Yorum 27 Temmuz 2002

advertisement
YORUM
26 Temmuz 2008
Belçika’yı bölmek de zor, bir arada tutmak da.
Anlamak da zor, anlatmaya çalışmak da.
BAHADIR KALEAĞASI
NE OLACAK BU
BELÇİKA’NIN HALİ ?
Fakat Belçika’yı anlayan, Avrupa’yı anlar.
Türkiye’nin neden Avrupa Birliği sürecinde
karşısında çok sesli, çok aktörlü, karmaşık iç
gündemli ve sürekli değişim içinde bir siyasal
yapı ile muhatap olduğu gerçeğini daha iyi
kavraması gerektiği ortaya çıkar.
“Yine hükümetsiz uyandık. Belki yarın ülkesiz uyanırız”
Belçika halkının bu kaygısı yalnızca aylar süren hükümetsiz dönemlerden kaynaklanmıyor. Söz konusu olan bir
seçmen aritmetiği, seçim geometrisi veya meclis denklemi sorunu da değil. Belçika tarihi ve 21. yüzyıldaki
siyaset gündemi, Avrupa’yı anlamak ve Türkiye açısından da değerlendirmek için önemli veriler ve bulgular
içermekte. Çünkü bu tarih:
- Bir Avrupa içi güçler dengesi;
- Ulus-devlet yaratma girişimi;
- Sanayi devrimi;
- Burjuvazinin yükselişi;
- Kilise’nin değişimi;
- İşçi hareketleri;
- Siyasi partilerin evrimi
- Demokrasinin gelişimi;
- Sömürgeciliğin serpilişi;
- İleri bir sosyal devlet sistemi;
- Federal devlet yönetimi;
- Çok resmi dilli ülke deneyimi;
- Eşzamanlı bir bölgesel kalkınma ve çöküş modeli;
Leo Belgicus (Belçika Aslanı), Michael von Aitzing, 1583
- Ve Avrupa bütenleşme süreci tarihidir.
Belçika’da siyaseti anlamak zordur. Bu ülkenin başkenti Brüksel aynı zamanda dünyanın en uluslararası
kentidir. Mimari çeşitliliği, gastronomi zenginliği, ılık sosyal yaşamı dikkat çeker. Geçmişte Victor Hugo,
Alexandre Dumas, Auguste Rodin ve Karl Marx gibi birçok ünlü kişi yaşamlarının bir döneminde sığınak
olmuştur. Bugün ise dünyada en yüksek sayıda diplomat, yabancı gazeteci, uluslararası özel sektör temsilcisi,
lobici, siyasal, kültürel, bölgesel ve sivil toplumsal temsil bürosu olan kenttir Brüksel. Merkezinde yabancıların
oranı yarıya yaklaşır, İngilizce yaygındır. Ne de olsa yalnızca Belçika’nın değil, Avrupa Birliği’nin ve NATO’nun
merkezidir. Aynı zamanda da Belçika federal sistemi içinde bölgesel bir başkenttir. Karmaşıklık da bu
tanımlamanın bir sonraki cümlesinde başlar: Brüksel, hem Brüksel eyaletinin, hem de Flamanya eyaletinin
başkentidir. Her iki eyaletin de meclis ve hükümetleri bu kenttedir. Brüksel’de yaşayanların çoğu, bu metafizik
durumu anlamaya çalışmaktansa, günlük yaşamlarını etkilemeyen bir sorun olarak bilinçaltlarına iterler. Bir
yaklaşıma göre, Brüksel sorunu olmasa Flamanya ve Valonya çoktan bağımsızlık ilan ederdi.
Düz coğrafyada engebeli tarih
Jules Sezar, fetihlerini Roma’da Senato’ya raporladığı eserlerinden birinde “Galya halkları arasında en cesuru
Belçikalılar” diyor (Commentarii De Bello Gallico, MÖ 52). Bu halk bugünkü Belçika’nın dışında, Fransa’nın Kuzey
Batısı’nda kalan bölgede yaşamış. Roma İmparatorluğu’nun Belgica olarak isimlendirdiği bu eyalette Kelt ve
Germen karışımı kabileler Roma ordusuna uzun süre direnmiş. Avrupa toplumsal belleğinde önemli bir yeri olan
Goscinny ve Uderzo’nun çizgi romanı Asterix’in serüvenlerine de ilham kaynağı olmuş.
Normandiya’dan kuzeye, bugünkü Hollanda’ya kadar uzanan ovalık ve deniz seviyesine yakın rakımdaki bölge
Alçak Ülkeler olarak tanımlanır (“Netherlanden”, “Low Countries”, “Pays-bas”). Ozan Jacques Brel bir şarkısında
“benim olan düz ülke” derken, bu coğrafyada bugün Belçika sınırları içinde kalan Flamanya’dan bahsediyor.
Kuzey Denizi’nin gel-gitleri, kumullar, nehirler, kanallar, yağmurun şiirselliği ve rüzgarların müziği ile anlatıyor
ülkesini. Ufukta “yegâne tepeler” olarak beliren Katedralleri ve “mazur görmek gereken gri ve alçak gökyüzü”
ile...
Y
O
R
U
M
B A H A D I R
K A L E A Ğ A S I
Roma İmparatorluğu’nun çöküşünden sonraki bin yılda Batı Avrupa’da kent merkezleri çoğaldı. Liège, Anvers,
Brugges, Gent, Namur. Bugünkü, Fransa tarafında Lille, Reims, Hollanda tarafında Rotterdam, Amsterdam,
Utrecht, Leiden, Alman diyarında Achen, Köln, Düssledorf ...
O zamanki siyaset ve ekonomi coğrafyasını ulusal sınırlar
belirlemiyordu...
Alçak Ülkeler’den Paris, Marsilya, Ceneviz, Floransa, Venedik,
İstanbul, Kiev, Prag, Hamburg, Londra, Madrid, Sevilla veya
Lizbon’a erişen ticaret yolları, üniversite merkezleri, Kilise’nin
ağları, askeri sefer güzergâhları, derebeyleri, prensler, özerk
kentler ve bağlı oldukları krallardan oluşan çok boyutlu bir coğrafya
hâkimdi bir zamanlar Avrupa siyasi haritasına.
Bugünkü Belçika toprakları uzun süre Frank Krallığı’na bağlı kaldı.
Roma’daki Papa III. Leo 800 yılında Charlemagne’ı Kutsal-Roma
Germen İmparatoru ilan ederek Konstantinopolis’teki Doğu Roma
İmparatoru’na (Bizans) karşı Batı’da denge ararken, Alçak Ülkeler
Avrupa’da yeni bütünleşme sürecinin ortasında buluverdi kendini.
Bu bölge Doğu’ya birçok haçlı seferinin de önemli bir kaynağı oldu. Hatta IV. Haçlı seferi, Venedik Doçu
Dandola’nın tetiklemesiyle, Kudüs yerine Konstantinopolis’e yönelerek 1204 yılında kenti talan ettikten sonra
kurulan Latin devletinin başına Flamanya Kontu Boudouin getirildi. Onu takip eden akrabaları, Bizans hanedanı
Paleologoslar 1261’de tahtlarını geri alana kadar Boğaz kıyılarında hüküm sürdü.
Daha sonraki yıllarda, bugünkü Belçika topraklarında Orta Çağ’dan Rönesans’a ve Katolik dünyayı bölen
Reform hareketlerine uzanan dönemde bağımsız bir ülke yoktu. Kentler, limanlar, tarlalar ve halklar Frank,
Hollanda, İspanyol ve Avusturya egemenliği altında kaldılar. Fransız devrimi sonrasında Napolyon tarafından
Fransa’ya bağlandılar. İmparator 1815’de Brüksel yakınlarındaki Waterloo’da İngiliz, Hollanda, Prusya ve Alman
prenslikleri ordularına yenilidi. Viyana Kongresi kararı ile Hollanda Birleşik Krallığı dönemi başladı: kuzeyde
bugünkü, Hollanda, güneyde bugünkü Belçika. Fakat bu arada Batı Avrupa’da çok önemli bir ekonomik ve
toplumsal dönüşüm süreci başlamıştı; siyasal sonuçları kaçınılmazdı.
Bir Avrupa devletinin doğumu
Avrupa ticaret kentlerinde biriken sermaye;
felsefede, sanatta ve bilimde yenilikçilik havası;
Osmanlı İmparatorluğu’nun denetimindeki Asya
yollarına alternatif ararken keşfedilen yeni denizler,
yeni kıtalar, yeni doğal kaynaklar... Yükselen ticaret
ve sanayi burjuvazisi, kentsoylular. Atölyeler,
fabrikalar, yeni icatlar, tekstil tezgâhları, buhar
makinası,
demiryolları,
mekanikleşen
tarım,
sanayide yeni istihdam alanları, kırsal alandan
kentlere göç, Kilise etkisinden uzaklaşan köylüler ...
Aristokrasinin güç kaybı, işçi sınıfının siyasal
hareketlenmesi,
doktrinlerin
partileşmesi,
mutlakiyetten meşrutiyet veya cumhuriyetlere
dönüşüm ... Ulus devlet, milli ordu, milli eğitim ve
bürokrasi ... Vergi mükellefleri ve eğitimli kesimlerin
kendi oylarıyla seçilerek Kralı denetleyecek bir
meclis talepleri, “bir insan, bir oy” mücadelesi ve en
nihayet ancak 20. yüzyılda kadınlara oy hakkıyla
erişilecek evrensel demokrasiye uzanan köklü bir
evrim …
Belçika devrimi, Egide Charles Gustave Wappers (1834)
Bu dönemi iki devrim süreci belirliyor: Sanayi
Devrimi ve Fransız Devrimi.
Birbirine bağlı
yüzyıllarından:
birçok
etken
akıyor
tarihin
Belçika’nın doğumu bir tarih laboratuarı deneyidir. İlk aşamada bir ulus olma bilinci ve bağımsızlık hareketi yok.
Önce Hollanda’nın 1815’de başlayan egemenlik döneminde güney bölgelerinde huzursuzluk giderek artıyor.
Fransa egemenliğinde devrimin cumhuriyetçi ve liberal fikrileriyle iyice gelişmiş olan burjuvazi Hollanda Kralı
-2-
Y
O
R
U
M
B A H A D I R
K A L E A Ğ A S I
Willem’i muhafazakâr buluyor. Kendisine mecliste daha fazla ağırlık verilmesini istiyor.
Ekonomik güç doğal olarak siyasi güç talep ediyor. Ayrıca bazı alanlarda Kuzey ile Güney
arasında dış ticaret rejimine dayalı çıkar çatışması var. Bu arada güneyde güçlü olan
Katolik Kilise de Hollanda Kralı’nın Protestan kimliğinden hoşnutsuz.
Biriken tepkiler 1830 yılında bir yaz gecesi Brüksel’de bir opera sonrasında sokak
gösterilerine, Hollanda askerlerinin bastırma hareketleri sonucunda halk ayaklanmasına ve
sonunda Belçika adı altında yeni bir devletin Londra Konferansı’nda tüm Avrupalı güçler
tarafından tanınmasına yol açıyor. Belçika devlet armasının resmi mottosu, ülkenin
bağımsızlığında rol oynayan geçici Liberal ve Katolik ittifaka atıftır: “Birlikten Kuvvet Doğar”
Bu dönemde Avrupa’nın diğer büyük devletlerinin farklı hesapları var. Aslında hiç biri ilk başta Napolyon sonrası
Viyana Kongresi’nde kurdukları düzenin bozulmasını tercih etmemekte. Fakat Hollanda’nın güney topraklarını
yönetemeyeceği anlaşılınca yeni duruma uyum sağlanıyor.
-
İngiltere zaten Hollanda ile deniz aşırı ticaret ve sömürgecilikte rekabet içinde. Bölünmesi işine geliyor.
Kaldı ki, Hollanda ipleri elinden iyice kaçırırsa, güneyin tekrar Fransa’ya dönme olasılığına karşı bağımsız,
tarafsız, tampon bölge konumunda bir Belçika yaratmak Londra’nın çıkarlarına daha uygun düşüyor.
-
Fransa ise yeni bir krallık döneminde güç toplarken, kuzey komşusunun zayıflamasından hoşnut. Bölünme
sonrası eski topraklarını geri alma umudu doğuyor.
-
Prusya ve diğer Alman devletleri düzensizlik ve istikrarsızlığı önleyecek çözüme onay veriyor.
-
Rusya ise işgali altındaki Polonya’daki ayaklanmalarla meşgul.
Belçika böyle kurulurken bir de Kral gerekiyor. Zira, Napolyon sonrası, Fransız devriminin Avrupa’dan tasfiye
edilmeye çalışılan etkileri arasında cumhuriyet rejimi de var. İlk öneri götürülen Fransız asıllı bir prens,
Londra’nın baskısıyla vazgeçiyor. İkinci aday olan Alman Leopold önce düşünüyor. Çünkü aynı dönemde
bağımsızlığına kavuşan Yunanistan’dan da teklif var. Sonunda yakın ve av arazileri daha bereketli olan
Belçika’yı tercih ederek Brüksel’de tahta çıkıyor. En başından itibaren yetkileri güçlü bir meclis tarafından
sınırlandırılmış bir kral olarak.
Bir dil, bir demokrasi. İki dil ...
Böylece Belçika Krallığı Avrupa sahnesine çıkıyor; Fransızca konuşan bir devlet
olarak. Ülkeyi yöneten siyasi, ekonomik ve kültürel elitin dili Fransızca. Geri kalan
halk ise güneyde Valonca diyalektleri, merkezde Brükselce ve kuzeyde Hollandaca
grubundan Flamanca diyalektleri konuşmaktalar. Sanayileşme ve kente göç 19.
yüzyılda esas olarak Brüksel ve Valonya’yı etkisine alınca iki önemli sonuç
doğuyor: bu bölgelerde yerel dillerin yerine Fransızca hâkim konuma geliyor ve bu
arada Katolik Kilise’nin etkisi zayıflıyor. Flamanlar ise esas olarak çiftçi ve Katolik.
Flaman kentleri Anvers, Brugges ve Gent’te elit dil Fransızca olmaya devam ediyor.
Yüzyıl içinde Belçika İngiltere’den sonra dünyanın en önde gelen sanayi devlerinden biri konumuna gelirken, iç
siyaseti iyice çoğulculaşıyor. İlk başlarda iki siyasal parti var: Sosyal Katolikler ve Liberaller. Zamanla İşçi partisi
ile sosyalist hareket gelişiyor. Bu arada 1885 Berlin Kongresi Kral II. Leopold’e Afrika’da Kongo’yu kişisel
sömürge olarak veriyor (Kral borca batınca 1908’de Kongo’yu devlete devrediyor).
Tüm bu yıllar boyunca aşamalı olarak yükselen bir Flaman gerçeği ile yaşıyor Belçika. Dillerinin devlet daireleri
ve mahkemelerde kullanılması, resmi dil olması, eğitim dili olması, üniversitelerinin olması gibi kazanımlarıyla
Belçika siyaseti giderek çok dillileşiyor (Bu arada iki defa Alman işgali atlatıyor). Öyle ki iki dünya savaşı
sonrasında artık tam demokrasiye geçildiğinde nüfus olarak çoğunlukta ve dolayısıyla parlamento ve
hükümetlere hâkim bir Flamanya var.
Bu dönemde dünya ekonomisi değişir, AB’nin temelleri atılır ve eski sömürgeler bağımsızlaşırken bir
zamanların en güçlü sanayi beşiklerinden Valonya’da çöküş başlıyor. Kömür, demir-çelik, tekstil gibi artık
küresel rekabet gücü olmayan sanayilerin dönüşümü, grevler ve iç siyaset girdabında tıkanıyor. Flamanya ise
yeni yatırımlar ve teknolojilerle ileriye fırlıyor. Ekonomik güç ve nüfus ağırlığı kuzeye kaymış durumda. Her iki
taraftan partilerin koalisyonu olan hükümetlerde başbakan artık hep Flaman oluyor.
-3-
Y
O
R
U
M
B A H A D I R
K A L E A Ğ A S I
Yüzyıl biterken Belçika artık ileri derecede bir federal devlet olarak varlığını devam
ettirmektedir. Tüm partileri Flamanca ve Fransızca konuşan halklara göre bölünmüş,
üniversitelerden, dış ticaret temsilciliklerine kadar eyaletlerin bağımsız oldukları, uzlaşma
kültürünün nispeten iyi işlediği bir yapı. Her seçim sonrası hükümetlerin en az dört-beş parti
arasında uzun pazarlıklarla kurulduğu ve görev yaptığı bir siyasi sistem: partitokrasi.
Asıl karışıklık yaratan ise bu federal sistemin siyasi haritası. Belçika’da federal yapı iki boyutlu:
Birincisinde Eyalet bölgeleri var: Flamanya, Valonya ve Brüksel. Brüksel fiziksel olarak Flaman bölgesinin
içinde fakat bağımsız bir eyalet. Eyaletlerin yetkileri kendi sınırları içinde: tarım, istihdam, ulaştırma,
bayındırlık, iskân, ...
İkinci boyutu Topluluklar oluşturuyor: Flamanca, Fransızca ve Almanca Topluluklar. Sonuncusu, Valon
Eyaleti’nin doğusunda, Almanya sınırına yakın bölgede. Flaman Topluluğu, Flamanya Eyaleti ve Brüksel
Eyaleti’nde yaşayan Flamanca konuşanlar üzerinde yetkili. Fransızca Topluluğu ise, Valonya Eyaleti’nde
ve Brüksel Eyaleti’nde yaşayan Fransızca konuşanlar üzerinde yetkili. Bu topluluklar insanlara odaklı
yetki sahibiler: eğitim, kültür, sosyal hizmetler, ...
Hem eyaletlerin hem de toplulukların bölgesel meclis ve hükümetleri var. Ekonomisi son yıllarda kendini biraz
toparlayan Valonya’nınkiler Namur kentinde. Brüksel Eyaleti’ninkiler doğal olarak Brüksel’de.
Flamanya’nınkiler... Onlar da Brüksel’de. Flamanya önce topluluk başkentini Brüksel’de yerleşik ve nüfusun
yüzde 10’u civarındaki Flamanca konuşanlara istinaden bu kentte kurdu. Sonra eyalet ve topluluk hükümet ve
meclislerini birleştirerek Flamanya başkentini eyalet toprakları dışında kalan Brüksel’de konuşlandırdı. Son
zamanlardaki hükümet krizlerinin de bir nedeni bu. Ayrıca ulusal bütçenin gelir, giderler ve borçlarını paylaşmak
ve Brüksel etrafındaki ilçelerde “dil sınırı”nın nereden geçeceği gibi ‘yaratıcı’ sorunlar da var. Bölünmeyi
isteyenler ise Flamanlar; Avrupa’da başka ülkelerde de olduğu gibi, zengin olan taraf.
Brüksel ne olacak?
AB içinde Belçika’nın bölünmesi çok vahim bir siyasal istikrasızlık senaryosu değil. Valonya ve Flamanya, 3,5
ve 6,1 milyonluk nüfuslarıyla bağımsız olmaları halinde bile Baltık ülkeleri gibi birçok AB ülkesinden defalarca
büyükler. Brüksel de ABD başkenti Washington DC gibi, AB’nin özel statülü bir başkenti olabilir. Fakat
Flamanya bunu istemiyor. Brüksel’i tarihsel gerekçelere işaret ederek sahipleniyor.
Ayrıca Belçika’nın onmilyarlarca euroluk bir uluslararası marka değeri var. Her ne kadar Belçika'nın iftiharı
Godiva çikolatalarını Ülker zaten bir süredir sahibi olan ABD’li bir şirketten satın almış olsa veya Belçika’nın
güçlü bira markalarına sahip şirketi InBew, Budweiser’ı satın alarak artık küresel bir dev olsa da, Belçika önemli
bir marka.
Edebiyattan bilime ve barışa sekiz Nobel ödülü, saksafonu icat eden Alphonse Sax, ressam Paul Delvaux ve
René Magritte, yazar George Simenon, Art Nouveau mimarı Victor Horta, sanayi devriminin mucit ve girişimcisi
Ernest Solvay, Jonny Hollyday, Adamo, Laura Fabian gibi birçok Fransızca şarkı yıldızı ve dünya resimli roman
tarihinin öncüsü Hergé ve kahramanı Tintin, Şirinler, Sakar Gaston gibi dünyaca ünlü Belçikalıları Valon ve
Flaman diye ayıklamak zor.
Belçika’yı bölmek de zor, bir arada tutmak da. Anlamak da zor, anlatmaya çalışmak da.
Fakat Belçika’yı anlayan, Avrupa’yı anlar. Türkiye’nin neden Avrupa Birliği sürecinde
karşısında çok sesli, çok aktörlü, karmaşık iç gündemli ve sürekli değişim içinde bir siyasal
yapı ile muhatap olduğu gerçeğini daha iyi kavraması gerektiği ortaya çıkar. Sorunlar
anlaşılır, fırsatlar kaçırılmaz. Tintin’in mecaranın krtik anlarında sık sık dediği gibi:
“tereddüte yer yok”.
Dr Bahadır Kaleağası
Brüksel
kaleagasi@tusiad.org
-4-
Download