10, Mart 2017, s. 504-519 Muhammed Yunus BİLGİLİ1

advertisement
Yıl: 4, Sayı: 10, Mart 2017, s. 504-519
Muhammed Yunus BİLGİLİ1
MODERNİZM VE POSTMODERNİZM EKSENİNDE İNSANÇEVRE İLİŞKİLERİ
Özet
Var olduğu ilk günden itibaren bir çevre içinde çeĢitli etkileĢimlerde bulunan
insanoğlunun bu etkileĢimini yönlendiren fiziksel değiĢkenler olduğu gibi düĢünsel
değiĢkenlerden de söz edilebilir. Bu düĢünsel değiĢkenler içinde bulunulan
dönemin temel ideolojileri tarafından Ģekillenmektedir. Modern dönemde yaĢayan
insanların çevre ile olan iliĢkisini belirleyen düĢünceler modernizm akımının temel
düĢünceleri ile paralellik göstermektedir. Postmodern dönemde de bu durumun
aynı Ģekilde olduğu belirtilebilir. Bu noktada bu çalıĢmanın amacı modern ve
postmodern dönemin insan-çevre iliĢkilerini inceleyerek postmodern dönemin bu
iliĢkilerde ne gibi farkları olduğunu ortaya koymaktır. ÇalıĢmanın modernizm
dönemindeki insan-çevre iliĢkilerini inceleyen bölümünde insan merkezli
yaklaĢımlar ele alınırken postmodern dönemdeki bu iliĢkiler risk toplumu ve yeni
çevreci paradigma doğrultusunda ele alınmıĢtır.
Anahtar Kelimeler: Modernizm, Postmodernizm, Ġnsan-Çevre ĠliĢkisi, Risk
Toplumu, Yeni Çevreci Paradigma
HUMAN-ENVIRONMENT RELATIONSHIPS ON THE AXIS OF
MODERNISM AND POSTMODERNISM
Abstract
As from the first day of existence, it can be said that intellectual and physical
variables direct interaction of human beings in various interactions within an
environment. These intellectual variables are shaped by the basic ideologies of the
period in which they are found. The thoughts that determine the relation of the
people with the environment in the modern period are parallel to the basic ideas of
the modernism movement. It can be stated that this situation is the same in the
1
ArĢ. Gör., Karadeniz Teknik Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kamu Yönetimi Anabilim Dalı,
mybilgili@ktu.edu.tr
Modernizm Ve Postmodernizm Ekseninde İnsan-Çevre İlişkileri
postmodern period. At this point, the aim of this study is to examine the humanenvironment relations of the modern and postmodern era and to demonstrate what
the differences of the postmodern era are in these relations. In this study, humanenvironment relations in the modern era are examined in terms of anthropocentric
approaches and these relations in the postmodern era are examined in terms of risk
society and new environmental paradigm.
Keywords: Modernism, Postmodernism, Human-environment Relation,
Risk Society, New Environmental Paradigm
GİRİŞ
Ġnsanlar var oldukları günden beri ihtiyaçlarını karĢılamak için çevreleri ile etkileĢim
içinde olmuĢlardır. Bu etkileĢimle birlikte insanlar hem çevreden etkilenmiĢ hem de çevreyi
etkilemiĢlerdir. Bu etkileĢim süreci her zaman çevre lehine olmamıĢtır. Ġnsanlar içinde
bulundukları çevreye bilerek ya da bilmeyerek zarar vermiĢlerdir. BaĢlangıçta insanların
çevreye verdikleri zararlar önemli sayılamayacak düzeyde iken, sanayileĢme, kentleĢme, fosil
yakıtların kullanılması, nüfusun sürekli artması ile birlikte çevreye verilen zararlar büyük
boyutlara ulaĢmıĢ ve özellikle yirminci yüzyılın ikinci yarısından itibaren felaket olarak
anılmaya baĢlanmıĢtır. Burada dikkat edilmesi gereken nokta, çevre sorunlarının nedenlerini
oluĢturan unsurların hep modernizmin bir sonucu olduğudur.
Modernizm ve postmodernizmin çevre ile olan iliĢkilerini ele alan bu çalıĢma giriĢ ve
sonuç dâhil toplam dört bölümden oluĢmaktadır. Birinci bölümde modernizm kavramı ve
modernizmin çevre ile olan iliĢkisi ele alınmaya çalıĢılmıĢtır. Ġlk önce modernizm kavramı
açıklanmaya çalıĢılmıĢtır. Çünkü bu kavramın ne ifade ettiği anlaĢılmadan hem modernizmin
hem de postmodernizmin çevreye bakıĢ açısının anlaĢılabilmesine olanak yoktur. Bu bölümde
modernizm ve çevre iliĢkisi modern dönemle birlikte baĢlayan, doğaya egemen olma düĢüncesi
bağlamında ele alınmıĢtır. Doğaya egemen olma düĢüncesi bu fikri en çok benimseyen F.
Bacon, R. Descartes ve Leibniz üzerinden ele alınmıĢ ve her üç düĢünce insanının temel felsefi
yaklaĢımı açıklanmıĢtır. Daha sonra insan merkezli çevre anlayıĢı ele alınmıĢ bu bağlamda önce
insan merkezli çevre anlayıĢı hakkında bilgiler verilmiĢ daha sonra da modernizmin bu
düĢünceye etkileri üzerinde durulmuĢtur.
ÇalıĢmanın ikinci bölümünde postmodernizm ve çevre iliĢkisi ele alınmaya çalıĢılmıĢtır.
Bu bölümde öncelikle postmodernizmin ne ifade ettiğine yer verilmiĢtir. Daha sonra ise
postmodern döneme hâkim olan risk toplumu, yeni çevreci paradigma ve çevre sorunlarına
postmodern yaklaĢımlar üzerinde durulmuĢtur. Risk toplumu U. Beck ve A. Giddens’in
kavramsallaĢtırmalarıyla ele alınmıĢ ve çevre-modernizm iliĢkisi irdelenmiĢtir. Yeni çevreci
paradigma modern toplumun insanı merkeze alan konumuna bir eleĢtiri olduğu ve getirdiği yeni
fikirler bağlamında incelenmiĢtir. Bir baĢka ifadeyle, modernizm ve insan merkezli çevre
anlayıĢının bir eleĢtirisi sonucunda ortaya çıkan yeni çevreci paradigma üzerinde durulmuĢtur.
Daha sonra çevre sorunlarının artmasıyla beraber ortaya çıkan ekolojik toplum üzerinde
durulmaya çalıĢılmıĢtır. Son olarak da modernizmin karĢısında olan din ve gelenek gibi bilgi
kaynaklarının postmodern dönemde tekrar dillendirildikleri göz önünde bulundurularak çevre
sorunlarıyla mücadelede bu en eski bilgi kaynaklarından da faydalanılabileceği üzerinde
durulmaya çalıĢılmıĢtır. Bir baĢka anlatımla, postmodernizmin modernizmin aksine bilim
SOBİDER
Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 4, Sayı:10, Mart 2017, s. 504-519
505
Muhammed Yunus Bilgili
dıĢında da bilgi olacağı anlayıĢından yola çıkılarak din ve geleneklerden çevre sorunlarıyla
mücadelede nasıl yararlanılabileceği irdelenmiĢtir.
1. Modernizm ve Çevre İlişkisi
ÇalıĢmanın bu bölümünde modernleĢme kavramının ne ifade ettiği üzerinde kısaca
durulacak daha sonra da modernleĢme ve çevre iliĢkisi ile ilgili açıklamalar yapılmaya
çalıĢılacaktır.
1.1. Modernizm
Sosyal bilimlerdeki pek çok kavram gibi modernizm kavramının da üzerinde uzlaĢılmıĢ,
herkes tarafından kabul edilebilen bir tanımı bulunmamaktadır. Bu durum modernizm ile ilgili
bir takım çıkarımlarda bulunulmasına imkân vermemektedir denilemez. Bir baĢka ifadeyle,
modernizmin net bir tanımı olmamasına rağmen modernleĢmeden/modernizmden neler
anlaĢılması gerektiği/ne ifade ettiği ile ilgili bir takım çıkarımlarda bulunulabilir.
Modernizm kavramının ne ifade ettiği ortaya konulmadan önce modern ve modernite
kavramlarının açıklanması gerekir. “Modern kelimesi M.S. 5. yüzyılda Latince tam şimdi,
bugüne ait anlamına gelen modo’dan türetilmiĢ ve ilk aĢamada Hıristiyanlığı benimseyen
toplumun eski pagan kültüründen tamamen koptuğunu ve yeni bir kültürün doğduğunu
anlatmak için kullanılmıĢtır” (BeriĢ, 2010: 484). Bu anlamıyla, gündelik yaĢamda ve kültürde
modaya uygun olan tutumlara modern denilir (Jeanniere, 2011: 111). Bir baĢka ifadeyle
modern, gelenekselin karĢıtı olarak, yeni olan, en son olan, içinde yaĢanılan dönemde genel
kabul görmese bile böyle bir potansiyel taĢıyan ve olumlu imajı olan Ģeylere gönderme yapar
(Demir ve Acar, 2005: 288).
Modernizm kavramı ile ilgili olan bir diğer kavram ise modernlik(modernite)
kavramıdır. Modernite terimi, 17. yüzyılla beraber Avrupa’da toplumsal, siyasal ve kültürel
alanda görülen değiĢiklikleri ve yeni toplumsal hayat ve örgütlenme biçimlerini karĢılar (BeriĢ,
2010: 484). Bir baĢka anlatımla modernite, genel olarak bir uygarlığın, kendi geliĢim çizgisi
içinde görece en son dönemde geliĢtirdiği, özel olarak da Batı uygarlığının Rönesans ve
Aydınlanma dönüĢümünden sonra kazandığı kültürel değer ve sosyal iliĢkilerin özümsenmesi
ile ortaya çıkan yaĢam tarzıdır (Demir ve Acar, 2005: 289). Özetle modernlik, geçmiĢle
bağlarını koparır, dünya ve hayata iliĢkin yeni paradigmanın içkinliğini ilan eder (Hardt ve
Negri, 2012: 93). Modernite kavramının ne ifade ettiğinin daha iyi anlaĢılabilmesi açısından
aydınlanma düĢüncesine kısaca yer verilmelidir.
Aydınlanma 17. ve 18. Yüzyıllarda var olan totaliterliğe, kastçı-feodal toplum yapısına,
baskıcı dinsel dünya görüĢüne karĢı, yeni olgunlaĢmakta olan burjuvazinin yönettiği bir
özgürleĢme hareketidir (Aslan ve Yılmaz, 2001: 95). Aydınlanma kilise düĢüncesinin karĢısına
ampirik araĢtırmalar sonucu oluĢan pozitivist bilimsel bilgiyi, tarıma dayalı feodal toplum
yapısının karĢısına ticaret ve sanayiye dayanan ekonomik toplumsal yapıyı yerleĢtirmektedir.
Akıl aracılığıyla yaratılan düzenin insanlar için tartıĢmasız ideal düzen olduğunun savunulduğu
Aydınlanma düĢüncesi, modernitenin de fikri arka planında yer alan bir düĢünce olarak
karĢımıza çıkmaktadır (BeriĢ, 2010: 487).
Modernizm ise aydınlanma çağı ile gelen zihinsel dönüĢümün ortaya çıkardığı ideoloji
ve yaĢam biçimidir. Hümanizm, sekülerizm ve demokrasi sacayağı üzerine kurulu; egemenliği
SOBİDER
Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 4, Sayı: 10, Mart 2017, s. 504-519
506
Modernizm Ve Postmodernizm Ekseninde İnsan-Çevre İlişkileri
insana özgüleĢtiren, kurtuluĢu dinde değil bilimde arayan, insan biçimci ve insan merkezci
dünya görüĢüdür (Demir ve Acar, 2005: 288).
Yukarıdaki açıklamalardan hareketle modern dönemin geleneklerden yani eski olandan
bir kopuĢu ifade ettiği söylenebilir. Burada modernleĢme kavramından ve modern dönemin
bilimsel, ekonomik, siyasi ve kültürel yapısından kısaca söz edilmelidir.
ModernleĢme çok basit bir Ģekilde, modern endüstriyel toplumların yaĢadığı sosyal ve
siyasi değiĢme süreci; kapitalist iktisadi düzenin ve liberal demokratik siyasi sistemin ortaya
çıkıĢı olarak ifade edilebilir (Heywood, 2007: 399). Bir baĢka modernleĢme tanımı ise, sosyal,
siyasal, ekonomik, kültürel vb. alanlarda sanayileĢmiĢ batı toplumlarının sahip olduğu yapı,
kurum, değer ve sistemlere sahip olmak amacı ile yapılan tüm düzenlemeleri kapsamaktadır
(Demir ve Acar, 2005: 289). Özetle modernleĢme, modern döneme ait olan düĢüncelerin,
kurumların, yapıların vb. unsurların hayata geçirilmesi amacıyla yapılan etkinlikler bütünü
olarak tanımlanabilir.
ModernleĢme ile birlikte geliĢmeye baĢlayan bilimsel anlayıĢ en basit biçimiyle
pozitivizmdir. Newton tabiat olaylarını neden-sonuç iliĢkisi içine yerleĢtirerek, bunları belirli
kanunlara bağlamıĢ ve tabiattaki geliĢmeleri Tanrı’nın iradesine dayandıran Hıristiyan
düĢüncesini temelinden sarsmıĢtır (BeriĢ, 2010: 489). Bacon, Locke ve Descartes’ın
çalıĢmalarına dayanan 18. yüzyılın ampirist felsefesi, insanın bilgisinin temelini deneyime
bağlayan, bilimin temelini ise deney, çıkarım ve gözleme dayandıran bir epistemoloji
geliĢtirmiĢti. “Pozitivizm, Aydınlanma geleneğinin ayrılmaz bir parçasını oluĢturuyordu: Bilim
ve olgular, metafiziğin ve spekülasyonun karĢısındaydı; inancın ve vahyin bilgi kaynakları
olarak görülmesi artık kabul edilemezdi” (Swingewood, 2010: 31). Sonuç olarak, modern
döneme hâkim olan bilimsel anlayıĢa göre bilginin kaynağı, deney, gözlem ve bunların
sonucunda oluĢturulan yasalara dayanmakta ayrıca metafiziğin ve dinin bilgi kaynakları olarak
görülmesini reddetmekteydi denilebilir.
Ekonomik anlamda modern döneme ait olan yapı, Ortaçağ ve Feodal döneme ait olan
tarım ekonomisinin yerine ticaret ve sanayiye dayanan ekonomik yapıyı oluĢturmaktaydı. Bir
baĢka anlatımla modern döneme hâkim olan ekonomik yapı burjuva sınıfının ekonomik
amaçlarına hizmet eden ekonomik yapıdır. Küçük çaplı ve bireysel üretimden, kitlesel üretime
geçilen dönemdir modern dönemin ekonomik yapısı. Özetle, ekonomik alanda modernleĢme
kapitalist üretim tarzının yerleĢtirilmesi olarak karĢımıza çıkmaktadır (Demir ve Acar, 2005:
289).
Siyasi olarak modernleĢmeyi ulus-devletlerin hâkim olması ve iktidarın meĢruiyet
dayanağının halk olması anlayıĢı ile iliĢkilendirmek mümkündür. Bir baĢka ifadeyle modern
siyaset demokrasi ve ulus-devlet tartıĢmaları ekseninde hareket eder. Ulus-devlet çağcıl
dünyanın ayırdedici bir özelliği olan, hükümetin tanımlanmıĢ bir toprak parçası üzerinde
egemen güç olduğu ve nüfus kitlelerinin kendilerinin tek bir ulusun parçası olan vatandaĢlar
diye gördükleri devlet tipini ifade etmektedir (Giddens, 2005: 684). Bu bağlamda ulus-devletler
modernleĢme düĢüncesinde var olan tek tipleĢtirici düĢüncenin tezahürü olarak
değerlendirilebilir. Modern dönemde, iktidarın geleneksel kurallara uygun olarak iktidara
gelmesi yeterli değildi, devletin egemen halkla iliĢkisinin demokratik rasyonalite içinde
kurulması ve uygulanması gerekliydi (Jeanniere, 2011: 117).
SOBİDER
Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 4, Sayı:10, Mart 2017, s. 504-519
507
Muhammed Yunus Bilgili
Kültürel olarak modernleĢme, toplumsal iliĢkilerin laiklik ve rasyonalite temelinde
kurulmasını ifade eder. Okuryazarlık oranının arttırılması, laik ve ulusa dayanan ideolojilerin
hâkim kılınması bu bağlamda değerlendirilebilir. Kültürel alanda modernleĢme toplumsal
hayatın temelinde yer alan dinin dıĢlanması sonucunu doğurur. KentleĢme ve altyapı
hizmetlerinin yaygınlaĢtırılması, haberleĢme teknolojilerinin geliĢtirilmesi ve geleneksel otorite
iliĢkilerinin çözülmesi bu bağlamda değerlendirilebilir (Demir ve Acar, 2005: 289). Bütün bu
açıklamalardan sonra modernleĢme aĢağıdaki Ģekilde özetlenebilir (Berman, 2012: 28):
Fiziksel bilimlerde gerçekleĢen, evrene ve onun içindeki yerimize dair düĢüncelerimizi
değiĢtiren büyük keĢifler; bilimsel bilgiyi teknolojiye dönüĢtüren, yeni insan ortamları yaratıp
eskilerini yok eden, hayatın tüm temposunu hızlandıran, yeni tekelci iktidar ve sınıf mücadelesi
biçimleri yaratan sanayileĢme; milyonlarca insanı atalarından kalma doğal çevrelerinden
koparıp dünyanın bir baĢka ucunda yeni hayatlara sürükleyen muazzam demografik altüst
oluĢlar; hızlı ve çoğu kez sarsıntılı kentleĢme; dinamik bir geliĢme içinde birbirinden çok farklı
insanları ve toplumları birbirlerine bağlayan, kapsayan kitle iletiĢim sistemleri; yapı ve iĢleyiĢ
açısından bürokratik diye tanımlanan, her an güçlerini daha da arttırmak için çabalayan ve
gitgide güçlenen ulus-devletler; siyasal ve ekonomik alandaki egemenlere karĢı direnen, kendi
hayatları üzerinde biraz olsun denetim sağlayabilmek için didinen insanların kitlesel toplumsal
hareketleri; son olarak tüm bu insanları ve kurumları bir araya getiren ve yönlendiren, keskin
dalgalanmalar içindeki kapitalist dünya pazarı.
1.2. Modernizm ve Çevre İlişkisi
Çevre sorunları ile ilgili tartıĢmalar, sanayileĢme, hızlı kentleĢme ve nüfus artıĢı ile
birlikte baĢlamıĢtır denilebilir. Bir bakıma çevre sorunlarının nedenleri de bu üç unsur olarak
kabul edilmektedir. Bir baĢka ifadeyle, çevre sorunlarının nedenleri olarak, hızlı sanayileĢme,
kentleĢme ve nüfus artıĢıdır. Bu nedenler dikkatle incelendiğinde her üçünün de modernleĢme
ile yakın ilgisinin olduğu açıktır. Nitekim modern dönemlerin sanayinin geliĢmesi ve
yaygınlaĢmasıyla baĢladığı ve/veya hız kazandığı bilinen bir gerçektir. Bu bağlamda çevre
sorunlarının asıl nedeninin modernleĢme olduğu söylenebilir.
Modern dönemler ve çevre iliĢkisi açısından üzerinde durulması gereken iki önemli
anlayıĢ bulunmaktadır. Bu anlayıĢlar; doğaya egemen olma anlayıĢı ve insan merkezli doğa
anlayıĢıdır.
Doğaya egemen olma düĢüncesi incelendiği zaman bu fikir akımının en önemli
temsilcileri olarak karĢımıza Francis Bacon ve Rene Descartes çıkmaktadır. Bacon, gerçek
dünyanın somut gözleminden yola çıkılarak, doğada var olan düzenlilikleri ya da örüntüleri
belirlemenin olanaklı olduğunu söylüyordu. Bacon doğanın yasalarının tanınıp onlara
uyulmasıyla doğaya egemen olunabileceğini savunuyordu. Bacon’a göre “doğayı tanırsak, ona
hâkim olabilir, onu yönetebilir ve insan yaĢamına hizmet etmekte kullanabiliriz” (Ertürk, 2009:
15). Bacon’a göre amaç, insanın evren üzerindeki egemenliğinin sınırlarını geniĢletmek, hayatın
güçlüklerini fethetmek, doğaya boyun eğdirmektir (Ünder, 1996: 41).
Doğaya egemen olma konusunda bir diğer önemli düĢünce insanı Descartes’tir. Hatta
Descartes bu görüĢünden dolayı çevre sorunlarının asıl kaynağı olarak da görülebilir. Descartes,
“Yöntem Üzerine KonuĢma” adlı ünlü yapıtında, insana yararlı uygulamalara yönelik bir
bilimin ilkelerini açıklamayı amaçlamıĢtır. Nitekim Descartes’a göre; ateĢin, suyun, havanın,
yıldızların, gökyüzünün ve çevremizdeki tüm cisimlerin güçlerini ve etkilerini,
SOBİDER
Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 4, Sayı: 10, Mart 2017, s. 504-519
508
Modernizm Ve Postmodernizm Ekseninde İnsan-Çevre İlişkileri
zanaatkârlarımızın çeĢitli iĢlerinin ayrıntılarını bildiğimiz kadar öğrenerek, bunlardan
kullanılmaya elveriĢli oldukları her biçimde yararlanmalı ve böylelikle, doğaya egemen
olmamıza yardımcı olacak uygulanabilir bir felsefe ortaya çıkartmak gerekir (Descartes’ten
aktaran, Ertürk, 2009: 13). Bu bağlamda doğa Descartes için sahip olunabilecek bir Ģeydir. Bir
baĢka ifadeyle doğa O’na göre herhangi bir metadan farklı değildir. Descartes’e göre evrende
hem ruhu hem de bedeni olan tek varlık insandır. Ġnsan dıĢında kalan varlıklar ruhtan yoksun
oldukları için, mekanik ilkelere göre faaliyet gösterirler (Ünder, 1196: 42).
“Gerçekten de Descartes’in ileri sürdüğü gibi, insan ruhu dıĢında her Ģey ilahi
niteliklerden ve özsel bir değerden yoksunsa, organik varlıklar (bitkiler ve hayvanlar) acı ve haz
duyma yeteneğinden yoksun cansız birer makineden baĢka bir Ģey değilse, insanın herhangi bir
iç rahatsızlığı duymadan onlara istediği muameleyi yapmaması için bir sebep de yoktur”
(Ünder, 1996: 43).
Doğaya egemen olma düĢüncesini savunan bir diğer önemli isim Leibniz’dir. O bilimin
doğadan yararlanmada bir araç olarak kullanılabileceğini düĢünmektedir. Ġnsan doğayı ne kadar
çok araĢtırırsa, doğaya hâkim olma kabiliyeti de o kadar artacaktır. Bu nedenle insan, araĢtırma
yaparken her hangi bir Ģekilde sınırları aĢma korkusuna kapılmamalıdır (Kılıç, 2008: 74).
Bacon, Descartes ve Leibniz aslında aynı ortak paydada buluĢmaktadırlar: Bilimin
doğayı insanın emrine vermesi. Bir baĢka ifadeyle her üç düĢünür de bilimin doğaya egemen
olmak konusundaki önemini ortaya koymaktadırlar.
Modern dönemlerin çevre üzerinde etkide bulunduğu bir diğer önemli felsefi yaklaĢım
insan merkezli çevre yaklaĢımıdır. Ġnsan yaĢamını tehdit eden ve doğal dengenin bozulmasına
neden olan en önemli geliĢmeler kuĢkusuz aydınlanma düĢüncesi ile baĢlamıĢtır. Doğa ile uyum
yerine doğaya hâkim olma ilkesini benimsemiĢ olan aydınlanma düĢüncesi, insanın bütün
canlılardan üstün görülmesine yol açmıĢtır. Bunun sonucunda insan, doğadaki dengelerini
gözetmek ve doğa ile uyumlu yaĢamak yerine, doğayla arasındaki iliĢkiyi salt bir çıkar iliĢkisine
dönüĢtürmüĢtür (Kılıç, 2006: 113).
“Ġnsanın diğer varlıklara karĢı istediği muameleyi yapabileceği anlayıĢı insanın üstün
olmasından, tek etik özne olmasının yanında evrenin ilahi niteliklerden, amaçtan erekten yoksun
olmasından da kaynaklanır. Anlamsız, amaçsız değersiz, cansız ve renksiz bir doğada, animist
doğa anlayıĢında olduğu gibi insan eylemlerini denetleyebilecek bir ruh, cin ya da peri de
bulunmaz. Doğaya karĢı insanın eylemlerini sadece insanın kendi çıkarı sınırlayabilir” (Ünder,
1996: 67-68).
Ġnsan merkezli bakıĢ açısında önemli olan insan ve onun ihtiyaçlarının karĢılanmasıdır.
Bu nedenle dayandığı temel değerler de bu çerçevede biçimlenmiĢtir. Doğanın taleplerine bu
bakıĢ açısında ya yer yoktur ya da bu bakıĢ açısı yabancıdır. Eğer doğaya müdahalenin insana
faydası varsa, o zaman doğaya müdahale edilmelidir (Kılıç, 2008: 56). Bu bağlamda denilebilir
ki, insan doğayı ancak gelecekte kendisine bir yarar sağlayacağını düĢünüyorsa korumalıdır.
Ġnsan merkezli çevre anlayıĢının temelde dört değer/anlayıĢ üzerinde temellendiği
belirtilebilir. Birincisi, insan diğer bütün canlılardan farklı olup, onlar üzerinde belirleyicidir.
Onun diğer canlılar karĢısında önceliği bulunmaktadır. Ġkincisi, insan diğer canlılardan farklı
olarak kendi kaderini tayin edebilme, hedeflerini belirleme ve bu yönde çaba gösterme
özelliğine sahiptir. Ġnsan diğer canlılardan daha akıllı bir varlıktır. Üçüncüsü, insan belirlediği
SOBİDER
Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 4, Sayı:10, Mart 2017, s. 504-519
509
Muhammed Yunus Bilgili
hedeflerine doğadaki sınırsız kaynaklar yardımıyla ulaĢır. Ġnsan doğadaki kaynakları kendi
amaçları için yoğun olarak kullanır. Dördüncüsü ve sonuncusu, insanlık tarihi geliĢmenin tarihi
olup, insan ortaya çıkan her soruna bir çözüm yolu bulur. Bu nedenle insanlık tarihi, kesintisiz
bir geliĢme olarak kabul edilir. Ġnsan dünyada ortaya çıkan her çeĢit soruna bir Ģekilde çözüm
bulacaktır (Tuna, 2007: 190).
Ġnsan merkezli çevre yaklaĢımının kaynakları ise, her Ģeyden önce Batı dünyasının
Antik Yunan’ a kadar dayanan felsefi düĢüncesinde yatmaktadır. Bu noktada Protogras ve
Aristo bu akımın temellerini atan ilk düĢünce insanları olarak görülebilirler. Aristippos ve
Kyrene Okulu da bu düĢüncenin oluĢmasına temel oluĢturanlar arasındadır (Kılıç, 2008: 61).
Adam Smith ve liberal düĢünce de insanın merkezi konumuna vurgu yapmaktadırlar. Aslında
Marksizm de bir bakıma insanı merkeze alan bir siyasi ideolojidir. Geleneksel Hıristiyanlık ve
Yahudilik anlayıĢı da bu anlayıĢın temel kaynakları arasında gösterilmektedir. Ayrıca
Aydınlanma düĢüncesi ve hümanizm de insan merkezli çevre anlayıĢının temel kaynakları
arasında zikredilmelidir. Son olarak bilimin ilerlemesi, teknolojik geliĢmeler, sanayileĢme ve
modernleĢme düĢüncesi insan merkezli çevre anlayıĢının temel dayanak noktalarını
oluĢturmaktadırlar.
Sonuç olarak, Batı’nın felsefi ve dinsel geleneğinde, insanları doğadan üstün gören ve
dolayısıyla doğaya hükmetmelerini haklı sayan düĢünceler bulmak mümkündür (Des Jardins,
2006: 205).
2. Postmodernizm ve Çevre İlişkisi
ÇalıĢmanın bu bölümünde öncelikle postmodernizm hakkında bir takım bilgilere yer
verilecek daha sonra da postmodernizmin çevre sorunları ile ilgili sağlayabileceği avantajlar
ortaya konulmaya çalıĢılacaktır.
2.1. Postmodernizm
Postmodern kavramındaki “post” (ötesi, sonrası) sözcüğü modern dönemin bittiğini
anlatır: Postmodernlik modernliğe karĢı, karĢıt veya modernliğin ötesinde olarak nitelenir
(Erdoğan, 2012: 7). Modernizmin ve Kantçı bir Aydınlanma düĢüncesinin Fransız, Ġskoç ve
Alman Aydınlanmacılığının etkisinde devrim rüyalarıyla insanı ve toplumu değiĢtireceğine
inanan düĢünceyi sunmasının ardından, bu düĢüncenin eleĢtirileriyle birlikte Postmodernizm
tartıĢmalarının baĢlangıcını oluĢturmuĢtur (Akay, 2010: 9). Bu bağlamda postmodernizm
modernizmin eleĢtirisidir denilebilir. Veya modernizmin eleĢtirilmesiyle baĢlayan yeni döneme
postmodern dönem denilmektedir. Bu yeni dönemin, aĢktan savaĢlara, dinden ekonomiye,
edebiyattan beslenme tekniklerine, teknolojik geliĢmelerden siyasete kadar insan ve toplumla
ilgili her konuda görüĢ serdettiği inkâr edilemez (Vergin, 2010: 314). Pek çok alana yayılan
postmodernizm belirsizliği beraberinde getiren bir durum sergiler (Yıldız, 2005: 155). J. F.
Lyotard ile ciddi biçimde tartıĢılmaya baĢlanan postmodernizm O’na göre büyük anlatıların
sona ermesidir. Pek çok tartıĢmaya neden olan postmodrnizm ideolojisinin ayrıntılarına çok
fazla girilmeden bu döneme/anlayıĢa hâkim olan temel düĢüncelere yer verilmelidir.
Postmodern anlayıĢa hâkim olan temel anlayıĢlardan ilki nesnel gerçekliğin
olmamasıdır. Postmodernist düĢünürlere göre, nesnel gerçeklik, bize göründüğünden,
algıladığımızdan daha karmaĢık bir yapıya sahiptir. O nesnel olarak bize verilmiĢ,
SOBİDER
Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 4, Sayı: 10, Mart 2017, s. 504-519
510
Modernizm Ve Postmodernizm Ekseninde İnsan-Çevre İlişkileri
düĢüncelerimizin yansıttığı Ģekliyle, orada, bizim dıĢımızda duran bir varlığa sahip değildir
(Aydın, 2009).
Postmodern anlayıĢa hâkim olan temel anlayıĢlardan ikincisi bilginin dıĢ dünya ile
karĢılaĢtırılamamasıdır. Postmodernistlerce gerçeklik göreceli ve hatta kimilerine göre öznel
olduğu için, kültürden, dilsel yapıdan ve özneden bağımsız bir dıĢ dünyanın varlığını savunan
ve zihinde oluĢan imgenin dıĢ dünya ile karĢılaĢtırılarak doğru olup olamayacağının
belirlenebileceğini ileri süren modern deneyci felsefenin dayandığı uygunluk kuramı da doğru
değildir. Çünkü bilgimiz gerçekle örtüĢen onu olduğu gibi yansıtan bir ayna gibi düĢünülemez
(Aydın, 2009).
Postmodern anlayıĢa hâkim olan temel anlayıĢlardan üçüncüsü nesnelliğin olmamasıdır.
Her bilgi, bireylerin kültürel koĢullu deneyimlerine, önyargılarına, beklentilerine ve
kavramlarına dayanıyor, belli bir kültürün ürünü olarak görülüyorsa, modernizmin iddia ettiği
gibi, nesnellikten söz etmek olanaksız olacaktır. Nitekim katı bir nesnellik anlayıĢını
savunmaları yüzünden pozitivizmi eleĢtiren postmodernistlerce nesnellik, akademik çevrelerde
güç ya da iktidar için kullanılan bir maske, aynı zamanda beyaz erkek olmanın getirdiği
imtiyazların son kalesidir (Aydın, 2009).
Postmodern anlayıĢa hâkim olan temel anlayıĢlardan dördüncüsü bilgi ve değer
ayrımının yapılmamasıdır. Nesnelliği yadsıyan postmodernistlere göre, modernist düĢünürlerde
dile gelen bilgi ve değer ayrımı da geçerli bir ayrım değildir; zira gerçeğin algılanması kültürel
koĢulludur, dile bağlıdır ve tüm bunlar değer içermektedir (Aydın, 2009:).
Postmodern anlayıĢa hâkim olan temel anlayıĢlardan beĢincisi bilginin evrenselliğine
karĢı çıkıĢtır. Gerçeklik, postmodernistlerce, bir parçasıyla, kültüre, dilsel yapılara ve bireylerin
deneyimlerine bağımlı hale getirildiğinden, onlarca gerçeklik algısı, toplumdan topluma
değiĢtiği gibi, aynı toplumda da zaman içerisinde sürekli geliĢim ve değiĢime uğrar. Bu yüzden
onlarca bilgi, ne dıĢsal ne de evrenseldir. Dolayısıyla, “her, hiçbiri” gibi genel söylemlerden
kaçınmak ve “bazı, daha çok, kimi zaman, sık sık” gibi kesinlikten ve evrensellikten kaçınan
deyiĢleri kullanmak gerekir (Aydın, 2009).
Postmodern anlayıĢa hâkim olan temel anlayıĢlardan altıncısı çok odaklılık ya da odak
noktasının olmamasıdır. Postmodernistlere göre, gerçeklik kavramına yaklaĢırken odak
kavramından da kaçınmak gerekir. Zira onlarca Batı düĢüncesi, ortaçağlarda her Ģeyi Tanrı
odaklı, Rönesans’tan, özellikle Descartes’tan itibaren ise, insan odaklı bir paradigmayla
algılamaya çalıĢmıĢtır. Onlara göre, ne Tanrı ne de insan odak olabilir. Gerçek olumsallıklara
göre değiĢir ve kesin, evrensel, bütünüyle tanımlanabilir bir gerçeklik yoktur. Bu yüzden
odaksızlık ya da çok-odaklılıktan söz etmek daha doğrudur (Aydın, 2009).
Postmodern düĢünceye hâkim olan temel anlayıĢlardan yedincisi bilginin sarsılabilir bir
temele dayandığı görüĢüdür. Postmodernistlerin odak düĢüncesine karĢı çıkmaları, gerçekliği
göreceli hale getirmeleri, doğal olarak onları “temel” düĢüncesini de yadsımaya itmiĢtir.
Postmodernistlerin temelciliğe karĢı çıkıĢları, bilgideki kesinliği yadsımaya dönüktür ve tüm
bilgilerin F. W. Nietszche’nin iddia ettiği gibi, “belli bir perspektifin ürünü olduğunu”
göstermeyi amaçlamaktadır (Aydın, 2009).
Postmodern anlayıĢa hâkim olan temel anlayıĢlardan sekizincisi bilginin yerele ait
olmasıdır. Yerellik olgusu, gerçeğin kültürlere göre değiĢebileceği ve evrensel bir gerçekliğin
SOBİDER
Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 4, Sayı:10, Mart 2017, s. 504-519
511
Muhammed Yunus Bilgili
bulunmadığı savının bir sonucudur. Bu sava göre, her kültürün kendine göre doğruları vardır.
Yerelliğin savunulduğu bir düĢünsel dünyada evrensele yer olmayacağı tikellerin ön plana
çıkartılacağı açıktır. Nitekim postmodernistler, evrensellik savıyla aslında modernizmin, beyaz
ırkın değerlerini dünyaya empoze ettiğini, kadını erkeğin algısına mahkûm ettiğini, diğer
kültürleri ise, evrensellik savıyla kendi bilgi ve değer anlayıĢını benimsemeye zorladıklarını
söylerler ve bunun sömürünün bir aracı olarak kullanıldığını ifade ederler. Yerelliğin gündeme
getirilmesi, yerele duyarlılığı artırması, çok-kültürlülük, saygı, hoĢgörü, farklılığın bilincinde
olmak gibi olumlu değerler içermesi açısından belli açılardan olumlanabilir (Aydın, 2009).
Postmodern anlayıĢa hâkim olan temel anlayıĢlardan dokuzuncusu bilginin yorum
bilgisi olduğunu savunmasıdır. Postmodernizmin temel ilkelerinden birisi de bilgiyi metne ve
yoruma indirgemesidir. Zira onlarca, her Ģeyin göreceli olması, her Ģeyin değiĢebilirliği, her
Ģeyin gidebilirliği veya farklı anlam ve yorumların ortaya çıkabilmesi için metinler üzerinde
yapılacak yorumların büyük bir önemi vardır. Bu yüzden Postmodernistler, nesnel doğrunun
yerine hermönötiğin (yorumbilim) doğrusunu koyarlar, dolayısıyla bu, aynı zamanda, nesnel
bilgiyi reddederek onun yerine hermönetik bilgiyi koymak anlamına gelmektedir (Aydın, 2009).
Postmodern anlayıĢa hâkim olan temel anlayıĢlardan onuncusu zaman ve mekâna
baskıcı olarak bakılmasıdır. BaĢka bir ifadeyle, postmodernistler her tür zaman anlayıĢını
reddederler, çünkü onlara göre, modern zaman anlayıĢı baskıcıdır, bireyleri ölçer ve kontrol
eder. Postmodernler zamanı ve mekânı insanın örgütlü yaĢamından soyutlayarak ele
almaktadırlar (Erdoğan, 2010: 14).
Postmodern anlayıĢa hâkim olan temel anlayıĢlardan on birincisi bireye bakıĢ
açılarındadır. Postmodern birey, geçmiĢle çok az bağı olan ve ufukta düĢünebilir bir geleceği
olmayan, sürekli Ģimdide yaĢayan bireydir (Erdoğan, 2012: 9). Bireyde tek bir kimlik ve
bütünlük olduğu reddedilir; onun yerine çoklu ve çeliĢen kimliklerle dolu “merkezden edilmiĢ
ve parçalanmıĢ benlik” duygusunun varlığı vurgulanır (Erdoğan, 2012: 14).
Postmodern anlayıĢa hâkim olan temel anlayıĢlardan on ikincisi toplumsal yapı, kontrol
ve toplum politikalarına yaklaĢımdır. Postmodernizm, “toplumu oluĢturan gerçek yapıların
analizini” reddeder. Onun yerine imajlar denizinde dünya hakkında kendi anlamlarını inĢa eden
tüketici bireyler görüĢünü sunar. ModernleĢmede büyük politikalar vardı ve insanlar bu
politikalara ve bu güven merkezlerine yöneliyordu; postmodernizme göre, bu durumun yerini
mikro politikalar, kimlik politikaları, yerel politikalar, kurumsal güç mücadeleleri, yani mikro
politikalar ve mikro politikalara yönelme ve güven aldı. Postmodernizmde merkezi kontrol
kayboldu, parçalandı ve yıkıldı; yerini esnek kapitalizm, yassı organizasyon, yerinden yönetim
ve katılımcı demokrasi aldı (Erdoğan, 2012: 11).
Sonuç olarak postmodern döneme hâkim olan unsurların, büyük anlatıların
reddedilmesi, bilginin yerel ve göreceli olması ve yoruma dayanması, kimlik ve yerel
politikaların önem kazandığı, bireyin çok kimlikli ve dünü ve yarını olmayan merkezden
edilmiĢ birey olduğu söylenebilir.
2.2. Postmodernizm ve Çevre İlişkisi
Postmodernizm ve çevre iliĢkisinin ele alınacağı bu bölümde öncelikle risk toplumu
sonra yeni çevreci paradigma ve çevre sorunlarıyla mücadelede postmodern açılımlar ele
alınmaya çalıĢılacaktır.
SOBİDER
Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 4, Sayı: 10, Mart 2017, s. 504-519
512
Modernizm Ve Postmodernizm Ekseninde İnsan-Çevre İlişkileri
2.2.1. Risk Toplumu
SanayileĢme ve kentleĢme süreci ve sonrasında yaĢanan, 20. yüzyılın ikinci yarısında
doruğa ulaĢan tüketim toplumunun var olan çevre sorunlarının ortaya çıkmasında önemli roller
oynadığı yadsınamaz. Ġnsanın doğa üzerindeki egemenliğinin artması ve çıkarları için doğayı
dönüĢtürmesinin arttığı bu süreç, çevreye yönelik tehditleri ve belirsizlikleri de artırmaktadır.
Risk toplumu teorisi topluma ve kurumlarına bir eleĢtiri getirir. Modern sanayi toplumlarının iki
önemli özelliği olan rasyonelleĢme ve sanayileĢmenin el ele vermesi sonucu insanoğlu doğa
üzerindeki hâkimiyetini kurmuĢ ve doğadan gelebilecek tehlikelere karĢı kendini korumaya
almıĢtır (Adak, 2010:378). Risk toplumu ile ilgili genellikle açıklamalar U. Beck ve A. Giddens
ekseninde tartıĢılmaktadır. Bu bağlamda bu çalıĢmada da bu iki bilim insanının görüĢlerinden
faydalanılacaktır.
Modern toplumun eleĢtirisini yapan düĢünürlerden biri olan Beck, teknolojinin
toplumsal hayatımızın her alanına girmesiyle, modern toplumun yeni bir evreye girdiğini
belirtmiĢtir. Beck’e göre modernleĢme sürecinde önemli bir kırılma noktası ortaya çıkmıĢtır.
Ortaya çıkan bu yeni evrenin toplumsal sonuçlarının, öncekinden daha ağır olduğunu ileri
sürmektedir. Bu bir anlamda modernleĢmenin istenmeyen sonuçları ya da diğer bir ifade ile
geliĢmenin yansımalarıdır. ModernleĢmenin birinci evresinde, iki geliĢme kendisini
göstermektedir. Birincisi, doğanın insan için daha çok yararlanılabilir duruma gelmesi ve
ikincisi, geleneksel baskılar sonucu toplumsal alanda eĢitlikçi, özgürlükçü akımların
güçlenmesidir. ModernleĢmenin ikinci evresinde ise yoğun bir teknik kullanımı söz konusudur.
Ancak tekniğin toplum hayatına daha çok girmesine bağlı olarak tehlikeler de artmıĢtır (Kılıç,
2006:120).
Beck, dünya risk toplumunda küreselleĢen risklerin herkesi etkilemesini eĢitsizlik olarak
kabul eder. Zengin müreffeh ülkeler ile yoksul ülkeler arasında risk etkilerinin olumsuzluğu
anlamında fark yoktur. Nimetlerin paylaĢımında ise büyük fark vardır. Bu durum geliĢtikçe
riskten etkilenenler ile bundan fayda sağlayanlar arasındaki düĢmanca iliĢkinin arttığıdır. Fakat
üretilen riskler sanayi modernliğinde meĢru kılınan “görünmez yan etkileri” birden bire
görünmeye baĢladığında bumerang etkisi gösterecektir. Riskleri üreten, yaygınlaĢtıranlar ve
fayda sağlamaya çalıĢanlar bir gün tehlikeler döngüsüne yakalanacaktır (Soydemir, 2011: 172).
Giddens risk toplumu ile ilgili çeĢitli argümanlar öne süren bir diğer bilim insanı olarak
karĢımıza çıkmaktadır. Giddens’a göre Modernliğin ortaya çıkardığı yaĢam tarzı sürekli olarak
yaygınlaĢarak ve yoğunlaĢarak devam etmektedir. “Modernlik, yapısal olarak küreselleĢtiricidir
ve bu olgunun sarsıcı sonuçları modernliğin düĢünümsel karakterinin döngüselliğiyle birleĢerek
risk ve tehlikenin yeni bir yapıya büründüğü bir olaylar evreni oluĢturur. Modernliğin
küreselleĢtirici eğilimleri eĢzamanlı olarak hem yaygın hem de yoğun niteliktedir; hem yerel
hem de kutuplarda karmaĢık değiĢim diyalektiğinin parçası olarak bireyleri geniĢ ölçekli
sistemlerle bağlantılı duruma getirirler” (Giddens’dan Aktaran Soydemir, 2011: 174).
Giddens’a göre risk profilini oluĢturan zeminin birincisi, riskin yoğunluk anlamında
küreselleĢmesidir. Risk yoğunluğu olarak adlandırılan Ģey, bugün içinde yaĢadığımız koĢulların
tehdit görünümündeki temel öğesidir. Nükleer savaĢ olasılığı, ekolojik yıkım, engellenemeyen
nüfus patlaması, küresel ekonomik mübadelenin çöküĢü ve diğer gizli küresel felaketler herkes
için cesaret kırıcı bir tehlike ufku oluĢturmaktadır. Ġkincisi, riskin yoğunlaĢmasından çok, risk
ortamlarının dünya çapında yayılmasıyla ilgilidir. Riskin, çok sayıda kiĢiyi etkileyebilecek
SOBİDER
Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 4, Sayı:10, Mart 2017, s. 504-519
513
Muhammed Yunus Bilgili
nitelikte rastlantısal olay sayısının çoğalması anlamında küreselleĢmesi söz konusudur.
Üçüncüsü, yaratılmıĢ çevreden ya da toplumsallaĢmıĢ doğadan kaynaklanan risklerdir.
Dördüncüsü, milyonların yaĢam Ģansını etkileyen kurumsallaĢmıĢ risk ortamlarının geliĢimiyle
oluĢur. Yatırımcı pazarların etkinlik alanlarının ve yaygınlığının rekabet içerisinde oluĢturduğu
risklerdir. BeĢincisi, riskin risk olarak bilinmesi: Riskler içindeki “bilgi ve boĢluklar” dinsel
bilgiler veya sihir yoluyla kesinlik haline çevrilemez. Altıncısı, yaygınlaĢmıĢ risk bilgisidir.
Ortak olarak karĢılaĢılan risklerin çeĢitliliği ve meydana gelebilecek tehlikelerin geniĢ kitleler
tarafından farkına varılmasıdır. Yedincisi ise uzmanlığın sınırlılığının bilinmesidir; hiçbir
uzmanlık sistemi, uzmanlık ilkelerinin uygulama sonuçları açısından tümüyle uzman olamaz.
Sıradan insanlarla uzmanlar arasında risk profilinin algılanmasında farklılıklar olmasına karĢın,
risklere karĢı gösterilecek tepkilerin boyutları açısından önemli farkların olup olmadığı çok açık
değildir (Giddens’dan Aktaran, Soydemir, 2011: 175).
Bu açıklamalar ıĢığında denilebilir ki, risk toplumu belirsizliklerin ve tehlikelerin arttığı
bir döneme vurgu yapmaktadır. Risk toplumunun oluĢmasındaki temel neden ise modernleĢme
yani doğaya egemen olma düĢüncesidir denilebilir. Risk toplumunun bir diğer özelliği ise riskin
evrenselliğidir. Bu bağlamda herhangi bir devlet/firma/birey riskin dıĢında kalamamaktadır.
2.2.2. Yeni Çevreci Paradigma
Modernizm ve onun sonucunda yerleĢmeye baĢlayan insan merkezli çevre anlayıĢının
çevreye verdiği tahribatın boyutu artınca bu anlayıĢa yönelik eleĢtiriler ve karĢı çıkıĢlar yeni bir
çevreci paradigmanın oluĢmasına yol açmıĢtır.
Yeni Çevreci/Ekolojik Paradigma, modern toplumların refahının, karmaĢık formdaki
sosyal yapılar ve geliĢmiĢ teknolojiler ile ekosistemin sağlıklı bir iliĢki içinde olması ile ilintili
olduğu vurgusunu yapar. Bu paradigma, toplumların ekosisteme bağımlı olduğuna iĢaret ederek
yeni bir bakıĢ açısı sunar. Sosyologların modern toplumların ekolojik boyutunu yok saymasına
sebep olan “insan istisnai paradigmadan” farklı olarak, yeni çevreci/ekolojik paradigma,
toplumların ekolojik temele bağımlı olduklarını ve doğal kaynakların aĢırı derecede
kullanılmasından ve kirlilik yaratılmasından dolayı ekolojiye çok ciddi zararlar verme gerçeğine
sosyologları/insanları duyarlı hale getirmeyi amaçlar. BaĢka bir deyiĢle, sosyologların ve tüm
insanların dünyayı yeni bir Ģekilde görmesini sağlayarak (dünyayı ekolojik pencereden görmek)
yeni ekolojik paradigma, yeni araĢtırma soruları ile yeni araĢtırmaların gerekli olduğu
önerisinde bulunur (Konak, 2010: 275).
Yeni çevreci/ekolojik paradigmanın dört temel özelliğinden söz edilebilir. Birincisi,
yeni ekolojik paradigmaya göre insanlar ayrıcalıklıdır ancak bununla birlikte insanın, birçok
karĢılıklı bağımlılık içinde olan canlılardan birisi olarak görülmesi gerekmektedir. Ġkincisi,
insan iliĢkilerinin toplumsal ve kültürel güçler tarafından ağırlıkla etkilendiği kabul edilmekle
birlikte yeni ekolojik paradigma insanın toplumsal yaĢantısının biyolojik ve fiziksel çevre
tarafından da etkilendiğinin altını çizer. Üçüncüsü, insanı üstün gören dünya görüĢü insan
eyleminin biyolojik ve fiziksel çerçevesini göz ardı ederken ve sosyo-kültürel çevrenin
belirleyici özelliğini vurgularken; yeni ekolojik paradigma insan eylemlerine etkide bulunan
biyolojik ve fiziksel çerçevenin önemine dikkat çeker. Dördüncüsü, insanı üstün gören dünya
görüĢü kalkınmanın sürdürülmesinin sınırsızlığını ifade eder. Buna karĢılık yeni ekolojik
paradigma; insanoğlu ne kadar buluĢ yeteneğine sahip olursa olsun, onların bilim ve teknolojisi,
SOBİDER
Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 4, Sayı: 10, Mart 2017, s. 504-519
514
Modernizm Ve Postmodernizm Ekseninde İnsan-Çevre İlişkileri
termodinamiğin yasaları gibi ekolojik ilkeleri aĢamaz; bundan dolayı insan toplumlarının
büyümesinin kesin sınırları vardır (Tuna, 2007: 192).
Yeni çevreci paradigmayla ilgili altı çizilmesi gereken önemli bir husus da Ģudur; bu
yeni paradigma insanı doğanın merkezinden almamakla beraber insanın doğaya saygılı olmasını
vurgular. Bir baĢka ifadeyle insan yine merkezdedir fakat doğayı sahibiymiĢ gibi kullanmayacak
ona saygı gösterecektir. Bu bağlamda bu yeni paradigmanın insanı merkeze alan anlayıĢını
ılımlı insan merkezcilik/doğaya saygı duyan insan merkezcilik Ģeklinde tanımlamak olanaklıdır.
Yeni çevreci paradigmayla birlikte ekolojik toplum kavramının ele alınması gereklidir.
Bu bağlamda ekolojik toplumun temel özelliklerinin kısaca açıklanmasında gerekmektedir.
Ekolojik toplum doğayı bir bütün olarak algılar. Modernizmin doğa karĢısında getirdiği
yıkıcılığı ortadan kaldırmak için ekonomik toplum anlayıĢından “ekolojik toplum” anlayıĢına
geçilmesini savunanlardan biri kuĢkusuz A. Neass’dir. Derin ekoloji düĢüncesi ile özdeĢleĢmiĢ
olan Naess, evrende yalnız kalan bir insan davranıĢını değil, aksine diğer canlı varlıklarla
birlikte yaĢayabileceğimiz bir topluma gereksinim olduğunu belirtir.
Ekolojik toplum büyüme temelli ekonomiye karĢıdır. Modern toplumun en önemli
çıkmazlarından biri, varsıllığın kutsallaĢtırılması ve insanın buna yönelmesidir. Oysa bu
zenginliğin hem doğaya hem de bütün insanlığa belli bir maliyetinin olduğu göz ardı
edilmektedir. Bu yönelme, bir yandan insanın doğaya karĢı saygısını azaltırken, diğer yandan da
teknolojik geliĢmelere daha çok güven duymaktadır. GSMH’nin artırılmasına yönelik
harcamalar her zaman toplumsal zenginliğin artırılması anlamına gelmemesine rağmen,
toplumsal ve çevresel bir maliyetinin olduğu kesindir (Kılıç, 2006: 122-123). Bu bağlamda
yapılması gereken bugünün ihtiyaçlarının karĢılanması için yapılan faaliyetlerde geleceğin de
kendi ihtiyaçlarını karĢılaması gerekliliğini unutmamaktır. Bir baĢka ifadeyle sürdürülebilir
ekonomik kalkınma ilkesine göre ihtiyaçlar karĢılanmalıdır.
Ekolojik toplum teknolojinin yararı kadar zararlarına da vurgu yapar. Bu anlayıĢ
teknolojinin doğaya zarar vermeden kullanılmasını ifade eder.
Ekolojik düĢünce silahlanmaya karĢıdır bu bağlamda barıĢçıdır. Bu silahlara harcanan
paralar hem doğrudan insanın refahına harcanabilecek olanakları yok etmekte hem de insana
ölümcül bir son hazırlamaktadır. Bunların çevreye verdikleri hasarlar da çoğu zaman geriye
döndürülemez niteliktedir (Kılıç, 2006: 123).
Ekolojik toplum tüketim toplumuna karĢıdır. Ġnsanların ihtiyaçları olmadan mal/hizmet
almalarının üretimi arttırdığı ve dahası çevreyi kirlettiğine vurgu yaparak tüketim toplumundan
uzaklaĢılması ve devletlerin bu yönde politikalar geliĢtirmesi gerektiğini savunur.
Ekolojik toplum eĢitlikçi ve demokrasi taraftarıdır. Ekoloji düĢüncesinin demokrasiye
bağlı olduğunu gösteren en iyi örnek, “insanın insan üzerindeki egemenliğinin, insanın doğa
üzerindeki egemenliğinden kaynaklandığı” düĢüncesidir. Diğer bir ifade ile ekoloji düĢüncesi
hem insanlar arasında eĢitsizliği hem de cinsiyet ayrımını reddeder. Çünkü çeĢitli biçimlerde
ortaya çıkan eĢitsizlikler kaçınılmaz olarak hastalıklı bir toplumsal yapıyı ortaya çıkarmaktadır.
Bunun önlenebilmesi için de bütün yurttaĢların devlet yönetimine etkin katılımı savunulur
(Kılıç, 2006: 124).
SOBİDER
Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 4, Sayı:10, Mart 2017, s. 504-519
515
Muhammed Yunus Bilgili
Sonuç olarak yeni çevreci/ekolojik paradigma ve ekolojik toplum anlayıĢları insanın
doğadaki en üstün canlı olduğu anlayıĢını eleĢtirmekte, insanların doğaya saygı duyarak ve
dengesini gözeterek ondan yararlanılması gerekliliğine vurgu yapmaktadır.
2.2.3. Çevre Sorunlarına Postmodern Yaklaşımlar
Daha önce belirtildiği gibi modernizm dine/geleneğe karĢı çıkan ve bilimin, aklın ön
planda olmasını savunan bir düĢünce hareketidir. Bir diğer anlatımla modernizm
dinin/geleneğin hayattan dıĢlanarak seküler bir hayat tarzına yelken açma hareketi olarak
algılanabilir. Bu noktada modernizmin karĢı çıktığı kavramlar olarak din ve gelenek postmodern
dönemde göreceliğin, yerelliğin, nesnelliğin ve kimlik politikalarının ön plana çıkmasıyla
yeniden tartıĢılmaya baĢlanmıĢtır. Burada altı çizilmesi gereken önemli bir nokta Ģudur; din ve
gelenek toplumsal hayatta her zaman var olmuĢtur fakat modernizm bu iki unsuru bilgi kaynağı
olmaktan dıĢlamıĢ ve bilginin tek kaynağını ampirik olarak gözlenebilen, tekrarlanabilen, neden
sonuç iliĢkisine dayanan bilimsel bilgi olarak kabul etmiĢtir. Bu bağlamda çalıĢmanın bu
bölümünde çevre sorunları ile mücadelede yararlanılabilecek kaynaklar olarak din, gelenek ve
sanat ele alınmaya çalıĢılacaktır.
Çevre sorunlarıyla mücadelede yararlanılabilecek postmodernizmin de yeĢil ıĢık yaktığı
ilk unsur dinlerdir. En basit anlamda dünyaya ve ahirete yönelik olarak kurallar içeren sistemli
bütün Ģeklinde tanımlanabilecek olan dinler çevreyle ilgili pek çok hüküm de içermektedirler.
Semavi dinler (Musevilik, Hristiyanlık, Ġslamiyet) dıĢındaki inanç sistemlerinde (Budizm,
Taoizm gibi) de çevreyle ilgili pek çok düzenlemeye rastlamak mümkündür. Ġslamiyet
insanların diğer canlılara nasıl davranması gerektiğini belirten pek çok hükme sahiptir. Örneğin,
hayvanlar boĢ yere öldürülemez, talim atıĢlarında hedef olarak kullanılamaz, aç ve susuz
bırakılamaz (Ünder, 1996: 150). Hıristiyan teologlar “kâhya insan” anlayıĢıyla insanın doğadaki
insan dıĢı varlıklar üzerinde mutlak bir tasarruf hakkına sahip olmadığı onun, sadece bir
emanetçi, Tanrı’nın vekili olduğunu vurgularlar. Ġnsan, Tanrı’nın yarattıklarının kaderinden
sorumludur (Ünder, 1996:146). Hinduizm’de belirli ırmakların, dağların ya da ormanların
kutsallığını onaylayan çok sayıda gelenek vardır. Konfüçyüsçülük ve Taoculukta doğanın
mevsimler ve tarımsal döngüler aracılığıyla dinamik hareketlerini öne çıkaran evrensel
sürekliliğe dayalı bir kozmoloji söz konusudur. Gerek Konfüçyüsçü gerekse Taocu anlayıĢta
kiĢisel yetiĢmenin amacı, Tao’ya (Yol) özgü hareketlere özen gösterirken, doğayla ve baĢka
insanlarla uyum içinde olmaktır (Tucker ve Grim, 2007: 25-26). Dinler ve inanç sistemleri
sadece insanla doğa iliĢkisi üzerine odaklanmamakta aynı zamanda sürdürülebilirlik ile ilgili de
bir takım hükümler içermektedirler. Bahailik’in “bir Ģey abartılırsa, kötülük kaynağı olur”,
Ġslamiyet’teki “yiyin, için, ama aĢırıya kaçıp israf etmeyin”, Musevilik’teki “bana ne fakirlik
verin, ne de zenginlik”, Taoculuk’ta “ihtiyacı kadarına sahip olduğunu bilen kiĢi zengindir”,
Hıristiyanlık’taki “hiç kimse iki efendiye kulluk edemez… Siz hem Tanrı’ya hem da paraya
kulluk edemezsiniz”, Konfüsyüsçülük’teki “aĢırılık ve eksiklik eĢit ölçüde kusurludur” gibi
ifadeler dinlerin ve inanç sistemlerinin aĢırı tüketimle ve dolayısıyla sürdürülebilirlik
kavramıyla ilgili yaklaĢımlarını yansıtmaktadır (Gardner, 2010: 42).
Çevre sorunlarıyla mücadelede yararlanılabilecek postmodernizmin de yeĢil ıĢık yaktığı
ikinci unsur olarak gelenekler ele alınabilir. ġöyle ki; ilk olarak toplumun geleneklerinden
yararlanılarak çevreye yönelik ahlaki değerler oluĢturulabilir. Gana’da bir gençlik kulübünün
üyeleri aĢağıdaki sözleri söyleyerek geleneklerin çevre üzerindeki etkisini belirtmiĢlerdir. Bu
sözler; “küreselleşme bize seri üretimle ve seri tüketimle çevrili bir hayat getirdi. Kendi
SOBİDER
Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 4, Sayı: 10, Mart 2017, s. 504-519
516
Modernizm Ve Postmodernizm Ekseninde İnsan-Çevre İlişkileri
kültürlerimizin yerini, bir tüketici monokültürün aldığını görüyoruz. Topluluk odaklı, maddeci
olmayan, çevre dostu ve bütünsel bir dünya görüşüne sahip kendi kültürlerimize acilen geri
dönülmesi, bu kültürlerin takdir edilmeleri ve benimsenmeleri gerekmektedir” Ģeklindeydi
(Aubel, 2010: 75). Ganalı gençlerin ifade ettiği bu sözler geleneklerin çevreye olan olumlu
etkilerini gözler önüne sermektedir. Konuya bu açıdan bakıldığında geleneklerin gelecek
nesillere aktarılması konusunda yaĢlı insanların büyük önem taĢıdığı söylenebilir. Bu bağlamda
ABD’de uygulanan “Nine Projesi” kayda değer bir projedir. Nine projesinin geliĢtirdiği
yaklaĢımda çeĢitli nesilleri içeren gruplar, topluluğun problemlerini analiz ederler ve kendi
kültürel sistemleri içinde olumlu ve sürdürülebilir değiĢikliklere yol açabilecek kolektif
eylemleri saptarlar (Aubel, 2010: 79). Örneğin, yaĢlılar eskiden doğaya zarar vermeden nasıl
ihtiyaçlarını karĢıladılarsa bunu gençlere aktararak çevrenin korunması ve geliĢtirilmesine
olumlu katkılar sağlayabilirler.
Çevre sorunlarıyla mücadelede yararlanılabilecek postmodernizmin de yeĢil ıĢık yaktığı
üçüncü unsur olarak sanat ele alınabilir. Sanat yaratıcı ve duygusal özelliklerinin yanı sıra,
sosyal katılıma da bir takım faydalar sağlayabilir. Sanat, davranıĢ değiĢikliğine teĢvik için
insanların değer yargılarıyla, miraslarıyla ve kültürel tercihleriyle bağlantı kurmanın bir yolu
olarak kullanılmaktadır (Han, 2010: 280). Bu bağlamda sanat eserlerinde sürdürülebilirlik,
doğanın uyumu gibi çevre sorunlarının önlenmesi için çeĢitli mesajlar vererek kiĢilerin
duygularına ulaĢılabilir. Ayrıca sanatla uğraĢan kiĢiler boĢ vakitlerini bu hobilerine ayıracakları
için tüketim toplumuna sırt çevirebilme imkânına da eriĢmektedirler.
Postmodern dönemde ayrıca yerellikler de çevre sorunlarıyla mücadele de
yararlanılabilecek bir fırsat yaratmaktadır, Ģöyle ki; yerel malzemelerin üretimi ve tüketimi
çevre kirliliğini azaltıcı bir öneme sahiptir. Yine bu dönemde kitlesel/toplumsal hareketlerle de
çevreci düĢüncelerin yaygınlaĢma imkânı vardır. Artan kitle iletiĢim araçları sayesinde daha
geniĢ bir toplumsal gruba seslenmek ve birlikte hareket etmek mümkündür. Bu bağlamda bu
iletiĢim imkânını çevre lehine kullanmak faydalı olabilir.
SONUÇ
Günümüzde çevre sorunları ekonomiden siyasete, hukuktan felsefeye, mühendislikten
kamu yönetimine kadar pek çok alanda tartıĢılan disiplinler arası bir meseledir. Yine
günümüzün en çok tartıĢılan bir diğer önemli konusu ise postmodernizmdir. Bu bağlamda
postmodernizm ve çevrenin birbirilerinden ayrı olarak hareket etmeleri beklenemez. Bir diğer
anlatımla hemen hemen her disiplinde tartıĢılan bir konu olan çevre sorunlarının bir diğer
tartıĢma konusu olan postmodernizmden etkilenmemesi düĢünülemez. Bu iki tartıĢma konusu
günümüzde birlikte de ele alınmaktadır. Postmodern tartıĢmalarda çevre ile ilgili tartıĢmalar da
yapılmaktadır.
Çevre sorunlarının asıl kaynaklarının/nedenlerinin modern dönemlere ait oldukları ele
alınırken de vurgulandığı gibi modern zamanlar doğaya egemen olma düĢüncesi etrafında
ĢekillenmiĢti. Bu anlayıĢa göre, bilimin sayesinde insanlar doğanın yasalarını keĢfedebilecek ve
doğayı kendi çıkarlarına hizmet edebilecek bir dıĢsal unsur haline getirebilmeyi
baĢarabilecektir. Bu dönemde hâkim olan bir diğer anlayıĢ insanın merkeze alınmasıdır, yani
insan diğer bütün canlılardan üstündür ve diğer bütün canlılar ve cansız varlıklar insana hizmet
ettiği kadar önemlidir. Ġnsan bu merkezi konumunu da kullanarak teknolojisi sayesinde doğayı
geri dönülemeyecek biçimde zarara uğratmıĢ, kirletmiĢtir denilebilir.
SOBİDER
Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 4, Sayı:10, Mart 2017, s. 504-519
517
Muhammed Yunus Bilgili
Modernizmin eleĢtirisi olan postmodernizm ise modernizmin doğaya karĢı verdiği
zararları da göz önünde bulundurarak bir takım yeni açılımlar getirmiĢtir. Her Ģeyden önce
postmodern dönem artık bir risk dönemidir ve bu riskler bütün dünyayı ilgilendiren risklerdir.
Dolayısıyla bunlarla mücadele herkesin bir görevidir. Modernizmin insanın üstün olduğu görüĢü
postmodern dönemde reddedilmiĢ bunun yerine insanın diğer canlılara hatta cansız varlıklara
saygı göstermesi ve doğada beraber yaĢamalarına imkân veren yeni çevreci paradigma ortaya
çıkmıĢtır. Bu yeni paradigma ve çevre sorunlarına bir tepki olarak ortaya çıkan ekolojik toplum
bu dönemde kendisini göstermiĢtir. Ekolojik toplum temelde doğayla dost teknoloji,
sürdürülebilir ekonomik büyüme, doğaya saygı gibi unsurlar tarafından ĢekillenmiĢ ve
günümüzde çevre için en büyük tehdidi oluĢturan tüketim toplumuna karĢı çıkmıĢlardır.
Postmodernizmle beraber tekrar bilgi kaynağı olarak görülmeye baĢlayan din ve gelenekler de
çevre sorunlarıyla mücadelede yararlanılabilecek kaynaklardır. ġöyle ki; gençler eskiden
yaĢlıların nasıl doğayla uyumlu Ģekilde ihtiyaçlarını karĢıladıklarını öğrenebilir ve
uygulayabilirler. Veya dinlerden yararlanılarak israfın önlenmesi -ki pek çok din bunu
yasaklamaktadır- için mücadele edilebilir. Özetle postmodernizm, yerelliğe, göreceliğe,
nesnelliğe, merkeziyetçiliğe ve tek bilgi kaynağının bilim olduğu görüĢüne getirdiği eleĢtirilerle
yeni ufuklar açmaktadır. Bu yeni ufuklar günümüzün en büyük problemlerinden biri olan çevre
sorunlarıyla mücadelede yararlanılabilecek bir özelliğe sahiptir.
KAYNAKLAR
ADAK, NurĢen (2010). “GeçmiĢten Bugüne Çevreye Sosyolojik YaklaĢım”, Ege Akademik
Bakış, 10 (1), s.371-382.
AKAY, Ali (2010). Postmodernizmin ABC’si, Ġstanbul: Say Yayınları.
ASLAN, Seyfettin ve YILMAZ, Abdullah (2001). “Modernizme Bir BaĢkaldırı Projesi Olarak
Postmodernizm”, C.Ü. İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, Cilt: 2, Sayı: 2, s. 93-108.
AUBEL, Judi (2010). “YaĢlılar: Sürdürülebilir GeliĢimi Destekleyebilecek Kültürel Bir
Kaynak”, Dünyanın Durumu 2010, Dost Körpe (Çeviren), Ġstanbul: Türkiye ĠĢ Bankası
Kültür Yayınları, s. 71-81.
AYDIN, Hasan (2009). “Modern Bilime Yönelik Postmodern EleĢtiriler ve Etik Değeri”,
Ġstanbul Kültür Üniversitesi, Mantık, Matematik, Felsefe VII. Ulusal Sempozyumu, 811 Eylül 2009,Ġzmir-Foça, http://turkoloji.cu.edu.tr/ GENEL/ hasan_aydin_ modern_
bilim_ postmodern_elestiri. pdf (EriĢim: 12.01.2013).
BERĠġ, Hamit, E. (2010). “Moderniteden Postmoderniteye” Siyaset, 11. Baskı, Mümtaz’er
Türköne (Editör), Ġstanbul: Opus Yayınları, s. 483-521.
BERMAN, Marshall (2012). Katı Olan Her Şey Buharlaşıyor, 15. Baskı, Ümit Altuğ ve Bülent
Peker (Çevirenler), Ġstanbul: ĠletiĢim Yayınları.
DEMĠR, Ömer ve Acar, Mustafa (2005). Sosyal Bilimler Sözlüğü, 6. Baskı, Anakara: Adres
Yayınları.
DES JARDINS, Joseph, R. (2006). Çevre Etiği Çevre Felsefesine Giriş, RuĢen KeleĢ (Çeviren),
Ankara: Ġmge Kitabevi.
ERDOĞAN, Ġrfan (2012). “Küresel Pazarın Küresel Ġdeolojisi: Postmodernizm”, Bilim ve
Ütopya, Sayı: 217, s. 7-16.
SOBİDER
Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 4, Sayı: 10, Mart 2017, s. 504-519
518
Modernizm Ve Postmodernizm Ekseninde İnsan-Çevre İlişkileri
ERTÜRK, Hasan (2009). Çevre Bilimleri, 3. Baskı, Bursa: Ekin Basım Yayın Dağıtım.
GARDNER, Gary (2010). “Dünya GörüĢlerini DeğiĢtirmek Ġçin Dinlerden Faydalanmak”,
Dünyanın Durumu 2010, Dost Körpe (Çeviren), Ġstanbul: Türkiye ĠĢ Bankası Kültür
Yayınları, s. 37-48.
GIDDENS, Anthony (2005). Sosyoloji, Cemal Güzel (Yayına Hazırlayan), Ankara: Ayraç
Yayınevi.
HAN, Amy (2010). “Müzik: Eğitimi ve Eğlenceyi DeğiĢime Motive Etmekte Kullanmak”,
Dünyanın Durumu 2010, Dost Körpe (Çeviren), Ġstanbul: Türkiye ĠĢ Bankası Kültür
Yayınları, s. 279-288.
HARDT, Michael ve NEGRI, Antonio (2012). İmparatorluk, 7. Basım, Abdullah Yılmaz
(Çeviren), Ġstanbul: Ayrıntı Yayınları.
HEYWOOD, Andrew, (2007). Siyasi İdeolojiler, Ahmet Kemal Bayram, Özgür Tüfekçi ve
diğerleri (Çevirenler), Ankara: Adres Yayınları.
JEANNIERE, Abel (2011). “Modernite Nedir” Çeviren: Nilgün Tutal, Modernite Versus
Postmodernite, Mehmet Küçük (Editör), Ġstanbul: Say Yayınları, s. 111-124.
KILIÇ, Selim (2006). “Modern Topluma Ekonomik Bir YaklaĢım”, Kocaeli Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü Dergisi, (12), 2006/2, s. 108-127.
KILIÇ, Selim (2008). Çevre Etiği Ortaya Çıkışı, Gelişimi ve Sonuçları, Ankara: Orion Kitabevi.
KONAK, Nahide (2010). “Çevre Sosyolojisi: Kavramsal ve Teorik GeliĢmeler”, Selçuk
Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Sayı: 24, s. 271-283.
SOYDEMĠR, Suat (2011). “Modernizmin Karanlık Yüzü: Risk Toplumu”, Sosyal ve Beşeri
Bilimler Dergisi, Cilt: 3, No: 2, s. 169-178.
SWINGEWOOD, Alan (2010). Sosyolojik Düşüncenin Kısa Tarihi, 3. Basım, Osman Akınhay
(Çeviren), Ġstanbul: Agora Kitaplığı.
TUCKER, Mary,E. ve GRIM, John (2007). “Diziye Önsöz”, İslam ve Ekoloji Bahşedilmiş Bir
Emanet, Richard C. Foltz ve diğerleri (Editörler), Ġstanbul: Oğlak Yayıncılık ve
Reklamcılık, s.17-30.
TUNA, Muammer (2007). “Çevrecilik: Tarihsel, Teorik, Felsefi Temelleri ve KüreselleĢmesi”,
Çevre ve Politika, RuĢen KeleĢ’e Armağan AyĢegül Mengi (Editör), Ankara: Ġmge
Kitabevi, s. 187-222.
ÜNDER, Hasan (1996). Çevre Felsefesi Etik ve Metafizik Görüşler, Ankara: Doruk Yayımcılık.
VERGĠN, Nur (2010). Siyasetin Sosyolojisi Kavramlar, Tanımlar, Yaklaşımlar, 7. Baskı,
Ġstanbul: Doğan Kitap.
YILDIZ, Hasan (2005). “ Postmodernizm Nedir?”, Dumlupınar Üniversitesi Sosyal Bilimler
Dergisi, Sayı 13, s. 153-166.
SOBİDER
Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 4, Sayı:10, Mart 2017, s. 504-519
519
Download