tc gazi üniversitesi sağlık bilimleri enstitüsü farmakoloji anabilim dalı

advertisement
T.C.
GAZİ ÜNİVERSİTESİ
SAĞLIK BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ
FARMAKOLOJİ ANABİLİM DALI
PİRAZOL TÜREVİ BİLEŞİKLERİN OLASI ANTİ KANSER AKTİVİTELERİNİN
İNCELENMESİ
YÜKSEK LİSANS TEZİ
Ask. Yük. Hem. DÖNE BÜLBÜL
Tez Danışmanı
Prof. Dr. Mustafa ARK
ANKARA
Temmuz 2011
T.C.
GAZİ ÜNİVERSİTESİ
SAĞLIK BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ
FARMAKOLOJİ ANABİLİM DALI
PİRAZOL TÜREVİ BİLEŞİKLERİN OLASI ANTİ KANSER AKTİVİTELERİNİN
İNCELENMESİ
YÜKSEK LİSANS TEZİ
Ask. Yük. Hem. DÖNE BÜLBÜL
Tez Danışmanı
Prof. Dr. Mustafa ARK
Bu tez Gazi Üniversitesi Bilimsel Araştırma Projeleri Birimi tarafından proje
02/2010-18 numarası ile desteklenmiştir.
ANKARA
Temmuz 2011
i
İÇİNDEKİLER
Kabul ve Onay
i
İçindekiler
ii
Şekiller
v
Resimler
vii
Grafikler
viii
Tablolar
ix
1. GİRİŞ
1
2. GENEL BİLGİLER
3
2.1.
Kanser nedir?
3
2.2.
Kanserde Evrelendirme Sistemi
10
2.3.
Kanser Gelişme Mekanizmaları
15
2.4.
Kanser Çeşitleri
35
2.5.
Kanser Tedavisi
39
2.5.1.
Kanserde Cerrahi Tedavi
41
2.5.2.
Kanserde Radyoterapi Tedavisi
42
2.5.3.
Kanserde İmmünoterapi Tedavisi
44
2.5.4.
Kanserde Gen Tedavisi
46
2.5.5.
Kanserde Kemoterapi Tedavisi
47
2.6.
Kanser Tedavisinde Kullanılan İlaçların Etki Mekanizması
2.6.1.
Alkilleyici İlaçlar
52
62
ii
2.6.2.
Anti Metabolit Sitotoksikler
66
2.6.3.
Doğal Ürünler (Bitkisel Kaynaklı İlaçlar)
67
2.6.4.
Diğer Anti Neoplastik İlaçlar
70
2.6.5.
Hormonlar ve Hormon Antagonistleri
75
2.7.
Kanser Tedavisinde Kullanılan İlaçlarının Olası Yan ve Toksik
Etkileri
78
2.2.
Pirazol Türevleri ve Kanser
80
2.3.
Kinolin ve Kinolin Analoglarının Anti Kanser Etkisi
81
3. GEREÇ VE YÖNTEM
82
3.1.
Gereç
3.1.1.
Kullanılan Kimyasal Maddeler
82
3.1.2.
Kullanılan Aletler
82
3.1.3.
Kullanılan Çözeltilerin Hazırlanışı
83
3.2.
Yöntem
84
3.2.1.
HeLa An/1 Hücrelerinin Kültürü ve Proliferasyonu
84
3.2.2.
Faz Kontrast Mikroskobisi
85
3.2.3.
IC₅₀ Analizi
85
82
iii
4. BULGULAR
87
4.1.
Pirazol Türevi Bileşiklerin Sentezi
87
4.2.
Pirazol Türevi Bileşiklerin HeLa An/1 Hücrelerinin Proliferasyonu
Üzerindeki Etkileri
4.3.
4.4.
87
Pirazol Türevi Bileşiklerin HeLa An/1 Hücrelerinin Morfolojisi ve
Hücre Tutunması Üzerindeki Etkileri
87
Exp 65’ in Konsantrasyon Bağımlı Sitotoksik Etkileri
91
5. TARTIŞMA
93
6. SONUÇ
95
7. ÖZET
96
8. SUMMARY
97
9. KAYNAKLAR
98
10. TEŞEKKÜRLER
112
11. ÖZGEÇMİŞ
113
iv
ŞEKİLLER
Şekil 1: Kanser patogenezinin basitleştirilmiş şekli
18
Şekil 2: ‘ras’ genlerin etki modeli. Normal bir hücre büyüme faktörü
resptörü ile uyarıldığı zaman, inaktif (GPD-bağlı) ras, GTP-bağlı
döneme aktive olur. Aktif ras sitoplazmik kinazlarla çekirdeğe
büyüme uyarıları gönderir. Mutant ras proteini GTP hidrolize
edemediğinden, kalıcı olarak aktifleşir ve herhangi bir dış uyarı
olmadan hücrenin sürekli uyarılmasına yol açar. GAP, GTP-az’ ı aktive
eden protein
22
Şekil 3: Hücre siklusu düzenlenmesinde siklinler ve sikline bağımlı
kinazların (CDK) rolünün şemetik görünümü. Gösterilen örnekte,
inaktif CDK düzenli şekilde salınır: G1’ de sentezlenen siklin D’ ye
bağlandığı zaman aktive olur. Aktif CDK retinoblastom (Rb) proteinini
fosforilleyerek hücreyi G1’ den S fazına geçirir. Hücre S fazına
girditen sonra, siklin D parçalanır ve CDK tekrar inaktif döneme
döner
24
Şekil 4: Kanserle ilgile genlerin majör sınıflarının subsellüler
yerleşimi ve görevleri. Protoonkojenler kırmızı, kanser baskılayıcı
genler mavi, DNA onarım genleri yeşil, ve apoptozu düzenleyen
genler pembe boyanmıştır
31
Şekil 5: Hücre siklusu
57
Şekil 6: Sitotoksik İlaçların Hücre Siklusu Düzeyinde Etki Yerleri
60
Şekil 7: Hücresel düzeyde sitotoksik ilaçların etki yerleri
61
Şekil 8: DNA üzerinde bifonksiyonel alkilleyici ajanların etkileri
64
v
Şekil 9: Tirozin kinaz reseptörünün druggable (küçük moleküllü ilaç
tarafından hedeflenen bir genomun bir parçasının yeteneğinin
tanımlanması) aktiviteleri
72
Şekil 10: Neoplastik hastalıklar da kullanılan bazı kemoterapatik
ajanların mekanizma ve etki yerleri
77
Şekil 11: Çalışmada kullanılan özgün pirazol türevlerinin kimyasal
yapıları ve kodları
88
vi
RESİMLER
Resim 1: Kanser ilaçlarının başlıca yan etkileri
80
Resim 2: Sentezlenen pirazol türevi bileşiklerin HeLa An/1
hücrelerinin morfolojisinde oluşturduğu değişikliklerin faz-kontrast
miroskobik fotoğrafları
90
vii
GRAFİKLER
Grafik 1: HeLa An/1 hücre hatlarında sentezlenen pirazol türevi
bileşilerin sitotoksik aktivititelerinin değerlendirilmesi
89
Grafik 2: Exp 65’ in HeLa An/1 hücre dizilerinde konsantrasyon
bağımlı sitotoksik etkileri
91
Grafik 3: Exp 65’ in HeLa An/1 hücre dizileri için konsantrasyoncevap eğrisi
92
viii
TABLOLAR
Tablo 1: Benign ve malign tümörlerin karşılaştırılması
8
Tablo 2: DSÖ istatistiklerine göre en sık görülen ölüme neden olan
hastalıkların %’ si
9
Tablo 3: DSÖ istatistiklerine göre kanserin dünyada görülme sıklığı10
Tablo 4: Belirli onkojenler, aktivasyon yolları ve birlikte insan
tümörleri
20
Tablo 5: İnsan kanserlerinde hücreyi düzenleyen genlerin değişimi 33
Tablo 6: Proteomik çalışmalar ile farklı tipteki kanser dokularındaki
aday proteinler ve kanser tiplerine özgül tümör markerleri
34
Tablo 7: İnsan kanserleri tedavisinde önerilen gen tedavileri
47
Tablo 8: Neoplastik hastalıklarda kullanılan kematerapötik ajanlar 53
ix
İÇİNDEKİLER
Kabul ve Onay
i
İçindekiler
ii
Şekiller
v
Resimler
vii
Grafikler
viii
Tablolar
ix
1. GİRİŞ
1
2. GENEL BİLGİLER
3
2.1.
Kanser nedir?
3
2.2.
Kanserde Evrelendirme Sistemi
10
2.3.
Kanser Gelişme Mekanizmaları
15
2.4.
Kanser Çeşitleri
35
2.5.
Kanser Tedavisi
39
2.5.1.
Kanserde Cerrahi Tedavi
41
2.5.2.
Kanserde Radyoterapi Tedavisi
42
2.5.3.
Kanserde İmmünoterapi Tedavisi
44
2.5.4.
Kanserde Gen Tedavisi
46
2.5.5.
Kanserde Kemoterapi Tedavisi
47
2.6.
Kanser Tedavisinde Kullanılan İlaçların Etki Mekanizması
2.6.1.
Alkilleyici İlaçlar
52
62
ii
2.6.2.
Anti Metabolit Sitotoksikler
66
2.6.3.
Doğal Ürünler (Bitkisel Kaynaklı İlaçlar)
67
2.6.4.
Diğer Anti Neoplastik İlaçlar
70
2.6.5.
Hormonlar ve Hormon Antagonistleri
75
2.7.
Kanser Tedavisinde Kullanılan İlaçlarının Olası Yan ve Toksik
Etkileri
78
2.2.
Pirazol Türevleri ve Kanser
80
2.3.
Kinolin ve Kinolin Analoglarının Anti Kanser Etkisi
81
3. GEREÇ VE YÖNTEM
82
3.1.
Gereç
3.1.1.
Kullanılan Kimyasal Maddeler
82
3.1.2.
Kullanılan Aletler
82
3.1.3.
Kullanılan Çözeltilerin Hazırlanışı
83
3.2.
Yöntem
84
3.2.1.
HeLa An/1 Hücrelerinin Kültürü ve Proliferasyonu
84
3.2.2.
Faz Kontrast Mikroskobisi
85
3.2.3.
IC₅₀ Analizi
85
82
iii
4. BULGULAR
87
4.1.
Pirazol Türevi Bileşiklerin Sentezi
87
4.2.
Pirazol Türevi Bileşiklerin HeLa An/1 Hücrelerinin Proliferasyonu
Üzerindeki Etkileri
4.3.
4.4.
87
Pirazol Türevi Bileşiklerin HeLa An/1 Hücrelerinin Morfolojisi ve
Hücre Tutunması Üzerindeki Etkileri
87
Exp 65’ in Konsantrasyon Bağımlı Sitotoksik Etkileri
91
5. TARTIŞMA
93
6. SONUÇ
95
7. ÖZET
96
8. SUMMARY
97
9. KAYNAKLAR
98
10. TEŞEKKÜRLER
112
11. ÖZGEÇMİŞ
113
iv
ŞEKİLLER
Şekil 1: Kanser patogenezinin basitleştirilmiş şekli
18
Şekil 2: ‘ras’ genlerin etki modeli. Normal bir hücre büyüme faktörü
resptörü ile uyarıldığı zaman, inaktif (GPD-bağlı) ras, GTP-bağlı
döneme aktive olur. Aktif ras sitoplazmik kinazlarla çekirdeğe
büyüme uyarıları gönderir. Mutant ras proteini GTP hidrolize
edemediğinden, kalıcı olarak aktifleşir ve herhangi bir dış uyarı
olmadan hücrenin sürekli uyarılmasına yol açar. GAP, GTP-az’ ı aktive
eden protein
22
Şekil 3: Hücre siklusu düzenlenmesinde siklinler ve sikline bağımlı
kinazların (CDK) rolünün şemetik görünümü. Gösterilen örnekte,
inaktif CDK düzenli şekilde salınır: G1’ de sentezlenen siklin D’ ye
bağlandığı zaman aktive olur. Aktif CDK retinoblastom (Rb) proteinini
fosforilleyerek hücreyi G1’ den S fazına geçirir. Hücre S fazına
girditen sonra, siklin D parçalanır ve CDK tekrar inaktif döneme
döner
24
Şekil 4: Kanserle ilgile genlerin majör sınıflarının subsellüler
yerleşimi ve görevleri. Protoonkojenler kırmızı, kanser baskılayıcı
genler mavi, DNA onarım genleri yeşil, ve apoptozu düzenleyen
genler pembe boyanmıştır
31
Şekil 5: Hücre siklusu
57
Şekil 6: Sitotoksik İlaçların Hücre Siklusu Düzeyinde Etki Yerleri
60
Şekil 7: Hücresel düzeyde sitotoksik ilaçların etki yerleri
61
Şekil 8: DNA üzerinde bifonksiyonel alkilleyici ajanların etkileri
64
v
Şekil 9: Tirozin kinaz reseptörünün druggable (küçük moleküllü ilaç
tarafından hedeflenen bir genomun bir parçasının yeteneğinin
tanımlanması) aktiviteleri
72
Şekil 10: Neoplastik hastalıklar da kullanılan bazı kemoterapatik
ajanların mekanizma ve etki yerleri
77
Şekil 11: Çalışmada kullanılan özgün pirazol türevlerinin kimyasal
yapıları ve kodları
88
vi
RESİMLER
Resim 1: Kanser ilaçlarının başlıca yan etkileri
80
Resim 2: Sentezlenen pirazol türevi bileşiklerin HeLa An/1
hücrelerinin morfolojisinde oluşturduğu değişikliklerin faz-kontrast
miroskobik fotoğrafları
90
vii
GRAFİKLER
Grafik 1: HeLa An/1 hücre hatlarında sentezlenen pirazol türevi
bileşilerin sitotoksik aktivititelerinin değerlendirilmesi
89
Grafik 2: Exp 65’ in HeLa An/1 hücre dizilerinde konsantrasyon
bağımlı sitotoksik etkileri
91
Grafik 3: Exp 65’ in HeLa An/1 hücre dizileri için konsantrasyoncevap eğrisi
92
viii
TABLOLAR
Tablo 1: Benign ve malign tümörlerin karşılaştırılması
8
Tablo 2: DSÖ istatistiklerine göre en sık görülen ölüme neden olan
hastalıkların %’ si
9
Tablo 3: DSÖ istatistiklerine göre kanserin dünyada görülme sıklığı10
Tablo 4: Belirli onkojenler, aktivasyon yolları ve birlikte insan
tümörleri
20
Tablo 5: İnsan kanserlerinde hücreyi düzenleyen genlerin değişimi 33
Tablo 6: Proteomik çalışmalar ile farklı tipteki kanser dokularındaki
aday proteinler ve kanser tiplerine özgül tümör markerleri
34
Tablo 7: İnsan kanserleri tedavisinde önerilen gen tedavileri
47
Tablo 8: Neoplastik hastalıklarda kullanılan kematerapötik ajanlar 53
ix
1. GĠRĠġ
Kanser günümüzde en önemli sağlık sorunlarının başında
gelmektedir. Bilimsel literatürün önemli bir kısmını bu hastalığın gelişiminin
altında yatan nedenler ve olası tedavi yöntemlerinin araştırılması
oluşturmaktadır. Ancak, yoğun çalışmalara rağmen birçok şekli için radikal
tedavilere henüz ulaşılamamıştır. Hastalığın etkin tedavisi için yeni ve
etkin bileşiklerin keşfi ve geliştirme çalışmaları devam etmektedir. Bu
nedenle, bu tez kapsamında yapılan çalışmalar ile daha önceden Gazi
Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Farmasötik Kimya Anabilim Dalı tarafından
sentezi gerçekleştirilmiş olan bazı pirazol türevi bileşiklerin olası anti
kanser
aktiviteleri
belirlenmeye
çalışılmıştır.
Hücre
proliferasyonu
(çoğalması) ve hücre ölümlerinin belirlenmesindeki geleneksel yöntemler,
kültüre hücrelerden belirli zaman aralıklarında örnekler alınarak bunlar
üzerinde biyokimyasal ölçümler yapılmasını içermektedir. Günümüzde çok
yeni
olarak
bu
amaçla
kullanılmaya
başlayan
sistemler,
kültüre
hücrelerdeki çoğalma ve ölümleri, gerçek zamanlı ve devamlı bir şekilde,
hücrelerin elektrik akımına karşı gösterdikleri direncin belirlenmesiyle
gerçekleştirmektedirler. Bu sistemlerden biri de xCELLigence RTCA-DP
sistemidir.
xCELLigence RTCA-DP sisteminin temel ilkesi, kültür flaskı
yüzeyine yapışan hücre miktarı arttıkça akıma karşı oluşan direncin
artması, yüzeye yapışan hücre miktarı azaldıkça, direncin de buna bağlı
olarak azalması olgusuna dayanmaktadır. xCELLingence RTCA-DP
sistemi aracılığıyla ile hücre proliferasyonu ve hücre ölümü gerçek zamanlı
ve sürekli olarak kaydedilebilmektedir.
Güncel çalışmalar, pirazol ve kinolin türevlerinin anti kanser
aktiviteye sahip olabileceklerini göstermektedir¹⁻³. Kanser tedavisi için bu
1
yapıları
içeren
bileşiklerin
geliştirilmesinin
önemli
olabileceği
düşünülmektedir.
Bu
tez
kapsamında,
hem
xCELLingence
RTCA-DP
sisteminin kanser hücre proliferasyonunun değerlendirilmesinde kullanımı
hem de yeni sentezlenen pirazol ve kinolin türevi bileşiklerin olası anti
kanser aktivitelerinin, HeLa An/1 hücre dizilerinde, değerlendirilmesi
amaçlanmıştır.
Sonuç olarak, bu tez kapsamındaki çalışmalar ile yeni
sentezlenmiş olan ve yapısında pirazol ve kinolin içeren bileşiklerin anti
kanser
aktiviteye
sahip
oldukları
belirlenebilirse,
bu
yapılardan
yararlanılarak yeni ve potent anti kanser ilaçların geliştirilmesi için önemli
bir adım atılmış olacaktır.
2
2. GENEL BĠLGĠLER
2.1. Kanser nedir?
Kanser (yunanca karkinos, yengeç) terimi malign neoplaziyi
(neo, yeniden + yunanca plazma, oluşan) ifade eder´. Neoplazi; yeni
büyüme anlamına gelmektedir. Esas olarak bütün neoplazmaların kökeni,
normal büyüme kontrollerine verilen cevabın kaybıdırµ. Bu nedenle iyi
huylu (benign) veya kötü huylu (malign) neoplazi (tümör) terimi
kullanılmaktadır. Kanser, vücudun kendi hücrelerinin anormal bir yapıda,
kontrolsüz bir şekilde çoğalması, uygunsuz hücre canlılığı ve ‘invaziv’
(invazyon, ilerleme gösterip, yayılan) nitelik kazanması, „metastaz’
(migrasyon, göç, yayılım)
yapması ve dokuların bozulması yoluyla
hücresel morfolojide hasar ile karakterize kendini gösteren öldürücü bir
hastalıktırµ⁻¸. Normal bir hücrenin anormal bir tümör hücresine dönüşümü
çok aşamalı bir süreçtir ve prekanseröz bir lezyonun malign tümörlere
doğru tipik bir ilerlemesidir. İlerlemenin lokalizasyonu vücudun herhangi bir
tek hücresinde olabilir, böylece kanser pek çok yerde ortaya çıkabilir ve
kökenin yerine bağlı olarak farklı davranabilir¶⁻¹².
Neoplazi, anormal bir büyüme olup, otonomdur, üzerinde
geliştiği organizma ile koordinasyon göstermez, amaçsız büyür ve
oluşumuna sebep olan etkenler ortadan kalksa bile gelişimini sürdürür.
Ayrıca neoplazmalar parazit gibi davranarak metabolik ihtiyaçları için
normal hücrelerle yarışır. Bazı neoplazmalar endokrin desteğe ihtiyaç
duyarlar ve böyle bağımlılıklar neoplazmalar için dezavantaj oluşturabilir.
Ayrıca hepsi de beslenme ve kanlanma için kritik olarak konağa
bağımlıdırµ′¹³⁻¹µ.
3
Tümörlerde İsimlendirme:
Benign ve malign tümörler iki temel komponentden oluşur: 1)
değişen veya neoplastik komponentden oluşan parankim ve 2) bağ
dokusu ve kan damarlarından oluşan, konakçıdan kaynaklanan neoplastik
olmayan destekleyici stroma. Neoplazmanın parankimi tümörün adını
veren komponentdir ve biyolojik davranışını belirleyeceği açıktır. Stroma
ise kan akımını taşır ve parankim hücrelerinin büyümesi için destek sağlar
ve bu nedenle neoplazma gelişiminde çok önemlidirµ.
Benign tümörler sonlarına ‘oma’ son eki ile adlandırılırlar.
Epitelin niteliğine göre: yassı epitelden gelişenler; squamöz papilloma,
glandüler epitelden gelişenler; adenoma, kist adenoma. Mezankimal
olanlarda;
fibroma,
kondoma
isimlerini
alırlar.
Fibröz
dokudan
kaynaklananlar: fibrom, benign kıkırdak tümörü kondrom adını alırµ.
Malign epitelyal tümörlerin sonuna ‟karsinom‟ eki konulur.
Karsinom, adenokarsinom, yassı hücreli karsinoma vb. gibi. Mezankimal
olanlarda ise; sarkom ekini alır. Osteosarkom gibi. Fibröz doku orijinli
kanser fibrosarkomdur. Kötü huylu oldukları halde iyi huylu tümör gibi
isimlendirilen tümörler ya da tam tersi de vardırµ.
Benign-malign tümör özellikleri:
Tümörlerde
„diferansiyasyon’
(farklılaşma,
ayrımlaşma)
derecesi ‘grade’ (iyi, orta ve az diferansiyel), invazyon derecesi ise ‘stage’
olarak adlandırılır. İyi diferansiyel bir tümör daha iyi davranırken, gelişimi
daha yavaştır. Diferansiyasyon kaybı „anaplazi’ (geriye dönüş) olarak ifade
edilir. Ayrıca anaplastik hücreler genellikle birbirine belirgin uyum
göstermez, yani normal polaritelerini kaybederler. Sonuçta anaplazi
4
hücresel proliferasyon yelpazesinde görülen en aşırı uçtaki gelişim
bozukluğudur. Daha hızlı gelişen ve daha anaplastik bir tümör daha az
özelleşmiş fonksiyonel kapasiteye sahiptir. İyi diferansiyel tümörleri, düşük
dereceli ‘grade’ olup orijin aldığı doku gibi üretimler yapabilir. Benign
tümörleri hepsi iyi diferansiyel hücrelerden oluşur ve kaynaklandıkları
normal hücrelere benzerler; bu nedenle derecelendirme yapılamaz. Malign
tümörler iyi, orta ve az diferansiyeldir ve her zaman biraz diferansiyasyon
kaybı vardır. Diferansiyasyon azaldıkça „kohezyon’ (yapışma, birleşme)
kaybı artar. Kohezyon kaybı çok olan malign tümörler daha kolay metastaz
ve nekroz gösterirlerµ.
Displazi;
en
sık
epitelde
görülen,
matürasyon
ve
organizasyon bozukluğu için kullanılan bir terimdir ve prekanseröz bir
lezyondur. Hücrelerde tek biçimliliğin kaybı yanında yapısal düzenlemede
kaybolur. Displastik hücreler belirgin bir pleomorfizm (büyüklük ve şekilde
değişim) gösterir ve hiperkromatik (sıklıkla koyu boyanan) ve hücre için
anormal derecede büyük çekirdeğe sahiptir. Displazi her zaman kanseri
göstermediği gibi, mutlaka kansere de ilerlemezµ.
Kanser hücrelerinin kökenleri normal vücut hücreleridir,
dışarıdan gelmezler. Benign hücreler köken aldıkları normal hücrelerdeki
işlev, görünüş ve özellikleri yitirirlerse de bazı durumlar da köken aldıkları
hücrelerin
işlevlerine
hiç
benzemeyen
yeni
hücresel
işlevler
de
gösterebilirler. Böylece endokrin bezlerin benign neoplazmaları ve hatta iyi
diferansiyel kanserleri sıklıkla kendi kökenlerinin karakteristiği olan
hormonlar salgılarlar. İyi diferansiyel yassı hücreli karsinom keratin
üretirken, iyi diferansiyel hepatasellüler karsinom safra salgılar. Diğer
taraftan endokrin bez özelliği taşımayan bazı kanserler ektopik hormon
salgılama
özelliği
kazanabilirler.
Örneğin,
bronkojenik
karsinom
5
adrenokortikotropik hormon, paratiroid benzeri hormon, insülin, glukagon
ve diğerlerini yapabilirµ.
Benign
tümörler,
sınırlı
büyüme
potansiyelleri
olup,
bulundukları bölgede büyüyerek genişler ve metastaz, infiltrasyon ve
invazyon yapmazlar. Benign hücreler; hücre sayısını yaklaşık hep aynı
tutacak biçimde ve kontrollü bir hızla çoğalır. Bir geri bildirim mekanizması
vardır; bu da hücre büyümesini uyaran ve gerektiğinde durduran bir
mekanizmadır; malignitenin oluşmaya başladığı durumlarda kanser
hücrelerinin çoğalmasını kontrol edemez. Benign tümörler yavaş büyüme
gösterirken, malign tümörlerde büyüme hızlı ve düzensizdir. Malign
tümörler hızlı büyüdüğü, lokal ve uzak dokulara metastaz yaparlar. Malign
tümörlerin
büyüme
hızı
genel
olarak
diferansiyasyon
düzeyi
ile
bağlantılıdırµ. Malign tümörlerde tümör dokusu heterojenliği vardır,
çoğalma hızları farklılıkları, tümörün iki katına çıkma hızı açısından (7 gün3 yıl) farklılıklar vardır. Kısa sürede çoğalan: Akut lösemi, lenfoma,
koryokarsinoma, testis ca (kanseri), küçük hücreli akciğer ca. Uzun sürede
çoğalan: Mide, prostat, kolorektal, cilt kanseri gibi¹′µ′·⁻¹·. Sınırsız üreme
yeteneğine sahip olan kanser hücreleri, salgıladıkları toksik ve proteolitik
enzimlerle dokuların sağlıklı enzimlerini fagosite ederek bulundukları alanı
genişleterek kendilerine yer açarlar. Normal dokuların besinlerini de alarak
sayıları daha çok artar ve bu dokuları besin yetersizliği içine sokarak
işlevlerini bozarlar. Bu durumda normal vücut hücreleri vücudun değişik
yapılarını oluşturmak için geçirdikleri fizik ve yapısal değişiklik süreci
özelliği olarak bilinen farklılaşma özelliği kanser hücrelerin de kaybolur ve
apoptoz özelliğini kaybeder; ayrıca normal hücreye göre yaşam süreleri
daha uzundurµ⁻¹⁰.
Benign tümörlerin çoğu kapsüllü (lipom) veya iyi sınırlıdır
(leiomyom). Malign tümörler hiçbir zaman kapsüllü değildir. Malign
6
tümörlerde invaziv gelişim çıkarılmalarını güçleştiren bir özelliktir. Bu
nedenle malign tümör çıkarılmaları geniş emniyet sınırları konarak yapılır.
Kanserler çevre dokulara ilerleyici infiltrasyon, invazyon, destrüksiyon ve
penetrasyonla büyür. Metastaz gelişimi yanında lokal invazivlik benign
tümörden maligni ayıran en duyarlı bulgudurµ′·⁻¹⁰.
En güvenilir malignite kriteri metastazdır. Daha sonra
invazivlik gelir. Genel olarak daha anaplastik ve daha büyük primer
neoplazma daha çok metastatik yayılım özelliğindedir. Metastazda ana
kitle ile direkt bağlantı yoktur. Metastaz oluşumu rastgele değildir, kanser
hücrelerinin bazı organlara kolay yerleşmelerini sağlayan özelliklerine
bağlıdır. Malign neoplazmalar 3 yoldan metastaz yapar. 1) vücut
boşluklarına ekilme; neoplazmalar doğal vücut boşluğunu invaze ettiği
zaman kanser ekilme oluşur, 2) lenfatik yayılım; lenf nodülü tutulumu
öncelikle primer neoplazma bölgesi ve bölgenin doğal lenfatik drenaj
yollarına bağlıdır ve 3) hematojen yayılım; venöz invazyonla kan kaynaklı
hücreler neoplazma bölgesini drene eden kan akımını izler. Tüm portal
drenaj karaciğere, bütün kaval kan akciğere akar. Bu sebeple karaciğer en
çok metastaz alan organdır, daha sonra ise akciğerler gelir. Bu iki organda
da
metastatik
tümörler,
primerlerden
daha
sıktır.
Karaciğer
metastazlarında fonksiyon bozuklukları da görüldüğü için daha kötü
prognoz vardır. Örneğin kolon kanserleri karaciğere, prostat kanserleri
kemiğe metastaz yapmayı tercih etmektedir. Burada, kanserli dokuda kan
akımı, damar hücrelerinin aktivasyonu gibi faktörler rol oynamaktadır.
Metastaz eğilimi tümörler de farklılık gösterebilir. Bronkojenik küçük hücreli
karsinomalar; lenf nodları, surrenal korteks, karaciğer ve kemiğe, meme
kanserleri; kemik ve akciğerlere, prostat kanserleri en sık kemiğe (lumber
vertebra)
metastaz
yaparken,
vertebralara
yakın
lokalizasyondaki
tümörlerde vertebra metastazı sıktırµ (Tablo1).
7
Kanser
görmemesi,
hücreleri
ayrıca
neovaskülarizasyon,
immortalite,
organların
ölümü
immün
gibi
sistemin
özelliklere
sahiptirler´⁻¶′¹¶.
Tablo 1: Benign ve maling tümörlerin karĢılaĢtırılması⁵.
Karekteristik
Diferansiyasyon/
Benign
Malign
İyi diferansiye; yapı orjin doku Anaplazi ve diferansiyasyonda
Anaplazi
için tipik olabilir
Büyüme hızı
Genellikle ilerleyici ve yavaş; Kararsızdır ve yavaştan hızlıya
durabilir
veya
kayıp, yapı sıklıkla atipik
gerileyebilir; doğru değişebilir; mitoz çok
mitoz seyrek ve normal
Lokal invazyon
Genellikle
yapışık
ve
sayıda ve anormal
itici, Çevre normal dokulara lokal
çevre normal dokuları invaze olarak invaziv ve infiltre, bazen
ve infiltre etmeyen iyi sınırlı yapışık ve itici görülebilir
Metastaz
Yoktur
kitle
Sıklıkla vardır; daha büyük ve
daha
az
diferansiye
tümör
daha sık metastaz yapar
Kanser İstatistikleri:
Gelişmiş ülkelerin ölüm istatistiklerinde kanserin kalp damar
hastalıklarından sonra ikinci sırada ölüm sebebi olduğu bildirilmiştirµ′¹·.
Ekonomik gelişmenin olduğu ülkelerde erkeklerde akciğer kanserinden
sonra en sık rastlanılan kanser olarak prostat kanseri geliyor ve bunu
kolorektal, mide ve karaciğer kanserleri takip ediyor, kadınlarda ise meme
kanseri, serviks ve akciğer kanseri spesifik bir sıra olmadan takip ediyor¹¸.
DSÖ‟ nün kanser istatistiklerine göre en sık ölüme neden olan hastalıklar:
(Tablo 2)¹¹.
8
Tablo 2: DSÖ istatistiklerine göre en sık görülen ölüme neden olan hastalıkların %’
si¹⁹.
Ölüme Neden Olan Hastalık
%
Kalp hastalıkları (koroner kalp yetmezliği)
25,9
Kanser
20,6
Serebravasküler Hastalıklar
13,7
Pnömoni
8,0
Kronik bronşit
4,1
Kazalar
3,8
Dünya sağlık örgütünün (DSÖ) verilerine göre; kanseri 2008
yılında dünya çapında 7,6 milyon (tüm ölümlerin yaklaşık % 13) ölüm²
kanser nedeni olarak açıklamıştır. 2008‟ de dünyada ölümün % 64‟ ü
kanserden dolayı ve bu yaklaşık 12,7 milyon kanser vakası ve 7,6 milyon
kanserden ölümün meydana geldiği tahmin ediliyor. Metastaz ise
kanserden ölümlerin en büyük sebebidir²⁰ (Tablo 3).
9
Tablo 3: DSÖ istatistiklerine göre kanserin dünyada görülme sıklığı¹⁹.
Dünya
Erkek
Kadın
Toplam
3402841
3347220
6750061
6617.8
6044.7
12662.6
203.8
165.1
181.6
21.2
16.5
18.7
4219.6
3345.2
7564.8
128.6
87.6
106.1
13.4
9.1
11.2
Nüfus (bin)
Yeni kanser vakalarının sayısı (bin)
Yaşa göre standart sıklık (W)
75 yaş öncesi kanser oluşma riski(%)
Kanser ölümlerinin sayısı (bin)
Yaşa göre standart sıklık (W)
75 yaşında daha önce kanser
nedeniyle ölme riski (%)
2.2. Kanserde Evrelendirme Sistemi
Kanserin evrelendirilmesi primer lezyonun büyüklüğüne,
bölgesel lenf nodüllerine, yayılma miktarına ve metastazın bulunup
bulunmamasına dayanır. Bu işlem genellikle klinik ve radyolojik inceleme
ve bazı vakalarda cerrahi gözleme dayanır²¹′²².
1)
Fizik muayene; palpasyonla tümörün lokalizasyonu ve
büyüklüğü hakkında bilgi verir.
2) Görüntüleme yöntemlerinden radyolojik incelemeler; xışınları, bilgisayarlı tomografisi (CT), magnetik rezonans görüntüleme
(MR),pozitron emisyon tomografisi (PET) kanserin lokalizasyonu, boyutu,
yaygınlığı, evresi hakkında bilgi verir.
10
3) Laboratuar testleri; kan, idrar, diğer vücut sıvıları ve
dokulardan alınan örnekler tümör markerleri yardımıyla;
4)
Patoloji
sonuçları;
tümörün
histopatolojisi,
kanser
hücrelerinin tipi, organlar ve diğer dokular içinde tümörün büyüklüğü,
tümörün boyutu;
5) Cerrahi sonuçlar; tümörün boyutu, görünümü ve sıklıkla
lipom nodları, organların görünümü hakkında bilgi verir²¹′²².
Bir kanserin derecelendirilmesi, tümör hücrelerinin sitolojik
diferansiyasyonu ve tümör içindeki mitoz sayısına bağlı agresiflik veya
malignite düzeyini belirlemeye yöneliktir. Kanser anaplazi artışına göre I,
II, III ve IV derece olarak sınıflandırılır. Her neoplazma tipinde
derecelendirme kriterleri farklıdır. Günümüzde iki evreleme yöntemi
kullanılmaktadır²¹′²².
1) Tümör Derecelendirmesinde TNM Sistemi
TNM sistemi; Amerikan Kanser Ortak Komisyonun (AJCC
Amerikan Joint Committee) ve kansere karşı uluslararası birleşmenin
(UICC)
kabul ettiği; hastalığın boyutlarını belirlemede yaygın olarak
kullanılan kanser evreleme sistemlerindendir. Kanserin sınıflandırılması;
kanser tanısı konulduktan sonra, hastalığının boyutlarını tanımlamada,
tedavinin planlanmasında, prognozun belirlenmesinde kullanılan bir
sistemdir. TNM sistemi; primer tümör (T) tümörün boyutuna, bölgesel lenf
nodülü tutulumu (N) lenf bezi nodüllerinin yayıldığı boyuta ve metastaz
uzaklığının yerine (M) dayanır. Metastaza bir sayı eklenmesi kanserin
yayılmasının büyüklüğü ve primer tümörün boyutu veya sayısının ne
olduğunu hakkında bilgi verir ²¹′²².
11
TNM sisteminde T1, T2, T3 ve T4 sırasıyla primer lezyonun
giderek artan büyüklüğünü, N0, N1, N2 ve N3 giderek artan lenf nodülü
tutulumunu ve M0 ve M1 sırasıyla uzak metastazın bulunmadığını veya
bulunduğunu yansıtır.
T: Primer Tümör
Tx: Belirlenemeyen primer tümör
To: Primer tümöre ait bulgu yok
Tis:
Karsinoma in situ (CİS; anormal hücreler mevcut fakat komşu
dokulara yayılmamıştır; kanser olmamasına rağmen CİS kanser olabilir ve
bazen preinvaziv kanser ya da displazi de denilebilir).
T1: Çapı 2 cm‟ den küçük tümör
T2: Çapı 2 cm‟ den büyük ve 4 cm‟ den küçük tümör
T3: Çapı 4 cm‟ den büyük tümör
T4: Çapı 4 cm‟ den büyük masif tümör
N: Bölgesel lenf bezleri
Nx: Bölgesel lenf nodları değerlendirilemeyen nodül
No: Bölgesel lenf nodu tutulumu yok
12
N1: Çapı 3 cm‟ den küçük olan homolateral tek nodül
N2: Çapı 3-6 cm olan homolateral tek nodül veya klinik olarak pozitif
multiple homolateral nodüller
N2a: Çapı 3-6 cm olan homolateral tek nodül
N2b: Çapı 3-6 cm olan homolateral multiple nodüller
N3: Masif homolateral nodüller, bilateral nodüller kontrolateral nodüller
N3a: Çapları 6 cm‟ yi geçmeyen homolateral multiple nodüller.
N3b: Bilateral nodül.
M: Uzak metastaz
Mx: Cerrahi sınırlar içinde uzak metastazı değerlendirilemeyen nodül
Mo: Uzak metastaz yok
M1: Uzak metastaz var.
Evre: T, N, M bulgularına göre evreleme;
Evre 1-2-3: Ne kadar çok sayı o kadar fazla hastalık: Kanserin primer
tümörün lokasyonunun komşu organları ve/veya lenf nodüllerinin geliştiği
ilk organın ötesinde
tümör sayısının fazlalığı ve/veya kanserin
13
yayılmasıdır. Evre 1‟ den 3‟ e doğru tam iyileşme şansının gittikçe düştüğü
bir sıralamayı gösterir.
Evre 0: Karsinoma in situ; invazyon yok, lenfatik ve venöz metastazlar da
yok.
Evre 1: T1 N0 M0: Erken lokal invazyon, metastaz yok
Evre 2: T2 N0 M0: Sınırlı lokal invazyon ve/veya minimal lenf nodu
tutulumu
Evre 3: T3 N0 M0: Extensif lokal invazyon ve /veya extensif lenf nodu
tutulumu
Evre 4: T4 N0 M0 veya T4 N1 M0: Kanser bir diğer organa ya da
organlara yayılmıştır. Herhangi T N2 veya N3 M0 ya da herhangi T veya N
M1
R: ‘Rezidüel’ (artık, kalıntı) Tümör: Tedavi sonrası tümör
bulgularını değerlendirmek için kullanılan terimdir.
R0: Rezidüel tümör yok.
R1: Mikroskobik rezidüel tümör var.
R2: Makroskobik rezidüel tümör var.
Patolojik TNM kullanıldığında pTNM diye ifade edilir.
Rekürren tümörlerdeki evrelendirme rTNM diye belirtilir.
14
2) Tümör Derecelendirmesinde Histopatolojik Sınıflandırma
Kanserde
değerlendirilebilmesi,
evrelendirme;
farklı
tedavi
tedavi
metotlarının
sonuçlarının
karşılaştırılabilmesi,
prognozun tahmin edilebilmesinde ve hasta için en uygun tedavinin
verilmesi gibi sebeplerden dolayı önemli ve gereklidir. Ayrıca tümör
sınıflandırılmasının bir diğeri de tümör özelliklerinin belirlenmesidir.
Histopatolojik derecelendirme (grading) bu özelliklerden biridirµ′²¹′²².
G: Histopatolojik tümör özellikleri
Gx: Farklılaşması belirtilmemiş
G1: İyi farklılaşmış
G2: Orta derecede farklılaşmış
G3: Az farklılaşmış
G4: Farklılaşmamış tümör
2.3. Kanser GeliĢme Mekanizmaları
Karsinojenezis: Kanserin Moleküler Temeli
Karsinojenezin temelinde öldürücü olmayan genetik hasar
yatar. Genetik kanser hipotezi, bir tümör kütlesinin genetik hasara uğrayan
tek bir öncü hücrenin (tümörler monoklonaldır) klonal büyümesi ile
oluştuğunu
ileri sürer. Tümörlerin
klonal özellikleri
glukoz-6-fosfat
15
dehidrogenaz (G6PD) veya X‟ e bağlı restriksiyon fragmanı boyunca
polimorfizm (RFLPs) kadınlarda belirleyicidirµ′¹³⁻¹µ.
Genetik hasarın ana hedefi olan üç tür regülatör gen vardır:
büyümeyi
uyaran
protoonkojenler,
büyümeyi
inhibe
eden
kanser
baskılayıcı genler (anti onkojenler) ve programlı hücre ölümü veya
apoptozu düzenleyen genlerµ′¹³⁻¹µ.
DNA onarım genleri; protoonkojen, tümör baskılayıcı gen ve
apoptozu düzenleyen gen gibi diğer genlere bağlı ölümcül olmayan hasarı
onarmak için organizmin yeteneğini etkileyerek indirek olarak hücrenin
çoğalması veya yaşamasını düzenlerµ′¹³⁻¹µ.
Karsinojenezis
fenotipik
ve
genetik
düzeylerde
çok
basamaklı bir olaydır. Maling bir neoplazma aşırı büyüme, lokal invazivlik,
uzak metastaz yapma yeteneği gibi çeşitli fenotipik özelliklere sahiptirµ′¹³⁻¹µ.
Kanser,
kontrolsüz hücre
çoğalmasının
sonucu
hücre
bölünmesinin genetik kontrolündeki temel değişikliklerdir. Mutasyon
(değişim)‟ lar çoğunlukla genlerin iki sınıfında ortaya çıkar; protoonkojenler
ve tümör baskılayıcı genler. Normal hücrelerde, hücre çoğalmasını uyaran
yollar boyunca farklı seviyelerde protoonkojenlerin hareketinin ürünleridir.
Protoonkojenler ya da onkojenlerin mutasyona uğramış versiyonları tümör
büyümesini başlatabilir. Normalde hücre döngüsü ilerlemesini inhibe eden
proteinlerin disfonksiyonundaki sonuçlar pRb ve p53 gibi tümör baskılayıcı
genlerin inaktivasyonudur.
Kanser ile hücre siklusu regülasyonunun ilişkisi hücre
siklusunun farklı seviyelerinde önemli proteinlerin mutasyonu yoluyla
gerçekleşir. Kanserde mutasyonlar, CDK kodlayan genler, siklinler, CDK'
16
nın aktif enzimleri, CKI, CDK substratları ve proteinlerin kontrol noktasında
gözlenmiştir²³′²´.
Kanser, mutlaka hücre proliferasyonunun oranında artmanın
bir sonucu olarak ortaya çıkmaz. Aksine bir yandan hücre büyümesi
(hücre kütlesi) ve hücre döngüsü ilerlemesinin (hücre bölünmesi) oranı
arasındaki kritik bir dengedir ve diğer taraftan programlı hücre ölümüdür
veya apoptozdur. Normal embriyonik gelişim boyunca ve yetişkin yaşamda
sinyal verme işleminin tam koordine edilmesi ve her zaman uyumlu olması
gerekiyor¹.
Onkojen
değişiklikler
genleri;
sonucu
düzenlemenin
DNA‟
nın
yapı
ve
fonksiyonundaki
ya
da
aktivitelerindeki
ekspresyonlarındaki
bozulmasıyla
kanser
oluşumunu
kolaylaştırmasıdır.
Mutasyonlar, karsinojen maddelerin, virüslerin ve X ışınlarının etkisiyle
onkojenler
oluşur.
Onkojenlerin
yanında
anti
onkojenler
(tümörü
baskılayan genler) de çok önemlidir. Onkojenler kansere sebep olurken,
anti-onkojenler
kanseri
önleyen
genlerdir.
Anti
onkojenler
doğal
yapılarında iken, yani mutasyona uğramamış hallerinde iken hücre
bölünmesini ve çoğalmasını frenleyen, durduran genlerdir. Örneğin
retinoblastoma geni ve p53 geni bunu çok iyi tanımlar. p53 mutasyonunun
insan
kanserlerinin
%50'
sinden
daha
fazlasında
olduğu
rapor
edilmiştir²µ′²¶.
Büyüme faktörleri normalde DNA' daki çeşitli genlerin
etkisiyle oluşan proteinlerdir. Bu genler mutasyona uğrayarak hücrelerin
aşırı büyümesine sebep olurlarsa, o zaman kanser oluşur ve bu genlere
de "onkojen" denir. DNA molekülündeki baz delesyonları, zincir kırıkları,
inversiyon gibi yapısal değişikliklere yol açan DNA‟ nın yapısında bulunan
pürin ve pirimidin bazları ve şeker molekülleri ile reaksiyona giren veya
17
kromozomların yapısında bulunan proteinlerle çapraz bağlar oluşturan
kanserojen ajanlardır. Mutasyon sonucunda DNA‟ nın replikasyonu,
genlerin transkripsiyonu ve translokasyonu veya aktivasyonunda
değişiklikler oluşur²·⁻²¹ (Şekil 1).
ġekil 1: Kanser patogenezinin basitleĢtirilmiĢ Ģekli⁵.
18
Onkojenlerin protein ürünleri: Onkojenler önemli düzenleyici
elementlerden yoksun onkoproteinler dışında normal protoonkojen
ürünlerine benzeyen „onkoprotein’ adı verilen proteini kodlar, değişmiş
hücrelerdeki üretimi büyüme faktörleri ve diğer dış uyaranlara bağımlı
değildirµ′¹³⁻¹µ′²·.
Büyüme faktörleri; adıyla anılan bir dizi polipeptidden hücre
proliferasyonu için gerekli olan sinyal iletim sistemi oluşur. Bunlardan
başlıcalar trombosit kökenli (plateletten kaynaklanan) büyüme faktörü
(PDGF), epidermal büyüme faktörü (EGF), koloni stimulan faktörler (CSF),
transforme edici büyüme faktörleri alfa ve beta (TGF alfa- beta), interlökin
2 (İL-2), insülin benzeri büyüme faktörü (İGF-1 ve 2)‟ dir. Hem
protoonkojen hem de non-protoonkojen kaynaklı büyüme faktörleri, hedef
hücrelerdeki spesifik büyüme faktörü reseptörlerine (GFR) bağlanırlar. Bu
reseptörler üzerindeki tirozin kinaz enzimi aktifleşirµ′²¹⁻³¹.
Hücre dışında başladığında, büyüme faktörlerini kodlayan
genlerin mutasyonu, onları onkojenik hale getirir. Böyle bir durum ilk önce
simian sarkom virüsünde (v-sis) viral onkojen şeklinde bulunan PDGF
protoonkojen için geçerlidir. Büyüme faktör geninin kendi değişmez veya
mutasyona uğramaz, fakat ras gibi diğer onkojen ürünleri büyüme faktör
geninin aşırı yapımına yol açar, böylece hücreyi transforme edici büyüme
faktörü-alfa
(TGF-alfa)
gibi
büyüme
faktörlerinin
aşırı
salınımına
yönlendirir. Bu da EGF ile ilişkilidir ve EGF reseptörüne bağlanarak hücre
proliferasyonunu başlatırµ′²¹⁻³³ (Tablo 4).
19
Tablo 4: Belirli onkojenler, aktivasyon yolları ve birlikte insan tümörleri⁵
Kategori
Protoonkojen
Aktivasyon
Birlikte Ġnsan Tümörü
Mekanizması
Büyüme Faktörleri
PDGF-
β zinciri
Fibroblast büyüme faktörleri
sis
Aşırı yapım
Astrositom
hst-1
Aşırı yapım
Osteosarkom
int-2
Mide kanseri
Mesane kanseri
Meme kanseri
Büyüme Faktörü
Reseptörleri
erb B-1
Aşırı yapım
Gliom
neu (erb B-2)
Şiddetlenme
Meme, over ve mide kanseri
ret*
Nokta mutasyonu
Tiroid medüller karsinomu
ras
Nokta mutasyonu
Akciğer, kolon, pankreas dahil bir
grup insan kanseri ve lösemilerin
çoğu
abl
Translokasyon
EGF reseptör ailesi
Sinyal iletiminde yer alan
proteinler
GTP bağlama
Tirozin kinaz
Kronik myeloid lösemi
Akut lenfoblastik lösemi
Nükleer düzenleyici
proteinler
Kopyalama aktivatörleri
Siklinler
myc
Translokasyon
Burkit lenfoma
N-myc
Şiddetlenme
Nöroblastom
L-Myc
Şiddetlenme
Küçük hücreli akciğer karsinomu
Cyclin-D
Şiddetlenme
Küçük hücreli akciğer karsinomu
Meme ve özefagus kanseri,
lenfoma
ret*, bağı bilinmeyen büyüme faktör reseptörü; EGF, epidermal büyüme faktörü; GTP, guanozin trifosfat; PDGF,
plateletten kaynaklanan büyüme faktörü.
Büyüme Faktörü Reseptörleri: Mutatan reseptör proteinleri,
çevrede büyüme faktörü olmadığı zaman bile, hücreye devamlı mitojenik
sinyal salar. Büyüme faktörü reseptörlerinin aşırı yapımı, mutasyondan
daha sıktır. Aşırı yapımın en iyi belirlenen örneği EGF reseptör ailesi, c-erb
20
B-1, EGF reseptörünü ilglendirir ve akciğer yassı hücreli karsinomunun
%80‟ inde aşırı yapım vardır. c-erb B-2 (veya c-neu) adını alan ilişkili bir
reseptör meme, akciğer, over ve tükrük bezi karsinomların % 15- 30‟ unda
artarµ′³²⁻³µ.
Sinyal İleten Proteinler: Böyle proteinlerin çoğu plazma
membranının iç yaprağı ile ilişkilidir, aktif büyüme faktörü reseptöründen
uyarı alır ve çekirdeğe iletir. c-ras ve c-abl bu grubun iki önemli üyesidir.
Bütün insan tümörlerinin yaklaşık % 30‟ u mutasyona uğramış ras geni
türleri içerir. Gerçekten ras geni mutasyonu insan geni tümörlerindeki en
sık tek onkojen anomalisidir. ras protein ailesi iyi bilinen G protein olan
guanozin difosfatı (guanozin trifosfat (GTP) ve guanozin difosfat (GDP))
bağlar. Normal ras proteinleri uyarılmış sinyal ileten durum ve sessiz
durum arasında ileri ve geri gider. İnaktif durumda ras proteinleri GDP‟ ye
bağlanır; hücreler büyüme faktörü ile uyarıldığı zaman inaktif ras GDP‟ yi
GTP olacak şekilde değişikliğe uğratır. Aktif ras, değişik sitoplazmik
kinazlar dahil, proliferasyon regülatörlerini aşağıya çeker ve çekirdek
hücre proliferasyonu için aşırı uyarı alır. Ancak normal ras proteinin aşırı
sinyal salan dönemi kısa sürelidir, çünkü intrinsik guanozin trifosfataz
(GTPaz) aktivitesi GTP‟ yi GDP‟ ye hidrolize eder ve böylece fosfat grubu
salarak proteini sessiz döneme çevirir. Aktif ras proteini GTPaz aktivitesi,
GTPaz aktive eden protein (GAPs) ailesi ile dramatik olarak şiddetlenir.
Böylece GAPs, GTP‟ nin GDP‟ ye hidrolizi yoluyla kontrolsüz ras
aktivasyonundan koruyucu moleküler „fren‟ olarak etkilidir. Mutant tras
proteini GAPs bağlayabilir, GTPaz aktivitesi şiddetlenemez. Böylece
mutant proteinler aktif GTP-bağlı şekliyle „hapsedilmiş‟ halledilir ve
hücrenin proliferasyonuna devam edebileceğine inanılır. ras proteinindeki
mutasyona bağlı bu senaryodan normal ras proteinini sınırlayamayan
GAPs‟ ı mutasyonla taklit edebileceği sonucu çıkabilir. Hatalı nörofibrom 1
(NF-1, GTPaz aktivite eden protein) mutasyonu neoplazi ile birliktedirµ′²¹⁻³µ
(Şekil 2).
21
ġekil 2: ras genlerin etki modeli. Normal bir hücre büyüme faktörü reseptörü ile
uyarıldığı zaman, inaktif (GPD-bağlı) ras, GTP-bağlı döneme aktive olur. Aktif ras
sitoplazmik kinazlarla çekirdeğe büyüme uyarıları gönderir. Mutant ras proteini GTP
hidrolize edemediğinden, kalıcı olarak aktifleĢir ve herhangi bir dıĢ uyarı olmadan
hücrenin sürekli uyarılmasına yol açar. GAP, GTP-az’ ı aktive eden protein⁵.
c-abl protoonkojeni aynı zamanda hücreyi proliferasyona
götüren, eksternal büyüme uyaran sinyale bağlanan plazma membranı ile
ilişkili sinyal ileten proteinide kodlar. Normal yerleşimi 9. kromozomdadır,
22
c-abl fonksiyonunu düzenler, fakat kronik myeloid lösemide olduğu gibi,
22. kromozoma transloke olduğu zaman, normal regülatör elementleri
kaybolur ve c-abl ve 22. kromozum break point cluster (bcr) bölgesinden
gelen bazı dizilerden oluşan hibrid gen ortaya çıkar. bcr-c-abl geni
çekirdekte büyümeyi uyaran sinyali gösteren etkili tirozin kinazı kodlarµ′³⁰
(Şekil 2).
Çekirdekte Kopyalama Faktörleri: Sonuçta bütün sinyal iletim
yolları çekirdeğe girer ve hücrede mitotik siklusun düzenli ilerleyişinde etkili
büyük
düzenleyici
gen
bankasına
eklenir.
Bu
nedenle,
DNA
kopyalanmasını düzenleyen genleri ilgilendiren mutasyonların maling
değişimlerle birlikte oluşu şaşırtıcı değildir. myc, myb, jun, fos ve rel
onkojen ürünleri dahil, tüm konakçı onkoproteinleri, çekirdekte yer alır.
Bunlardan insan tümörlerini en sık ilgilendireni myc genidir. c-myc
protoonkojeni gerçekte bütün hücrelerde salınır, sessiz bir hücre sinyal
aldığı zaman myc proteini hızla hücreyi bölmeye götürür. myc geni DNA‟
ya bağlanır, büyüme ile ilgili siklin D1 gibi değişik genlerde kopyalama
aktivitesine sebep olur ve ürünü olan gen hücreyi siklusa sokar. Normal
siklusta myc düzeyi hücre siklusu başlamadan hemen önce neredeyse
bazal düzeye inerµ′²¹⁻³µ.
Aksine myc geni onkojenik türü devamlı salım veya aşırı
salım ile birliktedir ve böylece devamlı proliferasyon sağlanır. Bir B-hücreli
tümör olan Burkitt lenfomada myc geni regülasyon bozukluğu vardır; ilgili
N-myc ve L-myc genleri sırasıyla nöroblastom ve küçük hücreli akciğer
kanserinde şiddetlenirµ′²¹⁻³µ (Şekil 3).
23
ġekil 3: Hücre siklusu düzenlenmesinde siklinler ve sikline bağımlı kinazların (CDK)
rolünün Ģemetik görünümü. Gösterilen örnekte, inaktif CDK düzenli Ģekilde salınır:
G1’ de sentezlenen siklin D’ ye bağlandığı zaman aktive olur. Aktif CDK
retinoblastom (Rb) proteinini fosforilleyerek hücreyi G1’ den S fazına geçirir. Hücre
S fazına girditen sonra, siklin D parçalanır ve CDK tekrar inaktif döneme döner⁵.
24
Siklinler ve Sikline Bağımlı Kinazlar: Büyümeyi uyaran bütün
stimulusların sonuçta gireceği yer, sessiz hücrenin hücre siklusundaki
kapısıdır. Değişik hücre siklusu fazları ile hücrenin düzenli olarak
çoğalması siklinler olarak bilinen bir diğer protein ailesi ile bağlanarak
aktive olan sikline-bağımlı kinazlarla (CDKs) düzenlenir. CDKs kritik hedef
proteinleri fosforile eder ve hücre siklusu sırasında düzenli olarak, inaktif
formda yapılır. Aksine, hücre siklusunun özel fazları sırasında değişik
siklinler sentezlenir ve görevleri CDKs‟ e bağlanarak onu aktive etmektir.
Bu görev tamamlandıktan sonra siklin düzeyleri hızla düşer. Yapım ve
parçalanmanın siklik natüründen dolayı, bu proteinler siklinler adını alır.
Böylece hücre siklusunun tekrarlayan gidişi ayrı siklin setleri ile düzenlenir
ve bir siklin seti görevini tamamdıktan sonra diğeri aktif hale gelir. Her
hücre siklusu dikkatli değerlendirildiğinde, G1‟ den S‟ e geçişin hücre
siklusunda en önemli kontrol noktası olduğuna inanılır. Bir hücre büyümeyi
uyaran bir sinyalle karşılaştığında, D siklin ailesi düzeyi artar ve uygun
CDKs aktive olur. Bu açıdan, retinoblastom proteini (pRB) yapımından
korunulabilir. CDKs etkisiyle olan pRB fosforilasyonu G1-S engelini aşar
ve hücreyi DNA sentetik fazına sokar. Böylece D siklin salınımı regüle
edemeyen mutasyonun hücreyi S fazına sokması kaçınılmazdır. Böyle bir
terslik sıklıkla neoplastik transformasyonla sonlanır. Siklin D geni pek çok
özefagus, meme ve yassı hücreli karsinom ile lenfomada şiddetlenmiştir
ve aşırı salınır. Bu açıdan benzer gidiş gösteren ve D/CDK kompleksinin
katalitik komponenti olan CDK4 artımını belirlemek güçtür. Gerçekten de
bu olay glial tümörlerin çoğunda olur. Benzer şekilde kolon, paratiroid ve
lenfoid doku tümörlerinde siklin/CDK ailesinin diğer üyelerinin salınımını
ilgilendiren bozukluk görülmüştür²¹⁻³µ.
Onkojenlerin Aktivasyonu:
Onkojenler genellikle mutasyon ya da başka nedenlerle yeni
bir işlev veya aktivite kazanarak otozomal dominant etki gösterirler.
25
Örneğin endokrin bez özelliği taşımayan bazı tümörler hormon salgılama
özelliği kazanabilirlerµ.
Protoonkojen proteinlerin GFR‟ lerin ve bazı hormon
reseptörlerinin hücre membranında bulunan ve bir kısmı membran içinde
bir kısmı membran dışında bulunan moleküllerdir. Bu proteinin hücre
yüzeyindeki parçasında spesifik ekstrasellüler büyüme faktörleri için özel
bağlanma bölgeleri bulunur. GFR‟ lerin aktive olması kendilerine özgü
büyüme faktörleri ile olur ve bu reseptörlerin sitoplazmik bölgeleri aktif
tirozin kinaz haline gelir. Aktifleşen tirozin kinazlar ekstrasellüler sinyali
bazı mekanizmalarla sitoplazmik proteinlere ve nükleusa aktarırlar. Sinyal
iletiminin son aşamasında hücre çekirdeğindeki DNA' dan RNA yapımı ve
DNA' nın replikasyonu uyarılır ve böylece hücre çoğalması aktifleşmiş olur.
Bu sirkülasyonda aktif olan genlerin herhangi birinde ortaya çıkabilecek
aşırı aktivasyon kontrolsüz çoğalma ile sonuçlanabilir²µ′²¸′³¶⁻³·.
Nokta Mutasyonlar: ras onkojeni nokta mutasyon aktivesine
en iyi örnektir. Birçok farklı mutasyon tanımlanmıştır, hepsi de GAP ile olan
GTP hidrolizine kritik sahaları etkiler; böylece mutant ras proteininin GTP
hidroliz yeteneği azalmıştır. İnsan tümörlerinin çok büyük bir kısmı ras
mutasyonu taşır. Bu mutasyonların sıklığı tümörlerde değişir, fakat bazı
tiplerde çok yüksektir²¹′³²⁻³µ.
Kromozom Translokasyonları: Kromozom translokasyonu ile
genetik materyalin yeniden düzenlenmesi genellikle protoonkojenlerin aşırı
salınımına yol açar, fakat bazı vakalarda gende yapısal değişiklikler de
olabilir. Translokasyona bağlı aşırı protoonkojen yapımının en iyi örneği
Burkitt lenfomadır. Böyle tümörlerin hepsi, her biri c-mcy geninin
işaretlendiği bölgede yer alan 8q24 kromozomunu ilgilendiren üç
26
lokasyondan birini taşır. Normal loküste myc geninin salımı sıkıca kontrol
edilir ve sadece hücre siklusunda belirli dönemlerinde salınır²¹′³²⁻³µ.
Gen Amplifikasyonu: Ürünlerin aşırı salınımı nedeniyle
protoonkojenlerin aktivasyonu, DNA dizilerinin reduplikasyonu ve aşırı
amplifikasyonundan
kaynaklanabilir.
Böyle
amplifikasyon
tümör
hücresinde yüzlerce
protoonojen kopyası oluşmasına yol açabilir.
Amplifiye genler molekül çalışmaları ile bulunabiler veya sitogenetik olarak
çift parça ve homojen bölgeler şeklinde belirlenebilir. Artan onkoprotein
salımı immünohistokimya ile de gösterilebilir. En ilginç amplifikasyon
örnekleri nöroblastomdaki N-myc (myc gen ailesinin bir üyesidir) ve meme
kanserindeki c-erb-B-2’ dir²¹′³²⁻³µ.
Kanser baskılayıcı genler: Protoonkojenler hücre büyümesini
uyaran proteinleri kodlarken, tümör baskılayıcı gen ürünleri hücre
çoğalmasını frenler²¹′³²⁻³µ.
Tümör süpresör genler; normal hücrede çoğalmanın kontrolü
için gerekli olan ve hasara uğradıkları veya ortadan kalktıkları zaman
hücrenin denetimsiz çoğalmasına neden olan ve otozomal resesiflik
gösteren genlere denilir. Onkojenlerin aktivasyonu ve tümör süpresör gen
inaktivasyonları, hücrenin kontrolsüz çoğalması, kontak inhibisyonun
kaybolması, invazyon ve metastaz yeteneği kazanması gibi malign
özellikler kazanmasına yol açar. Protoonkojenlerde meydana gelen
mutasyonların tümör gelişimindeki rolü; hücre büyümesi, farklılaşması ve
çoğalmasında, tümör baskılayıcı genlerde meydana gelen mutasyonlar ise
hücre siklusunun inhibisyonunu engelleyerek anormal hücre büyümesine
neden olur²¹′³²⁻³µ.
27
Protip kanser baskılayıcı gen retinoblastom (Rb)‟ dir. Normal
Rb geninin kaybı başlangıçta retinoblastomda bulunmasına rağmen,
günümüzde bu genin homozigot kaybının osteosarkom, meme kanseri,
küçük hücreli akciğer karsinomu ve bazı beyin tümörleri dahil değişik
tümörlerde
sık
rastlanılan
bir
durumdur.
Normal
Rb
geninde
heterezigotluğunu kaybettiği zaman kanser gelişir. Neoplastik değişim Rb
geni normal kopyalarının her ikisinin de kaybı ile birlikte olduğundan, bu ve
diğer kanser baskılayıcı genler de sıklıkla „ resesif kanser genleri’ olarak
isimlendirilirµ′³µ⁻´⁰.
Tümör Baskılayıcı Genlerin Protein Ürünleri: Mitojenik
sinyaller gibi, büyüme inhibitör sinyalleri hücre dışından kaynaklanır,
reseptörler ve sinyal ileticilerince alınır ve etkilerini çekirdek kopyalama
düzenleyicileri kontrol eder. Tümör baskılayıcı genler bu büyüme inhibitör
yolunun değişik komponentlerini kodlarµ′³µ⁻´⁰.
Büyüme İnhibitör Faktörleri; hücre membranına bağlanan
solübl faktörleri kodlayan genlerdeki mutasyonların ve büyüme inhibe edici
sinyallerin, kontrol edilemeyen hücre büyümesine yol açması beklenir.
Tümör baskılayıcı genin bir üyesi meme Ca-1 (BRCA-1) geçici olarak bu
rolü üstlenmiştir. BRCA-1 proteininin meme epitelinden salgılandığı ve
normal fonksiyonunun yüzey reseptörlerine bağlandıktan sonra hücre
büyümesini inhibe etmek olduğu ileri sürülmüştür²¹′³µ⁻³¹′´³.
Hücre Adezyonunu Düzenleyen Moleküller: Değişik tümör
baskılayıcı genler,
hücre yüzeyinde bulunan veya onunla sıkı ilişkili
molekülleri kodlar. Kolon karsinomunda silinmeye uğramış (DCC) adını
alan böyle bir gen, sadece kolon karsinomların çoğunda değil, fakat aynı
zaman da meme, prostat, pankreas ve endometrium karsinomlarında
inaktif haldedir. DDC protein yapısı hücre-hücre veya hücre-matriks
28
etkileşimini ilgilendiren hücre yüzey moleküllerine benzer. Muhtemelen
DDC gen ürünlerinin kaybı hücreler ve çevresi arasındaki normal ilişkiyi
etkiler ve böylece diferansiyasyon ve proliferasyon değişir. İntrasellüler
birleşimlerin oluşumunu ilgilendiren bir protein olan E-cadherin kodlu gen,
invaziv mide karsinomlarında sıklıkla mutasyona uğramıştır´². E-cadherin
kaybı intrasellüler yapışkanlığı azaltır ve böylece ayrılma ve invazyona
zemin hazırlar. Diğer tümör baskılayıcı gen, „adenomatöz polipozis kolinin’
(APC) hücre adhezyonunu düzenlediği bilinmektedir. APC proteini
sitoplazma da bulunur, fakat hücre yüzeylerindeki E-cadherin ile
bağlantılıdır.
Rb
ve
p53
gibi,
APC
mutasyonu
kalıtımsal
veya
edinseldir³µ⁻´².
Sinyal İletim Düzenleyen Moleküller: Büyümeyi uyaran
sinyallerin aşağı çekilmesi, tümör baskılayıcı gen ürünlerinin etkili
olabileceğini diğer bir alandır. NF-1 gen ürünü bu kategoride yer alır. NF-1
geni apc genine çok benzer davranır. Normal APC geni aktif ras‟ ın inaktif
ras’ a dönüşmesini kolaylaştıran GTP-az‟ı aktive eden proteini (GAP)
kodlar. NF-1 kaybı ile ras, sinyal üreten, aktif evrede takılıp kalabilir³µ⁻´².
Nükleer
Kopyalama
ve
Hücre
Siklusunu
Düzenleyen
Moleküller: Sonunda tüm pozitif ve negatif sinyaller, bölünme ve
bölünmeme kararının alındığı çekirdekte toplanır. Bu nedenle değişik
tümör baskılayıcı gen (Rb, WT-1 ve p53) ürünlerinin çekirdekte toplanması
muhtemeldir. Rb gen ürünü (pRb) hücre siklusu düzenlenmesinde bir
anahtar rolü oynayan, DNA bağlayan bir proteindir. İncelenen her hücre
tipinde, aktif fosforile olmamış veya inaktif fosforile olmuş halde bulunur.
Daha sonra DNA sentezi için tetik olan kopyalama faktörlerini serbest
bırakacağından, pRB fosforilizasyonu, kritik bir olaydır. CDKs inhibitörü
p16, pek çok hücrenin proliferasyon inhibitörü olan transforme edici
büyüme faktörü- β (TGF- β), pRb‟ den başka hedef hücreler için CDK
29
inhibitör sentezini uyarıcı etki yapar. p53, pRb üzerinden büyümeyi inhibe
edici etki yapar. İnsan papilom virüsünün (HPVs) transforme edici
proteinlerinin, pRb büyüme inhibitör aktivitesini nötralize eder³µ⁻´´.
Apoptozu Düzenleyen Genler. Neopastik hücre birikimi
sadece büyümeyi uyaran onkojen aktivasyonu veya büyümeyi baskılayan
tümör baskılayıcı genlerin inaktivasyonundan değil, fakat aynı zamanda
apoptozu düzenleyen genlerin mutasyonundan da kaynaklanır. Hücre
büyümesi büyümeyi uyaran ve inhibe eden genlerle düzenlenirken, hücre
yaşaması apoptozu uyaran ve inhibe eden genlere bağlıdır. Bunlar, bcl-2,
bcl-x, bax, bag ve bad’ dır. bcl-2 prototipik anti apoptoz genidir. p53,
mutajenik ajana maruz kalan hücrede DNA hasarı onarılamadığı zaman
apoptozun uyarılmasıdır. Bu etkisini bax kopyalamasını arttırarark
yapar³µ⁻´² (Şekil 4).
DNA Onarım Genleri: Genomun bütünlüğünün devamında
DNA onarımının önemi, DNA onarımını ilgilendiren proteinleri kodlayan
genlerin defektif olduğu değişik kalıtımsal bozuklukta dikkati çeker. DNA
onarım proteinlerinde kalıtımsal mutasyonla doğanlarda kanser gelişim
riskinde artış vardır¶µ⁻¶·(Şekil 4).
Çok Basamaklı Karsinojenezisin Moleküler Temeli: DNA
transfeksiyon deneyleri, in vitro tek bir onkojenin (myc, ras gibi) hücreleri
tamamen değiştiremediği, fakat ras ve myc‟ in beraberce fibroblastları
değiştirdiğini açığa çıkardı. İncelenen her insan kanseri çeşitli onkojenlerin
aktivasyonunu ilgilendiren multipl genetik değişim ve iki veya daha fazla
kanser baskılayıcı gen kaybını açığa çıkarır. Bu değişimlerin her biri
normal bir hücrenin malign bir tümöre dönüşmesinde önemli basamakları
oluşturur´⁰ (Şekil 4).
30
ġekil 4: Kanserle ilgile genlerin majör sınıflarının subsellüler yerleĢimi ve görevleri.
Protoonkojenler kırmızı, kanser baskılayıcı genler mavi, DNA onarım genleri yeĢil,
ve apoptozu düzenleyen genler pembe boyanmıĢtır⁵.
31
Tümörlede Karyotip Değişiklikler: Tümör hücreleri rastgele
olmayan sık anomali tipleri 1) dengeli translokasyonlar; özellikle
hematopoetik neoplazmalarda sıktır, 2) silinmeler; tümör hücrelerinde
ikinci
sıklıkta
görülen
Translokasyonlarla
yapısal
anomali
karşılaştırıldığında,
kromozom
hematopoetik
silinmeleridir.
olmayan
solid
tümörlerde daha sıktır. 3) Gen amplifikasyonları; iki karyotip bulgusu
vardır. N-myc ve c-erb-B-2 genlerini ilgilendirir³²⁻³µ.
Tümörün büyüme hızını ifade etmede kullanılan „doubling
time’ (ikilenme zamanı) tümör hücre sayısının iki katına çıkması için
gereken zamandır. Özellikle solid tümörlerin hücreleri başlangıçta
geometrik artışla çoğalırken zaman ilerledikçe büyüme hızı yavaşlar ve
bazı durumlarda da ölen ve çoğalan hücrelerin birbirine eşit olduğu bir
plato
çizerler,
bu
büyüme
paterni
„Gombertz
eğrisi’
olarak
adlandırılır²¶⁻´¸′µ⁰.
Anjiogenetik olarak tanımlanan birçok protein sinyaller
yayarak anjiogenezi başlatır ki bu moleküller arasında iki tanesi (Vascular
Endothelial Growth Factor (VEGF) ve basic Fibroblast Growth Factor
(bFGF)), tümör yaşamı için özellikle önemlidir. Bu moleküller çok çeşitli
kanser hücreleri tarafından ve bazen de normal hücreler tarafından
oluşturulurlarµ¹⁻µ´. Kanserler, metastaz ile kan damarları ve lenfatik
sisteme temas yeteneğine bağlı olarak yayılır. Anjiogenezin metastazı
kolaylaştırdığı yapılan araştırmalarla saptanmıştırµ´.
32
Tablo 5: Ġnsan kanserlerinde hücreyi düzenleyen genlerin değiĢimi⁵⁵.
Gen
(kromozom)
Ürün
DeğiĢiklik
biçimi
Hücre
çevrimindeki
rol
Kanserdeki rol
p53(17p13)
p53
Mutasyonlar,
silinmeler
p21, 13-3, vb
kontrolü
Tüm kanserlerin
%50‟ sinden
fazlasında değişir.
CDKN2A(9p22) p16 ve
p19arf
Mutasyonlar,
silinmeler, hiper
metilleme
CDK4 ve 6
inhibisyonu
Tüm kanserlerin
%30- %60‟ ında
değişir
PB1(13q14)
pRb
Silinme
E2F ‟lerin
inhibisyonu
Retinoblastomalarda
kayıptır, diğer
kanserlerin %5-10‟
unda değişir
CCND 1
Siklin D1
Amplifikasyon
G1‟ e ilerleme
Birçok karsinomanın
%10-40‟ı
CDC25A,
CDC25B
cdc25
Aşırı ifade
G1, G2‟ ye
ilerleme
Birçok karsinomanın
%10-50‟ si
KIP1
p27
Aşağı
regülasyon
G1/S‟ e ilerleme Meme, kolon ve
prostat kanserleri
33
Tablo 6: Proteomik çalıĢmalar ile farklı tipteki kanser dokularındaki aday proteinler
ve kanser tiplerine özgül tümör markerleri⁵⁶⁻⁵⁷.
Farklı kanser dokuları
Aday proteinler
Tümör
Biyomarker
Mesane
Anneksin V, ısı şok proteini 27 (Hsp), Laktat NMP22
dehidrogenaz (proteinde artış var).
Meme
Alfa2- HS –glikoprotein (proteinde azalma
CA 15-3
var), Lipophilin B, Betaglobin, hemopeksin,
vitamin-D bağlı protein (proteinde artış var).
Kolorektal
ANXA3, BMP4, LCN2, SRARC, MMP7,
CEA
MMP11
Özefagus
Periplakin
CEA
Gastrit
Anneksin V, C13orf2, glutamat
CEA
dehidrogenaz 1, fibrinogen beta zinciri
(proteinde artış var), RoXaN (proteinde
azalış var).
Over
Hsp 60 ve CA125
CA-125
Böbrek
Serum amiloid alfa
CA153
BaĢ boyun
CK8 ( Citokeratin)
Hepatosellüler Karsinom Prapolipoprotein, alfa2-HS glikoprotein,
AFP
apolipoprotein A-IV öncüsü,
PRO1708/PRO2044
Akciğer Kanser
Immunoglobulin lamda zinciri, transtiretin
CA-19-9
monomer, haptoglobinalfa2,serum amiloid
protein.
Pankreas Kanser
UHRF1, ATP7A, aldehit oksidaz 1
CA-19-9
Prostat Kanser
Anneksin 1
PSA
34
2.4. Kanser ÇeĢitleri
Çoğalan hücrenin kaynağına, tipine ve oluştuğu organa göre
kanserin çok çeşitli şekilleri vardır ve ayrıca 200 den fazla kanser çeşidi
bulunmaktadır. Solid tümörler ve hematolojik maligniteler olmak üzere 2
başlık altında toplanacak olursa:¸ˉµ¸.
Solid tümörler:
Kolorektal
kanser,
Wilms
tümörü,
mesane
kanseri,
endometrial kanser, gestasyonel trofoblastik hastalık, epitelyal over
kanseri, overin bakteri hücreli tümörleri, erişkin yumuşak doku sarkomları,
ewing sarkomu ve basit (ilkel) nöroepitelyal tümörler, nöroblastom,
osteosarkom, retinoblastoma, rabdomiyosarkom (çizgili kas liflerinden
gelişen kötü huylu tümör), bilinmeyen birincil kökenli kanser, HIV ile ilgili
maligniteler, penil (penise ait) kanserleri, özefagus kanseri, mide kanseri,
pankreas
kanseri,
gastrointestinal
sistemin
nöroendokrin
tümörleri,
hepatobiliyer kanser, anal kanser, adrenal bez kanseri, renal hücreli
karsinoma, bakteri hücreli tümörler ve diğer solid tümörlerdir ve bazıları
aşağıda açıklanmıştırµ¸.
Over kanseri: Over (yumurtalık) kanseri; bu hastalıkta teşhis
sırasında ileri bir aşama ile başvurmalarıyla birlikte çoğu kadında ve erken
dönemde birkaç spesifik semptomlara sahip sinsi bir hastalıktır. İleri
epitelyal over kanserinin bugünkü mevcut yönelim kombine kemoterapiyi
takiben sitoredüktif cerrahiyi içerir ama over kanseri hastalarının uzun
süreli sağkalımı yetersiz kalırµ¹⁻¶⁰.
35
Erişkin santral sinir sistemi tümörleri: Malign neoplazmalar
spinal kanal ve kafatası içindeki yapıdan ileri gelir. Bu tümörlerin çoğu
onların iletimindeki aşırı farklılıktan ileri gelmektedirµ¸.
Malign melanom: Melanom insidansı son 20 yılda alarm
verici bir hızla artmaktadır¶¹. Melanom ABD gençler arasında en hızlı artan
kanserdir¶², ölümlerin çoğu için yapılan açıklamalar cilt kanseri atfedilen ve
hastalığın ileri aşamaları için kötü prognoza sahip olmalarıdır¶³. Metastatik
melanom olan hastaların sınırlı tedavi seçenekleri vardır ve klinik
çalışmalarda 6 ila 12 ay arasında ortalama sağkalım süreleri vardır¶´.
Baş ve boyun kanserleri: Baş ve boyun kanserlerinin %90'
ınden fazlası squamöz (yassı) hücreli kanserlerdir.(HNSCC). HNSCC
dünya çapında kanserlerden en yaygın 6. kanserdir. HNSCC‟ lerin büyük
bir bölümünü ağız kanseri oluşturur¶µ.
Tiroid kanserleri: Tiroid kanseri endokrin organ kanserlerinin
en sık görülenidir ve sıklık oranı giderek artmaktadır. Tiroid kanserli
hastalarda prognostik faktörler; tümörün histolojik tipi, tümörün boyutu, lenf
nodunda metastaz varlığı, onkojenlerin varlığı, uzak metastaz, ekstra
tirohiyoidal uzantıları içerir¶¶⁻¶¸.
Meme kanseri: Meme kanser 30-60 yaş arası kadınlar
arasında ölüme yol açar¶¹. Kadınlarda kanserden ölümlerin sebeplerinden
2. sıradadır¶¹. Tedavinin ana kaynağı, aromatoz inhibitörler ile östrojenin
periferik sentezinin inhibisyonuyla ya da tamoksifenin (meme kanseri
tedavisinde kullanılan östrojen antagonisti) durumunda reseptör seviyeleri
doğrudan östrojen etkilerine karşı ilaçları temsil eden ve radyotepi,
kemoterapi ile genellikle cerrahi müdahaledir·⁰.
36
Akciğer kanseri: Akciğer kanseri dünya çapında kanser
ölümlerinin başında gelmektedir. Tedavinin mevcut şekilleriyle bugüne
kadar toplam uzun süreli yaşam yalnızca % 15' dir. Akciğer kanserinin
birkaç sebebi vardırµ¸.
Prostat kanseri: Kanserler arasında en sık rastlanan
kanserlerden bir tanesidir ve erkekler arasında kanserden ölüm nedenleri
arasında 2. sıradadır·¹. Prostat kanserinin metastazının en sık olduğu yer
kemiktir. Prostat kanser hastalığının ilerlemesinin %80‟ den daha fazlası
iskelet sistemi ile teşhis konmasıdır·²⁻·³.
Servikal kanser: Taramasında gelişmelere rağmen, serviks
kanseri mortalite ve morbidite önemli bir nedenidir·´. Serviks kanseri
sıklıkla, yakındaki organlara metastaz yaparken extra pelvik alana
yayılması nadirdir. Uterina servis kanserinden akciğer metastazı nadirde
olsa vardır·µ.
Yumuşak Doku Sarkomları: Rabdomyosarkom ve kaposi
sarkomu dışındaki histolojik tipler için lokalize hastalıkta esas tedavi
cerrahidir. Lokal nüksler, mümkün ise, yine cerrahi olarak tedavi edilir.
Uzak metastazı olan hastalarda siklofosfamid, doksorubisin, dakarbazin
etkili ilaçlardır.
Osteojenik Sarkom: Lokalize hastalığı olanların tedavisinde
mümkün ise öncelikle preoperatif (neoadjuvan) kemoterapi ile ekstremite
koruyucu cerrahi seçeneği ön planda düşünülmelidir.
Primeri Bilinmeyen Tümörler (PBT): Klinikte izlenen tüm
tümörlerin yaklaşık %10 kadarını primeri bulunamayan tümörler metastatik
oluştururµ.
37
Hematolojik maligniteler:
Genel olarak akut lymphoblastik lösemi, akut miyeloid
lösemi, akut lenfositik lösemi, tüylü hücreli lösemi, kronik miyeloid lösemi,
myelodisplastik sendromlar, plazma hücreli diskraziler, hodgking lenfoma,
non- hodgking lenfomadırµ¸.
Lenfomalar
Hodgkin Hastalığı: Genellikle servikal lenfadenopati ile başlar
ve bir sıra takip ederek diğer lenf nodu gruplarına yayılır. Hastaların
evrelemesinde genel olarak Ann- Arbor evrelendirme sistemi kullanılır.
Buna göre:
Non-Hodgkin Lenfoma: Monoklonal gelişim gösteren bir
lenfoid malignite grubu olmakla birlikte her bir histopatolojik alt grup ayrı
klinik, tedavi ve prognostik özellikler taşır. Evrelendirme işlemleri Hodgkin
hastalığındakine benzerdir. Fakat Hodgkin hastalığından farklı olarak
hastalığın ilerleme paterni bir sıra izlemez. Yavaş seyirli lenfomalar (küçük
lenfositik
lenfoma,
foliküler
lenfoma,
MALT
lenfomaları,
Mycosis
Fungoides).Hızlı seyirli-agresif lenfomalar (diffüz büyük hücreli lenfoma)µ.
Lösemiler
Akut Myeloid Lösemi (AML): Erişkinlerde akut lösemilerin
yaklaşık %80‟ini oluşturur.
Akut Lenfoblastik Lösemi (ALL): Çocuklarda erişkinlerden
daha sık izlenir. Genellikle frajil (kırılgan)
kromozom durumları, Down
Sendromu ve radyasyon önemli risk faktörleridir. Erişkinlerde B-hücre
38
kökenli ALL‟ nin %50‟ sinde Philadelphia kromozom pozitiftir ve bu da kötü
prognoz işaretidir.
Kronik Myeloid Lösemi (KML): Philadelphia kromozomu
pozitiftir. Genellikle myeloid prekürsörler ve olgun nötrofiller içeren yüksek
lökosit sayıları ile kendini gösterir.
Kronik Lenfositik Lösemi (KLL): Genellikle lenfositoz ile
kendini göstermekle birlikte yaygın lenfadenopatiler, splenomegali, anemi,
trombositopeni de izlenebilmektedir.
Hairy Cell Lösemi: Orta yaşlı erkeklerde daha çok görülür ve
pansitopeni ve splenomegali ile başvuran hastalarda akla gelmelidir.
Genellikle prognozu iyidirµ.
2.5. Kanser Tedavisi
Günümüzde cerrahi, radyoterapi ve kemoterapi - hormon ile
standart tümör tedavileri devam etmektedir¸. Yeni tedavi yöntemleri
(immünoterapi-biyolojik tedavi, anjiogenez inhibitörleri, sinyal ileti sistemi
inhibitörleri, gen tedavisi) mevcuttur. Bunun yanında radyoloji ve patoloji
yardımcı rol oynamaktadır. Gen tedavisi ve immünoterapi gibi yeni tedavi
yöntemleri şimdilik deneysel ortamda çalışılmaktadır·. Kanser tedavisinde
amaç hastalıksız yaşam, yaşam süresinde uzama ve kaliteli yaşamdır¹¶.
Cerrahi, radyasyon ve sitotoksik kemoterapi gibi geleneksel tedavi
yöntemleri, ne kanseri tamamen yenmeye, ne de hastanın yaşam
kalitesine yeterli katkı sağlayamamaktadır. Bu durum kanser hücrelerine
selektif etki gösterecek, minimal yan etkiye sahip ve hastanın yaşam
kalitesine optimum katkı sağlayacak yeni ajanlara ihtiyacı göz önüne
sermektedir¹. Mevcut tedaviler ile tüm kanser hastalarının %30 - %40' ı
ölmektedir. Bu ortalama yüzdesi büyük farklılıkları gizler. Derinin bazal
39
hücreli karsinoma ve squamöz kanseri v.b hemen hemen her zaman
metastazdan önce tespit edilir ve lokal cerrahi, radyoterapi veya ilaç
tedavisi ile tedavi edilebilir. Testiküler kanserler gibi genellikle birkaç geç
metastaz yapan öldürücü tümörler, Wilms tümörleri, bazı hemotolojik
kanserler mevcut tedavilere mükemmel bir cevap verir¸ˉ¹´´·¶.
Gelişmiş ülke insanlarının da en önemli sağlık sorunlarının
başında kanser ve kanserin tedavisi gelmektedir··. Günümüzde, tek
başına cerrahi veya radyasyonla tedavi başarısı % 20 iken, kemoterapi ile
tedavi başarısı % 75' lere kadar çıkmıştır. Kanserler, önce cerrahi olarak
veya radyasyon tedavisi ile azaltılır veya gelişimi yavaşlatılır. Bunu
kemoterapi,
immünoterapi
veya
bu
tedavi
yöntemlerinin
birlikte
kullanılması takip eder·¸.
Öte
yandan
iyileşme
oranları;
erken
yayılmış
ve
kemoterapiye iyi cevap vermeyen bazı kanserler için hala çok düşüktür.
Kural olarak karsinomalar kaynaklandığı organla sınırlı olduğu sürece
radyoterapi ya da cerrahi ile tedavi edilebilir. Buna karşılık metastaz olmuş
kanserlerin iyileşme oranları genellikle üzücü kalmıştır, buna rağmen
günümüz ilaç ve radyoterapi tedavileri sıklıkla yaşam süresi uzatır ve
semptomları hafifletir. Bu durumla ilgili olarak 2 sonuç ortadadır:
1) Kanserin önlenmesi kanser tedavisin üstündedir. En
azından kanserler tamamen önlenemezse tedavileri hala mümkün iken
erken bir aşamada tespit edilmesi gerekliliğidir.
2) Daha iyi tedaviler metastatik karsinomalar ve / veya ileri
evreler için en acil şekilde gereklidir.
40
2.5.1. Kanserde Cerrahi Tedavi
Cerrahi
ve
radyoterapi
lokalize
kanserlerde
tedavi
seçeneklerindendir. Tümörün metastaz yapmadığı, erken evrede son
derece yararlıdır (kanser hücresi olmayan cerrahi sınır ile yapılan
eksizyon/rezeksiyon). Kemoterapi ve radyoterapi ile birlikte başarı şansı
daha da yüksektir. Cerrahi tedavi, hastanın klinik durumuna,
risk
faktörlerine, tümörün lokalizasyonuna, tümörün büyüklüğüne, hastanın
klinik evresine ve hastanın tercihlerine göre değişmektedir. Cerrahi
girişimler aynı zamanda bağırsak ya da safra tıkanıklığı, kanama,
perferasyon
ve
yaşamsal
komplikasyonlardan
organa
kaynaklanan
bası
gibi
kansere
semptomların
bağlı
palyasyonunu
sağlayabilir. Kanser tedavisinde cerrahi, tam iyileştirmeye yönelik kısmen
standardize cerrahi girişimler yanında diğer nedenlerle de kullanılabilir¹·⁻·¹.
Cerrahi tedavi şekilleri;
Tedavi edici küratif cerrahi: Lokalize tümörlerde lokal bir
tedavidir. Tümörün köken aldığı dokular ve dokuları drene eden lenf
nodülleri ile sınırlı kaldığı durumlarda tam iyileşme sağlayabilmektedir.
Primer tümör ve doğrudan yayılımların geniş cerrahi eksizyonu; mümkün
olduğu durumlarda bölgesel lenf nodüllerinin çıkarılması olarak iki
bölümden oluşur. Cerrahi doku örneklerinin mikroskobik incelemesi tümör
yanında ne kadar normal görünümlü çevre dokunun çıkarılması gerektiği
konusunda önemli ipuçları verir. Tümörün çevre doku ile birlikte geniş bir
sınırla tamamen çıkarılması tedavi şansını arttırmaktadır.
Tanısal
amaçlı:
İnsizyonel
biyopsi,
iğne
biyopsisi
ve
eksploratris laparotomi, laparoskopi şeklinde yapılır. Bölgesel lenf
gangliyon disseksiyonu; uzak tümör rekürrensi olasılığı konusunda ve
prognoz yönünden bilgi verir ve yardımcı tedavi uygulanmasında yol
gösterici rol oynar.
41
Storedüktif cerrahi: Radyoterapi ve kemoterapinin daha iyi
etki etmesi için kitleyi küçültme amaçlı yapılan cerrahidir. Hücre sayısını
azaltan ya da kitleyi küçülten cerrahi yaklaşımlar kendi başına iyileşme
sağlamaz, bazı kanser türlerinin tedavisinde, özellikle hücrelerin bölünme
hızında artmaya neden olup, böylece onları kemoterapinin etkilerine çok
daha duyarlı hale getirerek rol oynar.
Preventif (Palyatif- Önleyici) Cerrahi: Ağız boşluğu, serviks,
epitelyumdaki premaling ve in situ lezyonlar için yapılan cerrahi
girişimlerdir.
Tümör yükünü azaltıcı redüktif cerrahi, rekonstrüktif ve
plastik amaçlı olabilmektedir, ağrı cerrahisi gibi çeşitli cerrahi girişimler de
mevcuttur¹·⁻·¹.
2.5.2. Kanserde Radyoterapi Tedavisi
Radyoterapi, iyonlaştırıcı radyasyonların malign neoplazisi
olan (bazen benign durumlar) hastalarda kullanılan bir tedavidir.
Radyasyon biyolojik etkisini hedef moleküllerin atılması yolu ile gösterir, bu
olay iyonizasyon olarak adlandırılır. İyonize radyasyon DNA ile doğrudan
veya dolaylı etkileşebilir, dolaylı şekilde serbest radikaller oluşur, sonuçta
hücrenin üreme yeteneği kaybolur. Radyoterapi, x-ışınları veya gamma
ışınlarında olduğu gibi elektromagnetik dalga şeklinde veya elektronlarla
olduğu gibi partikül akımı şeklinde hedef hücreye ulaşır. Radyoaktif
izotoplar tarafından gamma ışınları şeklinde üretilen yüksek enerji
demetleri veya çizgisel akseleratörler tarafından üretilen x-ışınları, tam
yoğunluğa ulaşmadan önce büyük derinliklere penetre olabildikleri ve
böylece deriyi toksik etkilerden korudukları için viseral tümörlerin
tedavisinde idealdirler. Elektromanyetik radyasyon, enerji deride toplandığı
42
ve süratle dağılıp derin dokulara toksisitesi olmadığı için en çok yüzeyel
tümörlerin tedavisinde yararlıdır·¹⁻¸⁰.
Radyoterapinin amacı; tanımlanmış tümör hacmine, tümörü
çevreleyen sağlıklı dokuya en az zarar verecek şekilde, yüksek doğrulukla
ölçülmüş radyasyon dozunu vermek ve bu sayede tümör içindeki hastalıklı
hücrelerin ileri hücre bölünmelerini veya çoğalmalarını devamlı olarak
durdurmak, tümörün yok olmasını sağlamak, kanserli hasta sağ kalımın
süresini uzatmak ve hayat kalitesini artırmaktır. Radyoterapide kullanılan
radyasyonlar yapılarına göre iki gruba ayrılır;
1. Elektromanyetik radyasyonlar (X-Işınları, γ- Işınları)
2. Parçacık şeklindeki radyasyonlar (elektronlar, protonlar ve
nötronlar) (örn; kobalt-60)
Radyasyona olan cevap ve duyarlılıkdaki farklılık tümör
hücreleri heterojenliğinden kaynaklanabilir. Normal doku toleransı tümör
hücrelerine verilebilecek letal dozu sınırlamaktadır. Doz ile tümör kontrolü
veya normal dokudaki hasar ilişkisi iki sigmoid eğri ile gösterilebilir. Bu iki
eğri arasındaki uzaklık terapötik kazançtır. Erken veya geç zamanda
normal doku hasarı görülebilmektedir. Radyoterapiye karşı en duyarlı
hücre fazı G2-M‟ dir, en dirençli faz ise S fazıdır. G0 fazındaki hücreleri
değerlendirmek ise daha güçtür.
Radyoterapinin, bazı olgularda (ağız boşluğu, larenks,
serviks ve prostat kanserlerinde) radikal tedaviye olanak tanıdığı ve alınan
sonuçların cerrahi girişime eşdeğer olduğu ileri sürülmüş olsa da, cerrahi
ve kemoterapi ile birlikte uygulandığında tedavinin başarı şansı artacaktır.
Lenfatik ışınlama, tüm vücut ışınlanması, radyoizotoplar (X- Işınları veya γ43
ışınları yayan fosfor-32 ve iyot-131 gibi radyoaktif izotoplar), radyoaktif
madde ile işaretlenmiş monoklonal ve poliklonal antikorlardan tümör tanı
ve tedavisinde kullanılmaktadır. Konvansiyonel radyasyondan daha
avantajlı olan ağır parçacıklarla radyasyon tedavisi parçacık demet
tedavilerini de içerir. Çünkü normal dokular korunarak tümör bölgesine
yüksek doz radyasyon verilebilmektedir, hücre öldürücü etkisi hücre
siklusuna göre daha az farklılık gösterir. Oluşturduğu letal radyasyon
hasarının onarımı daha zordur·¹⁻¸¹.
2.5.3. Kanserde İmmünoterapi Tedavisi
Kanser hastalarının immünolojik bazı tedavi yaklaşımlarıyla
tedavi edilmesine tümör immünoterapisi denir. Bu yaklaşım daha tümör
gelişmeden koruyucu etki gösterebilir. Aktif immünüterapi, pasif veya
adoptif immünoterapi şeklinde yapılır. İmmünoterapi muhtemelen kanser
tedavisinde en mükemmel kavramdır. Sonuçta ortak fikir kansere karşı
vücudun savunma mekanizmalarının kullanmasıdır¸′¸².
Spesifik
Non-spesifik
Aktif
:
Aşı
BCG, levamizol
Pasif
:
MAb
IL-2, INF, TNF- α, TIL, LAK
Adoptif Hücresel İmmünoterapi: Vücut dışına alınmış ve
kültüre edilmiş immün hücrelerin tümörlü bireye transferidir. Lenfokinle
aktive olmuş killer hücre (LAK) terapisi; tümöre, infiltre edici lenfosit
terapisi yapılır.
Monoklonal Antikor Tedavisi: Bu antikorların başlıca antikora
bağımlı hücresel sitotoksite yolu ile etkin olduğu düşünülmektedir. Kemik
44
iliği tümör hücrelerinin in vitro antikor ve kompleman aracılıklı lizisi, antiidiotipik antikorlar, büyüme faktörlerinin reseptörlerine karşı antikorlar, bir
onkojen ürünü için spesifik antikor, toksik moleküller, radyoizotoplar ve
ilaçlara bağlanmış anti tümör antikorlar, heterokonjugat (hibrit) antikorlar,
antikor hormon bileşikleri kullanılır¸³⁻¸´.
Non-spesifik İmmünostimülasyon: Bacille Calmette-Guerin
(BCG): Özellikle mesane kanseri ve melanomlarda lokal BCG tatbiki
uygulanmaktadır. Elde edilen olumlu etki makrofaj ve NK hücreleri
aktivasyonuna bağlıdır¸³⁻¸´.
Düşük doz anti -CD3 antikorlar: T hücrelerinde poliklonal
aktivasyon yaparak tümör büyümesini engelledikleri düşünülmüştür.
Yüksek dozlarda allogreft rezeksiyonunu önlemek için immünosüpresor
olarak kullanılır¸³⁻¸´.
Tümör hücreleri ya da saflaştırılmış antijen ile immünizasyon:
Amaç ölü ya da ışınlanmış tümör hücrelerinin nonspesifik adjuvanlarla
birlikte tümörlü kişiye verilerek kuvvetli bir immün yanıt sağlamaktır.
İmmünizasyondan önce tümör kitlesinin cerrahi veya radyoterapi ile
azaltılması tedavideki etkinliği arttırır¸³⁻¸´.
Sitokin tedavisi: İnterlökin 2, interferon alfa, interferon gama,
TNF, hematopoetik büyüme faktörleri (Granülosit- makrofaj koloni sitümüle
edici faktör ve granülosit koloni sitomüle edici faktör) kemoterapi yada
otolog kemik iliği transplantasyonundan sonra nötropeni süresini kısaltmak
için kullanılır¸³⁻¸´.
45
2.5.4. Kanserde Gen Tedavisi
Öncelikle kanser bir genetik hastalık olarak görüldüğü
taktirde, kansere sebep olan genlerin tedavisi kanser tedavisine
bağlanabilir.
Kanser
genetik
değişikliklerin
yanı
sıra
tümör
baskılayıcılarının eksikliği veya yetersizliği ve onkojenlerin indirek
aktiviteleri veya artması şeklinde görülür. 250 gen ile insan kanserlerinde
tümör baskılayıcı genler veya onkojenler grubunu oluşturur¸. Aslında gen
tedavisi yaklaşımının aralığı daha da geniştir. Gen tedavisi tümör
baskılayıcı genler veya onkojenleri doğrudan ele almaz, fakat dolaylı
olarak değişmiş aktivitelerini kullanabilir¸.
Bir tümör baskılayıcı genin fonksiyonlarındaki eksikliğin
tümör hücrelerinde bir sitotik virüsün replikasyonuna izin vermesiyle
kullanılmış olabilir veya bir onkojenin aktivitesinin artması bir toksin genin
selektif ekspresyonuna izin verebilir. Genler onkojenler veya tümör
baskılayıcılar değildir, fakat etkileri onların arasında ya da karşısındadır
birde uygulanabilirler. Genler, immün hücreleri ve tümör hücreleri
arasındaki etkileşimi hafifletebilir ve her iki hücre tipinin içine girmiş
olabilirler. Genler,
toksik tedaviden hemotopoetik hücreler gibi hassas
popülasyonu korumayı hedefler, böylece radyasyon veya ilaçların yüksek
dozlarının yönetimi sağlarµ′¸µ⁻¸· (Tablo 7).
Sonuçta, çok fazla bu konuda düşünceler mevcut olsada
deneyler insanda deneme aşamasında kalmıştır. Aslında gen tedavi
çalışmalarının çoğu kanser tedavi deneyleri ile insanlarda yürütülmektedir.
46
Tablo 7: Ġnsan kanserleri tedavisinde önerilen gen tedavileri⁸.
Örnekler
Gen tedavisi
Yeniden yerine koyma
Mutasyonlu genler ile kanser içinde adenoviral vektörler
tedavisi
tarafından TP53'ün yeniden aşılanması
Onkolitik virüs
E1A ve/veya E1B eksikliğiyle adenovirüs tarafından RB1 veya
TP53 ile kanserlerin enfeksiyonu
Ön ilaç aktivasyonu
Herpes simpleks timidin kinaz ile genetik bilgi aktarımı veya
hücre içine alımı gancyclovir tedavisi tarafından takip edilir
Selektif promotorların
Difteri toksininin hipoksi cevap promotorları ile doğrudan
toksin ekspresyonu
ekspresyonu
Antisens
oligonükleotidler
BCL2 mRNA karşı tiyo fosfonat oligonükleotidler
siRNA
MYC mRNA karşı çift iplikli RNA
2.5.5. Kanserde Kemoterapi Tedavisi
1900‟ larin başlarında ilk kez Paul Ehrlich “kemoterapi”
terimini kullanmıştır¹·. Kanser, hücrelerin kontrolsüz bir şekilde çoğalması
ile karakterize, bazı kanser türleri nedeniyle birey için maalesef ölümle
biten ve bu nedenle de tedavisi için en çok araştırma yapılan ve çok çeşitli
tedavi yöntemleri denenen bir hastalıktır. Kanser tedavisinde kullanılan
maddelere, antineoplastik ilaçlar ve bu maddeler ile yapılan tedaviye de
kanser kemoterapisi denir¸⁻¹¶.
Kanser kemoterapisinde amaçlanan, kullanılan ilaçlarla
tümörün büyümesini engelleyecek ve farklı odaklarda yeniden gelişmesini
ve hatta tümüyle ortadan kaldırılmasını sağlayacak sitotoksik etki
sağlamaktır¸¸.
47
Anti mikrobik ve anti neoplastik kemoterapinin amacı
hastanın
veya
konakçının
normal
sağlıklı
hücrelerini
etkilemeden
kontrolsüz proliferasyon gösteren hücrelerin büyümesini ve çoğalmasını
durdurmak ve mümkünse onları yok ederek ortadan kaldırmakdır, aranılan
nokta ise seçiciliktir. Antineoplastik ilaçların kanser hücrelerine karşı olan
selektiflikleri, antibiyotiklerin bakteri hücresine karşı olan selektifliklerinden
daha azdır. Çünkü malign hücre ile normal insan hücresi arasında kalitatif
(niteleyici) bakımdan fazla fark yoktur; mevcut fark daha çok kantitatif
(niceleyici) yöndedir. Bu nedenle, anti neoplastik ilaçlar vücutta patolojik
bir şekilde çoğalmakta olan kanser hücrelerini yok ettikleri gibi, hızlı bir
biçimde çoğalmakta olan normal hücreleri de (örneğin testisin jerminatif
epiteli, barsak ve ağız mukoza epiteli, kemik iliğinin hematopoetik
hücreleri, kıl folikülü hücreleri ve embriyo ve fetüs hücreleri gibi) yok
edebilirler; bu hücre türlerinin çoğu, birçok kanser hücresi türünden daha
hızlı çoğalırlar. Bu duruma göre halen kullanılan ilaçlar anti kanser
olmaktan ziyade antiproliftirlerµ. Bazı antineoplastik ilaçlar karaciğer,
böbrek ve sinir dokusu gibi hücre proliferasyonunun önemsiz olduğu
organları da zedeleyebilirler. Bazılarının (alkilleyiciler, antimetabolitler ve
glukokortikoidler) immünosüpresif etkileri vardır; bu ilaçlar neoplazmalar
dışında kalan klinik durumlarda da (organ transplantasyonu, bazı
otoimmün hastalıklar ve bazı cilt hastalıkları gibi) tedavi için kullanılırlar¹·.
Günümüzde kanser hastalarının belli bir bölümünde kanserin tipine de
bağlı olmak üzere kemoterapi ile tam tedavi veya uzun bir remisyon
(iyileşme dönemi) sağlanabilmektedir¹·.
Anti neoplastik ilaçların terapötik indeksleri, anti mikrobik
ilaçlara göre genellikle çok düşüktür. Bunun nedeni malign hücrelerle
sağlıklı hücrelerin arasında büyük yapısal farkların olmamasıdır. Etkinlikleri
konusunda kuşku varsa kullanılmadan önce kalıcı toksik etkileri üzerinde
(mutajenik, karsinojenik, teratojenik) bir kez daha düşünülmelidir¹¶⁻¹·.
48
Kanserde ilaç kullanılması, çok az sayıdaki neoplazma için
radikal bir çözümdür. Buna karşılık uygun bir ilaç seçimiyle, diğer
yöntemlere yardımcı olarak sıklıkla kullanılmaktadır. Gerek tek başlarına
gerekse kombine kullanıldıklarında tüm neoplastik hücreleri ortadan
kaldıramayacakları ortadadır. Bu nedenle, genellikle hastalık belirtileri
ortaya çıktıktan sonra kullanılmaya başlanırlar. En büyük yararı, kanser
hücrelerinin azaldığı postoperatif ya da radyoterapi sonrası gösterirler¹¶⁻¹·.
kombine ilaç uygulaması sık
Kanser kemoterapisinde
başvurulan yöntemlerden birisidir. Çünkü multimodal tedavi birçok malign
hastalığın
tedavisindeki
başarıyı
artırmaktadır¹¶⁻¹·.
Kombinasyona
gidilmesinin nedenleri, maksimum etki elde ederken, minimum toksisitede
kalabilmektir¹¶⁻¹·.. Kanserli hastalarda toksik etkileri farklı olan sitotoksik
ilaçlar ve etkilerini farklı bölgelerde ve farklı mekanizmalarla gösteren
ilaçlar, daha güçlü etki göstermelerini sağlamak amacıyla kombinasyon
şeklinde kullanılmaktadırlar. Böylece ilaçların artırılmış ve güçlendirilmiş
sitotoksik etkileri tümörün kontrol altına alınmasını kolaylaştırırken, diğer
taraftan da herbiri daha düşük dozda kullanılarak hastaya olan toksik
etkilerin
de
en
aza
indirgenmesi
sağlanmaktadır¹¹´.
İlaç
kombinasyonlarının bir başka kullanım nedeni ise, tek bir ilaçla tedavide
etkin bir sonuç alınamamasıdır Ayrıca doz titrasyonu ile vücuda alınacak
ilaç miktarının minimum düzeyde tutulması da hedeflenmiştir. İlaçlar
arasındaki etkileşim ile hastadaki diğer patolojiler ve ilaçların onlar
üzerindeki olumsuz etkileri göz önünde bulundurulmalıdır. Kombinasyona
alınacak ilaçların, malign hücreye farklı mekanizmalarla etkili olmaları
gerekir.
Ayrıca kombine ilaç kullanımının hastanın tolere edebileceği
toksisite ile mümkün olan en fazla malign sayıda hücrenin ortadan
kaldırılmasını sağlamak; çok sayıda ve farklı yapıya sahip tümörlere etki
edebilmek ve ilaçlara direnç kazanan hücrelerin gelişimini durdurmak veya
yavaşlatmak gibi avantajları vardır¹¶⁻¹·′¸¹.
49
Adjuvant (yardımcı) kemoterapi: Opere edilmiş belirgin
metastazı
olmayan
olgularda
mikrometastazları
kontrol
amacıyla
uygulanan tedavilerdir, bazı kanserlerde nüks riski yüksektir. Bu nedenle
tümör ve lenf düğümleri çıkarılan hastalarda profilaktik veya yardımcı
kemoterapi yapılması işlemine denir¸′·¹′¸¹.
Neoadjuvant Kemoterapi: Cerrahi veya radyoterapi öncesi
tümöral
dokuyu
küçültmek
cerrahi
yapılabilir
hale
getirmek
ve
mikrometastazları kontrol amacıyla uygulanır¸′·¹′¸¹.
Kanser kemoterapisinde; seçici ilaçların geliştirilmesinde,
genetik kodlama ile geliştirilen bazı mikroorganizmaların tümör hücresine
hücum ederek onu ortadan kaldırması gibi ve buna benzer değişik
mekanizmalar örnek verilebilir. Bütün bunlara rağmen kombinasyon
tedavisinin başarısız olduğu kanser türleri de vardır¹¶.
Palyatif Tedavi: Yalnızca semptomları hafifletmek ve kalan
yaşamın süresini biraz olsun uzatmak ama öncelikle kalitesini arttırmaya
yönelik tedavidir¸′·¹′¸¹.
Küratif Tedavi: Kesin tedaviye yönelik bir tedavidir, yoğun
kemoterapiye rağmen artmış toksik etkileri ile hastaların yaşam kalitesini
bozması
kaçınılmazdır.
Tedavinin
potansiyel
toksisiteleri
genellikle
katlanılabilir olduğu için tedaviye cevap veren malignitesi olan hastalar
(hodgkin gibi),
hiçbir şekilde ödün verilmeden optimal tedavi rejimini
almalıdır¸′·¹′¸¹.
Diğer Kemoterapiler: Belirlenebilen malign hücreler sistemik
ilaç tedavisi ile (indüksiyon tedavisi) ortadan kaldırılıp remisyon (hafifleme)
elde
edildikten
sonra
uygulanan
ilaç
tedavilere
intensifikasyon
50
(şiddetlendirme)
ve
idame
tedavileri
denir.
Hafifleme
döneminde
uygulanan yoğun tedavilerle, küçülen tümör kütlesindeki malign hücrelerin
“Gompertzian” büyüme özelliği nedeniyle hızlanacak olan çoğalmaların
önlenmesi amaçlanmaktadır¸′·¹′¸¹.
Yüksek
Doz
Kemoterapi:
Tümör
bölgesinde
yüksek
yoğunlukta ilaç bulundurmayı amaçlayan bu uygulamalarda, ilaçların lokal
toksik etkilerinin göz önüne alınması ile beraber organizmada metabolize
olmadan etkili olabilen ilaçlar seçilmelidir. Plevra, periton boşluklarına ilaç
verilmesi, primer veya metastatik karaciğer tümörlerinde tümörü besleyen
damarlardan doğrudan ilaç uygulanması, baş – boyun tümörlerinde karotis
arterinden yapılan infüzyonlar bölgesel tedavi yaklaşımlarıdır. Lokal
uygulamaların bir diğer şekli, kan – doku bariyeri bulunan bölgelerde, bu
bariyerin ötesine ilacın doğrudan verilmesi şeklindedir. Kan – beyin
bariyerini aşmak amacıyla lomber ponksiyon ile subaraknoid boşluğa ilaç
verilmesi (intratekal tedavi) en sık uygulanan örnektir¸′·¹′¸¹.
Kombine Kemoterapi: Birden fazla antineoplastik ajanın
birlikte kullanılmasından oluşur. Malignitelerin tedavisinde tek başına etkili
olduğu bilinen ilaçlar bir araya getirilir. İlaçları biyokimyasal etki
mekanizmalarına, hücre siklusunun farklı fazlarına etkilerine göre kombine
etmek mümkündür¹⁰.
Terapötik etkinliği arttırmak, ilaç direncini yenmek, etkili ve
doz sınırlayıcı toksisiteleri farklı olan ilaçlar birlikte uygulanırsa, terapötik
etkinlik artar, olası yan etkinlik azalır. biyokimyasal modülasyon sağlamak
amacıyla kombine kemoterapi yapılır¹⁰.
Kanser kemoterapisinde birçok etki mekanizmasıyla birlikte
çok fazla sayıda ilaç bulunmasına rağmen ilaç geliştirme alanında yapılan
51
araştırmalar en çok bu konuda devam etmektedir. Bunun nedenleri;
mevcut yöntemlerin eksikliğidir¹⁰. Kullanımda olan ilaçların önemli yan-etki
ve diğer dezavantajları giderilememiştir¹¶′¹¹ ve ayrıca yeni kanser
vakalarının ve etki mekanizmalarının saptanması ile doğrudan ve daha
etkin tedavi uygulamaları ile çözümlenebilir¹¹⁻¹².
2.6. Kanser Tedavisinde Kullanılan Ġlaçların Etki Mekanizması
Antineoplastik ilaçlar etki mekanizmaları ve kaynakları göz
önünde tutularak 5 ana gruba ayrılır. İlaçların ortak etkisi mitozun
durmasıdır¹¶.
Genel olarak bütün bu ilaçların sadece malign hücreleri
etkilemesi amaçlanır. Ancak pratikte ilaçlar kanser hücrelerine seçici etki
göstermemekte ve prolifere olan tüm normal ve anormal hücreleri ise
etkilemektedir¹³.
Farklı etki mekanizmalarına sahip kanser ilaçları Tablo 8' de
görüldüğü gibi 5 grupta toplanabilir.
52
Tablo 8: Neoplastik hastalıklarda kullanılan kematerapötik ajanlar¹⁶.
SINIF
AJANIN TĠPĠ
JENERĠ ĠSĠMLERĠ (DĠĞER ĠSĠMLER)
HASTALIK
Alkilleyici Ajanlar
Nitrojen mustard
Mekroretamin
Hodgkin hastalığı, nonHodgkin lenfoma
Siklofosfamid, ifosfamid
Akut ve kronik lenfositik lösemi; Hodgkin
hastalığı, nonHodgkin lenfoma; multipl
myelom; nöroblastom; meme, over,
akciğer kanseri; Wilms tümörü; serviks
ve testis kanseri; yumuşak doku sarkomu
Melfalan (L-sarkolizin)
Multipl myelom; meme, over, kanseri;
Klorambusil
Kronik lenfositik lösemi; primer
makroglobinemi; Hodgkin hastalığı,
nonHodgkin lenfoma
Etileminler ve
Alteramin
Over kanseri
metileminler
Tiyotepa
Mesane; meme; over kanseri
Metilhidrazin türevleri
Prokarbazin (N-metilhidrazin, MIH)
Hodgkin hastalığı,
Alkil sülfonat
Busalfan
Kronik lenfositik lösemi
Nitrozoüreler
Karbustin (BCNU)
Hodgkin hastalığı, nonHodgkin lenfoma;
primer beyin tümörü; melanom;
Streptozosin (streptozotosin)
Maling panreatik insülinoma; maling
karsinoid
Triazenler
Dakarbazin (DTIC;
dimetiltriazenoimidazol), temozolomid
Platin koordinasyon
Maling melanom; Hodgkin hastalığı;
yumuşak doku sarkomları; gliom;
melanom
Sisplatin, karboplatin, oksaliplatin
Testis; over; mesane; özefagus; akciğer;
kolon kanseri
Metoreksat (ametopterin)
Akut lenfositik lösemi; koryokarsinom;
bileşikleri
Antimetabolitler
Folik asit analogları
meme, başboyun ve akciğer kanserleri;
osteojenik karsinom; mesane kanseri
Pirimidin analogları
Pemetresat
Mezotelyoma; akciğer kanseri
Fluorourasil (5-fluorourasil;5-FU),
Meme; kolon; özefagus; mide; pankreas;
baş boyun;premaling cilt leszyonları
Kapasitabin
53
Sitarabin (sitozin arabinozit)
(bölgesel)
Akut myelositik ve akut lenfositik lösemi;
Gemsitabin
Pürin analogları ve
ilişkili inhibitörler
nonHodgkin lenfoma
Merkaptopürin (6-merkaptopürin; 6-MP) Pankreas; over; aciğer kanseri
Pentostatin (2‟-deoksikoformisin),
kladribin, fludarabin
Akut myelositik ve akut lenfositik lösemi
Saçlı hücreli lösemi; kronik lenfositik
lösemi; küçük hücreli nonHodgkin
lenfoma
Doğal ürünler
Vinko alkoloidleri
Vinblastin, vinerelbin
Hodgkin hastalığı, nonHodgkin lenfoma;
Vinkristin
meme; akciğer; testis kanseri
Akut lenfositik lösemi; nöroblastom;
wilms tümörü; rabdomyosarkom;
Taksanlar
Paklitaksel, dosetaksel
Epipodofilotosinler
Etoposid
Hodgkin hastalığı, nonHodgkin lenfoma;
Over; meme; akciğer; mesane; baş
boyun kanserleri
Testis; küçük hücreli ve diğer akciğer
kanserleri; Hodgkin hastalığı,
nonHodgkin lenfoma; Akut myelositik
Teniposid
lösemi; kaposi sarkomu
Etopsitle aynı ve çocuklarda akut
Kamptotekinler
Tepotekan, irinotekan
lenfositik lösemi
Over kanseri; küçük hücreli akciğer
Antibiyotikler
Daktinomisin
kanseri; kolon ve akciğer kanseri
Koryokarsinom; wilms tümörü;
rabdomyosarkom; testis; kaposi
Daunurubisin (daunomisin,
sarkomu;
rubidomisin)
Akut myelositik lösemi; meme ve prostat
Doksorubisin
kanseri
Yumuşak doku osteojenik ve diğer
sarkomlar; Hodgkin hastalığı,
nonHodgkin lenfoma; akut lösemi;
meme, genitoüriner, tiroid, akciğer, mide
kanseri; nöroblastom ve diğer çocukluk
Antrasenedion
Mitoksantron
çağı sarkomları
Akut myelositik kösemi; meme ve prostat
Bleomisin
kanseri
54
Testis ve serviks kanseri; Hodgkin
hastalığı, nonHodgkin lenfoma;
Mitomisin (mitomisin C)
Mide, anüs ve akciğer kanseri
Çeşitli ajanlar
Enzimler
L-Asparginaz
Substitiye
Hidroksiüre
Akut lenfositik lösemi
Kronik myelositik lösemi; polisitemi vera;
esensiyal trombositozis
Ayrımlaştırıcı ajanlar
Tretinoin, arsenik trioksit
Protein tirozin kinaz
inhibitörleri
İmatinib
Akut promyelositik lösemi
Kronik promyelositik lösemi;
gastrointestinal stromal tümörler;
Gefitinib
Proteazam inhibitörleri
Bortezomid
Biyolojik yanıt
İnterferon alfa, interlökin2
değiştiriciler
Antikorlar
hipereozinofili sendromu
Küçük hücreli olmayan akciğer kanseri
Multipl myelom
Saçlı hücreli lösemi; kaposi sarkomu;
melanom; karsinoid; renal hücreli, over;
mesane; nonHodgkin lenfoma; mikozis
fungoides; multipl myelom; Kronik
myelositik lösemi; maling melanom
Antijen:CD20 Rituksimab,
Antijen CD52 Alemtuzumab,
Antijen:CD25α alt birimi Daklizumab,
Antijen:CD33 Gemtuzumab,
Antijen:HER2/neu(ErbB-2)
Trastuzumab,
Antijen: EGFR(ErbB-1) setuksimab,
Antijen: VEGF Bevasizumab
Hormonlar ve hormon
antagonistleri
Andrenokortikal
Mitotan (o,p‟-DDD)
baskılayıcılar
Adrenokortikosteroidler
Adrenal korteks kanseri
Aminoglutetimit
Meme kanseri
Prednizon
Akut ve kronik lenfositik lösemi; Hodgkin
hastalığı, nonHodgkin lenfoma; Meme
kanseri
Progestinler
Hidroksiprogesteron kaproat, (medroksi
progesteron asetat, megestrol asetat)
Endometriyum, Meme kanseri
Östrojenler
Dietilstilbestrol, etinil estrodiol
55
Antiöstrojenler
Tamoksifen, toremifen
Meme, prostat kanseri
Aromatoz inhibitörleri
Anastrozol, letrozol, eksemestan
Meme kanseri
Androjenler
Testesteron propiyonat, floksimesteron
Meme kanseri
Anti-androjen
Flutamid
Meme kanseri
Gonadotropin salıcı
Löprolid
Prostat kanseri
hormon analogları
Prostat kanseri
56
Antineoplastik ilaçların önemli bir ortak özelliği çoğunun
hücre bölünmesini dolayısıyla çoğalmasını inhibe etmektir. İlaçların etki
mekanizmasını ve kullanış şekillerinin anlaşılabilmesi için hücre siklus
kinetiğinin ve ilacın etkinliğinin bu dönemlerle ilişkisinin bilinmesi gerekir.
Hücre siklusunun başlıca dört dönemi vardır¹´ (Şekil5).
ġekil 5: Hücre siklusu (94’ den TürçeleĢtirilmiĢtir)⁹⁴.
57
0) (G0) Dinlenme Fazı: nonproliferatif dönem: Hücrenin
siklusa aktif olarak katılmayıp mitoz sonrası istirahat halinde oldukları
dönemdir.
Hücre
hareketsiz
olduğu
için
antineoplastik
ilaçlardan
etkilenmezler²³.
1) (G1) DNA sentezine hazırlık dönemi: (mitoz sonrası
dönem): Yeni hücre oluşumu için DNA sentezlenir. Antineoplastik ilaçlara
hassas olduğu dönemdir. G-S dönemleri arası geçişlerdeki değişiklikler de
Rb fosforillenme/defosforillenme dengesizliği, hücrelerin çoğalmasını
değiştirir²³.
DNA' sı hasarlı kanser hücrelerinde G–S geçişi: Rb gen
mutasyonları bazı insan kanserlerinde (glioblastoma ve Retinoblastoma
vb) belirlenmiştir. HDAC ile Rb‟ nin bağlanmasını tümör virüsleri inhibe
edebilir. Siklin D' nin fazla eksprese olduğu bazı durumlarda; E2F
aktifleşmesinden sonra Rb inhibisyonunu sağlayan defosforillenme
olmadığında S fazına hatalı ilerleme olabilir. İnsan kanserlerinde
bazılarında sentriollerin fazla dublikasyonu belirlenmiştir²µ⁻³⁰.
2) (S) Sentez evresi: DNA sentezi veya replikasyon dönemi:
Sarmal DNA çift zinciri açılarak her bir zincirin oluşturduğu kalıba göre yeni
birer DNA zinciri sentez edilir, hücre bölünmeye hazırlanır. 2-4 saat sürer.
Antineoplastik ilaçlar bu dönemde etkilidir²³.
3) (G2) Mitoza hazırlık dönemi: Özel mRNA' ların ve bunlara
uyan proteinlerin sentez edilip mitoz iğciğinin (özel mikrotübül sistemi)
oluştuğu dönemdir, ortalama 2 saat sürer. Hücre antineoplastik ilaçlara
duyarlıdır. (Kanser hücrelerinde G –M geçişi: Mitoz iplikçik kontrol noktası
kanser hücrelerinde sentriol anomalileri)²³⁻¶µ.
58
4) (M) Mitoz dönemi: S döneminde ikişer tane DNA çift zinciri
içerir hale gelen hücrelerin mitoz ile iki kız hücreye bölünmesi dönemidir
(hücrenin bölünüp çoğaldığı dönemdir). Oluşan bu iki hücre; hücre
siklusuna girer G0 ya da G1 dönemine. Bu dönem 6 basamaktan oluşur.
Genellikle 1 saatten az sürer. Hücre antineoplastik ilaçlara duyarlıdır²³.
Hücre siklusu arasındaki tüm geçişler, siklin adı verilen
küçük düzenleyici proteinlerle aktive edilen ve p16 gibi proteinler
tarafından inhibe edilen, özel sikline bağımlı kinazların CDK aktiviteleri
tarafından kontrol edilir.
p16‟ nın veya retinoblastom proteinin adıyla
adlandırılan retinoblastom yolağı bileşenlerinin mutasyonu veya kaybı ya
da siklin veya CDK aktivitesinin artışı tümör hücrelerinde amansız bir
artışa yol açacaktır. Sonuçta CDK‟ lar ve onların efektör proteinleri, yeni
antineoplastik ajanlar için çekici moleküler hedefler halini almıştır.
Eğer bir hücre normal p53 proteini üretirse, DNA hasarı,
kontrol noktasını aktive eder ve hasarlı hücreler G1/S fazına ulaştıklarında
apotoza girer. Eğer p53 gen üretimi mutasyona uğramışsa veya yoksa ve
kontrol noktasınının fonksiyonu bozulmuşsa hasarlı hücreler apoptoza
uğramayacak ve S fazına ilerleyecektir. G2-M ara fazında diğer kontrol
noktaları DNA‟ nın sağlamlığını denetleyerek M fazına geçişi geciktirebilir.
Bu kontrol noktalarının mutasyonu veya yokluğunda hücreler mitoza girer
ve DNA hasarı devam eder¹µ. Bu hücreler S fazına ilerleyebilir ve bazısı
mutant veya ilaca dirençli populasyon olarak ortaya çıkar¹¶′¹·.
Hücre siklusunda bir sonraki evreye geçmeden önce
evrelerin bir çeşit kontrolü olarak düşünülebilen birçok yerde denetim
noktası vardır. Bu noktalar hücre siklusunun ilerlemesini durdurabilir ya da
gerekli olan durumlarda apoptozisi de aktive edebilir. Anormal yapılı DNA‟
lı hücreler ya tamiri olanaksız DNA hasarı oluşmuş ya da yanlış, eksik
59
veya gereksiz olarak fazla transkrip olmuş DNA‟ dan dolayı oluşur.
Sonuçta, DNA‟ sını sadece doğru bir şekilde ve tam olarak replike etmiş
hücrelerin mitozise girmesi sağlanır²¸′³⁰⁻³¹.
Hem normal hücreler hem de tümör hücreleri çeşitli
evrelerden geçerek gelişirler. Sadece çoğalmakta olan hücrelere etkili olan
kemoterapötik ilaçlara; döngüye spesifik ilaçlar denir. Döngüye spesifik
olmayan ilaçlar, çoğalmakta olan hücrelere daha etkili olmalarına karşın
büyüme hızı düşük olan tümörlerin tedavisinde etkilidirler. Kanser
tedavisinde yararlanılan ilaçlar daha farklı mekanizmalarla da etki
göstermektedirler. Bu ilaçların başlıcaları şöyle sıralanabilir¹³⁻¹¸ (Şekil 6).
ġekil 6: Sitotoksik Ġlaçların Hücre Siklusu Düzeyinde Etki Yerleri (8’ den
uyarlanmıĢtır)⁸.
60
ġekil 7: Hücresel düzeyde sitotoksik ilaçların etki yerleri (94’ den uyarlanmıĢtır)⁹⁴.
a) Pürin ve pirimidin nükleotid prekürsörlerinin sentezini engelleyerek ya
da DNA ve RNA sentezinde bunların yerlerini alarak etki gösteren ilaçlar
b) DNA fonksiyonlarını bozarak etki gösteren ilaçlar
c) Hücre yapısındaki nükleofilik gruplara kovalent bağlarla bağlanarak etki
gösteren ilaçlar
61
d) Mikrotübüllerin polimerize ve depolimerize şekilleri arasındaki dengeyi
bozarak etki gösteren ilaçlar.
e) Hormon uyarısı ile sitoplazmik reseptörlere bağlanıp gelişme ve
büyüme hızını yavaşlatarak etki gösteren ilaçlar¹³.
2.6.1. Alkilleyici İlaçlar
Alkilleyici ilaçlar kimyasal yapılarına göre 5 alt gruba ayrılır.
1) Azotlu hardallar –nitrojen mustardlar (biskloretilaminler): siklofosfamid
(endoxan),
ifosfamid,
melfalan
(alkeran),
klorambusil
(leukeran),
mekloretamin (mustin-mustargen); (MOPP kombinasyonu içinde Hodgkin
hastalığında, diğer lenfomalarda, kronik myelsiter lösemilerde kullanılır)¹¶.
2) Etileniminler ve metilmelaminler: aziridin (tiyotepe, tiofosforamid) ve
altretamin (heksametilmelamin)‟ dir.
3) Alkil sülfonatlar: busülfan (myleran): Kronik myelojen löseminin primer
ilacıdır.
4) Nitrozoüreler: karmustin (BCNU), lomustin (CCNU), semustin (metil
CCNU) ve streptozosin' dir.
5) Triazen ve hidrazin türevleri: bir triazen türevi olan dakarbazin ve
temozolomiddir; metilhidrazin türevi olan prokarbazindir.
62
Alkilleyici ilaçların ortak sitotoksik etkileri: Alkilleyici ajanların
en önemli farmakolojik etkisi, DNA sentezini ve hücre bölünmesini
bozmaktır. Hücre çekirdeğini, DNA ve RNA sentezini etkilerler. Hızlı
çoğalan hücrelerin ölümüne yol açarlar. Bu ilaçların hızlı prolifere olan
dokularda DNA bütünlüğüne ve fonksiyonlarına etki etme ve hücre
ölümünü indükleme kapasiteleri, onların tedavi edici ve toksik özelliklerinin
temelini oluşturur¸. Bazı alkilleyici ajanlar hasar oluşturucu etkilerini,
normalde düşük mitotik indekse sahip dokularda gösterebilse de, bu
dokular (karaciğer, böbrek, olgun lenfosit) genellikle geçikmiş bir zaman
dönemi içinde etkilenirler. Akut etkiler öncelikle hızlı çoğalan dokularda
ortaya çıkar. DNA iplik kırıklarının tamirine ve sağlam apoptik yanıta
bağlıdır. DNA alkilasyonuna bağlı hücre ölümünün gerçek mekanizmaları
tam olarak tanımlanamamıştır¹¶⁻¹·.
DNA, alkilleyici ajanların ana hedefi olmasına karşın,
sitotoksik etkilerin baskın olduğu bifonksiyonel ajanlarla, mutagenez ve
karsinogenez kapasitesi yüksek olan monofonksiyonel metilleyici ajanlara
arasındaki önemli ayırım yapılmalıdır. Bu DNA iplikçilkleri arasındaki
çapraz bağ oluşumunun, tek baz alkilasyonu, buna bağlı depürinizasyon
ve zincir kırılması gibi diğer etkilerden daha fazla hücre yaşamını tehtid
ettiğini göstermektedir. Diğer taraftan, en sık görülen metilasyon, DNA
polimeraz tarafından baypas edilen ve DNA dizilimlerini kalıcı olarak
modifiye eden hatalı eşleşme reaksiyonlarına neden olabilirµ′¸. Bu yeni
dizilimler, daha sonraki nesillere aktarılan mutagenez ve karsinogenezle
sonuçlanabilir. Hemen hepsi ön ilaçtır. Organizmaya alındıklarında
kanserli hücrede kendilerine uyan önce etilimenyum sonra etkin
karbonyum metabolitine dönüşerek etkili olurlar. Bu metabolit, nükleik
asitlere (özelikle DNA‟ nın) ve diğer makro moleküllerin içerdiği nükleofilik
gruplara
irreversibl
kovelent
bağlarla
bağlanır.
Böylece
bu
makromoleküller alkillenir bu da hücrenin DNA molekülüne kovalent
bağlanmasıdır ve mitozda bölünmesi engellenmiş olur. Bu olay ayrıca
63
genetik kodun yanlış okunması, iki ayrı guanin arasında köprü kurulması
gibi olaylara neden olarak DNA replikasyonu önlenir. Monofonksiyonel
ilaçlar DNA‟ ya bir noktadan bağlanırlar; fakat alkilleyici kanser ilaçlarının
çoğu bifonksiyonel niteliktedir ve DNA çift zincirine iki noktadan
bağlanırlar. Bu iki nokta çift zincirin, zincirlerden her biri üzerinde ise
zincirler arası bağlanmadan (interstrandal), aynı zincir üzerinde ise zincir
içi (intrastrandal) bağlanmadan söz edilir. Zincirler arası bağlanmaya
çapraz bağlanma adı da verilir¹¶⁻¹· (Şekil 8).
ġekil 8: DNA üzerinde bifonksiyonel alkilleyici ajanların etkileri (11’ den
TürçeleĢtirilmiĢtir)¹¹.
64
Bu ilaçlar döneme özgü değillerdir. Hücreleri hangi dönemde
olurlarsa olsun etkileyebilirler; ancak hücreler G1 ve S dönemlerinde, bu
ilaçlara diğer dönemlerde olduğundan daha fazla duyarlıdırlar. Bölünen
hücrelerde sitotoksik etkileri çok belirgindir. İstirahat (G0) dönemindeki
hücrelerde yaptıkları sitotoksik etki bu hücreler bölünmeye başlayana
kadar gizli kalır. Bu ara dönemde DNA üzerindeki bozukluğun DNA onaran
enzimler
tarafından
ortadan
kaldırılması
mümkündür.
Bu
ilaçlar
günümüzde en çok kullanılan antineoplastiklerdir¸′¹¹.
Bu
ilaçlarla
tedaviye
karşı
hücreler
membranlarının
permeabilitelerini değiştirerek direnç geliştirirler. Nitrozoüreler SSS‟ nin
malign tümörlerine karşı kullanılabilen tek alkilleyici ilaç grubunu
oluştururlar¹¶.
Platin koordinasyon bileşikleri: sisplatin, karboplatin ve
oksaliplatindir. Organik platin türevi antineoplastik ilaçlardır. Seminoma
dışı testis kanserlerinin, ilerlemiş over kanserinin, mesane, prostat, serviks
ve özofagus kanserlerinin tedavisinde kullanılır. Döneme özgü değildir.
DNA çift zincirinde çapraz bağlanma yapar; bu nedenle etki mekanizması
bifonksiyonel alkilleyici ilaçlara benzer. Kemik iliğini orta derecede
baskılar. En önemli istenmeyen etkileri doza bağlı akut tübüler nekroz ve
glomerüler
filtrasyon
bozukluğudur.
Söz
konusu
nefrotoksisite
aminoglikozit yapılı antibiyotiklerle artırılır, iç kulakta bozukluğa neden olup
işitme kusurları oluşturur¹¶⁻¹·.
65
2.6.2. Anti Metabolit Sitotoksikler
Antimetabolit tipindeki ilaçlar 3 alt grupta toplanır.
1- Folik asit antimetabolitleri: aminopterin ve metoreksat
(ametopterin); Dihidrofolat redüktaz enziminin aktif noktasına bağlanarak
enzimi baskılar. Tetrahidrofolat sentezinin baskılanması DNA, RNA ve
ATP sentezi için gerekli pürin bazlarının sentezinin durmasına ve protein
sentezinin bozulmasına neden olur. S dönemindeki hücreler için
sitotoksiktir. Plazma proteinlerine %50‟ ye varan bir oranda bağlanır. En
önemli kullanılım yeri akut lenfositler lösemi tedavisidir. Meme, testis, başboyun ve akciğer kanserleri diğer önemli kullanım alanlarıdır. Ağır
psöriyazis tedavisinde, mukozis fungoides tedavisinde de kullanılır¹′¹¹.
2- Pürin antimetabolitleri: 6-tioguanin (thioguanine) ve: 6merkaptopurin (purinethol); fludarabin fosfat, kladridin, pentostatin (2‟deoksikoformisin)‟ dir. Akut lenfositik lösemide kullanılır. Etkin metaboliti 6tioinozin-5‟-fosfattır. Bu madde doğal metabolitin adenin ve guanin
nükleoidlerine dönüşümünü bloke eder. Malign hücrelerdeki DNA ve RNA
sentezini bozarak sitotoksik etki yapar. Karaciğerde ksantin oksidaz
enzimiyle tiyoürik aside dönüştürülerek atılır. Söz konusu enzimi bloke
eden allopurinol ilacın etkinliğini artırır. Kombine olarak kullanılırlar.
Tiyoguanin, DNA ve RNA‟ nın guanini yerine girerek etkili olur. Akut
myolisiter ve lenfositer lösemilerde kullanılır¸′¹¶.
3-
Pirimidin
antimetabolitleri:
5-fluorourasil-floksiüridin
(FUdR)-kapesitabin (XELODA) (florodeoksiüridin); Önce, fluorouridilata
sonra fluorodezoksiuridilata dönüşerek etkin olur. Timin sentezi, DNA ve
RNA fonksiyonları bozulur. Çoğalan hücreler üzerine sitotoksik etkisi daha
fazladır. Solid tümörlerde, dissemine kolorektal kanser ve meme
kanserlerinde kullanılır¹¶.
66
Sitidin
analogları:
sitarabin (sitozin
arabinozid;
Ara-C)
(cytosar); En çok S dönemindeki hücreleri etkiler. En sık akut myelojen
lösemi
tedavisinde
kullanılır.
Vücutta
aktif
metaboliti
olan
arabinofuranozsitozin trifosfata (ara-CTP) dönüşür. Etkin metabolit, DNA
polimeraz alfayı baskılar, DNA onarımını bozar¸.
Azasitidin (5-azasitidin), gemsitabin, kladribin ve raltitreksed.
DNA, RNA, proteinler ve diğer temel hücre komponentlerinin sentez
zincirinin değişik basamaklarında substrat veya koenzim olarak rol
oynayan doğal metabolitlerin analoglarıdır; bu nedenle bu substratları
kullanan enzimler üzerinde kendilerine özgü bağlanma noktalarına karşı
onlarla yarışırlar ve onların bağlanmalarını inhibe ederler. Bazıları ise
substrat ile katalitik noktaya karşı yarışmaya girmeksizin sadece
düzenleyici veya allosterik noktasına karşı yarışırlar. Diğer bazıları ise
yarışma olmadan aktif noktalara kovalent bağla bağlanarak, metabolit
senteziyle ilgili bir enzimi irreversibl şekilde inhibe ederler. S döneminde
etkilidirler. Hücre metabolizmasını ve DNA sentezini bozarak etki ederler¹.
Çoğu kez çoğalma fraksiyonu yüksek tipteki tümörlere etkilidirler. Bu
ilaçlar,
hücre
proliferasyonunun
çeşitli
basamaklarında
görevli
metabolitlerin yapısal benzerleridirler. Doğal metabolitlerin bağlanacağı
noktaya karşı onunla yarışıp o noktaları kapatır ve gerekli sentezin
oluşmasını engellerler. Kemik iliği ve barsak mukozası epiteli üzerine
toksik etkilidirler¹¶⁻¹·.
2.6.3. Doğal Ürünler (Bitkisel Kaynaklı İlaçlar)
Antimitotik
ilaçlar:
Vinko
alkaloidleri:
Vinkristin
sülfat
(oncovin); MOPP diye bilinen ve ilerlemiş Hodgkin hastalığında ilk
seçenek olan kombinasyonun parçasıdır. Hodgkin dışı lenfomalar, burkitt
lenfoması, akut myolositer lösemi, kronik lenfositer lösemi, meme
kanserleri gibi durumlarda kullanılabilir¹·. Hafif de olsa kemik iliği
67
depresyonu yapar, periferik nöropati, somatik, duyusal, motor ve otonom
nöronları bozar.
Vinblastin sülfat (velbe); Seminoma dışı testis kanserlerinde
sisplatin ve bleomisin ile kombine olarak en çok kullanılan ilaçtır. İlerlemiş
hodgkin hastalığında da en çok kullanılan kombinasyonun bir parçasıdır.
Vindesin sülfat (eldisine), vinorelbin, podofilotoksin; Mitoz
zehirlerindendir.
Lokal
solüsyonları
cilt
kanserleri
ve
kondiloma
akkuminata‟ nın tedavisinde kullanılır. Etki mekanizması aydınlatılmamış
olmakla birlikte, küçük hücreli akciğer kanserine karşı en etkin ilaçlardan
birisidir.
Taksanlar
(paklitaksel,
dosetaksel),
etopozid
(VP-16),
tenipozid, kamptotesin analogları (topotekan, irinotekan) temel hedefi
nükleer enzim topoizomeraz I olan potent bir sitotoksik ajandırµ′¹¶⁻¹·.
Hücre siklusuna özel ajanlardır. Biyolojik etkisi α–tübüline
bağlanabilmesi ve β–tübülin içeren mikrotübüllerin polimerizasyonlarının
engellenmesi ile açıklanır. Vinko alkoloidleri ile hücreler entübe edildikten
sonra mikrotübüller dağılır ve her mol tübülinin 1 mol bağlı vinko alkoloidi
içerdiği yüksek oranda düzenli kristal biçimlere dönüşürler¸. Öncül etkileri,
mitozun metafaz döneminde, mikrotübüllerden oluşan mitoz iğciklerinin
oluşumunu engellemektir. mikrotübüllerin yapıtaşı olan tübülin molekülüne
bağlanarak onları çöktürürler ve mikrotübülleri oluşturmak üzere bir araya
gelmelerini bozarlar. Hücre bölünmesi metafazda durur. Mitotik iplikler
intakt değilse kromozom çiftleri hücre bölünmesi safhası boyunca
dizilmezler. Tüm sitoplazma (patlayıcı mitoz) boyunca dağılırlar ya da
aşılmadık şekilde küre veya yıldız şeklinde kümeler oluştururlar. Mitozda
duran hücrelerde apoptozun karakteristik değişiklikleri oluşur. Sonuçta
68
hücre bölünmesinin metafazda durmasına, hücrenin ölümüne neden
olurlar. Bu nedenle M dönemine özgü ilaçlardır. Ana hücreden iki yavru
hücre oluşmasını engellerler¸.
Bunlara mitoz zehirleri, metefaz zehirleri veya iğcik zehirlerde
denilir.
DNA
sentezini
veya
yapısını
bozmazlar.
Nöronların
mikrotübüllerinin oluşmasını da bozduklarından nörotoksik etkileri vardır.
teratojeniktirler¶µ. Solid tümörler, lenfoma, pediyatrik lösemiler, büyük
hücreli non-Hodgkin lenfoma, hodgkin, Wilms tümörü, nöroblastom ve
rabdomiyosarkom, mesane ve testis kanseri gibi kanserlerde kullanılırlar¹¶.
Sitotoksik Antibiyotikler: antrasiklin türevleri (daktinomisin
(daktinomisin D), dauronubisin; Yalnızca akut myelojen lösemilerin
tedavisinde kullanılır. Doz kısıtlamasına neden olan istenmeyen etkisi
kemik iliği depresyonudur. İleri derecede irritan bir maddedir.
Doksorubisin; son derece geniş spektrumlu bir antineoplastik
ilaçtır. Toksik bir bileşiktir. Hodgkin ve non-hodgkin lenfomalarda, akut
lenfositik ve myelojen lösemide, meme, mide, akciğer, mesane, prostat,
over, endometriyum, serviks, testis, pankreas, tiroid, baş ve boyun
kanserlerinde kullanılır,
Epirubisin,
idarubisin,
mitoksantron
ve
aklarubisin,
mitoksantron (mitozantron) ve ayrıca bleomisin sülfat. Bleomisin sülfat
birden fazla antibiyotiğin karışımı, geniş spektrumlu bir antineoplastik
ilaçtır. Serbest radikaller oluşturarak DNA zincirinde kırılmalara neden olur.
G2 dönemine özgü bir ilaçtır. RNA, DNA ve protein sentezini etkilerler¶µ.
Hodgkin ve diğer tür lenfomalarda, cilt ve testis tümörlerinde, mesane,
serviks,
baş-boyun
kanserlerinde
kombinasyon
şeklinde
kullanılır.
Akciğerde pnömoni oluşturur. Lezyon geliştiğini anlayabilmek için ilacın
69
kullanıldığı dönemde akciğer filmi çekilmelidir. Tedavide glukokortikoidler
kullanılır.
Plikamisin (mitramisin), mitomisin (mutamycin) ve adriamisin
DNA replikasyonunu bozar ve ayrıca epipodofilotoksinler; etoposid,
teniposidµ.
Enzimler: L- Asparjinaz: Asparajinin, aspartik asit ve
amonyağa hidrolizini katalize eden bir enzimdir. Vücuttaki asparajin
stoklarını tüketir, tümör hücreleri yok edilir. Çünkü bazı tür lösemilerde
asparajin sentetaz azaldığı için bu tip malign hücreler varlıklarını
sürdürebilmek için asparajini dolaşımdan almak zorundadırlar. Bazı tür
lösemilerde maling hücrelerde askarbik asidi asparjine dönüştüren
asparajin sentaz enzimi azaldığından, bu tür hücreler canlılıklarını
korumak için gerekli asparajini kandan almak zorundadırlar. Dışarıdan
alınan
plazma
dönüştürülerek
asparajini
ortadan
bu
kaldırılır.
enzim
tarafından
Sonuçta
askorbik
yaşamları
için
aside
kandaki
asparajine bağımlı olan tümör hücreleri yok edilmiş olur. Asparajin tümör
hücrelerine protein (dolayısıyla enzim) sentezi için gereklidir. Hücre içinde
asparajin yokluğunda protein sentezi ve dolayısıyla DNA ve RNA sentezi
yapılamaz. G1 döneminde etkili döneme özgü bir ilaçtır. Yalnızca akut
lenfositik lösemi tedavisinde kullanılır. Kemik iliği depresyonu yapmaz¹¶⁻¹·.
2.6.4. Diğer Antineoplastik İlaçlar
Hidroksiüre
(hidroksikarbamid):
DNA
sentezinin
ön
basamağında rol oynayan ribonükleozid redükdaz enzimini inhibe ederek
dezoksinükleotid oluşumunu engeller S dönemine özgü bir ilaçtır¶µ.
70
Amsakrin (amsidy): DNA sentezini inhibe ederek sitotoksik
etki yapar, döneme özgü olmayan bir ilaçtır.
Altretamin, pentostatin (2- dezoksikoformisin): Adenozin
deaminazın güçlü bir inhibitörü olan bir nükleozid analogudur. Pürin
metabolizmasındaki bu enzim bütün lenfoid hücrelerinde özellikle T
hücrelerinde bulunur. Enzimin inhibisyonu sonucu tümör hücrelerinde
biriken dezoksi-adenozin trifosfat (dATP) hücre proliferasyonunu inhibe
eder¹¶.
İzotretinoin (13-sis-retinoik asit), topoizomeraz I inhibitörleri
(irinotekan): DNA replikasyonunda rol oynayan topoizomeraz I enzimini
inhibe ederek sitotoksik etki yapar.
Farklılaştırıcı ajanlar: retinoidler (tretinoidler), arsenik trioksit
(ATO)
Protein tirozin kinaz inhibitörleri (Şekil 9):
İmatinib; ABL ve onun aktif türevleri v-ABL, BCR-ABL ve
EVT6-ABL‟ e karşı inhibitör etkilidir.
Gefitinib; EGFR tirozin kinazın özgün inhibitörüdür, ATP
bağlanmasını kompetitif olarak inhibe eder, erlotinib; insan HER1/EGFR
tirozin kinaz inhibitörüdür¸.
71
ġekil 9: Tirozin kinaz reseptörünün druggable (küçük moleküllü ilaç tarafından
hedeflenen bir genomun bir parçasının yeteneğinin tanımlanması) aktiviteleri (8’
den TürçeleĢtirilmiĢtir)⁸.
Talidomid: NF-kB aktivitesi üzerine inhibitör etkisi, onun
dekzametazon ve diğer sitotoksik kemoterapötiklerle kombine edildiğinde
niçin sinerjistik antitümöral yanıt alındığını açıklar¸.
Estramustin: estramustin (EMCYT); Normustine (nornitrojen
mustard, metilen grupsuz azotlu hardal) karbamat bağı ile bağlı
östradiolden oluşan bir bileşiktir. β-tübülin ve mikrotübül ilişkili proteinlere
bağlanarak mikrotübüllerin ayrılmasına ve antimitotik etkiye yol açar¸.
72
Bertezomib (VELCADE): proteozom inhibisyonuyla hücre
içinde çok sayıda hücre kaskadını bozar ve sıklıkla hücre ölümüne yol
açar.
Zoledronik Asit: kemik matriks-degratasyon proteinazları ile
prostat ve meme kanser hücrelerinde tümör hücresinin invazyonunu
engelleyebildikleri için kemik metastazları ve multipl myolomada antitümör
etkilidir.
Mitotan (o.p‟-DDD): Adrenakortikal hücrelerine DDD‟ nin o.p‟
izomeri varlığında belirgin şekilde hasar verir.
Biyolojik yanıt düzenleyicileri:
İnterlökin-2
(IL-2,
aldeslökin,
prolökin):
IL-2
doğrudan
sitotoksik değildir; tümör hücreleri için T-hücrelerinin sitolitik yanıtını etkiler.
Monoklonal antikorlar: Kanser hücreleri çok çeşitli antijenler
üretirler ve monoklonal antikor tabanlı tedavi için önemli hedefler
oluştururlarµ.
Çıplak monoklonal antikorlar:
Rituksimab
(RITUXAN),
CD20
B-
hücre
antijenlerini
hedefleyen bir kimerik monoklonal antikordur. CD20‟ye monoklonal
antikorların bağlanması transmembran sinyaller üretir, otofosforilizasyona,
serin/ tirozin protein kinaz aktivasyonuna, c-myc onkojen ve MHC-II
artışına yol açar¹¶.
73
Alemtuzumab
(CAMPATH)
humanize,
CD52
antijenini
hedefleyen monoklonal antikordur. Antikora bağımlı hücresel sitotoksite
(ADCC) ile tümör hücresi ölümüne yol açarµ′¸.
Trastuzumab (HERCEPTIN), HER2 /neu‟ ye (ErbB-2) karşı
EGFR‟
leri
ailesinden
olan
monoklonal
antikordur.
HER2
/neu
glikoproteinin internal bölgesi sonraki yolakları tetiklemek için tirozin kinaz
kodlar ve metastatik potansiyeli arttırır, apoptozu inhibe eder. HER2 /neu
aşırı regülasyonu hücre proliferasyonunu, p27 indüksiyonu, siklinD1
redüksiyonu ve antianjiogenetik etkileriyle inhibe eder¹².
Setuksimab (ERBITUX), EFDR (aynı zamanda ERBB1 YA
DA HER1) tanıyan kimerik monoklonal antikordur. EGF bağlanmasını
inhibe ettiği ve proanjiogenetik faktörler ve apotoza yol açmayı engellediği
bilinmektedir¹².
(AVASTİN),
Bevasizumab
VEGF‟
ne
arşı
humanize
monoklonal antikordur. VEGF1 ve VEGF2 arasındaki ilişkiyi bozar¸. VEGF
vasküler
proliferasyon
ve
permeabiliteyi
düzenleyen,
yeni
kan
damarlarının apoptozunu inhibe eden anjiogenetik büyüme faktörüdürµ.
Monoklonal antikorlar- sitotoksik konjugatlar:
Gemtuzumab
ozogamizin
(MYLOTARG),
CD33‟e
karşı
humanize monoklonal antikorla yarı sentetik kalikeamisin türevidir. CD33
antijeninin monoklonal antikorla çapraz bağlanması normal ve miyeloid
lösemi hücre proliferasyonunu inhibe eder¹¶.
Radyoimmün-konjugatlar: (radyoaktif parçacıkların antikorlar
sayesinde
hedeflenmiş
tümör
hücrelerine
dağıtılmasını
sağlar.)
74
Radyoizotoplar radyoaktif fosfor (32P), radyoaktif iyod (131I), radyoaktif
altın (198Au)
İmmünotoksin: denilökin diftitoks (ONTAK); IL-2 genetik
rekombinasyondan ve difteri toksinin katalitik olarak aktif parçacığından
oluşmaktadır. Yüksek afiniteli IL-2R‟lerin doku ekspresyonlarının sınırlı
olması, kanser tedavisinde onları cazip kılar¹¶.
Koloni stimulan faktörler: Rekombinant büyüme faktörlerinin
bulunulabilirliği, eritrositler için (eritropoetin), granülositler için (granülosit
koloni stimüle edici faktör) ve granülosit ve makrofajlar için (granülositmakrofaj koloni stimüle edici faktör) kombinasyon tedavisinde ya da
yüksek doz tedavide kullanılmasını büyük olanak sağlar¸⁻¹¶.
2.6.5. Hormonlar ve Hormon Antagonistleri
Bazı malign tümörler, hücrelerinin proliferasyonu bir hormon
tarafından baskı altında tutulan dokulardan kaynaklanır. Bu durumda
antineoplastik ilaç olarak inhibe edici hormon veya benzeri kullanılır. İkinci
bir tümör grubu stimüle edilen dokulardan kaynaklanır. Bu durumda da 1)
tümörün duyarlı olduğu hormonu salgılayan endokrin organ cerrahi olarak
çıkarılır veya X- ışınları ile radyoterapi uygulanır. 2) primer tümör
hücrelerdeki veya metastazlardaki reseptörlerini bloke eden kompetitif
antagonistleri veya parsiyel antagonistleri ile palyatif tedavi yapılır. 3)
tümörlü dokuyu stimüle eden hormonu salgılayan ön hipofiz hücrelerinde
desensitizasyonla blok yapan ilaçlar uygulanır¸⁻¹¶.
Hormon veya hormon antagonisti antineoplastik ilaçlar
sitotoksik etki değil, sitostatik (çoğalmayı baskılayıcı) etki yaparlar. Diğer
tip antineoplastik ilaçlarla bunlar arasında çapraz rezistans ilişkisi yoktur.
75
Tümör ortamını değiştirerek büyüme ve çoğalmayı engellerler, protein
sentezini bloke ederler¸⁻¹¶. Östrojenler, kortikosteroidler, glukokortikoidler,
progesteronlar,
Östrojen ve androjenler; prostat kanserinde androjen-kontrol
tedavisi, östrojen ve androjenlerin meme kanserinde kullanımı,
Anti östrojen tedavi: seçici östrojen reseptör modülatörleri
(SERM) ve toremifen,
Seçici östrojen-reseptör aşağı düzenleyicileri: fulvestran,
Aramotaz
inhibitörleri:
birinci
kuşak
(aminoglutemid
(CYTADREN; AG)) ve ikinci kuşak (formestan) aromatoz inhibitörleri:
üçüncü kuşak aromatoz inhibitörleri: anastrozol, letrazol, eksemestan;
prostat kanserinde kullanılır.
Antiöstrojen
agonistleri
ve
tedavi:
antagonistleri,
gonodotropin-salıverici
androjen
reseptör
hormon
blokörleri¸⁻¹¶.
76
ġekil 10: Neoplastik hastalıklar da kullanılan bazı kemoterapatik ajanların
mekanizma ve etki yerleri (11’ den TürçeleĢtirilmiĢtir)¹¹.
77
2.7. Kanser Tedavisinde Kullanılan Ġlaçlarının Olası Yan ve Toksik
Etkileri
Kullanımdaki ilaçlar arasında toksisitesi en yüksek olan
ilaçlardır. Fakat kanser gibi terminal dönemi son derece sıkıntılı olabilen
ölümcül bir hastalık grubunun tedavisinde kullanılmaları bu sakıncaları
ikincil konuma getirir. Antineoplastik ilaçların doz- cevap eğrisi genellikle
diktir ve terapötik pencereleri dardır; ayrıca doz-toksik cevap eğrileri de
diktir¸⁻¹¶
Kemik İliği Süpresyonu (Myelotoksisite): Bu ilaçlar, kanın
şekilli elemanlarının sentezlendiği kemik iliğini baskılayıp sistemik toksisite
oluşturabilirler.
Genellikle
tedavi
sonlandırıldığında
baskı
ortadan
kalkmakla birlikte bazı olgularda kemik iliği depresyonu dönüşümsüzdür,
ilik nakli yapılmazsa hastalık ölümle sonlanır. Döneme özgü ilaçlar hızlı
gelişen bir lökopeni (nötropeni) oluşturur. Tedavi sonlandırıldığında
düzelme de oldukça süratli gerçekleşir. Ancak döneme özgü olmayan
ilaçlar yavaş gelişen ve geç düzelen bir kemik iliği depresyonuna neden
olurlar.
Lenfotoksik etki ve immünsüpresyon (immün sistemin
baskılanması): Antineoplastik ilaçlar immün sistemleri baskılayarak
organizmanın hem patojen mikroorganizmalara hem de tümör hücrelerine
karşı olan savunma mekanizmalarını ortadan kaldırır.
Hızlı
çoğalan
diğer
normal
hücrelerin
inhibisyonu:
Antineoplastik ilaçlar, çoğalma hızı yüksek olan yapıları baskılar ve çeşitli
enfeksiyonların oluşmasına neden olurlar. Örneğin GİS‟ de ülserasyonlar,
stomatit ve mukoza iltihapları oluşur. Erkeklerde spermatogenezi,
kadınlarda oogenezi ve her iki sekste seks hormonu üretimini bozarlar.
78
Prolifere olan normal dokulara toksik etki (mukozit, alopesi, kısırlık,
empotans, myelotoksisite)
Embriyotoksik ve Teratojenik Etki: Antineoplastik ilaçların
hemen hepsi güçlü teratojenik ilaçlardır. Deformiteli bebek doğmasına ya
da düşüklere neden olur.
Karsinojenik Etki ve Mutajenik Etki Karsinojenite (ikincil
kanser gelişmesi)
Bulantı ve kusma (emezis): Bulantı ve kusma en sık görülen
istenmeyen
etkileridir.
GIS‟
in
enterokromofin
yapılı
hücrelerinde
sentezlenen serotoninin, abdominal vagal afferent sinir ucundaki 5-HT3
reseptörleri aracılığıyla beyin sapındaki CTZ‟ u uyararak etkili olurlar
(Resim 1).
Alerjik reaksiyonlar: Ürtiker, anjiyo nörotik ödem, anafilaksi
Lokal reaksiyonlar, hiperürisemi, nefrotoksisite, kardiyak
toksisite- kardiyomyopati, hepatotoksisite, periferik nörotoksisite, santral
nörotoksisite, akciğer toksisitesi, myelotoksisite (nötropeni, trombositopeni,
nötropenik ateş), tümör lizis sendromu, hemofilik anemi diğer yan ekilerdir.
Ruhsal değişiklikler, ağrı, yorgunluk, iştahsızlık, nefes darlığı,
ciltte ve tırnaklarda değişiklikler, alopesi, ağızda yara, ellerde uyuşma gibi
yan etkilere de yol açar¸⁻¹¶.
79
Resim 1: Kanser ilaçlarının baĢlıca yan etkileri (16’ den uyarlanmıĢtır)¹⁶.
2.2. Pirazol Türevleri ve Antikanser Aktivite
Pirazol
ümit
verici
antikanser
etkiler
sergilemiştir
ve
1960‟larda insanlarda bir antitümör maddesi olarak Faz 1 çalışmalarında
değerlendirilmiş; fakat günlük 0.15 mmol/kg dozda bile, hepatotoksisite
belirtilerinin gelişiminden dolayı insan kullanımı için aşırı toksik olduğu
tespit
edilmiştir².
Karboksamidopirazol
Bu
toksisitenin
ve
üstesinden
1-Tiokarbamolpirazol
gelmek
için,
sentezlenmiş
1ve
hayvanlarla yapılan deneylerde önemli antikanser etkiler sergilemiştir.
Fakat bunlar klinik değerlendirmeleri geçememiştir. Daha iyi bir antitümör
tedavisi arayışıyla birçok pirazol türevi sentezlenmiş ve yıllarca test
edilmiştir, bu güçlü farmakofor kullanımı oldukça popülerdir²´¹¹⁻¹⁰⁰.
Son on yıl içinde, siklin bağımlı kinaz inhibisyonu ile birçok
pirazol türevinin etkili antikanser aktiviteye sahip olduğu tespit edilmiştir.
(CDKs). CDK‟ lar büyük protein kinaz ailesinin üyeleridir ve ökaryotik hücre
döngüsü
düzenlemesinden
sorumludurlar;
kanser
tedavisinde
80
kullanılmaları
için
üzerinde
yoğun
çalışmalar
yapılmaktadır.
1-
Karboksamidopirazol modeline dayalı olarak, Aurora kinaz aktiviteyi
engelleyerek
antiproliferatif
etkiler
gösteren
dizi
pirazol
türevleri
bulunmuştur. Bazı pirazol amit türevlerinin antikanser etkilerine, Ras-Net
yolu ve mikrotübül depolimerizasyonun inhibisyonu aracılık etmektedir²′¹⁰¹.
Ulusal
Kanser
Enstitüsü
tarama
protokolüne
göre,
sentezlenmiş pirazol türevi bileşikler 60 hücresel panel üzerindeki
antiproliferatif etkileri açısından laboratuvar ortamında değerlendirilmiştir.
Test edilmiş 12 birleşikten üçü orta derecede antitümör aktivite
göstermiştir, bunlardan biri beş dozluk deneme için seçilmiş ve -5.75‟e
kadar IC50 sergilemiştir².
2.3. Kinolin ve Kinolin Analoglarının Anti Kanser Etkisi
Kinolin (1-azanaftalin)
iki bitişik karbon atomunda piridine
kaynaşmış bir benzen halkası içeren çift-halkalı bir yapı tarafından
şekillenmiş heterosiklik bir nitrojen bileşiğidir. Kinolin bileşikleri yaygın bir
şekilde, özellikle antimalaryal ve antimikrobiyal aktiviteler olmak üzere tıbbi
faydaları olan sentez moleküllerinin “parental” bileşikleri olarak kullanılır.
Belli kinolin bazlı bileşikler ayrıca etkin antikanser karşıtı aktivite de
gösterirler. Kinolin ve analoglarının son zamanlarda tirozin kinazları,
proteozom sistemini, tubulin polimerizasyonunu ve DNA onarımını inhibe
ettiği gösterilmiştir¹′³′´′¹⁰²⁻¹⁰¶.
Ayrıca
bazı
kinolin
türevlerinin
kanser
gelişimi
ve
çoğalmasında önemli işleve sahip olduğu bilinen farklı enzim ve reseptör
sistemleri üzerinde etkili oldukları gösterilmiştir. Bunlar arasında EDGR
inhibisyonu, MAPK inhibisyonu, ALK₅ inhibisyonu ve trombosite bağlı
büyüme faktörü (PDGF) inhibisyonu yer almaktadır³′´′¹⁰´⁻¹⁰¶.
81
3. GEREÇ VE YÖNTEM
3.1. Gereç
3.1.1. Kullanılan Kimyasal Maddeler
PBS (Gibco)
Fetal Sığır Serum Gold (PAA)
Penisilin-Streptomisin (Gibco)
RPMI–1640 hücre besi yeri ortamı
DMEM hücre besi yeri ortamı (Biological Industries 01–053–1A)
Tripsin EDTA (Sigma T4049)
DMSO (Merck)
3.1.2. Kullanılan Aletler
Hassas terazi (Shimadzu)
Mikropipet (Eppendorf Research)
Vortex (Firlabo)
Santrifüj (Nüve)
82
Su banyosu (Nüve)
CO2 Etüvü (Sanyo)
Laminar Akımlı Kabin
Faz Kontrast- Floresan Mikroskop (Leica)
Mikroskop Kamerası (Leica DFC 420C)
xCELLingence RTCA DP (Roche)
E-plate (Roche)
3.1.3. Kullanılan Çözeltilerin Hazırlanışı
PBS (Gibco 70011- 036 10x): PBS 10X +40C‟ de buzdolabında bulunur.
PBS 10X:
a) 15,6 g monobasik NaH₂PO₄2H₂O 400ml‟ de iyonize suda çözülür. Daha
sonra çözelti 500 ml‟ ye tamamlanır.
b) 35,8 g Na₂HPO₄12H₂O 400ml‟ de iyonize suda çözülür. Daha sonra
500ml‟ ye tamamlanır.
c) 500ml Na₂HPO₄12H₂O (dibazik) çözeltisinin pH‟ sı NaH₂PO₄2H₂O
(monobazik) çözeltisi ile 7,4‟ e ayarlanır. (monobazik ‹100ml)
83
d) pH‟ sı 7,4 olan 500 ml çözelti içine 90 g NaCI içeren 500 ml çözelti ilave
edilir ve karıştırılır.
PBS 1X:
PBS 10x
100 ml
Steril distile H20
900 ml
Çözelti laminar akımlı kabin içinde 0,2 μm filtreden geçirilip,
falkonlara bölünür ve +40C‟ de saklanır.
Full Besiyeri (Tam medyum):
Penicilline-streptomycine
1 ml (10.000/10.000)
FCS/FBS
10 ml
Tüm bu miktarlar steril flaska konur üzerine 100 ml‟ ye
tamamlanacak kadar DMEM / RPMI eklenir, 1 haftaya kadar +4 °C‟ de
saklanabilir.
3.2. Yöntem
3.2.1. HeLa An/1 Hücrelerinin Kültürü ve Anti Kanser Aktivite Tayini
Bu tez kapsamındaki çalışmalarda insan serviks kanserine
özgün HeLa/An 1 hücre hatları kullanılmıştır. Hücreler, Ankara Şap
84
Enstitüsü
Hücre
Kültürü
Kolleksiyonu‟ndan
(HÜKÜK)
tarafından
sağlanmıştır.
Hücreler %10 FBS içeren DMEM ortamında %5 CO₂ , %95
O₂ içeren 37°C‟ de inkübe edilmiştir. Deney sırasında hücre proliferasyonu
ve ilaçların olası anti kanser aktivitelerinin belirlenebilmesi için hücreler
xCELLingence RTCA–DP cihazının E-plakalarına 10000 hücre/200 μl
olacak şekilde ekilmişlerdir. 16 saat hücrelerin E-plakalara yapışması
beklendikten
sonra,
sentezlenmiş
olan
bileşikler
uygun
konsantrasyonlarında uygulanmış ve 96 saate kadar gerçek zamanlı
olarak kimyasalların hücre proliferasyonu üzerindeki etkileri takip edilmiştir.
„Cell index’ (hücre indeksi) değerlerindeki artış hücre proliferasyonundaki
artışı, bu değerlerdeki düşüş ise hücre çoğalmasının inhibisyonu ve/veya
hücre ölümünün göstergesi olarak sitotoksik aktivite değerlendirilmiştir.
3.2.2. Faz Kontrast Mikroskobi
T25
flasklara
ekilen
hücreler,
ekilen
alanı
%70‟
ini
kapladıktan sonra flasklara ilaç uygulanmıstır. İlaç inkübasyon süresinden
sonra (16. saatten sonra) hücrelerin morfolojileri incelenmiş ve en az 3
farklı alanda faz kontrastta fotoğrafları çekilmistir.
3.2.3. IC₅₀ Analizi
Exp 65‟ e ait IC₅₀ değerinin hesaplanabilmesi için, öncelikle
bu bileşik hücrelere konsantrasyon bağımlı (3-100 μM) olarak uygulanmış
ve xCELLingence RTCA-DP sistemi ile hücre proliferasyonu gerçek
zamanlı
olarak
takip
edilmiştir.
Elde
edilen
zaman-hücre
indeks
grafiklerinin eğri altında kalan alanlarından yararlanarak IC₅₀ değeri,
xCELLingence RTCA-DP sisteminin yazılımı tarafından otomatik olarak
85
hesaplanmıştır. Sistem IC₅₀ değerini hesaplarken aşağıdaki eşitliği
kullanmıştır.
Sigmoidal doz- cevap = Alt + (Üst- Alt) / (1 + 10(log IC₅₀-x) )
86
4. BULGULAR
4.1. Pirazol Türevi BileĢiklerin Sentezi
Bu tez kapsamındaki çalışmalarda kullanılan ve Gazi
Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Farmasötik Kimya Anabilim Dalı‟ nda
sentezlenmiş olan pirazol türevi, özgün Exp 54, Exp 56, Exp 57 ve Exp 65
kodlu kimyasalların yapıları ve sentez basamakları şekil 10‟ da
gösterilmiştir.
4.2. Pirazol Türevi BileĢiklerin HeLa An/1 Hücrelerinin Proliferasyonu
Üzerindeki Etkileri
Sentezlenmiş olan pirazol türevi bileşiklerden Exp 54, Exp
56, Exp 57 ve Exp 65‟ in kanser hücreleri üzerinde sitotoksik etki gösterip
göstermedikleri HeLa An/1 hücre hatlarında değerlendirilmiştir. Grafik 1‟de
görüldüğü gibi Exp 54, Exp 56 ve Exp 57 HeLa An/1 hücre proliferasyonu
üzerinde herhangi bir etki oluşturmamıştır. Diğer taraftan Exp 65
uygulandıkdan hemen sonra hücre indeksi değerlerinden de anlaşıldığı
gibi hem hücre proliferasyonunu önlemiş hem de hücre ölümüne neden
olmuştur.
4.3. Pirazol Türevi BileĢiklerin HeLa An/1 Hücrelerinin Morfolojisi ve
Hücre Tutunması Üzerindeki Etkileri
Sentezlenen
bileşiklerin
kanser
hücre
morfolojisinde
oluşturabilecekleri değişikliklerin değerlendirilmesi amacıyla kültüre HeLa
An/1 hücrelerine Exp 54, Exp 56, Exp 57 ve Exp 65 bileşikleri uygulanmış
ve 16 saat sonra faz-kontrast mikrokobisi kullanılarak hücre morfolojisi
değerlendirilmiştir.
87
ġekil 11: ÇalıĢmada kullanılan özgün pirazol türevlerinin kimyasal yapıları ve
kodları.
88
Grafik 1: HeLa An/1 hücre hatlarında sentezlenen pirazol türevi bileĢilerin sitotoksik
aktivititelerinin değerlendirilmesi. (Kontrol [etoh: DMSO (8:2)] Exp65, Exp 54, Exp
56, Exp 57. (100 μM) (n=3).
Faz- kontrast miroskobik bulgularımız Exp 54, Exp 56, Exp
57‟ nin HeLa An/1 hücre morfolojisinde kontrol hücrelerle kıyaslandığında
herhangi bir değişiklik oluşturmadığını göstermektedir. Diğer taraftan Exp
65‟ in uygulandığı hücrelerin faz-kontrast mikroskobik görüntüleri resim 2‟
de
incelendiğinde
hücrelerin
birbirlerinden
ayrıldığı,
hücre-hücre
bağlantılarının koptuğu gözlenmiş ve büzülmüş küresel yapıdaki hücreler
belirlenmiştir. Bu morfolojik yapı ölü hücrelere ait genel morfolojik
görüntülerle örtüşmektedir. Bu bulgular exp 65‟ in HeLa An/1 hücre
hatlarında önemli oranda sitotoksik etki oluşturduğunu göstermektedir.
89
Resim 2: Sentezlenen pirazol türevi bileĢiklerin HeLa An/1 hücrelerinin morfolojisinde oluĢturduğu
değiĢikliklerin faz-kontrast miroskobik fotoğrafları (n=3)
90
Grafik 2: Exp 65 ’in HeLa An/1 hücre dizilerinde konsantrasyon bağımlı sitotoksik
etkileri (Kontrol [etoh+DMSO (8:2)], 1, 3, 10, 30, 100 μM (EXP 65) (n=3).
4.4. Exp 65’ in Konsantrasyon Bağımlı Sitotoksik Etkileri
Sitotoksisite deneylerinde güçlü aktivite gösterdiği belirlenen
Exp 65‟ in IC₅₀ değerinin belirlenmesi amacıyla HeLa An /1 hücre dizilerine
konsantrasyon bağımlı olarak (3-100 μM) Exp 65 uygulanmış ve bu
bileşiğin cell indexinde oluşturduğu değişiklikler takip edilmiştir. Grafik 2‟
de de görüldüğü üzere Exp 65 konsantrasyon bağımlı olarak HeLa An/1
hücre hatlarında normalize hücre indeksinin azalmasıyla karakterize
sitotoksik etkiler oluşturmuştur.
Exp 65‟ in IC₅₀‟ si, grafik 2‟ deki eğrilerin yardımıyla
hesaplanmış ve bu değer 8.729 ± 1.361 µM olarak bulunmuştur.
91
.
Grafik 3: Exp 65’ in HeLa An/1 hücre dizileri için konsantrasyon-cevap eğrisi (n=3)
92
5. TARTIġMA
Kanser, yoğun çalışmalara ve büyük araştırma yatırımlarına
rağmen günümüzde halen, henüz çare bulunamamış önemli bir sağlık
sorunudur ve tedavi için yeni ilaç geliştirme çalışmaları hızla devam
etmektedir.
Kanser hücrelerine ait en önemli iki özellik kontrolsüz hücre
çoğalması ve invazyondur. Bu hastalığın tedavisindeki temel farmakolojik
yaklaşım da bu iki durumun önlenmesine yönelik stratejileri içermektedir.
Ancak
kanser
hücrelerinin
normal
insan
hücrelerinden
farklılıklar
içermesine rağmen genel özelliklerinin benzeşim göstermesi spesifik
tedavilerin geliştirilmesinde önemli bir engel oluşturmaktadır. Bu nedenle
kanser hücrelerinde bulunan ancak normal hücrelerde bulunmayan veya
çok az sayıda bulunan yeni hedef moleküller belirlenmeye çalışılmaktadır.
Kanser tedavisinde yeni ilaç geliştirilmesi için bu spesifik hedeflere yönelik
ilaç tasarımları geliştirilirken, etkin olabilecek kimyasallar ve çeşitli bitkisel
kökenli maddelerin sitotoksik aktivite yönünden taranması da halen yaygın
olarak kullanılmaktadır. Bu tez kapsamındaki çalışmalarda da, literatürde
kanser hücrelerine karşı sitotoksik aktivite gösterdiği bilinen pirazol ve
kinolin yapısı içeren yeni sentezlenmiş özgün bileşiklerin olası sitotoksik
aktiviteleri HeLa An /1 hücre dizilerinde değerlendirilmiştir. İncelenen
bileşiklerden Exp 65 kodlu bileşiğin güçlü sitotoksik etki gösterdiği ve bu
bileşiğe ait IC₅₀ değerinin 8.729 ± 1.361µM olduğu belirlenmiştir.
Bulgularımız Exp 65‟ e ait kimyasal yapının bir öncü bileşik olarak
değerlendirilebileceğini ve bu yapı temel alınarak yeni ve daha aktif
bileşiklerin sentezlenebileceğini ima etmektedir.
Bu tez kapsamındaki çalışmalarımızda Exp 65‟ in sitotoksik
etki mekanizmasına ait inceleme yapılmamıştır. Literatür bilgileri pirazol
türevi bileşiklerin hücre siklusunda önemli işlev gören siklin- bağımlı kinaz
(CDK)‟ ların inhibisyonu ile antikanser aktivite gösterdiklerine işaret
93
etmektedir². Diğer taraftan kinolin yapısına sahip bileşiklerin, tirozin kinaz
proteozom sistemini, tübülin polimerizasyonunu ve DNA onarımını inhibe
ederek sitotosik etki gösterdikleri belirlenmiştir³⁻´.
Bu bulgular Exp 65‟ in de olası olarak bu mekanizmalar
yoluyla sitotoksik etki oluşturabileceğini düşündürmektedir. Ancak hem
daha
etkin
bileşiklerin
mekanizmalarının
geliştirilmesi
ortaya
konabilmesi
hem
için
de
bunlara
kapsamlı
ait
etki
çalışmaların
geliştirilmesine ihtiyaç vardır.
94
6. SONUÇ
Bu tez kapsamında özgün pirazol / kinolin yapısı içeren
bileşiklerden 4‟ ü (Exp 54, Exp 56, Exp 57, Exp 65) antikanser aktivite
yönünden taranmış ve bunlardan Exp 65‟ in kanser hücrelerine karşı güçlü
sitotoksik etki ettiği belirlenmiştir. Bu bileşiğin kimyasal yapısından
yararlanarak, benzer yapıya sahip daha etkin ve seçici bileşiklerin
geliştirilebilmesi olasıdır. Bu tez sonucunda elde edilen bulgular daha
sonraki çalışmalarla hem daha aktif bileşiklerin geliştirilebilmesi hem de bu
bileşiklere ait etki mekanizmalarının belirlenmesi için önemli bir basamağı
oluşturmaktadır.
95
7. ÖZET
Bu çalışmada dört farklı pirazol/kinolin türevinin different
(Exp 54, Exp 56, Exp 57 ve Exp 65) olası sitotoksik etkilerini HeLa An/1
hücrelerinde
değerlendirdik.
xCELLigence
RTCA-DP
sistemi
(xCELLigence Gerçek Zamanlı Hücre Analiz Sistemi- İkili Plaka) bu
maddelerin olası sitotoksik özelliklerinin değerlendirilmesi amacıyla
kullanıldı. Bu sistem, hücre çoğalması ve ölümünün sürekli ve işaretleme
olmaksızın takip edilmesine imkan tanımaktadır. Bulgularımız yalnızca Exp
65 ‟in HeLa An/1 hücrelerine karşı güçlü sitotoksik aktiviteye sahip
olduğunu göstermiştir. Bu bileşiğin IC₅₀ değeri 8.729 ± 1.361µM‟ dır.
xCELLigence RTCA-DP sistemi verileriyle uyumlu bir şekilde HeLa An/1
hücrelerinde faz- kontrast mikroskobi bulguları Exp 65‟ in hücre-hücre ve
hücre-zemin kopmasına neden olduğunu göstermiştir. Bulgularımız Exp
65 ‟in daha etkin ve daha seçici anti kanser ilaçların geliştirilebilmesi için
öncü bir bileşik olabileceğine işaret etmektedir.
Anahtar kelimeler: Kinolin, pirazol (dirailpirazol), anti kanser aktivite,
HeLa/An 1
96
8. SUMMARY
In the current work, we evaluated four different (Exp 54, Exp
56, Exp 57 and Exp 65) pyrazole/quinoline derivatives for the possible
cytotoxic effects in HeLa An/1 cells. xCELLingence RTCA-DP system
(xCELLingence Real Time Cell Analyze – Dual Plate System) was used to
evaluate the possible cytotoxic properties of these compounds. This
system enables to follow the continuous label free cell proliferation and
death. Our results showed that only Exp 65 had strong cytotoxic activity
against to HeLa An/1 cells. IC₅₀ value of the compound was 8.729 ±
1.361µM. Consistent with the xCELLigence RTCA-DP data, phase
contrast microscopic findings also showed that Exp 65 induced cell-to-cell
and cell-to-substratum detachment of HeLa cells. Our results indicate that
Exp 65 could be used as a lead compound to develop the more effective
and specific anticancer drugs.
Keywords: Quinoline, pyrazole (diarylpyrazole), anti cancer activity,
HeLa/An 1
97
9. KAYNAKLAR
1. El-Deeb I M, Lee S. Design and synthesis of new potent
anticancer pyrazoles with high FLT3 kinase inhibitory selectivity.
Bioorganic & Medicinal Chemistry. 2010; 18: 3961–3973.
2. Nitulescu G M, Draghici C, Missir A V. Synthesis of new
pyrazole derivatives and their anticancer evaluation. European Journal of
Medicinal Chemistry. 2010; 45: 4914-4919.
3. Solomon V R, Lee H. Quinoline as a privileged scaffold in
cancer drug discovery. Current Med Chem. 2011; 18: 1488-1508.
4. Harris JR, Morrow M, Banadonna G. Cancer of the breast.
In: De Vita VT, Hellman S, Rosenberg SA (eds). Cancer, Principles and
Practice of Oncology. 4th ed. Philadelphia: JB Lippincott C. 1993: 12641332.
5. Robbins KC, Basic Pathology. Çevikbaş U. 5th. The
university of Texas: Saunders WB Company; 1992.
6. Chen SM, Meng LH, Ding J. New microtubule-inhibiting
anticancer agents Expert Opin Investig Drugs. 2010; 19: 329-43.
7. Ringer DP, Schnipper LE. Principles of Cancer Biology. İn:
Lenhard RE, Osteen RT, Gansler T; eds. Clinical Oncology. Atlanta:
American Cancer Society; 2001; 21-35.
8. Schulz WA. Moleculer biology of human cancer. Germany;
Springer Science + Business Media, Inc. 2005.
98
9. Raymond W Ruddon. Cancer Biology, 4. baskı. The
United States of America: Oxford university press Inc; 2007.
10. Alberts B, Johnson A, Lewis J, Raff M, Roberts K, Walter
P. Moleculer biology of the cell. 5. baskı. NewYork-USA: Garland Science
Taylor&Francis Group; 2008.
11. Rang HP, Dale MM, Ritter JM, Flower RJ. Rang and
Dale‟s pharmacology. 6. baskı. Philadelphia: Churchill & Livingstone;
2007.
12. Katzung BG ve ark. Basic and Clinical Pharmacology. 11.
Baskı. McGraw Hill Physiology. Companies; 2009.
13. Jiang WG, et al. Moleculer and cellular basis of cancer
invasion and metastasis: implications for treatment. (An excellent review of
the multiple steps in the metastatic cascade.) Br J Surg. 1994; 81: 1576.
14. Karp JE, Broder S. Molecular foundations of cancer: new
targets for intervention. (An excellent discussion of recent discovenes in
the genetic alteration in cancer, with focus on cyclins, DNA repair genes
and tumor supressor genes.) Nature Med. 1995; 1: 309.
15. Weinberg RA. How cancer aries. (An excellent review on
the moleculer basis of cancer.) Sci Am. 1996; 275: 62.
16. Laurance L, Brrunton, John SL, Keith L, Parker
Goodman&Gilman Tedavinin farmakolojik temeli. Süzer Ö. (çev), 1. basım.
İstanbul: Nobel tıp kitabevleri; 2009.
99
17. Kayaalp, SO, Rasyonel Tedavi Yönünden Tıbbi
Farmakoloji.11. baskı. Ankara: Hacettepe-Taş Yayınları; 2005.
18. Jemal A, Freddie Bray, Melissa MC, Jacques F, Elizabeth
WD, Forman. CA: A Cancer Journal for Clinicians. 2011; 61: 69-90.
19. www.who.int/mediacentre/factsheets/fs297/en/index.html
globocan 2008/ARC2010.(erişim tarihi:16.07.2011).
20. www.who.int/mediacentre/factsheets/fs297/en/index.html
(erişim tarihi:16.07.2011).
21. National Cancer Institute Fact Sheet 5.27, Interpreting
Laboratory Test Results
http://156.40.134.52/cancertopics/factsheet/detection/fs5_32.pdf
(http://www.cancer.gov/cancertopics/factsheet/detection/laboratory-tests).
(erişim tarihi:16.07.2011)
22. http://cancerstaging.blogspot.com/ (erişim
tarihi:16.07.2011)
23. Vermeulen K, Dirk R, Van B and Zwi N. The cell cycle: a
review of regulation, deregulation and therapeutic targets in cancer.
BernemanCell Prolif. 2003; 36: 131–149.
24. McDonald ER III, el Deiry WS. Cell cycle control as a
basis for cancer drug development. Int J Oncol. 2000; 16: 871.
100
25. Tripathy D. McPhee SJ,Lingappa VR,Ganong WF et
al.;eds. Pathophysiology of Disease. Neoplasia. 2nd ed.Connecticut.
Appleton&Lange. 1997: 78-97.
26. Dy GK, Adjei AA. Principles of Chemotherapy. İn:Chang
AE,Ganz PA,Hayes DF et al, eds. Oncology. Springer Science Business
Media. 2006: 14- 40.
27. Rennie J, Rusting R: Making headway against cancer.
(An introduction to a series of excellent articles in yhe same issue written
by leading authorities on the causation, spread and developing therapies
against cancer.) Sci Am. 1996; 215: 56.
28. Fearon, ER & Vogelstein, B A. genetic model for
colorectal tumorigenesis. Cell. 1990; 61: 759–767.
29. Nabel GR, Grunfeld C: Calories lost-another mediator of
cancer cachexia? (An editorial that reviews the potential causes of cancer
cachexia and describes the discovery of a novel mocecule that causes
cachexia in patiens with cancer.) Nature Med. 1996; 2: 397.
30. Stanbridge, EJ & Nowell PC. Origins of human cancer
revisited. Cell. 1990; 63: 867–874.
31. Loeb, LA. Microsatellite instability: marker of a mutator
phenotype in cancer. Cancer Res. 1994; 54: 5059–5063.
32. Steller H: Mechanisms and genes of celluler suicide. (A
basic rewiew of genes that control apoptosis.) Science. 1995; 257: 1445.
101
33. Tabor E: Tumor supressor genes, growth factor genes
and oncogenes in hepatitis B virus-associated hepatocelluler carcinoma.
(A modern view of human tumor antigens.) J Med Virol. 1994; 42: 357.
34. Cordon-Cardo C: Mutahon of cell cycle regulators.
Biological and clinical implications for human neoplasia. Am J Pathol (A
detailed discussion of cyclins and their dysregulation in human cancers).
1995; 147: 545.
35. Ruoslahti E: How cancer spreads. (A brief and lucid
discussion of the mechanisms of tissue invasion and metastates.) Sci Am.
1996; 275: 72.
36. Carmena M, Earnshaw WC. The cellular geography of
aurora kinases. Nat Rev Mol Cell Biol. 2003: 4; 842-54.
37. Golias C, Charalabopoulos A, Charalabopoulos K. Cell
proliferation and cell cycle control: a mini review. Int J Clin Pract. 2004; 58:
1134-41.
38. Cox LS, Lane DP. Tumor suppresssors, kinases and
clamps: how p53 regülates the cell cycle in response to DNA damage.
BioEssays.(A detailed discussion of the role of p53 in the regülation of cell
cycle). 1995; 17: 501.
39. Pamies RJ, Crawford DR. Tumor markers. (A discussion
of tumor markers and their utility in diasnosis and management of
cancers.) An update. Med Clin North Am. 1996; 80: 185.
102
40. Chung D, Rustgi AK. DNA mismatch repair and cancer.
Gastroenterology (A topical discussion of the role of DNA mismatch repair
genes in the origins of cancer.) 1995; 109: 1685.
41. Chang F, et al. Implications of the pS3 tumor-suppressor
gene in clinical oncology. (A succinct reviewof the functions of pS3 gene
and clinical implications of the knowledge about pS3 functions.) J Clin
Oncol. 1995; 13: 1009.
42. Birchmeimer W. E-cadherin as a tumor (invasion)
suppressor gene.(A short discussion of the role of E-cadherin in invasion).
Bio Essays. 1995; 17: 97.
43. Steeg PS. Grain expectations in breast cancers? (A brief
and lucid discussion of BRCA-1 as a candidate growth inhibitory molecule)
Nature Genet. 1996; 12: 223.
44. Herrington CS. Human papillomaviruses and cervical
neoplasia. I. Classsification virology, pathology and epidemiology. (An
excellent overview of the biology of human papilloma viruses and their role
in carcinogenesis.) J. Clin Pathol. 1994; 47: 1066.
45. Wang F, Tian YH, Li L, Chen XF, Hu HH, Li CY, Huang
Q. Inhibitation of Tumor Angiogenesis, Growth and Metastastasis by
Blocking VEGF Paracrine Pathway. Acta Biochimica et Biophysica Sinica.
2002; 34 (2): 165-170.
46. Rak J, Kerbel RS. Basic Fibroblast Growth Factor and
The Complexity of Tumor Angiogenesis. Expert Opin Invest Drugs. 1998;
7: 797-801.
103
47. Risau W. Angiogenic Growth Factor. Prog Growth Factor
Res. 1990; 2: 71-79.
48. Felscher DW. Cancer revoked: oncogenes as therapeutic
targets. Nat Rev Cancer. 2003; 3: 375-379.
49. Sebti SM. Blocked pathways: FTIs shut down oncogenic
signals. Oncologist Suppl. 2003; 3: 30-38.
50. Seedorf K. Intracellular Signaling by Growth Factors.
Metab Clin Exp. 1995; 44: 24-32.
51. Ferrara N. The Role of Vascular Endothelial Growth
Factor in The Regulation of Blood Vessel Growth. In: Tumour
Angiogenesis, Oxford University Press; Oxford. 1997;185-199.
52. Norrby K. Angiogenesis: New Aspects Relating to its
Initiation and control. Apmis. 1997; 105: 417-437.
53. Folkman J. Anti-angiogenesis: New Concept for Therapy
of Solid Tumors. Ann Surg. 1972;175: 409-416.
54. Folkman J. Clinical applications of research on
angiogenesis. (A concise discussion of the basic and clinical aspects of
tumor angiogenesis.) N Engl J Med 1995; 333: 1757.
55. Lobrich M ve Jeggo PA. The impact of a negligent G2/M
checkpoint on genomic. Nat Rev Cancer. 2007; 7: 861-869.
104
56. Wulfkuhle JD, Liotta LA, Petricoin EF. Proteomic
applications for the early detection of cancer. Nat Rev Cancer. 2003; 3:
267-275.
57. Michael C P, Clay MA, Donald CD, Vikas M, Nasir
Shahab MD, James E W. A Lippincott Williams&Wilkins Companion
Handbook to The Chemotherapy Sourcebook. 2. baskı. LWW;1999.
58. Wıllıam C. Contribution of OncoProteomiks to cancer
biomarker discovery. Molecular Cancer. 2007; 6(25): 1-13.
59. Hwang ES, Park KK. Magnolol suppresses metastasis
via inhibition of invasion, migration, and matrix meltalloproteinase -2/-9
activities in PC-3 human prostate carsinoma cells. Nat Rev Cancer. 2010;
74(5): 961-967.
60. Barter JF, Soong SJ, Hatch KD, et al: Diagnosis and
treatment of pulmonary metastases from cervical carcinoma. Gynecol
Oncol. 1990, 38(3): 347-51.
61. Jemal A, Siegel R, Xu J, et al. Cancer statistics. CA
Cancer J Clin. 2010; 60(5): 277-300.
62. Ahmed I. Malignant melanoma. Prognostic indicators.
Mayo Clin Proc. 1997; 72: 356-361.
63. Andrea J. McKinney and Sheri L. Holmen Flaherty KT.
Braf opens the door for therapeutic advances in melanoma. Narrative
review. Ann Intern Med. 2010; 153(9): 587-591.
105
64. Andrea J. McKinney and Sheri L. Holmen Flaherty KT.
Braf opens the door for therapeutic advances in melanoma. Narrative
review. Ann Intern Med. 2010; 153(9): 587-591.
65. Zhao Y, Yinhan Guo, and Xinbin Gu H. Salvianolic Acid B,
a Potential Chemopreventive Agent, for Head and Neck Squamous Cell
Cancer Publishing Corporation. Journal of Oncology Volume. 2011; 1155:
534548.
66. Sipos JA, Mazzaferri EL. Thyroid cancer epidemiology
and prognostic variables. Clin Oncol (R Coll Radiol). 2010; 22: 395–404.
67. Sampson E, Brierley JD, Le LW, Rotstein L, Tsang RW.
Clinical management and outcome of papillary and follicular
(differentiated) thyroid cancer presenting with distant metastasis at
diagnosis. Cancer. 2007; 110: 1451–1456.
68. Lu Ch, Alok Mishra, Yuelin JZ, Paul M and Cheng S.
Global expression profiling reveals gain-of-function oncogenic activity of a
mutated thyroid hormone receptor in thyroid carcinogenesis. Am J Cancer
Res. 2011; 1(2): 168–191.
69. Chow LWC, Joyce LN W, Masakazu T. Celecoxib antiaromatase neoadjuvant (CAAN) trial for locally advanced breast cancer:
preliminary report. Journal of Steroid Biochemistry & Molecular Biology.
2003; 86: 443–447.
70. Goss PE, Anti-aromatase agents in the treatment and
prevention of breast cancer. Cancer Control. 2002; 9: 2–8.
106
71. Lowe JF and Fraze LA. Update on prostate cancer
chemoprevention. Pharmacother. 2006; 26: 353-359.
72. Coleman RE, Hall CL, Kang S, M acdougald OA and
Keller ET. Cancer Treat Rev. J Cell Biochem. 2006; 97: 661-672.
73. Yokoyama Y, Sakamoto T, Sato S, Saito Y. Evaluation of
cytoreductive surgery with pelvic and paraaortic lymphadenectomy and
intermittent cisplatin-based combination chemotherapy for improvement of
long-term survival in ovarian cancer. Eur J Gynaecol Oncol. 1999; 20:
361–366.
74. Barter JF, Soong SJ, Hatch KD, et al. Diagnosis and
treatment of pulmonary metastases from cervical carcinoma. Gynecol
Oncol. 1990; 38(3): 347-51.
75. Kanthan R, Jenna-Lynn B S, Dana D. Pulmonary
lymphangitic carcinomatosis from squamous cell carcinoma of the cervix.
World Journal of Surgical Oncology. 2010; 8: 107.
76. Ann NY, Kelloff GJ, Crowell JA, Steele VE, Lubet RA,
Boone CW, Malone WA, Hawk ET, Lieberman R, Lawrence JA,
Kopelovich L, Ali I, Viner JL, Sigman CC. National Cancer Institute Acad
Sci. Division of Cancer Prevention. 1999; 889: 1-3.
77. Carter SK, Slavik M.Chemotherapy of cancer. Annu. Rev.
Pharmacol, 1974; 14: 157-179.
78. Calabresi P, Welch AD. Chemotherapy of neoplastic
diseases. Annu Rev Med. 1962; 13: 147-202.
107
79. Tuzcu M. Cecil Essentials of Medicine. İstanbul: Talat
Matbaası; 2000;418-432.
80. Dirican B. Radyoterapi Teknikleri (1. ulusal parçacık
hızlandırıcıları ve uygulamaları kongresi). TAEK. Ankara; 2001.
81. Fei P, El-Deiry WS. P53 and radiation responses.
Oncogene. 2003; 22: 5774-5783.
82. Friedman T (ed). The development of human gene
therapy. Cold Spring Harbor Laboratory Press. 1999.
83. Stuhler G, Walden P (eds.) Cancer Immune Therapy:
Current and Future Strategies. Wiley VCH. 2002
84. Rosenberg SA. Progress in human tumour immunology
and immunotherapy. Nature. 2001; 411: 380-384.
85. Templeton NS, Gene therapy: therapeutic mechanisms
and strategies. Marcel Dekker. Lasic DD (eds.) 2000.
86. Nevins J et al. Towards integrated clinico-genomic
models for personalized medicine: combining gene expression signatures
and clinical features in breast cancer outcomes prediction. Hum MolGenet
12. Spec. 2003; 2: 153-157.
87. Waxman DJ, Schwartz PS. Harnessing apoptosis for
improved anticancer gene therapy. Cancer Res. 2003; 63: 8563-8572.
108
88. Calabresi P, Welch A. Chemotherapy of neoplastic
diseases. Annu Rev Med. 1962; 13: 147-202.
89. Pamir A. Kanser Kemoterapisi ve Sitotoksik İlaçlar: Tıbbi
Onkoloji Ed. 1997; 105-116.
90. Randolph VL, Vallejo A, Spiro RH, Shah J, Strong EW,
Huvos AG, Wittes RE. Combination Theraphy of Advanced Head and
Neck Cancer. Cancer. 1978; 41: 460-467.
91. Akgiin H, Balkan A, Bilgin AA, Çalış Ü, Dalkara S,
Erdoğan H, Erol DD, Ertan M, Özkanlı F, Palaska E, Saraç S, Şafak C.
Antikanser İlaçlar. Farmasötik Kimya. 1. Baskı. Ankara: Irmak Matbaası;
2000.
92. Bouck N, Stellmach V, Hsu SC. How Tumors Become
Angiogenic. Adv Cancer Res. 1996; 69: 135-174.
93. Hitchings GH. Rational design of anticancer drugs: here,
imminent or illusive. In Development of Target-Oriented Anticancer Drugs.
Progress in Cancer Research and Theraphy. 1983; 28: 227-238.
94. Eric P. Widmaier, Hershel Raff, Kevin T. Strang, "Vander
et al's Human Physiology: The Mechanisms of Body Function". The
McGraw. Hill Human Physiology. 8.baskı. Companies; 2003
95. Lane DP and Fısher PM. Drug development. Nature.
2004; 6977: 789-790.
109
96. Meijer L, Pondaven P. Cyclic activation of histone H1
kinase during sea urchin egg mitotic divisions. Exp Cell Res. 1988; 174:
116–129.
97. Sherr CJ. Cancer cell cycles. Science. 1996; 274: 1672.
98. Randolph VL, Vallejo A, Spiro RH, Shah J, Strong EW,
Huvos AG, Wittes RE. Combination Theraphy of Advanced Head and
Neck Cancer. Cancer. 1978; 41: 460-467.
99. Bouabdallah I, M‟Barek L A, Zyad A, Ramdani A, Zidane
I, Melhaoui A. New pyrazolic compounds as cytotoxic agents. Nat Prod
Res. 2007; 21: 298-302.
100. Shaharyar M, Abdullah M M, Bakht M A, Majeed J.
Pyrazoline bearing benzimidazoles: search for anticancer agent. Eur J
Med Chem. 2010; 45: 114-119.
101. Wasylyk C, Zheng H, Castell C, Debussche L, Multon
MC, Bohdan Wasylyk. Cancer Res. Inhibition of the Ras-Net (Elk-3)
pathway by a novel pyrazole that affects microtubules. 2008; 68: 12751283.
102. Solomon V R, Lee H. Chloroquine and its analogs: a
new promise of an old drug for effective and safe cancer therapies. Eur. J.
Pharmacol. 2009; 25: 220-233.
103. Engelman JA, Luo J, Cantley LC. The evolution of
phosphatidylinositol 3-kinases as regulators of growth and metabolism.
Nat Rev Genet. 2006; 7: 606-619.
110
104. Auger KR, Serunian LA, Soltoff SP, Libby P, Cantley
LC. PDGF- dependent tyrosine phosphorylation stimulates production of
novel polyphosphoinositides in intact cells. Cell. 1989; 57: 167-175.
105. Cully M, You H, Levine A.J, Mak TW. Beyond PTEN
mutations: The P13K pathway as an integratör of multiple inputs during
tumorigenesis. Nat Rev Cancer. 2006; 6: 184-192.
106. Yarden Y, Sliwkowski MX, Untangling the Erb B
signalling network. Nat Rev Mol CellBiol. 2001; 2: 127-137.
111
10.TEġEKKÜRLER
Yüksek lisans eğitimimde, çalışmalarımın her aşamasında
benden her türlü yardım ve desteği esirgemeyen, yetişmemde büyük
emeği olan tez danışmanım, Prof. Dr. Mustafa Ark’ a saygı ve
teşekkürlerimi sunarım.
Bu çalışmanın gerçekleşmesinde teşvik ediciliği ve
yönlendirmesi ile bana yardımcı olan Prof. Dr. Erden Banoğlu‟ na,
Çalışmalarım sırasında bana destek olan Prof. Dr. Nurettin
Abacıoğlu, Prof. Dr. Fatma Akar, Doç. Dr. Nilüfer N. Turan ve Öğr.
Gör. Dr. Bilgen BaĢgut’ a
Yüksek lisans eğitimim boyunca bana destek olan Çocuk
Cerrahisi ABD Başkanı Prof. Hv. Tbp. Kd. Alb. Ġlhami Sürer’ e ve Doç.
Tbp. Alb. Suzi Demirbağ, Doç. Hv. Tbp. Alb. Ahmet Güven ile diğer
tüm çocuk cerrahisi tabipleri ve Çocuk Cerrahisi ABD Başhemşiresi Sağ.
Kd. Yzb. Filiz Korkmaz’ a ve Ask. Yük Hem. Dilek Yılmaz ile diğer tüm
çocuk cerrahisi hemşirelerine
ve AĠLEME
Teşekkür ederim.
112
11. ÖZGEÇMĠġ
Adı
Döne
Soyadı
Bülbül
Doğum Yeri ve Tarihi
Kırıkkale 01.10.1983
Eğitimi
Gülhane Askeri Tıp Akademisi Hemşirelik Yüksek Okulu
1999-2003
Keçiören Lisesi
1996-1999
Mehmet Örücü İlköğretim Okulu
1988-1996
Yabancı Dili
İngilizce
Üye Olduğu Bilimsel KuruluĢlar
Bilimsel Etkinlikleri (aldığı burslar, ödüller, projeleri)
113
Download