Untitled - TED Zonguldak Koleji

advertisement
EDİTÖR
Sevgili TED’liler
‘SOSYAL BİLİMLERE KEŞİF’ adlı
çıktığımız
dergimizle
bu
yolda
öğrencilerimizle birlikte heyecan ve
özveri ile çalıştık.
Amacımız
açısını
Sosyal
Bilimlere
değiştirebilmek
ve
bakış
Sosyal
Bilimlerin bilinmeyen yönlerini sizlerin
keşfine
sunmaktır.
hazırladığımız
Bu
amaçla
dergimizle
sizleri
selamlıyoruz.
Tarih Öğretmeni
Semiha YELBAŞ
Coğrafya Öğretmeni Suat SOYTAŞ
Kapak Tasarım: Kaan KAPTAN 12C
İç Tasarım: Yasin TANRIVERDİ 10A
1
İÇİNDEKİLER
TARİH
COĞRAFYA
Zonguldak Tarihi…………………………………………5
Coğrafyada Bilinmeyenler………………………….....25
Fatih Sultan Mehmed’in Gerçek Mezarı……………10
Sürdürülebilirlik………………………………………….30
Machu Picchu…………………………………………….13
Tarım Olmadan Ekonomik Kalkınma Olmaz….......31
Tarihten Anekdotlar…………………………………....15
Cellatlar Hakkında İlginç Bilgiler…………………...16
İstanbul Müzesi Projesi………………………………..17
Atatürk Dönemi Parlamento………………………....20
Osmanlı’da İlkler………………………………………..23
2
TED ZONGULDAK KOLEJİ VAKFI
ÖZEL LİSESİ
Sosyal
Bilimlere
Keşif
Sosyal Bilimler Zümresi
Yayınıdır.
TED Zonguldak Koleji Vakfı Okulları
Yayla
Mah.
Kadırga
67030/ZONGULDAK
Cad.
No.56
Telefon: (0372) 253 10 14-16
Faks:
(0372) 253 14 39
E-Posta: info@tedzonguldak.k12.tr
Web: http://www.tedzonguldak.k12.tr/
3
TARİHÇE
“Okul genç beyinlere;
de değişmeye ve yenileşmeye başlar.
öğretir.
Bağımsızlık tehlikeye düştüğü zaman
onu kurtarmak için takip edilecek
en uygun,
en güvenli yolu
Memleket
ve
çalışanların
milleti
öğretir.
kurtarmaya
aynı
zamanda
mesleklerinde birer namuslu uzman ve
birer bilgin olmaları lazımdır. Bunu
sağlayan okuldur.” MUSTAFA KEMAL
ATATÜRK
Dünya
tarihinde
Yurt
hızla yol alırken Türkiye’nin çehresi
insanlığa
bağımsızlığı
başlanır.
çapında başlatılan eğitim seferberliği,
hürmeti, millet ve memleket sevgisini,
şerefi,
açılmaya
yurtlar
yenilmez
komutan, ilerici bir devlet adamı, laik,
yenilikçi ve reformist olarak yerini
Zonguldak …
Bir liman kenti… Genç Cumhuriyetin
yeni yüzü… Karaelmas diyarı…Modern,
çalışkan, emekçi kenti…
Bu eğitim ışığından nasibini alacak ve
Meşalesinin
TED
ilki
Ankara’da
yanarken
ikincisi
Zonguldak’ta yanacaktır.
20 Ekim 1958 tarihi Zonguldak
ve
Zonguldaklılar
için bir
dönüm
noktası. Mavi liman kenti, kara trenler
ve
yeşil
artık
Zonguldak,
eğitim
meşalesiyle aydınlanacaktı.
Ereğli Kömür İşletmesine ait
alan Mustafa Kemal Atatürk, diğer
eğitim
olan “Le Fevre” nin evi olarak bilinen
alanında da öncü kimliğini ortaya
köşk bir okul binasına dönüşürken
koyarak 1925 yılında meclis açılış
geleceğin
konuşmasında eğitimle ilgili önemli
atılmaktadır. Türk Eğitim Derneği
noktaları vurgular.
Zonguldak
özelliklerinde
Eğitim
hedefler
ve
olduğu
gibi
sürecinde
belirlediği
üzerinde
özellikle
durduğu noktalar bu yolda yapılan
çalışmaları
hızlandırır.31
Ocak
1928’te Türk Maarif Cemiyeti, 12
Aralık 1939 tarihli Bakanlar Kurulu
Kararı ile Kamuya Yararlı Dernek
statüsü
edinmiş,
1946
yılından
itibaren, Türk Eğitim Derneği adıyla
GÜNER,
en
büyük
adımı
Şubesi
başkanı
Zonguldak
valisi
da
Halit
Turgut
EĞİLMEZ ’in ve Zonguldak halkının da
hazır
bulunduğu
konuşmasının
törende,
ardından
açılış
kestiği
kurdeleyle, yıllarca Zonguldak’a ve
Türkiye’ye
yetiştirilecek
yeni
nesillerin adımını atıyordu. Bu küçük
adımlar, Eğitim meşalesini besleyen ve
ışığını kuvvetlendiren büyük adımlardı.
yurt düzeyinde yayılan özel okullar ve
4
Zonguldak’ın yeni yüzü TED
FRİGLER DÖNEMİ
Zonguldak Koleji, 20 Ekim 1958’de
eğitim – öğretime başlar. 1984–1985
öğretim yılında ise İlköğretim kısmı
açılır.
Farklı
dönemlerde
ihtiyaca
cevap verecek şekilde binalarımızda
yeni eklemelere ve düzenlemelere
gidilerek okulumuz, modern ve işlevli
hale getirilmiştir.
Eğitim ve öğretimde kaliteyi
arttırarak Türk Eğitim Derneğinin
misyon ve vizyonuna sahip, belirlediği
hedeflerden şaşmadan yola devam
eden
TED
Zonguldak
Koleji,
Atatürkçü, aydın ve laik kimliğiyle 21.
Yüzyılın öncü okullarından biri olarak
bilim, teknoloji ve sanat alanlarında
yetiştirdiği yeni bireylerle toplumsal
kalkınmaya ve evrensel değerlere
katkılarını sürdürmektedir.
ZONGULDAK TARİHİ
MÖ 1200 yılında ağırlığını Frig
oymaklarının oluşturduğu Ege göç
kavimleri, Trakya üzerinden İç
Anadolu’ya yayıldılar. Bu kavimlerden
bitin,
Mariandin
ve
migdanlar
Zonguldak
yöresine
yerleşerek
bölgenin
bilinen
ilk
halkını
oluşturdular. Gerek Frigler, gerekse
öbür oymaklar, birkaç yüzyıl boyunca
siyasal
bir
örgüt
yapısı
oluşturamadılar. Bununla beraber
Zonguldak’ın
güneyine
düşen
yörelerde maden işletmeciliği ve el
sanatlarında önemli bir gelişme elde
ettiler. Daha sonraları Kafkaslardan
kalkıp, Anadolu’ya giren Kimmer
beyleri Frigya’ya ardı ardına seferler
düzenleyerek, Frig Kralı’nı MÖ 676’da
ortadan kaldırdılar. Kimmerler daha
sonraları
Lidyalılar,
Asurlularla
yaptıkları savaşlar sonucunda zayıf
düştüler. İran’dan gelen Med devleti
yaptıkları savaşlar sonucu
tutunamayarak Anadolu’yu terk
ettiler.
ile
KOLONİLEŞTİRME DÖNEMİ
Kimmerlerin
yöreyi
terk
etmesinden sonra Lidya Devleti
kuzeye doğru genişleyerek, M.Ö.
VI.yüzyılda Zonguldak yörelerinde
bölgesel bir üstünlük sağladı. Yine aynı
yıllarda, Batı Anadolu kıyılarında
yaşayan Megaralılar ve Boitayalılar
Zonguldak
yörelerine
geldiler.
5
Karadeniz kıyılarından getirdikleri
malları boşaltabilecekleri küçük ticari
iskeleler kurmaya yöneldiler. Bunlar
arasında Filyos, Amasra, Ereğli gibi
koloniler
vardı.
Persler,
Zonguldak’taki Lidya egemenliğine MÖ
546’da son verdiler.
PERSLER DÖNEMİ
213
yıl
boyunca
Persler
Anadolu’nun
tümüne
egemen
olmalarına rağmen koloni kentlerin
yönetimine fazla karışmadılar. Ancak
bu kentlerin yönetimine “Tiran” adı
verilen kendi yandaşlarını getirmeye
çalıştılar.
Ancak
MÖ
334’te
Anadolu’ya geçen Makedonya Kralı
İskender, Bronikos (Biga) çayı
yakınlarında Pers ordusunu yenince,
Pers üstünlüğü de bu yörede sona erdi.
İSKENDER VE BİTİNYA
KRALLIĞI
İskender,
bölgeyi
Makedonyalı
subayların
yönetimine
bıraktı.
İskender’in
subaylarından
Kalas,
yörede bir baskı oluşturmaya çalıştı.
Fakat Bitinyalı önder Bas’un direnişi
karşısında yenildi. M.Ö. 326’da
Romalılar, M.Ö. 85’de Bitinya ‘ya
girerek İzmit’i yağmaladılar. Bitinya
Kralı, Roma hegemonyasını tanımak
zorunda kaldı. M.Ö. 70 yılında ise
Romalılar, Ereğli’den Samsun’a kadar
Karadeniz kıyılarını ele geçirdi.
Dolayısıyla
Zonguldak
bölgesi,
Roma’nın Ön Asya vilayeti oldu.
ROMALILAR DÖNEMİ
İ.Ö. 70’te Romalılar Herakleia ve
çevresini ele geçirdiler. Herakleia
yağmalandı. Kentin agorasındaki altın
Herakles heykeli Roma’ya götürüldü.
Roma Döneminde yazan coğrafyacı
Strabon Herakleia’danı iyi limanları
olan bir kent olarak söz eder. bir
yarımada kıstağındaki Amastris’in iki
yanında limanlar vardır. En iyi şimşir
ağacı
türü
en
çok
Amastris
toprağında,
özellikle
Kytaron
dolaylarında yetişir. Romalılar kıyı
kentlerini birer liman ve savunma
noktaları oldukları için onardılar,
Herakleia, Teion, Amastris, ikincil
yollarla Nikomedia (İzmit) – Amasia
(Amasya) anayoluna bağlandı. Bu
kentler, kimi kalıntıları günümüze
ulaşan tapınak, tiyatro, su kemeri,
antrepa, bazilika, çeşme, vb. yapılarla
genişletildi.
Hıristiyanlık öncesinde yörede başta
Zeus Strategos olmak üzere birçok
tanrı ve tanrıçaya tapılmaktaydı.
Deniz tanrısı Poseidon da büyük baygı
görmekteydi. Amastris’te Poseidon’a
adanmış bir tapınak vardı. Herakleia
ve Amastris sikkelerinde Poseidon
betimleri görülür. Amastris’te Mısır
Tanrıları
Pis,
Seragis,
Apis’in
tapınakları ve sunakları vardı. Ayrıca,
Amastris’te Mısır kökenli kutsal lotus
fidanı bulunuyordu.
Hıristiyan
söylencesine
göre,
Karadeniz kıyılarında Hıristiyanlığı
Havari
Anderas
yaymıştır.
Hıristiyanların baskı altında tutulduğu
dönemde Herakleia’da Ayazma Deresi
6
Vadisi’ndeki mağaralar kilise olarak
kullanılmıştır.
Kâhinler
Mağarası
adıyla bilinen en büyük mağarada
Hıristiyanlıkla ilgili frenk izleri,
gömütler bulunmaktadır. Söylenceye
göre, Amastris’teki lafusu balta ile
parçaladığı
için
putperestlerce
öldürülen Hyakinthas, sonraları kentin
yerel azizi sayılmıştır.
BİZANS DÖNEMİ
395’te ikiye ayrılan Roma’nın doğu
kısmında
kalan
bölge
(Bizans),
VII.yüzyılda
Opsikian
Theması
sınırları içinde yer aldı. Bizans
Döneminde
Herakleia,
Teian,
Amastris, İmparatorluğun doğudaki
merkezi Trapezus yolu üstünde önemli
uğraklardı.
Başlangıçta
birer
metropolitlik olan Herakleia ve
Amastris, İmparator Justinianas
döneminde
piskoposluk
düzeyine
indirildi. Bu kentler, bir iç deniz olan
Karadeniz kıyısında bulunmaları ve art
bölgelerinin sınırlılığı yüzünden eski
görkemlerini günden güne yitirdiler.
VIII.yüzyıl
sonlarında
Müslüman
Arapların bir akını çevreyi sarstı.
IX.yüzyıl ortalarında Rus korsanlar
kıyı
kentlerini
yağmalamaya
başladılar. Bu akınlardan birinde
Amastris tümüyle yakılıp yıkıldı. Bu
yıkımdan sonra surların dışındaki asıl
kent terk edildi.
Türklerin
Anadolu’da
yayılmaya
başladığı
dönemde,
Zonguldak
çevresinin eski kentleri küçük birer
kasaba-kale
görünümündeydi.
XIII.yüzyıl sonlarında Cenevizliler
Herakleia ve Amastris’e yerleşerek
ticaret merkezleri kurdular, bir süre
sonra da bu kentlerin yönetimini ele
geçirdiler.
Timur’a
giderken
Amastris’e uğrayan İspanyol elçisi
Clavija, kale dışındaki asıl kentin bir
yıkıntılık olduğunu yazmaktadır. Bu,
Cenevizlilerin
yalnızca
limandan
yararlandıklarını
göstermektedir.
Kalede, Cenevizlilerin onarımlarını
belirten Ceneviz devletinin yada
tanınmış ailelerin armaları, kazınmış
taşlar bulunmaktadır.
ANADOLU SELÇUKLU
DÖNEMİ
XI.yüzyıl sonunda Anadolu’nun
geleceğine Türkler hakim olmaya
başlarken, Zonguldak havalisindeki
eski şehirler küçük birer kale-kasaba
görünümünde
bulunuyorlardı.
Bu
yıllarda Bizans idaresinin zayıflaması
bu
bölgede
güvenlikten
eser
bırakmamıştır.
Bizans’ın
resmi
memurları olan Dukkas’lar, halkı
haraca bağladıkları ve limanlara
uğrayan yelkenlileri soydukları için
iskeleler
deniz
ticaretindeki
önemlerini yitirmiş durumdaydılar.
Kıyı içi bölge ticaretinde karakol
görevi yapan kale ve şatolar, çetelerin
ellerine geçmiştir.
Bu kargaşa yıllarında Zonguldak
havalisinde gözüken ilk Türk Komutanı
Emir Karatekin oldu. Bu cesur Türk
komutanı, 1084’te Ulus, Bartın,
Devrek topraklarını ele geçirdi. Daha
sonra kıyıya yönelen Emir Karatekin
7
Zonguldak
yöresini
bütünüyle
zaptetti. 1085’te de Sinop’u aldı.
Ancak, yörenin Türklerin elinde
kalması
uzun
sürmedi.
Büyük
Selçuklular ile Anadolu Selçukluları
arasındaki çekişme sebebiyle 1086’da
tekrar
Zonguldak
ve
havalisi
Bizanslıların eline geçti.
1092 sonlarında I.Kılıç Arslan’ın
başa geçmesiyle toparlanan Anadolu
Selçuklularını, Haçlı Seferleri ve
1107’de I.Kılıçarslan’ın ölümüyle çıkan
taht kavgaları güçsüz bırakmıştır.
Dolayısıyla
Anadolu
Selçukluları
Zonguldak
yöresinden
uzak
kalmışlardır. Onların bu durumundan
faydalanan Danişmendliler, Karadeniz
kıyılarını zaptederek Ereğli’ye kadar
ilerlemelerine rağmen yörenin tümünü
elde edememiştir. II.Kılıç Arslan’ın
1155’te tahta geçmesiyle yeniden
güçlenen
Anadolu
Selçukluları,
1176’da Bizans ordusunu ağır bir
yenilgiye
uğratıp,
1178’de
Danişmendliler
devletini ortadan
kaldırdılar. Ancak bu başarılarına
rağmen Zonguldak ve havalisini
ellerine geçiremediler. Zira, II.kılıç
Arslan’ın ölümü sonrasında çıkan taht
kavgaları
Selçukluların
Bizans
topraklarına seferler yapmalarını
engelledi.
IV.Haçlı
Seferi
esnasında
Latinler, 1204’te Konstantinapolis’i
ele geçirerek bir Latin imparatorluğu
kurdular. Bu yüzden Haçlılardan kaçan
Bizanslılar, Trabzon-Rum ve İznikBizans imparatorluklarını meydana
getirdiler.
Kısa
zaman
içinde
sınırlarını genişleten Trabzon Rumları,
İznik
Bizanslılarına
yenilince
Zonguldak yöresi İznik Bizans
İmparatorluğuna bağlandı. 1261’de
Latinlerin Avrupa içlerine doğru
dönmeleri
üzerine,
yeniden
Konstantinapolis’e dönen Bizanslılar,
ülke birliğini sağladılar. Bizanslılarda
kendileriyle iyi ilişkiler içerisinde
bulunan
Ceneviz’e
Zonguldak
yöresindeki iskelelerden ticari amaçla
yararlanma hakkı tanıdı.
XIII.yüzyıl
sonlarında,
iç
kısımların
Türkler
tarafından,
kıyıların ise Cenovalı gemicilerce
kontrole alınması üzerine yöre
topraklarında Bizans hakimiyeti son
buldu.
Eflani,
Devrek,
Bartın,
Safranbolu, Ulus ve şimdiki Karabük
toprakları, 1335’te bağımsızlığını elde
eden
Candaroğulları
Beyliği’nin
sınırları içine girdi.
OSMANLI DÖNEMİ
Padişah I.Murat’ın bölge topraklarını
Osmanlı sınırlarına katmak istemesine
halk karşı çıkar ve Candaroğulları
Beyliği yanında yer alır. Osmanlılarda
1380 yılında Cenevizliler anlaşarak
Karadeniz Ereğli’yi satın alır. 1392’de
yıldırım Beyazıt, Zonguldak bölgesini
Osmanlı topraklarına katar, ama 1402
Ankara Savaşında Timur’a yenilince
alınan topraklar tekrar Candaroğulları
Beyliği’nde kalır. Padişah Celebi
Mehmet, ülke bütünlüğünü sağlama
politikaları çerçevesinde Zonguldak’ın
güney kesimini 1417’de Osmanlılara
katarken, kıyı şeridindeki iskelelerde
ticari yaşam yine Cenevizlilerin
elindedir. 1460 yılında Fatih Sultan
8
Mehmet Amasra’yı alır. Candaroğulları
Beyliği’ne son verir ve yöredeki
Hıristiyan bezirganlarda İstanbul’a
yerleşmek zorunda kalır. Osmanlı
Devleti’nin
ilgisini
çekmeyen
Zonguldak ve yöresi önce 1654 yılında
Kazak
korsanlarca,
sonra
da
korsanlara karşı halkı korumak
amacıyla
gelen
yeniçerilerce
yağmalanır. Ekonomik ve ticari
önemini yitiren bölgeye devlet sahip
çıkmayınca eşkıyalar ve ayanların
baskısı
halkı
göçe
zorlar.
Taşkömürünün 1829’da bulunmasıyla
tekrar önem kazanan bölge 1882
yılından sonra yabancı sermayenin ilgi
merkezi olur. Taşkömürü havzasındaki
üretim ocakları İngiliz, Fransız,
Alman, Belçika, rus, Yunan ve yerli
şirketlerce
çalıştırılır.
Yöredeki
şirketlerinin haklarını korumak, kömür
üretimini
artırmak
bahanesiyle
Fransız
askerler
08.03.1919’da
Zonguldak’ı 08.06.1919’da da Kdz.
Ereğli’yi işgal eder. Var olan Müdafa-i
Hukuk Cemiyetlerinin oluşturduğu
milis
güçleriyle
Fransızlar
18.06.1920’de
Ereğli’den,
21.06.1920’de
de
Zonguldak’tan
çekilmek zorunda kalır.
Safranbolu kazası da bağlandı.
Sonraki yıllarda ilin bazı kasabaları da
birer
ilçe
merkezi
olarak
teşkilatlandırıldı.
Çaycuma, Devrek’in bir nahiyesi iken,
1944 yılında ilçe oldu. Yine aynı yıl
uzun yıllar Safranbolu’nun bir bucak
merkezi olan Ulus’da Zonguldak’ın
yedinci ilçesi olarak kuruldu. Daha
sonra sırasıyla, 1953’te Karabük ve
Eflani, 1957’de Kurucaşile ilçe
merkezi oldular. Temmuz 1987’de
Alaplı, Amasra ve Yenice kasabaları,
Mayıs
1990’da
da
Gökçebey
kasabasının kaza haline getirilmesiyle
Zonguldak’ın ilçe sayısı on üçe
yükselmiştir.
Ancak 28.08.1991 gün ve 3760
sayılı (Bartın ilinin kuruması hakkında)
kanunla Bartın’ın il olması sonucu
Bartın’ın yanı sıra Amasra, Ulus,
Kurucaşile; 6.6.1995 gün ve 550 sayılı
(Karabük ilinin kurulması hakkında)
kanunla da Karabük’ün yanı sıra, Eflâni
Safranbolu ve Yenice ilçelerinin
ayrılmasıyla
ilçe
sayısı
beşe
düşmüştür.
CUMHURİYET DÖNEMİ
14 Mayıs 1920’de müstakil
mutasarrıflık olan Zonguldak merkez,
Bartın, Hamidiye (Devrek), Ereğli
kazalarından oluşmuştur. Kuruluşları,
Cumhuriyetin ilanından (29 Ekim
1923)
sonra
olan,
illerin
ilki
Zonguldak’tır. 1 Nisan 1924’te teşkil
edilen Zonguldak Vilayetine, 1927’de
Kaynakça: http://zonguldak.bel.tr/tarih/
9
TARİH
FATİH SULTAN MEHMED’İN
GERÇEK MEZARI
İstanbul Bizans’ın elindeyken,
bugün Fatih Cami’nin bulunduğu yerde
İstanbul’da yapılmış olan ilk Hristiyan
mabedi olan Havariyun Kilisesi(12
Havariler Kilisesi) vardı. Bizans’ın
kurucusu olan I. Konstantin, İstanbul
şehrinin
başkent
olmasını
kararlaştırdıktan
sonra,
şehri
geliştirmeye
başladı.
Şehrin
savunmasını sağlamlaştırmak amacıyla
surlar inşa edildi. Bundan başka,
imparatorluğun yönetim merkezi olan
saray yapıldı. Ayrıca, Ortodoks
inancını benimsemiş olan Bizans, ilk
kilisesini de İstanbul’da inşa etti.
324-337 yılları arasında, bugün Fatih
Cami’nin olduğu yerde kilise yaptırıldı
ve bu kiliseye Havariyun(12 Havariler
Kilisesi) adı verildi. Bizans’ın ilk
İmparatoru olan I. Konstantin, öldüğü
zaman Havariyun Kilisesine gömülmeyi
vasiyet etti ve vasiyeti yerine
getirilerek kilisenin altındaki bir yere
gömüldü. Yıllar geçtikçe Havariyun
Kilisesi gözden düştü, bir harabe
haline geldi. Osmanlı Padişahı olan
Fatih Sultan Mehmed, 1453 yılında
İstanbul’u fethettikten sonra, tıpkı I.
Konstantin gibi şehri imara başladı.
Doğu
Roma
İmparatorluğunun
başkentini fetheden Fatih Sultan
Mehmed,
kendisini
“Roma
İmparatoru” olarak görüyordu.
Bu sebepten dolayı, ilk Doğu
Roma İmparatoru olan I. Konstantin’in
yaptırdığı Havariyun Kilisesi’nden
geriye kalan harabeyi 1467 yılında
yıktırdı ve yerine “Fatih Cami” ni inşa
ettirmeye başladı. Bu caminin yapımı
1470 yılında bitti. Fatih Sultan
Mehmed, öldüğü zaman bu caminin
avlusuna gömülmeyi istedi; böylelikle
Konstantin ile aynı mekânda yatarak
çocukluğundan beri taşıdığı “Roma
İmparatoru” hayalini hakikat yapmaya
çalışmıştı…
Nisan yağmurları İstanbul'a
1800'lerin sonunda her zamankinden
fazla yağmış, şehri seller götürmüş,
Fatih tarafları göle dönmüş ve her
tarafı su basmıştı. Selin hemen ertesi
günü, Fatih semtinin sakinleri arasında
bir dedikodu çıkar: Fatih Sultan
Mehmed gece halkın ruyasına girmiş,
“Boğuluyorum,
beni
kurtarın”
demiştir. Tahtta, İkinci Abdülhamid
vardır ve hükümdar dedikodulardan
ânında
haberdar
olmuştur.
Abdülhamid,
amcası
Sultan
Abdülâziz'in damadı Şerif Paşa ile
Fatih ve Aksaray taraflarının itfaiye
kumandanı Mehmed Paşa'yı huzuruna
çağırır. Türbeye giderek mezarı açıp
cenazeyi kontrol edecek, halkın
gördüğü ruyanın doğru olup olmadığını
araştıracak ve saraya dönüp rapor
vereceklerdir. Hükümdar, paşaları
türbeye
göndermeden
önce
göreceklerini
hiçbir
yerde
söylemeyeceklerine dair sıkı sıkı
yemin ettirir. Mehmed ve Şerif
10
Paşalar, Fatih Camii'nin yanıbaşındaki
türbeye gider ve sandukayı kaldırıp
mezarı kazarlar. Derken, önlerine
demir bir kapak çıkar. Kapağı
açtıklarında
taş
bir
merdiven
görürler.
Ellerinde
lambalarıyla
merdivenden iner ve daha derine
uzanan bir dehlizle karşılaşırlar.
Dehlize dalar, metrelerce yürür ve
ufak bir salonu andıran başka bir
mekâna gelirler. Ortada musalla
taşına
benzeyen
bir
mermer,
mermerin üzerinde de bir işlemeli
ağaçtan bir tabut vardır. Bir hayli
zorlanarak tabutu açar ve içinde
bozulmamış bir mumya bulurlar:
Fatih'in mumyasını. Yüzü aynen,
yaşadığı
devirde
çizilmiş
resimlerindeki gibidir.
PAŞA, YEMİNİNİ TUTMADI
Mumyanın başında dua eden paşalar
tabutu
kapayıp
hayattaki
bir
hükümdarın huzurundan ayrılırcasına
adımlarını geriye doğru atarak
uzaklaşırlar. Yukarıya çıkar, sandukayı
yerleştirir
ve
saraya
gidip
gördüklerini Abdülhamid'e anlatırlar.
Padişah sellerin Fatih'in cenazesine
zarar
vermemiş
olmasından
memnuniyet duyar ve Paşalar'a
yeminlerini hatırlatıp “Gördüklerinizi
unutunuz!” der. Ama, Damad Şerif
Paşa yeminini seneler sonra bir tarafa
bırakır, hadiseyi 1940'lı senelerde o
zamanın meşhur kalem erbabından
İbnülemin Mahmud Kemal İnal'ın
Mercan'daki
konağında
yapılan
musikili bir sohbet meclisinde anlatır
ve söyledikleri, o günlerde çıkan bir
tarih dergisinde de kısa bir biçimde
yayınlanır. Hükümdarları ve önemli
devlet
adamlarını
mumyalamak,
Türkler'de
İslamiyet
öncesi
zamanlardan kalma bir âdetti, birçok
Selçuklu sultanının yanısıra Fatih'in
oğlu İkinci Bayezid'e kadar bütün
Osmanlı hükümdarları mumyalanmıştı.
Hükümdarın başkentten uzakta, savaş
meydanında can vermesi hâlinde,
mumyalama zaten kaçınılmazdı. Fatih
Sultan Mehmed de başkentinden
uzakta ölmüştü. Yeni bir sefere
çıkmak için 1481'in 27 Nisan'ında
ordusuyla İstanbul'dan ayrılmış, 3
Mayıs günü Maltepe civarındaki
Hünkâr Çayırı'nda hayata veda
etmişti.
CENAZE BİR KÖŞEYE ATILDI
Cenaze
gizlice
Topkapı
nakledilirken vezirleri,
Sarayı'na
hükümdarın
Anadolu'da valilik yapan iki oğluna,
Şehzade
Bayezid
ile
Cem'e
babalarının vefatını haber verdiler ve
hemen
İstanbul'a
istediler.
gelmelerini
Hükümdarın
duyulması
bütün
vefatının
çabalara
rağmen
önlenemedi ve İstanbul'da tam bir
anarşi yaşandı. Askerler şehri yağma
ediyor, sevmedikleri devlet adamlarını
sokak ortasında parçalıyor, devletin
büyükleri ise tahta geçecek şehzade
konusunda
ediyorlardı.
iktidar
için
birbirleriyle
Devletin
mücadele
üst
düzeyi
birbirlerinin
gözünü
11
cenazesinin
yağmalanan kilise fetih sırasında bir
tahnid edilmesi unutuldu, hatta naaşın
hayalet binayı halindeydi ve Fatih,
başında mum yakılması âdeti bile
kendi ismini taşıyacak olan caminin,
kimsenin hatırına gelmedi ve cesed
kilisenin
koktu. Saray görevlileri, cenazenin
öldüğünde
vaziyetini
defnedilmeyi
oyarlarken
Fatih'in
ortalığı
dayanılmaz
bir
yerine
inşa
de
camiin
istedi.
edilmesini,
avlusuna
Hükümdarın
kokunun sarması üzerine hatırladılar.
arzusunun sebebi hâlâ tartışılıyor ve
Fatih
en kuvvetli görüş, Fatih'in kendisini
bir
tabip
ve
hükümdarın
o
“Osmanlı hükümdarı” değil, “Roma
zamanın bir çeşid saray muhafızı olan
İmparatoru” olarak görmesi ve “Yeni
Kasım adındaki bir zat tarafından
Roma”
mumyalandı. Tahta birkaç gün sonra
Konstantin
İkinci Bayezid'in geçmesinden sonra,
arzusu. O devirdeki ismi “Diyâr-ı Rum”
sabık hükümdar için çok büyük bir
yani “Roma ülkesi” olan Anadolu ile
cenaze
yeni
baltacılarının
kethüdası,
merasimi
yani
yapıldı
ve
olan
Bizans'ın
ile
Roma'nın
aynı
kurucusu
yerde
mutlak
fethine
yatma
hâkimi
bu
hükümdarın naaşı, kendi yaptırmış
sayede
meşruiyet
olduğu camiin avlusundaki türbeye
kazandırırken, bir yerde de kendisinin
defnedildi.
“Roma'nın son imparatoru” olduğunu
ilân ediyordu. Fatih, ebedi uykusunu
FATİH, ROMA
İMPARATORU'DUR
bugün
inşa edildiği alanın çok önemli bir
vardı:
İmparator
uyuyor. Fatih'in mumyalı cesedinin
Ancak, Fatih Camii'nin ve türbenin
özelliği
zamanlar
Konstantin'in defnedildiği mekânda
bugün
başka
bir
İstanbul'un
bilinen
türbesinde
değil,
Abdülhamid'in paşalarının girdikleri
dehlizin
ucundaki
tabutta
yani
Konstantin’in yanındadır.
kurucusu olduğuna ve şehre ismini
verdiğine
inanılan
İmparator
Konstantin de, 337'deki ölümünden
sonra
aynı
yere
HALUKCAN ÖZÇIKRIKÇI 11-B
defnedilmişti.
İstanbul'da inşa edilmiş ilk Hristiyan
mâbedi olan 'Havariyun' yani
Havariler
Kilisesi,
bugün
12
Fatih
Kaynakça : Murat Bardakçı-Fatih'i önce kokuttuk,
sonra da Konstantin'in mezarına gömdük
Camii'nin olduğu alanda bulunuyordu.
Asırlar boyunca harap hale gelen ve
13. yüzyıldaki Latin işgali sırasında
12
MACHU PİCCHU
İnka medeniyeti, lider Manco
Copac’ın hükümranlığını Cuzko adı
verilen şehrin yakınında kurmasıyla
başlar. Oluşturulan bu güce de Cuzko
krallığı ismi verilir. Krallık zaman
geçtikçe diğer kabile ve toplulukları
kendi bünyesine katarak genişlemeye
başlar ve zaman geçtikçe halk ile
yönetim
gücünün
imkanları,kabiliyetleri genişler. Daha
sonra Manco Copac’ın soyundan
gelenler
bu
medeniyeti
devam
ettirerek Kolomb’un kıtaya gelişine
kadar yönetirler.
7 Temmuz 2007 yılında Dünyanın Yeni
Yedi
Harikasından
biri
olarak
seçilmiştir. Bulunduğu mevki tam
olarak anlatılmak istenirse; And
dağlarına bağlı olan Urubamba
vadisinin üzerinde ve 2.360 m
yüksekliktedir. Peru’da bulunan Cusco
şehrine 88 km uzaklıktadır.
Antik şehir lider soyundan
gelen ve yaşadığı dönemde hükümdar
olan Pachacutec Yupanqui tarafından
1450 ‘li yıllarda inşa ettirilmeye
başlanmıştır. Şehir dağın zirvesinde
olduğu için ulaşmak oldukça zordur
ancak
görülmeye
değer
bir
şaheserdir. Machu Picchu’nun kendine
bağlı 200’den fazla basamak sistemi
mevcuttur. Bu da şehrin nedenli
muazzam
bir
yapı
olduğunu
göstermeye yeter çünkü şu anda
ayakta kalan hala 3000 basamak
bulunmaktadır.
Machu
Picchu’da
günümüze
kadar varlığını devam ettirmiş olan
antik bir İnka şehridir.
13
adamlarına ait olduğu göz önüne
alındığında şehrin çok önemli bir
yerleşim
merkezi
olduğu
reddedilemez bir gerçektir.
Machu Picchu günümüze kadar
ayakta kalabilmiş doğa ile iç içe olan
harika bir antik yapıdır. Bunun sebebi
Aslında şehrin tam adı ve hangi
amaçla yapıldığı ne yazık ki tam
olarak bilinmemektedir. Machu
Picchu ismi de bu kente yakın olan bir
dağın zirvesinin adıdır ancak şehrin
buraya yakın olması ismin antik
yapıyla anılmasına sebep olmuştur.
Yapının toprak zemin ve kalıntıları
incelendiğinde 100’den fazla insan
iskeleti bulunmuştur. Ayrıca bu
rakam’ın yarısı kadar da mezara denk
şehrin 1532 yılında İspanyol istilacılar
tarafından fark edilememesi ve
bulunduğu yerin yüksek olmasından
dolayıdır.
Eğer
sizde
Unesco
tarafından Dünya miras listesine
alınan bu yeri canlı canlı görmek
istiyorsanız çok iyi bir seçim
yapmışsınız
demektir.
İzlemeniz
gereken yol Peru’ya vardıktan sonra
Cusco şehrinden Machu Picchu dağına
ulaşmaktır. Zirvesinde bulunduğu
dağın adını taşıyan bu gizemli ve antik
şehir görülmesi gereken yerler
arasında da bulunmaktadır. Şehir
Güney Amerika’da en çok turistin
uğradığı yerlerden biridir ve hergün
ortalama 2000 kişinin ziyaret ettiği
kayıtlara geçirilmiştir.
gelinmiştir. Mezarlarda bulunan
iskeletlerin bir kısmı kadınlara bir
kısmı da erkeklere aittir. Anlaşılan
ilginç bir durumda bu sayının
YAĞIZ KÜLEKÇİ
9/A
neredeyse yarı yarıya olmasıdır.
Şehirde yaşayan insanların burada
hangi amaçla yada neden bulundukları
KAYNAKÇA: http://www.bilgiustam.com/machupicchu-peru/
bilinmemektedir.
Ortaya atılan bir çok teori
geçerliliğini kaybetmişse de bulunan
iskeletlerin İnka asillerine ve din
14
OSMANLI TARİHİNDEN
ÇIKAN VAMPİR EFSANESİ
cinnet atmosferine girerek sarayının
etrafına sivri kazıklar dikerek suçlu
gördüğü kişileri kazığa oturtup onların
günlerce işkencesini izlemeye başlar.
Ayrıca
KONT DRACULA & Kazıklı Voyvoda
(3.Vlad)
bir
rivayete
göre
düşmanlarının kanını içtiği bile öne
sürülür. Bunların üzerine Fatih Sultan
Mehmet
Romanya'nın
diğer
3.Vlad
a
aklını
başına
kuzeyinde
toplaması için elçiler gönderir. Ancak
Transilvanya prensi olan 2.Vlad, 1431
Vladonları da kazıklara oturtur. Fatih
yılında 2.Murat tarafından Eflak-
Mehmet
Boğdan alınınca Osmanlı'ya bağlanmak
seferine çıkar ve bunu fırsat bilen
durumunda kalır ve Voyvoda olarak
Vlad, Tuna nehrinden Sırbistan a
atanır.
kadar birçok yere saldırır ve resmen
Osmanlı ile araları iyi olan
2.Vlad çocuklarını yetiştirmek üzere
Edirne'ye gönderir ve 2.Murad 'ın
oğlu
Şehzade
Fatih'
le
eğitim
gördüler.1448 de Eflak ve Boğdan
o
Türklere
dönemlerde
düşman
Trabzon
olur.
Kendi
sayılarınca:
- 23.830 Türk ve Bulgar' ı katletmiş,
- 20.000 kadar savaş esirini de kazığa
oturtmuştur.
Macar Krallığı tarafından kışkırtılarak
Daha
sonra
Fatih
Sultan
Osmanlı 'ya ayaklanır ve 2.Vlad ise
Mehmet sefere çıkar ve gördüğü
Romen soyluları tarafından öldürülür.
manzarada, 5 km uzunluğunda kadın
3.Vlad
ise
bu
dönemde
çocuk
20.000
kazığa
oturtulmuş
Osmanlı desteği ile kısa süreliğine
görür. 3.Vlad ise Macar Krallığı'na
Eflak 'ı alır ve sonrasında Macarların
sığınarak
kontrolü ile sürgün edilir, daha sonra
bulunmuş ve tekrar harekete geçip
Belgrad seferi ile yine 3.Vlad, Fatih
Eflak 'ı almak isterken Fatih Sultan
Sultan Mehmet 'in desteği ile yine
Mehmet'in
Eflak 'ı alır, Voyvoda olarak atanır ve
Transilvanya ormanlarında öldürülüp,
bağlılığını bildirir Osmanlı'ya.
kafasına bir
Zaman
geçtikçe
3.Vlad
Osmanlı 'ya vergi vermeyi reddeder
ve Macar Krallığı ile ittifak olur.
onun
14
yıl
kadar
askeri
sürgünde
tarafından
kazık geçirilerek aynı
düşmanlarına
yaptığı
gibi
İstanbul'da ibret olması için günlerce
gezdirilir.
Soyadını da "Dracula " yani "Şeytanın
oğlu" olarak değiştirir. Git gide 3.Vlad
KAYNAKÇA: https://tr.wikipedia.org/wiki/III._Vlad
15
CELLATLAR HAKKINDA
İLGİNÇ BİLGİLER
Kaynakça: https://tr.wikipedia.org/wiki/III._Vlad

Başta devlet adamları olmak
üzere idam cezasına çarptırılan
her kimse, ölümü cellatların
elinden oldu.

Cellatlar
özellikle
sağır
ve
dilsizlerden seçilirlerdi.

İdam kararı alınan kişi önce
Topkapı
Sarayı'nda
bulunan
Cellat
Çeşmesi'nin
önüne
getirilir burada cellatın kılıç
darbesiyle infaz gerçekleşirdi.
•
Öldükten
Cellâtlar
daha
sonra
idam
edilen kişilerin kesik başlarını
koltuğunun
Mezar
taşlarında isimleri bile yazılmazdı.
Buradaki amaç ise zaten dua alamayan
cellatların
üstüne
bir
de
ismi
üzerinden beddua almamalarıdır.
Aynı

sonra
zamanda
cellatların
yakınlarının da hayatı bu şekilde
korunmak istenmiştir.
altına
koyarlarmış.Kelle
koltukta
geziyoruz sözleri bu yapılan
işlemlerden sonra çıkmıştır.

İdam edilecek şahıs, İstanbul
Yasin TANRIVERDİ - 10A
dışında bir bölgedeyse, kesilen
başının bozulmaması için bal
dolu
bir
torbaya
konulur,
KAYNAKÇA:
http://garipveilgincseyler.blogspot.com.tr/p/osmanl-hakkndailginc-bilgi.html
İstanbula geldiğinde padişaha
gösterilirdi.
16
bir entelektüel çekim merkezi; sivil
İSTANBUL MÜZESİ
PROJESİ
toplum kuruluşlarının belleği ve kentin
sorunları etrafında bir araştırma ve
tartışma platformu; özellikle günlük
İstanbul Müzesi ve Toplumsal
yaşam tarihçiliği alanında uzmanlaşan
Tarih Merkezi'nin kurulması, başta
bir bilgi-belge merkezi; müze kent
İstanbul olmak üzere Türkiye'nin
İstanbul'u ziyaret eden yabancıların
sahip olduğu zengin, çok boyutlu
bu kenti sürekliliği ve bütünlüğü içinde
mirasa
tanımalarına
ilişkin
bilinç
yükseltmesi,
düzeyini
araştırmaları
özendirmesi
ve
araştırmalarına
Türkiye'de
doğrudan
tarih
katkıda
yardımcı
olacak
bir
kültür turizmidir.Bu amaçla, 1993
yılında
yabancı
ülkelerden
müze
müdürleri, küratör ve mimarlarla ilk
bulunması açısından önemlidir. Bir
toplantı
müze, kütüphane, arşiv, araştırma-
Vakfı'nın desteği ile 1995'te dünyanın
enformasyon ve yayın merkezi ile
önemli müzelerinden 30'un üzerinde
bilimsel
uzmanın katıldığı iki önemli buluşma
toplantılar
ve
sanatsal
gösteriler için gerekli donanımlara
Türkiye'nin
değerler
paylaştığı
açısından
kültürel
entelektüel
potansiyel için önemli bir odak noktası
oluşturması
öngörülmüştür.
Tarih
Vakfı, kısa süreye sığdırdığı yüzlerce
çalışmadan aldığı güvenle, İstanbul'da
bir kent müzesi ve toplumsal tarih
merkezi kurma projesini geliştirdi. Bu
proje, İstanbul'a ve Türkiye'ye yeni
tip bir kültür merkezi kazandırmayı
amaçlamıştır.
İstanbul
değişen
Rockefeller
gerçekleştirildi.
sahip alanların tek bir çatı altında
toplanmış olması, Avrupa ve modern
düzenlendi.
İstanbul Müzesi için yer arama
çalışmalarına
hız
verildiği
bir
dönemde, Darphane binaları, bir dizi
alternatif arasında, uygun tarihsel ve
mimari özellikleri dolayısıyla en uygun
seçenek olarak belirdi. 1967'de büyük
bölümüyle Beşiktaş'taki yeni binasına
taşınması sonrasında, 28 yıl boyunca,
iki bina dışında, yıkıma ve çürümeye
terk edilen Darphane, Mart 1995'te,
Milli
Emlak
Genel
Müdürlüğü
tarafından 49 yıllık bir süre için, önce
Habitat sergilerinde kullanılmak ve
Müzesi,
sergileriyle
ve
sürekli
daha sonra da restore edilip İstanbul
sergiler
Müzesi'ne dönüştürülmek üzere Tarih
dışındaki müzik, tiyatro, sinema ve
benzeri sanat etkinlikleriyle, bilimsel
toplantıları, kütüphanesi ve arşivi ile
Vakfı'na devredildi.
BM Habitat II Konferansı için
Anadolu'da konut ve İstanbul kent
17
tarihi
üzerine
iki
büyük
sergi
olan Darphane'yi geri almak üzere,
düzenleme sorumluluğu üstlenen Tarih
görevli
Vakfı, yaklaşık 40 milyon dolarlık bir
müdürünü değiştirip, Tarih Vakfı'nı
yatırımla Darphane binalarını, önce
Darphane'de izinsiz çalışma yapmış
Habitat
olarak
sergilerine
hazırlamayı,
Koruma
Kurulu
gösterdi.
üye
İstanbul
ve
Müzesi
ederek
Projesi'nin bu biçimde engellenmesi
İstanbul'a, yeni bir kültür kuruluşu
büyük tepki topladı. Bu çerçevede, 30
kazandırmayı planladı.
Ocak
ardından
da
Bir
yıl
restore
süren
çalışmalarla
Darphane binaları Habitat sergilerine
ev sahipliği yapacak duruma getirildi,
tümüyle çöp ve toprakla dolduğu için
varlıkları
bile
unutulmuş
bodrum
katları açığa çıkarıldı, binalar ile elde
kalan makine ve teçhizat korunmaya
alındı. Çatıların büyük bölümü geçici
olarak
onarıldı
ve
tümüyle
ağaç
kökleriyle kaplanmış, yıkılmak üzere
olan
duvarlar
sağlamlaştırıldı.
Restorasyon projesi için gerekli ilk
adımlar atıldı.
1997'de
Uluslararası
Lütfi
Kongre
Kırdar
Sarayı'nda
yapılan bir toplantıyla, 2.570 kişinin
girişimci olarak, 12 bine yakın kişinin
de imza vererek katkıda bulunduğu
İstanbul
Müzesi'ni
Destekleme
Girişimi (İMDG) kuruldu. Darphane ile
ilgili olarak Kültür Bakanlığı'ndaki bazı
çevrelerin engellemeleri ve sonucu
belirsiz
bir
dizi
dava
nedeniyle
İstanbul Müzesi projesi, 2001 yılı
sonuna kadar askıda bekledi. 2001'in
Eylül ayında Yargıtay'ın verdiği bir
kararla, dava süreci Tarih Vakfı lehine
sonuçlandı.
Bakanlığın
Yargıtay'a
yaptığı son başvurunun Ocak 2002'de
Geçici olarak düzenlenen söz
konusu
mekanlarda
açılan
"Dünya
Kenti İstanbul", "Tarihten Günümüze
Anadolu'da Konut ve Yerleşme" ve
"Darphane'den İstanbul Müzesi"ne
sergilerini
ziyaret
yaklaşık
etti
ve
75.000
bu
reddedilmesiyle birlikte Darphane'nin
İstanbul Müzesi'ne dönüşmesinin de
önü açılmış oldu ve Vakıf, İstanbul
Müzesi
kaynak
arama
çalışmalarına yeniden başladı.
Tarih Vakfı, Darphane ile ilgili
kişi
dönemde
için
engellemelere
rağmen
bu
mekanı
gerçekleştirilen 200'e yakın kültür
restorasyon öncesi koşullarda bir
sanat etkinliğine katıldı.
kültür
Bu aşamada, Kültür Bakanlığı,
tüm
kademelerindeki
yetkililerinin
onayıyla Tarih Vakfı'na devredilmiş
merkezi
olarak
kullanmaya
devam ediyor. Darphane'de bugüne
kadar
"Üç
Kuşak
Cumhuriyet",
"Cumhuriyetin Aile Albümleri", Henri
Cartier-Bresson'un
"Avrupalılar",
18
"Taşın ve İnancın Şiiri Mardin" ve
"Bak Bir Varmış Bir Yokmuş: National
Geographic Arşivi'nden" gibi büyük
çaplı sergilerle, yüzlerce kültür-sanat
etkinliği gerçekleştirildi.
Darphane Binaları ayrıca, Tarih
Vakfı'nın da dahil olduğu bir grup STK
tarafından düzenlenen "17 Ağustos
Uyku
ve
merkezi
Uyanış"
etkinliklerinin
durumundaydı.
Ayrıca,
İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı (İKSV)
tarafından
Uluslararası
düzenlenen
İstanbul
5.
ve
7.
Bienalleri,
Darphane binalarının konuğu oldu.
SENA KİBAR – 9B
KAYNAKÇA: tarihvakfi.org.tr
19
yazılı
ATATÜRK DÖNEMİ
PARLEMENTO
olmasına
rağmen,
birçok
nedenlerden dolayı geniş bir halk
tabanına dayalı TBMM‟ye
katılan
milletvekili sayısı 378 olmuştur. I.
Dönemi eylemli olarak tamamlayan
milletvekili sayısı ise 337 kişi olarak
tespit edilmiştir. I. Dönem TBMM‟ye
asker ve sivil yöneticiler ağırlıklı
üzere
olmak
bürokrasi
191
(yüzde
kökenli
43.70)
milletvekili
seçilmiştir. I. Dönem TBMM, haklı
olarak Türk Ulusal Kurtuluş Savaşını
başarıyla
tamamlayan
Türkiye
Cumhuriyeti
temellerini
atan
ve
bugünkü
Devleti‟nin
Meclis
olarak
bilinmektedir.
Osmanlı
zamanlarında
faaliyetleri
II. Dönem TBMM için 72 seçim
Devleti‟nin
Jön
son
Türkler‟in
sonucunda
ülkede
çevresinden
seçilmiştir.
286
Dönem
milletvekili
içinde
değişik
zaman ve nedenlerle boşalan 47 üyelik
edilmesiyle,
için seçim yenilenmiş, böylece bu
kapıları
dönemde yasama görevi yapan üye
açılmıştır. Bu yapılanma Batı tipi bir
sayısı 333‟e yükselmiştir. II. Dönem
parlamenter
TBMM‟de (1923-1927) yer alan 333
Meşrutiyet‟in
parlamenter
ilan
sistemin
sistemi
ortaya
çıkarmamasına rağmen daha sonraki
süreçte
bu
yönde
atılacak
olan
adımları kolaylaştırmıştır. 1920‟den
milletvekili
içerisinde
“sivil-asker”
bürokratların yüzde 60‟a yakın bir
oranda
temsil
edildikleri
sonra atılan adımlar ise Türkiye‟de
görülmektedir. Bu dönemde en fazla
sağlam bir parlamenterist geleneğin
güç kaybına uğrayan kesim ise din
yerleşmesine
adamları olmuştur. 1923 seçimlerini
Atatürk
zemin
hazırlamıştır.
döneminde
(1920-1938)
Meclis‟e baktığımızda karşımıza beş
dönem çıkmaktadır.
I. Dönem TBMM (1920-1923)
üye kayıt defterine 437 milletvekili
önemli
kılan
faktörlerden
birisi
kuşkusuz ki; rejimi değiştirecek olan
ve çoğunluğunu ARMHC (Anadolu ve
Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti)
adaylarının seçildiği meclisi meydana
getirmiş
olmasıdır.
Birçok
alanda
20
faaliyette bulunan II. Dönem TBMM,
siyasal hayatta daha etkin bir rol
yaptığı inkılâplar sayesinde modern
oynamaya
esaslarla devleti yeniden kurmuş ve
TBMM Döneminde yoğun bir çalışma
devletin
temposu içine girilerek, millîleştirme
kurumsallaşmasını
büyük
III. Dönem TBMM Döneminde
çalışmaların
ruhunda
lâik
anlayış ve millîleştirme karakterleri
ağır
basmaktadır.
Döneminde
IV.
Dönem
faaliyetlerine devam edilmiş, çıkarılan
ölçüde sağlamıştır.
yapılan
başlamıştır.
III.
yapılan
Meclis
inkılâplar
kanunlar vasıtasıyla Devlet teşkilatı
alanında
Sosyal
düzenlemeler
hayatta
konusunda
ise
ve
yapılmıştır.
kadın
hakları
çağdaş
uygarlık
prensipleri benimsenmiştir.
vasıtasıyla Cumhuriyet‟in temelleri
pekiştirilerek, rejim koruma altına
alınmıştır.
III.
Meclis
siyasi,
ekonomik ve toplumsal alanlarda attığı
cesaretli adımlarla bilinmektedir.
(1.DÖNEM MİLLETVEKİLLERİ)
V. Dönem TBMM (1935-1939)
üyelerinin
çoğunluğunu
Türkiye
Cumhuriyeti‟nin kurucusu Mustafa
Kemal
IV. Dönem TBMM‟de (19311935) yer alan 348 milletvekilinden
161‟i (yüzde 46.26) asker ve memur
kökenlilerden
oluşmaktaydı.
Bu
dönemde tek parti rejimine ters
olarak bürokratlar, Meclis‟te diğer
dönemlerden daha az bir düzeyde
temsil
edilmişlerdir.
Fakat
daha
sonraları sivil bürokrasi yavaş yavaş
Atatürk‟ün
belirlediği
son
Meclis olma özelliğine sahiptir. V.
Meclise seçilen 444 milletvekilinden
215‟i ( yüzde 48.72) bürokrasi kökenli
milletvekillerinden meydana gelmiştir.
Bu
Meclise
ilk
defa
kadınlar
milletvekili olarak seçilmiş, ayrıca
Müslüman olmayan kişilerde ilk defa
bir
Cumhuriyet
Meclisinde
görev
yapmışlardır. Bu dönemde devrimler,
asker ve sivil bürokratlar tarafından
21
ve “modernleştirici tek parti” eliyle
yürürlüğe konmuş ve atılan adımlarla
parti
ile
devleti
bütünleştirecek
uygulamalar hayata geçirilmiştir. V.
TBMM
Dönemi,
örgütlenmesinde
devlet
kurumsallaşmanın
devam ettiği ve çağdaş uygarlığa
ulaşabilmek için her alanda atılımların
yapıldığı bir dönem olmuştur.
ALP- BORA KALAYCI- 11B
KAYNAKÇA: https://tr.wikipedia.org
22
OSMANLI DEVLETİNDE
İLKLER
 İlk Osmanlı Padişahı OSMAN
BEYDİR.
 İlk vakıf ORHAN BEY tarafından
kuruldu.
 Savaş alanında esir düşen ilk
padişah I. MURAT tır.
 Top ilk kez I. KOSOVA
SAVAŞINDA kullanıldı.
 İstanbul ilk kez YILDIRIM
BAYEZİD tarafından kuşatıldı.
 İlk medrese İZNİK’ te ORHAN
BEY tarafından açıldı.
 Osmanlı Devleti’nin ilk yenilgisi
PLOŞNİK BOZGUNU dur.
 Yıldırım Bayezid Niğbolu
 Hindistan’a sefer düzenleyen
ilk Osmanlı padişahı KANUNİ’
dir.
 ilk Fransız tercüme bürosu
III. Selim tarafından
kurulmuştur.
 Matbaada basılan ilk eser
VANKULU adlı lügattir.
 İlk resmi gazete TAKVİM-İ
VEKAYİ adıyla II.MAHMUT
tarafından çıkarıldı.
Savaşından sonra “SULTAN-I
İKLİMİ RUM” unvanını almıştır.
 Cülus bahşişi ilk defa Fatih Sultan
Mehmet zamanında verilmiştir.
 Kutsal toprakları ele geçiren ilk
padişah YAVUZ SULTAN
SELİMDİR.
 Şeyhülislam ilk defa Kanuni
zamanında divan üyesi olmuştur.
23
 Yurt dışında ilk defa II.
MAHMUT zamanında öğrenci
gönderilmiştir.
 Türk tarihinde ilk defa siyasi
partiler I. Meşrutiyet döneminde
kuruldu.
 Orta öğretim kurumları ilk defa
II. MAHMUT zamanında
kurulmuştur.
 TELGRAF ilk defa TANZİMAT
DÖNEMİNDE kullanılmaya
başlamıştır.
Yücel Devrim GAZLI 10-A
KAYNAKÇA:
http://bilgikutbu.blogspot.com.tr/2012/04/osmanl-devleti-tarihiilkler-enler.html
24
COĞRAFYA
COĞRAFYADA
BİLİNMEYENLER
 Her yıl 1 milyar ton Afrika toprağı
Atlas
Okyanusunu
geçerek
Amerika kıtasına ulaşır. Bu toz ve
toprak Amerika'ya, Karayip'lere
ve Amazon Havzasına, Bahama
Adalarına zengin tortular taşır.
Zengin mineral ve besin taşıyan bu
topraklar;
bünyesinde
böcek,
mikro organizmalar ve mantar
barındırdığından
tarım
topraklarının
verimli
hale
gelmesinde etkilidir.
 Mississipi,
Kızılderili
dilinde
"büyük su, suların atası anlamına"
gelmektedir.
 İsviçre denize kıyısı olmadığı
halde, dünyada deniz ticaret filosu
olan tek ülkedir.
 1998
yılına
kadar
Everest
zirvesine çıkmaya çalışan 918
kişiden 146'sı ölmüştür.
 Atmosfer sözcüğü Yunanca "atmos
=
nefes,
sphere
=
küre"
kelimelerinden gelmektedir.
 Atmosferdeki havanın 1 cm²'lik
yüzeye yaptığı basınç 760 mm.lik
cıva sütunun ağırlığına eşit olup,
1033 gr.dır. Dolayısıyla tüm
atmosferin ağırlığı 5,1 trilyon
kilogramdır.
 Liberya ismi "özgür olanların
ülkesi" anlamına gelmektedir.
 Casablanca
ismi
İspanyolcada
"beyaz ev" anlamına gelmektedir.
 Japonya Japonca dilinde, güneşin
doğduğu
ülke
anlamına
gelmektedir.
 Kosta Rika İspanyolcada zengin
kıyı anlamına gelmektedir.
 Madagaskar'da 150.000 hayvan ve
bitki türü yalnızca bu ülkeye ait
endemik türdür.
25
 İspanyollar
Venezüella'ya
su
üstündeki evlerden dolayı bu
ülkeye "küçük Venedik" anlamına
gelen
Venezüella
ismini
vermişlerdir.
 Himalayalar üzerindeki Everest
zirvesi Nepal dilinde "gökyüzünün
tanrısı" ( sagarmatha ), Tibet
dilinde ise "dünyanın ana tanrıçası"
(
comolungma
)
anlamına
gelmektedir.
 Tuna
Nehri
Avusturya'nın
başkenti
viyana,
Slovakya'nın
başkenti Bratislava, Macaristan'ın
başkenti
Budapeşte
ile
Yugoslavya'nın
başkenti
Belgrad'dan geçer.
 Ekvator'un başkenti Quito 0,4 °C
ile dünyada yıllık sıcaklık farkının
en az olduğu yerdir.
 Haiti ismi yerli dilinde "dağda
yaşayanlar" anlamına gelmektedir.
 Haiti Cumhuriyeti 1804 yılında
bağımsızlığını ilan eden ilk zenci
devletidir.
 Birmanya, 1989 yılında ismini
Myanmar Cumhuriyeti olarak
değiştirmiştir.
 Ukrayna, Bulgaristan, Almanya,
Macaristan, Rusya Federasyonu,
İspanya, İngiltere gibi ülkelerde
doğal nüfus artışı eksi değerlerle
ifade edilmekte, yani bu ülkelerin
nüfusları giderek azalmaktadır.
 Kuzey Amerika'da yer alan
Superior Gölü dünyanın en büyük
tatlı su gölüdür.
 ABD'nin Detroit kenti dünya
otomobil endüstrisinin başkenti
olarak kabul edilmektedir.
 Finlandiyalılar kendi ülkelerine "
suomi" yani "Bin göller" ülkesi
demektedir.
 Polonya
ismi
yerli
"düzlükler
ülkesi"
gelmektedir.
dilinde
anlamına
 Ekvatoral iklim kuşağında yer alan
Endonezya'da 2000 ağaç türü, (
300 tür palmiye ) 40.000
bitki türü, 2000 kuş türü, 1700
balık çeşidi ve 500'den fazla
memeli türüne sahiptir.
 2200 metreyi bulan ortalama
yükseltisi ile Antarktika, dünyanın
en yüksek kıtasıdır.
 Dünyada
toplam
231
ülke
bulunmaktadır. 58 ülke ile Afrika
ülke sayısının en fazla olduğu kıta
iken, 13 ülke ile Güney Amerika
ülke sayısının en az olduğu kıtadır.
 Avrupa kıtasındaki en büyük
yarımada İskandinavya, en büyük
ada Büyük Britanya en büyük göl
Ladoga, en uzun nehir ise
Volga'dır.
26
 Asya
kıtasındaki
en
büyük
yarımada Arabistan, en büyük ada
Borneo ( Kalimantan ), en büyük göl
Hazar, en uzun nehir ise Hoang
Ho'dur.
 Dünya Turizm Örgütü verilerine
göre; ABD 73, İtalya 31, İspanya
ve Fransa 25 milyon dolar yıllık
gelir ile dünyada turizmden en
fazla para kazanan ülkelerdi.
 2006
yılında
doğal
kaynak
tüketimi, yaşam süresi, insanların
mutluluğu ve ekolojik faktörlerin
değerlendirildiği bir araştırmada
Pasifik Okyanusunda küçük bir ada
olan "Vanuatu" dünyanın en mutlu
insanlarının bulunduğu ülke olarak
seçilmiştir. Türkiye ise 98. sırayı
almıştır. Zimbabwe ise bu listede
sonuncu sırayı almıştır.
 2003 yılında Avrupa'da yaşanan
aşırı sıcaklar nedeniyle çoğunluğu
yaşlı
25.000
kişi
yaşamını
kaybetmiştir.
(BORNEO ADASI)
 Afrika kıtasındaki en büyük
yarımada Somali, en büyük ada
Madagaskar, en büyük göl Victoria,
en uzun nehir ise Nil'dir.
 Meşe palamudu gıda ürünlerinde
katkı maddesi olarak kullanılır.
 Kuzey Amerika'daki en büyük
yarımada Labrador, en büyük ada
Grönland, en büyük göl Superior,
en uzun nehir Mississippi'dir.
 Güney Amerika'daki
yarımada Guajiro, en
Ateş Toprakları, en
Maracaibo, en uzun
Amazon'dur.
en büyük
büyük ada
büyük göl
nehir ise
27
 Türkiye'nin en yüksek çağlayanı
166 metre ile Artvin'in Yusufeli
ilçesindeki Çilo çağlayanıdır.
 Afrika ülkelerinde kişi başına
düşen yıllık sağlık harcaması 15
doların altındadır.
 Türkiye'de son 40 yılda 1.300.000
hektarlık sulak alan yok edilmiştir.
 Dünyada aktif volkanik dağı
olmayan tek kıta Avustralya'dır.
 2006
yılı
değerlerine
göre
dünyanın en büyük ekonomileri;
ABD, Japonya, Almanya, Çin ve
İngiltere'dir.
 Kanada, yeryüzündeki yüzey tatlı
sularının %10'una sahipken, dünya
nüfusunun%1'inden
azını
barındırır.
 Dünyada en fazla kongre yapılan
şehirler
arsında;
Barcelona,
Viyana, Singapur, Berlin ve Hong
Kong ilk sırayı almaktadır.
 Çam fıstığı Türkiye'de tatlı ve
pilavlarda kullanılırken, Avrupa'da
at yeminden gıda ve sağlık
sektörüne kadar pek çok alanda
kullanılmaktadır. Türkiye'de yıllık
1500 ton üretimi bulunan ve yoğun
olarak Muğla ve Aydın çevresinde
üretilen çam fıstığı Bergama'ya
bağlı Kozak köylerini zengin etti.
Kozak yaylası çevresindeki çam
fıstığı yetiştiricisi 16 köy, yıllık
1000 tonluk üretimi ile Türkiye'nin
en
zengin
köyleri
arasına girdi.
Bu köylerde
kişi
başına
gelir 14.000
euro
seviyesinde.
28
 Satın alma gücünde Lihtenştayn (
%225 ), Lüksemburg, İsviçre,
Avusturya ve ABD başı çekerken,
Türkiye ( % 30 ) ile sonlarda yer
almaktadır.
29
kaynaklarının
SÜDÜRÜLEBİLİRLİK
verimli
Şartı “sürdürülebilir
Çevreye
ekolojik
yaşamanın
evrensel
insan
sürdürülebilirliğin
gereksinmelerini oluşturmaktadır.
küresel bir toplumun saygı ve kaygı,
bütünlük,
ve
doğaya karşı sorumlu davranılması
çevresel
Yeryüzü
kullanımı
duyarlı
bir
sonucunda
yaklaşımla
sağlıklı
hakları, ekonomik adalet, demokrasi,
toplumlar oluşur. Sağlıklı toplumların
ve
ekonomik refah içinde yaşantısı sosyal
barış
kültürünün
üzerinde
sürdürülebilirlik
kuruluşunu” anlatıyor.
Sürdürülebilirlik sürekli
yeteneği
olarak
olma
olarak
adlandırılmaktadır.
adlandırılabilir.
Birleşmiş Milletler Çevre ve Kalkınma
Komisyonu’nun 1987 yılı tanımına göre:
"İnsanlık,
gelecek
gereksinimlerine
kuşakların
cevap
verme
yeteneğini tehlikeye atmadan, günlük
ihtiyaçlarını temin ederek, kalkınmayı
sürdürülebilir
kılma
yeteneğine
sahiptir."
Çevresel,
ekonomik
ve
sosyal
sürdürülebilirlik sağlandığı takdirde
sürdürülebilir
gelişme
gerçekleşebilmektedir.
Yenilenemeyen
yerine
enerji
yenilenebilir
kaynakları
enerji
30
TARIM OLMADAN EKONOMİK
KALKINMA OLMAZ
Tarım sektörü, gelişmekte olan
ülkelerde gelişme sürecinin ilk evrelerinde ekonominin en önemli sektörü
konumundadır. Bu dönemde tarımın
toplam istihdamdaki payı, toplam
Tarım, özellikle gelişmekte olan
ülkelerde kırsal alanda yaşayan halkın
geçim kaynağını sağladığı temel bir
sektördür. Ayrıca, tarım sektörünün
ulusal ekonomilere, halkın temel gıda
maddelerinin üretimini garanti
ederek, nüfusun önemli bir kısmına
istihdam olanağı sağlayarak, ulusal
gelire ve ihracata destek olarak ve
sanayi sektörüne ara malı sağlayarak
ve talep yaratarak katkılar
sağlamaktadır. Tarımdan sanayiye
olan destek; hammadde, iş gücü ve
sanayi ürünlerine talep yaratma
destekleri şeklinde olabilmektedir.
üretimdeki payından da yüksektir.
Örneğin, ülkemizde halen toplam
aktif nüfusun tarımda istihdam
edilme oranı%45 iken, tarımın gayri
safi hasıladaki payı %8-10
civarındadır. Bu yüzden tarım
sektörünün gelişmesi, kırsal halkın ve
dolayısıyla nüfusun büyük bir oranının
refahının yükselmesi anlamına
gelmektedir.
Özellikle tarımda çalışanların diğer
sektörlere oranla refah seviyesinin
daha düşük olduğu genellemesi göz
önünde bulundurulduğunda, tarım
sektöründeki gelişme ve refah artışı
diğer sektörlerde de oransal olarak
daha büyük bir gelişme ve refah
artışı sağlayacağı anlamına
gelebilmektedir.
31
Download