T.C. Sağlık Bakanlığı Dr. Lütfi Kırdar Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi 2. Üroloji Kliniği Klinik Şefi: Prof. Dr. Selami ALBAYRAK MESANE TÜMÖRLÜ HASTALARDA İMMÜN SİSTEMİN DEĞERLENDİRİLMESİ VE DİĞER ÜROLOJİK TÜMÖRLERLE KARŞILAŞTIRILMASI UZMANLIK TEZİ DR.ERKAN HİRİK İSTANBUL 2006 1 ÖNSÖZ Üroloji eğitimimde büyük emekleri geçen, cerrahi sanatının inceliklerini cömertçe sunup, bilgi ve tecrübelerini hiçbir zaman esirgemeyen, yalnız Üroloji konusunda değil hayata dair kendisinden çok şey öğrendiğim hocam sayın Prof. Dr. Selami ALBAYRAK’ a minnet ve şükranlarımı sunarım. Eğitimim boyunca sabrını ve zamanını esirgemeyen sayın Dr.Cemal Göktaş, Dr.Önder Cangüven, Dr.Cihangir Çetinel ve Dr.Y.Özlem İlbey’e destekleri ve yardımları için sonsuz saygı ve teşekkürlerimi sunarım. Bu çalışmanın önemli bir bölümünü oluşturan akım sitometrisi konusunda desteklerinden dolayı, sayın Prof Dr.Ahmet Öztürk, Dr.Özkan Sayan ve GATA Çamlıca Hematoloji Laboratuarı çalışanlarına sonsuz teşekürlerimi sunarım. Ayrıca bu çalışmanın planlanması konusundaki yardımlarından dolayı sayın Dr.Aydın Özgül ve çalışma öncesi ve sonrası görüşleri ile bana destek olan sayın Dr.Serdar Özer’ e teşekkürlerimi borç bilirim. Ayrıca tüm asistan arkadaşlarıma ve klinik personeline yardım ve hizmetleri için teşekkür ederim. Ve bu günlere gelmemdeki en önemli etken ailem ve özverisi için sevgili eşime teşekkürlerimi sunarım. 2 1-GİRİŞ 1 2-GENEL BİLGİLER 3 3-HASTALAR VE YÖNTEM 32 4-SONUÇLAR 35 5-TARTIŞMA 41 6-ÖZET 48 7-KAYNAKLAR 49 3 1-GİRİŞ Tümör oluşumu ile immün sistem fonksiyonları arasında kuvvetli bir ilişkinin olduğunu gösteren kanıtlar mevcuttur(10,11,12,18,19,20). Son yıllarda bu ilişkiyi tüm açıklığıyla ortaya koymaya çalışan klinik ve laboratuar araştırmaların sayıca arttığı görülmektedir. Tümör immünolojisinde yeterli ve tam işlev gören bir immün sistem, genel anlamda iyi bir prognostik faktör olarak kabul edilebilir. Özellikle mesane kanserli olgularda 1970’lerde uygulanmaya başlanan intravezikal BCG tedavisinden sonra, bu çalışmalar yoğunlaşmıştır. İntravezikal uygulanan immünoterapi ile hücresel immün sistem aracılığıyla, lokal immün yanıtın tetiklenmesi amaçlanmaktadır. Tanı anında mesane tümörlerinin çoğu düşük grade ve invazyon yapmayan tümörlerdir. Bu tümörlerin hangisinin progresyon göstereceği ise net olarak öngörülememektedir. Yapılan çalışmalar progresyon ve rekürrensi öngörmede immünolojik parametrelerin bir prediktif değer olarak önem taşıyabileceğini göstermiştir. Bu çalışmada mesane tümörü ve diğer ürolojik tümörlere sahip hastalarada BCG aşı skarı, PPD yanıtları değerlendirilmiştir. Periferik lenfosit alt grupları incelenerek mesane tümör evresi ile arasındaki ilişki araştırılmıştır. Ayrıca bu hastalarda akım sitometri ile periferik kanda lenfosit alt grupları ayrılarak, mesane tümörü ve diğer ürolojik tümörlerde immünolojik sapmaların periferik kan lenfosit alt gruplarına yansıması incelenmiştir. Bu çalışmada amaç; mesane tümörlü hastalarda immün sistemi değerlendirmek ve diğer ürolojik tümörler ile karşılaştırmaktır. Bu çalışma sonuçları mesane tümörü ile immün sistem arasındaki ilişkiyi ortaya koyması bakımından önemlidir. Ancak immün sistemi sorgulayan parametrelerin seçiminde, yeni çalışmalara ihtiyaç olduğunu ortaya koymuştur ve bundan sonraki yapılacak çalışmalara bir ön basamak teşkil etmektedir. 4 2-GENEL BİLGİLER 2.1-Mesanenin normal yapı ve gelişimi 3 2.1.1-Embriyoloji 3 2.1.2-Anatomi 3 2.1.3-Histoloji 4 2.2-Mesane kanseri; İnsidans ve epidemiyoloji 5 2.3-Etiyoloji ve etiyopatogenez 6 2.4-Histopatoloji 9 2.5-Evrelendirme 13 2.6-Hastalığın doğal seyri 15 2.7-Tanı 15 2.8-Tedavi seçenekleri 19 2.8.1-Yüzeyel Mesane Tümör tedavisi 19 2.8.2-Mesane Tümöründe İmmünoteröpatik yaklaşımlar 22 2.8.3-İnvaziv Mesane Tümör tedavisi 24 2.9-Mesane tümörü ve immün Sistem 25 2.9.1-T lenfositler 26 2.9.2-B lenfositler 29 2.9.3-Natural Killer (Doğal Öldürücü) Hücreler 30 2.9.4-Akım sitometri ve kullanım alanları 30 5 2-GENEL BİLGİLER 2.1-MESANENİN NORMAL YAPISI VE GELİŞİMİ 2.1.1-EMBRİYOLOJİ Embriyonel gelişimin 4 ve 7. haftaları arasında ürogenital septum, kloakayı anorektal kanal ve primitif ürogenital sinüs şeklinde böler. Kloakal membran önde ürogenital membran, arkada anal membran kalacak şekilde ikiye bölünür. Primitif ürogenital sinüs üç kısımdan oluşmakta olup üstte olan en büyük parçası mesanedir. Mesane başlangıçta allantoisle ilişkili olup allantoisin oblitere olmasının ardından geride mesanenin tepesini göbeğe bağlayan ve urakus adı verilen fibroz bir kordon olarak kalmaktadır. Erişkinlerde bu ligament medyan umbilikal ligament olarak adlandırılır. 2.1.2-ANATOMİ İdrar depolama ve boşaltma görevi yapan, pelvik yerleşimli, içi boş musküler bir organdır. Boş mesane erişkinlerde simfizis pubisin arkasında yer alırken, yeni doğan ve çocuklarda desensus tamamlanmadiğı için daha yukarı konumdadır. Mesanenin şekli ve konumu boş ve dolu oluşuna göre değişir. Mesanenin en üst noktasını oluşturan apeks, simfizis pubisin hemen yukarısında karın ön duvarına doğru uzanır ve embriyolojik dönemdeki urakus’un artığı olan fibröz bir bantla göbeğe bağlanır. Kadınlarda mesane tabanı vajen ön düvarı ve uterus, erkeklerde rektumla komşudur, aralarında fasya rektovezikalis (Denonviller fasyası) bulunur. Erkeklerde mesanenin üst yüzeyi tamamen peritonla kaplı olup, sigmoid kolon ve ince bağırsaklarla, kadınlarda ise uterus ve ince bağırsaklar1a komşudur. Mesanenin peritonla örtülü olmayan alt-yan yüzeyleri simfiz pubis, levator ani ve internal obturator kaslarla komşudur. Simfiz pubisle aralarında Retziüs aralığı denilen bir aralık vardır. Bu aralıkta gevşek yağ-bağ dokusu ve Santorini ven pleksusu bulunur. Mesanenin hareketsiz bölümünü oluşturan mesane boynu prostatın tabanına oturur ve içinde internal sifinkter yer alır. Mesane mukozası, 4-8 katlı değişici epitelden o1uşup kas tabakasına trigon dışında gevşek submukoza tabakasıyla bağlanmıştır. Submukoza tabakasında (lamina 6 propria) her yöne uzanan elastik ve kollajen liflerden oluşan gevşek bağ dokusu ve kapiller damarlar yer alır. Kas yapısı (detrusör) belirli bir düzene bağlı olmaksızın her yöne uzanan düz kas liflerinden oluşmuştur. Düz kastan oluşan ve istemli olarak uyarılabilen tek organdır. Mesane boynunda belirgin iç ve dışta longitudinal, ortada sirküler üç tabaka o1uşturur. En dış tabakasını örten seroza (adventisya), kollajen ve birkaç elastik kas liflerinden oluşur ve içinde kan damarları, küçük sinirler ve çok küçük ganglionlar bulunur. Gerçek bir seroza yapısında değildir. Pelvik organların büyük çoğunluğu internal iliak arterden (hipogastrik arter) çıkan arterlerle beslenir. Mesane, büyük oranda superior ve inferior vezikal arter ile beslenir. Kanlanması iyi bir organ olup damarlar arasında zengin anastomozlar vardır. Çevresi ve adventisyası altında çok zengin ven pleksusları bulunur. Bunlardan bir kısmı arterlere paralel seyreder, bazıları bağımsızdır. Bu pleksuslar, mesane ve prostatın ön, yan ve arka yüzlerini kuşatan geniş vezikal ve prostatik venöz pleksuslara, ön taraftan penisin dorsal venini de alıp v. iliaca interna’ya açılırlar. Lenfatikleri, kas tabakaları arasında ve dışında olmak üzere iki pleksusta toplanır. Mesanenin üst kısmından çıkan lenf damarları eksternal iliak, alt kısımdan çıkanlar internal iliak, boynundan çıkanlar sakral veya kammon iliak lenf bezlerine açılırlar. Sempatik lifler, torakal 11-12. ve lomber 1-2. segmentlerden gelir ve sonlanmaları alfa veya beta adrenerjiktir. Mesane tabanı ve proksimal üretrada alfa adrenerjik reseptörler, mesane kubbesi ve yan duvarlarda beta adrenerjik reseptörler daha yoğun olarak bulunur. Parasempatik lifler sakral 2-4. segmentlerden gelir. Afferen ve efferen motor ve duyu liflerini taşırlar. Endoderm orijinli detrüsör kasının motor siniri primer olarak pelvik parasempatik pleksustan kaynaklanırken, mezoderm orijinli trigon ve üreterin alt ucunun motor siniri sempatik orijinlidir. Mesanenin gerilme ve dolgunluk hissi parasempatik, ağrı, dokunma ve ısı hissi sempatik sinirlerle taşınır. 2.1.3-HİSTOLOJİ Mesane histolojik olarak mukoza ve submukoza, müsküler tabaka, seroza olmak üzere üç tabakadanl oluşur. 7 1) Mukoza ve submukoza: Mukoza transizyonel (değişici) epitel hücreleri ile döşenmiştir. Transizyonel epitel hücreleri mesane boş iken 4-8, dolu iken 2-3 kat hücreden oluşan tabakalar halinde dizilirler. Yüzeyel tabakada, tek sıralı eozinofilik sitoplazmalı heksagonal umbrella (şemsiye) hücreler bulunur. Bu tabaka sülfatlanmış polisakkaritler (glikozaminoglikan) ile kaplıdır. Orta tabaka; alçak kolumnar, küboidal, oval geniş sitoplazmalı lizozim ve sitoplazmik veziküller içeren hücrelerden oluşur. Bazal tabaka; düzenli bir bazal lamina üzerinde ve ona yapışık olarak bulunan tek sıralı kuboidal hücrelerden oIuşmaktadır. Mesane boş iken oval ve kuboid yapıda olan hücreler, mesane dolunca basınç etkisiyle yassı epitele dönüşür. Lamina propria zengin bir damar ağı içerir. Lenfatik damarlar, elastik liflerden oIuşan gevşek bağ dokusu bulunur. Damar ağına yakın seyreden düzenli veya düzensiz şeki1de düz kas demetleri bulunur. Bu kas demetleri muskülaris mukoza’yı o1uştururIar. Mesane tümör evrelemesinde bu bölgede görülen tümörler bazen kas invazyonu yapmış izlenimi vererek yanlış evrelemeye neden olabilir. 2) Musküler tabaka: İçte ve dışta longitudinal, ortada sirküler seyirli kas demetleri bulunur. 3) Seroza: Fibroelastik bir tabaka olup damarlar ve sinirler bulunur. Çok sayıda yağ hücresi mevcuttur. 2.2-MESANE KANSERİ; İNSİDANS VE EPİDEMİYOLOJİ Mesane kanseri sanayileşme ile birlikte tüm dünyada insidansı giderek artmaktadır. İkibiniki yılı itibari ile ABD'nde tespit edilen yeni vaka sayisi 54 binin üzerindedir(41500 erkek, 12500 kadin)(90). Mesane kanserine bağlı olüm sayısı ise yıllık 2 bin civarında seyretmektedir. Bindokuzyüzellili yıllarından beri özellikle son 20 yıl içerisinde mesane tümörü insidansı yılda %0.8 artmaktadır. İnsidanstaki bu artışa rağmen mortalitesi azalma eğilimindedir. Mortalitedeki azalma; yüzeyel mesane kanserlerinde intravezikal tedavi uygulanmasının yanında ilerlemiş ve metastaz yapmış mesane kanserinde kombine kemoterapinin yaygın olarak kullanılmasına bağlanmaktadır. Mesane kanseri erkeklerde, kadınlara göre 2,5 katdan daha fazla görülmektedir. Erkeklerde prostat, akciğer, kolorektal kanserlerden sonra % 6,2 ile 8 tüm kanserler içinde en sık dördüncü kanserdir. Kadınlarda % 2,5 ile tüm kanser olgularında sekizinci sırada görülen kanserdir. Beyaz ırkta daha fazla görülür. Mesanenin transizyonel hücreli karsinoması genitoüriner sistemin prostat kanserinden sonra ikinci en sık ürolojik malignitesidir. Ülkemizde ise Sağlık Bakanlığı istatistiklerine göre kanserler arasında üçüncü sırada rastlanmaktadır. Ortalama tanı yaşı erkekler için 69, kadınlarda ise 71’dir. Genitoüriner tümörler arasında ikinci en sık olüm sebebidir. Mesane tümörlerin sıklığı bölgelere ve ülkelere göre değişmektedir. ABD ve İngiltere de mesane kanseri riski, yüksek iken, Japonya ve Finlandiya'da bu risk düşüktür. Bu farklılıklar herediter ve çevresel faktörlerin yansımasına bağlıdır(1). 2.3-ETİYOLOJİ VE ETİYOPATOGENEZ Mesane kanseri gelişimine ve progresyonuna sahip olduğu rapor edilen faktörler; mesleki kimyasallara maruz kalma, sigara, kahve, analjezik yada yapay tatlandırıcı kullanımı; parazitik, bakteriel, mantar, viral enfeksiyonlar, mesane taşları ve genotoksik kemoterapötik ajanlar alınması olarak söylenebilir(1). Mesane kanseri Almanya'da anilin boyaları üreten boya fabrikası işçilerinde saptanmış olup endüstrileşme ile ilgisi gösterilen ilk kanserdir. İdrar için rezervuar oluşturması nedeni ile mesane konsantre kimyasal maddelere maruz kalır. Çoğu araştırmacı mesane tümörlerinin primer olarak çevresel faktörler nedeniyle oluştuğunu düşünmektedir(1). Mesane tümörünün oluşma mekanizmasında çevresel faktörlere aşırı maruz kalmanın yanısıra bağışıklık sisteminde defektlerin bulunması da önemlidir(1). Sigara ürotelyal kanserlerin %45"i ile ilişkili bulunmuştur ve en iyi dökümante edilmiş risk faktörüdür. Mesane kanseri sigara içenlerde içmeyenlerden 4 kat fazla görülmektedir. Sigara dumanının içerdiği karsinojenik madde tam olarak bilinmese de nitrozaminler suçlanmaktadır(1). Sigara içenlerin idrarları ile triptofan metabolitlerinin atıldığı da bilinmektedir(1). Diyetle mesane kanseri gelişmesi arasında zayıf bağlantı vardır. Bazı çalışmalarda kahve, yapay tatlandırıcılar ve hatta musluk suyu bile olası karsinojenler olarak suçlanmıştır(1). Ondokuzuncu yüzyılın sonlarında Rehn anilin boyalarının ürotelyal karsinojenler olduğunu bildirmiş, daha sonraları aktif karsinojenlerin anilin boyalarının metabolitleri olduğu anlaşılmıştır(1). İşyerinde beta naftilamin, boyalar, yağlar, benzin, çinko ve kromun da içinde bulunduğu çeşitli kimyasal maddelerle 9 temas, olguların %18 ile %40'ında mesane kanseri ile ilişkili bulunmuştur(64). Toz boya, deri işleme, metal mühendisliği ve organik kimyasallar ile uğraşan kimselerde riskin arttığı bilinmektedir(1). Kahve içiminin de tümöre neden olduğu bir varsayımdan ibarettir. Ancak içimin çok yaygın olması; beraberinde sigara ve suni tatlandırıcının da kullanılması bu ilişkiye neden olabilir. Yüksek dozda alınan suni tatlandırıcının (sakarin ve siklamat içeren) kemirici hayvanlarda, mesane kanseri yaptığı gösterilmiştir(1) . Analjeziklerden fenasetinin aşırı kullanımı pelvis renaliste değişici hücreli karsinom insidansını arttırmaktadır(1). Olguların çoğunluğunu kadınlar oluşturur. Fenasetinin kimyasal yapısı anilin boyalarına benzer. Siklofosfamid alan hastalarda 6-13 yıllık bir dönemde mesane kanserine yakalanma riski yaklaşık 9 kat artmaktadır(1). Kronik mesane enfeksiyonlarının yassı hücreli mesane tömörlerine neden olduğu bilinmektedir. Schistosoma haematobium enfeksiyonu bulunan hastalarda yassı hücreli mesane tümörü insidansı belirgin olarak artmaktadır(1). Mesane tümörlü hastaların büyük bir kısmının idrarlarında triptofan metabolitlerinin düzeyi yüksek bulunur. Triptofan metabolitlerinin düzeylerinin tümör rekürrens oranları ile de ilişkili olduğu gösterilmiştir. Pridoksin uygulanması ile bazı hastalarda bu atılım normale döner. Nitekim yüzeysel mesane tümörlerinde pridoksin uygulanması erken tümör rekürrensini belirgin olarak azaltmaktadır(1). Şu ana kadarki veriler en azından bazı mesane kanserlerinin karsinojen bağımlı olduğunu göstermektedir. Karsinojenlerin genom değişimi ile malign transformasyonu başlattıkları düşünülmektedir. Kanser hücrelerinin en önemli özelliklerinden biride gen ekspresyonunda ortaya çıkan büyük değişikliklerdir. Tanı konulduğunda, çoğu kez, aynı tümör içerisindeki hücrelerde çok değişik tiplerde genetik bozukluklar ve hücresel heterojenite görülebilir. Tümör hücrelerinde görülen bu heterojenite kanser dokusunun çok farklı biyolojik yeteneklere sahip olmasını, en önemlisi tedavi girişimlerine kolayca karşı koymasını sağlar(1). Sonuç olarak, multiselüler bir organizmada karsinogenez sonucu oluşan fenotipik ozellikler, hücreler üzerinde tek tek kimyasal, fiziksel, biyolojik veya genetik hasarlar ile bunların kombinasyonları nedeniyle ortaya çıkar. Biyolojik, kimyasal ve fiziksel karsinojenler kronik olarak uygulandığında hücrelerde tek veya daha fazla sayıda mutasyona neden olabilirler. 10 Sonuç olarak, diğerleri gibi mesane kanseri de pek çok genetik değişikliğin bir arada yada birbirini izleyen biçimde hücre siklusunda ortaya çıkmasıyla kendini gösteren ve kontrolsüz hücre çoğalması, invazyon ve nihayet metastaz ile karakterize bir süreç olarak gelişmektedir. Önemli olan noktalardan bir diğeride, bu karsinojenik ajanlar tarafından oluşturulan değişikliklerden etkilenen moleküler hedef yapılardır. Özellikle son yıllarda yapılan çalışmalar, bu hedefin 2 ana gen grubu olduğunu göstermektedir. Bunlar protoonkogen/onkogen ve tümör baskılayıcı genlerdir (tümör supresör gen). Bu genler normalde hücreler içinde zaten bulunmaktadır. Ancak karsinojenik süreç içinde bunların aktive (onkogen) yada inaktive edilmeleri (tümör baskılayıcı gen) gerekmektedir. Onkogen, geniş, tanımı ile, bir hücrede eksprese edildiğinde dominant biçimde malign fenotipin ortaya çıkmasina yol açan bir gendir. Hücresel onkogenler ilk defa, normal hücrelerde transformasyon yeteneğine sahip retroviruslerde tanımlanmıştır. Virüsler hücresel genleri transdüksiyon yolu ile (hücreleri enfekte ettiklerinde) alırlar. Hücrelerde var olan ve hücre fonksiyonları için gerekli olan bu normal memeli genleri protoonkogen olarak adlandırılmaktadır. Aynca onkojenik virüsler enfekte ettikleri hücrelerde DNA da yapısal değişikliklere yol açabilirler(1). Kanser gelişiminin ilk aşaması oldukça yaygın bir olay olup, sıklıkla spontan olarak da ortaya çıkabilir. Eğer dış etkenler ile oluşan mutasyonlar bir kenara bırakılırsa, hücrenin normal şartlarda DNA replikasyonu sırasında ortaya çıkan ve tamir sistemleri tarafından fark edilmeyen DNA yapım hataları (spontan mutasyon) vardır. Bunun sonucu olarak her bölünme sırasında yaklaşık bir milyonda bir hücrede bir gende mutasyon olması olasılığı vardır. Bilinen onkogenlerin sayısı zaman içinde giderek artmış ve günümüzde 60'dan fazla onkogen tanımlanmıştır. Onkogenler değişik genetik veya moleküler mekanizmalar ile ortaya çıkabilirler. Bunlar arasında DNA amplifikasyonları, düzenleyici genetik bölgelerin kaybı, nokta mutasyonlar, kromozal translokasyon, yeniden düzenlenme veya delesyonlar ile retroviral transdüksiyon sayılabilir(1). Bu günkü bilgilerimizin ışığı altında kanser hücresinde birden fazla ve birbirini izleyen mutasyonların ortaya çıkışının da tümör oluşumunda etkili olduğu düşünülmektedir. Onkogenler tümör dokusunda aktive halde bulunurlar yada anormal biçimde ekprese edilirler. Neoplastik transformasyonun ortaya çıkması için genellikle çok sayıda onkogen ekspresyonu gereklidir. Bütün bu genetik değişikliklerin sonucu olarak 11 hücre siklusu normal düzenini kaybeder ve sonuçta ortaya kontrolsüz bir hücre çoğalması çıkar. Onkogenlerin yapımından sorumlu oldukları (şifrelerini taşıdıkları) polipeptid yapıdaki moleküller; hücre yüzeyinde etkilerini gösteren büyüme faktörleri yada bunların reseptörleri olabilir. Ya da bu onkoproteinler hücre yüzeyinden sinyalleri sitoplazmaya taşıyan veya çekirdek içinde bu sinyaller sonucunda ortaya çıkan genetik cevabı düzenleyen görevlere sahip olabilirler. Bir diğer bölümü ise hücre çekirdeğinde etkili proteinlerin yapımından sorumlu olabilir. Böylelikle onkogen ürünü olan nükleer proteinler diğer genleri aktive eden transkripsiyon faktörü olarak etkilerini gösterebilirler(1). Pek çok kanser türünün gelişimi ile ilgili en az bir onkogen vardır. 2.4-HİSTOPATOLOJİ Mesane tümörlerinin % 95'i epitelyal tümörler olup, bunların yaklaşık % 8085'i değişici epitel hücreli karsinoma (Transizyonel hücreli karsinoma; TCC, DEHK)' dır. Geri kalan % 5-8’i skuamöz hücreli (yassı epitel) kanser 'dir. Genellikle kronik enfeksiyon, mesane taşı yada daimi kateter kullanımı ile birliktedir. Schistosoma haematobium enfeksiyonunun yaygın olduğu Mısır, Afrika'nın bir bölümü ve Orta Doğu da tüm mesane tümörlerinin % 60'ını yassı epitel hücreli karsinoma oluşturur. Tanı anında genellikle kas invazivdirler. (1) Adenokarsinom ve küçük hücreli karsinom mesane kanserlerinin % 2'den azını oluşturur. Primer adenokarsinomlar sıklıkla mesane tabanından köken alırken; diğer adenokarsinomlar kubbede urakhustan kaynaklanırlar(1). Her iki tümör tipi de tanı anında genellikle mesaneye lokalize olmalarına rağmen sıklıkla kas invazyonu yapmışlardır. Agresif tedaviye rağmen 5 yıllık sağ kalım oranı %40 dan azdır. Aynı hastadan birden fazla patolojinin bir arada bulunabileceği de göz ardı edilmemelidir. Mikst karsinoma tüm mesane tümörlerinin %2-4ünü oluştururlar. Değişici, glandüler, yassı ve undiferansiye hücrelerden oluşurlar. Undiferansiye karsinoma, tüm mesane tümörlerinin % 2’ sinden azını oluştururlar. Metastatik kanserler, prostat, serviks ve rektum kanserleri direk yayılımla mesaneyi invaze edebilirler. Mesaneye metastaz yapan tümörler sırası ile melanom, lenfoma, mide, meme, böbrek ve akciğer tümörüdür(1). Nadir neoplazmlar arasında; karsinosarkoma, karsinoid tümör, melanom, lenfoepitelyal karsinom, plazmasitoid karsinom, dev hücreli karsinom bulunmaktadır. 12 Mesanede çok nadiren de olsa nonepitelyal tümörler (mezenkimal tümörler, feokromositoma, lenfoma, plazmasitoma, germ hücreli tümör) olabilmektedir(1). Normal ürotelyum: Ekstrasellüler matriksten oluşmuş bir bazal membran üzerindeki 3-7 sıralı değişici hücreli epitelden ibarettir. Bazal membran üzerine yakın hücreler proliferasyon potansiyeline sahip iken yüzeye yakın olanlar şemsiye benzeri yapı ve sıkı bağlarla birbirleri ile devamlılık gösterirler. Bazal membrandan sonra lamina propria başlar ve konnektif doku gevşeyerek yer yer düz kas lifleri teşekkül eder. Bu lifler daha derindeki yoğun kas elementlerinden oluşan gerçek muskülaris propriadan ayırt edilebilir. Mesane Tümöründe öncü lezyonlar: a) Papiller neoplazilerin öncü lezvonları: Bu grupta displazi, papiller hiperplazi ve inverted papillomlar yer almaktadır(1). b) Displazik intraepitelyal neoplazi: Atipi veya displazi terimi ürotelyumda anormalliklerin görülmesi yanısıra karsinoma insitu tanısını destekleyecek değişikliklerin olmaması durumunda kullanılır. Bu terimler düşük dereceli intraürotelyal neoplazi ile aynı anlamda kullanılmaktadır. göstermektedir. Hemen Mesane tüm displazik karsinomlarının lezyonlar, %20-86’sına karsinomla displazik birliktelik alanlar eşlik etmektedir (1). c) Metaplazi: Mesanede skuamöz, intestinal ve nefrojenik olmak üzere üç çeşit metaplazi görülür. Metaplazik değişikler zararlı uyaranlara urotelyumun cevabı olup neoplazi için oldukça düşük risk taşırlar(1). Papillom: Dünya Sağlık Örgütü (WHO) papillomayı ince bir fibrovasküler sap ile normal değişici hücreli epitelden kaynaklanmış bir papiller tümör olarak kabul etmiştir. Papillomalar tüm değişici hücrelerin %2"sini oluşturur. %16 oranında daha yüksek grade'li tümörlere progresyon gösterirler. Karcinoma insitu (CIS): Düz, nonpapiller anaplastik epitel olarak tanımlanabilir. Ürotelyum normal hücresel polaritesini kaybeder ve hücreler genişleyerek ilkel çekirdekçiklere sahip hale gelirler. CIS ekzofitik bir lezyona uzak yada yakın olarak ortaya çıkabileceği gibi nadiren de olsa makroskopik tümör olmaksızın fokal yada diffüz bir lezyon olarak da görülebilir. CIS'in multiple tümörlerle birlikte olma insidansı daha yüksektir. CIS'in çeşitli davranış şekilleri 13 olmasına rağmen çoğu invaziv hastalığa doğru progresyon gösterirler. Ayrıca CIS ile birlikte olan ekzofıtik lezyonlar daha fazla tekrarlama ve invazif olma eğilimindedirler(1). İnvazyon rekürrens ve progresyon sıklığı tümör grade'i ile yakından ilgilidir. Grade-I tümörlerde progresyon % 10-20, Grade-II tümörlerde % 19-37 iken GradeIII tümörlerde bu oran %33-67 dir. Sağ kalım oranlan da benzer şekilde etkilenir. Düşük grade'li tümörlerde 10 yıllık sağ kalım %98 iken yüksek grade'li tümörlerde bu oran %35'e inmektedir(1). Değişici hücreli karsinom (DHK): Mesane kanserinin yaklaşık %90-95’i değişici hücreli karsinomlardır. Çoğunluğu papiller ekzofıtik yapıda iken, daha az oranda sapsız ve ülsere olabilirler. Papiller olanlar yüzeyel karakterde iken sapsız olanlar daha çok invazivdir. DHK, histolojik derece bakımından farklı sınıflandırmalara göre 3, 4 veya 5 gruba ayrılmaktadır. Tablo- l'de bu farklı histolojik dereceleme sistemleri birbiriyle karşılaştırılmıştır. Ash klasifikasyonunda ise 4 grade tipi kullanılmaktadır. Buradaki kriterler hücre boyutu pleomorfizm, nükleer polarizasyon ve mitoz sayısıdır. Tablo 1: TCC ’ların histolojik derecelemesinde kullanılan sistemler: Ash Mostrofi/WHO Bergkvist Papillom 0 I Papillom 1 11 Düşük dereceli Yüksek dereceli Grade I 11 I Broders Mıırphy 11 III II III III IV 111 IV IV Ash'a göre: Grade 1; İyi diferansiye Grade 2: Orta diferansiye 14 Grade 3: Kötü diferansiye Grade 4: İndiferansiye Mesane tümörlerinde histolojik sınıflama, 1999 yıhnda Mostofi ve arkadaş1arının yapmış olduğu ortak değerlendirme ile yeniden düzenIenmiştir. Bu düzenlemede mikroskopik özellikler (hücre morfolojisi ve histolojik patem) temel alınmıştır. Dünya Sağlık Örgütü tarafından yayınlanan bu son histolojik sınıflama Tablo 2’de özetIenmiştir. 15 Tablo 2: Mesane karsinomlarının histolojik sınıflaması (WHO, 1999) I. Mesanenin epitelyal tümörleri A) Benign a) Ürotelyal (transizyonel hücreli) papillom b) Ürotelyal (transizyonel hücreli) inverted tip papillom c) Skuamöz hücreli papillom d) Villözadenom B) Düşük malignite potansiyelli papiller ürotelyal neoplazi C) Malign a) Ürotelyal (transizyonel hücreli) karsinom i) Papiller ürotelyal (transizyonel hücreli) karsinom ii) İnfiltratif ürotelyal (transizyonel hücreli) karsinom iii) Ürotelyal (transizyonel hücreli) karsinoma insitu iv) Atipi / Displazi b) Ürotelyal (transizyonel hücreli) karsinomların varyantları c) Skuamöz hücreli karsinom i) Verrüköz karsinom d) Adenokarsinom e) Urakal karsinom f) Berrak hücreli adenokarsinom g) Küçük hücreli karsinom h) İndiferansiye karsinom II. Nonepitelyal Tümörler III. Diger Tümörler IV. Metastatik Tümörler ve Sekonder Yayılım V. Sınıflanamayan Tümörler 16 2.5-EVRELENDİRME Jewett ve Strong tarafından 1946'da geliştirilen ilk evreleme sisteminde, yüzeyel hastalık ile kasları invaze eden hastalık arasında bir ayırım önerilmiştir. Marshall bu sistemi 1952 yılında modifiye ederek mukozaya sınırlı tümörleri Evre 0; lenf nodu metastazını D1 ve uzak metastazları da Evre D2 olarak ayırdı. Uluslararası Kanser Merkezleri Birliği (The Union International Cancer Center; UICC) evreleme sistemini primer tümör (T evresi); lenf nodları (N evresi) ve metastaz sahaları (M evresi) olarak gruplara ayırdı. UICC tarafından 1987’de yapılan klinik evreleme 2002 'de değiştirilerek son halini almıştır (Tablo 3) (9]). Mesane kanseri yaşamı tehdit etmeyen düşük grade’li yüzeyel papiller lezyonlardan, yüksek grade’li ve sıklıkla metastaz yapmış olan invaziv tümörlere kadar heterojen bir yelpaze oluşturur. Hastaların %80'inin ilk başvuru anında tümörleri mukoza veya submukozaya sınırlıdır ve yüzeyel (süperfisyel) mesane tümörleri olarak adlandırılır. Heterojen bir kanser grubu olan süperfisyel mesane tümörleri; mukozaya sınırlı ve papiller yapıda olan Ta, yüksek gradeli-yüzeyel ve epitele sınırlı olan Tis ve submukoza veya lamina propriayı invaze eden T1 tümörleri içerir. Tablo 3: Mesane Kanseri 2002 TNM Sınıflandırması (9) T – PRİMER TÜMÖR TX Primer tümör değerlendirilemiyor T0 Primer tümöre ait kanıt yok Ta Non-invaziv papiller karsinom Tis Karsinoma in situ: flat tümör T1 Tümör epitel altı dokuyu tutmuş T2 Tümör kas dokusunu tutmuş T2a: Tümör yüzeyel kas dokusunu tutmuş (iç yarı) T3 T2b: Tümör derin kas dokusunu tutmuş (dış yarı) Tümör perivezikal dokuyu tutmuş T3a: Mikroskopik olarak T4 T3b: Makroskopik olarak (ekstravezikal kitle) Tümör; prostat, uterus, vajen, pelvik duvar, abdominal duvar gibi yapılaru tutmuş T4a: Tümör prostat, uterus veya vajeni tutmuş T4b: Tümör pelvik duvar veya abdominal duvarı tutmuş N – LENF NODLARI 17 NX N0 N1 N2 Bölgesel lenf nodları değerlendirilemiyor Bölgesel lenf nodu metastazı yok Tek bir lenf nodunda 2cm veya daha küçük metastazlar Tek bir lenf nodunda 2 cm’den büyük, 5 cm’den küçük metastazlar, yada multipl N3 lenf nodlarında 5 cm’den büyük olmayan metastazlar Bir lenf nodunda 5 cm’den büyük metastazlar M – UZAK METASTAZLAR MX Uzak metastazlar değerlendirilemiyor M0 Uzak metastaz yok M1 Uzak metastazlar Şu anki TNM sınıflandırması Ta tümörleri non-invazif ve papiller tümörler olarak, Tis tümörleri yüzeyel karsinoma insitu olarak ve T1 tümörleri subepitelyal konnektif dokuya invazyon yapmış tümörler olarak tanımlamaktadır. Şu anki TNM sınıflandırmasında değinilmese de, T1 tümörlerin alt gruplara evrelendirilmesinin, submukozal invazyon derinliğinin prognostik faydası olduğunu göstermiştir. T1 alt evrelemesi T1a-b ve T1(a,b,c) olarak yapılmıştır. T1a tümörler muskularis mukozayı etkilememiştir. T1b-c tümörler sınıflandırmaya bakılmaksızın muskularis submukozal mukozayı invazyonun atake etmiştir. derinliğine Alt bakılarak prognozun farklılık gösterdiğini düşündüren bulgular vardır. Bu alt klasifıkasyona karşı olanlar, TUR cipslerinin doğru invazyon derinliği ve varlığı açısından değerlendirilmesinin zor olduğunu kabul etmektedirler. Prostatı tutan mesane tümörlerinin doğru tanımlanması ve evrelenmesi de başka bir tartışma konusudur. Şu anki TNM sınıflandırmasında, prostatı tutan tümörler T4a olarak kabul edilmektedir. Bununla beraber, prostatı tutmuş yüzeyel TCC' nin prognozunun prostat stromasını tutan tümörden daha iyi olduğu rapor edilmiştir. 2.6-HASTALIĞIN DOĞAL SEYRİ Yüzeyel mesane tümörlerinin doğal seyrini tahmin etmek tümör heterojenitesi nedeni ile mümkün değildir. Yüzeyel mesane kanserini karakterize eden iki özellik hastalığın rekürrensi ve progresyonudur. Rekürrens ve progresyon riskleri; histolojik grade, invazyon derinliği, multisentrisite, tümör çapı, vasküler ve lenfatik invazyonun varlığı veya yokluğu, CIS varlığı veya yokluğu gibi birçok histopatolojik faktöre bağlıdır. Her ne kadar bu konvansiyonel değerler bazı prognostik bilgiler verse de, her tümörün malignite potansiyelini değerlendirme de yetersiz kalmaktadır. 18 Tüm mesane tümörlerinin % 80'i tanı anında süperfisyeldir ve bunların da %70'i Ta'dır. Ta tümörler genel olarak düşük gradeli (G1) tümörlerdir. Süperfisyel tümörlerin %30'u T1 tümörlerdir. Bunlarında %30'u yüksek gradelidir (G3). Cis yüksek gradeli bir tümördür ve tüm mesane tümörlerinin %10'unu oluşturur(1). Yüzeyel mesane tümörlü hastalar eğer sadece TUR ile tedavi edilirlerse %6090’ı rekürrens gösterir. Cis ile birlikte bulunan T1 tümörlerde rekürrens %80 den fazla bulunmuştur(1). 2.7-TANI 2.7-1 Erken Tanı ve Semptomlar Mesane tümörlerinde erken semptom daha iyi bir prognozun işaretidir(2). Toplum geneli ve ilk basamak sağlık hizmeti veren doktorlar için hazırlanan bir eğitim programı; erken tanıyı sağlamada çok önemlidir. Mesane kanserinde en sık gözlenen semptom hematüridir. Hematürinin derecesi tümörün yayılımı ile uyumlu değildir. Hematüri; hasta tarafından makroskobik olarak yada rutin bir idrar tahlilinde tespit edilebilir. Herhangi bir derecedeki hematüride; hematürinin diğer potansiyel sebeplerinden biri (böbrek taşı, bakteriyel sistit, v.b.) tespit edilmişse bile; mesane kanseri açısından da değerlendirilmesi gereklidir. Mesane kanserli hasta irritabl idrar yapma şikayeti ile de müracaat edebilir. Hastada sıkışma hissi, dizüri ve artmış idrar sıklığı gibi şikayetler olabilir. Bu semptomlar sıklıkla bakteriyel sistitin göstergesi olmasına rağmen; hematüri olsun yada olmasın, inatçı semptomlarda bakteriyel kültürün negatifliği, CIS gibi mesane kanserinin varlığı ihtimalini araştırmaya teşvik etmelidir (2). 50 yaşın üzerindeki hastaların dışında asemptomatik mikroskobik hematürisi olan hastalarda nasıl bir yol izleneceği henüz netleşmemiştir(2). Elli yaşın üzerinde asemptomatik mikroskobik hematürisi olanlarda malignansi insidansı %5 iken; semptomatik mikroskobik hematürisi olanlarda bu insidans %10 civarındadır(2). Asemptomatik hematüride tarama önerilmemektedir çünkü kitle tespit etmede pozitif prediktif değeri (%0,5) çok düşüktür(2). Ancak, sigara gibi karsinojenlere maruz kalanlarda mikroskobik hematüri için rutin tarama yapılabilir. 2.7-2 Fizik Muayene 19 Parmakla rektal muayene ve bimanuel pelvik palpasyonu içeren fizik muayene; hematüri vakalarında önerilmektedir. Ancak mesane kanserli hastaların %85’i ilk müracaat esnasında yüzeyel bir tümöre sahiptir. Bu yüzden; eşlik eden bir patolojinin dışlanması haricinde, fizik muyenenin katkısı sınırlıdır(2). 2.7.3 Görüntüleme İntravenöz Pyelografi (IVP) Büyük tümörler mesanede dolma defekti olarak görülebilirler veya invaziv tümörlerde mesane duvarının simetrik olarak genişleyemediği görülebilir. Aynı zamanda intravenöz pyelografi (IVP); kalikslerde, renal pelvisde ve üreterlerde dolum defekti yapan bir tümörü, ve üreter orifisindeki invaziv bir mesane tümörüne ya da üreteral tümöre bağlı oluşan hidronefrozu saptamada da kullanılabilir(2). İlk tanıda IVP’nin rutin yapılması ihtiyacı, bu metodun uygulanması ile saptanan önemli bulguların insidansının az olması sebebi ile; şimdilerde sorgulanır haldedir (2). Ultrasonografi Ultrasonografinin üriner traktın ilk değerlendirilmesinde kullanım sıklığı artmaktadır. Bu; sadece bu yöntemin kontrast madde gerektirmemesi gibi avantajlarının yanında, üriner sistemi daha hassas değerlendirebilen probların çıkması ile de açıklanabilir. Transabdominal ultrasonografi böbrekteki kitlenin, hidronefrozun ve mesane içindeki dolum defektinin görüntülenmesine olanak verir. Düz abdominal film ile kombine edilmesi sonucunda, hematürinin sebebinin açıklanmasında IVP kadar kesin sonuç verdiği saptanmış ve mesane tümörü saptamada daha uygun olduğu görülmüştür(2). Bilgisayarlı tomografi (CT) Bilgisayarlı tomografi (CT) taraması invaziv mesane tümörlerinin ve pelvik ve abdominal lenf nodu metastazlarının değerlendirilmesinde yeri vardır. Lokal hastalığın yayılımını saptamada kullanılırlığı, perivezikal dokulardaki artefaktlardan dolayı azalmıştır. Bu; daha önce yapılan rezeksiyonun sonucunda oluşan inflamasyon nedeniyle oluşabilir ve yüksek evreleme’ye (overstaging)yol açabilir(2). BT taraması lenf nodu yayılımını değerlendirme olanağı sağlar ama mikroskobik bilgi vermez. Bu yüzden lenf nodu metastazını değerlendirmede sensitivitesi düşüktür. BT’nin en yaygın kullanımı büyümüş lenf nodlarını ve olası karaciğer metastazlarını saptamadır(2). Kemik Taraması 20 Rutin kemik taramasının klinik önemi; infiltratif tümörü olan hastalarda total sistektomi öncesinde yükselmiş alkalen fosfataz ve kemik ağrısı yakınması olanlarda anlamlı olabilir (2). 2.7-4 İdrar sitolojisi Yüksek grade’li malignite veya CIS varlığında idrarda veya mesane yıkantı suyunda dökülmüş kanser hücrelerinin değerlendirilmesi kısmen faydalıdır(2).Hasta hidrate edilerek kanser hücrelerinin daha iyi değerlendirilmesi sağlanabilir. Sitoloji için incelenecek idrar, sabahın ilk idrarı olmamalıdır. Üst üriner traktın veya mesanenin görüntüleme yöntemleri ile değerlendirilmesi negatif olsa bile; idrar sitolojisinin pozitif olması üriner sistemin herhangi bir yerinde tümör olduğunu gösterir. Ayrıca, idrar sitolojisinin negatif olması da düşük grade’li bir tümörün varlığını ekarte ettirmez(2). Sitolojik yorum problemli olabilir; hücre sayısının az olması, atipi, dejeneratif değişiklikler ve teropötik değişiklikler bu zorluklara katkıda bulunur(2). Bunlar, ürotelyal malignitelerin araştırılması için idrarda daha değerli olabilecek çalışmaların yapılmasını teşvik etmiştir. 2.7-5 Yeni testler Son yıllarda, idrar belirteçlerinin değerlendirilmesi ile ilgili birçok çalışma yapılmaktadır. BTA (Bladder Tumor Antigen), NMP 22 (Nuclear Matrix Protein), fibrin-degradation products, Quanticyt and Immunocyt kullanılabilirler. Bunların birçoğunun mesane kanseri için daha yüksek sensitivitesi, daha düşük spesifitesi vardır. Bu nedenle yanlış pozitif testler gereksiz görüntülemeye ve mesane biopsilerine yol açar. Bu gibi testlerin, yüzeyel mesane kanserindeki karar verme sürecinde, tedavi ve prognozda ilave bilgiler sağlanıp sağlanmayacağı; konuyla ilgili, çok-merkezli prospektif verilerin mevcut olmaması nedeniyle, henüz bilinmemektedir. 2.7-6 Sistoskopi ve TUR Sonuçta mesane kanserinin tanısı sistoskopi ve çıkarılan materyalin patolojik değerlendirilmesi ile konur. Bir hasta mesane kanseri açısından değerlendirilirken, sistoskopi ilk başta anestezi uygulanmadan yapılabilir. Eğer yapılan tetkiklerde mesane kanseri saptanmış ise veya üriner sitoloji pozitif bulunmuş ise; tanısal 21 sistoskopi atlanır ve hasta anestezi altında sistoskopi ve biopsi veya tümör rezeksiyonu için hazırlanır. Mesanede palpabl bir kitle olup olmadığını ve eğer tümör varsa, pelvik duvara fikse olup olmadığını değerlendirmek için anestezi altındaki hastaya bimanuel muayene yapılmalıdır. Bimanuel muayene hem TUR’dan önce hem de sonra yapılabilir. Rezeksiyondan sonra palpabl kitle varlığı ekstravezikal tümör varlığını gösterir. Sistektomi öncesi radyoterapi sonuçlarının takibinde dikkate değer katkısı olabilir(2). Mesane tümörünün TUR’u mümkün olduğunca derin yapılmalıdır ki, tümörün tapısı ve tümörün mesane duvarı katmanlarındaki yayılımı daha iyi ortaya konsun. Tümörün mesane duvarındaki katmanlarda yayılımı evrelemede ve prognozu belirlemede kullanılır. Patolojik değerlendirme için; rezeke edilen tümörün yüzeyel kısmı ve derin kısmı ayrı ayrı gönderilmelidir. Koterin yaygın kullanımı patolojik detayları bozabilir; bu yüzden koter artefaktından kaçınılmalıdır. Tümörden ve şüpheli alanlardan biopsi, hastalığın yayılımını belirlemek için alınmalıdır. Histolojik yapı için soğuk biopsi ve hastalığın yayılımının tespiti için TUR biopsiler yapılmalıdır(2). Tümör yokluğunda sitoloji pozitifliği var ise veya herhangi bir papiller olmayan tümör varlığında normal mukozadan rastgele biopsilerin alınması gereklidir. Soliter papiller lezyonlarda rastgele biopsiler alınması kontrendikedir çünkü ilave bir bilgi sağlamaz ve mukozaya tümör ekilmesi gibi bir risk taşı (2). Prostatik üretraya yüksek sıklıkta yayılımından dolayı Tis şüphesi varlığında; prostatik üretradan TUR biopsi alınmalıdır(2). 2.8-TEDAVİ SEÇENEKLERİ 2.8.1-Yüzeyel Mesane Tümör tedavisi 2.8.1-1 Ta-T1 lezyonların tedavisi Ta-T1 lezyonlarının tedavi rejimleri planlanırken; hastalığın rekürrens ve progresyon riski, yan etkileri ve maliyeti hesaba katılmalıdır. İnvaziv kansere progresyon riski vakaların çoğunda düşüktür, ancak vakaların %10’unu oluşturan 22 high-grade T1G3 hastalarda oran %50’yi bulur(2). Hastalığın rekürrens ve progresyon riski; ilk TUR ve tanı çalışmaları ile elde edilen klinik ve patolojik veriler ile tahmin edilebilir. Bunlar yüzeyel mesane tümörlerinin prognostik faktörleri olarak bilinir. Prognostik faktörler Yüzeyel mesane tümörleri ile ilgili birçok büyük çalışma grupları, çeşitli prognostik faktörler ile ilgili tanımlamalarda bulunmuşlardır (4,5,6,7,8). Prognostik parametrelerin değerlendirilmesi kolay olmakla beraber hastalık rekürrensi için önemleri düşüktür, bunlar aşağıda sıralanmıştır. 1-Tanı anındaki tümör odağı sayısı 2-Daha önceki rekürrens oranı; 3 aydaki rekürrens 3-Tümörün büyüklüğü: Daha büyük tümör, rekürrens için daha yüksek risk 4-Tümörün anaplastik grade’i İnvaziv hastalığa dönüşümde; en önemli faktörler anaplastik grade ve T kategorisidir. Prognostik faktörler baz alınarak, yüzeyel mesane tümörleri aşağıdaki gibi risk gruplarına ayrılabilir: 1-Düşük riskli tümörler: Tek, Ta, G1, <3cm büyüklük 2-Yüksek riskli tümörler: T1,G3, multifokal veya yüksek rekürrensli, CIS 3-Orta riskli tümörler: Tüm diğer tümörler, Ta-T1, G1-G2, multifokal, >3cm büyüklük Yüzeyel mesane tümörlerinde TUR’dan hemen sonra tek doz erken kemoterapotik ajan uygulanması: TUR’dan sonraki 6 saat içinde tek doz intravezikal epirubisin veya mitomisin C uygulanması rekürrens oranını %50 azaltabilir ve bu yüzdendir ki mesane perforasyonu beklenmeyen uygulanmalıdır(2). BCG tüm yüzeyel mesane (Bacillus Calmette Guarin) tümörlü hastalarda kontrendikedir çünkü mesanedeki açık yaralara bağlı olarak sistemik yan etki tehlikesi vardır. Tek, Ta-T1, <3 cm G1 tümörler ve papiller tümörlere; rekürrens ihtimali düşük olduğu için daha ileri tedavi yapmaya gerek yoktur. 23 Orta ve yüksek risk grubunda 4-8 haftalık kemoterapotik ajanlarla kür tedavileri: Nüks riski yüksek tümörler (rekürren multipl Ta-T1, G1-G2); 4-8 haftalık mesane instillasyonları ile tedavi edilmelidir. Ciddi mesane irritasyon bulgularının varlığında yakınmaları ağırlaştırmamak için ve daha sonra gelişecek mesane kontraksiyonunu önlemek üzere tedavi ertelenmeli veya durdurulmalıdır. Yan etkiler tedavi rejiminin yoğunluğuna bağlıdır(2). İdame kemoterapi Kemoterapötik ajanların instillasyonlarının tekrarlanmasının yararı net olarak tanımlanmamıştır. Ancak rekürrens ve progresyon olasılığı yüksek hastalarda ilk indüksiyon tedavisini takiben aylık intravezikal uygulamalara devam edilmesi önerilmektedir. TUR’dan sonra erken instillasyon uygulanmış orta riskli hastalarda; idame kemoterapisinin 6 aydan daha uzun sürdürülmesinin, rekürrensleri ve/veya progresyonu önlemede bir yararı olduğu kanıtlanmamıştır (2). Eğer rekürrens gözlenmediyse kemoterapotik instillasyonların 6 aydan uzun sürdürülmesinin faydalı olduğuna dair kanıt yoktur. Esasen intravezikal tedavi; tedaviden sonraki ilk fazda rekürrens şansını azaltmada etkili olabilir. Rekürren Hastalığın Tedavisi Rekürrens durumunda, ilk baştaki instillasyon programına dönülür. Yüksek riskli tümörlerde veya multipl rekürrenslerde, BCG’nin ispatlanmış faydasından dolayı BCG tedavisi önerilmektedir (13,14). T1 tümörler kasları infiltre ederek progrese olurlar ve buna göre tedavi edilmelidir. İntravezikal uygulanan kemoterapötik ajanlar: En sık kullanılan ajanlar; MitomisinC, epirubisin ve doksorubisin’dir. Hiçbirinin diğerine üstünlüğü kanıtlanmamıştır. Kemoterapotik ajanlar 30-50 ml izotonik solusyonu veya suda eritilerek, mesanede 1-2 saat tutulur. Dozlar; Mitomisin C için 20-40 mg, epirubisin için 50-80 mg ve doksorubisin için 50 mg dır; ancak kürü sağlayan gerçek dozlarla ilgili bilgiler noksandır. Dilüsyondan kaçınmak için, instillasyon öncesinde hastanın sıvı almaması konusunda bilgilendirilmesi gerekir. 24 Yan etkilerine bakacak olursak; kimyasal sistit tedavinin yoğunluğuna (konsantrasyon ve sıklık) bağlıdır ve kullanılan tüm ilaçlarda görülebilir. Tedavi sonlandırıldığında çoğu vakada kendiliğinden iyileşme olur. Ciddi kimyasal sistit gelişenlerde mesane kontraksiyonu gelişebilir. Mitomisin C ile ellerde ve genital bölgede alerjik deri reaksiyonları sıklıkla görülebilir. Bundan kaçınmak için eller ve genital bölge miksiyon sonrası yıkanmalıdır. İmmün düzenleyici ajanlar İntravezikal uygulanan BCG’den başka hastalığın rekürrensini önlemede kemoterapotik ajanlar kadar başarılı olduğu ispatlanan diğer immunmodülatuar ajanlar; interferon, interlökin, and KLM (keyhole limpet hemocyanin)’ dir. (2) 2.8.1-2 Tis’in Tedavisi Tis’in güncel tedavisi, 6 hafta süreyle verilen BCG instillasyonlarından oluşmaktadır. Komplet yanıt hastaların %70’inden fazlasında elde edilir. Eğer sitoloji ve biopsi pozitif olarak devam ederse, bir diğer siklüs ilave edilerek %15 komplet düzelme sağlanabilir. 3, 6, 12, 18, 24, 30 ve 36’ıncı aylardaki idame tedavi siklüslerinin, bu yüksek malignan hastalıkta rekürrensi önlediği savunulmaktadır. Eğer bu ikinci siklüsden sonra kür sağlanamazsa veya erken hastalık rekürrensi varsa, üretrektomi ile birlikte sistektomi endikedir(2). 2.8.1-3 T1 G3 mesane tümörlerinin tedavisi T1G3 mesane tümörlerin progresyona yatkınlığı yüksektir ve bu yüzden bazı deneyimli hekimler üstün survi oranı için erken sistektomi uygulama eğilimindedir. Yine de; kemoterapotik ajanların instillasyonları ve BCG tedavisi ile hastaların %50’sinin mesanelerinin korunduğu gösterilmiştir (13 ,14 ,15 ,16 ) . Hangi T1G3 tümörlere gerçekten erken sistektomi yapılması gerektiği tanımlanamamıştır, ancak solid yada papiller tümör görünümü, yüksek rekürrens oranı ve multipl olması ve eşlik eden Tis varlığı gibi faktörler karar vermede kesin etkilidir. 2.8.2-Mesane Tümöründe İmmünoteröpatik yaklaşımlar YüzeyeI mesane tümörünün immünoterapisinde kullanılan başlıca immünmodülatörler Bacille Calmette-Guerin (BCG), interferon (IFN), interlökin (İL) 25 ve Kcyhole Limpel Hemocyanin (KHL) dir. Ancak BCG hariç diğerleri henüz yaygın kullanım alanı bulamamışlardır. Tüberkülozun anti-tümör etkisi I929'dan beri bilinmektedir. Pearl yaptığı otopsi çalışmasında maling tümörlerin tüberkülozlu hastalarda kontrol grubuna göre belirgin olarak daha az olduğunu göstermiştir(36). 1966 yılında Coe ve Feklman BCG sonrası immünolojik bir cevabı işaret eden gecikmiş hipersensitive reaksiyonunun varlığını gösterdiler(37). BCG intravesikal olarak ilk kez Morales ve arkadaşları tarafından 1976'da yüzeyel mesane kanserinin tedavisinde kullanılmıştır(38). Aradan geçen yaklaşık 30 yıl sonunda günümüzde BCG, karsinoma insitu (CIS) ve endoskopik rezeksiyon sonrası rezidüel tümörlerin tedavisinde (teröpatik kullanım) ve komplet endoskopik rezeksiyon sonrası tümör rekürrenslerini ye/veya progresyonunu önlemek için (profilaktik kullanım) yaygın bir şekilde kullanılmaktadır(2) Ancak klinik kullanımı yaygın bir kabul görmesine karşın, BCG'nin etki meka­ nizması tam olarak anlaşılamamıştır. Yapılan çalışmalar BCG'nin, kişinin immün sistemini aktive ettiğini göstermektedir(39,40). Antitümör etkinin başlatılabilmesindeki en önemli basamak BCG'nin mesane duvarına fibronektin (FN) yardımıyla yapışmasıdır(41). BCG'nin 30-32 kDa majör protein antijeni olan antijen 85 kompleksi, FN' nin kollajen bağlanma bölgesine spesifik olarak bağlanır. Antijen 85 kompleksi immünodominant bir protein olup, güçlü bir interlökin 2 (IL-2) ve interferon (IFN-) uyaranıdır(42). BCG tarafından uyarılan immün sistem, lenfokin tarafından aktive edilmiş öldürücü (LAK) hücrelere, BCG tarafından aktive edilmiş öldürücü hücrelere, T lenfositlere (CD4 helper ve CD8 baskılayıcı/ sitotoksik hücreler) ve monositlere ihtiyaç duyar(26,27,34). BCG instillasyonlarından sonra lamina propriadan az 3 ay süreyle etkisi devam eden T hücre infiltrasyonu izlenmektedir(43). Bu T hücre infiltrasyonu immünolojik olarak aktif CD4 ve CD8 hücreleri içerir. Bu ise burada tümör hücresi öldürücü etkisi olan sitotoksik T hücreleri ve makrofajların sayıca artışıyla sonuçlanır(32,34). Ratliff ve arkadaşları CD4 ve CD8 hücrelerinde BCG'nin antitümör etki gösterebilmesi için gerekli olduğunu gösterdiler. Böylelikle CD4 hücreleri ile IL-2, IF ve TNF salınımı ile lokal kontrol sağlanır(33). BCG’ nin pek çok suşu tarif edilmiştir. Yapılan çalışmalarda, bu suşların etkinlik ve yan etki bakımından birbirlerinden farklı olmadıkları gösterilmiştir(44). BCG nin hangi sıklıkta verilmesi gerektiği konusunda tartşmlara hala sürmektedir. 26 Değişik tedavi rejimleri olmasına rağmen, genellikle 6 haftalık tedavi uygulanmaktadır. Optimal yanıtı tespit etmek için yapılan sitokin çalışmalarında 1,5 ve 6. haftalarda BCG verimesinin Th1 ve Th2 yanıtı üzerine, 6 hafta verilmesine göre daha etkili olduğunu göstermiştir(45). Ancak uzun dönem sonuçlar göstermiştir ki, immün koruyuculuk yaşam boyu sürmemektedir. Bu da uzun süreli BCG prokollerini gündeme getirmiştir(46). Bohle ve arkadaşlarının yapmış olduğu bir meta-analizde ise 11 klinik çalışma ve 1.421 hastanın sonuçları incelenmiştir(47). Bu çalışmada BCG tedavisi alanlar mytomisin C (MMC) ile rekürrens açısından karşılaştırıldığında rekürrens oranlarının BCG alanlarda daha az olduğu izlenmiştir (%38.6 vs 46.4, p:0.005). Ayrıca BCG idame tedavisi alanlarda rekürrens oranlarının belirgin oranda az olduğu gös­ terilmiştir (p<0.001). Bu ekip tarafından yapılan bir başka 9 klinik çalışma ve 1277 hastayı içeren meta-analizde ise progresyon üzerine BCG veya MMC alanlar arsında istatiksel anlamlık yaratan bir farklılık izlenmediği (p:0.08), ancak en azından 1 yıl BCG idame tedavisi alanlarda 6 hafta BCG veya MMC'e göre progresyonda anlamlı ölçüde azalma (p-0.02) olduğu bildirilmiştir(48). Tüm bu sonuçlar incelendiğinde orta ve yüksek mesane kanserlerinde progresyon oranlarını azaltan tek tedavi yöntemi olarak karşımıza 3 yıla kadar süren BCG idame tedavisi çıkmaktadır(2). En sık görülen yan etkiler, mesane irritasyonuna bağlıdır. Ancak BCG sepsisi, prostatit, orşit ve hepatit gibi nadir görülen bazı ciddi komplikasyonların yanısıra grip benzeri yakınmalar da ortaya çıkabilir. Bu yüzden TUR’dan sonraki erken dönemde veya makroskobik hematüri varlığında; mesane veya üretrada açık yara olabileceğinden BCG uygulanmamalıdır. BCG tedavisi için TUR’dan sonra 14 gün beklenmesi uygundur(2) Son yıllarda intravesikal tedavinin etkinliğini arttırmak için BCG çeşitli ajanlarla kombine edilmiştir. Sıklıkla bir kemoteröpetik (MMC veya EPİ) ile veya başka bir immün-modülatör ile (IFN) kombine edilmişlerdir. EORTC’ nin CIS' Iu hastalarda ardışık kemo-immünoterapinin etkinliğini değerlendirmek için planlanan bir çalışmada; BCG tedavisine dirençli yüzeyel mesane tümörlü hastalarda düşük doz BCG ile IFN-a2b kombinasyonu ile idame tedavisi denemiştir(49). Hastaların birinci yıl takiplerinde %63'ü, 2. yılsonunda ise %53'ü hastalıksız olarak saptanmıştır. Kombinasyon tedavisi iyi tolere edilmiştir, sonuçlar cesaret vericidir. 27 Günümüzde sitokin gene transferi, immün cevabı güçlendirmek için kullanılan bir yöntemdir. Çeşitli vektörler yardımıyla taşınan IL-2 geni İntravesikal instillasyonlarla mesane içine verilmektedir ve sonuçlar ümit vericidir(50). 2.8.3-İnvaziv Mesane Tümör tedavisi Radikal sistektomi Kas invaziv tümörlerin tedavisinde altın standart radikal sistektomidir. Bununla birlikte yaşam kalitesini konu alan güncel yayınlarla, mesane koruyucu tedavilere ilgi artmaktadır. Amerika ve Almanya gibi bazı ülkelerde erken sistektomi favori iken, İngiltere gibi diğer ülkelerde radyoterapi ve/veya kemoterapi ilk seçenek olarak uygulanmakta ve kurtarıcı tedavi için sistektomi ertelenmektedir(2). Performans durumu ve yaş da tedavi seçimini etkilemekte ve sistektomi; eşlik eden hastalığı olmayan daha genç hastalarda tercih edilmektedir. Mesane koruyucu cerrahi ile birlikte neoadjuvan veya adjuvan kemoterapi ve/veya radyoterapi; radikal sistektomiye uygun bir alternatif olabilir. Endikasyonlar Sistektomi için primer endikasyon; kas invaziv mesane kanseri T2-T4a, N0NX, M0’dır. Diğer endikasyonlar; yüksek riskli yüzeyel tümörler (T1 G3 and BCGdirençli Tis) ve konservatif yöntemlerle kontrol edilemeyen geniş papiller tümörler’dir. Cerrahi dışı tedavi yöntemlerine cevap vermeyenlerde veya mesane koruyucu tedavi sonrasında relaps olanlarda; ilave olarak TCC dışı tümörlerde (kemoterapi ve radyoterapiye TCC’den daha zayıf yanıt verirler) salvage sistektomi endikedir. Eşlik eden ciddi hastalıkları olanlarda ve cerrahi riski kabul etmeyenlerde sistektomi kontrendikedir. Bölgesel lenf nodu metastazı T evresine bağlıdır, T1 lerde %10’dan az, T3-T4 lerde neredeyse %33 oranındadır(2). 2.9-MESANE TÜMÖRÜ VE İMMÜN SİSTEM Tümör oluşumu ile immün sistem fonksiyonları arasında kuvvetli bir ilişkinin olduğunu gösteren kanıtlar mevcuttur(10,11,12,18,19,20). Son yıllarda bu ilişkiyi tüm açıklığıyla ortaya koymaya çalışan klinik ve laboratuar araştırmaların sayıca arttığı görülmektedir. Tümör immünolojisinde yeterli ve tam işlev gören bir immün sistem, genel anlamda iyi bir prognostik faktör olarak kabul edilebilir. Özellikle 28 mesane kanserli olgularda 1970’lerde uygulanmaya başlayan intravezikal BCG tedavisinden sonra bu çalışmalar çoğalmıştır. Son 20 yıldır, tümör immünolojisi konusunda güncel temel ve klinik araştırma çalışmalarını şekillendiren birçok önemli kavramlar ortaya çıkmıştır (3).Her nekadar, normal immün sistem tümör büyümesi ve yayılmasına karşı önemli bir bariyer oluşturmasa da, immün sistemin manüplasyonu tümör gelişimine yol açabilir. Tümöre karşı etkin bir immün cevabın indüksiyonu hayvan modellerinde çok belirgin bir şekilde gösterilmektedir, insanlarda da bazı başarılar elde edilmiştir. Birçok kanser hastasında antitümör immünitenin yetersiz gelişiminden, tümöre bağlı değişiklikler sorumlu olabilir. Bununla birlikte, immün disfonksiyonun ve nasıl önlenebileceğinin daha iyi anlaşılarak, kanser tedavisi için daha etkin immün tedaviye yol açacak immün hücrelerin aktivasyonu için yeni stratejilerin geliştirilmesi ümit edilmektedir(1). Periferik kan lenfositlerinin immüno fenotiplendirilmesi; doğuştan veya kazanılmış immünolojik hastalıkların, intrauterin enfeksiyonların, malign hastalıkların ve otoimmün hastalıkların tanısında ve hastaların tedaviye yanıtlarının izlenmesinde önemli rol oynamakladır. Monoklonal antikor ve akım sitometri tekniğindeki son gelişmelerle, hücresel immün sistemi daha iyi tanımlamak mümkün olmuş, klinik ve epidemiyolojik çalışmalara ışık tutulmuştur. Lenfoid seri hücrelerini, biyolojik fonksiyonları ve yüzeylerinde eksprese olan antijenlere göre üç ana grupla toplamak mümkündür: T Lenfositler B Lenfositler Natural Killer (NK) Hücreleri 2.9.1-T LENFOSİTLER Periferik kan lokositerinin % 20-30 kadarını lenfositler, periferik kandaki lenfositlerin de %70-80'ini de T lenfositler oluştururlar. T lenfositler, timusta geliştikleri ve timus bağımlı hücreler oldukları için "T hücreleri" adını alırlar. İmmün cevabı başlatan antijene spesifik effektör yanıtı oluştururlar. Çeşitli çözünür maddeler üreterek diğer lökosit aktivitelerini de regüle ederler. Lenfositlerin effektör ve regülatör olmak üzere iki ayrı fonksiyonu vardır; 29 1. 2. Effektör fonksiyonları; Hücresel sitotoksisite, Hücresel immünite (geç tip aşırı duyarlılık). Regülatör fonksiyonları; B ve T hücrelerin, monosit ve makrofajların aktivitesini artırmak, İmmün cevabı baskılamak, Sitokin salgılamak İmmünglobulinlerle yapısal ve fonksiyonel olarak benzerlik göstermesine karşın, hiçbir zaman salgılanmazlar. Etkilerini direkt temas veya diğer immün hücrelerin aktivitelerini etkileyerek gösterirler. İmmün sistem, tümör rejeksiyonunda kritik bir role sahiptir ve T lenfositleri, etkili bir tümör immün yanıtın gelişmesinde en önemli hücrelerdir (10,11,12,18,19,20). Bu nedenle, tümörlü olgularda pek çok immün tedavi modeli, T hücre cevabının aktivasyonuna odaklanmaktadır(20). T hücrelerinin önemi, reaktive T hücrelerinin fare tümörlerine transferinde onların, hayvanları daha sonraki uygun canlı tümör hücrelerinden korumaları, hatta bazı durumlarda, oluşmuş tümörlerin rejeksiyonunu sağlamaları ile kanıtlanmıştır. Dahası, T hücrelerinin CD8 ve bazı olgularda CD4'e karşı antikor kullanarak in vivo delesyonu, normalde immün tedavinin değişik formları tarafından indüklenen antitümör aktiviteyi elimine eder(1). Yüzeylerinde CD4 taşıyan lenfosit alt grubu, geç duyarlıktan sorumlu effektör hücrelerle, sitotoksik ve supressör T hücrelerinin olgunlaşmasında yardımcı olan, B hücrelerinin de antikor yapan plazma hücrelerine dönmelerini uyaran T hücrelerini içermektedir. Bu nedenle CD4 belirteci taşıyan bu lenfositlere yardımcı / uyarıcı T lenfositler (T Helper/inducer) denilmektedir. T lenfositlerin %65’i CD4, %35 kadarı CD8 eksprese etmektedir(35). CD4 T lenfositler, antijeni sınıf II doku grubu antijenleri ile birlikte olduklarında tanırlar. T Helper lenfositler, antikor yapıcı B hücrelerinin, sitotoksik ve supressör T hücrelerinin aktivitelerini güçlendirir ve düzenlerler. Bu hücreler çeşitli lenfokinler salgılayarak, T ve B hücrelerinin, monosit ve makrofajların ve diğer bazı nonspesifik immün hücrelerin sayıca ve etkinlikçe güçlenmelerini sağlarlar. Antijen hazırlanması sırasında CD4 T lenfositler ya tip 1 sitokinleri üreten hücreler (Th1 hücreler) haline yada tip 2 sitokinler üreten hücreler (Th2 hücreler) 30 haline dönüşürler. Tip 1 sitokinler IL-2, INF-gama ve lenfotoksinde denilen TNF-β’ yı içerir. Bu sitokinler intrasellüler parazit ve özellikle tüberkülinin geç tip aşırı duyarlılığı gibi, hücresel immün yanıtın komponentleri için önemlidir(1). Tip 2 sitokinler IL-4, IL-5, IL-6 ve IL-9 ‘u içerirler ve hücre dışı parazitlere karşı gelişen immün yanıtlar ve alerjik reaksiyonların önemli komponentleridir. Tip 1 ve tip 2 sitokinler aynı zamanda immün yanıt esnasında B lenfositler tarafından üretilen antikorun izotipinide etkiler. Yüzeylerinde CD8 taşıyan lenfosit alt grubu ise, geç duyarlık reaksiyonlarını ve antikor yapımını engelleyen T supresör (baskılayıcı) hücreler ile sitotoksik aktivite gösteren effektör T hücrelerini içermektedir. Ancak bu hücrelerin optimal etkinliklerini gösterebilmeleri için CD4 hücrelerin yardımına ihtiyaçları vardır. CD8 + sitotoksik T lenfositler, virüs, parazit ve bakteri ile enfekte hücreler, tümör hücreleri, doku ve organ transplant hücreleri gibi organizmaya zararlı veya yabancı hücrelere doğrudan saldırırlar. Bu hücreler, antijen sunan hücrenin hücre dışından aldığı antijeni tanımakta CD4 + hücreler kadar başarılı değildirler. Ancak virüs proteinleri gibi hücre içinde sentezlenen antijenlerin sitoplazmada işlem görmesinden sonra MHC sınıf I molekülleriyle kombine olup yüzeye taşınınca tanınırlar. Tanınmanın ardından, bu sitotoksik hücreler hedef hücre ile direkt temas sağlayarak hücrenin ozmotik dengesini bozarak onu lizise uğratırlar. Aktive olmuş T lenfositler, periferde bölünerek hafıza ve effektör hücreleri meydana getirirler. Hücresel immün yanıttan sorumlu T lenfositlerin yabancı bir proteini tanıması için bu proteinin öncelikle antijenik peptidlerine ayrılması ve "antijen sunan hücreler" adı verilen konak hücrelerin yüzeylerine yerleşmesi gerekir. Bütün konak hücreleri, gerektiğinde antijen sunabilir. Ancak bazı hücreler bu amaç için uyum sağlamışlardır ve T hücre aktivitesinin kontrolünde önemli rol oynarlar. Monositler, dendritik hücreler ve B lenfositler antijen sunan hücreler arasında sayılabilir. Antijen, antijen sunan hücreler üzerindeki MHC (Major Histocompatibility Complex) proteinlerinin üzerine bağlanır ve bu kombinasyon T hücre reseptörü (THR) tarafından tanınır. Özet olarak; T lenfositlerin immünolojik fonksiyonlarını gerçekleştirebilmeleri için başka hücrelerin yüzeylerinde bulunan antijenlerle temas etmeleri gerekir. Lenfosit fonksiyonları ile ilgili bilgilerimiz son 20 yıl içinde T ve B lenfositlerin, ardından da Th ve Ts lenfositlerin tanımlanması ile birlikte belirgin olarak artmıştır. Lenfosit altgruplarının neoplazilerde immunoregülatuar role sahip 31 oldukları bilinmektedir. İyi işlev gören bir immün sistem tümörlere karşı konakçısavunma mekanizmalarının işletilmesinde gereklidir. Yine iyi görev yapan bir immün sistem sadece terapötik anlamda değil prognostik anlamda da (lenfosit aberrasyonlarının kötü bir prognoz kriteri olabileceği gibi) bir kriter kabul edilebilir. T lenfosit altgruplarının aktivitesi, stres, operasyon, tedavi, sistemik kemoterapi ve radyasyon gibi birçok faktöre bağlıdır (21). NK hücreleri ise değişik grup tümör hücrelerine ve viral enfekte hücrelere karşı spontan sitolitik aktiviteye sahip olmakla birlikte, aktiviteleri interferon ile hızlı bir şekilde artabilmektedir(22). Farelerde yapılan in vitro çalışmalarda farklı çeşit tümör hücrelerini öldürme kabiliyeti bulunan NK hücrelerinin aktivitesi insanlarda, periferal kanda, değişik metodlar kullanılarak araştırılmış ve çeşitli kanser hastalarında birbirinden farklı sonuçlar elde edilmiştir (29,30,31). Kanserin varlığı ve derecesi lenfosit altgruplarının dağılımından anlaşıldığı üzere immun cevabı tetikler gibi görünmektedir. İmmün sistemin bu terapötik proçeste aktif bir rolmü aldığı yoksa sadece basit olarak pasif bir yanıt mı verdiği halen sorulan bir sorudur. Hücre aracılı immünitenin kanserli hastalarda tümör immünolojisinde anahtar rol oynadığına dair artan oranda kanıtlar mevcuttur. İnsan kanser dokusunda ve özellikle intravezikal BCG infıltrasyonunu takiben T lenfosit infiltrasyonunun önemine ilgi gittikçe artmaktadır (26,27). Bubenik ve ark. nın yaptığı ilk çalışmalar da mesane kanserli hastalarda hastalığa bağlı lenfosit sitotoksitesi gösterilmiştir (28). Son immünohistolojik gelişmeler, monoklonal antikorların gelişmesi ile birlikte, lenfosit subgruplarının periferal kanda ve dokularda çalışılmasına ve tanımlanmasına imkan vermiştir (23). Bu çalışmada, ürolojik kanserli hastalardan alınana periferik kandan çalışılan T lenfositlerinin reaktivitesi ve fenotipik dağılımı analiz edilmiş ve hastalığın evresi ile ilişkilendirilmiştir. Değişik malign hastalıklarda bozulmuş selüler ve hümöral immün yanıtlar tanımlanmıştır (24.25,29). Ürolojik kanser hastalarında lenfosit aktivitesi ve T lenfosit alt gruplarının arasındaki ilişki bazı araştırıcılar tarafından gösterilmiştir (29). Çalışmalar Ts hücrelerin tümörde hücre aracılı immün cevabın modülasyonunda rol aldığı yönündedir. Yapılan çalışmalarda intravezikal olarak uygulanan BCG'yi takiben mesane mukozasında primer olarak Th hücrelerin intravezikal birikimlerinin olduğu gösterilmiştir (34). Ratliff ve arkadaşlarının yaptıkları çalılşmalarda ise, gerek CD4 gerekse CD8 T-lenfositlerinin, mesane kanserinin BCG ile başarılı bir 32 şekilde tedavi edilebilmesi için, mutlaka gerekli olduğunu göstermiştir(33). Artmış Th hücreleri aynı zamanda idrarda eş zamanlı olarak artmış IL-2 (Th hücrelerinden salınan bir lenfokin) seviyeleri ile birlikte bulunmuştur (32). Bu çalışmalar Th lenfositlerin rekürren mesane tümörlerinde önleyici olarak önemli rol alabileceğini göstermesi açısından önem taşımaktadır. 2.9.2-B LENFOSİTLER B lenfositler kemik iliği kaynaklı hücrelerdir. Olgun B lenfositler, membranlarında bulunan ve antijen bağlamaya yarayan immünglobulin yapısındaki yüzey molekülleri ile diğer lenfositlerden ayrılırlar. B lenfositler, periferik kandaki lenfositlerin % 5-15'ini oluştururlar. Vücuda giren yabancı antijenlere karşı antikor salgılayıp "sıvısal immün yanıt" oluştururlar. B seri hücreler, vücutta immünglobulin (Ig) sentezleyebilen tek hücre grubudur. İstirahat halindeki lenfositlerde, sadece Ig'ler mevcuttur ve spesifik antijenler için reseptör görevi üstlenirler. B serisinin effektör hücresi olan plazma hücreleri ise, büyük miktarlarda Ig proteini salgılarlar. Salgılanan immünglobulinler "antikor" adını alırlar ve toplam serum proteininin % 25'ini oluştururlar Aktive olmuş B lenfositler bir yandan bölünerek, bir yandan da değişime uğrayarak (farklılaşarak) hafıza (memory) B lenfositleri ve plazma hücrelerini oluştururlar. B hücreleri, hümoral immün cevabı oluşturmanın yanında iki önemli göreve daha sahiptir: Bunlardan birincisi T hücreleri için antijen sunan hücre görevini üstlenmek, ikincisi de, diğer immün sistem hücre fonksiyonlarını etkileyen bazı lenfokinleri salgılamaktır. 2.9.3-NATURAL KİLLER (DOĞAL ÖLDÜRÜCÜ, NK) HÜCRELER 1970'li yıllarda Rosenberg ve arkadaşları, lösemili ikizlerde özgün hücresel anti-tümör yanıtı araştırırken "background lytic" aktivite adını verdikleri endojen spontan sitotoksik aktivitenin varlığını ortaya çıkarmışlardır. Daha sonraları monoklonal antikorlar kullanılarak; tümör hücrelerine karşı aktivasyon, viral infeksiyonlara karşı direnç ve hematopoesis regülasyonu gibi birçok aktivitesi olan ayrı bir lenfosit alt grubunu oluşturdukları anlaşılmıştır(22). Fenotipik ve hedefe olan 33 spesifite bakımından NK hücreleri heterojen bir alt gruptur. Kemik iliğinden kök alan NK hücreleri periferik dolaşıma girer ve belirli dokularda yerleşirler. NK hücreleri kandaki lenfoid seri hücrelerinin % 15'ini içermektedir. İstirahat halindeki NK hücreleri, IL-2 uyarımı ile aktive olarak LAK hücrelerini (Lymphokine Activated Killer) oluştururlar. Bunlar, tümör hücrelerini nonspesifık sitotoksik etkiyle öldürebilme yeteneğine sahip olan hücrelerdir. Lenfositler konakta tümöre karşı immünolojik yanıtı temsil ettiklerinden, mesane kanserli hastalarda T lenfosit alt gruplarının çalışılması hastaların immün durumları ile ilgili faydalı bilgiler sağlayacaktır. T hücreleri ve NK hücreleri ile elde ettiğimiz bilgiler mesane kanserli hastalarda bu tümörün davranışının belirlenmesinde faydalı olabilir. T hücre veya NK lenfosit sayısında anlamlı değişiklikler saptanan mesane kanserli hastalar daha yakından takip edilebilir hatta daha erken dönemde daha agresif tedaviler planlanabilir. 2.9.4- AKIM SİTOMETRİ VE KULLANIM ALANLARI Akım sitometri, süspanse hücrelerin bir akış kanalı boyunca geçerken tek tek deteksiyonu ve/veya ayrışımını sağlayan bir cihazdır. 1934 yılında Moldaven isimli araştırıcının "akım boyunca kan hücrelerinin sayımı" tekniğini pekiştirmesi ile başlayan tarih süreci hızlı adımlarla gelişmiş ve günümüzde hücrelerin tek tek araştırılması aşamalarına kadar geliştirilmiştir. Akım sitometri bu hızlı gelişimi sonrasında ışık mikroskobuna bile üstünlük sağlamıştır. lşık mikroskobunda bir defada 100-1.000 hücre yaklaşık 5 dakikada incelenebilirken, akım sitometride 1.000 - 1.000.000 hücre bir dakika gibi kısa bir sürede incelenebilmektedir, Bu veriler ışığında günümüzde akım sitometri pekçok araştırmada kullanılmaktadır. Akım sitometrinin kullanım alanları arasında immünfenotipleme, DNA analizi, hücre proliferasyonu ve ölümünün incelenmesi, RNA ve protein içerik analizi, membran permeabilite ve potansiyellerinin değerlendirmesi sayılabilmektedir. Bunlardan başka akım sitometri ile ilaç alım ölçümleri ve mikroorganizma tayini yapılabilmekte, ayrıca intrasellüler açıdan kalsiyum iyon tetkikleri, pH ölçümleri, glutatyon analizi ve virüs ile viral ürün tayinleri de son yıllarda akım sitometrinin önem kazandığı başlıklar olarak karşımıza çıkmaktadır (35). 34 İmmünfenotipleme Eksprese ettikleri antijenlere karşı geliştirilmiş, immünfloresan işaretli monoklonal antikorlar kullanılarak hücrelerin identifiye edilmesi akım sitometrinin en kapsamlı alanlarından birisidir. Hücrelerin özellikle birbirleri arasında etkileşimi, adezyon ve metabolizmalarını düzenleyen fonksiyonel membran proteinleri olan antijenlerle bu antijenlere bağlanma özelliği gösteren epitoplar arasındaki bağlanmaya dayanan bu özellik genel anlamda akım sitometrinin kullanımında önemli bir yere sahiptir. İmmünfenotipleme yapılarak heterojen bir hücre popülasyonunda belli tür hücrelerin belirlenmesi ve ayrıştırılmasında rol almaktadır. Özellikle periferik kanda lenfositlerin alt gruplarının tayini ve kemik iliğinde lösemi ve lenfoma tiplendirilmesi akım sitometrinin bu ana kullanım alanı kapsamıma girmektedir(35). 35 3-HASTALAR VE YÖNTEM Bu çalışma Dr. Lütfi Kırdar Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi 2. Üroloji polikliniğine Mayıs 2005 ile Aralık 2006 tarihleri arasında mesane tümörü ile ilgili yakınmalar nedeniyle başvuran ve tanısal değerlendirme sonucunda mesane tümörü tanısı alan, herhangi bir tedavi görmemiş toplam 45 hastada prospektif olarak gerçekleştirildi. Aynı dönem içinde ilk tanısı kliniğimizde konulan 23 prostat kanserli hasta, 14 böbrek tümörlü hasta ve 35 kontrol hastası çalışmaya dahil edildi. Hastaların tamamında; sol omuzda olması beklenen Bacillus Calmette-Guerin (BCG) aşı skarı izi taraması yapıldı(Resim 1). Ayrıca bu hastaların sol ön kola Purified Protein Derivatives (PPD) deri testi yapılıp(Resim 2), 72 saat sonra oluşmuş olan endürasyonun çapı ölçüldü(Resim 3). Hastaların PPD ye verdikleri cevap yok ya da 5 mm altında ise negatif, 10 mm üzerinde ise pozitif olarak kabul edildi. PPD deri testi için Türkiyede kullanılan Dünya Sağlık Örgütünün önerdiği PPD RT 23, tween 80 tipi kullanıldı. Resim 1: Resim 3: Resim 2: 36 Mesane tümörlü hastalar tam bir preoperatif değerlendirmeye tabi tutuldular. Ayrıntılı hikaye, fizik muayene, tam kan sayımı, idrar analizi ve rutin biyokimya tetkiklerinin yanısıra radyolojik inceleme olarak akciğer grafisi, intravenöz ürografi, üriner USG alındı. Eğer hastalar invaziv evrede ise radyolojik olarak Bilgisayarlı Tomografi (BT) ile görüntülendi. Hastalara TUR-MT öncesi diagnostik sistoskopi yapıldı. Daha sonra tüm hastalara genel anestezi altında TUR-MT uygulandı. Tümörlerin patolojik evrelerine göre eğer gerekli ise ek tedavi verildi. Evrelendirme için Uluslararası Kanser Merkezleri Birliğinin ( The Union International Cancer Center : UICC) 1987 de yapılan, 2002’de değiştirilerek son halini alan ve Tablo 3’de gösterilen evreleme sistemi kullanıldı. Hastalara ait özellikler, evre ve grade dağılımları tablo 5’de verilmiştir. Aynı dönem içerisinde kliniğimizde ilk tanısını alan ve çalışmaya çalışmaya dahil edilen prostat kanserli 23 hasta ve böbrek tümörü olan 14 hastaya da benzer preoperatif değerlendirmeye tabi tutularak, hastalıkları ile ilgili gerekli tedavileri planlanıp, gerçekleştirildi. Kontrol grubu; aynı dönem içerisinde kliniğimizde benign ürolojik nedenlerle ameliyat olan (Üriner sistem taş haslığı, BPH, hidrosel, vb. ), yaş ve cinsiyet kontrollü 35 hastadan oluşturuldu. Bütün hastaların ayrıntılı anamnez, fizik muayene, kan sayımı ve kan biyokimyası alındı. Hikayelerinde hematolojik hastalık, malignite ve immünolojik bozukluğu olan hastalar çalışma haricinde bırakıldı. USG ile rutin üriner sistem taraması yapıldı. Erkek hastalara PSA bakıldı ve ürolojik malignite ekarte edildi. Çalışmaya alınan; mesane tümörlü 31 hastanın, prostat kanserli 15 hastanın, böbrek tümörlü 8 hastanın ve kotrol grubundan 30 hastanın periferik kan lenfosit alt gruplarına bakıldı. Tüm hastalarda değerlendirme preoperatif yapıldı. Hastaların Lenfosit alt gruplarının analizi GATA Çamlıca Göğüs Hastalıkları, Hematoloji Kliniği Labroratuarında yapıldı. Olgularda ACDA (Asit-Sitrat-Dekstroz-Adenin) içeren tüplere (Becton Dickinson) 2 ml periferik kan örnekleri alındı. Bütün olguların kan sayımının ardından, lenfosit alt gruplarını tayin etmek için; CD45+ (Total lenfositler), CD3+ (Total T lenfositleri), CD4+ (T Helper lenfositler), CD8+ (Supressor/Sitotoksik lenfositleri) panel 37 kiti kullanıldı (Becton Dickinson Immunocytometry system, San Jose CA 95131 USA). Alınan kan örnekleri hücre canlılığının korunması için 1-3 saat içinde çalışılmaya başlandı. 50 mikrolitre kan üzerine, 10 mikrolitre monoklonal antikor (IgF1, CD45+, CD3+, CD4+, CD8+ ) ilave edilerek, oda ısısında (20-25 °C) karanlıkta 15-30 dk inkübe edildi. İnkübasyon sonrası ortamdaki eritrositler FACS Lysing Solution ile oda ısısında karanlıkta 12 dakika inkübe edilerek ortamdan uzaklaştırıldı. Ardından hücreler 2 kez de PBS ile yıkanıp akım sitometri (Becton Dickinson Immunocytometry system, San Jose CA 95131 USA) ile 10,000 lökosit sayılarak, içlerinden lenfositlerin suppopülasyon oranları yüzde olarak belirlendi. CD45+ (Total lenfositler), CD3+ (Total T lenfositleri), CD4+ (T Hepler lenfositler), CD8+ (Supresor/Sitotoksik lenfositleri) hücrelerin mutlak sayılar; akım sitometri ile elde edilen yüzde değerlerinin aynı anda otomatik kan sayım cihazı ile elde edilen toplam hücre sayısıyla çarpılması sonucunda hesaplandı. İstatistiksel Analiz Verilerin analizinde SPSS 9,0 for Windows istatistik paket programı kullanıldı. Gruplar arası ortancaların farklılığının incelenmesinde Kruskal-Wallis variant analiz testi ve Mann-Whitney U testleri kullanıldı. Gruplar arası oranların karşılaştırılmasında da Ki-Kare testi kullanıldı. İstatistiksel anlamlılık düzeyi için p<0,05 anlamlı olarak kabul edildi. 38 4-SONUÇLAR Mayıs 2005 ile Aralık 2006 tarihleri arasında, klniğimizde tanı konulan ve başka herhangi bir tedavi almamış, mesane tümörlü; yaş ortalamaları 64 olan 46 hasta, prostat kanserli; yaş ortalamaları 65 olan 23 hasta, böbrek tümörlü; yaş o rtalamaları 59 olan 14 hasta ve herhangi bir malignitesi olmayan yaş ortalamaları 62 olan 35 kişi kontrol grubu olarak belirlenip, BCG aşı skarına bakıldı. Aşı skarı mesane tümörü bulunan 20 (% 43) hastada, prostat kanseri olan 18 (%78) hastada, böbrek tümörü olan 11 hastada (%78) ve herhangi bir tümörü bulunmayan kontrol grubunda 27 (%77) hastada mevcut idi. Mesane tümörlü hastalarda aşı skarı pozitiflik oranı, diğer tümörler ve kontrol grubuna göre daha düşüktü (Tablo:4) ve istatistiksel olarak anlamlı idi(p:0,001). PPD ye verilen cevap, PPD deri cevabı negatif (5 mm ve altında) ölçülen hastalar; mesane tümörlü grupta 21(%45), prostat kanserli grupta 3(%23), böbrek tümörlü grupta 4 (%28) ve kontrol grubunda 13(%37) olarak bulundu. Mesane tümörlü hastalarda PPD deri cevabı diğer ürolojik tümörler ve kontrol grubuna göre daha az olarak bulundu(Tablo:4). Mesane tümörlü hastalarda PPD negatilik oranı, diğer ürolojik tümörlere göre istatistiksel olarak anlamlı derecede düşük (p:0.002), kontrol grubuna göre ise anlamlılık seviyesinde bulundu (p:0,057). 39 Tablo 4: Hastaların BCG aşı skarı pozitifliği ve PPD negatifliği oranları BCG + PPD < 5 mm Mesane Tm (n:46) 20 (%43) 21 (%45) Prostat Ca (n:23) 18 (%78) 3 (%13) Böbrek Tm (n:14) 11 (%78) 4 (%28) Kontrol (n:35) 27 (%77) 13 (%37) 0,001 0,057 P değeri Lenfosit altgruplarının değerlendirildiği 31 mesane tümörlü hastanın patolojik inceleme ve evreleme çalışmaları sonrasında 25’nin (%80) yüzeyel (superfisyel), 6’nın (%20 ) ise ileri (invaziv ) evrede olduğu belirlendi. Bu 31 hastanın 2’ si kadın (%7), 29 ‘u erkekti.(%93) hastalrın ortalama yaşı yüzeyel grupta 60.4 iken, invaziv grupta 49.8 idi (Tablo:5). Hastaların evrelere göre dağılımı; yüzeyel grupta 16 hasta Ta (%64), 9 hasta T1 (%36) iken invaziv grupta 3 hasta T2 (%50), 2 hastaT3 (%33), 1 hasta T4 (%16) olarak bulundu. Hastaların grade dağılımları ise; yüzeyel grupta G1: 17 hasta (%68), G2: 3 hasta (%12), G3: 5 hasta %20 iken, invaziv grubtaki 6 hastanın tamamı G3 idi (%100) (Tablo:5). 40 Tablo 5: Mesane tümörü hasta özellikleri ve evre dağılımları Yüzeyel grup (n:25) İnvaziv grup (n:6) Yaş 60.4 49.8 Erkek/kadın 24/1 5/1 Ta 16 (%64) - T1 9 (%36) - T2 - 3 (%50) T3 - 2 (%33) T4 - 1 (%16) Klinik evre(n.%) Grade (n.%) G1 17 (%68) G2 3 (%12) G3 5 (%20) G4 - 6 (%100) Lenfosit alt grupları; Lenfosit sayısı, T lenfosit sayısı (CD3 sayısı), T lenfosit yüzdesi (CD3%), CD4 sayısı, CD4 yüzdesi,CD8 sayısı, CD8 yüzdesi,Cd4/CD8 saptanarak mesane tümörlü hastalarda, kontrol grubu ile karşılaştırıldı. Mesane tümörlü hastalarda akım sitometri ile sayılan 10.000 hücre içinde lenfosit alt gruplarının dağlımı; ortalama lenfosit sayısı 1989.9 (±925.3), CD3+ yüzdesi 73.82, CD4+ yüzdesi 42.46 (±15.425), CD8+ yüzdesi 39.79 (±14.787), CD4/CD8 oranı 1.17 iken kontrol grubunda; ortalama lenfosit sayısı 1987.4 (±1097), CD3+ yüzdesi 71.04, CD4+ yüzdesi 42.97 (±14.6), CD8+ yüzdesi 35.95 (±14.3), CD4/CD8 oranı 1.42 (±0.6) olarak saptandı. Her iki grup arasında da istatistiksel anlamlı bir fark bulunamadı(Tablo 6). 41 Tablo 6: Mesane tümörlü hastalar ve kontrol grubunda periferik kan lenfosit alt gruplarının karşılaştırılması MesaneTm Kontrol P değeri Lenfosit sayısı (n:31) 1989,94 (n:30) 1987,40 0,815 CD3 sayısı 1473,55 1421,37 0,918 CD3 (%) 73,82 71,04 0,045 CD4 sayısı 838,742 868,000 0,917 CD4 (%) 42,46 42,97 0,481 CD8 sayısı 764,84 667,73 0,659 CD8 (%) 39,79 35,95 0,072 CD4/CD8 1,17 1,42 0,253 Yüzeyel ve invaziv mesane grubu yine lenfosit alt grupları bakımından birbirleriyle karşılaştırıldılar. Yüzeyel mesane tümörlü grupta; akım sitometri ile sayılan 10.000 hücre içinde ortalama lenfosit sayısı 1992,8 (±983,9), CD3+ yüzdesi 73.39, CD4+ yüzdesi 43,01 (±16,9), CD8+ yüzdesi 41,04 (±15,4), CD4/CD8 1.14 (±0.5), invaziv mesane tümörlü grupta ise ortalama lenfosit sayısı 1977,83 (±699,8), CD3+ yüzdesi 75.61 CD4+ yüzdesi 40,16 (±6,27), CD8+ yüzdesi 34,59 (±11.16), CD4/CD8 1,29(±0,44) olarak saptandı. Her iki grup arasında istatistiksel anlamlı bir fark saptanmadı(Tablo 7). 42 Tablo 7: Yüzeyel mesane tümörü ve invaziv mesane tümörü grubu hastalarda periferik kan lenfosit alt gruplarının karşılaştırılması Yüzeyel Mesane İnvaziv Mesane P değeri Lenfosit sayısı Tm (n:25) 1992,84 Tm (n:6) 1977,83 0,903 CD3 sayısı 1463,08 1517,17 0,827 CD3 (%) 73,39 75,61 0,419 CD4 sayısı 855,200 770,167 0,751 CD4 (%) 43,01 40,16 0,789 CD8 sayısı 775,84 719,00 0,364 CD8 (%) 41,04 34,59 0,291 CD4/CD8 1,14 1,29 0,314 Lenfosit alt gruplarının incelendiği ortalama yaşı 58.35 olan 31 mesane tümörlü hasta neticeleri, periferik kan lenfosit alt gruplarına göre yaş ortalamaları 62.3 olan 15 prostat kanserli hasta ve ortalama yaşı 59 olan 8 böbrek tümörlü hasta ile karşılaştırıldı. Akım sitometri ile sayılan 10.000 hücre içinde mesane tümörlü hastalarda; ortalama lenfosit sayısı 1989.9 (±925.3), CD4+ yüzdesi 42.46 (±15.425), CD8+ yüzdesi 39.79 (±14.787), CD4/CD8 oranı 1.17 (±0.485), prostat kanserli hastalarda; ortalama lenfosit sayısı 2181.13 (±1670.6), CD4+ yüzdesi 38.57 (±10.75), CD8+ yüzdesi 30.77 (±11.56), CD4/CD8 oranı 2.18 (±4.2), böbrek tümörlü hastalarda; ortalama lenfosit sayısı 1995 (±1750.5), CD4+ yüzdesi 40.9 (±11.55), CD8+ yüzdesi 31.65 (±10.66), CD4/CD8 oranı 1.3 (±3.2) saptandı. Kontrol grubu ile karşılaştırıldıklarında gruplar arasında istatistiksel anlamlı bir fark bulunmadı (Tablo 8). 43 Tablo 8: Mesane tümörlü hastaların, diğer ürolojik kanserler ve kontrol grubuna göre periferik kan lenfosit alt gruplarının karşılaştırılması Mesane Prostat Böbrek Kontrol P değeri Lenfosit Tm (n:31) 1989,94 Ca(n:15) 2181.13 Tm (n:8) 1995 (n:30) 1987,40 0,815 sayısı CD3 sayısı 1473,55 1398 1375 1421,37 0,918 CD3 (%) 73,82 67,8 68,9 71,04 0,045 CD4 sayısı 838,742 798,9 820,1 868,000 0,917 CD4 (%) 42,46 40,11 38.57 42,97 0,481 CD8 sayısı 764,84 680,12 662,58 667,73 0,659 CD8 (%) 39,79 30.77 31.65 35,95 0,072 CD4/CD8 1,17 2.18 1.3 1,42 0,253 44 5-TARTIŞMA Tümör rejeksiyonunda immün sistemin rolü ve özellikle T lenfositlerin önemi daha önce yapılmış birçok çalışmada gösterilmiştir(10,11,12,18,19,20). Bu nedenle, tümörlü olgularda pek çok immün tedavi modeli, T hücre cevabının aktivasyonuna odaklanmaktadır(20). T hücrelerinin önemi, reaktive T hücrelerinin fare tümörlerine transferinde onların, hayvanları daha sonraki uygun canlı tümör hücrelerinden korumaları, hatta bazı durumlarda, oluşmuş tümörlerin rejeksiyonunu sağlamaları ile kanıtlanmıştır(1). Ürolojik tümörlerde ise immün yanıta olan ilgi daha 1970'lerde başlamıştır. Bu alandaki ilk öncü çalışma Bubenik ve ark. tarafından yapılmış, mesane kanserinin antijenik etkisi gösterilmiştir(28). Bu çalışma, ürolojik tümörler ve immün sistem aktivitesi arasındaki ilişkiye olan ilgi ve merakın artmasına yolaçmıştır. O’Toole ve ark. tarafından yapılan çalışmalar, mesane kanserli 54 hastada mesane tümör hücrelerine karşı gelişen lenfosit reaktivitesi İle klinik stage arasındaki korelasyonu göstermiştir(51). Bu çalışmada yüzeyel mesane kanserli hastaların %88 'inde artmış bir lenfosit reaktivitesi gösterilirken invaziv kanserlerde bu oran sadece %41 olarak bulunmuştur. Yapılan otopsi çalışmalarında Tüberkülozun anti-tümör etkisi I929'da gösterilmiştir. Pearl tarafından yapılan otopsi çalışmasında malign tümörlerin tüberkülozlu hastalarda kontrol grubuna göre belirgin olarak daha az olduğunu göstermiştir(36) Bindokuztüzdoksanaltı’da Coe ve Feklman BCG sonrası immünolojik bir cevabı işaret eden gecikmiş hipersensitive reaksiyonunun varlığını gösterdiler(37). BCG aşı skarı hastanın aşılandığını gösterir bir belirteçtir ve 53,358 kişilik geniş tabanlı bir taramada, sensitivitesi %96.6, spesivitesi %71.1 olarak bulunmuştur(53). Ancak aşılama tekniği, yaş ve çeşitli kronik hastalıkların aşı skarının oluşmasını etkilediği gösterilmiştir (54,55,56). Queiroz ve arkadaşlarının yaptığı bir çalışmada astımlı hastalarda kotrol grubuna göre daha düşük çapta bir BCG aşı skarı saptamışlardır (56). Bu çalışmada da mesane tümörlü hastaların BCG’ye bağlı aşı skarının; diğer ürolojik tümörlü hastalar ve kontrol grubuna göre çoğunlukla oluşmadığı saptanmıştır(p:0,001). Bu bulgu mesane tümörü ile bağışıklık sistemi arasında bağlantı olabileceği fikrini desteklemektedir. 45 PPD, tüberkülin diye tanımlanan basil antijenlerine karşı gelişen, gecikmiş tip aşırı duyarlılık reaksiyonudur. PPD deri testinin immünolojik temeli tam anlamı ile bilinmemektedir. PPD ile injeksiyon yerindeki endurasyonun, hem duyarlı T lenfositlerinin sızması hemde T hücrelerinde lenfokinlerin salınması nedeni ile olduğu düşünülmektedir. Deri reaksiyonunun büyüklüğü, hastalığın boyutlarını değerlendirmede kullanılamaz. BCG aşılı olmak, daha önce geçirilen mikobakteri enfeksiyonları, çevredeki atipik mikobakteri enfeksiyonlarının yaygınlığı, yaş gibi faktörler tüberkülin testinin değerlendirilmesinde önemli kriterlerdir(60). PPD gibi hipersentivite testlerinin pozitif olması için hastaların immün kompetan olması gerekmektedir. Kanser gibi immün sistemin etkilendiği süreçlerde bu yanıtın bozulacağı söylenebilir. Nitekim Williams ve ark. 1975’de hipersensitivite testlerinin ürolojik kanserli hastalarda kaybolduğunu belirtmişler ve hastalığın prognozu için bir prediktif değer olabileceğini kanısına varmışlardır. Hatta bu immünolojik testlerin özellikle mesane tümörlü hastalarda yapılmasını önermişlerdir(57). Hinyokika ve ark. ürolojik kanserli hastalarda özellikle hastalık evresi ile PPD yanıtı arasında bir ilişki saptamışlar, ileri evre tümörlerde PPD yanıtımım oluşmadığını belirtmişlerdir(58). Son 30 yılda intravezikal BCG tedavisinin yüzeyel mesane tümöründe yaygın olarak kullanımı ile birlikte, PPD deri testi ile daha çok tedaviye yanıt ve komplikasyonlar arasında bir ilişki araştırılmıştır. Kelley ve ark. intravezikal BCG tedavisinde mesane duvarında granülom oluşumunu, PPD deri testinin pozitifleşmesini ve PPD deri testi ile tedaviye cevap arasında ilişki olduğunu rapor etmişlerdir(61). Lamm’ ın çalışmasında ise tedavi öncesi PPD deri testi negatif olan 43 hastanın, tedavi sonrası % 51’inde PPD pozitifleşmiş ve PPD’leri pozitifleşen bu 22 hastanın sadece birinde tümör nüks etmiştir. Yani PPD’ye karşı oluşmuş hipersensitivite reaksiyonuyla BCG tedavisine cevap arasında anlamlı ilşki bulmuşlardır(62). Buna karşılık Meijden ve ark. intravezikal BCG tedavisi verilen 31 PPD negatif hastanın tedavi sonrasında % 84’ünde PPD pozitifleşmiş ancak PPD reaksiyonuyla intravezikal BCG tedavisine klinik cevap arasında ilişki kuramamışlardır(63). Bromsan ve ark.’da PPD’ye karşı geçikmiş hipesensitivite reaksiyonuyla intravezikal BCG tedavisi sonrası tümörsüz süre arasında ilişki bulamamışlardır(64). Bilen ve ark.’nın yaptığı başka bir çalışmada ise inravezikal BCG ile tedavi edilen hastalarda PPD ile hastalık prognozu arasında bir ilşki 46 kurulamamasına karşın BCG komplikasyonları ve PPD pozitifliği arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki saptanmıştır(59). Bu çalışmada ise mesane tümörlü hastalarda PPD negatifik oranı, diğer ürolojik tümörlere göre saptanmıştır(p:0.002). istatistiksel Kontrol olarak grubuna anlamlı görede derecede anlamlılık düşük seviyesinde bulunmuştur(p:0,057). Bu bulgu mesane tümörü ile immün sistem arasındaki ilşkisini ortaya koymaktadır. Kanser immünoterapisinin amacı tümörlere göre immün sistemi uyarmaktır. BCG nin güçlü ama spesifik olmayan immünostimülator etkisi vardır. İntravezikal BCG immünoterapisinde hücresel immünitenin rol aldığını gösteren pek çok yayın vardır(26,27,32,33,34,43). Genellikle bu çalışmalar T lenfositler üzerine odaklanmıştır. Bu bulgular, mesane kanserli hastalarda, hücre aracılı immünitenin kantitatif belirteci olan periferal kandaki T hücre yüzdelerinin, tümör hücrelerine karşı konağın iınmünitesinde rol alan B hücrelerine nazaran daha önemli bir role sahip olduğunu göstermektedir. antikorların gelişmesi ile Son immünohistolojik gelişmelerle, monoklonal birlikte, dokularda ve periferal kanda lenfosiıt subpopülasyonunun çalışılması mümkün hale gelmiştir(52). Bu çalışmada periferik lenfositler alt gruplara ayrılarak mesane tümör evresi ile arasında ilişki araştırılmış, keza diğer ürolojik tümörlerle BCG aşı skarı ve PPD yanıtları ile saptanan bulguların periferik kan lenfosit gruplarına yansımasına bakılmıştır. Lenfosit fonksiyonları ile ilgili bilgilerimiz son 20 yılda akım sitometrik analizlerin gelişimi ve periferik kan hücrelerinin alt grupları incelenmeye başlanması ile birlikte çok artmıştır. Değişik malign hastalıklarda bozulmuş selüler ve hümöral immün yanıtlar tanımlanmıştır(24.25,29). Ürolojik kanser hastalarında lenfosit aktivitesi ve T lenfosit alt gruplarının arasındaki ilişki bazı araştırıcılar tarafından gösterilmiştir(29). Ancak çalışmalar daha çok mesane tümörlü hastalar üzerinde yoğunlaşmıştır. Mesane tümörlü hastalarda tümör evresi, tedaviye yanıt, progresyon ve nüksle ilişkilendirilmeye çalışılmıştır. Bu çalışmalarda genellikle mesane tümörlü hastalarda kontrol grubuna göre periferik lenfosit sayılarında özellikle ileri evrelerde ve nüks eden hastalarda bir düşme saptamışlardır(52,66,29,23 ). Ancak bu bulguyu saptamayan çalışmalarda mevcuttur(63,67,75). Çalışmalarında Shaw ve ark. mesane kanserli 41 hastada periferal kan lenfositlerini incelemişler ve CD4/CD8 oranının kanserli hastalarda l'den düşük olduğunu bulmuşlardır (52). 1991'de Greenstein ve ark (66), 1992"de Kaver ve ark 47 (29) CD4/CD8 oranında bir tersine dönme (inversion) bulmuşlar ve invaziv mesane kanserli hastalarda T hücre fonksiyonunda bir bozulma saptamışlar ve sonuçta CD4/CD8 oranının bu hastaların takibinde önemli bir kriter olabileceği sonucuna varmışlardır. Ancak bu bulguyu saptamayan çalışmalarda mevcuttur. Sümer ve ark.mesane tümörlü hastalarda CD4/CD8 oranının kontrol grubundan farksız ve evre ile korele olmadığını belirtmişlerdir(67). Bizim çalışmamızda ise her iki grup (yüzeyel mesane kanseri, invaziv mesane kanseri) birbirleri ile CD4/CD8 yönünden karşılaştırıldıklarında istatistiksel anlamlı bir sonuç bulunamamıştır (p:0,314). Yine yüzeyel mesane kanser grubu ile kontrol grubu, CD4/CD8 yönünden karşılaştırıldıklarında istatiksel bir anlam bulunmamıştır (p=0.236). İnvaziv mesane kanser grubu ile kontrol grubu CD4/CD8 vönünden karşılaştırıldığında istatiksel olarak anlamlı sonuç bulunmamıştır(p=0.211). CD4/CD8 oranının, immün sistem aktivitesi azaldığında, TCC'nin yüzeyelden invazive doğru progresyon göstermesinde ve hatta tümör gelişimi esnasında önemli bir basamak olduğu düşünülmekte ise de bizim çalışmamızda, bu oranda istatistiksel olarak anlamlı bir düşme saptamadık. Bizim bulgularımızla CD4/CD8 oranı önceki çalışmaların aksine mesane tümörlü olguların takibinde önemli bir kriter olamayabileceği kanısına ulaştık. İntravezikal tedavinin sistemik immüniteye etkisi konusunda ise yapılmış bir çalışmada; kandaki lenfosit alt gruplarının, tedaviden 3-6 ay sonra, T hücrelerinde artış, yardımcı T hücrelerinde azalış gözlemişlerdir(74). Schmidt ve ark.’nın yaptığı başka bir çalışmada ise periferal kan lenfositleri proliferasyonu nüks olan ve olmayan hastalarda farklı bulmuşlardır(70). Benzer bir çalışmada ise T hücrelerinde bir fark görülmemiştir(73). Zlotta ve ark.’da BCG tedavisinde PPD, fibronektin bağlayan antijen, BCG kültür filtratı gibi mikobakteriyel antijenlere karşı, periferal kan lenfosit proliferasyonu ve sitokin üretimi cevapları ile tedaviye klinik cevap arasında ilişki bulamamışlardır(71). Agarwal ve ark. mesane tümörlü hastalarda periferik kanda kontrol grubuna göre CD3+, CD4+, CD8+, NK hücreler yanında Th1 ve Th2 sitokinlerin istatistiksel olarak anlamlı derecede farklı bulunmuştur(23). Ancak bu çalışmada mesane tümörlü hastaların yaş ortalamaları 59 iken kontrol grubu olarak herhangi bir immünolojik disfonksiyonu olmayan yaş ortalaması belirtilmeyen, yaş aralığı 25-55 olan sağlıklı labaratuar çalışanları alınmıştır. Yaşın immümolojik disfonksiyon için tek başına bir risk faktörü olduğunun bilinmesi bu çalışmanın değerini azaltmıştır. 48 Değişik malign hastalıklarda bozulmuş selüler ve hümöral immün yanıtlar tanımlanmıştır(24.25,29). Ürolojik kanser hastalarında ise lenfosit aktivitesi ve T lenfosit alt gruplarının arasındaki ilişki bazı araştırıcılar tarafından gösterilmiştir. Kaver ve ark. ürolojik kanseli hastalarda periferik kan lenfosit alt gruplarını analiz etmiş; yüzeyel mesane tümörlü, prostat kanserli ve böbrek tümörlü hastaların immün profilini kontrol grubu ile benzer olduğunu belirtirken, invaziv mesane tümöründe CD4/CD8 oranında ters dönme saptamışlardır(29). Bu çalışma ile uyumlu olarak bizim çalışmamızdada 15 prostat kanserli hasta ve 8 böbrek tümörlü hastada periferik kan lenfosit alt grupları arasında kontrol grubuna göre anlamlı bir fark saptamadık(p: 0,253). Mesane tümörü ile diğer ürolojik kanserler ve kontrol grubu arasında da anlamlı bir fark saptamadık. Genelde yaygın malign hastalığı olanlarda lenfosit alt gruplarında düşme olduğu rapor edilmektedir. Literatürde özellikle mesane tümörlü hastalardan başka böbrek tümörü ile ilgili immün çalışmalar yapılmıştır. Keza metastatik böbrek tümöründe elimizdeki tek silah belkide immünoterapotik yaklaşımlardır. Mitropoulos ve ark. 22 böbrek tümörlü hastada nefrektomi öncesi ve sonrası periferik lenfosit alt gruplarını incelemiş, yardımcı T hücre aktivitesini özellikle ileri evre böbrek tümörlerinde anlamlı oranda düşük bulmuştur. Nefrektomi sonrası ise ileri evre hastalarda immünolojik düzelme saptamıştır(30). Hinyokika ve ark ‘da alfa interferon tedavisine yanıt veren ileri evre böbrek hücreli kanserli 2 hastanın periferik kan lenfosit alt gruplarını incelemiş ve bu hastaları immünkompetan olarak bulmuştur ve immünoterapi uygulanacak hastaların immün sisteminin incelenmesi gerekliliğini vurgulamışlardır(31). Tabi bu çalışmalardan bu yorumun çıkarılması için geniş serilere gereksinim vardır. Bizim çalışmamızdada 8 renal hücreli kanser hastasının periferik kan lenfosit alt gruplarının incelenmesinde, diğer ürolojik kansereler ve kontrol grubuna göre anlamlı bir fark saptanmamıştır. NK hücrelerinin erken tümör gelişiminde önemli yeri olduğuna inanılmakta ve var olan malignitede önemli roller aldığı varsayılmasına rağmen yayınlarda, mesane kanserli hastalarda NK aktivitesi ile ilgili farklı durumlar sözkonusudur. Morales ve ark. mesane kanserli hastalarda NK aktivitesinde evre bağımlı bir azalma rapor etmişlerdir(72). Ma ve ark. mesane kanserli hastalarda NK aktivitesinin deprese olduğunu bildirmiş fakat NK aktivitesi ile hastalığın grade ve evresi arasında bir korelasyon bulamamışlardır (73). Buna zıt olarak. Britten ve ark. mesane kanserli hastalar ile normal kontrol grubundaki hastalar arasındaki NK aktivitesi yönünden 49 anlamlı bir fark bulamamışlardır (74). Başka bir çalışmada ise aksine hem yüzeyel hem de invaziv mesane kanseri bulunan hastalarda, normal kontrol grubu ile karşılaştırıldığında belirgin olarak yüksek NK hücre oranları saptanmıştır(67) Genelde yaygın malign hastalığı olanlarda NK aktivitesinin deprese olduğu rapor edilmektedir. NK aktivitesinin kanserli hastalarda deprese olmasının mekanizması belirsizdir. Soygür ve ark. ’nın yapmış olduğu çalışmada da T hücreleri ile birlikte NK hücre değerlerinin de invaziv mesane kanser grubunda normal aralık altına düştüğü, fakat yüzeyel mesane kanseri olan grupta kontrol grubu ile karşılaştırıldığında NK hücrelerinde anlamlı bir düşmenin olmadığı bulunmuştur(68). Gene aynı merkezden yapılan başka bir çalışmada ise neoadjuvan kemoterapi uygulanan (M-VAC) hastalarda periferik kan lenfosit alt gruplarının prognostik önemi olduğunu ileri sürmüşlerdir(76). Kanserin varlığı ve derecesi lenfosit altgruplarının dağılımından anlaşıldığı üzere immun cevabı tetikler gibi görünmektedir. İmmün sistemin bu terapötik proçeste aktif bir rolmü aldığı yoksa sadece basit olarak pasif bir yanıt mı verdiği halen sorulan bir sorudur. Genel olarak lenfosit alt gruplarının özellikle NK hücrelerin tümör immünolojisinde önemli rol aldığına inanılsa da literatürde, görüldüğü gibi birbirinden farklı çalışmalar mevcuttur. Bizim çalışmamızda periferik kan lenfosit alt gruplarının, mesane tümörlü hastalarda tümör evresi ve diğer ürolojik kanserlerle arasında bir fark saptanmadı. Bu bulgu literatürle uyumlu değilse de destekleyen çalışmalar mevcuttur. Her ne kadar periferal kan lenfosit altgrupları mesane kanserinin evresi ile korele bulan çalışmalar mevcut (52,66,29,23) ise de periferal kan altgruplarmın saptanmasında Tsujihashi ve ark.nın (75)çalışmalarında gösterildiği üzere, hastaların takibinde kullanılacak bir metod olarak önermiyoruz. Ayrıca immün parametrelerin evreleme amaçlı kullanılma kararının verilmesi için daha fazla sayıda hastayı içeren çalışmaya ihtiyaç olduğu da bir gerçektir. Periferik kan hücrelerinden lenfositlerin alt gruplarının sayımı bize ancak kantitatif olarak sayısal bir değer verir. Hücrelerin fonksiyonları hakkında bilgi edinmek için bu hücrelerden salgılanan sitokinlerin araştırılması gerekmektedir. Bununla birlikte, şu akılda tutulmalıdır ki şu anki bigilerimizle tümör immünolojisinde bilmediğimiz pek çok şey vardır ve her geçen gün yeni bilgiler öğreniyoruz. Tümör gelişiminde immün sistemin çok önemli bir basamak olduğu 50 kesindir. Belki yakın bir gelecekte tümör immogenezinin bilmediğimiz kısımlar aydınlanacak ve T lenfosit, NK dağılımı ve sitokinlerle birlikte hastalığın stage'i ile korele olabileceği ve bu durumun üroonkoloğu bu tip hastalarda daha yakın takip ve daha agresif tedavi planlama yapması yönünde bir fikir verebileceğini düşünmekteyiz. Ancak şu an itibariyle immünolojik belirteçlerin tümör evresini, prognoz ve rekürrensi öngörmede bir prediktif değer olarak kullnılamayacağı kanısındayız. Ürolojik onkolojide olduğu gibi diğer tümör sistemlerinde de lenfositik aktivitenin bilindiği kadarıyla bu alt grup değerleri için prognostik ve terapötik faydaları gelecekte keşfedilecektir. Ayrıca mesane kanserli hastalarda bu immünolojik belirteçlerin prediktif değer kazanabilmesi için daha çok sayıda hastayı kapsayan daha fazla sayıda çalışmaya gereksinim vardır. 51 6-ÖZET İmmün sistem hücrelerinin tümör gelişimi sürecinde immunoregülatuar role sahip oldukları bilinmektedir. Hücresel immün yanıtın kanserli hastalarda tümör immünolojisinde anahtar rol oynadığına dair artan oranda kanıtlar mevcuttur. İmmün sistemin bu terapötik proçeste aktif bir rolmü aldığı yoksa sadece basit olarak pasif bir yanıt mı verdiği halen sorulan bir sorudur. Bu çalışmada mesane tümörü ve diğer ürolojik tümörlere sahip hastalarada BCG aşı skarı, PPD yanıtları değerlendirilmiştir. Periferik lenfosit alt grupları incelenerek mesane tümör evresi ile arasındaki ilişki araştırılmıştır. Ayrıca bu hastalarda akım sitometri ile periferik kanda lenfosit alt grupları ayrılarak, mesane tümörü ve diğer ürolojik tümörlerde immünolojik sapmaların periferik kan lenfosit alt gruplarına yansıması incelenmiştir. Mayıs 2005 ile Aralık 2006 tarihleri arasında kliniğimizde tanısı konulan 45 mesane tümörlü, 23 prostat kanserli, 15 böbrek tümörlü ve herhangi bir malignite ve immünolojik bozukluğu olmayan, yaş kontrollu 35 olguluk, kontrol grubunda prospektif olarak yapılan bu çalışmada, bütün hastaların BCG aşı skar izi ve PPD testine verilen yanıt incelendi. Ayrıca akım sitometri ile periferik kan lenfosit alt gruplarının (CD3,CD4,CD8) analizi yapıldı. Mesane tümörlü hastaların BCG’ye bağlı aşı skarının; diğer ürolojik tümörlü hastalar ve kontrol grubuna göre çoğunlukla oluşmadığı saptanmıştır(p:0,001). Ayrıca mesane tümörlü hastalarda PPD negatifik oranı, diğer ürolojik tümörlere göre istatistiksel olarak anlamlı derecede düşük saptanmış olmasına rağmen (0,002), kontrol grubuna göre anlamlılık seviyesinde bulunmuştur(0,057). Lenfosit alt gruplar incelendiğinde ise mesane tümörlü hastalarda evre ile arasında bir fark olmadığı gibi, diğer ürolojik kanseler ve kontrol grubu ile de herhangi bir fark elde edilememiştir. Sonuç olarak; bu bulgular mesane tümörü ile bağışıklık sistemi arasında bağlantı olabileceği fikrini desteklemektedir. Ancak immünolojik belirteçlerin, mesane kanser evreleme, takip ve prognoz tayininde kullanılması için daha çok sayıda hastayı kapsayan daha fazla sayıda çalışmaya gereksinim vardır. 52 7-KAYNAKLAR 1-Walsh P.C, Retik A.B, Vaughan E.D, Wein A.J: Campbell Urology, 8th edn. 2-Oosterlinck W, Lobel B, Jakse G, Malmström P-U, Stöckle M, Sternberg C:EAU Guidelines Bladder Cancer Working Group. EAU Guidelines 2004. 3-Song JA. Tumor Immunology: The glass is half full. Immunity 1998;9:757-763 4-Kurth KH, Denis L, Bouffioux C, Sylvester R, Debuyne FM, Pavone-Macaluso M, Oosterlinck W: Factors affecting recurrence and progression in superficial bladder tumors. Eur J Cancer 1995; 31A(11): 1840-1846. 5-Parmar MK, Freedman LS, Hargreave TB, Tolley DA:Prognostic factors for recurrence and followup policies in the treatment of superficial bladder cancer: report from the British Medical Research Council Subgroup on Superficial Bladder Cancer (Urological Cancer Working Party). J Urol 1989; 142: 284-288. 6-Witjes JA, Kiemeney LM, Oosterhof GON, Debruyne FMJ: Prognostic factors in superficial bladder cancer. Eur Urol 1992; 21: 89-97. 7-Kurth KH, Ten Kate FJW, Sylvester R. Prognostic factors in superficial bladder tumors. Problems in Urology 1992; 6: 471-483. 8-Allard P, Bernard P, Fradet Y, Tetu B: The early clinical course of primary Ta and T1 bladder cancer: a proposed prognostic index. Br J Urol 1998; 81: 692-698. 9- Sobin DH, Witteking CH: Classification of Malignant Tumours, 6th edn. WileyLiss: New York, 2002. 10-Wang RF: Functional control of regulatory T cell and cancer immotherapy. Seminars in Cancer Byology 2006;16:106-114 11-Rosenberg SO: CD4+ Lymphocytes: A Critical Components of Antitumor Immunity. Cancer Investigation 2005; 23:413-419 12-Gerloni M, Zanetti M: CD4 T in tumor immünity. Springer Semin Immun 2005;27:37-49 13-Lamm DL, Blumenstein BA, Crawford ED, Montie JE, Scardino P, Grossman HB, Stanisic TH, Smith JA Jr, Sulivan J, Sarosdy MF: A randomized trial of intravesical doxorubicin and immunotherapy with bacille Calmette-Guérin for transitional cell carcinoma of the bladder. N Engl J Med 1991; 325: 1205-1209. 53 14-Malmstrom PU, Wijkstrom H, Lundholm C, Wester K, Busch C, Norlén BJ. Swedish-Norwegian Bladder Cancer Study Group. 5-year followup of a randomized prospective study comparing mitomycin C and bacillus Calmette-Guérin in patients with superficial bladder carcinoma. J Urol 1999; 161: 1124- 1127. 15-Herr HW, Laudone VP, Badalament RA, Oettgen HF, Sogani PC, Freedman BD, Malamed MR, Whitmore WF Jr: Bacillus Calmette-Guérin therapy alters the progression of superficial bladder cancer. J Clin Oncol 1988; 6: 1450- 1455. 16-Lamm DL: Long-term results of intravesical therapy for superficial bladder cancer. Urol Clin North Am 1992; 19: 573-580. 17-Lamm DL, Crawford ED, Blumenstein B, Crismann JD, Montie JE, Gottesman JE, Lowe BA, Sarosdy MF, Bohl RD, Grossman HB, Beck TM, Leimers JT, Crawford ED: Maintenance BCG immunotherapy for recurrent Ta, T1 and Tis transitional cell carcinoma of the bladder: a randomized prospective Southwest Oncology Group study. J Urol 2000; 163: 1124- 1129. 18-Knutson KL, Disis ML: Augmenting T helper cell immunity in cancer. Curr Drug Targets Immune Endocr Metabol Disord 2005;5:365-371 19-Fehervari Z, Sakaguchi S: CD4+ regulatory cells as a potential immunotherapy. Philos Trans R Soc Lond B Biol Sci, 2005;360:1647-61 20-Lopez M, Aguilera R, Perez C, Mendoza AN: The role of regulatory T Lymphocytes in the induced immune response mediated by biological vaccines. Immunobiology 2006;211:127-36 21-Nordman E, Lehto I, Toivanen A: Immune functions and the prognosis of patients with solid tumours. Cancer Immubol Immonother. 1985;20-38 22- Suttmann H, Jacobsen M, Reıss K, Jocham D: Mechanisms Of Bacillus CalmetteGuerin Mediated Natural Killer Cell Activation . J Urol 2004: Vol. 172, 1490–1495 23- Agarval A, Verna S, Bura U, Murthy N.S: Flow Cytometric analysis of Th1 and Th2 cytokines in PBMCs as a parameter of immunological dysfunction in patients of superficial transitional carcinoma of bladder. Cancer Immubol Immonother 2005;262, 5-45 24-Tursz T, Dokhlar MC, Lipinski M, Amiel JL: Low natural-killer cell activity in patients with malignant lymphoma. Cancer 1982;50:2333-2335. 25-Whitw D, Jones DB, Cooke T, Kirkham N: Natural-killer (NK) activity in peripheral blood lymhocytes of patients with benign and malignant breast disease. Br. J. Cancer 1982;46:611-616 54 26-Prescott S, James K, Hargreave TB, Chisholm GD, Smyth JF: Intravesical Evans strain BCG therapy: quantitative immunohistochemical analysis of the immune response within the bladder wall. J Urol 1992; 147: 1636-42. 27- Shapiro AW, Lijovetsky G, Pode D: Changes of the mucosal architecture and urine cytology during BCG treatment. World J Urol 1988; 6: 61-64. 28-Bubenik J, Perlman P, Helmstein K: Immune response to urinary tumors in man. Int J Cancer 1970;5:39-46 29- Kaver I, Pecht M, Trainin N, Greenstein A, Braf Z: T lymphocyte subsets and function in the peripheral blood of patients with urological cancer. Oncology. 1992;49(2):108-13 30- Mitropoulos D, Alamanis C, Deliveliotis C, Zervas A, Tzirakis A, Dimopoulos C: T-lymphocyte subsets in the peripheral blood of patients with renal cell carcinoma. Acta Urol Belg. 1995 Sep;63(3):21-5 31- Hinyokika N, Zasshi G: Changes of lymphocyte subpopulation in advanced renal cell carcinoma patients with marked response to alpha-interferon therapy 1994 Sep;85(9):1380-7 32- Jackson AM, Alexandroff AB, Kelly RW: Changes in urinary cytokines and soluble intercellular adhesion molecule 1 (ICAM-1) in bladder cancer patients after bacillus Calmette-Guerin (BCG) immunotherapy. Clin Exp Immunol 1995; 99: 36975. 33- Ratliff TL, Ritchey JK, Yuan JJ, Andriole GL, Catalona WJ: T-cell subsets required for intravesical BCG immunotherapy for bladder cancer. J Urol 1993; 150: 1018-23. 34-Thanhauser A, Bohle A, Schneider B: The induction of bacillus-Calmette-Guerinactivated killer cells requires the presence of monocytes and T-helper type-1 cells. Cancer Immunol Immunother 1995; 40: 103-08. 35-Deniz G, Yılmaz T, Yıllar G. Flow Sitometri ve Tıpta Kullanımı. Özlem grafik matbaacılık, İstanbul 2004. 36- Pearl R. Cancer and tuberculosis 1929; 9:97 37- Coe JE, Feldman JD: Extracutaneua delayed hypersensivity, particularly in guinea pig bladder. Immunology 1966; 10:127-36 38- Morales A, Eidenger D, Bruce AW: Intracavitery Bacillus Calmette Guarin in the treatment of superficial tumors. J Urol 1976; 116:127-36 55 39- DavisM, Sahbadini E: Mechanism of BCG action: The induction of non-specific helper cells during the potention of auto immune cell mediated cytotoxic responses. CancerImmunol Immunoth 1982; 14:46-53 40- Ratliff TL, Gülen DP, Catalona WJ: Requiremenl of thymus dependent immune response for BCG mediated antitumor activity. J Urol 1987; 137:155-9 41- Kavoussi LR, Brown EJ, Ritchey JK, Ratliff TL. Fibronectin medialed bacillus Calmelte-Guerin attachment to murine bladder mucosa: requirement for expression of an antitumor response. J Clin Invest 1990; 85:62-8 42- Huygen K, Van Vooren JP, Tumeer M, Bosmans R, Dierckx P, De Brııyn J. Specific lymphoproliferation, gamma interteron producing and serum immunnoglobulin G direct ed against a putrefied 32 kDa mycobacterial protein antigen (p53)in patient RB with active tuberculosis. Scan J Immunol 1988; 27:187-92 43- Prescott S, James K, Hargreave TB, Chisholm GD, Smyth JF: Intravesical Evans strain of BCG therapy: quantitative iınmunohistochemical analysis of the immuno response with in the bladder wall. 3 Urol 1992; 147:1636-41 44- Witjes JA, van der Meijden APM, Witjes WPJ, Doesburg W, Schaafsma HE, Debruyıie FMJ and the members of the Dutch South-East Co-operative Urologİcal Group: A randomised prospective study conıparing intravesical instillations of Mitomycin-C, BCG-Tice, and BCG-RIVM in a pTa-pT1 (tumors and primary carcinoma in situ of the urinary bladder intravesical instillations in superfıcial bladder cancer. Eur JCancer 1993; 29(12); 1672-6 45- De Boer EC, Rooijakkers SJ, Schamhart DH, Kuith KH. Cytokine gene expression in a mouse model: the first instillations with viable bacillus CalmetteGuerin determine the succeeding Thl response. J Urol 2003; 170:2004-8 46- Lamm DL, Blumenstein BA, Crissmaıı JD: Maintenance bacillus CalmetteGuerin inmunotherapy for recurrent TA, Tl and carcinoma in situ transitional cell carcinoma of the bladder: a randomized Southwest Oncology Group Study. J Urol. 2000 Apr;l63(4):l 124-9. 47- Bohle A, Jocham D, Bock PR: Intravesical bacillus Calmette-Guerin versus mitomyein C for superfıcial bladder cancer: a formal metaanalysis of comparative studies on reecurence and toxicity. J Uro! 2003; 169:90-5 48- Bohle A, Bock PR: Intravesical bacillus Calmette-Guerin versus mitomyein C for superfıcial bladder cancer: formal meta-analysis of comparative studies on tumor progresyon. Urology 2004; 63:682-6 56 49-O’Donnell MA, Krohn J, DeWolf WC: Salvage intravezikal therapy wirh interferon- alpha 2b plus low dose BCG is effective in patients with superficial bladder cancer in whom BCG alone previously failed. J Urol. 2001;166:1300-4 50-Milella M, Jacobelli J, Cavallo F: Il-2 gene transfer into human transitional cell carcinoma of the urinary bladder. Br J Cancer 1999;79:770-9 51-O’Toole C, Perlman P, Unsgaard B:Celluler immunity to human urinary bladder carcinoma; correlation to clinical stage and radiotherapy. Int J Cancer 1972;10:77-91 52-Shawn M, Ray P, Rubebstein M: Lymhocyte subsets in urologic cancer patients. Urol Res 1987;15:181-185 53- Pereira SM, Bierrenbach AL, Dourado I, Barreto ML, Ichihara MY, Hijjar MA, Rodrigues LC: Sensitivity and specificity of the BCG scar reading. Rev Saude Publica. 2003 Apr;37(2):254-9. 54- Floyd S, Ponnighaus JM, Bliss L, Warndorff DK, Kasunga A, Mogha P, Fine PE. BCG scars in northern Malawi: sensitivity and repeatability of scar reading, and factors affecting scar size. Int J Tuberc Lung Dis. 2000 Dec;4(12):1133-42. 55- Jason J, Archibald LK, Nwanyanwu OC, Kazembe PN, Chatt JA, Norton E, Dobbie H, Jarvis WR: Clinical and immune impact of Mycobacterium bovis BCG vaccination scarring.Infect Immun. 2002 Nov;70(11):6188-95. 56- Queiroz M, Sarinho SW, Sarinho ES, Ximenes RA: Relationship between BCG scar size and asthma in children? Indian Pediatr. 2004 Sep;41(9):916-21 57- Williams G, Castro JE: The diagnostic and prognostic significance of delayed hypersensitivity skin testing in patients with urological cancer. Br J Urol. 1975 Feb;47(1):97-101 58- Amano T, Koshida K, Nakajima K, Naito K, Hisazumi H: PPD, PHA and Su-PS skin tests in genitourinary malignancies Hinyokika Kiyo. 1985 Dec;31(12):2107-11. 59- Bilen CY, Inci K, Erkan I, Ozen H: The predictive value of purified protein derivative results on complications and prognosis in patients with bladder cancer treated with bacillus Calmette-Guerin. J Urol. 2003 May;169(5):1702-5.Comment in: J Urol. 2003 May;169(5):1709. 60-Kocabaş A. Akciğer Tüberkülozu ed. Wile A, Doğanay M:İnfeksiyon Hastalıkları ,Nobel Tıp Kitabevi, İstanbul 1996, 465-67 61-Kelley DR, Haaf EO, Becich M: Prognostic value of PPD skin test and granuloma formation in patients treated with intravezical BCG. J Urol 1986;135:268-71 62-Lamm DL: BCG immunotherapy for bladder cancer. J Urol 1985;134:40-7 57 63-Van der Meijden APM, Steerenberg PA, Van Hoogstraaten MW: Immune reactions in patients with superficial bladder cancer after intradermal and intravezical treatment with BCG. Cancer Immunol Immunother 1989;28:287-95 64-Brosman SA: Experience with BCG in patients with superficial bladder cancer. J Urol 1982;128:27-31 65-Badalament RA, O’Toole RV, Keyhani-Rofagha S: Flow cytometric analysis of primary metastatic bladder cancer. J Urol 1990;143:912-16 66-Greenstein A, Pecht M, Kaver I: Characterization of peripheral blood T cell subpopulation of bladder cancer patients. Urol Res 1991;19:219-22 67-Sümer F. Mesane tümörlü olgularda immün sistem değerlendirilmesi ve genetik insitabilite araştırılmasının önemi. Uzmanlık tezi, GATA, Ankara 2003 68-Soygür T, Bedük Y, Yaman Ö, Yılmaz E, Tokgöz G, Göğüş O: Analysis of the peripheral blood lymphocyte subsets in patients with bladder cancer. Urology 1999;53:1 69-Sarıca K, Baltacı S, , Bedük Y: Evaluation of celluler immunity following BCG therapy in patients with superficial bladder cancer. Urol Int 1995;54:137-41 70-Schmidt AC, Bouic PJ, Heyns CF, De Kock ML: Peripheral blood lymphocyte responce in patients with superficial transitional cell carcinoma of the bladder treated with intravesical BCG: a useful marker of response? Br J Urol 1993;71:179-82 71-Zlotta AR, Drowart A, Van Vooren JP: Evolution and clinical significance of the T cell proliferative and cytokine response directed against the fibronectin binding antijen 85 complex BCG during intravesical treatment of superficial bladder cancer. J Urol 1997;157:492-8 72-Morales A, Ottenhoff OC: Clinical application of a whole blood assay for human natural killer(NK) cell activity. Cancer 1983;52:667-670 73-Ma CP, Yu M, Yeh Y: Natural killer cell activity in patients in urologic cancer. Eur Urol 1987;13:397-400 74-Britten V, Ress G, Clegg A: Natural killer cell activity and response to phytohaemaglutinin compared with the histological diagnosis of patients with superficial transitional cell carcinoma of the bladder. Br J Urol1982;54:261-266 75-Tsujihaji H, Uejima S, Akiyama T: Immunohistochemical detection of tissue infiltrating lymphocytes in bladder tumors. 1989;44:5-9 58 76- Soygür T, Bedük Y, Baltacı S, Yaman O, Tokgöz G: The prognostic value of peripheral blood lymphocytes subsets in patients with bladder carcinoma treated using neoadjuvant M-VEC chemotherapy. BJU Int 1999;84:1069-72 59