereken ilk iĢ yolların ıslahı edilmesidir. Ona göre Osmanlı Devleti, mevcut yollarını ıslah ettiğinde ve Avrupa ülkeleri kadar demir yoluna sahip olduğu zaman dünyada 192 Karal, VII, s. 244. 193 Karal, VII, s. 267. 194 Engin, Rumeli Demiryolları, s. 27. 72 önde gelen ülkeler arasına girebilecektir. Âlî PaĢa ise, ülke topraklarının büyük imkânlarını verimli hale getirmek için demir yollarlına sahip olmanın yanı sıra bayındırlık hizmetlerini geliĢtirmenin, yeni yollar ve kanallar açmanın lüzumundan bahsetmiĢtir.195 Sultan Abdülaziz devrinde sermaye sahibi Avrupalı büyük devletler Ģose ve araba yolu inĢasını pek kârlı görmedikleri için bu hususta hiçbir faaliyete giriĢilmemiĢ buna karĢılık daha kârlı bir yatırım olacağı düĢünülen demiryolu inĢaatına devlet tarafından birçok yabancı Ģirkete imtiyazlar verilmiĢtir.196 Fakat bu arada Sultan Abdülaziz devrinin baĢlarında yani 1862 tarihinde Osmanlı ülkesinin birçok bölgesinde yollarının tamir edilmesi ve yeni yollar açılması faaliyetlerinin de yürütüldüğünü kaydetmek gerekir. Yol çalıĢmalarının Anadolu‟da özellikle Amasya sancağı ile Samsun ve Kastamonu‟da yapıldığını görmekteyiz.197 Nitekim Anadolu Canib-i yemini teftiĢ memuru Ahmet Vefik Efendi‟nin, Safer 1280 tarihinde sadarete gönderdiği bir arz tezkeresinde, Samsun‟dan Amasya‟ya kadar olan yolların köylüyü teĢvik ile civar köylerde bulunan ahalinin iki üç gün çalıĢmalarını sağlayarak her köyden yirmiĢer otuzar kiĢi tedarikiyle tesviyesine ivedilikle baĢlanılması gerektiği bildirilmiĢtir.198 Ayrıca 1869‟da, kırsal kesimde yaĢayan her erkeğin yılda dört gün yol yapımında çalıĢmasını gerektiren Turuk ve Meabir Nizamnamesi neĢredilmiĢtir. Söz konusu nizamnameye göre, yol yapımında kullanılacak malzeme giderleri kamu yararı bankalarınca karĢılanacak, ücretsiz olarak çalıĢacak iĢçiler, yiyecek ve yük hayvanlarını kendileri getireceklerdi.199 195 Engin, Rumeli Demiryolları, s. 27. 196 Karal, VII, s. 268. 197 Karal, VII, aynı yer. 198 BOA, İ.DH. 512/34848, 1280.S.25. 199 Emine Kıray, Osmanlı’da Ekonomik Yapı ve Dış Borçlar, İletişim Yay., İstanbul 2008, s. 130; Vedat Eldem, “1865 tarihli bir kanunla, 16 yaşından 65 yaşına kadar erkek nüfus için senede dört gün yollarda bizzat çalışmak veya bunun karşılığını nakden ödemek suretiyle bir yol mükellefiyeti ihdas edildi” diyorsa da, sözünü ettiği kanunun hangi kanun olduğu anlaşılamadı. Söz konusu kanun, muhtemelen 1869 tarihli Turuk ve Meâbir Nizamnamesi‟dir. Bkz: Vedat Eldem, Osmanlı İmparatorluğu’nun İktisadi Şartları Hakkında Bir Tetkik, TTK Yayınları, Ankara 1994, s.95. 73 Yol yapımı büyük bir emek ve sermaye gerektirdiği için mâlî durumu hiç de iç açıcı olmayan devlet, yol yapımına gerekli kaynakları ayıramamıĢtır; fakat buna rağmen yolların ıslahı ve yeni yollar açılması için birtakım iyi niyetli çalıĢmalar görülmektedir. 1869 yılında yayınlanan Turuk ve Meâbir Nizamnâmesi ile ülkede bulunan bütün yollar, vilayet merkezlerinden Ġstanbul‟a, iskelelere ve demiryollarına ulaĢan büyük caddeler; vilayet ve sancaklar arasındaki büyük yollar; kazalardan kasabalara, büyük caddelere, demiryolu ve iskelelere giden sancak yolları; daimi surette arabaların geçmediği nahiyeler arasındaki yollar olmak üzere dört gruba taksim edilmiĢtir.200 Yol yapımı çok masraflı bir iĢ olduğundan imkânları yetersiz olan devlet öncelikle Trabzon-Erzurum yolu gibi ticari önemi bulunan yolların tamir edilmesine gayret göstermiĢtir. Ticari önemi bulunmayan ikinci derece yolların yapımını ise, iĢletme hakkını yabancı kumpanyalara vererek yürütülmeye çalıĢılmıĢtır. Yol yapımında istihdam edilmek üzere yurt dıĢından mühendisler getirilmiĢ ve Erzurum-Trabzon, Ġzmit-AdapazarıHendek istikameti üzerinden Ankara, Dikili-Bergama-Kırkağaç, BandırmaBalıkesir, Gemlik-Bursa, Samsun-Amasya yolları ile Tuna, Bosna, Halep ve MaraĢ vilayetleri dâhilinde bulunan bazı yoların yapımına baĢlanmıĢtır.201 Yapılan çalıĢmalara rağmen karayollarında yeterli iyileĢtirmenin yapılabildiği söylenemez. Nitekim hem Sultan Abdülaziz devrinde hem de Osmanlı Devleti‟nin son günlerine kadar karayolu ulaĢımı büyük bir mesele olarak varlığını devam ettirmiĢtir. Tanzimat devrinde yolların ıslahı, yeni yollar inĢa edilmesi hususunda devletin büyük bir gayret gösterdiğini ifade etmek gerekir. Yapılan iyi niyetli çalıĢmalara rağmen özellikle karayolu ulaĢımında önemli bir geliĢme sağlanamamıĢtır. Söz konusu devirde yollarla ilgili olarak yapılan asıl önemli 200 Engin, Rumeli Demiryolları, s. 28. 201 Engin, a.g.e, aynı yer. 74 geliĢme, demiryollarının Osmanlı ülkesine girmesi ve bu devirde demiryolu Ģebekesinin geliĢtirilmesi için büyük çaba sarf edilmesidir. Demiryolunun bir ulaĢım aracı olarak hizmete girmesi ilk defa olarak Ġngiltere‟de gerçekleĢmiĢtir. Bilinen Ģekliyle demiryolu henüz ortaya çıkmamıĢken Avrupa‟nın çeĢitli maden iĢletmelerinde raylı bir sistemin kullanıldığı bilinmektedir. Avrupa‟da XVI. asrın ortalarından itibaren ocaklardan çıkarılan madenler, tahtadan raylar üzerinde iĢletilen basit bir ray sistemiyle taĢınmaya baĢlamıĢtı. Demiryolları, teknolojinin büyük bir atılım kaydettiği XIX. asırda yeni bir ulaĢım aracı olarak ortaya çıkmıĢtır. Bu konuda önemli bir geliĢme sağlanması buharlı makinelerin bulunmasıyla mümkün olmuĢtur.202 Osmanlı Devleti‟nde ise demiryolları Kırım Muharebesi‟nden sonra inĢa edilmeye baĢlanmıĢtı. Büyük bir sermayeye ve teknik bilgiye ihtiyaç duyan bu teĢebbüsü Osmanlı hükümeti yabancı Ģirketlere bırakmak mecburiyetinde kalmıĢtı.203 Osmanlı hükümeti için demiryollarının ülkeye girmesi çok büyük bir ehemmiyete sahipti. Hükümet, öncelikle ülkenin tamamını kuĢatacak bir kuzey-güney-doğu-batı bağlantısına sahip olmak istiyordu. Osmanlı Devleti için demiryollarının büyük bir stratejik önemi vardı;204 bu sebeple Osmanlı idarecileri demiryolu Ģebekesinin stratejik noktalar üzerinden geçmesi hususunda hassasiyetle duruyorlar, bu konuda hiçbir fedakârlıktan kaçınılmaması gerektiğini düĢünüyorlardı. Hatta Sultan Abdülaziz, tren hattının sarayın bahçesinden geçmesi söz konusu olduğunda: “Memleketime demiryolu yapılsın da isterse sırtımdan geçsin râzıyım” demiĢtir. Sultanın bu sözleri, demiryoluna duyulan ihtiyacın ne kadar 202 Esin Kaya, “Türkiye‟de İlk Demir Yolları”, Belleten, Sa. 202, Nisan 1988, s. 209-218; Engin, “Osmanlı Devleti‟nin Demiryolu Siyaseti”, Türkler, C.XIV, Yeni Türkiye Yay., Ankara 2002, s.462480. 203 204 Karal, VII, s. 268 Wolf Hutteroth, “Osmanlı Devleti‟nde İlk Demir Yolları”, Uluslararası Kuruluşunun 700. Yıl Dönümünde Bütün Yönleriyle Osmanlı Devleti Kongresi, Bildiriler, Selçuk Üniversitesi Yay., Konya 2000, s. 291-297. 75 büyük olduğunu ve esasen devletin bu meseleye büyük bir hassasiyetle yaklaĢtığını göstermektedir. Bâb-ı Âlî için demiryollarının ülkeye girmesi aynı zamanda, taĢrada imal edilen ürünlerin limanlara, ticaret merkezlerine daha kolay sevk edilmesi demekti. Ayrıca devlet, savaĢ zamanlarında veya ülke içerisinde herhangi bir isyan zuhur ettiğinde asker toplamakta ve toplanan askeri mahalline sevk etmek hususunda büyük sıkıntılar yaĢıyordu; demiryollarının ülkeye girmesi Osmanlı Devleti‟nin bu en önemli meselesini de büyük ölçüde halledecekti. Demir yollarının ülke ekonomisine de büyük fayda sağlayacağı Ģüphesizdi. Yol yokluğundan mütemadiyen Ģikâyetçi olan ve bu sebeple fazla üretim yapmaktan uzak duran halk da ürününü daha kolay pazarlama imkânına sahip olacak, dolayısıyla ülke genelinde önemli bir üretim artıĢı sağlanmıĢ olacaktı. Osmanlı Devleti‟nin demiryolları konusundan gösterdiği kararlı tutum Avrupalı sermaye çevrelerini harekete geçirmiĢse de söz konusu sermaye çevreleri ilkin meseleye tereddütle yaklaĢmıĢlardır. Onlar yapacakları yatırımların karĢılığını alamayacakları düĢüncesindeydiler; fakat Osmanlı hükümetinin kararlı tutumu demiryollarının getireceği kârı göz önünde bulunduran Ġngiltere‟yi bu hususta harekete geçirmiĢtir. Bu çerçevede Ġngiltere Batı Anadolu ve Balkanların tarım potansiyeli yüksek bölgelerinde, denizle bağlantılı demiryolu hatları inĢa edebilmek için Osmanlı hükümeti nezdinde imtiyaz aramaya baĢlamıĢtır.205 Nitekim Osmanlı topraklarında ilk demiryolu imtiyazı Ġngiliz Ģirketlerine verilmiĢtir. Osmanlı toprakları üzerinde yapılan ilk demiryolu hattı, Mısır valisi tarafından Ġngilizlere yaptırılan 211 kilometrelik Ġskenderiye-Kahire demiryolu hattını saymazsak, 1856 yılında yapımına baĢlanan Ġzmir-Aydın demiryolu hattıdır. 205 Engin, “Osmanlı Devleti‟nin Demiryolu Siyaseti”, s. 462 vd. 76 1856 yılında yapımına baĢlanan Ġzmir-Aydın demiryolu hattı imtiyazı, Ġngiliz Ģirketlerine verilmiĢ ve hat 1866‟da açılmıĢtır; fakat bu hat üzerinde yapılan çalıĢmalar 1872 yılına kadar devam etmiĢtir.206 Öteden beri Osmanlı ülkesinde demiryolu yapılmasını isteyen ve Osmanlı hükümetinden bu konuda imtiyaz elde etmeye çalıĢan Ġngiliz Ģirketlerinin ilk olarak Ġzmir-Aydın arasında bir demiryolu hattı inĢa etmek istemelerinin sebebi bu hattın büyük bir ticari kazanç getireceğini düĢünmeleridir. Ġngiliz Ģirketlerini bu düĢünceye sevk eden en önemli sebep, Ġzmir‟in Osmanlı limanları içerisinde çok büyük bir ticari hacme sahip olmasıydı. Ġzmir limanı, XIX. asırda Osmanlı Devleti‟nin Ġstanbul, Trabzon, Selanik ve Beyrut limanlarıyla beraber en önemli beĢ limanından birisiydi. Ġzmir‟in doğal ve korunaklı bir limana sahip olması, Ģehri önemli bir ithalat ve ihracat merkezi haline getirmiĢti. Osmanlı Devleti ile Ġngiltere arasındaki ticaretin gerçekleĢtirildiği en önemli merkezlerden biri de Ġzmir idi. 207 Bölgede buluna Ġngiliz tüccarlarla üretici arasındaki bağlantı, Ġzmir‟deki Rum ve Ermeni komisyoncular tarafından sağlanıyordu. Ġngiliz tüccarlar Ġngiltere‟den getirdikleri malları burada Rum ve Ermeni komisyonculara devrediyorlar, ihraç edecekleri tarım ürünlerini de yine onların vasıtasıyla satın alarak Ġzmir‟den vapurlarla Ġngiltere‟ye sevk ediyorlardı.208 Batı Anadolu bölgesi verimli tarım alanları ile yabancı tüccarları cezbeden bir konuma sahipti. Ġzmir-Aydın demiryolu hattının inĢasıyla Aydın‟da üretilen tarım ürünleri kolay bir Ģekilde Avrupa ülkelerine taĢınabilecekti. Aydın ve çevresi tarım ürünlerinin çeĢitliliği bakımından son derece zengindi. Bölgede bulunan ovalarda yetiĢtirilen tarım ürünlerinden baĢta incir olmak üzere zeytin, üzüm, palamut, meyan kökü gibi birçok tarım ürünü Aydın‟dan Ġzmir‟e sevk edilir ve buradan yurtdıĢına gönderilirdi.209 206 Jorga, Osmanlı İmparatorluğu Tarihi, C.V, s. 454. 207 Ali Akyıldız, Anka’nın Sonbaharı, İletişim Yayınları, İstanbul 2005, s.15. 208 Akyıldız, a.g.e, s.15. 209 Besim Darkot, “Aydın”, İA., C. II, s.61; Akyıldız, Anka’nın Sonbaharı, s.16. 77 Bölge tarım ürünlerinin çeĢitliliğinin yanı sıra yer altı kaynakları açısından da oldukça zengindi. Bu açıdan kendisine daime kâr getirecek bölgeleri faaliyet alanı olarak seçen Ġngiliz sermayesi, Ġzmir-Aydın ve Ġzmir-Kasaba demiryollarının yapımını takip eden yıllarda Batı Anadolu bölgesine yönelmiĢti.210 Bu devirde Batı Anadolu‟da yapılan yol ıslah ve inĢâ çalıĢmalarının sadece demiryollarıyla sınırlı kalmadığını, özellikle, Aydın‟da kara yollarının ve derelerin ıslahına çalıĢıldığını ayrıca yeni kanallar açılması için de faaliyetlerde bulunulduğunu eklemek gerekir.211 Batı Anadolu bölgesinde Ġngiliz sermayesi ile yapılan Ġzmir-Aydın demiryolu hattı 130 kilometre ve Ġzmir-Kasaba hattı ise 93 kilometre idi. Bu hatlar Batı Anadolu bölgesindeki liman Ģehirlerinin iç bölgelerle irtibatını güçlendirmiĢ ve bu sayede iç bölgelerde yetiĢtirilen tarım ürünlerinin limanlara taĢınmasını kolaylaĢtırmıĢtır.212 Ġzmir-Aydın demiryolu hattının üç aĢamada yapılması planlanmıĢtı. Ġzmir‟den Aydın dağlarına kadar olan 70 kilometrelik ilk bölüm, demiryolu hattı inĢâ etmek için hiçbir zorluk göstermeyen düz bir araziden geçirilecekti. Ġkinci bölüm, Aydın dağlarından Menderes vadisine geçiĢi sağlayan bir tünelden, üçüncü bölüm ise bu tünelden Aydın‟a kadar olan kısımdan oluĢacaktı.213 Demiryollarının yapılmasıyla beraber, Batı Anadolu bölgesinde ulaĢtırma masrafları oldukça azalmıĢ, bölgeden yapılan ihracat faaliyetleri ivme kazanmıĢtır. Demiryollarının yaygınlaĢmasıyla baĢta Batı Anadolu Ģehirleri olmak üzere bütün ülkede Ģehirlerin nüfusu artmaya baĢlamıĢtır. Avrupa ülkelerine yapılan ihracatın yanı sıra iç pazarlar için tapılan tarım 210 Şevket Pamuk, Osmanlı Ekonomisinde Bağımlılık ve Büyüme 1820-1913, Tarih Vakfı Yay., İstanbul 2005, s. 85. 211 BOA, A.MKT. MHM. 441/47, 1285.Z.28. 212 Engin, “Osmanlı Devleti‟nin Demiryolu Siyaseti”, s. 462 vd. 213 Orhan Kurmuş, Emperyalizmin Türkiye’ye Girişi, Yordam Kitap, İstanbul 2007, s.101. 78 üretimi artmıĢ, bu sayede Anadolu köylerinin merkezle ve pazarla olan irtibatı kuvvetlenmiĢtir.214 Ġzmir-Aydın demiryolu yapımının Ġngiliz sermayesi tarafından üstlenilmesi ve 1866‟da yabancıların Osmanlı topraklarında mülk edinmesine izin verilmesi Ġngilizleri, Ġzmir‟in iç bölgelerinde toprak satın almaya ve ihracata yönelik büyük çiftlikler iĢletmeye sevk etmiĢtir. 1868 yılına gelindiğinde yani Ġzmir-Aydın demiryolu hattının iĢletmeye açılmasından sadece 5 yıl sonra Ġzmir‟de bulunan bütün iĢlenebilir toprakların üçte birinin Ġngilizlerin eline geçtiği söylenmektedir. 1878 yılına gelindiğinde ise Ġzmir bölgesinde bulunan bütün iĢlenebilir toprakların Ġngilizler tarafından satın alındığı ifade edilmektedir.215 Osmanlı hükümetinin demiryolu yapımı imtiyazını yabancı Ģirketlere vermesi, bu Ģirketlerin imtiyazlarını zaman zaman kötüye kullanmalarına sebebiyet vermiĢtir. Yabancı Ģirketlere verilen imtiyazların spekülasyon konusu haline gelmesi ve Avrupalı büyük devletler arasında bu hususun rekabet meselesi halini alması Osmanlı Devleti‟ni zarara uğratmıĢtır. 216 Bu durum Osmanlı hükümetini 1872‟den itibaren yabacı Ģirketlere demiryolu imtiyazı vermekten vazgeçirmiĢtir. Devlet, bu tarihten sonra kendi sermayesi ile yeni hatların inĢasına baĢlamıĢ, bu suretle Mudanya-Bursa ve HaydarpaĢa-Ġzmit hatları yapılmıĢtır. Bursa-Mudanya hattının yapımına 1873 yılında Sultan Abdülaziz‟in bir iradesiyle baĢlanmıĢtır. Hat, dar olarak yapılacak ve 154 kilometre uzunluğunda olacaktı.217 Sultan Abdülaziz devrinde devlet sermayesi ile yapılan bir diğer yol olan HaydarpaĢa-Ġzmit demiryolu hattı 99 kilometre uzunluğundaydı. Bu hat, HaydarpaĢa‟dan Ġzmit, EskiĢehir, Ankara, Kayseri, Sivas, Diyarbakır, Mardin 214 Pamuk, Osmanlı-Türkiye İktisadî Tarihi 1500-1914, İletişim Yayınları, İstanbul 2005, s. 216. 215 Şevket Pamuk, Osmanlı Ekonomisinde Bağımlılık ve Büyüme 1820-1913, s. 111-112. 216 Mesela İzmir-Aydın demiryolunun yapımında karşılaşılan bazı zorluklar hakkında bkz: Akyıldız, Anka’nın Sonbaharı, s.26-39. 217 Karal, VII, s. 270. 79 üzerinden Bağdat‟ta son bulacak olan demiryolu hattının bir bölümünü oluĢturuyordu. HaydarpaĢa-Ġzmit hattı inĢaatı 1873 yılında tamamlanarak iĢletmeye açılmıĢtır. Yine bu devirde devlet tarafından uzunluğu 76 kilometreyi bulan Kasaba-AlaĢehir demiryolu hattı inĢa edilmiĢtir. Böylece daha önce Ġzmir‟den Kasaba‟ya kadar uzanan ve bir Ġngiliz Ģirketi tarafından yapılmıĢ olan hat da AlaĢehir‟e kadar uzatılmıĢ oluyordu. 218 Bu arada Mudanya-Bursa ve HaydarpaĢa-Ġzmit hatlarının yapımına devlet tarafından baĢlanılmasına rağmen, devletin, büyük bir mâlî destek ve teknik imkân meselesi olan söz konusu demiryolu hatlarının yapımının mâli ve teknik yükünü kaldıramayarak, bu hatların yapımını Ģirketlere devretmek mecburiyetinde kaldığını da eklemek gerekir.219 Yapımının devlet tarafından yüklenildiği HaydarpaĢa-Ġzmit ve Mudanya-Bursa gibi demiryolu hatlarının inĢâsı, borçlanmaya sebep olmuĢ, yabancı Ģirketler tarafından yapılan hatlar da aynı Ģekilde borçlanmaya yol açmıĢtır.220 Demiryollarının yapımı, kısa zamanda Osmanlı ülkesine yeni bir canlılık kazandırmıĢ, demiryolu hattı üzerinde bulunan Ģehirlerin nüfusu kısa bir müddet içerisinde önemli derecede artmıĢtır. Osmanlı köylüsünün iç ve dıĢ pazarla olan bağlantısı artmıĢ, köylü fazla ürününü ne yapacağı endiĢesinden kurtulmuĢtur. Bu durum doğal olarak üretimin artıĢını sağlamıĢtır. Demiryolları aynı zamanda merkezî idarenin taĢra üzerindeki gücünü ve otoritesini de pekiĢtirmiĢtir. Devlet için demiryolları, savaĢ zamanında daha kolay asker sevk etmek, ülke içerisinde herhangi bir isyan zuhurunda daha çabuk müdahale etmek manasına geliyordu. Demiryolu hatlarının ülkenin stratejik noktalarından geçirilmesi ülke savunması için de hayatî 218 Karal, VII, s. 270. 219 Akyıldız, Anka’nın Sonbaharı, s. 43. 220 V. Necla Geyikdağı, Osmanlı Devleti’nde Yabancı Sermaye, Hil Yayınları, İstanbul 2008, s.125. 80 önem taĢıyordu. Zaten Tanzimat devri ıslahatları genellikle ulaĢtırma ve haberleĢmeyi kolaylaĢtırma, âsâyiĢin mümkün olduğu kadar çabuk sağlanmasına yöneliktir. Tanzimat idarecileri ulaĢımın ve haberleĢmenin kolaylaĢtırılması ve daha da önemlisi âsâyiĢin sağlanması hususlarında büyük bir dikkat göstermiĢler; bu konuda teĢvik edici ve düzenleyici tedbirler almıĢlardır.221 Demiryolları tarım ve sanayi alanında faydalı olmasına rağmen, genel olarak demiryollarının yer altı kaynakları açısından önemli bir yararı görülmemiĢtir; zirâ özellikle Batı Anadolu bölgesinde bulunan madenler yabancı Ģirketler tarafından yağmalanmıĢtır. Madenlerde Türk iĢçiler değil, Yunanlı veya Ġtalyan iĢçiler istihdam ediliyor ve çıkarılan madenler demiryolları vasıtasıyla Ġzmir üzerinden Ġngiltere‟ye sevk ediliyordu; bu sebeple Batı Anadolu‟dan çıkarılan madenlerin bölgeye hiçbir faydası dokunmamıĢtır.222 Neticede demiryolları, Osmanlı Devleti‟ne birçok ekonomik fayda sağlamıĢtır. Demiryolları, iç bölgelerin kıyı bölgeleriyle irtibatını güçlendirmiĢ, devletin iç bölgeler üzerindeki otoritesini güçlendirmesini sağlamıĢtır. Artık ülke içerisinde asker sevkiyatı daha hızlı bir Ģekilde sağlanabiliyordu. Ayrıca demiryolları aĢiretlerin kontrolünü kolaylaĢtırmıĢ, ulaĢım masraflarını azaltmıĢtır. Demiryolları, imal edilen malların ithalini ve Osmanlı ham ve gıda maddelerinin ihracını teĢvik etmiĢtir; fakat demiryolu hatlarının Ankara gibi iç bölgelerdeki Osmanlı Ģehirlerine kadar uzatılması, mesâfenin himâye ettiği bazı zanaatkârları zarara uğratmıĢtır.223 221 Ortaylı, Osmanlı İmparatorluğu’nda İktisadi ve Sosyal Değişim, Turhan Kitapevi, Ankara 2004, s. 121. 222 Akyıldız, Anka’nın Sonbaharı, s. 50-51. 223 Quataert, Osmanlı İmparatorluğu’nun Ekonomik ve Sosyal Tarihi, C.II, s. 932 vd. 81 III. ZĠRAAT Tanzimat devrinde, s<osyal ve idarî ıslahatlarla modernleĢmeyi ve söz konusu ıslahatların baĢarısını ekonomik alanda atılacak adımlarla desteklemeyi amaçlayan bir idarî anlayıĢ oluĢmuĢtur. Bu devirde, öncelikle zirâî geliĢme politikalarını oluĢturacak ve uygulayacak bir zirâî bürokrasi kurulmuĢtur. Zaman içerisinde sayıları ve güçleri artan bu bürokratik kadroların ziraat politikalarının temel amacı, üretimin arttırılması ve çeĢitlendirilmesi idi. Onlar, dıĢ talebe yönelik tarım ürünlerinin imâlinin teĢvik edilerek, dıĢ ticaret dengesinin sağlanması gerektiğini düĢünüyorlardı. Ġthal ikamesi amacıyla kurulan yerli sanayi tesislerinin ihtiyaç duyacağı hammaddelerin yurt içi üretimle karĢılanması ve tarım araç ve metotlarının modernleĢtirilmesi de onların hedefleri arasındaydı.224 Abdülaziz Devri‟nde, 1858 yılında çeĢitli altyapı yatırımlarının yapımı iĢlerine bakmak için kurulan “Meclis-i Maabir” içerisinde 1863‟te üç kiĢilik bir “Ziraat Fırkası” teĢkil edilmiĢtir. Bu fırkaya, ülkenin temel zenginlik kaynağı olan tarımın geliĢtirilmesi ve bu husustaki tekliflerin görüĢülüp karara bağlanması, ticarî değeri yüksek ürünlerin üretiminin teĢvik edilmesi, zirâî ve sınâî ürünlerin üretim ve ticaretine âit istatistikler yapması görevleri verilmiĢtir.225 Yine Abdülaziz Devri‟nde, mahallî seviyede yapılacak ekonomik geliĢmelerle alakalı olan çalıĢmaları organize etmek amacıyla 1868 yılında ġura-yı Devlet‟in içinde bir Nafia Dairesi kurulmuĢ ve bu daireye tarım alanında yapılacak geliĢmelerle ilgili konuların ve söz konusu alanda üreticiye verilecek imtiyazların görüĢülerek karara bağlanması görevi verilmiĢtir. Bu çerçevede vilayetlerde her yıl toplanan Vilayet Genel Meclislerinin düzenleyeceği ve o bölgenin ekonomik geliĢmesiyle alakalı tekliflerin yer 224 225 Tevfik Güran, 19. Yüzyıl Osmanlı Tarımı, Eren Yayıncılık, İstanbul 1998, s. 45. Güran, “Tanzimat Döneminde Tarım Politikası”, Tanzimat, Değişim Sürecinde Osmanlı İmparatorluğu, Editör: Halik İnalcık, Mehmet Seyitdanlıoğlu, Phonenix Yayınevi, Ankara 2006, s. 513-521. 82 alacağı raporlar da bu daire tarafından görüĢülecek ve yerine getirilecekti. Aynı yıl içerisinde vilayetlerden bu niteliklerde elliye yakın rapor ġura-yı Devlet‟in Nafia Dairesi‟ne ulaĢmıĢ ve okul, yol ve liman yapımı, bataklıkların kurutularak tarıma elveriĢli hale getirilmesi, sulama tesisleri kurulması, bazı vergilerin kaldırılması veya oranlarının düĢürülmesi, tarımda ihtiyaç duyulan iĢgücünün karĢılanması için tedbirler alınması, hayvan hastalıklarının engellenmesi, fabrikalar tesis edilmesi, modern tarım araç ve gereçleri, iyi cins tohumluk ve daha önce üretim yapılmayan pazara yönelik ürün çeĢitleri için tohum gönderilmesi gibi tekliflerin yer aldığı bu raporlar Nafia Dairesi‟nde görüĢülerek bir kısmının gerçekleĢtirilmesi için lazım gelen teĢebbüslerin yapılması karara bağlanmıĢtır.226 Abdülaziz Devri‟nde Osmanlı ziraatinin en önemli meseleleri, âsâyiĢsizlik, yol yokluğu, vergilerin ağırlığı ve ülkenin hemen hemen her alanında görülen adaletsizliktir. Memleketin her tarafında büyük bir otorite boĢluğu bulunuyor, bu durum köylünün üretim yapmasına ve ürettiği ürünleri pazarlamasına engel oluyordu. Özellikle Anadolu‟da bir yerden bir yere sevkiyat yapmak, hem yol yokluğu hem de yollar üzerinde bulunan aĢiretlerin saldırıları sebebiyle neredeyse imkânsız hâle geliyordu. Ayrıca köylünün üzerindeki vergi yükü çok ağırdı; bu yükün bu kadar ağır olmasının baĢlıca sebebi, ülkenin birçok bölgesinden düzenli bir Ģekilde vergi alınamamasıydı. Devlet, özellikle, ülkenin dağlık bölgelerinde oturan ahâliden ve aĢiretlerden vergi alamıyor; bu durum vergi yükünü, düz ovalarda oturan ve ziraatle uğraĢan köylünün çekmesine sebebiyet veriyordu. XIX. asır‟da Anadolu‟yu gezen Avrupalı gezginler ve Osmanlı ülkesinin ekonomisi ve ticareti üzerine çalıĢan yazarlar kitaplarında, Müslüman-Türk ahâlinin periĢan bir halde olduklarından bahsetmektedirler. Köyler terk edilmiĢ haldedir; evler harabeye dönmüĢtür ve tarlalar ekilmeden bırakılmıĢtır. Bu durumun ortaya çıkmasının sebebi, askerlik yükümlülüğünün 226 Güran, 19. Yüzyıl Osmanlı Tarımı, s. 46-47. 83 alabildiğine kötüye kullanılması ve vergilerin halkın ödeyebileceği miktarın oldukça üzerinde olmasıdır.227 Osmanlı bütçesinin en önemli gelir kalemi olan âĢâr vergisi, Tanzimat‟a kadar arazinin verimliliğine göre alınırken, bu devirde bütün üreticilerden onda bir oranında alınmaya baĢlanmıĢtı. ÂĢâr vergisi, mültezimlere ihâle ediliyor, onlar de devlet içinde devlet gibi hareket ederek türlü hilelerle kendilerine menfaat sağlamaya çalıĢıyorlardı. Vergisini ödeyemeyen ahâlinin, elinde ne varsa satılıyor; bazen vergi mükellefleri, türlü iĢkencelere katlanmak zorunda kalıyorlardı.228 Hele devletin mâlî bunalımının arttığı devirlerde âĢârın oranı yüzde 15‟e kadar çıkarılıyordu. Ġltizam sistemi, küçük üreticinin üzerindeki vergi yükünü daha da arttırıyor, hasat yerine gelen mültezim, üreticinin ödeyeceği vergiyi kendi takdirine göre tespit edebiliyordu.229 Devlet, hem yol meselesini halletmek hem yollar üzerinde bulunan aĢiretleri bir Ģekilde kontrol altına almak mecburiyetindeydi. Sultan Abdülaziz devri idarecileri, söz konusu meseleleri halletmek için önemli teĢebbüslerde bulunmuĢlar; fakat hem yol meselesini halletme hususunda hem de aĢiretlerin iskânı iĢinde istenilen baĢarı elde edilememiĢtir. Bu devirde, yol yokluğu meselesi, özellikle demiryolu hatlarının inĢa edilmesiyle kısmen baĢarılı bir Ģekilde çözülmüĢ; ne var ki aĢiretlerin iskânı hususunda tam bir baĢarı elde edilememiĢtir. Anadolu‟da bulunan konar-göçer aĢiretlerin iskân edilmesi iĢinde en önemli baĢarı, Fırka-i Islahiyye‟nin Kozan, Gâvurdağı ve Çukurova‟daki aĢiretleri iskân etmesidir. Fırka-i Islahiyye‟nin 1865‟te söz konusu bölgelerde yapmıĢ olduğu iskân ve ıslahat, ziraî faaliyetlerin hız kazanmasına ve özellikle Çukurova‟da, baĢta pamuk ziraati olmak üzere tarımın önemli bir 227 Yerasimos, Azgelişmişlik Sürecinde Türkiye, c.II, s. 909-910. 228 Karal, VII., s. 245. 229 Pamuk, Osmanlıdan Cumhuriyete Küreselleşme, İktisat Politikaları ve Büyüme, Türkiye İş Bankası Yay., İstanbul 2007, s. 10. 84 geliĢme göstermesini sağlamıĢtır. Fırka-i Islahiyye‟den önce tarım faaliyetlerinin neredeyse hiç görülmediği Çukurova, Fırka‟nın aĢiretleri iskân etmeyi baĢarması ve tarımın teĢvik edilmesiyle kısa zamanda ülkenin en önemli tarım alanlarından biri hâline gelmiĢtir. Sultan Abdülaziz devrinde, baĢta pamuk olmak üzere tarım üretimini arttırmaya yönelik teĢvik edici çalıĢmalar yürütülmüĢ; bu hususta gerekli görülen kanun ve nizamnameler yayınlanmıĢtır. Bunlardan bir tanesi 27 Ocak 1862 tarihli “Pamuk Ziraatinin Tervîc ve Tek‟îri Hakkında Müsâ„adât-ı Seniyye” nizamnamesidir. Söz konusu nizamnameye göre: Tapu nizamnamesinde beyan olunduğu üzere boz ve kıraç yerleri yeniden açıp tarla yapacak olanlara o yerler karĢılıksız olarak verilecek ve kendilerine daha sonra bu arazilerin tapuları da ita kılınacaktı. Üreticilerden tarıma açtıkları arazilerin mahsulünden bir sene, eğer arazileri taĢlık ise iki sene öĢür alınmayacaktı. Toprağı tarıma açan Ģahıslar, bu topraklarda pamuk üretimi yaparlarsa öĢür muafiyetleri beĢ seneye çıkarılacaktı. Aynı zamanda söz konusu muafiyetin süresi ilanından itibaren on sene olacaktı. Bu on sene içerisinde pamuk gümrüğü tarifeleri değiĢtirilmeyecek, üretilen pamuk ne kadar yüksek kalitede olursa olsun her türlü pamuktan aynı miktarda gümrük alınacaktı. Ayrıca yetiĢtirilecek olan pamuğun iskelelere kolay bir Ģekilde nakledilmesi için pamuk ziraati yapılan bölgelerin yolları bozuk ise tamir ettirilecekti. Bunun yanısıra pamuk yetiĢtiren üreticiler, Avrupa‟dan tarım aletleri getirtmek isterlerse bunlardan gümrük alınmayacak ve getirilmesi düĢünülen tarım aletlerinin masrafları devlet tarafından karĢılanacaktı. Örnek olması açısından Amerika ve diğer uygun görülen ülkelerden yeterli miktarda tarım aleti ve makineler ile pamuk tohumları getirilecek, bunlar pamuk ziraati yapanlara tecrübe ettirilecekti. Buna ek olarak pamuk ziraatinin usulüne dair tarifnameler ve risaleler hazırlanarak, pamuk ekilen bölgelere gönderilecekti. Son olarak pamuk yetiĢtirilen bölgelerin Ģehir ve kasabalarında her sene birer sergi açılarak oralarda yetiĢtirilmiĢ olan pamuğun numûneleri sergilenerek en yüksek kalitede pamuk 85 üretenler mükâfatlandırılacak, pamuk ziraatinin geliĢtirilmesi için daha ne gerekiyorsa yapılacaktı.230 Pamuk Nizamnâmesi‟ne ek olarak aynı yıl içerisinde yani 10 Temmuz 1862 tarihinde “Dutluk Hakkında Muâfiyet Nizamnâmesi”231 çıkarılmıĢtır. Söz konusu nizamnâmede de devletin, taĢrada imâlat sektörüne verdiği büyük önem ve üretimi teĢvik etmek için aldığı tedbirler görülmektedir. 1862 yılında ayrıca bir de “Zeytinlikler Hakkında Muâfiyet Nizamnâmesi”232 neĢredilmiĢtir ki; bu nizamnâmeye göre, zeytin üreticileri de aynen pamuk ve dut üreticileri gibi öĢürden muaf tutulacaklardı; bu muâfiyetin müddeti dikilen zeytin fidanlarının cinsine veya aĢılı olup olmadıklarına göre değiĢecekti. Ayrıca 1862 yılı içerisinde taĢrada bulunan mülkiye ve mal memurlarına 12 Mart tarihli sekiz maddelik bir talimatnâme gönderilmiĢtir. Bu talimâtnâmede taĢrada bulunan mülkiye ve mal memurlarına Ģunlar bildirilmiĢtir233: 1) Sâye-i ihsân-vâye-i hazret-i Ģâhânede vesile-i memuriyet ve menfaat-i memleket ve teb‟a olan ziraat ve hırâset maddelerinin gün be gün ilerlemesi ve derece ve keyfiyetlerinin anlaĢılması için memâlik-i mahrûsede vaki„ eyâlet ve sancak dâhillerinde kâffe-i kazâ ve kurâda ahâlinin arâzi ve tarlası ve çift ve çubukları ve bağları ve hâsılât ve yarar yerleri ne kadardır. Ve liva ve kazâlarda dahi ne miktar çiftlikât vardır ve be-her sene gerek Ģitâ‟ ve gerek sayfâ‟ bunların ne miktar mahallerine tohumât zer„ olunur ve ne miktar yerleri ziraat olunmayarak kalmaktadır. Ve senenin feyz ve bereketine ve mahallerinin münbitliğine göre bir kileden kaç kile hâsılât alınır. Ve bağlarının üzümleri ve Ģıralıkları dahi ne kadar hâsıl olur ve üzümün ne kadarı derûn-ı eyâlette ekl ve sarf olunur ve ne miktarı kurutulup taĢraya 230 Düstur, I. Tertip, C. II, s. 437; Pamuk üreticilerine sağlanan kolaylıklar için ayrıca bkz: Güran, “Tanzimat Döneminde Tarım Politikası”, s. 513-521. 231 Dutluk Hakkında Muâfiyet Nizamnâmesi‟nin metni için bkz: Düstur, I. Tertip, C. II, s. 438-439. 232 Zeytinlikler Hakkında Muâfiyet Nizamnâmesi‟nin metni için bkz: Düstur, I. Tertip, C. II, s. 440. 233 Düstur, I. Tertip, C. I, s. 721-724. 86 gönderilir. Ve kimi sene ziyâde ve kimi sene noksan hâsılât olacağından, ol sene-i sâbıkasına kıyâsen mezruât-ı vâkı„adan ne miktar hâsılât olması tahmin ve kıyâs olunur. Ve hâsıl olacak Ģeylerin vakit ve zamanca ol senenin râyiç ve fiyâtı kaç kuruĢtur ve sene-i sâbıkadan râyiç ve fiyâtının ziyâde yahut noksanı olduğu hâlde miktarı nedir. Cinsi cinsine keyfiyet ve kemiyetleri ve bir de ziraat ve hırâsetleri ve‟l-hâsıl mahsulâtı sene-i sâbıkadan noksan olanların çift ve çubukları dahi eksilenlerin alet ve sebepleri ve mahsulâtı ve çiftleri tezâyüd edenlerin miktarları nedir. Ve bunların teksir ve tevfirleri mahallerince ne esbâba mütevakkıftır, buraları vülât-ı izâmdan tâ kazâ müdürüne varınca bi‟l-cümle mülkiye ve mal memurları tarafından sıhhati ve hakikati ve iktizâsı vechile tahkik olunarak, kazâ müdürleri sancak kaymakamlarına, kaymakamlar dahi eyâlet vâli veya mutasarrıflarına bildirerek zîri mazbatalı defâtirinin be-her sene Ģubat içinde ve nihâyet mart ibtidâsında bu tarafa takdimine dikkat olunacaktır. 2) Bunun için bir mebde‟-i sene iktizâ edeceğinden iĢbu gelecek ruz-ı kasımdan itibâr olunarak bâlâda tafsîlen muharrer olduğu vechile ahâlinin sene-i hâliye mezruâtı ne kadardır ve ne miktar yerleri ekilip ve ne kadar mahalleri ekilmeyip kalmıĢtır. Ve hâsılâtın mahallerince râyiç ve fiyatı nedir ve tahmin ve kıyas olunarak ne miktar mahsulât olur ve yetmiĢ iki senesi hâsılâtından ne kadar ziyâde ve noksan olacaktır ve hububât ve mahsulâtın cinsi cinsine sene-i sâbıka râyicinden dahi ziyâde ve yahut noksan olarak farkı var mıdır ve olduğu takdirce tefâvüt fiyatının kemiyyeti nedir. Usul-i mezkûre üzere buraları tahkîk ile zîri mazbatalı defteri gönderilecektir. 3) TaĢralarda olan üzüm bağlarına bazı illet târî olarak gerek Devlet-i Aliyye vâridâtına ve gerek sâhiplerine nakısa ve zaruri 87 müeddi olmakta olduğundan o makûle illet basit mahallerde olan bağlara mı ziyâde müstevlî oluyor yoksa mürtefi„ bulunanlara mı taarruz ediyor evvel-i emirde bunun lâyıkıyla tecrübe ve tahkiki lâzımdır. 4) Ziraat müdürleri dahi mevâd-ı lâzımede memurîn taraflarına müracaat ve ihtâr ve ifâde-i keyfiyet eyleyerek bi‟littihad iktizâ eden hususâtın hüsn-i tesviyesine itinâ ve dikkat ve memurîn dahi bunlar haklarında icrâ-yı lâzıme-i muâvenet edeceklerdir. 5) Bir de taĢralarda tapu nizâmının icrâsı memurları varsa da yine bazı mertebe fesad vuku„ bulmakta olduğundan ve bu husus ise itinâya Ģâyân ve memurîn-i mülkiyenin re‟s mesele-i memuriyetleri olan mevâddan idüğü nümâyân bulunduğundan tapu hususunun dahi bir gûne fesâd ve irtikâb karıĢtırılmaksızın nizamına tatbiken her halde hüsn-i icrâsıyla beraber mahlûlât ve hâsılâtı keyfiyetlerinin beher mâh hazine-i celîleye bildirilmesine memûrîn-i müĢâr ve mûmâ ileyhim câniblerinden ziyâdesiyle medd-i inzâr-ı takayyud ve dikkat olunacaktır. 6) TaĢralarda kaza ve kasaba ve karyelerde ahalinin ne mikdar meraları vardır ve iĢbu meralarda köylü mü hayvanlarını ra‟y eylemektedir veyahud köyce iltizâma mı verilmektedir veya otu mu satılmaktadır ve bunlardan öĢür alınmakta mıdır? Elhasıl keyfiyetleri ne merkezde ise bi′t-tahkik bâ-mazbata iĢ„âr kılınacaktır. 7) TaĢralarda ekser mahallerde defterdar gibi mal müdirleri vergü içün tahsil olunan akçenin ıskontosundan bazı mertebe irtikâb suretiyle ticaret eylemekte ve bu keyfiyet zaten ve mülken memnu„ ve muzırr Ģey görünmekte olduğundan bundan böyle bu 88 hususun önü alınmak icab-ı maslahatdan görünmüĢdür. Binaenaleyh tahsilat vâkı„asından kaza ve liva ve mal sanduklarına tevârüd eden akçe ne cinsdir. Meselâ ne kadarı altın ve ne kadarı gümüĢ ve ne kadarı meskûkât-ı devlet-i aliye ve sikke-i ecnebiyyedir ve meskûkât-ı Devlet-i Aliyyenin dahi ne kadarı sikke-i cedide ve ne mikdarı sikke-i atîkedir. Ve bunlar kaç guruĢ fiyat ile alınmıĢdır ve meskûkât-ı atîka ile Ġfrenciyenin nizâmına tatbiken mahallerinde alındığı fiyatı nedir cins cins keyfiyet ve kemiyyetleri cânib-i hazineye gönderilmekte olan cedvelin kenarına derc ve beyan olunacakdır ve eğer altın meskûkât alınır da gümüĢ meskûkât diye gösterilir. Ve fiyat ve saireden dolayı irtikâb vukû„ bulur ise mütecâsir olan memûr mes‟ûl ve mu„âtab olacaktır. Ve bir de bir eyâlet dâhilinde emti„a-i ma„mûleden ne makûle Ģey hâsıl olmaktadır bu madde dahi tahkik ve iĢ„âr kılınacaktır. 8) Kasabât ve kurâdan emvâl-i vergüden olarak bi‟t-tahsîl kazâ mal sandıklarına teslim olunan akçenin cins ve ne fiyat ile alınmıĢ ise gerek mahalli defterine ve gerek ahaliye i„tâ olunacak makbûz senedlerine akçenin cins ve miktarı derc olunacaktır. Ve kaza sandıklarından dahi re‟s liva ve eyâlet mal sandıklarına te‟diye kılınacak mebâliğin dahi kezâlik cins ve fiyatları icâb eden mahalline ve kazâlar mal sandıklarına i„tâ olunacak ilmühaberlere tahrîr ve iĢâret kılınacaktır. Buradan da anlaĢılacağı üzere daha Sultan Abdülaziz Devri‟nin baĢlarından itibaren devlet, tarımın geliĢtirilmesi için bir takım tedbirler almıĢ, üretimin attırılması için ahâliyi üretime teĢvik etmeye çalıĢmıĢtır. Ancak söz konusu devirde, devletin en büyük eksiklerinden bir tanesi de, memurların ehliyetsizliği meselesi idi; bu sebeple çıkarılan iyi niyetli nizamnâmeler genellikle kâğıt üzerinde kalıyor, arzu edilen baĢarı bir türlü sağlanamıyordu. YetiĢmiĢ eleman eksikliği, Tanzimat devrinin en büyük problemlerinin 89 baĢında geliyordu; buna rağmen Sultan Abdülaziz Devri, Osmanlı tarım sektöründe üretimim arttığı, yeni birçok arazinin tarıma açıldığı, konar-göçer aĢiretlerin iskân edilerek zirâî faaliyetlere baĢlatıldıkları bir devirdir. IV. TĠCARET Osmanlı Devleti‟nde çeĢitli Ģekillere bürünen ticaret, genel olarak uluslararası ticaret ve iç ticaret olmak üzere ikiye ayrılmaktaydı. XVIII. ve XIX. asırlarda, bütün dünyada uluslararası ticarette çok büyük bir artıĢ meydana gelmesine rağmen, aynı asırlar içerisinde Osmanlı ticaretinde çok önemli bir artıĢ meydana gelmemiĢtir. Mesela XIX. asırda uluslararası ticaret 64 misli büyürken, Osmanlı ticaretindeki artıĢ 10-16 katlık bir büyüme göstererek uluslararası ticaretin gerisinde kalmıĢtır. XIX. asırda Osmanlı Devleti‟nin uluslararası ticaretteki önemi azalmıĢ bulunuyordu; fakat bu durum Osmanlı ekonomisinin küçüldüğü manasına gelmiyordu. Osmanlı Devleti her Ģeye rağmen Ġngiltere, Fransa ve Almanya gibi Batılı büyük devletlerin ticaret yaptıkları en önemli ülkelerin baĢında gelmeye devam ediyordu.234 XVIII. asrın sonlarında hatta XIX. asrın baĢlarında Osmanlı dıĢ ticaretinin toplam hacmi, ülke içerisindeki üretimin yüzde bir veya ikisini aĢmıyordu. GeniĢ topraklara sahip olan imparatorluğun iç ticareti, dıĢ ticaretinden çok daha önemli görünmekteydi. Bunun yanı sıra Osmanlı Devleti‟nin Ortadoğu ve Doğu Avrupa ile yaptığı ticaret, Batı Avrupa ülkeleriyle yaptığı ticaretten daha önemli bir yere sahipti.235 Osmanlı Devleti‟nde Müslüman tüccarlar da ticari faaliyetlere iĢtirak etmekle beraber, bu hususta gayr-i müslim tüccarların payı daha büyüktü. Gayr-i müslimlerin ticaretteki en önemli avantajları yabancı lisan bilmeleriydi; bununla beraber onlar, ahitnamelerdeki boĢlukları da kendi lehlerine çeviriyorlar ve böylece ticaretteki paylarını büyütüyorlardı. Gerçekten de, 234 Quataert, Osmanlı İmparatorluğu 1700-1922, s. 189. 235 Pamuk, Osmanlıdan Cumhuriyete Küreselleşme, İktisat Politikaları ve Büyüme, s.20. 90 Avrupa devletlerine verilen imtiyaz ahitnameleri ve bu ahitnamelerde yabancılara verilen imtiyazlar, onların hizmetinde çalıĢan Osmanlı tebaası gayr-i müslimlerin de aynı imtiyazlardan faydalanmalarına sebebiyet veriyor; bu durum gayr-i müslim tebaanın yabancı devletlerin himayesi altına girmelerine yol açıyordu. Elçi ve konsoloslar da bu durumu bir kazanç aracı haline dönüĢtürmek amacıyla aslında hizmetlerinde tercüman olarak çalıĢtırmadıkları gayr-i müslim Osmanlı tebaasına tercümanlık beratı temin ederek, onlarında da yabancıların faydalandıkları imtiyazlara sahip olmalarını sağlıyorlardı. XVIII. asırda bu uygulamalara bir son verilmeye çalıĢılmıĢ; fakat Avrupalı devletlerle ticaret yapmak isteyen gayr-i müslim Osmanlı tebaasına, XIX. asrın baĢlarında özel bir statü tanınıncaya kadar bu durumun önüne geçilememiĢtir. Bu Ģartlar altında Müslüman tüccarların gayr-i müslim tüccarlarla rekabet etmesi oldukça zorlaĢıyor, Müslüman tüccarlar ticarette geri planda kalıyorlardı. Bu durumu engellemek amacıyla II. Mahmud‟un saltanatının ilk yıllarında Müslüman tüccarlardan dıĢ ticaretle uğraĢmak isteyenlere gayr-i müslim tebaanın sahip olduğu imtiyazlar verilmek suretiyle Hayriye Tüccarı adı verilen bir Müslüman tüccarlar sınıfı meydana getirilmiĢtir.236 Ticaretle uğraĢan Müslümanların, ticarî faaliyetlerde yükselmeleri özellikle 1860‟lar ve 1870‟lerden sonra hız kazanmaya baĢlamıĢtır. Bu durumun sebepleri arasında vakıf idarecileri olarak geçimlerini kazanan ulemâ ailelerinin çocuklarının, artık bu tarihten sonra geçimlerini bu Ģekilde kazanamamaları ve bunun sonucunda bu ileri gelen Müslüman ailelerin iç ticarete yönelmeleri etkili olmuĢtur.237 Sultan Abdülaziz Osmanlı tahtına çıktığı sırada, hem Osmanlı dıĢ ticareti hem de iç ticaret yabancıların eline geçmiĢ bulunuyordu. Zaten 236 Mübahat S. Kütükoğlu, “Hayriye Tüccarı”, DİA, C. XVII. s.64 237 Karpat, Osmanlı Modernleşmesi, s. 115. 91 Abdülaziz‟in tahta çıktığı tarihte devlet büyük bir mâlî bunalım içerisindeydi ve bu bunalımdan kurtulmak için Avrupalı devletlerin yardımlarının sağlanması gerektiği düĢünülüyor, bu hususta çeĢitli giriĢimler yapılıyordu.238 Osmanlı idarecileri mâlî buhrandan kurtulmak için yabancı devletlerin yardımına ihtiyaç duyulduğunu düĢünüyorlar, devlet, bu sebeple Batılı devletlere devamlı bir Ģekilde borçlanıyordu. Tabii Batılı büyük devletler, yaptıkları her türlü yardımdan kendileri için menfaatler bekliyorlardı. Mesela, Ġngiltere‟nin 1838‟de Mehmet Ali PaĢa‟ya karĢı Bab-ı Ali‟yi desteklemesinin karĢılığı Ġngilizlere önemli ticari ayrıcalıklar sağlayan Balta Limanı Ticaret AntlaĢması‟yla sonuçlanmıĢtır. Aynı Ģekilde Ġngiltere ve Fransa‟nın Kırım Muharebesi‟nde Osmanlıyla birlikte Rusya‟ya karĢı savaĢmalarının sonucu Islahat Fermanı olmuĢtu.239 Ġngiltere zaten Osmanlı ülkesini Ġngiliz mallarını pazarlama ve geliĢen sanayii için hammadde temin edebileceği uygun bir zemin olarak görüyordu. Bu sebeple Ġngiltere, Osmanlı Devleti‟ne, karĢı koyamayacağı bir ticaret antlaĢması imzalatmak için fırsat kolluyordu. Ġngiltere‟nin beklediği uygun zaman Mısır Valisi Mehmet Ali PaĢa‟nın isyanı sırasında ortaya çıktı. Osmanlı hükümeti, Mehmet Ali PaĢa isyanında Rusya‟nın desteğini sağlamak amacıyla Rusya‟yla Hünkâr Ġskelesi AntlaĢması‟nı imzalamıĢtı. Hünkâr Ġskelesi AntlaĢması‟nı Doğu Akdeniz‟deki menfaatleri için tehlikeli bulan Ġngiltere, Mısır meselesinde Osmanlı hükümetini desteklemesi karĢılığında Osmanlı hükümetinden, Osmanlı topraklarını Ġngiltere‟nin açık pazarı haline getiren Balta Limanı Ticaret AntlaĢması‟yla büyük bir ticarî imtiyaz koparmayı baĢarmıĢtır.240 238 Karal, VII, s. 260. 239 Karal, VII, aynı yer. 240 Muzaffer Tepekaya, “Sanayi Devrimi Döneminde Osmanlı İktisadî Yapısı”, Yeni Türkiye, Osmanlı Özel Sayısı II., Ankara 2000, s. 195-214.; Kütükoğlu, “Ahidnâmeler ve Ticaret Muâhedeleri”, Yeni Türkiye, Osmanlı Özel Sayısı II., Ankara 2000, s. 222-234. 92 1838 yılında imzalanan Balta Limanı Ticaret AntlaĢması, Osmanlı ticaretine büyük zararlar vermiĢ, Osmanlı tüccarlarının ve yerli sanayiinin yabancılarla olan rekabet gücünü önemli ölçüde zayıflatmıĢtır; zirâ 1838 antlaĢmasıyla yabancılara Osmanlı ile yapacakları ticarî muâmelelerde her türlü serbestlik verilmiĢtir.241 Ticaret antlaĢmalarının ve kapitülasyonların Osmanlı ticaretini olumsuz yönde etkilemesinin yanısıra bir de Abdülaziz Devrinde SüveyĢ Kanalı‟nın açılması ve kanalın açılmasından sonra bu durumdan Akdenizdeki Ġtalyan ve Fransız limanlarının daha çok faydalanması Osmanlı ticaret merkezlerinin zarar etmelerine sebebiyet verdi. SüveyĢ Kanalı‟nın açılmasından önce doğu ile batı arasında taĢınan mallar Ġskenderun ve Suriye limanlarından sevk ediliyordu; fakat kanalın açılmasıyla beraber ticarî mallar karaya çıkarılmadan doğrudan SüveyĢ Kanalı‟ndan geçirilmeye baĢlandı. Bu durum ise, Suriye‟deki ticaret merkezlerini ve özellikle Halep‟in zarar görmesine yol açtı. SüveyĢ Kanalı‟nın açılmasıyla beraber Osmanlı limanlarının zararı oldukça arttı ve bu duruma bağlı olarak Osmanlı sanayii güç kaybetmeye baĢladı. Mesela, Kırım Harbi yıllarında önemli bir ticaret ve üretim merkezi olan Halep‟te dört bin tezgâh çalıĢmakta iken kanalın açılmasından sonra tezgâh sayısı üç bine düĢtü.242 Sultan Abdülaziz Devri, devletin içinden geçtiği mâlî buhrana rağmen tarım üretiminin arttığı bir devirdir. Bu devirde özellikle pamuk üretiminde önemli sayılabilecek bir artıĢ meydana gelmiĢtir. Özellikle Amerikan iç savaĢı sırasında Amerika‟nın güney eyaletlerinden ham pamuk ihracının kesilmesi, Ġngiltere‟de hem pamuk hem de pamuklu ürünlerin fiyatlarında büyük artıĢlara sebep olmuĢtu.243 Bu durum baĢta Ġngiltere olmak üzere Avrupalı büyük 241 Yusuf Kemal Tengirşek, “Tanzimat Devrinde Osmanlı Devletinin Haricî Ticaret Siyaseti”, Tanzimat, C.I, MEB Yay., İstanbul 1999, s.282-320. 242 Karal, VII, s. 262. 243 Pamuk, Osmanlı Ekonomisinde Bağımlılık ve Büyüme 1820-1913, s. 44. 93 devletlerin, Osmanlı Devleti‟ni pamuk ziraati yapmaya teĢvik etmelerine yol açmıĢtır. Osmanlı hükümeti pamuk ziraatını arttırmak için çeĢitli tedbirler almıĢ, ahâliyi teĢvik etmek amacıyla vergi muâfiyetleri sağlamıĢtır. Gerçekten de Sultan Abdülaziz devrinde Osmanlı topraklarında pamuk üretimi oldukça büyük bir artıĢ göstermiĢ, söz konusu devirde pamuk, en önemli tarım ürünlerinden biri haline gelmesinin yanısıra ihracı yapılan tarım ürünleri içerisinde ilk sırayı almıĢtır. Mesela 1865 yılına kadar aĢiretlerin kontrolünde olan ve tarım faaliyetlerinin çok az görüldüğü Çukurova, Fırka-i Islahiyye‟nin bu bölgede yapmıĢ olduğu iskân neticesinde pamuk ziraatı yapılan önemli bir merkez haline gelmiĢtir. Osmanlı dıĢ ticareti 1840‟ların baĢından 1870‟lere kadar devamlı bir Ģekilde artıĢ göstermiĢtir. Ġthalat ve ihracât yılda yüzde beĢ nokta beĢ artmıĢtır ve bu yılları takip eden her on yılda iki katı kadar yükselmiĢtir. 244 Bu artıĢın en önemli sebeplerinden biri, Osmanlı ülkesinde yapılan demiryollarının ulaĢımı kolaylaĢtırmasıdır. Fakat dıĢ ticaretindeki artıĢın 1873-1874 yıllarında Anadolu‟yu vuran kıtlık felaketi neticesinde azaldığı söylenebilir. Bu yıllarda sert geçen kıĢlar ve kuraklık yüzünden tarım ürünleri zarar görmüĢ, hayvanların telef olması sebebiyle hayvancılık faaliyetleri de ağır zarara uğramıĢtı. Devlet, 1874 yılında iç ticareti tekrar canlandırmak amacıyla yurt içi vergilerin çoğunu iptal etmiĢtir; buna rağmen söz konusu kriz bir müddet daha devam etmiĢtir.245 Sultan Abdülaziz devri Anadolu‟sunda, görüldüğü üzere ticarî faaliyetlerin en önemli meselelerinden bir tanesi yol yokluğudur. Gerçi demiryollarının inĢası ile bu mesele kısmen de olsa halledilmiĢtir; fakat Anadolu‟da yol yokluğu meselesi Sultan Abdülaziz devrinden sonra da devam etmiĢtir. Anadolu ticaretini yol yokluğu kadar olumsuz etkileyen bir 244 Quataert, Osmanlı İmparatorluğu’nun Sosyal ve Ekonomik Tarihi, s. 947. 245 Quataert, Sanayi Devrimi Çağında Osmanlı İmalat Sektörü, İletişim Yay., İstanbul 2008, s. 134. 94 diğer mesele de âsâyiĢsizliktir. Özellikle konargöçer aĢiretlerin bulunduğu bölgeler üzerinden ticari mal sevk etmek zaman zaman imkânsız hale geliyordu. Anadolu ticareti için çok büyük bir öneme sahip olan TrabzonErzurum-Tebriz Yolu‟nu korumak için devlet, önemli tedbirlere baĢvuruyor, buradan mal taĢıyan tüccarları korumak için sınır karakolları inĢâ ettiriyor ve lüzum görülen bölgelere kır serdarları tayin ediyordu. Bazen güvenlik zafiyeti sebebiyle tüccarlar Trabzon-Erzurum-Tebriz yolunu kullanmak yerine mallarını Kafkaslar üzerinden taĢımayı tercih ediyorlardı. Bu durum ise, Osmanlı ticaretini büyük zararlara uğratıyor, Ruslar, yol güzergâhını kendi topraklarından geçirmek için çeĢitli faaliyetlerde bulunuyorlardı. 95 SONUÇ Sultan Abdülaziz devri, Tanzimat reformlarının uygulamaya konulduğu, imparatorluğun dağılmasını engellemek amacıyla yapılan ıslahat çalıĢmalarının yoğunlaĢtığı bir dönemdir. Söz konusu dönemde, baĢta vilayet idaresi olmak üzere birçok sahada ıslahat çalıĢmaları yapılmıĢtır. Osmanlı idarecileri, yabancı devletlerin Osmanlı iç iĢlerine karıĢmalarını engelleyebilmek düĢüncesiyle çeĢitli ıslahat faaliyetleri yürütmüĢler, dıĢ müdahaleleri mümkün olduğu kadar azaltmaya çalıĢmıĢlardır. Vilayet idaresinde yapılan yenilik çalıĢmalarının baĢlıca amacı, Avrupalı devletlerin Osmanlı iç iĢlerine müdahalelerini engellemek ve ülke içerisinde âsâyiĢi temin etmektir. Bu konuda yapılan bütün iyi niyetli çalıĢmalara rağmen, Avrupalı devletler bir yolunu bulup, çeĢitli bahanelerle Osmanlı Devleti‟nin iç meselelerine müdahil olmuĢ, her fırsatta Osmanlı azınlıklarını kıĢkırtmıĢlardır. Devletin, yapılan ıslahat çalıĢmalarında en büyük problemi, memurlarının ehliyetsizliği ve ıslahat çalıĢmalarının devamlılık gösteremeyiĢidir. Her taraftan kuĢatılmıĢ olan Osmanlı Devleti, ıslahat çalıĢmalarında yeterli ve gerekli ön hazırlıkları yapamamıĢ; bu durum ıslahatların yerleĢmesini ve baĢarılı sonuçlar vermesini engellemiĢtir. Sultan Abdülaziz devrinde yabancı devletlerin müdahaleleri ve Hristiyan tebaanın isyanlarıyla uğraĢmak zorunda kalan devletin, imparatorluğun Müslüman tebaasının çoğunlukta olduğu bölgelerde de önemli meselelerle uğraĢmak zorunda kaldığını ilave etmek gerekir. Nitekim özellikle Anadolu‟da devlet otoritesini tanımayan konargöçer aĢiretler önemli bir mesele olarak devleti uzun yıllar uğraĢtırmıĢ, Çukurova‟da bulunan aĢiretler Fırka-i Islahiyye‟nin çalıĢmaları sonucunda büyük oranda iskân edilmiĢtir. Ancak aynı baĢarının Dersim ve Akçadağ bölgesi aĢiretlerinin iskânında gösterildiğini söyleyemeyiz. Devlet bütün uğraĢlarına rağmen Ġmparatorluğun dağlık bölgelerinde kontrolü ve âsâyiĢi tam manasıyla 96 sağlayamamıĢ, söz konusu bölgeler Osmanlı Devleti‟nin tarihe karıĢtığı devre kadar büyük bir mesele olmaya devam etmiĢtir. Osmanlı Devleti‟nin XIX. asırda uğraĢmak zorunda kaldığı bir diğer önemli meselesi de yol ve ulaĢım meselesidir. Sultan Abdülaziz devrinde kara yollarının ıslahına çalıĢılmıĢ ve önemli ticaret merkezleri arasında yeni yollar inĢa edilmiĢtir; ancak yapılan çalıĢmaların arzu edilen baĢarıyı yakaladığını söylemek çok zordur. Yol meselesinde atılan en önemli adım, bu devirde demiryolu ağının yaygınlaĢtırılmaya çalıĢılmıĢ olmasıdır. Demiryolu yapımı için yeterli mâlî güce sahip olmayan devlet, yabancı Ģirketlere çeĢitli imtiyazlar vermiĢ, Osmanlı demiryolları, Osmanlı topraklarını zenginlikleri ele geçirilmesi gereken bir saha olarak gören Avrupalı Ģirketler tarafından yapılmıĢtır. Devletin demiryolu inĢasında zaman zaman millî sermayeyi kullanmaya çalıĢtığını, fakat bu hususta çok baĢarılı olamadığını da eklemek gerekir. Ayrıca demiryolları hem yapımı esnasında hem de iĢletmeye açıldıktan sonra yerli ahaliye önemli bir fayda sağlamamıĢtır. Nitekim Osmanlı Devleti‟nden demiryolu imtiyazı alan yabancı Ģirketler, demiryollarının yapımı aĢamasında ve yollar iĢletmeye açıldıktan sonra genellikle Osmanlı tebaasından olanları çalıĢtırmak yerine yurt dıĢından iĢçi getirmiĢlerdir; fakat bütün bunların yanısıra demiryolları Osmanlı Devleti için hayatî bir öneme sahiptir. Ġsyanları bastırmak, savaĢ zamanlarında cepheye asker sevk etmek, bir yerden bir yere ma‟mul madde taĢımak demiryolları vasıtasıyla eskiye nazaran oldukça kolaylaĢmıĢtır. Ayrıca demiryollarının Osmanlı ülkesine girmesini takip eden yıllarda Osmanlı ülkesinde ticarî ve zirâî faaliyetlerin kısmen de olsa canlılık kazandığını görüyoruz. Sultan Abdülaziz‟in Osmanlı topraklarında demiryolu inĢa edilmesi için özel bir gayret gösterdiğini ve bu hususta idarecileri teĢvik edici sözler sarf ettiğini de ekleyelim. 97 Söz konusu devirde yapılan bütün iyi niyetli çalıĢmalara rağmen istenilen sonuç elde edilememiĢ, devletin kronikleĢen meseleleri bu devirden sonra da artarak devam etmiĢtir. Sultan Abdülaziz‟in saltanat yıllarının 1861‟den 1871‟e akar olan ilk dönemi, Tanzimat devrinin iki önemli siması Âli ve Fuat paĢaların etkisi altında geçmiĢ, bu dönemde önemli yenilik çalıĢmalarına imza atılmıĢtır. Sultan Abdülaziz‟in saltanat yıllarının 1871‟de Âli PaĢa‟nın ölümünden 1876‟ya kadar olan ikinci dönemi ise, ilkine nazaran ıslahat çalıĢmalarının yavaĢladığı bir dönem olarak gözükmektedir. 98 BĠBLĠYOGRAFYA I. ARġĠV KAYNAKLARI A. BaĢbakanlık Osmanlı ArĢivi a- Belgeler - BOA, A.KMT. MHM. 441/47, 1285.Z.28. BOA, A.MKT. MHM. 364/20, 1283 CA. 23. BOA, A.MKT. MHM. 461/63, 1290 CA. 15. BOA, Ġ.DH. 1293/101637,1282.CA.10. BOA, Ġ.DH. 512/34848, 1280.S.25. BOA, Ġ.DH. 561/39098, 1283. Z. 17. BOA, Ġ.HD. 1293/101635, 1282 CA.24. BOA, Ġ.HD. 1293/101635, 1282.CA.23. BOA, Ġ.MMS. 30/1256, 17 ġ. 1281 BOA, Ġ.MMS. 30/1256-19 . BOA, Ġ.MMS. 39/1605, 1287 R. 8. BOA, Ġ.MMS. 39/1605, 1287 R. 8. BOA, Ġ.MVL. 438/19381, 1277 S. 15. BOA, Ġ.ġB. 20/883, 1287, B.14. BOA, Ġ.ġD. 19/819, 1287 C. 7 ve 22 Ağustos 1286 BOA, Ġ.ġD. 19/819, 1287 CA. 6 BOA, MKT. MHM. 380/62, 1283 Z. 26. II. TELĠF VE TETKĠK ESERLER AHMAD, Feroz, Bir Kimlik PeĢinde Türkiye, Ġstanbul Bilgi Üniversitesi Yay., Ġstanbul Nisan 2007. AKGÜL, Suat, “Cumhuriyet Dönemine Kadar Dersim Sorunu”, OTAM, Sa. 4, Ankara 1993. AKSIN, Ahmet, “Tanzimat‟ın Harput Eyaleti‟nde Uygulanması ve KarĢılaĢılan Güçlükler”, Belleten, Sa.235, Aralık 1998. AKYILDIZ, Ali, Anka’nın Sonbaharı, ĠletiĢim Yayınları, Ġstanbul 2005. 99 AKYÜZ, Yahya, Türk Eğitim Tarihi (BaĢlangıçtan 1999’a), Alfa Yay., Ġstanbul 1999. ANTEL, Sadrettin Celal, “Tanzimat Maarifi”, Tanzimat, C. I, MEB Yay., Ġstanbul 1999. BARKAN, Ömer Lütfi, “Türk Toprak Hukuku Tarihinde Tanzimat ve 1274 tarihli Arazi Kanunnamesi”, Tanzimat, C. I, MEB Yay., Ġstanbul 1999. BARKAN, Ömer Lütfi, “Türk Toprak Hukuku Tarihinde Tanzimat ve 1274 tarihli Arazi Kanunnamesi”, Tanzimat, C. I, MEB Yay., Ġstanbul 1999. BAYKARA, Tuncer, Anadolu’nun Tarihi Coğrafyasına GiriĢ I Anadolu‘nun Ġdari Taksimatı, Türk Kültürünü AraĢtırma Enstitüsü Dergisi Yay., Ankara 1988. Belgelerle Tanzimat, Osmanlı Sadrazamlarından Âli ve Fuad PaĢaların Siyasî Vasiyetnameleri, Çeviren ve yayına hazırlayan: Engin Deniz Akarlı, Boğaziçi Üniversitesi Yayınları, Ġstanbul 1978. BÜCHNER, V. F., “Sis”, ĠA, C.X. CELĠL, Celile, XIX. Yüzyıl Osmanlı Ġmparatorluğunda Kürtler, Özge Yayınları, Ankara, ġubat 1992. CEVDET PAġA, Ma'rûzât, Yayına Hazırlayan: Yusuf Halaçoğlu, Çağrı Yay., Ġstanbul 1980. CEVDET PAġA, Tezakir, 21-39, Yayınlayan: Cavid Baysun, TTK. Yay., Ankara 1991. ÇADIRCI, Musa, Tanzimat Döneminde Anadolu Kentlerinin Sosyal ve Ekonomik Yapısı, TTK Yay. Anakara 1997. 100 DAĞI, Ġhsan D., “Osmanlı Reform Hareketleri ve Avrupa Faktörü”, Yeni Türkiye Osmanlı Özel Sayısı 1, Ocak-ġubat 2000, Sa. 31, Ankara 2000. DANĠġMEND, Ġsmail Hami, Ġzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, C. IV, Türkiye Yayınevi, Ġstanbul 1972. DARKOT, Besim, “Aydın”, ĠA., C. II. DAVĠSON, Roderic H., Osmanlı Ġmparatorluğu’nda Reform (18561876), agorakitaplığı, Ġstanbul 2005. DUMONT, Paul, “1865 Tarihinde Güney-Doğu Anadolu‟nun Islahı”, Ġ.Ü.E.F.T.E.D., S. 10-11. DÜSTUR, I. Tertip, C. I, Matbaa-i Amire, Ġstanbul 1289. ELDEM, Vedat, Osmanlı Ġmparatorluğu’nun Ġktisadi ġartları Hakkında Bir Tetkik, TTK Yayınları, Ankara 1994. ENER Kasım, Tarih Boyunca Adana Ovasına Bir BakıĢ, Berksoy Matbaası, Ġstanbul 1964. ENGELHARDT, Tanzimat ve Türkiye, Kaknüs Yay., Ġstanbul 1999. ENGĠN, Vahdettin, “Osmanlı Devleti‟nin Demiryolu Siyaseti”, Türkler, C. XIV, Yeni Türkiye Yay., Ankara 2002. ENGĠN, Vahdettin, Rumeli Demiryolları, Eren Yay., Ġstanbul 1993. EREN, A.Cevad, "Selim III", ĠA. C. X ERGĠN, Osman, Türk Maarif Tarihi, C. I-II, Eser Matbaası, Ġstanbul 1977. FAROQHĠ, Suraıya, Osmanlı Kültürü ve Gündelik YaĢam, Tarih Vakfı Yay., Ġstanbul, Mart 2005. 101 GELĠġLĠ, Yücel, “Osmanlı Ġlköğretim Kurumlarından Sıbyan Mektepleri (KuruluĢu, GeliĢimi ve DönüĢümü)”, Türkler, C. XV, Yeni Türkiye Yay., Ankara 2002. GEYĠKDAĞI, V. Necla, Osmanlı Devleti’nde Yabancı Sermaye, Hil Yayınları, Ġstanbul 2008. GÜRAN, Tevfik, “Tanzimat Döneminde Tarım Politikası”, Tanzimat, DeğiĢim Sürecinde Osmanlı Ġmparatorluğu, Editör: Halik Ġnalcık, Mehmet Seyitdanlıoğlu, Phonenix Yayınevi, Ankara 2006. GÜRAN, Tevfik, 19. Yüzyıl Osmanlı Tarımı, Eren Yayıncılık, Ġstanbul 1998. HALAÇOĞLU, Yusuf, “Adana Tarihçesi”, Efsaneden Tarihe Tarihten Bugüne Adana: KöprübaĢı, Yapı Kredi Yay., Ġstanbul 2000, s. 11-17. HALAÇOĞLU, Yusuf, “Fırka-i Islahiye ve YapmıĢ Olduğu Ġskân”, Ġ.Ü.E.F.T.D., s.1-20, Mart 1973. HALAÇOĞLU, Yusuf, “Fırka-i Islâhiyye”, DĠA, C. XIII. HAYTA, Sibel, 1869 Maarif-i Umumiye Nizamnamesi ve Türk Eğitime Katkıları, Gazi Ünv. Sosyal Bilimler Enstitüsü BasılmamıĢ Yüksek Lisans Tezi, Ankara 1995, s. 124-138. HUTTEROTH, Wolf, “Osmanlı Devleti‟nde Ġlk Demir Yolları”, Uluslararası KuruluĢunun 700. Yıl Dönümünde Bütün Yönleriyle Osmanlı Devleti Kongresi, Bildiriler, Selçuk Üniversitesi Yay., Konya 2000 JORGA, Niolae, Osmanlı Ġmparatorluğu Tarihi, C.V, Yeditepe Yayınevi, Ġstanbul, 2005, 102 KARACA, Ali, Anadolu Islahâtı ve Ahmet ġâkir PaĢa (1838-1899), Eren Yay., Ġstanbul, 1993. KARAL, Enver Ziya, Osmanlı Tarihi, C.V, TTK Yay., Ankara 1994. KARAL, Enver Ziya, Osmanlı Tarihi, C.VII, TTK Yay., Ankara 1988. KARPAT, Kemal H., Osmanlı ModernleĢmesi, Ġmge Kitabevi, Ankara 2002. KAYA, Esin, “Türkiye‟de Ġlk Demir Yolları”, Belleten, Sa. 202, Nisan 1988, s. 209-218. KIRAY, Emine, Osmanlı’da Ekonomik Yapı ve DıĢ Borçlar, ĠletiĢim Yay., Ġstanbul 2008. KODAMAN, Bayram, Abdülhamid Devri Eğitim Sistemi, TTK Yay., Ankara 1988. KURMUġ, Orhan, Emperyalizmin Türkiye’ye GiriĢi, Yordam Kitap, Ġstanbul 2007. KURT, Yılmaz, “Menemencioğuları Tarihi ve Çukurova‟da AĢiretler”, Efsaneden Tarihe Tarihten Bugüne Adana: KöprübaĢı, Yapı Kredi Yayınları, Ġstanbul 2000, s. 356-365. KURT, Yılmaz, “Osmaniye” DĠA, C. XXXIII. KÜTÜKOĞLU, Mübahat, “Ahidnâmeler ve Ticaret Muâhedeleri”, Yeni Türkiye, Osmanlı Özel Sayısı II., Ankara 2000, s. 222-234. KÜTÜKOĞLU, Mübahat, “Hayriye Tüccarı”, DĠA, C. XVII, s.64-65 LEWĠS, Bernard, Modern Türkiye'nin DoğuĢu, TTK. Yay., Ankara 2000. 103 MĠTHAT, Ali Haydar, Mithat PaĢa ( Hayat-ı Siyâsiyyesi, Hidmâtı, Menfâ Hayatı), Hilal Matbaası, Ġstanbul 1325. OĞUZ, Süleyman, Osmanlı Vilayet Ġdaresi ve Doğu Rumeli Vilayeti (1878-1885), Gazi Ünv. Yay., Yayın No: 85, t.y. ONAR, Mustafa, “Kozanoğulları”, Efsaneden Tarihe Tarihten Bugüne Adana: KöprübaĢı, Yapı Kredi Yayınları, Ġstanbul 2000. ORTAYLI, Ġlber, Ġmparatorluğun En Uzun Yüzyılı, ĠletiĢim Yay., Ġstanbul 2004, s. 153 vd. ORTAYLI, Ġlber, Osmanlı Ġmparatorluğu’nda Ġktisadi ve Sosyal DeğiĢim, Turhan Kitapevi, Ankara 2004. ORTAYLI, Ġlber, Osmanlıda DeğiĢim ve Anayasal Rejim Sorunu, ĠĢ Bankası Yay., Ġstanbul 2008. ORTAYLI, Ġlber, Tanzimat Devrinde Osmanlı Mahalli Ġdareleri, TTK Yay., Ankara 2000. ÖLMEZOĞLU, Ali, “Cevdet PaĢa” ĠA, C. III. PAMUK, ġevket, Osmanlı Ekonomisinde Bağımlılık ve Büyüme 1820-1913, Tarih Vakfı Yay., Ġstanbul 2005. PAMUK, ġevket, Osmanlıdan Cumhuriyete KüreselleĢme, Ġktisat Politikaları ve Büyüme, Türkiye ĠĢ Bankası Yay., Ġstanbul 2007. PAMUK, ġevket, Osmanlı-Türkiye Ġktisadî Tarihi 1500-1914, ĠletiĢim Yayınları, Ġstanbul 2005. QUATAERT, Donald, Osmanlı Ġmparatorluğu’nun Sosyal ve Ekonomik Tarihi, c .2, Editörler: Halil Ġnalcık, Donald Quataert, C. II, Eren Yay., Ankara 2006. 104 SHAW, Stanford J., SHAW, Ezel Kural, Osmanlı Ġmparatorluğu ve Modern Türkiye, c. 2, e Yay., Ġstanbul 1983. ġ. SAMĠ, Kâmûsü’l-A‘lâm, C.III, Ġstanbul 1308. ġEREF, Abdurrahman, Tarih Musâhabeleri, Matbaa-i Âmire, Ġstanbul 1339. TANPINAR, Ahmet Hamdi, Edebiyat Üzerine Makaleler, Dergah Yay., Ġstanbul, Eylül 2000. TANPINAR, Ahmet Hamdi, “Ahmet Vefik PaĢa”, ĠA, C.I. TEKĠNDAĞ, ġihabeddin, “DerviĢ PaĢa” ĠA, C.III. TOZLU, Selahattin, “Trabzon-Erzurum-Tebriz Yolu”, Türkler, C. XIV, Yeni Türkiye Yay., Ankara 2002, s.481-492. YAVUZ Nuri, Fırka-i Islahiye, Gündüz Eğitim ve Yayıncılık, Ankara 2004. YERASĠMOS, Stefanos, Az GeliĢmiĢlik Sürecinde Türkiye, C. II, Gözlem Yayınları, Ġstanbul 1975. Yirmisekiz Mehmet Çelebi’nin Fransa Sefaretnamesi, Hayat Tarih Mecmuası, Ġstanbul 1970 (Yayına hazırlayan ġevket Rado) YOLALICI, M.Emin, XIX. Yüzyılda Canik (Samsun) Sancağı’nın Sosyal ve Ekonomik Yapısı, TTK Yay., Ankara 1998. ZÜRCHER, Erik Jan, ModernleĢen Türkiye’nin Tarihi, ĠletiĢim Yay., Ġstanbul, 2006. 105 Özet [KEKLĠK, Ebubekir]. [Osmanlı Devleti‟nde Sultan Abdülaziz Devri Anadolu Islahatları], [Yüksek Lisans Tezi], Ankara, [2009] Bu tez, Sultan Abdülaziz Devri Anadolu Islahatları‟nı konu edinmektedir. Söz konusu devir, Osmanlı Devleti Tarihi‟nde çok önemli bir yeri olan Tanzimat reformlarının uygulamaya konulduğu devirlerden biri olması açısından son derece önemlidir. Bu çalıĢmada, Sultan Abdülaziz devrinde Anadolu‟da yapılan ıslahat çalıĢmaları tespit edilmeye çalıĢılmıĢtır. Öncelikle, söz konusu devirde yapılan ıslahat çalıĢmalarına zemin hazırlaması bakımından nizamnameler incelenmiĢtir. Sultan Abdülaziz devri Anadolusu‟nda, en önemli problemlerden bir tanesi, konar-göçer aĢiretlerin sebep oldukları âsâyiĢsizliktir. Konar-göçer aĢiretler, bulundukları bölgelerde müstakil birer devletmiĢ gibi hareket ediyorlar ve devlet otoritesini tanımıyorlardı. Devlete vergi ve asker vermeyen aĢiretler, aynı zamanda ülke ticaretine de büyük zarar veriyorlardı. AĢiretleri iskân etmek için baĢta Çukurova olmak üzere birçok bölgede teĢebbüslerde bulunulmuĢ, bu hususta istenilen baĢarı elde edilemese de çok önemli geliĢme kaydedilmiĢtir. Mesela: Çukurova aĢiretlerinin büyük çoğunluğu iskân edilip, bölgenin büyük bir kısmı ziraî faaliyetlere açılmıĢtır; fakat aynı baĢarı Doğu Anadolu‟daki aĢiretlerin iskânında yakalanamamıĢtır. Anadolu‟da sosyal ve ekonomik hayatla ilgili yapılan ıslahat çalıĢmaları, ayrı bir bölümde incelenmiĢ; Anadolu demiryolları baĢta olmak üzere, söz konusu devirde Osmanlı idaresini büyük sıkıntılara sokan yol ve ulaĢım meselesi tetkik edilmiĢtir. Ayrıca, Anadolu‟da ziraî ve ticarî alanda yapılan ıslahat çalıĢmaları hakkında bilgi verilmeye çalıĢılmıĢtır. Anahtar kelimeler: 1.Abdülaziz 2.Tanzimat 3.Anadolu 4.Islahat 5.Ġskân 106 ABSTRACT [KEKLĠK, Ebubekir]. [Reforms in Asia Minor During the reign of Sultan Abdülaziz in Ottoman Empire], [Master Thesis], Ankara, [2009] The subject of this thesis is the Reforms in Asia Minor during the reign of Sultan Abdulaziz. This era is of great importance as it is one of the eras that the Admistrative Reforms of 1839 were put into practice. In this work, the reforms during the reign of Sultan Abdulaziz have been studied. First, body regulations ("nizamname") have been studied as these lay the groundwork for the reforms in the mentioned era. One of the most significant problems in Asia Minor during the reign of Sultan Abdulaziz is the unrest caused by the nomadic clans. These nomadic clans were acting as a self-governing state in their territories, repudiating the government authority. Besides rejecting to pay taxes and to give soldiers to the government, they also caused offense to the trade system. In order to localize the clans, many attemps were made principally in the Cukurova region, and considerable improvements were made eventhough the intended success were not fulfilled. For instance; a majority of the Cukurova clans were localized and a large part of the region were opened to agricultural activity; yet the same success were not reached in the localization of Eastern Asia Minor clans. Social and economic reforms in Asia Minor have been discussed in a separate chapter; the issue of roads and transportation that put the Ottoman government into serious problems in the era has been analysed. Again, information about agricultural and commercial reforms is given. Keywords: 1.Abdulaziz 2.Tanzimat (Administrative Reforms of 1839) 3.Anatolia 4.reform 5.localize