| CİLT 55 • SAYI 2 • MART - NİSAN 2017 Cilt 55 ‣ Sayı 2 ‣ Mart / Nisan 2017 İSG KANUNU ve DÜNYA EKONOMİSİNDE UYGULAMA SORUNLARI KORUMACILIK EĞİLİMİ DR. MEHMET MÜEZZİNOĞLU NIHAT ZEYBEKCİ CHRISTIAN BERGER TÜRKİYE AĞAÇ VE KAĞIT SANAYİİ İŞVERENLERİ SENDİKASI (TAKSİS) •TÜRK AĞIR SANAYİİ VE HİZMET SEKTÖRÜ KAMU İŞVERENLERİ SENDİKASI (TÜHİS) •TÜRKİYE CAM, ÇİMENTO VE TOPRAK SANAYİİ İŞVERENLERİ SENDİKASI •ÇİMENTO ENDÜSTRİSİ İŞVERENLERİ SENDİKASI (ÇEİS) •TÜRKİYE DERİ SANAYİİ İŞVERENLERİ SENDİKASI •TÜRKİYE GIDA SANAYİİ İŞVERENLERİ SENDİKASI (TÜGİS) •İLAÇ ENDÜSTRİSİ İŞVERENLER SENDİKASI (İEİS) •TÜRKİYE İNŞAAT SANAYİCİLERİ İŞVEREN SENDİKASI (İNTES) •KAMU İŞLETMELERİ İŞVERENLERİ SENDİKASI (KAMU-İŞ) •TÜRKİYE KİMYA, PETROL, LASTİK VE PLASTİK SANAYİİ İŞVERENLERİ SENDİKASI (KİPLAS) •MAHALLİ İDARELER KAMU İŞVEREN SENDİKASI (MİKSEN) •MAHALLİ İDARELER İŞVERENLERİ SENDİKASI (MİS) •TÜRKİYE METAL SANAYİCİLERİ SENDİKASI (MESS) •PETROL ÜRÜNLERİ İŞVERENLER SENDİKASI (PÜİS) •TÜRKİYE SAĞLIK ENDÜSTRİSİ İŞVERENLERİ SENDİKASI (SEİS) •TÜRKİYE SELÜLOZ, KAĞIT VE AĞAÇ ÖMER ÇELİK ROBERTO CARVALHO DE AZEVÊDO İSMAIL GERİM MEHMET BÜYÜKEKŞİ ÖMER CIHAD VARDAN AYHAN ZEYTİNOĞLU CELAL KOLOĞLU MUHARREM KAYHAN NECMETTIN ÖZTEMIR YRD. DOÇ. DR. TURHAN ŞALVA AV. AHMET GÜZELTUNA AV. İLBER AYDEMIR PROF. DR. SÜBIDEY TOGAN MAMÜLLERİ SANAYİİ İŞVERENLERİ SENDİKASI (KASİSEN) •TÜRKİYE ŞEKER SANAYİİ İŞVERENLERİ SENDİKASI •TÜRKİYE TEKSTİL SANAYİİ İŞVERENLERİ SENDİKASI •TÜRKİYE TOPRAK, SERAMİK, ÇİMENTO VE CAM SANAYİİ İŞVERENLERİ SENDİKASI •YEREL YÖNETİMLER KAMU İŞVERENLERİ SENDİKASI (YERELSEN) PROF. DR. SADI UZUNOĞLU ESRA BELEN PROF. DR. ÖMER FARUK ÇOLAK A. FERHAT İLTER TİSK: “Çalışmaya, Üretmeye, Büyümeye ve İlerlemeye Devam Edelim” 16 Nisan 2017 Referandum Oylaması sonrasında TİSK Yönetim Kurulu Başkanı Sayın Kudret Önen’in yayımladığı mesajda şunlar kaydedildi: “Referandum Oylamasının Ülkemize hayırlı olmasını diliyoruz. Referandum halkın iradesinin yönetim sistemini belirlemeye direkt etken olması sebebiyle, doğrudan demokrasinin güzel bir örneğidir. 16 Nisan 2017 tarihinde gerçekleşen Referandumun barış, huzur ve güven ortamında gerçekleşmiş olması memnuniyet vericidir. Toplumun sağduyusunu bir kez daha kanıtlayan bu durum, demokrasimiz açısından önemli bir başarıdır. Referandum çalışmaları dolayısıyla, uzun süredir Ülkemizin gündemine siyaset hakim olmuştur. Vatandaşlarımız iradesini ortaya koyduğuna göre, artık çalışmaya, üretmeye, büyümeye ve ilerlemeye devam etmemiz gerekir. Güçlü, kararlı ve dünya ekonomisini yakından takip eden bir ekonomi yönetimi oluşturulmalı, sektörlerimizin sürdürülebilir büyüme ve rekabetçiliğini geliştirecek kısa ve orta vadeli tedbirler, yapısal reformlar hızla devreye girmelidir.” TİSK Yönetim Kurulu Başkanı Kudret Önen’in İnegöl’deki Trafik Kazasına İlişkin Başsağlığı Mesajı TİSK AKADEMİ DUYURUSU Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu (TİSK) Yönetim Kurulu Başkanı Kudret Önen’in 7 Mart 2017 tarihinde Bursa İnegöl ilçesinde meydana gelen trafik kazasına dair yayımladığı başsağlığı mesajında şunlar kaydedildi: Sonbahar Sayımızdan itibaren Dergimize sahip olmak isteyen değerli okurlarımızın abone olmaları gerekmektedir. TİSK olarak, 7 Mart 2017 tarihinde Bursa’nın İnegöl ilçesinde meydana gelen trafik kazasında işletmelerimizde çalışan ve 8 Mart 2017 tarihinde Dünya Kadınlar Günü nedeniyle düzenlenecek olan Kadın İşçiler 22.Büyük Kurultayı için Ankara’ya gelmekte olan işçilerimizin vefatı ve yaralanmaları nedeniyle derin üzüntü içerisindeyiz. Kazada hayatını kaybeden işçi kardeşlerimize Allah’tan rahmet, ailelerine baş sağlığı ve sabır, yaralılara acil şifalar diliyoruz. ABONELİK ÜCRETSİZ OLUP SINIRLI SAYIDA YAPILACAKTIR Abone olmak isteyenlerin www.tisk.org.tr adresimizde bulunan online formu doldurarak tisk@tisk.org.tr e-posta adresine iletmelerini rica ederiz. Cilt 55 ‣ Sayı 1 ‣ Ocak - Şubat 2017 Kudret ÖNEN Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu Adına Sahibi Bülent PİRLER Sorumlu Yayın Müdürü İdare Yeri Reşat Nuri Cad. No: 108 06540 Çankaya - ANKARA Tel: (312) 439 77 17 /Pbx Faks: (312) 439 75 92-93-94 Web: www.tisk.org.tr E-posta: tisk@tisk.org.tr Dergide yayınlanan bütün yazılar kaynak adı gösterilerek iktibas edilebilir. Dergide yayınlanan yazılar yazarların kişisel görüşüdür, Konfederasyonu bağlamaz. İŞVEREN BASIN MESLEK İLKELERİNE UYMAYA SÖZ VERMİŞTİR. Baskı Tarihi 15 Nisan 2017 Editöryel Hazırlık ve Tasarım KS Medya Çetin Emeç Bulvarı 1322. Cad. 64/6 Öveçler / ANKARA Tel-Faks: (312) 472 86 23 Baskı ve Cilt Dumat Ofset Matbaacılık Şaşmaz / ANKARA Tel: (312) 278 82 00 Faks: (312) 278 82 30 ISSN: 1303-0418 Yayın Türü Yerel Süreli Yayın Bu Sayımızda Değerli Okuyucularımız, İŞVEREN’in bu sayısında “İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu ve Uygulama Soruları” ile “Dünya Ekonomisinde Korumacılık Eğilimi” konularını ele alıyoruz. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Dr. Mehmet Müezzinoğlu, toplumun, yaşam boyu güvenli davranış bilincine erişmesi gerektiğini; iş sağlığı ve güvenliği alanında yapılan tüm düzenlemelerde ulaşılmak istenen nihai hedefin, çalışma ortamlarının sürekli iyileştirilmesi, gerekli tedbirlerin zamanında alınması yoluyla daha sağlıklı ve güvenli çalışma alanlarının oluşturulması, iş kazaları ve meslek hastalıklarını önleyerek yetişmiş insan gücü kayıplarının önüne geçilmesi olduğunu belirtti. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı İş Sağlığı ve Güvenliği Genel Müdür Vekili İsmail Gerim, İSG’de hizmet kalitesini artırmayı amaçlandıklarını; beş yıllık dönem sonunda nicel olarak İSG hizmetleri ile ilgili verilerin önemli oranda artış gösterdiğini ifade etti. İSG HEDER Başkanı Yrd.Doç.Dr.Turhan Şalva, işverenlerin kurumsal ve nitelikli OSGB’lerden hizmet alması gerektiğini; TİSK Mikrocerrahi ve Rekonstriksüyon Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Necmettin Öztemir, istenmeyen iş kazaları oluştuğunda tıbbi tedbirleri organize etmeye devam ettiklerini söylerken, Koç Holding Çalışma ve Endüstri İlişkileri Direktörü Av. İlber Aydemir ve Sabancı Holding Çalışma İlişkileri Baş Müşaviri Ahmet Güzeltuna, şirketlerinin İSG politikalarını anlattılar. “Dünya Ekonomisinde Korumacılık Eğilimi” dosyamızda ise, Avrupa Birliği Bakanı Ömer Çelik, TTIP’in uzun süre gündemde olmayacağını kaydetti. Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekci, artan ithalatın ve yarattığı haksız rekabetin yerli üretimde neden olduğu zararın bertaraf edilmesi için, dampinge karşı önlemler ve korunma önlemleri gibi ticaret politikası savunma araçlarının etkin şekilde kullanıldığını belirtti. Dünya Ticaret Örgütü Başkanı Roberto Carvalho de Azevado, istihdam ve büyümeye dair endişelerden bahsetmek için korumacılık ile meşru ticari tedbirleri birbirinden ayırt etmenin önemli olduğunu belirtirken,Avrupa Birliği Türkiye Delegasyonu Başkanı Christian Berger Komisyon’un genişleme ve ticaret politikalarına ilişkin görüşlerini açıkladı. TİM Başkanı Mehmet Büyükekşi, DEİK Başkanı Ömer Cihad Vardan ve İKV Başkanı Ayhan Zeytinoğlu, dünyada yükselen yeni korumacılık eğilimlerini değerlendirdiler. İNTES Başkanı Celal Koloğlu ve TTSİS Başkanı Muharrem Kayhan, konuyu sektörleri açısından ele alıp yorumladılar. Prof. Dr. Sübidey Togan “Dünyada Artan Korumacılık Eğilimleri, Nedenleri ve Sonuçları”, Prof.Dr. Sadi Uzunoğlu “Yükselen Değer: Korumacılık”, Prof.Dr. Ömer Faruk Çolak “Yeni Korumacılık Stratejisi” makaleleri ile dosyamıza katkıda bulundular. A. Ferhat İlter “OECD Üyesi Ülkeler İçinde En Yüksek Reel Ücret Artışı Türkiye’de” ve Esra Belen “Kadın İstihdamının Artırılmasında İyi Uygulama Örnekleri” başlıklı yazılarıyla Dergimizde yer aldılar. Farklı gündem konularını İŞVEREN’in bu sayısında da bulacaksınız. Ressam Muharrem Pire ile gerçekleştirilen Sanat Söyleşimizi, Kadınlar ve Gençler, Arkeogezi, Avrupa Haberleri ile çeşitli konulardaki haberleri beğeniyle okuyacağınızı umuyoruz. Gelecek sayıda buluşmak üzere… İŞVEREN / Mart - Nisan 2017 1 19 İŞ SAĞLIĞI ve GÜVENLİĞİ KANUNU ve UYGULAMA SORULARI 19 DÜNYA EKONOMİSİNDE KORUMACILIK EĞİLİMİ •BAŞKANDAN Artık Ana Gündem Yapısal Reformlar Olmalı 4 •EDİTÖRDEN İSG Kanunu İşveren Kesimiyle Diyalog İçinde Yenilenmeli 6 •NELER OLUYOR TÜRKİYE 8 •ZOOM “Toplum, Yaşam Boyu Güvenli Davranış Bilincine Erişmeli” DR. MEHMET MÜEZZİNOĞLU ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLIK BAKANI 20 •ZOOM “İSG’de Hizmet Kalitesini Artırmayı Amaçlıyoruz” İSMAIL GERİM İŞ SAĞLIĞI VE GÜVENLIĞI GENEL MÜDÜR V. 24 •ZOOM “İşverenler Kurumsal ve Nitelikli OSGB’lerden Hizmet Almalı” YRD. DOÇ. DR. TURHAN ŞALVA İŞ SAĞLIĞI VE GÜVENLIĞI HIZMET VE EĞITIM KURUMLARI DERNEĞI (İSG HEDER) YÖNETIM KURULU BAŞKANI 27 •ZOOM “İş Kazalarında Çaresizliğe ve Ümitsizliğe Paydos” NECMETTIN ÖZTEMIR TİSK MIKROCERRAHI VE REKONSTRÜKSIYON VAKFI YÖNETIM KURULU BAŞKANI 30 •ZOOM “İş Sağlığı ve Güvenliği Mevzuatında Belirlenen Yükümlülükleri de Aşmayı Hedefledik” AV. İLBER AYDEMIR KOÇ HOLDING A.Ş. ENDÜSTRI İLIŞKILERI KOORDINATÖRÜ 32 •ZOOM İş Sağlığı Ve Güvenli̇ği̇ Alanındaki̇ Sorunlar ve Çözüm Öneri̇leri AV. AHMET GÜZELTUNA SABANCI HOLDING ÇALIŞMA İLIŞKILERI BAŞ MÜŞAVIRI 35 •ZOOM “TTIP Uzun Süre Gündemde Olmayacak” ÖMER ÇELİK AVRUPA BIRLIĞI BAKANI 39 •ZOOM “Dünyada En Fazla STA Akdetmiş 6’ıncı Ülkeyiz” NIHAT ZEYBEKCI EKONOMI BAKANI 42 •ZOOM “Korumacılığa Yönelişe Karşı Tetikte Olmalıyız” ROBERTO CARVALHO DE AZEVÊDO DÜNYA TICARET ÖRGÜTÜ GENEL DIREKTÖRÜ 45 •ZOOM “Adil ve Şeffaf Bir Ticaret Politikasına İnanıyoruz” CHRISTIAN BERGER AVRUPA BIRLIĞI TÜRKIYE DELEGASYONU BAŞKANI 46 •ZOOM Dünyada Korumacılık Eğilimi ve Umut Vaad Eden 2017 Yılı MEHMET BÜYÜKEKŞİ TÜRKIYE İHRACATÇILAR MECLISI (TİM) YÖNETIM KURULU BAŞKANI 47 •ZOOM “Bir Yanda Küresel Ekonominin Kuralları Yeniden Belirlenirken, Diğer Yanda Korumacı Politikalar Gün Geçtikçe Küreselleşiyor” ÖMER CIHAD VARDAN DIŞ EKONOMIK İLIŞKILER KURULU (DEİK) YÖNETIM KURULU BAŞKANI 50 •ZOOM “Gümrük Birliği’nin Güncellenmesi Müzakerelerinde İş Dünyası Sürece Katılmalı” AYHAN ZEYTİNOĞLU İKTISADI KALKINMA VAKFI (İKV) YÖNETIM KURULU BAŞKANI 52 •ZOOM Dünyada Yeni Ticaret Trendleri CELAL KOLOĞLU TÜRKIYE İNŞAAT SANAYICILERI İŞVEREN SENDIKASI (İNTES) YÖNETIM KURULU BAŞKANI 56 •ZOOM Tekstil Sanayiinin Rekabet Gücü Gözetilmeli MUHARREM KAYHAN TÜRKIYE TEKSTIL SANAYII İŞVERENLERI SENDIKASI YÖNETIM KURULU BAŞKANI 58 •ZOOM Dünyada Artan Korumacılık Eğilimleri: Nedenleri ve Sonuçları PROF. DR. SÜBIDEY TOGAN BILKENT ÜNIVERSITESI EKONOMI BÖLÜMÜ 61 •ZOOM Yükselen Değer: Korumacılık PROF. DR. SADI UZUNOĞLU TRAKYA ÜNIVERSITESI İİBF 66 •ZOOM Yeni Korumacılık Stratejisi PROF. DR. ÖMER FARUK ÇOLAK TİSK EKONOMI DANIŞMANI 70 •GÖRÜŞ OECD Üyesi Ülkeler İçinde En Yüksek Reel Ücret Artışı Türkiye’de A. FERHAT İLTER TİSK DANIŞMANI 74 •KADINLAR ve GENÇLER 77 •İNCELEME Kadın İstihdamının Artırılmasında İyi Uygulama Örnekleri ESRA BELEN TİSK ARAŞTIRMA, EĞITIM VE DIŞ İLIŞKILER UZMANI 82 •TİSK HABERLER 86 •AVRUPA AVRUPA 92 •ARKEOGEZİ 95 •SANAT 99 •İSTATİSTİK 102 •YENİ YAYINLAR 104 2 İŞVEREN / Mart - Nisan 2017 8 TİSK KSS Ödülleri Sahiplerini Buldu 13 “Üreten Türkiye Konuşuyor” Toplantıları Borsa İstanbul’da Gong, Kadın-Erkek Eşitliği İçin Çaldı 99 Muharrem Pire: Gece Düşüm, Gündüz İşim; Resim. 86 95 Hititlerin Başkenti: Hattuşa (Boğazköy) İŞVEREN / Mart - Nisan 2017 Tuğrul KUDATGOBİLİK Kudret ÖNEN başkandan Artık Ana Gündem Yapısal Reformlar Olmalı 16 Nisan’da halkımız Anayasa için tercihlerini yaparak oy kullandı. Yeni Anayasa’mız kabul edildi. Bundan böyle ekonomiye yoğunlaşılarak gelecek için elzem olan yapısal ekonomik reformların hayata geçirilmesi ana gündemimiz olmalı. Mart ve Nisan aylarında ekonomiyi canlandırmak için muhtelif düzenlemeler yürürlüğe girdi. Yaratılan ilave istihdama getirilen güçlü teşviklerin yanı sıra, konut ve dayanıklı tüketim malları alımında vergi indirimleri, KOBİ’lere kefalet sistemi, turizm işletmelerine yönelik destekler, tarım üreticilerine vergi ve kredi kolaylıkları, az gelişmiş bölgelerde iş kuracaklara kredi, yatırım yeri, taşınma destekleri, ileri teknolojili üretime yönelik yatırımlara “süper teşvikler” bu kapsamda belirtilebilecek uygulamalar arasında yer alıyor. 4 İŞVEREN / Mart - Nisan 2017 2016 yılının son çeyreğine ait GSYH artışı ABD, Japonya ve AB’yi geride bırakarak yüzde 3,5 oldu. Sanayinin öncü göstergeleri -örneğin Sanayi Satınalma Endeksi PMI ve İSO’ya yeni kayıt sayısı- yüzde 5’i bulan sınai büyüme hızının artacağını gösteriyor. İhracatımız Mart’ta yükselişe geçti, yıllık bazda yüzde 19 ile Kasım 2012’den bu yana en güçlü artışı ortaya koydu. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanımız Müezzinoğlu istihdam seferberliğiyle 2017’nin ilk üç ayında 760 bin kişinin iş sahibi olduğunu açıkladı. Bunlar olumlu gelişmeler. İç talebi canlandırıcı, istihdamı teşvik edici uygulamaların yatırımları artıracağını, işsizliği nispeten azaltacağını tahmin ediyorum. Bununla birlikte, orta ve uzun vadelerde sürdürülebilir kalkınma için yatırım ortamını ve yatırımcı güvenini iyileştirecek ya- pısal reformları da çok önemli görüyorum. Bilindiği gibi, yapısal reformların uygulanması Referandum sonrasına ertelenmişti. Bu konuda, dünya ekonomisinde korumacılık rüzgarının esmeye başladığını da aklımızda tutmalıyız. Cari açığı olan bir ülke olarak, ihracatımızı daha büyük hassasiyetle gözetmek zorundayız. Uluslararası alandaki dış ticaret mücadelesi sertleşme işaretleri verdiğinden, bu sayımızdaki dosyalardan birini “dünya ekonomisinde korumacılık eğilimi” konusuna ayırdık. Avrupa Birliği Bakanımız Ömer Çelik, Ekonomi Bakanımız Nihat Zeybekci, Dünya Ticaret Örgütü Başkanı Calvalho de Azevado, AB Türkiye Delegasyonu Başkanı Christian Berger konuklarımız arasında bulunuyor. Dergimize konuşan değerli görüş sahipleri çoğunlukla; henüz politikaya dönüşmemiş olmakla birlikte hem gelişmiş, hem de gelişmekte olan ülkelerde korumacılık eğiliminin baş gösterdiği konusunda hemfikir durumda. Türkiye - AB Gümrük Birliği Anlaşmasının ülkemiz lehine güncellenmesi ve diğer ülkelerle Serbest Ticaret Anlaşmaları yapılması, sanayimizin gelişiminin desteklenmesi bakımından önem arz etmektedir. Ülkemizin en büyük ticari partneri olan AB ile gerginleşen ilişkilerin normalleştirilmesi ortak fayda gereğidir ve her iki tarafın da gayret göstermesine bağlıdır. Mart ve Nisan aylarında, ekonomik birimlerin güvenini artırmak, üretimdeki sorunları ve bunlara ilişkin çözüm önerilerini belirlemek ve üretimin önemine dikkat çekmek amacıyla, 14 Mart’ta Van’da, 1 Nisan’da Adana’da ve 8 Nisan’da Bursa’da “Üreten Türkiye Konuşuyor” toplantıları yapıldı. Bu önemli girişimle, ekonomide alınan tedbirlerin, sağlanan teşviklerin ve beklentilerin iş dünyası temsilcileriyle istişare edildiği bir platform oluşturuldu. Ben, hem toplantılar hakkında kamuoyunu bilgilendirmek için 7 Mart günü Ankara’da Gümrük ve Ticaret Bakanımız Bülent Tüfenkci’nin başkanlığında, iş dünyasını temsil eden diğer üst kuruluş başkanları ile birlikte düzenlenen toplantıya, hem de 8 Nisan Bursa toplantısına katıldım. Adana toplantısına da TİSK olarak katılım sağladık. Edindiğim izlenim; toplantıların başarılı geçtiği ve ekonominin rekabet gücü artışı için, diğer ülkelerin iş insanlarında da müşahede ettiğim gibi, sanayi sektörünün güçlendirilmesine yönelik belirgin bir beklentinin olduğudur. Bu itibarla, Referandum sonrası dönemde girişilecek yapısal reformlar açısından büyüme modeli, yeni nesil sanayi, çalışma mevzuatı, mesleki eğitim, genel eğitim, Ar-Ge ve inovasyon fikirlerinin ticarileştirilmesi, bürokrasi ve kamu personel rejimi alanları ön planda olmalıdır. Yine Mart ayında Konfederasyonumuzun geleneksel “Kurumsal Sosyal Sorumluluk Ödülleri”ni 2016 yılında kazanan şirketler belli oldu ve 25 Mart 2017 tarihinde düzenlediğimiz, Bakanımız Mehmet Müezzinoğlu’nun katıldığı törenle sahiplerine verildi. Toplam 55 projenin başvurduğu, finale kalan 20 şirketin projelerinin Seçici Kurulca değerlendirildiği yarışmada 2’si KOBİ olmak üzere toplam 9 şirket ödül aldı. Büyük Ödül’ü Anadolu Sigorta’nın “Bir Usta Bin Usta” projesi kazanırken, GAN TÜRKİYE Özel Ödülü Rönesans Holding’in “Pusula Genç Keşif Programı”nın oldu. Ödüllere ve seçme sürecine sayfalarımızda yer verdik. Kurumsal sosyal sorumluluk çalışmalarının yaygınlaşması, özel sektörün sürdürülebilir kalkınmaya verdiği desteği artıracaktır. İŞVEREN / Mart - Nisan 2017 5 editörden Bülent PİRLER TİSK Genel Sekreteri İSG Kanunu İşveren Kesimiyle Diyalog İçinde Yenilenmeli İş sağlığı ve güvenliği alanında 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu’nun yürürlüğe girmesi ile Ülkemizde önemli bir değişim yaşanmıştır. Aradan geçen beş yıllık dönemin bilançosu bakımından, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı da dahil olmak üzere tüm kesimlerin uzlaştığı tek konu, Kanun’un uygulama sorunları çerçevesinde gözden geçirilmesine ihtiyaç duyulduğudur. Konuyla ilgili olarak öncelikle Kanun kapsamındaki hükümlerin ihtiyaca cevap vermediği noktalara değinmek ve ardından da İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu’nun beş yıllık performansını iş kazası ve meslek hastalıkları istatistiklerine göre değerlendirmekte yarar görüyorum. 2012 yılında yürürlüğe konulan Kanun ile iş sağlığı ve güvenliği hizmetleriyle ilgili 4857 sayılı İş Kanunu’nun mülga 80 ve 81. maddelerinde yer alan “devamlı olarak elli işçi çalıştırma” şartının kaldırılması neticesinde tüm işyerlerinde iş sağlığı ve güvenliği hizmetlerinin sunulması zorunlu hale gelmiştir. Bu zorunluluk, İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu’nun ilgili maddelerindeki yürürlük tarihlerinin ertelenmesi suretiyle bir geçiş süresine tabi tutulmuşsa da, işletmeler yeni zorunluluğu yerine getirmekte halen zorlanmaktadır. Ne yazık ki, 2012’den bu yana işyeri hekimi ve iş güvenliği uzmanı sayıları artmasına rağmen, bu alandaki sorun- 6 İŞVEREN / Mart - Nisan 2017 lar büyük ölçüde devam etmektedir. Belgeli uzmanların ve işyeri hekimlerinin büyük bölümü çalışmaktan imtina etmektedir. Yapılan sınırlayıcı düzenlemeler nedeniyle işletmelerdeki deneyimli uzmanlardan yeterince yararlanılamamış ve sistem işletmedeki riskler konusunda bilgi sahibi olmayan kişilerin görevlendirilmesine yol açmıştır. İş sağlığı ve güvenliği hizmetlerinin organizasyonunda işletme içinden çözümlere öncelik verilmeli, ayrıca 6331 sayılı Kanun ile kuruluşlarına imkan tanınan ortak sağlık ve güvenlik birimleri nicelik ve nitelik olarak geliştirilmelidir. Diğer taraftan, 6331 sayılı Kanun ile iş sağlığı ve güvenliği alanındaki işyeri organizasyonunda da büyük değişiklikler ortaya çıkmıştır. Bu kapsamda iş sağlığı ve güvenliği kurulu, çalışan temsilcisi, risk değerlendirmesi, acil durum planları gibi hususlarda yeni yükümlülükler gündeme gelmiştir. Bu yükümlülüklerin yerine getirilmesinde de büyük zorluklarla karşılaşılmaktadır. Özellikle uygulamada iş sağlığı ve güvenliği tedbirlerinin yol haritasını teşkil eden risk değerlendirmelerinin işyerlerindeki riskler ve önleyici yaklaşım dikkate alınmaksızın hazırlandığı görülmektedir. 6331 sayılı Kanun’un işyeri organizasyonuyla ilgili hükümlerinin de uygulama ihtiyaçları çerçevesinde yeniden değerlendirilmesinde yarar vardır. Genel olarak 6331 sayılı Kanun’un performansını değerlendirmek güç olmakla birlikte, iş kazası ve meslek hastalıklarına ilişkin Sosyal Güvenlik Kurumu istatistiklerinin incelenmesi aydınlatıcı olmaktadır. 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu’nun yürürlüğe girmesinin ardından geçen yaklaşık beş yıllık dönemde iş kazası ve meslek hastalıklarının seyri incelendiğinde, yeni yasal düzenlemenin iş sağlığı ve güvenliğinde istenen düzeyde bir gelişmeyi sağlamadığı, hatta kaza sayılarının 2014 ve 2015 yıllarında en yüksek seviyelere ulaştığı anlaşılmaktadır. 2010’dan 2015’e işçi sayısı %40 artmışken, iş kazası sayısı %284 oranında artmıştır. Bu durum, istatistik ve kayıt sistemlerindeki gelişim sonucu, iş kazası ve meslek hastalıklarının daha görünür hale gelmesiyle kısmen izah edilebilirse de, son dönemde yaşanan büyük iş kazalarındaki artış, iş sağlığı ve güvenliğinde daha yoğun ve etkili çalışmalar yapılması ihtiyacını ortaya koymaktadır. Aynı dönemde, iş kazası sonucu oluşan hastalık ve özürler nedeniyle meslekte kazanma gücünün en az % 10 oranında kaybedilmesi anlamına gelen sürekli iş göremezlik hallerinde de önemli artış meydana gelmiştir. Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından sürekli iş göremezlik tespiti yapılan kişi sayısı 1976’dan %71 oranında artışla 3433’e yükselmiş; 6331 sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesi sonrasında istenen düzeyde bir başarı yakalanamamıştır. 2010-2015 Dönemi İş Kazaları Yıllar Bağımlı Çalışan Zorunlu Sigortalı Sayısı (4/1/a) İş Kazası Sayısı İş Kazası Oranı* 2010 2011 2012 2013 2014 2015 10.031.000 11.031.000 11.940.000 12.484.000 13.240.000 13.999.000 62.903 69.227 74.871 191.389 221.366 241.547 0,63 0,63 0,63 1,53 1,67 1,73 Sürekli İş Göremezlik (yıl içinde gelir bağlananlar) 1.976 2.093 2.036 1.617 1.421 3.433 Ölüm Sayısı 1.444 1.700 744 1.360 1.626 1.252 Kaynak: Sosyal Güvenlik Kurumu, İstatistik Yıllıkları * İş Kazası Oranı: 100 çalışan başına gerçekleşen iş kazası oranı. Diğer taraftan, Türkiye’de meslek hastalıkları tanı ve tespitinde büyük sorunlar yaşanmaktadır. 2010 – 2015 dönemine ilişkin Sosyal Güvenlik Kurumu İstatistikleri incelendiğinde meslek hastalıklarında düşüş olduğu görülmekteyse de, Ülkemizde tanı konulmayan meslek hastalığı sayısının çok yüksek seviyelerde olduğu Uluslararası Çalışma Teşkilatı tarafından ifade edilmektedir. 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu’nun 14. maddesi uyarınca meslek hastalığı tanısı konulan vakaların hastane, toplum sağlığı merkezi gibi sağlık hizmet sunucuları tarafından on gün içinde Sosyal Güvenlik Kurumu’na bildirilmesinin tanı konulan meslek hastalığı sayısında bir artışa yol açtığı düşünülmekle birlikte, tespit edilebilen meslek hastalığı sayısı, son istatistiğin yayınlandığı 2015 senesinde 2011 yılındaki seviyeye çok yakındır. Meslek hastalıklarının azaltılmasına yönelik çalışmalarda, konular sadece ceza ve sorumluluk bazında değerlendirilmemeli; işverenler ve çalışanlar güvenlik kültürü odaklı bir yaklaşımla bilgilendirilip yol gösterilmelidir. Meslek hastalıkları sayısı ve oranı, 2010-2015 Yıl Bağımlı Çalışan Zorunlu Sigortalı Sayısı (4/1/a) (x1000) Meslek hastalığı sayısı 100 000 çalışanda görülen meslek hastalığı 2010 10.031 533 5,3 2011 11.031 697 6,3 2012 11.940 395 3,3 2013 12.484 371 3,0 2014 13.240 494 3,7 2015 13.999 510 3,6 Kaynak: Sosyal Güvenlik Kurumu, İstatistik Yıllıkları Geçici İş Göremezlik Süresi (Gün) Toplamı Yıl 2010 2011 2012 2013 2014 2015 Toplam Geçici İş Göremezlik Süresi (GÜN) 1.516.024 1.772.900 1.650.250 2.357.505 2.065.962 2.992.070 Kaynak: Sosyal Güvenlik Kurumu, İstatistik Yıllıkları İş kazalarından kaynaklanan geçici iş göremezlik sürelerinde de 6331 sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesinin ardından düşüş yaşanmadığı, aksine yıllık geçici iş göremezlik süresinin 2010’da 1 milyon 516 bin günden 2 milyon 992 bin güne yükselerek iki katına çıktığı anlaşılmaktadır. Çözüm uzun vadeli, planlı ve bilinçli çabalarla gelecektir; toplum genelinde güvenlik kültürünü geliştirecek eğitim çalışmalarına, ayrıca işletmelerdeki uzmanlara inisiyatif tanımaya bağlıdır. Biz TİSK olarak iş sağlığı ve güvenliği mevzuatının yenilenmesi faaliyetinde Camiamızın uzmanlığı ile aktif biçimde görev almaya hazırız. İŞVEREN / Mart - Nisan 2017 7 TİSK KSS Ödülleri Sahiplerini Buldu TİSK’in geleneksel Kurumsal Sosyal Sorumluluk Ödülleri’ni 2016 yılında kazanan şirketler belli oldu. Finale kalan 20 şirketin sosyal sorumluluk projelerinin değerlendirildiği yarışmada Büyük Ödülü, Anadolu Sigorta’nın “Bir Usta Bin Usta” projesi kazandı. GAN TÜRKİYE özel ödülü ise Rönesans Holding’in oldu. Dereceye giren 9 şirketin ödülleri, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Dr. Mehmet Müezzinoğlu’nun katılımıyla İstanbul’da düzenlenen Tören ile sahiplerine verildi. Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu’nun (TİSK) geleneksel “TİSK Kurumsal Sosyal Sorumluluk Ödül Töreni” Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Dr. Mehmet Müezzinoğlu’nun katılımıyla İstanbul’da gerçekleştirildi. Projeler; Kapsayıcılık, Etkililik, İyi Uygulama, Yenilikçilik, Sürdürülebilirlik alanlarında değerlendirildi ve 9 şirket sosyal sorumluluk projeleri ile ödüle layık bulundu. TİSK Kurumsal Sosyal Sorumluluk Ödül Töreni’nin açılış konuşmasını yapan TİSK Yönetim Kurulu Başkanı Kudret Önen, başvuruda bulunan tüm şirketlere teşekkür etti ve sözlerini şöyle sürdürdü: “İşletmelerimizin yasal yükümlülüklerin ötesinde, gönüllülük esasına dayalı olarak ve tümüyle sosyal fayda sağlamak amacıyla gerçekleştirdiği KSS çalışmalarının önemi giderek artmaktadır. KSS projeleri ülkemize değer yaratmak için bir ihtiyaç 8 İŞVEREN / Mart - Nisan 2017 halini almıştır. Ancak bu kapsamda ortaya konan çalışmaların görünürlüğü, tanınırlığı ve bilinirliği ihmal edilmemelidir. TİSK KSS ödül programımızın da bu açıdan önemli bir araç olduğu inancındayım.” Kudret Önen değerlendirme süreci hakkında da bilgi verdi: “Bu yıl KSS ödül programımıza 55 başvuru aldık. Başvuruların 48’i büyük ölçekli şirketlerden, 7’si ise KOBİ’lerden geldi.” Şirketlerin başvurularını hassasiyetle incelediğini söyleyen Önen, şu bilgileri verdi: “Ön eleme sonucunda, 18’i büyük ölçekli, 2’si küçük ve orta ölçekli şirkete ait projenin yanı sıra 2015 yılından itibaren vermeye başladığımız GAN TÜRKİYE Özel Ödülü kapsamında dikkate alınan 4 proje finale kalmış ve 20 Mart 2017 tarihinde düzenlenen Seçici Kurul Toplantısı ile kazananlar belirlenmiştir. Burada, Seçici Kurul’da yer alarak çalışmalarımıza destek veren işçi, işveren, hükümet, medya, üniversite özel sektör ve STK kesimlerinin saygın isimlerine bir kez daha teşekkür ederim.” Yarışmada Büyük Ödül, Anadolu Sigorta “Bir Usta Bin Usta” projesine giderken; Kapsayıcılık Ödülü’nü TETRA PAK “Küçük Şeyler Doğayı Yeniler” projesiyle, Etkililik Ödülü’nü İÇDAŞ “Minik Arkeologlar” projesiyle, İyi Uygulama Ödülünü Ford Otosan “Bal Arıları Mühendis Oluyor” projesiyle, Yenilikçilik Ödülü’nü Coca Cola “3.2.1. Başla!” projesiyle, Sürdürülebilirlik Refik Baydur Özel Ödülü’nü ise Anadolu Efes “Gelecek Turizmde” projesiyle almaya hak kazandı. Yarışmada GAN TÜRKİYE Özel Ödülü’ne ise Rönesans Holding “Pusula Genç Keşif Programı” projesiyle layık görüldü. KOBİ kategorisinde ise EGEDENİZ Tekstil “Karbon Ayak İzi, Elektrolit Atıkların Geri Dönüşümü, Meslek Edindirme” projeleriyle Sürdürülebilirlik Ödülü’nü, Lokman Ecza Deposu “Diji Genç” projesiyle İyi Uygulama Ödülü’nü aldı. BİR USTA BİN USTA PROJESİNE BÜYÜK ÖDÜL Ülkemizin kaybolmaya yüz tutmuş yerel değerlerinin yeniden canlandırılması ve meslek ustalarının deneyimlerini gelecek nesillere aktararak gençlere iş imkânı sağlanmasını hedefleyen Anadolu Sigorta’nın “Bir Usta Bin Usta” projesi; etkililik, iyi uygulama, kapsayıcılık, sürdürebilirlik ve yenilikçilik ölçütlerinin tamamını içerdiği için TİSK 2016 KSS Büyük Ödülü’nü almaya hak kazandı. Öğrencilerin kültürel miraslara olan farkındalığını artırmak amacıyla hayata geçirilen İÇDAŞ “Minik Arkeologlar” projesi, geçmişin gün yüzüne çıkarılması ve kültürel mirasın topluma kazandırılarak tarihe tanıklık edilmesi perspektifiyle Etkililik Ödülü’nü kazandı. Ford Otosan’ın, mühendislik mesleğini seçen kız öğrenci oranını ve meslek seçiminde kadın ve erkekler için fırsat eşitliğinin önemine dair farkındalığı artırma amacıyla yürüttüğü “Bal Arıları Mühendis Oluyor” projesi İyi Uygulama Ödülü’nün sahibi oldu. Ford Otosan bu proje ile 81 ilde 81 lisede eğitim gören, yaklaşık 8.100 kız öğrenciye, 1.620 öğretmene, 8.100 erkek öğrenciye ve velilerine ulaştı. Ülkemizdeki çevre duyarlılığını artırmak ve geri dönüşüm konusunda daha bilinçli nesiller yetişmesine katkı sağlamak amacıyla “Küçük Şeyler Doğayı Yeniler” başlıklı projeyi kamu kurumları ile işbirliği geliştirerek hayata geçiren TETRA PAK, Kapsayıcılık Ödülü almaya hak kazandı. Yerelde doğal, kültürel, toplumsal değerlerin gelecek nesillere aktarılmasını hedefleyen ve sürdürülebilir tu- rizmi temel alan bir yaklaşımla uygulanan “Gelecek Turizmde” ile Anadolu Efes Sürdürülebilirlik Refik Baydur Özel Ödülü’ne layık görüldü. Coca Cola İçecek, fiziksel olarak aktif bir genç nesil yetişmesi amacıyla okullarda ve okul dışı zamanlarda gençleri hareket etmeye ve spor yapmaya teşvik edecek ortamların yaratılmasını destekleyen, ayrıca beden eğitimi öğretmenlerinin güçlendirilmesine, öğretmenlerin projeler geliştirmesine ve bu projelerin hayata geçirilmesine destek veren “3.2.1. Başla!” projesi ile Yenilikçilik Ödülü’nü aldı. Rönesans Holding, “Pusula Genç Keşif Programı” ile özellikle işgücü piyasasına giriş aşamasındaki en dezavantajlı gruplardan biri olarak görülen tüm yeni mezunlara mesleki açıdan kendilerini geliştirebilecekleri bir ortam sunması perspektifiyle GAN TÜRKİYE Özel Ödülü’nü almaya hak kazandı. KOBİ kategorisindeki Egedeniz Tekstil, “Karbon Ayak İzi Nötr”, “Elektronik Atıkların Geri Dönüşümü” ve “Meslek Edindirme” olmak üzere üç proje ile yarışmaya katıldı. Birlikte değerlendirilen projeler ile KOBİ kategorisinde, Sürdürülebilirlik Ödülü’ne layık görüldü. Lokman Ecza Deposu, gençleri diji- tal çağa hazırlayarak toplum için üreten ve fayda sağlayan bireyler haline getirmek hedefiyle uyguladığı “Diji Genç” projesi ile başarılı bir çalışma gerçekleştirerek, KOBİ İyi Uygulama Ödülü almaya hak kazandı. MEDYA, SİYASET VE İŞ DÜNYASININ ETKİN İSİMLERİ SEÇTİ Toplam 55 şirketin başvurduğu ve 24 şirketin sosyal sorumluluk projelerinin finale kaldığı yarışmanın seçici kurulu medya, siyaset ve iş dünyasının etkin isimlerinden oluştu. TİSK Yönetim Kurulu Başkanı Kudret Önen’in başkanlık ettiği Seçici Kurul’da; TİSK Yönetim Kurulu Başkan Vekili Nevzat Seyok, MHP Genel Başkan Yardımcısı Dr. Ruhsar Demirel, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Müsteşarı Ahmet Erdem, HAK-İŞ Genel Başkanı Mahmut Arslan, TÜRK-İŞ Genel Teşkilatlanma Sekreteri Eyüp Alemdar, ILO Türkiye Direktörü Numan Özcan, AB Bakanlığı Proje Uygulama Başkanı Bülent Özcan, Dünya Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hakan Güldağ, Sabah Gazetesi Ankara Temsilcisi Okan Müderrisoğlu, Hürriyet Gazetesi Köşe Yazarı Erdal Sağlam, Sosyal İnovasyon Merkezi Kurucu Ortağı Suat Özçağdaş, Özel Sektör Gönüllüleri Derneği Koordinatörü Başak Güçlü Elbir projeler için oy kullandı. İŞVEREN / Mart - Nisan 2017 9 Büyük Ödül Bir Usta Bin Usta İyi Uygulama Ödülü Bal Arıları Mühendis Oluyor Yenilikçilik Ödülü 3.2.1. Başla! 10 İŞVEREN / Mart - Nisan 2017 GAN TÜRKİYE Özel Ödülü Pusula Genç Keşif Programı Kapsayıcılık Ödülü Küçük Şeyler Doğayı Yeniler İyi Uygulama Ödülü (KOBİ) Diji Genç Sürdürülebilirlik Refik Baydur Özel Ödülü Gelecek Turizmde Etkililik Ödülü Minik Arkeologlar Sürdürülebilirlik Ödülü (KOBİ) Karbon Ayak İzi, Elektrolit Atıkların Geri Dönüşümü, Meslek Edindirme Müezzinoğlu: İşsizlik Oranı 2017 Sonunda Yüzde 9,5 Civarında Olur Sosyal Güvenlik Yüksek Danışma Kurulu 2017 Yılı Toplantısı, 15 Mart 2017 tarihinde yapıldı. “Kayıt Dışı İstihdamla Mücadele kapsamında, Kamu Kurum ve Kuruluşları, Sivil Toplum Örgütleri, Bankalar ve Toplumun Diğer İlgili Kesimleri İle İşbirliği Bilincinin Yaygınlaştırılması” gündemli toplantının açılışında konuşan Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Dr. Mehmet Müezzinoğlu, sosyal güvenlikte 2002 ile 2016 yılları arasında kıyaslama yapıldığında Ülkemizde çok önemi başarıların elde edildiğini söyledi. Bakan Müezzinoğlu, Genel Sağlık Sigortası (GSS) kapsamının bir çatı altında toplanması, bu çatı altında analizlerin sağlıklı yapılabilmesi, eksik ve zayıf halkaların düzeltilmesi için güçlü bir veri tabanı oluşturduklarını ifade ederek, siyasi iradenin bakış açısının 80 milyon nüfusun tamamının ne pahasına olursa olsun kapsam içinde yer alması şeklinde olduğunu, yapılan yeni düzenleme ile kapsam dışında kalan tüm vatandaşların aylık 53 liralık GSS primini ödeyerek her türlü sağlık hizmetinden yararlanma imkanı sağlandığını, ödeme imkanı olmayanların ise gelir testine girerek, kapsam içine alınması için Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın devreye sokulacağını söyledi. Kayıt dışılıkla mücadelenin önemine işaret eden Müezzinoğlu, 2002’de %52 olan kayıt dışı istihdam oranının %33’e indirildiğini, ancak halen her üç kişiden birinin kayıt dışılık nedeniyle mağdur olduğunu, dolayısıyla bu alanda kat edilmesi gereken önemli mesafeler bulunduğunu; her 1 puanlık kayıt dışı çalışma sosyal güvenlikte 1,9 milyar TL kayıp yarattığından, oranının %25’e indirilmesinin 16 milyar TL’lik bir gelir anlamına geldiğini, bu geliri de işverenin yükünü hafifletmeye ve sosyal güvenlik hizmeti bekleyen vatandaşın hizmet standardını yükseltmeye kullanacaklarını kaydetti. Müezzinoğlu, kayıt dışılıkla topyekun mücadelenin, sivil toplum örgütleri, paydaşlar ve kamu dinamikleriyle birlikte çok ceza kesen değil, meşru zemine girmeyi teşvik eden ve bunun avantajlarının yaşanacağı bir anlayış çerçevesinde başarılacağını sözlerine ekledi. İŞVEREN / Mart - Nisan 2017 11 SGK Başkanı Dr. Mehmet Selim Bağlı, yeni dönemde kayıt dışı istihdamla mücadeleyi teşvik eksenli olarak tasarlamak; cezalandıran, sürekli denetleyen, hesap soran bir sistem değil, bilinç, farkındalık ve kültür oluşturan bir kampanya ile kayıt dışılıkla mücadele etmek hedefini esas aldıklarını, bu kapsamda genel sağlık sigortasının tanıtımından başlayarak, yıl boyunca sigortalılık bilincini yaygınlaştırma amaçlı tanıtım faaliyetlerinin devam edeceğini söyledi. Toplantıda işveren kesimini temsilen TİSK Genel Sekreter Yardımcısı Cengiz Delibaş bir konuşma yaptı. Delibaş konuşmasında, Hükümet tarafından yürürlüğe konulan son teşvik düzenlemelerinin, verimli yatırımlar yapmak ve istihdamda ilerleme kaydetmek konusunda, işveren kesiminin azmini ve cesaretini güçlendirdiğini, bunun istihdam göstergelerine olumlu yansıyacağını söyledi. “Gelir Vergisi Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” ile ücretlere sağlanacak Hazine desteğine esas matrahın, toplu iş sözleşmeli işyerleri için farklı düzeyde belirleme yetkisinin Bakanlar Kurulu kararına bırakılmış olmasıyla ilk kez toplu iş sözleşmesini özendiren, sendikalı işçi ve işvereni gözeten bir istihdam teşvikinin uygulanmasının yolunun açıldığını belirten Delibaş, bu düzenlemenin gerçekleşmesi için verdiği destekten dolayı Bakan’a teşekkür etti. TİSK Genel Sekreter Yardımcısı Delibaş, kayıt dışı istihdamla mücadelede sosyal güvenlik politikalarının, dolayısıyla Sosyal Güvenlik Kurumu uygulamalarının büyük önem taşıdığını hatırlatarak, sistemin kayıtlı olmanın avantajlarını artıracak biçimde düzenlenmesi gerektiğini, istihdam teşvikle- 12 İŞVEREN / Mart - Nisan 2017 Kıdem Tazminatı Reformu Yıl Bitmeden Yasalaşacak Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Dr. Mehmet Müezzinoğlu, 19 Nisan günü Reuters’e yaptığı açıklamada, kıdem tazminatı konusunda 2-3 ay içinde paydaşlarla son noktaya gelmeyi ve yıl bitmeden yasalaştırmayı hedeflediklerini söyledi. Müezzinoğlu, işsizlik oranında Ocak ayında görülen yüzde 13’ün tepe noktası olduğunu, istihdam teşviklerinin etkisiyle Mart döneminden itibaren keskin bir düşüş yaşanacağını, yıl sonunda ise tek haneye, yüzde 9,5 civarına ineceğini belirtti. Bakan Müezzinoğlu, “İstihdam seferberliği kapsamında yılbaşından bugüne 802 bin 856 artı istihdam sağlandı” dedi. rinin kayıtlı istihdamın desteklenmesi bakımından çok önemli bir araç olduğunu, çok sayıda teşvik yerine etkin ve bütünleştirilmiş bir sisteme ihtiyaç duyulduğunu vurguladı. Delibaş konuşmasını şöyle sürdürdü: “İşyeri büyüklüğü arttıkça, kayıt dışılığın azaldığı; sendikalı, toplu iş söz- leşmeli, küresel ekonomi ile bütünleşmiş büyük ölçekli işletmelerde ise böyle bir sorunun yaşanmadığı bilinmektedir. Dolayısıyla, toplu iş sözleşmesi uygulayan işyerlerine pozitif ayrımcılık yapılması; örneğin 5 puanlık sigorta prim teşviğinin 5+1 şeklinde uygulanması, ayrıca istihdam teşviklerine esas ücretin, asgari ücret yerine prime esas kazanç olması sağlanmalıdır”. “Üreten Türkiye Konuşuyor” Toplantıları Ekonomik değer üreten kesimlerin geleceğe olan güvenini artırmak, üretimle ilgili sorunları ortaya koymak ve çözüm önerileri geliştirmek, üretimin önemi konusunda farkındalığı artırmak amacıyla, Üreten Türkiye Konuşuyor toplantıları düzenlendi. Üreten Türkiye Konuşuyor toplantılarıyla; Hükümetin ekonomide almış olduğu tedbirlerin, sağladığı teşviklerin ve ekonomimizin gelmiş olduğu son durum ile gelecek beklentilerinin iş dünyasının temsilcileriyle istişare edileceği bir platform oluşturuldu. Bölgesel sinerji merkezleri ve gelişim eksenlerinin değerlendirilerek, üreten ekonominin ihtiyaç ve etki analizlerinin yapılması öngörüldü. Üreten Türkiye Konuşuyor toplantıları hakkında kamuoyunun bilgilendirilmesi amacıyla, 7 Mart 2017 günü Gümrük ve Ticaret Bakanı Bülent Tüfenkci ile Türkiye-AB Karma İstişare Komitesi (KİK) Üyesi kuruluşla- rın başkanları; TİSK Başkanı Kudret Önen, TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu, TESK Başkanı Bendevi Palandöken, TZOB Başkanı Şemsi Bayraktar, TÜRK-İŞ Başkanı Ergün Atalay, HAK-İŞ Başkanı Mahmut Arslan, MEMUR-SEN Başkanı Ali Yalçın, Türkiye KAMUSEN Başkanı İsmail Koncuk ile TİM Başkanı Mehmet Büyükekşi, MÜSİAD Başkanı Nail Olpak, ASKON Başkanı Mustafa Koca, TÜMSİAD Başkanı Yaşar Doğan, TÜGİAD Başkanı Ali Yücelen ve TÜGİK Başkanı Erkan Güral’ın hazır bulunduğu bir basın toplantısı gerçekleştirildi. Toplantılar 14 Mart 2017 tarihinde Van’da, 1 Nisan 2017 tarihinde Adana’da ve 8 Nisan 2017 tarihinde Bursa’da kamu kesimi ve iş dünyası temsilcilerinin katılımıyla yapıldı. İşsizlik Oranı Ocak’ta 1,9 Puan Yükselerek % 13’e Çıktı Son Bir Yılda İşsiz Sayısı 695 Bin Kişi Arttı Her 100 gençten 28’i “boşta gezer” TÜİK’in 17 Nisan 2017 tarihinde yayımladığı İşgücü İstatistikleri Haber Bülteni’ne göre, bir önceki yılın aynı döneminde % 11,1 olan işsizlik oranı Ocak 2017’de 1,9 puan artarak % 13’e; toplam işsiz sayısı 695 bin kişi büyüyerek 3 milyon 985 bin kişiye yükseldi. Verilere göre 15-29 yaş grubu nüfusun % 28,3’ünü oluşturan 5 milyon 89 bin genç ne eğitimde, ne de istihdamda yer alıyor. Bu sayı son bir yılda 146 bin artış gösterdi. Aynı dönemde işsizlik oranı tarım dışı sektörlerde 2,2 puan artarak % 15,2’ye; kadınlarda 2,4 puan artarak % 15,4’e; gençlerde ise 5,3 puan artarak % 24,5’e çıktı. Her 3 kişiden biri kayıt dışı çalışıyor Toplam kayıt dışı çalışan sayısı 308 bin kişi büyüyerek 8 milyon 663 bin kişiye vardı. Toplam kayıt dışı istihdam oranı 0,7 puan yükseldi ve % 32,5 olarak gerçekleşti. Tarım dışı sektörlerde ise kayıt dışı çalışan ücretli sayısı 129 bin kişi artarak 2 milyon 831 bin kişiye çıktı. Her 3 iş arayandan 1’i iş bulabildi Son bir yılda 1 milyon 93 bin kişi çalışma talebiyle işgücüne eklendi ama sadece % 36,3’üne karşılık gelen 397 bin kişisi istihdam imkanı bulabildi. Sanayi istihdamı 26 bin kişi azaldı 397 bin kişilik istihdam artışının analizinde, hizmetler sektöründe 378 bin, tarım sektöründe 81 bin kişilik istihdam artışı görülüyor. Buna karşılık sanayi sektörünün 26 bin, inşaatın 34 bin kişilik istihdam kaybı yaşadığı anlaşılıyor. Sanayi istihdamının toplam istihdamdaki payı %20,2’den %19,8’e düştü. İŞVEREN / Mart - Nisan 2017 13 Ağbal: “İşgücü Piyasası Reformu TBMM’ye Getirilecek” Maliye Bakanı Naci Ağbal, pazar günü gerçekleştirilen Anayasa değişikliği referandumunun ardından gündemin bir numaralı maddesinin ekonomi olacağını, enflasyon ve işsizliğin aşağı çekilmesinin de öncelikler arasında bulunduğunu kaydetti. Ağbal, referandumun bitmesi ve kabul oyu çıkmasının siyasette belirsizliklerin ortadan kalkmasının ekonomide beklentileri olumlu etkileyeceğini belirterek, bu aşamadan sonra reformların hayata geçirilmesinin önemine vurgu yaptı. “Şu anda en hazırlıklı olan üretim reform paketi. Bununla bir taraftan üretimde kolaylaştırıcı hükümler getiriliyor, maliyetler aşağı çekiliyor, bir taraftan da organize sanayi bölgelerindeki yatırımları daha cazip hale geti- recek yeni teşvikler getiriliyor” diyen Ağbal, çalışmaları belli aşamaya ulaştırılan ve istihdamı olumlu etkileyecek olan İşgücü Piyasası Reformu’nun TBMM’ye getirileceğini vurguladı. Ağbal, Gelir Vergisi, Vergi Usul Kanunu ve KDV Reformu’nu da Bakanlar Kurulu gündemine taşıyacağını belirtti. Yatırımların önündeki engeller kaldırılacak “Bir süredir ekonomide geçici, belli alanlarla ilgili büyüme odaklı tedbir ve destek niteliğinde düzenlemeler yapıyoruz. Bunlar ekonomide canlanmaya destek oluyor. Bunların üstünde çok daha kalıcı, özellikle yatırımların önündeki engelleri kaldıracak düzenlemelerin hayata geçmesi gerekiyor” diyen Ağbal, bu konuda Ekonomi Ba- kanlığı ile birlikte çalıştıklarını vurguladı. Bu faktörleri destekleyecek olan özel sektör yatırımlarının hızlı şekilde artmasının ve arz tarafının güçlendirilmesinin önemli olduğunun altını çizen Ağbal, “Özel sektörde bekletilen ve ertelenen yatırımlar var. Ekonominin önünü açacak düzenlemeleri ardı ardına TBMM’ye getirdiğimiz takdirde yatırımlarda hızlı toparlama ve yukarı çıkış bekliyorum.” dedi. Bundan sonra büyümeyi yukarı çekecek gerekli desteklere devam edeceklerini ve kamu kanalıyla büyümeyi istemediklerini kaydeden Ağbal,“Önümüzdeki aylarda reel sektörü destekleyecek düzenlemelerimiz olacak. Kamu maliyesi büyümeye destek verecek ama kamu maliyesi üzerinden büyüme hedeflemiyoruz” değerlendirmesini yaptı. İŞKUR ve SGK Birleştirilecek İŞKUR ve SGK’yı birleştireceklerini açıklayan Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Müezzinoğlu, “Yasa gerektirmeyenlerin hepsini inşallah hızla çözeceğiz. Ben devamlı yaşıyorum. İŞKUR ayrı bir yapı SGK ayrı bir yapı. Arkadaş birbirinizi örtüştürün. “yok, biz ayrı kurumuz.” Ne demek ayrı kurum. Sağ kolla sol kolun bir yerde birbirine bağlı. Bir bütündür. Beraber yürüyeceğiz. Sağ ayakla sol ayak birbirine bağlıdır. Zıplaya zıplaya gidemezsin bir yere. Bunu bir birine koordine edeceğiz. Ama tabii ki elinizde sihirli değnek değil, basamak basamak. Burada önemli olan niyet hayır akıbet hayır” ifadelerini kullandı. 01.04.2017 / Sabah “Amerikan Malı Al, İşe Amerikalı Al” ABD Başkanı Donald Trump, “Amerikan malı al, işe Amerikalı al” (Buy American, Hire American) başlıklı yürütme kararını imzaladı. Kararın, özellikle teknoloji alanında çalışan yabancı uyruklu kişilerin vizelerine sınırlama getireceği belirtiliyor. Yasa, Trump’ın “Önce Amerika” sloganıyla başlattığı seçim kampanyasında yer alan önemli vaatlerden biriydi. Trump kararı, ABD’nin Kenos- 14 İŞVEREN / Mart - Nisan 2017 ha şehrindeki yer alan ve iş gereçleri üreten Snap-on adlı şirketi ziyareti sırasında imzaladı. Trump bu kararın, “dünyaya çok güçlü bir mesaj verdiğini” söylerken, “ABD kendi çalışanlarını savunacak, onların işlerini koruyacak ve önceliği Amerika’ya verecek” şeklinde konuştu. Beyaz Saray’dan yapılan açıklamada, yüksek sayıdaki ucuz yabancı işgücünün, ABD’nin gelirlerini düşürdüğü aktarıldı. Karar özellikle, Amerikalı teknoloji şirketlerinde çalışan ve Amerikan vatandaşlarına oranla daha düşük maaşlar alan yabancı uyruklu çalışanları hedef alıyor. Kararla birlikte, teknoloji sektöründe çalışan yabancı uyruklu kişilerin ABD’ye girişleri için gereken H-1B vizesine sınırlama getirilecek. H-1B vizesinin, “en nitelikli ya da en yüksek maaş alan” çalışanlar için verildiği belirtiliyor. Büyümede Son Çeyrek Yüksek Geldi, 2016 Yılı GSYH Artışı Yüzde 2,9 Oldu TÜİK 2016 dördüncü çeyrek ve yıllık GSYH hesaplarını açıkladı. 2016 yılındaki ekonomik büyüme oranı tahminleri aşarak %2,9 düzeyine erişti. Bu sonucu; 2016’nın son çeyrek döneminde (Ekim, Kasım, Aralık) milli gelir artışının %3,5’e varması belirledi. Üçüncü çeyrekteki değişim %-1,3 ile gerileme yönündeydi. Devletin tüketim harcaması belirleyici oldu İşgücü ödemelerinin payı arttı, işletmeye kalan pay ise azaldı Harcamalar yöntemiyle yapılan ulusal hesaplar, 2016’da devletin tüketim harcamalarının %7,3 artarak lokomotif görevi yaptığını gösteriyor. 2015 yılında %5,5 olan hanehalkı tüketim harcamaları artışı ise 2016’da %2,3’e geriledi. 2016’da mal ve hizmet ihracatının %2 oranında azalmasına karşılık ithalat %3,9 ile GSYH artışının üzerine çıktı. Gelir yöntemiyle yapılan hesaplamalarda, 2016’da 2015’e göre GSYH içinde işgücü ödemeleri (ücret) payının %33,2’den %36,8’e yükseldiği; işletmeye kalan payın (net işletme artığı: kâr, kira, net faiz ödemesi vs.) ise %50,3’den %46,6’ya indiği açıklandı. 2015 yılında %6,1 büyümüş olan 2015 yılında nominal bazda %15,8 ekonomi böylece 2016’da yarı yarıya oranında yükselen işgücü ödemeleri ivme kaybetmiş oldu. (toplam işgücü maliyeti) 2016’da hızlı bir çıkış yaparak %22,8 oranında arttı. En hızlı büyüme inşaatta Buna karşılık işletmeye kalan tutardaMakine-teçhizat yatırımı artışı 2016’da katma değerde en yüksek ki (kâr, kira, net faiz ödemeleri vs.) arzayıfladı tış %12,3’ten %2,6’ya geriledi. artış hızı inşaat (%7,2) ve finans (%7,1) Yatırım artışı %3’de kalarak, sektörlerinde gerçekleşti. Tarım sektöİşgücü ödemelerinin GSYH içinrü %4,1; hizmetler sektörü %0,8 ora- 2015’in %9,2’lik artış hızını arattı. deki payı geçen yılın aynı döneminde nında geriledi. Milli gelir, sanayi sekAncak daha önemlisi, kritik göster- %31,2 iken, bu oran 2016’nın dördüntörü genelinde %4,5; imalat sanayii ge niteliğindeki makine-teçhizat yatı- cü çeyreğinde %33,2 oldu. Net işletme özelinde %3,9 ile ekonominin bütünürımları artışı 2015’te payı ise %53,4’ten %51,2’ye İşgücü ödemelerinin GSYH içindeki payı geçen%18,4 yılın aynıolmuşken, döneminde %31,2artığının iken, bu 2016’nın dördüncü çeyreğinde %33,2 oldu. Net işletme artığının düştü. payı ise 2016’da %1,1’e indi. ne kıyasla daha yüksek artışoran kaydetti. %53,4’ten %51,2’ye düştü. GSYH’deki Değişim Oranı GSYH’deki Değişim Oranı (%) (%) 8 7.4 7.2 7 6 5.9 5.3 5 4.5 4 3.5 3.5 3 2 1 0 -1 -2 -1.3 I II III 2015 IV I II III IV 2016 İŞVEREN / Mart - Nisan 2017 15 Suriyelilerin Türkiye’deki Şirket Sayısı 5 bin 647 Oldu Türkiye, Suriyelilerin en fazla yatırım yaptığı ve şirket kurduğu ülkeler arasında bulunuyor. Suriye vatandaşları tarafından kurulan yabancı sermayeli şirket sayısı 2016 sonunda 5 bin 647 oldu. Dünya Gazetesi’nden Mehmet Kaya’nın haberine göre, Türkiye’de 2016 yılı itibariyle kurulan yabancı sermayeli şirketler içinde, adet bazında Suriyelilerin şirketleri Almanya’nın (6 bin 846 şirket) ardından ikinci sıraya yükseldi. 2014 yılında Türkiye’de 2 bin 106 Suriye menşeili yabancı sermaye yatırımı bulunuyordu. Bu sayı 2016’da 2014’e göre yüzde 168 artışla 5 bin 647’ye ulaştı. Öte yandan, TOBB verilerine göre son 4 yılda Suriye vatandaşlarının çoğunluk ya da bütün hisselerine sahip olduğu şirketlere, Suriye vatandaşlarının koyduğu sermaye tutarı 751 milyon 638 bin TL oldu. TOBB verileri, ticari sicili verileri zerinden oluşturuluyor. Verilerde şirketin toplam sermayesi değil, yabancı ortağın koyduğu sermayenin tutarı veriliyor. Özel MTE’de Okul ve Öğrenci Sayısı Arttı Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) 2016 Faaliyet Raporu açıklandı. Raporda, eğitim alanıyla ilgili olarak 2016 yılı hedefleri ve hedeflerin gerçekleşme düzeyleri yer aldı. Eğitimde 2016 yılında özel öğretimin okul öncesi payının yüzde 11.05’e, ilkokulda yüzde 4.10’a ve liselerde yüzde 5.90’a çıkarılması planlandı. Rapora göre yıl sonunda okul öncesinde özel öğretimin payı yüzde 12.97’ye, ilkokulda yüzde 4.30’a, ortaokulda 5.44’e ve liselerde 13.17’ye yükseldi. Organize sanayi bölgelerindeki (OSB) özel ve mesleki teknik eğitim okullarının da sayısı arttı. OSB’lerdeki mesleki ve teknik eğitim okullarının sayısının 22’ye çıkarılması hedeflenirken, bu sayı yıl sonunda 26 oldu. Bu okullardaki destek kapsamındaki öğrenci sayısının da 16 bine çıkarılması planlanırken 21 bin 814’e ulaşıldı. Diğer yandan 2016 yılında 49 bin 311 16 İŞVEREN / Mart - Nisan 2017 öğretmen ataması yapıldı. Bunlardan 29 bin 699’u ilk atama oldu. Ayrılan öğretmen sayısı ise 9 bin 943’ü emekli olurken; istifa, muvafakat ve vefat gibi nedenler ve terör soruşturmaları kapsamında 34 bin 201 öğretmenin görevine son verildi. 03.02.2017/ Dünya İhracatçıya Yeşil Pasaport Resmileşti Son 3 takvim yılı itibarıyla yıllık ortalama ihracatı 1 milyon doların üzerinde olan mal ihracatçısı firmaların temsilcilerine, ihracat tutarlarına göre değişen sayıda hususi damgalı (yeşil) pasaport verilmesine ilişkin Bakanlar Kurulu kararı Resmi Gazete’de yayımlandı. Ekonomi Bakanlığı, 15 gün içinde firmaları belirleyerek bölge müdürlükleri ile ihracatçı birliklerine bildirecek. Bakanlar Kurulunun 23 Mart 2017 tarihinde yürürlüğe giren “İhracatçılara Hususi Damgalı Pasaport Verilmesine İlişkin Esaslar Hakkında Kararı”na göre, son 3 takvim yılı itibarıyla yıllık ortalama ihracatı 1-10 milyon ABD doları arasında (10 milyon dolar dahil) olan firmaların bir, 10 milyon doları üzeriyle 25 milyon dolar arasında olan firmaların iki, 25 milyon dolar üzeriyle 50 milyon dolar arasında olan firmaların üç, 50 milyon dolar üzeriyle 100 milyon dolar arasındaki firmaların dört, 100 milyon dolar üzerinde olanların ise 5 yetkilisine iki yıl süreli hususi damgalı pasaport verilebilecek. İlgili maddede belirtilen tutarda mal ihracatı yapan firmalar resmi dış ticaret istatistikleri esas alınarak Ekonomi Bakanlığınca belirlenecek ve her yılın 15 Şubat tarihine kadar Bakanlığın bölge müdürlükleri ile ihracatçı birlikleri genel sekreterliklerine bildirilecek. Hususi damgalı pasaport müracaatı, İçişleri Bakanlığı ve Ekonomi Bakanlığınca müştereken belirlenen talep formu aracılığıyla yapılacak. İhracatçı birlikleri, müracaat sahibinin firma yetkilisi olduğuna ve talep formunu imzalayan firmayı temsil ve ilzama yetkili kişi/kişilerin anılan yetkiyi haiz olduklarına dair ibraz edilen belgeleri inceleyecek. İmzalanan talep formu, bölge müdürlüğünün imzasına sunulacak. İhracatçıya 900 litre ÖTV’siz Mazot Öte yandan Gümrük ve Ticaret Bakanı Bülent Tüfenkci, tırların yurtdışına çıkarken ÖTV’siz olarak aldıkları mazota ilişkin, “yurt dışına çıkışlarda 900 litre mazotu inşallah ihracatı artırmak için vereceğiz.” dedi. Tüfenkci, Uluslarası Nakliyeciler Derneği (UND) Genel Kurulunda yaptığı konuşmasında, nakliye sektörünün ticaret ve Türkiye için çok önemli olduğunu söyledi. Tüfenkci, ulaştırmanın dünya ticaretine etkisiyle ilgili yapılan araştırmada, ihracatta gümrük vergilerinin ihraç edilen malların değerinin yüzde 2’sini, uluslararası taşımacılığın ise ihraç malları değerinin yüzde 4,45 ‘ini bulduğu bilgisini paylaştı. Tüfenkci, Türkiye’nin dünyayla rekabet edebilmesi için hızın çok önemli olduğunu belirterek ilgili bakanlıkların yaptıkları işlemleri daha hızlandırmak için de çalışma yaptıklarını kaydetti. Gümrüklerdeki hızlandırma işlemlerinin yanı sıra işbirliklerine yaptıkları iyileştirmelerle de ihracatçıların maliyetlerini düşürmeye başladıklarını dile getiren Tüfenkci, şunları söyledi: “İhracat beyannamesi ile transit beyannamesini birleştireceğiz. Artık ayrı ayrı beyanname vermeden, ihracat ve geçiş beyannamesini birleştirip hızlanmanızı ve formaliteden kurtulmanızı sağlamış olacağız. Yine sizlerin istediği konuda Maliye Bakanımız ile çalışıyoruz.Bu hafta kararını vereceğiz. Yurt dışına çıkışlarda artık 900 litre mazotu inşallah ihracatı artırmak için vereceğiz. Bunlar sadece iki kapıda yapılıyor. Şimdi bunun kapı sayısını da çoğaltacağız. Gürcistan’a giderken de vereceğiz, Batıya, kuzeye, güneye giderken de o kapılardan bu kadar litre alarak gitmiş olacaksınız. Yani Kapıkule’den çıktığınızda bu ÖTV’siz mazotla inşallah Almanya’ya varmış olacaksınız. Bunu birçok kapıda hayata geçireceğiz.” İŞVEREN / Mart - Nisan 2017 17 Beyaz Eşya ve Mobilyada Vergi İndirimi Uzatıldı, Vergi Yapılanması Yenilendi Başbakan Yıldırım, 10 Nisan tarihinde beyaz eşya ve mobilya satışlarındaki vergi indirimlerinin Ekim ayı başına kadar uzatıldığını bildirdi. Uzatmanın etkisiyle vergi indiriminin Bütçe’ye yansıması 350 milyon TL’den 800 milyon TL’ye çıktı. Öte yandan Hükümet, 6736 sayılı Yasa ile vergi ve prim borcu yapılandırmasının süresini 2016 Haziran’ından 2017 Mart ayı sonuna çekmek için de düğmeye bastı. Maliye Bakanı Ağbal, toplamda 47 milyar TL tutarında vergi alacağının yapılandırılmış olacağını söyledi. Endüstri 4.0 için Yasal Düzenleme Hazırlığı “Üretim reform paketi için sanayi kesimiyle görüşüyoruz” diyen Bilim Sanayi ve Teknoloji Bakanı Faruk Özlü, yatırımları artırmak ve sorunlara çözüm için çalışıldığını söyledi. Özlü, “Pakette sanayinin dönüşümü için özellikle 4. Sanayi Devrimi noktasında önemli yasal düzenlemeler gündeme alındı. Gündeme aldığımız diğer bir konu da “ Sanayi Dijital Dönüşüm” bu değişim çerçevesinde bir platform oluşturmak için çalışma yapıyoruz” dedi. Beyin ve Yapay Zekâ Birleşecek Uzay Araştırma Teknolojileri Kuruluşu (SpaceX) ile Tesla’nın kurucusu ve CEO’su Elon Musk, insan beyni ve yapay zekâyı birleştirecek teknoloji şirketini kurdu. Neuralink isimli şirketinin temel hedefi, insan beyni ve bilgisayarlar arasında doğrudan iletişim kuracak bir arayüz oluşturmak. Kaliforniya merkezli Neuralink şirketinin kuruluşunda Elon Musk’ın aktif bir rol oynadığını ve ileriki aşamalarda yöneticileri arasında yer alacağını yazan Wall Street Journal’ın haberine göre, projede ilk olarak epilepsi ve parkinson gibi zorlu beyin bozukluklarını tedavi edebilmek için beyin içine yerleştirilecek gelişmiş implantlar üretilecek. Ancak asıl hedef, bilgi ve becerilerin insan beynine yüklenmesi. İnsanların beynine yerleştirilecek elektrotlar ve yapay sinir ağları sayesinde beynin doğrudan bilgisayara veri aktarabileceği veya bilgisayardan beyne veri transferi yapılabileceği ileri sürülüyor. İnsan beyni ile yapay zekâ konusunda geçen hafta Vanity Fair’e konuşan Musk, “Anlamlı bir kısmi beyin arayüzünün geliştirilebilmesine, ortalama 4 ila 5 yıl gibi bir süre var” ifadelerini kullandı. Musk, şubat ayındaki bir röportajda ise “Zamanla, biyolojik zekâ ile dijital zekâ arasında muhtemelen daha yakın bir birleşme göreceğiz” demişti. 18 İŞVEREN / Mart - Nisan 2017 İŞ SAĞLIĞI ve GÜVENLİĞİ KANUNU ve UYGULAMA SORULARI İŞVEREN / Mart - Nisan 2017 19 Dr. Mehmet MÜEZZİNOĞLU Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı “Toplum, Yaşam Boyu Güvenli Davranış Bilincine Erişmeli” 6331 sayılı İSG Kanunu yaklaşık 5 yıldır yürürlükte bulunuyor. Kanunun bu zaman zarfındaki uygulama sonuçlarını değerlendirir misiniz? İş sağlığı ve güvenliği, çalışma ortamında çalışanların sağlığını ve güvenliğini olumsuz etkileyen risk faktörlerini tespit ederek bertaraf etmek veya en aza indirmek amacıyla yürütülen koruyucu ve önleyici hizmetlerdir. Bu hizmetlerin olumlu sonuçlarının alınabilmesi için, kişisel düzeyde kendi sağlığını koruma ve geliştirme bilinci ile toplumun yaşam boyu güvenli davranış bilincine erişmesi gerekmektedir. Bu nedenle toplumsal manada sağlık ve güvenlik kültürü; ailede başlayan, eğitimle gelişen ve daha sonra çalışma hayatına yansıyan bir olgu olarak karşımıza çıkmaktadır. Diğer yandan işletme düzeyinde belirlenen önleme politikalarının etkin olarak hayata geçirilmesi için; bu politikanın tüm çalışanlar tarafından 20 İŞVEREN / Mart - Nisan 2017 benimsenmesi sağlanmalı, iş sağlığı ve güvenliği eğitimleri ile bilgi düzeyleri artırılmalı, farkındalık ve bilinç artırma programları uygulanmalı ve hatta çalışanlar ödül ve teşvik mekanizmaları ile motive edilmelidirler. Bildiğiniz gibi iş sağlığı ve güvenliği alanında yaşanan sorunlara kalıcı çözümler getirilmesi ve meydana gelen iş kazalarının önlenebilmesi amacıyla hazırlanan 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu 30/6/2012 tarihli ve 28339 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Böylece yüksek standartlara sahip mevzuat alt yapısı oluşturulmuş olup mevzuatı geliştirme çalışmaları 36 yönetmelik ile 7 tebliğin Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmesiyle hızla tamamlanmıştır. Ayrıca Kanunun uygulanma aşamasında tüm taraflara yardımcı olması amacıyla sektörlere yönelik kontrol listeleri, uygulama rehberleri yayınlanmakta, işverenin ve çalışan- Yaptığımız tüm düzenlemelerde ulaşmak istediğimiz nihai hedef, çalışma ortamlarının sürekli iyileştirilmesi, gerekli tedbirlerin zamanında alınması yoluyla daha sağlıklı ve güvenli çalışma alanlarının oluşturulması, iş kazaları ve meslek hastalıklarını önleyerek yetişmiş insan gücü kayıplarının önüne geçilmesidir. ların ayağına kadar gidilerek illerde, işyerlerimizde eğitimler, seminerler verilmekte ve ortak projeler yürütülmektedir. Bu çalışmalar neticesinde eksikliklerimizi görüyor ve mevzuatımızı gelişen ve değişen iş hayatına uygun olarak düzenliyoruz. Diğer yandan 2014-2015 yıllarında uygulamada yaşanan sıkıntıların belirlenebilmesi amacıyla kamu kurumları ve sosyal taraflara yönelik 3 farklı anket uygulanarak kanun koyucu ile uygulayıcısı arasında iletişimin artma- İSG Kanunu ile birlikte 170 bin üniversiteli profesyonel yetkilendirildi. 50 bin kişinin aktif olarak iş sağlığı ve güvenliği hizmeti vermesi sağlanarak istihdama destek verildi. sına ve geri bildirimlerin alınmasına olanak sağlanmıştır. Anket çalışmaları sırasında pilot olarak seçilen organize sanayi bölgelerinde küçük işletmelerde, iş sağlığı ve güvenliği mevzuatı uygulamalarının izlenmesi ve geri bildirimlerin toplanması amacıyla çalışma ziyaretleri gerçekleştirilmiştir. Ziyaretlerde küçük işyeri işverenleri ile yüz yüze görüşmeler yapılarak, işverenlerin iş sağlığı ve güvenliği mevzuatı ve uygulamalarına dair yaşadıkları zorlukların tespit edilmesi, uyum ve uygulamalarda düzeltici geri bildirimlerinin alınması sağlanmıştır. Yapılan tüm çalışmalarda pek çok konuda ulaşılan sonucun yanında en çarpıcı sonuçlar; katılımcıların yaklaşık % 85 inin Kanunu kısmen ya da tamamen uygulanabilir bulduklarını ifade etmeleri, yine aynı oranlarda katılımcının ise kanunun güvenlik kültürüne tamamen ya da kısmen etkisi olduğunu düşündüklerini ifade etmeleri olmuştur. Kanunun, yayımı tarihinden 6 ay sonra yürürlüğe girdiği göz önüne alındığında uygulama sonuçlarının istatistiklere yansımasını görmek için 2013 yılı itibariyle rakamlara bakmak daha doğru olacaktır. Ülkemizde İSG istatistiklerinin kaynağı olan Sosyal Güvenlik Kurumu en son 2015 yılı verilerini yayınlamıştır. Bu verilere göre 2013 yılına göre 2015 yılında; işyeri sayısında % 8, çalışan sayısında ise % 12’lik bir artış meydana gelmiş yani iş gücü pi- İSG Kanunu ile İSG profesyoneli istihdamlarında %1000, İSG hizmeti alan işyerleri sayılarında ise %15000 üzerinde artış sağlandı. yasasında büyüme sağlanmıştır. Aynı süreçte 100 bin işçide ölümlü iş kazası ve meslek hastalıkları oranında ise %18’lik azalma izlenmiştir. Yaptığımız tüm düzenlemelerde ulaşmak istediğimiz nihai hedef, çalışma ortamlarının sürekli iyileştirilmesi, gerekli tedbirlerin zamanında alınması yoluyla daha sağlıklı ve güvenli çalışma alanlarının oluşturulması, iş kazaları ve meslek hastalıklarını önleyerek yetişmiş insan gücü kayıplarının önüne geçilmesidir. Ancak bu çalışmalar uzun soluklu çalışmalar olup istatistiklere yansıması zaman almaktadır. Nitekim iş sağlığı ve güvenliği konusunda gerekli iyileşmenin sağlanabilmesi için yüksek standartlarda mevzuat alt yapısına sahip olmak mücadele araçlarından sadece birisini teşkil etmektedir. Bakanlığımızın çalışma alanlarının üçlü yapı dediğimiz devlet-çalışan-işveren ayağı üzerinde kurulu olduğu düşünüldüğünde; sistemin işlemesi ve güvenlik kültürünün benimsenmesi için tüm tarafların aktif katkı vermesi, özellikle işverenlerin üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmekten kaçınmaması gerektiği şüphesizdir. İSG mevzuatı ile ilgili etki analizi çalışmalarının devam ettiğini, sonuçlarına göre mevzuatın revize edileceğini kamuoyuna açıkladınız. Bu çalışmalarda hangi noktaya gelindiği hakkında bilgi lütfeder misiniz? 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu önleyici yaklaşımı esas alan AB mevzuatı ile uyumlu modern bir düzenleme olup hazırlanması aşamasında etki analizi yapılmıştır. Hâlihazırda üst normlara ilişkin hazırlanan bu çalışma, Mevzuat Hazırlama Usul ve Esasları Hakkında Yönetmelik uyarınca zaten zaruridir. Ayrıca etki analizine ilişkin güncel bir diğer çalışma da hâlihazırda sürdürülecek olup ihalesi tamamlanmıştır. Çok yakın zamanda başlayacak olan çalışmanın 2017 yılı Eylül ayı itibariyle tamamlanması planlanmaktadır. Bu çalışmayla elde edilecek sonuçların gelecekte yapılacak mevzuat değişiklikleri ve diğer düzenlemelere rehberlik etmesini ve söz konusu düzenlemelerin bilimsel dayanaklarından birini oluşturması planlanmaktadır. Bununla beraber, yürürlükteki İSG mevzuatı ile ilgili olarak tespit edilen İŞVEREN / Mart - Nisan 2017 21 2002 yılına göre 2015 yılında işyeri sayısı %139, çalışan sayısı %168 artmış olmasına rağmen, 100 bin işçide ölümlü iş kazası sayısı %47 oranında düşmüştür. ve uygulamada görülen sorunlar ile geri bildirimler doğrultusunda bazı hususların yeniden değerlendirilmesi ve mevzuat çalışmaları yapılması amacıyla Bakanlığımız İş Teftiş Kurulu Başkanlığı, Hukuk Müşavirliği ile İş Sağlığı ve Güvenliği Genel Müdürlüğü temsilcilerinden oluşan bir komisyon oluşturulmuş olup çalışmalar sürdürülmektedir. İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu 30 Haziran 2012 tarihinde çalışma hayatına kazandırıldı. İSG kültürünün yaygınlaştırılması amacıyla 81 ilde İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu tanıtıldı. İSG kültürünün çocuk yaşta yerleşmesi ve yaygınlaştırılması amacıyla 68 farklı ilkokul ders kitabının arka kapaklarına 30 farklı çizgi bant çalışması yapıldı. İş Sağlığı ve Güvenliğinin Eğitim Sistemine Entegre Edilmesi Projesi ile iş sağlığı ve güvenliği konularının eğitim sisteminin tüm kademelerine entegrasyonu çalışmaları gerçekleştirildi. 22 İŞVEREN / Mart - Nisan 2017 İSG Kanunu ile birlikte 170 bin üniversiteli profesyonel yetkilendirildi. 50 bin kişinin aktif olarak iş sağlığı ve güvenliği hizmeti vermesi sağlanarak istihdama destek verildi. İSG Kanunu ile İSG profesyoneli istihdamlarında %1000, İSG hizmeti alan işyerleri sayılarında ise %15000 üzerinde artış sağlandı. Kamu kaynaklarının etkin ve verimli kullanılması amacıyla İş Sağlığı ve Güvenliği Hizmetlerine yönelik iş ve işlemler elektronik ortama aktarıldı. 1,5 milyon işletmenin İSG hizmetleri elektronik olarak takip edilmesi sağlandı. İSG farkındalığının arttırılmasına yönelik her yıl 4-10 Mayıs tarihleri arasında İSG haftası, her iki yılda bir ise Uluslararası İSG Konferans başta olmak üzere ülke çapında her yıl 10 dan fazla İSG etkinliği düzenlenmekte. 2002 yılına göre 2015 yılında işyeri sayısı %139, çalışan sayısı %168 artmış olmasına rağmen, 100 bin işçide ölümlü iş kazası sayısı %47 oranında düşmüştür. 10’dan az çalışana sahip olan az tehlikeli işyerlerinde işveren veya iş- 123 bin 436’sı tehlikeli ve çok tehlikeli işlere ilişkin mesleklerde olmak üzere toplam 142.854 kişi başarılı olarak Mesleki Yeterlilik Belgesi almaya hak kazanmıştır. veren vekilinin İSG Hizmetlerini kendisinin yürütebilmesi amacı ile yasal düzenleme yapıldı. Bu kapsamda Anadolu Üniversitesi ile yapılan protokol kapsamında 45 bin işveren veya vekili sertifikalandırıldı. 10’dan az çalışana sahip olan tehlikeli ve çok tehlikeli işyerleri İSG Hizmetlerini yürütebilmeleri için Bakanlığımızca sağlanan maddi destek kapsamında aylık çalışan başına tehlikeli işyerleri için 24,89 TL, çok tehlikeli işyerleri için 28,44 TL destek sağlandı. İş Kazası meydana gelmeyen işyerlerine teşvik uygulaması sağlanmaktadır. Bu uygulama ile çok tehlikeli sektörde 10 dan çok çalışan olan işverenlere asgari ücret işsizlik sigortası fonu 35,55 TL den 17,77 TL’ye düşürüldü. 2012-2017 yılları arasında 6 Kamu spotu yapılmış olup 600 bin yazılı materyal dağıtılmıştır. 2017 yılı sonuna kadar 300 bin çalışanı nitelikli işgücü havuzuna dâhil etmeyi hedeflemekteyiz. İSG Kanunu kapsamında ikincil mevzuat olarak 36 yönetmelik, 7 tebliğ yayımlanmıştır. Ülke çapında kişisel koruyucu donanımların (KKD) piyasa gözetimi ve denetimi gerçekleştirilerek, insanımızın güvenli ürün kullanımı sağlanmaktadır. 2007 yılında başlanan denetimlerimizde; uygunsuz ürün oranı %41,3 iken, 2016 yılında bu oran %27,2 seviyesine düşürülmüştür. Gümrük ve Ticaret Bakanlığı ile işbirliği yapılarak, kaçak yoldan ülkemize giriş yapmaya çalışan güneş gözlüklerinin piyasaya arzı durdurulmuştur. İş Sağlığı ve Güvenliği Araştırma ve Geliştirme Enstitüsü Başkanlığı KKD Laboratuvarı bünyesinde 34 farklı metot kullanılarak göz koruyucular, el koruyucular, ayak koruyucular, yüksekten düşmeye karşı koruyucular, baş koruyucular, koruyucu kıyafetler ve ayak koruyucular test edilmektedir. 2010 – 2016 yılları arasında 17.558 çalışana 88.394 adet tıbbi analiz yapılmıştır. İSGÜM Merkez ve Bölge Laboratuvarları 7 adet çalışma ortamı ölçüm parametresinden TÜRKAK tarafından akredite edilmiştir. İşyerlerinde iş sağlığı ve güvenliği çalışma ortamı ölçümlerini yapmak üzere Şubat 2014-Mart 2017 tarihleri arasında 122 adet iş hijyeni ölçüm ve analiz laboratuvarları İSGÜM tarafından yetkilendirilmiştir. İSG hizmetlerinin sunulması amacıyla 2190 Ortak Sağlık ve Güvenlik Birimi (OSGB), İSG profesyonelleri yetiştirmek amacıyla 110 Eğitim Kurumu yetkilendirilmiştir. Sosyal medya üzerinden 50 binin üzerinde vatandaşa hizmet verilmektedir. 123 bin 436’sı tehlikeli ve çok tehlikeli işlere ilişkin mesleklerde olmak üzere toplam 142.854 kişi başarılı olarak Mesleki Yeterlilik Belgesi almaya hak kazanmıştır. 2017 yılı sonuna kadar 300 bin çalışanı nitelikli işgücü havuzuna dâhil etmeyi hedeflemekteyiz. Tehlikeli ve çok tehlikeli işlere ilişkin 48 meslekte Mesleki Yeterlilik Belgesini zorunlu hale getirdik. Tehlikeli ve çok tehlikeli işlere ilişkin 48 meslekte Mesleki Yeterlilik Belgesini zorunlu hale getirdik. Bu kapsamda bugüne kadar 142.854 çalışanı belgelendirdik. 2017 yılında zorunluluğu 115 mesleğe çıkarmayı hedefliyoruz. Bu kapsamda bugüne kadar 142.854 çalışanı belgelendirdik. 2017 yılında zorunluluğu 115 mesleğe çıkarmayı hedefliyoruz. İSG Kanunu’nun revizyon sürecinde İşçi ve İşveren Konfederasyonlarının rolü ne olacaktır? Kanunlar da dâhil olmak üzere hazırlanan mevzuat taslakları, Başbakanlığa sunulmadan önce, ihtiyaca göre ilgili bakanlıklara, kamu kurum ve kuruluşlarına mahallî idarelere, üniversitelere, sendikalara, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları ile sivil toplum kuruluşlarına görüşlerinden de faydalanılması amacıyla sunulmaktadır. Bununla beraber kamuoyunu ilgilendiren taslaklar internet, basın veya yayın aracılığıyla kamuoyunun bilgisine sunulmakta ve bu suretle taslak hakkında toplanan görüşler değerlendirildikten sonra mevzuata ilişkin teklifte bulunulmaktadır. 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu ve alt düzenlemeleri hem hazırlanması aşamasında hem de yapılan ve yapılacak değişiklik çalışmalarında ilgili kamu kurum ve kuruluşlarının görüşüne sunulmaktadır. Bununla beraber sosyal taraflarında katılımı ile oluşan Ulusal İş Sağlığı ve Güvenliği Konseyi çalışma hayatında iş sağlığı ve güvenliği ile ilgili mevcut şartlarının iyileştirilmesi için çalışmakta olup bunun dışında sosyal tarafların katılımıyla görüşlerini sunabildiği Üçlü danışma kurulu ve Çalışma Meclisi gibi Bakanlığımıza bağlı organlarda bulunmaktadır. İŞVEREN / Mart - Nisan 2017 23 İsmail GERİM İş Sağlığı ve Güvenliği Genel Müdür V. “İSG’de Hizmet Kalitesini Artırmayı Amaçlıyoruz” İSG Kanunu’nun yasalaşmasının üzerinden geçen yaklaşık 5 yıllık dönem sonunda; •• İşyeri hekimi ve iş güvenliği uzmanı eğitim ve belgelendirme çalışmaları ile belgelendirilen sayısı, •• Yetkilendirilen OSGB sayısı, •• OSGB’lerden hizmet satın alan işyerlerinin sayısı, •• Piyasa gözetimi faaliyetleri, •• Bilgi İşlem Çalışmaları (İSG-Katip güncelleme, yenileme vb.) alanlarında elde edilen sonuçları bizimle paylaşabilir misiniz? Hali hazırda sayısı 108 olan yetkilendirilmiş Eğitim Kurumları aracılığı ile İSG profesyonellerinin eğitimleri sağlanmakta ve ÖSYM aracılığı ile düzenlenen sınavlar neticesinde başarılı olan profesyonellerin sertifikalandırılması sağlanmaktadır. Eğitimin şekli ve müfredat Genel Müdürlüğümüzce ya- 24 İŞVEREN / Mart - Nisan 2017 yınlanmakta, yayınlanan bu müfredatta hangi kıstaslara sahip eğiticilerin hangi dersleri vermeye yetkili oldukları belirtilmektedir. Eğitimlerin bütün kayıtları İSG-KATİP’te izlenmekte ve onay işlemleri yapılmaktadır. Kanunun yasalaşmasının ardından geçen yaklaşık beş yıllık süreçte, İSG profesyonellerinin ve yetkilendirilmiş kurumların sayıları da hızlı bir artış göstermiştir. Ülkemizde 2012 Haziranında 8.665 olan İş Güvenliği Uzmanı sayısı, Mart 2017 dönemi itibariyle 105.087’ye ulaşmıştır. Bu uzmanların 17.694 tanesi A sınıfı, 12.281 tanesi B sınıfı, 75.112 tanesi ise C sınıfı belgeye sahiptir. Yine 2012 Haziranında 8.446 olan İşyeri Hekimi sayısı, Mart 2017 dönemi itibariyle 32.874’e ulaşmıştır. Özetle 2012 yılında toplamda 17.111 olan İş Güvenliği Uzmanı ve İş- Ülkemizde 2012 Haziranında 8.665 olan İş Güvenliği Uzmanı sayısı, Mart 2017 dönemi itibariyle 105.087’ye ulaşmıştır. Bu uzmanların 17.694 tanesi A sınıfı, 12.281 tanesi B sınıfı, 75.112 tanesi ise C sınıfı belgeye sahiptir. yeri Hekimi sayısı, Mart 2017 dönemi itibarıyla 137.961’e yükselmiştir. Bu verilere ek olarak, Diğer Sağlık Personeli sayısı 2017 itibariyle 30.569’dır. Eğitici sayısı da hızla artış göstererek, 913’den 3.808’e ulaşmıştır. Beş yıl içerisinde yetkilendirilmiş ve aktif olan kurum sayıları da hızla artmıştır; 2012 Haziranında 195 olan OSGB sayısı 2017 itibariyle 2.224’e, 2012 Haziranında 49 olan Eğitim Kurumu sayısı 2017 itibariyle 108’e yükselmiştir. Beş yıllık dönem sonunda nicel olarak İSG Hizmetleri ile ilgili veriler önemli oranda artış göstermiştir. Bununla birlikte, nicelik yönünden değil, nitelik olarak da İSG Hizmetlerinin kalitesini arttırmak üzere hayata geçirdiğimiz OSGB HİSİP Projesi ile de hizmet kalitesini arttırmayı hedefliyoruz. Hâlihazırda 84 adet de Toplum Sağlığı Merkezi (TSM) faaliyetlerine devam etmektedir. 324.549 İşyeri OSGB’den hizmet satın almaktadır. Bakanlığımızca yetkilendirilmiş olan ortak sağlık ve güvenlik birimleri yılda en az bir defa rutin olarak denetlenmekte olup, bunun haricinde Bakanlığımıza ulaşan şikâyetler üzerine de ayrıca denetimler yapılmaktadır. Eğitim kurumları ise açılan her eğitim programı başına iki defa denetlenmekte olup, bunun haricinde Bakanlığımıza ulaşan şikâyetler üzerine de ayrıca denetimler yapılmaktadır. Bunun yanı sıra, Kişisel Koruyucu Donanımların (KKD) piyasa gözetim ve denetimleri, Piyasa Gözetim ve Denetim (PGD) Dairemizce yürütülmektedir. PGD denetçileri ile piyasada tespit edilen güvensiz ürünlerin teknik mevzuata uygun hale getirilmesi için üreticilerle görüşülmekte, bilgilendirme yapılmakta, bu ürünlerin satışı yasaklanmakta, uygunsuz ürünün piyasaya arzının devam ettiğinin tespiti halinde ürünlerin toplatılması, idari para cezası gibi cezai yaptırımlar uygulanmaktadır. 2007 yılında başlanan denetimlerimizde; uygunsuz ürün oranı % 41,3 iken, 2016 yılında bu oran % 27,2 seviyesine düşürülmüştür. Denetimlerin yanı sıra gerçekleştirilen projeler ile sektörlere yönelik analizler yapılarak referans kitaplar ve rehberler hazırlanmıştır. Yılda iki kere düzenlenen KKD Teknik Komitesi ile işverenler, üretici- ler ve ilgili kamu kuruluşları bir araya gelmekte ve sektörün geliştirilmesine yönelik çalışmalar yapmaktadır. KKD’ler İş Sağlığı ve Güvenliği Araştırma ve Geliştirme Enstitüsü Başkanlığında (İSGÜM) yer alan KKD Test laboratuvarında test edilmektedir. İster üretici, ister satıcı, ister kullanıcı olsun, KKD’lerin güvenli olup olmadığı ile ilgili, herhangi bir şüpheye düştüğünde, yetkili kurum olan Bakanlığımıza, internet adresimizden ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik İletişim Merkezi Alo 170 numaralı telefonu arayarak bildirimde bulunabilmektedir. İSG-KATİP’in bakımı ve eklenecek yeni modüllerle ilgili çalışmalar devam etmektedir. Bu süreçte özellikle evrak yolu ile sürdürülmekte olan sınavlar ve belgelendirme işleri elektronik ortama taşınacaktır. Gerçekleştirilen ve gerçekleştirilmesi düşünülen çalışmalar ile İSG-KATİP yolu ile yapılan bütün işlemlerin elektronik olarak yapılabilmesi ve bu sayede işlemlerin daha verimli ve etkin şekilde yapılmasının sağlanması hedeflenmektedir. Mevcut sistemi kullananlar tarafından talep edilen diğer değişikliklerle ilgili çalışmalar bu süreçte tamamlanacaktır. Söz konusu 5 yıllık dönem sonunda, İSG Hizmetleri ile güvenlik kültüründe istenen seviyeye ne ölçüde ulaşılabilmiştir? Beş yıllık dönem sonunda nicel olarak İSG Hizmetleri ile ilgili veriler önemli oranda artış göstermiştir. Bununla birlikte, nicelik yönünden değil, nitelik olarak da İSG Hizmetlerinin kalitesini arttırmak üzere hayata geçirdiğimiz OSGB HİSİP Projesi ile de hizmet kalitesini arttırmayı hedefliyoruz. İŞVEREN / Mart - Nisan 2017 25 Bilindiği üzere toplumlarda kültür oluşumu ancak uzun vadede gerçekleştirilebilecek bir hedeftir. Bu anlamda, toplumumuzda istediğimiz seviyede bir güvenlik kültürünün oluşması için doğal olarak bir zamana ihtiyaç vardır. Güvenlik kültürünün toplumdaki gelişimini nicel olarak ölçebilmek kolay değildir. Bununla beraber, kanunun yayımlanmasını takip eden süreç sonunda gelinen noktada, toplumumuzda kanun öncesine göre İSG farkındalığının arttığını, İSG’nin TV programlarında, dizilerde ve kamuoyunda kendisine daha fazla yer bulduğunu, İSG konulu sempozyum, panel ve konferansların gün geçtikçe arttığını memnuniyetle gözlemliyoruz. Güvenlik kültürünü okul döneminden itibaren tesis etmek için İSG ile ilgili çizgi bantların okul kitaplarına yerleştirilmesi, çeşitli kademelerde İSG derslerinin zorunlu hale getirilmesi gibi adımlar attık. İSG hizmetleri ile güvenlik kültüründe gelişme sağlanması için önümüzdeki dönemde planladığınız faaliyetleri açıklayabilir misiniz? İşyerlerine verilen İSG hizmetlerinin kalitesinin artırılması ile temel eğitimden çalışma hayatına kadar toplumun tüm kesimlerinde iş sağlığı ve güvenliği kültürünün yaygınlaştırılmasına yönelik eğitim, proje ve bilinçlendirme çalışmalarımız devam etmektedir. Bu kapsamda İSG Hizmetlerine yönelik; •• Bakanlık olarak yetkilendirilmiş OSGB’lerin standartlara uygun hizmet sunmasını sağlamak ve bu sayede OSGB’lerden hizmet alan işyerlerine sunulan hizmetlerin standartlarının arttırılmasını amaçlayan OSGB HİSİP projesi, •• Seramik, boya, plastik işletmelerinde, örtü altı yetiştiriciliği, mobilya ve orman endüstrisi ile banka ça- 26 İŞVEREN / Mart - Nisan 2017 lışanları için iş sağlığı ve güvenliği koşullarının iyileştirilmesine yönelik İSGAP projesi, •• Tekstil, deri, mobilya, gıda ürünleri ve içecek imalatı ve kimya ürünleri imalatı sektörleri için İş Sağlığı ve Güvenliği Yönetim Sistemi oluşturmak üzere İSGİP projesi yürütülmektedir. •• İSG ile ilgili e-devlet uygulamalarının kapsamının her geçen gün gelişmelere ve ihtiyaçlara göre genişletilmesi, OSGB, Eğitim Kurumu ve İSG Laboratuvar başvurularının İSG-Katip üzerinden yapılabilmesi gibi sistemsel çalışmalar, •• İlgili kurum/kuruluşlarla Teknik komite çalışmaları, Her yıl kutlanan İSG haftası ve İki yılda bir düzenlenen Uluslararası İSG konferansları gibi faaliyetler düzenlenmektedir. •• Toplumun tüm kesimlerinde iş sağlığı ve güvenliği kültürünün yaygınlaştırılmasına yönelik ise; •• Milli Eğitim Bakanlığı ile yaptığımız protokollerle iş sağlığı ve güvenliği konularının eğitim sisteminin tüm kademelerine entegresi ve geleceğin işgücü olan öğrencilerin iş sağlığı ve güvenliği kültürünün geliştirilmesi amacıyla yürütülen İş Sağlığı ve Güvenliğinin Eğitim Sistemine Entegre Edilmesi projesi, •• Güvenlik kültürünün oluşturulması ve yaygınlaştırılmasına çalışmalarına ilaveten yediden yetmişe bu kültürün yaygınlaştırılması ve erken yaşta iş sağlığı ve güvenliği bilincinin oluşturulması amacıyla Güven Usta Karavanı, Sanal Gerçeklik vb. projeler gerçekleştirilecektir. İSG mevzuatında uygulama sorunlarını çözmek üzere bir etki analizi, ardından da değişiklik çalışması yapılacağının Sayın Bakanımız tarafından ifade edildiği malumlarıdır. Bu çalışmalarla ilgili Genel Müdürlüğünüzün yol haritası hak- 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu önleyici yaklaşımı esas alan AB mevzuatı ve gelişmiş ülkelerle uyumlu modern bir düzenleme olup hazırlanması aşamasında etki analizi yapılmıştır. Ayrıca etki analizine ilişkin güncel bir çalışma da Mart 2017 dönemi itibariyle başlatılmış olup 2017 yılı Eylül ayı itibariyle tamamlanması planlanmaktadır. Bu çalışmayla elde edilecek sonuçların, gelecekte yapılacak mevzuat değişiklikleri ve diğer düzenlemelere rehberlik etmesini ve söz konusu düzenlemelerin bilimsel dayanaklarından birini oluşturması planlanmaktadır. kında bilgi lütfeder misiniz? 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu önleyici yaklaşımı esas alan AB mevzuatı ve gelişmiş ülkelerle uyumlu modern bir düzenleme olup hazırlanması aşamasında etki analizi yapılmıştır. Ayrıca etki analizine ilişkin güncel bir çalışma da Mart 2017 dönemi itibariyle başlatılmış olup 2017 yılı Eylül ayı itibariyle tamamlanması planlanmaktadır. Bu çalışmayla elde edilecek sonuçların, gelecekte yapılacak mevzuat değişiklikleri ve diğer düzenlemelere rehberlik etmesini ve söz konusu düzenlemelerin bilimsel dayanaklarından birini oluşturması planlanmaktadır. Bununla beraber, yürürlükteki İSG mevzuatı ile ilgili olarak tespit edilen ve uygulamada görülen sorunlar ile geri bildirimler doğrultusunda bazı hususların yeniden değerlendirilmesi ve mevzuat çalışmaları yapılması amacıyla Bakanlığımızdaki ilgili birimlerden temsilcilerin katılımıyla bir komisyon oluşturulmuş olup çalışmalar sürdürülmektedir. Yrd. Doç. Dr. Turhan ŞALVA İş Sağlığı ve Güvenliği Hizmet ve Eğitim Kurumları Derneği (İSG HEDER) Yönetim Kurulu Başkanı “İşverenler Kurumsal ve Nitelikli OSGB’lerden Hizmet Almalı” 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu 2012 yılı Haziran ayında TBMM’de kabul edildi. 2013 yılından itibaren kademeli olarak uygulamaya başlanan Kanun hükümleri kamuoyunda geniş yankı uyandırdı. Ağır cezai hükümleri, tüm işverenleri ve çalışanları kapsaması, yeterli sayıda uzman, hekim ve hemşirenin olmayışı gibi konular sürekli kamuoyunu meşgul etti. İSG kültürü oluşumunun zaman alacağı bilindiği için bazı hükümlerin uygulaması sürekli ertelendi ve bugünlere geldik. Ülkemizin İSG göstergelerine baktığımız zaman gelinen nokta net bir kazanç göstermiyor. Tabii, burada olaya nereden baktığımızı bilmemiz gerekiyor. Aynı işverenlerle, aynı çalışanlar- la uygulanan yeni Kanun’un çıktılarını nihai sonuçlar üzerinden değerlendirdiğimiz zaman iş kazalarından ölümlerin pek de azalmadığını söyleyebiliriz. Hatta yaşadığımız Soma benzeri birçok felaket ile iyice karamsarlaştık. Ancak işverenler ve çalışanların İSG’ye bakış açısının tümden değişmesini beklemekten başka çaremiz de yok. 4 yıldır uygulanan Kanun hükümlerinin işyerlerinde oluşturduğu en önemli sonuç olarak, her çalışanın işe giriş sağlık raporu almasının gerekliliği, çalışanların İSG eğitimi almaları gerektiği, işyerlerinde risk analizi ve acil durum planlarının mutlaka hazırlanması gerektiği konusunda bilgi düzeyinin oldukça yükseldiğini söyleyebiliriz. Bundan sonraki aşama hazır- lanan risk analizlerinin içeriklerinin işverenler tarafından detaylıca incelenmesi ve gerekli çalışmaların zaman kaybetmeden yapılması gerektiğinin bilinmesidir. Kanunla birlikte hayatımıza giren OSGB kavramı da işverenler tarafından en bilinen kavramlardan bir oldu. 2300 civarında OSGB kuruldu ve Bakanlıktan ruhsat aldı. Kanun öncesinde teftişten teftişe hatırlanan İSG kavramı, yeterince izlenemeyen hizmet alımları şeklinde yürütülen hizmetleri tanımlıyordu. İşverenler de bu hizmetleri danışmanlık kapsamında satın alıyor ve hizmet sunucularının sorumlulukları sorgulanmıyordu. 6331 sayılı iş sağlığı ve güvenliği kanunu, işverenlere yeni bir seçenek İŞVEREN / Mart - Nisan 2017 27 sundu. Bakanlık tarafından yetkilendirilen OSGB’ler aracılığı ile hizmet alma imkanı ile birlikte OSGB sektörü gelişmeye başladı. İşverenler karşılarında sözleşme ile şartlarını belirleyebildikleri bir muhatap ile çalışma fırsatını yakaladılar. Aynı zamanda OSGB lerin sundukları hizmetleri karşılaştırma, kadrolarını değerlendirme, kurumsallaşmalarını izleme olanakları işverenlerimizin istedikleri kalitede hizmet almalarını sağladı. Bugün, sektörümüzle ilgili her türlü iş sözleşmesinin Bakanlık tarafından izlenebildiği, bu sözleşmeye dayalı verilmesi gereken İSG hizmetlerinin belgelendirilme zorunluluğunun olduğu, İSG profesyonellerine ve onların çalıştıkları kurumlar olan OSGB’lere ciddi sorumlulukların yüklendiği yeni bir dönemi yaşıyoruz. OSGB’ler yasa gereği her ay asgari sürelerde işyerlerini ziyaret ederek hizmet veriyorlar. Asgari sürelerde hizmet verme zorunluluğu bulunan OSGB’ler, her ziyaretlerinde işverenleri veya vekillerini, ya 28 İŞVEREN / Mart - Nisan 2017 da işyerindeki diğer yetkilileri bilgilendirip sürekli iyileştirme çalışmalarını sürdürmektedirler. Bu çalışmaların sonucu ülkemizde gelecek yıllarda mutlaka İSG kültürünün gelişmesini sağlayacaktır. OSGB’ler işverenlere birçok avantaj sağlamaktadır. Bunların başında muhatap olunabilecek kurumsal bir yapının olması gerekmektedir. OSGB’ler giderek daha kurumsal yapılar haline gelmekte ve hizmet kalitelerini artırmak için kendilerini geliştirmektedirler. Zaman içinde kadrolarındaki İSG profesyonellerinin hizmet içi eğitimlerini destekleyen, yeni geliştirilen yazılım programlarını kullanarak otomasyona önem veren, standart iş akış metotları uygulayan, işyerlerindeki iyileştirmeleri raporlayarak işvereni yönlendiren bir OSGB yapısı oluştu. Önümüzdeki süreçte, hizmet alma alışkanlıklarının artmasıyla İSG performansımızda giderek daha belirginleşen bir iyileşmeyi izleyeceğimiz kesindir. Özellikle tehlike düzeyinin OSGB’ler arası rekabet de hizmet kalitesini etkileyen fırsatları beraberinde getirmektedir. Çalışanlarının özlük haklarını kısıtlayan, vergi ve sigorta primlerini ödemeyen, sadece fiyat ile rekabet etmeye çalışan OSGB’ler, işverenlerimizin uyguladığı satın alma politikalarını kullanarak piyasayı ele geçirmeye çalışmaktadır. Ancak yukarıda belirtilen olumsuzluklar hem çalışana, hem işverene ve hem de devlete olan yükümlülüklerinden imtina etme sonucunu getirecektir. arttığı işlerde verilen İSG hizmetlerinin sonuçlara olumlu yansıdığını söyleyebiliriz. İnşaat sektörünün hareketliliği bu alandaki iş kazalarının sayısının artmasını gerektiren doğal bir sonuçtur. İSG hizmetlerinin alınması ve 4 yıldır yaşanan olumlu gelişmeler iyileşmenin tam olarak algılanmasını engellemektedir. Ülkemizin büyüme hızı arttıkça risk düzeyi yükselmek- tedir. Ayrıca çalışan sayısı ve işyeri sayısının artması da risk düzeyimizi yükseltmektedir. Artan risk düzeyine rağmen yaşanan sonuç başarısızlık olarak yorumlanamaz. 2012 öncesi ile günümüzü karşılaştırdığımızda İSG göstergelerindeki gelişmeyi görebiliriz. OSGB’ler, bu kazanımları sağlayan en önemli unsurdur. 2300 OSGB, 100.000 civarında çalışanı ile dev bir sektör haline gelmiştir. OSGB sektörü geliştikçe sektörün sorunları da sektör temsilcileri tarafından değerlendirilmektedir. Sektörün önünde birçok sorun bulunmaktadır. Bunların başında işverenlerimizin yeterince bilgilendirilmemesi geliyor. Çünkü yeni gelişen her sektörde olduğu gibi OSGB sektörü de birçok fırsatçı organizasyonu barındırıyor. İşverenler, aldıkları hizmeti nasıl değerlendirmeleri gerektiğini bilmeliler. Bunu bilmedikleri zaman yeterli düzeyde kaliteli hizmet alamamalarının sonucunda ileriki yıllarda ciddi bedeller ödeyebilirler. Kaldı ki yeterince kurumsal olmayan OSGB’lerin yaşanacak zararı karşılamadan uzak olacağı da yadsınamaz. Kurumsallıkları sağlanmış, mali yapısı güçlü, kadrosu ve referansları nitelikli olan OSGB’ler işverenlerin gelecek yıllarda sıkıntı yaşamalarına karşı en büyük güvenceleri olacaktır. OSGB’ler arası rekabet de hizmet kalitesini etkileyen fırsatları beraberinde getirmektedir. Çalışanlarının özlük haklarını kısıtlayan, vergi ve sigorta primlerini ödemeyen, sadece fiyat ile rekabet etmeye çalışan OSGB’ler, işverenlerimizin uyguladığı satın alma politikalarını kullanarak piyasayı ele geçirmeye çalışmaktadır. Ancak yukarıda belirtilen olumsuzluklar hem çalışana, hem işverene ve hem de devlete olan yükümlülüklerinden imtina etme sonucunu getirecektir. Devletimiz vergi ve sigorta primi kaybına uğrarken, OSGB çalışanları düşük ücretler ve kayıt dışılığın olumsuz etkilerini yaşamaktadır. Olumsuz koşullarda çalışan İSG profesyonellerinin verdikleri hizmetlerin yetersizliği sonucu kaçınılmaz olup bundan etkilenen kesimler işverenler ve onların çalışanları olacaktır. Bu yüzden rekabet koşullarının işverenler tarafından iyi değerlendirilmesi gerekir. Devletin de bu konuyu mutlaka değerlendirmesi gerekmektedir. OSGB’lerin yaşadıkları en önemli sorunlardan biri de denetim sistemidir. Hem yetkilendirme birimi tarafından hem de işyerlerinin denetlenmesi sonucu iş müfettişleri tarafından değerlendirilen OSGB’ler hizmet sunma hedefinden evrak tutma hedefine doğru itilmektedir. Doğru olan hizmetin niteliğidir. Evrak olmalı ancak sahadaki mevcut durum evraktan daha değerli olmalıdır. OSGB’lerin yaşadıkları diğer bir sorun ise ekonominin yaşadığı genel sıkıntılardan en kolay etkilenen sektör olmasıdır. Tahsilat problemleri OSGB’lerin geleceği açısından hayati derecede önemlidir. Bugün her OSGB’nin en az 3 aylık ciroları kadar birikmiş alacakları, birçok OSGB’nin ise yüklü miktarda SSK ve vergi borcu bulunmaktadır. Bu borçların birikmesinin temel sebebi ise tahsilat hızının düşük olmasıdır. Tüm bu sorunlara rağmen hızla büyümeye devam eden OSGB sektörü, yeni ertelemelerle önü kesilmezse ülkemiz ekonomisinin önemli değerlerinden biri olma yolunda hızla ilerlemektedir. Ülkemizde İSG sektörünün 10 milyar dolarlık potansiyeli bulunmaktadır. OSGB’ler bu potansiyelin yarısını oluşturmaktadır. Geri kalan kısmı ise KKD, ölçüm ve laboratuar hizmetleri, eğitim faaliyetleri vb alanlardan oluşmaktadır. Bugün bu potansiyelin % 40’ı kullanılmaktadır. Yasaların yürürlüğü tamamlandığında ve işçi – işveren bilinci arttıkça geri kalan potansiyelin ekonomiye kazandırılması sağlanacaktır. İŞVEREN / Mart - Nisan 2017 29 Necmettin ÖZTEMIR TİSK Mikrocerrahi ve Rekonstrüksiyon Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı “İş Kazalarında Çaresizliğe ve Ümitsizliğe Paydos” Mesleki hayatımın en acıklı anı, henüz 25 yaşında ki bir işçim uğradığı iş kazasında sağ elini dişliler arasında kaybettiği andır. Sene 1954 ve kopan elle hastaneye vardığımızda doktorlar çaresiz, işçi ve ailesi çaresiz, genç bir patron sıfatımla ben de çaresizdim. Yaşadığım bu trajik travmayı uzun yıllar içimden atamadım. Girişimci bir işveren olarak, bu olay hariç çaresizliği hayatım boyunca kabul etmedim. Aradan uzun yıllar geçti. Bir gün merhum dostum Turgut Işık, Halit Narin ile beni Sendika da ziyarete geldi. O gün öğrendik ki mikrocerrahi adında bir tıp dalı varmış. Türkiye’de Prof. Ayan Gülgönen adında bir doktor bu konunun Amerika’da ihtisasını yapmış, Ankara’da da uygulamasına başlamış ama istediği gelişmeyi sağlayamıyormuş. (Alet, edevat yatırımı için kaynak bulamıyor, konuya ilgi duyan doktorları da sağlayamıyormuş.) Halit Narin Bey ile Başkan Vekili olarak ben konuyu derhal benimsedik. Dr.Ayan Bey’den kadrosunu hazırlamasını istedik, özel mikroskop 30 İŞVEREN / Mart - Nisan 2017 ve cerrahi müdahale için gerekli alet, edevatı işverenler olarak sağladık. İş kaldı ameliyatlar için hastane bulmaya. Ayan Bey Fransız Pasteur Hastanesi’ni önerdi. Oradan bir bölüm bize tahsis edilebilir ise işimiz görülür deyince, birlikte İstanbul Valisi Nevzat Ayaz Bey’den randevu alıp ziyaretine gittik. O da konuyu benimseyip sahiplendi. Bir hafta sonra istediğimiz bölümün tahsisini alıp, hastaneye ekip halinde alet ve edevatımızla yerleşip ameliyatlara başlanmasını sağladık. Teşebbüs sözde kalmamış ve faaliyete geçilmişti ama konunun sahibi yoktu. Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu nezdindeki müstakil bir kuruluşun olayı sahiplenmesi planlandı. İstanbul Valiliği, Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu, Türk Armatörleri İşveren Sendikası, Türkiye Cam Çimento ve Toprak Sanayi İşverenleri Sendikası, Türkiye Çimento İşverenleri Sendikası, Türkiye Gıda Sanayi İşverenleri Sendikası, Türkiye İnşaat ve Tesisat Müteahhitleri İşveren Sendikası, Kutlutaş A.Ş, Sezai Türkeş – Fevzi Akkaya İnşaat A.Ş, Ahmet Nihat Özsan İnşaat Sanayi A.Ş, Türkiye Kimya, Petrol, Lastik ve Plastik Sanayi İşverenleri Sendikası, Eczacıbaşı Holding A.Ş, Türkiye Selüloz Kağıt ve Kağıt Mamulleri Sanayi İşverenleri Sendikası, Türkiye Maden İşverenleri Sendikası, Türkiye Metal Sanayicileri Sendikası, Borusan Boru Sanayi A.Ş, Ercan Holding A.Ş, İstanbul Sanayi Odası, İstanbul Ticaret Odası, Tekstil Sanayi İşverenleri Sendikası, Türkiye Toprak Seramik Çimento ve Cam Sanayi İşverenleri Sendikası, Halit Narin, Turgut Işık ve benimle birlikte kurucu Mütevelli Heyet olarak TİSK Mikrocerrahi ve Rekonstrüksiyon Vakfı’nın kuruluşunu tamamladık. Kısa zamanda kamuya yararlı vakıf vasfını da sağlayarak Türkiye çapında işler ve sorumluluk sahibi bir kuruluş oluşturduk. Başarılı ameliyatlar ve gülen yüzler cesaretimizi takviye ettikçe artık maksadımıza hizmet edecek bir hastane sahibi olmayı hedef haline getirdik. Zamanın Reisi Cumhuru Turgut Özal Bey’in kuruluşumuzu benimsemesi- nin yolunu aradık, bulduk ve desteğinin sözünü aldık: devlet bize bir arsa tahsis edecek biz de o arsa üzerinde bu konu da hizmet verecek bir ihtisas hastanesi inşa edecektik. Beklentimiz Reisi Cumhur kanalından Ordu’muza intikal etti. Bu havaleyi haber alır almaz zamanın Genel Kurmay Başkanı Org. Necdet Üruğ Paşa, Kara Kuvvetleri Kumandanı Org. Necdet Öztorun’la birlikte maksadımızı kendilerine şifahen anlatabilmemiz için Halit Bey ile beni İstanbul Ordu Merkezinde kabul ettiler. Amacımıza uygun olarak ordunun bize hibe edebileceği Milli Emlak Müdürü aracılığıyla edinebileceğimiz arsanın miktar ve niteliklerinde mutabık kaldık ve bugün üzerinde 100.000 m2’yi aşkın hastane binası olan Maslak Acıbadem Hastane arazisinin sahibi olduk. Bir yandan hastane kurmak, işletmek, mali ve hukuki sorumluluklarını yüklenmek konularında hayli spekülasyonlar arasında “harman yolda dürülür” anlayışı ile temelini attığımız hastaneyi tamamlamadan bu sahada ömür harcamış değerli Dr. Mücahit Atmanoğlu’nun tavsiyesine uyarak yap-işlet-devret modeline uygun yolu seçip ihaleye çıktık. Cenabı Hak bize, kalite anlayışı ve işletme tecrübesi ile güvenilir bir firma olan ve bize en uygun şartları teklif eden Acıbadem firması ile anlaşmayı nasip etti. Vakfımıza önemli bir kira geliri ile 19 yıl sonunda da dünya çapında bir hastanenin sahipliği fırsatını veren bu karar; Mikrocerrahi ve Rekonstrüksiyon eğitimi, araştırmaları için tam teşekküllü bir hastanede bir bölümü yönetmenin amacımıza hizmet için en uygun strateji olduğunu öğretti. Mevcut gelirlerimizle, bir yandan mikrocerrahi dalında eleman yetişmesine destek sağlayıp eğitim faaliyetlerine öncelik verirken, diğer yandan bu sahada hizmet veren hastanelere ekipman desteği ve doktorlara da maddi ek destekler vererek işçi ve askeri personelimize iş kazalarında hekimlik hizmeti veren elemanları desteklemeye devam ettik. Bu arada T.C Sağlık Bakanlığı’nın Şehir Hastaneleri programına ilgi duyarak Bakanlığımızı ziyaret etme kararı aldık. Yapılan toplantıda Sağlık Bakanımız Sn. Prof Dr. Recep Akdağ Bakanlığının Mikrocerrahi ve Rekonstrüksiyon dalında Vakfımızla işbirliği yaparak, vakfımızı vatan sathında eğitim ve uygulama partneri kabul ettiğini belirtti. İşte bu aşama bize, T.C Sağlık Bakanlığı bünyesinde ilk nüve olarak Eğitim ve Araştırma Merkezini kurmanın kapısını açmış oldu ve bu aşamayı takiben de vatan sathında yayılarak iş kazasına uğraması muhtemel işçi ve askeri personele hizmet edebilmenin en sağlıklı ve sağlam yolunu açtı. Vakıf Resmi Senedimizde yapılan son değişiklik ile İş Sağlığı ve Güvenliği konusunu amaç maddelerimiz arasına dâhil ettik. Türkiye çapında İş Sağlığı ve Güvenliği konusu ve Mikrocerrahi & Acil El Cerrahisi İlk Yardım konularındaki eğitim projelerimizi TİSK ve Üyesi Sendikaların ihtiyaç ve talepleri doğrultusunda gerçekleştirmeye devam ediyoruz. 40 kişiden oluşan Mütevelli Heyetimiz ve 11 kişilik Yönetim Kurulumuzla, öncelikle işçi işveren ilişkilerinde çaresizlik edebiyatına fırsat vermeyen bir anlayışla ilk planda iş kazalarını dünya standart rakamlarının altına düşürmeyi hedefliyoruz. Bu maksatla işyerlerinde eğitim dâhil her türlü teknik önleyici tedbirler saptamış bulunuyoruz. İstemediğimiz iş kazaları oluştuğunda tıbbi tedbirleri organize etmeye devam ediyoruz. Tedavisi tamamlanan işçilerin rehabilitasyonuna destek sağlıyoruz ve vatan sathında muhtaç ve yetenekli iş kazası mağduru işçi çocuklarına gücümüz ölçüsünde tahsil yardımı yapıyoruz. Çaresizliğe ve ümitsizliğe paydos diyoruz. Girişimci ve işçi el ele haydi Türkiye… İŞVEREN / Mart - Nisan 2017 31 Av. İlber AYDEMIR Koç Holding A.Ş. Endüstri İlişkileri Koordinatörü “İş Sağlığı ve Güvenliği Mevzuatında Belirlenen Yükümlülükleri de Aşmayı Hedefledik” İş sağlığı ve güvenliği alanındaki sorunlar ve bunlara ilişkin çözüm önerileri hakkındaki tespit ve önerilerinizi öğrenebilir miyiz? İş Sağlığı ve Güvenliği, temel bir kavram olarak öyle bir alan ki, Ülkemizin katma değerine özveriyle kendi emeğini katan tüm çalışanlarımızın ve işyerlerimizin güvenliği açısından, işverenler olarak çok yüksek ve istisnasız standartlar benimsemeli ve bunları işyerlerimizde tavizsiz biçimde uygulayabilmeliyiz. Bizler, kendimize emanet edilen görevlere bu durumun bilinciyle yaklaşıyoruz. Bu noktada, işveren olarak yaklaşımımızdan ve bu yaklaşımı nasıl hayata geçirdiğimizden bahsetmek isterim. Topluluk şirketlerimizle birlikte hayata geçirdiğimiz İş Sağlığı ve Güvenliği Koordinasyon Kurulu vasıtasıyla tüm Topluluk şirketlerimizdeki uygulamalar koordine edilir, iyi uygulamalar paylaşılır ve diğer şirketlerimizde de ihtiyaçlar doğrultusunda hayata geçirilmesi sağlanır. 32 Şirketimizden top- 32 İŞVEREN / Mart - Nisan 2017 lam 98 üyesi olan bu Kurul’un hedefi, sıfır kaza hedeflerine şirketlerimizin ulaşmasını sağlamaktır. Her yıl Topluluk kapsamında iş kazası istatistikleri toplanır ve geliştirme önerileri ile birlikte örnek uygulamalar paylaşılır. 20 Haziran 2012 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından kabul edilen ve 30 Haziran 2012 tarihinde Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe giren 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası ile iş sağlığı ve güvenliği kavramına yaklaşımımızı da bu bilinç ve hedeflerimiz belirlemiştir. Bu kavramın, değişen mevzuatla birlikte tüm paydaşlara yeni yükümlülükler ve görevler getirdiği malumunuzdur. Özel sektör işverenlerinin de, çalışanlarıyla birlikte en çok etkilenen paydaş olduğu kanaatindeyim. Bu açıdan bizler, değişen mevzuata şirketlerimizin hızla uyum sağlamasının ötesinde, mevzuatta belirlenen yükümlülükleri de aşmayı hedefledik. Bu noktada, İş Sağlığı ve Güvenliği alanında temel belirleyici faktörün, işverenlerin ve çalışanların Topluluk şirketlerimizle birlikte hayata geçirdiğimiz İş Sağlığı ve Güvenliği Koordinasyon Kurulu vasıtasıyla tüm Topluluk şirketlerimizdeki uygulamalar koordine edilir, iyi uygulamalar paylaşılır ve diğer şirketlerimizde de ihtiyaçlar doğrultusunda hayata geçirilmesi sağlanır. 32 Şirketimizden toplam 98 üyesi olan bu Kurul’un hedefi, sıfır kaza hedeflerine şirketlerimizin ulaşmasını sağlamaktır. Her yıl Topluluk kapsamında iş kazası istatistikleri toplanır ve geliştirme önerileri ile birlikte örnek uygulamalar paylaşılır. yaklaşımları olduğunu belirtebilirim. Bizler de, hem mevzuata uyum sağlama, hem de mevcut iyi uygulama süreçlerimizin gelişen mevzuat doğrultusunda geliştirilerek yaygınlaştırılması bilinciyle ve İş Sağlığı ve Güvenliği Koordinasyon Kurulu’muzun desteğiyle Tıpkı 2017 yılında dönemde yürürlüğe giren yeni istihdam teşviklerinde de olduğu gibi, bu alanda kamunun son derece olumlu bir yaklaşım benimsediğini gördük. Özellikle Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, cezalandırıcı olmaktan ziyade öğretici, geliştirici bir yaklaşım benimsemiştir. sürece yaklaştık. Kuşkusuz, ülkemizdeki iş sağlığı ve güvenliğine ilişkin düzenlemeler köklü bir geçmişe sahiptir ve bu kavramlar 6331 sayılı Yasa ile çalışma hayatımıza ilk kez girmemiştir. Yasa’nın temel felsefesinde, işveren ve çalışanın iş sağlığı ve güvenliği uygulamasına birlikte katılması ve yükümlülüklerini karşılıklı olarak yerine getirmesi bulunuyordu. Bu tarihlerde yine İşveren Dergisi’ne vermiş olduğumuz görüşlerde, uygulamanın nasıl şekilleneceğinin ve işverenlerin yaklaşımının önemli olduğunu, kural koyucu ve uygulamacı makamların yaklaşımlarının ise cezalandırıcı olmaktan ziyaret özendirici, teşvik edici, öğretici olmasının getireceği potansiyel faydaları belirtmiştim. Tıpkı 2017 yılında dönemde yürürlüğe giren yeni istihdam teşviklerinde de olduğu gibi, bu alanda kamunun son derece olumlu bir yaklaşım benimsediğini gördük. Özellikle Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, cezalandırıcı olmaktan ziyade öğretici, geliştirici bir yaklaşım benimsemiştir. Risk değerlendirmesi gibi yeni uygulamaya alınan bazı düzenlemelerin, şirketlerimizde nasıl planlandığını yakından takip etmekle birlikte özel sektörün yaklaşımlarının nasıl sonuçlar doğuracağını o tarihlerde hepimiz merak ediyorduk. Bu düzenlemelerden bazılarının uygulamada son derece verimli sonuçlar doğurduğunu, bazılarının ise işverenlerin ve çalışanların konuya yaklaşımı doğrultusunda atıl kalabildiğini veya daha az etkin uygulanabildiğini görüyoruz. Öte yandan bugün de, Yasa’nın devreye girdiği tarihlerde olduğu gibi, 6331 Sayılı Yasa ile başlayarak İş Sağlığı ve Güvenliği’nin kendine özgü bir mevzuatla düzenlenmesinin, kanun koyucunun meseleye ciddiyetle yaklaşımını göstermesi açısından son derece olumlu olduğunu değerlendiriyoruz. Yasanın ilk uygulama dönemlerindeki bazı geçiş süreleri, iş sağlığı ve güvenliği uygulamaları açısından risk potansiyelleri ve çalışan sayısı açısından çalışma hayatında en büyük etkiye sahip büyük ve endüstriyel işletmeler açısından bir parça kısa olarak değerlendirilmekteydi. Öte yandan, bu çapta işletmelerin kalifiye insan kaynağı ve maddi imkanlarıyla uyum dönemlerini hızlı bir şekilde atlatabildiğini görüyoruz. Bu uyum dönemlerinde birden fazla şehirde iş sağlığı ve güvenliği hizmetlerini temin etmek isteyen işverenlere yönelik olarak da ortak sağlık ve güvenlik birimlerinin faaliyete başladığını ve bu faaliyetlerin işverenlere önemli ölçüde destek İŞVEREN / Mart - Nisan 2017 33 olabildiğini görüyoruz. Bu açıdan, hem mevzuattan kaynaklanan yeni yükümlülüklere uyum sağlanması, hem de bu uyum çalışmalarının işveren faaliyetlerine olumsuz etki getirmeksizin devreye alınması bir parça zorlu ve koordinasyon gerektiren bir süreç oldu. İş Sağlığı ve Güvenliği Koordinasyon Kurulumuzu, bu dönemde şirketlerimizin mevzuata uyum sağlamasını kolaylaştırıcı bir ölçekte devrede tutabildiğimizi düşünüyorum. Yasanın yürürlüğe girdiği dönemlerdeki değerlendirmelerimizde, çalışma hayatına etki etmeye başlayacak olan risk değerlendirmesi sisteminin, yasada öngörülen kural ve politikaların uygulanması aşamasından önce, işverenlerin güçlü ve zayıf yönlerini, risk ve fırsatlarını değerlendirmelerini sağlayacak bir araç olarak kullanılabileceğine dikkat çekmiştik. Aynı zamanda, bu değerlendirmelerin hazırlanmasında hizmet ve danışmanlık alınabilecek kuruluş ve kişilerin eksikliğine de vurgu yapmıştık. Ayrıca nitelikli işyeri hemşiresi ve diğer sağlık görevlisi istihdamı konusunu da gündeme getirmiştik. Benzer şekilde, ikincil mevzuat düzenlemelerinde sıklıkla yaşanabilen değişimler, sosyal tarafların yeni mevzuat düzenlemelerine hazırlanmaları için kısa tutulan geçiş süreleri gibi hususlara dikkat çekmiş; özellikle ikincil mevzuat hazırlanmasında ve risk değerlendirmelerine ilişkin değişiklik önerilerinde sosyal tarafların paydaş olarak katılmasının faydalı olacağını belirtmiştik. Geçtiğimiz yıllarda oluşan uygulamalardan gördüğümüz kadarıyla bu alandaki kuruluşlar da hızla gelişerek ve süreçlere adapte olarak daha yetkin hale gelmiş, işverenleri geliştirici niteliklere kavuşmuşlardır. Bu dönemde dikkat çektiğimiz, A sınıfı iş güvenliği uzmanı sayısının azlığı, zaman içerisinde piyasa dinamikleri içerisinde çözümlenmiştir. Bundan sonra paydaşların 34 İŞVEREN / Mart - Nisan 2017 üzerine düşen görev, bu alanda destek sağlayan kuruluşların ve diğer hizmet sağlayan aktörlerin daha da fazla gelişmesini sağlayarak daha yüksek iş sağlığı ve güvenliği standartlarının uygulanmasında öncü olmaktır. Bu döneme ilişkin olarak dikkat çekmek istediğim bir diğer konu, TİSK’in ve TİSK üyesi işveren sendikalarının liderliğidir. Yeni mevzuatın uygulanması, işveren önerilerinin dile getirilmesi ve takibi ve hatta değişen mevzuat uygulamasını kolaylaştırmak için işverenlere sağlanan destekler gibi yöntemlerle, işverenlerin süreçlere adaptasyonunda ve işveren görüşlerinin dile getirilmesinde TİSK’in ve TİSK üyesi işveren kuruluşlarının lider rolü olmuştur. Bunlardan en önemli örnek, Türkiye Metal Sanayicileri Sendikası MESS’in aktif destek çalışmalarıdır. Bu çalışmalarda emeği geçenlere teşekkür ediyorum. Bu nevi uygulamaların işveren kuruluşlarına yayılarak ve gelişerek devamını temenni ediyorum. İşletmelerinizde iş sağlığı ve güvenliği hizmetlerini satın alma yöntemi ile mi, yoksa işletme bünyesinden mi karşılıyorsunuz? Bu konudaki tercihlerinizde etkili olan faktörler nelerdir? Biz Topluluğumuzdaki işletmelerimizde yukarıda bahsettiğimiz ana çerçeve yaklaşımlarından kopmadan, şirketlerimizin ihtiyacına göre destek sağlayarak ilerlemeyi tercih ettik. Burada nihai kararları ihtiyaçlarına göre şirketlerimiz vermektedir. Ancak bizler, satınalma sürecinde, ortak satınalma platformumuzun yöneticileri ve İş Sağlığı ve Güvenliği Koordinasyon Kurulu üyelerimizle de birlikte, şirketlerimizin seçimlerinde destek fonksiyonu üstlendik ve gördük ki şirketlerimizin tercihleri her iki yönde de olabildi. Şöyle ki, endüstriyel üretim faaliyeti gösteren büyük şirketlerimiz, halihazırda işletme bünyesinde sağla- Bundan sonra paydaşların üzerine düşen görev, bu alanda destek sağlayan kuruluşların ve diğer hizmet sağlayan aktörlerin daha da fazla gelişmesini sağlayarak daha yüksek iş sağlığı ve güvenliği standartlarının uygulanmasında öncü olmaktır. makta oldukları iş sağlığı ve güvenliği hizmetlerini sürdürmeyi tercih ettiler. Bu şirketlerimizde herhangi bir değişim yaşanmadı, hatta mevcut iş sağlığı ve güvenliği hizmetleri geliştirilerek sürdürüldü. Bir grup şirketimiz ise, ortak sağlık ve güvenlik birimlerinin sunduğu, özellikle coğrafi yaygınlık, know-how ve iyi uygulama paylaşımı gibi avantajlardan faydalanarak işbirliği yoluyla bu hizmetleri temin etmeyi tercih ettiler. Ancak bu süreçlerin her aşamasında, özellikle İş Sağlığı ve Güvenliği Koordinasyon Kurulu’nda şu hedefleri yöneticilerimizle paylaştık: İş Sağlığı ve Güvenliği, maliyetin hiçbir zaman odak noktasında olmadığı bir alan. Dışarıdan sağlanacak hizmetlerin, sadece kalite ve hizmet standartlarında avantajları bulunması durumunda temin edilmesi gerektiği konusu en önemli mesajımızdı. Hatta satın alma yoluyla hizmet temin eden şirketlerimizin yöneticileriyle de yine net bir şekilde, satınalma yoluyla temin edilen hizmetlerde azami hizmet standartlarının benimsenmesi gerektiği, hatta ortak sağlık ve güvenlik hizmeti temin edilen firma ile de birlikte karşılıklı gelişimin sağlanması gerekeceği hedefini ortak bir mutabakatla belirledik. Yasa’nın ilk yürürlüğe girdiği tarihlerden günümüze, bu hedeflerde bir sapma olmaksızın yolumuza devam edebildiğimizi görüyoruz. Bu yolculukta emeği geçen tüm paydaşlara ve özellikle bu alanda gösterdiği yoğun çaba ve çalışmalar için TİSK yönetimine ve siz değerli ekibine teşekkür ediyorum. Av. Ahmet GÜZELTUNA Sabancı Holding Çalışma İlişkileri Baş Müşaviri İş Sağlığı Ve Güvenli̇ği̇ Alanındaki̇ Sorunlar ve Çözüm Öneri̇leri İşletmelerde çalışma barışının sağlanmasının ve sürdürülmesinin en önemli unsurlarından biri, çalışanlar için sağlıklı ve güvenli bir çalışma ortamının oluşturulmasıdır. Bu ortamın oluşturulmasında devletin, işçilerin, işverenlerin ve sendikaların önemli rolleri bulunmaktadır. Devlet, mevzuatı oluşturmakta, bu mevzuata uygun hareket edilip edilmediğini denetlemekte ve gerektiğinde yaptırım uygulamaktadır. İşçiler, iş sağlığı ve güvenliği konusunda işverence alınan her türlü önleme mazeretsiz olarak uymalıdır. İşverenler de iş sağlığı ve güvenliğinin sağlanması için gerekli her türlü önlemi almalıdır. Sendikalar ise, iş sağlığı ve güvenliği kültürünün gelişimini sağlamak amacıyla eğitimler vermeli ve bu konuda çalışanlarda farkındalık yaratmalıdır. Uluslararası alanda iş sağlığı ve güvenliğine verilen önem giderek artmaktadır. Avrupa Birliği’nin temel stratejik konularından biri iş sağlığı ve güvenliğidir. ILO standartlarının yaklaşık %80’i doğrudan veya dolaylı olarak iş sağlığı ve güvenliği ile ilgilidir. Ülkemizde de son yıllarda iş sağlığı ve güvenliği konusunda farkındalık oluşmaya başlamış; 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanununun mevzuata eklenmesi ve bu kanuna bağlı yönetmeliklerin yürürlüğe girmesiyle, tüm taraflar için hak ve yükümlülükler daha belirgin hale gelmiştir. Ayrıca, psikososyal riskler de bu dönemde gündeme gelmiş; mobbing, cinsel taciz gibi konular da iş sağlığı ve güvenliği yönüyle değerlendirilmeye başlanmış; çalışanın vücut bütünlüğünü ruhen ya da bedenen engelli hale getiren olaylar iş kazası kapsamında sayılmıştır. Mevzuattaki bu gelişmelerin de etkisiyle, iş sağlığı ve güvenliğine ilişkin konular, şirket yöneticilerinin performans hedefleri arasında yer almaya başlamıştır. İşletmelerde çalışma barışının sağlanmasının ve sürdürülmesinin en önemli unsurlarından biri, çalışanlar için sağlıklı ve güvenli bir çalışma ortamının oluşturulmasıdır. Bu ortamın oluşturulmasında devletin, işçilerin, işverenlerin ve sendikaların önemli rolleri bulunmaktadır. Farkındalık artışı sağlayan hususların başında, AB uyum süreci ve ILO standartlarının mevzuatımıza entegre edilmesi yer alsa da, özellikle son yıllarda yaşadığımız, felakete varan ve tüm toplumu derinden yaralayan toplu işçi ölümlerinin, bu alanda hassasiyeti artırdığı da yadsınamaz bir gerçektir. Tüm bu acı olayların ardından alınması gereken belki de en önemli ders, iş sağlığı ve güvenliği kültürünün inşasında temelin önleyicilik üzerine ku- İŞVEREN / Mart - Nisan 2017 35 rulması gerektiğidir. Unutulmamalıdır ki doğru yöntemler uygulandığında ve gerekli önlemler alındığında, tüm iş kazalarının ve meslek hastalıklarının önlenmesi mümkündür. SORUNLAR VE ÇÖZÜM ÖNERİLERİ Farklı Bakanlıkların yürütmekte olduğu uygulamalar ve mevzuat yeknesak ve anlaşılır hale getirilmelidir. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ve Sağlık Bakanlığı arasında uygulama birliği sağlanmalıdır. Mevzuatta özellikle iş kazası tanımındaki farklılıklar uygulamayı zorlaştırdığından, tanımda yeknesaklık sağlanmalıdır. Ayrıca, İş Sağlığı ve Güvenliği alanında 6331 sayılı Kanun’a ek olarak çok sayıda yönetmelik bulunmakta olup, mevzuatın da torba yasalar ve diğer düzenlemelerle sık sık değişikliğe uğradığı gözlemlenmektedir. Mevzuatın konsolide edilerek, basit ve anlaşılır bir şekilde, tek bir çatı altında toplanması, uygulamada büyük kolaylık sağlayacaktır. İş sağlığı ve güvenliği yatırımları desteklenmelidir. İşverenlerin iş sağlığı ve güvenliği için yapmış olduğu her tür yatırım, Devlet tarafından desteklenmeli; uygun olduğu ölçüde vergi indirimi veya teşvik benzeri uygulamalar getirilmelidir. Ayrıca işçi ve işveren sendikaları da bu alanda sorumluluk üstlenmeli; iş sağlığı ve güvenliği kültürünün gelişimine katkı sağlamak amacıyla çalışmalarda bulunmalıdırlar. İyi uygulamalar için ödül mekanizması geliştirilmelidir. İş kazası ve meslek hastalıklarının önlenmesi, sağlık gözetiminin iyileştirilmesi konularında devlet, işverenlere önemli sorumluluklar yüklerken, 36 İŞVEREN / Mart - Nisan 2017 bunların yerine getirilmemesi durumunda yaptırım uygulamaktadır. Salt cezaya dayalı bir sistemin uygulama bakımından motivasyonu destekleyen bir yönü bulunmamaktadır. Bu nedenle, ilgili birimlerce yapılacak incelemelerde, iş kazası ve meslek hastalıklarının önlenmesi, sağlık gözetimi uygulamalarının eksiksiz yönetilmesi gibi konularda başarı gösterdiği ve örnek uygulamalar yürüttüğü tespit edilen işverenlere sigorta primi desteği, vergi indirimi gibi motivasyonu artırıcı teşvikler getirilebilir. İSG-Katip ve E-SGK Sistemleri entegre edilmelidir. Mevcut durumda iş sağlığı ve güvenliği alanında tüm atamalar ve diğer teknik hususlar İSG-Katip sistemi üzerinden yürütülmekte iken, iş kazası ve meslek hastalıklarının bildirimi E-SGK sistemi üzerinden, e-bildirge kullanıcısı tarafından yapılmaktadır. İş sağlığı ve güvenliği konularında yapılacak bildirimler teknik bilgi içerdiğinden, e-bildirge kullanıcısının istenen bilgi- Unutulmamalıdır ki doğru yöntemler uygulandığında ve gerekli önlemler alındığında, tüm iş kazalarının ve meslek hastalıklarının önlenmesi mümkündür. leri sisteme doğru şekilde aktaramaması, bu alanda karşılaşılan sorunlar arasındadır. Bu sorunun giderilmesi bakımından, İSG-Katip sistemi ile E-SGK sisteminin uygun olduğu ölçüde entegre edilmesi gerekir. Periyodik kontrollerin işverenin iç kaynaklarından yürütülmesine olanak sağlanmalıdır. İş ekipmanlarının periyodik kontrolü, iş hijyeni ölçümleri gibi işlemler, hizmet satın alma yoluyla, akredite kuruluşlar tarafından gerçekleştirilmekte olup, bu durum işveren için hem her yıl tekrar eden ağır bir maliyete hem de zaman kaybına yol açmaktadır. Bu gibi kontrollerin, işletme bünyesinde bulunan teknik uzmanlar tarafından gerçekleştirilmesine olanak tanınmalıdır. Bunun için işletme bünyesinde, gerekli mesleki donanıma sahip (mühendis vb.) çalışanlar, uygun görülen eğitimleri aldıktan sonra, Bakanlığın kontrolünde, yalnızca işletmeleri bünyesinde periyodik kontrole ve ölçüm yapmaya yetkili kimseler olarak atanabilmelidir. İş sağlığı ve güvenliği eğitimleri, çalışanın fiilen yaptığı işe göre düzenlenmelidir. Tehlikeli veya çok tehlikeli risk sınıfında faaliyet gösteren işverenlerin beyaz yaka çalışanlarının büyük bir bölümü yalnızca ofis ortamında çalıştıklarından, bu durumdaki çalışanların tabi olduğu risk sınıfı ayrı değerlendirilmeli ve bu çalışanlar için trafik güvenliği, ergonomi tehlikeleri, ekranlı araçlarla çalışma vb. konularda katma değer yaratacak eğitim programları oluşturulabilir. Ayrıca bu nitelikteki çalışanların eğitim süreleri de, belirlenecek eğitim programı kapsamında yeniden düzenlenebilir. OSGB’lerin hizmet kalitesini artırıcı çalışmalar yapılmalıdır. Yasal olarak zorunlu olan iş güvenliği uzmanları ve işyeri hekimlerinin hizmetlerinin temin edildiği Ortak Sağlık ve Güvenlik Birimlerinin (OSGB) hizmet kalitesi ile ilgili genel sıkıntılar mevcuttur. OSGB’lerle ilgili daha sıkı ve titiz bir denetim sistemi inşa edilmelidir. Bu bakımdan mevcut yönetmelik geliştirilerek OSGB’lerin hizmet kalitesi iyileştirilmelidir. Yetkilendirilen OSGB’lerin mesleki – teknik düzeyde, işin kalitesi gözetilerek etkili denetlenmesi, OSGB hizmet performansının hizmet alan işverenlerce izlenmesini ve değerlendirilmesini mümkün kılacak göstergelerin devlet tarafından tanımlanması ihtiyacı bulunmaktadır. Meslek hastalığı tanısı koymaya yetkili sağlık kuruluşlarının çalışma düzeni yeniden belirlenmelidir. Sağlık gözetimi kalitesinin artırılması ve meslek hastalıklarının bildirilmesi konularında ülke genelinde seferberlik ilan edilmiş ve meslek hastalıkları konusunda yetkili sağlık kuruluşu sayısı, devlet üniversiteleri bünyesindeki tıp fakültesi hastanelerinin ve Sağlık Bakanlığı’na bağlı eğitim ve araştırma hastanelerinin bu alanda yetkilendirilmesiyle artırılmıştır. Ancak, yetkilendirilen bu sağlık kuruluşlarında meslek hastalığı konusunda uzman hekim sayısı yetersiz olduğundan, beklenen fayda sağlanamamıştır. Bu nedenle ilgili sağlık kuruluşlarında görevli hekimlere bu konu ile ilgili meslek içi eğitimler verilmeli; belli periyotlarla düzenlenecek seminer ve kongrelerde işyerlerindeki işyeri hekimleri ile bir araya gelmeleri sağlanmalı; bu hastanelerde iş sağlığı ve güvenliği ile ilgili kürsü-departmanpoliklinik-anabilim dalı açılması sağlanmalıdır. UYGULAMADA İŞ SAĞLIĞI VE GÜVENLİĞİ HİZMETLERİNİN KARŞILANMA YÖNTEMLERİ İşverenler, işletmede görevlendirilen işyeri sağlık ve güvenlik birimi personelini yani iş sağlığı ve güvenliği profesyonellerini ya kendi bünyesinde bordrolu çalışanı olarak istihdam etmekte ya da OSGB’lerden bu hizmetleri satın alarak yükümlülüklerini yerine getirmektedir. İş sağlığı ve güvenliği yükümlülükleri 6331 sayılı Kanun öncesinde de mevzuatımızda yer aldığından, uzun yıllardır iş sağlığı ve güvenliği profesyonellerini bünyesinde çalıştıran işletmeler, genellikle bu çalışma şeklini devam ettirmektedirler. Bunun nedeni, yıllardır süregelen bilgi birikiminin ve işletmeye ait yerleşmiş iş sağlığı ve güvenliği kültürünün korunarak hizmetin yürütülmesidir. Ülke genelinde iş sağlığı ve güvenliği bilincinin oluşturulması, toplumun bu konularda duyarlılığının artırılması ve mevzuatın etkin olarak uygulanmasının sağlanması, devlet, işçi, işveren ve sendikaların ortak hedefi olmalı ve bu konuda işbirliği devam ettirilmelidir. Buna karşılık, 6331 sayılı Kanun ile iş sağlığı ve güvenliği yükümlülükleriyle ilk kez tanışan işletmelerin, ayrı mesleki ve teknik bilgi gerektiren bu alanda, OSGB’lerin uzmanlığından yararlanmak amacıyla hizmet satın alması söz konusu olabilmektedir. Profesyonel bir kurumla çalışmak, işletmenin değişen düzenlemelerden haberdar olmasını ve gerekli önlemleri zamanında almasını, yasal zorunlulukların gecikmeksizin yerine getirilmesini sağlamaktadır. Riskli ve karışık bir hizmeti dışarıdan almak, işletmelerin kendi uzmanlık alanları dışına odaklanmasının da önüne geçmektedir. Ayrıca, işletmelerdeki işletme körlüğü nedeniyle görülemeyen riskler, dışarıdan bir profesyonel göz tarafından daha iyi tespit edilebilmektedir. SONUÇ OLARAK; Ülkemizde iş sağlığı ve güvenliği kültürünün gelişimi açısından son yıllarda çok önemli adımlar atılmıştır. Sağlıklı ve güvenli çalışma ortamı, iş barışının sürdürülebilmesini ve işyerlerinde verimliliği doğrudan etkilemektedir. Ülke genelinde iş sağlığı ve güvenliği bilincinin oluşturulması, toplumun bu konularda duyarlılığının artırılması ve mevzuatın etkin olarak uygulanmasının sağlanması, devlet, işçi, işveren ve sendikaların ortak hedefi olmalı ve bu konuda işbirliği devam ettirilmelidir. İŞVEREN / Mart - Nisan 2017 37 DÜNYA EKONOMİSİNDE KORUMACILIK EĞİLİMİ 38 İŞVEREN / Mart - Nisan 2017 Ömer ÇELİK Avrupa Birliği Bakanı “TTIP Uzun Süre Gündemde Olmayacak” ABD’nin yeni Başkanı Trump’un beyanları, AB ile ABD arasında sürdürülen TTIP Anlaşması görüşmelerinin geleceği açısından şüpheler yarattı. Bu konudaki muhtemel gelişmeler neler olabilir? Daha önceleri ABD ile AB tarafından, TTIP’in Obama döneminde tamamlanması yönünde gayret sarf edilmiş olsa da, TTIP’in hâlihazırda 2017 yılında tamamlanamayacağı artık netleşmiştir. Geldiğimiz noktada, Amerika Birleşik Devletlerinin yeni Başkanı Trump’ın TTIP’e menfi yaklaşımı ve aynı zamanda Almanya, Fransa gibi bazı AB Üye Ülkelerinde önümüzdeki dönemde gerçekleşecek seçimler nedeniyle müzakerelere doğal bir ara verilmiştir. Buna ilaveten, AB kamuoyunda TTIP konusunda yükselen olumsuz görüşler, politika yapıcılar seviyesinde de gittikçe artmaktadır. Geçtiğimiz aylarda Fransa Devlet Başkanı Hollande ve Başbakanı Valls’in eleştirel yorumlarına ilave olarak, Almanya Başbakan Yardımcısı Sigmar Gabriel ve Fransa Dış Ticaret Bakanı Mathias Fekl’in açıklamaları da bu görüşlerin ciddi boyutlara vardığını göstermiştir. TTIP müzakerelerinin bundan sonraki seyrinin Trump’ın yaklaşımının yanı sıra, Brexit süreci ve Almanya, Fransa gibi bazı AB üye ülkelerinde gerçekleşecek seçimler sonucunda netleşebileceği söylemek mümkündür. Buna ek olarak, ABD, Başkan Trump’ın 23 Ocak 2017 tarihinde TPP TTIP müzakerelerinin bundan sonraki seyrinin Trump’ın yaklaşımının yanı sıra, Brexit süreci ve Almanya, Fransa gibi bazı AB üye ülkelerinde gerçekleşecek seçimler sonucunda netleşebileceği söylemek mümkündür. Ortaklığı’ndan çıkılmasını onaylayan kararı imzalamasıyla Dünya Ekonomisinin %40’ını temsil eden 12 ülkenin 4 Şubat 2016 tarihinde imzaladıkları ancak yürürlüğe henüz girmeyen Anlaşmadan ayrılmıştır. Bu durum, TTIP’in de geleceği hakkında çeşitli öngörülerde bulunmayı mümkün kılmıştır. Dünya GSYİH’sinin % 60’ını, küresel ticaretin ise % 45’ini oluşturmaları sebebiyle, küresel öl- İŞVEREN / Mart - Nisan 2017 39 Dünya GSYİH’sinin % 60’ını, küresel ticaretin ise % 45’ini oluşturmaları sebebiyle, küresel ölçekte teşkil edecekleri ağırlık nedeni ile daha önce birlikte değerlendirilmeleri önem taşıyan TPP ve Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı (TTIP) artık dünya ticaretinin yönünü ve kurallarını yeniden şekillendirecek temeller olarak değerlendirilmek yerine her biri küresel ticarette kapsadıkları alan ve muhteviyata göre tek başlarına değerlendirilmek durumundadırlar. çekte teşkil edecekleri ağırlık nedeni ile daha önce birlikte değerlendirilmeleri önem taşıyan TPP ve Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı (TTIP) artık dünya ticaretinin yönünü ve kurallarını yeniden şekillendirecek temeller olarak değerlendirilmek yerine her biri küresel ticarette kapsadıkları alan ve muhteviyata göre tek başlarına değerlendirilmek durumundadırlar. Dolayısıyla mevcut durumda, 40 İŞVEREN / Mart - Nisan 2017 TPP’nin çok yüksek ihtimal olmasa da bir şekilde ABD’siz devamı imkanı olsa da zaten henüz tamamlanmamış olan ve doğrudan ABD ile AB arasında müzakere edilen TTIP’in Başkan Trump’ın mevcut yaklaşımı nedeniyle gündemden düşmesini ya da en azından uzun bir süre rafa kalkmasını beklemek gerekir. Nitekim, ABD Başkanı Trump’un sıklıkla dile getirdiği, Amerikan sanayiinin korumacı politikalarla güçlendirilmesi yaklaşımı ve Avrupa Komisyonunun Ticaretten Sorumlu Üyesi Cecilia Malmström’ün TTIP’in halihazırda buzdolabına kalktığı ve çözülmesinin zaman alacağı şeklindeki benzetmesi de bu öngörüyü destekler niteliktedir. İlaveten AB’nin TTIP konusunda ABD yönetimini beklerken küresel güç konumunu devam ettirmek adına agresif ticaret politikası gündemi kapsamında çalışmalar yürüttüğü bilinmektedir. Bu kapsamda, AB’nin, özellikle TPP’de yer alan ülkelerle ikili tercihli ticaret anlaşması tamamlanması yönündeki gayretlerine hız vermekte ol- TTIP daha korumacı bir ticari politika izleyen Trump’ın bu tutumu çerçevesinde uzun süre gündemde olmayacaktır. duğu görülmektedir. Sonuç olarak, TTIP daha korumacı bir ticari politika izleyen Trump’ın bu tutumu çerçevesinde uzun süre gündemde olmayacaktır. TTIP sonuçsuz kaldığı takdirde Türkiye’nin bu konuda hangi politikaları uygulaması düşünülmektedir? Ülkemizin her iki tarafla uzun yıllara dayanan stratejik, politik ve ekonomik ortaklık ilişkisi dikkate alındığında, AB ile ABD arasında akdedilecek bir serbest ticaret anlaşmasının önemli sonuçları olması doğal olarak beklenmekteydi. Ayrıca, Gümrük Birliği nedeniyle AB’nin üçüncü ülkelere yönelik uyguladığı tercihli ticaret sistemini üstlenmek zorunda olan ülkemizin, AB’nin halihazırda tercihli ticaret anlaşması TTIP müzakerelerine ara verilen bu dönem aynı zamanda ülkemizin AB ile Gümrük Birliğinin güncellenmesine yönelik müzakerelerin başlayacağı bir döneme de denk gelmektedir. Güncelleme sürecinin Türkiye bakımından önemli unsurlarından birini, ülkemizin AB’nin serbest ticaret anlaşmalarından eş zamanlı olarak yararlanmasını sağlayacak yasal bir hükmün geliştirilmesi oluşturmaktadır. olan üçüncü ülkeler bakımından yaşadığı sıkıntıları, diğer bir ifadeyle ticaret sapmasını ve firmalarımızın rekabet gücünün azalmasını TTIP kapsamında da yaşaması kaçınılmaz olacaktı. Böyle bir durumun önüne geçilebilmesinin yolu ya ABD ile ülkemiz arasında benzer bir ticaret anlaşmasının akdedilmesi ya da AB ile Gümrük Birliği ilişkisi içerisinde olan ülkemizin TTIP’e dahil edilmesiydi. Ancak, TTIP sürecinde ABD yönetimi ülkemiz ile ekonomik ilişkilerin geliştirilmesine olumlu yaklaşsa da önceliğin ülkemiz ile ikili anlaşmadan ziyade AB ile yürütülen TTIP sürecinin tamamlanması olduğu yönünde beyanlarda bulunmuşlardı. Yine aynı süreçte gerek AB gerekse ABD tarafı üçüncü ülkelerin dahlinin ancak “docking” diye adlandırılan ve TTIP’in tamamlanmasını müteakip anlaşma şartlarını üstlenebilecek ülkelerin de bu anlaşmaya taraf olmalarına imkân verecek sistem yoluyla olabileceği şeklinde beyanlar- TTIP’e devam kararı alınması halinde ülkemizin TTIP’e daha hazırlıklı olması sağlanacaktır. TTIP’in başarısız olması durumunda, bu süreçte yürüteceğimiz çalışmalar ve hazırlıklar ABD ile ikili bir anlaşma yapılması yönündeki girişimlerimize katkı sağlayacaktır. da bulunmuşlardı. Gerek müzakereler öncesinde gerekse müzakerelerin sürdüğü dönem boyunca ülkemizin TTIP’e dahlinin önemi muhataplarımıza devamlı olarak aktarılmış, süreç büyük bir hassasiyetle takip edilmiş ve edilmeye devam edilmektedir. TTIP müzakerelerine ara verilen bu dönem aynı zamanda ülkemizin AB ile Gümrük Birliğinin güncellenmesine yönelik müzakerelerin başlayacağı bir döneme de denk gelmektedir. Güncelleme sürecinin Türkiye bakımından önemli unsurlarından birini, ülkemizin AB’nin serbest ticaret anlaşmalarından eş zamanlı olarak yararlanmasını sağlayacak yasal bir hükmün geliştirilmesi oluşturmaktadır. Her ne kadar müzakerelerin henüz başlamadığı bir aşamada bu konuya dair detayların ortaya konması çok mümkün olmasa da, mevcut sorunları çözüme kavuşturulmuş ve kapsamı genişletilmiş Gümrük Birliği ile ülkemizin yeni nesil serbest ticaret anlaşmaları olarak da adlandırılan kapsamlı ticaret anlaşmalarını üstlenme kapasitesi geliştirilmiş olacaktır. Böylelikle TTIP’e devam kararı alınması halinde ülkemizin TTIP’e daha hazırlıklı olması sağlanacaktır. TTIP’in başarısız olması durumunda, bu süreçte yürüteceğimiz çalışmalar ve hazırlıklar ABD ile ikili bir anlaşma yapılması yönündeki girişimlerimize katkı sağlayacaktır. İçinde bulunduğumuz bu dönemde özellikle takip edilmesi gereken bir diğer süreç ise BREXIT ve sonrasında Birleşik Krallık’ın ABD ile tesis edeceği ticari ilişkiler olacaktır. AB ve ABD ile ilişkilerimizin boyutları birbirinden farklı seyretse de ülkelerimiz arasındaki güçlü ticaret bağı ve BREXIT sonrasında da ilişkilerimizi güçlendirme yönündeki kararlılığımız önümüzdeki dönümde Birleşik Krallık ile uluslararası platformlarda da işbirliğini geliştirebilecek yeni imkânlar sunabilecektir. İŞVEREN / Mart - Nisan 2017 41 Nihat ZEYBEKCI Ekonomi Bakanı “Dünyada En Fazla STA Akdetmiş 6’ıncı Ülkeyiz” Dünya ticaretinde geliştiği izlenen korumacılık eğilimlerine karşı Türkiye nasıl bir politika izleyecektir? İthalatın ülke menfaatlerine ve ekonominin yararına olacak şekilde yapılmasını sağlamak, uzun vadede uygulanacak politikalar açısından önem arz etmektedir. Bu kapsamda, ithalatın her aşaması yakından takip edilerek, gerekli görülen incelemeler yapılmakta, ithalata yönelik denetimlerin yapılması sağlanmakta ve ihtiyaç duyulan önlemler etkin şekilde uygulamaya konulmaktadır. Özellikle artan ithalatın ve ithalatın yarattığı haksız rekabetin yerli üretimde neden olduğu zararın bertaraf edilmesi adına, dampinge karşı önlemler ve korunma önlemleri gibi ticaret politikası savunma araçları etkin bir şekilde kullanılmaktadır. Gerek yerli üreticilerin başvurusu üzerine 42 İŞVEREN / Mart - Nisan 2017 gerek res’en başlatılabilen bahse konu önlem uygulamaları ile ithalat baskısı azaltılmakta, yerli üreticilerin rekabet koşullarına uyumu desteklenmekte ve adil rekabet koşullarında faaliyet gösterebilmeleri sağlanmaktadır. Ticaret politikası savunma araçlarının bir ayağını oluşturan dampinge karşı önlem mekanizması ülkemizce etkin bir şekilde kullanılmaktadır. İthalatta Haksız Rekabetin Önlenmesine İlişkin Mevzuatın yürürlüğe girdiği 1989 yılından bu yana 319 adet dampinge ve sübvansiyona karşı önlem alınmıştır. Ülkemiz, Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) verilerine göre 1995–2015 döneminde alınan önlemler itibariyle Hindistan, ABD, AB, Arjantin, Brezilya ve Çin Halk Cumhuriyeti’nden sonra DTÖ üyeleri arasında 7. sırada yer almaktadır. Hâlihazırda 23 ülke menşeli 65 ürün grubunda 127 adet damping ve sübvansiyon önlemi yürürlükte bulunmakta, çok farklı ürün ve sektörlere Özellikle artan ithalatın ve ithalatın yarattığı haksız rekabetin yerli üretimde neden olduğu zararın bertaraf edilmesi adına, dampinge karşı önlemler ve korunma önlemleri gibi ticaret politikası savunma araçları etkin bir şekilde kullanılmaktadır. Gerek yerli üreticilerin başvurusu üzerine gerek res’en başlatılabilen bahse konu önlem uygulamaları ile ithalat baskısı azaltılmakta, yerli üreticilerin rekabet koşullarına uyumu desteklenmekte ve adil rekabet koşullarında faaliyet gösterebilmeleri sağlanmaktadır. yönelik 27 adet damping soruşturması devam etmektedir. Mevcut dampinge karşı önlemlerin sektörlere göre dağılımına bakıldığında özellikle maden metal, tekstil, makine, plastik/kauçuk ve ahşap sanayisinde bir yoğunlaşma olduğu Artan ithalatın yerli üretimde neden olduğu zararın bertaraf edilmesine yönelik bir başka araç ise, korunma önlemleridir. Yerli üretimi bulunan bir eşyanın ithalatının öngörülemeyen bir şekilde aniden artması durumunda, anılan eşya ithalatına karşı ülke ayrımı yapılmaksızın korunma önlemi alınmaktadır. görülmektedir. Önlem uygulanan ülkeler itibariyle bakıldığında ise mevcut önlemlerin çoğunlukla ÇHC (58), Hindistan (10), Tayland (8), Çin Tayvanı (8), Endonezya (8), Malezya (7) ve Vietnam (6)’a yönelik olduğu görülmektedir. Bu önlemlerin yanında, ithalattan kaynaklanan haksız rekabete karşı yerli üretim dalını korumak için alınan damping önlemlerinin etkinliğinin tesisi ve zaafa uğratılmaması için gerekli izleme ve inceleme faaliyetleri titizlikle yürütülmektedir. Bu kapsamda, yürütülen soruşturmalar sonucunda mevcut dampinge karşı önlemin üçüncü ülkeler üzerinden yapılan ithalat ile etkisiz kılınmaya çalışıldığının tespit edilmesi üzerine, dampinge karşı önleme tabi 14 ürün grubunda, 12 farklı ülkeye karşı toplam 28 adet önlemin etkisiz kılınmasına karşı önlem alınmıştır. Hâlihazırda, İspanya, İtalya, Yunanistan ve Tayland menşeli menteşe ithalatına yönelik toplam 4 adet önlemlerin etkisiz kılınmasına karşı soruşturmamız devam etmektedir. Artan ithalatın yerli üretimde neden olduğu zararın bertaraf edilmesine yönelik bir başka araç ise, korunma önlemleridir. Yerli üretimi bulunan bir eşyanın ithalatının öngörülemeyen bir şekilde aniden artması durumunda, anılan eşya ithalatına karşı ülke ayrımı yapılmaksızın korunma önlemi alınmaktadır. Bu çerçevede, duvar kâğıtları ve benzeri duvar kaplamaları ile polietilen tereftalat ürünlerinin ithalatına yönelik olmak üzere, toplam 2 üründe korunma önlemi uygulanmakta olup, şu anda herhangi bir ko- Mevcut dampinge karşı önlemler ve korunma önlemleri uygulamalarına ilaveten, özellikle hassas olduğumuz sektörlerde mevcut önlemlerin etkinliğini artırmak üzere ithalat işlemleri çok yakından izlenmektedir. runma önlemi soruşturması yürütülmemektedir. Mevcut dampinge karşı önlemler ve korunma önlemleri uygulamalarına ilaveten, özellikle hassas olduğumuz sektörlerde mevcut önlemlerin etkinliğini artırmak üzere ithalat işlemleri çok yakından izlenmektedir. Örneğin, tekstil ve konfeksiyon ile ayakkabı ithalatı ülke ayrımı gözetilmeksizin ileriye yönelik kayda alınmak suretiyle izlenmekte ve ithalat işlemleri gerçek zamanlı olarak takip edilebilmektedir. Bu uygulama kapsamında anılan ürünlerin ithalatı, özellikle haksız rekabet şartlarını haiz olanlar olmak üzere, detaylı olarak izlenmektedir. Ayrıca, ithalatında dampinge karşı İŞVEREN / Mart - Nisan 2017 43 21 yıl boyunca Gümrük Birliği’nden sağlanan kazanımların, ülkemiz ile AB arasındaki ticari ve ekonomik ilişkileri derinleştirerek en üst düzeye çıkarılması amacıyla Gümrük Birliği’nin güncellenmesi süreci başlatılmıştır. önlem ve ilave gümrük vergisi uygulanan bazı mensucat eşyası ile ilave gümrük vergisi uygulanan ayakkabıların üçüncü ülkeler menşeli olanlarının, Avrupa Birliği ve Serbest Ticaret Anlaşması yaptığımız ülkeler menşeli olarak beyan edilmek suretiyle ithal edilerek dampinge karşı önlemlerin ve ilave gümrük vergisi uygulamalarının etkisiz kılınmasının önüne geçmek amacıyla, Avrupa Birliği ve Serbest Ticaret Anlaşmamız bulunan ülkelerden yapılan mensucat ve ayakkabı ithalatlarında, ithalatçılardan ürünün üreticisine ilişkin ayrıntılı bilgi talep edilmekte ve ilgili ülkelerde bulunan Ticaret Müşavirliklerimiz/Ataşeliklerimiz aracılığı ile beyan edilen bu üretici bilgilerinin doğrulaması yapılmaktadır. Ülkelerin bize uygulamış olduğu önlemlere bakacak olursak, 2016 yılı rakamları baz alındığında, 1,5 milyar dolarlık ihracatımız, yani toplam ihracatımızın % 1,06’sı bir anti-damping, telafi edici vergi veya korunma önlemi sürecine ya da önlemine tabidir. Globalleşmenin getirdiği çok taraflı platformların dünya ticaretine yeni boyut kazandırma noktasındaki eksikliği, dünya ekonomisi için ciddi zararlar doğurduğu bilinen korumacı hareketleri tetiklemiş, küresel bazdaki yeni arayışlar bölgesel ticaret anlaşmaları şeklinde hayat bulmaya başlamıştır. Bu bağlamda ülke olarak Şu anda dünyada en fazla serbest ticaret anlaşması akdetmiş 6. ülke konumuna gelmiş bulunuyoruz. 44 İŞVEREN / Mart - Nisan 2017 bölgesel entegrasyonların içerisinde en etkin şekilde yer almak temel stratejilerimizden biri haline gelmiştir. Şu anda dünyada en fazla serbest ticaret anlaşması akdetmiş 6. ülke konumuna gelmiş bulunuyoruz. Korumacı eğilimlerin dış ticaretimizi baskıladığı bir gerçektir. Ancak ihracatçılarımızın yeni pazarlara açılım ve bulundukları pazarlardaki derinleşme faaliyetleri vasıtasıyla dış ticaretimize dinamik bir yapı kazandırıyor olmaları, ülke olarak en büyük avantajlarımızdandır. Türkiye olarak küresel ticaretteki payımızı daha üst seviyelere çıkarmayı hedefliyoruz. Bu hedeflere ulaşmak için yeni pazarlara nüfuz etmek ve mevcut pazarlardaki payımızı artırmak üzere katma değer, inovasyon ve teknoloji-yoğun üretim konularına öncelik veriyoruz. Ekonomi Bakanlığı olarak; firmalarımızın ilk ihracatlarından tutun, küresel marka olmalarına kadar uzanan geniş bir yelpaze içinde sunduğumuz desteklerle yenilikçi ve Ar-Ge yoğun yatırımların teşvik edilmesi noktasında da tüm imkânlarımızı seferber etmiş bulunuyoruz. AB - Türkiye Gümrük Birliği Anlaşması’nın gözden geçirilmesi kapsamında yapılan çalışmalar konusunda bilgi verebilir misiniz? Gümrük Birliği, ticaret hacmimizde %43 paya sahip olan AB ile ticari ve ekonomik ilişkilerimizin temelini teşkil etmektedir. 21 yıl boyunca Gümrük Birliği’nden sağlanan kazanımların, ülkemiz ile AB arasındaki ticari ve ekonomik ilişkileri derinleştirerek en üst düzeye çıkarılması amacıyla Gümrük Birliği’nin güncellenmesi süreci başlatılmıştır. Süreç kapsamında, Gümrük Birliği’nde yaşanan sorunların giderilmesi; tarım tavizlerinin karşılıklı olarak geliştirilmesi; tercihli ticari ve ekonomik Komisyon’un müzakere yetkisini almasının ardından, resmi müzakereleri ivedilikle başlatmayı ve mümkün olan en kısa zamanda tamamlamayı hedefliyoruz. ilişkilerin kamu alımları, e-ticaret ve hizmetleri kapsayacak şekilde genişletilmesi konuları müzakere edilecektir. Müzakereler öncesinde, ilgili Kurumlar, Sivil Toplum Kuruluşları ve özel sektör temsilcileriyle, gerek anket çalışmaları gerek bilgilendirme ve istişare toplantıları vasıtasıyla yoğun bir iç hazırlık süreci yürütülmüştür. Ayrıca, Gümrük Birliği’nin güncellenmesinin ülkemiz ekonomisi üzerindeki olası etkilerini ortaya koymak üzere bağımsız bir araştırma kuruluşuna etki analizi çalışması yaptırılmıştır. Çalışma; Gümrük Birliği’nin başarılı bir şekilde güncellenmesi halinde, ülkemizin büyüme oranlarına, ihracatına ve refahına önemli katkı sağlayacağını ortaya koymuştur. Söz konusu çalışmalar neticesinde ülkemiz resmi müzakerelere başlamaya hazırdır. AB tarafında ise Avrupa Komisyonu’nun üye ülkeler adına müzakereleri yürütmek üzere Konsey’den yetki alması gerekmektedir. Bu doğrultuda, 21 Aralık 2016 tarihinde Avrupa Komisyonu Konsey’den yetki alınması sürecini başlatmıştır. Komisyon’un müzakere yetkisini almasının ardından, resmi müzakereleri ivedilikle başlatmayı ve mümkün olan en kısa zamanda tamamlamayı hedefliyoruz. Ülkelerin bize uygulamış olduğu önlemlere bakacak olursak, 2016 yılı rakamları baz alındığında, 1,5 milyar dolarlık ihracatımız, yani toplam ihracatımızın % 1,06’sı bir anti-damping, telafi edici vergi veya korunma önlemi sürecine ya da önlemine tabidir. Roberto Carvalho de AZEVÊDO Dünya Ticaret Örgütü (WTO) Genel Direktörü “Korumacılığa Yönelişe Karşı Tetikte Olmalıyız” Dünya Ticaret Örgütü yeni korumacılık politikalarını nasıl karşılamaktadır? Konuyu kendi Organizasyonunuz açısından ele alabilir misiniz? Gerçek anlamda korumacılığın ortaya çıktığına henüz rastlamadık. Her zaman olduğu gibi, kaygılar için sebepler bulunmakta olup buna rağmen, en kötüsünü varsaymamamız gerekmektedir. Dünya Ticaret Örgütü’nün ticaret alanındaki mevcut küresel kuralları, 2008 Krizi sonrasında korumacılığın ortaya çıkmasını ve 1930’lu yıllarda gördüğümüz zararlı politikaların tekrar yaşanmasını önemli ölçüde önlemiştir. İstihdam ve büyümeye dair endişelerden bahsetmek için korumacılık ile meşru ticari tedbirleri birbirinden ayırt etmek oldukça önemlidir. Dünya Ticaret Örgütü sistemi, üyelerinin gerektiği gibi kullanması ve haksız ticari uygulamalarla baş etmeleri amacıyla bazı araçlar geliştirmiştir. Bununla birlikte, korumacılığa doğru olası bir yönelişe karşı ihtiyatlı ve tetikte olmalıyız. Ayrıca, Dünya Ticaret Örgütü Üyelerinin yeni ticari reformları geliştirmek için beraber çalıştığını da belirtmeliyim. Dünya Ticaret Örgütü’nün Ticaretin Kolaylaştırılması Anlaşması, Şubat 2017’de yürürlüğe girmiştir. Bu Anlaşma, küresel düzeyde ticari maliyeti ortalama %14,3 düşürerek olumlu ekonomik etki yaratan; halen bu yüzyılın en büyük ticaret anlaşması niteliğindedir. Dünya Ticaret Örgütü Üyeleri bu başarıyı daha ileriye taşımaya isteklidir. Dünya Ticaret Örgütü olarak, Aralık ayında Buenos Aires’te gerçekleşecek Bakanlar Konferansımızı planlamaktayız. Konferans için, Üyelerimiz, daha fazla ilerleme kaydedilebilmesini sağlayacak çeşitli konuları gözden geçirmektedir. Son 12 ay içinde, bilhassa özel sektörden oldukça etkileyici düzeyde katılım olduğunu görmekteyiz. Aslına bakılırsa, şu anda ticaret tartışması, Dünya Ticaret Örgütü içinde oldukça canlı bir konudur. Çin’in Dünya Ticaret Örgütü’ne katılımı ile yaşanan gelişim dalgası, yeni korumacılık ile sona eriyor diyebilir miyiz? Çin’in, Dünya Ticaret Örgütü’ne 2001 yılında katılmasından bu yana küresel ekonomi önemli dönüşümler geçirmiştir. Öyle ki, yeni yüzyılın başlangıcından bu yana ileri teknoloji, otomasyon ve iş hayatı uygulamaları alanındaki gelişmeler, dünya gene- linde tedarik zinciri ve işbölümünde kayda değer büyümeye yol açmıştır. Dünyada çok daha fazla aktör, ülke, girişimci ve yeni işkolları görmekteyiz. Bu durum çok olumludur ancak, hem yeni zorlukları, hem de yeni fırsatları beraberinde getirmektedir. Küreselleşmeye ilişkin derin, gerçek ve haklı kaygılar vardır. Küreselleşmenin faydalarını yaygınlaştırmak için yeterince çalışılmamış, kayıpları olanlara hedefli destekler sağlanmamıştır. Artan uluslararası rekabetin, bazı ülkelerin kimi sektörlerinde istihdam kayıplarına yol açtığı doğrudur. Buna rağmen, teknolojinin istihdam ve üretim alanındaki etkisi burada çok daha önemli bir faktördür. Araştırmalar, iş kayıplarının yüzde 80’ninin teknoloji ve inovasyona bağlı olduğunu ileri sürmektedir. Korumacılığa dönmek, kaybedilen işleri geri getirmeyecek; sadece daha yüksek fiyatlar ve daha düşük satınalma gücü yoluyla ekonomiye zarar verecektir. Çözüm ise insana yatırımdır. İhtiyacımız olanlar; insanların kendi ayakları üzerinde durabilmeleri için ücret desteği sağlayan sosyal programlar ve gelecekteki işlere yönelik beceriler geliştirmeyi mümkün kılan eğitim programlarıdır. İŞVEREN / Mart - Nisan 2017 45 Christian BERGER Avrupa Birliği Türkiye Delegasyonu Başkanı “Adil ve Şeffaf Bir Ticaret Politikasına İnanıyoruz” Halen hazırlık çalışmaları yürütülen Gümrük Birliği’ni gözden geçirmeye yönelik olarak AB’nin beklentisi nedir? Gümrük Birliği’ni güncelleyerek ve iki taraflı imtiyazlı ticari ilişkinin kapsamını genişleterek, Avrupa Birliği - Türkiye ticaret ilişkilerinin ortak ekonomik çıkarlar temelinde yenilenmesi, öncelik teşkil etmektedir. Avrupa Birliği Komisyonu tarafından 2016 yılında yapılan Etki Değerlendirmesi, Gümrük Birliği’nin yenilenmesinin hem AB, hem de Türkiye için yararlı olacağını göstermiştir. (Türkiye AB’nin en büyük beşinci ticaret ortağı konumundadır. AB de Türkiye’nin en önemli ticari ortağı ve en önemli doğrudan yabancı yatırım kaynağıdır.) Bu bağlamda Komisyon, AB-Türkiye Gümrük Birliği’nin güncellenmesi konusunda müzakerelere başlamak için Konsey’den 21 Aralık 2016 tarihinde yetki talep etmiş olup, Konsey’de ve Avrupa Parlamentosu’nda belirtilen kapsamdaki görüşmeler halen devam etmektedir. Yeni korumacılık eğiliminin güçlenmeye başladığı bir dönemde AB’nin genişleme politikası artık sona mı erdi? Kısa yanıt olarak “Hayır”. Uzun yanıt 46 İŞVEREN / Mart - Nisan 2017 ise; Avrupa projesi hiçbir zaman korumacılığı desteklememiştir. Tam aksine, en başından itibaren Avrupa projesi dayanışma, demokrasi ve hukukun üstünlüğü üzerine kurulmuştur ve bu değerler hala Avrupa Birliği’nin merkezinde yer almaktadır. Arttığı tartışılır olan korumacılık eğilimlerinden bağımsız olarak, AB içinde değerlerimizi gözeten, AB dışında teşvik edeceğimiz adil ve şeffaf bir ticaret politikasına inanıyoruz. AB - Türkiye Gümrük Birliği’nin yakında oluşturulacak modernizasyonu, söz konusu ilkelerimizle bağdaşan çabalarımızın mükemmel bir örneği olacaktır. AB Genişlemesi, AB’yi küresel bir aktör olarak güçlendiren temel direklerden biridir. Genişleme süreci, başvuran ülkeleri katılım kriterleri doğrultusunda güçlendirmek ve modernleşmelerini siyasi ve ekonomik reformlarla desteklemeye yardımcı olmak için vazgeçilmez bir araç olarak kalmaya devam etmektedir. “Önce temel esaslar” ilkesine daimi bağlılık, genişleme ülkeleri için zorunlu olmayı sürdürmektedir. Komisyon hukukun üstünlüğü, güvenlik dahil temel haklar, demokratik kurumlar, kamu yönetimi reformu, ekonomik büyüme ve rekabetçilik konularında gösterilen çabalara odaklanmaya devam edecektir. AB Türkiye ile müzakereleri daha ne kadar sürüncemede bırakmayı düşünüyor? Bu sürüncemede bırakma meselesi değildir; kabul süreci iki yönlü bir süreçtir ve AB, belirli kurallar çerçevesinde yönetilen uluslarüstü bir teşkilata üyelik sunmaktadır. Aday ülke, anılan kuralları kabul edip mevzuatını buna uygun olarak düzenlemeyi taahhüt eder. Türkiye’nin durumunda ise diğer hususlarla birlikte, Türkiye ekonomisini de geliştiren önemli ilerlemeler kaydedilmiştir. Geçtiğimiz Aralık ayında Genel İşler Konseyi, üyelik sürecinin açık uçlu olduğunu hatırlatarak, Türkiye’nin ilgili mevzuatı uygulamak için adımlar atması da dahil olmak üzere Birliğe uyum çabalarını sürdürmesi için teşvik edici bir yaklaşımda bulunmuştur. Konsey ayrıca mevcut koşullarda yeni bir fasıl açılmasının düşünülmediğini not etmiştir. Her iki tarafın çıkarları ve AB-Türkiye ilişkilerinin yararı bakımından, küreselleşmenin getirdiği zorluklar kadar, güvenlik riskleri ile de başa çıkmaya çalışan tarafların birbirine ihtiyaç duyduğu böyle bir dönemde sorunların üstesinden gelineceğine ve müzakerelerin kaldığı yerden devam edeceğine inanıyorum. Mehmet BÜYÜKEKŞİ Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM) Yönetim Kurulu Başkanı Dünyada Korumacılık Eğilimi ve Umut Vaad Eden 2017 Yılı 2016 yılında tıpkı 2015’teki gibi küresel ticaret dolar bazında daralmaya devam etti. Aynı zamanda miktar bazında da, 2009 yılı hariç son 15 yılın en düşük büyümesini yaşadı. Ayrıca, DTÖ verilerini incelediğimizde 20112015 yılları arasında mal ihracatının değerinin yüzde on oranında azalmış olduğunu görüyoruz. Meydana gelen bu düşüş, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki dört yıllık periyotlar arasındaki en büyük düşüş olarak kaydedildi. Bu daralmanın sebeplerine baktığımızda; gelişmiş ülkelerdeki zayıf ekonomik performans, gelişmekte olan ülke ekonomilerindeki yavaşlama, emtia fiyatlarındaki düşüş ve azalan yatırımlar karşımıza çıkıyor. Ancak, bu resesyonun altında yatan ana nedenlerden biri ise korumacılık. Yapılan çalışmalar, 2009 yılından beri dünyada, hemen hemen yarısı Çin’i hedef alan, yaklaşık yedi bin korumacı düzenlemenin yürürlüğe girdiğini gösteriyor. IMF’nin raporunda ise, yine 2008 yılından bu yana tarife indirimlerinin minimal seviyede kaldığı; 1986 ile 1995 arasında her sene yaklaşık yüzde 1 olan indirimlerin, bunu takip eden 13 yılda yüzde 0,5’er olarak gerçekleştiğini söylüyor. Yalnızca dış ticarette değil ekonominin diğer alanlarında da benzer uygulamaların hüküm sürdüğünü görüyoruz. IMF raporlarına göre, 1990’larda ve 2000’li yılların başlarında çokuluslu şirketlerin yaygınlaştırdığı küresel tedarik zincirleri, son yıllarda yerini yerelleşmeye bıraktı. Dünya Bankası da küresel tedarik zincirlerinin büyümesinin 2011 yılından itibaren son bulduğunu belirtiyor. Küresel ticaretteki daralmanın sebeplerine baktığımızda; gelişmiş ülkelerdeki zayıf ekonomik performans, gelişmekte olan ülke ekonomilerindeki yavaşlama, emtia fiyatlarındaki düşüş ve azalan yatırımlar karşımıza çıkıyor. Bununla birlikte, korumacılık eğilimlerinin yalnızca ekonomi ve ticarette değil maalesef siyasi ve toplumsal ilişkilerde de yansımalarını görmek hepimizi kaygılandırıyor. Amerika ve Batı Avrupa’ya yönelik göç, bu ülkelerin vatandaşları tarafından ciddi ve güçlü bir muhalefet ile karşılanıyor. Özellikle, ABD’de başkanlık seçim kampanyaları boyunca Trump tarafından korumacılık vaat eden söylemler tüm dünyanın gündemine oturdu. Yine Avrupa’da, Suriye krizinin doğal İŞVEREN / Mart - Nisan 2017 47 Korumacılık eğilimlerinin yalnızca ekonomi ve ticarette değil maalesef siyasi ve toplumsal ilişkilerde de yansımalarını görmek hepimizi kaygılandırıyor. bir sonucu olan mülteci krizi neticesinde, iyice gün yüzüne çıkan abartılı açıklamalar da tüm dünyayı tedirgin edici nitelikte. Örneğin Fransa’da uzun yıllardır milliyetçi söylemleriyle tanınan ve 23 Nisan Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ilk turunda sandıktan birinci çıkmasına kesin gözle bakılan Le Pen, birkaç hafta önce küreselleşmeyi savunanları yenilgiye uğratmanın vaktinin geldiğini belirten açıklamalar yaptı. Ancak, Mart ayında Almanya’nın ev sahipliğinde gerçekleşen G-20 Maliye Bakanları Zirvesi’nin sonuç bildirgesinde Ticarette korumacılık söyleminin yer almaması bizleri memnun etti. Yeri gelmişken, F. Bastiat’ın bu konuda söylediği bir sözü hatırlatmak isterim; “Malların geçmesine izin verilmeyen sınırlardan askerler geçer.” Hakikaten tarihe baktığımızda bu ifadenin ne denli gerçek olduğunu görüyoruz. 48 İŞVEREN / Mart - Nisan 2017 Son dönemlerde her ne kadar popülist söylemlerle korumacılığın gerekliliği savunulsa da, korumacılık ile ülke ekonomilerinin rekabet gücü daha yüksek bir hale gelmesi söz konusu değil. Eğer dünyadaki korumacılık artarsa özellikle az gelişmiş ülkeler teknolojide geri, dünya pazarlarında rekabet edemeyen, kalite ve fiyatta daha üstün pozisyon elde etmek yerine kendini korumak için kaynak harcamaya başlayan bir yapıya bürüneceklerdir. Tüketiciler ise kalitesiz malı daha yüksek fiyatlara satın almak zorunda kalacak ve bunun sonucunda refah düzeyi düşük bir ekonomi meydana gelecektir. Biz, bu yüzden korumacılığı değil bilakis ticaretin önündeki engellerin kaldırılmasını savunuyor, bu yönde atılan adımları da destekliyoruz. Örneğin, geçtiğimiz Şubat ayında yürürlüğe giren Ticaretin Kolaylaştırılması Anlaşması’nı son derece önemli buluyoruz. ABD, Avrupa Birliği, Çin gibi dünyanın önde gelen ekonomilerinin de dahil olduğu bu anlaşmanın dünya genelinde ticaret masraflarını %14 civarında azaltması ve küresel ticarete yılda 1 trilyon dolarlık bir katkı sağla- korumacılığı değil bilakis ticaretin önündeki engellerin kaldırılmasını savunuyor, bu yönde atılan adımları da destekliyoruz. ması öngörülüyor. Türkiye’nin de Ticaretin Kolaylaştırılması Anlaşması’na taraf olması ile birlikte geçtiğimiz aylarda, Gümrük ve Ticaret Bakanlığı ile Ekonomi Bakanlığı Müsteşarları eş başkanlığında Ticaretin Kolaylaştırılması Kurulu kuruldu. Meclisimizin de yer aldığı bu kurulun Türkiye’de ticaretin önündeki engellerin azaltılmasına yönelik önlemleri hızlı bir şekilde ele alarak ülkemizin uluslararası rekabetçilikte elini güçlendirecek adımlara imza atacağına inanıyoruz. 2017 yılı beklentilerimize gelirsek; bu yıla daha umut verici gelişmeler ile girdiğimizi belirtmeliyim. 2017 yılı ilk çeyrek döneminde küresel ekonomide dengeli bir toparlanma yaşanırken; dünya mal ticaretinin yılın ilk iki ayında miktar ve değer olarak 2 yılın ardından yüzde 9,2 oranında büyüdüğünü, hemen tüm ülkelerde ihracatta önemli artışlar yaşanmaya başladığını görüyoruz. 2017 yılına yaşanan bu olumlu başlangıç ülkemiz için de geçerli oldu. 2017 yılına ihracatta yüksek bir artış oranıyla başlamıştık. Mart ayında bu artış oranı çok daha yukarılara çıkmış oldu. Böylelikle ilk 3 aydaki ihracat artışımız yüzde 6,7 oldu. Atılım yılı ilan ettiğimiz 2017 yılında dünya ekonomisindeki toparlanma ile birlikte Hükümetimizin ihracatçılara verdiği desteklerin de etkisiyle ihracatımızdaki yükselişin devam etmesini bekliyoruz. Verilere baktığımızda daha fazla genele yayılan ve gittikçe hızlanan bir ihracat yapısına kavuştuğumuzu görmek de bizleri memnun ediyor. Türkiye İhracatçılar Meclisi olarak bizler, ülkemizi dünya ticaretinde daha iyi yerlere getirmek adına var gücümüzle çalışıyoruz. İhracatçılarımızı uluslararası alanda temsil etmek için tüm imkânlarımızı seferber ediyoruz. Halihazırda 3,1 milyon kişiye istihdam sağlayan 67 bin ihracatçının temsilcisi olarak, küresel rekabet edebilirliğimizi yükseltmek ve dünya ticaretinde daha büyük pay sahibi olmak için ülkemizin tanıtımına ve bilinirliğine yönelik önemli adımlar atıyoruz. TİM ile özdeşleşen Türkiye İnovasyon Haftası, İnovaLİG, İnovaTİM, TİM Akademi, TİM-TEB Girişim Evleri ve diğer pek çok etkinliğimize yenilerini eklemeye devam ediyoruz. Ülkemizde yüksek katma değerli üretimin ve bilincin yaygınlaştırılması amacıyla 2016 yılında ilk kez gerçekleştirdiğimiz “İNOSUİTİnovasyon Odaklı Mentörlük Projesi”, “Türkiye’nin 500 Büyük Hizmet İhracatçı Firması Araştırması”, “Türkiye İhracat Zirvesi” ve “Türkiye Tasarım Haftası” etkinliklerimizi ise her yıl düzenleyerek gelenekselleştireceğiz. Yine, ihracatçılarımızın dünyada ayak değmedik yer bırakmamaları için hedef ve alternatif pazarlara yönelik tanıtım ve algı kampanyaları yürütüyoruz. Hepinizin bildiği gibi, Ekonomi Bakanlığımızın himayesinde “TurkeyDiscover the Potential/Türkiye-Gücünü ve Potansiyelini Keşfet” sloganıyla 2014 yılında “Türkiye Markası”nı oluşturduk. Bu çalışmamızla ülkemizin elde ettiği başarıların ve gelecek vizyonunun en doğru biçimde dünyaya tanıtılmasına yönelik faaliyetler gerçekleştiriyoruz. Benzer düşüncelerden hareketle, Ekonomi Bakanlığımız öncülüğünde, Meclisimiz koordinasyonu ve Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği işbirliği ile Türkiye İmaj Kampanyası’nı devreye soktuk. Ülkemizi hak ettiği ve gerçeklere dayalı algılama seviyesine ulaştırmak üzere farklı bir metodoloji izleyerek uluslararası bir iletişim kampanyasını hayata geçirdik. Bu kampanya ile ilk etapta hedef 7 ülkede “Yabancı dostlarımızın gözünden, kalbinden ve dilinden” Türkiye’yi anlatacağız. Yine, ihracatçı birliklerimizle beraber ürünlerimizin bilinilirliğini artırmak üzere sürekli yeni projeler ve tanıtım faaliyetleri gerçekleştiriyoruz. Yine bu sene hayata geçirdiğimiz Atılım yılı ilan ettiğimiz 2017 yılında dünya ekonomisindeki toparlanma ile birlikte Hükümetimizin ihracatçılara verdiği desteklerin de etkisiyle ihracatımızdaki yükselişin devam etmesini bekliyoruz. “Türk İhraç Ürünleri Marka Algı Araştırması” projemizin hazırlıkları devam ediyor. Ülkemiz tanıtımına önemli katkı sunacak Türk Ticaret Merkezleri’nde (TTM) ise artık açılış aşamasına ulaştık. Geçtiğimiz ay İran, Dubai, New York ve Chicago TTM’lerinin ön açılışını yaptık, önümüzdeki günlerde de resmi açılışını yapmayı planlıyoruz. Şu anda bu TTM’lerimiz faaliyetlerini sürdürüyor. Ayrıca önümüzdeki aylarda Londra TTM’mizi açacağız. Türkiye İhracatçılar Meclisi olarak, ülkemizin daha zengin, refah seviyesi yüksek, dinamik ve bir ülke olarak dünya liginde daha üst sıralarda yer alması için serbest ticaretin öneminin bilincinde bir kurum olarak ülkemizin 2023 hedeflerine yakınlaşması adına hizmet etmekten büyük mutluluk duyuyoruz. İŞVEREN / Mart - Nisan 2017 49 Ömer Cihad VARDAN Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu (DEİK) Yönetim Kurulu Başkanı “Bir Yanda Küresel Ekonominin Kuralları Yeniden Belirlenirken, Diğer Yanda Korumacı Politikalar Gün Geçtikçe Küreselleşiyor” Küreselleşme ve hareketliliği hızla artan sermaye ile beraber son 10 yılda ülkelerin büyük bir hızla ekonomide korumacı politikaları arttırdığına şahit oluyoruz. Korumacı politikalardaki artışta elbette yaşanan küresel ekonomik krizlerin büyük rolü var; ancak korumacı önlemlerin sadece az gelişmiş ülkeler tarafından değil, gelişmiş ülkeler tarafından da uygulandığına dikkat çekmek lazım. Örneğin Avrupa Komisyonu tarafından Haziran 2016 tarihinde yayımlanan “Dünya Ticaret ve Yatırım Engelleri ve Korumacı Trendler” başlıklı rapora göre, bir çok ‘gelişmiş ülke’ seviyesinde bulunan Avrupa Birliği ülkelerinin 2008 yılından bu yana küresel ticareti sınırlamaya dönük 700’ün üzerinde önlem aldığı ifade ediliyor. Aynı raporda Haziran 2014 50 İŞVEREN / Mart - Nisan 2017 ve Aralık 2015 dönemini kapsayan 18 ayda, 200’ün üzerinde ticareti ve yatırımları kısıtlayan tedbirin küresel düzeyde kabul edildiğine dikkat çekiliyor. Bu dönemde uygulamaya alınan önlemlere ise Çin, Rusya, Endoneyza ve Hindistan gibi gelişmekte olan piyasa ekonomileri tarafından başvurulduğu hatırlatılıyor. Görüldüğü üzere korumacı politikalar sadece az gelişmiş veya gelişmekte olan piyasaların değil, neredeyse tüm ekonomilerin de hızla başvurduğu bir yöntem haline geldi. Bu politikalar en basit haliyle kendilerini ‘yerli malı kullanımını’ teşvik olarak gösteriyor. Ayrıca muhtelif ekonomik teşvik paketleri ile farklı sektörlere ithalatı kısıtlama tedbirleri getiriliyor. Güvenlik açısından risk taşıyan ürünlere yöne- Görüldüğü üzere korumacı politikalar sadece az gelişmiş veya gelişmekte olan piyasaların değil, neredeyse tüm ekonomilerin de hızla başvurduğu bir yöntem haline geldi. Bu politikalar en basit haliyle kendilerini ‘yerli malı kullanımını’ teşvik olarak gösteriyor. Ayrıca muhtelif ekonomik teşvik paketleri ile farklı sektörlere ithalatı kısıtlama tedbirleri getiriliyor. lik önlemler ve ithal üründe standartların sürekli olarak yükseltilmesi de, sıklıkla karşılaşılan ve farklı ülkeler tarafından başvurulan korumacılık yöntemlerinden. 2008 yılında dönemin Fransa Cumhurbaşkanı Nicholas Sarkozy, Fransız otomotiv şirketlerine hükümetin vermeyi öngördüğü mali destek karşılığında, bu şirketlerin başka ülkelerdeki ve özellikle Orta ve Doğu Avrupa’daki fabrikalarını kapatıp Fransa’ya taşımalarını şart koşarak, devlet eliyle yürütülen korumacılık tedbirlerine de ön ayak olmuştu. Bu şekilde bir yanda küresel ekonominin kuralları yeniden yazılıyor; diğer tarafta ise korumacı politikalar gün geçtikçe küreselleşiyor. Bu noktada son 15 yıldaki ekonomik gelişmesi ve ilerlemesiyle birçok ülkenin radarında bulunan Türkiye de, hızla artan korumacılıktan nasibini alıyor. Örneğin ihracatçılarımız, Türkiye gibi aynı kulvarda koşan gelişmekte olan ülkelere ihracat yaparken büyük sıkıntılar çekmek zorunda kalıyor. Bu ülkelere ham madde, makine veya yedek parça ihraç etmek isteyen firmalarımız, yüksek gümrük vergileri ile karşı karşıya kalıyor. Ancak aynı ülkelerin firmaları, Türkiye’ye mal satarken aynı gümrük duvarı ile karşılaşmıyor; bu da ekonomiler arasında haksız rekabetin oluşmasına ve hatta artmasına sebebiyet veriyor. Giderek artan korumacılık önlemlerine karşı Türkiye’nin de kendi pozisyonunu belirlemesi ve belirlenen yeni kurallar çerçevesinde hareket etmesi gerektiğine inanıyorum. Belli sektörlerde ve alanlarda ise Türkiye’nin kuralları takip eden değil, oyunun kurallarını belirleyen ülke olması gerekiyor. Bu noktada Türkiye’nin bir süreden beri hız verdiği ve farklı ülkelerle yürüttüğü serbest ticaret anlaşması müzakereleri bizim açımızdan çok önemli. Zaten bu çerçevede Ekonomi Bakanlığımız bünyesinde önemli bir bilgi ve yetenek kapasitesi de oluştu. Hiç şüphesiz bizlerin yapması gereken sayıları giderek artan ikili ve bölgesel serbest ticaret anlaşmalarına hız vermek ve bu alanda diğer ülkelerin gerisinde kalmamaktır. Bu noktada özellikle Türkiye- Avrupa Birliği Gümrük Birliğinin güncellenmesi ve derinleştirilmesi sürecine ayrı bir parantez açmakta fayda var. Bilindiği üzere 2016 yılında 20’nci Giderek artan korumacılık önlemlerine karşı Türkiye’nin de kendi pozisyonunu belirlemesi ve belirlenen yeni kurallar çerçevesinde hareket etmesi gerektiğine inanıyorum. Belli sektörlerde ve alanlarda ise Türkiye’nin kuralları takip eden değil, oyunun kurallarını belirleyen ülke olması gerekiyor. yılın geride bıraktığımız Türkiye- Avrupa Birliği Gümrük Birliği ilişkisi, çok uzun bir süredir yarattığı sorunlar ve asimetri sebebiyle taraflar ve özel sektör tarafından eleştiriliyordu. Bu çerçevede 2015 yılında Ekonomi Bakanlığımız tarafından ilk adımı atılan süreci, bizler de DEİK olarak yakinen takip ediyoruz. Bugün geldiğimiz konum itibariyle taraflar, müzakerelere hazır durumda. Hiç şüphesiz en büyük ticaret ortağımız Avrupa Birliği ile küresel trendleri de dikkate alır şekilde yenilenecek, güncellenecek ve derinleştirilecek bu süreç, ülkemizin ekonomisi için önemli bir adım olacaktır. İŞVEREN / Mart - Nisan 2017 51 Ayhan ZEYTİNOĞLU İktisadi Kalkınma Vakfı (İKV) Yönetim Kurulu Başkanı “Gümrük Birliği’nin Güncellenmesi Müzakerelerinde İş Dünyası Sürece Katılmalı” Türkiye-AB Gümrük Birliği Süreci Korumacılık Rüzgarlarından Nasıl Etkilenecek? Son günlerde sorunlar ve krizlerle seyreden Türkiye-AB ilişkilerinde 2017’de hız kazanması beklenen önemli bir konu var. O da gümrük birliğinin güncellenmesi süreci. TürkiyeAB Ortaklık Konseyi’nin 1/95 sayılı kararı ile başlayan ve 1996 yılından beri uygulamada olan gümrük birliğine ilişkin bazı yapısal ve pratik sorunların çözümü bu sürecin önemli bir gündem maddesini oluşturuyor. Bunun yanında, sadece sanayi ürünlerini kapsayan gümrük birliğinin, AB ile ticari ilişkilerin geliştirilmesi suretiyle yeni alanlara genişletilmesi de öngörülüyor. Gümrük birliğine ilişkin sorunların çözümlenmesi derken özellikle üzerinde durduğumuz konuları şunlar oluşturuyor: 1. AB’nin imzaladığı serbest ticaret anlaşmalarına Türkiye’nin taraf olması veya bu anlaşmaların AB 52 İŞVEREN / Mart - Nisan 2017 ile söz konusu üçüncü ülkeler ile müzakere edilirken, Türkiye ile de müzakere edilmesi ve aynı anda yürürlüğe girmesinin sağlanması 2. AB ortak ticaret politikasının karar alma süreçlerinde Türkiye’nin temsili, AB’nin ticaret komiteleri, ilgili konsey toplantıları gibi platformlarında Türkiye’nin gözlemci olarak bulunması ve görüşlerinin alınması 3. Taraflar arasında sorun yaratan konuların çözüme kavuşturulması için uyuşmazlıkların çözümü mekanizmalarının geliştirilmesi 4. İki taraf arasında mal ticaretinde tarife dışı bir engel oluşturan kamyon kotaları sorununun çözümü 5. Taraflarca gümrük vergisi ve kota uygulamalarının dışında kalan ticareti kısıtlayıcı tarife dışı engellerin kaldırılması 6. Gümrük birliği içinde mallar serbest dolaşırken, o malları üreten ya da satışını yapan sanayici ve tüc- Avrupa Komisyonunun yaptırmış olduğu etki analizi çalışmasına göre gümrük birliğinin güncellenmesi süreci sonucunda Türkiye’nin GSYİH’nın % 1,44 oranında, Ekonomi Bakanlığının etki analizine göre ise %1,90 oranında artması beklenmektedir. carın AB’ye girerken vize engeli ile karşılaşmasının Türkiye açısından kabul edilemez olduğu dikkate alınarak, vize uygulamasının kaldırılması için vize serbestliği sürecinin sonuçlandırılması Gümrük Birliği’nin yeni alanlara genişletilmesi hedefi ise, sanayi mallarının yanında, tarım ürünleri, hizmet sektörleri ve kamu alımları piyasalarında da karşılıklı liberalizasyonun gerçekleştirilmesini ifade etmektedir. Türkiye’nin gayrı safi hasılasının yaklaşık %70’ini oluşturan hizmetler sektöründe AB ve Türkiye arasında karşılıklı açılımın sağlanması özellikle Dünya genelinde korumacılık trendinin arkasında yatan nedenlere baktığımızda çevreci ve sosyal endişelerin yanında, yatırımların gelişmekte olan ülkelere kayması ve ucuz emeğe dayanan sektörlerde özellikle Çin ve Hindistan gibi Asya ülkelerinin giderek pazar paylarını artırmaları karşısında istihdam kaybı endişesi ve yerli sanayinin yok olacağı endişeleri gelmektedir. Ancak korumacı önlemlerle de özellikle gelişmiş ülkelerin pazarlarını korumalarının mümkün olmayacağı görülmektedir. Özellikle ABD ve AB gibi piyasalarda tüketici talebini karşılamak, üretimde kullanılan girdileri temin etmek, daha kaliteli ve uygun fiyatlı ürünler sunabilmek ve sanayi içi ticarette üretim zincirlerinin bir parçası olarak kalabilmek serbest ticaret politikalarının devamına bağlıdır. turizm, taşımacılık ve inşaat gibi sektörlerimiz açısından önemli fırsatlar barındırmaktadır. Hizmetler sektörünün Türkiye’nin toplam ihracatındaki katma değeri yüzde 42 civarındadır. Türkiye, küresel hizmet ticareti sıralamasında ihracat verilerine göre 16’ncı; ithalat verilerine göre ise 23’üncü sırada yer almaktadır. Bu açıdan, hizmetler sektörünün gümrük birliği kapsamına alınmasının olumlu sonuçlar doğurması öngörülmektedir. Hizmet ticaretinde AB ve Türkiye arasında karşılıklı açılıma gidilmesi ise AB ile hizmetler alanında Pazar bütünleşmesinin sağlanması, gerçek kişilerin hizmet sunma amacıyla geçici dolaşımı ve yerleşmesinin önündeki engellerin kaldırılması, karayollarında kamyonlara uygulanana kota meselesinin halli gibi hedefleri içermektedir. Bunun mümkün olabilmesi içinse, Türkiye’nin AB’de regüle eden sektörler açısından mevzuat uyumunu geliştirmesi, AB’nin mesleki yeterlik çerçevesine uyum sağlanması ve kurulum-vatandaşlık şartının kaldırılması gibi önlemlerin alınmasını gerektirmektedir. Tarım ise Türkiye’nin önemli potansiyelinin yanında yapısal ve kronik sorunlarının da bulunduğu bir alandır. Türkiye 190 ülkeye tarımsal ürün satmakta olup, tarımın toplam ihracat içindeki payı %11,4, ithalattaki payı ise % 5,1 olarak kaydedilmektedir. Tarımsal dış ticaret fazlamız 5,6 milyar dolardır. Bu alanda, AB ile karşılıklı açılımın sağlanması aynı zamanda Türkiye’nin AB’nin veterinerlik ve bitki sağlığı alanındaki standartlarına uyum sağlanması ve rekabetçiliğin artırılması amacıyla politika önlemlerinin alınmasını gerektirecektir. Bu süreçte Türkiye özellikle taze meyve sebzede giriş fiyatı uygulaması muafiyeti, zeytinyağı, fındık, üzüm ve işlenmiş tarım ürünleri açılımı gibi hedeflerle yola çıkarken, AB’nin beklentisi canlı hayvan, et, süt ürünleri, yağlı tohumlar, hububat, işlenmiş tarım ürünlerinde açılım sağlanması yönündedir. Kamu alımlarında gümrük birliğinin güncellenme sürecinin hedefi, uygulanacak ortak kuralların tesis edilmesi ve ulusal muamele temelinde pazar açılımı, offset ve fiyat avantajının kaldırılması, karşılıklı piyasalara tam erişim sağlanması olarak özetlenebilir. Bu alanda AB ve Türkiye pazarlarının karşılıklı olarak açılması kamu alımları ihalelerine AB firmalarının da girmesine, açıklık şeffaflık, eşit muamele ve rekabet açısından AB mevzuatına uyum sağlanmasına önayak olacaktır. İŞVEREN / Mart - Nisan 2017 53 Gümrük birliğinde yaşanan sorunların çözümlenmesi ve karşılıklı liberalizasyonun tarım, hizmetler ve kamu alımlarını kapsayacak şekilde genişletilmesi süreci özellikle iş dünyasını yakından ilgilendirmektedir. Avrupa Komisyonunun yaptırmış olduğu etki analizi çalışmasına göre gümrük birliğinin güncellenmesi süreci sonucunda Türkiye’nin GSYİH’nın % 1,44 oranında, Ekonomi Bakanlığının etki analizine göre ise %1,90 oranında artması beklenmektedir. Bu oranların, ele alınan senaryolar arasında gümrük birliğindeki tüm sorunların çözümlenmesi, Türkiye’nin AB STA’larına uyum sağlaması ve gümrük birliğinin kapsamına yukarıda sayılan alanların girmesi halinde gerçekleşmesi öngörülmektedir. Gümrük birliğinin olduğu gibi kalması ya da bir STA’ya dönüştürülmesi gibi hallerde ise gelir kaybı yaşanması beklenmektedir. Kuşkusuz ki gümrük birliği kapsamına girmesi öngörülen tarım, hizmetler gibi sektörler, birbirinden son derece farklı alt sektörlerden oluşmaktadır ve karşılıklı açılımını etkisi her bir sektör için farklı sonuçlar doğuracaktır. Örneğin Türkiye taze meyve ve sebze gibi ürün gruplarında AB’ye açılımdan olumlu etkilenirken, bazı ürün gruplarında AB üreticileri avantaj sahibi olacaktır. Bu sürecin karşılıklı tavizler vererek ilerlediği unutulmamalı ve eğer AB pazarında daha fazla mal ve hizmet satmak ve ticaretimizi geliştirmek istiyorsak, AB tarafında da karşılıklı açılımın sağlanması gerektiği dikkate alınmalıdır. Dünya Ticaretinde Korumacılık Eğilimleri Gümrük Birliği Sürecini Nasıl Etkiler? AB ile girmekte olduğumuz bu süreç karşılıklı olarak bir serbestleşme getirecek ve pazara erişim açısından iki tarafa da imkanlar sunacaktır. Rekabet gücünü geliştirebilen, daha fazla, kali- 54 İŞVEREN / Mart - Nisan 2017 teli ve uygun fiyatlarda üretebilen ve hizmet sunabilen bu sürecin kazananı olacaktır. Öte yandan, bir süredir, dünya ticaretinde korumacılık eğilimleri iyice su yüzüne çıkmıştır. Dünya Ticaret Örgütü çerçevesindeki çok taraflı ticaret müzakereleri 2001’deki Doha Turu sonrasında çıkmaza girmiş ve dünya ticaretini çok taraflı eksende daha serbestleştirmek mümkün olamamıştır. Bunun sonucunda, AB ve ABD gibi dünya ticaretinin önde gelen aktörleri bölgesel ve ikili anlaşmalar yoluyla ticaret politikalarına yön vermeyi seçmiş ve bu yöntemle dünya pazarlarındaki paylarını artırmayı hedeflemiştir. Ancak bu devrin de sonu gelmiş, özellikle Trans Atlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı (TTIP) müzakereleri gerek ABD’de gerekse AB’de önemli tartışmalara neden olmuştur. Çevre standartlarından, GDO’lu ürün ticaretine, görsel işitsel pazarın açılmasındaki hassasiyetlerden, anlaşmazlıkların çözümü mekanizmalarına kadar müzakerelerin pek çok unsuru üzerinde uzlaşma sağlanmasında zorluklar ve görüş ayrılıkları yaşanmıştır. Son olarak ise, ABD’de yeni Başkan Donald Trump Trans Pasifik Ortaklığı Anlaşmasını geri çekmiş, AB ile TTIP müzakerelerini ise durdurmuştur. AB içinde de Ukrayna ve Kanada ile imzalanan STA’ların onay sürecinde sorunlar yaşanmış, Ukrayna STA’sı Hollanda’da yapılan bir referandumda reddedilirken, Kanada STA’sına Valon Parlamentosunun getirdiği engelleme ancak son anda aşılabilmiştir. Dünya genelinde korumacılık trendinin arkasında yatan nedenlere baktığımızda çevreci ve sosyal endişelerin yanında, yatırımların gelişmekte olan ülkelere kayması ve ucuz emeğe dayanan sektörlerde özellikle Çin ve Hindistan gibi Asya ülkelerinin giderek pazar paylarını artırmaları karşısında istihdam kaybı endişesi ve yerli sanayinin yok olacağı endişeleri gelmek- Müzakerelerin Türkiye’nin ve iş dünyası aktörlerinin faydasına olacak şekilde yürütülebilmesi için müzakere sürecinde kamu ve özel sektörün etkileşim içinde olması, mümkün olan en ileri düzeyde iş dünyasının ve temsilci kuruluşların sürece katılımının sağlanması büyük önem taşımaktadır. tedir. Ancak korumacı önlemlerle de özellikle gelişmiş ülkelerin pazarlarını korumalarının mümkün olmayacağı görülmektedir. Özellikle ABD ve AB gibi piyasalarda tüketici talebini karşılamak, üretimde kullanılan girdileri temin etmek, daha kaliteli ve uygun fiyatlı ürünler sunabilmek ve sanayi içi ticarette üretim zincirlerinin bir parçası olarak kalabilmek serbest ticaret politikalarının devamına bağlıdır. Bu sebeple ticaret anlaşmalarının müzakere ve onay sürecinin daha tartışmalı ve zor geçeceği ve daha fazla zaman alacağı öngörülse de bu anlaşmalardan ve ticarette karşılıklı açılımlara gitmekten başka yol olmadığı da görülmektedir. Türkiye İçin Politika Tavsiyeleri Tüm bu farklı yönlerini dikkate alarak gümrük birliğinin güncellenme süreci ile ilgili politika tavsiyelerinde bulunmak gerekirse aşağıdaki noktaları göz önünde bulundurmak bu zor süreçte yararlı olacaktır: 1. Gümrük Birliği’nin güncellenme süreci Türkiye ve AB ilişkilerinin önemli bir boyutunu oluşturmaktadır. Dolayısıyla bu süreç, ilişkilerin genel atmosferinden ve siyasi yönlerinden de bağımsız değildir. Güncellenme süreci ile ilgili müzakerelerin olumlu şekilde ilerleyebilmesi için ilişkilerin genelinde güven ve diyalog ortamının hakim olması süreci kolaylaştıracak fak- Gümrük Birliği’nin güncellenme sürecinde ele alınacak en kritik alanlardan birini tarım sektörü oluşturmaktadır. törlerin başında gelmektedir. Aksi takdirde, müzakere yapmak zorlaşacak ve uzlaşma güç olacaktır. Bunun yanında, tam üyelik hedefinden sapılmaması ve gümrük birliği sürecinin tam üyeliğe alternatif yeni bir modeli gündeme getirmesi riskine karşı uyanık olunması da üzerinde durulması gereken önemli bir noktadır. 2. Gümrük Birliği’nde yaşanan sorunların çözümlenmesi ve karşılıklı liberalizasyonun tarım, hizmetler ve kamu alımlarını kapsayacak şekilde genişletilmesi süreci özellikle iş dünyasını yakından ilgilendirmektedir. Taze meyve ve sebzeden, zeytinyağına, et ve süt ürünlerinde turizme, taşımacılıktan danışmanlık hizmetlerine kadar birbirinden çok farklı dinamiklere sahip olan bu sektörlerinden süreçten etkilenme derece ve yönleri de farklıdır. Müzakerelerin Türkiye’nin ve iş dünyası aktörlerinin faydasına olacak şekilde yürütülebilmesi için müzakere sürecinde kamu ve özel sektörün etkileşim içinde olması, mümkün olan en ileri düzeyde iş dünyasının ve temsilci kuruluşların sürece katılımının sağlanması büyük önem taşımaktadır. 3. AB ile 2017 yılında başlaması öngörülen gümrük birliğinin güncellenmesi müzakerelerinde karşı tarafın deneyimli ve donanımlı bir müzakere heyeti oluşturacağı açıktır. Bu açıdan Türkiye’nin de son derece ehil bir müzakere heyeti ile süreci yürüteceğinden emin olmakla birlikte, AB’nin daha önce yürüttüğü benzer müzakereler ve anlaşmalar son derece yakından incelenmeli ve Türkiye’nin faydasını maksimize etmeye yönelik bir strateji hazırlanarak yürütülmelidir. 4. Gümrük Birliği’nin güncellenme sürecinde ele alınacak en kritik alanlardan birini tarım sektörü oluşturmaktadır. Türkiye taze meyve ve sebze gibi ürün gruplarında AB pazarında avantaj elde edebilecek konumdadır. Öte yandan, karşılaştırmalı üstünlüğe sahip olmadığı bazı ürün gruplarında üretimi azaltma ve bunları rekabetçi olduğu alanlara kaydırma gibi stratejiler belirlemelidir. Ayrıca veterinerlik ve bitki sağlığı gibi alanlarda AB norm ve standartlarına uyum da bu sürecin olmazsa olmaz koşullarındandır. Girdi maliyetlerinin Gümrük Birliğinin Kıbrıs konusunda çözüm çabaları ile de yakından ilgili olduğu hatırlanmalıdır. yüksekliği, arazi yapısının parçalı olması, sulama eksikliği gibi sorunların da süreç içinde ele alınması Türk tarımının süreçten fayda sağlaması için üzerinde durulması gerek önemli hususları oluşturmaktadır. 5. Son olarak, Gümrük Birliğinin Kıbrıs konusunda çözüm çabaları ile de yakından ilgili olduğu hatırlanmalıdır. Türkiye’nin AB müzakerelerinde gümrük birliği ile ilişkili görülen 8 fasıl AB Konseyi’nin 2006 yılında aldığı karar ile askıya alınmıştır. Bunun için gösterilen gerekçe ise Türkiye’nin GKRY’den gelen gemi ve uçaklara liman ve havaalanlarını açmaması olmuştur. Bu durum gümrük birliğinde malların serbest dolaşımını kısıtlayan tarife dışı bir engel olarak değerlendirilmiş ve Türkiye’ye yaptırım uygulama kararı alınmıştır. Kıbrıs sorununda yakın zamanda kalıcı ve adil bir çözümün sağlanamaması durumunda, Kıbrıs ile ilişkili meselenin tekrar gündeme gelebileceği dikkate alınmalı ve bu hususta Türkiye’nin önündeki opsiyonların ne olabileceği değerlendirilmelidir. İŞVEREN / Mart - Nisan 2017 55 Celal KOLOĞLU Türkiye İnşaat Sanayicileri İşveren Sendikası (İNTES) Yönetim Kurulu Başkanı Dünyada Yeni Ticaret Trendleri Yaşadığımız dünyada ülkeler arasında kurulan iktisadi birleşmelerin sayısında artış olmuştur. Yirminci yüzyılın ortalarından itibaren bölgesel iktisadi birleşme hareketleri ile çok sayıda uluslararası ticari ve sosyal anlaşmalar dünya ticaretinin serbestleştirilmesi yolunda bir ilerleme olarak görülebilir. Dünyada tüm ülkeler birbirlerine entegre olmaya başlamış olmasına rağmen serbest ticaret politikası ile onun karşıtı koruyucu ticaret kavramları tartışılmaya devam etmektedir. Son dönemde dünyada küresel krizlerle birlikte hız kazanan korumacılık politikaları gündeme gelmiştir. Dünya ekonomilerinin zayıflaması ve yüksek büyüme oranlarının yakalanamaması korumacı politikaların belirginleşmesine neden olmakta ve hatta gelişmiş ülkelerde yaygınlaşması endişesini doğurmaktadır. Zira 2007 yılında yaşanan küresel krizin ardından on yıl geçti. Ancak günümüzde küresel büyüme zayıf ve kırılgan görünümünü hala sürdürmektedir. Dünya küresel ekonomisi halen istikrarlı bir görünüme kavuşamamış, büyüme eğilimleri ve beklentileri uzun dönem 56 İŞVEREN / Mart - Nisan 2017 ortalamaların altında kalmıştır. Öte yandan ülkelerin milli gelirlerinin azalması ile alt ve üst yapı inşaat harcamaları 2015 yılında sınırlı düzeyde olmuştur. ABD’de inşaat harcamalarının artmasına karşılık, AB, Rusya ve Körfez ülkelerinde inşaat harcamaları azalmıştır. Talep seviyesinin yavaş geliştiği Dünya genelinde, istihdam yaratmada zayıf bir seyir izlenmektedir. Avrupa’da seçim süreçleri, AB ülkelerinin birlikten ayrılma yönündeki eğilimler ve özellikle İngiltere’nin beklentilerin aksine referandum sonuçlarının AB’den ayrılma yönünde oluşu dünya ekonomilerinde belirsizliği artırmaktadır. Söz konusu gelişmeler neticesinde dünya ekonomisinin 2016 yılında %3,1 oranında büyümüş olup, 2017 yılında ise %3,4 oranında büyüyeceği tahmin edilmektedir. Dünyanın gelişmiş ülkelerinde de büyüme oranları potansiyelinin altındadır. Ülkeler tarafından uygulanan politikalar ekonomi canlandırmakta yetersiz kalmaktadır. 2015 yılında %2,6 oranında büyüyen ABD ekonomisi diğer gelişmiş ekonomilerden olumlu ayrışabilse de 2016 yılında Dünya ekonomilerinin zayıflaması ve yüksek büyüme oranlarının yakalanamaması korumacı politikaların belirginleşmesine neden olmakta ve hatta gelişmiş ülkelerde yaygınlaşması endişesini doğurmaktadır. %1,6 oranında büyüme performansı sergilemiştir. Ekonomideki yavaşlama dolayısıyla özellikle işsizlik seviyelerindeki yükselme, gelir dağılımındaki eşitsizlikler dolayısıyla Dünyada geleneksel yaklaşımlar sorgulanmaya başlanmıştır. Sürdürebilir büyüme için korumacılık politikaları tartışılmakta, ülkeler buna göre önlemler almaktadırlar. Özellikle son dönemde ABD tarafından yürütülen yerli yatırımcıları koruyan, ithalatı ve yurt dışı yatırımları kısıtlayan, ülke içi yatırımlara getirilen teşviklerle ayrıcalıklar tanıyan popülist politikaların tüm dünyaya yayılması endişe vericidir. ABD’nin bu politikaları Çin’in ekonomisini etkileyeceği, Asya-Pasifik bölgesinin ekonomik görünümü üzerinde aşağı yönlü riskler oluşabileceği ve bölgedeki ülkelerin olumsuzlukla- Yurt dışı müteahhitlik hizmetlerinin gerilemesinde ekonomik ve siyasi sebeplerin ötesinde müteahhitlik firmalarımızın bir de iş üstlenilen ülkelerde yerli firmaların yabancı firmalar karşısında korunmasına yönelik aldıkları tedbirler bulunmaktadır. rından tüm dünya ekonomilerinin de etkilenme riski bulunmaktadır. Kısa vadede ekonomilerin içsel gelişimini destekleyecek ve karşılaştırmalı üstünlük sağlayacak bu politikalar uzun vadede küresel ekonomilerde yavaşlamaya neden olabilecektir. Çok sayıdaki ülke, aynı zamanda bu tür politikaları uygularsa bu çabalar birbirini etkisizleştirebilir ve başlangıçta sağladığı faydalar sınırlı kalabilir. Rekabeti engellediği için tüketiciler daha düşük kalitede mallara daha yüksek fiyatlarla erişebilirler. Korumacılık politikalarının ise ülkemiz ekonomisini ve gelişmekte olan ülkeleri etkilemesi de kaçınılmadır. Türkiye dünyanın gelişmiş ekonomileri arasında girmek için stratejiler belirlemiştir. Bu stratejilerinden birisi de 2023 yılında 500 milyar dolar ihracata ulaşarak, Türkiye’nin dünya ihracatından aldığı payın % 1,5’e yükseltilmesidir. Bu bağlamda dış ticarette dış pazarlara serbest erişim rakiplerle eşit şartlarda rekabet etmek hedeflere ulaşmak açısından büyük önem arz etmektedir. 2023 vizyonuna ulaşılması bakımından bu engelleri kaldırıcı tedbirler alınmalıdır. Dış ticaretimizin en önemli kalemlerinden birisi de yurt dışı müteahhitlik hizmetleridir. Yurt dışı müteahhitlik hizmetlerinin ülkeye sağladığı katma değer, dış ticarete katkı ve istihdam kapasitesi ile ülke ekonomisinde önemli bir konuma sahiptir. Firmalarımız inşa ettikleri barajlar, metrolar, köprüler, endüstriyel projeler ve prestij konut projeleri ile dış ticaretimizde en rekabetçi sektörler arasında yer almaktadır. Üstlendiğimiz her ülkedeki işimiz referansımız olmuş, proje sayımız artmış, ortama proje bedeli sürekli büyümüştür. Sektör, kalite, yenilikçilik ve nitelikli iş gücü anlayışı, risk alabilme kabiliyeti, girişimcilik ile uluslararası arenada aranan bir marka olmuş, rekabet gücümüzün temel dayanağı olmayı başarmıştır. Öte yandan uluslararası inşaat sektörü dergisi ENR’nin bu yılki listesinde de Türk müteahhitleri son dokuz yılda olduğu gibi dünyada Çin’den sonra ikinci sırada yer almaya devam etmiştir. Türk müteahhitlik hizmetlerinin serüveni 1972’lı yıllarda Libya ile başlamıştır. Ülkede yaşanan siyasi krize kadar Libya Türk müteahhitlerinin en önemli pazarları arasında yer almıştır. Orta Doğu, Körfez Coğrafyası, Kuzey Afrika, Rusya ve Orta Asya yine müteahhitlerimizin pazarlarını genişlettiği ülkeler arasında bulunmaktadır. Sektör temsilcilerimiz yurt dışı müteahhitlik hizmetlerinde tercih edilen aktörler haline gelmiştir. Ancak klasik pazarlarımızdaki siyasi istikrarsızlık nedeniyle yurt dışı müteahhitlik hizmetlerinde son yıllara göre üstlenilen projelerde azalma olmuştur. Söz konusu ülkelerin ekonomilerindeki zayıflama, özellikle petrol ihraç eden ülkelerin gelirlerindeki düşüş olmuş, 2016 yılında 11 milyar dolar değerinde iş üstlenilmiştir. Yurt dışı müteahhitlik hizmetlerinin gerilemesinde ekonomik ve siyasi sebeplerin ötesinde müteahhitlik firmalarımızın bir de iş üstlenilen ülkelerde yerli firmaların yabancı firmalar karşısında korunmasına yönelik aldıkları tedbirler bulunmaktadır. Ekonomi Bakanlığımız bu konuda 2015 yılında son derece değerli bir Yurt dışında zaten rekabet nedeniyle düşük kâr marjları ile çalışmak durumunda kalan firmalarımız, ekonomik nedenlere bir de son dönemde var olan korumacılık önlemleri eklenince pazarlara açılmakta hareket alanları kısıtlanmaktadır. çalışma yapmıştır. Bakanlığın yaptığı araştırmaya göre ülkelerde kısıtlamacı politikalar dış ticaretimizi olumsuz yönde etkilemektedir. Bu konuda Bakanlığımız karşılaşılan sorunların ortadan kaldırılmasına yönelik girişimlerde bulunmaktadır, bu konuda öncelikle sorunların tespitine yönelik çalışmalar yürütülmüştür. Yurt dışında çalışan müteahhitlerimizin iş üstlenmelerine yönelik karşılaştıkları kısıtlamalar arasında bazı ülkelerde yerel ortak ile çalışma zorunluluğu bulunmaktadır. Örneğin Mısır’da istihdam konusunda problemler yaşanmakta, bir işçi için 10 yerli personel istihdamı zorunlu tutulmaktadır. Yurt dışında zaten rekabet nedeniyle düşük kâr marjları ile çalışmak durumunda kalan firmalarımız, ekonomik nedenlere bir de son dönemde var olan korumacılık önlemleri eklenince pazarlara açılmakta hareket alanları kısıtlanmaktadır. Dünya sürekli olarak bir değişim içerisindeyken, dünya ticaretinin ne yönde olacağını bizlerle zaman gösterecek. Ancak bir yandan var olan pazarlarımızı geliştirmek adına dış ticaret potansiyelimizin yüksek olduğu ülkeler ile ikili anlaşmalar yapılması ve ikili ilişkilerin olumlu seyri önemlidir. Ekonomilerin dinamik yapısı, kaliteli üretim, refah ve ülkeler arasındaki olumlu ilişkiler için serbest ticaretin daha doğru bir yol olduğunu düşünüyorum. İŞVEREN / Mart - Nisan 2017 57 Muharrem KAYHAN Türkiye Tekstil Sanayii İşverenleri Sendikası (TTSİS) Yönetim Kurulu Başkanı Tekstil Sanayiinin Rekabet Gücü Gözetilmeli Dünyadaki yeni korumacılık politikaları sektörünüzü halen nasıl etkilemektedir? Gelecek açısından tahminleriniz nelerdir? Küreselleşme ve finansal liberizasyondan kaynaklanan bugünkü memnuniyetsizlik ortamı, özellikle gelişmiş ülkelerde daha korumacı siyasi yönetimlerin desteklenmesine sebep olmaktadır. Tüm bu etkenler ile batı ülkelerinde ticari engeller ve ekonomik izolasyon giderek artmaktadır. Günümüzde Avrupa Birliği’nin imzaladığı Serbest Ticaret Anlaşmaları (STA) hızla artmaktadır. ABD’nin NAFTA ülkeleri ve bizim QIZ sistemi diye adlandırdığımız, İsrail ile yapmış olduğu STA’lar uzun bir süredir yürürlüktedir. Ancak bu durum, AB ve ABD’nin sanayicileri tarafından yoğun bir şekilde eleştirilmektedir. Hatta bu durum, ABD’de seçiminin belirleyici bir faktörü olmuştur. Seçilen Başkan Trump, Çin ve Meksika’ya %45 gümrük vergisi uygulayacağını belirtmiştir. Ayrıca Trans-Pasifik Ortaklığı’ndan (TPP) geri 58 İŞVEREN / Mart - Nisan 2017 çekilmeyi, 1994’ten beri yürürlükte olan NAFTA ülkeleri ile Serbest Ticaret Anlaşması’nı da rafa kaldırmayı planlamaktadır. AB ile müzakere edilen Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı Anlaşması’na (TTIP) da karşı çıkmaktadır. Bunun yanı sıra Amerikalıların imalat sanayisine geri döndürülmesi konusunda, dünyanın en başarılı ve yaratıcı şirket liderleri ile sürekli bilgi alışverişi içerisinde olmayı planlamaktadır. Bizim sektörümüzün en önemli pazarı AB, 2007-2008 krizinden çok etkilenmiştir. Özellikle imalat sanayisi daralan, öte yandan hizmet sektörüne ağırlık veren İspanya, İtalya, Portekiz ve Yunanistan gibi ülkelerin kriz sonrası daha kırılgan bir ekonomiye sahip oldukları ortaya çıkmıştır. Krizden kurtulmak için bu ülkelere AB tarafından kapsamlı bir mali yardım programı düzenlenmesi zorunlu olmuştur. Ancak diğer taraftan imalat sanayinden asla vazgeçmeyen Almanya, bu krizden aynı şekilde etkilenmemiştir. Almanya’yı örnek alan diğer AB Küreselleşme ve finansal liberizasyondan kaynaklanan bugünkü memnuniyetsizlik ortamı, özellikle gelişmiş ülkelerde daha korumacı siyasi yönetimlerin desteklenmesine sebep olmaktadır. Tüm bu etkenler ile batı ülkelerinde ticari engeller ve ekonomik izolasyon giderek artmaktadır. ülkeleri strateji değişikliği yaparak yeniden sanayileşmede çözümü bulmuştur. Yeniden sanayileşme için atılan adımlar öncelikle müteşebbislerden gelmiştir. Her platformda AB’deki siyasi otoritelere bu konu üzerinde ivedi tedbirler alınması ve sanayicilere pozitif ayrımcılık yapılması çağrısında bulunulmuştur. Geçtiğimiz ay Sendikamızın üyesi olduğu Euratex’in de içinde yer alan 92 Sanayi Birliği, Avrupa Komisyonuna sunmak için ortak bir bildirgeye imza atmıştır. Görüldüğü gibi gelişmiş ülkelerde sanayileşmeye yönelik ciddi bir politika değişikliği söz konusudur. Elbette Yoğun rekabet ortamında ülkemizi ve sektörümüzü ilgilendiren en önemli konuların başında, iş gücü maliyetlerinin iyileştirmesi geliyor. Sadece uzak doğu değil AB’ye yeni üye olan devletlerdeki düşük asgari ücret uygulaması da Türkiye için önemli bir dezavantaj teşkil ediyor. bu yönelimi teşvik etmek için ticari engeller ve ekonomik izolasyonların da genişlemesi olasıdır. Diğer yandan DTÖ’ye göre hızla gelişmeye devam eden Çin, Hindistan, Bangladeş, Vietnam gibi uzak doğu ülkeleri kendi sanayilerini muhafaza etmek için hem anti-damping hem de korunma önlemlerini arttırıyorlar. 1996-2016 yılları arasında Dünya Ticaret Örgütü’nün yayınladığı antidamping ve korunma önlemleri sayısı incelendiğinde çarpıcı sonuçlarla karşılaşıyoruz. DTÖ üyesi 50 ülke toplamda 3300 aşkın anti-damping önlemi yapmış. 34 ülke ise yaklaşık 150 korunma önlemi uygulamış. Son 20 yılda Anti-damping önlemleri uygulayan ülkelerin başında Hindistan, ABD, AB gelmektedir. Bu ülkeler yaklaşık 600 ila 300 arasında anti-damping uygulaması yapmaktadır. Türkiye de ise 174 adet anti-damping soruşturması açılmıştır. Korunma önlemleri açısından ise ülkemiz uyguladığı 15 adet önlemi ile Hindistan ve Endonezya’nın ardından dünyada üçüncü sıradadır. Türkiye’nin, korunma önlemleri ve anti-damping uygulamalarında ilk sıralarda yer alması, popülist politikalar güden veya bunları ticari silah olarak kullanan diğer ülkelerden daha farklı nedenlere dayanmaktadır. Öncelikle ülkemizde halihazırda faaliyetleri devam eden sanayilerimizin haksız rekabetten korunması amacıyla devletimiz ek vergileri yürürlüğe koymuştur. DTÖ ve AB kurallarına uygun bir şekilde gerçekleşen bu uygulama ilk olarak en fazla dış ticaret fazlası veren sanayimizi korumak için başlatılmıştır. Görülen fayda üzerine devletimiz bir çok sektöre bu uygulamayı getirmiştir. İlave gümrük vergisi ile sektörümüz Türk sanayisine ve ekonomisine ciddi katkılarda bulunmuştur. Bu uygulama ile imalat sanayi içinde yapılan yatırımlar %7’den %20’ye çıkmıştır. 2012-2016 yılları arasında imalat sanayinin toplam yatırım teşvikleri içerisinde aldığı pay %15,1 değerindedir ve bu teşviklerle yaratılan istihdam da %38,2 ile rekor bir orana sahiptir. Ayrıca, alınmış ek vergi kararına tabi tekstil ürünleri ithalatından hazineye 4,1 milyar dolar gelir sağlanmış, bu uygulama sonrası gerçekleşen istihdam artışıyla gelir vergisi ve sigorta primlerinin toplamı 3,3 milyar TL’ye ulaşmıştır. Ülkelerin kendi sanayilerini korumak için küresel rekabeti uygun koşullarda bir takım tedbirler alması gayet doğaldır. Ülkemizdeki tekstil ve hazır giyim sanayii üretim kalitesi, tasarım gücü, pazara yakınlık, yetişmiş insan kaynağı ile küresel rekabette içinde bulunduğu sektörün en önemli oyunculardan biridir. Ekonomi yönetimi ve sektördeki işletmeler hangi stratejileri izlemeli? Günümüzde Tekstil ve Hazır Giyim Sanayimiz, Çin, Hindistan, Bangladeş, Vietnam gibi ülkelerin ucuz üretim maliyetleriyle yoğun bir mücadele vererek dünya pazarlarında söz sahibi olmaya çalışıyor. Öte yandan yüksek yatırım bütçeleriyle, Ar-Ge, inovasyon, tasarım ve üretimde ileri teknolojiler kullanan gelişmiş ülkelerin üretim kalitesini yakalamaya gayret gösteriyor. Bu zorlu rekabet ortamında, ülkemize en büyük dış ticaret fazlası sağlayan, katma değer yaratan, istihdam dostu sektörümüzün devletimizden iki ana beklentisi var. Bunlardan ilki, kurulu sanayimizin rekabet gücünü muhafaza edecek politikaların gözetilmesi; ikincisi de yeni ihracat pazarlarının açılmasını sağlayacak stratejileri geliştirip, eskilerini muhafaza edecek desteklerin sağlanmasıdır. Türkiye’nin dünyada en fazla söz sahibi olduğu Tekstil ve Hazır Giyim Sanayii, gerçekleştirdiği dış ticaret fazlası, yarattığı katma değer, yüksek istihdam potansiyeli ile ülkemize sağladığı katkı bakıİŞVEREN / Mart - Nisan 2017 59 İlk dönemlerinde ülkemiz ihracatçısı için önemli bir destek sağlayan AB-Türkiye Gümrük Birliği Anlaşması, son yıllarda birliğin birçok ülkeyle yaptığı STA’lar nedeniyle vasfını yitirmiştir. Gümrük Birliğinin ülkemiz lehine tekrar işlerliğini kazandırmak için mutlaka modernizasyonu şart olmuştur. mından birinci sıradadır. Ülkemiz için hayati öneme haiz bu ekonomik kriterlerde en yüksek performansı gösteren sektörümüzün devletimiz tarafından stratejik sektör tanımıyla değerlendirmesi gerektiğine inanıyoruz. Yoğun rekabet ortamında ülkemizi ve sektörümüzü ilgilendiren en önemli konuların başında, iş gücü maliyetlerinin iyileştirmesi geliyor. Sadece uzak doğu değil AB’ye yeni üye olan devletlerdeki düşük asgari ücret uygulaması da Türkiye için önemli bir dezavantaj teşkil ediyor. Eurostat’ın asgari ücret istatistiklerine göre 2017 yılında Türkiye 479 Euro aylık ücretle Polonya, Macaristan, Çek Cumhuriyeti, Romanya ve Bulgaristan dahil olmak üzere bir çok Doğu ve Orta Avrupa ülkesinden daha yüksek asgari ücret uygulaması olduğu görülmektedir. Küresel pazarlarda tekstil ve hazır giyim sanayisinde iş gücü maliyetlerine baktığımızda ise Çin, Hindistan, Pakistan, Bangladeş, Vietnam, Fas, Tunus, Endonezya gibi ülkelerin işgücü maliyetlerinin çok daha aşağıda olduğunu görüyoruz. 2016 yılında yapılan %30’luk asgari ücret artışı ve sanayicilerimize bir yük haline gelen kıdem tazminatı konuları hâlihazırda iş gücü maliyetlerini etkileyen konulardır. Dolayısıyla bu ülkeler ile maliyet rekabeti yapmak neredeyse imkansız hale geldi. Beklentimiz, bizim de dahil olduğumuz sanayi sektöründe yer alan kuruluşlara bu konuda pozitif ayrımcılık yapılmasıdır. 60 İŞVEREN / Mart - Nisan 2017 Sektörümüzün pazarlardaki rekabetini sürdürebilmesi için haksız rekabeti önleyici ek vergilerin uygulamaya konması son derece büyük bir fayda sağlamıştır. Ancak ek vergiyi aşmak üzere yapılan trafik sapmalarına karşı denetimlerin mutlaka sürdürülmesi gerektiğini düşünüyoruz. Bu konuya ilişkin önemli bir hususu gözden kaçırmamamız lazım. Sektörümüzde bazı mal gruplarında yapılan dönüşüm (transformation) işlemlerinin tanımına bağlı bir takım problemler yaşanmaktadır. Herhangi bir suiistimale yer vermeden ithal edilen ve ardından dönüşümü yapılan ürünlerin ihracatında, GTP numarası yüzünden yaşanan sorunların çözümlerini sağlamamız gerekmektedir. Bu önemli detay için sanayicilerimizin ve ilgili bakanlıklarımızın karşılıklı görüş alışverişi içerisinde bulunması gerektiği düşüncesindeyiz. Devletimiz korunma önlemleri ile ithalat yoluyla yapılan haksız rekabeti önlemeye çalışırken, bir taraftan da sağladığı çeşitli teşviklerle sanayicilerimizin üretimlerini devam etmesini sağlamaya çalışıyor. Son dönemde sıkça anılan desteklerden biri olan bölgesel teşvikler de bunlardan birisidir. Takip ettiğimiz kadarıyla bu teşviklere sektörümüzün gösterdiği ilgi çok yoğun olmadı. Bunun en önemli nedenlerinden biri, yüksek kaliteli mal üretme yetisine sahip, yıllardır fabrikalarımızda istihdam sağladığımız eğitimli iş gücünden vazgeçmenin zorluğudur. Özellikle bu durum Tekstil Sanayisi için geçerlidir. 2017 yılı başında yürürlüğe giren 23 il için geliştirilen Cazibe Merkezleri Programı, umarım daha başarılı olur. Kanaatimce tekstil ve hazır giyim sektörü, ekonomimize sürdürülebilir faydayı yerinde teşvik sistemiyle daha fazla sağlayacaktır. Tekstil ve Hazır Giyim Sanayimiz ihracatçıları uzun yıllardan beri, başa- rılarının birikimi ile mevcut pazarlarını koruma ve buna yenilerini ekleme becerisi göstermektedir. AB ekonomisinin daraldığı bir dönemde, sektörümüzde ihracatçılarımız yoğun bir şekilde yeni Pazar arayışına girmiştir. Güney Amerika, Afrika’nın çeşitli bölgeleri giderek daha fazla dikkat çekmektedir. Bunların içerisinde hiçbir şekilde göz ardı edemeyeceğimiz bir de ABD pazarı bulunmaktadır. 111 milyar dolarlık ithalatı ile Dünyanın tekstil ve hazır giyimdeki ikinci en büyük pazarı ABD’ye Türkiye ihracatı yüzde 1’in altındadır. Yüksek vergilerle korunan ABD pazarına girmek için farklı yöntemler söz konusu olabilir. Bunlardan bir tanesi uzun zamandır dile getirdiğimiz, ABD’ye yapılan ihracatta gümrük vergilerinin sıfırlandığı QIZ (Nitelikli Sanayi Bölgeleri) sistemidir. İsrail ile imzaladığı STA sonucunda ortaya çıkan bir sistemdir. Bugüne kadar Ürdün ve Mısır’da kurulan Nitelikli Sanayi Bölgelerinde belirli koşullar altında üretilen ürünler ABD’ye gümrük vergisi ve kota olmaksızın serbest bir şekilde ihraç edilebilmektedir. Şayet QIZ sisteminde uzlaşabilirsek, tekstil ve hazır giyim sektörünün ABD’ye ihracatı 5 yıl içinde 5 milyar dolara kadar çıkacaktır. İlk dönemlerinde ülkemiz ihracatçısı için önemli bir destek sağlayan ABTürkiye Gümrük Birliği Anlaşması, son yıllarda birliğin birçok ülkeyle yaptığı STA’lar nedeniyle vasfını yitirmiştir. Gümrük Birliğinin ülkemiz lehine tekrar işlerliğini kazandırmak için mutlaka modernizasyonu şart olmuştur. Son olarak, yararına inandığım desteklerden Turquality’nin herhangi bir dönem kısıtlaması olmadan başarılı ihracatçılarımıza tahsisine devam edilmesinde büyük fayda gördüğümü belirtmek isterim. Prof. Dr. Sübidey TOGAN Bilkent Üniversitesi Ekonomi Bölümü Dünyada Artan Korumacılık Eğilimleri: Nedenleri ve Sonuçları Donald Trump göreve başlar başlamaz, seçim kampanyasında söylediklerini yerine getirmeye başladı. Trump, seçim kampanyasında vadettiği üzere, Asya-Pasifik bölgesinde toplam 12 ülkenin dahil olduğu Trans-Pasifik Ortaklığı (TPP) anlaşmasından ABD’nin çekilmesi için başkanlık emrini Başkanlık törenindeki konuşmasından iki gün sonra imzaladı. Trump ayrıca Meksika sınırına yapılması planlanan sınır duvarı projesini hayata geçireceğini ilan etti, ve duvarın masrafını Meksika’dan ithal edilecek mallara konulacak % 20 oranındaki gümrük vergisi ile karşılayacağını belirtti. Trump bu arada Kanada, Meksika ve ABD arasında 1993 yılında imzalan Kuzey Amerika Serbest Ticaret Anlaşmasını (NAFTA) yeniden müzakere edeceğini, değiştireceğini ve bu mümkün olmaz ise Anlaşmadan çekilebileceğini ilan etti. Amerikan firmalarını Amerikan işgücünü kullanmaya mecbur etmek için Trump üretimi yurt dışına taşıyıp ABD’ye ihracat yapan ABD firmalarına yüksek ithalat vergisi uygulamak istediğini belirtti. Trump’ın Avrupa Birliği ile müzakereleri sürdürülen Trans-Atlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı (TTIP) görüşmelerini de askıya alması bekleniyor. Diğer taraftan Çin ile dış ticarette avantajlı duruma geçmek için Çin’in “kur manipülasyonu” yaparak haksız rekabet yarattığını ileri süren Trump Çin’in avantajlı duruma geçişini engelleyecek önlemler alacağını da açıkladı. Bu tedbirlere ek olarak ABD’nin daha önceki dönemlerde gerçekleştirdiği ABD-Kore benzeri serbest ticaret anlaşmalarını yeniden müzakereye açacağını ve bu anlaşmaların kurallarını yeniden düzenleyeceğini söyleyen Trump Dünya İklim Değişikliği Sözleşmesi’nin üretim süreçlerine getireceği sınırlamaları ve kısıtlamaları da uygulamayacağını açıkladı.1 ABD’nin korumacı politikalara yönelmesinin arkasında ABD’de istihdamı koruma arzusu yatıyor. Küresel- ABD’nin korumacı politikalara yönelmesinin arkasında ABD’de istihdamı koruma arzusu yatıyor. Küreselleşmenin ABD toplumu için yarardan çok zarar getirdiğini düşünen Trump ve taraftarlarına göre ABD-Çin, ABD-Meksika, ve ABD-Almanya mal ve hizmet ticaretinde görülen ticaret açıkları gümrük vergilerinin yükseltilmesi suretiyle kapatılmalı, ve ABD şirketlerinin dış yatırımları sınırlanmalıdır. Ticaret politikasında öncelik Amerikan menfaatlerini koruyan politikalara verilmelidir. leşmenin ABD toplumu için yarardan çok zarar getirdiğini düşünen Trump ve taraftarlarına göre ABD-Çin, ABDMeksika, ve ABD-Almanya mal ve hizmet ticaretinde görülen ticaret açıkları gümrük vergilerinin yükseltilmesi suretiyle kapatılmalı ve ABD şirketlerinin dış yatırımları sınırlanmalıdır. Ticaret politikasında öncelik Amerikan İŞVEREN / Mart - Nisan 2017 61 menfaatlerini koruyan politikalara verilmelidir. Dış ticaret, küreselleşmeden olumsuz etkilenmiş olan Amerikan işçileri ve Amerikan ailelerinin menfaatlerini koruyacak şekilde korumacı politikalar ile yeniden düzenlenmelidir. Böylece dış ticaretten sağlanacak olan yararlar toplumda adil olarak dağıtılabilecekir. Ancak bir çok iktisatçı korumacılığın uzun vadede işe yaramayacağını düşünmekte. Richard Baldwin ‘The Great Convergence: Information, Technology and the New Globalization’ kitabında şirketlerin uygulanacak olan politikalar nedeniyle istihdam yaratmaya zorlanmaları durumunda eninde sonunda uluslararası rakipleri karşısında kaybedeceklerini belirtiyor. Uzun dönemde korumacı politikaların bu politikaları uygulayan ülkelere zarar vermesi Baldwin’e göre 62 İŞVEREN / Mart - Nisan 2017 kaçınılmazdır.2 Bu hususu örnekler çerçevesinde açıklayabilmek için korumacılığın yoğun olarak uygulandığı iki dünya savaşı arasındaki döneme bakmanın yararlı olacağını düşünüyorum. On dokuzuncu yüzyılın sonları ile yirminci yüzyılın başlarında uygulanan liberal ekonomik düzen birinci dünya savaşının başlamasıyla bozuldu ve ülkeler hızla korumacı önlemler almaya başladılar. Savaşın başlaması ile İngiltere dış ticareti kontrol altına aldı. Devlet hem ithalatın niteliğini hem de sevkiyat kapasitesinin tahsisini belirlemekteydi. Bu dönemde devlet demir çelik ve gemi inşaatı gibi savaş sanayilerin üretim kapasitelerinin artması için üstün çaba gösterdi. Ancak, savaştan sonra İngiliz ağır sanayii kendisini aşırı kapasite içinde buldu, talep ise bu sektörlerde azalmıştı. Benzer durum Almanya için de geçerliydi. Savaştan sonra hem İngiltere’de hem de Almanya’da gemi inşaat, demir ve çelikte sanayinin yeniden yapılandırılmasını gerektiren aşırı kapasite söz konusu idi. Sanayinin yeniden yapılandırılması ise bu sanayilerde çok sayıda fabrikanın kapanması demekti. Sonuç işsizlik olurdu. Aşırı kapasitenin ve işsizliğin yarattığı sorunlardan kaçınmak için ilgili üreticiler hükümetten daha fazla koruma istediler. Sonunda bu ülkelerde korumacılık arttı. 1915 İngiliz McKenna Vergisi, geçmişin üzerine bir sünger çekti. Lüks malların ithalatını yüzde 33 vergiye bağladı, fakat devlet yerli mallara tüketim vergisi uygulamadı. Önlem ta- mamen korumacı idi. Burada önemli olan, durumun savaştan sonra da değişmemesi idi. Savaşın sona ermesi korumacılığın sona ermesi anlamında değildi. 1919 yılında çıkarılan İngiliz Kilit Sanayiler Yasası, savunma sanayini koruma altına alırken 1921 yılında çıkan Sanayileri Koruma Yasası çeşitli sektörlerde sanayii koruyordu. Ayrıca İngiltere 1921 yılında anti damping yasasını kabul etti. Fransa’da en düşük ve en yüksek gümrük vergisi oranları savaş öncesi döneme kıyasla dört kat arttı. Savaş sırasında getirilen miktar kısıtlamaları kaldırılmadı, ithal izni uygulaması ise yaygınlaştı. Parasal kısıtlamalar getirildi ve ticaret bariyerleri yükseltildi. Ayrıca 1920-21 döneminde yaşanan ekonomik durgunluk daha fazla korumacılığa yol açtı. 1922 yılında yapılan Cenova Konferansı miktar kısıtlamalarının yavaş yavaş kaldırılarak yerine gümrük vergilerinin konması ve dış ticarette ayrımcılık yapmama ilkesine uyulması çağrısında bulundu. Fakat konferans tam bir hayal kırıklığı oldu ve bir sonuç elde edilemedi. Konferansta geliştirilen önerilerin aksine ticari engeller hızla arttı ve dünyada ayrımcılık yaygınlaştı. Birinci Dünya Savaşı sırasında tarımsal üretim Avrupa dışında önemli oranlarda artarken Avrupa’da azalmıştı. Savaş sonrasında Avrupa’da tarım malları fiyatlarının yükselmesi ile üreticiler tarımsal üretimlerini artırdılar. Dolayısıyla 1920’lerde tarım ürünlerinde arz fazlası yaşanmaya başladı, bu da tarım malları fiyatlarının düşmesine neden oldu. Avrupalı ve ABD’li üreticiler tarım ürünlerinde dünya fiyatlarının düşük olmasının sıkıntısını çekmeye başladılar. Çiftçiler her yerde hükümetleri harekete geçirerek ülkelerinde korumacılığın artmasını sağladılar. ABD, 1921 yılında Acil Durum Kanununu, 1922 yılında ise FordneyMcCumber Gümrük Verisi Kanununu kabul etti ve bu kanunlarla gümrük vergi oranlarını önemli miktarlarda arttırdı. 1929 yılında başlayan Büyük Buhran’la birlikte ABD’de nominal gayri safi yurt içi hasıla (GSYH) 19291932 yılları arasında yüzde 50’den fazla düşerken reel GSYH ise yüzde 30-40 oranında azaldı. İşsizlik ABD’de 1929 yılında yüzde 3 iken 1932 yılında yüzde 24’e, Almanya’da 1929 yılında yüzde 5,9 iken 1932 yılında yüzde 17’e çıktı. Benzer durum İngiltere için de geçerli idi. Reel gelirlerin düşmesi ve dış ticarette gerçekleşen durgunluk ile hammadde talebi azaldı. Bu da ham madde ihraç eden ülkelerin ihracat gelirlerini hem de onların GSYH’larını azalttı. Deflasyon, dış borcu olan ülkeler için faiz oranlarının artması ve sanayileşmiş ülkelerden sağlanan sermaye girişinin azalması, hatta sermaye hareketlerinin sermaye çıkışına dönmesi demekti. Sonuç, aşırı değer kaybı ve ithalatın gümrük vergileri ve miktar kısıtlamaları yoluyla sınırlandırılması oldu. Ülkeler borçlarını ödeyememeye başladılar. Brezilya, Şili, Uruguay, Arjantin, Japonya ve Meksika’da döviz kontrolleri getirildi. Çoklu döviz kurları uygulaması başlatıldı. 1932 yılında İngiltere gümrük vergilerini yüzde 10 artırdı. Hitler 1933 yılında iktidara geldi ve dış ticarette miktar kısıtlamalarını getirdi. Ayrıca Hitler, liberal dış ticaretin temel ilkelerinden olan en çok kayırılan ülke ilkesini tamamen terk etti. Diğer taraftan Fransa’da da korumacılık 1930’lu yıllarda yaygınlaştı. Büyük buhran döneminde tarım ürünlerinde fiyatlar ABD’de hızla düşmekte idi. 1929 yazından fiyatların dibe vurduğu 1932 yılının başlarına kadar pamuk fiyatları paunt başına 18 sentten 6 sente, buğday fiyatları kile (buşel) başına 1,50 dolardan 49 sente düştü. Tarım sektöründe üreticiler krizden ağır darbe aldılar. Deflasyon, borçluları tüketim ve yatırımı azaltmaya itti, böylece fiyatlar daha da düştü. Korumacılığın uygulandığı iki dünya savaşı arasındaki dönemde ülkeler karşılıklı olarak gümrük vergilerini arttırır ve miktar kısıtlamaları uygularken fiyat mekanizmasının kurallarından hızla uzaklaşmış, döviz kontrol sistemleri uygulamaya başlamış, diğer ülkeler ile koordinasyon sağlamaya çalışmamış, yalnızca kendi menfaatlerini korumaya yönelmiş, ve dış ticareti büyük ölçüde Almanya ve İngiltere’nin yaptığı gibi ticaret blokları çerçevesinde yürütmeye çalışmışlardır. Uygulanan bu politikalar sonunda dış ticaret hacimleri dünyada önemli oranlarda azalırken, ülkelerde gelirler düşmüş ve işsizlik hızla artmıştır. Dolayısıyla, korumacılık ilgili ülkelere yarardan çok zarar getirmiştir. 1920’li senelerde tarım sektöründe üreticiler bankalardan borç alarak yatırımlar gerçekleştirmişlerdi Çiftçilerin gelirleri azalırken bankalara olan borçları ise nominal olarak değişmemekteydi. Bu durumda çok fazla çiftçi iflas ederek bankalara olan borcunu ödeyemeyecek duruma düştü. Çiftçilere borç veren bankalar gitgide daha fazla sıkıntıya girdiler. Bir çok banka, borçların geri ödenmeyeceğini anladıklarında, iflas etmek durumda kaldılar. ABD, ekonominin kötü gitmesine tepki olarak içe dönük politikalar uygulamaya başladı. Bu tepkilerin ilki dış ticarette korumacılığın artması oldu. Kongre, tarım sektöründe korumacılığı arttırmak için Smoot-Hawley Gümrük Vergileri Yasası üzerinde kapsamlı bir şekilde çalıştı ve yasa ABD’nin dış ticaret ortakları ile Amerikalı iktisatçıların itirazlarına rağmen 1930 yılında Kongre tarafından kabul edildi. Yasa ABD’de ticaret bariyerlerini yalnızca İŞVEREN / Mart - Nisan 2017 63 Donald Trump ikinci dünya savaşı sonundan beri uygulanmakta olan liberalleşme sürecini durdurarak tekrar ülkeler arasındaki işbirliğinin azaldığı, önceliğin Amerikan menfaatlerinin korunmasına verildiği korumacı politikaların uygulandığı bir döneme geçmek istemektedir. Ancak böyle bir politika tarihsel eğilimlere ters düşmektedir. Korumacılık bir süre uygulansa bile dünya tekrar küreselleşme sürecine mutlaka dönecektir. Ancak bu durumda ülkelerin Donald Trump’ın Başkan olmasına neden olan hatalardan ders alarak gelir dağılımı ve sosyal politikalara daha fazla önem vermeleri gerekecektir. Ülkeler bundan bir süre sonra gerçekleşecek olan yeni küreselleşme sürecinde tekrar serbest ticarete odaklanırken aynı zamanda işçilere küreselleşmeden yararlanabilecekleri konusunda güvence vermek suretiyle sosyal refah anlayışını genişletmek durumundadırlar. tarım sektöründe değil aynı zamanda diğer sektörlerde de büyük oranlarda yükseltmekteydi. Birkaç ay içinde diğer ülkeler de ya kendi özel nedenleri ile ya da misilleme olarak ticaret bariyerlerini yükseltmeye başladılar. Smoot-Hawley Gümrük Vergileri Yasası, Büyük Buhranın başlamasının nedeninden ziyade bir sonucu idi. Yasa buhrana neden olmamakla birlikte çözümü de olmadı. Diğer devletlerin misilleme önlemleri almasını sağladı ve 1930’ların “komşuyu zarara sokma politikalarının” simgesi oldu. Bu politikaların uygulanması sonunda uluslararası ticarette çok büyük düşüşler yaşandı. ABD’nin Avrupa’dan yaptığı ithalat 1929 yılında 1.334 milyon do- 64 İŞVEREN / Mart - Nisan 2017 lar düzeyinden 1932’de 390 milyon dolara gerilerken ABD’nin Avrupa’ya ihracatı 1929 yılında 2.341 milyon dolardan 1932’de 784 milyon dolara düştü. Toplam dünya ticareti, 1929-1934 yılları arasında uygulanan korumacı politikalar sonucunda yüzde 66 oranında azaldı. Diğer bir ifade ile, Smoot-Hawley yasası, riskli bir dönemde siyasi ya de ekonomik alanda ülkeler arasında güven ve işbirliğini geliştirme yolunda katkıda bulunmadığı gibi durumun daha da kötüleşmesini sağladı Temmuz 1931’de Kıta Avrupa’sında yaşanan bankacılık krizi sonunda Alman Hükümeti bankaların döviz mevduatlarını dondurmuş ve Almanya 1931 yazında döviz işlemlerini kontrol altına alarak fiilen altın standardını terk etmişti. Ancak Almanya markın değerini düşürmedi. Döviz kuru altın standardının uygulandığı 1925-1931 döneminde bir ABD Doları 4,2 Mark olarak sabit kalmış, ve Almanya altın standardını 1931 yılında terk etmesinden sonra 1933 ve 1934 yıllarında yüzde 22 oranında döviz kurunu revalüe ederek 1935-1939 döneminde bir ABD Doları 2,49 Mark olarak sabit tutmuştu. Büyük Buhran sonucu dünyada korumacılığın artması, ve Almanya’dan sermayenin kaçmasının bir sonucu olarak Alman Mark’ının devalüe edilmesi gerekirken Almanya’nın Markı revalüe etmesi sonunda Almanya’da dövize olan talep döviz arzını önemli oranlarda aştı. 1931 yılının Eylül ayında sterlinin değerinin düşmesinin ardından Almanya 1931 yaz aylarından beri uygulanan kambiyo kontrollerini daha da etkili önlemlerle takviye etti. Bu önlemlere göre altın ve yabancı varlık sahipleri söz konusu kıymetleri revalüe edilmiş kur değerinden Merkez Bankası’na satabiliyor, ihracatçılar döviz gelirlerini aynı şekilde belirlenen kur üzerinden gene Merkez Bankası’na satabiliyor, ithalatçılar ise ancak belirlenen ithalat kotaları çerçevesinde Merkez Bankası’ndan döviz satın alabiliyorlardı. Almanya’nın dünyada rekabetçi olduğu sektörler kimyasallar, elektrikli makineler, diğer makineler ve demir-çelik gibi temel metal sanayi ürünleri idi. Bu sektörlerde faaliyette bulunan üreticiler serbest ticaretin yararlarına inanmakta idiler. Diğer taraftan tarım sektöründeki üreticiler gümrük vergileri, lisans sistemi ve kotalarla uygulanan korumacılığın daha da arttırılmasını istiyorlardı. Onlar serbest ticaretin kendilerine zarar vereceğini düşünüyorlardı. Ancak 1930’lu yıllarda korumacılık uygulamaları tüm dünyada yaygınlaşmıştı. Kimyasallar, elektrikli makineler, diğer makineler ve demir-çelik sektörlerinde Batı ülkelerinin pazarları Alman üreticilerine büyük ölçüde kapanmıştı. Bu durumda Almanya ihracatını teşvik için Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri ile çift taraflı ticaret antlaşmaları imzalamaya başladı. Amaç Almanya’nın hakim olacağı ticaret blokları oluşturmaktı. Alman ticaret alanının yanı sıra bir de sterlin alanı vardı. İngiltere 1931 yılında parasının değerini düşürdükten sonra bazı ülkeler de paralarının değerini düşürdüler. 1931-1933 yılları arasında İngiltere imparatorluğu, yarı bağımsız ülkeler Irak ve Mısır, Kanada dışındaki dominyonlar ve özellikle İskandinavya’daki diğer ülkeler kendi paralarını sterline göre sabitleştirdiler ve sterlin alanı adı verilen bölgeyi oluşturdular. Her ne kadar Hindistan ve sömürge imparatorluğu buna zorlanmış olsa da diğer ülkeler İngiliz piyasasında rekabet gücünü korumak için kendi paralarını sterline bağladılar. Şubat 1932’de yapılan Ottawa toplantısında, dominyonların İngiliz Milletler Topluluğundan olmayan ülkelerden mamul madde ithalatına uygulanan gümrük vergilerini yükselterek İngiliz üreticileri tercih etmesine, karşılığında İngiltere’nin İngiliz Milletler Topluluğu üreticilerine, İngiliz gıda ve hammadde ürünlerine tercihli erişebilmelerine karar verildi. Yukardaki açıklamalardan görüldüğü üzere korumacılığın uygulandığı iki dünya savaşı arasındaki dönemde ülkeler karşılıklı olarak gümrük vergilerini arttırır ve miktar kısıtlamaları uygularken fiyat mekanizmasının kurallarından hızla uzaklaşmış, döviz kontrol sistemleri uygulamaya başlamış, diğer ülkeler ile koordinasyon sağlamaya çalışmamış, yalnızca kendi menfaatlerini korumaya yönelmiş, ve dış ticareti büyük ölçüde Almanya ve İngiltere’nin yaptığı gibi ticaret blokları çerçevesinde yürütmeye çalışmışlardır. Uygulanan bu politikalar sonunda dış ticaret hacimleri dünyada önemli oranlarda azalırken, ülkelerde gelirler düşmüş ve işsizlik hızla artmıştır. Dolayısıyla, korumacılık ilgili ülkelere yarardan çok zarar getirmiştir. İkinci dünya savaşının sonunda Bretton Woods anlaşması ile yeni dünya düzeni kurulurken iki dünya savaşı arasında uygulanan politikaların tekrarlanması önlenmeye çalışılmış, ve bu ilke başarılı bir şekilde uygulanmıştır. GATT/Dünya Ticaret Örgütü’nün temel ilkesi kurallara dayalı serbest ve adil bir ticaret sisteminin oluşturulmasıdır. Ancak, Dünya Ticaret Örgütü çerçevesinde son on beş sene içinde yürütülen çok taraflı müzakerelerin dünyada hızla gelişen küresel değer zincirleri ticaretinin taleplerine cevap vermemesi sonunda 21. yüzyılın ticaret kuralları TPP ve TTIP gibi serbest ticaret anlaşmaları yanında ikili yatırım anlaşmaları ile konulmaya çalışılmıştır. Donald Trump ikinci dünya savaşı sonundan beri uygulanmakta olan liberalleşme sürecini durdurarak tekrar ülkeler arasındaki işbirliğinin azaldığı, önceliğin Amerikan menfaatlerinin korunmasına verildiği korumacı politikaların uygulandığı bir döneme geçmek istemektedir. Ancak böyle bir politika tarihsel eğilimlere ters düşmektedir. Korumacılık bir süre uygulansa bile dünya tekrar küreselleşme sürecine mutlaka dönecektir. Ancak bu durumda ülkelerin Donald Trump’ın Başkan olmasına neden olan hatalardan ders alarak gelir dağılımı ve sosyal politikalara daha fazla önem vermeleri gerekecektir. Ülkeler bundan bir süre sonra gerçekleşecek olan yeni küreselleşme sürecinde tekrar serbest ticarete odaklanırken aynı zamanda işçilere küreselleşmeden yararlanabilecekleri konusunda güvence vermek suretiyle sosyal refah anlayışını genişletmek durumundadırlar. DİPNOTLAR 1- ABD Başkanı’nın yukarda belirtilen kararları alma konusunda tam yetkiye sahip olduğu hakkında B. Aran (2016) ‘Yeni ABD Başkanı Trump ve Küresel Ticaret, Tepav, Ankara’ya bakılabilir. 2- Bu konuda M. Noland, S. Robinson ve T. Moran (2016) ‘Impact of Clinton’s and Trump’s Trade Proposals’, Assessing Trade Proposals in the US Presidential Campaign, PIIE Briefing 16-6, Washington: Peterson Institute for Internaional Economics’e bakılabilir. İŞVEREN / Mart - Nisan 2017 65 Prof. Dr. Sadi UZUNOĞLU Trakya Üniversitesi İİBF Yükselen Değer: Korumacılık Korumacılıkla ilgili tartışmalar Trump’ın seçim çalışmaları sırasında açıkça dile getirildi. Başkan seçilmesinin ardından bu yıl başında Trump; ABD’nin Trans-Pasifik Ortaklığı’ndan (TTF) çıkılmasını onaylayan bir kararname imzaladı ve 1994’de yürürlüğe giren Kuzey Amerika Serbest Ticaret Anlaşmasını (NAFTA) mümkün olan en kısa sürede yeniden müzakere etmeye niyetli olduğunu açıkladı. Diğer taraftan Çin’e yüzde 45, Meksika’ya da yüzde 35 oranında tarife uygulayacağı yönünde tehditler savurdu. Başkan Trump korumacılığı öne çıkaradursun uygulamalarının öncelikle ABD ekonomisine zarar vareceği yönünde görüşler de ön plana çıktı. ABD’nin aynı zamanda önemli ihraç pazarları içinde yer alan Çin ve Meksika’ya uygulayacağı önlemlerin enflasyon başta olmak üzere dış ticarete de darbe vuracağı uyarısı yapıldı. Başkan Trump’ın açıkça dile getir- 66 İŞVEREN / Mart - Nisan 2017 diği ve uygulamaya koymaya çalıştığı korumacılık da iktisatçılar arasında yeniden gündeme geldi. Genelde korumacılık; tüketici tercihlerini kısıtladığı, verimsiz işletmeler oluşturduğu ve fiyatların yükselmesine neden olduğu için eleştirilir. Ancak günümüzde küresel ticaretin önemli boyutlara ulaştığı; sermayenin serbest dolaşımının neredeyse tam sağlandığı; Amazon, Uber, Booking.com gibi uygulamaların yaygınlaştığı bir dünyada aşırı korumacı politikaların çalışıp çalışmayacağı ve bunun da ötesinde dünya çapında bir resesyona neden olabileceği konusunda endişeler yaratıyor. Korumacılığın Yöntemleri Konuyu daha ayrıntılı biçimde ortaya koymak için korumacılıkla ilgili tartışmalara bakmak gerekiyor. Adam smith, 18. Yüzyılda yabancı ürünlerin ülkeye girişini kısıtlayan korumacı görüşlere karşı çıkarak; ülkelerin belli ürünlerde uzmanlaşarak dada verimli ve karlı hale geleceğini; uluslararası ti- caretin de hızla artacağını savunmuştu. Küreselleşme olgusu bu dönemde de yaygınlaşmıştı. Teknolojik gelişmelerin, örneğin internetteki gelişmelerin kaçınılmaz olarak ülkeleri birbirine entegre edeceği savunulsa da ülkelerin uygulayacağı farklı politikalar bu entegrasyonun önünde engel oluşturabilir. Diğer taraftan iktisatçı Paul Krugman’ın ortaya koyduğu bir gerçek de var: Ölçeğe bağlı artan getiri ve eksik rekabet sorunu. Büyük firmalar ölçek ekonomisi çerçevesinde küçük firmalara kıyasla daha düşük maliyetli üretim gerçekleştirebilir. Bu da büyük ölçekli firmalara avantaj kazandıracaktır. Eksik rekabetin ortaya çıkması da kaçınılmaz olacaktır. Büyük ölçekli firmalar genelde gelişmiş ülkelere aittir. Bu durumda gelişmekte olan ülkelerin firmalarının serpilip gelişmesi için korumacılık önlemlerine başvurmak kaçınılmaz olacaktır. Dolayısıyla her koşulda korumacılık yanlıştır yaklaşımı dikkatle ele alınmalıdır. Ülkeler, ticaretlerini korumak için çeşitli stratejiler kullanır. Sıklıkla başvurulan yöntemlerden biri ithalattan alınan vergilerin artırılması ve dolayısıyla ithal fiyatlarının yükseltilmesidir. Böylece yerel ürünler göreceli olarak daha ucuz hale gelmiş olur. Bu yönteme genelde dış açık veren ülkeler başvurur. Korumacılıkta ikinci yöntem yerel ürünleri üretenlerin desteklenmesidir. Sübvansiyon olarak da adlandırılabilecek bu destekler; vergi teşviği, düşük maliyetli kredi, doğrudan ödemeler gibi yerel ürünlerin maliyetlerinin dolayısıyla fiyatlarının düşmesine neden olur. Genelde bu tür destekler ihracatın artırılmasına yönelik olarak verilir. Korumacılığa yönelik bir diğer uygulama da ithalat kotalarıdır. Böylece yabancı ürünler fiyat olarak ne kadar cazip olursa olsun bu ülkeler sözkonusu korumayı yapan ülkeye belli miktarda ürün gönderebilir. Hiç kuşkusuz tüm bu destekler karşısında diğer ülkeler de korumacılık yapan ülkelere aynı yöntemleri uygulayarak tepki gösterebilir. Ülkenin kur politikası da korumacılık önlemleri içine dahil edilebilir. Ülke kendi parasının değerini düşük tutarak ithal edilen ürünlerin fiyatını yükseltip ihraç ürünlerinin fiyatını ya- Küresel krizlerle birlikte korumacılığın gündeme gelmesi tesadüf değil. Çünkü ekonomiler krizin etkisinden kurtulmak için kur politkaları dahil neredeyse tüm korumacılık önlemlerini kullanarak rekabet gücünü artırmak ve resesyondan çıkmak istiyor. Dolayısıyla ABD’de başlayan korumacılık tartışması işin sadece görünen yüzü. Oysa AB, Japonya, İngiltere, Çin gibi ülkeler de kur savaşının tarafları. Ancak kur savaşları çok yıkıcı olabiliyor dolayısıyla ülkeler diğer korumacılık uygulamalarını devreye sokuyor. bancı para cinsinden düşürebilir. Tüm bu korumacılık önlemleri kısa vadede etkili olup yerel firma ve ürünleri destekleyebilir ancak uzun süreli korumacılık yukarıda da belirttiğimiz; rekabeti zayıflatma, verimsiz işletmeler ortaya çıkarma, ürün kalitesinin düşmesi, yeni yatırım ve inovasyonu zayıflatma, tüketicinin tercihlerini dkkate almama, tüketicinin daha yüksek fiyatla ürüne ulaşması gibi sonuçlar doğurabilir. Kısaca korumacılığa yönelik eleştiriler kadar korumacılık taraftarı görüşler sözkonusu. Günümüzde küreselleşmenin getirdiği gelir ve servet dağılımındaki adaletsizliğin artması; sermayenin serbest dolaşımına karşın emeğin dolaşımında yaşanan sınırlamalar; büyük firmalar karşısında küçüklerin rekabet şansının azalması; az ve/veya gelişmekte olan ülkelerde yaşanan çevresel sorunlar; gelişmiş ülkelerin genelde korumacı politika uygulamaları gibi olumsuzluklar korumacılık yanlısı görüşleri destekliyor. Korumacılık ve Türkiye Ekonomisi Küresel krizlerle birlikte korumacılığın gündeme gelmesi tesadüf değil. Çünkü ekonomiler krizin etkisinden kurtulmak için kur politkaları dahil neredeyse tüm korumacılık önlemlerini kullanarak rekabet gücünü artırmak ve resesyondan çıkmak istiyor. Dolayısıyla ABD’de başlayan korumacılık tartışması işin sadece görünen yüzü. Oysa AB, Japonya, İngiltere, Çin gibi ülkeler de kur savaşının tarafları. Ancak kur savaşları çok yıkıcı olabiliyor dolayısıyla ülkeler diğer korumacılık uygulamalarını devreye sokuyor. Türkiye uzun süredir yüksek Dış Ticaret Açığı ve Cari Açık veren ülkeler içinde yer alıyor. Aşağıdaki Tablo 2015 itibariyle dünyada en fazla Cari Fazla ve Açık veren ilk on ülkeyi gösteriyor. Tablo 1. Cari Denge (2015, Milyon ABD doları) Ülkeler Cari Fazla Ülkeler Cari Açık Çin 293.200 ABD 484.100 Almanya 285.200 İngiltere 123.500 Japonya 137.500 Brezilya 58.910 Güney Kore 105.900 Avustralya 56.200 Hollanda 80.990 Kanada 51.380 Tayvan 76.170 Saudi Arabistan 41.480 İsviçre 75.820 Meksika 32.380 Rusya 65.800 TÜRKİYE 32.190 Singapur 57.560 Cezayir 27.040 İtalya 38.740 Hindistan 26.220 İŞVEREN / Mart - Nisan 2017 67 Türkiye Ekonomisinin 2015’de düşük enerji maliyetleri ve düşük emtia fiyatları ortamında verdiği Cari Açık oldukça mütevazi görünüyor. Oysa birkaç yıl öncesine gidildiğinde Türkiye en fazla Cari Açık veren 5 ülke içinde yer almaya başlamıştı. Dolayısıyla korumacılık konusuna en fazla önem vermesi gereken ülkelerin başında Türkiye’nin gelmesi gerekiyor. Bir diğer tablo ise bölgelere göre Türkiye’nin verdiği Dış Ticaret açığının durumu: 1990-2000 döneminde Dış Ticaret açığımızda AB-28 ülkenin payı uüzde 49 iken bu pay 20082016’da 25’lere gerilemiş. Buna karşın aynı dönemde Orta asya ve Uzak Doğu (Çin dahil) ile ticarette Dış Açık payı hızla artıyor. Yani Türkiye AB bölgesi ile ticarette dengeyi yakalamaya doğru koşarken Uzak Doğu ile yaptığı ticarette Dış açık artış gösteriyor. Bir diğer ifade ile AB’ye karşı rekabet ve dengeli ticaret artarken; Uzak Doğu karşısında rekabet gücü azalıyor. Tablo 2. Bölgelerin Dış Ticaret Açığından Aldığı Pay (%) 1990-2000 2000-2008 2008-2016 AB-28 49 24 25 Diğer 0 5 10 Diğer Afrika 1 1 -2 Diğer Avrupa 2 4 0 Kuzey Amerika 12 5 11 Orta Asya 8 30 24 Orta ve Güney Amerika 3 3 3 Ortadoğu ve Kuzey Afrika 5 -10 -22 Uzak Doğu 21 39 51 Kaynak: TÜİK,WTO,TEPAV Hesaplamaları Korumacılık eğilimlerinin arttığı bir ortamda Türkiye’nin hızla önlem alması gerekiyor. Aksi takdirde önümüzdeki dönemde zor günler bizi bekliyor. Bunun en güzel örneği Rusya ile yaşanan ticarette açık biçimde gözlenebiliyor. Rusya tekstil, sebze, meyve gibi alanlarda önemli ihracat pazarlarımız içinde yer alıyor. Ancak Ambargo ve Uçak Krizi’nin ardından Rusya’nın yaklaşık 9.5 milyar dolarlık tarım (seralar dahil) yaptığı, Çin, Suriye ve Mısır ile önemli ticaret anlaşmaları yaptığı biliniyor. Diğer taraftan tekstil üreticilerini kendi ülkesine yatırım yapmaya davet ediyor. Tüm bu gelişmeler pazarda dinamiklerin ciddi biçimde değiştiği gözleniyor. Türkiye Ne Yapmalı? Türkiye; üretimi dışa bağımlı, ithalatı yüksek ve büyük Dış ticaret açığı veren ülkelerin başında geliyor. Buradan hareketle, yeni gelişmelere ve dünyada değişen dengelere karşı; 68 İŞVEREN / Mart - Nisan 2017 dinamik ve güven veren dış politika, üretim odaklı ekonomi politikası, yüksek katma değer yaratan ürünlerde söz sahibi olmak için çaba harcayan girişimleri destekleyen, ihracat odaklı bir ekonomi olmak zorunda… 1. Türkiye’nin reel kesimin açık pozisyonlarını bahane ederek değerli Türk Lirası politikasından öncelikle vazgeçmesi gerekiyor. Değerli Türk Lirası enflasyonu geçici süre kontrol altına almaya destek oluyor ama yurtiçi üretimi tasfiye ederek ithalata bağımlılığı hızla artırıyor ve Cari Açığın yapısallaşmasına neden oluyor. Neredeyse tüm ülkeler paralarının değerini düşürmeye çalışırken bir tek Türkiye populist bir yaklaşımla değerli TL istiyor. Bu da ülkenin rekabet gücünü olumsuz etlilemeye devam ediyor. 2. Faizsiz veya düşük maliyetli para verimsizlik yaratıyor. ABD başta olmak üzere gelişmiş ülkelerde Türkiye; üretimi dışa bağımlı, ithalatı yüksek ve büyük Dış ticaret açığı veren ülkelerin başında geliyor. Buradan hareketle, yeni gelişmelere ve dünyada değişen dengelere karşı; dinamik ve güven veren dış politika, üretim odaklı ekonomi politikası, yüksek katma değer yaratan ürünlerde söz sahibi olmak için çaba harcayan girişimleri destekleyen, ihracat odaklı bir ekonomi olmak zorunda… enflasyonun altında kalan faiz ortamında kredilerin karlı ve katma değeri yüksek alanlar yerine geleneksel ve verimsiz alanlara kaydığını görmüş durumda. Dolayısıyla Türkiye’de de verimsiz alanlara kaydırılan krediler Cari açık üretmekten başka bir işe yaramıyor. Özel sektör yatırımlarının son yıllardaki gerilemesinin nedenlerinden birinin de (diğer önemli Korumacılık eğilimlerinin arttığı bir ortamda Türkiye’nin hızla önlem alması gerekiyor. Aksi takdirde önümüzdeki dönemde zor günler bizi bekliyor. Bunun en güzel örneği Rusya ile yaşanan ticarette açık biçimde gözlenebiliyor. nedenlerin yanısıra) kredilerin verimsiz alanlara kayması olduğunu görmemiz gerekiyor. 3. Türkiye’de teşvik ve destekler de etki-tepki analizleri yetersiz olduğu için üretim yerine verimsizliği destekliyor. Örneğin, tarımda doğrudan gelir desteği üretici (çiftçi) yerine mülk sahibini (köylü) destekliyor. Gelir desteği alanlar artık bunu bir maaş olarak görüyor ve üretimden kopuyor. Aynı şekilde özellikle çalışma çağında bulunan kesime koşulsuz (mesleki eğitim ve çalışma koşulu) verilen destekler istihdam piyasasını olumsuz yönde etkiliyor. Sıklıkla çıkan vergi afları ve ertelemeleri “düzgün” çalışan iş- letmeleri de “bu düzleme” çekiyor veya bu işletmeler haksız rekabet ile karşı karşıya kalıyor. 4. Türkiye’nin yalnızca içeride değil yurtdışında marka yaratmaya uygun firmalarının ölçeğini büyütmeleri konusunda desteklemesi gerekiyor. Birçok uzakdoğulu dev şirketin devlet destekli bu duruma geldiği bilindiğine göre bu deneyimlerin analiz edilip ülkemize uyarlanması gerekiyor. 5. Üretim-ihracat sürecinde (girdi maliyetleri, ambalaj-lojistik) firmalarınızın rekabet güçlerini artırmaya yönelik desteklenmesi gerekiyor. Örneğin; bir ürünün dökme fiyatı (paketlenmemiş) ile ambalajlı fiyatı birbirinden farklı fiyata ihraç edilecektir. Katma değeri yükseltmek istiyorsak devletin ihracatta düşük maliyetli ambalaj desteği vermesi önem arzedecektir. Aynı şekilde TIR taşımacılığı yerine devlet destekli gemi taşımacılığı maliyetleri aşağı çekebilecektir. Yurt içinde ve dışında marka yaratmaya uygun firmalar desteklenmeli; ihracatta firmaların girdi maliyetleri ve ambalaj-lojistik açısından rekabet güçleri artırılmalı; teşvik ve destekler verimliliği ve rekabet gücünü artırmayı hedeflemeli 6. Orta ve uzun vadeli programlar çerçevesinde; destek ve teşvik sisteminin uygulanması girişimciye uzun vadeli perspektif sunacaktır. Dağınık, her bakanlığın birbirinden farklı, geçici destek ve teşvikleri üretimi ve rekabet gücünü artırma yerine tam tersi bir süreç yaşanmasına neden olacaktır. Dolayısıyla teşvik ve destekler sadece “vermek için” değil; verimliliği, rekabet gücünü artırmak için verilmelive etki tepki analizleri ile sonuçları denetlenebilmelidir. Aksi takdirde üretimden kopuk ranta dönüşmüş destek ve teşvik sistemleri ile zaman kaybetmekten başka bir sonuç üretilemeyecektir. İŞVEREN / Mart - Nisan 2017 69 Prof. Dr. Ömer Faruk ÇOLAK TİSK Ekonomi Danışmanı Yeni Korumacılık Stratejisi I-Giriş 2000 yılında çekilen Roland Emmerich’ın yönettiği “The Patriot” (Vatansever) filminin bir sahnesinde İngiliz General Lord Charles Cornwallis (rolü Tom Wilkonson oynuyordu) Başkaldıran Amerikalılara karşı savaş suçu işleyen Albay William Tavington’a (rolü Jasoon Isaacs oynuyordu) şöyle söylüyordu: “Sen ne yapıyorsun, bu savaş bir süre sonra bitecek. Biz onlarla ticaret yapacağız. Senin hareketlerin buna zarar veriyor?” General haklı idi. Çünkü Amerikalıların İngilizlere karşı ayaklanıp bağımsızlık mücadelesi verdikleri yıllar, İngiltere’nin Merkantilizm’den Liberalizm’e geçiş yapmaya başladığı döneme denk geliyordu. Hatırlayalım; ABD’nin Bağımsızlığını ilan ettiği tarih ile Adam Smith’in Ulusların Zenginliği’ni yayımladığı tarih aynı, 1776. İngiltere’de 1750’li yıllardan başlayarak devam eden sanayi devrimi sürecinde sanayi mallarının engel olmaksızın (kotasız, tarifesiz) ihraç 70 İŞVEREN / Mart - Nisan 2017 edilmesi gerekiyor. İşte tam da bu dönemde A. Smith’in serbest (mutlak) dış ticaret teorisi devreye girdi. Bundan dolayı İngiltere’nin sömürge stratejisinin aynı zamanda bir dış ticaret stratejisi, sanayileşme stratejisi olduğunu söyleyebiliriz. II-ABD Dış Ticaret Açığı ve Korumacılığa Dönüş 2007 Krizine kadar dünyaya egemen olan serbest dış ticaret stratejisipolitikası- kriz ile birlikte değişmeye, karşı çıkışlar ile muhatap olmaya başladı. Bu karşı çıkışlar hemen hiçbir ülkede Trump başa geçene kadar politika haline dönüşmemişti. Trump sayesinde şimdi artık serbest dış ticarete karşı bir politika var diyebiliriz. Bu gelişim doğal olarak Neoklasik iktisatçıların ve gelişmiş kapitalist ülkelerin baş tacı ettiği küreselleşme olgusunu da tartışmalı hale getirmiştir. Serbest dış ticarettin yerini korumacı dış ticarete bırakması, dünya ekonomisinin ulaştığı noktada, sadece devletleri değil, firmaları, bankaları ve tüketicileri de ilgilendirmektedir. Dış ticaret politikasındaki değişim ülkelerin ihracat ve ithalat hacimlerini etkilemeden öte, yurt dışı rekabet kadar yurt içindeki rekabeti de etkileyecektir. Bu da ülkelerdeki üretim maliyetlerinin ve fiyatların değişmesine neden olacaktır. Dış ticaret GSYH’nin unsurlarından birisidir. Dış ticaret fazlası ülkenin GSYH’sinı artırır, bu gelir-harcama modeli çerçevesinde dış ticaretin en belirgin makroekonomik sonucudur. Ancak dış ticaret politikasının ekonomi üzerinde etkisi bununla da kalmaz. Ülkenin serbest ticaret politikasına geçişi ile birlikte yurt içinde rekabet ve verimlilik üzerinde de etkisi hemen görülür. İktisat teorisinde bu gelişmeleri irdelemeye yönelik onlarca sav vardır. Bunların bazıları kuram haline gelmiştir (Burada Karl Popper’ın her kuram yanlışlanana kadar doğrudur savını unutmamalıyız). Ülkelerin korumacılıktan serbest dış ticarete, ithal ikameci sanayileşmeden ihracata yönelik sanayileşmeye geçişi nasıl kolay olmadı ise, tekrar korumacılığa dönüşü de kolay olmayacaktır. Bundan dolayı bu dönüşüm çabalarını ihtiyatla karşılamakta fayda bulunmaktadır. Ancak burada başını ABD’nin çektiği yeni korumacılık çağrılarının arkasında yatan makroekonomik gerçekleşmeleri de ortaya koymak zorundayız. Bunu yaparken ilk bakılması gereken olgu elbette dünya ve ABD’nin dış ticaret rakamlarındaki gerçekleşmelerdir. Baştan söyleyelim; dünya ekonomisi serbest ticaret sayesinde daha hızlı büyümüştür. Bundan da en büyük payı Çin ve Güney Asya Ülkeleri elde etmiştir. Tablo: Dünyada İhracat ve İthalatta İlk 10 Ülke ve Türkiye 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 31 Çin ABD Almanya Japonya Hollanda Kore Hong Kong, Fransa Birleşik Krallık İtalya Türkiye Dünya 2275 1505 1329 625 567 527 511 506 460 459 144 16482 14,2 9,4 8,3 3,9 3,5 3,2 3,1 3,2 2,9 2,8 0,9 100,0 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 21 ABD Çin Almanya Japonya Birleşik Krallık Fransa Hong Kong Hollanda Kore Kanada Türkiye Dünya 2308 1682 1050 648 626 573 559 506 436 436 207 16725 13,8 10,1 6,3 3,9 3,7 3,4 3,3 3,0 2,6 2,6 1,2 100,0 Kaynak: https://www.wto.org/english/res_e/statis_e/wts2016_e/wts16 toc_e.htm. kullanılarak hazırlanmıştır. Erişim tarihi 1 Nisan 2017. Serbest dış ticarette dünya ihracatı içinde ağırlığı azalan ülkelerin başında ABD gelmektedir. ABD’nin dünya ihracatındaki payı 1953’de %14,6, 1983’de %11,2 iken, oran 2015’de %9,4’e gerilemiştir. ABD dünyanın en fazla ithalat yapan ülkesidir. 2015 yılı itibari ile dünya ithalatının %13,8’ini yapmaktadır. Dolayısıyla ABD, ithalat yaptığı ülkelerin GSYH’ne, istihdamına büyük katkı vermektedir. Bu ülkelerin başında da Çin, Pasifik Ülkeleri ve NAFTA (North American Free Trade Agreement) Ülkeleri gelmektedir. Çin ile ABD arasındaki dış ticarette ABD sürekli açık veren ülke konumundadır. Dış ticaret açığı Çin’in Dünya Ticaret Örgütü’ne (WTO) üye olması ile daha da artmıştır. Çin ekonomisi son yıllara değin %10’un üzerinde bir büyüme trendini yakalamıştır. Çin, 1980 yılında 306 milyar dolar olan GSYH’sini 2016 yılında 11 milyar dolara yükseltmiştir. Bu gelişimin altında Çin’in izlediği serbest dış ticaret politikası yatmaktadır. Çin bu sayede dünya ihracatından en fazla pay alan ülke olmuştur. Çin’in dünya ihracatındaki payı 1983 yılında %1,3 iken, bu oran 2015 yılında %14,2’ye yükselmiştir. Çin’in dünya ihracatındaki payının bu kadar hızlı artmasında işçi ücretlerinin düşük olmasının sağladığı rekabetçi fiyat avantajı başat rol oynamıştır. Bundan dolayı da başta ABD olmak üzere birçok ülke WTO ilkelerine aykırı olarak Çin’in sosyal damping yaptığı savı ile şikayette bulunmuştur. İŞVEREN / Mart - Nisan 2017 71 Tablo: Dünya İhracatının Paylaşımı Dünya İhracat (Milyar Dolar) Dünya Kuzey Amerika ABD Kanada Meksika Güney ve Orta Amerika Brezilya Şili Avrupa Almanya Hollanda Fransa Birleşik Krallık Afrika Orta Doğu Asya Çin Japonya Hindistan EU 59 100,0 28,1 21,6 5,5 0,9 11,3 2,0 0,6 35,1 1,4 2,0 3,4 11,3 7,3 2,0 14,0 0,9 0,4 2,2 - 84 100,0 24,8 14,6 5,2 0,7 9,7 1,8 0,5 39,4 5,3 3,0 4,8 9,0 6,5 2,7 13,4 1,2 1,5 1,3 - 157 100,0 19,9 14,3 4,3 0,6 6,4 0,9 0,3 47,8 9,3 3,6 5,2 7,8 5,7 3,2 12,5 1,3 3,5 1,0 24,5 579 100,0 17,3 12,2 4,6 0,4 4,3 1,1 0,2 50,9 11,7 4,7 6,3 5,1 4,8 4,1 14,9 1,0 6,4 0,5 37,0 1838 100,0 16,8 11,2 4,2 1,4 4,5 1,2 0,2 43,5 9,2 3,5 5,2 5,0 4,5 6,7 19,1 1,2 8,0 0,5 31,3 3688 100,0 17,9 12,6 3,9 1,4 3,0 1,0 0,2 45,3 10,3 3,8 6,0 4,9 2,5 3,5 26,0 2,5 9,8 0,6 37,3 7380 100,0 15,8 9,8 3,7 2,2 3,0 1,0 0,3 45,9 10,2 4,0 5,3 4,1 2,4 4,1 26,1 5,9 6,4 0,8 42,4 15985 100,0 14,4 9,4 2,6 2,4 3,4 1,2 0,4 37,3 8,3 3,5 3,2 2,9 2,4 5,3 34,2 14,2 3,9 1,7 33,7 Kaynak: https://www.wto.org/english/res_e/statis_e/wts2016_e/wts16 toc_e.htm. kullanılarak hazırlanmıştır. Erişim tarihi 1 Nisan 2017. ABD, Çin ile yapmış olduğu dış ticarette sürekli olarak açık vermiştir. Bu açık yıllar itibari ile artarak devam etmiştir. 2004 yılında ABD’nin dış ticaret açığı 196,6 milyar dolar iken, bu açık Çin’in 2005 yılında WTO’ya üye olması ile birlikte bir yılda %23,8 oranında artarak 234,4 milyar dolara yükselmiştir. 2016 yılına gelindiğinde ise dış ticaret açığı 462,8 milyar dolara ulaşmıştır. Tablo: ABD - ÇİN Dış Ticareti, Milyar Dolar Yıllar 2004 2005 2010 2015 2016 ABD İhracatı 34,4 41,2 91,9 116,1 115,7 ABD İthalatı 196,6 243,4 364,9 483,2 462,8 Kaynak: https://www.census.gov/foreign-trade/balance/c5700.html kullanılarak hazırlanmıştır. Erişim tarihi 1 Nisan 2017. ABD’nin dış ticaret açığı sadece Çin ile sınırlı değildir. Benzer bir yapılanma AB ve Japonya için de geçerlidir. 2016 yılı itibari ile ABD, Japonya ile yaptığı ticarette 68,9 milyar dolar, AB ile yaptığı ticarette 146,3 milyar dolar açık vermiştir. ABD’nin yeni Başkanı D. Trump, dış ticarette bu tabloya itiraz etmektedir. Trump korumacılık savına destek içim işgücü maliyetleri arasındaki farklılığı kullanmaktadır. Trump özetle şöyle diyor: Meksika’da günlük çalışma ücreti 4,35 dolar iken, ABD’de niteliksiz işçi ayda 2 bin dolar kazanmaktadır. Bu işgücü maliyetleri ile ABD rekabet edemez, diğer yandan Meksikalı işçiler de kaçak ABD’ye girip, Amerikalı işçilerin yerini almaktadır. Bundan dolayı yeniden korumacılığı gündeme getirmektedir. Trump’ın kaçak işçilere önlem alması Amerikalı işçi sendikalarını da çok memnun etmiştir; böy- 72 İŞVEREN / Mart - Nisan 2017 lece ücretler üzerindeki aşağı yönlü baskı azalmış olmaktadır. Trump’ın ABD’nin üye olduğu uluslararası entegrasyonların kurumsal yapılarından vazgeçmesinin arkasında yatan düşünce, bu tür yapılanmaların ABD’nin aleyhine olduğudur. Trump bu düşüncesini Başkanlığının üçüncü ayında uygulamaya soktu ve ABD ile Pasifik ülkeleri arasındaki Trans-Pasifik Anlaşmasını (Transpacific Partnership, TPP) iptal etti. Anlaşma eski Başkan Obama tarafından imzalanmış, ancak henüz ABD senatosunda onaylanmamıştı. Trump bu arada bir otomobil firmasının Meksika’da kuracağı tesisi, tehditlerde bulunarak engellemiş, firma yatırımı yapmaktan vazgeçmiştir. ABD Uluslararası Ticaret Komisyonunun yaptığı çalışmaya göre TPP’nin sona ermesi sonrasında ABD’de GSYH %0,15, ticaret %1 artacak ve ABD’de 125 bin kişiye istihdam olanağı sağlanacak (Graceffo, 2017:5). Trump, “Önce Amerika (America First)” sloganını taşıyan bir kararnameyi imzalayarak dış ticaret açığı verilen ülke ve ürünlerin listesinin çıkartılmasını istedi.1 Bu kararnameye ilişkin olarak ABD Ticaret Bakanı Wilbur Ross, dış ticaret açığının 2016 yılında 481 milyar dolar olduğunu, bundan dolayı yapılacak araştırma ile ticarette “suiistimaller ve kuralların uygulanmasındaki ihmallerle, ABD’nin görüşüne göre beklenen sonucu getirmeyen ticari ilişkilerin mercek altına alınacağını” söyledi. Ross, ABD’nin ticaret açığının sorumlusu olarak Çin’in yanı sıra Kanada, Fransa, Meksika, Japonya, Almanya gibi ülkeleri gösterdi”2 (dw. com/tr/abd-ticari-ilişkileri-mercekaltına-alıyor/a-38248973). III- Sonuç ABD’nin önümüzdeki günlerde korumacılık yönünde yeni adımlar atacağı kesin gibi. Trump’ın özellikle Çin’e karşı tarife ve kota engelleri koyması sürpriz olmayacaktır. Bu bir ticaret savaşına dönüşebilir mi? Bu sorunun yanıtı basittir, savaş zaten vardı ancak bu örtük yapılıyordu. Şimdi açık ticari savaş başladı diyebiliriz. Ortaya çıkan bu tablodan serbest ticarettin sonu geldi, ithal ikamecikorumacı dış ticaret-sanayileşmepolitikasına geri dönülüyor sonucunu çıkarmak mümkün değildir. Çünkü ne böyle bir amaç vardır, ne de böyle bir amaç olsa dahi, özellikle gelişmiş ülkeler için bu amaç anlamlı olur. Ancak ABD’nin dış ticarette yeni bir strateji geliştirdiğini söyleyebiliriz. Bu stratejiyi sadece korumacılık olarak görmek dönüşümü tam olarak anlatmaz. ABD, Başkan Trump ile birlikte ülkelerle “savunma stratejisi” odaklı ekonomik ilişkiden, “ticari strateji” odaklı ekonomik ilişki kurmaya yönelik bir politika izlemeye başlamıştır. Yani hangi ülke ile ticaret ABD için anlamlıdır, o ülke ile ilişkileri sıkılaştıralım, ardından diğer amaçlar gelir yönlü çalışmaya başlamıştır. Bu strateji değişiminden yeni korumacılık çıkmaz. Çıksa çıksa “Yeni Merkantilizm” çıkar. Merkantilizmi çok fazla ülke kendi yararına kullanamamıştır. Bunu en iyi yapan İngiltere olmuştur. O da sanayi devriminin ilk ülkesi olarak bundan büyük fayda sağlamıştır. Başkan Trump dış ticarete tam bir merkantilist gibi bakmaktadır, ancak dış ticaret sadece dış ticaret fazlası demek değildir. Bundan dolayı ABD’nın ticaret politikasındaki değişim kısa erimde olmasa bile uzun erimde işgücü maliyetlerini artırırken, verimliliği düşürecektir. Dış ticaret fazlası ihracatın art- ması ile verilir, ithalatı kısarak çoğunlukla dış ticaret hacminizi küçültürsünüz. Çünkü sizin korumacılık önlemi almanız diğer ülke/ülkeleri de bu yönde davranmaya itecektir. Dolayısıyla siz ithalatınızı kısmak isterken, ihracatınızı da kısmış olursunuz. Bunun yaratacağı üretim ve istihdam kaybı eğer büyük olursa, dış fazlanın yaratacağı olumlu katkı ortadan kalkar. Sonuç olarak ABD ticaret politikasındaki dönüşümün ABD ve dünya ekonomisi için yaratacağı etkiye yönelik bir fayda/maliyet analizi yapmak için erken. Bekleyip görmek gerekiyor. Paul Krugman’ın ifade ettiği gibi “….Amerika’yı yönetmek TV’deki reality gösterisi gibi değildir. Birkaç hafta önce Bay Trump, ‘Kimse sağlık yardımı (health care) sisteminin bu kadar karmaşık olabileceğini bilmiyordu’ diye sızlandı. Şüpheci biri, ticaret politikası için de aynı şeyi söylüyor” (The NY Times April 3, 2017). Kaynakça Graceffo, Antonio, 2017, “ Trump’s New Protectionism: Economic and Strategic Impact”, https:// www.foreignpolicyjournal.com /2017/02/01/ trumps-new-protectionism-economic-andstrategic-impact/. Erişim tarihi 1 Nisan 2017. Krugman Paul, “Trump Is Wimping Out on Trade”, The NY Times April 3, 2017, https:// www.nytimes.com/2017/04/03/opinion/ trump-is-wimping-out-on-trade.html?actio n=click&pgtype=Homepage&clickSource= story-heading&module=opinion-c-col-leftregion&region=opinion-c-col-left-region&WT. nav=opinion-c-col-left-region USA, Census , https://www.census.gov/foreign-trade/balance/c5700.html . Erişim tarihi 1 Nisan 2017. WTO, https://www.wto.org/english/res_e/ statis_e/wts2016_e/wts16 toc_e.htm. Erişim tarihi 1 Nisan 2017. DİPNOT 1- ABD’nin bu tür korumacılık sevdası yeni değildir. 1990’lı yılların başında Japonya’nın ABD’ye olan otomobil ihracatı artıp da, ABD menşeli otomobil satışları düşünce, milliyetçi ABD’liler arabalarının arka camlarına “Be American, Buy American” sticker’ı yapıştırmıştı. 2- D. Trump bununla ilgili olarak ilginç bir saptama yapıyor: “ 5. Cadde’de gördüğüm BMW ve Mercedes kadar Almanya’da Chevrolet görmedim.” (Graceffo, 2017:1). İŞVEREN / Mart - Nisan 2017 73 A. Ferhat İLTER TİSK Danışmanı OECD Üyesi Ülkeler İçinde En Yüksek Reel Ücret Artışı Türkiye’de OECD’nin yayımladığı veriler, son 6 yılı kapsayan 2011-2016 döneminde imalat sanayii çalışanlarının reel giydirilmiş ücret (kazanç) artışının, OECD’ye üye 29 ülke içinde en yüksek oranla Türkiye’de gerçekleştiğini ortaya koyuyor. OECD, stats.oecd.org internet sayfasında üye ülkelerdeki imalat sanayii çalışanlarının giydirilmiş ücret (kazanç) istatistiklerini yayınlıyor. OECD’nin 2010 baz yıllı imalat sanayii saatlik giydirilmiş ücret endeksine göre Türkiye’de ücret düzeyi son 6 yılda 100’den 213,7’ye çıkarak yüzde 113,7 oranında arttı. Endeksin diğer ülkeler açısından gösterdiği artışlar ise yüzde 0,4 (Lüksemburg) ile yüzde 49,5 (İzlanda) arasında değişiyor (Tablo). Ülkelerdeki reel (gerçek) ücret artışlarına ulaşmak için, aynı dönemdeki tüketici fiyatları artışlarıyla deflate 74 İŞVEREN / Mart - Nisan 2017 etmek (arındırmak) gerekiyor. OECD’nin aynı internet sayfasında yer alan 2010 baz yıllı tüketici fiyatları endeksleri söz konusu dönemde Türkiye’de birikimli enflasyon oranının 100’den 157,4’e çıkarak, yüzde 57,4 oranında arttığını gösteriyor. Endeksin diğer ülkeler açısından yansıttığı oranlar ise yüzde 3,5 (Japonya) ile yüzde 20,2 (İzlanda) arasında değişmekte. Belirtilen ücret ve enflasyon verilerinden hareketle nominal ücret artışları deflate edildiğinde, 2011-2016 döneminde OECD’de en yüksek reel ücret artışının yüzde 35,8 ile Türkiye’de gerçekleştiği anlaşılıyor. Reel ücret artışının yüksekliği açısından Türkiye’yi Macaristan (yüzde 24,5) ve İzlanda (yüzde 24,4) takip ediyor. Avro Alanı’nda yer alan 19 AB üyesi ülke genelinde reel ücret artışı sıfır olurken, AB’ye üye 28 ülke genelinde sadece yüzde 0,6 yükseliş meydana geldiği belirleniyor. Öte yandan verilere göre son 6 yılda ABD, Avusturya, Belçika, İrlanda, Lüksemburg, Portekiz ve İngiltere’de imalat sanayii çalışanlarının ücretleri reel olarak artmak bir yana, enflasyon karşısında yüzde 0,3 ile yüzde 8 arasında geriledi (Şekil). Türkiye’de reel ücret 2011-2016 döneminde yılda ortalama yüzde 5,23 oranında yükselirken, AB’de bu oran yüzde 0,1 oldu. Ülkemiz sanayiinde reel ücret artışı rakip ekonomilerin sanayilerine kıyasla çok hızlı artış gösterirken, TÜİK verilerine göre verimlilik artışının cılız kalması, Türkiye’nin uluslararası rekabet gücüyle birlikte ihracatımızı azaltan, işsizliği ve enflasyonu artıran etkiler yarattı. Bu sürecin maalesef devam ettiğini de belirtmek gerekiyor. görüş OECD ÜLKELERİNDE İMALAT SANAYİİNDE SAATLİK ÜCRET, ENFLASYON VE REEL ÜCRET DEĞİŞİMİ, 2016 2010=100 SAATLİK ÜCRET(*) ENDEKSİ 2010=100 TÜKETİCİ FİYATLARI ENDEKSİ 2010=100 SAATLİK REEL ÜCRET ENDEKSİ 2010=100 2011-2016 DÖNEMİ REEL ÜCRET DEĞİŞİMİ (%) 2011-2016 DÖNEMİ YILLIK ORTALAMA REEL ÜCRET ARTIŞI (%) AVUSTRALYA (1) 118.0 114.5 103.1 3.1 0.51 AVUSTURYA (2) 102.7 111.6 92.0 -8.0 - BELÇİKA (2) 108.8 111.1 97.9 -2.1 - KANADA 113.4 110.2 102.9 2.9 0.48 ÇEK CUMH. (2) 117.6 108.3 108.6 8.6 1.38 DANİMARKA 111.5 107.4 103.8 3.8 0.62 FİNLANDİYA 111.8 109.2 102.4 2.4 0.40 FRANSA (2) 111.8 106.0 105.5 5.5 0.90 ALMANYA (2) 116.4 107.6 108.2 8.2 1.32 MACARİSTAN 139.2 111.8 124.5 24.5 3.72 İZLANDA (2) 149.5 120.2 124.4 24.4 3.71 İRLANDA 103.9 104.7 99.2 -0.8 - İSRAİL 116.9 106.1 110.2 10.2 1.63 İTALYA 113.0 107.4 105.2 5.2 0.85 JAPONYA 104.0 103.5 100.5 0.5 0.08 KORE 126.6 110.9 114.2 14.2 2.24 LÜKSEMBURG 100.4 109.5 91.7 -8.3 - HOLLANDA 110.0 109.5 100.5 0.5 0.08 YENİ ZELANDA 119.0 108.6 109.6 9.6 1.54 NORVEÇ 121.2 112.4 107.8 7.8 1.26 POLONYA 128.7 107.4 119.8 19.8 3.06 PORTEKİZ 102.7 107.7 95.4 -4.6 - SLOVAK CUMH. 126.4 108.2 116.8 16.8 2.62 SLOVENYA 117.6 105.9 111.0 11.0 1.75 İSPANYA (2) 111.4 106.2 104.9 4.9 0.80 İSVEÇ 116.3 104.6 111.2 11.2 1.79 TÜRKİYE 213.7 157.4 135.8 35.8 5.23 İNGİLTERE 111.5 112.5 99.1 -0.9 - ABD 109.8 110.1 99.7 -0.3 - AVRO ALANI (2) 107.5 107.5 100.0 0.0 - AB28 (2) 109.1 108.4 100.6 0.6 0.10 ÜLKELER (*) Brüt Giydirilmiş Ücret (1) 2016 4. Çeyrek (2) 2016 3. Çeyrek Kaynak: OECD Veri Tabanı Kullanılarak TİSK. İŞVEREN / Mart - Nisan 2017 75 2011-2016 DÖNEMİNDE REEL ÜCRET DEĞİŞİMİ (Birikimli Yüzde) 2011-2016 Döneminde Reel Ücret Değişimi (Birikimli Yüzde) TÜRKİYE 35,8 MACARİSTAN 24,5 İZLANDA 24,4 POLONYA 19,8 SLOVAK CUMH. 16,8 KORE 14,2 İSVEÇ 11,2 SLOVENYA 11,0 İSRAİL 10,2 YENİ ZELANDA 9,6 ÇEK CUMH. 8,6 ALMANYA 8,2 NORVEÇ 7,8 FRANSA 5,5 İTALYA 5,2 İSPANYA 4,9 DANİMARKA 3,8 AVUSTRALYA 3,1 KANADA 2,9 FİNLANDİYA 2,4 AB28 0,6 JAPONYA 0,5 HOLLANDA 0,5 AVRO ALANI 0,0 ABD -0,3 İRLANDA -0,8 İNGİLTERE -0,9 -2,1 BELÇİKA PORTEKİZ -4,6 AVUSTURYA -8,0 LÜKSEMBURG -8,3 Kaynak: OECD Verileri Kullanılarak TİSK Kaynak: OECD Verileri Kullanılarak TİSK 76 İŞVEREN / Mart - Nisan 2017 kadınlar ve gençler İşsizlik Oranı Genç Kadınlarda Yüzde 28,1 TÜİK’in 17 Nisan 2017 tarihinde açıkladığı İşgücü İstatistiklerine göre genç işsizlik oranı Ocak 2017 döneminde yıllık bazda %19,2’den %24,5’e çıktı. Genç erkekler de işsizlik artışından olumsuz etkilenmekle birlikte, söz konusu etki genç kadınlar açısından daha güçlü. Ocak 2016 döneminde %20,5 düzeyinde bulunan 15-24 yaş kadın işsizlik oranı Ocak 2017 döneminde % 28,1’e yükseldi. Bu oran, genç erkeklerinkine (% 22,6) göre 5,5 puanlık önemli bir farkı da ifade ediyor. Dünya Bankası’nın verileri ise ülkemizdeki genç kadın işsizliğinin, çeşitli ülke gruplarının ortalamalarına kıyasla daha yaygın olduğunu ortaya koyuyor. 2014 yılı itibariyle genç kadın işsizliği oranı Türkiye’de %19,9 iken, ortalamalar olarak, dünyada %15,6; OECD Ülkelerinde %16,2; yüksek gelirli ülkelerde %18,3; Türkiye’nin de aralarında yer aldığı orta gelirli ülkelerde %15,7; Avrupa ve Orta Asya Ülkelerinde %18,2. Genç Kadınlarda (15-24 yaş) İşsizlik Oranı(1) 2000 ve 2014 2000 2014 Türkiye 11,6 19,9 (2) Dünya 15,5 15,6 OECD Ülkeleri 13,4 16,2 Orta Gelirli Ülkeler 15,9 15,7 Yüksek Gelirli Ülkeler 15,3 18,3 Avrupa ve Merkezi Asya Ülkeleri (yüksek gelirli ülkeler hariç) 20,3 18,2 Kaynak : Dünya Bankası ve TÜİK (1) Kıyaslama için ILO yöntemine göre uyumlaştırılmış olanlar (2) TÜİK İşgücü İstatistiklerine göre söz konusu oran 2014 yılında %20,4; 2015 yılında %22,2’dir. Türkiye Kadın Ücretli İstihdamı Artışında 63 Ülke İçinde İlk Sırada TÜRKONFED “ İş Dünyasında Kadın 2017 Raporu”nun Birinci Faz Çalışmasına ilişkin sonuçları yayımladı. Prof.Dr. Oğuz Karadeniz ve Prof.Dr. Hakkı Hakan Yılmaz tarafından hazırlanan çalışmada başlıca şu tespitlerde bulunuldu: •• Türkiye’de kadınların işgücüne katılma oranı ve istihdamı son 10 yılda hızla artış gösterdi. ILO verilerine göre 2007-2015 döneminde 79 ülke içinde Türkiye kadınlarının işgücüne katılma oranı artışında 7. ülke oldu (%23’ten %31,4’e). Ancak söz konusu oran AB ortalaması olan %57,6 ‘nın oldukça altında. •• Yine ILO verilerine göre aynı dönemde ücretli kadın istihdamı net %77 artış kaydetti (2 milyon 160 bin iş yaratımı). Bu sonuçla Türkiye 63 ülke içinde en yüksek artış oranını yakaladı. •• Buna karşılık kadın yöneticilerin toplam istihdamdaki payları 2007’de % 18 iken, 2015’te %14’e indi. •• Kızların okullaşma oranlarında belirgin iyileşme oldu. Kızların genel lise okullaşma oranı 2007’de %50 civarında iken, 2015’te %80’lere çıktı. Yükseköğretimde ise okullaşma oranı %18,7 ‘den %41,1’e yükseldi. •• İŞKUR’un işbaşı eğitim programları ve meslek edindirme kursları kadın istihdamının gelişimine katkı sağladı. Çalışmada, eğitim sisteminin kalitesinin artırılması, kadın istihdamının teşvik edilmeye devam edilmesi, toplam faktör verimliliğinin büyümeye katkısının artması için beşeri sermaye niteliklerinin yükseltilmesi önerilerinde bulunuldu. İŞVEREN / Mart - Nisan 2017 77 kadınlar ve gençler Türkiye’de Yükseköğrenimli Kadınların Yaklaşık Yarısı Çalışmıyor OECD’nin “Bir Bakışta Eğitim 2016” raporunda, 25-64 yaş grubunda yer alan yükseköğrenim mezunu kadınların istihdam oranları 30 ülke kapsamında karşılaştırıldı. Söz konusu oran 30 ülke ortalaması olarak %81 düzeyinde; dolayısıyla her 100 yükseköğrenimli kadından 19’u çalışmıyor. Genel ortalamada çalışmayan kadınların oranı %19 iken, 30 ülke kapsamında en yüksek oran %42 ile Türkiye’de. İsveç ve Norveç ise yükseköğrenim görmüş ancak çalışma hayatında bulunmayan kadın oranının %9 ile en düşük düzeyde olduğu ülkeler. Türkiye’de yükseköğrenim görmüş kadınların neredeyse yarısı nın çalışmaması; mali kaynak israfının ciddi boyutta olduğunu, ayrıca ekonominin çok büyük bir insangücü kaynağını kullanamadığını, dolayısıyla kalkınmada bu gücün değerlendirilemediğini ve bireysel gelişimin de sınırlandığını gösteriyor. Yükseköğrenim görmüş kadınların çalışma hayatına girmesi finansal tedbirlerle desteklenmeli. 78 İŞVEREN / Mart - Nisan 2017 Yükseköğrenim Kadınlar Grubunda Yükseköğrenim Mezunu Mezunu Kadınlar Grubunda Çalışmayan Çalışmayan Kadınların Kadınların Payı,Payı, 20152015 (25-64 yaş, yüzde) (25-64 yaş, yüzde) Türkiye 42 Yunanistan 40 Rusya 38 Kore 37 Japonya 33 İspanya 24 İtalya 23 Çek Cumhuriyeti 20 Avustralya 20 Ortalama 19 Singapur 19 Slovenya 19 İrlanda 19 ABD 18 İsrail 18 Kanada 18 Slovak Cumhuriyeti 17 Yeni Zelanda 17 Fransa 17 Polonya 16 Hollanda 16 Almanya 15 Litvanya 14 Estonya 14 Danimarka 13 Şili 13 Avusturya 13 Finlandiya 11 İsveç 9 Norveç 9 0 10 Kaynak: OECD, Bir Bakışta Eğitim 2016. Kaynak: OECD, Bir Bakışta Eğitim 2016. 20 30 40 50 kadınlar ve gençler Türkiye 2016 Cinsiyete Dayalı İnsani Gelişme Endeksi’nde Orta-Düşük Seviyede Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı’nın (UNDP) her yıl hazırladığı İnsani Gelişme Endeksi’nin 2016 sonuçları yayımlandı. Türkiye 188 ülke arasında 71’inci sırada ve yüksek insani gelişme grubunda yer aldı. Ancak, doğuşta beklenen yaşam süresi, beklenen öğrenim süresi, ortalama öğrenim süresi ve kişi başına GSMH kriterleri dikkate alınarak cinsiyet ayrımında oluşturulan Cinsiyete Dayalı Gelişme Endeksi’ne göre kadınların dezavantajlı konumu nedeniyle orta-düşük ülkeler grubunda yer aldı. Bardağın dolu kısmı ise, 1990-2015 döneminde Türkiye’nin insani gelişmede %33,2 gibi önemli bir ilerleme göstermiş olması. TÜİK’in GSYH revizyonu 2017 raporuna yansıyacak. 22.03.2017 /Hürriyet Her Dört Erkekten Biri Kadınların Çalışmasını Uygun Bulmuyor TÜİK yayımladığı “İstatistiklerle Kadın 2016” Haber Bülteni’nde çeşitli göstergelere yer verdi. Türkiye nüfusunun %49,8’ini kadın nüfus oluşturdu Türkiye’de 2016 yılında, erkek nüfus 40 milyon 43 bin 650 kişi ( %50,2) olurken, kadın nüfus 39 milyon 771 bin 221 kişi (%49,8) oldu. Kadınlar ile erkekler arasındaki bu oransal denge, kadınların daha uzun yaşaması nedeniyle 65 ve daha yukarı yaş grubunda kadınların lehine değişerek %43,9%56,1 oluyor. Okuma yazma bilmeyen kadın nüfus oranı erkeklerden 5 kat fazla Türkiye’de 2015 yılında, 25 ve daha yukarı yaşta olan ve okuma yazma bil- meyen toplam nüfus oranı %5,4 iken, bu oran erkeklerde %1,8; kadınlarda %9. Lise ve dengi okul mezunu olan 25 ve daha yukarı yaştakilerin toplam nüfus içindeki oranı %19,5 iken, bu oran erkeklerde %23,5, kadınlarda % 15,6. Yükseköğrenim mezunlarının toplam nüfusa oranı %15,5 olup, bu oran erkeklerde %17,9, kadınlarda ise %13,1 düzeyinde. Cinsiyete göre seçilmiş göstergeler, 2015 (%) Seçilmiş göstergeler Toplam Erkek Kadın Okur-yazar olmayan nüfus oranı ( 25 + yaş) 5,4 1,8 9,0 Yüksekokul veya fakülteden mezun nüfus oranı (25 +yaş) 15,5 17,9 13,1 İstihdam oranı (15 + yaş) 46,0 65,0 27,5 İşgücüne katılım oranı (15 +yaş) 51,3 71,6 31,5 İşsizlik oranı (15 + yaş) 10,3 9,2 12,6 Genç İşsizlik Oranı (15-24 yaş) 18,5 16,5 22,2 İŞVEREN / Mart - Nisan 2017 79 kadınlar ve gençler zunu kadınlarda %40,8 iken, yükseköğretim mezunu kadınlarda; %71,6 oldu. Erkeklerin %24’ü kadınların çalışmasını uygun bulmuyor Kadın istihdam oranı erkeklerin istihdam oranının yarısından az Eğitimli kadınların işgücüne katılma oranı daha yüksek Hanehalkı İşgücü Araştırması sonuçlarına göre; 2015 yılında, Türkiye’de 15 ve daha yukarı yaştaki nüfus içerisinde istihdam oranı %46 olup, bu oran erkeklerde %65, kadınlarda %27,5 düzeyinde. 2015 yılında, Türkiye’de 15 ve daha yukarı yaştaki kadın nüfus içerisinde işgücüne katılma oranı %31,5 iken, erkeklerde %71, 6 olarak ölçüldü. Türkiye, Avrupa’da kadın istihdam oranının en düşük olduğu ülke. Avrupa Birliği’ne üye ülkelerde ise kadın istihdam oranı %74 ila % 42,5 arasında değişiyor. Eğitim durumuna göre işgücüne katılma oranı incelendiğinde, kadınların eğitim seviyesi yükseldikçe işgücüne daha fazla katıldıkları görüldü. İşgücüne katılma oranı okur yazar olmayan kadınlarda %16,1; lise ve altı eğitimli kadınlarda %26,6; lise mezunu kadınlarda %32,7; mesleki ve teknik lise me- Aile Yapısı Araştırması 2016 sonuçlarına göre; kadınların çalışmasını uygun bulanların oranı toplamda %84,9 olup, erkeklerde bu oran %78,1, kadınlarda %91,5 oldu. İstatistiki Bölge Birimleri Sınıflaması (İBBS) 1.Düzey’e göre kadınların çalışmasını uygun bulanların oranları incelendiğinde, en yüksek oranın %90,6 ile TR3 Ege’de (İzmir, Aydın, Manisa, Afyonkarahisar,Kütahya, Uşak), en düşük oranın ise %71,5 ile TRC Güneydoğu Anadolu’da ( Gaziantep, Adıyaman, Kilis, Şanlıurfa, Diyarbakır,Mardin, Batman,Şırnak, Siirt) olduğu görüldü. Kadınların % 28,2’si 18 yaşından küçükken evlendi Aile Yapısı Araştırması 2016 sonuçlarına göre; evlilik deneyimi yaşamış 15 ve daha yukarı yaştaki tüm bireylerin araştırmada beyan ettikleri ilk evlenme yaşları incelendiğinde; Türkiye’de ilk evliliklerin %37,5 ile en çok 20-24 yaş aralığında yapıldığı görüldü. Bu yaş aralığında ilk evliliğini yapan kadınların oranı %34,3 . AB Ülkelerindeki Ortaokul Öğrencilerinin Yüzde 60’ı Birden Fazla Yabancı Dil Öğreniyor AB İstatistik Ofisi Eurostat’ın 23 Şubat 2017 tarihinde yayımladığı basın bültenine göre, AB Ülkeleri genelinde ortaokulda eğitim gören 17,6 milyon öğrencinin neredeyse tamamı (yüzde 98,6’sı) yabancı dil öğrenimi görüyor. Ancak asıl önemlisi, öğrencilerin yüzde 39,8’i tek bir yabancı dil öğrenirken, yüzde 58,8’i iki ve daha fazla yabancı dil öğreniyor. Verilere göre, 11 veya 12 yaşında 80 İŞVEREN / Mart - Nisan 2017 ortaöğrenimin alt dönemine (ortaokula) başlayan öğrencilerin yüzde 100 ile tamamına yabancı dil eğitimi veren ülkeler Danimarka, Yunanistan, Lüksemburg, Avusturya, Malta, Romanya ve İsveç. Diğer AB Ülkelerindeki söz konusu oran ise yüzde 88,3 (İrlanda) ila yüzde 99,8 (Hırvatistan ve Romanya) arasında değişiyor. İki ve daha çok yabancı dil öğretim oranı AB genelinde %58,8 iken, en yük- sek oranlar yüzde 100 (Lüksemburg) ila yüzde 6 (Macaristan) arasında değişiyor. En Yaygın Yabancı Dil Eğitimi İngilizce AB Ülkelerinde en yaygın öğrenim görülen yabancı dil yüzde 97,3 oranıyla İngilizce. İkinci sırada ise yüzde 33,8 oranına sahip Fransızca bulunuyor. Almanca, İspanyolca, Rusça ve İtalyanca giderek azalan oranlarda onları izliyor. kadınlar ve gençler Kadın İstihdamı Ulusal İzleme ve Koordinasyon Kurulu Toplantısı “Kadın İstihdamının Artırılması ve Fırsat Eşitliğinin Sağlanması” konulu 2010/14 sayılı Başbakanlık Genelgesi uyarınca oluşturulan “Kadın İstihdamı Ulusal İzleme ve Koordinasyon Kurulu”nun 8’inci toplantısı 22 Mart 2017 tarihinde Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Mazhar Yıldırımhan başkanlığında yapıldı. Toplantıda, Çalışma Genel Müdürü Nurcan Önder tarafından kadın istih- damında mevcut durum, son dönemde gerçekleştirilen mevzuat değişiklikleri, Ulusal İstihdam Stratejisi’nin 2017-2019 Eylem Planı’nda yer alan tedbirler, Bakanlıkça yürütülen çalışmalar ve projeler hakkında bir sunum yapıldı. Daha sonra kurum ve kuruluş temsilcilerince kadın istihdamı alanında yaptıkları çalışmalar hakkında bilgi paylaşımında bulunuldu. Çalışma Genel Müdürü Önder, 2010/14 sayılı Başbakanlık Genelgesi’nin günün şartları doğrultusunda yenilenmesi amacıyla bir teknik çalışma yapılacağını söyledi. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Kadının Statüsü Genel Müdürü Gülser Ustaoğlu da, Büyükanne Projesi için bir etki değerlendirmesi yapacaklarını, bu konuda sosyal taraflarla birlikte çalışmak istediklerini belirtti. AB Ülkelerindeki Ortaokul Öğrencilerinin Yüzde 60’ı Birden Fazla Yabancı Dil Öğreniyor AB İstatistik Ofisi Eurostat’ın 23 Şubat 2017 tarihinde yayımladığı basın bültenine göre, AB Ülkeleri genelinde ortaokulda eğitim gören 17,6 milyon öğrencinin neredeyse tamamı (yüzde 98,6’sı) yabancı dil öğrenimi görüyor. Ancak asıl önemlisi, öğrencilerin yüzde 39,8’i tek bir yabancı dil öğrenirken, yüzde 58,8’i iki ve daha fazla yabancı dil öğreniyor. Verilere göre, 11 veya 12 yaşında ortaöğrenimin alt dönemine (ortaokula) başlayan öğrencilerin yüzde 100 ile tamamına yabancı dil eğitimi veren ülkeler Danimarka, Yunanistan, Lüksemburg, Avusturya, Malta, Romanya ve İsveç. Diğer AB Ülkelerindeki söz konusu oran ise yüzde 88,3 (İrlanda) ila yüzde 99,8 (Hırvatistan ve Romanya) arasında değişiyor. İki ve daha çok yabancı dil öğretim oranı AB genelinde %58,8 iken, en yüksek oranlar yüzde 100 (Lüksemburg) ila yüzde 6 (Macaristan) arasında değişiyor. En yaygın Yabancı Dil Eğitimi İngilizce AB Ülkelerinde en yaygın öğrenim görülen yabancı dil yüzde 97,3 oranıyla İngilizce. İkinci sırada ise yüzde 33,8 oranına sahip Fransızca bulunuyor. Almanca, İspanyolca, Rusça ve İtalyanca giderek azalan oranlarda onları izliyor. İŞVEREN / Mart - Nisan 2017 81 Esra BELEN TİSK Araştırma, Eğitim ve Dış İlişkiler Uzmanı ebelen@tisk.org.tr Kadın İstihdamının Artırılmasında İyi Uygulama Örnekleri Küreselleşme ile birlikte kadınların ekonomik hayatta daha fazla yer aldıkları gözlense de, işgücüne katılım ve istihdam oranları bakımından cinsiyet eşitsizliği hemen hemen her ülkede önemli bir sorun olmayı sürdürmektedir. Kadın ve erkek istihdam oranları arasındaki farkın giderilmesi; güçlü ekonomilerin yaratılması, toplumun refah seviyesinin yükseltilmesi ve sosyal gelişmenin sağlanması, dolayısıyla sürdürülebilir kalkınma bakımından önem taşımaktadır. OECD, kadın ve erkeklerin işgücüne katılım oranlarının birbirine yaklaşmasının, 2030 yılı itibariyle Türkiye’nin de dahil olduğu OECD ülkeleri genelinde ekonomik büyümede %12’lik bir artış yaratacağı tahmininde bulunmaktadır. Global Yönetim Danışmanlığı Şirketi Mc Kinsey & Company’nin “Wo- 82 İŞVEREN / Mart - Nisan 2017 men Matter Türkiye 2016 Raporu”na göre Ülkemiz, kadın işgücüne katılım oranını %30’dan %63’e yükseltmesi halinde GSYH’sını 2025 yılında %20 artırma potansiyeline sahiptir. İşgücü piyasasında daha fazla kadın, orta ve uzun vadede ekonomik büyümeyi artırma potansiyeli demek Avrupa Çalışma ve Yaşam Koşullarını İyileştirme Vakfı (Eurofound) tarafından yayınlanan “İstihdamda Cinsiyet Eşitsizliği: Zorluklar ve Çözümler (The Gender Employment Gap: Challenges and Solutions)” başlıklı Rapor; Avrupa Birliği’nde (AB), istihdamdaki cinsiyet eşitsizliğinin neden olduğu ekonomik kayıpları, kadınların işgücü piyasasına katılım oranının yükseltilmesinin getireceği sosyal kazanımları incelemekte ve 6 üye devlette (Dani- marka, Fransa, Almanya, Hollanda, İsveç ve İngiltere) kadın istihdamını artırmaya yönelik iyi uygulama örneklerinden hareketle politikalarda etkinliğin sağlanması için tavsiyelerde bulunmaktadır. Rapora göre, 2013 yılı itibariyle düşük oranlı kadın istihdamı AB’de 370 milyar Euro’luk ekonomik kayba neden olmuştur. Elde edilemeyen kazanç, toplumsal refaha yapılamayan katkı, sosyal transferlerin ve yardımların finansman maliyeti, ödenmeyen sosyal güvenlik primleri nedeniyle oluşan bu kayıp, AB GSYH’sının %2,8’i büyüklüğündedir. Bir kadının çalışma çağı boyunca istihdam dışı kalmasının maliyetinin ise, sahip olunan eğitim düzeyine bağlı olarak, 1,2-2 milyon Euro arasında değiştiği tahmin edilmektedir. inceleme İstihdamda cinsiyet eşitsizliğinin giderilmesi, sadece ekonomik değil, önemli sosyal etkilere de sahip İstihdamda cinsiyet eşitsizliğinin giderilmesi, ülkeler bakımından sadece ekonomik değil, önemli sosyal etkilere de sahiptir. İstihdamda olmak, kadın için ekonomik güvence, kendini daha güçlü ve yetkin hissetme, yaşam kalitesinde artış anlamına gelmektedir. Aynı zamanda yoksulluk riskini önlemekte, bireylerin toplumla bütünleşmesini sağlayarak sosyal uyuma katkıda bulunmakta ve genel olarak toplumun niteliğini yükseltmektedir. AB 2020 hedeflerine ulaşılabilmesi, demografik değişimin neden olduğu zorluklarla başa çıkılabilmesi, kapsayıcı ve sürdürülebilir bir büyümenin sağlanabilmesi açısından işgücü piyasasına eşit katılım, Avrupa için acilen ele alınması gereken önemli bir hedef olarak değerlendirilmektedir. İşgücü piyasasına katılıp katılmama kadının bireysel tercihi olsa da, bu tercihin özgürce yapılabilmesi için fırsat eşitliğinin sağlanması, hükümetlerin ortak hedefi olmalıdır. Koordineli ve birbiriyle etkileşim içinde olan politikalara ihtiyaç var Rapor’da kadınların işgücüne katılımını artırmaya yönelik politikalar 4 ana başlık altında incelenmiştir: •• İşgücü piyasası politikaları •• Çocuk bakımına ilişkin destekler •• Esnek çalışma uygulamaları •• Ailevi nedenlerle izin kullanımına ilişkin politikalar Rapora göre, koordineli ve birbiriyle etkileşim içinde olan politikalar, kadınların işgücü piyasasına katılımını önemli ölçüde artırabilir. İşgücü piyasası politikaları İşgücü piyasası politikaları; kadın işgücü arzını teşvik etmeye yönelik aktif istihdam tedbirleri ile vergi ve sosyal yardım uygulamalarını kapsamakta olup, işgücü piyasası dışında kalan kadınların istihdama katılımlarının teşvik edilmesini, halen işgücü piyasasında bulunanların ise istihdamdaki sürekliliklerinin sağlanmasını ya da çalışma sürelerinin artırılmasını amaçlamaktadır. Kadın işgücü talebini artırmaya yönelik olarak da işverenlere yönelik sübvansiyonları, sosyal güvenlik primlerinde indirim ya da muafiyetleri içermektedir. Almanya’da “Yeniden Mesleki Bütünleşme Programı”, ailevi nedenlerle en az üç yıl süre ile istihdam dışı kalan ve yeniden işe dönmek isteyen kadınları desteklemeye yönelik bir programdır. Bu kapsamda, kadınlara internet üzerinden danışmanlık, kariyer koçluğu hizmetleri ve eğitimde denklik programları sunulmakta; işverenlere de yeniden istihdama katılan kadınları destekleyici politikalara ilişkin iyi uygulama örnekleri ve işverenlere yönelik mali destekler hakkında bilgilendirme yapılmaktadır. İsveç’te 2007-2014 yılları arasında hükümet tarafında finanse edilen “Kadın Girişimciliğinin Geliştirilmesi Programı”, yeni iş kuran kadın girişimcilere iş geliştirme amaçlı mali destek vermiş, bilgilendirme ve mentörlük hizmetleri sağlamış, potansiyel ve aktif kadın girişimcileri, öğrencileri, iş ağlarını desteklemiştir. İngiltere’de 2004-2013 yılları arasında “Tek Ebeveynli Ailelere İşbaşı İŞVEREN / Mart - Nisan 2017 83 Yapma Kredisi” uygulamasıyla uzun süreli işsiz (52 haftadan fazla) olup, istihdam edilen tek ebeveynli ailelere istihdamda sürekliliklerini sağlamak üzere bir yıla kadar haftada net 40 pound (Londra için 60 pound) tutarında yardımda bulunulmuştur. Hollanda’da, kazancı olmayan ya da düşük kazançlı kadınların, gelir vergisi indirimini ve ulusal sigorta katkılarını vergi mükellefi eşlerine aktarmalarını öngören sistemden kademeli olarak çıkmaları sağlanmıştır. Zira bu sistem, ailedeki ikinci kazanç sahipleri için daha yüksek marjinal vergiye neden olarak, kadınları çalışmaktan alıkoymaktadır. Fransa’da 2006’da uygulamaya konulan çek sistemi, işverenler tarafından ev hizmetlerinde (temizlik işi, çocuk bakıcılığı gibi) çalıştırılan kişilere ya da bu tür hizmet sağlayan bürolara ödeme yapılmasını sağlamakta ve kamu kurumlarına gerekli bildirimlerin yapılmasında işverenler bakımından izlemesi gereken prosedürleri basitleştirmektedir. Çocuk bakımına ilişkin destekler Çocuk bakımı konusunda kamu hizmeti desteğinin mevcudiyeti ve karşılanabilir maliyet, ebeveynlerin işgücü piyasasına katılımları bakımından büyük önem taşımaktadır. Çocuk bakımı için hizmet maliyetinin yüksek olması, işe girişi veya çalışma süresinin artırılmasını engellemektedir. Fransa’da, 6 yaşın altında çocuklar için kayıtlı çocuk bakıcısı ya da özel bakım hizmeti sunucusu kullanan ailelere mali destek sağlanmaktadır. Yardım miktarı, ailenin gelir düzeyine, istihdam durumuna, çocuk sayısına ve çocuğun yaşına bağlıdır. Amaç, ailelere çocuk bakımı için hizmet almada seçme özgürlüğü tanımak ve esneklik sağlamaktır. 84 İŞVEREN / Mart - Nisan 2017 İsveç’te “Kamusal Çocuk Bakımı ve Çocuk Yetiştirme Yardımı”, tüm ailelerin tam zamanlı olarak hizmet almalarına imkan tanımakta ve ebeveynlerin katkıları (ailenin gelirine ve çocuk sayısına göre) ve yerel vergilerle finanse edilmektedir. Anaokulu (okul öncesi eğitim) 3 yaş altı çocuklar için ücretsiz, 3-6 yaş çocuklar için haftada 15 saate kadar ücretsizdir. 1 yaşına gelen çocuklar kamusal çocuk bakım hizmeti garantisindedir. Çocuk yetiştirme yardımı da belediyeler tarafından sağlanmakta ve ailelere hizmet alımında seçenek sunmaktadır. Danimarka’da ebeveyn izni süresinin bitiminde “Garanti Edilmiş Günlük Bakım Yardımı” ile belediyeler tarafından çocuk için bakım yeri sağlanmakta, 4 haftalık bir bekleme süresinden sonra bu hizmet sunulamadığında ailelerin özel bakım hizmetinden yararlanabilmeleri için maddi destek (maliyetin en az %75’i) verilmektedir. Esnek çalışma uygulamaları Esnek çalışma koşullarından daha fazla kadınlar, özellikle anneler yararlanmaktadır. Esnek çalışma, hem kadınların işgücü piyasasına katılımını ya da istihdamda kalmalarını kolaylaştırarak, hem de erkeklerin bakım sorumluluklarını üstlenmelerini sağlayarak çift yönlü etkide bulunmaktadır. Bu politikalar aynı zamanda, çalışanların işverenden esnek çalışma talebinde bulunma haklarının genişletilmesine ve esnek çalışmaya ilişkin önyargılarla mücadele edilmesine yöneliktir. Fransa’da, “Ebeveynlik Şartı” ile iş ve aile yaşamı arasında denge kurulabilmesi için çalışanlarına yardımcı olmayı taahhüt eden işverenler desteklenmektedir. Amaç, işverenlerin ebeveynliğe bakış açısını değiştirmek, çocuğu olan çalışanları için elverişli bir işyeri ortamı sunmalarını sağlamak ve çocuk sahibi olan çalışanların mesleki açıdan ayrımcılığa uğramalarını önlemektir. Hollanda’da “Çalışma Saatlerinin Yapılandırılması Yasası”, çalışanlara çalışma saatlerinin artırılmasını ya da azaltılmasını, belli koşullar altında, mevcut iş sözleşmesi şartlarında değişikliğe gidilmesini talep etme hakkı vermektedir. Çalışanın en az bir yıldır kamu ya da özel sektörde çalışıyor olması ve en az 4 ay önceden işverene yazılı talepte bulunması gerekmektedir. İşveren bu talebi ancak, önemli işletme gerekleriyle reddedebilmektedir. İngiltere’de, küçük çocuğu olan ailelere tanınmış olan esnek çalışma talebinde bulunma hakkı, Nisan 2014’ten itibaren kademeli olarak tüm çalışanları kapsayacak şekilde genişletilmiştir. Çalışanların iş ve aile yaşamlarını daha iyi dengeleyebilmeleri için iş paylaşımı, evden çalışma, kısa zamanlı çalışma, sıkıştırılmış saatler, esnek zaman, yıllıklaştırılmış çalışma süresi, kademeli emeklilik gibi esnek çalışma uygulamaları teşvik edilmektedir. En az 6 aylık kıdeme sahip tüm çalışanlar, esnek çalışma talebinde bulunabilmektedir. Ailevi nedenlerle izin kullanımına ilişkin politikalar Analık izni, ebeveyn izni, yetişkin bakımı izni gibi ailevi izinlerin amacı, kadınların bakım sorumluluklarını yerine getirirken aynı zamanda istihdamda kalmalarının ya da işe geri dönmelerinin sağlanmasıdır. Bu tür tedbirler, hane içinde cinsiyetçi işbölümü kültürünün değişmesine ve işverenlerin aile ve bakım ihtiyaçları açısından kadın çalışanlara yönelik bakış açısının olumlu yönde etkilenmesine de katkıda bulunmaktadır. Almanya’da 2008 tarihli “Bakım inceleme İzni Kanunu” ile yakın akrabaların bakım ihtiyaçları için kısa ya da uzun süreli ücretsiz izin kullanımına imkan sağlanmıştır. Ayrıca işçi ve işveren arasında yapılacak gönüllü bir anlaşma ile çalışma süresinin azaltılması mümkündür. Doğum ya da evlat edinme nedeniyle çalışma saatinin azaltılması durumunda bir yıl süreyle, tek ebeveynli ailelerde 14 ay süreyle, ebeveyn yardımı da verilmektedir. Danimarka’da, 2013 yılında bağımlı çalışanların yanısıra kendi hesabına çalışan kadın ve erkeklere de ebeveyn izni hakkı getirilmiştir. İsveç’te “Esnek Ebeveyn İzni Planı”, zorunlu sosyal sigorta sisteminin bir parçasıdır 480 günlük iznin 60 günü annelere ve diğer 60 günü ise babalara zorunlu olarak ayrılmıştır. Geri kalan toplam süre ebeveynler arasında istedikleri gibi kullanılabilmektedir. İzin yardımlarına erişimin kolaylaştırılması ve bu izinlerin kullanımında esnekliğinin sağlanması; aile bakım sorumluluğu olanların işgücü piyasasında ayrımcılığa uğramalarının önlenmesi, ailelerin işgücü piyasası ile bağının korunması ve iş ve aile yaşamı sorumluluklarının dengelenmesi bakı- mından önem taşımaktadır. Bununla birlikte, OECD tarafından yapılan araştırmalar ücretli izin süresinin artırılmasının kadınların işgücüne katılım oranını düşürdüğünü, ancak kısa süreli çalışma yerine tam zamanlı çalışma eğilimini artırdığını ortaya koymaktadır. Araştırmalar, daha cömert desteklerin ise işe geri dönüş oranlarını yükselttiği yönündedir. Çocuk bakımı, yetişkin bakımı için sağlanan ailevi izinlerin toptan kullanımı yerine, daha uzun süreye yayılabilen küçük parçalar halinde kullandırılması, diğer bir ifadeyle daha esnek ailevi izinler, kadın istihdamını artırmada daha başarılıdır. Ayrıca, bu izinlerin erkekler tarafından ne ölçüde kullanıldığı, yardımın miktarı, yardıma erişilebilirlik, işverenlerin verdiği destek ve bilgilendirme önem taşımaktadır. Genel olarak, kadın istihdamını artırmaya yönelik politikaların başarısının şunlara bağlı olduğu belirtilmektedir: •• Kadınların işgücü piyasasına katılımlarına engel oluşturan tek kişinin çalıştığı aile modeline yönelik vergilendirme sistemlerinin birey odaklı hale dönüştürülmesi; •• Mali teşviklere veya da destekleyici müdahalelere dayalı politikaların, net şekilde tanımlanmış ve duyarlılığı yüksek grupları hedeflemesi; •• Çok sayıda aktörün sürece dahil edilmesi; •• Tedbirlerden yararlanan sayısını çoğaltmak ve çekiciliğini artırmak için bilgilendirme çalışmaları yapılması; •• Üç yaş altı çocuklar için kamusal bakım hizmetinin sağlanması; •• İşverenler tarafından kadınların işgücünün önemli bir parçası olduğunun kabul görmesi ve bakım sorumluluğunun sadece kadın çalışanları değil, tüm işgücünü ilgilendiren ve bu konuda sağlanacak desteklerin her iki tarafın da yararına olan bir husus olarak algılanması; •• İşverenlerin ve çalışanların esnek çalışma ve esnek ailevi nedenlerle izin düzenlemelerine olan desteği; •• Uygulanan çeşitli politikalar arasındaki etkileşim ve koordinasyon. Eurofound Raporu’na göre, toplumdaki kültürel değerler ve beklentiler, kadınların istihdama katılım oranının yükseltilmesinde hangi politika müdahalelerinin başarılı olacağını belirleyen ana unsurdur. Hane içi sorumlulukların kadın ve erkek arasında paylaşımı, kadın ve erkeğin rolleri ve çocuklar ya da bağımlı yetişkinler için nitelikli bakımın nasıl (evde ya da bakım merkezinde) yapılacağına ilişkin toplumsal görüş ve kabuller önem taşımaktadır. Rapor’da acil olarak yapılması gerekenin; cinsiyet kalıp yargılarını gidermeye yönelik kültürel değişimin kademeli olarak başarılması ve ailevi sorumlulukların kadın ve erkek arasında daha eşitlikçi paylaşımının sağlanması olduğu vurgulanmaktadır. İŞVEREN / Mart - Nisan 2017 85 haberler TİSK Genel Sekreterler Koordinasyon Kurulu Toplantısı TİSK Genel Sekreterler Koordinasyon Kurulu’nun Nisan ayı toplantısı 19 Nisan 2017 tarihinde İNTES’in ev sahipliğinde İstanbul Üçüncü Havalimanı (IGA) Şantiyesi’nde yapıldı. Toplantıda, Konfederasyonun ve Üye İşveren Sendikalarının son dönemde gerçekleştirdikleri faaliyetler ile çalışma hayatının ve ekonominin güncel konuları hakkında görüş alışverişinde bulunuldu. Toplantı kapsamında Kurul Üyeleri’ne IGA CEO’su Yusuf Akçayoğlu’nun katılımı ile Proje hakkında bir bilgilendirme sunumu gerçekleştirildi. Sunumun ardından IGA Şantiyesi’nde teknik gezi yapıldı. Toplantı, İNTES ev sahipliğinde düzenlenen akşam yemeği ile sona erdi. Borsa İstanbul’da Gong, Kadın-Erkek Eşitliği İçin Çaldı Borsa İstanbul ev sahipliğinde, UN Global Compact, Birleşmiş Milletler Kadın Birimi (UN Women), Dünya Borsalar Federasyonu (World Federation of Exchanges-WFE), Borsa Yatırım Fonlarındaki Kadınlar Platformu (Women in ETFs), Sürdürülebilir Borsalar Girişimi (Sustainable Stock Exchanges Initiative-SSE) ve Dünya Bankası Uluslararası Finans Kurumu (IFC) katılımı ile iş dünyasını toplumsal cinsiyet eşitliğini geliştirmeye ve kadınların ekonomik hayatta güçlenmesini desteklemeye çağırmak amacıyla 8 Mart 2017 günü Gong Töreni düzenlendi. Sürdürülebilir Borsalar Girişimi’nin kurucu üyesi Borsa İstanbul Gong Töreni’ne 2017 yılında üçüncü kez ev sahipliği yaptı. Gong ; Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Dr. Fatma Betül Sayan Kaya, Borsa İstanbul Yönetim ve İcra Kurulu Başkanı Himmet Karadağ, UN Women Avrupa ve Orta Asya Bölge Direktörü ve Türkiye Temsilcisi Ingibjörg Solrun Gísladóttir, IFC Türkiye Direktörü Aisha Williams, Global Compact Türkiye Yönetim Kurulu Başkanı Mustafa Seçkin ve WEPs İş Dünyası Sözcüsü ve SUTEKS Group Başkanı Nur Ger tarafından çalındı. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Dr. Fatma Betül Sayan Kaya, “Hem Hükü- 86 İŞVEREN / Mart - Nisan 2017 met hem de Bakanlık olarak kadının ekonomide, siyasette ve karar alma mekanizmalarında daha aktif rol alması için pozitif ayrımcılığı getirdik. Teşviklerle kadınlarımızın iş hayatında güçlü bir şekilde yer almalarını sağlıyoruz. Kadınlarımızın işgücüne katılma oranı yüzde 33’ün üzerine çıktı. 2023 hedefimiz kadın istihdamını yüzde 41’e çıkarmak” dedi. Borsa İstanbul’un açılış gongunu kadınlar için, eşitlik ve adalet için çaldıklarını kaydeden Kaya, “Umarım bu sesi, doğudan batıya tüm dünya duyar. Bu ses kadın girişimcilerimizin, kadın çalışanlarımızın sesi olsun. Emeğin, adaletin sesi olsun. Aynı zamanda vatanı için eşleri, evlatları şehit edilen onurlu, vefakar kadınlarımızın, annelerimizin sesi olsun” değerlendirmesini yaptı. “Eşitlik için Borsa Gongunun Çalınması” törenine ev sahipliği yapan Borsa İstanbul Yönetim ve İcra Kurulu Başkanı Himmet Karadağ, “Sosyal hayattan sağlığa, eğitimden iş hayatına, tüm kadınlarımıza adalet ve eşitlik için gayret gösterirken bir noktanın önemine dikkat çekmek istiyorum. Bütün bu çalışmalar, onlara bir lütuf ya da tek taraflı bir fayda şeklinde asla değerlendirilmemelidir. Tam tersine, atılan tüm adımlar ülkemiz ve hepimiz içindir. Çünkü sosyal adalet ve fırsat eşitliği olmadan bir ülkenin kalkınması mümkün değildir. Özellikle, iş hayatında fırsat eşitliğini sağlamak ve işgücüne katılımlarını artırmak sadece onların hakkını teslim etmek değil, ülkemizin geleceğine de yatırım yapmak anlamına geliyor. Borsa İstanbul olarak fırsat eşitliğini öne çıkaran her projeye destek vermeye ve paydaşlarımızla işbirliğine bundan sonra da devam edeceğiz. Şirketlerimiz ve yatırımcılarımız arasında farkındalığı artıracak uygulamalara katkı sağlamayı sürdüreceğiz” dedi. UN Women Avrupa ve Orta Asya Bölge Direktörü ve Türkiye Temsilcisi Ingibjörg Solrun Gísladóttir “OECD Ülkeleri arasında ev işi ve ücretsiz bakım haberler işini en uzun saatler yapanlar Türk kadınları. Sonuç olarak da Türkiye OECD Ülkeleri arasında kadınların işgücüne katılma oranı en düşük ülke. Ev işleri ve ücretsiz bakım yükü, belki de güvenli ve ücretli şekilde ekonomiye katkı yapmalarının önündeki en büyük engel. Dolayısıyla, kadınların ev işi ve ücretsiz bakım işlerini azaltmak için sosyal altyapı hizmetlerinin geliştirilmesine gerçekten destek olmalıyız. Böylece Türkiye’de kadınların iş piyasalarına katılımı artabilir ve kadınlar için güvenlikli ve iyi nitelikli işler yaratılabilir” şeklinde konuştu. Global Compact Türkiye Yönetim Kurulu Başkanı Mustafa Seçkin konuşmasında “Kadınların toplumun ve çalışma hayatının her aşamasında daha çok yer alması, daha adil ve istikrarlı bir kalkınma ve daha güçlü bir ekonomi anlamına geliyor. Bu nedenle eşitlik kazandırır diyoruz” dedi. SUTEKS Group Yönetim Kurulu Başkanı ve WEPs İş Dünyası Sözcüsü Nur Ger ise, “Tarihte hiçbir eşitsizlik böyle kısa sürede çözüme ulaşmıyor. O yüzden araştırmaların 170 yıl sonra gelecek dediği eşitliği satın almıyorum. Toplumsal cinsiyet eşitliği sosyal sorumluluk değil, bir ekonomi meselesi” dedi. Birleşmiş Milletler Kadın Birimi’nin tüm Birleşmiş Milletler üyesi devletlere toplumsal cinsiyet eşitliği çalışmalarını hızlandırmaları, kadınların ve kız çocuklarının haklarını geliştirmeleri ve 2030’a kadar kadın-erkek eşitliğini tam olarak sağlamaları amacıyla yaptığı “Hedef 2030’a Kadar Cinsiyet Eşitliği: Harekete Geç” çağrısı kapsamında düzenlenen Gong Töreninin ar- dından Kadının Güçlenmesi Prensiplerini (WEPs) yeni imzalayan 74 şirket tebrik edildi. Kadının Güçlenmesi Prensipleri, kadınların, tüm sektörlerde ve her düzeyde, ekonomik yaşamın içinde yer alabilmelerini sağlamak amacıyla kadınların güçlenmesini hedefleyen özel sektörün küresel en önemli girişimlerinden biri. 2010 yılında UN Global Compact ve Birleşmiş Milletler Kadın Birimi ortaklığında oluşturulan WEPs platformu, özel sektöre; işyerlerinde, piyasalarda ve toplum genelinde toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması için dikkate almaları gereken önemli noktaları sunuyor. WEPs bu kapsamda, iş dünyası liderlerinden; toplumsal cinsiyet eşitliğini ilerletecek şirket politikaları oluşturmaya yönelik 7 İlkeyi benimsemeyi taahhüt etmelerini istiyor. CPhl İstanbul İlaç Fuarı İEİS’in Ortaklığı İle Yapıldı Dünya ilaç devlerinin Avrasya’daki ortak buluşma noktası CPhl İstanbul 2017 Mart ayında dördüncü kez kapılarını ziyaretçilerine açtı. Türkiye, Orta Doğu, Orta Asya, Kuzey Afrika ve Kafkasya bölgesindeki ilaç sektörüne ulaşmak için stratejik fırsatlar sunan fuar, 15’ten fazla ülkeden 200’ü aşkın katılımcı firmayı bir araya getirdi. Bu yıl bir CPhl İstanbul’da ilk olarak düzenlenen biyoteknolojik ürünlere dair son gelişmeler katılımcılara aktarıldı. CPhl İstanbul 2017’nin resmi ortağı olan İlaç Endüstrisi İşverenler Sendikası (İEİS) Yönetim Kurulu Başkanı Nezih Barut, Türkiye ilaç sektörünün uzun yıllara dayanan köklü üretim kültürü, güçlü altyapısı, ileri teknolojik imkanları ve nitelikli insan kaynağı ile çok önemli bir endüstriyel güce sahip olduğunu söyledi. Barut: “ Endüstrimizin Türkiye ekonomisinde çok stratejik bir yeri var. İEİS olarak en çok üzerinde durduğumuz konu, ilaçta gelişimin temel lokomotifi olan Ar-Ge yatırımları. Endüstrimiz bu konuda son derece duyarlı ve bilinçli bir şekilde hareket etmektedir. Ar-Ge’ye giderek daha çok pay ayrılmakta, akredite Ar-Ge Merkezi sayımız yıldan yıla artmaktadır. Halen 21 Ar-Ge Merkezi ile sektörümüz bu alanda önemli bir noktaya ulaşmıştır” dedi. Biyoteknoloji ülkemizin rekabet gücünü artıracak Dünyada toplam ilaç pazarında yüzde 20’den fazla bir paya sahip olan ve sektörün geleceğini şekillendireceği artık tüm çevrelerce kabullenilen biyoteknoloji konusunun da İEİS’in odaklandığı alanlardan biri olduğunu İŞVEREN / Mart - Nisan 2017 87 haberler vurgulayan Nezih Barut, biyoteknolojinin, CPhl İstanbul’la eşzamanlı gerçekleştirilen konferansın da teması olduğunu belirtti. Nezih Barut sözlerini şöyle sürdürdü: “ Yüksek katma değerli biyoteknolojik ilaçların ülkemizde geliştirilmesi ve üretilmesi bilgi ve teknoloji birikimimizi artıracak, cari açığımızı azaltacak, endüstrimizin rekabet gücünü artıracaktır.” İthal ettiğimiz ürünlerin Türkiye’de üretilmesi büyük önem taşıyor Yurtiçi üretim ve ihracatın önemine de değinen Barut şöyle konuştu: “Hali hazırda ülkemizde üretmekte olduğumuz, ancak bir taraftan da ithal ettiğimiz ürünlerin Türkiye’de üretilmesi büyük önem taşıyordu. Yurtiçi üretim konusunda Sağlık Bakanlığı ve SGK tarafından hayata geçirilen uygulamayı yakından takip ediyor, memnuniyetle karşılıyoruz. Bu uygulama, muhakkak ki üretimdeki artış eğilimine olumlu yansıyacak ve ülkemizin dış ticaret açığının azaltılmasında önemli rol oynayacaktır. Endüstrimiz için kritik önem taşıyan konulardan bir diğeri de ihracat. İlaç ihracatımız son 6 yılda yüzde 43 düzeyinde arttı. Sektörümüz bugün Avrupa Birliği, Bağımsız Devletler Topluluğu, Kuzey Afrika ve Ortadoğu Ülkeleri başta olmak üzere 150’den fazla ülkeye ihracat yapmakta ve ekonomimize değer katmaktadır.” Sağlık Bakanlığı Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu Başkanı Dr. Hakkı Gürsöz, UBH, EMEA Amsterdam Genel Müdürü John Van Der Valk ve CPhl İstanbul Marka Direktörü Mehmet Dükkancı da Fuarın açılışında konuşma yaptılar. ÇEİS Başkanı Tufan Ünal : “Türk çimento sektörü 10 yılda üretimini yüzde 50 artırdı, Avrupa’nın lideri oldu” TİSK Üyesi Çimento Endüstrisi İşverenleri Sendikası (ÇEİS), Türk çimento sektörünün “Güvenli Geleceğin Çimentosu” mottosu altında yürüttüğü faaliyetlerin sonuçlarını ve gelecek hedeflerini paylaştı. 32 üye şirket ve bu şirketlere bağlı 63 tesisle Türk çimento sektörünün yüzde 98’ini temsil eden ÇEİS, üretim teknolojilerinin geliştirilmesinden ihracat pazarlarının genişletilmesine, dayanıklı yapı stoğunun oluşturulmasından sağlam yollar ve güçlü bariyerlerin yaygınlaştırılmasına, iş sağlığı ve güvenliği kültürünün geliştirilmesinden nitelikli iş gücünün yetiştirilmesine, çevreye duyarlı üretimden yenilenebilir enerji kullanımına sektörü ilgilendiren her alanda geliştirme ve iyileştirme faaliyetleri yürütüyor. Türk çimento sektörünün 2016 yılında 77 milyon ton üretime ulaşarak Avrupa lideri olduğunu vurgulayan ÇEİS Yönetim Kurulu Başkanı Tufan Ünal şunları ifade etti: “Son 10 yılda üretimimizi yüzde 50 artırdık. Avrupa lideri olmakla kalmadık, dünya çimento üretiminde ülkemizi ilk beşe soktuk. Türk çimento sektörü köklü olduğu kadar gelecek de vaat eden bir sektör. Altyapı, yol, köprü, konut projeleriyle Türkiye’nin geleceği- 88 İŞVEREN / Mart - Nisan 2017 Cari açık yaratmayan sektör ni inşa ediyoruz. Ülkemizi geleceğe taşıyacak Üçüncü Havalimanı, Çanakkale 1915 Köprüsü, Avrasya Tüneli ve İzmit Körfez Geçişi gibi mega projelerin de taşıyıcı gücü olarak çalışıyoruz. Sağlam yapı, güçlü Türkiye anlayışıyla güvenli geleceği inşa etmenin varoluş misyonumuz olduğuna inanıyoruz.” Türk çimento sektörü 2016 yılında 77 milyon ton üretimle yaklaşık 2,8 milyar dolar ciro elde etti. Maliyet düşürücü modernizasyon yatırımları ile Avrupa Birliği normlarına uygun üretim yapan Türk çimento sektörünün 2016 ihracat geliri ise 500 milyon dolara ulaştı. Yaklaşık 7 milyon konutun 2023 yılına kadar tekrar inşa edilmesinin gündemde olduğunu belirten Tufan Ünal şunları söyledi: “Bu projelerde ciddi miktarlarda çimento talebi olacaktır. Sektörümüz bugün, tamamen yerli ham madde kullanarak ülke ihtiyacının tamamını karşılayabiliyor. Üstüne ihracat da yapıyor. Çimento sektörü yerli ham madde kullanımıyla cari açık yaratmıyor, aksine ihracatla açığı kapatmak için çalışıyor. Cari açık yaratmayan, hatta kapatan bir sektör olmaktan gurur duyuyoruz.” 17 bin kişinin istihdamı güvenli ellerde Türk çimento sektörü, ülke geneline yayılmış tesislerle 17 bin kişiye istihdam yaratıyor. Son 10 yılda iş sağlığı ve güvenliğine 145 milyon TL haberler yatırım yapan Türk çimento sektörü, iş sağlığı ve güvenliği dendiğinde akla ilk gelen sektör olmayı hedefliyor. “Sıfır iş kazası” vizyonuyla dünyanın lider iş sağlığı ve güvenliği kuruluşlarından İngiliz British Safety Council’la işbirliğine gittiklerini söyleyen Tufan Ünal şöyle konuştu: “ÇEİS olarak şimdiye kadar belki de hiçbir sektörün atmadığı bir adımı attık ve üye şirketlerimize ait tüm fabrikaları British Safety Council işbirliğiyle denetime tabi tuttuk. Son 10 yılda Türk çimento sektörü olarak, klinker üretim kapasitemiz yüzde 90, sektördeki çalışan sayımız yaklaşık yüzde 40 artmasına rağmen, iş kazalarına ilişkin uluslararası kıyaslamalarda kullanılan kaza sıklık oranında yüzde 30, kaza ağırlık oranında ise yaklaşık yüzde 60’lık bir düşüş sağladık.” ÇEİS ayrıca, nitelikli çalışanların çimento sektörüne kazandırılması için de çeşitli eğitimler veriyor. Son 10 yılda Türk çimento sektörünün eğitime yaptığı yatırım 31 milyon TL’ye ulaştı. Her yıl bir Avrasya Tüneli “Bugün Amerika’nın yüzde 90’ı beton yollardan oluşuyor. Gelecekte yollarımız dayanıklı, kaliteli, ucuz maliyetli, uzun vadede daha ekonomik, çevreyle dost ve yüksek performanslı beton yollar olacak. Belediye uygulamalarında beton yollar, asfalt yollara göre ilk yapım maliyeti açısından yüzde 35 civarında daha ucuz ve daha uzun ömürlüdür. Asfalt yollara harcanan bakım onarım giderlerinden sağlanan kâr ile her sene bir Avrasya Tüneli açabiliriz.” diyen Ünal, sözlerini şöyle sürdürdü: “ Bölünmüş yollarda kullanılan beton bariyerlerin gerek güvenlik açısından gerekse yıllara ve çevre koşullarına dayanıklılık açısından gündeme almamız gereken bir alternatif olduğuna inanıyoruz ve bu konuda da çalışıyoruz” Çöpü enerjiye, enerjiyi çimentoya dönüştürüyor Türk çimento sektörü 2016 yılı sonu itibariyle 10 fabrikada 18 hat ile toplam 100,7 MW gücünde atık ısı geri kazanım tesisi yatırımı yaptı. Toplam 5 hatta 34,0 MW elektrik üretimine imkân tanıyacak 4 fabrikaya ait yatırımların da birkaç yıl içinde devreye alınması planlanıyor. Sektörün ulaştığı kurulu kapasite, yıllık yaklaşık 400 bin hanenin elektriğini karşılar seviyeye geldi. Atıktan ürettikleri enerjinin kapsamını genişletmek için Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ile görüştüklerini belirten Tufan Ünal sözlerini şöyle tamamladı: “Bir yılda ülkemizde ortaya çıkan yaklaşık 28 milyon ton belediye çöpünden 7 milyon ton ek yakıt üretmek ve kullanmak mümkün. Üretilen 7 milyon ton ek yakıt ile yıllık 1,7 milyon ton CO2 azaltımı yapmak ve belediye katı atıklarını yüzde 80 oranında azaltmak mümkün olacak. Atık ikame oranı Avrupa’da yüzde 60 seviyelerine ulaştı. Türkiye’de ise bu oran henüz yüzde 4 civarında. Bu oranı yukarı seviyelere çıkardıkça hem çevreye hem ülke ekonomisine büyük katkı sağlanacak.” Gıda Endüstrisi Dijitalleşme ile Daha Verimli Hale Geliyor Türkiye’de gıda endüstrisinde faaliyet gösteren lider kuruluşlar sektörün geleceğine ilişkin konuları tartışmak ve aksiyonlar belirlemek üzere GE Türkiye İnovasyon Merkezi’nde bir araya geldi. Türkiye Gıda Sanayii İşverenleri Sendikası (TÜGİS) ve General Electric (GE) işbirliğiyle gerçekleştirilen toplantıya yaklaşık 100 yönetici katıldı. Etkinlikte, dijitalleşme ile hız ve çevikliğin gelişen endüstri açısından önemi tartışıldı. Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB), ve Türkiye Gıda ve İçecek Sanayii Dernekleri Federasyonu (TGDF) Panele ayrıca destek verdi. TÜGİS Yönetim Kurulu Başkanı Necdet Buzbaş yaptığı açılış konuşmasında “Gıda üretiminde verimliliğin artması gerekiyor. Bunun birkaç temel gerekçesi var. Bunlardan ilki, gelişmekte olan ülkelerde bulunan genç nüfusun artması. Bununla birlikte kentsel nüfusun artması da önemli bir etken olarak öne çıkıyor. Son 10 yılda dünya nüfusunun yüzde 54’ünü, Türkiye nüfusunun yüzde 77’sini kentli kitle oluşturdu. 2050 yılına kadar Türkiye’de bu oranın yüzde 88’e çıkması öngörülüyor. Dolayısıyla gıda ve içecek sektörünün bu dönüşüme göre hazırlanması gerekir. Değişimi görmezden gelerek sürdürülebilir olamayız. Hızla değişen dünyada bu konuda bilinçlerimizi geliştirmek zorundayız. Tarım ve hayvancılıkta dünyayı takip etmeliyiz. Fırsatlar ve riskleri kısıtlarımızla dengelememiz gerekiyor” dedi. Panelde gerçekleşen oturumlarda İŞVEREN / Mart - Nisan 2017 89 haberler Endüstriyel Nesnelerin İnternetine ve özellikle Yiyecek-İçecek endüstrisi başta olmak üzere tüm önemli dikey üretim sektörlerinde gerçekleşen endüstriyel dönüşüme değinildi. Bu dönüşüm gıda alanında faaliyet gösteren şirketlere, önceden dikkate alınmayan fakat zaman içinde küçük ve artım- lı değişiklikler yapma imkânı veren veriler sağlayarak, üretim ve operasyonlarından öngörü elde edebilmeleri için yeni olanaklar sunuyor. Üretim ekipmanlarında doğru teknolojilerin kullanılmasının yanı sıra bu öngörülerin analiz edilip uygulanabilmesi için doğru becerilere sahip doğru insanla- ra yatırım yapılması, şirketlerin daha az kaynak kullanarak daha fazla ürün üretmesine yardımcı oluyor. MESS, Üretimin Geleceği Zirvesini Düzenledi Türkiye Metal Sanayicileri Sendikası (MESS), Endüstri 4.0 kavramının ele alındığı ‘Üretimin Geleceği Zirvesi’nde iş dünyasını uzman akademisyen ve şirket temsilcileriyle buluşturdu. Dördüncü sanayi devrimi olarak adlandırılan Endüstri 4.0, tüm yönleriyle zirvede ele alındı. Endüstri 4.0’ı doğru anlayabilmek, dönüşüm sürecinde doğru stratejilerle hareket etmek, Endüstri 4.0’ın rekabetteki rolü, getireceği değişim, fırsatlar ve Türk sanayisinin güçlendirilmesi gereken yönleri hakkında konuklara detaylı bilgiler verildi. Sanayide kurallar yeniden yazılıyor Zirvenin açılış konuşmasını MESS Yönetim Kurulu Başkanı Kudret Önen yaptı. Sanayide iş yapma biçimlerinde önemli değişiklikler meydana geldiğini dile getiren Önen, “Dijital teknolojileri temel alarak iş yapma alışkanlıklarını sürekli geliştirmek gerekiyor. Bu yeni vizyon, kurumların ve çalışanların DNA’sına girmeli. Üretimde dijital dönüşüm, üretim zincirinin bütün halkaları tarafından iş kültürü olarak benimsenmeli” diye konuştu. Türkiye’nin sürdürülebilir büyüme hedefine ulaşması açısından dijital dönüşümün önemli olduğunu vurgulayan Önen, dijital dönüşüm yolcuğunda Türk sanayisine destek vererek ülkenin rekabet gücünün artmasına 90 İŞVEREN / Mart - Nisan 2017 katkıda bulunmayı amaçladıklarını dile getirdi. Türk sanayisinin yüksek teknolojiyi kullandığı gibi teknolojinin üretilmesinde de söz sahibi olması için her kesimin üzerine düşeni yapması gerektiğini ifade eden MESS Yönetim Kurulu Başkanı, “Milletler arasındaki bugünkü eşitsizliklerin kaynağı, geçmiş dönemlerin fırsatlarıydı. Bugünün fırsatlarını iyi değerlendirenler de kuşkusuz yarının avantajlı kesimi olacak” dedi. Endüstri 4.0 yeni fırsat ve meslekler yaratacak Önen’in ardından Düsseldorf Uygulamalı İşbilim Enstitüsü CEO’su Prof. Dr. Sascha Stowasser “Dijital Fabrika: Endüstri 4.0” başlıklı bir sunum yaparak Endüstri 4.0’ın Almanya’daki uygulama örneklerini anlattı. Stowasser’in konuşmasında dijital dönüşümün çalışma hayatına ve kurumların rekabet gücüne etkileri değerlendirildi. Küresel üretim ve imalat sanayinde işletme modellerin baştan inşa edildiğini ve buna bağlı olarak çalışma hayatı çerçevesinin yeniden çizildiği bir dönüşüm çağına girildiğini söyleyen Stowasser şu değerlendirmede bulundu: “İlk kez altı yıl önce Uluslararası Hannover sanayi Fuarı’nda adı konulan Endüstri 4.0’da yani dördüncü sa- nayi devriminde makinelerin birbiriyle iletişim içinde olduğu akıllı üretim süreçlerinin ön plana çıktığını görüyoruz. Ancak dijitalleşmeyi tek kurtarıcı olarak görmemek lazım. Şirketlerde dijitalleşmenin başarılı olmasının birinci koşulu üretim süreçlerinin çok iyi bilinmesidir. Verimsiz bir süreçle otomasyon yapılırsa karmaşıklık ve kaosun ortaya çıkması kaçınılmazdır.” Stowasser sözlerine şöyle devam etti: “Endüstri 4.0’a şüphe ile yaklaşılmasının temelinde dijitalleşme dönüşümünün maliyetli olması ve vasıflı iş gücünün yeterli olmaması yatıyor. Ancak uzun vadeli düşünüldüğünde şirketlerin rekabet gücünü ve pazar payını koruması için bir zorunluluk haberler olduğunun kavranması gerekiyor. Şirketler için dijitalleşmeye geçmenin en doğru zamanı “hemen”dir. Endüstri 4.0 işletmeler için yeni ufuklar açarken, istihdam tarafında yeni meslekler yaratacak. İnsanların robotlarla birlikte ve ortaklaşa çalışacağı bir geleceğe doğru ilerliyoruz.” Türk sanayisi, dijital dönüşümün neresinde? Prof. Stowasser’in ardından, “Sanayide Dijital Dönüşüm” paneline geçildi. Endüstri 4.0 uygulamaları açısından Türk sanayisindeki durumun şirketlerden örneklerle anlatıldığı panelde konuşmacı olarak Arçe- lik Üretim ve Teknoloji Genel Müdür Yardımcısı Oğuzhan Öztürk, Siemens İcra Kurulu Üyesi Ali Rıza Ersoy, Ford Otosan Dijital Dönüşüm Lideri Hayriye Karakuzu Karadeniz ve ifourzero Technologies Kurucu Ortağı ve CEO’su Ali Tüzmen yer aldı. Panelistler, dijital dönüşümün dayandığı teknolojik gelişmeler, dijital süreç yönetimi ile veri değerlendirmenin önemine değindiler. Endüstri 4.0 ve çalışma hayatı Üretimin Geleceği Zirvesi’nin ikinci paneli, Innovation Group Kurucusu Prof. Dr. C. Ruhi Kaykayoğlu’nun Dijital Dönüşüm ve İşgücü başlıklı sunu- munun ardından gerçekleştirildi. “Endüstri 4.0 Perspektifinden İşgücü ve Çalışma Hayatı” konulu panelde TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi Sosyal Politikalar Araştırma Merkezi Direktörü Prof. Dr. Serdar Sayan, İTÜ İşletme Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Mahmut Kabakcı, Eğitim Reformu Girişimi Direktörü Batuhan Aydagül, BTS Partners Yönetici Ortağı Avukat Yasin Beceni ve Liderlik Koçu Aylin Bozkurt Tüzmen konuklara Endüstri 4.0’la ilgili yön gösterici bilgiler verdi. Panelde dijital dönüşümün çalışma hayatında yer alan kişilerin beceri ve yetkinliklerine etkisi, eğitim açıklarının tespiti, veri-siber güvenliği gibi konu başlıkları ele alındı. İEİS Genel Kurulu Üyemiz İlaç Endüstrisi İşverenler Sendikası’nın (İEİS) Genel Kurul toplantısı 12 Nisan 2017 tarihinde yapıldı. Seçim sonuçlarına göre yetkili kurullardaki görev dağılımı aşağıdaki şekilde oldu. YÖNETİM KURULU: Nezih BARUT (Başkan), Ali ARPACIOĞLU (Başkan Yardımcısı), Muzaffer BAL (Üye), Bülent KARAAĞAÇ (Üye), Elif Neşe ÇELİK (Üye), Hakan YILDIRIM (Üye), İsmail ÖNCEL (Üye), Öztürk ORAN (Üye), Murat BARLAS (Üye). DENETLEME KURULU: Hakan ŞAHİN, İsmail YORMAZ, Özdemir ŞENGÖREN DİSİPLİN KURULU: Hayri İlker ÖZBAY, Gamze YÜCELAND, Halit Süha TAŞPOLATOĞLU. ŞEKER İşveren Sendikası’nın Olağanüstü Genel Kurulu Üyemiz Türkiye Şeker Sanayii İşverenleri Sendikası’nın Olağanüstü Genel Kurul toplantısı 27 Şubat 2017 tarihinde yapıldı. Seçim sonuçlarına göre Yönetim Kurulu’nun görev dağılımı aşağıdaki şekilde oldu. YÖNETİM KURULU: Ahmet AKSU (Yönetim Kurulu Başkanı), Ergin İÇENLİ (Yönetim Kurulu Başkan Vekili), Dr.Selim YÜCEL (Yönetim Kurulu Başkan Vekili), Cengiz SEZER (Üye), Hasan ALTUNKALEM (Üye) İNTES’in Genel Kurulu Üyemiz Türkiye İnşaat Sanayicileri İşveren Sendikası’nın (İNTES) Olağan Genel Kurul toplantısı 14 Mart 2017 tarihinde yapıldı. Seçim sonuçlarına göre Yönetim Kurulu’nun görev dağılımı aşağıdaki şekilde oldu. YÖNETİM KURULU: Celal KOLOĞLU (Yönetim Kurulu Başkanı), Deha EMRAL (Yönetim Kurulu Başkan Vekili), Gürhan ÖZDEMİR (Yönetim Kurulu Başkan Vekili), Kemal T. GÜLERYÜZ (Yönetim Kurulu Başkan Vekili), Levent KAFKASLI (Yönetim Kurulu Başkan Vekili), İlhan ADİLOĞLU (Yönetim Kurulu Başkan Vekili), Barış HAŞEMOĞLU (Sayman Üye), Merdan HÜRMEYDAN (Üye) Gültekin GÜVENSOY (Üye) İŞVEREN / Mart - Nisan 2017 91 avrupa avrupa AB’de Yıllık İşgücü Maliyeti Artışı Yüzde 1,7 Oldu 20 Mart 2017 tarihinde Eurostat’ın yayımladığı basın bültenine göre, 2016 yılının son çeyreği itibariyle yıllık nominal işgücü maliyeti artışı AB-28’de %1,7; Avro Alanı’nda %1,6 oldu. Ücrete bağlı sigorta ve vergi yükü daha düşük oranda, %1,5 yükseldi. İşgücü maliyeti Yunanistan’da %0,5 oranında azalırken, en yüksek artış %12,3 ile Romanya’da gerçekleşti. AB’de işgücü maliyeti artışı aşağı yönlü seyrediyor. AB - Türkiye -Komşuluk Politikası ve Genişleme Müzakerelerinden sorumlu AB Komiseri Johannes Hahn 53. Münih Güvenlik Konferansı vesilesiyle yaptığı açıklamada AB-Türkiye Gümrük Birliği Anlaşması’nın modernizasyonunun her iki taraf içinde faydalı olacağını vurgulayarak, AB Konseyi’nin müzakerelerin başlaması için AB Komisyonu’na hızla yetki vermesini umduğunu kaydetti. Hahn katıldığı panel tartışmasında istikrarlı bir Türkiye’nin AB için önem taşıdığını dile getirdi. Türkiye ve AB’nin doğal ortaklar olduğuna dikkat çekerek, önemli ortak çıkarlar bulunduğunu belirtti. Hahn Türkiye’nin AB’ye üye olma hedefi dolayısıyla hukukun üs- tünlüğü alanında yüksek standartlar benimsenmesi gerektiğini kaydetti. -AB Komisyonu, AB ve Türkiye arasında 18 Mart 2016’da imzalanan AB-Türkiye Bildirisi’nin uygulamasına ilişkin beşinci uygulama raporunu 2 Mart’ta yayımladı. Rapordaki özet değerlendirmeler şu şekildedir: •• Bildiri’nin uygulamasında istikrarlı ilerleme devam etmekte; önemli zorluklara rağmen uygulama sonuç vermektedir. •• Raporlama döneminde Ege Denizi’nden Yunanistan’a yasadışı geçişler azalma gösterdi ve günlük ortalama 43 kişi olarak tespit edildi. Uygulama üzerine dördüncü rapordan bu yana (8 Aralık 2016 – 26 Şu- •• •• •• •• •• 92 İŞVEREN / Mart - Nisan 2017 bat 2017) Türkiye’den Yunan Adalarına yasadışı yollarla geçiş yapan kişi sayısı 3.449 oldu. Bu rakam, Bildiri’nin uygulanması öncesi döneme kıyasla (bu dönemde günlük ortalama 1.700 kişi geçiş yapmaktaydı) önemli oranda düşüşe işaret etmekte. Yunanistan’a yasadışı yollarla varan kişi sayısı hala Türkiye’ye iade edilen kişi sayısından yüksek. Geri dönüş operasyonları sürdürüldü. Dördüncü raporun yayımlandığı 8 Aralık 2016’dan 24 Şubat 2017’ye kadar olan dönemde 64 Suriye vatandaşı dâhil olmak üzere toplam 151 kişi Türkiye’ye geri döndü. Geri dönüşler YunanistanTürkiye arasında Geri Kabul Anlaşması uyarınca gerçekleştirilmekte. Bu kapsamda Yunanistan’dan Türkiye’ye dönen kişi sayısı toplam 1.487’ye ulaştı. 27 Şubat itibarıyla Türkiye’den AB ülkelerine yeniden yerleştirme programı kapsamında gönderilen sığınmacı sayısı 3.565’e ulaştı. Dördüncü rapordan bu yana 954 Suriye vatandaşı AB ülkelerinde yeniden yerleştirildi. Yeniden yerleştirme talebi onaylanan ve beklemede olan kişi sayısı 965’tir. Vize Serbestleştirilmesi Yol Haritası kapsamında tamamlanması gereken 7 kriter bulunmakta. AB Komisyonu ve Türkiye geriye kalan avrupa avrupa kriterlerin bir an önce tamamlanması yönünde hukuki ve prosedüre ilişkin değişikliklerle çözüm bulunması için diyaloğu sürdürüyor •• Katılım müzakerelerine ilişkin yargı ve temel haklar, adalet, özgürlük ve güvenlik konulu 23 ve 24 numaralı başlıklar üzerine teknik çalışma devam etmekte. Türkiye’nin demokrasi, hukukun üstünlüğü ve ifade özgürlüğü dâhil olmak üzere temel özgürlükler alanında yüksek standartlar benimsemesi beklenmekte. AB Komisyonu üye ülkelerin tutumlarından bağımsız olarak enerji, eğitim ve kültür, dış politika, güvenlik ve savunma politikası konulu başlıkların hazırlık çalışmalarını AB Konseyi’ne 2016 ilkbaharında sundu. •• 15 Aralık 2016’da gerçekleştirilen AB Liderler Zirvesi’nde liderler AB – Türkiye Bildirisi’nin uygulamasına olan bağlılıklarını yineledi. •• AB-Türkiye Bildirisi’nin uygulamasına ilişkin bir sonraki rapor Haziran 2017’de yayımlanacak. -AB Komisyonu Türkiye’de bulunan 230 bin sığınmacı çocuğun okula gidebilmesini sağlamak amacıyla bir “Şartlı Nakit Transferi” programı başlattı. Eğitim için Şartlı Nakit Transferi projesi Türkiye hükümeti, UNICEF ve Kızılay ortaklığında hayata geçirilecek Toplam 34 milyon avro bütçeli program kapsamında sosyal ve ekonomik açıdan güç koşullarda bulunan ve çocukları okula giden sığınmacı ailelere iki aylık dönemlerde para yardımı yapılacak. “Eğitim Yardımı Programı’nın yürütülmesine Kızılay ve UNICEF katkı sağlayacak. Acil Sosyal Durumlar İçin Güvenlik Ağı Programı kapsamında yer alan bu uygulama, AB Komisyonu’nun Eylül 2016’da başlattığı, sosyal açıdan en güç durumdaki sığınmacı ailelerin barınma ve gıda gereksinimlerini karşılayabilmeleri için ‘Kızılay Kartı” verilmesi yönündeki uygulama temel alınarak geliştirildi. Program sayesinde 230 bin çocuğun okula gitmesine olanak sağlanması hedefleniyor. Üç milyondan fazla sığınmacının bulunduğu Türkiye’de sığınmacı çocukların okula erişimi en önemli sorunlardan biri olmaya devam etmekte. Halihazırda 500 bin sığınmacı çocuk okula devam gidebiliyor durumdayken, 370 bin çocuğun bu olanağa sahip olmadığı belirtiliyor. -Türkiye’deki Sığınmacılar İçin Avrupa Birliği Fonu yürütme kurulunun altıncı toplantısı Brüksel’de gerçekleştirildi. Eğitim ve sağlık alanındaki yeni projelerin de başlatıldığı yürütme kurulu toplantısında son dönemde gerçekleştirilen projelerin değerlendirmesi yapıldı. UNICEF ortaklığı ile başlatılan 34 milyon avro bütçeli “Eğitim İçin Koşullu Nakit Transferi Projesi” ve Suriyeli gençlerin yüksek öğrenime erişim ve katılımlarının artırılmasını amaçlayan 5 milyon avro bütçeli proje ile yedi adet ve toplam 41,6 milyon avro tutarlı insani yardım projesi toplantı kapsamında değerlendirildi. Suriyeli sığınmacılara yardım amacıyla AB’nin Türkiye’ye sağlayacağı 3 milyar avro tutarlı yardımın yarısından fazlasına karşılık gelen toplam 46 proje kontrata bağlandı. 1,5 milyar avro’dan fazla maliyeti olacak bu projeler için öngörülen bütçenin 777 milyon avro’luk bölümünün aktarımı yapıldı. Türkiye’deki Sığınmacılar İçin Avrupa Birliği Fonu 2015 yılında kuruldu. 2016 – 2017 dönemi için 3 milyar avro’luk fon bütçesinin 1 milyar avro’luk bölümü AB bütçesinden, 2 milyar avro’luk bölümü üye ülkelerden sağlanıyor. Fon için kurulan ortak koordinasyon mekanizması ile sığınmacılar ve ev sahibi toplumun ihtiyaçlarının belirlenmesi ve bu ihtiyaçlara uygun çözümlerin geliştirilmesi hedefleniyor. Brexit -Birleşik Krallık Başbakanı Theresa May ülkesinin AB’den ayrılma kararının resmi bildirimini AB Konseyi Başkanı Donald Tusk’a yazdığı altı sayfalık bildirim mektubuyla AB kurumlarına ileterek, AB-Birleşik Krallık arasında ayrılık sürecini 29 Mart’ta başlattı. Böylece AB Kurucu Anlaşması’nın bir üye ülkenin AB’den ayrılma sürecine ilişkin temel hukuki çerçeveyi belirleyen 50. maddesi işletilmiş oldu. İlgili maddeye göre ayrılığın şartlarının belirleneceği müzakerelerin tamamlanması için iki yıl süre bulunuyor. Bu süre AB üyesi yirmi yedi ülkenin onayı olması halinde iki yıl daha uzatılabiliyor. -Avrupa Parlamentosu (AP) Brexit müzakerelerine ilişkin kararını Genel Kurul toplantısında onayladı. Karar metninin hukuki bağlayıcılığı bulunmuyor. Öte yandan Birleşik Krallık ve AB arasındaki nihai ayrılık anlaşması AP’nin onayına sunulacak. Dolayısıyla AP üyelerinin beklentileri ile uyumlu bir anlaşma sağlanması önem taşıyor. Dijital Dönüşüm -Roma’da AB’nin 60. Yıldönümü çerçevesinde düzenlenen “Dijital Gün” etkinliğinde AB ülkeleri Bakanları bir araya gelerek, yüksek performanslı bilgi işlem (High Performance Computing - HPC), bağlantılı hareketlilik, sanayinin dijitalleşmesi ve dijital yetenekler konularını ele aldı. Bu kapsamda AB Komisyonu’nun yeni girişimleri kamuoyuna sunuldu. AB dijital dönüşüm alanında üye ülkeler arasında işbirliğini ve çalışmaların eşgüdümünü artırmayı hedefliyor. Ekonomi -AB’nin istatistik kurumu Eurostat, Şubat 2017 rakamlarına göre yıllık enflasyon oranını Euro Alanı için %2 ve AB geneli için %1,9 olarak açıkladı. İŞVEREN / Mart - Nisan 2017 93 avrupa avrupa Ocak 2017’de bu oranlar sırasıyla %1,8 ve %1,7 olarak tespit edilmişti. Şubat ayına göre yıllık enflasyon oranının en düşük olduğu AB ülkeleri: İrlanda /%0,3), Romanya (%0,5), Bulgaristan ve Danimarka (%0,9). Enflasyon oranının en yüksek olduğu ülkeler: Estonya (%3,4), Belçika (%3,3), Letonya ve Litvanya (%3,2). -Şubat ayı işsizlik oranı Euro Alanı’nda %9,5 ve AB genelinde ise %8 olarak belirlendi. Bu oranlar 2016 yılının aynı döneminde sırasıyla %10,3 ve %8,9 olarak tespit edilmişti. -AB Komisyonu üye ülkelerin ekonomi ve sosyal politikalar alanında belirlenen öncelikleri hayata geçirme yönünde sağladıkları ilerlemenin değerlendirildiği Avrupa Sömestri Kış Paketini yayımladı •• Bulgaristan, Fransa, Hırvatistan, İtalya, Portekiz ve G.Kıbrıs’ta aşırı ekonomik dengesizlikler var. •• Almanya, İrlanda, İspanya, Hollanda, Slovenya ve İsveç’te makroekonomik dengesizlikler mevcut. Vize Politikası -AB Konseyi üçüncü ülke vatandaşlarına yönelik vize muafiyeti uy- 94 İŞVEREN / Mart - Nisan 2017 gulamasının askıya alınması mekanizmasının güçlendirilmesi için AB Komisyonu tarafından sunulan değişiklik önerilerini kabul etti. Ek olarak Gürcistan vatandaşlarına AB’ye kısa süreli seyahatlerinde vize muafiyeti uygulanması kararı onaylandı. AB Komisyonu Aralık 2015’te Gürcistan’ın vize serbestleştirilmesi sürecinde tüm gereklilikleri yerine getirdiğini değerlendirmiş, ilgili yasa değişikliği önerisini 9 Mart 2016’da Avrupa Parlamentosu (AP) ve AB Konseyi’ne sunmuştu. Gürcistan vatandaşlarına vize muafiyeti, kararın AB Konseyi ve AP tarafından imzalanarak Resmi Gazetede yayımlanmasından yirmi gün sonra yürürlüğe girecek. Bu uygulama üçüncü ülke vatandaşlarına yönelik vize muafiyeti uygulamasının askıya alınması mekanizması üzerindeki değişikliklerin yürürlüğe girmesi ile eş zamanlı olarak başlatılacak. AB vize serbestleştirilmesi politikasının etkinliğini artıracağı belirtilen değişiklikler ile: •• AB’ye kısa süreli kalışlar için seyahatlerinde vize muafiyeti uygulanan üçüncü ülke vatandaşları tarafından gerçekleştirilen yasadışı göç faaliyetleri ve geçersiz sığınma başvurularında ani artış yaşanması; •• Söz konusu üçüncü ülkenin geri kabul alanında işbirliği yükümlülüklerini yerine getirmemesi; •• Üye ülkelerin güvenliklerine yönelik risk oluşturan durumların tespit edilmesi halinde AB Komisyonu vize muafiyeti uygulamasını hızla askıya alabilecek. Yeni kurallar ilgili değişikliğin Resmi Gazetede yayımlanmasından yirmi gün sonra yürürlüğe girecek. AB Komisyonu vize muafiyeti uygulamasının askıya alınması mekanizmasının güçlendirilmesi için öneri hazırlanmasına Mayıs 2016’da karar vermişti. Bu kararın alınmasında AB genelinde göç ve güvenlik durumu, yanı sıra AB Komisyonu’nun Gürcistan, Ukrayna, Türkiye ve Kosova vatandaşlarına vize muafiyeti uygulaması başlatılmasına ilişkin yasa değişikliği önerisi etkili olmuştu. AB Komisyonu Türkiye vatandaşlarına vize muafiyeti uygulamasının başlatılmasına yönelik kararın onaylanması öncesi Vize Serbestleştirilmesi Yol Haritası kapsamında geriye kalan beş kriterin tamamlanması gerektiğini not etmişti. arkeogezi Hititlerin Başkenti: Hattuşa (Boğazköy) Boğazköy (Hattuşa) Örenyeri, Çorum ilinin 82 km güneybatısında yer almakta olup, Ankara’ya uzaklığı ise 200 km.’dir. Hitit devletinin eski çekirdek bölgesinin merkezinde bulunan Boğazköy (Hattuşa) ören yeri; Budaközü Çayı vadisinin güney ucunda, ovadan 300 metre yükseklikteki sayısız kaya kütleleri ve dağ yamaçlarının bölünmesiyle çevrili olarak kuzey ve batıda derin yamaçlarla sınırlandırılmıştır. Şehir kuzeye doğru açık olup, kuzey kısmı dışında diğer kısımları surla çevrilidir. Hattuşa, 1986 yılından beri, Türkiye’de UNESCO’nun Dünya Kültür Mirası Listesi’ne alınmıştır. Ayrıca burada bulunan çivi yazılı tablet arşivleri de 2001 yılından itibaren yine UNESCO’nun “Dünya Belleği Listesi”nde yer almaktadır. Antik Kapadokya bölgesinin kuzey sınırına yakın bir yerde bulunan ve arkeolojik kazılarla gün ışığına çıkartılıp restore edilen ve açık hava müzesi niteliğindeki ziyaret edilebilen Hititlerin başkenti Hattuşa-Boğazköy’deki kalıntılar, Boğazköy Tarihi Milli Parkı’nın temelini oluşturmaktadır. Yüz yıldır sürdürülen kazı ve araştırmalar Hattuşa-Boğazköy çevresindeki en erken yerleşmenin Kalkolotik çağda (M.Ö. 6000) olduğunu ortaya koymuştur. Eski Tunç Çağı’nda da sürekli yerleşmenin görüldüğü Hattuşa’da bu dönemi Asur Ticaret Koloni Devri izler. Yazılı belgelere göre, M.Ö. 2. binin başlarında Kuşar’lı Anitta Hattuşa Kralı Pijusti’yi yenip şehri tahrip eder ve şehri lanetler. Anitta’nın lanetine rağmen şehir M.Ö. 1600/1650 yıllarında Hitit Kralı 1. Hattuşili tarafından başkent olarak seçilir. Hititlerin M.Ö.1200’de şehri çeşitli nedenlerle terk etmesiyle burada Erken Demir Çağı (Karanlık Çağ) başlar. Bu dönemi M.Ö. 9.yüzyılda Frig Çağı daha sonra Helenistik, Galat ve Roma/Bizans çağları takip eder. Kentin üç ana kapısı Hitit imparatorluk döneminde, yani M.Ö. 14. ve 13. Yy.’da şehir yaklaşık 6 km. uzunluğunda bir surla çevrilmiştir. Daha geç bir imar evresinde bu surların önüne ikinci bir duvar daha örülerek, kent daha sıkı bir savunmaya alınmıştır. Bu yeni sur üzerinde İŞVEREN / Mart - Nisan 2017 95 arkeogezi bulunan, anıtsal şehir kapılarının çoğu günümüze kadar oldukça sağlam durumda gelmiştir. Güney batıda, dış yüzünde aslan yontuları bulunan Aslanlı Kapı’yla, iç yüzünde, silahlı tanrının görkemli şekilde betimlendiği Kral Kapı, bunların en önemlileridir. Kentin güney ucundaki Yer Kapı’nın da özel bir rolü olmalıdır. Burada 30 metre yüksekliğinde, 80 metre genişliğinde bir toprak set oluşturulmuştur. Bu set üzerinden geçen kent surunun ortalarında Sfenksli Kapı yer alır. Tam bu kapının altında, Hattuşa’nın bugün içinden geçilebilen tek poterni vardır. 71 metre uzunluğunda ve 3 metre yüksekliğindeki poternden geçilerek sur dışına çıkılmaktadır. Şehirde ayakta kalmış, izlenebilen yapıların büyük bölümü, surlar gibi, M.Ö. 13 yy’dan kalmadır. Kraliyet yapılarının yer aldığı Büyükkale’de direkli galerilerle çevrili avlular, konutlar, depo binaları ve büyük bir kabul salonuyla, büyük bir saraya ait kalıntılar ortaya çıkarılmıştır. Bin Tanrılı ülke: Hattuşa Hitit metinlerinde sık sık Hattuşa ülkesinin ‘Bin Tanrısı’ndan söz edilmektedir. Kuşkusuz bu tanrıların çoğu imparatorluk ve kült (dini)başkenti Hattuşa’da kendilerine bir tapınım yeri edinebilmişlerdir. Başkent Hattuşa’da bu güne kadar 31 yapı, tapınak olarak tanımlanmıştır. Hattuşa’nın en büyük dini yapısı olan Büyük Tapınak, Aşağı şehirdeki konutların ortasında tek tapınak olarak yükselir. İki kült odası olduğu için tapınak, 96 İŞVEREN / Mart - Nisan 2017 arkeogezi imparatorluğun tanrılarının en büyükleri olan Hava Tanrısı ile Arinna kentinin Güneş Tanrıçasına adanmış olmalıdır. Hattuşa’da son yıllarda yapılan kazıların ağırlık noktasını şehrin, hatta Hitit Devletinin ekonomisine ışık tutan kazılar oluşturmuştur. İmparatorluk döneminde, M.Ö. 13 yy’da kentin kuzeydoğusunda yükselen Büyükkaya sırtında çok büyük boyutlarda, sayıları 11’i bulan yer altı siloları bulunmuştur. Hitit sonrası Boğazköy Hitit İmparatorluğu’nun M.Ö. 1200 yıllarından hemen sonra yıkılmasıyla Anadolu Tunç Çağları da sona erer. Bununla beraber, Hattuşa şehrinin arazisinin yerleşim tarihi devam eder. M.Ö. 12 yy’ın başlarında, Erken Demir Çağına tarihlenen yeni yerleşme, Frig etkilerini yansıtan bir taşra kasabasına dönüşüp büyümeye başlaması, ancak M.Ö. 8. Yy.’da gerçekleşir. Yerleşim Pers döneminde de devam etmiştir. Helen/Galat ve Roma / Bizans’a ait yerleşme ve tahkimat izleri de görülmektedir. Bir Türkmen aşireti’nin 16 yy.’da burada yerleşmesiyle bugünkü Boğazkale kurulmuştur. Eski adı Boğazköy olan bu yerleşme, Hititler’in başkentine de adını vermiştir. Tarihin bilinen ilk barış anlaşması, Kadeş Anlaşması MÖ 13. yüzyılın iki büyük siyasi ve askeri gücü olan Hitit ve Mısır devletleri arasında yapılmıştır. Hitit Kralı III. Hattuşili ve Mısır Firavunu II. Ramses arasında yapılan bu anlaşmanın metnini içeren kil tablet 1906 yılında Boğazköy’de yapılan kazılarda bulunmuştur. Tarihin yazılı ilk barış anlaşması olması nedeniyle orijinal tabletin iki metre boyundaki bakır kopyası, Birleşmiş Milletler Bina’sının duvarında bulunmaktadır. İŞVEREN / Mart - Nisan 2017 97 arkeogezi Yazılıkaya Yazılıkaya Kaya Tapınağı, Aşağı Şehir’deki Büyük Tapınağın yaklaşık 1,5 km. kuzeydoğusunda kayalık bir yamaçta yer alır. Şehirdeki tapınak yapılarından farklı olarak burası, her iki kült odası (A ve B Odası) da üstü açık olan ve yüksekliği 12 metreye varan kayalıklarla çevrili bir açık hava tapınağıdır. En geç MÖ. 15. yüzyıldan itibaren kullanılan Yazılıkaya’da Hitit sanatçıları ancak MÖ. 13. yüzyılda kayaya uzun sıralar halinde tanrı ve tanrıça kabartmaları işlemişlerdir. Burası olasılıkla ‘Yeniyıl Şenliği Evi’dir. Hava tanrısına ait bu evde yeni yıl ve ilkbahar kutlamalarında tüm tanrılar bir araya geliyorlardı. Hitit Kent Surunun Rekonstrüksiyonu İç Anadolu’da yer alan Hitit başkenti Hattuşa’ya, 2005 yılı sonbaharında tamamlanan kerpiç kent surunun 65 metrelik bölümünün ayağa kaldırılması projesiyle, bir zenginlik daha eklenmiştir. 7-8 m yüksekliğinde 98 İŞVEREN / Mart - Nisan 2017 üç sur bedeni ve 12-13 m yüksekliğinde iki kule, kentin ne denli iyi korunduğunu ve surun, kente gelen birinin üzerinde bıraktığı etkiyi anlamamızı sağlıyor. Pişirilmemiş kerpiç tuğlalardan yapılan böyle bir rekonstrüksiyon çalışması Türkiye’de ilk defa uygulanmış olup, dünyada da bu boyutta bir projenin benzeri çok azdır. ya ile yapılan görüşmelere rağmen ana vatanına gönderilmeyip Berlin Pergamon Müzesi’nde uzun yıllar sergilendi. Kültür ve Turizm eski Bakanı Ertuğrul Günay’ın girişimleri sonucu Boğazköy Sfenksi, yaklaşık 100 yıllık ayrılığın ardından 28 Temmuz 2011 tarihinde Türkiye’ye getirilerek 2011 yılının Aralık ayından itibaren ait olduğu coğrafya Hattuşa’da sergilenmeye başlandı. Boğazköy Sfenksi 99 yıl sonra anavatanına döndü Hitit sembolü: Güneş Kursu Bir zamanlar Hititler’in başkentliğini yapan Hattuşa’da güney kapısının sağ tarafında bekleyen 3 bin 500 yaşında, 2.55 metre yüksekliğinde ve 1.5 ton ağırlığında olan Boğazköy Sfenksi, 1906 yılında Almanlar tarafından yapılan kazılar sırasında Yerkapı mevkisinden çıkarıldı. Kazılarda bulunan 2 sfenks ve yaklaşık 10 bin 400 çivi yazılı tablet, temizlenip onarıldıktan sonra 1917’de iade edilmek şartıyla Osmanlı İmparatorluğu’nun izni alınarak Berlin’e götürüldü. Onarımları biten tabletler ile bir sfenks Türkiye’ye iade edildi ancak Boğazköy Sfenksi, Alman- Güneş Kursu, genellikle Hitit uygarlığına ait bir eser olarak kabul edilir. Güneş Kursu günümüzden yaklaşık 4250 sene önce dini merasimlerde ya da diğer merasimlerde standart olarak kullanılıyordu. Aynen Mehter Takımı’nın standartları gibi bir işlevi vardı. Sallandığı zaman ses çıkartıyor ve bu ses de o merasime katılanlara bir huşu veriyordu. Güneş Kursu’nu oluşturan yuvarlak dünyayı ya da güneşi temsil ediyor. Üzerinde yer alan çıkıntılar ise doğanın çoğalmasını, üremeyi temsil ediyor. Kuşlar da aynı şekilde yine doğanın çoğalmasını, doğadaki hürriyeti anlatmaktadır. sanat Muharrem Pire: Gece Düşüm, Gündüz İşim; Resim. Öncellikle çocukluk ve gençlik dönemlerinizden ve resim sevginizin temellerinden söz eder misiniz? Resim sevgisi bütün çocuklarda vardır. Eşim de resim- iş dersleri öğretmenidir ve anaokulundan lise sona sınıfa kadar resim derslerine girmiştir. Çok başarılı olduğu öğrencileri tarafından kabul edilen bir öğretmendir. O da çok iyi bilir ki bütün çocuklar resim yapmayı severler. Çünkü, anlatılamayanın en iyi anlatıldığı alan resimdir. Bu çok önemlidir. Çocuğun, kendisini ifade edebileceği, en iyi, en somut, gözle görülebilir alandır resim sanatı. Okur yazar değilken bile çocuk, resim yapmayı büyük bir heyecanla ister. Hatta çocuğun, karalama yaparken bile çizgi yoluyla, boya yoluyla kendi- sini anlatmaya, kendisini ifade etmeye çalışır ve bundan büyük heyecan duyar. Bütün çocuklarda bu vardır. Peki durum böyleyken bütün çocuklar büyüdükten sonra neden resim yapmazlar diye sorduğumuzda mevcut eğitim sistemindeki sorunlar karşımıza çıkıyor. Mevcut eğitim sistemindeki problem de çocuklarımızın budanmış olmasıdır. Bizim eğitim sistemimiz, ağacın kendi karakterinde gelişmesi için hizmet etmez, çocuklara verilen en büyük zarar da budur. Çocukların gelişim yolları tıkanmamalıdır. Türk çocukları da bütün dünyanın çocukları kadar zekidir ve yaratıcıdır. Bunun önünü açmak ve beslemek gerekir. Eğitim sistemi de bu temelde kurulmalıdır. Ben Bulgaristan doğumluyum. Köyümüzdeki evin önünden Romen çobanları geçerdi. Ben de bir gün pencerenin önünde duran babamın hesap defterine evimizin önünden geçen çobanların ve ineklerin resimlerini yaptım. Babam eve gelip defterine görünce “bu resmi kim yaptı” deyince ben saklandım. Babamın bana kızacağını düşündüm. Annem de “o resmi Muharrem yaptı” dedi. Babam çok şaşırdı. “Çok güzel bir resim bu” dedi. Birkaç gün sonra babam bana küçük bir kutu içerisinde pastel boyalar getirdi. 1950 yılında da göçmen olarak Türkiye’ye geldik. Babam ilkokul mezunuydu, annem ilkokul mezunu bile değilken beni resim konusunda desteklediler ve teşvik ettiler. İŞVEREN / Mart - Nisan 2017 99 sanat Hayat felsefeniz ve resminiz üzerindeki etkileri konusunda neler söyleyebilirsiniz? Bütün sanat dallarının ve diğer tasarım alanlarının asıl temeli tasarımdır. Tasarımsız hiçbir şey yapamazsınız. Ve o tasarımın da temeli hayat felsefenizdir. Bir felsefeniz olmadan bir tasarım yapamazsınız. Tasarım yapabilecek kadar dünyayla ilişkiniz varsa nerede yaşıyor olursanız olun mutlaka çevrenize ait verileri, ilişkileri, oluşumları, olguları anlama ve anlatma ihtiyacı içerisinde olursunuz. Onun için ilkel kabilelerde bile sanat yoluyla tanımlama ve tasarlama ilişkileri görürsünüz. Muharrem Pire, doğa –insan ilişkilerini nasıl değerlendiriyor? Doğa ve insan ilişkilerinde insanın doğaya bakışı onunla yaşamak zorunda olmasından kaynaklanır. Doğayı yenebilmek için onunla birlikte yaşamak zorunda olduğunun farkında vardıktan sonra hayatta kalabilmiştir Homo Sapiens. Doğayı yok ederek hiçbir şey yapamazsınız. Hayatınızı koruyamazsınız, yükseltemezsiniz. Dolayısıyla en başta doğayı korumalıyız. Doğanın yaşamasına hizmet ederek yaşamalıyız ki kendimizin de yaşama verilerini onlarla paylaşabilelim. Resimlerinizde “at figürünü” sık kullanmanızın sebebi nedir? Düşüncenin özü tarif değildir. Benim yaptığım at figürleri de atı tarif eden şeyler değildir. Düşüncenin özü, felsefenin özü bilgiler değil kavramlardır. Bu kavramlar sembolize ve stilize edilerek insanlar arasında iletişimin odaklarını oluşturur. Mesela Türklerin yaşadıkları coğrafyada bulanan canlılara bakarsanız bunların en başında pars ve at gelir. Anadolu doğa resimlerinde at ve pars resimlerini görürsünüz. At ve pars resimleri gördüğünüz yerde bilin ki Türkler yaşamıştır. Örneğin Urfa Göbeklitepe’de 11 bin yıl önce 100 İŞVEREN / Mart - Nisan 2017 yapılmış pars ve at resimlerini görürsünüz. Hindistan ve Mısır’da daha çok inek figürleri görülür. İnek çok dayanıklı bir hayvan olduğu ve gücü fazla olduğu için, itaatkar olduğu için o coğrafyalarda kutsal sayılmış. Ancak at öyle değil. At insanın hayatını paylaşır. Hatta şöyle güzel bir sözümüz vardır; at sahibine göre kişner. Bu anlamda atın karakteri çok önemlidir. At onuru, asaleti, soyluluğu temsil eder. Bütün doğu ve batı kültürlerinde at, insanın önem verdiği kavramlarla özdeşleşmiştir. Mesela sevdayla, sadakatle, başkaldırıyla, yiğitlikle, özgürlükle… At, bütün efsanelerde bu karakteriyle yer alır. Biraz da açtığınız sergilerden ve son serginizden bahsedebilir misiniz? Gazi Üniversitesi’nde okuduğum yıllarda çok başarılı bir öğrenci oldu- ğumu söylerdi hocalarım. Hocalarımdan yeterli düzeyde eleştiriler alamıyordum. Ancak bu durum benim için tatmin edici değildi. Bunun üzerine kendime şu soruyu sordum; “herşeyin en iyisini yapabilmek sanatçı olmak için yeterli midir”? Bunun cevabını bulmam gerekiyordu. Verilenlerin en iyisini yapabiliyorum ama sanat yapabilmek için neye ihtiyacım olduğunu araştırmaya başladım. Tarihte yer almış önemli sanat tarihçilerinin hayatını, özgeçmişlerini araştırmaya başladım. Okumalarımdan net bir bilgiye ulaşamadığımı, ve bu sanat tarihçilerinin benden birşeyler sakladığını düşünmeye başladım. Bu sanatçılar bu kadar sıradan bir yaşam sürmüşlerse nasıl sanatçı olduklarını anlamaya çalıştım. Çocukluğumun geçtiği yerde yaygın bir deyiş vardı. Önemli ve değerli bir kişi için söylenen şu sözler aklıma geldi; yazılmayanı okur, söy- sanat lenmeyeni işitir, gösterilmeyeni görür. Bu yaklaşım tarzını benimseyip araştırmalarıma devam ettim. Daha sonra şunun farkına vardım; onlar (araştırarak öğrendiğim sanat tarihçileri) kendi geleceklerini, toplumsal durumlarını hiçe sayarak insanlığın aleyhine olan egemenlik tutumlarıyla kapışmışlar. Özlü bir söz vardır. Kaplanlarının savaşını tepeden seyredenlerin hükmü yoktur. Bu savaşın, mücadelenin içerisinde olmak lazım. Bütün sergilerimde bu yaklaşım hep vardı. 1965-1966 yılı mezunu olmama rağmen birinci sergimi 12 Eylül’den sonra 1985 yılında yapmaya cesaret edebildim. Bu süre içerisinde kendimi geliştirebilmem, aydınlatmam gerekiyordu. Birinci sergim devinen doğa üzerinedir. İkinci sergim düşünce özgürlüğü ve özgürlük düşüncesi üzerineydi. 1995 yılından beri de özellikle isyan ve direnme ruhu üzerine, Kuvay-ı Milliye ruhu üzerine, atılgan öncüleri üzerine, son sergim de Akdenize Doğru teması üzerinedir. En son sergim olan Akdenize Doğru sergimde Türklerin diriliş tarihini, ruhunu özellikle kurtuluş tarihi ruhunu içeren eserlerimin bulunduğu sergilerdir. Özellikle Akdenize doğru sergisinde ana tema; artık büyük taarruz zamanı gelmiştir fikrini işlemeye çalıştım. Sergilerimde sözle anlatılamayanı resimlerimde anlatıyorum. El verdiğiniz, resim sanatını sizin rehberliğinizde geliştiren öğrencileriniz var mı? Ben eğitimciyim. Özellikle sanat eğitimcisiyim. İyi bir eğitimci olduğumu öğrencilerim bugün dahi heyecan duyabileceğim bir duyguyla, gururla ifade ediyorlar. Öğrencilerimin çoğu emekli oldu. Kimisi ilkokul öğretmeni, kimisi üniversiteden emekli oldular. Derslerine girdiğim öğrencilerimin hiç biri sınıfta kalmadı. Çünkü öğrencilerim bana karşı mahçup olmamak için ellerinden geleni yapıyorlardı. Askerlikten sonra öğretmenliğe dönmeme izin verilmedi. Resim dışında başka işlerle uğraşarak yaşamı devam ettirdim. Genç bir bayan arkadaşın ders aldığı kursa maddi imkanlarla gidemediği için ağladığına tanık oldum. Gel ben sana ücretsiz eğitim vereyim dedim. Ve bu şekilde özel dersler verdiğim öğrencilerim olmaya başladı. Bir süre sonra bu tür öğrencilerimin sayıları çoğaldı. Bunların çoğu yoksul kesimden çocuklardı. Emekli, memur ve işçi çocuklarından oluşan öğrencilerim oldu. Her sene 15-20 kişilik eğitim verdiğim öğrencilerimin neredeyse tamamı istisnasız üniversiteye girdiler. Eğitim verdiğim öğrencilerimin bir kısmı öğretim görevlisi, doçent olanlar, Avrupa’da, Amerika’da, Avusturalya’da resim sanatıyla hayatını sürdürüyorlar. Özetle 15 yıl süreyle, faal bir biçimde, gerçekten üniversite umudu olmayan, yoksul, ders ücreti veremeyecek durumda olan çocuklara eğitim verdim. Şehir dışında gelip, bizde yatılı kalan öğrencilerimiz olurdu. Bazen sayısı fazla olunca öğrencilerin yerlere yataklar yapıp onları evimizde ağırladığımız çok olmuştur. Harçlıklarını verir, ayaklarına çorap bile verirdik. Örneğin Samandağı’ndan gelmiş bir öğrencimiz, 13 kardeşi vardı. Ekonomik durumları kötüydü. Fakat şimdi Sivas Üniversitesinde hoca. Resim dışında başka ilgi alanlarınız? Gece düşüm, gündüz işim; resim. Mesleğe alınmadığım dönemde uzunca bir süre işsiz kaldım. Bu dönemde Resim eğitiminden farklı alanlarda çalıştım. Ama yine resim ve tasarım disiplinleriyle bağlantılı işler oldu. Duvar dekoru işleri, bakır, alçı, beton rölyef işleri yaptım. Vitray yaptım. Sanat alanıyla yetiştirilirken marangozluk, demircilik, grafik tasarım, heykel tasarımı, matbaacılık gibi bir çok konuda temel eğitimler almıştım. Geri kalanı da zaten kişinin kendisini geliştirebilmesiyle bağlantılı bir durum. Bu tür işlere ilgim ve merakım çoktu. Severek ve heyecanla bütün işleri yaptım. İŞVEREN / Mart - Nisan 2017 101 TOPLU İŞ SÖZLEŞMELERİ YILLAR GREVLER YILLAR AKDEDİLEN SÖZLEŞME SAYISI İŞYERİ SAYISI İŞÇİ SAYISI 1997 2 056 12 966 841 518 1998 1 867 7 047 219 434 1999 2 286 12 373 828 458 2000 1 646 6 844 208 595 2001 4 454 14 211 775 478 2002 1 773 7 453 255 059 2003 1 607 7 806 629 240 2004 1 479 7 913 325 189 2005 3 977 14 388 587 456 2006 1 705 5 456 304 392 2007 1 972 9 734 459 449 2008 1 704 9 623 262 786 2009 1 995 11 544 504 796 2010 1 662 9 033 338 671 2011 1 939 14 057 422 802 2012 1 513 6 721 234 469 2013 2 642 17 288 657 485 2014 1 677 12 440 364 207 2015 1 632 16 912 645 048 2016 2 760 9 739 480 315 2017* 1 029 5 158 167 152 LOKAVTLAR GREV SAYISI KATILAN İŞÇİ SAYISI KAYBOLAN İŞGÜNÜ SAYISI YILLAR LOKAVT SAYISI LOKAVTA DAHİL İŞÇİ SAYISI KAYBOLAN İŞGÜNÜ SAYISI 62 236 1997 37 7 045 181 913 1997 4 4 083 1998 44 11 482 282 638 1998 2 500 5 284 1999 34 3 263 229 825 1999 4 931 76 470 2000 52 18 705 368 475 2000 2 2 483 32 760 2001 35 9 911 286 015 2001 - - - 2002 27 4 618 43 885 2002 - - - 2003 23 1 535 144 772 2003 2 888 110 415 2 082 2004 30 3 557 93 161 2004 1 801 2005 34 3 529 176 824 2005 1 118 59 2006 26 2 061 165 666 2006 1 66 3 894 2007 15 25 920 1 353 558 2007 - - - 2008 15 5 040 145 725 2008 1 1256 16 328 2009 13 3 101 209 913 2009 - - - 2010 11 808 37 762 2010 - - - 2011 9 557 13 273 2011 - - - 2012 8 768 36 073 2012 - - - 2013 19 16 632 307 894 2013 - - - 2014 12 6 880 365 411 2014 1 205 25 420 2015 27 7 940 128 801 2015 1 42 168 2016 21 2 403 97 714 2016 1 42 1 386 2017* 11 1 916 38 433 2017* - - - Kaynak : Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı. * İlk 3 Ay Not: 14 Mayıs-4 Haziran 2015 tarihleri arasında metal sektörü işyerlerinde yaşanan iş bırakma eylemleri yasal grev şartlarını taşımadığından ÇSGB Grev İstatistikleri‘ne yansımamıştır. TİSK tarafından yapılan hesaplamalara göre söz konusu eylemler nedeniyle 12 işyerinde toplam 32.944 personel çalışmamış ve kaybolan işgünü sayısı 236.235 olmuştur. 102 Bilgi ve İletişim Teknolojileri: Türkiye Uluslararası Ölçekte Zayıfladı Ülkemiz, Dünya Bilgi ve İletişim gisayar, internet) altyapısı, bu araçlara 2016’da 5,69’a çıkarsa da, uluslaraTeknolojileri (BİT) Endeksi’nde 2008 erişim oranları ve beceriler ( ortalama rası yarışta BİT açısından çok daha yılında 57’nci sırada iken, 2016 yılın- öğrenim yılı, orta ve yüksek öğrenimde hızlı gelişen ülkelerin etkisiyle, aynı da 70’inci sıraya indi. okullaşma oranları) göstergelerini kul- dönemde 57’nci sıradan 13 basamak Birleşmiş Milletler Uluslararası lanarak dünya ülkelerinin durumunu inerek 70’inci sıraya geriledi. Telekomünikasyon Birliği’nin (ITU) ve değişimini karşılaştırıyor. Fiziki ve beşeri yatırımları ve reher yıl yayımladığı BİT Endeksi; BİT Türkiye, söz konusu Endeks’te formları başararak sürece ivme kazanaraçlarının (sabit ve mobil telefon, bil- 2008 yılında 3,90 olan puanını dırılmalı. Dünya Bilgi ve İletişim Teknolojileri (BİT) Endeksi, 2016 Dünya Bilgi ve İletişim Teknolojileri (BİT) Endeksi, 2016 1 2 3 4 5 6 7 Kore 8.84 İzlanda 8.83 Danimarka 8.74 İsviçre 8.68 İngiltere 8.57 Hong Kong 8.46 İsveç 8.45 8 Hollanda 8.43 10 Japonya 8.37 9 Norveç 32 Çek Cumh. 36 Yunanistan 33 Hırvatistan 43 Rusya 48 49 50 6.72 Polonya 6.65 Brezilya Makedonya 67 Trinidad Tobago 69 Dominik Cumh. 71 72 175 6.69 6.58 Romanya 65 70 6.96 6.95 Macaristan 63 68 7.04 Bulgaristan Sırbistan 66 7.23 7.13 Slovakya 51 60 7.25 Slovenya 41 42 8.42 6.26 5.99 5.97 Lübnan 5.93 5.76 Moldova 5.75 TÜRKİYE 5.69 5.71 Ermenistan 5.60 Gürcistan Nijer 5.59 1.07 Kaynak: BM Uluslararası Telekomünikasyon Birliği (ITU) Kaynak: BM Uluslararası Telekomünikasyon Birliği (ITU) 103 yayınlar OECD, “ Ekonomik Politika Reformları 2017 –Büyümeye Doğru” başlıklı bu yeni yayınıyla, ülkemizin de gündeminde olan yapısal reformların dünya genelindeki ve OECD üyesi ülkeler özelindeki mevcut durumu ve değişimi hakkında ayrıntılı bir panorama veriyor. Raporda, diğer OECD ülkeleri için olduğu gibi, Türkiye için de ayrı bir bölüm mevcut. www.oecd.ilibrary.org adresinden okunabilir ya da satın alınabilir. İş Sağlığı ve Güvenliği Hukuku Prof.Dr. Haluk Hadi Sümer Basım Yılı Nisan 2017 İş güvenliği uzmanı olabilecek kişilerin fakülte ve yüksekokullarında zorunlu hale getirilen iş sağlığı ve güvenliği dersi için kaynak olması amaçlanan kitap aynı zamanda iş sağlığı ve güvenliği profesyonelleri açısından da kapsamlı ve güncel bir kaynaktır. İSTEME ADRESİ : Eskişehir Yolu, Mustafa Kemal Mah. 2158. Sokak No:13 Çankaya/ANKARA Tel: 0-312-435 30 30 Faks: 0-312-435 24 72 E-posta: seckin@seckin.com.tr www.seckin.com.tr Temel Sosyal Güvenlik Kanunları Prof. Dr. Haluk Hadi Sümer Kitabın yenilenmiş 2.Baskısı yayımlandı. Öğrencilere ve Uygulayıcılara yararlı olmasını dileriz. İSTEME ADRESİ : Eskişehir Yolu, Mustafa Kemal Mah. 2158. Sokak No:13 Çankaya/ANKARA Tel: 0-312-435 30 30 Faks: 0-312-435 24 72 E-posta: seckin@seckin.com.tr www.seckin.com.tr 104 TİSK: “Çalışmaya, Üretmeye, Büyümeye ve İlerlemeye Devam Edelim” 16 Nisan 2017 Referandum Oylaması sonrasında TİSK Yönetim Kurulu Başkanı Sayın Kudret Önen’in yayımladığı mesajda şunlar kaydedildi: “Referandum Oylamasının Ülkemize hayırlı olmasını diliyoruz. Referandum halkın iradesinin yönetim sistemini belirlemeye direkt etken olması sebebiyle, doğrudan demokrasinin güzel bir örneğidir. 16 Nisan 2017 tarihinde gerçekleşen Referandumun barış, huzur ve güven ortamında gerçekleşmiş olması memnuniyet vericidir. Toplumun sağduyusunu bir kez daha kanıtlayan bu durum, demokrasimiz açısından önemli bir başarıdır. Referandum çalışmaları dolayısıyla, uzun süredir Ülkemizin gündemine siyaset hakim olmuştur. Vatandaşlarımız iradesini ortaya koyduğuna göre, artık çalışmaya, üretmeye, büyümeye ve ilerlemeye devam etmemiz gerekir. Güçlü, kararlı ve dünya ekonomisini yakından takip eden bir ekonomi yönetimi oluşturulmalı, sektörlerimizin sürdürülebilir büyüme ve rekabetçiliğini geliştirecek kısa ve orta vadeli tedbirler, yapısal reformlar hızla devreye girmelidir.” TİSK Yönetim Kurulu Başkanı Kudret Önen’in İnegöl’deki Trafik Kazasına İlişkin Başsağlığı Mesajı TİSK AKADEMİ DUYURUSU Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu (TİSK) Yönetim Kurulu Başkanı Kudret Önen’in 7 Mart 2017 tarihinde Bursa İnegöl ilçesinde meydana gelen trafik kazasına dair yayımladığı başsağlığı mesajında şunlar kaydedildi: Sonbahar Sayımızdan itibaren Dergimize sahip olmak isteyen değerli okurlarımızın abone olmaları gerekmektedir. TİSK olarak, 7 Mart 2017 tarihinde Bursa’nın İnegöl ilçesinde meydana gelen trafik kazasında işletmelerimizde çalışan ve 8 Mart 2017 tarihinde Dünya Kadınlar Günü nedeniyle düzenlenecek olan Kadın İşçiler 22.Büyük Kurultayı için Ankara’ya gelmekte olan işçilerimizin vefatı ve yaralanmaları nedeniyle derin üzüntü içerisindeyiz. Kazada hayatını kaybeden işçi kardeşlerimize Allah’tan rahmet, ailelerine baş sağlığı ve sabır, yaralılara acil şifalar diliyoruz. ABONELİK ÜCRETSİZ OLUP SINIRLI SAYIDA YAPILACAKTIR Abone olmak isteyenlerin www.tisk.org.tr adresimizde bulunan online formu doldurarak tisk@tisk.org.tr e-posta adresine iletmelerini rica ederiz. | CİLT 55 • SAYI 2 • MART - NİSAN 2017 Cilt 55 ‣ Sayı 2 ‣ Mart / Nisan 2017 İSG KANUNU ve DÜNYA EKONOMİSİNDE UYGULAMA SORUNLARI KORUMACILIK EĞİLİMİ DR. MEHMET MÜEZZİNOĞLU NIHAT ZEYBEKCİ CHRISTIAN BERGER TÜRKİYE AĞAÇ VE KAĞIT SANAYİİ İŞVERENLERİ SENDİKASI (TAKSİS) •TÜRK AĞIR SANAYİİ VE HİZMET SEKTÖRÜ KAMU İŞVERENLERİ SENDİKASI (TÜHİS) •TÜRKİYE CAM, ÇİMENTO VE TOPRAK SANAYİİ İŞVERENLERİ SENDİKASI •ÇİMENTO ENDÜSTRİSİ İŞVERENLERİ SENDİKASI (ÇEİS) •TÜRKİYE DERİ SANAYİİ İŞVERENLERİ SENDİKASI •TÜRKİYE GIDA SANAYİİ İŞVERENLERİ SENDİKASI (TÜGİS) •İLAÇ ENDÜSTRİSİ İŞVERENLER SENDİKASI (İEİS) •TÜRKİYE İNŞAAT SANAYİCİLERİ İŞVEREN SENDİKASI (İNTES) •KAMU İŞLETMELERİ İŞVERENLERİ SENDİKASI (KAMU-İŞ) •TÜRKİYE KİMYA, PETROL, LASTİK VE PLASTİK SANAYİİ İŞVERENLERİ SENDİKASI (KİPLAS) •MAHALLİ İDARELER KAMU İŞVEREN SENDİKASI (MİKSEN) •MAHALLİ İDARELER İŞVERENLERİ SENDİKASI (MİS) •TÜRKİYE METAL SANAYİCİLERİ SENDİKASI (MESS) •PETROL ÜRÜNLERİ İŞVERENLER SENDİKASI (PÜİS) •TÜRKİYE SAĞLIK ENDÜSTRİSİ İŞVERENLERİ SENDİKASI (SEİS) •TÜRKİYE SELÜLOZ, KAĞIT VE AĞAÇ ÖMER ÇELİK ROBERTO CARVALHO DE AZEVÊDO İSMAIL GERİM MEHMET BÜYÜKEKŞİ ÖMER CIHAD VARDAN AYHAN ZEYTİNOĞLU CELAL KOLOĞLU MUHARREM KAYHAN NECMETTIN ÖZTEMIR YRD. DOÇ. DR. TURHAN ŞALVA AV. AHMET GÜZELTUNA AV. İLBER AYDEMIR PROF. DR. SÜBIDEY TOGAN MAMÜLLERİ SANAYİİ İŞVERENLERİ SENDİKASI (KASİSEN) •TÜRKİYE ŞEKER SANAYİİ İŞVERENLERİ SENDİKASI •TÜRKİYE TEKSTİL SANAYİİ İŞVERENLERİ SENDİKASI •TÜRKİYE TOPRAK, SERAMİK, ÇİMENTO VE CAM SANAYİİ İŞVERENLERİ SENDİKASI •YEREL YÖNETİMLER KAMU İŞVERENLERİ SENDİKASI (YERELSEN) PROF. DR. SADI UZUNOĞLU ESRA BELEN PROF. DR. ÖMER FARUK ÇOLAK A. FERHAT İLTER