psödofakik retina dekolmanlarında cerrahi sonuçlarımız

advertisement
T.C. SAĞLIK BAKANLIĞI
Prof. Dr. N. Reşat Belger
Beyoğlu Göz Eğitim ve Araştırma Hastanesi
Göz 1 Klinik Şefi : Prof. Dr. Ömer Faruk Yılmaz
Göz 2 Klinik Şefi : Doç. Dr. Ziya Kapran
Göz 3 Klinik Şefi : Prof. Dr. Ahmet Demirok
Göz 4 Klinik Şefi : Prof. Dr. Hülya Güngel
PSÖDOFAKİK RETİNA DEKOLMANLARINDA CERRAHİ
SONUÇLARIMIZ
Uzmanlık Tezi
Dr. Havva Erdoğan Kaldırım
İstanbul 2009
1
ÖNSÖZ
Uzmanlık eğitim sürem boyunca bilgi ve tecrübelerinden yararlandığım, iyi bir göz
hekimi olarak yetişmem için gayret gösteren, alanlarındaki tüm bilimsel gelişmeleri eksiksiz
takip ederek bizleri eğiten, çalışma azimleri ile örnek aldığım çok değerli hocalarım Doç.
Dr.Şükrü Bayraktar ve Doç. Dr.Ziya Kapran’a,
Türk Oftalmolojisi’ne büyük katkılar ve yenilikler getiren, dünya standartlarında bir göz
hastanesi kurarak, bize böyle bir ortamda eğitim alma şansı veren, güncel uygulamaları ile
ufkumuzu genişleten, çok değerli hocam Prof.Dr. Ömer Faruk Yılmaz’a,
Asistanlığımın son dönemlerinde çalışma fırsatı bulduğum Prof.Dr. Hülya Güngel ve
Prof.Dr. Ahmet Demirok’a,
Her zaman bilgileri ve yaklaşımlarıyla örnek alacağım, eğitimime sağladıkları katkılardan
ve desteklerinden dolayı sayın şef yardımcılarımız Op. Dr. Yaşar Küçüksümer, Doç. Dr.
Vedat Kaya, Op. Dr.Hakan Eren’e ve Op.Dr. Mehmet Ali Kevser’e;
Beraber çalıştığım başasistanlarıma, uzmanlarıma, asistan arkadaşlarıma, hastanemizin
bütün hemşire ve çalışanlarına ve bana her zaman destek olan aileme teşekkürlerimi sunarım.
Dr.Havva Erdoğan Kaldırım
2
KISALTMALAR
AKGİL: arka kamara göz içi lensi
AVD: arka vitreus dekolmanı
BSS: bant salt solusyon
ED: endodiatermi
EİDGK: en iyi düzeltilmiş görme keskinliği
EL: endolazer
FAKO: fakoemülsifikasyon
FU: fluoro-urasil
G: gauge
GİB: göz içi basıncı
GİL: göz içi lens
İ/A: irrigasyon aspirasyon
İKKE: intra kapsüler katarakt ekstraksiyonu
İLM: internal limitan membran
İOL: intra oküler lens
LÇ: lokal çökertme
LFK: lazer foto-koagülasyon
MVR: mikro vitreoretinal
ÖKGİL: ön kamara göz içi lens
PEKKE: planlanmış ekstra kapsüler katarakt ekstraksiyonu
PFCL: perfloro karbon
Pİ: periferik iridektomi
PRD: psödofakik retina dekolmanı
PPV: pars plana vitrektomi
PVR: proliferatif vitreoretinopati
RD: retina dekolmanı
RRD: regmatojen retina dekolmanı
RT: retinotomi
RPE: retina pigment epiteli
SÇG: silikon çalışma gurubu
SY: silikon yağı
TGF-B: transforming growth factor-B
TRD: traksiyonel retine dekolmanı
3
İÇİNDEKİLER
GİRİŞ ……………………………………….............5
GENEL BİLGİLER………………………….......6-31
GEREÇ VE YÖNTEM..………………………..32-35
BULGULAR……………………………............36-45
TARTIŞMA…………………………………….46-54
SONUÇLAR…………………………………....54-55
ÖZET………………………………………………56
KAYNAKLAR………………………………….57-71
4
GİRİŞ
Katarakt cerrahisini takiben gelişen en ciddi komplikasyonlardan biri retina
dekolmanıdır (1). Ekstrakapsüler katarakt ekstraksiyonu ve arka kamara lens implantasyonu,
daha düşük postoperatif komplikasyonlar ve daha iyi görsel sonuçlar nedeniyle günümüzde
intrakapsüler katarakt ameliyatının yerini almıştır (2).
Son yıllarda hızla yaygınlaşan fakoemülsifikasyon yönteminde lens ekstraksiyonu
tekniğinin öğrenilme sürecinde rölatif olarak daha sık komplikasyon gelişmektedir. Ayrıca
günümüzde lens ekstraksiyonunun daha yaygın ve daha erken yaşlarda yapılıyor olması
psödofakik retina dekolmanlı olgu sayısını artırmaktadır. Psödofakik retina dekolmanı
insidansı lens ekstraksiyonunu takiben birinci yıl içinde %0.6 ile %1.7 arasında değişen
oranlarda çeşitli çalışmalarda bildirilmiştir (1,2,3). Lens ekstraksiyonunun retina dekolmanı
riskini 10 yıl içinde katarakt ameliyatı olmayan olgulara göre 5.5 kat arttırdığı saptanmıştır
(4). Retina dekolmanı olgularının yaklaşık %40’ının psödofakik olduğu bilinmektedir (5).
Günümüzde retina dekolmanlı olgulara konvansiyonel ve vitreoretinal cerrahi olmak
üzere iki farklı cerrahi yöntem ayrı ayrı veya kombine edilerek uygulanmaktadır. Psödofakik
retina dekolmanı cerrahisinde optik ortamların yetersizliği nedeniyle periferik retina
yırtıklarının görülmesi güç olmakta, % 29 ile % 45 arasında değişen proliferatif
vitreoretinopati gelişimi de anatomik başarıyı etkilemektedir (6,7).
Psödofakik ve afakik retina dekolmanı olgularında, fakik retina dekolmanlarından farklı
olarak, pars plana vitrektomi gereken durumlarda retina yırtık yerleşimi, retina dekolmanının
genişliği, makula tutulumu, proliferatif vitreoretinopati bulguları ve görüntü sorunları
nedeniyle ameliyat sonrası prognoz olumsuz etkilenmektedir.
Çalışmamızda katarakt cerrahisi sonrasında retina dekolmanı gelişen ve kliniğimizde
vitreoretinal cerrahi geçiren psödofakik hastalar değerlendirildi. Retina dekolmanının klinik
bulguları, gelişim süreleri, risk faktörleri, kullanılan dekolman cerrahi yöntemleri ve
prognozları açısından incelenerek elde edilen sonuçlar konuyla ilgili yapılan araştırmalar ile
karşılaştırılarak değerlendirildi.
5
GENEL BİLGİLER
VİTREORETİNAL CERRAHİ ANATOMİ
EKSTRAOKÜLER KASLAR, ORA SERRATA, EKVATOR
Vitreoretinal cerrahide limbus, ekstraoküler kasların yapışma yerleri, ora serrata, ekvator
ve bu yapıların anatomik lokalizasyonlarının birbirleri ile ilişkileri büyük önem taşımaktadır.
Ekstraoküler kasların her biri limbustan farklı mesafelerde yapışır. Bu farklı yapışma yerleri
‘Tillaux’un spirali’ adıyla da bilinen bir spiral oluştururlar (8).Bu yapı cerrahi işaretleme ve
skleral çökertme cerrahisi için önemlidir. Süperior oblik kas, süperior rektusun altında ve
temporalinde seyrederek limbusun 12-14mm posteriorunda yapışır. İnferior oblik kas
anteronazal orbita duvarından orjin alır ve temporale ve posteriora doğru yönelerek inferior
rektusun altından geçer. Daha sonra lateral rektusun 10mm posteriorunda inferotemporal
kadranda yapışır. Medial, lateral, süperior ve inferior rektus kaslarının yapışma yerleri
limbustan sırası ile 5.5, 6.9, 7.7 ve 6.5mm uzaklıkta bulunmaktadır (9).
Erişkin göz küresi asimetrik küre şeklinde ve ortalama aksiyel uzunluğu 24mm’dir.
Ortalama korneal çap 10.6mm ve ortalama ön kamara derinliği 3.15 mm’dir. Pars plana 4-4.5
mm genişliğindedir ve retina ile ora serratada birleşir. Ora serrata ortalama 4.47mm
genişliğindedir. Ekvatoryal bölge dört papilla çapı (5.83mm) genişliğinde olup bunun iki
papilla çaplık kısmı anatomik ekvatorun arkasında yer alır.
Skleranın kalınlığı ekstraoküler kasların yapışma yerlerinin hemen arkasında en ince
(0.3mm), optik sinire komşu olduğu bölgede (1.2mm) en fazladır (9).
VORTEKS VENLERİ
Tüm koroidal dolaşımın üst ve alt orbita venleri aracılığıyla kavernöz sinüse
boşalmasını sağlayan 4-6 ana vorteks veni bulunmaktadır. Genellikle oblik eksenlerde ve
ekvatorun 2-3mm gerisinde, 1.5-2mm skleral kanal içinde seyretmektedirler (10). Vorteks
venlerinin varlığı periferik fundusun santral fundus bölgesinden ayırt edilmesinde önemli
işaret noktalarını oluşturur.
6
UZUN ARKA SİLYER VE ÖN SİLYER ARTERLER
Uzun arka silyer arterler, oftalmik arterden lateral ve medyal olarak ayrıldıktan sonra
optik sinirin her iki yanında kısa arka silyer arterlerin hemen arkasından sklerayı deler,
suprakoroidal boşlukta öne doğru ilerleyerek, silyer cismin arkasına girer ve ön silyer arter ile
irisin major damar çemberini oluştururlar.
Ön silyer arterler, rektus kaslarını besleyen musküler arterlerin devamını teşkil
etmektedir. Kasların yapışma yerlerinde tendondan ayrılarak, sklera üstünde episkleral
vasküler ağı oluştururlar. Bu oluşumların hepsi iç ve dış uzun arka silyer arterlerle beraber
irisin major arteryel arkını meydana getirirler (11).
VİTREUS ANATOMİSİ
Vitreus %99’u sudan oluşan ve göz küresini dolduran şeffaf sıvı benzeri bir maddedir (
12). Kalan solid kısım ise iyonlar ve düşük molekül ağırlıklı bileşiklerden oluşur. Bu saydam
jel vitreus cismi 16,5mm çapında bir küre şeklinde, önde lens arka yüzü, zinn lifleri, siliyer
cisim ve pars plana, arkada ise retinanın iç limitan membranı ve optik disk başı ile temas
halindedir. Tip II kollajen, hyalürinik asit, glikoprotein ve proteoglikanların karışımından
oluşan yapısı vitreusun viskositesini ve rijiditesini belirler. Kollajen ve hyaluronik asitin
birbirlerine oranları vitreusun sıvı veya jel olmasını belirler. Kollajen lifler gerici kuvvetlere
karşı direnç sağlar ve vitreusa viskoelastik özellik kazandırırlar. Vitreus yapısında ince
kollajen lifler ve hücreler tanımlanmıştır. Bu hücrelerin kaynağı tam olarak açıklanamamıştır.
Vitreus cismindeki hücrelerin kollajen öncülleri ve glikozaminoglikan sentezlediği
gösterilmiştir. Vitreus hacmi yaklaşık 4.0 ml olup tüm glob hacminin %70-80’ini oluşturur.
Vitreus iki önemli fonksiyonu olan özelleşmiş bir bağ dokusudur. Birincisi göz küresinin
major hacmini sağlayan şeffaf ortam oluşturmak, ikincisi de göz küresine gelen kuvvetleri
absorbe edip çevre göz dokularına yaymaktır. Vitreus pH’sı 7.50 ve kırma indeksi 1.334
civarındadır ve dalga boyu 300-1600 nm arasındaki (görünen ışığın % 90’ı) ışık demetlerini
geçirir.
Vitreus, hyalositlerin daha yoğun bulunduğu vitreus korteksi ve bunun cevrelediği kor
vitreus ya da vitreus katmanlarından oluşmaktadır. Kortikal vitreus ve retinaya yakın olan
bölümlerde kollajen fibril ve hyaluronik asit yoğunluğu çok daha fazladır ve bu bölüm daha
sağlam ve yaşa bağlı değişikliklere daha dayanıklıdır. Ora serratanın ön tarafına doğru uzanan
7
kortikal vitreus ön hyaloid yüzeyi oluşturur. Ön hyaloid, lensin posterior periferik kısmıyla
Weigert ligamanı adı verilen bir ligaman ile sıkı bağlıdır. Bu ligamanın kopması sonucu ön
vitreus dekolmanı meydana gelmektedir. Lensin arka yüzeyi ile ön hyaloid yüzey arasındaki
potansiyel boşluk Berger boşluğu olarak adlandırılır. Kondanse olmuş arka kortikal vitreus,
arka hyaloid membranını oluşturur ve internal limitan membran (İLM) ile ayırt edilemeyecek
şekilde yapışık bulunur. Arka hyaloid ile optik disk arası ayrıktır ve burada oluşan boşluğa da
Martegiani boşluğu adı verilir. Cloquet kanalı primer vitreustan kaynaklanan santral tübüler
bir yapıdır.
Vitreusun retinaya ve pars planaya kuvvetli bir şekilde yapıştığı yer olan vitreus tabanı,
ora serratanın 1.5-2mm önünde ve 2-3mm gerisinde bulunur. Vitreus tabanının genişligi 3-5
mm arasındadır. Vitreus tabanı sıkı bir şekilde yapıştığı için vitreusa uygulanan traksiyonlar,
vitreus tabanının arka kısmını gererek bu bölgede retinal yırtıklara neden olabilir (9).
RETİNA ANATOMİSİ
Retina gözün en iç tabakasında yer alan fotoreseptör özelliği ile optik enerjiyi algılayan
ve beyne optik sinir yoluyla ileten yapıdır. Arka sınırını optik disk, ön sınırını ise ora serrata
oluşturur (13). İç tarafta vitreus korteksi ile dış tarafta da Bruch membranı aracılığıyla
koryokapillaris tabakasıyla ve koroidle komşudur.
.
Retina içte nörosensoryel tabaka ve dışta retina pigment epitel (RPE) tabakası olmak
üzere iki tabakadan oluşur. Nörösensoryel tabaka ve RPE arasında peripapiller bölge ve ora
serrata dışında anatomik bir yapışıklık yoktur. Arada kalan bölgede fizyolojik bir yapışıklık
vardır ve patolojik durumlarda iki tabaka kolayca birbirinden ayrılıp retina dekolmanı
oluşabilir.
Retina, vorteks venlerinin skleraya girdiği yerde meydana gelen bir daire ile santral
(posterior) ve periferal (anterior) olmak üzere iki kısma ayrılabilir. Anatomik ekvator bu
dairenin iki disk çapı önünde yer almaktadır. Periferde yaklaşık 0.1mm, midperiferde 0.14mm
ve makülanin periferinde 0.23mm kalınlıktadır. Foveanın merkezinde 0.1mm kalınlığında
olan retinanın optik sinirle birleştiği yer ise en kalın bölgeyi oluşturur (13).
Posterior retinada damar arkları içerisindeki 5.5-6mm’lik alana ‘area santralis’ veya
‘arka kutup’ adı verilir. Maküla santralde 1.5mm çapındadır, optik diskin 3.4mm temporaline
ve 0.8mm aşağısına yerleşmiştir. Makülanın merkezine fovea adı verilir. Bu bölge iç retina
tabakaları olmadığı için çukur olarak görülür.
8
Foveola, foveanın merkezinde yer alan 0.35mm çapında ve 0.13mm kalınlığında olan
çöküntü bölgesine verilen isimdir. Bu bölge iç retinal tabakalardan yoksundur ve sadece
konlar ile konların pigment epitelyum hücreleri ve ince bir iç limitan membran ile çevrelenir
(14).
Foveolanın en iç kısmındaki 50 μ’luk alanda sadece konlar yer alır. Kan damarları
içermeyen 400-600 μ’luk bir bölge bulunmaktadır ve bu bölgeye “avasküler zon” adı verilir.
Nöro-sensöriyel tabaka önde ora serrata düzeyinde pigmentsiz silier cisim hücreleriyle,
RPE tabakası ise pigmentli silier epiteline geçiş yaparak sonlanmaktadır.
Histolojik olarak retina 9 katmandan oluşur.
1.İnternal limitan membran (İLM)
2. Sinir lifi tabakası
3. Ganglion hücre tabakası
4. İç pleksiform tabaka
5. İç nükleer tabaka
6. Dış pleksiform tabaka
7. Dış nükleer tabaka
8. Fotoreseptör tabaka ( rodlar ve konlar )
9. Retina pigment epitel tabakası
RPE tek katlı bir hücre tabakası olup ön tarafta siliyer epitelin pigmentli katı olarak
devam eder. Hücrelerin apikal kısımları hem zonula okludens hem de zonula adherens
yapılarıyla birbirlerine sıkıca bağlıdır ve dış kan-retina bariyerinin oluşumuna katkıda
bulunur.
9
Nörosensoryel retina üç adet nükleer ve üç adet fibriler tabakalardan oluşur. Nükleer
tabaka: fotoreseptörlerin nukleuslarını içeren dış nükleer tabaka, bipolar-horizontal-amakrin
ve Müller hücrelerinin nükleuslarını içeren iç nükleer tabaka ve ganglion hücrelerinin
nükleuslarını içeren ganglion hücre tabakası. Fibriler tabaka: kon-rod hücrelerinin bipolar ve
horizontal hücrelerle sinaps yaptığı dış pleksiform tabaka, bipolar-amakrin ve ganglion
hücrelerinin sinaps yaptığı iç pleksiform tabaka, ganglion hücrelerinin aksonlarının
oluşturduğu sinir lifleri tabakası olarak bildirilmiştir (15).
Retina iki kaynaktan beslenir: Dış pleksiform, dış nükleer tabakalar, fotoreseptör ve
pigment epitelinden oluşan retinanın 1/3 dış kısmı, koroidal dolaşımdan ve nörosensoryel
retinanın geri kalan 2/3 iç kısmı ise santral retinal arterden beslenmektedir (15).
Damar boyunca düzenli olarak sıralanmış olan endotelyal hücrelerin çevresinde bazal
membran ile ayrılmış olan perisit hücreleri yer alır. Birbirleriyle sıkı bağlantı yapan
endotelyal hücreler iç kan-retina bariyerini oluştururlar (15).
PARS PLANA ANATOMİSİ
Silyer cisim pars plikata ve pars plana olmak üzere iki kısımdan oluşur. Pars plikata iris
kökünden arkaya doğru yaklaşık olarak 2.5mm uzanır ve aköz hümör salgılayan 70-80 adet
silyer çıkıntı içerir. Silyer cismin pars plana kısmı nazalde 3mm ve temporalde 4.5mm
genişliğindedir. Pars plananın arka bölümü ora serrata ile kaynaşır ve üzerine vitreus tabanı
yerleşir.
Vitrektomi cerrahisinde ve intravitreal enjeksiyonlarda sklerotomiler, fakik gözlerde
limbusun 3.5mm gerisinden yapılırken afakik ve psödofakik gözlerde limbusun 3mm
gerisinden güvenle yapılabilmektedir. Cerrahi aletlerin bu şekilde pars planadan
yerleştirilmesi önde pars plikatadan ve arkada vitreus tabanından kaçınmamızı sağlar (9).
VİTREORETİNAL TEMAS YÜZEYİ
Vitreus arkada retina önde lens ve silyer cisim ile ve kortikal vitreus ve komşu dokuların
hücrelerinin bazal laminasından oluşan bir bileşke aracılığıyla yapışıklık göstermektedir.
Bazal lamina ya da bazal membran, vitreus korteksinin vitreusu sınırlayan dokulara
komşuluğunda yer alan bir yapısıdır. Elektron mikroskopik olarak bazal membran ya da
10
sıklıkla olduğu gibi bazal lamina olarak tanımlanan yapının ise jel vitreus ile retinada
ganglion hücreleri, siliyer cisimde nonpigmente siliyer epitele ve lense komşuluk gösteren
membranımsı yapı olduğu anlaşılmıştır. Kortikal vitreustaki kollagen fibrilleri bu bazal
membrana çok sıkı yapışıktır. Yalnızca lens hizasında, arka kamara arka yüzünde halka
tarzındaki bir alanda bu membran bulunmaz. Bazal laminanın en optik sinir başı ve makulada
en ince ve periferik retinada en kalındır.
Vitreoretinal bağlantı yüzeyleri bazı yerlerde kuvvetli yapışıklık göstermektedir. Bu
bağlantının en kuvvetli olduğu alan vitreus tabanının yapıştığı alandır. Bundan başka önde
lens, arkada fovea ve parafoveal alan, optik disk kenarları, büyük retinal damar ağı boyunca
vitroretinal bağlantılar diğer alanlara göre daha kuvvetlidir. Bu kuvvetli yapışıklıklar
vitroretinal hastalıkların patogenezinde ve tedavisinde büyük önem taşımaktadır (16).
RETİNA DEKOLMANI
TANIM -TARİHÇE
Retina dekolmanı, araya giren subretinal sıvı sayesinde sensoryal retinanın retina
pigment epitelinden ayrılmasıdır. 18. yüzyıl başlarında Saint-Yves tarafından dekole retinalı
bir gözün incelenmesi ile “retina dekolmanı” oftalmoloji gündemine girdi. 1817’de ise
Beer’in bir hastada retina dekolmanını gözlemlemesi ile ilk klinik tanımlama yapıldı (17).
1869’da Ivanoffarka vitre dekolmanı tanımını yapmıştır ve 1870’te de Wecker likefiye
vitreusun retinal yırtıktan subretinal alana geçerek retina dekolmanına neden olduğunu öne
sürmüştür.1882’de Leber, retinal yırtık patogenezinde vitreus traksiyonunun rolü olduğunu
belirlemiştir (18).
Retina dekolmanları:
1) Traksiyonel, 2) Eksudadif, 3) Yırtıklı retina dekolmanı olmak üzere, üç büyük grup altında
sınıflandırılmaktadır (19).
1-TRAKSİYONEL RETİNA DEKOLMANI
Proliferatif retinopatiler (diabetik, prematür retinopatisi, orak hücreli anemi v.s.) ve
delici göz yaralanmları sonucu gelişen vitreoretinal membranların traksiyonu sonucu gelişen
sensorial retinanın retina pigment epitelinden ayrılması traksiyonel retina dekolmanı olarak
11
adlandırılır. Travmatik olgularda vitreus içine olan hemorajiler fibroblastik proliferasyonu
stimüle eder ve yara yerine vitreus inkarserasyonu gelişebilir. Orak hücreli anemi, prematür
retinopatisi vb proliferatif retinopatiye neden olan durumlarda traksiyonel retina dekolmanı
ortaya çıkabilir ve traksiyon etkisinin kuvvetli olduğu alanlarda yırtık da gelişerek kombine
retina dekolmanı gelişebilir (20). Pars Plana Vitrektomi tekniği ile tedavi edilirler.
2-EKSÜDATİF RETİNA DEKOLMANI
Koroidal tümörler ve inflamasyon başta olmak üzere çeşitli nedenlerle retina pigment
epiteli bariyeri hasar görür. Böylece koroid ve retina kaynaklı damarlardan sıvı sızması
neticesinde sensoryel retina tabakası ayrılır. Bu dekolman tipi nadir görülür ve yırtık eşlik
etmez. Melanom, hemanjiom, Multiple Myelom ve metastatik tümörler, hamilelik toksemisi,
dissemine intravasküler koagülopati, malign hipertansiyon, retinal telenjektaziler, Coats
hastalığı gibi vasküler hastalıklar, Harada hastalığı ve posterior sklerit gibi inflamatuar
hastalıklar, retina dekolmanı ve vitreus cerrahisinde en sık ortaya çıkar. Nanoftalmus’ta
kalınlaşan skleranın vorteks venlerine bası yapması ile eksüdatif retina dekolmanı ortaya
çıkabilir. Tedavisi etyolojiye yönelik olup bir kısmı kendiliğinden düzelir.
3-YIRTIKLI RETİNA DEKOLMANI
Yırtıklı retina dekolmanı, retinada yeralan yırtık ve/veya ‘hole’ün vitreus tarafından
traksiyonu ile vitreus boşluğundaki sıvının subretinal aralığa geçerek bu bölgeyi genişletmesi
ve böylece RPE ile nöroretinal tabakanın birbirinden ayrılması anlaşılmaktadır. Retina
dekolmanının semptom ve bulgularının erken teşhis edilmesi, yapılan cerrahi girişimin
başarısı ve vizüel prognoz için çok önemlidir (21).
PATOGENEZ
Yırtıklı
retina
dekolmanı
oluşumunda
durulmaktadır. Bunlar:
A) Arka (posterior) vitre dekolmanı (AVD),
12
günümüzde
üç
mekanizma
üzerinde
B) Tam ayrılmamış vitre kalıntıları tarafından önceden mevcut (retina delikleri) ya da
özellikle AVD’nını takiben oluşan retina defektleri (retina yırtıkları) üzerine uygulanan
çekinti (traksiyon),
C) Retina yapışıklığını sağlayan mekanizmalarda bozukluk (22,23).
Retina yapışıklığının sürdürülmesi aşağıdaki faktörlere bağlıdır;
Subretinal alanda adheziv mukopolisakkaritlerin varlığı,
Koroid ve subretinal alanlar arasındaki onkotik basınç farkı,
Göz iç basıncıyla ilişkili hidrostatik ve hidrolik güçler,
Retina pigment epiteli tarafından iyon ve sıvı transferi.
Retina dekolmanını hızlandırıcı faktörlerin (nöral retinal yırtık, vitre likefaksiyonu vs.)
kombinasyonu normal yapışıklığı sağlayıcı güçleri aşarsa retina dekolmanı gelişir (21).
Arka Vitreus Dekolmanı (AVD)
AVD, primer retina dekolmanlarının sıklıkla rastlanan bulgusudur (23). Vitre yapısında,
matriks ve hiyalosit diye adlandırılan, iki alt grubu olan (fibrosit -benzeri, makrofaj-benzeri)
vitre matriksi içine hiyalüronik asit üreten, erişkin vitreus korteksini tek katlı çevreleyen
hücreler bulunmaktadır. Ancak sineresiz geliştikten sonra vitreus jeli yapımı olmamaktadır.
Matriks ise, kollajen fibrilleri ve bunların arasına dağılmış, bu yapıyı desteklediği düşünülen
yüksek moleküler ağırlıklı hiyalüronik asit moleküllerinden oluşmuştur (22, 23,24).
Vitreus tabanında retina Müller hücreleri ve pars planada nonpigmente hücrelerin bazal
membranları içlerine girerek sıkı bağlar oluştururlar (22, 24, 25). Sıkıştırılamayan ancak çok
viskoelastik olan intakt vitre, globu darbe, deformasyon gibi dış etkilerden koruyan, gözü
hızla doğal biçimine döndüren "şok engelleyici" yapı olarak gözükmektedir. Yaşla birlikte
hiyalüronik asit molekülü yapısal değişikliklere uğrar ve kollajen fibrillere olan desteği
kaybolmaya başlar; bunun sonucu olarak da kollajen fibriller ağ bozulur. Önce vitreus içinde,
likefiye vitreus bulunduran küçük boşluklar (kaviteler) oluşur, bunlar zamanla birbirleriyle
birleşirler. Daha sonra incelmiş arka vitreus korteksinde oluştuğu varsayılan bir delikten
sıvılaşmış olan vitreus, hiyaloid arkası boşluğa geçerek arka vitreusu, iç limitan
membranından ayırır (26). Bu olayın sonucunda kolajen yapı büzüşerek globun ön kısmına
doğru ilerler. Bu gelişim arka vitre dekolmanı (AVD) olarak adlandırılmaktadır ( 23,27).
Vitreus-retina ayrılması olguların üçte birinden yarısına kadar olan kısmında tam
olamamakta, bazı kortikal vitreus lifleri yapışıklıklarını devam ettirmektedirler (23, 27,28).
13
Eğer vitreus optik disk etrafından ayrılırsa AVD için patognomonik olan Weiss halkası
vitreus içinde görülebilmektedir.
AVD oluşumunu hızlandıran diğer faktörler arasında yaş, enflamatuar olaylar, travma
(delici ve delici olmayan), katarakt ameliyatı, vitreus kaybı, vitre içi kanamalar sayılmaktadır.
Retina Yırtık ve Delikleri
Retina dekolmanı oluşumunda ikinci önemli etken, retina yırtık ya da delikleridir (29).
Retina yırtığı, vitreus çekintisi ile oluşmuş genellikle ani geliştiği düşünülen tam kat bir retina
defekti anlamında kullanılmaktadır, retina deliği ise yine tam kat atrofik, yuvarlak bir retinal
defekt olup belli bir zaman içinde oluştuğu varsayılmaktadır. Tipik olarak ora serrata ve
ekvatoryal bölgelerde gelişir, daha arkada da olabilir. Periferal retinal yırtıklar tek başına
görme kaybına neden olmazlar, ancak vitreus hemorajisi ve regmatojen retina dekolmanı ile
beraber, ciddi görme kaybıyla sonuçlanabilirler.
Wecker, Leber, Gonin gibi oftalmolojinin öncüleri regmatojen retina dekolmanının
patofizyolojisinde retina yırtıklarının önemine değinmişlerdir. 1870’de de Wecker likefiye
vitreusun retinal yırtıktan subretinal alana geçerek retina dekolmanına neden olduğunu öne
sürmüştür.1882’de Leber, retinal yırtık patogenezinde vitreus traksiyonunun rolü olduğunu
belirlemiştir (25).
Yırtıklı Retina Dekolmanının Oluşumu
Retinanın yapışıklığını sağlayan fizyolojik sistemleri bozabilecek birçok neden sayılsa
da, özellikle interfotoreseptör matriksin yapıştırıcı etkisinin bozulması, retina katmanlarının
ayrılmasında birincil rol oynamaktadır. Bunun yanında anoksi, metabolik inhibitörler,
subretinal aralığa sıvı çeken vitreus hiperosmolaritesi gibi durumlar retina yapışıklığını
bozabilmektedirler (22, 25, 30, 31). Bunların yanında vitreusun retinaya uyguladığı mekanik
çekme de bu yapışıklığı belirgin olarak etkileyebilecek bir faktör olarak değerlendirilmektedir
(23,28).
Yırtıklı Retina Dekolmanı Sebepleri;
1) Miyopik (Yırtıklı dekolmanların %40 'ı)
2) Travmatik
a) Cerrahi: Katarakt, keratoplasti, vitrektomi, krioterapi, şaşılık cerrahisi, perforasyon
b) Cerrahi olmayan: Künt travma, perforasyon
3) Konjenital-herediter: X’e bağlı jüvenil retinoskizis, Stickler Sendromu v.s
14
4) Enflamatuvar
a) Viral retinitler: CMV, Herpes
b) Pars planitis
c) Oküler toxocara
d) Oküler toxoplazma
5) Prematüre retinopatisi
RETİNA DEKOLMANI-RİSK FAKTÖRLERİ
a) Miyopi
Vitreus değişiklikleri özellikle yüksek miyoplarda daha erken oluşur. Miyoplarda
vitreus, emetrop gözlerden 10-20 yıl erken sıvılaşır ve arka vitreus dekolmanı (AVD) gelişir.
Miyopi genel populasyonun % 10’unda görülmesine rağmen tüm retina dekolmanlı
hastaların % 30-40’ı miyoptur. Kaldırım taşı dejeneresansı, latis dejeneresansı, basmadan
beyaz alan dejeneresansı gibi periferik retinal değişikliklerin prevalansı miyop gözün aksiyel
uzunluğu ile ilişkilidir. Vitreoretinal yapışıklığın şiddetli olabildiği bu dejeneresans alanları
nedeniyle, miyop gözlerde retina yırtığı ve retina dekolmanı gelişimine daha sık rastlanır (23).
Yüksek miyopinin (>6.0D miyopi ) retina dekolmanı insidansında en az üç kat artışa
neden olduğu bilinmektedir (33).
b) Künt Travma
Yırtıklı retina dekolmanlarının yaklaşık % 10-20’sini oluşturur. Ayrıca travma,
çocuklardaki retina dekolmanının en sık nedenidir (33). Travmatik retina dekolmanının
yaklaşık % 80’i künt travma ile meydana gelir. Künt travma sonrası retina yırtığının
oluşmasında iki önemli mekanizma rol oynar. Birincisi, travmanın etkisi ile göz küresinde
meydana gelen şekil değişikliklerinin yol açtığı vitreus tabanındaki traksiyonel kuvvetlerdir.
Traksiyon kuvvetleri özellikle vitreusun periferik retinaya sıkıca yapıştığı vitreus
tabanında etkisini gösterir ve ora serrata seviyesinde retina diyalizlerine veya vitreus tabanının
arka kenarında periferik retina yırtıklarına neden olur (34,35). Vitreus tabanının ön ve arka
sınırı boyunca uzanan yırtıklar en çok alt temporal bölgede bulunurlar (36,37). Eğer üst
nazalde bir yırtık varsa tamamına yakınında neden travmadır (37). Künt travmatik retina
yırtığında ikinci mekanizma darbenin skleraya direkt ulaştığı kısımda ilk birkaç saat içinde
meydana gelecek fragmantasyonun neden olduğu doku kaybı ve daha sonraki günlerde çıkan
15
nekrozun etkisi ile retinanın yırtılması şeklindedir. Bu tür yırtıklar genellikle daha az korunan
temporal retinada meydana gelir. Travmanın çok şiddetli olduğu durumlarda vitreus
hemorajisi, retina altı veya koroidal hemoraji klinik tabloya eşlik edebilir.
Travma hastalarının büyük çoğunluğunu, vitreusun jel yapısını koruduğu genç yaş
grubunun oluşturması nedeniyle retina lezyonları hemen retina dekolmanına yol açmayabilir.
Travmayı takiben retina dekolmanı tanısının konması % 30-40 olguda ilk bir ay içinde
gerçekleşir.
c) Delici Travmalar
Künt travmalara göre daha az görülmesine rağmen çoğu zaman ciddi görme kayıplarına
neden olur. Daha çok gençlerde ve erkeklerde görülür. Ora serratanın gerisine uzanan tüm
delici yaralanmalarda retina yırtılması oluşur. Delici travmalarda yara yerine uzanan vitreus
ve retina yüzeyinde meydana gelen proliferasyon sonucu ortaya çıkan membranların
kontraksiyonu traksiyonel retina dekolmanına yol açar. Bununla beraber delici travmalarla
oluşan retina dekolmanlarının % 75’i yırtık zemininden gelişir (38).
Şiddetli delici travmalar dev retina yırtığına neden olabilirler. Künt travma özelliğine de
sahip olan bu olgularda hızlı proliferasyon süreci proliferatif vitreoretinopatinin (PVR) çabuk
ilerlemesine neden olur.
d) Periferik retina dejeneresansları
Lattis dejenerasyonu
Lattis dejeneresansı yırtıklı retina dekolmanına yol açabilecek lezyonların içinde en
yaygın görülen vitreoretinal dejeneresanstır. Retina dekolmanlı hastaların yaklaşık % 30’unda
lattis dejeneresansı saptanmıştır. Genel populasyonun % 6-12’sinde görülür. Miyoplarda daha
sıktır ve %50’si bilateraldir. Lattis dejenerasyonundan retina dekolmanı gelişme riski yaklaşık
%0,3-0,5 olarak bildirilmektedir. Lattis dejeneresansı olmayan emetroplarda retina dekolmanı
gelişme riski hayat boyu % 0,05, yüksek miyoplarda lattis dejeneresansının daha sık
görülmesi ve AVD’nin daha erken gelişmesi nedeniyle bu oran % 2 dolayındadır (32).
Vitreoretinal Tuftlar
Periferik retinal tuftlar küçük, periferik retinal kabarıklıklardır. Retina dekolmanı yapan
iki tip retinal tuft vardır. Kistik retinal tuftlar glial doku içeren konjenital periferik
vitreoretinal lezyonlardır. Beyaz renkte 0,1-1mm çapında, mikrokistik, keskin sınırlı, yuvarlak
16
veya oval, ince kabarık lezyonlardır. Lezyonun yüzeyinde vitreus kondansasyonu görülür.
Retina dekolmanlarının % 10’unun kistik retinal tuftlarla ilişkisi bulunmuştur.
Lattis
dejeneresansından sonra ikinci önemli periferik retina dejeneresansı olarak kabul edilir.
Zonüler traksiyon tuftları kalınlaşmış zonüler fibrillere yapışmış retinanın öne doğru
uzantılarıdır. Genellikle nazal kadrandadırlar (39).
Ora koyları ve meridyonal katlantılar
Ora koyları (ora bays) pars plananın ora serratadan retina içine doğru uzanması sonucu
oluşurlar. Lezyonun ön bölgesinde kistik dejenerasyon ve retina dokusunun yapısının
bozulduğu görülür ve % 0,5 oranında retinal yırtıklara neden olur (40). Meridyonal katlantılar
periferik retinanın radyal yerleşimli lineer kabarıklıklarıdır. Spencer ve arkadaşlarının (41)
retinal yırtığa neden olmadığını ileri sürmelerine rağmen, bazı çalışmalarda yırtığa neden
olduğu savunulmaktadır (42).
e) Kalıtsal vitreoretinal dejenerasyonlar
Doğumsal herediter retinoskizis, Ailevi eksüdatif vitreoretinopati, Stickler sendromu,
Wagner sendromu, Goldmann-Favre sendromu, Persistan hiperplastik primer vitreus,
Karyağdı (Snowflake) dejenerasyon.
f) Katarakt cerrahisi
Retina dekolmanlı gözlerin % 40’ı önceden katarakt cerrahisi geçirmiş gözlerdir
(43,44). Arka kapsül bütünlüğü korunduğunda AVD ve yırtıklı retina dekolmanı sıklığı
düşüktür (45). Neodymium: Yttrium-Aluminum-Garnet (Nd-YAG) lazer arka kapsülotomi
yapılmışsa retina dekolmanı insidansı artar (46,47). Komplikasyon sonrası vitreus hyaluronik
asit düzeyinde azalma olduğu çeşitli araştırmalarla ortaya konulmuş ve vitreusta artan sıvı
komponentine bağlı olarak AVD gelişmesi ve vitreoretinal traksiyonlarla retinal yırtık
gelişiminin arttığı bildirilmiştir (48).
Katarakt cerrahisi sonrası cerrahinin tipine bağlı olarak değişen derecelerde vitreus
değişiklikleri görülür. Cerrahi sonrası hızlı vitreus sıvılaşması sonucu tipik olarak vitreus
tabanının arka kenarına yerleşen çok sayıda küçük retina yırtıkları, afakik ve psödofakik
retina dekolmanına neden olur.
17
PSÖDOFAKİK RETİNA DEKOLMANI
Katarakt cerrahisi sonrası sıklıkla görülen retina dekolmanı oluşumu, ciddi ve potansiyel
olarak körlük oluşturabilen bir komplikasyondur (41). Katarakt cerrahisi sonrasında, vitreus
ve retinadaki değişikliklerden dolayı retina dekolmanı oluştuğu düşünülmektedir.
Retina dekolmanı sıklığı, intrakapsüler katarakt ekstraksiyonunu (İKKE) takiben % 2-3,
ekstrakapsüler katarakt ekstraksiyonu (EKKE) sonrası ise % 0,5-2 arasında değişmektedir
(49,50). Cerrahi sonrası arka vitreus dekolmanı prevalansında belirgin bir artış vardır (51). Ön
vitreusdaki değişiklikler, intrakapsüller katarakt ekstraksiyonu sırasında lensin çıkarılması
sonucunda patellar fossa seviyesinde vitreusun lens desteğinden yoksun kalmasıyla daha da
belirginleşir. Vitreus kavitesinin ön arka çapındaki artış vitreusun kısmi olarak ön kamaraya
projekte olmasına ve böylece vitreoretinal adhezyon odaklarına veya vitreus tabanında daha
fazla traksiyona neden olur. Arka vitreus ayrışması bu adhezyon bölgelerinde artmıştır. Arka
vitreusun ayrılması traksiyona ve sonrasında retinal yırtık oluşumuna ve bu yırtık vasıtasıyla
düşük yoğunluktaki sıvı akımına neden olur. Bu süreç türbülan retinopati olarak adlandırılır
(52). Ön vitreus-arka lens kapsülü bariyeri yokluğunda hyaluronik asidin ön kamaraya geçişi
artar. EKKE geçirmiş hastalarda Nd-YAG lazer kapsülotomi yapıldığında bu bariyer bozulur.
Bunun yanısıra kapsülotomi için gerekli enerjinin bir kısmı vitreusa geçerek hyaluronik asitkollajen ilişkisinde değişikliklere yol açar.
Katarakt cerrahisi sonrası cerrahinin tipine bağlı olarak değişen derecelerde vitreus
değişiklikleri görülür. Cerrahi sonrası hızlı vitreus sıvılaşması sonucu tipik olarak vitreus
tabanının arka kenarına yerleşen çok sayıda küçük retina yırtıkları, afakik ve psödofakik
retina dekolmanına neden olur.
Göz içi lensi (GİL) uygulamasının retina dekolmanı gelişmesine karşı belirgin olarak
koruyucu etkisinin olduğu gösterilmiştir. Ancak vitreoretinal cerrahi için yeni problemler
doğurmuştur. Psödofakik retina dekolmanının tedavisindeki en büyük problemlerden biri
periferik retinanın görülmesindeki zorluktur (53,54). Psödofaklarda retina yırtıklarının
yaklaşık % 20’sinin yeri belirlenemez (53). Bunun nedenleri GİL kenarlarından retina
periferinin görülememesi, arka kapsül kesifliği, korteks bakiyeleri olarak sayılabilir.
GİL uygulaması ile neden retina dekolmanı görülme sıklığının azaldığı net olarak
açıklanamamaktadır. Vitreusun öne yer değiştirmesinin daha az olması, gözden hyaluronik
asit kaybolmasına sekonder vitreus büzüşmesinin azalması, lensin vitreus cismini
desteklemesi ileri sürülen mekanizmalar arasındadır (55). Katarakt cerrahisi sonrası gelişen
retina dekolmanlarının % 50’den fazlası ilk bir yıl içerisinde oluşmaktadır ve fakik
18
dekolmanların klinik özelliklerinden farklılıklar göstermektedir (54,56). Vitreus tabanının
arka kenarı boyunca küçük flepli bir yırtık vardır. % 50’sinde, birden çok yırtık bulunur.
Retina dekolmanı daha yaygındır ve makula tutulumu daha sıktır.
Konjenital katarakt ekstraksiyonundan sonra gelişen retina dekolmanı, iyi bilinen bir
komplikasyondur. Ancak cerrahi ile retina dekolmanı gelişmesi arasında geçen süre
çocuklarda daha uzundur ve 20-30 yılı bulabilir. İnsidansı % 2-25 olarak bildirilmiştir. Diğer
gözde de retina dekolmanı gelişme riski % 70’e yükselmektedir ve bu da, diğer gözün
takibinin dikkatli yapılmasının önemini vurgulamaktadır (57). Psödofakik retina dekolmanı
gelişmesinde risk faktörleri; diğer gözde psödofakik retina dekolmanı, aksiyel miyopi,
operatif vitreus kaybı, ekvatoryal veya periferik dejenerasyonlar, üveit, açık açılı glokom,
marfan sendromu sayılabilir.
BULGU VE SEMPTOMLAR
Akut retina dekolmanının erken semptomları arka vitreus dekolmanındakilere benzer
şekilde ince koyu uçuşan objeler, fotopsi ve göz hareketleriyle ışık çakmalarıdır. Retinal yırtık
vasıtasıyla yeterli sıvı geçişiyle retina dekolmanının ekvatorun posterioruna ilerlemesi görme
alanı kayıplarına neden olur.
Retina yırtıklarının çoğunluğu ekvator veya bunun daha ön bölgesinde üst kadranlarda
yerleşir. Çevresinde küçük miktarda subretinal sıvı olan yırtıkların dekolman boyutu
ilerleyene kadar tespit edilmesi zordur.
Eğer retina dekole olarak kalırsa tüm retina katlarında progressif atrofi olur (52).
Kronik dekole olan retina, düzgün yüzeyli ve yarı şeffaf bir görünüm alır. Bazı olgularda
dekole retinada kistik boşluklar olur. Dekole retina altında kalan pigment epitelinde atrofi ve
depigmentasyon meydana gelir (58). Retina üç ay durağan bir biçimde dekole kalırsa, dekole
alanın sınırında pigment epitel metaplazisi olur. Bu, oftalmoskopik olarak, pigmentli veya
pigmentsiz demarkasyon hattı şeklinde görülür. Demarkasyon hattı ile çevrelenmiş retina
dekolmanlı gözlerde ilerleme olabilir; ancak cerrahi olarak iyi sonuçlar elde edilir (59).
TANI
Eğer optik ortam fundusun iyi görülmesini engellemiyorsa temel muayene yöntemleri
ile retina dekolmanı tanısı konulabilir. Optik ortam kesifliği olan gözlerde ise retina
dekolmanı tanısı genellikle ultrasonografi ile konulur. Binoküler oftalmoskopiyle birlikte
19
skleral indentasyon kullanılarak tüm periferik retina incelenir ve retina yırtıkları araştırılır
(60).
Muayene sonunda fundus muayene bulguları, Amsler ve Dubois’in 1928’de
geliştirdikleri fundus şemasına çizilmelidir. Cerrahi başarı, yırtığın titizlikle tespit edilmesi ve
şemasının çizilmesi ile mümkün olmaktadır
TEDAVİ
Psödofakik gözlerde semptomatik bir yuvarlak yırtık oluşmuşsa, RRD riski %1-5
arasındadır (61, 62, 63). Bu durumlarda tedavi uygulanmalıdır. Eğer yırtıklar subretinal sıvı
toplanmasına sebep olmamışsa, posterior yerleşimli ve büyük bir yırtık değilse, asemptomatik
yırtıklar ve yuvarlak delikler genellikle güvenle gözlemlenebilir (64, 65, 66). Psödofakik
gözlerde RRD riski, fakik diğer gözlerden daha fazladır (67,68). İkinci gözde RD oluşma
olasılığı, önleyici tedavi açısından özel önem taşır. Çünkü bir gözünde RD olan olgular, diğer
gözde RD gelişimi için en yüksek riski taşırlar.
Tedavide hedef, retinal yırtık ve/ veya deliklerden geçen trans-vitreoretinal sıvı akımını
azaltmak veya durdurmak ve retina altı sıvısının emilmesi ile retina dekolmanını ortadan
kaldırmaktır. RRD’de tedavi amacıyla, retina yırtık veya deliklerini etkisiz duruma getirmek
için farklı yöntemler kullanılmaktadır. Bu yöntemler, başlıca şunlardır:
1) Skleral çökertme; klasik cerrahi tedavi
2) Pnömatik retinopeksi
3) Balon çökertme
4) Pars plana vitrektomi (PPV)
1. SKLERAL ÇÖKERTME(SÇ)
Skleral çökertme cerrahisinin başarılı olabilmesi için ön koşul, bütün retina yırtıklarıyla,
vitreoretinal patoloji olan alanların saptanmasıdır (32). Çökertme cerrahisindeki en önemli
basamak çökertme materyalinin sklera üzerine, doğru olarak yerleştirilmesidir. Bu da, retina
20
yırtık veya yırtıkların sklera yüzeyindeki lokalizasyonunun doğru yapılmasına bağlıdır. Bu
amaçla, hastanın gözdibi muayenesi ya ameliyat öncesi ya da ameliyat masasında indirekt
oftalmoskop ile ayrıntılı olarak yapılmalıdır.
Çevresel şekilde uzanan çok sayıda yırtık serklaj ile kontrol altına alınabilirken, tek bir
yırtık ya da ön-arka doğrultuda uzanan çok sayıda yırtık radyal çökertme ile balık ağzı
oluşturmadan yatıştırılabilir. Çökertme cerrahisinde ekzoplant ve implant olarak iki metod
kullanılmaktadır. Günümüzde, cerrahların büyük çoğunluğu tarafından ekzoplantlar tercih
edilmektedir. Ekzoplantlar genel olarak silikon (bant/ray) veya sünger yapıda silikondan
(sponj) yapılmaktadır.
Skleral çökertme için kullanılacak materyalin seçimi, çökertmenin biçimi ve boyutları,
uygulanacak teknik; vitreoretinal dejeneresans alanının boyutlarına, yırtık sayısına, yırtıkların
birbirinden uzaklığına, yırtığın ön-arka yerleşimine, yırtığın üst veya alt kadranlarda yer
almasına, yırtığın biçimine, yırtığın büyüklüğüne, vitreus traksiyonunun şiddetine, proliferatif
vitreoretinopatinin (PVR) varlığına, geçirilmiş katarakt cerrahisinin olup olmamasına göre
farklılık gösterir.
Çökertme tipleri:
1. Radyal çökertme: Limbusa dik olarak yerleştirilir.
2. Segmental dairesel eksoplant: Lokalize çökertme sağlamak amacıyla limbusa paralel olarak
yerleştirilir.
3. Bant serklaj: 360° çökertme sağlamak amacı ile globun tüm çevresine yerleştirilir.
Psödofakik olgularda tercih edilen yöntem 360 derece çevresel çökertme ve tek yırtık
saptanan olgularda yırtık kadranına segmental çökertme yapılmasıdır.
Çökertme cerrahisinde subretinal sıvının miktarı ve cerrahın tercihine göre sklera
ponksiyonu ile subretinal sıvı drenajı uygulanır. Subretinal sıvı drenajının faydaları: 1) RPE
ile hemen temasa gelmesi sonucunda yırtığın çökertme materyali ile ilişkisi kolaylıkla
değerlendirilebilir, 2) Göz içi basıncı artışının getireceği problemleri ortadan kaldırır, 3) Uzun
süre dekole kalmış olgularda, son derece kıvamlı olabilen subretinal sıvının emilimi de daha
yavaş olur. Drenaj, retinanın pigment epiteli ile hemen temasını sağlayarak fizyolojik
koşulların hızlı biçimde yeniden oluşmasını sağlar. Subretinal sıvı drenajının faydaları varsa
da oluşabilecek üç önemli komplikasyon, cerrahinin sonucunu önemli derecede etkileyebilir.
Bunlar koroid hemorajisi, retina inkarserasyonu ve yeni bir delik oluşturulmasıdır.
Çökertme cerrahisinin başarısız olmasına yol açan başlıca nedenler; yırtığın
lokalizasyonunun iyi yapılamaması, yırtıkların hepsinin saptanamaması, seçilen çökertme
21
materyalinin vitreoretinal traksiyonu ortadan kaldıramaması, yırtığın/yırtıkların tam
desteklenememesi, ameliyat sonrası proliferatif vitreoretinopatinin (PVR) ortaya çıkması veya
şiddetlenmesi olarak sıralanabilir.
2. PNÖMATİK RETİNOPEKSİ
Pnömotik retinopeksi, göz içine enjekte edilen bir gaz kabarcığının yüzme gücü ve
yüzey geriliminden faydalanarak, retina yırtık veya yırtıklarının göz içinden tamponlanmasına
denir (69). Dekole retinanın tekrar pigment epiteline teması sağlanmış ve retina dekolmanı bir
retina yırtığına dönüşmüş olur. Girişim sonrasında uygulanan kriyoterapi ya da retinanın
yerine oturması sonrasında uygulanan lazer fotokoagülasyon ile sağlanır.
Pnömotik retinopeksi için klinikte en fazla kullanılan gazlar; Sülfür hekzaflorür (SF6)
ve Perfloropropan (C3F8). SF6’ nın gözde kalış süresi 10-14 gün, C3F8’ in ortalama 50-60
gündür.
Pnömotik retinopekside ideal olgu özelliklerini şu şekilde sıralamak mümkündür:
1.Yırtık lokalizasyonun üstte saat 10- 2 arasında olduğu olgular
2.Yırtığın bir saat kadranından küçük olduğu olgular, yırtık üzerinde vitreoretinal traksiyonun
olmadığı gözler.
3. Lensin kapsül içinde olduğu ve kapsülün saydam olduğu psödofak hastalar.
4. PVR' nin olmadığı dekolmanlar. Evre A ve B PVR klinik sonucu belirgin derecede
etkilemez, ancak preretinal membran oluşumu ile karakterize evre C PVR'de başarı şansı
düşüktür.
BALON ÇÖKERTME
Retina dekolmanı tedavisinde balon uçlu kateter 1979 yılında tanımlanmıştır. Bu
teknikte sönük balon tenon kapsülü ve sklera arasına retina yırtığının üzerine gelecek şekilde
yerleştirilir ve daha sonra şişirilir. Yırtığın bulunduğu düşünülen bölgede balon 0.3-0.5 ml
steril serum fizyolojik ile şişirilir ve indirekt oftalmoskopla lokalizasyonunun doğru olup
olmadığı kontrol edilir. Balon uygulaması bir ile dört kadran genişliğindeki dekolmanlarda
başarılı bir şekilde kullanılabilir. Kısa sürmesi ve cerrahi travmanın çok az olması nedeni ile
yaşlı hastalarda tercih edilir.
22
4. PARS PLANA VİTREKTOMİ
1970’lerin başında Machemer, Peyman ve Dodich’in pars plana vitrektomi uygulamaya
başlamasından sonra küçük aletler ve daha fonksiyonel aletler geliştirilmiştir (60,70). İlk kez
Machemer ve arkadaşları 17-gauge (1.5mm çaplı) ile pars plana vitrektomi uygulamışlardır.
1974’de O’Malley ve Heintz 20-gauge ( 0.9mm çaplı ) sistemi geliştirmişlerdir. Bugun rutin
olarak kullanılan sistem budur. Pars plana vitrektomiyi ‘’sütürsüz’’ olarak ilk kez Chen
uygulamıştır. Günümüzde birçok klinikte 23G ve 25G sütürsüz vitrektomi uygulanmaktadır.
Pars plana vitrektomi için temel donanım; vitrektomi cihazı, ışık kaynağı, hava pompası,
lens görüntüleme sistemi ve ameliyat mikroskobunu içerir.
Ciddi proliferatif vitreoretinopati (PVR), arka kutup retina yırtıkları, dev retinal yırtık,
vitreus hemorajisinin eşlik ettiği retina dekolmanı olgularında primer vitrektominin
uygulanması kabul görmektedir. Akut arka vitreus dekolmanı (AVD) ile vitreus hemorajisi
olan olgularda retina dekolmanı tespit edildiğinde, mevcut hemorajinin temizlenmesi ve
vitreus traksiyonunun ortadan kaldırılabilmesi amacıyla primer vitrektomi ilk seçenektir. Tüm
primer vitrektomi endikasyonları dışında, ciddi proliferatif vitreoretinopatili gözlerde diğer
cerrahi teknikler yetersiz kalmakta, tüm traksiyon uygulayan preretinal ve gerekirse subretinal
proliferatif membranların temizlenebilmesi ancak pars plana vitektomi ile sağlanabilmektedir.
Retinanın iyi görülmediği durumlarda, ekvator arkasına yerleşmiş yırtıklarda, bir
kadrandan fazla alanda ön ve arka yerleşimli yırtıklarda, bir saat kadranından büyük
yırtıklarda, yırtığın bulunmadığı olgularda retina dekolman cerrahisinde primer vitrektomi
endikasyonu vardır. Vitreus traksiyonlarının ortadan kaldırılması, periferik patolojilerini daha
iyi görmek için arka kapsüler opasitelerinin ortadan kaldırılabilmesi, ameliyat mikroskobu ile
periferik yırtıkların daha iyi görülebilmesi primer vitrektominin avantajlarıdır.
Postoperatif pozisyon gerektirmesi, havayolu ulaşımını kısıtlaması (göz içi tamponad
olarak gaz verilen olgular), endoftalmi potansiyeli, maküler traksiyonla birlikte periretinal
membran proliferasyonu, koroidal neovaskülarizasyon, rekürran retina dekolmanı, iatrojenik
yırtıklar, hemorajik veya seröz koroidal dekolman gibi komplikasyonların ortaya çıkabilmesi
ise retina dekolman ameliyatlarında primer vitrektominin dezavantajlarıdır.
23
PROLİFERATİF VİTREORETİNOPATİ
Etyopatogenez ve Sınıflandırma
Proliferatif vitreoretinopati, vitreusta hücre proliferasyonu ve retinanın her iki yüzeyinde
membran oluşumu ile karakterizedir. PVR, retina dekolmanına sebep olan retina yırtığının
tetiklediği bir tamir süreci olarak da görülebilir. İntraoküler bozukluklara sekonder gelişebilen
bir doku cevabıdır. Retina yüzeyindeki hücre proliferasyonu ile starfold, maküler pucker ve
subretinal bantlar oluşur (71).
Tüm yırtıklı retina dekolmanlarının %5-10’unda PVR gelişmektedir. PVR retina
dekolman cerrahisinde %27 ile en sık ve en önemli başarısızlık nedenidir (77). Membranlar
cerrahi olarak çıkarıldıktan sonra tekrar prolifere olup retina dekolmanı oluşturabilirler.
PVR patogenezi 5 evrede incelenebilir:
1.Vitreoretinal yüzey bütünlüğünün bozulması
PVR’nin oluşabilmesi için tam kat bir retinal yırtık ve vitreus kavitesine RPE hücresi
salınımı olması gerekmektedir (72). Retinal yırtık oluşumu ile RPE hücreleri vitreus
kavitesine girerler. İç limitan membranların tahrip olması astrositlerin de iç retinal yüzeyde
birikmesine yol açar (73).
2. Hücre migrasyonu
Kan-retina bariyerinin bozulması sonucu vitreus boşluğuna geçen fibronektin ve
trombosit kökenli büyüme faktörleri, RPE hücre migrasyonunu da uyarırlar (74,75).
Fibronektin hücresel yapılanmada da rol oynayan önemli bir faktördür.
3. Hücre proliferasyonu
RPE hücreleri ve glial hücreler prolifere olmazlar. Ancak hasara cevap olarak bu
hücreler ve fibroblastik elemanlar hızla prolifere olmaya başlarlar ve vitreoretinal skarlaşma
cevabını karakterize eden opak, kontraktil membranlar oluştururlar. Kültür ortamındaki RPE,
dönüşmekte olan büyüme faktörü-B (transforming growth factor-B;TGF-B) üretirler. PVR’ li
gözlerden alınan vitreus mayilerinde normal gözlerden alınan örneklere kıyasla 3 kat daha
fazla TGF-B saptanmıştır. TGF-B’nın, RPE hücrelerince kollajen ve fibronektin sentezini
sağladığı belirtilmektedir (76).
4. Hücre kontraksiyonu (membran kontraksiyonu)
24
RPE hücreleri ekstrasellülerin matriks bileşenleri (kollajen ve bazı olgularda fibrin) ile
teması sonucu epitelyal tipten, yoğun sitoplazmik flamanları olan fibroblastik tipte hücrelere
dönüşürler. Bu hücreler kollajeni etraflarında toplarlar ve kollajenin kontraksiyonuna yol
açarlar. RPE hücrelerinin kontraksiyon oluşturması fibronektin varlığına bağlıdır. Üzerinde
bulunan bağlantı noktaları ile fibronektin, hücreler ve etraftaki hücreler arası matriks arasında
bir köprü görevi görür (78).
5. PVR membranlarının stabilizasyonu
Periretinal membranların immunohistokimyasal incelenmesinde tip I, II, III ve IV
kollajen saptanmıştır. PVR membranlarının matürasyonunun, membranların iskeletini
stabilize eden ve gerilme direnci sağlayan kollajen sentezine bağlı olduğu öne sürülmüştür.
Fibronektinin hücresel yapışma, migrasyonu ilerletme ve hücre iskelet proteinlerinin sentezini
indükleme yeteneği vardır. Fibronektin ayrıca hücreler arası matriksin stabilizasyonunda
mekanik olarak rol oynar ( 77,79).
Dekolman, PVR'nin gelişmesinde önemli bir risk faktörüdür. Dev yırtık, geniş veya
çok sayıda yırtık, üveit varlığı, afaki, vitreus hemorajisi ve preoperatif koroid dekolmanının
varlığı PVR riskini artırır (80,81). Postoperatif PVR oluşumu; preoperatif PVR derecesi,
üveit, intraoperatif ya da postoperatif vitreus hemorajisi, yoğun kriyoterapi, diatermi ya da
fotokoagülasyon, tekrarlayan cerrahi müdahaleler, subretinal sıvı drenajı sırasında sıvı kaybı,
tespit edilemeyip kapatılamayan retinal yırtıklar, steril hava ya da SF6 kullanımı ve
postoperatif koroid dekolmanı ile ilişkili görülmektedir (80,82,83). Başka bir önemli nokta da,
bütün retinal yırtıkları cerrahi olarak başarılı bir şekilde kapatılsa bile postoperatif PVR
gelişiminin tam olarak önlenemeyeceği ve oluşum sürecinin devam etmesidir.
PVR’nin risk faktörlerini bilmek ve dolayısıyla yüksek riskli hastaları preoperatif
tanımlamak ve risk grubuna göre en uygun retina dekolman cerrahisini gerçekleştirmenin
yanısıra bu gözlerde, postoperatif PVR’yi önlemeye yönelik etkisi gösterilmiş farmakolojik
tedavilerin kullanılması çok büyük önem taşımaktadır.
PVR’ NİN SINIFLANDIRILMASI
PVR’ nin sınıflandırılmasında en önemli faktörler, lokalizasyon ve epiretinal veya
subretinal proliferasyonun yaygınlığıdır. İlk PVR sınıflanması 1983'te Retina Cemiyeti
tarafından yapılmıştır. Bazı eksiklikleri olduğu düşünülerek daha sonra revize edilmiş
25
olmasına rağmen, pratik olduğundan dolayı günümüzde de hala, yaygın olarak
kullanımaktadır (83). Bu sistem ile PVR’ yi dört büyük gruba ve en ileri iki safha da (sınıf C
ve D) kendi içerisinde üç alt gruba ayrılmaktadır (Tablo 1).
Tablo 1:Retinal Cemiyeti PVR sınıflandırması
A
Viteus bulanıklığı, vitreus pigment kümeleri
B
İç retinal yüzey kırışıklığı yırtık kenarlarının kıvrılması retinal
katılık damar kıvrımlanmasında artış
Tam kat retinal katlantı
C
C1
Bir kadranda
C2
İki kadranda
C3
Üç kadranda
Dört kadrana fikse katlantı
D
D1
Geniş huni biçiminde
D2
Dar huni biçiminde
D3
Kapalı huni biçiminde
Bu sınıflandırmada bazı eksiklikler vardır. Burada retina yırtıklarının lokalizasyonu ve
sayısı, vitreoretinal traksiyonunun lokalizasyonu, vitreus tabanının kontraksiyon derecesi,
özellikle ön PVR dikkate alınmamıştır. Bu yüzden, bu sınıflandırma Silikon Çalışma Grubu
tarafından PVR'nin ön formu da dahil edilerek yeniden sınıflandırılmıştır (Tablo 2).
SÇ grubunun sınıflandırmasında, PVR'nin anterior ve posterior formu ayrı ayrı ele
alınmıştır. Sınıflandırmada retinal huni şekli dikkate alınmaz. Bunun aksine yaygın, fokal ve
subretinal proliferasyon olmak üzere üç proliferasyon tipi tarif edilmiştir. SÇG'nun
sınıflandırmasında da orjinal sınıflandırmadaki A ve B evreleri değiştirilmemiştir. Evre A
veya minimal PVR, pigmentli hücre proliferasyonunun sebeb olduğu vitreus içinde pigment
26
birikimi ile karakterizedir. Bunu teşhis etmek pek çok hastada zordur. Evre B-Orta derecede
PVR, retinada yüzey kırışıklığı olabilir ve retina yırtıklarının kenarları kıvrılır veya
düzensizdir. SÇG sınıflandırmasında, ön ve arka formlara ilave olarak her form da, 3 ayrı tipe
ayrılmıştır. Posterior formun birinci tipinde, ekvator arkası retinada sınırlı olarak, fokal
büzüşmeler (kontraksiyonlar) görülür. Radyal, düzenli katlantılar ve PVR sahasına doğru
traksiyon gelişir. Arka tip 2'de posterior retina düzensiz katlanmalar ile diffüz kontraksiyon
görülür. Retina ön-arka yönde büzüşür. Retinanın normal konveks yüzeyi çevresel yönde
düzleşir. Ön retinada ora serrataya doğru pek çok radyal katlanmalar oluşur Dik, vertikal
traksiyonlar vitreusun merkezine doğru retinayı çeker ve dekole retina huni şeklinde optik
disk üzerinde daralır. Tip 3'de subretinal kontraksiyonlar vardır. Subretinal membranlar optik
disk etrafında 'peçete halkası' (napkin ring) adı verilen anüler daralmalar oluşturur veya daha
önce düzensiz katlanmalar oluşturur. Ayrıca, üç anterior form vardır. Tip 4'de; vitreus
tabanının hemen arkasında, yaygın retinal büzüşmelerin oluşturduğu çevresel kontraksiyonlar
vardır ve PVR sahasının arkasındaki retinada posterior hyaloidin yapışma yeri boyunca dik
kontraksiyon oluşur. Bu koronal planda çevresel katlanma yapar. Tip 6; tipik olarak
vitrektomize veya penetran yaralanma geçiren gözlerde, anterior kontraksiyon şeklinde
oluşur. Ön retina, posterior hyaloidin anteroposterior kontraksiyonu sebebiyle öne doğru
çekilir. Şayet siliyer proçesler arasında bir yapışma varsa hipotoni gelişir. Eğer yapışma iris
ile olursa, iris arkaya doğru çekilir. Ayrıca, anterior ve posterior komponentleri içine alan
karışık tipler de vardır. PVR, ekvatorun ön veya arkasında olma özelliğine ve tiplerine ek
olarak, SÇG sınıflandırmasında standart bir retinal şemada dökümante edilir. Bu şemada
kontraksiyonun tipi ve derecesi çizilir.
PVR'nin anterior formunun tanımı SÇG'nun en önemli katkısıdır. Anterior PVR'nin
prognozu ve tedavisi posterior PVR'ninkinden farklıdir. Retina Cemiyeti ve SÇG'nin
sınıflandırması esas olarak anatomiktir. PVR'nin biyolojik aktivitesi veya ilerlemesinde
oynayan risk faktörleri hakkında bilgi vermez. Aynca, genellikle cerrahlar tedavi stratejisi
yönünden basit bir anlayışa sahip olmayı tercih ederler. Bu anlayışa göre PVR 3 safhada
değerlendirilir: Minimal, orta derece ve ağır olmak üzere. PVR'da enflamasyonun
mevcudiyeti ve ağırlığı dikkate alınarak ve diğer bilinmeyen yeni bilgilere ulaşıldıkça
sınıflama daha da modifiye edilebilir (84).
27
Tablo 2: Silikon Çalışma Grubunun Proliferatif Vitreoretinopati Sınıflandırması
Evre
Yerleşim yeri Yayılım †
Kontraksiyon
*
tipi
A
Özellikler
vitreus
bulanıklığı,
pigment
kümeleri
B
Retina yüzeyinde kırışıklık, damar
kıvrımlanmalarında
artış,
retina
yırtığının kenarlarının kıvrılması,
vitreus hareketinin azalması
C
Arka (P)
1-12
(1) Fokal
Yıldız şeklinde katlantılar
Arka (P)
1-12
(2) Diffüz
Birleşmiş yıldız şeklinde katlantılar,
optik disk görülmeyebilir
Arka/ön
1-12
(3) Subretinal
(A/P)
Disk
yakınında
anüler
lifler,
pigmentli veya pigmentsiz lifler,
güve yeniği görünümü
Ön
1-12
(4) Çevresel
(A)
Retinanın
merkeze
değiştirmesi
ile
tabanının
kenarı
kontraksiyon,
doğru
birlikte
yer
vitreus
boyunca
periferik
retinada
gerilme, posterior retinada radyal
katlantılar
Ön
1-12
(5)
Öne
yer Vitreus tabanının periferik retina
değiştirme
boyunca değişik genişliklerde öne
çekilmesi, siliyer cismin gerilmesi,
siliyer
cismin
membranlarla
örtülmesi, iris retraksiyonu
P:Posterior, A: Anterior, * ekvatora göre yerleşim yeri, † saat kadranı cinsinden yayılım
PROLİFERATİF VİTREORETİNOPATİDE TEDAVİ
Vitreoretinal cerrahideki gelişmelere rağmen proliferatif vitreoretinopatili (PVR)
olguların tedavisinde hala ciddi problemler mevcuttur. Başarısızlığın en önemli nedeni ilk
28
müdahalede özellikle ön vitreusun temizliğinin iyi yapılamaması ve buna bağlı ameliyat
sonrası nükslerin sıklığıdır. Yırtıkların sayısı, büyüklügü ve yeri önemli bir faktördür. Çünkü
proliferasyona neden olan hücrelerin yırtık bölgelerinden vitreusa geçişi artmaktadır.
Membranların lokalizasyonu, bir diğer önemli faktördür. Genellikle subretinal membranlann
çok azı retinanın yatışmasnda problem yaratmaktadır (85,86). Posterior yerleşimli preretinal
membranlar genel olarak rahat soyulmaktadır. Fakat ön vitreusta, vitreus bazında gelişen
proliferasyon, ciddi sorun oluşturmaktadır. Vitreus bazında oluşan membranların tamamen
temizlenmesi, genelde mümkün olmamaktadır.
Önceki operasyonların sayısı da, başarıyı etkileyen bir diğer faktördür. Her bir
operasyon, kendi başına travma olup, PVR riskini arttırmaktadır.
PROLİFERATİF VİTREORETİNOPATİ VE PARS PLANA VİTREKTOMİ
Ciddi PVR'li (evre ≥C2) olgularda vitrektomi, membranektomi ve intraoküler tamponad
kullanımı kaçınılmazdır. Pars palana vitrektomide özellikle vitreus bazının temizlenmesi
önemlidir. PVR’li olguların vitrektomisinde uygulanan yöntemler; proliferatif membranların
temizliği, gerekli durumlarda retinotomi veya retinektomi ile retinanın yatıştırılıp göziçi
tamponad bırakılması şeklindedir. Proliferatif membranların temizlenmesinde santral
vitrektomi yapılıp arka hyaloid ayrıldıktan sonraki aşamada mevcut retinal traksiyonlar
rahatlatılmalıdır. Ekvator gerisindeki preretinal membranlar genellikle kolaylıkla soyulurlar.
Vitreus bazındaki membranların temizlenmesi ise oldukça zordur. Bu olgularda yırtık gelişme
riskinden dolayı, membranın parçalara ayrılıp bırakılması daha doğru bir yöntemdir.
PVR'li olgularda periferik retinadaki tüm traksiyonların rahatlatılması genelde mümkün
olamayacağından, özellikle alt yarının çevresel skleral çökertme ile desteklenmesi önemlidir.
PVR gelişmiş psödofak arka kamara GİL'li olgularda GİL’in yerinde bırakılması
genelde tercih edilen yoldur. Ön kamara GİL olan olgularda ise, lense bağlı ön segment
komplikasyonlarına neden olmamak için lensin uzaklaştırılması daha doğru olacaktır.
Subretinal bantlar ya da membranların çok azı retinanın yatışmasını engellemekte; bundan
dolayı da çok azında müdahale gerekmektedir. Traksiyon yaratan subretinal bantlar ise, bant
üzerinde bir noktadan diatermi ile retinal delik oluşturulup kesilerek bırakılabilir ya da
forsepsle çıkarılır (87). Buna karşın optik sinir çevresinde halka şeklinde oluşmuş subretinal
proliferasyonların mutlaka temizlenmesi gerekmektedir.
29
Retinotomi ve retinektomiler: Bazı olgularda, retinanın parenkim değişikliklerine bağlı
kendi içinde yoğun bir kontraksiyon sonucu kısalması ve kalınlaşması söz konusudur. Bu
durumda retinayı yatıştırmak için skleral çökertmenin yanında gevşetici retinotomi veya
retinektomilere de ihtiyaç vardır. Retinotomiler olabildiğince çevresel tarzda yapılmalı; radyal
kesiler tercih edilmemelidir (87). Retinadaki traksiyonları ve gerginliği tamamen rahatlatacak
miktarda retinotomi yapmaya özen gösterilmelidir. Her zaman retinotomiler son çare olarak
düşünülmelidir. Çünkü retinotomiler;
retinal ve koroidal hemoraji, hipotoni, fitizis ve
postoperatif yüksek reproliferasyon riski gibi birçok komplikasyonu da beraberinde
getirmektedir.
Retinanın yatıştırılması ve Retinopeksi: Retina tamamen serbestleştirildikten sonra, sıra
retinanın yatıştırılıp yırtık çevrelerine retinopeksi uygulanmasına gelmektedir. Hava sıvı
değişimi yapılarak ve subretinal retinotomilerden aspire edilerek retina yatıştırılır (88). Sıvıhava değişimi dikkatli yapılmalı ve bu işlemden önce tüm retinal traksiyonların rahatlatılmış
olmasına gerekmektedir.
Retinanın yatıştırılmasından sonra, mevcut bütün yırtıkların çevresine retinopeksi
uygulanmalıdır. Retinopeksi, genellikle LFK ile yırtık çevresine 2-3 sıra olacak şekilde
uygulanır.
İntraoküler tamponadların uygulanması: İntraoküler tamponadlar kullanılarak yırtık
çevresinde kalıcı yapışıklık oluşana kadar retinanın yatışık kalması sağlanır. İntraoküler
tamponad olarak, genleşebilen uzun süreli gazlar veya silikon yağı kullanabilir. Kullanılacak
tamponad tercihinde en önemli faktör cerrahın deneyimidir. Silikon çalışma grubunun yaptığı
araştırmada (89), anatomik ve görsel başarı açısından silikon ve C3F8 arasında anlamlı fark
bulunmazken; SF6 ile elde edilen başarının silikona göre daha düşük olduğu saptanmıştır.
SF6'nın gözde kalış süresi daha kısa sürdüğü için, PVR'yi engelleme şansının daha az olduğu
ve buna bağlı olarak da başarı oranının düştüğü, dolayısıyla kullanılacak tamponadın en az 23 ay süreyle gözde kalmasının önemli olduğu yorumu getirilmiştir. İntraoküler tamponadlara
bağlı değişik komplikasyonlar gözlenebilir. Bunların başında GİB yükselmesi, bant keratopati
gelmektedir. Vitreoretinal cerrahide internal tamponad olarak kullanılan silikon yağları
polidimetilsiloksanlardır. Silikon yağının kırma indeksi 1.405’dir ve vitreustan biraz daha
kırıcı bir maddedir. Silikon yağı vitreustan daha yüksek kırma indeksine sahip olduğundan
gözün refraktif durumunda belirgin değişikliğe neden olur. Göz içindeki silikon yağının ön
yüzeyi afakik hastalarda konveks olacağından pozitif lens etkisi, fakik ve psödofakik
30
hastalarda da konkav olacağından negatif lens etkisi gösterir. Silikon yağı geri alımının
zamanlaması konusunda, cerrahlar arasında görüş birliği yoktur. Bazı yazarlar intravitreal
uygulamadan 3-6 ay sonra silikon yağını geri almayı önerirken (90) bazı yazarlar ise, 6 ila 30
ay arasında beklemeyi önermektedirler (91). Sadece 6-8 hafta beklemenin yeterli olacağını
iddia edenler de bulunmaktadır (92).
Pars plana vitrektomide tamponadların kullanılma amaçları aşağıda belirtildiği gibidir:
Pars plana vitrektomiden sonra retinal yırtıkların kapalı halde tutulması,
Posterior yırtıkların kapatılması,
Subretinal sıvının boşaltılarak retinanın yatıştırılması,
Görülmeyen yırtıkların kapatılması,
Drenajdan sonra tonus oluşturulması,
Dev retina yırtığı, travmatik retina dekolmanı, makula deliğine bağlı retina dekolmanı,
PVR’ de etkili bir şekilde membran soyulması.
İdeal bir internal tamponadda aranan özellikler sırasıyla; aköz sıvılarda yüksek yüzey
gerilimine sahip olması, aköz sıvılara karışmaması, inert düzensiz yüzeylerde iyi tampon
etkisi yapması, mikrocerrahi aletlerinin kullanımını zorlaştırmaması, optik berraklık,
toksisitesinin olmaması ve göz içi proliferasyonu arttırmaması olarak sayılabilmektedir.
31
GEREÇ VE YÖNTEM
Çalışma retrospektif olarak planlandı. Çalışmaya Beyoğlu Göz Eğitim ve Araştırma
Hastanesi I.Göz Kliniği Retina Biriminde Şubat 2006 ve Ocak 2009 tarihleri arasında
psödofakik retina dekolmanı tanısı alan 60 hastanın 60 gözü dahil edildi. Cerrahinin olası
riskleri tüm hastalara anlatıldı ve cerrahi öncesinde Helsinki deklarasyonuna uygun olarak
düzenlenmiş bilgilendirilmiş onam formları ile hastaların onamı alındı. Hastalarda incelenen
parametreler:
Ameliyat öncesi;
Yaş,
Cinsiyet,
Oküler hastalıklar,
Ameliyat öncesi düzeltilmiş en iyi görme keskinliği,
Ameliyat öncesi göziçi basıncı (Goldman aplanasyon tonometresi-mmHg),
Ameliyat öncesi biomikroskopik özellikler,
Ameliyat öncesi detaylı fundus muayenesi (Goldman üç aynalı lensi- Quadrospheric),
Dekolman harita çizimleri,
Katarakt cerrahisi yöntemi (PEKKE, İKKE, CLEAR LENS DEĞİSİMİ),
Katarakt cerrahisi sırasında meydana gelen komplikasyonlar,
Yerleştirilen intraoküler lensin anatomik lokalizasyonu (AKGİL, ÖKGİL, Skleral. Fiks.)
Nd-YAG lazer kasülotomi yapılıp yapılmadığı,
Katarakt cerrahisinden sonra dekolman gelişimine kadar geçen süre,
Septomların başlangıcından dekolman cerrahisi uygulanana kadar geçen süre,
Retinal yırtık tespit edilip edilmediği,
Makula tutulumu olup olmadığı,
Proliferatif vitreoretinopatinin varlığı ve evresi (Retinal Cemiyetine göre),
Diğer gözdeki patolojiler,
Operasyonların hikayesi.
Ameliyat sırasında;
Anestezi şekli,
32
Vitrektomi gauge tipi (20G, 23G, 25G),
İris retrakrörlerinin kullanıp kullanılmadığı,
Çevresel çökertme uygulaması,
Lokal çökertme uygulaması,
IOL’ in çıkarılıp çıkarılmadığı,
Periferik iridektominin açılıp açılmadığı,
Endolazer uygulaması,
Retinotomi yapılıp yapılmadığı, yapıldıysa miktarı,
Tamponad olarak kullanılan madde (1000cst/5000cst silikon yağı (SY), SF6, C3F8),
Silikon alınan olgularda hangi yöntemle (pasif/ aktif aspirasyon) alındığı,
Silikon alma esnasında kullanılan vitrektomi gauge tipi,
Silikon alınan olgularda cerrahi sonunda tamponad (hava, gaz ) verilip verilmediği,
Cerrahi sırasında oluşan komplikasyonlar.
Ameliyat sonrasında
Olgular ameliyat sonrası 1.gün, 1.hafta, 1-6-12. aylarda değerlendirildi,
Kontrollerde tespit edilen en iyi düzeltilmiş görme keskinliği,
Kontroller sırasında ölçülen göz içi basıncı,
Göz içi basıncı yüksek ölçülen olgularda uygulanan medikal ve cerrahi tedavi,
Nüks mevcudiyeti,
Nüks dekolmanlarda uygulanan cerrahi yöntemler,
Anatomik başarı,
Fonksiyonel başarı değerlendirildi.
AMELİYAT YÖNTEMLERİ
Bütün olguların ameliyatında Zeiss S88 model ameliyat mikroskobu, Accurus
vitrektomi cihazı, diatermi, fakofragmatom, halojen ışık kaynağı, silikon ve hava pompası
unitelerini içeren vitrektomi uniti kullanıldı. Endolazer cihazı olarak Lightlas 532 kullanıldı.
Ameliyat edilecek hastaların anestezileri yapıldıktan sonra periorbital bölge ve göz
kapakları antiseptik solüsyonla temizlendi. Drape ile kirpikler altta kalacak şekilde örtüldü.
Kapak ekartörleri ile kapaklar açıldı.
33
Çevresel çökertme uygulanan hastaların konjonktivası 1mm limbus periferinden 360
derece açıldı ve episkleral venler koterize edildi. Çevresel çökertme uygulanmayan olgularda
ise üst nazal, üst temporal ve alt temporal kadranlardan konjonktiva açılarak episkleral venler
koterize edildi. Çevresel çökertme materyali olarak erişkin olgularda 3.5mm, pediatrik
olgularda ise 2.5mm silikon band kullanıldı. Lokal çökertme için 506G sponge uygulandı.
Silikon band skleraya 5/0 dakron sütur ile dört kadrandan süture edildi. Silikon band alt
temporal veya alt nazal kadranlardan düğümlenip sabitleştirildi.
Alt temporalde limbustan 3mm geriden MVR yardımı ile sklerotomi yapılıp 7/0 vicryl
sütür ile 4 mm’ lik infüzyon kanülü yerleştirildi. 23 gauge tekniğinde ise aynı lokalizasyondan
23 gauge port ile girilerek sütürsüz olarak infüzyon kanülü yerleştirildi. İnfüzyon kanülünün
ucunun vitreus boşluğunda olduğundan emin olunduktan sonra 1/1000’lik adrenalin ilave
edilmiş BSS plus akışına izin verildi. Vitrektomi probu ve endoiluminasyon için üst temporal
ve üst nasalde, limbustan 3mm geride sklerotomiler yapıldı.
Yetersiz pupiller açıklığı olan hastalarda iris retraktörleri kullanıldı. Göz içi lensi ya da
arka kapsül fibrozisi nedeniyle net görüntü sağlanamayan, ön PVR’si bulunan, yeterli vitreus
bazı temizliği yapılamayan ve operasyon sırasında retinotomi uygulanacak vakalarda göz içi
lensi çıkartıldı, arka kapsül okütom ile alındı. Vitreusun vitrektomi ile alınmasından sonra,
PVR gelişmiş olan hastalarda vitrektomiye ek olarak membran soyulması ve vitreus bazı
temizliği yapıldı. Membran soyulması yöntemi ile açılamayan ve bu nedenle retinanın
anatomik pozisyonuna getirilemediği vakalarda, bu bölgelere retinotomi uygulandı. Tüm
olgularda PFCL ile retinanın yatışıklığı sağlandı. Endolazerin tamamlanmasından sonra 52
göze üst temporaldeki sklerotomi yerinden girilerek PFCL – silikon değişimi uygulanırken, 6
gözde tamponad madde olarak C3F8 kullanıldı. Sklerotomi yerleri 7/0, konjonktiva ise 8/0
emilebilir vicryle sütür ile kapatıldı. 23 gauge PPV uygulanan olgularda ise sadece infüzyon
yeri 8/0 vicryl ile sütüre edildi. Subkonjonktival antibiyotik ve steroid enjeksiyonu
yapıldıktan sonra göz antibiyotikli pomad ile kapatıldı.
Silikon verilen olgularda silikon alınması işlemi tekrar bir operasyon gerektirmektedir.
Geliştirilen cerrahi enstrumanlar (23G ve 25G ) sayesinde cerrahi travmanın minimale
indirilmesi hedeflenmektedir. Son kontrollerde retinaları yatışık saptanan 19 gözden silikon
alınması ameliyatı yapıldı. Yedi gözden silikon alınırken 23 g tekniği kullanıldı. Bu teknikte
konjonktiva açılmadan alt temporale infüzyon kanülü, üst temporalden silikon alma kanülü ve
üst nazalden 23g ışık probu olarak tasarlanan özel portlar ile girilerek silikon alındı.
Ameliyat sonrasındaki kontrollerde hastaların en iyi düzeltilmiş görme keskinliği dereceleri
34
için Snellen eşeli kullanıldı. Fonksiyonel başarı analizi için görme keskinliği ortalamaları
Snellen eşeli değerlerinin LogMAR’a dönüştürülmesi ile ifade edildi.
Anatomik başarı, geçirilen pars plana vitrektomi sonrasında retinanın bir yıl boyunca
yapılan kontrollerde yatışık izlenmesi olarak belirlendi. En iyi düzeltilmiş görme keskinliği
0,1 ve üzerinde olan hastalar fonksiyonel olarak başarılı kabul edildi.
İstatistiksel analizler SPSS (Windows için SPSS 15.0, Microsoft, USA) yazılımı ile
yapıldı. Ameliyat sonrasında ortaya çıkan anatomik ve fonksiyonel başarı ile görme artışı
yüzde olarak belirlendi. Operasyon öncesi ve operasyon sonrası EİDGK arasındaki ve GİB
seviyeleri arasındaki fark Ki-kare testi ile karşılaştırıldı. Preoperatif dönemde hastaların sahip
olduğu oküler ve sistemik patolojilerin ve oftalmolojik muayenede elde edilen bulguların,
ameliyat sonrasındaki anatomik ve fonksiyonel başarı ile görme artışı üzerine etkileri Ki-kare
testi ile incelendi. P değeri 0.05’in altında olan sonuçlar (p<0.05) istatistiksel olarak anlamlı
kabul edildi.
35
BULGULAR
Çalışmaya dahil edilen 60 hastadan 2’si Beyoğlu Göz Eğitim ve Araştırma Hastanesi
Göz 1 Ön Segment Kliniğinden, diğerleri ise başka merkezlerden refere edilmişti.
Yaş ortalaması 58,45±14,91 olan hastaların, 46’sı (%76.7 ) erkek, 14’ü (% 23.3) kadın
olup 52 hastaya (% 86.6) fakoemülsifikasyon cerrahisi (FAKO), 1 hastaya (%1.6) planlanmış
ekstrakapsüler katarkt ekstraksiyonu (PEKKE), 1 hastaya (%1.6) intrakapsüler katarakt
ekstraksiyonu (İKKE), 3 olguya (%5) clear lens ekstraksiyonu, 3 olguya (%5) pediatrik
katarakt tanısı ile İ/A ile lens ekstraksiyonu yapılmış olduğu saptandı. Olguların 22 ’sine
(%36,6) kapsül içine arka kamara göz içi lensi (AKGİL), 32’sine (%53,3) sulkusa arka
kamara lensi, 4’üne (% 6.6) ön kamara göz içi lensi (ÖKGİL), 2’sine (%3.3) skleral
fiksasyonlu lens implante edilmiş olduğu saptandı. Olguların 13’ünün (%21,6) miyop ve
bunların da 6’sının (%10) yüksek miyop olduğu saptandı. Yapılan operasyon-olgu sayısı ve
implante edilen intraoküler lens lokalizasyonu Tablo 3’de gösterilmiştir.
Tablo 3: Uygulanmış Cerrahi Yöntem ve IOL Lokalizasyonu
CERRAHİ
Arka kamara
PROSEDÜR/IOL
(AKGİL)
Sulkus
Ön kamara
Skleral-
(ÖKGİL)
fiksasyon
Toplam
LOKALİZASYONU
FAKO
17
30
4
1
52
PEKKE
-
1
-
-
1
İKKE
-
-
-
1
1
2
1
-
-
3
-
-
3
İ/A
LENS
ASPİRASYONU
CLEAR
LENS
3
-
EKTRAKSİYONU
36
Olguların 36’sında (%60) daha önce yapılmış katarakt cerrahisi sırasında arka kapsül
bütünlüğünün bozulmuş olduğu ve ön vitrektomi uygulandığı saptandı. Pediatrik 3 olguda ise
planlı arka kapsüloreksis ve ön vitrektomi uygulanmıştı. Pediatrik olguların 1’inde intraoküler
lensin sulkusa, 2’sinde kapsül içine implante edilmiş olduğu görüldü. Olguların 3’üne ise (%
5) başka merkezlerde Nd-YAG lazer ile kapsülotomi yapılmış olduğu belirlendi. Olguların
44’ünde (%73) arka kapsül bütünlüğünün bozulmuş olduğu saptandı (Grafik 1).
Grafik 1. Klinik Muayenede Arka Kapsülün Durumu
27%
Kapsül Sağlam
Kapsül Bütünlüğü Bozuk
73%
Olguların ameliyat öncesi en iyi görme keskinliği ortalamasının 0.015±0,007, ortalama
göziçi basınçlarının ise 14.00 ± 3.93 mmHg olduğu saptandı. Olguları 42’sinin (%70)
görmeleri el hareketleri seviyesinde saptandı. Olguların 10’unda 0.1 ve üzeri görme keskinliği
saptandı. Ameliyat öncesi göz içi basıncı 34 mmHg saptanan bir olguya HCL-timolol maleat
+ apraklonidin tedavisi başlandı.
Olguların 27’sinde (%45) ameliyat öncesi fundus incelemesinde yırtık saptanırken, 18
(%30) olguda ameliyat sırasında yırtık tespit edildi. Olguların 15 (%25)’ inde ise yırtık
saptanmadı (Grafik 2) . Olguların 32’sinde (%71,1) tek yırtık görülürken, 13’ünde (%28,8)
birden fazla olduğu görülmüştür. Yırtıkların 38 gözde (%85) ekvatora göre ön yerleşimli
olduğu, 7’sinde (%15) ise ekvatora göre arka yerleşimi olduğu saptandı. Olguların 39’unda
(%65) yırtıkların üst kadran yerleşimli olduğu saptandı. Yırtığın 4 olguda dev yırtık olduğu
saptandı. Dev yırtık saptanan bu olguların tümü yüksek miyoptu.
37
Grafik 2: Yırtık Tespiti
25%
Muayene Sırasında(%)
45%
Am eliyat Sırasında(%)
Yırtık Saptanam ayan(%)
30%
Hastaların yalnız 2’sinde (% 3.3) makula tutulumu saptanmazken, 58 (% 96.7) hastada
makula tutulumu olduğu görüldü. Makula tutulumu olmayan olgulara 360 derece skleral
çökertme ve ayrıca yırtık lokalizasyonuna lokal çökertme uygulandı.
Retina dekolmanı bulgularının başlangıcından, polikiniğimize başvurana kadar geçen
sürenin 1 hafta ile 6 ay arasında değiştiği kaydedildi. Olguların büyük çoğunluğunun 1. ayda
başvurduğu saptandı (Grafik 3) .
Grafik 3. Semptom Başlangıcı-Kliniğe Başvurma Zamanı Arasında Geçen Süre.
(Hasta Sayısı)
25
20
15
10
5
0
1.ay
2.ay
3.ay
(Başvuru Süresi=ay)
38
6.ay
Olgular proliferatif vitreoretinopati açısından değerlendirildiklerinde 2 (% 3.3 ) hastada
PVR-B, 18 (% 30) hastada PVR-C1, 8 (%13.3) hastada PVR-C2, 25 (%41.5) hastada PVRC3, 5 (%8.3) hastada PVR-D1, 2 (%5) hastada PVR-D2 tespit edildi. PVR-A ve PVR-D3
olgu saptanmadı (Grafik 4). PVR-B tespit edilen 2 olgu makula tutulumu olmayan ve
semptomların başladığı ilk haftada başvuran olgulardı.
Grafik 4. Olguların PVR Evreleri.
(PVR Evresi)
PVRD3
PVRD2
PVRD1
PVRC3
PVRC2
PVRC1
PVRB
PVRA
0
5
10
15
20
25
30
(Olgu Sayısı=n)
Olgulara proliferatif vitreoretinopati evresi, makula tutulumu, intraokuler lens
lokalizazyonu, arka kapsül fibrozisi esas alınarak 4 ayrı cerrahi yöntem uygulandı;
Grup I: 360 derece skleral çökertme + lokal çökertme,
Grup II: 360 derece skleral çökertme + pars plana vitrektomi + tamponad,
Grup III: 360 derece skleral çökertme+ pars plana vitrektomi + IOL çıkarılması + tamponad,
Grup IV: 23G pars plana vitrektomi + tamponad uygulaması. (Tablo 4).
39
Tablo 4: Cerrahi Prosedür Hasta Sayısı-PVR Evresi Olgu Sayıları
Cerrahi Prosedür
Hasta Sayısı
PVR Evresi(olgu sayısı=n)
Grup I
2
PVRB (2)
Grup II
48
PVRC1 (17), PVRC2 (8), PVRC3 (18), PVRD1 (3)
Grup III
9
PVRC3 (7), PVRD1 (2), PVRD2 (2)
Grup IV
1
PVRC1 (1)
Pars plana vitrektomi yapılan tüm olgulara operasyon sırasında endolazer uygulandı.
Ameliyat sonrası kontrollerde yetersiz fotokoagülasyon olduğu saptanan 6 olguya ek argon
lazer fotokoagülasyon uygulandı. Yalnız skleral çökertme + lokal çökertme (grup I)
uygulanan olgulara ise postoperatif 1.gün kontrollerinde yırtık etrafına üç sıra argon lazer
fotokoagulasyon uygulandı. Operasyon sırasında retinası yatıştırılamayan 9 (%15) olguya
retinotomi (RT) uygulandı. Bunların 4’üne (%45) 360 derece, 3’üne (%33.3) 180 derece,
2’sine (%22.3) de 90 derece uygulandı. Olguların 30’una (% 50) saat 6 hizasında cerrahi
periferik iridektomi açıldı. Dört olgudan ön kamara lensi ve 5 olgudan sulcusa implante
edilmiş lens çıkarıldı.
Cerrahi sırasında proliferatif membranlar temizlenirken 5 olguda küçük iatrojenik yırtık
oluştu ve bu yırtıkların etrafına endolazer uygulandı. Proliferatif membranları damar arkına
uzanan 4 olguda ıatrojenik hemoraji gelişti ve kanayan damarlara endodiatermi (ED)
uygulandı. Olguların 16’sında cerrahiyi olumsuz yönde etkilemeyecek korneal ödem meydana
geldi.
Primer operasyonlarında pars plana vitrektomi uygulanan olgulara cerrahi sırasında göz
içi tamponad olarak; 40 hastada 1000cst silikon yağı, 12 hastada 5000cst silikon yağı, 6
hastada C3F8 gazı kullanıldı (Grafik 5). Silikon enjekte edilen 19 olgudan ortalama 9.3 ± 3.2
ayda ikinci bir operasyonla silikon yağı ekstraksiyonu uygulandı. Olguların 7’sinden silikon
alınma işlemi 23g probları ile uygulandı. Silikon alınma işlemleri sonunda 10 olguda hipotoni
gözlendi. Bunların 8’ine vitreus içerisine hava, 2’sine de SF6 gazı verildi.
40
Grafik 5. Primer Operasyonlarda Kullanılan Göz İçi Tamponadlar (olgu sayısı=n)
6
SİLİKON(1000cst)
12
SİLİKON(5000cst)
GAZ(C3F8)
40
Hastalar ortalama 18.5 ± 5.2 ay (12 - 32 ay) takip edildi. En son geçirilen ameliyattan
sonraki birinci yıl kontrolünde retinanın yatışık olması anatomik başarı olarak değerlendirildi.
Olguların birinci gün, birinci hafta, birinci ay, üçüncü ay, altıncı ay ve birinci yıl yapılan
kontrollerinde; düzeltilmiş görme keskinliği ortalamaları (snellen) sırası ile 0.009±0.008,
0.029±0.026, 0.043±0.024, 0.048±0.056, 0.076±0.043, 0.077±0.051 olarak belirlendi. Görme
düzeyi preoperatif el hareketleri seviyesinde olan ve görme artışı saptanmayan olgu sayısı 25
olup son kontrollerde olguların 16’sında bir sıra, 9’unda iki sıra, 8’inde üç sıra ve üzeri görme
artışı saptandı. İki olguda görme seviyesi azaldı (Grafik 6). Görme seviyesi azalan olguların
ikiside yüksek miyop hasta olup retinaları oldukça atrofik görünümdeydi.
Gafik 5: Son Kontroldeki Görme Değişimleri
(Hasta Sayısı)
25
20
15
10
5
0
azalan
değişmeyen 1 sıra artan 2 sıra artan
3 sıra ve
üzeri artan
(Görme Keskinliği)
41
Dekolman semptomlarının başlangıcı ile operasyon arasındaki süre kısa olan ve erken
PVR saptanan olgularda görme artışının daha fazla olduğu görüldü (Tablo 5).
Tablo 5: PVR Evresi – Görme Değişimi Hasta Dağılımı
PVR
Evresi/Görme
Değişimi
Görmesi Azalan
Görmesi Değişmeyen Görmesi Artan
PVRB
-
-
2
PVRC1
-
6
12
PVRC2
-
2
6
PVRC3
-
13
12
PVRD1
1
3
1
PVRD2
1
1
-
2
25
33
Toplam
Primer operasyonlar sonrasında 50 (%83)
olguda anatomik başarı elde edildi. On
olguda (%13,5) nüks retina dekolmanı tespit edildi. Kontrollerde 6 olguda 1.ayda, 2’sinde
3.ayda, 2’sinde 4.ayda nüks saptandı. Fitizis bulbi saptanan 2 olguya tekrar ameliyat
uygulanmazken 8 olguya ikinci kez pars plana vitrektomi uygulandı. Nüks tanısı ile opere
edilen bu olguların 3’üne 180 derece, 2’sine 90 derece retinotomi uygulandı. Nüks tanısı ile
opere edilen olguların hepsine göz içi tamponad olarak 5000cst silikon yağı verildi. Fitizis
bulbi saptanan olgulardan ikisinin de pediatrik katarak cerrahisi sonucu retina dekolmanı
gelişen ve ileri evre PVR’lı olgular olduğu görüldü. Bu olgularda ameliyat sonrası 1. ay
kontrollerinde nüks olduğu saptandı. Proliferatif vitreoretinopati evrelerine göre nüks olgu
sayısı grafik 6’da gösterilmiştir.
42
Grafik 6. PVR Evresine Göre Nüks Olgu Sayısı.
Hasta Sayısı
35
30
25
20
Nüks
15
Rekole
10
5
0
PVRB
PVRC1
PVRC2
PVRC3
PVRD1
PVRD2
PVRD3
PVR Evresi
Operasyon sonrası 1. gün, 1.hafta, 1.ay, 3.ay, 6.ay, 12. ay kontrollerde göz içi basınçları
ortalaması sırasıyla; 24.13 ± 5.18, 20.16 ± 3.52, 19.18 ± 4.23, 18.21 ± 3.12, 18.13 ± 3.61,
18.14 ± 3. 43 olarak ölçüldü. Hastaların 1.hafta kontrollerinde göz içi basınçları yüksek tespit
edilen 21 (%35) hastaya anti-glokomatöz tedavi başlandı. Olguların 7’sine dorzolamid HCLtimolol maleat, 14 olguya da dorzolamid HCL-timolol maleat + apraklonidin başlandı.
Medikal tedavi ile yeterli göziçi basıncı düşüşü sağlanamayan 2 olguya alt kadrana 180
derece siklofotoablasyon uygulandı. Göz içi basınç yüksekliği saptanan olguların 8’inde göz
içi tamponad 5000 cst silikon yağı, 13’ün de ise 1000 cst silikon yağı olup C3F8 gazı verilen
olgularda medikal tedavi gerektirecek göz içi basıncı yüksekliği saptanmamıştır (Grafik 7).
Antiglokomatöz tedavi verilen hastaların 14 tanesi cerrahi iridektomi açılan olgulardı.
Grafik 7. Göz İçi Tamponad- Antiglokomatöz Tedavi
Hasta Sayısı
40
30
Antiglokomatöz kullanan
Antiglokomatöz kullanmayan
20
10
0
C3F8
1000 cst
silikon
5000 cst
silikon
43
İki tanesi pediatrik psödofakik RD olan toplam 4 olguda (%8) ameliyat sonrası 12.6 ±
4.8
ay takiplerinde
band keratopati saptandı ve bu olguların tümünde 5000cst silikon
uygulandığı görüldü.
Son kontrollerde 60 olgunun 58 tanesinde (%96.6) anatomik başarı, 17’sinde (%32)
fonksiyonel başarı elde edildi.
Bütün bu bulgular değerlendirildiğinde;
Çalışmamızda 44 (%73) olgunun arka kapsül bütünlüğü geçirilen cerrahiye bağlı olarak
bozuk olduğu saptandı.
Arka kapsül bütünlüğü bozulmuş olgularda katarakt cerrahisi ile dekolman gelişimine
kadar geçen süre 2.2 ± 1.4 ay, kapsül bütünlügü bozulmamış olgularda ise 7.2 ± 1.8 ay olarak
saptandı. İki grup arasında istatistiksel olarak anlamlı fark saptandı (p=0.023).
Katarkt cerrahisi sonrasında göz içine implante edilen lenslerin lokalizasyonlarının
anatomik başarı üzerine olan etkisi Ki-kare testi ile incelendi ve istatistiksel olarak anlamlı
fark saptanmadı ( p=0,575).
PVR’nin evresinin anatomik başarı üzerine etkisi Ki-kare testi ile değerlendirildi ve
aralarındaki fark istatistiksel olarak anlamlı bulundu ( p=0,047). PVR evresi düşük olanlarda
anatomik başarı daha iyi idi.
Ki-kare testi ile yapılan istatistiksel incelemede dekolman semptomlarının ortaya çıkışı
ve dekolman cerrahisi uygulanmasına kadar geçen sürede anatomik başarı arasındaki farkın
anlamlı olmadığı saptandı ( p=0,243).
Çalışmamızda yırtık saptanamayan olgular ile yırtık saptanan olgular arasında anatomik
ve fonksiyonel başarı açısından anlamlı bir fark olmadığı görüldü (p=0.163).
Dekolman semptomlarının ortaya çıkışından cerrahinin planlanmasına kadar geçen
sürenin görme artışı ve fonksiyonel başarı üzerine olan etkisi Ki-kare ile incelendiğinde; iki
grup arasında görme artışı açısından anlamlı bir fark olduğu saptandı (p=0,002).
44
Cerrahi sonrasında göz içinde bırakılan silikon tamponad viskositesinin (1000cst veya
5000cst) anatomik başarı üzerine olan etkisi Ki-kare testi ile incelendiğinde anlamlı bir fark
olmadığı saptandı ( p=0,345).
Ameliyat sırasında kullanılan tamponad çeşidinin göz içi basınç artışı üzerine olan etkisi
Ki-kare testi ile değerlendirildiğinde, göz içi tamponadı olarak C3F8 ya da silikon
kullanımının göz içi basıncı üzerine anlamlı bir fark oluşturmadığı saptandı ( p=0,42).
Farklı viskositelerdeki silikon yağının göz içi basıncına etkisi istatistiksel olarak
incelendiğinde anlamlı fark bulunmadı (p=0,345).
Operasyon sonrası birinci gün göz içi basınçları değerlendirildiğinde inferior iridektomi
açılan grup ile açılmayan arasında anlamlı bir fark bulunmadığı saptandı ( p=0,125).
Band keratopati gelişimi bakımından 1000cst ve 5000cst silikon uygulanan olgular
arasında istatistiksel olarak anlamlı fark görülmedi (p=0,220).
45
TARTIŞMA
Retina dekolmanı, katarakt cerrahisi sonucu görülebilecek en ciddi komplikasyonlardan
biridir. Katarakt ekstraksiyonunda sürekli gelişen teknik ve deneyimler, retina dekolmanı
komplikasyonu insidansını oldukça düşürmüş gibi gözükmekte ise de bu komplikasyon tüm
katarakt cerahisi tekniklerinde gelişebilmektedir. Katarakt cerrahisinde afakinin düzeltilmesi
amacı ile uygulanmakta olan güncel yöntem göz içi lens implantasyonu olduğu için retina
dekolmanı cerrahisinde de afak dekolmanlardan ziyade artık psödofakik dekolmanlar
izlenmektedir.
Yırtıklı retina dekolmanı görülme insidansı %0.0061 - %0.0179 olarak bildirilmektedir
(44,93). Katarakt cerrahisi sonrası ilk bir yılda retina dekolmanının görülme insidansı çeşitli
çalışmalarda % 0.6 - % 1.7 arasında değişmektedir (1,2,3). Katarak cerrahisi geçiren kişilerin,
geçirmeyen kişilere göre retina dekolmanı riskinin 5.5 kat daha fazla olduğu çeşitli
çalışmalarda gösterilmiş (4).
Yapılan birçok çalışmada psödofakik retina dekolmanı (PRD) risk faktörleri
araştırılmıştır (94,95,96,97,98,99). En çok üzerinde durulan faktörler; cinsiyet, yaş, miyopi,
operasyon sırasında vitre kaybı, planlı veya plansız arka kapsülotomi, Nd-Yag lazer arka
kapsülotomi uygulanmasıdır.
Bazı çalışmalarda kadın ve erkek her iki cinsin PRD riski açısından eşit etkilenme oranı
olduğunu saptanmıştır (94, 95). Diğer birçok çalışmada ise erkeklerde PRD riskinin daha
fazla olduğunu göstermiştir (96, 97, 98, 99). Bizim çalışmamızda olguların 46’sı (%76,6)
erkek, 14’ü (%23,3) kadın idi. Bu durum erkeklerde PRD gelişme insidansı fazla olan
çalışmaları desteklemektedir.
Genç yaşlarda katarakt operasyonu geçirenlerde PRD gelişme riskinin ileri yaş grubuna
göre daha yüksek olduğunu açıklayan çalışmalar yayınlanmıştır (63, 100, 101). Çalışmamızda
45 yaşın altında 6 (%10) olgu vardı. Bunların 3’ü pediatrik olgular, 3’ü de yüksek miyopi
nedeniyle şeffaf lens ekstraksiyonu uygulanan olgulardı.
Yırtıklı retina dekolmanı gelişiminde en önemli faktörlerden biri de miyopidir.
Miyopinin PRD riskini artırdığı birçok çalışmada gösterilmiştir (102, 103). Clayme ve
arkadaşları (103) aksiyel uzunluğu 25 ve üzerinde olan olgularda PRD riskinin 6.5 kat daha
fazla, Davizen (100) ise 6 kat daha fazla olduğunu yayınlamış. Çalışmamızda 13 (%21,6) olgu
miyop, bunlarında 6’sı (%10) yüksek miyop olgulardı.
Vitreus bütünlüğünün bozulması ve retina dekolmanı gelişmesi arasındaki ilişki
literatürde ele alınmıştır (104, 105). Çeşitli yazarlar intakt bir arka kapsülün psödofakik retina
46
dekolmanından korunmak için önemli olduğunu vurgulamaktadır (106,107). Fakat bu
bütünlüğün korunmasının da retina dekolmanı komplikasyonunu önlemede mutlak olmadığı
belirtilmektedir. Smith ve arkadaşlarının yaptığı bir diğer çalışmada, vitre kaybının retina
dekolmanının ortaya çıkışını arttıracak bir risk faktörü olmadığı belirtilmiştir (2). Troutman
ve arkadaşları yaptıkları bir çalışmada, katarakt ameliyatı sırasında vitreus kaybı ile
sonuçlanan komplikasyonların retina dekolmanı insidansının, vitreus kaybı olmayanlara
oranla 5 kat daha fazla olduğunu bulmuşlardır (108). Cerrahi sırasında arka kapsülün cerrahi
prosedür dahilinde planlı olarak açılmasının retina dekolmanı insidansını arttırdığı konusunda
da yayınlar bulunmaktadır. Bu yayınlarda cerrahi kapsülotominin retina dekolmanı gelişme
insidansını 2-2,5 kat arttırdığı ileri sürülmüştür (1,3).
Çalışmamızda 44 (%73) olgunun arka kapsül bütünlüğünün geçirilen cerrahiye bağlı
olarak bozulduğu saptandı. Bu oran literatürü kuvvetli bir şekilde desteklemektedir. Arka
kapsül bütünlüğü bozulmuş olgularda katarakt cerrahisi ile dekolman gelişimine kadar geçen
süre 2.2±1.4 ay; kapsül bütünlügü bozulmamış olgularda ise 7.2±1.8 ay olarak saptandı. Her
iki gruba ait değerler istatistiksel olarak incelendiğinde aralarındaki farkın anlamlı olduğu
bulunmuştur (p=0.023). Bu sonuca dayanarak çalışmamıza katılan hasta gurubu içerisinde
arka kapsül bütünlüğün bozulması ve vitre kaybı ile sonuçlanan komplikasyonun dekolmanın
ortaya çıkışında rol oynayan önemli bir faktör olduğu belirlenmiştir.
Katarakt cerrahisi sonrası gelişebilecek komplikasyonlardan biri de arka kapsül
opasifikasyonudur. Çeşitli yayınlarda bu oran %15 – 50 olarak bildirilmektedir (109,110). Bu
olgulara birçok klinikte ilk kez Aron-Rose (111) tarafından uygulanan,
Nd:YAG lazer
kapsülotomi uygulanmaktadır. Nd:YAG lazer kapsülotomi sonrası RD insidansı %0 – 4
arasında belirtilmektedir (112, 113). Javit ve arkadaşlarının yapmış olduğu bir çalışmada
Nd:YAG lazer kapsülotomi sonrası RD riskinin 3.9 kat arttığını yayınlamış (47).
Nd:YAG lazer kapsülotomi sonrası RD gelişme mekanizması tam bilinmemektedir. Bu
konuyla ilgili birçok hipotezler ileri sürülmüştür. Vitreusun arka kapsülotomi sonrasında ön
kamaraya geçmesi ile vitreus cisminin öne doğru yer değiştirmesi, bunun sonucunda arka
vitreus dekolmanı ve periferik retinal yırtıkların ortaya çıkmasını kolaylaştırması daha fazla
kabul gören bir hipotezdir. Ayrıca vitre ön yüzünün Nd:YAG lazer sırasında rüptüre edilmesi
sonucunda bu bölümün vitreus tabanı ile devam etmekte olduğu belirtilmektedir. Bu olayın
ora serratada traksiyon kuvvetlerinin oluşmasına, bu bölgede ikincil yırtıkların ortaya
çıkmasına zemin oluşturduğuda savunulmaktadır (114). Arka kapsülün yırtılmasından sonra
ortaya çıkan mekanik kuvvetlerin yanı sıra, Nd:YAG lazer uygulanması sonucunda vitreusda
meydana gelen kimyasal değişiklikler de retina dekolmanını kolaylaştırıcı etkenler arasında
47
yer almaktadır (115). Lerman ve arkadaşları, arka lens kapsülü ve orta vitre bölgesine yapılan
atışlar neticesinde vitre viskozitesinde belirgin bir düşüş olduğunu bulmuşlardır (116). Düşük
vitre yoğunluğu, vitreus traksiyonunu ve bu nedenle retinal yırtıkların ortaya çıkmasını
sağlayarak retina dekolmanlarının gelişmesini kolaylaştırmaktadır. Krauss ve arkadaşları ise,
tavşanlar üzerinde Nd:YAG lazer kullanarak yaptıkları bir çalışmada, vitre içerisinde minimal
bir değişiklik meydana getirilebildiğini ve bu yolla retina dekolmanı meydana gelme
olasılığının düşük olduğunu belirtmişlerdir (117).
Çalışmamızda 3 (%5) olguya katarakt cerrahisinden 10.8±2.4 ay sonra Nd:YAG lazer
kapsülotomi uygulandığı saptandı. Bu olgularda kapsülotomi sonrası 6.4±3.6 ay sonra RD
geliştiği saptandı. Kapsül bütünlüğü olan olgularda ise bu süre 8.1±2.8 ay olarak saptandı.
Dekolmanın ortaya çıkış süreleri açısından Nd-YAG lazer ile arka kapsülotomisi yapılmış
grup ile arka kapsülüne herhangi bir işlem uygulanmayan grup kendi aralarında istatistiksel
olarak değerlendirildiğinde aralarında anlamlı bir fark olmadığı saptandı (p=0,322).
Günümüzde PRD tedavisinde, skleral çökertme ve pars plana vitrektomi ayrı ayrı tek
başına veya kombine olarak en çok uygulanan cerrahi tekniklerdir. Pnömatik retinopeksi ise
RRD tedavisinde uygulanmasına rağmen PRD tedavisinde fazla tercih edilmemektedir (118,
119, 120).
Skleral çökertme (konvansiyonel cerrahi) tekniğinin RD’lı olgularda tek başına
uygulanıp %80–100 oranlarda anatomik başarı elde edildiği birçok yayında yayınlanmıştır
(121, 122). Ancak yalnız başına skleral çökertme tekniğinin fakik RD’ lı olgularda daha
yüksek anatomik başarı sağladığı gösterilmiştir (123). Bu olgularda görme keskinliğinin
20/50 ve daha iyi olduğu saptanmış. Konvansiyonel cerrahi; yırtıkların tespitinin zorluğu ve
PVR insidansının yüksekliğinden dolayı tek başına PRD’lı olgularda yetersiz kalmaktadır
(123).
Psödofakik retina dekolmanlarında, yırtık tespitinin zorluğu dolayısıyle birçok
vitreoretinal cerrah pars plana vitrektomiyi tek başına veya skleral çökertme ile kombine
olarak uygulamaktadırlar (124, 125). Pars plana vitrektominin konvansiyonel dekolman
cerrahisine üstünlüğü retinal yırtıkların, perflorokarbonların (PFCL) yardımı ve Schlieren
fenomeni kullanılarak veya kullanılmaksızın indirekt bir görüntüleme sistemi ile glob
içerisinde araştırılabilmesidir (124). Ameliyat öncesi olarak dikkatli incelemelerle bile tesbit
edilemeyen bu yırtıklar pars plana vitrektomi sırasında rahatça bulunabilmektedir (126, 127,
128).
Çalışmamızda yalnız 2 (%3,3) olguya konvansiyonel cerrahi uygulandı ve %100
anatomik başarı elde edildi. Her iki olguda PVRB, yırtığı iyi seçilebilen ve makula tutulumu
48
olmayan olgulardı. Ancak verilen orandan da anlaşılacağı gibi PRD’lı olgularda ameliyat
öncesi belirtilen bulguları taşıyan olgu sayısı oldukça azdır. Olguların 1’ine (%1.6) skleral
çökertmesiz 23g pars plana vitrektomi uygulandı. Bu olgu postoperatif 1.ayda nüks dekolman
tanısıyle tekrar opere edildi. Yapılan bazı çalışmalarda skleral çökertmesiz pars plana
vitrektomi ile PRD’lı olgularda %86 - %100 anatomik başarı elde edildiği yayınlanmış
(129,130). Ancak literatür ile karşılaştırma yapacak yeterli olgu sayımız yoktu.
Bizim çalışmamızda PVRC ve PVRD olan olgulara genel olarak uyguladığımız standart
tedavi skleral çökertme ile birlikte pars plana vitrektomidir. Olguların 57’sine (% 95) bu
cerrahi yöntem uygulanıp primer cerrahi sonucunda %80, nüks cerrahi sonrası %88 anatomik
başarı elde edildi. Bu sonuç literatürle hemen hemen ayni idi.
Psödofakik retina dekolmanların tedavisinde en önemli başarısızlık nedenleri;
saptanamayan yırtık varlığı, makula tutulumu, PVR varlığı ve evresi, semptomların başlangıcı
ile operasyon arasındaki sürenin uzunluğudur.
Literatürde ameliyat öncesi yırtık yerinin tespit edilememesi %7.7 - %15 civarında (96,
105) iken, bizim çalışmamızda % 25 (15 olgu) olarak izlenmiştir. Ameliyat öncesi yırtık tespit
edilememesinde, arka kamara merceği olan olgularda yoğun arka kapsül kesafeti ve ön
kamara
merceği
olan
olgularda
pupiller
miyozis
neden
olarak
saptanmıştır.
Çalışmamızda yırtık saptanamayan olgularla, yırtık saptanan olgular arasında anatomik ve
fonksiyonel başarı açısından istatistiksel anlamlı bir fark olmadığı görüldü (p=0.163).
Retina kliniklerine başvuran psödofakik retina dekolmanlı hastaların çoğunda makula
tutulumu olduğu belirtilmektedir (131, 132). Bartz – Schmidt ve arkadaşlarının yapmış
olduğu bir çalışmada, %51 oranında makula tutulumu saptanmıştır. Bizim çalışmamızda bu
oran %97 olarak tespit edilmiştir. Anatomik başarımız makula tutulumu olmayan olgularda
%100, makula tutulumu olan olgularda primer cerrahi sonrası %80 olarak bulunmuştur. İki
gurup arasındaki fark istatistiksel olarak anlamsızdır (p=0.346).
Campo ve arkadaşlarının yaptığı bir çalışmada, çalışmaya alınan 275 gözden %65’ inde
makula tutulumu bulunduğu ve makulası tutulan grubun %4’ ünde cerrahi sonrası 20/50’ nin
üzerinde bir görme elde edilirken, makula tutulumu olmayan (%35) grupta ise bu oran %79
olarak tespit edilmiştir. Bizim çalışmamızda cerrahi sonrası düzeltilmiş görme keskinliği
20/40 üzerinde olan olgu sayısı, makula tutulumu olmayan grupta %100 iken, makula
tutulumu olan grupta %9 olarak saptanmıştır. Bu sonuç istatistiksel olarak anlamlı
bulunmuştur (p=0.002).
Katarakt ameliyatı sonucu gelişen retina dekolmanlarında cerrahi sonucununu etkileyen
en önemli faktörlerden biri de PVR varlığı ve evresidir. PVR varlığı ve evresi cerrahi
49
seçiminde ki en önemli parametredir. Girarad ve Karpuzas’ ın yapmış olduğu bir çalışmada,
cerrahi öncesi saptanan B veya daha üstünde proliferatif vitreoretinopatinin, ameliyat sonrası
elde edilecek fonksiyonel başarıyı etkilediğini bulmuştur (133). PVR kliniğinin daha iyi
anlaşılması, cerrahi teknik ve kullanılan aletlerdeki gelişmeler sonucu günümüzde PVR
cerrahisindeki anatomik başarının %90’ın üzerinde olduğunu bildiren seriler bulunmaktadır
(134,135). Ancak fonksiyonel başarı henüz anatomik başarı kadar iyi değildir. PVR ve tekrar
proliferasyon gelişiminin engellenmesi amacıyla farmakolojik tedavinin araştırıldığı
çalışmalarda daunmycin, retinoik asit, 5-FU ve düşük moleküler ağırlıklı heparinin
kullanıldığı olgu serilerinden bazıları ümit vericidir ancak farmakoterapinin bir seçenek
olarak klininkte kullanıma girmesi için daha çok deneyim gerekmektedir (136).
Bizim çalışmamızda anatomik başarı %97 olarak saptanmıştır. Fonksiyonel başarı ise
PVR evresine bağlı olarak değişmektedir. PVRC2 ve daha ileri evre olgularda fonksiyonel
başarı %3 iken, PVRC1 ve daha iyi olan olgularda %37 olarak bulundu. Nüks saptanan 8
(%80) olgunun PVRC3 veya daha ileri evre, 2 (%20) olgunun ise PVRC1 olduğu saptandı.
Psödofakik retina dekolmanlı olgularda cerrahi başarıyı etkileyen bir diger faktör
dekolman semptomlarının başlangıcı ile cerrahi arasındaki süredir. Campo ve arkadaşlarının
yapmış olduğu çalışmada, dekolman oluşumu ile cerrahi arasında geçen süre 30 gün ve daha
az olan grupta, fonksiyonel başarı olarak tespit edilen 20/50 ve üzerindeki görme düzeyini
geçen hasta oranı %65 iken, aynı oran dekolman ile cerrahi arasında zaman 30 gün ve üzeri
olan grupta %41 olarak tespit edilmiştir (94).
Bizim çalışmamızda hastalar görme kaybının meydana gelmesinden dekolman
cerrahisine kadar geçen süre yönünden incelendiğinde, 30 gün ve daha altında zaman
içerisinde opere olan 36 hastanın 33 (%92)’ sinde anatomik başarı elde edilirken, 30 gün ve
üzeri zaman geçen 24 hastanın 17(%71)’ sinde anatomik başarı elde edildi. Anatomik başarı
açısından istatistiksel olarak iki gurup arasında anlamlı fark tespit edilmedi (p=0,243).
Katarakt cerrahisinden sonra yerleştirilen göz içi lens tiplerinin dekolman ameliyatının
Anatomik ve fonksiyonel başarısı üzerine etkileri incelendiğinde arka kamara göz içi lensi
yerleştirilen hastalar, skleral fiksasyon ya da ön kamara yerleşimli lensler kullanılan hastalar
ile karşılaştırıldığında daha iyi anatomik ve fonksiyonel başarı elde edildiğini gösteren
yayınlar bulunmaktadır. Diğer bazı çalışmalarda ise farklı lens lokalizasyonu bulunan
hastalarda dekolman cerrahisi sonrası aynı oranda anatomik ve fonksiyonel başarı elde
edildiği yayınlanmıştır (137, 138,).
50
Bizim çalışmamızda katarakt cerrahisi sonrasında farklı lokalizasyona yerleştirilen
lenslerin, dekolman cerrahi sonrası anatomik ve fonksiyonel başarı üzerine etkisi olmadığı
saptandı (p=0,575).
Dekolman cerrahisi sırasında lensi çıkarılan 9(%15) hastadan takipler sırasında 3
hastada nüks saptanırken, lensi yerinde bırakılan 51(%85) hastanın 7’sinde nüks saptanmıştır.
İstatistiksel incelemede lens çıkarılmasının ameliyat sonrası elde edilecek başarı üzerine etkili
olmadığı saptandı (p=0.652).
Gevşetici retinotomiler ilk kez 1981’de Machemer tarafından tarif edildikten sonra
giderek yaygınlaşmıştır (139). Preretinal traksiyon ve kısalmanın membran diseksiyonu ve
skleral çökertmeye rağmen giderilemediği olgularda retinanın yatıştırılması için gevşetici
retinotomi yapılması gereği doğar. Gevşetici retinotomi silikon çalışma gurubunun
araştırmasında %29 sıklıkta kullanılmıştır. Bu çalışmada retinotomi yapılan gözlerde
anatomik başarı %58 oranında sağlanmış ve silikon veya gaz tamponad kullanılan gruplarda
fark saptanmamıştır (140). Sıvı perflorokarbonların ve panaromik görüntüleme sistemlerinin
kullanıma girmesi ile gevşetici retinotomi yapılan gözlerde anatomik başarı artmıştır. 2005
yılında yayınlanan bir PVR serisinde %64 oranında gevşetici retinotomi yapıldığı bildirilmiş,
bu çalışmada gevşetici retinotomi yapılan ve silikon tamponad kullanılan olgularda anatomik
başarı retinotomi yapılmayan ve retinotomi yapılıp gaz tamponad kullanılan gözlere göre
daha yüksek bulunmuştur (138).
Çalışmamızda retinotomi uyguladıgımız 9 (%15) olguda anatomik başarı oranı %89
iken retinotomi uygulanmayan 51 olguda %98 anatomik başarı elde edildi. İki grup arasında
istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmadı (p=0,655). Ancak retinotomi uyguladığımız
olgulardan yalnız 2 (%22)’ sinde fonksiyonel başarı elde edildi.
Uzun süreli tamponadın önemi 1990’ların başında başlanan silikon çalışma grubunun
çalışmaları ile daha iyi anlaşıldı. Silikon çalışma grubunun prospektif, randomize, çok
merkezli çalışması ile PVR cerrahisinde internal tamponad olarak ve uzun süreli gazların
(SF6 ve C3F8) etkinlik ve güvenirliklerinin karşılaştırılması amaçlandı. Çalışmada elde edilen
sonuçlara göre sülfürheksaflorid (SF6) gazı silikon tamponada göre başarısız bulundu (141).
Silikon ve perfloropropan (C3F8) tamponadı karşılaştırıldığında ise benzer anatomik ve
görsel sonuçlar saptandı. Silikon ve C3F8 gazının PVR cerrahisindeki başarıda önemli
farklılıkları olmamakla birlikte birbirine göre avantaj ve dezavantajları bulunmaktadır.
Silikonun en önemli dezavantajı geri alınması için tekrar cerrahi gerektirmesidir.
Günümüzde silikon çalışma grubunun bulgularına dayanılarak, PVR cerrahisinde silikon
ya da C3F8 tamponadı genellikle cerrahın tercihine göre kullanılmakla birlikte, bazı olguların
51
özellikleri nedeniyle seçim yapılabilir. Ameliyat sonrası dönemde yüzükoyun pozisyonda
kalamayacak çocuk, fiziksel ya da zihinsel engelli olgular, uçakla seyhat etmesi gereken
olgular, 4 haftadan uzun süre tamponad gerektiren olgularda silikon tamponad tercih edilir.
Günümüzde, alt tarafta yoğunlaşmış PVR bulunan, özellikle standart silikon yağı kullanımı
sonrası nüksler nedeni ile tekrar cerrahi gerektiren olgularda ağır silikonlar tercih edilmektedir
(141).
Psödofakik retina dekolmanı tanısı ile opere edilen 2 (%3,3) olguya göz içi tamponad
uygulanmazken, 40 (%67) olguya 1000cst silikon, 12 (%20) olguya 5000cst silikon, 6(%10)
olguya C3F8 gazı kullanıldı. Nüks saptanan olguların 6 (%15)’i, 1000cst silikon ugulanan
grupta, 4 (%33)’ ü 5000 cst silikon uygulanan grupta saptanmıştır. C3F8 gazı uygulanan
olgularda nüks saptanmamıştır. 1000cst’luk ve 5000cst’ luk gruplar nüks gelişimi ve
anatomik başarı açısından karşılaştırıldığında iki grup arasında istatistiksel olarak anlamlı bir
fark bulunmadı (p=0,345). Nüks gelişen ve tekrar opere edilen 8 olguya 5000cst’ luk silikon
enjekte edildi.
Silikon uygulanan 19 gözde (%36,5), ortalama 9,3 ± 3,2 ay sonra silikon alımı yapıldı.
Retina dekolmanlarında, silikon alınma süresi çeşitli yayınlarda 3 – 30 ay arasında
değişebiliceği öngörülmektedir (91). Silikonu alınan olguların tümü primer operasyonlarında
1000cst silikon uygulanan olgulardı. Silikonu alınan 19 (%36,5) olgu ile halen göz içinde
silikonu bulunan 31 (%62) olgunun son kontrollerdeki düzeltilmiş görme keskinlikleri
istatistiksel olarak karşılaştırıldığında anlamlı fark bulunmadı (p=0,245).
Pars plana vitrektomi sonrasında geçici veya kalıcı göz içi basıncının yükselmesi sık
görülen bir komplikasyondur. Cerrahi prosedürde skleral çevreleme olsun ya da olmasın
psödofakik retina dekolmanlarının ardından göz içi basınçlarında %17,9 ile %48 arasında bir
artış görülmektedir (142,143). Bu artışın intraoküler tamponad kullanımı, fibrin oluşumu,
periferik anterior sineşiler, tekrarlayan ya da rezidüel göz içi hemorajiler, rubeozis iridis ve
neovasküler glokom, skleral çevreleme, inflamatuar glokom, silier cisim ödemi, uzun süreli
topikal steroid kullanımı, cerrahi travma gibi nedenlerden olabileceği bildirilmektedir. En
önde gelen nedenin göz içi tamponad madde kullanımı olduğu savunulmaktadır (144, 145,
146). Postoperatif dönemde internal tamponada bağlı kronik glokom riski silikon yağında
(SY) %30, gazlarda %5 olarak bildirilmiştir (147).
Han ve arkadaşları, PPV sonrası ilk 48 saat içerisinde %61 oranında 5 – 22 mmHg
arasında göz içi basıncı artışı tespit etmişlerdir (144). Bunun olası nedenleri olarak göz
içindeki gazların genleşmesi (%28), trabeküler sistemdeki inflamatuar obstrüksiyon (%5),
52
silikon ile internal tamponadın neden olduğu pupiller blok (%4) sorumlu tutulmuşlardır.
Bizim çalışmamızda 2 – 30 mmHg artış saptandı.
Leaver ve Bilington yaptıkları bir diğer çalışmada, PPV sonrasında vakaların %40 ile %
56’sında göz içi basıncı yükselmesi olduğunu söylemişlerdir (148,149). Rinkoff ve de Juan’a
göre de PPV’den sonra vakaların yaklaşık olarak %50’sinde göz içi basıncının yüksek
değerlerde seyredebileceği ifade edilmiştir (150).
Skleral çevreleme episkleral venlerde dolaşımı bozarak ya da silier cisimde konjesyon
yaparak ön kamara açısını daraltabilir (151, 152). Leaver ve Billington’ın yapmış olduğu
çalışmada, PPV ile beraber skleral çökertme yapılan hastalarda ameliyat sonrasında yüksek
göz içi basıncının ortaya çıkma riskinin daha yüksek olduğunu yayınlamışlardır (148, 149).
Bizim çalışmamızda silikon verilen 52 hastanın 33 (%63,4)’ ünde, post operatif 1. gün
göz içi basıncı yüksek ölçüldü. Göz içi basıncı 30mmHg altında olan 15 (%45,5) hastaya
topikal dorzolamid HCL-timolol maleat + apraklonidin başlanırken, GİB’ ı 30mmHg üzerinde
olan 18 (%54,5) hastaya topikal dorzolamid HCL-timolol maleat + apraklonidin+oral
asetozolamid (2 tablet) başlandı. Birinci hafta kontrolerinde 12 hastada antiglokomatöz tedavi
kesildi. Yirmibir (%35) hastada ise antiglokomatöz tedaviye devam edildi. Bunların 7’sine
topikal dorzolamid HCL-timolol maleat, 14’üne topikal dorzolamid HCL-timolol maleat +
apraklonidin verildi. Antiglokomatöz tedavi verilen olguların hepsine skleral çökertme + pars
plana vitrektomi uygulanmıştı.
Çalışmamızda son kontrollerde topikal antiglokomatöz kullanan 21 (%35) hastanın 8’i
geçirdikleri dekolman cerrahisinde 5000cst silikon, 13’ü de 1000cst silikon verilen
olgulardandı. Farklı viskositelerdeki silikon yağının göz içi basıncına etkisi istatistiksel olarak
incelendiğinde anlamlı fark bulunmadı (p=0,345).
Pars plana vitrektomi sırasında göz içi tamponadı olarak silikon uygulanan 52 (%86,6)
hastanın 30 (%57,6)’sına operasyon sırasında saat 6 hizasında cerrahi periferik iridektomi
açıldı. Operasyon sonrası birinci gün göz içi basınçları değerlendirildiğinde iridektomi açılan
grup ile açılmayan grup arasında anlamlı fark bulunmadı (p=0,125).
Silikon uygulanması sonucunda görülebilecek diğer bir komplikasyon da silikon
keratopatisidir. Geri dönüşümsüz silikon keratopatisi ön segmente geçiş önlenemeyen
olgularda ortalama 8,5 aylık bir takip süresinde yaklaşık %50 oranında ortaya çıkmaktadır.
Kornea değişiklikleri, ileri yaştaki hastalarda büllöz keratopati, genç hastalarda band
keratopati şeklinde görülür (153). Çalışmamızda 4 olguda band keratopati saptandı. Bu
olguların 2’si pediatrik, 2’side erişkin olgulardı. Olguların hepsine vitrektomi sırasında
53
5000sct silikon uygulanmıştı. Band keratopati gelişimi bakımından 1000cst ve 5000cst silikon
uygulanan olgular arasında istatistiksel olarak anlamlı fark görülmedi (p=0,220).
SONUÇLAR
Psödofakik retina dekolmanı tanısıyla Beyoğlu Göz Eğitim ve Araştırma Hastanesi Göz
1 Retina Kliniğinde opere edilen 60 hastanın dosyaları retrospektif olarak incelendiğinde
sonuç olarak;
Tek operasyon ile anatomik başarı oranı %86,6 iken, ikinci operasyon sonrası %96,6
olarak bulunmuştur.
Psödofakik retina dekolmanı cerrahisi sonrasında fonksiyonel başarı; en iyi düzeltilmiş
görme keskinliği 0,1 ve üzerinde 16 hasta bulundu. Ayrıca snellen eşelinde 2 ya da daha fazla
sırada görme artışı olduğu belirlenen hasta sayısı ise 17 olarak tesbit edildi.
Katarakt cerrahisi sırasında arka kapsül perforasyonu ile vitreus kaybının ve ameliyat
sonrasında arka kapsüler fibrozis nedeni ile Nd:YAG lazer kapsülotomi uygulanmasının
psödofakik hastalarda dekolman insidansını etkilediği görüldü.
Klinik
muayenede
tesbit
edilen
PVRC2
ve
üzeri
evrelerdeki
proliferatif
vitreoretinopatinin cerrahi sonrasında elde edilecek anatomik ve fonksiyonel başarıyı
düşürdüğü bulundu. Klinik muayenede tesbit edilen makula tutulumunun ise sadece
fonksiyonel başarı üzerinde etkili olduğu görüldü.
Klinik muayeneler sırasında tesbit edilemeyen yırtıkların pars plana vitrektomi sırasında
daha kolay saptandığı belirlendi. Yırtıkların ekvatora göre olan pozisyonlarının dekolman
cerrahisi sonunda elde edilen anatomik başarıyı etkilemediği bulundu.
Dekolman saptanması ile cerrahi uygulanması arasında geçen sürenin 30 günden az
veya çok olduğu gruplar arasında, anatomik başarı yönünden fark olmadığı saptandı. Ancak
erken tedavi edilen ve erken evre PVR olan olgularda fonksiyonel başarının daha iyi olduğu
saptandı.
54
Katarkt cerrahisinde kullanılan lens tiplerinin (kapsül içi, sulcus, skleral fiksasyon, ön
kamara lensi) ameliyat sonrası elde edilen anatomik başarıyı etkilemediği görüldü.
Pars plana vitrektomi sonrasında postoperatif birinci günde, yüksek göz içi basınçları ile
kullanılan göz içi tamponadı cinsi arasında bir ilişki bulunamadı. Çalışmamızda iki gurup
arasında karşılaştırma yapılabilecek yeterli olgu sayısı yoktu.
Sonuç olarak; geçirilen katarakt cerrahisine bağlı olarak arka kapsül bütünlüğü bozulan
olgular dekolman riski açısından takip edilmelidirler. Erken evrede tanı konulan ve uygun
cerrahi yöntemlerle opere edilen olgularda fonksiyonel başarının daha iyi olacağı
görülmektedir.
55
ÖZET
Amaç:
Psödofakik retina dekolman tanısı ile opere edilen olgularda cerrahi sonrası anatomik ve
fonksiyonel başarıyı etkileyen faktörleri ve sonuçları değerlendirmek.
Gereç ve Yöntem
Beyoğlu Göz Eğitim ve Araştırma Hastanesi I.Göz Kliniği Retina Biriminde, Şubat 2006 ve
Ocak 2009 tarihleri arasında psödofakik retina dekolmanı tanısı konulan 60 hastanın 60 gözü
çalışmaya alındı. Olguların; ameliyat öncesi, ameliyat sırasında ve ameliyat sonrası
demografik özellikleri kaydedildi.
Bulgular
Yaş ortalaması 58,45±14,91 olan hastaların, 46’sı (%76,7 ) erkek, 14’ü (% 23,3) kadın idi.
Hastaların 52’sine (% 86,6) fakoemülsifikasyon cerrahisi, 1’ine (%1,6)
planlanmış
ekstrakapsüler katarkt ekstraksiyonu, 1’ine (%1,6) intrakapsüler katarakt ekstraksiyonu, 3’üne
(%5) clear lens ekstraksiyonu, 3’üne (%5) pediatrik katarakt tanısı ile İ/A ile lens
ekstraksiyonu yapılmış olduğu saptandı. Olguların 22 ’sine (%36,6) kapsül içine arka kamara
lensi, 32’sine (%53,3) sulkusa arka kamara lensi, 4’üne (%6,6) ön kamara lensi, 2’sine (%3,3)
skleral fiksasyonlu lens implante edilmişti. Olguların 44’ünde (%73) arka kapsül
bütünlüğünün bozulmuş olduğu saptandı. Preoperatif fundus incelemesinde olguların 27’sinde
(%45) yırtık saptanırken, 18 (%30 ) olguda operasyon sırasında, 15 (%25) olguda ise yırtık
saptanmadı. Olgulara 4 ayrı cerrahi prosedür uygulandı. Grup I; 360 derece skleral çökertme
+ lokal çökertme, Grup II; 360 derece skleral çökertme + pars plana vitrektomi + tamponad,
grup III; 360 derece skleral çökertme+ pars plana vitrektomi + IOL çıkarılması + tamponad,
grup IV; 23G pars plana vitrektomi + tamponad uygulandı. Hastalar ortalama 18,3 ± 5,2 ay
(12 - 32 ay) takip altında tutuldu. Son kontrollerde 60 olgunun 58’inde ( %96,6) anatomik
başarı, 17’sinde (%32) fonksiyonel başarı elde edildi.
Sonuç
Erken tanı ve uygun cerrahi yöntemlerle, psödofakik retina dekolmanlı olgularda yüksek
fonksiyonel başarılar elde edilebilir.
Anahtar Kelimeler: psödofakik retina dekolmanı, arka kapsül perforasyonu, tamponad.
56
KAYNAKLAR
1.Cooan P, Wayne EF, Webster RG, Allen A, Abbott RL. The incidence following
extracapsular cataract extraction. A ten tear study. Ophthalmology 1985:92:1098-1101.
2.Smith PW, Stark WJ, Maumenee E, Enger CL, Michels RG, Glaser BM, Bonham RD.
Retinal detachment after extracapsular cataract extraction with posterior chamber intraocular
lens. Ophthalmology 1987:94:495-503.
3.Kraff MC and Sanders DR. İncidence of retinal detachment following posterior chamber
intraocular lens surgery. J Cataract Refract Surg. 1990;16:477-480.
4.Rowe JA, Erie JC, Baratz KH, et al. Retinal detachment in Olmsted Country, Minnesota,
1976 through 1995. Ophthalmology 1999;106:154-159.
5.Haimann MH, Burton TC and Brown CK. Epidemiology of retinal detachment. Arch
Ophthalmol. 1982;100:289-292.
6.Lois N, Wong D. Pseudophakic retinal detachment. Survey of Ophthalmol. 2003;48:467487.
7.Hasanreisoğlu B. Proliferatif vitreoretinopati. Bölüm 6 Türk Oftalmoloji yayıları No:3
Vitreoretinal cerrahi. Edit: Özçetin H. Scala yayıncılık. 2005.s:123-138.
8.Tripathi BJ, Tripathi RC. Development of human eye. Wolff’s Anatomy of the Eye and
Orbit. 8th ed. London: Chapman and Hall. 1997.
9.Greve M.Vitreoretinal surgical anatomy. In: Peyman GA, Meffert SA, Conway MD, Chou
F, eds. Vitreoretinal Surgical Techniques. 1st ed. London. Martin Dunitz Ltd. 2001: 2-9.
10.Michels RG, Wilkinson CP, Rice TA. Retianl detachment. St. Louis, Mosby. 1990.
11.Kanski JJ. Retinal detachment in clinical ophthalmology. 3rd ed. Battenwort-Heinemann
Ltd.1994: 311-341.
57
12.Michaelson IC, Stein R: A study in the prevention of retinal detachment. Ann Ophthalmol
1965, 1:49.
13.Wilkinson CP, Rice TA. Retinal detachment. 2nd ed. Mosby Company. 1997: 1-28.
14.Federman JL, Gouras P. Retina and Vitreous. Chapter 2. In: Podos SM and Yanoff M eds.
Textbook of Ophthalmology. Mosby. 1994: vol 9: 21-29.
15.Newel WF. Ophthalmology Principles and Concepts. 7th ed. Mosby Company. 1992: 2331.
16.Peyman GA, Schulman JA. Intravitreal Surgery. 2nd edition Prentice Hall International
Inc. 1994; 59-113.
17.Zayed A, Mostafa S. Retinal detachment. Past, present, and future. Bull Ophthalmol Soc
Egypt. 1976;69(73):353-60.
18.Ronald GM, Wilkinson CP, Thomas AR. History of Retinal Detachment Surgery. Retinal
Detachment. Mosby Company. 1990;243-323.
19.Kanski JJ: Retinal Detachment. Clinical Ophthalmology ( Third Edition ): 1997:312-326.
20.Albert, D.M. & Jacobiec, F.A. Principles and Practice of Ophthalmology. Philadelphia,
W.B. Saunders, 2000.
21.Wilkinson CP: Rhegmatogenous retinal detachment: In Yanoff M, Duker JS editors.
Ophthalmology. 1999: 39: 1-8.
22.Marmor MF: Mechanisms of retinal adhesiveness. In Marmor MF, Wolfensberger TJ: The
retinal pigment epithelium. Oxford University Press. New York, Ox-ford, 1998, P: 392-405.
23.Regillo CD, Benson WE: Retinal detachment, diagnosis and management. Lippincott
Raven, Philadelphia, New York, 1998, P: 1-13.
58
24.Forrester VJ, Dick AD, McMenamin P, Lee WR: The eye. Basic sciences in practice. WB
Saunders. Edinburgh, London, New York, 1999, P: 33.
25.Marmor MF: Structure, function and disease of the retinal pigment epithelium. in Marmor
MF. Wolfensberger TJ: The retinal pigment epithelium. Oxford University Press, New York,
Oxford, 1998, P: 3-9.
26.Sebag J: Aging of the vitreous. Eye 1987, 1:1502-1512.
27.Hilton GF, McLean EB, Chuang EL: Retinal detachment. American Academy of
Ophthalmology. San Fransisco, 1989, P: 7-37.
28.Pederson JE, Cantrill HL, Cameron JD: Experimental retinal detachment. II.Role of the
vitreus. Arch Ophthalmol 1982, 100:1155-1159.
29.Burk A, Burk R: Augenheilkunde. Georg Tieme verlag Stuttgart, 1996,P:248.
30.Kain HL: A new model for examining chorioretinal adhesion experimentally. Arch
Ophthalmol 1984, 102:608-611.
31.Hageman G, Marmor MF, Yao XY, Johnson LV: The interphotoreceptor matrix mediates
primate retinal adhesion: Arch Ophthalmol 1995, 113:655-660.
32.Ovalı T : Retina Dekolmanı. Nobel Kitabevi. İstanbul. 2001.
33.Winslow RL, Tasman W: Juvenile rhegmatogenous retinal detachment. Trans Am Acad
Ophthalmol Otolaryngol 1978, 85:607.
34.Delori F, Pomerantzeff O, Cox MS: Deformation of the globe under high-speed impact: its
relation to contusion injuries. Invest Ophthalmol 8:290, 1969.
35.Weidenthal DT, Schepens CL: Peripheral fundus changes associated with ocular
contusion. Am J Ophthalmol 62:465, 1966.
59
36.Johnston PB: Traumatic retinal detachment. Br J Ophthalmol 75:18, 1991.
37.Hagler WS, North AW: Retinal dialysis and retinal detachment. Arch Ophthalmol 79:376,
1968.
38.Cox MS, Freeman HM: Retinal detachment due to ocular penetration. I. Clinical
characteristics and surgical results. Arch Ophthalmol 96:1354, 1978.
39.Foos RY: Zonular traction tufts of the peripheral retina in cadaver eyes, Arch Ophthalmol
82:620-632, 1969.
40.Spencer LM, Foos RY, Straatsma BR: Enclosed bays of the ora serrata: relationship to
retinal tears, Arch Ophthalmol 83:421-425, 1970.
41.Spencer LM, Foos RY, Straatsma BR: Meridional complexes and associated abnormalities
of the peripheral retina, Am J Ophthalmol 70:697-713, 1970.
42.Rutnin U, Schepens CL: Fundus appearance in normal eyes. II. The standard peripheral
fundus and developmental variations, Am J Ophthalmol 64:840-852, 1967.
43.Schepens CL: Retinal detachment and aphakia. Arch Ophthalmol 1951, 45:1.
44.Haimann MH, Burton TC, Brown CK: Epidemiology of retinal detachment. Arch
Ophthalmol 1982, 100:289-92.
45.Stark WJ, Maumenee AE, Fagadau W, Datiles M, Baker CC, Worthen D, Klein P, Auer C:
Cystoid macular edema in pseudophakia, Surv Ophthalmol 28(suppl):442-451, 1984.
46.McPherson AR, O'Malley RE, Bravo J: Retinal detachment following late posterior
capsulotomy, Am J. Ophthalmol 1983, 95:593-597.
47.Javitt JC, Tielsch JM, Canner JK, et al: Increased risk of retinal complications associated
with Nd-YAG laser capsulotomy. Ophthalmology. 1992 ;99:1487-79.
60
48.Duker JS. In: Steinert, ed. Cataract surgery: Technique, complications, and management,
Ch 37. Philadelphia: Saunders; 1995:434-8. Retina and Vitreous:257-62.
49.Wilkinson CP: Retinal complications following cataract surgery. In: Focal points: Clinical
Modules for Ophthalmologists. San Francisco: American Academy of Ophthalmology;
1992;10:12.
50.Smith PW, Stark WJ, Maumenee AE, et al: Retinal detachment after extracapsular cataract
extraction with posterior chamber intraocular lens. Ophthalmology 1987, 94:495.
51.Nork TM, Millecchia LL, Strickland BD et al: Selective loss of blue cones and rods in
human retinal detachment. Arch Ophthalmol 113:1066, 1995.
52.Machemer R: Experimental retinal detachment in the owl monkey. II. Histology of retina
and pigment epithelium. Am J Ophthalmol 66:396, 1968.
53.Ho PC, Tolentino FI: Pseudophakic retinal detachment: surgical success rate with various
types of IOLs, Ophthalmology 1984, 91:847-852.
54.Wilkinson CP: Pseudophakic retinal detachments, Retina 1985, 5:1-4.
55.Goldbaum MH, Smithline M, Poole TA, Lincoff HA: Geometric analysis of radial
buckling, Am J Ophthalmol 1975, 79:958-965.
56.Smith PW, Stark WJ, Maumenee AE, Enger CL, Michels RG, Glaser BM, Bonham RD:
Retinal detachment after extracapsular cataract extraction with posterior chamber intraocular
lens, Ophthalmology 1987, 94:495-504.
57.Akbatur H : Vitreus Hastalıkları. Temel Göz Hastalıkları. Güneş Kitabevi. 2001; 339-66.
58.Regillo CD, Benson WE: Retinal Detachment: Diagnosis and Management, p 228.
Philadelphia: Lippincott-Raven, 1998.
61
59.Benson WE, Nantawan P, Morse PH: Characteristics and prognosis of retinal detachments
with demarcation lines. Am J Ophthalmol 84:641, 1977.
60.Michaelson IC, Stein R: A study in the prevention of retinal detachment. Ann Ophthalmol
1965, 1:49.
61.Wilkes SR, Beard CM, Kurland LT et al: The incidence of retinal detachment in
Rochester, Minnesota, 1970-1978. Am J Ophthalmol 94:670, 1982.
62.Javitt JC, Vitale S, Canner JK et al: National outcomes of cataract extraction. I. Retinal
detachment after inpatient surgery. Ophthalmology 98:895, 1991.
63.Ninn-Pedersen K, Bauer B: Cataract patients in a defined Swedish population, 1986-1990.
V. Postoperative retinal detachments. Arch Ophthalmol 114:382, 1996.
64.Regillo CD, Benson WE: Retinal Detachment: Diagnosis and Management, p 228.
Philadelphia: Lippincott-Raven, 1998.
65.Neumann E, Hyams S: Conservative management of retinal breaks: A follow-up study of
subsequent retinal detachment. Br J Ophthalmol 56:482, 1972.
66.Hyams SW, Neumann E, Friedman Z: Myopia-aphakia. II. Vitreous and peripheral retina.
Br J Ophthalmol 59:483, 1975.
67.Benson WE, Grand MG, Okun E: Aphakic retinal detachment. Management of the fellow
eye. Arch Ophthalmol 93:245, 1975.
68.Campbell CJ, Rittler MC: Cataract extraction in the retinal detachment prone patient. Am J
Ophthalmol 73:17, 1972.
69.Pnömotik Retinopeksi. Tunç Ovalı, Retina-Vitreus, Eylül 2000; Özel sayı: 52-63.
62
70.Machemer R: The importance of fluid absorption, traction, intraocular currents, and
chorioretinal scars in the therapy of rhegmatogenous retinal detachments. Am J Ophthalmol
1994, 98:681.
71.Peyman GA, Schulman JA: Intravitreal Surgery.Connecticut. Appleton and Lange.
Proliferative vitreoretinopathy.1994: 13: 587-629.
72.Wilkinson CP, Rice TA, Michels RG. Retinal detachment. 2nd ed. Mosby Company.
1997:678-771.
73.Campochiaro PA, Jerdan JA, Glaser BM. Serum contains chemoattractans for human
retinal epithelial cells. Arch Ophthalmol. 1984: 102: 1830-1833.
74.Campochiaro PA, Glaser BM. PDGF is chemotactic for human retinal pigment epithelial
cells. Arch Ophthalmol. 1985: 103: 576-579.
75.Glaser BM, Cardin A, Biscoe B. Proliferative Vitreoretinopathy: The mechanism of the
development of vitreoretinel traction. Ophthalmology. 1987: 94: 327-332.
76.Lean SJ: Proliferative vitreoretinopathy. In: Ryan SJ and Wilkonson CP eds. Principles
and practice of Ophthalmology. WB Saunders Company. 1994: 1110-1121.
77.Peyman GA, Schulman JA: Intravitreal Surgery. 2nd ed. Prentice Hall International Inc.
1994: 923-947.
78.Schwartz D, De La Cruz ZC, Green WR, et al. Proliferative Vitreoretinopathy:
Ultrastructural study of retroretinal membranes removed by vitreous surgery. Retina 1988: 8:
275-281.
79.Gilbert C, Hiscott P, Unger W, et al. Inflammation and formation of epiretinal membranes.
Eye. 1988: 2: 40-51.
63
80.Aguirreberia A. Saornil MA, Giraldo A, Pastor JG: Incidencia de la vitreorretinopatia
proliferante (VRP) en el desprendimiento de retina regmatogeno. Arch Soc Esp Oftalmol
51:229-234. 1986.
81.Cowley M, Conway BP, Campochiaro PA. et al: Clinical risk factors for proliferative
vitreoretinopathy. Arch Ophthalmol 107:1147-1151, 1989.
82.Bonnet M: Clinical findings associated with the development of postoperative PVR in
primary rhegmatogenous retinal detachment, in Heimann K. Wiedemann P (eds): Proliferative
Vitreoretinopathy. Heidelberg, Kaden, 1989, pp 8-20.
83.The Retina Society Terminology Committee: The classification of retinal detachment with
proliferative vitreoretinopathy. Ophthalmology 90:121-125, 1983.
84.Glaser BM: Surgery for proliferative vitreoretinopathy, in Ryan SJ (ed): Retina. 2nd ed. St
Louis, CV Mosby, 1994, pp 2265-2280.
85.Charles S. Vitreous Microsurgery. Baltimore: Williams& Wilkins, 1981.
86.Machemer R, Surgical aproaches to subretinal strands. Am J Ophthalmol.1980;90:81-85.
87.Charles S. Vitreous Microsurgery. Baltimore: Wil-liams& Wilkins, 1981,pp 124-125.
88.Tolentino Fi, Freeman H.: Management of posterior PVR. Freeman HM, Tolentino Fi:
Proliferative Vitreoretinopahy (PVR). New Yok, Springer-Verlag, 1988,pp 46-53.
89.Vitrectomy with silicone oil or perfluoropropane gas in eyes with severe proliferative
vitreoretinopathy: results of a randomized clinical trial. Silicone Oil Study Report 2. Arch
ophthalmol. 1992; 110:780-792.
90.McCuen BW, De juan E, Landers MB, et al: Silicone oil in vitreoretinal surgery: IL
Results and complications. Retina 5:198-205, 1985.
64
91.197-Lucke KH, Laqua H: Silicone Oil in the Treatment of Complicated Retinal
Detachments. Berlin, Springer-Verlag,1990.
92.Gonvers M: Temporary silicone oil tamponade in the management of retinal detachment
with proliferative vitreoretinopathy. AmJ Ophthalmol 100:239-245, 1985.
93.Laatikanien L, Tolppanen EM, Harju H: Epidemiology of rhegmatogenous retinal
detachment in a Finnish population. Acta Ophthalmol (Copenh) 63:59-64, 1985.
94.Cousins S, Boniuk I, Okun E, et al: Pseodophakic retinal detanhments in the prence of
various IOL type. Ophthalmology 93:1198-208, 1976.
95.Francois J, Verbraeken H: Complication in 1,000 consecutive intracapsular cataract
extraction. Ophthalmologica 180:121-8, 1980.
96.Girard P, Gaudric A, Lequoy O, et al: Pseudophakic retinal detachment. Ophthalmologica
203:30–7, 1991.
97.Hunemohr D, Pham DT, Wollensak J: [Retinal detachment with posterior chamber lens].
Klin Monatsbl Augenheilkd.
98.Javitt JC, Street DA, Tielsch JM, et al: National outcomes of cataract extraction. Retinal
detachment and endophthalmitis after outpatient cataract surgery. Cataract Patient Outcomes
Research Team. Ophthalmology 101:100–5, discussion 106, 1994.
99.Kazahaya M: Prophylaxis of retinal detachment. Semin Ophthalmol 10:79–86, 1995.
100.Davison JA: Retinal tears and detachments after extracapsular cataract surgery. J Cataract
Refract Surg 14:624–32, 1988.
101.Naeser K, Nielsen NE: Retinal detachment following intracapsular and extracapsular
cataract extraction. J Cataract Refract Surg 21:127–31, 1995.
65
102.Armstrong TA, Lichtenstein SB: Intraocular lenses in myopes. Ophthalmic Surg 15:653–
7, 1984.
103.Clayman HM, Jaffe NS, Light DS, et al: Intraocular lenses, axial length, and retinal
detachment. Am J Ophthalmol 92:778–80, 1981.
104.Fung WE, Coonan P, Ho BT: Incidence of retinal detachments following extracapsular
cataract extractions. A prospective study. Retina 1:232–7, 1981.
105.Gassmann FA: [Aphakic versus pseudophakic retinal detachments]. Klin Monatsbl
Augenheilkd 192:444–7, 1988.
106.Hakenova J, Rozsival P: [Vitreoretinal complications in cataract surgery, I. Retinal
detachment]. Cesk Slov Oftalmol 53:363–7, 1997.
107.Hurite FG, Sorr EM, Everett WG: The incidence of retinal detachment following
phacoemulsification. Ophthalmology 86:2004–6, 1979.
108.Troutman
RC,
Clahane
AC,
Emery
JM:
Cataract
survey
of
the
cataractphacoemulsification committee. Trans Am Acad Ophthalmol Otolaryngol 1975: 79:
178-185.
109.Dolezalova J, Karel I, Bedrich P, et al: [Retinal detachment in pseudophakia]. Cesk
Oftalmol 51:7–13, 1995.
110.Ruprecht KW, Medenblik-Frysch S, Handel A: [Results of pseudophakic retinal
detachment surgery]. Klin Monatsbl Augenheilkd 198:518–21, 1991.
111.Aron-Rosa D, Griesemann JC, Aron JJ: Use of a pulsed neodymium Yag laser
(picosecond) to open the posterior lens capsule in traumatic cataract: a preliminary report.
Ophthalmic Surg 12:496–9, 1981.
112.Altamirano D, Guex-Crosier Y, Bovey E: [Complications of posterior capsulotomy with
the Nd:YAG laser. Study of 226 cases]. Klin Monatsbl Augenheilkd 204:286–7, 1994.
66
113.Ambler JS, Constable IJ: Retinal detachment following Nd:YAG capsulotomy. Aust NZ J
Ophthalmol 16:337–41, 1988.
114.Ficker LA, Steele AD:Complications of Nd:YAG laser posterior capsulotomy. Trans
Ophthalmol Soc UK 1985: 104: 529-532.
115.Vogel A, Hentschel W, Holzfuss J, Lauterborn W:Cavitation bubble Dynamics and
acoustic transient generation in ocular surgery with pulsed Nd:YAG lasers. Ophthalmology
1986: 93: 1259-1269.
116.Lerman S,Trasher B, Moran M: Vitreous changes after Nd:YAG laser irridiation of the
posterior lens capsule or mid-vitreous. 1984: 97: 470-475.
117.Krauss JM, Puliafito CA, Miglior S, et al: Vitreous changes after Nd:YAG laser
photodistruption. Arch Ophthalmol 1986: 104: 592-597.
118.Brazitikos PD, DAmico DJ, Tsinopoulos IT, Stangos NT: Primary vitrectomy with
perfluoro-n-octane use in the treatment of pseudophakic retinal detachment with undetected
retinal breaks. Retina 19:103–9, 1999.
119.Yang CM: Pars plana vitrectomy in the treatment of combined rhegmatogenous retinal
detachment and choroidal detachment in aphakic or pseudophakic patients. Ophthalmic
Surg Lasers 28:288–93, 1997.
120.Yeo JH, Vidaurri-Leal J, Glaser BM: Extension of retinal detachments as a complication
of pneumatic retinopexy. Arch Ophthalmol 104:1161–3, 1986.
121.Bovey EH,Gonvers M, Sahli O: [Surgical treatment of retinal detachment in
pseudophakia: comparison between vitrectomy and scleral buckling]. Klin Monatsbl
Augenheilkd 212:314–7, 1998.
122.Lincoff H, Kreissig I: Finding the retinal hole in the pseudophakic eye with detachment.
Am J Ophthalmol 117:442– 6, 1994.
67
123.Tornambe PE, et al: Pneumatic retinopexy. A two-year follow-up study of the multicenter
clinical trial comparing pneumatic retinopexy with scleral buckling. Ophthalmology 98:1115–
23, 1991.
124.Campo RV, Sipperley JO, Sneed SR, et al: Pars plana vitrectomy without scleral buckle
for pseudophakic retinal detachments. Ophthalmology 106:1811–5, discussion 1816,1999.
125.Bartz-Schmidt KU, Kirchhof B, Heimann K: Primary vitrectomy for pseudophakic retinal
detachment. Br J Ophthalmol 80:346–9, 1996.
126.Devenyi RG, de Carvalho, Nakamura H:Combined scleral buckle and pars plana
vitrectomy as a primary procedure for pseudophakic retinal detachments. Ophthalmic Surg
Lasers 1999: 30: 615-618.
127.Garty DS, Chignell AH, Franks WA, Wong D: Pars plana vitrectomy for the treatment of
rhegmatogenous
retinal
detachment
uncomplicated
by
advanced
proliferative
vitreoretinopathy.Br J Ophthalmol 1993: 77: 199-203.
128.Miniham M, Tanner V, Williamson TH:Primary rhegmatogenous retinal
detachment;: 20 years of change. Br J Ophthalmol 2001: 85: 546-548.
129.Newman DK, Burton RL: Primary vitrectomy for pseudophakic and aphakic retinal
detachments. Eye 13:635–9, 1999.
130.Ripandelli G, Billi B, Fedeli R, StirpeM: Retinal detachment after clear lens extraction in
41 eyes with high axial myopia. Retina 16:3–6, 1996.
131.Synder WB, Bernstein I,Fuller D, et al:Retinal detachment and pseudophakia.
Ophthalmolgy 1979: 86: 229-241.
132.Tanenbaum HL:Retianl detachment and pseudophakia. Can J Ophthalmol 1979: 14: 249252.
68
133.Yoshida A, Ogasawa H, Jalkh AE, et al: Retinal detachment after cataract surgery.
Surgical results. Ophthalmology 1992: 99: 460-465.
134.Coll GE, Chang S, Sun J, Wieland MR, Berrocal MH. Perflorocarbon liguid in the
management of retinal detachment with proliferative vitreoretinopathy. O phthalmology.
1995; 102(4):630-8.
135.Tseng JJ, Barile GR, Schiff WM, Akar Y, Vidne-Hay O, Chang S. Influence of relaxing
retinotomy
on
surgical
outcomes
in
proliferatif
vitreoret,nopathy.
Am
J
Ophthalmol.2005;140(4):628-36.
136.W ickham L, Bunce C, Wong D, McGurn D, Charteris DG. Randomized controlled trial
of combined 5-Fluorouracil and low-molecular-weight heparin in the management of
unselected
rhegmatogenous
retinal
detachments
undergoing
primary
vitrectomy.
Ophthalmology. 2007 Apr;114(4):698-704.
137.Talati AK, Nagpal PN, Shorey P, Panse SS:Pseudophakic retinal detachment. Indian J
Ophthalmol 1987: 23: 358-361.
138.Desai UR, Strassman IB: Combined pars plan vitretomy and scleral bucling for
pseudophakic
and
aphakic
retinal
detachments
in
which
abreak
is
not
seen
preoperatively.Ophthalmic Surg Lasers 1997: 28: 718-722
139.Machemer R. Retinotomy. Am J Ophthalmol 1981;768-774.
140.Blumenkranz MS, Azen SP, Aaberg T et al. Relaxing retinotomy with silicone oil or
long-acting gas in eyes with severe proliferative vitreoretinopathy. Silicone study report 5.
Am J Ophthalmol 1993;116:557-564.
141.Vitrectomy with silicone oil or sufur hexafluoride gas in eyes with severe proliferative
vitreoretinopathy: results of a randomized clinical trial. Silicone Study Report 1. Arch
Ophthalmol 1992;110(6):770-9.
142.Ross WH:Pseudophakic retinal detachment. Can J Ophthalmol 1984: 19: 119-121.
69
143.Devenyi RG, de Carvalho Nakamura H Combined scleral buckle and pars plana
vitrectomy as a primary procedure for pseudophakic retinal detachments. Ophthalmic Surg
Lasers. 1999 Sep-Oct;30(8):615-8.
144. Han DP, Jaffe GJ, Schwartz DM, et al: Risk factors for postvitrectomy fibrin formation.
ARVO Abstracts.Invest Ophthalmol Vis Sci 1989: 30: 272-280.
145. Iverson DA, Katsura H, Hartzer MR, Blumenkranz MS; Inhibition of intraokular fibrin
formation following infusion of low-monecular-weight heparin during vitrectomy. Arch
Ophthalmol 1991: 109: 405-409.
146. Rice TA, de Bustros S, Michels RG, Thompson JT, Debanne SM, Rowland
DY:Prognostic factors in vitrectomy for epiretinal membranes of teh macula. Ophthalmology
1986: 93: 602-610.
147.Özmert E.Komplike retina dekolmanları ve cerrahisi. Bölüm :5 Türk Oftalmoloji
Yayınları No:3 Vitreoretinal cerrahi. Edit:Özçetin H.Scala Yayıncılık. 2005.s.123-138.
148. Billington BM, Leavar PK: Vitrectomy and fluid / Silicone oil exchange for giant retinal
tears : results at 18 months. Graefe's Arch Clin Exp Ophthalmol 1986: 224: 7-10.
149. Leaver PK, Billington BM:Vitrectomy and fluid / Silicone oil exchange for giant retinal
tears : 5 years follow-up. Graefe's Arch Clin Exp Ophthalmol 1989: 277: 323-327.
150. Rinkoff J, de juan E, McCuen BW: Silicone oil for retinal detachment with advanced
proliferative vitreoretinopathy following vitrectomy for proliferative diabetic retinopathy. Am
J Ophthalmol 1986: 101: 181-186.
151.Nguyen OM, Lloyd MA, Neuor DK: Incidence and management of glaucoma after
intravitreal silicone oil injection for complicated retinal detachments. Ophthalmology 1992:
99: 1520-1526.
70
152.Comaratta
MR,
Chang
S,
Sparrow
J:
Iris
vascularization
in
proliferative
vitreoretinopathy. Ophthalmology 1992: 99: 898-905.
153.McCuen BW II, de Juan E Jr, Landers MB III, Machemer R. Silicone oil in vitreoretinal
surgery: II. Results and complications. Retina 1985;5:198-205.
71
Download