Tarih İsmail ÇOLAK KALPLERİ FETHEDEN OSMANLI O smanlı Devleti, sahip olduğu uçsuz bucaksız topraklarda mucizevî bir düzeni fevkalâde maharet ve hassasiyetle tesis ederek asırlar boyunca ayakta kaldı. Bu harikulade düzenin temelinde, İslâm’ın cihanşümul hoşgörü ve adaletinden alan, karşılıklı güven ve gönül rızasına dayanan, gerçek insan haklarının müesses olduğu âdil, insanî ve hoşgörülü bir sistem yatmaktaydı. Devlet-i Âli, kanatları altında yaşayan farklı dine, mezhebe, ırka ve kültüre mensup toplulukları, ülkesinin dört bir köşesinde açan ve korunması gereken narin bir çiçek olarak kabul ediyordu. Hiçbir ayrıma maruz tutmadan kendisine itaat ve sadakat gösteren bütün tebaasına “vedi’atullâh” (Allah’ın emaneti) yaklaşımını sergilemişti. Bu sayededir ki, İslâmiyet’in vaat ettiği ideal barış ve istikrarı, gölgesinin uzandığı bütün coğrafyalara teneffüs ettirmeyi başardı. Tüm zamanların en ideal “birlikte yaşama modeli”ni kurmaya muvaffak oldu. Osmanlı’nın ilk ve son dönemlerinden seçtiğimiz şu misaller bunun en çarpıcı göstergelerindendir: Keşke Bize Daha Önce Bey Olaydınız! Orhan Gazi, Bursa’nın fethinde Rumlara şehri niçin teslim ettiklerini sorduğunda şu cevabı almıştı: “Sizin devletinizin günden güne yükseldiğini ve bizim devrimizin geçtiğini anladık. Babanızın idaresine 62 Mayıs 2013 geçen köylülerin memnun kalıp bir daha aramadıklarını gördük ve biz de bu rahatlığa heves ettik.” Orhan Gazi’nin oğlu Süleyman Paşa yöre Hıristiyanlarına çok adaletli davrandığında ise, yerli ahali ona şükranlarını şöyle sunmuştu: “Ne olaydı bunlar bize daha önce bey olaydı!” Osmanlı Nasıl ‘Helal Devlet’ Oldu? Sultan II. Murad zamanına kadar Osmanlıların, fetihlerden elde edilen ganimetler, bağlı devlet ve beyliklerden alınan vergiler ve madenlerden elde edilen kazançlar dışında başka bir geliri yoktu. Durum böyle olunca da, devlet zaman zaman parasız kalabiliyor, seferlere çıkmak bile güçleşebiliyordu. Bir gün Fazlullah Paşa, Sultan II. Murad’ın Çandarlı Halil Paşa’dan borç para istediğini gördü. Padişahın bu davranışı karşısında biraz da üzülen Fazlullah Paşa, padişaha şöyle dedi: “Sultanım! Padişahın vezirlerden ya da şundan bundan para istemesi yerinde olmaz. İzin verirseniz bir hazine oluşturulsun ve oradan size ve saraya ödenek ayrılsın.” Fazlullah Paşa’yı dinleyen Sultan Murad’ın cevabı gecikmedi: “Bu parayı nereden ve kimden toplayacaksın?” Fazlullah Paşa’nın cevabı hazırdı. Pek de ince elenip sık dokunmadan düşünülmüş bir teklif sundu padişaha: “Sultanım bu memlekette çok zengin var. Bir fermanla bazılarından bir miktar mal toplamak mümkündür.” Sultan Murad, vezirinin bu teklifi karşısında dehşete düştü. Çok kızdığı ve dile getirilen fikri kesinlikle beğenmediği her halinden belliydi. Teklifi hemen şiddetle reddetti. İşaret parmağını Fazlullah Paşa’ya yönelterek, Osmanlı’nın diğer devletlerden farkını ortaya koyan şu sözleri söyledi: “Sen ne teklif ettiğinin farkında mısın Fazlullah Paşa? Bize ve bizim askerimize helal lokma lazım. Bizim askerimizin boğazına helal lokma gitmez de, onun bunun hakkı girerse bu askerle, Allah yolunda cihat meydanında nasıl harp eder, nasıl zafer kazanırız? Haram üzerine kurulan devletin ayakta durma imkânı var mıdır?” Gönüllere Taht Kuran Osmanlı Bir gün Sultan II. Murad’a, günümüzde Yunanistan sınırlarında olan Yanya’dan bir heyet geldiği bildirildi. Yanya, o zaman İtalyanların elindeydi. Halk büyük bir kargaşa içerisindeydi ve İtalyan yönetiminden hiç memnun değildi. Çareyi, adaletiyle meşhur olduğunu bildikleri Osmanlı’ya başvurmakta buldular. Heyet bunun için gelmişti. Sultan Murad’dan yardım isteyecekti. Padişah, heyeti huzuruna kabul etti ve ne istediklerini sordu: “Yardımınızı rica ediyoruz. Beylerimiz bizi eziyor. Köle gibi kullanıyorlar. Müslüman değiliz; ama Müslümanların adaletini duyarız. Kimseyi incitmez imişsiniz. Herkese eşit davranır, 63 haklıya hakkını verir imişsiniz. Bunları, memleketinize gelip gezenlerden öğrendik. Şimdi adalet kanatlarınızı üstümüze gerin. Bizi zalim beylerin elinden kurtarın!” Yanyalılar, şehirlerinin altın anahtarını padişaha teslim ederek, onu resmen kendilerini kurtarmaya davet ettiler. Sultan Murad, 1431’de bir miktar birlik göndererek Yanya’yı fethetti. Yanyalılar rahat ve huzura kavuştular. Yanyalılar gibi daha nice mazlum ve zayıf devletler, milletler ve topluluklara Osmanlı, barış ve huzur getirdi. Osmanlı, aranan, özlenen ve yolu beklenen kurtarıcı bir devletti. İnsanlığın, barış ve adaletin tek adresi, güvencesi ve sığınağıydı. Düşmanına Bile İnsanlık Gösterdi Hakikaten de Osmanlı din ve ırk ayrımı gözetmeksizin kapısı çalındığında, masum, mağdur ve darda kalmışların imdadına koştu. Hâkimiyeti altında kaldığı müddet içerisinde, başını en çok ağrıtan milletlerden olmasına rağmen Osmanlı, yeri geldiğinde Sırpların bile imdadına yetişti. Adeta gözü gibi koruyarak bütün hak, hürriyet ve güvenceleri cömertçe sundu. Fatih Sultan Mehmet, Rumeli’deki fetihleri genişleterek Sırbistan sınırlarına geldiği zaman iki ateş arasında kalan Ortodoks Sırplar, Katolik Macaristan ile Müslüman Osmanlı arasında tercih yapmak zorunda kalmışlardı. Sırbistan Kralı George 64 Mayıs 2013 Brankoviç, hem Macar Kralı Jan Hunyad’a hem de Sultan Fatih’e heyetler gönderdikten sonra; Osmanlı’yı daha müsamahalı bularak kendileri ile aynı dine mensup Hıristiyan Macarlara karşılık Müslüman Osmanlı’ya itaat etmişti. Çünkü Macar Kralı’nın “Sırbistan’ın her tarafında Katolik kiliseleri tesis edeceğim; Ortodoks kiliselerini yıkacağım!” sözüne, Fatih, “Her caminin yanında bir kilise inşa edilecek!” şeklinde karşılık vermişti. Osmanlı’ya Dönebilmeyi Niyaz Ediyoruz! 1829’da Ruslara karşı ağır bir yenilgi alan Osmanlı Devleti, anlaşma masasından savaşta kaybettiği toprakların bir kısmını olsun geri alarak kalkmıştı. Rus ordusu çekildikçe, yakılmış, yıkılmış ve yağmalanmış kasabaların hazin manzarası gün yüzüne çıkmıştı. Geri çekilirken Bulgar ve Rum reayadan bir kısmını da beraberlerinde götürmüşlerdi. Osmanlı yöneticileri tarafından hemen evler, bahçeler ve tarlalar tespit edilerek boş kalmaması için kiraya verilmiş ve gelirler bir sandıkta toplanmıştı. Kimsenin bu paraya el sürmemesi için tedbirler alınarak, suistimal edenler şiddetle cezalandırılmıştı. Paralar sandıkta birikirken bir yandan da giden halkın arkasından haberler uçuruluyor; dönerlerse kendilerine “Niye gittin?” diye sorulmayacağı, hatta 5 yıl bütün vergilerden muaf tutulacakları söyleniyordu. Ayrıca sandıkta biriken kira pa- ralarının aynen kendilerine ödeneceği, isterlerse tarlalarını sürebilmeleri için öküz ve ekebilmek için tohum yardımı yapılacağı da sıralanan vaatler arasındaydı. Nitekim Osmanlı Devleti, 1828-1829 Osmanlı-Rus Savaşı sonrasında Ruslar tarafından kandırılıp göç ettirilen binlerce reayayı tekrar eski topraklarına getirmeyi başarmıştı. Gidenler, Rus yönetiminin cenderesi altında iflahları kesilmiş bir halde dönmüşlerdi. Vaatlerin büyük bir devlete yakışan ciddiyetle yerine getirildiğini gördükçe de geride kalanlara haber ulaştırmışlardı. İşte bu akıllara ziyan uygulama sayesinde 15 yıl içerisinde (1830-1844) gidenlerin önemli bir kısmı geri dönmüş, devlet ve padişah için dualar etmişlerdi. Rusya’ya göç eden bazı Bulgarlar, tekrar Bulgaristan’a dönebilmek arzusuyla, 30 Ocak 1862 tarihinde Osmanlı Devleti’ne yaptıkları müracaatta ise, Osmanlı’nın sadık bir tebaası iken, bazı fesatçıların kötü emellerine âlet olarak kandırıldıklarını pişmanlık dolu şu ifadelerle dile getirmişlerdi: “Ecdadımız, Osmanlı idaresinde rahat ve her türlü nimet ve adalet ile dolu bir hayat sürmüşken, bizler Rusya’ya gitmekle, ne yazık ki bir tuzağa düşmüş olduk. Gece gündüz pişmanlık gözyaşları döküyoruz. Bu yerden kurtulmamız için, bizler gibi kandırılan diğer Bulgar hemşehrilerimizle birlikte affedilerek, tekrar Osmanlı topraklarına dönebilmemiz hususunu niyaz ederiz!” SEN ANNESİN YETMEZ Mİ ANNE! Ressamların tuvallerine tek işleyemediği, Kelimelerde kifayetsiz kaldığı şairlerin, Feminist romanın sokağa afişleyemediği, Meryem’ce bir sırsın sen çözemediği mahirlerin? Sen ekmek-su kadar aziz, bereketli toprak kadar, Sen düşünceye ufuk en ulvi duygulara esin, Aciz, ne kadar sıfat varsa seninle alakadar, Melekler ki doğurmaz, sen peygamberlere annesin! Ey yüceler yücesi ruh, cisim olduğumuz cisim! Kim demiş ki ayrıyız, biz sendeniz sen bize anne! Ne şan, ne şöhret, sana yetmez mi bu muazzez isim? Ey müstesna dinin kutsadığı en güzel anane! Mehmet SERTPOLAT 65